modern ortadoğu tarihi

advertisement
MODERN ORTADOĞU
TARİHİ
TAR310U
KISA ÖZET
DİKKAT…Burada ilk 4 sayfa gösterilmektedir.
Özetin tamamı için sipariş veriniz…
www.kolayaof.com
1
1.ÜNİTE Ortadoğu Tarihine Giriş
ORTADOĞU TARİHİNE GİRİŞ
Coğrafya ve Jeopolitik
Ortadoğu tanımı coğrafi bir terim değildir. Siyasi bir tanımdır. Bu yüzden anlamı konusunda farklı görüşler ortaya atılmıştır. Zira “doğu” herkes nazarında bir yönü ifade ederken
“orta” kelimesi “neyin veya nerenin ortası” sorusunu da beraberinde getirmektedir. Yerkürenin hiçbir yeri başka bir yer için orta değildir. İlk defa 1850’lerde İngilizlerin Hindistan’daki Sömürge idaresi tarafından iç yazışmalarında kullanılmakla birlikte; gerçekte bir kavram olarak
literatürde kullanılması Amerikan tarihçi Alfred Mahan ile başlamıştır. Fakat bu ilk kullanımı ile
Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki kullanımı aynı anlamı taşımıyordu. Birinci Dünya Savaşı yıllarında İngiltere’nin Mezopotamya’daki askeri faaliyet alanı “Ortadoğu”, Mısır’daki askeri faaliyet alanı da “Yakındoğu” olarak tanımlanıyordu.
Tarihin Belirleyici Rolü
Ortadoğu’yu anlayabilmek için iki önemli hususun algılanması gerekmektedir. Birincisi,
tarih boyunca bu coğrafyayı şekillendiren kendi iç dinamikleri, ikincisi de uluslararası sistemin
geliştirdiği dış dinamikleridir.
İç Dinamikler: Konumuzu ilgilendiren ve iki kıtaya yayılmış olan Ortadoğu ve Kuzey Afrika tarihine genel bir bakış yapıldığında önemli bir detay daima gözden kaçmaktadır. Tarih içinde bu
coğrafyanın geleneksel idari yapısı nasıldır ve uzun dönemli istikrar veya idare hangi yöntemlerle sağlanmıştır? İnsanlığın en eski tarihi, ayrıca birlikte yaşama veya çatışma kültürünün de
kaynağı olan semavi dinlerin menşei bu bölgeler olduğu tespiti yukarıda yapılmıştı.
Dış Dinamikler: Bölge tarihinde normal devlet hayatını ve istikrarı sağlayan süreçler de eksik
değildir. Ancak bu süreçlerde iç dinamiklerden ziyade dış dinamiklerin etkili olduğu müşahede
edilmektedir. Merkezi gücünü etkin bir şekilde hissettirmeyen fakat parçalı siyasi yapılara şemsiye vazifesi görebilen, gerektiğinde de askeri güç kullanabilen hegemonik/başat güçler, imparatorluklar zaman zaman bölge tarihinde istikrarın kaynağı olmuşlardır.
İslam ve Siyasî Bütünleşme: Bilinen yazılı kaynaklara göre 1600 yıl boyunca varlıklarını yukarıda anlatılan tarzda sürdüren Araplarda en büyük değişim, hatta toplumsal devrim 610’lu yıllardan sonra İslam ile başlamıştır. Bu devir bir anlamda birleşme (kabilelerin konsolidasyonu)
ve çevreye yayılma devri olmuştur. Nitekim dört halife döneminde Müslümanların Medine
merkezli devleti Arabistan, Suriye, Irak, Mısır ve Batı İran’ı da içine alacak büyüklüğe ulaşmıştı
ki, tarihte ilk defa Hicaz (Medine) merkezli böyle bir devlet ortaya çıkacaktı. Bir dizi siyasal
örneklere öncülük edecek çeşitliliğe sahne olan bu dönem fazla uzun sürmedi.
