HÂRøZMùAHLAR`DA DEVLET TEùKøLÂTI, EKONOMøK VE

advertisement
T.C.
øSTANBUL ÜNøVERSøTESø
SOSYAL BøLøMLER ENSTøTÜSÜ
TARøH ANABøLøM DALI
ORTAÇAö TARøHø BøLøM DALI
DOKTORA TEZø
HÂRøZMùAHLAR’DA DEVLET TEùKøLÂTI,
EKONOMøK VE KÜLTÜREL HAYAT
MERYEM GÜRBÜZ
9825020014
TEZ DANIùMANI
PROF. DR. ABDÜLKERøM ÖZAYDIN
øKøNCø DANIùMAN
DOÇ. DR. YAùAR KOÇAK
øSTANBUL 2005
TEZ ONAY SAYFASI
ii
ÖZ
Hârizmúahlar'da hükümdar mutlak hakim olarak devleti yönetir ve Tanrı’nın
yer yüzündeki gölgesidir. (Zıllullâh-i fi’l-arz). Devlet yönetiminde merkezde
Dîvân-ı Â’lâ, Dîvân-ı ønúâ ve Tu÷râ, Dîvân-ı østifâ-yı Memâlik, Dîvân-ı øúrâf ve
Dîvân-ı Arz bulunur. Sarayda ise hâcib, silâhdâr, emîr-i âlem, taútdâr, câmedâr,
úarabdâr, çaúnigîr, vekîl-i der, emîr-i âhûr ve müstahdemler görev yapar.
Hârizmúahlar ordu teúkilâtına büyük önem vermiúlerdi ve Kanglı-Kıpçak
Türk boyları orduda önemli rol oynuyorlardı. Adliye teúkilâtının baúında kadılkudat
bulunuyordu ve adlî sistemin idaresinden sorumlu idi. Eyalette ise, eyalet dîvânları
vardı. Ayrıca eyaletlerde úehzâde vezirleri, atabegler, valiler, amîdler, úahneler,
reisler, mutasarrıf ve âmîller görev yapıyordu.
Hârizmúâhlar, hakim oldukları co÷rafya itibariyle hem ürettikleri malları
ihraç ediyor hem de transit ticaretin avantajlarından faydalanıyorlardı. Ayrıca
vergiler ve ganimetler de devletin gelir kaynakları arasında yer alıyordu.
Hârizmúâhlar kültürel hayatın geliúmesi için gerekli ortamı sa÷lamıútı. Bu
dönemde önemli âlimler, úair ve edipler yetiúmiútir. Hârizmúâhlar’ın imar
faaliyetlerine önem verdiklerini de biliyoruz. Ancak Mo÷ol istilası nedeniyle
günümüze çok az eser ulaúabilmiútir.
ABSTRACT
The emperor in Khwarazmshahs rulers the state as an absolute ruler and he
is the living shadow of the God on earth (Zillullâh-i fi’l-arz). Dîvân-ı A’lâ, Dîvân-ı
ønúâ ve Tu÷râ, Dîvân-ı østîfâ-yı Memâlik, Dîvân-ı øúrâf and Dîvân-ı Arz stay at the
central of the state administration.
Hâcib, silahdâr, emîr-i âlem, taútdâr, câmedâr, úarabdâr, çaúnigîr, vekîl-i der,
emîr-i âhûr and müsdahdems work at the palace.
Khwarazmshahs gave big importance to the military organization and
Turkish tribes of Kanglı-Kıpçak acted a great role in the army. The chair of the
administration of justice was kadılkudat and he was responsible of the
administration of the jurisdiction. There were state councils at the states.
Furthermore, the vizier of prince, atabegs, mayors, âmids, chiefs, mutasarrıf and
âmils worked at the states.
Because of their ruling geography, Khwarazmshahs both imported the
produced goods and toot advantages of the transit commerce. However, the taxes
and spoils of war were of the income sources of the state.
Khwarazmshahs established a suitable environment for a developed cultural
life. Significant scholars, poets and autors lived at this area. We also know that
Khwarazmshahs gave importance to the building activites. However, because of the
Mongolian invade, few works remained up to today.
iii
ÖNSÖZ
Hârizmúahlar’da Devlet Teúkilâtı, Ekonomik ve Kültürel Hayat baúlıklı bu
tezin amacı öncelikle bu Türk devletinin hâkimiyet anlayıúını ve teúkilât yapısını
ortaya koymak, ekonomik ve kültürel hayatını tespit etmektir. Devletlerin idarî
teúkilâtları ekonomik ve kültürel hayatlarıyla yakından ilgilidir. Bu nedenle biz de
Hârizmúahlar Devleti’nin ekonomisini ve kültürel özelliklerini de ana hatlarıyla
de÷erlendirmeye çalıútık. Tezimizi hazırlarken birinci elden kaynaklara istinad ettik
ve belgeleri esas aldık. Belgelerden edindi÷imiz bilgileri, kaynaklar ile örneklendirmeye gayret ettik. Konumuz için önemli olan belgeleri metin içinde de÷erlendirmeyi
uygun bulduk. Bu belgelerin bazılarını da Ekler bölümünde gösterdik. Tesbit
etti÷imiz bilgileri Hârizmúahlar ile ça÷daú ve iliúkide bulunmuú devletlerle
karúılaútırmaya çalıútık. Yeri geldikçe de Hârizmúahlar’ın devraldı÷ı mirasa atıf
yaptık.
Tezimiz üç bölümden oluúmaktadır. I. Bölümde, Hârizmúahlar’da devlet
teúkilâtı, devletin yapısı ve karakteri, hâkimiyet anlayıúı, tahta veraset usûlü,
hükümdarın vasıfları, hükümdarlık alâmetleri, dîvân teúkilâtı, saray teúkilâtı, ordu
teúkilâtı, eyalet ve adliye teúkilâtı üzerinde durulmuútur. II. Bölümde devletin
ekonomik yapısı, tarım, ticaret, vergi, devletin giderleri vb. gibi konular ele
alınmıútır. III. Bölümde ise Hârizmúahlar’da kültürel hayat, toplumun sosyal yapısı
ve karakteri, bilim ve sanat hayatı ve imâr faaliyetleri incelenmiútir.
Çalıúmam boyunca karúılaútı÷ım güçlükleri aúmamı sa÷layan, ilgi ve
yardımlarını eksik etmeyen danıúman hocam Prof. Dr. Abdülkerim Özaydın’a
úükranlarımı arz ederim. Her zaman yol gösteren ve beni destekleyen hocam Prof.
Dr. Iúın Demirkent’e, Prof. Dr. Erdo÷an Merçil’e, Ortaça÷ Tarihi Anabilim Dalı
ö÷retim elemanlarına, Doç. Dr. Yaúar Koçak ve Dr. Casim Avcı’ya teúekkür ederim.
Ayrıca Prof. Dr. Hüseyin Özde÷er ve Doç. Dr. Mehtap Özde÷er’e, Nemir
Enver, Attila Bozkurt ve Ali Saray’a, Türkiye Diyanet Vakfı øslâm Araútırmaları
Kütüphânesi idareci ve çalıúanlarına, Ekler bölümünü hazırlamada büyük
yardımlarını gördü÷üm O÷uz Kallek’e çok teúekkür ederim.
Her zaman beni destekleyen aileme, bu zor ve yorucu dönemde sonsuz
sevgileriyle hep yanımda olan eúim Hasan Gürbüz ve o÷lum Kutalmıú Bilge’ye
minnettarım.
iv
øÇøNDEKøLER
TEZ ONAY SAYFASI ...................................................................................... øø
ÖZ..................................................................................................................... øøø
ABSTRACT ..................................................................................................... øøø
ÖNSÖZ............................................................................................................. øV
øÇøNDEKøLER ................................................................................................. V
KISALTMALAR ........................................................................................... Vøøø
KAYNAKLAR ................................................................................................. øX
GøRøù .................................................................................................................1
I. BÖLÜM
HÂRøZMùAHLÂR’DA DEVLET TEùKøLÂTI.................................................13
A. DEVLETøN YAPISI VE KARAKTERø ....................................................13
B. HÂKøMøYET ANLAYIùI .........................................................................18
C. TAHTA VERÂSET USÛLÜ .....................................................................22
D.HÜKÜMDAR ............................................................................................27
1.HÜKÜMDARIN ÖZELLøKLERø ...........................................................27
2.HÜKÜMDARIN GÖREV VE YETKøLERø............................................30
3.HÜKÜMDARLIK ALÂMETLERø .........................................................35
a. Unvân ve Lâkaplar..............................................................................35
b.Hutbe...................................................................................................42
c.Sikke ...................................................................................................48
d.Saray Ve Ota÷ .....................................................................................49
e.Taht ve Tâc..........................................................................................51
f. Bayrak ve Sancak................................................................................55
g. Nevbet................................................................................................57
h. Çetr ....................................................................................................59
i.Tırâz.....................................................................................................61
j.Tevkî’, Tu÷râ ve Alâmet.......................................................................62
k. GƗúiye ................................................................................................64
l. Kılıç ve Yüzük ....................................................................................65
E. DÎVÂN TEùKÎLÂTI .................................................................................66
1. Dîvân-ı A’lâ ...........................................................................................66
2. Dîvân-ı Hâss...........................................................................................78
3. Dîvân-ı ønúâ............................................................................................79
4. Dîvân-ı østîfâ-yı Memâlik .......................................................................86
5. Dîvân-ı øúrâf-ı Memâlik..........................................................................89
6. Dîvân-ı Arz ............................................................................................90
F. SARAY TEùKøLÂTI.................................................................................94
1. HÂRÎZMùÂHLAR’DA SARAY VE SARAY ÂDETLERø....................94
2. SARAY GÖREVLøLERø .....................................................................102
a. Hâcib ................................................................................................102
b. Vekîl-i Der .......................................................................................104
c. Üstâdüddâr .......................................................................................105
d. Silahdâr ............................................................................................105
e. Emîr-i Âhûr ......................................................................................106
v
f. Emîr-i Alem ......................................................................................107
g. Çetrdâr .............................................................................................107
h. Taútdâr .............................................................................................108
i. Emîr-i ùikâr.......................................................................................108
j. Câmedâr............................................................................................109
k. Kıssadâr ...........................................................................................109
l. Devâtdâr............................................................................................109
m. Çaúnigîr...........................................................................................109
n. ùarâbdâr ...........................................................................................110
o. Tabîp ................................................................................................110
p. Müneccim ........................................................................................111
r. Mihter-i mihterân ..............................................................................112
s. Nedîm veya Havâss...........................................................................112
t. Müstahdemler....................................................................................113
G. ORDU TEùKøLÂTI ................................................................................114
1.ORDUNUN YAPISI VE KARAKTERø ................................................114
a. Hâssa Ordusu....................................................................................124
b. Hârizmúâhlar Ordusunda Kanglı-Kıpçaklar.......................................127
c. Hanedan Mensupları ve Devlet Adamlarının Emrindeki Kuvvetler ...134
d. Tâbî Hükümdarların Kuvvetleri ........................................................137
e. Türkmenler .......................................................................................138
f. Haúer.................................................................................................139
g. Ordu Mevcudu..................................................................................140
2. ASKERÎ HEYERARùø ........................................................................143
a. Rütbeler............................................................................................143
(1) Emîr-i Emîrân .............................................................................144
(2) Han .............................................................................................145
(3) Melik ..........................................................................................146
(4) Emîr............................................................................................147
(5) Pehlivân ......................................................................................148
(6) Çavuú..........................................................................................149
3.TEÇHøZAT ...........................................................................................150
a. Silahlar .............................................................................................150
(1) Ok ve Yay...................................................................................150
(2) Kılıç............................................................................................151
(3) Mızrak ........................................................................................152
(4) Gürz (Topuz) ..............................................................................153
(5) Hançer, bıçak ..............................................................................153
(6) Mi÷fer, Kalkan, Zırh ...................................................................153
(7) Mancınık.....................................................................................155
(8) Arrâde.........................................................................................156
(9) Çarh ............................................................................................157
(10) Koçbaúı .....................................................................................157
(11) Merdiven...................................................................................157
(12) Ateúli Silahlar ...........................................................................158
b. Hayvanlar .........................................................................................158
(1) At................................................................................................158
vi
(2) Fil ...............................................................................................159
(3) Deve ...........................................................................................160
c. Ordunun Di÷er Teçhizatı ..................................................................161
4. TAARRUZ VE SAVUNMA ................................................................162
a. Taarruz: Hazırlıklar, Ordu Düzeni Ve Uygulanan Taktikler ..............162
b. Savunma Tedbirleri ..........................................................................168
H. EYALET TEùKøLÂTI ............................................................................169
1. øktâ Sistemi ..........................................................................................171
2. Eyalet Dîvânları ...................................................................................176
3. Vali ......................................................................................................178
4. Eyalet Vezîri ........................................................................................181
5. ùehzâde Vezîri .....................................................................................182
6. Atabeg..................................................................................................183
7. Reis ......................................................................................................184
8. ùahne (ùıhne) .......................................................................................186
9. Âmil.....................................................................................................188
10. Mutasarrıf...........................................................................................191
11. Amîd ..................................................................................................192
12. Muhtesib ............................................................................................193
ø. ADLøYE TEùKøLÂTI ..............................................................................193
1. KƗdılkudât ve Kadılar...........................................................................193
2. Ordu Kadısı..........................................................................................199
II. BÖLÜM
HÂRøZMùÂHLAR’DA EKONOMøK HAYAT ...............................................201
A. DEVLETøN EKONOMøK YAPISI VE KARAKTERø ............................205
1. Tarım ve Hayvancılık ...........................................................................205
2.Ticaret...................................................................................................207
3. Vergiler ................................................................................................213
4. Ganimetler ...........................................................................................215
5. Ödemeler..............................................................................................217
III. BÖLÜM
HÂRøZMùÂHLAR’DA KÜLTÜREL HAYAT................................................219
A. TOPLUMUN YAPISI VE KARAKTERø................................................219
B. øLøM VE SANAT HAYATI ....................................................................231
C. HÂRøZM TÜRKÇESø .............................................................................241
D. øMÂR FAALøYETLERø .........................................................................245
SONUÇ...........................................................................................................249
BøBLøYOGRAFYA .......................................................................................251
EKLER...........................................................................................................263
ÖZGEÇMøù ...................................................................................................266
vii
KISALTMALAR
age.
agm.
agmd.
AÜDTCFD.
b.
bkz.
C.
Çev.
DøA.
Ed.
E.I.
Haz.
hú.
ø.A.
ø.Ü.
Ktp.
mlf.
M.Ü.
Nr.
Núr.
öl.
s.
sa.
ú.
TD.
trc.
ty.
vd.
vdd.
Vol.
vr.
yy.
ZDMG.
: Adı geçen eser.
: Adı geçen makale.
: Adı geçen madde.
: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Co÷rafya Fakültesi Dergisi.
: øbn.
: Bakınız.
: Cilt.
: Çeviren.
: Türkiye Diyanet Vakfı øslâm Ansiklopedisi.
: Editör.
: Encyclopaedia of Islam (New Edition).
: Hazırlayan.
: Hicrî-ùemsî.
: øslam Ansiklopedisi.
: østanbul Üniversitesi.
: Kütüphanesi.
: Müellif.
: Marmara Üniversitesi.
: Numara.
: Neúreden
: Ölümü.
: Sayfa
: Sayı.
: ùemsî.
: østanbul Üniversitesi Tarih Dergisi.
: Tercüme eden.
: Yayım tarihi yok.
: Ve devamı.
: Ve devamının devamı.
: Volume.
: Varak.
: Yayım yeri yok.
: Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft
viii
KAYNAKLAR
Hârizmúâhlar devlet teúkilâtı, ekonomik ve kültürel hayatı hakkında bilgi
edindi÷imiz kaynakları úu baúlıklar altında gruplandırabiliriz:
A. MÜNùEÂT MECMÛALARI
B. VEKAYøNÂMELER
C. SEYAHATNÂMELER
D. EDEBÎ KAYNAKLAR
E. MESKÛKÂT, KøTÂBELER VE MøMARÎ ESERLER
A. MÜNùEÂT MECMÛALARI
Çalıúmamızın temel kaynakları arasında münúeât mecmûalarının çok önemli
bir yeri vardır. Özellikle Reúîdüddin Vatvât ile Bahâeddin el-Ba÷dadî’nin
kaleminden çıkan münúeât mecmûalarını tezimizin bütün bölümlerini hazırlarken
kaynak olarak kullandık.
Reúidüddin Vatvât hem Hârizmúâhlar Devleti’nin kuruluú dönemine úahit
olması ve Hârizmúâh Alâeddin Tekiú’in saltanatının baúlangıcına kadar devlet
hizmetinde bulunması bakımından hem de zengin edebî ürünleri ve dikkat çekici
kiúili÷iyle çalıúmamız için gerekli malzeme temininde ayrıcalıklı bir yere sahiptir.
Tam adı Reúidüddin Muhammed b. Muhammed b. Abdülcelîl b. Abdülmelik
b. Muhammed el-Belhî’dir.1 Daha çok lâkabı olan “Vatvât” ile veya “Reúîdüddin
Vatvât” diye anılmaktadır.2 Do÷um tarihini kesin olarak bilmiyoruz ancak 481-487
1
M. N. ùahino÷lu, “Vatvât”, ø.A., C:XIII., s.235. Arâisü’l-havâtır ve nefâisü’n-nevâdir’de,
Muhammed b. Abdülcelîl el-Ömerî úeklinde kaydediliyor, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, No:4015,
vr.1a
2
Muhammed Avfî, Lübâbü’l-elbâb, C:I, s.80. Núr: E.G. Browne Persian Historical Texts, Vol., IV,
London-Leide 1906 Önsöz ve notlar: Mirza Muhammed Kazvînî, C:II, Núr: E.G. Browne, Persian
Historical Texts, Vol.II, London-Leide 1903.
ix
(1088-1094) yılları arasında Belh’te do÷du÷u kabul edilmektedir. 573 (1177-8) veya
578 (1182) yılında Hârizm’de ölmüú ve Gürgenç’te defnedilmiútir.3
Reúîdüddin Vatvât, Belh’te e÷itim görmüú ve daha sonra Hârizm’e gelerek
devrin önemli âlimleri ile bir arada bulunmuútur. Örne÷in, Hârizm’de Cârullah ezZemahúerî (öl.539/1144) ile dil ve edebiyat sahalarında fikir tartıúmalarına girdi÷i
bilinmektedir.4
Hârizmúâhlar Devleti’nin kuruluú devrinin úahidi olan Vatvât, Hârizmúâh
Alâeddin Tekiú’in cülûsuna (Ocak 1173) çok yaúlı olmasına ra÷men katılarak
hükümdarı kutlamak için bir úiirini okumuútu.5 Onun Hârizmúâh Atsız’ın hizmetine
giriú tarihi, Atsız’ın Hârizmúâhlı÷ından önceye dayanıyor olmalıdır. Çünkü o,
Karahanlılar’dan Cend valisi Kemâleddin ile daha önceden dost oldu÷u gerekçesiyle
Cüveynî’ye göre Hârizmúâh’ın hizmetinden uzaklaútırıldı÷ında hükümdara yazdı÷ı
sitem dolu bir úiirde “otuz yıldır hizmetinde” oldu÷unu vurguluyordu.6 Bu tarih
1152 oldu÷una göre otuz yıl öncesi 1122 civarında Reúidüddin, Atsız’ın çevresinde
bulunuyor olmalıdır.
1128 yılında Hârizmúâh olan Atsız’ın katında itibarı yüksek olan Reúidüddin
Vatvât her ne kadar bir ara gözden düúmüú ise de bu durum çok uzun sürmemiúti. O,
Hârizmúâh Atsız ve o÷lu øl-Arslan devrinde Dîvân-ı ønúâ’nın baúında bulunuyordu.
Hârizmúâh Tekiú’in tahta çıktı÷ı tarihten sonraki hayatı hakkında fazla bilgimiz
yoktur. Ancak o, bu tarihte iyice yaúlanmıútı.7
Reúidüddin Vatvât’ın kaleminden çıkan münúeât mecmûalarından tezimizde
kullandıklarımız úunlardır:
1. Ebkârü’l-efkâr fi’r-resâil ve’l-eú‘âr
Do÷um ve ölüm tarihleri hakkında farklı bilgiler için bkz., ùahino÷lu, agmd., s.,236-237; Ahmed
Ateú, “Raúid al-Din Vatvât’ın Eserlerinin Bâzı Yazma Nüshaları”, T.D., C:X, sa.14, østanbul 1959,
s.1.
4
ùahino÷lu, agmd., s.236.
5
Alâeddin Atâ Melik Cüveynî, Tarih-i Cihangüúa, Çev: Mürsel Öztürk, Ankara 1998, s.259.
6
Cüveynî, age., s.255; ùahino÷lu, agmd., s.236.
7
Reúidüddin Vatvât için bkz., Devletúah, Devletúah Tezkiresi, Çev: Necati Lugal, østanbul 1977,
C:I., s.135; Kasım Toyserkânî, Nâmehâ-yı Reúidüddin Vatvât, Tahran 1338, Mukaddime, s.3-74;
Reúidüddin Vatvât, Hadâiku’s-sihr fi dekâyikı’ú-úi‘r, Núr: Abbas økbal, 1342, Mukaddime, s.Ώ- Ν ;
E.G. Browne, A Literary History of Persia, Cambridge 1956, C:I, s.80 vd., C:II, s.299.
3
x
Reúîdüddin Vatvât’ın, Hârizmúâh Atsız adına topladı÷ı bir mecmûadır.
Vatvât mecmûayı toplama nedenlerini anlatırken, yazı ve úiirlerinin önemli úahıslar
tarafından ısrarla istendi÷ini, onların bu isteklerini duymazdan gelmenin mümkün
olamayaca÷ını ve arzu eden herkese de yazı ve úiirlerini yetiútirmesinin imkansız
oldu÷unu kaydederek bunları bir araya getirdi÷ini bildirmektedir.8
Ebkârü’l-efkâr, dört kısım üzerine düzenlenmiútir. Buna göre birinci
kısımda on tane Arapça mektup (varak 2b-17a), ikinci kısımda on tane Arapça
kaside ve birkaç kıt’a (varak 17a-31b), üçüncü kısımda on tane Farsça mektup ve
dördüncü kısımda on tane Farsça kaside, altı tane Farsça gazel ve birkaç kıt’a
mevcuttur (varak 46a-66a).9
Ebkârü’l-efkâr’ın tam ve iyi bir nüshası ø.Ü. Kütüphânesi yazmaları
arasındadır.10 Biz de çalıúmamızda bu nüshayı kullandık. Bu, ilim âlemince tanınmıú
ilk nüshadır ve Ahmed Ateú tarafından tespit edilmiútir.11
Ebkârü’l-efkâr’da bulunan Arapça mektupların bir kısmı ‘Arâisü’lhavâtır’da da vardır.12 Ayrıca Hârizmúâh Atsız ve Hârizmúâh øl-Arslan dönemlerine
ait olan ve Reúîdüddin Vatvât’ın kaleminden çıkan, Halifelik makamına gönderilen
Arapça mektuplar Horst tarafından özetlenerek Almanca’ya tercüme edilmiú ve
incelenmiútir.13 Biz bu mektupları çalıúmamızın birçok yerinde kullandık. Örne÷in,
“Dîvân-ı ønúâ” baúlı÷ında buradan çıkan inúâ örneklerini gerek tarz gerekse içerik
olarak incelerken Halifelik makamına gönderilenleri de ele aldık. Ayrıca bu
mektuplar hükümdarın görevlerinden, halifelik makamınca tanınmanın ifade etti÷i
Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, ø.Ü. Kütüphânesi,Nr: F 424, vr.2b; Toyserkânî, age., økinci
Bölüm, s.68-69.
9
Ateú, agm., s.5; Toyserkânî, age., s.68-69
10
ø.Ü. Kütüphanesi Nr:F 424.
11
Ateú, agm., s.5. Ebkârü’l-efkâr’ın Ahmed III., Nr:2327/2.’de kayıtlı bir nüshası ile Nuruosmaniye
Nr:4312/3’te mevcut yalnızca Arapça mektup ve kasideleri içeren bir nüshası daha vardır. Bkz. Ateú,
agm., s.5-6. Ebkârü’l-efkâr’ın yeni bir nüshasının kendisinde bulundu÷unu bildiren Zehra Bilgegil
ne yazık ki bu nüsha hakkında fazla bilgi vermeden tanıttı÷ı için bulunuú hikâyesini bilmiyoruz. Bu
tanıtımda yalnızca, en iyi halde bulunan üniversite nüshasından daha mükemmel oldu÷u belirtilmiútir.
Makalede bildirilen nüshanın içeri÷i üniversite nüshası gibidir. Zehra Bilgegil, “Raúid Al-Din
Vatvât’ın Abkâr Al-Afkâr Fi’r-Resâil Va’l-Aú’âr øsimli Eserinin Yeni Bir Nüshası”, Belleten,
C:LVII, sa.220, Aralık 1993, Ankara 1994, s.745-750.
12
Ahmed Ateú bunlar için bir cetvel hazırlamıútır. Bkz. Ateú, agm., s.5.
13
Heribert Horst, “Arabische Briefe der Horazmsahs an den Kalifenhof aus der Feder des Rasid adDin Watwat”, Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft, C:CXVI (1966), s.2443.
8
xi
anlama, gazâ ve ganimetler ile edebî özelliklerine kadar çok geniú bir alanda bize
ıúık tutmaktadır.
Ebkârü’l-efkâr’ın üçüncü kısmında bulunan Farsça mektuplar konumuz
açısından son derece önemlidir.
14
Fetihnâmesi”dir.
Bu kısmın ilk belgesi meúhur “Cend
Biz bu belgeyi, “fetihnâme” türüne örnek olarak inceledi÷imiz
gibi içeri÷inde mevcut bilgilerden de makam adlarını tespit etmek, bölgeye verilen
askerî ve ticarî önemi ispatlamak gibi birçok noktada faydalandık. Fetihnâmeyi hem
tür olarak konumuza uygunlu÷u hem de Cend bölgesinin Hârizmúâhlar için taúıdı÷ı
önemle do÷ru orantılı olarak hükümdarların bu yönde geliútirdikleri politikalarını
açıkladı÷ı için Ekler bölümüne almayı uygun bulduk.
Ayrıca Ebkârü’l-efkâr’ın gene bu bölümünde bulunan “Kazâ” (kadılı÷a
tayin) ve “østîfâ” (müstevfîli÷e tayin) menúûrları bizim için çok kıymetlidir. Bu
menúûrlardan eyalet teúkilâtını incelerken de faydalandık. Ebkârü’l-efkâr,
Hârizmúâh Atsız’ın unvan ve lâkaplarını tespit etmemize de yardımcı olmuútur.
Mecmûada ayrıca Reúidüddin Vatvât’ın kaleminden çıkmıú ihvâniyyata
(úahsi mektuplar) dair örnekler de vardır. Mecmuanın Farsça mektupları Toyserkânî
tarafından yayınlanmıútır.15 Ebkârü’l-efkâr fi’r-resâil ve’l-eú‘ar adlı bu mecmûayı
tezimizde “Ebkârü’l-efkâr” úeklinde kısaltarak kullandık.
2. ‘Arâisü’l-havâtır ve nefâisü’n-nevâdir
Reúidüddin Vatvât’ın Arapça ve Farsça mektuplarından oluúan bu mecmûa
Hârizmúâhlar tarihi için çok kıymetli bir kaynaktır. Hükümdarların birbirlerine
yazdıkları mektupları ihtiva etti÷i gibi teúkilâta dair belgeleri de içermektedir.
Reúidüddin Vatvât bu mecmûayı “Sadr-ı Hârizm ve Horasan” diye andı÷ı
ùemseddin Muhammed b. Ali için toplamıútır.16 østanbul kütüphânelerinde mevcut
nüshalarında mektup sayıları birbirinden farklıdır. Ayasofya Nr: 4138’de kayıtlı
nüshada on tane Arapça ve on tane Farsça mektup varken Fatih Kütüphânesi Nr:
4074’te yirmi beú Arapça, yirmi beú Farsça mektup bulunmaktadır. Ayasofya
Reúîdüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, ø.Ü. Kütüphânesi, Nr: F 424, vr.31b-34a, “Fetihnâme-i Cend”.
Toyserkânî, age., økinci Bölüm, s.68-96.
16
Reúîdüddin Vatvât, ‘Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4015, vr.1a; Ayasofya Nr:4138’de isim
yoktur, bkz., vr.,1a; Ateú, agm., s.6.
14
15
xii
Nr:4015’te bulunan nüshada ise mektup sayısı birinci kısımda yirmi beú, ikinci
kısımda yirmi üçtür.
Bu mecmûanın bir önemi de Leningrad Münúeât Mecmûası’nda bulunan
Hârizmúâhlar’a ait belgelerin ço÷unu ihtiva ediyor olmasından kaynaklanmaktadır.
Köymen bunları ortaya koymuútur.17
Biz çalıúmamızda bu mecmûanın Ayasofya Nr:4138 ve Ayasofya Nr:4015’te
kayıtlı nüshalarını kullandık. Toyserkânî Farsça mektupları neúretmiútir. Biz bunları
da karúılaútırarak kullanmaya gayret ettik. Ayrıca Toyserkânî, kendisinde bulunan
bir nüshayı da eserinde kullanmıútır. Biz bu nüshayı görmedi÷imiz için
çalıúmamızda, Toyserkânî’ye atfen bu nüshadan faydalandık.18
‘Arâisü’l-havâtır, içerdi÷i belgeler bakımından en çok kullandı÷ımız
münúeât mecmûası olmuútur. Mecmuâdaki Arapça mektuplar arasında Halifelik
makamına
gönderilenler
de
vardır.
Farsça
olanlar
ise
devlet teúkilatını
inceleyebilmek için çok kıymetlidir. Örne÷in bizim de kullandı÷ımız “kadılkudât”,
“istifâ” “âmil” gibi makamlara dair örnekler bu görevlerin yetki ve sorumluluklarını
tespit edebilmemize yardımcı olmuútur. Ayrıca Hârizmúâh Atsız tarafından Sultan
Sencer’e gönderilen mektuplar da bu mecmûada bulunmaktadır ki, siyasî tarih
çalıúmaları için taúıdı÷ı önemin yanı sıra üslûp olarak da devrin yazıúma usûllerini
göstermesi bakımından son derece de÷erlidir. Biz bu mecmûadan kullandı÷ımız
örneklerin bir kısmını Ekler bölümünde gösterdik. Metinde bu mecmûayı
“Arâisü’l-havâtir” úeklinde kısaltarak kullandık.
3. ‘Umdetü’l-büleƥâ’ ve ‘uddetü’l-füsahâ’
Reúîdüddin Vatvât bu münúeât mecmûasını Hârizmúâh Alâeddin Tekiú için
topladı÷ını
mecmûanın baúında kaydederek, üç kısım üzerine hazırladı÷ını
bildirmektedir.19 Biz Bu mecmûanın Süleymaniye Kütüphânesi, Esad Efendi
17
M. Altay Köymen, “Selçuklu Devri Kaynaklarına Dair Araútırmalar I.: Büyük Selçuklu
ømparatorlu÷u Devrine Ait Münúeât Mecmûaları Atebetü’l-Ketebe’nin Neúri Münasebetiyle”,
AÜDTCFD., C:VIII, sa.4’ten ayrı basım, s.556-612.
18
Toyserkânî, age., Birinci Bölüm, s.1-66, kendisinde mevcut nüsha için bkz., Üçüncü Bölüm, s.98144.
19
Reúîdüddin Vatvât, ‘Umdetü’l-büleƥâ’ ve ‘uddetü’l-füsahâ’, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi,
Nr:3302; vr.,1a-1b.
xiii
Nr:3302’de kayıtlı nüshasını kullandık. Ayrıca Ayasofya Nr:4150’de bir nüshası
daha vardır. ‘Umdetü’l-büleƥâ’nın giriúinde Arapça ve Farsça mektup ve
kasidelerden oluútu÷u bildiriliyorsa da kütüphânelerimizde mevcut nüshalarda
yalnızca Arapça mektup ve kasideler vardır.20
Mecmûanın baúında Hârizmúâh Alâeddin Tekiú’in unvân ve lâkapları
sayılmaktadır. Biz bunları çalıúmamızda kullandık. Mecmûada bulunan mektupların
ço÷u Vatvât’a ait di÷er mecmualarda da vardır. Bu mecmûanın bir önemi de
Reúîdüddin Vatvât’ın Hârizmúâhlar için yazdı÷ı birçok kasideyi ihtiva ediyor
olmasından ileri gelmektedir. Bunlar arasında Hârizmúâh Alâeddin Tekiú’in
cülûsunda onu kutlamak için Vatvât’ın söyledi÷i kaside de vardır.21 Ayrıca
Hârizmúâh Atsız ve Hârizmúâh øl-Arslan’ın methi için söylenmiú birçok kaside de
mevcuttur.22 Mecmûayı, “Umdetü’l-büleƥâ” úeklinde kısaltarak kullandık.
4. Münúeât-ı Reúidüddin Vatvât
Reúidüddin Vatvât’ın mektuplarından oluúan bu mecmûanın Nuruosmaniye
Nr: 4294’te kayıtlı bir nüshası vardır. Mecmûadaki mektupların hemen hepsi
‘Umdetü’l-büleƥâ’ ve Ebkârü’l-efkâr’da da bulundu÷u için biz bu mecmûayı daha
az kullandık.23
Reúîdüddin Vatvât’a ait bu dört münúeât mecmûası sayesinde Hârizmúâhlar
Devleti’nin kuruluú dönemini inceleyebilme imkânına sahip olduk. Sultan Alâeddin
Tekiú devrine ait çok kıymetli bir münúeât mecmûası olan et-Tevessül ile’t-teressül
sayesinde de kesintiye u÷ramadan bilgi sahibi olmaya devam edebildik. Ayrıca bu
sayede inceledi÷imiz birçok hususun baúlangıçtan itibaren mi devlette var oldu÷unu
yoksa sonradan mı ortaya çıktı÷ını anlayabildik.
5. et-Tevessül ile’t-teressül
Sultan Alâeddin Tekiú Han’ın ønúâ Dîvânı’nın baúında bulunan Bahâeddin
Muhammed b. Müeyyed el-Ba÷dâdî’ye ait bir münúeât mecmûasıdır. Mecmûa
20
Ateú, agm., s.23.
Reúîdüddin Vatvât, ‘Umdetü’l-büleƥâ’, Esad Ef., vr. 27a-27b.
22
Reúidüddin Vatvât, ‘Umdetü’l-büleƥâ’, Esad Ef., vr. 27a-45b.
23
Ahmed Ateú tarafından hazırlanan bir cetvelde ortak mektuplar gösterilmiútir. Ateú, agm., s.20.
21
xiv
neúredilmiútir.24 Bahâeddin Muhammed, üslûbu çok be÷enilen bir münúî idi ve
ısrarlar üzerine bu mecmûayı hazırlamıútı.25
Ba÷dâdî’nin münúeât mecmuası bir mukaddime, iki mukaddime benzeri fasıl
ve üç kısımdan oluúmaktadır. Mukaddime Allah ve Peygambere övgü ve Sultana
methiyeyi içerir. Mukaddime mahiyetindeki ikinci fasılda az ve öz olarak Farsça
inúâ ve çeúitli münúîlerin üslûbu örneklerle anlatılmıútır.
Mecmûa esas itibarıyla üç kısımdan oluúmaktadır. Birinci kısımda fermanlar,
dîvânî menúûrlar, anlaúmalar ve fetihnâmeler mevcuttur.26 økinci kısım çevredeki
hükümdarlara yazılan mektupları içermektedir. Bu kısım siyasî tarih çalıúmaları için
çok de÷erlidir. Üçüncü kısım ise, ihvâniyyat ve rik’alardan ibarettir. Bu kısmın
sonunda birkaç tane inúâ örne÷i verilmiútir. Mecmûa yazarın kendi arzuhali ve
kitabın tavsifine dair Farsça bir kasîde ile son bulmaktadır.27
Biz çalıúmamızın birçok yerinde Ba÷dadî’nin mecmûasından faydalandık.
Ba÷dâdî’de yer alan mimarlı÷a dair menúûr Hârizmúâhlar dönemine ait bu konudaki
tek belgedir.28 Bu önemli belge mecmûanın çalıúmamız için ne derece kıymetli
oldu÷unu ortaya koymaktadır. Ancak eserin önemi sadece bu kadarla sınırlı de÷ildir.
Eserde Sultan Alâeddin Tekiú’in o÷lu Nâsırüddin Melikúâh’ı (öl.594/1197)
Cend’e29, di÷er o÷lu Taceddin Aliúâh’ı (öl.612/1215) Barçınlıgkend’e30 ve øzzeddin
Toganúâh’ı Nesâ’ya 31 tayinine dair menúûrlar yer almaktadır ki biz iktâ konusundan
eyalet teúkilâtındaki birçok noktaya kadar bu belgelerin içeri÷inden faydalandık.
Ayrıca iktâ sahibinin hizmetlerinden memnun kalınması sonucu ödül olarak iktâının
artırıldı÷ını gösteren bir belge de gene bu mecmûada yer almaktadır.32 Buhara’nın
fethi üzerine hazırlanan fetihnâme de bu mecmûadaki önemli belgeler arasındadır.33
24
Bahâeddin Muhammed b. Müeyyed el-Ba÷dâdî, et-Tevessül ile’t-teressül, Núr: Ahmed
Behmenyar, Tahran 1315.
25
Ba÷dâdî, age., s.Ρ.
26
Ba÷dâdî, age., s.ρ.
27
Ba÷dâdî, age., aynı yer.
28
Ba÷dâdî, age., s.110-114.
29
Ba÷dâdî, age., s.13-29.
30
Ba÷dâdî, age., s.38-43.
31
Ba÷dâdî, age., s.30-38.
32
Ba÷dâdî, age., s.110-119.
33
Ba÷dâdî, age., s.125-131.
xv
Bu eserde yer alan ve çok kıymetli olan bir di÷er belge ise vezirin maaúına
dair bilgiler veren fermandır.34 Belgenin kıymeti, bu konuda baúka yerlerde fazla
bilgi bulunamamasından ileri gelmektedir.
Biz, Bahâeddin el-Ba÷dâdî’nin mecmûasındaki belgelerden çalıúmamızın
bütün bölümlerinde istifade ettik. Ve gördük ki, bu eserdeki belgeler sadece devlet
yapısına dair bilgiler vermekle kalmayıp aslında o dönemin devlet felsefesini de
açıkça göstermektedir. Metinde eseri “et-Tevessül” úeklinde gösterdik.
6. Leningrad Münúeât Mecmûası
Tek nüshası Leningrad’da bulunan bu mecmûa çeúitli münúîlere ait türlü
belgeleri ihtiva etmektedir. Baron Rosen tarafından tavsif edilmiútir. Mehmet Altay
Köymen de mecmûadaki vesikaları tanıtarak ‘Atebetü’l-ketebe ve
Reúidüddin
Vatvât’ın mecmûalarıyla karúılaútırmıútır.35 Bu mecmûa, Ahkâm-ı Selâtîn-ı Mâzî
adıyla da bilinmektedir.
Mecmûada
yer
alan
ve
Reúidüddin
Vatvât’ın
kaleminden
çıkan
Hârizmúâhlar’a ait belgelerin bir ço÷u ‘Arâisü’l-havâtır’da da mevcuttur. Köymen
tarafından bunların hepsi incelenmiú ve bir cetvel halinde gösterilmiútir.36 Biz
Leningrad Münúeât Mecmûasını görmedik. Do÷rudan ‘Arâisü’l-havâtır’ı
kullandık. Bir örnek olarak belirtmeliyiz ki; Leningrad Münúeât Mecmûasında
bulunan ve Reúidüddin’in kaleminden çıkan Köymen tarafından 17-21, 36-58
numaraları arasında gösterilen mektuplar ve hatta 59-61 arasında mevcut olan
rik’alar Arâisü’l-Havâtır’da da yer almaktadır.37
Ayrıca Horst tarafından da kullanılan Leningrad Münúeât Mecmûası’ndaki
belgeler yazar tarafından kitabının ekler bölümünde Almanca tercümeleri ile
gösterilmiútir.38 Biz buradan da faydalandık.
7. ‘Atebetü’l-ketebe
34
Ba÷dâdî, age., s.75-78.
Köymen, agm.
36
Köymen, agm., s.556-612
37
Köymen, agm., s.570.
38
Heribert Horst, Die Staatsverwaltung Der Grossel÷uqen Und Horazmsahs (1038-1231),
Wiasbaden 1964, Belgeler, A1, s.99; B1, s.101.
35
xvi
Selçuklu Sultanı Sencer’in Dîvân-ı ønúâ reisi olan Müeyyidü’d-devle
Müntecibüddin Bedî’ye ait olan münúeât mecmûasıdır. Son dönem Selçuklu
teúkilâtına dair önemli belgeleri ihtiva etmektedir. Biz bu münúeat mecmûasından
Hârizmúâh Kutbeddin Muhammed b. Anuútegin’in o÷lu olan Ebu’l-Feth Yûsuf’un
(öl.551?/1156?) Selçuklu ordusunda görev aldı÷ını gösteren bir belge dolayısıyla
istifade ettik. Mecmûa yayınlanmıútır.39 Bu neúirde indeks yoktur. Köymen eserin
indeksini hazırlayarak burada belirtti÷imiz makalesinin sonuna eklemiútir.40
Hârizmúâhlar
devlet
teúkilâtını,
ekonomik
ve
kültürel
hayatını
inceleyebilmemize imkân sa÷layan münúeât mecmûalarında bulunan belgeler
sayesinde
özellikle
teúkilâta
dair
birçok
noktayı
aydınlatabilmekteyiz.
Memuriyetlerin görev ve yetkileri, maaúları, denetimleri, tayinleri gibi noktaları bu
belgeler yardımıyla büyük ölçüde ortaya koyabilmekteyiz. Ekonomiye dair birçok
ipucunu da gene belgeler yardımıyla elde edebildik. Ayrıca belgeler úüphesizdir ki,
üslûp ve usûl açısından dil ve edebiyat sahasında bir ustanın kaleminden çıktıklarını
ispatlamaktadırlar. Zaten devrin úöhretli münúîleri aynı zamanda usta birer edip ve
úairdirler.
Münúeât mecmûalarındaki belgeler, örne÷in Reúidüddin Vatvât’a ait olanlar
bilindi÷i gibi orijinal de÷ildir. Günümüze ulaúan bu belgeler, Reúidüddin’e ait
örneklerin kopyalarıdır. Teúkilâta ait belgeler bugünkü matbu formlar gibi
kopyalanarak sonraki devirlere ulaútı÷ı için tarihçiler tarafından birinci elden kaynak
olarak kullanılmaktadır.
Münúeât mecmuâlarında bulunan belgelerin Hârizmúâhlar Devlet teúkilâtını
tamamen ortaya koydu÷unu söyleyemeyiz. Dolayısıyla belgelerde mevcut olmayan
teúkilâta dair unsurların Hârizmúâhlar’da var olmadı÷ı sonucu kesinlikle
çıkarılamaz.
Çalıúmamızda münúeât mecmûalarında mevcut olan belgelerle bize ulaúan
bilgileri di÷er kaynaklarla örneklendirmeye gayret ettik. Bu noktada vekayinâmeler
mecmûaları tamamlar mahiyettedir. Belgeler bize, makamların idareye dair ifade
39
Müeyyidü’d-devle Müntecibüddin Bedi’ Atabeg el-Cüveynî, ‘Atebetü’l-ketebe, Mecmû‘a-i
Mürâselât-i Dîvân-ı Sultan Sencer, Núr: Muhammed Kazvînî- Abbas økbal, Tahran 1329ú.
40
Köymen, agm., s.635-648.
xvii
etti÷i veya ifade etmesi gereken anlamı gösterirken vekayinâmeler, uygulamayı
ortaya koymaktadır. Bu iki tür kayna÷ın birlikte kullanılması gerekti÷i çok açıktır.
Örne÷in vekayinâmelerde teúkilâta ait bilgi fazla de÷ildir. Çünkü bu kaynaklar
olayları anlatma amacıyla kaleme alınmıútır. Bu nedenle de asıl anlatılan olayın
içinde yer almıú, örne÷in, bir devlet memurunu unvânıyla zikrederler. Ancak
unvanın içeri÷inden bahsetmezler. Memuriyet adı ço÷unlukla bir sıfat olarak
kullanılmıútır. Bu nedenle de ço÷u zaman varlı÷ını tespit edebildi÷imiz görevlerin
içeriklerini veya sınırlarını, ast-üst iliúkisini vekayinâmelere dayanarak tam olarak
ortaya koyamayız. Aslında makamın varlı÷ını tespit açısından dahi kaynaklarımıza
çok úey borçlu oldu÷umuzu belirtmeliyiz.
B. VEKAYøNÂMELER
Hârizmúâhlar Devleti’nin teúkilât, ekonomik ve kültürel hayatı hakkında
bilgiler veren birçok vekayinâme vardır. Biz çalıúmamızda kullandı÷ımız
vekayinâmeleri kronolojik olarak de÷il de konumuz açısından önem derecelerini
dikkate alarak zikretmeyi uygun bulduk. Bunlardan, Nesevî41 ve Cüveynî’ye42 ait
olan iki eser bizim için çok kıymetlidir.
Muhammed b. Ahmed b. Ali b. Muhammed en-Nesevî, Sultan Celâleddin
Hârizmúâh’ın ønúâ Dîvânı’nın baúındaydı. Nesâ úehrinden varlıklı bir aileye mensup
olan Nesevî, Sultanın hizmetine girdikten sonra onun bütün seferlerinde yanında yer
almıú, Nesâ vezâretine tayin edildi÷inde de burayı bir nâible idare ederek kendisi
Sultanın yanından ayrılmamıútı. Sultan Celâleddin’in ölümünden az evvel Âmid
önlerinde Mo÷ol hücumuna u÷rayana kadar da Sultanın yanında bulundu. Zaten kısa
bir süre sonra da Sultanın ölüm haberi gelmiúti.43
Nesevî’nin eseri Mo÷ollar’ın zikri ile baúlamaktadır ve ilk kısımda Cengiz
Han hakkında bilgiler de verilmektedir. Nesevî, Sultan Alâeddin Muhammed’in
1217 tarihinde Irak’a düzenledi÷i seferi anlatarak Hârizmúâhlar hakkında bilgi
vermeye baúlamaktadır.44 Nesevî’nin kitabı esas olarak Sultan Celâleddin
ùihabüddin Muhammed en-Nesevî, Sîret-i Celâleddin Mingburnî, Núr: Mücteba Minovi,
Tahran1344hú.
42
Cüveynî, age.
43
C. Brockelmann, “Nesevî”, ø.A., C:IX, s.200-201
44
Nesevî, age., s.19-33.
41
xviii
Hârizmúâh’ın hayatını anlatmak için yazılmıútır. Buraya gelinceye kadar anlattıkları
içinde Sultan Alâeddin Muhammed devrine ait kıymetli bilgiler vardır. Mo÷ollar’ın
Hârizmúâhlar Devleti üzerine harekete geçmeleri, Sultanın onların önünden kaçıúı ve
ölümü, Terken Hatun’un gücü bu cümledendir. Sultanın ölümünün ardından
úehzâdelerin akıbeti ve Celâleddin Hârizmúâh’ın Hindistan’a gidiúi etraflıca
anlatılmaktadır. Sultanın dönüúü ve idareyi ele alıúından itibaren olaylar Sultan
merkezinden anlatılmaya baúlamaktadır. Sultan Celâleddin’in bütün savaúları,
çevredeki hükümdarlar ile iliúkileri, idarecilik yönü ve hatta özel hayatına dair
bilgiler bile Nesevî’nin eserinde yer almaktadır. Öyle ki ço÷u kez duygulara da yer
verilmiú Sultanın üzüntüleri ve çekti÷i sıkıntılar dile getirilmiútir.
Nesevî, Sultanın hizmetinde iken sadece devletin yazıúmalarını yapmamıútır.
Sultana tercümanlık yaptı÷ı45 gibi elçilik ile de görevlendirilmiútir.46
Nesevî eserini Sultan Celâleddin’in ölümünden (1231) on yıl sonra Arapça
olarak kaleme almıú ve bu yüzyılda Farsça’ya tercüme edilmiútir. O, kitabının
baúında “úahidi oldu÷u veya úahitlerden dinledi÷i olayları” yazaca÷ını kaydederek47
eserinin çerçevesini belirlemiútir. Olayları anlatırken ço÷u kez kendi yorumlarına da
yer vermiútir. Örne÷in dîvân sahiplerinin görevlerini yerine getirirken siyasetle
meúgul olmamaları gerekti÷ini belirtmesi gibi.48
Biz çalıúmamızın bütün bölümlerinde Nesevî’nin eserinden faydalandık.
Hârizmúâhlar Devleti’nin son dönemlerinde teúkilât ve ekonomik durum gibi hemen
her sahada birçok bilgi eserde mevcuttur. Konumuzu incelerken süreklili÷i takip
edebilmek için de bu eserin muhtevası bizim için çok yararlı olmuútur.
Eserin Arapça49 ve Farsça50 neúirleri vardır. Ayrıca Fransızca’ya51 da
tercüme edilmiútir. Eser Fransızca tercümesinden dilimize çevrilmiúse de tenkide
maruz kalmıútır.52
45
Nesevî, age., s.157.
Nesevî, age., s.229 vd.
47
Nesevî, age., s.5.
48
Nesevî, age., s.205.
49
Muhammed en-Nesevî, Sîretü’s-Sultan Celâleddin Mengübirtî, Ed: O. Houdas, Paris 1891;
Ayrıca Arapça metin Hafız Ahmed Hamdi tarafından 1953’te Kahire’de yayımlanmıútır.
50
Muhammed en-Nesevî, Sîret-i Celâleddin Mingburnî, Tahran 1334hú, Núr: Mücteba Minovî; Bu
neúrin çeúitli baskıları vardır. Biz 1344hú. yılında yayımlananı kullandık. Ayrıca eserin Farsça
46
xix
Biz Farsça metni esas aldık ve Arapça olan ile karúılaútırarak kullanmaya
gayret ettik. Yalnızca Arapça metinde olan bilgileri kullanırken buradan aldı÷ımızı
mutlaka belirttik ve “Nesevî, Arapça” úeklinde gösterdik. Her ikisinde de aynı
olanları ise ayrı ayrı göstermedik. Bunları Farsça metni esas aldı÷ımız için “Nesevî,
Farsça” diye vermeyi yeterli bulduk.
Cüveynî’nin Târîh-i Cihângüúâ adlı eseri de Hârizmúâhlar devri için çok
kıymetli bir kaynaktır. Alâeddin Atâ Melik Cüveynî 623 (1226) yılında do÷muú ve
daha ilk gençli÷inde Mo÷ollar’ın øran’daki idarecisi Emîr Argun’un dîvânında
çalıúmaya baúlamıútı.53 Emîr Argun, Mo÷ol baúkenti Karakurum’a icraatını
anlatmak üzere giderken beraberinde Cüveynî de vardı. O, on yıl boyunca
Maveraünnehir, Türkistan ve Çin’e yolculuklar yaptı.54
Cüveynî, devrin birçok olayına úahit olmuútu. Örne÷in øsmailîler’in Hülagû
Han tarafından ortadan kaldırılması sırasında ve 1257’de Ba÷dat üzerine hareketinde
onun yanındaydı. Nitekim o, Ba÷dat Mo÷ollar’ın eline geçince úehrin idaresi ile
görevlendirildi.55 Cüveynî, 1283 tarihinde Mugan’da öldü ve Tebriz’de defnedildi.56
Târîh-i Cihângüúâ üç cilttir. ølk ciltte önsöz ve Mo÷ollar hakkında ayrıntılı
bilgiler vardır. Onların eski âdetleri, Cengiz Han’ın ölümüne kadar ki faaliyetleri bu
ciltte anlatılmaktadır. økinci ciltte Hârizmúâhlar tarihi geniú olarak yer almaktadır.
Cüveynî bu cildi baúka kaynaklardan da istifade ederek hazırlamıú ve burada
özellikle Karahıtaylar hakkında baúka kaynaklarda olmayan bilgiler vermiútir.57
Üçüncü cilt ise Mengü Han’ın tahta çıkıúından itibaren Mo÷ollar’ın Hülagû
devrindeki faaliyetlerini ihtiva etmektedir.
tercümesi Muhammed Ali Nâsıh b. Muhammed Sadık tarafından da 1334ú. yılında Tahran’da
yayımlanmıútır.
51
Muhammed en-Nesevî, Histoire Du Sultan Djelal Ed-Din Mankobirti Prince Du Kharezm,
Traduit de l’Arabe, Ed: O. Houdas, Paris 1895.
52
Necip Asım, Celâlüttin Harezemúah, østanbul 1934.
53
Cüveynî, age., s.14. Cüveynî’nin hayatı ve eseri hakkında Öztürk, çevirinin Giriú kısmında, Mirza
Muhammed Kazvinî’nin Giriúini de ilave ederek ayrıntılı bilgi vermiútir. Bkz., age., s.1-61; Ayrıca;
Fuad Köprülü, “Cüveynî”, ø.A, C:III., s.249-255; Orhan Bilgin, “Cüveynî”, DøA, C:VIII, s.140-141.
54
Cüveynî, age., s.15-17.
55
Cüveynî, age., s.18-21.
56
Cüveynî, age., s.42-43.
57
Cüveynî, age., Öztürk’ün önsözü, s.XIII.
xx
Cüveynî’nin eserinde Mo÷ollar, Hârizmúâhlar ve øsmailîler hakkında
kıymetli bilgiler vardır. Cihângüúâ’ya haklı úöhretini kazandıran âmil ise úüphesiz
Cüveynî’nin seyahatleri ve faydalandı÷ı kitaplardan ileri gelmektedir. Bilindi÷i gibi
o, øsmailîler’in Alamut’taki kütüphânelerindeki kitapları da görmüútü.
Cihângüúâ yazıldı÷ı ça÷dan itibaren birçok tarihçinin güvenilir olarak kabul
etti÷i ve kullandı÷ı bir kaynak olmuútur ve ondan birçok nakiller yapılmıútır.
Örne÷in, Abdullah b. Fazlullah eú-ùirâzî’nin Târîh-i Vassâf’ı 1257 tarihine kadar
Cihângüúâ’nın özetidir. 1257 Cihangüúa’nın son buldu÷u tarihtir. Bundan sonra
1328’e kadar olan olaylar ise Târîh-i Vassâf’ta anlatılmaktadır ve Cihângüúâ’nın
zeylidir.58
Çalıúmamızın her bölümü için bilgiler buldu÷umuz birinci elden
kaynaklarımız arasında øbnü’l-Esîr’in el-Kâmil fi’t-târîh59 adlı eseri de önemli bir
yer tutar. øbnü’l-Esîr, 555 (1160) yılında Cizre’de do÷du ve çok iyi bir e÷itim aldı.
Babası, çocuklarının e÷itimi için büyük gayret sarfetti ve bu amaç için devrin ilim
merkezlerinden biri olan Musul’a yerleúti (1183). øbnü’l-Esîr burada devrin önemli
âlimlerinin derslerine devam etti. O, Musul’da bulundu÷u sırada Atabeg’in elçisi
olarak Ba÷dat, Dımaúk, Haleb ve Kudüs’e gitti. Kudüs’ün 1188 yılında fethinden
sonra Selâhaddin-i Eyyubî ili görüútü. Ayrıca Antakya Prinkepsli÷i üzerine
düzenlenen bir sefere “tarihçi” sıfatıyla katıldı. Daha sonra Musul’a döndü ve kalan
ömrünü Musul Atabeg’i Bedreddin Lülü’nün himayesinde geçirdi. Tarihçili÷in yanı
sıra hadis, edebiyat ve siyer gibi sahalarda da üstâd sayılan øbnü’l-Esîr 631 (1233)
tarihinde Musul’da öldü.
øbnü’l-Esîr, haberleri tahlil ve de÷erlendirmeye tâbî tutarak eserine aldı÷ı ve
güvenilir kaynaklara baúvurdu÷u için el-Kâmil fi’t-târîh, güvenilirli÷i ile úöhrete
ulaútı÷ı gibi sonraki dönem müellifleri için de kaynak teúkil etmiútir. Nesevî onun
için, “olayları anlatırken do÷ru olmayan hiçbir úeyi anlatmamıú, do÷ruluk dairesinin
dıúına çıkmamıútır”60 demektedir. Konumuz için eserden birçok bilgi ve örne÷i
çalıúmamızda kullandık. Ayrıca eserde, Mo÷ollar’ın batıya seferinin anlatıldı÷ı
58
Cüveynî, age., s.55-56.
øbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh, Núr: J. C. Tornberg, Beyrut 1979, Çev: Abdülkerim Özaydın, C:
X-XII.
60
Nesevî, Farsça, s.4.
59
xxi
kısımlar, verdi÷i bilgilerin yanı sıra müellifin his ve fikirlerini de içerdi÷i için
özellikle dikkat çekicidir. Eseri çalıúmamızda el-Kâmil úeklinde kısaltarak
gösterdik.
Yukarıda
Cüveynî’nin
eserinden
birçok
müellifin
istifade
etti÷ini
belirtmiútik. Cihângüúâ’dan faydalanarak hazırlanan bir di÷er eser de Reúidüddin
Fazlullah’ın Câmi‘u’t-tevârîh’idir. Bu eserin yazılıú tarihi 1310-11’dir. Câmi‘u’ttevârîh’te Mo÷ollar, Hârizmúâhlar, øsmailîler, Cengiz Han’ın Hârizmúâhlar ülkesini
zaptı ve Ögedey Kaan’ın faaliyetlerine dair bilgiler Cüveynî’nin eserinden
alınmıútır.61
Câmi‘u’t-tevârîh’in bazı bölümleri Farsça ve bazı bölümleri de Mo÷olca
olarak kaleme alınmıú daha sonra kısmen Arapça’ya tercüme edilmiútir.62 Eser iki
versiyon halinde hazırlanmıútır. 1306-1307’ de tamamlanan ilk versiyonu üç cilt,
1310 yılında tamamlanan ikinci versiyonu ise dört cilttir. Bunun nedeni müellifin
eserini Gazan Han’a ithaf etmek amacıyla yazmaya baúlaması ve eser
tamamlanmadan önce onun ölümü (1304) üzerine Olcaytu’ya sunmayı düúündüyse
de bunun kabul görmeyerek Olcaytu’nun kendisi için ayrı bir eser hazırlamasını
istemesidir. Bunun üzerine birinci cildi Gazan Han’a ithaf edilen eserin ikinci cildi
Olcaytu’nun emriyle yazılan kısımdır.63 østanbul kütüphânelerinde yazmaları da
bulunan eserin de÷iúik bölümleri de÷iúik tarihlerde yayınlanmıútır.64
Biz Cami‘u’t-Tevârîh65’ten de geniú ölçüde faydalandık. Ayrıca Câmi‘u’ttevârîh’te bulunan konumuz ile ilgili minyatürleri de Ekler bölümüne aldık.66
61
Cüveynî, age., s.56.
Ramazan ùeúen, Câmiu’t-tevârih”, DøA, C:VII, s.132.
63
ùeúen, agmd., s.132.
64
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi, Revan Köúkü Nr:1518; Süleymaniye Kütüphânesi, Ayasofya
Nr:3034. Câmi‘u’t-tevârîh’in yayınlanan bölümleri Ramazan ùeúen, “Câmiu’t-tevârih”, DøA, C:VII,
s.133’te hangi bölümlerin nerede ve kim tarafından yayınlandı÷ı açıklanarak gösterilmiútir. Biz
burada gösterilen neúirlere ansiklopedi cildinin neúrinden sonraki bir tarihte yayınlanan Câmi‘u’ttevârîh çevirisini eklemek istiyoruz. Rashiduddin Fazlullah, Jami’u’t-Tawarikh: Compendium of
Chronicles A History of The Mongols, Çev: W. M. Thackson, Ed: ùinasi Tekin- Gönül Alpay
Tekin, Harvard C:I 1998, C:II-III 1999.
65
Reúidüddin Fazlullah, Câmi‘u’t-tevârîh, Núr. Behmen Kerimî, y.y., 1362hú.
66
Câmi‘u’t-tevârîh minyatürlerinin özellikleri için bkz., Filiz Ça÷man, Zeren Tanındı, Topkapı
Sarayı Müzesi øslâm Minyatürleri, østanbul 1979, s.12-15. Câmiu’t-tevârih minyatürleri ve
çalıútı÷ımız dönem minyatür sanatı için ayrıca bkz. Güner ønal, “Some Miniatures of the Jami‘ alTavârîkh in østanbul, Topkapı Museum, Hazine Library No:1654”, Art Orientalis, C:V, 1963, s.163175; aynı müellif, Türk Minyatür Sanatı: Baúlangıcından Osmanlılar’a Kadar, Ankara 1995,
62
xxii
Aslında bu minyatürler inceledi÷imiz dönemden bir asır sonra yapılmıútır. Ancak
gene de o dönem hakkında bize fikir vermektedirler. Örne÷in Mo÷ollar’ın Hârizm
úehirlerini ele geçirmesini tasvir eden minyatürleri askerî teúkilatı incelerken,
kullanılan silahları ve savunma halini gösterdikleri için kullandık.
Cihângüúâ’dan faydalanan daha birçok tarihçi vardır. Ebu’l-Ferec
(öl.1286)67, Kazvînî (öl.1350)68, Mîrhând (öl.1498)69 bunlar arasındadır. Son iki
tarihçinin eseri ikinci elden kaynaktır. Târîh-i Güzîde’nin dördüncü bölümü øslâm
devrinde øran’da hüküm süren hanedanlara ayrılmıútır ve yedinci fasıl da
Hârizmúâhlar tarihi anlatılmaktadır. Hârizm hükümdarları sırasıyla ele alınmıú ve
anlatım birçok úiirle desteklenmiútir.
Çalıúmamızda ayrıca ømâdüddin el-Isfahanî (öl.1201)’nin Zübdetü’n-Nusra
adıyla Bündâri tarafından ihtisar edilen eserinden70, Ravendî’nin Râhatü’sSudûr’undan71 da faydalandık. Râvendî 1202 tarihinde eserini Türkiye Selçuklu
Sultanı I. Gıyâseddin Keyhüsrev (1205-1211) adına yazmıútı. Biz bu eserin Sultan
Alâeddin Tekiú devrine ait verdi÷i bilgileri kullandı÷ımız gibi eserden kültürel hayat
bölümümüzde de faydalandık. Ravendî, Sultan Tekiú tarafından Irak’ın ele
geçiriliúini anlatırken fazlasıyla Hârizmúâhlar’ı suçlamaktadır.
Ayrıca 1225’ten sonra yazılan ve Hüseynî’ye nisbet edilen Ahbârü’ddevleti’s-Selcukiyye72, øbn Vâsıl’ın Müferricü’l-kürûb’u73 ve Sıbt øbnül Cevzî’nin
Mir’atü’z-zaman’ı74 kullandı÷ımız kaynaklar arasındadır.
Mo÷ollar’ın Gizli Tarihi75’i ise 1240’larda yazılmıú olmasına ra÷men
beklenenin aksine Mo÷ollar’ın Hârizm ülkelerini ele geçirmelerine dair çok az bilgi
s.118; Ernst Küknel, Do÷u øslâm Memleketlerinde Minyatür, Çev: S. Kemal Yetkin-Melahat
Özgü, Ankara 1952, s.6.
67
Gregory Abû’l-Farac (Bar Hebraeus), Abû’l-Farac Tarihi, Çev: Ömer Rıza Do÷rul, Ankara 1987,
IIc.; aynı yazar, Tarih-i Muhtasarüddüvel, Çev: ùerafettin Yaltkaya, østanbul 1941.
68
Hamdullah Müstevfî Kazvinî, Târîh-i Güzîde, Ed: Edward G. Browne, Leyden-London 1910.
69
Mîr Muhammed b. Seyyid Burhâneddîn Hâvendúah Mîrhând, Ravzatüs-safâ, Tahran 1339, IVc.
70
Bündarî, Irak ve Horasan Selçukluları, Çev: Kıvameddin Burslan, Ankara 1999.
71
Muhammed b. Ali b. Süleyman er-Râvendî, Râhatu’s-Sudûr ve Âyetü’s-Surûr (Gönüllerin
Rahatı ve Sevinç Alâmeti), Çev: Ahmed Ateú, I.c. Ankara 1957, II.c., Ankara 1960.
72
Sadrüddin Ebu’l-Hasan Ali øbn Nâsır el-Hüseynî, Ahbârü’d-Devleti’s-Selcukiye, Çev: Necati
Lugal, Ankara 1999.
73
øbn Vâsıl, Müferricü’l-kürûb fî ahbâr-ı mülûk-i benî Eyyûb, Núr: Hasaneyn Muhammed Rabî‘,
IVc., Kahire 1177.
74
Sıbt øbnü’l-Cevzî, Mir’âtü’z-zamân fî târihi’l-a‘yân, VIII. Cüz, II. Kısım, Haydarabad 1952.
xxiii
verir. Biz bu kaynaktan daha çok Mo÷ollar ile karúılaútırma yapma noktasında
faydalandık.
økinci elden vakayinâmelerin bir kısmını Cüveynî’den faydalananlar arasında
göstermiútik. Bunlara ilave olarak Muhammed b. Ebu Bekr ùebankâreî’nin 1335’te
te’lif etti÷i Mecmâ‘u’l-ensâb’ını76 ve Hândmîr’in (öl.1535)77 eserini çalıúmamızda
kullandık.
Ayrıca inceledi÷imiz birinci ve ikinci elden vekayinâmeler arasında úehir ve
bölge tarihleri de vardır. Bunlardan biri Efdalüddin Kirmânî’nin 1209’da te’lif etti÷i
Bedâyi‘u’l-Ezmân’ıdır.78 Daha sonra bu eserin zeyli olarak kaleme aldı÷ı, 12051215 yılları olaylarını içeren el-Muzâf’ta79 Hârizmúâhlar’a ait daha fazla bilgi
vardır.
Çalıúmamızda Târîh-i Sistân’ı80, Târîh-i Taberistan’ı81 ve Târîh-i
Taberistân Rûyân u Mâzenderân82 adlı eserleri de kullandık.
C. SEYAHATNÂMELER
Biz çalıúmamızda seyahatnâmelerden en fazla Hârizmúâhlar ülkesinin ticarî
önemini açıklamaya çalıúırken ve úehirlerin kültürel hayatına dair verdikleri bilgiler
noktasından faydalandık. Esasen bir co÷rafya ansiklopedisi olan Yâkût el-Hamevî
(1179-1229)’nin Mu‘cemü’l-büldân83 adlı eseri müellifin kendi gözlemlerine de
yer vermesi açısından önemlidir. Bilindi÷i gibi Yâkut el-Hamevî, Mo÷ollar
75
Manghol-un Niuça Tobça’an (Yüan-Ch’ao Pi-shi) Mo÷ollar’ın Gizli Tarihi, Çev: Ahmet
Temir, Ankara 1995.
76
Muhammed b. Ali b. Muhammed ùebânkâraî, Mecmâ‘û’l-Ensâb, Tahran 1343.
77
Gıyaseddin b.Hümâmeddin el-Hüseynî Hândmîr, Habîbü’s-siyer fî Ahbâr-i Efrâd-i Beúer,
Tahran 1333, IIc.
78
Efdalüddin Ebu Hâmid Ahmed b. Hâmid Kirmânî, Bedâyi‘u’l-Ezmân fî Vakayi‘-i Kirmân, Núr:
Mehdî Beyânî, Tahran 1326ú.
79
Efdalüddin Ahmed b. Hâmid Kirmânî, el-Muzâf ilâ Bedayi‘i’l-Ezmân fî Vakayi‘-i Kirmân, Núr:
Abbas økbal, Tahran 1331ú. Aynı müellifin 1188’de te’lif etti÷i ‘Ikdu’l-‘Ulâ li-Mevkıfi’l-Alâ,
Tahran 1211 adlı eserinde ise konumuzla ilgili fazla bilgi yoktur.
80
Târîh-i Sistân, Núr: Melikü’ú-ùu’arâ Bahâr, Tahran 1314ú.; øngilizce trc., Milton Gold, The
Tarikh-e Sistan, Roma 1976.
81
Bahâeddin Muhammed b. Hasan b. øsfendiyâr, Târîh-i Taberistân, Núr: Abbas økbal, Tahran
1320ú., IIc.
82
Zarîrüddin Mar’aúî, Târîh-i Taberistân u Rûyân u Mâzenderân, Núr: Muhammed Hüseyin
Tesbihî, t.y.
83
ùihabüddin Ebû Abdullah Yâkut er-Rûmî el-Hamevî, Mu‘cemü’l-büldân, Beyrut 1979, Vc.
xxiv
Hârizmúahlar ülkesine saldırmadan az önce bölgeden ayrılmıútı. Merv’deki
kütüphaneler hakkında verdi÷i bilgiler bizim için son derece önemli olmuútur.
Mo÷ollar’ın batıya harekâtlarında Cengiz Han’ın yanında bulunan Çinli
seyyah Yehlü Ch’uts’ai’nin kısa da olsa Gürgenç hakkında bilgi vermektedir.
Semerkant hakkında yazılmıú bir úiir de yer almaktadır. ùiirde úehrin güzelli÷ine ve
ziraî zenginli÷ine atıf yapılmaktadır.84 Çalıúmamızda ayrıca øbn Battûta’nın
Seyahatnâme’sini de kullandık.85
D. EDEBÎ ESERLER
Reúîdüddin Vatvât’tan yukarıda bahsederken ona ait münúeât mecmûalarının
edebî yönüne iúaret etmiútik. Onun eserleri sadece münúeat mecmualarından ibaret
de÷ildir. Biz kültürel hayat bahsinde bunlara temas ettik. Ayrıca vekayinâmeler
arasında gösterdi÷imiz Rahatü’s-südur ,Cihangüúa ve Ravzatü’s-safa gibi eserler
de tarihî önemi olan úiirleri içermektedirler. Biz yeri geldikçe bunlara vurgu yaptık.
Devrin edebî hareketlerini anlatan edip ve úairleri tanıtan en önemli eser
úüphesiz Avfî’nin Lübabü’l-elbâb’ıdır.86
Menâkıbnâme türünde bir eser olmasına ra÷men edebî yönü ile de ön plana
çıkan Ahmed Eflakî’nin eserini87 de buraya ilave edebiliriz. Biz eserden devrin ilim
hayatını, fikir hareketlerini ve dinî hayatını incelerken faydalandık. Ayrıca
Kazvînî’nin Zafernâme88 adlı hacimli eseri de edebî tür içerisindedir.
E. MESKÛKÂT, KøTÂBE VE MøMARÎ ESERLER
Hârizmúâhlar
devrinden
günümüze
ulaúmıú
sikkeleri
çalıúmamızda
kullandık. Bunların bir kısmını da Ekler kısmında gösterdik. Sikkelerden
hükümdarların unvan ve lâkaplarını tayin ederken faydalandık. Hâkimiyet
sembollerinden biri olarak sikkeyi de÷erlendirirken de bu örnekler bize çok faydalı
84
W. Eberhart, “Türkistan Seyahatnâmesi”, Belleten, C:VIII, sa.29, Ankara 1944, s.137-142.
Ebu Abdullah ùemseddin Muhammed b. Abdullah øbn Battûta, øbn Battûta Seyahatnâmesi, Çev:
A. Sait Aykut, østanbul 2005.
86
Muhammed Avfî, Lübâbü’l-elbâb, C:I, s.80. Núr: E.G. Browne Persian Historical Texts, Vol., IV,
London-Leide 1906 Önsöz ve notlar: Mirza Muhammed Kazvinî, C:II, Núr: E.G. Browne, Persian
Historical Texts, Vol.II, London-Leide 1903; Fuad Köprülü, “Avfî”, ø.A., C:II, s.21-23.
87
Ahmet Eflaki, Âriflerin Menkıbeleri, Çev: Tahsin Yazıcı, østanbul 2001.
88
Kazvînî, Zafernâme, Türk-øslâm Eserleri Müzesi, Nr:2042.
85
xxv
olmuútur. Örne÷in Toganúâh b. Müeyyed’in Hârizmúâhlar’a tâbîiyyeti, bastırdı÷ı
sikke ile de ispat edilmektedir.89 Ayrıca devrin en ilginç sikkesi bizce Cengiz
Han’ın, Halife Nâsır-Lidînillâh adına kestirdi÷i sikkedir.90 Çok derin anlamları
oldu÷una úüphe olmayan bu sikke günümüze ulaúmıútır. Biz Ekler bölümünde buna
da yer verdik. Halife Nâsır-Lidînillâh’ın Cengiz Han’ı, Harizmúâhlar ülkesi üzerine
harekete teúvik etti÷i iddiaları her ne kadar kesin olarak ispat edilmemiúse de bu
iddialara temel olan mektupların haricinde Halife adına sikke darp eden Cengiz
Han’ın siyasî dehası her halde bu sikke ile kanıtlanıyor.
Hârizmúâhlar devrinden günümüze Mo÷ol tahribatı nedeniyle çok az mimarî
eser kalmıútır. Bunlardan Sultan Alâeddin Muhammed tarafından yaptırılan Dihistan
Cuma Camii’nin foto÷raflarını hem mimarî bir örnek olarak Ekler bölümümüze
aldık hem de kitabesinden faydalandık.91 Ayrıca Hârizmúâhlar ülkesinde bulunan
günümüze ulaúmıú di÷er mimarî eserleri de Ekler bölümünde göstermeyi uygun
bulduk. Bunların ço÷u Hârizmúâhlar tarafından inúa edilmiú de÷ildir. Ancak onlar
tarafından kullanılmıú ve gerekti÷inde de tamir edilmiútir. Kale surları,
kervansaraylar gibi örnekler konumuz için önemli oldu÷u için bunlara yer verdik.
Çalıútı÷ımız döneme ait günümüze ulaúan ve bölgede kullanılmıú oldu÷u tespit
edilen eúyalardan örneklerin de bir fikir verece÷ini düúünerek Ekler bölümünde
bunları da gösterdik.92
Çalıúmamızda faydalandı÷ımız birçok araútırma eseri de vardır. Barthold’un
eseri bunlardan biridir93. Ayrıca bilindi÷i gibi Hârizmúâhlar Devleti’nin siyasî tarihi
Sultan Celâleddin’e kadar øbrahim Kafeso÷lu tarafından yazılmıútır.94 Sultan
Celâleddin devrini de Aydın Taneri kaleme almıútır.95 Ziya Bünyadov’un eseri96 ile
89
Catalogue Of Oriental Coins In The British Museum, C:III, London 1877, s.117.
Additions To The Oriental Collection, Ed: Reginald Stuart Poole, LL. D, London 1890, C:II,
s.PL. XXVII.
91
Dihistan Cuma Camii’ni ait foto÷rafları, Yüksel Sayan’ın, Türkmenistan’daki Mimari Eserler
(XI-XVI. Yüzyıl), Ankara 1999 adlı eserinden aldık.
92
Foto÷rafları úu kitaptan aldık: Yüksel Sayan, age.; Robert Hillenbrand, øslamic Art and
Architecture, London 1999; Çev: Çi÷dem Kafescio÷lu, øslam Sanatı Ve Mimarlı÷ı, østanbul 2005.
93
V. V. Barthold, Mo÷ol østilâsına Kadar Türkistan, Haz: Hakkı Dursun Yıldız, Ankara 1990.
94
øbrahim Kafeso÷lu, Harezmúahlar Devleti Tarihi (485-618/1092-1221), Ankara 1992.
95
Aydın Taneri, Celâlü’d-dîn Hârizmúâh Ve Zamanı, Ankara 1977.
96
Ziya Bünyadov, Gosudarstvo Horezimúahov-Anuúteginidov 1097-1231, Moskova 1986.Kitabın
özensiz bir Türkçe tercümesi yayınlanmıútır. Hârezmúâhlı÷ı ve Enuútekinler Devleti, Çev: Tural
Rızayev, østanbul 2003. øyi niyetle yayımlanmıú olsa da çeviri hem kötü hem de hatalarla doludur.
90
xxvi
Ghulam Rabbani Aziz97’in kitabını da çalıúmamızda kullandık. Ayrıca Nafi‘ Tevfik
el-Ubûd,98 Abbas Perviz99 ve Afâf Seyyid Sabra100’nın Hârizmúâhlar’a dair
çalıúmalarını da inceledik.
Teúkilât açısından Horst’un kitabı101 çok önemlidir. Horst, Hârizmúâhlar
teúkilatını Selçuklu teúkilâtı ile birlikte ve yalnızca belgelere dayanarak kaleme
almıútır. Kullandı÷ı belgelerin Almanca tercümelerini eserinin sonunda vermesi
çalıúmanın kıymetini artırmaktadır. Biz de hem eserden hem de Almanca
tercümeleri verilen belgelerden faydalandık. Ayrıca bu kitap Mehmet Altay Köymen
tarafından geniú bir úekilde incelenerek tanıtılmıú ve de÷erlendirilmiútir.102 Fuad
Köprülü’nün øslam Ansiklopedisi’ndeki “Hârizmúâhlar” maddesi103 bizim için yol
gösterici olmuútur.
Gurlular Devleti tarihini siyasî, kültürel ve yönetim açısından inceleyen M.
A. Ghafur’un çalıúması104 ile Abbâsi Halifesi Nâsır-Lidinillah dönemine dair
Angelika Hartmann’ın kitabı105 da bizim için faydalı olmuútur.
Ancak çeviride Bünyadov’un kitabının tarihçiler için büyük önem taúıyan dipnotları, bibliyografya ve
indeksinin alınmamıú olması da büyük bir eksikliktir.
97
Ghulam Rabbani Aziz, A Short History of The Khwarazmshahs, Karaçi 1978.
98
Nâfi‘ Tevfik el-Ubûd, ed-Devletü’l-Hârizmiyye, Ba÷dat 1978.
99
Abbas Perviz, Tarih-i Selâcika ve Hârizmúâhân, Tahran 1351ú.
100
Afâf Seyyid Sabra, Tarihu’s-siyasî li’d-devleti’l-Hârizmiyye, Kahire 1987.
101
Heribert Horst, Die Staatsverwaltung Der Grossel÷uqen Und Horazmsahs (1038-1231),
Wiesbaden 1964.
102
Mehmet Altay Köymen, “Selçuklu Devri Türk Tarihi Araútırmaları II, Selçuklu Devri Devlet
Teúkilâtına Dair Yazılmıú Bir Eser Münasebetiyle”, TAD., C:II, sa.2-3, Ankara 1964, s.303-380.
103
Fuad Köprülü, “Hârizmúâhlar”, ø.A., C:V/I, s.265-296.
104
M. A. Ghafur, “The Gorids, History, Culture and Administration 549-612/1148-1215-16”,
Hamburg 1960,Yayınlanmamıú Doktora Tezi
105
Angelika Hartmann, an-Nasir li-Din Allah (1180-1225) Politik, Religion, Kultur in der späten
‘AbbƗsidenzeit, Berlin-New York 1975.
xxvii
GøRøù
Hârizm, Aral Gölü’nün güneyinde, Ceyhun Nehri’nin aúa÷ı mecrasında
bulunan bölgedir.1 Bölgenin idarecileri daha eski devirlerdin itibaren “Hârizmúâh”
unvanını kullanıyorlardı.2 Konumuz olan Anuútegino÷ulları’na gelinceye kadar
“Hârizmúâh” unvânıyla bölgede üç hanedan hüküm sürmüútü. Bunlardan ilki
Afrigo÷ulları (305-995)’dır. 912 tarihinde øslâm orduları bölgeyi ele geçirince idare
gene Afrigo÷ulları’nda kalmıútı. Sâmânîler (819-1005) zamanında ise Vali Ebü’lAbbas Me’mûn b. Muhammed Afrigo÷ulları’nın son temsilcisini öldürüp
“Hârizmúâh” unvanını aldı. Böylece bölgede Me’mûno÷ulları dönemi de baúlamıú
oldu. Gazneli Sultan Mahmud’un 1017 tarihinde Hârizm’deki iç karıúıklı÷a
müdahalesi sonucu bu hanedan mensupları esir alındı. Sultan Mahmud bölgeye,
Hâcib Altuntaú’ı tayin etti (1017).Onun ölümünden (1032) sonra yerine geçen o÷lu
Hârun döneminde Gazneliler ile iliúkiler bozulunca Sultan Mesud, sorunu çözmek
üzere Emîr ùah Melik’i görevlendirdi. ùah Melik, Hârizm’e girdi ve bunun üzerine
Altuntaú ailesinin son temsilcisi øsmâil de Selçuklular’a sı÷ındı. øki yıl sonra ise
Tu÷rul ve Ça÷rı Beyler, ùah Melik’i Hârizm’den çıkararak bölgeye hakim oldular.
Bundan sonra ara sıra karıúıklıklar çıktıysa da bölge Hârizmúâh Atsız’ın istiklâl
mücadelesine kadar Selçuklu hâkimiyetinde kaldı.3
Konumuz olan Hârizmúâhlar hanedanının (1097-1231) atası, Anuútegin
Garceî, Selçuklu sarayına Emîr Bilge Bey tarafından satın alınarak getirilen bir
memlûktu. Anuútegin’in Türk oldu÷una úüphe yoktur. Ancak hangi boya mensup
1
Hârizm bölgesi ve tarihi önemi için bakınız; Abdülkerim Özaydın, “Hârizm”, DøA., C:XVI, s.217220; Zeki Velidi Togan, “Hârizm”ø.A., C:V/I, s.440; G. Le Strange, The Lands Of The Eastern
Caliphate: Mesopotamia, Persia, and Central Asia from the Moslem conquest to the time of
Timur; London 1966, s.446-459; C. E. Bosworth, “Khwarazm”, The Encyclopedia of Islam, New
Edition, C:IV, Leiden 1978, s.1060-1065; Rhoads Murphey, “Khwarazm”, Encyclopedia of Asian
History, C:II, New York, 1988, s.307; E.K. Rowsan, “Khwarazm”, Encyclopedia of Arabic
Literature, C:II, London 1998, s.449-450.
2
W. Barthold, “Hârizmúâh”, ø.A., C:V/I, s.263-265; Bu unvanın konumuz olan Anuútegino÷ulları
tarafından kullanılıúı için bkz., Richter-Bernburg Lutz, “Zur Titulatur Der Hwarezm-sahe Aus Der
Dynastie Anustegins, Archeologische Mitteilungen aus Iran, C:IX, Berlin 1976, s.179-205.
3
Anuútegino÷ulları’ndan önceki “Hârizmúâhlar” için bkz., Ebü’l-Fazl Beyhakî, Tarih-i Beyhakî,
C:II, Tahran 1376hú., s.1017-1037; Abbas Perviz, Tarih-i Selâcika ve Hârizmúâhân, Tahran 1351ú.,
s.59-97; Afâf Seyyid Sabra, Tarihu’s-siyasî li’d-devleti’l-Hârizmiyye, Kahire 1987;s.10-28; C. E.
Bosworth, øslâm Devletleri Tarihi, Çev: Erdo÷an Merçil-Mehmed øpúirli, østanbul 1980, s.134-135;
Özaydın, agmd., s.217-218.
1
oldu÷u tespit edilememiútir.4 Anuútegin’in saraydaki yükseliúi taútdârlık makamına
ulaútı÷ında o, aynı zamanda Selçuklu Devleti’nin Hârizm valisi idi. Sultan Melikúah,
Hârizm gelirlerinin tasarruf yetkisini Anuútegin’e vermiúti. Anuútegin Garceî, valilik
görevine ra÷men Selçuklu sarayından ayrılmadı. Onun valili÷i sırasında Hârizm’in
idaresi Ekinci (ølkinci) b. Koçkar’ın elindeydi. Anuútegin, kiúisel özellikleri
sayesinde yükseldi÷i makamda hayatını sultanına sadakâtle noktalamıútı.5
Anuútegin’in ölümünden sonra Hârizm valili÷i o÷lu Kutbeddin Muhammed
(1097-1128)’e verildi. Böylece Hârizmúâhlar hanedanı kurulmuú oldu.6 Selçuklu
baúkenti Merv’de e÷itim görerek, iyi yetiúmiú bir idareci oldu÷unu valilik
makamında da ispatlayan Kutbeddin Muhammed, düzenli olarak merkeze vergilerini
gönderen sadık bir devlet adamıydı. Kutbeddin Muhammed’in ölümünden sonra
(522/1128) da “Hârizm valili÷i” makamı o÷lu Atsız’a geçmek suretiyle
Anuútegino÷ulları’nda kalmıú oldu.7
Hârizmúâh Atsız, her úeyden önce cesur bir askerdi. Bunu Selçuklu
ordusunda görev alarak katıldı÷ı savaúlarda ispat etmiúti. Sultan Sencer katında da
itibar sahibi olmasının asıl nedeni savaúlardaki baúarılarıydı. Ancak o aynı zamanda
akıllı bir idareci ve uzak görüúlü bir siyaset adamıydı. Sultan Sencer’e isyan ederek
ba÷ımsızlık hareketine giriúmesi ilk bakıúta askerî bir faaliyet olarak görünüyorsa da
aslında tek baúına bu özelli÷in yeterli olamayaca÷ı açıktır. Hârizmúâh Atsız, devrin
en büyük sultanına isyan edip, onun devletinden bir parça koparmaya çalıúan, bunun
için de kendisine ve askerine güvenen bir kumandandı. Bunun yanında o, Selçuklu
Devleti’nin akıbetini do÷ru de÷erlendiren ve gerekli hazırlı÷ı yapan bir liderdir.
Onun, yeri geldikçe de÷inece÷imiz, Cend8 bölgesine yaptı÷ı akınlar ve adı geçen
bölgeyi ele geçirmesi bunun ispatıdır. Hârizmúâh Atsız, bu yerinde politikanın
øbrahim Kafeso÷lu, Harezmúahlar Devleti Tarihi (485-618/1092-1221), Ankara 1992, s.39 vd.
øbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târih, Núr: J. Tornberg, Beyrut 1979, Çev: Abdülkerim Özaydın, C:X,
s.223-224; Alâeddin Ata Melik Cüveynî, Tarih-i Cihangüúa, Çev: Mürsel Öztürk, Ankara 1999,
s.249; V. V.Barthold, Mo÷ol østilâsına Kadar Türkistan, Haz: Hakkı Dursun Yıldız, Ankara 1990,
s.345-346.
6
Kutbeddin Muhammed için bkz. Abdülkerim Özaydın, “Kutbüddin Hârizmúah”, DøA, C:XXVI,
s.484 vd.
7
øbnü’l-Esîr, age., aynı yer.
8
Abdülkerim Özaydın, “Cend”, DøA, C:VII, s.359 vd.
4
5
2
baúarısı ile hem úiddetle ihtiyaç duydu÷u asker teminini sa÷lıyor hem de maddi
kazanç elde ediyordu.
Hârizmúâh Atsız aslında, Sultan Sencer’e her defasında yenildi. Ordusu,
Selçuklu ordusunu ma÷lup edecek kuvvette de÷ildi. Ama asla da vazgeçmedi. Sultan
Sencer, Hârizm’e üç kez sefer düzenledi. 533 (1138) yılındaki ilk seferde Sultanın
ordusu Hârizmúâh Atsız’ın kuvvetlerini ma÷lup etti ve Alâeddin Atsız’ın o÷lu Atlı÷
öldürüldü. Sultan, Hârizmúâh’ı görevinden aldıysa da onun bölgeden ayrılmasının
ardından Alâeddin Atsız bölgenin idaresine kısa sürede yeniden hakim oldu. Çünkü
Hârizm halkı onu destekliyordu. Her ne kadar Sultan ile yaptı÷ı savaúta ordusu
ma÷lup olmuú ise de Hârizmúâh Atsız birkaç ay sonra Buhara’yı ele geçirecek güçte
bulunuyordu ve bu baúarı onun Sultan Sencer karúısında verdi÷i kayıpları telafi
imkânı da sa÷lamıútı.9
Hârizmúâh Atsız, Sultan Sencer Semerkant yakınlarındaki Katvan’da
Karahıtaylar’a ma÷lup olunca (5 Safer 536/9 Eylül 1141) süratle Selçuklu baúkenti
Merv’e girdi (17 Rebiülevvel 536/21 Ekim 1141). Birkaç ay sonra da Niúabur’da
kendi adına hutbe okuttu.10 Ancak Hârizmúâh Atsız’ın bu faaliyetleri adı geçen
bölgelere hakim oldu÷u anlamına gelmemektedir. Nitekim Sultan Sencer Atsız
Horasan’dan Hârizm’e döndükten sonra Niúabur’da hutbeyi kendi adına okutmuú ve
Karahıtaylar’ın Maveraünnehir’den ayrılmalarının ardından da Hârizmúâh Atsız
üzerine yeni bir sefer hazırlıklarına baúlamıútı.
Sultan Sencer, Hârizmúâh’ın yaptıklarının intikamını almak istiyordu. 538
(1143) yılında Gürgenç önlerine ulaútı÷ında Hârizmúâh Atsız bir meydan savaúını
kabul edecek gücü kendisinde görmemiúti. Savunma halinde kalan Hârizmúâh, bir
yandan da Sultana gönderdi÷i elçilerle itaatini arz ediyordu. Sultan, Hârizmúâh’ın
itaatini kabul etti ve Hârizmúâh tarafından yoklu÷unda Merv’den alınan hazinelerin
Mehmed Altay Köymen, Büyük Selçuklu ømparatorlu÷u Tarihi: økinci ømparatorluk Devri,
Ankara 1991, s.321; Kafeso÷lu, age., s.46-48.
10
Oysa Hârizmúâh Atsız kısa bir süre evvel, Sultan Sencer Karahıtaylar üzerine sefere çıkmadan
önce, hazırlanan bir belge ile ona sadık kalaca÷ına söz veriyordu. Öyle ki bu u÷urda, “Sultana her
hangi bir úekilde muhalefet edecek olursam, yaya gitmek úartıyla on defa hac etmek, on sene daimî
oruç tutmak borcum olsun. Bütün malımı, mülkümü Mekke ve Medine fakirlerine sadaka edeyim.
Aldı÷ım ve alaca÷ım her nikâhlı kadın benden boú düúmüú olsun” diyerek Sultanın tâbîi oldu÷unu ve
sadakatten ayrılmayaca÷ını yemin ile beyan ediyordu. Bu sevgendnâmenin çevirisi Köymen age.,
s.321-323’te verilmiútir.
9
3
iadesini temin ederek bölgeden ayrıldı. Sultan Sencer’in, Hârizm sorununu kesin
olarak çözmeden bölgeden ayrılmak zorunda kalmasının en önemli sebebi
O÷uzlar’ın Horasan’ı iúgal endiúelerinden ileri geliyordu. Sultana itaatini bildiren
Atsız ise ciddi bir kayıp vermemiú oldu ve bölgesinde ba÷ımsız hareketlerine devam
için fırsat elde etti.
Ancak Sultan Sencer 1147 sonlarında üçüncü kez Hârizm seferine çıktı.
Hârizmúâh Atsız, Sultan baúkent kapılarına dayandı÷ında uzlaúma çareleri aradı.
Sonuçta Sultana râm oldu÷unu onun huzurunda yer öperek göstermesi istenince
atından inmeyerek sadece selam vermekle bunu gösterdi÷i gibi Sultan’dan izin
almaksızın törenden ayrıldı.11 Bizce Hârizmúâh Atsız’ın bu davranıúı istiklâlini
Sultan’a da bildirdi÷i anlamına gelmektedir. Hârizmúâh’ın itaatinin sadece
görünüúte oldu÷u artık çok açıktır.
Hârizmúâh Atsız bundan sonra ölümüne kadar olan sürede devletini
güçlendirmeye çalıútı÷ı gibi Horasan’da süratle de÷iúen kuvvet dengeleri için de
politikalar belirlemeye çalıútı. Çünkü Selçuklu Devleti yıkılıyor, O÷uzlar Horasan’ı
iúgal ediyordu. Hârizmúâh Atsız O÷uzlar’a karúı herhangi bir askerî faaliyette
bulunmak yerine onlara karúı ittifaklar oluúturma yolunu tuttu. Onun, O÷uzlar’ın
hareketlerini takip ederek bölgeden ayrılmalarını bekledi÷i anlaúılıyor. Hârizmúâh
Atsız 551 (1156) yılında öldü ve yerine o÷lu øl-Arslan, Hârizmúâh oldu.
Kısa bir süre sonra da Sultan Sencer’in ölümüyle Büyük Selçuklu devleti
sona erdi 552 (1157). Artık Selçuklu hâkimiyetindeki ülkelerde Hârizmúâhlar
hanedanının idaresinin hakim olması için fazla engel kalmamıútı. Nitekim
Hârizmúâh Atsız evlâdı da bu u÷urda hareket edeceklerdi.
øl-Arslan, Atsız’ın ölümü üzerine kardeúini tahta çıkarmayı planlayan
kendisine muhalif gurubu kısa sürede bertaraf ederek, ordunun maaúını ve iktâlarını
da artırarak daha baúlangıçta devletin bir sarsıntı geçirmesine mani oldu. Bundan
sonra o, babasının politikalarını uygulamaya devam etti. Horasan bölgesindeki
geliúmelere ihtiyatla yaklaúan Hârizmúâh daha çok Irak ile ilgilendi. Nitekim o,
Halife Muktefi-Liemrillah ile Irak Sultanının arasını bulmaya çalıúıyordu. Öyle ki,
11
Cüveynî, age., s.253-254; Köymen, age., s.345-350; Kafeso÷lu, age., s.58-59.
4
Halifelik makamına gönderdi÷i bir mektupta Maveraünnehir ve Horasan’da iúlerin
çok karıúık oldu÷unu haber vererek Irak Sultanı ile Halife arasındaki düúmanlı÷ın
fayda sa÷lamayaca÷ını belirtiyordu.12
Hârizmúâh øl-Arslan do÷udaki geliúmelerle de yakından ilgilenerek Buhara
ve Semerkant civarında faaliyetler gösterdi. Bölgeyi devletine ba÷layamamıú olsa da
Karluk kuvvetlerini ezme noktasında baúarılı olmuútu. Hârizmúâh øl-Arslan, ordusu
Karahıtaylar’a ma÷lup oldu÷u sırada öldü. (19 Recep567 / 19 Mart 1172)13.
Hârizmúâhlar tahtına Ebu’l-feth øl-Arslan’ın ölümünden sonra veliahdı olan
Sultanúâh çıktı ise de di÷er o÷lu Alâeddin Tekiú onun Hârizmúâhlı÷ını tanımayarak
Karahıtaylar’dan sa÷ladı÷ı kuvvetler ile Gürgenç’e gelerek idareyi ele geçirmeyi
baúardı. Sultanúâh da Hârizm’den ayrıldı. Ancak iki kardeú arasındaki mücadele
burada son bulmadı. Bu taht kavgasından fayda uman komúu kuvvetler de÷iúiklik
gösterecek
úekilde
úehzâdeleri
desteklediler.
Yukarıda
Alâeddin
Tekiú’in
Karahıtaylar’dan yardım aldı÷ını söylemiútik. Bir süre sonra da onlar Sultanúâh ile
anlaúmakta bir sakınca görmediler. Ancak Sultanúâh Karahıtay yardımına ra÷men
Alâeddin Tekiú’i ma÷lup ederek Hârizm’e yeniden hakim olmayı baúaramadı.
Sultanúâh her ne kadar taht iddiacısı olarak mücadelesini yirmi bir yıl boyunca
sürdürmüú ise de bu süre zarfında devletin resmî ve gerçek hükümdarı Alâeddin
Tekiú olmuútur. Üstelik uzun süreli olmasına ra÷men bu kardeú kavgasının devlette
derin izler bırakmamasının baúarısı da Hârizmúâh Tekiú’e aittir. Bu uzun mücadele
kimi zaman savaúlarla kimi zaman ise iki kardeúin anlaúması úeklinde durgun
dönemler geçirerek Sultanúâh’ın ölümüne (589/1193) kadar devam etti. Hârizmúâh
Tekiú, Sultanúâh’ın ölümünden sonra rahatladı ve hızlı hamleleriyle devletini
imparatorlu÷a taúıdı. Onun devrinde Horasan ve Mazenderan hâkimiyet altına
alınmıútır14.
Hârizmúâh Tekiú 1193 yılında bütün dikkatini Irak bölgesine yöneltti. Irak
Selçuklu Sultanı Tu÷rul’u Rebiülevvel 590 (Mart 1194) tarihinde Rey civarında
ma÷lup ederek Irak Selçuklu Devleti’ne son verdi.15 Sultan Tekiú’in bu galibiyetinin
12
Reúidüddin Vatvât, Umdetü’l-BülegƗ, Es’ad Efendi, Nr:3302, vr. 4a-5a.
Cüveynî, age., s.257; Kafeso÷lu, age., s.80-83.
14
Cüveynî, age., s.259-267; Kafeso÷lu, age., s.84-122.
15
Ayrıntılı bilgi için bkz. Kafeso÷lu, age., s.123-126.
13
5
ardından Hârizmúâhlar ile Abbâsî Halifeli÷i arasındaki iliúkiler de gergin bir döneme
girdi. Çünkü Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh, siyasî bir güç olarak varlık göstermek
için elinden geleni yapıyordu. Hemen yanı baúındaki bu güçlü komúu úüphesizdir ki
onun amaçlarına ulaúması için bir engeldi. Aynı úekilde Hârizmúâhlar da dünyevî
gücü elinde tutan kuvvetli bir halife istemiyorlardı. øúte bu nedenledir ki, Abbasî
Halifeli÷i ile Hârizmúâhlar arısındaki iliúkiler bundan sonra hep düúmanca olacaktı.
Sultan Alâeddin Tekiú’in, devletinin kaderinde tayin edici bir rol oynayacak
uygulaması
ise
Kanglı-Kıpçak16
Türk
boylarının
Hârizmúâhlar
bünyesine
katılmasını sa÷layacak olan siyasî kararı ve bu do÷rultuda Terken Hatun ile yaptı÷ı
evliliktir. Kurulan bu akrabalık iliúkileri Hârizmúâhlar ordusunda ve devlet
idaresinde bu boyların yer edinmesini sa÷ladı÷ı gibi bölgenin nüfus dengesinde de
de÷iúiklikler yaparak Türkleúmesine yardımcı oldu. Bu Türk unsurları zamanla
devletin aslî unsurlarından biri olmuútur.
Her ne kadar tarihçiler tarafından Hârizmúâhlar ordusundaki Kanglı-Kıpçak
unsurların aynı zamanda bir zaaf oldu÷u savunuluyor ise de biz buna katılmıyoruz.
Çünkü hayatta güce iúaret eden her úey, bir zaman aleyhte güce de dönüúebilir. Bu,
“güç” ifadesinin do÷asıyla ilgilidir. Aleyhe dönmemesini sa÷lamak bu gücü elinde
tutanın görevidir. Nitekim Hârizmúâhlar Devleti’nde de bu unsurlardan sorumlu olan
úüphesiz bizzat hükümdardır. E÷er hata varsa bunu ordunun yapılanmasında, idare
tarzında veya e÷itiminde aramak lazımdır. Bu konularda karar mercii hükümdardır.
Bizce Kanglı-Kıpçak Türk boylarının katılması Hârizmúâhlar Devleti’nin
iyice kuvvetlenmesini sa÷lamıútır. Ordu gücü ile de sınırlar iyeci geliúme imkanına
kavuúmuútu. Sultan Alâeddin Tekiú’in bu akıllıca politikası sayesinde, karúı tarafta
olup devleti zor durumda bırakması kesin olan bir unsur, dahilî unsur haline
getirilerek bundan ziyadesiyle faydalanılmıútır.
16
Çalıúmamızda sık sık geçen Kanglı-Kıpçak ismi, tarihçiler tarafından bir federasyonu ifade etmek
için kullanılmaktadır. Kastedilen yalnızca Kanglı ve Kıpçak Türk boyları de÷ildir. Bu isme Uranlar,
Bayavutlar ve Bayavutlar’ın kolu olan Yemekler ve Yazırlar da dahildir. Bkz., Fuad Köprülü, “Uran
Kabilesi”, Belleten, C:VII, sa.26, Ankara 1943, s.227-243; Fahreddin Kırzıo÷lu, Kıpçaklar, Ankara
1992; Reúit Rahmeti Arat, “Kıpçak”, ø.A., C:VI, s.713-716; Zeki Velidi Togan, Umumi Türk
Tarihine Giriú, C:I, østanbul 1981, s.132-133, 149, 163, Akdes Nimet Kurat, IV.-XVIII.
Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara 1972, s.68-102, ayrıca
kitabın Ekler bölümü s.326-328, 335-341.
6
Sultan Tekiú 19 Ramazan 596 (4 Temmuz 1200) tarihinde öldü÷ünde o÷lu
Alâeddin Muhammed17’e ordusu güçlü ve idarî teúkilatı sa÷lam bir imparatorluk
bırakmıútı.
Kanglı-Kıpçak Türk unsurlarını ile ilgili olarak Hârizmúâhlar tarihinde iz
bırakan di÷er husus Terken Hatun’un gücüdür. Terken Hatun özellikle o÷lu
Alâeddin Muhammed devrinde devleti resmen onunla birlikte yönetiyordu. Ayrıca
Terken Hatun kendi boyuna mensup birçok kiúinin devlet kadrolarında yer almasını
temin etmiúti.
Sultan Alâeddin Muhammed, saltanatının baúında Gur Sultanları ùihâbeddin
ve Gıyâseddin ile mücadele etmek zorunda kaldı.18 Sultan Tekiú’in ölümünden
istifade etmek isteyen Gurlular, Merv ve Tûs’u zaptederek Niúâbûr’a girmiúlerdi.
Ayrıca Sultan Tekiú hayatta iken ölen veliahdı Melikúâh (öl.593-4/1197)’ın o÷lu
Hindu Han’ı da Sultan Alâeddin Muhammed aleyhine kıúkırttılar. Gurlular’ın bütün
amacı Horasan’ı Hârizmúâhlar’dan almaktı. Sultan Alâeddin Muhammed buna izin
vermeyece÷ini süratle hareket ederek ispat etti. Önce Niúâbûr’a yürüdü, ardından
Merv ve Serahs’ı zaptetti. Sultan ertesi yıl da Herat’a karúı harekete geçtiyse de
Gurlular’ın kendi üzerine hareketlerini haber alınca geri döndü (600/1203).
Gur Sultanı Gıyaseddin’in 1204 yılında ölümü üzerine Sultan Alâeddin
Muhammed Gur tahtı için çıkan mücadeleden Herat’ı zaptetme noktasında
faydalanmaya çalıútı ise de baúarılı olamadı. Badgis civarını ya÷malayıp Merv’e
ulaútı÷ında Gurlu ùihâbeddin’in büyük bir ordu ile do÷rudan Hârizm üzerine
yürüdü÷ü haberi geldi. Sultanın yoklu÷unda baúkentinin düúece÷ini varsayan Gur
hükümdarı amacına ulaúamadı. Çünkü Gürgenç halkı, Terken Hatun’un kumanda
etti÷i direniúle düúmana geçit vermedi. Zaten Sultan da süratle imdada yetiúmiúti.
Sultan Alâeddin Muhammed, Karahıtaylar’dan ve Semerkant hakimi Osman’dan
temin etti÷i kuvvetler ile Gur Sultanı ùihâbeddin’i ma÷lup etti. Gur ordusu a÷ır
kayıplar vermiúti.
17
Abdülkerim Özaydın, “Muhammed b. Tekiú”, DøA, C:XXX, s.581-583.
Hârizmúâhlar ve Gurlular arasındaki iliúkiler için bkz., Muhammed Abdul Ghafur, “The Gorids,
History, Culture and Administration 549-612/1148-1215-16”, Hamburg 1960, Yayınlanmamıú
Doktora Tezi, s.65-82, 97-98, 109-115, 123-125; ayrıca bkz., M. Longworth Dames, “Gûrîler”, ø.A.,
C.IV, s.828-830; Iqtıdar Husaın Sıddıquı, “Gurlular”, DøA., C:XIV, s.207-211.
18
7
Sultan Alâeddin Muhammed’in, Gur hükümdarı Gazne’ye döndükten sonra
elçiler göndererek dostluk tesisine giriúmesinin sebebi úüphesiz yukarıda
bahsetti÷imiz savaúta Karahıtay kuvvetlerinin yardımının önemli rol oynaması ve
Sultanın bunun gölgesinde kalmak istememesinden ileri gelmektedir.
Gur Sultanı ùihabeddin’in 1206 yılında ölümüyle devlet çözülmeye baúladı.
ùüphesiz bu durum en çok Sultan Alâeddin Muhammed’in iúine yarayacaktı. Gur
Devleti’ndeki ayrılıklara göre Firûzkûh ve Herat, Gurlu Gıyaseddin Mahmud b.
Sultan Gıyaseddin’in hâkimiyetinde kaldı. Sultan Alâeddin Muhammed’in Herat’ı
itaat altına alması uzun sürmedi. Daha sonra Sultan Belh’e yürüdü. Bu çok yerinde
bir hareketti. Çünkü Gurlular’ın içine düútü÷ü durumdan Karahıtaylar da
faydalanmak isteyebilir ve bu sınır bölgesini iúgal edebilirlerdi. Sultan, kendi adına
hutbe okunması ve sikke darp edilmesi úartının kabulü ile Belh’i de hâkimiyet
sahasına dahil etmiú oldu. Herat’ta tekrar karıúıklıklar çıktıysa da Sultan Alâeddin
Muhammed 1206’da kat’i surette Herat’a girmiú bulunuyordu. Sultan ardından
Tırmiz’i ele geçirdi ve Hârizm’e döndü. (603/1207)
Sultan için bu tarihte tehlike oluúturabilecek baúlıca kuvvet Karahıtaylar idi.
Sultan Alâeddin Muhammed bu tehdidi bertaraf etmek amacıyla 1207’de
Maveraünnehir Seferi’ne çıktı. Bu büyük sefer neticesinde Sultan, Karahıtaylar’ı
ma÷lup ederek Buhara’yı ele geçirdi. Onun bu baúarısı úöhretini iyece artırdı ve bu
üne yakıúacak görkemde törenlerle kutlandı. Sultan Alâeddin Muhammed elde etti÷i
bu baúarının ardından “øskender-i Sâni” ve “Sencer” lâkaplarını alarak en güçlü
hükümdarın kendisi oldu÷unu ilan ediyordu.19
Aslında devletin do÷u sınırlarında hızlı bir hareketlilik vardı. Cengiz Han
tarafından
Mo÷olistan’dan
çıkarılan
göçebe
boylar
Karahıtay
bölgelerine
sı÷ınıyorlardı. 1208’de Güçlük Karahıtay Devleti’nde hâkimiyeti ele geçirdi.
