Deliyürek Bumerang Cehennemi`nden Kurtlar Vadisi Irak`a

advertisement
İletişim kuram ve araştırma dergisi
Sayı 22 Kış-Bahar 2006, s. 1-8
Önsöz
Deliyürek Bumerang Cehennemi’nden
Kurtlar Vadisi Irak’a
Korkmaz Alemdar
İletişim, bu sayısında, 2005 yılında gösterime giren Kurtlar Vadisi Irak
filminin incelenmesini özel konu olarak seçti. Bunun iki nedeni var: filmin
niteliği, yarattığı etki ve Ortadoğu’da yaşananlara getirdiği yorum. Etkisinin
sürekli olmayacağını biliyoruz. Benzer bütün yapıtlar gibi üzerinde
konuşulacak, sonra yavaş yavaş unutulanlar listesine eklenecek.
Kurtlar Vadisi Irak’ın, Ortadoğu’da olanbitene yeni bir yorum getirmesi
de söz konusu değil. A.B.D. ve İngiltere’nin neler yaptığını bilmeyen
kalmadı; ama yapılanları yüksek sesle söyleme cesaretini gösteren yapıtlardan
biri. Bu özellik de yeni değil, ama gerçeğin bir bölümünü çağdaş bir anlatım
biçimiyle kitlelere aktarmayı başardı.
Kurtlar Vadisi Irak gösterime girdiği günden itibaren yurtiçinde ve
dışında tartışmalara konu oldu. Farklı nedenler farklı duruşları ve yorumları
getirdi. Bir film, herhangi bir ürün gibi, kendi içinde ve kendisi için bir
inceleme konusudur. Ama aynı zamanda döneminin gelişmelerinin, bazı
düşünce ve duyguların dışavurumudur. Bu bakımdan Kurtlar Vadisi Irak,
sinema dili açısından tartışılabileceği gibi, Türkiye’de ve Ortadoğu’da
yaşananlara ilişkin bir yorum olarak da değerlendirilebilir. Bu yazı ikinci
konu üzerinde duracaktır.
Kurtlar Vadisi Irak uluslararası gelişmelere ilişkin Türkiye’nin geleneksel
politikasına farklı bir yorum getirdi: A.B.D. Ortadoğu’da barışı değil, savaşı
desteklemektedir; demokrasiyi değil, teokratik yapıları güçlendirmeye
çalışmaktadır; Türkiye’nin geleneksel müttefiki değil, onun sırtından bölgenin
haritasını değiştirmeye çalışan güvenilmez bir güçtür. Bu yorum Türkiye’nin
ABD ile ilişkilerinde gelinen önemli bir yol ayrımına işaret etmektedir. Çünkü
2
Korkmaz Alemdar
Türk Amerikan ilişkileri İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana farklı işbirliği
örneklerinin ortaya koyduğu gibi bir dostluk ilişkisidir. Daha doğrusu Türkiye
bu ilişkinin böyle bir ilişki olduğuna inanmak istiyordu. Oysa Irak’taki
gelişmeler bunun tam olarak böyle olmadığını ortaya koydu. Kurtlar Vadisi
Irak da bu noktanın altını sinema dilinin anlatım özelliklerini kullanarak
çarpıcı bir biçimde ortaya koydu.
Uluslararası ilişkiler tarihimiz gözden geçirildiğinde daha açık
görülecektir ki, A.B.D. Türkiye ile ilişkilerini bizim sandığımız ya da
sanmaktan hoşlandığımız gibi sürekli bir dostluk ilişkisi üzerine değil, çıkar
ilişkisi üzerine kurmuştur. Türkiye, ABD’nin Sovyetler Birliği ile girdiği
büyük mücadelede Ortadoğu bölgesinde güvenebileceği, güvenebilmek için
de denetim altında tuttuğu bir ülkedir. Türkiye bu ilişkiden, bugün daha iyi
görüldüğü gibi, zarar gören taraftır. Daha da önemlisi, Soğuk Savaş ve
gelişmeleri, Türkiye’nin ulusal bağımsızlık ve komşularıyla dostluk
politikasında önemli sapmalara yol açmıştır. Ama uluslararası gelişmeler, iç
politikanın yönlendiricilerine Batı şemsiyesi altında diledikleri politikaları
uygulama olanağını verdiği için kamuoyu ve önemli kurumlar bu ilişkinin
edilgen tarafı haline getirilmişlerdir.