ORTADOĞU TARİHİNDE TÜRKLER VE OSMANLI BARIŞI
Selçuklular ve Memlükler
Emevilerin son dönemlerinden itibaren varlıkları hissedilen hatta Abbasi ihtilalinde etkin olan Türk unsurlar da bugün Ortadoğu diye nitelenen coğrafyanın tarihinde etkin bir şekilde devreye girdi. Başka bir ifade ile bölge tarihine bir dış dinamik olarak dâhil oldu. 1055’te
Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey Bağdat’ta bir kurtarıcı olarak karşılandı. Zira dönemin bölgeyi dönüştürebilecek hegemonik/başat gücü Selçuklulardı. Tuğrul Bey, Alparslan ve Melikşah dönemlerinde Abbasi hilafeti ayakta tutulabilmiş ama bu sefer de “bölünmüş bir iktidar tipi” ortaya çıkmıştır. Moğollar 1258’de Bağdat’ı işgal ederek son halifeyi de öldürdüklerinde bu ha-
2
nedanın sonunun geldiği kabul edilmişti. Ancak hanedanın kurtulan bir üyesi 1261’de Kahire’de bölgesel güç olmak isteyen Memluk Sultanı tarafından Abbasi halifesi olarak ilan edilince; hanedan Selçuklular zamanında olduğu gibi devam etme imkânı buldu. Müslüman olmalarına rağmen Memlüklerin üstlendikleri rol, İslam’dan önce Arabistan ve Kuzey Afrika’da
Roma’nın (Pax Romana) veya Sasanilerin rolünden fazla olmamıştır.
Osmanlı Barışı (Pax Ottomana)
Osmanlıların sahneye çıkışı ve özellikle İstanbul’un fethi akabinde Müslüman dünyasında güç merkezinin neresi olacağı rekabetinin baş gösterdiği muhakkaktır. Bu konuda, Osmanlı Devleti Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren Müslümanlar üzerinde daha ziyade manevi/psikolojik otorite kurmak ile yetindiler. Ancak özellikle 1500lerde Portekizlilerin Hindistan’a yerleşip, Hürmüz Boğazı üzerinden Babü’l-Mendeb’e kadar etkin olmaları ve onlar karşısında Memlüklerin aciz kalmaları Osmanlı Devletini harekete geçirecektir.
Osmanlı Devleti’nin batıdaki doğal sınırlarına ulaşmasından sonra İslâm ülkelerine yönelmesi tesadüfî değildir. 16. yüzyılın başlarında büyük bir güce ulaşan ve “nizâm-ı âlem” tasavvuruna, yani dünyaya düzen verme iddiasına sahip olan Osmanlı Devleti, Batı’da olduğu
kadar Doğu’da ve Güney’de de kendisini kanıtlamak zorundaydı. Üstelik Batı’da mücadele ettiği güçler, güneyde de İslâm dünyasını ve dolayısıyla da Osmanlı Devleti’ni tehdit etmekteydi.
Esasında bu mücadele 16. yüzyıldan önce başlar. Basra Körfezi, Kızıldeniz ve Kuzey Afrika’da
Arapların yaşadığı geniş coğrafyada ciddi bir Portekiz ve İspanyol tehdidi baş gösterdi. Sultan
II. Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra “Fatih” unvanı alması gibi, 1495-1521 yılları arasında
Hindistan’da kurduğu devleti merkez edinerek Arap sahillerine yönelen Portekiz Kral’ı I. Manuel’in de “Fetihlerin Efendisi” olarak anılmaya başlanması ilginçtir. 1517-1571 yılları arasındaki elli yılı aşkın bir sürede Osmanlı devleti Yemen’den Fas’a kadar (Fas hariç) olan coğrafyaya
bütün teşkilatıyla yerleşti.
17. Yüzyılın ikinci yarısında Arap coğrafyası Osmanlılar tarafından on dört merkezden
(eyalet) idare ediliyordu. Şehirleşme artmış; göçebe unsurlar daha fazla istikrara kavuşmuştu.
