un Fethi Gönderen Kadir Hatipoglu - Mayıs 25 2016

advertisement
Fethi Kazandıran Ruh Ve İstanbul'un Fethi
Gönderen Kadir Hatipoglu - Mayıs 25 2016 19:41:33
Fetih
Şuuru             
              
          İNDİR
“Niyetim, ‘
وَجَاهَدُوا
ف۪ي سَب۪يلِ
اللّٰهِۙ  / Allah yolunda cihad
ediniz!’[1] emrine riâyet etmektir. Gayretim de, İslam dininin hâlis ve ulvî
gayretidir. Benim, peygamberlere ve Allah dostlarına bağlılığım vardır. Fetih ve zafer
ümidim de, daima Allah’ın lütfundandır. Ne olursa olsun inşallah zafer
bizimdir! Artık ya şehîd olup cennete, veya zaferle Bizans’a gireceğiz!...”
Fatih Sultan Mehmet Han'ın dilinden işte böyle dökülüyordu İstanbul'u
fethetme ümidi ve arzusu… Bedir’de Sahâbe-i Kirâm,
Malazgirt’te Alparslan, Kudüs’te Selahattin-i Eyyûbî,
İstanbul’da Sultan Fâtih Han ve daha nice gönül eri kahraman,
i'lây-ı kelimetullah için işte bu bilinçle hareket ediyordu. Eyüp Sultan
Hazretlerinin İstanbul'da, Ümmü Harâm'ın Kıbrıs'ta, Abdullah b.
Huzâfe'nin Afrika'da ve daha birçok sahâbenin doğdukları yerlerden çok
uzaklarda şehîd olmaları fetih anlayışının en önemli göstergesidir. Kuru bir
mücadele, kavga, çatışma ve hükmetme davası olmayan fetih, açmak
ve açılmak anlamlarına gelmektedir. Gönüllerdeki kilidin
çözülerek gönlün, beldelerin ve ülkelerin İslam’a
açılması demektir fetih. Zulumât perdelerinin kapanıp nurlu sabahların ufkumuzda
arz-ı endam etmesinin adıdır fetih. İslam dininin eşsiz güzelliğinin, adaletinin, din, vicdan
ve ifade özgürlüğünün bütün insanlığa yansımasının
adıdır fetih. Fettâh olan Rabbimizin isminin dünyanın her bir köşesine
götürülme mefkûresinin adıdır fetih. Ve fetih, imanın inkâra, ilmin
cehalete, birlik ve beraberliğin düzensizliğe olan
üstünlüğünün ifadesidir. Değerli Müminler! Fetih evvela kişinin
kendinde başlar ve kendi kendinin fâtihi olur insan. Nefis ve şeytanın esaretinden,
Hakk’a kulluk hürriyetine geçen kişidir fâtih. Arınan, kulluğun hazzına
varan ve fethi sevda kabul edip Hak yoluna sevdalı kimse demektir fâtih. Gönül
fethetmenin en büyük cihangirlik kabul edildiği bir medeniyetin müntesipleri
olarak, “Gönül yapmak halîlim, Kâbe bünyân etmekten
yeğdir…” anlayışıyla gönüller fatihi olmaktır. Ve fatih, “
Gönül yapmak gelmiyorsa elinden, bari gönül yıkılmasın dilinden”
bilinciyle kötülüklere engel olan kimsedir. Fetih Algısı İslam’da
“Fetih algısı/anlayışı” insanın hırs ve aç gözlülüğüne
dayamaz. Bilakis ilim, iman, adalet ve barış gibi bir gayeye dayanır. Peygamberlerin,
âlimlerin ve gönül erlerinin yaptığı fetihler böyledir, böyle olmuştur.
İslam'ın fetih anlayışı ancak budur. İslam fetihlerinin en asli amacının insan aklı ile sosyal
hayatı, Allah inancı gibi temel İslam gerçekleriyle buluşturmak ve bu buluşmanın
önündeki tarihsel engelleri aşmak olduğu bir hakikattir. İslam fetihleri her şeyden
önce arazi parçalarını değil kalplerin fethedilmesini amaçlar. Bu
yüzden müslümanlar fethedilen ülkelerde din, mezhep, ırk gibi insanları
farklılaştıran hususlara saygı göstermişler ve halkın İslamiyeti kabul etmesi için
baskı uygulamamışlardır. İslam fetihlerinin başarı nedenlerinden en önemlisi, fethedilen
ülkelerde öncelikle barış ve sosyal adaletin tesis edilmeye çalışılmasıdır.