Sultan Alâeddin Muhammed ise 1212 yılında Semerkant’ı ele geçirerek
Maveraünnehir hâkimiyetini tamamladı. Sultan bu tarihten itibaren Semerkant’ı
ikinci baúkent olarak kullanmaya baúladı. Sultan’ın bu úehri do÷u harekâtı için bir üs
olarak kullanma gayesinde oldu÷u anlaúılıyor. Nitekim o, 1214’e kadar yazları
19
Kafeso÷lu, age., s.57-61; Ghulam Rabbani Aziz, A Short History of Khwarazmshahs, Karaçi
1978, s.57-61.
8
Semerkant’ta kalarak Güçlük’ün sınır bölgelerindeki tahribatını önlemeye çalıútı.
Ayrıca göçebe Türkler üzerine Sı÷nak taraflarına seferler düzenledi (1215).
1215 tarihinde Hârizm Sultanın nüfuzu artamaya devam etti. Bu tarihte
Gazne bölgesi tamamen Hârizmúâhlar hâkimiyeti altında idi ve úehzâde Celâleddin
tarafından idare olunuyordu. Gurlular’ın Hindistan dıúındaki bütün topraklarının
sahibi Hârizmúâhlar idi.
Abbâsî Halifeli÷i ile iliúkiler Hârizmúah Alâeddin Muhammed devrinde
gerginlikte had safhasına ulaúmıútı.20 Gurlular’ı Hârizmúâhlar aleyhine kıúkırtan
mektuplar gönderdi÷i ispat olunan Halifeye, icraatlarından dolayı Sünni âlimler de
tepki gösteriyordu. Gerçekten de Halife Nâsır-Lidînillâh, dünyevî hâkimiyetini
kuvvetlendirmek adına her fırsatı de÷erlendiriyor ve her vasıtayı kullanıyordu. Öyle
ki øsmailî fedailerini bile bu u÷urda kendi muhaliflerini öldürtmek için kullanmakta
tereddüt etmiyordu.
Sultan Alâeddin Muhammed, bir Müslüman hükümdar aleyhine faaliyetlerde
bulunan Halife’yi tanımadı÷ını ilân ederek hutbeden onun adını çıkardı. Bununla da
kalmayarak Halifeli÷in Ali evlâdının hakkı oldu÷unu savundu ve Seyyid Ali
Tirmizî’yi Halife ilân etti. Sultanın bütün bu adımları Ba÷dat üzerine düzenleyece÷i
askerî bir harekâtı meúrûlaútırmak gayretinden ileri geliyordu. Nitekim 1217
tarihinde Hemedan’dan Ba÷dat üzerine bir ordu sevk etti. Ancak úiddetli kıú úartları
bu ordunun mahvına sebep oldu.
Sultan Ba÷dat üzerine harekât planı ile daha fazla meúgul olamadı. Çünkü
tarih sahnesine Cengiz Han idaresinde kuvvetli bir isim olarak çıkan Mo÷ollar,
Hârizmúâhlar Devleti’nin akıbetini tayin edecekti. 1218 yılında ticarî iliúkiler ile
baúlayan Mo÷ollar ile Hârizmúâhlar’ın teması çok faydalı bir anlaúmayla sonuçlandı.
øki hükümdar tüccarların ve ticaret yollarının güvenli÷ini sa÷lamak için karúılıklı söz
veriyorlardı. Çalıúmamızda ayrıntılı olarak ortaya koyaca÷ımız üzere bu anlaúma
çok akıllıca ve her iki tarafın da çıkarlarına son derece uygundu.
20
Hârizmúâhlar ile Abbâsî Halifeli÷i arasındaki iliúkiler için bkz., Angelika Hartmann, an-NƗsir liDƯn AllƗh (1180-1225) Politik, Religion, Kultur in der späten ‘AbbƗsidenzeit, Berlin-New York
1975, s.75-86; Afâf Seyyid Sabra, age., s.128-144.
9
Ticarî iliúkilerin baúlamasından bir süre sonra Mo÷ollar tarafından Hârizm
ülkesine gelen tüccar kafilesinin, Hârizmúâhlar’ın Otrâr valisi tarafından hemen
tamamıyla katledilmesi sonun baúlangıcı oldu. Sultan valiyi cezalandıramadı÷ı gibi
geçerli bir mazeret de sunamadı. Mo÷ol Han’ı, Sultan’dan sorumlunun
cezalandırılması yahut kendisine teslimini istiyordu. Sonuç alamaması üzerine ise
Hârizmúâhlar’a savaú ilân etti.
Mo÷ol ordusunun ilerleyiúi karúısında Sultan, savunma tedbirleri almayı
uygun buldu ise de bütün tarihçilerin hem fikir oldu÷u üzere bu, çok büyük bir hata
oldu. Çünkü bir meydan savaúına çıkılsa idi galip gelinemese dahi, karúı tarafa a÷ır
kayıplar verdirilebilir ve ülkenin istilasına engel olunabilirdi. Üstelik Sultan’ın
emrindeki ordu, Cengiz Han’ın ordusundan aúa÷ı de÷ildi. Oysa Sultan Alâeddin
Muhammed, kuvvetlerini úehir savunmaları için bölerek Mo÷ollar için kolay
hedefler haline getirdi. Cengiz Han’ın kuvvetleri úehirleri kuúattıkları gibi bunlar
arasındaki irtibatı kesmekte de fazla zorlanmadılar.
Hârizmúâhlar’ın ülkesi süratle Mo÷ollar tarafından iúgal edildi. Semerkant,
Buhara, Niúabur, Otrâr, Sı÷nak, Cend, Barçınlıg-kend, Benâkend, Hocend gibi
úehirler birbiri ardınca düútü. Sultan çareyi kaçmakta buldu ise de úiddetli bir Mo÷ol
takibi peúini bırakmadı. Nihayet Abeskûn Adası’na sı÷ınan Hârizmúâh, ölümünden
(617/1220) önce annesi Terken Hatun ve bazı aile üyelerinin Mo÷ollar’a esir
düútü÷ü haberini almıútı.
Sultan Alâeddin Muhammed, ölümünden kısa bir süre önce Abeskûn
Adası’nda o÷lu Celâleddin Mengüberti’yi veliaht tayin etti. Oysa daha önce validesi
Terken Hatun’un tazyiki ile Uzlakúâh veliaht ilan edilmiúti. Uzlakúâh’ın annesi,
Terken Hatun ile aynı boya mensuptu.
Mo÷ol istilası ile ülkenin aslî bölgeleri neredeyse tamamen iúgal altında iken
dahi kardeúler arasında taht mücadelesi baú gösterdi. Veliaht Celâleddin Gürgenç’e
dönünce kumandanların sultanlı÷ını tanımayaca÷ını görerek canına kast edeceklerini
anlayınca Horasan’a gitti. Di÷er úehzâdeler Uzlakúâh ve Akúâh ise Mo÷ollar ile
girdikleri bir mücadelede hayatlarını kaybettiler.
10
Hârizm baúkenti de 618 (1221) yılında Mo÷ollar’ın eline düútü ve a÷ır
úekilde tahrip edildi.21
Sultan Celâleddin Mengüberti önce Niúâbûr’a oradan da Gazne’ye gitti
(1221). Pervan mevkiinde bir kısım Mo÷ol kuvvetlerini ma÷lup etti. Bunun üzerine
Cengiz Han büyük bir ordu ile Celâleddin Hârizmúâh’a karúı harekete geçti. Sind
Nehri kenarında Mo÷ol ordusuyla savaúan Sultan Celâleddin kahramanca mücadele
ettiyse de ma÷lup oldu. Haremini, Mo÷ollar’ın eline geçmemesi için nehre attırdı ve
beraberinde çok az bir kuvvetle Sind’i geçerek canını kurtarabildi (1221).
Hindistan’da toparlanmaya çalıúan Sultan Celâleddin Hârizmúâh ülkesine
dönerek Tebriz’i baúkent yaptı ve Gürcüler üzerine seferler düzenledi (1225). Tiflis’i
Gürcüler’den aldı (1227), ardından Ani’yi kuúattıysa da bir baúarı elde edemedi.
Hârizmúâh Celâleddin bir ara Halife’nin hâkimiyetindeki Hûzistan’a giderek,
Abbasî Halifesi tarafından gönderilen kuvvetleri ma÷lup ettiyse de bu baúarı ciddî
bir fayda sa÷lamadı.
Hârizmúâh Celâleddin sürekli olarak Mo÷ol takibi altında bulunuyordu ve
bütün çabası bir bölgede tutunabilmekti. 1225’te Meragâ’ya hakim oldu. Ardından
Ahlat’ı kuúattı. Uzun ve yorucu bir kuúatmanın ardından 1230’da úehri ele geçirdi.
Sultan’ın Anadolu’ya hakim olmayı hedeflemesi Türkiye Selçuklu Sultanı Alâeddin
Keykubat ile karúı karúıya gelmesine sebep oldu. Nitekim Selçuklu Sultanı,
Eyyûbîler’den Melik Eúref ile anlaúarak Sultan Celâleddin’i Anadolu’dan çıkarmak
üzere harekete geçti. A÷ustos 1230 tarihinde Yassı Çimen mevkiinde yapılan
savaúta Sultan Celâleddin a÷ır kayıplar vererek ma÷lup oldu. Zaten karúı taraf sayıca
Sultanın ordusundan çok çok üstündü. Bütün bu geliúmelerin Mo÷ollar’ın iúine
yaradı÷ına úüphe yoktur.
Bu yenilgiden sonra Hârizmúâh Celâleddin Gence’ye gittiyse de Mo÷ol
takibi nedeniyle uzun süre kalamadı. Sultan hiçbir úehirde fazla kalamıyor,
21
Cengiz Han’ın batıya seferi için bkz., Barthold, age., s.418-462; Kafeso÷lu, age., s.224-285; J. A.
Boyle, “The Mongol Invasion of Eastern Persia 1220-1223”, The Mongol Empire 1206-1370,
London 1977, s.614-623; aynı mlf., “The Last Barbarian Invaders: the impact of the Mongol
Conquest upon East and West”, The Mongol Empire 1206-1370, London 1977, s.1-15; aynı mlf.,
“The Capture of Isfahan by the Mongols”, Atti del Corvegno ønternazionale sul Tema: la Persia
nel Medioeve, Rome 1971, s.331-336; Leo de Hartog, Genghis Khan: Conqueror of the World,
London 1989, s.78-107.
11
Mo÷ollar’ın yaklaútı÷ını haber alınca yer de÷iútiriyordu. Gence’den ayrıldıktan
sonra o, Eleúgirt-Malazgirt-Hani yolunu takip ederek Âmid önlerine geldi. Bu sırada
Mo÷ol kuvvetleri de Bargiri-Ahlat güzergâhından inmiúlerdi. Dicle Köprüsü
yakınlarında bir gece baskın düzenleyerek Sultanın bütün maiyetini öldürdüler.
Sultan Meyyâfârikîn tarafına kaçtı ise de 1231 yılında öldürüldü. Onun ölümü
hakkında kaynaklarımızda farklı rivayetler vardır.22 Ancak kesin olan Hârizmúâhlar
Devleti’nin bu tarihte son buldu÷udur.
Sultan Celâleddin’in ölümünün ardından ona ba÷lı emîrlerin ço÷u Türkiye
Selçukluları’nın, bir kısmı da Eyyûbîler’in hizmetine girdi.23
22
Sultan Celâleddin Hârizmúâh için bkz., Müverrih Vardan, “Türk Fütuhatı Tarihi (889-1269)”, Çev:
Hrant D. Andreasyan, Tarih Semineri Dergisi, sa.1/2, østanbul 1937, s.224; Aydın Taneri, Celâlü’ddîn Hârizmúah ve Zamanı, Ankara 1977; Aydın Taneri, “Celâleddin Hârizmúâh”, DøA., C:VII,
s.248-250; Mükrimin Halil Yınanç, “Celâleddin Harzemúah”, ø.A., C:III, s.49-53; N. A., Baloch,
“The Advent of Sultan Jalal al-Din Khwarizmshah in the Trans-Indus Territories (present Pakistan)”,
Journal of the Pakistan Historical Society, C:XLVIII, Karaçi 2000, s.5-13; Afâf Seyyid Sabra,
age., s.191-198; Abbas Perviz, age., s.238-256; Ghulam Rabbani Aziz, age., s.119-184; J. A. Boyle,
“Khwarazm-Shah”, E.I (Nev Edition), C:II, s.392-393.
23
Eyyûbûler’in hizmetine giren Hârizmli beyler Haçlılar ile mücadelede önemli roller oynamıúlardı.
Bkz. Üsâme Zekî Zeyd, “el-Hârizmiyye ve devruhüm fi’s-sirâ‘i’s-salîbî el-øslâmî fî ‘asri Benî
Eyyûb”, Mecelletü Külliyeti’l-âdâb, C:XXX, øskenderiye 1984, s.245-286
Osmanlı Devleti döneminde de Hârizmli Türkler’in varlı÷ı tespit edilebilmektedir. Mesela XVI.
Yüzyıla ait Osmanlı nüfus ve arazi tahrir defterlerinde Hârizmli Türkmenler’in kıúla÷ının Halep
bölgesi oldu÷u ve ùam’a kadar uzandı÷ı kaydedilmektedir. Bkz., Mehtap Özde÷er, 15-16. Yüzyıl
Arúiv Kayıtlarına Göre Uúak Kazasının Sosyal ve Ekonomik Tarihi, østanbul 2001, s.36.
12
I. BÖLÜM
HÂRøZMùAHLÂR’DA DEVLET TEùKøLÂTI
A. DEVLETøN YAPISI VE KARAKTERø
Hârizmúâhlar Devleti’nin teúkilâtını incelemeye baúlamadan önce devletin
nasıl bir yapıya sahip oldu÷unu ve ne gibi özellikleri bünyesinde barındırdı÷ını
tespit etmek zorundayız. Ancak bu úekilde Hârizmúâhlar Devleti’nin kurumlarının
iúleyiúini daha iyi anlayabiliriz. Bunu yaparken bölgede hüküm süren di÷er
devletlerin özelliklerini de göz önünde bulundurduk.
Hârizmúâhlar Devleti Ortaça÷ Türk-øslâm devletlerinin belirgin bütün
özelliklerini taúımaktadır. Bu devlet tipi, Abbasîlerin ilk yüzyıllarında ortaya çıkmıú
ve kısmen Bizans daha çok da Sâsânî özelli÷i gösterdi÷i gibi, Arap-øslâm unsurları
ile bölgelere göre mahallî özellikler de taúır.1 Ortaça÷ øslâm devletlerinin müúterek
karakterlerini bu yönetim úeklinin benzerli÷inden hareketle ortaya koyabiliriz.
ùüphesiz ki, Türkler de bu yönetim úekline kendilerinden birçok özellik
katmıúlardır.
Buna göre devlet bir hükümdar tarafından yönetilir ve hükümdar ailesi
yönetimin esasını oluúturur. Devlet, vatandaúının güvenli÷ini sa÷lamak, huzur
ortamı yaratmak ve anlaúmazlıkları çözecek adâleti uygulamakla görevlidir. Bütün
bu sorumluluklarını çeúitli kurum ve memurları eli ile gerçekleútirir. Buna karúılık
halktan istenen ise öncelikle itaat etmesidir. Vergisini ödemek onun en önemli
ödevlerinden biridir.2 Genel anlamıyla belirtti÷imiz bu devlet modeli Ortaça÷ øslâm
devletlerinin müúterek karakterini oluúturmaktadır.
Fuad Köprülü, “Hârizmúâhlar”, ø.A, C:V/I, s.277.
Ortaça÷ için sıradan halk, kaynaklarımızda neredeyse yok denecek kadar az yer iúgal eder. Ancak
baúkaca bir sebeple de÷inmek icap etti÷inde “ahali” gibi, son derece genel bir ifadeyle bahsedilir. Bu
konuya tarihçilik açısından bir yaklaúım için Bkz., R. Stephen Humphreys, øslam Tarih
Metodolojisi: Bir Sosyal Tarih Uygulaması, Çev. Murtaza Bedir- Fuat Aydın, østanbul 2004, s.345
vd.
1
2
13
ùimdi de Hârizmúâhlar Devletinin yapı ve karakterini bu temel üzerine
incelemeye çalıúalım: Hârizmúâhların idarî úekli ve müesseseleri Selçuklular ve
özellikle de Sultan Sencer devri ile benzerlik gösterir. Bizce bu durum son derece
tabîîdir. Çünkü Hârizmúâhlar’ın atası Anuútegin, Selçuklu sarayında görevli bir
memur idi, ayrıca onun o÷lu Kutbeddin Muhammed ve torunu Atsız, Selçuklu
e÷itim kurumlarında yetiúmiúlerdi3.
Hârizmúâhlar, Selçuklu Devleti’nin içinden çıktılar. Hârizm’in co÷rafî
ayrıcalıkları bölgeye “yarı ba÷ımsız” bir özellik kazandırıyordu. Hârizm’i yöneten
valiler, devletin di÷er bütün valilerinden farklı olarak ve Selçuklu öncesi eski
uygulamalara da ba÷lı kalarak “Hârizmúâh” unvânını taúıyorlardı. Her ne kadar
Selçuklu devlet teúkilâtında valilik makamı olarak adlandırılsa da “úâh” içerikli bu
unvân, Hârizm’in özel konumuna vurgu yapmaktadır. Ayrıca bölgenin zenginli÷i
yönetimde köklü ananelerin yerleúmesine imkan sa÷lamakta idi. Bu ananeler aristokrasiyi oluúturan ailelerin devamlı rolü veya vergi uygulamalarının de÷iúik
hükümetlere göre pek fazla de÷iúmemesi gibi4- inceledi÷imiz dönem Hârizmúâhlar
Devleti’nin karakterinde de varlıklarını devam ettirdiler.
Anuútegino÷ulları, “Hârizmúâh” valilik unvânını devlet ve imparatorluk adı
yaptılar. ømparatorlu÷a giden süreç çok hızlı geliúti. Öyle ki Hârizmúâh Atsız, Sultan
Sencer’e yazdı÷ı mektuplarda mevkiini “bende” olarak kaydederken5 üçüncü göbek
torunu Alâeddin Muhammed “øskender-i Sâni” olarak anılmak istiyordu.6 Devletin
hızlı yükseliúinin en önemli dayana÷ı askerî gücü ve ordunun kazandı÷ı baúarılardı.
Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılıúı ile bölgede oluúan kaos ortamından bu sayede
istifade edebildiler. Hârizmúâhlar ordusunun büyük bir ço÷unlu÷u göçebe Türk
kabilelerine ve özellikle Kanglı-Kıpçaklar’a dayanıyordu. Kanglı-Kıpçak Türk
Cüveynî, Tarih-i Cihangüúa, Çev: Mürsel Öztürk, Ankara 1999, s.249; øbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’ttârih, C:X, Çev: Abdülkerim Özaydın, s.223; Muhammed b. Ali b. Muhammed ùebânkâreî,
Mecma’u’l-ensâb, Núr: Mir Hâúim Mahdisî, Tahran 1363, s.103, 134. Mîr Muhammed b. Seyyid
Burhâneddin Hâvendúah Mîrhând, Ravzatü’s-safa, C.IV, Tahran 1339, s.357; V. V. Barthold, Mo÷ol
østilâsına Kadar Türkistan, Haz: Hakkı Dursun Yıldız, Ankara 1990, s.346.
4
Köprülü, agmd., s.277.
5
Mektuplar için bkz. Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır ve nefâisü’n-nevâdir, Süleymaniye Ktp.,
Ayasofya Nr: 4015, vr.17b-18b, 18b-19a; Kasım Toyserkânî, Nâmeha-yı Reúidüddin Vatvât,
Tahran 1338, Birinci Bölüm, s.7, 11.
6
Cüveynî, age., s.298-299; Muhammed Avfî, Lübabü’l-elbâb, Núr: E. G. Browne, London-Leide
1906, C:I, s. 43, 112.
3
14
boylarının Hârizmúâh Alâeddin Tekiú’in yaptı÷ı evlilikle devlet idaresine de dahil
olmaları, Hârizmúâhlar Devleti’nin yapısında göz ardı edilmemesi gereken bir unsur
ve etki oluúturdu.
Hârizmúâhlar’ın ordusu bahsetti÷imiz bu yönü ile karakter bakımından
Selçuklular’dan ayrılır. Büyük Selçuklu Devleti gulâm-memlûk sistemiyle7
ayaklarının üzerine sa÷lam basan bir askerî sisteme sahipken, Hârizmúâhlar daha
çok
bozkır
özellikleri
taúıyan
bir
askerî
yapılanmaya
gittiler.
Hârizm
hükümdarlarının baúarısı bu göçebe kuvvetleri kumanda etmedeki ustalıklarında
kendini gösterir. Ancak ne var ki, devletin hızla yükselmesine dayanak olan bu
sistem, ani yıkılıútan da sorumlu tutulmuútur.
Hârizmúâhlar Devleti, Mo÷ollar karúısında hemen hiçbir ciddî varlık
gösteremeden yıkılmaya baúladı. Bu durum bize devletin yapısı bakımından birçok
ipucu vermektedir. Devlet, kurum ve kurallarının iúleyiúini asgarî bir sabitlikte
olgunlaútıramamıútı. Müesseselerin iúleyiúi her ne kadar aksamadan devam etmiú
görünse de neredeyse sürekli olan savaú hali sistemin oturmasına izin vermemiúti.
Co÷rafî ve askerî yönden imparatorluk gereklerini yerine getirmiú oldu÷unu
kolaylıkla söyleyebilece÷imiz Hârizmúâhlar Devleti’nin, kurumlarını lâyıkıyla
iúletemedi÷ini görmekteyiz.8 Çünkü arkası kesilmeyen savaúlar belki sınırları
geniúletiyordu ancak devlet sisteminin yerleúmesi için ihtiyaç duyulan sükûn
ortamına da izin vermiyordu. Böylece de devletin sınırlarına dahil olan bölgelerin
yönetim sistemi içerisindeki uyumu tam anlamıyla sa÷lanamıyordu. Bizce, hızla
yükselen, kuruluú aúamasından imparatorlu÷a süratle ulaúan Hârizmúâhlar
Devleti’nin idarî sistemini tam olarak iúletip, aksaklıklarını tamir edece÷i veya
ihtiyaca cevap verecek yenilikler getirmeyi düúünece÷i yeterli bir sulh ortamı
bulamaması devletin yapısının úekillenmesinde de etkili olmuútur.
Karúımızda çok hızlı büyüyen, aslında sa÷lam ayaklar üzerinde duran ancak
bu kuvveti olgunlaútıramamıú bir devlet var. Bu devlet, karakterini oluúturan
unsurları birbiriyle kaynaútıramamıútı. Bir bölgenin idare úekli, bir imparatorluk
7
Köprülü, agmd., s.276-277. Ayrıca bkz., Erdo÷an Merçil, “Gulâm”, DøA, C:XIV, s.180-184;
Süleyman Kızıltoprak, “Memlük”, DøA, C:XXIX, s.87-90.
8
Köprülü, agmd., s.,276.
15
yönetimi olarak geniúliyordu. Üstelik imparatorlu÷a dahil olan her bölge de kendine
has özellikler taúıyordu. Parçaların birleúip bütün içerisinde harman olması için
ihtiyaç duyulan zamandan ne yazık ki, Hârizmúâhlar Devleti mahrum kaldı.
Ayrıca, Hârizmúâhlar yeni bir isim olarak ortaya çıkmanın zorluklarını da
yaúadılar. Çünkü hükmettikleri bölgede halk onlara tam anlamıyla bir ba÷lılık
hissetmiyordu. Selçuklu, Gurlu veya Karahanlı hanedanlarından birine ba÷lı olan
halk úimdi yeni bir isimle karúı karúıyaydı.9 Ayrıca Sultan Sencer gibi efsaneleúmiú
bir liderin10 hemen ardından onun yerini almaya çalıúıyorlardı. Bu, gerçekten zor bir
durumdu. Ba÷lılı÷ı tesis için halkın gönlünde yer etmek gerekiyordu. Ancak
Hârizmúâhlar’ın hâkimiyetlerini sa÷lamlaútırmak için uyguladıkları sert politikalar
bu ba÷ın oluúmasını güçleútirdi.
Bu tespitten hareketle Hârizmúâh hükümdarlarının Selçuklu Devletinin yasal
vârisi olma iddialarını daha iyi anlayabiliriz. Bizce bu iddia sadece siyasî kaygılar
taúımıyordu. Aynı zamanda halka kendini kabul ettirmeye yönelik bir propaganda
idi.
Hârizmúâhlar kendilerini hem Selçuklu hanedanının devamı olarak gördüler
hem de onların yasal mirasçısı addettiler. Ancak bu durumu resmîleútirmek onların
açısından pek de kolay de÷ildi. Hârizm hükümdarları hep bir meúrûluk endiúesi
taúıdılar. Bilindi÷i üzere devletin meúrûlu÷u devrin gere÷ine uygun olarak Abbasî
Halifeli÷i tarafından tanınmasına ba÷lı idi. Resmî prosedürde halifeli÷in tanıdı÷ı
makam geçerliydi.11
9
Köprülü, aynı yer
Sultan Sencer’in medet umulan, efsanevî bir sultan oluúuna küçük bir örnek olarak, Bizans
istilâsına u÷rayan Diyarbekir halkının ona bir feryadnâme göndererek, kendilerini kurtarmasını
istemelerini gösterebiliriz. Bkz. Köymen, “Sencer”, ø.A., C:X, s.493.
11
Atsız’ın, ba÷ımsızlı÷ını tasdik ettirmek için Halife Muktefi-Lîemrillâh’a (530-555/1136-1160)
yazdı÷ı mektuplar elimizdedir. Atsız bu mektuplardan birinde kendisini ba÷ımsız bir hükümdar
olarak göstermeye çalıúmakta, hatta bu u÷urda Sultan Sencer’i ma÷lup etti÷ini bildirmekte ve
Müslüman kanı dökmekle suçladı÷ı Sultan ile øslâm adına savaútı÷ından dem vurmaktadır. Gerçekleri
yansıtmayan bu ifadelerin amacı mektubun sonunda ortaya çıkar. Atsız, Halifeden Hârizm valili÷i
menúûru istemektedir. Arapça olan bu mektup tarihsizdir ancak verilen bilgilerden 542(1144) tarihli
olması gerekti÷i anlaúılmaktadır. Reúidüddin Vatvât, Umdetü’l-buleƥâ ve uddetü’l-füsahâ,
Süleymaniye Ktp., Es’ad Ef., Nr:3302, vr.4b-5b; Hârizmúâhlar’dan Halifelik makamına yazılan
Arapça mektuplar için bkz., Heribert Horst, “Arabische Briefe der Horazmšâhs an den Kalifenhof aus
der Feder des Rasid ad-Din Watwat, ZDMG, C:CXVI,1966, s.24-42.
10
16
Hârizmúâhlar, Abbasî Halifeli÷i ile amansız bir iktidar mücadelesine
tutuútular. Sultan Tekiú’in Irak Selçuklu Devleti’ne son vermesi (590/1194) üzerine,
Hârizmúâhlar ile Abbasî Halifeli÷i komúu oldular ve bundan sonra da iki devlet
arasındaki üstünlük kurma mücadelesi baúladı. Abbasî Halifesi Nâsır-Lidînillâh
önceleri Irak Suçluklu Sultanı Tu÷rul’un ortadan kalkmasını istemiúse de yeni ve
güçlü komúuları onun kısa sürede piúmanlık duymasına neden oldu.12 Halife NâsırLidînillâh bir hükümdar gibi davranıyor, siyasî arzularını açıkça belli ediyordu.
Hârizmúâhlar ile yaptı÷ı mücadelelere bakarak onun daha çok bir siyasî lider
görüntüsü çizdi÷ini söylemek yanlıú olmaz.
Halife Nâsır-Lidînillâh, Hârizmúâhlar hükümdarlarını “sultan”lı÷a lâyık
görmedi. Onlara “sultan” unvânını, kendi üstünlük ve hükümranlık arzusunu
gerçekleútirmeye
engel
oluúturdukları
düúüncesiyle
vermedi.
Fiilî
olarak
Hârizmúâhlar’ın kullandıkları bu unvân resmî olarak Halife tarafından tasdik
edilmedi.13 Bastırdıkları sikkelerde “sultan” unvânını kullandılar.14 Öte yandan bu
unvânı resmîleútirmek için de defalarca beyhude yere Halifeye müracaat ettiler.15
Halife ile yaúanan bu iktidar mücadelesi Hârizmúâh Alâeddin Tekiú
zamanında baúladı ama asıl úiddet kazandı÷ı dönem Sultan Alâeddin Muhammed
devri oldu. Öyle ki, Hârizmúâh Muhammed bu güç savaúı u÷runa çok riskli ve cesur
bir karúı adım attı ve Abbasî Halifeli÷i’nin meúrûlu÷unu tartıúmaya açtı.16
12
Abbasî Halifesi Nâsır-Lidînillâh-Hârizmúâhlar iliúkileri ile Halifenin Hârizmúâhlar aleyhine
Gurlular’ı kıúkırtması ve onun a÷ır ithamlara maruz kalaca÷ı rivayetlere konu olan Mo÷ollar ile
teması için bkz. Angelika Hartmann, an-NƗsir li-DƯn AllƗh (1180-1225) Politik, Religion, Kultur
in der späten ‘AbbƗsidenzeit, Berlin-New York 1975, s. 75-86.
13
Her ne kadar Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Ahlat önlerindeyken Halife tarafından kendisine
sultanlık hil’ati gönderilmiú ise de Halife, aynı sırada gönderdi÷i mektupta ona “ùahinúâh” diye hitap
ediyordu. ùihabüddin Muhammed en-Nesevî, Sîret-i Celâleddin Mingburnî, Núr: Mücteba Minovi,
Tahran 1344hú., s. 205.
14
øbrahim Artuk, Cevriye Artuk, østanbul Arkeoloji Müzeleri Teúhirdeki øslâmî Sikkeler
Katalogu, C:I, Ankara 1974, s.429-431.
15
øbnü’l-Esîr,age., C:XII., s. 268; ayrıca bkz.Cüveynî, age., s.330; Kafeso÷lu, Harezmúahlar
Devleti Tarihi (485-618/1092-1221), Ankara 1992, s.215 vd.
16
Sultan Alâeddin Muhammed, din adamlarından “øslâm’ın dire÷i bir Sultana saldıran halifenin
Müslümanlara imamlık yapamayaca÷ına ve zaten Abbaso÷ulları’nın bu makamı gasp yoluyla ele
geçirdiklerine” dair bir fetva aldı. Ardından da hutbeden onun adını çıkarma teúebbüsüne giriúti. Bu
kadarla kalmayıp yeni bir halife de tayin etti. Cüveynî, age, s.330-331; øbnü’l-Esîr, age., C.XII,
s.270; Ayrıca bkz. Afâf Seyyid Sabra, Tarihu’s-siyâsî li’d-devleti’l-Hârizmiyye, Kahire 1987,
s.134-144; Ghulam Rabbani Aziz, A Short History of The Khwarazmshahs, Karaçi1978., s.72;
17
Hârizmúâhlar Devleti’nin yapısı üzerinde etkili olan Terken Hatun unsuruna
da de÷inmemiz gerekir. Biz, her ne kadar Türk hâkimiyet anlayıúı do÷rultusunda
sultanların anne veya eúlerinin devlet yönetiminde etkin olduklarına dair örneklere
sahipsek de Hârizmúâhlar’da Terken Hatun istisnaî olarak farklı bir özellik
göstermektedir. Sultan Alâeddin Tekiú’in onunla evlenmesi üzerine kalabalık sayıda
Kanglı-Kıpçak unsurları Hârizm topraklarına yerleúmiú, onlar bu sayede devlet
yönetimine katılmıú ve devletinin yapısına kendi özelliklerini katmıúlardır. Asıl
önemlisi Terken Hatun’un, devleti Sultan üzerinden yönetmeye çalıúmayıp bizzat ve
resmen yönetiyor olmasıdır. Çünkü onun kendine ait sarayı ve dîvânı vardı.17
ùimdiye kadar incelemeye çalıútı÷ımız Hârizmúâhlar Devleti’nin yapısı ve
karakteri Selçuklular’ın devamı olma özelli÷ini gösterir. Bu devlet tipi inceledi÷imiz
dönemde Gurlular için de geçerlidir.18 Hârizmúâhlar Devleti’nin yıkılıúından sonra
bölgeyi hâkimiyetleri altına alan Mo÷ollar, yönetim úekli olarak farklı özellikler
taúıyor görünseler de ilerleyen tarihlerde onlar da yerleúik tarzdan etkilenmiúlerdir.19
B. HÂKøMøYET ANLAYIùI
Nizamülmülk Siyasetnâme’sinde; “Allah her asır ve zamanda halkın içinden
birini padiúâhlık sanatları ile övülmüú ve süslenmiú kılar. Dünyanın iúlerinden ve
kulların huzurundan onu sorumlu tutar”20 demektedir. Bu ifadeler hâkimiyet
anlayıúının kayna÷ını ve içeri÷ini çok net bir úekilde açıklamaktadır. Hârizmúâhlar
için de geçerli olan bu hâkimiyet anlayıúına göre, hükümdarlı÷ın kayna÷ı Tanrı’dır.
Hükümdar, Tanrı tarafından seçilmiú oldu÷u için bu mevkiye gelebilmiútir. Nitekim
Sebüktegin’in Pendnâme’sinde; “Allah beni emîrli÷e ulaútırdı ve kullarının baúına
hâkim kıldı”21 denilmesi de aynı anlayıúın bir baúka ifadesidir. Eski Türk hâkimiyet
Nâfi‘ Tevfik el-Ubûd, ed-Devletü’l-Hârizmiyye, Ba÷dat 1978, s.96 vd.; K. Philip Hitti, Siyâsî ve
Kültürel øslâm Tarihi, C:II, Çev. Salih Tu÷, østanbul 1995, s.758.
17
Nesevî, Farsça, s.62; Cüveynî, age., s.381.
18
Gurlu teúkilâtı için bkz. Muhammed Abdul Ghafur, “The Gǀrids, History, Culture and
Administration 549-612/1148-1215-16”, Hamburg 1960, yayınlanmamıú doktora tezi, s.125-195.
19
Bu geçiú dönemi ve sonrasındaki Mo÷ol hakimiyeti döneminin iktisadî ve sosyal durumu için
ilginç tesbitler içeren úu çalıúmaya bkz. Farsıanı Madjid, “Sosyoloji Açısından Horasan Sarbadaran
Hareketi”, østanbul 1978, yayınlanmamıú doktora tezi, s.7-98.
20
Nizamülmülk, Siyasetnâme, Çev. Nurettin Bayburtlugil, østanbul 1995, s. 28.
21
Erdo÷an Merçil, “Sebüktegin’in Pend-nâmesi (Farsça metin ve Türkçe tercümesi)”, øslâm
Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, C.VI, Cüz 1-2, østanbul 1975, s.229.
18
anlayıúının22 bir uzantısı olarak devam eden bu hükümranlık anlayıúı Hârizmúâhlar
zamanında da aynı úekilde devam etmiútir.
Buna göre iktidarın kayna÷ı Tanrı’dır. Bu nedenle de Tanrı, Hârizm
hükümdarının koruyucusu ve yardımcısıdır. Ebkârü’l-efkâr’da úöyle denilmektiler:
“Tanrı’nın bizim devletimizin iktidarını sürdürmesi, bizim devletimizi koruması
hakkında gösterdi÷i lütûflar yazıya geçirilemeyecek kadar çoktur ve hatta hayallerde
bile bunu tasvir etmek mümkün de÷ildir”.23 Bu ifadeler açıkça gösteriyor ki,
Hârizmúâhlar’da siyasî iktidarın dayana÷ı Tanrı’dır. Hükmetme yetkisi Tanrı’dan
alınmaktadır. Yukarıda adı geçen mecmûadaki aynı mektubun devamında “Devlet
ve din, mülk ve millet iúleriyle ilgili yapılmasına karar verdi÷imiz her bir önemli iúte
Allah’ın yardımı bizimledir”24 denilmektedir. Bu ifadelerdeki Tanrı tarafından
seçilmiú olundu÷una dair yapılan vurgu, hükümdarın hep do÷ru iúler yaptı÷ına ve
yapaca÷ına kesin bir inanca da iúaret etmektedir.
Kayna÷ını Tanrı’dan alan bu hâkimiyet anlayıúında hükümdarın “seçilmiú
kiúi” olarak kabul edilmesi, onun üstün özelliklere sahip oldu÷una da iúarettir.
Bilindi÷i üzere, Türk hâkimiyet anlayıúında bu kavram “Kut almak”25 terimiyle
ifade edilmektedir. Hârizmúâhlar’da da bu anlayıúın devam etti÷ini tespit
edebilmekteyiz. Hârizmúâh øl-Arslan’ın ölümünden (567/1172) sonra o÷ulları
Sultanúâh Mahmud ve Alâeddin Tekiú Han saltanat mücadelesine girdiler.
Horasan’da bulunan Sultanúâh kardeúine gönderdi÷i rubâîlerde meydan okuyordu.
Tekiú cevaben gönderdi÷i bir rubaide “Kimin devlet ikbâlinin yükselece÷ini, kanlı
kılıç tayin edecek”26 diyordu. Buradaki ikbâl aslında “kut”a iúaret etmektedir. Kut’a
22
Eski Türk hâkimiyet anlayıúı, Orhun Yazıtlarında “ Üstte mavi gök altta ya÷ız yer yaratıldı÷ında
ikisi arasında insano÷ulları yaratılmıú, insano÷ulları üzerine de atalarım, Bumin Ka÷an ve østemi
Ka÷an (hükümdar olarak) tahta oturmuú” úeklinde ifade edilmektedir. Bkz. Muharrem Ergin, Orhun
Abideleri, østanbul 1992, s.67.
23
Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr fi’r-resâil ve’l-eú’âr, ø.Ü. Kütüphânesi Nr: F 424; vr.31b-32a,
Toyserkânî, age., økinci Bölüm, s.71
24
Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, aynı yer; Toyserkânî, age., aynı sayfa.
25
Kaúgarlı Mahmud, Dîvân-ü Lûgat-it-Türk, Çev: Besim Atalay, C:I, Ankara 1992, s.301; Yusuf
Has Hâcib, Kutadgu Bilig, Çev: Reúid Rahmeti Arat, C:II, Ankara 1985, s.392, 425; Bahaeddin
Ögel, Türk Kültürünün Geliúme Ça÷ları, Ankara 1979, s.220; øbrahim Kafeso÷lu, Türk Milli
Kültürü, østanbul 1986, s.236 vd.
26
Devletúâh Semerkandî, Devletúah Tezkiresi, Çev: Necati Lugal,C.I, østanbul 1977, s.173-174;
Hândmîr, Ravzatü’s-safâ, C.IV, s.366
19
sahip olan, bahtı hükümdarlıkla taçlandırılmıú bulunan yani “seçilmiú olan” saltanatı
elde edecektir.
Hârizmúâhlar’ın kullandıkları unvân ve lâkaplar hâkimiyet anlayıúının bir
ifadesi olarak bize birçok ipucu vermektedir. “Zillullahi fi’l-arz”27 yani “Allah’ın
yeryüzündeki gölgesi” unvânındaki anlamın do÷al bir sonucu olarak hükümdar
cihanın hâkimi idi.
“Hüdavend-i Cihân” (Cihânın sahibi), “Tâcü’l-øslâm ve’l-
Müslimîn” (øslâm’ın ve Müslümanlar’ın tâcı), “Emîrü’l-Mü’minin” (Mü’minler’in
Emîri), “Pâdiúâh-ı benî Âdem” (Ademo÷ulları’nın Hükümdarı), “Melikü’ú-ùark
ve’l- Garb” (ùarkın ve Garbın Sultanı)28 gibi unvânlar da hâkimiyet anlayıúına ıúık
tutmaktadır.
Bu anlayıúa göre; Hârizm hükümdarları tüm dünyanın hakimidirler.
Yeryüzünü yönetmek onların görevidir. Öyle ki, sultanın sarayı bütün sorunların
çözüldü÷ü bir merkezdir. Arâisü’l-havâtır’da, “ Bugün dünyadaki eúrafın zulüm ve
ihtiyaç karúısında baúvuracakları yer o bârgâhtır”29 denilerek hâkimiyet alanının da
bütün dünya ve bütün insanlar oldu÷u belirtilmektedir. Görüldü÷ü üzere hâkimiyet
anlayıúının hudutları çok geniútir. Hükümdar, “ Çünkü bizim ilmimiz herkesi içine
alır”30 derken Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi sıfatıyla bütün dünyayı yönetme
anlayıúında oldu÷unu ve kendisinde bu hakkı ve yetkiyi gördü÷ünü anlatmaktadır.
Sultan Tekiú “Kıyamet iki tane olacak. Biri Tanrı’nın vaadi, ikincisi benim
dünyadan gidece÷im an”31 derken hükümdarın ölümünü de kıyametin kopması gibi
bir felaket olarak algıladı÷ını göstermektedir.
Görüldü÷ü üzere Hârizmúâhlar’da hâkimiyet anlayıúı Türk gelene÷ine
uygundur ve di÷er ortaça÷ Türk-øslâm devletlerindeki anlayıú ile aynıdır32
27
Nesevî, Farsça, s.215
Bkz. Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr.1b; Toyserkânî, age., økinci Bölüm, s.68.
29
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4138, vr. 63b-64a.
30
Toyserkânî, age., Birinci Bölüm, s.53.
31
Minhâc-ı Sirâc Cûzcânî, Tabakât-ı Nâsırî, C:I, Núr: Abdülhay Habîbî, Tahran, 1343, s.302.
32
Aslında bu anlayıú sadece Türkler’e has de÷ildir. Gizli Tarih’te Cengiz Han’ın atalarının
“Tanrı’nın yüksek takdiriyle yaratıldı÷ı” anlatılmaktadır. Bkz. Manhol-un Niuça Tobça’an (YüanCh’ao Pi-shi) Mo÷ollar’ın Gizli Tarihi, Çev: Ahmet Temir, Ankara 1995, s.3.
28
20
Acaba bu úekildeki bir hâkimiyet anlayıúında hükümdarın halkına bakıúı
nasıldır? Hükümdar tebeasını, hâkimiyeti altındaki insanları nasıl görmektedir?
Aslında bu soruların cevabı olabilecek bilgilere kaynaklarımızda çok sık rastlanmaz.
Ama biz nispeten úanslıyız. Çünkü elimizde Reúidüddin Vatvat’ın kaleminden
çıkmıú bir inúa örne÷i vardır. Arâisü’l-havâtir’de mevcut bulunan ve etraftaki
amillerden birine yazılmıú olan bir mektup33 bizim için son derece önemlidir.
Hârizmúâh Atsız devrine ait olan bu vesikada hitab edilen âmile çeúitli nasihatler
verilerek görevini icra ederken nelere dikkat etmesi gerekti÷i hususunda
hatırlatmalarda bulunulmaktadır. Bu niyetle kaleme alınan mektupta halkın,
merkezin yani hükümdarın gözünde nasıl sınıflandırıldı÷ı gayet açık bir úekilde
görülmektedir. Aslında bu mektup bir bölge amiline hitap etmekle sınırlıdır. Ancak
bizce hükümdarın gözündeki halkı tasvir etti÷i için buradaki anlayıúı genellemek hiç
de yanlıú olmaz.
Buna göre; hükümdarın gözünde halk üç sınıftır. Birinci sınıf: “Onlar ki, bize
hizmet etmeye samimi úekilde can atanlar…….(Bunlar) bizim katımızda de÷er
kazanacaklar. Bizim has çevremizden olacaklar”34 úeklinde ifade edilen grup
hükümdar tarafından en makbul kabul edilen sınıftır. økinci sınıf; “Onlar ki,
yüreklerinde hile, ikiyüzlülük, aldatıcılık, gönüllerinde baúkaldırma ve itaatsizlik
vardır. Onların bütün hareketleri korkunç ve úüphelidir……”35 diye tanımlanan
kesimdir. Hükümdar, memurunu onlara nasıl davranması gerekti÷i hususunda
uyarır. øfadelerden sezilen tedirginlik ve hoúnutsuzluk, onlara karúı uyanık ve
tedbirli olmayı emreden cümlelerde açıkça sezilmektiler. Öyle ki, hükümdarın en
çok çekindi÷i grup bunlardır. Hükümdar burada tanımlanan itaatsizlerden hiç de
memnun de÷ildir.
Üçüncü sınıf ise; “ zanaatkârlar ve ziraatla u÷raúanlardır”. Ve bunlar padiúâh
için “ne kötülükte bulunurlar ve ne de ona karúı bir vefâ gösterirler”36 úeklinde
tanımlanan ve sıradan halk oldu÷u anlaúılan gruptur. Bu tanımlamanın devamında;
“onların iúleri sadece geçimlerini sa÷lamaktır. Bunlar tehlike arz etmez. Bunlar
33
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr:4138, vr. 59b-60b; Toyserkânî, age., s.45-46.
Reúidüddin Vatvât, Araisü’l-havâtır, aynı yer; Toyserkânî, age., aynı yer.
35
Reúidüddin Vatvât, Araisü’l-havâtır, aynı yer; Toyserkânî, age., aynı yer.
36
Reúidüddin Vatvât, Araisü’l-havâtır, aynı yer; Toyserkânî, age., aynı yer.
34
21
kendi baúlarının korunmasının derdindedirler”37 denilmektedir. Bu sınıf hükümdarın
gözünde gayet makbuldür ve söz konusu etti÷imiz mektupta onlar için kolaylaútırıcı
önlemler alınması gerekti÷i belirtilmektedir.38
Verdi÷imiz bu son örneklerden anlaúılaca÷ı üzere, hâkimiyet anlayıúı
hükümdar nazarından son derece merkeziyetçidir. Hükümdarın gözünde halk esas
olarak “itaat edenler” ve “itaat etmeyenler” olarak ikiye ayrılmaktadır. Di÷er bütün
tasnifler bu anlayıútan sonra gelmektedir. Hükmedenin, iktidarlarına isyan edenlere
karúı tutumları her zaman en sert tedbirlerin alınmasına neden olmuútur. Konumuz
içinde, yeri geldikçe bunların örnekleri verilece÷i için burada sadece bu tesbiti
yapmakla yetiniyoruz.
Görüldü÷ü üzere, Hârizmúâhlar’da da ortaça÷ gelene÷ine uygun olarak
hâkimiyet anlayıúı, hükümdarın mutlak hâkimiyeti ve kendisine kayıtsız úartsız itaat
etmesini bekledi÷i tebea çerçevesinde úekillenmektedir.
C. TAHTA VERÂSET USÛLÜ
Hârizmúâhlar’ın bir Türk hanedanı olmalarının tabiî gere÷i olarak eski Türk
âdet ve geleneklerini idare, teúkilât ile bunlara ba÷lı sahalarda devam ettirdiklerini
biliyoruz. Bunun en güzel örneklerinden bir tanesi tahta verâset usûlünde takip
ettikleri yoldur.
Bilindi÷i üzere Türk hâkimiyet anlayıúına göre devlet, hanedan ailesinin
ortak malıdır. Hanedan ailesi kutsaldır ve bunların içerisinden “kut sahibi olan” yani
Tanrı tarafından insanları yönetmek görevi için seçilen kiúi hâkimiyeti tek baúına
elinde tutar.39
Hükümdarın ölümünden sonra tahtın vârisinin kim oldu÷u kesin kurallar ile
belirlenmemiútir. Hükümdarın erkek kardeúleri ve o÷ulları daha do÷rusu hanedan
ailesinin hükümdar ile kan ba÷ı olan bütün erkek üyeleri taht iddiacısı olarak ortaya
çıkabilirler. Öyle ki vârisler bu u÷urda, hâkimiyeti ele geçirebilmek için temin
37
Reúidüddin Vatvât, Araisü’l-havâtır, aynı yer; Toyserkânî, age., aynı yer.
Reúidüddin Vatvât, Araisü’l-havâtır, aynı yer; Toyserkânî, age., aynı yer.
39
Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Geliúme Ça÷ları, Ankara 1979, s.220.
38
22
edebildikleri kuvvetler ile çetin mücadeleleri göze alıyorlardı.Tarihimiz bu tespitin
örnekleri ile doludur. Hükümdarın ölümünün ardından baú gösteren saltanat
mücadeleleri devleti yıpratmakla kalmıyor ço÷u kez çöküúün veya parçalanmanın en
önemli sebebi oluyordu.40 Öte yandan bir baúka açıdan bakıldı÷ında da bu sistem
güçlü olanın hâkimiyeti ele geçirebilmesine imkân sa÷lıyordu.
Aslında hükümdar hayatta iken veliahdını belirliyor ve muhtemel taht
iddiacıları, komutanlar ve devlet ileri gelenlerinden veliahdına itaat hususunda söz
alıyordu. Ancak bu uygulamanın kesin bir yaptırımı yoktu. En fazlası hükümdarın
ölümünden sonra çıkabilecek taht mücadelesinde veliahd daha meúru görünebilir ve
belki bu sayede di÷er taliplere oranla daha avantajlı duruma gelebilirdi.
Hârizmúâhlar’da da yönetim verâset usûlüne dayalıydı ve bu da yukarıda
açıklamaya çalıútı÷ımız úekliyle uygulanıyordu. Devletin kurucusu Hârizmúâh
Atsız’ın 9 Cemaziyelâhir 551 (31 Temmuz 1186) tarihinde ölümü ile de tahta
verasette ilk mücadele baúladı. Atsız’ın o÷lu øl-Arslan, babasının ölümü üzerine
onun veliahdı olarak, kendisine bîat eden orduyla hızla Hârizm’e geldi ve rakiplerini
ezerek tahta oturdu. Bunu yaparken kardeúi Süleymanúâh’ı hapsedip etkisiz hale
getirdi ve muhalefetin baúı olmakla sorumlu tuttu÷u kardeúinin atabegi O÷ul-bey’i
öldürttü.41 Kazvînî’ye göre, Süleymanúâh b. Atsız’ı tahta çıkarmayı O÷ul-bey ile
birlikte ümerâdan da bir ço÷u istiyordu. øl-Arslan bunları da öldürtmüútü.42
Hükümdarın ölümünden sonra tahtın sahibinin kim olaca÷ının kesin olarak
belirlenmemesi ve bu konuda bir kural konulmaması sebebiyle Hârizmúâhlar’da da
son derece úiddetli taht mücadeleleri baúlamıútır. Veliaht tayini de tahta verasette bir
çözüm yolu de÷ildi. øl-Arslan 19 Recep 567 (19 Mart 1172) tarihinde öldü÷ünde
geride iki o÷ul bırakmıútı: Alâeddin Tekiú ve Sultanúâh Mahmud. Cüveynî ve
40
Selçuklu Devleti’nin çöküú sebepleri arasında en önemlilerinden biri olarak tahta verâset usûlü ve
buradan kaynaklanan taht kavgalarının sonuçları için bkz. Abdülkerim Özaydın, Sultan Berkyaruk
Devri Selçuklu Tarihi (485-498/1092-1104), østanbul 2001, s.135-140.
41
Cüveynî, age., s.257; Hamdullah Müstevfî Kazvînî, Tarih-i Güzide, Ed: E. G. Browne, LeydenLondon 1910, s.490; Mîrhând, age., C: IV, s.364.
42
Kazvînî, age., s.490.
23
Kazvînî’ye göre øl-Arslan’ın veliahdı küçük o÷lu Sultanúâh idi.43 øl-Arslan’ın
ölümünün hemen ardından annesi Terken Hatun’un da yardımlarıyla Sultanúâh,
Hârizmúâhlar tahtına oturdu. Ne var ki, Alâeddin Tekiú Han bu oldu bittiyi kabul
etmeyerek hakkını alabilmek için mücadeleye baúladı. Her ne kadar Alâeddin Tekiú,
Karahıtaylar’dan aldı÷ı destekle 22 Rebiülâhir 568 (10 Ocak 1173) tarihinde tahtı
ele geçirip, kardeúi Sultanúâh ve onun annesi Terken Hatun’u baúkent Gürgenç’ten
uzaklaútırdı ise de bu durum Sultanúâh’ın pes etti÷i anlamına gelmedi. Sultanúâh’ın
ölüm tarihi olan Ramazan 589 (29 Eylül 1193) tarihine kadar kimi zaman yapılan
anlaúmalarla sükûnet sa÷lanmaya çalıúılsa da bu mücadele tam olarak yirmi bir yıl
boyunca devam etti.
Tahta verâset anlayıúı gere÷ince iki taraf da haklıydı. Sultanúâh’ın sı÷ındı÷ı
Gur Sultanı Gıyâseddin bu hakkı, Alâeddin Tekiú’in kardeúinden úikâyet etmek ve
koruyucusunu tehdit maksadıyla gönderdi÷i mektuba verdi÷i cevapta bize çok güzel
bir örnek olacak úekilde ifade etmektedir. Gur Sultanı úöyle diyordu: “….Alâeddin
Tekiú’in, Sultanúâh’ın ülkeye hükümran olmak istedi÷ine dair sözüne gelince, yemin
ederim ki o, hükümdar o÷lu bir meliktir. Yüce bir himmete sahiptir. E÷er hükümdar
olmak istiyorsa, onun durumundaki herkes aynı úeyi ister….”44 Her ne kadar
Hârizmúâhlar Devleti’nde yaúanan taht kavgaları Gurlular’ın iúine yarıyorsa da bu
cümlelerin gerçeklik payı da göz ardı edilemez. Bu sözler verâset anlayıúı üzerinde
durdu÷umuz noktayı, yani hükümdarın ölümünden sonra kimlerin haklı taht
iddiacısı olabilece÷ini göstermektedir. Görüldü÷ü üzere Hârizmúâhlar’ın komúusu
Gurlular’da da aynı usûl kabul edilmiúti.∗
Alâeddin Tekiú ile kardeúi Sultanúâh Mahmud arasındaki saltanat mücadelesi
Hârizmúâhlar Devleti için yıpratıcı oldu. Karahıtaylar ve Gûrlular’ın devlet iúlerine
43
Cüveynî, age., s.258; Kazvînî, age., s.491; Ayrıca bkz. Reúidüddin Fazlullah, Câmîu’t-tevârih,
Núr: Behmen Kerimî, y.y. 1362hú., C:I, s.253; ùebânkâreî, Mecmâ‘u’l-ensâb, s.136 vd.
44
øbnü’l-Esîr, age., XI., s.308
∗
Bu usûl, yalnızca Gûrlular ve Hârizmúâhlar tarafından uygulanıyor de÷ildi. Daha öncesinden
Gazneliler, Karahanlılar ve Selçuklular’da tahta verâsette aynı gelene÷i takip ediyorlardı.
Hârizmúâhlar ile iliúkisi olması bakımından Mo÷ollar ile de karúılaútırma yapmamız gerekir.
Mo÷ollar’da da taht babadan o÷ula geçiyordu, yalnız onlar toplanan kurultayda veliahdı Han ilân
ediyorlardı. Gizli Tarih’in bildirdi÷ine göre, Ögedey, Cengiz Han’ın veliahdıdır. Onun ölümünden
sonra 1228 yılında toplanan kurultayda Cengiz Han’ın emri gere÷ince Ögedey, Han seçilmiúti.
Mo÷ollar’ın Gizli Tarihi, s.190-191.
24
karıúmasına fırsat verdi. Ayrıca devletin büyümesini ve daha da güçlenmesini
geciktirdi. Ancak Hârizmúâh Tekiú’in yetenek ve cesareti bu olumsuzlu÷u
gidermeye yetti. Onun devrinde devlet, bir imparatorluk haline gelerek geniú
sınırlara ulaútı. Ancak kardeúiyle mücadele içinde oldu÷u yıllarda saltanatını
güvende hissedemedi. Kardeúinin ölümü ona rahat bir nefes alma imkânı sa÷ladı.
Sultan Tekiú Han’ın veliahdı ise Niúâbûr valili÷i ile görevlendirdi÷i ve
Horasan askerlerini emrine verdi÷i o÷lu Nâsırüddin Melikúâh idi. Ancak o, 1197
yılında ölünce Sultan Tekiú, Niúâbûr valili÷ine di÷er o÷lu Kutbeddin** Muhammed’i
tayin etti. Yeni veliaht da o oldu.45 Sultan Tekiú 19 Ramazan 596 (4 Temmuz 1200)
tarihinde öldü. Onun ölümünün ardından Melikúâh’ın o÷lu Hindu-Han amcasından
çekinerek ve hatta korkarak Hârizm’den ayrıldı.46
Aslında Hindu-Han örne÷i bize, verâset usûlünün uygulanıúı hakkında
úimdiye kadar bahsetti÷imiz noktalar haricinde bilgiler vermektedir. ùöyle ki;
Hindu-Han Hârizmúâhlar tahtının veliahdı olan babası Nâsırüddin Melikúâh’tan
sonra sultan olma yolu açık olan bir hanedan üyesi iken babasının 1197’de tahta
çıkamadan ölümü ile statüsü tamamen de÷iúmiú ve o artık, sıradan bin hanedan
mensubu haline gelmiúti.
Bu durumda onun Sultan Alâeddin Tekiú’in ardından tahta geçen amcası
tarafından hoú karúılanmayaca÷ı, potansiyel bir tehlike olarak görülece÷i
muhakkaktır. Üstelik, øbnü’l-Esîr’in bildirdi÷ine göre Hârizmúâh Tekiú’in iki o÷lu
arasında “büyük bir düúmanlık vardı”.47
Ancak verâset usûlü konusunda asıl önemli nokta Hindu-Han’ın babasının
ölümünden sonra onun mirasından hakkını istemesidir. Acaba bu hakkın sınırları
nasıl çizilebilir? Veliahdlık miras olamayaca÷ına göre, babasının makamı olan
Niúâbûr valili÷i ve bu mevkiye ba÷lı bölgeler ile onların idaresinin kendisinin hakkı
oldu÷unu iddia etmemesi için hiç bir sebep görünmüyor. Aslında onun bu talepleri,
**
Hârizmúâh Alâeddin Muhammed.
øbnü’l-Esîr, age., XII., s.112
46
øbnü’l-Esîr, age., XII., s.112
47
øbnü’l-Esîr, age., XII., s.112
45
25
en az, muhatabı olan sultanın bu istekleri red ve Hindu-Han’ı ortadan kaldırmaya
yönelik faaliyete geçmesinin kabul edilebilirli÷i kadar meúru idi. Sistemin iúleyiú
úekli her iki “hak arama” çabasına da izin veriyordu. Kesin sınırları belli olmayan,
kuralları kat’î bir úekilde konulmayan bu verâset anlayıúında haklar hukukî yollarla
de÷il, bilek gücüyle alınabilirdi ve bunun meúruiyyeti tartıúılmazdı.
Verâset usûlü gere÷ince hükümdarın sa÷lı÷ında veliahdını belirledi÷ini
söylemiútik. Sultan aynı zamanda veliahdı de÷iútirme yetkisine da sahipti. Nitekim
Sultan Alâeddin Muhammed önce o÷ullarından Uzlakúâh’ı veliahd tayin etmiú48
daha sonra bu kararına de÷iútirmiúti. Üstelik Uzlakúâh, sultanın en küçük o÷lu idi.
Görüldü÷ü üzere en büyük úehzâdenin veliahd olaca÷ına dair de bir kural yoktu.
Hârizmúâh Alâeddin Muhammed, annesi Terken Hatun’un gücü karúısında onun
iste÷ine uygun olarak, Uzlakúâh’ı tahtının vârisi olarak belirlemiúti. Uzlakúâh’ın
annesi, Terken Hatun ile aynı boya mensuptu.49 Sultan Alâeddin Muhammed,
Mo÷ollar önünden kaçarak sı÷ındı÷ı Abeskûn adasında muazzam devletinin yıkılıúı
karúısındaki
çaresizlik
hisleri
ile
veliahdını
de÷iútirdi.
Nesevî’ye
göre;
“Celâeddin’den baúka öcünü alacak, devleti toparlayacak o÷lu olmadı÷ı” sözleri ile
yeni veliahdını ilan ederek di÷er iki o÷lundan ona itaat etmelerini istemiúti.50
Sultanın bu iste÷i yerine getirilmedi. Kardeúler arasında sultanın ölümünden
sonra baúlayan mücadele Mo÷ollar ile girdikleri çatıúmada Uzlakúâh ve Akúâh’ın
ölümü ile noktalandı.51 Öte yandan Celâleddin de Mo÷ol tazyiki karúısında
Hindistan’a gitmiú, oradan üç yıl sonra dönerek tahta çıkabilmiúti. Ancak artık
devletin merkezi ve topraklarının ço÷u elden çıkmıútı. Celâleddin Hindistan’da iken
kardeúi Gıyaseddin Pirúâh Azerbaycan, Arran ve Irak-ı Acem’de tutunabilmiúti.
Celâleddin 1224 yılında dönünce gönülsüzce, daha do÷rusu mecburen ona itaat
48
Reúidüddin, Câmîu’t-tevârih, C:I, s.369.
Nesevî, Farsça, s.84.
50
Nesevî, Farsça,s.84; Aydın Taneri, Celâlü’d-din Hârizmúâh ve Zamanı, Ankara 1977, s.20.
51
Nesevî, Farsça, s.89; Reúidüddin, age., C:I, s.370.
49
26
etmiúti.52 Muhtemel taht kavgasını önleyen bu defa Mo÷ollar’ın yarattı÷ı kargaúa
ortamı ve devletin artık yıkılıyor olmasıydı.
D.HÜKÜMDAR
1.HÜKÜMDARIN ÖZELLøKLERø
Kaynaklarımızda hükümdarın sahip olması gereken özelliklere dair çeúitli
bilgiler mevcuttur. Ço÷u kez bir hükümdar övülürken onun özelliklerinden
bahsedilir.
Aslında
bu,
ideal
olana,
olması
gerekene
iúaret
etmektedir.
Yazarlarımızın ço÷unun eserlerini devrin hükümdarlarına sunduklarını ve bu
yazarların hükümdarların yakın çevresindekiler arasında bulunduklarını göz önünde
tutarak bahsetti÷imiz övgülerin aslında ideal bir hükümdarda aranan özellikleri, yani
olması gerekeni ifade etti÷ini söyleyebiliriz. Medhiyelerden, övülen özelliklerin
mutlaka adı geçen hükümdarda bundu÷u sonucunu kesinlikle çıkaramayız. Ancak,
beklenenin ne gibi özellikler oldu÷unu tespit edebiliriz. Bunun yanında
nasihatnâme türündeki eserler do÷rudan hükümdarın hangi özelliklere sahip olması
gerekti÷ini belirttikleri için özel bir önemi haizdirler. Çünkü bu tarz eserler genel
ifadelerle kaleme alınmıútır. Ço÷u anlatımlarda özel bir úahıs kastedilmez. Bu
nedenle de ele alaca÷ımız baúlık için oldukça de÷erlidirler.
Bu açıklamalardan sonra ideal hükümdarın sahip olması arzulanan veya
beklenen özelliklerinin neler oldu÷unu tespit etmeye çalıúalım.
Hükümdarın, halkının hoúnut olabilmesi ve iyilikle anılması için Hakk’ın
razı olaca÷ı iúler yapması gerekmektedir. Bu da âdil olması ve zulümden uzak
durması ile mümkündür. Ancak bu sayede hükümdar hem ayakta kalabilir hem de
âhirette, yaptı÷ı iúlerin hesabını gönül rahatlı÷ıyla verebilir. Nizamülmülk’ün
belirtti÷i bu esasların53 en önemli özelli÷i, hükümdarın vicdanına sesleniyor
olmasıdır.
Nesevî, Farsça, s.126-130; øbn Vâsıl, Müferricü’l-kürûb fî ahbâr-ı mülûk-i benî Eyyûb, Núr:
Hasaneyn Muhammed Rabi‘, C.IV, s.132 vdd.; Mükrimin Halil Yınanç, “Celâleddin Harzemúah”,
ø.A., C:III, s.49-50; Taneri, age, s.35-36
53
Nizamülmülk, Siyasetnâme, s.32.
52
27
Adâletli olma úüphesiz, hükümdarda bulunması gereken birinci özelliktir.
Çünkü bu bir ihtiyaçtır. Bu nedenledir ki, kaynaklarımızda sık sık adâletli olmaya
vurgu yapılır ve sultanlar âdil oldukları gerekçesiyle övülür. Örne÷in; Hârizmúâh
Tekiú 22 Rebîülevvel 568 (11 Aralık 1172) tarihinde tahta çıktı÷ında, Reúidüddin
Vatvat, iyice yaúlanmıú bir halde sultanın huzuruna sedye üzerinde getirilmiú ve o,
bu kutlamanın úerefine bir rubaî söylemiúti. Reúidüddin Vatvât, rubaînin bir
bölümünde úöyle diyordu: “ Deden zamanın sayfasından zulüm kelimesini sildi.
Babanın adâleti, yaraları sardı.”54
Adâletli olmak iyi bir hükümdarın en önemli özelli÷i idi. Bunun yanında
merhametli, faziletli ve cömert olması da gerekirdi. Hükümdarın adâletli,
merhametli, faziletli ve cömert olabilmesi onun Allah korkusu taúıması ile
mümkündü. Yalnız bu sayede dinin emretti÷i üzere davranabilirdi. Sebüktegin,
Pendnâme’de o÷lunu padiúâhlı÷ın can tehlikesi taúıyan bir iú oldu÷u konusunda
uyardıktan55 sonra “Allah’tan korkmasını”, “dindar olmasını” ve “ancak bu sayede
hürmet ve haúmetinin olaca÷ını” belirterek nasihât etmektedir.56
Nitekim Hârizmúâh Tekiú, o÷lu Alâeddin Muhammed’e Allah korkusuyla
hareket etmenin nasıl mümkün olaca÷ını Cûzcânî’ye göre úu úekilde vasiyet
ediyordu: “øslâm’ı iúin baúı tut”. 57
Hükümdarda bulunması gereken bir di÷er özelli÷in de cesaret oldu÷u
anlaúılmaktadır. Hârizmúâhlar arasında Sultan Celâleddin cesurlu÷u bakımından en
úöhretli olanıdır. Nesevî’nin eseri onun kahramanlık öyküleri ile doludur.58 Mo÷ollar
karúısında direnen bu kahraman hükümdar yaptı÷ı mücadelelerle efsaneleúmiú,
Cengiz Han tarafından dahi cesaretinin kabul ve takdiri övgülerle kaydedilmiútir.59
54
Cüveynî, age., s.259; Mîrhând, age., C.IV, s.366. Ayrıca Hârizmúâh Atsız’ın adâletli oldu÷u
vurgusu için bkz. Cûzcânî, age., C:I, s.299.
55
Pendnâme, s.229.
56
Pendnâme, s.229; ayrıca bkz. Siyasetnâme, s.31, 32; øbnü’l-Esîr, Sultan Alâeddin Muhammed’in
fazilet sahibi oldu÷undan övgüyle bahseder, el-Kâmil, C: XII., s.326; Nesevî de Celâleddin
Hârizmúâh’ın cömertli÷ini anlatır, Nesevî, Farsça, s.191.
57
Cûzcânî, age., s.302; ayrıca øbnü’l-Esîr Sultan Alaeddin Muhammed’in övülecek özelliklerini
sıralarken onun dindarlı÷a verdi÷i önemi anlatmaktadır. Bkz., el-Kâmil, CXII., s.326.
58
Nesevi, Farsça, türlü yerler; Taneri, Celalü’d-din Hârizimúah ve Zamanı, s.84 vd.
59
Sind Nehri kenarındaki savaúta Celâleddin Hârizmúâh, Mo÷ol kuvvetleri karúısında cansiperane
savaúmıú ancak düúmanın sayıca üstünlü÷ü ve kendi askerinden çok fazla kayıp vermesi onun nehre
28
Öyle ki, onun cesareti Mo÷ollar karúısında halk tarafından kurtarıcı olarak
görülmesine ve tam anlamıyla desteklenmesine imkân sa÷lamıú ve bu sayede
olumsuz iúlerine de müsâmaha gösterilmiúti.60 Kahramanlık ve cesaretiyle ün yapan
bir hükümdarın tebeası üzerindeki kesin tesiri ve yarataca÷ı güven hissi úüphesiz son
derece önemlidir.
Hükümdarlarda bulunması istenen bir di÷er özellik de kibirli olmamalarıdır.
Gurur, kibir ve kendini be÷enmiúlik kaynaklarımızda eleútirilirken, iyi ahlâklı,
mütevazı ve hoúgörülü olmak yüceltilmiútir. Cüveynî Hârizmúâh Atsız’ın ölümünü
anlatırken “böylece gururu, kibiri ve kendini be÷enmiúli÷i de onunla beraber topra÷a
gömülmüú oldu” demektedir.61 Sultan Alâeddin Muhammed ise hoúgörüsü
nedeniyle övülmektedir.62 Hükümdarın bunların yanı sıra nefsine hakim olması da
gerekmektedir. Bu konuda en çok eleútirilen nokta sultanların e÷lence alemine
dalmalarıdır. Sultan Alâeddin Muhammed de hükümdarlı÷ının son dönemlerinde
içki ve e÷lence hayatına daldı÷ı gerekçesiyle, örne÷in Cüveynî’nin eleútiri oklarının
hedefi olmuútur.63
Üzerinde durdu÷umuz bu özeliklerin yanı sıra úüphesiz hükümdarın devlet
yönetiminde mâhir olması en önemli meziyetlerden biridir. Ancak bu sayede
hükümdar do÷ru siyasî kararlar verebilir ve böylece devleti yücelirdi. Sultan Tekiú
Han, Hârizmúâhlar içinde devlet yönetimindeki ustalı÷ı, teúkilatçılı÷ı ve akıllıca
kararlar alıp uygulamadaki baúarısı ile övgüyü en çok hak edendir.64 Ayrıca Sultan
Celâleddin de Mo÷ollar karúısında alınacak tedbirlerin görüúüldü÷ü mecliste
savundu÷u fikirleri ile kaynaklarımız tarafından övülmektedir.65 Ancak babası
tarafından bu fikirler kabul edilmemiúti. Sultanın bizzat kumanda edece÷i büyük bir
ordu ile Mo÷ollar karúısına çıkmanın gere÷ini savunan bu tezin kabul edilip
atlayarak karúı kıyıya geçmesine neden olmuútur. Rivayete göre Cengiz Han bu olay karúısında
“Böyle bir evlâda sahip olan babaya ne mutlu!” demiúti. Bkz. Cüveynî, age., s.154.
60
Nesevî, Celâleddin Hârizmúâh’ın adâleti sevmesine ra÷men çıkan isyanlar karúısında zulüm
yapmaya mecbur oldu÷unu kaydeder. Bkz., Taneri, age., s.87.
61
Cüveynî,age., s.256-257.
62
Cüveynî, age., s.327
63
Cüveynî, age., s.314
64
Bu hususta bir de÷erlendirme için bkz. Kafeso÷lu, Harezmúahlar, s.2.
65
Cüveynî, age., s.319; Mîrhând, age., C.IV, s.142; Gregory Abû’l-Farac (Bar Hebreaus), Abû’lFarac Tarihi, C:II, Çev: Ömer Rıza Do÷rul, Ankara 1987, s.514.
29
uygulanmaması Sultan Alâeddin Muhammed’in eleútirildi÷i temel noktadır. O,
bunun aksine kuvvetlerini bölerek úehir müdafaalarını uygun bulmuútu.66 Sultanın
devlet yönetimi konusunda eleútirildi÷i tek nokta bu de÷ildir. Örne÷in Kafeso÷lu
onu “babasının siyasi görüú ve idare kabiliyetinden mahrum olmak” la suçlamakta
ve onun politikalarını da “yersiz ve hesapsız” diye nitelemektedir.67
Hükümdarlarda bulunması gereken özelliklerden bir di÷eri ise ilime ve ilimle
u÷raúanlara de÷er vermeleri, saygı göstermeleridir. Hârizmúâhların bu konudaki
tutumlarını çalıúmamızın üçüncü bölümü olan kültürel hayat bahsinde etraflıca
inceleyece÷imiz için burada sadece hükümdarlarda aranan özellikler içinde
bulundu÷unu kaydetmekle yetiniyoruz.
2.HÜKÜMDARIN GÖREV VE YETKøLERø
Hârizmúâhlar’da hükümdar devletin mutlak hâkimidir ve bütün idare
sisteminin baúıdır. Görevi devleti yönetmek ve halkın refah ve güvenli÷ini
sa÷lamaktır. Hârizmúâh Atsız, Halife Muktefî-Liemrillâh’a gönderdi÷i mektupta,
babasının yaptı÷ı iúleri övdükten sonra “Böylece Horasan ve Hârizm ahalisi
canlarından ve mallarından emin bir úekilde yaúadılar”68 demektedir. Devletúah
Tezkiresi’nde de Sultan Alâeddin Muhammed’den bahsedilirken, “Her köylü onun
zamanında padiúâh gibi yaúadı”69 ifadesiyle halkın refâhının sa÷landı÷ına iúaret
edilmektedir.
Hârizmúâhlar’da hükümdarın yetkileri sınırsızdır. Hükümdar, devletin bütün
memurlarını tayin ve azl edebilirdi. Ordunun baúkumandanı olmak sıfatı ile savaúa
ve barıúa karar verebildi÷i gibi savaúın ne zaman sona erece÷ine ve sonuçlarına da
hükmedebilirdi. Hükümdar kanunları koyar, vergi ve arazileri tahsis edebilirdi.
Bütün görevlilerin terfilerini diledi÷i gibi yapabilir ve ayrıca memurlarının verdi÷i
kararları de÷iútirebilirdi. Adlî sistemin de baúı hükümdardı.
66
Aynı yerler.
Kafeso÷lu, age., s.2; Bu eleútirilerin dayana÷ı úu noktalardır: Sultanın halife ile iliúkilerini
düzenleyememesi, cihan fatihli÷i peúinde koúması, süratle geniúleyen imparatorlukta idareyi yeni
úartlara göre tanzim edememesi ve Cengiz Han karúısındaki yanlıú politikaları.
68
Horst, agm., ZDMG, s.30
69
Devletúah Tezkiresi, C: II., s.188
67
30
Hükümdar devletindeki bütün iúlere müdahale edebilme yetkisine sahipti.
Onun yetkilerini sınırlayan veya ondan icraatından dolayı hesap sorabilecek hiçbir
kurum mevcut de÷ildi.70
Çalıúmamız saydı÷ımız noktaları devlet teúkilâtı içerisinde baúlıklar halinde
incelemeyi gerektirdi÷i için tekrara düúmemek adına burada daha çok hükümdarların
yetkilerini kullanma ve karar alma biçimleri üzerinde durmayı uygun buluyoruz.
Arâisü’l-havâtir’de yer alan Farsça mektuplardan ikincisi “Sultan Sencer’in
Meclis-i Âlâ’sına”
baúlı÷ını
taúımaktadır ve Hârizmúâh
Atsız
tarafından
gönderilmiútir. Bu mektupta Atsız, Sultana hitaben “Hüdâvend-i Âlem yeryüzünde
Tanrı’nın gölgesidir ve peygamberin nâibidir. Bugün tedbir-i nizâmın, tedbir-i
ahkâmın ve øslâm’ın koruyucusudur”71 demektedir. ùüphesiz bu sözler Sultan
Sencer’i övmek maksadıyla yazılmıútır ve inúa örne÷i olarak da devrin yazıúma usûl
ve nezaketine uygundur. Ancak bunlar sadece kuru birer övgü ya da mübala÷alı
anlatımlar de÷ildir. Bu ifadeler bize o günkü anlayıúa göre hükümdarın yetkisini
Tanrı’dan
aldı÷ını,
buradan
hareketle
de
yetkilerinin
sınırsız
oldu÷unu
göstermektedir. Gene bu mektuptaki cümlelerden hükümdarın düzeni, kanunları ve
øslâm’ı korumakla görevli oldu÷unu anlıyoruz. Peygamberin nâibi olarak tanımlama
ise aslında hükümdara yüklenen sorumluluk ve hükümdarın kabul edilen gücüne
iúaret etmektedir. Hârizmúâh Atsız’ın “Emîrü’l-mü’minîn” lakabını kullandı÷ını da
burada belirtmeliyiz. Aslında bu lâkap Halifeler içindir. Ancak Hârizm sultanları
tarafından da kullanılmıútır. Bu da bize gösteriyor ki, Hârizm hükümdarları
kendilerini her úeyin üstünde görmektedirler ve bundan dolayı da yetkilerini
kısıtlayacak hiçbir kuvvet yoktur.
Aslında inceledi÷imiz dönemde kabul gören kavramlar ile uygulamalar
arasında büyük farklar vardır. Halife tarafından resmen sultan olarak tanınmayan
Hârizmúâhlar sultan unvânın pratikte kullanmıúlar ve halifenin tavrını çok da
umursamamıúlardır. Güçlü olmanın gere÷i olarak da kendi sultanlıklarını fiiliyatta
kabul ettirmeyi baúarmıúlardır. Öte yandan Halife Muktefî-Liemrillâh da kendisini
70
Hârizmúâhlar’da hükümdarın yetkileri için bkz. Nafi‘ Tevfik, age., s.217 vd.
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4015, vr. 18b-19a; Toyserkânî, age., Birinci
Bölüm s.8.
71
31
sadece øslâm dünyasının manevî lideri olarak görmemiú, tamamen bir siyaset ve
devlet adamı gibi davranmıútır.72
Hükümdarın yetkilerinin sınırsız oldu÷u söylemiútik. Acaba sultanlar bu
sınırsız yetkilerini ne úekilde kullanıyorlardı? Kararlarını nasıl alıyorlardı?
Hârizm hükümdarları karar alırken fikirlerine önem verdikleri yakın
çevrelerine veya konunun uzmanlarına danıúırlardı. Meúveret Meclislerinde sultanlar
kurmayları ile toplanarak gündemdeki konulara dair ne yapılması lazım geldi÷ini
müúavere ederlerdi. Örne÷in Hârizmúâh Alâeddin Muhammed, Otrâr hadisesi
sonucu geliúen olaylar karúısında Cengiz Han’ın hiddeti ile harekete geçen Mo÷ol
ordusuna karúı ne yapılması gerekti÷ini istiúâre etmiúti.73 Sultanın konuyu
danıútıkları arasında âlim ùihâbeddin Hayvakî ve o÷lu Celâleddin de vardı.74
Sultan Celâleddin Hârizmúâh Rey’de yerleúti÷i sırada Alamut hâkimi
Alâeddin’in bir elçisi gelmiú ve sultana emredece÷i düúmanlarını öldürmek üzere
sekiz øsmailî sunmuútu. Sultan takdim edilen bu de÷iúik hediyeyi kabul etmeden
önce konuyu müúavere etmeyi uygun buldu. Mecliste ço÷unluk kabul yönünde fikir
bildirirken Irak nâibi ùerefüddin bu fikre katılmamıútı.75 Sultan Celâleddin,
Meraga’da bulundu÷u sırada da “yapılacak iúler ve ulaúılacak hedefler konusunda
müúâverede bulunmuútu”76
Sultanlar karar alırken her ne kadar danıúma meclisleri topluyorlarsa da
buradaki ço÷unlu÷un görüúüne itibar ederek ona göre davranmak gibi bir
mecburiyetleri yoktu. Son söz her zaman hükümdara aitti ve bu sözler kanun
hükmündeydi. Bu kanunların ne zaman ve nasıl de÷iúece÷ine de hükümdar karar
72
Bkz.Angelika Hartmann, age., s. 67-90.
Bu gelene÷in Mo÷ollar’da da var oldu÷unu biliyoruz. Cüveynî’ye göre Cengiz Han yönetimin
danıúmanlık (meúveret) iúleri ile o÷lu Ögedey’i görevlendirmiúti. Cihângüúa, s.95; Ayrıca gene
Cihangüúâ’ya göre, Cengiz Han’ın “Kanunları”nın yazılı tomarlarda úehzâdelerin hazinelerinde
bulunması kararlaútırılmıútı ve “bir Han ordu sevk edece÷i veya úehzâdelerle meúveret edip karar
verece÷i zaman o tomarları getirip ona göre karar verirdi”, s.87.
74
øbnü’l-Esîr, “Hârizmúâh devlet adamlarını ve istiúâre heyetlerini toplayarak onlarla gerekli
istiúâresini yapmıútı” demektedir. el-Kâmil, C:XII., s.317; Ayrıca bkz., Gregory Abû’l-Farac, Abû’lFarac Tarihi, Çev: Ömer Rıza Do÷rul, C:II, Ankara 1987, s.513.
75
Nesevî, Farsça, s.117.
76
øbn Bîbî, el-Evamirü’l-Ala’iye fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçuk Name), Haz. Mürsel Öztürk, C: I.,
Ankara 1996, s.374
73
32
verirdi. Örne÷in Sultan Celâleddin Tiflis’i zaptının ardından, alınan esirlerin, vezîri
ùerefülmülk tarafından para karúılı÷ı azât edildi÷ini duyunca çok kızmıútı. Münúî
Nesevî’yi yanına ça÷ırıp “kimsenin esir azat edemeyece÷i” emrini vermiúti77 ki,
artık bu hüküm bir kanundu.
Hükümdarların sınırsız yetkilerini kullanırken genel kabul görmüú kurallara,
âdetlere ve kendilerinden önceki uygulamalara genellikle ba÷lı kaldıklarını
görmekteyiz. Oysa görünürde onları sınırlayan hiçbir güç yoktur. Nitekim Sultan
Alâeddin Muhammed bunun bir örne÷i olarak halifeyi hal‘ etme ve yerine yeni bir
Halife tayin gücünü kendisinde görmüútü.78 Ancak bu sınırsız yetkiler hükümdarın
akla hayâle gelmez uygulamaları hayata geçirmesine zemin hazırlamazdı.
Sultanları sınırlayan veya denetleyip hesap soracak hiçbir yasal mekanizma
olmamasına ra÷men hükümdarlar en uç noktalar da keyfî davranıúlarda
da
bulunamamaktadırlar. Bunun en önemli sebeplerinden biri kamuoyudur. Hükümdar,
“kamu vicdanını” rahatsız edecek bir uygulamaya gitmeyi pek de göze alamazdı.
Sultan Alâeddin Muhammed, halife konusundaki tutumunda devrin önemli din
adamlarından destek almıútı. Halife Nâsır-Lidinîllâh’ın görevini kötüye kullandı÷ı
ve zaten halifeli÷in Ali Evlâdı79na ait oldu÷una dair din adamlarından aldı÷ı fetvalar
onun elini güçlendirmiúti.
Halkın tepkisini çekmek itaati zayıflataca÷ı için hükümdarlar tarafından
kolay kolay göze alınamazdı. Sultanlar muhakkak ki isyanlardan çok çekiniyorlardı.
Sultanların karar almalarında onları sınırlayan bir di÷er unsur da ulema sınıfı
idi. Halk üzerinde tesirleri olan âlimler ço÷u kez halkın itibarının oluúturdu÷u kalkan
sayesinde cesur adımlar atabiliyor, hükümdarları açıktan eleútiren konuúmalar
yapabiliyorlardı. Menâkıbü’l-Arifîn bu tespitin örnekleri ile doludur. Örne÷in úu
ifadeler dikkat çekicidir: “Baha Veled hazretleri minberde vaaz esnasında
Fahreddin-i Râzî ve Muhammed Hârizmúâh’a bid’atçı der ve ayna gibi her birinin
halini aynen gösterirdi. Onlar Baha Veled’in bu kafalarına vururcasına
77
Nesevî, Farsça, s.153
Cüveynî, age., s.330; øbn Hallikân, Vefeyâtü’l-a’yân, Kahire 1299, C:II, s.265.
79
Mustafa Öz, “Ali Evlâdı”, DøA, C:II, s.392-393.
78
33
azarlamasından ve toksözlülü÷ünden son derece incinirlerdi. Fakat ne söz söylemeye
mecal ne de cevap ve suale imkân vardı”.80 Baha Veled’in “Sultanü’l-Ulemâ”81
mertebesinde görüldü÷ünü de ilave edersek hükümdar için ciddî bir muhalefet teúkil
etti÷inin farkında oluruz. Sultanın halkın gözünden düúmemek, isyanlara meydan
vermemek ve bu sayede tahtını güvence altına almak maksadıyla kararlarında kamu
vicdanını hiçe sayamayaca÷ı muhakkaktır. Çünkü ço÷u zaman tahttaki hükümdarın
yerini almak üzere pusuda bekleyen bir úehzâde veya hükümdarlık için meúru bir
hanedan üyesi aday hemen hemen her zaman mevcuttur. øúte bu yüzden de
hükümdarlar kamuoyunun úiddetli tepkisini çekecek uygulamaları kolay kolay
hayata geçiremezlerdi. Her ne kadar onların elinde büyük güçler, hatta halkı
sindirecek güçler olsa da halk tarafından zalim olarak anılmayı istemezlerdi.
Ayrıca hükümdarlar yetkilerini kullanırken devletin müesseselerini de
dikkate almak zorunda kalıyorlardı. Burada kastetti÷imiz yasal bir zorunluluk
de÷ildir elbette. Daha çok kendilerinin göreve gelmesinde yardımları olan mevki
sahipleri, iktidarları boyunca da hükümdarın taraftarı olma sıfatı ile taht sahibinin
iúini kolaylaútırmakta idiler.82
Hükümdarlar devletin iúlerinin bütün sorumlulu÷unu üzerlerine alıyorlardı.
Onlar bu sorumlulu÷u yerine getirirken varlıklarını mümkün olan her yerde özellikle
iúleri yürüten memurlarına hitaben sürekli hissettiriyorlardı. Devletin resmî
evrakının numûnesi olan Hârizmúâhlar’a ait münúeât mecmûalarında bunun
örnekleri ile sıkça karúılaúmaktayız. Örne÷in göreve atanan bir memur iúe uygun
oldu÷una dair özellikleri sıralandıktan sonra “bizim katımızda bir tanedir”83
denilmek suretiyle hükümdarın varlı÷ı hissettirilerek tescil edilmektedir. Ve gene
Ahmed Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, Çev: Tahsin Yazıcı, C: I, østanbul 2001, s170.
Ahmed Eflâkî, age., C:I, s.169, 171,172
82
Dünyada dikkatleri çeken, doksanlı yıllarda ülkemizde de ilgi gören “iktidar” kavramının iúlendi÷i
Adolf Berle’nin kitabındaki úu tesbite biz de katılıyoruz: “øktidarı elinde bulunduran kimsenin ilk
düúüncesi, kendisinin bu mevkiye gelmesine yol açan müesseselerin, sa÷lam bir tarzda ayakta
durmasını teminat altında tutmaktır” Adolf Berle, øktidar, Çev:Nejat Muallimo÷lu, østanbul, 1980,
s.83. øúte bu nedenledir ki, ortaça÷da yeni kurulan hanedanlarda müesseseler ve bunları ellerinde
tutanlar büyük bir ço÷unlukla yerlerinde kalırlar. Hanedan de÷iúikliklerinden ço÷u kez etkilenmezler.
Bkz. Köprülü, agm., ø.A, C: V/I., s.278
83
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr:4138, vr. 54b-55b.
80
81
34
aynı mecmuaya göre asıl önemli olan, “bizim devletimizin iúleri yürüye”84 úeklinde
ifade edilmektedir.
Görüldü÷ü gibi devletin idaresinde bütün yetkiyi ellerinde bulunduran
hükümdarlar idareye dair bütün görevlerin de yerine getirilmesinin mutlak
sorumlusudurlar.
3.HÜKÜMDARLIK ALÂMETLERø
a. Unvân ve Lâkaplar
Unvân ve Lâkaplar85 sözlük anlamında tanımlandı÷ı gibi; “bir kimsenin
adına ilâveten mevkiini göstermek üzere”86 verilirdi. Hükümdarlık alâmeti olarak ise
her ne kadar halifeler tarafından hükümdarlara, halifelik katındaki mevkilerini
belirleyici bir emâre olarak veriliyor idiyse87 de görülece÷i üzere mutlaka halifeler
tarafından verilmesi de gerekmiyordu.88
Hârizm hükümdarlarının hepsi kaynaklarımızda, baúlangıçta hanedanın atası
olan Kutbeddin Muhammed b. Anuútegin’e Selçuklu Devleti’nin Hârizm’den
sorumlu bir memuru olması icabı verilen “Hârizmúâh” unvânı ile anılırlar.89 Bu
unvân çalıútı÷ımız dönem Türk asıllı Hârizmúâhlar hanedanından önceki zamanlarda
oldu÷u gibi Hârizmúâhlar Devleti’nin yıkılıúından sonra da kullanılmaya devam
etti.90 Ancak içerdi÷i anlam Atsız devrinden itibaren gittikçe yükselen bir mevkiye
iúaret etmekteydi. Örne÷in kaynaklarımız Sultan Alâeddin Tekiú’i de “Hârizmúâh”
olarak kaydederler ama bu birebir mevki kasdıyla de÷il, hanedanı ifade etmek
içindir. Öyle ki, meselâ Devletúâh, Sultan Alâeddin Muhammed’den bahsederken
84
Reúidüddin Vatvât, age.,vr.54b-55b.
Burada görülece÷i üzere Hârizmúâhlar, devrin geleneklerine uygun ve bir ço÷u son derece
gösteriúli unvân ve lâkaplar kullanmıúlardı. Cüveynî’ye göre Cengiz Han, “a÷ız dolusu lâkaplar
kullanılmasını yasaklamıútı”. Bunun yerine basit adlarla ça÷rılmayı ye÷lemiú ve Han (Kagan)
unvânını kullanmıútı. Cüveynî, age., s.88.
86
ùemseddin Sâmî, Kamus-i Türkî, C:I-II., Dersaadet, 1317, s.955; T.H., “Unvân”, ø.A., C:I., s.49
87
Nizamülmülk, Siyasetnâme, s.209; Nebi Bozkurt, “Lâkap”, DøA, C:XXVII, s.65-67.
88
øsmail Hakkı Uzunçarúılı, Osmanlı Devleti Teúkilâtına Medhal, Ankara 1988, s.24; Özaydın, age,
s.180.
89
Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr.1b; Cüveynî, Cûzcânî, Nesevî, øbnü’l-Esîr, Kazvînî,
Devletúâh, Râvendî ve Mîrhând’ın eserlerinin çok çeúitli yerlerinde Hârizmúâhlar bahsinde
hükümdarlar bu unvânla kaydedilmiútir.
90
Bkz. W. Barthold, “Hârizmúâh”, ø.A., C:V/I, s.263-265.
85
35
“Sultan Hârizmúâh” demektedir.91 Kaynaklarımızın Hârizm hükümdarlarının
hepsinden “Hârizmúâh” diye bahsetmeleri onların sadece bu unvânı kullandıkları
anlamına gelmemektedir. Nitekim devlet büyüyüp güçlendikçe unvân ve lâkapların
da derecesi artmıútır.
Hârizmúâh Atsız’ın unvân ve lâkapları Ebkârü’l-efkâr’da Reúidüddin
Vatvât tarafından úu úekilde kaydedilmektedir: “Hüdâvend-i âlem, Padiúâh-ı benî
Âdem, Hârizmúâh-ı muazzam, Alâü’d-dünya ve’d-din, Melikü’ú-úark ve’l-garb,
Emîrü’l-mü’minîn”.92 Aslında “Emîrü’l-mü’minîn” unvânı halifeler içindir.
Ebkârü’l-efkâr’daki bu kaydı do÷rulayacak yahut yalanlayacak bir belgeye sahip
de÷iliz. Münúeât Mecmûalarının istinsâh edilmiú hallerinin bize ulaútı÷ını dikkate
alırsak bu unvâna ihtiyatla yaklaúmamız icâb eder. Ancak Atsız’ın bu unvânı
kullanmakta hiçbir sakınca görmemiú olması da kuvvetle muhtemeldir.
Hârizmúâh Atsız’a ait bakır bir sikke de ise unvân ve lâkapların oldu÷u kısım
siliktir. Ancak “el-Melikü’l-muazzam” ve “Hârizmúâh” unvânları okunabilmektedir.93
Hârizmúâh Atsız’ın Ebkârü’l-efkâr’da kaydedilen unvânlarının tamamının
resmen kabul gördü÷ünü söylemek do÷ru de÷ildir. Çünkü o, Sultan Sencer’e hitaben
yazdı÷ı mektuplarda Sultan’a “Hüdâvend-i âlem, Sultan-ı benî Âdem” diye hitab
ediyor ve kendisini onun “bende”si mertebesinde addederek
emretti÷ini soruyordu.
ne yapmasını
94
Umdetü’l-bülegâ’daki kasîdelerde ise Hârizmúâh Atsız úu úekilde
anılmaktadır: “el-Melikü’l-a‘zam Alâüddünya ve’d-din Hârizmúâh Ebü’l-Muzaffer
Atsız b. Muhammed”, “el-Melikü’l-a‘zam Alâüddünya ve’d-din Hârizmúâh Atsız”.95
Atsız’ın o÷lu Hârizmúâh øl-Arslan ise “Ebü’l-feth” lâkabı ile anılmaktadır.96
Onun “Tâceddin” lakabını kullandı÷ını da biliyoruz.97 Umdetü’l-bülegâ’da
91
Devletúah Tezkiresi, C:II., s.188
Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr.1b; Toyserkânî, age., økinci Bölüm, s.68,69
93
Artuk, age, C.I., s.428
94
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4015, vr.17b-19a; Toyserkânî, age., Birinci
Bölüm, s.6-8
95
Reúidüddin Vatvât, Umdetü’l-bülega, Es’ad Ef., Nr:3302, vr.30b-39a, 5,9,11,13 ve 14. kasideler.
92
36
Hârizmúâh øl-Arslan’ın unvân ve lâkabı úu úekilde kaydedilmiútir: “el-Melikü’la‘zam øl-Arslan Bürhanü -Emîri’l-mü’minîn”.98 Gene Umdetü’l-bülegâ’da bir
kasidede Hârizmúâh øl-Arslan anılırken “el-Melikü’l-a’zam Tâcü’d-dünya ve’d-din
Ebü’l-feth øl-Arslan b. Hârizmúâh” denilmektedir.99 Arâisü’l-havâtir’in baúka bir
nüshasında da øl-Arslan’ın unvân ve lâkapları Hüdavend-i Âlem Sultan-ı âzam
Fermândih-i úark ve’l-garb” úeklindedir.100
øl-Arslan 19 Mart 1172 tarihinde ölünce valide Terken Hatun’un
gayretleriyle Sultanúâh Mahmud tahta çıktı. Alâeddin Tekiú’in tahta geçiú tarihi ise
10 Ocak 1173’tür. Her ne kadar Alâeddin Tekiú’in kuvvetlerine karúı duramayan
Sultanúâh Mahmud, Hârizm’i terk etmek zorunda kalsa da yaklaúık bir yıllık sürede
tahtın sahibi o idi.101 Bu nedenledir ki, onu da Hârizmúâh olarak kabul etmemiz
gerekir. Reúideddin Vatvat’ın Sultanúâh için topladı÷ı mektuplarından oluúan
Münúe’ât-ı Reúidüddin Vatvât’tan onun künyesinin “Sultanúâh Ebu’l-Kasım”
oldu÷unu ö÷reniyoruz.102
Unvân ve lâkaplar için en güvenilir kaynaklarımızdan biri olan sikkelere
göre Hârizmúâhlar’da “sultan” unvânını ilk kez Tekiú Han kullanmıútır.103 Devletin
resmî evrakının numunesi olan Hârizmúâhlar’a ait münúeat mecmualarında da Sultan
Tekiú’ten önce bu unvânın kullanılmadı÷ını gördük. Kazvînî, Hârizmúâh Alâeddin
96
Cüveynî, age., s.255.
Köymen, “Selçuklu Devri Kaynaklarına Dair Araútırmalar I: Büyük Selçuklu ømparatorlu÷u
Devrine Ait Münúeât Mecmûaları, Atebetü’l-Ketebe’nin Neúri Münasebetiyle”, AÜDTCFD,
C:VIII’den ayrı basım, s.571.
98
Reúidüddin Vatvât, Umdetü’l-bülegâ, Es’ad Efendi, Nr:3302, vr.1b.
99
Reúidüddin Vatvât, age.,vr.28a-28b, 2. kaside
100
Kasım Toyserkanî, Arâisü’l-havâtır’in bir nüshasının kendisinde fotokopileri bulundu÷unu
bildirerek kitabında, buradaki yirmi bir mektubu vermiútir. Bkz. Nameha, Üçüncü Bölüm, s.98-144.
Toyserkanî bu mektuplar hakkında: “Unvânlarından anlaúıldı÷ına göre bu mektupların asıl kayna÷ı
Reúid’in (Reúideddin Vatvat) kendisinin müsveddesi veya sonradan temize çektikleridir. Bu
mektupları onun Arâisül-havâtır ve Ebkârü’l-efkâr’da oldu÷u gibi tertip etti÷i yahut karıúık
varaklar úeklinde bırakmıú oldu÷u belli de÷ildir” demektedir. Nameha, s.98. Toyserkanî’nin adı
geçen bölümde verdi÷i mektuplardan on dördüncüsü “sahib-i taraf’a yazıldı÷ı” baúlı÷ını taúımaktadır.
Bu mektupta “Hüdâvend” lâkabı ile anılan ve “melik-i mâzi” denilen Hârizmúâh Atsız olmalıdır.
101
Cüveynî, age., s.258; Kazvînî, age., s.491; øbnü’l-Esîr, age., C: XII., s.112; Kafeso÷lu, age., s.84
vd.
102
Reúidüddin Vatvât, Münúe’ât-ı Reúidüddin Vatvât,, Nuruosmaniye Nr:4294, vr.1b; ayrıca
Cûzcânî, age., s.300. Bu eserde ço÷u kez Hârizm hükümdarlarının isimleri karıútırılmıútır ve bu
durum tarihçiler tarafından bilinmektedir. Biz bu gerekçeyle eseri unvân ve lâkaplar konusunda
fazlaca dikkate almadık.
103
Artuk, age., C: I., s.429-430.
97
37
Tekiú’in, Irak Selçuklu Sultanı Tu÷rul’u ma÷lup etti÷i savaúı (25 Mart 1194)
anlatırken bu savaúta “Sultan Tu÷rul’un öldü÷ünü, Irak mülkünün Tekiú’e geçti÷ini”
belirttikten sonra, “Bu arada Sultan makamını alıp Hârizm’e gitti” demektedir.104
Barthold ile Köprülü de bu fikre katılarak Tekiú’in Irak Selçuklu sultanını ma÷lup
ettikten sonra Selçuklular’ın bu koluna son verip, sultan unvânını bundan sonra
kullandı÷ını iddia etmektedirler.105 Ancak Kafeso÷lu, Togan-úâh b. Müeyyed
Ayaba’nın, Hârizmúâh’a tâbîli÷i gere÷i bastırdı÷ı sikkede Tekiú’in “Sultan”
unvânıyla zikredildi÷i ve sikkenin 1181 tarihli oldu÷unu belirterek bu fikre itiraz
etmektedir.106 Ayrıca Sultanúâh Mahmud da darbedilen bir sikkesinde “Sultan”
unvânını kullanmıútır.107
Reúideddin Vatvat’ın, Tekiú’in tahta çıkması úerefine ona hediye etti÷ini
önsözünde bildirdi÷i Umdetü’l-bülegâ’da Sultanı úu unvân ve lâkaplar ile
zikretmektedir: “Melik-i Hârizm Hüdâvend-i Âlem Pâdiúâh-ı Benî Âdem
Fermandih-i úark ve garb Alâüddünya ve’d-din Kutbü’l-øslâm ve’l-Müslimîn
Nusretü’l-Mülûk ve’s-Selâtîn, Nâsır-ı øbadullah, Hafız-ı Bilâdullah, Bahâüddevle
el-KƗhire,
Gıyâsü’l-milleti’z-Zâhire,
Tacü’l-Ümmeti’l-Bâhire
øhtiyârü’l-ømâm,
øftihârü’l-Enâm Seyyidü’l-Hilafe, Seyyid-ü Mülûki’ú-ùark ve’l-Garb, ùehriyâr-ı øran
ve Tûrân Ebü’l-Muzaffer Tekiú b. el-Melikü’l-a’zam øl-Arslan Bürhanü Emîri’lMü’minîn”108 Ayrıca Umdetü’l-bülegâ’daki bir kasîde de
Hârizmúâh Tekiú
methedilirken, “el-Melikü’l-a’zam el-âdilü’l-âlim Alâü’d-dünya ve’d-din Kutbü’løslâm ve’l-Müslimîn Nusretü’l-mülûk ve’s-Selâtîn Ebü’l-Muzaffer Tekiú b. elMelikü’l-a’zam øl-Arslan” denilmektedir.109
104
Kazvînî, age., s.492-493.
Barthold, “Takash”, Encyclopaedia of Islam, (First Edition), Vol: III, s.626 vd.; Köprülü,
“Hârizmúâhlar”, ø.A., C:V/I., s.270.
106
Kafeso÷lu, age., s.113; Kesim yeri Niúâbûr olan bu sikkenin darbediliú tarihi 577/1181’dir.
Sikkede “es-Sultanü’l-muazzam Alâü’d-dünya ve’d-din Ebü’l-muzaffer Tekiú b. Hârizmúâh elmelikü’l-âdil Toganúâh b. El-melik ..... el-melikü’l-muzaffer Sencer” ifadesi yer almaktadır. Bkz.
Catalogue of Oriental Coins In The British Museum, C:III, London 1877, s.117.
107
Catalogue Des Monnaies Arabes Et Turques, Copenhagen, ty., s.134, “es-Sultanü’l-a‘zam
Alâü’d-dünya ve’d-dîn Ebü’l-feth”.
108
Reúidüddin Vatvât, Umdetü’l-bülegâ, Esad Ef. Nr:3302, vr. 1b.
109
Reúidüddin Vatvât, Umdetü’l-bülegâ, Es’ad Ef. Nr:3302; vr.27b-28a, 1. Kasîde.
105
38
Ayrıca onun “Han” unvânı ve “Alâeddin” lakabıyla da anıldı÷ını
görmekteyiz.110 Devletúâh sultandan “lâkabı Alâeddin olan Tekiú Han Hârizmúâh”
diye bahseder.111 Ravzatü’s-safâ’ya göre Hârizmúâh Tekiú’in cülusunda bir kasîde
sunan ømadî Zuragî (Zuzenî), Sultana úöyle sesleniyordu: “Sipehdâr-ı a’zam
ùehinúâh-ı Dünya Hüdâvend-i Âlem Tekiú Hân”112
Hârizm hükümdarları arasında en debdebeli unvân ve lâkapları kullanan
Sultan Alâeddin Muhammed olmuútur. O, elde etti÷i baúarılar ve kazandı÷ı
zaferlerin ardından elkabına yeni ve daha iddialı anlamlar içerenleri eklemiútir.
Önceleri “Kutbeddin” olarak bilinen Muhammed Hârizmúâh, tahta çıkınca bu lakabı
“Alâeddin” olarak de÷iútirmiútir.113
Alâeddin Muhammed Hârizmúâh’a ait sikkelerde úu unvân ve lâkapları tespit
edebiliyoruz: “es-Sultanü’l-a’zam, Alâü’dünya-ve’d-din, Ebü’l-feth”114
Sultan Alâeddin Muhammed, Karahıtaylar’ı Eylül 1210 tarihinde a÷ır bir
yenilgiye u÷rattı÷ı zaferden sonra “øskender-i Sânî” unvânını kullanmaya baúladı. 115
Sultan bu baúarı ile Maveraünnehir’e hakim olmuú ve bol miktarda ganimet ele
geçirmiúti. Ama her halde halk nezdinde itibarının artmasında Karahıtaylar’ın
Müslüman olmamasının etkisi büyüktür. Hârizmúâh Alâeddin Muhammed,
“øskender-i Sânî” lakabını mevkii için yeterli bulmadı. Kaynaklarımıza göre o,
münúîlere elkâbına “Sultan Sencer” lâkabının eklenmesi hususunda emir vermiúti.
Bu tercihin gerekçesi olarak da Sultan Sencer’in saltanat süresinin uzun olması
110
Kazvînî, age., s.492 vd.; Ebu’l-Farac, age., C:II., s.467; Devletúah Tezkiresi, C:I., s.155; ayrıca
bkz. Fahamettin Baúar, “Kadı Beyzâvî’nin Nizâmü’t-Tevârih Adlı Eserinin Mustafa B. ùeyh
Abdurrahman Tarafından Enîsü’l-Mülûk Adıyla Yapılan Türkçe Tercümesi (ønceleme ve Metin
Neúri)”, Yayınlanmamıú Yüksek Lisans Tezi, østanbul 1986, s. 170; Yusuf Hikmet Bayur,
“Hârizmúâh Alâü’d-dîn ‘Tekiú’ in Adı Hakkında”, Belleten, C: XIV, sa., 56, Ankara 1950, s.589594; Özaydın, “Muhammed b. Tekiú”, DøA, C:XXX, s.582.
111
Devletúâh Tezkiresi, C:I, s.155.
112
Mîrhând, age., C:IV, s.372.
113
øbnü’l-Esîr, age., C: XII, s.93. Cüveynî, age., s.278.
114
Artuk, age., C: I., s.429-430.
115
Cüveynî, age., s.298-299; ùebânkârâî, age., s.138; Mîrhând, age., C:IV., s.391; Avfî Lübabü’lelbâb’da onu “Sultan øskender-i Sânî” olarak kaydeder, C:I, s. 43, 112
39
gösterilmektedir.116 Sultanın methi için bir kaside söyleyen ømam Ziyaeddin bütün
úatafatı gözler önüne serercesine úöyle diyordu:
“Sultan Alâü’d-dünya Sencer, ùâh-ı Acem, øskender-i Sânî……..
Senin kılıcın güneú gibi do÷udan göründü ve Hıta (Karahıtay) mülküne son
verdi.”
