T.C. øSTANBUL ÜNøVERSøTESø SOSYAL BøLøMLER ENSTøTÜSÜ TARøH ANABøLøM DALI ORTAÇAö TARøHø BøLøM DALI DOKTORA TEZø HÂRøZMùAHLAR’DA DEVLET TEùKøLÂTI, EKONOMøK VE KÜLTÜREL HAYAT MERYEM GÜRBÜZ 9825020014 TEZ DANIùMANI PROF. DR. ABDÜLKERøM ÖZAYDIN øKøNCø DANIùMAN DOÇ. DR. YAùAR KOÇAK øSTANBUL 2005 TEZ ONAY SAYFASI ii ÖZ Hârizmúahlar'da hükümdar mutlak hakim olarak devleti yönetir ve Tanrı’nın yer yüzündeki gölgesidir. (Zıllullâh-i fi’l-arz). Devlet yönetiminde merkezde Dîvân-ı Â’lâ, Dîvân-ı ønúâ ve Tu÷râ, Dîvân-ı østifâ-yı Memâlik, Dîvân-ı øúrâf ve Dîvân-ı Arz bulunur. Sarayda ise hâcib, silâhdâr, emîr-i âlem, taútdâr, câmedâr, úarabdâr, çaúnigîr, vekîl-i der, emîr-i âhûr ve müstahdemler görev yapar. Hârizmúahlar ordu teúkilâtına büyük önem vermiúlerdi ve Kanglı-Kıpçak Türk boyları orduda önemli rol oynuyorlardı. Adliye teúkilâtının baúında kadılkudat bulunuyordu ve adlî sistemin idaresinden sorumlu idi. Eyalette ise, eyalet dîvânları vardı. Ayrıca eyaletlerde úehzâde vezirleri, atabegler, valiler, amîdler, úahneler, reisler, mutasarrıf ve âmîller görev yapıyordu. Hârizmúâhlar, hakim oldukları co÷rafya itibariyle hem ürettikleri malları ihraç ediyor hem de transit ticaretin avantajlarından faydalanıyorlardı. Ayrıca vergiler ve ganimetler de devletin gelir kaynakları arasında yer alıyordu. Hârizmúâhlar kültürel hayatın geliúmesi için gerekli ortamı sa÷lamıútı. Bu dönemde önemli âlimler, úair ve edipler yetiúmiútir. Hârizmúâhlar’ın imar faaliyetlerine önem verdiklerini de biliyoruz. Ancak Mo÷ol istilası nedeniyle günümüze çok az eser ulaúabilmiútir. ABSTRACT The emperor in Khwarazmshahs rulers the state as an absolute ruler and he is the living shadow of the God on earth (Zillullâh-i fi’l-arz). Dîvân-ı A’lâ, Dîvân-ı ønúâ ve Tu÷râ, Dîvân-ı østîfâ-yı Memâlik, Dîvân-ı øúrâf and Dîvân-ı Arz stay at the central of the state administration. Hâcib, silahdâr, emîr-i âlem, taútdâr, câmedâr, úarabdâr, çaúnigîr, vekîl-i der, emîr-i âhûr and müsdahdems work at the palace. Khwarazmshahs gave big importance to the military organization and Turkish tribes of Kanglı-Kıpçak acted a great role in the army. The chair of the administration of justice was kadılkudat and he was responsible of the administration of the jurisdiction. There were state councils at the states. Furthermore, the vizier of prince, atabegs, mayors, âmids, chiefs, mutasarrıf and âmils worked at the states. Because of their ruling geography, Khwarazmshahs both imported the produced goods and toot advantages of the transit commerce. However, the taxes and spoils of war were of the income sources of the state. Khwarazmshahs established a suitable environment for a developed cultural life. Significant scholars, poets and autors lived at this area. We also know that Khwarazmshahs gave importance to the building activites. However, because of the Mongolian invade, few works remained up to today. iii ÖNSÖZ Hârizmúahlar’da Devlet Teúkilâtı, Ekonomik ve Kültürel Hayat baúlıklı bu tezin amacı öncelikle bu Türk devletinin hâkimiyet anlayıúını ve teúkilât yapısını ortaya koymak, ekonomik ve kültürel hayatını tespit etmektir. Devletlerin idarî teúkilâtları ekonomik ve kültürel hayatlarıyla yakından ilgilidir. Bu nedenle biz de Hârizmúahlar Devleti’nin ekonomisini ve kültürel özelliklerini de ana hatlarıyla de÷erlendirmeye çalıútık. Tezimizi hazırlarken birinci elden kaynaklara istinad ettik ve belgeleri esas aldık. Belgelerden edindi÷imiz bilgileri, kaynaklar ile örneklendirmeye gayret ettik. Konumuz için önemli olan belgeleri metin içinde de÷erlendirmeyi uygun bulduk. Bu belgelerin bazılarını da Ekler bölümünde gösterdik. Tesbit etti÷imiz bilgileri Hârizmúahlar ile ça÷daú ve iliúkide bulunmuú devletlerle karúılaútırmaya çalıútık. Yeri geldikçe de Hârizmúahlar’ın devraldı÷ı mirasa atıf yaptık. Tezimiz üç bölümden oluúmaktadır. I. Bölümde, Hârizmúahlar’da devlet teúkilâtı, devletin yapısı ve karakteri, hâkimiyet anlayıúı, tahta veraset usûlü, hükümdarın vasıfları, hükümdarlık alâmetleri, dîvân teúkilâtı, saray teúkilâtı, ordu teúkilâtı, eyalet ve adliye teúkilâtı üzerinde durulmuútur. II. Bölümde devletin ekonomik yapısı, tarım, ticaret, vergi, devletin giderleri vb. gibi konular ele alınmıútır. III. Bölümde ise Hârizmúahlar’da kültürel hayat, toplumun sosyal yapısı ve karakteri, bilim ve sanat hayatı ve imâr faaliyetleri incelenmiútir. Çalıúmam boyunca karúılaútı÷ım güçlükleri aúmamı sa÷layan, ilgi ve yardımlarını eksik etmeyen danıúman hocam Prof. Dr. Abdülkerim Özaydın’a úükranlarımı arz ederim. Her zaman yol gösteren ve beni destekleyen hocam Prof. Dr. Iúın Demirkent’e, Prof. Dr. Erdo÷an Merçil’e, Ortaça÷ Tarihi Anabilim Dalı ö÷retim elemanlarına, Doç. Dr. Yaúar Koçak ve Dr. Casim Avcı’ya teúekkür ederim. Ayrıca Prof. Dr. Hüseyin Özde÷er ve Doç. Dr. Mehtap Özde÷er’e, Nemir Enver, Attila Bozkurt ve Ali Saray’a, Türkiye Diyanet Vakfı øslâm Araútırmaları Kütüphânesi idareci ve çalıúanlarına, Ekler bölümünü hazırlamada büyük yardımlarını gördü÷üm O÷uz Kallek’e çok teúekkür ederim. Her zaman beni destekleyen aileme, bu zor ve yorucu dönemde sonsuz sevgileriyle hep yanımda olan eúim Hasan Gürbüz ve o÷lum Kutalmıú Bilge’ye minnettarım. iv øÇøNDEKøLER TEZ ONAY SAYFASI ...................................................................................... øø ÖZ..................................................................................................................... øøø ABSTRACT ..................................................................................................... øøø ÖNSÖZ............................................................................................................. øV øÇøNDEKøLER ................................................................................................. V KISALTMALAR ........................................................................................... Vøøø KAYNAKLAR ................................................................................................. øX GøRøù .................................................................................................................1 I. BÖLÜM HÂRøZMùAHLÂR’DA DEVLET TEùKøLÂTI.................................................13 A. DEVLETøN YAPISI VE KARAKTERø ....................................................13 B. HÂKøMøYET ANLAYIùI .........................................................................18 C. TAHTA VERÂSET USÛLÜ .....................................................................22 D.HÜKÜMDAR ............................................................................................27 1.HÜKÜMDARIN ÖZELLøKLERø ...........................................................27 2.HÜKÜMDARIN GÖREV VE YETKøLERø............................................30 3.HÜKÜMDARLIK ALÂMETLERø .........................................................35 a. Unvân ve Lâkaplar..............................................................................35 b.Hutbe...................................................................................................42 c.Sikke ...................................................................................................48 d.Saray Ve Ota÷ .....................................................................................49 e.Taht ve Tâc..........................................................................................51 f. Bayrak ve Sancak................................................................................55 g. Nevbet................................................................................................57 h. Çetr ....................................................................................................59 i.Tırâz.....................................................................................................61 j.Tevkî’, Tu÷râ ve Alâmet.......................................................................62 k. GƗúiye ................................................................................................64 l. Kılıç ve Yüzük ....................................................................................65 E. DÎVÂN TEùKÎLÂTI .................................................................................66 1. Dîvân-ı A’lâ ...........................................................................................66 2. Dîvân-ı Hâss...........................................................................................78 3. Dîvân-ı ønúâ............................................................................................79 4. Dîvân-ı østîfâ-yı Memâlik .......................................................................86 5. Dîvân-ı øúrâf-ı Memâlik..........................................................................89 6. Dîvân-ı Arz ............................................................................................90 F. SARAY TEùKøLÂTI.................................................................................94 1. HÂRÎZMùÂHLAR’DA SARAY VE SARAY ÂDETLERø....................94 2. SARAY GÖREVLøLERø .....................................................................102 a. Hâcib ................................................................................................102 b. Vekîl-i Der .......................................................................................104 c. Üstâdüddâr .......................................................................................105 d. Silahdâr ............................................................................................105 e. Emîr-i Âhûr ......................................................................................106 v f. Emîr-i Alem ......................................................................................107 g. Çetrdâr .............................................................................................107 h. Taútdâr .............................................................................................108 i. Emîr-i ùikâr.......................................................................................108 j. Câmedâr............................................................................................109 k. Kıssadâr ...........................................................................................109 l. Devâtdâr............................................................................................109 m. Çaúnigîr...........................................................................................109 n. ùarâbdâr ...........................................................................................110 o. Tabîp ................................................................................................110 p. Müneccim ........................................................................................111 r. Mihter-i mihterân ..............................................................................112 s. Nedîm veya Havâss...........................................................................112 t. Müstahdemler....................................................................................113 G. ORDU TEùKøLÂTI ................................................................................114 1.ORDUNUN YAPISI VE KARAKTERø ................................................114 a. Hâssa Ordusu....................................................................................124 b. Hârizmúâhlar Ordusunda Kanglı-Kıpçaklar.......................................127 c. Hanedan Mensupları ve Devlet Adamlarının Emrindeki Kuvvetler ...134 d. Tâbî Hükümdarların Kuvvetleri ........................................................137 e. Türkmenler .......................................................................................138 f. Haúer.................................................................................................139 g. Ordu Mevcudu..................................................................................140 2. ASKERÎ HEYERARùø ........................................................................143 a. Rütbeler............................................................................................143 (1) Emîr-i Emîrân .............................................................................144 (2) Han .............................................................................................145 (3) Melik ..........................................................................................146 (4) Emîr............................................................................................147 (5) Pehlivân ......................................................................................148 (6) Çavuú..........................................................................................149 3.TEÇHøZAT ...........................................................................................150 a. Silahlar .............................................................................................150 (1) Ok ve Yay...................................................................................150 (2) Kılıç............................................................................................151 (3) Mızrak ........................................................................................152 (4) Gürz (Topuz) ..............................................................................153 (5) Hançer, bıçak ..............................................................................153 (6) Mi÷fer, Kalkan, Zırh ...................................................................153 (7) Mancınık.....................................................................................155 (8) Arrâde.........................................................................................156 (9) Çarh ............................................................................................157 (10) Koçbaúı .....................................................................................157 (11) Merdiven...................................................................................157 (12) Ateúli Silahlar ...........................................................................158 b. Hayvanlar .........................................................................................158 (1) At................................................................................................158 vi (2) Fil ...............................................................................................159 (3) Deve ...........................................................................................160 c. Ordunun Di÷er Teçhizatı ..................................................................161 4. TAARRUZ VE SAVUNMA ................................................................162 a. Taarruz: Hazırlıklar, Ordu Düzeni Ve Uygulanan Taktikler ..............162 b. Savunma Tedbirleri ..........................................................................168 H. EYALET TEùKøLÂTI ............................................................................169 1. øktâ Sistemi ..........................................................................................171 2. Eyalet Dîvânları ...................................................................................176 3. Vali ......................................................................................................178 4. Eyalet Vezîri ........................................................................................181 5. ùehzâde Vezîri .....................................................................................182 6. Atabeg..................................................................................................183 7. Reis ......................................................................................................184 8. ùahne (ùıhne) .......................................................................................186 9. Âmil.....................................................................................................188 10. Mutasarrıf...........................................................................................191 11. Amîd ..................................................................................................192 12. Muhtesib ............................................................................................193 ø. ADLøYE TEùKøLÂTI ..............................................................................193 1. KƗdılkudât ve Kadılar...........................................................................193 2. Ordu Kadısı..........................................................................................199 II. BÖLÜM HÂRøZMùÂHLAR’DA EKONOMøK HAYAT ...............................................201 A. DEVLETøN EKONOMøK YAPISI VE KARAKTERø ............................205 1. Tarım ve Hayvancılık ...........................................................................205 2.Ticaret...................................................................................................207 3. Vergiler ................................................................................................213 4. Ganimetler ...........................................................................................215 5. Ödemeler..............................................................................................217 III. BÖLÜM HÂRøZMùÂHLAR’DA KÜLTÜREL HAYAT................................................219 A. TOPLUMUN YAPISI VE KARAKTERø................................................219 B. øLøM VE SANAT HAYATI ....................................................................231 C. HÂRøZM TÜRKÇESø .............................................................................241 D. øMÂR FAALøYETLERø .........................................................................245 SONUÇ...........................................................................................................249 BøBLøYOGRAFYA .......................................................................................251 EKLER...........................................................................................................263 ÖZGEÇMøù ...................................................................................................266 vii KISALTMALAR age. agm. agmd. AÜDTCFD. b. bkz. C. Çev. DøA. Ed. E.I. Haz. hú. ø.A. ø.Ü. Ktp. mlf. M.Ü. Nr. Núr. öl. s. sa. ú. TD. trc. ty. vd. vdd. Vol. vr. yy. ZDMG. : Adı geçen eser. : Adı geçen makale. : Adı geçen madde. : Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Co÷rafya Fakültesi Dergisi. : øbn. : Bakınız. : Cilt. : Çeviren. : Türkiye Diyanet Vakfı øslâm Ansiklopedisi. : Editör. : Encyclopaedia of Islam (New Edition). : Hazırlayan. : Hicrî-ùemsî. : øslam Ansiklopedisi. : østanbul Üniversitesi. : Kütüphanesi. : Müellif. : Marmara Üniversitesi. : Numara. : Neúreden : Ölümü. : Sayfa : Sayı. : ùemsî. : østanbul Üniversitesi Tarih Dergisi. : Tercüme eden. : Yayım tarihi yok. : Ve devamı. : Ve devamının devamı. : Volume. : Varak. : Yayım yeri yok. : Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft viii KAYNAKLAR Hârizmúâhlar devlet teúkilâtı, ekonomik ve kültürel hayatı hakkında bilgi edindi÷imiz kaynakları úu baúlıklar altında gruplandırabiliriz: A. MÜNùEÂT MECMÛALARI B. VEKAYøNÂMELER C. SEYAHATNÂMELER D. EDEBÎ KAYNAKLAR E. MESKÛKÂT, KøTÂBELER VE MøMARÎ ESERLER A. MÜNùEÂT MECMÛALARI Çalıúmamızın temel kaynakları arasında münúeât mecmûalarının çok önemli bir yeri vardır. Özellikle Reúîdüddin Vatvât ile Bahâeddin el-Ba÷dadî’nin kaleminden çıkan münúeât mecmûalarını tezimizin bütün bölümlerini hazırlarken kaynak olarak kullandık. Reúidüddin Vatvât hem Hârizmúâhlar Devleti’nin kuruluú dönemine úahit olması ve Hârizmúâh Alâeddin Tekiú’in saltanatının baúlangıcına kadar devlet hizmetinde bulunması bakımından hem de zengin edebî ürünleri ve dikkat çekici kiúili÷iyle çalıúmamız için gerekli malzeme temininde ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Tam adı Reúidüddin Muhammed b. Muhammed b. Abdülcelîl b. Abdülmelik b. Muhammed el-Belhî’dir.1 Daha çok lâkabı olan “Vatvât” ile veya “Reúîdüddin Vatvât” diye anılmaktadır.2 Do÷um tarihini kesin olarak bilmiyoruz ancak 481-487 1 M. N. ùahino÷lu, “Vatvât”, ø.A., C:XIII., s.235. Arâisü’l-havâtır ve nefâisü’n-nevâdir’de, Muhammed b. Abdülcelîl el-Ömerî úeklinde kaydediliyor, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, No:4015, vr.1a 2 Muhammed Avfî, Lübâbü’l-elbâb, C:I, s.80. Núr: E.G. Browne Persian Historical Texts, Vol., IV, London-Leide 1906 Önsöz ve notlar: Mirza Muhammed Kazvînî, C:II, Núr: E.G. Browne, Persian Historical Texts, Vol.II, London-Leide 1903. ix (1088-1094) yılları arasında Belh’te do÷du÷u kabul edilmektedir. 573 (1177-8) veya 578 (1182) yılında Hârizm’de ölmüú ve Gürgenç’te defnedilmiútir.3 Reúîdüddin Vatvât, Belh’te e÷itim görmüú ve daha sonra Hârizm’e gelerek devrin önemli âlimleri ile bir arada bulunmuútur. Örne÷in, Hârizm’de Cârullah ezZemahúerî (öl.539/1144) ile dil ve edebiyat sahalarında fikir tartıúmalarına girdi÷i bilinmektedir.4 Hârizmúâhlar Devleti’nin kuruluú devrinin úahidi olan Vatvât, Hârizmúâh Alâeddin Tekiú’in cülûsuna (Ocak 1173) çok yaúlı olmasına ra÷men katılarak hükümdarı kutlamak için bir úiirini okumuútu.5 Onun Hârizmúâh Atsız’ın hizmetine giriú tarihi, Atsız’ın Hârizmúâhlı÷ından önceye dayanıyor olmalıdır. Çünkü o, Karahanlılar’dan Cend valisi Kemâleddin ile daha önceden dost oldu÷u gerekçesiyle Cüveynî’ye göre Hârizmúâh’ın hizmetinden uzaklaútırıldı÷ında hükümdara yazdı÷ı sitem dolu bir úiirde “otuz yıldır hizmetinde” oldu÷unu vurguluyordu.6 Bu tarih 1152 oldu÷una göre otuz yıl öncesi 1122 civarında Reúidüddin, Atsız’ın çevresinde bulunuyor olmalıdır. 1128 yılında Hârizmúâh olan Atsız’ın katında itibarı yüksek olan Reúidüddin Vatvât her ne kadar bir ara gözden düúmüú ise de bu durum çok uzun sürmemiúti. O, Hârizmúâh Atsız ve o÷lu øl-Arslan devrinde Dîvân-ı ønúâ’nın baúında bulunuyordu. Hârizmúâh Tekiú’in tahta çıktı÷ı tarihten sonraki hayatı hakkında fazla bilgimiz yoktur. Ancak o, bu tarihte iyice yaúlanmıútı.7 Reúidüddin Vatvât’ın kaleminden çıkan münúeât mecmûalarından tezimizde kullandıklarımız úunlardır: 1. Ebkârü’l-efkâr fi’r-resâil ve’l-eú‘âr Do÷um ve ölüm tarihleri hakkında farklı bilgiler için bkz., ùahino÷lu, agmd., s.,236-237; Ahmed Ateú, “Raúid al-Din Vatvât’ın Eserlerinin Bâzı Yazma Nüshaları”, T.D., C:X, sa.14, østanbul 1959, s.1. 4 ùahino÷lu, agmd., s.236. 5 Alâeddin Atâ Melik Cüveynî, Tarih-i Cihangüúa, Çev: Mürsel Öztürk, Ankara 1998, s.259. 6 Cüveynî, age., s.255; ùahino÷lu, agmd., s.236. 7 Reúidüddin Vatvât için bkz., Devletúah, Devletúah Tezkiresi, Çev: Necati Lugal, østanbul 1977, C:I., s.135; Kasım Toyserkânî, Nâmehâ-yı Reúidüddin Vatvât, Tahran 1338, Mukaddime, s.3-74; Reúidüddin Vatvât, Hadâiku’s-sihr fi dekâyikı’ú-úi‘r, Núr: Abbas økbal, 1342, Mukaddime, s.Ώ- Ν ; E.G. Browne, A Literary History of Persia, Cambridge 1956, C:I, s.80 vd., C:II, s.299. 3 x Reúîdüddin Vatvât’ın, Hârizmúâh Atsız adına topladı÷ı bir mecmûadır. Vatvât mecmûayı toplama nedenlerini anlatırken, yazı ve úiirlerinin önemli úahıslar tarafından ısrarla istendi÷ini, onların bu isteklerini duymazdan gelmenin mümkün olamayaca÷ını ve arzu eden herkese de yazı ve úiirlerini yetiútirmesinin imkansız oldu÷unu kaydederek bunları bir araya getirdi÷ini bildirmektedir.8 Ebkârü’l-efkâr, dört kısım üzerine düzenlenmiútir. Buna göre birinci kısımda on tane Arapça mektup (varak 2b-17a), ikinci kısımda on tane Arapça kaside ve birkaç kıt’a (varak 17a-31b), üçüncü kısımda on tane Farsça mektup ve dördüncü kısımda on tane Farsça kaside, altı tane Farsça gazel ve birkaç kıt’a mevcuttur (varak 46a-66a).9 Ebkârü’l-efkâr’ın tam ve iyi bir nüshası ø.Ü. Kütüphânesi yazmaları arasındadır.10 Biz de çalıúmamızda bu nüshayı kullandık. Bu, ilim âlemince tanınmıú ilk nüshadır ve Ahmed Ateú tarafından tespit edilmiútir.11 Ebkârü’l-efkâr’da bulunan Arapça mektupların bir kısmı ‘Arâisü’lhavâtır’da da vardır.12 Ayrıca Hârizmúâh Atsız ve Hârizmúâh øl-Arslan dönemlerine ait olan ve Reúîdüddin Vatvât’ın kaleminden çıkan, Halifelik makamına gönderilen Arapça mektuplar Horst tarafından özetlenerek Almanca’ya tercüme edilmiú ve incelenmiútir.13 Biz bu mektupları çalıúmamızın birçok yerinde kullandık. Örne÷in, “Dîvân-ı ønúâ” baúlı÷ında buradan çıkan inúâ örneklerini gerek tarz gerekse içerik olarak incelerken Halifelik makamına gönderilenleri de ele aldık. Ayrıca bu mektuplar hükümdarın görevlerinden, halifelik makamınca tanınmanın ifade etti÷i Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, ø.Ü. Kütüphânesi,Nr: F 424, vr.2b; Toyserkânî, age., økinci Bölüm, s.68-69. 9 Ateú, agm., s.5; Toyserkânî, age., s.68-69 10 ø.Ü. Kütüphanesi Nr:F 424. 11 Ateú, agm., s.5. Ebkârü’l-efkâr’ın Ahmed III., Nr:2327/2.’de kayıtlı bir nüshası ile Nuruosmaniye Nr:4312/3’te mevcut yalnızca Arapça mektup ve kasideleri içeren bir nüshası daha vardır. Bkz. Ateú, agm., s.5-6. Ebkârü’l-efkâr’ın yeni bir nüshasının kendisinde bulundu÷unu bildiren Zehra Bilgegil ne yazık ki bu nüsha hakkında fazla bilgi vermeden tanıttı÷ı için bulunuú hikâyesini bilmiyoruz. Bu tanıtımda yalnızca, en iyi halde bulunan üniversite nüshasından daha mükemmel oldu÷u belirtilmiútir. Makalede bildirilen nüshanın içeri÷i üniversite nüshası gibidir. Zehra Bilgegil, “Raúid Al-Din Vatvât’ın Abkâr Al-Afkâr Fi’r-Resâil Va’l-Aú’âr øsimli Eserinin Yeni Bir Nüshası”, Belleten, C:LVII, sa.220, Aralık 1993, Ankara 1994, s.745-750. 12 Ahmed Ateú bunlar için bir cetvel hazırlamıútır. Bkz. Ateú, agm., s.5. 13 Heribert Horst, “Arabische Briefe der Horazmsahs an den Kalifenhof aus der Feder des Rasid adDin Watwat”, Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft, C:CXVI (1966), s.2443. 8 xi anlama, gazâ ve ganimetler ile edebî özelliklerine kadar çok geniú bir alanda bize ıúık tutmaktadır. Ebkârü’l-efkâr’ın üçüncü kısmında bulunan Farsça mektuplar konumuz açısından son derece önemlidir. 14 Fetihnâmesi”dir. Bu kısmın ilk belgesi meúhur “Cend Biz bu belgeyi, “fetihnâme” türüne örnek olarak inceledi÷imiz gibi içeri÷inde mevcut bilgilerden de makam adlarını tespit etmek, bölgeye verilen askerî ve ticarî önemi ispatlamak gibi birçok noktada faydalandık. Fetihnâmeyi hem tür olarak konumuza uygunlu÷u hem de Cend bölgesinin Hârizmúâhlar için taúıdı÷ı önemle do÷ru orantılı olarak hükümdarların bu yönde geliútirdikleri politikalarını açıkladı÷ı için Ekler bölümüne almayı uygun bulduk. Ayrıca Ebkârü’l-efkâr’ın gene bu bölümünde bulunan “Kazâ” (kadılı÷a tayin) ve “østîfâ” (müstevfîli÷e tayin) menúûrları bizim için çok kıymetlidir. Bu menúûrlardan eyalet teúkilâtını incelerken de faydalandık. Ebkârü’l-efkâr, Hârizmúâh Atsız’ın unvan ve lâkaplarını tespit etmemize de yardımcı olmuútur. Mecmûada ayrıca Reúidüddin Vatvât’ın kaleminden çıkmıú ihvâniyyata (úahsi mektuplar) dair örnekler de vardır. Mecmuanın Farsça mektupları Toyserkânî tarafından yayınlanmıútır.15 Ebkârü’l-efkâr fi’r-resâil ve’l-eú‘ar adlı bu mecmûayı tezimizde “Ebkârü’l-efkâr” úeklinde kısaltarak kullandık. 2. ‘Arâisü’l-havâtır ve nefâisü’n-nevâdir Reúidüddin Vatvât’ın Arapça ve Farsça mektuplarından oluúan bu mecmûa Hârizmúâhlar tarihi için çok kıymetli bir kaynaktır. Hükümdarların birbirlerine yazdıkları mektupları ihtiva etti÷i gibi teúkilâta dair belgeleri de içermektedir. Reúidüddin Vatvât bu mecmûayı “Sadr-ı Hârizm ve Horasan” diye andı÷ı ùemseddin Muhammed b. Ali için toplamıútır.16 østanbul kütüphânelerinde mevcut nüshalarında mektup sayıları birbirinden farklıdır. Ayasofya Nr: 4138’de kayıtlı nüshada on tane Arapça ve on tane Farsça mektup varken Fatih Kütüphânesi Nr: 4074’te yirmi beú Arapça, yirmi beú Farsça mektup bulunmaktadır. Ayasofya Reúîdüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, ø.Ü. Kütüphânesi, Nr: F 424, vr.31b-34a, “Fetihnâme-i Cend”. Toyserkânî, age., økinci Bölüm, s.68-96. 16 Reúîdüddin Vatvât, ‘Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4015, vr.1a; Ayasofya Nr:4138’de isim yoktur, bkz., vr.,1a; Ateú, agm., s.6. 14 15 xii Nr:4015’te bulunan nüshada ise mektup sayısı birinci kısımda yirmi beú, ikinci kısımda yirmi üçtür. Bu mecmûanın bir önemi de Leningrad Münúeât Mecmûası’nda bulunan Hârizmúâhlar’a ait belgelerin ço÷unu ihtiva ediyor olmasından kaynaklanmaktadır. Köymen bunları ortaya koymuútur.17 Biz çalıúmamızda bu mecmûanın Ayasofya Nr:4138 ve Ayasofya Nr:4015’te kayıtlı nüshalarını kullandık. Toyserkânî Farsça mektupları neúretmiútir. Biz bunları da karúılaútırarak kullanmaya gayret ettik. Ayrıca Toyserkânî, kendisinde bulunan bir nüshayı da eserinde kullanmıútır. Biz bu nüshayı görmedi÷imiz için çalıúmamızda, Toyserkânî’ye atfen bu nüshadan faydalandık.18 ‘Arâisü’l-havâtır, içerdi÷i belgeler bakımından en çok kullandı÷ımız münúeât mecmûası olmuútur. Mecmuâdaki Arapça mektuplar arasında Halifelik makamına gönderilenler de vardır. Farsça olanlar ise devlet teúkilatını inceleyebilmek için çok kıymetlidir. Örne÷in bizim de kullandı÷ımız “kadılkudât”, “istifâ” “âmil” gibi makamlara dair örnekler bu görevlerin yetki ve sorumluluklarını tespit edebilmemize yardımcı olmuútur. Ayrıca Hârizmúâh Atsız tarafından Sultan Sencer’e gönderilen mektuplar da bu mecmûada bulunmaktadır ki, siyasî tarih çalıúmaları için taúıdı÷ı önemin yanı sıra üslûp olarak da devrin yazıúma usûllerini göstermesi bakımından son derece de÷erlidir. Biz bu mecmûadan kullandı÷ımız örneklerin bir kısmını Ekler bölümünde gösterdik. Metinde bu mecmûayı “Arâisü’l-havâtir” úeklinde kısaltarak kullandık. 3. ‘Umdetü’l-büleƥâ’ ve ‘uddetü’l-füsahâ’ Reúîdüddin Vatvât bu münúeât mecmûasını Hârizmúâh Alâeddin Tekiú için topladı÷ını mecmûanın baúında kaydederek, üç kısım üzerine hazırladı÷ını bildirmektedir.19 Biz Bu mecmûanın Süleymaniye Kütüphânesi, Esad Efendi 17 M. Altay Köymen, “Selçuklu Devri Kaynaklarına Dair Araútırmalar I.: Büyük Selçuklu ømparatorlu÷u Devrine Ait Münúeât Mecmûaları Atebetü’l-Ketebe’nin Neúri Münasebetiyle”, AÜDTCFD., C:VIII, sa.4’ten ayrı basım, s.556-612. 18 Toyserkânî, age., Birinci Bölüm, s.1-66, kendisinde mevcut nüsha için bkz., Üçüncü Bölüm, s.98144. 19 Reúîdüddin Vatvât, ‘Umdetü’l-büleƥâ’ ve ‘uddetü’l-füsahâ’, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, Nr:3302; vr.,1a-1b. xiii Nr:3302’de kayıtlı nüshasını kullandık. Ayrıca Ayasofya Nr:4150’de bir nüshası daha vardır. ‘Umdetü’l-büleƥâ’nın giriúinde Arapça ve Farsça mektup ve kasidelerden oluútu÷u bildiriliyorsa da kütüphânelerimizde mevcut nüshalarda yalnızca Arapça mektup ve kasideler vardır.20 Mecmûanın baúında Hârizmúâh Alâeddin Tekiú’in unvân ve lâkapları sayılmaktadır. Biz bunları çalıúmamızda kullandık. Mecmûada bulunan mektupların ço÷u Vatvât’a ait di÷er mecmualarda da vardır. Bu mecmûanın bir önemi de Reúîdüddin Vatvât’ın Hârizmúâhlar için yazdı÷ı birçok kasideyi ihtiva ediyor olmasından ileri gelmektedir. Bunlar arasında Hârizmúâh Alâeddin Tekiú’in cülûsunda onu kutlamak için Vatvât’ın söyledi÷i kaside de vardır.21 Ayrıca Hârizmúâh Atsız ve Hârizmúâh øl-Arslan’ın methi için söylenmiú birçok kaside de mevcuttur.22 Mecmûayı, “Umdetü’l-büleƥâ” úeklinde kısaltarak kullandık. 4. Münúeât-ı Reúidüddin Vatvât Reúidüddin Vatvât’ın mektuplarından oluúan bu mecmûanın Nuruosmaniye Nr: 4294’te kayıtlı bir nüshası vardır. Mecmûadaki mektupların hemen hepsi ‘Umdetü’l-büleƥâ’ ve Ebkârü’l-efkâr’da da bulundu÷u için biz bu mecmûayı daha az kullandık.23 Reúîdüddin Vatvât’a ait bu dört münúeât mecmûası sayesinde Hârizmúâhlar Devleti’nin kuruluú dönemini inceleyebilme imkânına sahip olduk. Sultan Alâeddin Tekiú devrine ait çok kıymetli bir münúeât mecmûası olan et-Tevessül ile’t-teressül sayesinde de kesintiye u÷ramadan bilgi sahibi olmaya devam edebildik. Ayrıca bu sayede inceledi÷imiz birçok hususun baúlangıçtan itibaren mi devlette var oldu÷unu yoksa sonradan mı ortaya çıktı÷ını anlayabildik. 5. et-Tevessül ile’t-teressül Sultan Alâeddin Tekiú Han’ın ønúâ Dîvânı’nın baúında bulunan Bahâeddin Muhammed b. Müeyyed el-Ba÷dâdî’ye ait bir münúeât mecmûasıdır. Mecmûa 20 Ateú, agm., s.23. Reúîdüddin Vatvât, ‘Umdetü’l-büleƥâ’, Esad Ef., vr. 27a-27b. 22 Reúidüddin Vatvât, ‘Umdetü’l-büleƥâ’, Esad Ef., vr. 27a-45b. 23 Ahmed Ateú tarafından hazırlanan bir cetvelde ortak mektuplar gösterilmiútir. Ateú, agm., s.20. 21 xiv neúredilmiútir.24 Bahâeddin Muhammed, üslûbu çok be÷enilen bir münúî idi ve ısrarlar üzerine bu mecmûayı hazırlamıútı.25 Ba÷dâdî’nin münúeât mecmuası bir mukaddime, iki mukaddime benzeri fasıl ve üç kısımdan oluúmaktadır. Mukaddime Allah ve Peygambere övgü ve Sultana methiyeyi içerir. Mukaddime mahiyetindeki ikinci fasılda az ve öz olarak Farsça inúâ ve çeúitli münúîlerin üslûbu örneklerle anlatılmıútır. Mecmûa esas itibarıyla üç kısımdan oluúmaktadır. Birinci kısımda fermanlar, dîvânî menúûrlar, anlaúmalar ve fetihnâmeler mevcuttur.26 økinci kısım çevredeki hükümdarlara yazılan mektupları içermektedir. Bu kısım siyasî tarih çalıúmaları için çok de÷erlidir. Üçüncü kısım ise, ihvâniyyat ve rik’alardan ibarettir. Bu kısmın sonunda birkaç tane inúâ örne÷i verilmiútir. Mecmûa yazarın kendi arzuhali ve kitabın tavsifine dair Farsça bir kasîde ile son bulmaktadır.27 Biz çalıúmamızın birçok yerinde Ba÷dadî’nin mecmûasından faydalandık. Ba÷dâdî’de yer alan mimarlı÷a dair menúûr Hârizmúâhlar dönemine ait bu konudaki tek belgedir.28 Bu önemli belge mecmûanın çalıúmamız için ne derece kıymetli oldu÷unu ortaya koymaktadır. Ancak eserin önemi sadece bu kadarla sınırlı de÷ildir. Eserde Sultan Alâeddin Tekiú’in o÷lu Nâsırüddin Melikúâh’ı (öl.594/1197) Cend’e29, di÷er o÷lu Taceddin Aliúâh’ı (öl.612/1215) Barçınlıgkend’e30 ve øzzeddin Toganúâh’ı Nesâ’ya 31 tayinine dair menúûrlar yer almaktadır ki biz iktâ konusundan eyalet teúkilâtındaki birçok noktaya kadar bu belgelerin içeri÷inden faydalandık. Ayrıca iktâ sahibinin hizmetlerinden memnun kalınması sonucu ödül olarak iktâının artırıldı÷ını gösteren bir belge de gene bu mecmûada yer almaktadır.32 Buhara’nın fethi üzerine hazırlanan fetihnâme de bu mecmûadaki önemli belgeler arasındadır.33 24 Bahâeddin Muhammed b. Müeyyed el-Ba÷dâdî, et-Tevessül ile’t-teressül, Núr: Ahmed Behmenyar, Tahran 1315. 25 Ba÷dâdî, age., s.Ρ. 26 Ba÷dâdî, age., s.ρ. 27 Ba÷dâdî, age., aynı yer. 28 Ba÷dâdî, age., s.110-114. 29 Ba÷dâdî, age., s.13-29. 30 Ba÷dâdî, age., s.38-43. 31 Ba÷dâdî, age., s.30-38. 32 Ba÷dâdî, age., s.110-119. 33 Ba÷dâdî, age., s.125-131. xv Bu eserde yer alan ve çok kıymetli olan bir di÷er belge ise vezirin maaúına dair bilgiler veren fermandır.34 Belgenin kıymeti, bu konuda baúka yerlerde fazla bilgi bulunamamasından ileri gelmektedir. Biz, Bahâeddin el-Ba÷dâdî’nin mecmûasındaki belgelerden çalıúmamızın bütün bölümlerinde istifade ettik. Ve gördük ki, bu eserdeki belgeler sadece devlet yapısına dair bilgiler vermekle kalmayıp aslında o dönemin devlet felsefesini de açıkça göstermektedir. Metinde eseri “et-Tevessül” úeklinde gösterdik. 6. Leningrad Münúeât Mecmûası Tek nüshası Leningrad’da bulunan bu mecmûa çeúitli münúîlere ait türlü belgeleri ihtiva etmektedir. Baron Rosen tarafından tavsif edilmiútir. Mehmet Altay Köymen de mecmûadaki vesikaları tanıtarak ‘Atebetü’l-ketebe ve Reúidüddin Vatvât’ın mecmûalarıyla karúılaútırmıútır.35 Bu mecmûa, Ahkâm-ı Selâtîn-ı Mâzî adıyla da bilinmektedir. Mecmûada yer alan ve Reúidüddin Vatvât’ın kaleminden çıkan Hârizmúâhlar’a ait belgelerin bir ço÷u ‘Arâisü’l-havâtır’da da mevcuttur. Köymen tarafından bunların hepsi incelenmiú ve bir cetvel halinde gösterilmiútir.36 Biz Leningrad Münúeât Mecmûasını görmedik. Do÷rudan ‘Arâisü’l-havâtır’ı kullandık. Bir örnek olarak belirtmeliyiz ki; Leningrad Münúeât Mecmûasında bulunan ve Reúidüddin’in kaleminden çıkan Köymen tarafından 17-21, 36-58 numaraları arasında gösterilen mektuplar ve hatta 59-61 arasında mevcut olan rik’alar Arâisü’l-Havâtır’da da yer almaktadır.37 Ayrıca Horst tarafından da kullanılan Leningrad Münúeât Mecmûası’ndaki belgeler yazar tarafından kitabının ekler bölümünde Almanca tercümeleri ile gösterilmiútir.38 Biz buradan da faydalandık. 7. ‘Atebetü’l-ketebe 34 Ba÷dâdî, age., s.75-78. Köymen, agm. 36 Köymen, agm., s.556-612 37 Köymen, agm., s.570. 38 Heribert Horst, Die Staatsverwaltung Der Grossel÷uqen Und Horazmsahs (1038-1231), Wiasbaden 1964, Belgeler, A1, s.99; B1, s.101. 35 xvi Selçuklu Sultanı Sencer’in Dîvân-ı ønúâ reisi olan Müeyyidü’d-devle Müntecibüddin Bedî’ye ait olan münúeât mecmûasıdır. Son dönem Selçuklu teúkilâtına dair önemli belgeleri ihtiva etmektedir. Biz bu münúeat mecmûasından Hârizmúâh Kutbeddin Muhammed b. Anuútegin’in o÷lu olan Ebu’l-Feth Yûsuf’un (öl.551?/1156?) Selçuklu ordusunda görev aldı÷ını gösteren bir belge dolayısıyla istifade ettik. Mecmûa yayınlanmıútır.39 Bu neúirde indeks yoktur. Köymen eserin indeksini hazırlayarak burada belirtti÷imiz makalesinin sonuna eklemiútir.40 Hârizmúâhlar devlet teúkilâtını, ekonomik ve kültürel hayatını inceleyebilmemize imkân sa÷layan münúeât mecmûalarında bulunan belgeler sayesinde özellikle teúkilâta dair birçok noktayı aydınlatabilmekteyiz. Memuriyetlerin görev ve yetkileri, maaúları, denetimleri, tayinleri gibi noktaları bu belgeler yardımıyla büyük ölçüde ortaya koyabilmekteyiz. Ekonomiye dair birçok ipucunu da gene belgeler yardımıyla elde edebildik. Ayrıca belgeler úüphesizdir ki, üslûp ve usûl açısından dil ve edebiyat sahasında bir ustanın kaleminden çıktıklarını ispatlamaktadırlar. Zaten devrin úöhretli münúîleri aynı zamanda usta birer edip ve úairdirler. Münúeât mecmûalarındaki belgeler, örne÷in Reúidüddin Vatvât’a ait olanlar bilindi÷i gibi orijinal de÷ildir. Günümüze ulaúan bu belgeler, Reúidüddin’e ait örneklerin kopyalarıdır. Teúkilâta ait belgeler bugünkü matbu formlar gibi kopyalanarak sonraki devirlere ulaútı÷ı için tarihçiler tarafından birinci elden kaynak olarak kullanılmaktadır. Münúeât mecmuâlarında bulunan belgelerin Hârizmúâhlar Devlet teúkilâtını tamamen ortaya koydu÷unu söyleyemeyiz. Dolayısıyla belgelerde mevcut olmayan teúkilâta dair unsurların Hârizmúâhlar’da var olmadı÷ı sonucu kesinlikle çıkarılamaz. Çalıúmamızda münúeât mecmûalarında mevcut olan belgelerle bize ulaúan bilgileri di÷er kaynaklarla örneklendirmeye gayret ettik. Bu noktada vekayinâmeler mecmûaları tamamlar mahiyettedir. Belgeler bize, makamların idareye dair ifade 39 Müeyyidü’d-devle Müntecibüddin Bedi’ Atabeg el-Cüveynî, ‘Atebetü’l-ketebe, Mecmû‘a-i Mürâselât-i Dîvân-ı Sultan Sencer, Núr: Muhammed Kazvînî- Abbas økbal, Tahran 1329ú. 40 Köymen, agm., s.635-648. xvii etti÷i veya ifade etmesi gereken anlamı gösterirken vekayinâmeler, uygulamayı ortaya koymaktadır. Bu iki tür kayna÷ın birlikte kullanılması gerekti÷i çok açıktır. Örne÷in vekayinâmelerde teúkilâta ait bilgi fazla de÷ildir. Çünkü bu kaynaklar olayları anlatma amacıyla kaleme alınmıútır. Bu nedenle de asıl anlatılan olayın içinde yer almıú, örne÷in, bir devlet memurunu unvânıyla zikrederler. Ancak unvanın içeri÷inden bahsetmezler. Memuriyet adı ço÷unlukla bir sıfat olarak kullanılmıútır. Bu nedenle de ço÷u zaman varlı÷ını tespit edebildi÷imiz görevlerin içeriklerini veya sınırlarını, ast-üst iliúkisini vekayinâmelere dayanarak tam olarak ortaya koyamayız. Aslında makamın varlı÷ını tespit açısından dahi kaynaklarımıza çok úey borçlu oldu÷umuzu belirtmeliyiz. B. VEKAYøNÂMELER Hârizmúâhlar Devleti’nin teúkilât, ekonomik ve kültürel hayatı hakkında bilgiler veren birçok vekayinâme vardır. Biz çalıúmamızda kullandı÷ımız vekayinâmeleri kronolojik olarak de÷il de konumuz açısından önem derecelerini dikkate alarak zikretmeyi uygun bulduk. Bunlardan, Nesevî41 ve Cüveynî’ye42 ait olan iki eser bizim için çok kıymetlidir. Muhammed b. Ahmed b. Ali b. Muhammed en-Nesevî, Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın ønúâ Dîvânı’nın baúındaydı. Nesâ úehrinden varlıklı bir aileye mensup olan Nesevî, Sultanın hizmetine girdikten sonra onun bütün seferlerinde yanında yer almıú, Nesâ vezâretine tayin edildi÷inde de burayı bir nâible idare ederek kendisi Sultanın yanından ayrılmamıútı. Sultan Celâleddin’in ölümünden az evvel Âmid önlerinde Mo÷ol hücumuna u÷rayana kadar da Sultanın yanında bulundu. Zaten kısa bir süre sonra da Sultanın ölüm haberi gelmiúti.43 Nesevî’nin eseri Mo÷ollar’ın zikri ile baúlamaktadır ve ilk kısımda Cengiz Han hakkında bilgiler de verilmektedir. Nesevî, Sultan Alâeddin Muhammed’in 1217 tarihinde Irak’a düzenledi÷i seferi anlatarak Hârizmúâhlar hakkında bilgi vermeye baúlamaktadır.44 Nesevî’nin kitabı esas olarak Sultan Celâleddin ùihabüddin Muhammed en-Nesevî, Sîret-i Celâleddin Mingburnî, Núr: Mücteba Minovi, Tahran1344hú. 42 Cüveynî, age. 43 C. Brockelmann, “Nesevî”, ø.A., C:IX, s.200-201 44 Nesevî, age., s.19-33. 41 xviii Hârizmúâh’ın hayatını anlatmak için yazılmıútır. Buraya gelinceye kadar anlattıkları içinde Sultan Alâeddin Muhammed devrine ait kıymetli bilgiler vardır. Mo÷ollar’ın Hârizmúâhlar Devleti üzerine harekete geçmeleri, Sultanın onların önünden kaçıúı ve ölümü, Terken Hatun’un gücü bu cümledendir. Sultanın ölümünün ardından úehzâdelerin akıbeti ve Celâleddin Hârizmúâh’ın Hindistan’a gidiúi etraflıca anlatılmaktadır. Sultanın dönüúü ve idareyi ele alıúından itibaren olaylar Sultan merkezinden anlatılmaya baúlamaktadır. Sultan Celâleddin’in bütün savaúları, çevredeki hükümdarlar ile iliúkileri, idarecilik yönü ve hatta özel hayatına dair bilgiler bile Nesevî’nin eserinde yer almaktadır. Öyle ki ço÷u kez duygulara da yer verilmiú Sultanın üzüntüleri ve çekti÷i sıkıntılar dile getirilmiútir. Nesevî, Sultanın hizmetinde iken sadece devletin yazıúmalarını yapmamıútır. Sultana tercümanlık yaptı÷ı45 gibi elçilik ile de görevlendirilmiútir.46 Nesevî eserini Sultan Celâleddin’in ölümünden (1231) on yıl sonra Arapça olarak kaleme almıú ve bu yüzyılda Farsça’ya tercüme edilmiútir. O, kitabının baúında “úahidi oldu÷u veya úahitlerden dinledi÷i olayları” yazaca÷ını kaydederek47 eserinin çerçevesini belirlemiútir. Olayları anlatırken ço÷u kez kendi yorumlarına da yer vermiútir. Örne÷in dîvân sahiplerinin görevlerini yerine getirirken siyasetle meúgul olmamaları gerekti÷ini belirtmesi gibi.48 Biz çalıúmamızın bütün bölümlerinde Nesevî’nin eserinden faydalandık. Hârizmúâhlar Devleti’nin son dönemlerinde teúkilât ve ekonomik durum gibi hemen her sahada birçok bilgi eserde mevcuttur. Konumuzu incelerken süreklili÷i takip edebilmek için de bu eserin muhtevası bizim için çok yararlı olmuútur. Eserin Arapça49 ve Farsça50 neúirleri vardır. Ayrıca Fransızca’ya51 da tercüme edilmiútir. Eser Fransızca tercümesinden dilimize çevrilmiúse de tenkide maruz kalmıútır.52 45 Nesevî, age., s.157. Nesevî, age., s.229 vd. 47 Nesevî, age., s.5. 48 Nesevî, age., s.205. 49 Muhammed en-Nesevî, Sîretü’s-Sultan Celâleddin Mengübirtî, Ed: O. Houdas, Paris 1891; Ayrıca Arapça metin Hafız Ahmed Hamdi tarafından 1953’te Kahire’de yayımlanmıútır. 50 Muhammed en-Nesevî, Sîret-i Celâleddin Mingburnî, Tahran 1334hú, Núr: Mücteba Minovî; Bu neúrin çeúitli baskıları vardır. Biz 1344hú. yılında yayımlananı kullandık. Ayrıca eserin Farsça 46 xix Biz Farsça metni esas aldık ve Arapça olan ile karúılaútırarak kullanmaya gayret ettik. Yalnızca Arapça metinde olan bilgileri kullanırken buradan aldı÷ımızı mutlaka belirttik ve “Nesevî, Arapça” úeklinde gösterdik. Her ikisinde de aynı olanları ise ayrı ayrı göstermedik. Bunları Farsça metni esas aldı÷ımız için “Nesevî, Farsça” diye vermeyi yeterli bulduk. Cüveynî’nin Târîh-i Cihângüúâ adlı eseri de Hârizmúâhlar devri için çok kıymetli bir kaynaktır. Alâeddin Atâ Melik Cüveynî 623 (1226) yılında do÷muú ve daha ilk gençli÷inde Mo÷ollar’ın øran’daki idarecisi Emîr Argun’un dîvânında çalıúmaya baúlamıútı.53 Emîr Argun, Mo÷ol baúkenti Karakurum’a icraatını anlatmak üzere giderken beraberinde Cüveynî de vardı. O, on yıl boyunca Maveraünnehir, Türkistan ve Çin’e yolculuklar yaptı.54 Cüveynî, devrin birçok olayına úahit olmuútu. Örne÷in øsmailîler’in Hülagû Han tarafından ortadan kaldırılması sırasında ve 1257’de Ba÷dat üzerine hareketinde onun yanındaydı. Nitekim o, Ba÷dat Mo÷ollar’ın eline geçince úehrin idaresi ile görevlendirildi.55 Cüveynî, 1283 tarihinde Mugan’da öldü ve Tebriz’de defnedildi.56 Târîh-i Cihângüúâ üç cilttir. ølk ciltte önsöz ve Mo÷ollar hakkında ayrıntılı bilgiler vardır. Onların eski âdetleri, Cengiz Han’ın ölümüne kadar ki faaliyetleri bu ciltte anlatılmaktadır. økinci ciltte Hârizmúâhlar tarihi geniú olarak yer almaktadır. Cüveynî bu cildi baúka kaynaklardan da istifade ederek hazırlamıú ve burada özellikle Karahıtaylar hakkında baúka kaynaklarda olmayan bilgiler vermiútir.57 Üçüncü cilt ise Mengü Han’ın tahta çıkıúından itibaren Mo÷ollar’ın Hülagû devrindeki faaliyetlerini ihtiva etmektedir. tercümesi Muhammed Ali Nâsıh b. Muhammed Sadık tarafından da 1334ú. yılında Tahran’da yayımlanmıútır. 51 Muhammed en-Nesevî, Histoire Du Sultan Djelal Ed-Din Mankobirti Prince Du Kharezm, Traduit de l’Arabe, Ed: O. Houdas, Paris 1895. 52 Necip Asım, Celâlüttin Harezemúah, østanbul 1934. 53 Cüveynî, age., s.14. Cüveynî’nin hayatı ve eseri hakkında Öztürk, çevirinin Giriú kısmında, Mirza Muhammed Kazvinî’nin Giriúini de ilave ederek ayrıntılı bilgi vermiútir. Bkz., age., s.1-61; Ayrıca; Fuad Köprülü, “Cüveynî”, ø.A, C:III., s.249-255; Orhan Bilgin, “Cüveynî”, DøA, C:VIII, s.140-141. 54 Cüveynî, age., s.15-17. 55 Cüveynî, age., s.18-21. 56 Cüveynî, age., s.42-43. 57 Cüveynî, age., Öztürk’ün önsözü, s.XIII. xx Cüveynî’nin eserinde Mo÷ollar, Hârizmúâhlar ve øsmailîler hakkında kıymetli bilgiler vardır. Cihângüúâ’ya haklı úöhretini kazandıran âmil ise úüphesiz Cüveynî’nin seyahatleri ve faydalandı÷ı kitaplardan ileri gelmektedir. Bilindi÷i gibi o, øsmailîler’in Alamut’taki kütüphânelerindeki kitapları da görmüútü. Cihângüúâ yazıldı÷ı ça÷dan itibaren birçok tarihçinin güvenilir olarak kabul etti÷i ve kullandı÷ı bir kaynak olmuútur ve ondan birçok nakiller yapılmıútır. Örne÷in, Abdullah b. Fazlullah eú-ùirâzî’nin Târîh-i Vassâf’ı 1257 tarihine kadar Cihângüúâ’nın özetidir. 1257 Cihangüúa’nın son buldu÷u tarihtir. Bundan sonra 1328’e kadar olan olaylar ise Târîh-i Vassâf’ta anlatılmaktadır ve Cihângüúâ’nın zeylidir.58 Çalıúmamızın her bölümü için bilgiler buldu÷umuz birinci elden kaynaklarımız arasında øbnü’l-Esîr’in el-Kâmil fi’t-târîh59 adlı eseri de önemli bir yer tutar. øbnü’l-Esîr, 555 (1160) yılında Cizre’de do÷du ve çok iyi bir e÷itim aldı. Babası, çocuklarının e÷itimi için büyük gayret sarfetti ve bu amaç için devrin ilim merkezlerinden biri olan Musul’a yerleúti (1183). øbnü’l-Esîr burada devrin önemli âlimlerinin derslerine devam etti. O, Musul’da bulundu÷u sırada Atabeg’in elçisi olarak Ba÷dat, Dımaúk, Haleb ve Kudüs’e gitti. Kudüs’ün 1188 yılında fethinden sonra Selâhaddin-i Eyyubî ili görüútü. Ayrıca Antakya Prinkepsli÷i üzerine düzenlenen bir sefere “tarihçi” sıfatıyla katıldı. Daha sonra Musul’a döndü ve kalan ömrünü Musul Atabeg’i Bedreddin Lülü’nün himayesinde geçirdi. Tarihçili÷in yanı sıra hadis, edebiyat ve siyer gibi sahalarda da üstâd sayılan øbnü’l-Esîr 631 (1233) tarihinde Musul’da öldü. øbnü’l-Esîr, haberleri tahlil ve de÷erlendirmeye tâbî tutarak eserine aldı÷ı ve güvenilir kaynaklara baúvurdu÷u için el-Kâmil fi’t-târîh, güvenilirli÷i ile úöhrete ulaútı÷ı gibi sonraki dönem müellifleri için de kaynak teúkil etmiútir. Nesevî onun için, “olayları anlatırken do÷ru olmayan hiçbir úeyi anlatmamıú, do÷ruluk dairesinin dıúına çıkmamıútır”60 demektedir. Konumuz için eserden birçok bilgi ve örne÷i çalıúmamızda kullandık. Ayrıca eserde, Mo÷ollar’ın batıya seferinin anlatıldı÷ı 58 Cüveynî, age., s.55-56. øbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh, Núr: J. C. Tornberg, Beyrut 1979, Çev: Abdülkerim Özaydın, C: X-XII. 60 Nesevî, Farsça, s.4. 59 xxi kısımlar, verdi÷i bilgilerin yanı sıra müellifin his ve fikirlerini de içerdi÷i için özellikle dikkat çekicidir. Eseri çalıúmamızda el-Kâmil úeklinde kısaltarak gösterdik. Yukarıda Cüveynî’nin eserinden birçok müellifin istifade etti÷ini belirtmiútik. Cihângüúâ’dan faydalanarak hazırlanan bir di÷er eser de Reúidüddin Fazlullah’ın Câmi‘u’t-tevârîh’idir. Bu eserin yazılıú tarihi 1310-11’dir. Câmi‘u’ttevârîh’te Mo÷ollar, Hârizmúâhlar, øsmailîler, Cengiz Han’ın Hârizmúâhlar ülkesini zaptı ve Ögedey Kaan’ın faaliyetlerine dair bilgiler Cüveynî’nin eserinden alınmıútır.61 Câmi‘u’t-tevârîh’in bazı bölümleri Farsça ve bazı bölümleri de Mo÷olca olarak kaleme alınmıú daha sonra kısmen Arapça’ya tercüme edilmiútir.62 Eser iki versiyon halinde hazırlanmıútır. 1306-1307’ de tamamlanan ilk versiyonu üç cilt, 1310 yılında tamamlanan ikinci versiyonu ise dört cilttir. Bunun nedeni müellifin eserini Gazan Han’a ithaf etmek amacıyla yazmaya baúlaması ve eser tamamlanmadan önce onun ölümü (1304) üzerine Olcaytu’ya sunmayı düúündüyse de bunun kabul görmeyerek Olcaytu’nun kendisi için ayrı bir eser hazırlamasını istemesidir. Bunun üzerine birinci cildi Gazan Han’a ithaf edilen eserin ikinci cildi Olcaytu’nun emriyle yazılan kısımdır.63 østanbul kütüphânelerinde yazmaları da bulunan eserin de÷iúik bölümleri de÷iúik tarihlerde yayınlanmıútır.64 Biz Cami‘u’t-Tevârîh65’ten de geniú ölçüde faydalandık. Ayrıca Câmi‘u’ttevârîh’te bulunan konumuz ile ilgili minyatürleri de Ekler bölümüne aldık.66 61 Cüveynî, age., s.56. Ramazan ùeúen, Câmiu’t-tevârih”, DøA, C:VII, s.132. 63 ùeúen, agmd., s.132. 64 Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi, Revan Köúkü Nr:1518; Süleymaniye Kütüphânesi, Ayasofya Nr:3034. Câmi‘u’t-tevârîh’in yayınlanan bölümleri Ramazan ùeúen, “Câmiu’t-tevârih”, DøA, C:VII, s.133’te hangi bölümlerin nerede ve kim tarafından yayınlandı÷ı açıklanarak gösterilmiútir. Biz burada gösterilen neúirlere ansiklopedi cildinin neúrinden sonraki bir tarihte yayınlanan Câmi‘u’ttevârîh çevirisini eklemek istiyoruz. Rashiduddin Fazlullah, Jami’u’t-Tawarikh: Compendium of Chronicles A History of The Mongols, Çev: W. M. Thackson, Ed: ùinasi Tekin- Gönül Alpay Tekin, Harvard C:I 1998, C:II-III 1999. 65 Reúidüddin Fazlullah, Câmi‘u’t-tevârîh, Núr. Behmen Kerimî, y.y., 1362hú. 66 Câmi‘u’t-tevârîh minyatürlerinin özellikleri için bkz., Filiz Ça÷man, Zeren Tanındı, Topkapı Sarayı Müzesi øslâm Minyatürleri, østanbul 1979, s.12-15. Câmiu’t-tevârih minyatürleri ve çalıútı÷ımız dönem minyatür sanatı için ayrıca bkz. Güner ønal, “Some Miniatures of the Jami‘ alTavârîkh in østanbul, Topkapı Museum, Hazine Library No:1654”, Art Orientalis, C:V, 1963, s.163175; aynı müellif, Türk Minyatür Sanatı: Baúlangıcından Osmanlılar’a Kadar, Ankara 1995, 62 xxii Aslında bu minyatürler inceledi÷imiz dönemden bir asır sonra yapılmıútır. Ancak gene de o dönem hakkında bize fikir vermektedirler. Örne÷in Mo÷ollar’ın Hârizm úehirlerini ele geçirmesini tasvir eden minyatürleri askerî teúkilatı incelerken, kullanılan silahları ve savunma halini gösterdikleri için kullandık. Cihângüúâ’dan faydalanan daha birçok tarihçi vardır. Ebu’l-Ferec (öl.1286)67, Kazvînî (öl.1350)68, Mîrhând (öl.1498)69 bunlar arasındadır. Son iki tarihçinin eseri ikinci elden kaynaktır. Târîh-i Güzîde’nin dördüncü bölümü øslâm devrinde øran’da hüküm süren hanedanlara ayrılmıútır ve yedinci fasıl da Hârizmúâhlar tarihi anlatılmaktadır. Hârizm hükümdarları sırasıyla ele alınmıú ve anlatım birçok úiirle desteklenmiútir. Çalıúmamızda ayrıca ømâdüddin el-Isfahanî (öl.1201)’nin Zübdetü’n-Nusra adıyla Bündâri tarafından ihtisar edilen eserinden70, Ravendî’nin Râhatü’sSudûr’undan71 da faydalandık. Râvendî 1202 tarihinde eserini Türkiye Selçuklu Sultanı I. Gıyâseddin Keyhüsrev (1205-1211) adına yazmıútı. Biz bu eserin Sultan Alâeddin Tekiú devrine ait verdi÷i bilgileri kullandı÷ımız gibi eserden kültürel hayat bölümümüzde de faydalandık. Ravendî, Sultan Tekiú tarafından Irak’ın ele geçiriliúini anlatırken fazlasıyla Hârizmúâhlar’ı suçlamaktadır. Ayrıca 1225’ten sonra yazılan ve Hüseynî’ye nisbet edilen Ahbârü’ddevleti’s-Selcukiyye72, øbn Vâsıl’ın Müferricü’l-kürûb’u73 ve Sıbt øbnül Cevzî’nin Mir’atü’z-zaman’ı74 kullandı÷ımız kaynaklar arasındadır. Mo÷ollar’ın Gizli Tarihi75’i ise 1240’larda yazılmıú olmasına ra÷men beklenenin aksine Mo÷ollar’ın Hârizm ülkelerini ele geçirmelerine dair çok az bilgi s.118; Ernst Küknel, Do÷u øslâm Memleketlerinde Minyatür, Çev: S. Kemal Yetkin-Melahat Özgü, Ankara 1952, s.6. 67 Gregory Abû’l-Farac (Bar Hebraeus), Abû’l-Farac Tarihi, Çev: Ömer Rıza Do÷rul, Ankara 1987, IIc.; aynı yazar, Tarih-i Muhtasarüddüvel, Çev: ùerafettin Yaltkaya, østanbul 1941. 68 Hamdullah Müstevfî Kazvinî, Târîh-i Güzîde, Ed: Edward G. Browne, Leyden-London 1910. 69 Mîr Muhammed b. Seyyid Burhâneddîn Hâvendúah Mîrhând, Ravzatüs-safâ, Tahran 1339, IVc. 70 Bündarî, Irak ve Horasan Selçukluları, Çev: Kıvameddin Burslan, Ankara 1999. 71 Muhammed b. Ali b. Süleyman er-Râvendî, Râhatu’s-Sudûr ve Âyetü’s-Surûr (Gönüllerin Rahatı ve Sevinç Alâmeti), Çev: Ahmed Ateú, I.c. Ankara 1957, II.c., Ankara 1960. 72 Sadrüddin Ebu’l-Hasan Ali øbn Nâsır el-Hüseynî, Ahbârü’d-Devleti’s-Selcukiye, Çev: Necati Lugal, Ankara 1999. 73 øbn Vâsıl, Müferricü’l-kürûb fî ahbâr-ı mülûk-i benî Eyyûb, Núr: Hasaneyn Muhammed Rabî‘, IVc., Kahire 1177. 74 Sıbt øbnü’l-Cevzî, Mir’âtü’z-zamân fî târihi’l-a‘yân, VIII. Cüz, II. Kısım, Haydarabad 1952. xxiii verir. Biz bu kaynaktan daha çok Mo÷ollar ile karúılaútırma yapma noktasında faydalandık. økinci elden vakayinâmelerin bir kısmını Cüveynî’den faydalananlar arasında göstermiútik. Bunlara ilave olarak Muhammed b. Ebu Bekr ùebankâreî’nin 1335’te te’lif etti÷i Mecmâ‘u’l-ensâb’ını76 ve Hândmîr’in (öl.1535)77 eserini çalıúmamızda kullandık. Ayrıca inceledi÷imiz birinci ve ikinci elden vekayinâmeler arasında úehir ve bölge tarihleri de vardır. Bunlardan biri Efdalüddin Kirmânî’nin 1209’da te’lif etti÷i Bedâyi‘u’l-Ezmân’ıdır.78 Daha sonra bu eserin zeyli olarak kaleme aldı÷ı, 12051215 yılları olaylarını içeren el-Muzâf’ta79 Hârizmúâhlar’a ait daha fazla bilgi vardır. Çalıúmamızda Târîh-i Sistân’ı80, Târîh-i Taberistan’ı81 ve Târîh-i Taberistân Rûyân u Mâzenderân82 adlı eserleri de kullandık. C. SEYAHATNÂMELER Biz çalıúmamızda seyahatnâmelerden en fazla Hârizmúâhlar ülkesinin ticarî önemini açıklamaya çalıúırken ve úehirlerin kültürel hayatına dair verdikleri bilgiler noktasından faydalandık. Esasen bir co÷rafya ansiklopedisi olan Yâkût el-Hamevî (1179-1229)’nin Mu‘cemü’l-büldân83 adlı eseri müellifin kendi gözlemlerine de yer vermesi açısından önemlidir. Bilindi÷i gibi Yâkut el-Hamevî, Mo÷ollar 75 Manghol-un Niuça Tobça’an (Yüan-Ch’ao Pi-shi) Mo÷ollar’ın Gizli Tarihi, Çev: Ahmet Temir, Ankara 1995. 76 Muhammed b. Ali b. Muhammed ùebânkâraî, Mecmâ‘û’l-Ensâb, Tahran 1343. 77 Gıyaseddin b.Hümâmeddin el-Hüseynî Hândmîr, Habîbü’s-siyer fî Ahbâr-i Efrâd-i Beúer, Tahran 1333, IIc. 78 Efdalüddin Ebu Hâmid Ahmed b. Hâmid Kirmânî, Bedâyi‘u’l-Ezmân fî Vakayi‘-i Kirmân, Núr: Mehdî Beyânî, Tahran 1326ú. 79 Efdalüddin Ahmed b. Hâmid Kirmânî, el-Muzâf ilâ Bedayi‘i’l-Ezmân fî Vakayi‘-i Kirmân, Núr: Abbas økbal, Tahran 1331ú. Aynı müellifin 1188’de te’lif etti÷i ‘Ikdu’l-‘Ulâ li-Mevkıfi’l-Alâ, Tahran 1211 adlı eserinde ise konumuzla ilgili fazla bilgi yoktur. 80 Târîh-i Sistân, Núr: Melikü’ú-ùu’arâ Bahâr, Tahran 1314ú.; øngilizce trc., Milton Gold, The Tarikh-e Sistan, Roma 1976. 81 Bahâeddin Muhammed b. Hasan b. øsfendiyâr, Târîh-i Taberistân, Núr: Abbas økbal, Tahran 1320ú., IIc. 82 Zarîrüddin Mar’aúî, Târîh-i Taberistân u Rûyân u Mâzenderân, Núr: Muhammed Hüseyin Tesbihî, t.y. 83 ùihabüddin Ebû Abdullah Yâkut er-Rûmî el-Hamevî, Mu‘cemü’l-büldân, Beyrut 1979, Vc. xxiv Hârizmúahlar ülkesine saldırmadan az önce bölgeden ayrılmıútı. Merv’deki kütüphaneler hakkında verdi÷i bilgiler bizim için son derece önemli olmuútur. Mo÷ollar’ın batıya harekâtlarında Cengiz Han’ın yanında bulunan Çinli seyyah Yehlü Ch’uts’ai’nin kısa da olsa Gürgenç hakkında bilgi vermektedir. Semerkant hakkında yazılmıú bir úiir de yer almaktadır. ùiirde úehrin güzelli÷ine ve ziraî zenginli÷ine atıf yapılmaktadır.84 Çalıúmamızda ayrıca øbn Battûta’nın Seyahatnâme’sini de kullandık.85 D. EDEBÎ ESERLER Reúîdüddin Vatvât’tan yukarıda bahsederken ona ait münúeât mecmûalarının edebî yönüne iúaret etmiútik. Onun eserleri sadece münúeat mecmualarından ibaret de÷ildir. Biz kültürel hayat bahsinde bunlara temas ettik. Ayrıca vekayinâmeler arasında gösterdi÷imiz Rahatü’s-südur ,Cihangüúa ve Ravzatü’s-safa gibi eserler de tarihî önemi olan úiirleri içermektedirler. Biz yeri geldikçe bunlara vurgu yaptık. Devrin edebî hareketlerini anlatan edip ve úairleri tanıtan en önemli eser úüphesiz Avfî’nin Lübabü’l-elbâb’ıdır.86 Menâkıbnâme türünde bir eser olmasına ra÷men edebî yönü ile de ön plana çıkan Ahmed Eflakî’nin eserini87 de buraya ilave edebiliriz. Biz eserden devrin ilim hayatını, fikir hareketlerini ve dinî hayatını incelerken faydalandık. Ayrıca Kazvînî’nin Zafernâme88 adlı hacimli eseri de edebî tür içerisindedir. E. MESKÛKÂT, KøTÂBE VE MøMARÎ ESERLER Hârizmúâhlar devrinden günümüze ulaúmıú sikkeleri çalıúmamızda kullandık. Bunların bir kısmını da Ekler kısmında gösterdik. Sikkelerden hükümdarların unvan ve lâkaplarını tayin ederken faydalandık. Hâkimiyet sembollerinden biri olarak sikkeyi de÷erlendirirken de bu örnekler bize çok faydalı 84 W. Eberhart, “Türkistan Seyahatnâmesi”, Belleten, C:VIII, sa.29, Ankara 1944, s.137-142. Ebu Abdullah ùemseddin Muhammed b. Abdullah øbn Battûta, øbn Battûta Seyahatnâmesi, Çev: A. Sait Aykut, østanbul 2005. 86 Muhammed Avfî, Lübâbü’l-elbâb, C:I, s.80. Núr: E.G. Browne Persian Historical Texts, Vol., IV, London-Leide 1906 Önsöz ve notlar: Mirza Muhammed Kazvinî, C:II, Núr: E.G. Browne, Persian Historical Texts, Vol.II, London-Leide 1903; Fuad Köprülü, “Avfî”, ø.A., C:II, s.21-23. 87 Ahmet Eflaki, Âriflerin Menkıbeleri, Çev: Tahsin Yazıcı, østanbul 2001. 88 Kazvînî, Zafernâme, Türk-øslâm Eserleri Müzesi, Nr:2042. 85 xxv olmuútur. Örne÷in Toganúâh b. Müeyyed’in Hârizmúâhlar’a tâbîiyyeti, bastırdı÷ı sikke ile de ispat edilmektedir.89 Ayrıca devrin en ilginç sikkesi bizce Cengiz Han’ın, Halife Nâsır-Lidînillâh adına kestirdi÷i sikkedir.90 Çok derin anlamları oldu÷una úüphe olmayan bu sikke günümüze ulaúmıútır. Biz Ekler bölümünde buna da yer verdik. Halife Nâsır-Lidînillâh’ın Cengiz Han’ı, Harizmúâhlar ülkesi üzerine harekete teúvik etti÷i iddiaları her ne kadar kesin olarak ispat edilmemiúse de bu iddialara temel olan mektupların haricinde Halife adına sikke darp eden Cengiz Han’ın siyasî dehası her halde bu sikke ile kanıtlanıyor. Hârizmúâhlar devrinden günümüze Mo÷ol tahribatı nedeniyle çok az mimarî eser kalmıútır. Bunlardan Sultan Alâeddin Muhammed tarafından yaptırılan Dihistan Cuma Camii’nin foto÷raflarını hem mimarî bir örnek olarak Ekler bölümümüze aldık hem de kitabesinden faydalandık.91 Ayrıca Hârizmúâhlar ülkesinde bulunan günümüze ulaúmıú di÷er mimarî eserleri de Ekler bölümünde göstermeyi uygun bulduk. Bunların ço÷u Hârizmúâhlar tarafından inúa edilmiú de÷ildir. Ancak onlar tarafından kullanılmıú ve gerekti÷inde de tamir edilmiútir. Kale surları, kervansaraylar gibi örnekler konumuz için önemli oldu÷u için bunlara yer verdik. Çalıútı÷ımız döneme ait günümüze ulaúan ve bölgede kullanılmıú oldu÷u tespit edilen eúyalardan örneklerin de bir fikir verece÷ini düúünerek Ekler bölümünde bunları da gösterdik.92 Çalıúmamızda faydalandı÷ımız birçok araútırma eseri de vardır. Barthold’un eseri bunlardan biridir93. Ayrıca bilindi÷i gibi Hârizmúâhlar Devleti’nin siyasî tarihi Sultan Celâleddin’e kadar øbrahim Kafeso÷lu tarafından yazılmıútır.94 Sultan Celâleddin devrini de Aydın Taneri kaleme almıútır.95 Ziya Bünyadov’un eseri96 ile 89 Catalogue Of Oriental Coins In The British Museum, C:III, London 1877, s.117. Additions To The Oriental Collection, Ed: Reginald Stuart Poole, LL. D, London 1890, C:II, s.PL. XXVII. 91 Dihistan Cuma Camii’ni ait foto÷rafları, Yüksel Sayan’ın, Türkmenistan’daki Mimari Eserler (XI-XVI. Yüzyıl), Ankara 1999 adlı eserinden aldık. 92 Foto÷rafları úu kitaptan aldık: Yüksel Sayan, age.; Robert Hillenbrand, øslamic Art and Architecture, London 1999; Çev: Çi÷dem Kafescio÷lu, øslam Sanatı Ve Mimarlı÷ı, østanbul 2005. 93 V. V. Barthold, Mo÷ol østilâsına Kadar Türkistan, Haz: Hakkı Dursun Yıldız, Ankara 1990. 94 øbrahim Kafeso÷lu, Harezmúahlar Devleti Tarihi (485-618/1092-1221), Ankara 1992. 95 Aydın Taneri, Celâlü’d-dîn Hârizmúâh Ve Zamanı, Ankara 1977. 96 Ziya Bünyadov, Gosudarstvo Horezimúahov-Anuúteginidov 1097-1231, Moskova 1986.Kitabın özensiz bir Türkçe tercümesi yayınlanmıútır. Hârezmúâhlı÷ı ve Enuútekinler Devleti, Çev: Tural Rızayev, østanbul 2003. øyi niyetle yayımlanmıú olsa da çeviri hem kötü hem de hatalarla doludur. 90 xxvi Ghulam Rabbani Aziz97’in kitabını da çalıúmamızda kullandık. Ayrıca Nafi‘ Tevfik el-Ubûd,98 Abbas Perviz99 ve Afâf Seyyid Sabra100’nın Hârizmúâhlar’a dair çalıúmalarını da inceledik. Teúkilât açısından Horst’un kitabı101 çok önemlidir. Horst, Hârizmúâhlar teúkilatını Selçuklu teúkilâtı ile birlikte ve yalnızca belgelere dayanarak kaleme almıútır. Kullandı÷ı belgelerin Almanca tercümelerini eserinin sonunda vermesi çalıúmanın kıymetini artırmaktadır. Biz de hem eserden hem de Almanca tercümeleri verilen belgelerden faydalandık. Ayrıca bu kitap Mehmet Altay Köymen tarafından geniú bir úekilde incelenerek tanıtılmıú ve de÷erlendirilmiútir.102 Fuad Köprülü’nün øslam Ansiklopedisi’ndeki “Hârizmúâhlar” maddesi103 bizim için yol gösterici olmuútur. Gurlular Devleti tarihini siyasî, kültürel ve yönetim açısından inceleyen M. A. Ghafur’un çalıúması104 ile Abbâsi Halifesi Nâsır-Lidinillah dönemine dair Angelika Hartmann’ın kitabı105 da bizim için faydalı olmuútur. Ancak çeviride Bünyadov’un kitabının tarihçiler için büyük önem taúıyan dipnotları, bibliyografya ve indeksinin alınmamıú olması da büyük bir eksikliktir. 97 Ghulam Rabbani Aziz, A Short History of The Khwarazmshahs, Karaçi 1978. 98 Nâfi‘ Tevfik el-Ubûd, ed-Devletü’l-Hârizmiyye, Ba÷dat 1978. 99 Abbas Perviz, Tarih-i Selâcika ve Hârizmúâhân, Tahran 1351ú. 100 Afâf Seyyid Sabra, Tarihu’s-siyasî li’d-devleti’l-Hârizmiyye, Kahire 1987. 101 Heribert Horst, Die Staatsverwaltung Der Grossel÷uqen Und Horazmsahs (1038-1231), Wiesbaden 1964. 102 Mehmet Altay Köymen, “Selçuklu Devri Türk Tarihi Araútırmaları II, Selçuklu Devri Devlet Teúkilâtına Dair Yazılmıú Bir Eser Münasebetiyle”, TAD., C:II, sa.2-3, Ankara 1964, s.303-380. 103 Fuad Köprülü, “Hârizmúâhlar”, ø.A., C:V/I, s.265-296. 104 M. A. Ghafur, “The Gorids, History, Culture and Administration 549-612/1148-1215-16”, Hamburg 1960,Yayınlanmamıú Doktora Tezi 105 Angelika Hartmann, an-Nasir li-Din Allah (1180-1225) Politik, Religion, Kultur in der späten ‘AbbƗsidenzeit, Berlin-New York 1975. xxvii GøRøù Hârizm, Aral Gölü’nün güneyinde, Ceyhun Nehri’nin aúa÷ı mecrasında bulunan bölgedir.1 Bölgenin idarecileri daha eski devirlerdin itibaren “Hârizmúâh” unvanını kullanıyorlardı.2 Konumuz olan Anuútegino÷ulları’na gelinceye kadar “Hârizmúâh” unvânıyla bölgede üç hanedan hüküm sürmüútü. Bunlardan ilki Afrigo÷ulları (305-995)’dır. 912 tarihinde øslâm orduları bölgeyi ele geçirince idare gene Afrigo÷ulları’nda kalmıútı. Sâmânîler (819-1005) zamanında ise Vali Ebü’lAbbas Me’mûn b. Muhammed Afrigo÷ulları’nın son temsilcisini öldürüp “Hârizmúâh” unvanını aldı. Böylece bölgede Me’mûno÷ulları dönemi de baúlamıú oldu. Gazneli Sultan Mahmud’un 1017 tarihinde Hârizm’deki iç karıúıklı÷a müdahalesi sonucu bu hanedan mensupları esir alındı. Sultan Mahmud bölgeye, Hâcib Altuntaú’ı tayin etti (1017).Onun ölümünden (1032) sonra yerine geçen o÷lu Hârun döneminde Gazneliler ile iliúkiler bozulunca Sultan Mesud, sorunu çözmek üzere Emîr ùah Melik’i görevlendirdi. ùah Melik, Hârizm’e girdi ve bunun üzerine Altuntaú ailesinin son temsilcisi øsmâil de Selçuklular’a sı÷ındı. øki yıl sonra ise Tu÷rul ve Ça÷rı Beyler, ùah Melik’i Hârizm’den çıkararak bölgeye hakim oldular. Bundan sonra ara sıra karıúıklıklar çıktıysa da bölge Hârizmúâh Atsız’ın istiklâl mücadelesine kadar Selçuklu hâkimiyetinde kaldı.3 Konumuz olan Hârizmúâhlar hanedanının (1097-1231) atası, Anuútegin Garceî, Selçuklu sarayına Emîr Bilge Bey tarafından satın alınarak getirilen bir memlûktu. Anuútegin’in Türk oldu÷una úüphe yoktur. Ancak hangi boya mensup 1 Hârizm bölgesi ve tarihi önemi için bakınız; Abdülkerim Özaydın, “Hârizm”, DøA., C:XVI, s.217220; Zeki Velidi Togan, “Hârizm”ø.A., C:V/I, s.440; G. Le Strange, The Lands Of The Eastern Caliphate: Mesopotamia, Persia, and Central Asia from the Moslem conquest to the time of Timur; London 1966, s.446-459; C. E. Bosworth, “Khwarazm”, The Encyclopedia of Islam, New Edition, C:IV, Leiden 1978, s.1060-1065; Rhoads Murphey, “Khwarazm”, Encyclopedia of Asian History, C:II, New York, 1988, s.307; E.K. Rowsan, “Khwarazm”, Encyclopedia of Arabic Literature, C:II, London 1998, s.449-450. 2 W. Barthold, “Hârizmúâh”, ø.A., C:V/I, s.263-265; Bu unvanın konumuz olan Anuútegino÷ulları tarafından kullanılıúı için bkz., Richter-Bernburg Lutz, “Zur Titulatur Der Hwarezm-sahe Aus Der Dynastie Anustegins, Archeologische Mitteilungen aus Iran, C:IX, Berlin 1976, s.179-205. 3 Anuútegino÷ulları’ndan önceki “Hârizmúâhlar” için bkz., Ebü’l-Fazl Beyhakî, Tarih-i Beyhakî, C:II, Tahran 1376hú., s.1017-1037; Abbas Perviz, Tarih-i Selâcika ve Hârizmúâhân, Tahran 1351ú., s.59-97; Afâf Seyyid Sabra, Tarihu’s-siyasî li’d-devleti’l-Hârizmiyye, Kahire 1987;s.10-28; C. E. Bosworth, øslâm Devletleri Tarihi, Çev: Erdo÷an Merçil-Mehmed øpúirli, østanbul 1980, s.134-135; Özaydın, agmd., s.217-218. 1 oldu÷u tespit edilememiútir.4 Anuútegin’in saraydaki yükseliúi taútdârlık makamına ulaútı÷ında o, aynı zamanda Selçuklu Devleti’nin Hârizm valisi idi. Sultan Melikúah, Hârizm gelirlerinin tasarruf yetkisini Anuútegin’e vermiúti. Anuútegin Garceî, valilik görevine ra÷men Selçuklu sarayından ayrılmadı. Onun valili÷i sırasında Hârizm’in idaresi Ekinci (ølkinci) b. Koçkar’ın elindeydi. Anuútegin, kiúisel özellikleri sayesinde yükseldi÷i makamda hayatını sultanına sadakâtle noktalamıútı.5 Anuútegin’in ölümünden sonra Hârizm valili÷i o÷lu Kutbeddin Muhammed (1097-1128)’e verildi. Böylece Hârizmúâhlar hanedanı kurulmuú oldu.6 Selçuklu baúkenti Merv’de e÷itim görerek, iyi yetiúmiú bir idareci oldu÷unu valilik makamında da ispatlayan Kutbeddin Muhammed, düzenli olarak merkeze vergilerini gönderen sadık bir devlet adamıydı. Kutbeddin Muhammed’in ölümünden sonra (522/1128) da “Hârizm valili÷i” makamı o÷lu Atsız’a geçmek suretiyle Anuútegino÷ulları’nda kalmıú oldu.7 Hârizmúâh Atsız, her úeyden önce cesur bir askerdi. Bunu Selçuklu ordusunda görev alarak katıldı÷ı savaúlarda ispat etmiúti. Sultan Sencer katında da itibar sahibi olmasının asıl nedeni savaúlardaki baúarılarıydı. Ancak o aynı zamanda akıllı bir idareci ve uzak görüúlü bir siyaset adamıydı. Sultan Sencer’e isyan ederek ba÷ımsızlık hareketine giriúmesi ilk bakıúta askerî bir faaliyet olarak görünüyorsa da aslında tek baúına bu özelli÷in yeterli olamayaca÷ı açıktır. Hârizmúâh Atsız, devrin en büyük sultanına isyan edip, onun devletinden bir parça koparmaya çalıúan, bunun için de kendisine ve askerine güvenen bir kumandandı. Bunun yanında o, Selçuklu Devleti’nin akıbetini do÷ru de÷erlendiren ve gerekli hazırlı÷ı yapan bir liderdir. Onun, yeri geldikçe de÷inece÷imiz, Cend8 bölgesine yaptı÷ı akınlar ve adı geçen bölgeyi ele geçirmesi bunun ispatıdır. Hârizmúâh Atsız, bu yerinde politikanın øbrahim Kafeso÷lu, Harezmúahlar Devleti Tarihi (485-618/1092-1221), Ankara 1992, s.39 vd. øbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târih, Núr: J. Tornberg, Beyrut 1979, Çev: Abdülkerim Özaydın, C:X, s.223-224; Alâeddin Ata Melik Cüveynî, Tarih-i Cihangüúa, Çev: Mürsel Öztürk, Ankara 1999, s.249; V. V.Barthold, Mo÷ol østilâsına Kadar Türkistan, Haz: Hakkı Dursun Yıldız, Ankara 1990, s.345-346. 6 Kutbeddin Muhammed için bkz. Abdülkerim Özaydın, “Kutbüddin Hârizmúah”, DøA, C:XXVI, s.484 vd. 7 øbnü’l-Esîr, age., aynı yer. 8 Abdülkerim Özaydın, “Cend”, DøA, C:VII, s.359 vd. 4 5 2 baúarısı ile hem úiddetle ihtiyaç duydu÷u asker teminini sa÷lıyor hem de maddi kazanç elde ediyordu. Hârizmúâh Atsız aslında, Sultan Sencer’e her defasında yenildi. Ordusu, Selçuklu ordusunu ma÷lup edecek kuvvette de÷ildi. Ama asla da vazgeçmedi. Sultan Sencer, Hârizm’e üç kez sefer düzenledi. 533 (1138) yılındaki ilk seferde Sultanın ordusu Hârizmúâh Atsız’ın kuvvetlerini ma÷lup etti ve Alâeddin Atsız’ın o÷lu Atlı÷ öldürüldü. Sultan, Hârizmúâh’ı görevinden aldıysa da onun bölgeden ayrılmasının ardından Alâeddin Atsız bölgenin idaresine kısa sürede yeniden hakim oldu. Çünkü Hârizm halkı onu destekliyordu. Her ne kadar Sultan ile yaptı÷ı savaúta ordusu ma÷lup olmuú ise de Hârizmúâh Atsız birkaç ay sonra Buhara’yı ele geçirecek güçte bulunuyordu ve bu baúarı onun Sultan Sencer karúısında verdi÷i kayıpları telafi imkânı da sa÷lamıútı.9 Hârizmúâh Atsız, Sultan Sencer Semerkant yakınlarındaki Katvan’da Karahıtaylar’a ma÷lup olunca (5 Safer 536/9 Eylül 1141) süratle Selçuklu baúkenti Merv’e girdi (17 Rebiülevvel 536/21 Ekim 1141). Birkaç ay sonra da Niúabur’da kendi adına hutbe okuttu.10 Ancak Hârizmúâh Atsız’ın bu faaliyetleri adı geçen bölgelere hakim oldu÷u anlamına gelmemektedir. Nitekim Sultan Sencer Atsız Horasan’dan Hârizm’e döndükten sonra Niúabur’da hutbeyi kendi adına okutmuú ve Karahıtaylar’ın Maveraünnehir’den ayrılmalarının ardından da Hârizmúâh Atsız üzerine yeni bir sefer hazırlıklarına baúlamıútı. Sultan Sencer, Hârizmúâh’ın yaptıklarının intikamını almak istiyordu. 538 (1143) yılında Gürgenç önlerine ulaútı÷ında Hârizmúâh Atsız bir meydan savaúını kabul edecek gücü kendisinde görmemiúti. Savunma halinde kalan Hârizmúâh, bir yandan da Sultana gönderdi÷i elçilerle itaatini arz ediyordu. Sultan, Hârizmúâh’ın itaatini kabul etti ve Hârizmúâh tarafından yoklu÷unda Merv’den alınan hazinelerin Mehmed Altay Köymen, Büyük Selçuklu ømparatorlu÷u Tarihi: økinci ømparatorluk Devri, Ankara 1991, s.321; Kafeso÷lu, age., s.46-48. 10 Oysa Hârizmúâh Atsız kısa bir süre evvel, Sultan Sencer Karahıtaylar üzerine sefere çıkmadan önce, hazırlanan bir belge ile ona sadık kalaca÷ına söz veriyordu. Öyle ki bu u÷urda, “Sultana her hangi bir úekilde muhalefet edecek olursam, yaya gitmek úartıyla on defa hac etmek, on sene daimî oruç tutmak borcum olsun. Bütün malımı, mülkümü Mekke ve Medine fakirlerine sadaka edeyim. Aldı÷ım ve alaca÷ım her nikâhlı kadın benden boú düúmüú olsun” diyerek Sultanın tâbîi oldu÷unu ve sadakatten ayrılmayaca÷ını yemin ile beyan ediyordu. Bu sevgendnâmenin çevirisi Köymen age., s.321-323’te verilmiútir. 