İstanbul’un fethi de bu ulvi gayeye dayanan bir fetih anlayışının en güzel
örneklerinden birisidir. Tarihimizdeki en önemli dönüm noktalarından biridir
İstanbul'un Fethi. Bir çağı kapatıp bir çağı açan bu önemli olay,
medeniyetimizin insana verdiği değerin en güzel ifadesidir. Devletle halkın, madde ile
mananın, ilimle ahlâkın birleşmesinin sonucudur fetih. Fatih'in, mekânı değil zamanı
fethederek gerçekleştirdiği büyük bir birikimin sonucudur fetih. Bu fetihte her
nefer bir ordu kesilmiş, canını dinin ve vatanın emrine amade kılmış, malını İslam’ın
zaferi için feda etmiş, kanının son damlasına kadar düşmanla çarpışmayı
göze almış, netice itibariyle dünyada elde edilebilecek rütbelerin en değerlisi
olan, ya şehit ya da gazi olma şerefine nail olmuşlardır. Bu fetih, imanın inkâra, ilmin
cehalete, birliğin nifaka galebesidir. Allah yolunda yapılan bir mücadeledir ve
Allah’ın yardımı sayesinde zaferle neticelenmiştir. Zira Cenab-ı Hak:
يَآ
اَيُّهَا
الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوٓا
اِنْ
تَنْصُرُوا
اللّٰهَ
يَنْصُرْكُم&#1
618; وَيُثَبِّتْ
اَقْدَامَكُ&#16
05;ْ “Ey inananlar! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini
uygularsanız), o da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.” (Muhamed, 47/7.)
اِنْفِرُوا
خِفَافًا
وَثِقَالًا
وَجَاهِدُوا
بِاَمْوَالِ&#16
03;ُمْ
وَاَنْفُسِك&#1
615;مْ ف۪ي
سَب۪يلِ
اللّٰهِۜ
ذٰلِكُمْ
خَيْرٌ
لَكُمْ اِنْ
كُنْتُمْ
تَعْلَمُونَ
“Gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak Allah yolunda sefere çıkın. Mallarınızla,
canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha
hayırlıdır.” (Tevbe, 9/41.) buyurmuştur.  Aziz Cemaat! İstanbul’u fethi
maneviyat ve ilmin eseriydi. Nitekim Fatih muzaffer bir komutan olarak İstanbul’a
girerken bile asla mağrur olmamış, fethi müteakip duyduğu mutluluğu devlet
erkânına açıklarken, “Bende gördüğünüz sevinç
yalnız bu şehrin fethine değil, Akşemseddin gibi bir velî ile birlikte
bulunduğumuzadır”
[2]demiştir. Fetih, insan ile İslam’ın arasındaki engelleri
kaldırmanın öbür adıdır. Amaç, insan ile İslam arasında bir yol
açmaktır. İstanbul’u fetheden Fatih de, onun aziz ordusu da bu amaçla yola
çıkmıştı. Onun için “Ehl-i İslam’ın mücerret gayretidir
gayretim” diyordu koca Fatih. 29 Mayıs 1453… Asırlar süren bir hasretin
vuslat günü oldu. O gün tarihin yaldızlı sayfalarına bir not düştü
Fatih: “Fetih muhabbetle başlar!.” ve “Aslolan gönüllerin
fethidir!” Aslında onun dünyaya açılması, askeri bir fetih değil, bir insanlık
mesajı ve gönülleri Allah’la buluşturma gayretiydi. Gülen gözlerle
uzatsak ellerimizi insanlara, Fatih gibi gönül tahtlarında ağırlanacağız bizler de.
