SEMPOZYUMU

advertisement
I. İSLAM
DÜŞÜNCESi
SEMPOZYUMU
BİLDİRİLER- TARTIŞMALAR
Yayma Hazırlayan
Mehmet Bekiroğlu
BEYANYAYINLARI, 197
Dizgi: EFOR Masa Üstü Yayıncılık- Organizasyon /Trabzon
Kapak ve Ofset
Hazırlık:
Bey Ajans 512 76 97
ISBN 975-473-116-0
BEYAN YAYINLARI
Alayköşkü Cad. No: 12 Cağ;aloğ;lu/İstanbul
Tel: 512 76 97 - 526 50 10
Bir Anahtar Kavram:
Akıl
.Mehmet BEKAROGLU
Giriş
Ben bir alıntı ile söze
bir Arap aydınından:
başlamak
istiyorum; modem, laik, ve bayan
"16 Ocak'ın(*) bu soğuk gecesinde bütün savunma mekantzmalarun
Neden .16 Ocak'ın bu soğuk gecesinde, Japon radyomun
bombalarla bölünüp parçlanan suskunluğu içinde öldüm ben? Kimliğim, bu dünyada nereye ait olduğunu bilen birisi olma duygum. baş­
kasının mahvının haberlerini veren İngiliz spikerlerinin sevinçli sesinde
paramparça oldu. O başkası bendim. ·
parçalandı.
"... bu gece, ayın 16'sında, ben Batı dünyasına olan inancımı yitirdim. Tam da bu inanç, benimle radikal İslamcılar arasındaki ayırt edici
farklılıktı. Çünkü, garip görünse bile, feministler de, radikal İslamcılar
da bütün Arapların ayaklannı yerden kesen, aynı sonucun cevabını
arıyorlar: Aşağılanma ve çaresiZlik.
·
"Radikal - İslamcılar çıkış yolu olarak efsanevi bir geçmiŞe geri dönmeyi, saatleri 622 yılına kadar geri çevirmeyi öneriyorlar. Laik sol ve
onlarla birlikte feministler demokrasi öneriyorlar: KiŞisel özgürlükler,
seçim hakkı. temel kararların alınmasına katılım hakkı. Radikal İslamcılar tüm bu düşüncelerin Batı'dan. ithal edildiğini haykınyorlar,
doğru. Bunların Arap, Çin ya, da Japon medeniyetlerinde olduğ;unu iddia etmek gülünç olur."
(*) 16 Ocak 1991 Amerikan uçakfanntn Bağdat't bombafadtğt gece.
162
Mehmet Bekaroğlu
Aneale ayın 16'sının gecesinden beri Balı'nu-ı bize sunacak enlcüçülc
bir şeyi olduğundan o kadar emin değilim. Bu geceye kadar Batı-lıların
gerçekten ileri bir medeniyet, soylu duyguların bayağı duygula-rın yerini aldığı, üstün, insani bir varlık yarattıklarını düşünürdüm. Bugün artık bundan da o kadar emin değilim. Yorgunum. Tünelin ucunun hiç görünmediği durumlarda duyulan türden bir yorgunluk. Bir tür bitlcinlilc;
gözlerimi açma isteğinin bile olmadığı bir uyuşma halL Uyumale istiy~
orum. Acının beni unutaeağı kadar uzun."(*).
Modern bilim, "daha iyi bir dünya" için verdigi sözlerin çogunu
Tünelin ucuna yaklaştıkça dünya cen..'1.etinin
nefis kokulannı duyacagıınızı beklerken yüzümüze cehennemin alevleri vurmaktadır. Bırakınız Dünya Cennetini, "daha iyi bir hayat"
ugruna. duyarlı ekasistemlerin endüstriyel uygarlıgın atıklarıyla tehlil~eli bir şekilde kirJetilmesi ve kaynaklann geriye dönülmez bir biçimde yok edilmesi, canlı varlıgı tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Militarizm kol geziyor, her yerde kan ve gözyaşı var; adaletsizlik,
sömürü, mikromilliyetçilik, açlık yaşana yaşana kanıksanır oldu.
gerçekleştirememiştir.