9 3 iadesini temin ederek bölgeden ayrıldı. Sultan Sencer’in, Hârizm sorununu kesin olarak çözmeden bölgeden ayrılmak zorunda kalmasının en önemli sebebi O÷uzlar’ın Horasan’ı iúgal endiúelerinden ileri geliyordu. Sultana itaatini bildiren Atsız ise ciddi bir kayıp vermemiú oldu ve bölgesinde ba÷ımsız hareketlerine devam için fırsat elde etti. Ancak Sultan Sencer 1147 sonlarında üçüncü kez Hârizm seferine çıktı. Hârizmúâh Atsız, Sultan baúkent kapılarına dayandı÷ında uzlaúma çareleri aradı. Sonuçta Sultana râm oldu÷unu onun huzurunda yer öperek göstermesi istenince atından inmeyerek sadece selam vermekle bunu gösterdi÷i gibi Sultan’dan izin almaksızın törenden ayrıldı.11 Bizce Hârizmúâh Atsız’ın bu davranıúı istiklâlini Sultan’a da bildirdi÷i anlamına gelmektedir. Hârizmúâh’ın itaatinin sadece görünüúte oldu÷u artık çok açıktır. Hârizmúâh Atsız bundan sonra ölümüne kadar olan sürede devletini güçlendirmeye çalıútı÷ı gibi Horasan’da süratle de÷iúen kuvvet dengeleri için de politikalar belirlemeye çalıútı. Çünkü Selçuklu Devleti yıkılıyor, O÷uzlar Horasan’ı iúgal ediyordu. Hârizmúâh Atsız O÷uzlar’a karúı herhangi bir askerî faaliyette bulunmak yerine onlara karúı ittifaklar oluúturma yolunu tuttu. Onun, O÷uzlar’ın hareketlerini takip ederek bölgeden ayrılmalarını bekledi÷i anlaúılıyor. Hârizmúâh Atsız 551 (1156) yılında öldü ve yerine o÷lu øl-Arslan, Hârizmúâh oldu. Kısa bir süre sonra da Sultan Sencer’in ölümüyle Büyük Selçuklu devleti sona erdi 552 (1157). Artık Selçuklu hâkimiyetindeki ülkelerde Hârizmúâhlar hanedanının idaresinin hakim olması için fazla engel kalmamıútı. Nitekim Hârizmúâh Atsız evlâdı da bu u÷urda hareket edeceklerdi. øl-Arslan, Atsız’ın ölümü üzerine kardeúini tahta çıkarmayı planlayan kendisine muhalif gurubu kısa sürede bertaraf ederek, ordunun maaúını ve iktâlarını da artırarak daha baúlangıçta devletin bir sarsıntı geçirmesine mani oldu. Bundan sonra o, babasının politikalarını uygulamaya devam etti. Horasan bölgesindeki geliúmelere ihtiyatla yaklaúan Hârizmúâh daha çok Irak ile ilgilendi. Nitekim o, Halife Muktefi-Liemrillah ile Irak Sultanının arasını bulmaya çalıúıyordu. Öyle ki, 11 Cüveynî, age., s.253-254; Köymen, age., s.345-350; Kafeso÷lu, age., s.58-59. 4 Halifelik makamına gönderdi÷i bir mektupta Maveraünnehir ve Horasan’da iúlerin çok karıúık oldu÷unu haber vererek Irak Sultanı ile Halife arasındaki düúmanlı÷ın fayda sa÷lamayaca÷ını belirtiyordu.12 Hârizmúâh øl-Arslan do÷udaki geliúmelerle de yakından ilgilenerek Buhara ve Semerkant civarında faaliyetler gösterdi. Bölgeyi devletine ba÷layamamıú olsa da Karluk kuvvetlerini ezme noktasında baúarılı olmuútu. Hârizmúâh øl-Arslan, ordusu Karahıtaylar’a ma÷lup oldu÷u sırada öldü. (19 Recep567 / 19 Mart 1172)13. Hârizmúâhlar tahtına Ebu’l-feth øl-Arslan’ın ölümünden sonra veliahdı olan Sultanúâh çıktı ise de di÷er o÷lu Alâeddin Tekiú onun Hârizmúâhlı÷ını tanımayarak Karahıtaylar’dan sa÷ladı÷ı kuvvetler ile Gürgenç’e gelerek idareyi ele geçirmeyi baúardı. Sultanúâh da Hârizm’den ayrıldı. Ancak iki kardeú arasındaki mücadele burada son bulmadı. Bu taht kavgasından fayda uman komúu kuvvetler de÷iúiklik gösterecek úekilde úehzâdeleri desteklediler. Yukarıda Alâeddin Tekiú’in Karahıtaylar’dan yardım aldı÷ını söylemiútik. Bir süre sonra da onlar Sultanúâh ile anlaúmakta bir sakınca görmediler. Ancak Sultanúâh Karahıtay yardımına ra÷men Alâeddin Tekiú’i ma÷lup ederek Hârizm’e yeniden hakim olmayı baúaramadı. Sultanúâh her ne kadar taht iddiacısı olarak mücadelesini yirmi bir yıl boyunca sürdürmüú ise de bu süre zarfında devletin resmî ve gerçek hükümdarı Alâeddin Tekiú olmuútur. Üstelik uzun süreli olmasına ra÷men bu kardeú kavgasının devlette derin izler bırakmamasının baúarısı da Hârizmúâh Tekiú’e aittir. Bu uzun mücadele kimi zaman savaúlarla kimi zaman ise iki kardeúin anlaúması úeklinde durgun dönemler geçirerek Sultanúâh’ın ölümüne (589/1193) kadar devam etti. Hârizmúâh Tekiú, Sultanúâh’ın ölümünden sonra rahatladı ve hızlı hamleleriyle devletini imparatorlu÷a taúıdı. Onun devrinde Horasan ve Mazenderan hâkimiyet altına alınmıútır14. Hârizmúâh Tekiú 1193 yılında bütün dikkatini Irak bölgesine yöneltti. Irak Selçuklu Sultanı Tu÷rul’u Rebiülevvel 590 (Mart 1194) tarihinde Rey civarında ma÷lup ederek Irak Selçuklu Devleti’ne son verdi.15 Sultan Tekiú’in bu galibiyetinin 12 Reúidüddin Vatvât, Umdetü’l-BülegƗ, Es’ad Efendi, Nr:3302, vr. 4a-5a. Cüveynî, age., s.257; Kafeso÷lu, age., s.80-83. 14 Cüveynî, age., s.259-267; Kafeso÷lu, age., s.84-122. 15 Ayrıntılı bilgi için bkz. Kafeso÷lu, age., s.123-126. 13 5 ardından Hârizmúâhlar ile Abbâsî Halifeli÷i arasındaki iliúkiler de gergin bir döneme girdi. Çünkü Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh, siyasî bir güç olarak varlık göstermek için elinden geleni yapıyordu. Hemen yanı baúındaki bu güçlü komúu úüphesizdir ki onun amaçlarına ulaúması için bir engeldi. Aynı úekilde Hârizmúâhlar da dünyevî gücü elinde tutan kuvvetli bir halife istemiyorlardı. øúte bu nedenledir ki, Abbasî Halifeli÷i ile Hârizmúâhlar arısındaki iliúkiler bundan sonra hep düúmanca olacaktı. Sultan Alâeddin Tekiú’in, devletinin kaderinde tayin edici bir rol oynayacak uygulaması ise Kanglı-Kıpçak16 Türk boylarının Hârizmúâhlar bünyesine katılmasını sa÷layacak olan siyasî kararı ve bu do÷rultuda Terken Hatun ile yaptı÷ı evliliktir. Kurulan bu akrabalık iliúkileri Hârizmúâhlar ordusunda ve devlet idaresinde bu boyların yer edinmesini sa÷ladı÷ı gibi bölgenin nüfus dengesinde de de÷iúiklikler yaparak Türkleúmesine yardımcı oldu. Bu Türk unsurları zamanla devletin aslî unsurlarından biri olmuútur. Her ne kadar tarihçiler tarafından Hârizmúâhlar ordusundaki Kanglı-Kıpçak unsurların aynı zamanda bir zaaf oldu÷u savunuluyor ise de biz buna katılmıyoruz. Çünkü hayatta güce iúaret eden her úey, bir zaman aleyhte güce de dönüúebilir. Bu, “güç” ifadesinin do÷asıyla ilgilidir. Aleyhe dönmemesini sa÷lamak bu gücü elinde tutanın görevidir. Nitekim Hârizmúâhlar Devleti’nde de bu unsurlardan sorumlu olan úüphesiz bizzat hükümdardır. E÷er hata varsa bunu ordunun yapılanmasında, idare tarzında veya e÷itiminde aramak lazımdır. Bu konularda karar mercii hükümdardır. Bizce Kanglı-Kıpçak Türk boylarının katılması Hârizmúâhlar Devleti’nin iyice kuvvetlenmesini sa÷lamıútır. Ordu gücü ile de sınırlar iyeci geliúme imkanına kavuúmuútu. Sultan Alâeddin Tekiú’in bu akıllıca politikası sayesinde, karúı tarafta olup devleti zor durumda bırakması kesin olan bir unsur, dahilî unsur haline getirilerek bundan ziyadesiyle faydalanılmıútır. 16 Çalıúmamızda sık sık geçen Kanglı-Kıpçak ismi, tarihçiler tarafından bir federasyonu ifade etmek için kullanılmaktadır. Kastedilen yalnızca Kanglı ve Kıpçak Türk boyları de÷ildir. Bu isme Uranlar, Bayavutlar ve Bayavutlar’ın kolu olan Yemekler ve Yazırlar da dahildir. Bkz., Fuad Köprülü, “Uran Kabilesi”, Belleten, C:VII, sa.26, Ankara 1943, s.227-243; Fahreddin Kırzıo÷lu, Kıpçaklar, Ankara 1992; Reúit Rahmeti Arat, “Kıpçak”, ø.A., C:VI, s.713-716; Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriú, C:I, østanbul 1981, s.132-133, 149, 163, Akdes Nimet Kurat, IV.-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara 1972, s.68-102, ayrıca kitabın Ekler bölümü s.326-328, 335-341. 6 Sultan Tekiú 19 Ramazan 596 (4 Temmuz 1200) tarihinde öldü÷ünde o÷lu Alâeddin Muhammed17’e ordusu güçlü ve idarî teúkilatı sa÷lam bir imparatorluk bırakmıútı. Kanglı-Kıpçak Türk unsurlarını ile ilgili olarak Hârizmúâhlar tarihinde iz bırakan di÷er husus Terken Hatun’un gücüdür. Terken Hatun özellikle o÷lu Alâeddin Muhammed devrinde devleti resmen onunla birlikte yönetiyordu. Ayrıca Terken Hatun kendi boyuna mensup birçok kiúinin devlet kadrolarında yer almasını temin etmiúti. Sultan Alâeddin Muhammed, saltanatının baúında Gur Sultanları ùihâbeddin ve Gıyâseddin ile mücadele etmek zorunda kaldı.18 Sultan Tekiú’in ölümünden istifade etmek isteyen Gurlular, Merv ve Tûs’u zaptederek Niúâbûr’a girmiúlerdi. Ayrıca Sultan Tekiú hayatta iken ölen veliahdı Melikúâh (öl.593-4/1197)’ın o÷lu Hindu Han’ı da Sultan Alâeddin Muhammed aleyhine kıúkırttılar. Gurlular’ın bütün amacı Horasan’ı Hârizmúâhlar’dan almaktı. Sultan Alâeddin Muhammed buna izin vermeyece÷ini süratle hareket ederek ispat etti. Önce Niúâbûr’a yürüdü, ardından Merv ve Serahs’ı zaptetti. Sultan ertesi yıl da Herat’a karúı harekete geçtiyse de Gurlular’ın kendi üzerine hareketlerini haber alınca geri döndü (600/1203). Gur Sultanı Gıyaseddin’in 1204 yılında ölümü üzerine Sultan Alâeddin Muhammed Gur tahtı için çıkan mücadeleden Herat’ı zaptetme noktasında faydalanmaya çalıútı ise de baúarılı olamadı. Badgis civarını ya÷malayıp Merv’e ulaútı÷ında Gurlu ùihâbeddin’in büyük bir ordu ile do÷rudan Hârizm üzerine yürüdü÷ü haberi geldi. Sultanın yoklu÷unda baúkentinin düúece÷ini varsayan Gur hükümdarı amacına ulaúamadı. Çünkü Gürgenç halkı, Terken Hatun’un kumanda etti÷i direniúle düúmana geçit vermedi. Zaten Sultan da süratle imdada yetiúmiúti. Sultan Alâeddin Muhammed, Karahıtaylar’dan ve Semerkant hakimi Osman’dan temin etti÷i kuvvetler ile Gur Sultanı ùihâbeddin’i ma÷lup etti. Gur ordusu a÷ır kayıplar vermiúti. 17 Abdülkerim Özaydın, “Muhammed b. Tekiú”, DøA, C:XXX, s.581-583. Hârizmúâhlar ve Gurlular arasındaki iliúkiler için bkz., Muhammed Abdul Ghafur, “The Gorids, History, Culture and Administration 549-612/1148-1215-16”, Hamburg 1960, Yayınlanmamıú Doktora Tezi, s.65-82, 97-98, 109-115, 123-125; ayrıca bkz., M. Longworth Dames, “Gûrîler”, ø.A., C.IV, s.828-830; Iqtıdar Husaın Sıddıquı, “Gurlular”, DøA., C:XIV, s.207-211. 18 7 Sultan Alâeddin Muhammed’in, Gur hükümdarı Gazne’ye döndükten sonra elçiler göndererek dostluk tesisine giriúmesinin sebebi úüphesiz yukarıda bahsetti÷imiz savaúta Karahıtay kuvvetlerinin yardımının önemli rol oynaması ve Sultanın bunun gölgesinde kalmak istememesinden ileri gelmektedir. Gur Sultanı ùihabeddin’in 1206 yılında ölümüyle devlet çözülmeye baúladı. ùüphesiz bu durum en çok Sultan Alâeddin Muhammed’in iúine yarayacaktı. Gur Devleti’ndeki ayrılıklara göre Firûzkûh ve Herat, Gurlu Gıyaseddin Mahmud b. Sultan Gıyaseddin’in hâkimiyetinde kaldı. Sultan Alâeddin Muhammed’in Herat’ı itaat altına alması uzun sürmedi. Daha sonra Sultan Belh’e yürüdü. Bu çok yerinde bir hareketti. Çünkü Gurlular’ın içine düútü÷ü durumdan Karahıtaylar da faydalanmak isteyebilir ve bu sınır bölgesini iúgal edebilirlerdi. Sultan, kendi adına hutbe okunması ve sikke darp edilmesi úartının kabulü ile Belh’i de hâkimiyet sahasına dahil etmiú oldu. Herat’ta tekrar karıúıklıklar çıktıysa da Sultan Alâeddin Muhammed 1206’da kat’i surette Herat’a girmiú bulunuyordu. Sultan ardından Tırmiz’i ele geçirdi ve Hârizm’e döndü. (603/1207) Sultan için bu tarihte tehlike oluúturabilecek baúlıca kuvvet Karahıtaylar idi. Sultan Alâeddin Muhammed bu tehdidi bertaraf etmek amacıyla 1207’de Maveraünnehir Seferi’ne çıktı. Bu büyük sefer neticesinde Sultan, Karahıtaylar’ı ma÷lup ederek Buhara’yı ele geçirdi. Onun bu baúarısı úöhretini iyece artırdı ve bu üne yakıúacak görkemde törenlerle kutlandı. Sultan Alâeddin Muhammed elde etti÷i bu baúarının ardından “øskender-i Sâni” ve “Sencer” lâkaplarını alarak en güçlü hükümdarın kendisi oldu÷unu ilan ediyordu.19 Aslında devletin do÷u sınırlarında hızlı bir hareketlilik vardı. Cengiz Han tarafından Mo÷olistan’dan çıkarılan göçebe boylar Karahıtay bölgelerine sı÷ınıyorlardı. 1208’de Güçlük Karahıtay Devleti’nde hâkimiyeti ele geçirdi. Sultan Alâeddin Muhammed ise 1212 yılında Semerkant’ı ele geçirerek Maveraünnehir hâkimiyetini tamamladı. Sultan bu tarihten itibaren Semerkant’ı ikinci baúkent olarak kullanmaya baúladı. Sultan’ın bu úehri do÷u harekâtı için bir üs olarak kullanma gayesinde oldu÷u anlaúılıyor. Nitekim o, 1214’e kadar yazları 19 Kafeso÷lu, age., s.57-61; Ghulam Rabbani Aziz, A Short History of Khwarazmshahs, Karaçi 1978, s.57-61. 8 Semerkant’ta kalarak Güçlük’ün sınır bölgelerindeki tahribatını önlemeye çalıútı. Ayrıca göçebe Türkler üzerine Sı÷nak taraflarına seferler düzenledi (1215). 1215 tarihinde Hârizm Sultanın nüfuzu artamaya devam etti. Bu tarihte Gazne bölgesi tamamen Hârizmúâhlar hâkimiyeti altında idi ve úehzâde Celâleddin tarafından idare olunuyordu. Gurlular’ın Hindistan dıúındaki bütün topraklarının sahibi Hârizmúâhlar idi. Abbâsî Halifeli÷i ile iliúkiler Hârizmúah Alâeddin Muhammed devrinde gerginlikte had safhasına ulaúmıútı.20 Gurlular’ı Hârizmúâhlar aleyhine kıúkırtan mektuplar gönderdi÷i ispat olunan Halifeye, icraatlarından dolayı Sünni âlimler de tepki gösteriyordu. Gerçekten de Halife Nâsır-Lidînillâh, dünyevî hâkimiyetini kuvvetlendirmek adına her fırsatı de÷erlendiriyor ve her vasıtayı kullanıyordu. Öyle ki øsmailî fedailerini bile bu u÷urda kendi muhaliflerini öldürtmek için kullanmakta tereddüt etmiyordu. Sultan Alâeddin Muhammed, bir Müslüman hükümdar aleyhine faaliyetlerde bulunan Halife’yi tanımadı÷ını ilân ederek hutbeden onun adını çıkardı. Bununla da kalmayarak Halifeli÷in Ali evlâdının hakkı oldu÷unu savundu ve Seyyid Ali Tirmizî’yi Halife ilân etti. Sultanın bütün bu adımları Ba÷dat üzerine düzenleyece÷i askerî bir harekâtı meúrûlaútırmak gayretinden ileri geliyordu. Nitekim 1217 tarihinde Hemedan’dan Ba÷dat üzerine bir ordu sevk etti. Ancak úiddetli kıú úartları bu ordunun mahvına sebep oldu. Sultan Ba÷dat üzerine harekât planı ile daha fazla meúgul olamadı. Çünkü tarih sahnesine Cengiz Han idaresinde kuvvetli bir isim olarak çıkan Mo÷ollar, Hârizmúâhlar Devleti’nin akıbetini tayin edecekti. 1218 yılında ticarî iliúkiler ile baúlayan Mo÷ollar ile Hârizmúâhlar’ın teması çok faydalı bir anlaúmayla sonuçlandı. øki hükümdar tüccarların ve ticaret yollarının güvenli÷ini sa÷lamak için karúılıklı söz veriyorlardı. Çalıúmamızda ayrıntılı olarak ortaya koyaca÷ımız üzere bu anlaúma çok akıllıca ve her iki tarafın da çıkarlarına son derece uygundu. 20 Hârizmúâhlar ile Abbâsî Halifeli÷i arasındaki iliúkiler için bkz., Angelika Hartmann, an-NƗsir liDƯn AllƗh (1180-1225) Politik, Religion, Kultur in der späten ‘AbbƗsidenzeit, Berlin-New York 1975, s.75-86; Afâf Seyyid Sabra, age., s.128-144. 9 Ticarî iliúkilerin baúlamasından bir süre sonra Mo÷ollar tarafından Hârizm ülkesine gelen tüccar kafilesinin, Hârizmúâhlar’ın Otrâr valisi tarafından hemen tamamıyla katledilmesi sonun baúlangıcı oldu. Sultan valiyi cezalandıramadı÷ı gibi geçerli bir mazeret de sunamadı. Mo÷ol Han’ı, Sultan’dan sorumlunun cezalandırılması yahut kendisine teslimini istiyordu. Sonuç alamaması üzerine ise Hârizmúâhlar’a savaú ilân etti. Mo÷ol ordusunun ilerleyiúi karúısında Sultan, savunma tedbirleri almayı uygun buldu ise de bütün tarihçilerin hem fikir oldu÷u üzere bu, çok büyük bir hata oldu. Çünkü bir meydan savaúına çıkılsa idi galip gelinemese dahi, karúı tarafa a÷ır kayıplar verdirilebilir ve ülkenin istilasına engel olunabilirdi. Üstelik Sultan’ın emrindeki ordu, Cengiz Han’ın ordusundan aúa÷ı de÷ildi. Oysa Sultan Alâeddin Muhammed, kuvvetlerini úehir savunmaları için bölerek Mo÷ollar için kolay hedefler haline getirdi. Cengiz Han’ın kuvvetleri úehirleri kuúattıkları gibi bunlar arasındaki irtibatı kesmekte de fazla zorlanmadılar. Hârizmúâhlar’ın ülkesi süratle Mo÷ollar tarafından iúgal edildi. Semerkant, Buhara, Niúabur, Otrâr, Sı÷nak, Cend, Barçınlıg-kend, Benâkend, Hocend gibi úehirler birbiri ardınca düútü. Sultan çareyi kaçmakta buldu ise de úiddetli bir Mo÷ol takibi peúini bırakmadı. Nihayet Abeskûn Adası’na sı÷ınan Hârizmúâh, ölümünden (617/1220) önce annesi Terken Hatun ve bazı aile üyelerinin Mo÷ollar’a esir düútü÷ü haberini almıútı. Sultan Alâeddin Muhammed, ölümünden kısa bir süre önce Abeskûn Adası’nda o÷lu Celâleddin Mengüberti’yi veliaht tayin etti. Oysa daha önce validesi Terken Hatun’un tazyiki ile Uzlakúâh veliaht ilan edilmiúti. Uzlakúâh’ın annesi, Terken Hatun ile aynı boya mensuptu. Mo÷ol istilası ile ülkenin aslî bölgeleri neredeyse tamamen iúgal altında iken dahi kardeúler arasında taht mücadelesi baú gösterdi. Veliaht Celâleddin Gürgenç’e dönünce kumandanların sultanlı÷ını tanımayaca÷ını görerek canına kast edeceklerini anlayınca Horasan’a gitti. Di÷er úehzâdeler Uzlakúâh ve Akúâh ise Mo÷ollar ile girdikleri bir mücadelede hayatlarını kaybettiler. 10 Hârizm baúkenti de 618 (1221) yılında Mo÷ollar’ın eline düútü ve a÷ır úekilde tahrip edildi.21 Sultan Celâleddin Mengüberti önce Niúâbûr’a oradan da Gazne’ye gitti (1221). Pervan mevkiinde bir kısım Mo÷ol kuvvetlerini ma÷lup etti. Bunun üzerine Cengiz Han büyük bir ordu ile Celâleddin Hârizmúâh’a karúı harekete geçti. Sind Nehri kenarında Mo÷ol ordusuyla savaúan Sultan Celâleddin kahramanca mücadele ettiyse de ma÷lup oldu. Haremini, Mo÷ollar’ın eline geçmemesi için nehre attırdı ve beraberinde çok az bir kuvvetle Sind’i geçerek canını kurtarabildi (1221). Hindistan’da toparlanmaya çalıúan Sultan Celâleddin Hârizmúâh ülkesine dönerek Tebriz’i baúkent yaptı ve Gürcüler üzerine seferler düzenledi (1225). Tiflis’i Gürcüler’den aldı (1227), ardından Ani’yi kuúattıysa da bir baúarı elde edemedi. Hârizmúâh Celâleddin bir ara Halife’nin hâkimiyetindeki Hûzistan’a giderek, Abbasî Halifesi tarafından gönderilen kuvvetleri ma÷lup ettiyse de bu baúarı ciddî bir fayda sa÷lamadı. Hârizmúâh Celâleddin sürekli olarak Mo÷ol takibi altında bulunuyordu ve bütün çabası bir bölgede tutunabilmekti. 1225’te Meragâ’ya hakim oldu. Ardından Ahlat’ı kuúattı. Uzun ve yorucu bir kuúatmanın ardından 1230’da úehri ele geçirdi. Sultan’ın Anadolu’ya hakim olmayı hedeflemesi Türkiye Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat ile karúı karúıya gelmesine sebep oldu. Nitekim Selçuklu Sultanı, Eyyûbîler’den Melik Eúref ile anlaúarak Sultan Celâleddin’i Anadolu’dan çıkarmak üzere harekete geçti. A÷ustos 1230 tarihinde Yassı Çimen mevkiinde yapılan savaúta Sultan Celâleddin a÷ır kayıplar vererek ma÷lup oldu. Zaten karúı taraf sayıca Sultanın ordusundan çok çok üstündü. Bütün bu geliúmelerin Mo÷ollar’ın iúine yaradı÷ına úüphe yoktur. Bu yenilgiden sonra Hârizmúâh Celâleddin Gence’ye gittiyse de Mo÷ol takibi nedeniyle uzun süre kalamadı. Sultan hiçbir úehirde fazla kalamıyor, 21 Cengiz Han’ın batıya seferi için bkz., Barthold, age., s.418-462; Kafeso÷lu, age., s.224-285; J. A. Boyle, “The Mongol Invasion of Eastern Persia 1220-1223”, The Mongol Empire 1206-1370, London 1977, s.614-623; aynı mlf., “The Last Barbarian Invaders: the impact of the Mongol Conquest upon East and West”, The Mongol Empire 1206-1370, London 1977, s.1-15; aynı mlf., “The Capture of Isfahan by the Mongols”, Atti del Corvegno ønternazionale sul Tema: la Persia nel Medioeve, Rome 1971, s.331-336; Leo de Hartog, Genghis Khan: Conqueror of the World, London 1989, s.78-107. 11 Mo÷ollar’ın yaklaútı÷ını haber alınca yer de÷iútiriyordu. Gence’den ayrıldıktan sonra o, Eleúgirt-Malazgirt-Hani yolunu takip ederek Âmid önlerine geldi. Bu sırada Mo÷ol kuvvetleri de Bargiri-Ahlat güzergâhından inmiúlerdi. Dicle Köprüsü yakınlarında bir gece baskın düzenleyerek Sultanın bütün maiyetini öldürdüler. Sultan Meyyâfârikîn tarafına kaçtı ise de 1231 yılında öldürüldü. Onun ölümü hakkında kaynaklarımızda farklı rivayetler vardır.22 Ancak kesin olan Hârizmúâhlar Devleti’nin bu tarihte son buldu÷udur. Sultan Celâleddin’in ölümünün ardından ona ba÷lı emîrlerin ço÷u Türkiye Selçukluları’nın, bir kısmı da Eyyûbîler’in hizmetine girdi.23 22 Sultan Celâleddin Hârizmúâh için bkz., Müverrih Vardan, “Türk Fütuhatı Tarihi (889-1269)”, Çev: Hrant D. Andreasyan, Tarih Semineri Dergisi, sa.1/2, østanbul 1937, s.224; Aydın Taneri, Celâlü’ddîn Hârizmúah ve Zamanı, Ankara 1977; Aydın Taneri, “Celâleddin Hârizmúâh”, DøA., C:VII, s.248-250; Mükrimin Halil Yınanç, “Celâleddin Harzemúah”, ø.A., C:III, s.49-53; N. A., Baloch, “The Advent of Sultan Jalal al-Din Khwarizmshah in the Trans-Indus Territories (present Pakistan)”, Journal of the Pakistan Historical Society, C:XLVIII, Karaçi 2000, s.5-13; Afâf Seyyid Sabra, age., s.191-198; Abbas Perviz, age., s.238-256; Ghulam Rabbani Aziz, age., s.119-184; J. A. Boyle, “Khwarazm-Shah”, E.I (Nev Edition), C:II, s.392-393. 23 Eyyûbûler’in hizmetine giren Hârizmli beyler Haçlılar ile mücadelede önemli roller oynamıúlardı. Bkz. Üsâme Zekî Zeyd, “el-Hârizmiyye ve devruhüm fi’s-sirâ‘i’s-salîbî el-øslâmî fî ‘asri Benî Eyyûb”, Mecelletü Külliyeti’l-âdâb, C:XXX, øskenderiye 1984, s.245-286 Osmanlı Devleti döneminde de Hârizmli Türkler’in varlı÷ı tespit edilebilmektedir. Mesela XVI. Yüzyıla ait Osmanlı nüfus ve arazi tahrir defterlerinde Hârizmli Türkmenler’in kıúla÷ının Halep bölgesi oldu÷u ve ùam’a kadar uzandı÷ı kaydedilmektedir. Bkz., Mehtap Özde÷er, 15-16. Yüzyıl Arúiv Kayıtlarına Göre Uúak Kazasının Sosyal ve Ekonomik Tarihi, østanbul 2001, s.36. 12 I. BÖLÜM HÂRøZMùAHLÂR’DA DEVLET TEùKøLÂTI A. DEVLETøN YAPISI VE KARAKTERø Hârizmúâhlar Devleti’nin teúkilâtını incelemeye baúlamadan önce devletin nasıl bir yapıya sahip oldu÷unu ve ne gibi özellikleri bünyesinde barındırdı÷ını tespit etmek zorundayız. Ancak bu úekilde Hârizmúâhlar Devleti’nin kurumlarının iúleyiúini daha iyi anlayabiliriz. Bunu yaparken bölgede hüküm süren di÷er devletlerin özelliklerini de göz önünde bulundurduk. Hârizmúâhlar Devleti Ortaça÷ Türk-øslâm devletlerinin belirgin bütün özelliklerini taúımaktadır. Bu devlet tipi, Abbasîlerin ilk yüzyıllarında ortaya çıkmıú ve kısmen Bizans daha çok da Sâsânî özelli÷i gösterdi÷i gibi, Arap-øslâm unsurları ile bölgelere göre mahallî özellikler de taúır.1 Ortaça÷ øslâm devletlerinin müúterek karakterlerini bu yönetim úeklinin benzerli÷inden hareketle ortaya koyabiliriz. ùüphesiz ki, Türkler de bu yönetim úekline kendilerinden birçok özellik katmıúlardır. Buna göre devlet bir hükümdar tarafından yönetilir ve hükümdar ailesi yönetimin esasını oluúturur. Devlet, vatandaúının güvenli÷ini sa÷lamak, huzur ortamı yaratmak ve anlaúmazlıkları çözecek adâleti uygulamakla görevlidir. Bütün bu sorumluluklarını çeúitli kurum ve memurları eli ile gerçekleútirir. Buna karúılık halktan istenen ise öncelikle itaat etmesidir. Vergisini ödemek onun en önemli ödevlerinden biridir.2 Genel anlamıyla belirtti÷imiz bu devlet modeli Ortaça÷ øslâm devletlerinin müúterek karakterini oluúturmaktadır. Fuad Köprülü, “Hârizmúâhlar”, ø.A, C:V/I, s.277. Ortaça÷ için sıradan halk, kaynaklarımızda neredeyse yok denecek kadar az yer iúgal eder. Ancak baúkaca bir sebeple de÷inmek icap etti÷inde “ahali” gibi, son derece genel bir ifadeyle bahsedilir. Bu konuya tarihçilik açısından bir yaklaúım için Bkz., R. Stephen Humphreys, øslam Tarih Metodolojisi: Bir Sosyal Tarih Uygulaması, Çev. Murtaza Bedir- Fuat Aydın, østanbul 2004, s.345 vd. 1 2 13 ùimdi de Hârizmúâhlar Devletinin yapı ve karakterini bu temel üzerine incelemeye çalıúalım: Hârizmúâhların idarî úekli ve müesseseleri Selçuklular ve özellikle de Sultan Sencer devri ile benzerlik gösterir. Bizce bu durum son derece tabîîdir. Çünkü Hârizmúâhlar’ın atası Anuútegin, Selçuklu sarayında görevli bir memur idi, ayrıca onun o÷lu Kutbeddin Muhammed ve torunu Atsız, Selçuklu e÷itim kurumlarında yetiúmiúlerdi3. Hârizmúâhlar, Selçuklu Devleti’nin içinden çıktılar. Hârizm’in co÷rafî ayrıcalıkları bölgeye “yarı ba÷ımsız” bir özellik kazandırıyordu. Hârizm’i yöneten valiler, devletin di÷er bütün valilerinden farklı olarak ve Selçuklu öncesi eski uygulamalara da ba÷lı kalarak “Hârizmúâh” unvânını taúıyorlardı. Her ne kadar Selçuklu devlet teúkilâtında valilik makamı olarak adlandırılsa da “úâh” içerikli bu unvân, Hârizm’in özel konumuna vurgu yapmaktadır. Ayrıca bölgenin zenginli÷i yönetimde köklü ananelerin yerleúmesine imkan sa÷lamakta idi. Bu ananeler aristokrasiyi oluúturan ailelerin devamlı rolü veya vergi uygulamalarının de÷iúik hükümetlere göre pek fazla de÷iúmemesi gibi4- inceledi÷imiz dönem Hârizmúâhlar Devleti’nin karakterinde de varlıklarını devam ettirdiler. Anuútegino÷ulları, “Hârizmúâh” valilik unvânını devlet ve imparatorluk adı yaptılar. ømparatorlu÷a giden süreç çok hızlı geliúti. Öyle ki Hârizmúâh Atsız, Sultan Sencer’e yazdı÷ı mektuplarda mevkiini “bende” olarak kaydederken5 üçüncü göbek torunu Alâeddin Muhammed “øskender-i Sâni” olarak anılmak istiyordu.6 Devletin hızlı yükseliúinin en önemli dayana÷ı askerî gücü ve ordunun kazandı÷ı baúarılardı. Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılıúı ile bölgede oluúan kaos ortamından bu sayede istifade edebildiler. Hârizmúâhlar ordusunun büyük bir ço÷unlu÷u göçebe Türk kabilelerine ve özellikle Kanglı-Kıpçaklar’a dayanıyordu. Kanglı-Kıpçak Türk Cüveynî, Tarih-i Cihangüúa, Çev: Mürsel Öztürk, Ankara 1999, s.249; øbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’ttârih, C:X, Çev: Abdülkerim Özaydın, s.223; Muhammed b. Ali b. Muhammed ùebânkâreî, Mecma’u’l-ensâb, Núr: Mir Hâúim Mahdisî, Tahran 1363, s.103, 134. Mîr Muhammed b. Seyyid Burhâneddin Hâvendúah Mîrhând, Ravzatü’s-safa, C.IV, Tahran 1339, s.357; V. V. Barthold, Mo÷ol østilâsına Kadar Türkistan, Haz: Hakkı Dursun Yıldız, Ankara 1990, s.346. 4 Köprülü, agmd., s.277. 5 Mektuplar için bkz. Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır ve nefâisü’n-nevâdir, Süleymaniye Ktp., Ayasofya Nr: 4015, vr.17b-18b, 18b-19a; Kasım Toyserkânî, Nâmeha-yı Reúidüddin Vatvât, Tahran 1338, Birinci Bölüm, s.7, 11. 6 Cüveynî, age., s.298-299; Muhammed Avfî, Lübabü’l-elbâb, Núr: E. G. Browne, London-Leide 1906, C:I, s. 43, 112. 3 14 boylarının Hârizmúâh Alâeddin Tekiú’in yaptı÷ı evlilikle devlet idaresine de dahil olmaları, Hârizmúâhlar Devleti’nin yapısında göz ardı edilmemesi gereken bir unsur ve etki oluúturdu. Hârizmúâhlar’ın ordusu bahsetti÷imiz bu yönü ile karakter bakımından Selçuklular’dan ayrılır. Büyük Selçuklu Devleti gulâm-memlûk sistemiyle7 ayaklarının üzerine sa÷lam basan bir askerî sisteme sahipken, Hârizmúâhlar daha çok bozkır özellikleri taúıyan bir askerî yapılanmaya gittiler. Hârizm hükümdarlarının baúarısı bu göçebe kuvvetleri kumanda etmedeki ustalıklarında kendini gösterir. Ancak ne var ki, devletin hızla yükselmesine dayanak olan bu sistem, ani yıkılıútan da sorumlu tutulmuútur. Hârizmúâhlar Devleti, Mo÷ollar karúısında hemen hiçbir ciddî varlık gösteremeden yıkılmaya baúladı. Bu durum bize devletin yapısı bakımından birçok ipucu vermektedir. Devlet, kurum ve kurallarının iúleyiúini asgarî bir sabitlikte olgunlaútıramamıútı. Müesseselerin iúleyiúi her ne kadar aksamadan devam etmiú görünse de neredeyse sürekli olan savaú hali sistemin oturmasına izin vermemiúti. Co÷rafî ve askerî yönden imparatorluk gereklerini yerine getirmiú oldu÷unu kolaylıkla söyleyebilece÷imiz Hârizmúâhlar Devleti’nin, kurumlarını lâyıkıyla iúletemedi÷ini görmekteyiz.8 Çünkü arkası kesilmeyen savaúlar belki sınırları geniúletiyordu ancak devlet sisteminin yerleúmesi için ihtiyaç duyulan sükûn ortamına da izin vermiyordu. Böylece de devletin sınırlarına dahil olan bölgelerin yönetim sistemi içerisindeki uyumu tam anlamıyla sa÷lanamıyordu. Bizce, hızla yükselen, kuruluú aúamasından imparatorlu÷a süratle ulaúan Hârizmúâhlar Devleti’nin idarî sistemini tam olarak iúletip, aksaklıklarını tamir edece÷i veya ihtiyaca cevap verecek yenilikler getirmeyi düúünece÷i yeterli bir sulh ortamı bulamaması devletin yapısının úekillenmesinde de etkili olmuútur. Karúımızda çok hızlı büyüyen, aslında sa÷lam ayaklar üzerinde duran ancak bu kuvveti olgunlaútıramamıú bir devlet var. Bu devlet, karakterini oluúturan unsurları birbiriyle kaynaútıramamıútı. Bir bölgenin idare úekli, bir imparatorluk 7 Köprülü, agmd., s.276-277. Ayrıca bkz., Erdo÷an Merçil, “Gulâm”, DøA, C:XIV, s.180-184; Süleyman Kızıltoprak, “Memlük”, DøA, C:XXIX, s.87-90. 8 Köprülü, agmd., s.,276. 15 yönetimi olarak geniúliyordu. Üstelik imparatorlu÷a dahil olan her bölge de kendine has özellikler taúıyordu. Parçaların birleúip bütün içerisinde harman olması için ihtiyaç duyulan zamandan ne yazık ki, Hârizmúâhlar Devleti mahrum kaldı. Ayrıca, Hârizmúâhlar yeni bir isim olarak ortaya çıkmanın zorluklarını da yaúadılar. Çünkü hükmettikleri bölgede halk onlara tam anlamıyla bir ba÷lılık hissetmiyordu. Selçuklu, Gurlu veya Karahanlı hanedanlarından birine ba÷lı olan halk úimdi yeni bir isimle karúı karúıyaydı.9 Ayrıca Sultan Sencer gibi efsaneleúmiú bir liderin10 hemen ardından onun yerini almaya çalıúıyorlardı. Bu, gerçekten zor bir durumdu. Ba÷lılı÷ı tesis için halkın gönlünde yer etmek gerekiyordu. Ancak Hârizmúâhlar’ın hâkimiyetlerini sa÷lamlaútırmak için uyguladıkları sert politikalar bu ba÷ın oluúmasını güçleútirdi. Bu tespitten hareketle Hârizmúâh hükümdarlarının Selçuklu Devletinin yasal vârisi olma iddialarını daha iyi anlayabiliriz. Bizce bu iddia sadece siyasî kaygılar taúımıyordu. Aynı zamanda halka kendini kabul ettirmeye yönelik bir propaganda idi. Hârizmúâhlar kendilerini hem Selçuklu hanedanının devamı olarak gördüler hem de onların yasal mirasçısı addettiler. Ancak bu durumu resmîleútirmek onların açısından pek de kolay de÷ildi. Hârizm hükümdarları hep bir meúrûluk endiúesi taúıdılar. Bilindi÷i üzere devletin meúrûlu÷u devrin gere÷ine uygun olarak Abbasî Halifeli÷i tarafından tanınmasına ba÷lı idi. Resmî prosedürde halifeli÷in tanıdı÷ı makam geçerliydi.11 9 Köprülü, aynı yer Sultan Sencer’in medet umulan, efsanevî bir sultan oluúuna küçük bir örnek olarak, Bizans istilâsına u÷rayan Diyarbekir halkının ona bir feryadnâme göndererek, kendilerini kurtarmasını istemelerini gösterebiliriz. Bkz. Köymen, “Sencer”, ø.A., C:X, s.493. 11 Atsız’ın, ba÷ımsızlı÷ını tasdik ettirmek için Halife Muktefi-Lîemrillâh’a (530-555/1136-1160) yazdı÷ı mektuplar elimizdedir. Atsız bu mektuplardan birinde kendisini ba÷ımsız bir hükümdar olarak göstermeye çalıúmakta, hatta bu u÷urda Sultan Sencer’i ma÷lup etti÷ini bildirmekte ve Müslüman kanı dökmekle suçladı÷ı Sultan ile øslâm adına savaútı÷ından dem vurmaktadır. Gerçekleri yansıtmayan bu ifadelerin amacı mektubun sonunda ortaya çıkar. Atsız, Halifeden Hârizm valili÷i menúûru istemektedir. Arapça olan bu mektup tarihsizdir ancak verilen bilgilerden 542(1144) tarihli olması gerekti÷i anlaúılmaktadır. Reúidüddin Vatvât, Umdetü’l-buleƥâ ve uddetü’l-füsahâ, Süleymaniye Ktp., Es’ad Ef., Nr:3302, vr.4b-5b; Hârizmúâhlar’dan Halifelik makamına yazılan Arapça mektuplar için bkz., Heribert Horst, “Arabische Briefe der Horazmšâhs an den Kalifenhof aus der Feder des Rasid ad-Din Watwat, ZDMG, C:CXVI,1966, s.24-42. 10 16 Hârizmúâhlar, Abbasî Halifeli÷i ile amansız bir iktidar mücadelesine tutuútular. Sultan Tekiú’in Irak Selçuklu Devleti’ne son vermesi (590/1194) üzerine, Hârizmúâhlar ile Abbasî Halifeli÷i komúu oldular ve bundan sonra da iki devlet arasındaki üstünlük kurma mücadelesi baúladı. Abbasî Halifesi Nâsır-Lidînillâh önceleri Irak Suçluklu Sultanı Tu÷rul’un ortadan kalkmasını istemiúse de yeni ve güçlü komúuları onun kısa sürede piúmanlık duymasına neden oldu.12 Halife NâsırLidînillâh bir hükümdar gibi davranıyor, siyasî arzularını açıkça belli ediyordu. Hârizmúâhlar ile yaptı÷ı mücadelelere bakarak onun daha çok bir siyasî lider görüntüsü çizdi÷ini söylemek yanlıú olmaz. Halife Nâsır-Lidînillâh, Hârizmúâhlar hükümdarlarını “sultan”lı÷a lâyık görmedi. Onlara “sultan” unvânını, kendi üstünlük ve hükümranlık arzusunu gerçekleútirmeye engel oluúturdukları düúüncesiyle vermedi. Fiilî olarak Hârizmúâhlar’ın kullandıkları bu unvân resmî olarak Halife tarafından tasdik edilmedi.13 Bastırdıkları sikkelerde “sultan” unvânını kullandılar.14 Öte yandan bu unvânı resmîleútirmek için de defalarca beyhude yere Halifeye müracaat ettiler.15 Halife ile yaúanan bu iktidar mücadelesi Hârizmúâh Alâeddin Tekiú zamanında baúladı ama asıl úiddet kazandı÷ı dönem Sultan Alâeddin Muhammed devri oldu. Öyle ki, Hârizmúâh Muhammed bu güç savaúı u÷runa çok riskli ve cesur bir karúı adım attı ve Abbasî Halifeli÷i’nin meúrûlu÷unu tartıúmaya açtı.16 12 Abbasî Halifesi Nâsır-Lidînillâh-Hârizmúâhlar iliúkileri ile Halifenin Hârizmúâhlar aleyhine Gurlular’ı kıúkırtması ve onun a÷ır ithamlara maruz kalaca÷ı rivayetlere konu olan Mo÷ollar ile teması için bkz. Angelika Hartmann, an-NƗsir li-DƯn AllƗh (1180-1225) Politik, Religion, Kultur in der späten ‘AbbƗsidenzeit, Berlin-New York 1975, s. 75-86. 13 Her ne kadar Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Ahlat önlerindeyken Halife tarafından kendisine sultanlık hil’ati gönderilmiú ise de Halife, aynı sırada gönderdi÷i mektupta ona “ùahinúâh” diye hitap ediyordu. ùihabüddin Muhammed en-Nesevî, Sîret-i Celâleddin Mingburnî, Núr: Mücteba Minovi, Tahran 1344hú., s. 205. 14 øbrahim Artuk, Cevriye Artuk, østanbul Arkeoloji Müzeleri Teúhirdeki øslâmî Sikkeler Katalogu, C:I, Ankara 1974, s.429-431. 15 øbnü’l-Esîr,age., C:XII., s. 268; ayrıca bkz.Cüveynî, age., s.330; Kafeso÷lu, Harezmúahlar Devleti Tarihi (485-618/1092-1221), Ankara 1992, s.215 vd. 16 Sultan Alâeddin Muhammed, din adamlarından “øslâm’ın dire÷i bir Sultana saldıran halifenin Müslümanlara imamlık yapamayaca÷ına ve zaten Abbaso÷ulları’nın bu makamı gasp yoluyla ele geçirdiklerine” dair bir fetva aldı. Ardından da hutbeden onun adını çıkarma teúebbüsüne giriúti. Bu kadarla kalmayıp yeni bir halife de tayin etti. Cüveynî, age, s.330-331; øbnü’l-Esîr, age., C.XII, s.270; Ayrıca bkz. Afâf Seyyid Sabra, Tarihu’s-siyâsî li’d-devleti’l-Hârizmiyye, Kahire 1987, s.134-144; Ghulam Rabbani Aziz, A Short History of The Khwarazmshahs, Karaçi1978., s.72; 17 Hârizmúâhlar Devleti’nin yapısı üzerinde etkili olan Terken Hatun unsuruna da de÷inmemiz gerekir. Biz, her ne kadar Türk hâkimiyet anlayıúı do÷rultusunda sultanların anne veya eúlerinin devlet yönetiminde etkin olduklarına dair örneklere sahipsek de Hârizmúâhlar’da Terken Hatun istisnaî olarak farklı bir özellik göstermektedir. Sultan Alâeddin Tekiú’in onunla evlenmesi üzerine kalabalık sayıda Kanglı-Kıpçak unsurları Hârizm topraklarına yerleúmiú, onlar bu sayede devlet yönetimine katılmıú ve devletinin yapısına kendi özelliklerini katmıúlardır. Asıl önemlisi Terken Hatun’un, devleti Sultan üzerinden yönetmeye çalıúmayıp bizzat ve resmen yönetiyor olmasıdır. Çünkü onun kendine ait sarayı ve dîvânı vardı.17 ùimdiye kadar incelemeye çalıútı÷ımız Hârizmúâhlar Devleti’nin yapısı ve karakteri Selçuklular’ın devamı olma özelli÷ini gösterir. Bu devlet tipi inceledi÷imiz dönemde Gurlular için de geçerlidir.18 Hârizmúâhlar Devleti’nin yıkılıúından sonra bölgeyi hâkimiyetleri altına alan Mo÷ollar, yönetim úekli olarak farklı özellikler taúıyor görünseler de ilerleyen tarihlerde onlar da yerleúik tarzdan etkilenmiúlerdir.19 B. HÂKøMøYET ANLAYIùI Nizamülmülk Siyasetnâme’sinde; “Allah her asır ve zamanda halkın içinden birini padiúâhlık sanatları ile övülmüú ve süslenmiú kılar. Dünyanın iúlerinden ve kulların huzurundan onu sorumlu tutar”20 demektedir. Bu ifadeler hâkimiyet anlayıúının kayna÷ını ve içeri÷ini çok net bir úekilde açıklamaktadır. Hârizmúâhlar için de geçerli olan bu hâkimiyet anlayıúına göre, hükümdarlı÷ın kayna÷ı Tanrı’dır. Hükümdar, Tanrı tarafından seçilmiú oldu÷u için bu mevkiye gelebilmiútir. Nitekim Sebüktegin’in Pendnâme’sinde; “Allah beni emîrli÷e ulaútırdı ve kullarının baúına hâkim kıldı”21 denilmesi de aynı anlayıúın bir baúka ifadesidir. Eski Türk hâkimiyet Nâfi‘ Tevfik el-Ubûd, ed-Devletü’l-Hârizmiyye, Ba÷dat 1978, s.96 vd.; K. Philip Hitti, Siyâsî ve Kültürel øslâm Tarihi, C:II, Çev. Salih Tu÷, østanbul 1995, s.758. 17 Nesevî, Farsça, s.62; Cüveynî, age., s.381. 18 Gurlu teúkilâtı için bkz. Muhammed Abdul Ghafur, “The Gǀrids, History, Culture and Administration 549-612/1148-1215-16”, Hamburg 1960, yayınlanmamıú doktora tezi, s.125-195. 19 Bu geçiú dönemi ve sonrasındaki Mo÷ol hakimiyeti döneminin iktisadî ve sosyal durumu için ilginç tesbitler içeren úu çalıúmaya bkz. Farsıanı Madjid, “Sosyoloji Açısından Horasan Sarbadaran Hareketi”, østanbul 1978, yayınlanmamıú doktora tezi, s.7-98. 20 Nizamülmülk, Siyasetnâme, Çev. Nurettin Bayburtlugil, østanbul 1995, s. 28. 21 Erdo÷an Merçil, “Sebüktegin’in Pend-nâmesi (Farsça metin ve Türkçe tercümesi)”, øslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, C.VI, Cüz 1-2, østanbul 1975, s.229. 18 anlayıúının22 bir uzantısı olarak devam eden bu hükümranlık anlayıúı Hârizmúâhlar zamanında da aynı úekilde devam etmiútir. Buna göre iktidarın kayna÷ı Tanrı’dır. Bu nedenle de Tanrı, Hârizm hükümdarının koruyucusu ve yardımcısıdır. Ebkârü’l-efkâr’da úöyle denilmektiler: “Tanrı’nın bizim devletimizin iktidarını sürdürmesi, bizim devletimizi koruması hakkında gösterdi÷i lütûflar yazıya geçirilemeyecek kadar çoktur ve hatta hayallerde bile bunu tasvir etmek mümkün de÷ildir”.23 Bu ifadeler açıkça gösteriyor ki, Hârizmúâhlar’da siyasî iktidarın dayana÷ı Tanrı’dır. Hükmetme yetkisi Tanrı’dan alınmaktadır. Yukarıda adı geçen mecmûadaki aynı mektubun devamında “Devlet ve din, mülk ve millet iúleriyle ilgili yapılmasına karar verdi÷imiz her bir önemli iúte Allah’ın yardımı bizimledir”24 denilmektedir. Bu ifadelerdeki Tanrı tarafından seçilmiú olundu÷una dair yapılan vurgu, hükümdarın hep do÷ru iúler yaptı÷ına ve yapaca÷ına kesin bir inanca da iúaret etmektedir. Kayna÷ını Tanrı’dan alan bu hâkimiyet anlayıúında hükümdarın “seçilmiú kiúi” olarak kabul edilmesi, onun üstün özelliklere sahip oldu÷una da iúarettir. Bilindi÷i üzere, Türk hâkimiyet anlayıúında bu kavram “Kut almak”25 terimiyle ifade edilmektedir. Hârizmúâhlar’da da bu anlayıúın devam etti÷ini tespit edebilmekteyiz. Hârizmúâh øl-Arslan’ın ölümünden (567/1172) sonra o÷ulları Sultanúâh Mahmud ve Alâeddin Tekiú Han saltanat mücadelesine girdiler. Horasan’da bulunan Sultanúâh kardeúine gönderdi÷i rubâîlerde meydan okuyordu. Tekiú cevaben gönderdi÷i bir rubaide “Kimin devlet ikbâlinin yükselece÷ini, kanlı kılıç tayin edecek”26 diyordu. Buradaki ikbâl aslında “kut”a iúaret etmektedir. Kut’a 22 Eski Türk hâkimiyet anlayıúı, Orhun Yazıtlarında “ Üstte mavi gök altta ya÷ız yer yaratıldı÷ında ikisi arasında insano÷ulları yaratılmıú, insano÷ulları üzerine de atalarım, Bumin Ka÷an ve østemi Ka÷an (hükümdar olarak) tahta oturmuú” úeklinde ifade edilmektedir. Bkz. Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, østanbul 1992, s.67. 23 Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr fi’r-resâil ve’l-eú’âr, ø.Ü. Kütüphânesi Nr: F 424; vr.31b-32a, Toyserkânî, age., økinci Bölüm, s.71 24 Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, aynı yer; Toyserkânî, age., aynı sayfa. 25 Kaúgarlı Mahmud, Dîvân-ü Lûgat-it-Türk, Çev: Besim Atalay, C:I, Ankara 1992, s.301; Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, Çev: Reúid Rahmeti Arat, C:II, Ankara 1985, s.392, 425; Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Geliúme Ça÷ları, Ankara 1979, s.220; øbrahim Kafeso÷lu, Türk Milli Kültürü, østanbul 1986, s.236 vd. 26 Devletúâh Semerkandî, Devletúah Tezkiresi, Çev: Necati Lugal,C.I, østanbul 1977, s.173-174; Hândmîr, Ravzatü’s-safâ, C.IV, s.366 19 sahip olan, bahtı hükümdarlıkla taçlandırılmıú bulunan yani “seçilmiú olan” saltanatı elde edecektir. Hârizmúâhlar’ın kullandıkları unvân ve lâkaplar hâkimiyet anlayıúının bir ifadesi olarak bize birçok ipucu vermektedir. “Zillullahi fi’l-arz”27 yani “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” unvânındaki anlamın do÷al bir sonucu olarak hükümdar cihanın hâkimi idi. “Hüdavend-i Cihân” (Cihânın sahibi), “Tâcü’l-øslâm ve’l- Müslimîn” (øslâm’ın ve Müslümanlar’ın tâcı), “Emîrü’l-Mü’minin” (Mü’minler’in Emîri), “Pâdiúâh-ı benî Âdem” (Ademo÷ulları’nın Hükümdarı), “Melikü’ú-ùark ve’l- Garb” (ùarkın ve Garbın Sultanı)28 gibi unvânlar da hâkimiyet anlayıúına ıúık tutmaktadır. Bu anlayıúa göre; Hârizm hükümdarları tüm dünyanın hakimidirler. Yeryüzünü yönetmek onların görevidir. Öyle ki, sultanın sarayı bütün sorunların çözüldü÷ü bir merkezdir. Arâisü’l-havâtır’da, “ Bugün dünyadaki eúrafın zulüm ve ihtiyaç karúısında baúvuracakları yer o bârgâhtır”29 denilerek hâkimiyet alanının da bütün dünya ve bütün insanlar oldu÷u belirtilmektedir. Görüldü÷ü üzere hâkimiyet anlayıúının hudutları çok geniútir. Hükümdar, “ Çünkü bizim ilmimiz herkesi içine alır”30 derken Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi sıfatıyla bütün dünyayı yönetme anlayıúında oldu÷unu ve kendisinde bu hakkı ve yetkiyi gördü÷ünü anlatmaktadır. Sultan Tekiú “Kıyamet iki tane olacak. Biri Tanrı’nın vaadi, ikincisi benim dünyadan gidece÷im an”31 derken hükümdarın ölümünü de kıyametin kopması gibi bir felaket olarak algıladı÷ını göstermektedir. Görüldü÷ü üzere Hârizmúâhlar’da hâkimiyet anlayıúı Türk gelene÷ine uygundur ve di÷er ortaça÷ Türk-øslâm devletlerindeki anlayıú ile aynıdır32 27 Nesevî, Farsça, s.215 Bkz. Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr.1b; Toyserkânî, age., økinci Bölüm, s.68. 29 Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4138, vr. 63b-64a. 30 Toyserkânî, age., Birinci Bölüm, s.53. 31 Minhâc-ı Sirâc Cûzcânî, Tabakât-ı Nâsırî, C:I, Núr: Abdülhay Habîbî, Tahran, 1343, s.302. 32 Aslında bu anlayıú sadece Türkler’e has de÷ildir. Gizli Tarih’te Cengiz Han’ın atalarının “Tanrı’nın yüksek takdiriyle yaratıldı÷ı” anlatılmaktadır. Bkz. Manhol-un Niuça Tobça’an (YüanCh’ao Pi-shi) Mo÷ollar’ın Gizli Tarihi, Çev: Ahmet Temir, Ankara 1995, s.3. 28 20 Acaba bu úekildeki bir hâkimiyet anlayıúında hükümdarın halkına bakıúı nasıldır? Hükümdar tebeasını, hâkimiyeti altındaki insanları nasıl görmektedir? Aslında bu soruların cevabı olabilecek bilgilere kaynaklarımızda çok sık rastlanmaz. Ama biz nispeten úanslıyız. Çünkü elimizde Reúidüddin Vatvat’ın kaleminden çıkmıú bir inúa örne÷i vardır. Arâisü’l-havâtir’de mevcut bulunan ve etraftaki amillerden birine yazılmıú olan bir mektup33 bizim için son derece önemlidir. Hârizmúâh Atsız devrine ait olan bu vesikada hitab edilen âmile çeúitli nasihatler verilerek görevini icra ederken nelere dikkat etmesi gerekti÷i hususunda hatırlatmalarda bulunulmaktadır. Bu niyetle kaleme alınan mektupta halkın, merkezin yani hükümdarın gözünde nasıl sınıflandırıldı÷ı gayet açık bir úekilde görülmektedir. Aslında bu mektup bir bölge amiline hitap etmekle sınırlıdır. Ancak bizce hükümdarın gözündeki halkı tasvir etti÷i için buradaki anlayıúı genellemek hiç de yanlıú olmaz. Buna göre; hükümdarın gözünde halk üç sınıftır. Birinci sınıf: “Onlar ki, bize hizmet etmeye samimi úekilde can atanlar…….(Bunlar) bizim katımızda de÷er kazanacaklar. Bizim has çevremizden olacaklar”34 úeklinde ifade edilen grup hükümdar tarafından en makbul kabul edilen sınıftır. økinci sınıf; “Onlar ki, yüreklerinde hile, ikiyüzlülük, aldatıcılık, gönüllerinde baúkaldırma ve itaatsizlik vardır. Onların bütün hareketleri korkunç ve úüphelidir……”35 diye tanımlanan kesimdir. Hükümdar, memurunu onlara nasıl davranması gerekti÷i hususunda uyarır. øfadelerden sezilen tedirginlik ve hoúnutsuzluk, onlara karúı uyanık ve tedbirli olmayı emreden cümlelerde açıkça sezilmektiler. Öyle ki, hükümdarın en çok çekindi÷i grup bunlardır. Hükümdar burada tanımlanan itaatsizlerden hiç de memnun de÷ildir. Üçüncü sınıf ise; “ zanaatkârlar ve ziraatla u÷raúanlardır”. Ve bunlar padiúâh için “ne kötülükte bulunurlar ve ne de ona karúı bir vefâ gösterirler”36 úeklinde tanımlanan ve sıradan halk oldu÷u anlaúılan gruptur. Bu tanımlamanın devamında; “onların iúleri sadece geçimlerini sa÷lamaktır. Bunlar tehlike arz etmez. Bunlar 33 Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr:4138, vr. 59b-60b; Toyserkânî, age., s.45-46. Reúidüddin Vatvât, Araisü’l-havâtır, aynı yer; Toyserkânî, age., aynı yer. 35 Reúidüddin Vatvât, Araisü’l-havâtır, aynı yer; Toyserkânî, age., aynı yer. 36 Reúidüddin Vatvât, Araisü’l-havâtır, aynı yer; Toyserkânî, age., aynı yer. 34 21 kendi baúlarının korunmasının derdindedirler”37 denilmektedir. Bu sınıf hükümdarın gözünde gayet makbuldür ve söz konusu etti÷imiz mektupta onlar için kolaylaútırıcı önlemler alınması gerekti÷i belirtilmektedir.38 Verdi÷imiz bu son örneklerden anlaúılaca÷ı üzere, hâkimiyet anlayıúı hükümdar nazarından son derece merkeziyetçidir. Hükümdarın gözünde halk esas olarak “itaat edenler” ve “itaat etmeyenler” olarak ikiye ayrılmaktadır. Di÷er bütün tasnifler bu anlayıútan sonra gelmektedir. Hükmedenin, iktidarlarına isyan edenlere karúı tutumları her zaman en sert tedbirlerin alınmasına neden olmuútur. Konumuz içinde, yeri geldikçe bunların örnekleri verilece÷i için burada sadece bu tesbiti yapmakla yetiniyoruz. Görüldü÷ü üzere, Hârizmúâhlar’da da ortaça÷ gelene÷ine uygun olarak hâkimiyet anlayıúı, hükümdarın mutlak hâkimiyeti ve kendisine kayıtsız úartsız itaat etmesini bekledi÷i tebea çerçevesinde úekillenmektedir. C. TAHTA VERÂSET USÛLÜ Hârizmúâhlar’ın bir Türk hanedanı olmalarının tabiî gere÷i olarak eski Türk âdet ve geleneklerini idare, teúkilât ile bunlara ba÷lı sahalarda devam ettirdiklerini biliyoruz. Bunun en güzel örneklerinden bir tanesi tahta verâset usûlünde takip ettikleri yoldur. Bilindi÷i üzere Türk hâkimiyet anlayıúına göre devlet, hanedan ailesinin ortak malıdır. Hanedan ailesi kutsaldır ve bunların içerisinden “kut sahibi olan” yani Tanrı tarafından insanları yönetmek görevi için seçilen kiúi hâkimiyeti tek baúına elinde tutar.39 Hükümdarın ölümünden sonra tahtın vârisinin kim oldu÷u kesin kurallar ile belirlenmemiútir. Hükümdarın erkek kardeúleri ve o÷ulları daha do÷rusu hanedan ailesinin hükümdar ile kan ba÷ı olan bütün erkek üyeleri taht iddiacısı olarak ortaya çıkabilirler. Öyle ki vârisler bu u÷urda, hâkimiyeti ele geçirebilmek için temin 37 Reúidüddin Vatvât, Araisü’l-havâtır, aynı yer; Toyserkânî, age., aynı yer. Reúidüddin Vatvât, Araisü’l-havâtır, aynı yer; Toyserkânî, age., aynı yer. 39 Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Geliúme Ça÷ları, Ankara 1979, s.220. 38 22 edebildikleri kuvvetler ile çetin mücadeleleri göze alıyorlardı.Tarihimiz bu tespitin örnekleri ile doludur. Hükümdarın ölümünün ardından baú gösteren saltanat mücadeleleri devleti yıpratmakla kalmıyor ço÷u kez çöküúün veya parçalanmanın en önemli sebebi oluyordu.40 Öte yandan bir baúka açıdan bakıldı÷ında da bu sistem güçlü olanın hâkimiyeti ele geçirebilmesine imkân sa÷lıyordu. Aslında hükümdar hayatta iken veliahdını belirliyor ve muhtemel taht iddiacıları, komutanlar ve devlet ileri gelenlerinden veliahdına itaat hususunda söz alıyordu. Ancak bu uygulamanın kesin bir yaptırımı yoktu. En fazlası hükümdarın ölümünden sonra çıkabilecek taht mücadelesinde veliahd daha meúru görünebilir ve belki bu sayede di÷er taliplere oranla daha avantajlı duruma gelebilirdi. Hârizmúâhlar’da da yönetim verâset usûlüne dayalıydı ve bu da yukarıda açıklamaya çalıútı÷ımız úekliyle uygulanıyordu. Devletin kurucusu Hârizmúâh Atsız’ın 9 Cemaziyelâhir 551 (31 Temmuz 1186) tarihinde ölümü ile de tahta verasette ilk mücadele baúladı. Atsız’ın o÷lu øl-Arslan, babasının ölümü üzerine onun veliahdı olarak, kendisine bîat eden orduyla hızla Hârizm’e geldi ve rakiplerini ezerek tahta oturdu. Bunu yaparken kardeúi Süleymanúâh’ı hapsedip etkisiz hale getirdi ve muhalefetin baúı olmakla sorumlu tuttu÷u kardeúinin atabegi O÷ul-bey’i öldürttü.41 Kazvînî’ye göre, Süleymanúâh b. Atsız’ı tahta çıkarmayı O÷ul-bey ile birlikte ümerâdan da bir ço÷u istiyordu. øl-Arslan bunları da öldürtmüútü.42 Hükümdarın ölümünden sonra tahtın sahibinin kim olaca÷ının kesin olarak belirlenmemesi ve bu konuda bir kural konulmaması sebebiyle Hârizmúâhlar’da da son derece úiddetli taht mücadeleleri baúlamıútır. Veliaht tayini de tahta verasette bir çözüm yolu de÷ildi. øl-Arslan 19 Recep 567 (19 Mart 1172) tarihinde öldü÷ünde geride iki o÷ul bırakmıútı: Alâeddin Tekiú ve Sultanúâh Mahmud. Cüveynî ve 40 Selçuklu Devleti’nin çöküú sebepleri arasında en önemlilerinden biri olarak tahta verâset usûlü ve buradan kaynaklanan taht kavgalarının sonuçları için bkz. Abdülkerim Özaydın, Sultan Berkyaruk Devri Selçuklu Tarihi (485-498/1092-1104), østanbul 2001, s.135-140. 41 Cüveynî, age., s.257; Hamdullah Müstevfî Kazvînî, Tarih-i Güzide, Ed: E. G. Browne, LeydenLondon 1910, s.490; Mîrhând, age., C: IV, s.364. 42 Kazvînî, age., s.490. 23 Kazvînî’ye göre øl-Arslan’ın veliahdı küçük o÷lu Sultanúâh idi.43 øl-Arslan’ın ölümünün hemen ardından annesi Terken Hatun’un da yardımlarıyla Sultanúâh, Hârizmúâhlar tahtına oturdu. Ne var ki, Alâeddin Tekiú Han bu oldu bittiyi kabul etmeyerek hakkını alabilmek için mücadeleye baúladı. Her ne kadar Alâeddin Tekiú, Karahıtaylar’dan aldı÷ı destekle 22 Rebiülâhir 568 (10 Ocak 1173) tarihinde tahtı ele geçirip, kardeúi Sultanúâh ve onun annesi Terken Hatun’u baúkent Gürgenç’ten uzaklaútırdı ise de bu durum Sultanúâh’ın pes etti÷i anlamına gelmedi. Sultanúâh’ın ölüm tarihi olan Ramazan 589 (29 Eylül 1193) tarihine kadar kimi zaman yapılan anlaúmalarla sükûnet sa÷lanmaya çalıúılsa da bu mücadele tam olarak yirmi bir yıl boyunca devam etti. Tahta verâset anlayıúı gere÷ince iki taraf da haklıydı. Sultanúâh’ın sı÷ındı÷ı Gur Sultanı Gıyâseddin bu hakkı, Alâeddin Tekiú’in kardeúinden úikâyet etmek ve koruyucusunu tehdit maksadıyla gönderdi÷i mektuba verdi÷i cevapta bize çok güzel bir örnek olacak úekilde ifade etmektedir. Gur Sultanı úöyle diyordu: “….Alâeddin Tekiú’in, Sultanúâh’ın ülkeye hükümran olmak istedi÷ine dair sözüne gelince, yemin ederim ki o, hükümdar o÷lu bir meliktir. Yüce bir himmete sahiptir. E÷er hükümdar olmak istiyorsa, onun durumundaki herkes aynı úeyi ister….”44 Her ne kadar Hârizmúâhlar Devleti’nde yaúanan taht kavgaları Gurlular’ın iúine yarıyorsa da bu cümlelerin gerçeklik payı da göz ardı edilemez. Bu sözler verâset anlayıúı üzerinde durdu÷umuz noktayı, yani hükümdarın ölümünden sonra kimlerin haklı taht iddiacısı olabilece÷ini göstermektedir. Görüldü÷ü üzere Hârizmúâhlar’ın komúusu Gurlular’da da aynı usûl kabul edilmiúti.∗ Alâeddin Tekiú ile kardeúi Sultanúâh Mahmud arasındaki saltanat mücadelesi Hârizmúâhlar Devleti için yıpratıcı oldu. Karahıtaylar ve Gûrlular’ın devlet iúlerine 43 Cüveynî, age., s.258; Kazvînî, age., s.491; Ayrıca bkz. Reúidüddin Fazlullah, Câmîu’t-tevârih, Núr: Behmen Kerimî, y.y. 1362hú., C:I, s.253; ùebânkâreî, Mecmâ‘u’l-ensâb, s.136 vd. 44 øbnü’l-Esîr, age., XI., s.308 ∗ Bu usûl, yalnızca Gûrlular ve Hârizmúâhlar tarafından uygulanıyor de÷ildi. Daha öncesinden Gazneliler, Karahanlılar ve Selçuklular’da tahta verâsette aynı gelene÷i takip ediyorlardı. Hârizmúâhlar ile iliúkisi olması bakımından Mo÷ollar ile de karúılaútırma yapmamız gerekir. Mo÷ollar’da da taht babadan o÷ula geçiyordu, yalnız onlar toplanan kurultayda veliahdı Han ilân ediyorlardı. Gizli Tarih’in bildirdi÷ine göre, Ögedey, Cengiz Han’ın veliahdıdır. Onun ölümünden sonra 1228 yılında toplanan kurultayda Cengiz Han’ın emri gere÷ince Ögedey, Han seçilmiúti. Mo÷ollar’ın Gizli Tarihi, s.190-191. 24 karıúmasına fırsat verdi. Ayrıca devletin büyümesini ve daha da güçlenmesini geciktirdi. Ancak Hârizmúâh Tekiú’in yetenek ve cesareti bu olumsuzlu÷u gidermeye yetti. Onun devrinde devlet, bir imparatorluk haline gelerek geniú sınırlara ulaútı. Ancak kardeúiyle mücadele içinde oldu÷u yıllarda saltanatını güvende hissedemedi. Kardeúinin ölümü ona rahat bir nefes alma imkânı sa÷ladı. Sultan Tekiú Han’ın veliahdı ise Niúâbûr valili÷i ile görevlendirdi÷i ve Horasan askerlerini emrine verdi÷i o÷lu Nâsırüddin Melikúâh idi. Ancak o, 1197 yılında ölünce Sultan Tekiú, Niúâbûr valili÷ine di÷er o÷lu Kutbeddin** Muhammed’i tayin etti. Yeni veliaht da o oldu.45 Sultan Tekiú 19 Ramazan 596 (4 Temmuz 1200) tarihinde öldü. Onun ölümünün ardından Melikúâh’ın o÷lu Hindu-Han amcasından çekinerek ve hatta korkarak Hârizm’den ayrıldı.46 Aslında Hindu-Han örne÷i bize, verâset usûlünün uygulanıúı hakkında úimdiye kadar bahsetti÷imiz noktalar haricinde bilgiler vermektedir. ùöyle ki; Hindu-Han Hârizmúâhlar tahtının veliahdı olan babası Nâsırüddin Melikúâh’tan sonra sultan olma yolu açık olan bir hanedan üyesi iken babasının 1197’de tahta çıkamadan ölümü ile statüsü tamamen de÷iúmiú ve o artık, sıradan bin hanedan mensubu haline gelmiúti. Bu durumda onun Sultan Alâeddin Tekiú’in ardından tahta geçen amcası tarafından hoú karúılanmayaca÷ı, potansiyel bir tehlike olarak görülece÷i muhakkaktır. Üstelik, øbnü’l-Esîr’in bildirdi÷ine göre Hârizmúâh Tekiú’in iki o÷lu arasında “büyük bir düúmanlık vardı”.47 Ancak verâset usûlü konusunda asıl önemli nokta Hindu-Han’ın babasının ölümünden sonra onun mirasından hakkını istemesidir. Acaba bu hakkın sınırları nasıl çizilebilir? Veliahdlık miras olamayaca÷ına göre, babasının makamı olan Niúâbûr valili÷i ve bu mevkiye ba÷lı bölgeler ile onların idaresinin kendisinin hakkı oldu÷unu iddia etmemesi için hiç bir sebep görünmüyor. Aslında onun bu talepleri, ** Hârizmúâh Alâeddin Muhammed. øbnü’l-Esîr, age., XII., s.112 46 øbnü’l-Esîr, age., XII., s.112 47 øbnü’l-Esîr, age., XII., s.112 45 25 en az, muhatabı olan sultanın bu istekleri red ve Hindu-Han’ı ortadan kaldırmaya yönelik faaliyete geçmesinin kabul edilebilirli÷i kadar meúru idi. Sistemin iúleyiú úekli her iki “hak arama” çabasına da izin veriyordu. Kesin sınırları belli olmayan, kuralları kat’î bir úekilde konulmayan bu verâset anlayıúında haklar hukukî yollarla de÷il, bilek gücüyle alınabilirdi ve bunun meúruiyyeti tartıúılmazdı. Verâset usûlü gere÷ince hükümdarın sa÷lı÷ında veliahdını belirledi÷ini söylemiútik. Sultan aynı zamanda veliahdı de÷iútirme yetkisine da sahipti. Nitekim Sultan Alâeddin Muhammed önce o÷ullarından Uzlakúâh’ı veliahd tayin etmiú48 daha sonra bu kararına de÷iútirmiúti. Üstelik Uzlakúâh, sultanın en küçük o÷lu idi. Görüldü÷ü üzere en büyük úehzâdenin veliahd olaca÷ına dair de bir kural yoktu. Hârizmúâh Alâeddin Muhammed, annesi Terken Hatun’un gücü karúısında onun iste÷ine uygun olarak, Uzlakúâh’ı tahtının vârisi olarak belirlemiúti. Uzlakúâh’ın annesi, Terken Hatun ile aynı boya mensuptu.49 Sultan Alâeddin Muhammed, Mo÷ollar önünden kaçarak sı÷ındı÷ı Abeskûn adasında muazzam devletinin yıkılıúı karúısındaki çaresizlik hisleri ile veliahdını de÷iútirdi. Nesevî’ye göre; “Celâeddin’den baúka öcünü alacak, devleti toparlayacak o÷lu olmadı÷ı” sözleri ile yeni veliahdını ilan ederek di÷er iki o÷lundan ona itaat etmelerini istemiúti.50 Sultanın bu iste÷i yerine getirilmedi. Kardeúler arasında sultanın ölümünden sonra baúlayan mücadele Mo÷ollar ile girdikleri çatıúmada Uzlakúâh ve Akúâh’ın ölümü ile noktalandı.51 Öte yandan Celâleddin de Mo÷ol tazyiki karúısında Hindistan’a gitmiú, oradan üç yıl sonra dönerek tahta çıkabilmiúti. Ancak artık devletin merkezi ve topraklarının ço÷u elden çıkmıútı. Celâleddin Hindistan’da iken kardeúi Gıyaseddin Pirúâh Azerbaycan, Arran ve Irak-ı Acem’de tutunabilmiúti. Celâleddin 1224 yılında dönünce gönülsüzce, daha do÷rusu mecburen ona itaat 48 Reúidüddin, Câmîu’t-tevârih, C:I, s.369. Nesevî, Farsça, s.84. 50 Nesevî, Farsça,s.84; Aydın Taneri, Celâlü’d-din Hârizmúâh ve Zamanı, Ankara 1977, s.20. 51 Nesevî, Farsça, s.89; Reúidüddin, age., C:I, s.370. 49 26 etmiúti.52 Muhtemel taht kavgasını önleyen bu defa Mo÷ollar’ın yarattı÷ı kargaúa ortamı ve devletin artık yıkılıyor olmasıydı. D.HÜKÜMDAR 1.HÜKÜMDARIN ÖZELLøKLERø Kaynaklarımızda hükümdarın sahip olması gereken özelliklere dair çeúitli bilgiler mevcuttur. Ço÷u kez bir hükümdar övülürken onun özelliklerinden bahsedilir. Aslında bu, ideal olana, olması gerekene iúaret etmektedir. Yazarlarımızın ço÷unun eserlerini devrin hükümdarlarına sunduklarını ve bu yazarların hükümdarların yakın çevresindekiler arasında bulunduklarını göz önünde tutarak bahsetti÷imiz övgülerin aslında ideal bir hükümdarda aranan özellikleri, yani olması gerekeni ifade etti÷ini söyleyebiliriz. Medhiyelerden, övülen özelliklerin mutlaka adı geçen hükümdarda bundu÷u sonucunu kesinlikle çıkaramayız. Ancak, beklenenin ne gibi özellikler oldu÷unu tespit edebiliriz. Bunun yanında nasihatnâme türündeki eserler do÷rudan hükümdarın hangi özelliklere sahip olması gerekti÷ini belirttikleri için özel bir önemi haizdirler. Çünkü bu tarz eserler genel ifadelerle kaleme alınmıútır. Ço÷u anlatımlarda özel bir úahıs kastedilmez. Bu nedenle de ele alaca÷ımız baúlık için oldukça de÷erlidirler. Bu açıklamalardan sonra ideal hükümdarın sahip olması arzulanan veya beklenen özelliklerinin neler oldu÷unu tespit etmeye çalıúalım. Hükümdarın, halkının hoúnut olabilmesi ve iyilikle anılması için Hakk’ın razı olaca÷ı iúler yapması gerekmektedir. Bu da âdil olması ve zulümden uzak durması ile mümkündür. Ancak bu sayede hükümdar hem ayakta kalabilir hem de âhirette, yaptı÷ı iúlerin hesabını gönül rahatlı÷ıyla verebilir. Nizamülmülk’ün belirtti÷i bu esasların53 en önemli özelli÷i, hükümdarın vicdanına sesleniyor olmasıdır. Nesevî, Farsça, s.126-130; øbn Vâsıl, Müferricü’l-kürûb fî ahbâr-ı mülûk-i benî Eyyûb, Núr: Hasaneyn Muhammed Rabi‘, C.IV, s.132 vdd.; Mükrimin Halil Yınanç, “Celâleddin Harzemúah”, ø.A., C:III, s.49-50; Taneri, age, s.35-36 53 Nizamülmülk, Siyasetnâme, s.32. 52 27 Adâletli olma úüphesiz, hükümdarda bulunması gereken birinci özelliktir. Çünkü bu bir ihtiyaçtır. Bu nedenledir ki, kaynaklarımızda sık sık adâletli olmaya vurgu yapılır ve sultanlar âdil oldukları gerekçesiyle övülür. Örne÷in; Hârizmúâh Tekiú 22 Rebîülevvel 568 (11 Aralık 1172) tarihinde tahta çıktı÷ında, Reúidüddin Vatvat, iyice yaúlanmıú bir halde sultanın huzuruna sedye üzerinde getirilmiú ve o, bu kutlamanın úerefine bir rubaî söylemiúti. Reúidüddin Vatvât, rubaînin bir bölümünde úöyle diyordu: “ Deden zamanın sayfasından zulüm kelimesini sildi. Babanın adâleti, yaraları sardı.”54 Adâletli olmak iyi bir hükümdarın en önemli özelli÷i idi. Bunun yanında merhametli, faziletli ve cömert olması da gerekirdi. Hükümdarın adâletli, merhametli, faziletli ve cömert olabilmesi onun Allah korkusu taúıması ile mümkündü. Yalnız bu sayede dinin emretti÷i üzere davranabilirdi. Sebüktegin, Pendnâme’de o÷lunu padiúâhlı÷ın can tehlikesi taúıyan bir iú oldu÷u konusunda uyardıktan55 sonra “Allah’tan korkmasını”, “dindar olmasını” ve “ancak bu sayede hürmet ve haúmetinin olaca÷ını” belirterek nasihât etmektedir.56 Nitekim Hârizmúâh Tekiú, o÷lu Alâeddin Muhammed’e Allah korkusuyla hareket etmenin nasıl mümkün olaca÷ını Cûzcânî’ye göre úu úekilde vasiyet ediyordu: “øslâm’ı iúin baúı tut”. 57 Hükümdarda bulunması gereken bir di÷er özelli÷in de cesaret oldu÷u anlaúılmaktadır. Hârizmúâhlar arasında Sultan Celâleddin cesurlu÷u bakımından en úöhretli olanıdır. Nesevî’nin eseri onun kahramanlık öyküleri ile doludur.58 Mo÷ollar karúısında direnen bu kahraman hükümdar yaptı÷ı mücadelelerle efsaneleúmiú, Cengiz Han tarafından dahi cesaretinin kabul ve takdiri övgülerle kaydedilmiútir.59 54 Cüveynî, age., s.259; Mîrhând, age., C.IV, s.366. Ayrıca Hârizmúâh Atsız’ın adâletli oldu÷u vurgusu için bkz. Cûzcânî, age., C:I, s.299. 55 Pendnâme, s.229. 56 Pendnâme, s.229; ayrıca bkz. Siyasetnâme, s.31, 32; øbnü’l-Esîr, Sultan Alâeddin Muhammed’in fazilet sahibi oldu÷undan övgüyle bahseder, el-Kâmil, C: XII., s.326; Nesevî de Celâleddin Hârizmúâh’ın cömertli÷ini anlatır, Nesevî, Farsça, s.191. 57 Cûzcânî, age., s.302; ayrıca øbnü’l-Esîr Sultan Alaeddin Muhammed’in övülecek özelliklerini sıralarken onun dindarlı÷a verdi÷i önemi anlatmaktadır. Bkz., el-Kâmil, CXII., s.326. 58 Nesevi, Farsça, türlü yerler; Taneri, Celalü’d-din Hârizimúah ve Zamanı, s.84 vd. 59 Sind Nehri kenarındaki savaúta Celâleddin Hârizmúâh, Mo÷ol kuvvetleri karúısında cansiperane savaúmıú ancak düúmanın sayıca üstünlü÷ü ve kendi askerinden çok fazla kayıp vermesi onun nehre 28 Öyle ki, onun cesareti Mo÷ollar karúısında halk tarafından kurtarıcı olarak görülmesine ve tam anlamıyla desteklenmesine imkân sa÷lamıú ve bu sayede olumsuz iúlerine de müsâmaha gösterilmiúti.60 Kahramanlık ve cesaretiyle ün yapan bir hükümdarın tebeası üzerindeki kesin tesiri ve yarataca÷ı güven hissi úüphesiz son derece önemlidir. Hükümdarlarda bulunması istenen bir di÷er özellik de kibirli olmamalarıdır. Gurur, kibir ve kendini be÷enmiúlik kaynaklarımızda eleútirilirken, iyi ahlâklı, mütevazı ve hoúgörülü olmak yüceltilmiútir. Cüveynî Hârizmúâh Atsız’ın ölümünü anlatırken “böylece gururu, kibiri ve kendini be÷enmiúli÷i de onunla beraber topra÷a gömülmüú oldu” demektedir.61 Sultan Alâeddin Muhammed ise hoúgörüsü nedeniyle övülmektedir.62 Hükümdarın bunların yanı sıra nefsine hakim olması da gerekmektedir. Bu konuda en çok eleútirilen nokta sultanların e÷lence alemine dalmalarıdır. Sultan Alâeddin Muhammed de hükümdarlı÷ının son dönemlerinde içki ve e÷lence hayatına daldı÷ı gerekçesiyle, örne÷in Cüveynî’nin eleútiri oklarının hedefi olmuútur.63 Üzerinde durdu÷umuz bu özeliklerin yanı sıra úüphesiz hükümdarın devlet yönetiminde mâhir olması en önemli meziyetlerden biridir. Ancak bu sayede hükümdar do÷ru siyasî kararlar verebilir ve böylece devleti yücelirdi. Sultan Tekiú Han, Hârizmúâhlar içinde devlet yönetimindeki ustalı÷ı, teúkilatçılı÷ı ve akıllıca kararlar alıp uygulamadaki baúarısı ile övgüyü en çok hak edendir.64 Ayrıca Sultan Celâleddin de Mo÷ollar karúısında alınacak tedbirlerin görüúüldü÷ü mecliste savundu÷u fikirleri ile kaynaklarımız tarafından övülmektedir.65 Ancak babası tarafından bu fikirler kabul edilmemiúti. Sultanın bizzat kumanda edece÷i büyük bir ordu ile Mo÷ollar karúısına çıkmanın gere÷ini savunan bu tezin kabul edilip atlayarak karúı kıyıya geçmesine neden olmuútur. Rivayete göre Cengiz Han bu olay karúısında “Böyle bir evlâda sahip olan babaya ne mutlu!” demiúti. Bkz. Cüveynî, age., s.154. 60 Nesevî, Celâleddin Hârizmúâh’ın adâleti sevmesine ra÷men çıkan isyanlar karúısında zulüm yapmaya mecbur oldu÷unu kaydeder. Bkz., Taneri, age., s.87. 61 Cüveynî,age., s.256-257. 62 Cüveynî, age., s.327 63 Cüveynî, age., s.314 64 Bu hususta bir de÷erlendirme için bkz. Kafeso÷lu, Harezmúahlar, s.2. 65 Cüveynî, age., s.319; Mîrhând, age., C.IV, s.142; Gregory Abû’l-Farac (Bar Hebreaus), Abû’lFarac Tarihi, C:II, Çev: Ömer Rıza Do÷rul, Ankara 1987, s.514. 29 uygulanmaması Sultan Alâeddin Muhammed’in eleútirildi÷i temel noktadır. O, bunun aksine kuvvetlerini bölerek úehir müdafaalarını uygun bulmuútu.66 Sultanın devlet yönetimi konusunda eleútirildi÷i tek nokta bu de÷ildir. Örne÷in Kafeso÷lu onu “babasının siyasi görüú ve idare kabiliyetinden mahrum olmak” la suçlamakta ve onun politikalarını da “yersiz ve hesapsız” diye nitelemektedir.67 Hükümdarlarda bulunması gereken özelliklerden bir di÷eri ise ilime ve ilimle u÷raúanlara de÷er vermeleri, saygı göstermeleridir. Hârizmúâhların bu konudaki tutumlarını çalıúmamızın üçüncü bölümü olan kültürel hayat bahsinde etraflıca inceleyece÷imiz için burada sadece hükümdarlarda aranan özellikler içinde bulundu÷unu kaydetmekle yetiniyoruz. 2.HÜKÜMDARIN GÖREV VE YETKøLERø Hârizmúâhlar’da hükümdar devletin mutlak hâkimidir ve bütün idare sisteminin baúıdır. Görevi devleti yönetmek ve halkın refah ve güvenli÷ini sa÷lamaktır. Hârizmúâh Atsız, Halife Muktefî-Liemrillâh’a gönderdi÷i mektupta, babasının yaptı÷ı iúleri övdükten sonra “Böylece Horasan ve Hârizm ahalisi canlarından ve mallarından emin bir úekilde yaúadılar”68 demektedir. Devletúah Tezkiresi’nde de Sultan Alâeddin Muhammed’den bahsedilirken, “Her köylü onun zamanında padiúâh gibi yaúadı”69 ifadesiyle halkın refâhının sa÷landı÷ına iúaret edilmektedir. Hârizmúâhlar’da hükümdarın yetkileri sınırsızdır. Hükümdar, devletin bütün memurlarını tayin ve azl edebilirdi. Ordunun baúkumandanı olmak sıfatı ile savaúa ve barıúa karar verebildi÷i gibi savaúın ne zaman sona erece÷ine ve sonuçlarına da hükmedebilirdi. Hükümdar kanunları koyar, vergi ve arazileri tahsis edebilirdi. Bütün görevlilerin terfilerini diledi÷i gibi yapabilir ve ayrıca memurlarının verdi÷i kararları de÷iútirebilirdi. Adlî sistemin de baúı hükümdardı. 66 Aynı yerler. Kafeso÷lu, age., s.2; Bu eleútirilerin dayana÷ı úu noktalardır: Sultanın halife ile iliúkilerini düzenleyememesi, cihan fatihli÷i peúinde koúması, süratle geniúleyen imparatorlukta idareyi yeni úartlara göre tanzim edememesi ve Cengiz Han karúısındaki yanlıú politikaları. 68 Horst, agm., ZDMG, s.30 69 Devletúah Tezkiresi, C: II., s.188 67 30 Hükümdar devletindeki bütün iúlere müdahale edebilme yetkisine sahipti. Onun yetkilerini sınırlayan veya ondan icraatından dolayı hesap sorabilecek hiçbir kurum mevcut de÷ildi.70 Çalıúmamız saydı÷ımız noktaları devlet teúkilâtı içerisinde baúlıklar halinde incelemeyi gerektirdi÷i için tekrara düúmemek adına burada daha çok hükümdarların yetkilerini kullanma ve karar alma biçimleri üzerinde durmayı uygun buluyoruz. Arâisü’l-havâtir’de yer alan Farsça mektuplardan ikincisi “Sultan Sencer’in Meclis-i Âlâ’sına” baúlı÷ını taúımaktadır ve Hârizmúâh Atsız tarafından gönderilmiútir. Bu mektupta Atsız, Sultana hitaben “Hüdâvend-i Âlem yeryüzünde Tanrı’nın gölgesidir ve peygamberin nâibidir. Bugün tedbir-i nizâmın, tedbir-i ahkâmın ve øslâm’ın koruyucusudur”71 demektedir. ùüphesiz bu sözler Sultan Sencer’i övmek maksadıyla yazılmıútır ve inúa örne÷i olarak da devrin yazıúma usûl ve nezaketine uygundur. Ancak bunlar sadece kuru birer övgü ya da mübala÷alı anlatımlar de÷ildir. Bu ifadeler bize o günkü anlayıúa göre hükümdarın yetkisini Tanrı’dan aldı÷ını, buradan hareketle de yetkilerinin sınırsız oldu÷unu göstermektedir. Gene bu mektuptaki cümlelerden hükümdarın düzeni, kanunları ve øslâm’ı korumakla görevli oldu÷unu anlıyoruz. Peygamberin nâibi olarak tanımlama ise aslında hükümdara yüklenen sorumluluk ve hükümdarın kabul edilen gücüne iúaret etmektedir. Hârizmúâh Atsız’ın “Emîrü’l-mü’minîn” lakabını kullandı÷ını da burada belirtmeliyiz. Aslında bu lâkap Halifeler içindir. Ancak Hârizm sultanları tarafından da kullanılmıútır. Bu da bize gösteriyor ki, Hârizm hükümdarları kendilerini her úeyin üstünde görmektedirler ve bundan dolayı da yetkilerini kısıtlayacak hiçbir kuvvet yoktur. Aslında inceledi÷imiz dönemde kabul gören kavramlar ile uygulamalar arasında büyük farklar vardır. Halife tarafından resmen sultan olarak tanınmayan Hârizmúâhlar sultan unvânın pratikte kullanmıúlar ve halifenin tavrını çok da umursamamıúlardır. Güçlü olmanın gere÷i olarak da kendi sultanlıklarını fiiliyatta kabul ettirmeyi baúarmıúlardır. Öte yandan Halife Muktefî-Liemrillâh da kendisini 70 Hârizmúâhlar’da hükümdarın yetkileri için bkz. Nafi‘ Tevfik, age., s.217 vd. Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4015, vr. 18b-19a; Toyserkânî, age., Birinci Bölüm s.8. 71 31 sadece øslâm dünyasının manevî lideri olarak görmemiú, tamamen bir siyaset ve devlet adamı gibi davranmıútır.72 Hükümdarın yetkilerinin sınırsız oldu÷u söylemiútik. Acaba sultanlar bu sınırsız yetkilerini ne úekilde kullanıyorlardı? Kararlarını nasıl alıyorlardı? Hârizm hükümdarları karar alırken fikirlerine önem verdikleri yakın çevrelerine veya konunun uzmanlarına danıúırlardı. Meúveret Meclislerinde sultanlar kurmayları ile toplanarak gündemdeki konulara dair ne yapılması lazım geldi÷ini müúavere ederlerdi. Örne÷in Hârizmúâh Alâeddin Muhammed, Otrâr hadisesi sonucu geliúen olaylar karúısında Cengiz Han’ın hiddeti ile harekete geçen Mo÷ol ordusuna karúı ne yapılması gerekti÷ini istiúâre etmiúti.73 Sultanın konuyu danıútıkları arasında âlim ùihâbeddin Hayvakî ve o÷lu Celâleddin de vardı.74 Sultan Celâleddin Hârizmúâh Rey’de yerleúti÷i sırada Alamut hâkimi Alâeddin’in bir elçisi gelmiú ve sultana emredece÷i düúmanlarını öldürmek üzere sekiz øsmailî sunmuútu. Sultan takdim edilen bu de÷iúik hediyeyi kabul etmeden önce konuyu müúavere etmeyi uygun buldu. Mecliste ço÷unluk kabul yönünde fikir bildirirken Irak nâibi ùerefüddin bu fikre katılmamıútı.75 Sultan Celâleddin, Meraga’da bulundu÷u sırada da “yapılacak iúler ve ulaúılacak hedefler konusunda müúâverede bulunmuútu”76 Sultanlar karar alırken her ne kadar danıúma meclisleri topluyorlarsa da buradaki ço÷unlu÷un görüúüne itibar ederek ona göre davranmak gibi bir mecburiyetleri yoktu. Son söz her zaman hükümdara aitti ve bu sözler kanun hükmündeydi. Bu kanunların ne zaman ve nasıl de÷iúece÷ine de hükümdar karar 72 Bkz.Angelika Hartmann, age., s. 67-90. Bu gelene÷in Mo÷ollar’da da var oldu÷unu biliyoruz. Cüveynî’ye göre Cengiz Han yönetimin danıúmanlık (meúveret) iúleri ile o÷lu Ögedey’i görevlendirmiúti. Cihângüúa, s.95; Ayrıca gene Cihangüúâ’ya göre, Cengiz Han’ın “Kanunları”nın yazılı tomarlarda úehzâdelerin hazinelerinde bulunması kararlaútırılmıútı ve “bir Han ordu sevk edece÷i veya úehzâdelerle meúveret edip karar verece÷i zaman o tomarları getirip ona göre karar verirdi”, s.87. 74 øbnü’l-Esîr, “Hârizmúâh devlet adamlarını ve istiúâre heyetlerini toplayarak onlarla gerekli istiúâresini yapmıútı” demektedir. el-Kâmil, C:XII., s.317; Ayrıca bkz., Gregory Abû’l-Farac, Abû’lFarac Tarihi, Çev: Ömer Rıza Do÷rul, C:II, Ankara 1987, s.513. 75 Nesevî, Farsça, s.117. 76 øbn Bîbî, el-Evamirü’l-Ala’iye fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçuk Name), Haz. Mürsel Öztürk, C: I., Ankara 1996, s.374 73 32 verirdi. Örne÷in Sultan Celâleddin Tiflis’i zaptının ardından, alınan esirlerin, vezîri ùerefülmülk tarafından para karúılı÷ı azât edildi÷ini duyunca çok kızmıútı. Münúî Nesevî’yi yanına ça÷ırıp “kimsenin esir azat edemeyece÷i” emrini vermiúti77 ki, artık bu hüküm bir kanundu. Hükümdarların sınırsız yetkilerini kullanırken genel kabul görmüú kurallara, âdetlere ve kendilerinden önceki uygulamalara genellikle ba÷lı kaldıklarını görmekteyiz. Oysa görünürde onları sınırlayan hiçbir güç yoktur. Nitekim Sultan Alâeddin Muhammed bunun bir örne÷i olarak halifeyi hal‘ etme ve yerine yeni bir Halife tayin gücünü kendisinde görmüútü.78 Ancak bu sınırsız yetkiler hükümdarın akla hayâle gelmez uygulamaları hayata geçirmesine zemin hazırlamazdı. Sultanları sınırlayan veya denetleyip hesap soracak hiçbir yasal mekanizma olmamasına ra÷men hükümdarlar en uç noktalar da keyfî davranıúlarda da bulunamamaktadırlar. Bunun en önemli sebeplerinden biri kamuoyudur. Hükümdar, “kamu vicdanını” rahatsız edecek bir uygulamaya gitmeyi pek de göze alamazdı. Sultan Alâeddin Muhammed, halife konusundaki tutumunda devrin önemli din adamlarından destek almıútı. Halife Nâsır-Lidinîllâh’ın görevini kötüye kullandı÷ı ve zaten halifeli÷in Ali Evlâdı79na ait oldu÷una dair din adamlarından aldı÷ı fetvalar onun elini güçlendirmiúti. Halkın tepkisini çekmek itaati zayıflataca÷ı için hükümdarlar tarafından kolay kolay göze alınamazdı. Sultanlar muhakkak ki isyanlardan çok çekiniyorlardı. Sultanların karar almalarında onları sınırlayan bir di÷er unsur da ulema sınıfı idi. Halk üzerinde tesirleri olan âlimler ço÷u kez halkın itibarının oluúturdu÷u kalkan sayesinde cesur adımlar atabiliyor, hükümdarları açıktan eleútiren konuúmalar yapabiliyorlardı. Menâkıbü’l-Arifîn bu tespitin örnekleri ile doludur. Örne÷in úu ifadeler dikkat çekicidir: “Baha Veled hazretleri minberde vaaz esnasında Fahreddin-i Râzî ve Muhammed Hârizmúâh’a bid’atçı der ve ayna gibi her birinin halini aynen gösterirdi. Onlar Baha Veled’in bu kafalarına vururcasına 77 Nesevî, Farsça, s.153 Cüveynî, age., s.330; øbn Hallikân, Vefeyâtü’l-a’yân, Kahire 1299, C:II, s.265. 