117
Sultan Alâeddin’in Muhammed ayrıca “Zıllullah fi’l-arz” lâkabını da
almıútır. Kazvînî ona küffârı yendi÷i için bu úekilde hitab edildi÷ini kaydeder.118
Nesevî de Sultanın unvân ve lâkapları úu úekilde belirtilmektedir: “es-Sultan,
Zıllullah fi’l-arz, Ebü’l-Feth, Burhanü’l-Emîri’l-Mü’minîn”119 Ayrıca Mevlanâ
Celâleddin-i Rûmî Mesnevî’sinde Alâeddin Muhammed Hârizmúâh için Türkçe bir
unvân olan “Alp-Ulu÷”’u kullanmaktadır.120
Devletúah, Alâeddin Muhammed’den bahsederken “Sultan Hârizmúâh”,
“Hârizmúâh Sultan” ve “Hüdâvend” demektedir.121
Sultan Alâeddin Muhammed öldü÷ünde Mo÷ollar, hızla ülkesini iúgal
ediyordu. Veliahdı Celâleddin onlara karúı direnmeye çalıúmıúsa da sonuçta sayıca
üstün Mo÷ol ordusu ile Sind Nehri kenarında yaptı÷ı savaúı kaybederek Hindistan’a
geçmek zorundu kalmıútır (1221). Onun yoklu÷unda kardeúi Gıyâsüddin
Azerbaycan, Arrân ve Irak-ı Acem’de tutunmayı baúarmıútı. Bu nedenle de
Celâleddin Hindistan’da iken devletin asıl co÷rafyasında varlı÷ını sürdürmesini
sa÷lamaya çalıútı÷ı için Gıyâseddin’in de unvân ve lâkaplarını incelememiz
gerekmektedir. Zaten kaynaklarımız ondan “sultan” diye122 bahseder. Celâleddin’in
116
Cüveynî, age., s.298-299; Mîrhând, age., C:IV., s.391.
Mîrhând, age., aynı yer.
118
Kazvînî, age., s.495; Ayrıca, Cüveynî, age., s.301; Mîrhând, age., C: IV., s.391.
119
Nesevî, Farsça, s.215.
120
M. ùerefeddin, “Mevlânâ’da Türkçe Kelimeler ve Türkçe ùiirler”, T.M., C:IV, østanbul 1934,
s.112; Köprülü, “Alp”, ø.A., C:I., s.382.
121
Devletúah Tezkiresi, C: II., s.187, 188, 189.
122
Örne÷in Mîrhând, age., C.IV., s.413; Belki de bu bir alıúkanlık neticesidir. Çünkü Ravzâtü’ssafâ’da (IV, s.413) Alâeddin Muhammed’in di÷er o÷lu Rükneddin øçin de bu unvân kullanılmaktadır.
Kazvînî, Rükneddin Gursançtı’dan “sultan” olarak bahseder ve úu açıklamayı yapar: Onun saltanat
adı vardı. O da sultan idi. Sultan Celâleddin ve Gıyâseddin’den aúa÷ı de÷ildi”, s.498. Ayrıca bkz.,
Cûzcânî,age., C:I, s.314.
117
40
yoklu÷unda hüküm süren bu úehzâde kaynaklarda “Sultan Gıyâsüddin Pîrúâh”
olarak anılmaktadır.123
Ayrıca Sultan Alâeddin Muhammed’in di÷er o÷lu
Rükneddin Gursançtı da “Sultan” unvânıyla kaydedilmektedir. Nesevî onun unvân
ve lâkaplarını úu úekilde sıralamaktadır: “es-Sultani’l-muazzam Rükne’d-dünya
ve’d-din Ebü’l-Hâris Gursançtı øbnü’s-Sultani’l-muazzam Muhammed Kasîm
Emîri’l-Müminîn”124
Hârizmúâhlar’ın son hükümdarı Celâleddin’e gelince, onun bastırdı÷ı
sikkelerde úu unvân ve lâkapları kullandı÷ını görüyoruz: “es-Sultanü’l-muazzam
Celâlü’d-dünya ve’d-din”125 Kaynaklarımız Celâleddin’den ço÷unlukla “Sultan
Celâleddin Mengüberti, Sultan Celâleddin” diye bahsederler.126 øbn Bibî, Sultan
Celâleddin için
“Hilafet makamından ùehriyâr-ı cihandâr unvânını almıútı” demektedir.127
Sultan Celâleddin’in unvân ve lâkapları ile ilgili en fazla bilgiyi Nesevî’de
bulmaktayız. Sultanın münúîsi olan Nesevî’nin anlattı÷ına göre; Sultan Hindistan’da
iken Abbasî Halifesi ona yazdı÷ı mektuplarda “HâkƗnî” diye hitap ederdi.
Celâleddin, Nesevî’ye göre kendisine halife tarafından “sultan” unvânı verilmesi
için çok ısrar etmiúti. Ancak bu çabaları olumlu sonuç vermedi.128 Celâleddin’in
Ahlat kuúatması sırasında halifelik makamından gelen elçi her ne kadar “hil’at-ı
123
Cûzcânî, age., s.307; Kazvînî, age., s.499.
Nesevî, Farsça, s.39
125
Artuk, age., C: I., s.431; Ayrıca bkz., Cotalogue Des Monnaies Arabes Et Turques,
Copenhagen, t.y., s.35-136.
126
Cûzcânî, age., s.309, 313, 315; Kazvînî, age., s.500, 501, 502; Mîrhând; age., C:IV., s.417, 420,
423, 425, 428, 431, 435.
127
øbn Bîbî, age., C: I., s.417.
128
Nesevî, Farsça, s.282; Aydın Taneri, Celâleddin Hârizmúâh’a halife tarafından “sultan” unvânının
verilmeyiúinin sebebi olarak “o zamanki protokol bu unvânın verilmesine uygun de÷ildi” demektedir.
Taneri, Celâlü’d-din Hârizmúâh ve Zamanı, s.94. Ancak biz bu görüúe katılmıyoruz. Protokolün
buna uygun olmadı÷ını düúündürecek hiçbir bilgiye sahip de÷iliz. Ayrıca herhalde protokol uygun
olmasa Celâleddin de bu unvânı alabilmek için ısrar etmezdi. Bizce burada göz ardı edilmemesi
gereken nokta daha önce açıkladı÷ımız Halife Nâsır-Lidînillâh ile Hârizmúâhlar’ın yıldızının
barıúmamasıdır. Halife, Hârizmúâhlar’ı rakibi olarak görme tutumunu öyle anlaúılıyor ki, Mo÷ollar’ın
aslında onun iktidarını da tehdit edece÷i aúikâr olan dönemde bile, Celâleddin’i sultan olarak
tanımama úeklinde sürdürüyordu. Celâleddin de buna karúılık bastırdı÷ı sikkede Halifenin adına yer
vermedi. Bkz. Artuk, age., C: I., s.431.
124
41
saltanat” getirmiúse de aynı sırada Celâleddin’e sunulan mektupta Halife ona
“ùehinúâh” diye hitap ediyordu.129
Sultan Celâleddin gösteriúli lâkaplar kullanmamıútı. Bunun sebebini anlatan
Nesevî sultanın aslında ne kadar gerçekçi oldu÷unu da bize göstermektedir: “Ahlat
alınıp bu müjde etrafa yayıldı÷ı sırada sultana büyük sultanın (Sultan Alâeddin
Muhammed) kullandı÷ı elkabı kullanmasını önerdim.” Sultan úu cevabı vermiúti: “
Büyük Sultanın tâbîlerinden bir tanesi kadar bir orduya ve hazineye sahip olursam o
vakit bu elkaba benzer bir úeyler yazmanızı emrederim”.130
Hârizmúâhlar Devletini o÷lu Alâeddin Muhammed ile birlikte yöneten
Terken Hatun da oldukça gösteriúli lâkaplar kullanıyordu. Bunlar: “Hüdâvend-i
Cihân” , “øsmetü’d-dünya ve’d-din Ulu÷ Terken Meliketü nisâi’l-âlemîn” úeklinde
idi.131
b.Hutbe
Hutbe, hâkimiyetin bildirilmesi anlamına gelen bir hükümdarlık alâmetidir.
Hutbede hükümdarlar unvân ve lâkaplarının hepsi söylenerek yad edilir böylece
hâkimiyetleri resmen tebli÷ edilmiú olurdu. Tâbiler bulundukları bölgelerde ba÷lı
oldukları (metbû) hükümdarın adını okuttukları hutbelerde kendi adlarından önce
anmak mecburiyetinde idiler. Cuma ve bayram namazlarında okunan bu hutbelerde
önce Abbasî halifesinin adı ve lâkabı zikredilir sonra sultanın ismi anılırdı. Ardından
vassal hükümdarlar duyurulurdu.132
Bu etkileyici seremoninin halk üzerindeki manevi tesirinin büyük oldu÷una
úüphe yoktur. Ancak hutbe bizce sadece manevî özellikte bir alâmet de÷ildir. Çünkü,
devletin camilerinde resmî bir duyuru yapılmaktadır. Hutbenin bu iúlevi somut bir
duruma iúaret etmektedir. Okunan hutbelerde hükümdarın kim oldu÷u halka
bildirilmektedir. Aslında, hükümdar de÷iúikliklerini -veya tâbî bir bölge ise kime
129
Nesevî, Farsça, s.205, 280.
Nesevî, Farsça, s.215. Burada bahsi geçen elkab úöyle idi: “Sultan Zıllullâh fi’l-arz Sultan-ı a’zam
Muhammed b. Tekiú Bürhân-ı Emirü’l-Müminîn”. Nesevî, aynı yer.
131
Nesevî, Farsça, s.62; Cüzcânî, age.,C:I, s.300.
132
Hutbe için bkz. A.J. Wensinck, “Hutbe”, ø.A., C:V/I, s.617 vd.; C.E. Bosworth, “Khutba”,
Encyclopedia of Arabic Literature, C:II., s.449.
130
42
ba÷lı oldu÷unu- halkın resmen ilk ö÷renme yeri camiler ve burada okunan
hutbelerdir. Bu anlamdan hareketle siyasî manada hutbenin bir tür haber verme,
bildirme úekli oldu÷unu belirtmemiz gerekir.
Hârizmúâhlar’a ait münúeat mecmualarından Araisü’l-havâtır’de on beúinci
mektup133 “Taklîd-i Hitabet” (hatipli÷e tayin) baúlı÷ını taúımaktadır ve hutbe ile
ilgili önemli açıklamalarda bulunmaktadır. Bu belge bir atama kararnamesidir.
Hitabet (hatiplik) makamını iúgal edecek kiúide olması gereken özellikleri
belirtmekte ve ayrıca ona tavsiyelerde bulunmaktadır. Bu nedenle de devletin resmî
görüúü anlamına gelmektedir.
Belgede önce, “ Cuma imamı ve hatibi olacak kiúinin øslâmî ilimler
sahasında kemal derecesine ermiú takva sahibi biri olması gerekir. Ta ki bu vech ile
Müslümanlar ona iktidâ etmekte ra÷bet göstersinler. Ve onun gerçek din adamı
oldu÷una güvensinler”134 denilerek hutbeyi okuyacak kiúide aranan özellikler
belirtilmektedir. Biz buradan hutbeye büyük önem verildi÷ini de anlıyoruz. Nitekim
aynı belgede hatibin kıyafetine özen göstermesi gerekti÷i dahi belertilmekte, ona bu
konuda da tavsiyelerde bulunulmaktadır.
Belgede daha sonra hutbenin ne zaman okunaca÷ı belirtilir: “Cuma
namazlarında namazdan önce hutbe okunsun”. Hutbe okunurken dikkat edilecek
noktalar aynı belgede úu úekilde anlatılmaktadır: “Hutbeyi okudu÷un zaman öyle
kelimeler seç ki, konuúman çok fasîh olsun. Sözcükleri do÷ru anlamında kullan.
Devletin iúlerinin tertibatına yarayacak, ülkenin içinde bulundu÷u duruma göre iúe
yarayacak duayı söyle”.
Hutbenin Hârizmúâhlar için taúıdı÷ı önemi bu úekilde açıkladıktan sonra
örneklerimizi inceleyebiliriz:
Hârizmúâh Atsız, Selçuklu Sultanı Sencer’in 9 Eylül 1141’de Karahıtaylar’a
ma÷lup olmasını fırsat bilip bu durumdan faydalanmaya çalıútı. Aslında bu tarihte
Atsız, en azından görünüúte Sultana tâbi idi. Ancak Sultan Sencer’in ma÷lubiyet
133
134
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr:4138, vr.56a-58a.
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr:4138, aynı yer.
43
haberini alır almaz Horasan’ı ele geçirme giriúiminde bulundu. Selçuklu baúkenti
Merv’e cebren giren Atsız (21 Ekim 1141) daha sonra Niúâbûr üzerine yürüdü. 29
Mayıs 1142 tarihinde Niúâbûr’da Cuma günü okunan hutbede Sultan Sencer yerine
Hârizmúâh Atsız’ın adı anılıyordu.135 Ancak bu de÷iúiklik halk tarafından kabul
edilmedi÷i gibi úiddetle protesto edildi. Çıkan karıúıklıkları øbnü’l-Esîr’e göre,
136
“iúin akıbetini düúünen fikir erbâbı” önlemiú, halkı yatıútırmıútı. Atsız her ne kadar
kendi adına Niúâbûr’da hutbe okuttu ise de bu, Sultan Sencer’in mülkünün yeni
sahibi oldu÷u anlamına gelmedi. Çünkü aynı yılın Temmuz ayında Sultan Sencer
duruma hakim olmuú ve hutbe de yeniden onun adına okunmaya baúlamıútı.
Kazvînî, Hârizmúâh Atsız’ın, Hârizm’de kendini padiúâh ilan etti÷ini ve
Selçuklular’ın adını hutbeden sildi÷ini kaydetmektedir.137
Ebkârü’l-efkâr’da
bulunan
540
(1145)
tarihli
meúhur
Cend
Fetihnâmesi’nde de, Cend bölgesinin ele geçiriliúi anlatılırken “ ve o ülkenin hutbesi
bizim adımız ve lâkaplarımızla süslendi”138 denilmektedir.
Hârizmúâh øl-Arslan, Halifelik makamına gönderdi÷i mektuplarda hutbede
halifenin adının zikredildi÷ini bildirmektedir. “Cuma hutbesini gere÷i gibi
yaptım”139 diyen Hârizmúâh daha önceki bir mektubunda da Halife MüstencidBillâh’a babasının ölümünden dolayı baúsa÷lı÷ı diliyor, yeni halifeyi tebrik ediyor
ve ülkesinde okunan hutbede onun adının zikredildi÷ini bildiriyordu.140
Hârizmúâh øl-Arslan zamanında Niúâbûr’da Müeyyed Ay-aba;141 Cürcân ve
Dihistan’da ise Emîr Aytak tâbi olarak hutbeyi Hârizmúâh adına okutuyorlardı.142
øbnü’l-Esîr, age.,C: XI., s.85.
øbnü’l-Esîr, age.,C: XI, s.58.
137
Kazvînî, age., s.487.
138
Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, ø. Ü. Kütüphânesi Nr:F 424, vr.31b-34a.
139
Heribert Horst, “Arabische Briefe der Horazmsahs an den Kalifenhof aus der Feder des Rasid adDin Watwat”, Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft, C: XVI (1966), s.42,
Mektubun tarihini tesbite çalıúan Horst, 1160-1165 olarak belirlemektedir.
140
Horst, agm., s.38. Bu mektup da 1160 veya kısa bir süre öncesine tarihlendirilmektedir.
141
Sadrüddin Ebu’l-Hasan Ali øbn Nâsır el-Hüseynî, Ahbârü’d-devleti’s-Selçukiye, Çev: Necati
Lugal, Ankara 1999, s.114 vd
142
øbnül’-Esîr, age., C: XI., s.289; Kafeso÷lu, age., s.78; Barthold, age., s.357.
135
136
44
Sultan Tekiú devrinde ise Kirman bölgesinde 1195’te ölen O÷uz reisi Melik
Dînâr’ın o÷lu Ferruh-úâh’tan hoúnut olmayan Berdesîr ahalisi Sultana müracaatla
yardım göndermesini istemiú ve hutbeyi onun adına okutmuúlardı.143 Ayrıca Tekiú
adına Buhara’da da hutbe okunmaktaydı.144
Sultan Alâeddin Muhammed devrinde Hârizmúâhlar’a tâbi olarak onlar adına
hutbe okunan bölgeler devletin büyüyüp geniúlemesinin bir iúareti olarak sayıca
artmıútı. Nesevî, sultanın adının Fars, Arrân, Azerbaycan hatta Derbend’den
ùirvan’a kadar minberlerde yad edildi÷ini kaydetmektedir.145 Bu bilgiler di÷er
kaynaklarımız tarafından da do÷rulanmaktadır. Atabek Özbek b. Pehlivan ve Atabek
Sa’d b. Zengî Hârizmúâhlar’a ba÷lılı÷ı anlaúmalarda kabul ettikleri hutbe okutma
úartını yerine getirerek gösteriyorlardı.146 Gazne ve çevresinde Taceddin Yıldız147,
Semerkant’ta buranın hakimi Osman tarafından hutbe Sultan Alâeddin Muhammed
adına okutuluyordu.148 Hatta øbnü’l-Esir, Hürmüz’ün de Hârizmúâhlar’a tâbi
oldu÷unu bildirerek buralar da (bütün sahil bölgesi ve Uman) hutbenin Sultan
Alâeddin adına okundu÷unu kaydetmektedir.149
Alâeddin Muhammed devrinde Hârizmúâhlar’ın Abbasî halifesi ile bozuk
olan iliúkileri artık had safhaya ulaúmıú bulunuyordu. Hutbe konusunda bu
anlaúmazlı÷ın örne÷i kendini göstermektedir. Daha önce de bahsetti÷imiz gibi siyasi
emeller peúinde koúan Abbasî Halifesi Nâsır-Lidînillâh, Irak Selçukluları Devleti’ne
Hârizmúâh Tekiú tarafından son verilmesinin ardından bu güçlü komúusu ile iktidar
mücadelesine girmiúti. Nâsır-Lidînillâh, kiúilik olarak da siyasi güç isteyen,
Abbasîler’i kuvvetli bir devlet haline getirmeye çalıúan bir lider görüntüsü
çizmektedir.150 Bu noktada onun Hârizm sultanları ile dostane iliúkiler kuraca÷ını
zannetmek fazla iyimserlik olur. Nitekim o, elindeki gücü kullanarak Hârizmúâhlar’ı
“sultan” olarak tanımıyordu. Son olarak da Sultan Alâeddin Muhammed’in
Efdalüddin Kirmânî, el-Muzâf ilâ Bedayi’i’l-Ezmân,Núr: Abbas økbal, Tahran 1331ú., s.6
Bahaeddin el-Ba÷dadî, et-Tevessül ile’t-teressül, Núr: Ahmed Behmenyar, Tahran 1315, s.130.
145
Nesevî, Farsça, s.5, Arapça, s.3.
146
øbnü’l-Esîr, age., C: XII., s.296; Cüveynî, age., s.312.
147
øbnül-Esîr, age., C: XII., s.261
148
Cüveynî, age., s.307.
149
øbnü’l-Esîr, age., C: XII., s.256.
150
Halife Nâsır-Lidînillâh’ın bu do÷rultuda attı÷ı adımlar için bkz. Angelika Hartmann, age., s.75-86.
143
144
45
Ba÷dat’ta kendi adına hutbe okunması için bizzat yaptı÷ı müracaatı reddetmiúti.
Neticeyi øbnü’l-Esîr úu úekilde bildirmektedir: “ (Sultan Alâeddin Muhammed)
Ba÷dat’ta adının hutbede okunmasını ve halife tarafından kendisine ‘Sultan’
lâkabının verilmesini arzu ediyordu. Halbuki halifenin tavrı, onun bu arzusunun tam
zıddına olup hiç de hüsnü kabul görmüú de÷ildi”.151
Hârizmúâh’ın bu durum karúısında halifeyi ortadan kaldırmayı planladı÷ını
görüyoruz. Ancak bu, kolay bir iú de÷ildi. Halifelik makamının halk üzerindeki
tesiri, onlara atfedilen kudsiyet, aleyhte atılacak adımın meúru olması zorunlulu÷unu
getiriyordu. Hatta bu da yeterli de÷ildi. Halka bu meúruiyeti kabul ettirmek, onları
ikna etmek lazımdı. Herhangi bir hükümdar ile anlaúmazlık halinde savaú
yapılabilir, bunun için de birçok gerekçe bulunabilirdi. Oysa Halife “dinin dire÷i”
olarak kabul ediliyordu ve Müslüman bir hükümdarın ona saldırması hiç úüphesiz
kabul edilir bir hareket olmazdı. Böyle bir hareket nedeninde haklı bir sebebe
dayansa bile, halkın gözünde hükümdarın itibarını yok ederdi.
Bu tablo karúısında Sultan Alâeddin Muhammed’in bir bahane bulmaya
çalıútı÷ını görüyoruz.152 Aslında Sultanın tarafından bakınca attı÷ı adımın çok
akıllıca oldu÷unu söylememiz mümkündür. O, halk üzerinde büyük tesiri bulunan
ulemâdan yardım alarak halifelik makamını temelden sorgulamaya baúladı.
Müslümanlar arasında yüzlerce yıldır kimin hakkı oldu÷u tartıúılıyordu ve Sultan bu
tartıúmayı siyasî çıkarlarına uygun olarak kullanmakta bir sakınca görmedi.
Halifeli÷in aslında “Hz. Ali’nin soyundan gelen seyyidlerin hakkı oldu÷unu, zaten
Abbaso÷ulları’nın bu makamı gasp yoluyla ele geçirdiklerini” içeren bir fetva ile
“günlerini øslam’a hizmetle geçirmekte olan bir hükümdarın kuyusunu kazmakla”
meúgul olan bir halifenin makamında kalamayaca÷ını bildirdi.153
Sultan Alâeddin Muhammed 1218 ùubatında Halife Nasır-Lidînillâh’ın adını
ülkesinde okunan hutbelerden çıkardı.154 øbnü’l-Esîr’e göre Niúâbûr’a gelen Sultan
øbnü’l-Esîr,age., C: XII., s.268.
Cüveynî, age, s.330.
153
Cüveynî, age, s.330 vd.
154
Ancak bütün ülkede bu uygulamayı hayata geçirdi÷ini söyleyemeyiz Nitekim, Merv, Belh, Buhara
ve Serahs’ta halifenin adı hutbeden çıkarılırken Hârizm, Semerkant ve Herat’ta Nâsır-Lidînillâh adına
hutbe okunuyordu. øbnül-Esir, age, C:XII., s.270. Kafeso÷lu bu ayrılı÷ın nedeni olarak hutbelerde
151
152
46
Cuma günü ( Zilkade 614/ Ocak-ùubat 1218) hutbe okundu÷u sırada minberin
yanında oturmuú, halifenin adının hutbeden çıkarılmasına bizzat nezaret etmiúti.155
Açıklamaya çalıútı÷ımız Halife-Hârizmúâh iliúkileri çok farklı noktalara gidebilirdi.
Ancak Mo÷ollar’ın batıya hareketleri Sultan Alâeddin’in sonunu hazırlıyordu. O÷lu
Celâleddin döneminde de bu iliúkiler savaú halinde devam etti.
Sultan Celâleddin Hindistan’dan döndükten sonra Arrân ve Azerbaycan’a
hakim olmuú buralarda okuttu÷u hutbelerde halifenin adını zikretmiúti. øbnü’l-Esîr
de bu kayda ilave olarak Sultan Celâleddin’in 1225 yılında Tebriz’de bulundu÷u
sırada Cuma namazında okunan hutbede halifenin adı anılarak, ona dualar edilirken,
Sultanın dua bitinceye kadar ayakta kaldı÷ını yazmaktadır.156
Sultan Celâleddin’in ele geçindi÷i bölgelerde Halifenin adını anmasına
karúılık uygulamada tam bir kargaúa yaúandı÷ı görülüyor. Zira Celâleddin’in Ahlat
kuúatması sırasında yanına gelen Halifelik elçileri Sultanın babası zamanında
Halifenin adının hutbeden çıkarıldı÷ı bölgelerde yeniden Nâsır-Lidînillâh adına
hutbe okunması talebinde bulunmuúlardı. Nesevî bu bilgilere ek olarak “bunlar
(Alâeddin Muhammed’den) aldıkları emre itaatle halife adına hutbe okutmamakta
ısrar ediyorlardı”157 demektedir. Neticede Celâleddin halifenin iste÷ini kabul etmiú
ve bu do÷rultuda emirnâmeler yazdırmıútı.158
Celâleddin Hârizmúâh her ne kadar devletini diriltmek için mücadele
vermiúse de artık Hârizmúâhlar’ın eski gücünden çok yoksun oldu÷u apaçık ortada
idi. Artık tâbîler itaatten çıkıyor, hutbeyi Hârizmúâhlar adına okutmaktan
vazgeçiyorlardı. Mesela Nesevî, Sultan Celâleddin tarafından Alamut’a elçi olarak
gönderilmiúti. Görevlerinden bir tanesi de Alamut hükümdarından, daha önce Sultan
de÷iúiklik olmayan bölgelerin Terken Hatun’un nüfûz alanı olmasına iúaret etmektedir ki, biz de bu
görüúe katılıyoruz. Bkz. Kafeso÷lu, age, s.220; Halifenin adının hutbeden çıkarılması konusunda
ayrıca bkz. Nesevî, Farsça, s.200; Devletúah Tezkiresi, C:II., s.189
155
øbnü’l-Esîr, age, C:XII., s.270
156
øbnü’l-Esîr, age, C:XII., s.390; Ayrıca bkz., øbn Vâsıl, Müferricü’l-kürûb, C:IV, s.151.
157
Nesevî, Farsça, 201.
158
Nesevi, aynı yer.
47
Alâeddin Muhammed zamanında oldu÷u gibi hutbenin Hârizmúâhlar adına
okunmasını istemekti. Fakat bundan olumlu bir sonuç alamadı.159
c.Sikke
Hükümdarlık alâmetlerinden bir tanesi de sikkedir.160 Ba÷ımsızlı÷ı veya
tâbiiyyeti bildiren sikkeler tarihçilerin vazgeçilmez kaynakları arasındadır.
Hükümdarlar hâkimiyetlerini ilan için kendi adlarına sikke bastırırlardı. Devrin
gelene÷ine uygun olarak halifenin ve büyük sultanın adı sikkeye yazılırdı.
Hârizmúâhlar’a ait kaynaklarda hutbe ve sikke ço÷unlukla bir arada geçer.
Kaynaklarımızda, ”hutbe okundu ve sikke bastırıldı” úeklinde yer alan ifadeler,
hâkimiyet ilânı veya tâbîlik göstergesi olarak sikkenin hutbe ile bir arada
de÷erlendirildi÷ini göstermektedir.
Atsız kendi adına sikke bastıran ilk Hârizmúâh’tır. Zaten tarihçiler, kendi
namına hutbe okutup sikke bastıran Atsız’ı bu delillerden dolayı Hârizmúâhlar
devletinin gerçek kurucusu olarak kabul ederler. Kazvînî, Atsız’ın Hârizm’de
oturarak kendisini padiúâh ilan etti÷ini ve Selçuklular’ın adını hutbeden çıkarıp
sikkeden düúürdü÷ünü” bildirmektedir.161
Hârizmúâh øl-Arslan da halifeye yazdı÷ı mektupta, “ Buralarda geçerli olan
paralarda Halife Müstencid-Billâh’ın adını koydurttum”162 diyordu. øl-Arslan
devrinde Müeyyed-Ayaba Hârizmúâh adına hutbe okuttu÷u gibi onun adına sikke
bastırma sözü veriyordu.163 Tekiú’in hükümdarlı÷ı zamanında Kirman halkı
yukarıda bahsetti÷imiz Ferruh-úâd’a karúı Sultandan yardım isterken ba÷lılıklarının
159
Nesevî, Farsça, s.230.
Sikke için bkz. øbrahim Artuk, “Sikke”, ø.A., C.X, s.621-640; øbn Haldun “Mukaddime”sinde
sikkeye hükümdarlık alâmeti olarak yer vermektedir. Bkz. øbn Haldun, Mukaddime, Çev. Zakir
Kadiri Urgan,C:II, østanbul, 1991, s.11-19.
161
Kazvînî, age, s.487.
162
Horst, agm., ZDMG, C:XVI, s.42.
163
Hüseynî, age, s.114 vd.
160
48
göstergesi olarak onun adına hutbe okutuyor, sikke bastırıyorlardı.164 Tekiú Han,
Buhara’yı ele geçirince onun adına sikke bastırılmıútı.165
Hârizm Sultanı Alâeddin Muhammed devrinde ise, Semerkant hakimi
Osman, Gazne Emîri Taceddin Yıldız, Atabek Özbek ve Herat hakimi Gıyaseddin
Mahmud onun adına sikke bastırarak Hârizmúâhlar’a tâbîiyetlerini göstermiúlerdi.166
Hârizm hükümdarlarının kendi adlarına bastırdıkları sikkeler günümüze
ulaúmıútır. Bunların bir kısmında at tasviri vardır.167 Sikkelerde gelene÷e uygun
olarak Halifenin adı ço÷unlukla yer alır. Ancak Halife en-Nâsır-Lidînillâh ile
iliúkilerin bir göstergesi olarak Celâleddin Hârizmúâh kendisine “sultan” unvânı
vermeyen halifenin adını bastırdı÷ı sikkeye koymamıútır.168 Asıl ilginç olan ise
Cengiz Han’a ait olan bazı gümüú sikkelerde Halife Nâsır Lidînillâh’ın adının yer
almasıdır.169
d.Saray Ve Ota÷
Saray, hükümdarın hâkimiyetinin somut bir göstergesidir. Devletin yönetim
merkezidir. Türk hâkimiyet sembolü, hükümdarlık alâmeti olarak saraya eskiden
beri büyük önem veriliyordu.170
Hârizmúâhlar’ın sarayı hakkında maalesef kaynaklarımızda fazlaca bilgi
yoktur. Buna ra÷men sarayın ifade etti÷i anlamı ö÷renebiliyoruz. Arâisü’lhavâtir’de açıklandı÷ı üzere saray (bârgâh), ihtiyaçlar karúısında müracaat edilecek
yer oldu÷u kadar zulüm karúısında hak aranacak yegane mevkidir.171 Sarayda
uygulanan bütün protokol ve mevcut olan gösteriú derecesinin úiddeti aslında
164
Efdalüddin Kirmanî, el-Muzaf, s.6-7.
Ba÷dadî, et-Tevessül, s.130; Kafeso÷lu, age, s.96 vd.
166
Cüveynî, age, s.303,307, 321; øbnül-Esir, age.,C: XII, s.261 Nesevi, Farsça, s.26
167
Artuk, age, C: II., s.431, Hârizmúâh Celâleddin’e ait sikke; ayrıca Bünyadov, Sultan Alâeddin
Tekiú devrine ait atlı süvari tasviri olan sikkelerden bahsetmektedir. Bünyadov, age, s.116.
Hârizmúâhlar’a ait sikkeler için bkz. Catalogue Des Monnaies Arabes, Et Turques, Copenhagen
t.y., s.134-135; Atom Damalı, 150 Devlet 1500 Sultan: øslâm Sikkeleri, østanbul 2001, s.155-156.
168
Artuk, age., II., s.431
169
Additions To The Oriertal Collection 1876-1888, C:V-VIII, s.83; Artuk, agmd, ø.A, C: X, s.627.
Cengiz Han’ın hedeflerine ulaúmak için her vasıtayı kullandı÷ı anlaúılıyor.
170
Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Geliúme Ça÷ları, s.287-291.
171
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4138, vr.63b-64a.
165
49
hâkimiyetin kuvvet ve büyüklü÷ünün ispatına yönelik gayretlerden baúka bir úey
de÷ildir.
Hükümdarlar sefere çıktıkları vakit kurulan ota÷lar devletin merkezindeki
saray ile aynı anlamı taúırdı. Bu nedenle de hükümdarlık alâmeti olarak saray ile
ota÷ eú anlamlıdır.172
Hârizm sultanlarının hükümdarlık çadırları kaynaklarımızda “Hargâh-ı
Sultan” olarak adlandırılır. 173 Hükümdarın çadırı sefer ve savaú zamanlarında devlet
iúlerinin sürdürüldü÷ü yerdir. Hükümdar kararlarını burada alır, emirlerini burada
verirdi, devlet iúlerine dair görüúmelerini burada yapardı. Aynı zamanda ordunun
merkezi ve karargâh olarak da kullanılırdı.
Hükümdarlık çadırının sembol olarak ifade etti÷i anlamı ortaya koyan çok
güzel bir örne÷imiz var. Hârizmúâh Tekiú’in, Irak Selçuklu Sultanı Tu÷rul’u yenerek
devletine son verdi÷i sırada Abbasî Halifesi Nâsır-Lidinillah ona elçi olarak øbnü’l
Kassâb’ı göndermiúti. Esedâbâd’a ulaúan elçi, aldı÷ı emir do÷rultusunda hareket
ederek, halifenin gönderdi÷i hil’atleri almak ve halifenin yüce hâkimiyeti kabul
göstergesi olarak Tekiú’in rikabında yaya yürümesini bildirmesine
174
Hârizmúâh’ın
kızgınlı÷ı ve tepkisi úiddetli oldu. O, vezîr üzerine ordu sevk edince øbnü’l Kassâb
kaçmak zorunda kaldı. Hârizmúâh, halifenin kendi iktidarını kabul ettirme çabası
olan bu harekete, kendi hükmünün gücünü ne derecede gördü÷ünü anlatırcasına bir
cevap vermiúti.
Hükümdarlık çadırına iliúkin baúka örneklerimiz de vardır. Örne÷in Sultan
Alâeddin Muhammed Herat üzerine hareketinde çadırını úehrin önüne kurdurmuú ve
savaú hazırlıklarını buradan yürütmüútü.175 Devletúah da sultanın Nihavend
hududundaki çadırında yaptı÷ı bir kabulü anlatmaktadır.176
172
Eski Türkler’de de ota÷ büyük önem taúıyordu. Bkz.Ögel, age., s.292-294.
Nesevî, Farsça s.275.
174
Cüveynî, age, s.269; Mîrhând, age, C:IV, s.132; Kafeso÷lu, age, s.127.
175
Cüveynî, age, s.279.
176
Devletúah Tezkiresi, C:II., s.190.
173
50
Sultan Celâleddin Hârizmúâh Mo÷ollar tarafından takip edildi÷i için sürekli
yer de÷iútiriyordu. O, devletini saraydan çak çadırından idare etmeye çalıútı. Son
olarak 1231 yılı A÷ustosunda Âmid civarında idi. Bir gece Mo÷ollar onun çadırını
aniden kuúattılar.Bu olayın úahidi olan Nesevî, Sultanın beyazlar giymiú bir halde
çadırından çıktı÷ını ve atına binerek süratle uzaklaútı÷ını kaydeder.177
e.Taht ve Tâc
Hükümdarlı÷ın en göz önünde olan alâmeti úüphesiz tâc ve tahttır. Tâc ve
tahtın sahibi olmak hükümdar olmak demektir. Bu nedenledir ki, hükümdarlı÷a
iúaret eden ve içinde tâc ile taht geçen birçok terim vardır. “Tahta çıkmak”, “tahtan
inmek”, “taht ve tâc sahibi olmak” gibi.178 Edebî ürünlerde, özellikle úiirlerde
hükümdarlar taht ve tâcın sahibi olarak anlatılırlar. Örne÷in Reúidüddin Vatvât,
Hârizmúâh Atsız için söyledi÷i bir kasidede úöyle diyordu:
“Melik Atsız tahta çıktı
Ve Selçuklu Devleti aúa÷ı düútü”.179
Reúideddin Vatvât’ın Karahanlı Kemaleddin ile dostlu÷u öyle anlaúılıyor ki,
Hârizmúâh Atsız’ın pek hoúuna gitmemiúti. Gözden düútü÷ünü fark eden Vatvat,
biraz da sitemle Hârizmúâh’a úu úekilde sesleniyordu:
“Bendeniz kapınıza kul olalı otuz yıl oldu. Ben sana methiye söyleyen, sen
ise tahtının üzerinde benden methiye isteyensin.
Tahtın sahibi olan sen çok iyi bilirsin ki bu kölen hiçbir zaman baúka bir
kapıya methiye söylemek için gitmedi.
Görüyorum ki, úimdi gönlün otuz yıllık kölenden usandı.”180
177
Nesevî, Farsça, s.275.
Zaten kaynaklarımızda da yeni hükümdarın hakimiyetinin baúlaması genellikle “tahta oturdu”
úeklinde ifade edilir. Örne÷in øl-Arslan 22 A÷ustos 1156 tarihinde tahta oturmuútu. Cihangüúâ,
s.257; Sultan Tekiú, Irak Selçuklu Sultanı Tu÷rul’u yendikten sonra Hemedan’da Irak hakimi olarak
tahta oturdu. Râvendî, age, C:II., s.345.
179
Kazvînî, age, s.487; Cüveynî, age, s.252.
180
Cüveynî, age, s.255.
178
51
ùiirlerde tahtın bu úekilde ifade edilmesi yalnızca hükümdar olmaya de÷il
aynı zamanda somut olarak tahta da iúaret etmektedir. Taht, hükümdar olmanın en
belirgin sembolüdür. Nitekim Hârizmúâh Atsız, Sultan Sencer’in Karahıtaylar’a
ma÷lubiyetinden (1141) istifade ile Sultanın baúkenti Merv’e girdi÷inde onun
tahtına oturmuútu.181 Hârizmúâh Atsız, bu tarihte her ne kadar fiili olarak ba÷ımsız
bir úekilde hareket ediyor idiyse de resmen Selçuklu Sultanına tâbi idi. Onun
ba÷ımsızlık kazanma çabalarında, hükümdarlı÷ı elde etmek için giriúti÷i bu teúebbüs
Sultanın ülkesine dönmesi ile son bulsa da tahtın hükümdarlık için anlamını bize
göstermesi bakımından yeterlidir.
Tahta çıkma töreni hükümdarlı÷ın ilânı anlamına gelmektedir. Bu
seremonide taht hükümdarlı÷ın alâmet-i fârikası olarak en önemli rollerden birini
üstlenir. Örne÷in Hârizmúâh Tekiú, Râdekân’da büyükçe bir ota÷ın önünde
kurdurdu÷u gösteriúli tahtına görkemli bir törenle çıkmıútı.182 Onun tahta çıkıú
töreninde âdet oldu÷u üzere parlak kasideler söylenmiúti. Bunlardan bir tanesi ømadî
Zûzenî (Zurakî)’ye aitti ve úair úöyle diyordu:
“….Âlemin efendisi Atsız o÷lu øl-Arslan o÷lu Tekiú Han
Bahtı açık olarak salına salına padiúâh tahtına oturdu.” Tekiú Han da
sultanların âdeti üzere hareket edip úairlere bol bol ihsanlarda bulunmuútu.183 Sultan
Celâleddin de Hindistan’dan dönünce
törenle tahta oturmuútu. Nesevî’ye göre;
“hanlar, melikler ve emîrler kefenlerini boyunlarına asarak geliyor e÷ilip yüzlerini
topra÷a sürüyorlardı”.184
Taht ayrıca saray hayatında uygulanan protokolün merkezi idi. Sarayda
görülen bütün iúlerde, kimin sultanın huzurunda nerede duraca÷ı tahtın yerine göre
düzenleniyordu ve bu resmî protokolün gere÷i idi.
181
Bündârî, age, s.251.
Cüveynî, age, s.265; Reúidüddin, age., C:I, s.256; Mîrhând, age, C:IV, s.371-372; Hândmîr,
Habîbü’s-siyer, C:II, Tahran 1353, s.637; Kafeso÷lu, age, s.112-113.
183
Cüveynî,age, s.265; Mîrhând, age, C:IV, s.372.
184
Nesevî, Farsça; s.130.
182
52
Tac da tahtan ayrı düúünülemez. Kaynaklarımızda da hükümdarlık âlameti
olarak tâc185 hemen hemen her zaman taht ile birlikte anılır. Örne÷in Hârizmúâh
Celâleddin Muhammed, Yassı Çimen Savaúı’nın (A÷ustos 1230) baúlangıcında
Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad’ın öncü birliklerini ma÷lup etmiúti.
Hârizmúâh’ın müttefiki olan Erzurum Melîki Rükneddin Cihanúâh bu baúarıdan
dolayı büyük bir sevinç duymuú ve øbn Bîbî’ye göre Celâleddin’e “Ey, tâcın ve
tahtın sahibi!” diye hitap etmiúti.186 Aslında Celâleddin Hârizmúâh, Mo÷ollar’ın
takibi nedeniyle taht ve tâcından ço÷unlukla uzak kalmıútı. Onun bu halini Cüveynî
gerçekçi bir ifadeyle úöyle anlatır: “…Altın eyerini taht, keçeyi yatak, zırhı elbise,
mi÷feri tâc yapmıú olan padiúâh.”187 Üstelik o daha önce, Cengiz Han Hârizm
toprakları üzerine harekete geçince babasına, Mo÷ollar ile cesurca savaúma fikrini
kabul ettiremedi÷inde sadece kendi hükümranlı÷ını kurtarma planlarının yanlıúlı÷ını
anlatmak için “Tâcın peúinden giderken baúından olma. Çünkü hiçbir padiúâh
anasından tâc ile do÷madı”188 uyarısını yapıyordu.
Hârizmúâhlar’da taht ve tâc úekli acaba nasıldı? Bu konuda maalesef
bilgimiz yoktur. Ancak kuvvetli fikirler ileri sürebilece÷imiz önemli ipuçlarına
sahibiz. Çalıúmamızın baúından beri yeri geldikçe temas etti÷imiz üzere
Hârizmúâhlar, Büyük Selçuklu Devleti’nin devamı olma özelli÷ini gösterir. Ayrıca
hüküm sürdükleri devir itibari ile de dönemin genel özelliklerini do÷al olarak
taúımaktadırlar. Bu açıklamadan hareketle Hârizmúâhlar’ın kullandıkları taht ve
tâcın úekil olarak Selçuklu sultanlarının kullandıklarından çok da farklı
olmayaca÷ını söyleyebiliriz.
Reúidüddin Fazlulâh’ın Câmiu’t Tevârîh’inde Selçuklu Sultanlarını tahtları
üzerinde oturmuú, baúlarında tâc bulundu÷u halde tasvir eden minyatürler vardır. Bu
minyatürlerde Selçuklu Sultanları Alparslan, Berkyaruk, Muhammed Tapar ve
Sencer tahtlarında tâcları ile görülmektedir.189 Bu minyatürleri görmek taht ve tâcın
Bkz. W.Björkman, “Tâc” md., ø.A., C:XI., s.613-615.
øbn Bîbî, age, C:I, s.396.
187
Cüveynî, age, s.374.
188
Cüveynî age, s.319.
189
Minyatürler için bkz. Zühre øndirkaú, Türkler’de Hükümdar Tacı Gelene÷i, Ankara 2002,
s.137-141.
185
186
53
hükümdarlık alâmeti oldu÷unu anlamak için yeterlidir. Çünkü minyatürlerdeki temel
vurgu tahtında oturan ve tâcını takmıú bulunan hükümdaradır.
ùekil yönünden inceledi÷imizde de minyatürlerdeki taht ve tâcların birbirine
çok benzedi÷ini görmekteyiz. Sultanların tâclarının ço÷unlu÷unun “her bir dilimi
yaprak biçiminde olan üç dilimli tâclar” oldu÷unu sanat tarihçilerinden ö÷reniyoruz.
Ayrıca karakteristik özellikler taúıması bakımından bu tâclar “Selçuklu tâcı” olarak
da adlandırılmaktadır.190
Câmiü’t Tevârîh’te bulunan bir baúka minyatür bizim için son derece
önemlidir. Bu minyatürde Irak Selçuklu Sultanı Tu÷rul’un tasviri yer almaktadır.
Yerden yüksekli÷i ayakları sayesinde sa÷lanan tahtının üzerinde Sultan oturmaktadır
ve baúında üç dilimli bir tâc bulunmaktadır. Sultan Tu÷rul, Hârizmúâh Tekiú ile
yaptı÷ı savaúta hayatını kaybetmiú (25 Mart 1194) ve bu úekilde Irak Selçuklu
Devleti son bulmuútu. Hârizmúâh Alâeddin Tekiú, Irak’ın merkezi Hemedân’a
gelerek düzenlenen bir törenle tahta oturmuútu (26 Haziran 1194). Belki de
Hârizmúâh Tekiú’in Irakta oturdu÷u bu taht Sultan Tu÷rul’a aitti. Selçuklu
Devleti’nin vârisi olma iddiasını her zaman taúıyan Hârizmúâhlar Sultanı Tekiú’in,
Irak hükümdarının tahtına oturarak bunu bir kez daha vurgulamıú olması hiç de
úaúırtıcı de÷ildir. Sultanların ota÷larında da tahtlarının kuruldu÷u bilgisinden
hareketle Tekiú’in tahtını yanında götürmüú olması da ihtimal dahilindedir. Ancak
ne olursa olsun bahsi geçen minyatür dönem itibariyle konumuza o kadar yakındır
ki, hiç olmazsa taht ve tâcın genel olarak úeklinin nasıl oldu÷u noktasında bizi
bilgilendirmektedir.
190
øndirkaú, age., s. 49
54
f. Bayrak ve Sancak
Bayrak, günümüzde oldu÷u gibi Hârizmúâhlar devrinde de ba÷ımsızlık
sembolüydü. Hâkimiyet sembolleri arasında özel bir yeri olan bayrak âidiyet simgesi
olup kutsaldı. Savaúta u÷runa kan dökülen bayrak aslında hürriyetin ifade úeklidir.
Hakanî∗, Sultan Alâeddin Tekiú’i medhederken “onun bayra÷ının hilâli
gökyüzünün burçlarını fethetti”191 demektedir.
Hâkimiyet sembolü olarak bayra÷ın aynı zamanda devleti temsil etti÷ini de
görmekteyiz. Sultan Alâeddin Muhammed devrinde, Hârizmúâhlar aleyhine her türlü
ittifaka hazır olan Abbasî Halifesi Nâsır-Lidînillâh, Alamut hakimi Celâleddin
Hasan ile iyi iliúkiler kurmuútu. Celâleddin müslüman olmuú, Halife nezdinde bunu
kabul ettirmiú ve yeni durumu ilân için de hacca bir kafile göndermiúti. Olayı
anlatan Cüveynî devamında bayra÷ın temsil yetkisini bize göstermektedir:
“Halifenin emri ile onun bayra÷ını, Sultanın bayra÷ının önünde taúıdılar. Sultan
bunu duyunca çok üzüldü ve kalbi kırıldı”192.
Bayrak ve sancaklar ele geçirilen kalelerin burçlarına çekilirdi. Sultan
Celâleddin Hârizmúâh Ahlat’ı ele geçirince (15 Nisan 1230) âdet oldu÷u üzere
zaferini bildirmek için yazdırdı÷ı fetihnâmede “kale burçları bayrak ve sancaklarla
süslendi”193 denilmektedir. Ahlat’ın alınıúını anlatan Nesevî de, surlardan sarkıtılan
iplerden tırmanan savaúçıların ve sancakların úehre girdi÷ini kaydeder.194
Bayrak ve sancaklar savaúlarda ordu için önemli bir manevî kuvvet anlamına
geliyordu. Öyle ki, Hârizmúâh Alâeddin Muhammed’in gönderdi÷i kuvvetler,
Gurlular’dan Gıyaseddin’in Talekân valisi Muhammed b. Çurbek (Carbek) ile
savaúmıúlar ve bu savaú esnasında Hârizmli sancaktâr öldürülmüú, sancaklar
parçalanmıútı. Bunu gören Hârizm askerleri ma÷lup oldukları zannı ile geri
∗
Bir bölümünü buraya aldı÷ımız úiirin yazarının Hakanî olmadı÷ı görüúü için bkz.Cihangüúâ, s.272,
Not:52.
191
Cüveynî, age, s.272.
192
Cüveynî, age, s.329.
193
Cüveynî, age, s.368.
194
Nesevî, Farsça, s.121.
55
çekilmeye baúladılar.195 Benzer bir olay Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın Anadolu
Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubâd ile savaúı sırasında da yaúanmıútır. “Sultanın
merkezde bulunan özel bayraklarının (alemhâ-yı hâs), Sultanla birlikte geri
çekildi÷ini gören sa÷ ve sol kanatlar, Sultanın yenildi÷ini sanıp geri çekilmeye
baúladılar”196 Görüldü÷ü üzere, bayrak orduda, hükümdar ile birlikte merkezde
bulunuyordu.
øbn Bibî’ye göre Yassı Çimen Savaúı’nda ma÷lup olan Sultan Celâleddin,
“bayra÷ını ve sanca÷ını çıkararak onları üzgün bir úekilde atının terkisine
ba÷lamıútı”197
Bayrak ve sancaklar ayrıca savaú sırasında ordu için manevi bir dayanak,
düúmana karúı yıldırma unsuru olarak da görev yapmakta idi. Bu durumu øbn
Haldun úöyle açıklamaktadır: “Savaúlarda çok sayıda bayrak kullanmak, renklerini
ço÷altmak ve yükseklere kaldırmaktan maksat da kalplerde korku yaratmaktır, baka
hiçbir sebebi yoktur”.198
Hârizmúâhlar’da da Selçuklular’da oldu÷u gibi birçok bayrak ve sancak
vardı. Tâbi hükümdarların, askerî birliklerin ve hanedan üyelerinin ayrı ayrı bayrak
ve sancakları oldu÷unu biliyoruz. Bayrak ve sancakları hükümdarlık alâmeti olarak
ele aldı÷ımız için burada sadece Sultanlara ait olanlardan bahsetmekteyiz. Sultanlara
ait sancaklar için “Râyât-ı sultanî” ifadesi kullanılmaktadır.199
Sultan Celâleddin ölümünden az evvel çadırı Mo÷ollar tarafından sarılınca
bayra÷ını komutanlarından Orhan’a emanet ederek aceleyle oradan ayrılmıútı.
Mo÷ollar kendilerine karúı koyan Orhan’ı, bayrakla birlikte gördükleri için sultan
zannetmiú olmalıdırlar.200
Hârizm sultanlarının bayraklarının rengi siyahtı. Nesevî úahit oldu÷u bir
olayı aktarırken bunu belirtmektedir: Sultan Alâeddin Muhammed’in Abeskûn
øbnü’l-Esîr, age, C:XII, s.147.
Cüveynî, age, s.370.
197
øbn Bîbî, age, C:I, s.408.
198
øbn Haldun, age., CII., s.5.
199
Nesevî, Farsça, s.189.
200
Cüveynî, age, s.375.
195
196
56
adasında ölümünden sonra Celâleddin adadan ayrıldıktan kısa bir süre sonra Nesa’da
Mo÷ol kuvvetlerini bozguna u÷ratmıútı. Nesevî bu sırada Nesa emîrinin hizmetinde
oldu÷unu ve Celâleddin’in galibiyet haberinin bir mektupla kendilerine ulaútı÷ını
kaydetmektedir. Bu mektupta, Celâleddin’in baúında bulundu÷u kuvvetlerden
bahsedilirken
“siyah
bayraklarla
geldiler”
ifadesi
yer
almaktadır.201
Hârizmúâhlar’ın, kendilerini Selçuklular’ın yasal vârisi olarak görmelerinden dolayı
bayraklarının onlarınki ile aynı renkte oldu÷u görüúüne biz de katılıyoruz.202
g. Nevbet
Devlet bandosu tarafından hükümdarın sarayı veya ota÷ının önünde icrâ
edilen musikiye nevbet denir. Hükümdarlık alâmeti olan bu nevbetin dıúında
úehzadeler, vezîrler veya tâbî hükümdarlar da nevbet çaldırabiliyordu. Ancak, do÷al
olarak hükümdarın nevbeti daha azametli idi ve di÷erlerinden farklı, tek olma
özelli÷ini taúıyordu. Örne÷in hükümdarlar için günde beú namaz vaktinde nevbet
vurulurken, di÷erleri için bu sayı üç ile sınırlı idi.203
Hârizmúâhlar’da da nevbet gelene÷i açıkladı÷ımız bu úekliyle mevcuttu.
Sultan Alâeddin Muhammed gücünü o kadar büyük hissediyordu ki, bunu nevbet
uygulamasına da yansıttı. Daha önce de onun unvân ve lâkaplarında ne kadar iddialı
olanları kullandı÷ını görmüútük. Sultan nevbet vurdururken de bu tutumunu
sürdürmüú, en güçlü oldu÷unu ilân etmek istercesine yeni bir uygulama baúlatmıútı.
Sultan kendisi için “Zülkarneyn Nevbeti”ni uygun buldu. Kaynaklarımızda
“Nevbet-i Zülkarneyn” olarak geçen bu nevbet yirmi yedi davulla icra olunuyordu.
Ancak bunlar sıradan davullar de÷ildi. Her biri altın iúlemeli idi ve çeúitli
mücevherlerle süslenmiúti. Nevbet için görkemli úekilde süslenen köslere eúlik
edecek olan tokmaklar da aynı úekilde özenle hazırlanmıú, altın, inci ve daha birçok
de÷erli taúlarla bezenmiúti.204
201
Nesevî, Farsça, s.87.
Fuad Köprülü, “Bayrak”, ø.A., C: II, s.409.
203
H.G. Farmer, “Tabl-Hâne”, ø.A., C:XI, s.604-605; H.G. Farmer, “Nevbet”, ø.A., C:IX, s.220;
Ayrıca, Türkler’de nevbet ve mehterin tarihi süreci için bkz. Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine
Giriú, C.VIII, Ankara 1991.
204
Nesevî, Farsça, s.33.
202
57
Sultan Alâeddin Muhammed bu hazırlıklardan sonra uygulamanın ilk
seferinde görkem ve azameti iyice artırmak için bu davulları vurma emrini sarayında
tutuklu bulunan hükümdar ve hükümdar o÷ullarına verdi.∗ Emri uygulamakla
yükümlü olanlar arasında; Selçuklular’dan Tu÷rul b. Arslan, Gurlu hükümdarı
Gıyâseddin’in o÷ulları, Bâmiyân hakimi Melik Alaeddin, Belh hakimi Melik
Taceddin ve o÷lu, Tırmiz sahibi Melik Behramúah, Buhara hakimi Sencer vardı.
Sultan yirmi yedi kiúilik kadroyu tamamlamak için ye÷eni ve vezîrini de gruba dahil
etti.205 Sultanın bu iúe büyük önem verdi÷i açıktır. Nesevî’nin bu uygulamayı
anlatırken, “u÷urlu bir günde bu davulların çalınması için anlı úanlı padiúâhlar
seçti”206 úeklindeki kaydına bakarak nevbetin ilk gününün yıldızlara göre tespit
edilmiú olabilece÷ini söyleyebiliriz.
Nevbet icrasında çok sayıda büyük davul (kös) kullanılıyordu. Devletúâh’a
göre “Nevbet-i Zülkarneyn”de nakkâre de kullanılmıútı ve bunların a÷ırlı÷ı yetmiú
hârvâr** geliyordu.207
Sultan Alâeddin Muhammed bu nevbeti günde iki kez, güneúin do÷uúu ve
batıúında çaldırıyordu. Öyle anlaúılıyor ki, Sultanın “Nevbet-i Zülkarneyn”i
Hârizm’in baúkentini hükümdarının azametini hatırlatarak uyandırıyordu. Bu da bir
yenilikti. Çünkü eskiden beú namaz vaktinde beú defa nevbet vuruluyordu. Sultan,
bu beú defa vurulan nevbetin o÷ullarının sarayları önünde çalınmasını emretti.208
Hârizmúâhlar’da vezîrler için de günde üç nevbet çalınıyordu.209
Nesevî, Sultan Celâleddin’in nevbeti için de “Nevbet-i Zülkarneyn”
demektedir ve ilave olarak günde beú kez çalındı÷ını belirtmektedir.210 ùüphesiz ki,
∗
Burada adı geçen tutukluların akıbeti maalesef çok kötü oldu. Mo÷ollar Gürgenc’i tehdit ettikleri
sırada baúkentten ayrılmaya hazırlanan Terken Hatun onları Ceyhun’da bo÷durttu. Nesevî, Farsça,
s.57 vd.
205
Nesevî, Farsça, s.33; Kazvînî’ye göre bu yirmi yedi kiúinin on beúi yabancı ve on iki tanesi
Sultanın yakınlarından oluúuyordu, age, s.496.
206
Nesevî, aynı yer.
**
Bir hârvâr= Bir eúek yükü.
207
Devletúâh Tezkiresi, C:II, s.188. Burada bildirilen a÷ırlık oranının abartılı oldu÷u açıktır.
208
Nesevî, aynı yer.
209
Nesevî, Farsça, s.45.
210
Nesevî, Farsça, s.213; Taneri, age, s.101.
58
devletin gücünden eser kalmadı÷ı Celâleddin devrinin nevbeti de babasının
uygulamasının gösteriúinden çok uzaktır.
Hârizmúâhlar devrinde, tıpkı Selçuklular’da oldu÷u gibi, taziye ifadesi olarak
da nevbetin susturuldu÷unu görmekteyiz. Sultan Alâeddin Tekiú öldü÷ü zaman (4
Temmuz 1200), Gur hâkimi Gıyaseddin düúman olmalarına ra÷men, sarayında üç
gün nevbet çalınmaması için emir vermiúti.211
h. Çetr
Hâkimiyet alâmetlerinden biri de çetrdir ve hükümdarlık úemsiyesi anlamına
gelmektedir. Atlas veya altın iúlemeli kadifeden hazırlanan çetr, úemsiye úeklinde
açılarak hükümdarın baúı üzerinde tutulurdu.212
Hükümdarlar seferlerinde de çetri beraberlerinde götürüyorlardı. Aslında bu
sayede ilerleyen kuvvetlerin kime ait oldu÷u ve orduda hükümdarın bulunup
bulunmadı÷ı anlaúılabiliyordu. Nitekim çetrin bu görevi hakkında Hârizmúâhlar’a ait
bir örne÷imiz var. Sultan Alâeddin Muhammed’in, Güçlük ile mücadele verdi÷i ve
bu nedenle Semerkand’da bulundu÷u sırada Irak’taki naibi Oglımıú öldürülmüú,
bölgede iúler karıúmıútı. Oglımıú’ın öldürülmesinden ve Sultanın yoklu÷undan
faydalanmak isteyen Atabeg Özbek ve Atabeg Sa’d vakit kaybetmeden harekete
geçmiúlerdi. Sultan Muhammed hızlı bir hareketle bölgeye yetiúti. Atabeg Sa’d’ın
kuvvetleri ile Rey civarında karúılaúınca Sultanın öncüleri ile Atabe÷in askerleri
çarpıúmaya baúladı. Nesevî’nin de kaydetti÷i gibi Atabeg savaútı÷ı kuvvetlerin
Özbek’e ait oldu÷unu zannediyordu. Sultanın bu kadar süratle yetiúece÷ine ihtimal
vermedi÷i açıkça anlaúılıyor. Çünkü Sultan, Atabe÷in cesurca direniúini görünce o
zamana kadar açılmamıú olan çetrinin, açılmasını emretti. Sultan Muhammed’in
hareketini gizlemek amacıyla çetri úimdiye kadar açtırmadı÷ı anlaúılıyor. Sultanın
çetrinin açılması ve sultana ait bayrakların kaldırılması üzerine Atabeg gerçe÷in
farkına vardı. Onun arzulayaca÷ı en son úey Sultana karúı savaúmak olurdu. Zaten o
da derhal çatıúmaya son verdi. Atından indi ve esir olarak Sultanın tayin edece÷i
211
212
øbnü’l-Esîr, age, C:XII, s.134.
Aydın Taneri, “Çetr”, DøA, C:VIII, s.293.
59
akıbetini beklemeye koyuldu. Sultanın çetrini görünce korkuya kapılan Atabeg’in
kuvvetleri de da÷ıldı.213 Nesevî, Sultanın çetri için “Çetr-i Cihangir” ifadesini
kullanmaktadır.214
Sultanlar, kabulleri sırasında çetrin altında duruyorlardı. Celâleddin
Hârizmúâh, Erzurum hâkimi Rükneddin Cihanúâh’ı, çetrinin altında bulundu÷u
halde kabul etmiúti. Sultan Celâleddin müttefikini onun itibarını artıracak bir törenle
karúılamıútı. Muhabbetini göstermek ve Cihanúâh’ı onurlandırmak için çetrinin
altına gelmesini emretti. Ancak ne var ki, Cihanúâh, Sultanın çetri altında bulundu÷u
sırada çetr, koruyucularının elinden düúerek yıkıldı. Töreni izleyen halk bunu
görünce da÷ıldı. Bu olay bir u÷ursuzluk iúareti olarak algılandı.215 Ayrıca Sultan
Celâleddin Hârizmúâh, ordusuna beraberinde çetri oldu÷u halde kumanda
ediyordu.216
Hükümdarın çetrinin sorumlulu÷u “çetrdâr” adı verilen görevliye aitti.
Çetrdâr, özellikle savaúlarda hükümdarın yanında çetri tutuyordu. Savaútaki bu çetr
saray veya ota÷dakinden daha farklı olarak her halde taúıması kolay, daha hafif bir
çetrdi. Çünkü son örne÷imizde Sultan Celâleddin’in yıkılan çetrini anlatan
Nesevî’nin ifadelerinden hükümdarlık ota÷ı önünde kurulan çetrin daha büyük ve
daha a÷ır oldu÷unu anlıyoruz. Çünkü Nesevî bu olayı anlatırken çetri tutan
“çetrdârlar” dan bahsederek “ çetrin sütun ve destekleri (deayim ve amûdları)
çetrdârların elinden düútü” demektedir.217
Hükümdarlık alâmeti olarak çetrin varlı÷ı do÷rudan ba÷ımsız hükümdarlı÷ın
göstergesidir. Ravendî’nin Sultan Tekiú için kullandı÷ı ifadeler bunun göstergesidir:
“Bu Hârizmúâh kulluk vazifelerini bir tarafa atıp, çetrini yükseltti. Kendi kendine
sultan adını aldı”.218
Nesevî, Farsça, s.23; øbnü’l-Esîr, age, C:XII, s.268,269, 271.
Nesevî, Farsça, s.23.
215
Nesevî, Farsça, s.198-199.
216
øbn Vâsıl, age., C:IV, s.149.
217
Nesevî, Farsça, s.198-199.
218
Ravendî, age, C:II., s.340.
213
214
60
i.Tırâz
Sırma iúlemeli, kenarları úerit halinde yazılarla süslenmiú hükümdara mahsus
elbiseye tırâz adı verilir. Sanatkârların mahir ellerinde özenle hazırlanan bu elbiseler
hükümdarlık alâmetlerindendir.219 øbn Haldun’a göre tırâz; “hükümdarlık ve
saltanatın ziynetidir” ve bu elbiseler “unvân ve lâkaplar yazılarak süslenmiútir”.220
Tırâz, hükümdar tarafından bir baúkasına verildi÷inde “hil’at” adını alır.
Sultanlar lütufta bulunmalarının bir niúanesi olarak tâbi hükümdarlara, elçilere veya
devlet ileri gelenlerine hil’at verirlerdi. Aslında sultanları kime hil’at verecekleri
konusunda sınırlayan veya kimlerin hil’at giyece÷ini belirten her hangi bir
düzenleme yoktu. Sultan taltif etmek istedi÷i ve kendisinin uygun gördü÷ü her hangi
bir kiúiye hil’at verebilirdi. Örne÷in Sultan Celâleddin, Sultan Tu÷rul’un kızı olan
Atabeg Özbek’in eúi ile evlili÷i gerçekleúince, melikenin Atabegden boúanmasını
sa÷layan úahitlere hil’at vermiúti.221 Bu ilginç boúanma öyküsüne göre, Melike
gönderdi÷i elçilerle Sultan Celâleddin’e evlilik teklif etti. Ne var ki bu sırada Atabek
Özbek ile evli bulunuyordu. Sultan bu evlili÷in ancak melikenin boúanması ile
mümkün olabilece÷ini bildirdi. Zaten melike de kocasının daha önceden taahhüt
etti÷i ve yapmazsa boúanmıú olacaklarını kabul edece÷ine dair sözüne atfen evli
olmadı÷ını belirterek Sultana evlilik teklifinde bulunmuútu. Kadının dinledi÷i
úahitler de melikeyi do÷rulayınca, Sultan ile melikenin izdivacı gerçekleúti. øúte
buradaki úahitler Sultan tarafından hil’at verilmek suretiyle ödüllendirilmiúlerdi.222
Sultan Celâleddin Mo÷ollar’a ma÷lup olarak Isfahan’a geldi÷i sırada
ordusunun ileri gelenlerine görevlerini lâyıkıyla yerine getirmedikleri için çok
kızgındı. Öte yandan savaúta fedakarlık gösteren, canla baúla savaúan rütbesiz
askerlere meliklik hil’atine kadar cömertçe hil’at da÷ıtmıútı.223 Ayrıca sultan
Celâleddin’in Erzurum hakimi Rükneddin Cihanúâh, Kıpçak reislerinden Kurka ve
A. Grohmann, “Tırâz”, ø.A., C:XII/I, s.235.
øbn Haldun, age., C:II, s.26.
221
Nesevî, Farsça, s.149.
222
Bu evlilik hikayesi için bkz. øbnü’l-Esîr, age, C:XII, s.394; Kazvînî, age, s.500; Cüveynî, age,
s.352.
223
Cüveynî,age, s.361.
219
220
61
vezîri ùerefülmülk eli ile Sultan Alâeddin Keykubâd’ın elçisine de hil’at verdi÷ini
biliyoruz.224
Halifeler de hükümdarlara, halifelik makamında kabul gördükleri mevkiye
uygun hil’atler verirlerdi. Örne÷in, Halife Nâsır-Lidinillah, Hârizmúâh Tekiú’e vezîri
aracılı÷ıyla hil’atler göndermiú ancak vezîrin bunları kendi çadırında giyme davetine
Sultan çok kızarak úiddetle reddetmiúti.225 Halifelik makamı, Sultan Celâleddin’e
Ahlat’ı muhasara etti÷i sırada “hil’at-i saltanat” göndermiúti.226
Hil’atler sadece elbiseden oluúmuyordu. Hârizmúâh Celâleddin’in Erzurum
hakimi Cihanúâh’a verdi÷i hil’at içerisinde tu÷lar ve dizginler de vardı.227 Bunların
yanında külah, kemer, at veya de÷erli baúka bir binek hayvanı, eyer takımı, silahlar,
kılıç kuúa÷ı veya de÷erli taúlarla süslü takılar ve sancak da hil’at olarak
veriliyordu.228 Bize bir fikir vermesi için Halifelik makamından Sultan Celâleddin’e
gönderilen hil’atlerin içeri÷ine bakabiliriz. Buna göre úu eúyalar hil’at olarak
gönderilmiúti: Kıymetli taúlarla bezenmiú bir Hint kayıúı, sarık, elbise, cübbe,,
altından bir kılıç, bütün takımları altın ile kaplı atlar, incilerle süslü kalkan, çok
sayıda at ile birlikte yeteri kadar seyis, altınla süslenmiú yabani Hint kedileri, birçok
top kumaú, amberden imal edilmiú top, sabur a÷acı vs. Görüldü÷ü üzere hil’atler,
hil’at verenin úan ve úerefi gözetilerek hazırlanıyordu.229Buna ilave olarak hil’at
verilene itibarın derecesi de bu içeriklerden tayin edilebilmektedir.
Hil’ati çıkarmak veya kabul etmemek isyan göstergesi sayılırdı. Ayrıca
bayramlar, askerî teftiúler, zaferler ve kabuller hil’at verme vesilelerindendi.230
j.Tevkî’, Tu÷râ ve Alâmet
Tevkî’ “bir yazıúma terimi olarak hükümdarın kararı, bu kararın yazılı sureti,
tâyin beratı, hükümdara mahsus alâmet, tu÷râ, ferman ve mühür karúılı÷ı olarak
224
Nesevî, Farsça, s.179, 199.
øbnü’l-Esîr, age, C:XII, s.93; Cüveynî, age, s. 269.
226
Nesevî, Farsça, 205; Arapça, s.190
227
Nesevî, Farsça, s.199.
228
Heribert Horst, Die Staatsver Waltung Der Grossel÷uqen Und Horazmsahs (1038-1231),
Weisbaden 1964 , s.23.
229
Nesevî, Farsça, s.219.
230
M. Fuad Köprülü, “Hil’at”, ø.A., C:V/I, s.483.
225
62
kullanılmıútır”231. Tu÷ra ise Türkçe bir kelimedir ve hükümdarın yazılı iúareti
demektir.232 Alâmet ise bizzat hükümdar tarafından, kendi eli ile yazılırdı.233
Hârizmúâh Atsız, Sultan Sencer’in Karahıtaylar’a esaretini fırsat bilerek
girdi÷i Selçuklu baúkenti Merv’de Sencer’in tahtına oturup, tu÷ra çekmiúti.234
Cüveynî, Sultan Alâeddin Muhammed’in Mo÷ollar’ın ülkesini istilası karúısında
korkuya kapıldı÷ını belirterek Sultanın Merv’e hareketini anlatırken úöyle
demektedir: “ …Sultanın korku ve acz içinde kaleme aldı÷ı anlaúılan tevkî’ tu÷ralı
fermanı geldi”.235
Sultan Alâeddin Muhammed, Abeskûn adasında bulundu÷u sırada kim
kendisine bir yemek getirir veya bir iyilik yaparsa ona tevkî’ veriyordu.236
Nesevî’nin bu ifadelerinden anlaúılaca÷ı üzere burada verildi÷i belirtilen tevkî’,
“hükümdarın yazılı kararının sureti”, belge anlamındadır. Çünkü devamında, “Ço÷u
zaman öyle oluyordu ki, halktan olanlar kendileri için tevkî’ler yazıyorlardı. Çünkü
Sultanın yanında kâtip bulunmuyordu”237 denilmektedir. Sultan Muhammed
öldükten sonra tevkî’leri ellerinde bulunduranlar Sultan Celâleddin’e müracaat
etmiúlerdi ve Sultan da bunları babasının kararlarına hürmet göstererek kabul etti.238
Sultan
Alâeddin
Muhammed’in
tu÷râsında,
“Zillullah
fi’l-arz”
(Allah’ın
yeryüzündeki gölgesi) yazılıydı.239
Sultan Celâleddin’in münúîsi olan Nesevî bu konuda en itibarlı
kayna÷ımızdır. Çünkü o, bizzat Sultanın yanında bulunuyor ve yazıúmaları
gerçekleútiriyordu. O, tevkî’yi “sultanın yazılı kararı” anlamında, diplomatik belge
karúılı÷ı olarak kullanmıútır. Sultan Celâleddin’in tevkîleri için de úu açıklamayı
yapmaktadır:
“Sultana
ait
tevkî’lerde
‘Elhamdülillahi’l-azîm’
yazılı
idi”.
“Kendisinin úehir ve vilayetlerine gönderdi÷i tevkî’lerde ise “i‘timad künend”
Nejat Göyünç, “Tevkî’”, ø.A., C:XII/I, s.217.
J. Deny, “Tu÷râ”, ø.A., C:XII/II, s.5.
233
Nejat Göyünç, aynı yer.
234
Hüseynî, age, s.67.
235
Cüveynî, age, s.163.
236
Nesevî, Farsça, s.69.
237
Nesevî, aynı yer.
238
Nesevî, aynı yer.
239
Cüveynî, age, s.301.
231
232
63
yazılıydı ve bu tevkî’lerin köúesinde ‘Ebu’l-Mekârim Ali b. Ebu’l-Kasım Hâlisu
Emîri’l-Mü’minîn ibaresi vardı”.240
Sultan Celâleddin tevkî’lerinde kullandı÷ı “øtimadi Ali’l-lâh Vahdehu”
ibaresini kazıtarak hazırlatmıú ve bunu vesikalara basmıútı. Onun bu uygulaması
daha sonraki hükümdarlara örnek olmuútu. Sultan belgelere bu mührün basılması
görevini de kızı Han-Sultan’a vermiúti.241 Nesevî’ye göre, Rükneddin Gursançtı b.
Sultan Alâeddin Muhammed’in tevkîi úu úekildi idi: “es-Sultanü’l-muazzam
Rüknü’d-dünya ve’d-din Ebü’l-Hâris Gursançtı øbnü’s-Sultanü’l-muazzam Kasîmü
emîri’l-mü’minîn”.242
Alâmete gelince, Nesevî Terken Hatun’un tevkî’, tu÷râ ve alâmetinden
bahseder. Bu üçünü aynı anda kullanması ve Terken Hatun’un güzel yazısının
úöhreti bize onun alâmetini bizzat yazdı÷ını düúündürmektedir. Buna göre onun
tevkî’ ve tu÷râsı úu úekilde idi: “øsmetü’d-dünyâ ve’d-din Ulu÷ Terken Meliketü
Nisâi’l-âlemîn”. Alâmeti ise “I’tesamtü billâhi vahdehu” úeklindeydi. Terken
Hatun’un tevkî’ ve alâmeti kalın uçlu bir kalemle yazılı idi.243
k. GƗúiye
Hükümdarlık alâmetlerinden biri de gaúiyedir. Süslü eyer örtüsü anlamına
gelir ve törenlerde ata binen sultanın önünde taúınmak suretiyle onun hâkimiyetinin
tanındı÷ı anlamına gelirdi.244
Hârizmúâh Alâeddin Tekiú devrinde, Müeyyed Ay-aba, Kadı Fahreddin’i,
Hârizmúâh’a onun tâbîsi oldu÷unu bildirmek üzere gönderdi÷inde kadı, Hârizmúâh
Tekiú’in katında itibar görmüú ve ona kıymetli hediyeler verilmiúti. Bunlar arasında
gƗúiyelerle süslenmiú cins atlar da bulunuyordu.245
240
Nesevî, Farsça, s.264
Nesevî, Farsça, s.72; Nejat Göyünç, agmd., s.218.
242
Nesevî, Farsça, s.39.
243
Nesevî, Farsça, s.62;Ayrıca bakınız Horst, age, s.36.
244
Erdo÷an Merçil, GƗúiye”, DøA., C: , s.398 vd.; Erdo÷an Merçil, “GƗúiye ve Selçuklular’da
Kullanılıúına Dâir Bazı Örnekler”, Ord. Prof. Yusuf Hikmet Bayur’a Arma÷an, Ankara 1985,
s.321-328.
245
Hüseynî, age., s.115.
241
64
Cüveynî’de, Sultan Alâeddin Muhammed devri anlatılırken bir úiirde:
“Güneúin sırtına gƗúiye vurmuú. Üzengi olarak ayı kula÷ına halkalı küpe yapmıú”
denilmektedir.246
Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Ahlat önlerinde iken Halifelik makamından
gelen elçileri kabul etmiúti. Halife Nâsır-Lidînillâh tarafından gönderilen hediyeler
arasında gƗúiyeli atlar ve saten gaúiyeli Hint kedileri de vardı.247
l. Kılıç ve Yüzük
Aslında kılıcın Hârizmúâhlar’da hükümdarlık alâmeti oldu÷una karar verecek
sayıda örne÷e sahip de÷iliz. Ancak bir örne÷imiz var ki bize, kılıcın hâkimiyet
alâmeti olabilece÷ini düúündürmektedir.
Sultan Alâeddin Muhammed, Terken Hatun’un baskısı ile Uzlakúah’ı veliahd
tayin etmiúti. Ancak Sultan Mo÷ollar’dan kaçarak sı÷ındı÷ı Âbeskûn adasında
bulundu÷u sırada kararını de÷iútirerek di÷er o÷lu Celâleddin’i veliahd ilân etmiúti.
øúte bu sırada kılıcını kendi elleriyle Celâleddin’e kuúattı.248 Acaba Hârizmúâhlar’da
veliahd hep bu úekilde mi ilân edilirdi? Bunu bilmiyoruz. Sultanın yanında
hükümdarlı÷a ait hemen hiçbir úey bulunmadı÷ı için belki de veliahd de÷iúikli÷ini
teyid gayesiyle kılıcını kuúatmıútı. Hükümdarların kılıçları úüphesiz herkesinkinden
farklı ve özeldi. Selçuklular’da Sultanlara Halife tarafından kılıç kuúatıldı÷ına dair
örnekler vardır ve bu nedenle hâkimiyet alâmeti olarak kabul edilmektedir.249 Ancak
ne var ki, Hârizmúâhlar’da kılıcın hükümdarlık alâmeti oldu÷una hükmedemiyoruz.
Yüzü÷e gelince, hükümdar tarafından bir görevin icrâsı için yüzü÷ün
verildi÷ini ve do÷rudan hükümdarı temsil etti÷ini biliyoruz. Bu nedenle de yüzük
hükümdarlık alâmetidir. Örne÷in Sultan Celâleddin, babasının isminin üzerine
kazındı÷ı, fîrûze taúlı yüzü÷ü bir elçiyle göndermiúti.250
246
Cüveynî, age., s.301.
Taneri, Sultan Celâlü’d-din Hârizmúâh, s.113.
248
Nesevî, Farsça, s.84.
249
Abdülkerim Özaydın, age., s.190
250
Nesevî, Farsça, s.127; Hakimiyet alâmeti olarak yüzü÷ün Selçuklular’da kullanıúı için bkz.,
Özaydın, age., s.190
247
65
E. DÎVÂN TEùKÎLÂTI
1. Dîvân-ı A’lâ
Hârizmúâhlar Devleti teúkilâtına göre devlet yönetiminin en üst organı
Dîvân-ı A’lâ’dır.Tıpkı Selçuklular’da, Abbasîler’de, Sâmânîler’de ve Gazneliler’de
oldu÷u gibi. Dîvân-ı A’lâ, devletin yönetimi ile ilgili kararların alındı÷ı en yüksek
kuruldur. Devlet yönetimi ile ilgili ayırım yapılmaksızın her konu bu Yüce Dîvân’da
görüúülür,
alınacak tedbirler veya
yürürlü÷e
girecek
uygulamalar karara
ba÷lanabilirdi.
Dîvân-ı A’lâ, devlet iúlerinin branúlara göre sınıflandırılarak görev bölümü
yapılmıú olan di÷er dîvânları içine alır. Aslında Dîvân-ı A’lâ di÷er dîvânlar ile
birlikte bir kabine oluúturur. Dîvân baúkanları Dîvân-ı A’lâ’nın üyeleridir ve
hükümdar tarafından göreve getirilirler. Yüce Dîvân’ın baúkanı ise devletin
hükümdardan hemen sonra gelen ismi olan vezîrdir.251 Vezîr, Yüce Dîvân’ı
oluúturan di÷er dîvânları da maiyetinde toplar ve devletin bütün iúlerini bu organlar
ile sevk ve idare eder.252
Dîvân-ı A’lâ’nın çalıúmalarına dair fazla örne÷e sahip de÷iliz ancak
kaynaklarımızın bazı kayıtları bize çeúitli bilgiler vermektedir. Örne÷in; Sultan
Celâleddin Hârizmúâh devrinde Büyük Dîvân’da bir soruúturma yürütüldü÷ünü
biliyoruz. Irak-ı Acem nâibi ùerefeddin Ali birçok ithamlara maruz kalmıú ve
Isfahan ileri gelenleri tarafından Vezîr ùerefülmülk’e úikâyet edilmiúti. Vezîr sorunu
kendisi çözmek yerine Nesevî’ye göre úahsî husumetinin de etkisiyle durumu
Sultana bildirdi. Sultan Celâleddin, nâibin Yüce Dîvân’da hesap vermesini emretti.
Sultan bu soruúturmayı bizzat izlemek istedi. Kimse tarafından görülmeyece÷i ancak
kendisinin her söyleneni iúitebilece÷i bir úekilde Dîvân çalıúmasında yerini aldı.
251
Horst, age., s.20, 30; Mehmet Altay Köymen, “Selçuklu Devri Türk Tarihi Araútırmaları II:
Selçuklu Devri Devlet Teúkilâtına Dâir Yazılmıú Bir Eser Münasebetiyle”, TAD., C:II, sa.2-3,
Ankara 1964, s.323; ayrıca bkz., Nafî Tevfik, age., s.228; Abdülaziz ed-Dûrî, “Dîvân”, DøA, C:IX.,
s.377, 381; Aydın Taneri, “Dîvân”, DøA., C:IX., s.383-385; A..S. Bazmee Ansari, “Dîvân”, DøA.,
C:IX., s.386-387; Aydın Taneri, “Büyük Selçuklu ømparatorlu÷unda Vezîrlik”, TAD., C:V., sa. 8-9,
Ankara 1967, s.103 vd., Ghulam Rabbani Aziz, age., s.188.
252
Köprülü, agm., s.280.
66
Sonuçta nâib aklandı.253 Bu örnekten de görülece÷i üzere Dîvân-ı A’lâ, devletin bir
görevlisini icraâtından dolayı yargılayabiliyordu.
Dîvân-ı A’lâ, devletin yönetim yeridir. Ancak unutulmamalıdır ki bu yüksek
organ hükümdarın emrindedir ve devrin hükümdarları da mutlak hakimdir. ùüphesiz
dîvân üyeleri Sultanın uygun gördü÷ü, onun birlikte kolay çalıúabilece÷i kiúiler
arasından bizzat hükümdar tarafından seçilerek göreve getiriliyordu. Devletin bütün
bürokrasisinin de düzenlendi÷i, iúleyiúinin süreklili÷inin sa÷landı÷ı bu makam aynı
zamanda hükümdarın danıúma kurulu görevini de yerine getiriyordu. Pek tabiîdir ki,
Dîvân-ı A’lâ’nın hükümdara ra÷men her hangi bir uygulamaya gitmesi
düúünülemez.
Hârizmúâhlar Devleti’nde idarî sistemin en üst düzeydeki memuru vezîrdir.
Merkezî yönetimin baúındaki vezîr yasama, yürütme ve yargı yetkisine sahiptir.
Devletin yönetim iúlerinin sorumlusudur. Vezîr aynı zamanda hükümdarın mutlak
vekilidir.
Vezîr en yüksek derecedeki memur olarak hükümdar tarafından tayin veya
azl edilir. O, sadece hükümdara karúı sorumludur.254 Yaptı÷ı iúlerin, görevini yerine
getirirken izledi÷i yolun hesabını yalnızca hükümdara verir. Vezîrin akıbeti
hakkındaki karar yalnız hükümdar tarafından tayin edilir.
Vezîrlik makamının önemi bu kadar büyük ve sorumlulu÷u böylesine a÷ır
olunca úüphesiz ki, devletin kaderinde rol oynayan, hükümdarın çalıúmalarında en
yakınında bulunan isim olan vezîrler ve uygulamaları geçmiúi anlamak için
dikkatlice incelenmeyi hak ederler. Biz, Hârizmúâhlar Devleti vezîrlerini incelerken
bu baúlı÷ımızda úehzade ve eyalet vezîrlerini ele almayaca÷ız. Horst, eserinde
günümüze ulaúan vezîrlerle ilgili belgeleri iki kısma ayırarak incelemiútir. Buna
göre birinci gurubu hükümdar ve meliklerin kendi vezîrleri için düzenledikleri
belgeler oluútururken, ikinci guruba meliklerin vezîrlerini Sultanın tayin etti÷ine dair
253
Nesevî,Farsça, s.162; Fuad Köprülü, “hükümdarın dîvân müzakerelerini kafes arkasından
dinlemesini” Osmanlılar’da da devamını gördü÷ümüz saray âdetlerinden biri olarak kabul etmektedir.
“Hârizmúâhlar”,øA., C: V/I, s.278. Ancak yukarıdaki bir tek örne÷in dıúında Hârizmúâhlar’da böyle
bir uygulamanın âdet halinde var oldu÷unu gösteren hiçbir kayda rastlamadı÷ımızı belirtmeliyiz.
254
Horst, age., s.25; Köymen, agm., s.319.
67
belgeler dahildir. Horst, hükümdarın yardımcıları olarak adlandırdı÷ı meliklerin
vezîrlerinin görev yerlerinde hükümdarın vezîri ile aynı görevleri yerine
getirdiklerini belirterek, vezîrlik baúlı÷ında ikinci guruba giren belgeleri de
incelemeyi uygun bulmuútur.255 Köymen, Horst’un bu fikrine bir noktada karúı
çıkarak, Sultanlık vezîrlerinin tayinine iliúkin belgelerin ayrıca incelenmesi
gerekti÷ini savunmaktadır.256 Biz, Köymen’in görüúüne tamamen katılıyoruz.
Hükümdarın vezîri di÷erlerinden ayrı olarak incelenmelidir. Horst, úehzade ve eyalet
vezîrlerini de do÷rudan Dîvân-ı A’lâ’ya ba÷lı olma ihtimallerine dayanarak ele
almayı uygun bulmuútur.257 Böyle olsa bile görev yerleri merkezin dıúında oldu÷u
için biz, taúra teúkilatı içerisinde ele almayı yerinde buluyoruz. Burada sadece
merkezî idarenin baúı olan vezîri ve bu tanımın ifade etti÷i vezîrlik makamını ele
alaca÷ız.
Hârizmúâhlar devri vezîrlik makamı ile ilgili en kıymetli bilgilerin ço÷unu
et-Tevessül’de bulunan vezîr tayini üzerine hazırlanan fermanda buluyoruz.258 Buna
öncelik vermemiz daha uygun olur kanaatindeyiz. Sultan Tekiú devrine ait olan bu
belge “Hazret-i Hümayun tarafından Büyük Vezîrlerden (Vüzera-i Büzurg) biri
adına düzenlenmiútir”.259
Ferman vezîrden yerine getirmesi beklenen sorumlulu÷unun açıkça ifade
edilmesiyle baúlamaktadır ve úöyle denilmektedir:
“ùehirler ve kulların mesâlihini korumak, salâh ve fesâd sınırlarını korumak
ve mülk-ü milletin iúlerini üstlenmek, din ve devletin düzeninin ayakta durması,
dünya üzerinde merhametin yayılması ve fesâdın, kötülü÷ün giderilmesi ve
zayıfların ve elinin altında çalıúanların himaye edilmesi ki, bunlar padiúâhlık iúinin
kanunlarından ve kurallarından ve memleketin salâhının kurallarındandır. Adalet ve
siyaset sahasında, akıl ve zekâ sahasında bu iúlerin ihmaline izin bulunamaz.
255
Horst, age., s.25; Ayrıca Horst aynı sayfada, vezîrlik belgelerinin ayrıntılı bilgi içermemesinden
yakınarak iki tür belgeyi vezîr baúlı÷ında ele almayı daha do÷ru buldu÷unu belirtmektedir.
256
Köymen, agm., s.318 vd.
257
Horst, age., s.30. Bkz., Köymen, agm., s.319.
258
Ba÷dadî, et-Tevessül, s.75; Horst eserinde bu fermanın Almanca’sını vermiútir, age., s.104; Biz
do÷rudan et-Tevessül’dekini kullandık.
259
Ba÷dadî, et-Tevessül, s.75.
68
Ve bunları, bu ilkeleri sa÷lamak çeúitli faziletleri kendisinde toplayan vezîrin
dıúında olamaz.”260 Görüldü÷ü üzere vezîr, devletin iúlerinden mutlak manada
sorumludur. Burada hükümdarın sorumluluklarına vurgu yapıldıktan sonra açıkça
vezîrin bu yükümlülükleri yerine getirecek memur oldu÷u da belirtilmektedir.
øfadeler bize vezîrin görevinin ülkede düzeni sa÷lamak, adâleti uygulamak, halkın
refahını temin etmek, din ve devlet iúlerini aksamadan sürdürerek devletin gücünün
devamlılı÷ını sa÷lamak oldu÷unu göstermektedir. Aynı zamanda hükümdarın
sorumluluklarının vezîrin eliyle yerine getiriliyor oldu÷unun ifadesi vezîrin Sultanı
temsil yetkisine iúaret etmektedir. Vezîr Sultanın vekilidir.
Fermanda daha sonra vezîrlik makamına gelecek kiúide aranan özellikler
anlatılmaktadır:
“...Vezîr, gecenin karanlı÷ında, kendi zekâsının ıúı÷ıyla yolu seçebilecek ve
onun muhabbet, úefkat ve dostlu÷u kuúkusuz olacak. Ve ahlakî güzellikleri bol
olacak.” ødeal bir vezîrde bulunması gereken özellikler ince ve genel bir ifadeyle bu
úekilde belirtildikten sonra ondan Sultanın ve bütün Müslümanların iúleriyle
ilgilenmesi istenerek, bunu yaparken de Allah’ın yardımı ve onayıyla aklını
kullanması gerekti÷i hatırlatılmaktadır.261
øncelemeye çalıútı÷ımız fermanın asıl kıymeti bundan sonraki kısmıdır.
Çünkü vezîrlerin gelirlerine dair tarihçilerin elinde çok az belge bulunmaktadır.
Örne÷imizin bundan sonraki bölümü neredeyse tamamen bu konuya ayrılmıútır.
Önce vezîrlik makamına getirilen “filan”ın úimdiye kadar bahsi geçen sıfatlara haiz
oldu÷u, karakter ve becerisinin iúlerin dü÷ümünü açacak nitelikte bulundu÷u
belirtilmektedir. Böylece makamın yüceli÷i ortaya konularak, görev verilen kiúinin
de bu makama uygunlu÷u vurgulanmaktadır.
Fermanda vezîrin gelirine dair düzenleme úu úekilde anlatılmaktadır:
“Ve bizim, onun (vezîrin) iyi hizmetinden dolayı bir korkumuz ve endiúemiz
yoktur. Dolayısıyla da vâciptir ki, biz de onun durumunun düzenini ve imkanlarının
260
261
Ba÷dadî, et-tevessül, s.75.
Ba÷dadî, et-Tevessül, s. 76.
69
artırılmasını irade edelim, bunları sa÷layalım. Ve gün geçtikçe onun ikramını
,bahúiúini úereflendirmede ihtirâm ve saygıyı artıralım........
...Onun masraflarının çoklu÷u ve onun da (vezîrin) ihtiyaçları ve ayrıca onun
emanetdârlı÷ı belli oldu÷undan onun mansıbına yakıúan bir maaú belirlemeliyiz. Ve
onun refâh seviyesinin yükselmesini emretmemiz lâzımdır. ùu anda onun için maaú
(mersûm) olarak birkaç bin dinar belirledik. Ve gelecekte falanca yılın
muamelesinde o kadar (belirlenen mersûm kadar) emvâl-i dîvândan alsın. Ve kendi
tasarrufuna geçirsin. Bunu harcamalarında göstersin”262
Fermanda vezîre sa÷lanan gelir bu úekilde ifade edildikten sonra devletin
di÷er memurlarına seslenilerek, “mansıb sahipleri bunun bizim emir ve buyru÷umuz
üzere oldu÷unu bilsinler ve onun tasarruflarının araútırılması yolunu kapatsınlar.
Bizim ona verdi÷imiz bahúiúlerin, onun bize karúı gösterdi÷i içtenlik gibi günden
güne artmakta oldu÷unu bilsinler”263 denilmektedir. Son ifadeler vezîrlik makamının
gücünü ve bu makam sahibinden yalnızca hükümdarın hesap sorabilece÷ini açık bir
úekilde göstermektedir.
Vezîrin gelirinin belirlenmesindeki titizlik ve vezîrlik makamına bahúedilen
paranın çoklu÷u úüphesiz makam sahibinin görevini kötüye kullanmasının, mevkiini
kendisine maddi çıkar elde etme yeri olarak görmesinin önünü kesmek endiúesinden
kaynaklanmaktadır.
Sultan Tekiú devrine ait olan, vezîrin gelirini konu alan bu tek belgemizdeki
bilgiler çok az olsa da vezîre maaú ödendi÷ini ve onun divân gelirlerinden yıllık
olarak belirli bir miktar tahsisat aldı÷ını ö÷reniyoruz. Ayrıca vezîr kendi
harcamalarını kaydetmekle yükümlüdür. Bunların haricinde vezîrlere yaptıkları
iúlerin ödülü olarak iktâ da verilebiliyordu.264
Hârizmúâhlar devri vezîrlik makamının önemini, vezîrin görev, sorumluluk
ve gelirini anlatan belgemizi inceledikten sonra siyasî tarihe dair bilgileri
262
Ba÷dadî, et-Tevessül, s.77.
Ba÷dadî, et-Tevessül, s.78.
264
Horst, age., s.29; Köymen, agm., s.322.
263
70
topladı÷ımız kaynaklarımızın da yardımıyla vezîrlik bahsini incelemeye ve
örneklendirmeye devam edelim:
Hârizmúâhlar’da vezîr tıpkı Selçuklular’da oldu÷u gibi devlet iúlerinde tam
yetkilidir. Hükümdar ve tebeası arasında aracılık yapar, devletin bütün memurlarını
atayabilir veya azledebilir. Bütün çalıúanları teftiú yetkisine sahiptir. Dîvân-ı
A’lâ’nın baúkanı olma sıfatıyla devletin iúleriyle ilgili bütün kararların alınmasında
yetki sahibidir. Yabancı devlet ve tâbîlerle iliúkilerde hükümdarı temsil eder.
Devletin hukuk sisteminin iúleyiúi, üretim ve ekonomisi ve ayrıca imar iúleri onun
yetki ve sorumluluk alanı dahilindedir.265
Vezîr bütün bu sorumluluklarını emri altındaki memurlar eliyle yerine
getirir. Hizmet yeri Dîvân-ı Vezaret’tir ve bizzat hükümdar tarafından tayin edilen
nâib-i vezîr onun vekili olarak görev yapar.266
Saydı÷ımız bütün bu görev ve yetkilerden evvel vezîrin birinci sorumlulu÷u
Sultanın emirlerini yerine getirmektir. Sultan bazı iúler için vezîrini bizzat
görevlendirebiliyordu. Bu durum konunun hassasiyetine iúaret etmektedir. Örne÷in
Sultan Alâeddin Tekiú, veliahdı Nâsırüddin Muhammed 2 Mart 1197 tarihinde
ölünce onun o÷lu Hindû Hân’ın etrafında toplananları ve onun giriúti÷i faaliyetleri
haber alarak devlet için her hangi bir tehlike oluúturmasına fırsat tanımamak
gayesiyle vezîri Nizamülmülk Sadrüddin Mesûd el-Herevî’yi, Horasan iúlerini
tanzim ve asayiúi temin göreviyle adı geçen bölgeye göndermiúti.267
Vezîrlerin hükümdarın yanında bulunduklarını, onların seyahat ve seferlerine
katıldıklarını biliyoruz. Örne÷in Sultan Alaâddin Muhammed’in kendisi için
Zülkarneyn Nevbeti vurduraca÷ı ilk günün úerefine düzenlenen törende vezîri
Nizamülmülk Nâsırüddin Muhammed de hazır bulunmuútu.268 Sultan Celâleddin
265
Horst, age., s.26; Köymen, agm., s319; Ayrıca bir karúılaútırma yapabilmek için Selçuklular’da
vezîrin görev ve yetkileri için bkz. Aydın Taneri, “Büyük Selçuklu ømparatorlu÷u’nda Vezîrlik”,
TAD., C:V, sa. 8-9, Ankara 1967, s.97-163; Abbas økbal, Vezâret der ahdi Selâtîn-i Büzurg-i
Selcukî, Tahran 1338ú., s., 22-32; A.K.S Lambton, “The Internal Structure Of The Saljuq Empire”,
The Cambridge History of Iran, C:V, Cambridge 1968, s.203-282; Özaydın, age., s.193-198.
266
Horst, age., s.29-30; Köymen, agm., s.332
267
Cüveynî, age, s.273.
268
Nesevî, Farsça, s.33.
71
Hârizmúâh’ın Azerbaycan’daki askeri faaliyetlerinde vezîri ùerefülmülk de görev
almıútı.269
Hârizmúâhlar’da vezîrler protokol gere÷i Sultanın huzurunda onun sa÷ında
yer alırlardı. Nesevî, Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın vezîri ùerefülmülk’ün bu
konuda bir istisna oluúturdu÷unu kaydederek onun Sultanın karúısında hâciblerin
yanında oturdu÷unu belirtmektedir. Gene Nesevî’nin ifadelerinden anlaúıldı÷ı üzere
bu durum herhangi yeni bir düzenlemeden kaynaklanmıyordu. Sadece vezîrin
hâciblikten gelmesi nedeniyle eski alıúkanlı÷ını sürdürdü÷ünü ve Sultanın da bunda
bir sakınca görmedi÷ini ortaya koymaktadır.270 øbn Bibî de aynı bilgilere ek olarak
“toplantı günlerinde vezîrin sırtına bir çomak koyarak huzurdaki görevini icra
etti÷ini” kaydeder.271
Hârizm vezîrleri çeúitli alâmetlere sahiptiler ve vezîrli÷e dair bazı gelenekleri
de yerine getiriyorlardı. Örne÷in alâmetlerden bir tanesi vezîr için günde üç kez
vurulan nevbettir.272 Ayrıca vezîrler hareket halindeyken yanlarında altın kaplamalı
dört tane
mızrak (harbî) taúınıyordu. Sultan Alâeddin Muhammed tarafından
azledilen vezîr Nâsırüddin Muhammed, Sultanın annesi Terken Hatun tarafından
himaye edilince onun emri üzerine bahsetti÷imiz dört harbînin sayısı sekize
çıkarılmıútı.273 Bir di÷er vezîrlik alâmeti de Selçuklular’da oldu÷u gibi divitti.274
Hârizmúahlâr’da vezîrler makamlarında siyah renkte bir minder üzerinde
otururlar bulundukları mevkiinin itibarını göstermek için de huzurlarına gelen bir
úehzâde bile olsa aya÷a kalkmazlardı.275 Ayrıca onların hükümdarın huzurunda içki
içmediklerini, bunun vezîrli÷e dair bir saray âdeti oldu÷unu biliyoruz. Nesevî’nin
anlattıklarına göre Sultan Celâleddin Hârizmúâh bir gün vezîri ùerefülmülk’e içki
ikram edince vezîr bunu kendisine bir iltifat zannederek çok memnun olmuútu. Oysa
Sultan geleneklere aykırı davranmıú de÷ildi. Sultanın bu hareketi vezîrin azledilmiú
269
Taneri, Celalüddin Hârizmúâh ve Zamanı, s.44 vd.
Nesevî, Farsça, s.212.
271
øbn Bîbî, age., C:I, s.385-386.
272
Nesevî, Farsça, s.45.
273
Nesevî, Farsça, s.48.
274
Horst, age., s.28.
275
Nesevî, Farsça, s.137.
270
72
oldu÷unun göstergesiydi. Vezîrin artık Sultanın yakınında, onunla içki içebilecek
herhangi bir kimse olarak görüldü÷ünün sembolüydü.276
Vezîrlerin taúıdıkları unvân ve lâkaplara gelince; genel olarak hemen bütün
vezîrler “hâce-i cihân” unvânına haizdiler. Yukarıda bahsetti÷imiz, Sultan Alâeddin
Muhammed tarafından azledilen vezîr Nâsırüddin Muhammed’in unvânı da valide
Terken Hatun tarafından “Hâce-i Büzurg” úeklinde de÷iútirilmiútir.277 Ayrıca, Sultan
Celâleddin’in vezîri ùerefülmülk’ün kendi alâmet ve tevkîinden bahseden Nesevî,
onun kendi tevkîlerine “ΩϧϨϜ
bildirmektedir.
ΪΎϣՑϋ΍” (øtimad ederler) kaydını düútü÷ünü
278
Hârizmúâhlar devrine ait vezîrlikle ilgili en dikkat çekici hadise Sultan
Alâeddin Muhammed’in yaptı÷ı de÷iúikliktir. Sultan vezîri Nâsırüddin Muhammed’i
azlettikten sonra vezîrlik makamının yetkilerini, gene vezîrin görevlerini yerine
getirmeleri için bir kurula havale etti. Sultan, Altı kiúiden oluúan bu kurulun
yapılacak iúlere oy birli÷iyle karar vermeleri úartını koydu. Bu yeni düzenleme
uygulanabilir olmadı÷ını ispatta gecikmedi. Kurul hiçbir karar alamadı. Nesevî
bunun nedenini aslında çok güzel ifade etmektedir: Bir kiúinin insafına sı÷ınmak altı
kiúiyi razı etmekten çok daha kolaydır” Buna ilave olarak Nesevî, halkın vezîr
Nâsırüddin Muhammed dönemini aradı÷ını kaydetmektedir.279
Sultan Alâeddin Muhammed’in hayata geçirmeye çalıútı÷ı bu uygulama
devrin úartlarının vezîrlik gibi bir makamı oy çoklu÷uyla karar alacak bir kurula
bırakmak için uygun olmadı÷ını gösteriyor. Bu olayda aslında bir di÷er önemli nokta
da valide Terken Hatun’un devlet yönetimindeki gücüdür. O÷lunun azletti÷i vezîri o,
himaye ederek onu veliaht Uzlakúâh’ın vezîrli÷ine tayin etmiúti. Devletin ve
hükümdarın düútü÷ü durumu gene Nesevî yerinde bir tespitle úu úekilde ifade
276
Nesevî, Farsça, s.251.
Nesevî, Farsça, s.48.
278
Nesevî, Farsça, 264; Aydın Taneri, “ Selçuklu-Osmanlı Çizgisinde Harezmúahlar Vezareti”,
TED., C:VII-VIII, østanbul 1977, s.35.
279
Nesevî, Farsça, s.48¸Ayrıca bkz., Seyfeddin Hacî b. Nizam Akîlî, Âsârü’l-Vüzera, Núr: Mir
Celâleddin Hüseynî-i Urmevî, Tahran 1314 ú., s.268.
277
73
etmektedir: “øbret alınmalıdır ki, güçlü ve görkemli bir padiúâh kendi kullarından
biri karúısında aciz kalmıútı”.280
Aslında inceledi÷imiz bu örnek ve Nesevî’nin buraya aldı÷ımız son ifadeleri
vezîrlik makamının ve bu makamı iúgal eden kiúinin devletin kaderi üzerindeki
etkisini gözler önüne sermektedir. Nizamülmülk’ün kaydetti÷i gibi “padiúâh ve
memleketin kurtuluú ve yıkılıúı onlara ba÷lı oldu÷undan, vezîr namuslu ve ileri
görüúlü olunca, memleket imar gördü÷ü gibi ordu ve halk da durumundan memnun
ve huzur içinde yaúar. E÷er vezîr karanlık iúler çevirirse memlekette karıúıklıklar
çıkar”.281
Bu noktada vezîrin icraatının, onun devlete yarar veya zararlarının
sorumlusunun bizzat Sultan oldu÷unun altını çizmemiz gerekir. Mutlak söz sahibi
hükümdar, vezîrini kendisi tayin etti÷ine ve onu denetleme yetkisi de yalnızca
Sultanda oldu÷una göre kendisini temsil gücüne sahip vezîrin baúarı ve
baúarısızlı÷ının sorumlusu da hükümdardır. Zaten hükümdarların devlet idaresindeki
yetenek ve kudretleri ile vezîrlerinin baúarısı paralellik gösterir.
Vezîrlik makamının gücünü gösteren di÷er bir yetki ise onun yasama yetkisi
yani kanun çıkarabilmesidir. Hârizúâhlar vezîrlerinin de bu yetkiye sahip olduklarını,
Sultan Celâleddin’in vezîri ùerefülmülk’ün ferman çıkardı÷ını Nesevî’nin
kayıtlarından ö÷reniyoruz.282
Ayrıca
vezîrler
kadıları
dahi tayin
ve
azl
edebiliyorlardı. Vezîr ùerefülmülk zorlu u÷raúlar neticesinde de olsa Tebriz
kadılı÷ına øzzeddin-i Kazvînî’yi tayin etmiúti.283
Vezîrlerin malî konularda da son derece geniú yetkileri vardı. Vergilerin
toplanması, kullanılacak alanların belirlenmesi vezîrin yetki ve sorumlulu÷unda idi.
Buna ilave olarak vezîrler hazineleri de denetlerlerdi.284 Vezîrlerin malî konularda
ellerinde bulundurdukları gücü ortaya koyan bir örnek de, onların yeni ele geçirilen
bölgelerin vergi miktarlarını tespit yetkisine sahip olmalarıdır. Celâleddin
280
Nesevî, Farsça, s.48.
Nizamülmülk, Siyasetnâme, s.47.
282
Nesevî, Farsça, s.231.
283
Nesevî, Arapça, s.119; Taneri, agm., s.26.
284
Horst, age., s.26; Köymen, agm., s.319.
281
74
Hârizmúâh’ın vezîri olan ùerefülmülk, Aras Nehri ve Kür Irma÷ı arasındaki bir
bölge ele geçirildi÷inde yıllık vergi miktarını bizzat belirlemiúti.285
Vezîrlerin imar iúleri ile ilgilendiklerini, ülkenin bayındırlı÷ından sorumlu
olduklarına dair kaynaklarda bilgiler vardır. Örne÷in, Âsârü’l-Vüzera’da “iyi ve
güzel tedbirleri, akıl yürütmeleriyle” övülen vezîr ùemseddin Mes’ud b. Ali elHerevî’nin O÷uzlar’ın istilası neticesi tahrip olan memleketin u÷radı÷ı zararları
telafi etti÷i kaydedilmektedir. Ayrıca vezîr, Merv úehrinde ùâfiîler için büyük bir
cami yaptırmıútı. Sultan Alâeddin Tekiú’in vezîri olan ùemseddin Mesûd el-Herevî,
øsmâilî fedâîleri tarafından atına binece÷i sırada öldürülmüútü.286 Yeri gelmiúken bu
olay üzerinde vezîrlik makamı açısından durmamız gerekir. Sultan Tekiú, vezîri
katledilince yerine “onun haklarına riayet etmiú olsun diye, onun haklarına
teveccühünü göstermek için vezaret makamını öldürülen vezîrin o÷lu Sadreddin’e
verdi”287
Bayındırlık iúleriyle vezîrlerin ilgilendi÷ini gösteren di÷er bir örne÷imiz de
Sultan Celâleddin devrine aittir. Sultanın vezîri ùerefülmülk Azerbaycan’da
Beylekan ve Erdebil’in halini ve halkının acınacak durumunu görünce úehri mamur
hale getirebilmek için imar faaliyetlerine giriúmiúti.288
Vezîrler úimdiye kadar bahsetti÷imiz yetkilerinin yanı sıra yargının da baúı
olma gücüne sahiptiler. Sorgulama yapabilir, cezaya hükmedebilirlerdi. Yukarıda
de÷indi÷imiz gibi yargı mensubu olan kadıları tayin, azl veya teftiú edebilirlerdi.