Zaman zaman değişmekle beraber, genel olarak 17. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Arap coğrafyası, Şam, Trablus-ı Şam, Halep, Musul, Bağdat, Basra, Lahsa (Ahsa), Yemen, Mısır, Habeş, Tunus, Trablusgarp, Cezayir-i Garp ve Mekke-i Mükerreme eyaletlerinden oluştu. Neticede, 17.
ve 18. yüzyıllarda Arap coğrafyasında tam bir “Osmanlı Barışı” egemen oldu Genel olarak Osmanlı’nın bölgedeki varlığının sebebi olan Avrupa askerî tehdidinin ortadan kalkması ayrıca 18.
yüzyıldan itibaren yerel gelirlerin bu idareyi aynen sürdürmeye yetmemesi, bir kısım değişikliklere gidilmesini ve eski mahalli güçlere idarede daha fazla yer verilmesi sonucunu doğurdu.
Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce ülkenin güney bölümünü oluşturan Arap coğrafyasının bir kısmı Şili olarak işgal altında olsa bile, büyük bir bölümü Şilen ve hukuken hâlâ Osmanlı egemenliğindeydi. Nitekim 1914’te, Hicaz, Yemen, Basra, Bağdat, Musul, Halep, Suriye,
Beyrut, Trablusgarp (burası her ne kadar 1912 Oushy anlaşması ile İtalyanlara bırakılsa da, İtalyanların Şili idaresi sahil kesiminden içeri geçemedi), Mısır (1882’de İngilizler tarafından işgal
edilir; ancak, bu, resmen tanınmadığı için Şilen işgal altında olsa bile hukukî bakımından Osmanlı’ya aitti), Tunus (1881’de Fransızlar tarafından işgal edilir; aynı şekilde bu Şili durum karşısında Osmanlı Devleti’nin hukuku saklıydı) eyaletleriyle Kudüs, Bingazi ve Cebel-i Lübnan
Mümtaz Mutasarrıflıkları gibi çok geniş bir Arap coğrafyası kısmen Şilen kısmen de hukukî olarak Osmanlı hâkimiyetinde bulunuyordu. Bu coğrafya, günümüzdeki Suriye, Lübnan, Ürdün,
Filistin, İsrail, Irak, Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Yemen ve Kuzey Afrika’da Mısır (Sudan ile
birlikte), Libya ve Tunus devletlerini içine almaktaydı.
Manda Yönetimleri
3
Birinci dünya savaşı akabinde büyük güçler burada başat güç rolünü üstlenen Osmanlı
devletini bertaraf edince dengeler yeniden şekillendi. Savaş sonunda 18 Ocak 1919’da Paris’te
toplanan “Barış Konferansı” çözümden ziyade yeni problemler yarattı. Osmanlı Devleti’nden
koparılan Arap halklarının kendi ayakları üstünde duruncaya kadar galip devletlerin mandası
altına alınması benimsendi. Dünya’da 19 ve 20. Yüzyılların modern devlet algısı İmparatorluklardan ulus devlete kaymıştı. Batı kendi şartları içinde bunda başarılı da olmuştu. Gerek savaştan önce ve gerekse sonrasında mandasına aldığı bölgelerde de bu tarz devletlerin ortaya çıkmasını menfaatlerine uygun buluyorlardı. Ama bu iş hiç de kolay değildi. Bunu için bütün etnik
ve etno-dini guruplar iyice kristalize edilecek ve bu esas üzerine yeni devletler oluşturulacaktı.
ETNİK-DİNÎ YAPI VE ÇATIŞMA ALANLARI
Etnik Yapı
Ortadoğu coğrafyası eskiden beri zengin bir etnik çeşitliliğe sahiptir. Bu çeşitlilik hem
coğrafyanın yerli halklarından ve hem de tarih boyunca bölgede yaşanan göçlerden beslendi.