Üstelik bütün bunlardan herkes haberdar. Korkunç olan da bu
zaten; insanoglu bindigi dalı bile bile kesiyor. Bu, insanoglunun varlıgını tehdit eden uygarlıga karşı tek tük cılız sesler yükseliyorsa da,
dünya ölçeginde yaşanan bozulma (tefessüh) hali bu seslerin işi­
tilmesini engellemektedir. Genel kanı, "çivi çiviyi söker" oldugundan
yangının üzerine benzinle gidiliyor: Bütün bu olumsuzlukları yine
bilim halledecektir.
( Çok az insanın dışında bilimsel epistemolojiyi, yani bu uygarlıgı
yapan bilimsel bilginin bizzat özü ve yöntemini sorgulayan yok. Sadece palyatif tedbirler üzerinde konuşuluyor: Çevreci teknoloji, silahların
azaltılması vs. Bu arada bozulan insanlararası ilişkilerin
onarılınasında da sözediliyor. Bu kalemden, insanların çok maddeci
ve çıkarcı oldukları, maneviyatın ihmal edildigi, ailenin tahrip oldugunu söyleyenler ve dinin gerekliligini vurgulayanlar da yok degil. )
Öte yandan entellektüel çevrelerde Batı uygailıgı, modernlik bütün yönleriyle tartışılıyor. _ " er e ider" noktasına kadar gelen
postmodern yakl,aşımlanrı bir bölümü de mıs izrn ve i e ilğilenmekür. Ya da modern yaşani ve onu:ü1şleyen tluzenırre-Karşı liy~ bir alternatife dair inançlarını yitiren entellektüellerin belirsizlikleri, onları zqrnan zaman inanca yöneltmektedir-)
Mademitenin tüm ·kesinliklerinin
altının
oyuldugu ve belirsizligin
yaygınlaştıgı böyle .bir ortamda, modernizmin hayattan kovdugu
J!i~n
geri
dönüşünden
söz
edilmeSllr'ın
Mus1üman Dunya
ıçın
ne
(*) Fatma Mernisi. "Acilanm beni unutsun diye" Çev. Yakup Coşar. Birikim, Nisan
1991.
ı. İslam Düşüncesi
Sempozyumu
163
----------~-------------------------------------------
anlamı olabilir? Aslında halen modernleşme sorunu ile uğraşan Müslüman Dünya'da tartışma bu boyutu ile hiç gündeme gelmemiştir.
Ancak iki yüzyılı aşkın bir süreden beri İslam Dünyası'nda dine, kaynaklara dönmekten söz edi_lmektedir. Her ne kadar, değişik çevrelerce "dine dönme''ye farklı anlamlar yükleruyarsa da, bu öteden
beri Batı istilasını ve yenilgiyi. defedecek bir imkan olarak görülmüştür. Bunun böyle olması doğaldır da.
Çünkü İslam tarihinde herşeye rağmen zengin bir entellektüel faaliyet vardı. Müslüman alimler, bin yıldan fazla bir süre, Kur'an ve
Hadis'in ışığında Müslümanların soruruanna çözümler getirmişlerdi.
Şimdi m9dernizm ile 'karşılaşmaktan doğan sorunlar da aynı şekilde
çözülebilirdi. Gerçekten Müslümanlar bu zamana kadar da çok değişik kültürlerle karşılaşmışlar, onlarla tartışmışlar, gelen etkileri
Kur'an ve Hadis'in ışığında massetmesini bilmişler, yara almaları
şöyle dursun yeni güı;ellikler ve zenginlikler oluşturmada kullçmmışlar bütün bunları.
Ancak iş böyle olmadı. Çünkü bu son gelen hiç ötekilere benzemiyordu. Ne sadece bir takım tezler. düşüncelerdi ne de sadece ordularımızı yenen, şehirlerimizi yağmalayan, işgal eden yeni haçlılar.
Bu farklı, çok farklı biı: şeydi, görülmedik, bilinmedik bir şey; savunma sistemlerimiz kesinlikle tanıyamıyordu, bu neye dokunuyorsa
değiştiren, bozan dalgayı.