Her gönül bir İstanbul olacak, her gönül bir fatih. Tarihten
günümüze şöyle bir bakarsak; zorla ele girenler, zorla elden
çıkmıştır. İlk Kuşatma Hareketleri Roma İmparatorluğu'nun M.S. 324'te, Batı Roma ve
Doğu Roma (Bizans) olarak ikiye bölünmesinin ardından İstanbul Bizans’ın
başkenti işlevini üstlendi. Şehir, tarihi boyunca dünya coğrafyasındaki
önemine binaen defalarca savaşlara ve kuşatmalara sahne oldu. Ünlü
Türk hükümdarı Atilla, M.S. 447'de İstanbul'u kuşattı. Atilla, Bizans'la yaptığı
antlaşmayla bu devleti yıllık vergiye bağladı. M.S. 616'da ise Avar Türkleri İstanbul
önlerine kadar gelerek şehri kuşattılar. Aynı tarihte Sasanîler de
Kadıköy-Üsküdar'da kuşatmaya katıldılar. Yapılan savaşın ardından Bizans,
ağır şartlarda antlaşma imzalamak zorunda kaldı Asr-ı saadetten beri İstanbul’un fethi,
Müslümanların başlıca gayelerinden biriydi. Çünkü
Peygamberimiz (s.a.s.):
لَتُفْتَحَن&#16
17;َ
الْقُسْطَنْ&#15
91;ِينِيَّةُ
فَلَنِعْمَ
الْاَمِيرُ
اَمِيرُهَا
وَلَنِعْمَ
الْجَيْشُ
ذَلِكَ
الْجَيْشُ “İstanbul
mutlaka fetholunacaktır. O’nu fetheden komutan ne güzel komutan ve O’nu
fetheden asker ne güzel askerdir”[3] buyurmuşlardı. Bu övgüye mazhar
olabilmek gayesiyle Müslümanların burayı fethetme yönündeki duygularını
coşturmuş; ilây-ı kelimetullah için defalarca sefer düzenlemelerine vesile teşkil
etmişti Hz. Osman (r.a.)’ın halifeliği döneminde Suriye Valisi olan Hz. Muaviye
(r.a.), Bizans üzerine ilk deniz seferini düzenledi. Düşman donanmasını
Finike’de 655’de yenerek, İstanbul önlerine kadar ilerledi. İslâm
ordusunun içinde Peygamberimizin seçkin sahabisi, evine misafir olmakla
şereflendirdiği Halid bin Zeyd Ebû Eyyub el-Ensarî (r.a.) de bulunmaktaydı. Bu
yaştaki bir insan, yine torunları tarafından atın üzerine bindiriliyor ve at üzerinde
tâ İstanbul önlerine kadar geliyor. Aylar, haftalar geçmiş fakat fetih
müyesser olmamıştı. Nihayet ölüm ruhunu sarınca, ordu kumandanı soruyor:
“Ey Allah’ın Peygamber’inin sahabesi, bir isteğin var mı, yerine
getirelim?” diyor. Ebu Eyyûb el-Ensari Hazretleri de: “Beni alın
götürebildiğiniz kadar ileriye götürün. Hatta imkan varsa surların
içine girin ve beni oraya gömün! Biz İstanbul’u fethetmek için
geldik, ama bana nasip değil. Ne var ki bir gün Efendimizin bu haberi mutlaka
çıkacak ve bu müjdesi mutlaka tahakkuk edecektir. Ben burada
gömülü olayım. Yani başımdan gaçen İslam süvarilerinin
kılıçlarının, kalkanlarının şakırtılarını işitmek hoşuma gider. Bırakın hiç olmazsa o
leventlerin seslerini duyayım.” diyor, aradan 5-6 asır geçiyor. Cenâb-ı Hak o
muştuyu yağız Türk Levendi, 22 yaşındaki Hz. Fatih’e nasip ve müyesser
ediyor. İstanbul Müslümanlar tarafından fethedilmeden önce evvela Ebu
Eyyûb el-Ensari Hazretlerini bir misafir olarak kabul etmiş, bağrını ona açmıştır.
Ebû Eyyûb el-Ensari ki, Efendimize mihmandarlık yapan bu insan, İstanbul’a
gelmiş, gömülmüş; sonra da İstanbul ona mihmandarlık yapmaya başlamış.
Evet, Büyük Hünkar, İstanbul’u fetheder etmez, henüz Fatih
Camiini yapmadan, Ayasofya’yı camiye çevirmeden, İstanbul adına tasarladığı
planları ele almadan evvel, yanında ma’na gözü açık ve Kâf
Sûresi 22. ayetin[4] sırrının dünyadaki temsilcilerinden Akşemseddin Hazretlerine,
“Allah Resulünün Mihmandarı, Sahabe-i Güzinden, Ebu Eyyûb
el-Ensari Hazretlerini bana bul” demiş. O zat da keşfen bulup çıkarmış, sonra da
yanı başında kendi ismiyle, hem İstanbul’un hem de bütün İslam
dünyasının en güzel mabetlerinden biri inşa ettirilmiştir. Evet bir yönüyle
İstanbul, Efendimiz (sav)’e ait çok mühim bir emaneti bağrında saklamakta
ve adeta cihad adına gelen bu şanlı sahabi cihad şehrinin bir remzi olmaktadır. Emeviler
devrinde halife Süleyman zamanında İslâm ordusunun başında Mesleme (r.a.)
olduğu halde şehir yine kuşatıldı. Ancak gene sonuç alınamadı. 78l’de bu kez
Harun Reşid Bizans üzerine sefer düzenledi. Yıllık vergiye bağlayarak çekildi.