Güçlü aile/kabile bağları olsa da bu geniş coğrafyada etnik yapıyı net bir şekilde belirleyen
güçlü anlayışlar hiçbir zaman oluşmadı. Özellikle İslam’ın coğrafyadaki etkinliği ve bu dinin
Arapça ile yayılmış olması Arapça konuşan Ortadoğu halkları arasında müşterek bir bağın kurulmasına imkân verdi. Başka bir ifade ile etnik kimliğin beslediği ve yarattığı “ulus” kavramı
burada batılıların anladığı anlamı kazanmadı.
Soğuk Savaş: Başın ABD’nin çektiği Batı Bloğu ile Sovyetler Birliği’nin çektiği Doğu Bloğu arasında, 1947 ile 1991 yılları arasında süren uluslararası siyasi, ideolojik ve askeri gerilim dönemi.
Türkler: Bu coğrafyanın en önemli etnik gurubudur. Türkiye’nin dışında Ortadoğu’nun
pek çok yerinde varlıklarını sürdürmektedirler. Türkler İran, Suriye, Irak’ta yoğun bir şekilde
yaşarken, birçok yerde de dağınık bir biçimde hayat sürmektedirler. Türklerin Kuzey Afrika’dan
Babu’l Mendeb’e kadar tarih içinde varlık göstermeleri yerli halklar ile kaynaşmalarına ve akrabalık tesis etmelerine de imkân tanıdı. Bu yüzden bu coğrafyada Türkçe konuşmasalar bile
kan bağı yolu ile Türk asıllı olan büyük kitleler bulunmaktadır. Suriye’de (ağırlıklı olarak Halep
ve civarı) ve Irak’ta yaşayan Türkler “Türkmen” olarak anılmaktadırlar.
Farslar: Tarihi Perslerden geldiği kabul edilen ve Farsça konuşan topluluklardır. Ağırlıklı
olarak İran’da yaşamakla birlikte köken itibarı ile Kuzey Kafkasya üzerinden gelerek bölgeye
yerleştikleri kabul edilmektedir. Bugün İran’da çoğunluğu teşkil eden bir ırk olarak görülen
Farslar esas itibari ile bir ırktan ziyade kökleri itibari ile çeşitli ırkların karışımından meydana
gelmişlerdir. Tatlar, Talışlar, Gilekler, Mazandaranîler (Teberiler), Lekler Farslar’ın alt guruplarını oluşturmaktadırlar. İran’da Pehlevî Devleti’nin kuruluşuna kadar (1925) bu halklar birbirinden bağımsız gevşek bir federatif yapı ile yaşamışlardır.
Araplar: Sami ırkının bugün yaşayan gurubu Araplardır. Başka bir ifade ile anayurtları
ağırlıklı olarak Arap Yarımadası olan halklardır. Arap kelimesine farklı anlamlar yüklenmekle
birlikte kabul gören en yaygın anlamı “çöl veya çölde yaşayan kimsedir ki, Arapların “göçebe”
kimlikleri ile uyuşmaktadır. Ancak Araplar tanımlanırken de yaşadıkları yerlere, kökenlerine
göre bazı sınıflandırmalar yapılmaktadır. a) Arab-i bâide (Kaybolan Araplar): Bu guruptakiler,
tarihin eski devirlerinde yaşamış olup daha sonra çeşitli sebeplerle yok olmuşlardır. Kur’an’da
ve eski Arap şiirinde sözü edilen Âd, Semûd, Medyen, Tasm, Amâlika, Câsim, Abdi Dahm,
Ubeyl, Hadûra, Cedîs ve Birinci Cürhüm kavimleri Arab-ı bâidedendir. Eski çağlarda bunlar Arabistan’da çeşitli devletler kurarak Suriye ve Mısır’a kadar yayılmışlardır. b) Arab-ı bakiye (Kalan
Araplar): Bu gün varlıkları devam eden Araplara verilen isimdir. Bunlar da iki kısma ayrılmaktadırlar. 1) Arab-ı âribe: Arap kabilelerinin iki büyük kolundan biri olan Kahtanîlere mensup
4
olan Araplardır. Anavatanları Yemen’dir. Kendi aralarında da guruplara ayrılmaktadırlar. Zaman içinde Yemen’den Orta Arabistan’a ve oradan Basra Körfezi’ne yayıldılar. 2) Arab-ı
Müsta’ribe: Köken olarak Arap olmayıp, Araplar ile karışarak Araplaşanlara verilen isimdir.