·
"Bu nedir, nasıl bir şeydir" demeye kalmadan herşey etkilenmişti. ·
Üstelik yenilmiştik; küçük düşmüştük ve bu durumun düzeltilmesi
gibi acil bir sorunla karşı karşıya kalmıştık Haklı olarak askeri yenilgi düşmanın silahlannı gündeme getirir ve "düşmanın silahlarını
elde etme''nin peşine düşülür. Yenilginin resmen kabul edilmesinden
(1 774 Küçük Kaynarca Antlaşmasıl 100 yıl sonra doğru, ancak paradoksal olan cevap Cemalettin Ajgani'nin ağzından verilir. Afgani,
. 1872 yılında Kalküta'da verdiği bir konferansında şöyle der:
':6o yıllık gayretlertmtze rağmen felsefi kafa
daUarda bir sonuca ulaşmamızı engelliyor".
yokswıluğu
bUimsel
Evet Afgani haklıydı; bizi yenen şey felsefi kafa: Modern duruş ve
bunun ürünü olan bilimsel' bilgiydi. Paradoks bundan sonra başlı­
yor. Afgani, felsefi- bilimsel kafayı düşmanın silahını yapmak için istiyor, bu nedenle Müslümanlan aynı zamanda taassuba, toplumsal
hareketsizliğe, dinden- kaynaklardan kopmaya karşı mücadeleye ve
Batı emperyalizmine karşı savaşmaya çağırmaktadır. Bu hareketin
adı İslamcılık'tır. Sonra Muhammet Abduh, Reşit Rıza, Muhammed
İkbal ve diğerleri gelir.
Hepsi
İslamcılığın
ve panislamizmin radikal sözcüleri olan bu
164
Mehmet Bekaroğlu
Müslüman aydınların ilk teşhisleri doğrudur: Düşman bizi . silahlarıyla (bilimsel kafa: bilim ve teknoloji) yenmektedir. Ancak hiçbirinin aklına bu silahların meşru olup olmadığını sorgulamak gelmez. Aksine hepsi isıani'ın bu yeni gelenle (rasyonel kafa, bilim) bir
problemi olmadığını, problemin Müslümanların yozlaşmasından kaynaklandığını söylerler. Sorumlu, bin küsür yıllık gelenektir. Bu nedenle önce bu gelenek'e saldırıldı. Yapılansa, kaynaklara dönme adı­
na Kur'an kavramlarının içine modern anlamlan doldurmaktır: ilim,
bilim, akıl; mantik, demokrasi, parlamento; şura, terakki; ilerleme
VS. Gerekçe de İslamidir: İlim Müslümanın kaybedilmiş malıdır,
Çin'de (ya da Avrupa' da) olsa da alınız.
Bu nedenle İslamcı proje, rasyonel kafa 1 bilim ve teknolojinin
ve tüm kesinlikleriyle çökmekte olan modernizme alternatif değildir. Çünkü siyasi 1 ideolojik kimliğine rağmen İslam­
cılığın oluşturduğu kavramlar, tamamen modern içeriklerle doludur
ve sadece zihinsel bir kurmadır; uygulansa da kuracağı dünya modernizmin bir versiyonu olur ancak.
kurmuş olduğu
Şimdi biz "dinin geri dönüşü"nden söz edildigi bir zamanda "İslam
alternatifolabilir mi?" sorusunu tartışıyoruz. Ve Ajganiye göre daha
şanslı .durumday~. Çünkü Ajgani'den yüz yıl sonra Ajgani'nin 'bizde
eksik' diye peşine düştüğü felsefi - bilimsel kafanın getirdiği felaketleri artik herkes yaşıyor ve buna alternatif bir bakışın arayışları
sözkonusu. Buna rağmen bizim işimiz de zor; bunca modern kirlenmenin içinde İslami bakışın kavramlarını ayıklayıp çıkaracağız.
Bu kavramların en önemlilerinden biri kuşkusuz akıldır. Ancak
'akıl' üzerine konuşmak çok zor, üstelik benim birikimim de konuyu
bütün boyutlarıyla ortaya koymak için yeterli
de~ildir.