79 Mustafa Öz, “Ali Evlâdı”, DøA, C:II, s.392-393. 78 33 azarlamasından ve toksözlülü÷ünden son derece incinirlerdi. Fakat ne söz söylemeye mecal ne de cevap ve suale imkân vardı”.80 Baha Veled’in “Sultanü’l-Ulemâ”81 mertebesinde görüldü÷ünü de ilave edersek hükümdar için ciddî bir muhalefet teúkil etti÷inin farkında oluruz. Sultanın halkın gözünden düúmemek, isyanlara meydan vermemek ve bu sayede tahtını güvence altına almak maksadıyla kararlarında kamu vicdanını hiçe sayamayaca÷ı muhakkaktır. Çünkü ço÷u zaman tahttaki hükümdarın yerini almak üzere pusuda bekleyen bir úehzâde veya hükümdarlık için meúru bir hanedan üyesi aday hemen hemen her zaman mevcuttur. øúte bu yüzden de hükümdarlar kamuoyunun úiddetli tepkisini çekecek uygulamaları kolay kolay hayata geçiremezlerdi. Her ne kadar onların elinde büyük güçler, hatta halkı sindirecek güçler olsa da halk tarafından zalim olarak anılmayı istemezlerdi. Ayrıca hükümdarlar yetkilerini kullanırken devletin müesseselerini de dikkate almak zorunda kalıyorlardı. Burada kastetti÷imiz yasal bir zorunluluk de÷ildir elbette. Daha çok kendilerinin göreve gelmesinde yardımları olan mevki sahipleri, iktidarları boyunca da hükümdarın taraftarı olma sıfatı ile taht sahibinin iúini kolaylaútırmakta idiler.82 Hükümdarlar devletin iúlerinin bütün sorumlulu÷unu üzerlerine alıyorlardı. Onlar bu sorumlulu÷u yerine getirirken varlıklarını mümkün olan her yerde özellikle iúleri yürüten memurlarına hitaben sürekli hissettiriyorlardı. Devletin resmî evrakının numûnesi olan Hârizmúâhlar’a ait münúeât mecmûalarında bunun örnekleri ile sıkça karúılaúmaktayız. Örne÷in göreve atanan bir memur iúe uygun oldu÷una dair özellikleri sıralandıktan sonra “bizim katımızda bir tanedir”83 denilmek suretiyle hükümdarın varlı÷ı hissettirilerek tescil edilmektedir. Ve gene Ahmed Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, Çev: Tahsin Yazıcı, C: I, østanbul 2001, s170. Ahmed Eflâkî, age., C:I, s.169, 171,172 82 Dünyada dikkatleri çeken, doksanlı yıllarda ülkemizde de ilgi gören “iktidar” kavramının iúlendi÷i Adolf Berle’nin kitabındaki úu tesbite biz de katılıyoruz: “øktidarı elinde bulunduran kimsenin ilk düúüncesi, kendisinin bu mevkiye gelmesine yol açan müesseselerin, sa÷lam bir tarzda ayakta durmasını teminat altında tutmaktır” Adolf Berle, øktidar, Çev:Nejat Muallimo÷lu, østanbul, 1980, s.83. øúte bu nedenledir ki, ortaça÷da yeni kurulan hanedanlarda müesseseler ve bunları ellerinde tutanlar büyük bir ço÷unlukla yerlerinde kalırlar. Hanedan de÷iúikliklerinden ço÷u kez etkilenmezler. Bkz. Köprülü, agm., ø.A, C: V/I., s.278 83 Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr:4138, vr. 54b-55b. 80 81 34 aynı mecmuaya göre asıl önemli olan, “bizim devletimizin iúleri yürüye”84 úeklinde ifade edilmektedir. Görüldü÷ü gibi devletin idaresinde bütün yetkiyi ellerinde bulunduran hükümdarlar idareye dair bütün görevlerin de yerine getirilmesinin mutlak sorumlusudurlar. 3.HÜKÜMDARLIK ALÂMETLERø a. Unvân ve Lâkaplar Unvân ve Lâkaplar85 sözlük anlamında tanımlandı÷ı gibi; “bir kimsenin adına ilâveten mevkiini göstermek üzere”86 verilirdi. Hükümdarlık alâmeti olarak ise her ne kadar halifeler tarafından hükümdarlara, halifelik katındaki mevkilerini belirleyici bir emâre olarak veriliyor idiyse87 de görülece÷i üzere mutlaka halifeler tarafından verilmesi de gerekmiyordu.88 Hârizm hükümdarlarının hepsi kaynaklarımızda, baúlangıçta hanedanın atası olan Kutbeddin Muhammed b. Anuútegin’e Selçuklu Devleti’nin Hârizm’den sorumlu bir memuru olması icabı verilen “Hârizmúâh” unvânı ile anılırlar.89 Bu unvân çalıútı÷ımız dönem Türk asıllı Hârizmúâhlar hanedanından önceki zamanlarda oldu÷u gibi Hârizmúâhlar Devleti’nin yıkılıúından sonra da kullanılmaya devam etti.90 Ancak içerdi÷i anlam Atsız devrinden itibaren gittikçe yükselen bir mevkiye iúaret etmekteydi. Örne÷in kaynaklarımız Sultan Alâeddin Tekiú’i de “Hârizmúâh” olarak kaydederler ama bu birebir mevki kasdıyla de÷il, hanedanı ifade etmek içindir. Öyle ki, meselâ Devletúâh, Sultan Alâeddin Muhammed’den bahsederken 84 Reúidüddin Vatvât, age.,vr.54b-55b. Burada görülece÷i üzere Hârizmúâhlar, devrin geleneklerine uygun ve bir ço÷u son derece gösteriúli unvân ve lâkaplar kullanmıúlardı. Cüveynî’ye göre Cengiz Han, “a÷ız dolusu lâkaplar kullanılmasını yasaklamıútı”. Bunun yerine basit adlarla ça÷rılmayı ye÷lemiú ve Han (Kagan) unvânını kullanmıútı. Cüveynî, age., s.88. 86 ùemseddin Sâmî, Kamus-i Türkî, C:I-II., Dersaadet, 1317, s.955; T.H., “Unvân”, ø.A., C:I., s.49 87 Nizamülmülk, Siyasetnâme, s.209; Nebi Bozkurt, “Lâkap”, DøA, C:XXVII, s.65-67. 88 øsmail Hakkı Uzunçarúılı, Osmanlı Devleti Teúkilâtına Medhal, Ankara 1988, s.24; Özaydın, age, s.180. 89 Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr.1b; Cüveynî, Cûzcânî, Nesevî, øbnü’l-Esîr, Kazvînî, Devletúâh, Râvendî ve Mîrhând’ın eserlerinin çok çeúitli yerlerinde Hârizmúâhlar bahsinde hükümdarlar bu unvânla kaydedilmiútir. 90 Bkz. W. Barthold, “Hârizmúâh”, ø.A., C:V/I, s.263-265. 85 35 “Sultan Hârizmúâh” demektedir.91 Kaynaklarımızın Hârizm hükümdarlarının hepsinden “Hârizmúâh” diye bahsetmeleri onların sadece bu unvânı kullandıkları anlamına gelmemektedir. Nitekim devlet büyüyüp güçlendikçe unvân ve lâkapların da derecesi artmıútır. Hârizmúâh Atsız’ın unvân ve lâkapları Ebkârü’l-efkâr’da Reúidüddin Vatvât tarafından úu úekilde kaydedilmektedir: “Hüdâvend-i âlem, Padiúâh-ı benî Âdem, Hârizmúâh-ı muazzam, Alâü’d-dünya ve’d-din, Melikü’ú-úark ve’l-garb, Emîrü’l-mü’minîn”.92 Aslında “Emîrü’l-mü’minîn” unvânı halifeler içindir. Ebkârü’l-efkâr’daki bu kaydı do÷rulayacak yahut yalanlayacak bir belgeye sahip de÷iliz. Münúeât Mecmûalarının istinsâh edilmiú hallerinin bize ulaútı÷ını dikkate alırsak bu unvâna ihtiyatla yaklaúmamız icâb eder. Ancak Atsız’ın bu unvânı kullanmakta hiçbir sakınca görmemiú olması da kuvvetle muhtemeldir. Hârizmúâh Atsız’a ait bakır bir sikke de ise unvân ve lâkapların oldu÷u kısım siliktir. Ancak “el-Melikü’l-muazzam” ve “Hârizmúâh” unvânları okunabilmektedir.93 Hârizmúâh Atsız’ın Ebkârü’l-efkâr’da kaydedilen unvânlarının tamamının resmen kabul gördü÷ünü söylemek do÷ru de÷ildir. Çünkü o, Sultan Sencer’e hitaben yazdı÷ı mektuplarda Sultan’a “Hüdâvend-i âlem, Sultan-ı benî Âdem” diye hitab ediyor ve kendisini onun “bende”si mertebesinde addederek emretti÷ini soruyordu. ne yapmasını 94 Umdetü’l-bülegâ’daki kasîdelerde ise Hârizmúâh Atsız úu úekilde anılmaktadır: “el-Melikü’l-a‘zam Alâüddünya ve’d-din Hârizmúâh Ebü’l-Muzaffer Atsız b. Muhammed”, “el-Melikü’l-a‘zam Alâüddünya ve’d-din Hârizmúâh Atsız”.95 Atsız’ın o÷lu Hârizmúâh øl-Arslan ise “Ebü’l-feth” lâkabı ile anılmaktadır.96 Onun “Tâceddin” lakabını kullandı÷ını da biliyoruz.97 Umdetü’l-bülegâ’da 91 Devletúah Tezkiresi, C:II., s.188 Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr.1b; Toyserkânî, age., økinci Bölüm, s.68,69 93 Artuk, age, C.I., s.428 94 Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4015, vr.17b-19a; Toyserkânî, age., Birinci Bölüm, s.6-8 95 Reúidüddin Vatvât, Umdetü’l-bülega, Es’ad Ef., Nr:3302, vr.30b-39a, 5,9,11,13 ve 14. kasideler. 92 36 Hârizmúâh øl-Arslan’ın unvân ve lâkabı úu úekilde kaydedilmiútir: “el-Melikü’la‘zam øl-Arslan Bürhanü -Emîri’l-mü’minîn”.98 Gene Umdetü’l-bülegâ’da bir kasidede Hârizmúâh øl-Arslan anılırken “el-Melikü’l-a’zam Tâcü’d-dünya ve’d-din Ebü’l-feth øl-Arslan b. Hârizmúâh” denilmektedir.99 Arâisü’l-havâtir’in baúka bir nüshasında da øl-Arslan’ın unvân ve lâkapları Hüdavend-i Âlem Sultan-ı âzam Fermândih-i úark ve’l-garb” úeklindedir.100 øl-Arslan 19 Mart 1172 tarihinde ölünce valide Terken Hatun’un gayretleriyle Sultanúâh Mahmud tahta çıktı. Alâeddin Tekiú’in tahta geçiú tarihi ise 10 Ocak 1173’tür. Her ne kadar Alâeddin Tekiú’in kuvvetlerine karúı duramayan Sultanúâh Mahmud, Hârizm’i terk etmek zorunda kalsa da yaklaúık bir yıllık sürede tahtın sahibi o idi.101 Bu nedenledir ki, onu da Hârizmúâh olarak kabul etmemiz gerekir. Reúideddin Vatvat’ın Sultanúâh için topladı÷ı mektuplarından oluúan Münúe’ât-ı Reúidüddin Vatvât’tan onun künyesinin “Sultanúâh Ebu’l-Kasım” oldu÷unu ö÷reniyoruz.102 Unvân ve lâkaplar için en güvenilir kaynaklarımızdan biri olan sikkelere göre Hârizmúâhlar’da “sultan” unvânını ilk kez Tekiú Han kullanmıútır.103 Devletin resmî evrakının numunesi olan Hârizmúâhlar’a ait münúeat mecmualarında da Sultan Tekiú’ten önce bu unvânın kullanılmadı÷ını gördük. Kazvînî, Hârizmúâh Alâeddin 96 Cüveynî, age., s.255. Köymen, “Selçuklu Devri Kaynaklarına Dair Araútırmalar I: Büyük Selçuklu ømparatorlu÷u Devrine Ait Münúeât Mecmûaları, Atebetü’l-Ketebe’nin Neúri Münasebetiyle”, AÜDTCFD, C:VIII’den ayrı basım, s.571. 98 Reúidüddin Vatvât, Umdetü’l-bülegâ, Es’ad Efendi, Nr:3302, vr.1b. 99 Reúidüddin Vatvât, age.,vr.28a-28b, 2. kaside 100 Kasım Toyserkanî, Arâisü’l-havâtır’in bir nüshasının kendisinde fotokopileri bulundu÷unu bildirerek kitabında, buradaki yirmi bir mektubu vermiútir. Bkz. Nameha, Üçüncü Bölüm, s.98-144. Toyserkanî bu mektuplar hakkında: “Unvânlarından anlaúıldı÷ına göre bu mektupların asıl kayna÷ı Reúid’in (Reúideddin Vatvat) kendisinin müsveddesi veya sonradan temize çektikleridir. Bu mektupları onun Arâisül-havâtır ve Ebkârü’l-efkâr’da oldu÷u gibi tertip etti÷i yahut karıúık varaklar úeklinde bırakmıú oldu÷u belli de÷ildir” demektedir. Nameha, s.98. Toyserkanî’nin adı geçen bölümde verdi÷i mektuplardan on dördüncüsü “sahib-i taraf’a yazıldı÷ı” baúlı÷ını taúımaktadır. Bu mektupta “Hüdâvend” lâkabı ile anılan ve “melik-i mâzi” denilen Hârizmúâh Atsız olmalıdır. 101 Cüveynî, age., s.258; Kazvînî, age., s.491; øbnü’l-Esîr, age., C: XII., s.112; Kafeso÷lu, age., s.84 vd. 102 Reúidüddin Vatvât, Münúe’ât-ı Reúidüddin Vatvât,, Nuruosmaniye Nr:4294, vr.1b; ayrıca Cûzcânî, age., s.300. Bu eserde ço÷u kez Hârizm hükümdarlarının isimleri karıútırılmıútır ve bu durum tarihçiler tarafından bilinmektedir. Biz bu gerekçeyle eseri unvân ve lâkaplar konusunda fazlaca dikkate almadık. 103 Artuk, age., C: I., s.429-430. 97 37 Tekiú’in, Irak Selçuklu Sultanı Tu÷rul’u ma÷lup etti÷i savaúı (25 Mart 1194) anlatırken bu savaúta “Sultan Tu÷rul’un öldü÷ünü, Irak mülkünün Tekiú’e geçti÷ini” belirttikten sonra, “Bu arada Sultan makamını alıp Hârizm’e gitti” demektedir.104 Barthold ile Köprülü de bu fikre katılarak Tekiú’in Irak Selçuklu sultanını ma÷lup ettikten sonra Selçuklular’ın bu koluna son verip, sultan unvânını bundan sonra kullandı÷ını iddia etmektedirler.105 Ancak Kafeso÷lu, Togan-úâh b. Müeyyed Ayaba’nın, Hârizmúâh’a tâbîli÷i gere÷i bastırdı÷ı sikkede Tekiú’in “Sultan” unvânıyla zikredildi÷i ve sikkenin 1181 tarihli oldu÷unu belirterek bu fikre itiraz etmektedir.106 Ayrıca Sultanúâh Mahmud da darbedilen bir sikkesinde “Sultan” unvânını kullanmıútır.107 Reúideddin Vatvat’ın, Tekiú’in tahta çıkması úerefine ona hediye etti÷ini önsözünde bildirdi÷i Umdetü’l-bülegâ’da Sultanı úu unvân ve lâkaplar ile zikretmektedir: “Melik-i Hârizm Hüdâvend-i Âlem Pâdiúâh-ı Benî Âdem Fermandih-i úark ve garb Alâüddünya ve’d-din Kutbü’l-øslâm ve’l-Müslimîn Nusretü’l-Mülûk ve’s-Selâtîn, Nâsır-ı øbadullah, Hafız-ı Bilâdullah, Bahâüddevle el-KƗhire, Gıyâsü’l-milleti’z-Zâhire, Tacü’l-Ümmeti’l-Bâhire øhtiyârü’l-ømâm, øftihârü’l-Enâm Seyyidü’l-Hilafe, Seyyid-ü Mülûki’ú-ùark ve’l-Garb, ùehriyâr-ı øran ve Tûrân Ebü’l-Muzaffer Tekiú b. el-Melikü’l-a’zam øl-Arslan Bürhanü Emîri’lMü’minîn”108 Ayrıca Umdetü’l-bülegâ’daki bir kasîde de Hârizmúâh Tekiú methedilirken, “el-Melikü’l-a’zam el-âdilü’l-âlim Alâü’d-dünya ve’d-din Kutbü’løslâm ve’l-Müslimîn Nusretü’l-mülûk ve’s-Selâtîn Ebü’l-Muzaffer Tekiú b. elMelikü’l-a’zam øl-Arslan” denilmektedir.109 104 Kazvînî, age., s.492-493. Barthold, “Takash”, Encyclopaedia of Islam, (First Edition), Vol: III, s.626 vd.; Köprülü, “Hârizmúâhlar”, ø.A., C:V/I., s.270. 106 Kafeso÷lu, age., s.113; Kesim yeri Niúâbûr olan bu sikkenin darbediliú tarihi 577/1181’dir. Sikkede “es-Sultanü’l-muazzam Alâü’d-dünya ve’d-din Ebü’l-muzaffer Tekiú b. Hârizmúâh elmelikü’l-âdil Toganúâh b. El-melik ..... el-melikü’l-muzaffer Sencer” ifadesi yer almaktadır. Bkz. Catalogue of Oriental Coins In The British Museum, C:III, London 1877, s.117. 107 Catalogue Des Monnaies Arabes Et Turques, Copenhagen, ty., s.134, “es-Sultanü’l-a‘zam Alâü’d-dünya ve’d-dîn Ebü’l-feth”. 108 Reúidüddin Vatvât, Umdetü’l-bülegâ, Esad Ef. Nr:3302, vr. 1b. 109 Reúidüddin Vatvât, Umdetü’l-bülegâ, Es’ad Ef. Nr:3302; vr.27b-28a, 1. Kasîde. 105 38 Ayrıca onun “Han” unvânı ve “Alâeddin” lakabıyla da anıldı÷ını görmekteyiz.110 Devletúâh sultandan “lâkabı Alâeddin olan Tekiú Han Hârizmúâh” diye bahseder.111 Ravzatü’s-safâ’ya göre Hârizmúâh Tekiú’in cülusunda bir kasîde sunan ømadî Zuragî (Zuzenî), Sultana úöyle sesleniyordu: “Sipehdâr-ı a’zam ùehinúâh-ı Dünya Hüdâvend-i Âlem Tekiú Hân”112 Hârizm hükümdarları arasında en debdebeli unvân ve lâkapları kullanan Sultan Alâeddin Muhammed olmuútur. O, elde etti÷i baúarılar ve kazandı÷ı zaferlerin ardından elkabına yeni ve daha iddialı anlamlar içerenleri eklemiútir. Önceleri “Kutbeddin” olarak bilinen Muhammed Hârizmúâh, tahta çıkınca bu lakabı “Alâeddin” olarak de÷iútirmiútir.113 Alâeddin Muhammed Hârizmúâh’a ait sikkelerde úu unvân ve lâkapları tespit edebiliyoruz: “es-Sultanü’l-a’zam, Alâü’dünya-ve’d-din, Ebü’l-feth”114 Sultan Alâeddin Muhammed, Karahıtaylar’ı Eylül 1210 tarihinde a÷ır bir yenilgiye u÷rattı÷ı zaferden sonra “øskender-i Sânî” unvânını kullanmaya baúladı. 115 Sultan bu baúarı ile Maveraünnehir’e hakim olmuú ve bol miktarda ganimet ele geçirmiúti. Ama her halde halk nezdinde itibarının artmasında Karahıtaylar’ın Müslüman olmamasının etkisi büyüktür. Hârizmúâh Alâeddin Muhammed, “øskender-i Sânî” lakabını mevkii için yeterli bulmadı. Kaynaklarımıza göre o, münúîlere elkâbına “Sultan Sencer” lâkabının eklenmesi hususunda emir vermiúti. Bu tercihin gerekçesi olarak da Sultan Sencer’in saltanat süresinin uzun olması 110 Kazvînî, age., s.492 vd.; Ebu’l-Farac, age., C:II., s.467; Devletúah Tezkiresi, C:I., s.155; ayrıca bkz. Fahamettin Baúar, “Kadı Beyzâvî’nin Nizâmü’t-Tevârih Adlı Eserinin Mustafa B. ùeyh Abdurrahman Tarafından Enîsü’l-Mülûk Adıyla Yapılan Türkçe Tercümesi (ønceleme ve Metin Neúri)”, Yayınlanmamıú Yüksek Lisans Tezi, østanbul 1986, s. 170; Yusuf Hikmet Bayur, “Hârizmúâh Alâü’d-dîn ‘Tekiú’ in Adı Hakkında”, Belleten, C: XIV, sa., 56, Ankara 1950, s.589594; Özaydın, “Muhammed b. Tekiú”, DøA, C:XXX, s.582. 111 Devletúâh Tezkiresi, C:I, s.155. 112 Mîrhând, age., C:IV, s.372. 113 øbnü’l-Esîr, age., C: XII, s.93. Cüveynî, age., s.278. 114 Artuk, age., C: I., s.429-430. 115 Cüveynî, age., s.298-299; ùebânkârâî, age., s.138; Mîrhând, age., C:IV., s.391; Avfî Lübabü’lelbâb’da onu “Sultan øskender-i Sânî” olarak kaydeder, C:I, s. 43, 112 39 gösterilmektedir.116 Sultanın methi için bir kaside söyleyen ømam Ziyaeddin bütün úatafatı gözler önüne serercesine úöyle diyordu: “Sultan Alâü’d-dünya Sencer, ùâh-ı Acem, øskender-i Sânî…….. Senin kılıcın güneú gibi do÷udan göründü ve Hıta (Karahıtay) mülküne son verdi.” 117 Sultan Alâeddin’in Muhammed ayrıca “Zıllullah fi’l-arz” lâkabını da almıútır. Kazvînî ona küffârı yendi÷i için bu úekilde hitab edildi÷ini kaydeder.118 Nesevî de Sultanın unvân ve lâkapları úu úekilde belirtilmektedir: “es-Sultan, Zıllullah fi’l-arz, Ebü’l-Feth, Burhanü’l-Emîri’l-Mü’minîn”119 Ayrıca Mevlanâ Celâleddin-i Rûmî Mesnevî’sinde Alâeddin Muhammed Hârizmúâh için Türkçe bir unvân olan “Alp-Ulu÷”’u kullanmaktadır.120 Devletúah, Alâeddin Muhammed’den bahsederken “Sultan Hârizmúâh”, “Hârizmúâh Sultan” ve “Hüdâvend” demektedir.121 Sultan Alâeddin Muhammed öldü÷ünde Mo÷ollar, hızla ülkesini iúgal ediyordu. Veliahdı Celâleddin onlara karúı direnmeye çalıúmıúsa da sonuçta sayıca üstün Mo÷ol ordusu ile Sind Nehri kenarında yaptı÷ı savaúı kaybederek Hindistan’a geçmek zorundu kalmıútır (1221). Onun yoklu÷unda kardeúi Gıyâsüddin Azerbaycan, Arrân ve Irak-ı Acem’de tutunmayı baúarmıútı. Bu nedenle de Celâleddin Hindistan’da iken devletin asıl co÷rafyasında varlı÷ını sürdürmesini sa÷lamaya çalıútı÷ı için Gıyâseddin’in de unvân ve lâkaplarını incelememiz gerekmektedir. Zaten kaynaklarımız ondan “sultan” diye122 bahseder. Celâleddin’in 116 Cüveynî, age., s.298-299; Mîrhând, age., C:IV., s.391. Mîrhând, age., aynı yer. 118 Kazvînî, age., s.495; Ayrıca, Cüveynî, age., s.301; Mîrhând, age., C: IV., s.391. 119 Nesevî, Farsça, s.215. 120 M. ùerefeddin, “Mevlânâ’da Türkçe Kelimeler ve Türkçe ùiirler”, T.M., C:IV, østanbul 1934, s.112; Köprülü, “Alp”, ø.A., C:I., s.382. 121 Devletúah Tezkiresi, C: II., s.187, 188, 189. 122 Örne÷in Mîrhând, age., C.IV., s.413; Belki de bu bir alıúkanlık neticesidir. Çünkü Ravzâtü’ssafâ’da (IV, s.413) Alâeddin Muhammed’in di÷er o÷lu Rükneddin øçin de bu unvân kullanılmaktadır. Kazvînî, Rükneddin Gursançtı’dan “sultan” olarak bahseder ve úu açıklamayı yapar: Onun saltanat adı vardı. O da sultan idi. Sultan Celâleddin ve Gıyâseddin’den aúa÷ı de÷ildi”, s.498. Ayrıca bkz., Cûzcânî,age., C:I, s.314. 117 40 yoklu÷unda hüküm süren bu úehzâde kaynaklarda “Sultan Gıyâsüddin Pîrúâh” olarak anılmaktadır.123 Ayrıca Sultan Alâeddin Muhammed’in di÷er o÷lu Rükneddin Gursançtı da “Sultan” unvânıyla kaydedilmektedir. Nesevî onun unvân ve lâkaplarını úu úekilde sıralamaktadır: “es-Sultani’l-muazzam Rükne’d-dünya ve’d-din Ebü’l-Hâris Gursançtı øbnü’s-Sultani’l-muazzam Muhammed Kasîm Emîri’l-Müminîn”124 Hârizmúâhlar’ın son hükümdarı Celâleddin’e gelince, onun bastırdı÷ı sikkelerde úu unvân ve lâkapları kullandı÷ını görüyoruz: “es-Sultanü’l-muazzam Celâlü’d-dünya ve’d-din”125 Kaynaklarımız Celâleddin’den ço÷unlukla “Sultan Celâleddin Mengüberti, Sultan Celâleddin” diye bahsederler.126 øbn Bibî, Sultan Celâleddin için “Hilafet makamından ùehriyâr-ı cihandâr unvânını almıútı” demektedir.127 Sultan Celâleddin’in unvân ve lâkapları ile ilgili en fazla bilgiyi Nesevî’de bulmaktayız. Sultanın münúîsi olan Nesevî’nin anlattı÷ına göre; Sultan Hindistan’da iken Abbasî Halifesi ona yazdı÷ı mektuplarda “HâkƗnî” diye hitap ederdi. Celâleddin, Nesevî’ye göre kendisine halife tarafından “sultan” unvânı verilmesi için çok ısrar etmiúti. Ancak bu çabaları olumlu sonuç vermedi.128 Celâleddin’in Ahlat kuúatması sırasında halifelik makamından gelen elçi her ne kadar “hil’at-ı 123 Cûzcânî, age., s.307; Kazvînî, age., s.499. Nesevî, Farsça, s.39 125 Artuk, age., C: I., s.431; Ayrıca bkz., Cotalogue Des Monnaies Arabes Et Turques, Copenhagen, t.y., s.35-136. 126 Cûzcânî, age., s.309, 313, 315; Kazvînî, age., s.500, 501, 502; Mîrhând; age., C:IV., s.417, 420, 423, 425, 428, 431, 435. 127 øbn Bîbî, age., C: I., s.417. 128 Nesevî, Farsça, s.282; Aydın Taneri, Celâleddin Hârizmúâh’a halife tarafından “sultan” unvânının verilmeyiúinin sebebi olarak “o zamanki protokol bu unvânın verilmesine uygun de÷ildi” demektedir. Taneri, Celâlü’d-din Hârizmúâh ve Zamanı, s.94. Ancak biz bu görüúe katılmıyoruz. Protokolün buna uygun olmadı÷ını düúündürecek hiçbir bilgiye sahip de÷iliz. Ayrıca herhalde protokol uygun olmasa Celâleddin de bu unvânı alabilmek için ısrar etmezdi. Bizce burada göz ardı edilmemesi gereken nokta daha önce açıkladı÷ımız Halife Nâsır-Lidînillâh ile Hârizmúâhlar’ın yıldızının barıúmamasıdır. Halife, Hârizmúâhlar’ı rakibi olarak görme tutumunu öyle anlaúılıyor ki, Mo÷ollar’ın aslında onun iktidarını da tehdit edece÷i aúikâr olan dönemde bile, Celâleddin’i sultan olarak tanımama úeklinde sürdürüyordu. Celâleddin de buna karúılık bastırdı÷ı sikkede Halifenin adına yer vermedi. Bkz. Artuk, age., C: I., s.431. 124 41 saltanat” getirmiúse de aynı sırada Celâleddin’e sunulan mektupta Halife ona “ùehinúâh” diye hitap ediyordu.129 Sultan Celâleddin gösteriúli lâkaplar kullanmamıútı. Bunun sebebini anlatan Nesevî sultanın aslında ne kadar gerçekçi oldu÷unu da bize göstermektedir: “Ahlat alınıp bu müjde etrafa yayıldı÷ı sırada sultana büyük sultanın (Sultan Alâeddin Muhammed) kullandı÷ı elkabı kullanmasını önerdim.” Sultan úu cevabı vermiúti: “ Büyük Sultanın tâbîlerinden bir tanesi kadar bir orduya ve hazineye sahip olursam o vakit bu elkaba benzer bir úeyler yazmanızı emrederim”.130 Hârizmúâhlar Devletini o÷lu Alâeddin Muhammed ile birlikte yöneten Terken Hatun da oldukça gösteriúli lâkaplar kullanıyordu. Bunlar: “Hüdâvend-i Cihân” , “øsmetü’d-dünya ve’d-din Ulu÷ Terken Meliketü nisâi’l-âlemîn” úeklinde idi.131 b.Hutbe Hutbe, hâkimiyetin bildirilmesi anlamına gelen bir hükümdarlık alâmetidir. Hutbede hükümdarlar unvân ve lâkaplarının hepsi söylenerek yad edilir böylece hâkimiyetleri resmen tebli÷ edilmiú olurdu. Tâbiler bulundukları bölgelerde ba÷lı oldukları (metbû) hükümdarın adını okuttukları hutbelerde kendi adlarından önce anmak mecburiyetinde idiler. Cuma ve bayram namazlarında okunan bu hutbelerde önce Abbasî halifesinin adı ve lâkabı zikredilir sonra sultanın ismi anılırdı. Ardından vassal hükümdarlar duyurulurdu.132 Bu etkileyici seremoninin halk üzerindeki manevi tesirinin büyük oldu÷una úüphe yoktur. Ancak hutbe bizce sadece manevî özellikte bir alâmet de÷ildir. Çünkü, devletin camilerinde resmî bir duyuru yapılmaktadır. Hutbenin bu iúlevi somut bir duruma iúaret etmektedir. Okunan hutbelerde hükümdarın kim oldu÷u halka bildirilmektedir. Aslında, hükümdar de÷iúikliklerini -veya tâbî bir bölge ise kime 129 Nesevî, Farsça, s.205, 280. Nesevî, Farsça, s.215. Burada bahsi geçen elkab úöyle idi: “Sultan Zıllullâh fi’l-arz Sultan-ı a’zam Muhammed b. Tekiú Bürhân-ı Emirü’l-Müminîn”. Nesevî, aynı yer. 131 Nesevî, Farsça, s.62; Cüzcânî, age.,C:I, s.300. 132 Hutbe için bkz. A.J. Wensinck, “Hutbe”, ø.A., C:V/I, s.617 vd.; C.E. Bosworth, “Khutba”, Encyclopedia of Arabic Literature, C:II., s.449. 130 42 ba÷lı oldu÷unu- halkın resmen ilk ö÷renme yeri camiler ve burada okunan hutbelerdir. Bu anlamdan hareketle siyasî manada hutbenin bir tür haber verme, bildirme úekli oldu÷unu belirtmemiz gerekir. Hârizmúâhlar’a ait münúeat mecmualarından Araisü’l-havâtır’de on beúinci mektup133 “Taklîd-i Hitabet” (hatipli÷e tayin) baúlı÷ını taúımaktadır ve hutbe ile ilgili önemli açıklamalarda bulunmaktadır. Bu belge bir atama kararnamesidir. Hitabet (hatiplik) makamını iúgal edecek kiúide olması gereken özellikleri belirtmekte ve ayrıca ona tavsiyelerde bulunmaktadır. Bu nedenle de devletin resmî görüúü anlamına gelmektedir. Belgede önce, “ Cuma imamı ve hatibi olacak kiúinin øslâmî ilimler sahasında kemal derecesine ermiú takva sahibi biri olması gerekir. Ta ki bu vech ile Müslümanlar ona iktidâ etmekte ra÷bet göstersinler. Ve onun gerçek din adamı oldu÷una güvensinler”134 denilerek hutbeyi okuyacak kiúide aranan özellikler belirtilmektedir. Biz buradan hutbeye büyük önem verildi÷ini de anlıyoruz. Nitekim aynı belgede hatibin kıyafetine özen göstermesi gerekti÷i dahi belertilmekte, ona bu konuda da tavsiyelerde bulunulmaktadır. Belgede daha sonra hutbenin ne zaman okunaca÷ı belirtilir: “Cuma namazlarında namazdan önce hutbe okunsun”. Hutbe okunurken dikkat edilecek noktalar aynı belgede úu úekilde anlatılmaktadır: “Hutbeyi okudu÷un zaman öyle kelimeler seç ki, konuúman çok fasîh olsun. Sözcükleri do÷ru anlamında kullan. Devletin iúlerinin tertibatına yarayacak, ülkenin içinde bulundu÷u duruma göre iúe yarayacak duayı söyle”. Hutbenin Hârizmúâhlar için taúıdı÷ı önemi bu úekilde açıkladıktan sonra örneklerimizi inceleyebiliriz: Hârizmúâh Atsız, Selçuklu Sultanı Sencer’in 9 Eylül 1141’de Karahıtaylar’a ma÷lup olmasını fırsat bilip bu durumdan faydalanmaya çalıútı. Aslında bu tarihte Atsız, en azından görünüúte Sultana tâbi idi. Ancak Sultan Sencer’in ma÷lubiyet 133 134 Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr:4138, vr.56a-58a. Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr:4138, aynı yer. 43 haberini alır almaz Horasan’ı ele geçirme giriúiminde bulundu. Selçuklu baúkenti Merv’e cebren giren Atsız (21 Ekim 1141) daha sonra Niúâbûr üzerine yürüdü. 29 Mayıs 1142 tarihinde Niúâbûr’da Cuma günü okunan hutbede Sultan Sencer yerine Hârizmúâh Atsız’ın adı anılıyordu.135 Ancak bu de÷iúiklik halk tarafından kabul edilmedi÷i gibi úiddetle protesto edildi. Çıkan karıúıklıkları øbnü’l-Esîr’e göre, 136 “iúin akıbetini düúünen fikir erbâbı” önlemiú, halkı yatıútırmıútı. Atsız her ne kadar kendi adına Niúâbûr’da hutbe okuttu ise de bu, Sultan Sencer’in mülkünün yeni sahibi oldu÷u anlamına gelmedi. Çünkü aynı yılın Temmuz ayında Sultan Sencer duruma hakim olmuú ve hutbe de yeniden onun adına okunmaya baúlamıútı. Kazvînî, Hârizmúâh Atsız’ın, Hârizm’de kendini padiúâh ilan etti÷ini ve Selçuklular’ın adını hutbeden sildi÷ini kaydetmektedir.137 Ebkârü’l-efkâr’da bulunan 540 (1145) tarihli meúhur Cend Fetihnâmesi’nde de, Cend bölgesinin ele geçiriliúi anlatılırken “ ve o ülkenin hutbesi bizim adımız ve lâkaplarımızla süslendi”138 denilmektedir. Hârizmúâh øl-Arslan, Halifelik makamına gönderdi÷i mektuplarda hutbede halifenin adının zikredildi÷ini bildirmektedir. “Cuma hutbesini gere÷i gibi yaptım”139 diyen Hârizmúâh daha önceki bir mektubunda da Halife MüstencidBillâh’a babasının ölümünden dolayı baúsa÷lı÷ı diliyor, yeni halifeyi tebrik ediyor ve ülkesinde okunan hutbede onun adının zikredildi÷ini bildiriyordu.140 Hârizmúâh øl-Arslan zamanında Niúâbûr’da Müeyyed Ay-aba;141 Cürcân ve Dihistan’da ise Emîr Aytak tâbi olarak hutbeyi Hârizmúâh adına okutuyorlardı.142 øbnü’l-Esîr, age.,C: XI., s.85. øbnü’l-Esîr, age.,C: XI, s.58. 137 Kazvînî, age., s.487. 138 Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, ø. Ü. Kütüphânesi Nr:F 424, vr.31b-34a. 139 Heribert Horst, “Arabische Briefe der Horazmsahs an den Kalifenhof aus der Feder des Rasid adDin Watwat”, Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft, C: XVI (1966), s.42, Mektubun tarihini tesbite çalıúan Horst, 1160-1165 olarak belirlemektedir. 140 Horst, agm., s.38. Bu mektup da 1160 veya kısa bir süre öncesine tarihlendirilmektedir. 141 Sadrüddin Ebu’l-Hasan Ali øbn Nâsır el-Hüseynî, Ahbârü’d-devleti’s-Selçukiye, Çev: Necati Lugal, Ankara 1999, s.114 vd 142 øbnül’-Esîr, age., C: XI., s.289; Kafeso÷lu, age., s.78; Barthold, age., s.357. 135 136 44 Sultan Tekiú devrinde ise Kirman bölgesinde 1195’te ölen O÷uz reisi Melik Dînâr’ın o÷lu Ferruh-úâh’tan hoúnut olmayan Berdesîr ahalisi Sultana müracaatla yardım göndermesini istemiú ve hutbeyi onun adına okutmuúlardı.143 Ayrıca Tekiú adına Buhara’da da hutbe okunmaktaydı.144 Sultan Alâeddin Muhammed devrinde Hârizmúâhlar’a tâbi olarak onlar adına hutbe okunan bölgeler devletin büyüyüp geniúlemesinin bir iúareti olarak sayıca artmıútı. Nesevî, sultanın adının Fars, Arrân, Azerbaycan hatta Derbend’den ùirvan’a kadar minberlerde yad edildi÷ini kaydetmektedir.145 Bu bilgiler di÷er kaynaklarımız tarafından da do÷rulanmaktadır. Atabek Özbek b. Pehlivan ve Atabek Sa’d b. Zengî Hârizmúâhlar’a ba÷lılı÷ı anlaúmalarda kabul ettikleri hutbe okutma úartını yerine getirerek gösteriyorlardı.146 Gazne ve çevresinde Taceddin Yıldız147, Semerkant’ta buranın hakimi Osman tarafından hutbe Sultan Alâeddin Muhammed adına okutuluyordu.148 Hatta øbnü’l-Esir, Hürmüz’ün de Hârizmúâhlar’a tâbi oldu÷unu bildirerek buralar da (bütün sahil bölgesi ve Uman) hutbenin Sultan Alâeddin adına okundu÷unu kaydetmektedir.149 Alâeddin Muhammed devrinde Hârizmúâhlar’ın Abbasî halifesi ile bozuk olan iliúkileri artık had safhaya ulaúmıú bulunuyordu. Hutbe konusunda bu anlaúmazlı÷ın örne÷i kendini göstermektedir. Daha önce de bahsetti÷imiz gibi siyasi emeller peúinde koúan Abbasî Halifesi Nâsır-Lidînillâh, Irak Selçukluları Devleti’ne Hârizmúâh Tekiú tarafından son verilmesinin ardından bu güçlü komúusu ile iktidar mücadelesine girmiúti. Nâsır-Lidînillâh, kiúilik olarak da siyasi güç isteyen, Abbasîler’i kuvvetli bir devlet haline getirmeye çalıúan bir lider görüntüsü çizmektedir.150 Bu noktada onun Hârizm sultanları ile dostane iliúkiler kuraca÷ını zannetmek fazla iyimserlik olur. Nitekim o, elindeki gücü kullanarak Hârizmúâhlar’ı “sultan” olarak tanımıyordu. Son olarak da Sultan Alâeddin Muhammed’in Efdalüddin Kirmânî, el-Muzâf ilâ Bedayi’i’l-Ezmân,Núr: Abbas økbal, Tahran 1331ú., s.6 Bahaeddin el-Ba÷dadî, et-Tevessül ile’t-teressül, Núr: Ahmed Behmenyar, Tahran 1315, s.130. 145 Nesevî, Farsça, s.5, Arapça, s.3. 146 øbnü’l-Esîr, age., C: XII., s.296; Cüveynî, age., s.312. 147 øbnül-Esîr, age., C: XII., s.261 148 Cüveynî, age., s.307. 149 øbnü’l-Esîr, age., C: XII., s.256. 150 Halife Nâsır-Lidînillâh’ın bu do÷rultuda attı÷ı adımlar için bkz. Angelika Hartmann, age., s.75-86. 143 144 45 Ba÷dat’ta kendi adına hutbe okunması için bizzat yaptı÷ı müracaatı reddetmiúti. Neticeyi øbnü’l-Esîr úu úekilde bildirmektedir: “ (Sultan Alâeddin Muhammed) Ba÷dat’ta adının hutbede okunmasını ve halife tarafından kendisine ‘Sultan’ lâkabının verilmesini arzu ediyordu. Halbuki halifenin tavrı, onun bu arzusunun tam zıddına olup hiç de hüsnü kabul görmüú de÷ildi”.151 Hârizmúâh’ın bu durum karúısında halifeyi ortadan kaldırmayı planladı÷ını görüyoruz. Ancak bu, kolay bir iú de÷ildi. Halifelik makamının halk üzerindeki tesiri, onlara atfedilen kudsiyet, aleyhte atılacak adımın meúru olması zorunlulu÷unu getiriyordu. Hatta bu da yeterli de÷ildi. Halka bu meúruiyeti kabul ettirmek, onları ikna etmek lazımdı. Herhangi bir hükümdar ile anlaúmazlık halinde savaú yapılabilir, bunun için de birçok gerekçe bulunabilirdi. Oysa Halife “dinin dire÷i” olarak kabul ediliyordu ve Müslüman bir hükümdarın ona saldırması hiç úüphesiz kabul edilir bir hareket olmazdı. Böyle bir hareket nedeninde haklı bir sebebe dayansa bile, halkın gözünde hükümdarın itibarını yok ederdi. Bu tablo karúısında Sultan Alâeddin Muhammed’in bir bahane bulmaya çalıútı÷ını görüyoruz.152 Aslında Sultanın tarafından bakınca attı÷ı adımın çok akıllıca oldu÷unu söylememiz mümkündür. O, halk üzerinde büyük tesiri bulunan ulemâdan yardım alarak halifelik makamını temelden sorgulamaya baúladı. Müslümanlar arasında yüzlerce yıldır kimin hakkı oldu÷u tartıúılıyordu ve Sultan bu tartıúmayı siyasî çıkarlarına uygun olarak kullanmakta bir sakınca görmedi. Halifeli÷in aslında “Hz. Ali’nin soyundan gelen seyyidlerin hakkı oldu÷unu, zaten Abbaso÷ulları’nın bu makamı gasp yoluyla ele geçirdiklerini” içeren bir fetva ile “günlerini øslam’a hizmetle geçirmekte olan bir hükümdarın kuyusunu kazmakla” meúgul olan bir halifenin makamında kalamayaca÷ını bildirdi.153 Sultan Alâeddin Muhammed 1218 ùubatında Halife Nasır-Lidînillâh’ın adını ülkesinde okunan hutbelerden çıkardı.154 øbnü’l-Esîr’e göre Niúâbûr’a gelen Sultan øbnü’l-Esîr,age., C: XII., s.268. Cüveynî, age, s.330. 153 Cüveynî, age, s.330 vd. 154 Ancak bütün ülkede bu uygulamayı hayata geçirdi÷ini söyleyemeyiz Nitekim, Merv, Belh, Buhara ve Serahs’ta halifenin adı hutbeden çıkarılırken Hârizm, Semerkant ve Herat’ta Nâsır-Lidînillâh adına hutbe okunuyordu. øbnül-Esir, age, C:XII., s.270. Kafeso÷lu bu ayrılı÷ın nedeni olarak hutbelerde 151 152 46 Cuma günü ( Zilkade 614/ Ocak-ùubat 1218) hutbe okundu÷u sırada minberin yanında oturmuú, halifenin adının hutbeden çıkarılmasına bizzat nezaret etmiúti.155 Açıklamaya çalıútı÷ımız Halife-Hârizmúâh iliúkileri çok farklı noktalara gidebilirdi. Ancak Mo÷ollar’ın batıya hareketleri Sultan Alâeddin’in sonunu hazırlıyordu. O÷lu Celâleddin döneminde de bu iliúkiler savaú halinde devam etti. Sultan Celâleddin Hindistan’dan döndükten sonra Arrân ve Azerbaycan’a hakim olmuú buralarda okuttu÷u hutbelerde halifenin adını zikretmiúti. øbnü’l-Esîr de bu kayda ilave olarak Sultan Celâleddin’in 1225 yılında Tebriz’de bulundu÷u sırada Cuma namazında okunan hutbede halifenin adı anılarak, ona dualar edilirken, Sultanın dua bitinceye kadar ayakta kaldı÷ını yazmaktadır.156 Sultan Celâleddin’in ele geçindi÷i bölgelerde Halifenin adını anmasına karúılık uygulamada tam bir kargaúa yaúandı÷ı görülüyor. Zira Celâleddin’in Ahlat kuúatması sırasında yanına gelen Halifelik elçileri Sultanın babası zamanında Halifenin adının hutbeden çıkarıldı÷ı bölgelerde yeniden Nâsır-Lidînillâh adına hutbe okunması talebinde bulunmuúlardı. Nesevî bu bilgilere ek olarak “bunlar (Alâeddin Muhammed’den) aldıkları emre itaatle halife adına hutbe okutmamakta ısrar ediyorlardı”157 demektedir. Neticede Celâleddin halifenin iste÷ini kabul etmiú ve bu do÷rultuda emirnâmeler yazdırmıútı.158 Celâleddin Hârizmúâh her ne kadar devletini diriltmek için mücadele vermiúse de artık Hârizmúâhlar’ın eski gücünden çok yoksun oldu÷u apaçık ortada idi. Artık tâbîler itaatten çıkıyor, hutbeyi Hârizmúâhlar adına okutmaktan vazgeçiyorlardı. Mesela Nesevî, Sultan Celâleddin tarafından Alamut’a elçi olarak gönderilmiúti. Görevlerinden bir tanesi de Alamut hükümdarından, daha önce Sultan de÷iúiklik olmayan bölgelerin Terken Hatun’un nüfûz alanı olmasına iúaret etmektedir ki, biz de bu görüúe katılıyoruz. Bkz. Kafeso÷lu, age, s.220; Halifenin adının hutbeden çıkarılması konusunda ayrıca bkz. Nesevî, Farsça, s.200; Devletúah Tezkiresi, C:II., s.189 155 øbnü’l-Esîr, age, C:XII., s.270 156 øbnü’l-Esîr, age, C:XII., s.390; Ayrıca bkz., øbn Vâsıl, Müferricü’l-kürûb, C:IV, s.151. 157 Nesevî, Farsça, 201. 158 Nesevi, aynı yer. 47 Alâeddin Muhammed zamanında oldu÷u gibi hutbenin Hârizmúâhlar adına okunmasını istemekti. Fakat bundan olumlu bir sonuç alamadı.159 c.Sikke Hükümdarlık alâmetlerinden bir tanesi de sikkedir.160 Ba÷ımsızlı÷ı veya tâbiiyyeti bildiren sikkeler tarihçilerin vazgeçilmez kaynakları arasındadır. Hükümdarlar hâkimiyetlerini ilan için kendi adlarına sikke bastırırlardı. Devrin gelene÷ine uygun olarak halifenin ve büyük sultanın adı sikkeye yazılırdı. Hârizmúâhlar’a ait kaynaklarda hutbe ve sikke ço÷unlukla bir arada geçer. Kaynaklarımızda, ”hutbe okundu ve sikke bastırıldı” úeklinde yer alan ifadeler, hâkimiyet ilânı veya tâbîlik göstergesi olarak sikkenin hutbe ile bir arada de÷erlendirildi÷ini göstermektedir. Atsız kendi adına sikke bastıran ilk Hârizmúâh’tır. Zaten tarihçiler, kendi namına hutbe okutup sikke bastıran Atsız’ı bu delillerden dolayı Hârizmúâhlar devletinin gerçek kurucusu olarak kabul ederler. Kazvînî, Atsız’ın Hârizm’de oturarak kendisini padiúâh ilan etti÷ini ve Selçuklular’ın adını hutbeden çıkarıp sikkeden düúürdü÷ünü” bildirmektedir.161 Hârizmúâh øl-Arslan da halifeye yazdı÷ı mektupta, “ Buralarda geçerli olan paralarda Halife Müstencid-Billâh’ın adını koydurttum”162 diyordu. øl-Arslan devrinde Müeyyed-Ayaba Hârizmúâh adına hutbe okuttu÷u gibi onun adına sikke bastırma sözü veriyordu.163 Tekiú’in hükümdarlı÷ı zamanında Kirman halkı yukarıda bahsetti÷imiz Ferruh-úâd’a karúı Sultandan yardım isterken ba÷lılıklarının 159 Nesevî, Farsça, s.230. Sikke için bkz. øbrahim Artuk, “Sikke”, ø.A., C.X, s.621-640; øbn Haldun “Mukaddime”sinde sikkeye hükümdarlık alâmeti olarak yer vermektedir. Bkz. øbn Haldun, Mukaddime, Çev. Zakir Kadiri Urgan,C:II, østanbul, 1991, s.11-19. 161 Kazvînî, age, s.487. 162 Horst, agm., ZDMG, C:XVI, s.42. 163 Hüseynî, age, s.114 vd. 160 48 göstergesi olarak onun adına hutbe okutuyor, sikke bastırıyorlardı.164 Tekiú Han, Buhara’yı ele geçirince onun adına sikke bastırılmıútı.165 Hârizm Sultanı Alâeddin Muhammed devrinde ise, Semerkant hakimi Osman, Gazne Emîri Taceddin Yıldız, Atabek Özbek ve Herat hakimi Gıyaseddin Mahmud onun adına sikke bastırarak Hârizmúâhlar’a tâbîiyetlerini göstermiúlerdi.166 Hârizm hükümdarlarının kendi adlarına bastırdıkları sikkeler günümüze ulaúmıútır. Bunların bir kısmında at tasviri vardır.167 Sikkelerde gelene÷e uygun olarak Halifenin adı ço÷unlukla yer alır. Ancak Halife en-Nâsır-Lidînillâh ile iliúkilerin bir göstergesi olarak Celâleddin Hârizmúâh kendisine “sultan” unvânı vermeyen halifenin adını bastırdı÷ı sikkeye koymamıútır.168 Asıl ilginç olan ise Cengiz Han’a ait olan bazı gümüú sikkelerde Halife Nâsır Lidînillâh’ın adının yer almasıdır.169 d.Saray Ve Ota÷ Saray, hükümdarın hâkimiyetinin somut bir göstergesidir. Devletin yönetim merkezidir. Türk hâkimiyet sembolü, hükümdarlık alâmeti olarak saraya eskiden beri büyük önem veriliyordu.170 Hârizmúâhlar’ın sarayı hakkında maalesef kaynaklarımızda fazlaca bilgi yoktur. Buna ra÷men sarayın ifade etti÷i anlamı ö÷renebiliyoruz. Arâisü’lhavâtir’de açıklandı÷ı üzere saray (bârgâh), ihtiyaçlar karúısında müracaat edilecek yer oldu÷u kadar zulüm karúısında hak aranacak yegane mevkidir.171 Sarayda uygulanan bütün protokol ve mevcut olan gösteriú derecesinin úiddeti aslında 164 Efdalüddin Kirmanî, el-Muzaf, s.6-7. Ba÷dadî, et-Tevessül, s.130; Kafeso÷lu, age, s.96 vd. 166 Cüveynî, age, s.303,307, 321; øbnül-Esir, age.,C: XII, s.261 Nesevi, Farsça, s.26 167 Artuk, age, C: II., s.431, Hârizmúâh Celâleddin’e ait sikke; ayrıca Bünyadov, Sultan Alâeddin Tekiú devrine ait atlı süvari tasviri olan sikkelerden bahsetmektedir. Bünyadov, age, s.116. Hârizmúâhlar’a ait sikkeler için bkz. Catalogue Des Monnaies Arabes, Et Turques, Copenhagen t.y., s.134-135; Atom Damalı, 150 Devlet 1500 Sultan: øslâm Sikkeleri, østanbul 2001, s.155-156. 168 Artuk, age., II., s.431 169 Additions To The Oriertal Collection 1876-1888, C:V-VIII, s.83; Artuk, agmd, ø.A, C: X, s.627. Cengiz Han’ın hedeflerine ulaúmak için her vasıtayı kullandı÷ı anlaúılıyor. 170 Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Geliúme Ça÷ları, s.287-291. 171 Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4138, vr.63b-64a. 165 49 hâkimiyetin kuvvet ve büyüklü÷ünün ispatına yönelik gayretlerden baúka bir úey de÷ildir. Hükümdarlar sefere çıktıkları vakit kurulan ota÷lar devletin merkezindeki saray ile aynı anlamı taúırdı. Bu nedenle de hükümdarlık alâmeti olarak saray ile ota÷ eú anlamlıdır.172 Hârizm sultanlarının hükümdarlık çadırları kaynaklarımızda “Hargâh-ı Sultan” olarak adlandırılır. 173 Hükümdarın çadırı sefer ve savaú zamanlarında devlet iúlerinin sürdürüldü÷ü yerdir. Hükümdar kararlarını burada alır, emirlerini burada verirdi, devlet iúlerine dair görüúmelerini burada yapardı. Aynı zamanda ordunun merkezi ve karargâh olarak da kullanılırdı. Hükümdarlık çadırının sembol olarak ifade etti÷i anlamı ortaya koyan çok güzel bir örne÷imiz var. Hârizmúâh Tekiú’in, Irak Selçuklu Sultanı Tu÷rul’u yenerek devletine son verdi÷i sırada Abbasî Halifesi Nâsır-Lidinillah ona elçi olarak øbnü’l Kassâb’ı göndermiúti. Esedâbâd’a ulaúan elçi, aldı÷ı emir do÷rultusunda hareket ederek, halifenin gönderdi÷i hil’atleri almak ve halifenin yüce hâkimiyeti kabul göstergesi olarak Tekiú’in rikabında yaya yürümesini bildirmesine 174 Hârizmúâh’ın kızgınlı÷ı ve tepkisi úiddetli oldu. O, vezîr üzerine ordu sevk edince øbnü’l Kassâb kaçmak zorunda kaldı. Hârizmúâh, halifenin kendi iktidarını kabul ettirme çabası olan bu harekete, kendi hükmünün gücünü ne derecede gördü÷ünü anlatırcasına bir cevap vermiúti. Hükümdarlık çadırına iliúkin baúka örneklerimiz de vardır. Örne÷in Sultan Alâeddin Muhammed Herat üzerine hareketinde çadırını úehrin önüne kurdurmuú ve savaú hazırlıklarını buradan yürütmüútü.175 Devletúah da sultanın Nihavend hududundaki çadırında yaptı÷ı bir kabulü anlatmaktadır.176 172 Eski Türkler’de de ota÷ büyük önem taúıyordu. Bkz.Ögel, age., s.292-294. Nesevî, Farsça s.275. 174 Cüveynî, age, s.269; Mîrhând, age, C:IV, s.132; Kafeso÷lu, age, s.127. 175 Cüveynî, age, s.279. 176 Devletúah Tezkiresi, C:II., s.190. 173 50 Sultan Celâleddin Hârizmúâh Mo÷ollar tarafından takip edildi÷i için sürekli yer de÷iútiriyordu. O, devletini saraydan çak çadırından idare etmeye çalıútı. Son olarak 1231 yılı A÷ustosunda Âmid civarında idi. Bir gece Mo÷ollar onun çadırını aniden kuúattılar.Bu olayın úahidi olan Nesevî, Sultanın beyazlar giymiú bir halde çadırından çıktı÷ını ve atına binerek süratle uzaklaútı÷ını kaydeder.177 e.Taht ve Tâc Hükümdarlı÷ın en göz önünde olan alâmeti úüphesiz tâc ve tahttır. Tâc ve tahtın sahibi olmak hükümdar olmak demektir. Bu nedenledir ki, hükümdarlı÷a iúaret eden ve içinde tâc ile taht geçen birçok terim vardır. “Tahta çıkmak”, “tahtan inmek”, “taht ve tâc sahibi olmak” gibi.178 Edebî ürünlerde, özellikle úiirlerde hükümdarlar taht ve tâcın sahibi olarak anlatılırlar. Örne÷in Reúidüddin Vatvât, Hârizmúâh Atsız için söyledi÷i bir kasidede úöyle diyordu: “Melik Atsız tahta çıktı Ve Selçuklu Devleti aúa÷ı düútü”.179 Reúideddin Vatvât’ın Karahanlı Kemaleddin ile dostlu÷u öyle anlaúılıyor ki, Hârizmúâh Atsız’ın pek hoúuna gitmemiúti. Gözden düútü÷ünü fark eden Vatvat, biraz da sitemle Hârizmúâh’a úu úekilde sesleniyordu: “Bendeniz kapınıza kul olalı otuz yıl oldu. Ben sana methiye söyleyen, sen ise tahtının üzerinde benden methiye isteyensin. Tahtın sahibi olan sen çok iyi bilirsin ki bu kölen hiçbir zaman baúka bir kapıya methiye söylemek için gitmedi. Görüyorum ki, úimdi gönlün otuz yıllık kölenden usandı.”180 177 Nesevî, Farsça, s.275. Zaten kaynaklarımızda da yeni hükümdarın hakimiyetinin baúlaması genellikle “tahta oturdu” úeklinde ifade edilir. Örne÷in øl-Arslan 22 A÷ustos 1156 tarihinde tahta oturmuútu. Cihangüúâ, s.257; Sultan Tekiú, Irak Selçuklu Sultanı Tu÷rul’u yendikten sonra Hemedan’da Irak hakimi olarak tahta oturdu. Râvendî, age, C:II., s.345. 179 Kazvînî, age, s.487; Cüveynî, age, s.252. 180 Cüveynî, age, s.255. 178 51 ùiirlerde tahtın bu úekilde ifade edilmesi yalnızca hükümdar olmaya de÷il aynı zamanda somut olarak tahta da iúaret etmektedir. Taht, hükümdar olmanın en belirgin sembolüdür. Nitekim Hârizmúâh Atsız, Sultan Sencer’in Karahıtaylar’a ma÷lubiyetinden (1141) istifade ile Sultanın baúkenti Merv’e girdi÷inde onun tahtına oturmuútu.181 Hârizmúâh Atsız, bu tarihte her ne kadar fiili olarak ba÷ımsız bir úekilde hareket ediyor idiyse de resmen Selçuklu Sultanına tâbi idi. Onun ba÷ımsızlık kazanma çabalarında, hükümdarlı÷ı elde etmek için giriúti÷i bu teúebbüs Sultanın ülkesine dönmesi ile son bulsa da tahtın hükümdarlık için anlamını bize göstermesi bakımından yeterlidir. Tahta çıkma töreni hükümdarlı÷ın ilânı anlamına gelmektedir. Bu seremonide taht hükümdarlı÷ın alâmet-i fârikası olarak en önemli rollerden birini üstlenir. Örne÷in Hârizmúâh Tekiú, Râdekân’da büyükçe bir ota÷ın önünde kurdurdu÷u gösteriúli tahtına görkemli bir törenle çıkmıútı.182 Onun tahta çıkıú töreninde âdet oldu÷u üzere parlak kasideler söylenmiúti. Bunlardan bir tanesi ømadî Zûzenî (Zurakî)’ye aitti ve úair úöyle diyordu: “….Âlemin efendisi Atsız o÷lu øl-Arslan o÷lu Tekiú Han Bahtı açık olarak salına salına padiúâh tahtına oturdu.” Tekiú Han da sultanların âdeti üzere hareket edip úairlere bol bol ihsanlarda bulunmuútu.183 Sultan Celâleddin de Hindistan’dan dönünce törenle tahta oturmuútu. Nesevî’ye göre; “hanlar, melikler ve emîrler kefenlerini boyunlarına asarak geliyor e÷ilip yüzlerini topra÷a sürüyorlardı”.184 Taht ayrıca saray hayatında uygulanan protokolün merkezi idi. Sarayda görülen bütün iúlerde, kimin sultanın huzurunda nerede duraca÷ı tahtın yerine göre düzenleniyordu ve bu resmî protokolün gere÷i idi. 181 Bündârî, age, s.251. Cüveynî, age, s.265; Reúidüddin, age., C:I, s.256; Mîrhând, age, C:IV, s.371-372; Hândmîr, Habîbü’s-siyer, C:II, Tahran 1353, s.637; Kafeso÷lu, age, s.112-113. 183 Cüveynî,age, s.265; Mîrhând, age, C:IV, s.372. 184 Nesevî, Farsça; s.130. 182 52 Tac da tahtan ayrı düúünülemez. Kaynaklarımızda da hükümdarlık âlameti olarak tâc185 hemen hemen her zaman taht ile birlikte anılır. Örne÷in Hârizmúâh Celâleddin Muhammed, Yassı Çimen Savaúı’nın (A÷ustos 1230) baúlangıcında Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad’ın öncü birliklerini ma÷lup etmiúti. Hârizmúâh’ın müttefiki olan Erzurum Melîki Rükneddin Cihanúâh bu baúarıdan dolayı büyük bir sevinç duymuú ve øbn Bîbî’ye göre Celâleddin’e “Ey, tâcın ve tahtın sahibi!” diye hitap etmiúti.186 Aslında Celâleddin Hârizmúâh, Mo÷ollar’ın takibi nedeniyle taht ve tâcından ço÷unlukla uzak kalmıútı. Onun bu halini Cüveynî gerçekçi bir ifadeyle úöyle anlatır: “…Altın eyerini taht, keçeyi yatak, zırhı elbise, mi÷feri tâc yapmıú olan padiúâh.”187 Üstelik o daha önce, Cengiz Han Hârizm toprakları üzerine harekete geçince babasına, Mo÷ollar ile cesurca savaúma fikrini kabul ettiremedi÷inde sadece kendi hükümranlı÷ını kurtarma planlarının yanlıúlı÷ını anlatmak için “Tâcın peúinden giderken baúından olma. Çünkü hiçbir padiúâh anasından tâc ile do÷madı”188 uyarısını yapıyordu. Hârizmúâhlar’da taht ve tâc úekli acaba nasıldı? Bu konuda maalesef bilgimiz yoktur. Ancak kuvvetli fikirler ileri sürebilece÷imiz önemli ipuçlarına sahibiz. Çalıúmamızın baúından beri yeri geldikçe temas etti÷imiz üzere Hârizmúâhlar, Büyük Selçuklu Devleti’nin devamı olma özelli÷ini gösterir. Ayrıca hüküm sürdükleri devir itibari ile de dönemin genel özelliklerini do÷al olarak taúımaktadırlar. Bu açıklamadan hareketle Hârizmúâhlar’ın kullandıkları taht ve tâcın úekil olarak Selçuklu sultanlarının kullandıklarından çok da farklı olmayaca÷ını söyleyebiliriz. Reúidüddin Fazlulâh’ın Câmiu’t Tevârîh’inde Selçuklu Sultanlarını tahtları üzerinde oturmuú, baúlarında tâc bulundu÷u halde tasvir eden minyatürler vardır. Bu minyatürlerde Selçuklu Sultanları Alparslan, Berkyaruk, Muhammed Tapar ve Sencer tahtlarında tâcları ile görülmektedir.189 Bu minyatürleri görmek taht ve tâcın Bkz. W.Björkman, “Tâc” md., ø.A., C:XI., s.613-615. øbn Bîbî, age, C:I, s.396. 187 Cüveynî, age, s.374. 188 Cüveynî age, s.319. 189 Minyatürler için bkz. Zühre øndirkaú, Türkler’de Hükümdar Tacı Gelene÷i, Ankara 2002, s.137-141. 185 186 53 hükümdarlık alâmeti oldu÷unu anlamak için yeterlidir. Çünkü minyatürlerdeki temel vurgu tahtında oturan ve tâcını takmıú bulunan hükümdaradır. ùekil yönünden inceledi÷imizde de minyatürlerdeki taht ve tâcların birbirine çok benzedi÷ini görmekteyiz. Sultanların tâclarının ço÷unlu÷unun “her bir dilimi yaprak biçiminde olan üç dilimli tâclar” oldu÷unu sanat tarihçilerinden ö÷reniyoruz. Ayrıca karakteristik özellikler taúıması bakımından bu tâclar “Selçuklu tâcı” olarak da adlandırılmaktadır.190 Câmiü’t Tevârîh’te bulunan bir baúka minyatür bizim için son derece önemlidir. Bu minyatürde Irak Selçuklu Sultanı Tu÷rul’un tasviri yer almaktadır. Yerden yüksekli÷i ayakları sayesinde sa÷lanan tahtının üzerinde Sultan oturmaktadır ve baúında üç dilimli bir tâc bulunmaktadır. Sultan Tu÷rul, Hârizmúâh Tekiú ile yaptı÷ı savaúta hayatını kaybetmiú (25 Mart 1194) ve bu úekilde Irak Selçuklu Devleti son bulmuútu. Hârizmúâh Alâeddin Tekiú, Irak’ın merkezi Hemedân’a gelerek düzenlenen bir törenle tahta oturmuútu (26 Haziran 1194). Belki de Hârizmúâh Tekiú’in Irakta oturdu÷u bu taht Sultan Tu÷rul’a aitti. Selçuklu Devleti’nin vârisi olma iddiasını her zaman taúıyan Hârizmúâhlar Sultanı Tekiú’in, Irak hükümdarının tahtına oturarak bunu bir kez daha vurgulamıú olması hiç de úaúırtıcı de÷ildir. Sultanların ota÷larında da tahtlarının kuruldu÷u bilgisinden hareketle Tekiú’in tahtını yanında götürmüú olması da ihtimal dahilindedir. Ancak ne olursa olsun bahsi geçen minyatür dönem itibariyle konumuza o kadar yakındır ki, hiç olmazsa taht ve tâcın genel olarak úeklinin nasıl oldu÷u noktasında bizi bilgilendirmektedir. 190 øndirkaú, age., s. 49 54 f. Bayrak ve Sancak Bayrak, günümüzde oldu÷u gibi Hârizmúâhlar devrinde de ba÷ımsızlık sembolüydü. Hâkimiyet sembolleri arasında özel bir yeri olan bayrak âidiyet simgesi olup kutsaldı. Savaúta u÷runa kan dökülen bayrak aslında hürriyetin ifade úeklidir. Hakanî∗, Sultan Alâeddin Tekiú’i medhederken “onun bayra÷ının hilâli gökyüzünün burçlarını fethetti”191 demektedir. Hâkimiyet sembolü olarak bayra÷ın aynı zamanda devleti temsil etti÷ini de görmekteyiz. Sultan Alâeddin Muhammed devrinde, Hârizmúâhlar aleyhine her türlü ittifaka hazır olan Abbasî Halifesi Nâsır-Lidînillâh, Alamut hakimi Celâleddin Hasan ile iyi iliúkiler kurmuútu. Celâleddin müslüman olmuú, Halife nezdinde bunu kabul ettirmiú ve yeni durumu ilân için de hacca bir kafile göndermiúti. Olayı anlatan Cüveynî devamında bayra÷ın temsil yetkisini bize göstermektedir: “Halifenin emri ile onun bayra÷ını, Sultanın bayra÷ının önünde taúıdılar. Sultan bunu duyunca çok üzüldü ve kalbi kırıldı”192. Bayrak ve sancaklar ele geçirilen kalelerin burçlarına çekilirdi. Sultan Celâleddin Hârizmúâh Ahlat’ı ele geçirince (15 Nisan 1230) âdet oldu÷u üzere zaferini bildirmek için yazdırdı÷ı fetihnâmede “kale burçları bayrak ve sancaklarla süslendi”193 denilmektedir. Ahlat’ın alınıúını anlatan Nesevî de, surlardan sarkıtılan iplerden tırmanan savaúçıların ve sancakların úehre girdi÷ini kaydeder.194 Bayrak ve sancaklar savaúlarda ordu için önemli bir manevî kuvvet anlamına geliyordu. Öyle ki, Hârizmúâh Alâeddin Muhammed’in gönderdi÷i kuvvetler, Gurlular’dan Gıyaseddin’in Talekân valisi Muhammed b. Çurbek (Carbek) ile savaúmıúlar ve bu savaú esnasında Hârizmli sancaktâr öldürülmüú, sancaklar parçalanmıútı. Bunu gören Hârizm askerleri ma÷lup oldukları zannı ile geri ∗ Bir bölümünü buraya aldı÷ımız úiirin yazarının Hakanî olmadı÷ı görüúü için bkz.Cihangüúâ, s.272, Not:52. 191 Cüveynî, age, s.272. 192 Cüveynî, age, s.329. 193 Cüveynî, age, s.368. 194 Nesevî, Farsça, s.121. 55 çekilmeye baúladılar.195 Benzer bir olay Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubâd ile savaúı sırasında da yaúanmıútır. “Sultanın merkezde bulunan özel bayraklarının (alemhâ-yı hâs), Sultanla birlikte geri çekildi÷ini gören sa÷ ve sol kanatlar, Sultanın yenildi÷ini sanıp geri çekilmeye baúladılar”196 Görüldü÷ü üzere, bayrak orduda, hükümdar ile birlikte merkezde bulunuyordu. øbn Bibî’ye göre Yassı Çimen Savaúı’nda ma÷lup olan Sultan Celâleddin, “bayra÷ını ve sanca÷ını çıkararak onları üzgün bir úekilde atının terkisine ba÷lamıútı”197 Bayrak ve sancaklar ayrıca savaú sırasında ordu için manevi bir dayanak, düúmana karúı yıldırma unsuru olarak da görev yapmakta idi. Bu durumu øbn Haldun úöyle açıklamaktadır: “Savaúlarda çok sayıda bayrak kullanmak, renklerini ço÷altmak ve yükseklere kaldırmaktan maksat da kalplerde korku yaratmaktır, baka hiçbir sebebi yoktur”.198 Hârizmúâhlar’da da Selçuklular’da oldu÷u gibi birçok bayrak ve sancak vardı. Tâbi hükümdarların, askerî birliklerin ve hanedan üyelerinin ayrı ayrı bayrak ve sancakları oldu÷unu biliyoruz. Bayrak ve sancakları hükümdarlık alâmeti olarak ele aldı÷ımız için burada sadece Sultanlara ait olanlardan bahsetmekteyiz. Sultanlara ait sancaklar için “Râyât-ı sultanî” ifadesi kullanılmaktadır.199 Sultan Celâleddin ölümünden az evvel çadırı Mo÷ollar tarafından sarılınca bayra÷ını komutanlarından Orhan’a emanet ederek aceleyle oradan ayrılmıútı. Mo÷ollar kendilerine karúı koyan Orhan’ı, bayrakla birlikte gördükleri için sultan zannetmiú olmalıdırlar.200 Hârizm sultanlarının bayraklarının rengi siyahtı. Nesevî úahit oldu÷u bir olayı aktarırken bunu belirtmektedir: Sultan Alâeddin Muhammed’in Abeskûn øbnü’l-Esîr, age, C:XII, s.147. Cüveynî, age, s.370. 197 øbn Bîbî, age, C:I, s.408. 198 øbn Haldun, age., CII., s.5. 199 Nesevî, Farsça, s.189. 200 Cüveynî, age, s.375. 195 196 56 adasında ölümünden sonra Celâleddin adadan ayrıldıktan kısa bir süre sonra Nesa’da Mo÷ol kuvvetlerini bozguna u÷ratmıútı. Nesevî bu sırada Nesa emîrinin hizmetinde oldu÷unu ve Celâleddin’in galibiyet haberinin bir mektupla kendilerine ulaútı÷ını kaydetmektedir. Bu mektupta, Celâleddin’in baúında bulundu÷u kuvvetlerden bahsedilirken “siyah bayraklarla geldiler” ifadesi yer almaktadır.201 Hârizmúâhlar’ın, kendilerini Selçuklular’ın yasal vârisi olarak görmelerinden dolayı bayraklarının onlarınki ile aynı renkte oldu÷u görüúüne biz de katılıyoruz.202 g. Nevbet Devlet bandosu tarafından hükümdarın sarayı veya ota÷ının önünde icrâ edilen musikiye nevbet denir. Hükümdarlık alâmeti olan bu nevbetin dıúında úehzadeler, vezîrler veya tâbî hükümdarlar da nevbet çaldırabiliyordu. Ancak, do÷al olarak hükümdarın nevbeti daha azametli idi ve di÷erlerinden farklı, tek olma özelli÷ini taúıyordu. Örne÷in hükümdarlar için günde beú namaz vaktinde nevbet vurulurken, di÷erleri için bu sayı üç ile sınırlı idi.203 Hârizmúâhlar’da da nevbet gelene÷i açıkladı÷ımız bu úekliyle mevcuttu. Sultan Alâeddin Muhammed gücünü o kadar büyük hissediyordu ki, bunu nevbet uygulamasına da yansıttı. Daha önce de onun unvân ve lâkaplarında ne kadar iddialı olanları kullandı÷ını görmüútük. Sultan nevbet vurdururken de bu tutumunu sürdürmüú, en güçlü oldu÷unu ilân etmek istercesine yeni bir uygulama baúlatmıútı. Sultan kendisi için “Zülkarneyn Nevbeti”ni uygun buldu. Kaynaklarımızda “Nevbet-i Zülkarneyn” olarak geçen bu nevbet yirmi yedi davulla icra olunuyordu. Ancak bunlar sıradan davullar de÷ildi. Her biri altın iúlemeli idi ve çeúitli mücevherlerle süslenmiúti. Nevbet için görkemli úekilde süslenen köslere eúlik edecek olan tokmaklar da aynı úekilde özenle hazırlanmıú, altın, inci ve daha birçok de÷erli taúlarla bezenmiúti.204 201 Nesevî, Farsça, s.87. Fuad Köprülü, “Bayrak”, ø.A., C: II, s.409. 203 H.G. Farmer, “Tabl-Hâne”, ø.A., C:XI, s.604-605; H.G. Farmer, “Nevbet”, ø.A., C:IX, s.220; Ayrıca, Türkler’de nevbet ve mehterin tarihi süreci için bkz. Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriú, C.VIII, Ankara 1991. 204 Nesevî, Farsça, s.33. 202 57 Sultan Alâeddin Muhammed bu hazırlıklardan sonra uygulamanın ilk seferinde görkem ve azameti iyice artırmak için bu davulları vurma emrini sarayında tutuklu bulunan hükümdar ve hükümdar o÷ullarına verdi.∗ Emri uygulamakla yükümlü olanlar arasında; Selçuklular’dan Tu÷rul b. Arslan, Gurlu hükümdarı Gıyâseddin’in o÷ulları, Bâmiyân hakimi Melik Alaeddin, Belh hakimi Melik Taceddin ve o÷lu, Tırmiz sahibi Melik Behramúah, Buhara hakimi Sencer vardı. Sultan yirmi yedi kiúilik kadroyu tamamlamak için ye÷eni ve vezîrini de gruba dahil etti.205 Sultanın bu iúe büyük önem verdi÷i açıktır. Nesevî’nin bu uygulamayı anlatırken, “u÷urlu bir günde bu davulların çalınması için anlı úanlı padiúâhlar seçti”206 úeklindeki kaydına bakarak nevbetin ilk gününün yıldızlara göre tespit edilmiú olabilece÷ini söyleyebiliriz. Nevbet icrasında çok sayıda büyük davul (kös) kullanılıyordu. Devletúâh’a göre “Nevbet-i Zülkarneyn”de nakkâre de kullanılmıútı ve bunların a÷ırlı÷ı yetmiú hârvâr** geliyordu.207 Sultan Alâeddin Muhammed bu nevbeti günde iki kez, güneúin do÷uúu ve batıúında çaldırıyordu. Öyle anlaúılıyor ki, Sultanın “Nevbet-i Zülkarneyn”i Hârizm’in baúkentini hükümdarının azametini hatırlatarak uyandırıyordu. Bu da bir yenilikti. Çünkü eskiden beú namaz vaktinde beú defa nevbet vuruluyordu. Sultan, bu beú defa vurulan nevbetin o÷ullarının sarayları önünde çalınmasını emretti.208 Hârizmúâhlar’da vezîrler için de günde üç nevbet çalınıyordu.209 Nesevî, Sultan Celâleddin’in nevbeti için de “Nevbet-i Zülkarneyn” demektedir ve ilave olarak günde beú kez çalındı÷ını belirtmektedir.210 ùüphesiz ki, ∗ Burada adı geçen tutukluların akıbeti maalesef çok kötü oldu. Mo÷ollar Gürgenc’i tehdit ettikleri sırada baúkentten ayrılmaya hazırlanan Terken Hatun onları Ceyhun’da bo÷durttu. Nesevî, Farsça, s.57 vd. 205 Nesevî, Farsça, s.33; Kazvînî’ye göre bu yirmi yedi kiúinin on beúi yabancı ve on iki tanesi Sultanın yakınlarından oluúuyordu, age, s.496. 206 Nesevî, aynı yer. ** Bir hârvâr= Bir eúek yükü. 207 Devletúâh Tezkiresi, C:II, s.188. Burada bildirilen a÷ırlık oranının abartılı oldu÷u açıktır. 208 Nesevî, aynı yer. 209 Nesevî, Farsça, s.45. 210 Nesevî, Farsça, s.213; Taneri, age, s.101. 58 devletin gücünden eser kalmadı÷ı Celâleddin devrinin nevbeti de babasının uygulamasının gösteriúinden çok uzaktır. Hârizmúâhlar devrinde, tıpkı Selçuklular’da oldu÷u gibi, taziye ifadesi olarak da nevbetin susturuldu÷unu görmekteyiz. Sultan Alâeddin Tekiú öldü÷ü zaman (4 Temmuz 1200), Gur hâkimi Gıyaseddin düúman olmalarına ra÷men, sarayında üç gün nevbet çalınmaması için emir vermiúti.211 h. Çetr Hâkimiyet alâmetlerinden biri de çetrdir ve hükümdarlık úemsiyesi anlamına gelmektedir. Atlas veya altın iúlemeli kadifeden hazırlanan çetr, úemsiye úeklinde açılarak hükümdarın baúı üzerinde tutulurdu.212 Hükümdarlar seferlerinde de çetri beraberlerinde götürüyorlardı. Aslında bu sayede ilerleyen kuvvetlerin kime ait oldu÷u ve orduda hükümdarın bulunup bulunmadı÷ı anlaúılabiliyordu. Nitekim çetrin bu görevi hakkında Hârizmúâhlar’a ait bir örne÷imiz var. Sultan Alâeddin Muhammed’in, Güçlük ile mücadele verdi÷i ve bu nedenle Semerkand’da bulundu÷u sırada Irak’taki naibi Oglımıú öldürülmüú, bölgede iúler karıúmıútı. Oglımıú’ın öldürülmesinden ve Sultanın yoklu÷undan faydalanmak isteyen Atabeg Özbek ve Atabeg Sa’d vakit kaybetmeden harekete geçmiúlerdi. Sultan Muhammed hızlı bir hareketle bölgeye yetiúti. Atabeg Sa’d’ın kuvvetleri ile Rey civarında karúılaúınca Sultanın öncüleri ile Atabe÷in askerleri çarpıúmaya baúladı. Nesevî’nin de kaydetti÷i gibi Atabeg savaútı÷ı kuvvetlerin Özbek’e ait oldu÷unu zannediyordu. Sultanın bu kadar süratle yetiúece÷ine ihtimal vermedi÷i açıkça anlaúılıyor. Çünkü Sultan, Atabe÷in cesurca direniúini görünce o zamana kadar açılmamıú olan çetrinin, açılmasını emretti. Sultan Muhammed’in hareketini gizlemek amacıyla çetri úimdiye kadar açtırmadı÷ı anlaúılıyor. Sultanın çetrinin açılması ve sultana ait bayrakların kaldırılması üzerine Atabeg gerçe÷in farkına vardı. Onun arzulayaca÷ı en son úey Sultana karúı savaúmak olurdu. Zaten o da derhal çatıúmaya son verdi. Atından indi ve esir olarak Sultanın tayin edece÷i 211 212 øbnü’l-Esîr, age, C:XII, s.134. Aydın Taneri, “Çetr”, DøA, C:VIII, s.293. 59 akıbetini beklemeye koyuldu. Sultanın çetrini görünce korkuya kapılan Atabeg’in kuvvetleri de da÷ıldı.213 Nesevî, Sultanın çetri için “Çetr-i Cihangir” ifadesini kullanmaktadır.214 Sultanlar, kabulleri sırasında çetrin altında duruyorlardı. Celâleddin Hârizmúâh, Erzurum hâkimi Rükneddin Cihanúâh’ı, çetrinin altında bulundu÷u halde kabul etmiúti. Sultan Celâleddin müttefikini onun itibarını artıracak bir törenle karúılamıútı. Muhabbetini göstermek ve Cihanúâh’ı onurlandırmak için çetrinin altına gelmesini emretti. Ancak ne var ki, Cihanúâh, Sultanın çetri altında bulundu÷u sırada çetr, koruyucularının elinden düúerek yıkıldı. Töreni izleyen halk bunu görünce da÷ıldı. Bu olay bir u÷ursuzluk iúareti olarak algılandı.215 Ayrıca Sultan Celâleddin Hârizmúâh, ordusuna beraberinde çetri oldu÷u halde kumanda ediyordu.216 Hükümdarın çetrinin sorumlulu÷u “çetrdâr” adı verilen görevliye aitti. Çetrdâr, özellikle savaúlarda hükümdarın yanında çetri tutuyordu. Savaútaki bu çetr saray veya ota÷dakinden daha farklı olarak her halde taúıması kolay, daha hafif bir çetrdi. Çünkü son örne÷imizde Sultan Celâleddin’in yıkılan çetrini anlatan Nesevî’nin ifadelerinden hükümdarlık ota÷ı önünde kurulan çetrin daha büyük ve daha a÷ır oldu÷unu anlıyoruz. Çünkü Nesevî bu olayı anlatırken çetri tutan “çetrdârlar” dan bahsederek “ çetrin sütun ve destekleri (deayim ve amûdları) çetrdârların elinden düútü” demektedir.217 Hükümdarlık alâmeti olarak çetrin varlı÷ı do÷rudan ba÷ımsız hükümdarlı÷ın göstergesidir. Ravendî’nin Sultan Tekiú için kullandı÷ı ifadeler bunun göstergesidir: “Bu Hârizmúâh kulluk vazifelerini bir tarafa atıp, çetrini yükseltti. Kendi kendine sultan adını aldı”.218 Nesevî, Farsça, s.23; øbnü’l-Esîr, age, C:XII, s.268,269, 271. Nesevî, Farsça, s.23. 215 Nesevî, Farsça, s.198-199. 216 øbn Vâsıl, age., C:IV, s.149. 217 Nesevî, Farsça, s.198-199. 218 Ravendî, age, C:II., s.340. 213 214 60 i.Tırâz Sırma iúlemeli, kenarları úerit halinde yazılarla süslenmiú hükümdara mahsus elbiseye tırâz adı verilir. Sanatkârların mahir ellerinde özenle hazırlanan bu elbiseler hükümdarlık alâmetlerindendir.219 øbn Haldun’a göre tırâz; “hükümdarlık ve saltanatın ziynetidir” ve bu elbiseler “unvân ve lâkaplar yazılarak süslenmiútir”.220 Tırâz, hükümdar tarafından bir baúkasına verildi÷inde “hil’at” adını alır. Sultanlar lütufta bulunmalarının bir niúanesi olarak tâbi hükümdarlara, elçilere veya devlet ileri gelenlerine hil’at verirlerdi. Aslında sultanları kime hil’at verecekleri konusunda sınırlayan veya kimlerin hil’at giyece÷ini belirten her hangi bir düzenleme yoktu. Sultan taltif etmek istedi÷i ve kendisinin uygun gördü÷ü her hangi bir kiúiye hil’at verebilirdi. Örne÷in Sultan Celâleddin, Sultan Tu÷rul’un kızı olan Atabeg Özbek’in eúi ile evlili÷i gerçekleúince, melikenin Atabegden boúanmasını sa÷layan úahitlere hil’at vermiúti.221 Bu ilginç boúanma öyküsüne göre, Melike gönderdi÷i elçilerle Sultan Celâleddin’e evlilik teklif etti. Ne var ki bu sırada Atabek Özbek ile evli bulunuyordu. Sultan bu evlili÷in ancak melikenin boúanması ile mümkün olabilece÷ini bildirdi. Zaten melike de kocasının daha önceden taahhüt etti÷i ve yapmazsa boúanmıú olacaklarını kabul edece÷ine dair sözüne atfen evli olmadı÷ını belirterek Sultana evlilik teklifinde bulunmuútu. Kadının dinledi÷i úahitler de melikeyi do÷rulayınca, Sultan ile melikenin izdivacı gerçekleúti. øúte buradaki úahitler Sultan tarafından hil’at verilmek suretiyle ödüllendirilmiúlerdi.222 Sultan Celâleddin Mo÷ollar’a ma÷lup olarak Isfahan’a geldi÷i sırada ordusunun ileri gelenlerine görevlerini lâyıkıyla yerine getirmedikleri için çok kızgındı. Öte yandan savaúta fedakarlık gösteren, canla baúla savaúan rütbesiz askerlere meliklik hil’atine kadar cömertçe hil’at da÷ıtmıútı.223 Ayrıca sultan Celâleddin’in Erzurum hakimi Rükneddin Cihanúâh, Kıpçak reislerinden Kurka ve A. Grohmann, “Tırâz”, ø.A., C:XII/I, s.235. øbn Haldun, age., C:II, s.26. 221 Nesevî, Farsça, s.149. 222 Bu evlilik hikayesi için bkz. øbnü’l-Esîr, age, C:XII, s.394; Kazvînî, age, s.500; Cüveynî, age, s.352. 223 Cüveynî,age, s.361. 219 220 61 vezîri ùerefülmülk eli ile Sultan Alâeddin Keykubâd’ın elçisine de hil’at verdi÷ini biliyoruz.224 Halifeler de hükümdarlara, halifelik makamında kabul gördükleri mevkiye uygun hil’atler verirlerdi. Örne÷in, Halife Nâsır-Lidinillah, Hârizmúâh Tekiú’e vezîri aracılı÷ıyla hil’atler göndermiú ancak vezîrin bunları kendi çadırında giyme davetine Sultan çok kızarak úiddetle reddetmiúti.225 Halifelik makamı, Sultan Celâleddin’e Ahlat’ı muhasara etti÷i sırada “hil’at-i saltanat” göndermiúti.226 Hil’atler sadece elbiseden oluúmuyordu. Hârizmúâh Celâleddin’in Erzurum hakimi Cihanúâh’a verdi÷i hil’at içerisinde tu÷lar ve dizginler de vardı.227 Bunların yanında külah, kemer, at veya de÷erli baúka bir binek hayvanı, eyer takımı, silahlar, kılıç kuúa÷ı veya de÷erli taúlarla süslü takılar ve sancak da hil’at olarak veriliyordu.228 Bize bir fikir vermesi için Halifelik makamından Sultan Celâleddin’e gönderilen hil’atlerin içeri÷ine bakabiliriz. Buna göre úu eúyalar hil’at olarak gönderilmiúti: Kıymetli taúlarla bezenmiú bir Hint kayıúı, sarık, elbise, cübbe,, altından bir kılıç, bütün takımları altın ile kaplı atlar, incilerle süslü kalkan, çok sayıda at ile birlikte yeteri kadar seyis, altınla süslenmiú yabani Hint kedileri, birçok top kumaú, amberden imal edilmiú top, sabur a÷acı vs. Görüldü÷ü üzere hil’atler, hil’at verenin úan ve úerefi gözetilerek hazırlanıyordu.229Buna ilave olarak hil’at verilene itibarın derecesi de bu içeriklerden tayin edilebilmektedir. Hil’ati çıkarmak veya kabul etmemek isyan göstergesi sayılırdı. Ayrıca bayramlar, askerî teftiúler, zaferler ve kabuller hil’at verme vesilelerindendi.230 j.Tevkî’, Tu÷râ ve Alâmet Tevkî’ “bir yazıúma terimi olarak hükümdarın kararı, bu kararın yazılı sureti, tâyin beratı, hükümdara mahsus alâmet, tu÷râ, ferman ve mühür karúılı÷ı olarak 224 Nesevî, Farsça, s.179, 199. øbnü’l-Esîr, age, C:XII, s.93; Cüveynî, age, s. 269. 226 Nesevî, Farsça, 205; Arapça, s.190 227 Nesevî, Farsça, s.199. 228 Heribert Horst, Die Staatsver Waltung Der Grossel÷uqen Und Horazmsahs (1038-1231), Weisbaden 1964 , s.23. 229 Nesevî, Farsça, s.219. 230 M. Fuad Köprülü, “Hil’at”, ø.A., C:V/I, s.483. 225 62 kullanılmıútır”231. Tu÷ra ise Türkçe bir kelimedir ve hükümdarın yazılı iúareti demektir.232 Alâmet ise bizzat hükümdar tarafından, kendi eli ile yazılırdı.233 Hârizmúâh Atsız, Sultan Sencer’in Karahıtaylar’a esaretini fırsat bilerek girdi÷i Selçuklu baúkenti Merv’de Sencer’in tahtına oturup, tu÷ra çekmiúti.234 Cüveynî, Sultan Alâeddin Muhammed’in Mo÷ollar’ın ülkesini istilası karúısında korkuya kapıldı÷ını belirterek Sultanın Merv’e hareketini anlatırken úöyle demektedir: “ …Sultanın korku ve acz içinde kaleme aldı÷ı anlaúılan tevkî’ tu÷ralı fermanı geldi”.235 Sultan Alâeddin Muhammed, Abeskûn adasında bulundu÷u sırada kim kendisine bir yemek getirir veya bir iyilik yaparsa ona tevkî’ veriyordu.236 Nesevî’nin bu ifadelerinden anlaúılaca÷ı üzere burada verildi÷i belirtilen tevkî’, “hükümdarın yazılı kararının sureti”, belge anlamındadır. Çünkü devamında, “Ço÷u zaman öyle oluyordu ki, halktan olanlar kendileri için tevkî’ler yazıyorlardı. Çünkü Sultanın yanında kâtip bulunmuyordu”237 denilmektedir. Sultan Muhammed öldükten sonra tevkî’leri ellerinde bulunduranlar Sultan Celâleddin’e müracaat etmiúlerdi ve Sultan da bunları babasının kararlarına hürmet göstererek kabul etti.238 Sultan Alâeddin Muhammed’in tu÷râsında, “Zillullah fi’l-arz” (Allah’ın yeryüzündeki gölgesi) yazılıydı.239 Sultan Celâleddin’in münúîsi olan Nesevî bu konuda en itibarlı kayna÷ımızdır. Çünkü o, bizzat Sultanın yanında bulunuyor ve yazıúmaları gerçekleútiriyordu. O, tevkî’yi “sultanın yazılı kararı” anlamında, diplomatik belge karúılı÷ı olarak kullanmıútır. Sultan Celâleddin’in tevkîleri için de úu açıklamayı yapmaktadır: “Sultana ait tevkî’lerde ‘Elhamdülillahi’l-azîm’ yazılı idi”. “Kendisinin úehir ve vilayetlerine gönderdi÷i tevkî’lerde ise “i‘timad künend” Nejat Göyünç, “Tevkî’”, ø.A., C:XII/I, s.217. J. Deny, “Tu÷râ”, ø.A., C:XII/II, s.5. 233 Nejat Göyünç, aynı yer. 234 Hüseynî, age, s.67. 235 Cüveynî, age, s.163. 236 Nesevî, Farsça, s.69. 237 Nesevî, aynı yer. 238 Nesevî, aynı yer. 239 Cüveynî, age, s.301. 231 232 63 yazılıydı ve bu tevkî’lerin köúesinde ‘Ebu’l-Mekârim Ali b. Ebu’l-Kasım Hâlisu Emîri’l-Mü’minîn ibaresi vardı”.240 Sultan Celâleddin tevkî’lerinde kullandı÷ı “øtimadi Ali’l-lâh Vahdehu” ibaresini kazıtarak hazırlatmıú ve bunu vesikalara basmıútı. Onun bu uygulaması daha sonraki hükümdarlara örnek olmuútu. Sultan belgelere bu mührün basılması görevini de kızı Han-Sultan’a vermiúti.241 Nesevî’ye göre, Rükneddin Gursançtı b. Sultan Alâeddin Muhammed’in tevkîi úu úekildi idi: “es-Sultanü’l-muazzam Rüknü’d-dünya ve’d-din Ebü’l-Hâris Gursançtı øbnü’s-Sultanü’l-muazzam Kasîmü emîri’l-mü’minîn”.242 Alâmete gelince, Nesevî Terken Hatun’un tevkî’, tu÷râ ve alâmetinden bahseder. Bu üçünü aynı anda kullanması ve Terken Hatun’un güzel yazısının úöhreti bize onun alâmetini bizzat yazdı÷ını düúündürmektedir. Buna göre onun tevkî’ ve tu÷râsı úu úekilde idi: “øsmetü’d-dünyâ ve’d-din Ulu÷ Terken Meliketü Nisâi’l-âlemîn”. Alâmeti ise “I’tesamtü billâhi vahdehu” úeklindeydi. Terken Hatun’un tevkî’ ve alâmeti kalın uçlu bir kalemle yazılı idi.243 k. GƗúiye Hükümdarlık alâmetlerinden biri de gaúiyedir. Süslü eyer örtüsü anlamına gelir ve törenlerde ata binen sultanın önünde taúınmak suretiyle onun hâkimiyetinin tanındı÷ı anlamına gelirdi.244 Hârizmúâh Alâeddin Tekiú devrinde, Müeyyed Ay-aba, Kadı Fahreddin’i, Hârizmúâh’a onun tâbîsi oldu÷unu bildirmek üzere gönderdi÷inde kadı, Hârizmúâh Tekiú’in katında itibar görmüú ve ona kıymetli hediyeler verilmiúti. Bunlar arasında gƗúiyelerle süslenmiú cins atlar da bulunuyordu.245 240 Nesevî, Farsça, s.264 Nesevî, Farsça, s.72; Nejat Göyünç, agmd., s.218. 242 Nesevî, Farsça, s.39. 243 Nesevî, Farsça, s.62;Ayrıca bakınız Horst, age, s.36. 244 Erdo÷an Merçil, GƗúiye”, DøA., C: , s.398 vd.; Erdo÷an Merçil, “GƗúiye ve Selçuklular’da Kullanılıúına Dâir Bazı Örnekler”, Ord. Prof. Yusuf Hikmet Bayur’a Arma÷an, Ankara 1985, s.321-328. 245 Hüseynî, age., s.115. 241 64 Cüveynî’de, Sultan Alâeddin Muhammed devri anlatılırken bir úiirde: “Güneúin sırtına gƗúiye vurmuú. Üzengi olarak ayı kula÷ına halkalı küpe yapmıú” denilmektedir.246 Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Ahlat önlerinde iken Halifelik makamından gelen elçileri kabul etmiúti. Halife Nâsır-Lidînillâh tarafından gönderilen hediyeler arasında gƗúiyeli atlar ve saten gaúiyeli Hint kedileri de vardı.247 l. Kılıç ve Yüzük Aslında kılıcın Hârizmúâhlar’da hükümdarlık alâmeti oldu÷una karar verecek sayıda örne÷e sahip de÷iliz. Ancak bir örne÷imiz var ki bize, kılıcın hâkimiyet alâmeti olabilece÷ini düúündürmektedir. Sultan Alâeddin Muhammed, Terken Hatun’un baskısı ile Uzlakúah’ı veliahd tayin etmiúti. Ancak Sultan Mo÷ollar’dan kaçarak sı÷ındı÷ı Âbeskûn adasında bulundu÷u sırada kararını de÷iútirerek di÷er o÷lu Celâleddin’i veliahd ilân etmiúti. øúte bu sırada kılıcını kendi elleriyle Celâleddin’e kuúattı.248 Acaba Hârizmúâhlar’da veliahd hep bu úekilde mi ilân edilirdi? Bunu bilmiyoruz. Sultanın yanında hükümdarlı÷a ait hemen hiçbir úey bulunmadı÷ı için belki de veliahd de÷iúikli÷ini teyid gayesiyle kılıcını kuúatmıútı. Hükümdarların kılıçları úüphesiz herkesinkinden farklı ve özeldi. Selçuklular’da Sultanlara Halife tarafından kılıç kuúatıldı÷ına dair örnekler vardır ve bu nedenle hâkimiyet alâmeti olarak kabul edilmektedir.249 Ancak ne var ki, Hârizmúâhlar’da kılıcın hükümdarlık alâmeti oldu÷una hükmedemiyoruz. Yüzü÷e gelince, hükümdar tarafından bir görevin icrâsı için yüzü÷ün verildi÷ini ve do÷rudan hükümdarı temsil etti÷ini biliyoruz. Bu nedenle de yüzük hükümdarlık alâmetidir. Örne÷in Sultan Celâleddin, babasının isminin üzerine kazındı÷ı, fîrûze taúlı yüzü÷ü bir elçiyle göndermiúti.250 246 Cüveynî, age., s.301. Taneri, Sultan Celâlü’d-din Hârizmúâh, s.113. 248 Nesevî, Farsça, s.84. 