Yanılgılar, yanlışlıklar
Türkiye'nin ekonomik ve toplumsal sorunları yıllardır tartışılır;
kalkınmanın neden gerçekleştirilemediği sorgulanır. Niyazi Berkes'in iki yüz
yıldır neden bocaladığımızı sormasının üzerinden neredeyse elli yıl geçmiştir.
Ama sorun hâlâ çözüm beklemektedir. Oysa Ulusal Kurtuluş Savaşı ertesinde
devletin girişimleriyle ekonomik ve kültürel kalkınmada önemli mesafeler
alınmıştı. Fabrikalar insanların karnını doyurmaya, çıplaklığını örtmeye izin
verecek ürünler üretmeye; zihinleri besleyecek eğitim ve kültür politikaları
geliştirilmeye başlanmıştı. Bu çabalar yirmi yıl kadar sürdü. İkinci Dünya
Savaşı ve sonrasının getirdiği dünya düzeni Türkiye’nin politikalarını
sürdürmesine olanak vermedi. Soğuk Savaş cumhuriyetin temel politikalarının
geri plana itilmesine yol açtı. Ulusal bağımsızlık ve ekonomik kalkınma
yerini, Batı’ya bağımlılığa bıraktı. Tek Parti yönetiminden şikayetçi burjuvazi
halkın memnuniyetsizliğinden yararlanarak bu politikaların yürütücüsü oldu.
Kalkınma devam etti, ama bu artık bağımlılık içinde bir kalkınma oldu.
Bugün tarihimizin en büyük iç ve dış borcuna ve işsizlik oranına sahibiz.
Ülkemizi yönetebildiğimiz söylenemez. Alacaklarını tahsil edebilmek için
Deliyürek’ten Kurtlar Vadisi Irak’a
3
Dünya Bankası ve IMF’nin müdahaleleri inanılmaz boyutlardadır. Bürokrasi
ülke çıkarlarından çok, yaptırım gücü olan Batılıların isteklerine göre tutum
almaktadır. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerindeki gibi. Ülke,
sorunlarını çözme konusunda her düzeyde tıkanmış görünmektedir. Tek umut
Avrupa Birliği üyeliği gibi sunulmaktadır. İş çevreleri, siyasetçiler, onlara
yakın gazeteciler ve bazı üniversite çalışanları Avrupa Birliği’ne üye olmakla
kalkınılacağına, insan hakları ve demokrasi sorunlarının çözüleceğine
inanmaktadırlar. AB üyeliğine mutlaka ulaşılması gerekmektedir, yoksa uygar
dünyanın mutlu bir üyesi olmak fırsatı kaçacak; Türkiye yeni ortaçağın
karanlıkları içinde kaybolup gidecektir.
Bugüne kadar gelişmesi için her türlü devlet desteğinden yararlanan ama
hiç bir zaman yeterli bir ulusal ve uluslararası güç haline gelemeyen
burjuvazimiz, bu kez de umudunu AB üyeliğine bağlamış görünmektedir.
Fabrika kurmak, üretim yapmak, mal satmak, rekabet etmek ona zor
gelmektedir. Hele araştırma yapmak olağanüstü güç bir iştir. Dünyanın önde
gelen büyük şirketlerine aracılık yapmak bile artık fazla gelmektedir.
Cumhuriyet yönetimi boyunca siyasal iktidarların halkın ekmeğinden keserek
onlara aktardığı kaynaklarla edindikleri zenginlikleri yabancılara satıp rantiye
olmanın zamanının geldiğini düşünmektedirler. Kendilerine yapılacak
ödemelerle diledikleri herhangi bir ülkenin sonradan görmeleri ile birlikte
hakettikleri mutluluğu bulabileceklerini sanmaktadırlar. Böyle bir yaşamı
kurmalarının mümkün olmadığını söylemek bir işe yarar mı? Galata
Bankerleri’nin bile Avrupa sermayesine yaranamadığını, işlevlerini bitirdikten
sonra yok olup gittiklerini anlatmanın bir yararı olabilir mi? Hayır, çünkü
onlar düşüncelere değil, çıkarlarına bakarlar. Bugün kendilerine kuşaklar boyu
yeteceğini sandıkları kaynakların efendileri tarafından kısa sürede
yağmalanacağını ve beş kuruşsuz bırakılacaklarını anlatmaya çalışmak boşuna
bir çabadır.