Modern Akıl
Descartes. Cogito ergo sum (düşünüyorum öyleyse varım) derken
ölçüsünü sadece insan aklına taşıyordu. Modernlik öncesi
episteme'den farklı olarak modern episteme'deki bu hakikatın ölçüsü
olan akıl, insan olunmasından meydana gelen insanca bir yetidir ve
hakikat de insan bilgisinin sınırlarıyla sınırlıdır. Descartes'e göre,
açık ve seçik olan ve bize doğrudan doğruya verilmiş olan akıl 1 bilinç'in dışınd~ da gerçekler vardır. Nitekim Descartes, Anselmus'un
antolajik tanıtı ile Tanrı gerçeğini de kanıtlar. Descartes, bilgiye konu
olan gerçeğin üzerinde çalışırken özleri bakımından birbirlerinden
ayrı olan üç töz'den söz eder: Tanrı. ruh ve madde. Tanrı sonsuz ve
bütün gerçeği kendisinde toplayan varlıktır. Ruh ve madde ise sonludur. Ruhun temel niteliği bilinç - düşünce, maddenin temel niteliği
de uzam, yer kaplamadır. O halde ruh ve cisim temel nitelikleri bahakikatın
ı.
1sla.m Düşüncesi Sempozyumu
kırnından birbirlerine benzemeyen ayrı iki tözdür. Bu
tezyen felsefenin meşhur düalizmi kurulur.
165
şekilde
Kar-
doğru bilgiye insan kendisi ulaşır; doğru bilginin
yoktur. Doğru bilgiye vardıran organ, kendisinde tümel olarak geçen kavramların ve kurarnların yerleşik (a priori) bu. lunduğu akıldır. Akı1 da doğa ile tam bir uygunluk içindedir. İnsan
böyle bir akla, Tanrısal akıldan pay aldığı için varmıştır. Tanrı, yaratması sırasında bir yandan evrene, öbür yandan da akla bu ilkeleri
"ekmiş"tir. Bunlar matematik - mekanik ilkelerdir. Artık Tanrı bile istese bu ilkeler değişmez, yani bu dünyada mucizenin yeri yoktur:
Tanrı evreni mucizelerle değil rasyonel yasalarla yönetir.
Descartes'e göre
başka kaynağı
Bunun anlamı, Tanrı'mn yeryüzünden uzaklaştırılması, O'nun yerini rasyonel yasaları kavrama (hesap edebilme) yeteneğine sahip
olan insanın almasıdır.
Modern episteme'nin temelini oluşturan rasyonel akıl kavramı
(reason*). Latincedeki "ratio" kelimesinde bulunan anlamlardan sadece biri: "Hesap" anlamı çekilerek kotarılmıştır. Rasyonalizm, aklın
diğer kategorilerini ve aklın üstündeki her prensibi reddeder. Rasyonalizm, aklı istidlali kategoriye indirgeyip · onu yüceitmekle kal• aynı zamanda onun üstünde başka bir değerin bulunmadığım,
maz,
dolayısıyla böyle bir aklın "hesap ettikleri"nin yani 'bilimsel bilgi'nin
ötesinde mümkün bilginin olamayacağını da iddia eder. Bu yeni bir
episteme'dir (M.Foucauli). farklı bir deyişle (T. S. Kuhn) bir paradigma değişmesidir. Değişen bakıştır, geleneksel ~ dindar insanın gönı;il gözüyle gören bakışı (Şühud). modern insamn görsel bakışına
dönüşüyor. Dolayısıyla uzak ufuklardan vazgeçen insan, saf ve aşkın
boyutundan soyutlanan yeni aklıyla, varoluşun alt kutbuna yönelerek Cenneti dünyada kurmaya kalkar.
Aslında bu olanlar, öyle insanın tabiatma çok ters şeyler değildir.