249 Abdülkerim Özaydın, age., s.190 250 Nesevî, Farsça, s.127; Hakimiyet alâmeti olarak yüzü÷ün Selçuklular’da kullanıúı için bkz., Özaydın, age., s.190 247 65 E. DÎVÂN TEùKÎLÂTI 1. Dîvân-ı A’lâ Hârizmúâhlar Devleti teúkilâtına göre devlet yönetiminin en üst organı Dîvân-ı A’lâ’dır.Tıpkı Selçuklular’da, Abbasîler’de, Sâmânîler’de ve Gazneliler’de oldu÷u gibi. Dîvân-ı A’lâ, devletin yönetimi ile ilgili kararların alındı÷ı en yüksek kuruldur. Devlet yönetimi ile ilgili ayırım yapılmaksızın her konu bu Yüce Dîvân’da görüúülür, alınacak tedbirler veya yürürlü÷e girecek uygulamalar karara ba÷lanabilirdi. Dîvân-ı A’lâ, devlet iúlerinin branúlara göre sınıflandırılarak görev bölümü yapılmıú olan di÷er dîvânları içine alır. Aslında Dîvân-ı A’lâ di÷er dîvânlar ile birlikte bir kabine oluúturur. Dîvân baúkanları Dîvân-ı A’lâ’nın üyeleridir ve hükümdar tarafından göreve getirilirler. Yüce Dîvân’ın baúkanı ise devletin hükümdardan hemen sonra gelen ismi olan vezîrdir.251 Vezîr, Yüce Dîvân’ı oluúturan di÷er dîvânları da maiyetinde toplar ve devletin bütün iúlerini bu organlar ile sevk ve idare eder.252 Dîvân-ı A’lâ’nın çalıúmalarına dair fazla örne÷e sahip de÷iliz ancak kaynaklarımızın bazı kayıtları bize çeúitli bilgiler vermektedir. Örne÷in; Sultan Celâleddin Hârizmúâh devrinde Büyük Dîvân’da bir soruúturma yürütüldü÷ünü biliyoruz. Irak-ı Acem nâibi ùerefeddin Ali birçok ithamlara maruz kalmıú ve Isfahan ileri gelenleri tarafından Vezîr ùerefülmülk’e úikâyet edilmiúti. Vezîr sorunu kendisi çözmek yerine Nesevî’ye göre úahsî husumetinin de etkisiyle durumu Sultana bildirdi. Sultan Celâleddin, nâibin Yüce Dîvân’da hesap vermesini emretti. Sultan bu soruúturmayı bizzat izlemek istedi. Kimse tarafından görülmeyece÷i ancak kendisinin her söyleneni iúitebilece÷i bir úekilde Dîvân çalıúmasında yerini aldı. 251 Horst, age., s.20, 30; Mehmet Altay Köymen, “Selçuklu Devri Türk Tarihi Araútırmaları II: Selçuklu Devri Devlet Teúkilâtına Dâir Yazılmıú Bir Eser Münasebetiyle”, TAD., C:II, sa.2-3, Ankara 1964, s.323; ayrıca bkz., Nafî Tevfik, age., s.228; Abdülaziz ed-Dûrî, “Dîvân”, DøA, C:IX., s.377, 381; Aydın Taneri, “Dîvân”, DøA., C:IX., s.383-385; A..S. Bazmee Ansari, “Dîvân”, DøA., C:IX., s.386-387; Aydın Taneri, “Büyük Selçuklu ømparatorlu÷unda Vezîrlik”, TAD., C:V., sa. 8-9, Ankara 1967, s.103 vd., Ghulam Rabbani Aziz, age., s.188. 252 Köprülü, agm., s.280. 66 Sonuçta nâib aklandı.253 Bu örnekten de görülece÷i üzere Dîvân-ı A’lâ, devletin bir görevlisini icraâtından dolayı yargılayabiliyordu. Dîvân-ı A’lâ, devletin yönetim yeridir. Ancak unutulmamalıdır ki bu yüksek organ hükümdarın emrindedir ve devrin hükümdarları da mutlak hakimdir. ùüphesiz dîvân üyeleri Sultanın uygun gördü÷ü, onun birlikte kolay çalıúabilece÷i kiúiler arasından bizzat hükümdar tarafından seçilerek göreve getiriliyordu. Devletin bütün bürokrasisinin de düzenlendi÷i, iúleyiúinin süreklili÷inin sa÷landı÷ı bu makam aynı zamanda hükümdarın danıúma kurulu görevini de yerine getiriyordu. Pek tabiîdir ki, Dîvân-ı A’lâ’nın hükümdara ra÷men her hangi bir uygulamaya gitmesi düúünülemez. Hârizmúâhlar Devleti’nde idarî sistemin en üst düzeydeki memuru vezîrdir. Merkezî yönetimin baúındaki vezîr yasama, yürütme ve yargı yetkisine sahiptir. Devletin yönetim iúlerinin sorumlusudur. Vezîr aynı zamanda hükümdarın mutlak vekilidir. Vezîr en yüksek derecedeki memur olarak hükümdar tarafından tayin veya azl edilir. O, sadece hükümdara karúı sorumludur.254 Yaptı÷ı iúlerin, görevini yerine getirirken izledi÷i yolun hesabını yalnızca hükümdara verir. Vezîrin akıbeti hakkındaki karar yalnız hükümdar tarafından tayin edilir. Vezîrlik makamının önemi bu kadar büyük ve sorumlulu÷u böylesine a÷ır olunca úüphesiz ki, devletin kaderinde rol oynayan, hükümdarın çalıúmalarında en yakınında bulunan isim olan vezîrler ve uygulamaları geçmiúi anlamak için dikkatlice incelenmeyi hak ederler. Biz, Hârizmúâhlar Devleti vezîrlerini incelerken bu baúlı÷ımızda úehzade ve eyalet vezîrlerini ele almayaca÷ız. Horst, eserinde günümüze ulaúan vezîrlerle ilgili belgeleri iki kısma ayırarak incelemiútir. Buna göre birinci gurubu hükümdar ve meliklerin kendi vezîrleri için düzenledikleri belgeler oluútururken, ikinci guruba meliklerin vezîrlerini Sultanın tayin etti÷ine dair 253 Nesevî,Farsça, s.162; Fuad Köprülü, “hükümdarın dîvân müzakerelerini kafes arkasından dinlemesini” Osmanlılar’da da devamını gördü÷ümüz saray âdetlerinden biri olarak kabul etmektedir. “Hârizmúâhlar”,øA., C: V/I, s.278. Ancak yukarıdaki bir tek örne÷in dıúında Hârizmúâhlar’da böyle bir uygulamanın âdet halinde var oldu÷unu gösteren hiçbir kayda rastlamadı÷ımızı belirtmeliyiz. 254 Horst, age., s.25; Köymen, agm., s.319. 67 belgeler dahildir. Horst, hükümdarın yardımcıları olarak adlandırdı÷ı meliklerin vezîrlerinin görev yerlerinde hükümdarın vezîri ile aynı görevleri yerine getirdiklerini belirterek, vezîrlik baúlı÷ında ikinci guruba giren belgeleri de incelemeyi uygun bulmuútur.255 Köymen, Horst’un bu fikrine bir noktada karúı çıkarak, Sultanlık vezîrlerinin tayinine iliúkin belgelerin ayrıca incelenmesi gerekti÷ini savunmaktadır.256 Biz, Köymen’in görüúüne tamamen katılıyoruz. Hükümdarın vezîri di÷erlerinden ayrı olarak incelenmelidir. Horst, úehzade ve eyalet vezîrlerini de do÷rudan Dîvân-ı A’lâ’ya ba÷lı olma ihtimallerine dayanarak ele almayı uygun bulmuútur.257 Böyle olsa bile görev yerleri merkezin dıúında oldu÷u için biz, taúra teúkilatı içerisinde ele almayı yerinde buluyoruz. Burada sadece merkezî idarenin baúı olan vezîri ve bu tanımın ifade etti÷i vezîrlik makamını ele alaca÷ız. Hârizmúâhlar devri vezîrlik makamı ile ilgili en kıymetli bilgilerin ço÷unu et-Tevessül’de bulunan vezîr tayini üzerine hazırlanan fermanda buluyoruz.258 Buna öncelik vermemiz daha uygun olur kanaatindeyiz. Sultan Tekiú devrine ait olan bu belge “Hazret-i Hümayun tarafından Büyük Vezîrlerden (Vüzera-i Büzurg) biri adına düzenlenmiútir”.259 Ferman vezîrden yerine getirmesi beklenen sorumlulu÷unun açıkça ifade edilmesiyle baúlamaktadır ve úöyle denilmektedir: “ùehirler ve kulların mesâlihini korumak, salâh ve fesâd sınırlarını korumak ve mülk-ü milletin iúlerini üstlenmek, din ve devletin düzeninin ayakta durması, dünya üzerinde merhametin yayılması ve fesâdın, kötülü÷ün giderilmesi ve zayıfların ve elinin altında çalıúanların himaye edilmesi ki, bunlar padiúâhlık iúinin kanunlarından ve kurallarından ve memleketin salâhının kurallarındandır. Adalet ve siyaset sahasında, akıl ve zekâ sahasında bu iúlerin ihmaline izin bulunamaz. 255 Horst, age., s.25; Ayrıca Horst aynı sayfada, vezîrlik belgelerinin ayrıntılı bilgi içermemesinden yakınarak iki tür belgeyi vezîr baúlı÷ında ele almayı daha do÷ru buldu÷unu belirtmektedir. 256 Köymen, agm., s.318 vd. 257 Horst, age., s.30. Bkz., Köymen, agm., s.319. 258 Ba÷dadî, et-Tevessül, s.75; Horst eserinde bu fermanın Almanca’sını vermiútir, age., s.104; Biz do÷rudan et-Tevessül’dekini kullandık. 259 Ba÷dadî, et-Tevessül, s.75. 68 Ve bunları, bu ilkeleri sa÷lamak çeúitli faziletleri kendisinde toplayan vezîrin dıúında olamaz.”260 Görüldü÷ü üzere vezîr, devletin iúlerinden mutlak manada sorumludur. Burada hükümdarın sorumluluklarına vurgu yapıldıktan sonra açıkça vezîrin bu yükümlülükleri yerine getirecek memur oldu÷u da belirtilmektedir. øfadeler bize vezîrin görevinin ülkede düzeni sa÷lamak, adâleti uygulamak, halkın refahını temin etmek, din ve devlet iúlerini aksamadan sürdürerek devletin gücünün devamlılı÷ını sa÷lamak oldu÷unu göstermektedir. Aynı zamanda hükümdarın sorumluluklarının vezîrin eliyle yerine getiriliyor oldu÷unun ifadesi vezîrin Sultanı temsil yetkisine iúaret etmektedir. Vezîr Sultanın vekilidir. Fermanda daha sonra vezîrlik makamına gelecek kiúide aranan özellikler anlatılmaktadır: “...Vezîr, gecenin karanlı÷ında, kendi zekâsının ıúı÷ıyla yolu seçebilecek ve onun muhabbet, úefkat ve dostlu÷u kuúkusuz olacak. Ve ahlakî güzellikleri bol olacak.” ødeal bir vezîrde bulunması gereken özellikler ince ve genel bir ifadeyle bu úekilde belirtildikten sonra ondan Sultanın ve bütün Müslümanların iúleriyle ilgilenmesi istenerek, bunu yaparken de Allah’ın yardımı ve onayıyla aklını kullanması gerekti÷i hatırlatılmaktadır.261 øncelemeye çalıútı÷ımız fermanın asıl kıymeti bundan sonraki kısmıdır. Çünkü vezîrlerin gelirlerine dair tarihçilerin elinde çok az belge bulunmaktadır. Örne÷imizin bundan sonraki bölümü neredeyse tamamen bu konuya ayrılmıútır. Önce vezîrlik makamına getirilen “filan”ın úimdiye kadar bahsi geçen sıfatlara haiz oldu÷u, karakter ve becerisinin iúlerin dü÷ümünü açacak nitelikte bulundu÷u belirtilmektedir. Böylece makamın yüceli÷i ortaya konularak, görev verilen kiúinin de bu makama uygunlu÷u vurgulanmaktadır. Fermanda vezîrin gelirine dair düzenleme úu úekilde anlatılmaktadır: “Ve bizim, onun (vezîrin) iyi hizmetinden dolayı bir korkumuz ve endiúemiz yoktur. Dolayısıyla da vâciptir ki, biz de onun durumunun düzenini ve imkanlarının 260 261 Ba÷dadî, et-tevessül, s.75. Ba÷dadî, et-Tevessül, s. 76. 69 artırılmasını irade edelim, bunları sa÷layalım. Ve gün geçtikçe onun ikramını ,bahúiúini úereflendirmede ihtirâm ve saygıyı artıralım........ ...Onun masraflarının çoklu÷u ve onun da (vezîrin) ihtiyaçları ve ayrıca onun emanetdârlı÷ı belli oldu÷undan onun mansıbına yakıúan bir maaú belirlemeliyiz. Ve onun refâh seviyesinin yükselmesini emretmemiz lâzımdır. ùu anda onun için maaú (mersûm) olarak birkaç bin dinar belirledik. Ve gelecekte falanca yılın muamelesinde o kadar (belirlenen mersûm kadar) emvâl-i dîvândan alsın. Ve kendi tasarrufuna geçirsin. Bunu harcamalarında göstersin”262 Fermanda vezîre sa÷lanan gelir bu úekilde ifade edildikten sonra devletin di÷er memurlarına seslenilerek, “mansıb sahipleri bunun bizim emir ve buyru÷umuz üzere oldu÷unu bilsinler ve onun tasarruflarının araútırılması yolunu kapatsınlar. Bizim ona verdi÷imiz bahúiúlerin, onun bize karúı gösterdi÷i içtenlik gibi günden güne artmakta oldu÷unu bilsinler”263 denilmektedir. Son ifadeler vezîrlik makamının gücünü ve bu makam sahibinden yalnızca hükümdarın hesap sorabilece÷ini açık bir úekilde göstermektedir. Vezîrin gelirinin belirlenmesindeki titizlik ve vezîrlik makamına bahúedilen paranın çoklu÷u úüphesiz makam sahibinin görevini kötüye kullanmasının, mevkiini kendisine maddi çıkar elde etme yeri olarak görmesinin önünü kesmek endiúesinden kaynaklanmaktadır. Sultan Tekiú devrine ait olan, vezîrin gelirini konu alan bu tek belgemizdeki bilgiler çok az olsa da vezîre maaú ödendi÷ini ve onun divân gelirlerinden yıllık olarak belirli bir miktar tahsisat aldı÷ını ö÷reniyoruz. Ayrıca vezîr kendi harcamalarını kaydetmekle yükümlüdür. Bunların haricinde vezîrlere yaptıkları iúlerin ödülü olarak iktâ da verilebiliyordu.264 Hârizmúâhlar devri vezîrlik makamının önemini, vezîrin görev, sorumluluk ve gelirini anlatan belgemizi inceledikten sonra siyasî tarihe dair bilgileri 262 Ba÷dadî, et-Tevessül, s.77. Ba÷dadî, et-Tevessül, s.78. 264 Horst, age., s.29; Köymen, agm., s.322. 263 70 topladı÷ımız kaynaklarımızın da yardımıyla vezîrlik bahsini incelemeye ve örneklendirmeye devam edelim: Hârizmúâhlar’da vezîr tıpkı Selçuklular’da oldu÷u gibi devlet iúlerinde tam yetkilidir. Hükümdar ve tebeası arasında aracılık yapar, devletin bütün memurlarını atayabilir veya azledebilir. Bütün çalıúanları teftiú yetkisine sahiptir. Dîvân-ı A’lâ’nın baúkanı olma sıfatıyla devletin iúleriyle ilgili bütün kararların alınmasında yetki sahibidir. Yabancı devlet ve tâbîlerle iliúkilerde hükümdarı temsil eder. Devletin hukuk sisteminin iúleyiúi, üretim ve ekonomisi ve ayrıca imar iúleri onun yetki ve sorumluluk alanı dahilindedir.265 Vezîr bütün bu sorumluluklarını emri altındaki memurlar eliyle yerine getirir. Hizmet yeri Dîvân-ı Vezaret’tir ve bizzat hükümdar tarafından tayin edilen nâib-i vezîr onun vekili olarak görev yapar.266 Saydı÷ımız bütün bu görev ve yetkilerden evvel vezîrin birinci sorumlulu÷u Sultanın emirlerini yerine getirmektir. Sultan bazı iúler için vezîrini bizzat görevlendirebiliyordu. Bu durum konunun hassasiyetine iúaret etmektedir. Örne÷in Sultan Alâeddin Tekiú, veliahdı Nâsırüddin Muhammed 2 Mart 1197 tarihinde ölünce onun o÷lu Hindû Hân’ın etrafında toplananları ve onun giriúti÷i faaliyetleri haber alarak devlet için her hangi bir tehlike oluúturmasına fırsat tanımamak gayesiyle vezîri Nizamülmülk Sadrüddin Mesûd el-Herevî’yi, Horasan iúlerini tanzim ve asayiúi temin göreviyle adı geçen bölgeye göndermiúti.267 Vezîrlerin hükümdarın yanında bulunduklarını, onların seyahat ve seferlerine katıldıklarını biliyoruz. Örne÷in Sultan Alaâddin Muhammed’in kendisi için Zülkarneyn Nevbeti vurduraca÷ı ilk günün úerefine düzenlenen törende vezîri Nizamülmülk Nâsırüddin Muhammed de hazır bulunmuútu.268 Sultan Celâleddin 265 Horst, age., s.26; Köymen, agm., s319; Ayrıca bir karúılaútırma yapabilmek için Selçuklular’da vezîrin görev ve yetkileri için bkz. Aydın Taneri, “Büyük Selçuklu ømparatorlu÷u’nda Vezîrlik”, TAD., C:V, sa. 8-9, Ankara 1967, s.97-163; Abbas økbal, Vezâret der ahdi Selâtîn-i Büzurg-i Selcukî, Tahran 1338ú., s., 22-32; A.K.S Lambton, “The Internal Structure Of The Saljuq Empire”, The Cambridge History of Iran, C:V, Cambridge 1968, s.203-282; Özaydın, age., s.193-198. 266 Horst, age., s.29-30; Köymen, agm., s.332 267 Cüveynî, age, s.273. 268 Nesevî, Farsça, s.33. 71 Hârizmúâh’ın Azerbaycan’daki askeri faaliyetlerinde vezîri ùerefülmülk de görev almıútı.269 Hârizmúâhlar’da vezîrler protokol gere÷i Sultanın huzurunda onun sa÷ında yer alırlardı. Nesevî, Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın vezîri ùerefülmülk’ün bu konuda bir istisna oluúturdu÷unu kaydederek onun Sultanın karúısında hâciblerin yanında oturdu÷unu belirtmektedir. Gene Nesevî’nin ifadelerinden anlaúıldı÷ı üzere bu durum herhangi yeni bir düzenlemeden kaynaklanmıyordu. Sadece vezîrin hâciblikten gelmesi nedeniyle eski alıúkanlı÷ını sürdürdü÷ünü ve Sultanın da bunda bir sakınca görmedi÷ini ortaya koymaktadır.270 øbn Bibî de aynı bilgilere ek olarak “toplantı günlerinde vezîrin sırtına bir çomak koyarak huzurdaki görevini icra etti÷ini” kaydeder.271 Hârizm vezîrleri çeúitli alâmetlere sahiptiler ve vezîrli÷e dair bazı gelenekleri de yerine getiriyorlardı. Örne÷in alâmetlerden bir tanesi vezîr için günde üç kez vurulan nevbettir.272 Ayrıca vezîrler hareket halindeyken yanlarında altın kaplamalı dört tane mızrak (harbî) taúınıyordu. Sultan Alâeddin Muhammed tarafından azledilen vezîr Nâsırüddin Muhammed, Sultanın annesi Terken Hatun tarafından himaye edilince onun emri üzerine bahsetti÷imiz dört harbînin sayısı sekize çıkarılmıútı.273 Bir di÷er vezîrlik alâmeti de Selçuklular’da oldu÷u gibi divitti.274 Hârizmúahlâr’da vezîrler makamlarında siyah renkte bir minder üzerinde otururlar bulundukları mevkiinin itibarını göstermek için de huzurlarına gelen bir úehzâde bile olsa aya÷a kalkmazlardı.275 Ayrıca onların hükümdarın huzurunda içki içmediklerini, bunun vezîrli÷e dair bir saray âdeti oldu÷unu biliyoruz. Nesevî’nin anlattıklarına göre Sultan Celâleddin Hârizmúâh bir gün vezîri ùerefülmülk’e içki ikram edince vezîr bunu kendisine bir iltifat zannederek çok memnun olmuútu. Oysa Sultan geleneklere aykırı davranmıú de÷ildi. Sultanın bu hareketi vezîrin azledilmiú 269 Taneri, Celalüddin Hârizmúâh ve Zamanı, s.44 vd. Nesevî, Farsça, s.212. 271 øbn Bîbî, age., C:I, s.385-386. 272 Nesevî, Farsça, s.45. 273 Nesevî, Farsça, s.48. 274 Horst, age., s.28. 275 Nesevî, Farsça, s.137. 270 72 oldu÷unun göstergesiydi. Vezîrin artık Sultanın yakınında, onunla içki içebilecek herhangi bir kimse olarak görüldü÷ünün sembolüydü.276 Vezîrlerin taúıdıkları unvân ve lâkaplara gelince; genel olarak hemen bütün vezîrler “hâce-i cihân” unvânına haizdiler. Yukarıda bahsetti÷imiz, Sultan Alâeddin Muhammed tarafından azledilen vezîr Nâsırüddin Muhammed’in unvânı da valide Terken Hatun tarafından “Hâce-i Büzurg” úeklinde de÷iútirilmiútir.277 Ayrıca, Sultan Celâleddin’in vezîri ùerefülmülk’ün kendi alâmet ve tevkîinden bahseden Nesevî, onun kendi tevkîlerine “ΩϧϨϜ bildirmektedir. ΪΎϣՑϋ” (øtimad ederler) kaydını düútü÷ünü 278 Hârizmúâhlar devrine ait vezîrlikle ilgili en dikkat çekici hadise Sultan Alâeddin Muhammed’in yaptı÷ı de÷iúikliktir. Sultan vezîri Nâsırüddin Muhammed’i azlettikten sonra vezîrlik makamının yetkilerini, gene vezîrin görevlerini yerine getirmeleri için bir kurula havale etti. Sultan, Altı kiúiden oluúan bu kurulun yapılacak iúlere oy birli÷iyle karar vermeleri úartını koydu. Bu yeni düzenleme uygulanabilir olmadı÷ını ispatta gecikmedi. Kurul hiçbir karar alamadı. Nesevî bunun nedenini aslında çok güzel ifade etmektedir: Bir kiúinin insafına sı÷ınmak altı kiúiyi razı etmekten çok daha kolaydır” Buna ilave olarak Nesevî, halkın vezîr Nâsırüddin Muhammed dönemini aradı÷ını kaydetmektedir.279 Sultan Alâeddin Muhammed’in hayata geçirmeye çalıútı÷ı bu uygulama devrin úartlarının vezîrlik gibi bir makamı oy çoklu÷uyla karar alacak bir kurula bırakmak için uygun olmadı÷ını gösteriyor. Bu olayda aslında bir di÷er önemli nokta da valide Terken Hatun’un devlet yönetimindeki gücüdür. O÷lunun azletti÷i vezîri o, himaye ederek onu veliaht Uzlakúâh’ın vezîrli÷ine tayin etmiúti. Devletin ve hükümdarın düútü÷ü durumu gene Nesevî yerinde bir tespitle úu úekilde ifade 276 Nesevî, Farsça, s.251. Nesevî, Farsça, s.48. 278 Nesevî, Farsça, 264; Aydın Taneri, “ Selçuklu-Osmanlı Çizgisinde Harezmúahlar Vezareti”, TED., C:VII-VIII, østanbul 1977, s.35. 279 Nesevî, Farsça, s.48¸Ayrıca bkz., Seyfeddin Hacî b. Nizam Akîlî, Âsârü’l-Vüzera, Núr: Mir Celâleddin Hüseynî-i Urmevî, Tahran 1314 ú., s.268. 277 73 etmektedir: “øbret alınmalıdır ki, güçlü ve görkemli bir padiúâh kendi kullarından biri karúısında aciz kalmıútı”.280 Aslında inceledi÷imiz bu örnek ve Nesevî’nin buraya aldı÷ımız son ifadeleri vezîrlik makamının ve bu makamı iúgal eden kiúinin devletin kaderi üzerindeki etkisini gözler önüne sermektedir. Nizamülmülk’ün kaydetti÷i gibi “padiúâh ve memleketin kurtuluú ve yıkılıúı onlara ba÷lı oldu÷undan, vezîr namuslu ve ileri görüúlü olunca, memleket imar gördü÷ü gibi ordu ve halk da durumundan memnun ve huzur içinde yaúar. E÷er vezîr karanlık iúler çevirirse memlekette karıúıklıklar çıkar”.281 Bu noktada vezîrin icraatının, onun devlete yarar veya zararlarının sorumlusunun bizzat Sultan oldu÷unun altını çizmemiz gerekir. Mutlak söz sahibi hükümdar, vezîrini kendisi tayin etti÷ine ve onu denetleme yetkisi de yalnızca Sultanda oldu÷una göre kendisini temsil gücüne sahip vezîrin baúarı ve baúarısızlı÷ının sorumlusu da hükümdardır. Zaten hükümdarların devlet idaresindeki yetenek ve kudretleri ile vezîrlerinin baúarısı paralellik gösterir. Vezîrlik makamının gücünü gösteren di÷er bir yetki ise onun yasama yetkisi yani kanun çıkarabilmesidir. Hârizúâhlar vezîrlerinin de bu yetkiye sahip olduklarını, Sultan Celâleddin’in vezîri ùerefülmülk’ün ferman çıkardı÷ını Nesevî’nin kayıtlarından ö÷reniyoruz.282 Ayrıca vezîrler kadıları dahi tayin ve azl edebiliyorlardı. Vezîr ùerefülmülk zorlu u÷raúlar neticesinde de olsa Tebriz kadılı÷ına øzzeddin-i Kazvînî’yi tayin etmiúti.283 Vezîrlerin malî konularda da son derece geniú yetkileri vardı. Vergilerin toplanması, kullanılacak alanların belirlenmesi vezîrin yetki ve sorumlulu÷unda idi. Buna ilave olarak vezîrler hazineleri de denetlerlerdi.284 Vezîrlerin malî konularda ellerinde bulundurdukları gücü ortaya koyan bir örnek de, onların yeni ele geçirilen bölgelerin vergi miktarlarını tespit yetkisine sahip olmalarıdır. Celâleddin 280 Nesevî, Farsça, s.48. Nizamülmülk, Siyasetnâme, s.47. 282 Nesevî, Farsça, s.231. 283 Nesevî, Arapça, s.119; Taneri, agm., s.26. 284 Horst, age., s.26; Köymen, agm., s.319. 281 74 Hârizmúâh’ın vezîri olan ùerefülmülk, Aras Nehri ve Kür Irma÷ı arasındaki bir bölge ele geçirildi÷inde yıllık vergi miktarını bizzat belirlemiúti.285 Vezîrlerin imar iúleri ile ilgilendiklerini, ülkenin bayındırlı÷ından sorumlu olduklarına dair kaynaklarda bilgiler vardır. Örne÷in, Âsârü’l-Vüzera’da “iyi ve güzel tedbirleri, akıl yürütmeleriyle” övülen vezîr ùemseddin Mes’ud b. Ali elHerevî’nin O÷uzlar’ın istilası neticesi tahrip olan memleketin u÷radı÷ı zararları telafi etti÷i kaydedilmektedir. Ayrıca vezîr, Merv úehrinde ùâfiîler için büyük bir cami yaptırmıútı. Sultan Alâeddin Tekiú’in vezîri olan ùemseddin Mesûd el-Herevî, øsmâilî fedâîleri tarafından atına binece÷i sırada öldürülmüútü.286 Yeri gelmiúken bu olay üzerinde vezîrlik makamı açısından durmamız gerekir. Sultan Tekiú, vezîri katledilince yerine “onun haklarına riayet etmiú olsun diye, onun haklarına teveccühünü göstermek için vezaret makamını öldürülen vezîrin o÷lu Sadreddin’e verdi”287 Bayındırlık iúleriyle vezîrlerin ilgilendi÷ini gösteren di÷er bir örne÷imiz de Sultan Celâleddin devrine aittir. Sultanın vezîri ùerefülmülk Azerbaycan’da Beylekan ve Erdebil’in halini ve halkının acınacak durumunu görünce úehri mamur hale getirebilmek için imar faaliyetlerine giriúmiúti.288 Vezîrler úimdiye kadar bahsetti÷imiz yetkilerinin yanı sıra yargının da baúı olma gücüne sahiptiler. Sorgulama yapabilir, cezaya hükmedebilirlerdi. Yukarıda de÷indi÷imiz gibi yargı mensubu olan kadıları tayin, azl veya teftiú edebilirlerdi. Dîvân-ı A’lâ baúlı÷ında inceledi÷imiz, Celâleddin Hârizmúâh dönemine ait, nâibin soruúturmaya tâbi tutulması örne÷inde oldu÷u gibi vezîr soruúturma baúlatabilirdi. Soruúturmayı bizzat yürütme yetkisine de sahipti.289 Hatta vezîr yargılamalara bizzat katılabilir, suçlu oldu÷una hükmedilenlere ceza verebilirdi. Sultan Celâleddin devrinde eski Atabek Özbek’in adamları isyan etmiúler ancak sonuçta yakalanarak Tebriz’e getirilmiúlerdi. Âsîler, Tebriz kadısının 285 Nesevî, Farsça, s.263; Taneri, agm., s.27. Akîlî, age., s.267; Cüveynî, age, s. 276; øbnü’l-Esîr, age, C: XII., s.134 vd. 287 Akîlî, age., 267-268. 288 Nesevî, Farsça, s.193;Taneri, agm., s.29. 289 Nesevî, Arapça, s.162. 286 75 huzuruna çıkarıldı÷ında vezîr ùerefülmülk de hazır bulunarak cezalarını bizzat tayin etmiútir. Buna göre vezîr, Mo÷ollara’a karúı direnen müslüman bir Sultana isyan etmenin cezasının ne olaca÷ını kadıya danıútıktan sonra onların öldürülmelerine hükmetmiútir.290 Vezîrlerin yetki ve sorumluluk alanlarından biri de askerîdir. Vezîr askerî idarenin de en üst seviyedeki ismidir. ødarî bakımdan orduya dair her konu da söz sahibidir. ømalâthânelerin denetimi, ikta ve maaú ile ilgili konular vezîrin yetki alanına girmektedir.291 Ancak vezîrin askerî yetkileri sadece idarî saha ile sınırlı de÷ildir. Vezîrler ordu sevk ve idare edebilirler. Örne÷in Sultan Alâeddin Tekiú’in vezîri olan Nizamülmülk Mes’ud Batıniler’e karúı seferler yapmıú ve son derece de baúarılı olmuútu.292 Vezîr ùerefülmülk de birçok kez ordusuna bizzat kumanda ederek savaúmıútı. O, Gürcüler üzerine yapılan bazı seferleri sevk ve idare etmiú293, emrindeki orduyla Malazgirt’i de muhasara etmiúti.294 Vezîrlerin ordulara bizzat kumanda ederek seferler düzenlemeleri veya savaúlara katılmaları aslında onların askerî yetenekleri ile ilgilidir. Örne÷in, ùerefülmülk bu konuda en fazla askerî faaliyeti bizzat idare etmiú olan vezîrdir. Bunda onun askerlikle ilgili becerileri önemli rol oynamıútır. O, “binicilikte ve mızrak kullanmada çok hızlı idi ve düúman saflarını yarmadaki yetene÷i herkesten daha üstündü”.295 Buraya kadar vezîrin görev ve yetkileri ile vezîrlik makamının devlet teúkilatındaki yeri ve önemini incelemeye çalıútık. ùimdi de Hârizmúâhlar Devleti vezîrlerinin kökenlerini ve bu makama hangi branúlardan geldiklerini tespit etmeye çalıúalım. 290 Nesevî, Arapça, s.151-152; Taneri, agm., s.30, Horst, age., s.27; Köymen, agm., s.320. 292 Akîlî, age., s.267. 293 Nesevî, Farsça, s.152. 294 Nesevî, Farsça, s.223. 295 Akîlî, age., s.271. 291 76 Hârizmúâhlar’da vezîrlik makamında bulunan isimler úunlardır: Sultan Alâeddin Tekiú devrinde Nizamülmülk Mes’ud b. Ali el-Herevî, Sadrüddin Ali b. Mes’ud el-Herevî, Sultan Alâeddin Muhammed zamanında son olarak adı geçen vezîrden sonra Nizamülmülk Nâsırüddin Muhammed b. Salih, Bedrüddin Hamîd, ømadülmülk ùâh Velî, Mücirülmülk ùerefüddin Muzaffer, Bahaülmülk, Mu‘înüddin Ziyaülmülk et-Tâlibî, Sultan Celâleddin devrinde ise ùerefülmülk Fahrüddin Ali elCendî.296 Hârizmúâhlar Devleti vezîrlerinin hepsinin kökenlerini tespit edebilecek bilgiye sahip de÷iliz. Ancak kaynaklarımızın verdi÷i bilgilerden genel bir tablo oluúturmak da mümkündür. Devletin ilk dönemlerinde görev yapan vezîrlerin øran asıllı oldukları görülmektedir. Bu ilk dönem vezîrlerinden sonra Sultan Alâeddin devrinde görev yapan Nizamülmülk Nâsırüddin Muhammed b. Salih’in “Terken Hatun’un gulamzâdelerinden” oldu÷unu biliyoruz.297 Vezîr Mücirülmülk ùerefeddin Muzaffer ise Cüveynî’nin iddiasına göre Sultan Alâeddin Muhammed’in bir cariyesinden do÷ma o÷ludur. “Bu cariye saraydan evlenmek üzere ayrıldı÷ı sırada, Mücirülmülk’e hâmileydi”.298 Bu bilginin do÷rulu÷unu ispat edemiyoruz. Ancak do÷ru oldu÷u varsayılırsa durumun çok ilginç ve istisnaî oldu÷u úüphesizdir. Vezîr Bahaülmülk ise bir kıssadârın o÷ludur. Aydın Taneri, Hârizmúâhlar’da saray emîrliklerine genellikle Türkler’in getirildi÷i bilgisinden hareketle bu vezîrin Türk asıllı olabilece÷ini belirtmektedir ki, biz de bu görüúe katılıyoruz.299 Sultan Muhammed Hârizmúâh’ın vezîrlerinden olan Mu‘înüddin Ziyaülmülk et-Tâlibî ise øran asıllıdır ve “sudûr ve a‘yândan” olarak anılmaktadır.300 Vezîr ùerefülmülk ise Nesevî’nin açıkça kaydetti÷i üzere Türk’tür. Nesevî, “onun Türkçe’sinin güzelli÷ini överken Farsça’yı iyi telaffuz edemedi÷ini ve iyi 296 Taneri, agm., s.20-21. Akîlî, age., s.268; Taneri, agm., s.21. 298 Cüveynî, age, s.164. 299 Taneri, agm., s.21-22. 300 Akılî, age., s.270; Taneri, agm., s.22. 297 77 yazamadı÷ını, Türkler’i sevdi÷ini ve Cendli oldu÷unu” kaydetmektedir.301Ayrıca onun bu görevden önce Cend’de görev yaptı÷ı bilinmektedir.302 2. Dîvân-ı Hâss Hükümdara ait mülkiyetin yönetimi ile ilgili yetkileri elinde tutan makam Dîvan-ı Hâss’tır. Hârizmúâhlar’a ait Dîvân-ı Hâss’a do÷rudan iúaret eden belge yoktur. Ancak Horst, Hârizmúâh øl-Arslan’a ait bir belgede geçen “Dîvân-ı Hazret” teriminin aslında Dîvân-ı Hâss ile aynı anlamda kullanılmıú olabilece÷ine dikkat çekmektedir.303 Aynı terim Sultan Sencer devrinde de kullanılmıútır.304 Hârizmúâhlar devlet teúkilâtının Sultan Sencer devri ile hemen hemen aynı özelliklere sahip oldu÷unu biliyoruz. Buradan hareketle ve belgeyi inceledi÷imizde Horst’un, “Dîvân-ı Hazret” teriminin Dîvân-ı Hâss ile büyük bir olasılıkla aynı anlama geldi÷i fikrine biz de katılıyoruz.305 Hârizmúâh øl-Arslan devrine ait adı geçen belgede istîfâ-yi memâlik görevi verilen kiúiden bahsedilirken “Dîvân-ı Hazret emrinde çalıúanların ondan hiçbir úey gizlememesi istenmektedir.”306 Gıyâseddin Pirúâh’a ait bu iki belgede de307 Dîvân-ı Hâss’ın mevcudiyetini kuvvetlendiren ifadeler vardır. Buna göre; “istîfâ-yı memâlik” görevini üstlenen kiúinin (müstevfî) emlâk-ı hass ve ashâb-ı hass yöneticisi olarak sayılması isteniyor. Ayrıca bu görevlinin hükümdara ait yerleri, buraların durumunu, virân halde olup almadı÷ını bilmesi gerekti÷i 308 vurgulanmaktadır. Bilindi÷i üzere Hâss araziler hükümdarın bizzat kendisine olan mallarıdır. Hükümdar bu úahsî mallarından istedi÷i gibi iktâlar verebilir veya do÷rudan mülk olarak ba÷ıúlayabilir. Temlik yoluyla mülkü elinde tutan kiúi, artık bunun yeni sahibi 301 Nesevî, Farsça, s.263. Akîlî, age., s.271. 303 Horst, age., s.19, Bahsedilen belge, age., s107, F2 304 Horst, age., s.19. 305 Horst, aynı yer.. 306 Horst, age., s.107. 307 Horst, age., s.108, F3, s.109, F4; Horst belirtilen sayfalarda Almancalarını verdi÷i bu belgeleri Reúidüddin Vatvat’a ait Vesâilü’r-Resâil ve Delâilü’l- Fezâil’den almıútır, Manchester John Rylands Library, Nr:947. 308 Horst, age., s.108, F4. 302 78 olarak bütün tasarruf haklarına da sahip olmuú demektir. Mülkün yeni sahibi, isterse burayı satabilir, kiralayabilir veya ba÷ıúlayabilir. Hatta hükümdar bu mülkün temel vergilerden muaf tutulmasını dahi emredebilir. Bu tür mülk artık dîvân-ı hass’ın görev sahasından çıkmıú demektir.309 Dîvân-ı hâss’a ait toprakların iktâ olarak verilmesine ait Sultan Alâeddin Tekiú devrine ait belgelerden anladı÷ımız kadarıyla iktâ’nın tespiti hükümdar tarafından de÷il de Dîvân-ı A’lâ ya da Dîvân-ı hass tarafından yapılabiliyordu.310 Anlaúıldı÷ı kadarıyla Dîvân-ı Hâss, hükümdara ait bütün mülkün idaresi ile ilgileniyordu. Her halde bu mülklerin hesabı, meydana gelen de÷iúiklikler ve yeni ele geçen yerlerden hükümdara ait olanlar gene Dîvân-ı Hâss tarafından kayda geçiriliyordu. 3. Dîvân-ı ønúâ Devletin dâhilî ve hâricî bütün yazıúmalarını yapma yükümlülü÷ünü yerine getirmekle görevli olan makam Dîvân-ı ønúâ’dır. Bu makamın sahibi “Münúî-i memâlik” olarak tanımlanır ve bazen de sadece “Tu÷râî” úeklinde adlandırılır. Gıyaseddin Pirúâh devrine ait bir belgede øzzeddin Tu÷râî’nîn vekîl-i der’li÷i atanmasından bahsedilirken onun ailesinden “Tu÷râî”lik makamında bulunanlar oldu÷una atıf yapılmaktadır.311 Horst, Dîvân-ı ønúâ’yı, “Devlet Kalemi” olarak tanımlar ki, biz de buna tamamıyla katılıyoruz. Çünkü bu makam Hârizmúâhlar Devleti’nde de kaleme dair bütün iúleri yapmakla görevli idi.312 Bu makamın sahibi devletin resmî yazıúmalarından sorumlu idi. Devrin resmî yazıúmaları ise belirli kaideler üzerine úekillenmiúti. Dili iyi kullanmak, edebiyat ve úiirden anlamak bu makam sahibi olabilmek için önemli birer referanstı. 309 Horst, age., s.21; Köymen, agm., 314 vd. Ba÷dâdî, et-Tevessül, s.43-46 ve s.90-95. Buradaki belgeler “Hüdâvendzâde-i Cihân Tacüddünya ve’d-din Ebü’l-Feth Togantogdı” adınadır. 311 Reúidüddin Vatvât’a ait Vesâilü’r-Resâil ve Delâilü’l- Fezâil, vr. 48b-49b’den Horst’un kullandı÷ı belge için bkz. Horst, age., s.100-101, A3. 312 Horst, age., s.31; Köymen, agm., s.323. 310 79 Zaten Reúidüddin Vatvât gibi úiir ustalarının bu makama getirilmesi de bilinçli bir tercihti ve dönemin gereklerine son derece uygundu. Sahib-i Dîvân-ı ønúâ (münúî-i memâlik, tu÷râî), makamından çıkan her belgenin sorumlusu idi. Emirnâmeler (misâl), mektuplar (kitab), ve her yazıúma (hitâb) titizlikle hazırlanırdı ve bunların kontrolünün sorumlusu da makamın sahibi idi.313 Dîvân-ı ønúâ kaleminden çıkan belgeler gene münúîleri tarafından Münúeat Mecmualarında toplanarak - her ne kadar sonradan asıllarından yapılan kopyalar günümüze ulaúmıú olsa da- en azından belge numûneleri olma özellikleri ile çalıúmamıza kaynak teúkil etmektedirler. Bu bakımdan Dîvân-ı ønúâ ayrıca bir önem taúımaktadır. Hârizmúâhlar’a ait, ønúâ Dîvânı’ndan çıkan belgelerin dili Arapça ve Farsça’dır. Örne÷in Reúidüddin Vatvât’ın kaleminden çıkan Atsız’dan Halifelik makamına yazılan mektuplar Arapça’dır ve sadece tarih araútırmaları için de÷il aynı zamanda diplomatik sahası için de büyük önemi haizdir. Bu belgeler, devletin resmî evrakıdır. Devrin yazıúma usûllerini gözler önüne sermektedir.314 Reúidüddin Vatvât’ın kaleminden çıkan ve Hârizmúâhlar Devleti’nin resmî belgesi olan Farsça mektuplardan bir tanesini burada incelemek yerinde olur. Tarihî önemi de haiz olması nedeniyle Atsız devrine ait Sultan Sencer’e hitaben yazılan ve Arâisü’l-havâtir’de315 mevcut bulunan mektup aslında devrin diplomasi kaideleri hakkında da bize fikir vermektedir: Atsız’ın bu mektubu kaleme aldırtmasındaki amacı Sultan Sencer’in kendisi hakkındaki emirlerinin ne oldu÷unu sormaktır. Ancak sözü buraya ilk baúta ve do÷rudan getirmenin yazıúma kaidelerine uygun olmadı÷ı açıkça görülmektedir. 313 Horst, age., s.31; Köymen, agm., s323. Reúidüddin Vatvât, Umdetü’l-bülegâ, Es’ad Efendi Nr: 3302, vr.4b-15a; Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya, Nr:4015, vr.3b-4b; Heribert Horst, agm, Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft, C:CXVI, s.24-43; Toyserkânî, age., s.4. 315 Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya, Nr: 4138, vr.41b-43b; Ayasofya, Nr:4015, vr.17b—19a, Ayrıca bkz., Toyserkani age., s.6-7. 314 80 Bu nedenledir ki, öncelikle Sultan Sencer övülmekte ve onun halkı için ifade etti÷i anlam vurgulanmaktadır: “Selçuklu úâhı hâkimiyeti elde etti÷inden beri her gün, her saat ülke yeni bir düzene girmekte ve iúler düzelmektedir. Ve halk daha fazla asayiúe ermiútir. Altmıú küsur seneden beri halk sizin sayenizde çok mutlu, neúeli, e÷lence ve zevk içinde yaúamaktadır. Ve halk güvence, emniyet içerisindedir. Öyle ki, halk zenginleúerek, zenginli÷in sarhoúlu÷unu yaúamaktadır. Ve artık öyle sanmaya baúladılar ki, dünya kendili÷inden böyledir. Ve hep böyle sürecek, hiç de÷iúmeyecektir. Tüm âsâyiúin, huzurun ve nimetlerin sebebinin sizin adâletiniz oldu÷unu unuttular”. Görüldü÷ü gibi gayet edebî bir üslûp ile kaleme alınan mektup nazik ve abartılı iltifatlar içermektedir. Mektubun devamında asıl konuya gelmeden önce muhataba övgüler devam etmektedir: “Böyle oldu÷u için Ulu Tanrı padiúâhı bir müddet tebeasından ayırdı. ... Böylece tebea baúlarına nelerin gelebilece÷ini gördüler. Musibetlere, zorluklara düúerek anladılar ki, tüm o mutlulu÷un ve asayiúin, huzurun kayna÷ı olan sizin zat-ı mübarekinizdir. Ve onlar sizin olmadı÷ınız zaman baúı boú bir sürüdür. Dolayısıyla Tanrı merhamet buyurdu, bir lütufta bulundu ve Hüdavend-i Alem’i ülkesine, sarayına getirdi. Ve Allahü Teala, ülkenin her köúesine onun adaletinin nuru ve merhametiyle yeni bir renk kattı”. Diplomasinin gere÷i oldu÷unu anladı÷ımız bu cümleler tarihî gerçeklere de iúaret etmektedir. Burada Sultan Sencer’in esareti ve kurtuluúu ince ve son derece kibar bir üslûpla hayra yorulmaktadır... Mektupta benzeri övgüler devam etmektedir. Bunlardan sonra da Allah’a onun devletinin zarara u÷ramaması ve makamında uzun müddet kalması için dua edilir. Mektubun sonunda konu asıl yazılıú amacının ifadesine gelir ki, bu kısım sadece birkaç cümledir: “Ben tüm maiyetim ile Horasan’a geldim ve Nesa civarına yerleútim... Benim için emriniz nedir? Hizmetinize mi geleyim, geri mi döneyim, yoksa Horasan’da mı kalayım? Yüce emriniz bendeye ulaútı÷ı zaman ne emretmiú iseniz ben ona uyaca÷ım, ona boyun e÷ece÷im” 81 Atsız bu mektubunda Horasan’da bulunuú sebebi olarak, Sultan Sencer’e yardım etmek amacında oldu÷unu kaydedip Allah’ın, Sultanı kimsenin yardımına muhtaç bırakmadı÷ını söylüyorsa da daha önce belirtti÷imiz gibi onun asıl gayesi Sultan Sencer’in esaretinden kendi ba÷ımsızlı÷ı noktasında istifade etmekti. Zaten Atsız, Halifelik makamına gönderdi÷i bir mektupta da Sultan Sencer’in Hârizm seferini Halifeye úikayet ederek onun Müslümanlar’a zarar verdi÷ini ve ancak kendisinin bu duruma karúı koyabildi÷ini belirterek resmen tanınma talebinde bulunuyordu ki316, bu tamamıyla bir siyasî manevra idi. Yoksa Sultan Sencer’den her defasında af dileyen kendisi idi. Münúî Reúidüddin Vatvât’ın kaleminden çıkan bu mektubu incelemekteki amacımız bir hükümdara yazılan örnek olması nedeniyledir. Bu mektup yukarıda bir münúîde olması gereken özelliklere temas ederken söyledi÷imiz edebiyattan anlaması ve dili ustalıkla kullanması gerekti÷i açıklamasını da ispatlar niteliktedir. ønúâ Dîvânı’ndan çıkan di÷er belge örneklerini ise “inúâ” noktasında burada genel olarak ele almanın üslûplarını de÷erlendirmenin uygun olaca÷ını düúünüyoruz. ønceleyece÷imiz belgeleri uygun düútükleri baúlıklarda içerik olarak dikkate aldı÷ımız için burada tekrar etmeyece÷iz. Hârizmúâhlar Devleti Kalemi’nden çıkan belgelerden tür olarak ∗ “Fetihnâme”, “Menúûr , “Sevgendnâme”, “Cevapnâme”, “Tehniyet ve taziyetnâme”, örneklerini inceleme imkanına sahibiz. Hârizmúâhlar devrine ait iki Fetihnâme tarihçiler için çok tanıdıktır. Birincisi Hârizmúâh Atsız’a ait “Cend Fetihnâmesi”, ikincisi ise Celâleddin Hârizmúâh’ın Ahlat’ı ele geçirmesinden sonra kaleme alınan “Fetihnâme”dir. 316 Horst, agm., s.31-32. Belgelerde Menúûr ile Misâl (Emirnâme) aynı anlamda kullanılmıútır. Daha çok “Misâl” kullanılır. Belgelerde aynı anlam için bir yerde “Menúûr” denilirken bir baúka yerde “Misâl” kelimesi yer alır. Bu iki kelimenin aynı anlama geldi÷ini tesbit eden Horst’tur. Biz de onun tesbitinin yerinde oldu÷unu gördük. Bkz. Horst, age., s.34. Menúûr için ayrıca bakınız, Abdülkerim Özaydın, “Menúur”, DøA, C:XXIX, s.148; Erdo÷an Merçil, “Menúur”, DøA, C:XXIX, s.149. ∗ 82 Cend Fetihnâmesi, Reúidüddin Vatvât tarafından kaleme alınarak komúu devletlere hitaben yazılmıútır. 1145 tarihli bu belgede Cend “suƥûr-u øslâm” oldu÷u için fethinin Müslümanlar için taúıdı÷ı önem dile getirilir.317 Ahlat Fetihnâmesi ise Nesevî tarafından kaleme alınmıútır. Hârizmúâhlar’da Sahib-i Dîvân-ı ønúâ (münúî) görevinde bulunan Nesevî, Sultan Celâleddin’in ço÷unlukla yanında idi ve zaten yazdıkları ile çalıúmamızın ana kaynakları arasında yer almaktadır. Ahlat Fetihnâmesi’nin metni Târih-i Cihângüúâ’da mevcuttur ve dilimize çevrilmiútir.318 Bu fetihnâmenin hazırlanıúında üslûp ve ifadelere çok dikkat edildi÷ini görüyoruz. Metnin ana teması, Ahlat’a teslim olması için imkânlar tanınmasına ra÷men direnmesi ve úehrin zorla ele geçirilmeyi hak etti÷i, Sultanın kılıçla úehri almaya mecbur kaldı÷ı savunusu üzerine kurulmuútur. Bu nedenle de “Cend Fetihnâmesi”nden farklıdır. Bunun nedeni Ahlat’ın Müslüman úehri olmasıdır. Cend’in fethi øslâm’a hizmet olarak övgüye layık görülmüú iken Ahlat’ta do÷al olarak buna imkân yoktur. Zaten Celâleddin Hârizmúâh’ın Ahlat’ı muhasaradaki ısrarı en çok eleútirilen hareketi olmuútur. Görüldü÷ü gibi fetihnâmeler, bir bölgenin ele geçirilmesi üzerine bu yeni durumu bildirmek üzere hazırlanıyordu. Resmiyeti “bildirme”sinden kaynaklanmaktadır. Genel olarak yazılıú tarzları incelendi÷inde ilk dikkat çekici nokta, elde edilen baúarının son derece mübâlâ÷alı ifadelerle anlatılmasıdır. ùâúâlı cümleler úüphesiz ki, yazarının ustalı÷ını gözler önüne sermektedir. Her iki fetihnâme de Yüce Allah’a úükür ile baúlamaktadır. Bu baúlangıç kısmında Allah’a úükredilirken aynı zamanda son derece ince bir üslûpla Sultanın Allah’ın teveccühüne mazhar oldu÷una atıf yapılıyor. 319 Bu kısımdan sonra ise kazanılan baúarı gene abartılı ifadelerle ve galibin gücünün büyüklü÷üne sık sık temas edilerek Reúidüddin Vatvât, Ebkâü’l-efkâr, ø.Ü. Kütüphânesi, Nr: F 424, vr.31b-34a’da mevcut olan bu belge aynı zamanda Leningrad Münúeat Mecmûâsı’n da da yer almaktadır. Köymen, Münúeaat Mecmuaları’da Leningrad Münúeatının 130. belgesi olarak göstermektedir. Köymen, agm, s.581. 318 Cüveynî, age, s.367-369. 319 Toyserkânî, age, s.91 vd. 317 83 anlatılıyor. Sonuçta ise bu müjdenin her yere ulaúması emredilerek ve Allah’ın adı anılarak metin bitiriliyor. Belgelerimiz arasında “Sevgendnâme” örne÷imiz de vardır. 535 yılı ùevval ortası (Mayıs 1141) olarak tarihlenen belge, Hârizmúâh Atsız’ın Sultan Sencer’in yüksek hâkimiyetini tanıdı÷ını resmiyete dökmek gayesiyle düzenlenmiútir.320 Cevapnâmeler ise açıkça anlaúılaca÷ı üzere devlete ulaúan mektuba verilen cevabî mektup anlamına gelmektedir. Yazılıú tarzı da úüphesiz gönderenin derecesi ve içeri÷i oluúturan konuya göre de÷iúmektedir. Hârizmúâh Atsız’dan Abbasî halifesi Muktefî-Liemrîllâh’a gönderilen bir mektup bu türdendir.321 Ayrıca Leningrad Münúeat Mecmûası’nda da bir örnek mevcuttur.322 Muhataba ve konuya göre de÷iúiklik gösteren cevapnâmeleri bir kategoride sadece tür olarak belirtebiliriz. Yoksa üslûbu ve úekli açısından aynı grupta de÷erlendirmeye tâbî tutmak hatalı olur. “Tehniyet ve Taziyetnâmeler” ise adından da anlaúılaca÷ı üzere kutlama ve baú sa÷lı÷ı dilemek için kaleme alınıyordu.323 ùüphesiz muhataplar hükümdar nezdinde belli bir itibarı olan kimselerdi. Buraya kadar ønúâ Dîvânı’ndan çıkan yazılara örnekler vermeye çalıútık. Devletin iúlerini yürütmek için hazırlanan belgeleri ayrı tuttuk. Bunların içeriklerini ve bize verdikleri bilgileri ait oldukları baúlıklarda inceliyoruz. Burada ise onları yazılıú úekilleri ve üslûpları açısından ele alaca÷ız. Bu tür belgelerde ortak özellikler vardır: Atamaya dair hazırlanan metinlerin üslubu hemen hemen aynıdır. Öncelikle atama yapılacak makamın önemi ortaya konur. Daha sonra da atanan kiúinin bu iú için uygun oldu÷u belirtilir. Bu kısımda üzerinde durulan nokta atanan kiúinin 320 Köymen, Münúeat Mecmuaları, s.580’de bu belgeyi Leningrad Münúeat Mecmûâsı’nın 127. belgesi olarak vermiútir. Ayrıca bkz. Kafeso÷lu, age., s.49. 321 Horst, agm., s.34. 322 Köymen, Münúeat Mecmuaları, s.581. 323 Köymen, Münúeat Mecmuaları, s.582, 583. 84 liyakat ve sadakatidir. Ancak bazı belgeler makamın öneminden bahsedilmeden do÷rudan memurun kifayeti ile baúlar. Daha sonra göreve atma bildirilir. Gene bütün atama metinlerinde göreve getirilen kiúiye itaat edilmesinin emredildi÷i bölüm vardır. Metinler “ønúaallahu Teâlâ” cümlesiyle son bulur.324 Metinlerde biçim olarak bu benzerliklerin yanında bazı farklar da vardır. Kimi metinlerde muhataba çok yararlı hatırlatmalarda bulunulur. Örne÷in Arais’te mevcut olan bir “Taklîd-i Hitâbet” te325 Cuma imamı görevine getirilen kiúiye okuyaca÷ı hutbenin içeri÷inden, temiz giyinmesine ve normal zamanlarda di÷er insanlara örnek olacak davranıúlarda bulunmasına dair birçok hatırlatma yapılmaktadır. Dîvan-ı ønúâ makamı sahibinin yaptı÷ı iúten elde etti÷i kazanca gelince Nesevî göreve getiriliúini anlatırken bize bu konuda bilgeler vermektedir: “...(Sultan Celâleddin) Dîvân-ı Kitabet-i ønúâ makamını bana verdi... Tecrübemin azlı÷ından bu makamın yüceli÷inin habersizdim... Öyle günler vardı ki, Nahcivan’da, bir günde bin dinârdan fazlasını Dîvân-ı ønúâ gelirinden elde ettim. Ancak bin dînarın altında geliri olan fetihler her gün vardı ve hiç kesilmiyordu.”326 ùüphesiz bu istisnaî bir durumdur. Buradan anladı÷ımız elde edilen ganimetlerden ønúâ dîvânının da payına düúeni aldı÷ıdır. Ayrıca ønúâ Dîvânından çıkan belgelerde tu÷râ (tevkî) bulunurdu. Nesevî’ye göre, Hârizmúâhlar’da “Tu÷râî”lik makamı büyük makamlardan biriydi ve ønúâ makamından daha aúa÷ı bir rütbeydi. Fakat Selçuklular’da ønúâ’dan daha yüksek sayılırdı”.327 324 Hârizmúâhlar devrine ait belgelerin üslûp, biçim ve dil olarak bir de÷erlendirmesi Toyserkani tarafından Nâmehâyı Reúidüddin Vatvât’ta yapılmıútır. Bkz. Mukaddime, s. 88-130. Biz bu de÷erlendirmedin çok faydalandık. Vatvât’ın kaleminden çıkan metinlerin anlaúılması ve de÷erlendirmesi için iyi bir kılavuzdur. Öyle ki, mektuplar gramatik özellikleri s.103, özel terkipler, s.105, terimler, s.s.114-118, ve hatta edebî sanat s.125-126, açısından de÷erlendirilmektedir. Bir de÷erlendirme de Horst tarafından yapılmıútır. Bkz. age., s.31-35. Bu de÷erlendirme Selçuklular’a ait belgeleri de kapsadı÷ı için oldukça önemlidir. 325 Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya, Nr:4138, vr.56a-58a; ayrıca bkz. Toyserkani, age., s.91. 326 Nesevî, Farsça, s.140. 327 Nesevî, Farsça, s.26. 85 4. Dîvân-ı østîfâ-yı Memâlik Devletin mâlî iúlerinin tamamıyla ilgilenen makam Dîvân-ı østîfâ-yı Memâliktir. Horst’un tanımladı÷ı gibi “devletin en yüksek finans makamı”dır ve “en yüksek makam” olan Dîvân-ı A’lâ’nın mâlî iúlerden sorumlu bölümüdür.328 Dîvân-ı østîfâ’nın yöneticisi, “müstevfî” dir ve devletin malî iúlerinin baúıdır. Bu cümleden olarak devletin maliye sahasında çalıúan bütün memurlarının amîri de müstevfîdir. Hârizmúâhlar dönemine ait münúeat mecmualarından biri olan Reúidüddin Vatvât’ın Ebkârü’l-efkâr’ında mevcut Dîvânı østîfâya dair bir menúûru inceleyerek bu dîvânın görev, yetki ve sorumluluklarını anlayabiliriz.329 Bu “menúûr-u istîfâ”, mecmuada bir örnek olarak yer almaktadır. Bu nedenle de muhatabı “filan” kiúi olarak geçmektedir. Dolayısıyla muhatabın özel ismi veya belgenin kesin tarihi yoktur. Ancak mecmûanın Reúidüddin Vatvât tarafından, Hârizmúâh Atsız için toplanmıú oldu÷unu biliyoruz. østîfâ menúûrunda, bu makama getirilecek kiúinin bu görev için aranan özelliklere sahip oldu÷u ifade edildikten sonra konu atamaya getirilerek ve úöyle denilir: “Böyle kararlaútırdık ki, Dîvân-ı østîfâ’yı ona verelim. Bu görevde onun dindarlı÷ına inanalım”. Görüldü÷ü gibi makama atanacak kiúide do÷ruluk ve dindarlı÷ına iúaretle dürüstlük temel úart olarak alınmıútır. Daha sonra atanan kiúiye verilen görev açıkça belirtilmekte ve onun iktâlardan, erzak, maaú ve ücretlerden, yapılan ba÷ıúlardan sorumlu oldu÷u ifade edilmektedir. 328 Horst, age., s.36. Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, ø.Ü. Kütüphânesi Nr: F 424, vr.37a-39a ;Toyserkânî, age., s. 78; M. Altay Köymen, “Münúeat Mecmuaları”, s.582’de Leningrad Münúeat Mecmuası’nda bulunan 132. vesikanın müstevfî tayinine dair oldu÷unu bildirmekte ve incelemesi sonucunda Reúidüddin Vatvât’a ait olabilece÷ini, belgenin içinde geçen 1145-46 tarihinden itibaren muteber olaca÷ı kaydı bulunmasına ra÷men Hârizmúâhlar devri olarak kabul edilebilece÷ini söylemektedir. Biz Leningrad Münúeat Mecmûâsı’nı görmedik. Ancak Köymen’in verdi÷i bilgilerden bahsi geçen belgenin burada ele aldı÷ımız ve Ebkârü’l-efkâr’da mevcut olan menúûr oldu÷unu tahmin etti÷imizi belirtmeliyiz. Ayrıca Müstevfî için bkz., R. Levy, “Müstevfî”, ø.A., C:VIII, s. 837-838; Hârizmúâhlar Devleti teúkilâtını inceleyen Nâfî Tevfik de müstevfî hakkında bilgi vermeye çalıúmıú ise de hem çok genel hem de yetersizdir, age., s.233. 329 86 Menúûrun devamında atanan kiúiye verilen görevi yerine getirirken yapması gerekenler úu úekilde sıralanmaktadır: “Ve ona böyle ferman verdik ki, bu görevi üstlensin, bu görevi tertip ve intizama getirmeyi üstüne alsın. Ve düstûrları, fermanları, muamelenin kayıtlarını (cerâid) ve hesapların kanunlarını elde etsin. Ço÷una ve azına, bütün inceli÷ine vâkıf olsun ve hepsini kendi kaydına alsın.” Yani tüm muamelelerin listesi ile hesapların kayıtlarının sorumlulu÷u müstevfîye aittir. aittir. Görüldü÷ü gibi devletin bütün mâlî iúlemleri onun kayıt ve kontrolü altındadır. Bu kayıtların gerekti÷inde hesabını verecek olan devletin en üst düzey mâlî memuru da müstevfîdir. Menúûrda, müstevfînin yapaca÷ı iúlemlerin geçerli olması için gereken úart da hatırlatılarak: “Hiçbir hattı, berâtı ve açıklamayı (meúrûh-u hisapkerd) kendi mührü olmadan bırakmasın. Kendi mührünü bunların hepsine koysun”. Görüldü÷ü gibi mâlî iúlerin en yetkili kiúisinden yapaca÷ı iúlemlerin sorumlulu÷unu resmen aldı÷ını bu úekilde göstermesi istenmektedir. Bunun bir di÷er anlamı da devletin memuruna yaptı÷ı iúlemlerin hesabını sordu÷unda, e÷er memur zan altında ise, herhangi bir mazerete sı÷ınmasına engel olmaktır. Üstelik bu durum görevine atanmasında ona resmen yukarıdaki ifadelerle tebli÷ edilmiú olmaktadır. Menúûrda atanan kiúinin ismi ve onun bu göreve atandı÷ına dair ifadeden hemen önce bir kez daha yapması gerekenler genel olarak hatırlatılmaktadır: “Muamelelerin ve iúlerin gizli ve açık olanlarından hiç birisi ona saklı kalmasın. Ve onun kalemiyle kayda alınsın”. Bu úekilde atanan kiúiden, görevini yerine getirirken dikkatli ve uyanık olması istendikten sonra “filan” kiúinin “Hârizm Dîvân-ı østîfâ” makamına atandı÷ı belirtilir. Menúûrun bundan sonraki bölümünde ise Dîvân-ı østîfâ sahibinin verilen görevleri yerine getirmek için nâibler ataması emredilir: “Bizim vilayetlerimizden olan her vilayete ve her úehre güvenilir nâibler göndersin. Öyle bir nâib ki, onun sözüne ve kalemine güvenilsin. Ve ona do÷ru yolu, emanet ve güven yolunu tutması tavsiye edilsin”330 330 Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr. 37a-39a; Toyserkânî, age., s.79 vd. 87 Görüldü÷ü gibi nâibler –Horst’un tanımladı÷ı gibi “alt finans yönetim organları memurları331” yapacakları bütün iúlemleri kayıt altına alarak Dîvân-ı østifâ’ya bildirmek zorundadırlar. Dîvân-ı østîfâ’ya ba÷lı Maliye Müfettiúleri (mutasarrıfân) Sahib-i Dîvân’a yazılı bilgi vermeye mecburdular. Dîvân vergilerinin toplanmasında yetkili olan mutasarrıf-ı emvâl-i dîvân da ona hesap vermek yükümlülü÷ü altındadır. Ayrıca Müstevfî, görevlerinde kusurlu buldu÷u tahsildârları cezalandırabilir ve vergi alacakları için onları sorumlu tutar.332 Dîvân-ı østîfâ’nın en alt kademesinde çalıúan memurları vergi tahsildarlarıdır. Dîvân-ı østîfâ bu görevliler ile müdahalesini gerektirecek her hangi bir durum olmadı÷ı zaman do÷rudan muhatap olmaz. Ancak halkın vergi konularında birebir muhatabı, Dîvân ve dolayısıyla hükümdarın temsilcisi olarak tanıdı÷ı kiúiler de úüphesiz tahsildarlardır. Müstevfî’nin halka karúı yerine getirmesi gereken yükümlülükleri de vardır. Bunlar, halkın durumunun iyileúmesi için çalıúmak, hak ve sorumlulukları da÷ıtırken âdil olmak ve haklı taleplere höúgörü ile yaklaúmaktır. Ondan ayrıca uygulamalara herhangi bir yenilik getirmemesi ve âdet oldu÷u üzere iúlerini yürütmesi istenmektedir.333 Müstevfî-i Memâlik’in açıklamaya çalıútı÷ımız bütün sorumluluklarını yerine getirmesindeki temel amaç úüphesiz, bütçe gelirlerinin artmasını sa÷lamaktır. 331 Horst, age., s.36. Horst, age., s.37. Yazar bu bilgileri Vesâilü’r-Resâil ve Delâilü’l- Fezâil’de mevcut bulunan Gıyâseddin Pirúâh’a ait iki belgeye dayandırmakta ve kitabının “Belge Formları” baúlı÷ı altındaki son kısmında bu belgelerin Almanca çevirilerini vermektedir, s.180, F3; s.109, F4; Ayrıca bkz., Köymen, agm., s.326. 333 Horst, aynı belgeler. 332 88 5. Dîvân-ı øúrâf-ı Memâlik Malî ve idarî konularda teftiú ve kontrol yetkisine sahip olan bu dîvânın reisine Sâhib-i Dîvân-ı øúrâf, Müúrif-i Memâlik334 yahut sadece müúrif335 de denirdi.336 Horst bu dîvânı, Dîvân-ı østifâ-yı Memâlik’in yanında ve onu kontrol eden “ En Yüksek Hesap Makamı” olarak açıklamaktadır.337Bu makama ait hiç bir belge bulamadık. Ancak eyaletlerde bulunan Dîvân-ı øúrâf’a ait bir belge et-Tevessül ile’t teressül adlı eserde mevcuttur.338 Horst da yalnızca bu belgeye dayanarak makamı açıklamaya çalıúmıútır339 ki biz de bu yolu takip edece÷iz. Belge, di÷er belge örneklerinin ço÷unda oldu÷u gibi makamın yüceli÷i ve öneminin övgüsünden sonra konuyu atamaya getirmektedir.340 Belgenin devamında atanan kiúinin özellikleri övülerek bu makama uygun vasıflara sahip oldu÷u belirtilmektedir. Belgeye göre bu vasıflar “güvenilirlik”, “emanetdârlık” ve “dînî inancının kuvvetlili÷i” olanak açıklanmaktadır.341 Belgede, göreve getirilen memura, atandı÷ı bölgenin ve reâyânın iúlerinin ba÷landı÷ı bildirildikten sonra atamanın gerçekleútirilmesinin nasıl oldu÷u üzerinde durulmaktadır. Buna göre, Cend eyaleti halkı bahsi geçen kiúinin bu makama getirilmesini ısrarla istemiútir.342 Onların iste÷i kabul edilerek Cend eyaletinin “iúlerinin yönetimi” bu kiúiye verilmiútir.343 Atanan müúriften, halka her zaman ilgili ve úefkatli davranmaması istenerek, “bir an bile bu hususta ihmal göstermemesi” gerekti÷i hatırlatılmaktadır.344 Müúrifin 334 Nesevî, Farsça, s.175. Nesevî, Farsça, 205. 336 ø. Hakkı Uzunçarúılı, age., s.44; Aydın Taneri, “Divan”, DøA, C:IX, s.384; Özaydın, Berkyaruk, s.200. 337 Horst, age., s.38. 338 Ba÷dadî, age., s.119-122. 339 Horst, age., s.38, Belgenin kısmen Almanca çevirisi age., Belgeler M2, s.128’dedir. 340 Ba÷dadî, age., s.120. 341 Ba÷dadî, age., s.120. 342 Ba÷dadî, age., aynı yer. 343 Ba÷dadî, age., s.121. 344 Ba÷dadî, age., s.121. 335 89 yapması gerekenler bildirilirken “reayanın durumunun düzeltilmesine ve dîvân emvâlinin korunması ve artırılması hususuna son derece fazla çaba göstermesi” emredilmektedir.345 Belgede daha sonra tebeaya da bir hatırlatma yapılarak atanan kiúiye “onun hakkında göstermiú oldu÷umuz teveccühü bilsinler, bunun farkında olsunlar” denilmektedir.346 øl-Arslan dönemine ait olan ve 1162 tarihli, Karahanlılar’dan Muzaffer tamgaç Bu÷ra Han øbrahim b. Süleyman’a gönderilen, Leningrad Münúeât Mecmûâsı’nda yer alan bir belgede de347 müúrif adına rastlıyoruz. Ancak belge makamın idaredeki yeri, yetki ve görevleri hakkında bilgi içermemektedir. Kaynaklarımızda bu konuda bazı örnekler bulunmaktadır. Nesevî, Sultan Alâeddin Muhammed’in ölümünden sonra baúkentin durumunu anlatırken, yaúanan kargaúayı açıkladıktan sonra, Gürgenç’e eski dîvân azalarından olan Müúrif ømadeddin’in geldi÷ini ve dîvân emvâlini kontrol altında tutmaya çalıútı÷ını bildirmektedir.348 Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Ahlat kuúatması ile meúgulken gelen Halifelik elçileri, Hilâfet makamı tarafından gönderilen hil’atleri takdim etmiúlerdi ki, kendisine hil’at gönderilenler arasında müúrif de vardı.349 6. Dîvân-ı Arz Hârizmúâhlar Devleti idarî sisteminde en üst seviyedeki ordu yönetim makamı Dîvân-ı Arz’dır. Belgelerde sadece bir yerde, Gıyaseddin Pirúâh’a ait vesikada, “Dîvân-ı Arz der cümle-yi memalik” olarak adlandırılır.350 Dîvân-ı Arz’ın 345 Ba÷dadî, age., s.121. Ba÷dadî, age., s.121. 347 M. Altay Köymen, Münúeât Mecmûâları, s.559; Horst, age., s.Belgeler I12, s.120-121. 348 Nesevî, Farsça, s.83. 349 Nesevî, Farsça, s.205. 350 Horst, age., s. 109-110 G 1’de Vesâilü’r-Resâil ve Delâilü’l- Fezâil’den alınarak Almanca’ya tercüme edilen belge mevcuttur. 346 90 baúkanı olan Sahib-i Dîvân-ı Arz (Ârız)351, devletin askerî idaresinden sorumlu en yüksek memurudur. Dîvân-ı Arz da di÷er dîvânlar gibi vilâyetlerde daha alt düzeyde kademeli olarak örgütlenmiú haliyle görevlerini yerine getirir. Ve yine di÷er dîvânlar gibi merkezde bir tane Dîvân-ı Arz vardır ve bütün bu sistemin devletin her köúesinde iúlemesinden sorumludur. Dîvân-ı Arz hem bürokratik anlamda ordu yönetimi ile ilgili bütün iúlerin yürütülmesi görevini yerine getirirken hem de gene orduyla ilgili karar alma, teftiú ve sorunları ortadan kaldırma mevkiidir. Askerî personele dair her konu Dîvân-ı Arz’ın yetki ve sorumluluk alanındadır. Yani askerî personelin maaú ve iktâlarının yönetimi, donanımları ile askerî malzemelerin tespit ve temini bu cümledendir. Dîvân-ı Arz, her derecedeki askerin maaú ve yevmiye ödemelerinden sorumludur. Ve bu ödemelerin belirlenen tutarda ve zamanda yapılmasını sa÷lamakla görevlidir. Bu görevlerini yerine getirirken büyük bir ihtimalle Dîvân-ı østîfâ ile ortak çalıúmalar yapma yoluna gider.352 Ayrıca, askerî personel ile ilgili iktâ ve maaúlar (mevâcib, mersumât, erzak ve cerâyat) hakkında her türlü talep ve itirazdan bilgi sahibi olması gereken makam Dîvân-ı Arz’dır. Yukarıda iktaların yönetiminden sorumlu oldu÷unu belirtti÷imiz bu makam, Dîvân-ı Arz, iktâ tayin veya tasarruf yetkisine sahip de÷ildir. Bu makam mevcut halin idaresi ile meúgul olma sorumluluk ve yetkisine sahiptir. øktaların büyüklü÷ünün ve kimlere verilece÷inin tayini bizzat hükümdar tarafından yapılır. Dîvân-ı Arz askeriyeye dair kayıtları tutmakla yükümlüdür. Daha önce belirtti÷imiz gibi di÷er memurların mâlî kayıtları Dîvân-ı østîfâ’nın sorumluluk alanına girmektedir. 351 352 Erdo÷an Merçil, “Ârız”, DøA., C:III, s.359. Horst, age., s.39; Köymen, agm., s.328. 91 Sultan Alâeddin Tekiú ve Gıyâseddin Pirúâh dönemine ait belgelerden, iktâ sahiplerinin sivil veya asker olmasına bakılmaksızın aldıkları maaúların Dîvân-ı arz tarafından kaydedildi÷ini anlıyoruz.353 Dîvân-ı arz askerî görevlerde bulunanların gösterdikleri baúarılar bilmek ve bu kiúilerin hizmetleri karúılı÷ında aldıklarını kayda geçmekle yükümlüdür. Ve bütün kayıtların sorumluluk makamı olması dolayısıyla Dîvân-ı Arz, yetki sahası dahilinde teftiú gücünü de elinde bulundurur. 354 Askerî personelin silah altına alınması ve giderlerinden sorumlu olan bu makam úüphesiz ki donanımlarının temini noktasında bu teçhizatın üretiminden de mesûldur. Askeri personelin günümüzde oldu÷u gibi, kıyafet, yiyecek ve savaú malzemelerine ihtiyacı vardır. Bütün bunların temini ve kaydı Dîvân-ı Arz’ın görevleri arasındadır. Sâhib-i Dîvân-ı Arz’ın gelirine gelince, Gıyâseddin Pirúâh dönemine ait bir belgeden anlaúıldı÷ı üzere355 o, nakdî bir ödeme yerine iktâ gelirinden hizmetinin karúılı÷ını almaktadır. Gıyâseddin Pirúâh devrine ait bir belgeden anlıyoruz ki, Dîvân-ı østifâ Sahibi’nin maaúını karúılayacak iktânın belirlenmesinde Dîvân-ı Arz söz sahibidir.356 Adı geçen belgede, “kendi giderlerini karúılayabilmesi için ona, Dîvân-ı Arz’a kaydedilecek altın olarak 5000 dinâr ve buna uygun tahıl verilmesi buyrulmuútur” denilmektedir. Sultan Alâeddin Tekiú, Hemedan’da bulundu÷u sırada, Abbasî Halifeli÷inden gelen elçi Mücirüddin Ba÷dadî Sultana, Halifenin mesajını ileterek “ Emîrü’l-mü’minîn diyor ki, baban ve ceddin maiúetlerini bizimkinden almıúlardı. Evvelce onu sana vermiútik. Onunla kanaat et ve mânasız iúler yapmaya teúebbüs etme! Yoksa ülkede herkes sana karúı ayaklanır ve kan dökülür” demiúti. Sultanı 353 Bkz., Ba÷dadî, et-Tevessül, s.90, 118; Horst, age., s.109, 117, 139-140; Köymen, agm., s.328329. 354 Horst., age., s.40-41, Köymen, agm., s329. 355 Vesâilü’r-Resâil ve Delâilü’l- Fezâil’den Horst tarafından Almanca’ya çevrilen belge için bkz., Horst, age., s.109-110, G 1, belgenin de÷erlendirmesi için bkz., Horst, age., s.41, Köymen, agm., s.329. 356 Horst, age., s.38, Belgenin Vesâilü’r-Resâil ve Delâilü’l- Fazâil’den Almanca’ya çevirisi, Horst, age., s.109. 92 askerî faaliyetlerinden men etmeyi hedefleyen ve hatta tehdit eden bu mesaja Hârizm Sultanın cevabı çok sert oldu. O, Halifeye gözda÷ı veren üslûbuyla úöyle diyordu: “ Hüküm Emirü’l- mü’minînindir. Ben onun bir úahnesiyim. Pek çok düúmanım vardır ve ben hepsinden daha kuvvetliyim. Fakat ordusuz kalamam. Sâhib-i Dîvân-ı Arz, maiyetimizde yüz yetmiú bin süvari kaydetmiútir. Bu ordunun ihtiyacı olan nân-pâre ile karúılanamaz. øhsan buyurup, Hûzistân’ı bana lütfederseniz, maiyetimizin ihtiyacı karúılanır”.357 Bu bilgilerden çok açık olarak anlaúıldı÷ı üzere, ordunun kayıtlarından sorumlu makam Dîvân-ı Arz ve sorumlu kiúi de Sahib-i Dîvân-ı Arz’dır. Burada sadece süvariler belirtilerek Halife’ye ordunun çok daha büyük sayıda oldu÷u mesajı iletilmeye çalıúılmaktadır. Yoksa Dîvân-ı Arz, bütün askerî personelle ilgilenmektedir. Burada verdi÷imiz örnekten net olarak, Dîvân-ı Arz’ın askerî personele dair kayıtları tutmakla yükümlü oldu÷u anlaúılmaktadır. Hârizmúâhlar Devleti teúkilâtı içerisinde burada incelediklerimizin dıúında Dîvân-ı Nazar’ın varlı÷ını da tespit edebiliyoruz. Ancak görev ve yetkilerini açıklayabilecek bilgiye sahip de÷iliz. Belgelerimiz arasında da bu dîvân hakkında bilgi veren bir vesikaya rastlamadık. Horst, Sultan Sencer dönemine ait bir belgede sadece bir yerde Dîvân-ı Nazar’ın geçti÷ine dikkat çekmektedir.358 Mâlî iúler ile meúgul oldu÷u tahmin edilen bu dîvânı horst, “En Yüksek Finans Teftiú Makamı” olarak adlandırmaktadır.359 Bu dîvânın reisine, Nâzır deniyordu. Nesevî, Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın Ahlat kuúatması sırasında hilafet makamından gelen elçileri ve halifenin gönderdi÷i hil’atleri anlatırken nâzırın adı da geçmektedir. Halife bütün dîvân reislerine kıymetli hil’atler göndermiúti. Nesevî bu reisleri müstevfî, müúrif ve nâzır olarak sıralamaktadır.360 Bu bilgi bize Hârizmúâhlar’da Dîvân-ı Nazar’ın var oldu÷unu ve baúında nâzırın bulundu÷unu göstermektedir. 357 Râvendî, age., C:II., s.355. Horst, age., s.39; age., Belgeler Q2, s.135. 359 Horst, age., s.39. 360 Nesevî, Farsça, s.205. 358 93 F. SARAY TEùKøLÂTI 1. HÂRÎZMùÂHLAR’DA SARAY VE SARAY ÂDETLERø Daha önce Hârizmúâhlar’ın Selçuklu Devleti’nin içinden çıktı÷ına ve do÷al olarak bu devletin bir devamı olma özelliklerini gösterdi÷ine iúaret etmiútik. Burada bir kez daha saray âdetlerinin de benzerlik gösterdi÷ini vurgulamalıyız. Hârizmúâhlar devlet teúkilâtında oldu÷u kadar saray âdetlerinde de Selçuklu izlerini taúımaktadırlar. Bu noktayı vurguladıktan sonra onların sarayı ve saray âdetlerini inceleyebiliriz. Hârizm Sultanları, Alâeddin Muhammed devrine kadar baúkent Gürgenç’teki sarayı kullandılar. Kaynaklarımız, Sultan Alâeddin Muhammed’in, Semerkand’a hakim olduktan sonra bu úehri merkez yaptı÷ını, ikinci baúkent olarak kullandı÷ını anlatmaktadır.361 Sultanın Semerkand’da da bir sarayı olmalıdır. Mo÷ollar’ın bölgeyi istilası sonucu Gürgenç kaybedildi. Mo÷ollar taú taú üstünde bırakmadılar. Hemen her úeyi yakıp yıktılar. Gürgenç direndi÷i için yıkımdan en çok etkilenen úehirlerden biri oldu. Cüveynî’nin kaydetti÷i gibi “Hârizm’in evleri ve köúkleri virâneye, gül bahçeleri çöplü÷e, birer mimârî úaheseri362 olan sarayları toprak yı÷ınına dönmüútü”. Hindistan’dan dönen Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Tebriz’i payitaht yaptı ve artık saray bu úehirde idi. Ancak Nesevî, onun baúka úehirlerde de sarayları oldu÷unu kaydetmektedir.363 Sultan Celâleddin’in Mo÷ollar’dan sürekli kaçmak zorunda oldu÷u düúünülürse, onun hiçbir úehirde uzun süre bulunamamasının bir sonucu olarak, gitti÷i úehirlerdeki bazı binaları saray olarak kullanmıú oldu÷unu düúünebiliriz. Zaten o, bu sarayları kendisi inúa ettirmiú de÷ildi. Mo÷ol tehdidinin úiddeti göz önüne alınırsa, buna imkânı ve zamanı olmadı÷ı da açıkça anlaúılır. 361 Cüveynî, age., s.333. Cüveynî, age., s.333. 363 Nesevî, Farsça, s. 141. 362 94 Ayrıca Hârizmúâhlar’da, Alâeddin Muhammed’in annesi Terken Hatun’un da kendisine ait bir sarayı vardı ve devlet iúlerini burada görüyordu.364 Bilindi÷i üzere “Hükümdar Ota÷ı”, saray ile aynı anlamı taúımaktadır. Bu nedenle biz, Hârizmúâhlar’a ait saray âdetlerini tespit ederken, Hükümdar Ota÷ı’nda uygulananları da konumuza dahil ettik. Hârizmúâhlar sarayı, devletin resmî evrak örneklerini içeren münúeat mecmualarında, “Bârgâh-ı Me’mûn ve “Dergâh-ı Hümâyûn” úeklinde anılmaktadır. Saray, bütün sorunların çözülece÷i mevki olarak gösterilir. Hârizmúâh Atsız devrine ait muhaberâtı da içeren bir münúeat mecmuası olan Arâisü’l-havâtir ve Nefâisü’nnevâdir’de: “ Bu gün dünyadaki eúrafın zulüm karúısında baú vuracakları yer o bârgâhtır”365 denilmektedir. Sarayda uygulanan âdetler ise daha çok törenlerde kendini gösterir. Örne÷in, hükümdarın tahta çıkması úerefine düzenlenen törenlerde edîp ve úairler yeni Sultanı kutlamak için kasîdeler söylemeleri veya ona bir eserlerini sunmaları âdettendi. Hârizmúâh Alâeddin Tekiú’in cülûs merasiminde devrin ünlü sîmâsı Reúidüddin Vatvât, çok yaúlı olmasına ve yürüyememesine ra÷men bir sedye üzerinde sultanın huzuruna getirilmiúti. O, sultana hitaben, “ bu gün herkes kendi yetene÷ine göre ülkeler fetheden padiúâhın saltanat tahtına cülûsunu kutlama amacıyla risaleler ve kasideler yazmıú. Ben de yaúlılı÷ım ve zaafımdan dolayı bu iki beyti yazmakla yetindim” dedikten sonra úu beyitleri okumuútu: “Senin ceddin, zamanı zulümden arındırdı. Babanın adâleti e÷rileri düzeltti. Ey saltanat hırkası yakıúan kiúi! Bakalım úimdi sen ne yapacaksın. ùimdi senin hâkimiyet zamanındır.”366 364 Nesevî, Farsça, s141. Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l- Havâtır ve Nefâisü’n-Nevâdir, Ayasofya, Nr: 4138, vr. 63b-64a, Ayrıca bkz., Toyserkânî age., s.53. 366 Cüveynî, age., s259; Mîrhând, age., C., IV., s.366. 365 95 Sultan Alâeddin Tekiú de, gene âdet oldu÷u üzere, úair ve edipler ile halka ihsanlarda bulunmuútu.367 Edip ve úairler cenaze törenlerinde de bulunur ve kasideler söylerlerdi. Reúidüddin Vatvât, Hârizmúâh Atsız’ın cenazesi kaldırılırken bu âdet üzere okudu÷u kasîde de úöyle diyordu: “ùâh! Senin siyasetinden dünya titriyordu. Senin karúında bendelik etmeye (sana hizmet etmeye) can atıyorlardı. Bu kadar yaptı÷ın saltanat ona de÷erdi”.368 Hükümdarlar için düzenlenen cenaze merasimlerinde yeni sultan sarayında taziyeleri kabul ederdi.369 Saraydaki taziye merasimleri yalnız hükümdarlar için de÷il, halifeler ve hükümdar ailesi mensupları için de yapılırdı. Sultan Celâleddin Hârizmúâh ye÷eni Duú-Han’ın ölümünden o kadar etkilenmiúti ki, taziyeleri kabulü bırakıp ye÷eninin bulundu÷u çadıra gitmiúti. Nesevî bu olayı anlatırken, “ Sultan çok üzüldü. Hatta hükümdarlık merasimini bırakarak çadırından çıktı ve cenazenin bulundu÷u çadıra gitti. Bizzat gördüm”370 demektedir. Abbasî Halifesi MuktefîLiemrillâh öldü÷ünde de Hârizm sarayında taziye merasimi yapılmıútı.371 ùairler için Sultan huzurunda beyitlerini okuma imkânlarından biri de ziyafetlerdi. Kazanılan büyük zaferler, baúarının úanına yakıúacak derecede görkemli ziyafetlerle kutlanırdı. Sultan Alâeddin Muhammed Gurlular’ı ma÷lup ettikten sonra Hârizm’e dönünce böyle büyük bir ziyafet vermiúti. Sultanın nedîmlerinden Firdevsî-i Semerkandî bu gösteriúli kutlamada sultanın baúarısını satranç oyununa benzeten bir rubaî söyledi: “Ey úâh! Gurlu senin önünden kedinin önündeki fare gibi kaçtı. 367 Cüveynî, age., s.265, Hârizmúâh øl-Arslan da tahta çıktı÷ında âdet gere÷i ihsanlarda bulunmuútu. Cüveynî, age., s. 257. øhsanlar çeúitli hediyeler, iktâlar, hil’atler, unvân ve lakâplar vermek veya terfiler olabilirdi. 368 Kazvînî, Tarih-i Güzide, s. 490. 369 Sultan Alâeddin Tekiú öldü÷ünde o÷lu Alâeddin Muhammed cenaze merasimi düzenlemiú ve taziyeleri kabul etmiúti. Cüveynî, age., 277; Sultan Alâeddin Tekiú’in ölümü duyulunca Gur hükümdarı Gıyâseddin de yas ilân ederek üç gün buyunca sarayında nevbet çalınmamasını emretmiú ve taziye merasimi düzenlemiúti. øbnü’l-Esîr, age., C:XII, s.134. 370 Nesevî, Farsça, s.200. 371 Horst., agm., s.38. 96 Atından inip yüzünü sakladı. Filleri sana úâha verdi e böylece mat oldu”.372 Hükümdarın kabulleri sıkı protokol kurallarının uygulandı÷ı, bütün hareketlerin anlamlandırıldı÷ı seremonilerdi. Örne÷in elçi kabullerine büyük önem verilir, gelen elçinin temsil etti÷i makama göre protokol uygulanırdı. ùüphesiz elçiler gördüklerini dönüúte anlatacakları için, elçi kabullerinde kusursuzluk endiúesi hat safhada idi. Nizâmülmülk, Siyasetnâme’de elçi kabulüne bir fasıl ayırarak konunun öneminin altını çizmektedir. O, elçilerin temsil yetkisine vurgu yaparak; “onlara yapılan iyi veya fena muamele onları göndermiú olan padiúâha yapılmıú sayılır”373 demektedir. Elçilerin gönderiliú sebebinin sadece mektup ya da haber ulaútırmak olmadı÷ını kaydeden Nizâmülmülk, onların birer bilgi alma aracı olduklarına dikkati çeker.374 øúte bu nedenle elçilerin kabulünde devletin ve hükümdarın gücünü neredeyse sınırsız olarak göstermeye çalıúmak lâzımdır. Elçiler üzerinde bırakılması lâzım gelen intibanın anlamı bu derece büyük olunca, onlar için uygulanan protokol de son derece titizlikle yerine getiriliyordu. Hârizm hükümdarlarının elçi kabul merasimlerini hâcibler tanzim ve idare ederdi. Hâciblerin baúı olan Hâcib-i Hass, hükümdarın huzurunda elçiyi takdim eder ve Sultana sunulan hediyelerin sesli olarak dökümünü yapardı. Gelen elçi Sultanın huzurunda yer öper sonra Sultanın emri ne ise onu uygulardı. Sultanın elçiye muamelesi vermek istedi÷i mesaja göre de÷iúirdi. Örne÷in Sultan Alâeddin Muhammed, yıldızının barıúmadı÷ı Abbasî Halifesi Nâsır- Lidînillâh’ın elçisi ùihabeddin Ömer es-Sühreverdî’yi375 kabul etti÷inde ona fazla itibar göstermedi. Halifenin, Hârizmúâh’ı askerî hareketleri nedeniyle uyarmak üzere gönderdi÷i elçi önce bekletildi, huzurda Alâeddin Muhammed, Nâsır- 372 Cüveynî, age., s.284. Nizâmülmülk, age., s.137. 374 Nizâmülmülk, age., s.138. 375 Sühreverdî’nin Abbasî sarayındaki konumu ve etkisi için bkz., Angelika Hartmann, age., s.233254. 373 97 Lidînillâh’a iletilecek sözleri sert bir üslûpta sarfetti. Sultan, Halifeye o kadar kızgındı ki, elçinin oturmasına dahi izin vermedi.376 Öte yandan daha önceki bir tarihte yine halifelik makamından gelen elçi Sultan Tekiú tarafından çok daha saygın bir úekilde karúılanmıútı. Henüz Hârizmúâhlar ile Abbasî Halifeli÷i arasında iktidar kavgasının had safhaya ulaúmadı÷ı 1196 yılında Sultan Tekiú, Hemedan’da bulundu÷u sırada Halifenin elçisi Mûcîreddin Ba÷dadî’yi kabulünde aya÷ının altına atlaslar serdirip, bir kâse altın saçmıútı. Sultan elçiye hürmet edip, temsil etti÷i makama saygısını göstermek için aya÷a kalkmıútı.377 Sultanlara sadece erkek elçiler gelmiyordu. Örne÷in Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Sultan Tu÷rul’un kızı, Atabek Özbek’in eúi olan Melikenin evlilik teklifini iletmek üzere görevlendirilen kadın elçileri kabul etmiúti.378 Bu kabul hakkında fazla bilgimiz olmamasına karúın teklifin sonuçta gerçekleúti÷ini bildi÷imizden görüúmede elçilere hürmette kusur edilmemiú oldu÷unu söyleyebiliriz. Sultanların huzuruna elçilerden baúka çok de÷iúik kiúiler çok de÷iúik nedenlerle çıkıyordu. Hârizm Sultanlarının huzuruna gelen ziyaretçi bir hükümdar de÷ilse secde edip yer öperdi. Alâeddin muhammed’in katına çıkan Gurlular’ın Herat kumandanı Alp Gazi secde edip yer öpmüútü.379 Sultanın huzurunda yer öpmek itaat göstergesiydi. Tâbî olmadıklarını Sultanın huzurunda da vurgulamak isteyenler ilginç yöntemlere baú vuruyorlardı. øbn Bibî’nin anlattı÷ına göre; Emîr ùemseddin Altun-Aba, hasta gibi yaparak merhemler sürmüú oldu÷u halde Sultanın huzuruna gelmiú, doktorlara sırrını Devletúâh Tezkiresi, C:I., s.190; Sıbt øbnü’l-Cevzî, Mîratü’z-zamân fî tarihi’l-a‘yân, Haydarabad 1952, Cüz: VIII/2, s.582; øbn Vâsıl, age., C:IV, s.35-36; Angelika Hartmann, age., s. 8182. 377 Râvendî, age., C:II., s.354. 378 Nesevî, Farsça, s.149. 379 Cüveynî, age., 282; Hezâresb Meliki, Sultan Alâeddin Muhammed’in huzuruna geldi÷inde yedi kere yer öpmüútü. Cüveynî, age., 324; Yer öpme âdeti örnekleri için ayrıca bkz., Nesevî, Farsça, s.110; Cüveynî, age., s.282, 324. 376 98 saklamalarını sıkı sıkıya tembih etmiúti.380 O, böylece yer öpmek zorunda kalmamıú oldu. Aslında bu örnek bize, protokol kurallarının içerdi÷i gerçek anlamları göstermesi açısından önemlidir. Uygulanan seremoniler ço÷unlukla diplomasinin bir gere÷idir. Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Ahlat’ı ele geçirdi÷inde, Ahlat hakimi øzzeddin Aybek’e ne kadar kızgın oldu÷unu huzuruna kabulde göstermiúti. Onu kabulü sırasında elini öptürmedi. Sultan katında hatırı olanların uzun süre dil döküp ricada bulunmalarından sonra ise ancak aya÷ını öpmesine izin verdi.381 Celâleddin Hârizmúâh, Türkiye Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubâd’ın elçilerini tâbîlere özgü bir törenle karúılayınca elçi, Hâcib-i Hass ile Sultan arasında durmuú, tepkisini göstermek ve tâbîsi olmadıkları mesajını vermek için yer öpmemiúti.382 Sultan Celâleddin, Kıpçak reislerinden Kurka huzuruna geldi÷inde elini öpmesine izin vererek ona hil’at vermiúti.383 Hârizmúâhlar’da uygulanan âdetlere göre itaatlerini bildirecek olan hanlar, melikler ve emîrler sultanın huzuruna kefenleri boyunlarında asılı oldu÷u halde geliyor, akıbetlerinin onun elinde oldu÷u mesajını vererek yer öpüyorlardı. Bu durum daha çok hükümdara karúı kusur iúleyip af dileyerek itaate girenler için geçerliydi. Sultan Celâleddin Hindistan’dan döndü÷ünde, önce ona direnen kardeúinin adamları, onun tahta çıkması ile tâbîiyetlerini böyle bildirmiúlerdi.384 Kabul merasimlerinin en gösteriúlilerinden bir tanesi Celâleddin Hârizmúâh’ın Erzurum hakimi Rükneddin Cihânúâh için hazırlamıú oldu÷u törendir. Sultan, müttefikinin yardımına ihtiyaç duyması sebebiyle onun karúılanması törenine büyük önem vermiúti. Bir günlük mesafeden karúılanan Cihânúâh’ı Sultan, ota÷ının önünde, çetrinin altında kabul etmiúti. Cihânúâh’a olan muhabbetini øbn Bîbî, age., C:I., s.385. Nesevî, Farsça, s.212. 382 Nesevî, Farsça, s.225. 383 Nesevî, Arapça, s.172. 384 Nesevî, Farsça, s.130. 380 381 99 göstermek için onu çetrinin altına davet etmiú ve hatta onu kucaklamıútı. Ancak bu törenin sonu hazin oldu. Sultan ve Erzurum hakiminin çetrin altında bulundu÷u sırada çetr, çetrdârların elinden düúerek yere yı÷ıldı. Töreni izleyen halk bu durumu görünce da÷ıldı ve bu olay u÷ursuzlu÷a yoruldu.385 Hârizm sarayında ilgi ve itibarla karúılanmanın bir örne÷i de Sultan Alâeddin Muhammed devrine aittir. Ravza-i Mutahhara∗ hizmetçilerinden biri Hârizm’de Sultanın huzurunda yaúadıklarını øbnül-Esîr’e anlatarak bize ulaúmasını sa÷lamıútır. Sultanın kabul salonunun büyük ve son derece geniú oldu÷u bilgesinden sonra Sultanın onu bekletmeden huzuruna kabulü anlatılmaktadır. Hâcibin eúli÷inde kabul salonuna ulaúan ziyaretçi Sultanın onu görünce aya÷a kalktı÷ını, elini öpmek isteyince buna engel olup onu kucakladı÷ını anlatmaktadır. Sultan, samimi geçen görüúmede ziyaretçisine övgü dolu sözler söylemiúti.386 Ziyaretçilerin Sultanlara, Sultanların da kabul ettiklerine hediyeler vermeleri âdettendi. Bu hediyeler arasında at veya baúka de÷erli binek hayvanları, eyer takımları silahlar, çeúitli mücevheratla bezenmiú takılar, kıyafetler, takılar, köleler, yemek takımları, kumaúlar vs. bulunuyordu. Hediyeler getirenin zenginli÷ini vurgulamak üzere seçilirken buna mukabil olarak Sultanlar da gösterecekleri itibar derecesine uygun hediyeler verirlerdi.387 Örne÷in Atabek Özbek’in o÷lu Hamuú, Sultan Celâleddin’e Fars hükümdarı Keykâvus’a ait, kıymetli taúlarla süslü bir kemer hediye etmiúti. Sultanın merasimlerde kullandı÷ı bu kemer daha sonra Mo÷ollar’ın eline geçti.388 Hârizmúâhlar sarayının bir di÷er âdeti de edip, úair ve âlimlerin hükümdarın huzurunda münazara yapmalarıdır. Devletúâh, Hârizmúâhlar’ın meclisinde âlimlerin çeúitli konularda münakaúa ettiklerini kaydetmektedir. Zaten Hârizm sultanlarının hemen hepsi iyi e÷itim görmüú, ilim ve ilim adamına önem veren, úiirden anlayan hükümdarlardı. 