Dinî Çeşitlilik
Ortadoğu’nun en önemli özelliklerinden bir tanesi kuşkusuz dinî çeşitliliktir. Tarih içinde
gerek semavî (vahye dayalı) ve gerekse semavî olmayan bütün din, inanç ve anlayışlar bu coğrafyada yeşerdi ve nerdeyse hepsinin -farklılaşarak da olsa- günümüze kadar ulaşan müntesipleri oldu. Ancak en sonuncusu olmasına rağmen günümüzde bu coğrafyaya asıl rengini veren
ve çoğunluğun bağlı olduğu din İslam’dır. Ardından Hıristiyanlık ve Yahudilik gelmektedir. Örneğin Yezidilik bunlardan bir tanesidir. Bağlılarının sayıları az da olsa İran’ın eski dini olan Zerdüştlük/Zoroastrianizm ve Kur’an’da da ismi geçen Sabiilik de hâlâ varlıklarını sürdürebilmektedir. Din, semavi olsun veya olmasın Ortadoğu tarihinde daima belirleyici bir rol oynadı.
Yezidilik: Kökü Emeviler zamanına kadar indirilen ve İslam ile putperest inançların karışımından meydana gelen bir dindir. Melek Taus diye isimlendirdikleri Şeytan’a tapmaları ile
tanınmışlardır. Suriye’de ortaya çıkmasına rağmen Kuzeybatı Irak’ta Sincar dağlarında Kürtler
arasında gelişmiştir. Bu gün ağırlıklı olarak Irak’ta yaşamakta olup yeni Irak anayasasında da
kabul edilen etno-dinî bir guruptur.
Zerdüştlük/Zoroastrianizm: Monoteist bir inanç biçimi olup Zerdüşt’ün öğretilerini
içermektedir. Sasaniler döneminde etkin olan bu inanç sistemi bu gün İran’da Yezd ve Kirman
bölgesi ile Gabariler arasında yaşamaktadır. Pek çoğu Hindistan’a göç ederek orada Parsi topluluğunu oluşturdular. Kutsal kitapları Zend Avesta’dır.
Sabiilik: Aydınlık ile karanlık arasındaki düalizme dayandırdıkları inanç sistemlerinde, maddî
evrenin dolayısıyla bedenin de kötü olduğuna inanırlar. Ruhun beden hapishanesinde olduğunu kabul ederler. Genellikle İran’ın Ahvaz ve Hurremşehr bölgesi ile Irak’ta Ammara,
Bağdat ve Basra gibi bölgelerde yaşamaktadırlar. Mandiler olarak da tanınırlar.
İslam: M.S. 7. Yüzyılda Hz. Muhammed’e vahiy edilen bu din önce Mekke’de, ardından
Medine ve Arap yarımadasında yayıldı. Hz. Muhammed’e 610 yılından itibaren gelen vahyin
neticesinde nazil olan Kur’an’ın hükümlerini benimseyenlere mümin ve Müslüman denilmektedir.
Sünnîlik içinde istisna teşkil eden ikinci hareket ise Vehhabiliktir. 18. Yüzyılda Osmanlı
topraklarında, Orta Arabistan’da Hanbeli mezhebinin yeni bir yorumu olarak ortaya çıkan bu
hareket, diğer mezheplerin bazı yaklaşımlarını, tasavvufî gurupların ise bütün fikirlerini reddetmektedirler. İslamı doğduğu ilk saf şekliyle yaşama ve yaşatma iddiasında olan bu hareket,
önce Osmanlı Devleti’nin otoritesine karşı gelerek siyasallaştı.