Dîvân-ı A’lâ baúlı÷ında inceledi÷imiz, Celâleddin Hârizmúâh dönemine ait, nâibin
soruúturmaya tâbi tutulması örne÷inde oldu÷u gibi vezîr soruúturma baúlatabilirdi.
Soruúturmayı bizzat yürütme yetkisine de sahipti.289
Hatta vezîr yargılamalara bizzat katılabilir, suçlu oldu÷una hükmedilenlere
ceza verebilirdi. Sultan Celâleddin devrinde eski Atabek Özbek’in adamları isyan
etmiúler ancak sonuçta yakalanarak Tebriz’e getirilmiúlerdi. Âsîler, Tebriz kadısının
285
Nesevî, Farsça, s.263; Taneri, agm., s.27.
Akîlî, age., s.267; Cüveynî, age, s. 276; øbnü’l-Esîr, age, C: XII., s.134 vd.
287
Akîlî, age., 267-268.
288
Nesevî, Farsça, s.193;Taneri, agm., s.29.
289
Nesevî, Arapça, s.162.
286
75
huzuruna çıkarıldı÷ında vezîr ùerefülmülk de hazır bulunarak cezalarını bizzat tayin
etmiútir. Buna göre vezîr, Mo÷ollara’a karúı direnen müslüman bir Sultana isyan
etmenin cezasının ne olaca÷ını kadıya danıútıktan sonra onların öldürülmelerine
hükmetmiútir.290
Vezîrlerin yetki ve sorumluluk alanlarından biri de askerîdir. Vezîr askerî
idarenin de en üst seviyedeki ismidir. ødarî bakımdan orduya dair her konu da söz
sahibidir. ømalâthânelerin denetimi, ikta ve maaú ile ilgili konular vezîrin yetki
alanına girmektedir.291 Ancak vezîrin askerî yetkileri sadece idarî saha ile sınırlı
de÷ildir. Vezîrler ordu sevk ve idare edebilirler. Örne÷in Sultan Alâeddin Tekiú’in
vezîri olan Nizamülmülk Mes’ud Batıniler’e karúı seferler yapmıú ve son derece de
baúarılı olmuútu.292
Vezîr ùerefülmülk de birçok kez ordusuna bizzat kumanda ederek
savaúmıútı. O, Gürcüler üzerine yapılan bazı seferleri sevk ve idare etmiú293,
emrindeki orduyla Malazgirt’i de muhasara etmiúti.294
Vezîrlerin ordulara bizzat kumanda ederek seferler düzenlemeleri veya
savaúlara katılmaları aslında onların askerî yetenekleri ile ilgilidir. Örne÷in,
ùerefülmülk bu konuda en fazla askerî faaliyeti bizzat idare etmiú olan vezîrdir.
Bunda onun askerlikle ilgili becerileri önemli rol oynamıútır. O, “binicilikte ve
mızrak kullanmada çok hızlı idi ve düúman saflarını yarmadaki yetene÷i herkesten
daha üstündü”.295
Buraya kadar vezîrin görev ve yetkileri ile vezîrlik makamının devlet
teúkilatındaki yeri ve önemini incelemeye çalıútık. ùimdi de Hârizmúâhlar Devleti
vezîrlerinin kökenlerini ve bu makama hangi branúlardan geldiklerini tespit etmeye
çalıúalım.
290
Nesevî, Arapça, s.151-152; Taneri, agm., s.30,
Horst, age., s.27; Köymen, agm., s.320.
292
Akîlî, age., s.267.
293
Nesevî, Farsça, s.152.
294
Nesevî, Farsça, s.223.
295
Akîlî, age., s.271.
291
76
Hârizmúâhlar’da vezîrlik makamında bulunan isimler úunlardır: Sultan
Alâeddin Tekiú devrinde Nizamülmülk Mes’ud b. Ali el-Herevî, Sadrüddin Ali b.
Mes’ud el-Herevî, Sultan Alâeddin Muhammed zamanında son olarak adı geçen
vezîrden sonra Nizamülmülk Nâsırüddin Muhammed b. Salih, Bedrüddin Hamîd,
ømadülmülk ùâh Velî, Mücirülmülk ùerefüddin Muzaffer, Bahaülmülk, Mu‘înüddin
Ziyaülmülk et-Tâlibî, Sultan Celâleddin devrinde ise ùerefülmülk Fahrüddin Ali elCendî.296
Hârizmúâhlar Devleti vezîrlerinin hepsinin kökenlerini tespit edebilecek
bilgiye sahip de÷iliz. Ancak kaynaklarımızın verdi÷i bilgilerden genel bir tablo
oluúturmak da mümkündür. Devletin ilk dönemlerinde görev yapan vezîrlerin øran
asıllı oldukları görülmektedir. Bu ilk dönem vezîrlerinden sonra Sultan Alâeddin
devrinde görev yapan Nizamülmülk Nâsırüddin Muhammed b. Salih’in “Terken
Hatun’un gulamzâdelerinden” oldu÷unu biliyoruz.297
Vezîr Mücirülmülk ùerefeddin Muzaffer ise Cüveynî’nin iddiasına göre
Sultan Alâeddin Muhammed’in bir cariyesinden do÷ma o÷ludur. “Bu cariye
saraydan evlenmek üzere ayrıldı÷ı sırada, Mücirülmülk’e hâmileydi”.298 Bu bilginin
do÷rulu÷unu ispat edemiyoruz. Ancak do÷ru oldu÷u varsayılırsa durumun çok ilginç
ve istisnaî oldu÷u úüphesizdir.
Vezîr Bahaülmülk ise bir kıssadârın o÷ludur. Aydın Taneri, Hârizmúâhlar’da
saray emîrliklerine genellikle Türkler’in getirildi÷i bilgisinden hareketle bu vezîrin
Türk asıllı olabilece÷ini belirtmektedir ki, biz de bu görüúe katılıyoruz.299
Sultan Muhammed Hârizmúâh’ın vezîrlerinden olan Mu‘înüddin Ziyaülmülk
et-Tâlibî ise øran asıllıdır ve “sudûr ve a‘yândan” olarak anılmaktadır.300
Vezîr ùerefülmülk ise Nesevî’nin açıkça kaydetti÷i üzere Türk’tür. Nesevî,
“onun Türkçe’sinin güzelli÷ini överken Farsça’yı iyi telaffuz edemedi÷ini ve iyi
296
Taneri, agm., s.20-21.
Akîlî, age., s.268; Taneri, agm., s.21.
298
Cüveynî, age, s.164.
299
Taneri, agm., s.21-22.
300
Akılî, age., s.270; Taneri, agm., s.22.
297
77
yazamadı÷ını, Türkler’i sevdi÷ini ve Cendli oldu÷unu” kaydetmektedir.301Ayrıca
onun bu görevden önce Cend’de görev yaptı÷ı bilinmektedir.302
2. Dîvân-ı Hâss
Hükümdara ait mülkiyetin yönetimi ile ilgili yetkileri elinde tutan makam
Dîvan-ı Hâss’tır. Hârizmúâhlar’a ait Dîvân-ı Hâss’a do÷rudan iúaret eden belge
yoktur. Ancak Horst, Hârizmúâh øl-Arslan’a ait bir belgede geçen “Dîvân-ı Hazret”
teriminin aslında Dîvân-ı Hâss ile aynı anlamda kullanılmıú olabilece÷ine dikkat
çekmektedir.303
Aynı
terim
Sultan
Sencer
devrinde
de
kullanılmıútır.304
Hârizmúâhlar devlet teúkilâtının Sultan Sencer devri ile hemen hemen aynı
özelliklere sahip oldu÷unu biliyoruz. Buradan hareketle ve belgeyi inceledi÷imizde
Horst’un, “Dîvân-ı Hazret” teriminin Dîvân-ı Hâss ile büyük bir olasılıkla aynı
anlama geldi÷i fikrine biz de katılıyoruz.305
Hârizmúâh øl-Arslan devrine ait adı geçen belgede istîfâ-yi memâlik görevi
verilen kiúiden bahsedilirken “Dîvân-ı Hazret emrinde çalıúanların ondan hiçbir úey
gizlememesi istenmektedir.”306 Gıyâseddin Pirúâh’a ait bu iki belgede de307 Dîvân-ı
Hâss’ın mevcudiyetini kuvvetlendiren ifadeler vardır. Buna göre; “istîfâ-yı
memâlik” görevini üstlenen kiúinin (müstevfî) emlâk-ı hass ve ashâb-ı hass
yöneticisi olarak sayılması isteniyor. Ayrıca bu görevlinin hükümdara ait yerleri,
buraların
durumunu,
virân
halde
olup
almadı÷ını
bilmesi
gerekti÷i
308
vurgulanmaktadır.
Bilindi÷i üzere Hâss araziler hükümdarın bizzat kendisine olan mallarıdır.
Hükümdar bu úahsî mallarından istedi÷i gibi iktâlar verebilir veya do÷rudan mülk
olarak ba÷ıúlayabilir. Temlik yoluyla mülkü elinde tutan kiúi, artık bunun yeni sahibi
301
Nesevî, Farsça, s.263.
Akîlî, age., s.271.
303
Horst, age., s.19, Bahsedilen belge, age., s107, F2
304
Horst, age., s.19.
305
Horst, aynı yer..
306
Horst, age., s.107.
307
Horst, age., s.108, F3, s.109, F4; Horst belirtilen sayfalarda Almancalarını verdi÷i bu belgeleri
Reúidüddin Vatvat’a ait Vesâilü’r-Resâil ve Delâilü’l- Fezâil’den almıútır, Manchester John Rylands
Library, Nr:947.
308
Horst, age., s.108, F4.
302
78
olarak bütün tasarruf haklarına da sahip olmuú demektir. Mülkün yeni sahibi, isterse
burayı satabilir, kiralayabilir veya ba÷ıúlayabilir. Hatta hükümdar bu mülkün temel
vergilerden muaf tutulmasını dahi emredebilir. Bu tür mülk artık dîvân-ı hass’ın
görev sahasından çıkmıú demektir.309
Dîvân-ı hâss’a ait toprakların iktâ olarak verilmesine ait Sultan Alâeddin
Tekiú devrine ait belgelerden anladı÷ımız kadarıyla iktâ’nın tespiti hükümdar
tarafından de÷il de Dîvân-ı A’lâ ya da Dîvân-ı hass tarafından yapılabiliyordu.310
Anlaúıldı÷ı kadarıyla Dîvân-ı Hâss, hükümdara ait bütün mülkün idaresi ile
ilgileniyordu. Her halde bu mülklerin hesabı, meydana gelen de÷iúiklikler ve yeni
ele geçen yerlerden hükümdara ait olanlar gene Dîvân-ı Hâss tarafından kayda
geçiriliyordu.
3. Dîvân-ı ønúâ
Devletin dâhilî ve hâricî bütün yazıúmalarını yapma yükümlülü÷ünü yerine
getirmekle görevli olan makam Dîvân-ı ønúâ’dır. Bu makamın sahibi “Münúî-i
memâlik” olarak tanımlanır ve bazen de sadece “Tu÷râî” úeklinde adlandırılır.
Gıyaseddin Pirúâh devrine ait bir belgede øzzeddin Tu÷râî’nîn vekîl-i der’li÷i
atanmasından bahsedilirken onun ailesinden “Tu÷râî”lik makamında bulunanlar
oldu÷una atıf yapılmaktadır.311
Horst, Dîvân-ı ønúâ’yı, “Devlet Kalemi” olarak tanımlar ki, biz de buna
tamamıyla katılıyoruz. Çünkü bu makam Hârizmúâhlar Devleti’nde de kaleme dair
bütün iúleri yapmakla görevli idi.312
Bu makamın sahibi devletin resmî yazıúmalarından sorumlu idi. Devrin
resmî yazıúmaları ise belirli kaideler üzerine úekillenmiúti. Dili iyi kullanmak,
edebiyat ve úiirden anlamak bu makam sahibi olabilmek için önemli birer referanstı.
309
Horst, age., s.21; Köymen, agm., 314 vd.
Ba÷dâdî, et-Tevessül, s.43-46 ve s.90-95. Buradaki belgeler “Hüdâvendzâde-i Cihân Tacüddünya
ve’d-din Ebü’l-Feth Togantogdı” adınadır.
311
Reúidüddin Vatvât’a ait Vesâilü’r-Resâil ve Delâilü’l- Fezâil, vr. 48b-49b’den Horst’un
kullandı÷ı belge için bkz. Horst, age., s.100-101, A3.
312
Horst, age., s.31; Köymen, agm., s.323.
310
79
Zaten Reúidüddin Vatvât gibi úiir ustalarının bu makama getirilmesi de bilinçli bir
tercihti ve dönemin gereklerine son derece uygundu.
Sahib-i Dîvân-ı ønúâ (münúî-i memâlik, tu÷râî), makamından çıkan her
belgenin sorumlusu idi. Emirnâmeler (misâl), mektuplar (kitab), ve her yazıúma
(hitâb) titizlikle hazırlanırdı ve bunların kontrolünün sorumlusu da makamın sahibi
idi.313
Dîvân-ı ønúâ kaleminden çıkan belgeler gene münúîleri tarafından Münúeat
Mecmualarında toplanarak - her ne kadar sonradan asıllarından yapılan kopyalar
günümüze ulaúmıú olsa da- en azından belge numûneleri olma özellikleri ile
çalıúmamıza kaynak teúkil etmektedirler. Bu bakımdan Dîvân-ı ønúâ ayrıca bir önem
taúımaktadır.
Hârizmúâhlar’a ait, ønúâ Dîvânı’ndan çıkan belgelerin dili Arapça ve
Farsça’dır. Örne÷in Reúidüddin Vatvât’ın kaleminden çıkan Atsız’dan Halifelik
makamına yazılan mektuplar Arapça’dır ve sadece tarih araútırmaları için de÷il aynı
zamanda diplomatik sahası için de büyük önemi haizdir. Bu belgeler, devletin resmî
evrakıdır. Devrin yazıúma usûllerini gözler önüne sermektedir.314
Reúidüddin Vatvât’ın kaleminden çıkan ve Hârizmúâhlar Devleti’nin resmî
belgesi olan Farsça mektuplardan bir tanesini burada incelemek yerinde olur. Tarihî
önemi de haiz olması nedeniyle Atsız devrine ait Sultan Sencer’e hitaben yazılan ve
Arâisü’l-havâtir’de315 mevcut bulunan mektup aslında devrin diplomasi kaideleri
hakkında da bize fikir vermektedir: Atsız’ın bu mektubu kaleme aldırtmasındaki
amacı Sultan Sencer’in kendisi hakkındaki emirlerinin ne oldu÷unu sormaktır.
Ancak sözü buraya ilk baúta ve do÷rudan getirmenin yazıúma kaidelerine uygun
olmadı÷ı açıkça görülmektedir.
313
Horst, age., s.31; Köymen, agm., s323.
Reúidüddin Vatvât, Umdetü’l-bülegâ, Es’ad Efendi Nr: 3302, vr.4b-15a; Reúidüddin Vatvât,
Arâisü’l-havâtır, Ayasofya, Nr:4015, vr.3b-4b; Heribert Horst, agm, Zeitschrift der Deutschen
Morgenländischen Gesellschaft, C:CXVI, s.24-43; Toyserkânî, age., s.4.
315
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya, Nr: 4138, vr.41b-43b; Ayasofya, Nr:4015,
vr.17b—19a, Ayrıca bkz., Toyserkani age., s.6-7.
314
80
Bu nedenledir ki, öncelikle Sultan Sencer övülmekte ve onun halkı için ifade
etti÷i anlam vurgulanmaktadır: “Selçuklu úâhı hâkimiyeti elde etti÷inden beri her
gün, her saat ülke yeni bir düzene girmekte ve iúler düzelmektedir. Ve halk daha
fazla asayiúe ermiútir. Altmıú küsur seneden beri halk sizin sayenizde çok mutlu,
neúeli, e÷lence ve zevk içinde yaúamaktadır. Ve halk güvence, emniyet içerisindedir.
Öyle ki, halk zenginleúerek, zenginli÷in sarhoúlu÷unu yaúamaktadır. Ve artık öyle
sanmaya baúladılar ki, dünya kendili÷inden böyledir. Ve hep böyle sürecek, hiç
de÷iúmeyecektir. Tüm âsâyiúin, huzurun ve nimetlerin sebebinin sizin adâletiniz
oldu÷unu unuttular”. Görüldü÷ü gibi gayet edebî bir üslûp ile kaleme alınan mektup
nazik ve abartılı iltifatlar içermektedir.
Mektubun devamında asıl konuya gelmeden önce muhataba övgüler devam
etmektedir: “Böyle oldu÷u için Ulu Tanrı padiúâhı bir müddet tebeasından ayırdı. ...
Böylece tebea baúlarına nelerin gelebilece÷ini gördüler. Musibetlere, zorluklara
düúerek anladılar ki, tüm o mutlulu÷un ve asayiúin, huzurun kayna÷ı olan sizin zat-ı
mübarekinizdir. Ve onlar sizin olmadı÷ınız zaman baúı boú bir sürüdür. Dolayısıyla
Tanrı merhamet buyurdu, bir lütufta bulundu ve Hüdavend-i Alem’i ülkesine,
sarayına getirdi. Ve Allahü Teala, ülkenin her köúesine onun adaletinin nuru ve
merhametiyle yeni bir renk kattı”.
Diplomasinin gere÷i oldu÷unu anladı÷ımız bu cümleler tarihî gerçeklere de
iúaret etmektedir. Burada Sultan Sencer’in esareti ve kurtuluúu ince ve son derece
kibar bir üslûpla hayra yorulmaktadır...
Mektupta benzeri övgüler devam etmektedir. Bunlardan sonra da Allah’a
onun devletinin zarara u÷ramaması ve makamında uzun müddet kalması için dua
edilir.
Mektubun sonunda konu asıl yazılıú amacının ifadesine gelir ki, bu kısım
sadece birkaç cümledir: “Ben tüm maiyetim ile Horasan’a geldim ve Nesa civarına
yerleútim... Benim için emriniz nedir? Hizmetinize mi geleyim, geri mi döneyim,
yoksa Horasan’da mı kalayım? Yüce emriniz bendeye ulaútı÷ı zaman ne emretmiú
iseniz ben ona uyaca÷ım, ona boyun e÷ece÷im”
81
Atsız bu mektubunda Horasan’da bulunuú sebebi olarak, Sultan Sencer’e
yardım etmek amacında oldu÷unu kaydedip Allah’ın, Sultanı kimsenin yardımına
muhtaç bırakmadı÷ını söylüyorsa da daha önce belirtti÷imiz gibi onun asıl gayesi
Sultan Sencer’in esaretinden kendi ba÷ımsızlı÷ı noktasında istifade etmekti.
Zaten Atsız, Halifelik makamına gönderdi÷i bir mektupta da Sultan
Sencer’in Hârizm seferini Halifeye úikayet ederek onun Müslümanlar’a zarar
verdi÷ini ve ancak kendisinin bu duruma karúı koyabildi÷ini belirterek resmen
tanınma talebinde bulunuyordu ki316, bu tamamıyla bir siyasî manevra idi. Yoksa
Sultan Sencer’den her defasında af dileyen kendisi idi.
Münúî Reúidüddin Vatvât’ın kaleminden çıkan bu mektubu incelemekteki
amacımız bir hükümdara yazılan örnek olması nedeniyledir. Bu mektup yukarıda bir
münúîde olması gereken özelliklere temas ederken söyledi÷imiz edebiyattan
anlaması ve dili ustalıkla kullanması gerekti÷i açıklamasını da ispatlar niteliktedir.
ønúâ Dîvânı’ndan çıkan di÷er belge örneklerini ise “inúâ” noktasında burada
genel olarak ele almanın üslûplarını de÷erlendirmenin uygun olaca÷ını düúünüyoruz.
ønceleyece÷imiz belgeleri uygun düútükleri baúlıklarda içerik olarak dikkate
aldı÷ımız için burada tekrar etmeyece÷iz.
Hârizmúâhlar
Devleti
Kalemi’nden
çıkan
belgelerden
tür
olarak
∗
“Fetihnâme”, “Menúûr , “Sevgendnâme”, “Cevapnâme”, “Tehniyet ve taziyetnâme”,
örneklerini inceleme imkanına sahibiz.
Hârizmúâhlar devrine ait iki Fetihnâme tarihçiler için çok tanıdıktır. Birincisi
Hârizmúâh Atsız’a ait “Cend Fetihnâmesi”, ikincisi ise Celâleddin Hârizmúâh’ın
Ahlat’ı ele geçirmesinden sonra kaleme alınan “Fetihnâme”dir.
316
Horst, agm., s.31-32.
Belgelerde Menúûr ile Misâl (Emirnâme) aynı anlamda kullanılmıútır. Daha çok “Misâl” kullanılır.
Belgelerde aynı anlam için bir yerde “Menúûr” denilirken bir baúka yerde “Misâl” kelimesi yer alır.
Bu iki kelimenin aynı anlama geldi÷ini tesbit eden Horst’tur. Biz de onun tesbitinin yerinde oldu÷unu
gördük. Bkz. Horst, age., s.34. Menúûr için ayrıca bakınız, Abdülkerim Özaydın, “Menúur”, DøA,
C:XXIX, s.148; Erdo÷an Merçil, “Menúur”, DøA, C:XXIX, s.149.
∗
82
Cend Fetihnâmesi, Reúidüddin Vatvât tarafından kaleme alınarak komúu
devletlere hitaben yazılmıútır. 1145 tarihli bu belgede Cend “suƥûr-u øslâm” oldu÷u
için fethinin Müslümanlar için taúıdı÷ı önem dile getirilir.317
Ahlat Fetihnâmesi ise Nesevî tarafından kaleme alınmıútır. Hârizmúâhlar’da
Sahib-i Dîvân-ı ønúâ (münúî) görevinde bulunan Nesevî, Sultan Celâleddin’in
ço÷unlukla yanında idi ve zaten yazdıkları ile çalıúmamızın ana kaynakları arasında
yer almaktadır.
Ahlat Fetihnâmesi’nin metni Târih-i Cihângüúâ’da mevcuttur ve dilimize
çevrilmiútir.318 Bu fetihnâmenin hazırlanıúında üslûp ve ifadelere çok dikkat
edildi÷ini görüyoruz. Metnin ana teması, Ahlat’a teslim olması için imkânlar
tanınmasına ra÷men direnmesi ve úehrin zorla ele geçirilmeyi hak etti÷i, Sultanın
kılıçla úehri almaya mecbur kaldı÷ı savunusu üzerine kurulmuútur. Bu nedenle de
“Cend Fetihnâmesi”nden farklıdır. Bunun nedeni Ahlat’ın Müslüman úehri
olmasıdır. Cend’in fethi øslâm’a hizmet olarak övgüye layık görülmüú iken Ahlat’ta
do÷al olarak buna imkân yoktur. Zaten Celâleddin Hârizmúâh’ın Ahlat’ı
muhasaradaki ısrarı en çok eleútirilen hareketi olmuútur.
Görüldü÷ü gibi fetihnâmeler, bir bölgenin ele geçirilmesi üzerine bu yeni
durumu
bildirmek
üzere
hazırlanıyordu.
Resmiyeti
“bildirme”sinden
kaynaklanmaktadır. Genel olarak yazılıú tarzları incelendi÷inde ilk dikkat çekici
nokta, elde edilen baúarının son derece mübâlâ÷alı ifadelerle anlatılmasıdır. ùâúâlı
cümleler úüphesiz ki, yazarının ustalı÷ını gözler önüne sermektedir. Her iki
fetihnâme de Yüce Allah’a úükür ile baúlamaktadır. Bu baúlangıç kısmında Allah’a
úükredilirken aynı zamanda son derece ince bir üslûpla Sultanın Allah’ın
teveccühüne mazhar oldu÷una atıf yapılıyor.
319
Bu kısımdan sonra ise kazanılan
baúarı gene abartılı ifadelerle ve galibin gücünün büyüklü÷üne sık sık temas edilerek
Reúidüddin Vatvât, Ebkâü’l-efkâr, ø.Ü. Kütüphânesi, Nr: F 424, vr.31b-34a’da mevcut olan bu
belge aynı zamanda Leningrad Münúeat Mecmûâsı’n da da yer almaktadır. Köymen, Münúeaat
Mecmuaları’da Leningrad Münúeatının 130. belgesi olarak göstermektedir. Köymen, agm, s.581.
318
Cüveynî, age, s.367-369.
319
Toyserkânî, age, s.91 vd.
317
83
anlatılıyor. Sonuçta ise bu müjdenin her yere ulaúması emredilerek ve Allah’ın adı
anılarak metin bitiriliyor.
Belgelerimiz arasında “Sevgendnâme” örne÷imiz de vardır. 535 yılı ùevval
ortası (Mayıs 1141) olarak tarihlenen belge, Hârizmúâh Atsız’ın Sultan Sencer’in
yüksek hâkimiyetini tanıdı÷ını resmiyete dökmek gayesiyle düzenlenmiútir.320
Cevapnâmeler ise açıkça anlaúılaca÷ı üzere devlete ulaúan mektuba verilen
cevabî mektup anlamına gelmektedir. Yazılıú tarzı da úüphesiz gönderenin derecesi
ve içeri÷i oluúturan konuya göre de÷iúmektedir. Hârizmúâh Atsız’dan Abbasî
halifesi Muktefî-Liemrîllâh’a gönderilen bir mektup bu türdendir.321 Ayrıca
Leningrad Münúeat Mecmûası’nda da bir örnek mevcuttur.322 Muhataba ve
konuya göre de÷iúiklik gösteren cevapnâmeleri bir kategoride sadece tür olarak
belirtebiliriz. Yoksa üslûbu ve úekli açısından aynı grupta de÷erlendirmeye tâbî
tutmak hatalı olur.
“Tehniyet ve Taziyetnâmeler” ise adından da anlaúılaca÷ı üzere kutlama ve
baú sa÷lı÷ı dilemek için kaleme alınıyordu.323 ùüphesiz muhataplar hükümdar
nezdinde belli bir itibarı olan kimselerdi.
Buraya kadar ønúâ Dîvânı’ndan çıkan yazılara örnekler vermeye çalıútık.
Devletin iúlerini yürütmek için hazırlanan belgeleri ayrı tuttuk. Bunların içeriklerini
ve bize verdikleri bilgileri ait oldukları baúlıklarda inceliyoruz. Burada ise onları
yazılıú úekilleri ve üslûpları açısından ele alaca÷ız. Bu tür belgelerde ortak özellikler
vardır:
Atamaya dair hazırlanan metinlerin üslubu hemen hemen aynıdır. Öncelikle
atama yapılacak makamın önemi ortaya konur. Daha sonra da atanan kiúinin bu iú
için uygun oldu÷u belirtilir. Bu kısımda üzerinde durulan nokta atanan kiúinin
320
Köymen, Münúeat Mecmuaları, s.580’de bu belgeyi Leningrad Münúeat Mecmûâsı’nın 127.
belgesi olarak vermiútir. Ayrıca bkz. Kafeso÷lu, age., s.49.
321
Horst, agm., s.34.
322
Köymen, Münúeat Mecmuaları, s.581.
323
Köymen, Münúeat Mecmuaları, s.582, 583.
84
liyakat ve sadakatidir. Ancak bazı belgeler makamın öneminden bahsedilmeden
do÷rudan memurun kifayeti ile baúlar. Daha sonra göreve atma bildirilir.
Gene bütün atama metinlerinde göreve getirilen kiúiye itaat edilmesinin
emredildi÷i bölüm vardır. Metinler “ønúaallahu Teâlâ” cümlesiyle son bulur.324
Metinlerde biçim olarak bu benzerliklerin yanında bazı farklar da vardır.
Kimi metinlerde muhataba çok yararlı hatırlatmalarda bulunulur. Örne÷in Arais’te
mevcut olan bir “Taklîd-i Hitâbet” te325 Cuma imamı görevine getirilen kiúiye
okuyaca÷ı hutbenin içeri÷inden, temiz giyinmesine ve normal zamanlarda di÷er
insanlara örnek olacak davranıúlarda bulunmasına dair birçok hatırlatma
yapılmaktadır.
Dîvan-ı ønúâ makamı sahibinin yaptı÷ı iúten elde etti÷i kazanca gelince
Nesevî göreve getiriliúini anlatırken bize bu konuda bilgeler vermektedir: “...(Sultan
Celâleddin) Dîvân-ı Kitabet-i ønúâ makamını bana verdi... Tecrübemin azlı÷ından bu
makamın yüceli÷inin habersizdim... Öyle günler vardı ki, Nahcivan’da, bir günde
bin dinârdan fazlasını Dîvân-ı ønúâ gelirinden elde ettim. Ancak bin dînarın altında
geliri olan fetihler her gün vardı ve hiç kesilmiyordu.”326 ùüphesiz bu istisnaî bir
durumdur. Buradan anladı÷ımız elde edilen ganimetlerden ønúâ dîvânının da payına
düúeni aldı÷ıdır.
Ayrıca ønúâ Dîvânından çıkan belgelerde tu÷râ (tevkî) bulunurdu. Nesevî’ye
göre, Hârizmúâhlar’da “Tu÷râî”lik makamı büyük makamlardan biriydi ve ønúâ
makamından daha aúa÷ı bir rütbeydi. Fakat Selçuklular’da ønúâ’dan daha yüksek
sayılırdı”.327
324
Hârizmúâhlar devrine ait belgelerin üslûp, biçim ve dil olarak bir de÷erlendirmesi Toyserkani
tarafından Nâmehâyı Reúidüddin Vatvât’ta yapılmıútır. Bkz. Mukaddime, s. 88-130. Biz bu
de÷erlendirmedin çok faydalandık. Vatvât’ın kaleminden çıkan metinlerin anlaúılması ve
de÷erlendirmesi için iyi bir kılavuzdur. Öyle ki, mektuplar gramatik özellikleri s.103, özel terkipler,
s.105, terimler, s.s.114-118, ve hatta edebî sanat s.125-126, açısından de÷erlendirilmektedir. Bir
de÷erlendirme de Horst tarafından yapılmıútır. Bkz. age., s.31-35. Bu de÷erlendirme Selçuklular’a ait
belgeleri de kapsadı÷ı için oldukça önemlidir.
325
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya, Nr:4138, vr.56a-58a; ayrıca bkz. Toyserkani,
age., s.91.
326
Nesevî, Farsça, s.140.
327
Nesevî, Farsça, s.26.
85
4. Dîvân-ı østîfâ-yı Memâlik
Devletin mâlî iúlerinin tamamıyla ilgilenen makam Dîvân-ı østîfâ-yı
Memâliktir. Horst’un tanımladı÷ı gibi “devletin en yüksek finans makamı”dır ve “en
yüksek makam” olan Dîvân-ı A’lâ’nın mâlî iúlerden sorumlu bölümüdür.328 Dîvân-ı
østîfâ’nın yöneticisi, “müstevfî” dir ve devletin malî iúlerinin baúıdır. Bu cümleden
olarak devletin maliye sahasında çalıúan bütün memurlarının amîri de müstevfîdir.
Hârizmúâhlar dönemine ait münúeat mecmualarından biri olan Reúidüddin
Vatvât’ın Ebkârü’l-efkâr’ında mevcut Dîvânı østîfâya dair bir menúûru inceleyerek
bu dîvânın görev, yetki ve sorumluluklarını anlayabiliriz.329
Bu “menúûr-u istîfâ”, mecmuada bir örnek olarak yer almaktadır. Bu nedenle
de muhatabı “filan” kiúi olarak geçmektedir. Dolayısıyla muhatabın özel ismi veya
belgenin kesin tarihi yoktur. Ancak mecmûanın Reúidüddin Vatvât tarafından,
Hârizmúâh Atsız için toplanmıú oldu÷unu biliyoruz.
østîfâ menúûrunda, bu makama getirilecek kiúinin bu görev için aranan
özelliklere sahip oldu÷u ifade edildikten sonra konu atamaya getirilerek ve úöyle
denilir: “Böyle kararlaútırdık ki, Dîvân-ı østîfâ’yı ona verelim. Bu görevde onun
dindarlı÷ına inanalım”. Görüldü÷ü gibi makama atanacak kiúide do÷ruluk ve
dindarlı÷ına iúaretle dürüstlük temel úart olarak alınmıútır.
Daha sonra atanan kiúiye verilen görev açıkça belirtilmekte ve onun
iktâlardan, erzak, maaú ve ücretlerden, yapılan ba÷ıúlardan sorumlu oldu÷u ifade
edilmektedir.
328
Horst, age., s.36.
Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, ø.Ü. Kütüphânesi Nr: F 424, vr.37a-39a ;Toyserkânî, age., s.
78; M. Altay Köymen, “Münúeat Mecmuaları”, s.582’de Leningrad Münúeat Mecmuası’nda
bulunan 132. vesikanın müstevfî tayinine dair oldu÷unu bildirmekte ve incelemesi sonucunda
Reúidüddin Vatvât’a ait olabilece÷ini, belgenin içinde geçen 1145-46 tarihinden itibaren muteber
olaca÷ı kaydı bulunmasına ra÷men Hârizmúâhlar devri olarak kabul edilebilece÷ini söylemektedir.
Biz Leningrad Münúeat Mecmûâsı’nı görmedik. Ancak Köymen’in verdi÷i bilgilerden bahsi geçen
belgenin burada ele aldı÷ımız ve Ebkârü’l-efkâr’da mevcut olan menúûr oldu÷unu tahmin etti÷imizi
belirtmeliyiz.
Ayrıca Müstevfî için bkz., R. Levy, “Müstevfî”, ø.A., C:VIII, s. 837-838; Hârizmúâhlar Devleti
teúkilâtını inceleyen Nâfî Tevfik de müstevfî hakkında bilgi vermeye çalıúmıú ise de hem çok genel
hem de yetersizdir, age., s.233.
329
86
Menúûrun devamında atanan kiúiye verilen görevi yerine getirirken yapması
gerekenler úu úekilde sıralanmaktadır: “Ve ona böyle ferman verdik ki, bu görevi
üstlensin, bu görevi tertip ve intizama getirmeyi üstüne alsın. Ve düstûrları,
fermanları, muamelenin kayıtlarını (cerâid) ve hesapların kanunlarını elde etsin.
Ço÷una ve azına, bütün inceli÷ine vâkıf olsun ve hepsini kendi kaydına alsın.” Yani
tüm muamelelerin listesi ile hesapların kayıtlarının sorumlulu÷u müstevfîye aittir.
aittir. Görüldü÷ü gibi devletin bütün mâlî iúlemleri onun kayıt ve kontrolü altındadır.
Bu kayıtların gerekti÷inde hesabını verecek olan devletin en üst düzey mâlî memuru
da müstevfîdir.
Menúûrda, müstevfînin yapaca÷ı iúlemlerin geçerli olması için gereken úart
da hatırlatılarak: “Hiçbir hattı, berâtı ve açıklamayı (meúrûh-u hisapkerd) kendi
mührü olmadan bırakmasın. Kendi mührünü bunların hepsine koysun”. Görüldü÷ü
gibi mâlî iúlerin en yetkili kiúisinden yapaca÷ı iúlemlerin sorumlulu÷unu resmen
aldı÷ını bu úekilde göstermesi istenmektedir. Bunun bir di÷er anlamı da devletin
memuruna yaptı÷ı iúlemlerin hesabını sordu÷unda, e÷er memur zan altında ise,
herhangi bir mazerete sı÷ınmasına engel olmaktır. Üstelik bu durum görevine
atanmasında ona resmen yukarıdaki ifadelerle tebli÷ edilmiú olmaktadır.
Menúûrda atanan kiúinin ismi ve onun bu göreve atandı÷ına dair ifadeden
hemen önce bir kez daha yapması gerekenler genel olarak hatırlatılmaktadır:
“Muamelelerin ve iúlerin gizli ve açık olanlarından hiç birisi ona saklı kalmasın. Ve
onun kalemiyle kayda alınsın”. Bu úekilde atanan kiúiden, görevini yerine getirirken
dikkatli ve uyanık olması istendikten sonra “filan” kiúinin “Hârizm Dîvân-ı østîfâ”
makamına atandı÷ı belirtilir.
Menúûrun bundan sonraki bölümünde ise Dîvân-ı østîfâ sahibinin verilen
görevleri yerine getirmek için nâibler ataması emredilir: “Bizim vilayetlerimizden
olan her vilayete ve her úehre güvenilir nâibler göndersin. Öyle bir nâib ki, onun
sözüne ve kalemine güvenilsin. Ve ona do÷ru yolu, emanet ve güven yolunu tutması
tavsiye edilsin”330
330
Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr. 37a-39a; Toyserkânî, age., s.79 vd.
87
Görüldü÷ü gibi nâibler –Horst’un tanımladı÷ı gibi “alt finans yönetim
organları memurları331” yapacakları bütün iúlemleri kayıt altına alarak Dîvân-ı
østifâ’ya bildirmek zorundadırlar.
Dîvân-ı østîfâ’ya ba÷lı Maliye Müfettiúleri (mutasarrıfân) Sahib-i Dîvân’a
yazılı bilgi vermeye mecburdular. Dîvân vergilerinin toplanmasında yetkili olan
mutasarrıf-ı emvâl-i dîvân da ona hesap vermek yükümlülü÷ü altındadır. Ayrıca
Müstevfî, görevlerinde kusurlu buldu÷u tahsildârları cezalandırabilir ve vergi
alacakları için onları sorumlu tutar.332
Dîvân-ı østîfâ’nın en alt kademesinde çalıúan memurları vergi tahsildarlarıdır.
Dîvân-ı østîfâ bu görevliler ile müdahalesini gerektirecek her hangi bir durum
olmadı÷ı zaman do÷rudan muhatap olmaz. Ancak halkın vergi konularında birebir
muhatabı, Dîvân ve dolayısıyla hükümdarın temsilcisi olarak tanıdı÷ı kiúiler de
úüphesiz tahsildarlardır.
Müstevfî’nin halka karúı yerine getirmesi gereken yükümlülükleri de vardır.
Bunlar, halkın durumunun iyileúmesi için çalıúmak, hak ve sorumlulukları
da÷ıtırken âdil olmak ve haklı taleplere höúgörü ile yaklaúmaktır. Ondan ayrıca
uygulamalara herhangi bir yenilik getirmemesi ve âdet oldu÷u üzere iúlerini
yürütmesi istenmektedir.333
Müstevfî-i Memâlik’in açıklamaya çalıútı÷ımız bütün sorumluluklarını
yerine getirmesindeki temel amaç úüphesiz, bütçe gelirlerinin artmasını sa÷lamaktır.
331
Horst, age., s.36.
Horst, age., s.37. Yazar bu bilgileri Vesâilü’r-Resâil ve Delâilü’l- Fezâil’de mevcut bulunan
Gıyâseddin Pirúâh’a ait iki belgeye dayandırmakta ve kitabının “Belge Formları” baúlı÷ı altındaki son
kısmında bu belgelerin Almanca çevirilerini vermektedir, s.180, F3; s.109, F4; Ayrıca bkz., Köymen,
agm., s.326.
333
Horst, aynı belgeler.
332
88
5. Dîvân-ı øúrâf-ı Memâlik
Malî ve idarî konularda teftiú ve kontrol yetkisine sahip olan bu dîvânın
reisine Sâhib-i Dîvân-ı øúrâf, Müúrif-i Memâlik334 yahut sadece müúrif335 de
denirdi.336
Horst bu dîvânı, Dîvân-ı østifâ-yı Memâlik’in yanında ve onu kontrol eden “
En Yüksek Hesap Makamı” olarak açıklamaktadır.337Bu makama ait hiç bir belge
bulamadık. Ancak eyaletlerde bulunan Dîvân-ı øúrâf’a ait bir belge et-Tevessül ile’t
teressül adlı eserde mevcuttur.338 Horst da yalnızca bu belgeye dayanarak makamı
açıklamaya çalıúmıútır339 ki biz de bu yolu takip edece÷iz.
Belge, di÷er belge örneklerinin ço÷unda oldu÷u gibi makamın yüceli÷i ve
öneminin övgüsünden sonra konuyu atamaya getirmektedir.340 Belgenin devamında
atanan kiúinin özellikleri övülerek bu makama uygun vasıflara sahip oldu÷u
belirtilmektedir. Belgeye göre bu vasıflar “güvenilirlik”, “emanetdârlık” ve “dînî
inancının kuvvetlili÷i” olanak açıklanmaktadır.341
Belgede, göreve getirilen memura, atandı÷ı bölgenin ve reâyânın iúlerinin
ba÷landı÷ı bildirildikten sonra atamanın gerçekleútirilmesinin nasıl oldu÷u üzerinde
durulmaktadır. Buna göre, Cend eyaleti halkı bahsi geçen kiúinin bu makama
getirilmesini ısrarla istemiútir.342 Onların iste÷i kabul edilerek Cend eyaletinin
“iúlerinin yönetimi” bu kiúiye verilmiútir.343
Atanan müúriften, halka her zaman ilgili ve úefkatli davranmaması istenerek,
“bir an bile bu hususta ihmal göstermemesi” gerekti÷i hatırlatılmaktadır.344 Müúrifin
334
Nesevî, Farsça, s.175.
Nesevî, Farsça, 205.
336
ø. Hakkı Uzunçarúılı, age., s.44; Aydın Taneri, “Divan”, DøA, C:IX, s.384; Özaydın, Berkyaruk,
s.200.
337
Horst, age., s.38.
338
Ba÷dadî, age., s.119-122.
339
Horst, age., s.38, Belgenin kısmen Almanca çevirisi age., Belgeler M2, s.128’dedir.
340
Ba÷dadî, age., s.120.
341
Ba÷dadî, age., s.120.
342
Ba÷dadî, age., aynı yer.
343
Ba÷dadî, age., s.121.
344
Ba÷dadî, age., s.121.
335
89
yapması gerekenler bildirilirken “reayanın durumunun düzeltilmesine ve dîvân
emvâlinin korunması ve artırılması hususuna son derece fazla çaba göstermesi”
emredilmektedir.345
Belgede daha sonra tebeaya da bir hatırlatma yapılarak atanan kiúiye “onun
hakkında göstermiú oldu÷umuz teveccühü bilsinler, bunun farkında olsunlar”
denilmektedir.346
øl-Arslan dönemine ait olan ve 1162 tarihli, Karahanlılar’dan Muzaffer
tamgaç Bu÷ra Han øbrahim b. Süleyman’a gönderilen, Leningrad Münúeât
Mecmûâsı’nda yer alan bir belgede de347 müúrif adına rastlıyoruz. Ancak belge
makamın idaredeki yeri, yetki ve görevleri hakkında bilgi içermemektedir.
Kaynaklarımızda bu konuda bazı örnekler bulunmaktadır. Nesevî, Sultan
Alâeddin Muhammed’in ölümünden sonra baúkentin durumunu anlatırken, yaúanan
kargaúayı açıkladıktan sonra, Gürgenç’e eski dîvân azalarından olan Müúrif
ømadeddin’in geldi÷ini ve dîvân emvâlini kontrol altında tutmaya çalıútı÷ını
bildirmektedir.348
Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Ahlat kuúatması ile meúgulken gelen Halifelik
elçileri, Hilâfet makamı tarafından gönderilen hil’atleri takdim etmiúlerdi ki,
kendisine hil’at gönderilenler arasında müúrif de vardı.349
6. Dîvân-ı Arz
Hârizmúâhlar Devleti idarî sisteminde en üst seviyedeki ordu yönetim
makamı Dîvân-ı Arz’dır. Belgelerde sadece bir yerde, Gıyaseddin Pirúâh’a ait
vesikada, “Dîvân-ı Arz der cümle-yi memalik” olarak adlandırılır.350 Dîvân-ı Arz’ın
345
Ba÷dadî, age., s.121.
Ba÷dadî, age., s.121.
347
M. Altay Köymen, Münúeât Mecmûâları, s.559; Horst, age., s.Belgeler I12, s.120-121.
348
Nesevî, Farsça, s.83.
349
Nesevî, Farsça, s.205.
350
Horst, age., s. 109-110 G 1’de Vesâilü’r-Resâil ve Delâilü’l- Fezâil’den alınarak Almanca’ya
tercüme edilen belge mevcuttur.
346
90
baúkanı olan Sahib-i Dîvân-ı Arz (Ârız)351, devletin askerî idaresinden sorumlu en
yüksek memurudur.
Dîvân-ı Arz da di÷er dîvânlar gibi vilâyetlerde daha alt düzeyde kademeli
olarak örgütlenmiú haliyle görevlerini yerine getirir. Ve yine di÷er dîvânlar gibi
merkezde bir tane Dîvân-ı Arz vardır ve bütün bu sistemin devletin her köúesinde
iúlemesinden sorumludur.
Dîvân-ı Arz hem bürokratik anlamda ordu yönetimi ile ilgili bütün iúlerin
yürütülmesi görevini yerine getirirken hem de gene orduyla ilgili karar alma, teftiú
ve sorunları ortadan kaldırma mevkiidir.
Askerî personele dair her konu Dîvân-ı Arz’ın yetki ve sorumluluk
alanındadır. Yani askerî personelin maaú ve iktâlarının yönetimi, donanımları ile
askerî malzemelerin tespit ve temini bu cümledendir.
Dîvân-ı Arz, her derecedeki askerin maaú ve yevmiye ödemelerinden
sorumludur. Ve bu ödemelerin belirlenen tutarda ve zamanda yapılmasını
sa÷lamakla görevlidir. Bu görevlerini yerine getirirken büyük bir ihtimalle Dîvân-ı
østîfâ ile ortak çalıúmalar yapma yoluna gider.352
Ayrıca, askerî personel ile ilgili iktâ ve maaúlar (mevâcib, mersumât, erzak
ve cerâyat) hakkında her türlü talep ve itirazdan bilgi sahibi olması gereken makam
Dîvân-ı Arz’dır. Yukarıda iktaların yönetiminden sorumlu oldu÷unu belirtti÷imiz bu
makam, Dîvân-ı Arz, iktâ tayin veya tasarruf yetkisine sahip de÷ildir. Bu makam
mevcut halin idaresi ile meúgul olma sorumluluk ve yetkisine sahiptir. øktaların
büyüklü÷ünün ve kimlere verilece÷inin tayini bizzat hükümdar tarafından yapılır.
Dîvân-ı Arz askeriyeye dair kayıtları tutmakla yükümlüdür. Daha önce
belirtti÷imiz gibi di÷er memurların mâlî kayıtları Dîvân-ı østîfâ’nın sorumluluk
alanına girmektedir.
351
352
Erdo÷an Merçil, “Ârız”, DøA., C:III, s.359.
Horst, age., s.39; Köymen, agm., s.328.
91
Sultan Alâeddin Tekiú ve Gıyâseddin Pirúâh dönemine ait belgelerden, iktâ
sahiplerinin sivil veya asker olmasına bakılmaksızın aldıkları maaúların Dîvân-ı arz
tarafından kaydedildi÷ini anlıyoruz.353
Dîvân-ı arz askerî görevlerde bulunanların gösterdikleri baúarılar bilmek ve
bu kiúilerin hizmetleri karúılı÷ında aldıklarını kayda geçmekle yükümlüdür. Ve
bütün kayıtların sorumluluk makamı olması dolayısıyla Dîvân-ı Arz, yetki sahası
dahilinde teftiú gücünü de elinde bulundurur. 354
Askerî personelin silah altına alınması ve giderlerinden sorumlu olan bu
makam úüphesiz ki donanımlarının temini noktasında bu teçhizatın üretiminden de
mesûldur. Askeri personelin günümüzde oldu÷u gibi, kıyafet, yiyecek ve savaú
malzemelerine ihtiyacı vardır. Bütün bunların temini ve kaydı Dîvân-ı Arz’ın
görevleri arasındadır.
Sâhib-i Dîvân-ı Arz’ın gelirine gelince, Gıyâseddin Pirúâh dönemine ait bir
belgeden anlaúıldı÷ı üzere355 o, nakdî bir ödeme yerine iktâ gelirinden hizmetinin
karúılı÷ını almaktadır. Gıyâseddin Pirúâh devrine ait bir belgeden anlıyoruz ki,
Dîvân-ı østifâ Sahibi’nin maaúını karúılayacak iktânın belirlenmesinde Dîvân-ı Arz
söz sahibidir.356 Adı geçen belgede, “kendi giderlerini karúılayabilmesi için ona,
Dîvân-ı Arz’a kaydedilecek altın olarak 5000 dinâr ve buna uygun tahıl verilmesi
buyrulmuútur” denilmektedir.
Sultan
Alâeddin
Tekiú,
Hemedan’da
bulundu÷u
sırada,
Abbasî
Halifeli÷inden gelen elçi Mücirüddin Ba÷dadî Sultana, Halifenin mesajını ileterek “
Emîrü’l-mü’minîn diyor ki, baban ve ceddin maiúetlerini bizimkinden almıúlardı.
Evvelce onu sana vermiútik. Onunla kanaat et ve mânasız iúler yapmaya teúebbüs
etme! Yoksa ülkede herkes sana karúı ayaklanır ve kan dökülür” demiúti. Sultanı
353
Bkz., Ba÷dadî, et-Tevessül, s.90, 118; Horst, age., s.109, 117, 139-140; Köymen, agm., s.328329.
354
Horst., age., s.40-41, Köymen, agm., s329.
355
Vesâilü’r-Resâil ve Delâilü’l- Fezâil’den Horst tarafından Almanca’ya çevrilen belge için bkz.,
Horst, age., s.109-110, G 1, belgenin de÷erlendirmesi için bkz., Horst, age., s.41, Köymen, agm.,
s.329.
356
Horst, age., s.38, Belgenin Vesâilü’r-Resâil ve Delâilü’l- Fazâil’den Almanca’ya çevirisi, Horst,
age., s.109.
92
askerî faaliyetlerinden men etmeyi hedefleyen ve hatta tehdit eden bu mesaja
Hârizm Sultanın cevabı çok sert oldu. O, Halifeye gözda÷ı veren üslûbuyla úöyle
diyordu: “ Hüküm Emirü’l- mü’minînindir. Ben onun bir úahnesiyim. Pek çok
düúmanım vardır ve ben hepsinden daha kuvvetliyim. Fakat ordusuz kalamam.
Sâhib-i Dîvân-ı Arz, maiyetimizde yüz yetmiú bin süvari kaydetmiútir. Bu ordunun
ihtiyacı olan nân-pâre ile karúılanamaz. øhsan buyurup, Hûzistân’ı bana
lütfederseniz, maiyetimizin ihtiyacı karúılanır”.357
Bu bilgilerden çok açık olarak anlaúıldı÷ı üzere, ordunun kayıtlarından
sorumlu makam Dîvân-ı Arz ve sorumlu kiúi de Sahib-i Dîvân-ı Arz’dır. Burada
sadece süvariler belirtilerek Halife’ye ordunun çok daha büyük sayıda oldu÷u mesajı
iletilmeye
çalıúılmaktadır.
Yoksa
Dîvân-ı
Arz,
bütün
askerî
personelle
ilgilenmektedir. Burada verdi÷imiz örnekten net olarak, Dîvân-ı Arz’ın askerî
personele dair kayıtları tutmakla yükümlü oldu÷u anlaúılmaktadır.
Hârizmúâhlar Devleti teúkilâtı içerisinde burada incelediklerimizin dıúında
Dîvân-ı Nazar’ın varlı÷ını da tespit edebiliyoruz. Ancak görev ve yetkilerini
açıklayabilecek bilgiye sahip de÷iliz. Belgelerimiz arasında da bu dîvân hakkında
bilgi veren bir vesikaya rastlamadık.
Horst, Sultan Sencer dönemine ait bir belgede sadece bir yerde Dîvân-ı
Nazar’ın geçti÷ine dikkat çekmektedir.358 Mâlî iúler ile meúgul oldu÷u tahmin edilen
bu dîvânı horst, “En Yüksek Finans Teftiú Makamı” olarak adlandırmaktadır.359 Bu
dîvânın reisine, Nâzır deniyordu. Nesevî, Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın Ahlat
kuúatması sırasında hilafet makamından gelen elçileri ve halifenin gönderdi÷i
hil’atleri anlatırken nâzırın adı da geçmektedir. Halife bütün dîvân reislerine
kıymetli hil’atler göndermiúti. Nesevî bu reisleri müstevfî, müúrif ve nâzır olarak
sıralamaktadır.360 Bu bilgi bize Hârizmúâhlar’da Dîvân-ı Nazar’ın var oldu÷unu ve
baúında nâzırın bulundu÷unu göstermektedir.
357
Râvendî, age., C:II., s.355.
Horst, age., s.39; age., Belgeler Q2, s.135.
359
Horst, age., s.39.
360
Nesevî, Farsça, s.205.
358
93
F. SARAY TEùKøLÂTI
1. HÂRÎZMùÂHLAR’DA SARAY VE SARAY ÂDETLERø
Daha önce Hârizmúâhlar’ın Selçuklu Devleti’nin içinden çıktı÷ına ve do÷al
olarak bu devletin bir devamı olma özelliklerini gösterdi÷ine iúaret etmiútik. Burada
bir kez daha saray âdetlerinin de benzerlik gösterdi÷ini vurgulamalıyız.
Hârizmúâhlar devlet teúkilâtında oldu÷u kadar saray âdetlerinde de Selçuklu izlerini
taúımaktadırlar. Bu noktayı vurguladıktan sonra onların sarayı ve saray âdetlerini
inceleyebiliriz.
Hârizm Sultanları, Alâeddin Muhammed devrine kadar baúkent Gürgenç’teki
sarayı kullandılar. Kaynaklarımız, Sultan Alâeddin Muhammed’in, Semerkand’a
hakim olduktan sonra bu úehri merkez yaptı÷ını, ikinci baúkent olarak kullandı÷ını
anlatmaktadır.361 Sultanın Semerkand’da da bir sarayı olmalıdır. Mo÷ollar’ın
bölgeyi istilası sonucu Gürgenç kaybedildi. Mo÷ollar taú taú üstünde bırakmadılar.
Hemen her úeyi yakıp yıktılar. Gürgenç direndi÷i için yıkımdan en çok etkilenen
úehirlerden biri oldu. Cüveynî’nin kaydetti÷i gibi “Hârizm’in evleri ve köúkleri
virâneye, gül bahçeleri çöplü÷e, birer mimârî úaheseri362 olan sarayları toprak
yı÷ınına dönmüútü”.
Hindistan’dan dönen Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Tebriz’i payitaht yaptı ve
artık saray bu úehirde idi. Ancak Nesevî, onun baúka úehirlerde de sarayları
oldu÷unu kaydetmektedir.363 Sultan Celâleddin’in Mo÷ollar’dan sürekli kaçmak
zorunda oldu÷u düúünülürse, onun hiçbir úehirde uzun süre bulunamamasının bir
sonucu olarak, gitti÷i úehirlerdeki bazı binaları saray olarak kullanmıú oldu÷unu
düúünebiliriz. Zaten o, bu sarayları kendisi inúa ettirmiú de÷ildi. Mo÷ol tehdidinin
úiddeti göz önüne alınırsa, buna imkânı ve zamanı olmadı÷ı da açıkça anlaúılır.
361
Cüveynî, age., s.333.
Cüveynî, age., s.333.
363
Nesevî, Farsça, s. 141.
362
94
Ayrıca Hârizmúâhlar’da, Alâeddin Muhammed’in annesi Terken Hatun’un
da kendisine ait bir sarayı vardı ve devlet iúlerini burada görüyordu.364
Bilindi÷i üzere “Hükümdar Ota÷ı”, saray ile aynı anlamı taúımaktadır. Bu
nedenle biz, Hârizmúâhlar’a ait saray âdetlerini tespit ederken, Hükümdar Ota÷ı’nda
uygulananları da konumuza dahil ettik.
Hârizmúâhlar sarayı, devletin resmî evrak örneklerini içeren münúeat
mecmualarında, “Bârgâh-ı Me’mûn ve “Dergâh-ı Hümâyûn” úeklinde anılmaktadır.
Saray, bütün sorunların çözülece÷i mevki olarak gösterilir. Hârizmúâh Atsız devrine
ait muhaberâtı da içeren bir münúeat mecmuası olan Arâisü’l-havâtir ve Nefâisü’nnevâdir’de: “ Bu gün dünyadaki eúrafın zulüm karúısında baú vuracakları yer o
bârgâhtır”365 denilmektedir.
Sarayda uygulanan âdetler ise daha çok törenlerde kendini gösterir. Örne÷in,
hükümdarın tahta çıkması úerefine düzenlenen törenlerde edîp ve úairler yeni Sultanı
kutlamak için kasîdeler söylemeleri veya ona bir eserlerini sunmaları âdettendi.
Hârizmúâh Alâeddin Tekiú’in cülûs merasiminde devrin ünlü sîmâsı Reúidüddin
Vatvât, çok yaúlı olmasına ve yürüyememesine ra÷men bir sedye üzerinde sultanın
huzuruna getirilmiúti. O, sultana hitaben, “ bu gün herkes kendi yetene÷ine göre
ülkeler fetheden padiúâhın saltanat tahtına cülûsunu kutlama amacıyla risaleler ve
kasideler yazmıú. Ben de yaúlılı÷ım ve zaafımdan dolayı bu iki beyti yazmakla
yetindim” dedikten sonra úu beyitleri okumuútu:
“Senin ceddin, zamanı zulümden arındırdı. Babanın adâleti e÷rileri
düzeltti.
Ey saltanat hırkası yakıúan kiúi! Bakalım úimdi sen ne yapacaksın. ùimdi
senin hâkimiyet zamanındır.”366
364
Nesevî, Farsça, s141.
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l- Havâtır ve Nefâisü’n-Nevâdir, Ayasofya, Nr: 4138, vr. 63b-64a,
Ayrıca bkz., Toyserkânî age., s.53.
366
Cüveynî, age., s259; Mîrhând, age., C., IV., s.366.
365
95
Sultan Alâeddin Tekiú de, gene âdet oldu÷u üzere, úair ve edipler ile halka
ihsanlarda bulunmuútu.367 Edip ve úairler cenaze törenlerinde de bulunur ve
kasideler söylerlerdi. Reúidüddin Vatvât, Hârizmúâh Atsız’ın cenazesi kaldırılırken
bu âdet üzere okudu÷u kasîde de úöyle diyordu:
“ùâh! Senin siyasetinden dünya titriyordu. Senin karúında bendelik etmeye
(sana hizmet etmeye) can atıyorlardı.
Bu kadar yaptı÷ın saltanat ona de÷erdi”.368
Hükümdarlar için düzenlenen cenaze merasimlerinde yeni sultan sarayında
taziyeleri kabul ederdi.369 Saraydaki taziye merasimleri yalnız hükümdarlar için
de÷il, halifeler ve hükümdar ailesi mensupları için de yapılırdı. Sultan Celâleddin
Hârizmúâh ye÷eni Duú-Han’ın ölümünden o kadar etkilenmiúti ki, taziyeleri kabulü
bırakıp ye÷eninin bulundu÷u çadıra gitmiúti. Nesevî bu olayı anlatırken, “ Sultan
çok üzüldü. Hatta hükümdarlık merasimini bırakarak çadırından çıktı ve cenazenin
bulundu÷u çadıra gitti. Bizzat gördüm”370 demektedir. Abbasî Halifesi MuktefîLiemrillâh öldü÷ünde de Hârizm sarayında taziye merasimi yapılmıútı.371
ùairler için Sultan huzurunda beyitlerini okuma imkânlarından biri de
ziyafetlerdi. Kazanılan büyük zaferler, baúarının úanına yakıúacak derecede görkemli
ziyafetlerle kutlanırdı. Sultan Alâeddin Muhammed Gurlular’ı ma÷lup ettikten sonra
Hârizm’e dönünce böyle büyük bir ziyafet vermiúti. Sultanın nedîmlerinden
Firdevsî-i Semerkandî bu gösteriúli kutlamada sultanın baúarısını satranç oyununa
benzeten bir rubaî söyledi:
“Ey úâh! Gurlu senin önünden kedinin önündeki fare gibi kaçtı.
367
Cüveynî, age., s.265, Hârizmúâh øl-Arslan da tahta çıktı÷ında âdet gere÷i ihsanlarda bulunmuútu.
Cüveynî, age., s. 257. øhsanlar çeúitli hediyeler, iktâlar, hil’atler, unvân ve lakâplar vermek veya
terfiler olabilirdi.
368
Kazvînî, Tarih-i Güzide, s. 490.
369
Sultan Alâeddin Tekiú öldü÷ünde o÷lu Alâeddin Muhammed cenaze merasimi düzenlemiú ve
taziyeleri kabul etmiúti. Cüveynî, age., 277; Sultan Alâeddin Tekiú’in ölümü duyulunca Gur
hükümdarı Gıyâseddin de yas ilân ederek üç gün buyunca sarayında nevbet çalınmamasını emretmiú
ve taziye merasimi düzenlemiúti. øbnü’l-Esîr, age., C:XII, s.134.
370
Nesevî, Farsça, s.200.
371
Horst., agm., s.38.
96
Atından inip yüzünü sakladı. Filleri sana úâha verdi e böylece mat oldu”.372
Hükümdarın kabulleri sıkı protokol kurallarının uygulandı÷ı, bütün
hareketlerin anlamlandırıldı÷ı seremonilerdi. Örne÷in elçi kabullerine büyük önem
verilir, gelen elçinin temsil etti÷i makama göre protokol uygulanırdı. ùüphesiz
elçiler gördüklerini dönüúte anlatacakları için, elçi kabullerinde kusursuzluk endiúesi
hat safhada idi. Nizâmülmülk, Siyasetnâme’de elçi kabulüne bir fasıl ayırarak
konunun öneminin altını çizmektedir. O, elçilerin temsil yetkisine vurgu yaparak;
“onlara yapılan iyi veya fena muamele onları göndermiú olan padiúâha yapılmıú
sayılır”373 demektedir. Elçilerin gönderiliú sebebinin sadece mektup ya da haber
ulaútırmak olmadı÷ını kaydeden Nizâmülmülk, onların birer bilgi alma aracı
olduklarına dikkati çeker.374 øúte bu nedenle elçilerin kabulünde devletin ve
hükümdarın gücünü neredeyse sınırsız olarak göstermeye çalıúmak lâzımdır. Elçiler
üzerinde bırakılması lâzım gelen intibanın anlamı bu derece büyük olunca, onlar için
uygulanan protokol de son derece titizlikle yerine getiriliyordu.
Hârizm hükümdarlarının elçi kabul merasimlerini hâcibler tanzim ve idare
ederdi. Hâciblerin baúı olan Hâcib-i Hass, hükümdarın huzurunda elçiyi takdim eder
ve Sultana sunulan hediyelerin sesli olarak dökümünü yapardı. Gelen elçi Sultanın
huzurunda yer öper sonra Sultanın emri ne ise onu uygulardı. Sultanın elçiye
muamelesi vermek istedi÷i mesaja göre de÷iúirdi.
Örne÷in Sultan Alâeddin Muhammed, yıldızının barıúmadı÷ı Abbasî Halifesi
Nâsır- Lidînillâh’ın elçisi ùihabeddin Ömer es-Sühreverdî’yi375 kabul etti÷inde ona
fazla itibar göstermedi. Halifenin, Hârizmúâh’ı askerî hareketleri nedeniyle uyarmak
üzere gönderdi÷i elçi önce bekletildi, huzurda Alâeddin Muhammed, Nâsır-
372
Cüveynî, age., s.284.
Nizâmülmülk, age., s.137.
374
Nizâmülmülk, age., s.138.
375
Sühreverdî’nin Abbasî sarayındaki konumu ve etkisi için bkz., Angelika Hartmann, age., s.233254.
373
97
Lidînillâh’a iletilecek sözleri sert bir üslûpta sarfetti. Sultan, Halifeye o kadar
kızgındı ki, elçinin oturmasına dahi izin vermedi.376
Öte yandan daha önceki bir tarihte yine halifelik makamından gelen elçi
Sultan Tekiú tarafından çok daha saygın bir úekilde karúılanmıútı. Henüz
Hârizmúâhlar ile Abbasî Halifeli÷i arasında iktidar kavgasının had safhaya
ulaúmadı÷ı 1196 yılında Sultan Tekiú, Hemedan’da bulundu÷u sırada Halifenin
elçisi Mûcîreddin Ba÷dadî’yi kabulünde aya÷ının altına atlaslar serdirip, bir kâse
altın saçmıútı. Sultan elçiye hürmet edip, temsil etti÷i makama saygısını göstermek
için aya÷a kalkmıútı.377
Sultanlara sadece erkek elçiler gelmiyordu. Örne÷in Sultan Celâleddin
Hârizmúâh, Sultan Tu÷rul’un kızı, Atabek Özbek’in eúi olan Melikenin evlilik
teklifini iletmek üzere görevlendirilen kadın elçileri kabul etmiúti.378 Bu kabul
hakkında fazla bilgimiz olmamasına karúın teklifin sonuçta gerçekleúti÷ini
bildi÷imizden
görüúmede
elçilere
hürmette
kusur
edilmemiú
oldu÷unu
söyleyebiliriz.
Sultanların huzuruna elçilerden baúka çok de÷iúik kiúiler çok de÷iúik
nedenlerle çıkıyordu. Hârizm Sultanlarının huzuruna gelen ziyaretçi bir hükümdar
de÷ilse secde edip yer öperdi. Alâeddin muhammed’in katına çıkan Gurlular’ın
Herat kumandanı Alp Gazi secde edip yer öpmüútü.379
Sultanın huzurunda yer öpmek itaat göstergesiydi. Tâbî olmadıklarını
Sultanın huzurunda da vurgulamak isteyenler ilginç yöntemlere baú vuruyorlardı.
øbn Bibî’nin anlattı÷ına göre; Emîr ùemseddin Altun-Aba, hasta gibi yaparak
merhemler sürmüú oldu÷u halde Sultanın huzuruna gelmiú, doktorlara sırrını
Devletúâh Tezkiresi, C:I., s.190; Sıbt øbnü’l-Cevzî, Mîratü’z-zamân fî tarihi’l-a‘yân,
Haydarabad 1952, Cüz: VIII/2, s.582; øbn Vâsıl, age., C:IV, s.35-36; Angelika Hartmann, age., s. 8182.
377
Râvendî, age., C:II., s.354.
378
Nesevî, Farsça, s.149.
379
Cüveynî, age., 282; Hezâresb Meliki, Sultan Alâeddin Muhammed’in huzuruna geldi÷inde yedi
kere yer öpmüútü. Cüveynî, age., 324; Yer öpme âdeti örnekleri için ayrıca bkz., Nesevî, Farsça,
s.110; Cüveynî, age., s.282, 324.
376
98
saklamalarını sıkı sıkıya tembih etmiúti.380 O, böylece yer öpmek zorunda kalmamıú
oldu. Aslında bu örnek bize, protokol kurallarının içerdi÷i gerçek anlamları
göstermesi açısından önemlidir. Uygulanan seremoniler ço÷unlukla diplomasinin bir
gere÷idir.
Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Ahlat’ı ele geçirdi÷inde, Ahlat hakimi
øzzeddin Aybek’e ne kadar kızgın oldu÷unu huzuruna kabulde göstermiúti. Onu
kabulü sırasında elini öptürmedi. Sultan katında hatırı olanların uzun süre dil döküp
ricada bulunmalarından sonra ise ancak aya÷ını öpmesine izin verdi.381
Celâleddin Hârizmúâh, Türkiye Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubâd’ın
elçilerini tâbîlere özgü bir törenle karúılayınca elçi, Hâcib-i Hass ile Sultan arasında
durmuú, tepkisini göstermek ve tâbîsi olmadıkları mesajını vermek için yer
öpmemiúti.382
Sultan Celâleddin, Kıpçak reislerinden Kurka huzuruna geldi÷inde elini
öpmesine izin vererek ona hil’at vermiúti.383
Hârizmúâhlar’da uygulanan âdetlere göre itaatlerini bildirecek olan hanlar,
melikler ve emîrler sultanın huzuruna kefenleri boyunlarında asılı oldu÷u halde
geliyor, akıbetlerinin onun elinde oldu÷u mesajını vererek yer öpüyorlardı. Bu
durum daha çok hükümdara karúı kusur iúleyip af dileyerek itaate girenler için
geçerliydi. Sultan Celâleddin Hindistan’dan döndü÷ünde, önce ona direnen
kardeúinin adamları, onun tahta çıkması ile tâbîiyetlerini böyle bildirmiúlerdi.384
Kabul
merasimlerinin
en
gösteriúlilerinden
bir
tanesi
Celâleddin
Hârizmúâh’ın Erzurum hakimi Rükneddin Cihânúâh için hazırlamıú oldu÷u törendir.
Sultan, müttefikinin yardımına ihtiyaç duyması sebebiyle onun karúılanması
törenine büyük önem vermiúti. Bir günlük mesafeden karúılanan Cihânúâh’ı Sultan,
ota÷ının önünde, çetrinin altında kabul etmiúti. Cihânúâh’a olan muhabbetini
øbn Bîbî, age., C:I., s.385.
Nesevî, Farsça, s.212.
382
Nesevî, Farsça, s.225.
383
Nesevî, Arapça, s.172.
384
Nesevî, Farsça, s.130.
380
381
99
göstermek için onu çetrinin altına davet etmiú ve hatta onu kucaklamıútı. Ancak bu
törenin sonu hazin oldu. Sultan ve Erzurum hakiminin çetrin altında bulundu÷u
sırada çetr, çetrdârların elinden düúerek yere yı÷ıldı. Töreni izleyen halk bu durumu
görünce da÷ıldı ve bu olay u÷ursuzlu÷a yoruldu.385
Hârizm sarayında ilgi ve itibarla karúılanmanın bir örne÷i de Sultan Alâeddin
Muhammed devrine aittir. Ravza-i Mutahhara∗ hizmetçilerinden biri Hârizm’de
Sultanın huzurunda yaúadıklarını øbnül-Esîr’e anlatarak bize ulaúmasını sa÷lamıútır.
Sultanın kabul salonunun büyük ve son derece geniú oldu÷u bilgesinden sonra
Sultanın onu bekletmeden huzuruna kabulü anlatılmaktadır. Hâcibin eúli÷inde kabul
salonuna ulaúan ziyaretçi Sultanın onu görünce aya÷a kalktı÷ını, elini öpmek
isteyince buna engel olup onu kucakladı÷ını anlatmaktadır. Sultan, samimi geçen
görüúmede ziyaretçisine övgü dolu sözler söylemiúti.386
Ziyaretçilerin Sultanlara, Sultanların da kabul ettiklerine hediyeler vermeleri
âdettendi. Bu hediyeler arasında at veya baúka de÷erli binek hayvanları, eyer
takımları silahlar, çeúitli mücevheratla bezenmiú takılar, kıyafetler, takılar, köleler,
yemek takımları, kumaúlar vs. bulunuyordu. Hediyeler getirenin zenginli÷ini
vurgulamak üzere seçilirken buna mukabil olarak Sultanlar da gösterecekleri itibar
derecesine uygun hediyeler verirlerdi.387
Örne÷in Atabek Özbek’in o÷lu Hamuú, Sultan Celâleddin’e Fars hükümdarı
Keykâvus’a ait, kıymetli taúlarla süslü bir kemer hediye etmiúti. Sultanın
merasimlerde kullandı÷ı bu kemer daha sonra Mo÷ollar’ın eline geçti.388
Hârizmúâhlar sarayının bir di÷er âdeti de edip, úair ve âlimlerin hükümdarın
huzurunda münazara yapmalarıdır. Devletúâh, Hârizmúâhlar’ın meclisinde âlimlerin
çeúitli konularda münakaúa ettiklerini kaydetmektedir. Zaten Hârizm sultanlarının
hemen hepsi iyi e÷itim görmüú, ilim ve ilim adamına önem veren, úiirden anlayan
hükümdarlardı.
385
Nesevî, Farsça, s. 198-199.
Medine’de Mescid-i Nebevî’de Hz. Peygamberi’in kabri ve minberinin bulundu÷u kısım.
386
øbnü’l-Esîr, age., C: XII, s. 326.
387
Horst., age., s.23.
388
Nesevî, Farsça, s.161.
∗
100
Hârizmúâh Atsız devrinde bir gün hükümdarın meclisinde yapılan
tartıúmada, Reúidüddin Vatvât da hazır bulunuyordu. Onun, fikirlerini esaslı bir
úekilde savunması Hârizmúâh’ın dikkatini çekti. Reúidüddin, kaynaklarımıza göre
kısa boylu, biraz da çirkin ve zayıf bir adamdı ve bu nedenle “da÷ kırlangıcı”
anlamına gelen “Vatvât” lakabıyla anılıyordu. Bahsetti÷imiz bu tartıúma sırasında da
önünde bir hokka bulunuyordu. Hârizmúâh Atsız, onun fizikî özelliklerine atıfta
bulunan bir lâtîfe yaparak, “ hokkayı kaldırın da kimin konuútu÷u meydana çıksın”
dedi. Reúidüddin, lâtîfeye keskin bir cevap verdi: “ ønsan iki küçük azâsı olan kalbi
ve diliyle insandır”. Hârizmúâh bu bilgece cevap üzerine Vatvât’ın zekâsı ve
faziletine hürmet etti.389
Sultan Celâleddin Hârizmúâh devrinde de bu gelene÷in devam etti÷ini
görüyoruz. Sultan Tebriz’de bulundu÷u sırada, Ramazan ayında âlimler huzurunda
toplanıp fikirlerini dile getirmiúlerdi. Sultan tartıúmaları dinlemiú ve be÷enmedi÷i
fikir sahiplerini azarlamıútı.390
Hârizm Sultanlarının halkı kabul ettiklerini biliyorsak da bunun çok yaygın
bir uygulama olmadı÷ını görüyoruz. Onlar daha çok halkın úikayet ve isteklerini
kıssadârları391 aracılı÷ıyla ö÷reniyorlardı.
Sarayda hükümdarın huzurunda kimin nerede duraca÷ı da belli idi.
Hükümdarın katına çıkıú gibi huzurdaki yer ve davranıúlar da belli kurallara göre
idi.392 Nizâmülmülk bu konuda: “ Kullar ve büyükler oturacakları ve görülecekleri
yeri bilmelidirler. Her birinin durmak ve oturmak için belirlenmiú yerleri vardır”393
demektedir. Hârizmúâhlar sarayındaki uygulamaya göre, vezîrler protokolde
hükümdarın sa÷ında, hâcibler de karúısında yer alırlardı.394
389
Devletúâh Tezkiresi, C:I, s.130.
Nesevî, Farsça, 147; Taneri, Celâleddin Hârizmúâh ve Zamanı, s.86 vd.
391
Nesevî, Farsça, s. 134; Umûmî kabul örne÷i için bkz., Ravendî, age., C.II., s.353.
392
Sultan Celâleddin’in elçisi olarak Halifenin sarayına giden Bedreddin Tutuk teúrifât kaidelerinin
hatırlatılmasından hoúlanmayarak: “ Ben cahil biri de÷ilim. Nerede bulunaca÷ımı bilir, hürmette
kusur etmem” demiúti. Nesevî, Farsça, s.201-202; Âdâb-ı muaúereti bilmemek ise eleútiriyi hak
ederdi. Örne÷in Sultan Alâeddin Tekiú, Karahıtay elçilerinin sarayındaki kaba saba davranıúlarına
çok kızmıútı, Cüveynî, age., s.260.
393
Nizâmülmülk, age., s.173.
394
Nesevî, Farsça, s.212; øbn Bîbî, age., C:I., s.385-386.
390
101
2. SARAY GÖREVLøLERø
a. Hâcib
Hârizmúâhlar sarayının önemli memurlarından olan hâcibler395 Sultanın
daima yanında olan özel görevlilerdi. Saraydaki temel görevleri her ne kadar teúrifat
kaidelerinin yerine getirilmesi olsa da aslında onlar Sultan tarafından kendilerine
verilen bütün görevleri yerine getirmekle yükümlü idiler.
Hâciblerin baúı kaynaklarımızda “Hâcib-i Hass” veya “Hâcib-i Büzurg”
unvânı ile anılmaktadır.396
Sarayda protokolün tanzim ve idaresi Hâcibin görevi idi. Örne÷in Sultan
Alâeddin Muhammed’in bir ziyaretçisi saray kapısında görevlilerce karúılandıktan
sonra bir süre bekletilip, hâcibe haber verilmiúti. Ziyaretçinin øbnü’l-Esîr’e
anlattı÷ına göre, “Sultanın hâciblerinden bir hâcib onu yanına alıp kabul salonuna
götürmüútü”.397
Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın elçilik vazifesiyle Halifelik sarayına
gönderdi÷i Hâcib-i Hass Bedreddin Tutuk, Halifenin huzurunda nasıl davranması
gerekti÷i hatırlatılınca kızarak “Beni cahil sanmayın...Bulunaca÷ım yeri bilir,
hürmette kusur etmem”398 diyordu. Hacib-i Hass Bedreddin Tutuk, Nesevî
tarafından “inceli÷i, aklı, güzel yazısı ve Acem úiirine vakıf olması” sebebiyle
övülmektedir.399
Öte yandan Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın emri ile, Sultanın ziyaretine
gelen Erzurum hakimi Rükneddin Cihânúâh’a Hâcib-i Hass Bedreddin Tutuk çok
özel bir karúılama töreni hazırlamıútı. Buna göre, Hâcib-i Hass, ziyaretçi Sultana
saygısını göstermek için atından inip, yüzünü yere koydu÷unda, onun yanına gelerek
Fuad Köprülü, “Hâcib”, ø.A., C:V/I., s.33-34.
Nesevî, Farsça, s.199.
397
øbnül-Esîr, age., C:XII., s.330.
398
Nesevî, Farsça, s.201-202.
399
Nesevî, Farsça, s.201.
395
396
102
Sultan nezdinde itibarını vurgulamak için onu atına bindirdi. Daha sonra da Sultanın
huzuruna varıncaya kadar yanından ayrılmadı.400
Hârizmúâhlar’ın saray protokolüne göre hâciblerin huzurdaki yeri Sultanın
karúısı idi.401
Hâciblerin görevi sadece protokol kaidelerini uygulamak de÷ildi. Sultan
tarafından verilen çok çeúitli görevleri de yerine getiriyorlardı. Örne÷in, Sultanúâh
Merv’de bulundu÷u sırada Sultan Alâeddin Tekiú úehri iki ay boyunca kuúattı÷ında
taraflar anlaúma yola ararken elçilikle görevlendirilen heyetin içinde Hâcib-i Büzurg
ùemseddin Mesûd da vardı.402
Hâcib-i Büzurg ùemseddin Mesud, Sultan Tekiú, Sultan Tu÷rul ile savaúmak
üzere harekete geçti÷inde de bir mektup göndererek Sultan Tu÷rul’a nasihatte
bulunmuútu.403
Sultan Alâeddin Tekiú, Kirman iúlerini Hâcib Hüsameddin Ömer’e
bırakmıútı.404 Sultan Alâeddin Muhammed de Herat’ı ele geçirdi÷inde Hâcib Emir
Melik’i burada bırakarak merkeze dönmüútü.405
Sultan Muhammed Hârizmúâh, veri Nizamülmülk Nâsirüddin’i azletti÷inde
vezîr Hârizm’e dönmek üzere yola çıktı. Sultan tarafından gönderilen Hâcib,
emredilen görev gere÷i vezîrden yanında bulunan dîvân defterleri, bütün resmî evrak
ve kâtipleri almıútı. Vezîrin hacibin geliúindeki korkusu öldürülmekti.406
Hâcibler görüldü÷ü gibi saray hizmetleri ve savaúlar dıúında çok farklı
görevleri de yerine getiriyorlardı. Bu makama nasıl geldiklerini bilmiyoruz. Ancak
bu makama, Selçuklu devletinde oldu÷u gibi gulamlıktan yetiúerek ulaútıklarını
gösterecek bilgimiz yoktur. Aksine,“artık bu adetin terk edildi÷i, saray dıúından da
400
Nesevî, Farsça, s.198-199.
Nesevî, Farsça, s.212; øbn Bîbî, age., C:I., s.386.
402
Cüveynî, age., s.262.
403
Hüseynî, age., s.134-135.
404
Kirmânî, el-Muzaf, s.6-7.
405
Hâcibin ismi de÷iúik úekillerde kaydedilmiútir. Bunlar için bkz., Kafeso÷lu, age., s.172.
406
Nesevî, Farsça, s.46.
401
103
hacib tayin edildi÷ini”407 anlıyoruz. Ayrıca Hârizmúâhlar’da bir istisna olarak,
Celâleddin Hârizmúâh’ın vezîri ùerefülmülk, haciblikten bu makama gelmiúti.
b. Vekîl-i Der
Selçuklu Devleti teúkilatında hükümdar ile vezîri arasında iletiúimi sa÷layan
görevli oldu÷unu bildi÷imiz bu makam Hârizmúâhlar’da da mevcuttur.
Horst’un eserinde kullandı÷ı ve Gıyâseddin Pîrúâh dönemine ait oldu÷unu
bildirdi÷i bir belgede vekîl-i der’in görevlerinden bahsedilmektedir. Buna göre onun
sarayda iletiúimi sa÷ladı÷ını anlıyoruz. Çünkü belgede “tarafımızdan verilen her
fermanı tetkik ettikten sonra iletecek, hükümdarlı÷ın her bölümünün durumundan
haberdar olacak, herkesin düúüncesini bilecek” denilmektedir. Ayrıca gene aynı
belgede “sarayın vekil-i der”i olarak tayin edilen kiúinin, “saltanat makamına bir
dilek sunmak istenildi÷inde aracı olarak kabul edilmesi ve ricaların onan vasıtasıyla
iletilmesi gerekti÷i” bildirilmektedir.408
Leningrad Münúeat Mecmuası’nda mevcut olan 575 (1179-80) tarihli bir
vesika Köymen tarafından Hârizmúâhlar’a ait oldu÷u tespiti ile de÷erlendirilmiú
olup, vekîl-i der’lik mansıbının “aracılık” görevine iúaret edilmektedir.409
Nesevî’de de vekîl-i der’e dair kayıt vardır. Sultan Alâeddin Muhammed,
Mo÷ollar’ın önünden kaçarak Niúâbûr’a geldi÷inde burada baskına u÷ramak
korkusuyla ancak birkaç saat kalabilmiúti. Oradan hızla Bistam’a gitti. Nesevî’ye
göre bu sırada Sultanın yanında olan Emîr Taceddin Ömer Bistamî “Sultanın vekîl-i
derlerinden biri idi”.410
Sultan Vekîl-i der’i yanına ça÷ırarak ondan kıymetli
mücevheratın bulundu÷u sandıkları güvenli bir yere götürmesini istemiúti. Ancak,
gene Nesevî’ye göre bu sandıklar daha sonra Mo÷ollar’ın eline geçti.411
407
Köprülü, agm., s.34.
Horst, age., Belgeler A 2, s.99-100.
409
Köymen, Münúeat Mecmuaları, s.568; Aynı belge için bkz., Horst, age., Belgeler, A 1, s.99.
410
Nesevî, Farsça, s.67.
411
Nesevî, Farsça, aynı yer.
408
104
c. Üstâdüddâr
Hârizmúâhlar’da üstadüddâr’ın görevi tıpkı Selçuklular’da oldu÷u gibi,
sarayın çeúitli ihtiyaçlarını hazine veya vergilerden onun hizmetine tahsis edilen
para ile karúılamaktır.
Nesevî, üstadüddâr’ın görevleri hakkında bilgiler vermektedir. Sultan
Celâleddin Hârizmúâh, Mo÷ol ordusuna ma÷lup olarak Hindistan’a geçti÷i sırada,
Sultanlı÷ın zeredhânesinde görevli Cemal, erzak ve giyeceklerle sultanın yanına
gelmiútir. Erzak ihtiyacının hat safhada oldu÷u bir anda gelen Cemal, Sultan’ı çok
memnun etmiú ve onun katında itibar kazanmıútı. Bunun bir sonucu olarak Sultan
ona “øhtiyarüddin” lâkabını vermiú ve üstadüddâr tayin etmiúti.412 Sultan
Hindistan’dan döndü÷ünde de o, bu görevde idi.
øhtiyarüddin’e
hazineden
para
aktarılarak
harcamalarda
kullanması
bildirilmiúti. Bu harcama kalemleri fırınların, mutfakların, ahırların giderleri ile
maiyette bulunan görevlilere maaúlarının ödenmesi idi. Üstadüddâr bu giderler için
harcama yaparken her gideri belgelemek için makbuz düzenlemek zorunda idi.
Ayrıca bu belgelerde vezîr ve müstevfînin de onay alâmeti bulunmak zorundu idi.
øhtiyarüddin’e harcamalar için ödenen para, Sultan Celâleddin’in Irak gelinlerinden
temin ediliyordu.413
øhtiyarüddin, anlaúıldı÷ına göre,414 harcamaların hesabı sorulunca açık
vermiúti ve Sultan tarafından daha sonra azledilerek yerine ùihabüddin Mesud
üstadüddâr olarak tayin edilmiúti.
d. Silahdâr
Sultanın silahlarından sorumlu olan görevli idi. Emîrler arasından
seçiliyordu.415
412
Nesevî, Arapça, s.178.
Nesevî, Arapça, s.179.
414
Nesevî, Arapça, s.180.
415
Nesevî, Farsça, s.117.
413
105
Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Ahlat’ta bulundu÷u sırada Silahdârı Dekcek’i
Mo÷ollar’ın ilerleyiúinden bilgi edinmesi görevi ile Hârizm’e göndermiúti.416 Sultan
Celâleddin Hindistan’da bulundu÷u sırada kardeúi Gıyâseddin’in yanından ayrılıp
gelen emîrlerden birinin unvânı da “silahdâr”dır. Nesevî’nin Sirce-i Silahdâr olarak
kaydetti÷i bu emîr her halde Gıyâseddin Pirúâh’ın silahdârıdır.417
e. Emîr-i Âhûr
Sultanın ahırlarından sorumlu görevli Emîr-i Ahûr’dur.418 Hârizmúâhlar’da
bu makamın oldukça önemli oldu÷unu anlıyoruz. Zaten askerî yapılanmanın
devletin temel dayana÷ı oldu÷unu göz önünde bulundurursak bu durumun son
derece do÷al oldu÷unu anlayabiliriz. Ayrıca Hârizmúâhlar göçebe Türk unsurlarının
bünyesinde idareci olarak da yer buldu÷u bir Türk devleti olma özelli÷ine sahiptir
ki, bahsetti÷imiz bu Türkler’in de uzmanlık sahası askerliktir.
Sultan Alâeddin Muhammed’in Emîr-i Âhûr’u øhtiyareddin Keúlu,
Nesevî’nin kaydına göre “ Emîr-i Âhûr-u Büzurg-i Sultan unvânı ile anılıyordu ve o,
öyle bir rütbede idi ki, otuz bin süvarinin de kumandanıydı”.419 Emîr-i Âhûr
øhtiyareddin’in makamının yüksekli÷inden aldı÷ı kuvvetle kendisine büyük bir
güven duydu÷u anlaúılıyor. Çünkü anlatılanlara göre o úöyle diyordu: “østersem bir
saatin içinde bir dinâr harcamadan bu otuz bin atı altmıú bine yükseltebilirim. ..ùu an
Sultanın ülkede bulunan at sürülerine haber salsam, her sürüden bir çobanın yanıma
gelmesini istesem anında otuz binlik bir artıú olur”.420 Görüldü÷ü gibi Emîr-i Âhûr,
ülkenin her yerindeki ahırların sorumlusudur ve buralarda çalıúanların en yüksek
âmiridir.
Cengiz han, Otrâr’ı ele geçirdikten sonra Buhara’yı kuúatmıútı. Bu sırada
Sultan Alâeddin Muhammed’in Emîr-i Âhûr’u Keúlu, Buhara’da idi. Nesevî, onu ve
beraberindekileri “iú iúten geçti diye savaúı ihmal ettiler, durup savaúacaklarına bir
416
Nesevî, Farsça, s.244.
Nesevî, Farsça, s.117.
418
Abbas Sabbâ÷, “Mîrâhur”, DøA, C:XXX, s.141.
419
Nesevî, Farsça, s.69; Ayrıca, Bünyadov, age., s.111.
420
Nesevî, aynı yer.
417
106
çıkıúla kendilerini kurtardılar” sözleriyle eleútirmektedir.421 Açıkça anlaúıldı÷ı üzere
Emîr-i Âhûr -zaten Emîrler arasından seçilmesinden de görüldü÷ü gibi- sadece
ahırları idare eden bir görevli de÷il aynı zamanda yüksek rütbeli bir askerdir.
Nesevî’nin úehrin müdafaası için savaúmasını beklemesi de, savaúmanın onun
görevlerinden olmasından ileri gelmektedir.
f. Emîr-i Alem
Hükümdarın bayra÷ını taúımakla görevli kumandandır.422
Savaúlarda,
Sultanın yanında, ordunun merkezinde yer alan bayrak ve sancakları alemdârlar
taúıyorlardı ve alemdarların baúı da Emîr-i Alem’di.423 Ayrıca bayrak ve sancakların
yalnız savaúlarda bulunması ile de÷il aynı zamanda imâl ve muhafazası ile de Emîr-i
Alem’in meúgul oldu÷unu söyleyebiliriz.
Nesevî’de Sultan Alâeddin Muhammed devrini anlatırken emîrü’l-alemi’lIrakî unvânı ile ùemseddin adında bir kumandanı zikretmektedir.424
g. Çetrdâr
Sultanın
çetrinin
taúınması,
açılması
ve muhafazasından çetrdârlar
sorumludur. Savaú ve seferlerde hükümdarın yanında bulunurlardı. Zaten bilindi÷i
üzere hükümdarlık alâmeti olan çetr Sultanların seferlerinde her zaman yanlarında
idi.
Sultan Alâeddin Muhammed, Rey civarında Atabeg Sa’d’ın kuvvetleri ile
savaúı sırasında çetri çetrdârlar tarafından savaúın baúlamasından bir süre sonra
Sultanın emri ile açılmıú ve Atabeg’in kuvvetleri ancak o zaman kiminle
çarpıútıklarını anlayıp savaúa son vermiúlerdi.425
421
Nesevî, Farsça, s.63.
Abdülkerim Özaydın, “Mîr-i Alem”, DøA, XXX, s.123.
423
Bayrak ve sancakların savaúta ordunun merkezinde bulunmasına dair örnek için bkz., Cüveynî,
age., s.370.
424
Nesevî, Farsça, s.70; Özaydın, agmd., s.124.
425
Nesevî, Farsça, s.23; øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.271.
422
107
Sultan Celâleddin Hârizmúâh, daha önce bahsetti÷imiz gibi, Erzurum hakimi
Rükneddin Cihanúâh’ı kabul etti÷i sırada, Sultanın çetri çetrdârların elinden düúerek
yıkılmıútı.426
h. Taútdâr
Sultanın le÷en ve ibriklerinden sorumlu görevlidir. Bu makamın önemi
Sultanın çok yakınında bulunmasından ileri gelmektedir. Bu göreve getirilen kiúi
úüphesiz ki, hükümdarın güvenini kazanmıú olmalıdır.427
Hârizmúâhlar’ın atası Anuútegin, Büyük Selçuklu Sultanı Melikúâh’ın
taútdârıydı. O, bu makama gulamlıktan geldi.428 Hârizmúâhlar’da bu saray görevine
nasıl ulaúıldı÷ını ve bu makam sahibinin saray içindeki görevini icrası hakkında
bilgimiz yoktur. Bildi÷imiz, makamın Hârizmúahlar sarayında varlı÷ıdır ve taútdârın
daima Sultanın yanında oldu÷udur.
Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın taútdârı Cemâleddin Ferruh idi. Sultanın onu
elçilikle görevlendirdi÷ini biliyoruz.429 øbn Bibî’ye göre, “Melik” unvânı taúıyan
Cemâleddin, Sultan Alâeddin Muhammed’in yakın adamlarından biri idi.430
i. Emîr-i ùikâr
Sultanın av organizasyonlarını düzenleyen görevlidir. Av hazırlıklarını yapar
ve av boyunca Sultanın hizmetinde bulunurdu. Her halde av için uygun yerin tespiti
ve uygun zaman konusunda Sultanı bilgilendirmek de Emîr-i ùikâr’ın görevidir.
Bu görev için, Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın Emîr-i ùikâr’ı Seyfeddin’in
adını tespit edebildik.431
426
Nesevî, Farsça, s.198-199.
Taútdâr için bkz., Erdo÷an Merçil, “Selçuklular’da Taútdâr Müessesesi”, Prof. Dr. øsmail Aka
Arma÷anı, østanbul 1999, s.55-59.
427
428
Bkz., Kafeso÷lu, age., s.36-37; Barthold, age., s.346.
Nesevî, Farsça, s.175.
430
øbn Bîbî, age., C:I, s.379; Nesevî, Arapça, s.198.
431
Nesevî, Arapça, s.198.
429
108
j. Câmedâr
Sultanın elbiselerinin muhafazasından sorumlu görevlidir. Hârizmúâhlar’da
bu görevlinin saraydaki iúlerini tespit edemiyoruz. Bir tane örne÷imiz bu makamın
varlı÷ını bize göstermektedir. øbnü’l-øbrî, Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın ölümüne
dair rivayetleri kaydederken: “Bazılarına göre, esvapçısının elbiselerini giyerek bir
müddet dolaúmıútır. ..Bu sayede bir süre gizlice yaúamıútır”432 demektedir.
k. Kıssadâr
Hükümdara iletilecek dilek ve úikayetleri yazılı olarak toplayan ve bizzat
hükümdara sunan görevlidir. Nesevî’nin kaydına göre, Hârizmúâhlar’da en saygın ve
úerefli memuriyetlerden biri idi.
Kıssadâr, dilekçeleri Perúembe akúamları Sultana sunardı ve cevaplarını
alarak gerekli yerlere iletirdi.433
l. Devâtdâr
Sultanın yazı takımlarından sorumlu görevlidir. Hârizmúâhlar’da varlı÷ını
tespit edebilmemize ra÷men görevi hakkında bilgi bulamadık. Sultan Celâleddin
devri için devâtdâr olarak Saâdeddin’in adı geçmektedir.434
m. Çaúnigîr
Sultanın yemeklerinin hazırlanmasından sorumlu olan görevlidir. Sultan için
hazırlanan yiyecek ve içeceklerin önceden tadına bakan bu görevli, Sultanın
zehirlenme ihtimaline karúı alınan bir önlem icabı var olan bu makamı iúgal
ediyordu. Gerçekten de zehirleme úeklinde hükümdarların ortadan kaldırılmasına
yönelik kasdın örneklerinin bolca oldu÷u dönemler için bu makam bir ihtiyacın
gere÷i idi. ùüphesizdir ki, caydırıcılık etkisi de vardı.
432
Abul-Farac, age., C:II., s.229-230.
Nesevî, Farsça, 134.
434
Nesevî, Arapça, s.157.
433
109
Hârizmúâhlar’da bu makam için Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın Çaúnigîri
olan ùerefeddin Tu÷rul’u sadece isim olarak tespit edebildik.435
n. ùarâbdâr
Sultanın
içeceklerinden sorumlu
görevlidir.
Bu
içeceklerin
temini,
depolanması ve bu depolar, belki de üretimleri bu görevlinin sorumluluk sahasıdır.
Sarayın içece÷ine dair ihtiyaçların tespiti, ülke genelinden gerekli ürünlerin temini
de onun yetki ve görevleri arasında olabilir.
Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın úarabdârı olarak Sadeddin Ali’nin adı
geçmektedir.436
o. Tabîp
Sarayda, hükümdarın hizmetinde tabipler de bulunuyordu. Tabiplerin
seferler sırasında da Sultanın yanında olduklarını biliyoruz.
Hârizmúâh Atsız ölmeden önce øbnül-Esîr’in kaydına göre felç olmuútu.
Doktorlar onu tedavi etmek için çok u÷raútılarsa da olumlu netice alamadılar. Ve
gene øbnü’l-Esîr’e göre, doktorlarının bilgisi dıúında ilaçlar kullanmıútı ve bunun
üzerine de hastalı÷ı úiddetlenmiú, iyice güçten düúerek hayatını kaybetmiúti.437
Sultan Tekiú, vezîri øsmâîliler tarafından öldürülünce o÷lunu onlarla
mücadele için görevlendirmiú, kendisi de aynı amaçla asker toplamaya baúlamıútı.
O, bu sırada hasta idi. Nefes darlı÷ı çekiyordu. Hastalı÷ı burnuna ve bo÷azına da
geçmiúti. Tabipler onu muayene ederek istirahat etmesi tavsiyesinde bulundularsa da
Sultan onlara itibar etmeyerek “içindeki kin ateúinin iste÷ine uyup, yola çıktı”.438
Ancak kısa sürede hastalı÷ın úiddeti arttı ve bu hastalıktan kurtulamayarak hayatını
kaybetti.439
435
Nesevî, Farsça, s.190.
Nesevî, Farsça, s.113.
437
øbnül-Esîr, age., C:XI., s.179.
438
Cüveynî, age., s.277.
439
Cüveynî, aynı yer; øbnül-Esîr, age., C:XII., s.133.
436
110
Sultan Tekiú’in o÷lu Yunus Han da gözlerinden hastalanmıú ve doktorlar bu
hastalı÷ın tedavi etmeyi baúaramamıúlardı.440
p. Müneccim
Hârizm Sultanları, astrolojinin iúaretlerine önem veriyorlardı ve yanlarında
müneccimler bulunduruyorlardı.
Sultan Tekiú, düúmanlarının kökünü kazımak düúüncesiyle planladı÷ı Irak
seferine güneúin Koç burcuna girdi÷i “u÷urlu gün” de, yani 21 Mart’ta çıkmıútı.441
Öte yandan Sultan Alâeddin Muhammed, Mo÷ollar’ın geliúi karúısındaki
çaresizli÷ini biraz da yıldızlarının u÷urunu kaybetmesine yoruyordu. “Baúvurdu÷u
müneccimler de ona u÷urlu yıldızlarını batmakta oldu÷unu ve u÷ursuzların
do÷makta oldu÷unu söylediler”.442
Gerçekten de astroloji itibar gören bir sahaydı ve müneccimler de Sultanların
yanı baúındaydı. Reúidüddin Vatvât bir kasidesinde yıldızların u÷uruna úu úekilde
atıf yapıyordu:
“ øki u÷urlu yıldızın bir burçta bir araya geldikleri gibi, iki kutlu padiúâh da
bir sarayda bir araya geldiler”.443
Sultan Celâleddin Hârizmúâh da müneccimlerin sözlerine itibar ediyordu. O,
øsfahan’da bulundu÷u sırada, úehir yakınlarında bulunan Mo÷ol kuvvetlerine karúı
ne yapması lazım geldi÷ini müneccimlere sormuútu. Müneccimler üç gün
bekledikten sonra harekete geçmesini tavsiye ettiler. Sultan üç gün bekledi.444
Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın müneccimlerinden biri de øbn Bîbî’nin
annesi idi. øbn Bibî’nin anlattıklarına göre, Türkiye Selçuklu Sultanın elçisi olarak
440
Cüveynî, age., s.271.
Cüveynî, age., s.266.
442
Cüveynî, age., s.317.
443
Cüveynî, age., s.256. Reúidüddin Vatvât bu kasîdede Hârizmúâh Atsız ile Sultan Sencer’in kız
kardeúinin o÷lu olan Rükneddin Muhammed b. Muhammed Bu÷ra Han’ın bir araya gelmesini
övmektedir.
444
Nesevî, Farsça, s.167.
441
111
Ahlat’a giden Kemaleddin Kâmyâr onu Sultan Celâleddin’in yakınında görmüútü.
Onun hakkında “kendisine baúvurulan, sözü kabul gören ve saygı duyulan biri”
oldu÷u sonucuna varan elçi dönüúte gördüklerini Sultan Alâeddin’e anlatmıútı.445
Zaten daha sonra øbn Bibî’nin annesi ve babasının Türkiye Selçukluları’nın
hizmetine girdiklerini biliyoruz.
øbn Bibî’nin ifade etti÷i gibi, gerçekten de “kadınların ilimle u÷raúmaları
ender rastlanan bir durumdu ve kendisi de hayranlık uyandırmakta idi”. øbn Bibî’nin
annesi müneccimli÷i büyükbabasından ö÷renmiúti.446
r. Mihter-i mihterân
Sultanın
günlük
oda
hizmetlerinden,
yatak,
çadır
ve
döúeme
malzemelerinden sorumlu olan “mihterler”in baúı yani ferraúlar olup aynı zamanda
mukaddem-i ferraúân unvânıyla da anılır. Sultan Alaeddin Muhammed, Abeskûn
adasında öldü÷ünde yanında Mihter-i mihterân Mukarrebüddin Mahmud da
bulunuyordu ve onu defnedenler arasındaydı.447
s. Nedîm veya Havâss
Sultanın yakınında bulunan bu görevliler, kaynaklarımızdan anladı÷ımız
kadarıyla kendilerine verilen görevleri yerine getiriyorlardı. Bu görevler çok
çeúitlidir. Kaynaklarımızda hem nedîm hem de havâss olarak adlandırılmaktadırlar.
Ayrıca “Hâdimân-ı Hass” diye de bilinmektedirler. Havâss’ın baúı “Melik” unvânı
taúımaktadır.448
Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Sultan Tu÷rul’un kızı olan Melike’nin Hoy’a
gitmek arzusunu yerine getirmek için Hâdimân-ı Hass Taceddin Kılıç ve Bedreddin
Hilâl’i görevlendirmiúti.449
øbn Bîbî, age., C:I., s.439.
øbn Bîbî, age., C:I., s.2.
447
Nesevî, Farsça, s.70.
448
Nesevî, Arapça, s.111; Taneri, age., s.103.
449
Nesevî, Farsça, s.141.
445
446
112
Gene Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Gürcistan seferinde baúarılı olunca
müjdeyi Tebriz’e ulaútırmak görevini nedîmi Teceddin Kılıç’a vermiúti.450
t. Müstahdemler
Sarayın genel iúleri için görevlendirilen müsdahdemlerin baúı “Mukaddem-i
Çavûúân” idi.451 Çavuúlar ve müstahdemler onun emri altındaydı. Bunlar ordudaki
çavuú sınıfından farklıdır ve saray görevlileridir. Ancak bunlar da savaú ve
seferlerde hükümdarın yanında bulunup, onun emirlerini yerine getiriyorlardı.452
Sultan
Alâeddin
Muhammed
Abeskûn
adasında
iken
yanında,
453
hizmetlilerinden Bulak Çavuú da vardı.
Mukaddem-i çavuúân, öyle anlaúılıyor ki emrinde çalıúacakları seçerek bu
görevlere getirebiliyordu. Çünkü Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Mukaddem-i
çavuúân Kemaleddin’i øsmâîlî fedaîlerini istihdam etti÷i için öldürtmüútü.454
Hârizmúâhlar sarayındaki görevliler úüphesiz burada anlattıklarımızla sınırlı
de÷ildir. Biz kaynaklarımızdan örneklerini bulabildiklerimizi buraya aldık. Aslında
kaynaklarımız bu görevlilerin saraydaki hayatları hakkında hemen hemen hiçbir úey
söylemiyor. Genellikle Sultanların baúından geçenleri anlatırken yeri geldikçe bu
görevlilerden, o anki yaptıklarından bahsetmek üzere söz ediyorlar.
Kaynaklarımızda belli belirsiz varlı÷ına iúaret edilen nöbetçiler455ve
muhafızlar (müfredân-ı ebvâb)456 da saray görevlileri arasındadır. Ayrıca sarayda
gulamların oldu÷unu da söyleyebiliriz. Saray görevlilerinden gulamlıktan gelen var
mıydı? Ya da gulam müessesesi Selçuklu devletindeki gibi mi iúliyordu? Bu
soruların cevabını tespit etmek Hârizmúâhlar için gerçekten çok zordur. Ancak úu
kadarını söyleyebiliriz ki, gulam müessesesi, e÷itimi ve sarayda çeúitli görevlerde
450
Nesevî, Farsça, s.144.
Nesevî, Farsça, s.165.
452
Taneri, age., s.106.
453
Nesevî, Farsça, s.70.
454
Nesevî, Farsça, s.165.
455
Cüveynî, age., s.374.
456
Cüveynî, age., s.366.
451
113
yükselmeleri Selçuklu örne÷indeki gibi de÷ildi. Hârizmúâhlar’da birçok görev
baúarıya göre tayin edilebiliyordu ve sultanın emri ile bir görevliler yetki sahalarının
dıúında da birçok vazifeyi yerine getiriyorlardı.
G. ORDU TEùKøLÂTI
1.ORDUNUN YAPISI VE KARAKTERø
Çalıútı÷ımız dönem devletleri için siyasî olan her olay aslında askerîdir.
Siyâsî planların, siyâsî hedeflerin gerçekleúmesi askerî faaliyetler ile do÷ru
orantılıdır. Bu nedenle Hârizmúâhlar için de ordu aynı zamanda devleti kurmak,
yaúatmak, sınırları geniúletmek ve hatta devleti yıkmak anlamlarına gelir. Bu tespit
bizi Hârizmúâhlar ordusunun yapısını ve özelliklerini incelemeye sevk etmektedir.
Hârizmúâhlar ordusunu, devletin kuruluúundan itibaren bulundu÷u faaliyetler
açısından genel olarak inceledikten sonra, bu kuúbakıúı de÷erlendirmenin çizdi÷i
hatlar çerçevesinde Hârizmúâhlar’da ordu ile ilgili olarak tespit etti÷imiz her bilgiyi
uygun baúlıkta incelemeye çalıúaca÷ız.
Kaynaklarımız Hârizmúâhlar ordusuyla ilgili olarak savaú merkezli bilgiler
vermektedir. Orduya dair birçok konu kesin olarak kaynaklarımızda yer almaz.
Örne÷in askere alınıú, uygulanan e÷itim, kusurlu bulunan askerlere kusurun
úiddetine göre verilen cezalar ve ganimetlerin paylaúımı kaynaklarımızda do÷rudan
yer almamaktadır.457 Buna ra÷men kaynaklarımızdan elde etti÷imiz bilgilerle
Hârizmúâhlar ordu teúkilatını inceleyebilme úansına sahibiz.