385 Nesevî, Farsça, s. 198-199. Medine’de Mescid-i Nebevî’de Hz. Peygamberi’in kabri ve minberinin bulundu÷u kısım. 386 øbnü’l-Esîr, age., C: XII, s. 326. 387 Horst., age., s.23. 388 Nesevî, Farsça, s.161. ∗ 100 Hârizmúâh Atsız devrinde bir gün hükümdarın meclisinde yapılan tartıúmada, Reúidüddin Vatvât da hazır bulunuyordu. Onun, fikirlerini esaslı bir úekilde savunması Hârizmúâh’ın dikkatini çekti. Reúidüddin, kaynaklarımıza göre kısa boylu, biraz da çirkin ve zayıf bir adamdı ve bu nedenle “da÷ kırlangıcı” anlamına gelen “Vatvât” lakabıyla anılıyordu. Bahsetti÷imiz bu tartıúma sırasında da önünde bir hokka bulunuyordu. Hârizmúâh Atsız, onun fizikî özelliklerine atıfta bulunan bir lâtîfe yaparak, “ hokkayı kaldırın da kimin konuútu÷u meydana çıksın” dedi. Reúidüddin, lâtîfeye keskin bir cevap verdi: “ ønsan iki küçük azâsı olan kalbi ve diliyle insandır”. Hârizmúâh bu bilgece cevap üzerine Vatvât’ın zekâsı ve faziletine hürmet etti.389 Sultan Celâleddin Hârizmúâh devrinde de bu gelene÷in devam etti÷ini görüyoruz. Sultan Tebriz’de bulundu÷u sırada, Ramazan ayında âlimler huzurunda toplanıp fikirlerini dile getirmiúlerdi. Sultan tartıúmaları dinlemiú ve be÷enmedi÷i fikir sahiplerini azarlamıútı.390 Hârizm Sultanlarının halkı kabul ettiklerini biliyorsak da bunun çok yaygın bir uygulama olmadı÷ını görüyoruz. Onlar daha çok halkın úikayet ve isteklerini kıssadârları391 aracılı÷ıyla ö÷reniyorlardı. Sarayda hükümdarın huzurunda kimin nerede duraca÷ı da belli idi. Hükümdarın katına çıkıú gibi huzurdaki yer ve davranıúlar da belli kurallara göre idi.392 Nizâmülmülk bu konuda: “ Kullar ve büyükler oturacakları ve görülecekleri yeri bilmelidirler. Her birinin durmak ve oturmak için belirlenmiú yerleri vardır”393 demektedir. Hârizmúâhlar sarayındaki uygulamaya göre, vezîrler protokolde hükümdarın sa÷ında, hâcibler de karúısında yer alırlardı.394 389 Devletúâh Tezkiresi, C:I, s.130. Nesevî, Farsça, 147; Taneri, Celâleddin Hârizmúâh ve Zamanı, s.86 vd. 391 Nesevî, Farsça, s. 134; Umûmî kabul örne÷i için bkz., Ravendî, age., C.II., s.353. 392 Sultan Celâleddin’in elçisi olarak Halifenin sarayına giden Bedreddin Tutuk teúrifât kaidelerinin hatırlatılmasından hoúlanmayarak: “ Ben cahil biri de÷ilim. Nerede bulunaca÷ımı bilir, hürmette kusur etmem” demiúti. Nesevî, Farsça, s.201-202; Âdâb-ı muaúereti bilmemek ise eleútiriyi hak ederdi. Örne÷in Sultan Alâeddin Tekiú, Karahıtay elçilerinin sarayındaki kaba saba davranıúlarına çok kızmıútı, Cüveynî, age., s.260. 393 Nizâmülmülk, age., s.173. 394 Nesevî, Farsça, s.212; øbn Bîbî, age., C:I., s.385-386. 390 101 2. SARAY GÖREVLøLERø a. Hâcib Hârizmúâhlar sarayının önemli memurlarından olan hâcibler395 Sultanın daima yanında olan özel görevlilerdi. Saraydaki temel görevleri her ne kadar teúrifat kaidelerinin yerine getirilmesi olsa da aslında onlar Sultan tarafından kendilerine verilen bütün görevleri yerine getirmekle yükümlü idiler. Hâciblerin baúı kaynaklarımızda “Hâcib-i Hass” veya “Hâcib-i Büzurg” unvânı ile anılmaktadır.396 Sarayda protokolün tanzim ve idaresi Hâcibin görevi idi. Örne÷in Sultan Alâeddin Muhammed’in bir ziyaretçisi saray kapısında görevlilerce karúılandıktan sonra bir süre bekletilip, hâcibe haber verilmiúti. Ziyaretçinin øbnü’l-Esîr’e anlattı÷ına göre, “Sultanın hâciblerinden bir hâcib onu yanına alıp kabul salonuna götürmüútü”.397 Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın elçilik vazifesiyle Halifelik sarayına gönderdi÷i Hâcib-i Hass Bedreddin Tutuk, Halifenin huzurunda nasıl davranması gerekti÷i hatırlatılınca kızarak “Beni cahil sanmayın...Bulunaca÷ım yeri bilir, hürmette kusur etmem”398 diyordu. Hacib-i Hass Bedreddin Tutuk, Nesevî tarafından “inceli÷i, aklı, güzel yazısı ve Acem úiirine vakıf olması” sebebiyle övülmektedir.399 Öte yandan Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın emri ile, Sultanın ziyaretine gelen Erzurum hakimi Rükneddin Cihânúâh’a Hâcib-i Hass Bedreddin Tutuk çok özel bir karúılama töreni hazırlamıútı. Buna göre, Hâcib-i Hass, ziyaretçi Sultana saygısını göstermek için atından inip, yüzünü yere koydu÷unda, onun yanına gelerek Fuad Köprülü, “Hâcib”, ø.A., C:V/I., s.33-34. Nesevî, Farsça, s.199. 397 øbnül-Esîr, age., C:XII., s.330. 398 Nesevî, Farsça, s.201-202. 399 Nesevî, Farsça, s.201. 395 396 102 Sultan nezdinde itibarını vurgulamak için onu atına bindirdi. Daha sonra da Sultanın huzuruna varıncaya kadar yanından ayrılmadı.400 Hârizmúâhlar’ın saray protokolüne göre hâciblerin huzurdaki yeri Sultanın karúısı idi.401 Hâciblerin görevi sadece protokol kaidelerini uygulamak de÷ildi. Sultan tarafından verilen çok çeúitli görevleri de yerine getiriyorlardı. Örne÷in, Sultanúâh Merv’de bulundu÷u sırada Sultan Alâeddin Tekiú úehri iki ay boyunca kuúattı÷ında taraflar anlaúma yola ararken elçilikle görevlendirilen heyetin içinde Hâcib-i Büzurg ùemseddin Mesûd da vardı.402 Hâcib-i Büzurg ùemseddin Mesud, Sultan Tekiú, Sultan Tu÷rul ile savaúmak üzere harekete geçti÷inde de bir mektup göndererek Sultan Tu÷rul’a nasihatte bulunmuútu.403 Sultan Alâeddin Tekiú, Kirman iúlerini Hâcib Hüsameddin Ömer’e bırakmıútı.404 Sultan Alâeddin Muhammed de Herat’ı ele geçirdi÷inde Hâcib Emir Melik’i burada bırakarak merkeze dönmüútü.405 Sultan Muhammed Hârizmúâh, veri Nizamülmülk Nâsirüddin’i azletti÷inde vezîr Hârizm’e dönmek üzere yola çıktı. Sultan tarafından gönderilen Hâcib, emredilen görev gere÷i vezîrden yanında bulunan dîvân defterleri, bütün resmî evrak ve kâtipleri almıútı. Vezîrin hacibin geliúindeki korkusu öldürülmekti.406 Hâcibler görüldü÷ü gibi saray hizmetleri ve savaúlar dıúında çok farklı görevleri de yerine getiriyorlardı. Bu makama nasıl geldiklerini bilmiyoruz. Ancak bu makama, Selçuklu devletinde oldu÷u gibi gulamlıktan yetiúerek ulaútıklarını gösterecek bilgimiz yoktur. Aksine,“artık bu adetin terk edildi÷i, saray dıúından da 400 Nesevî, Farsça, s.198-199. Nesevî, Farsça, s.212; øbn Bîbî, age., C:I., s.386. 402 Cüveynî, age., s.262. 403 Hüseynî, age., s.134-135. 404 Kirmânî, el-Muzaf, s.6-7. 405 Hâcibin ismi de÷iúik úekillerde kaydedilmiútir. Bunlar için bkz., Kafeso÷lu, age., s.172. 406 Nesevî, Farsça, s.46. 401 103 hacib tayin edildi÷ini”407 anlıyoruz. Ayrıca Hârizmúâhlar’da bir istisna olarak, Celâleddin Hârizmúâh’ın vezîri ùerefülmülk, haciblikten bu makama gelmiúti. b. Vekîl-i Der Selçuklu Devleti teúkilatında hükümdar ile vezîri arasında iletiúimi sa÷layan görevli oldu÷unu bildi÷imiz bu makam Hârizmúâhlar’da da mevcuttur. Horst’un eserinde kullandı÷ı ve Gıyâseddin Pîrúâh dönemine ait oldu÷unu bildirdi÷i bir belgede vekîl-i der’in görevlerinden bahsedilmektedir. Buna göre onun sarayda iletiúimi sa÷ladı÷ını anlıyoruz. Çünkü belgede “tarafımızdan verilen her fermanı tetkik ettikten sonra iletecek, hükümdarlı÷ın her bölümünün durumundan haberdar olacak, herkesin düúüncesini bilecek” denilmektedir. Ayrıca gene aynı belgede “sarayın vekil-i der”i olarak tayin edilen kiúinin, “saltanat makamına bir dilek sunmak istenildi÷inde aracı olarak kabul edilmesi ve ricaların onan vasıtasıyla iletilmesi gerekti÷i” bildirilmektedir.408 Leningrad Münúeat Mecmuası’nda mevcut olan 575 (1179-80) tarihli bir vesika Köymen tarafından Hârizmúâhlar’a ait oldu÷u tespiti ile de÷erlendirilmiú olup, vekîl-i der’lik mansıbının “aracılık” görevine iúaret edilmektedir.409 Nesevî’de de vekîl-i der’e dair kayıt vardır. Sultan Alâeddin Muhammed, Mo÷ollar’ın önünden kaçarak Niúâbûr’a geldi÷inde burada baskına u÷ramak korkusuyla ancak birkaç saat kalabilmiúti. Oradan hızla Bistam’a gitti. Nesevî’ye göre bu sırada Sultanın yanında olan Emîr Taceddin Ömer Bistamî “Sultanın vekîl-i derlerinden biri idi”.410 Sultan Vekîl-i der’i yanına ça÷ırarak ondan kıymetli mücevheratın bulundu÷u sandıkları güvenli bir yere götürmesini istemiúti. Ancak, gene Nesevî’ye göre bu sandıklar daha sonra Mo÷ollar’ın eline geçti.411 407 Köprülü, agm., s.34. Horst, age., Belgeler A 2, s.99-100. 409 Köymen, Münúeat Mecmuaları, s.568; Aynı belge için bkz., Horst, age., Belgeler, A 1, s.99. 410 Nesevî, Farsça, s.67. 411 Nesevî, Farsça, aynı yer. 408 104 c. Üstâdüddâr Hârizmúâhlar’da üstadüddâr’ın görevi tıpkı Selçuklular’da oldu÷u gibi, sarayın çeúitli ihtiyaçlarını hazine veya vergilerden onun hizmetine tahsis edilen para ile karúılamaktır. Nesevî, üstadüddâr’ın görevleri hakkında bilgiler vermektedir. Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Mo÷ol ordusuna ma÷lup olarak Hindistan’a geçti÷i sırada, Sultanlı÷ın zeredhânesinde görevli Cemal, erzak ve giyeceklerle sultanın yanına gelmiútir. Erzak ihtiyacının hat safhada oldu÷u bir anda gelen Cemal, Sultan’ı çok memnun etmiú ve onun katında itibar kazanmıútı. Bunun bir sonucu olarak Sultan ona “øhtiyarüddin” lâkabını vermiú ve üstadüddâr tayin etmiúti.412 Sultan Hindistan’dan döndü÷ünde de o, bu görevde idi. øhtiyarüddin’e hazineden para aktarılarak harcamalarda kullanması bildirilmiúti. Bu harcama kalemleri fırınların, mutfakların, ahırların giderleri ile maiyette bulunan görevlilere maaúlarının ödenmesi idi. Üstadüddâr bu giderler için harcama yaparken her gideri belgelemek için makbuz düzenlemek zorunda idi. Ayrıca bu belgelerde vezîr ve müstevfînin de onay alâmeti bulunmak zorundu idi. øhtiyarüddin’e harcamalar için ödenen para, Sultan Celâleddin’in Irak gelinlerinden temin ediliyordu.413 øhtiyarüddin, anlaúıldı÷ına göre,414 harcamaların hesabı sorulunca açık vermiúti ve Sultan tarafından daha sonra azledilerek yerine ùihabüddin Mesud üstadüddâr olarak tayin edilmiúti. d. Silahdâr Sultanın silahlarından sorumlu olan görevli idi. Emîrler arasından seçiliyordu.415 412 Nesevî, Arapça, s.178. Nesevî, Arapça, s.179. 414 Nesevî, Arapça, s.180. 415 Nesevî, Farsça, s.117. 413 105 Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Ahlat’ta bulundu÷u sırada Silahdârı Dekcek’i Mo÷ollar’ın ilerleyiúinden bilgi edinmesi görevi ile Hârizm’e göndermiúti.416 Sultan Celâleddin Hindistan’da bulundu÷u sırada kardeúi Gıyâseddin’in yanından ayrılıp gelen emîrlerden birinin unvânı da “silahdâr”dır. Nesevî’nin Sirce-i Silahdâr olarak kaydetti÷i bu emîr her halde Gıyâseddin Pirúâh’ın silahdârıdır.417 e. Emîr-i Âhûr Sultanın ahırlarından sorumlu görevli Emîr-i Ahûr’dur.418 Hârizmúâhlar’da bu makamın oldukça önemli oldu÷unu anlıyoruz. Zaten askerî yapılanmanın devletin temel dayana÷ı oldu÷unu göz önünde bulundurursak bu durumun son derece do÷al oldu÷unu anlayabiliriz. Ayrıca Hârizmúâhlar göçebe Türk unsurlarının bünyesinde idareci olarak da yer buldu÷u bir Türk devleti olma özelli÷ine sahiptir ki, bahsetti÷imiz bu Türkler’in de uzmanlık sahası askerliktir. Sultan Alâeddin Muhammed’in Emîr-i Âhûr’u øhtiyareddin Keúlu, Nesevî’nin kaydına göre “ Emîr-i Âhûr-u Büzurg-i Sultan unvânı ile anılıyordu ve o, öyle bir rütbede idi ki, otuz bin süvarinin de kumandanıydı”.419 Emîr-i Âhûr øhtiyareddin’in makamının yüksekli÷inden aldı÷ı kuvvetle kendisine büyük bir güven duydu÷u anlaúılıyor. Çünkü anlatılanlara göre o úöyle diyordu: “østersem bir saatin içinde bir dinâr harcamadan bu otuz bin atı altmıú bine yükseltebilirim. ..ùu an Sultanın ülkede bulunan at sürülerine haber salsam, her sürüden bir çobanın yanıma gelmesini istesem anında otuz binlik bir artıú olur”.420 Görüldü÷ü gibi Emîr-i Âhûr, ülkenin her yerindeki ahırların sorumlusudur ve buralarda çalıúanların en yüksek âmiridir. Cengiz han, Otrâr’ı ele geçirdikten sonra Buhara’yı kuúatmıútı. Bu sırada Sultan Alâeddin Muhammed’in Emîr-i Âhûr’u Keúlu, Buhara’da idi. Nesevî, onu ve beraberindekileri “iú iúten geçti diye savaúı ihmal ettiler, durup savaúacaklarına bir 416 Nesevî, Farsça, s.244. Nesevî, Farsça, s.117. 418 Abbas Sabbâ÷, “Mîrâhur”, DøA, C:XXX, s.141. 419 Nesevî, Farsça, s.69; Ayrıca, Bünyadov, age., s.111. 420 Nesevî, aynı yer. 417 106 çıkıúla kendilerini kurtardılar” sözleriyle eleútirmektedir.421 Açıkça anlaúıldı÷ı üzere Emîr-i Âhûr -zaten Emîrler arasından seçilmesinden de görüldü÷ü gibi- sadece ahırları idare eden bir görevli de÷il aynı zamanda yüksek rütbeli bir askerdir. Nesevî’nin úehrin müdafaası için savaúmasını beklemesi de, savaúmanın onun görevlerinden olmasından ileri gelmektedir. f. Emîr-i Alem Hükümdarın bayra÷ını taúımakla görevli kumandandır.422 Savaúlarda, Sultanın yanında, ordunun merkezinde yer alan bayrak ve sancakları alemdârlar taúıyorlardı ve alemdarların baúı da Emîr-i Alem’di.423 Ayrıca bayrak ve sancakların yalnız savaúlarda bulunması ile de÷il aynı zamanda imâl ve muhafazası ile de Emîr-i Alem’in meúgul oldu÷unu söyleyebiliriz. Nesevî’de Sultan Alâeddin Muhammed devrini anlatırken emîrü’l-alemi’lIrakî unvânı ile ùemseddin adında bir kumandanı zikretmektedir.424 g. Çetrdâr Sultanın çetrinin taúınması, açılması ve muhafazasından çetrdârlar sorumludur. Savaú ve seferlerde hükümdarın yanında bulunurlardı. Zaten bilindi÷i üzere hükümdarlık alâmeti olan çetr Sultanların seferlerinde her zaman yanlarında idi. Sultan Alâeddin Muhammed, Rey civarında Atabeg Sa’d’ın kuvvetleri ile savaúı sırasında çetri çetrdârlar tarafından savaúın baúlamasından bir süre sonra Sultanın emri ile açılmıú ve Atabeg’in kuvvetleri ancak o zaman kiminle çarpıútıklarını anlayıp savaúa son vermiúlerdi.425 421 Nesevî, Farsça, s.63. Abdülkerim Özaydın, “Mîr-i Alem”, DøA, XXX, s.123. 423 Bayrak ve sancakların savaúta ordunun merkezinde bulunmasına dair örnek için bkz., Cüveynî, age., s.370. 424 Nesevî, Farsça, s.70; Özaydın, agmd., s.124. 425 Nesevî, Farsça, s.23; øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.271. 422 107 Sultan Celâleddin Hârizmúâh, daha önce bahsetti÷imiz gibi, Erzurum hakimi Rükneddin Cihanúâh’ı kabul etti÷i sırada, Sultanın çetri çetrdârların elinden düúerek yıkılmıútı.426 h. Taútdâr Sultanın le÷en ve ibriklerinden sorumlu görevlidir. Bu makamın önemi Sultanın çok yakınında bulunmasından ileri gelmektedir. Bu göreve getirilen kiúi úüphesiz ki, hükümdarın güvenini kazanmıú olmalıdır.427 Hârizmúâhlar’ın atası Anuútegin, Büyük Selçuklu Sultanı Melikúâh’ın taútdârıydı. O, bu makama gulamlıktan geldi.428 Hârizmúâhlar’da bu saray görevine nasıl ulaúıldı÷ını ve bu makam sahibinin saray içindeki görevini icrası hakkında bilgimiz yoktur. Bildi÷imiz, makamın Hârizmúahlar sarayında varlı÷ıdır ve taútdârın daima Sultanın yanında oldu÷udur. Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın taútdârı Cemâleddin Ferruh idi. Sultanın onu elçilikle görevlendirdi÷ini biliyoruz.429 øbn Bibî’ye göre, “Melik” unvânı taúıyan Cemâleddin, Sultan Alâeddin Muhammed’in yakın adamlarından biri idi.430 i. Emîr-i ùikâr Sultanın av organizasyonlarını düzenleyen görevlidir. Av hazırlıklarını yapar ve av boyunca Sultanın hizmetinde bulunurdu. Her halde av için uygun yerin tespiti ve uygun zaman konusunda Sultanı bilgilendirmek de Emîr-i ùikâr’ın görevidir. Bu görev için, Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın Emîr-i ùikâr’ı Seyfeddin’in adını tespit edebildik.431 426 Nesevî, Farsça, s.198-199. Taútdâr için bkz., Erdo÷an Merçil, “Selçuklular’da Taútdâr Müessesesi”, Prof. Dr. øsmail Aka Arma÷anı, østanbul 1999, s.55-59. 427 428 Bkz., Kafeso÷lu, age., s.36-37; Barthold, age., s.346. Nesevî, Farsça, s.175. 430 øbn Bîbî, age., C:I, s.379; Nesevî, Arapça, s.198. 431 Nesevî, Arapça, s.198. 429 108 j. Câmedâr Sultanın elbiselerinin muhafazasından sorumlu görevlidir. Hârizmúâhlar’da bu görevlinin saraydaki iúlerini tespit edemiyoruz. Bir tane örne÷imiz bu makamın varlı÷ını bize göstermektedir. øbnü’l-øbrî, Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın ölümüne dair rivayetleri kaydederken: “Bazılarına göre, esvapçısının elbiselerini giyerek bir müddet dolaúmıútır. ..Bu sayede bir süre gizlice yaúamıútır”432 demektedir. k. Kıssadâr Hükümdara iletilecek dilek ve úikayetleri yazılı olarak toplayan ve bizzat hükümdara sunan görevlidir. Nesevî’nin kaydına göre, Hârizmúâhlar’da en saygın ve úerefli memuriyetlerden biri idi. Kıssadâr, dilekçeleri Perúembe akúamları Sultana sunardı ve cevaplarını alarak gerekli yerlere iletirdi.433 l. Devâtdâr Sultanın yazı takımlarından sorumlu görevlidir. Hârizmúâhlar’da varlı÷ını tespit edebilmemize ra÷men görevi hakkında bilgi bulamadık. Sultan Celâleddin devri için devâtdâr olarak Saâdeddin’in adı geçmektedir.434 m. Çaúnigîr Sultanın yemeklerinin hazırlanmasından sorumlu olan görevlidir. Sultan için hazırlanan yiyecek ve içeceklerin önceden tadına bakan bu görevli, Sultanın zehirlenme ihtimaline karúı alınan bir önlem icabı var olan bu makamı iúgal ediyordu. Gerçekten de zehirleme úeklinde hükümdarların ortadan kaldırılmasına yönelik kasdın örneklerinin bolca oldu÷u dönemler için bu makam bir ihtiyacın gere÷i idi. ùüphesizdir ki, caydırıcılık etkisi de vardı. 432 Abul-Farac, age., C:II., s.229-230. Nesevî, Farsça, 134. 434 Nesevî, Arapça, s.157. 433 109 Hârizmúâhlar’da bu makam için Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın Çaúnigîri olan ùerefeddin Tu÷rul’u sadece isim olarak tespit edebildik.435 n. ùarâbdâr Sultanın içeceklerinden sorumlu görevlidir. Bu içeceklerin temini, depolanması ve bu depolar, belki de üretimleri bu görevlinin sorumluluk sahasıdır. Sarayın içece÷ine dair ihtiyaçların tespiti, ülke genelinden gerekli ürünlerin temini de onun yetki ve görevleri arasında olabilir. Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın úarabdârı olarak Sadeddin Ali’nin adı geçmektedir.436 o. Tabîp Sarayda, hükümdarın hizmetinde tabipler de bulunuyordu. Tabiplerin seferler sırasında da Sultanın yanında olduklarını biliyoruz. Hârizmúâh Atsız ölmeden önce øbnül-Esîr’in kaydına göre felç olmuútu. Doktorlar onu tedavi etmek için çok u÷raútılarsa da olumlu netice alamadılar. Ve gene øbnü’l-Esîr’e göre, doktorlarının bilgisi dıúında ilaçlar kullanmıútı ve bunun üzerine de hastalı÷ı úiddetlenmiú, iyice güçten düúerek hayatını kaybetmiúti.437 Sultan Tekiú, vezîri øsmâîliler tarafından öldürülünce o÷lunu onlarla mücadele için görevlendirmiú, kendisi de aynı amaçla asker toplamaya baúlamıútı. O, bu sırada hasta idi. Nefes darlı÷ı çekiyordu. Hastalı÷ı burnuna ve bo÷azına da geçmiúti. Tabipler onu muayene ederek istirahat etmesi tavsiyesinde bulundularsa da Sultan onlara itibar etmeyerek “içindeki kin ateúinin iste÷ine uyup, yola çıktı”.438 Ancak kısa sürede hastalı÷ın úiddeti arttı ve bu hastalıktan kurtulamayarak hayatını kaybetti.439 435 Nesevî, Farsça, s.190. Nesevî, Farsça, s.113. 437 øbnül-Esîr, age., C:XI., s.179. 438 Cüveynî, age., s.277. 439 Cüveynî, aynı yer; øbnül-Esîr, age., C:XII., s.133. 436 110 Sultan Tekiú’in o÷lu Yunus Han da gözlerinden hastalanmıú ve doktorlar bu hastalı÷ın tedavi etmeyi baúaramamıúlardı.440 p. Müneccim Hârizm Sultanları, astrolojinin iúaretlerine önem veriyorlardı ve yanlarında müneccimler bulunduruyorlardı. Sultan Tekiú, düúmanlarının kökünü kazımak düúüncesiyle planladı÷ı Irak seferine güneúin Koç burcuna girdi÷i “u÷urlu gün” de, yani 21 Mart’ta çıkmıútı.441 Öte yandan Sultan Alâeddin Muhammed, Mo÷ollar’ın geliúi karúısındaki çaresizli÷ini biraz da yıldızlarının u÷urunu kaybetmesine yoruyordu. “Baúvurdu÷u müneccimler de ona u÷urlu yıldızlarını batmakta oldu÷unu ve u÷ursuzların do÷makta oldu÷unu söylediler”.442 Gerçekten de astroloji itibar gören bir sahaydı ve müneccimler de Sultanların yanı baúındaydı. Reúidüddin Vatvât bir kasidesinde yıldızların u÷uruna úu úekilde atıf yapıyordu: “ øki u÷urlu yıldızın bir burçta bir araya geldikleri gibi, iki kutlu padiúâh da bir sarayda bir araya geldiler”.443 Sultan Celâleddin Hârizmúâh da müneccimlerin sözlerine itibar ediyordu. O, øsfahan’da bulundu÷u sırada, úehir yakınlarında bulunan Mo÷ol kuvvetlerine karúı ne yapması lazım geldi÷ini müneccimlere sormuútu. Müneccimler üç gün bekledikten sonra harekete geçmesini tavsiye ettiler. Sultan üç gün bekledi.444 Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın müneccimlerinden biri de øbn Bîbî’nin annesi idi. øbn Bibî’nin anlattıklarına göre, Türkiye Selçuklu Sultanın elçisi olarak 440 Cüveynî, age., s.271. Cüveynî, age., s.266. 442 Cüveynî, age., s.317. 443 Cüveynî, age., s.256. Reúidüddin Vatvât bu kasîdede Hârizmúâh Atsız ile Sultan Sencer’in kız kardeúinin o÷lu olan Rükneddin Muhammed b. Muhammed Bu÷ra Han’ın bir araya gelmesini övmektedir. 444 Nesevî, Farsça, s.167. 441 111 Ahlat’a giden Kemaleddin Kâmyâr onu Sultan Celâleddin’in yakınında görmüútü. Onun hakkında “kendisine baúvurulan, sözü kabul gören ve saygı duyulan biri” oldu÷u sonucuna varan elçi dönüúte gördüklerini Sultan Alâeddin’e anlatmıútı.445 Zaten daha sonra øbn Bibî’nin annesi ve babasının Türkiye Selçukluları’nın hizmetine girdiklerini biliyoruz. øbn Bibî’nin ifade etti÷i gibi, gerçekten de “kadınların ilimle u÷raúmaları ender rastlanan bir durumdu ve kendisi de hayranlık uyandırmakta idi”. øbn Bibî’nin annesi müneccimli÷i büyükbabasından ö÷renmiúti.446 r. Mihter-i mihterân Sultanın günlük oda hizmetlerinden, yatak, çadır ve döúeme malzemelerinden sorumlu olan “mihterler”in baúı yani ferraúlar olup aynı zamanda mukaddem-i ferraúân unvânıyla da anılır. Sultan Alaeddin Muhammed, Abeskûn adasında öldü÷ünde yanında Mihter-i mihterân Mukarrebüddin Mahmud da bulunuyordu ve onu defnedenler arasındaydı.447 s. Nedîm veya Havâss Sultanın yakınında bulunan bu görevliler, kaynaklarımızdan anladı÷ımız kadarıyla kendilerine verilen görevleri yerine getiriyorlardı. Bu görevler çok çeúitlidir. Kaynaklarımızda hem nedîm hem de havâss olarak adlandırılmaktadırlar. Ayrıca “Hâdimân-ı Hass” diye de bilinmektedirler. Havâss’ın baúı “Melik” unvânı taúımaktadır.448 Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Sultan Tu÷rul’un kızı olan Melike’nin Hoy’a gitmek arzusunu yerine getirmek için Hâdimân-ı Hass Taceddin Kılıç ve Bedreddin Hilâl’i görevlendirmiúti.449 øbn Bîbî, age., C:I., s.439. øbn Bîbî, age., C:I., s.2. 447 Nesevî, Farsça, s.70. 448 Nesevî, Arapça, s.111; Taneri, age., s.103. 449 Nesevî, Farsça, s.141. 445 446 112 Gene Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Gürcistan seferinde baúarılı olunca müjdeyi Tebriz’e ulaútırmak görevini nedîmi Teceddin Kılıç’a vermiúti.450 t. Müstahdemler Sarayın genel iúleri için görevlendirilen müsdahdemlerin baúı “Mukaddem-i Çavûúân” idi.451 Çavuúlar ve müstahdemler onun emri altındaydı. Bunlar ordudaki çavuú sınıfından farklıdır ve saray görevlileridir. Ancak bunlar da savaú ve seferlerde hükümdarın yanında bulunup, onun emirlerini yerine getiriyorlardı.452 Sultan Alâeddin Muhammed Abeskûn adasında iken yanında, 453 hizmetlilerinden Bulak Çavuú da vardı. Mukaddem-i çavuúân, öyle anlaúılıyor ki emrinde çalıúacakları seçerek bu görevlere getirebiliyordu. Çünkü Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Mukaddem-i çavuúân Kemaleddin’i øsmâîlî fedaîlerini istihdam etti÷i için öldürtmüútü.454 Hârizmúâhlar sarayındaki görevliler úüphesiz burada anlattıklarımızla sınırlı de÷ildir. Biz kaynaklarımızdan örneklerini bulabildiklerimizi buraya aldık. Aslında kaynaklarımız bu görevlilerin saraydaki hayatları hakkında hemen hemen hiçbir úey söylemiyor. Genellikle Sultanların baúından geçenleri anlatırken yeri geldikçe bu görevlilerden, o anki yaptıklarından bahsetmek üzere söz ediyorlar. Kaynaklarımızda belli belirsiz varlı÷ına iúaret edilen nöbetçiler455ve muhafızlar (müfredân-ı ebvâb)456 da saray görevlileri arasındadır. Ayrıca sarayda gulamların oldu÷unu da söyleyebiliriz. Saray görevlilerinden gulamlıktan gelen var mıydı? Ya da gulam müessesesi Selçuklu devletindeki gibi mi iúliyordu? Bu soruların cevabını tespit etmek Hârizmúâhlar için gerçekten çok zordur. Ancak úu kadarını söyleyebiliriz ki, gulam müessesesi, e÷itimi ve sarayda çeúitli görevlerde 450 Nesevî, Farsça, s.144. Nesevî, Farsça, s.165. 452 Taneri, age., s.106. 453 Nesevî, Farsça, s.70. 454 Nesevî, Farsça, s.165. 455 Cüveynî, age., s.374. 456 Cüveynî, age., s.366. 451 113 yükselmeleri Selçuklu örne÷indeki gibi de÷ildi. Hârizmúâhlar’da birçok görev baúarıya göre tayin edilebiliyordu ve sultanın emri ile bir görevliler yetki sahalarının dıúında da birçok vazifeyi yerine getiriyorlardı. G. ORDU TEùKøLÂTI 1.ORDUNUN YAPISI VE KARAKTERø Çalıútı÷ımız dönem devletleri için siyasî olan her olay aslında askerîdir. Siyâsî planların, siyâsî hedeflerin gerçekleúmesi askerî faaliyetler ile do÷ru orantılıdır. Bu nedenle Hârizmúâhlar için de ordu aynı zamanda devleti kurmak, yaúatmak, sınırları geniúletmek ve hatta devleti yıkmak anlamlarına gelir. Bu tespit bizi Hârizmúâhlar ordusunun yapısını ve özelliklerini incelemeye sevk etmektedir. Hârizmúâhlar ordusunu, devletin kuruluúundan itibaren bulundu÷u faaliyetler açısından genel olarak inceledikten sonra, bu kuúbakıúı de÷erlendirmenin çizdi÷i hatlar çerçevesinde Hârizmúâhlar’da ordu ile ilgili olarak tespit etti÷imiz her bilgiyi uygun baúlıkta incelemeye çalıúaca÷ız. Kaynaklarımız Hârizmúâhlar ordusuyla ilgili olarak savaú merkezli bilgiler vermektedir. Orduya dair birçok konu kesin olarak kaynaklarımızda yer almaz. Örne÷in askere alınıú, uygulanan e÷itim, kusurlu bulunan askerlere kusurun úiddetine göre verilen cezalar ve ganimetlerin paylaúımı kaynaklarımızda do÷rudan yer almamaktadır.457 Buna ra÷men kaynaklarımızdan elde etti÷imiz bilgilerle Hârizmúâhlar ordu teúkilatını inceleyebilme úansına sahibiz. 457 Hârizmúâhlar tarihine çalıúmıú olan Nafi’ Tevfik’in, kitabının ordu teúkilatı kısmının baúında kaynaklardan yakınmasına bu noktada katılmakla beraber, baúlangıçtan itibaren onun bu yakınmadaki asıl gayesinin Hârizmúâhlar’ın Irak havalisinde yaptıkları tahribatı ve halka muamelelerini tek ilgi oda÷ı halinde ele almasını maksatlı buluyoruz. Ayrıca Tevfik yaptı÷ı de÷erlendirmelerde zamanın gerçeklerini, devrin di÷er bütün devletlerinin de aynı úekilde de÷erlendirilmesi gereklili÷ini hiç dikkate almamıútır. Bu bahsi biraz açmak ve Tevfik’e bir cevap vermek istiyoruz. Tevfik, kitabının 213-215. sayfalarını “Fethedilen Ülke Halkına Hârizmliler’in Davranıúı” baúlı÷ına ayırarak, “onların kalpleri øslâm merhametinden yoksundu” demektedir. Bkz.s.213. Ayrıca suçlamaları bu kadarla sınırlı kalmayarak úu ifadeleri kullanmaktadır: “Hârizmliler’in zafer kazandıkları ülkelerdeki halka muamelesi iyi de÷ildi. Sultanlarının önünde ahaliye zulüm ederlerdi....Davranıú biçimlerinin çok kaba ve úiddet içeren davranıúlar oldu÷u konusunda herkes birleúiyor...Kafası uçurulmaktan kurtulanlar zulüm ve úiddetten kurtulamazlardı. Baúarı ve nüfuzları oranında zulüm ve gaddarlıkları paralel olarak úiddetini artırırdı.” “Hârizmli askerler, zulüm ve tahripkârlı÷ı adeta normal davranıúmıú gibi huy edinmiúlerdi. Halkın mal ve mülklerini ellerinden almayı ola÷an sayarlardı.” Bkz. s.213. Do÷rusu 114 Hârizmúâhlar Devleti askerî sistem üzerine kurulan bir devlettir ve devletin bu temel dayanak noktası devlet sisteminin úekillenmesinde birinci derecede rol oynayan etken olarak bütün hükümdarları tarafından öncelikli olarak de÷erlendirilmiútir. Hârizmúâhlar Devleti’nin kuruluúu askerî güce dayanmaktadır. Hârizmúâh Atsız, Sultan Sencer’e karúı ba÷ımsızlık hareketine giriúti÷inde úüphesizdir ki, etrafında topladı÷ı askerî kuvvetlere güveniyordu. Aynı zamanda Atsız, iyi bir askerdi. O, Sultan Sencer’in yanında savaúlara katılmıú ve gösterdi÷i baúarılar ile Sultan’ın gözünde sa÷lam bir yer edinmiúti. Onun savaúlarda gösterdi÷i baúarıları, cesareti ve askerî yeteneklerini kaynaklarımız da övmektedir.458 Atsız, Sultan Sencer’in yanından ayrılıp Hârizm’e döner dönmez isyan bayra÷ını açmıú, ba÷ımsızlık için mücadeleye baúlamıútı. Ancak onun en azından úimdilik askerî gücünün böyle bir teúebbüs için yeterli olmadı÷ı Sultan Sencer’in, Hârizm’e yürümesi ile anlaúıldı. Sultan Sencer, tabiîdir ki, Atsız’ın bu teúebbüsünü affedemezdi. 1138 yılı Eylül ayında Belh’den hareketle Hârizm üzerine yürüdü. Sultanın hareketi karúısında Atsız bir varlık gösteremedi÷i gibi o÷lu Atlıg da biz bu ifadeler karúısında el-insaf! demekten kendimizi alamıyoruz. Görüldü÷ü gibi ifadeler hem çok keskin hem de sanki sadece Hârizmliler böyle davranıyormuú izlenimini vermeyi hedefliyor. Oysa bu do÷ru de÷ildir. Adı geçen sayfalarda Sultan Tekiú ve Sultan Celâleddin Hârizmúâh devirlerinde yapılanlar örnek olarak gösterilmeye çalıúılmaktadır. Sultan Celâleddin devrinde orduya Sultanının tam bir hakimiyetinin süreklili÷inden bahsetmek do÷ru olmaz. Celâleddin devrinin úartlarını göz ardı etmek ise tarihçilere yakıúmaz. Sultan Celâleddin Hârizmúâh devletini kurtarmaya, mümkün olan bir co÷rafyada tutunmaya çabalayan ve hatta bunun için çırpınan bir hükümdardır. Mo÷ol tehdidi yanı baúındadır ve nereye gitse peúinden gelmektedir. Onun zamanında devletin bütün kurumlarıyla tamamen iúledi÷ini bile söyleyemeyiz. Ayrıca, onun çıkan isyanlar karúısında sert tedbirler almasının yanlıú tarafı yoktur. Bu halde bile Sultan Celâleddin örne÷in, Tebriz civarında halkın periúan halini görünce vezîre ait ambarlarda bulunan hububatın halka da÷ıtılmasını ve alınacak verginin üç yıl ertelenmesini emretmiúti. Nesevî, onun yaptıkları için “adaleti severdi ancak çıkan isyanlarda adalet yolundun ayrıldı..” derken aslında bir gerçe÷e iúaret etmekte ve devamında da bunun nedeni olarak sultanın zamanındaki kargaúayı göstermektedir. Bkz. Taneri, age., s.87. Sultan Tekiú devri Irak’ında yaúananlara gelince bu hadiselerde Halifenin payını da unutmamak gerekir. Bölgede huzursuzluktan ve kargaúadan nasiplenmeye çalıúması adı geçen bölgenin adeta kaynayan kazan halini almasına sebep olmuútur. Biz burada taraf tutmak amacında de÷iliz. øfade etmeye çalıútı÷ımız tarihçinin görevinin dönemin gerçeklerini göz ardı etmesinin yanlıúlı÷ıdır. Gücün bilek gücü anlamına geldi÷i, savaúta kazananın hemen ço÷unlukla keyfi davrandı÷ı, ya÷manın talanın her millet tarafından yapıldı÷ı bir ça÷dan bahsediyoruz. Savaúta payına düúen insanların alınıp satılmasının meúru oldu÷u bir ça÷da “galip olan her úeyi alır” mantı÷ının dıúında davranan mı olmuútur? Belki tarihçi haklı bulup bulmadı÷ını úahsi görüúü olarak verebilir ama her halde tek bir tarafı hedef alarak suçlama yapmasına tarih ilmi izin vermez. 458 Cüveynî, age., s.250; Mîrhând, age., CIV., s.357. 115 öldürülmüútü.459 Aslında Atsız’ın kuvvetlerine güvendi÷ini anlıyoruz. Çünkü o, savaú için gerekli hazırlıkları yapmıú ve savunma tedbirlerini almıú bulunuyordu. Ne var ki, Sultanın ordusu ile savaúın hemen baúlangıcında ordusu çözülmeye baúlamıú ve Atsız yenilgiye mani olamamıútı. Hârizmúâh Atsız’ın kendisine ba÷ımsızlık u÷rundaki bu güveni ve istiklâl mücadelesi úâyân-ı dikkattir. Çünkü onun ba÷ımsız bir hükümdar olmak u÷runa giriúti÷i bu teúebbüs Kafeso÷lu’nun ifadesiyle; “Sultan Sencer gibi tarihin sayılı büyük hükümdarlarından”460 birine karúı veriliyordu. øúte bu nedenledir ki, biz de Hârizmúâhlar ordusu incelerken, Atsız’ın ba÷ımsızlık teúebbüsünü, devletin ordusunun da kuruluú dönemi olması sebebiyle dikkatle ele almayı uygun bulduk. Çünkü Atsız’ın ba÷ımsızlık mücadelesi tamamıyla askerî bir harekettir. Acaba Hârizmúâh Atsız, Sultan Sencer’e karúı koyacak gücü kendisine hissettiren bu güveni nereden alıyordu? Buradaki bir sebep, Selçuklu Devleti ve Sultanının artık güçten düúüyor olması ise de biz konuya Atsız cihetinden bakaca÷ız. Hârizmúâh Atsız, anlaúıldı÷ı üzere Cend ve Mangıúlak arasında bulunan arazilere akınlar yaparak elde ettikleri ile ordusunu kuvvetlendirmeye çalıúıyordu. Sultan Sencer’in birinci Hârizm seferinden sonra hazırlanan ve Selçuklu dîvânından çıkan belgeye göre, “ Atsız, bu bölgedeki Müslüman ahalinin kanını dökmüútü ve bütün bu giriúimleri Sultan’dan izin almadan uygulamıútı”.461 Atsız daha sonraki tarihlerde de bu bölgeler ve hatta daha da kuzeye seferler yaparak bozkır Türk kavimlerinin ordusuna katılmasını temin etmiúti. Öyle ki, o, Cend Fetihnâmesi’nde “suƥnjr-u øslâm”ı müdafaa462 ile övünüyordu. Atsızın güvendi÷i bu kuvvetler Hârizmúâhlar ordusunun temelini oluúturdu. Ancak bu ordu hiçbir zaman Sultan Sencer’i ma÷lup edebilecek güçte de÷ildi. Atsız, Sultan Sencer’e karúı askerî her hangi bir galibiyet kazanamadı. Bu ifadelerden Cüveynî, age., s. 251; øbnü’l-Esîr, age., C:XI., s.67. Kafeso÷lu, age., s.44. 461 Leningrad Münúeat Mecmuası, vr. 143b- 145b için bkz., Köymen, Münúeat Mecmuaları, s.587588; Kafeso÷lu, age., s.47. 462 Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, ø.Ü. Kütüphânesi, Nr:F 424, vr.33a-39b; Ayrıca bakınız, Köymen, agm., s.581. Cend’in önemi için ayrıca bkz. Abdülkerim Özaydın, “Cend”, DøA, C:VII, s.359-360. 459 460 116 ordusunun güçsüz oldu÷u sonucu çıkmaz. Çünkü, örne÷in Sultan Sencer’in ilk Hârizm seferinde Atsız her ne kadar yenilmiú ve makamından alınmıú ise de Sultanın bölgeden ayrılması üzerine tekrar ve zorla idareyi ele geçirmeyi baúarmıútı. Atsız ba÷ımsızlık u÷runa askerî teúebbüslerde bulunmaktan asla vazgeçmemiúti. Bilindi÷i üzere Sultan Sencer, Atsız’ın bu giriúimleri karúısında Hârizm’e üç kez sefer düzenlemek zorunda kaldı. Hârizmúâh Atsız, Sultan Sencer’e 1138 yılındaki ma÷lubiyetinin ardından askerî faaliyetlerine devam ile 1140’da Buhara’ya saldırmıútı. Daha sonra Sultana itaatini bir belge ile resmen ilân etmiú463 ise de bu durum gerçe÷i yansıtmıyordu. 1141 yılında Sultan Sencer’in, Katvân’da ma÷lup olmasından Hârizmúâh Atsız, Horasan’ı ele geçirme noktasından faydalanmaya çalıúarak önce Serahs, ardından da Selçuklu payitahtı Merv üzerine yürümüútü. 1142 baharında onu Niúâbûr önlerinde görüyoruz. Atsız’ın bütün bu giriúimleri bize onun ordusunun gücü açısından bir fikir vermektedir. Sultan Sencer 1143 Temmuzunda ikinci kez Hârizm’e sefer düzenlemiú, Atsız baúlangıçta karúı koymaya çabalamıúsa da yenilece÷ini anlayınca af dileyerek tâbîiyyeti kabul etmiúti. 1147’de Sultan Sencer üçüncü defa Hârizm’de idi. Atsız bu defa Hezâresb Kalesi’nde ona iki ay kadar direnebilmiúti. 464 Görüldü÷ü gibi Hârizmúâh Atsız, mücadelesinden hiç vazgeçmedi. Sultan Sencer’in 1153 yılında O÷uzlar’a esir düúmesinin ardından Hârizmúâh, beklenen hareketler içine girmedi. O, O÷uzlar’a karúı tek baúına bir mücadeleyi göze alamadı. Oysa Katvân Savaúı’ndan sonra süratle Horasan’ı istilaya kalkıúmıútı.465 Atsız, devletin kurucusu sıfatıyla güçlü bir ordunun da temellerini atmıú oldu. Ayrıca onun dönemi Hârizmúâhlar ordusunun daha sonraki dönemlerde alaca÷ı úeklin de habercisi oldu. 463 Bu sevgendnâme için bkz., Köymen, agm., s.580-581. Cüveynî, age., s.253 vd; øbnü’l-Esîr; age.,C:XI, s.92; Hüseynî, age., s.67; Köymen, Büyük Selçuklu ømparatorlu÷u Tarihi: økinci ømparatorluk Devri, s.342-353. 465 Bkz. Kafeso÷lu, age., s.65-72. 464 117 Hârizmúâh Atsız öldü÷ünde (31 temmuz 1156) øl-Arslan, kumandanlar ve askerin biat etti÷i úehzâde olarak yanında bulunan ordu ile Horasan’dan Gürgenç’e hareket ederek Hârizm tahtına çıkmıútı.466 Emrindeki ordu Hârizmúâh øl-Arslan’a daha saltanatının ilk zamanlarında øran iúlerine karıúma imkanı sunmuútu. Ayrıca Hârizmúâh askerî gücüne güvenerek Irak’taki geliúmeleri de dikkatle takip ediyordu. Sultan Sencer’in ölümünden (9 Mayıs 1157) sonraki geliúmelerin baú aktörü olma talebi ise úüphesiz ki güvendi÷i askerî kuvveti nedeniyledir. Hârizmúâh øl-Arslan 1160’ta Horasan’daki kuvvetleri sayesinde kısmen de olsa bir otorite sa÷lamıú bulunuyordu. 1165’te Nesâ’da hutbeyi kendi adına okutuyor, ardından da önceleri himaye edip úimdi arasının bozuk oldu÷u, Sultan Sencer’in eski kumandanlarından Dihistan sahibi øhtiyarüddin Aytak üzerine úiddetle yürüyüp adı geçen úehre hakim oluyordu.467 Hârizmúâh øl-Arslan’ın Niúâbûr civarındaki hareketleri bölgenin Müeyyed Ay-aba’nın kontrolünde olması sebebiyle onu destekleyen Atabeg øldeniz’in Hârizmúâh’ı faaliyetlerinden dolayı tehdit etmesine sebep olmuú ise de, 1167 tarihinde Bistam yakınlarındaki savaúta galip gelen øl-Arslan olmuútu.468 1167 tarihinde Hârizmúâh øl-Arslan’ın ordusunun gücü Horasan’ı itaat altına almaya yetiyordu. Bu tarihlerde Hârizmúâh, Maveraünnehr Karluklar’ının hâmîsi sıfatıyla bölge iúlerine iyiden iyiye müdahale edebilen bir gücü ifade ediyordu ki, dayana÷ı da úüphesiz ki ordusuydu. Onun bu giriúimlerine cevap olarak harekete geçen Karluklar’a Hârizmúâh’ın ordusu Ayyar Bey kumandasında karúı durmayı baúaramayarak ma÷lup oldu÷unda øl-Arslan’ın hastalı÷ı iyice artmıú durumdaydı. Bu yenilginin hemen ardından 19 Mart 1172 tarihinde Hârizmúâh øl-Arslan öldü.469 Hârizmúâh øl-Arslan’ın takip etti÷i siyaseti askerî kuvvetleriyle desteklemesi Hârizmúâhlar Devleti’nin temellerinin sa÷lamlaúmasına katkı sa÷ladı÷ı gibi 466 Cüveynî, age., s.257. Kafeso÷lu, age., s.76-78. 468 Ayrıntılar için bkz. Kafeso÷lu, age., s.78. 469 Cüveynî, age., s.256 vd.; øbnü’l-Esîr, age., C:XI, s.303; Mîrhând, age., C:IV, s.365. 467 118 kendinden sonrası için de devletin daha ileriye götürülmesine uygun bir ortam hazırlamıútır. Hârizmúâh øl-Arslan’ın ölümünden sonra yaúanan Tekiú ve Sultanúâh arasındaki taht kavgası devletin askerî kuvvetlerini de parçaladı. Sultanúâh Mahmud’un iktidarını Alâeddin Tekiú tanımadı. Sultanúâh’ın annesi Terken Hatun’un onu zorla dize getirmek için ordu hazırlatması üzerine Alâeddin Tekiú, Karahıtaylar’dan yardım istedi. Karahıtay hükümdarı Gürhan470’ın kızı devletin baúı olarak kocası Fuma idaresindeki ordu ile sa÷lanan anlaúma gere÷i Tekiú’e yardımı kabul etti. Sultanúâh ve annesi bu güce karúı koyamayacaklarını anlayarak Gürgenç’i terk ettiler.471 Öyle anlaúılıyor ki, taht kavgasının baúlangıcında kardeúlerden biri di÷erine kendi kuvvetleriyle üstünlük sa÷layabilecek askerî kuvvete sahip de÷ildi. Sultanúâh bundan sonra hep yardımcılar aramıú ve hatta bir kere de o, Gürhan’ın kızından yardım temin ederek, gene Fuma idaresindeki Karahıtay ordusuyla birlikte Gürgenç önlerine ulaúmıútı. Ancak ne var ki, Alâeddin Tekiú’in yerinde askerî tedbirleri sayesinde zafer kazanamadı.472 Hârizmúâh tahtına hakim olan Alâeddin Tekiú 1174’te kardeúi ve onun annesini Subarlı’ya ulaútıkları sırada üzerlerine hücum ederek Terken Hatun’u öldürmüútü.473 Hârizmúâh Tekiú, kardeúi Sultanúâh kendisine karúı Horasan’da hazırlıklar yaptı÷ı sırada dahi Sirderya ötesinin devleti için önemini kavramıú ve bu do÷rultuda askerî faaliyetlerde bulunarak Barçınlıgkend ile civarını iktidarına ba÷lamayı baúarmıútı. Hârizmúâh bölgeyi o÷lu Taceddin Aliúâh’a verdi ki, bu bölge devletin hududunu gösteriyordu.474 Hârizmúâh Tekiú’in bu faaliyetlerinin anlamı, bozkır Türk kavimlerince Hârizmúâh’ın gücünün hissedildi÷idir. 470 Bkz. Abdülkerim Özaydın, “Gürhan”, DøA, C:XIV, s.323. øbnü’l-Esîr, age., C:XI, s.303; Ayrıca bkz., Kafeso÷lu, age., s.84. 472 Cüveynî, age., s.260 vd; øbnü’l-Esîr, age., C:XI, s.304; Mîrhând, age., C:IV, s.368 vd. 473 øbnü’l-Esîr, age., C:XI, s.303;Cüveynî, age., s.260 vd; Mîrhând, age., C:IV, s.367; Kafeso÷lu, age., s.86. 474 Ba÷dadî, age., s.38-43’de Taceddin Aliúâh adına Barçınlıgkend’in kendisine verildi÷ine dair menúûr yer almaktadır. Barçınlıgkend için bkz., Kafeso÷lu, age., s.93. 471 119 Hârizmúâh Tekiú’in askerî gücü 578 (1182) tarihine gelindi÷inde Buhara’ya hakim olmaya yetiyordu.475 Hârizmúâh Tekiú bundan sonra da Sultanúâh engeline ra÷men hem hâkimiyet bölgelerini geniúletmeye hem de ordusunu kuvvetlendirmeye devam etti. Daha Sultanúâh hayatta iken o, Horasan ve Mazenderan’a hakim bulunuyor, Irak’taki geliúmeleri de dikkatlice takip ediyordu. Ama gene de Sultanúâh’ın 29 Eylül 1193 tarihindeki476 ölümü ile tam bir serbesti kazandı. 25 mart 1194’te Irak Selçuklu hanedanından Sultan II.Tu÷rul’u ma÷lup ederek Hemedan’da tahta çıkması artık Hârizmúâh Alâeddin Tekiú’in bölgedeki en kuvvetli askerî güç oldu÷unu anlamına geliyordu. Ordusu da “Sultan”ın adı kadar büyük bir anlam ifade ediyordu. Sultan Alâeddin Tekiú bundan sonra askerî baúarılarının ve ordusunun kendisine verdi÷i güven sayesinde Abbasî Halifesine kafa tutabiliyordu. Öyle ki, Sultan Hemedan’da bulundu÷u sırada halifelik katından gelen elçi Mücîrüddin el-Ba÷dadî, Halifenin tehdit dolu mesajını ve elindekilerle yetinmesi uyarısını bildirdi÷inde Sultanın cevabı gözü yılmazlı÷ını ortaya koyar nitelikteydi. Sultan cevabında: “Sahib-i Dîvân-ı Arz, maiyetimizde yüz yetmiú bin süvari kaydetmiútir” diyerek askerin ihtiyacını karúılayabilmek için Halife’den, Hûzistân’ı da istiyordu.477 Sultan Alâeddin Tekiú bu cevabında ordusuyla övünmekte haklıydı. Sultan Tekiú ömrünün sonuna kadar askerinin kumandanı olarak savaúlara katılmıútı. Devletinin sınırları ve gücü buna ba÷lı olarak günden güne arttı. Sultan Tekiú 4 Temmuz 1200 tarihinde öldü÷ünde o÷luna teúkilâtı sa÷lamca oturmuú bir devlet ve çok kuvvetli bir ordu bırakmıútı. Devletin sınırları Ba÷dat civarından Talas yakınlarına kadar uzanıyordu ki, bu sınırlar artık imparatorluk sınırları idi.478 Gerçekten de Sultan Tekiú’in siyasî ve askerî yetenekleri ile baúarılarını ne kadar övsek azdır. Belki de bu yüzden tarihçiler ve hatta kaynaklar o÷lu Sultan Alâeddin Muhammed ile onu mukayese etmekten kendilerini alamamıúlardır. Sultan Tekiú 475 Hârizmúâh Tekiú’in Buhara’yı ele geçirmesinin ardından düzenlenen fetihnâme Ba÷dadî’nin adı geçen eserinin 125-131. sayfalarında bulunmaktadır. Belgede tarih yoktur. Ancak Barthold ve Kafeso÷lu’nun kabul etti÷i tarih 1182’dir. Bkz., Barthold, age., s.364 vd.; Kafeso÷lu, s.97. 476 Cüveynî, age., s.267. 477 Ravendî, age., C.II., s.355. 478 Kafeso÷lu, age., s.146. 120 tarihçiler tarafından övüldü÷ü kadar Sultan Alâeddin Muhammed özellikle Cengiz Han’ın ordularına karúı sergiledi÷i tutum ve uyguladı÷ı taktikteki hatası nedeniyle yerilmiútir. Sultan Alâeddin Muhammed, kuvvetli bir ordu elinin altında oldu÷u halde tahta çıkmıútı. Baúlangıçta ordusu onun tahtını sa÷lamlaútırmasına ve babasının ölümünü fırsat bilenlerin sindirilmesine yardım etti. Örne÷in Sultan Tekiú ölünce Irak elden çıkmıútı. Gurlular ise her zaman büyük tehlikeydi. Sultan, ordusunu harekete geçirerek 1201 Eylülünde Horasan’a girdi.479 Serahs’ta ise kumandanlı÷ındaki ilk baúarısızlı÷ını gösterdi. Gur hükümdarı Gıyaseddin tarafından burada görevlendirilen Emîr Taceddin Zengi b. Mesud’un úiddetli savunmasının yanı sıra, onun Sultan kıt’alarını çekerse kaleden ayrılaca÷ı do÷rultusundaki vaadine inandı. Oysa kale kumandanı, Sultanın askerlerinin uzaklaúması fırsatını iyi kullanarak gerekli ikmali temin ile kalesini savunmaya devam etmiúti. Hayal kırıklı÷ına u÷rayan Sultan Alâeddin Muhammed, Hârizm’e döndü.480 Kısa bir süre sonra Hârizm kuvvetleri Serahs’ı ele geçirmiú, Nesâ ve Ebîverd ile civar bölgeleri devleti tâbî kılmıúlar ise de bu örnek Sultan Alâeddin Muhammed’in askerî yetene÷ine iúaret etmesi bakımından kaydı de÷er. Hârizmúâhlar için ciddî bir tehlike olan Gurlular’ın ortadan kaldırılarak Gur ve Mazenderan bölgesinin hâkimiyete alınması baúarısı úüphesiz sultan Alâeddin Muhammed’e aittir. Yukarıdaki örne÷imizden onun askerî yeteneklerden yoksun oldu÷u sonucu çıkarılamaz. Sadece Sultan Tekiú ile mukayese etti÷imizde onun askerî yönünün babası kadar iyi olmadı÷ı sonucuna ulaúıyoruz. Gur Sultanı Gıyaseddin Ebü’l-feth Muhammed b. Sâm’ın Ocak 1203 tarihinde ölümü úüphesiz Hârizmúâhlar için iyi bir fırsattı.481 Çünkü úimdi de Gur tahtı için mücadele baúlıyordu. Sultan Alâeddin Muhammed, Gurlular’a a÷ır bir darbe indirmek gayesiyle Herat üzerine yürüdü. Seçilen bölge amaca en uygun yerdi. Çünkü Gurlular’ın Horasan’daki en önemli mevkii durumundaydı. Ocak 479 Cüveynî, Cüveynî, age., s.279. øbnü’l-Esîr, age., C:XII, s.146; Kafeso÷lu, age., s.152-153. 481 Mîrhând, age., C:IV, s.391; Kafeso÷lu, age., s.155. 480 121 1204’te Herat’ı ele geçiren Sultan buradan kuvvetleriyle Merv üzerine yürüdü.482 Ancak Gur Sultanı ùihâbüddin ustaca bir manevra ile 1204 Eylülünde Sultanın yoklu÷undan istifade gayesiyle do÷rudan Hârizm üzerine yöneldi. Sultan merkezini savunmak için süratle harekete geçti. Gur Sultanının kuvvetleri önlerine çıkan bütün engellerin aúarak Hârizmúâhlar Devleti’nin baúkenti Gürgenç’i kuúattılar. ùehir halkı müdafaa için büyük bir gayret sarfetti. ùâfîi Fakihi ømam ùihâbüddin-i Hayvakî minberlerden halkı hararetli konuúmalarıyla savunmaya davet ediyor, onun çabası muazzam tesirini anında gösteriyordu. Halk, úehir savunmasının baúında bulunan Terken Hatun’u büyük bir gayretle destekleyerek alınan tedbirlere bizzat katılıyor, para veya silah temini için varını yo÷unu ortaya koyuyordu.483 Bu durum aslında tam da Kazvînî’nin Gürgenç hakkında yazdıkları ile uyum sa÷lıyordu: “Bu kentin tüm halkı askerdir. Bakkallar, fırıncılar, kasaplar, terziler...”484 Sultan çok az bir kuvvetle úehre girip, süratle Gurlular ile savaúı kabul için Cüveynî’nin verdi÷i abartılı rakam olan yetmiú bin askerle olmasa da yabana atılmaz bir kuvvetle úehirden çıkmıútı.485 Sonuçta zafer Hârizmúâhlar’ın oldu. Bu örnekte dikkatimizden uzak tutmamamız gereken bir nokta da Gurlular’ın Hârizmúâhlar baúkentini kuúatacak askerî güce sahip olduklarıdır. Sultan Alâeddin Muhammed’in Gurlular’a nihâî darbeyi vurmasına imkân sa÷layacak bir geliúme de Mart 1206 tarihinde, ùihâbüddin Ebul-Muzaffer Muhammed b. Sâm’ın ölümü ile kendini gösterdi.486 Gur Devleti içinde baú gösteren kargaúadan Sultan Muhammed faydalanmayı bilmiú ve 1207’de a÷ır bir darbe indirmiúti. Sultan Alâeddin Muhammed devri de Hârizmúâhlar için hep askerî mücadeleler ile geçmiúti. Teúkilatı incelerken örneklerini verece÷imiz burada genel olarak de÷indi÷imiz bu askerî faaliyetler neticesi Sultan Alâeddin Muhammed 482 Geniú bilgi için bkz., Kafeso÷lu age., s.156-157. Cüveynî, age., s.282 vd.; Kafeso÷lu, age., s.158. 484 Kazvînî, Âsârü’l-bilâd, Beyrut 1960, s.519; Ayrıca bkz., Bünyadov, agm., s.45. 485 Cüveynî, age., s.282; Kafeso÷lu, age.,158. 486 Cüveynî,age., s.286-289. 483 122 Gurlular’ı ortadan kaldırmıú, Mazenderan ve Maveraünnehir’e tamamen hakim olmuú bulunuyordu. Öte yandan Kirman ve Sicistan imparatorlu÷a ba÷lıydı ve sınırlar Umman Denizi’ne dayanıyordu. Irak-ı Acem, Fars bölgesi ve Azerbaycan Sultanın ordusunun zaferleriyle tâbiiyyete girmiúti. Sınırların bu denli geniúli÷i, askeri sayısının çoklu÷u ve gücü Sultan Alâeddin Muhammed’in kendisini üstün hissetmesine kâfi geliyordu. Ancak 1217 yılı sonun baúlangıcı oldu. Sultan, Güçlük sorununu zamanında lehine çözemedi. Oysa Mo÷ollar bu sırada eskiden Karahıtaylar’a ait bulunan toprakları zaptetmiú ve Sirderya kıyılarına ulaúarak Hârizmúâhlar Devleti ile sınırdaú olmuú bulunuyorlardı.487 Ghulam Rabbani Aziz çalıúmasında Hârizmúâhlar Devleti’nin yıkılıúını, kartondan evlerin birdenbire yıkılıúına benzetiyor.488 Mo÷ollar’ın tek bir darbesinden sonra devletin ve ordunun çözülüúüne atıfta bulunan bu benzetme gerçe÷i ifade etmektedir. Ordunun asıl kuvvetini, kumandanından aldı÷ını, kumandanın bir ordu için ne büyük bir önem taúıdı÷ını da Mo÷ol darbesi gözler önüne sermektedir. Sultan Alâeddin Muhammed’in bocalaması, hemen sonra kaçmasını mecbur kılmıú, izledi÷i hatalı askerî yol ise her úeyini elinden almıú, imparatorlu÷unun bütün úa’úasının söndü÷ünü görerek onu yalnızlık içinde bir ölüme sürüklemiútir. Hârizmúâhlar’ın askerî faaliyetlerini genel olarak ele almaya çalıútık. Böylece ordunun ulaútı÷ı bölgeleri görebilmekteyiz. Ayrıca hükümdarlara göre kronolojik olarak askeri faaliyetleri de ele almıú olduk. Teúkilatı incelerken bu genel çerçevenin konuyu daha iyi açıklayaca÷ını düúünüyoruz. ùimdi de orduyu teúkilât olarak inceleyebiliriz. 487 488 Kafeso÷lu, age., s.228-229. Ghulam Rabbani Aziz, age., s.187. 123 a. Hâssa Ordusu “Do÷rudan hükümdarın emri altında bulunan”489 Hâssa Ordusunun birinci görevi baúkenti, hükümdarı ve saltanatı korumaktı. Bu cümleden hâssa ordusu baúkentte ve baúkentte yakınında konuúlanıyordu veya Sultan ile birlikte onun harekâtına katılıyordu. Örne÷in Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın hâssa birlikleri onun sürekli yer de÷iútirmek zorunda kalması nedeniyle daima sultanın yanında, hareket halinde bulunuyordu.490 Sultan Alâeddin Muhammed, Gurlular’a karúı Herat üzerine harekete geçerek bu úehri Ocak 1204’te ele geçirip Merv üzerine yürüdü÷ünde Gur Sultanı ùıhâbüddin’in Sultanın bu hareketine karúılık olarak hârizm baúkentini kuúattı÷ından yukarıda bahsetmiútik. Gur sultanı tehlikeyi bertaraf etmek için bu akıllıca askerî planını uygulamaya koydu÷unda Sultan ve ordusu merkezden uzakta idi. Daha önce úehrin savunmasında halkın gösterdi÷i gayretten bahsetmiútik. Sultan Gürgenç’e ulaúıncaya kadar úehrin savunmasını Terken Hatun üstlenerek gereken tedbirleri almıútı. ùüphesiz bu sırada baúkenti korumak için bırakılan hâssa birlikleri de úehirdeydi. Çünkü Sultan úehre çok az bir kuvvetle girebilmiúti. Gurlular ile savaúmak üzere úehirden çıktı÷ında ise beraberinde oldukça büyük bir kuvvet vardı. Nitekim bu sayede Gurlular’a karúı baúarı sa÷layabilmiútir.491 Hâssa birliklerinin bir kısmı Sultanın yoklu÷unda da baúkentte bulunarak koruma görevlerini yerine getiriyorlardı. Ayrıca Terken Hatun gibi güçlü bir kadının daha önce gördü÷ümüz devlet yönetimine do÷rudan katılmasının yanı sıra kumandanlık da yaptı÷ını vurgulamak isteriz. Hârizmúâh øl-Arslan öldü÷ünde (19 Mart 1172) baúkentinde de÷ildi. Onun yoklu÷u sırasında da hâssa birliklerinin Gürgenç’te veya úehrin yakınında bulundu÷unu anlıyoruz. ùehzade Tekiú, babasının ölümü üzerine tahta çıkan kardeúi Sultanúâh’ın Hârizmúâhlı÷ını tanımayarak Karahıtaylar’dan aldı÷ı yardımla Gürgenç Köprülü, agmd., ø.A., C:V/I., s.281; Nafi’ tevfik, age., s.195. Taneri, age., s.123124. 491 Cüveynî, age., s.282. 489 490 124 üzerine yürümüútü. Bu sırada ona karúı koyamayaca÷ını anlayan Sultanúâh annesi Terken Hatun ile birlikte úehirden ayrıldı. Sultanúâh ile Terken Hatun’un yanında Mâzenderân’a gitmek üzere oldukları bu sırada üç-dört bin kiúilik bir kuvvet vardı.492 Her halde bunlar da hâssa kuvvetleri olmalıdır. Hârizmúâhlar’ın hâssa ordusu Türkler’den oluúuyordu. Orduyu oluúturan askerler para ile satın alınan veya savaúlarda ele geçirilen gulamlar ile KanglıKıpçak Türk kabile reislerinin emri altındaki ücretli askerlerdi.493 Burada adı geçen ücretli kıt’alar zaten asker oldukları için ayrıca e÷itime tâbi tutulmuyorlardı. Gulamların e÷itimine dair ise kaynaklarımız bilgi vermiyor. Acaba gulamların hâssa ordusu içindeki oranı ne idi? Bunu ö÷renemiyoruz. Gulam sisteminin494 Hârizmúâhlar’da var oldu÷unu Selçuklu’nun devamı olma özelli÷ini bu nokta da Hârizmúâhlar’ın da gösterdi÷ini söyleyebiliriz. Ancak sistemin Selçuklular’da oldu÷u úekliyle iúledi÷ine dair bilgimiz yok. Hârizmúâhlar ordusunun ekseriya bozkır Türk kavimlerinden oluútu÷unu dikkate alırsak, ordunun oldu÷u gibi hâssa kuvvetlerinin de ço÷unlu÷unu bu askerlerin oluúturdu÷unu söyleyebiliriz. Bunlar savaúa hazır birliklerdir. Ayrıca e÷itilmelerine ihtiyaç duyulmamıútır. Gulamlar daha çok “merkezdeki saray ricalinin emri altında”495 bulunuyordu. Hâssa birliklerine do÷rudan hazineden ödeme yapılıyordu ve bu tahsîsâtın kayıtları da Dîvân-ı Hass tarafından tutuluyordu.496 Hâssa Ordusuna ba÷lı kuvvetlerin belirli bir kısmının bazen Sultanın emriyle öncü birlik olarak kullanıldı÷ını görmekteyiz. Örne÷in Hârizmúâh Sultan Tekiú, 1182 tarihinde Serahs önlerinde bulundu÷u sırada Horasan’da karıúıklıkların artması üzerine on bin kiúilik bir öncü birli÷ini Horasan sınırına sevk etmiúti.497 Sultan Alâeddin Muhammed ise hâssa birliklerinin içinden bir tümen ayırmıútı ve onları ortadan kaldırılmasını istedi÷i kiúilerin öldürülmesi için 492 Kafeso÷lu, age., s.85. Köprülü, agmd., ø.A., C: V/I., s.281. 494 Bkz. Erdo÷an Merçil, “Gulâm”, DøA, C:XIV, s.182. 495 Köprülü, aynı yer. 496 Köprülü, aynı yer. 497 Geniú bilgi için bkz., Kafeso÷lu, age., s.101-102. 493 125 kullanmıútı. Bu birli÷in baúına cellat Ayaz Cihan Pehlivan’ı tayin etmiúti. Bu úahıs Sultanın gözünde çok iyi bir yer edinmiúti ve “melik” unvânına layık görülmüútü.498 Sultan Alâeddin Muhammed Otrâr Meliki Tâceddin Bilge Han’dan úüphelenince, onun önce görev yerini de÷iútirerek Nesâ’ya göndermiú sonra da Ayaz Cihan Pehlivan’a emir vererek öldürtmüútü.499 Nesâ halkının kendisinden memnun oldu÷unu anladı÷ımız Bilge Han’ın ölüm kararını Sultan sebep göstermeden vermiúti ve celladı da aldı÷ı emri anında yerine getirerek maktulün baúı ve hazineleri ile Hârizm’e dönmüútü.500 Hâssa ordusunun içinden seçilen birlikler muhafız olarak da görev yapıyordu. ùüphesizdir ki, hükümdarların özel muhafızları vardı. Ancak onların ve aileleri ile hazine veya eúyalarının bir yerden bir yere nakli sırasında muhafızlık görevini hâssa birlikleri yerine getiriyordu. Bu askerî muhafız birlikleri aynı zamanda kervanları da koruyorlardı.501 Hârizmúâhlar ordusunu mümkün oldu÷u kadar Mo÷ol ordusuyla daha çok da Cengiz Han’ın ordusuyla karúılaútırmamız gerekir. Böylece ma÷lubiyet sebepleri arasında ordu teúkilâtının rol oynayıp oynamadı÷ını tespit edebiliriz. Ayrıca acaba gerçekten Mo÷ol ordusu Sultan Alâeddin’in ordusundan güçlü mü idi? sorusunun cevabını bulabiliriz. Öncelikle inceledi÷imiz baúlı÷a uygun olarak Cengiz Han’ın ordusundaki hâssa kuvvetlerine bakmalıyız. Gizli Tarih bu konuda bize oldukça cömert bilgiler veriyor. Cengiz Han birli÷ini sa÷layıp güçlenince ordu sisteminde de bazı yenilikler yapmıútı. Bunlardan biri de muhafız birliklerinin sayısının artırılması idi. Cengiz Hân’ın hâssa birliklerinin asıl görevi hükümdarlarını ve onun maiyetini korumaktı. Bu görev için gece ve gündüz muhafızları olarak sınıflandırılmıúlardı. Önceleri gece için seksen, gündüz için yetmiú muhafız görevlendiriliyor iken Cengiz Han’ın güçlenmesi sonucu ihtiyaç gere÷i yaptı÷ı de÷iúiklik ile bu sayı artırılıyor ve 498 Nesevî, Farsça, s.33-36; Kafeso÷lu, age., s.207. Kafeso÷lu, Sultanın vehimli olması nedeniyle böyle bir iúe giriúti÷i fikrine biz de katılıyoruz. 499 Nesevî, Farsça, aynı yer. 500 Nesevî, aynı yer; Kafeso÷lu, age., s.207-208. 501 Bünyadov, age., s.90; Bünyadov., agm., s.46-47. 126 muhafızların görevleri ayrıntılı olarak tespit ediliyordu. Bu teúkilatın kuruluúuna iúaret etmektedir. Yeni sayı ise bir tümen idi.502 Bu tümende binbaúı ve yüzbaúı o÷ullarına öncelik veriliyordu. Seçilebilmek için aranan en önemli úart ise iyi savaúçı ve vücut olarak gösteriúli olmaktı. Tümende kendi içinde onlu sisteme göre teúkilatlanıyordu.503 Cengiz Han muhafız birli÷ine büyük önem veriyordu. Nitekim o, “úahsımız etrafında toplanan bir tümenlik bu muhafız kuvveti iye talim ve terbiye görsün ve ordunun çekirde÷ini teúkil etsin” emrini vermiúti.504 Rütbe olarak da muhafız birli÷indeki askerler ordunun di÷er kısımlarında aynı rütbede bulunanlara göre üst sayılıyordu. 505 Görüldü÷ü gibi Cengiz Han’ın ordusunda da Hâssa kuvvetlerinin ayrıcalıklı bir yeri vardı. Bu kuvvetler de daima Hanlarının yanında bulunarak onu koruyorlardı. b. Hârizmúâhlar Ordusunda Kanglı-Kıpçaklar Hârizmúâhlar Devleti ordusunda Kanglı-Kıpçak Türk boylarının özel bir yeri vardır. Ordunun esas gücünü oluúturdukları andan itibaren devletin kaderine de hakim olan bu unsur inceleyece÷imiz üzere Hârizmúâhlar devleti için aynı zamanda karakteristik bir özellik de oluúturmuútur. Üstelik Kanglı-Kıpçak Türk boylarının Hârizmúâhlar Devletinde görev almaları sadece askerî sahada de÷il, devlet yönetiminden bölgenin Türkleúmesine, günlük hayattan dil ve kültüre kadar her sahada etkili izler bırakmıútır. Yeri geldikçe bunların hepsine de÷inece÷iz. Hârizmúâhlar ordusunda Kanglı Kıpçaklar’ın yeri ve önemi ile bu boylara karúı yürütülen politikanın tespiti ve tesirinin ortaya konulması Türk tarihçilerinin ürünüdür.506 Gerçekten de devletin ordu ve di÷er sahalardaki politikalarında etkin 502 Gizli Tarih, s.149. Bilindi÷i gibi Mo÷ol ordusu onlu sistem üzerine kurulmuútu. Gizli Tarih, s.150. 504 Gizli Tarih, s.151. 505 Gizli Tarih, s.152-153. 506 Köprülü, agmd., ø.A., C.V/I., s.281 ve özellikle Kafeso÷lu, age., s.91-101. 503 127 olan bu gücün askerî önemi Hârizmúâhlar’ın teúkilâtı konusunda araútırmalarda bulunan Ziya Bünyadov ve Nafi‘ Tevfik tarafından yeterince algılanamamıútır.507 Hârizmúâhlar’ın bozkır Türk bölgesi olan Cend havalisi ve kuzeyi ile ciddi úekilde, daha baúlangıçta Hârizmúâh Atsız döneminde ilgilenmeye baúladıklarını görüyoruz.508 Hârizmúâh Atsız 1145 tarihinden önce de Üsyurt ve Mangıúlak civarında askeri faaliyetlerde bulunmuú ise de bu tarihte artık Cend’e hakim olmuú bulunuyordu. øúte bu tarih bozkır Türk boylarının Hârizmúâhlar ile ciddi anlamda temaslarının baúlaması açısından oldukça önemlidir. Hârizmúâh Atsız’ın Cend’i ele geçirmesi hakkında, hazırlattı÷ı Fetihnâme dolayısıyla bilgi edinebiliyoruz. 540 Rebiülahir (Eylül-Ekim 1145) tarihli Ebkârü’lefkâr’daki Fetihnâme’de509 daha önceden bölgede faaliyetlerde bulunuldu÷u ancak son zamanlarda devleti u÷raútıran baúka iúlerle meúgul olmak zorunda kalındı÷ı anlatılıyor. Ayrıca Cend úehrinin fethinden sonra úehirde bulunan askerler (emîr ve sipehsâlârân) ile Cend ileri gelenlerinin itaatlerini bildirmek üzere huzura geldikleri ve bunun üzerine de Hârizmúâh Atsız’ın onları affetti÷i kaydedilmektedir.510 Hârizmúâh Atsız bölgeye verdi÷i önemi o÷lu Ebu’l-Feth øl-Arslan’ı Cend’e tayin ederek göstermiútir.511 Cend bölgesine verilen önemin daha sonraki devirlerde de sürdü÷ünü görmekteyiz. Bunun bir iúareti olarak genelde büyük evlatlar Cend’e tayin olunuyordu.512 Hârizmúâh Atsız, Sı÷nak bölgesine 1152’ de de sefer 513 düzenlemiúti. 507 Bünyadov, agm.; Bünyadov, age., s.88-92; Nafi‘ Tevfik, age., s.193-215. Aslında Atsız’ın babası, Sultan Sencer’in Hârizm valisi Kutbeddin Muhammed devrinde de Hârizm bölgesinin kuzeyden gelen Türk boylarının tehdidi altında oldu÷u anlaúılıyor. Çünkü Hârizmúâh Atsız, Abbasî Halifesi Muktefî-Liemrillah’a gönderdi÷i bir mektupta babasını kastederek úöyle diyordu: “O, seksen sene øslâm’ın hizmetinde yaúadı. ..Yirmi yaúından beri her sene Türkler’in ve kâfirlerin memleketlerine sefere çıktı. Ve böylece Hârizm ve Horasan ahalisi canlarından ve mallarından emin bir úekilde yaúadılar”., Bkz., H. Horst, “Arabische Briefe der HorazmšƗhs an den Kalifenhof aus der Feder des Rasid ad-Din WatwƗt”, ZDMG, C:116, s.30. 509 Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr.31b-34a. 510 Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, aynı yer; Toyserkânî, age., s.71-72, Atsız’ın bölgedeki faaliyetleri için ayrıca bkz., Cûzcânî, age., s.299. 511 Cüveynî, age., s.255. 512 Kafeso÷lu, age., s.61. 513 Cüveynî, age, 254, Kafeso÷lu, age., s.61. 508 128 Hârizmúâh Atsız’ın Cend ve havalisindeki bu gayretleri dikkat çekicidir. Onun bu sayede Cend’i bir üs olarak kullanarak bozkır içlerine, daha kuzeye harekâtlar planladı÷ını anlıyoruz. Belki de o, devletini güçlendirmenin asıl yolu olarak bu stratejiyi düúünmüútü. Çünkü Selçuklular’ın hakim oldu÷u bölgede ona ba÷ımsız bir hayat hakkı çok zor görünüyordu. Ayrıca giriúti÷i mücadelede askere úiddetle ihtiyaç duyuyordu. Zaten o, bölgeye hakim olmaya çalıúmasa Türk boyları onun bölgesine ya÷ma hareketlerinde bulunacaklardı. Hârizmúâh Atsız, “kâfir Türkler’e” karúı giriúti÷i bu mücadeleyi Hilafet makamına yazdı÷ı mektuplarda da dile getiriyordu. Hârizmúâh, Halife Muktefî’ye gönderdi÷i bir mektubunda yukarıda iúaret etti÷imiz noktayı, Halifenin huzuruna gitme arzusunun engeli olarak dile getirmekte ve úöyle demektedir: “En büyük engel de bu kulun topraklarının kâfir Türkler’in ülkesine sınır olmasıdır. Bu kul da zamanını ço÷unu din düúmanları ile savaúmakla geçirip onları øslâm topraklarından uzak tutmaktadır. E÷er o, buralardan kısa bir süre bile ayrılacak olsa burada oturanların hiçbir koruması kalmayacaktır”.514 Di÷er bir mektuptu da: “Bu kul Müslümanlar’ın topraklarını korumak için yılda iki defa çeúitli mevsimlerde sefere çıkmaktadır”515 denilmektedir. Hârizmúâh Atsız’ın bu faaliyetleri neticesinde Kanglı-Kıpçak Türk boyları Hârizmúâhlar ordusunda yer almaya baúladılar. Hârizmúâh Atsız’ın bölgede daha etkili olamaması ve daha fazla faaliyet gösterememesinin sebebi úüphesiz onun bütün dikkatini Horasan’daki geliúmelere yöneltmek zorunda kalmasıdır. Hârizmúâh Atsız’ın ölümünden (1156) sonra tahta çıkan o÷lu Hârizmúâh ølArslan döneminde bölgede ciddi bir faaliyette bulunulmamıútır. Cûzcânî’nin ifadesinden sulh ortamı sa÷landı÷ı tahmin edilebilirse de516 Reúidüddin Vatvât’a ait bir mektupta “kâfirler” diye tanımlanan Türk boylarının Hârizm bölgesini tehdit ettikleri anlaúılıyor.517 Reúidüddin mektubunda “bölgede (kastedilen Hârizm) kıú 514 Horst, agm., s.34. Horst, agm., s.35. Atsız’dan Hilafet makamına gönderilen hemen her mektupta bu tür ifadeler vardır. Bkz., aynı makale, s.36, 37. 516 Cûzcânî, age., s.300. 517 Toyserkânî’nin kendisinde mevcut oldu÷unu bildirerek kitabında kullandı÷ı Arâisü’l-havâtır nüshasında “Sahib-i Taraf”a yazıldı÷ı bildirilen mektup., age., s.127. Mektup tarihsizdir. Ancak 515 129 mevsiminde kâfirlerin bölgeye zarar verece÷i korkusu var. Hele úu zamanda Melik-i Mâzî’nin vefatı nedeniyle cesaretlendiler” demektedir. Mektupta ayrıca Cend ve Mangıúlak’ın müdafaası için mücadele etmenin gereklili÷ine vurgu yapılarak øslâm dünyasının iúlerini düzenlemekle meúgul olan Hârizm ordusunun yorgun oldu÷unu yaz mevsiminin iúaretleri görülünceye kadar dinlenip ailesiyle birlikte olmasının iyi olaca÷ı görüúü dile getirilmektedir.518 Bu ifadelerden Türk boylarının her zaman yapa geldikleri akınları sürdürdüklerini, bu tarihlerde çok da ciddi bir tehlike oluúturmadıklarını anlıyoruz. Kanglı-Kıpçak Türk boyları ile Hârizmúâhlar’ın iliúkileri Sultan Tekiú devrine kadar yukarıda açıklamaya çalıútı÷ımız úekilde geliúmiútir. Adı geçen Türk boylarının Hârizmúâhlar ordusunda sayı olarak büyük oranlara ulaúmaları ise Hârizmúâh Tekiú’in Terken Hatun519 ile yaptı÷ı evlili÷in bir sonucudur. Çünkü kurulan bu akrabalık ba÷ı ile Kanglı-Kıpçak unsurları büyük çapta Hârizmúâhlar Devleti bünyesine katılmıútır. Terken Hatun’un gücünün de etkisiyle gördükleri himaye sonucu ise zamanla ordudaki yerlerini Hârizmúâhlar aristokrasisinde yer edinerek sa÷lamlaútırmıúlardır.520 Hârizmúâh Alâeddin Tekiú tahta çıkmadan önce Cend valisiydi. Bu nedenle bölgenin önemini biliyordu ve daha sonra bu önemi Hârizmúâhlar lehine de÷erlendirebilece÷i politikaları hayata geçirdi. mektubun içeri÷ini ve mecmuada yer alan di÷er mektupları inceledi÷imizde bu mektubun, Hârizmúâh Atsız’ın ölümünden kısa bir süre sonra yazılmıú oldu÷unu anlıyoruz. Mektupta Hârizmúâh Atsız’dan “Melik-i Mazi” diye bahsedilmektedir. 518 Toyserkânî, age., s.127. 519 Terken Hatun’un hangi Türk boyuna mensup oldu÷u kesin olarak tesbit edilememektedir. Bu konuda kaynaklarımızın verdi÷i bilgiler ve araútırmacıların görüúleri için bkz., Kafeso÷lu, age., s.131, dipnot 21. Ek olarak bkz., Meltem Demiralp, “Hârezmúâhlar Devleti’nde Alâü’d-dîn Muhammed’in Annesi Terken Hatun”, M.Ü., Türkiyat Araútırmaları Enstitüsü, østanbul 1997, yayınlanmamıú yüksek lisans tezi; Asuman Dilek, “XI.,-XIII., Yüzyıllarda Hârezm Bölgesinde Türk Boylarından Kanglılar”, M.Ü. Türkiyat Araútırmaları Enstitüsü, østanbul 1994, yayınlanmamıú yüksek lisans tezi. Terken Hatun’un hangi Türk boyuna mensup oldu÷u konusunda de÷iúik bilgiler varsa da sonuç olarak úunu söyleyebiliriz ki, bu boy isimleri bizim konunun baúında vurguladı÷ımız Kanglı-Kıpçak boylar federasyonu dahilindedir. Yani Terken Hatun’un mensup olması muhtemel Türk boyları: Kanglı, Kıpçak, veya Yemeklerin Bayavut úubesidir. 520 Kafeso÷lu, age., s.130-131; Barthold, age., s.371. 130 Sirderya ötesinden akıp gelen Kıpçak boyları daha öncede belirtti÷imiz gibi hemen her zaman Hârizm bölgesini tehdit etmekte idiler. Bölgenin konumu ve önemi Cend valili÷ine Hârizmúâh Tekiú tarafından o÷lu Nâsırüddin Melikúâh’ın tayin edilmesi nedeniyle düzenlenen menúûrdu açıkça görülmektedir.521 Belgeye göre, Cend havalisi (Hıtta-i Cend) devletin “mebde ve menúei”522 olarak tanımlanmaktadır. Kafeso÷lu bu ifadeleri bölgenin asıl Hârizm kadar önemli oldu÷unun göstergesi olarak kabul etmektedir ki biz de tamamıyla bu görüúe katılıyoruz.523 Hârizmúâh Tekiú’in Sirderya ötesine yönelik faaliyetlerindin bir tanesi de Barçınlıgkend’in devlete ba÷lanması olmuútur. Hârizmúâh Tekiú bu bölgeye de di÷er o÷lu Tâcüddin Aliúâh’ı tayin etmiútir.524 Gene Ba÷dadî’de yer alan ve Hârizmúâh Tekiú tarafından Gur hükümdarı Gıyâsüddin’e yazılan mektuplarda (1181) “Hârizm ordusunun Kıpçak bölgelerine gidecekleri”525 bildirilmektedir. Asıl önemli bilgi di÷er mektupta yer almaktadır. Buna göre, Kıpçaklar’dan Uran kabilesine reisi Alp Kara’nın kalabalık bir Kıpçak kuvveti ile Cend hududuna gelmiú ve o÷lu Kıran’ı, Yugurlar’dan bir grup ile Gürgenç’e göndererek hizmete hazır oldu÷u bildirmiútir.526 Hârizmúâh Tekiú bu sayede ordusunu güçlendirmenin meyvelerini çok geçmeden almaya baúlamıútır. Bunun ilk örne÷i Hârizmúâh Tekiú’in devletinin ciddî düúmanlarından olarak gördü÷ü Karahıtaylar’a karúı Buhâra’nın ele geçirilmesi ile taçlanan zaferdir (1182).527 Hârizmúâh Alâeddin Tekiú kardeúi Sultanúâh ile mücadelesinde de ordusuna katılan Kıpçak kuvvetlerini kullanmıútı. Ayrıca Alp Kara kumandasındaki 521 Ba÷dadî, age., s.12-29. Ba÷dadî, age., s.14. 523 Kafeso÷lu, age., s.91-92. 524 Tayin menúûru için bkz., Ba÷dadî, age., s.38-43. 525 Ba÷dadî, age., s.148. 526 Ba÷dadî, age., 156-161; Ayrıca de÷erlendirme için bkz., Kafeso÷lu, age., s.93-94. 527 Hârizmúâh Tekiú’in Buhâra’ya hakim olmasından sonra hazırlanan Fetihnâme için bkz., Ba÷dadî, age., s.125-131. Fetihnâme’de bu Buhâra’nın ele geçiriliúi “cihad-ı a’zam” olarak tanımlanmaktadır. 522 131 kuvvetlerin Cend valisi úehzâde Nâsırüddin Melikúâh kumandasında Sirderya ötesi harekâtları da devam etmekteydi.528 Kıpçaklar tamamıyla itaat altına alınmıú de÷illerdi. Sultan Tekiú’i 1195 yılında Sı÷nak’ta bulunan Katır Buku Han üzerine bir sefer hazırlı÷ı içerisinde görüyoruz.529 Sultan Tekiú’in Irak bölgesiyle meúgul olmasından yararlanan Katır Buku Han, Sultan Cend’e yaklaútı÷ında geri çekildi. Ancak Sultan Tekiú onu takipte kararlıydı. Bu örnek bozkır Türk boylarının Hârizmúâhlar ordusunda sa÷ladıkları faydalar kadar bir tehlike de oluúturdu÷unu ifade etmesi bakımından çok önemlidir. Çünkü Sultan Tekiú’in Katır Buku Han’ı takibi sırasında ordusundaki Uranlar’ın akrabaları ile savaúmak istememesi pahalıya mal oldu. Hatta bir kısmı Katır Buku ile anlaútı. Nihayet 18 Mayıs 1195 tarihindeki savaúta Uran kuvvetleri Sultanın ordusundan ayrılarak karúı cephede Sultana karúı savaútılar. Bir kısmı da daha savaúın baúında Sultanın ordusunun erzak ve teçhizatını ya÷maladılar. Sultan Tekiú a÷ır bir ma÷lubiyet almıútı. Ordusundan büyük kayıplar vererek ve ancak on sekiz gün sonra Hârizm’e dönebildi.530 Görüldü÷ü gibi Kanglı-Kıpçak kuvvetleri Hârizmúâhlar ordusuna çok sıkı bir úekilde ba÷lı de÷illerdi. Daha sonraki tarihlerde de onların ba÷lılı÷ının Hârizm Sultanının yöneticilikte ustalı÷ı ve devletin hissettirdi÷i güce göre ile azalıp arttı÷ını görece÷iz. Neticede sultan tekiú tabii ki pes etmiú de÷ildir. O, Katır Buku sorununu çözmek için o÷lu Kutbeddin Muhammed’i görevlendirdi. ùehzâde de 1198 yılında Katır Buku Han’ı zincire vurulmuú halde Sultanın huzuruna getirmiúti (1198).531 Bu son örne÷in benzeri olayları Sultan Alâeddin Muhammed devrinde de görmekteyiz. Ancak Sultan Tekiú devri için bu kuvvetlerin sa÷ladı÷ı faydaların hakkını teslim etmek lazımdır. Sultan Tekiú uzun mücadeleler vererek devletini imparatorluk sınırlarına ulaútırmıútı. Onun kardeúi Sultanúâh ile mücadelesinin yanı sıra Horasan, Mazenderan ve Irak bölgesindeki askerî baúarılarında adı geçen kuvvetlerin katkısı büyüktür. Bu kuvvetlerin iyi savaúçılar olduklarını da 528 Kafeso÷lu, age., s.100-101. Cüveynî, age., s.270. 530 Cüveynî, age., s.270. 531 Cüveynî, age., s.273. 529 132 unutmamak gerekir. Ayrıca öyle anlaúılıyor ki, en azından Sultan Tekiú devri için Terken Hatun da bu kuvvetleri kontrol ederken devletin çıkarları hilâfına bir faaliyette bulunmamıútır. Sultan Alâeddin Muhammed devrinde Kanglı-Kıpçak unsurlarının Hârizmúâhlar Devleti için hem faydaları hem de zararları oldu÷unu görüyoruz. Kanglı reisi Kadır Han ve 1208 tarihinde de Kezlik Han’ın isyanı Sultan Alâeddin Muhammed’i epeyce meúgul etmiúti.532 Öte yandan Mo÷ollar ile ilk karúılaúmada (1218) bilindi÷i üzere Sultan Alâeddin Muhammed, Kanglı-Kıpçaklar’dan oluúan ve sayıca üstün ordusu ile Cuci idaresindeki Mo÷ol ordusu ile yaptı÷ı savaúta büyük sıkıntılarla Mo÷ollar’ı geri çekilmeye zorlayabilmiúti.533 Ancak asıl önemli olay Otrâr faciası ve Sultanın bu olay karúısındaki tutumudur. Sultan Alâeddin Muhammed Otrâr’da vali ønalcık’ın (Yınâl veya ønâl) Otrâr’a gelen kafilenin mallarına el koydu÷u gibi dört yüz elli kiúinin tamamına da öldürmüútü. Cengiz Han haklı olarak Sultan’dan suçlunun cezalandırılmasını istedi. Bizce Sultanın Otrâr valisini öldürememesinin sebebini onun Terken Hatun’un boyuna mensubiyetinde aramak lazımdır.534 Sultan Alâeddin Muhammed’in valiye cezalandırması demek kendi ordusuyla ters düúmesi anlamına gelirdi. Kabile ba÷larının kuvvetlili÷ini bildi÷imiz Kanglı-Kıpçaklar böyle bir olay karúısında bizzat Sultanı hedef alabilirlerdi. Üstelik úüphesiz vali Terken Hatun’un himayesi altında idi. Belki Mo÷ollar gene de yani Otrâr hadisesi yaúanmasa da do÷uyu hedef alacaklardı ama en azından bu tarihte de÷il (1218). Mo÷ollar’ın Hârizmúâhlar üzerine harekatı ve yapılan savaúlar sırasında da Kanglı-Kıpçak boylarına mensup askerler mücadele vermiúlerdi. Örne÷in Otrâr’da vali ønalcık’ın emrinde yirmi bin süvari vardı. ùüphesiz o, úehri Mo÷ollar tarafından kuúatıldı÷ında öncelikle kendi canının derdine düútü÷ü için úiddetle burayı 532 Cüveynî, age., s.291-294¸øbnül-Esîr, age., C:XII., s.215-223. Cüveynî, age., s.315-317; Kafeso÷lu, age., s.239-240. 534 Her ne kadar Nesevî onu Sultanın dayısının o÷lu olarak gösteriyor ise de Gayır (Kayır) Han lakabını taúıyan bu valinin Terken Hatun’un boyuna mensubiyetinin de ötesinde bu boyun asilzâdesi oldu÷u anlaúılıyor. Bkz. Kafeso÷lu, age., s.240. 