Akla uydurma (rasyonalize etmek) ya da h eva ve hevesine ·uymak
insanoğlunun öteden beri yapageldiği iştir. Bu nedenle, bir anlamıyla
rasyonalizm insanlık tarihi boyunca hep vardı. Rasyonel aklın temelinde, insamn gelişiniş yapısı ve diğer canlılardan farklı olarak beyin
kabuğuna sahip olmasına rağmen sımrlı ve çaresiz oluşu vardır. İn­
sanın güçsüz, eksik, sımrlı ve ölümlü olması, canlı varlığını korumak
için bile büyük bir gayret gösterme zorunluluğu ve bütün bunların
farkında oluşu onu hep bunaltıya sokmuştur. Burada rasyonalizm,
bir benliğin savunma mekanizması olarak karşımıza çıkmaktadır. İn­
san, bilinmeyen ve bu nedenle kontrol edilmesi mümkün olmayan
(*) Reason: Neden, sebep, .ak1f, idrak, ikna etmeye çalişmak, kandirmaya çalişmak,
USijVurmak.
Mehmet Bekaroglu
166
dünyayı, bilinir ve kontrol edilebilir hale getirmek için, hakikati leendi
heva ve hevesi doğrultusunda sürekli olarak saptırmıştır. Bu şekilde
varolanı: hakikatı yadsıyarak "gibisini" yaş~yagelmiştir. İşte rasyonel
mantıkçı akıl böyle işlemektedir. Mekanikçilik; taklitçilik, niceselcilik, tek-biçimcilik ve tıpkılaştırma'nın temelinde yatan şey, karmaşık
ve bilinmez olanı basit. mekanik, sayılır ve bilinir hale getirmek, yani
elle tutulur, gözle gör~nür yapmaktır.
Nitekim Kur'an'dan öğreniyoruz ki, tarih boyunca insanlar hep
bunu yapmışlar ve düzeltmek üzere sürekli Peygamber'ler gön"'
derilmiştir. Modern zamanlarda olan da esas olarak bundan
çok
farklı değildir. Bu neden1e dirlin geri dönüşünden söz edilmesine şaş­
mamak gerek. Bugün farklı olanbir şey vardır elbette. Bu da olayın
boyutu ve yaygın1ığıdır. Gerçekten modern - rasyonel aklın ürettiği
bilim ve teknolojinin kurduğu endüstriyel uygarlık dünyayı korkunç
boyutlarda kirletmiştir. Modernizmin bu kirletmesinin, dünyada
ulaşamadığı bir alan, değmediği kültürel bir saha kalmamıştır. Hayatı her yönüyle "ne ise, hep bU' dünya hayatımızdır" (Mü'minun 37)
espirisine göre düzen1ediği için ve sunduklan insanın heva ve hevesine tam da uyduğu için son derece de çekicidir.
Kur'an'da Akıl ve Tefekkür Kavramları
·'
Müslümanlar olarak "dinin geri dönüşünü" tartışmak istiyorsak
öncelikle akıl kavramını netleştirmek zorundayız. Eğer .bu konuda
modern episteme':ı;ıinkinden farklı bir şeyler varsa o zaman İslam'ın
alternatif olmasından söz edebiliriz.
Kur'an'da değişik fiil çekimleri şeklinde 50'den fazla geçen akletme kelimesinin lügatte, "hakikatı, gerçeği anlamak, kavramak;
(aklı.ile) bulmak; (çocuk) olgunluk çağına ulaşmak, erişmek; hayırlı
olan şeylerde en hayırlısını, zararlı olan şeylerde en zararlısını farketrriek, anlamak, ayırm~k" gibi anlamlan vardır.
Kur'an'da akletme kelimesi en çok inanmayanlada ilgili olarak ve
olumsuz şekilde kullanılmaktadır: Akıl erdiremiyorler... akletmeyen
sağırlar ... akıllannı kullanmıyorlar ... çoğu akletmiyor... akletmiyor
musunuz ... vs. Örneğin:
"O inkar edenler (i Hakk'a çağıran)ın durumu, tıpkı bağırıp çqbir şey iŞitmeyen (iŞittiği sesin manasını anlamayan
hayvan)a haykıran kimsenin durumu gibidir. (Onlar) sağır, dilsiz ve
lcördürler, onun için aldetmez ler" (Bakara 171).