İstanbul'un fethi konusu Selçuklular döneminde de önemini korudu. Ancak,
Anadolu ve İslâm dünyası üzerine kanlı haçlı seferlerinin başlaması fethi
üç asır geciktirmiş oldu. Bu dönemde Türklük dünyası
kendini savunmaya geçmiş oldu. Osmanlılar döneminde ilk ciddi kuşatma
harekâtı Yıldırım Bayezid döneminde oldu. Anadolu Hisarını yaptırarak İstanbul'u
almayı hedefleyen Yıldırım Bayezid, 1402'de Timur’la Ankara Savaşı’nı yapmak
durumunda kalışı ve talihsiz yenilgisi, Osmanlı devletine dağılma tehlikesi yaşattığı gibi,
İstanbul’un fethini de yarım asır gerilere götürmüş oldu. Fatihin Eğitimi
30 Mart 1431’de dünyaya gelen Fatih Sultan Mehmet, II. Murat Han’ın
oğludur. Eğitim ve öğretimine büyük önem verilen Fatih, devrin en
seçkin âlimlerinden olan Molla Gürani ve Akşemseddin’den ilim
öğrendi. Hacı Bayram-ı Velî, Sultan II Murat'ı ziyarete gelmişti. Yanında talebesi ve
mânevi evlâdı Akşemseddîn vardı. Sultan Murad Han bu mübârek
zâtın feyzinden oğlu Şehzade Mehmet'in istifade etmesini istedi. Her cengaver sultan gibi
Murad Han da İstanbul'un fethini hayâl ediyordu. Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri'ne:
“Acep İstanbul'un fethi kime müyesser olacak?” “Feth-i
mûbîni görmek şu şehzâde ile Akşemseddîn'e nâsib
olacak!” cevâbını verdi. Bu açık keramet ile duygulanan Murat Han, oğlunu
Akşemseddîn'in terbiyesine vermek için Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'nden izin
istedi. Bu vesile ile Akşemseddîn, Şehzâde Mehmet'in mânevi terbiyesini
üzerine alarak. Onu feth-i mübine mânen hazırladı. Bir gün hocası
Akşemseddîn, Şehzâde Mehmet'in odasının ışığını yanık olarak gördü.
Merak etti. Yanına girdi: “Oğlum niye uyumadın?” dedi. O da: “Hocam, ders
çalışıyorum...” karşılığını verdi. Hocası çalıştığı dersi merak edip onun
masası üzerindeki yığınla evrâkı karıştırdı. Hepsi İstanbul'un müstakbel fetih
projeleri idi. O fethin nasıl gerçekleşebileceğini planlıyordu. Bu sırada bir dervîş,
yolun ortasına çıktı Fatih'e hitaben: “İstanbul'u fethettim, diye bu kadar kendine paye
alma! Sen İstanbul'u bizim gibi dervişlerin duası ile aldın..” dedi . Fatih cevaben:
“Doğru söylersin dervîş baba.. Lakin bir harp, dua askeri ile kılıç askeri
müşterek hareket ederse zafere ulaşır. Duayı bırakanları, ahiret cehennemi bekler. Kılıcı
bırakanlara da, çok yazık olur!. Zaferin sırrı, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in izini takip
etmektir..” der. Henüz on iki yaşında iken devlet idaresini iyi kavraması için
Manisa Valiliğine gönderildi. Kısa zaman sonra babası tarafından devletin başına
getirildi. Bunu fırsat bilen Hıristiyanlık âlemi yeni bir haçlı ordusu teşkil edip Osmanlı
topraklarına girmesi üzerine Fatih, babasına yazdığı mektupla yeniden devletin başına
geçmesini talep etti. Yeniden devletin başına geçen Murad Han, düşmanı
Varna'da mağlup ederek Osmanlı’nın gücünü bir kez daha
göstermiş oldu. 1451 'de babasının vefâtı üzerine ikinci defa padişah olan
Fatih, çağının teknolojik imkânlarını kullanarak yeni toplar
döktürdü ve güçlü bir donanma hazırladı. Matematik-balistik
ilminde bir deha olduğu söylenen Fatih, planlarını kendinin çizdiği havanlar
döktürdü. Anadolu Hisarı’na karşılık Rumeli Hisarı’nı yaptırarak
Boğaza giriş çıkışları kontrol altına aldı. Bizans donanması kendini Haliç'te
tutarak güvende hissettiği sırada, Fatih karadan donanmasını Haliç’e
indirmeyi başardı. Böyle bir hadise aklın sınırlarını zorlayan bir gelişmeydi. Ve
beklenmeyen bir durumdu. Alınması gereken her tedbiri alan Fatih, İstanbul için
“Ya ben onu, ya o beni alacak” demişti. Takvimler 29 Mayıs 1453 Salı
gününü gösterdiğinde, Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’a
girerek asırlar süren Bizans egemenliğine son verdi. Böylece dalgalar halinde
Müslümanları asırlarca buraya sevk eden Peygamber müjdesi, bu
büyük devlet adamına nasip oldu. Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’in
hadisindeki müjdeye konu olmak ne büyük şereftir! Elbette bu, çok
kimseye nasip olmayan bir lütf-u ilâhidir. Daha küçük yaştan
itibaren devrinin âlimleri önünde diz çöküp terbiyeden
geçen, gönlü cihangirlik ve fetih aşkıyla tutuşan büyük komutan
Fatih, üzerine düşeni en güzel şekilde yerine getirdi. Fethi mübinden
sonra da çeşitli ülkelere seferler düzenleyen Fatih, 1481’de kırk dokuz
yaşında ebedî âleme göç etti. Çağ açıp-kapayan bu
büyük komutan-hakan için bir Hıristiyan tarihçi; “Sonunda o,
kahraman Türk, 74 imparator tarafından savunulan İstanbul'u aldı. Fatih şan ve şeref
bakımından İskender’i ve Roma’yı geçmiş oldu.” itirafında bulunur.