Burjuvazi sadece İstanbul’da oturduğu düşünülen insanlar değildir
denebilir. Anadolu’da da güçlenen oldukça becerikli (bazen yeşil olarak
nitelenen) bir sermaye olduğu, inançlı insanların ve Almanya’da çalışan
yurttaşlarımızın birikimlerini değerlendirme yeteneğini geliştirdiği
hatırlatılabilir. Ama daha önce Adana’da, Ankara’da başlayan alçakgönüllü
girişimleri dışa bağımlı hale getiren sürecin bunlar için de geçerli olacağını
söylemek için Nostradamus’un yeteneklerine sahip olmaya gerek var mıdır?
Bu durumda bir iki yüz yıl daha bocalayacak mıyız? Gelişmeler doğru
değerlendirilmezse böyle olacağına kuşku yoktur. Kalkınma için güvenilen
4
Korkmaz Alemdar
güçlerin güvenilecek yanı kalmamıştır. Göründüğü kadarıyla küresel
efendilere hizmet önceliklidir.
Bu konularda biraz kafa yormuş, Henri Guillemin adında bir Fransız
araştırmacı kendi ülkesindeki gelişmeler için ilginç şeyler söylemektedir.
Onun belirlemelerine göre, Fransız burjuvazisi ülke yönetiminde kendi işine
gelen her politikayı ulusal politika olarak kabul ettirmekte başarılıdır. Fransız
halkının bu politikaları desteklemesi için de gerekli önlemler alınır. 1870
yılında Bismarck yönetimindeki Prusya’nın tahrikleriyle bu ülkeye savaş açan
Fransa, ilk çatışmaları kaybeder. Alman orduları Fransız topraklarına girer.
Kaybedilen bir çarpışmadır. Fransa, savaşı sürdürecek, kaybettiği toprakları
(Alsace ve Lorraine) geri alacak, Bismarck'a kafa tutacak, Alman birliğinin
kurulmasına engel olacak güce sahiptir. Ama gelişmeler buna izin vermez.
Çünkü Paris Komünü kurulur. İktidar burjuvazinin elinden çıkmaktadır. Bu
tehlike karşısında Fransız burjuvazisi ordunun Almanlar karşısında yenilgisini
kabul etmesini ve cepheden çekilmesini ister. Böylece ordunun cepheden
çekilen güçleri Versay’da toplanıp Paris üzerine yürüyebilecektir. Alman
orduları yerine Paris Komünü’nün, Cumhuriyetçilerin, yeni bir yönetim
arayışındaki Fransız işçi sınıfının ezilmesi daha kolay olacaktır. Bütün bunlar
ulusal çıkarları korumak için yapılır. (Nazım Hikmet yıllar sonra Paris'te 1789
devrimini yapanların Versay’a yürüyüşünü de hatırlayarak şöyle yazar: "Bir
keresinde gülüm/Paris yürümüş Versay’ın üstüne/bir başka sefer/Versay
Paris’i kurşuna dizmiş...")
H. Guillemin, yönetici sınıfların ulusal politika diye kabul ettirmeye
çalıştıkları politikaların aslında onların sınıfsal çıkarlarını yansıttığını anlatır.
Fransa için anlatılanlar kaygı verici olsa da Türkiye için de geçerlidir. Uzun
süren bir Soğuk Savaş dönemi, burjuvazinin sahip olabileceği bütün
yaratıcılığı yok etmiştir. Öncülüğünü, üretkenliğini unutmuş, sadece parasal
çıkarlarını korumaya odaklanmıştır. Yeni dünya düzenine kolaylıkla uyum
sağlayacak esnekliktedir. Ulusal sorunlara duyarsızdır; her şeyi satıp gitmeye
hazır hale gelmiştir. Kıbrıs ya da Güneydoğu farketmemektedir. Guillemin’in
sözünü ettiği vurdumduymazlık burada da geçerlidir. Geçmişe bakıp bir
özeleştiri yapmak yerine, daha önce başarıyla izlenmiş politikaların
hatırlatılmasına bile tahammülü yoktur. Devletçilik, Köy Enstitüleri, dünya
klasiklerinin yayımı, radyo ve televizyonda kamu yayıncılığı… Hiç birinin adı
bile edilmemektedir. Kendi başarısızlıklarını başarı gibi anlatmada kuşkusuz
elinde çok büyük bir ikna gücü vardır. Bu 1990’lı yıllardan bu yana dünya
sistemine eklemlenmede sistematik biçimde kullanılan ticari radyo ve
Deliyürek’ten Kurtlar Vadisi Irak’a
5
televizyon yayıncılığıdır. Kitle iletişim araçlarının bugünkü gücü insanı
dehşete düşürecek boyutlardadır. Geçen yüzyılın başlarında kitle iletişim
araçlarının kadını erkek ve erkeği kadın yapma dışında her şeyi
gerçekleştirebileceği düşünülürdü. Bugün bunu da yapacak güce ulaşmıştır.