ğırmadan başka
"İçlerinde <;ana kulale verip dinleyenler de vardır. Fakat sağırZara
sen mi duyuracalcsın? Hele akıllarını kullanmıyorlarsa" (Yunuf 42).
Bu
şekilde
devam eden ayetlerin hemen hepsinde benzer konular
1.
İshlm Düşüncesi
Sempozyumu
167
işleniyor.
İnsanlar, tabiata, kendilerine ve tarihe dikkat çekilerek
ve Allah Resulü'ne uymaya davet ediliyor. Sonra da bu
çagnya uymayanlar, "akıllarını kullanmayan, akletmeyenler" şek­
linde vasıflandınlıyor. Demek ki hitap, insam diger canlılardan ayı­
ran yetisine, akletmeye. Ayetlerden anlaşılan şu: İnsan olup bitenleri
görüyor, yaşıyor, biliyor, ancak bunların arkasındaki Allah'a teslim
olmuyor. Çünkü akletmiyor. Aklın aslı görevi, olup bitenlerden hareketle kendisini ve yaradanını bilmesidir.
uyarılıyor
Bunun yanında Kur'an "akletmeme"yi
vasillarken de kullanmaktadır:
cansız varlıkları
ve hay-
vanları
"Yoksa Allah'tan başka şejaatçiler mi edindiler? De ki: 'Onlar hiÇ bir
güçleri yetmeyen, akletmeyen şeyler olsa da mı?" {Zümer 43).
şeye
"Allah katında hayvanların en kötüsü akletmeyen sagırlar ve dilsizlerdir" {Enjal22).
Kur'an'ın bazı
ayetlerinde ise. "akletme" sadece
"anlama"yı
ifade
ediyor:
!'Biz onu Arapça bir Kur'an olarale indirdik ki akledesiniZ {an{Yusuj2, Zuhruj3).
layasınız)"
Genelde "akletmeme" inanmayanların özelligi olarak geçiyorsa da
bu ayetler ve digerleri (Örnegin: Yunus 42, 100, Bakara 75) gösteriyor ki, aslında onların akıllan var, ancak onu dogru bir şekilde kullanmıyorlar.
"Ş.imdi siz bunların size inanmalarını mı umuyorsunuz? Oysa bunlardan bir grup vardır ki. Allah'ın sözünü işitirler de iyice aklettikten
{anladıktan) sonra. bile bile onu tahrif ederlerdi". {Bakara 75).
Kur'an'da akletme kelimesinin geçtigi ayetlerin bir kısmı da (Örnegin: En'am 32, Ra'd 4, Nahl 12, 67) genel olarak insanlara hitap
ediyor. Allah'ın yarattıkları ve Kur'an'a dikkat çeklıerek insanlar ögüt
almaya çagrılıyor: Allah'ın bütün ayetlerinde "akleden topluluklar
için dersler 1 ibretler vardır" deniliyor.
· "Akletme" kelimesinin geçtigi ayetlerin bir kısmı da sadece
mü'minlere hitap ediyor (Ömegin: Al-i İmran 118, Nur 61). Bu ayetler, mü'minlerin kendi aralarmdaki ve diğer insanlarla ilişkilerini
konu alıyor.
Netice itibariyle, bütün bu ayetlerde kullanılmasından anlıyoruz
ki, "akletme" insan olmanın bir özelligidir, insan akletme gücü verildigi için sorumludur. Aklın asıl görevi, yani akla yüklenen, anlamak, olup bitenleri bilmek, olup bitenlerin arkasındaki hakikatı
kavramak, iyi ve kötünün ne oldugunu ayırt etmektir. Akleden insan
168
Mehmet Bekaroğlu
iman eder. İşte gerçek akıl sahipleri (Ülül elbab: Aklıselim sahipleri)
(Al-i İmran 190) bunlardır. Yine ayetlerden anlıyoruz ki, aklın hakikati kavraması sadece kendi yetenekleri ve marifetiyle mümkün degildir, insan tabia~taki ayetleri ancak Allah'ın gönderdigi Kitap'la çözerek hakikate erebilir. "... size ayetlerini gösterir ki akledesiniz" {Bakara 73).