Her şeyden önce Fatih, bir devlet başkanı olarak kurmuş olduğu sistem ve yeşertmiş
olduğu zemin ile nice nice Akşemseddinlerin yetişmesini sağlamıştır. İkinci olarak
İstanbul’u fetheden muzaffer bir kumandan olmasının yanında, medresede kendisine
ayrı oda tahsis edilecek seviyede ilim ve aynı ölçüde bir kalp ve ruh insanıydı.
Bir diğer ifadeyle o, madde ve manayı birbiri içinde bütünleştirip
bünyesinde barındıran bir alperendi. Fethin Altındaki Dinamikler: 1-Fatih Sultan
Mehmet'in Hocası Akşemseddin Fethin bir başka ruhu ise fetihten sonra ortaya
çıkmaktadır. Fethi gerçekleştiren asıl unsur unutulmamalıdır. Mehmet’i
yetiştiren ve Fatih yapan asıl unsur unutulmamalıydı. Unutulmadı da. Mehmet Fatih olurken
kendisini yetiştirenle beraber şehre girdi. Yanında Akşemsettin vardı. Şems olmadan
Mevlana'dan bahsedemeyiz. Tabtuk Emre olmadan Yunus Emre olmadan bahsedemeyiz. Hacı
Bayramı Veli olmadan Akşemsettinden, Akşemsettin olmadan Fatihten bahsedemeyiz.
Rabbimiz bizlere takva sahibi olmamızı ve sadıklarla beraber olmamızı emretmektedir. Tevbe
süresi 119. ayette Rabbimiz şöyle buyuruyor. يَا
أَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُواْ
اتَّقُواْ
اللّهَ
وَكُونُواْ
مَعَ
الصَّادِقِي&#16
06;َ “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla
beraber olun.” Fatih Sultan Mehmet cihan padişahı olmasına rağmen üstadına son
derece ihtiramda bulunmuş fetih gerçekleştikten sonraki sevinci sorulduğunda: Sanmayın
ki, sevincim, sadece İstanbul'u feth içindir. Ben Akşemseddin gibi aziz birinin yanımda
bulunmasına seviniyorum, diyordu. Fetih ordusu İstanbul'a giriyordu. Padişah ak atına binmişti.
Çok sevdiği hocası da Akşemseddin de yanındaydı. Yerli halk yolları doldurmuştu. Fatih
Sultan Mehmet çok genç olduğu için herkes Akşemseddin'i padişah
sanıyordu. Ona buket buket çiçek veriyorlardı. Akşemseddin genç padişahı
göstererek: Sultan Mehmet ben değilim, odur, dedi. Padişah da: “Gidiniz, yine ona
gidiniz. Sultan Mehmet benim, ama o benim hocamdır. Şehrin Manevi Fatihi’dir.”
Bir müddet sonra Akşemseddin bir kerametle büyük sahabi Ebu Eyyüb-el
Ensari'nin kabrini buldu. Oraya bir türbe ve cami yapıldı. Bugün Eyüp cami
adıyla anılır. 2- Ulubatlı Hasan Burada bir-iki hususu da arz etmek gerekir; İstanbul
fethedildiği gün surlara çıkıp, sancağını diken Ulubatlı Hasan, sıradan bir nefer
değildi; o Enderun’da yetişmiş bir zabitti ve aynı zamanda Fatih’in ders
arkadaşıydı. O devrede onlar birkaç kişiydiler. Ulubatlı, surlar aşıldığı gün
vücudu delik deşik olması pahasına, surlara çıkmış ve bayrağı surlara dikmeye
muvaffak olmuştu. Bir müddet sonra da Fatih bu levendin başı ucundaydı. Ulubatlı, son
anlarını yaşıyordu. Dudağındaki tebessüm Fatih’i hayrete
düşürmüştü. Sordu: ‘Niçin tebessüm ediyorsun?