Bunlara karşı ne yapılabilir? Kapitalizmin küreselleşme sürecini Tanzimat’tan
bu yana çok ayrıntılı olarak yaşayan bir toplum olarak başımıza gelenler ve
gelebilecek olanlar konusunda biraz kafa yorsak, sadece kendimize değil,
insanlığa da büyük iyilik etmiş olacağız. Yoksa olanbitene aklı başında
kimsenin yüreği dayanamayacaktır.
Düşlerin sonu mu?
Türkiye Soğuk Savaş’la birlikte donup kaldı, düşler alemine daldı.
1920’lerde dünyaya örnek olacak bir ulusal kurtuluş savaşı ve kalkınma
hamlesinden yorgun düşmüş, Batı’nın sunduğu olanaklarla mutluluk aramaya
başlamıştı. Siyasal iktidarları, kurumları Türk insanını bu düşe inandırmıştı.
Şimdi rüyadan uyanmak zamanı. Kurtlar Vadisi Irak bu anlamda önemli, ama
bu noktaya gelmek kolay olmadı. Nereden nereye gelindiği konusunda eldeki
verileri gözden geçirmekte yarar var. Verilebilecek ilk örnek 12 Eylül 1980
askeri müdahalesi sonrası yaşananlarla ilgilidir. Bu satırların yazarı, A.İ.T.İ.A.
Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Aydın Güven
Gürkan adına katıldığı Genelkurmay Başkanlığı’nın bir bilgilendirme
toplantısında, görevli subaylar tarafından şu bilgilerin aktarıldığına tanık
olmuştu: Türkiye dünyanın çok önemli bir bölgesinde yer aldığı için pek çok
ülkenin ilgisini çekmektedir. Özellikle doğu ve güneydoğu Anadolu bölgeleri
Batılı araştırmacıların yoğun çalışmalar yaptığı bölgelerimizdir. Amerikalı,
Kanadalı, Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan, Hollandalı ve İsveçli bilim
adamları bölgenin tarihini, kültürünü araştırmakta, geçmişin izlerini taşıyan
yapıların onarımı için çaba sarfetmektedirler. Türkiye’nin en duyarlı
bölgelerine onu rahatsız edecek biçimde ilgi gösteren ülkeler Batılı ülkelerdir.
(Bu gerçeği o tarihte de hemen herkes biliyordu, ama bilmezlikten gelme ya
da görmeme erdemli olmanın koşulu idi). Aktarılan bilgilerden sonra ulaşılan
sonuç biraz garip olmakla birlikte şöyleydi: Türkiye’nin düşmanı kuzey
komşusudur; asıl tehlike kuzeyden gelmektedir.
12 Eylül askeri harekatı sonrasında yapılan resmi değerlendirme bu
doğrultudaydı.
6
Korkmaz Alemdar
Bu görüşün Türk siyasetindeki ağırlığı önemlidir. Türkiye Batı’ya doğru
olan yürüşüyünde öylesine önünü göremez hale gelmiştir ki, dost/düşman
tanımı bilerek karıştırılmıştır. Soğuk Savaş’la birlikte zihinlere getirilen baskı,
bir dünya görüşünün egemen kılınmasına gözü kapalı razı olmayı beraberinde
getirmiştir. Batı kampında yer almanın her şeyi kolaylaştıracağı düşüncesi
henüz yeni yeni geliştirilmeye çalışılan ulusal sanayiyi yok ettiği gibi,
bağımsızlık düşüncesini de ortadan kaldırmıştır. Bu işbirliği siyasal iktidarları
anlamsız bir rahatlığı itmiş, Sovyetler Birliği’ne karşı koşulsuz düşmanlık
kampına katılmanın yarattığı rahatlık karşılığında içeride geniş kitlelerin
sömürülmesine olanak verecek bir yapının oluşturulmasını sağlamıştır.