457
Hârizmúâhlar tarihine çalıúmıú olan Nafi’ Tevfik’in, kitabının ordu teúkilatı kısmının baúında
kaynaklardan yakınmasına bu noktada katılmakla beraber, baúlangıçtan itibaren onun bu yakınmadaki
asıl gayesinin Hârizmúâhlar’ın Irak havalisinde yaptıkları tahribatı ve halka muamelelerini tek ilgi
oda÷ı halinde ele almasını maksatlı buluyoruz. Ayrıca Tevfik yaptı÷ı de÷erlendirmelerde zamanın
gerçeklerini, devrin di÷er bütün devletlerinin de aynı úekilde de÷erlendirilmesi gereklili÷ini hiç
dikkate almamıútır. Bu bahsi biraz açmak ve Tevfik’e bir cevap vermek istiyoruz. Tevfik, kitabının
213-215. sayfalarını “Fethedilen Ülke Halkına Hârizmliler’in Davranıúı” baúlı÷ına ayırarak, “onların
kalpleri øslâm merhametinden yoksundu” demektedir. Bkz.s.213. Ayrıca suçlamaları bu kadarla
sınırlı kalmayarak úu ifadeleri kullanmaktadır: “Hârizmliler’in zafer kazandıkları ülkelerdeki halka
muamelesi iyi de÷ildi. Sultanlarının önünde ahaliye zulüm ederlerdi....Davranıú biçimlerinin çok kaba
ve úiddet içeren davranıúlar oldu÷u konusunda herkes birleúiyor...Kafası uçurulmaktan kurtulanlar
zulüm ve úiddetten kurtulamazlardı. Baúarı ve nüfuzları oranında zulüm ve gaddarlıkları paralel
olarak úiddetini artırırdı.” “Hârizmli askerler, zulüm ve tahripkârlı÷ı adeta normal davranıúmıú gibi
huy edinmiúlerdi. Halkın mal ve mülklerini ellerinden almayı ola÷an sayarlardı.” Bkz. s.213. Do÷rusu
114
Hârizmúâhlar Devleti askerî sistem üzerine kurulan bir devlettir ve devletin
bu temel dayanak noktası devlet sisteminin úekillenmesinde birinci derecede rol
oynayan
etken
olarak
bütün
hükümdarları
tarafından
öncelikli
olarak
de÷erlendirilmiútir.
Hârizmúâhlar Devleti’nin kuruluúu askerî güce dayanmaktadır. Hârizmúâh
Atsız, Sultan Sencer’e karúı ba÷ımsızlık hareketine giriúti÷inde úüphesizdir ki,
etrafında topladı÷ı askerî kuvvetlere güveniyordu. Aynı zamanda Atsız, iyi bir
askerdi. O, Sultan Sencer’in yanında savaúlara katılmıú ve gösterdi÷i baúarılar ile
Sultan’ın gözünde sa÷lam bir yer edinmiúti. Onun savaúlarda gösterdi÷i baúarıları,
cesareti ve askerî yeteneklerini kaynaklarımız da övmektedir.458
Atsız, Sultan Sencer’in yanından ayrılıp Hârizm’e döner dönmez isyan
bayra÷ını açmıú, ba÷ımsızlık için mücadeleye baúlamıútı. Ancak onun en azından
úimdilik askerî gücünün böyle bir teúebbüs için yeterli olmadı÷ı Sultan Sencer’in,
Hârizm’e yürümesi ile anlaúıldı. Sultan Sencer, tabiîdir ki, Atsız’ın bu teúebbüsünü
affedemezdi. 1138 yılı Eylül ayında Belh’den hareketle Hârizm üzerine yürüdü.
Sultanın hareketi karúısında Atsız bir varlık gösteremedi÷i gibi o÷lu Atlıg da
biz bu ifadeler karúısında el-insaf! demekten kendimizi alamıyoruz. Görüldü÷ü gibi ifadeler hem çok
keskin hem de sanki sadece Hârizmliler böyle davranıyormuú izlenimini vermeyi hedefliyor. Oysa bu
do÷ru de÷ildir. Adı geçen sayfalarda Sultan Tekiú ve Sultan Celâleddin Hârizmúâh devirlerinde
yapılanlar örnek olarak gösterilmeye çalıúılmaktadır. Sultan Celâleddin devrinde orduya Sultanının
tam bir hakimiyetinin süreklili÷inden bahsetmek do÷ru olmaz. Celâleddin devrinin úartlarını göz ardı
etmek ise tarihçilere yakıúmaz. Sultan Celâleddin Hârizmúâh devletini kurtarmaya, mümkün olan bir
co÷rafyada tutunmaya çabalayan ve hatta bunun için çırpınan bir hükümdardır. Mo÷ol tehdidi yanı
baúındadır ve nereye gitse peúinden gelmektedir. Onun zamanında devletin bütün kurumlarıyla
tamamen iúledi÷ini bile söyleyemeyiz. Ayrıca, onun çıkan isyanlar karúısında sert tedbirler almasının
yanlıú tarafı yoktur. Bu halde bile Sultan Celâleddin örne÷in, Tebriz civarında halkın periúan halini
görünce vezîre ait ambarlarda bulunan hububatın halka da÷ıtılmasını ve alınacak verginin üç yıl
ertelenmesini emretmiúti. Nesevî, onun yaptıkları için “adaleti severdi ancak çıkan isyanlarda adalet
yolundun ayrıldı..” derken aslında bir gerçe÷e iúaret etmekte ve devamında da bunun nedeni olarak
sultanın zamanındaki kargaúayı göstermektedir. Bkz. Taneri, age., s.87. Sultan Tekiú devri Irak’ında
yaúananlara gelince bu hadiselerde Halifenin payını da unutmamak gerekir. Bölgede huzursuzluktan
ve kargaúadan nasiplenmeye çalıúması adı geçen bölgenin adeta kaynayan kazan halini almasına
sebep olmuútur. Biz burada taraf tutmak amacında de÷iliz. øfade etmeye çalıútı÷ımız tarihçinin
görevinin dönemin gerçeklerini göz ardı etmesinin yanlıúlı÷ıdır. Gücün bilek gücü anlamına geldi÷i,
savaúta kazananın hemen ço÷unlukla keyfi davrandı÷ı, ya÷manın talanın her millet tarafından
yapıldı÷ı bir ça÷dan bahsediyoruz. Savaúta payına düúen insanların alınıp satılmasının meúru oldu÷u
bir ça÷da “galip olan her úeyi alır” mantı÷ının dıúında davranan mı olmuútur? Belki tarihçi haklı
bulup bulmadı÷ını úahsi görüúü olarak verebilir ama her halde tek bir tarafı hedef alarak suçlama
yapmasına tarih ilmi izin vermez.
458
Cüveynî, age., s.250; Mîrhând, age., CIV., s.357.
115
öldürülmüútü.459 Aslında Atsız’ın kuvvetlerine güvendi÷ini anlıyoruz. Çünkü o,
savaú için gerekli hazırlıkları yapmıú ve savunma tedbirlerini almıú bulunuyordu. Ne
var ki, Sultanın ordusu ile savaúın hemen baúlangıcında ordusu çözülmeye baúlamıú
ve Atsız yenilgiye mani olamamıútı.
Hârizmúâh Atsız’ın kendisine ba÷ımsızlık u÷rundaki bu güveni ve istiklâl
mücadelesi úâyân-ı dikkattir. Çünkü onun ba÷ımsız bir hükümdar olmak u÷runa
giriúti÷i bu teúebbüs Kafeso÷lu’nun ifadesiyle; “Sultan Sencer gibi tarihin sayılı
büyük hükümdarlarından”460 birine karúı veriliyordu. øúte bu nedenledir ki, biz de
Hârizmúâhlar ordusu incelerken, Atsız’ın ba÷ımsızlık teúebbüsünü, devletin
ordusunun da kuruluú dönemi olması sebebiyle dikkatle ele almayı uygun bulduk.
Çünkü Atsız’ın ba÷ımsızlık mücadelesi tamamıyla askerî bir harekettir.
Acaba Hârizmúâh Atsız, Sultan Sencer’e karúı koyacak gücü kendisine
hissettiren bu güveni nereden alıyordu? Buradaki bir sebep, Selçuklu Devleti ve
Sultanının artık güçten düúüyor olması ise de biz konuya Atsız cihetinden bakaca÷ız.
Hârizmúâh Atsız, anlaúıldı÷ı üzere Cend ve Mangıúlak arasında bulunan
arazilere akınlar yaparak elde ettikleri ile ordusunu kuvvetlendirmeye çalıúıyordu.
Sultan Sencer’in birinci Hârizm seferinden sonra hazırlanan ve Selçuklu dîvânından
çıkan belgeye göre, “ Atsız, bu bölgedeki Müslüman ahalinin kanını dökmüútü ve
bütün bu giriúimleri Sultan’dan izin almadan uygulamıútı”.461 Atsız daha sonraki
tarihlerde de bu bölgeler ve hatta daha da kuzeye seferler yaparak bozkır Türk
kavimlerinin ordusuna katılmasını temin etmiúti. Öyle ki, o, Cend Fetihnâmesi’nde
“suƥnjr-u øslâm”ı müdafaa462 ile övünüyordu.
Atsızın güvendi÷i bu kuvvetler Hârizmúâhlar ordusunun temelini oluúturdu.
Ancak bu ordu hiçbir zaman Sultan Sencer’i ma÷lup edebilecek güçte de÷ildi. Atsız,
Sultan Sencer’e karúı askerî her hangi bir galibiyet kazanamadı. Bu ifadelerden
Cüveynî, age., s. 251; øbnü’l-Esîr, age., C:XI., s.67.
Kafeso÷lu, age., s.44.
461
Leningrad Münúeat Mecmuası, vr. 143b- 145b için bkz., Köymen, Münúeat Mecmuaları, s.587588; Kafeso÷lu, age., s.47.
462
Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, ø.Ü. Kütüphânesi, Nr:F 424, vr.33a-39b; Ayrıca bakınız,
Köymen, agm., s.581. Cend’in önemi için ayrıca bkz. Abdülkerim Özaydın, “Cend”, DøA, C:VII,
s.359-360.
459
460
116
ordusunun güçsüz oldu÷u sonucu çıkmaz. Çünkü, örne÷in Sultan Sencer’in ilk
Hârizm seferinde Atsız her ne kadar yenilmiú ve makamından alınmıú ise de
Sultanın bölgeden ayrılması üzerine tekrar ve zorla idareyi ele geçirmeyi baúarmıútı.
Atsız
ba÷ımsızlık
u÷runa
askerî
teúebbüslerde
bulunmaktan
asla
vazgeçmemiúti. Bilindi÷i üzere Sultan Sencer, Atsız’ın bu giriúimleri karúısında
Hârizm’e üç kez sefer düzenlemek zorunda kaldı. Hârizmúâh Atsız, Sultan Sencer’e
1138 yılındaki ma÷lubiyetinin ardından askerî faaliyetlerine devam ile 1140’da
Buhara’ya saldırmıútı. Daha sonra Sultana itaatini bir belge ile resmen ilân etmiú463
ise de bu durum gerçe÷i yansıtmıyordu. 1141 yılında Sultan Sencer’in, Katvân’da
ma÷lup olmasından Hârizmúâh Atsız, Horasan’ı ele geçirme noktasından
faydalanmaya çalıúarak önce Serahs, ardından da Selçuklu payitahtı Merv üzerine
yürümüútü. 1142 baharında onu Niúâbûr önlerinde görüyoruz. Atsız’ın bütün bu
giriúimleri bize onun ordusunun gücü açısından bir fikir vermektedir. Sultan Sencer
1143 Temmuzunda ikinci kez Hârizm’e sefer düzenlemiú, Atsız baúlangıçta karúı
koymaya çabalamıúsa da yenilece÷ini anlayınca af dileyerek tâbîiyyeti kabul etmiúti.
1147’de Sultan Sencer üçüncü defa Hârizm’de idi. Atsız bu defa Hezâresb
Kalesi’nde ona iki ay kadar direnebilmiúti.
464
Görüldü÷ü gibi Hârizmúâh Atsız,
mücadelesinden hiç vazgeçmedi.
Sultan Sencer’in 1153 yılında O÷uzlar’a esir düúmesinin ardından
Hârizmúâh, beklenen hareketler içine girmedi. O, O÷uzlar’a karúı tek baúına bir
mücadeleyi göze alamadı. Oysa Katvân Savaúı’ndan sonra süratle Horasan’ı istilaya
kalkıúmıútı.465
Atsız, devletin kurucusu sıfatıyla güçlü bir ordunun da temellerini atmıú
oldu. Ayrıca onun dönemi Hârizmúâhlar ordusunun daha sonraki dönemlerde alaca÷ı
úeklin de habercisi oldu.
463
Bu sevgendnâme için bkz., Köymen, agm., s.580-581.
Cüveynî, age., s.253 vd; øbnü’l-Esîr; age.,C:XI, s.92; Hüseynî, age., s.67; Köymen, Büyük
Selçuklu ømparatorlu÷u Tarihi: økinci ømparatorluk Devri, s.342-353.
465
Bkz. Kafeso÷lu, age., s.65-72.
464
117
Hârizmúâh Atsız öldü÷ünde (31 temmuz 1156) øl-Arslan, kumandanlar ve
askerin biat etti÷i úehzâde olarak yanında bulunan ordu ile Horasan’dan Gürgenç’e
hareket ederek Hârizm tahtına çıkmıútı.466 Emrindeki ordu Hârizmúâh øl-Arslan’a
daha saltanatının ilk zamanlarında øran iúlerine karıúma imkanı sunmuútu. Ayrıca
Hârizmúâh askerî gücüne güvenerek Irak’taki geliúmeleri de dikkatle takip ediyordu.
Sultan Sencer’in ölümünden (9 Mayıs 1157) sonraki geliúmelerin baú aktörü olma
talebi ise úüphesiz ki güvendi÷i askerî kuvveti nedeniyledir.
Hârizmúâh øl-Arslan 1160’ta Horasan’daki kuvvetleri sayesinde kısmen de
olsa bir otorite sa÷lamıú bulunuyordu. 1165’te Nesâ’da hutbeyi kendi adına
okutuyor, ardından da önceleri himaye edip úimdi arasının bozuk oldu÷u, Sultan
Sencer’in eski kumandanlarından Dihistan sahibi øhtiyarüddin Aytak üzerine
úiddetle yürüyüp adı geçen úehre hakim oluyordu.467
Hârizmúâh øl-Arslan’ın Niúâbûr civarındaki hareketleri bölgenin Müeyyed
Ay-aba’nın kontrolünde olması sebebiyle onu destekleyen Atabeg øldeniz’in
Hârizmúâh’ı faaliyetlerinden dolayı tehdit etmesine sebep olmuú ise de, 1167
tarihinde Bistam yakınlarındaki savaúta galip gelen øl-Arslan olmuútu.468 1167
tarihinde Hârizmúâh øl-Arslan’ın ordusunun gücü Horasan’ı itaat altına almaya
yetiyordu.
Bu tarihlerde Hârizmúâh, Maveraünnehr Karluklar’ının hâmîsi sıfatıyla bölge
iúlerine iyiden iyiye müdahale edebilen bir gücü ifade ediyordu ki, dayana÷ı da
úüphesiz ki ordusuydu. Onun bu giriúimlerine cevap olarak harekete geçen
Karluklar’a Hârizmúâh’ın ordusu Ayyar Bey kumandasında karúı durmayı
baúaramayarak ma÷lup oldu÷unda øl-Arslan’ın hastalı÷ı iyice artmıú durumdaydı.
Bu yenilginin hemen ardından 19 Mart 1172 tarihinde Hârizmúâh øl-Arslan öldü.469
Hârizmúâh øl-Arslan’ın takip etti÷i siyaseti askerî kuvvetleriyle desteklemesi
Hârizmúâhlar Devleti’nin temellerinin sa÷lamlaúmasına katkı sa÷ladı÷ı gibi
466
Cüveynî, age., s.257.
Kafeso÷lu, age., s.76-78.
468
Ayrıntılar için bkz. Kafeso÷lu, age., s.78.
469
Cüveynî, age., s.256 vd.; øbnü’l-Esîr, age., C:XI, s.303; Mîrhând, age., C:IV, s.365.
467
118
kendinden sonrası için de devletin daha ileriye götürülmesine uygun bir ortam
hazırlamıútır.
Hârizmúâh øl-Arslan’ın ölümünden sonra yaúanan Tekiú ve Sultanúâh
arasındaki taht kavgası devletin askerî kuvvetlerini de parçaladı. Sultanúâh
Mahmud’un iktidarını Alâeddin Tekiú tanımadı. Sultanúâh’ın annesi Terken
Hatun’un onu zorla dize getirmek için ordu hazırlatması üzerine Alâeddin Tekiú,
Karahıtaylar’dan yardım istedi. Karahıtay hükümdarı Gürhan470’ın kızı devletin baúı
olarak kocası Fuma idaresindeki ordu ile sa÷lanan anlaúma gere÷i Tekiú’e yardımı
kabul etti. Sultanúâh ve annesi bu güce karúı koyamayacaklarını anlayarak Gürgenç’i
terk ettiler.471 Öyle anlaúılıyor ki, taht kavgasının baúlangıcında kardeúlerden biri
di÷erine kendi kuvvetleriyle üstünlük sa÷layabilecek askerî kuvvete sahip de÷ildi.
Sultanúâh bundan sonra hep yardımcılar aramıú ve hatta bir kere de o,
Gürhan’ın kızından yardım temin ederek, gene Fuma idaresindeki Karahıtay
ordusuyla birlikte Gürgenç önlerine ulaúmıútı. Ancak ne var ki, Alâeddin Tekiú’in
yerinde askerî tedbirleri sayesinde zafer kazanamadı.472
Hârizmúâh tahtına hakim olan Alâeddin Tekiú 1174’te kardeúi ve onun
annesini Subarlı’ya ulaútıkları sırada üzerlerine hücum ederek Terken Hatun’u
öldürmüútü.473
Hârizmúâh Tekiú, kardeúi Sultanúâh kendisine karúı Horasan’da hazırlıklar
yaptı÷ı sırada dahi Sirderya ötesinin devleti için önemini kavramıú ve bu do÷rultuda
askerî faaliyetlerde bulunarak Barçınlıgkend ile civarını iktidarına ba÷lamayı
baúarmıútı. Hârizmúâh bölgeyi o÷lu Taceddin Aliúâh’a verdi ki, bu bölge devletin
hududunu gösteriyordu.474 Hârizmúâh Tekiú’in bu faaliyetlerinin anlamı, bozkır
Türk kavimlerince Hârizmúâh’ın gücünün hissedildi÷idir.
470
Bkz. Abdülkerim Özaydın, “Gürhan”, DøA, C:XIV, s.323.
øbnü’l-Esîr, age., C:XI, s.303; Ayrıca bkz., Kafeso÷lu, age., s.84.
472
Cüveynî, age., s.260 vd; øbnü’l-Esîr, age., C:XI, s.304; Mîrhând, age., C:IV, s.368 vd.
473
øbnü’l-Esîr, age., C:XI, s.303;Cüveynî, age., s.260 vd; Mîrhând, age., C:IV, s.367; Kafeso÷lu,
age., s.86.
474
Ba÷dadî, age., s.38-43’de Taceddin Aliúâh adına Barçınlıgkend’in kendisine verildi÷ine dair
menúûr yer almaktadır. Barçınlıgkend için bkz., Kafeso÷lu, age., s.93.
471
119
Hârizmúâh Tekiú’in askerî gücü 578 (1182) tarihine gelindi÷inde Buhara’ya
hakim olmaya yetiyordu.475 Hârizmúâh Tekiú bundan sonra da Sultanúâh engeline
ra÷men hem hâkimiyet bölgelerini geniúletmeye hem de ordusunu kuvvetlendirmeye
devam etti. Daha Sultanúâh hayatta iken o, Horasan ve Mazenderan’a hakim
bulunuyor, Irak’taki geliúmeleri de dikkatlice takip ediyordu. Ama gene de
Sultanúâh’ın 29 Eylül 1193 tarihindeki476 ölümü ile tam bir serbesti kazandı.
25 mart 1194’te Irak Selçuklu hanedanından Sultan II.Tu÷rul’u ma÷lup
ederek Hemedan’da tahta çıkması artık Hârizmúâh Alâeddin Tekiú’in bölgedeki en
kuvvetli askerî güç oldu÷unu anlamına geliyordu. Ordusu da “Sultan”ın adı kadar
büyük bir anlam ifade ediyordu. Sultan Alâeddin Tekiú bundan sonra askerî
baúarılarının ve ordusunun kendisine verdi÷i güven sayesinde Abbasî Halifesine
kafa tutabiliyordu. Öyle ki, Sultan Hemedan’da bulundu÷u sırada halifelik katından
gelen elçi Mücîrüddin el-Ba÷dadî, Halifenin tehdit dolu mesajını ve elindekilerle
yetinmesi uyarısını bildirdi÷inde Sultanın cevabı gözü yılmazlı÷ını ortaya koyar
nitelikteydi. Sultan cevabında: “Sahib-i Dîvân-ı Arz, maiyetimizde yüz yetmiú bin
süvari kaydetmiútir” diyerek askerin ihtiyacını karúılayabilmek için Halife’den,
Hûzistân’ı da istiyordu.477 Sultan Alâeddin Tekiú bu cevabında ordusuyla
övünmekte haklıydı.
Sultan Tekiú ömrünün sonuna kadar askerinin kumandanı olarak savaúlara
katılmıútı. Devletinin sınırları ve gücü buna ba÷lı olarak günden güne arttı. Sultan
Tekiú 4 Temmuz 1200 tarihinde öldü÷ünde o÷luna teúkilâtı sa÷lamca oturmuú bir
devlet ve çok kuvvetli bir ordu bırakmıútı. Devletin sınırları Ba÷dat civarından Talas
yakınlarına kadar uzanıyordu ki, bu sınırlar artık imparatorluk sınırları idi.478
Gerçekten de Sultan Tekiú’in siyasî ve askerî yetenekleri ile baúarılarını ne kadar
övsek azdır. Belki de bu yüzden tarihçiler ve hatta kaynaklar o÷lu Sultan Alâeddin
Muhammed ile onu mukayese etmekten kendilerini alamamıúlardır. Sultan Tekiú
475
Hârizmúâh Tekiú’in Buhara’yı ele geçirmesinin ardından düzenlenen fetihnâme Ba÷dadî’nin adı
geçen eserinin 125-131. sayfalarında bulunmaktadır. Belgede tarih yoktur. Ancak Barthold ve
Kafeso÷lu’nun kabul etti÷i tarih 1182’dir. Bkz., Barthold, age., s.364 vd.; Kafeso÷lu, s.97.
476
Cüveynî, age., s.267.
477
Ravendî, age., C.II., s.355.
478
Kafeso÷lu, age., s.146.
120
tarihçiler tarafından övüldü÷ü kadar Sultan Alâeddin Muhammed özellikle Cengiz
Han’ın ordularına karúı sergiledi÷i tutum ve uyguladı÷ı taktikteki hatası nedeniyle
yerilmiútir.
Sultan Alâeddin Muhammed, kuvvetli bir ordu elinin altında oldu÷u halde
tahta çıkmıútı. Baúlangıçta ordusu onun tahtını sa÷lamlaútırmasına ve babasının
ölümünü fırsat bilenlerin sindirilmesine yardım etti. Örne÷in Sultan Tekiú ölünce
Irak elden çıkmıútı. Gurlular ise her zaman büyük tehlikeydi.
Sultan, ordusunu harekete geçirerek 1201 Eylülünde Horasan’a girdi.479
Serahs’ta ise kumandanlı÷ındaki ilk baúarısızlı÷ını gösterdi. Gur hükümdarı
Gıyaseddin tarafından burada görevlendirilen Emîr Taceddin Zengi b. Mesud’un
úiddetli savunmasının yanı sıra, onun Sultan kıt’alarını çekerse kaleden ayrılaca÷ı
do÷rultusundaki vaadine inandı. Oysa kale kumandanı, Sultanın askerlerinin
uzaklaúması fırsatını iyi kullanarak gerekli ikmali temin ile kalesini savunmaya
devam etmiúti. Hayal kırıklı÷ına u÷rayan Sultan Alâeddin Muhammed, Hârizm’e
döndü.480 Kısa bir süre sonra Hârizm kuvvetleri Serahs’ı ele geçirmiú, Nesâ ve
Ebîverd ile civar bölgeleri devleti tâbî kılmıúlar ise de bu örnek Sultan Alâeddin
Muhammed’in askerî yetene÷ine iúaret etmesi bakımından kaydı de÷er.
Hârizmúâhlar için ciddî bir tehlike olan Gurlular’ın ortadan kaldırılarak Gur
ve Mazenderan bölgesinin hâkimiyete alınması baúarısı úüphesiz sultan Alâeddin
Muhammed’e aittir. Yukarıdaki örne÷imizden onun askerî yeteneklerden yoksun
oldu÷u sonucu çıkarılamaz. Sadece Sultan Tekiú ile mukayese etti÷imizde onun
askerî yönünün babası kadar iyi olmadı÷ı sonucuna ulaúıyoruz.
Gur Sultanı Gıyaseddin Ebü’l-feth Muhammed b. Sâm’ın Ocak 1203
tarihinde ölümü úüphesiz Hârizmúâhlar için iyi bir fırsattı.481 Çünkü úimdi de Gur
tahtı için mücadele baúlıyordu. Sultan Alâeddin Muhammed, Gurlular’a a÷ır bir
darbe indirmek gayesiyle Herat üzerine yürüdü. Seçilen bölge amaca en uygun
yerdi. Çünkü Gurlular’ın Horasan’daki en önemli mevkii durumundaydı. Ocak
479
Cüveynî, Cüveynî, age., s.279.
øbnü’l-Esîr, age., C:XII, s.146; Kafeso÷lu, age., s.152-153.
481
Mîrhând, age., C:IV, s.391; Kafeso÷lu, age., s.155.
480
121
1204’te Herat’ı ele geçiren Sultan buradan kuvvetleriyle Merv üzerine yürüdü.482
Ancak Gur Sultanı ùihâbüddin ustaca bir manevra ile 1204 Eylülünde Sultanın
yoklu÷undan istifade gayesiyle do÷rudan Hârizm üzerine yöneldi. Sultan merkezini
savunmak için süratle harekete geçti. Gur Sultanının kuvvetleri önlerine çıkan bütün
engellerin aúarak Hârizmúâhlar Devleti’nin baúkenti Gürgenç’i kuúattılar.
ùehir halkı müdafaa için büyük bir gayret sarfetti. ùâfîi Fakihi ømam
ùihâbüddin-i Hayvakî minberlerden halkı hararetli konuúmalarıyla savunmaya davet
ediyor, onun çabası muazzam tesirini anında gösteriyordu. Halk, úehir savunmasının
baúında bulunan Terken Hatun’u büyük bir gayretle destekleyerek alınan tedbirlere
bizzat katılıyor, para veya silah temini için varını yo÷unu ortaya koyuyordu.483 Bu
durum aslında tam da Kazvînî’nin Gürgenç hakkında yazdıkları ile uyum
sa÷lıyordu: “Bu kentin tüm halkı askerdir. Bakkallar, fırıncılar, kasaplar,
terziler...”484
Sultan çok az bir kuvvetle úehre girip, süratle Gurlular ile savaúı kabul için
Cüveynî’nin verdi÷i abartılı rakam olan yetmiú bin askerle olmasa da yabana atılmaz
bir kuvvetle úehirden çıkmıútı.485 Sonuçta zafer Hârizmúâhlar’ın oldu. Bu örnekte
dikkatimizden uzak tutmamamız gereken bir nokta da Gurlular’ın Hârizmúâhlar
baúkentini kuúatacak askerî güce sahip olduklarıdır.
Sultan Alâeddin Muhammed’in Gurlular’a nihâî darbeyi vurmasına imkân
sa÷layacak bir geliúme de Mart 1206 tarihinde, ùihâbüddin Ebul-Muzaffer
Muhammed b. Sâm’ın ölümü ile kendini gösterdi.486 Gur Devleti içinde baú gösteren
kargaúadan Sultan Muhammed faydalanmayı bilmiú ve 1207’de a÷ır bir darbe
indirmiúti.
Sultan Alâeddin Muhammed devri de Hârizmúâhlar için hep askerî
mücadeleler ile geçmiúti. Teúkilatı incelerken örneklerini verece÷imiz burada genel
olarak de÷indi÷imiz bu askerî faaliyetler neticesi Sultan Alâeddin Muhammed
482
Geniú bilgi için bkz., Kafeso÷lu age., s.156-157.
Cüveynî, age., s.282 vd.; Kafeso÷lu, age., s.158.
484
Kazvînî, Âsârü’l-bilâd, Beyrut 1960, s.519; Ayrıca bkz., Bünyadov, agm., s.45.
485
Cüveynî, age., s.282; Kafeso÷lu, age.,158.
486
Cüveynî,age., s.286-289.
483
122
Gurlular’ı ortadan kaldırmıú, Mazenderan ve Maveraünnehir’e tamamen hakim
olmuú bulunuyordu. Öte yandan Kirman ve Sicistan imparatorlu÷a ba÷lıydı ve
sınırlar Umman Denizi’ne dayanıyordu. Irak-ı Acem, Fars bölgesi ve Azerbaycan
Sultanın ordusunun zaferleriyle tâbiiyyete girmiúti.
Sınırların bu denli geniúli÷i, askeri sayısının çoklu÷u ve gücü Sultan
Alâeddin Muhammed’in kendisini üstün hissetmesine kâfi geliyordu. Ancak 1217
yılı sonun baúlangıcı oldu. Sultan, Güçlük sorununu zamanında lehine çözemedi.
Oysa Mo÷ollar bu sırada eskiden Karahıtaylar’a ait bulunan toprakları zaptetmiú ve
Sirderya
kıyılarına
ulaúarak
Hârizmúâhlar
Devleti
ile
sınırdaú
olmuú
bulunuyorlardı.487
Ghulam Rabbani Aziz çalıúmasında Hârizmúâhlar Devleti’nin yıkılıúını,
kartondan evlerin birdenbire yıkılıúına benzetiyor.488 Mo÷ollar’ın tek bir
darbesinden sonra devletin ve ordunun çözülüúüne atıfta bulunan bu benzetme
gerçe÷i ifade etmektedir.
Ordunun asıl kuvvetini, kumandanından aldı÷ını, kumandanın bir ordu için
ne büyük bir önem taúıdı÷ını da Mo÷ol darbesi gözler önüne sermektedir. Sultan
Alâeddin Muhammed’in bocalaması, hemen sonra kaçmasını mecbur kılmıú, izledi÷i
hatalı askerî yol ise her úeyini elinden almıú, imparatorlu÷unun bütün úa’úasının
söndü÷ünü görerek onu yalnızlık içinde bir ölüme sürüklemiútir.
Hârizmúâhlar’ın askerî faaliyetlerini genel olarak ele almaya çalıútık.
Böylece ordunun ulaútı÷ı bölgeleri görebilmekteyiz. Ayrıca hükümdarlara göre
kronolojik olarak askeri faaliyetleri de ele almıú olduk. Teúkilatı incelerken bu genel
çerçevenin konuyu daha iyi açıklayaca÷ını düúünüyoruz. ùimdi de orduyu teúkilât
olarak inceleyebiliriz.
487
488
Kafeso÷lu, age., s.228-229.
Ghulam Rabbani Aziz, age., s.187.
123
a. Hâssa Ordusu
“Do÷rudan hükümdarın emri altında bulunan”489 Hâssa Ordusunun birinci
görevi baúkenti, hükümdarı ve saltanatı korumaktı. Bu cümleden hâssa ordusu
baúkentte ve baúkentte yakınında konuúlanıyordu veya
Sultan ile birlikte onun
harekâtına katılıyordu.
Örne÷in Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın hâssa birlikleri onun sürekli yer
de÷iútirmek zorunda kalması nedeniyle daima sultanın yanında, hareket halinde
bulunuyordu.490
Sultan Alâeddin Muhammed, Gurlular’a karúı Herat üzerine harekete
geçerek bu úehri Ocak 1204’te ele geçirip Merv üzerine yürüdü÷ünde Gur Sultanı
ùıhâbüddin’in Sultanın bu hareketine karúılık olarak hârizm baúkentini kuúattı÷ından
yukarıda bahsetmiútik. Gur sultanı tehlikeyi bertaraf etmek için bu akıllıca askerî
planını uygulamaya koydu÷unda Sultan ve ordusu merkezden uzakta idi. Daha önce
úehrin savunmasında halkın gösterdi÷i gayretten bahsetmiútik. Sultan Gürgenç’e
ulaúıncaya kadar úehrin savunmasını Terken Hatun üstlenerek gereken tedbirleri
almıútı. ùüphesiz bu sırada baúkenti korumak için bırakılan hâssa birlikleri de
úehirdeydi. Çünkü Sultan úehre çok az bir kuvvetle girebilmiúti. Gurlular ile
savaúmak üzere úehirden çıktı÷ında ise beraberinde oldukça büyük bir kuvvet vardı.
Nitekim bu sayede Gurlular’a karúı baúarı sa÷layabilmiútir.491 Hâssa birliklerinin bir
kısmı Sultanın yoklu÷unda da baúkentte bulunarak koruma görevlerini yerine
getiriyorlardı. Ayrıca Terken Hatun gibi güçlü bir kadının daha önce gördü÷ümüz
devlet yönetimine do÷rudan katılmasının yanı sıra kumandanlık da yaptı÷ını
vurgulamak isteriz.
Hârizmúâh øl-Arslan öldü÷ünde (19 Mart 1172) baúkentinde de÷ildi. Onun
yoklu÷u sırasında da hâssa birliklerinin Gürgenç’te veya úehrin yakınında
bulundu÷unu anlıyoruz. ùehzade Tekiú, babasının ölümü üzerine tahta çıkan kardeúi
Sultanúâh’ın Hârizmúâhlı÷ını tanımayarak Karahıtaylar’dan aldı÷ı yardımla Gürgenç
Köprülü, agmd., ø.A., C:V/I., s.281; Nafi’ tevfik, age., s.195.
Taneri, age., s.123124.
491
Cüveynî, age., s.282.
489
490
124
üzerine yürümüútü. Bu sırada ona karúı koyamayaca÷ını anlayan Sultanúâh annesi
Terken Hatun ile birlikte úehirden ayrıldı. Sultanúâh ile Terken Hatun’un yanında
Mâzenderân’a gitmek üzere oldukları bu sırada üç-dört bin kiúilik bir kuvvet
vardı.492 Her halde bunlar da hâssa kuvvetleri olmalıdır.
Hârizmúâhlar’ın hâssa ordusu Türkler’den oluúuyordu. Orduyu oluúturan
askerler para ile satın alınan veya savaúlarda ele geçirilen gulamlar ile KanglıKıpçak Türk kabile reislerinin emri altındaki ücretli askerlerdi.493 Burada adı geçen
ücretli kıt’alar zaten asker oldukları için ayrıca e÷itime tâbi tutulmuyorlardı.
Gulamların e÷itimine dair ise kaynaklarımız bilgi vermiyor. Acaba gulamların hâssa
ordusu içindeki oranı ne idi? Bunu ö÷renemiyoruz. Gulam sisteminin494
Hârizmúâhlar’da var oldu÷unu Selçuklu’nun devamı olma özelli÷ini bu nokta da
Hârizmúâhlar’ın da gösterdi÷ini söyleyebiliriz. Ancak sistemin Selçuklular’da
oldu÷u úekliyle iúledi÷ine dair bilgimiz yok. Hârizmúâhlar ordusunun ekseriya
bozkır Türk kavimlerinden oluútu÷unu dikkate alırsak, ordunun oldu÷u gibi hâssa
kuvvetlerinin de ço÷unlu÷unu bu askerlerin oluúturdu÷unu söyleyebiliriz. Bunlar
savaúa hazır birliklerdir. Ayrıca e÷itilmelerine ihtiyaç duyulmamıútır. Gulamlar daha
çok “merkezdeki saray ricalinin emri altında”495 bulunuyordu.
Hâssa birliklerine do÷rudan hazineden ödeme yapılıyordu ve bu tahsîsâtın
kayıtları da Dîvân-ı Hass tarafından tutuluyordu.496
Hâssa Ordusuna ba÷lı kuvvetlerin belirli bir kısmının bazen Sultanın emriyle
öncü birlik olarak kullanıldı÷ını görmekteyiz. Örne÷in Hârizmúâh Sultan Tekiú,
1182 tarihinde Serahs önlerinde bulundu÷u sırada Horasan’da karıúıklıkların artması
üzerine on bin kiúilik bir öncü birli÷ini Horasan sınırına sevk etmiúti.497
Sultan Alâeddin Muhammed ise hâssa birliklerinin içinden bir tümen
ayırmıútı ve onları ortadan kaldırılmasını istedi÷i kiúilerin öldürülmesi için
492
Kafeso÷lu, age., s.85.
Köprülü, agmd., ø.A., C: V/I., s.281.
494
Bkz. Erdo÷an Merçil, “Gulâm”, DøA, C:XIV, s.182.
495
Köprülü, aynı yer.
496
Köprülü, aynı yer.
497
Geniú bilgi için bkz., Kafeso÷lu, age., s.101-102.
493
125
kullanmıútı. Bu birli÷in baúına cellat Ayaz Cihan Pehlivan’ı tayin etmiúti. Bu úahıs
Sultanın gözünde çok iyi bir yer edinmiúti ve “melik” unvânına layık görülmüútü.498
Sultan Alâeddin Muhammed Otrâr Meliki Tâceddin Bilge Han’dan úüphelenince,
onun önce görev yerini de÷iútirerek Nesâ’ya göndermiú sonra da Ayaz Cihan
Pehlivan’a emir vererek öldürtmüútü.499 Nesâ halkının kendisinden memnun
oldu÷unu anladı÷ımız Bilge Han’ın ölüm kararını Sultan sebep göstermeden
vermiúti ve celladı da aldı÷ı emri anında yerine getirerek maktulün baúı ve hazineleri
ile Hârizm’e dönmüútü.500
Hâssa ordusunun içinden seçilen birlikler muhafız olarak da görev
yapıyordu. ùüphesizdir ki, hükümdarların özel muhafızları vardı. Ancak onların ve
aileleri ile hazine veya eúyalarının bir yerden bir yere nakli sırasında muhafızlık
görevini hâssa birlikleri yerine getiriyordu. Bu askerî muhafız birlikleri aynı
zamanda kervanları da koruyorlardı.501
Hârizmúâhlar ordusunu mümkün oldu÷u kadar Mo÷ol ordusuyla daha çok da
Cengiz Han’ın ordusuyla karúılaútırmamız gerekir. Böylece ma÷lubiyet sebepleri
arasında ordu teúkilâtının rol oynayıp oynamadı÷ını tespit edebiliriz. Ayrıca acaba
gerçekten Mo÷ol ordusu Sultan Alâeddin’in ordusundan güçlü mü idi? sorusunun
cevabını bulabiliriz.
Öncelikle inceledi÷imiz baúlı÷a uygun olarak Cengiz Han’ın ordusundaki
hâssa kuvvetlerine bakmalıyız. Gizli Tarih bu konuda bize oldukça cömert bilgiler
veriyor. Cengiz Han birli÷ini sa÷layıp güçlenince ordu sisteminde de bazı yenilikler
yapmıútı. Bunlardan biri de muhafız birliklerinin sayısının artırılması idi. Cengiz
Hân’ın hâssa birliklerinin asıl görevi hükümdarlarını ve onun maiyetini korumaktı.
Bu görev için gece ve gündüz muhafızları olarak sınıflandırılmıúlardı. Önceleri gece
için seksen, gündüz için yetmiú muhafız görevlendiriliyor iken Cengiz Han’ın
güçlenmesi sonucu ihtiyaç gere÷i yaptı÷ı de÷iúiklik ile bu sayı artırılıyor ve
498
Nesevî, Farsça, s.33-36; Kafeso÷lu, age., s.207. Kafeso÷lu, Sultanın vehimli olması nedeniyle
böyle bir iúe giriúti÷i fikrine biz de katılıyoruz.
499
Nesevî, Farsça, aynı yer.
500
Nesevî, aynı yer; Kafeso÷lu, age., s.207-208.
501
Bünyadov, age., s.90; Bünyadov., agm., s.46-47.
126
muhafızların görevleri ayrıntılı olarak tespit ediliyordu. Bu teúkilatın kuruluúuna
iúaret etmektedir. Yeni sayı ise bir tümen idi.502 Bu tümende binbaúı ve yüzbaúı
o÷ullarına öncelik veriliyordu. Seçilebilmek için aranan en önemli úart ise iyi
savaúçı ve vücut olarak gösteriúli olmaktı. Tümende kendi içinde onlu sisteme göre
teúkilatlanıyordu.503
Cengiz Han muhafız birli÷ine büyük önem veriyordu. Nitekim o, “úahsımız
etrafında toplanan bir tümenlik bu muhafız kuvveti iye talim ve terbiye görsün ve
ordunun çekirde÷ini teúkil etsin” emrini vermiúti.504
Rütbe olarak da muhafız birli÷indeki askerler ordunun di÷er kısımlarında
aynı rütbede bulunanlara göre üst sayılıyordu. 505
Görüldü÷ü gibi Cengiz Han’ın ordusunda da Hâssa kuvvetlerinin ayrıcalıklı
bir yeri vardı. Bu kuvvetler de daima Hanlarının yanında bulunarak onu
koruyorlardı.
b. Hârizmúâhlar Ordusunda Kanglı-Kıpçaklar
Hârizmúâhlar Devleti ordusunda Kanglı-Kıpçak Türk boylarının özel bir yeri
vardır. Ordunun esas gücünü oluúturdukları andan itibaren devletin kaderine de
hakim olan bu unsur inceleyece÷imiz üzere Hârizmúâhlar devleti için aynı zamanda
karakteristik bir özellik de oluúturmuútur. Üstelik Kanglı-Kıpçak Türk boylarının
Hârizmúâhlar Devletinde görev almaları sadece askerî sahada de÷il, devlet
yönetiminden bölgenin Türkleúmesine, günlük hayattan dil ve kültüre kadar her
sahada etkili izler bırakmıútır. Yeri geldikçe bunların hepsine de÷inece÷iz.
Hârizmúâhlar ordusunda Kanglı Kıpçaklar’ın yeri ve önemi ile bu boylara
karúı yürütülen politikanın tespiti ve tesirinin ortaya konulması Türk tarihçilerinin
ürünüdür.506 Gerçekten de devletin ordu ve di÷er sahalardaki politikalarında etkin
502
Gizli Tarih, s.149. Bilindi÷i gibi Mo÷ol ordusu onlu sistem üzerine kurulmuútu.
Gizli Tarih, s.150.
504
Gizli Tarih, s.151.
505
Gizli Tarih, s.152-153.
506
Köprülü, agmd., ø.A., C.V/I., s.281 ve özellikle Kafeso÷lu, age., s.91-101.
503
127
olan bu gücün askerî önemi Hârizmúâhlar’ın teúkilâtı konusunda araútırmalarda
bulunan Ziya Bünyadov ve Nafi‘ Tevfik tarafından yeterince algılanamamıútır.507
Hârizmúâhlar’ın bozkır Türk bölgesi olan Cend havalisi ve kuzeyi ile ciddi
úekilde, daha baúlangıçta Hârizmúâh Atsız döneminde ilgilenmeye baúladıklarını
görüyoruz.508 Hârizmúâh Atsız 1145 tarihinden önce de Üsyurt ve Mangıúlak
civarında askeri faaliyetlerde bulunmuú ise de bu tarihte artık Cend’e hakim olmuú
bulunuyordu. øúte bu tarih bozkır Türk boylarının Hârizmúâhlar ile ciddi anlamda
temaslarının baúlaması açısından oldukça önemlidir.
Hârizmúâh Atsız’ın Cend’i ele geçirmesi hakkında, hazırlattı÷ı Fetihnâme
dolayısıyla bilgi edinebiliyoruz. 540 Rebiülahir (Eylül-Ekim 1145) tarihli Ebkârü’lefkâr’daki Fetihnâme’de509 daha önceden bölgede faaliyetlerde bulunuldu÷u ancak
son zamanlarda devleti u÷raútıran baúka iúlerle meúgul olmak zorunda kalındı÷ı
anlatılıyor. Ayrıca Cend úehrinin fethinden sonra úehirde bulunan askerler (emîr ve
sipehsâlârân) ile Cend ileri gelenlerinin itaatlerini bildirmek üzere huzura geldikleri
ve bunun üzerine de Hârizmúâh Atsız’ın onları affetti÷i kaydedilmektedir.510
Hârizmúâh Atsız bölgeye verdi÷i önemi o÷lu Ebu’l-Feth øl-Arslan’ı Cend’e
tayin ederek göstermiútir.511 Cend bölgesine verilen önemin daha sonraki devirlerde
de sürdü÷ünü görmekteyiz. Bunun bir iúareti olarak genelde büyük evlatlar Cend’e
tayin olunuyordu.512 Hârizmúâh Atsız,
Sı÷nak bölgesine 1152’ de de sefer
513
düzenlemiúti.
507
Bünyadov, agm.; Bünyadov, age., s.88-92; Nafi‘ Tevfik, age., s.193-215.
Aslında Atsız’ın babası, Sultan Sencer’in Hârizm valisi Kutbeddin Muhammed devrinde de
Hârizm bölgesinin kuzeyden gelen Türk boylarının tehdidi altında oldu÷u anlaúılıyor. Çünkü
Hârizmúâh Atsız, Abbasî Halifesi Muktefî-Liemrillah’a gönderdi÷i bir mektupta babasını kastederek
úöyle diyordu: “O, seksen sene øslâm’ın hizmetinde yaúadı. ..Yirmi yaúından beri her sene Türkler’in
ve kâfirlerin memleketlerine sefere çıktı. Ve böylece Hârizm ve Horasan ahalisi canlarından ve
mallarından emin bir úekilde yaúadılar”., Bkz., H. Horst, “Arabische Briefe der HorazmšƗhs an den
Kalifenhof aus der Feder des Rasid ad-Din WatwƗt”, ZDMG, C:116, s.30.
509
Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr.31b-34a.
510
Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, aynı yer; Toyserkânî, age., s.71-72, Atsız’ın bölgedeki
faaliyetleri için ayrıca bkz., Cûzcânî, age., s.299.
511
Cüveynî, age., s.255.
512
Kafeso÷lu, age., s.61.
513
Cüveynî, age, 254, Kafeso÷lu, age., s.61.
508
128
Hârizmúâh Atsız’ın Cend ve havalisindeki bu gayretleri dikkat çekicidir.
Onun bu sayede Cend’i bir üs olarak kullanarak bozkır içlerine, daha kuzeye
harekâtlar planladı÷ını anlıyoruz. Belki de o, devletini güçlendirmenin asıl yolu
olarak bu stratejiyi düúünmüútü. Çünkü Selçuklular’ın hakim oldu÷u bölgede ona
ba÷ımsız bir hayat hakkı çok zor görünüyordu. Ayrıca giriúti÷i mücadelede askere
úiddetle ihtiyaç duyuyordu. Zaten o, bölgeye hakim olmaya çalıúmasa Türk boyları
onun bölgesine ya÷ma hareketlerinde bulunacaklardı.
Hârizmúâh Atsız, “kâfir Türkler’e” karúı giriúti÷i bu mücadeleyi Hilafet
makamına yazdı÷ı mektuplarda da dile getiriyordu. Hârizmúâh, Halife Muktefî’ye
gönderdi÷i bir mektubunda yukarıda iúaret etti÷imiz noktayı, Halifenin huzuruna
gitme arzusunun engeli olarak dile getirmekte ve úöyle demektedir: “En büyük engel
de bu kulun topraklarının kâfir Türkler’in ülkesine sınır olmasıdır. Bu kul da
zamanını ço÷unu din düúmanları ile savaúmakla geçirip onları øslâm topraklarından
uzak tutmaktadır. E÷er o, buralardan kısa bir süre bile ayrılacak olsa burada
oturanların hiçbir koruması kalmayacaktır”.514 Di÷er bir mektuptu da: “Bu kul
Müslümanlar’ın topraklarını korumak için yılda iki defa çeúitli mevsimlerde sefere
çıkmaktadır”515 denilmektedir.
Hârizmúâh Atsız’ın bu faaliyetleri neticesinde Kanglı-Kıpçak Türk boyları
Hârizmúâhlar ordusunda yer almaya baúladılar. Hârizmúâh Atsız’ın bölgede daha
etkili olamaması ve daha fazla faaliyet gösterememesinin sebebi úüphesiz onun
bütün dikkatini Horasan’daki geliúmelere yöneltmek zorunda kalmasıdır.
Hârizmúâh Atsız’ın ölümünden (1156) sonra tahta çıkan o÷lu Hârizmúâh ølArslan döneminde bölgede ciddi bir faaliyette bulunulmamıútır. Cûzcânî’nin
ifadesinden sulh ortamı sa÷landı÷ı tahmin edilebilirse de516 Reúidüddin Vatvât’a ait
bir mektupta “kâfirler” diye tanımlanan Türk boylarının Hârizm bölgesini tehdit
ettikleri anlaúılıyor.517 Reúidüddin mektubunda “bölgede (kastedilen Hârizm) kıú
514
Horst, agm., s.34.
Horst, agm., s.35. Atsız’dan Hilafet makamına gönderilen hemen her mektupta bu tür ifadeler
vardır. Bkz., aynı makale, s.36, 37.
516
Cûzcânî, age., s.300.
517
Toyserkânî’nin kendisinde mevcut oldu÷unu bildirerek kitabında kullandı÷ı Arâisü’l-havâtır
nüshasında “Sahib-i Taraf”a yazıldı÷ı bildirilen mektup., age., s.127. Mektup tarihsizdir. Ancak
515
129
mevsiminde kâfirlerin bölgeye zarar verece÷i korkusu var. Hele úu zamanda Melik-i
Mâzî’nin vefatı nedeniyle cesaretlendiler” demektedir. Mektupta ayrıca Cend ve
Mangıúlak’ın müdafaası için mücadele etmenin gereklili÷ine vurgu yapılarak øslâm
dünyasının iúlerini düzenlemekle meúgul olan Hârizm ordusunun yorgun oldu÷unu
yaz mevsiminin iúaretleri görülünceye kadar dinlenip ailesiyle birlikte olmasının iyi
olaca÷ı görüúü dile getirilmektedir.518 Bu ifadelerden Türk boylarının her zaman
yapa geldikleri akınları sürdürdüklerini, bu tarihlerde çok da ciddi bir tehlike
oluúturmadıklarını anlıyoruz.
Kanglı-Kıpçak Türk boyları ile Hârizmúâhlar’ın iliúkileri Sultan Tekiú
devrine kadar yukarıda açıklamaya çalıútı÷ımız úekilde geliúmiútir. Adı geçen Türk
boylarının Hârizmúâhlar ordusunda sayı olarak büyük oranlara ulaúmaları ise
Hârizmúâh Tekiú’in Terken Hatun519 ile yaptı÷ı evlili÷in bir sonucudur. Çünkü
kurulan bu akrabalık ba÷ı ile Kanglı-Kıpçak unsurları büyük çapta Hârizmúâhlar
Devleti bünyesine katılmıútır. Terken Hatun’un gücünün de etkisiyle gördükleri
himaye sonucu ise zamanla ordudaki yerlerini Hârizmúâhlar aristokrasisinde yer
edinerek sa÷lamlaútırmıúlardır.520
Hârizmúâh Alâeddin Tekiú tahta çıkmadan önce Cend valisiydi. Bu nedenle
bölgenin önemini biliyordu ve daha sonra bu önemi Hârizmúâhlar lehine
de÷erlendirebilece÷i politikaları hayata geçirdi.
mektubun içeri÷ini ve mecmuada yer alan di÷er mektupları inceledi÷imizde bu mektubun, Hârizmúâh
Atsız’ın ölümünden kısa bir süre sonra yazılmıú oldu÷unu anlıyoruz. Mektupta Hârizmúâh Atsız’dan
“Melik-i Mazi” diye bahsedilmektedir.
518
Toyserkânî, age., s.127.
519
Terken Hatun’un hangi Türk boyuna mensup oldu÷u kesin olarak tesbit edilememektedir. Bu
konuda kaynaklarımızın verdi÷i bilgiler ve araútırmacıların görüúleri için bkz., Kafeso÷lu, age.,
s.131, dipnot 21. Ek olarak bkz., Meltem Demiralp, “Hârezmúâhlar Devleti’nde Alâü’d-dîn
Muhammed’in Annesi Terken Hatun”, M.Ü., Türkiyat Araútırmaları Enstitüsü, østanbul 1997,
yayınlanmamıú yüksek lisans tezi; Asuman Dilek, “XI.,-XIII., Yüzyıllarda Hârezm Bölgesinde Türk
Boylarından Kanglılar”, M.Ü. Türkiyat Araútırmaları Enstitüsü, østanbul 1994, yayınlanmamıú
yüksek lisans tezi.
Terken Hatun’un hangi Türk boyuna mensup oldu÷u konusunda de÷iúik bilgiler varsa da sonuç
olarak úunu söyleyebiliriz ki, bu boy isimleri bizim konunun baúında vurguladı÷ımız Kanglı-Kıpçak
boylar federasyonu dahilindedir. Yani Terken Hatun’un mensup olması muhtemel Türk boyları:
Kanglı, Kıpçak, veya Yemeklerin Bayavut úubesidir.
520
Kafeso÷lu, age., s.130-131; Barthold, age., s.371.
130
Sirderya ötesinden akıp gelen Kıpçak boyları daha öncede belirtti÷imiz gibi
hemen her zaman Hârizm bölgesini tehdit etmekte idiler. Bölgenin konumu ve
önemi Cend valili÷ine Hârizmúâh Tekiú tarafından o÷lu Nâsırüddin Melikúâh’ın
tayin edilmesi nedeniyle düzenlenen menúûrdu açıkça görülmektedir.521 Belgeye
göre, Cend havalisi (Hıtta-i Cend) devletin “mebde ve menúei”522 olarak
tanımlanmaktadır. Kafeso÷lu bu ifadeleri bölgenin asıl Hârizm kadar önemli
oldu÷unun göstergesi olarak kabul etmektedir ki biz de tamamıyla bu görüúe
katılıyoruz.523
Hârizmúâh Tekiú’in Sirderya ötesine yönelik faaliyetlerindin bir tanesi de
Barçınlıgkend’in devlete ba÷lanması olmuútur. Hârizmúâh Tekiú bu bölgeye de di÷er
o÷lu Tâcüddin Aliúâh’ı tayin etmiútir.524
Gene Ba÷dadî’de yer alan ve Hârizmúâh Tekiú tarafından Gur hükümdarı
Gıyâsüddin’e yazılan mektuplarda (1181) “Hârizm ordusunun Kıpçak bölgelerine
gidecekleri”525 bildirilmektedir. Asıl önemli bilgi di÷er mektupta yer almaktadır.
Buna göre, Kıpçaklar’dan Uran kabilesine reisi Alp Kara’nın kalabalık bir Kıpçak
kuvveti ile Cend hududuna gelmiú ve o÷lu Kıran’ı, Yugurlar’dan bir grup ile
Gürgenç’e göndererek hizmete hazır oldu÷u bildirmiútir.526 Hârizmúâh Tekiú bu
sayede ordusunu güçlendirmenin meyvelerini çok geçmeden almaya baúlamıútır.
Bunun ilk örne÷i Hârizmúâh Tekiú’in devletinin ciddî düúmanlarından olarak
gördü÷ü Karahıtaylar’a karúı Buhâra’nın ele geçirilmesi ile taçlanan zaferdir
(1182).527
Hârizmúâh Alâeddin Tekiú kardeúi Sultanúâh ile mücadelesinde de ordusuna
katılan Kıpçak kuvvetlerini kullanmıútı. Ayrıca Alp Kara kumandasındaki
521
Ba÷dadî, age., s.12-29.
Ba÷dadî, age., s.14.
523
Kafeso÷lu, age., s.91-92.
524
Tayin menúûru için bkz., Ba÷dadî, age., s.38-43.
525
Ba÷dadî, age., s.148.
526
Ba÷dadî, age., 156-161; Ayrıca de÷erlendirme için bkz., Kafeso÷lu, age., s.93-94.
527
Hârizmúâh Tekiú’in Buhâra’ya hakim olmasından sonra hazırlanan Fetihnâme için bkz., Ba÷dadî,
age., s.125-131. Fetihnâme’de bu Buhâra’nın ele geçiriliúi “cihad-ı a’zam” olarak tanımlanmaktadır.
522
131
kuvvetlerin Cend valisi úehzâde Nâsırüddin Melikúâh kumandasında Sirderya ötesi
harekâtları da devam etmekteydi.528
Kıpçaklar tamamıyla itaat altına alınmıú de÷illerdi. Sultan Tekiú’i 1195
yılında Sı÷nak’ta bulunan Katır Buku Han üzerine bir sefer hazırlı÷ı içerisinde
görüyoruz.529 Sultan Tekiú’in Irak bölgesiyle meúgul olmasından yararlanan Katır
Buku Han, Sultan Cend’e yaklaútı÷ında geri çekildi. Ancak Sultan Tekiú onu takipte
kararlıydı. Bu örnek bozkır Türk boylarının Hârizmúâhlar ordusunda sa÷ladıkları
faydalar kadar bir tehlike de oluúturdu÷unu ifade etmesi bakımından çok önemlidir.
Çünkü Sultan Tekiú’in Katır Buku Han’ı takibi sırasında ordusundaki Uranlar’ın
akrabaları ile savaúmak istememesi pahalıya mal oldu. Hatta bir kısmı Katır Buku
ile anlaútı. Nihayet 18 Mayıs 1195 tarihindeki savaúta Uran kuvvetleri Sultanın
ordusundan ayrılarak karúı cephede Sultana karúı savaútılar. Bir kısmı da daha
savaúın baúında Sultanın ordusunun erzak ve teçhizatını ya÷maladılar. Sultan Tekiú
a÷ır bir ma÷lubiyet almıútı. Ordusundan büyük kayıplar vererek ve ancak on sekiz
gün sonra Hârizm’e dönebildi.530
Görüldü÷ü gibi Kanglı-Kıpçak kuvvetleri Hârizmúâhlar ordusuna çok sıkı bir
úekilde ba÷lı de÷illerdi. Daha sonraki tarihlerde de onların ba÷lılı÷ının Hârizm
Sultanının yöneticilikte ustalı÷ı ve devletin hissettirdi÷i güce göre ile azalıp arttı÷ını
görece÷iz. Neticede sultan tekiú tabii ki pes etmiú de÷ildir. O, Katır Buku sorununu
çözmek için o÷lu Kutbeddin Muhammed’i görevlendirdi. ùehzâde de 1198 yılında
Katır Buku Han’ı zincire vurulmuú halde Sultanın huzuruna getirmiúti (1198).531
Bu son örne÷in benzeri olayları Sultan Alâeddin Muhammed devrinde de
görmekteyiz. Ancak Sultan Tekiú devri için bu kuvvetlerin sa÷ladı÷ı faydaların
hakkını teslim etmek lazımdır. Sultan Tekiú uzun mücadeleler vererek devletini
imparatorluk sınırlarına ulaútırmıútı. Onun kardeúi Sultanúâh ile mücadelesinin yanı
sıra Horasan, Mazenderan ve Irak bölgesindeki askerî baúarılarında adı geçen
kuvvetlerin katkısı büyüktür. Bu kuvvetlerin iyi savaúçılar olduklarını da
528
Kafeso÷lu, age., s.100-101.
Cüveynî, age., s.270.
530
Cüveynî, age., s.270.
531
Cüveynî, age., s.273.
529
132
unutmamak gerekir. Ayrıca öyle anlaúılıyor ki, en azından Sultan Tekiú devri için
Terken Hatun da bu kuvvetleri kontrol ederken devletin çıkarları hilâfına bir
faaliyette bulunmamıútır.
Sultan
Alâeddin
Muhammed
devrinde
Kanglı-Kıpçak
unsurlarının
Hârizmúâhlar Devleti için hem faydaları hem de zararları oldu÷unu görüyoruz.
Kanglı reisi Kadır Han ve 1208 tarihinde de Kezlik Han’ın isyanı Sultan Alâeddin
Muhammed’i epeyce meúgul etmiúti.532
Öte yandan Mo÷ollar ile ilk karúılaúmada (1218) bilindi÷i üzere Sultan
Alâeddin Muhammed, Kanglı-Kıpçaklar’dan oluúan ve sayıca üstün ordusu ile Cuci
idaresindeki Mo÷ol ordusu ile yaptı÷ı savaúta büyük sıkıntılarla Mo÷ollar’ı geri
çekilmeye zorlayabilmiúti.533
Ancak asıl önemli olay Otrâr faciası ve Sultanın bu olay karúısındaki
tutumudur. Sultan Alâeddin Muhammed Otrâr’da vali ønalcık’ın (Yınâl veya ønâl)
Otrâr’a gelen kafilenin mallarına el koydu÷u gibi dört yüz elli kiúinin tamamına da
öldürmüútü. Cengiz Han haklı olarak Sultan’dan suçlunun cezalandırılmasını istedi.
Bizce Sultanın Otrâr valisini öldürememesinin sebebini onun Terken Hatun’un
boyuna mensubiyetinde aramak lazımdır.534 Sultan Alâeddin Muhammed’in valiye
cezalandırması demek kendi ordusuyla ters düúmesi anlamına gelirdi. Kabile
ba÷larının kuvvetlili÷ini bildi÷imiz Kanglı-Kıpçaklar böyle bir olay karúısında
bizzat Sultanı hedef alabilirlerdi. Üstelik úüphesiz vali Terken Hatun’un himayesi
altında idi. Belki Mo÷ollar gene de yani Otrâr hadisesi yaúanmasa da do÷uyu hedef
alacaklardı ama en azından bu tarihte de÷il (1218).
Mo÷ollar’ın Hârizmúâhlar üzerine harekatı ve yapılan savaúlar sırasında da
Kanglı-Kıpçak boylarına mensup askerler mücadele vermiúlerdi. Örne÷in Otrâr’da
vali ønalcık’ın emrinde yirmi bin süvari vardı. ùüphesiz o, úehri Mo÷ollar tarafından
kuúatıldı÷ında öncelikle kendi canının derdine düútü÷ü için úiddetle burayı
532
Cüveynî, age., s.291-294¸øbnül-Esîr, age., C:XII., s.215-223.
Cüveynî, age., s.315-317; Kafeso÷lu, age., s.239-240.
534
Her ne kadar Nesevî onu Sultanın dayısının o÷lu olarak gösteriyor ise de Gayır (Kayır) Han
lakabını taúıyan bu valinin Terken Hatun’un boyuna mensubiyetinin de ötesinde bu boyun asilzâdesi
oldu÷u anlaúılıyor. Bkz. Kafeso÷lu, age., s.240.
533
133
savunmuútu (1200).535 Mo÷ollar’a karúı Buhara ve Semerkand savunmalarında da
bu kuvvetler yer almıú ancak Cengiz ordusu tarafından birço÷u öldürülmüútü.536
Sultan
Celâleddin
Hârizmúâh’ın
da
Kıpçaklar’dan
askerî
olarak
faydalanmaya çalıútı÷ını görmekteyiz. Aslında Sultan bu kuvvetlere pek
güvenmiyordu. Çünkü daha evvel inceledi÷imiz üzere Sultan Alâeddin Muhammed
önce, Terken Hatun’un etkisiyle Uzlakúâh’ı veliaht tayin etmiú ve ancak
Mo÷ollar’dan kaçarak sı÷ındı÷ı Abeskûn Adasında bu kararını de÷iútirerek
Celâleddin’i veliaht ilan etmiúti. Uzlakúâh, Sultan Alâeddin Muhammed’in, Terken
Hatun’un boyuna mensup olan eúinden do÷muútu. Görüldü÷ü gibi Kanglı-Kıpçak
etkisinin Hârizmúâhlar’da ulaútı÷ı nokta bu derece idi. Aslında bu devlette adı geçen
boyların etkisini tespit ederken Hârizmúâhlar Devleti’nin onların da devleti
oldu÷unu belirtmek gerekir. Kanglı-Kıpçaklar, Sultan Tekiú devrinden itibaren
haricî bir unsur de÷ildir.
Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Mo÷ol tehditleri karúısında her ne kadar güven
duymuyor olsa da Kıpçaklar’dan yardım almaya çalıútı. 1228 tarihinde Kıpçak
reislerinden Kurka ile temas kurarak hizmeti girmesi konusunda anlaútılar ise de
onların Sultana kayda de÷er bir faydaları dokunmamıútı.537
Mo÷ol tehdidinin neden oldu÷u kargaúa ortamında Kıpçaklar’ın bir kısmının
Gürcüler’in hizmetine girdi÷ini anlıyoruz. 1229 yılında Sultan Celâleddin’in
savaútı÷ı Gürcü ordusunda Kıpçaklar da vardı. Ancak Celâleddin onlara tuz ve
ekmek göndererek Gürcü saflarından ayrılmalarını teminde baúarılı oldu. Bu sayede
Sultan Gürcüler’i ma÷lup etti.538
c. Hanedan Mensupları ve Devlet Adamlarının Emrindeki Kuvvetler
Hârizmúâhlar ordusunu oluúturan unsurlardan bir tanesi de hanedan
mensupları ve devlet adamlarının emri altında bulunan askerî kuvvetlerdir.
535
Cüveynî, age., s.120-123.
Nesevî, Farsça, s.63 vd.; Cüveynî, age., s. 136, 145; Ebu’l-Farac, Tarih-i Muhtasarü’d-düvel,
Çev. ùerafeddin Yaltkaya, østanbul 1941, s.12’ye göre Semerkand’da öldürülen Kanglılar’ın sayısı
otuz bini buluyordu.
537
Taneri, age., s.125.
538
Mükrimin Halil Yınanç, “Celâleddin Harzemúah”, ø.A., C:III., s.51.
536
134
Hârizmúâhlar’da da Selçuklular’da oldu÷u gibi úehzâdelere çeúitli bölgeler iktâ
ediliyordu. ùehzâdeler bu úekilde belirli miktardaki askerî kuvvetin komutanı olarak
bulundukları bölgenin savunmasını üstleniyorlar ve aynı zamanda bölgede
hükümdarı temsilen idarî sistemin de baúı olarak görev yapıyorlardı.
Hârizmúâh Atsız, Cend’e hakim olduktan (1145) sonra bu bölgeye o÷lu
Ebu’l-Feth øl-Arslan’ı tayin etmiúti.539 Bu úekilde øl-Arslan emrinde önemli sayıda
askerî kuvvet oldu÷u halde Cend’de görev yapmıútı. øl-Arslan bölgenin
Hârizmúâhlar Devleti’nin kuzey sınırı olması ve Kanglı-Kıpçak Türk boyları ile
teması sa÷laması gibi önemi dolayısıyla ordusuyla birlikte stratejik bir konumda
bulunuyordu. øl-Arslan, Hârizmúâhlık makamına oturunca Cend valili÷ini o÷lu
Alâeddin Tekiú’e vermiúti. Alâeddin Tekiú de úehzâdeli÷i döneminde önemli bir
askerî kuvvetin komutanı olarak adı geçen bölgeyi idare etmiúti.
Cend bölgesinde görev yapan úehzâdeler yalnızca bölgenin savunmasını
temin için çalıúmıyorlardı. Aynı zamanda devletin bu bölgeyi üs olarak kullanıp
daha kuzeye ulaúma politikasına uygun askerî faaliyetleri
de yürütüyorlardı.
Örne÷in, Hârizmúâh Tekiú tarafından Cend’e tayin edilen úehzâde Nâsırüddin
Melikúâh’ın540 görev yaptı÷ı 1181 yılında Kıpçaklar’dan Uran kabilesinin reisi Alp
Kara Cend sınırına gelerek itaatini arz etmiúti. Kalabalık bir orduyla gelen Alp Kara
o÷lunu bir kısım birlikleri ile Gürgenç’e gönderirken kendisi Sultanın emirlerini
beklemek üzere Cend bölgesinde kaldı.541
Hârizmúâh Alâeddin Tekiú, Barçınlıg-kend’i devletine ba÷ladıktan sonra bu
bölgeyi de o÷lu Tâceddin Aliúâh’a vermiúti.542 Onun da emri altında önemli sayıda
kuvvetlerin oldu÷una úüphe yoktur. Tâceddin Aliúâh, Sultan Tekiú tarafından
ölümünden (1200) az önce Irak’a tayin olunarak øsfahan’a gönderilmiúti.543
539
Cüveynî, age., s.255.
Ba÷dadî, age., s.12-29.
541
Kafeso÷lu, age., s.93-94.
542
Ba÷dadî, age., 38-43.
543
øbnül-Esîr, Kafeso÷lu, age., s.145.
540
135
Sultan Alâeddin Muhammed de úehzâdeli÷i döneminde Horasan valili÷i
makamında görev yapıyordu. Babası öldü÷ünde de kendi kuvvetleri ve Sultanın
emrine verdi÷i askerler ile øsmâîliler’e karúı savaúıyordu.544
Sultan Alâeddin Muhammed ise o÷ullarını ülkenin en önemli bölgelerine
gönderdi. Buna göre; Celâleddin Gazne merkez olmak üzere Gur, Herat, Garcistan
ve Sicistan’a; Rüknüddin Gursançtı Irak-ı Acem’e ve Gıyâsüddin Pirúâh da Kirman
ve Mekran bölgesine tayin olunmuútu.545 Görüldü÷ü üzere devletin sınırlarının
geniúlemesi ile do÷ru orantılı olarak úehzâdelerin hâkimiyet alanları da geniúlemiútir
ki, bu da onların emrindeki askeri kuvvetlerin sayısının fazlalı÷ını iúaret etmektedir.
ùehzâdelerin kendilerine verilen bölgeleri idare etmeleri úüphesiz devlet için
birçok fayda sa÷lamaktaydı.Ancak emirleri altında önemli miktarlarda asker
bulunduran úehzâdeler her an hükümdar için bir tehlike oluúturabilirdi. Bu yalnızca
Hârizmúâhlar devleti için geçerli de÷ildir. Türk tarihi bu tür örneklerle doludur.
Zaten sistemin riskli noktası ve zaafı da buradadır. Özellikle hükümdarın ölümünden
sonra çıkan taht kavgalarında úehzâdeler emirleri altındaki kuvvetlerine dayanarak
harekete geçiyorlardı. ùehzâdeler bulundukları bölgelerde görev yaparken yarı
ba÷ımsız hareket edebilmelerinin sa÷ladı÷ı avantajı kendi kuvvetlerini artırma
noktasında de÷erlendirme gayretine giriyorlardı. Bunun bir sonucu olarak da
hükümdarın ölümü ile do÷acak kargaúa ortamında tahtı ele geçiremez iseler
bulundukları bölgede kendi ba÷ımsızlıklarını ilân ediyorlardı. Aslında bu durum
sadece úehzâdeler için geçerli de÷ildi. Bunun en güzel örne÷i herhalde atabeglerin
kurdukları hanedanlardır. Demek ki sistem, askere hükmetme yetkisine sahip olan
yani emri altında ordu bulundurabilen herkese kendi devletini kurma yolunu da
açıyordu. Bu nedenle de hükümdarlar askerî kuvvet sahibi olanlara karúı úüphe
duymakta haklıydılar. Bütün risklerine ra÷men sistemin iúleyiúini sürdürmesinin tek
izahı;
sınırları
geniúletmek
ve
savunmayı
temin
ile
devletin
idaresini
sürdürebilmenin baúka bir yolunun olmayıúıdır. Caydırıcı önlem ise hükümdarın
sa÷lı÷ında
tahta göz dikenlerin ölümle cezalandırılmaları olarak
kendini
göstermektedir.
544
545
øbnül-Esîr, age., C:XII., s.138; Cüveynî, age., s.277
Taneri, age., s.18-19.
136
Üzerinde durdu÷umuz bu noktaya iliúkin örnekleri Hârizmúâhlar tarihinde de
buluyoruz. Sultan Alâeddin Tekiú, babasının ölümü (1172) üzerine tahta çıkan
kardeúi Sultanúâh’ın hâkimiyetini kabul etmeyerek harekete geçti. Ancak o, emri
altındaki kuvvetleri yeterli bulmayarak Karahıtaylar’dan yardım almıú ve böylece
Hârizm tahtını ele geçirmiúti.
Daha önceki bir tarihte, Hârizmúâh Atsız öldü÷ünde (1157) úehzâde ølArslan hızla Gürgenç’e gelmiú küçük kardeúi Sülaymanúâh’ı öldürerek tahta
çıkmıútı.546 O, Hârizm’e hareket etti÷inde babasının ölümü üzerine ona biat eden
askerler katılmıú ise de asıl olarak úehzâdeli÷i sırasında emrinde bulunan kuvvetlerle
yola çıkmıútı.
ùehzâdelerin görev yaptıkları bölgelerde ordu kumandanı olmaları sebebiyle
“emîr-i sipehsâlâr” unvânını taúıdıklarını görüyoruz.547 Sultan Sencer devrine ait
olan ancak kim tarafından düzenlendi÷i tespit edilemeyen bir belgede548
Hârizmúâhlar hanedanı üyelerinden Ebu’l-Feth Yusuf’un∗ aynı unvân ile Rey
bölgesinde bu bölge ordusunun baúında görev yaptı÷ını tespit edebiliyoruz.
Hanedan üyeleri dıúında devlet ileri gelenlerinin de kendilerine ait askerî
birlikleri vardı. Örne÷in vezîrlerin emrinde onların güvenli÷ini sa÷lamakla görevli
önemli sayılara ulaúan birlikler mevcuttu.549
d. Tâbî Hükümdarların Kuvvetleri
Hârizmúâhlar Devleti’ne ba÷lı mahallî hanedanlar veya tâbî devletlerin
hükümdarları gerekli görülen zamanlarda Hârizm ordusuna belirli sayıda kuvvetler
göndermek zorundaydılar. Ahidnâmeler daha önceden hükme ba÷lanmıú olan bu
546
Cüveynî, age., s.257.
Ba÷dadî, age., s.38.
548
Müntecibüddin Bedii, Atebetü’l-ketebe, s.42-44. Ayrıca bkz., Horst, age., s.119, Belge I 9;
Lambton, agm., s.381 ve dipnot 83.
∗
Atabetü’l-ketebe s.44’te tam künyesi Ziyaüddevle ve’d-din Nusretü’l-øslâm ve-Müslimin EbulFeth Yusuf b. Hârizmúâh olarak kaydedilen Yusuf, Hârizmúâh Kutbeddin Muhammed’in (10971128)’in o÷ludur.
549
Horst, age., s.27.
547
137
durum tâbîli÷in bir gere÷i idi. Tâbîler, hükümdarın ordusuna katılmak üzere
gönderdiklerin kuvvetlerin masraflarını da karúılamak zorundaydılar.550
øspehbedler idaresinde bulunan Taberistan bölgesi Sultan Tekiú’in tâbileri
arasındaydı. Mâzenderân øspehbed’i Hüsâmüddevle Erdeúîr (1171-1205) Hârizmúâh
Tekiú’e hem tâbî idi hem de kızı ùah Hatun ile evlenmiúti. Sultan Tekiú’in
Mengli’ye karúı düzenledi÷i son seferde Hüsâmüddevle, Sultanın emrine iki bin
kiúilik bir kuvvet göndermiúti. 1183-1184 tarihlerinde Horasan bölgesine harekât
için yola çıkan Sultan Tekiú, Nesâ ve ùehristân civarına ulaútı÷ında Mazenderân
kuvvetlerinin kendisine katılmasını emreden bir mektup göndermiúti.551
e. Türkmenler
Hârizmúâhlar ordusunda Türkmenler’in varlı÷ına ilk olarak Sultan Alâeddin
Muhammed devrinde rastlıyoruz. Cebe ve Sübetey emrindeki Mo÷ol orduları
Merv’e yaklaútı÷ında úehirde bulunan Türkmenler Buka adındaki bir kumandanın
emri altında bulunuyorlardı. Sultan Alâeddin Muhammed’e hizmetleri dokunmuú
olan bu Türkmen, Merv’de de Mo÷ollar’a karúı savaúmak gerekti÷i fikrinin
savunucusu olmuú görünüyor. ùehrin valisi Bahâülmülk, teslim olmanın tek çıkar
yol oldu÷una çevresindekileri ikna etmeye çalıúırken Merv’deki Türkmen
birliklerinin baúında bulunan Buka, úehirde dolaúarak halkı direniúe ça÷ırıyordu.
Nitekim, úehirde bulunan Türkmenler bu giriúimi destekleyerek Buka’ya
katıldılar.552
Cüveynî’ye
göre;
Türkmenler
Mo÷ol
saldırıları
sırasında
bir
ara
Hârizmúâhlar vezîri Mucirü’l-mülk’ün hizmetine girdilerse de kendisi de bir
Türkmen olan Amûye valisi øhtiyarüddin’in geliúiyle onun emri altında birleútiler.
Hatta küçük Mo÷ol birliklerine karúı baúarı dahi kazandılar.553
Mo÷ollar, Uluúidi kumandasındaki ordularıyla Nisan 1220 tarihinde Cend’i
ele geçirdiler. Uluúidi, bu sırada Cend bölgesinde bulunan on bin kiúilik Türkmen
Köprülü, agmd., ø.A., C:V/I, s.282.
Ba÷dadî, age., s.182-186.
552
Cüveynî, age., s.164.
553
Cüveynî, age., s.166-167.
550
551
138
ordusunu kendi kumandanlarından Taynal Noyan emrine vererek Hârizm bölgesine
gitmek üzere yola çıkardı. Bu yürüyüú sırasında Mo÷ollar’a isyan eden Türkmenler
Taynal’ın geriden gelen birliklerin baúına bıraktı÷ı Mo÷ol kumandanı öldürdüler.
Bunun üzerine Taynal Türkmenler’den birço÷unu katletti. Sa÷ kurtulanlar ise Merv
ve Amûye’ye sı÷ındılar.554
Türkmenler’in Hârizmúâhlar ordusunda etkili bir úekilde Sultan Celâleddin
devrinde varlık gösterdiklerini biliyoruz. Sultan, Mo÷ol tehdidinin Azerbaycan
bölgesine ulaúması üzerine Türkmenler’den destek sa÷lama giriúiminde bulunmuútu.
Sultanın askere úiddetle ihtiyaç duydu÷u bu dönemde Türkmen birliklerinin
gerçekten de büyük faydası dokunmuútur.
Arrân ve Cibâl arasındaki bölgede yaúayan Türkmenler, Sultanın güvenini
kazanmıúlardı. Öyle ki, Sultanın hazineleri Arrân’daki Türkmen beyi Hüsâmüddin
Kılıç tarafından korunuyordu. Zaten Sultan da onların devletine hizmetini övmüútü.
Nesevî’nin kaydetti÷ine göre Sultan onların fedakârlıkla istemedikleri úeylere dahi
atıldıklarını söylemiú ve onlar için parlak bir vaad olmamasına üzülmüútü.555 Sultan
Celâleddin, 1231 tarihinde Nesevî’yi, Türkmenleri davet için görevlendirmiúti.556
f. Haúer
Bu birlikler daha çok kale ve úehirlerin savunmasında kullanılıyorlardı.557
Ravendî’nin anlattıklarına göre, Sultan Tekiú devrinde Irak’taki savaúa katılan
Hârizm ordusu içinde kadın savaúçılar da vardı. Zırhlarını giyip úiddetle savaúmıúlar,
öyle ki Irak askerlerini önlerine katıp sürmüúlerdi.558 Bu kadınlar savaúa katılanların
eúleri olmalıdırlar.559
Kaynaklarımızda haúer hakkında fazla bilgi bulunmuyor. Ö÷renebildiklerimizin ço÷u, Hârizmúâhlar’a ait úehirleri ele geçiren Mo÷ollar’ın buralardan temin
ettikleri “haúer” birliklerini baúka bir úehri ele geçirmek üzere, Hârizmúâhlar
554
Cüveynî, age., s.125.
Nesevî, Farsça, s.269; Taneri age., s.126.
556
Taneri aynı yer.
557
Köprülü, agmd., C:V/I, s.281.
558
Ravendî, age., C:II, s.365.
559
Bu görüú Kafeso÷lu ve Bünyadov’a aittir. Bkz. Kafeso÷lu, age., s.141, Bünyadov, age., s.92.
555
139
aleyhine kullanmaları ile ilgilidir. Örne÷in Mo÷ollar Otrâr ve Buhara’dan elde
ettikleri “haúer”i Semerkant’ta kullanmıúlardı.560 Cengiz Han Semerkant ve Cend
haúerini o÷lu Cuci emrine vermiúti ki bunlar Gürgenç’in muhasarasında
kullanılmıúlardır.561
Cüveynî’de geçen “serheyl-i haúerî” unvânıyla bu kuvvetlerin baúında
bulunan emîr kastedilmiú olabilir.562
Mo÷ollar ele geçirdikleri bölgelerden temin ettikleri bu birlikleri kendi askerî
sistemlerine göre, binlik, yüzlük ve onluk guruplar halinde563 düzenleyerek Mo÷ol
kumandanların emrine veriyorlardı. Yaya olan bu kuvvetler kuúatmalarda Mo÷ollar
tarafından öncü olarak ileri sürülen canlı kalkanlar olarak kullanılıyorlardı. Kat
edilen yollarda Mo÷ol atlılarının hızına yetiúmeye zorlanıyor geride kalanlar ise
öldürülüyordu.564
g. Ordu Mevcudu
Hârizmúâhlar ordusunun mevcudunu kesin olarak tespit edebilmemiz
mümkün de÷ildir. Ancak kaynaklarımızın çeúitli vasıtalarla verdikleri rakamları bir
araya getirebilir ve bir tahminde bulunabiliriz. Ancak bu tahmin sonucu elde
edilecek rakama bile úüpheyle yaklaúmalıyız. Kafeso÷lu’nun dedi÷i gibi “úark
müelliflerinin sayıların zaptında daima mübala÷aya saptıkları” unutulmamalıdır.565
Buna ra÷men biz peúinen belirtmek isteriz ki, ulaúılacak rakamlar yanılgı payları
dikkate alınarak de÷erlendirildi÷inde bile olayların kaderini etkileyecek sapmalar
göstermeyecek niteliktedir. Kesin olarak rakamları bilemesek de ordu mevcutlarına
dair kaynaklarımızın anlattı÷ı bilgiler hiç olmazsa kıyaslama yapmaya yeterli
olmaktadır. Yani, Hârizmúâhlar ordusunun sayıca ne kadar büyük oldu÷unu tespit
etmeye çalıúırken bu ordunun Sultan Tekiú ve Sultan Alâeddin Muhammed
devirlerinde øslâm dünyasının en büyük ordusu oldu÷unu anlayabiliyoruz. Di÷er
560
Cüveynî, age., s.143.
Cüveynî, age., 13-136; Kafeso÷lu, age., s.269, 273.
562
Cüveynî, age., s.177.
563
Cüveynî, age., s.145.
564
Kafeso÷lu, age., s.258.
565
Kafeso÷lu, age., s.248.
561
140
taraftan Hârizmúâhlar tarihinde hemen her dönem için düúmanları ile askerî kuvvet
kıyaslamasını genel anlamda da olsa yapabilme imkanımız da vardır.
Kuruluú devrinde Sultan Sencer’e her defasında yenilen Hârizmúâh Atsız’ın
ordusu torunu Sultan Tekiú’in hükümdarlı÷ı zamanında artık bir imparatorluk
ordusu idi. Nitekim Sultan Tekiú, Abbasî Halifesine ordusunun sayısını 1195
tarihinde “Dîvân-ı Arz’a kayıtlı yüz yetmiú bin süvari” olarak bildiriyordu.566 Bu
sayı ana orduyu oluúturan süvarilerin sayısıydı. Piyadeler de eklenecek olursa rakam
çok daha yükseklere çıkacaktır.
Sultan Alâeddin Muhammed devrinde ise ordunun mevcudu daha da
artmıútır. Nesevî, Sultan’ın Irak seferine (1217) çıkaca÷ı sıradaki durumunu
anlatınken onun gücünün doru÷unda oldu÷unu belirterek atlı askerlerinin sayısının
dört yüz bini aútı÷ını kaydetmektedir. Gene Nesevî’ye göre Sultan Alâeddin bu
muhteúem
kuvveti
gördükçe
gurur
duyuyordu.567
Gerçekten
de
Sultanın
gururlanmakta hakkı vardır. Nesevî’nin verdi÷i rakam abartılı dahi olsa, devletinin
ordusu onun zamanında en yüksek sayıya ulaúmıútır.
1218 yılında Sultan Alâeddin Muhammed yüz elli bin süvarinin katıldı÷ı bir
geçit töreni düzenlemiúti ve Sultanın yüz bine yakın piyade askeri vardı.568
Sultan Alâeddin Muhammed devrindeki ordunun mevcuduna dair en fazla
bilgiyi Mo÷ollar’ın Hârizmúâhlar ülkesine yürümeleri üzerine, Sultanın aldı÷ı askerî
tedbirler vasıtasıyla ö÷renebiliyoruz. Buna göre Sultan Muhammed, Mo÷ol
ordusunu kendisinin kuvvetleriyle do÷rudan karúılamak yerine bölgenin savunması
üzerine kurulu bir askerî plan yaparak ordusunu úehir ve kalelere da÷ıtmıútı. Bu
da÷ıtımın rakamları kaynaklarımıza göre úu úekildedir: Otrâr’da bulunan yirmi bin
askere elli bin asker ilave edilmiú, Hâcib Karaca da on bin askerle ona yardıma
gönderilmiúti. Buhâra’da yirmi bin olan asker mevcuduna otuz bin asker ile takviye
yapıldı. Semerkant’ta yüz on bin asker bulunuyordu. Rakamları verilmeyen di÷er
kuvvetler ise Tırmiz, Belh, Vahú bölgesi, Toharistan ve Gur bölgesi, Cend, Sı÷nak,
566
Ravendî, age., C:II., s.355.
Nesevî, Farsça, s.19; Ordu mevcudu için ayrıca bkz. øbn Vâsıl, age., C:IV, s.41.
568
Bünyadov, age., s.89.
567
141
Barçınlıg-kend, Fenâkend ve Hocend de konuúlandırılmıútı. Merv, Nahúeb ve
Niúâbur’da da hatırı sayılır kuvvetler bulunuyordu.569
Görüldü÷ü üzere Sultanın ordu mevcudu kesin olarak tespit edemesek de çok
büyük rakamlara ulaúıyordu. Nesevî ordunun sayıca çoklu÷unu anlatırken; “E÷er
Sultan mevkiinde kalsaydı, öyle kalabalık bir ordu oraya toplanacaktı ki hiçbir
zaman böyle bir ordu görülmemiútir”570 derken Sultan Alâeddin Muhammed’i
eleútirmekten kendini alamamıútır.
Acaba Sultan, Cengiz Han’ın yürüyüúüne karúı ordusunu úehir ve kalelerine
da÷ıtma planını sayıca üstünlü÷üne güvenemedi÷i için mi uygulamaya koymuútur?
Bu sorunun cevabı kesinlikle “hayır”dır. Sultanın karúılaúaca÷ı düúmanın ordu
mevcudu ne kadardır? Barthold’un soruya cevap olarak verdi÷i rakam “yüz elli
binden az, iki yüz binden çok olamayaca÷ı”571 úeklindedir. Kafeso÷lu da ana
ordunun yüz otuz binden az olamayaca÷ını belirtmektedir.572 Hârizmúâhlar ordusu
da tahmin edilece÷i üzere bu rakamdan az de÷ildir. Savaú, dönemin bir birine aúa÷ı
yukarı denk iki ordusu arasındadır. Ancak ne var ki, Mo÷ol ordusu savunmada kalan
Sultanın askerlerinin bulundu÷u úehir ve kaleleri bir bir ele geçirerek bu kuvvetli
ordunun savaúçılarının bir ço÷unu öldürmüútür.
Sultan Celâleddin Hârizmúâh iktidara geldi÷inde devletin ordusu a÷ır
kayıplar vererek sayıca azalmıú ve devam eden Mo÷ol tehlikesi nedeniyle
darmada÷ın bir hale gelmiúti. Sultan Alâeddin Muhammed 1220’de Abeskûn’da
ölmüútü. Sultan Celâleddin, kardeúlerinin kendi aleyhine giriútikleri faaliyetler
neticesi Horasan’a gitmek üzere yola çıktı÷ında yanında ancak üç yüz süvari vardı.
Bu sırada Uzlakúâh kendisini destekleyen yedi bin süvarilik bir kuvvete sahipti.573
Sultan Celâleddin Gazne’ye hareket etti÷inde ona katılan kuvvetler olmuú, Gazne’ye
vardı÷ında da burada ordusuna dahil olan otuz bin süvari ile rakam altmıú bine
569
Sultan Muhammed’in úehirlere da÷ıttı÷ı bu kuvvetler için bkz., Nesevî, Farsça, s.54; Cüveynî,
age., s.120; Ebü’l-Farac, age., C:II, s.496, 505, 512.
570
Nesevî, Farsça, s.53.
571
Barthold, age., s.429.
572
Kafeso÷lu, age., s.248.
573
Nesevî, Farsça, s.85.
142
ulaúmıútı.574 Ancak bilindi÷i üzere Celâleddin, Sind Nehri kenarında Mo÷ollar’a
karúı verdi÷i savaúta askerlerinin bir ço÷unu kaybetmiúti.575 Ebu’l-Ferec, Sultan
Celâleddin’in Hindistan hududunda bulundu÷u sırada doksan bin süvarisi oldu÷unu
kaydetmektedir.576 Gene Ebu’l-Ferec’e göre Sultan Celâleddin Türkiye Selçuklu
Sultanı Alâeddin’in öncüleri ile savaúırken ordu mevcudu kırk bin idi.577
Sultan Celâleddin dönemi için sa÷lıklı rakamlara ulaúamayaca÷ımız açıktır.
Sürekli yer de÷iútirdi÷i, ordusuna katılanlar ve ayrılanlar oldu÷u da göz önüne
alınırsa bu durum aslında tabiîdir. Bu úartlar altında Taneri, Sultanın ordusunun elli
bin askerden aúa÷ı olaca÷ını tahmin etmektedir.578 Sultan Celâleddin dönemi için bir
rakam tespit edemesek de devletin ordusunun eski gücünden neredeyse bir iz dahi
kalmadı÷ını söyleyebiliriz.
2. ASKERÎ HEYERARùø
a. Rütbeler
Hârizmúâhlar ordusunda var olan rütbelerin hepsini tespit edemiyoruz.
Ancak gene de kaynaklarımızda geçen ve bize kadar ulaúan askerî rütbeleri
belirtmeye çalıúaca÷ız.
Ordunun baú kumandanı hükümdardır. Hârizmúâhlar’da hükümdarları
seferlerde ve savaúlarda ço÷unlukla ordunun baúında görmekteyiz. Örne÷in
Hârizmúâh Atsız, Sultan Sencer’in emrinde iken orduları sevk ve idaresindeki
baúarısıyla Sultanın itibarını kazanmıútı. Hârizmúâh Atsız devletini kurmaya çalıútı÷ı
dönemde de ordusunun kumandanıydı. Sultan Tekiú neredeyse bütün iktidar
zamanını savaúlarda ordusuna kumandanlık ederek geçirdi. Sultan Alâeddin
Muhammed, daha önce de bahsetti÷imiz gibi kumandanlı÷ı en çok sorgulanan
Hârizm hükümdarıdır. Sultan Celâleddin Hârizmúâh ise Mo÷ollar’a karúı verdi÷i
mücadelede kahramanlıkları ile anılmaktadır.
574
Nesevî, Farsça, s106.
Sind Nehri kenarındaki savaú için bkz., Nesevî, Farsça, s.110-112.
576
Ebü’l-Farac, age., C:II., s.514.
577
Ebü’l-Farac, age., C:II., s.528.
578
Taneri, age., s.129.
575
143
Hükümdar aynı zamanda askeriyeye dair bütün kararları alırdı. Savaú ve
barıú haline karar verme, savaúta tutulacak yol, rütbe bahúetme veya azletme
Sultanın yetkisi dahilindedir. øktalar da bilindi÷i gibi hükümdar tarafından verilirdi.
ùimdi
de
Hârizmúâhlar
ordusundaki
rütbeleri
inceleyelim.
Burada
belirtmeliyiz ki ele almaya çalıúaca÷ımız rütbeler Hârizmúâhlar tarihinin her devri
için mevcut ya da aynı derecede de÷ildir. Hangi rütbenin hangi devirde var oldu÷unu
veya tespit edebildi÷imiz kadarıyla ast-üst derecelendirmesini belirtmeye gayret
edece÷iz.
(1) Emîr-i Emîrân
Hârizmúâhlar devletinde en yüksek askerî rütbe “Emîr-i Emîrân”
(Beylerbeyi)’dır. Ordunun baú kumandanına bu unvânın verildi÷ini anlıyoruz.
Ancak bu rütbe Sultan Muhammed devrinde aynı dereceyi ifade etmemektedir.
Çünkü “Han” unvânı Celâleddin döneminde en yüksek askerî rütbe idi.579
ùüphesiz hükümdar, “Emîr-i Emîrân”lık rütbesini askerî yeteneklerine en
çok güvendi÷i emîre bahúediyordu. Bu emîr de savaúlarda kumandanlı÷ını
ispatlamıú, tecrübeli bir asker olmalıdır.
Ordu kumandanı savaú ile ilgili bütün kararlarda söz hakkına sahiptir. Savaú
planları, ordunun teçhizatı, ikmal yöntemleri gibi askerlikle ilgili konularda geniú
yetkilere sahipti ve barıú zamanında da her halde askerin e÷itimi ve silahlar gibi
orduyu ilgilendiren iúlerle meúguldü. Her an savaúa hazır olmak, güvenli÷i temin
etmek onun sorumlulu÷u altında idi.580
Kaynaklarımızda bu rütbenin anlamına dair bilgi olmamakla birlikte bu
makamda görev yapmıú birkaç ismi tespit edebiliyoruz. Örne÷in øl-Arslan devrinde
bu rütbe adı ile olmasa da “ordu kumandanı” olarak ùemsülmülk b. Hüseyin Ayaz
Bey’in adı geçmektedir.
581
Kaynaklarımız kumandan anlamında “mukaddem” ve
“kƗ’id” kelimelerini de kullanmaktadırlar. Burada øl-Arslan’ın, Maveraünnehir’deki
579
Bkz. Taneri, age., s.127.
Nafi‘ Tevfik, age., s.199.
581
Hüseynî, age., s.104.
580
144
Karluk emîrlerinden Ayaz Bey’in ölümü üzerine o÷lu ùemsülmülk kaçarak
Hârizmúâhlar’a sı÷ındı÷ı anlatılmaktadır. Hârizmúâh øl-Arslan, ona “itibar göstermiú
ve lütuflarda bulunmuútu”. Hârizmúâh onu kızı ile evlendirerek ordusuna
“mukaddem” yaptı.582 Sultanın damadının, ordusunun da kumandanı oldu÷una ve
“Emîr-i Emîrân” ile aynı derecede bulundu÷una bizce úüphe yoktur.
Sultan Alâeddin Tekiú döneminde “Emîr-i Emîrân” olarak Ömer adlı bir
kumandandan da bahsedilmektedir. Sultan Tekiú, Halifenin ordusunu Hemedân
civarında ma÷lup etti÷inde (8 Mayıs 1188) Emîri-i Emîrân Ömer de onunla birlikte
savaúıyordu.583
Sultan Alâeddin Muhammed’in “Emîr-i Emîrân”ı ise Kutlug Han idi.
Mo÷ollar saldırdı÷ında Cend de bulunuyordu. Cüveynî onun için “ ‘Baúını kurtaran
kazandı’ sözüne uyarak askerlerini de yanına alıp geceleyin úehri terk etti. Ceyhun
Nehrini geçip çöl yolundan Hârizm’e do÷ru ilerledi”584 demektedir.
Bilindi÷i gibi Selçuklular’da bu rütbenin karúılı÷ı “Emîr-i Sipehsâlar”dır.
Ancak Sultan Sencer devrinde bu rütbenin aynı anlama gelmedi÷ini biliyoruz.
Çünkü
Atebetü’l-Ketebe’de
mevcut
bir
tayin
menúûrunda
Hârizmúâhlar
hanedanından Ebu’l-Feth Yusuf “Emîr-i sipehsalâr” olarak Rey bölgesine tayin
edilmektedir.585 Anlaúılan Selçuklular’daki bu unvân Hârizmúâhlar Devleti’nde de
varlı÷ını korumuútur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, “Emîr-i
Sipehsâlâr” rütbesinin ordu baú kumandanı de÷il, bir bölgenin ordusunun kumandanı
anlamına geldi÷idir.
(2) Han
Belirli sayıda askerin kumandanı anlamını ifade eden “Han” rütbesi
Hârizmúâhlar ordusunda Kanglı-Kıpçak Türk boylarının damgası gibidir. Bizce bu
unvânı adı geçen boylara mensup kumandanlar beraberlerinde getirmiúlerdir ve bu
úekilde Hârizmúâhlar ordusunda da bir rütbe karúılı÷ı olarak “Han” unvânı yer
582
Hüseynî, age., aynı yer.
Hüseynî, age., s.123-124.
584
Cüveynî, age., s.124.
585
Atebetü’l-Ketebe, s.42-44.
583
145
edinmiútir.586 Sultan Celâleddin Hârizmúâh devrinde ordudaki en yüksek rütbe
“Han” idi. Ayrıca Sultan savaúta baúarı gösterenlere “Alp Han”, “Has Han”, ve
“Sungur Han” gibi unvânlar da veriyordu.587
Hârizm ordusunun “Han”ları Mo÷ollar’a karúı savaútı bir ço÷u da bu
savaúlarda hayatını kaybetti. Semerkant úehrini savunan “Alp-er Han, ùeyh Han,
Arslan Han”588 Mo÷ollar’a karúı baúarı kazanmıúlarsa da úehrin düúmesine engel
olamamıúlardı. Semerkant savunmasında ölen “Han”lar arasında Barıúmas Han,
Sersig Han ve Ulug Han’ın isimleri geçmektedir.589
Hârizmúâhlar
devletinin
yıkılıúından
sonra
Türkiye
Selçukluları’nın
hizmetine giren Hanlar da olmuútu: Kır Han, Saru Han; Küçlü Han gibi.590
(3) Melik
Türkler’de hanedan mensubu erkekler için kullanılan “Melik” unvânı
Hârizmúâhlar’da de÷iúiklik göstererek askerî bir rütbe için de kullanılmıútır. Örne÷in
Sultan Alâeddin Muhammed, kendisine çok güvendi÷ini anladı÷ımız cellat Ayaz
Cihân Pehlivân’ı “melik” rütbesine yükseltmiúti. Emrinde on bin kiúilik süvari
tümeni olan Ayâz, Sultanın emretti÷i özel askerî emirleri anında yerine
getiriyordu.591
Nesevî’nin kaydına göre de Sultan Alâeddin Muhammed, halk takımından
olmasına karúın Müeyyidülmülk’ü “melik”li÷e yükseltmiúti. Ve gene Nesevî’ye
göre meliklik, ulaúılması güç olan bir mevkiiydi, Müeyyidülmülk’e tâlih yardım
etmiúti.592
586
Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın ordusuna katılan Mo÷ol kumandanları da unvânlarını
koruyorlardı.Bkz. Taneri age., s.127.
587
Taneri, age., s.127.
588
Cüveynî, age., s.143.
589
Cüveynî, age., s.145.
590
øbn Bîbî, age., C:I., 430, 433-434.
591
Nesevî, Kafeso÷lu, age., s.207.
592
Nesevî, Farsça, s.40.
146
Sultan Celâleddin de babası Abeskûn’da bulundu÷u sırada ona iyi hizmet
etmiú olan øhtiyarüddin Hasan’ı “melik”lik rütbesine yükseltmiúti.593
Bünyadov bu örnekten hareketle “Melik” rütbesindeki askerin süvari
tümenine kumandanlık etti÷i sonucuna ulaúmaktadır.594
(4) Emîr
Hârizmúâhlar ordusunda “Emîr” kumandan, subay karúılı÷ı bir rütbedir.
Emîrler arasından seçilerek sarayda görev alan emîrlerden saray teúkilatını
incelerken bahsetmiútik.
Emîrler ordunun hareket kabiliyetidir. Hemen hemen her savaúta, askerî her
faaliyette onların adına rastlamaktayız. Hârizmúâhlar askerî sistemi bölge esasına
göre595 düzenlendi÷i için do÷al olarak emîrler de úehir ve bölgelerde görev
yapmaktaydılar. Ayrıca bazen emîrlere özel görevler de veriliyordu. ùimdi
örneklerimizi inceleyelim:
Hârizmúâh øl-Arslan, Atsız’ın ölümü üzerine baúkente geldi÷inde kardeúini
hapsetmiú ve onun Atabegi ile bazı emîrleri öldürtmüútü.596 Bu öldürülen emîrler ølArslan’a muhalif olmalılar. Askerî bir üst düzey makam görüldü÷ü gibi devlet
yönetiminde de “taraf” olarak etki gösterebilir ve bir tehdit unsuru halini alabilirdi.
øbnü’l-Esîr de, Hârizmúâh Tekiú’in babasının emîrlerinden olan Ebu Bekr’i
“Tâcüddin” diye lâkaplandırdı÷ını kaydetmektedir.597 Bu emîr her halde gösterdi÷i
bir baúarının ödülü olarak Sultan tarafından onurlandırılmıútır. Sultan Tekiú Irak
harekâtı sırasında Emîr Tamgac’ı bir miktar askerle Rey’de bırakmıútı.598
593
Nesevî, Farsça, s.69.
Bünyadov, age., s.90.
595
Tıpkı Selçuklular’da oldu÷u gibi, Bkz. Uzunçarúılı, Medhal, s.55.
596
Kazvînî, Tarih-i Güzide, s.490.
597
øbnül-Esîr, age., C:XII, s.255.
598
Cüveynî, age., s.267.
594
147
Sultanúâh, Gur hükümdarı Gıyâsüddin ile anlaúma yaptı÷ında bu kez emîrler
anlaúmayı kaleme almak için hazır bulunuyordu.599
Emîrlerin bölgelerde görev yaptı÷ını belirtmiútik. Örne÷in, Sultan Alâeddin
Muhammed devrinde Emîr Kezlik Niúâbur’da görev yapıyordu. Cüveynî’ye göre,
“oranın iúlerini çekip çevirmeyi üstlenmiúti”.600 Mo÷ollar geldi÷i sırada Hocend
emîri Timur Melik’ti.601 Târîh-i Güzîde’de Otrâr’da tüccarların öldürülmesi üzerine
yapılan yorum ilgi çekicidir: “Bu emîrlerin ço÷u ordu sahibidir. Sultanın onlara iú
yaptırmaya gücü yetmiyordu.”602
Sultan Celâleddin Hârizmúâh ise Niúâbur’a geldi÷inde kafirlere ile savaúmak
için emîrlere mektuplar göndererek kendisine katılmalarını istemiúti.603 Sultan
Celâleddin Gazne’ye hareket etti÷inde Emin Melik kuvvetleriyle ona katılmıútı.
Ayrıca Gazne’de de Sultanın hizmetine emîrler vardı.604 Sultan Celâleddin,
Hindistan’dan dönerek Kirman’a ulaútı÷ında burada hakim bulunan Barak Hâcib,
Sultan Alâeddin Muhammed’in emîrlerindendi.605
Hârizm ordusundaki emîrlerin bir kısmı bilindi÷i üzere Sultan Celâleddin’in
ölümünden sonra Türkiye Selçuklu Devleti’nin hizmetine girmiúlerdir.606
Emîrlik tamamıyla asker kökenli olmayı gerektiren bir makamdır. Ancak
øbnül-Esîr’de, Sultan Alâeddin Muhammed devri emîrlerinden Emîr Eminüddin’in
hamallıktan bu makama yükseldi÷i kaydedilmektedir.607 Bu bir istisna olmalıdır.
(5) Pehlivân
Bu askerî rütbenin Hârizmúâhlar ordusundaki yerini tam olarak tespit
edemedik. Hangi rütbenin üssü veya altı oldu÷unu bilmiyoruz.Daha önce meliklik
rütbesine yükseltildi÷ini gördü÷ümüz Ayaz Cihân Pehlivân isminden anlaúıldı÷ına
øbnü’l-Esîr, age., C.XI, s.306.
Cüveynî, age., s.292.
601
Cüveynî, age., s.126.
602
Kazvînî, age., s.497.
603
Nesevî, Farsça, s.91.
604
Nesevî, Farsça, s.106.
605
Devletúâh Tezkiresi,C:II., s.203.
606
Örnekler için bkz., øbn Bîbî, age., C:I, s.430, 433-434.
607
øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.212.
599
600
148
göre daha önce bu rütbede idi. Biz onun melik olduktan sonra yaptıklarını bildi÷imiz
için “pehlivânlık” makamına dair bu örnekte isim dıúında bir úey ö÷renemiyoruz.
Sultan Celâleddin ordu komutanlarını savaúa ça÷ıraca÷ında bu ça÷rı için
pehlivânları da çavuúlarla birlikte görevlendirmiúti.608
(6) Çavuú
Ordudaki alt rütbelerden biridir. Çavuúların baúı “Mukaddem-i Çavuúân”
unvânını taúırdı. Örne÷in Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Mukaddem-i Çavuúân
görevindeki Kemaleddin’i, øsmailî fedailerini istihdam etti÷i için ölümle
cezalandırmıútı.609 Sultan Alâeddin Muhammed, Abeskûn’da öldü÷ünde yanında
bulunan çok az kiúiden biri de Çavuú ùemsüddin Mahmud idi.610
Hârizmúâhlar ordusundaki rütbeler úüphesiz bu kadarla sınırlı de÷ildi. Ancak
kaynaklarımızda yeterli bilgi yoktur. Bazı unvânların tam olarak hangi derecede
bulundu÷unu tayin edemiyoruz. Örne÷in Cihangûúa’da “Serhayl-i haúerî” unvânına
sahip bir emîrin adı geçmektedir.611 Bu kayıt bir rütbeye iúaret eder mi bilmiyoruz.
Çünkü kaynaklarımızda birçok kez terimler genel anlamları ile kullanılmaktadırlar.
Zaten ortaça÷ tarihi için devlet teúkilatları konusuna çalıúmanın en zor kısmı
burasıdır. Lambton haklı olarak bu zorlu÷a dikkati çekmiútir.612 Kaynaklarımız çok
küçük bir askerli birli÷in komutanına “mukaddem” derken bir baúka yerde baú
kumandan için bu kelimeyi kullanırlar. Bir yerde mukaddem olarak geçen baúka bir
yerde aynı ifade için “kƗ’id” olarak adlandırılır. Bu gibi kayıtlarda kelimeler genel
anlamları ile kullanılmıúlardır. Bir rütbe adını göstermezler. Aynı úekilde örne÷in
“Kûtvâl” kale komutanı anlamındadır. Rütbeyi de÷il görevi anlatmak için
kullanılmıú olmalıdır. Çünkü “Han” ya da “Emîr” rütbesinde olan biri kale komutanı
görevinde bulunurdu ve kaynaklarımızda onların “Kûtvâl” rütbesinde olduklarını
gösterecek herhangi bir iúaret yoktur. Görevi kasteden terimler aynı zamanda bu
608
Nesevî, Farsça, s.220.