Şiilik, Sünniliğin karşısında yer alarak İslam tarihinde siyasi tavır gösteren ilk harekettir.
Hz. Muhammed’in vefatından sonra Halifeliğin onun akrabası ve damadı olan Hz. Ali’nin hakkı
olduğunu savunan guruptur. Özellikle Hz. Ali’nin 661 tarihinde öldürülmesinden sonra organize olmuşlar ve Müslümanların önderi olan Emirülmüminin (İmamet) vasfının Hz. Ali’den
sonra onun soyundan (Ehl-i Beyt’den) gelenlerde olduğunu savunmuşlardır. Onlara göre bu
sadece bir hak olmayıp aynı zamanda Kur’an’ın bir emridir.
Hırıstiyanlık: İslamdan sonra Ortadoğu’da en yaygın din Hıristiyanlıktır. Hıristiyanlığın doğduğu
ve geliştiği coğrafya olması hasebi ile tabii olarak bu dinin bütün mezhepleri ve hatta birçoğunun dini merkezleri de bu coğrafyadır. İstanbul merkezli olduğu kabul edilen Ortodoksluk,
Roma kaynaklı Katolikliliğin yanı sıra Antakya ve İskenderiye Hıristiyanlığını temsil eden kiliseler hep var olagelmişlerdir. Bu mezhepler inanç ihtilaflarının dışında Kutsal mekânlar üzerin-
5
deki anlaşmazlıklarını da günümüze kadar taşıdılar. Kiliseler arasındaki itikadî ihtilaflar konumuz dışındadır. Ancak Ortodoksluk Doğu Kilisesini (İstanbul merkezli) temsil ederken, Katoliklik de Batı Kilisesini (Roma) temsil etmektedir.
Diğer Sorunlar ve Çatışma Alanları
Jeopolitik önemini detayları ile verdiğimiz bu coğrafya tarihin değişik devirlerinde çatışmalara sahne oldu. Çağımızda bölgede istikrardan çok çatışma hâkimdir. Bu çatışmaların bir
bölümü yukarıda zikredilen yerel özelliklerinden bir bölümü de dış dünyanın bölge üzerindeki
rekabetinden kaynaklanmaktadır. Dünya petrol rezervlerinin en fazlası bu bölgededir.
Sınırlar: Özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bölgede menfaati olan Avrupalıların
denetiminde ortaya çıkan devletler ve sınırların nerede ise tamamı yapay özellikler taşımaktadırlar. Geçmişte net bir şekilde çizilmiş sınırları olmayan Araplar bu sınırlar ile adeta kıskaç
altına alındılar. Sınır çizimlerinde egemen olan anlayış Avrupalı emperyalistlerin menfaatleri
idi.
Filistin Sorunu ve Arap-İsrail Çatışması: Ortadoğu’nun en canlı sorunudur. Sadece bölgesel barışı değil dünya barışını etkilemektedir. Filistin’de Yahudi Devleti kurmayı amaçlayan
Siyonizm fikri ile başlayan sorunun bir tarafında İsrail diğer tarafında da Filistinliler bulunmaktadır.
2.ÜNİTE Ortadoğu Tarihi’nde Haşimîler: Irak ve Ürdün
ORTADOĞU TARİHİ’NDE HAŞİMÎLER
Hicaz ve Suriye Haşimî Krallıkları
Haşimîler X. yüzyıldan XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar (1924) Mekke’nin yönetimini
elinde bulunduran emîrlerle, I. Dünya Savaşı’ndan sonra bir müddet Hicaz, Suriye, Irak ve halen
Ürdün’de hüküm süren kralların mensup olduğu ailenin adıdır. Hz. Muhammed’in torunları
olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den gelen şerif ve seyyidler uzun zaman Mekke’nin idaresini
ellerinde bulundurdular.