533 133 savunmuútu (1200).535 Mo÷ollar’a karúı Buhara ve Semerkand savunmalarında da bu kuvvetler yer almıú ancak Cengiz ordusu tarafından birço÷u öldürülmüútü.536 Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın da Kıpçaklar’dan askerî olarak faydalanmaya çalıútı÷ını görmekteyiz. Aslında Sultan bu kuvvetlere pek güvenmiyordu. Çünkü daha evvel inceledi÷imiz üzere Sultan Alâeddin Muhammed önce, Terken Hatun’un etkisiyle Uzlakúâh’ı veliaht tayin etmiú ve ancak Mo÷ollar’dan kaçarak sı÷ındı÷ı Abeskûn Adasında bu kararını de÷iútirerek Celâleddin’i veliaht ilan etmiúti. Uzlakúâh, Sultan Alâeddin Muhammed’in, Terken Hatun’un boyuna mensup olan eúinden do÷muútu. Görüldü÷ü gibi Kanglı-Kıpçak etkisinin Hârizmúâhlar’da ulaútı÷ı nokta bu derece idi. Aslında bu devlette adı geçen boyların etkisini tespit ederken Hârizmúâhlar Devleti’nin onların da devleti oldu÷unu belirtmek gerekir. Kanglı-Kıpçaklar, Sultan Tekiú devrinden itibaren haricî bir unsur de÷ildir. Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Mo÷ol tehditleri karúısında her ne kadar güven duymuyor olsa da Kıpçaklar’dan yardım almaya çalıútı. 1228 tarihinde Kıpçak reislerinden Kurka ile temas kurarak hizmeti girmesi konusunda anlaútılar ise de onların Sultana kayda de÷er bir faydaları dokunmamıútı.537 Mo÷ol tehdidinin neden oldu÷u kargaúa ortamında Kıpçaklar’ın bir kısmının Gürcüler’in hizmetine girdi÷ini anlıyoruz. 1229 yılında Sultan Celâleddin’in savaútı÷ı Gürcü ordusunda Kıpçaklar da vardı. Ancak Celâleddin onlara tuz ve ekmek göndererek Gürcü saflarından ayrılmalarını teminde baúarılı oldu. Bu sayede Sultan Gürcüler’i ma÷lup etti.538 c. Hanedan Mensupları ve Devlet Adamlarının Emrindeki Kuvvetler Hârizmúâhlar ordusunu oluúturan unsurlardan bir tanesi de hanedan mensupları ve devlet adamlarının emri altında bulunan askerî kuvvetlerdir. 535 Cüveynî, age., s.120-123. Nesevî, Farsça, s.63 vd.; Cüveynî, age., s. 136, 145; Ebu’l-Farac, Tarih-i Muhtasarü’d-düvel, Çev. ùerafeddin Yaltkaya, østanbul 1941, s.12’ye göre Semerkand’da öldürülen Kanglılar’ın sayısı otuz bini buluyordu. 537 Taneri, age., s.125. 538 Mükrimin Halil Yınanç, “Celâleddin Harzemúah”, ø.A., C:III., s.51. 536 134 Hârizmúâhlar’da da Selçuklular’da oldu÷u gibi úehzâdelere çeúitli bölgeler iktâ ediliyordu. ùehzâdeler bu úekilde belirli miktardaki askerî kuvvetin komutanı olarak bulundukları bölgenin savunmasını üstleniyorlar ve aynı zamanda bölgede hükümdarı temsilen idarî sistemin de baúı olarak görev yapıyorlardı. Hârizmúâh Atsız, Cend’e hakim olduktan (1145) sonra bu bölgeye o÷lu Ebu’l-Feth øl-Arslan’ı tayin etmiúti.539 Bu úekilde øl-Arslan emrinde önemli sayıda askerî kuvvet oldu÷u halde Cend’de görev yapmıútı. øl-Arslan bölgenin Hârizmúâhlar Devleti’nin kuzey sınırı olması ve Kanglı-Kıpçak Türk boyları ile teması sa÷laması gibi önemi dolayısıyla ordusuyla birlikte stratejik bir konumda bulunuyordu. øl-Arslan, Hârizmúâhlık makamına oturunca Cend valili÷ini o÷lu Alâeddin Tekiú’e vermiúti. Alâeddin Tekiú de úehzâdeli÷i döneminde önemli bir askerî kuvvetin komutanı olarak adı geçen bölgeyi idare etmiúti. Cend bölgesinde görev yapan úehzâdeler yalnızca bölgenin savunmasını temin için çalıúmıyorlardı. Aynı zamanda devletin bu bölgeyi üs olarak kullanıp daha kuzeye ulaúma politikasına uygun askerî faaliyetleri de yürütüyorlardı. Örne÷in, Hârizmúâh Tekiú tarafından Cend’e tayin edilen úehzâde Nâsırüddin Melikúâh’ın540 görev yaptı÷ı 1181 yılında Kıpçaklar’dan Uran kabilesinin reisi Alp Kara Cend sınırına gelerek itaatini arz etmiúti. Kalabalık bir orduyla gelen Alp Kara o÷lunu bir kısım birlikleri ile Gürgenç’e gönderirken kendisi Sultanın emirlerini beklemek üzere Cend bölgesinde kaldı.541 Hârizmúâh Alâeddin Tekiú, Barçınlıg-kend’i devletine ba÷ladıktan sonra bu bölgeyi de o÷lu Tâceddin Aliúâh’a vermiúti.542 Onun da emri altında önemli sayıda kuvvetlerin oldu÷una úüphe yoktur. Tâceddin Aliúâh, Sultan Tekiú tarafından ölümünden (1200) az önce Irak’a tayin olunarak øsfahan’a gönderilmiúti.543 539 Cüveynî, age., s.255. Ba÷dadî, age., s.12-29. 541 Kafeso÷lu, age., s.93-94. 542 Ba÷dadî, age., 38-43. 543 øbnül-Esîr, Kafeso÷lu, age., s.145. 540 135 Sultan Alâeddin Muhammed de úehzâdeli÷i döneminde Horasan valili÷i makamında görev yapıyordu. Babası öldü÷ünde de kendi kuvvetleri ve Sultanın emrine verdi÷i askerler ile øsmâîliler’e karúı savaúıyordu.544 Sultan Alâeddin Muhammed ise o÷ullarını ülkenin en önemli bölgelerine gönderdi. Buna göre; Celâleddin Gazne merkez olmak üzere Gur, Herat, Garcistan ve Sicistan’a; Rüknüddin Gursançtı Irak-ı Acem’e ve Gıyâsüddin Pirúâh da Kirman ve Mekran bölgesine tayin olunmuútu.545 Görüldü÷ü üzere devletin sınırlarının geniúlemesi ile do÷ru orantılı olarak úehzâdelerin hâkimiyet alanları da geniúlemiútir ki, bu da onların emrindeki askeri kuvvetlerin sayısının fazlalı÷ını iúaret etmektedir. ùehzâdelerin kendilerine verilen bölgeleri idare etmeleri úüphesiz devlet için birçok fayda sa÷lamaktaydı.Ancak emirleri altında önemli miktarlarda asker bulunduran úehzâdeler her an hükümdar için bir tehlike oluúturabilirdi. Bu yalnızca Hârizmúâhlar devleti için geçerli de÷ildir. Türk tarihi bu tür örneklerle doludur. Zaten sistemin riskli noktası ve zaafı da buradadır. Özellikle hükümdarın ölümünden sonra çıkan taht kavgalarında úehzâdeler emirleri altındaki kuvvetlerine dayanarak harekete geçiyorlardı. ùehzâdeler bulundukları bölgelerde görev yaparken yarı ba÷ımsız hareket edebilmelerinin sa÷ladı÷ı avantajı kendi kuvvetlerini artırma noktasında de÷erlendirme gayretine giriyorlardı. Bunun bir sonucu olarak da hükümdarın ölümü ile do÷acak kargaúa ortamında tahtı ele geçiremez iseler bulundukları bölgede kendi ba÷ımsızlıklarını ilân ediyorlardı. Aslında bu durum sadece úehzâdeler için geçerli de÷ildi. Bunun en güzel örne÷i herhalde atabeglerin kurdukları hanedanlardır. Demek ki sistem, askere hükmetme yetkisine sahip olan yani emri altında ordu bulundurabilen herkese kendi devletini kurma yolunu da açıyordu. Bu nedenle de hükümdarlar askerî kuvvet sahibi olanlara karúı úüphe duymakta haklıydılar. Bütün risklerine ra÷men sistemin iúleyiúini sürdürmesinin tek izahı; sınırları geniúletmek ve savunmayı temin ile devletin idaresini sürdürebilmenin baúka bir yolunun olmayıúıdır. Caydırıcı önlem ise hükümdarın sa÷lı÷ında tahta göz dikenlerin ölümle cezalandırılmaları olarak kendini göstermektedir. 544 545 øbnül-Esîr, age., C:XII., s.138; Cüveynî, age., s.277 Taneri, age., s.18-19. 136 Üzerinde durdu÷umuz bu noktaya iliúkin örnekleri Hârizmúâhlar tarihinde de buluyoruz. Sultan Alâeddin Tekiú, babasının ölümü (1172) üzerine tahta çıkan kardeúi Sultanúâh’ın hâkimiyetini kabul etmeyerek harekete geçti. Ancak o, emri altındaki kuvvetleri yeterli bulmayarak Karahıtaylar’dan yardım almıú ve böylece Hârizm tahtını ele geçirmiúti. Daha önceki bir tarihte, Hârizmúâh Atsız öldü÷ünde (1157) úehzâde ølArslan hızla Gürgenç’e gelmiú küçük kardeúi Sülaymanúâh’ı öldürerek tahta çıkmıútı.546 O, Hârizm’e hareket etti÷inde babasının ölümü üzerine ona biat eden askerler katılmıú ise de asıl olarak úehzâdeli÷i sırasında emrinde bulunan kuvvetlerle yola çıkmıútı. ùehzâdelerin görev yaptıkları bölgelerde ordu kumandanı olmaları sebebiyle “emîr-i sipehsâlâr” unvânını taúıdıklarını görüyoruz.547 Sultan Sencer devrine ait olan ancak kim tarafından düzenlendi÷i tespit edilemeyen bir belgede548 Hârizmúâhlar hanedanı üyelerinden Ebu’l-Feth Yusuf’un∗ aynı unvân ile Rey bölgesinde bu bölge ordusunun baúında görev yaptı÷ını tespit edebiliyoruz. Hanedan üyeleri dıúında devlet ileri gelenlerinin de kendilerine ait askerî birlikleri vardı. Örne÷in vezîrlerin emrinde onların güvenli÷ini sa÷lamakla görevli önemli sayılara ulaúan birlikler mevcuttu.549 d. Tâbî Hükümdarların Kuvvetleri Hârizmúâhlar Devleti’ne ba÷lı mahallî hanedanlar veya tâbî devletlerin hükümdarları gerekli görülen zamanlarda Hârizm ordusuna belirli sayıda kuvvetler göndermek zorundaydılar. Ahidnâmeler daha önceden hükme ba÷lanmıú olan bu 546 Cüveynî, age., s.257. Ba÷dadî, age., s.38. 548 Müntecibüddin Bedii, Atebetü’l-ketebe, s.42-44. Ayrıca bkz., Horst, age., s.119, Belge I 9; Lambton, agm., s.381 ve dipnot 83. ∗ Atabetü’l-ketebe s.44’te tam künyesi Ziyaüddevle ve’d-din Nusretü’l-øslâm ve-Müslimin EbulFeth Yusuf b. Hârizmúâh olarak kaydedilen Yusuf, Hârizmúâh Kutbeddin Muhammed’in (10971128)’in o÷ludur. 549 Horst, age., s.27. 547 137 durum tâbîli÷in bir gere÷i idi. Tâbîler, hükümdarın ordusuna katılmak üzere gönderdiklerin kuvvetlerin masraflarını da karúılamak zorundaydılar.550 øspehbedler idaresinde bulunan Taberistan bölgesi Sultan Tekiú’in tâbileri arasındaydı. Mâzenderân øspehbed’i Hüsâmüddevle Erdeúîr (1171-1205) Hârizmúâh Tekiú’e hem tâbî idi hem de kızı ùah Hatun ile evlenmiúti. Sultan Tekiú’in Mengli’ye karúı düzenledi÷i son seferde Hüsâmüddevle, Sultanın emrine iki bin kiúilik bir kuvvet göndermiúti. 1183-1184 tarihlerinde Horasan bölgesine harekât için yola çıkan Sultan Tekiú, Nesâ ve ùehristân civarına ulaútı÷ında Mazenderân kuvvetlerinin kendisine katılmasını emreden bir mektup göndermiúti.551 e. Türkmenler Hârizmúâhlar ordusunda Türkmenler’in varlı÷ına ilk olarak Sultan Alâeddin Muhammed devrinde rastlıyoruz. Cebe ve Sübetey emrindeki Mo÷ol orduları Merv’e yaklaútı÷ında úehirde bulunan Türkmenler Buka adındaki bir kumandanın emri altında bulunuyorlardı. Sultan Alâeddin Muhammed’e hizmetleri dokunmuú olan bu Türkmen, Merv’de de Mo÷ollar’a karúı savaúmak gerekti÷i fikrinin savunucusu olmuú görünüyor. ùehrin valisi Bahâülmülk, teslim olmanın tek çıkar yol oldu÷una çevresindekileri ikna etmeye çalıúırken Merv’deki Türkmen birliklerinin baúında bulunan Buka, úehirde dolaúarak halkı direniúe ça÷ırıyordu. Nitekim, úehirde bulunan Türkmenler bu giriúimi destekleyerek Buka’ya katıldılar.552 Cüveynî’ye göre; Türkmenler Mo÷ol saldırıları sırasında bir ara Hârizmúâhlar vezîri Mucirü’l-mülk’ün hizmetine girdilerse de kendisi de bir Türkmen olan Amûye valisi øhtiyarüddin’in geliúiyle onun emri altında birleútiler. Hatta küçük Mo÷ol birliklerine karúı baúarı dahi kazandılar.553 Mo÷ollar, Uluúidi kumandasındaki ordularıyla Nisan 1220 tarihinde Cend’i ele geçirdiler. Uluúidi, bu sırada Cend bölgesinde bulunan on bin kiúilik Türkmen Köprülü, agmd., ø.A., C:V/I, s.282. Ba÷dadî, age., s.182-186. 552 Cüveynî, age., s.164. 553 Cüveynî, age., s.166-167. 550 551 138 ordusunu kendi kumandanlarından Taynal Noyan emrine vererek Hârizm bölgesine gitmek üzere yola çıkardı. Bu yürüyüú sırasında Mo÷ollar’a isyan eden Türkmenler Taynal’ın geriden gelen birliklerin baúına bıraktı÷ı Mo÷ol kumandanı öldürdüler. Bunun üzerine Taynal Türkmenler’den birço÷unu katletti. Sa÷ kurtulanlar ise Merv ve Amûye’ye sı÷ındılar.554 Türkmenler’in Hârizmúâhlar ordusunda etkili bir úekilde Sultan Celâleddin devrinde varlık gösterdiklerini biliyoruz. Sultan, Mo÷ol tehdidinin Azerbaycan bölgesine ulaúması üzerine Türkmenler’den destek sa÷lama giriúiminde bulunmuútu. Sultanın askere úiddetle ihtiyaç duydu÷u bu dönemde Türkmen birliklerinin gerçekten de büyük faydası dokunmuútur. Arrân ve Cibâl arasındaki bölgede yaúayan Türkmenler, Sultanın güvenini kazanmıúlardı. Öyle ki, Sultanın hazineleri Arrân’daki Türkmen beyi Hüsâmüddin Kılıç tarafından korunuyordu. Zaten Sultan da onların devletine hizmetini övmüútü. Nesevî’nin kaydetti÷ine göre Sultan onların fedakârlıkla istemedikleri úeylere dahi atıldıklarını söylemiú ve onlar için parlak bir vaad olmamasına üzülmüútü.555 Sultan Celâleddin, 1231 tarihinde Nesevî’yi, Türkmenleri davet için görevlendirmiúti.556 f. Haúer Bu birlikler daha çok kale ve úehirlerin savunmasında kullanılıyorlardı.557 Ravendî’nin anlattıklarına göre, Sultan Tekiú devrinde Irak’taki savaúa katılan Hârizm ordusu içinde kadın savaúçılar da vardı. Zırhlarını giyip úiddetle savaúmıúlar, öyle ki Irak askerlerini önlerine katıp sürmüúlerdi.558 Bu kadınlar savaúa katılanların eúleri olmalıdırlar.559 Kaynaklarımızda haúer hakkında fazla bilgi bulunmuyor. Ö÷renebildiklerimizin ço÷u, Hârizmúâhlar’a ait úehirleri ele geçiren Mo÷ollar’ın buralardan temin ettikleri “haúer” birliklerini baúka bir úehri ele geçirmek üzere, Hârizmúâhlar 554 Cüveynî, age., s.125. Nesevî, Farsça, s.269; Taneri age., s.126. 556 Taneri aynı yer. 557 Köprülü, agmd., C:V/I, s.281. 558 Ravendî, age., C:II, s.365. 559 Bu görüú Kafeso÷lu ve Bünyadov’a aittir. Bkz. Kafeso÷lu, age., s.141, Bünyadov, age., s.92. 555 139 aleyhine kullanmaları ile ilgilidir. Örne÷in Mo÷ollar Otrâr ve Buhara’dan elde ettikleri “haúer”i Semerkant’ta kullanmıúlardı.560 Cengiz Han Semerkant ve Cend haúerini o÷lu Cuci emrine vermiúti ki bunlar Gürgenç’in muhasarasında kullanılmıúlardır.561 Cüveynî’de geçen “serheyl-i haúerî” unvânıyla bu kuvvetlerin baúında bulunan emîr kastedilmiú olabilir.562 Mo÷ollar ele geçirdikleri bölgelerden temin ettikleri bu birlikleri kendi askerî sistemlerine göre, binlik, yüzlük ve onluk guruplar halinde563 düzenleyerek Mo÷ol kumandanların emrine veriyorlardı. Yaya olan bu kuvvetler kuúatmalarda Mo÷ollar tarafından öncü olarak ileri sürülen canlı kalkanlar olarak kullanılıyorlardı. Kat edilen yollarda Mo÷ol atlılarının hızına yetiúmeye zorlanıyor geride kalanlar ise öldürülüyordu.564 g. Ordu Mevcudu Hârizmúâhlar ordusunun mevcudunu kesin olarak tespit edebilmemiz mümkün de÷ildir. Ancak kaynaklarımızın çeúitli vasıtalarla verdikleri rakamları bir araya getirebilir ve bir tahminde bulunabiliriz. Ancak bu tahmin sonucu elde edilecek rakama bile úüpheyle yaklaúmalıyız. Kafeso÷lu’nun dedi÷i gibi “úark müelliflerinin sayıların zaptında daima mübala÷aya saptıkları” unutulmamalıdır.565 Buna ra÷men biz peúinen belirtmek isteriz ki, ulaúılacak rakamlar yanılgı payları dikkate alınarak de÷erlendirildi÷inde bile olayların kaderini etkileyecek sapmalar göstermeyecek niteliktedir. Kesin olarak rakamları bilemesek de ordu mevcutlarına dair kaynaklarımızın anlattı÷ı bilgiler hiç olmazsa kıyaslama yapmaya yeterli olmaktadır. Yani, Hârizmúâhlar ordusunun sayıca ne kadar büyük oldu÷unu tespit etmeye çalıúırken bu ordunun Sultan Tekiú ve Sultan Alâeddin Muhammed devirlerinde øslâm dünyasının en büyük ordusu oldu÷unu anlayabiliyoruz. Di÷er 560 Cüveynî, age., s.143. Cüveynî, age., 13-136; Kafeso÷lu, age., s.269, 273. 562 Cüveynî, age., s.177. 563 Cüveynî, age., s.145. 564 Kafeso÷lu, age., s.258. 565 Kafeso÷lu, age., s.248. 561 140 taraftan Hârizmúâhlar tarihinde hemen her dönem için düúmanları ile askerî kuvvet kıyaslamasını genel anlamda da olsa yapabilme imkanımız da vardır. Kuruluú devrinde Sultan Sencer’e her defasında yenilen Hârizmúâh Atsız’ın ordusu torunu Sultan Tekiú’in hükümdarlı÷ı zamanında artık bir imparatorluk ordusu idi. Nitekim Sultan Tekiú, Abbasî Halifesine ordusunun sayısını 1195 tarihinde “Dîvân-ı Arz’a kayıtlı yüz yetmiú bin süvari” olarak bildiriyordu.566 Bu sayı ana orduyu oluúturan süvarilerin sayısıydı. Piyadeler de eklenecek olursa rakam çok daha yükseklere çıkacaktır. Sultan Alâeddin Muhammed devrinde ise ordunun mevcudu daha da artmıútır. Nesevî, Sultan’ın Irak seferine (1217) çıkaca÷ı sıradaki durumunu anlatınken onun gücünün doru÷unda oldu÷unu belirterek atlı askerlerinin sayısının dört yüz bini aútı÷ını kaydetmektedir. Gene Nesevî’ye göre Sultan Alâeddin bu muhteúem kuvveti gördükçe gurur duyuyordu.567 Gerçekten de Sultanın gururlanmakta hakkı vardır. Nesevî’nin verdi÷i rakam abartılı dahi olsa, devletinin ordusu onun zamanında en yüksek sayıya ulaúmıútır. 1218 yılında Sultan Alâeddin Muhammed yüz elli bin süvarinin katıldı÷ı bir geçit töreni düzenlemiúti ve Sultanın yüz bine yakın piyade askeri vardı.568 Sultan Alâeddin Muhammed devrindeki ordunun mevcuduna dair en fazla bilgiyi Mo÷ollar’ın Hârizmúâhlar ülkesine yürümeleri üzerine, Sultanın aldı÷ı askerî tedbirler vasıtasıyla ö÷renebiliyoruz. Buna göre Sultan Muhammed, Mo÷ol ordusunu kendisinin kuvvetleriyle do÷rudan karúılamak yerine bölgenin savunması üzerine kurulu bir askerî plan yaparak ordusunu úehir ve kalelere da÷ıtmıútı. Bu da÷ıtımın rakamları kaynaklarımıza göre úu úekildedir: Otrâr’da bulunan yirmi bin askere elli bin asker ilave edilmiú, Hâcib Karaca da on bin askerle ona yardıma gönderilmiúti. Buhâra’da yirmi bin olan asker mevcuduna otuz bin asker ile takviye yapıldı. Semerkant’ta yüz on bin asker bulunuyordu. Rakamları verilmeyen di÷er kuvvetler ise Tırmiz, Belh, Vahú bölgesi, Toharistan ve Gur bölgesi, Cend, Sı÷nak, 566 Ravendî, age., C:II., s.355. Nesevî, Farsça, s.19; Ordu mevcudu için ayrıca bkz. øbn Vâsıl, age., C:IV, s.41. 568 Bünyadov, age., s.89. 567 141 Barçınlıg-kend, Fenâkend ve Hocend de konuúlandırılmıútı. Merv, Nahúeb ve Niúâbur’da da hatırı sayılır kuvvetler bulunuyordu.569 Görüldü÷ü üzere Sultanın ordu mevcudu kesin olarak tespit edemesek de çok büyük rakamlara ulaúıyordu. Nesevî ordunun sayıca çoklu÷unu anlatırken; “E÷er Sultan mevkiinde kalsaydı, öyle kalabalık bir ordu oraya toplanacaktı ki hiçbir zaman böyle bir ordu görülmemiútir”570 derken Sultan Alâeddin Muhammed’i eleútirmekten kendini alamamıútır. Acaba Sultan, Cengiz Han’ın yürüyüúüne karúı ordusunu úehir ve kalelerine da÷ıtma planını sayıca üstünlü÷üne güvenemedi÷i için mi uygulamaya koymuútur? Bu sorunun cevabı kesinlikle “hayır”dır. Sultanın karúılaúaca÷ı düúmanın ordu mevcudu ne kadardır? Barthold’un soruya cevap olarak verdi÷i rakam “yüz elli binden az, iki yüz binden çok olamayaca÷ı”571 úeklindedir. Kafeso÷lu da ana ordunun yüz otuz binden az olamayaca÷ını belirtmektedir.572 Hârizmúâhlar ordusu da tahmin edilece÷i üzere bu rakamdan az de÷ildir. Savaú, dönemin bir birine aúa÷ı yukarı denk iki ordusu arasındadır. Ancak ne var ki, Mo÷ol ordusu savunmada kalan Sultanın askerlerinin bulundu÷u úehir ve kaleleri bir bir ele geçirerek bu kuvvetli ordunun savaúçılarının bir ço÷unu öldürmüútür. Sultan Celâleddin Hârizmúâh iktidara geldi÷inde devletin ordusu a÷ır kayıplar vererek sayıca azalmıú ve devam eden Mo÷ol tehlikesi nedeniyle darmada÷ın bir hale gelmiúti. Sultan Alâeddin Muhammed 1220’de Abeskûn’da ölmüútü. Sultan Celâleddin, kardeúlerinin kendi aleyhine giriútikleri faaliyetler neticesi Horasan’a gitmek üzere yola çıktı÷ında yanında ancak üç yüz süvari vardı. Bu sırada Uzlakúâh kendisini destekleyen yedi bin süvarilik bir kuvvete sahipti.573 Sultan Celâleddin Gazne’ye hareket etti÷inde ona katılan kuvvetler olmuú, Gazne’ye vardı÷ında da burada ordusuna dahil olan otuz bin süvari ile rakam altmıú bine 569 Sultan Muhammed’in úehirlere da÷ıttı÷ı bu kuvvetler için bkz., Nesevî, Farsça, s.54; Cüveynî, age., s.120; Ebü’l-Farac, age., C:II, s.496, 505, 512. 570 Nesevî, Farsça, s.53. 571 Barthold, age., s.429. 572 Kafeso÷lu, age., s.248. 573 Nesevî, Farsça, s.85. 142 ulaúmıútı.574 Ancak bilindi÷i üzere Celâleddin, Sind Nehri kenarında Mo÷ollar’a karúı verdi÷i savaúta askerlerinin bir ço÷unu kaybetmiúti.575 Ebu’l-Ferec, Sultan Celâleddin’in Hindistan hududunda bulundu÷u sırada doksan bin süvarisi oldu÷unu kaydetmektedir.576 Gene Ebu’l-Ferec’e göre Sultan Celâleddin Türkiye Selçuklu Sultanı Alâeddin’in öncüleri ile savaúırken ordu mevcudu kırk bin idi.577 Sultan Celâleddin dönemi için sa÷lıklı rakamlara ulaúamayaca÷ımız açıktır. Sürekli yer de÷iútirdi÷i, ordusuna katılanlar ve ayrılanlar oldu÷u da göz önüne alınırsa bu durum aslında tabiîdir. Bu úartlar altında Taneri, Sultanın ordusunun elli bin askerden aúa÷ı olaca÷ını tahmin etmektedir.578 Sultan Celâleddin dönemi için bir rakam tespit edemesek de devletin ordusunun eski gücünden neredeyse bir iz dahi kalmadı÷ını söyleyebiliriz. 2. ASKERÎ HEYERARùø a. Rütbeler Hârizmúâhlar ordusunda var olan rütbelerin hepsini tespit edemiyoruz. Ancak gene de kaynaklarımızda geçen ve bize kadar ulaúan askerî rütbeleri belirtmeye çalıúaca÷ız. Ordunun baú kumandanı hükümdardır. Hârizmúâhlar’da hükümdarları seferlerde ve savaúlarda ço÷unlukla ordunun baúında görmekteyiz. Örne÷in Hârizmúâh Atsız, Sultan Sencer’in emrinde iken orduları sevk ve idaresindeki baúarısıyla Sultanın itibarını kazanmıútı. Hârizmúâh Atsız devletini kurmaya çalıútı÷ı dönemde de ordusunun kumandanıydı. Sultan Tekiú neredeyse bütün iktidar zamanını savaúlarda ordusuna kumandanlık ederek geçirdi. Sultan Alâeddin Muhammed, daha önce de bahsetti÷imiz gibi kumandanlı÷ı en çok sorgulanan Hârizm hükümdarıdır. Sultan Celâleddin Hârizmúâh ise Mo÷ollar’a karúı verdi÷i mücadelede kahramanlıkları ile anılmaktadır. 574 Nesevî, Farsça, s106. Sind Nehri kenarındaki savaú için bkz., Nesevî, Farsça, s.110-112. 576 Ebü’l-Farac, age., C:II., s.514. 577 Ebü’l-Farac, age., C:II., s.528. 578 Taneri, age., s.129. 575 143 Hükümdar aynı zamanda askeriyeye dair bütün kararları alırdı. Savaú ve barıú haline karar verme, savaúta tutulacak yol, rütbe bahúetme veya azletme Sultanın yetkisi dahilindedir. øktalar da bilindi÷i gibi hükümdar tarafından verilirdi. ùimdi de Hârizmúâhlar ordusundaki rütbeleri inceleyelim. Burada belirtmeliyiz ki ele almaya çalıúaca÷ımız rütbeler Hârizmúâhlar tarihinin her devri için mevcut ya da aynı derecede de÷ildir. Hangi rütbenin hangi devirde var oldu÷unu veya tespit edebildi÷imiz kadarıyla ast-üst derecelendirmesini belirtmeye gayret edece÷iz. (1) Emîr-i Emîrân Hârizmúâhlar devletinde en yüksek askerî rütbe “Emîr-i Emîrân” (Beylerbeyi)’dır. Ordunun baú kumandanına bu unvânın verildi÷ini anlıyoruz. Ancak bu rütbe Sultan Muhammed devrinde aynı dereceyi ifade etmemektedir. Çünkü “Han” unvânı Celâleddin döneminde en yüksek askerî rütbe idi.579 ùüphesiz hükümdar, “Emîr-i Emîrân”lık rütbesini askerî yeteneklerine en çok güvendi÷i emîre bahúediyordu. Bu emîr de savaúlarda kumandanlı÷ını ispatlamıú, tecrübeli bir asker olmalıdır. Ordu kumandanı savaú ile ilgili bütün kararlarda söz hakkına sahiptir. Savaú planları, ordunun teçhizatı, ikmal yöntemleri gibi askerlikle ilgili konularda geniú yetkilere sahipti ve barıú zamanında da her halde askerin e÷itimi ve silahlar gibi orduyu ilgilendiren iúlerle meúguldü. Her an savaúa hazır olmak, güvenli÷i temin etmek onun sorumlulu÷u altında idi.580 Kaynaklarımızda bu rütbenin anlamına dair bilgi olmamakla birlikte bu makamda görev yapmıú birkaç ismi tespit edebiliyoruz. Örne÷in øl-Arslan devrinde bu rütbe adı ile olmasa da “ordu kumandanı” olarak ùemsülmülk b. Hüseyin Ayaz Bey’in adı geçmektedir. 581 Kaynaklarımız kumandan anlamında “mukaddem” ve “kƗ’id” kelimelerini de kullanmaktadırlar. Burada øl-Arslan’ın, Maveraünnehir’deki 579 Bkz. Taneri, age., s.127. Nafi‘ Tevfik, age., s.199. 581 Hüseynî, age., s.104. 580 144 Karluk emîrlerinden Ayaz Bey’in ölümü üzerine o÷lu ùemsülmülk kaçarak Hârizmúâhlar’a sı÷ındı÷ı anlatılmaktadır. Hârizmúâh øl-Arslan, ona “itibar göstermiú ve lütuflarda bulunmuútu”. Hârizmúâh onu kızı ile evlendirerek ordusuna “mukaddem” yaptı.582 Sultanın damadının, ordusunun da kumandanı oldu÷una ve “Emîr-i Emîrân” ile aynı derecede bulundu÷una bizce úüphe yoktur. Sultan Alâeddin Tekiú döneminde “Emîr-i Emîrân” olarak Ömer adlı bir kumandandan da bahsedilmektedir. Sultan Tekiú, Halifenin ordusunu Hemedân civarında ma÷lup etti÷inde (8 Mayıs 1188) Emîri-i Emîrân Ömer de onunla birlikte savaúıyordu.583 Sultan Alâeddin Muhammed’in “Emîr-i Emîrân”ı ise Kutlug Han idi. Mo÷ollar saldırdı÷ında Cend de bulunuyordu. Cüveynî onun için “ ‘Baúını kurtaran kazandı’ sözüne uyarak askerlerini de yanına alıp geceleyin úehri terk etti. Ceyhun Nehrini geçip çöl yolundan Hârizm’e do÷ru ilerledi”584 demektedir. Bilindi÷i gibi Selçuklular’da bu rütbenin karúılı÷ı “Emîr-i Sipehsâlar”dır. Ancak Sultan Sencer devrinde bu rütbenin aynı anlama gelmedi÷ini biliyoruz. Çünkü Atebetü’l-Ketebe’de mevcut bir tayin menúûrunda Hârizmúâhlar hanedanından Ebu’l-Feth Yusuf “Emîr-i sipehsalâr” olarak Rey bölgesine tayin edilmektedir.585 Anlaúılan Selçuklular’daki bu unvân Hârizmúâhlar Devleti’nde de varlı÷ını korumuútur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, “Emîr-i Sipehsâlâr” rütbesinin ordu baú kumandanı de÷il, bir bölgenin ordusunun kumandanı anlamına geldi÷idir. (2) Han Belirli sayıda askerin kumandanı anlamını ifade eden “Han” rütbesi Hârizmúâhlar ordusunda Kanglı-Kıpçak Türk boylarının damgası gibidir. Bizce bu unvânı adı geçen boylara mensup kumandanlar beraberlerinde getirmiúlerdir ve bu úekilde Hârizmúâhlar ordusunda da bir rütbe karúılı÷ı olarak “Han” unvânı yer 582 Hüseynî, age., aynı yer. Hüseynî, age., s.123-124. 584 Cüveynî, age., s.124. 585 Atebetü’l-Ketebe, s.42-44. 583 145 edinmiútir.586 Sultan Celâleddin Hârizmúâh devrinde ordudaki en yüksek rütbe “Han” idi. Ayrıca Sultan savaúta baúarı gösterenlere “Alp Han”, “Has Han”, ve “Sungur Han” gibi unvânlar da veriyordu.587 Hârizm ordusunun “Han”ları Mo÷ollar’a karúı savaútı bir ço÷u da bu savaúlarda hayatını kaybetti. Semerkant úehrini savunan “Alp-er Han, ùeyh Han, Arslan Han”588 Mo÷ollar’a karúı baúarı kazanmıúlarsa da úehrin düúmesine engel olamamıúlardı. Semerkant savunmasında ölen “Han”lar arasında Barıúmas Han, Sersig Han ve Ulug Han’ın isimleri geçmektedir.589 Hârizmúâhlar devletinin yıkılıúından sonra Türkiye Selçukluları’nın hizmetine giren Hanlar da olmuútu: Kır Han, Saru Han; Küçlü Han gibi.590 (3) Melik Türkler’de hanedan mensubu erkekler için kullanılan “Melik” unvânı Hârizmúâhlar’da de÷iúiklik göstererek askerî bir rütbe için de kullanılmıútır. Örne÷in Sultan Alâeddin Muhammed, kendisine çok güvendi÷ini anladı÷ımız cellat Ayaz Cihân Pehlivân’ı “melik” rütbesine yükseltmiúti. Emrinde on bin kiúilik süvari tümeni olan Ayâz, Sultanın emretti÷i özel askerî emirleri anında yerine getiriyordu.591 Nesevî’nin kaydına göre de Sultan Alâeddin Muhammed, halk takımından olmasına karúın Müeyyidülmülk’ü “melik”li÷e yükseltmiúti. Ve gene Nesevî’ye göre meliklik, ulaúılması güç olan bir mevkiiydi, Müeyyidülmülk’e tâlih yardım etmiúti.592 586 Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın ordusuna katılan Mo÷ol kumandanları da unvânlarını koruyorlardı.Bkz. Taneri age., s.127. 587 Taneri, age., s.127. 588 Cüveynî, age., s.143. 589 Cüveynî, age., s.145. 590 øbn Bîbî, age., C:I., 430, 433-434. 591 Nesevî, Kafeso÷lu, age., s.207. 592 Nesevî, Farsça, s.40. 146 Sultan Celâleddin de babası Abeskûn’da bulundu÷u sırada ona iyi hizmet etmiú olan øhtiyarüddin Hasan’ı “melik”lik rütbesine yükseltmiúti.593 Bünyadov bu örnekten hareketle “Melik” rütbesindeki askerin süvari tümenine kumandanlık etti÷i sonucuna ulaúmaktadır.594 (4) Emîr Hârizmúâhlar ordusunda “Emîr” kumandan, subay karúılı÷ı bir rütbedir. Emîrler arasından seçilerek sarayda görev alan emîrlerden saray teúkilatını incelerken bahsetmiútik. Emîrler ordunun hareket kabiliyetidir. Hemen hemen her savaúta, askerî her faaliyette onların adına rastlamaktayız. Hârizmúâhlar askerî sistemi bölge esasına göre595 düzenlendi÷i için do÷al olarak emîrler de úehir ve bölgelerde görev yapmaktaydılar. Ayrıca bazen emîrlere özel görevler de veriliyordu. ùimdi örneklerimizi inceleyelim: Hârizmúâh øl-Arslan, Atsız’ın ölümü üzerine baúkente geldi÷inde kardeúini hapsetmiú ve onun Atabegi ile bazı emîrleri öldürtmüútü.596 Bu öldürülen emîrler ølArslan’a muhalif olmalılar. Askerî bir üst düzey makam görüldü÷ü gibi devlet yönetiminde de “taraf” olarak etki gösterebilir ve bir tehdit unsuru halini alabilirdi. øbnü’l-Esîr de, Hârizmúâh Tekiú’in babasının emîrlerinden olan Ebu Bekr’i “Tâcüddin” diye lâkaplandırdı÷ını kaydetmektedir.597 Bu emîr her halde gösterdi÷i bir baúarının ödülü olarak Sultan tarafından onurlandırılmıútır. Sultan Tekiú Irak harekâtı sırasında Emîr Tamgac’ı bir miktar askerle Rey’de bırakmıútı.598 593 Nesevî, Farsça, s.69. Bünyadov, age., s.90. 595 Tıpkı Selçuklular’da oldu÷u gibi, Bkz. Uzunçarúılı, Medhal, s.55. 596 Kazvînî, Tarih-i Güzide, s.490. 597 øbnül-Esîr, age., C:XII, s.255. 598 Cüveynî, age., s.267. 594 147 Sultanúâh, Gur hükümdarı Gıyâsüddin ile anlaúma yaptı÷ında bu kez emîrler anlaúmayı kaleme almak için hazır bulunuyordu.599 Emîrlerin bölgelerde görev yaptı÷ını belirtmiútik. Örne÷in, Sultan Alâeddin Muhammed devrinde Emîr Kezlik Niúâbur’da görev yapıyordu. Cüveynî’ye göre, “oranın iúlerini çekip çevirmeyi üstlenmiúti”.600 Mo÷ollar geldi÷i sırada Hocend emîri Timur Melik’ti.601 Târîh-i Güzîde’de Otrâr’da tüccarların öldürülmesi üzerine yapılan yorum ilgi çekicidir: “Bu emîrlerin ço÷u ordu sahibidir. Sultanın onlara iú yaptırmaya gücü yetmiyordu.”602 Sultan Celâleddin Hârizmúâh ise Niúâbur’a geldi÷inde kafirlere ile savaúmak için emîrlere mektuplar göndererek kendisine katılmalarını istemiúti.603 Sultan Celâleddin Gazne’ye hareket etti÷inde Emin Melik kuvvetleriyle ona katılmıútı. Ayrıca Gazne’de de Sultanın hizmetine emîrler vardı.604 Sultan Celâleddin, Hindistan’dan dönerek Kirman’a ulaútı÷ında burada hakim bulunan Barak Hâcib, Sultan Alâeddin Muhammed’in emîrlerindendi.605 Hârizm ordusundaki emîrlerin bir kısmı bilindi÷i üzere Sultan Celâleddin’in ölümünden sonra Türkiye Selçuklu Devleti’nin hizmetine girmiúlerdir.606 Emîrlik tamamıyla asker kökenli olmayı gerektiren bir makamdır. Ancak øbnül-Esîr’de, Sultan Alâeddin Muhammed devri emîrlerinden Emîr Eminüddin’in hamallıktan bu makama yükseldi÷i kaydedilmektedir.607 Bu bir istisna olmalıdır. (5) Pehlivân Bu askerî rütbenin Hârizmúâhlar ordusundaki yerini tam olarak tespit edemedik. Hangi rütbenin üssü veya altı oldu÷unu bilmiyoruz.Daha önce meliklik rütbesine yükseltildi÷ini gördü÷ümüz Ayaz Cihân Pehlivân isminden anlaúıldı÷ına øbnü’l-Esîr, age., C.XI, s.306. Cüveynî, age., s.292. 601 Cüveynî, age., s.126. 602 Kazvînî, age., s.497. 603 Nesevî, Farsça, s.91. 604 Nesevî, Farsça, s.106. 605 Devletúâh Tezkiresi,C:II., s.203. 606 Örnekler için bkz., øbn Bîbî, age., C:I, s.430, 433-434. 607 øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.212. 599 600 148 göre daha önce bu rütbede idi. Biz onun melik olduktan sonra yaptıklarını bildi÷imiz için “pehlivânlık” makamına dair bu örnekte isim dıúında bir úey ö÷renemiyoruz. Sultan Celâleddin ordu komutanlarını savaúa ça÷ıraca÷ında bu ça÷rı için pehlivânları da çavuúlarla birlikte görevlendirmiúti.608 (6) Çavuú Ordudaki alt rütbelerden biridir. Çavuúların baúı “Mukaddem-i Çavuúân” unvânını taúırdı. Örne÷in Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Mukaddem-i Çavuúân görevindeki Kemaleddin’i, øsmailî fedailerini istihdam etti÷i için ölümle cezalandırmıútı.609 Sultan Alâeddin Muhammed, Abeskûn’da öldü÷ünde yanında bulunan çok az kiúiden biri de Çavuú ùemsüddin Mahmud idi.610 Hârizmúâhlar ordusundaki rütbeler úüphesiz bu kadarla sınırlı de÷ildi. Ancak kaynaklarımızda yeterli bilgi yoktur. Bazı unvânların tam olarak hangi derecede bulundu÷unu tayin edemiyoruz. Örne÷in Cihangûúa’da “Serhayl-i haúerî” unvânına sahip bir emîrin adı geçmektedir.611 Bu kayıt bir rütbeye iúaret eder mi bilmiyoruz. Çünkü kaynaklarımızda birçok kez terimler genel anlamları ile kullanılmaktadırlar. Zaten ortaça÷ tarihi için devlet teúkilatları konusuna çalıúmanın en zor kısmı burasıdır. Lambton haklı olarak bu zorlu÷a dikkati çekmiútir.612 Kaynaklarımız çok küçük bir askerli birli÷in komutanına “mukaddem” derken bir baúka yerde baú kumandan için bu kelimeyi kullanırlar. Bir yerde mukaddem olarak geçen baúka bir yerde aynı ifade için “kƗ’id” olarak adlandırılır. Bu gibi kayıtlarda kelimeler genel anlamları ile kullanılmıúlardır. Bir rütbe adını göstermezler. Aynı úekilde örne÷in “Kûtvâl” kale komutanı anlamındadır. Rütbeyi de÷il görevi anlatmak için kullanılmıú olmalıdır. Çünkü “Han” ya da “Emîr” rütbesinde olan biri kale komutanı görevinde bulunurdu ve kaynaklarımızda onların “Kûtvâl” rütbesinde olduklarını gösterecek herhangi bir iúaret yoktur. Görevi kasteden terimler aynı zamanda bu 608 Nesevî, Farsça, s.220. Nesevî, Farsça, s.165. 610 Nesevî, Farsça, s.70. 611 Cüveynî, age., s.177. 612 Lambton, agm., s.365. 609 149 ifadenin bir rütbe oldu÷unu göstermezler. “Müfredân-ı Hâss”613, “Muhafızân-a turuk”614, “Müfredân-ı Ebvâb”615 gibi. Bunlar sırasıyla, “özel muhafızlar”, “yol muhafızları” ve “nöbetçi” anlamlarında kullanılan, icra edilen görevi bize anlatan terimlerdir. 3.TEÇHøZAT a. Silahlar Hârizmúâhlar ordusu devrin en güçlü silahları ile donanmıú ordularından biri idi. Biz her silahın hangi amaca hizmet için kullanıldı÷ı çök iyi bilinen bir husus oldu÷u için herhangi bir tasnife gitmeden ordunun kullandı÷ı silahları açıklamaya ve örneklendirmeye çalıúaca÷ız. (1) Ok ve Yay Hârizmúâhlar devrinin en meúhur okları úüphesiz Sultan Sencer’in 1148’deki Hezâresb kuúatması sırasında kullanılan oklardır. Kuúatmada Sultan Sencer’in yanında bulunan Enverî, úu rûbâîyi yazmıútı: “Ey úâh, bütün yeryüzü sana aittir. Dünyanın devletini ve ikbalini sen kazandın. Bugün tek bir saldırıda bulunup Hezaresb’i al. Yarın Hârizm ve yüz binlerce at senin olacaktır” Enverî’nin rûbâîsi bir asker tarafından okun ucuna tutturularak kaleye gönderilir. Ardından Reúidüddin’in cevabî rubaisîni getiren okta da úunlar yazılıdır: “Ey padiúâh, senin rakibin Rüstem Pehlivan da olsa sana ait olan Hezaresb’den bir eúek bile alamaz”616 613 Cüveynî, age., s.264. Cüveynî, age., s.288. 615 Cüveynî, age., s.374. 616 Cüveynî, age., s.11; Kazvînî, age., s.488-489; Devletúâh Tezkiresi, C:I., s.133-134; Mîrhând, age., C:IV., s.360. 614 150 Sultan Sencer bu meydan okumaya çok kızmıútı. Türkler için tarihte vazgeçilmez silah olan ok, Hârizmúâhlar devrinde de önemini korumaya devam etmiútir. Cüveynî, Sultan Alâeddin Muhammed’in Maveraünnehir harekâtından bahsederken bir savaú sahnesi anlatımında “her iki taraftan da oklar harekete geçirildi”617 demektedir. Sultan Celâleddin’in askerleri de Yassı Çimen savaúından bütün oklarını tüketene kadar savaúmıúlardı.618 Savaúlarda silah olarak kullanılmasının yanı sıra bir ça÷rı iúareti olarak da okun kullanıldı÷ını görmekteyiz. Hârizmúâhlar ordusunun toplanma ça÷rısı “ictimâ alâmeti” olan kızıl oklar ile yapılıyordu. Nesevî, “ata binmek, toplanmak anlamına gelen kızıl okları” Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın çavuúlar ve pehlivânlar eline vererek emîrlerine gönderdi÷ini kaydetmektedir.619 (2) Kılıç Yakın muharebenin bu en önemli silahı Hârizm askerleri tarafından da bütün savaúlarda kullanılıyordu. Devrin silahlarının hemen hepsi gibi kılıç da her ne kadar teknik özellikleri önem taúıyorsa da aslında kullanıcısının ustalı÷ı oranında iú görüyordu. Bu nedenledir ki, ordudaki insan unsuru, askerin kabiliyeti savaúların kaderini belirleme de büyük önem taúımaktaydı. Hârizm hükümdarları da savaúlarda kılıç kullanıyorlardı. Zaten Sultanların hepsi bizzat savaúlara katılıp, ordularına baú kumandanlık etmiúlerdi. Örne÷in, Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın Sind Nehri kıyısında Mo÷ollarla yaptı÷ı savaúta kılıç kullanmıú cesaretiyle de herkesi kendisine hayran bırakmıútı.620 ùüphesiz ki, devrin en gözde kılıçlarına da sahip olmuúlardır. Kaynaklarımızda savaúlardan bahsedilirken sık sık “kılıçlar kınlarından çekildi” ifadesi yer alır.621 Savaúların úiddeti anlatılırken de kılıç ile ilgili vurgular yapılır. Örne÷in øbn Bibî’de, Yassı Çimen Savaúı’nı anlatırken bir úiirde úu ifadeler 617 Cüveynî, age., s.298. øbn Bîbî, age., C:I, s.395.Ayrıca, s.400,402. 619 Nesevî, Farsça, s.220, 242-243; Ayrıca bkz. Osman Turan, “Eski Türklerde Okun Hukukî Bir Sembol Olarak Kullanılması”, Belleten, C:IX, Ankara 1945, s.309-310. 620 Bu savaú için bkz.,Nesevî, Farsça, s. 110; Ebu’l-Farac, Abûl Farac Tarihi, C:II., s.515. 621 Cüveynî, age., s.298. 618 151 yer almaktadır: “Kılıcın, okun, mızra÷ın sa÷lı sollu darbeleriyle kaplanların diúleri dökülmeye baúladı”, “Parlak kılıçların ıúı÷ı gözlerimin önünü aydınlatmaya baúladı622 Kılıcın devrin en önemli savaú silahlarından biri olarak taúıdı÷ı önem úiirlerde ve hatta terimlerde de yerini almıútır. Kılıçla ilgili benzetmeler hemen birçok yerde karúımıza çıkar. Örne÷in, Ba÷dadî’deki bir menúûrda kadılkudât tayini yapılırken Allah’ın dinini uygulayan devletin gücüne bir atıf yapılarak “keskin kılıç olmazsa nizam sa÷lanamaz”623 denilmektedir. Öte yandan Hârizmúâh øl-Arslan’ın ölümünden sonra yaúanan taht mücadelesi sırasında da úehzâdeler Alâeddin Tekiú ve Sultanúâh Mahmûd birbirlerine gönderdikleri úiirlerle meydan okuyorlardı. Sultanúâh kendi yazdı÷ı beyitlerde “Düúman benim kılıcımın saldırısından inler” derken Tekiú, o÷lu Melikúâh’ın yazdı÷ı cevabî beyitte “Hazineler senin, keskin kılıç bizim olsun” diyordu. Ve sonuçta mücadelenin sürece÷i Sultanúâh’ın beyitlerinden anlaúılıyor: “Bakalım kimin kılıcının kabzası kanı dökecektir”624 (3) Mızrak Hârizmúâhlar ordusunda kullanılan silahlardan biri de mızraktır. Sultan Celâleddin’in, Sind Nehri kenarında Mo÷ollarla savaúırken kullandı÷ı silahlar arasında mızrak da vardı.625 Sultan nehri geçtikten sonra da mızra÷ı yanındaydı.626 Yassı Çimen Savaúı’nda da mızrak kullanılmıútı. Ancak öyle anlaúılıyor ki Türkiye Selçukluları ordusu mızrak bakımından bu savaúta daha üstündüler.627 Sultan Celâleddin’in vezîri ùerefülmülk’ün mızrak kullanmada üstün bir beceriye sahip oldu÷unu anlıyoruz. O, ata binmede ve mızrak kullanmadaki hızı sayesinde düúman saflarını yarıyordu.628 øbn Bîbî, age., C:I., s.395. Ba÷dadî, age., s.48. 624 Mîrhând, age., C:IV., s.365-366. 625 Ebu’l-Farac, age., C:II., s.515. 626 Devletúâh Tezkiresi, C:II., s.202. 627 øbn Bîbî, age., C:I., s.400. 628 Akılî, age., s.271. 622 623 152 Ayrıca Câmi’u’t-tevarih minyatürlerinde Mo÷ollar’ın Hârizm úehir ve kalelerini kuúatmalarının tasvir edildi÷i minyatürlerde savunmacıların mızrakları görülmektedir.629 (4) Gürz (Topuz) Süvari ve piyadeler tarafından kullanılan bir yakın muharebe silahı olan gürz, Hârizmúâhlar ordusunda da kullanılıyordu. øbn Bibî’de yassı Çemen Savaúı anlatılırken gürzden sıkça söz edilmektedir. Örne÷in, “onlar dönüp sırtını gösterince peúlerinden a÷ır gürz ile koúalım”, “gürzleri karúısında úimúek pes eder”, “birbirleriyle vücut vücuda girince kılıcın ve topuzun yola ba÷landı” gibi. Aynı savaúta gürz bakımından üstünlü÷ün Türkiye Selçuklu ordusunda oldu÷u da ifade edilmektedir.630 (5) Hançer, bıçak Kaynaklarımızda fazla örne÷ini bulamasak da Hârizmúâhlar ordusunda kullanılan silahlar arasında hançer ve bıça÷ın da var oldu÷unu biliyoruz. Zaten her halde o dönemde bıçak veya hançersiz bir asker de÷il sıradan bir insan bile düúünmek yanlıú olur. Çünkü bu silahlar kiúisel savunma için kolay taúınır ve caydırıcıdırlar.631 (6) Mi÷fer, Kalkan, Zırh Hârizmúâhlar ordusundaki askerler düúman silahlarının darbelerinden korunmak için zırh giyiyor ve mi÷fer giyiyor ayrıca kalkan kullanıyorlardı. Camiu’t-tevarih minyatürlerinde tasvirini gördü÷ümüz savaú sahnelerinde askerlerin baúında mi÷fer, üzerlerinde zırh ve ellerinde kalkan vardır.632 Sultan Celâleddin’in askerleri “kara külah” giyiyorlardı.633 629 Bkz. Ek.. øbn Bîbî, age., s.C:I, s.397, 400,401, 402. 631 Örnek için bkz., øbn Bîbî, age., C:I, s.402. 632 Bkz. Ek... 633 Taneri, age., s.130. 630 153 Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Sind Nehri kenarında cesurca mücadele vermesine ra÷men sayı üstünlü÷ünü elinde bulunduran Mo÷ol ordusuna galip gelemeyince canını kurtarmak için nehre atlayarak karúıya geçmiúti. Sultan suya atlamadan önce zırhını çıkardı.634 Sultan Celâleddin bu savaúta kılıçla birlikte kalkan da kullanmıútı.635 Atlar için de zırh kullanıldı÷ını gene minyatürlerden anlıyoruz.636 Buraya kadar Hârizmúâhlar ordusunda askerlerin bireysel olarak kullandıkları silahları açıklamaya çalıútık. Bunlara sapan ve kemendi de ilave edebiliriz. Ordunun silahları zerdhâne (veya zeredhâne) denilen depolarda muhafaza ediliyordu.637 Bir karúılaútırma yapabilmek için Cengiz Han devri Mo÷ol askerlerinin silahlarına da kısaca de÷inmeliyiz. Cengiz Han’ın ordusunun en önemli özelli÷i úüphesiz sarsılmaz disipliniydi. Bir Mo÷ol süvarisi beraberinde iki yay ve üç tane de sadak taúıyordu. øki tür ok ucundan hafif olanı uzun mesafeler, a÷ır olanı ise kısa mesafeler için kullanılıyordu. Süvariler ayrıca orak úeklinde kancalar kullanarak bununla düúman atlarını düúürüyorlardı. Her asker bir balta, bir kement, bir su kabı ve ok ucunu açmak için bir e÷e taúıyordu. Bir Mo÷ol süvarisi savaú haricinde kulaklıklı kürk bir baúlık ile keçeden botlar giyerken savaúta deri ve metaldan üretilmiú mi÷fer kullanırdı.638 Savaúlarda sadece bireysel silahlar kullanılmıyordu. A÷ır silahlar da oldukça yaygın olarak kullanılıyordu. Hârizmúâhlar ordusu a÷ır silahlar bakımından da teçhizatı tamam bir orduydu. A÷ır silahlar bilindi÷i gibi muhasaralarda kullanılıyordu. Devrin bütün a÷ır silahlarına sahip olan Hârizmúâhlar ordusu bu sayede birçok zaferler kazanmıútı. ùimdi de Hârizmúâhlar ordusundaki a÷ır silahları örnekleriyle incelemeye çalıúalım. Aúa÷ıda görülece÷i üzere Mo÷ollar da 634 Cüveynî, age., s.343 Ebu’l-Farac, Tarih-i Muhtasarü’d-düvel, s.14; zırh örne÷i için ayrıca bkz., Ravendî, age., C:II., s.365. 635 Ebü’l-Farac, age., C:II., s.515. 636 Bkz., Ek.. 637 Nesevî, Farsça, s.113. 638 Leo de Hartog, Genghis Khan Conqueror of the World, London 1989, s.45-46. 154 Hârizmúâhlar ülkesine saldırdıklarında Sultan Muhammed’in aldı÷ı savunma tedbirlerini a÷ır silahlar yardımıyla aúmaya çalıúmıúlardır. (7) Mancınık Devrin en güçlü kuúatma silahlarından biri mancınıktır. Teknik olarak sapandan hareketle yapılmıú olan mancınıklarda mermi olarak taú kullanılırdı. Surlar ve kaleler mancınıkların attı÷ı taúlarla dövülerek aúılmaya çalıúılırdı. Muhasara altındakiler de kendilerini savunmalarını mancınıklarla destekliyorlardı. Kuúatma ve savunma amacına hizmet eden bu silah orduda piyade sınıfı tarafından kullanılıyordu. Ayrıca mancınıklar tekerlekleri yardımıyla daha kolay taúınabiliyor ve manevra kabiliyeti kazanıyordu. Hârizmúâhlar ordusunda mancını÷ın kullanılıúına dair pek çok bilgiye sahibiz. Sultan Tekiú Niúâbûr’a kuúattı÷ında, “mancınıkları harekete geçirerek zorlu bir savaúa baúlamıútı”.639 Gene Tekiú devrinde Mayacık’ın sı÷ındı÷ı Firûzkûh kalesi sultanın askerleri tarafından mancınıklarla dövülmüútü.640 Cüveynî’ye göre, Sultan Alâeddin Muhammed, babasının ölümünü fırsat bilerek Horasan’da karıúıklık çıkaran Gurlular’a karúı süratle hareket edip 18 Eylül 1201 tarihinde ordusuyla ùadyâh (ùadiúâh) önünde göründü÷ünde beraberinde mancınıklar da vardı. Sultanın askerleri úehri çepeçevre kuúattıktan sonra mancınıkları harekete geçirerek surları yerle bir etmiúlerdi. Öyle ki, savunma amaçlı kazılan hendekler mancınıklar sayesinde surdan kopan parçalarla dolmuútu.641 Sultan Celâleddin Hârizmúâh devrinde de kuúatmalarda birçok kez mancınıkların kullanıldı÷ını biliyoruz. Nesevî’nin kaydına göre, Tebriz ahalisi Sultanı úehirlerine almak üzere davet edince o, kuúatma hazırlıklarına baúlayıp mancınıkları hazırlatmıútı.642 Mancınıklar her zaman elde hazır bulunmuyor ya da 639 Cüveynî, age., s.264. Cüveynî, age., s.274. 641 Cüveynî, age., s.279. Sultanın ordusu Herat kuúatmasında da mancınık kullanmıúlardı. Cüveynî, age., s.279. 642 Nesevî, Farsça, s.70. 640 155 sayısı yeterli olmuyordu. Böyle zamanlarda ustalar, çevredeki ba÷ ve bahçelerden kestikleri a÷açlardan mancınıklar yapıyorlardı.643 Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Gürcüler ile yaptı÷ı savaúlarda da mancınıklar kullanmıútı. øbnül-Esîr, Sultanın Ani ve Kars’ta surların etrafına mancınıklar yerleútirip úiddetli bir savaúa tutuútu÷unu anlatmaktadır.644 Mancını÷a dair en çok bilgiyi Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın Ahlat kuúatması vasıtasıyla ö÷reniyoruz. Sultan büyük önem verdi÷i Ahlat kuúatması sırasında Nesevî’ye gere on iki mancınık kullanmıútı.645 øbnü’l Esîr bu konuda “sayısız mancınık kurdurmuútu”646 derken Ebul-Ferec de yirmi mancınık bulundu÷unu kaydetmektedir.647 Nesevî’nin bu kuúatmada sultanın yanında bulundu÷unu bildi÷imizden onun verdi÷i rakama itibar ediyoruz. Ancak Nesevî’nin anlattı÷ına göre bu mancınıklardan sekiz tanesi çalıúmıyordu.648 Sultan Celâleddin’in úehri ele geçirmek için aldı÷ı tedbirler yeterli olmamıú, kuúatma uzamıútı. Bu sırada Sultanı ziyarete gelen Erzurum hakimi Rükneddin Cihanúâh ile sultanın askerî bir anlaúma yaparak silah temini yoluna gitti÷ini görüyoruz. Bu anlaúma gere÷i Cihanúâh, Sultana birçok silahın yanında “Karabu÷ra” adını taúıyan mancınıklardan gönderecekti.649 Mo÷ollar da Hârizmúâhlar ülkesinin úehirlerine saldırdıklarında mancınıklar kullanmıúlardı. Örne÷in Tırmiz’i kuúattıkları sırada savaú karúılıklı mancınık atıúlarıyla baúlamıútı.650 Ayrıca Gürgenç muhasarasında da mancınıklarla surları döven Mo÷ollar, yeteri miktarda taú bulamayınca etraftaki dut a÷açlarını keserek köklerini mermi olarak kullanmıúlardı.651 (8) Arrâde 643 Nesevî, Farsça, s.141. øbnül-Esîr, age., C:XII., s.417. 645 Nesevî, Farsça, s.196; Ahlat kuúatmasında mancınık kullanılmasına dair için bkz., øbn Vâsıl, age., C:IV, s.294. 646 øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.447. 647 Ebul-Farac, age., C:II., s.527. 648 Nesevî, Farsça, s.196. 649 Nesevî, Farsça, s.199. 650 Cüveynî, age., s.151. 651 Nesevî, Farsça, 123; Ebu’l-Farac, Tarih-i Muhtasarü’d-düvel, s.13. 644 156 Bir tür mancınık olan bu silah daha küçük ve tekerleklidir. Taúınması daha kolaydır. Kuúatmalarda oldu÷u yerleútirilerek kullanılıyordu. 652 kadar savunmalarda da surların üzerine Mo÷ollar Niúâbûr önlerine geldiklerinde úehri savunma hazırlıklarını tamamlamıú olarak buldular. Kale surları üzerine üç yüz tane mancınık ve arrâde yerleútirilmiúti.653 Mo÷ollar, Buhara’yı ele geçirmeye çalıúırken de arrâdeler kullanmıúlardı.654 Ve gene mancınıklar gibi arrâdeler de piyade askerler idare ediliyordu. (9) Çarh Kuúatmalarda kullanıldı÷ını gördü÷ümüz çarhlar, birden fazla ok atmaya yarayan aletlerdi. Zenberek diye de bilinen çarh, kaynaklarımızda “tîr-i çarh” úeklinde de geçmektedir. Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın Ahlat kuúatması sırasında tîr-i çarh kullanılmıútı.655 Çarhlar yalnızca kuúatmalarda de÷il meydan savaúlarında da kullanılıyordu. Tepelerin üzerine yerleútirilen çarhlar düúman üzerine ok ya÷dırıyordu.656 (10) Koçbaúı Kuúatmalarda özellikle kapılara taarruz ederek bir gedik açmak ve buradan askerlerin içeriye germesine imkân yaratmak amacıyla kullanılan bir silahtır. Büyük kütüklerden yapılıyor ve piyade askerler tarafından kullanılıyordu. Hârizmúâh Alâeddin Muhammed Tebriz’i ele geçirmeyi planladı÷ı sırada gerekli aletlerin hazırlanmasını emretmiúti ki, bunlar arasında koçbaúı da vardı.657 (11) Merdiven Kuúatmalarda en çok iú gören aletlerden biri de merdivenlerdir. Hârizmúâhlar ordusu da kuúatmalarda merdiven kullanıyordu. Merdivenler kuúatma sırasında da çevredeki a÷açlar kesilerek ordunun gayr-i muharip kısmında yer alan ustalar 652 DøA, “Mancınık” md. Cüveynî, age., s.179. 654 Cüveynî, age., s.135. 655 Cüveynî, age., s.365. 656 Cüveynî, age., s.370. 657 Nesevî, Farsça, s.141. 653 157 tarafından yapılabiliyordu. Örne÷in Sultan Celâleddin Hârizmúâh emir verince a÷açlar kesilerek mancınıklar ve merdivenler yapılmıútı.658 Öte yandan Mo÷ollar da Hârizmúâhlar ülkesinde ilerlerken kestikleri a÷açlardan merdivenler yapıyorlardı.659 Uzak bölgelere yapılan seferlerde ordunun a÷ırlı÷ını artırmamak ve hızını yavaúlatmamak için a÷ır silahlar ulaúılan mevkii de yapılıyordu. (12) Ateúli Silahlar Hârizmúâhlar dönemi için ateúli silahlarda kullanılan yanıcı madde nefttir. Mo÷ol askerleri Semerkant’a girdi÷inde direniú sürüyordu. Cüveynî, Semerkantlılar’ın “ateúlenmiú neft úiúeleri” attıklarını kaydetmektedir.660 Bunlar basit molotof kokteylden baúka bir úey de÷ildir. Ayrıca neft tek baúına yakmak amaçlı da kullanılıyordu. Nitekim Semerkantlılar’ın ateúlenmiú neft úiúelerine Cengiz Han’ın askerleri kaplar dolusu nefti onların bulundukları camiye döküp hepsini yakmakla karúılık vermiúti.661 Sultan Celâleddin Hârizmúâh da Ahlat kuúatmasında neft kullanmıútı.662 Ayrıca “ kârure” denilen ve mızrak atmaya yarayan aletlerin de kullanıldı÷ını biliyoruz.663 Bir de a÷açtan yapılmıú surlara tırmanmaya yardım eden döner kuleler vardır. Mo÷ol ordusu Gürgenç kuúatmasında bunlardan kullanmıútı.664 b. Hayvanlar (1) At Hârizmúâhlar ordusu için at vazgeçilmez bir hayvandır. Ordu zaten temelde süvari birliklerine dayanıyordu. Atın o dönem için taúıdı÷ı öneme ait en güzel örnek Nesevî’nin anlattıkları olsa gerektir. Sultan Alâeddin Muhammed, Abeskûn adasında bulundu÷u sırada yanında bulunanlara bir dile÷ini ileterek, “bir atım olsun, 658 Nesevî, Farsça, s.141. Cüveynî, age., s.132. 660 Cüveynî, age., s.145. 661 Cüveynî, aynı yer. 662 Cüveynî, age., s.365. 663 Cüveynî, age., s.135 664 Nesevî, Farsça, s.123. 659 158 úu çadırın etrafında dolaúsın” demiúti. Yanında bulunanlardan Tâcüddin Hasan, Sultanın bu arzusunu yerine getirdi.665 Sultan Muhammed Hârizmúâh’ın ihtiúamlı günlerinde Emîr-i Âhûr’u olan øhtiyareddin Keúlu, “istersem bir saatin içinde bir dinâr harcamadan bu otuz bin atı altmıú bine yükseltebilirim” diyerek at sürülerinin çoklu÷unu ifade ediyordu.666 Ayrıca iyi cins atlar çok makbul hediyelerden sayılıyordu. Sultan Celâleddin, Halife için hediyeler hazırlatırken, “birkaç tane Tatarî atın hediyelerin en latifi olaca÷ını düúünmüútü”.667 Savaúlarda askerler sadece bir tane at kullanmıyorlardı. Cenîbet denen yedek atlar da hazır bulunuyordu. Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın Sind Nehri yakınında Mo÷ollar ile yaptı÷ı savaúta ma÷lup olaca÷ı sırada nehre birlikte atladı÷ı atı aslında onun “yedek atı”dır. Ayrıca Sultan Celâleddin’e Ahlat önlerinde iken Halifelik makamından gelen hediyeler arasında da özenle süslenmiú bir “yedek at” vardı.668 (2) Fil Çok yaygın olmamakla beraber Hârizmúâhlar ordusunda fillerin de kullanıldı÷ını biliyoruz. Örne÷in Sultan Alâeddin Muhammed’in Mo÷ollar’a karúı aldı÷ı savunma tedbirlerinde filler de rol alıyordu. Sultan, yirmi kadar fili Semerkant savunmasında kullanılmak üzere bu úehre yerleútirmiúti. Fillerin gücü bir úiirde úöyle anlatılmaktadır: “Taú sütunları devirirler, ejderha ile alay ederler”669 Cüveynî, Semerkant’taki bu filleri, “Sultanın süvari ve piyadelerine satranç savaúı alanında fil olacak nitelikteydi” diye anlatmaktadır.670 Mo÷ollar Semerkant’a gelerek kapıları kuvvetle tuttular ve içeridekilerin dıúarıya çıkmasına fırsat vermediler. Buna karúılık içeridekiler de filleri dıúarıya 665 Nesevî, Farsça, s.69. Nesevî, age., s.69. 667 Nesevî, Farsça, s.140. 668 Erdo÷an Merçil, “Cenîbet ve Kullanılıúına Dair Örnekler”, Osmanlı Araútırmaları Nejat Göyünç’e Arma÷an 2, sa.,XXIII, østanbul 2004, s.138-139. 669 Cüveynî, age., s.142. 670 Cüveynî, age., s.143. 666 159 sürünce birçok Mo÷ol askeri hayvanların ayakları altında ezildi.671 Ancak bu bile úehri kurtarmaya yetmemiúti. Cengiz Han Semerkant’a girince bu fillerin serbest bırakılmasını emretmiúti. Ancak sahrada yeteri kadar ot bulamayan filler öldüler.672 øbnül-Esîr, Sultan Muhammed’in Gazne hakimi Tâceddin Yıldız’a haber göndererek adına hutbe okutması ve sikke bastırmasının yanı sıra bir de fil göndermesini ancak bu úartlarda barıú görüúmesi yapaca÷ını bildirdi÷ini kaydetmektedir.673 (3) Deve Hârizmúahlâr ordusunda askerlerin binek hayvanı olarak deve de kullanılıyordu. Sultan Alâeddin Muhammed’in Mo÷ol orduları harekete geçti÷inde ülkenin her yerinden asker toplamaya çalıútı÷ından daha önce bahsetmiúti. Bunun için verilen emirde, askerin her birisinin bir devesi olması isteniyordu.674 Develer ayrıca malzemelerin taúınması için de kullanılmıútır. Cüveynî’ye göre Sultan Celâleddin’in Gürcülerle savaúı sırasında orduda develer de vardı.675 Orduda yer alan hayvanlar úüphesizdir ki bu kadarla sınırlı de÷ildir. Malzemelerin taúınmasını sa÷layan arabaları çekmek için öküz ve mandalar kullanılıyor olmalıdır. Gene bu hayvanlar mancınıkları da mevzilere taúıyorlardı. Ayrıca ordunun yiyecek, tıbbî malzeme, çadır vs. gibi ihtiyaçları da katır ve eúekler ile taúınıyordu diyebiliriz. 671 Cüveynî, age., s.144. Cüveynî, age., s.144-145. 673 øbnül-Esîr, age., C:XII., s.261. Ayrıca Ravendî’de de düúman ordusunda fil bulunuyorsa ne yapmak lâzım geldi÷ine dair öneriler vardır. Buna göre; öncelikle “gerdûne” denen aletlere sahip olmak gerekiyordu. Bunlar filleri ürkütmek içindi. Ayrıca fil sürücüleri öldürülmeliydi. Zira filler onlar olmadan iú göremezlerdi.. Fillerin geçecekleri güzergâhta küçük bataklıklar yapmak da iúe yarardı. Çünkü filler taze çamur kokusunu alınca ilerleyemezlerdi. Nihayet üzerlerine çokça ok ya÷dırmak ve onların hücumuna izin vermemek gerekirdi. Bkz. Ravendî, age., C:I., s.211-212. 674 Nesevî, Farsça, s.53. 675 Cüveynî, age., s.363. 672 160 c. Ordunun Di÷er Teçhizatı Ordunun teçhizatı içinde çadır da önemli bir yere sahiptir. Sultanların çadırlarından “Hükümdarlık Alâmetleri” baúlı÷ında söz etti÷imiz için burada tekrarlamayaca÷ız. Savaúlarda askerlerin barınması için de kullanılan çadırlar, ayrıca belki de hastahâne, hamam veya mutfak olarak da hizmet veriyordu. Hârizmúâhlar ordusunda davul (tabl), kös, boru (buk) ve zurna (nay) kullanıldı÷ını da biliyoruz. Örne÷in Sultan Muhammed’in ordusu Gur üzerine yürüdü÷ünde Muhammed b. Çurbek ile savaúmıútı. Bu savaúta sancakları yere atılıp davulları parçalanan Sultanın askerleri, davul sesi duyulmaz olunca ma÷lup olduklarını anlayarak geri çekilmiúlerdi.676 Savaúlarda “davulların ve zurnaların sesi gö÷e yükseliyor, yer de gökyüzü gibi yerinden oynuyordu”.677 Savaúta askerin cesaretini artırmak için kullanılan bu araçlar aynı zamanda ordu içi haberleúmeyi de sa÷lıyordu. Yukarıdaki örnekte askerler davul sesini duyamayınca yenildiklerini anlamıúlardı. Sultan Celâleddin, Mo÷ol kuvvetleriyle yaptı÷ı bir savaúta kösleri vurdurarak askerlerinin atlarına binip saldırıya geçmelerini bu úekilde bildirmiúti. Askerler de köslerin sesini duyup emri anlayarak, inmiú oldukları atlarına binip derhal düúmana saldırmıúlardı.678 Sultan Celâleddin’in Gürcüler ile yaptı÷ı savaúta da davul ve borular kullanılmıútı.679 Bayraklar ve sancakları daha önce incelemiúti. Burada ordunun teçhizatı içerisinde yer aldı÷ını belirtmekle yetinece÷iz. Hârizmúâhlar ordusunda kısmen de olsa teknelerin kullanıldı÷ını görüyoruz. Hocend Emîri Timur Melik, Mo÷ollar úehrine saldırdı÷ında tekneler sayesinde hem askerini kurtarmaya çalıúmıú, hem de düúmanla savaúmaya devam etmiúti. :unun için o, on iki tane tekne yaptırarak úehirde erzak sıkıntısı baú gösterince askerleriyle nehre açılmıútı. Mo÷ollar onu takip ettilerse de Melik, düúmanın zayıf gördü÷ü øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.147. Cüveynî, age., s.298. Sultan Alâeddin Muhammed’in bir savaúı anlatılırken kullanılan úiir. 678 Cüveynî, age., s.341. 679 Cüveynî, age., s.363. 676 677 161 Nrktalarına teknesini sürüp onlar üzerine ok ya÷dırmıútı. Süratle Fenâkent’e varmayı baúaran Timur Melik burada Mo÷ollar’ın geçiúini engellemek üzere suyun üzerine çektikleri zinciri kırarak ilerleyiúine devam etmiúti. Gerçekten de Timur Melik, Mo÷ollar’a karúı direnen bir kahramandı. Ancak ne yazık ki o, adamlarının bir ço÷unu kaybetti. O, tekneleriyle Seyhun’da yol alarak uzun bir mesafeyi kat edip Cend’e ulaúmıútı.680 4. TAARRUZ VE SAVUNMA a. Taarruz: Hazırlıklar, Ordu Düzeni Ve Uygulanan Taktikler Hârizmúâhlar ordusu savaúların birço÷unda, Sâsânîler’den beri uygulanmakta olan bir düzenle karúımıza çıkmaktadır. Buna göre ordu “Sa÷ cenah” (meymene), “merkez” (kalb), “sol cenah” (meysere) esasına göre tanzim ediliyor “öncü birlikler” (mukaddeme) ve “artçılar” (sƗka) da bu düzende yerlerini alıyorlardı.681 Hârizmúâh Atsız, Sultan Sencer’in 1132 tarihinde Irak Selçuklu Sultanı Mes’ûd’a karúı düzenledi÷i seferde Selçuklu ordusunun “sol cenah”ında yer alıyordu.682 Selçuklular’ın da uyguladı÷ı bu sistem yakın ve orta do÷uda her devlet tarafından uygulanan bir sistemdi.683 Sistemde öncüler asıl ordunun istenilen mevkie kaydırılmasına yardımcı oluyor, gerekli istihbarat bilgilerini de temin edip “kalb”e ulaútırıyordu. Bu keúif birli÷i úüphesiz ana ordunun gözü-kula÷ı idi. Örne÷in, Sultan Tekiú, 1197’de Katır Buku üzerine harekete geçmeden önce o÷lu Kutbüddin Muhammed’i merkeze ça÷ırmıú ve hazırlanan ordunun öncü birliklerinin kumandanlı÷ını ona vermiúti. Cend civarındaki savaúta Katır Buku a÷ır bir yenilgiye u÷rayarak kaçmaya 680 Cüveynî, age., s.126-127. Mehmet Altay Köymen, “Alp Arslan Zamanı Selçuklu Askerî Teúkilâtı”, TAD., C:V., sa., 8-9, Ankara 1967, s.37-38. Selçuklular da Sâsânî sistemini gittikçe daha çok uygulamaya baúlamıúlardı. s.37; Sistem için ayrıca bkz., Bünyadov, age., s.91. 682 Kafeso÷lu, age., s.44-45 683 Köymen, agm., s.37. 681 162 çalıúmıúsa da öncü birliklerinin kumandanı tarafından takipten ve nihayet esir edilmekten kurtulamadı.684 Hârizm hükümdarları ço÷unlukla ordunun “kalb”indeki yerlerini almıúlardır. Sultan Alâeddin Tekiú, Irak Selçuklu Sultanı Tu÷rul ile yaptı÷ı savaúta (25 Mart 1194) ordusunun “kalb”inde bulunuyordu.685 Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Pervân’da Mo÷ollar ile yaptı÷ı savaúta ordusunun merkezindeydi. Emîr Melik sa÷ kanadı, Seyfeddin Melik de sol kanadı idare ediyordu.686 Sultan Celâleddin’in ordusu, Gürcüler ve Türkiye Selçukluları (Yassı Çimen) ile yaptıkları savaúlarda da bu sisteme görü tanzim edilmiú oldukları halde mücadele etmiúlerdi.687 “Kalb”, savaúta orduyu sevk ve idare eden merkezdir. Tamamıyla süvari birliklerinden oluúur. Ordunun merkezi hem savaú takti÷ini belirler hem de bunun uygulanmasını sa÷lar. Ayrıca ordunun çarpıúma sırasındaki bütün yönetimi merkezin kontrolündedir. Daha ileriye gitme ya da geri çekilme kararlarını ordunun “kalb”i verir. Ordudaki yeri bu kadar önemli olan “kalb”in savaúta yara alması úüphesiz di÷er kanatların durumunu do÷rudan etkileyecektir. Merkezi a÷ır darbe alan ordular da÷ılmaya çok müsaittir. “Sa÷ cenah” ve “sol cenah” hazırlanan plân dahilinde karúı orduya saldırıyordu Buna göre “kalb”in sa÷ tarafında yar alan “meymene” düúman ordusunun “meysere”si ile; “kalb”in solunda yer alan “meysere” de karúıdaki ordunun “meymene”si ile savaúa tutuúuyordu. Genellikle sa÷ kanat okçulardan, sol kanat da piyadelerden oluúuyordu. “Muahhara” da denilen “artçılar” ordunun gerisinde yer alıyordu. Orduda geri hizmeti veren artçı birlikler ordunun a÷ırlıklarından sorumluydular. Barınma ve mutfak malzemeleri, hazineler, yedek atlar, tıbbî malzemeler ile e÷er katılmıúlar ise kadınlar burada bulunuyordu. Dönüú yolunda da esirler ve yaralılar “artçı” 684 Cüveynî, age., s.273; Kafeso÷lu, age., s.129-130. øbnü’l-Esîr, age., C.XII., s.93; Kafeso÷lu, age., s.126. 686 Cüveynî, age., s.340. 687 Nesevî, Farsça, s.142-143; øbn Bîbî, age., C:I., s,400, Taneri, age., s.71-72. Yassı Çimen’deki savaúta Türkiye Selçuklu ordusu da burada anlattı÷ımız sistemde düzenlenmiúti. 685 163 birliklerin nezaretinde yol alıyor olmalılar.688 Maalesef kaynaklarımız bu tür konularda yeterli bilgi vermemektedir. Hârizmúâhlar ordusu açıklamaya çalıútı÷ımız bu düzende sadece meydan savaúları yapmıyordu. Ço÷u kez úehirleri ve kaleleri kuúatmak zorunda kalıyordu. Sultan Celâleddin’in Ahlat kuúatmasında oldu÷u gibi sıkı bir abluka, kuúatmalarda esas taktik olarak karúımıza çıkıyor. Buradaki hedef; kuúatılanları ihtiyaçlarını temin edemez hale getirerek teslim olmalarını ya da güçsüz kalmalarını sa÷lamaktır. Hârizmúâhlar ordusunun düzeni sadece, yukarıda anlatmaya çalıútı÷ımız Sâsânî kökenli oldu÷u genellikle kabul edilen sistemden ibaret de÷ildi. Ordu Türk savaú sistemi olan “cevk” birlik-bölük-grup tarzını689 da kullanıyordu. Ayrıca ordu sadece meydan savaúları ve kuúatmalar yapmıyordu. Cend ötesine sürekli akınlar yapılıyor úüphesiz bu akınlar sırasında vur-kaç sistemi kullanılıyordu. Hârizmúâhlar ordusu Kanglı-Kıpçak Türk boylarının sayıca üstün oldu÷u bir ordu olması nedeniyle bizce bozkır savaú tarzını hiçbir zaman terk etmemiú bir ordudur. Sultan Celâleddin’in sayıca üstün Mo÷ollar’ı yıpratabilmek amacıyla bu tarzı sıkça kullandı÷ını biliyoruz. Burada amaç “düúmanın üstün kuvvetlerini verimli kullanamayaca÷ı da÷lık arazilerde küçük savaúlarla ona zayiat verdirmektir”.690 Ayrıca Kanglı-Kıpçak Türk unsurları ordunun zinde ve vurucu gücüdür. Hârizm orduları için seferberlik Sultanın emri ile baúlamaktaydı. Daha önce belirtti÷imiz gibi “kızıl oklar” veya mektuplar ile ordu savaúa ça÷rılıyordu. Emri alan askerler savaúa hazır halde toplanma yerlerine ulaúıyorlardı. Sultanlar bazen savaútan önce “savaúın gereklili÷ine” dair fetvalar alıyordu. Örne÷in Sultan Alaeddin Muhammed, Halife ile savaú planları yaparken bu yola baúvurmuútu. Bu propaganda akıllıcaydı. Çünkü Sultan, Müslümanlı÷ın lideri ile çarpıúmayı düúünüyordu. Buna kamuoyunu razı etmesi kesinlikle kolay de÷ildi. O da “Halifenin aslında gerçek halife olmadı÷ı, Müslüman ahaliye zulmetti÷i” gibi a÷ır iddialar içeren fetvalar ile daha çok duyguları harekete geçirme yolunu seçmiúti. Fetva için de halk tarafından sayılan ve çok itibar gösterilen isimlerinin seçilmesi tesadüf 688 Nafi Tevfik, age., s.207. Köymen, agm., s.37. 690 Spuler, øran Mo÷olları, s.39. 689 164 de÷ildi. Gerçi bu plan uygulanamadı. Bizim için savaúa nasıl hazırlanıldı÷ına dair bir örnektir.691 Hârizm orduları gerekti÷inde pusular da kuruyor, düúmanı yanıltarak savaúı kazanmaya çalıúıyordu. Örne÷in Sultan Celâleddin Hârizmúâh, 1226 yılında Tiflis önlerinde üç bin süvari ile görüldü÷ünde askerinin sayısının bu kadar oldu÷una düúmanı inandırabilmiúti. Düúmanın yaptı÷ı çıkıú pusunun baúarısını gösteriyordu. Pusudaki kuvvetler Tiflis’in düúmesini sa÷ladı.692 Savaúta her türlü hile ve taktik mubahtır. Bilindi÷i gibi savaúlarda birçok hilelere de baú vurulmaktadır. Sultan Celâleddin Hârizmúâh Isfahan’dan Rey’e ulaúabilmek için Mo÷ol ordusunun beyaz renkteki sancaklarından kullanmıútı.693 Cüveynî’ye göre Sultan Alâeddin Muhammed’in de savaú sırasında düúman tarafının giysilerini kullanma âdeti vardı. Bir keresinde Sultan bu úekilde yakın adamlarıyla birlikte bir süre karúı tarafın askerlerine karıúmıú ve tanınmamıúlardı.694 Savaú öncesinde oldu÷u gibi savaú sırasında da casuslar iú baúındadır. Örne÷in Sultan Muhammed’e Mo÷ollar hakkında casusları vasıtasıyla gelen bilgiler arasında; “sayılamayacak kadar kalabalık oldukları, mükemmel savaúçılardan oluúan ordulara sahip bulundukları ve ihtiyaç duydukları silahları kendi elleri ile imâl ettikleri”695 haberleri vardı. Ayrıca “devriye birlikleri” (yezek) sayesinde düúmanın hareketinden haberdar olunmaktadır. Nitekim Sultan Celâleddin Hârizmúâh Mo÷ollar’ın ilerleyiúini “devriye birliklerinin” getirdi÷i haberler sayesinde sürekli takip edebiliyordu.696 Kaynaklarımızın verdi÷i bilgilerden ordunun yaylak ve kıúlakları oldu÷unu tespit edebiliyorsak da bu konuda baúkaca bir bilgiye ulaúamıyoruz. Cüveynî, Sultan Tekiú’in “kıúı geçirmek üzere Mazenderan kıúla÷ına hareket etti÷ini” Bkz. Cüveynî, age., s.330-331; øbnül-Esîr, age., C:XII., s.270; Afaf Seyyid Sabra, age., s.134-144; Ghulam Rabbani, age., s.72; Philip Hitti, age., s.C.II., s.758; Nafi‘ Tevfik, age., s.96. 692 Taneri, age., s.49. 693 Taneri, age., s.133. 694 Cüveynî, age., s.303. 695 øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.316-317. 696 Cüveynî, age., s.322-324. 691 165 kaydetmektedir.697 Herhalde Mazenderan’daki bu kıúlak, kıúlaklardan sadece bir tanesidir. Çünkü Nesevî’deki bir kayıtta, “ordular yaylaklara yayıldılar”698 ifadesi geçmektedir. Herhalde yaylak ve kıúlaklar da bölgelere göre tertip ediliyordu. Savaúa dair di÷er bir husus ise “Harp Meclisi”nin toplanmasıdır. Hükümdarın ne yapılması lazım geldi÷ini danıútı÷ı bir kurul olarak toplanan bu mecliste izlenecek yol hakkında hükümdarın gerekli gördü÷ü kiúiler fikirlerini dile getiriyorlardı. Hârizmúâhlar devri için en meúhur “Harp Meclisi”, Sultan Alâeddin Muhammed’in, Mo÷ollar’a karúı nasıl bir savaú takti÷i izlenmesi gerekti÷ine dair görüú almak üzere yaptı÷ı toplantıdır. Toplantıda devrin meúhur fakih ve âlimlerinden olan, Sultanın da itibar gösterdi÷i ùihâbeddin Hayvakî de hazır bulunuyordu. Ayrıca devlet adamları ve kumandanlar Mo÷ol ordusuna karúı izlenecek savaú stratejisini belirlemede Sultana fikirlerini iletmek üzere toplantıya katılmıúlardı. Toplantıda çeúitli taktikler dile getirildi. Birincisi; Cengiz Han ile savaúı Seyhun ötesinde bir meydan muharebesinde kabul etmekti. Hayvakî’nin savundu÷u bu görüúe göre sayıca mümkün olan en kalabalık ordu Mo÷ollar’ın karúısına çıkarılabilir ve uzun yollardan yorgun olarak gelen düúman pek alâ ma÷lup edilebilirdi. økinci görüú ise; Horasan ve Irak’ın muhafazası için mutlaka Maverâünnehir’de tutunmak gerekti÷i esasına dayanıyordu. Buna göre, Sultanın bizzat komuta edece÷i ordu Mo÷ollar’ın karúısına dikilmeliydi. Bu görüúün destekleyenler arasında Sultanın o÷lu Celâleddin de vardı. Sultanın kumandanları tarafından öngörülen savaú takti÷i ise, düúmanın serbestçe ilerlemesine izin vererek Maverâünnehir’i geçtikten sonra geçitleri tutulan da÷lar ve bo÷azlarda düúmanı gerilla harbiyle yıpratmak ve bu úekilde yok etmek temeline dayanıyordu. 699 Harp Meclisi sadece danıúma kuruludur. Son kararı verecek olan hükümdardır. Nitekim Sultan Alâeddin Muhammed de yukarıda ifadelerini gördü÷ümüz fikirlerden hiç birisine itibar etmeyerek tamamen ve sadece savunmaya dayalı bir savaú takti÷ini uygulamaya giriúti. Bu úekilde imparatorluk ordusunu 697 Cüveynî, age., s.264. Nesevî, Farsça, s.129. 699 øbnül-Esîr, age., C:XII., s.316-317. Öne sürülen taktiklerin de÷erlendirmesi için bkz. Kafeso÷lu, age., s.148-250; Bu harp meclisi ve Hayvakî’nin görüúleri için bkz., øbn Vâsıl, age., C:IV, s.40. 698 166 düúmanın saldırmasını bekleyip buna cevap vermekle görevli bir ordu konumunda bıraktı. Sultan Celâleddin Hârizmúâh da “Harp Meclisi”ni toplayıp izlenecek savaú stratejileri konusunda fikir soruyordu. Onun meclisinde müneccimlerin de bulundu÷unu biliyoruz.700 Askerlerin savaúa her zaman hazır bulunmalarına yardım eden faaliyetlerden biri düzenlenen avlardır. Avlanma úüphesiz askerin hareket kabiliyetini muhafaza veya geliútirmek için iyi bir talimdir. Hârizmúâhlar’da da ava büyük önem veriliyordu. Örne÷in Sultan Tekiú‘in veliahdı Nâsırüddin Melikúâh Cüveynî’nin ifadesiyle; “avlanma fikri onun aklını avladı÷ı için” havası iyi gelmeyerek hastalı÷ı artmasına ra÷men Merv’den ayrılamıyordu.701 Sultan Celâleddin Hârizmúâh bir keresinde yanında hassa birliklerinden bin süvari oldu÷u halde ava çıkmıútı.702 Ayrıca cirit (çevgân) oyunu da son derece yaygındı.703 Sultanlar ordunun cesaretini artırmak ve teçhizatını denetlemek amacıyla askerlere geçit resmi yaptırıyorlardı. Örne÷in, Sultan Celâleddin, Isfahan’da bulundu÷u sırada (1128) askerlerine tam teçhizatlı halde geçit resmi yaptırmıútı.704 Bu sırada Mo÷ol birliklerinin øsfahan’a yaklaútıklarını göz önüne alarak Sultanın ordusunu cesaretlendirerek savaúa hazırlamaya çalıútı÷ını söyleyebiliriz. Hârizmúâhlar ordusunun hedef bölgelere göre üslerin oldu÷u úüphesizdir. Kaynaklarımızın olayları anlatıúından çıkarabildi÷imiz kadarıyla, yeri geldikçe bahsetti÷imiz Cend, kuzey yönü askerî faaliyetleri için en önemli üstür. Semerkant ve Buhara da üsler arasındadır. Buraya kadar savaú hazırlıkları, ordunun harp sırasındaki düzeni ve savaú taktiklerini incelemeye çalıútık. Savaúın sonlanması ile bu konuyu bitirebiliriz. Savaúın sonucu galibiyet ise görkemli ifadelerle kaleme alınan “Fetihnâmeler” civar 700 Nesevî, Farsça, s.167. Cüveynî, age., s.267, 272. 702 Nesevî, Farsça, s.244. Ayrıca, Cüveynî, age., s.357. 703 Örnekler için bkz., Nesevî, Farsça, s.23; øbnül-Esîr, age., C.XII., s.433. 704 Nesevî, Farsça, s.168. 701 167 hükümdarlara gönderilerek zafer ilân edilmiú oluyordu. Fetihnâmeler ayrıca, içeri÷inde belirtilen bölgede artık kimin hakim durumda oldu÷unun da haberini veriyordu. Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Gürcüler’i ma÷lup ettikten sonra emîrlerden birini bu haberi Tebriz’e iletmek üzere gönderdi÷inde habercinin beraberinde öldürülen düúmanların kesik baúları da bulunuyordu.705 Kazanılan zaferlerden sonra büyük ziyafetler ve e÷lenceler düzenlendi÷i malumdur. b. Savunma Tedbirleri Hârizmúâhlar ordusu iktâ sistemi ile ülkenin her yerine da÷ılmıú bulunuyordu ve dolayısıyla askerler bulundukları bölgenin güvenli÷ini teminden de sorumluydular. Bunun yanı sıra Hârizm hükümdarları kaleler ve surlar yaparak ya da mevcut olanları tahkim ederek úehirlerin savunmasını sa÷lamaya çalıútılar. Surlar etraflarına kazılan hendekler ile aúılması zor hale getiriliyordu. Örne÷in Sultan Sencer Hezâresb Kalesi’ne geldi÷inde surların önündeki hendekleri su doldurulmuú halde buldu.706 Öte yandan Mo÷ollar geldi÷inde Gürgenç surlarının önünde hendekler vardı. Mo÷ollar, ilk iú olarak bu hendekleri doldurdular.707 Sultan Alaeddin Muhammed, Mo÷ollar ile savaúı savunmada kabul etti÷i için bütün stratejiyi savunma tedbirleri üzerine kurmuútu. Örne÷in Semerkant savunması için kaleyi tahkim ve derin hendekler kazılması emrini vermiúti. Nesevî’ye göre bu surun uzunlu÷u on iki fersahtı.708 Kaynaklarımız Semerkant savunması için düúünülen bu tedbiri uygulanmıú gibi anlatıyorlarsa da buna zaman ve imkân yoktu.709 Sultan Muhammed’in savunma tedbirlerinde oldu÷u gibi askerler úehir ve garnizonlara da÷ıtılmıú kısa süre sonra da bu önlemin hiçbir iúe yaramadı÷ı anlaúılmıútı. Hârizm ise do÷al yollarla savunması sa÷lanabilen bir bölgeydi. Ceyhun Nehri’nin suları bendler açılarak düúman üzerine akıtılıyor böylece ordular ilerleyemez hale getirilmeye çalıúılıyordu. Yakut bunu kastederek, “Hârizm’in 705 Nesevî, Farsça, s.144. Bündarî, Irak ve Horasan Selçukluları, s.251. 707 Cüveynî, age., s.148. 708 Nesevî, Farsça, s.52. 709 Nesevî, aynı yer; Cüveynî, age., s.143. 706 168 etrafını akan kumlar kuúatmıútır”710 demektedir. Hârizm savunmasını kolaylaútıran bu taktik birçok kez uygulanmıútı. Örne÷in Sultan Tekiú, taht iddiacısı kardeúi Sultanúâh’ın Karahıtaylar’dan Fuma komutasındaki ordu ile beraber Hârizm’e yaklaútı÷ı sırada Ceyhun Nehri’nin sularını üzerlerine akıtarak amacına ulaúmıútı.711 Bu taktik sayesinde düúman orduları tamamen yok edilemese gerekli hazırlıklar için zaman kazanılmıú oluyordu. Ayrıca karúı ordunun düzeni bozuluyor, yıpratılıyor ve ilerleyiúi bazen tamamen durmasa da yavaúlatılmıú oluyordu. H. EYALET TEùKøLÂTI Hârizmúâhlar Devlet teúkilâtının incelenmesi en zor olan kısmı eyalet idaresidir. Çünkü kaynaklarımızdan elde etti÷imiz bilgiler ço÷u zaman eyalet ve bölgelerin yönetimini ö÷renmemiz için yeterli de÷ildir. Ayrıca kaynaklarımızın ifadelerinden konu iyice karmaúık bir hal almaktadır. Örne÷in, kaynaklarımızda “vilayet” olarak da geçen eyaletlerin sınırlarını ve hatta devletin kaç eyalete ayrılmıú oldu÷unu dahi tespit edemiyoruz. Ayrıca bölgeler için kullanılan “hıtta” ifadesinden tam olarak ne büyüklükte bir bölgenin kastedildi÷ini anlayamıyoruz. Kaynaklarımız vilayet, hıtta ve köylerden bahseder. Bu ifadeler büyükten küçü÷e bölgeleri ifade ediyorsa da sınırları kesinlikle belirli de÷ildir. Karúılaútı÷ımız tek zorluk bölge sınırlarının ve sayısının belirlenmesi hususunda kendini göstermez. Eyalet yönetiminde ço÷u zaman kimin asıl söz sahibi yani “en üst düzey bölge idarecisi” oldu÷unu anlamak ve kesin bir úey söylemek çok güçtür. Örne÷in bazen Sultanın bir bölgeye “nâibi”ni bıraktı÷ından bahsedilir ancak “hükümdarın vekili” olan bu úahsın sürekli mi orada kalarak görev yaptı÷ı belirtilmez. Ayrıca “nâib”li÷i sırasında her halde bölgenin en üst düzey yöneticisi odur. Ancak bu durumu örneklendirecek bilgiye sahip de÷iliz. Di÷er taraftan bazen sadece bir bölgenin bir kiúiye tevcih edildi÷i “ona verdi” ifadesiyle anlatılır ancak görev ismi zikredilmez. Bu tür ifadelerden bölge hakimi olarak yeni tayin edilen kiúinin “bölgenin en üst düzey yöneticisi” oldu÷unu anlarız. Ama acaba bu kiúi Ramazan ùeúen, øslâm Co÷rafyacıları, s.139. Cüveynî, age., 260-261.