’ Cevap verdi: ‘Biraz evvel buraları Allah Rasulü teftiş ediyordu.
O’nun gül cemalini gördüm. Sürûrum, sevincim
bundandır.’ Dokuz asır evvel haber vermişti. Dokuz asır sonra da orayı fethedecek
ordunun içinde bulunuyordu. Üç dört kişi dahi olsa, samimi bir kalple
dine hizmet için bir araya gelseler; muhakkak Allah Rasûlünün
ruhaniyeti orada hazır olacak, onları ve orayı şereflendirecektir. İşte İstanbul’un fethi de
sıdkın diğer şahitleri Allah Rasûlü’nün doğruluğunu gösteren
delillerden biri olduğu gibi, Ebu Eyyûb el-Ensari de bu şehadetin inandırıcı ayrı bir
şahidiydi, zira orasının fethedileceğini ilk duyanlardan birisi de oydu. Ve onun içindi ki,
tâ Medine’den kalkıp gelmiş ve cesedinin İstanbul’a defnedilmesini vasiyet
etmişti. 3- Fethin ruhunu yansıtan bir başka unsur ise Fatih’in ordusuydu. Sevgili
Peygamberimiz hadislerinde onu överken “O’nu fetheden ordu da ne
güzel ordudur” diyerek orduya da atıf yapmakta idi 4- İnsana değer vermeden
Mehmetler de Fatih olamaz. Fethin bir başka ruhunu bir olayla anlayalım. Fatih Sultan Mehmet
Han’ın İstanbul’u fethettikten sonra Ayasofya’ya gidip iki rekât
şükür namazı kıldıktan sonra Yerlere kapanan ahâli, rahip ve eski Ortodoks
patriğini gördü. Bu halde onları görünce kendilerine şöyle bir hitapta
bulundu. “Kalkınız! Ben Sultan Mehmed, sana ve bütün ahâliye
söylüyorum ki, bugünden itibaren ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz
hususunda, benim gazabımdan korkmayınız” Fatihi fatih yapan en önemli ilke
insana verilen değer değil miydi? Kim olursa olsun, hangi dine inanırsa inansın İnsan
kıymetliydi. Çünkü Yaratan tarafından yaratılmış idi. İstanbul’un
Fethinin Medeniyet ve Kültürel Anlamı İstanbul’un fethi tarihi bir hikaye değildir.
İstanbul’un fethi, Müslüman Türk milletinin en önemli
nişanelerinden biridir. İnsanlara zulmedilmemiştir. Yaşlılara, kadınlara, din adamlarına asla
dokunulmamıştır. Hiçbir ibadethane yıkılmamıştır. Her insan özgürce
inandığını yaşama fırsatı bulmuştur. Fatih’i fatih yapan en önemli ilke insana
verilen değer değil miydi? Kim olursa olsun, hangi dine inanırsa inansın insan kıymetliydi.
Çünkü Yaratan tarafından yaratılmış idi. Eğer Osmanlı Devleti kurulamamış
veya yeterince güçlü bir şekilde gelişememiş olsaydı, 20. Yüzyıl
başlarında uğradığı zillet, Allah’u a’lem, İslam dünyasını 16. Yüzyılda
bekliyor olacaktı. Onun için 1258 ile 1492 tarihleri arasından 1453’ü
çekip alın, iki ayağı kopmuş, kötürüm ve sahipsiz bir İslam
dünyası tablosunun içinde buluruz kendimizi. İstanbul’un 29 Mayıs
1453’teki fethi, birçok başka açıdan olduğu kadar yeryüzünde
yeni bir medeniyet kurma çabasını, bir medeniyet projesini temsil ettiği için de
önemlidir ve günümüzde asıl bu yönüyle anlatılmalı ve
anlaşılmalıdır. Bu noktadaki Yahya Kemal’in, ‘Biz İstanbul’da mekânı
değil, zamanı fethettik’ mealindeki sözlerini hatırlatmak istiyoruz. Zamanın fethi,
İstanbul’un ruhunun fethi demekti. “Feth”in kelime anlamı
‘açmak’ olduğuna göre, İstanbul’un fethi, İstanbul’un
‘açılması’ anlamına geliyordu. Bir başka deyişle, İslam’ın kurmayı
hedeflediği o büyük insanlık bahçesine açma, açılma…
İstanbul’un fethiyle birçok önemli iç ve dış gelişmeler yaşanmıştır. O
zamana kadar sadece bir devlet olan Osmanlı, artık bir İmparatorluk haline gelmişti. Anadolu ve
Balkanlar arasındaki geçişlerde bir engel olan Bizans yıkılmış, arada engel kalmamıştı.