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın neden ve kime karşı kimlerin desteği ile
gerçekleştirildiği unutulmuş/unutturulmuş, dostların düşman, düşmanların
dost gösterildiği dönem başlamıştır. Kurtlar Vadisi Irak bu uygulamaların
sonucu ortaya çıkan bir dönemin bir eleştirisidir.
Hatırlatılması gereken bir başka nokta, 2001 yılında yapılan bir başka
filmdir: Deliyürek Bumerang Cehennemi. Bu film Kurtlar Vadisi Irak’ın
habercisidir. Çünkü 12 Eylül sonrasının anlamsız açıklamalarını bir kenara
bırakarak Ortadoğu’da neler olup bittiğini anlatmaya çalışan bu filmdir. Bu
filmin yapılabilmesi için ABD’nin Ortadoğu politikalarının gerçek
boyutlarının kavranması gerekmiştir: Türkiye artık büyük müttefikinin neler
yapmaya çalıştığının farkındadır. İçeride ve dışarıda ciddi güvenlik sorunları
ile başetmeye çalışmaktadır. Eşref Bitlis ve Gaffar Okan cinayetleri ABD ile
ilişkilendirilmektedir. Film bölgede Türklere çok benzeyen ve Türk gibi
tanınan (Kasap Hasan), Türkçe ve Kürtçeyi çok iyi konuşan Amerikalı
görevliden (Kuzey Dakotalı David), çoban kılığında PKK’ya hizmet eden
boynunda haç taşıyan imamların varlığından söz etmektedir. Güneydoğu
gerçekleri birdenbire değişmektedir. Hizbullah’ı destekleyen, Türk
hükümetinin güvenlik kaygılarını boşa çıkarmaya çalışan, bölgede milyarlarca
dolara ulaşan eroin, uranyum, kırmızı civa gibi çeşitli madenlerin
kaçakçılığını denetleyen, bu arada Kürdistan’ın kurulması için çalışan güçler
söz konusudur. Bunlar ABD’nin denetimi ve bilgisinde gerçekleşmektedir.
Çünkü “ABD derin devletinin yetiştirdiği, kozmik bilgilerle donatılmış, gayri
nizami harbi iyi bilenler” ABD Büyükelçiliğinin denetiminde çalışmakta,
kullanabilecekleri herkesle işbirliği yapmaktadırlar. Bu öylesine büyük bir
güçtür ki karşı koymaya çalışan herkesi ezip geçmektedir. Mezopotamya tarih
boyunca iktidar mücadelesinin odağında bir bölgedir. Herkesin çıkarı ve ilgisi
vardır. Bugün de dünyayı denetlemek isteyen güçlerin bu bölgenin denetimini
Deliyürek’ten Kurtlar Vadisi Irak’a
7
ele geçirmek için uğraşması söz konusudur. Deliyürek Bumerang Cehennemi
Kasap Hasan ya da Kuzey Dakotalı David’in roketle öldürülmesi ile son
bulur. Ama ABD ve politikalarına yapılan göndermelerin Kurtlar Vadisi Irak
kadar dikkatleri çektiği söylenemez.
Kurtlar Vadisi Irak’ın katkısı
Kurtlar Vadisi Irak üzerine yazılanlar ya da söylenenler ne ölçüde ciddiye
alınabilir? Bir film gerçek dünyayı yansıtıyormuş gibi değerlendirilebilir mi?
Bu nihayet bir sinema filmidir demelerine rağmen Amerikalı yetkililer neden
filmi ciddiye alma gereği duydular ve ne kadar ilgi çektiğini görüp üzerinde
durma gereği hissettiler. Neden? Çünkü hiç bir film nedensiz yapılmaz.1
Uluslararası gelişmeler konusunda Türk halkının ne düşündüğünü
Amerikalıların film aracılığı ile izlediği söylenebilir.
Kurtlar Vadisi Irak tarihin akışını değiştirecek değildir. Bir film olduğu
için değil, Türkiye’de, Türkler için, onların da böyle bir içeriği
alkışlayanlarının gelişmeleri etkileme gücü sınırlı olduğu için böyledir.