øbnül-Esîr, age., C:XI., s.304; Baúka bir örnek için bkz., øbnü’l-Esîr, age., C.XII., s.155. 710 711 169 “vali” midir? Bu sorunun cevabını kesin olarak veremeyiz. ùehzâdelerin bir bölgenin valisi olarak atandı÷ını tespit edebildi÷imiz gibi kalelere de vali tayin edildi÷ini biliyoruz. Bu bambaúka bir kargaúadır. Çünkü “vali” tayin edilen úehzâde bütün yetkilerle donatılmıú, emrine verilen bölgenin tek hakimi ve bölgesindeki bütün görevlilerin amiri iken di÷er valiler bu yetkide de÷ildir. Bu durum úehzadenin hanedan üyesi olması ile açıklanabilirse de di÷er valiler arasında da baúkaca farklar olabilece÷i sorusunu akıllara getirmektedir. Yani acaba büyük ve itibarlı isimler derece olarak di÷er valilerden üstün müdür? Do÷rusu bunu tespit etmek zordur. Eyalet idaresine iliúkin bir di÷er zorluk da eyalet dîvânlarının görev yetki ve icraatlarını tespit etmektir. Eyalet dîvânlarının varlıklarını biliyoruz. Ancak bundan sonrası daha çok Selçuklu örne÷inden hareketle tahmin edilebilmektedir. Bu konuda çok az bilgiye sahibiz. Ayrıca bu noktada da karmaúa sürmektedir. Çünkü hem eyalet dîvânı sorumlusunun, bölgesinde merkezdeki eyaletin görev ve yetkilerini burada uyguladı÷ını anlıyoruz hem de merkezdeki sahib-i dîvânın nâibinin bölgede bulundu÷unu biliyoruz. “Nâib” anladı÷ımız kadarıyla merkezin alacaklarından sorumludur ve denetleme yetkisine sahiptir. Ama net ve kesin olarak bir iddiada bulunamayız. Eyaletlerde adı geçen görevlilerin yetki ve sorumluluk alanlarını tespitte de oldukça zorlandık. belgelerimizde âmiller, reisler ve di÷er görevlilerden ço÷unlukla o bölgeye atanan yöneticiye itaat etmeleri emredilirken bahsedilir. Anlaúılaca÷ı üzere de adı geçen görevlerin içeri÷i hakkında fazla bilgiye ulaúmak mümkün olmamaktadır. Benzer úekilde “úu bölgenin muhtesibi”, “bu eyaletin vezîri” veya “úehzâdenin vezîri” oldu÷undan bahsedilen kiúilerin tam olarak hangi görevleri yerine getirdikleri anlatılmamaktadır. Bu görev isimleri daha çok ismi geçen kiúinin sıfatı úeklinde yer almaktadır. Bu nedenle de varlıklarını tespit dıúında bize çok az bilgi vermektedirler. Eyalet idaresinde yer alan görevlilerin yetki ve sorumluluklarını tespite dair bir zorluk da Nesevî’nin kaydından do÷maktadır. O, bir yerde Hârizm âmilinden 170 bahsederken “âmil ile valinin” aynı oldu÷unu söylemektedir.712 Bu hususta baúkaca bir bilgi vermemesi iúimizi güçleútirmektedir. Acaba sadece bahsetti÷i kiúi bu iki görevi de mi üstlenmiútir? Bu özel bir durum mudur? Çünkü ikisinin aynı olmadı÷ına dair baúka örneklerimiz bulunmaktadır. Aúa÷ıda görülece÷i üzere eyalet idaresinin úekil almasının temeli ekonomiktir. Devlet paraya dair iúlere büyük bir ciddiyetle e÷ilmektedir. Belgelerimizde vergi iúlerinin yerine getirilmesinde titizlik gösterilmesi hususunun sıklıkla altı çizilir. Devlet, eyalete tayin etti÷i görevliden do÷ruluk beklemektedir. Atanan kiúi vicdanına emanet edilir. Tespit edilen vergi miktarının dıúında halktan para alınmaması kesin olarak emredilmektedir ki, reâyânın ıstırabına en müsait hususun bu oldu÷u anlaúılıyor. Devlet hemen hemen bütün atamalarında reâyâ ile iyi geçinilmesini, onların hoúnut edilmesini vurgulamaktadır. Gene belgelerimizden anladı÷ımıza göre ideal bir eyalet teúkilatı faaliyetleri ile halkın refahını temin etmelidir. Biz eyalet teúkilatını incelerken öncelikle devletin idarî bakımdan taksimini belirlemeye çalıútık. Buna dayalı olarak da idarî iktâları, bize bölgeleri gösterdikleri için öncelikli olarak ele almaya çalıútık. Ardından da bölgelerde adı geçen makamları, yetki ve sorumlulukları ile incelemeye gayret ettik. Burada bir noktayı daha belirtmek isteriz. Horst, eserinde tâbîleri de eyalet teúkilatına dahil ederek konuyu iúlemiútir. Köymen bu noktaya itiraz etmektedir ki, biz de bu itiraza katılıyoruz.713 1. øktâ Sistemi Hârizmúâhlar Devleti, ülkenin belirli bölgelere ayrılarak, bu bölgelerin idaresine memur edilen görevli tarafından yönetildi÷i ve hükümdarın yetkilerinin bir kısmını hükümdar adına bu yetkili tarafından kullanıldı÷ı bir sistem içerisinde 712 713 Nesevî, Farsça, s.46. Köymen, “Selçuklu Devri Türk tarihi Araútırmaları II”, TAD, C:II., sa. 2-3, s.333-334. 171 eyaletlere ayrılmıú olarak idare ediliyordu. Bilindi÷i gibi bu sistemde bölgeler iktâlara ayrılarak bizzat hükümdar veya onun tayin etti÷i kiúi tarafından bir lütuf olarak bir kiúiye tevcih ediliyor ve sonrasında da bölgenin bütün idaresinden sorumlu tutuluyordu. ødarî iktâlar Selçuklular döneminde, askerî ikâların eyalet yönetimine dönüútürülmesi ile ortaya çıkmıútı714 ve Hârizmúâhlar’da da temelde bu haliyle uygulanmaya devam etti. Bilindi÷i gibi askerî iktâlar, askerin erzakını temin için uygulanıyor ve iktâ sahipleri de emîrler arasından seçiliyordu. Ancak Hârizmúâhlar’da iktânın eyalet idaresindeki yeri bu anlamının çok daha kapsamlısıdır ve aúa÷ıda görülece÷i üzere idarî iktâlar, askerî konuları da içine alır. Her úeyden önce mülk ve reâyâ hükümdara aitti. Sultan iktâ tevcihinde bulunarak kendisine ait olan bir arazinin kullanma hakkını bir úahsa lütuf olarak veriyordu. øktâ sahibi kendisine verilen bölgede hükümdarı temsil ediyor ve burada tam yetkili olarak görev yapıyordu. Aslında mukta Sultan namına hareket ediyordu. Bu nedenle de sahibi bulundu÷u iktânın bütün sorumlulu÷unu alması gerekiyordu. Sultan, tevcih etti÷i iktâyı istedi÷i zaman muktanın elinden alabilir veya ondan memnun ise iktânı artırabilirdi.715 øktâ sahibinin görev süresi belirsizdi. Bu süre belirsizli÷inin bir avantajı iktâ sahibinin arazisini uzun süre elinde tutabilmek gayreti içerisinde olması nedeniyle iyi çalıúmasıdır. Ancak iktâ uygulamasının faydaları kadar devlet için riskli yönleri de vardır. Merkezî hükümet iktâ uygulamasıyla geniú sınırlara ulaúmıú devleti, merkezden idare zorluklarını bertaraf etmiú oluyordu. Bunun anlamı masraf ve bürokrasiden merkezin kurtulmasıdır. Ayrıca bölgelerdeki sorunlar daha süratli çözülebiliyor ve bölgelerin ihtiyaçları merkezin karar vermesini ve para transferini bekleme zahmetine girilmeden düzenli bir iúleyiúe kavuúuyordu. Çünkü bölgenin geliri yerinde harcanıyordu. øktâ sisteminin bu faydalı yanları dıúında devlet için tehlike oluúturabilecek en önemli yönü iktâ sahiplerinin güçlenmesi ve emrinde önemli sayılara ulaúabilen askerî kuvvetlerin bulunmasıdır. Merkezin uzak eyaletlere anında müdahalede bulunamayacak olması ço÷u kez iktâ Sadi Kucur, “øktâ”, DøA., C:XXII, s.47; ayrıca bkz., Osman Turan, “øktâ”, ø.A., C:V/II., s.949959. 715 øktânın artırılmasına bir örnek olarak Nesâ valisi ømadeddin adına hazırlanan belge için bkz. Ba÷dadî, age., s.95-100, ayrıca baúka bir örnek age., s.118-119’da mevcuttur. 714 172 sahibinin keyfi uygulamalarının cezasız kalmasına zemin hazırlıyordu ve ayrıca bu durum onun güçlenmesi için de iyi bir fırsattı.716 øktâ sahiplerinin zamanla güçlenmesi ve devletin zaafa u÷radı÷ı dönemlerde müstakil idareler haline gelme gayretine girmelerinin tarihte pek çok örne÷i vardır. Hârizmúâhlar Devleti’nin kuruluúunda dahi bu etken önemli rol oynamıútır. Hanedanın atası Anuútegin, Selçuklu Sultanı Melikúâh’ın taútdârı olarak sarayda görev yapmasına ra÷men Hârizm úahnesi ve valisi olarak nâibleri vasıtasıyla Hârizm bölgesini yönetiyordu. Hârizm’in gelirleri onun Selçuklu sarayında âmiri oldu÷u birimin (taúthâne) giderleri için kullanılıyordu. Onun ölümünden sonra o÷luna geçen iktâ, torunu Atsız ile Selçuklu Devleti’nin içine düútü÷ü sorunlardan da istifade fırsatının mukta lehine iúlemesine imkân sa÷ladı. Bu fırsatlar Selçuklu Devleti’ne ait bir eyaletten Hârizmúâhlar Devleti’nin do÷masını sa÷ladı.717 Bu örnekte gördü÷ümüz gibi iktâların babadan o÷ula intikali Selçuklular devrinde uygulandı÷ı gibi Hârizmúâhlar’da da devam etti. Hatta Hârizmúâhlar’da iktânın babadan o÷lu geçmesi sistemin bir özelli÷i olacak úekilde yerleúti.718 Hârizmúâhlar devrine ait belgeler arasında iktâ tevcihine ait menúûrlarda vardır. Bunları inceleyerek iktâ sahibinin bulundu÷u bölgede ifade etti÷i anlamı, yetki ve sorumluluklarını anlayabiliriz. Belgelerimizde ve kaynaklarımızda yer alan bilgilere göre hükümdar tarafından úehzâdelere verilen iktâlarda Sultanın o÷ulları veya hanedan üyesinin di÷er erkek evlatları idareye dair bütün konularda tam yetkili olarak görev yapıyorlardı. Daha önce açıkladı÷ımız gibi “vali” unvânı da taúıyan úehzâdeler emrinde ordular da bulunuyordu. Sultan øl-Arslan büyük o÷lu Tekiú’e Cend’i iktâ etmiúti.719 Devletin bu en önemli sınır bölgesinin úehzâdeye iktâ olarak verilmesi úüphesiz yerinde bir karardı. Sultan Tekiú da aynı eyaleti o÷lu Nâsırüddin Melikúâh’a iktâ olarak vermiúti. Menúûrdan anlaúıldı÷ı üzere, Melikúâh bu bölgede herkesin itaat etmesi gereken en yüksek otoriteydi. Ordu kumandanı olarak da devletin sürekli olarak maruz kaldı÷ı Türk kavimlerinin akınlarına karúı gerekli 716 Kucur, agmd., s.47-48. Cüveynî, age., s.249; Kazvînî, age., s.486-487; Kafeso÷lu, age., s.36-37 718 Kucur, agmd., s.48. 719 øbnü’l-Esîr, age., C:XI., s.303. 717 173 tedbirleri alma yetkisine sahipti. Bu özel bölgenin sahibi sadece sınırları korumuyordu, daha kuzeye askerî seferler de düzenliyordu.720 Sultan Tekiú, Nesâ Eyaletini øzzeddin Toganúâh b. Müeyyed’e iktâ etti. Bu iktâ menúûru günümüze intikal etmiútir.721 Belge, idarî ikta hakkında bize yeterli bilgi vermektedir. Belgeye göre iktâ’nın veriliú amacı adı geçenin “ba÷lılı÷ını ispat etmiú” olmasıdır. Muhatap, o÷ul gibi görülmektedir ve kesinlikle ona iktâ verilmesinin bir lütûf oldu÷u vurgulanmaktadır.722 Belgeden daha önce kararlaútırılmıú olan iktâ tevcih uygulamasında bir de÷iúiklik olmadı÷ı gene Nesâ’nın onun tasarrufuna bırakıldı÷ı belirtildikten sonra ondan yapması beklenenler sıralanmaktadır. Buna göre mukta, davalardaki problemleri çözmek, akt problemlerini gidermek ve idaresi altındaki bölgenin görevlendirilmiútir. 723 emvâlini divân naibleri eliyle idare etmek ile Bunlardan baúka, bölgenin gelirinden masrafları karúılaması gerekti÷i hatırlatılmaktadır. Görevini yerine getirirken adâletli ve insaflı davranması gerekti÷ini yapılan atıf bütün eyalete dair menúûrlardaki gibidir. Teftiú ve kontrolün güçlü÷ünden dolayı muhataplar daima vicdanlarına emanet edilir ve Allah korkusu hatırlatılır. Bu belgede de iktâ sahibinden “iyilik yapması”, “takvayı öbür dünya için zahîre olarak de÷erlendirmesi” ve “nefsânî arzulara kapılmayarak Allah’tan korkması” nasihat edilmektedir.724 Muhataptan reâyâ ile iliúkilerinde úefkatli olması ve onların durumlarını düzeltmek için çalıúması beklenmektedir. Ayrıca nâibler e÷er halkı zulme u÷ratmıúlar ise onların gönüllerini elde etmeye çalıúması istenmektedir.725 Belgede iktâ sahibinin görevlendirildi÷i bölgede en üst düzey tek yetkili oldu÷u açıkça anlaúılmaktadır. Onun emirlerine kimlerin uyması gerekti÷i da belirtilmektedir. Bunlar arasında âmiller, mutasarrıflar, úahneler ve gumâútegan 720 Ba÷dadî, age., s.13-29; Cend için bkz. Yakut, Mu‘cemü’l-büldân, C:II, s.169 vd. Ba÷dadî, age., s30-38. 722 Ba÷dadî, age., s.31. 723 Ba÷dadî, age., s.32. 724 Ba÷dadî, age., s.32-33. 725 Ba÷dadî, age., s.34. 721 174 (atanmıú memurlar) sayılmaktadır. Ardından da onun iktâsı kapsamında olanlar sayılmaya devam edilir ki bunlar da, imamlar, kadılar, âlimler, emir ve kumandanlar ile bütün reâyâdır.726 øktâ sahibi emrinde bulunanlar aracılı÷ıyla bölgesini yönetecektir. Vergilerin toplanması, bölgenin ihtiyaçlarının karúılanması ve güvenli÷inin temini bu cümledendir. Ba÷dadî’nin eserinde bulunan baúka bir misâlde iktânın ço÷altılmasıyla ilgilidir. Yukarıdakine benzer úekilde, mutanın hizmetinden ve sadakatinden memnun olundu÷u için iktâ artırımı yapıldı÷ı anlaúılmaktadır.727 Belgenin neredeyse tamamında mukta övülmekte ve iktâ artırımını hak etti÷i üzerinde durulmaktadır. Bu belgede de yapılan hizmeti Sultanın ödüllendirdi÷ine atıf yapılarak bunun aslında bir lütûf oldu÷u ifade edilmektedir.728 øktâlar Dîvan-ı Arz tarafından kaydediliyordu. Nitekim bu belgede de “Dîvân-ı Arz tarafından kaydedildi÷i üzere iktâ yerlerinin tayin edildi÷i” belirtilmektedir.729 Hârizmúâhlar döneminde verilen iktâlara birkaç örnek daha verebiliriz.730 Sultan Alâeddin Muhammed, Gazne bölgesini o÷lu Celâleddin’e vermiúti.731 Sultan Muhammed’in úehzâdeler dıúında verdi÷i iktâya örnek olarak da Sâve’yi ømâdülmülk’e tevcih etmesini gösterebiliriz. Ayrıca Sultan Muhammed’in o÷ullarından Gıyaseddin Pirúâh da iktâ sahibi olarak Irak bölgesini idare ediyordu.732 Nesevî’ye göre, Gıyâseddin de Mazenderan bölgesini Devlet Melik’e iktâ etmiúti.733 726 Ba÷dadî, age., s.37. Ba÷dadî, age., s.118. 728 Ba÷dadî, age., s.118-119. 729 Ba÷dadî, age., s.119. 730 Bu konuda bkz. Nafi‘ Tevfik, age., s.245-246. 731 Cüveynî, age., s.304. 732 Nesevî, Farsça, s.101. 733 Nesevî, Farsça, s.101. 727 175 2. Eyalet Dîvânları Eyalette mevcut olan en yüksek makam “Dîvân-ı Eyalet” tir. Valinin baúkanı oldu÷u bu dîvân Horst’un tanımladı÷ı úekliyle “Vilâyet Yönetim Makamı”, Dîvân-ı østîfâ ve Dîvân-ı øúraf’tan oluúur.734 Bu dîvânlar merkezdeki dîvânların küçük birer örne÷i olarak eyalet yönetiminde yer alırlar. Ancak örne÷in Dîvân-ı Arz’ın eyalet teúkilatında yer aldı÷ına dair hiçbir belge yoktur. Horst, bu makamın da eyaletlerdeki varlı÷ını kabul etmektedir.735 Eyalet Dîvan’ını oluúturan unsurlardan biri olan Dîvân-ı østîfâ, bölgenin bütün finans iúlerinden sorumludur. Bu konuya dair Arâisü’l-havâtir’de bulunan belgeden anlaúıldı÷ına yapılmaktadır. 736 göre eyalete müstevfî tayini merkez tarafından Belge daha önce inceledi÷imiz belgeler de oldu÷u gibi “østîfâ-i Hıtta” makamına tayin edilen kiúinin iyi özelliklerinin övülmesi ile baúlamaktadır. Mecmuadaki bu örnek belgede özel isim zikredilmiyor. Atanan kiúinin verilen görev için ne denli yeterli özelliklere sahip oldu÷unun vurgulanmasına dayalı baúlangıç kısmından sonra “filan hıttanın istîfâsı” ona verildi denilerek atama yapılıyor. Belgede atanan kiúinin muamelelerde serbest bırakıldı÷ı, yetki ve sorumlulu÷un ona verildi÷i belirtilmektedir. Gelir ve giderlerden bilgilendirildi÷i vurgulanan yeni müstevfîden dürüst çalıúması ve halk ile iyi geçinmesi istenmektedir. Aynı belgeden, tayin edilen müstevfînin nelere dikkat etmesi gerekti÷i de hatırlatılarak muamelatta her hangi bir yanlıúlık meydana gelmemesi ve onun bilgisi dıúında iúlerin yürümemesi tembih edilmektedir. Müstevfînin emrinde çalıúanlar makam olarak zikredilmemektedir. Yalnızca onlara hitaben hiçbir úeyin müstevfîden gizli kalmaması ve ona her úeyin bildirilmesi emri verilmektedir. Belgenin nihayetinde ise merkez, varlı÷ını hatırlatarak, tayin edilen kiúinin sözüne ve kalemine güvendi÷ini vurgular ve yapılacak iúlerde kusur 734 Horst, age., s.50. Horst, aynı yer. 736 Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4138, vr.58a-59a. 735 176 gösterilmemesini isteyerek atanan kiúinin úüphe edilmeden desteklenmesi uyarısını yapar. Bu örnek belgemizden de anlaúıldı÷ı üzere eyaletteki görevler merkezi, daha do÷rusu hükümdarı temsilen yerine getirilmektedir. Eyaletteki østîfa Dîvânı, merkez teúkilatındaki aynı adlı dîvânın görev ve sorumluluklarını bir bölge sınırları içinde yerine getirmektedir. Belgede adları geçmese de bu dîvâna ba÷lı çalıúan memurlar oldu÷u muhakkaktır.737 Dîvân teúkilatında inceledi÷imiz bir belgede, merkezdeki Dîvân-ı østîfâ makamına atama yapılırken, “bizim vilayetlerimizden her vilayete güvenilir naibler göndersin”738 denilmekteydi. Burada söz edilen nâibin eyaletteki müstevfî olup olmadı÷ını bilmiyoruz. Kaynaklarımız dîvân naibleri hakkında bilgi vermemektedir. Belgelerde ise buraya aldı÷ımız ifadelerin dıúında ek bilgi verecek açıklamalar yoktur. Ancak bölge istifa makamına tayin belgesinde atanan kiúinin merkezin naibi oldu÷una dair hiçbir ifadenin yer almaması ve müstakil bir makama tayin yapıldı÷ının görülmesi bize bu görevin bahsi geçen naib tarafından de÷il de bir baúka kiúi tarafından yürütüldü÷ü izlenimini vermektedir. Naiblerin varlıklarından, temsil yetkilerini anlıyoruz. Ancak baúkaca bir bilgiye de ulaúamadık. Horst bu makamın, Sultan Sencer devri belgelerine dayanarak, Eyalette bulunan Dîvân-ı østifanın görevlerini tespit etmeye çalıúarak; merkezdeki ile aynı oldu÷u sonucuna varmıútır. Eyaletteki tüm finans iúlerinden sorumlu olan bu makam merkezdeki dîvâna karúı sorumludur.739 Açıklamaya çalıútı÷ımız üzere bu iúleyiú Hârizmúâhlar için de geçerlidir. Selçuklu teúkilatında oldu÷u gibi Hârizmúâhlar’da da eyalet dîvânın di÷er kolları olmalıdır. Ancak belgelerimiz bize bu konuda bilgi vermemektedirler. Hârizmúâhlar’da eyalette bulunan dîvânlardan biri de Dîvân-ı øúrâf’tır. Ba÷dadî’de yer alan bir belgeye göre, Cend halkı istedikleri kiúinin müúrif olarak 737 Bkz., Horst, age., s.51. Toyserkânî, age., s.79. 739 Horst, age., s.51-52. 738 177 bölgelerine atanması talebinde bulunmuútu ve onların bu iste÷i yerine getirilmiúti.740 Horst’a göre eyaletlerde bu dîvân sahibinin yürüttü÷ü görev, eyalette bulunan Dîvân-ı østifâ’yı kontrol etmek ve bütün finans iúleriyle meúgul olmaktır. Finans iúlemlerini kaydetmek ve halkı haksız vergilere karúı korumak bu cümledendir.741 3. Vali Merkezî yönetim eyaletlerinin idaresini “hükümdarı temsilen” valilere bırakmıútır. Vali, eyalet veya bölgedeki en güçlü isimdir. Bölgesinde yönetime dair tüm branúların en üst düzey yetkilisi ve bütün memurların âmiridir.742 Valilik makamından istenen Allah’ın emirlerine uyarak iú görmesi, halka hoúgörülü ve adaletli davranmasıdır. Bunun yanı sıra o, yoksulları ve ihtiyaç sahiplerini gözetmeli, seyyidlere, imamlara, sûfîlere ve úeyhlere saygı göstermelidir. Yolları, geçitleri güvenli hale getirmek, suçluları cezalandırmak da valinin görev ve yetki alanındadır. 743 Halk ise valiye itaat etmekle yükümlüdür. Vali, eyaletlerde ve bölgelerde yaúayan “din adamları sınıfının” devlet kasasından aldıkları maaúların ödenmesinden de sorumludur. Hârizmúâh øl-Arslan devrine ait bir belgede bu maaúlar “erzâk, ma’ayiú, enzâr, idrârât vb. isimlerle kaydedilmektedir.744 Vilayetin adlî iúlerinde de vali en üst düzey söz sahibidir. Örne÷in Sultan Tekiú’in o÷lu Nâsırüddin Melikúah’ın Cend Eyaleti valili÷ine atama menúûrunda bu Nrktaya temas edilerek verece÷i hükümlerde vicdanlı davranması istenmektedir. Ayrıca gene aynı belgeden kadıların da valiye itaatle yükümlü olduklarını anlıyoruz. Bu belgeye göre tüm memurların amiri olan vali, çiftçiler, tüccarlar, iúletmeciler ve toprak sahiplerinin de iúleriyle ilgilenmeli ve görevine yenilik getirmeden bilinen usulleri uygulamalıdır.745 740 Ba÷dadî, age., s.120-121. Horst, age., s.57. 742 Horst, age., s.46. 743 Horst, aynı yer. 744 Horst, age., Belge I 12, s.120. Ayrıca bkz., Köymen, agm., s.335. 745 Ba÷dadî, age., s.13-29. 741 178 Vali, eyaletteki finans iúlerinin de baú sorumlusudur. Horst’a göre belgelerde geçmese de, “vilayetin müstevfîsi” validir bölge müstevfileri onun emrindedir. Ayrıca vergi tahsili için amilleri vali görevlendirir.746 Gerçekten de belgelerimizde valinin aynı zamanda bulundu÷u eyaletin müstevfîsi oldu÷una dair hiçbir kayıt yoktur. Buna karúılık yukarıda eyalet dîvânlarını incelerken kullandı÷ımız belgede bir “hıtta”ya müstevfi tayini yapılmaktadır. Biz bu belgeden bölgedeki müstevfinin validen baúka bir kiúi oldu÷u sonucunu çıkarıyoruz. Çalıútı÷ımız dönem için bir kiúinin birden fazla görevi yürüttü÷üne dair örneklerimiz vardır. Ancak gene de valinin aynı zamanda müstevfi oldu÷una dair kayıt yoktur. Her halde vali eyaletteki müstevfinin de amiridir. Valilerin gelir kaynakları hakkında net bilgilerimiz yok. økta gelirlerinden hakları olan payı alıyorlardı. Bunun haricinde devletin onlara ayrıca bir ödeme yapıp yapmadı÷ını bilmiyoruz. Ancak muhtemelen maaú alıyorlardı. Valiler eyaletin sadece sivil idaresinden sorumlu de÷ildirler. Onlar aynı zamanda bulundukları bölgenin en üst askerî kumandanıdırlar. Zaten büyük bir ço÷unlukla da asker kökenlidirler ve ayrıca bu makama gelmeden önce savaúlara katılmıúlardır. Örne÷in Sultan Tekiú, o÷lu Nâsırüddin Melikúâh’ı ülkenin en kritik noktalarından biri olan Cend’e tayin etti÷inde o aynı zamanda önemli sayıda bir ordunun kumandanı olarak da atanmıú oluyordu.747 Nâsırüddin Melikúâh hem bölgesini yönetmiú hem de devlet politikasının bir gere÷i olarak kuzey akınlarına devam etmiúti. Barçınlıg-kend valili÷ine tayin edilen sultan Tekiú’in di÷er o÷lu Tâceddin Aliúâh’ın atama menúûrunda da devletin uzak bölgelerindeki bütün hareketlerden, her türlü faaliyetten ve özellikle devlete muhalif giriúimlerden haberdar olması istenmektedir.748 Hârizmúâhlar devletinde daha önce yeri geldikçe bahsetti÷imiz üzere Cend valili÷i bulundu÷u co÷rafyanın devlet için taúıdı÷ı önem nedeniyle ço÷unlukla büyük o÷ula veriliyordu. Örne÷in Hârizmúâh Atsız buraya o÷lu Ebul-Feth øl- 746 Horst, age., s.47. Ba÷dadî, age., s.13-29. 748 Ba÷dadî, age., s.38-43. 747 179 Arslan’ı tayin etmiúti.749 Sultan Tekiú de tahta çıkmadan önce Cend valisiydi ve kendisi de o÷lu Nâsırüddin Melikúâh’ı aynı bölgeye atamıútı.750 Sultan Tekiú, Niúâbûr’a devletine ba÷ladıktan sonra (1193) buraya daha önce Cend’e tayin etti÷i o÷lu Melikúâh’ı vali olarak atanmıútır. Horasan Valisi Melikúah’ın 1197 tarihinde ölümünden sonra ise adı geçen bölge valili÷ine veliaht Kutbüddin Muhammed getirilmiútir.751 Sultan Tekiú torunu En-boz b. Togantogdı’yı da Isfahân valili÷i ile görevlendirmiúti.752 Sultan Tekiú, o÷lu Aliúâh’ı da Dihistan valili÷inden sonra Cürcân’a tayin etti. Taceddin Aliúâh 1200 yılında Irak’ın merkezi øsfahan’a gönderildi.753 Mo÷ollar Hârizm ülkesine saldırdı÷ı sırada da úehirler ve kaleler valileri komutasındaki kuvvetlerle savunuluyordu. Örne÷in Hocend valisi Timur Melik, Otrar valisi ønalcık, Niúâbûr valisi Kezlik, sultanın emri gere÷i savunma tedbirleri almıúlardı.754 Terken Hatun’un Mo÷ol tehlikesi üzerine Gürgenç’ten ayrılmasından sonra baúkentte “Sultan” ilan edilen Humar Tegin, Ebu’l-Gazi’ye göre, “Terken Hatun’un a÷abeyidir ve øslâm dinini seçip Sultanın hizmetine girmiútir. Sultan da onu Gürgenç valili÷i görevine getirmiútir”.755 Eyaletlerden baúka kalelere de valiler tayin edildi÷ini görmekteyiz. Örne÷in Sultan Celâleddin Hârizmúah, Mo÷ollar’ın önünden hareketle Niúâbûr’a geldi÷inde on sandık dolusu mücevheratın Erdehan Kalesine gönderilmesini emretmiúti. Mühürlü sandıklar kalenin valisine teslim edilmiúti. Bunun kanıtı olarak vali tarafından düzenlenen makbuz ise Sultana getirilmiúti.756 Bilindi÷i üzere hârizmúâhlar hanedanının kurucusu Anuútegin’in o÷lu Kutbeddin Muhammed Selçuklular’ın Hârizm valisiydi.757 749 Cüveynî, age., s.255. Ba÷dadî, age., s.13-29. 751 Cüveynî, age., s.264, 272-273; øbnü’l Esîr, age., C:XII., s.93. 752 Cüveynî, age., s.272. 753 Cüveynî, age., s.,276. 754 Cüveynî, age., s.118, 126, 292. 755 Ebü’l Gazi Bahadır Han, ùecere-i Türkî, Çev. Rıza Nur,Türk ùeceresi, østanbul1925, s.41. 756 Nesevî, Farsça, s.67. 757 Cüveynî, age., s.250; øbnü’l-Esîr, age., C:X., s.223; Kazvînî, age., s.487. 750 180 Cengiz Han’ın ele geçirdi÷i bölgelerde alıúıla gelmiú yönetim tarzını kendi adamlarıyla uyguladı÷ını görmekteyiz. Nitekim o, ele geçirdi÷i úehirlere valiler tayin etmiúti.758 4. Eyalet Vezîri Hârizmúâhlar Devleti’nde bölgelerin idaresinde “eyalet vezîrleri” de görev alıyordu. Ancak onların varlıkları dıúında haklarında pek fazla bilgimiz yoktur. Hârizmúâhlar’a özgü bu durum hakkında kaynaklarımız bölgelerin vezîrlerinin ismini zikretmekten öte görev ve sorumluluklarına dair bilgi vermemektedirler. Eyalet yönetiminde yer alan bu vezîrler acaba valinin emrinde mi çalıúıyorlardı, yoksa do÷rudan hükümdar veya onun vezîrine mi ba÷lıydılar, bunu bilmiyoruz. Eyalet yönetiminde ne kadar söz sahibi olduklarına ve aldıkları ücrete dair de ulaúabildi÷imiz kayıt yok. Tespit edilebilen, valilerin aksine ço÷unun Türk asıllı olmadıklarıdır.759 Ayrıca belirtmek isteriz ki, eyalet vezîrlerine dair bilgilerimiz Hârizmúâhlar’ın son dönemine aittir. Belki de bu uygulama sonradan ortaya çıkmıútı. Hârizmúâhlar idaresinde birçok bölge veya úehirde “vezîr” bulundu÷unu biliyoruz. Mesela, Sultan Alâeddin Muhammed devrinde Nesâ vezîri Zâhirüddin Mes’ud eú-ùâúî idi.760 Gene Sultan Alâeddin Muhammed döneminde Niúâbûr vezîri olarak ùerefülmülk’ü görmekteyiz.761 Ancak Sultan Mo÷ollar’ın önünden kaçarak Nîúâbûr’a geldi÷inde (18 Nisan 1220) bu úehrin vezîri Mücirülmülk Kâfiddin Ömer idi. Cüveynî’ye göre o, iyi huyu ve ahlâkıyla ün salmıútı.762 Cüveynî’nin anlattıklarına bakılırsa Sultan Niúâbur’da iken e÷lenceye daldı÷ı için vezîr tamamen onun iúleriyle meúgul olmuú bu nedenle de görevini yerine getiremez hale gelmiútir. Burada vezîrin bulundu÷u durumdan úikayeti anlatılırken “evrâk-ı cerâid”i tutmaya vakit bulamamasından dert yandı÷ı anlatılmaktadır.763 Bu kayıttan eyalet vezîrinin 758 Gizli Tarih, s.185. Horst, age., s.49. 760 Nesevî, Farsça, s.35. 761 Cüveynî, age., s.293 762 Cüveynî, age., s.321. 763 Cüveynî, age., s.321-322 759 181 sicillerin tutulmasından sorumlu oldu÷u ve bu iúi yaparken de emrinde çalıúan memurlar oldu÷u tahmininde bulunabiliriz. Ayrıca Sultan Celâleddin Hârizmúâh’ın vezîri olan ùerefülmülk de daha önce Cend vezîri idi. Bilindi÷i üzere o, önce hâcib sonra da Sultanın vezîri olmuútur.764 Kaynaklarımızdan Sîret-i Sultan Celâleddin Mengübirti’nin yazarı Nesevî ise Nesâ vezîriydi. Sultan Celâleddin’in Irak vezîri olarak da ùerefüddin Ali’nin ismi geçmektedir.765 5. ùehzâde Vezîri Aslında úehzâde vezîrleri do÷rudan eyalet idaresinde yer almazlar. ùehzâdeler nerede ise vezîrleri de oradadır. Ancak Hârizmúâhlar’da úehzâdeler ço÷unlukla eyaletlerde görev aldıkları için úehzâde vezîrlerini bu baúlık altında incelemeyi uygun bulduk. ùehzâde vezîrlerinin görevlerini tespit edemiyoruz. Kaynaklarımızın ifadelerinden bizzat hükümdar tarafından tayin edildiklerini anlıyoruz. Bölge idaresiyle görevlendirilen úehzâdenin yanına bir de vezîr tayin ediliyordu. Sultanın vezîrinin görev ve sorumluluklarının bir benzerini atandıkları bölgede yerine getirmekle görevli olduklarını tahmin edebiliriz. Sultan Alâeddin Muhammed, Kirman ve Mekran’ı hâkimiyeti altına alınca bu bölgede o÷lu Gıyâseddin Pîrúâh’ı görevlendirmiú ve vezîri olarak da Tâceddin b. Kerîmü’ú-ùerîf en-Niúâbûrî’yi tayin etmiúti.766 Sultan di÷er o÷lu Celâleddin Mengübirtî’ye Gazne, Gur, Bamiyân bölgesini verdi÷inde ise onun vezîri olarak ùehabeddin Alp Herevî’yi görevlendirmiúti.767 Sultan Alâeddin Muhammed, Irak idaresini verdi÷i o÷lu Rükneddin Gursançtı’nın vezîrli÷ine de ømadülmülk Muhammed es-Sâvî’yi getirdi. Nesevî’ye göre bu vezîr uzun seneler Hârizm’de Nizamülmülk’ün nâibi olarak görev yapmıútı.768 Sultan Alâeddin Muhammed 764 Akılî, age., s.271. Nesevî, Farsça, s.153. 766 Nesevî, Farsça, s.38, 116. 767 Nesevî, Farsça, s.38. 768 Nesevî, Farsça, s.39; Kazvînî, age., s.498. 765 182 Mo÷ollar’dan kaçarak Ceyhun’u geçti÷inde vezîr ømadülmülk, sultanın yanına gelmiúti.769 Sultan Alâeddin Muhammed, kendi vezîri olan Nizamülmülk Muhammed b. Salih’i azledince annesi Terken Hatun onu úehzâde Uzlakúâh’ın vezîrli÷ine tayin etmiúti.770 6. Atabeg Bilindi÷i gibi Selçuklular’da küçük yaútaki úehzâdelere, onların yetiútirilmesi ve e÷itimleri ile ilgilenmesi gayesiyle “atabeg” tayin edilirdi. Atabeg aynı zamanda úehzâdenin görevlendirildi÷i eyaleti onun “vasî”si sıfatıyla yönetirdi.771 Hârizmúâhlar Devleti’nde de atabeglik müessesesinin Selçuklular zamanındaki amaca uygun olarak varlı÷ı tespit edebiliyoruz. Örne÷in Hârizmúâh Atsız ölünce (1156), yanında bulunan o÷lu øl-Arslan, Hârizm’e gelerek kardeúi Süleymanúâh’ı hapsetmiú ve onun atabegi O÷ul Beg’i öldürtmüútü.772 Bu örnek bize atabeglik müessesesinin kuruluú devrinden itibaren Hârizmúâhlar’da, Selçuklular’ın bir devamı olarak varlı÷ını göstermektedir. Sultan Alâeddin Tekiú, Rey’in idaresini o÷lu Yunus Han’a verdi÷inde Mayacık’ı ona atabegi tayin etmiúti.773 Sultan Alâeddin Tekiú, torunu Erboz Han b. Togantogdı’yı Isfahan idaresiyle görevlendirdi÷inde onun atabegli÷ine Sipehsâlâr Sâmânî Bigu (veya Yabgu)’yu getirmiúti.774 Sultan Alâeddin Muhammed ise, bütün Irak-ı Acem bölgesinin idaresini o÷lu Rükneddin Gursançtı’ya verdi÷inde Yıgan Taysı’yı ona atabeg tayin etmiúti.775 769 Nesevî, Farsça, s.66. Nesevî, Farsça, s.42, 48. 771 Coúkun Alptekin, “Atabeg”, DøA., C:IV, s.38; Atabeg için ayrıca bkz., Fuad Köprülü, “Ata”, ø.A., C:I, s.712-718; C. Cahen, “Atabak”, E.I., C:I, s.731-732; ø.Hakkı Uzunçarúılı, Osmanlı Devlet Teúkilâtına Medhal, Ankara 1988, s.47; Erdo÷an Merçil, Fars Atabegleri Salgurlular, Ankara 1991, s.125. 772 Cüveynî, age., s.257; Kazvînî, age., s.490. 773 Cüveynî, age., s.270. 774 Cüveynî, age., s.272. 775 Nesevî, Farsça, s.98. 770 183 Kaynaklarımızdan biri olan Ba÷dadî’nin et-Tevessül ile’t-teressül adlı eserinde “Ulug lala beg” ifadesi geçmektedir.776 Bu ifadenin “atabek-i âzam” karúılı÷ı oldu÷u düúünülmektedir.777 Hârizmúâhlar devrine ait atabeglik müessesesi hakkında bilgi edinebildi÷imiz bir belge de Gıyâseddin Pirúâh dönemine aittir ve Horst belgenin Almanca’sını kitabında kullanmıútır.778 ùehzâde annesine hitaben, düzenlenen belgede önce annenin giderlerini hangi gelirlerden karúılanaca÷ı açıklanmaktadır. Ardından da úehzâde annesinden süt anneler bulması istenerek, úehzâdenin beslenmesine özen göstermesi gerekti÷i hatırlatılmaktadır. Belgede bundan sonra “belirli süre içerisinde úehzâdenin e÷itimi için yetenekli ve dürüst bir atabeg görevlendirilece÷i” bildirilmektedir.779 Belgeden açıkça anlaúıldı÷ı üzere Hârizmúâhlar’da atabeg tayini tıpkı Selçuklular’da oldu÷u gibi esas olarak úehzâdenin e÷itiminin sa÷lanmasını amaçlıyordu. Hârizmúâhlar’da atabegler, Selçuklular’da oldu÷u gibi devletin yıpranmasına neden olacak kadar güçlenemediler.780 Çünkü merkezî idarenin güçlü olması buna fırsat vermedi. 7. Reis Reis, valinin emrinde çalıúan ve eyalete ba÷lı úehirleri yöneten sivil memurdur. Devletin en alt kademedeki idarî memurlarından olan reis soylu yerli ailelerden gelir ve reislik genellikle veraset yoluyla intikal eder.781 Reis validen baúka eyaletteki müstevfînin de emrindedir. 776 Ba÷dadî, age., s.234. “Bedreddin Ulug lala beg”. Köprülü, “Ata”, ø.A., C:I, s.714. 778 Horst, age., Belgeler, S6, s.140. 779 Horst, age., aynı yer. 780 Selçuklu Devleti’nin çöküú sebepleri arasında atabeglerin faaliyetleri için bkz.Özaydın, Berkyaruk, s.140-147. 781 Horst, age., s.54. 777 184 Reis, bölgesinde merkezî yönetimi temsil eder. Her kademedeki memurun aslî görevlerinden olan halkın refahının teminine çalıúmak reis için de geçerlidir. Bölgesinde güvenlik, adalet ve finans konularından sorumludur. Reisin görev bölgesinin daha küçük mıntıkalarına da÷ılmıú vekilleri vardır ve reis hepsinin amiridir. Bu úekilde bölgesinin en küçük yöresinden bile haberdar olarak iúlerin yürüyüúünü kontrol edebilir. Reisin bir nâibi ile emrinde çalıúan kâtip ve di÷er memurları vardır.782 Hârizmúâh Atsız dönemine ait 1145 tarihli “Cend Fetihnâmesi”nde, “...kadıların, imamların, reislerin ve reâyânın bu sevinçten pay almalarını”783 sa÷lamak için fetih haberinin süratle bildirilmek istendi÷i kaydedilmektedir. Bu belge reislerin, Hârizmúâhlar idarî teúkilatında baúlangıçtan itibaren var oldu÷unu göstermektedir. Gene Ebkârü’l-efkâr’da yer alan Hârizm kadısı tayini için düzenlenen menúûrda “reislerin (rüseâ’) atanan kadıya saygı göstermeleri, tutacakları yol olarak belirtilmektedir.784 Reis, kadılar ve imamlar ile birlikte çalıúır. Kadılar tarafından verilecek hükümleri kontrol edebilir. Ancak onları desteklemek ve kararlarını tanımak zorundadır.785 Arâis’ül-havâtır’de yer alan bir belgede de hatiplik makamına tayin edilen kiúiye uymaları uyarısı yapılanlar arasında reisler de vardır. Ayrıca aynı belgede “Cuma ve bayram namazlarını onun arkasında kılsınlar, namazda ona uymayı kıymetli bir ganimet bilsinler”786 denilmektedir. Sultan Celâleddin Hârizmúâh, øsfahan’da bulundu÷u sırada orduyu teftiú etmek ve úehrin yakınında buluna Mo÷ollar ile savaú öncesi askerleri cesaretlendirmek istemiúti. Bunun için Isfahan kadısı ve reisini yanına ça÷ırarak askerlerin teçhiz edilmiú bir halde geçit resmi yapmalarını emretmiúti.787 782 Horst, age., s.54. Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr.31b-34a; Toyserkânî, age., s.73. 784 Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr.34a-37a; Toyserkânî, age., s.77. 785 Horst, age., s.55-56; ayrıca bkz., Lambton, agm., s.389 786 Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya, 4138, vr. 56a-58a; Toyserkânî, age., s.37-40 787 Nesevî, Farsça, s.168. 783 185 8. ùahne (ùıhne) ùahne, úehirlerde güvenli÷i sa÷lamak ve devletin iúlerinin burada emniyet içinde yürütülmesini sa÷layacak ortamı hazırlamakla görevlidir. Ba÷dadî’nin kaydetti÷i ve øzzeddin Toganúâh b. Müeyyed adına düzenlenen iktâ menúûrunda az daha olsa Hârizmúâhlar devletinde úahnelerin görevleri hakkında bilgi bulabiliyoruz. Menúûrda iktâ sahibine hitaben úahnelere ve gumaútegâna (memurlar) uyarılarda bulunması istenmektedir. Buna göre, din kurallarının uygulanmasında hassasiyet göstermeleri ve verdikleri kararların bu ihtimama hizmet edecek úekilde olmasına çaba sarf etmeleri gerekti÷i hatırlatılmaktadır.788 Ayrıca hükümleri imzalarken uyanık ve dikkatli olmaları gerekti÷i belirtilerek iyi iúler yapanların desteklenmesi fesada karıúanların da cezalandırılması emredilmektedir.789 Belgelerde fesaddan kastedilen muhalif hareketlerdir. Bunu daha baúka belgeleri incelerken de görmüútük. Demek ki úahneler düzeni korumakla görevlidirler. Bunu belgenin devamındaki ifadelerden de anlıyoruz: øyi iúler yapanların adâletli ortamda rahat edecekleri vurgulanırken, kötü insanlar da korksunlar denilmektedir. Bu vurguya bir açıklama getirilerek, “cezalandırma kurallarına müsamaha gösterilirse herkesin beyninde beyhude düúüncelerin oluúaca÷ı ve memleketin düzeninin bozulaca÷ı”790 hatırlatılmaktadır. Belgede úahne ile birlikte adı geçen gumaútegân bizce úahnenin emrinde çalıúan memurlardır. ùahnenin, bulundu÷u bölgede yolların güvenli÷ini sa÷lamakla görevli oldu÷unu gene aynı belgeden anlıyoruz.791 ùahne bölgesinde iç güvenli÷i sa÷layarak aslında di÷er memurlar için uygun çalıúma ortamını hazırlamaktadır. Buna göre memurların iúlerine engel olacakları bertaraf edebilir. Hârizmúâhlar’da úahneyi kimin tayin etti÷ini bilmiyoruz. Horst, Hârizmúâhlar’da úahnenin tayin yetkisinin reiste oldu÷unu belirtmektedir. Ona göre úahne, reisle birlikte çalıúır ve onun tarafından kontrol edilir. ùahne reisin onayıyla 788 Ba÷dadî, age., s.35. Ba÷dadî, aynı yer. 790 Ba÷dadî, age., s.35. 791 Ba÷dadî, age., s.36. 789 186 emrinde çalıúacakları tayin eder. Ayrıca yaptı÷ı her iúlemde reisin onayını alır ve tüm geliúmelerden onu haberdar eder.792 Cüveynî’nin verdi÷i bilgilere göre Semerkant úahnesi Emîr Tört Aba Terken Hatun’un akrabalarındandı. Buradaki kayıtta Sultan Alâeddin Muhammed’in tayin etti÷i yazılıyorsa da atamanın bizzat yapıldı÷ına hükmetmemiz için kesinlikle yeterli de÷ildir. Ancak bir emîrin bu göreve tayini úahnenin asker kökenli olmasını göstermesinin ötesinde makamın reislikten üstün oldu÷una da iúaret etmektedir. Acaba bu úahne daha büyük bir bölge için mi atanmıútır? Kaynaklarımız genellikle úehir adlarını ve özellikle merkezleri belirttikleri için, adı geçen úehre ne kadar bölgenin ba÷lı oldu÷unu tam olarak bilmiyoruz. Bu nedenle de úahnenin eyaletin geneli için mi görevlendirildi÷ini kesin olarak söyleyemeyiz. Ancak, Hârizmúâhlar’da çok özel bir yeri olan emîrlerden birinin bu göreve tayini eyaletin tamamı ya da oldukça geniú bir bölge için oldu÷u izlenimi vermektedir. Belki de eyaletler için úahne emîrler arasından seçiliyordu. Bu görev o halde Türkler tarafından yürütülüyor demektir. Burada adı geçen úahne, úüphesiz ki, Horst’un reisin emrinde gösterdi÷i küçük bir bölgeden sorumlu makam de÷ildir. Belki de daha küçük bölgeler için ayrı úahneler tayin ediliyordu. Bunu tespit edemiyoruz. Ancak “askerî vali” tanımına uygun olarak úahnelik önemli bir makamdı. Nitekim, Hârizmúâhlar hanedanının kurucusu Anuútegin Selçuklu sarayında taútdârlık görevini yürütürken aynı zamanda “Hârizm úahne”li÷ine tayin edilmiúti.793 ùahne, bölgede güçlü bir askerî idareci olarak karúımıza çıkıyor. Bu durum Hârizmúâhlar dıúındaki devletler için de geçerlidir. Örne÷in Gurlular, Sultan Alâeddin Muhammed Hârizmúâh’ın tahta çıkması sırasında yaúanan olaylardan istifadeyle Cürcân ve Bistâm bölgelerini 792 Horst, age., s.55-56. ùahnenin bizzat hükümdar tarafından tayin edilmedi÷ine dair Sultan Sencer dönemine ait bir belge Leningrad Münúeât Mecmûâsı’nda mevcuttur. Köymen, tanıttı÷ı bu belgeden tayinin herhangi bir dîvân reisi ya da tâbî bir hükümdar tarafından yapılmıú olabilece÷i sonucunu çıkarmaktadır. Bkz. Köymen, Münúeat Mecmuaları, s.566. 793 Cüveynî, age., s.249; Kazvînî, age., s.486-487. 187 kendilerine ba÷lamak için adı geçen bölgelere úahneler göndermiúlerdi.794 Ayrıca Mo÷ollar da ele geçirdikleri her úehre úahne tayin ediyorlardı.795 Sultan Celâleddin Hârizmúâh devrinde ise, Sultanın Tebriz’de bulundu÷u sırada halk úahnenin baskısından úikâyette bulunmuúlardı. Sultan Halkı dinledikten sonra úahnenin baskılarına boyun e÷memeleri gerekti÷ini halka hatırlattı.796 9. Âmil Hârizmúâhlar idarî teúkilâtında “âmil” adı ile anılan fakat birbirinden ayrı olan memuriyetlerin varlı÷ını tespit ettik. Bunları sırayla incelemeye çalıúaca÷ız. ølk olarak âmil yaygın anlamıyla “vergi memuru”, “vergi tahsildarı” olarak karúımıza çıkmaktadır.797 Bu anlamıyla âmil, devletin en alt kademedeki finans memurudur. Baúlıca görevi ise vergi toplamaktır. Reis ve úahne ile birlikte çalıúır, reis tarafından desteklenir. ùahne ise görevini yaparken, âmilin kiúisel güvenli÷ini sa÷lar.798 Âmilin, Hârizmúâhlar Devleti’nde görevlerini tespit edebilmemize yardımcı olacak belgeler mevcuttur. Örne÷in Ebkârü’l-efkâr’da yer alan bir “østifâ Menúûru”nda, tayin edilen müstevfîye vilayette (eyalet) uyması gereken memurlar arasında âmillerin de adı geçmektedir. Onlardan, atanan memura saygı gösterip, emirlerine uymaları istenmektedir.799 Aynı menúûrda âmillerden muamelelerin inceliklerine ve geneline ait hiçbir úeyi müstevfîden gizlememeleri ve Dîvân-ı østifâ’nın mersûm ve rüsûmunu ona ve onun nâiblerine vermeleri emredilmektedir. Ayrıca atanan müstevfînin saygınlı÷ının korunması için u÷raúmaları uyarısı 794 Cüveynî, age., s.278. Örnekler için bkz., Cüveynî, age., s.127, 136, 158-159, 169. Mo÷ollar zamanında, Mo÷ol idaresindeki bölgelerde dinî iúler dıúında kalan bükün iúleri kontrol etmek amacıyla Han tarafından úahne tayin ediliyordu. Bkz. Cüveynî, age., s.97, Not:68 796 øbn Vâsıl, age., C:IV, s.150. 797 Âmilin bu anlamı için bkz. Fuad Köprülü, ø.A., C:I., s.402-404; Mehmet Erkal, “Âmil”, DøA., C:III, s.59. 798 Horst, age., s.57-58. 799 Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr. ;37a-39a; Toyserkânî, age., s.80. 795 188 yapılarak onun cesaretle ve korkmadan görevini yapabilece÷i ortamı yaratmaları gerekti÷ine vurgu yapılmaktadır.800 Gene aynı mecmuada bulunan “Kadı Tayin Menúûru”nda da atanan kadıya saygı göstermesi istenenler arasında âmilin de adı anılmaktadır.801 Aslında âmiller reâyâ ile do÷rudan temas halinde olan memurlardır ve bu nedenle hükümetin halk tarafından görülen ve algılanan yüzünü ifade etmektedirler. Lambton’un dedi÷i gibi; “halkın hükümetle iliúkileri baúlıca vergi alanında oldu÷u için”802 âmillerin tutumu úüphesiz halkın gözündeki “devlet” imajının resmini çizer. Üstelik vergi gibi halk için önemli ve ço÷u zaman da zor olan bir konuda hassasiyetin oranı da mutlaka daha fazla olacaktır. Baúlangıçta âmilin, Hârizmúâhlar’da farklı memuriyetlere iúaret eden bir ad oldu÷unu belirtmiútik. økincisini Arâisü’l-havâtir’de mevcut bir belgeye dayanarak açıklamaya çalıúalım. Arâis’te yer alan bir mektup803 “etraftaki âmillerden birine” (ummâl-ı etraf) yazılmıútır ve içerik olarak hem ilginç hem de bizce çok önemlidir. Vilayetlerin iúlerinin ve reâyânın durumunun düzene sokulması amacıyla yazılan mektupta, aslında halkın devletin gözünde nasıl bir noktada bulundu÷unun bir göstergesi olacak tahliller yapılmaktadır. Belgede ismi belirtilmeyen bölgede yaúayan halkın üç sınıftan oluútu÷u ilk önce belirtilir. Bu bakıú açısını ülke geneline, bütün halk için uygularsak sanırım hata yapmıú olmayız. Bu üç tabaka úu úekilde tanımlanmaktadır: Birinci tabaka; hükümete ba÷lı olup hizmet edenlerden oluúmaktadır. økinci sınıf iki yüzlülerdir. Bunlar baú kaldırabilecek, itaatsizlik gösterebilecek gruptur ve úüpheli, karanlık iúler içerisine girebilirler. 800 Reúidüddin Vatvât, age., aynı yer; Toyserkânî, age., s. 80. Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr.34a-37a ;Toyserkânî, age., s.77. 802 Lambton, agm., s.388. 803 Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr:4138; vr.59b-60b; Ayrıca bkz., Toyserkânî, age., s.45-46. 801 189 Üçüncü tabaka ise; geçim derdinde olan zanaat ya da ziraatla u÷raúanlardan oluúmaktadır. Bunlar tehlikeli de÷ildir ve sadece kendi baúlarının korunması derdindedirler. Belgede kaydedildi÷i gibi, “bunlar padiúâh için ne kötülükte bulunur ne ona karúı bir vefa gösterir ne de gerekti÷inde onun arkasında dururlar”.804 Belgede, ikinci sınıf olarak tanımlananlar, vilayetin kendilerinden temizlenmesi gerekli görülen ve mektupta bunun emri verilen gruptur. Üçüncü sınıf, muhataba korunması ve kuralların onlar için hafifletilmesi emredilen kesimdir. Onlara karúı kötü ve haksız davranıúlarda bulunarak, tahakküm edilmemesi kesin bir dille belirtilmektedir. Birinci sınıf zaten, “bizim katımızda de÷er kazanacaklar, bizim has çevremizden olacaklar” denilen gruptur.805 Belgenin sonunda “ummâl-ı etraf”tan bu emirleri kendisi için kılavuz yapması ve daima göz önünde bulundurması istenmektedir. Ayrıca buyrukların gere÷ince davranması, ihmalci olmaması hatırlatılarak bu úekilde ondan memnun kalınaca÷ı ve itibarının artaca÷ı belirtilmektedir806. Görüldü÷ü üzere, belgenin muhatabı olan âmilin görev ve yetkisine dair bilgiler verilmemektedir. Ancak düzenlenen bu belgenin yukarıda “vergi memuru” olarak gördü÷ümüz “âmil” olmadı÷ı da úüphesizdir. Çünkü belge Reúidüddin Vatvât’ın kaleminden çıkmıútır ya da daha do÷ru bir ifadeyle onun kaleminden çıkmıú belgenin günümüze ulaúmıú örne÷idir. Demek ki, bu belge merkezden gönderilmiútir. Devletin en alt vergi memuruna hitaben böyle bir belge düzenlemeyece÷i gayet açıktır. Demek ki, buradaki muhatap olan “âmil” baúka bir görevlidir. Bu belgede adı geçen âmil, küçük bölgelerde vergi tahsil eden memurdan kademe olarak çok çok üsttedir. Ve ona bir bölgenin idarecisi oldu÷u izlenimini veren içerikte bir mektup gönderilmiútir. Acaba burada adı geçen âmil, kimin emrinde çalıúıyordu ve görev sahası ne idi? Bu soruların kesin olarak cevaplamamıza imkân yok. Ancak “âmil” adının vergi ile iliúkili olarak 804 Reúidüddin Vatvât, age., aynı yer. Reúidüddin Vatvât,age., aynı yer. 806 Reúidüddin Vatvât, age.,aynı yer. 805 190 kullanıldı÷ından hareketle, üst düzey bir vergi memuru olabilece÷i varsayımında bulunabiliriz. Belki de eyaletteki en üst düzey vergi sorumlusudur. Di÷er küçük âmillerin hepsi onun emrinde olabilir. Ancak bunlar sadece tahmindir. Nesevî bir yerde, Kerimüddin Tayfurî’den bahsederken, onun Hârizm âmili oldu÷unu söyledikten sonra, “âmil ve vali onlarca aynıdır”807 demektedir. Nesevî’nin söylediklerini destekleyecek baúkaca kanıtlara sahip de÷iliz. Ancak Nesevî’nin üst düzey bir devlet memuru oldu÷unu, idarî konuları iyi bildi÷ini göz önünde bulundurursak onun bu kaydını yabana atamayaca÷ımızı söyleyebiliriz. Acaba Hârizmúâhlar’da vali ve âmil aynı mıdır? Biz valileri incelerken onlara aynı zamanda âmil de dendi÷inin örneklerine rastlamadık. Kaynaklarımızda bir yerde vali olarak geçen baúka yerde âmil olarak da geçmemektedir. Buradaki örnek istisnadır. Adı geçen Kerimüddin Tayfurî’nin küçük bir memur olmadı÷ı kesindir. Sultan Alâeddin Muhammed, kendi vezîri Nizamülmülk’ü azletti÷inde Terken Hatun onu úehzâde Uzlakúâh’a vezîr tayin etmiúti. Nizamülmülk’ün yeni görevinde yaptı÷ı ilk iúlerden biri bu âmil olarak adı geçen Kerimüddin’i tevkîf etmek olmuútu.808 Sultan Alâeddin Tekiú döneminde de “Horasan Âmilli÷i” bahsi geçmektedir.809 Görüldü÷ü gibi burada kastedilen eyalet âmilli÷idir. Sonuç olarak Hârizmúâhlar’da eyalette, üst düzey âmil adında bir memuriyetin oldu÷u kesindir. Öyle anlaúılıyor ki, bu memur idarî görev ve yetkilere de sahiptir. Üstelik Selçuklular’da bu kelimenin vali anlamında da kullanıldı÷ını göz ardı etmemek gerekir.810 10. Mutasarrıf Belgelerimizde vergi tahsildarı olan âmille birlikte anılan bir memuriyet de “mutasarrıflık”tır. Örne÷in, Ebkârü’l-efkâr’da tayin edilen müstevfîye saygılı 807 Nesevî, Farsça, s.46. Nesevî, Farsça, s.46; Kafeso÷lu, age., s.213. 809 Nesevî, Farsça, s.15. 810 Köprülü, “Âmil”, ø.A., C:I., s.403. 808 191 davranmaları ve onun emirlerine uymaları gereken görevliler arasında mutasarrıfın da adı vardır.811 Belgede adları anılan mutasarrıflardan tıpkı âmiller gibi muamelelerin inceliklerine ve geneline ait hiçbir úeyi gizlememeleri ve Dîvân-ı østifâ’nın mersûm ve rüsûmunu ona ve nâiblerine vermeleri emredilmektedir. Gene âmil ile birlikte, atanan memura uygun çalıúma ortamı hazırlamaları tembih edilmektedir. Belgelerde bu úekilde adı geçen mutasarrıf Horst’a göre “finans müfettiúi”, Lambton’a göre ise “vergi tahsildarı” dır.812 Mutasarrıfların, âmil ile birlikte anılmaları ve aynı direktiflerin her iki memuriyet adı verilerek belirtilmesi çalıúma sahalarının da aynı ya da çok yakın oldu÷unu göstermektedir. Vergi iúlerinden sorumlu oldu÷u anlaúılan mutasarrıfın görev ve yetkileri hakkında daha baúka bilgilere ulaúamadık. 11. Amîd Büyük Selçuklu Devleti’nde Tu÷rul bey zamanından beri varlı÷ı bilinen amid, eyaletin baúında bulunuyordu ve görev yaptı÷ı bölgenin siyasî, idarî, askerî ve malî konularında tam yetkiliydi. Eyaletin en üst seviyedeki sivil memuru amid idi.813 Hârizmúâhlar’da bu unvâna rastlamamıza ra÷men bu memuriyetin tam olarak nasıl bir görevi yerine getirdi÷ini, yetki ve sorumluluklarının neler oldu÷unu açıklamaya yarayacak bilgilere ulaúamadık. Cengiz Han, Semerkant’ı ele geçirdi÷inde ödenmesini istedi÷i iki yüz bin dînarı temin için Amîd-i Büzurg’u görevlendirmiúti.814 Ayrıca amîd unvânı taúıyan Bedreddin adında Otrar’da görev yapmıú bir vezîr nâibi vardır.815 811 Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr.37a-39a ;Toyserkânî, age., s. 80. Horst, age., s.58. 813 Erdo÷an Merçil, “Amid”, DøA., C:III., s. 55. 814 Cüveynî, age., s.145-146. 815 Merçil, aynı yer. 812 192 Bu bilgiler bize Hârizmúâhlar’da da bu memuriyetin varlı÷ını gösterebilir. Ancak belirtmek isteriz ki, bu makam Selçuklulardaki önemini koruyor olsaydı herhalde kaynaklarımızda daha çok yer bulurdu. 12. Muhtesib Eyalet teúkilatının teftiú memurlarından olan muhtesib günlük halatı düzenlemek ve halkın yaúamını kolaylaútırmak için varlık gösteren bir mevkidir. Görevleri arasında meslek erbabını, çarúı-pazarı denetlemek ve dini kuralların uygulanıúını kontrol etmek sayılabilir.816 Ancak Hârizmúâhlar’da muhtesibin varlı÷ı dıúında hakkında baúka bilgi bulamadık. Nesevî, Mo÷ollar Hârizm’i ele geçirdikleri sırada yaúanan karmaúayı anlatırken Hârizm Muhtesibi Fakih-i Fâzıl Alâeddin Hayyatî’nın Mo÷ollar tarafından götürüldü÷ünü kaydetmektedir.817 ø. ADLøYE TEùKøLÂTI 1. KƗdılkudât ve Kadılar Hukukî uyuúmazlıkları ve davaları karara ba÷lama yetkisine sahip olan 818 kadılar , Hârizmúâhlar Devleti’nin adlî teúkilâtının ana unsurunu oluúturmaktadırlar. Kadılar, úer’î hükümlere göre karar veren hakimler olarak devletin tayin etti÷i úehirlerde adâleti temin için görev yapıyorlardı. Yargı sisteminin baúında ise “KƗdılkudât” bulunuyordu. 819 Hârizmúâhlar devrine ait belgeler arasında kadı ve kƗdılkudât tayinine ait menúûr örnekleri günümüze ulaúmıútır. Örne÷in Ebkârü’l-efkâr’ın ikinci mektubu, “Hârizm Kadılı÷ı Menúûru”dur.820 Menúûr, Kâdılkûdat olarak atanan “filan” kiúinin özelliklerinin övülmesi ile baúlar ve Hârizm Kadılı÷ı makamının ona verildi÷i belirtildikten sonra ondan yapılması istenenler açıklanır. Burada bir noktaya Özaydın, age., s.222-223; R. Levy, “Muhtesib”, ø.A., C.: VIII., s.532-533. Nesevî, Farsça, s.124. 818 Fahreddin Atar, “Kadı”, DøA., C:XXIV, s.66. 819 ùükrü Özen, “KƗdılkudât”, DøA, C:XXIV, s.77-82. 820 Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr, vr.34a-37a; Toyserkânî, age., s.74-77. 816 817 193 de÷inmek isteriz. Nasıl ki, mâlî konulara ait belgelerde iktisadî terimler kullanılmıú ise burada da dinî terimler sıklıkla kullanılarak, anlatılmak istenenler âyet ve hadislerin yardımıyla ifade edilmektedir. Bu durum kadılı÷a dair bütün belgelerin ortak özelli÷idir. Belgede “KƗdılkudât”lık makamı, “din ve úeriât iúlerinin en büyüklerinden” olarak tanımlanmaktadır. Muhataptan öncelikle takva sahibi olması istenmektedir ardından da Kur’ân’a iktidâ’ etmesi ve onu yol gösterici olarak göz önünde bulundurarak verece÷i kararları âyetlere dayandırmasının gerekti÷i hatırlatılmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber’in hadislerini ve sahabenin uygulamalarını dikkatinden uzak tutmaması gerekti÷i belirtilerek, âlimlerle müzakere etmesi ve salihlerin sözlerinden yararlanması istenmektedir.821 Belgeden anlaúıldı÷ına göre adâlet önünde herkes eúittir. Çünkü KƗdılkudât’a “güçlüye ve zayıfa karúı aynı úekilde davranması” emredilmektedir. Belgede bu makamın görevlerine dair de bilgiler mevcuttur. Yetimlerin mallarının korunması, miras ve vasiyet iúleri dinin kurallarına göre yürütülmesi onun görevidir. KƗdılkudât, sorumluluklarını yerine getirirken nâiblerinden yardım alır. Ayrıca bölgede bulunan bütün devlet memurları ve reâyânın úer’i konularda ona itaat etmesi ve saygı göstermesi gerekmektedir.822 Arâisü’l-havâtir’de bulunan KƗdılkudâtlı÷a inceledi÷imiz ile aynı özellikleri göstermektedir. 823 ait belgede burada Ancak burada farklı bir ek bilgi bulunmaktadır. Buna göre makama atanan úahıs görevine gelemezse böyle anlarda babasının ona niyabet etmesi istenmektedir. Burada babanın daha önce aynı makamda oldu÷u anlaúılmaktadır.. Ayrıca babanın daha önce kendi babasına da bu görevde nâiblik yaptı÷ı hatırlatılmaktadır. Bu uygulamadaki amaç “Müslümanlar’ın iúlerinin aksamadan yürütülmesi” olarak açıklanmaktadır. 824 da Bu örnekten makamın babadan o÷ula geçti÷i anlaúılıyor. 821 Reúidüddin Vatvât, age., aynı yer; Toyserkânî, age., s.74. Reúidüddin Vatvât,Ebkârü’l-efkâr, vr. 34a-37a; Toyserkânî, age., s.77. 823 Reúidüddin Vatvât,Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4138, vr.54b-55b. 824 Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, aynı varak 822 194 Kadılık görevini yerine getirenler de aslında sultanı temsilen bu görevi yürütmektedirler. Hükümdar bütün devlet sisteminin baúıdır. Do÷al olarak yargı sisteminin de baúı odur. O, bu yetkisini kadılar eliyle uygulamaktadır. Bu durum Ba÷dâdî’nin kaydetti÷i bir menúûrda açıkça ifade edilmektedir. “Ülke iúleri ile meúguliyet, siyasî iúlerin ve ülkedeki olayların yo÷unlu÷u” gerekçe gösterilerek “halkın özel iúleriyle u÷raúmaya, davaları dinlemeye, úeriat hükümlerini imzalamaya ve dinî iúleri úahsen yürütmeye” zaman olmadı÷ı ifade edilmektedir. Bu nedenle de bilgili, fazıl, branúında çalıúanlardan daha üstün, ilim ve marifet sahibi bir kiúi “kƗdılkudât” olarak seçilerek bu göreve atanmaktadır.825 Kadılar ayrıca mescid ve medreselerin sorumluluklarını da yerine getiriyorlardı.826 Belgede mescid ve medreselerin ihmal edilmemesi, buralarda toplanan âlimlere saygı gösterilmesi istenmektedir.827 Bu menúûrdan kƗdılkudat ve kadıların yargı iúlerinin dıúında görevler de aldıklarını anlıyoruz. Belgede evkâf malının atanan kiúinin ve nâiblerinin elinde do÷ru yolda oldu÷una atıf yapılmaktadır. Eskiden beri bunların idaresinin kadıların elinde oldu÷u belirtilerek úimdi de bu yönetimin atanan kiúiye verildi÷i kaydedilmektedir. Evkâf ve ona ba÷lı her úeyin çok meúhur olması nedeniyle izahata gerek duyulmadı÷ı kaydediliyor.828 Bu nedenle ayrıntılı bilgi edinemiyoruz. Burada inceledi÷imiz menúûr Seyfü’l-mille ve’d-din Halef el-Mekkî adına hazırlanmıútır. KƗdılkudât olarak anılmasından ve menúûrun içinde yargıya dair yapacaklarından da bahsedilmesi sebebiyle bu görevde oldu÷unu anlıyoruz. Bunu belirtmemizin nedeni bu belgenin ona bir bölgenin idaresinin verilmiú olması ve bu yerin iúlerinin onun tarafından yürütülece÷inin bildirilmesidir. Bu iúar yukarıda belirtti÷imiz mescid, medrese ve evkâfa dair olanlar ile sınırlı de÷ildir. Kendisine ba÷lı olan her yere bir nâib, tam yetenekli kifayetli bir âmil ziraat iúlerine kefil olabilecek bir vekil ataması emredilmektedir. Böylece o yerin “îmareti, âbâdlı÷ı ve 825 Ba÷dadî, age., s.49. Ba÷dadî, age., s. 49. 827 Ba÷dadî, age., s.54. 828 Ba÷dadî, age., s.52. 826 195 ziraatının muhteúem” olaca÷ı kaydedilmektedir.829 Belgede açıklandı÷ı üzere ziraat ile ilgili bütün konular adı geçen kadının sorumlulu÷una bırakılmıútır. Üründen alınacak vergilerin de “Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla gerekli olan yerlere harcanması” istenmektedir. Ayrıca bu iúlerde onun tayin edece÷i yardımcılarının iúlerini iyi yapmaları ve mahsulü bozulmaktan, yok olmaktan ve zalimlerden koruması gerekti÷i hatırlatılmaktadır.830 Görüldü÷ü gibi bir bölgenin idaresi KƗdılkudât’a verilmiútir. Büyük bir ihtimalle kendisi buraya giderek bizzat idarecilik yapmamıútır. Nâibleri aracılı÷ıyla bu görevi yerine getirmiútir. Her halde gösterdi÷i baúarıların bir ödülü olarak bölge idarecili÷i KƗdılkudât’a verilmiúti. Yargılamaların nasıl yapılması gerekti÷i de belgelerimizde anlatılmaktadır. Yargılamada hüküm verirken, “iki tarafın sözünü tahkik eden bir kulakla dinlemeli”dir. Bunun yanı sıra “ønsanlar arasında hüküm verdi÷inizde adâletle hükmediniz” (en-Nisâ, 4/58) âyetini göz önünden ayırmaması gerekir.831 Kadılar gerekti÷inde hükümdara bir konuda danıúmanlık da yapıyorlardı. Sultan yapaca÷ı bir iúin úer’i olup olmadı÷ını onlara danıúıp fetva alabiliyordu. Örne÷in Hârizmúâh Atsız, Reúidüddin Vatvât tarafından kaleme alınan ve Halife Muktefî- Liemrillah’a gönderdi÷i mektupta Sultan Sencer’in, Hezâresb kuúatmasını úikayet ederek úöyle diyordu: “Bunun üzerine bu kul da kadıları ve fakihleri toplayarak onlardan bu düúmanla savaúmanın úer’î olup olmadı÷ına dair bir fetva istedi. Onlar da bir a÷ızdan onu yenenin Allah tarafından mükafatlandırılaca÷ını söylediler”.832 Aslında, görüldü÷ü üzere fetvaya siyaset bulaúmıútı. Hükümdarın arzusuna muhalif bir fetva vermek pek de olası görünmüyor. De÷ilse, iki Müslüman hükümdarın savaúının dinen do÷ru oldu÷unu gösterecek hiçbir kanıt yoktur. Atsız, bunun da önlemini almıútı. Aynı mektuptan anlıyoruz ki, Sultan Sencer’i geçti÷i 829 Ba÷dadî, age., s.54. Ba÷dadî, age., s.54-55. 831 Ba÷dadî, age., s.53. 832 Horst, agm., ZDMG., s.32. 830 196 yerlerdeki Müslüman ahaliyi öldürmekle ve bu yerleri yakıp yıkmakla suçlamaktadır.833 Hükümdarlar kadılara danıúarak yapacakları iúlere dair fetvalar alıyorlardı. Ancak unutmamamız gerekir ki, bu fetvaların yaptırım gücü yoktu. Son söz Sultana aitti ve kadılar sadece danıúmanlık hizmeti veriyorlardı. Kadılardan ilim sahibi olmaları beklenirdi. Nitekim kaynaklarımızda isimleri geçenler sık sık bu yönleri ve faziletleri ile övülmektedirler. Örne÷in 1112 yılında ölen Ebu’l-‘Alâ Sâid b. Mansûr b. øsmâil b. Sâid, daha önce Hârizm kadılı÷ı yapmıú Niúâburlu bir hatipti ve hadis rivayet ederdi.834 Kadılar kimi zaman elçilik göreviyle, kimi zaman da müzakereci olarak karúımıza çıkmaktadırlar. Sultanúâh Merv’de iken Hârizmúâh Tekiú, Mengli Bey ve Sancarúâh’ı muhasara için Niúâbûr önlerinde idi (1186). øki ay sonunda kuúatma altındakiler vergi ödeme úartıyla anlaúmayı kabul edince Hârizmúâh Tekiú barıú görüúmeleri için onların yanına bir heyet gönderdi. Ancak Mengli Bey müzakere yerine heyeti tutuklayıp Sultanúâh’a gönderdi. Bu heyet içerisinde Hârizmúâh Tekiú’in hizmetinde olan Horasan kadısı ømam Burhanüddin Ebu Sa’d b. ømam Fahrüddin Abdülaziz el-Kûfî de bulunuyordu. Gücü ve bilgisiyle ün salmıú olan bu kadı Mengli Bey tarafından öldürülmüútü.835 Görüldü÷ü üzere kadılar, Sultanların seferlerine de katılıyorlardı. øbn Bibî’nin anlattıklarına göre, Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Hindistan’dan dönünce, Meraga’da devletinin ileri gelenleri ile bir toplantı yaparak Türkiye Selçuklu Sultanı Alâeddin ile dostluk kurmak ve barıú ortamı yaratmak için ona elçiler ile bir mektup göndermeye karar vermiúti. Bu mektubu KƗdılkudât Mucirüddin Tahir b.Ömer el-Hârizmî kaleme almıútı. Burada adı geçen KƗdılkudât âlim bir zat olarak övülmektedir ve fıkıh, ve felsefe sahalarındaki uzmanlı÷ı 833 Horst, aynı yer. øbnül-Esîr, age., C:X., s.394. 835 Cüveynî, age., s.262-263; Avfî, age., C:I, s.228; øbn øsfendiyar, Tarih-i Taberistan, C:II, s.147. Hândmîr, Habibü’s-siyer, C:II, Tahran 1353, s.636. 834 197 nedeniyle övülmektedir. Aynı zamanda meúhur bir âlim olan Mücîrüddin bu mektupla birlikte elçilik vazifesiyle yola çıkmıútır.836 ødare altına alınan bölgelerde yeni yönetimi kurma çalıúmaları do÷rultusunda tayinler yapılırken kadıların da atandı÷ını görüyoruz. Örne÷in, Sultan Alâeddin Tekiú, Irak bölgesinin idare merkezi Hemedan’ın yönetimini o÷lu Yunus Han’a bıraktı÷ında Sadr Vezzân’ı da buraya kadı tayin etmiúti.837 Sultan Alâeddin Muhammed de Herat’a hakim olunca es-Safî Ebu Bekr b. Muhammed es-Serahsî’yi bu úehrin kadılık makamına getirmiúti.838 Mo÷ollar Hârizmúâhlar’a ait úehirleri kuúattıklarında, halkın akıbetine yön vermek üzere alınana kararlarda kadıların da söz sahibi oldu÷unu anlaúılmaktadır. Buhara alınan savaú kararının ardından úehrin kadısı Sadreddin Han bizzat çatıúmalara katılmıú ve bu sırada ölmüútü.839 Semerkant’ta ise teslim olmaya karar verildi÷inde úehrin kapılarını büyük bir halk kalabalı÷ı ile birlikte açanlar arasında úehrin kadısı da vardı.840 Isfahan’da ise kadı Rükneddin Saidî’nin halkı yatıútırmak için çaba harcadı÷ını görmekteyiz.841 Mo÷ollar Niúâbur önlerine ulaútıklarında úehir gerekli savunma hazırlıklarını yapmıú olmasına ra÷men kuúatmacılardan korkarak anlaúma yolu bulabilmek için Kadı Rükneddin Ali b. øbrahim el-Mugîsî’yi elçi olarak göndermiúlerdi. Ancak elçi Mo÷ollar tarafından kabul edilmedi ve geri döndü.842 Görüldü÷ü gibi úehirlerin idaresinde ve alınan karalarda kadıların da rolü vardı. Nitekim, Sultan Celâleddin Hârizmúâh Isfahan’da bulundu÷u sırada úehrin sorumlusu olarak reis ve kadıya emirler vermiúti.843 Kaynaklarımız Hârizmúâhlar döneminde kadılık yapmıú baúka isimleri de bildirmektedirler. Sultan Alâeddin Muhammed devrinde Merv kadısı ile Serahs øbn Bîbî, age., C:I, s.375-377 Ravendî, age., C:II, s.355. 838 øbnü’l-Esîr, age., C:XII, s.201. 839 øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.321. 840 Ebü’l-Farac, age., C:II, s.512. 841 Kazvînî, age., s.502. 842 Nesevî, Farsça, s.42; Cüveynî, age., s.179. 843 Nesevî, Farsça, s.168. 836 837 198 kadısı ùemseddin’den bahsedildi÷i gibi 844 gene aynı dönem için Isfahan kadılı÷ı makamında Mes’ud b. Sa’id’in de adı geçmektedir.845 2. Ordu Kadısı Ordu içinde askerlerin davalarına bakan kadılar görev yapıyordu. Sefer sırasında da hükümdarın yanında yer alan ordu kadıları bu sırada ordu mensupları arasında çıkan hukukî sorunları çözmekteydiler.846 Askerî suçların cezası ise gene asker olan suçlunun âmiri tarafından infaz ediliyordu.847 Sultan Alâeddin Muhammed devrinde Nîúabur’da ordu kadılı÷ı (kadı-yı leúker) makamında Sadrüddin-i Cendî bulunuyordu.848 Anlaúıldı÷ı kadarıyla ordu kadısının emrinde vekil ve nâibler çalıúıyordu.849 Sadrüddin-i Cendî, atalarının Sultan Tekiú’e yaptı÷ı hizmetlerden dolayı Sultan Alâeddin Muhammed nezdinde itibar görüyordu. Sultan onu bu göreve getirdi÷inde de÷erli hil’atler vermiúti ki, bunlar arasında at ve tu÷ da vardı. Ayrıca Sultan kadı-yı leúker’in vekilleri ve nâiblerini de hil’atlendirmiúti.850 Sultan Celâleddin devrinde ordu kadısı anlamında Yolak/Yulek/Yulak851 adı verilen bir makam bulunuyordu. Nesevî, bu makamın Dîvân- Mezâlim oldu÷unu belirtmektedir. Gene Nesevî’nin kaydına göre bu makamın baúında (ϕϠϮϳϠ ϡ̯ ΎΤ) “Han” unvânı taúıyan Sancakân (?) adlı bir asker bulunuyordu.852 Bu durum Hârizmúâhlar ordusunun büyük bir kısmını oluúturan Kanglı-Kıpçak ve di÷er Türk boylarının varlı÷ı ile açıklanabilir.853 Taneri’ye göre, bu yüksek mahkeme, özellikle Türk boylarına mensup kumandanların davalarını boyların örfî âdetlerine göre karara ba÷lamakla görevliydi.854 Fuad Köprülü ise øbn Haldun’un kaydına 844 Cüveynî, age., s.164, 166. Nesevî, Farsça, s.94. 846 Mehmet øpúirli, “Kazasker”, DøA, C:XXV, s.140; Cl. Huart, “Kazasker”, ø.A., C:VI., s.522 847 Köprülü, “Hârizmúâhlar”, ø.A., C.V/I., s.282. 848 Nesevî, Farsça, s.42. 849 Nesevî, Farsça, s.42. 850 Nesevî, Farsça, aynı yer. 851 Nesevî, Arapça, s.167: Bu kelime “ϖϟ Ϯϳ” úeklinde kaydedilmiútir. 852 Nesevî, Arapça, s.167 853 Köprülü, agmd., s.282. 854 Taneri, age., s.135. 845 199 dayanarak Sultan Alâeddin Muhammed devrinde Dîvân-ı Mezalim’e Terken Hatun’un baúkanlık etmesi bilgisinden hareketle bu müessesenin Nesevî’de geçen Yolak/Yulek/Yulak ile aynı oldu÷unu belirtmektedir.855 Buraya kadar Hârizmúâhlar Devleti’nin teúkilâtını incelemeye çalıútık. Eksik olan posta teúkilâtıdır. Hârizmúâhlar devrinde posta hizmeti görenlerin (kussâd) ve posta kuúlarının (kussâd-ı tuyûr)856 varlı÷ını biliyorsak da bu bilgiler teúkilâtı açıklamak için yeterli de÷ildir. 855 856 Köprülü, aynı yer. Cüveynî, age., s.288, 351. 200 II. BÖLÜM HÂRøZMùÂHLAR’DA EKONOMøK HAYAT Hârizmúâhlar Devleti’nin iktisadî yapısını incelemeye baúlamadan önce bu yapının úekillenmesinde ve geçirdi÷i evrelerde hakim olan unsurlara temas etmemiz gerekir. ùüphesiz bunlar, genel olarak her dönemde ve her co÷rafyada ekonomiyi etkileyen unsurlardır. Biz tabii olarak Hârizmúâhlar’ı merkez olarak alıp bir de÷erlendirme yapmaya gayret edece÷iz. Bundan sonra da iktisadî yapıyı oluúturan unsurları, kaynaklarımızdan tespit edebildi÷imiz kadarıyla ortaya koymaya çalıúaca÷ız. Hârizmúâhlar Devleti’nin hüküm sürdü÷ü bölge, X. yüzyıl co÷rafyacılarının1 övgüyle bahsettikleri úehirleri içine alan, tarımdan hayvancılı÷a birçok dalda üretimin yapıldı÷ı, özellikle de transit ticaret güzergâhında bulunması nedeniyle iktisadî canlılı÷ın nimetlerinden faydalanılan bir bölgedir. Örne÷in Hârizm, ve baúkent Gürgenç (Cürcâniye) son derece mamûr, nüfus olarak kalabalık, refah seviyesi yüksek bir bölgedir.2 Yakut el-Hamevî’ye göre “beldelerin en güzelidir”3 Semerkant ise Sultan Alâeddin Muhammed Hârizmúâh devrinde ikinci baúkent olarak önemini iyice artırmıútı. Cüveynî bu úehri; “Belki de dünya cennetlerinin önde gelenidir” úeklinde anlatmaktadır.4 Semerkant ayrıca úehrin etrafını çevreleyen muhteúem bahçeleri ile ünlüydü.5 Buhara da daha önceki dönemlerde kazandı÷ı önemi Hârizmúâhlar zamanında da sürdürmeye devam etti.6 Niúâbûr ise “e÷er gökyüzünü yeryüzüyle karúılaútırıp, úehirleri yıldızların yerine koyarsak, Niúâbur yıldızların ortasında, Zühre yıldızının yerini tutar. E÷er onu insan organları gibi düúünürsek, hiç úüphesiz gözün yerine koyarız” diye övülen Hârizmúâhlar úehirlerinden birisidir.7 Bkz. Ramazan ùeúen, øslâm Co÷rafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri; s. 102, 162, 219, 258; Müslüman Co÷rafyacıların Gözüyle Ortaça÷da Türkler, Haz: Yusuf Ziya Yörükân, østanbul, 2004, s.166-168. 2 Cüveynî, age., s.146. 3 Yakut’un da açıkladı÷ı gibi Gürgenç’e Araplar Cürcâniye diyorlardı, age., C:II, s.122. 4 Cüveynî, age., s.142. 5 Ebu’l-Farac, age., C:II., s.512. 6 Cüveynî, age., s.130. 7 Cüveynî, age., s.174. 1 201 Selçuklu payitahtı Merv ise her ne kadar O÷uz istilası ve Sultan Sencer’in ölümünden Hârizmúâhlar’ın bölgede hâkimiyet tesisine kadar geçen zamanda oldukça a÷ır ve zor úartlar altında kalmıú, kuraklık ve kıtlıklar yaúayıp dıúarıya göç vermiúse de bölgede istikrarın sa÷lanması sayesinde yeniden eski úöhretini elde edebilmiúti.8 1220 yılında Herat’ta bulunan Yakut bu úehri “büyük ve zengin” bir úehir olarak tanımlıyordu.9 Daha sonraki bir tarihte Herat’ta bulunan øbn Battuta ise “ Herat, Horasan’daki mamûr úehirlerin en büyü÷üdür”10diyordu. Hârizmúâhlar’ın önemli úehirleri bu kadar de÷ildi. Daha birçok úehir sayabiliriz: Nesâ, Hocend, Tırmiz, ùaú, øsficap, Fergana, Belh, Vahú,....Hârizmúâhlar Devleti, Hârizm Bölgesi merkez olmak üzere, Maveraünnehir, Horasan, So÷d, Gur ve Gazne Bölgesi ile Irak-ı Acem’i de içine alan geniú bir co÷rafyada hüküm sürmüútü.11 Genel olarak úehirlerine bu temastan anlaúılaca÷ı üzere devlet hem zengin bir varlık göstermiú hem de geliúmiú úehirlere sahip olmuútu. ùehirlerin birço÷u kaynaklarımıza göre kalabalıktı. Ancak nüfuslarının ne kadar oldu÷unu tam olarak tespit edemiyoruz. Aslında iktisadî yapıyı inceleyebilmenin temel úartlarından biri nüfusu ortaya koyabilmektir. Ancak devrin kaynakları bizi tahmini bir rakama ulaútırmaya yetecek bilgiyi dahi vermemektedirler. Kaynaklarımız nüfusun çoklu÷unu “sayılamayacak kadar çok”, “yıldızlar kadar çok” gibi ifadelerle anlattıkları için sa÷lıklı bir sonuca ulaúmamız mümkün de÷ildir. Kaynaklarımızın insan sayısı olarak verdikleri rakamlar savaútaki askerlere aittir. Ço÷u zaman abartılı rakamlarla karúılaúsak bile gene de tahmini sonuçlara ulaúılabildi÷ini “Ordu Mevcudu”nu yazarken görmüútük. Ordunun toplumun kaçta kaçını oluúturdu÷unu bilemedi÷imiz için bu rakamlardan hareket ederek bir nüfus hesabına gidemeyiz. Ancak biliyoruz ki, yukarıda adı geçen úehirler nüfus yo÷unlu÷unun oldu÷u yerlerdir. Ayrıca bölge nüfusuna en a÷ır darbe de Mo÷ol istilası sırasında vurulmuútur. Çeúitli vesilelerle bahsetti÷imiz üzere Mo÷ollar ele S.G. Agacanov, O÷uzlar, Çev: E.N. Necef, A. Annaberdiyev, østanbul 2002, s.356. Yakut, age., C:IV, s.396 vd. 10 Ebu Abdullah Muhammed øbn Battûta, øbn Battûta Seyahatnâmesi, Çev: A. Sait Aykut, østanbul 2005, s.367. 11 Bünyadov Hârizmúâhlar Devleti’nin úehirlerini ayrıntılı olarak tesbite çalıúmıútır. Bkz., age., s.101107. 8 9 202 geçirdikleri úehirlerde adeta katliam yapmıú çok sayıda insan öldürmüúlerdi. Ayrıca Mo÷ollar bölgenin iktisadî yapısını etkileyecek adımlar da atarak úehirlerdeki yetiúmiú insan gücünü yani zanaatkârları kendi ülkelerine götürmüúlerdir. Mo÷ol istilası ve Hârizmúâhlar Devleti’nin yıkılıúı ile bölgede yaúanan kargaúa iktisadî hayatı Mo÷ollar tarafından tesis edilecek yeni döneme kadar adeta durma noktasına getirmiúti. Kaynaklarımızın övgüyle bahsettikleri ticarî canlılık sönmüú, üretim sistemi çökmüú halk canının derdine düúmüútü. Mo÷ol istilasının nüfus üzerinde bir etkisi de Hindistan’da kendini gösterdi. Mo÷ollar’dan kaçan Türkler’in Hindistan’a sı÷ınması sonucu burada Türk kültürünün geliúmesi hız kazandı.12 Savaúlar ekonominin düúmanıdır. Siyasî istikrar ekonomik faaliyetlerin sürmesi ve geliúmesi için gerekli ortamı sa÷layacak olan güçtür. Ortaça÷ için de durum aynıdır. Örne÷in savaúlarda ekilen alanların harab olması sonucu o yıl yeterli ürünün alınamaması temel ihtiyaçlarda yoksunluk do÷urararak fiyatlar üzerinde de etkisini derhal gösteriyordu. Bilindi÷i gibi nadir bulunan daha pahalıdır. Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Ahlat’ı kuúattı÷ında kuúatmanın etkisiyle úehirde yaúanan zor durum erzakın fiyatlarının artmasıyla kendini belli etmektedir.13 Mo÷ollar Niúâbûr önlerinde iken (1220-1221) úehrin çıkıúlarını öyle sıkı tutmuúlardı ki, bu yüzden kıú mevsiminde úehirde kıtlık had safhaya ulaúmıú ve her úeyin fiyatı artmıútı.14 Ekonomiyi, etkileyecek güvensizlik ortamını yaratan etken sadece savaúlar de÷ildir. Devletin içinde yaúanan siyasî belirsizlikler de ekonomiyi do÷rudan etkilemekteydi. Örne÷in taht kavgaları sırasında yaúanan kargaúalar ve buna ba÷lı olarak da ülke içinde çıkabilecek isyanlar ya da yabancı ülkelerin bu durumdan faydalanmak üzere harekete geçmesi fiyatlar üzerinde do÷rudan etkili olmaktadır. østikrarsızlık piyasaların düúmanıdır. østikrarsız ortamda vatandaúı da elindeki harcamayıp daha kötü günler için saklamaya ve depolamaya yöneltece÷i için ekonomik hayatta çarkın dönmesini olumsuz yönde etkilemektedir. 12 Yusuf Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi, C:I., s.279. Nesevî, Farsça, s.211-212. 14 Cüveynî, age., s.178. 13 203 Hükümdarın devlet idaresinde attı÷ı adımlar da iktisadî hayatı do÷rudan etkileyen unsurlar arasındadır. Kuvvetli bir hükümdarın elinde úekil alan iyi idare ekonomiyi güçlendirerek bundan devletin ve halkının kazançlı çıkmasını sa÷layacaktır. Hükümdarın baúarısı devlet çalıúanlarının icraatlarında da kendini gösterecektir. ùüphesiz bu ekonomi üzerinde de etkilidir. Zaten yeri geldikçe belirtti÷imiz üzere Hârizmúâhlar devleti de kendi ekonomisini düzenleyen teúkilatlanmaya büyük önem vermiúti. Bunun örneklerine aúa÷ıdaki baúlıklarda yer verece÷iz. øktisadî hayatı etkileyen bir di÷er unsur da do÷al âfetlerdir. Do÷al âfetler nedeniyle yaúanan kıtlıklar iktisadî hayata ciddî darbeler vuruyordu. Örne÷in øbnü’lEsîr, (493/1099-1100) yılında Horasan’da mahsulü so÷u÷un vurması sebebiyle çok úiddetli bir kıtlı÷ın yaúandı÷ını, ertesi yıl da so÷uk ürünleri etkileyince Horasan’da yiyecek bulmanın imkansız hale geldi÷ini haber vermektedir.15 Horasan’daki bu kıtlı÷ın etkisi, temel ihtiyaçları karúılayamamanın bir uzantısı olarak veba salgını ile iyice derinleúmiúti. Öyle ki salgın hastalık nedeniyle birçok kiúi ölmüútü.16 Kazvînî’nin anlattıklarına göre Sultan Alaeddin Muhammed devrinde, Niúâbur’da da úehri tamamen yerle bir eden bir deprem yaúanmıútı.17 Görüldü÷ü üzere iktisadî hayat üzerinde birçok unsur etkiliydi. Devletin bütün bu unsurları kontrol etmesi veya kendi lehine bunlardan faydalanması gerekliydi. Devletin ekonomik hayata dair yerine getirmesi gereken en önemli vazifelerinden biri úüphesiz güvenli÷i sa÷lamaktır. Özellikle yolların güvenli÷inin temini Hârizmúâhlar’ın hüküm sürdü÷ü co÷rafyanın ekonomik hayatı için bir zorunluluktur. Çünkü iç ve dıú ticaret ancak bu úekilde devam edebilirdi. Ticaret baúlı÷ında bu noktaya daha ayrıntılı de÷inece÷iz. Çizdi÷imiz bu genel tabloya göre devletin iktisadî faaliyetlerdeki hedefi halkın refahının sa÷lanması ve devletin güçlenmesidir. Güçlenmek devrin en önemli gere÷i olarak ordunun da güçlenmesi anlamına gelmektedir ki, bu da úüphesiz ekonominin iyi durumda olması ile do÷ru orantılıdır. Halkın refahının Sultan øbnü’l-Esîr, age., C:X., s.249. øbnü’l-Esîr, aynı yer. 17 Kazvînî, age., s.494. 