Nesevî, Farsça, s.165.
610
Nesevî, Farsça, s.70.
611
Cüveynî, age., s.177.
612
Lambton, agm., s.365.
609
149
ifadenin bir rütbe oldu÷unu göstermezler. “Müfredân-ı Hâss”613, “Muhafızân-a
turuk”614, “Müfredân-ı Ebvâb”615 gibi. Bunlar sırasıyla, “özel muhafızlar”, “yol
muhafızları” ve “nöbetçi” anlamlarında kullanılan, icra edilen görevi bize anlatan
terimlerdir.
3.TEÇHøZAT
a. Silahlar
Hârizmúâhlar ordusu devrin en güçlü silahları ile donanmıú ordularından biri
idi. Biz her silahın hangi amaca hizmet için kullanıldı÷ı çök iyi bilinen bir husus
oldu÷u için herhangi bir tasnife gitmeden ordunun kullandı÷ı silahları açıklamaya ve
örneklendirmeye çalıúaca÷ız.
(1) Ok ve Yay
Hârizmúâhlar devrinin en meúhur okları úüphesiz Sultan Sencer’in 1148’deki
Hezâresb kuúatması sırasında kullanılan oklardır. Kuúatmada Sultan Sencer’in
yanında bulunan Enverî, úu rûbâîyi yazmıútı:
“Ey úâh, bütün yeryüzü sana aittir. Dünyanın devletini ve ikbalini sen
kazandın.
Bugün tek bir saldırıda bulunup Hezaresb’i al. Yarın Hârizm ve yüz binlerce
at senin olacaktır”
Enverî’nin rûbâîsi bir asker tarafından okun ucuna tutturularak kaleye
gönderilir. Ardından Reúidüddin’in cevabî rubaisîni getiren okta da úunlar yazılıdır:
“Ey padiúâh, senin rakibin Rüstem Pehlivan da olsa sana ait olan
Hezaresb’den bir eúek bile alamaz”616
613
Cüveynî, age., s.264.
Cüveynî, age., s.288.
615
Cüveynî, age., s.374.
616
Cüveynî, age., s.11; Kazvînî, age., s.488-489; Devletúâh Tezkiresi, C:I., s.133-134; Mîrhând,
age., C:IV., s.360.
614
150
Sultan Sencer bu meydan okumaya çok kızmıútı. Türkler için tarihte
vazgeçilmez silah olan ok, Hârizmúâhlar devrinde de önemini korumaya devam
etmiútir. Cüveynî, Sultan Alâeddin Muhammed’in Maveraünnehir harekâtından
bahsederken bir savaú sahnesi anlatımında “her iki taraftan da oklar harekete
geçirildi”617 demektedir. Sultan Celâleddin’in askerleri de Yassı Çimen savaúından
bütün oklarını tüketene kadar savaúmıúlardı.618
Savaúlarda silah olarak kullanılmasının yanı sıra bir ça÷rı iúareti olarak da
okun kullanıldı÷ını görmekteyiz. Hârizmúâhlar ordusunun toplanma ça÷rısı “ictimâ
alâmeti” olan kızıl oklar ile yapılıyordu. Nesevî, “ata binmek, toplanmak anlamına
gelen kızıl okları” Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın çavuúlar ve pehlivânlar eline
vererek emîrlerine gönderdi÷ini kaydetmektedir.619
(2) Kılıç
Yakın muharebenin bu en önemli silahı Hârizm askerleri tarafından da bütün
savaúlarda kullanılıyordu. Devrin silahlarının hemen hepsi gibi kılıç da her ne kadar
teknik özellikleri önem taúıyorsa da aslında kullanıcısının ustalı÷ı oranında iú
görüyordu. Bu nedenledir ki, ordudaki insan unsuru, askerin kabiliyeti savaúların
kaderini belirleme de büyük önem taúımaktaydı.
Hârizm hükümdarları da savaúlarda kılıç kullanıyorlardı. Zaten Sultanların
hepsi bizzat savaúlara katılıp, ordularına baú kumandanlık etmiúlerdi. Örne÷in,
Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın Sind Nehri kıyısında Mo÷ollarla yaptı÷ı savaúta
kılıç kullanmıú cesaretiyle de herkesi kendisine hayran bırakmıútı.620 ùüphesiz ki,
devrin en gözde kılıçlarına da sahip olmuúlardır.
Kaynaklarımızda savaúlardan bahsedilirken sık sık “kılıçlar kınlarından
çekildi” ifadesi yer alır.621 Savaúların úiddeti anlatılırken de kılıç ile ilgili vurgular
yapılır. Örne÷in øbn Bibî’de, Yassı Çimen Savaúı’nı anlatırken bir úiirde úu ifadeler
617
Cüveynî, age., s.298.
øbn Bîbî, age., C:I, s.395.Ayrıca, s.400,402.
619
Nesevî, Farsça, s.220, 242-243; Ayrıca bkz. Osman Turan, “Eski Türklerde Okun Hukukî Bir
Sembol Olarak Kullanılması”, Belleten, C:IX, Ankara 1945, s.309-310.
620
Bu savaú için bkz.,Nesevî, Farsça, s. 110; Ebu’l-Farac, Abûl Farac Tarihi, C:II., s.515.
621
Cüveynî, age., s.298.
618
151
yer almaktadır: “Kılıcın, okun, mızra÷ın sa÷lı sollu darbeleriyle kaplanların diúleri
dökülmeye baúladı”, “Parlak kılıçların ıúı÷ı gözlerimin önünü aydınlatmaya
baúladı622
Kılıcın devrin en önemli savaú silahlarından biri olarak taúıdı÷ı önem
úiirlerde ve hatta terimlerde de yerini almıútır. Kılıçla ilgili benzetmeler hemen
birçok yerde karúımıza çıkar. Örne÷in, Ba÷dadî’deki bir menúûrda kadılkudât tayini
yapılırken Allah’ın dinini uygulayan devletin gücüne bir atıf yapılarak “keskin kılıç
olmazsa nizam sa÷lanamaz”623 denilmektedir.
Öte yandan Hârizmúâh øl-Arslan’ın ölümünden sonra yaúanan taht
mücadelesi sırasında da úehzâdeler Alâeddin Tekiú ve Sultanúâh Mahmûd
birbirlerine gönderdikleri úiirlerle meydan okuyorlardı. Sultanúâh kendi yazdı÷ı
beyitlerde “Düúman benim kılıcımın saldırısından inler” derken Tekiú, o÷lu
Melikúâh’ın yazdı÷ı cevabî beyitte “Hazineler senin, keskin kılıç bizim olsun”
diyordu. Ve sonuçta mücadelenin sürece÷i Sultanúâh’ın beyitlerinden anlaúılıyor:
“Bakalım kimin kılıcının kabzası kanı dökecektir”624
(3) Mızrak
Hârizmúâhlar ordusunda kullanılan silahlardan biri de mızraktır. Sultan
Celâleddin’in, Sind Nehri kenarında Mo÷ollarla savaúırken kullandı÷ı silahlar
arasında mızrak da vardı.625 Sultan nehri geçtikten sonra da mızra÷ı yanındaydı.626
Yassı Çimen Savaúı’nda da mızrak kullanılmıútı. Ancak öyle anlaúılıyor ki Türkiye
Selçukluları ordusu mızrak bakımından bu savaúta daha üstündüler.627
Sultan Celâleddin’in vezîri ùerefülmülk’ün mızrak kullanmada üstün bir
beceriye sahip oldu÷unu anlıyoruz. O, ata binmede ve mızrak kullanmadaki hızı
sayesinde düúman saflarını yarıyordu.628
øbn Bîbî, age., C:I., s.395.
Ba÷dadî, age., s.48.
624
Mîrhând, age., C:IV., s.365-366.
625
Ebu’l-Farac, age., C:II., s.515.
626
Devletúâh Tezkiresi, C:II., s.202.
627
øbn Bîbî, age., C:I., s.400.
628
Akılî, age., s.271.
622
623
152
Ayrıca Câmi’u’t-tevarih minyatürlerinde Mo÷ollar’ın Hârizm úehir ve
kalelerini kuúatmalarının tasvir edildi÷i minyatürlerde savunmacıların mızrakları
görülmektedir.629
(4) Gürz (Topuz)
Süvari ve piyadeler tarafından kullanılan bir yakın muharebe silahı olan
gürz, Hârizmúâhlar ordusunda da kullanılıyordu.
øbn Bibî’de yassı Çemen Savaúı anlatılırken gürzden sıkça söz edilmektedir.
Örne÷in, “onlar dönüp sırtını gösterince peúlerinden a÷ır gürz ile koúalım”, “gürzleri
karúısında úimúek pes eder”, “birbirleriyle vücut vücuda girince kılıcın ve topuzun
yola ba÷landı” gibi. Aynı savaúta gürz bakımından üstünlü÷ün Türkiye Selçuklu
ordusunda oldu÷u da ifade edilmektedir.630
(5) Hançer, bıçak
Kaynaklarımızda fazla örne÷ini bulamasak da Hârizmúâhlar ordusunda
kullanılan silahlar arasında hançer ve bıça÷ın da var oldu÷unu biliyoruz. Zaten her
halde o dönemde bıçak veya hançersiz bir asker de÷il sıradan bir insan bile
düúünmek yanlıú olur. Çünkü bu silahlar kiúisel savunma için kolay taúınır ve
caydırıcıdırlar.631
(6) Mi÷fer, Kalkan, Zırh
Hârizmúâhlar ordusundaki askerler düúman silahlarının darbelerinden
korunmak için zırh giyiyor ve mi÷fer giyiyor ayrıca kalkan kullanıyorlardı.
Camiu’t-tevarih
minyatürlerinde
tasvirini
gördü÷ümüz
savaú
sahnelerinde
askerlerin baúında mi÷fer, üzerlerinde zırh ve ellerinde kalkan vardır.632 Sultan
Celâleddin’in askerleri “kara külah” giyiyorlardı.633
629
Bkz. Ek..
øbn Bîbî, age., s.C:I, s.397, 400,401, 402.
631
Örnek için bkz., øbn Bîbî, age., C:I, s.402.
632
Bkz. Ek...
633
Taneri, age., s.130.
630
153
Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Sind Nehri kenarında cesurca mücadele
vermesine ra÷men sayı üstünlü÷ünü elinde bulunduran Mo÷ol ordusuna galip
gelemeyince canını kurtarmak için nehre atlayarak karúıya geçmiúti. Sultan suya
atlamadan önce zırhını çıkardı.634 Sultan Celâleddin bu savaúta kılıçla birlikte kalkan
da kullanmıútı.635 Atlar için de zırh kullanıldı÷ını gene minyatürlerden anlıyoruz.636
Buraya
kadar
Hârizmúâhlar
ordusunda
askerlerin
bireysel
olarak
kullandıkları silahları açıklamaya çalıútık. Bunlara sapan ve kemendi de ilave
edebiliriz. Ordunun silahları zerdhâne (veya zeredhâne) denilen depolarda muhafaza
ediliyordu.637
Bir karúılaútırma yapabilmek için Cengiz Han devri Mo÷ol askerlerinin
silahlarına da kısaca de÷inmeliyiz. Cengiz Han’ın ordusunun en önemli özelli÷i
úüphesiz sarsılmaz disipliniydi. Bir Mo÷ol süvarisi beraberinde iki yay ve üç tane de
sadak taúıyordu. øki tür ok ucundan hafif olanı uzun mesafeler, a÷ır olanı ise kısa
mesafeler için kullanılıyordu. Süvariler ayrıca orak úeklinde kancalar kullanarak
bununla düúman atlarını düúürüyorlardı. Her asker bir balta, bir kement, bir su kabı
ve ok ucunu açmak için bir e÷e taúıyordu.
Bir Mo÷ol süvarisi savaú haricinde kulaklıklı kürk bir baúlık ile keçeden
botlar giyerken savaúta deri ve metaldan üretilmiú mi÷fer kullanırdı.638
Savaúlarda sadece bireysel silahlar kullanılmıyordu. A÷ır silahlar da oldukça
yaygın olarak kullanılıyordu. Hârizmúâhlar ordusu a÷ır silahlar bakımından da
teçhizatı tamam bir orduydu. A÷ır silahlar bilindi÷i gibi muhasaralarda
kullanılıyordu. Devrin bütün a÷ır silahlarına sahip olan Hârizmúâhlar ordusu bu
sayede birçok zaferler kazanmıútı. ùimdi de Hârizmúâhlar ordusundaki a÷ır silahları
örnekleriyle incelemeye çalıúalım. Aúa÷ıda görülece÷i üzere Mo÷ollar da
634
Cüveynî, age., s.343 Ebu’l-Farac, Tarih-i Muhtasarü’d-düvel, s.14; zırh örne÷i için ayrıca bkz.,
Ravendî, age., C:II., s.365.
635
Ebü’l-Farac, age., C:II., s.515.
636
Bkz., Ek..
637
Nesevî, Farsça, s.113.
638
Leo de Hartog, Genghis Khan Conqueror of the World, London 1989, s.45-46.
154
Hârizmúâhlar ülkesine saldırdıklarında Sultan Muhammed’in aldı÷ı savunma
tedbirlerini a÷ır silahlar yardımıyla aúmaya çalıúmıúlardır.
(7) Mancınık
Devrin en güçlü kuúatma silahlarından biri mancınıktır. Teknik olarak
sapandan hareketle yapılmıú olan mancınıklarda mermi olarak taú kullanılırdı. Surlar
ve kaleler mancınıkların attı÷ı taúlarla dövülerek aúılmaya çalıúılırdı. Muhasara
altındakiler de kendilerini savunmalarını mancınıklarla destekliyorlardı. Kuúatma ve
savunma amacına hizmet eden bu silah orduda piyade sınıfı tarafından
kullanılıyordu. Ayrıca mancınıklar tekerlekleri yardımıyla daha kolay taúınabiliyor
ve manevra kabiliyeti kazanıyordu.
Hârizmúâhlar ordusunda mancını÷ın kullanılıúına dair pek çok bilgiye
sahibiz. Sultan Tekiú Niúâbûr’a kuúattı÷ında, “mancınıkları harekete geçirerek zorlu
bir savaúa baúlamıútı”.639 Gene Tekiú devrinde Mayacık’ın sı÷ındı÷ı Firûzkûh kalesi
sultanın askerleri tarafından mancınıklarla dövülmüútü.640
Cüveynî’ye göre, Sultan Alâeddin Muhammed, babasının ölümünü fırsat
bilerek Horasan’da karıúıklık çıkaran Gurlular’a karúı süratle hareket edip 18 Eylül
1201 tarihinde ordusuyla ùadyâh (ùadiúâh) önünde göründü÷ünde beraberinde
mancınıklar da vardı. Sultanın askerleri úehri çepeçevre kuúattıktan sonra
mancınıkları harekete geçirerek surları yerle bir etmiúlerdi. Öyle ki, savunma amaçlı
kazılan hendekler mancınıklar sayesinde surdan kopan parçalarla dolmuútu.641
Sultan Celâleddin Hârizmúâh devrinde de kuúatmalarda birçok kez
mancınıkların kullanıldı÷ını biliyoruz. Nesevî’nin kaydına göre, Tebriz ahalisi
Sultanı úehirlerine almak üzere davet edince o, kuúatma hazırlıklarına baúlayıp
mancınıkları hazırlatmıútı.642 Mancınıklar her zaman elde hazır bulunmuyor ya da
639
Cüveynî, age., s.264.
Cüveynî, age., s.274.
641
Cüveynî, age., s.279. Sultanın ordusu Herat kuúatmasında da mancınık kullanmıúlardı. Cüveynî,
age., s.279.
642
Nesevî, Farsça, s.70.
640
155
sayısı yeterli olmuyordu. Böyle zamanlarda ustalar, çevredeki ba÷ ve bahçelerden
kestikleri a÷açlardan mancınıklar yapıyorlardı.643
Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Gürcüler ile yaptı÷ı savaúlarda da mancınıklar
kullanmıútı. øbnül-Esîr, Sultanın Ani ve Kars’ta surların etrafına mancınıklar
yerleútirip úiddetli bir savaúa tutuútu÷unu anlatmaktadır.644
Mancını÷a dair en çok bilgiyi Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın Ahlat
kuúatması vasıtasıyla ö÷reniyoruz. Sultan büyük önem verdi÷i Ahlat kuúatması
sırasında Nesevî’ye gere on iki mancınık kullanmıútı.645 øbnü’l Esîr bu konuda
“sayısız mancınık kurdurmuútu”646 derken Ebul-Ferec de yirmi mancınık
bulundu÷unu kaydetmektedir.647 Nesevî’nin bu kuúatmada sultanın yanında
bulundu÷unu bildi÷imizden onun verdi÷i rakama itibar ediyoruz. Ancak Nesevî’nin
anlattı÷ına göre bu mancınıklardan sekiz tanesi çalıúmıyordu.648
Sultan Celâleddin’in úehri ele geçirmek için aldı÷ı tedbirler yeterli olmamıú,
kuúatma uzamıútı. Bu sırada Sultanı ziyarete gelen Erzurum hakimi Rükneddin
Cihanúâh ile sultanın askerî bir anlaúma yaparak silah temini yoluna gitti÷ini
görüyoruz. Bu anlaúma gere÷i Cihanúâh, Sultana birçok silahın yanında
“Karabu÷ra” adını taúıyan mancınıklardan gönderecekti.649
Mo÷ollar da Hârizmúâhlar ülkesinin úehirlerine saldırdıklarında mancınıklar
kullanmıúlardı. Örne÷in Tırmiz’i kuúattıkları sırada savaú karúılıklı mancınık
atıúlarıyla baúlamıútı.650 Ayrıca Gürgenç muhasarasında da mancınıklarla surları
döven Mo÷ollar, yeteri miktarda taú bulamayınca etraftaki dut a÷açlarını keserek
köklerini mermi olarak kullanmıúlardı.651
(8) Arrâde
643
Nesevî, Farsça, s.141.
øbnül-Esîr, age., C:XII., s.417.
645
Nesevî, Farsça, s.196; Ahlat kuúatmasında mancınık kullanılmasına dair için bkz., øbn Vâsıl, age.,
C:IV, s.294.
646
øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.447.
647
Ebul-Farac, age., C:II., s.527.
648
Nesevî, Farsça, s.196.
649
Nesevî, Farsça, s.199.
650
Cüveynî, age., s.151.
651
Nesevî, Farsça, 123; Ebu’l-Farac, Tarih-i Muhtasarü’d-düvel, s.13.
644
156
Bir tür mancınık olan bu silah daha küçük ve tekerleklidir. Taúınması daha
kolaydır.
Kuúatmalarda
oldu÷u
yerleútirilerek kullanılıyordu.
652
kadar
savunmalarda
da
surların
üzerine
Mo÷ollar Niúâbûr önlerine geldiklerinde úehri
savunma hazırlıklarını tamamlamıú olarak buldular. Kale surları üzerine üç yüz tane
mancınık ve arrâde yerleútirilmiúti.653 Mo÷ollar, Buhara’yı ele geçirmeye çalıúırken
de arrâdeler kullanmıúlardı.654 Ve gene mancınıklar gibi arrâdeler de piyade askerler
idare ediliyordu.
(9) Çarh
Kuúatmalarda kullanıldı÷ını gördü÷ümüz çarhlar, birden fazla ok atmaya
yarayan aletlerdi. Zenberek diye de bilinen çarh, kaynaklarımızda “tîr-i çarh”
úeklinde de geçmektedir. Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın Ahlat kuúatması sırasında
tîr-i çarh kullanılmıútı.655 Çarhlar yalnızca kuúatmalarda de÷il meydan savaúlarında
da kullanılıyordu. Tepelerin üzerine yerleútirilen çarhlar düúman üzerine ok
ya÷dırıyordu.656
(10) Koçbaúı
Kuúatmalarda özellikle kapılara taarruz ederek bir gedik açmak ve buradan
askerlerin içeriye germesine imkân yaratmak amacıyla kullanılan bir silahtır. Büyük
kütüklerden yapılıyor ve piyade askerler tarafından kullanılıyordu.
Hârizmúâh Alâeddin Muhammed Tebriz’i ele geçirmeyi planladı÷ı sırada
gerekli aletlerin hazırlanmasını emretmiúti ki, bunlar arasında koçbaúı da vardı.657
(11) Merdiven
Kuúatmalarda en çok iú gören aletlerden biri de merdivenlerdir. Hârizmúâhlar
ordusu da kuúatmalarda merdiven kullanıyordu. Merdivenler kuúatma sırasında da
çevredeki a÷açlar kesilerek ordunun gayr-i muharip kısmında yer alan ustalar
652
DøA, “Mancınık” md.
Cüveynî, age., s.179.
654
Cüveynî, age., s.135.
655
Cüveynî, age., s.365.
656
Cüveynî, age., s.370.
657
Nesevî, Farsça, s.141.
653
157
tarafından yapılabiliyordu. Örne÷in Sultan Celâleddin Hârizmúâh emir verince
a÷açlar kesilerek mancınıklar ve merdivenler yapılmıútı.658 Öte yandan Mo÷ollar da
Hârizmúâhlar ülkesinde ilerlerken kestikleri a÷açlardan merdivenler yapıyorlardı.659
Uzak bölgelere yapılan seferlerde ordunun a÷ırlı÷ını artırmamak ve hızını
yavaúlatmamak için a÷ır silahlar ulaúılan mevkii de yapılıyordu.
(12) Ateúli Silahlar
Hârizmúâhlar dönemi için ateúli silahlarda kullanılan yanıcı madde nefttir.
Mo÷ol
askerleri
Semerkant’a
girdi÷inde
direniú
sürüyordu.
Cüveynî,
Semerkantlılar’ın “ateúlenmiú neft úiúeleri” attıklarını kaydetmektedir.660 Bunlar
basit molotof kokteylden baúka bir úey de÷ildir. Ayrıca neft tek baúına yakmak
amaçlı da kullanılıyordu. Nitekim Semerkantlılar’ın ateúlenmiú neft úiúelerine
Cengiz Han’ın askerleri kaplar dolusu nefti onların bulundukları camiye döküp
hepsini yakmakla karúılık vermiúti.661
Sultan Celâleddin Hârizmúâh da Ahlat kuúatmasında neft kullanmıútı.662
Ayrıca “ kârure” denilen ve mızrak atmaya yarayan aletlerin de kullanıldı÷ını
biliyoruz.663 Bir de a÷açtan yapılmıú surlara tırmanmaya yardım eden döner kuleler
vardır. Mo÷ol ordusu Gürgenç kuúatmasında bunlardan kullanmıútı.664
b. Hayvanlar
(1) At
Hârizmúâhlar ordusu için at vazgeçilmez bir hayvandır. Ordu zaten temelde
süvari birliklerine dayanıyordu. Atın o dönem için taúıdı÷ı öneme ait en güzel örnek
Nesevî’nin anlattıkları olsa gerektir. Sultan Alâeddin Muhammed, Abeskûn
adasında bulundu÷u sırada yanında bulunanlara bir dile÷ini ileterek, “bir atım olsun,
658
Nesevî, Farsça, s.141.
Cüveynî, age., s.132.
660
Cüveynî, age., s.145.
661
Cüveynî, aynı yer.
662
Cüveynî, age., s.365.
663
Cüveynî, age., s.135
664
Nesevî, Farsça, s.123.
659
158
úu çadırın etrafında dolaúsın” demiúti. Yanında bulunanlardan Tâcüddin Hasan,
Sultanın bu arzusunu yerine getirdi.665
Sultan Muhammed Hârizmúâh’ın ihtiúamlı günlerinde Emîr-i Âhûr’u olan
øhtiyareddin Keúlu, “istersem bir saatin içinde bir dinâr harcamadan bu otuz bin atı
altmıú bine yükseltebilirim” diyerek at sürülerinin çoklu÷unu ifade ediyordu.666
Ayrıca iyi cins atlar çok makbul hediyelerden sayılıyordu. Sultan Celâleddin,
Halife için hediyeler hazırlatırken, “birkaç tane Tatarî atın hediyelerin en latifi
olaca÷ını düúünmüútü”.667
Savaúlarda askerler sadece bir tane at kullanmıyorlardı. Cenîbet denen yedek
atlar da hazır bulunuyordu. Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın Sind Nehri yakınında
Mo÷ollar ile yaptı÷ı savaúta ma÷lup olaca÷ı sırada nehre birlikte atladı÷ı atı aslında
onun “yedek atı”dır. Ayrıca Sultan Celâleddin’e Ahlat önlerinde iken Halifelik
makamından gelen hediyeler arasında da özenle süslenmiú bir “yedek at” vardı.668
(2) Fil
Çok yaygın olmamakla beraber Hârizmúâhlar ordusunda fillerin de
kullanıldı÷ını biliyoruz. Örne÷in Sultan Alâeddin Muhammed’in Mo÷ollar’a karúı
aldı÷ı savunma tedbirlerinde filler de rol alıyordu. Sultan, yirmi kadar fili Semerkant
savunmasında kullanılmak üzere bu úehre yerleútirmiúti. Fillerin gücü bir úiirde
úöyle anlatılmaktadır: “Taú sütunları devirirler, ejderha ile alay ederler”669 Cüveynî,
Semerkant’taki bu filleri, “Sultanın süvari ve piyadelerine satranç savaúı alanında fil
olacak nitelikteydi” diye anlatmaktadır.670
Mo÷ollar Semerkant’a gelerek kapıları kuvvetle tuttular ve içeridekilerin
dıúarıya çıkmasına fırsat vermediler. Buna karúılık içeridekiler de filleri dıúarıya
665
Nesevî, Farsça, s.69.
Nesevî, age., s.69.
667
Nesevî, Farsça, s.140.
668
Erdo÷an Merçil, “Cenîbet ve Kullanılıúına Dair Örnekler”, Osmanlı Araútırmaları Nejat
Göyünç’e Arma÷an 2, sa.,XXIII, østanbul 2004, s.138-139.
669
Cüveynî, age., s.142.
670
Cüveynî, age., s.143.
666
159
sürünce birçok Mo÷ol askeri hayvanların ayakları altında ezildi.671 Ancak bu bile
úehri kurtarmaya yetmemiúti.
Cengiz Han Semerkant’a girince bu fillerin serbest bırakılmasını emretmiúti.
Ancak sahrada yeteri kadar ot bulamayan filler öldüler.672
øbnül-Esîr, Sultan Muhammed’in Gazne hakimi Tâceddin Yıldız’a haber
göndererek adına hutbe okutması ve sikke bastırmasının yanı sıra bir de fil
göndermesini ancak bu úartlarda barıú görüúmesi yapaca÷ını bildirdi÷ini
kaydetmektedir.673
(3) Deve
Hârizmúahlâr ordusunda askerlerin binek hayvanı olarak deve de
kullanılıyordu. Sultan Alâeddin Muhammed’in Mo÷ol orduları harekete geçti÷inde
ülkenin her yerinden asker toplamaya çalıútı÷ından daha önce bahsetmiúti. Bunun
için verilen emirde, askerin her birisinin bir devesi olması isteniyordu.674 Develer
ayrıca malzemelerin taúınması için de kullanılmıútır. Cüveynî’ye göre Sultan
Celâleddin’in Gürcülerle savaúı sırasında orduda develer de vardı.675
Orduda yer alan hayvanlar úüphesizdir ki bu kadarla sınırlı de÷ildir.
Malzemelerin taúınmasını sa÷layan arabaları çekmek için öküz ve mandalar
kullanılıyor olmalıdır. Gene bu hayvanlar mancınıkları da mevzilere taúıyorlardı.
Ayrıca ordunun yiyecek, tıbbî malzeme, çadır vs. gibi ihtiyaçları da katır ve eúekler
ile taúınıyordu diyebiliriz.
671
Cüveynî, age., s.144.
Cüveynî, age., s.144-145.
673
øbnül-Esîr, age., C:XII., s.261. Ayrıca Ravendî’de de düúman ordusunda fil bulunuyorsa ne
yapmak lâzım geldi÷ine dair öneriler vardır. Buna göre; öncelikle “gerdûne” denen aletlere sahip
olmak gerekiyordu. Bunlar filleri ürkütmek içindi. Ayrıca fil sürücüleri öldürülmeliydi. Zira filler
onlar olmadan iú göremezlerdi.. Fillerin geçecekleri güzergâhta küçük bataklıklar yapmak da iúe
yarardı. Çünkü filler taze çamur kokusunu alınca ilerleyemezlerdi. Nihayet üzerlerine çokça ok
ya÷dırmak ve onların hücumuna izin vermemek gerekirdi. Bkz. Ravendî, age., C:I., s.211-212.
674
Nesevî, Farsça, s.53.
675
Cüveynî, age., s.363.
672
160
c. Ordunun Di÷er Teçhizatı
Ordunun teçhizatı içinde çadır da önemli bir yere sahiptir. Sultanların
çadırlarından “Hükümdarlık Alâmetleri” baúlı÷ında söz etti÷imiz için burada
tekrarlamayaca÷ız. Savaúlarda askerlerin barınması için de kullanılan çadırlar, ayrıca
belki de hastahâne, hamam veya mutfak olarak da hizmet veriyordu.
Hârizmúâhlar ordusunda davul (tabl), kös, boru (buk) ve zurna (nay)
kullanıldı÷ını da biliyoruz. Örne÷in Sultan Muhammed’in ordusu Gur üzerine
yürüdü÷ünde Muhammed b. Çurbek ile savaúmıútı. Bu savaúta sancakları yere atılıp
davulları parçalanan Sultanın askerleri, davul sesi duyulmaz olunca ma÷lup
olduklarını anlayarak geri çekilmiúlerdi.676 Savaúlarda “davulların ve zurnaların sesi
gö÷e yükseliyor, yer de gökyüzü gibi yerinden oynuyordu”.677
Savaúta askerin cesaretini artırmak için kullanılan bu araçlar aynı zamanda
ordu içi haberleúmeyi de sa÷lıyordu. Yukarıdaki örnekte askerler davul sesini
duyamayınca yenildiklerini anlamıúlardı. Sultan Celâleddin, Mo÷ol kuvvetleriyle
yaptı÷ı bir savaúta kösleri vurdurarak askerlerinin atlarına binip saldırıya
geçmelerini bu úekilde bildirmiúti. Askerler de köslerin sesini duyup emri anlayarak,
inmiú oldukları atlarına binip derhal düúmana saldırmıúlardı.678 Sultan Celâleddin’in
Gürcüler ile yaptı÷ı savaúta da davul ve borular kullanılmıútı.679
Bayraklar ve sancakları daha önce incelemiúti. Burada ordunun teçhizatı
içerisinde yer aldı÷ını belirtmekle yetinece÷iz.
Hârizmúâhlar ordusunda kısmen de olsa teknelerin kullanıldı÷ını görüyoruz.
Hocend Emîri Timur Melik, Mo÷ollar úehrine saldırdı÷ında tekneler sayesinde hem
askerini kurtarmaya çalıúmıú, hem de düúmanla savaúmaya devam etmiúti. :unun için
o, on iki tane tekne yaptırarak úehirde erzak sıkıntısı baú gösterince askerleriyle
nehre açılmıútı. Mo÷ollar onu takip ettilerse de Melik, düúmanın zayıf gördü÷ü
øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.147.
Cüveynî, age., s.298. Sultan Alâeddin Muhammed’in bir savaúı anlatılırken kullanılan úiir.
678
Cüveynî, age., s.341.
679
Cüveynî, age., s.363.
676
677
161
Nrktalarına teknesini sürüp onlar üzerine ok ya÷dırmıútı. Süratle Fenâkent’e varmayı
baúaran Timur Melik burada Mo÷ollar’ın geçiúini engellemek üzere suyun üzerine
çektikleri zinciri kırarak ilerleyiúine devam etmiúti. Gerçekten de Timur Melik,
Mo÷ollar’a karúı direnen bir kahramandı. Ancak ne yazık ki o, adamlarının bir
ço÷unu kaybetti. O, tekneleriyle Seyhun’da yol alarak uzun bir mesafeyi kat edip
Cend’e ulaúmıútı.680
4. TAARRUZ VE SAVUNMA
a. Taarruz: Hazırlıklar, Ordu Düzeni Ve Uygulanan Taktikler
Hârizmúâhlar
ordusu
savaúların
birço÷unda,
Sâsânîler’den
beri
uygulanmakta olan bir düzenle karúımıza çıkmaktadır. Buna göre ordu “Sa÷ cenah”
(meymene), “merkez” (kalb), “sol cenah” (meysere) esasına göre tanzim ediliyor
“öncü birlikler” (mukaddeme) ve “artçılar” (sƗka) da bu düzende yerlerini
alıyorlardı.681
Hârizmúâh Atsız, Sultan Sencer’in 1132 tarihinde Irak Selçuklu Sultanı
Mes’ûd’a karúı düzenledi÷i seferde Selçuklu ordusunun “sol cenah”ında yer
alıyordu.682 Selçuklular’ın da uyguladı÷ı bu sistem yakın ve orta do÷uda her devlet
tarafından uygulanan bir sistemdi.683
Sistemde öncüler asıl ordunun istenilen mevkie kaydırılmasına yardımcı
oluyor, gerekli istihbarat bilgilerini de temin edip “kalb”e ulaútırıyordu. Bu keúif
birli÷i úüphesiz ana ordunun gözü-kula÷ı idi. Örne÷in, Sultan Tekiú, 1197’de Katır
Buku üzerine harekete geçmeden önce o÷lu Kutbüddin Muhammed’i merkeze
ça÷ırmıú ve hazırlanan ordunun öncü birliklerinin kumandanlı÷ını ona vermiúti.
Cend civarındaki savaúta Katır Buku a÷ır bir yenilgiye u÷rayarak kaçmaya
680
Cüveynî, age., s.126-127.
Mehmet Altay Köymen, “Alp Arslan Zamanı Selçuklu Askerî Teúkilâtı”, TAD., C:V., sa., 8-9,
Ankara 1967, s.37-38. Selçuklular da Sâsânî sistemini gittikçe daha çok uygulamaya baúlamıúlardı.
s.37; Sistem için ayrıca bkz., Bünyadov, age., s.91.
682
Kafeso÷lu, age., s.44-45
683
Köymen, agm., s.37.
681
162
çalıúmıúsa da öncü birliklerinin kumandanı tarafından takipten ve nihayet esir
edilmekten kurtulamadı.684
Hârizm hükümdarları ço÷unlukla ordunun “kalb”indeki yerlerini almıúlardır.
Sultan Alâeddin Tekiú, Irak Selçuklu Sultanı Tu÷rul ile yaptı÷ı savaúta (25 Mart
1194) ordusunun “kalb”inde bulunuyordu.685 Sultan Celâleddin Hârizmúâh,
Pervân’da Mo÷ollar ile yaptı÷ı savaúta ordusunun merkezindeydi. Emîr Melik sa÷
kanadı, Seyfeddin Melik de sol kanadı idare ediyordu.686 Sultan Celâleddin’in
ordusu, Gürcüler ve Türkiye Selçukluları (Yassı Çimen) ile yaptıkları savaúlarda da
bu sisteme görü tanzim edilmiú oldukları halde mücadele etmiúlerdi.687
“Kalb”, savaúta orduyu sevk ve idare eden merkezdir. Tamamıyla süvari
birliklerinden oluúur. Ordunun merkezi hem savaú takti÷ini belirler hem de bunun
uygulanmasını sa÷lar. Ayrıca ordunun çarpıúma sırasındaki bütün yönetimi
merkezin kontrolündedir. Daha ileriye gitme ya da geri çekilme kararlarını ordunun
“kalb”i verir. Ordudaki yeri bu kadar önemli olan “kalb”in savaúta yara alması
úüphesiz di÷er kanatların durumunu do÷rudan etkileyecektir. Merkezi a÷ır darbe
alan ordular da÷ılmaya çok müsaittir.
“Sa÷ cenah” ve “sol cenah” hazırlanan plân dahilinde karúı orduya
saldırıyordu Buna göre “kalb”in sa÷ tarafında yar alan “meymene” düúman
ordusunun “meysere”si ile; “kalb”in solunda yer alan “meysere” de karúıdaki
ordunun “meymene”si ile savaúa tutuúuyordu. Genellikle sa÷ kanat okçulardan, sol
kanat da piyadelerden oluúuyordu.
“Muahhara” da denilen “artçılar” ordunun gerisinde yer alıyordu. Orduda
geri hizmeti veren artçı birlikler ordunun a÷ırlıklarından sorumluydular. Barınma ve
mutfak malzemeleri, hazineler, yedek atlar, tıbbî malzemeler ile e÷er katılmıúlar ise
kadınlar burada bulunuyordu. Dönüú yolunda da esirler ve yaralılar “artçı”
684
Cüveynî, age., s.273; Kafeso÷lu, age., s.129-130.
øbnü’l-Esîr, age., C.XII., s.93; Kafeso÷lu, age., s.126.
686
Cüveynî, age., s.340.
687
Nesevî, Farsça, s.142-143; øbn Bîbî, age., C:I., s,400, Taneri, age., s.71-72. Yassı Çimen’deki
savaúta Türkiye Selçuklu ordusu da burada anlattı÷ımız sistemde düzenlenmiúti.
685
163
birliklerin nezaretinde yol alıyor olmalılar.688 Maalesef kaynaklarımız bu tür
konularda yeterli bilgi vermemektedir.
Hârizmúâhlar ordusu açıklamaya çalıútı÷ımız bu düzende sadece meydan
savaúları yapmıyordu. Ço÷u kez úehirleri ve kaleleri kuúatmak zorunda kalıyordu.
Sultan Celâleddin’in Ahlat kuúatmasında oldu÷u gibi sıkı bir abluka, kuúatmalarda
esas taktik olarak karúımıza çıkıyor. Buradaki hedef; kuúatılanları ihtiyaçlarını temin
edemez hale getirerek teslim olmalarını ya da güçsüz kalmalarını sa÷lamaktır.
Hârizmúâhlar ordusunun düzeni sadece, yukarıda anlatmaya çalıútı÷ımız
Sâsânî kökenli oldu÷u genellikle kabul edilen sistemden ibaret de÷ildi. Ordu Türk
savaú sistemi olan “cevk” birlik-bölük-grup tarzını689 da kullanıyordu. Ayrıca ordu
sadece meydan savaúları ve kuúatmalar yapmıyordu. Cend ötesine sürekli akınlar
yapılıyor úüphesiz bu akınlar sırasında vur-kaç sistemi kullanılıyordu. Hârizmúâhlar
ordusu Kanglı-Kıpçak Türk boylarının sayıca üstün oldu÷u bir ordu olması
nedeniyle bizce bozkır savaú tarzını hiçbir zaman terk etmemiú bir ordudur. Sultan
Celâleddin’in sayıca üstün Mo÷ollar’ı yıpratabilmek amacıyla bu tarzı sıkça
kullandı÷ını biliyoruz. Burada amaç “düúmanın üstün kuvvetlerini verimli
kullanamayaca÷ı da÷lık arazilerde küçük savaúlarla ona zayiat verdirmektir”.690
Ayrıca Kanglı-Kıpçak Türk unsurları ordunun zinde ve vurucu gücüdür.
Hârizm orduları için seferberlik Sultanın emri ile baúlamaktaydı. Daha önce
belirtti÷imiz gibi “kızıl oklar” veya mektuplar ile ordu savaúa ça÷rılıyordu. Emri
alan askerler savaúa hazır halde toplanma yerlerine ulaúıyorlardı. Sultanlar bazen
savaútan önce “savaúın gereklili÷ine” dair fetvalar alıyordu. Örne÷in Sultan
Alaeddin Muhammed, Halife ile savaú planları yaparken bu yola baúvurmuútu. Bu
propaganda akıllıcaydı. Çünkü Sultan, Müslümanlı÷ın lideri ile çarpıúmayı
düúünüyordu. Buna kamuoyunu razı etmesi kesinlikle kolay de÷ildi. O da “Halifenin
aslında gerçek halife olmadı÷ı, Müslüman ahaliye zulmetti÷i” gibi a÷ır iddialar
içeren fetvalar ile daha çok duyguları harekete geçirme yolunu seçmiúti. Fetva için
de halk tarafından sayılan ve çok itibar gösterilen isimlerinin seçilmesi tesadüf
688
Nafi Tevfik, age., s.207.
Köymen, agm., s.37.
690
Spuler, øran Mo÷olları, s.39.
689
164
de÷ildi. Gerçi bu plan uygulanamadı. Bizim için savaúa nasıl hazırlanıldı÷ına dair
bir örnektir.691
Hârizm orduları gerekti÷inde pusular da kuruyor, düúmanı yanıltarak savaúı
kazanmaya çalıúıyordu. Örne÷in Sultan Celâleddin Hârizmúâh, 1226 yılında Tiflis
önlerinde üç bin süvari ile görüldü÷ünde askerinin sayısının bu kadar oldu÷una
düúmanı inandırabilmiúti. Düúmanın yaptı÷ı çıkıú pusunun baúarısını gösteriyordu.
Pusudaki kuvvetler Tiflis’in düúmesini sa÷ladı.692
Savaúta her türlü hile ve taktik mubahtır. Bilindi÷i gibi savaúlarda birçok
hilelere de baú vurulmaktadır. Sultan Celâleddin Hârizmúâh Isfahan’dan Rey’e
ulaúabilmek için Mo÷ol ordusunun beyaz renkteki sancaklarından kullanmıútı.693
Cüveynî’ye göre Sultan Alâeddin Muhammed’in de savaú sırasında düúman
tarafının giysilerini kullanma âdeti vardı. Bir keresinde Sultan bu úekilde yakın
adamlarıyla birlikte bir süre karúı tarafın askerlerine karıúmıú ve tanınmamıúlardı.694
Savaú öncesinde oldu÷u gibi savaú sırasında da casuslar iú baúındadır.
Örne÷in Sultan Muhammed’e Mo÷ollar hakkında casusları vasıtasıyla gelen bilgiler
arasında; “sayılamayacak kadar kalabalık oldukları, mükemmel savaúçılardan oluúan
ordulara sahip bulundukları ve ihtiyaç duydukları silahları kendi elleri ile imâl
ettikleri”695 haberleri vardı. Ayrıca “devriye birlikleri” (yezek) sayesinde düúmanın
hareketinden haberdar olunmaktadır. Nitekim Sultan Celâleddin Hârizmúâh
Mo÷ollar’ın ilerleyiúini “devriye birliklerinin” getirdi÷i haberler sayesinde sürekli
takip edebiliyordu.696
Kaynaklarımızın verdi÷i bilgilerden ordunun yaylak ve kıúlakları oldu÷unu
tespit edebiliyorsak da bu konuda baúkaca bir bilgiye ulaúamıyoruz. Cüveynî, Sultan
Tekiú’in
“kıúı
geçirmek
üzere
Mazenderan
kıúla÷ına
hareket
etti÷ini”
Bkz. Cüveynî, age., s.330-331; øbnül-Esîr, age., C:XII., s.270; Afaf Seyyid Sabra, age., s.134-144;
Ghulam Rabbani, age., s.72; Philip Hitti, age., s.C.II., s.758; Nafi‘ Tevfik, age., s.96.
692
Taneri, age., s.49.
693
Taneri, age., s.133.
694
Cüveynî, age., s.303.
695
øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.316-317.
696
Cüveynî, age., s.322-324.
691
165
kaydetmektedir.697 Herhalde Mazenderan’daki bu kıúlak, kıúlaklardan sadece bir
tanesidir. Çünkü Nesevî’deki bir kayıtta, “ordular yaylaklara yayıldılar”698 ifadesi
geçmektedir. Herhalde yaylak ve kıúlaklar da bölgelere göre tertip ediliyordu.
Savaúa dair di÷er bir husus ise “Harp Meclisi”nin toplanmasıdır.
Hükümdarın ne yapılması lazım geldi÷ini danıútı÷ı bir kurul olarak toplanan bu
mecliste izlenecek yol hakkında hükümdarın gerekli gördü÷ü kiúiler fikirlerini dile
getiriyorlardı. Hârizmúâhlar devri için en meúhur “Harp Meclisi”, Sultan Alâeddin
Muhammed’in, Mo÷ollar’a karúı nasıl bir savaú takti÷i izlenmesi gerekti÷ine dair
görüú almak üzere yaptı÷ı toplantıdır. Toplantıda devrin meúhur fakih ve
âlimlerinden olan, Sultanın da itibar gösterdi÷i ùihâbeddin Hayvakî de hazır
bulunuyordu. Ayrıca devlet adamları ve kumandanlar Mo÷ol ordusuna karúı
izlenecek savaú stratejisini belirlemede Sultana fikirlerini iletmek üzere toplantıya
katılmıúlardı. Toplantıda çeúitli taktikler dile getirildi. Birincisi; Cengiz Han ile
savaúı Seyhun ötesinde bir meydan muharebesinde kabul etmekti. Hayvakî’nin
savundu÷u bu görüúe göre sayıca mümkün olan en kalabalık ordu Mo÷ollar’ın
karúısına çıkarılabilir ve uzun yollardan yorgun olarak gelen düúman pek alâ ma÷lup
edilebilirdi. økinci görüú ise; Horasan ve Irak’ın muhafazası için mutlaka
Maverâünnehir’de tutunmak gerekti÷i esasına dayanıyordu. Buna göre, Sultanın
bizzat komuta edece÷i ordu Mo÷ollar’ın karúısına dikilmeliydi. Bu görüúün
destekleyenler arasında Sultanın o÷lu Celâleddin de vardı. Sultanın kumandanları
tarafından öngörülen savaú takti÷i ise, düúmanın serbestçe ilerlemesine izin vererek
Maverâünnehir’i geçtikten sonra geçitleri tutulan da÷lar ve bo÷azlarda düúmanı
gerilla harbiyle yıpratmak ve bu úekilde yok etmek temeline dayanıyordu. 699
Harp Meclisi sadece danıúma kuruludur. Son kararı verecek olan
hükümdardır. Nitekim Sultan Alâeddin Muhammed de yukarıda ifadelerini
gördü÷ümüz fikirlerden hiç birisine itibar etmeyerek tamamen ve sadece savunmaya
dayalı bir savaú takti÷ini uygulamaya giriúti. Bu úekilde imparatorluk ordusunu
697
Cüveynî, age., s.264.
Nesevî, Farsça, s.129.
699
øbnül-Esîr, age., C:XII., s.316-317. Öne sürülen taktiklerin de÷erlendirmesi için bkz. Kafeso÷lu,
age., s.148-250; Bu harp meclisi ve Hayvakî’nin görüúleri için bkz., øbn Vâsıl, age., C:IV, s.40.
698
166
düúmanın saldırmasını bekleyip buna cevap vermekle görevli bir ordu konumunda
bıraktı.
Sultan Celâleddin Hârizmúâh da “Harp Meclisi”ni toplayıp izlenecek savaú
stratejileri konusunda fikir soruyordu. Onun meclisinde müneccimlerin de
bulundu÷unu biliyoruz.700
Askerlerin savaúa her zaman hazır bulunmalarına yardım eden faaliyetlerden
biri düzenlenen avlardır. Avlanma úüphesiz askerin hareket kabiliyetini muhafaza
veya geliútirmek için iyi bir talimdir. Hârizmúâhlar’da da ava büyük önem
veriliyordu. Örne÷in Sultan Tekiú‘in veliahdı Nâsırüddin Melikúâh Cüveynî’nin
ifadesiyle; “avlanma fikri onun aklını avladı÷ı için” havası iyi gelmeyerek hastalı÷ı
artmasına ra÷men Merv’den ayrılamıyordu.701 Sultan Celâleddin Hârizmúâh bir
keresinde yanında hassa birliklerinden bin süvari oldu÷u halde ava çıkmıútı.702
Ayrıca cirit (çevgân) oyunu da son derece yaygındı.703
Sultanlar ordunun cesaretini artırmak ve teçhizatını denetlemek amacıyla
askerlere geçit resmi yaptırıyorlardı. Örne÷in, Sultan Celâleddin, Isfahan’da
bulundu÷u sırada (1128) askerlerine tam teçhizatlı halde geçit resmi yaptırmıútı.704
Bu sırada Mo÷ol birliklerinin øsfahan’a yaklaútıklarını göz önüne alarak Sultanın
ordusunu cesaretlendirerek savaúa hazırlamaya çalıútı÷ını söyleyebiliriz.
Hârizmúâhlar ordusunun hedef bölgelere göre üslerin oldu÷u úüphesizdir.
Kaynaklarımızın olayları anlatıúından çıkarabildi÷imiz kadarıyla, yeri geldikçe
bahsetti÷imiz Cend, kuzey yönü askerî faaliyetleri için en önemli üstür. Semerkant
ve Buhara da üsler arasındadır.
Buraya kadar savaú hazırlıkları, ordunun harp sırasındaki düzeni ve savaú
taktiklerini incelemeye çalıútık. Savaúın sonlanması ile bu konuyu bitirebiliriz.
Savaúın sonucu galibiyet ise görkemli ifadelerle kaleme alınan “Fetihnâmeler” civar
700
Nesevî, Farsça, s.167.
Cüveynî, age., s.267, 272.
702
Nesevî, Farsça, s.244. Ayrıca, Cüveynî, age., s.357.
703
Örnekler için bkz., Nesevî, Farsça, s.23; øbnül-Esîr, age., C.XII., s.433.
704
Nesevî, Farsça, s.168.
701
167
hükümdarlara gönderilerek zafer ilân edilmiú oluyordu. Fetihnâmeler ayrıca,
içeri÷inde belirtilen bölgede artık kimin hakim durumda oldu÷unun da haberini
veriyordu. Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Gürcüler’i ma÷lup ettikten sonra
emîrlerden birini bu haberi Tebriz’e iletmek üzere gönderdi÷inde habercinin
beraberinde öldürülen düúmanların kesik baúları da bulunuyordu.705 Kazanılan
zaferlerden sonra büyük ziyafetler ve e÷lenceler düzenlendi÷i malumdur.
b. Savunma Tedbirleri
Hârizmúâhlar ordusu iktâ sistemi ile ülkenin her yerine da÷ılmıú
bulunuyordu ve dolayısıyla askerler bulundukları bölgenin güvenli÷ini teminden de
sorumluydular. Bunun yanı sıra Hârizm hükümdarları kaleler ve surlar yaparak ya
da mevcut olanları tahkim ederek úehirlerin savunmasını sa÷lamaya çalıútılar. Surlar
etraflarına kazılan hendekler ile aúılması zor hale getiriliyordu. Örne÷in Sultan
Sencer Hezâresb Kalesi’ne geldi÷inde surların önündeki hendekleri su doldurulmuú
halde buldu.706
Öte yandan Mo÷ollar geldi÷inde Gürgenç surlarının önünde
hendekler vardı. Mo÷ollar, ilk iú olarak bu hendekleri doldurdular.707
Sultan Alaeddin Muhammed, Mo÷ollar ile savaúı savunmada kabul etti÷i için
bütün stratejiyi savunma tedbirleri üzerine kurmuútu. Örne÷in Semerkant savunması
için kaleyi tahkim ve derin hendekler kazılması emrini vermiúti. Nesevî’ye göre bu
surun uzunlu÷u on iki fersahtı.708 Kaynaklarımız Semerkant savunması için
düúünülen bu tedbiri uygulanmıú gibi anlatıyorlarsa da buna zaman ve imkân
yoktu.709 Sultan Muhammed’in savunma tedbirlerinde oldu÷u gibi askerler úehir ve
garnizonlara da÷ıtılmıú kısa süre sonra da bu önlemin hiçbir iúe yaramadı÷ı
anlaúılmıútı.
Hârizm ise do÷al yollarla savunması sa÷lanabilen bir bölgeydi. Ceyhun
Nehri’nin suları bendler açılarak düúman üzerine akıtılıyor böylece ordular
ilerleyemez hale getirilmeye çalıúılıyordu. Yakut bunu kastederek, “Hârizm’in
705
Nesevî, Farsça, s.144.
Bündarî, Irak ve Horasan Selçukluları, s.251.
707
Cüveynî, age., s.148.
708
Nesevî, Farsça, s.52.
709
Nesevî, aynı yer; Cüveynî, age., s.143.
706
168
etrafını akan kumlar kuúatmıútır”710 demektedir. Hârizm savunmasını kolaylaútıran
bu taktik birçok kez uygulanmıútı. Örne÷in Sultan Tekiú, taht iddiacısı kardeúi
Sultanúâh’ın Karahıtaylar’dan Fuma komutasındaki ordu ile beraber Hârizm’e
yaklaútı÷ı sırada Ceyhun Nehri’nin sularını üzerlerine akıtarak amacına ulaúmıútı.711
Bu taktik sayesinde düúman orduları tamamen yok edilemese gerekli hazırlıklar için
zaman kazanılmıú oluyordu. Ayrıca karúı ordunun düzeni bozuluyor, yıpratılıyor ve
ilerleyiúi bazen tamamen durmasa da yavaúlatılmıú oluyordu.
H. EYALET TEùKøLÂTI
Hârizmúâhlar Devlet teúkilâtının incelenmesi en zor olan kısmı eyalet
idaresidir. Çünkü kaynaklarımızdan elde etti÷imiz bilgiler ço÷u zaman eyalet ve
bölgelerin yönetimini ö÷renmemiz için yeterli de÷ildir. Ayrıca kaynaklarımızın
ifadelerinden konu iyice karmaúık bir hal almaktadır. Örne÷in, kaynaklarımızda
“vilayet” olarak da geçen eyaletlerin sınırlarını ve hatta devletin kaç eyalete ayrılmıú
oldu÷unu dahi tespit edemiyoruz. Ayrıca bölgeler için kullanılan “hıtta” ifadesinden
tam olarak ne büyüklükte bir bölgenin kastedildi÷ini anlayamıyoruz. Kaynaklarımız
vilayet, hıtta ve köylerden bahseder. Bu ifadeler büyükten küçü÷e bölgeleri ifade
ediyorsa da sınırları kesinlikle belirli de÷ildir.
Karúılaútı÷ımız tek zorluk bölge sınırlarının ve sayısının belirlenmesi
hususunda kendini göstermez. Eyalet yönetiminde ço÷u zaman kimin asıl söz sahibi
yani “en üst düzey bölge idarecisi” oldu÷unu anlamak ve kesin bir úey söylemek çok
güçtür. Örne÷in bazen Sultanın bir bölgeye “nâibi”ni bıraktı÷ından bahsedilir ancak
“hükümdarın vekili” olan bu úahsın sürekli mi orada kalarak görev yaptı÷ı
belirtilmez. Ayrıca “nâib”li÷i sırasında her halde bölgenin en üst düzey yöneticisi
odur. Ancak bu durumu örneklendirecek bilgiye sahip de÷iliz. Di÷er taraftan bazen
sadece bir bölgenin bir kiúiye tevcih edildi÷i “ona verdi” ifadesiyle anlatılır ancak
görev ismi zikredilmez. Bu tür ifadelerden bölge hakimi olarak yeni tayin edilen
kiúinin “bölgenin en üst düzey yöneticisi” oldu÷unu anlarız. Ama acaba bu kiúi
Ramazan ùeúen, øslâm Co÷rafyacıları, s.139.
Cüveynî, age., 260-261.øbnül-Esîr, age., C:XI., s.304; Baúka bir örnek için bkz., øbnü’l-Esîr, age.,
C.XII., s.155.
710
711
169
“vali” midir? Bu sorunun cevabını kesin olarak veremeyiz. ùehzâdelerin bir
bölgenin valisi olarak atandı÷ını tespit edebildi÷imiz gibi kalelere de vali tayin
edildi÷ini biliyoruz. Bu bambaúka bir kargaúadır. Çünkü “vali” tayin edilen úehzâde
bütün yetkilerle donatılmıú, emrine verilen bölgenin tek hakimi ve bölgesindeki
bütün görevlilerin amiri iken di÷er valiler bu yetkide de÷ildir. Bu durum úehzadenin
hanedan üyesi olması ile açıklanabilirse de di÷er valiler arasında da baúkaca farklar
olabilece÷i sorusunu akıllara getirmektedir. Yani acaba büyük ve itibarlı isimler
derece olarak di÷er valilerden üstün müdür? Do÷rusu bunu tespit etmek zordur.
Eyalet idaresine iliúkin bir di÷er zorluk da eyalet dîvânlarının görev yetki ve
icraatlarını tespit etmektir. Eyalet dîvânlarının varlıklarını biliyoruz. Ancak bundan
sonrası daha çok Selçuklu örne÷inden hareketle tahmin edilebilmektedir. Bu konuda
çok az bilgiye sahibiz. Ayrıca bu noktada da karmaúa sürmektedir. Çünkü hem
eyalet dîvânı sorumlusunun, bölgesinde merkezdeki eyaletin görev ve yetkilerini
burada uyguladı÷ını anlıyoruz hem de merkezdeki sahib-i dîvânın nâibinin bölgede
bulundu÷unu biliyoruz. “Nâib” anladı÷ımız kadarıyla merkezin alacaklarından
sorumludur ve denetleme yetkisine sahiptir. Ama net ve kesin olarak bir iddiada
bulunamayız.
Eyaletlerde adı geçen görevlilerin yetki ve sorumluluk alanlarını tespitte de
oldukça zorlandık. belgelerimizde âmiller, reisler ve di÷er görevlilerden ço÷unlukla
o bölgeye atanan yöneticiye itaat etmeleri emredilirken bahsedilir. Anlaúılaca÷ı
üzere de adı geçen görevlerin içeri÷i hakkında fazla bilgiye ulaúmak mümkün
olmamaktadır. Benzer úekilde “úu bölgenin muhtesibi”, “bu eyaletin vezîri” veya
“úehzâdenin vezîri” oldu÷undan bahsedilen kiúilerin tam olarak hangi görevleri
yerine getirdikleri anlatılmamaktadır. Bu görev isimleri daha çok ismi geçen kiúinin
sıfatı úeklinde yer almaktadır. Bu nedenle de varlıklarını tespit dıúında bize çok az
bilgi vermektedirler.
Eyalet idaresinde yer alan görevlilerin yetki ve sorumluluklarını tespite dair
bir zorluk da Nesevî’nin kaydından do÷maktadır. O, bir yerde Hârizm âmilinden
170
bahsederken “âmil ile valinin” aynı oldu÷unu söylemektedir.712 Bu hususta baúkaca
bir bilgi vermemesi iúimizi güçleútirmektedir. Acaba sadece bahsetti÷i kiúi bu iki
görevi de mi üstlenmiútir? Bu özel bir durum mudur? Çünkü ikisinin aynı
olmadı÷ına dair baúka örneklerimiz bulunmaktadır.
Aúa÷ıda görülece÷i üzere eyalet idaresinin úekil almasının temeli
ekonomiktir. Devlet paraya dair iúlere büyük bir ciddiyetle e÷ilmektedir.
Belgelerimizde vergi iúlerinin yerine getirilmesinde titizlik gösterilmesi hususunun
sıklıkla altı çizilir.
Devlet, eyalete tayin etti÷i görevliden do÷ruluk beklemektedir. Atanan kiúi
vicdanına emanet edilir. Tespit edilen vergi miktarının dıúında halktan para
alınmaması kesin olarak emredilmektedir ki, reâyânın ıstırabına en müsait hususun
bu oldu÷u anlaúılıyor.
Devlet hemen hemen bütün atamalarında reâyâ ile iyi geçinilmesini, onların
hoúnut edilmesini vurgulamaktadır. Gene belgelerimizden anladı÷ımıza göre ideal
bir eyalet teúkilatı faaliyetleri ile halkın refahını temin etmelidir.
Biz eyalet teúkilatını incelerken öncelikle devletin idarî bakımdan taksimini
belirlemeye çalıútık. Buna dayalı olarak da idarî iktâları, bize bölgeleri gösterdikleri
için öncelikli olarak ele almaya çalıútık. Ardından da bölgelerde adı geçen
makamları, yetki ve sorumlulukları ile incelemeye gayret ettik. Burada bir noktayı
daha belirtmek isteriz. Horst, eserinde tâbîleri de eyalet teúkilatına dahil ederek
konuyu iúlemiútir. Köymen bu noktaya itiraz etmektedir ki, biz de bu itiraza
katılıyoruz.713
1. øktâ Sistemi
Hârizmúâhlar Devleti, ülkenin belirli bölgelere ayrılarak, bu bölgelerin
idaresine memur edilen görevli tarafından yönetildi÷i ve hükümdarın yetkilerinin bir
kısmını hükümdar adına bu yetkili tarafından kullanıldı÷ı bir sistem içerisinde
712
713
Nesevî, Farsça, s.46.
Köymen, “Selçuklu Devri Türk tarihi Araútırmaları II”, TAD, C:II., sa. 2-3, s.333-334.
171
eyaletlere ayrılmıú olarak idare ediliyordu. Bilindi÷i gibi bu sistemde bölgeler
iktâlara ayrılarak bizzat hükümdar veya onun tayin etti÷i kiúi tarafından bir lütuf
olarak bir kiúiye tevcih ediliyor ve sonrasında da bölgenin bütün idaresinden
sorumlu tutuluyordu.
ødarî iktâlar Selçuklular döneminde, askerî ikâların eyalet yönetimine
dönüútürülmesi ile ortaya çıkmıútı714 ve Hârizmúâhlar’da da temelde bu haliyle
uygulanmaya devam etti. Bilindi÷i gibi askerî iktâlar, askerin erzakını temin için
uygulanıyor
ve
iktâ
sahipleri
de
emîrler
arasından
seçiliyordu.
Ancak
Hârizmúâhlar’da iktânın eyalet idaresindeki yeri bu anlamının çok daha
kapsamlısıdır ve aúa÷ıda görülece÷i üzere idarî iktâlar, askerî konuları da içine alır.
Her úeyden önce mülk ve reâyâ hükümdara aitti. Sultan iktâ tevcihinde
bulunarak kendisine ait olan bir arazinin kullanma hakkını bir úahsa lütuf olarak
veriyordu. øktâ sahibi kendisine verilen bölgede hükümdarı temsil ediyor ve burada
tam yetkili olarak görev yapıyordu. Aslında mukta Sultan namına hareket ediyordu.
Bu nedenle de sahibi bulundu÷u iktânın bütün sorumlulu÷unu alması gerekiyordu.
Sultan, tevcih etti÷i iktâyı istedi÷i zaman muktanın elinden alabilir veya ondan
memnun ise iktânı artırabilirdi.715 øktâ sahibinin görev süresi belirsizdi. Bu süre
belirsizli÷inin bir avantajı iktâ sahibinin arazisini uzun süre elinde tutabilmek gayreti
içerisinde olması nedeniyle iyi çalıúmasıdır. Ancak iktâ uygulamasının faydaları
kadar devlet için riskli yönleri de vardır. Merkezî hükümet iktâ uygulamasıyla geniú
sınırlara ulaúmıú devleti, merkezden idare zorluklarını bertaraf etmiú oluyordu.
Bunun anlamı masraf ve bürokrasiden merkezin kurtulmasıdır. Ayrıca bölgelerdeki
sorunlar daha süratli çözülebiliyor ve bölgelerin ihtiyaçları merkezin karar vermesini
ve para transferini bekleme zahmetine girilmeden düzenli bir iúleyiúe kavuúuyordu.
Çünkü bölgenin geliri yerinde harcanıyordu. øktâ sisteminin bu faydalı yanları
dıúında devlet için tehlike oluúturabilecek en önemli yönü iktâ sahiplerinin
güçlenmesi ve emrinde önemli sayılara ulaúabilen askerî kuvvetlerin bulunmasıdır.
Merkezin uzak eyaletlere anında müdahalede bulunamayacak olması ço÷u kez iktâ
Sadi Kucur, “øktâ”, DøA., C:XXII, s.47; ayrıca bkz., Osman Turan, “øktâ”, ø.A., C:V/II., s.949959.
715
øktânın artırılmasına bir örnek olarak Nesâ valisi ømadeddin adına hazırlanan belge için bkz.
Ba÷dadî, age., s.95-100, ayrıca baúka bir örnek age., s.118-119’da mevcuttur.
714
172
sahibinin keyfi uygulamalarının cezasız kalmasına zemin hazırlıyordu ve ayrıca bu
durum onun güçlenmesi için de iyi bir fırsattı.716
øktâ sahiplerinin zamanla güçlenmesi ve devletin zaafa u÷radı÷ı dönemlerde
müstakil idareler haline gelme gayretine girmelerinin tarihte pek çok örne÷i vardır.
Hârizmúâhlar Devleti’nin kuruluúunda dahi bu etken önemli rol oynamıútır.
Hanedanın atası Anuútegin, Selçuklu Sultanı Melikúâh’ın taútdârı olarak sarayda
görev yapmasına ra÷men Hârizm úahnesi ve valisi olarak nâibleri vasıtasıyla Hârizm
bölgesini yönetiyordu. Hârizm’in gelirleri onun Selçuklu sarayında âmiri oldu÷u
birimin (taúthâne) giderleri için kullanılıyordu. Onun ölümünden sonra o÷luna geçen
iktâ, torunu Atsız ile Selçuklu Devleti’nin içine düútü÷ü sorunlardan da istifade
fırsatının mukta lehine iúlemesine imkân sa÷ladı. Bu fırsatlar Selçuklu Devleti’ne ait
bir eyaletten Hârizmúâhlar Devleti’nin do÷masını
sa÷ladı.717 Bu örnekte
gördü÷ümüz gibi iktâların babadan o÷ula intikali Selçuklular devrinde uygulandı÷ı
gibi Hârizmúâhlar’da da devam etti. Hatta Hârizmúâhlar’da iktânın babadan o÷lu
geçmesi sistemin bir özelli÷i olacak úekilde yerleúti.718
Hârizmúâhlar devrine ait belgeler arasında iktâ tevcihine ait menúûrlarda
vardır. Bunları inceleyerek iktâ sahibinin bulundu÷u bölgede ifade etti÷i anlamı,
yetki ve sorumluluklarını anlayabiliriz. Belgelerimizde ve kaynaklarımızda yer alan
bilgilere göre hükümdar tarafından úehzâdelere verilen iktâlarda Sultanın o÷ulları
veya hanedan üyesinin di÷er erkek evlatları idareye dair bütün konularda tam yetkili
olarak görev yapıyorlardı. Daha önce açıkladı÷ımız gibi “vali” unvânı da taúıyan
úehzâdeler emrinde ordular da bulunuyordu. Sultan øl-Arslan büyük o÷lu Tekiú’e
Cend’i iktâ etmiúti.719 Devletin bu en önemli sınır bölgesinin úehzâdeye iktâ olarak
verilmesi úüphesiz yerinde bir karardı. Sultan Tekiú da aynı eyaleti o÷lu Nâsırüddin
Melikúâh’a iktâ olarak vermiúti. Menúûrdan anlaúıldı÷ı üzere, Melikúâh bu bölgede
herkesin itaat etmesi gereken en yüksek otoriteydi. Ordu kumandanı olarak da
devletin sürekli olarak maruz kaldı÷ı Türk kavimlerinin akınlarına karúı gerekli
716
Kucur, agmd., s.47-48.
Cüveynî, age., s.249; Kazvînî, age., s.486-487; Kafeso÷lu, age., s.36-37
718
Kucur, agmd., s.48.
719
øbnü’l-Esîr, age., C:XI., s.303.
717
173
tedbirleri alma yetkisine sahipti. Bu özel bölgenin sahibi sadece sınırları
korumuyordu, daha kuzeye askerî seferler de düzenliyordu.720
Sultan Tekiú, Nesâ Eyaletini øzzeddin Toganúâh b. Müeyyed’e iktâ etti. Bu
iktâ menúûru günümüze intikal etmiútir.721 Belge, idarî ikta hakkında bize yeterli
bilgi vermektedir.
Belgeye göre iktâ’nın veriliú amacı adı geçenin “ba÷lılı÷ını ispat etmiú”
olmasıdır. Muhatap, o÷ul gibi görülmektedir ve kesinlikle ona iktâ verilmesinin bir
lütûf oldu÷u vurgulanmaktadır.722 Belgeden daha önce kararlaútırılmıú olan iktâ
tevcih uygulamasında bir de÷iúiklik olmadı÷ı gene Nesâ’nın onun tasarrufuna
bırakıldı÷ı belirtildikten sonra ondan yapması beklenenler sıralanmaktadır. Buna
göre mukta, davalardaki problemleri çözmek, akt problemlerini gidermek ve idaresi
altındaki
bölgenin
görevlendirilmiútir.
723
emvâlini
divân
naibleri
eliyle
idare
etmek
ile
Bunlardan baúka, bölgenin gelirinden masrafları karúılaması
gerekti÷i hatırlatılmaktadır. Görevini yerine getirirken adâletli ve insaflı davranması
gerekti÷ini yapılan atıf bütün eyalete dair menúûrlardaki gibidir. Teftiú ve kontrolün
güçlü÷ünden dolayı muhataplar daima vicdanlarına emanet edilir ve Allah korkusu
hatırlatılır. Bu belgede de iktâ sahibinden “iyilik yapması”, “takvayı öbür dünya için
zahîre olarak de÷erlendirmesi” ve “nefsânî arzulara kapılmayarak Allah’tan
korkması” nasihat edilmektedir.724
Muhataptan reâyâ ile iliúkilerinde úefkatli olması ve onların durumlarını
düzeltmek için çalıúması beklenmektedir. Ayrıca nâibler e÷er halkı zulme
u÷ratmıúlar ise onların gönüllerini elde etmeye çalıúması istenmektedir.725
Belgede iktâ sahibinin görevlendirildi÷i bölgede en üst düzey tek yetkili
oldu÷u açıkça anlaúılmaktadır. Onun emirlerine kimlerin uyması gerekti÷i da
belirtilmektedir. Bunlar arasında âmiller, mutasarrıflar, úahneler ve gumâútegan
720
Ba÷dadî, age., s.13-29; Cend için bkz. Yakut, Mu‘cemü’l-büldân, C:II, s.169 vd.
Ba÷dadî, age., s30-38.
722
Ba÷dadî, age., s.31.
723
Ba÷dadî, age., s.32.
724
Ba÷dadî, age., s.32-33.
725
Ba÷dadî, age., s.34.
721
174
(atanmıú memurlar) sayılmaktadır. Ardından da onun iktâsı kapsamında olanlar
sayılmaya devam edilir ki bunlar da, imamlar, kadılar, âlimler, emir ve kumandanlar
ile bütün reâyâdır.726
øktâ sahibi emrinde bulunanlar aracılı÷ıyla bölgesini yönetecektir. Vergilerin
toplanması, bölgenin ihtiyaçlarının karúılanması ve güvenli÷inin temini bu
cümledendir.
Ba÷dadî’nin eserinde bulunan baúka bir misâlde iktânın ço÷altılmasıyla
ilgilidir. Yukarıdakine benzer úekilde, mutanın hizmetinden ve sadakatinden
memnun olundu÷u için iktâ artırımı yapıldı÷ı anlaúılmaktadır.727 Belgenin neredeyse
tamamında mukta övülmekte ve iktâ artırımını hak etti÷i üzerinde durulmaktadır. Bu
belgede de yapılan hizmeti Sultanın ödüllendirdi÷ine atıf yapılarak bunun aslında bir
lütûf oldu÷u ifade edilmektedir.728
øktâlar Dîvan-ı Arz tarafından kaydediliyordu. Nitekim bu belgede de
“Dîvân-ı Arz tarafından kaydedildi÷i üzere iktâ yerlerinin tayin edildi÷i”
belirtilmektedir.729
Hârizmúâhlar döneminde verilen iktâlara birkaç örnek daha verebiliriz.730
Sultan Alâeddin Muhammed, Gazne bölgesini o÷lu Celâleddin’e vermiúti.731 Sultan
Muhammed’in úehzâdeler dıúında verdi÷i iktâya örnek olarak da Sâve’yi
ømâdülmülk’e tevcih etmesini gösterebiliriz. Ayrıca Sultan Muhammed’in
o÷ullarından Gıyaseddin Pirúâh da iktâ sahibi olarak Irak bölgesini idare
ediyordu.732 Nesevî’ye göre, Gıyâseddin de Mazenderan bölgesini Devlet Melik’e
iktâ etmiúti.733
726
Ba÷dadî, age., s.37.
Ba÷dadî, age., s.118.
728
Ba÷dadî, age., s.118-119.
729
Ba÷dadî, age., s.119.
730
Bu konuda bkz. Nafi‘ Tevfik, age., s.245-246.
731
Cüveynî, age., s.304.
732
Nesevî, Farsça, s.101.
733
Nesevî, Farsça, s.101.
727
175
2. Eyalet Dîvânları
Eyalette mevcut olan en yüksek makam “Dîvân-ı Eyalet” tir. Valinin baúkanı
oldu÷u bu dîvân Horst’un tanımladı÷ı úekliyle “Vilâyet Yönetim Makamı”, Dîvân-ı
østîfâ ve Dîvân-ı øúraf’tan oluúur.734 Bu dîvânlar merkezdeki dîvânların küçük birer
örne÷i olarak eyalet yönetiminde yer alırlar. Ancak örne÷in Dîvân-ı Arz’ın eyalet
teúkilatında yer aldı÷ına dair hiçbir belge yoktur. Horst, bu makamın da
eyaletlerdeki varlı÷ını kabul etmektedir.735
Eyalet Dîvan’ını oluúturan unsurlardan biri olan Dîvân-ı østîfâ, bölgenin
bütün finans iúlerinden sorumludur. Bu konuya dair Arâisü’l-havâtir’de bulunan
belgeden
anlaúıldı÷ına
yapılmaktadır.
736
göre
eyalete
müstevfî
tayini
merkez
tarafından
Belge daha önce inceledi÷imiz belgeler de oldu÷u gibi “østîfâ-i
Hıtta” makamına tayin edilen kiúinin iyi özelliklerinin övülmesi ile baúlamaktadır.
Mecmuadaki bu örnek belgede özel isim zikredilmiyor. Atanan kiúinin verilen görev
için ne denli yeterli özelliklere sahip oldu÷unun vurgulanmasına dayalı baúlangıç
kısmından sonra “filan hıttanın istîfâsı” ona verildi denilerek atama yapılıyor.
Belgede atanan kiúinin muamelelerde serbest bırakıldı÷ı, yetki ve
sorumlulu÷un ona verildi÷i belirtilmektedir. Gelir ve giderlerden bilgilendirildi÷i
vurgulanan yeni müstevfîden dürüst çalıúması ve halk ile iyi geçinmesi
istenmektedir. Aynı belgeden, tayin edilen müstevfînin nelere dikkat etmesi
gerekti÷i de hatırlatılarak muamelatta her hangi bir yanlıúlık meydana gelmemesi ve
onun bilgisi dıúında iúlerin yürümemesi tembih edilmektedir.
Müstevfînin emrinde çalıúanlar makam olarak zikredilmemektedir. Yalnızca
onlara hitaben hiçbir úeyin müstevfîden gizli kalmaması ve ona her úeyin
bildirilmesi emri verilmektedir.
Belgenin nihayetinde ise merkez, varlı÷ını hatırlatarak, tayin edilen kiúinin
sözüne
ve
kalemine
güvendi÷ini
vurgular
ve
yapılacak
iúlerde
kusur
734
Horst, age., s.50.
Horst, aynı yer.
736
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4138, vr.58a-59a.
735
176
gösterilmemesini isteyerek atanan kiúinin úüphe edilmeden desteklenmesi uyarısını
yapar.
Bu örnek belgemizden de anlaúıldı÷ı üzere eyaletteki görevler merkezi, daha
do÷rusu hükümdarı temsilen yerine getirilmektedir. Eyaletteki østîfa Dîvânı, merkez
teúkilatındaki aynı adlı dîvânın görev ve sorumluluklarını bir bölge sınırları içinde
yerine getirmektedir. Belgede adları geçmese de bu dîvâna ba÷lı çalıúan memurlar
oldu÷u muhakkaktır.737
Dîvân teúkilatında inceledi÷imiz bir belgede, merkezdeki Dîvân-ı østîfâ
makamına atama yapılırken, “bizim vilayetlerimizden her vilayete güvenilir naibler
göndersin”738 denilmekteydi. Burada söz edilen nâibin eyaletteki müstevfî olup
olmadı÷ını bilmiyoruz. Kaynaklarımız dîvân naibleri hakkında bilgi vermemektedir.
Belgelerde ise buraya aldı÷ımız ifadelerin dıúında ek bilgi verecek açıklamalar
yoktur. Ancak bölge istifa makamına tayin belgesinde atanan kiúinin merkezin naibi
oldu÷una dair hiçbir ifadenin yer almaması ve müstakil bir makama tayin
yapıldı÷ının görülmesi bize bu görevin bahsi geçen naib tarafından de÷il de bir
baúka kiúi tarafından yürütüldü÷ü izlenimini vermektedir. Naiblerin varlıklarından,
temsil yetkilerini anlıyoruz. Ancak baúkaca bir bilgiye de ulaúamadık.
Horst bu makamın, Sultan Sencer devri belgelerine dayanarak, Eyalette
bulunan Dîvân-ı østifanın görevlerini tespit etmeye çalıúarak; merkezdeki ile aynı
oldu÷u sonucuna varmıútır. Eyaletteki tüm finans iúlerinden sorumlu olan bu makam
merkezdeki dîvâna karúı sorumludur.739 Açıklamaya çalıútı÷ımız üzere bu iúleyiú
Hârizmúâhlar için de geçerlidir. Selçuklu teúkilatında oldu÷u gibi Hârizmúâhlar’da
da eyalet dîvânın di÷er kolları olmalıdır. Ancak belgelerimiz bize bu konuda bilgi
vermemektedirler.
Hârizmúâhlar’da eyalette bulunan dîvânlardan biri de Dîvân-ı øúrâf’tır.
Ba÷dadî’de yer alan bir belgeye göre, Cend halkı istedikleri kiúinin müúrif olarak
737
Bkz., Horst, age., s.51.
Toyserkânî, age., s.79.
739
Horst, age., s.51-52.
738
177
bölgelerine atanması talebinde bulunmuútu ve onların bu iste÷i yerine getirilmiúti.740
Horst’a göre eyaletlerde bu dîvân sahibinin yürüttü÷ü görev, eyalette bulunan
Dîvân-ı østifâ’yı kontrol etmek ve bütün finans iúleriyle meúgul olmaktır. Finans
iúlemlerini kaydetmek ve halkı haksız vergilere karúı korumak bu cümledendir.741
3. Vali
Merkezî yönetim eyaletlerinin idaresini “hükümdarı temsilen” valilere
bırakmıútır. Vali, eyalet veya bölgedeki en güçlü isimdir. Bölgesinde yönetime dair
tüm branúların en üst düzey yetkilisi ve bütün memurların âmiridir.742
Valilik makamından istenen Allah’ın emirlerine uyarak iú görmesi, halka
hoúgörülü ve adaletli davranmasıdır. Bunun yanı sıra o, yoksulları ve ihtiyaç
sahiplerini gözetmeli, seyyidlere, imamlara, sûfîlere ve úeyhlere saygı göstermelidir.
Yolları, geçitleri güvenli hale getirmek, suçluları cezalandırmak da valinin görev ve
yetki alanındadır. 743 Halk ise valiye itaat etmekle yükümlüdür.
Vali, eyaletlerde ve bölgelerde yaúayan “din adamları sınıfının” devlet
kasasından aldıkları maaúların ödenmesinden de sorumludur. Hârizmúâh øl-Arslan
devrine ait bir belgede bu maaúlar “erzâk, ma’ayiú, enzâr, idrârât vb. isimlerle
kaydedilmektedir.744
Vilayetin adlî iúlerinde de vali en üst düzey söz sahibidir. Örne÷in Sultan
Tekiú’in o÷lu Nâsırüddin Melikúah’ın Cend Eyaleti valili÷ine atama menúûrunda bu
Nrktaya temas edilerek verece÷i hükümlerde vicdanlı davranması istenmektedir.
Ayrıca gene aynı belgeden kadıların da valiye itaatle yükümlü olduklarını anlıyoruz.
Bu belgeye göre tüm memurların amiri olan vali, çiftçiler, tüccarlar, iúletmeciler ve
toprak sahiplerinin de iúleriyle ilgilenmeli ve görevine yenilik getirmeden bilinen
usulleri uygulamalıdır.745
740
Ba÷dadî, age., s.120-121.
Horst, age., s.57.
742
Horst, age., s.46.
743
Horst, aynı yer.
744
Horst, age., Belge I 12, s.120. Ayrıca bkz., Köymen, agm., s.335.
745
Ba÷dadî, age., s.13-29.
741
178
Vali, eyaletteki finans iúlerinin de baú sorumlusudur. Horst’a göre belgelerde
geçmese de, “vilayetin müstevfîsi” validir bölge müstevfileri onun emrindedir.
Ayrıca vergi tahsili için amilleri vali görevlendirir.746 Gerçekten de belgelerimizde
valinin aynı zamanda bulundu÷u eyaletin müstevfîsi oldu÷una dair hiçbir kayıt
yoktur. Buna karúılık yukarıda eyalet dîvânlarını incelerken kullandı÷ımız belgede
bir “hıtta”ya müstevfi tayini yapılmaktadır. Biz bu belgeden bölgedeki müstevfinin
validen baúka bir kiúi oldu÷u sonucunu çıkarıyoruz. Çalıútı÷ımız dönem için bir
kiúinin birden fazla görevi yürüttü÷üne dair örneklerimiz vardır. Ancak gene de
valinin aynı zamanda müstevfi oldu÷una dair kayıt yoktur. Her halde vali eyaletteki
müstevfinin de amiridir.
Valilerin gelir kaynakları hakkında net bilgilerimiz yok. økta gelirlerinden
hakları olan payı alıyorlardı. Bunun haricinde devletin onlara ayrıca bir ödeme yapıp
yapmadı÷ını bilmiyoruz. Ancak muhtemelen maaú alıyorlardı.
Valiler eyaletin sadece sivil idaresinden sorumlu de÷ildirler. Onlar aynı
zamanda bulundukları bölgenin en üst askerî kumandanıdırlar. Zaten büyük bir
ço÷unlukla da asker kökenlidirler ve ayrıca bu makama gelmeden önce savaúlara
katılmıúlardır. Örne÷in Sultan Tekiú, o÷lu Nâsırüddin Melikúâh’ı ülkenin en kritik
noktalarından biri olan Cend’e tayin etti÷inde o aynı zamanda önemli sayıda bir
ordunun kumandanı olarak da atanmıú oluyordu.747 Nâsırüddin Melikúâh hem
bölgesini yönetmiú hem de devlet politikasının bir gere÷i olarak kuzey akınlarına
devam etmiúti. Barçınlıg-kend valili÷ine tayin edilen sultan Tekiú’in di÷er o÷lu
Tâceddin Aliúâh’ın atama menúûrunda da devletin uzak bölgelerindeki bütün
hareketlerden, her türlü faaliyetten ve özellikle devlete muhalif giriúimlerden
haberdar olması istenmektedir.748
Hârizmúâhlar devletinde daha önce yeri geldikçe bahsetti÷imiz üzere Cend
valili÷i bulundu÷u co÷rafyanın devlet için taúıdı÷ı önem nedeniyle ço÷unlukla
büyük o÷ula veriliyordu. Örne÷in Hârizmúâh Atsız buraya o÷lu Ebul-Feth øl-
746
Horst, age., s.47.
Ba÷dadî, age., s.13-29.
748
Ba÷dadî, age., s.38-43.
747
179
Arslan’ı tayin etmiúti.749 Sultan Tekiú de tahta çıkmadan önce Cend valisiydi ve
kendisi de o÷lu Nâsırüddin Melikúâh’ı aynı bölgeye atamıútı.750 Sultan Tekiú,
Niúâbûr’a devletine ba÷ladıktan sonra (1193) buraya daha önce Cend’e tayin etti÷i
o÷lu Melikúâh’ı vali olarak atanmıútır. Horasan Valisi Melikúah’ın 1197 tarihinde
ölümünden sonra ise adı geçen bölge valili÷ine veliaht Kutbüddin Muhammed
getirilmiútir.751 Sultan Tekiú torunu En-boz b. Togantogdı’yı da Isfahân valili÷i ile
görevlendirmiúti.752
Sultan Tekiú, o÷lu Aliúâh’ı da Dihistan valili÷inden sonra Cürcân’a tayin etti.
Taceddin Aliúâh 1200 yılında Irak’ın merkezi øsfahan’a gönderildi.753
Mo÷ollar Hârizm ülkesine saldırdı÷ı sırada da úehirler ve kaleler valileri
komutasındaki kuvvetlerle savunuluyordu. Örne÷in Hocend valisi Timur Melik,
Otrar valisi ønalcık, Niúâbûr valisi Kezlik, sultanın emri gere÷i savunma tedbirleri
almıúlardı.754 Terken Hatun’un Mo÷ol tehlikesi üzerine Gürgenç’ten ayrılmasından
sonra baúkentte “Sultan” ilan edilen Humar Tegin, Ebu’l-Gazi’ye göre, “Terken
Hatun’un a÷abeyidir ve øslâm dinini seçip Sultanın hizmetine girmiútir. Sultan da
onu Gürgenç valili÷i görevine getirmiútir”.755
Eyaletlerden baúka kalelere de valiler tayin edildi÷ini görmekteyiz. Örne÷in
Sultan Celâleddin Hârizmúah, Mo÷ollar’ın önünden hareketle Niúâbûr’a geldi÷inde
on sandık dolusu mücevheratın Erdehan Kalesine gönderilmesini emretmiúti.
Mühürlü sandıklar kalenin valisine teslim edilmiúti. Bunun kanıtı olarak vali
tarafından düzenlenen makbuz ise Sultana getirilmiúti.756
Bilindi÷i üzere hârizmúâhlar hanedanının kurucusu Anuútegin’in o÷lu
Kutbeddin Muhammed Selçuklular’ın Hârizm valisiydi.757
749
Cüveynî, age., s.255.
Ba÷dadî, age., s.13-29.
751
Cüveynî, age., s.264, 272-273; øbnü’l Esîr, age., C:XII., s.93.
752
Cüveynî, age., s.272.
753
Cüveynî, age., s.,276.
754
Cüveynî, age., s.118, 126, 292.
755
Ebü’l Gazi Bahadır Han, ùecere-i Türkî, Çev. Rıza Nur,Türk ùeceresi, østanbul1925, s.41.
756
Nesevî, Farsça, s.67.
757
Cüveynî, age., s.250; øbnü’l-Esîr, age., C:X., s.223; Kazvînî, age., s.487.
750
180
Cengiz Han’ın ele geçirdi÷i bölgelerde alıúıla gelmiú yönetim tarzını kendi
adamlarıyla uyguladı÷ını görmekteyiz. Nitekim o, ele geçirdi÷i úehirlere valiler tayin
etmiúti.758
4. Eyalet Vezîri
Hârizmúâhlar Devleti’nde bölgelerin idaresinde “eyalet vezîrleri” de görev
alıyordu. Ancak onların varlıkları dıúında haklarında pek fazla bilgimiz yoktur.
Hârizmúâhlar’a özgü bu durum hakkında kaynaklarımız bölgelerin vezîrlerinin
ismini zikretmekten öte görev ve sorumluluklarına dair bilgi vermemektedirler.
Eyalet yönetiminde yer alan bu vezîrler acaba valinin emrinde mi
çalıúıyorlardı, yoksa do÷rudan hükümdar veya onun vezîrine mi ba÷lıydılar, bunu
bilmiyoruz. Eyalet yönetiminde ne kadar söz sahibi olduklarına ve aldıkları ücrete
dair de ulaúabildi÷imiz kayıt yok. Tespit edilebilen, valilerin aksine ço÷unun Türk
asıllı olmadıklarıdır.759 Ayrıca belirtmek isteriz ki, eyalet vezîrlerine dair
bilgilerimiz Hârizmúâhlar’ın son dönemine aittir. Belki de bu uygulama sonradan
ortaya çıkmıútı.
Hârizmúâhlar idaresinde birçok bölge veya úehirde “vezîr” bulundu÷unu
biliyoruz. Mesela, Sultan Alâeddin Muhammed devrinde Nesâ vezîri Zâhirüddin
Mes’ud eú-ùâúî idi.760 Gene Sultan Alâeddin Muhammed döneminde Niúâbûr vezîri
olarak ùerefülmülk’ü görmekteyiz.761 Ancak Sultan Mo÷ollar’ın önünden kaçarak
Nîúâbûr’a geldi÷inde (18 Nisan 1220) bu úehrin vezîri Mücirülmülk Kâfiddin Ömer
idi. Cüveynî’ye göre o, iyi huyu ve ahlâkıyla ün salmıútı.762 Cüveynî’nin
anlattıklarına bakılırsa Sultan Niúâbur’da iken e÷lenceye daldı÷ı için vezîr tamamen
onun iúleriyle meúgul olmuú bu nedenle de görevini yerine getiremez hale gelmiútir.
Burada vezîrin bulundu÷u durumdan úikayeti anlatılırken “evrâk-ı cerâid”i tutmaya
vakit bulamamasından dert yandı÷ı anlatılmaktadır.763 Bu kayıttan eyalet vezîrinin
758
Gizli Tarih, s.185.
Horst, age., s.49.
760
Nesevî, Farsça, s.35.
761
Cüveynî, age., s.293
762
Cüveynî, age., s.321.
763
Cüveynî, age., s.321-322
759
181
sicillerin tutulmasından sorumlu oldu÷u ve bu iúi yaparken de emrinde çalıúan
memurlar oldu÷u tahmininde bulunabiliriz.
Ayrıca Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın vezîri olan ùerefülmülk de daha önce
Cend vezîri idi. Bilindi÷i üzere o, önce hâcib sonra da Sultanın vezîri olmuútur.764
Kaynaklarımızdan Sîret-i Sultan Celâleddin Mengübirti’nin yazarı Nesevî ise
Nesâ vezîriydi. Sultan Celâleddin’in Irak vezîri olarak da ùerefüddin Ali’nin ismi
geçmektedir.765
5. ùehzâde Vezîri
Aslında úehzâde vezîrleri do÷rudan eyalet idaresinde yer almazlar.
ùehzâdeler nerede ise vezîrleri de oradadır. Ancak Hârizmúâhlar’da úehzâdeler
ço÷unlukla eyaletlerde görev aldıkları için úehzâde vezîrlerini bu baúlık altında
incelemeyi uygun bulduk.
ùehzâde vezîrlerinin görevlerini tespit edemiyoruz. Kaynaklarımızın
ifadelerinden bizzat hükümdar tarafından tayin edildiklerini anlıyoruz. Bölge
idaresiyle görevlendirilen úehzâdenin yanına bir de vezîr tayin ediliyordu. Sultanın
vezîrinin görev ve sorumluluklarının bir benzerini atandıkları bölgede yerine
getirmekle görevli olduklarını tahmin edebiliriz.
Sultan Alâeddin Muhammed, Kirman ve Mekran’ı hâkimiyeti altına alınca
bu bölgede o÷lu Gıyâseddin Pîrúâh’ı görevlendirmiú ve vezîri olarak da Tâceddin b.
Kerîmü’ú-ùerîf en-Niúâbûrî’yi tayin etmiúti.766 Sultan di÷er o÷lu Celâleddin
Mengübirtî’ye Gazne, Gur, Bamiyân bölgesini verdi÷inde ise onun vezîri olarak
ùehabeddin Alp Herevî’yi görevlendirmiúti.767 Sultan Alâeddin Muhammed, Irak
idaresini verdi÷i o÷lu Rükneddin Gursançtı’nın vezîrli÷ine de ømadülmülk
Muhammed es-Sâvî’yi getirdi. Nesevî’ye göre bu vezîr uzun seneler Hârizm’de
Nizamülmülk’ün nâibi olarak görev yapmıútı.768 Sultan Alâeddin Muhammed
764
Akılî, age., s.271.
Nesevî, Farsça, s.153.
766
Nesevî, Farsça, s.38, 116.
767
Nesevî, Farsça, s.38.
768
Nesevî, Farsça, s.39; Kazvînî, age., s.498.
765
182
Mo÷ollar’dan kaçarak Ceyhun’u geçti÷inde vezîr ømadülmülk, sultanın yanına
gelmiúti.769
Sultan Alâeddin Muhammed, kendi vezîri olan Nizamülmülk Muhammed b.
Salih’i azledince annesi Terken Hatun onu úehzâde Uzlakúâh’ın vezîrli÷ine tayin
etmiúti.770
6. Atabeg
Bilindi÷i gibi Selçuklular’da küçük yaútaki úehzâdelere, onların yetiútirilmesi
ve e÷itimleri ile ilgilenmesi gayesiyle “atabeg” tayin edilirdi. Atabeg aynı zamanda
úehzâdenin görevlendirildi÷i eyaleti onun “vasî”si sıfatıyla yönetirdi.771
Hârizmúâhlar
Devleti’nde
de
atabeglik
müessesesinin
Selçuklular
zamanındaki amaca uygun olarak varlı÷ı tespit edebiliyoruz. Örne÷in Hârizmúâh
Atsız ölünce (1156), yanında bulunan o÷lu øl-Arslan, Hârizm’e gelerek kardeúi
Süleymanúâh’ı hapsetmiú ve onun atabegi O÷ul Beg’i öldürtmüútü.772 Bu örnek bize
atabeglik müessesesinin kuruluú devrinden itibaren Hârizmúâhlar’da, Selçuklular’ın
bir devamı olarak varlı÷ını göstermektedir.
Sultan Alâeddin Tekiú, Rey’in idaresini o÷lu Yunus Han’a verdi÷inde
Mayacık’ı ona atabegi tayin etmiúti.773 Sultan Alâeddin Tekiú, torunu Erboz Han b.
Togantogdı’yı Isfahan idaresiyle görevlendirdi÷inde onun atabegli÷ine Sipehsâlâr
Sâmânî Bigu (veya Yabgu)’yu getirmiúti.774
Sultan Alâeddin Muhammed ise, bütün Irak-ı Acem bölgesinin idaresini o÷lu
Rükneddin Gursançtı’ya verdi÷inde Yıgan Taysı’yı ona atabeg tayin etmiúti.775
769
Nesevî, Farsça, s.66.
Nesevî, Farsça, s.42, 48.
771
Coúkun Alptekin, “Atabeg”, DøA., C:IV, s.38; Atabeg için ayrıca bkz., Fuad Köprülü, “Ata”, ø.A.,
C:I, s.712-718; C. Cahen, “Atabak”, E.I., C:I, s.731-732; ø.Hakkı Uzunçarúılı, Osmanlı Devlet
Teúkilâtına Medhal, Ankara 1988, s.47; Erdo÷an Merçil, Fars Atabegleri Salgurlular, Ankara
1991, s.125.
772
Cüveynî, age., s.257; Kazvînî, age., s.490.
773
Cüveynî, age., s.270.
774
Cüveynî, age., s.272.
775
Nesevî, Farsça, s.98.
770
183
Kaynaklarımızdan biri olan Ba÷dadî’nin et-Tevessül ile’t-teressül adlı
eserinde “Ulug lala beg” ifadesi geçmektedir.776 Bu ifadenin “atabek-i âzam”
karúılı÷ı oldu÷u düúünülmektedir.777
Hârizmúâhlar
devrine
ait
atabeglik
müessesesi
hakkında
bilgi
edinebildi÷imiz bir belge de Gıyâseddin Pirúâh dönemine aittir ve Horst belgenin
Almanca’sını kitabında kullanmıútır.778 ùehzâde annesine hitaben, düzenlenen
belgede önce annenin giderlerini hangi gelirlerden karúılanaca÷ı açıklanmaktadır.
Ardından da úehzâde annesinden süt anneler bulması istenerek, úehzâdenin
beslenmesine özen göstermesi gerekti÷i hatırlatılmaktadır. Belgede bundan sonra
“belirli süre içerisinde úehzâdenin e÷itimi için yetenekli ve dürüst bir atabeg
görevlendirilece÷i” bildirilmektedir.779
Belgeden açıkça anlaúıldı÷ı üzere Hârizmúâhlar’da atabeg tayini tıpkı
Selçuklular’da oldu÷u gibi esas olarak úehzâdenin e÷itiminin sa÷lanmasını
amaçlıyordu.
Hârizmúâhlar’da atabegler, Selçuklular’da oldu÷u gibi devletin yıpranmasına
neden olacak kadar güçlenemediler.780 Çünkü merkezî idarenin güçlü olması buna
fırsat vermedi.
7. Reis
Reis, valinin emrinde çalıúan ve eyalete ba÷lı úehirleri yöneten sivil
memurdur. Devletin en alt kademedeki idarî memurlarından olan reis soylu yerli
ailelerden gelir ve reislik genellikle veraset yoluyla intikal eder.781 Reis validen
baúka eyaletteki müstevfînin de emrindedir.
776
Ba÷dadî, age., s.234. “Bedreddin Ulug lala beg”.
Köprülü, “Ata”, ø.A., C:I, s.714.
778
Horst, age., Belgeler, S6, s.140.
779
Horst, age., aynı yer.
780
Selçuklu Devleti’nin çöküú sebepleri arasında atabeglerin faaliyetleri için bkz.Özaydın,
Berkyaruk, s.140-147.
781
Horst, age., s.54.
777
184
Reis, bölgesinde merkezî yönetimi temsil eder. Her kademedeki memurun
aslî görevlerinden olan halkın refahının teminine çalıúmak reis için de geçerlidir.
Bölgesinde güvenlik, adalet ve finans konularından sorumludur. Reisin görev
bölgesinin daha küçük mıntıkalarına da÷ılmıú vekilleri vardır ve reis hepsinin
amiridir. Bu úekilde bölgesinin en küçük yöresinden bile haberdar olarak iúlerin
yürüyüúünü kontrol edebilir. Reisin bir nâibi ile emrinde çalıúan kâtip ve di÷er
memurları vardır.782
Hârizmúâh Atsız dönemine ait 1145 tarihli “Cend Fetihnâmesi”nde,
“...kadıların, imamların, reislerin ve reâyânın bu sevinçten pay almalarını”783
sa÷lamak için fetih haberinin süratle bildirilmek istendi÷i kaydedilmektedir. Bu
belge reislerin, Hârizmúâhlar idarî teúkilatında baúlangıçtan itibaren var oldu÷unu
göstermektedir. Gene Ebkârü’l-efkâr’da yer alan Hârizm kadısı tayini için
düzenlenen menúûrda “reislerin (rüseâ’) atanan kadıya saygı göstermeleri,
tutacakları yol olarak belirtilmektedir.784 Reis, kadılar ve imamlar ile birlikte çalıúır.
Kadılar tarafından verilecek hükümleri kontrol edebilir. Ancak onları desteklemek
ve kararlarını tanımak zorundadır.785
Arâis’ül-havâtır’de yer alan bir belgede de hatiplik makamına tayin edilen
kiúiye uymaları uyarısı yapılanlar arasında reisler de vardır. Ayrıca aynı belgede
“Cuma ve bayram namazlarını onun arkasında kılsınlar, namazda ona uymayı
kıymetli bir ganimet bilsinler”786 denilmektedir.
Sultan Celâleddin Hârizmúâh, øsfahan’da bulundu÷u sırada orduyu teftiú
etmek ve úehrin yakınında buluna Mo÷ollar ile savaú öncesi askerleri
cesaretlendirmek istemiúti. Bunun için Isfahan kadısı ve reisini yanına ça÷ırarak
askerlerin teçhiz edilmiú bir halde geçit resmi yapmalarını emretmiúti.787
782
Horst, age., s.54.
Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr.31b-34a; Toyserkânî, age., s.73.
784
Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr.34a-37a; Toyserkânî, age., s.77.
785
Horst, age., s.55-56; ayrıca bkz., Lambton, agm., s.389
786
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya, 4138, vr. 56a-58a; Toyserkânî, age., s.37-40
787
Nesevî, Farsça, s.168.
783
185
8. ùahne (ùıhne)
ùahne, úehirlerde güvenli÷i sa÷lamak ve devletin iúlerinin burada emniyet
içinde yürütülmesini sa÷layacak ortamı hazırlamakla görevlidir. Ba÷dadî’nin
kaydetti÷i ve øzzeddin Toganúâh b. Müeyyed adına düzenlenen iktâ menúûrunda az
daha olsa Hârizmúâhlar devletinde úahnelerin görevleri hakkında bilgi bulabiliyoruz.
Menúûrda iktâ sahibine hitaben úahnelere ve gumaútegâna (memurlar) uyarılarda
bulunması istenmektedir. Buna göre, din kurallarının uygulanmasında hassasiyet
göstermeleri ve verdikleri kararların bu ihtimama hizmet edecek úekilde olmasına
çaba sarf etmeleri gerekti÷i hatırlatılmaktadır.788
Ayrıca hükümleri imzalarken uyanık ve dikkatli olmaları gerekti÷i
belirtilerek iyi iúler yapanların desteklenmesi fesada karıúanların da cezalandırılması
emredilmektedir.789 Belgelerde fesaddan kastedilen muhalif hareketlerdir. Bunu
daha baúka belgeleri incelerken de görmüútük. Demek ki úahneler düzeni korumakla
görevlidirler. Bunu belgenin devamındaki ifadelerden de anlıyoruz: øyi iúler
yapanların adâletli ortamda rahat edecekleri vurgulanırken, kötü insanlar da
korksunlar denilmektedir. Bu vurguya bir açıklama getirilerek, “cezalandırma
kurallarına müsamaha gösterilirse herkesin beyninde beyhude düúüncelerin
oluúaca÷ı ve memleketin düzeninin bozulaca÷ı”790 hatırlatılmaktadır. Belgede úahne
ile birlikte adı geçen gumaútegân bizce úahnenin emrinde çalıúan memurlardır.
ùahnenin, bulundu÷u bölgede yolların güvenli÷ini sa÷lamakla görevli
oldu÷unu gene aynı belgeden anlıyoruz.791 ùahne bölgesinde iç güvenli÷i sa÷layarak
aslında di÷er memurlar için uygun çalıúma ortamını hazırlamaktadır. Buna göre
memurların iúlerine engel olacakları bertaraf edebilir.
Hârizmúâhlar’da
úahneyi
kimin
tayin
etti÷ini
bilmiyoruz.
Horst,
Hârizmúâhlar’da úahnenin tayin yetkisinin reiste oldu÷unu belirtmektedir. Ona göre
úahne, reisle birlikte çalıúır ve onun tarafından kontrol edilir. ùahne reisin onayıyla
788
Ba÷dadî, age., s.35.
Ba÷dadî, aynı yer.
790
Ba÷dadî, age., s.35.
791
Ba÷dadî, age., s.36.
789
186
emrinde çalıúacakları tayin eder. Ayrıca yaptı÷ı her iúlemde reisin onayını alır ve
tüm geliúmelerden onu haberdar eder.792
Cüveynî’nin verdi÷i bilgilere göre Semerkant úahnesi Emîr Tört Aba Terken
Hatun’un akrabalarındandı. Buradaki kayıtta Sultan Alâeddin Muhammed’in tayin
etti÷i yazılıyorsa da atamanın bizzat yapıldı÷ına hükmetmemiz için kesinlikle yeterli
de÷ildir. Ancak bir emîrin bu göreve tayini úahnenin asker kökenli olmasını
göstermesinin ötesinde makamın reislikten üstün oldu÷una da iúaret etmektedir.
Acaba bu úahne daha büyük bir bölge için mi atanmıútır? Kaynaklarımız genellikle
úehir adlarını ve özellikle merkezleri belirttikleri için, adı geçen úehre ne kadar
bölgenin ba÷lı oldu÷unu tam olarak bilmiyoruz. Bu nedenle de úahnenin eyaletin
geneli
için
mi
görevlendirildi÷ini
kesin
olarak
söyleyemeyiz.
Ancak,
Hârizmúâhlar’da çok özel bir yeri olan emîrlerden birinin bu göreve tayini eyaletin
tamamı ya da oldukça geniú bir bölge için oldu÷u izlenimi vermektedir. Belki de
eyaletler için úahne emîrler arasından seçiliyordu. Bu görev o halde Türkler
tarafından yürütülüyor demektir.
Burada adı geçen úahne, úüphesiz ki, Horst’un reisin emrinde gösterdi÷i
küçük bir bölgeden sorumlu makam de÷ildir. Belki de daha küçük bölgeler için ayrı
úahneler tayin ediliyordu. Bunu tespit edemiyoruz. Ancak “askerî vali” tanımına
uygun olarak úahnelik önemli bir makamdı. Nitekim, Hârizmúâhlar hanedanının
kurucusu Anuútegin Selçuklu sarayında taútdârlık görevini yürütürken aynı zamanda
“Hârizm úahne”li÷ine tayin edilmiúti.793 ùahne, bölgede güçlü bir askerî idareci
olarak karúımıza çıkıyor. Bu durum Hârizmúâhlar dıúındaki devletler için de
geçerlidir. Örne÷in Gurlular, Sultan Alâeddin Muhammed Hârizmúâh’ın tahta
çıkması sırasında yaúanan olaylardan istifadeyle Cürcân ve Bistâm bölgelerini
792
Horst, age., s.55-56. ùahnenin bizzat hükümdar tarafından tayin edilmedi÷ine dair Sultan Sencer
dönemine ait bir belge Leningrad Münúeât Mecmûâsı’nda mevcuttur. Köymen, tanıttı÷ı bu
belgeden tayinin herhangi bir dîvân reisi ya da tâbî bir hükümdar tarafından yapılmıú olabilece÷i
sonucunu çıkarmaktadır. Bkz. Köymen, Münúeat Mecmuaları, s.566.
793
Cüveynî, age., s.249; Kazvînî, age., s.486-487.
187
kendilerine ba÷lamak için adı geçen bölgelere úahneler göndermiúlerdi.794 Ayrıca
Mo÷ollar da ele geçirdikleri her úehre úahne tayin ediyorlardı.795
Sultan Celâleddin Hârizmúâh devrinde ise, Sultanın Tebriz’de bulundu÷u
sırada halk úahnenin baskısından úikâyette bulunmuúlardı. Sultan Halkı dinledikten
sonra úahnenin baskılarına boyun e÷memeleri gerekti÷ini halka hatırlattı.796
9. Âmil
Hârizmúâhlar idarî teúkilâtında “âmil” adı ile anılan fakat birbirinden ayrı
olan memuriyetlerin varlı÷ını tespit ettik. Bunları sırayla incelemeye çalıúaca÷ız.