Görüldügü gibi Kur'an'daki "akletme" kelimesi ~sinlikle Aydınlanma ile tanımlanan rasyonel aklın karşılıgı degildir. Bu nedenle
"İslam akıi dinidir" ve "İslam'la bilim arasında çelişki yoktur" genellemeleri yanlıştır. Çünkü İslam'ın akla yükledikleriyle Aydınlan­
manın yükledikleri bambaşka şeylerdir. Ayrıca modem rasyonel akıl,
yeri ve yapısı itibanyla da Kur'an'daki akletme'den farklıdır. Modern
akıl beyin kabugunun bir fonksiyonudur; yaptıgı iş de hesap etmek,
mantık yürütmektedir. Beynin saglam olması akıllı olmak için yeterlidir. Din'deki, gelenek'teki akletme ise daha çok kalbin bir faaliyetidir; bu nedenle Kur'ani anlamda akladebilmek için sadece beynin saglam olması yeterli degildir.
"Hiç yeryüzünde gezmediler mi ki (kendilerinden önce yaşayıp geçenleri görsünler de) akledecekleri kalpleri, işitecekleri kulakları olsun.
Zira gözler kör olmaz; fakat (asıl) göğüslerdeki kalpler kör olur" {Hac
.
.
46).
"İçlerinden gelip seni dinleyenler vardır. Fakat senin yanından çık­
tıkları
zaman kendilerine bilgi verilmiş olanlara (seni çekiştirmek, dinlediklerini küçümsemek amacıyla) 'Demin ne söyledi?' derler. Onlar
öyle· kimselerdir ki, Allah kalplerini mühürlemiştir de kendi heva ve heves lerinin ardına düşmüşlerdir (Muhammed 16).
Dikkat edilirse bunlann "anlama ve bilgi sahibi" olma anianıında
Ne var ki, kalpleri kör oldugundan hakikatı kavrama
anlamında akledemiyorlar. Yaptıklan sadece hakikatı heva ve heveslerinin dogrultusunda saptırınakdır. işte modemlerin durumu
tam da budur.
akıllan vardır.
{Konumuzla baglantılı Kur'an'da geçen bir başka kelime de teJer<kür; fikir'dir. "Fekere"; bir şey hakkında düşünmek; "Fekkara" çok
düşünmek, birinebirşeyi hatırlatmak; "iftikar", kafasını ç~ırınak,
"tefekkür": Düşünmek, tasavvur gibi lügat anlamlan
olan bir kelimedir. Kur'an'da bu kelime, yine çekimler şeklinde 20
civarında ayette geçmektedir. Bu ayetlerin bir kısmında "tefekkür
etme", "akletme"ye yakın bir anlamda kullanıyor (Örnegin: Bakara
219, 266)':)
_hatırlamak;
Ancak "akletme" ve "tefekkür" kelimesinin geçtigi ayetleri iş­
ledikleri konulan ve muhataplan açısından karşılaştırdıgırnızda "te-
1. İslam Düşüncesi Sempozyumu
169
fekkür"ün daha üst bir . kavram olduğunu görüyoruz. Aynca "tefekkür" kelimesinin geçtiği ayetlerde genellikle inanıp teslim olan insanlara hitap edilmekte, onların mütmain olmalan sağlanmakta ve
olgunlaşmalan teşvik edilmektedir. Örneğin; Bakara 265, 266 ve
267. ayetlerde Mü'minlere mallanndan vermeleri için bir olumlu, bir
olumsuz benzetme yapılarak "Allah, tefekkür edesiniz diye size ayetlerini böyle açıklıyor" deniliyor. Yine:
"Onıar ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarken AUah'ı anarıar,
gölderin ve yerin yaradılışı üzerine tefekkür ederıer" (AH İmran 191).
"De ki, siZe bir tek öğüt vereyim: Allah için ikiŞer ikişer ve teker telcer kalkar durursunuz, sonra tejekkür edersiniz" (Sebe 46).