Sinema, iktidarını uluslararası düzeyde güçlendirmeye ve yaymaya çalışan
toplumların denetiminde önemli etkiler yaratabilir; kamuoyunu ve siyaseti
biçimlendirebilir. Hollywood örneği bunun önemli kanıtıdır. Sadece film
üretme kapasitesi ile değil, bu filmlerin pazarlanması, dünya ölçeğinde
gösterimi sağlayacak örgütlenmelerin gerçekleştirilmesi ve bütün bu
çabalardan elde edilecek gelirin güvence altına alınarak ABD’ye aktarılması
bu gücün önemini ortaya koyar. Gücü sınırlı toplumların sinemaları için aynı
yargıda bulunmak zordur. Tek bir filmin gösteriminin sağlanması bile zordur.
İçerikten mutlu olmayanlar geçerliliği tartışmalı pek çok nedenle bu filmlerin
kamuoyuna ulaşmasına engel olabilirler.
Filmin hatta onu yaratan Kurtlar Vadisi isimli televizyon dizisinin çok
ciddiye alındığı biliniyor. O kadar ki televizyon dizisi önce bir başka
televizyon kanalı tarafından satın alındı, sonra parlak bir finalle sona erdirildi.
Yani artık yok. Oysa dizi güncel gelişmeleri izliyor, herkesin anlayabileceği
biçimde uluslararası gelişmeleri yorumlamaya çalışıyordu. Dizi hakettiği
görkemli sonla bitirildi. Türkiye’nin çok önemli gazetecileri Hollywood’a
1
Ayrıntılı bilgi için bkn: Ignacio Ramonet (2001) Hollywood ve Vietnam savaşı
(Çev: N. Tutal) Yıllık, s. 217-23;
8
Korkmaz Alemdar
kadar gidip, ünlü oyunculara büyük paralar ödeyerek son bölümlerin çekimine
tanıklık ettiler.
Şu noktanın da vurgulanmasında yarar vardır: Kurtlar Vadisi Irak tuhaf
bir biçimde küreselleşmenin yarattığı kuralsızlaştırma (deregulation)
politikalarının da bir ürünüdür. Kuralsızlaştırma, herkesin bildiği gibi,
Türkiye’de tekelleşmeyi arttıran, kamu yayın kuruluşlarını zayıflatan, meslek
örgütlerinin gücünü ortadan kaldıran etkiler yapmıştır. Ticari televizyon
kanallarının ortaya çıkması, rekabetleri Hollywood benzeri yapımların ortaya
çıkmasını da beraberinde getirmiştir. Daha çok macera, cinsellik, mafya
öyküleri bu tür yapımların vazgeçilmez ögeleri olarak zaten keşfedilmişti. Al
Capone öyküleri ile büyüyenlerin yaşadıkları coğrafyadaki olağanüstü
etkileyici, karmaşık çıkar ilişkilerini konu alan dizi ve filmler yapması
kaçınılmazdı ve başladı. Bu her şeyi denetlemeye çalışanların yeni yöntemler
geliştirmesini zorunlu kılmaktadır. O nedenle, Kurtlar Vadisi Irak’tan duyulan
rahatsızlık dile getirilse de fazla önemsendiğinin belirtilmemesi gerekir;
gösteriminin güçleştirilmesi yeterli olabilir. Film için yapılması güç olan,
filmi yaratan ve kamuoyunu etkilemeyi sürdüren dizi için yapılabilir. Örneğin
daha çok para karşılığı bir başka televizyon kanalı tarafından satın alınması,
sonra da ortadan kaldırılması sağlanabilir. Etkileyici bir sona erdirme için de
son bölümlerin örneğin Hollywood’da çekilmesi düşünülebilir. Amerikan
yapımları ile sıradan öyküleri izlemeye alıştırılmış kamuoyunun, yaygın
iletişim araçlarının övgüleri ile ne büyük işler başarıldığına inanmaları bile
sağlanabilir.
Kurtlar Vadisi Irak bir derstir; iyi okunması, öğrenilmesi gerekir.
Anlattıkları, her öykü gibi, bazen ilginç bazen çocukçadır. Ama bir ulusun
yaşamı sadece öykülerle değil, gelişmeleri doğru anlayabilen,
değerlendirebilen, bilgili kuşakların yönetiminde yüceltilebilir. Yakın
geçmişin gelişmeleri bunu yeterince kanıtlamaktadır.
Download