ølk olarak âmil yaygın anlamıyla “vergi memuru”, “vergi tahsildarı” olarak
karúımıza çıkmaktadır.797 Bu anlamıyla âmil, devletin en alt kademedeki finans
memurudur. Baúlıca görevi ise vergi toplamaktır. Reis ve úahne ile birlikte çalıúır,
reis tarafından desteklenir. ùahne ise görevini yaparken, âmilin kiúisel güvenli÷ini
sa÷lar.798
Âmilin, Hârizmúâhlar Devleti’nde görevlerini tespit edebilmemize yardımcı
olacak belgeler mevcuttur. Örne÷in Ebkârü’l-efkâr’da yer alan bir “østifâ
Menúûru”nda, tayin edilen müstevfîye vilayette (eyalet) uyması gereken memurlar
arasında âmillerin de adı geçmektedir. Onlardan, atanan memura saygı gösterip,
emirlerine uymaları istenmektedir.799 Aynı menúûrda âmillerden muamelelerin
inceliklerine ve geneline ait hiçbir úeyi müstevfîden gizlememeleri ve Dîvân-ı
østifâ’nın mersûm ve rüsûmunu ona ve onun nâiblerine vermeleri emredilmektedir.
Ayrıca atanan müstevfînin saygınlı÷ının korunması için u÷raúmaları uyarısı
794
Cüveynî, age., s.278.
Örnekler için bkz., Cüveynî, age., s.127, 136, 158-159, 169. Mo÷ollar zamanında, Mo÷ol
idaresindeki bölgelerde dinî iúler dıúında kalan bükün iúleri kontrol etmek amacıyla Han tarafından
úahne tayin ediliyordu. Bkz. Cüveynî, age., s.97, Not:68
796
øbn Vâsıl, age., C:IV, s.150.
797
Âmilin bu anlamı için bkz. Fuad Köprülü, ø.A., C:I., s.402-404; Mehmet Erkal, “Âmil”, DøA.,
C:III, s.59.
798
Horst, age., s.57-58.
799
Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr. ;37a-39a; Toyserkânî, age., s.80.
795
188
yapılarak onun cesaretle ve korkmadan görevini yapabilece÷i ortamı yaratmaları
gerekti÷ine vurgu yapılmaktadır.800
Gene aynı mecmuada bulunan “Kadı Tayin Menúûru”nda da atanan kadıya
saygı göstermesi istenenler arasında âmilin de adı anılmaktadır.801
Aslında âmiller reâyâ ile do÷rudan temas halinde olan memurlardır ve bu
nedenle hükümetin halk tarafından görülen ve algılanan yüzünü ifade etmektedirler.
Lambton’un dedi÷i gibi; “halkın hükümetle iliúkileri baúlıca vergi alanında oldu÷u
için”802 âmillerin tutumu úüphesiz halkın gözündeki “devlet” imajının resmini çizer.
Üstelik vergi gibi halk için önemli ve ço÷u zaman da zor olan bir konuda
hassasiyetin oranı da mutlaka daha fazla olacaktır.
Baúlangıçta âmilin, Hârizmúâhlar’da farklı memuriyetlere iúaret eden bir ad
oldu÷unu belirtmiútik. økincisini Arâisü’l-havâtir’de mevcut bir belgeye dayanarak
açıklamaya çalıúalım. Arâis’te yer alan bir mektup803 “etraftaki âmillerden birine”
(ummâl-ı etraf) yazılmıútır ve içerik olarak hem ilginç hem de bizce çok önemlidir.
Vilayetlerin iúlerinin ve reâyânın durumunun düzene sokulması amacıyla
yazılan mektupta, aslında halkın devletin gözünde nasıl bir noktada bulundu÷unun
bir göstergesi olacak tahliller yapılmaktadır.
Belgede ismi belirtilmeyen bölgede yaúayan halkın üç sınıftan oluútu÷u ilk
önce belirtilir. Bu bakıú açısını ülke geneline, bütün halk için uygularsak sanırım
hata yapmıú olmayız. Bu üç tabaka úu úekilde tanımlanmaktadır:
Birinci tabaka; hükümete ba÷lı olup hizmet edenlerden oluúmaktadır. økinci
sınıf iki yüzlülerdir. Bunlar baú kaldırabilecek, itaatsizlik gösterebilecek gruptur ve
úüpheli, karanlık iúler içerisine girebilirler.
800
Reúidüddin Vatvât, age., aynı yer; Toyserkânî, age., s. 80.
Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr.34a-37a ;Toyserkânî, age., s.77.
802
Lambton, agm., s.388.
803
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr:4138; vr.59b-60b; Ayrıca bkz., Toyserkânî,
age., s.45-46.
801
189
Üçüncü tabaka ise; geçim derdinde olan zanaat ya da ziraatla u÷raúanlardan
oluúmaktadır. Bunlar tehlikeli de÷ildir ve sadece kendi baúlarının korunması
derdindedirler. Belgede kaydedildi÷i gibi, “bunlar padiúâh için ne kötülükte bulunur
ne ona karúı bir vefa gösterir ne de gerekti÷inde onun arkasında dururlar”.804
Belgede,
ikinci
sınıf
olarak
tanımlananlar,
vilayetin
kendilerinden
temizlenmesi gerekli görülen ve mektupta bunun emri verilen gruptur. Üçüncü sınıf,
muhataba korunması ve kuralların onlar için hafifletilmesi emredilen kesimdir.
Onlara karúı kötü ve haksız davranıúlarda bulunarak, tahakküm edilmemesi kesin bir
dille belirtilmektedir. Birinci sınıf zaten, “bizim katımızda de÷er kazanacaklar,
bizim has çevremizden olacaklar” denilen gruptur.805
Belgenin sonunda “ummâl-ı etraf”tan bu emirleri kendisi için kılavuz
yapması ve daima göz önünde bulundurması istenmektedir. Ayrıca buyrukların
gere÷ince davranması, ihmalci olmaması hatırlatılarak bu úekilde ondan memnun
kalınaca÷ı ve itibarının artaca÷ı belirtilmektedir806.
Görüldü÷ü üzere, belgenin muhatabı olan âmilin görev ve yetkisine dair
bilgiler verilmemektedir. Ancak düzenlenen bu belgenin yukarıda “vergi memuru”
olarak gördü÷ümüz “âmil” olmadı÷ı da úüphesizdir. Çünkü belge Reúidüddin
Vatvât’ın kaleminden çıkmıútır ya da daha do÷ru bir ifadeyle onun kaleminden
çıkmıú belgenin günümüze ulaúmıú örne÷idir. Demek ki, bu belge merkezden
gönderilmiútir. Devletin en alt vergi memuruna hitaben böyle bir belge
düzenlemeyece÷i gayet açıktır. Demek ki, buradaki muhatap olan “âmil” baúka bir
görevlidir.
Bu belgede adı geçen âmil, küçük bölgelerde vergi tahsil eden memurdan
kademe olarak çok çok üsttedir. Ve ona bir bölgenin idarecisi oldu÷u izlenimini
veren içerikte bir mektup gönderilmiútir. Acaba burada adı geçen âmil, kimin
emrinde çalıúıyordu ve görev sahası ne idi? Bu soruların kesin olarak
cevaplamamıza imkân yok. Ancak “âmil” adının vergi ile iliúkili olarak
804
Reúidüddin Vatvât, age., aynı yer.
Reúidüddin Vatvât,age., aynı yer.
806
Reúidüddin Vatvât, age.,aynı yer.
805
190
kullanıldı÷ından hareketle, üst düzey bir vergi memuru olabilece÷i varsayımında
bulunabiliriz. Belki de eyaletteki en üst düzey vergi sorumlusudur. Di÷er küçük
âmillerin hepsi onun emrinde olabilir. Ancak bunlar sadece tahmindir.
Nesevî bir yerde, Kerimüddin Tayfurî’den bahsederken, onun Hârizm âmili
oldu÷unu söyledikten sonra, “âmil ve vali onlarca aynıdır”807 demektedir.
Nesevî’nin söylediklerini destekleyecek baúkaca kanıtlara sahip de÷iliz. Ancak
Nesevî’nin üst düzey bir devlet memuru oldu÷unu, idarî konuları iyi bildi÷ini göz
önünde bulundurursak onun bu kaydını yabana atamayaca÷ımızı söyleyebiliriz.
Acaba Hârizmúâhlar’da vali ve âmil aynı mıdır? Biz valileri incelerken onlara aynı
zamanda âmil de dendi÷inin örneklerine rastlamadık. Kaynaklarımızda bir yerde vali
olarak geçen baúka yerde âmil olarak da geçmemektedir. Buradaki örnek istisnadır.
Adı geçen Kerimüddin Tayfurî’nin küçük bir memur olmadı÷ı kesindir.
Sultan Alâeddin Muhammed, kendi vezîri Nizamülmülk’ü azletti÷inde Terken
Hatun onu úehzâde Uzlakúâh’a vezîr tayin etmiúti. Nizamülmülk’ün yeni görevinde
yaptı÷ı ilk iúlerden biri bu âmil olarak adı geçen Kerimüddin’i tevkîf etmek
olmuútu.808
Sultan
Alâeddin
Tekiú
döneminde
de
“Horasan
Âmilli÷i”
bahsi
geçmektedir.809 Görüldü÷ü gibi burada kastedilen eyalet âmilli÷idir.
Sonuç olarak Hârizmúâhlar’da eyalette, üst düzey âmil adında bir
memuriyetin oldu÷u kesindir. Öyle anlaúılıyor ki, bu memur idarî görev ve yetkilere
de sahiptir. Üstelik Selçuklular’da bu kelimenin vali anlamında da kullanıldı÷ını göz
ardı etmemek gerekir.810
10. Mutasarrıf
Belgelerimizde vergi tahsildarı olan âmille birlikte anılan bir memuriyet de
“mutasarrıflık”tır. Örne÷in, Ebkârü’l-efkâr’da tayin edilen müstevfîye saygılı
807
Nesevî, Farsça, s.46.
Nesevî, Farsça, s.46; Kafeso÷lu, age., s.213.
809
Nesevî, Farsça, s.15.
810
Köprülü, “Âmil”, ø.A., C:I., s.403.
808
191
davranmaları ve onun emirlerine uymaları gereken görevliler arasında mutasarrıfın
da adı vardır.811
Belgede adları anılan mutasarrıflardan tıpkı âmiller gibi muamelelerin
inceliklerine ve geneline ait hiçbir úeyi gizlememeleri ve Dîvân-ı østifâ’nın mersûm
ve rüsûmunu ona ve nâiblerine vermeleri emredilmektedir. Gene âmil ile birlikte,
atanan memura uygun çalıúma ortamı hazırlamaları tembih edilmektedir. Belgelerde
bu úekilde adı geçen mutasarrıf Horst’a göre “finans müfettiúi”, Lambton’a göre ise
“vergi tahsildarı” dır.812
Mutasarrıfların, âmil ile birlikte anılmaları ve aynı direktiflerin her iki
memuriyet adı verilerek belirtilmesi çalıúma sahalarının da aynı ya da çok yakın
oldu÷unu göstermektedir. Vergi iúlerinden sorumlu oldu÷u anlaúılan mutasarrıfın
görev ve yetkileri hakkında daha baúka bilgilere ulaúamadık.
11. Amîd
Büyük Selçuklu Devleti’nde Tu÷rul bey zamanından beri varlı÷ı bilinen
amid, eyaletin baúında bulunuyordu ve görev yaptı÷ı bölgenin siyasî, idarî, askerî ve
malî konularında tam yetkiliydi. Eyaletin en üst seviyedeki sivil memuru amid idi.813
Hârizmúâhlar’da bu unvâna rastlamamıza ra÷men bu memuriyetin tam olarak
nasıl bir görevi yerine getirdi÷ini, yetki ve sorumluluklarının neler oldu÷unu
açıklamaya yarayacak bilgilere ulaúamadık.
Cengiz Han, Semerkant’ı ele geçirdi÷inde ödenmesini istedi÷i iki yüz bin
dînarı temin için Amîd-i Büzurg’u görevlendirmiúti.814 Ayrıca amîd unvânı taúıyan
Bedreddin adında Otrar’da görev yapmıú bir vezîr nâibi vardır.815
811
Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr.37a-39a ;Toyserkânî, age., s. 80.
Horst, age., s.58.
813
Erdo÷an Merçil, “Amid”, DøA., C:III., s. 55.
814
Cüveynî, age., s.145-146.
815
Merçil, aynı yer.
812
192
Bu bilgiler bize Hârizmúâhlar’da da bu memuriyetin varlı÷ını gösterebilir.
Ancak belirtmek isteriz ki, bu makam Selçuklulardaki önemini koruyor olsaydı
herhalde kaynaklarımızda daha çok yer bulurdu.
12. Muhtesib
Eyalet teúkilatının teftiú memurlarından olan muhtesib günlük halatı
düzenlemek ve halkın yaúamını kolaylaútırmak için varlık gösteren bir mevkidir.
Görevleri arasında meslek erbabını, çarúı-pazarı denetlemek ve dini kuralların
uygulanıúını kontrol etmek sayılabilir.816
Ancak Hârizmúâhlar’da muhtesibin varlı÷ı dıúında hakkında baúka bilgi
bulamadık. Nesevî, Mo÷ollar Hârizm’i ele geçirdikleri sırada yaúanan karmaúayı
anlatırken Hârizm Muhtesibi Fakih-i Fâzıl Alâeddin Hayyatî’nın Mo÷ollar
tarafından götürüldü÷ünü kaydetmektedir.817
ø. ADLøYE TEùKøLÂTI
1. KƗdılkudât ve Kadılar
Hukukî uyuúmazlıkları ve davaları karara ba÷lama yetkisine sahip olan
818
kadılar
,
Hârizmúâhlar
Devleti’nin
adlî
teúkilâtının
ana
unsurunu
oluúturmaktadırlar. Kadılar, úer’î hükümlere göre karar veren hakimler olarak
devletin tayin etti÷i úehirlerde adâleti temin için görev yapıyorlardı. Yargı sisteminin
baúında ise “KƗdılkudât” bulunuyordu. 819
Hârizmúâhlar devrine ait belgeler arasında kadı ve kƗdılkudât tayinine ait
menúûr örnekleri günümüze ulaúmıútır. Örne÷in Ebkârü’l-efkâr’ın ikinci mektubu,
“Hârizm Kadılı÷ı Menúûru”dur.820 Menúûr, Kâdılkûdat olarak atanan “filan” kiúinin
özelliklerinin övülmesi ile baúlar ve Hârizm Kadılı÷ı makamının ona verildi÷i
belirtildikten sonra ondan yapılması istenenler açıklanır. Burada bir noktaya
Özaydın, age., s.222-223; R. Levy, “Muhtesib”, ø.A., C.: VIII., s.532-533.
Nesevî, Farsça, s.124.
818
Fahreddin Atar, “Kadı”, DøA., C:XXIV, s.66.
819
ùükrü Özen, “KƗdılkudât”, DøA, C:XXIV, s.77-82.
820
Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr.34a-37a; Toyserkânî, age., s.74-77.
816
817
193
de÷inmek isteriz. Nasıl ki, mâlî konulara ait belgelerde iktisadî terimler kullanılmıú
ise burada da dinî terimler sıklıkla kullanılarak, anlatılmak istenenler âyet ve
hadislerin yardımıyla ifade edilmektedir. Bu durum kadılı÷a dair bütün belgelerin
ortak özelli÷idir.
Belgede “KƗdılkudât”lık makamı, “din ve úeriât iúlerinin en büyüklerinden”
olarak tanımlanmaktadır. Muhataptan öncelikle takva sahibi olması istenmektedir
ardından da Kur’ân’a iktidâ’ etmesi ve onu yol gösterici olarak göz önünde
bulundurarak
verece÷i
kararları
âyetlere
dayandırmasının
gerekti÷i
hatırlatılmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber’in hadislerini ve sahabenin uygulamalarını
dikkatinden uzak tutmaması gerekti÷i belirtilerek, âlimlerle müzakere etmesi ve
salihlerin sözlerinden yararlanması istenmektedir.821
Belgeden
anlaúıldı÷ına
göre
adâlet
önünde
herkes
eúittir.
Çünkü
KƗdılkudât’a “güçlüye ve zayıfa karúı aynı úekilde davranması” emredilmektedir.
Belgede bu makamın görevlerine dair de bilgiler mevcuttur. Yetimlerin
mallarının korunması, miras ve vasiyet iúleri dinin kurallarına göre yürütülmesi
onun görevidir. KƗdılkudât, sorumluluklarını yerine getirirken nâiblerinden yardım
alır. Ayrıca bölgede bulunan bütün devlet memurları ve reâyânın úer’i konularda ona
itaat etmesi ve saygı göstermesi gerekmektedir.822
Arâisü’l-havâtir’de
bulunan
KƗdılkudâtlı÷a
inceledi÷imiz ile aynı özellikleri göstermektedir.
823
ait
belgede
burada
Ancak burada farklı bir ek bilgi
bulunmaktadır. Buna göre makama atanan úahıs görevine gelemezse böyle anlarda
babasının ona niyabet etmesi istenmektedir. Burada babanın daha önce aynı
makamda oldu÷u anlaúılmaktadır.. Ayrıca babanın daha önce kendi babasına da bu
görevde
nâiblik
yaptı÷ı
hatırlatılmaktadır.
Bu
uygulamadaki
amaç
“Müslümanlar’ın iúlerinin aksamadan yürütülmesi” olarak açıklanmaktadır.
824
da
Bu
örnekten makamın babadan o÷ula geçti÷i anlaúılıyor.
821
Reúidüddin Vatvât, age., aynı yer; Toyserkânî, age., s.74.
Reúidüddin Vatvât,Ebkârü’l-efkâr, vr. 34a-37a; Toyserkânî, age., s.77.
823
Reúidüddin Vatvât,Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4138, vr.54b-55b.
824
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, aynı varak
822
194
Kadılık görevini yerine getirenler de aslında sultanı temsilen bu görevi
yürütmektedirler. Hükümdar bütün devlet sisteminin baúıdır. Do÷al olarak yargı
sisteminin de baúı odur. O, bu yetkisini kadılar eliyle uygulamaktadır. Bu durum
Ba÷dâdî’nin kaydetti÷i bir menúûrda açıkça ifade edilmektedir. “Ülke iúleri ile
meúguliyet, siyasî iúlerin ve ülkedeki olayların yo÷unlu÷u” gerekçe gösterilerek
“halkın özel iúleriyle u÷raúmaya, davaları dinlemeye, úeriat hükümlerini imzalamaya
ve dinî iúleri úahsen yürütmeye” zaman olmadı÷ı ifade edilmektedir. Bu nedenle de
bilgili, fazıl, branúında çalıúanlardan daha üstün, ilim ve marifet sahibi bir kiúi
“kƗdılkudât” olarak seçilerek bu göreve atanmaktadır.825
Kadılar ayrıca mescid ve medreselerin sorumluluklarını da yerine
getiriyorlardı.826 Belgede mescid ve medreselerin ihmal edilmemesi, buralarda
toplanan âlimlere saygı gösterilmesi istenmektedir.827
Bu menúûrdan kƗdılkudat ve kadıların yargı iúlerinin dıúında görevler de
aldıklarını anlıyoruz. Belgede evkâf malının atanan kiúinin ve nâiblerinin elinde
do÷ru yolda oldu÷una atıf yapılmaktadır. Eskiden beri bunların idaresinin kadıların
elinde oldu÷u belirtilerek úimdi de bu yönetimin atanan kiúiye verildi÷i
kaydedilmektedir. Evkâf ve ona ba÷lı her úeyin çok meúhur olması nedeniyle izahata
gerek duyulmadı÷ı kaydediliyor.828 Bu nedenle ayrıntılı bilgi edinemiyoruz.
Burada inceledi÷imiz menúûr Seyfü’l-mille ve’d-din Halef el-Mekkî adına
hazırlanmıútır. KƗdılkudât olarak anılmasından ve menúûrun içinde yargıya dair
yapacaklarından da bahsedilmesi sebebiyle bu görevde oldu÷unu anlıyoruz. Bunu
belirtmemizin nedeni bu belgenin ona bir bölgenin idaresinin verilmiú olması ve bu
yerin iúlerinin onun tarafından yürütülece÷inin bildirilmesidir. Bu iúar yukarıda
belirtti÷imiz mescid, medrese ve evkâfa dair olanlar ile sınırlı de÷ildir. Kendisine
ba÷lı olan her yere bir nâib, tam yetenekli kifayetli bir âmil ziraat iúlerine kefil
olabilecek bir vekil ataması emredilmektedir. Böylece o yerin “îmareti, âbâdlı÷ı ve
825
Ba÷dadî, age., s.49.
Ba÷dadî, age., s. 49.
827
Ba÷dadî, age., s.54.
828
Ba÷dadî, age., s.52.
826
195
ziraatının muhteúem” olaca÷ı kaydedilmektedir.829 Belgede açıklandı÷ı üzere ziraat
ile ilgili bütün konular adı geçen kadının sorumlulu÷una bırakılmıútır. Üründen
alınacak vergilerin de “Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla gerekli olan yerlere
harcanması” istenmektedir. Ayrıca bu iúlerde onun tayin edece÷i yardımcılarının
iúlerini iyi yapmaları ve mahsulü bozulmaktan, yok olmaktan ve zalimlerden
koruması gerekti÷i hatırlatılmaktadır.830
Görüldü÷ü gibi bir bölgenin idaresi KƗdılkudât’a verilmiútir. Büyük bir
ihtimalle kendisi buraya giderek bizzat idarecilik yapmamıútır. Nâibleri aracılı÷ıyla
bu görevi yerine getirmiútir. Her halde gösterdi÷i baúarıların bir ödülü olarak bölge
idarecili÷i KƗdılkudât’a verilmiúti.
Yargılamaların nasıl yapılması gerekti÷i de belgelerimizde anlatılmaktadır.
Yargılamada hüküm verirken, “iki tarafın sözünü tahkik eden bir kulakla
dinlemeli”dir. Bunun yanı sıra “ønsanlar arasında hüküm verdi÷inizde adâletle
hükmediniz” (en-Nisâ, 4/58) âyetini göz önünden ayırmaması gerekir.831
Kadılar gerekti÷inde hükümdara bir konuda danıúmanlık da yapıyorlardı.
Sultan yapaca÷ı bir iúin úer’i olup olmadı÷ını onlara danıúıp fetva alabiliyordu.
Örne÷in Hârizmúâh Atsız, Reúidüddin Vatvât tarafından kaleme alınan ve Halife
Muktefî- Liemrillah’a gönderdi÷i mektupta Sultan Sencer’in, Hezâresb kuúatmasını
úikayet ederek úöyle diyordu: “Bunun üzerine bu kul da kadıları ve fakihleri
toplayarak onlardan bu düúmanla savaúmanın úer’î olup olmadı÷ına dair bir fetva
istedi. Onlar da bir a÷ızdan onu yenenin Allah tarafından mükafatlandırılaca÷ını
söylediler”.832
Aslında, görüldü÷ü üzere fetvaya siyaset bulaúmıútı. Hükümdarın arzusuna
muhalif bir fetva vermek pek de olası görünmüyor. De÷ilse, iki Müslüman
hükümdarın savaúının dinen do÷ru oldu÷unu gösterecek hiçbir kanıt yoktur. Atsız,
bunun da önlemini almıútı. Aynı mektuptan anlıyoruz ki, Sultan Sencer’i geçti÷i
829
Ba÷dadî, age., s.54.
Ba÷dadî, age., s.54-55.
831
Ba÷dadî, age., s.53.
832
Horst, agm., ZDMG., s.32.
830
196
yerlerdeki Müslüman ahaliyi öldürmekle ve bu yerleri yakıp yıkmakla
suçlamaktadır.833
Hükümdarlar kadılara danıúarak yapacakları iúlere dair fetvalar alıyorlardı.
Ancak unutmamamız gerekir ki, bu fetvaların yaptırım gücü yoktu. Son söz Sultana
aitti ve kadılar sadece danıúmanlık hizmeti veriyorlardı.
Kadılardan ilim sahibi olmaları beklenirdi. Nitekim kaynaklarımızda isimleri
geçenler sık sık bu yönleri ve faziletleri ile övülmektedirler. Örne÷in 1112 yılında
ölen Ebu’l-‘Alâ Sâid b. Mansûr b. øsmâil b. Sâid, daha önce Hârizm kadılı÷ı yapmıú
Niúâburlu bir hatipti ve hadis rivayet ederdi.834
Kadılar kimi zaman elçilik göreviyle, kimi zaman da müzakereci olarak
karúımıza çıkmaktadırlar. Sultanúâh Merv’de iken Hârizmúâh Tekiú, Mengli Bey ve
Sancarúâh’ı muhasara için Niúâbûr önlerinde idi (1186). øki ay sonunda kuúatma
altındakiler vergi ödeme úartıyla anlaúmayı kabul edince Hârizmúâh Tekiú barıú
görüúmeleri için onların yanına bir heyet gönderdi. Ancak Mengli Bey müzakere
yerine heyeti tutuklayıp Sultanúâh’a gönderdi. Bu heyet içerisinde Hârizmúâh
Tekiú’in hizmetinde olan Horasan kadısı ømam Burhanüddin Ebu Sa’d b. ømam
Fahrüddin Abdülaziz el-Kûfî de bulunuyordu. Gücü ve bilgisiyle ün salmıú olan bu
kadı Mengli Bey tarafından öldürülmüútü.835 Görüldü÷ü üzere kadılar, Sultanların
seferlerine de katılıyorlardı.
øbn Bibî’nin anlattıklarına göre, Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Hindistan’dan
dönünce, Meraga’da devletinin ileri gelenleri ile bir toplantı yaparak Türkiye
Selçuklu Sultanı Alâeddin ile dostluk kurmak ve barıú ortamı yaratmak için ona
elçiler ile bir mektup göndermeye karar vermiúti. Bu mektubu KƗdılkudât
Mucirüddin Tahir b.Ömer el-Hârizmî kaleme almıútı. Burada adı geçen KƗdılkudât
âlim bir zat olarak övülmektedir ve fıkıh, ve felsefe sahalarındaki uzmanlı÷ı
833
Horst, aynı yer.
øbnül-Esîr, age., C:X., s.394.
835
Cüveynî, age., s.262-263; Avfî, age., C:I, s.228; øbn øsfendiyar, Tarih-i Taberistan, C:II, s.147.
Hândmîr, Habibü’s-siyer, C:II, Tahran 1353, s.636.
834
197
nedeniyle övülmektedir. Aynı zamanda meúhur bir âlim olan Mücîrüddin bu
mektupla birlikte elçilik vazifesiyle yola çıkmıútır.836
ødare altına alınan bölgelerde
yeni yönetimi kurma çalıúmaları
do÷rultusunda tayinler yapılırken kadıların da atandı÷ını görüyoruz. Örne÷in, Sultan
Alâeddin Tekiú, Irak bölgesinin idare merkezi Hemedan’ın yönetimini o÷lu Yunus
Han’a bıraktı÷ında Sadr Vezzân’ı da buraya kadı tayin etmiúti.837 Sultan Alâeddin
Muhammed de Herat’a hakim olunca es-Safî Ebu Bekr b. Muhammed es-Serahsî’yi
bu úehrin kadılık makamına getirmiúti.838
Mo÷ollar Hârizmúâhlar’a ait úehirleri kuúattıklarında, halkın akıbetine yön
vermek üzere alınana kararlarda kadıların da söz sahibi oldu÷unu anlaúılmaktadır.
Buhara alınan savaú kararının ardından úehrin kadısı Sadreddin Han bizzat
çatıúmalara katılmıú ve bu sırada ölmüútü.839 Semerkant’ta ise teslim olmaya karar
verildi÷inde úehrin kapılarını büyük bir halk kalabalı÷ı ile birlikte açanlar arasında
úehrin kadısı da vardı.840 Isfahan’da ise kadı Rükneddin Saidî’nin halkı yatıútırmak
için çaba harcadı÷ını görmekteyiz.841 Mo÷ollar Niúâbur önlerine ulaútıklarında úehir
gerekli savunma hazırlıklarını yapmıú olmasına ra÷men kuúatmacılardan korkarak
anlaúma yolu bulabilmek için Kadı Rükneddin Ali b. øbrahim el-Mugîsî’yi elçi
olarak göndermiúlerdi. Ancak elçi Mo÷ollar tarafından kabul edilmedi ve geri
döndü.842
Görüldü÷ü gibi úehirlerin idaresinde ve alınan karalarda kadıların da rolü
vardı. Nitekim, Sultan Celâleddin Hârizmúâh Isfahan’da bulundu÷u sırada úehrin
sorumlusu olarak reis ve kadıya emirler vermiúti.843
Kaynaklarımız Hârizmúâhlar döneminde kadılık yapmıú baúka isimleri de
bildirmektedirler. Sultan Alâeddin Muhammed devrinde Merv kadısı ile Serahs
øbn Bîbî, age., C:I, s.375-377
Ravendî, age., C:II, s.355.
838
øbnü’l-Esîr, age., C:XII, s.201.
839
øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.321.
840
Ebü’l-Farac, age., C:II, s.512.
841
Kazvînî, age., s.502.
842
Nesevî, Farsça, s.42; Cüveynî, age., s.179.
843
Nesevî, Farsça, s.168.
836
837
198
kadısı ùemseddin’den bahsedildi÷i gibi
844
gene aynı dönem için Isfahan kadılı÷ı
makamında Mes’ud b. Sa’id’in de adı geçmektedir.845
2. Ordu Kadısı
Ordu içinde askerlerin davalarına bakan kadılar görev yapıyordu. Sefer
sırasında da hükümdarın yanında yer alan ordu kadıları bu sırada ordu mensupları
arasında çıkan hukukî sorunları çözmekteydiler.846 Askerî suçların cezası ise gene
asker olan suçlunun âmiri tarafından infaz ediliyordu.847
Sultan Alâeddin Muhammed devrinde Nîúabur’da ordu kadılı÷ı (kadı-yı
leúker) makamında Sadrüddin-i Cendî bulunuyordu.848 Anlaúıldı÷ı kadarıyla ordu
kadısının emrinde vekil ve nâibler çalıúıyordu.849 Sadrüddin-i Cendî, atalarının
Sultan Tekiú’e yaptı÷ı hizmetlerden dolayı Sultan Alâeddin Muhammed nezdinde
itibar görüyordu. Sultan onu bu göreve getirdi÷inde de÷erli hil’atler vermiúti ki,
bunlar arasında at ve tu÷ da vardı. Ayrıca Sultan kadı-yı leúker’in vekilleri ve
nâiblerini de hil’atlendirmiúti.850
Sultan Celâleddin devrinde ordu kadısı anlamında Yolak/Yulek/Yulak851 adı
verilen bir makam bulunuyordu. Nesevî, bu makamın Dîvân- Mezâlim oldu÷unu
belirtmektedir. Gene Nesevî’nin kaydına göre bu makamın baúında (ϕϠϮϳϠ΍ ϡ̯ ΎΤ)
“Han” unvânı taúıyan Sancakân (?) adlı bir asker bulunuyordu.852 Bu durum
Hârizmúâhlar ordusunun büyük bir kısmını oluúturan Kanglı-Kıpçak ve di÷er Türk
boylarının varlı÷ı ile açıklanabilir.853 Taneri’ye göre, bu yüksek mahkeme, özellikle
Türk boylarına mensup kumandanların davalarını boyların örfî âdetlerine göre
karara ba÷lamakla görevliydi.854 Fuad Köprülü ise øbn Haldun’un kaydına
844
Cüveynî, age., s.164, 166.
Nesevî, Farsça, s.94.
846
Mehmet øpúirli, “Kazasker”, DøA, C:XXV, s.140; Cl. Huart, “Kazasker”, ø.A., C:VI., s.522
847
Köprülü, “Hârizmúâhlar”, ø.A., C.V/I., s.282.
848
Nesevî, Farsça, s.42.
849
Nesevî, Farsça, s.42.
850
Nesevî, Farsça, aynı yer.
851
Nesevî, Arapça, s.167: Bu kelime “ϖϟ Ϯϳ” úeklinde kaydedilmiútir.
852
Nesevî, Arapça, s.167
853
Köprülü, agmd., s.282.
854
Taneri, age., s.135.
845
199
dayanarak Sultan Alâeddin Muhammed devrinde Dîvân-ı Mezalim’e Terken
Hatun’un baúkanlık etmesi bilgisinden hareketle bu müessesenin Nesevî’de geçen
Yolak/Yulek/Yulak ile aynı oldu÷unu belirtmektedir.855
Buraya kadar Hârizmúâhlar Devleti’nin teúkilâtını incelemeye çalıútık. Eksik
olan posta teúkilâtıdır. Hârizmúâhlar devrinde posta hizmeti görenlerin (kussâd) ve
posta kuúlarının (kussâd-ı tuyûr)856 varlı÷ını biliyorsak da bu bilgiler teúkilâtı
açıklamak için yeterli de÷ildir.
855
856
Köprülü, aynı yer.
Cüveynî, age., s.288, 351.
200
II. BÖLÜM
HÂRøZMùÂHLAR’DA EKONOMøK HAYAT
Hârizmúâhlar Devleti’nin iktisadî yapısını incelemeye baúlamadan önce bu
yapının úekillenmesinde ve geçirdi÷i evrelerde hakim olan unsurlara temas etmemiz
gerekir. ùüphesiz bunlar, genel olarak her dönemde ve her co÷rafyada ekonomiyi
etkileyen unsurlardır. Biz tabii olarak Hârizmúâhlar’ı merkez olarak alıp bir
de÷erlendirme yapmaya gayret edece÷iz. Bundan sonra da iktisadî yapıyı oluúturan
unsurları, kaynaklarımızdan tespit edebildi÷imiz kadarıyla ortaya koymaya
çalıúaca÷ız.
Hârizmúâhlar Devleti’nin hüküm sürdü÷ü bölge, X. yüzyıl co÷rafyacılarının1
övgüyle bahsettikleri úehirleri içine alan, tarımdan hayvancılı÷a birçok dalda
üretimin yapıldı÷ı, özellikle de transit ticaret güzergâhında bulunması nedeniyle
iktisadî canlılı÷ın nimetlerinden faydalanılan bir bölgedir. Örne÷in Hârizm, ve
baúkent Gürgenç (Cürcâniye) son derece mamûr, nüfus olarak kalabalık, refah
seviyesi yüksek bir bölgedir.2 Yakut el-Hamevî’ye göre “beldelerin en güzelidir”3
Semerkant ise Sultan Alâeddin Muhammed Hârizmúâh devrinde ikinci
baúkent olarak önemini iyice artırmıútı. Cüveynî bu úehri; “Belki de dünya
cennetlerinin önde gelenidir” úeklinde anlatmaktadır.4 Semerkant ayrıca úehrin
etrafını çevreleyen muhteúem bahçeleri ile ünlüydü.5 Buhara da daha önceki
dönemlerde kazandı÷ı önemi Hârizmúâhlar zamanında da sürdürmeye devam etti.6
Niúâbûr ise “e÷er gökyüzünü yeryüzüyle karúılaútırıp, úehirleri yıldızların yerine
koyarsak, Niúâbur yıldızların ortasında, Zühre yıldızının yerini tutar. E÷er onu insan
organları gibi düúünürsek, hiç úüphesiz gözün yerine koyarız” diye övülen
Hârizmúâhlar úehirlerinden birisidir.7
Bkz. Ramazan ùeúen, øslâm Co÷rafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri; s. 102, 162, 219,
258; Müslüman Co÷rafyacıların Gözüyle Ortaça÷da Türkler, Haz: Yusuf Ziya Yörükân, østanbul,
2004, s.166-168.
2
Cüveynî, age., s.146.
3
Yakut’un da açıkladı÷ı gibi Gürgenç’e Araplar Cürcâniye diyorlardı, age., C:II, s.122.
4
Cüveynî, age., s.142.
5
Ebu’l-Farac, age., C:II., s.512.
6
Cüveynî, age., s.130.
7
Cüveynî, age., s.174.
1
201
Selçuklu payitahtı Merv ise her ne kadar O÷uz istilası ve Sultan Sencer’in
ölümünden Hârizmúâhlar’ın bölgede hâkimiyet tesisine kadar geçen zamanda
oldukça a÷ır ve zor úartlar altında kalmıú, kuraklık ve kıtlıklar yaúayıp dıúarıya göç
vermiúse de bölgede istikrarın sa÷lanması sayesinde yeniden eski úöhretini elde
edebilmiúti.8 1220 yılında Herat’ta bulunan Yakut bu úehri “büyük ve zengin” bir
úehir olarak tanımlıyordu.9 Daha sonraki bir tarihte Herat’ta bulunan øbn Battuta ise “
Herat, Horasan’daki mamûr úehirlerin en büyü÷üdür”10diyordu.
Hârizmúâhlar’ın önemli úehirleri bu kadar de÷ildi. Daha birçok úehir
sayabiliriz: Nesâ, Hocend, Tırmiz, ùaú, øsficap, Fergana, Belh, Vahú,....Hârizmúâhlar
Devleti, Hârizm Bölgesi merkez olmak üzere, Maveraünnehir, Horasan, So÷d, Gur
ve Gazne Bölgesi ile Irak-ı Acem’i de içine alan geniú bir co÷rafyada hüküm
sürmüútü.11 Genel olarak úehirlerine bu temastan anlaúılaca÷ı üzere devlet hem
zengin bir varlık göstermiú hem de geliúmiú úehirlere sahip olmuútu.
ùehirlerin birço÷u kaynaklarımıza göre kalabalıktı. Ancak nüfuslarının ne
kadar
oldu÷unu
tam
olarak
tespit
edemiyoruz.
Aslında
iktisadî
yapıyı
inceleyebilmenin temel úartlarından biri nüfusu ortaya koyabilmektir. Ancak devrin
kaynakları
bizi
tahmini
bir
rakama
ulaútırmaya
yetecek
bilgiyi
dahi
vermemektedirler. Kaynaklarımız nüfusun çoklu÷unu “sayılamayacak kadar çok”,
“yıldızlar kadar çok” gibi ifadelerle anlattıkları için sa÷lıklı bir sonuca ulaúmamız
mümkün de÷ildir. Kaynaklarımızın insan sayısı olarak verdikleri rakamlar savaútaki
askerlere aittir. Ço÷u zaman abartılı rakamlarla karúılaúsak bile gene de tahmini
sonuçlara ulaúılabildi÷ini “Ordu Mevcudu”nu yazarken görmüútük. Ordunun
toplumun kaçta kaçını oluúturdu÷unu bilemedi÷imiz için bu rakamlardan hareket
ederek bir nüfus hesabına gidemeyiz. Ancak biliyoruz ki, yukarıda adı geçen úehirler
nüfus yo÷unlu÷unun oldu÷u yerlerdir. Ayrıca bölge nüfusuna en a÷ır darbe de Mo÷ol
istilası sırasında vurulmuútur. Çeúitli vesilelerle bahsetti÷imiz üzere Mo÷ollar ele
S.G. Agacanov, O÷uzlar, Çev: E.N. Necef, A. Annaberdiyev, østanbul 2002, s.356.
Yakut, age., C:IV, s.396 vd.
10
Ebu Abdullah Muhammed øbn Battûta, øbn Battûta Seyahatnâmesi, Çev: A. Sait Aykut, østanbul
2005, s.367.
11
Bünyadov Hârizmúâhlar Devleti’nin úehirlerini ayrıntılı olarak tesbite çalıúmıútır. Bkz., age., s.101107.
8
9
202
geçirdikleri úehirlerde adeta katliam yapmıú çok sayıda insan öldürmüúlerdi. Ayrıca
Mo÷ollar bölgenin iktisadî yapısını etkileyecek adımlar da atarak úehirlerdeki
yetiúmiú insan gücünü yani zanaatkârları kendi ülkelerine götürmüúlerdir. Mo÷ol
istilası ve Hârizmúâhlar Devleti’nin yıkılıúı ile bölgede yaúanan kargaúa iktisadî
hayatı Mo÷ollar tarafından tesis edilecek yeni döneme kadar adeta durma noktasına
getirmiúti. Kaynaklarımızın övgüyle bahsettikleri ticarî canlılık sönmüú, üretim
sistemi çökmüú halk canının derdine düúmüútü.
Mo÷ol istilasının nüfus üzerinde bir etkisi de Hindistan’da kendini gösterdi.
Mo÷ollar’dan kaçan Türkler’in Hindistan’a sı÷ınması sonucu burada Türk
kültürünün geliúmesi hız kazandı.12
Savaúlar ekonominin düúmanıdır. Siyasî istikrar ekonomik faaliyetlerin
sürmesi ve geliúmesi için gerekli ortamı sa÷layacak olan güçtür. Ortaça÷ için de
durum aynıdır. Örne÷in savaúlarda ekilen alanların harab olması sonucu o yıl yeterli
ürünün alınamaması temel ihtiyaçlarda yoksunluk do÷urararak fiyatlar üzerinde de
etkisini derhal gösteriyordu. Bilindi÷i gibi nadir bulunan daha pahalıdır. Sultan
Celâleddin Hârizmúâh, Ahlat’ı kuúattı÷ında kuúatmanın etkisiyle úehirde yaúanan zor
durum erzakın fiyatlarının artmasıyla kendini belli etmektedir.13 Mo÷ollar Niúâbûr
önlerinde iken (1220-1221) úehrin çıkıúlarını öyle sıkı tutmuúlardı ki, bu yüzden kıú
mevsiminde úehirde kıtlık had safhaya ulaúmıú ve her úeyin fiyatı artmıútı.14
Ekonomiyi, etkileyecek güvensizlik ortamını yaratan etken sadece savaúlar
de÷ildir. Devletin içinde yaúanan siyasî belirsizlikler de ekonomiyi do÷rudan
etkilemekteydi. Örne÷in taht kavgaları sırasında yaúanan kargaúalar ve buna ba÷lı
olarak da ülke içinde çıkabilecek isyanlar ya da yabancı ülkelerin bu durumdan
faydalanmak üzere harekete geçmesi fiyatlar üzerinde do÷rudan etkili olmaktadır.
østikrarsızlık piyasaların düúmanıdır. østikrarsız ortamda vatandaúı da elindeki
harcamayıp daha kötü günler için saklamaya ve depolamaya yöneltece÷i için
ekonomik hayatta çarkın dönmesini olumsuz yönde etkilemektedir.
12
Yusuf Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi, C:I., s.279.
Nesevî, Farsça, s.211-212.
14
Cüveynî, age., s.178.
13
203
Hükümdarın devlet idaresinde attı÷ı adımlar da iktisadî hayatı do÷rudan
etkileyen unsurlar arasındadır. Kuvvetli bir hükümdarın elinde úekil alan iyi idare
ekonomiyi güçlendirerek bundan devletin ve halkının kazançlı çıkmasını
sa÷layacaktır. Hükümdarın baúarısı devlet çalıúanlarının icraatlarında da kendini
gösterecektir. ùüphesiz bu ekonomi üzerinde de etkilidir. Zaten yeri geldikçe
belirtti÷imiz üzere Hârizmúâhlar devleti de kendi ekonomisini düzenleyen
teúkilatlanmaya büyük önem vermiúti. Bunun örneklerine aúa÷ıdaki baúlıklarda yer
verece÷iz.
øktisadî hayatı etkileyen bir di÷er unsur da do÷al âfetlerdir. Do÷al âfetler
nedeniyle yaúanan kıtlıklar iktisadî hayata ciddî darbeler vuruyordu. Örne÷in øbnü’lEsîr, (493/1099-1100) yılında Horasan’da mahsulü so÷u÷un vurması sebebiyle çok
úiddetli bir kıtlı÷ın yaúandı÷ını, ertesi yıl da so÷uk ürünleri etkileyince Horasan’da
yiyecek bulmanın imkansız hale geldi÷ini haber vermektedir.15 Horasan’daki bu
kıtlı÷ın etkisi, temel ihtiyaçları karúılayamamanın bir uzantısı olarak veba salgını ile
iyice derinleúmiúti. Öyle ki salgın hastalık nedeniyle birçok kiúi ölmüútü.16
Kazvînî’nin anlattıklarına göre Sultan Alaeddin Muhammed devrinde, Niúâbur’da da
úehri tamamen yerle bir eden bir deprem yaúanmıútı.17
Görüldü÷ü üzere iktisadî hayat üzerinde birçok unsur etkiliydi. Devletin
bütün bu unsurları kontrol etmesi veya kendi lehine bunlardan faydalanması
gerekliydi. Devletin ekonomik hayata dair yerine getirmesi gereken en önemli
vazifelerinden biri úüphesiz güvenli÷i sa÷lamaktır. Özellikle yolların güvenli÷inin
temini Hârizmúâhlar’ın hüküm sürdü÷ü co÷rafyanın ekonomik hayatı için bir
zorunluluktur. Çünkü iç ve dıú ticaret ancak bu úekilde devam edebilirdi. Ticaret
baúlı÷ında bu noktaya daha ayrıntılı de÷inece÷iz.
Çizdi÷imiz bu genel tabloya göre devletin iktisadî faaliyetlerdeki hedefi
halkın refahının sa÷lanması ve devletin güçlenmesidir. Güçlenmek devrin en önemli
gere÷i olarak ordunun da güçlenmesi anlamına gelmektedir ki, bu da úüphesiz
ekonominin iyi durumda olması ile do÷ru orantılıdır. Halkın refahının Sultan
øbnü’l-Esîr, age., C:X., s.249.
øbnü’l-Esîr, aynı yer.
17
Kazvînî, age., s.494.
15
16
204
Alâeddin Muhammed Hârizmúâh devrinde yüksek bir seviyede oldu÷unu görüyoruz.
Nitekim bu duruma iúaret eden Devletúâh, “her köylü onun zamanında padiúâh gibi
yaúardı”18 demektedir.
A. DEVLETøN EKONOMøK YAPISI VE KARAKTERø
1. Tarım ve Hayvancılık
Hârizmúâhlar Devleti’nin ekonomisinin en önemli unsurlarından biri tarım ve
hayvancılıktır. Devletin hüküm sürdü÷ü co÷rafya tarım ve hayvancılık için çok
uygun úartlara sahipti. øslâm co÷rafyacılarını verdi÷i bilgilere göre úehirlerin bir
ço÷unun etrafı bostan ve bahçeler ile çevriliydi. Ekinlerin bulundu÷u tarlalar,
a÷açlıklar ve meyve bahçeleri kesintisiz uzuyordu.19 Hârizm’in toprakları çok
verimliydi. Bunun sonucu olarak da kaynaklarımızda hububatının bollu÷u ile
anılmaktadır.20 Ayrıca, Hârizm’de yetiútirilen kavunlar o kadar meúhurdu ki,
Halifenin sarayına özel gümüú mahfazalar içerisinde gönderiliyordu.21
Hârizm, baúlı baúına önemli bir tarım bölgesiydi. Bünyadov’un haklı
benzetmesinde vurguladı÷ı gibi, “sahranın ortasında bir vaha”22 oluúturuyordu.
Ceyhun Nehri’nin kıyısı ekili tarlalar ile kaplıydı ve buna ba÷lı olarak da birbirine
çok yakın köyler bulunuyordu.23
Belh bölgesi de tahıl üretiminin bol oldu÷u yerlerden biriydi. Geniú tarım
alanlarına sahip olan bölgede Cüveynî’ye göre ürünün çeúitlili÷i dolayısıyla alınan
vergiler de çeúitliydi. Bu úehrin önemini vurgulamak için yazar, Belh’in do÷u
úehirleri arasındaki de÷erini Mekke’ye benzetmektedir.24 øbn Battûta, “Belh ve
Kûhistan arasındaki bölgede gördü÷ü çok sayıda küçük kasaba ve köyün suyunun bol
oldu÷unu ve genelde incir yetiútirildi÷ini bildirmektedir.”25 Gene øbn Battûta’ya
göre, Niúâbûr da “ba÷ı, bahçesi ve suyu bol olan bir úehirdir.”26 Semerkant da
18
Devletúâh Tezkiresi, C:II., s.188.
ùeúen, age., s.258.
20
ùeúen, age., s.219.
21
Togan, “Hârizm”, ø.A., C: V/I, s.250.
22
Bünyadov, age., s.104.
23
Bünyadov, aynı yer.
24
Cüveynî, age., s.151.
25
øbn Battûta, age., s.367. Ancak ne var ki, øbn Battûta, Belh’e ulaútı÷ında Mo÷ol tahribatının izleri
yerli yerinde duruyordu. Nitekim o, úehrin harabeleriyle karúılaútı÷ını anlatmaktadır, age., s.365.
26
øbn Battûta, age., s.373.
19
205
etrafında tarım yapılan araziler ve köylerin bulundu÷u bahçelerle çevrili bir úehir
idi.27
Yetiútirilen ürünlere gelince, hububatın ve meyvelerin dıúında meselâ Isfahan
civarında havası müsait oldu÷u için pamuk üretimi de yapılıyordu.28
Hayvancılı÷ın da son derece geliúmiú oldu÷u ve zaten co÷rafyanın da buna
çok uygun oldu÷u açıkça anlaúılmaktadır. øslâm co÷rafyacıları Hârizm bölgesini
“koyun kayna÷ı” olarak tanımlamaktadırlar.29 Büyük baú hayvancılı÷ın da yapıldı÷ı
ülkede nehirlerin sa÷ladı÷ı imkanlar nedeniyle balıkçılık da yaygındı.30
Devletin tarım ve hayvancılı÷a büyük önem verdi÷ine úüphe yoktur.
Belgelerimizde ziraat iúlerine verilen önemi gösterecek atıflar yapılarak, örne÷in
mahsulün toplanması gibi konularda ehil olan kiúilere görev verilmesi gerekti÷i
hatırlatılmaktadır.31
Bir di÷er belge ise bize vakıf arazilerinde çiftçilerin yerleúmiú oldu÷unu ve
ziraatla u÷raútıklarını göstermektedir. Belgede bu vakıf arazilerinde ziraatın
geliútirilmesi emredilmektedir. Çiftçilere ise atanan kiúinin emrinde çalıúmaları ve
ona itaat etmeleri gerekti÷i bildirilmektedir.32
Hârizmúâhlar’ın tarıma verdikleri önemin bir göstergesi de sulama kanalları
yapımında ortaya koydukları hassasiyettir. Öyle ki, devletin son dönemlerinde zor
günler yaúayan Sultan Celâleddin Hârizmúâh dahi kanal yapımı ile meúgul olmuútur.
Ayrıca Vezîr ùerefülmülk, Aras Nehri’nden iki büyük kanal açtırıp kendisine ait tahıl
yetiútirilen bölgelerin sulanmasını sa÷layarak bolca mahsul elde etmiúti..33
Nesâ’da ise çiftçiler tünel úeklindeki su yollarına giren Mo÷olları yakalayıp
öldürmüúlerdi.34 Gürgenç’te de çarúıyı ve úehri boydan boya kat eden bir kanal
vardı.35
27
Ebu’l-Farac, age., C:II., s.512.
Devletúâh Tezkiresi, C:II., s.238.
29
ùeúen, age., s.178, 259.
30
ùeúen, age., s.162, 178, 259; Ghulam Rabbani, age., s.192.
31
Ba÷dadî, age., s.54.
32
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4138, vr.56a-58a; Toyserkanî, age., s.41.
33
Nesevî, Farsça, s.192-193.
34
Nesevî, Farsça, s.87.
35
ùeúen, age., s.217.
28
206
2.Ticaret
Hârizmúâhlar için ticaret, iktisadî hayatın ana unsurudur ve bölgenin
zenginli÷inin kayna÷ıdır. Hârizmúâhlar Devleti kurulmadan önce de bölge aynı
önemi taúıyordu. Devletin kurulması ile ticarî akıúı kontrol eden Hârizmúâhlar,
bunun nimetlerinden de faydalandılar.
Hârizm bölgesi co÷rafî konumu itibariyle Asya’yı Güney Rusya’ya
ulaútırıyordu. Çin ve Hindistan’dan gelen malların Sibirya ve øskandinav ülkelerine
gönderilmek üzere da÷ılacakları merkez bölgeyi Hârizm oluúturuyordu. Ayrıca
Ba÷dat’a ulaúan mallar, karayolları ile Mısır ve Afrika’ya, deniz yolu ile ise
øspanya’ya kadar ulaúıyordu. Bu transit ticaret a÷ında Müslüman tüccarlar önemli rol
oynuyor Akdeniz limanları zaten Müslümanların kontrolünde bulunuyordu.
Hârizmliler de mâhir tüccarlar olarak bu canlılıkta önemli rol oynuyorlardı. XII.
yüzyıla kadar do÷udan Hârizm’e ulaúan mallar Karadeniz’in kuzeyinden geçen
uluslararası ticaret yolundan taúınıyordu. Anadolu ticaret yollarının önem kazanması
Türkler’in Antalya ve Alanya limanlarından Akdeniz’i kullanmalarına kadar fazla bir
canlılık arz etmiyordu. Bizi ilgilendiren Sinop, Samsun ve Trabzon limanlarının ise
pek fazla tercih edilmedi÷i anlaúılmaktadır.36
Görüldü÷ü üzere bu, gerçekten de muazzam bir a÷dı ve Hârizmúâhlar ülkesi
bu kazançlı mal hareketlerinden büyük pay alıyordu. Ticarî mallarla dolu kervanlar
Hârizm pazarlarına ulaúıyordu. ùehirlerde kurulan pazarlarda yerli mamuller kadar
uzak diyarlardan gelen ürünler de satılıyordu. Pazarların canlılı÷ını açıklamaya gerek
36
Kuzey Anadolu Ticaret Yolları’nın XI-XIII. yüzyılları için bkz., Mustafa Demir, “Türkiye Selçuklu
øktisadî Geliúimi øçinde Karadeniz Ticaret Yolu”, Anadolu’da Tarihî Yollar ve ùehirler Semineri
21 Mayıs 2001, Bildiriler, østanbul 2002, s.15-24; Ayrıca Anadolu ticaret yollarının XI-XIII.
Yüzyıllarda do÷u ticaretindeki yeri için bkz., Claude Cahen, Osmanlılar’dan Önce Anadolu’da
Türkler, Çev: Yıldız Moran, østanbul 1984, s.98-99; Osman Turan, “Selçuklu Kervansarayları”,
Belleten sayı 39’dan ayrı basım østanbul 1980, s.162-165; Abdülkadir Yuvalı, “XIII. Yüzyılda
Karadeniz Ticareti”, I. Uluslararası Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri, Samsun 1990,
s.233-234; XIII. Yüzyılın baúında Anadolu ticaret yollarını etkileyen bir unsur olarak Bizans
Devleti’nin durumu için bkz., Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, Çev: Fikret Iúıltan, østanbul
1991, s.390-401; XII., Yüzyılda Bizans Devleti’nin Anadolu ticarî yolları üzerindeki hakimiyetinin ne
derece azaldı÷ı konusunda bir fikir edinmek için bkz., Iúın Demirkent, “XII. Yüzyılda Bizans’ın Ege
Bölgesinden Güneye ønen Yolları Hakkında”, Anadolu’da Tarihî Yollar ve ùehirler Semineri 21
Mayıs 2001, Bildiriler, østanbul 2002, s.1-13.
207
yoktur. Ancak bunun bir göstergesi olarak úiirler de bile yerini aldı÷ını
belirtebiliriz.37
Hârizmúâhlar Devleti’nin baúkenti Gürgenç’in ticarî hayatta da önemli bir
yeri vardı. Eski dönemlerden beri bir ticaret merkezi olan Gürgenç, X. Yüzyılda
Hârizm’in baúkenti olan Kât’tan
38
sonra ikinci büyük ve ticari önemî haiz úehri
olarak kaynaklarımızdaki yerini almaktadır. øslâm co÷rafyacılarının açıkça belirtti÷i
üzere bu úehirler kazançlarının ço÷unu ticaretten elde ediyorlardı ve büyük kervanlar
buradan hareket ediyordu. Ayrıca Hârizmli tüccarların Hazar Denizinde mal taúımak
üzere hazır bulunan büyük ticaret gemileri vardı.39
Bu ticari hareketlilik içerisinde transit olarak Hârizm bölgesine ulaúıp baúka
memleketlere da÷ılan mallar oldu÷u gibi Hârizm’in ham madde ihtiyacını karúılayan
mallar ve bizzat bölgede üretilip ihraç edilen ürünler de vardı.
X. yüzyıldan beri Hârizm bölgesi ile Türkler’in yaúadı÷ı bölgeler arasında
sürekli bir hayvan ticareti vardı.40 Ayrıca Hârizm’e gelen mallar arasında samur,
tilki, tavúan gibi çeúitli hayvanların kürkleri, bal, mum, balık diúi ve tutkalı, çeúitli
hayvan derileri, elbiseler, kılıç, zırh, yün gibi ürünler bulunmaktaydı.41 Hârizmliler
örne÷in adı geçen balık diúlerini ham madde olarak alıyor ve bunlardan tarak, hokka
gibi eúyalar yapıyorlardı. Bunlar için fil diúleri de kullanılıyorsa da daha dayanıklı
olması sebebiyle balık diúleri tercih ediliyordu. Diúlerin bu öneminden dolayı da
Hârizm’de pahalı olan mallar arasında gösterilmektedir.42 Ayrıca Hârizmliler pamuk
ve yünlü elbiseler, örtüler, kumaúlar ve pamuk ya÷ı üreterek bunları di÷er ülkelere
ihraç ediyorlardı.43 Ticarî mallar arasında köleler de vardı. Hârizm köle tacirlerinin
de merkez olarak kullandı÷ı bölgelerden biri idi.44
Hârizmúâhlar Devleti döneminde de bölge X. yüzyılını ortaya koydu÷umuz
bu ticarî önemini artırarak devam ettirdi. Mo÷ol istilasına kadar Hârizmúâhlar
37
Devletúâh Tezkiresi, C:II., s.245.
Zeki Velidi Togan, “Hârizm”, ø.A, C:V/I., s.241-244.
39
Ramazan ùeúen, age., s. 48, 56, 102,161-162, 172, 182, 217.
40
ùeúen, age., s.162, 172; Agacanov, age., s.150.
41
ùeúen, age., s.162, 172; Togan, agmd., s.249; Togan, Horezmce Tercümeli Muqaddimat al-adab,
önsöz, s.32.
42
ùeúen, age., s.172, 182; Togan, agmd., aynı yer.
43
ùeúen, age., s.102; Togan, agmd., s.249-250.
44
ùeúen, age., s.161-162, 172; Agacanov, age., s.151.
38
208
Devleti’nin sa÷ladı÷ı istikrar ve güven ortamında ticarî faaliyetler kesintisiz sürdü.
Hârizm ticaret merkeziydi ve kaynaklarımızda kervanların konaklama yeri olarak
gösterilmektedir.45 Devle ticaret konusunda için üzerine düúeni yapıyordu. Bize
intikal eden belgelerden anlaúıldı÷ı gibi yolların güvenli÷ini temine büyük önem
veriyordu. Örne÷in bir iktâ menúûrundan, yolların güvenli÷inin sorumlulu÷unun iktâ
sahibine verildi÷ini anlıyoruz. Nesâ úehrinin øzzeddin Toganúâh b. Müeyyed’e
verilmesi amacıyla düzenlenen belgede; “iktânın yollarının korunmasında bir dakika
bile ihmalci davranılmaması” gerekti÷i özellikle vurgulanarak, ceza gerektiren
hallerde tereddütsüz davranılması emredilmektedir.46 Nesâ úehri gibi kesiúme
noktasındaki bir gölgede görüldü÷ü üzere hataya yer verilmemesi önemle
belirtilmektedir.
Çalıúmamızın birçok yerinde yeri geldikçe askerî ve co÷rafî konumunun
Hârizmúâhlar Devleti için büyük önemi oldu÷undan bahsetti÷imiz ve bir üs olarak
kullanılmasını açıklamaya çalıútı÷ımız Cend úehrinin ticarî hayattaki yeri de devlet
tarafından verilen kıymeti hak ediyordu. Hârizmúahlar’da büyük o÷ulların
ço÷unlukla burada görev yapmaları da bir tesadüf de÷ildi. Bölgede sa÷lanacak
güvenli÷in ticarî hayata katkısı düúünülerek planlanan bu uygulama bize devletin
ticarî hayata verdi÷i önemi bir kez daha göstermektedir. Çünkü Cend bölgesi
do÷rudan Hârizm’e ulaúan ticaret yolu üzerinde ileri bir ticarî karakol konumundadır.
Ayrıca Cend Fetihnâmesi’nde “sugnjr-ı øslâm”47 olarak tanımlanan bu bölge
Müslüman olmayan Türkler ile ticarî sınırı da oluúturmaktadır.
Cend bölgesinin ticarî önemini çok açık bir úekilde ortaya koyan asıl belge
ise Ba÷dadî’nin kaydetti÷i ve Sultan Alâeddin Tekiú’in burayı o÷lu Nâsırüddin
Melikúâh’a verildi÷ini gösteren menúûrdur.48 Bu menúûrda özellikle vurgu yapılarak
“yolların güvenli÷inin sa÷lanması, tüccârların mal ve canlarının korunması, onların
canlarına
ve
mallarına
gelebilecek
saldırılara
meydan
verilmemesi”
emredilmektedir.49 Net olarak görüldü÷ü üzere Cend bölgesinin ticarî önemi
45
Cüveynî, age., s.149.
Ba÷dadî, age., s.36.
47
Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-Efkâr, vr.31b-34a; Toyserkânî, age., s.71; Abdülkerim Özaydın,
“Cend”, DøA., C:VII, s.359-360.
48
Ba÷dadî, age., s.13-29.
49
Ba÷dadî, age., s.aynı yer.
46
209
üzerinde devlet büyük bir hassasiyet göstererek ticaretin birinci gere÷i olan güvenli÷i
sa÷lamak için gerekli önlemleri almaktadır.
Hârizmúâhlar Devleti’nde yolların güvenli÷ini sa÷layan birlikler vardı ve
bunlara “yol muhafızları” (muhafızân-ı turuk) deniliyordu.50 Ayrıca, tüccarlara
“müsaade-nâme”ler verilerek onların iúleri kolaylaútırılıyordu.51
Tüccar kafilelerine, kervanlara saldırmanın büyük suçlar arasında sayıldı÷ını
ve cezasının da bununla orantılı olarak çok a÷ır oldu÷unu anlıyoruz. Kazvînî’nin
anlattıklarına göre, tüccârlara saldıranlar Hârizm’e getirilerek ibret-i âlem olsun diye
çarmıha gerilerek öldürülmüúlerdi.52
Hârizmúâhlar’ın Mo÷ollar ile münasebetleri de devlet düzeyinde ticarî
iliúkiler olarak baúlamıútı. Cengiz Han’ın güçlenmesi ve hâkimiyet sahasını
geniúletmesi Hârizmúâhlar Devleti’nin sınırlarının bitti÷i yerde ticaret yollarını
Cengiz Han’ın kontrol etti÷i bölgelere devrediyordu ki artık bu iki güç ticarî olarak
da komúu idiler.
øki ülkenin resmî iliúkileri ticarî sahada baúlamıútı. Zaten iliúkiler baúlatan,
bitiren ve hatta Mo÷ollar’ın batıya hareketlerini tetikleyecek, barda÷ı taúıran son
damla olan olaylar da yine ticarî içerikliydi.
1215 yılında Cengiz Han’ın, Pekin’i zaptetmesi ve úöhretini doru÷a çıkaran
bu haberin yayılması üzerine Sultan Alâeddin Muhammed Hârizmúâh bu geliúmenin
gerçek olup olmadı÷ını tespit amacıyla bir elçilik heyetini yola çıkarmıútı. Abbas
økbal, Barthold ve Kafeso÷lu’na göre Sultan Alâeddin Muhammed Hârizmúâh,
Cengiz Han’ın Çin’de elde etti÷i baúarıları kendi planlarına, “cihangîr” olma
sevdasına ket vurma olarak algılıyordu ve ticarî menfaatleri düúünecek durumda
de÷ildi. Ve gene her üç yazara göre Sultanın bu tutumu yaúanacak bütün kötü
olaylarında nedenini oluúturuyordu.53 Bahaeddin-i Râzî baúkanlı÷ındaki bu elçilik
heyeti Cengiz Han ile görüúmüútü. Cengiz Han ile yapılan bu görüúmeyi Cûzcânî
bizzat Bahaeddin-i Râzî’den dinlemiúti. Ona göre Cengiz Han,kendisini do÷unun,
50
Cüveynî, age., s.288.
Köymen, Münúeat Mecmuaları, s.554.
52
Kazvînî, Asarü’l-Bilâd ve Ahbârü’l-øbâd, Beyrut 1960, s.514.
53
Abbas økbal, Tarih-i Mufassal-ı øran, Tahran 1312ú., C:I., s.21; Barthold, age., s.419; Kafeso÷lu,
age., s.232.
51
210
Sultan Alâeddin Muhammed’i de batının efendisi olarak görüyordu. Bu görüúmede
ayrıca Cengiz Han, ticarî faaliyetlerin yürütülmesi konusuna da de÷inerek her iki
ülke kervanlarının serbestçe hareket etmelerinden hoúnut olaca÷ını belirterek
tüccarlar için gerekli güvenli÷i sa÷layaca÷ını vaad ediyordu.54 Elçilik heyetine büyük
itibar gösteren Cengiz Han, bu heyetin geliúini ülkesi ile Hârizmúâhlar arasında
ticaretin geliúmesi için bir fırsat olarak de÷erlendirmiúti.55
Burada bir Noktaya temas etmemiz gerekir. Mo÷ollar’ın, açıklamaya
çalıútı÷ımız ticarî faaliyetlerde alınıp satılan mallara daha çok ihtiyaçları vardı.
Aslında onlarla ticaret yapmak son derece kârlı idi. Kaynaklarımızda bu duruma
iúaret eden açıklamalar vardır. Buna göre, Mo÷ollar’ın úehirlerde yaúamamaları ve
düzenli ikametgâhlarının olmaması onların kumaútan yapılan eúyalara ihtiyaçlarının
daimî oldu÷unu göstermektedir.56 Bu ihtiyaçları tüccarların fark etti÷i de malumdur.
Öyle ki, Mo÷ollar’a satılan mallar arasında kumaú mamulleri fiyat olarak da daha
pahalıydı.57 Cengiz Han da ihtiyaç malzemelerinin teminini sa÷layan ticaretin
öneminin farkında olarak yolların güvenli÷inin temini için bir sistem kurmuútu. Buna
göre, “karakçi” adı verilen yol muhafızları ticarî güzergâh üzerinde belli noktalara
yerleútirilerek tüccarların güvenli÷ini sa÷lamak ile görevlendirilmiúlerdi. Ayrıca bu
muhafızlar tüccarların mallarını inceleyerek Cengiz
Han’ın
bizzat
almak
58
isteyeceklerini tespit edip kendisine götürüyorlardı.
Hârizmúâhlar ile Mo÷ollar’ın yukarıda bahsetti÷imiz Bahaeddin Râzî’nin
baúkanlı÷ındaki heyetin Cengiz Han ile görüúmesi ile baúlayan temaslar geliúme
gösterdi. Cengiz Han ticarî bir anlaúma yapmak amacıyla bu elçilik heyetinin
dönüúünde kendi elçilerini de Sultan’a göndermek üzere onlarla birlikte yola çıkardı.
Elçiler Sultan Alâeddin Muhammed’in huzuruna çıkarak Cengiz Han’ın
mesajını ilettiler. Cengiz Han; “Uygun görüyorsanız iki taraf arasındaki ticaret
kapılarını açalım. Bundan gelecek fayda her iki taraf içindir”59 diyordu. Bu elçilik
heyeti
Cengiz
Han
tarafından
ticarî
anlaúma
úartlarını
tespit
etmekle
54
Cüveynî, age., s.116 vd.
Kafeso÷lu, age., s.232.
56
Ebul-Farac, age., C.II., s.481.
57
Cüveynî, age., s.116.
58
Cüveynî, age., s.117.
59
Nesevî, Farsça, s.48.
55
211
görevlendirilmiúti. Heyette Mahmud el-Hârizmî, Ali Hâce-i Buhârî ve Yusuf Kenkâ-i
Otrârî adlı Müslüman ve Hârizmli tüccarların bulunması ayrıca dikkate úayandır.
Kafeso÷lu’nun iúaret etti÷i gibi menfaatlerinin Cengiz han tarafından korunmasının
bir sonucu olarak Müslüman tüccarlar Mo÷ol ülkesinde rahatça faaliyet gösteriyor ve
hatta elçilikle dahi görevlendiriliyorlardı.60
Sultan Alâeddin Muhammed, Maveraünnehir’de kabul etti÷i elçiler
vasıtasıyla Cengiz Han ile ticarî anlaúmayı kabul etti.
61
Böylece 1218 yılında
anlaúma yürürlü÷e girmiú oldu ve her iki ülke arasındaki ticarî faaliyetler hız
kazandı. Sultan’a gelen elçiler dönüúte büyük bir tüccar kafilesi ile yola çıkmıúlardı.
Cengiz Han bu kervanın getirdi÷i mallar ile yakından ilgilenmiú ve hatta malların
fiyatlarını
fazla
bildiren
tüccara
malın
gerçek
de÷erini
söyleyerek
onu
cezalandırmıútı. Bahsi geçen bu tüccar kafilesinin dönüúünde Mo÷ol tüccarlar da
onlarla birlikte yola çıkmıútı. Cengiz Han, bu kafileyle birlikte Sultan’a gönderdi÷i
mektupta,
“sultanın
ülkesinden
gelen
tüccarları
memnun
edip
sa÷-salim
gönderdi÷ini” bildirerek “alıú-veriú yapıp geri dönmeleri için onlarla birlikte kendi
tüccarlarını yola çıkardı÷ını” belirtiyordu.62
Görüldü÷ü üzere Cengiz Han ile Sultan Alâeddin Muhammed arasında
yapılan anlaúma ticaretin geliúmesi ve her iki ülkenin zenginleúmesi bakımından son
derece akıllıca bir adımdı. Ancak bu sulh ortamı fazla sürmedi. 1218 yılı sonlarında
Otrâr’a ulaúan ticaret kervanındaki bütün tüccarların úehrin valisi ønalcık tarafından
öldürülmesi
ve
mallarına
el
koyulması
sonun
baúlangıcı
oldu.63
Sultan
Muhammed’in valiyi cezalandıramaması üzerine Cengiz Han büyük bir savaúa
hazırlanarak batıya hareketini baúlattı.
Bu geliúmekler hayatın her alanında derin etkiler bırakacak Mo÷ol istilasını
baúlattı. Ticarî hayatı felç etti.
60
Kafeso÷lu, age., s.233.
Sultanın dikkatinin hâlâ Cengiz Han’ın gücü üzerine odaklanmıú bir halde oldu÷u anlaúılıyor.
Nesevî’nin kaydına göre o, elçilik heyetinde bulunan Mahmud el-Hârizmî ile gece ayrıca gizli bir
görüúme yaparak bu Müslüman tüccardan tafsilatlı bilgi almaya ve hatta onu kendi tarafına çekmeye
çalıúmıútı. Kıymetli bir inci verdi÷i bu tüccardan ö÷renmek istedi÷i asıl nokta Cengiz’in gerçekten
Çin’e hakim olup olmadı÷ı idi. Nesevî, Farsça, s.49-50.
62
Cüveynî, age., s.117-118.
63
Bu olayın tarihi kaynaklarımızda farklı úekillerde verilmektedir. Bu kaynakları de÷erlendirerek
1218 yılını kabul eden Kafeso÷lu’na biz de katılıyoruz. Bkz. Kafeso÷lu, age., s.236-242.
61
212
Ticarî faaliyetlerin önemine iúaret eden bir örnek de Sultan Celâleddin
Hârizmúâh dönemine aittir. Sultan, Türkiye Selçuklu Sultanına iyi iliúkiler kurmak
amacıyla gönderdi÷i elçiler eliyle ulaútırdı÷ı mektubunda: “Bundan sonra aramızda
mektuplar gelip gidecek, sefirlerin ve tüccarların ziyaretleri artacaktır”64 diyordu. ølk
resmî temasta tüccarlara yer verilmesi konunun önemini göstermeye yeterlidir.
3. Vergiler
Hârizmúâhlar Devleti’nin gelirleri arasında toplanan vergiler de önemli bir
yer tutmaktadır. Halktan alınan vergilerin dıúında anlaúmalarla belirlenmiú ve
tâbilerin ödemesi zorunlu vergiler de vardı.
Vergi toplanmasına verilen önem devletin evrâk numunelerinde kendini
göstermektedir. Bu örneklerden iktâlardan toplanan vergilerin gene iktâların giderleri
için harcandı÷ını ayrıca merkeze gönderilen vergiler de oldu÷unu anlıyoruz. Örne÷in
bir menúûrda iktâ sahibinden, “bölgenin emvâlini toplayarak masraflar için
harcaması” istenmektedir.65 Baúka bir belgede de âmillere hitap edilerek, “Dîvân-ı
østifâ’nın mersûm ve rüsûmâtı (vergiler) müstevfî ve onun nâiblerine teslim etmeleri”
emredilmektedir.66
Belgelerde vergi memurları üzerinde durularak sık sık úu hatırlatmalar
yapılmaktadır: “ Ummâla (âmillere) söyle ki, fesad ve ihanetten el çeksinler. Ve
reâyâya karúı kararlaútırılmıú kanunun dıúında davranmasınlar. Belirlenmiú verginin
dıúında almasınlar”.67 Görüldü÷ü üzere vergi miktarları önceden belirleniyor ve
vergilerin toplanması sırasında suiistimale açık olan âmiller uyarılıyordu. Öyle ki,
devlet nazarında belirlenen verginin dıúında çıkmak “fesad ve ihanet” anlamına
geliyordu.
Devlet vergi alırken halkın refah seviyesini düúürmemeyi hedefliyordu.
Örne÷in bir istifâ menúûrunda, “alınacak verginin, halkın durumu gözetilerek
belirlenmesi ve halkın refahının gözetilmesi gerekti÷ine” vurgu yapılmaktadır.68
Tabîî ki bu, ideal olanıdır. Uygulamaların her zaman bu do÷rultuda oldu÷unu
øbn Bîbî, age., C:I., s.377.
Ba÷dadî, age., s.32.
66
Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr vr.37a-39a; Toyserkânî, age., s.80.
67
Reúidüddin Vatvât, age.,vr. Ba÷dadî, age., s.34.
68
Toyserkânî, age., s.79.
64
65
213
söyleyemeyiz. Ayrıca toplanan bütün vergilerin yazılı olarak kayıt altına alınması ve
bunların bir nüshasının merkeze gönderilmesi gerekiyordu.69
Devletin ülke içinden topladı÷ı vergiler hakkında fazla bilgimiz yok. Bunların
çeúitlerini ve miktarlarını tespit edemiyoruz. Kaynaklarımız daha çok savaúlar
sonucu yenilen tarafın vergi ödemeyi kabul etmesinden bahsederken bu konuda bilgi
vermektedirler. Ülkede tarım ürünlerinden vergi alındı÷ı anlaúılıyor. Cüveynî’ye
göre Belh bölgesi o kadar bereketli topraklara sahipti ki, tahılın bollu÷u bu bölgede
tahıl üzerinden alınan verginin de çeúitlenmesine sebep olmuútu. Belh bu noktada
di÷er úehirlerden daha çok vergi ödüyordu.70 Anlaúıldı÷ına göre vergi oranları üretim
oranları ile do÷ru orantılıdır.
Vergiler yıllık olarak toplanıyordu. Ancak ola÷anüstü durumlarda bir yıl
içerisinde birkaç kez vergi alındı÷ını görüyoruz. Örne÷in Sultan Alâeddin
Muhammed, Cengiz Han’ın harekete geçmesi üzerine, savunma hazırlıkları yapmaya
karar verdi÷inde 1218-1219 yılı vergilerinin toplanmasını emretmiúti ki, bu aynı yıl
içinde üçüncü vergi alımıydı.71
Sultan Alâeddin Muhammed devrinde Nur’dan alınan yıllık verginin miktarı
“Bin beú yüz Dînâr” oldu÷u anlaúılmaktadır. Cengiz Han adı geçen úehre ulaútı÷ında
Sultana ödenen miktarda verginin kendisine verilmesini emretmiúti.72
Sultan Alâeddin Muhammed devrinde devletin hazinesine gelir olarak giren
vergiler arasında øsmailîler’in ödedi÷i vergiler de vardı. Nesevî, Alamut’a Sultan
Celâleddin Hârizmúâh tarafından elçi olarak gönderilmesini anlatırken bu noktaya
temas etmektedir. Tâbîlik göstergesi olarak Sultan adına hutbe okutup vergi ödeyen
øsmailîler’in ödedikleri miktar Nesevî’ye göre “yüz bin dînâr”dı ve úimdi, yani
Celâleddin Hârizmúâh zamanında bu miktar otuz bine düúürülmesine ra÷men vergiyi
ödememek için birçok yola baúvuruyorlardı.73 Sultan Celâleddin Hârizmúâh adına
hutbe okutmaya razı olmayan øsmâililer aslında bu tavırlarıyla artık Hârizmúâhlar
69
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4138, vr.58b-59b; Toyserkânî, age., s.44
Cüveynî, age., s.151.
71
Nesevî, Farsça, s.52.
72
Cüveynî, age., s.133.
73
Nesevî, Farsça, s.230.
70
214
Devleti’nin tâbîsi olmadıklarını gösteriyorlardı. Devlet de zaten eski gücünün çok
çok uza÷ındaydı.
Sultan Alâeddin Muhammed devrinde Fars Atabegi Sa’d da vergi ödeyenler
arasındaydı. Ülke gelirinin üçte birini Sultana vergi olarak ödeme úartını içeren bir
anlaúma yapılmıútı.74
Vergi ödeme vaadi ço÷u kez askerî anlaúmaların birinci úartıydı. Örne÷in
Hârizmúâh øl-Arslan öldü÷ünde, Gürgenç’te kardeúi Sultanúâh’ın tahta çıktı÷ını
haber alan Alâeddin Tekiú, mücadele için gerekli kuvveti temin edebilmek için
Karahıtaylara’a müracaat ederek yaptı÷ı anlaúma gere÷i, elde edece÷i asker
kuvvetine karúılık vergi ödemeyi kabul ediyordu.75
Hârizmúâhlar Devleti kurulmadan önce Selçuklular’ın Hârizm valisi olan
hanedanın atası bölgenin vergilerini toplayarak merkeze gönderiyordu. Hârizmúâh
Kutbeddin Muhammed, bir yıl bizzat sultan Sencer’in katına gidiyor di÷er sene de
o÷lu Atsız’ı bu görevi yerine getirmek üzere Selçuklu baúkentine gönderiyordu.76
Hükümdarların bazen vergileri te’cil ettikleri de görülmektedir. Örne÷in
Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Tebriz’in içinde bulundu÷u zor úartları ve halkın
fakirli÷ini gördü÷ünde üç senelik verginin te’cil edilmesini emretmiúti.77
4. Ganimetler
Bilindi÷i gibi ganimet Müslüman olmayanlarla yapılan savaúlarda ele
geçirilen bütün emvale denir. Ganimetler de önemli bir gelir kayna÷ıdır.
Hârizmúâh Atsız’dan Halifelik makamına gönderilen ve Reúidüddin Vatvât’ın
kaleminden çıkmıú olan mektuplarda “kâfirler üzerine yapılan seferler”den
bahsedilmektedir. Atsız mektuplarda sık sık, ülkesinin “kâfir Türkler” ile sınır
oldu÷unu hatırlatarak, zamanının ço÷unu bunlarla mücadele etmekle geçirdi÷inin
altını çizmektedir.78 øl-Arslan devrinde gönderilen mektuplarda da aynı ifadeler
74
Kazvînî, age., s.496; Cüveynî, age., s.311-312; Erdo÷an Merçil, Fars Atabegleri Salgurlular,
Ankara 1991, s.77.
75
Cüveynî, age., s.259. Cüveynî’ye göre Hârizmúâhlar, Atsız devrinden beri Hıtaylar’a vergi
ödüyorlardı, age., s.306.
76
Kafeso÷lu, age., s.44.
77
Taneri, age., s.139.
78
Horst, agm., ZDMG., C.116 (1966), s.34, 36.
215
vardır.79 ùüphesizdir ki, bu bahsi geçen seferlerde önemli miktarlarda ganimet elde
ediliyordu. Cend’in ele geçirilerek bölgenin Hârizmúâhlar kontrolüne girmesi ile
daha kuzeye akınlar yapılabilmiúti ve bütün bu akınlar ganimet kayna÷ıydı.
Devletúâh da Atsız’ın düzenledi÷i seferlere dikkat çekerek, “kâfirlerle
mücadele eder, neticede birçok ganimetler elde ederdi” demektedir.80
Sultan Alâeddin Muhammed, Karahıtay ordusunu 1210 yılında ma÷lup
etti÷inde elde edilen ganimetin oranın çok büyük oldu÷u anlaúılıyor. Cüveynî’ye
göre “bu zafer Sultanın ordusunu zengin etmiúti”81 Ganimetler arasında atlar, develer
ve köleler vardı.82
Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Gürcüler ile yaptı÷ı savaúlarda ganimetler elde
etmiúti. Bu sırada ganimet olarak ele geçirilen kölelerin sayısı o kadar çoktu ki, bu
durum köle fiyatlarının çok ucuzlamasına sebep olmuútu.83 Öte yandan Sultan
Celâleddin yollarda kuvvetlerini zor durumda bırakan Yıva Türkleri ile de
mücadeleye giriúmiú ve onları ma÷lup ederek mallarını ganimet olarak ele geçirmiúti.
Nesevî’nin bildirdi÷ine göre bu ganimetlerden Sultanın payına düúen beúte birlik
miktar otuz bin dînâr tutuyordu.84
Buraya kadar Hârizmúâhlar’ın gelir kaynaklarını açıklamaya çalıútık.
Görüldü÷ü üzere devlet zenginleúmeye müsait gelir kaynaklarına sahipti. ùüphesiz
gelir elde edilen kaynaklar burada saydıklarımızla sınırlı de÷ildir. Ancak
kaynaklarımızdan hepsini tespit edemiyoruz. Burada devletin kazanç elde etti÷i
sahalardan biri olan ve çok az bilgi bulabildi÷imiz sanayi ve madencilikten de
bahsetmek istiyoruz.
Hârizm’deki madenler hakkında øslâm co÷rafyacılarında bazı kayıtlar vardır.
Buna göre bölgede altın, gümüú gibi madenler bulunmuyordu.85 Ancak ødrisî, bakır
madeni olan bir da÷dan ve bu madende çalıúan çok sayıda iúçi bulundu÷undan
79
Horst, agm., s.37
Devletúâh Tezkiresi, C:I., s.133.
81
Cüveynî, age., s.298.
82
Cüveynî, aynı yer.
83
Nesevî, Farsça, s.146.
84
Nesevî, Farsça, s.156.
85
ùeúen, age., s.219.
80
216
bahsetmektedir.86 Niúâbûr’da ise fîrûze ocakları vardı.87 Kaynaklarımız bahsetmese
de birçok araç gerecin ana maddesi olan demir her halde bol miktarda bulunuyordu.
Çünkü kılıç, balta, koúum takımları, eyer, mahmuz, bıçak vs. gibi aletler ilk akla
gelenler olarak bölgenin hemen her yerinde üretiliyordu.88
Tebriz ve Taberistan’da eski dönemlerden beri ipekböce÷i yetiútiriliyordu.
Buna dayalı olarak da ipekçilik ve buna ba÷lı sanayi ürünlerinin varlı÷ından
bahsedebiliriz. Ayrıca yün ve yün sanayii geliúmiúti.89 Ham maddesi a÷aç olan
ürünlerin üretimi de yapılıyordu. Çünkü oklardan mobilyalara kadar hayatın birçok
alanında a÷açtan elde edilen ürünler kullanılıyordu. Hârizm’de ham maddesi
dıúarıdan gelen halenç a÷acından yapılan süslü kutular meúhurdu.90
Bunların yanı sıra mal ve hizmet üretiminden de bahsedebiliriz. Zanaatkârlar
ile de÷iúik meslek gurupları bu cümledendir. Bilindi÷i gibi Mo÷ollar, ele geçirdikleri
úehirlerdeki “sanat erbâbı”na dokunmayarak ülkelerine götürmüúlerdi.91
5. Ödemeler
Devletin ödeme kalemlerinde en yüklü miktarı maaúlar ve saray giderleri
tutuyordu. Eyaletlerde devlet memurlarının maaúları iktâ sahipleri tarafından
ödeniyordu. Örne÷in belgelerimizde, “toplanan emvalin masraflarda kullanılması”92
bildirilirken bunun içine o bölgede çalıúanların maaúları da girmektedir.
Vezîre ödenen maaúa dair bilgi buldu÷umuz Ba÷dadî’nin kaydetti÷i bir
belgede;
“onun
mansıbına
yakıúan
bir
mersûm”
belirlenmeye
çalıúıldı÷ı
vurgulanmaktadır. Devamında da “birkaç bin dînâr olarak belirlenen mersûmu
belirtilen yılın muamelesinde kendi tasarrufuna geçirmesi”
Hârizmúâhlar’da
çalıúan
memurların
ve
94
belirlenmesi yetki ve görevi vezîre aitti.
emekliklilerin
bildirilmektedir.93
maaú
miktarlarının
Dîvân-ı Arz askerlerin yevmiyesiyle
(erzak, mevacib) ilgileniyordu ve Dîvân-ı istifâ da devlet ile sarayın gelir ve
ùeúen, age., s.122.
Devletúâh Tezkiresi, C:I., s.157-158.
88
Spuler, age., s.475.
89
Spuler, age., s.475-476.
90
Togan, agmd., ø.A., C:V/I., s.249.
91
Cüveynî, age., s.145, 149, 179
92
Ba÷dadî, age., s.32.
93
Ba÷dadî, age., s.77.
94
Horst, age., s.26.
86
87
217
tahsilatları ile meúgul oldu÷u gibi bunların yönetimi ve kullanılması konusunda da
yetkiliydi.95
Gıyaseddin Pîrúâh dönemine ait bir belgede Dîvân-ı Tu÷ra makamına tayin
olunan memura maaú ödemeleri ve gerekli di÷er harcamalar için iki bin altın dînar ve
yirmi hayvan yükü tahıl tahsis edildi÷i bildirilmektedir.96 Bir baúka belgede de iktâ
sahibi olan valinin itaat etmeyenlerin maaúlarını düúürebilece÷i belertilmektedir.97
Devletin yaptı÷ı ödemeler sadece maaúlarla sınırlı de÷ildi. Saray giderlerinin
de oldukça yüksek bir yekûn tuttu÷unda úüphe yoktur. Sultanın eúlerinin harcamaları,
çocuklarının masrafları, bunlardan sadece bir kaçıdır. Gıyaseddin Pîrúâh devrine ait
bir belgede úehzâde annesine “özel ve zarurî giderleri için bin dînâr verilmesinin
kararlaútırıldı÷ı” belirtilerek bazı bölgelerin vergi gelirleri de ona bırakılmıútır.
Anneden istenen ise úehzâdeyi iyi besleyip büyütebilmek için süt anneler
bulmasıdır.98
Devletin gider kalemleri arasında ordu masraflarını, elçi harcırahlarını,
cülûslarda da÷ıtılan paraları, úair ve ediplere yapılan ihsanları, hediye ve hilatlerin
masraflarını sayabiliriz. Daha önce bunlara dair örneklere yer verdi÷imiz için burada
tekrar etmeyece÷iz.
Hârizmúâhlar Devletinin ödemeleri arasında Nesevî’nin kaydetti÷i bir nokta
gerçekten dikkat çekicidir. Buna göre devlet hazinesinden daha önceki dönemlerde
hükümdarlık etmiú olan Türk hanedan mensuplarına maaú ödeniyordu. Nesevî bu
âdetin Selçuklular’da da var oldu÷unu Muhammed b. Sebüktegin’in çocuklarına
ödeme yapıldı÷ını Hârizmúâhlar’da da bu uygulamanın devam etti÷ini kaydederek
bunun sebebinin onların atalarının hizmetini takdir etmek oldu÷unu belirtmekte ve
ayrıca bu ödemelerin kesintisiz olarak sürdü÷ünü vurgulamaktadır.99
95
Horst, age., s.37, 39-40.
Horst, age., Belgeler, A 3, s.100, baúka örnekler için bkz. age., Belgeler, D 7, s.104. F 3, s.106,
F 4, s110
97
Horst, age., Belgeler, I 11, s.120.
98
Horst, age., Belgeler, S 6, s.140.
99
Nesevî, Farsça, s.262.
96
218
III. BÖLÜM
HÂRøZMùÂHLAR’DA KÜLTÜREL HAYAT
A. TOPLUMUN YAPISI VE KARAKTERø
ùimdiye kadar devletin teúkilâtını ve ekonomik hayatını incelemeye çalıútık.
Yönetim sistemi ve ekonominin daha iyi açıklanabilmesi için toplum hakkında da
bilgilerimizin olması gerekir. Çünkü toplum yönetilendir, bütün idare teúkilatı
toplumu yönetmek için kurulmuútur. Ayrıca ekonomi ile ilgili her úey toplumu
ilgilendirir ve mutlaka ekonomiye dayalı her tür faaliyet onları etkiler.
Hârîzmúâhlar Devleti kuruldu÷u anda toplum için de÷iúen sadece idarecilerdi.
Bu nedenle de Selçuklu Devleti dönemindeki toplum yapısı bölgede devam
etmekteydi. Farklılıklar hükümdarların idaredeki tutumuna göre úekil alacaktı. Bu da
kesinlikle toplum yapısını de÷iútirmeyi hedef alan bir müdahale de÷ildi. Mesela
toplum yapısına yeni unsurlar, kesif bir úekilde Kanglı-Kıpçak Türk boylarının
hükümdarlar nezdinde görecekleri itibarla do÷ru orantılı olarak, katılacaktır. Bu
durum yerli halk ile sorunlar yaúanmasına neden olsa da bölgenin Türkleúmesine
katkılar yapması açısından önemlidir. Bu unsurların daha sonra Anadolu’da da varlık
gösterdiklerinden, daha önce orduyu incelerken bahsetmiútik. Aúa÷ıda toplum
yapısındaki yerlerine de de÷inece÷iz.
Aslında sosyal yapı iki bakıú açısından incelenmelidir. Birincisi, merkezden
görülen veya görülmek istenen yani hükümdarın gördü÷ü, olmasını istedi÷i yapıdır.
økincisi ise gerçekte var olandır. Bu ayırımdan hükümdarın gözündeki sosyal yapının
gerçek olmadı÷ı anlaúılmamalıdır. Hükümdar, “hakim olan” noktasından hareket
ederek “hükmetti÷i toplum”u çok daha genel bir tasnifle algılar. Fark buradan
kaynaklanmaktadır.
Ayrıntılara
yer
olmaması
herkesin
“yönetilen”
olarak
görülmesinden dolayı bu ayırımı yapıyoruz. Bu iki tasnif birbirinden farklı mıdır?
Bizce evet. Bu nedenle de biz önce devletin görmeyi arzuladı÷ı yani hükümdarın
idealindeki sosyal yapıyı de÷erlendirece÷iz ardından da gerçek anlamda var olan
sosyal yapıyı açıklamaya çalıúaca÷ız.
219
Hükümdarın gözünde halk “itaat edenler” ve “itaat etmeyenler” olarak çok
belirgin ve keskin hatlarla ikiye ayrılmaktadır. Devletin neredeyse bütün belge
örneklerinde itaat etmeye vurgu yapılmaktadır. Bu ço÷u kez memuruna olması
gerekeni bildiren emirdir. ùüphesiz ki bu, astlar ve üstler arasındaki görev iliúkisinin
kurallarını ortaya koyar ve her dönem için geçerlidir ve olması gerekendir. Ancak
bizim kastetti÷imiz “itaat” bu de÷ildir. Biz resmî olanların dıúında, hükümdara
itaatten söz ediyoruz.
Hükümdarın bütün çalıúanlarından ve halktan bekledi÷i kayıtsız-úartsız
itaattir. øtaatinden emin olunanlar belgelerimizde sadakatlerinden dolayı süslü
sözlerle övülmektedir. Örne÷in bir belgede medreseye tayin edilen müderrisin
babasından bahsedilirken “bize hep itaat ederdi”1 diye övgüyle anılmaktadır.
øtaat etmeyenler ise, “kötü iúler yapanlar”dır. Hükümdar “fesad çıkaranlar
ürküp kaçsınlar, iyi iúler yapanlar huzur içinde olsunlar” diye çalıúmaktadır. Onun
bütün çabası “vakarlı øslâm’ın alâmetlerinin yükselmesi, cehalete, felakete ve
karanlıklara neden olanlar ile bunlara yardım edenlerin defolması” içindir.2
Devlet yani hükümdar kendisine itaati her daim sa÷layabilmek için varlı÷ını
yönetimin her kademesinde ve sürekli olarak hissettirdi÷i gibi topluma ait ya da
toplumla ilgili her konuda da söz sahibi oldu÷unu ortaya koymaktadır. Bu durumu
belgelerimizden açıkça tespit edebiliyoruz. Belgelerdeki üslûp bu izlenimi zaten
vermektedir. Buna ilave olarak da belgelerin içeri÷inde de net bir úekilde
hükümdarın her úeye hakim oldu÷u ve herkesin buna itaat etmek mecburiyetinde
bulundu÷u görülmektedir.
Görevleri, mevki ve makamları tahsis eden hükümdardır. Bütün mansıplar
onun bir lütfudur. Belgelerimiz arasında bulunan tayin menúûrlarında “hükümdarın
teveccühü kazanıldı÷ı için o makamın lütfedildi÷ine” dair atıflar vardır.
Hükümdarın varlı÷ını her konuda hissettirdi÷ini söylemiútik. Bu nokta
üzerinde durmak istiyoruz. Örne÷in hitabet makamı için düzenlenen bir belgede
1
2
Toyserkânî, age., s.44.
Ba÷dadî, age., s.48.
220
hutbe okuyacak “Cuma ømamı”na türlü hatırlatmalar yapılmaktadır. Kıyafetinden,
nasıl davranması gerekti÷ine kadar bu makamda yapacakları ayrıntılı olarak
belirtildikten sonra asıl üzerinde durulan noktanın altı çizilmektedir. Hutbe okuma
yetkisi verilen imama kesin ve net bir ifadeyle, “devletin iúlerinin düzenine
yarayacak, ülkenin içinde bulundu÷u duruma uygun düúecek ve iúe yarayacak”
konulara de÷inerek buna göre dua etmesi emredilmektedir.3
Görüldü÷ü gibi devlet kendisine muhalif olma ihtimaline dahi müsaade
etmemektedir. Bilindi÷i gibi hutbelerin özellikle çalıútı÷ımız dönem için ayrıca
önemi vardır. Cuma Namazı için her kademeden ve her sınıftan toplanan erkeklerin
oluúturdu÷u cemaat için imamın söyleyecekleri úüphesiz ki az ya da çok etkilidir.
Söylenenlere itibar edilsin veya edilmesin hatibin çizece÷i tablo mutlaka iz
bırakacaktır. øslâm tarihi için sosyal yönden bir çalıúma yapan R. S. Humphreys
hutbeyi, “ideoloji ve propaganda” baúlı÷ı altında de÷erlendirmektedir.4 Aslında
“resmî” olarak hatibi tayin eden devlet hutbenin de “resmî” olmasını emretmektedir.
Bizce bu açıkça devletin halkına propagandası anlamına gelir ve devletin her úeyi
kontrol altında tutarak itaati tamamıyla temine çalıútı÷ını gösterir. Aslında çizdi÷imiz
bu tablo “ideal olan”dır. Olması istenen ve planlanandır. Uygulamalarda her zaman
bunun hayata geçirilmiú oldu÷unu söyleyemeyiz. Cuma günlerinin sosyal anlamda
bir önemine daha iúaret etmemiz gerekir. Cuma günleri toplumsal iletiúimin
sa÷lanması için bir vesile oluúturmaktadır. Ortaça÷ için bunun bir anlamı da haber
alma imkânı yaratmasıdır. Belki mahalle veya köylerde günlük hayatta da insanlar
bir aradaysa da büyük úehirlerin büyük camilerinde çok daha geniú katılımlı bir
toplanma gerçekleúmekteydi. Ayrıca halk, hükümdarından okunan hutbe ile resmen
haber almıú oluyordu.
Hükümdarın varlı÷ını her alanda hissettirmesine dair bir örnekte medreselerin
kontrol altında tutulmaya çalıúılmasıyla ilgilidir. Müderris tayini ile ilgili bir belgede
göreve getirilen müderrise “ulemâ, fakihler ve medrese sakinlerinin” tamamen itaat
3
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4138, vr.56a-58a.
R. S. Humphreys, øslâm Tarih Metodolojisi Bir Sosyal Tarih Uygulaması, Çev: Murtaza Bedir,
Fuat Aydın, østanbul 2004, s.192.
4
221
etmesi ve onun derslerinin dikkatle takip edilmesi emredilmektedir.5 Tayin edilen
müderris, zaten hükümdar katında itibar kazanmıútır ve her halde bu durumu
zedelemek istemez. Görüldü÷ü gibi muhalefete zemin hazırlanmaması için gerekli
tedbirler alınmaya çalıúılmaktadır. Bu sistem dıúına çıkmak da kolay olmasa gerektir.
Buraya kadar hükümdarın gözünde halkı incelerken, bizim tasnifimizde “var
olan” úeklinde belirtti÷imiz, sosyal yapıda yer alan yer alan bir sınıfı da belirtmiú
olduk. Devletin memurları, sosyal anlamda da bir tabaka oluúturmaktadır. Bunlar,
hükümdarın tayin etti÷i veya onun adına yetkiyi kullanarak –ki ikisi de aynı anlama
gelir- atadıkları maaúlı personeldir. Hizmetleri karúılı÷ı devletten para alırlar ve
toplumun bir sınıfını oluúturmaktadırlar. Fuad Köprülü bu gurubu “devlet
hazinesinden istifade edenler” úeklinde tanımlamaktadır.6
Devlet, idaresini sürdürmek için memurlarını çalıútırır ve muhatap olarak
kabul eder. Bütün memurlarından itaat etmelerini ve görevlerini emredildi÷i úekilde
yerine getirmelerini bekler. Belirlenenin dıúına çıkmak kesinlikle yasak ve suçtur.7
Zaten hükümdar “halkın iúleriyle bizzat ilgilenmekten mazurdur” çünkü devletin
yöneticisi olarak çok daha zor ve önemli sorumluluklarla meúgul oldu÷undan buna
zamanı yoktur bunun için de memurları vasıtası ile iúleri idare eder.8
Buraya
kadar
anlattıklarımızın
dıúında
kalanlar
“reâyâ”dır.
Devlet
hazinesinden faydalanmazlar ve vergi mükellefidirler. Ayrıca devletin emirlerine
karúı gelmemek ve kesinlikle itaat etmekle yükümlüdürler. Fuad Köprülü’nün
belirtti÷i gibi bu isim idarî bir tanımlamayı göstermektedir. Çünkü bu genel ifadenin
içinde ekonomik ve sosyal açıdan birbirinden çok farklı sınıflar yer almaktadır.9
Devlet ile reâyâ arasındaki iliúkinin temeli, daha önce de de÷indi÷imiz gibi,
ekonomiktir ve vergi ili ilgilidir. Belgelerimizde devlet-reâyâ iliúkisi adına vergilerin
toplanması
konusunda
memurlara
halka
nasıl
davranacakları
hususundaki
hatırlatmaların dıúında baúkaca bir iliúkiyi gösterecek bilgi yoktur. Vergi iliúkisinde
5
Toyserkânî, age., s.44.
Köprülü, agmd., ø.A., C: V/I, s.283.
7
Belgelerde buna dair pek çok örnek vardır. Mesela bkz., Toyserkânî, age., s.79.
8
Ba÷dadî, age., s.76.
9
Köprülü, agmd., aynı yer.
6
222
de “kararlaútırılan verginin dıúına çıkılmaması”, “vergi hususunda çalıúanlar
tarafından zulme u÷ramıúlar ise gönüllerinin alınması” ve “úefkatli davranılması”10
gibi noktalara temas edilerek reâyânın adı anılmaktadır.
Devlet, reâyânın güvenli÷ini sa÷lamak ve refahını temin etmek için
çalıúmaktadır. Bunun bir gere÷i olarak çalıúanlarını kontrol altında tutar ve onlardan
halkın malına el uzatmamalarını ister. Bu suçtur. Örne÷in, Asarü’l-Vüzerâ’ya göre,
Sultan Alâeddin Muhammed, vezîri Nizamülmülk Muhammed b. Salih’i halkın
malına tecavüz etti÷i için azletmiútir.11 Gerçek sebep yalnızca bu olmasa bile
anlaúıldı÷ı üzere sa÷lam bir gerekçedir.
Hükümdarsız bir halk adeta baúı boú bir sürü gibi algılanmaktadır. Hârizmúâh
Atsız, Sultan Sencer’e gönderdi÷i bir mektupta úöyle demektedir: “onlar (reâyâ),
ülkenin sahibi (Hüdavend-i Âlem) sizin olmadı÷ınız zaman baúıboú bir sürüdür”.12
Reâyâ, Hârizmúâhlar’a ait belgelerde bazen “Türk ve Tacik” olarak ifade
edilmektedir. Kuúkusuz bu da sosyal bir ayrımdır.13
Reâyâ tanımı içine giren ekonomik ve sosyal yönden birbirinden farklı
gruplar oldu÷undan bahsetmiútik. ùimdi de bu sınıfları inceleyelim. Bu gurupta
“tâcirler” önemli bir yeri iúgal etmektedirler. Ekonomik hayatı incelerken ticaretin,
Hârizm ülkesinin gelir kaynakları arasında ne kadar önemli bir yeri oldu÷una
de÷inmiútik. Büyük tüccarlar hem çok zengin hem de oldukça nüfuzlu idiler. Daha
önce inceledi÷imiz üzere, Hârizmli Müslüman tüccarlar Cengiz Han’ın katında dahi
yüksek bir mevki edinmiúlerdi ve itibar görüyorlardı. Öyle ki, onun elçilikle
görevlendirdi÷i bu tüccarlar devrin iki büyük hükümdarı arasında anlaúma tesisinde
bile rol oynuyorlardı. Büyük tüccarlar zenginlik ve nüfuzlarına karúın teúrifatta yer
almıyorlardı.14
10
Ba÷dadî, age., s.34.
Akılî, age., s.268.
12
Toyserkânî, age., s.7.
13
Ba÷dadî, age., s.52.
14
Köprülü, agmd., ø.A., C:V/I, s.383.
11
223
Daha küçük çapta ticaretle meúgul olanlar, esnaf, eme÷iyle geçinen sanat
erbâbı da bir sosyal sınıf oluúturmaktaydı. Çarúı ve pazarlarda iúlerini yapan bu
guruptan baúka köylüler ve çiftçiler de di÷er bir sosyal sınıfı oluúturuyorlardı.
Ziraat ve zanaatla u÷raúanlar devletin gözünde, “padiúâh için ne kötülükte
bulunurlar ne ona karúı bir vefâ gösterirler, ne de gerekti÷inde onun arkasında
dururlar” diye tanımlanmaktadır.15 Bu sınıf gene devlete göre, úehirlerin iúlerinin
düzeninde önemli rol oynamaktadır ve eúinin, çoluk çocu÷unun geçimini sa÷lamakla
meúgulse, kendi iúiyle u÷raúıyorsa korunması, rahatsız edilmemesi gerekir.16
Toprakla u÷raúanların genel olarak durumlarının iyi oldu÷unu söyleyebiliriz.
Burada kastetti÷imiz iúleyecek topra÷ı olanlardır. Hârizm ülkesinin verimli
topra÷ından ço÷unlukla iyi mahsul elde ediliyordu ve devlet sulamaya yatırım
yapıyordu. Ancak köylerde sadece eme÷i karúılı÷ı toprakla meúgul olanlar da
bulunuyordu.
Ayrıca büyük
toprak
sahipleri
de
“toprak
aristokrasisi”ni17
oluúturmaktaydılar.
Buraya kadar belirtti÷imiz guruplara iúsizleri de ilave etmeliyiz. ùehirlerde
sürekli olarak kontrol altında tutulmaya çalıúılan iúsizlerden oluúan gruplar bazen
ciddî kargaúalıklar çıkarabiliyorlardı.18
Bir sosyal sınıfı da göçebeler oluúturuyorlardı. Hârizmúâhlar Devleti’nde
hükümdarlar ile yakınlıklarından dolayı imtiyazlı bir sınıfı oluúturan Kanglı-Kıpçak
Türk boyları ve ayrıca Yazırlar, Halaçlar gibi Türkmen boyları bu guruba
girmektedir. Kanglı-Kıpçaklar devletin ordusunda ve idarî teúkilatında çok önemli
bir yer iúgal ediyorlardı ve nüfuzları fazlaydı. Hayvancılık ile u÷raúan bu Türk
boyları yerli halktan farklı bir sınıftı. Devlet onlara yaylak ve kıúlaklar temin ederek
yerleúik halkı onların yapabilece÷i saldırılardan korumaya çalıúıyordu.19
15
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya 4138, vr.59b-60b; Toyserkânî, age., s.45.
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, aynı yer.
17
Köprülü, agmd., s.384.
18
Köprülü, agmd., s.383.
19
Köprülü, agmd., s.384.
16
224
Bütün bu sınıflandırmalara asaleti de ekleyebiliriz. Yerli ve köklü aile
mensubu olmanın itibarı muhakkak ki yüksekti. Belgelerde dahi, “soy-sop olarak o
kadar belirgindir ki, iúaretler arayarak ispata gerek yoktur” úeklinde ifadelere
rastlarız.20 Ancak bu aile mensupları aynı zamanda baúka iúlerle de meúgul oldukları
için asaletten gelen itibarlarını içinde bulundukları sınıf içerisinde göz önünde
bulundurmak daha do÷ru olur.
Toplumun sosyal sınıflarını hükümdarın gözünden ve ekonomik düzeye göre
inceledik. Ancak bu tasnifi geliútirmemiz gerekir. Çünkü sosyal tabakaları yalnızca
bu unsurları var sayarak tespit etmek eksik olur.