(.Bu kelime bir yerde "hesaplamak, zihinde kurmak" anlamında
da (illl1ehu fekkere ve kedder. Muddesir 18) bu mutat
kullamlıyorsa
değildi~
Toparlarsak; alcıetme niyet ve eyleme yönelik sonuç alıcı bir zihinsel faaliyettir, amacı ibret alma, olup bitenlerin arkasındaki sebepleri görmek, bu sebepleri Varedene teslim olmadır. Tejekkür ise,
kısmen akletme'nin anlamlarını içerse de, akledip bileni daha yüce
oluş makamlarına bağlayan bir yaşantıdır. Nitekim Kur'an, akleden
insanı, sürekli evren'in güzellikleri ve bu güzelliklertn ilahi model tipleri (arketip) üzerine tefekkür etmeye çağırır.
Gerçekten İslam kaynaklan ve gelenek incelendiğinde görülür ki,
ve tejekkür etme işi salt zihinsel bir faaliyet değildir. Her şey­
den önce bu episteme'de gönül kapılan açık insanlar vardır ve akletme - tefekkür etme anlığın (zihin) değil bu faal kalbin işidir, bu nedenle akletme - tefekkür etme zihinde geçirme değil, yaşantıdır. Ayrıca İslam, bilgi (el-ilm) ile eylem (el-amel) arasında ahengi öngörür.
Bunu herşeyden önce, Kur'an'da Allah'ın yaradılıştaki hikruetini ve
kosmos ötesi gerçekliğini akletmeye 1 tefekkür etmeye çağıran ayetler ile doğru ve bu hikmetten alınmış ilkelere göre eylemeye çağıran
ayetlerle iç içe olmasından anlıyoruz.
alcıetme
Akletme ile ilgili konuşulurken üzerinde durulması gereken önemli bir konu da akıl - vahiy ilişkisi, aklın vahiy karşısındaki durumudur. Nitekim İslam düşünce tarihi b.u çetin tartışmanın örneklertyle
doludur. Ancak ben bu konunun bildirirole ilişkili olmadığını düşündüğümden bu tartışmalara girmeyeceğim. Sadece bu tartışmala­
rın kavramlar kirlenmeden yapıldığını hatırlatınakla yetineceğim.
Belki modern zamanlarda akl'a yüklenenler biraz Mutezüe'nin
akl'a yüklediklertne yakındır. Mütezile'ye göre, aklın kurallan evrensel ve bütün zamanlar için ddgrudur. Bu nedenle Mutezile, akıl ile
Mehmet Bekaroglu
170
nass
çatıştıgında aklın
tercih edilmesini ve naklin te'vil edilmesini
Rasyonalizm! çagnştınrsa da, Mutezile'nin bu görüşü bile inakıl üstü hakikatle ilişkisini kesmemektedir.
ön~rir.
sanıri
Halbuki modern zamanlarda bilgi hakikatten ve hakikatin bütününden kopanlmıştır. Mümkün bilgi rasyonel aklın ürünü olan bilimsel bilgidir. Nitekim modern hayat böyle bir bilginin üzerine kurulmuştur. Bizi yenen düşmanın "silahı" da bu hayatın içinde
anlamlıdır. Bu nedenle yenilmişlik ruh hali ve "düşmanın silahını
yapmak" niyetiyle çıktıgımız yolda istemesek de modern hayat bütünüyle bizi kuşatmıştır. Bu kuşatılmışlık içinde biz iki farklı episteme arasında gidip geliyoruz. Shayegan(*) haklıdır; bilincimiz yaralı
ve kişiligimiz parçalanmıştır: Müslümaninancımız ve ibadetlerimizle
modernlik öncesi bir episteme'yi yaşarken, gerçekliğ;in algılanışını ve .
tavırlan modernlik koşullandrrmaktadır. Neticede, ulaşılan bunca
menzile ra~men, İslamcılık hiç bir şekilde modern dünyaya alternatifolmamaktadır.
'ft.
{*)D. Shayegan. Yarall Bilinç. Metis Yay1nfan, /stanbu/1991.
Download