Birçok kere Osmanlı şehzadelerini ve Avrupa ülkelerini kışkırtan Bizans artık bunu
yapamayacaktı. Müslüman dünyasında Osmanlı Devleti daha saygın bir hale
gelmişti. Müslümanların peygamberi Hz. Muhammed'in hadis-i şerifindeki o
kumandan, Fatih Sultan Mehmed olmuş ve peygamberinin övgüsünü
almıştı. Avrupa ve Balkan devletlerinin Osmanlı'yı Balkanlar'dan atma çabaları
sonuçsuz kalmıştı. İstanbul'dan İtalya'ya kaçan sanatkârlar ve bilim adamları,
rönesans ve reform hareketlerini hızlandırmışlardı. Dünyanın en büyük
imparatorluklarından olan Doğu Roma İmparatorluğu tamamen yok olmuştu. Orta Çağ
kapanıp Yeni Çağ başlamıştı. Ticaret yollarının birer birer Türklerin eline
geçmesi Avrupalıları yeni ticaret yolları bulmaya zorladı ve coğrafi keşifler ortaya
çıktı. Bu fetih bir nevî Avrupa'nın (İngiltere'nin) Amerika kıtasını keşfinin yolunu
açmıştır. Zirâ bu keşifle ticaret yolları kapanan Avrupalılar başka yollar bulmak
zorundaydılar. Bu keşif buna bir vesile olmuştur. Fatih Sonrası İstanbul Bizans’ın Fatih
Sultan Mehmet Han tarafından tarih sahnesinden silinmesinin ardından, İstanbul en ihtişamlı
günlerini yaşadı. Semalarında Yüce Yaratıcı’nın davetinin ilan edildiği yerler
olan minareleriyle, mimarlık şaheseri kubbeleriyle benzeri ender görülen bir
güzelliğe büründü. İstanbul, içi iman ve İslâm aşkıyla dolu;
sanat, estetik ve zerafet ruhlu insanlar sayesinde, tam beş asır medeniyet ve
kültürümüzün merkezi haline geldi. Uzun yıllar eğitimde, bilimde ve
sanatta cazibe merkezi oldu. Burada öyle büyük eserler meydana getirildi ki,
kimisi mimariye getirdiği yenilikle, kimisi sanatsal estetiğiyle görenleri büyüledi
adeta. Mimarlık tarihine adı altın harflerle geçen Mimar Sinan, sanatının zirve noktasına
burada ulaştı. Her biri ayrı bir şaheser olan camiler, saraylar, medreseler, çeşmeler,
kasırlar ve köşkler tarihi eserler olmaları yönüyle büyük
öneme sahiptirler. Bugün ülkemize gelen milyonlarca yabancı, buradaki tarihi
zenginliklerimizi görüp yakından incelediğinde, bunları meydana getiren
medeniyetimizin temsilcilerine hayranlıklarını ifade etmeden geçemiyorlar. Bunlardan en
çok ziyaret edilenler arasında Sultan Ahmet Camii, Süleymaniye Camii, Fatih Camii
ve Külliyesi, Eyüp Sultan Camii ve Külliyesi, Mihrimah Sultan Camii ve
Külliyesi, Çinili Camii ve Külliyesi, Şehzade Paşa Camii ve Külliyesi,
Beyazıt Camii ve Külliyesini görmekteyiz. Ayrıca Ayasofya, Topkayı Sarayı, Yıldız ve
Beylerbeyi sarayları, Dolmabahçe Sarayı ve daha burada ismini veremediğimiz pek
çok saray ve köşkler, insanların ziyaret amacıyla akınına uğramaktadır. Bu kadar
çok tarihi mirasın sahibi bizler, acaba bunlara ne ölçüde sahip
çıkabiliyoruz? Her yabancının gördüğünde hayranlığını gizleyemediği
bu değerli eserlere gerekli alâkayı gösterebiliyor muyuz? Tarihi İstanbul’un
şehir dokusu acaba ne kadar muhafaza edilebiliyor? Bu eserleri bizlere emanet edenlerin
torunları olan bizler, yukarıdaki sorulara ikna edici karşılıklar bulmakla yükümlü
olduğumuzun bilincinde olmak durumundayız. Ne yazık ki bugün, tarihteki o güzel
İstanbul’umuz çeşitli sebeplerle etrafı uygunsuz yapılarla kuşatılmış olmanın bir
sonucu olarak, eski görüntüsüne uygun bir durum arz etmiyor. Tarihi