Sosyal sınıfları belirleyen bir unsur da dindir. ønceleyece÷imiz üzere
mezhepler birer toplumsal sınıfı da ifade ederler. Ayrıca bunların da altında fikirler
etrafında toplananlar da birer sınıftır. Çalıútı÷ımız dönem için fikir hareketi
sayabilece÷imiz faaliyetler din kökenli oldu÷u için biz hepsini, sosyal sınıfları
oluúturmada din unsuru genel çerçevesinde ele almaya çalıúaca÷ız. Din aynı zamanda
toplumun yapı ve karakterini oluúturan unsurlardan biridir. Bu sebeple konuyu daha
ayrıntılı bir úekilde ele almayı uygun buluyoruz:
Fuad Köprülü’nün belirtti÷i gibi, Hârizmúâhlar tarihini anlamak için dinî
hayat, mezhepler ve tarikatların gücü gibi konuları açıklamaya çalıúmak gereklidir.21
Çünkü din hem devlet idaresinde hem de toplumsal hayatta önceli÷i olan bir
faktördür. Üstelik bu durum sadece bizim çalıútı÷ımız saha ve dönem için de÷il
bütün ortaça÷ dünyası için geçerlidir.
Hârîzmúâhlar dönemindeki dinî hayat, fikir hareketleri ve akımları Selçuklu
devrinin do÷al bir uzantısı úeklinde karúımıza çıkmaktadır. Hârîzmúâhlar Devleti de
izledi÷i dinî politikalarda tamamıyla Selçuklular’ın takipçisi olma özelli÷ini
göstermektedirler.
Buna göre devletin resmî mezhebi tıpkı Selçuklular’da oldu÷u gibi Sünnîlik
ve Hanefîliktir. Memleket dahilinde Hanefîlik’ten sonra en yaygın ve önemli mezhep
20
21
Ba÷dadî, age., s.50.
Köprülü, agmd., ø.A., C:V/I, s.284.
225
ùâfi’îlik’tir. Mezheplerin bölgedeki konumlarının kökleri daha önceki tarihlere
dayanmaktadır. Hârizmúâhlar Devleti bu mevcut durumun devamını sa÷lamıútır.
Hârizmúâhlar Devleti hükümdarları, klasik özellikleri ile øslâm’ın emirlerini
yerine getirmeye çalıúan Türk-øslâm sultanlarıdır. Buna göre, hükümdar hem dinin
koruyucusudur hem de onun emretti÷i adâlet üzerine hareket etmektedir. Yine dinin
icâbı olarak reâyâyı koruyup gözetmektedir. Uygulamaların her zaman bu esaslara
sadık kaldı÷ını söyleyemeyiz burada kastetti÷imiz ideal olandır. Allah’ın yer
yüzündeki temsilcisi olan hükümdar din adına kâfirlerle savaúır ve bütün
memurlarına dinin gereklerini yerine getirmelerini emreder. Memurlara hatırlatmalar
yapılırken Allah’tan korkmaları ve dinin gerektirdi÷i úekilde davranmaları
emredilmektedir. Cûzcânî’ye göre, Sultan Tekiú o÷lu Alâeddin Muhammed’e
“øslâm’ı iúin baúı tut” diye vasiyette bulunmuútur.22
Hârizmúâh Atsız ve o÷lu øl-Arslan devrinde Abbasî hilâfet makamına
gönderilen mektuplarda, hemen hemen her sene kâfirler ile savaúmak için sefere
çıkıldı÷ından özellikle bahsedilerek Halife’ye øslâm’a büyük hizmetler yapıldı÷ı
mesajı verilmektedir.23 ùüphesiz bu mektupların amacı resmen muhatap kabul
edilmek ve resmen tanınmak gayretidir. Ancak bu örnekler bize devletin yönetimdeki
politikasında dinin yerini ve hükümdarın idaredeki din anlayıúını göstermesi
bakımından önemlidir.
Hârizmúâhlar Devleti’nin hüküm sürdü÷ü tarihlerde genel anlamda dinî
tabloya gelince, Abbasî Halifesi dinî lider olarak mevkiini korumaktadır ve dünyevi
anlamda da Halife en-Nâsır Lidinillah’ın iú baúına gelmesiyle hırslı bir politika
gütmektedir. Buna karúın Mısır Fâtımî Halifeli÷i ise 1171 yılında Selahaddin Eyyûbî
tarafından yıkılıncaya kadar Abbasî Halifesinin tanındı÷ı bölgelerde yayılmaya ve
nüfûz kazanmaya çalıúmaktadır. Bu çabaların en önemli ve etkilisi, bu u÷urda epeyce
yol kat etmiú olan øsmailîler’dir. Hasan Sabbah’ın kurmuú oldu÷u, Alamut merkezli
22
23
Cûzcânî, age., s.302.
Horst, agm., ZDMG, C:CXVI, s.30, 35, 37.
226
bu örgüt24 Hârizmúâhlar döneminde de faaliyetlerine devam ediyordu ve çok bilinen
úekliyle fedaileri eliyle intihar saldırıları düzenliyordu. Önemli isimleri öldürerek
büyük yankılar uyandıran øsmailîler’e karúı devletin tutumu tıpkı Selçuklular’ın
politikası gibidir. Yani kesin ve belirgin bir karúı tavır içerisinde Selçuklular’ın
baúlattı÷ı mücadeleyi Hârizmúâhlar da devam ettirmiúlerdir. Örne÷in Sultan Alâeddin
Tekiú son yıllarını Batınîler (øsmâilîler) ile savaúlarla geçirmiúti. Hatta ölmeden biraz
önce seçme kuvvetlerinden hazırladı÷ı ordu ile daha ciddî bir savaúa baúlamıútı ve
veliahdı Kutbeddin Muhammed’i bu ordunun kumandanlı÷ına tayin etmiúti. Sultan
Tekiú’in bu harekatına sebep olan olay ise Nisan 1200 tarihinde vezîri ùemseddin
Mes’ud b. Ali el-Herevî’nin Batınî fedaileri tarafından atına binece÷i bir sırada
bıçaklanarak öldürülmesidir.25 øsmailîler’in vezîri hedef seçmelerinin nedeni onun
Sultanı aleyhlerine harekete sevk etti÷ine inanmalarıdır. Sultan Tekiú, bir taraftan
øsmailîler üzerine ordu gönderirken di÷er yandan da öldürülen vezîrin o÷lunu aynı
makama getirerek siyasî bir mesaj veriyordu.26Bu atama, Sultanın politikalarından
vazgeçmeyece÷inin bir göstergesiydi.
Adı geçen vezîr ùafi’î mezhebindendi. Yukarıda devletin izin verdi÷i ve
kabul etti÷i ülkede yaygın bir sünnî mezhep oldu÷unu belirtmiútik. Vezîr Merv
úehrinde ùafi’îler için bir Camii yaptırmıú ancak Hanefî mezhebi mutaassıpları
tarafından gece saldırıları ile bu cami yakılmıútı.27 Bu büyük bir olaydı. Ancak
burada önemli olan bir nokta ùafi’î bir vezîrin iú baúında olması ve bu mezhep
mensupları için bir camii yaptırmasıdır. Çünkü bu olay bize devletin ùafi’î
mezhebine karúı tavrını ispat etmesi bakımından dikkat çekicidir. Olayın ortaya
koydu÷u bir gerçek de adı geçen iki mezhep arasında Merv’de gergin bir ortamın
yaúandı÷ıdır. Bu son nokta gerginli÷in patladı÷ı, barda÷ın taútı÷ı an olsa gerektir. Her
halde gerginlikler günlük hayatta da yaúanıyordu. Bu olay uzun süre hafızalarda yer
etmiúe benzemektedir. Çünkü Cüveynî 1221 yılında Mo÷ollar’ın Merv’de
yaptıklarını anlatırken ùafi’î Camii’nin yakılması hadisesini hatırlatmaktadır.
24
Bernard Lewis, Haúiúiler, Çev: Ali Aktan, østanbul1995, Zeki Velidi Togan, “Alamut”, ø.A., C.I,
s.289-290; Abdülkerim Özaydın, “Alamut”, DøA, C:II, s.336-337; aynı mlf. “Hasan Sabbâh”, DøA.,
C:XVI, 347-350.
25
Akılî, age., s.267.
26
Akılî, age., s.267-268.
27
Akılî, age., s.267.
227
Mo÷ollar Merv’e girince, Hanefîler tarafından yakılan Caminin yerine yaptırılan
camiyi yakmıúlardı ki, Cüveynî’nin ifadesine göre Mo÷ollar’ın bu davranıúı ile
ùafi’îler’in intikamı alınmıú oluyordu.28
Alamut øsmailîler’i, Sultan Alâeddin Muhammed devrinde Hârizmúâhlar
Devleti’ni vergi ödüyorlardı. Yüz bin dînâr olarak ödenen bu vergi Sultan Celâleddin
Hârizmúâh zamanında otuz bine düúürülmüútü. Sultan Celâleddin devrinde Alamut
hakimi olan Alâeddin Muhammed hutbede sultanın adının anılması iste÷ini ise geri
çevirmiúti.29
Sultan Celâleddin Hârizmúâh, müstahdemlerinin baúı olan Mukaddem-i
Çavûúan Kemaleddin’i iúe aldıkları arasında øsmâilî fedaileri oldu÷u gerekçesiyle
öldürtmüútü.30 Görüldü÷ü üzere Sultan devlete sızmaya çalıúan øsmailîler’i böylece
engellemiú oluyordu. Hârizmúâhlar Devleti’nin son dönemlerinde de øsmailîler ile
mücadeleler devam etmiútir. Sultan Celâleddin’in kardeúi Gıyâseddin Pirúâh’ın
Alamut’a sı÷ınması (1228) ve Sultanın onun iade iste÷inin reddedilmesi yeni bir
krize sebep olmuútu. Sultan buldu÷u her fırsatta øsmâilîler’e saldırmıútı.31
Hârizmúâhlar Devleti’nin Abbasî Halifeli÷i ile iliúkilerinin oldukça çalkantılı
ve büyük mücadeleler çerçevesinde úekillendi÷ini söyleyebiliriz. Çalıúmamızın
çeúitli yerlerinde bu iliúkilerden inceledi÷imiz baúlı÷a uygun düúecek úekilde
bahsetmiútik. Burada dinî hayat noktasında Hârizmúâhlar Devleti’nin politikalarını
anlamak için kısaca de÷inece÷iz.
Hârizmúâhlar, Abbasî Halifesinin dinî otoritesini büyük bir ço÷unlukla
tanıdılar. Öyle ki, ba÷ımsız bir devlet kurma mücadelesi veren Hârizmúâh Atsız,
Hilafet makamına gönderdi÷i mektupların birinde, “Mü’minler’in emîrine itaat
farzlardan biridir” diyordu.32 Ancak daha sonraki dönemlerde iliúkiler oldukça kötü
ve düúmanca geliúmiúti.
28
Cüveynî, age., s.169.
Nesevî, Farsça, s.230.
30
Nesevî, Farsça, s.70.
31
Taneri, age., s.59-60.
32
Horst, agm., ZDMG, C.CXVI, s.33.
29
228
Abbasî
Halifesi
Nâsır-Lidînillah,
hilafet
makamına
oturunca
siyasî
faaliyetlere hız vermiú ve çok tabii olarak onun hamleleri Hârizmúâhlar tarafından
sert bir úekilde karúılanmıútır. Daha önce bahsetti÷imiz gibi, Sultan Tekiú döneminde
iyece gerginleúen iliúkiler Sultan Alâeddin Muhammed devrinde bambaúka bir
boyuta taúınmıútır.
Sultan Alâeddin Tekiú’in Irak’a hakim olmasından ve güçlenmesinden hoúnut
olmayan Halifenin uyarılarına Sultan, gözda÷ı ve tehditle karúılık veriyordu. Sultan
Alâeddin Muhammed ise daha ileri bir adım atarak Abbasî Halifesini tanımadı÷ını
ilan etti. Üstelik iddialarını meúrulaútırmak ve kamuoyu tepkisini hafifletmek için bu
makamın Abbaso÷ulları’nın hakkı olmadı÷ını ve Ali Evlâdı’ndan gasp yoluyla ele
geçirdiklerini savundu. Hatta bu tezlerini içeren fetvalar aldı. Hutbeden Halifenin
adını çıkardı. Ancak ilginç olan bunu ülkesinin her tarafında uygulayamamasıdır.
Devletin tam yetkili di÷er yöneticisi valide Terken Hatun bu konuda o÷lu gibi
düúünmüyordu.
Sultan Celâleddin Hârizmúâh döneminde de Halifelik ile iliúkilerin iyi
oldu÷unu söyleyemeyiz. Bunun en güzel göstergesi Halifenin Celâleddin
Hârizmúâh’ın sultanlı÷ını resmen tanımaması ve buna karúılık da Sultanın bastırdı÷ı
sikkelerde Halifenin adına yer vermemesidir. Mücadele ve çatıúmalar bu dönemde de
sürmüútür.
Hârizmúâhlar ile Abbasî Halifeli÷inin iktidar mücadelesine girmeleri ve hatta
Sultan Alâeddin Muhammed’in Ali soyundan bir Halife tayin teúebbüsleri dahi bir
gerçe÷i de÷iútirmemiúti. Abbasî Halifeli÷i Hârizm ülkesinde tanınan ve kabul gören
makamdı. Yani hakimlerin çatıúmasına taban katılmamıútı.
ùimdiye kadar devlet merkezinden idarede uygulanan politikalar ve iliúkiler
çerçevesinde dinî hayatı inceledik. Dinî hayat baúlı÷ı içine úüphesizdir ki sadece bu
anlattıklarımız girmemektedir. Özellikle VI.(XII) ve VII.(XIII). yüzyıllarda iyice
güçlenen sûfîler Hârizmúâhlar ülkesinde son derece etkili bir noktaya ulaúmıúlardı.
Sufîler,
devletin din görevlileri sınıfının dıúında yer alan sivil bir
teúkilatlanma olarak karúımıza çıkmaktadır ve Hârizmúâhlar devri toplum yapısında
229
son derece etkili olmuúlardır. Bilindi÷i gibi bu teúkilatlanma daha sonra Anadolu’da
da büyük roller üstlenecek ve Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî ile etkisi bu güne
ulaúacaktır. Hatta günümüzde Avrupa ve Amerika’da dahi ilgi duyuldu÷u bu ö÷reti
hârizmúâhlar devrinde geliúme ve yayılma imkânlarına sahip oldu.
Sûfîler, Hârizm ülkesinde mescid, medrese, hamam, kütüphâne, aúevi gibi
bölümlerin bulundu÷u hankƗhlarda yaúıyorlardı. Büyük bir sûfînin ölmesi üzerine
göreve halifesi devralıyor ve ö÷renciler (tilmiz) devam edilerek gittikçe
yaygınlaúıyor ve güçleniyordu. Nüfûzlu sûfîlerin halk üzerinde de güçlü tesirleri
oldu÷unu görmekteyiz. Onlara muhalif olanlar ise kadılar ve müderrisler gibi
devletin din görevlileriydi. Sûfîler, halk üzerindeki tesirlerini dilden dile dolaúarak
efsaneleúen kerametleri vasıtasıyla elde ediyorlardı. Toplum üzerinde bu yolla
bırakılan etkinin sa÷lam olaca÷ı úüphesizdir. Ayrıca hükümdar veya devlet
erkânından bir ismin onlara katılması güçlenmelerine yardım eden çok önemli bir
araçtı.33 ùüphesiz bunun anlamı büyüktü. Hem himaye görmenin avantajlarından
yararlanmak için bir imkân yaratıyordu hem de önemli bir mevkideki isim harika bir
propaganda vasıtası idi. Her iki durum da güçlenmeye iúaret etmektedir.
Hârizmúâhlar Devleti içinde sûfîlerin gittikçe güçlendi÷ini ve devletin üst
düzey isimlerine kadar etkilerinin ulaútı÷ını görmekteyiz. “ ùeyh-i Veli-taraú” yani
“veli yetiútiren úeyh” lakabını taúıyan Necmeddin Kübrâ (1145-1226) bu úahsiyetler
arasında en önemlilerinden biridir.34 Valide Terken Hatun katında büyük itibar sahibi
olan Necmeddin Kübrâ’nın inceledi÷imiz noktada asıl önemi yetiútirdi÷i talebeleri
vasıtasıyla ö÷retisinin Hârizmúâhlar Devleti’nde etkisinin artması ve bu etkinin
Anadolu’ya taúınmasıdır. Yetiútirdi÷i ö÷renciler sûfîli÷in büyük úeyhleri arasındadır.
Onun halifesi olan Mecdüddin Ba÷dadî ise gene Terken Hatun tarafından himaye
edilmiúti. Terken Hatun úeyhin vaazlarını dinliyordu ve úeyhin etkisi baúkentte iyiden
iyiye artıyordu. Sultan Alaeddin Muhammed’in onu öldürmesi ise büyük tepkiler
almıútı. Sultanın bu hareketinin sebebine tam olarak anlamak güçtür. Her ne kadar
bazı
33
34
iddialar
varsa
da
bunlar
Kafeso÷lu
ve
Barthold
tarafından
kabul
Köprülü, agmd, ø.A., C:V/I, s.286; Abbas Pervîz, age., s.430
E. Berthels, “Necmeddin Kübrâ”, ø.A., C: IX, s.163-165.
230
edilmemektedir.35 Ancak Sultanın, úeyhi öldürmesinin sebebinin sûfîlik hareketine
yönelik de÷il daha çok úahsî oldu÷u anlaúılıyor.
Devlet merkezinde etkili olan di÷er bir sûfî úeyhi ise Bahaüddin Veled’dir.
Menâkıbü’l-Ârifin onun etki ve gücünü anlatan hikayelerle doludur. Konumuzdan
uzaklaúmadan bir tanesi üzerinde durmak istiyoruz. “Sultanü’l- ulemâ” diye anılan
Bahaeddin Veled vaazları sırasında açıktan Sultan Muhammed Hârizmúâh’ı
eleútiriyordu. Kayna÷ımıza göre Sultan onun müridi idi. ùeyh öyle bir noktaya
ulaúmıútı ki, kerametleri dilden dile ulaúıyor ve büyük halk kitleleri ona
ba÷lanıyordu. Sultan bu durumdan rahatsız olsa gerektir. Çünkü Belh’te çok
güçlenen Bahaüddin Veled’e nazikçe baúkenti terk ederek adı geçer úehre gitmesini
bildirdi÷inde úeyhin hareket edece÷i sırada halk tepki göstermiúti.
“Halkın bu
kaynaúmasından bir fenalı÷ın çıkaca÷ını” anlayan Sultan da ricacılar aracılı÷ıyla
úeyhten geceleyin kimse görmeden gitmesini istemiúti.36
Burada en önemli nokta sûfilik hareketinin geniú hal kitlelerine ulaúmıú
oldu÷unu tespite imkân sa÷lamasıdır.
B. øLøM VE SANAT HAYATI
Hârizmúâhlar devri ilim ve sanat faaliyetleri açısından son derece verimli bir
dönemdir. ølim ve sanatın Hârizm topraklarında geliúmesinde ülkenin zenginli÷i ve
refah seviyesinin yüksekli÷i úüphesiz önemli bir rol oynamaktadır. Ancak bunun
yanında çok önemli olan di÷er bir unsur da hükümdarların sanata ve ilime önem
vererek âlimlere ve sanatçılara saygı göstermeleri, onları himaye etmeleridir. Biz
burada Hârizmúâhlar Devleti döneminde ilim ve sanat hayatının ulaútı÷ı noktayı
tespit etmek amacıyla bu faaliyetleri ele almaya çalıúaca÷ız. Gayemiz âlimlerin, edip
ve úairlerin biyografilerini vermek de÷ildir. Biz, burada Hârizmúâhlar devri kültürel
faaliyetlerini, devletin daha önce yazılmıú olan siyasî tarihi ve bizim incelemeye
çalıútı÷ımız teúkilat tarihinin daha iyi anlaúılması açısından, bu Türk devletinin
kültürel hayata yaptı÷ı katkıları de÷erlendirmek gayretiyle ele alaca÷ız. Dolayısıyla
35
36
Bkz., Kafeso÷lu, age., s.210; Ayrıca; Kazvînî, age., s.498; Abbas Pervîz, age., s.431.
Ahmet Eflaki, Âriflerin Menkıbeleri, Çev.Tahsin Yazıcı, østanbul 2001, C:I, s.169-174.
231
burada, kültür hayatının seviyesini ortaya koyabilme maksadına yönelik olarak
hareket edece÷iz.
Hârizmúâhlar devri ilim ve sanat hayatı Selçuklular devrinin do÷al bir
uzantısı olarak karúımıza çıkmaktadır. Hârizmúâhlar Devleti’nin kurul döneminde
yaúamıú olan âlim ve sanatçıların ço÷u zaten Selçuklu medreselerinde e÷itim
görmüúlerdi. Bölge ise daha eski dönemlerden itibaren önemli ilim merkezi olarak ün
yapmıú birçok úehri bünyesinde barındırıyordu. Örne÷in øsfahan, hadis tahsil edilen
merkezlerden biri idi.37 Gürgenç devletin baúkenti oldu÷u gibi zamanla kültürel
merkez de oldu. Merv zaten Selçuklu Devleti’nin baúkenti olarak çok önemli bir ilim
merkeziydi. Her ne kadar Selçuklu Sultanı Sencer’in son dönemlerinde yaúanan
kargaúa yüzünden ilim ve sanat hayatı olumsuz yönde etkilenmiú olsa da
Hârizmúâhlar döneminde úehrin parlak günlerine dönmesi uzun zaman almamıútı.
Mo÷ol istilasının baúlamasından kısa bir süre öncesine kadar Merv’de bulunan Yâkût
el-Hamevî bu úehrin ne kadar önemli bir ilim merkezi oldu÷unu gözler önüne seren
bilgiler vermektedir. Onun kaydettiklerine göre úehirde birçok kütüphâne
bulunuyordu ve bazısındaki kitap sayısı on bin cildi aúıyordu.38
Horasan’ın Herat, Belh, Niúâbûr gibi büyük úehirlerinin hemen hepsi âlimleri,
ilim ve sanat faaliyetleri ile ün yapmıú merkezlerdi. Öyle ki Niúâbûr, Sâmânîler
devrinden beri bir ilim ve sanat merkeziydi ve Hârizmúâhlar zamanında da bu
önemini devam ettirdi.
Hârizmúahlar tıpkı Selçuklu hükümdarları gibi ilim ve sanata de÷er
veriyorlardı. Âlimleri ve sanatçıları ço÷u kez sultanların yanında görüyoruz. “Saray
Âdetleri” baúlı÷ında belirtti÷imiz gibi onlar âlim, edip ve úairlere huzurlarında tertip
edilen münazaralarda fikirlerini savunma imkânı veriyorlardı. Sultan Celâleddin
Hârizmúâh, Ramazan ayında huzur dersleri düzenliyor ve bizzat katıldı÷ı bu
toplantılarda söylenenleri dinledikten sonra kendi fikrini de ortaya koyuyordu.
Hükümdarların tahta çıkıúında coúkulu rubâîler ve kasideler söyleyen yahut onlara
bir eserlerini ithaf eden âlim veya sanatçılar aynı zamanda ölen hükümdarın ardından
37
38
øbnül-Esîr, age., C: XI, s.71.
Yakut, Mucemü’l-büldân, C:V, s.112 vd.
232
tutulan yasa edebî ürünleri ile katılıyorlardı. Bu âdetler bile úüphesiz âlim ve
sanatçıya verilen önemi göstermektedir. Ayrıca hükümdarlar âlim ve sanatçıları
himaye ettikleri gibi onlara ihsanlarda bulunarak çalıúmalarını teúvik ediyorlardı.
Bir hükümdarın gerçek âlim ve sanatçıyı takdir edip kollayabilmesi
muhakkak ki onun kendi e÷itim, bilgi ve sanat anlayıúı ile do÷ru orantılıdır.
Gerçekten de Hârizm hükümdarları iyi e÷itim görmüú, sanat zevkleri yüksek
seviyede ve bir ço÷u da sanatla meúgul olmuú sultanlardır. Onların idareci ve askerî
yönlerini yeri geldikçe ortaya koymaya çalıútık. Burada da entellektüel açıdan
onların kesinlikle iyi donanımlı ve yüksek seviyede olduklarını söylemeliyiz.
Nitekim kaynaklarımızda onların bu özelliklerine atıf yapan övgüler vardır.
Hârizmúâhlar hanedanının atası Anuútegin, o÷lu Kutbeddin Muhammed’in
Merv’de tahsil görmesini sa÷lamıútı.39 øyi bir e÷itim görmüú olan Kutbeddin
Muhammed b. Anuútegin, “âlimlere hürmet ederdi”.40
Sultan Sencer’in, Hezaresb kuúatması sırasında, daha önce “ok”u anlatırken
mısralarına yer verdi÷imiz Enverî ve Reúidüddin Vatvât’ın karúılıklı yazdıkları
rubâîler, her halde sanatın ulaútı÷ı noktayı göstermek açısından yeterlidir. Savaú
anında bile hükümdarların yanında bulunan úairler, etkili mısralarıyla hükümdar ve
orduyu cesaretlendirirken karúı tarafın da moralini bozmaya çalıúıyorlardı.
Hârizmúâh Atsız kendisi de úiirler yazan bir hükümdardı. Sultan Sencer’e
gönderdi÷i mektuplarda ona ait mısralar mevcuttur.41 Cüveynî, onun çok sayıda
Farsça úiiri oldu÷unu kaydetmektedir.42 Hârizmúâh Atsız güçlendikçe onun
dergâhına gelen âlim ve sanatçıların sayısı da artıyordu.43 1141 yılında Sultan
Sencer’in Karahıtaylar’a ma÷lup olmasının ardından Selçuklu baúkentine giren
Hârizmúâh Atsız’ın ülkesine dönerken Merv kütüphânelerinden birçok kitapla
birlikte âlim ve sanatçıları da beraberinde götürdü÷ü anlaúılıyor.44 Reúidüddin Vatvât
39
Cüveynî, age., s.249.
Devletúâh Tezkiresi, C:I, s.133.
41
Köymen, Münúeat Mecmuaları, s.580.
42
Cüveynî, age., s.150.
43
Cûzcânî, age., s.300.
44
Cüveynî, age., s.251-252¸ Abbas Pervîz, age., s.587.
40
233
“ Atsız tahta çıkınca Selçuklu Devleti ve hanedanı son buldu” mısralarını bu sırada
yazmıútı.45
Hükümdarların danıúma meclislerine katılan âlimler konu ne ise o hususta
yapılması lâzım gelenler hakkında düúüncelerini açıkça söyleyebiliyorlardı. Örne÷in
Sultan Alâeddin Muhammed’in, Mo÷ol tehlikesi karúısında alınacak tedbirleri
görüúmek üzere topladı÷ı mecliste “Sultan katında üstün bir mevkie sahip olan”
devrin meúhur âlimi ùihâbüddin Hayvakî de hazır bulunmuútu.46
øbnü’l-Esîr, Sultan Alâeddin Muhammed’in özelliklerini anlatırken onun âlim
bir hükümdar oldu÷una dikkati çekerek “fıkıh ve tefsir” ilimlerine vâkıf oldu÷unu
bildirmektedir. Ayrıca Sultanın âlimleri koruyup ödüllendirdi÷ini ve onları meclisine
kabul ederek tartıúmalarını dinledi÷ini de kaydetmektedir.47
Hârizmúâh Sultan Alâeddin Muhammed’in o÷lu Rükneddin Gursançtı’nın ise
yazısı çok güzeldi ve bir mushaf yazmıútı.48
Sultan Alâeddin Tekiú’in Hârizm tahtı için kardeúi Sultanúâh ile girdi÷i
mücadelede her iki taraf da gönderdi÷i beyitlerle birbirlerine mesajlarını iletiyordu.
Sultanúâh iyi bir úairdi. Kardeúi Tekiú’e gönderdi÷i ve kendisinin yazdı÷ı beyitlerde
úöyle diyordu:
“Benim irade atım koútu÷u zaman
Düúman kılıcımın saldırısından inler.
Burada elçi ve mektup iúe yaramaz,
Bu iúi, iki tarafı keskin kılıç sonlandırır.”
Hârizmúâh Alâeddin Tekiú Han ise kardeúinin mısralarına aynı úekilde cevap
veriyordu. Bu beyitleri kaleme alan ise Hârizmúâh Alâeddin Tekiú’in úiir yazmada
yetenekli o÷lu Nâsırüddin Melikúâh idi:
“Hazineler senin olsun, keskin kılıç bizim.
Saraylar senin olsun, at meydanı bizim.
Düúmanlı÷ın ortadan kalkmasını istiyorsan
45
Cüveynî, age., s.252; Abbas Pervîz, age., s.587.
øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.317.
47
øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.326; Ayrıca bkz., øbn Vâsıl, age., C:IV, s.45.
48
Nesevî, Farsça, s.39.
46
234
Hârizm senin olsun, Horasan bizim.”
Sultanúâh bu mesaja cevap vermekte gecikmedi ve úu beyitleri gönderdi:
“Ey amcasının canı (yürek parçası)! Bu mesele artık pazarlık konusu oldu.
Bu destan ne size yarar, ne de bize. (Ne sizi etkiler, ne bizi. Boú söz.)
Bakalım kimin kılıcının kabzası kanı dökecektir.
Bakalım kimin baht yıldızı parlayacaktır.”49
Hükümdarların ilim ve sanattan anlamaları etraflarında âlim ve sanatçıların
toplanmasına imkân sa÷lıyordu. Hârizmúâhlar’da resmen devlet hizmetinde bulunan
sanatçılar ve âlimler de vardı. Kaynaklarımızın en önemlilerinden biri olan Sîret-i
Celâleddin Mengübirtî’nin yazarı Nesevî, Sultan Celâleddin’in münúîsi idi. Onun
Sultan Celâleddin’i anlatmak için yazdı÷ı eserinin üslûbu da son derece sanatsal ve
süslüdür. Ayrıca gene önemli kaynaklarımızdan biri olan et-Tevessül ile’tteressül’ün yazarı Ba÷dadî, Sultan Alâeddin Tekiú’in münúîsiydi. Onun eserinde yer
alan belgeler bizim için çok kıymetlidir.
Bu noktada en güzel örneklerden biri de úüphesiz Reúidüddin Vatvât’tır.
Onun çalıúmamız için önemini kaynaklar kısmında ortaya koymuútuk. Burada da
onun sanatçı kiúili÷i üzerinde durmak istiyoruz. Reúidüddin Vatvât, Hârizm
hükümdarlarından üçü ile birlikte çalıúmıú, onların meclislerinin müdavimi olmuú ve
bütün bu süre zarfında itibar görerek yaúamıútı.
Reúidüddin Vatvât’ın kaleminden çıkan ve Hârizmúâh Atsız tarafından Sultan
Sencer’e gönderilmiú olan mektuplar gerçekten de hem üslûp hem de içeri÷indeki
sanatsal ögelerle zeki bir usta tarafından yazıldı÷ını açıkça belli etmektedir.50 Devrin
yazıúma gelene÷inin bir örne÷i olarak sanatsal anlatımın ulaútı÷ı doruk noktayı
gözler önüne seren bu mektuplarda söylenecek söz, inceli÷in en mükemmel haliyle
ifade edilmektedir.
Mektuplardan birinde51 Sultan Sencer’in esareti o kadar gurur okúayıcı bir
nedene ba÷lanmıútır ki gerçekten de güçlü bir kalemin neler üretebilece÷ini bizlere
göstermektedir. Bu mektupta Sultan Sencer’in tebeasını ne derece refah ve mutluluk
içerisinde yaúattı÷ı övgülerle anlatıldıktan sonra, halkın zevk âlemine dalarak
49
Mîrhând, age., C:IV, s.365-366; Devletúâh Tezkiresi, C:I, s.173
Mektuplar için bkz., Reúidüddin Vatvât, Arâis’ül-havâtır, Ayasofya Nr:4015, vr.17b-19a.
51
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr:4015, vr.17b-18b.
50
235
dünyanın baúlangıcından beri böyle oldu÷unu, hiç bir zorluk çekilmeyece÷ini
zannettikleri gene süslü ve ince bir üslûpla anlatılmaktadır. Tebea, onlara bu
mükemmel hayatı sa÷layanı unutmuútu. øúte bu yüzden de Allah, Sultan Sencer
baúlarında olmadı÷ında ne gibi musibetlerle karúılaúacaklarını onlara göstermek için
bir süreli÷ine Sultanı tebeasından ayırmıútır.
Devrin yazıúma üslûbunu vurgulayan bir örnek olması bakımından da yer
vermeyi uygun buldu÷umuz bu mektupta yazılıú nedeni kısa olarak en sonda
belirtilmektedir. Mektup, Hârizmúâh Atsız’ın Sultan Sencer’e Horasan’da kalması
hususunda emrinin ne oldu÷unu sormak için yazılmıútır. Ancak konu bu soruya
gelinceye dek mektup, ustaca yazılmıú bir na’t gibidir.
Reúidüddin Vatvât, münúeât mecmûâlarında kendisinden “Zü’l-lisâneyn52 (iki
dil sahibi) lâkabıyla bahsetmektedir. Gerçekten de o, iki dili yani Arapça ve
Farsça’yı ustalıkla kullanabiliyordu. Reúidüddin Vatvât’ın Arapça ve Farsça olarak
yazdıklarından günümüze ulaúanlar, onun edebî yönünü ortaya koymaya yetecek
derecededir. Vatvât’ın kaleminden çıkan ve Hilafet makamına gönderilen
mektupların bir kısmı Arapça úiir úeklinde yazılmıútır.53
Onun meúhur eseri Hada’ik’üs-sihr fî dekƗiki‘ú- úi‘r, edebî sanatlar
hakkında yazılmıú bir eserdir.54 Onun eserleri bilgi birikimi ve ustalı÷ının ispatı
kabul edilmektedir. O,
“Arapça’nın incelikleri ile edebî sırlarını” da çok iyi
biliyordu. Öyle ki, “bir vezinde Arapça bir beyit ile baúka bir vezinde Farsça bir
beyti aynı zamanda kullanabiliyordu”.55 Onun mecmualarında yer alan birçok úahsî
mektup da edebî kiúili÷ini yansıtan örneklerdendir.56
Onun mensur eserlerindeki edebî özelliklere gelince, “nesri ahenkli ve az
miktarda kelime ile maksadını hemen ifade etmeyi amaçlayan” bir tarzda
52
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr:4138, vr.1b; Toyserkânî, age, s.2.
Bu mektupların Arapça transkripleri, Almancı tercümeleri ve ayrıca yapısal incelemeleri için bkz.,
Horst, agm., ZDMG., C:CXVI, (1966), s.25-30.
54
Ahmet Ateú, “Raúid el-Din Vatvat’ın Eserlerinin Bazı Yazma Nüshaları”, Tarih Dergisi, C:X.,
sa.14, s.3
55
Ravendî, age., C:I, s.134; Ateú, agm., s.1-2.
56
Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr:4138, vr.10a-12a.
53
236
yazılmıúlardı. Bu da Arap nesrinin bir özelli÷idir.57 Ayrıca Farsça kasidelerde
“baútan baúa murassâ” olan ilk örnekler ona aittir.58
Ravendî ondan, “ùairlerin efendisi” diye bahsetmektedir.59 Gene Ravendî’nin
bildirdi÷ine göre, de÷iúik memleketlerden gelen birçok úair onun yanına gelerek úiir
ve di÷er ilimlerle meúgul oluyorlardı. Ayrıca Ravendî di÷er úairlerden bahsederken
sık sık Vatvât’ın görüúlerine yer vererek bir de÷erlendirme yapmaktadır.60
Reúideddin vatvât’ın çalıúmamızda geçenlerin dıúında daha birçok eseri
vardır: Risale-i ‘Arûz, øran edebiyatının en çok kullanılan úekillerinin gösterildi÷i bir
çalıúmadır. Bedâyi‘u’t-tersi‘ât ve revâyi‘u’t-tesci‘ât ise Ahmed Ateú’in tesbitine
göre Süleymanúah b. Atsız’a ithaf edilmiútir.61 Vatvât kendi sözlerinden bir kısmını
Cevâhiru’t-kalâ’id ve zevâhir el-ferâid adlı eserinde toplamıútır. Dîvân-ı
Reúidüddin Vatvât’ da ise Farsça kaside, terkip gazel ve kıt’alara yer verilmiútir.62
Reúideddin Vatvât, Hz. Ömer’in seçilmiú yüz sözünü Farsça olarak açıkladı÷ı
Faslu’l-hitâb min kelâmi Emîri’l-mü’minîn Ömer b. el-Hattâb ve Hz. Ali’nin
hikmetli sözlerini topladı÷ı Matlûbu külli tâlibin min kelâmi Emîri’l-mü’minîn
Ali b. Ebî Tâlib adlı eserlerini Hârizmúah øl-Arslan’a ithaf etmiútir.63
Hârizmúâhlar devrinde birçok önemli úair yetiúmiúti. Bunlardan bir kaçına
de÷inmek isteriz. Örne÷in Sultan Alâeddin Muhammed devrinin “úiirde mâhir” olan
isimlerinden biri, “Hayırlı kiúilerin makbulü” Seyyid ZülfikƗr-ı ùirvânî’dir.64 ùirvânî,
úiir sanatlarına vâkıf bir úairdi ve her beyitte çeúitli vezinler kullanabiliyordu”. ùair,
Sultan Alâeddin Muhammed Irak’ta iken onunla görüúmüú ve Sultan ona hürmet
göstermiúti.65
57
Ateú, agm., s.2.
Ravendî, age., C:I, s.134; Ateú, agm., s.2.
59
Ravendî, age., C:I, s.134.
60
Ravendî, age., C:I, s.135; Vatvât için ayrıca bkz., Cüveynî, age., s.255, 259; Kazvînî, age., s.827;
Ravendî, age., C.II., s.437; Encyclopedia of Arabic Literature, C:II, s.449-450; M.N. ùahino÷lu,
“Vatvât”, C:XIII., s.235-240; Abdullah Kızılcık, “Ebu Bekr er-Razî Hayatı, Eserleri ve Ravzatu’lFesaha’sı”, Yayınlanmamıú Doktora Tezi, ø.Ü., Sosyal Bilimler Enstitüsü, østanbul, 2000, s.9-11.
61
Ahmed Ateú, agm, s.9.
62
Ahmed Ateú, agm., s.10-11.
63
Reúideddin Vatvât’ın eserleri Ahmed Ateú’in adı geçen makalesinde gösterilmiútir. Bkz. s.4-24.
64
Devletúâh Tezkiresi, C:II., s.188.
65
Devletúâh Tezkiresi, aynı yer.
58
237
Sultan Alâeddin Muhammed devrinin söz sanatı ustalarından biri de ùahfûr
Eúher-i Niúâbûrî’dir (öl.606/1208-1209). Niúâbûrî, lâkaplar ve inúâya dair risaleler
kaleme almıútı.66 Hârizmúâh øl-Arslan devri úairlerinden olan Mevlâna Seyfeddin-i
øsferengî, Maveraünnehir’de yetiúmiúti. Hârizmúâh øl-Arslan’ın saltanatının baúında
Hârizm’e gelerek hükümdarın meclisinde kâsideler söyledi. Mevlâna Seyfeddin,
birçok úairin kâsidelerine cevaplar yazıyordu. Hârizmúâh øl-Arslan da , Hakanî’nin
bir kâsidesine cevap yazmasını istemiú, úair de bu iste÷i yerine getirmiúti.67
Hârizmúâhlar devrinde sadece úiir sanatında de÷il ilim ve sanatın her
sahasında yetiúmiú ve çok önemli eserler vermiú âlim ve sanatçılar oldu÷unu
biliyoruz. Meúhur nahiv âlimi Mutarrizî68 (539-610/1144-1213) ve kelâm âlimi
Fahreddin er-Râzî (544-606/1149-1209) bunlara en güzel örneklerdir.
Fahreddin er-Râzî, Rey’de do÷muú ve iyi bir e÷itim görmüútü. O, Cürcân,
Tûs, Herat, Hârizm, Buhara, Semerkant, Hocend, Belh ve Gazne gibi úehirlere
seyahat etti ki, adı geçen úehirler devrin önemli ilim merkezlerindendir. Rahreddin
er-Râzî daha sonra Mavenaünnehir’de bulundu. “Bu sırada Maveraünnehir
medreselerinde onun, el-Mebâhisü’l-Meúrikıyye ve ùerhu’l-øúârât gibi eserleri
okutuluyordu”69 Ayrıca Fahreddin er-Râzî’nin, Bâtınîler ve Kerrâmîler ile yaptı÷ı
fikrî
tartıúmalar
büyük
akisler
uyandırmıútı.
O,
Seyahatleri
sırasında
Hârizmúâhlar’dan oldu÷u kadar Gurlular’dan da saygı, himaye ve hürmet görmüútü.
Sultan Alâeddin Muhammed, Herat’ta kendisine bir medrese tahsis etmiúti.70
Fahreddin er-Râzî, 600 (1203) yılında Herat’a yerleúerek ömrünün geri kalan
kısmında eserlerini yazmak ve talebe yetiútirmekle meúgul oldu. Hitabet yetene÷iyle
de tanınan Fahreddin er-Râzî, o devrin en önemli düúünürlerinden biridir. Kelâm,
fıkıh usûlü, tefsir, Arap dili, felsefe, mantık, astronomi, tıp ve matematik onun hakim
oldu÷u ilimlerdendir.71
66
Devletúâh Tezkiresi, C:II., s.194-195.
Devletúâh Tezkiresi, C:I., s.171.
68
Ilse Lichtenstaedter, “Mutarrizî”, ø.A., C:VIII., s.748; øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.241.
69
Yusuf ùevki Yavuz, “Fahreddin er-Râzî”, DøA., C:XII, s.89.
70
J.H Kramers, “Râzî”, ø.A., C: IX., s.645-646.
71
Fahreddin er-Râzî’nin eserleri için bkz., Yusuf ùevki Yavuz, agmd., s.90-94.
67
238
Meúhur âlimlerden biri de Carullah Mahmud b. Ömer b. Muhammed b.
Ahmed ez-Zemahúerî’dir (1075-1144). O, Hârizm medreselerinde e÷itim görmüú ve
devrin çok önemli âlimlerinin derslerine katılmıútı.72 Zemahúerî, sarf-nahiv, lügat,
iútikak, meânî, beyân ve tefsîr gibi dil ve din ilimlerinde yetiúmiú bir âlimdi.
ùöhretinden dolayı “Fahr-i Hârizm” lakabıyla anılıyordu.73
Onun birçok eseri vardı. Ancak en ünlü eseri Mukaddimetü’l’-edeb’dir.74
Bu eserin Türkçe’nin o devirde kullanılmasını göstermesi bakımından önemi
büyüktür. Zemahúerî adı geçen eserini, Arapça ö÷renmek isteyen Hârizmliler için
kaleme almıútır. Bu nedenle de hayatın hemen her alanına dair kelimeleri kullanarak
bize çok kıymetli bir hazine bırakmıútır. Togan’a göre bu eser, Kaúgarlı Mahmud’un
Divân-ü LügƗti’t-Türk’ünü tamamlar niteliktedir.75
Hârizmúâhlar devrinde tıp sahasında da meúhur olmuú âlimler yetiúmiúti.
Örne÷in, bu devirde yaúamıú tabip ve cerrahlardan biri olan Zeyneddin øsmail b.
Hasan el-Cürcânî el Hârizmúâhî (öl. 531/1136)’nin tıp ilmi üzerine iki kitabını
biliyoruz. Bunlardan birincisi Hârizmúâh Atsız için yazdı÷ı meúhur tıp kitabı Zahîrei Hârizmúâhî di÷eri de el-Tezkiretü’l-eúrefiyye fi’s-sinâ‘âti’t-tıbbiyye adlı
kitabıdır. 76
Hârizmúahlar devri fikir hayatına úekil veren sûfî úeyhleri aynı zamanda
yüzyılın önemli âlimleri arasındadır. Meselâ, Necmeddin Kübrâ (1145-1226) bu
âlimlerin baúında gelmektedir.O, riyâzetini Mısır’da, meúhur ùeyh Rûzbihân elVazzân el-Mısrî’nin müridi olarak geçirmiú ve úeyhinden o÷ul muamelesi görerek
onun kızıyla evlenmiúti. Necmeddin Kübrâ, úeyhinin tavsiyesiyle daha sonra ana
72
Nuri Yüce, Ebü’l-Kasım Carullah Mahmud Bin Omar Bin Muhammed Bin Ahmed ezZamahúari el-Hvarizmi Mukaddimetü’l-Edeb Hvarizm Türkçesi øle Tercümeli ùuster Nüshası
Giriú, Dil Özellikleri, Metin, øndeks, Ankara 1998, s.6.
73
Yüce, age., s.6.
74
Zemahúerî’nin hayatı ve eserleri için bkz., C. Brockelman, “al-Zamakhsari”, E.I., C:IV., s.298-302;
Omar Rıza Kehhale, Mucemü’l-müellifin, C:XII., Dımaúk 1960; s.186-187; Nuri Yüce, “Zemahúerî”,
ø.A. C:XIII., s.509-514.
75
Togan, Umumî, s.86; Togan, Horezm Kültürü Vesikaları Kısım I., Horezmce Tercümeli
Muqaddimat al-adab, østanbul 1951, s.7; Ayrıca bu eserin Togan tarafından bulunuúu ve nüshaları
için bkz. Togan, age., s.5-8.
76
C. Brockelmann, “Cürcânî”, ø.A., C:III., s.247;Cürcanî’nin eseri Zahîre-i Hârizmúâhî’nin bir
nüshası Yeni Cami Kütüphanesi Nr: 915, 916’da mevcuttur. Hasan Do÷ruyol, “Cürcânî”, DøA, VIII,
s.133-134; Tıp ilmi için ayrıca bkz., Nizâmî Aruzî, Çehar Makale, Tahran 1331hú., s.104-134;
Hârizm tıbbının tarihi için bkz., A. Abdulayev, “On the History of Khorezmian Medicine”, XXIII.
International Cogress History Medicine, C:II, London 1974, s.1039-1040.
239
yurdu Hârizm’e dönerek Kübreviyye (Zehebiyye) tarikatını kurdu. Çok geçmeden
ö÷renci ve müridlerinin sayısı arttı ve büyük mutasavvıflar yetiútirdi. Bunlar arasında
Mecdüddin Ba÷dâdî, Sadeddin Hamevî, Baha Kemal Cendî, ùeyh Razıyyüddin ve
Seyfeddin Baharzî sayılabilir.
Mo÷ollar’ın Hârizm’i istilâsı sırasında elinde kılıç, kahramanca savaúarak
úehid düúen Necmeddin Kübrâ’nın sûfîlik ile ilgili birçok risâle kaleme aldı÷ı
bilinmektedir. Necmeddin Kübrâ’nın eserlerinin ço÷u Arapça’dır. el-Usûl’ü’l-aúere,
Risâle fi’s-sülûk (Risâle fî ilmi’s-sülûk), Risâletü’t-turûk, Tevaliu’t-tenvîr,
Hidâyetü’t-tâlibîn ve Tefsîr’i bunlar arasında zikredilebilir.77
Mecdüddin Ba÷dadî (öl. 616/1229), Sultan Tekiú’in münúîsi olan Bahâeddin
Ba÷dadî’nın kardeúidir. O, Necmeddin Kübrâ’nın on beú yıl hizmetinde
bulunmuútu.78 Kendisi için yaptırılan tekkede irúâd faaliyetlerine devam eden elBa÷dadî’nin
vaazlarını
takip
edenler
arasında
valide
Terken
Hatun’un
bulundu÷undan daha önce bahsetmiútik.
Eserlerine gelince; Tuhfetü’l-berere fi’l-mesâili’l- ‘aúere, sûfîli÷e dairdir.
“Eserde, úeyhlik ve müridli÷in vasıfları, úeyh-mürid iliúkileri ve sûfîlik üzerine çeúitli
konulara temas edilmektedir”.
79
Ba÷dâdî’nin di÷er bir eseri Selvetü’l-mürîdîn fî
fezâ’ili zikri rabbi’l-‘âlemîn zikrin faziletleriyle ilgili hadislerin derlendi÷i bir
eserdir. Risâle der Sefer ise çeúitli mertebelerdeki insanların seyrü sülâküne dair bir
kitapçıktır.80
Hârizmúhlar dönemi âlimlerinden biri de Ebû Tâlib Mervezî (öl.
614/1217’den sonra)’dir. Merv’de do÷muú ve Ba÷dad’ta ö÷renim görmüútür. Baúta
ensâb olmak üzere, Arap dili ve edebiyatı, hadis, usûl, fıkıh ve nücum konularında
uzman olan Mervezî’nin hocaları arasında Fahreddin er-Râzî ve Mutarrizî de
bulunuyordu.
E. Berthels, “Necm-ed-Din Kübrâ”, ø.A., C:IX., s.163-164.
Avfî, age., C:I, s.280.
79
Reúat Öngören, “Mecdüddin el-Ba÷dâdî”, DøA., C:XXVIII, s.230-231; Ba÷dîdi’nin adı geçen
eserinin bir çok yazma nüshası vardır. Örne÷in bunlardan bir tanesi Süleymaniye Kütüphânesi,
Ayasofya Nr: 1695’te bulunmaktadır.
80
Reúat Öngören, agmd., aynı yer; Ayrıca bkz., Ferîdüddin Attar, Tezkîretü’l-evliya, Çev: Süleyman
Uluda÷, Bursa 1984, s.50.
77
78
240
603 (1207)’de Hârizm’de bulunmuú ve daha sonra Merv’e gitmiú olan Ebû
Tâlib, Hocası Fahreddin er-Râzî’nın arzu ve teúvikiyle el-Fahrî adlı eserini kaleme
aldı. Ayrıca Merv’de kadılık yaptı ve medreselerde dersler verdi.
el-Fahrî fî
ensâbi’t-Tâlibiyyîn adlı eseri günümüze ulaúmıútır. Kaleme aldı÷ı di÷er eserleri
arasında Hazîretü’l-kuds ve bu eserin yirmi ciltlik muhtasarı olan Büstânü’ú-úeref,
Gunyetü’t-tâlib fî nesebi âli Ebî Tâlib bulunmaktadır.81
Bunhâneddin el-Buhârî (öl. 616/1219) de devrin önemli âlimleri arasındadır.
Birçok âlim yetiútiren Burhan ailesine mensup olan Buhârî, ataları tarafından kurulan
medresede ders gördü. Fıkıh sahasında otorite olarak kabul edilen Buhârî’nin eserleri
arasında, el-Muhît el-Muhîtü’l-kebir, Zahîretü’l-fetâvâ, el-Vecîz fi’l-fetâvâ,
Nisâbü’l-fukahâ’ sayılabilir.82
Hârizmúâhlar devrinde musîki de çok geliúmiúti. Sultan Celâleddin
Hârizmúâh devrinde yaúamıú olan Safiyyüddîn (öl.692/1293) ‘in ùerefiye adlı eseri
Türk musikisi hakkında kaleme alınmıú en mükemmel eser olarak kabul
edilmektedir.83 Hârizm Sultanları da meclislerinde úarkılar dinliyorlardı. Örne÷in
Sultan Alâeddin Muhammed Nâúabur’da bulundu÷u sırada Mo÷ollar’ın ilerleyiúini
haber aldıkça üzülüyordu. Cüveynî, bu sırada bir mecliste “Hüseynî” makamında
hüzünlü úarkılar dinledi÷ini kaydetmektedir.84
C. HÂRøZM TÜRKÇESø
Hârizmúâhlar Devleti’nde, yeri geldikçe üzerinde durdu÷umuz Kanglı-Kıpçak
Türk boylarının etkisi askerî, idarî ve sosyal yapıda oldu÷u kadar kültürel hayatta da
etkili bir rol oynamıútır. Bu unsurların kültür hayatına damgasını vuran özellikleri
öncelikle dil sahasında kendisini göstermektedir.
Hârizm bölgesinde Kanglı-Kıpçak Türk boyları yerleúik hayata geçerek
bölgenin Türkleúmesini sa÷ladılar. Aynı bölgede bulunan di÷er bir Türk unsuru olan
81
Ahmat Özel, “Mervezî Ebû Tâlib”, DøA., C:XXIX, s.235.
Mustafa Uzunpostalcı, “Burhâneddin el-Buhârî”, DøA., C:VI, s.435-436.
83
Taneri, age., s.153. Bu eserin bir nüshası Ahmet Bican Ercilasun tarafından A.Ü Dil ve tarihCo÷rafya Fakültesi yazma eserleri arasında bulunmuú ve Murat Bardakçı tarafından tanıtılmıútır. Bkz.
Murat Bardakçı, Eski Musiki Üzerine, Türk Kültürü, sa.168, s.24-25;Taneri, age., s.153; Ayrıca
Türk musiki tarihi için bkz., H. Sadettin Arel, Türk Musikisi Kimindir, østanbul1969; s.41-42, 6365.
84
Cüveynî, age., s.322-323.
82
241
O÷uzlar ile de tabii olarak etkileúim halinde bulunmaları “Hârizm Türkçesi”nin adı
geçen Türk boylarının konuútukları Türkçe’nin birbirinden etkilenmesi ile ortaya
çıkmasını sa÷ladı.
Hârizm Türkçesi, XI-XII. yüzyıllarda O÷uz, Kanglı ve Kıpçak Türk
boylarının konuútu÷u Türkçe’nin, Türk dilinin do÷u kolunu teúkil eden Karahanlı
(Hakaniye) Türkçesi temelinde karıúıp kaynaúması ile oluúmuútur.85
Hârizmúâhlar Devleti döneminde Türkçe, sadece saray ve ordu çevresinde
kullanılan bir dil olmamıútır. Kanglı-Kıpçak Türk boylarının süreklilik gösteren
etkisiyle ve bölgede Türk nüfusunun artmasının da do÷al bir sonucu olarak Türkçe,
halkın konuúma dili halini almıútı ve aynı zamanda daha sonraki yüzyıllarda etkisi
anlaúılaca÷ı üzere aydınlar grubunun yazı ve edebiyat dili olarak geliúme
göstermiúti.86
Hârizm Türkçesi’nin ayırıcı özelli÷i “lügat ve morfoloji” yönünden Kıpçak,
O÷uz ve öteki Türk boylarının úive ve a÷ızlarından alınan unsurlar ile kazandı÷ı
yapıdır. Hârizm Türkçesi, eski Uygurca’nın devamı olarak kabul edilen Karahanlı
Türkçe’sinden etkilenmiútir. Hakaniye diye de adlandırılan Karahanlı Türkçesi,
øslâmî dönemde geliúmiú müúterek Orta Asya Türkçesi’nin esasını oluúturmaktadır.87
Buraya kadar ortaya koymaya çalıútı÷ımız tablodan úu sonuç çıkmaktadır:
Türk dilinin do÷u kolu olan Karahanlı Türkçesi, güney-batı kolu olan O÷uz Türkçesi
ve kuzey-batı kolunu teúkil eden Kıpçak Türkçesi, Hârizm bölgesinde birbirleriyle
karıúmıúlardır. Bunun neticesi olarak da ortak bir Türkçe husule gelmiú ve bu Türkçe
dil bilimciler tarafından “Hârizm Türkçesi” olarak adlandırılmıútır. Hârizm Türkçesi
de daha sonraki dönem Türkçesi olan Ça÷atay Türkçe’sini etkilemiútir. Bu nedenle
Nuri Yüce, Mukaddimetü’l-Edeb: HvƗrizm Türkçesi øle Tercümeli ùuster Nüshası Giriú, Dil
Özellikleri, Metin, øndeks, Ankara 1998, s.15. Hârizm Türkçesi için bkz. Ahmed Cafero÷lu, Türk
Dili Tarihi, østanbul 1984, C:II, s.74; Jànos Eckmann, “Hârezm Türkçesi”, Hârezm, Kıpçak ve
Ça÷atay Türkçesi Üzerine Araútırmalar, Haz: O. Fikri Sertkaya, Ankara 1996, s.1-5; aynı müellif,
Ça÷atayca El Kitabı, Haz: Günay Karaa÷aç, østanbul 1988; s.VII-XIV; Fuad Köprülü, “Ça÷atay
Edebiyatı”, ø.A., C:III, s.276-279; Necmettin Hacıemino÷lu, Hârizm Türkçesi ve Grameri, østanbul
1997; Ali Fehmi Karamanlıo÷lu, Kıpçak Türkçesi Grameri, Ankara 1994;V. Barthold, Orta Asya
Türk Tarihi Hakkında Dersler, østanbul 1927, s.132; Aysu Ata, Harezm-Altın Ordu Türkçesi,
østanbul 2002, s.13-17.
86
Nuri Yüce, age., s.15.
87
Nuri Yüce, age., aynı yer.
85
242
de “Karahanlı Türkçe’sinden Ça÷atay Türkçesine bir geçiú dönemi” olarak kabul
edilmektedir.88
Hârizm Türkçesi’nin ortaya çıkıúı bize yalnızca dile dair bilgiler vermekle
kalmayıp bölgenin Türkleúmesini gösterdi÷i gibi Hârizm’deki ilim ve kültür
ortamının müsaitli÷ini de açıklamaktadır. Mo÷ol istilası dönemi bölgedeki edebî
hayata baúlangıçta bir darbe vurmuúsa da Mo÷ollar’ın idarelerini kurmalarının
ardından kültür hayatı yeniden canlılık göstermiútir. Nitekim Mo÷ol hükümdarları da
ilim ve sanatkarları desteklemiúlerdi.
Hârizm Türkçesi’nin günümüze ulaúan ilk örne÷i de Nâsıreddin b.
Burhaneddin er-Rabƥuzî (Nâsır Rabƥuzî) tarafından (710/1310) Mo÷ollar’dan
Nâsıreddin Tok Buƥa’ya sunulan Kısasu’l-enbiyƗ adlı eserdir. Siyer-i nebi derlemesi
olan eser Farsça bir tercümeden Türkçe’ye adapte edilmiútir.89 Bu eserin yazıldı÷ı
tarih görüldü÷ü gibi Hârizmúâhlar Devleti’nin yıkılıúından yüz yıl sonradır. Ancak
Hârizm Türkçesi’nin, çalıútı÷ımız dönemine ait ürünlerinin varlı÷ını tespit
edebilmekteyiz.
Zemahúeri’nin Mukaddimetü’l-edeb adlı eseri bunların ilkidir. Eserin
müellif nüshası kayboldu÷u için eser ile ilgili kesin de÷erlendirmeler yapılamaması
nedeniyle bu eser Hârizm Türkçesi’nin ilk örne÷i olarak kabul edilememektedir.
Zemahúeri eserini Hârizmúâh Atsız’a ithaf etmiútir. Yazıldı÷ı tarih kesin
olarak bilinmiyorsa da Zemahúeri’nin ölümü90538 (1144) ve Hârizmúâh Atsız’ın
hükümdarlı÷ı da 1128-1156 tarihleri arasında oldu÷undan eserin, 1128-1144 yılları
arasında yazılmıú olaca÷ı tahmin edilebilir.
Eser, Arapça ö÷renmek isteyen Hârizmliler için kaleme alınmıútır. Dil
ö÷retimi amacı taúıması, hayatın her sahasına dair kelimelerin eserde mevcut
olmasını sa÷lamıútır.91
88
JàNrs Eckmann, “Hârezm Türkçesi”, Hârezm, Kıpçak ve Ça÷atay Türkçesi Üzerine
Araútırmalar, Haz: O. Fikri Sertkaya, Ankara 1996, s.2.
89
Eckmann, age., s.3.
90
Nuri Yüce, Zemahúeri, ø.A., C:XIII, s. 510.
91
Zeki Velidi Togan, Horezm Kültürü Vesikaları Kısım 1: Horezmce Tercümeli Muqaddimat alAdab, østanbul 1951, s.7;Mukaddimetü’l-edeb için ayrıca bkz., W. B. Henning, “The Khwarezmian
243
Eserin istinsah edilmiú pek çok nüshası vardır. Mevcut nüshalar içinde
Hârizm Türkçesi, Farsça, Hârizmce, Mo÷olca, Ça÷atay ve Osmanlı Türkçeleri ile
satır altı tercümeleri yapılmıú olanlar vardır. Mukaddimetü’l-edeb’in müellif
nüshası günümüze ulaúmadı÷ı için eserin aslındaki Türkçe özellikleri tespit
edilememekte ve hatta müellifin Arapça olarak verdi÷i kelime ve cümlelerin
anlamlarını satır aralarında baúka bir dille yazıp yazmadı÷ı, yazdıysa hangi dili
kullandı÷ı bilinmemektedir. Ancak Zemahúeri’nin Arapça ö÷retmek maksadıyla
eserini hazırlaması ve hitap edilen kesimin de ekseriye Türkçe ve Farsça konuúuyor
olması dil bilimcilere asıl nüshadaki satır aralarının bu iki dilde yazılmıú
olabilece÷ini düúündürmektedir.92
Eserin ön sözünde “Hârizmúâh Atsız’ın yüce adının her zaman, her yerde ve
bütün dillerde anılması” iste÷ine vurgu yapılmaktadır. Burada geçen “bütün diller”
ifadesi gene dil bilimciler tarafından Türkçe ve Farsça’ya yorulmaktadır. Hârizmúah
Atsız’ın Türk olması sebebiyle eserin satır arasında kullanılan dilin Türkçe
olabilece÷i de kuvvetli bir ihtimaldir.93
Mukaddimetü’l-edeb,
gramatik
özellikleri
ihtiva
edecek
úekilde
hazırlanmıútır. Eserin bölümleri, “isimler”, “fiiller” harf (isim ve fiil dıúındaki
gramer unsurları), “fiil çekimi”, “isim çekimi” úeklinde düzenlenmiútir. Mevcut
nüshaların hiç birinde fiil ve isim çekimi ile harf bölümlerinde Hârizm Türkçesi’ne
ait tercüme yoktur.94 Gene de mevcut nüshalarda bulunan kelimeler sayesinde
Harizm Türkçe’sinin özellikleri tespit edilebilmektedir. Nuri Yüce tarafından ùuster
Nüshası esas alınarak yapılan incelemeye göre bu nüshada madde baúı olarak yer
alan kelimelerin yüzde seksen üçü Türkçe’dir. Türkçe kelime sayısı 3506’dır. Bir
karúılaútırma ile Dîvân-ı Lügat-it Türk’de bu sayının 8000, Kutadgu-bilig’de ise
2860 oldu÷u göz önüne alınarak Mukaddimetü’l-edeb’in Türkçe’nin “zengin bir
lügat hazinesi oldu÷u sonucuna varılmaktadır.95
Language”, 60. Do÷um Yılı Münasebetiyle Zeki Velidi Togan’a Arma÷an, østanbul 1950-1955,
s.421-436.
92
Nuri Yüce, age., s.8.
93
Nuri Yüce, aynı yer.
94
Nuri Yüce, age., s.7.
95
Nuri Yüce, age., s.24.
244
Hârizmúâhlar Devleti dönemine ait “Hârizm Türkçesi” sahasında varlı÷ını
bildi÷imiz di÷er eser ise Muhammed b. Kays’a ait olan TibyƗnü’l-lugati’t-î türkî
‘alâ lisân-i’l-Kanklı adlı eserdir. Eser günümüze ulaúmamıútır. Varlı÷ı XIV. yüzyıla
ait bir eserden tespit edilmiútir ve eser Sultan Celâleddin Hârizmúâh’a ithaf
edilmiútir. Fuad Köprülü eserin Kanglı úivesi-Kıpçak Türkçe’siyle yazılmıú bir lügat
oldu÷unu bildirmektedir.96
Eserin varlı÷ı ve mahiyeti hakkında çok az da olsa sahip oldu÷umuz bilgiler
dahi, Hârizmúâhlar Devleti’ndeki Kanglı-Kıpçak Türk unsurlarının tesirini,
çalıúmamız boyunca açıklamaya çalıútı÷ımız úekli ile ispata yeterlidir. Yani bizce,
Kanglı-Kıpçak Türk boyları, Hârizmúâhlar Devleti’nde sadece etkin bir unsur de÷il
devletin aslî unsurlarındandır.
D. øMÂR FAALøYETLERø
Hârizmúâhlar’a ait kültür hayatının önemli unsurlarından olan mimarî yapılar
maalesef Mo÷ol enkazı altında kalmıútır. øbnü’l-Esîr, bütün samimiyetiyle
Mo÷ollar’ın yaptıklarını yazmak konusundaki tereddüdünden bahsederken, “Keúke
annem beni do÷urmasaydı! Keúke bu büyük felaketten evvel ölüp gitseydim!”
demektedir.97 Mo÷ollar’ın yaptı÷ı tahribat kütüphânelerden camilere kadar birçok
yapının yok olmasına neden olmuútur. Bu nedenle de biz ancak yazılı
kaynaklarımızın verdi÷i bilgiler ile günümüze ulaúmıú birkaç yapıdan Hârizmúâhlar
dönemindeki imar faaliyetlerini ve bunların mimarî özelliklerini tespit edebiliyoruz.
Belirtmemiz gerekir ki, günümüze ulaúmıú bilgiler bizim iz sürmemize yardımcı
olmaktadır. ùüphesiz, devrin mimarî özellikleri burada bahsedeceklerimizden kat kat
üstündür. Ayrıca Mo÷ol tahribatı Hârizmúâhlar’dan önceki dönemlere ait yapıları da
yok etmiútir.
Hârizmúâhlar devri mimarisi Selçuklu döneminin devamıdır. Sanat
tarihçilerine göre Selçuklu sanatı, Sultan Sencer ili son bulan devletin aksine bu
dönemde doruk noktasını yaúıyordu. Selçuklu mimarisinin izleri daha sonra da
96
Fuad Köprülü, Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araútırmalar, østanbul 1934, s.156-161; aynı
müellif, “Hârizmúâhlar”, ø.A., C:V:I, s.289-290.
97
øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.312.
245
Suriye, Anadolu ve Hindistan’da kendini göstermektedir. Hârizmúâhlar mimarisi de
do÷al olarak Selçuklu devri özelliklerini göstermektedir.98
Hârizm hükümdarları imâr faaliyetlerine önem vermiúlerdi. Daha önce
bahsetti÷imiz gibi tarımın geliúmesi için ülkenin birçok yerinde kanallar
yaptırmıúlardı. Ayrıca imâr iúlerinden sorumlu mimarlar tayin etmiúlerdi.99
Sultan Tekiú, Selçuklu Sultanı Tu÷rul’u ma÷lup ettikten sonra Hemedan’a
girdi÷inde burada bir köúk yapılmasını emretmiúti ve bu köúkün inúaatı kısa sürede
tamamladı. Aynı úekilde sultanın emîrleri de kendilerine köúkler yaptırmıúlardı.100
Sultan Tekiú kaynaklarımızda hayır iúlerine verdi÷i önem ile yad edilmektedir.
Örne÷in Sebzevâr Camiini o yaptırmıútı.101 Sultan Tekiú’in vezîri Nizamülmülk
Mes’ud b. Ali de Hârizm’de büyük bir medrese, cami ve kütüphâne inúa ettirmiúti.102
Sultan Tekiú öldü÷ü zaman defnedildi÷i türbe øbnü’l-Esîr’e göre daha önce
Hârizm’de yaptırmıú oldu÷u büyük bir medresenin içindedir. Sultan Tekiú’in türbesi
günümüze ulaúmıútır.103
Sultan Alâeddin Muhammed, Semerkant’a hakim olduktan sonra bu úehri
devletinin ikinci merkezi olarak görmüú ve buraya büyük bir cami ve imaretler
yaptırmıútı.104 Sultan Celâleddin Hârizmúâh ise Tebriz’de bulundu÷u sırada halka,
Meraga’da imâr faaliyetlerinde bulundu÷u gibi bu úehirde de çalıúmalar yapılaca÷ını
bildiriyordu.105
Hârizm hükümdarlarının imar faaliyetleri úüphesiz bu kadarla sınırlı de÷ildir.
Günlük ihtiyacı karúılayacak her tür binanın inúa edildi÷i muhakkaktır.
Kaynaklarımızda yapılıúından bahsedilmeden kullanılan bina adları geçmektedir.
Robert Hillenbrand, øslam sanatı ve Mimarlı÷ı, Çev.Çi÷dem Kafesçio÷lu, østanbul 2005, s.92;
Islam Art and Architecture, Ed: Markus Hattstein, Peter Pelius, Cologne 2000, s.375-382.
99
Ba÷dadî, age., s.110-115.
100
Ravendî, age., C.II., s.345.
101
Devletúâh, age., C.I:, s.155.
102
øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.135.
103
Bkz. EKLER
104
Cüveynî, age., s.333.
105
øbn Vâsıl, age., C:IV, s.151
98
246
Buna göre,saray, cami, mescid, köúk ve medreselerin dıúında hamamlar,
hapishâneler, hanlar, çarúılarda dükkânlar ve tabiî ki evler vardır.106
Hârizmúâhlar’da imâr iúlerinin nasıl yürütüldü÷üne temas ederek bu hususta
yegâne belgemiz olan et-Tevessül’de mevcut107 mimarlı÷a dair belgeyi incelemek
istiyoruz.
Belgeye göre, hükümdarın en önemli görevlerinden biri imâr ve ziraat
iúleriyle meúgul olmaktır. Bayındırlık iúlerine verilen önem belgede “ricâl olmadan
memleket olmaz, mülk olmadan ricâl olmaz, bayındırlık (imâret) olmadan mal
olmaz”108 úeklinde ifade edilmektedir. Gene belgeye göre, imâr ve bayındırlık
iúlerinde ihmal olursa, dîvân emvâlinde azalma olaca÷ı belirtilerek bunun sonucunda
da giderleri karúılamanın mümkün olamayaca÷ı vurgulanmaktadır.109
Hükümetin, imâr iúlerine verdi÷i önemi ortaya koyan bu ifadelerden sonra adı
geçen belgede “mimar” ataması yapılmaktadır. Belgeden anlaúıldı÷ına göre, atanan
kiúinin babası da daha önceki bir dönemde önemli bir devlet görevinde bulunmuútur.
Bu zâtın o÷lu, Hârizm imâr iúlerinin baúına getirilmektedir ve bu görev için aranan
özelliklere sahip oldu÷u belirtilerek, yetene÷i ve terbiyesi övülmektedir.110
Belgede göreve tayin olunan mimardan dîvân emvâlini artırması ve halkın
refah seviyesinin yükselmesi için çalıúmaya öncelik vermesi istenmektedir. Halkın
refah seviyesinin artmasına yapılan vurgunun nedeni belgeye göre, “ziraata e÷ilimi
artıracak ve gelirlerin iyi bir yolla teminine imkan sa÷layacaktır”.111
Göreve atanan mimar sadece imar iúleriyle de÷il tarıma dair konularda da
yetkilendirilmiútir. Ondan tarımın geliúmesi için çalıúması istenmektedir. Ayrıca
onun muhatabı olanlar da belgede yer almaktadır. Bunlar âmiller, mutasarrıflar,
Örnekler için bkz., Nesevî, Farsça, s.167; Kazvînî, age., s.488; øbnü’l-Esîr, age., CXII., s.321, 326,
350; Cüveynî, age., s.135, 145, 149-150, 152-153.
107
Ba÷dadî, age., s.110-115.
108
Ba÷dadî, age., s.110.
109
Ba÷dadî, age., s.111.
110
Ba÷dadî, age., s.111-112.
111
Ba÷dadî, age., s.113.
106
247
dihkânlar ve iúçilerdir. Mimardan adı geçenlere iyi muamele etmesi istenmektedir.112
Burada adı geçen iúçiler, imar iúlerinde çalıúanlar olmalıdır.
ønceledi÷imiz belgeden “Hârizm mimarı” olarak tayin edilen memurun adının
ùemseddin oldu÷unu ö÷reniyoruz.113
Belgede ayrıca mutasarrıflara, reislere, dihkân ve iúçiler ile tüm Hârizm
ahâlisine seslenilerek “bu önemli göreve getirilen mimarı, yetkili olarak tanımaları ve
ona itaat etmeleri” emredilmektedir.114 Bölgenin bütün imar, bayındırlık ve ziraat ile
ilgili iúlerinde ona müracaat edilecek ve ayrıca merkeze bu konulara dair iletilecek
mesajlar da onun vasıtasıyla bildirilecektir.115
112
Ba÷dadî, age., s.113-114.
Ba÷dadî, age., s.114.
114
Ba÷dadî, age., s.114.
115
Ba÷dadî, age., s.114.
113
248
SONUÇ
Hârizmúahlar Devleti yapı ve karakter itibariyle klasik Türk-øslâm
devletleriyle ortak özellikler gösterir ve teúkilât bakımından da Selçuklu Devleti’nin,
özellikle Sultan Sencer devrinin bir devamıdır.
Devlet, mutlak hakim olan hükümdar tarafından yönetiliyordu. Hükümdar
güvenli÷i sa÷lamak, halkın refahını temin etmek ve dinî korumakla görevliydi.
Verâset usûlüne göre hükümdar her ne kadar sa÷lı÷ında bir veliahd tayin ediyorsa da
onun o÷ulları ve erkek kardeúleri tahtta eúit derecede hak sahibi idiler.
Devlet yönetiminde hükümdardan sonra en yetkili kiúi vezîrdi. Vezîr aynı
zamanda hükümdarın vekîlidir ve Dîvân-ı Alâ’nın baúkanı olarak devlet yönetiminin
her kademesinden sorumludur. Dîvân-ı ønúâ, devletin dahilî ve haricî bütün
yazıúmalarını yapardı ve baúında münúî bulunurdu. Hârizmúâhlar devrinin önemli
münúîlerinden olan Reúîdüddin Vatvât, Ba÷dâdî ve Nesevî’nin eserleri günümüze
ulaúmıútır. Dîvân-ı østifâ-yı Memâlik’in baúında bulunan müstevfî, devletin bütün
finans iúlerinden sorumludur. En üst seviyedeki ordu yönetim makamı ise Dîvân-ı
Arz’dır. Orduyla ilgili bürokratik iúlerin tamamı bu dîvân tarafından idare ediliyordu.
Hârizmúâhlar devrinde saray hayatı ve âdetleri belirli protokol kuralları
çerçevesinde yaúanıyordu. Örne÷in elçi kabulleri veya görevlilerin hükümdarın
huzurunda nerede bulunaca÷ı önceden belirlenen kurallar dahilinde uygulanıyordu.
Sarayda, hükümdarın yakınında bulunan hâcibler, onun emretti÷i bütün görevleri
yerine getiriyordu.
Sarayda hükümdar ve vezîri arasında iletiúimi vekîl-i der sa÷lıyordu. Ayrıca
sarayda hükümdarın silahlarından sorumlu “silahdâr”, ahırların sorumlusu “emîr-i
âhûr”, çetrin muhafaza ve taúınmasıyla görevli “çetrdâr”, sultanın le÷en ve
ibrikleriyle ilgilenen “taútdâr”, av iúleriyle vazifeli “emîr-i úikâr”, sultanın
elbiselerinden sorumlu “câmedâr” gibi görevliler vardı. Ayrıca sultanlara iletilecek
talepler “kıssâdâr”lar aracılı÷ıyla ulaútırılıyor ve kıssâdâr sultanın cevaplarını da
ilgili yerlere iletiyordu. Sultanın yazı takımlarından “devatdâr” sorumluydu.
Yemeklerinin tertibi ise “çaúnigîr” tarafından sa÷lanıyordu. Bunların yanı sıra
sarayda ferrâú, tabib, müneccim, nedimler ve müstahdemler de görev yapıyordu.
249
Hârizmúâhlar ordusu, kuruluúundan itibaren gittikçe güçlenmiú ve devletin
imparatorluk sınırlarına ulaúmasını temin etmiútir. Hârizmúâhlar’da hükümdara
do÷rudan ba÷lı “hassa ordusu” bulunuyor ve hükümdarın emirlerini yerine
getiriyordu. Orduda en önemli rolü, özellikle Sultan Alâeddin Tekiú devrinden
itibaren Kanglı-Kıpçak Türk boyları oynamıútır. Ayrıca hanedan mensupları ve
devlet adamları emrinde önemli kuvvetler bulunuyor, gerekli görüldü÷ünde tâbî
hükümdarların kuvvetleri de orduya katılıyordu. Orduda rütbeler Emîr-i Emîrân,
Han, Melik, Emîr, Pehlivân ve Çavuú úeklinde sıralanıyordu.
Hârizmúâhlar ordusunda askerler ok ve yay, kılıç, mızrak, gürz, hançer,
bıçak, kalkan kullanıyor mi÷fer ve zırh giyiyorlardı. Ayrıca orduda mancınık, arrâde,
çarh, koçbaúı, merdiven gibi a÷ır silahlar kullanılıyordu. Ordu için en önemli hayvan
attı. Bunun yanı sıra deve ve fillerden de faydalanılıyordu.
Hârizmúahlar Devleti eyalet yönetimi iktâ sistemine dayanıyordu. Eyaletlerde
yönetim mekanizması içinde eyalet dîvânları, valiler, úehzâde vezîrleri, atabegler,
reisler úahneler, âmiller, mutasarrıf, amîd ve muhtesibler görev yapıyordu.
Adliye teúkilâtının baúında KƗdılkudât bulunuyordu. Kadılar aynı zamanda
mescid ve medreselerden de sorumlu idiler. Orduda ise Yolak/Yulek makamı adaleti
temin ile görevliydi.
Hârizmúahlar Devleti ekonomik hayatı hem üretime hem de ticarete
dayanıyordu. Ülkede yaygın olarak tarım ve hayvancılık yapıldı÷ı gibi Hârizm ülkesi
transit ticaret güzergâhında bulundu÷u için devlet ticaretten de önemli gelir elde
ediyordu. Ayrıca vergiler ve ganimetler devletin gelirleri arasındadır. Gider
kaleminde ise en büyük yekûnu maaú ödemeleri tutmaktaydı.
Hârizmúahlar dönemi kültürel hayat bakımından da canlılık göstermektedir.
Hükümdarlar ilim adamları, úair ve ediplere saygı gösteriyorlardı. Ayrıca “sufî”lik
Hârizmúâhlar devrinde ilerleme gösteren bir akım olarak daha sonra Anadolu’da
günümüze ulaúan etkiler bırakmıútır.
Hârizmúahlar devrinden günümüze Mo÷ol istilâsı nedeniyle çok az mimarî
eser ulaúabilmiútir. Bunlar arasında Sultan Alâeddin Tekiú Türbesi ve Dihistan Cuma
Camii bulunmaktadır.
250
BøBLøYOGRAFYA
Abdulayev, A.
“On The History of Kharezmian Medicine”,
XXIII. International Congress History
Medicine, C:II London 1974.
Agacanov, S. G.:
O÷uzlar, Çev: E. N. Necef-A. Annaberdiyev,
østanbul 2002.
AkƯlî, Seyfeddin Hacı b.Nizam:
Âsârü’l-vüzera, Núr: Mir Celâleddin Hüseynî-i
Urmevî, Tahran 1314ú.
Alptekin, Coúkun:
“Atabeg”, DøA, C:IV.
Ansari, A.S. Bazmee:
“Dîvân”, DøA, C:IX.
Ateú, Ahmed:
“Raúid al-Din Vatvât’ın Eserlerinin Bazı Yazma
Nüshaları”, T.D., C:X, østanbul 1959.
Arat, R. Rahmeti:
“Kıpçak”, ø.A., C:VI.
Arel, H. Sadreddin:
Türk Musikisi Kimindir, Ankara 1969.
Artuk, øbrahim- Cevriye:
østanbul Arkeoloji Müzeleri Teúhirdeki
øslami Sikkeler Katalo÷u, C:II., østanbul 1995.
Artuk, øbrahim:
“Sikke”, ø.A., C:X.
Ata, Aysu:
Hârezm-Altın Ordu Türkçesi, østanbul 2002.
Atar, Fahreddin:
“Kadı”, DøA., C:XXIV
Avfî, Muhammed:
Lübâbü’l-elbâb, C:I-II, Núr: E.G. Browne,
London-Leide 1903-1906. 231), Wiesbaden
1964.
Ba÷dadî, Bahâeddin Muhammed b. Müeyyed el-: et-Tevessül ile’t-teressül, Núr:
Ahmed Behmenyar, Tahran 1315.
Baloch, N. A.:
“The Advend of Sultan Jelal al-Din
Khwarzmshah in the Trans-Indus Territories
(present Pakistan)”, Journal of the Pakistan
Historical Society, C:XLVIII, Karaçi 2000.
Bardakçı, Murat:
“Eski Musiki Üzerine”, Türk Kültürü, C:XIV,
sa.116, Ankara 1976.
Barthold, V.V:
Mo÷ol østilâsına Kadar Türkistan, Haz:
Hakkı Dursun Yıldız, Ankara 1990.
Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler,
østanbul 1927.
“Takash”, Encyclopaedia of Islam (First
Edition), Vol:III.
251
“Hârizmúâh”, ø.A., C:V/I.
Baúar, Fahamettin:
“Kadı Beyzâvî’nin Nizâmü’t Tevârih Adlı
Eserinin Mustafa
b. ùeyh Abdurrahman
Tarafından Enîsü’l-Mülûk Adıyla Yapılan
Türkçe Tercümesi (ønceleme ve Metin Neúri)”
Yayınlanmamıú Yüksek Lisans Tezi, østanbul
1986.
Bayur, Y. Hikmet:
Hindistan Tarihi: ølk Ça÷lardan Gurkanlı
Devletinin Kuruluúuna Kadar (1526), C:I,
Ankara 1987.
“Hârizmúâh Alâüddîn Tekiú’in Adı Hakkında”,
Belleten, C:XIV, sa. 56, Ankara 1950
Berle, Adolf:
øktidar, Çev: Nejat Muallimo÷lu, østanbul
1980.
Beyhakî, Ebü’l-Fazl Muhammed b. Hüseyin: Târîh-i Beyhakî, C:II, Tahran 1376hú.
Bilgegil, Zehra:
“Raúid Al-Din Vatvât’ın Abkâr Al-Afkâr Fi’rResâil Va’l-Aú’âr øsimli Eserinin Yeni Bir
Nüshası”, Belleten, C:LVII, Ankara 1994.
Björkman, W.:
“Tac”, ø.A., C:XI.
Bosworth, C.E.:
øslâm Devletleri Tarihi, Çev:Erdo÷an MerçilMehmet øpúirli, østanbul 1980.
“Khutba”,
Encyclopedia
Literature, C:II.
of
Arabic
“Khwarazm”, E.I., New Edition, C:IV.
Boyle, J. A. :
“Khwarazm-Shah”, E.I., New Edition, C:II.
“The Capture of Isfahan by the Mongols”, Atti
del Convegno Internazionale sul Tema: la
Persia nel Medioeve, Rome 1971.
“The Last Barbarian Invaders: the Impact of the
Mongol Conquest upon East and West” The
Mongol Empire 1206-1370, London 1977.
“The Mongol Invasion of Eastern Persia 12201223” The Mongol Empire 1206-1370,
London 1977.
Brockelmann, C:
“al-Zamakhúari”, E.I., New Edition, C:IV.
“Cürcânî”, ø.A., C:III.
“Nesevî”, ø.A., C:IX.
Bündarî:
Irak ve Horasan Selçukluları,
Kıvameddin Burslan, Ankara, 1999.
Çev:
252
Browne, E.G.:
A Literary History of Persia, C:I, Cambridge
1956.
Cahen, Claude:
Osmanlılar’dan Önce Anadolu’da Türkler,
Çev: Yıldız Moran, østanbul 1984.
“Atabag”, E.I., (New Edition).
Cafero÷lu, Ahmed:
Türk Dili Tarihi, C: I., østanbul 1984.
Ça÷man, Filiz-Tanındı, Zeren:
Topkapı Sarayı Müzesi øslâm Minyatürleri,
østanbul 1979.
Cüveynî, Alâeddin Ata Melik:
Tarih-i Cihangüúa, Çev: Mürsel Öztürk,
Ankara 1998.
Damalı, Atom:
150 Devlet 1500 Sultan: øslam Sikkeleri,
østanbul 2001.
Dames, M. Longworh:
“Gûrîler”, ø.A. C:IV.
Demir, Mustafa:
“Türkiye Selçuklu øktisadî Geliúimi øçinde
Karadeniz Ticaret Yolu”, Anadolu’da Tarihî
Yollar ve ùehirler Semineri, 21 Mayıs 2001
Bildiriler, østanbul 2002.
Demirkent, Iúın:
“XII. Yüzyılda Bizans’ın Ege Bölgesinden
Güneye ønen Yolları Hakkında”, Anadolu’da
Tarihî Yollar ve ùehirler Semineri, 21 Mayıs
2001 Bildiriler, østanbul 2002.
Demiralp, Meltem:
“Hârezmúâhlar
Devleti’nde
Alâü’d-dîn
Muhammed’in Annesi Terken Hatun”, østanbul
1997, Yayınlanmamıú Yüksek Lisans Tezi.
Dilek, Asuman:
“XI.-XIII. Yüzyıllarda Hârezm Bölgesindeki
Türk Boylarından Kanglılar” østanbul 1994,
Yayınlanmamıú Yüksek Lisans Tezi.
Deny, J.:
“Tu÷ra”, ø.A. C:XII/II.
Devletúâh:
Devletúah Tezkiresi, C:I-II, Çev: Necati Lugal,
østanbul 1977
Do÷ruyol, Hasan:
“Cürcânî”, DøA., C:VIII.
Dûrî, Abdulaziz ed:
“Dîvân”, DøA, C:IX.
Ebü’l-Gazi Bahadır Han:
ùecere’i Türkî, Çev: Rıza Nur, Türk ùeceresi,
østanbul 1925
Eberhard, W.:
“Türkistan Seyahatnâmesi”, Belleten C:VIII,
Ankara 1944.
Eckman, Janos:
Ça÷atayca El Kitabı, Haz: Günay Karaa÷aç,
østanbul 1998.
253
“Hârezm Türkçesi”, Hârezm, Kıpçak ve
Ça÷atay Türkçesi Üzerine Araútırmalar, Haz:
O. F. Sertkaya, 1966.
Eflakî, Ahmet:
Âriflerin Menkıbeleri, C:I, Çev: Tahsin Yazıcı,
østanbul 2001.
Ergin, Muharrem:
Orhun Abideleri, østanbul 1992
Erkal, Mehmet:
“Âmil”, DøA., C:III.
Farmer, H.G.:
“Nevbet”, ø.A., C:IX
“Tabl-Hâne”, ø.A.,C:XI
Ghafur, M.A.:
“The
Gorids,
History,
Culture
and
Administration
549-612/1148-1215-16”,
Hamburg 1960, Yayınlanmamıú Doktora Tezi
Göyünç, Nejat:
“Tevki”, ø.A., C:XII/I
Grohmann, A.:
“Tırâz”, ø.A., C:XII/I
Grousset, Renè:
Bozkır ømparatorlu÷u: Atilla-CengizhanTimur, Çev:M. Reúat Uzmen, østanbul 1993.
Hacıemino÷lu, Necmettin:
Hârizm Türkçesi ve Grameri, østanbul 1997.
Hândmîr, Gıyaseddin b. Hümâmeddin el-Hüseynî: Habîbü’s-Siyer
fî
Efrâd-i Beúer, C:II, Tahran 1353.
Ahbâr-i
Hartmann, Angelika:
an-Nasir li-Din Allah (1180-1225) Politik,
Religion,
Kultur
in
der
spöten
“Abbasidenziet”, Berlin- New York 1975.
Hartog, Leo de:
Genghis Khan: Conqueror of the World,
London 1989.
Henning, W. B.:
“The Khwarezmian Language”, 60. Do÷um Yılı
Münasebetiyle
Zeki
Velidi
Togan’a
Arma÷an, østanbul 1950-1955.
Hillenbrand, Robert:
Islamic Art and Architecture, London 1999,
Çev: Çi÷dem, Kafesçio÷lu, øslam Sanatı ve
Mimarlı÷ı, østanbul 2005.
Hitti, K. Philip:
Siyasi ve Kültürel øslam Tarihi, Çev: Salih
Tu÷, C:II, østanbul 1995
Horst, Heribert:
Die Staatsverwaltung Der Grossel÷uqen Und
Horazmsahs (1038-1231), Wiesbaden 1964.
“Arabische Briefe der Horazmsahs an den
Kalifenhof aus der Feder des Rasid ad-Din
Watwat”, ZDMG, C:CXVI, 1966.
Huart, Cl:
“Kazasker”, ø.A., C:VI.
254
Humphreys, R. Stephen:
øslam Tarih Metodolojisi: Bir Sosyal Tarih
Uygulaması Çev: Murtaza Bedir-Fuat Aydın,
østanbul 2004
Hüseynî, Sadrüddin Ebu’l-Hasan Ali ibn Nâsır:
Ahbârü’d-Devleti’s-Selcukiye,
Çev: Necati Lugal, Ankara 1999.
øbn Battûta:
øbn Battûta Seyahatnâmesi, Çev: A. Sait
Aykut, østanbul 2005.
øbn Haldun:
Mukaddime, Çev: Zakir Kadiri Urgan, C:II,
østanbul 2001.
øbn Hallikân:
Vefeyâtü’l-a’yan, Kahire 1299, C:II
øbn øsfendiyar Bahâeddin Muhammed b. Hasan b. øsfendiyâr:
Târih-i
Taberistân, C:II, Núr: Abbas økbal, Tahran
1320
øbn Vâsıl:
Müferricü’l-kürûb fi ahbâr-ı benî Eyyûb,
Núr: Hasaneyn Muhammed Rabî‘, C:IV, Kahire
1177.
øbnü’l-øbrî, Gregory Ebül-Ferec:
Abûl-Farac Tarihi, Çev: Ömer Rıza Do÷rul
C:II, Ankara 1987.
Tarih-i Muhtasarüddüvel, Çev: ùerafettin
Yaltkaya, østanbul, 1941
øbnü’l-Esîr:
el-Kâmil fi’t-târih, Núr: J. C. Tornberg, Beyrut
1979; Çev: Abdülkerim Özaydın, østanbul 1987,
C.X-XII.
økbal, Abbas:
Târîh-i Mufassal-ı ørân, C:I., Tahran 1312ú,
Vezâret Der ‘Ahdi Selatini Büzurg-i Selçukî,
Tahran 1338ú.
øndirkaú, Zühre:
Türkler’de Hükümdar Tacı Gelene÷i, Ankara
1992
ønal, Güner:
Türk Minyatür Sanatı: Baúlangıcından
Osmanlılar’a Kadar, Ankara 1995.
“Some Miniatures of the Jami‘ al-Tavârîkh in
østanbul, Topkapı Museum, Hazine Library
No:1654”, Art Orientalis, C:V, 1963.
øpúirli, Mehmet:
“Kazasker”, DøA., C:XXV
Kafeso÷lu, øbrahim:
Türk Milli Kültürü østanbul 1986
Harezmúahlar Devleti Tarihi (485-618/10921221), Ankara, 1992
Karamanlıo÷lu, A. F.:
Kıpçak Türkçesi Grameri, Ankara 1994.
255
Kaúgarlı Mahmut:
Divan-ü Lûgat-it Türk, Çev: Besim Atalay,
C:I-II
Kazvînî Hamdullah Müstevfî:
Tarîh-i Güzîde, Ed: E. G. Browne, LeydenLondon 1910.
Kazvînî, Zekeriyya:
Âsârü’l –bilâd ve ahbâru’l-i’bâd, Beyrut
1960.
Kırzıo÷lu, Fahreddin:
Kıpçaklar, Ankara 1992.
Kızılcık, Abdullah:
“Ebu Bekr er-Razî Hayatı, Eserleri ve
Ravzatu’l-Fesaha’sı”
østanbul
2000,
Yayınlanmamıú Doktora Tezi.
Kirmânî Efdalüddin Ebu Hâmid;
Bedâyi’i’l-ezmân fî vekayi‘-i Kirmân, Núr:
Mehdi Beyânî, Tahran 1326.
Ahmed b. Hâmid:
el-Muzâf ilâ Bedâyi’i’l-ezmân fî vekayi‘-i
Kirmân, Núr: Abbas økbal, Tahran 1326ú.
Köprülü, Fuad:
Türk
Dili
ve
Edebiyatı
Araútırmalar, østanbul 1934.
Hakkında
“Alp”, ø.A., C:I.
“Âmil”, ø.A., C:I
“Ata”, ø.A., C:I.
“Avfî”, ø.A., C:II.
“Bayrak” ø.A., C:II
“Cüveynî”, ø.A., C:III.
“Ça÷atay Edebiyatı”, ø.A., C:III.
“Hârizmúâhlar”, ø.A., C:V/I.
“Hil’at”, ø.A., C:VII
“Uran Kabilesi”, Belleten, C:VII, Ankara 1943.
Köymen, Mehmed A.:
Büyük Selçuklu ømparatorlu÷u Tarihi: økinci
ømparatorluk Devri, Ankara 1991.
“Selçuklu Devri Kaynaklarına Dair Araútırmalar
I.: Büyük Selçuklu ømparatorlu÷u Devrine Ait
Münúeât Mecmûaları Atebetü’l-ketebe’nin
Neúri Münasebetiyle”, AÜDTCFD, C:VIII’den
ayrı basım.
“Selçuklu Devri Türk Tarihi Araútırmaları II:
Selçuklu Devri Devlet Teúkilâtına Dair
Yazılmıú Bir Eser Münasebetiyle”, TAD., C:II,
Ankara 1964.
“Sencer”, ø.A. C:X
256
“Alp Arslan Zamanı Selçuklu Askerî Teúkilâtı”,
TAD., C:V, Ankara 1967.
Kramers, J. H.:
“Râzî”, ø.A. C:IX.
Kucur, Sadi:
“øktâ”, DøA, C:XXII.
Kurat, A. Nimet:
IV-XVIII.
Yüzyıllarda
Karadeniz
Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri,
Ankara 1972
Küknel, Ernst:
Do÷u øslâm Memleketlerinde Minyatür, Çev:
Kemal Yetkin-Melahat Özgü, Ankara 1952.
Lambton, A.K.S.:
“The Internal Structure of The Saljuq Empire”,
TheCambridge History of Iran, C:V,
Cambridge 1968.
Levy, R.:
“Muhtesib”, ø.A., C:VIII.
“Müstevfî”, ø.A., C:VIII.
Lewis, Bernard:
Haúiúiler, Çev: Ali Aktan., østanbul 1995.
Lichtenstadter, Ilse:
“Mutarrizi”, ø.A., C:VIII.
Lutz, Richter-Bernburg:
“Zur Titulatur Der Hwarazm-Sahe Aus Der
Dynastie
Anustegins”,
Archeologische
Mitteilungen Aus Iran C:IX.
M. ùerefettin:
“Mevlana’da Türkçe Kelimeler ve Türkçe
ùiirler”, TM, C:IV, østanbul 1934.
Madjid, Farsıanı:
Sosyoloji Açısından Horasan Sarbadaran
Hareketi, østanbul 1978, yayınlanmamıú
doktora tezi.
Merçil, Erdo÷an:
Fars Atabegleri Salgurlular, Ankara 1991.
“Âmid”, DøA., C:III.
“Ârız”, DøA., C:III.
“Cenîbet ve Kullanılıúına Dair Örnekler”,
Osmanlı Araútırmaları Nejat Göyünç’e
Arma÷an 2, østanbul 2004.
“Gaúiye”, DøA, C:
“Gaúiye ve Selçuklularda Kullanılıúına Dair
BazıÖrnekler”, Ord. Prof. Yusuf Hikmet
Bayur’a Arma÷an, Ankara 1985.
“Gulâm”, DøA., C:XIV.
“Menúur”, DøA., C:XXX.
257
“Sebüktegin’in Pend-namesi (Farsça Metin ve
Türkçe
Tercümesi)”,
øslam
Tetkikleri
Enstitüsü Dergisi, C:VI, 1-2, østanbul 1975.
“Selçuklular’da Taúdâr Müessesesi”, Prof. Dr.
øsmail Aka Arma÷anı, østanbul 1999.
Mîrhând, Mîr Muhammed b Seyyid Burhâneddin Hâvendúah:
Tahran 1339.
Murphey, Rhoads:
Ravzatü’s-safâ,
“Khwarazm”, Encyclopedia of Asian History,
C:II
Müeyyidü’d-devle Müntecibüddin Bedi’ Atabeg el-Cüveynî:
Atebetü’l-ketebe,
Mecmûa-i Mürâselât-i Dîvân-i Sultan Sencer,
Núr: Muhammed Kazvînî-Abbas økbal, Tahran
1329hú.
Nesevî ùihabüddin Muhammed:
Sîret-i Celâleddin Mingburnî, Núr: Mücteba
Minovi, Tahran 1344hú.
Nizâmî Aruzî:
Çehar Makale, Tahran 1331hú.
Nizamülmülk:
Siyasetname,
østanbul 1995.
Omar Rıza Kehhale:
Mucemü’l-müellifin, C:XII, Dımaúk 1960.
Ostrogorsky, Georg:
Bizans Devleti Tarihi, Çev: Fikret Iúıltan,
østanbul 1991.
Ögel, Bahaeddin:
Türk Kültürünün Geliúme Ça÷ları, Ankara
1979.
Çev:
Nurettin
Bayburtlugil,
Türk Kültür Tarihine Giriú, Ankara 1991,
C:VIII.
Özaydın, Abdulkerim:
Sultan Berkyaruk Devri Selçuklu Tarihi
(458-498/1092-1104) østanbul 2001.
“Alamut”, DøA, C:II.
“Cend”, DøA, C: VII.
“Hârizm”, DøA., C: XVI
“Hasan Sabbâh”, DøA., C:XVI.
“øbnü’l-Esîr”, DøA., C:XXI
“Kutbüddin Hârizmúah”, DøA.,C:XXVI
“Menúur”, DøA., C:30.
“Mîr-Alem”, DøA., C:XXX
“Muhammed b. Tekiú”, DøA., C:XXX.
258
Özde÷er, Mehtap:
15-16. Yüzyıl Arúiv Kayıtlarına Göre Uúak
Kazasının
Sosyal
ve
Ekonomik
Tarihi,
østanbul 2001.
Özdemir, Ahmet. H:
Mo÷ol østilâsı: Cengiz ve Hülâgû Dönemleri,
østanbul 2005.
Özen, ùükrü:
“KƗdılkudât”, DøA., C:XXIV.
Perviz, Abbas:
Tarih-i Selâcika ve Hârizmúâhân, Tahran
1351ú.
Rabbani Ghulam, Aziz:
A Short History of The Khwarazmshahs,
Karaçi 1978.
Râvendî Muhammed b. Ali b.Süleyman:
Râhatü’s-Südûr
ve
Âyetü’s-Surûr
Gönüllerin Rahatı ve Sevinç Alâmeti), Çev:
Ahmed Ateú, C:I-II, Ankara 1957, 1960
Reúidüddin Fazlullah,
Câmiu’t-Tevârih, Núr: Behmen Kerimî, y.y.
1362.
Reúidüddin Vatvât:
Arâisü’l-havâtır
ve
nefâisü’n-nevâdir,
Süleymaniye Ktp., Ayasofya Nr: 4138.
Arâisü’l-havâtir
ve
nefâisü’n-nevâdir,
Süleymaniye Ktp., Ayasofya Nr: 4015.
Ebkârü’l-efkâr
fi’r-resâil
ve’l-eúâr,
ø.Ü.
Kütüphânesi No: F 424.
Hadâiku’s-sihr fi dekâyiku’ú-úi’r, Núr: Abbas
økbal, Tahran 1342
Umdetü’l-büleƥâ
ve
uddetü’l-
füsehâ,
Süleymaniye Ktp., Es’ad Efendi No:3302.
Vesâilü’r-resâil ve delâilü’l-fezâil, Manchaster
John Rylands Library No:947
259
Rowsan, E. K.:
“Khwarzm”,
Encyclopedia
of
Arabic
Literature, C:II
Sabbâ÷, Abbas:
“Mîrâhur”, DøA., C:XXX.
Sabra, Afâf Seyyid:
Tarihu’s-siyasi
li’d-devleti’l-Hârizmiyye,
Kahire 1987.
Sayan, Yüksel:
Türkmenistan’daki Mimari Eserler (XI-XIV.
Yüzyıl), Ankara, 1999.
Sıddıquı, Iqtdar Husaın:
“Gurlular”, DøA., C:XIV.
Sıbt øbnü’l-Cevzî:
Mir’âtü’z-zamân
fî
târihi’l-a’yân,
Cüz:
VIII/II, 1952.
Spuler, Bertold:
øran Mo÷olları: Siyaset, ødare ve Kültür
ølhanlılar Devri, 1220-1350, Çev: Cemal
Köprülü, Ankara 1987.
Strange, G. Le:
The Lands of The Eastern Caliphate:
Mesopotamia, Persia, and Central Asia From
The Moslem Conquest to The Time of Timur,
London 1966.
Sümer, Faruk:
“Selçuklular Devrinde Türk Beyleri: Hârizmúâh
Atsız (490-551=1097-1156)”, Türk Dünyası
Araútırmaları Dergisi, Sa:44, østanbul 1986.
ùahino÷lu, M. N.:
“Vatvât”, ø.A., C:XIII
ùebânkâreî Muhammed b. Ali b. Muhammed: Mecma‘u’l-ensâb, Tahran 1343.
ùemsettin Sâmî:
Kamus-i Türk-î, C:I-II, Dersaadet 1317
ùeúen, Ramazan:
“Câmiu’t-tevârih”, DøA., C:VII.
T. H.:
“Unvan”, ø.A. C:XIII.
Taneri, Aydın:
Celâlü’d-dîn Hârizmúâh ve Zamanı, Ankara
1977.
260
“Celâleddin Hârizmúâh”, DøA, C:VII.
“Çetr”, DøA., C:VIII.
“Dîvân”, DøA, C:IX.
“Büyük Selçuklu ømparatorlu÷unda Vezîrlik”,
TAD, C:V.
“Selçuklu-Osmanlı
Çizgisinde
Harezmúahlar
Vezareti”, TED, C:VII-VIII, østanbul 1977.
Togan, Z. Velidi:
Horezm
Kültürü
Vesikaları
Kısım
I:
Horezmce Tercümeli Muqaddimat al-adab,
østanbul 1951.
Umumî Türk Tarihine Giriú, østanbul 1981.
“Alamut”, ø.A., C:I.
“Hârizm”, ø.A., C:V/I.
Toyserkânî, Kasım:
Nâmeha-yı Reúidüddin Vatvât, Tahran 1338.
Turan, Osman:
“Eski Türklerde Okun Hukukî Bir Sembol
Olarak Kullanılması”, Belleten, C:IX, Ankara
1945.
“øktâ”, ø.A., C:VIII.
“Selçuklu
Kervansarayları”,
Belleten,
sayı
39’dan ayrı basım. østanbul 1980.
Ubûd, Nâfi‘ Tevfik el-:
ed-Devletü’l-Hârizmiyye, Ba÷dat 1978.
Uzunçarúılı, ø. Hakkı:
Osmanlı Devleti Teúkilâtına Medhal, Ankara
1988.
Üsâme Zekî Zeyd:
“el-Hârizmiyye ve devruhüm fi’s-sirâci’s-salîbi
el-øslâmî fî ‘asri Benî Eyyûb”, Mecelletü
Külliyeti’l-âdab, C:XXX, øskenderiye 1984.
261
Vardabet, Vardan:
“Türk Fütuhatı Tarihi (889-1269)”, Çev: Hrant
D. Andreasyan, Tarih Semineri Dergisi, sa. ½,
østanbul 1937.
Wensinck, A.J.:
“Hutbe”, ø.A., C:X
Yakut, ùihabüddin Ebû Abdullah el-Hamevî: Mu’cemü’l-büldân, Beyrut 1979.
Yazıksız, Necip Asım:
Celâlüttin Harezemúah, østanbul 1934.
Yınanç, M. Halil:
“Celaleddin Harzemúah”, ø.A. C:III.
Yusuf Has Hacib:
Kutadgu Bilig, Çev: Reúit Rahmeti Arat, C:2
Ankara 1985
Yuvalı, Abdülkadir:
“XIII.
Yüzyılda
Uluslararası
Karadeniz
Tarih
Ticareti”,
Boyunca
I.
Karadeniz
Kongresi Bildirileri, Samsun 1990.
Yüce, Nuri:
Ebü’l-Kasım Carullah Mahmud Bin Omar
Bin Muhammed Bin Ahmed ez-Zamahúari
el-Hvarizmi Mukaddimetü’l-Edeb Hvarizm
Türkçesi øle Tercümeli ùuster Nüshası Giriú,
Dil Özellikleri, Metin, øndeks, Ankara 1998.
“Zemahúerî”, ø.A., C:XIII.
262
EKLER
263
264
EK: II
HÂRøZMùAHLAR
(HÜKÜMDARLAR LøSTESø)
1.
KUTBEDDøN MUHAMMED
490 (1097)
2.
ATSIZ
521 (1128)
3.
øL-ARSLAN
551 (1156)
4.
ALÂEDDøN MUHAMMED
596 (1200)
5.
CELÂLEDDøN
617-628 (1220-1231)
265
266
267
268
269
270
271
272
273
274
275
276
277
278
279
280
281
282
283
284
285
286
287
288
289
290
291
292
293
294
295
296
297
298
299
300
301
302
303
304
305
306
307
308
309
310
311
312
313
314
315
316
317
318
319
320
321
322
323
324
325
326
ÖZGEÇMøù
01.02.1973 tarihinde Ere÷li’de (Konya) do÷dum. ølk, orta ve lise ö÷renimimi
Konya’nın Seydiúehir ilçesinde sırasıyla Cumhuriyet ølkokulu, Mahmut Esat
Ortaokulu ve Seydiúehir Lisesi’nde tamamladım. 1990 yılında østanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde yüksek ö÷renimime baúladım ve Haziran
1994’te mezun oldum. 1995 yılında adı geçen bölümün Ortaça÷ Tarihi Anabilim
Dalı’nda yüksek lisans sınavını kazandım. “Hazar- Müslüman Münasebetleri”
baúlıklı tezimi 1998 yılında tamamladım. Yüksek lisans ö÷renimim devam ederken
1997 yılında Çanakkale Onsekizmart Üniversitesi’nin açmıú oldu÷u sınavı
kazanarak, Temmuz ayında bu üniversitenin Ortaça÷ Tarihi Anabilimdalı’na
Araútırma Görevlisi olarak atandım. 1998 yılında YÖK kanununun 35. maddesinden
yararlanarak doktora ö÷renimi yapmak için østanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Ortaça÷ Tarihi Anabilim Dalı’na kabul edildim. Halen adı geçen anabilimdalında
araútırma görevlisi olarak çalıúmaktayım.
Evli ve bir çocuk annesiyim.
327
Download