Osmanlı sultanları baştan itibaren İslam’ın kutsal kenti ve Müslümanların kıblesi olan Mekke ile ilgilenmekteydiler. Bu ilgi Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u
fethinden sonra daha da arttı.
Osmanlı Devleti’nin bölgeyi kendi topraklarına katması sırasında devlete bağlılıklarını
sunarak konumlarını koruyan Haşimîler Osmanlı idaresi boyunca da daima saygı görmüştür.
Osmanlılar, Hz. Peygamber’in torunları olmaları sebebiyle genelde bütün seyyid ve şeriflere
büyük değer vermiş, onlara maaş ve çeşitli tahsisatla birlikte Cidde gümrüğü gelirlerinin önemli
bir bölümünü de tahsis etmiştir. Hilafeti bünyesinde bulunduran Osmanlı Devleti Hicaz bölgesinin kendi kontrolünde kalmasına büyük özen gösterirken Mekke emirlerine karşı da oldukça
müsamahakâr davranıyordu.
Aile arasında ortaya çıkan ihtilaflara taraf olmak yerine onların geleneklerine uygun çözümlere göz yummaktaydı. Bu yüzden şerif II. Ebû Nümeyy’in ölümüyle birlikte (1584) aynı
soydan gelen üç aile Mekke emirliği için birbiriyle mücadele etmeye başladı. Bunlardan biri
Zevî Zeyd (Şürefâ-i Zeydiyye), diğeri 1672’den sonra çok defa iktidarı onlarla paylaşan Zevî Berekât (Âl-i Berekât). Üçüncüsü de Abâdile diye bilinen Zevî Abdullah (veya dedelerine nisbetle
Zevî Avn) ailesidir. 1830’Iardan itibaren emirlerin Zevî Zeyd ve Zevî Avn ailelerinden seçilmesi
âdet haline geldi.
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ni paylaşmak üzere aralarında gizli anlaşmalar
yapan İtilâf devletleri Hicaz bölgesi (Cidde-Mekke-Medine ve civarı) üzerinde de birtakım hesaplar içindeydiler. İngilizler, daha savaşın başlarında İttihatçılar ile çekişmesini de göz önünde
tutarak Şerif Hüseyin’in hareketlerini takibe almışlardı. Sonunda bekledikleri oldu. Şerif Hüseyin ile İngiltere’nin Mısır fevkalâde komiseri Sir Henry McMahon arasında 1915 yılı boyunca
6
mektuplar ile süren pazarlıklar nihayet 27 Haziran 1916’da Osmanlı hükümetine karşı başlayan
isyan ile sonuçlandı.
Osmanlı Devleti isyanın hemen ardından bir tedbir olarak Temmuz ayı başında Mekke
Emirliği’ne Zevî Zeyd ailesine mensup Meclis-i A’yân reis vekili Şerîf Ali Haydar’ı tayin etti. Böylece isyanın etkisini kırmak istiyordu. İstanbul’dan hareketle aynı ayın sonlarında Medine’ye
ulaşan Şerîf Ali Haydar, isyan sebebiyle Mekke’ye gidemedi ve emirlik görevini oradan yürütmeye çalıştı. Ancak isyan genişleyerek Medine kapılarına kadar dayandı. Bu arada Şerîf Hüseyin İngilizlere güvenerek kendisini “Arap ülkelerinin kralı” olarak ilân etti. Öte yandan kendisini, gerçekte tanımı olmayan, Arap ülkeleri kralı ilân eden Şerîf Hüseyin’i İtilâf devletleri ise
Hicaz kralı olarak tanımışlardı. Savaştan sonraki barış görüşmelerinde de durum değişmeyince
büyük bir hayal kırıklığına uğradı ve Hicaz Hâşimî Krallığı ile yetinmek zorunda kaldı. 1924 yılında Türkiye’de hilâfetin ilgasının ardından Şerîf Hüseyin kendisini halife ilân etti. Konferansta
İki devletin yaptığı çetin müzakereler neticesinde Suriye Fransa’ya bırakıldı. Emir Faysal Ocak
1920 ortalarında Suriye’ye döndü ve aynı yılın Mart ayında toplanan Eşraf Kongresi’nde Filistin
ve Lübnan’ı da içine almak suretiyle “Büyük Suriye Kralı” ilân edildi.