mirasımıza gerektiği ölçüde sahip çıkmayı, onları bizlere emanet
bırakanlara bir vefa borcu olarak görmeliyiz. İslam Dini’ne hizmet için
gerektiğinde canlarıyla ve mallarıyla her türlü fedakârlığı göze alan
ecdadımız eşsiz zaferlerle dolu bir tarihi bizlere miras bırakmışlardır. İnsanlık adına
büyük kazanımlar olan bu zaferler, geçmişimizden geleceğimize ışık tutan
çok önemli dönüm noktalarıdır. Bir çağın kapanıp yeni bir
çağın açılmasına yol açan ve tarihte müstesna bir yeri bulunan
İstanbul’un fethi de, bunlardan birisidir. Bu kültür ve medeniyet ortamında
insanların can, mal, ırz ve namus güvenliği teminat altına alınarak,
günümüze örnek olacak şekilde sevgi, saygı ve hoşgörüye
dayanan inanç ve ibadet hürriyeti tanınmıştır. Herkese yardım eli uzatılmış,
yoksullar gözetilerek sosyal adalet yerleştirilmiş ve halkın yaşamakta olduğu zulme son
verilmiştir. Unutmayalım ki, Fatih Sultan Mehmet’in başarılı olmasının sırrı, sağlam bir
maneviyat, ilim ve teknoloji eseridir. Zira imanın yerini küfrün, ilmin yerini cehaletin,
adaletin yerini zulmün, birliğin yerini ayrılığın, güzel ahlakın yerini ahlaksızlığın aldığı
toplumların başarılı olmaları mümkün değildir. Hak ve adaletin yerleştirilmesi ve
yaşatılmasıyla gönüller de fethedilerek İstanbul’un fethi ebedileştirilmiştir.
İstanbul’u geri almak için yapılmış olan yardım tekliflerine, öncelikle kilise
önderleri ve yerli halkın karşı koymuş olması, bu fethin, insanlık tarihi açısından ne
kadar önemli olduğunu net bir şekilde göstermiştir. Bu bakımdan İstanbul’un
fethi, sadece kuvvet üstünlüğüne dayalı olarak kazanılmış bir savaştan
ibaret değildir. Bu fetih, inanç ve bilginin gücüyle, hakkın, adaletin, sevgi,
saygı ve hoşgörünün insanlığa armağan edildiği büyük bir zaferdir.
İstanbul, muhteşem tarihi zenginlikleri, sahip olduğu tabiî güzellikleri ve Asya ile
Avrupa’nın kesiştiği noktada bir dünya kentidir. Coğrafî konumu,
Karadeniz’i Marmara Denizi'ne bağlayan Boğazın stratejik önemi dolayasıyla da
dünya üzerinde ayrı bir öneme haizdir. Fatih Sultan Mehmed Han tarafından
1453'te fethedilmesiyle o güne kadar devam eden tarihi kimliği yeni bir boyut ve anlam
kazanmış; köklü medeniyetimizin benzerlerine az rastlanan görkemli
eserleriyle şehir yepyeni bir görüntüye kavuşmuştur. Kuruluş tarihi çok
eskilere uzanan (M.Ö. 658) İstanbul fethedilmesiyle beraber “Sultan Şehir”,
“Beldet-üt- Tayyibe”, “Dergah-ı Selatin”,
“Dersaadet”, “Âsitane”, “Dar-ül Hilafe'',
“Daru’s-Seade”, “Pay-ı Taht-ı Saltanat”, “Aziz
İstanbul” gibi isimlerle anılmış, bunların biri ya da bir kaçının aynı
dönemlerde kullanıldığı da olmuştur. İstanbul’un fethi tarihi bir hikaye değildir.
İstanbul’un fethi, Müslüman Milletimizin en önemli nişanelerinden
biridir. İnsanlara zulmedilmemiştir. Yaşlılara, kadınlara, din adamlarına asla dokunulmamıştır.
Hiçbir İbadethane yıkılmamıştır. Her insan özgürce inandığını yaşama fırsatı
bulmuştur. Birlik ve beraberlik içerisinde olunduğu müddetçe hiçbir
topun sindiremeyeceği o günlerde ortaya çıkmıştır. Biz bu ruhu asırlarca yaşadık,
bu ruhu yaşamaya devam ediyoruz. Nitekim dün Çanakkale’de bu ruh
yeniden ortaya çıkmadı mı? Kurtuluş savaşını gerçek
islam ve Hayat,Güncel Vaaz ve Hutbeler
Download