TANIMLANAMAYAN ÜLKE: IRAK
Coğrafya, Jeopolitik ve Etnik Yapı
Irak, Arap yarımadasının kuzeydoğusunda yer alır. Kuzeyden Türkiye, doğudan İran, güneydoğudan Basra Körfezi ve Kuveyt, güneyden Suudi Arabistan ve batıdan Ürdün ve Suriye
ile çevrilidir. Modern Irak coğrafyası toplam 438.317kmdır. Denize olan kıyı sınırı 60 km kadar
iken kara sınırı 3500 km. civarındadır ve bunun 350 km’si Türkiye sınırıdır. Irak, coğrafi bakımdan, birbirinden farklı üç yüzey şekillerine sahiptir. Birincisi, Kuzeydoğu Yükseltilerinde, kuzey
ve kuzey doğusunda Alp kıvrım kuşağı içerisinde bulunan ve Güneydoğu Toros dağları ile Zagros dağlarının uzantısı olan yüksek dağlar yer alır. İkincisi ülke topraklarının yaklaşık yarısını
kaplayan ve kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda uzanan ve farklı özellikler gösteren Dicle-Fırat Havzası’dır.
Tarih: Osmanlı Irak’ı
Gerçekte tarihi Irak bugünkü Irak’ın güney kesimidir. Ancak Birinci Dünya Savaşı’ndan
sonra yapılan düzenlemelerde Irak ismi, Osmanlı Devleti’nin Musul, Bağdat ve Basra vilayetlerinden oluşan bölgeye verildi. Birinci Dünya Savaşı sonunda İngiltere tarafından işgal edilmeden önce bu üç vilayetteki şartlar birbirinden oldukça farklıydı. Harbin başlarında üç vilayetin
nüfusu göçebeler hariç yaklaşık 2,5 milyon civarındaydı. Sayım imkânı olmamakla birlikte göçebe nüfus ise yerleşik nüfustan çok az değildi. Bu yüzden üç vilayetin toplam nüfusu 4-4,5
milyon olarak tahmin edilmekteydi. Osmanlı Döneminde de Irak coğrafyasının güneyinde yaşayanların çoğunluğu, kabile reisleri ile Kerbela ve Necef’deki müçtehidlerin liderliğindeki Şiiler
ve yarı göçebe çiftçilerden oluşmaktaydı. Kuzey bölgesinde daha ziyade Kürtler ve Türkler yaşamaktaydı.
İngiliz Mandası ve Sonrası
Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması akabinde Londra’daki en önemli tartışma konularından bir tanesi Irak’ın geleceği idi. Nitekim Osmanlı Devleti henüz savaşa iştirak etmeden önce,
İngilizler kuvvetlerini, Ekim 1914’te Hindistan’dan Bahreyn Adası önlerine getirip fırsat kollamaya başlamışlardı. Altıncı Ordu kumandanı Halil Paşa’nın (Kut) savunduğu Kutulammare’de
gördüğü zorlu mukavemete ve verdiği büyük kayıplarına rağmen bölgede tutunmaya çalışan
İngiltere, 1916 ortalarından itibaren Bağdat’a doğru harekete geçti ve ancak Mart 1917’de
Bağdat’ı işgal edebildi. Irak’ın tümü üzerinde İngiltere’nin Şili İşgali 1917 yılında başlamış ol-
7
Download