15 16 204 Alâeddin Muhammed Hârizmúâh devrinde yüksek bir seviyede oldu÷unu görüyoruz. Nitekim bu duruma iúaret eden Devletúâh, “her köylü onun zamanında padiúâh gibi yaúardı”18 demektedir. A. DEVLETøN EKONOMøK YAPISI VE KARAKTERø 1. Tarım ve Hayvancılık Hârizmúâhlar Devleti’nin ekonomisinin en önemli unsurlarından biri tarım ve hayvancılıktır. Devletin hüküm sürdü÷ü co÷rafya tarım ve hayvancılık için çok uygun úartlara sahipti. øslâm co÷rafyacılarını verdi÷i bilgilere göre úehirlerin bir ço÷unun etrafı bostan ve bahçeler ile çevriliydi. Ekinlerin bulundu÷u tarlalar, a÷açlıklar ve meyve bahçeleri kesintisiz uzuyordu.19 Hârizm’in toprakları çok verimliydi. Bunun sonucu olarak da kaynaklarımızda hububatının bollu÷u ile anılmaktadır.20 Ayrıca, Hârizm’de yetiútirilen kavunlar o kadar meúhurdu ki, Halifenin sarayına özel gümüú mahfazalar içerisinde gönderiliyordu.21 Hârizm, baúlı baúına önemli bir tarım bölgesiydi. Bünyadov’un haklı benzetmesinde vurguladı÷ı gibi, “sahranın ortasında bir vaha”22 oluúturuyordu. Ceyhun Nehri’nin kıyısı ekili tarlalar ile kaplıydı ve buna ba÷lı olarak da birbirine çok yakın köyler bulunuyordu.23 Belh bölgesi de tahıl üretiminin bol oldu÷u yerlerden biriydi. Geniú tarım alanlarına sahip olan bölgede Cüveynî’ye göre ürünün çeúitlili÷i dolayısıyla alınan vergiler de çeúitliydi. Bu úehrin önemini vurgulamak için yazar, Belh’in do÷u úehirleri arasındaki de÷erini Mekke’ye benzetmektedir.24 øbn Battûta, “Belh ve Kûhistan arasındaki bölgede gördü÷ü çok sayıda küçük kasaba ve köyün suyunun bol oldu÷unu ve genelde incir yetiútirildi÷ini bildirmektedir.”25 Gene øbn Battûta’ya göre, Niúâbûr da “ba÷ı, bahçesi ve suyu bol olan bir úehirdir.”26 Semerkant da 18 Devletúâh Tezkiresi, C:II., s.188. ùeúen, age., s.258. 20 ùeúen, age., s.219. 21 Togan, “Hârizm”, ø.A., C: V/I, s.250. 22 Bünyadov, age., s.104. 23 Bünyadov, aynı yer. 24 Cüveynî, age., s.151. 25 øbn Battûta, age., s.367. Ancak ne var ki, øbn Battûta, Belh’e ulaútı÷ında Mo÷ol tahribatının izleri yerli yerinde duruyordu. Nitekim o, úehrin harabeleriyle karúılaútı÷ını anlatmaktadır, age., s.365. 26 øbn Battûta, age., s.373. 19 205 etrafında tarım yapılan araziler ve köylerin bulundu÷u bahçelerle çevrili bir úehir idi.27 Yetiútirilen ürünlere gelince, hububatın ve meyvelerin dıúında meselâ Isfahan civarında havası müsait oldu÷u için pamuk üretimi de yapılıyordu.28 Hayvancılı÷ın da son derece geliúmiú oldu÷u ve zaten co÷rafyanın da buna çok uygun oldu÷u açıkça anlaúılmaktadır. øslâm co÷rafyacıları Hârizm bölgesini “koyun kayna÷ı” olarak tanımlamaktadırlar.29 Büyük baú hayvancılı÷ın da yapıldı÷ı ülkede nehirlerin sa÷ladı÷ı imkanlar nedeniyle balıkçılık da yaygındı.30 Devletin tarım ve hayvancılı÷a büyük önem verdi÷ine úüphe yoktur. Belgelerimizde ziraat iúlerine verilen önemi gösterecek atıflar yapılarak, örne÷in mahsulün toplanması gibi konularda ehil olan kiúilere görev verilmesi gerekti÷i hatırlatılmaktadır.31 Bir di÷er belge ise bize vakıf arazilerinde çiftçilerin yerleúmiú oldu÷unu ve ziraatla u÷raútıklarını göstermektedir. Belgede bu vakıf arazilerinde ziraatın geliútirilmesi emredilmektedir. Çiftçilere ise atanan kiúinin emrinde çalıúmaları ve ona itaat etmeleri gerekti÷i bildirilmektedir.32 Hârizmúâhlar’ın tarıma verdikleri önemin bir göstergesi de sulama kanalları yapımında ortaya koydukları hassasiyettir. Öyle ki, devletin son dönemlerinde zor günler yaúayan Sultan Celâleddin Hârizmúâh dahi kanal yapımı ile meúgul olmuútur. Ayrıca Vezîr ùerefülmülk, Aras Nehri’nden iki büyük kanal açtırıp kendisine ait tahıl yetiútirilen bölgelerin sulanmasını sa÷layarak bolca mahsul elde etmiúti..33 Nesâ’da ise çiftçiler tünel úeklindeki su yollarına giren Mo÷olları yakalayıp öldürmüúlerdi.34 Gürgenç’te de çarúıyı ve úehri boydan boya kat eden bir kanal vardı.35 27 Ebu’l-Farac, age., C:II., s.512. Devletúâh Tezkiresi, C:II., s.238. 29 ùeúen, age., s.178, 259. 30 ùeúen, age., s.162, 178, 259; Ghulam Rabbani, age., s.192. 31 Ba÷dadî, age., s.54. 32 Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4138, vr.56a-58a; Toyserkanî, age., s.41. 33 Nesevî, Farsça, s.192-193. 34 Nesevî, Farsça, s.87. 35 ùeúen, age., s.217. 28 206 2.Ticaret Hârizmúâhlar için ticaret, iktisadî hayatın ana unsurudur ve bölgenin zenginli÷inin kayna÷ıdır. Hârizmúâhlar Devleti kurulmadan önce de bölge aynı önemi taúıyordu. Devletin kurulması ile ticarî akıúı kontrol eden Hârizmúâhlar, bunun nimetlerinden de faydalandılar. Hârizm bölgesi co÷rafî konumu itibariyle Asya’yı Güney Rusya’ya ulaútırıyordu. Çin ve Hindistan’dan gelen malların Sibirya ve øskandinav ülkelerine gönderilmek üzere da÷ılacakları merkez bölgeyi Hârizm oluúturuyordu. Ayrıca Ba÷dat’a ulaúan mallar, karayolları ile Mısır ve Afrika’ya, deniz yolu ile ise øspanya’ya kadar ulaúıyordu. Bu transit ticaret a÷ında Müslüman tüccarlar önemli rol oynuyor Akdeniz limanları zaten Müslümanların kontrolünde bulunuyordu. Hârizmliler de mâhir tüccarlar olarak bu canlılıkta önemli rol oynuyorlardı. XII. yüzyıla kadar do÷udan Hârizm’e ulaúan mallar Karadeniz’in kuzeyinden geçen uluslararası ticaret yolundan taúınıyordu. Anadolu ticaret yollarının önem kazanması Türkler’in Antalya ve Alanya limanlarından Akdeniz’i kullanmalarına kadar fazla bir canlılık arz etmiyordu. Bizi ilgilendiren Sinop, Samsun ve Trabzon limanlarının ise pek fazla tercih edilmedi÷i anlaúılmaktadır.36 Görüldü÷ü üzere bu, gerçekten de muazzam bir a÷dı ve Hârizmúâhlar ülkesi bu kazançlı mal hareketlerinden büyük pay alıyordu. Ticarî mallarla dolu kervanlar Hârizm pazarlarına ulaúıyordu. ùehirlerde kurulan pazarlarda yerli mamuller kadar uzak diyarlardan gelen ürünler de satılıyordu. Pazarların canlılı÷ını açıklamaya gerek 36 Kuzey Anadolu Ticaret Yolları’nın XI-XIII. yüzyılları için bkz., Mustafa Demir, “Türkiye Selçuklu øktisadî Geliúimi øçinde Karadeniz Ticaret Yolu”, Anadolu’da Tarihî Yollar ve ùehirler Semineri 21 Mayıs 2001, Bildiriler, østanbul 2002, s.15-24; Ayrıca Anadolu ticaret yollarının XI-XIII. Yüzyıllarda do÷u ticaretindeki yeri için bkz., Claude Cahen, Osmanlılar’dan Önce Anadolu’da Türkler, Çev: Yıldız Moran, østanbul 1984, s.98-99; Osman Turan, “Selçuklu Kervansarayları”, Belleten sayı 39’dan ayrı basım østanbul 1980, s.162-165; Abdülkadir Yuvalı, “XIII. Yüzyılda Karadeniz Ticareti”, I. Uluslararası Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri, Samsun 1990, s.233-234; XIII. Yüzyılın baúında Anadolu ticaret yollarını etkileyen bir unsur olarak Bizans Devleti’nin durumu için bkz., Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, Çev: Fikret Iúıltan, østanbul 1991, s.390-401; XII., Yüzyılda Bizans Devleti’nin Anadolu ticarî yolları üzerindeki hakimiyetinin ne derece azaldı÷ı konusunda bir fikir edinmek için bkz., Iúın Demirkent, “XII. Yüzyılda Bizans’ın Ege Bölgesinden Güneye ønen Yolları Hakkında”, Anadolu’da Tarihî Yollar ve ùehirler Semineri 21 Mayıs 2001, Bildiriler, østanbul 2002, s.1-13. 207 yoktur. Ancak bunun bir göstergesi olarak úiirler de bile yerini aldı÷ını belirtebiliriz.37 Hârizmúâhlar Devleti’nin baúkenti Gürgenç’in ticarî hayatta da önemli bir yeri vardı. Eski dönemlerden beri bir ticaret merkezi olan Gürgenç, X. Yüzyılda Hârizm’in baúkenti olan Kât’tan 38 sonra ikinci büyük ve ticari önemî haiz úehri olarak kaynaklarımızdaki yerini almaktadır. øslâm co÷rafyacılarının açıkça belirtti÷i üzere bu úehirler kazançlarının ço÷unu ticaretten elde ediyorlardı ve büyük kervanlar buradan hareket ediyordu. Ayrıca Hârizmli tüccarların Hazar Denizinde mal taúımak üzere hazır bulunan büyük ticaret gemileri vardı.39 Bu ticari hareketlilik içerisinde transit olarak Hârizm bölgesine ulaúıp baúka memleketlere da÷ılan mallar oldu÷u gibi Hârizm’in ham madde ihtiyacını karúılayan mallar ve bizzat bölgede üretilip ihraç edilen ürünler de vardı. X. yüzyıldan beri Hârizm bölgesi ile Türkler’in yaúadı÷ı bölgeler arasında sürekli bir hayvan ticareti vardı.40 Ayrıca Hârizm’e gelen mallar arasında samur, tilki, tavúan gibi çeúitli hayvanların kürkleri, bal, mum, balık diúi ve tutkalı, çeúitli hayvan derileri, elbiseler, kılıç, zırh, yün gibi ürünler bulunmaktaydı.41 Hârizmliler örne÷in adı geçen balık diúlerini ham madde olarak alıyor ve bunlardan tarak, hokka gibi eúyalar yapıyorlardı. Bunlar için fil diúleri de kullanılıyorsa da daha dayanıklı olması sebebiyle balık diúleri tercih ediliyordu. Diúlerin bu öneminden dolayı da Hârizm’de pahalı olan mallar arasında gösterilmektedir.42 Ayrıca Hârizmliler pamuk ve yünlü elbiseler, örtüler, kumaúlar ve pamuk ya÷ı üreterek bunları di÷er ülkelere ihraç ediyorlardı.43 Ticarî mallar arasında köleler de vardı. Hârizm köle tacirlerinin de merkez olarak kullandı÷ı bölgelerden biri idi.44 Hârizmúâhlar Devleti döneminde de bölge X. yüzyılını ortaya koydu÷umuz bu ticarî önemini artırarak devam ettirdi. Mo÷ol istilasına kadar Hârizmúâhlar 37 Devletúâh Tezkiresi, C:II., s.245. Zeki Velidi Togan, “Hârizm”, ø.A, C:V/I., s.241-244. 39 Ramazan ùeúen, age., s. 48, 56, 102,161-162, 172, 182, 217. 40 ùeúen, age., s.162, 172; Agacanov, age., s.150. 41 ùeúen, age., s.162, 172; Togan, agmd., s.249; Togan, Horezmce Tercümeli Muqaddimat al-adab, önsöz, s.32. 42 ùeúen, age., s.172, 182; Togan, agmd., aynı yer. 43 ùeúen, age., s.102; Togan, agmd., s.249-250. 44 ùeúen, age., s.161-162, 172; Agacanov, age., s.151. 38 208 Devleti’nin sa÷ladı÷ı istikrar ve güven ortamında ticarî faaliyetler kesintisiz sürdü. Hârizm ticaret merkeziydi ve kaynaklarımızda kervanların konaklama yeri olarak gösterilmektedir.45 Devle ticaret konusunda için üzerine düúeni yapıyordu. Bize intikal eden belgelerden anlaúıldı÷ı gibi yolların güvenli÷ini temine büyük önem veriyordu. Örne÷in bir iktâ menúûrundan, yolların güvenli÷inin sorumlulu÷unun iktâ sahibine verildi÷ini anlıyoruz. Nesâ úehrinin øzzeddin Toganúâh b. Müeyyed’e verilmesi amacıyla düzenlenen belgede; “iktânın yollarının korunmasında bir dakika bile ihmalci davranılmaması” gerekti÷i özellikle vurgulanarak, ceza gerektiren hallerde tereddütsüz davranılması emredilmektedir.46 Nesâ úehri gibi kesiúme noktasındaki bir gölgede görüldü÷ü üzere hataya yer verilmemesi önemle belirtilmektedir. Çalıúmamızın birçok yerinde yeri geldikçe askerî ve co÷rafî konumunun Hârizmúâhlar Devleti için büyük önemi oldu÷undan bahsetti÷imiz ve bir üs olarak kullanılmasını açıklamaya çalıútı÷ımız Cend úehrinin ticarî hayattaki yeri de devlet tarafından verilen kıymeti hak ediyordu. Hârizmúahlar’da büyük o÷ulların ço÷unlukla burada görev yapmaları da bir tesadüf de÷ildi. Bölgede sa÷lanacak güvenli÷in ticarî hayata katkısı düúünülerek planlanan bu uygulama bize devletin ticarî hayata verdi÷i önemi bir kez daha göstermektedir. Çünkü Cend bölgesi do÷rudan Hârizm’e ulaúan ticaret yolu üzerinde ileri bir ticarî karakol konumundadır. Ayrıca Cend Fetihnâmesi’nde “sugnjr-ı øslâm”47 olarak tanımlanan bu bölge Müslüman olmayan Türkler ile ticarî sınırı da oluúturmaktadır. Cend bölgesinin ticarî önemini çok açık bir úekilde ortaya koyan asıl belge ise Ba÷dadî’nin kaydetti÷i ve Sultan Alâeddin Tekiú’in burayı o÷lu Nâsırüddin Melikúâh’a verildi÷ini gösteren menúûrdur.48 Bu menúûrda özellikle vurgu yapılarak “yolların güvenli÷inin sa÷lanması, tüccârların mal ve canlarının korunması, onların canlarına ve mallarına gelebilecek saldırılara meydan verilmemesi” emredilmektedir.49 Net olarak görüldü÷ü üzere Cend bölgesinin ticarî önemi 45 Cüveynî, age., s.149. Ba÷dadî, age., s.36. 47 Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-Efkâr, vr.31b-34a; Toyserkânî, age., s.71; Abdülkerim Özaydın, “Cend”, DøA., C:VII, s.359-360. 48 Ba÷dadî, age., s.13-29. 49 Ba÷dadî, age., s.aynı yer. 46 209 üzerinde devlet büyük bir hassasiyet göstererek ticaretin birinci gere÷i olan güvenli÷i sa÷lamak için gerekli önlemleri almaktadır. Hârizmúâhlar Devleti’nde yolların güvenli÷ini sa÷layan birlikler vardı ve bunlara “yol muhafızları” (muhafızân-ı turuk) deniliyordu.50 Ayrıca, tüccarlara “müsaade-nâme”ler verilerek onların iúleri kolaylaútırılıyordu.51 Tüccar kafilelerine, kervanlara saldırmanın büyük suçlar arasında sayıldı÷ını ve cezasının da bununla orantılı olarak çok a÷ır oldu÷unu anlıyoruz. Kazvînî’nin anlattıklarına göre, tüccârlara saldıranlar Hârizm’e getirilerek ibret-i âlem olsun diye çarmıha gerilerek öldürülmüúlerdi.52 Hârizmúâhlar’ın Mo÷ollar ile münasebetleri de devlet düzeyinde ticarî iliúkiler olarak baúlamıútı. Cengiz Han’ın güçlenmesi ve hâkimiyet sahasını geniúletmesi Hârizmúâhlar Devleti’nin sınırlarının bitti÷i yerde ticaret yollarını Cengiz Han’ın kontrol etti÷i bölgelere devrediyordu ki artık bu iki güç ticarî olarak da komúu idiler. øki ülkenin resmî iliúkileri ticarî sahada baúlamıútı. Zaten iliúkiler baúlatan, bitiren ve hatta Mo÷ollar’ın batıya hareketlerini tetikleyecek, barda÷ı taúıran son damla olan olaylar da yine ticarî içerikliydi. 1215 yılında Cengiz Han’ın, Pekin’i zaptetmesi ve úöhretini doru÷a çıkaran bu haberin yayılması üzerine Sultan Alâeddin Muhammed Hârizmúâh bu geliúmenin gerçek olup olmadı÷ını tespit amacıyla bir elçilik heyetini yola çıkarmıútı. Abbas økbal, Barthold ve Kafeso÷lu’na göre Sultan Alâeddin Muhammed Hârizmúâh, Cengiz Han’ın Çin’de elde etti÷i baúarıları kendi planlarına, “cihangîr” olma sevdasına ket vurma olarak algılıyordu ve ticarî menfaatleri düúünecek durumda de÷ildi. Ve gene her üç yazara göre Sultanın bu tutumu yaúanacak bütün kötü olaylarında nedenini oluúturuyordu.53 Bahaeddin-i Râzî baúkanlı÷ındaki bu elçilik heyeti Cengiz Han ile görüúmüútü. Cengiz Han ile yapılan bu görüúmeyi Cûzcânî bizzat Bahaeddin-i Râzî’den dinlemiúti. Ona göre Cengiz Han,kendisini do÷unun, 50 Cüveynî, age., s.288. Köymen, Münúeat Mecmuaları, s.554. 52 Kazvînî, Asarü’l-Bilâd ve Ahbârü’l-øbâd, Beyrut 1960, s.514. 53 Abbas økbal, Tarih-i Mufassal-ı øran, Tahran 1312ú., C:I., s.21; Barthold, age., s.419; Kafeso÷lu, age., s.232. 51 210 Sultan Alâeddin Muhammed’i de batının efendisi olarak görüyordu. Bu görüúmede ayrıca Cengiz Han, ticarî faaliyetlerin yürütülmesi konusuna da de÷inerek her iki ülke kervanlarının serbestçe hareket etmelerinden hoúnut olaca÷ını belirterek tüccarlar için gerekli güvenli÷i sa÷layaca÷ını vaad ediyordu.54 Elçilik heyetine büyük itibar gösteren Cengiz Han, bu heyetin geliúini ülkesi ile Hârizmúâhlar arasında ticaretin geliúmesi için bir fırsat olarak de÷erlendirmiúti.55 Burada bir Noktaya temas etmemiz gerekir. Mo÷ollar’ın, açıklamaya çalıútı÷ımız ticarî faaliyetlerde alınıp satılan mallara daha çok ihtiyaçları vardı. Aslında onlarla ticaret yapmak son derece kârlı idi. Kaynaklarımızda bu duruma iúaret eden açıklamalar vardır. Buna göre, Mo÷ollar’ın úehirlerde yaúamamaları ve düzenli ikametgâhlarının olmaması onların kumaútan yapılan eúyalara ihtiyaçlarının daimî oldu÷unu göstermektedir.56 Bu ihtiyaçları tüccarların fark etti÷i de malumdur. Öyle ki, Mo÷ollar’a satılan mallar arasında kumaú mamulleri fiyat olarak da daha pahalıydı.57 Cengiz Han da ihtiyaç malzemelerinin teminini sa÷layan ticaretin öneminin farkında olarak yolların güvenli÷inin temini için bir sistem kurmuútu. Buna göre, “karakçi” adı verilen yol muhafızları ticarî güzergâh üzerinde belli noktalara yerleútirilerek tüccarların güvenli÷ini sa÷lamak ile görevlendirilmiúlerdi. Ayrıca bu muhafızlar tüccarların mallarını inceleyerek Cengiz Han’ın bizzat almak 58 isteyeceklerini tespit edip kendisine götürüyorlardı. Hârizmúâhlar ile Mo÷ollar’ın yukarıda bahsetti÷imiz Bahaeddin Râzî’nin baúkanlı÷ındaki heyetin Cengiz Han ile görüúmesi ile baúlayan temaslar geliúme gösterdi. Cengiz Han ticarî bir anlaúma yapmak amacıyla bu elçilik heyetinin dönüúünde kendi elçilerini de Sultan’a göndermek üzere onlarla birlikte yola çıkardı. Elçiler Sultan Alâeddin Muhammed’in huzuruna çıkarak Cengiz Han’ın mesajını ilettiler. Cengiz Han; “Uygun görüyorsanız iki taraf arasındaki ticaret kapılarını açalım. Bundan gelecek fayda her iki taraf içindir”59 diyordu. Bu elçilik heyeti Cengiz Han tarafından ticarî anlaúma úartlarını tespit etmekle 54 Cüveynî, age., s.116 vd. Kafeso÷lu, age., s.232. 56 Ebul-Farac, age., C.II., s.481. 57 Cüveynî, age., s.116. 58 Cüveynî, age., s.117. 59 Nesevî, Farsça, s.48. 55 211 görevlendirilmiúti. Heyette Mahmud el-Hârizmî, Ali Hâce-i Buhârî ve Yusuf Kenkâ-i Otrârî adlı Müslüman ve Hârizmli tüccarların bulunması ayrıca dikkate úayandır. Kafeso÷lu’nun iúaret etti÷i gibi menfaatlerinin Cengiz han tarafından korunmasının bir sonucu olarak Müslüman tüccarlar Mo÷ol ülkesinde rahatça faaliyet gösteriyor ve hatta elçilikle dahi görevlendiriliyorlardı.60 Sultan Alâeddin Muhammed, Maveraünnehir’de kabul etti÷i elçiler vasıtasıyla Cengiz Han ile ticarî anlaúmayı kabul etti. 61 Böylece 1218 yılında anlaúma yürürlü÷e girmiú oldu ve her iki ülke arasındaki ticarî faaliyetler hız kazandı. Sultan’a gelen elçiler dönüúte büyük bir tüccar kafilesi ile yola çıkmıúlardı. Cengiz Han bu kervanın getirdi÷i mallar ile yakından ilgilenmiú ve hatta malların fiyatlarını fazla bildiren tüccara malın gerçek de÷erini söyleyerek onu cezalandırmıútı. Bahsi geçen bu tüccar kafilesinin dönüúünde Mo÷ol tüccarlar da onlarla birlikte yola çıkmıútı. Cengiz Han, bu kafileyle birlikte Sultan’a gönderdi÷i mektupta, “sultanın ülkesinden gelen tüccarları memnun edip sa÷-salim gönderdi÷ini” bildirerek “alıú-veriú yapıp geri dönmeleri için onlarla birlikte kendi tüccarlarını yola çıkardı÷ını” belirtiyordu.62 Görüldü÷ü üzere Cengiz Han ile Sultan Alâeddin Muhammed arasında yapılan anlaúma ticaretin geliúmesi ve her iki ülkenin zenginleúmesi bakımından son derece akıllıca bir adımdı. Ancak bu sulh ortamı fazla sürmedi. 1218 yılı sonlarında Otrâr’a ulaúan ticaret kervanındaki bütün tüccarların úehrin valisi ønalcık tarafından öldürülmesi ve mallarına el koyulması sonun baúlangıcı oldu.63 Sultan Muhammed’in valiyi cezalandıramaması üzerine Cengiz Han büyük bir savaúa hazırlanarak batıya hareketini baúlattı. Bu geliúmekler hayatın her alanında derin etkiler bırakacak Mo÷ol istilasını baúlattı. Ticarî hayatı felç etti. 60 Kafeso÷lu, age., s.233. Sultanın dikkatinin hâlâ Cengiz Han’ın gücü üzerine odaklanmıú bir halde oldu÷u anlaúılıyor. Nesevî’nin kaydına göre o, elçilik heyetinde bulunan Mahmud el-Hârizmî ile gece ayrıca gizli bir görüúme yaparak bu Müslüman tüccardan tafsilatlı bilgi almaya ve hatta onu kendi tarafına çekmeye çalıúmıútı. Kıymetli bir inci verdi÷i bu tüccardan ö÷renmek istedi÷i asıl nokta Cengiz’in gerçekten Çin’e hakim olup olmadı÷ı idi. Nesevî, Farsça, s.49-50. 62 Cüveynî, age., s.117-118. 63 Bu olayın tarihi kaynaklarımızda farklı úekillerde verilmektedir. Bu kaynakları de÷erlendirerek 1218 yılını kabul eden Kafeso÷lu’na biz de katılıyoruz. Bkz. Kafeso÷lu, age., s.236-242. 61 212 Ticarî faaliyetlerin önemine iúaret eden bir örnek de Sultan Celâleddin Hârizmúâh dönemine aittir. Sultan, Türkiye Selçuklu Sultanına iyi iliúkiler kurmak amacıyla gönderdi÷i elçiler eliyle ulaútırdı÷ı mektubunda: “Bundan sonra aramızda mektuplar gelip gidecek, sefirlerin ve tüccarların ziyaretleri artacaktır”64 diyordu. ølk resmî temasta tüccarlara yer verilmesi konunun önemini göstermeye yeterlidir. 3. Vergiler Hârizmúâhlar Devleti’nin gelirleri arasında toplanan vergiler de önemli bir yer tutmaktadır. Halktan alınan vergilerin dıúında anlaúmalarla belirlenmiú ve tâbilerin ödemesi zorunlu vergiler de vardı. Vergi toplanmasına verilen önem devletin evrâk numunelerinde kendini göstermektedir. Bu örneklerden iktâlardan toplanan vergilerin gene iktâların giderleri için harcandı÷ını ayrıca merkeze gönderilen vergiler de oldu÷unu anlıyoruz. Örne÷in bir menúûrda iktâ sahibinden, “bölgenin emvâlini toplayarak masraflar için harcaması” istenmektedir.65 Baúka bir belgede de âmillere hitap edilerek, “Dîvân-ı østifâ’nın mersûm ve rüsûmâtı (vergiler) müstevfî ve onun nâiblerine teslim etmeleri” emredilmektedir.66 Belgelerde vergi memurları üzerinde durularak sık sık úu hatırlatmalar yapılmaktadır: “ Ummâla (âmillere) söyle ki, fesad ve ihanetten el çeksinler. Ve reâyâya karúı kararlaútırılmıú kanunun dıúında davranmasınlar. Belirlenmiú verginin dıúında almasınlar”.67 Görüldü÷ü üzere vergi miktarları önceden belirleniyor ve vergilerin toplanması sırasında suiistimale açık olan âmiller uyarılıyordu. Öyle ki, devlet nazarında belirlenen verginin dıúında çıkmak “fesad ve ihanet” anlamına geliyordu. Devlet vergi alırken halkın refah seviyesini düúürmemeyi hedefliyordu. Örne÷in bir istifâ menúûrunda, “alınacak verginin, halkın durumu gözetilerek belirlenmesi ve halkın refahının gözetilmesi gerekti÷ine” vurgu yapılmaktadır.68 Tabîî ki bu, ideal olanıdır. Uygulamaların her zaman bu do÷rultuda oldu÷unu øbn Bîbî, age., C:I., s.377. Ba÷dadî, age., s.32. 66 Reúidüddin Vatvât, Ebkârü’l-efkâr vr.37a-39a; Toyserkânî, age., s.80. 67 Reúidüddin Vatvât, age.,vr. Ba÷dadî, age., s.34. 68 Toyserkânî, age., s.79. 64 65 213 söyleyemeyiz. Ayrıca toplanan bütün vergilerin yazılı olarak kayıt altına alınması ve bunların bir nüshasının merkeze gönderilmesi gerekiyordu.69 Devletin ülke içinden topladı÷ı vergiler hakkında fazla bilgimiz yok. Bunların çeúitlerini ve miktarlarını tespit edemiyoruz. Kaynaklarımız daha çok savaúlar sonucu yenilen tarafın vergi ödemeyi kabul etmesinden bahsederken bu konuda bilgi vermektedirler. Ülkede tarım ürünlerinden vergi alındı÷ı anlaúılıyor. Cüveynî’ye göre Belh bölgesi o kadar bereketli topraklara sahipti ki, tahılın bollu÷u bu bölgede tahıl üzerinden alınan verginin de çeúitlenmesine sebep olmuútu. Belh bu noktada di÷er úehirlerden daha çok vergi ödüyordu.70 Anlaúıldı÷ına göre vergi oranları üretim oranları ile do÷ru orantılıdır. Vergiler yıllık olarak toplanıyordu. Ancak ola÷anüstü durumlarda bir yıl içerisinde birkaç kez vergi alındı÷ını görüyoruz. Örne÷in Sultan Alâeddin Muhammed, Cengiz Han’ın harekete geçmesi üzerine, savunma hazırlıkları yapmaya karar verdi÷inde 1218-1219 yılı vergilerinin toplanmasını emretmiúti ki, bu aynı yıl içinde üçüncü vergi alımıydı.71 Sultan Alâeddin Muhammed devrinde Nur’dan alınan yıllık verginin miktarı “Bin beú yüz Dînâr” oldu÷u anlaúılmaktadır. Cengiz Han adı geçen úehre ulaútı÷ında Sultana ödenen miktarda verginin kendisine verilmesini emretmiúti.72 Sultan Alâeddin Muhammed devrinde devletin hazinesine gelir olarak giren vergiler arasında øsmailîler’in ödedi÷i vergiler de vardı. Nesevî, Alamut’a Sultan Celâleddin Hârizmúâh tarafından elçi olarak gönderilmesini anlatırken bu noktaya temas etmektedir. Tâbîlik göstergesi olarak Sultan adına hutbe okutup vergi ödeyen øsmailîler’in ödedikleri miktar Nesevî’ye göre “yüz bin dînâr”dı ve úimdi, yani Celâleddin Hârizmúâh zamanında bu miktar otuz bine düúürülmesine ra÷men vergiyi ödememek için birçok yola baúvuruyorlardı.73 Sultan Celâleddin Hârizmúâh adına hutbe okutmaya razı olmayan øsmâililer aslında bu tavırlarıyla artık Hârizmúâhlar 69 Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4138, vr.58b-59b; Toyserkânî, age., s.44 Cüveynî, age., s.151. 71 Nesevî, Farsça, s.52. 72 Cüveynî, age., s.133. 73 Nesevî, Farsça, s.230. 70 214 Devleti’nin tâbîsi olmadıklarını gösteriyorlardı. Devlet de zaten eski gücünün çok çok uza÷ındaydı. Sultan Alâeddin Muhammed devrinde Fars Atabegi Sa’d da vergi ödeyenler arasındaydı. Ülke gelirinin üçte birini Sultana vergi olarak ödeme úartını içeren bir anlaúma yapılmıútı.74 Vergi ödeme vaadi ço÷u kez askerî anlaúmaların birinci úartıydı. Örne÷in Hârizmúâh øl-Arslan öldü÷ünde, Gürgenç’te kardeúi Sultanúâh’ın tahta çıktı÷ını haber alan Alâeddin Tekiú, mücadele için gerekli kuvveti temin edebilmek için Karahıtaylara’a müracaat ederek yaptı÷ı anlaúma gere÷i, elde edece÷i asker kuvvetine karúılık vergi ödemeyi kabul ediyordu.75 Hârizmúâhlar Devleti kurulmadan önce Selçuklular’ın Hârizm valisi olan hanedanın atası bölgenin vergilerini toplayarak merkeze gönderiyordu. Hârizmúâh Kutbeddin Muhammed, bir yıl bizzat sultan Sencer’in katına gidiyor di÷er sene de o÷lu Atsız’ı bu görevi yerine getirmek üzere Selçuklu baúkentine gönderiyordu.76 Hükümdarların bazen vergileri te’cil ettikleri de görülmektedir. Örne÷in Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Tebriz’in içinde bulundu÷u zor úartları ve halkın fakirli÷ini gördü÷ünde üç senelik verginin te’cil edilmesini emretmiúti.77 4. Ganimetler Bilindi÷i gibi ganimet Müslüman olmayanlarla yapılan savaúlarda ele geçirilen bütün emvale denir. Ganimetler de önemli bir gelir kayna÷ıdır. Hârizmúâh Atsız’dan Halifelik makamına gönderilen ve Reúidüddin Vatvât’ın kaleminden çıkmıú olan mektuplarda “kâfirler üzerine yapılan seferler”den bahsedilmektedir. Atsız mektuplarda sık sık, ülkesinin “kâfir Türkler” ile sınır oldu÷unu hatırlatarak, zamanının ço÷unu bunlarla mücadele etmekle geçirdi÷inin altını çizmektedir.78 øl-Arslan devrinde gönderilen mektuplarda da aynı ifadeler 74 Kazvînî, age., s.496; Cüveynî, age., s.311-312; Erdo÷an Merçil, Fars Atabegleri Salgurlular, Ankara 1991, s.77. 75 Cüveynî, age., s.259. Cüveynî’ye göre Hârizmúâhlar, Atsız devrinden beri Hıtaylar’a vergi ödüyorlardı, age., s.306. 76 Kafeso÷lu, age., s.44. 77 Taneri, age., s.139. 78 Horst, agm., ZDMG., C.116 (1966), s.34, 36. 215 vardır.79 ùüphesizdir ki, bu bahsi geçen seferlerde önemli miktarlarda ganimet elde ediliyordu. Cend’in ele geçirilerek bölgenin Hârizmúâhlar kontrolüne girmesi ile daha kuzeye akınlar yapılabilmiúti ve bütün bu akınlar ganimet kayna÷ıydı. Devletúâh da Atsız’ın düzenledi÷i seferlere dikkat çekerek, “kâfirlerle mücadele eder, neticede birçok ganimetler elde ederdi” demektedir.80 Sultan Alâeddin Muhammed, Karahıtay ordusunu 1210 yılında ma÷lup etti÷inde elde edilen ganimetin oranın çok büyük oldu÷u anlaúılıyor. Cüveynî’ye göre “bu zafer Sultanın ordusunu zengin etmiúti”81 Ganimetler arasında atlar, develer ve köleler vardı.82 Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Gürcüler ile yaptı÷ı savaúlarda ganimetler elde etmiúti. Bu sırada ganimet olarak ele geçirilen kölelerin sayısı o kadar çoktu ki, bu durum köle fiyatlarının çok ucuzlamasına sebep olmuútu.83 Öte yandan Sultan Celâleddin yollarda kuvvetlerini zor durumda bırakan Yıva Türkleri ile de mücadeleye giriúmiú ve onları ma÷lup ederek mallarını ganimet olarak ele geçirmiúti. Nesevî’nin bildirdi÷ine göre bu ganimetlerden Sultanın payına düúen beúte birlik miktar otuz bin dînâr tutuyordu.84 Buraya kadar Hârizmúâhlar’ın gelir kaynaklarını açıklamaya çalıútık. Görüldü÷ü üzere devlet zenginleúmeye müsait gelir kaynaklarına sahipti. ùüphesiz gelir elde edilen kaynaklar burada saydıklarımızla sınırlı de÷ildir. Ancak kaynaklarımızdan hepsini tespit edemiyoruz. Burada devletin kazanç elde etti÷i sahalardan biri olan ve çok az bilgi bulabildi÷imiz sanayi ve madencilikten de bahsetmek istiyoruz. Hârizm’deki madenler hakkında øslâm co÷rafyacılarında bazı kayıtlar vardır. Buna göre bölgede altın, gümüú gibi madenler bulunmuyordu.85 Ancak ødrisî, bakır madeni olan bir da÷dan ve bu madende çalıúan çok sayıda iúçi bulundu÷undan 79 Horst, agm., s.37 Devletúâh Tezkiresi, C:I., s.133. 81 Cüveynî, age., s.298. 82 Cüveynî, aynı yer. 83 Nesevî, Farsça, s.146. 84 Nesevî, Farsça, s.156. 85 ùeúen, age., s.219. 80 216 bahsetmektedir.86 Niúâbûr’da ise fîrûze ocakları vardı.87 Kaynaklarımız bahsetmese de birçok araç gerecin ana maddesi olan demir her halde bol miktarda bulunuyordu. Çünkü kılıç, balta, koúum takımları, eyer, mahmuz, bıçak vs. gibi aletler ilk akla gelenler olarak bölgenin hemen her yerinde üretiliyordu.88 Tebriz ve Taberistan’da eski dönemlerden beri ipekböce÷i yetiútiriliyordu. Buna dayalı olarak da ipekçilik ve buna ba÷lı sanayi ürünlerinin varlı÷ından bahsedebiliriz. Ayrıca yün ve yün sanayii geliúmiúti.89 Ham maddesi a÷aç olan ürünlerin üretimi de yapılıyordu. Çünkü oklardan mobilyalara kadar hayatın birçok alanında a÷açtan elde edilen ürünler kullanılıyordu. Hârizm’de ham maddesi dıúarıdan gelen halenç a÷acından yapılan süslü kutular meúhurdu.90 Bunların yanı sıra mal ve hizmet üretiminden de bahsedebiliriz. Zanaatkârlar ile de÷iúik meslek gurupları bu cümledendir. Bilindi÷i gibi Mo÷ollar, ele geçirdikleri úehirlerdeki “sanat erbâbı”na dokunmayarak ülkelerine götürmüúlerdi.91 5. Ödemeler Devletin ödeme kalemlerinde en yüklü miktarı maaúlar ve saray giderleri tutuyordu. Eyaletlerde devlet memurlarının maaúları iktâ sahipleri tarafından ödeniyordu. Örne÷in belgelerimizde, “toplanan emvalin masraflarda kullanılması”92 bildirilirken bunun içine o bölgede çalıúanların maaúları da girmektedir. Vezîre ödenen maaúa dair bilgi buldu÷umuz Ba÷dadî’nin kaydetti÷i bir belgede; “onun mansıbına yakıúan bir mersûm” belirlenmeye çalıúıldı÷ı vurgulanmaktadır. Devamında da “birkaç bin dînâr olarak belirlenen mersûmu belirtilen yılın muamelesinde kendi tasarrufuna geçirmesi” Hârizmúâhlar’da çalıúan memurların ve 94 belirlenmesi yetki ve görevi vezîre aitti. emekliklilerin bildirilmektedir.93 maaú miktarlarının Dîvân-ı Arz askerlerin yevmiyesiyle (erzak, mevacib) ilgileniyordu ve Dîvân-ı istifâ da devlet ile sarayın gelir ve ùeúen, age., s.122. Devletúâh Tezkiresi, C:I., s.157-158. 88 Spuler, age., s.475. 89 Spuler, age., s.475-476. 90 Togan, agmd., ø.A., C:V/I., s.249. 91 Cüveynî, age., s.145, 149, 179 92 Ba÷dadî, age., s.32. 93 Ba÷dadî, age., s.77. 94 Horst, age., s.26. 86 87 217 tahsilatları ile meúgul oldu÷u gibi bunların yönetimi ve kullanılması konusunda da yetkiliydi.95 Gıyaseddin Pîrúâh dönemine ait bir belgede Dîvân-ı Tu÷ra makamına tayin olunan memura maaú ödemeleri ve gerekli di÷er harcamalar için iki bin altın dînar ve yirmi hayvan yükü tahıl tahsis edildi÷i bildirilmektedir.96 Bir baúka belgede de iktâ sahibi olan valinin itaat etmeyenlerin maaúlarını düúürebilece÷i belertilmektedir.97 Devletin yaptı÷ı ödemeler sadece maaúlarla sınırlı de÷ildi. Saray giderlerinin de oldukça yüksek bir yekûn tuttu÷unda úüphe yoktur. Sultanın eúlerinin harcamaları, çocuklarının masrafları, bunlardan sadece bir kaçıdır. Gıyaseddin Pîrúâh devrine ait bir belgede úehzâde annesine “özel ve zarurî giderleri için bin dînâr verilmesinin kararlaútırıldı÷ı” belirtilerek bazı bölgelerin vergi gelirleri de ona bırakılmıútır. Anneden istenen ise úehzâdeyi iyi besleyip büyütebilmek için süt anneler bulmasıdır.98 Devletin gider kalemleri arasında ordu masraflarını, elçi harcırahlarını, cülûslarda da÷ıtılan paraları, úair ve ediplere yapılan ihsanları, hediye ve hilatlerin masraflarını sayabiliriz. Daha önce bunlara dair örneklere yer verdi÷imiz için burada tekrar etmeyece÷iz. Hârizmúâhlar Devletinin ödemeleri arasında Nesevî’nin kaydetti÷i bir nokta gerçekten dikkat çekicidir. Buna göre devlet hazinesinden daha önceki dönemlerde hükümdarlık etmiú olan Türk hanedan mensuplarına maaú ödeniyordu. Nesevî bu âdetin Selçuklular’da da var oldu÷unu Muhammed b. Sebüktegin’in çocuklarına ödeme yapıldı÷ını Hârizmúâhlar’da da bu uygulamanın devam etti÷ini kaydederek bunun sebebinin onların atalarının hizmetini takdir etmek oldu÷unu belirtmekte ve ayrıca bu ödemelerin kesintisiz olarak sürdü÷ünü vurgulamaktadır.99 95 Horst, age., s.37, 39-40. Horst, age., Belgeler, A 3, s.100, baúka örnekler için bkz. age., Belgeler, D 7, s.104. F 3, s.106, F 4, s110 97 Horst, age., Belgeler, I 11, s.120. 98 Horst, age., Belgeler, S 6, s.140. 99 Nesevî, Farsça, s.262. 96 218 III. BÖLÜM HÂRøZMùÂHLAR’DA KÜLTÜREL HAYAT A. TOPLUMUN YAPISI VE KARAKTERø ùimdiye kadar devletin teúkilâtını ve ekonomik hayatını incelemeye çalıútık. Yönetim sistemi ve ekonominin daha iyi açıklanabilmesi için toplum hakkında da bilgilerimizin olması gerekir. Çünkü toplum yönetilendir, bütün idare teúkilatı toplumu yönetmek için kurulmuútur. Ayrıca ekonomi ile ilgili her úey toplumu ilgilendirir ve mutlaka ekonomiye dayalı her tür faaliyet onları etkiler. Hârîzmúâhlar Devleti kuruldu÷u anda toplum için de÷iúen sadece idarecilerdi. Bu nedenle de Selçuklu Devleti dönemindeki toplum yapısı bölgede devam etmekteydi. Farklılıklar hükümdarların idaredeki tutumuna göre úekil alacaktı. Bu da kesinlikle toplum yapısını de÷iútirmeyi hedef alan bir müdahale de÷ildi. Mesela toplum yapısına yeni unsurlar, kesif bir úekilde Kanglı-Kıpçak Türk boylarının hükümdarlar nezdinde görecekleri itibarla do÷ru orantılı olarak, katılacaktır. Bu durum yerli halk ile sorunlar yaúanmasına neden olsa da bölgenin Türkleúmesine katkılar yapması açısından önemlidir. Bu unsurların daha sonra Anadolu’da da varlık gösterdiklerinden, daha önce orduyu incelerken bahsetmiútik. Aúa÷ıda toplum yapısındaki yerlerine de de÷inece÷iz. Aslında sosyal yapı iki bakıú açısından incelenmelidir. Birincisi, merkezden görülen veya görülmek istenen yani hükümdarın gördü÷ü, olmasını istedi÷i yapıdır. økincisi ise gerçekte var olandır. Bu ayırımdan hükümdarın gözündeki sosyal yapının gerçek olmadı÷ı anlaúılmamalıdır. Hükümdar, “hakim olan” noktasından hareket ederek “hükmetti÷i toplum”u çok daha genel bir tasnifle algılar. Fark buradan kaynaklanmaktadır. Ayrıntılara yer olmaması herkesin “yönetilen” olarak görülmesinden dolayı bu ayırımı yapıyoruz. Bu iki tasnif birbirinden farklı mıdır? Bizce evet. Bu nedenle de biz önce devletin görmeyi arzuladı÷ı yani hükümdarın idealindeki sosyal yapıyı de÷erlendirece÷iz ardından da gerçek anlamda var olan sosyal yapıyı açıklamaya çalıúaca÷ız. 219 Hükümdarın gözünde halk “itaat edenler” ve “itaat etmeyenler” olarak çok belirgin ve keskin hatlarla ikiye ayrılmaktadır. Devletin neredeyse bütün belge örneklerinde itaat etmeye vurgu yapılmaktadır. Bu ço÷u kez memuruna olması gerekeni bildiren emirdir. ùüphesiz ki bu, astlar ve üstler arasındaki görev iliúkisinin kurallarını ortaya koyar ve her dönem için geçerlidir ve olması gerekendir. Ancak bizim kastetti÷imiz “itaat” bu de÷ildir. Biz resmî olanların dıúında, hükümdara itaatten söz ediyoruz. Hükümdarın bütün çalıúanlarından ve halktan bekledi÷i kayıtsız-úartsız itaattir. øtaatinden emin olunanlar belgelerimizde sadakatlerinden dolayı süslü sözlerle övülmektedir. Örne÷in bir belgede medreseye tayin edilen müderrisin babasından bahsedilirken “bize hep itaat ederdi”1 diye övgüyle anılmaktadır. øtaat etmeyenler ise, “kötü iúler yapanlar”dır. Hükümdar “fesad çıkaranlar ürküp kaçsınlar, iyi iúler yapanlar huzur içinde olsunlar” diye çalıúmaktadır. Onun bütün çabası “vakarlı øslâm’ın alâmetlerinin yükselmesi, cehalete, felakete ve karanlıklara neden olanlar ile bunlara yardım edenlerin defolması” içindir.2 Devlet yani hükümdar kendisine itaati her daim sa÷layabilmek için varlı÷ını yönetimin her kademesinde ve sürekli olarak hissettirdi÷i gibi topluma ait ya da toplumla ilgili her konuda da söz sahibi oldu÷unu ortaya koymaktadır. Bu durumu belgelerimizden açıkça tespit edebiliyoruz. Belgelerdeki üslûp bu izlenimi zaten vermektedir. Buna ilave olarak da belgelerin içeri÷inde de net bir úekilde hükümdarın her úeye hakim oldu÷u ve herkesin buna itaat etmek mecburiyetinde bulundu÷u görülmektedir. Görevleri, mevki ve makamları tahsis eden hükümdardır. Bütün mansıplar onun bir lütfudur. Belgelerimiz arasında bulunan tayin menúûrlarında “hükümdarın teveccühü kazanıldı÷ı için o makamın lütfedildi÷ine” dair atıflar vardır. Hükümdarın varlı÷ını her konuda hissettirdi÷ini söylemiútik. Bu nokta üzerinde durmak istiyoruz. Örne÷in hitabet makamı için düzenlenen bir belgede 1 2 Toyserkânî, age., s.44. Ba÷dadî, age., s.48. 220 hutbe okuyacak “Cuma ømamı”na türlü hatırlatmalar yapılmaktadır. Kıyafetinden, nasıl davranması gerekti÷ine kadar bu makamda yapacakları ayrıntılı olarak belirtildikten sonra asıl üzerinde durulan noktanın altı çizilmektedir. Hutbe okuma yetkisi verilen imama kesin ve net bir ifadeyle, “devletin iúlerinin düzenine yarayacak, ülkenin içinde bulundu÷u duruma uygun düúecek ve iúe yarayacak” konulara de÷inerek buna göre dua etmesi emredilmektedir.3 Görüldü÷ü gibi devlet kendisine muhalif olma ihtimaline dahi müsaade etmemektedir. Bilindi÷i gibi hutbelerin özellikle çalıútı÷ımız dönem için ayrıca önemi vardır. Cuma Namazı için her kademeden ve her sınıftan toplanan erkeklerin oluúturdu÷u cemaat için imamın söyleyecekleri úüphesiz ki az ya da çok etkilidir. Söylenenlere itibar edilsin veya edilmesin hatibin çizece÷i tablo mutlaka iz bırakacaktır. øslâm tarihi için sosyal yönden bir çalıúma yapan R. S. Humphreys hutbeyi, “ideoloji ve propaganda” baúlı÷ı altında de÷erlendirmektedir.4 Aslında “resmî” olarak hatibi tayin eden devlet hutbenin de “resmî” olmasını emretmektedir. Bizce bu açıkça devletin halkına propagandası anlamına gelir ve devletin her úeyi kontrol altında tutarak itaati tamamıyla temine çalıútı÷ını gösterir. Aslında çizdi÷imiz bu tablo “ideal olan”dır. Olması istenen ve planlanandır. Uygulamalarda her zaman bunun hayata geçirilmiú oldu÷unu söyleyemeyiz. Cuma günlerinin sosyal anlamda bir önemine daha iúaret etmemiz gerekir. Cuma günleri toplumsal iletiúimin sa÷lanması için bir vesile oluúturmaktadır. Ortaça÷ için bunun bir anlamı da haber alma imkânı yaratmasıdır. Belki mahalle veya köylerde günlük hayatta da insanlar bir aradaysa da büyük úehirlerin büyük camilerinde çok daha geniú katılımlı bir toplanma gerçekleúmekteydi. Ayrıca halk, hükümdarından okunan hutbe ile resmen haber almıú oluyordu. Hükümdarın varlı÷ını her alanda hissettirmesine dair bir örnekte medreselerin kontrol altında tutulmaya çalıúılmasıyla ilgilidir. Müderris tayini ile ilgili bir belgede göreve getirilen müderrise “ulemâ, fakihler ve medrese sakinlerinin” tamamen itaat 3 Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr: 4138, vr.56a-58a. R. S. Humphreys, øslâm Tarih Metodolojisi Bir Sosyal Tarih Uygulaması, Çev: Murtaza Bedir, Fuat Aydın, østanbul 2004, s.192. 4 221 etmesi ve onun derslerinin dikkatle takip edilmesi emredilmektedir.5 Tayin edilen müderris, zaten hükümdar katında itibar kazanmıútır ve her halde bu durumu zedelemek istemez. Görüldü÷ü gibi muhalefete zemin hazırlanmaması için gerekli tedbirler alınmaya çalıúılmaktadır. Bu sistem dıúına çıkmak da kolay olmasa gerektir. Buraya kadar hükümdarın gözünde halkı incelerken, bizim tasnifimizde “var olan” úeklinde belirtti÷imiz, sosyal yapıda yer alan yer alan bir sınıfı da belirtmiú olduk. Devletin memurları, sosyal anlamda da bir tabaka oluúturmaktadır. Bunlar, hükümdarın tayin etti÷i veya onun adına yetkiyi kullanarak –ki ikisi de aynı anlama gelir- atadıkları maaúlı personeldir. Hizmetleri karúılı÷ı devletten para alırlar ve toplumun bir sınıfını oluúturmaktadırlar. Fuad Köprülü bu gurubu “devlet hazinesinden istifade edenler” úeklinde tanımlamaktadır.6 Devlet, idaresini sürdürmek için memurlarını çalıútırır ve muhatap olarak kabul eder. Bütün memurlarından itaat etmelerini ve görevlerini emredildi÷i úekilde yerine getirmelerini bekler. Belirlenenin dıúına çıkmak kesinlikle yasak ve suçtur.7 Zaten hükümdar “halkın iúleriyle bizzat ilgilenmekten mazurdur” çünkü devletin yöneticisi olarak çok daha zor ve önemli sorumluluklarla meúgul oldu÷undan buna zamanı yoktur bunun için de memurları vasıtası ile iúleri idare eder.8 Buraya kadar anlattıklarımızın dıúında kalanlar “reâyâ”dır. Devlet hazinesinden faydalanmazlar ve vergi mükellefidirler. Ayrıca devletin emirlerine karúı gelmemek ve kesinlikle itaat etmekle yükümlüdürler. Fuad Köprülü’nün belirtti÷i gibi bu isim idarî bir tanımlamayı göstermektedir. Çünkü bu genel ifadenin içinde ekonomik ve sosyal açıdan birbirinden çok farklı sınıflar yer almaktadır.9 Devlet ile reâyâ arasındaki iliúkinin temeli, daha önce de de÷indi÷imiz gibi, ekonomiktir ve vergi ili ilgilidir. Belgelerimizde devlet-reâyâ iliúkisi adına vergilerin toplanması konusunda memurlara halka nasıl davranacakları hususundaki hatırlatmaların dıúında baúkaca bir iliúkiyi gösterecek bilgi yoktur. Vergi iliúkisinde 5 Toyserkânî, age., s.44. Köprülü, agmd., ø.A., C: V/I, s.283. 7 Belgelerde buna dair pek çok örnek vardır. Mesela bkz., Toyserkânî, age., s.79. 8 Ba÷dadî, age., s.76. 9 Köprülü, agmd., aynı yer. 6 222 de “kararlaútırılan verginin dıúına çıkılmaması”, “vergi hususunda çalıúanlar tarafından zulme u÷ramıúlar ise gönüllerinin alınması” ve “úefkatli davranılması”10 gibi noktalara temas edilerek reâyânın adı anılmaktadır. Devlet, reâyânın güvenli÷ini sa÷lamak ve refahını temin etmek için çalıúmaktadır. Bunun bir gere÷i olarak çalıúanlarını kontrol altında tutar ve onlardan halkın malına el uzatmamalarını ister. Bu suçtur. Örne÷in, Asarü’l-Vüzerâ’ya göre, Sultan Alâeddin Muhammed, vezîri Nizamülmülk Muhammed b. Salih’i halkın malına tecavüz etti÷i için azletmiútir.11 Gerçek sebep yalnızca bu olmasa bile anlaúıldı÷ı üzere sa÷lam bir gerekçedir. Hükümdarsız bir halk adeta baúı boú bir sürü gibi algılanmaktadır. Hârizmúâh Atsız, Sultan Sencer’e gönderdi÷i bir mektupta úöyle demektedir: “onlar (reâyâ), ülkenin sahibi (Hüdavend-i Âlem) sizin olmadı÷ınız zaman baúıboú bir sürüdür”.12 Reâyâ, Hârizmúâhlar’a ait belgelerde bazen “Türk ve Tacik” olarak ifade edilmektedir. Kuúkusuz bu da sosyal bir ayrımdır.13 Reâyâ tanımı içine giren ekonomik ve sosyal yönden birbirinden farklı gruplar oldu÷undan bahsetmiútik. ùimdi de bu sınıfları inceleyelim. Bu gurupta “tâcirler” önemli bir yeri iúgal etmektedirler. Ekonomik hayatı incelerken ticaretin, Hârizm ülkesinin gelir kaynakları arasında ne kadar önemli bir yeri oldu÷una de÷inmiútik. Büyük tüccarlar hem çok zengin hem de oldukça nüfuzlu idiler. Daha önce inceledi÷imiz üzere, Hârizmli Müslüman tüccarlar Cengiz Han’ın katında dahi yüksek bir mevki edinmiúlerdi ve itibar görüyorlardı. Öyle ki, onun elçilikle görevlendirdi÷i bu tüccarlar devrin iki büyük hükümdarı arasında anlaúma tesisinde bile rol oynuyorlardı. Büyük tüccarlar zenginlik ve nüfuzlarına karúın teúrifatta yer almıyorlardı.14 10 Ba÷dadî, age., s.34. Akılî, age., s.268. 12 Toyserkânî, age., s.7. 13 Ba÷dadî, age., s.52. 14 Köprülü, agmd., ø.A., C:V/I, s.383. 11 223 Daha küçük çapta ticaretle meúgul olanlar, esnaf, eme÷iyle geçinen sanat erbâbı da bir sosyal sınıf oluúturmaktaydı. Çarúı ve pazarlarda iúlerini yapan bu guruptan baúka köylüler ve çiftçiler de di÷er bir sosyal sınıfı oluúturuyorlardı. Ziraat ve zanaatla u÷raúanlar devletin gözünde, “padiúâh için ne kötülükte bulunurlar ne ona karúı bir vefâ gösterirler, ne de gerekti÷inde onun arkasında dururlar” diye tanımlanmaktadır.15 Bu sınıf gene devlete göre, úehirlerin iúlerinin düzeninde önemli rol oynamaktadır ve eúinin, çoluk çocu÷unun geçimini sa÷lamakla meúgulse, kendi iúiyle u÷raúıyorsa korunması, rahatsız edilmemesi gerekir.16 Toprakla u÷raúanların genel olarak durumlarının iyi oldu÷unu söyleyebiliriz. Burada kastetti÷imiz iúleyecek topra÷ı olanlardır. Hârizm ülkesinin verimli topra÷ından ço÷unlukla iyi mahsul elde ediliyordu ve devlet sulamaya yatırım yapıyordu. Ancak köylerde sadece eme÷i karúılı÷ı toprakla meúgul olanlar da bulunuyordu. Ayrıca büyük toprak sahipleri de “toprak aristokrasisi”ni17 oluúturmaktaydılar. Buraya kadar belirtti÷imiz guruplara iúsizleri de ilave etmeliyiz. ùehirlerde sürekli olarak kontrol altında tutulmaya çalıúılan iúsizlerden oluúan gruplar bazen ciddî kargaúalıklar çıkarabiliyorlardı.18 Bir sosyal sınıfı da göçebeler oluúturuyorlardı. Hârizmúâhlar Devleti’nde hükümdarlar ile yakınlıklarından dolayı imtiyazlı bir sınıfı oluúturan Kanglı-Kıpçak Türk boyları ve ayrıca Yazırlar, Halaçlar gibi Türkmen boyları bu guruba girmektedir. Kanglı-Kıpçaklar devletin ordusunda ve idarî teúkilatında çok önemli bir yer iúgal ediyorlardı ve nüfuzları fazlaydı. Hayvancılık ile u÷raúan bu Türk boyları yerli halktan farklı bir sınıftı. Devlet onlara yaylak ve kıúlaklar temin ederek yerleúik halkı onların yapabilece÷i saldırılardan korumaya çalıúıyordu.19 15 Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya 4138, vr.59b-60b; Toyserkânî, age., s.45. Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, aynı yer. 17 Köprülü, agmd., s.384. 18 Köprülü, agmd., s.383. 19 Köprülü, agmd., s.384. 16 224 Bütün bu sınıflandırmalara asaleti de ekleyebiliriz. Yerli ve köklü aile mensubu olmanın itibarı muhakkak ki yüksekti. Belgelerde dahi, “soy-sop olarak o kadar belirgindir ki, iúaretler arayarak ispata gerek yoktur” úeklinde ifadelere rastlarız.20 Ancak bu aile mensupları aynı zamanda baúka iúlerle de meúgul oldukları için asaletten gelen itibarlarını içinde bulundukları sınıf içerisinde göz önünde bulundurmak daha do÷ru olur. Toplumun sosyal sınıflarını hükümdarın gözünden ve ekonomik düzeye göre inceledik. Ancak bu tasnifi geliútirmemiz gerekir. Çünkü sosyal tabakaları yalnızca bu unsurları var sayarak tespit etmek eksik olur. Sosyal sınıfları belirleyen bir unsur da dindir. ønceleyece÷imiz üzere mezhepler birer toplumsal sınıfı da ifade ederler. Ayrıca bunların da altında fikirler etrafında toplananlar da birer sınıftır. Çalıútı÷ımız dönem için fikir hareketi sayabilece÷imiz faaliyetler din kökenli oldu÷u için biz hepsini, sosyal sınıfları oluúturmada din unsuru genel çerçevesinde ele almaya çalıúaca÷ız. Din aynı zamanda toplumun yapı ve karakterini oluúturan unsurlardan biridir. Bu sebeple konuyu daha ayrıntılı bir úekilde ele almayı uygun buluyoruz: Fuad Köprülü’nün belirtti÷i gibi, Hârizmúâhlar tarihini anlamak için dinî hayat, mezhepler ve tarikatların gücü gibi konuları açıklamaya çalıúmak gereklidir.21 Çünkü din hem devlet idaresinde hem de toplumsal hayatta önceli÷i olan bir faktördür. Üstelik bu durum sadece bizim çalıútı÷ımız saha ve dönem için de÷il bütün ortaça÷ dünyası için geçerlidir. Hârîzmúâhlar dönemindeki dinî hayat, fikir hareketleri ve akımları Selçuklu devrinin do÷al bir uzantısı úeklinde karúımıza çıkmaktadır. Hârîzmúâhlar Devleti de izledi÷i dinî politikalarda tamamıyla Selçuklular’ın takipçisi olma özelli÷ini göstermektedirler. Buna göre devletin resmî mezhebi tıpkı Selçuklular’da oldu÷u gibi Sünnîlik ve Hanefîliktir. Memleket dahilinde Hanefîlik’ten sonra en yaygın ve önemli mezhep 20 21 Ba÷dadî, age., s.50. Köprülü, agmd., ø.A., C:V/I, s.284. 225 ùâfi’îlik’tir. Mezheplerin bölgedeki konumlarının kökleri daha önceki tarihlere dayanmaktadır. Hârizmúâhlar Devleti bu mevcut durumun devamını sa÷lamıútır. Hârizmúâhlar Devleti hükümdarları, klasik özellikleri ile øslâm’ın emirlerini yerine getirmeye çalıúan Türk-øslâm sultanlarıdır. Buna göre, hükümdar hem dinin koruyucusudur hem de onun emretti÷i adâlet üzerine hareket etmektedir. Yine dinin icâbı olarak reâyâyı koruyup gözetmektedir. Uygulamaların her zaman bu esaslara sadık kaldı÷ını söyleyemeyiz burada kastetti÷imiz ideal olandır. Allah’ın yer yüzündeki temsilcisi olan hükümdar din adına kâfirlerle savaúır ve bütün memurlarına dinin gereklerini yerine getirmelerini emreder. Memurlara hatırlatmalar yapılırken Allah’tan korkmaları ve dinin gerektirdi÷i úekilde davranmaları emredilmektedir. Cûzcânî’ye göre, Sultan Tekiú o÷lu Alâeddin Muhammed’e “øslâm’ı iúin baúı tut” diye vasiyette bulunmuútur.22 Hârizmúâh Atsız ve o÷lu øl-Arslan devrinde Abbasî hilâfet makamına gönderilen mektuplarda, hemen hemen her sene kâfirler ile savaúmak için sefere çıkıldı÷ından özellikle bahsedilerek Halife’ye øslâm’a büyük hizmetler yapıldı÷ı mesajı verilmektedir.23 ùüphesiz bu mektupların amacı resmen muhatap kabul edilmek ve resmen tanınmak gayretidir. Ancak bu örnekler bize devletin yönetimdeki politikasında dinin yerini ve hükümdarın idaredeki din anlayıúını göstermesi bakımından önemlidir. Hârizmúâhlar Devleti’nin hüküm sürdü÷ü tarihlerde genel anlamda dinî tabloya gelince, Abbasî Halifesi dinî lider olarak mevkiini korumaktadır ve dünyevi anlamda da Halife en-Nâsır Lidinillah’ın iú baúına gelmesiyle hırslı bir politika gütmektedir. Buna karúın Mısır Fâtımî Halifeli÷i ise 1171 yılında Selahaddin Eyyûbî tarafından yıkılıncaya kadar Abbasî Halifesinin tanındı÷ı bölgelerde yayılmaya ve nüfûz kazanmaya çalıúmaktadır. Bu çabaların en önemli ve etkilisi, bu u÷urda epeyce yol kat etmiú olan øsmailîler’dir. Hasan Sabbah’ın kurmuú oldu÷u, Alamut merkezli 22 23 Cûzcânî, age., s.302. Horst, agm., ZDMG, C:CXVI, s.30, 35, 37. 226 bu örgüt24 Hârizmúâhlar döneminde de faaliyetlerine devam ediyordu ve çok bilinen úekliyle fedaileri eliyle intihar saldırıları düzenliyordu. Önemli isimleri öldürerek büyük yankılar uyandıran øsmailîler’e karúı devletin tutumu tıpkı Selçuklular’ın politikası gibidir. Yani kesin ve belirgin bir karúı tavır içerisinde Selçuklular’ın baúlattı÷ı mücadeleyi Hârizmúâhlar da devam ettirmiúlerdir. Örne÷in Sultan Alâeddin Tekiú son yıllarını Batınîler (øsmâilîler) ile savaúlarla geçirmiúti. Hatta ölmeden biraz önce seçme kuvvetlerinden hazırladı÷ı ordu ile daha ciddî bir savaúa baúlamıútı ve veliahdı Kutbeddin Muhammed’i bu ordunun kumandanlı÷ına tayin etmiúti. Sultan Tekiú’in bu harekatına sebep olan olay ise Nisan 1200 tarihinde vezîri ùemseddin Mes’ud b. Ali el-Herevî’nin Batınî fedaileri tarafından atına binece÷i bir sırada bıçaklanarak öldürülmesidir.25 øsmailîler’in vezîri hedef seçmelerinin nedeni onun Sultanı aleyhlerine harekete sevk etti÷ine inanmalarıdır. Sultan Tekiú, bir taraftan øsmailîler üzerine ordu gönderirken di÷er yandan da öldürülen vezîrin o÷lunu aynı makama getirerek siyasî bir mesaj veriyordu.26Bu atama, Sultanın politikalarından vazgeçmeyece÷inin bir göstergesiydi. Adı geçen vezîr ùafi’î mezhebindendi. Yukarıda devletin izin verdi÷i ve kabul etti÷i ülkede yaygın bir sünnî mezhep oldu÷unu belirtmiútik. Vezîr Merv úehrinde ùafi’îler için bir Camii yaptırmıú ancak Hanefî mezhebi mutaassıpları tarafından gece saldırıları ile bu cami yakılmıútı.27 Bu büyük bir olaydı. Ancak burada önemli olan bir nokta ùafi’î bir vezîrin iú baúında olması ve bu mezhep mensupları için bir camii yaptırmasıdır. Çünkü bu olay bize devletin ùafi’î mezhebine karúı tavrını ispat etmesi bakımından dikkat çekicidir. Olayın ortaya koydu÷u bir gerçek de adı geçen iki mezhep arasında Merv’de gergin bir ortamın yaúandı÷ıdır. Bu son nokta gerginli÷in patladı÷ı, barda÷ın taútı÷ı an olsa gerektir. Her halde gerginlikler günlük hayatta da yaúanıyordu. Bu olay uzun süre hafızalarda yer etmiúe benzemektedir. Çünkü Cüveynî 1221 yılında Mo÷ollar’ın Merv’de yaptıklarını anlatırken ùafi’î Camii’nin yakılması hadisesini hatırlatmaktadır. 24 Bernard Lewis, Haúiúiler, Çev: Ali Aktan, østanbul1995, Zeki Velidi Togan, “Alamut”, ø.A., C.I, s.289-290; Abdülkerim Özaydın, “Alamut”, DøA, C:II, s.336-337; aynı mlf. “Hasan Sabbâh”, DøA., C:XVI, 347-350. 25 Akılî, age., s.267. 26 Akılî, age., s.267-268. 27 Akılî, age., s.267. 227 Mo÷ollar Merv’e girince, Hanefîler tarafından yakılan Caminin yerine yaptırılan camiyi yakmıúlardı ki, Cüveynî’nin ifadesine göre Mo÷ollar’ın bu davranıúı ile ùafi’îler’in intikamı alınmıú oluyordu.28 Alamut øsmailîler’i, Sultan Alâeddin Muhammed devrinde Hârizmúâhlar Devleti’ni vergi ödüyorlardı. Yüz bin dînâr olarak ödenen bu vergi Sultan Celâleddin Hârizmúâh zamanında otuz bine düúürülmüútü. Sultan Celâleddin devrinde Alamut hakimi olan Alâeddin Muhammed hutbede sultanın adının anılması iste÷ini ise geri çevirmiúti.29 Sultan Celâleddin Hârizmúâh, müstahdemlerinin baúı olan Mukaddem-i Çavûúan Kemaleddin’i iúe aldıkları arasında øsmâilî fedaileri oldu÷u gerekçesiyle öldürtmüútü.30 Görüldü÷ü üzere Sultan devlete sızmaya çalıúan øsmailîler’i böylece engellemiú oluyordu. Hârizmúâhlar Devleti’nin son dönemlerinde de øsmailîler ile mücadeleler devam etmiútir. Sultan Celâleddin’in kardeúi Gıyâseddin Pirúâh’ın Alamut’a sı÷ınması (1228) ve Sultanın onun iade iste÷inin reddedilmesi yeni bir krize sebep olmuútu. Sultan buldu÷u her fırsatta øsmâilîler’e saldırmıútı.31 Hârizmúâhlar Devleti’nin Abbasî Halifeli÷i ile iliúkilerinin oldukça çalkantılı ve büyük mücadeleler çerçevesinde úekillendi÷ini söyleyebiliriz. Çalıúmamızın çeúitli yerlerinde bu iliúkilerden inceledi÷imiz baúlı÷a uygun düúecek úekilde bahsetmiútik. Burada dinî hayat noktasında Hârizmúâhlar Devleti’nin politikalarını anlamak için kısaca de÷inece÷iz. Hârizmúâhlar, Abbasî Halifesinin dinî otoritesini büyük bir ço÷unlukla tanıdılar. Öyle ki, ba÷ımsız bir devlet kurma mücadelesi veren Hârizmúâh Atsız, Hilafet makamına gönderdi÷i mektupların birinde, “Mü’minler’in emîrine itaat farzlardan biridir” diyordu.32 Ancak daha sonraki dönemlerde iliúkiler oldukça kötü ve düúmanca geliúmiúti. 28 Cüveynî, age., s.169. Nesevî, Farsça, s.230. 30 Nesevî, Farsça, s.70. 31 Taneri, age., s.59-60. 32 Horst, agm., ZDMG, C.CXVI, s.33. 29 228 Abbasî Halifesi Nâsır-Lidînillah, hilafet makamına oturunca siyasî faaliyetlere hız vermiú ve çok tabii olarak onun hamleleri Hârizmúâhlar tarafından sert bir úekilde karúılanmıútır. Daha önce bahsetti÷imiz gibi, Sultan Tekiú döneminde iyece gerginleúen iliúkiler Sultan Alâeddin Muhammed devrinde bambaúka bir boyuta taúınmıútır. Sultan Alâeddin Tekiú’in Irak’a hakim olmasından ve güçlenmesinden hoúnut olmayan Halifenin uyarılarına Sultan, gözda÷ı ve tehditle karúılık veriyordu. Sultan Alâeddin Muhammed ise daha ileri bir adım atarak Abbasî Halifesini tanımadı÷ını ilan etti. Üstelik iddialarını meúrulaútırmak ve kamuoyu tepkisini hafifletmek için bu makamın Abbaso÷ulları’nın hakkı olmadı÷ını ve Ali Evlâdı’ndan gasp yoluyla ele geçirdiklerini savundu. Hatta bu tezlerini içeren fetvalar aldı. Hutbeden Halifenin adını çıkardı. Ancak ilginç olan bunu ülkesinin her tarafında uygulayamamasıdır. Devletin tam yetkili di÷er yöneticisi valide Terken Hatun bu konuda o÷lu gibi düúünmüyordu. Sultan Celâleddin Hârizmúâh döneminde de Halifelik ile iliúkilerin iyi oldu÷unu söyleyemeyiz. Bunun en güzel göstergesi Halifenin Celâleddin Hârizmúâh’ın sultanlı÷ını resmen tanımaması ve buna karúılık da Sultanın bastırdı÷ı sikkelerde Halifenin adına yer vermemesidir. Mücadele ve çatıúmalar bu dönemde de sürmüútür. Hârizmúâhlar ile Abbasî Halifeli÷inin iktidar mücadelesine girmeleri ve hatta Sultan Alâeddin Muhammed’in Ali soyundan bir Halife tayin teúebbüsleri dahi bir gerçe÷i de÷iútirmemiúti. Abbasî Halifeli÷i Hârizm ülkesinde tanınan ve kabul gören makamdı. Yani hakimlerin çatıúmasına taban katılmamıútı. ùimdiye kadar devlet merkezinden idarede uygulanan politikalar ve iliúkiler çerçevesinde dinî hayatı inceledik. Dinî hayat baúlı÷ı içine úüphesizdir ki sadece bu anlattıklarımız girmemektedir. Özellikle VI.(XII) ve VII.(XIII). yüzyıllarda iyice güçlenen sûfîler Hârizmúâhlar ülkesinde son derece etkili bir noktaya ulaúmıúlardı. Sufîler, devletin din görevlileri sınıfının dıúında yer alan sivil bir teúkilatlanma olarak karúımıza çıkmaktadır ve Hârizmúâhlar devri toplum yapısında 229 son derece etkili olmuúlardır. Bilindi÷i gibi bu teúkilatlanma daha sonra Anadolu’da da büyük roller üstlenecek ve Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî ile etkisi bu güne ulaúacaktır. Hatta günümüzde Avrupa ve Amerika’da dahi ilgi duyuldu÷u bu ö÷reti hârizmúâhlar devrinde geliúme ve yayılma imkânlarına sahip oldu. Sûfîler, Hârizm ülkesinde mescid, medrese, hamam, kütüphâne, aúevi gibi bölümlerin bulundu÷u hankƗhlarda yaúıyorlardı. Büyük bir sûfînin ölmesi üzerine göreve halifesi devralıyor ve ö÷renciler (tilmiz) devam edilerek gittikçe yaygınlaúıyor ve güçleniyordu. Nüfûzlu sûfîlerin halk üzerinde de güçlü tesirleri oldu÷unu görmekteyiz. Onlara muhalif olanlar ise kadılar ve müderrisler gibi devletin din görevlileriydi. Sûfîler, halk üzerindeki tesirlerini dilden dile dolaúarak efsaneleúen kerametleri vasıtasıyla elde ediyorlardı. Toplum üzerinde bu yolla bırakılan etkinin sa÷lam olaca÷ı úüphesizdir. Ayrıca hükümdar veya devlet erkânından bir ismin onlara katılması güçlenmelerine yardım eden çok önemli bir araçtı.33 ùüphesiz bunun anlamı büyüktü. Hem himaye görmenin avantajlarından yararlanmak için bir imkân yaratıyordu hem de önemli bir mevkideki isim harika bir propaganda vasıtası idi. Her iki durum da güçlenmeye iúaret etmektedir. Hârizmúâhlar Devleti içinde sûfîlerin gittikçe güçlendi÷ini ve devletin üst düzey isimlerine kadar etkilerinin ulaútı÷ını görmekteyiz. “ ùeyh-i Veli-taraú” yani “veli yetiútiren úeyh” lakabını taúıyan Necmeddin Kübrâ (1145-1226) bu úahsiyetler arasında en önemlilerinden biridir.34 Valide Terken Hatun katında büyük itibar sahibi olan Necmeddin Kübrâ’nın inceledi÷imiz noktada asıl önemi yetiútirdi÷i talebeleri vasıtasıyla ö÷retisinin Hârizmúâhlar Devleti’nde etkisinin artması ve bu etkinin Anadolu’ya taúınmasıdır. Yetiútirdi÷i ö÷renciler sûfîli÷in büyük úeyhleri arasındadır. Onun halifesi olan Mecdüddin Ba÷dadî ise gene Terken Hatun tarafından himaye edilmiúti. Terken Hatun úeyhin vaazlarını dinliyordu ve úeyhin etkisi baúkentte iyiden iyiye artıyordu. Sultan Alaeddin Muhammed’in onu öldürmesi ise büyük tepkiler almıútı. Sultanın bu hareketinin sebebine tam olarak anlamak güçtür. Her ne kadar bazı 33 34 iddialar varsa da bunlar Kafeso÷lu ve Barthold tarafından kabul Köprülü, agmd, ø.A., C:V/I, s.286; Abbas Pervîz, age., s.430 E. Berthels, “Necmeddin Kübrâ”, ø.A., C: IX, s.163-165. 230 edilmemektedir.35 Ancak Sultanın, úeyhi öldürmesinin sebebinin sûfîlik hareketine yönelik de÷il daha çok úahsî oldu÷u anlaúılıyor. Devlet merkezinde etkili olan di÷er bir sûfî úeyhi ise Bahaüddin Veled’dir. Menâkıbü’l-Ârifin onun etki ve gücünü anlatan hikayelerle doludur. Konumuzdan uzaklaúmadan bir tanesi üzerinde durmak istiyoruz. “Sultanü’l- ulemâ” diye anılan Bahaeddin Veled vaazları sırasında açıktan Sultan Muhammed Hârizmúâh’ı eleútiriyordu. Kayna÷ımıza göre Sultan onun müridi idi. ùeyh öyle bir noktaya ulaúmıútı ki, kerametleri dilden dile ulaúıyor ve büyük halk kitleleri ona ba÷lanıyordu. Sultan bu durumdan rahatsız olsa gerektir. Çünkü Belh’te çok güçlenen Bahaüddin Veled’e nazikçe baúkenti terk ederek adı geçer úehre gitmesini bildirdi÷inde úeyhin hareket edece÷i sırada halk tepki göstermiúti. “Halkın bu kaynaúmasından bir fenalı÷ın çıkaca÷ını” anlayan Sultan da ricacılar aracılı÷ıyla úeyhten geceleyin kimse görmeden gitmesini istemiúti.36 Burada en önemli nokta sûfilik hareketinin geniú hal kitlelerine ulaúmıú oldu÷unu tespite imkân sa÷lamasıdır. B. øLøM VE SANAT HAYATI Hârizmúâhlar devri ilim ve sanat faaliyetleri açısından son derece verimli bir dönemdir. ølim ve sanatın Hârizm topraklarında geliúmesinde ülkenin zenginli÷i ve refah seviyesinin yüksekli÷i úüphesiz önemli bir rol oynamaktadır. Ancak bunun yanında çok önemli olan di÷er bir unsur da hükümdarların sanata ve ilime önem vererek âlimlere ve sanatçılara saygı göstermeleri, onları himaye etmeleridir. Biz burada Hârizmúâhlar Devleti döneminde ilim ve sanat hayatının ulaútı÷ı noktayı tespit etmek amacıyla bu faaliyetleri ele almaya çalıúaca÷ız. Gayemiz âlimlerin, edip ve úairlerin biyografilerini vermek de÷ildir. Biz, burada Hârizmúâhlar devri kültürel faaliyetlerini, devletin daha önce yazılmıú olan siyasî tarihi ve bizim incelemeye çalıútı÷ımız teúkilat tarihinin daha iyi anlaúılması açısından, bu Türk devletinin kültürel hayata yaptı÷ı katkıları de÷erlendirmek gayretiyle ele alaca÷ız. Dolayısıyla 35 36 Bkz., Kafeso÷lu, age., s.210; Ayrıca; Kazvînî, age., s.498; Abbas Pervîz, age., s.431. Ahmet Eflaki, Âriflerin Menkıbeleri, Çev.Tahsin Yazıcı, østanbul 2001, C:I, s.169-174. 231 burada, kültür hayatının seviyesini ortaya koyabilme maksadına yönelik olarak hareket edece÷iz. Hârizmúâhlar devri ilim ve sanat hayatı Selçuklular devrinin do÷al bir uzantısı olarak karúımıza çıkmaktadır. Hârizmúâhlar Devleti’nin kurul döneminde yaúamıú olan âlim ve sanatçıların ço÷u zaten Selçuklu medreselerinde e÷itim görmüúlerdi. Bölge ise daha eski dönemlerden itibaren önemli ilim merkezi olarak ün yapmıú birçok úehri bünyesinde barındırıyordu. Örne÷in øsfahan, hadis tahsil edilen merkezlerden biri idi.37 Gürgenç devletin baúkenti oldu÷u gibi zamanla kültürel merkez de oldu. Merv zaten Selçuklu Devleti’nin baúkenti olarak çok önemli bir ilim merkeziydi. Her ne kadar Selçuklu Sultanı Sencer’in son dönemlerinde yaúanan kargaúa yüzünden ilim ve sanat hayatı olumsuz yönde etkilenmiú olsa da Hârizmúâhlar döneminde úehrin parlak günlerine dönmesi uzun zaman almamıútı. Mo÷ol istilasının baúlamasından kısa bir süre öncesine kadar Merv’de bulunan Yâkût el-Hamevî bu úehrin ne kadar önemli bir ilim merkezi oldu÷unu gözler önüne seren bilgiler vermektedir. Onun kaydettiklerine göre úehirde birçok kütüphâne bulunuyordu ve bazısındaki kitap sayısı on bin cildi aúıyordu.38 Horasan’ın Herat, Belh, Niúâbûr gibi büyük úehirlerinin hemen hepsi âlimleri, ilim ve sanat faaliyetleri ile ün yapmıú merkezlerdi. Öyle ki Niúâbûr, Sâmânîler devrinden beri bir ilim ve sanat merkeziydi ve Hârizmúâhlar zamanında da bu önemini devam ettirdi. Hârizmúahlar tıpkı Selçuklu hükümdarları gibi ilim ve sanata de÷er veriyorlardı. Âlimleri ve sanatçıları ço÷u kez sultanların yanında görüyoruz. “Saray Âdetleri” baúlı÷ında belirtti÷imiz gibi onlar âlim, edip ve úairlere huzurlarında tertip edilen münazaralarda fikirlerini savunma imkânı veriyorlardı. Sultan Celâleddin Hârizmúâh, Ramazan ayında huzur dersleri düzenliyor ve bizzat katıldı÷ı bu toplantılarda söylenenleri dinledikten sonra kendi fikrini de ortaya koyuyordu. Hükümdarların tahta çıkıúında coúkulu rubâîler ve kasideler söyleyen yahut onlara bir eserlerini ithaf eden âlim veya sanatçılar aynı zamanda ölen hükümdarın ardından 37 38 øbnül-Esîr, age., C: XI, s.71. Yakut, Mucemü’l-büldân, C:V, s.112 vd. 232 tutulan yasa edebî ürünleri ile katılıyorlardı. Bu âdetler bile úüphesiz âlim ve sanatçıya verilen önemi göstermektedir. Ayrıca hükümdarlar âlim ve sanatçıları himaye ettikleri gibi onlara ihsanlarda bulunarak çalıúmalarını teúvik ediyorlardı. Bir hükümdarın gerçek âlim ve sanatçıyı takdir edip kollayabilmesi muhakkak ki onun kendi e÷itim, bilgi ve sanat anlayıúı ile do÷ru orantılıdır. Gerçekten de Hârizm hükümdarları iyi e÷itim görmüú, sanat zevkleri yüksek seviyede ve bir ço÷u da sanatla meúgul olmuú sultanlardır. Onların idareci ve askerî yönlerini yeri geldikçe ortaya koymaya çalıútık. Burada da entellektüel açıdan onların kesinlikle iyi donanımlı ve yüksek seviyede olduklarını söylemeliyiz. Nitekim kaynaklarımızda onların bu özelliklerine atıf yapan övgüler vardır. Hârizmúâhlar hanedanının atası Anuútegin, o÷lu Kutbeddin Muhammed’in Merv’de tahsil görmesini sa÷lamıútı.39 øyi bir e÷itim görmüú olan Kutbeddin Muhammed b. Anuútegin, “âlimlere hürmet ederdi”.40 Sultan Sencer’in, Hezaresb kuúatması sırasında, daha önce “ok”u anlatırken mısralarına yer verdi÷imiz Enverî ve Reúidüddin Vatvât’ın karúılıklı yazdıkları rubâîler, her halde sanatın ulaútı÷ı noktayı göstermek açısından yeterlidir. Savaú anında bile hükümdarların yanında bulunan úairler, etkili mısralarıyla hükümdar ve orduyu cesaretlendirirken karúı tarafın da moralini bozmaya çalıúıyorlardı. Hârizmúâh Atsız kendisi de úiirler yazan bir hükümdardı. Sultan Sencer’e gönderdi÷i mektuplarda ona ait mısralar mevcuttur.41 Cüveynî, onun çok sayıda Farsça úiiri oldu÷unu kaydetmektedir.42 Hârizmúâh Atsız güçlendikçe onun dergâhına gelen âlim ve sanatçıların sayısı da artıyordu.43 1141 yılında Sultan Sencer’in Karahıtaylar’a ma÷lup olmasının ardından Selçuklu baúkentine giren Hârizmúâh Atsız’ın ülkesine dönerken Merv kütüphânelerinden birçok kitapla birlikte âlim ve sanatçıları da beraberinde götürdü÷ü anlaúılıyor.44 Reúidüddin Vatvât 39 Cüveynî, age., s.249. Devletúâh Tezkiresi, C:I, s.133. 41 Köymen, Münúeat Mecmuaları, s.580. 42 Cüveynî, age., s.150. 43 Cûzcânî, age., s.300. 44 Cüveynî, age., s.251-252¸ Abbas Pervîz, age., s.587. 40 233 “ Atsız tahta çıkınca Selçuklu Devleti ve hanedanı son buldu” mısralarını bu sırada yazmıútı.45 Hükümdarların danıúma meclislerine katılan âlimler konu ne ise o hususta yapılması lâzım gelenler hakkında düúüncelerini açıkça söyleyebiliyorlardı. Örne÷in Sultan Alâeddin Muhammed’in, Mo÷ol tehlikesi karúısında alınacak tedbirleri görüúmek üzere topladı÷ı mecliste “Sultan katında üstün bir mevkie sahip olan” devrin meúhur âlimi ùihâbüddin Hayvakî de hazır bulunmuútu.46 øbnü’l-Esîr, Sultan Alâeddin Muhammed’in özelliklerini anlatırken onun âlim bir hükümdar oldu÷una dikkati çekerek “fıkıh ve tefsir” ilimlerine vâkıf oldu÷unu bildirmektedir. Ayrıca Sultanın âlimleri koruyup ödüllendirdi÷ini ve onları meclisine kabul ederek tartıúmalarını dinledi÷ini de kaydetmektedir.47 Hârizmúâh Sultan Alâeddin Muhammed’in o÷lu Rükneddin Gursançtı’nın ise yazısı çok güzeldi ve bir mushaf yazmıútı.48 Sultan Alâeddin Tekiú’in Hârizm tahtı için kardeúi Sultanúâh ile girdi÷i mücadelede her iki taraf da gönderdi÷i beyitlerle birbirlerine mesajlarını iletiyordu. Sultanúâh iyi bir úairdi. Kardeúi Tekiú’e gönderdi÷i ve kendisinin yazdı÷ı beyitlerde úöyle diyordu: “Benim irade atım koútu÷u zaman Düúman kılıcımın saldırısından inler. Burada elçi ve mektup iúe yaramaz, Bu iúi, iki tarafı keskin kılıç sonlandırır.” Hârizmúâh Alâeddin Tekiú Han ise kardeúinin mısralarına aynı úekilde cevap veriyordu. Bu beyitleri kaleme alan ise Hârizmúâh Alâeddin Tekiú’in úiir yazmada yetenekli o÷lu Nâsırüddin Melikúâh idi: “Hazineler senin olsun, keskin kılıç bizim. Saraylar senin olsun, at meydanı bizim. Düúmanlı÷ın ortadan kalkmasını istiyorsan 45 Cüveynî, age., s.252; Abbas Pervîz, age., s.587. øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.317. 47 øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.326; Ayrıca bkz., øbn Vâsıl, age., C:IV, s.45. 48 Nesevî, Farsça, s.39. 46 234 Hârizm senin olsun, Horasan bizim.” Sultanúâh bu mesaja cevap vermekte gecikmedi ve úu beyitleri gönderdi: “Ey amcasının canı (yürek parçası)! Bu mesele artık pazarlık konusu oldu. Bu destan ne size yarar, ne de bize. (Ne sizi etkiler, ne bizi. Boú söz.) Bakalım kimin kılıcının kabzası kanı dökecektir. Bakalım kimin baht yıldızı parlayacaktır.”49 Hükümdarların ilim ve sanattan anlamaları etraflarında âlim ve sanatçıların toplanmasına imkân sa÷lıyordu. Hârizmúâhlar’da resmen devlet hizmetinde bulunan sanatçılar ve âlimler de vardı. Kaynaklarımızın en önemlilerinden biri olan Sîret-i Celâleddin Mengübirtî’nin yazarı Nesevî, Sultan Celâleddin’in münúîsi idi. Onun Sultan Celâleddin’i anlatmak için yazdı÷ı eserinin üslûbu da son derece sanatsal ve süslüdür. Ayrıca gene önemli kaynaklarımızdan biri olan et-Tevessül ile’tteressül’ün yazarı Ba÷dadî, Sultan Alâeddin Tekiú’in münúîsiydi. Onun eserinde yer alan belgeler bizim için çok kıymetlidir. Bu noktada en güzel örneklerden biri de úüphesiz Reúidüddin Vatvât’tır. Onun çalıúmamız için önemini kaynaklar kısmında ortaya koymuútuk. Burada da onun sanatçı kiúili÷i üzerinde durmak istiyoruz. Reúidüddin Vatvât, Hârizm hükümdarlarından üçü ile birlikte çalıúmıú, onların meclislerinin müdavimi olmuú ve bütün bu süre zarfında itibar görerek yaúamıútı. Reúidüddin Vatvât’ın kaleminden çıkan ve Hârizmúâh Atsız tarafından Sultan Sencer’e gönderilmiú olan mektuplar gerçekten de hem üslûp hem de içeri÷indeki sanatsal ögelerle zeki bir usta tarafından yazıldı÷ını açıkça belli etmektedir.50 Devrin yazıúma gelene÷inin bir örne÷i olarak sanatsal anlatımın ulaútı÷ı doruk noktayı gözler önüne seren bu mektuplarda söylenecek söz, inceli÷in en mükemmel haliyle ifade edilmektedir. Mektuplardan birinde51 Sultan Sencer’in esareti o kadar gurur okúayıcı bir nedene ba÷lanmıútır ki gerçekten de güçlü bir kalemin neler üretebilece÷ini bizlere göstermektedir. Bu mektupta Sultan Sencer’in tebeasını ne derece refah ve mutluluk içerisinde yaúattı÷ı övgülerle anlatıldıktan sonra, halkın zevk âlemine dalarak 49 Mîrhând, age., C:IV, s.365-366; Devletúâh Tezkiresi, C:I, s.173 Mektuplar için bkz., Reúidüddin Vatvât, Arâis’ül-havâtır, Ayasofya Nr:4015, vr.17b-19a. 51 Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr:4015, vr.17b-18b. 50 235 dünyanın baúlangıcından beri böyle oldu÷unu, hiç bir zorluk çekilmeyece÷ini zannettikleri gene süslü ve ince bir üslûpla anlatılmaktadır. Tebea, onlara bu mükemmel hayatı sa÷layanı unutmuútu. øúte bu yüzden de Allah, Sultan Sencer baúlarında olmadı÷ında ne gibi musibetlerle karúılaúacaklarını onlara göstermek için bir süreli÷ine Sultanı tebeasından ayırmıútır. Devrin yazıúma üslûbunu vurgulayan bir örnek olması bakımından da yer vermeyi uygun buldu÷umuz bu mektupta yazılıú nedeni kısa olarak en sonda belirtilmektedir. Mektup, Hârizmúâh Atsız’ın Sultan Sencer’e Horasan’da kalması hususunda emrinin ne oldu÷unu sormak için yazılmıútır. Ancak konu bu soruya gelinceye dek mektup, ustaca yazılmıú bir na’t gibidir. Reúidüddin Vatvât, münúeât mecmûâlarında kendisinden “Zü’l-lisâneyn52 (iki dil sahibi) lâkabıyla bahsetmektedir. Gerçekten de o, iki dili yani Arapça ve Farsça’yı ustalıkla kullanabiliyordu. Reúidüddin Vatvât’ın Arapça ve Farsça olarak yazdıklarından günümüze ulaúanlar, onun edebî yönünü ortaya koymaya yetecek derecededir. Vatvât’ın kaleminden çıkan ve Hilafet makamına gönderilen mektupların bir kısmı Arapça úiir úeklinde yazılmıútır.53 Onun meúhur eseri Hada’ik’üs-sihr fî dekƗiki‘ú- úi‘r, edebî sanatlar hakkında yazılmıú bir eserdir.54 Onun eserleri bilgi birikimi ve ustalı÷ının ispatı kabul edilmektedir. O, “Arapça’nın incelikleri ile edebî sırlarını” da çok iyi biliyordu. Öyle ki, “bir vezinde Arapça bir beyit ile baúka bir vezinde Farsça bir beyti aynı zamanda kullanabiliyordu”.55 Onun mecmualarında yer alan birçok úahsî mektup da edebî kiúili÷ini yansıtan örneklerdendir.56 Onun mensur eserlerindeki edebî özelliklere gelince, “nesri ahenkli ve az miktarda kelime ile maksadını hemen ifade etmeyi amaçlayan” bir tarzda 52 Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr:4138, vr.1b; Toyserkânî, age, s.2. Bu mektupların Arapça transkripleri, Almancı tercümeleri ve ayrıca yapısal incelemeleri için bkz., Horst, agm., ZDMG., C:CXVI, (1966), s.25-30. 54 Ahmet Ateú, “Raúid el-Din Vatvat’ın Eserlerinin Bazı Yazma Nüshaları”, Tarih Dergisi, C:X., sa.14, s.3 55 Ravendî, age., C:I, s.134; Ateú, agm., s.1-2. 56 Reúidüddin Vatvât, Arâisü’l-havâtır, Ayasofya Nr:4138, vr.10a-12a. 53 236 yazılmıúlardı. Bu da Arap nesrinin bir özelli÷idir.57 Ayrıca Farsça kasidelerde “baútan baúa murassâ” olan ilk örnekler ona aittir.58 Ravendî ondan, “ùairlerin efendisi” diye bahsetmektedir.59 Gene Ravendî’nin bildirdi÷ine göre, de÷iúik memleketlerden gelen birçok úair onun yanına gelerek úiir ve di÷er ilimlerle meúgul oluyorlardı. Ayrıca Ravendî di÷er úairlerden bahsederken sık sık Vatvât’ın görüúlerine yer vererek bir de÷erlendirme yapmaktadır.60 Reúideddin vatvât’ın çalıúmamızda geçenlerin dıúında daha birçok eseri vardır: Risale-i ‘Arûz, øran edebiyatının en çok kullanılan úekillerinin gösterildi÷i bir çalıúmadır. Bedâyi‘u’t-tersi‘ât ve revâyi‘u’t-tesci‘ât ise Ahmed Ateú’in tesbitine göre Süleymanúah b. Atsız’a ithaf edilmiútir.61 Vatvât kendi sözlerinden bir kısmını Cevâhiru’t-kalâ’id ve zevâhir el-ferâid adlı eserinde toplamıútır. Dîvân-ı Reúidüddin Vatvât’ da ise Farsça kaside, terkip gazel ve kıt’alara yer verilmiútir.62 Reúideddin Vatvât, Hz. Ömer’in seçilmiú yüz sözünü Farsça olarak açıkladı÷ı Faslu’l-hitâb min kelâmi Emîri’l-mü’minîn Ömer b. el-Hattâb ve Hz. Ali’nin hikmetli sözlerini topladı÷ı Matlûbu külli tâlibin min kelâmi Emîri’l-mü’minîn Ali b. Ebî Tâlib adlı eserlerini Hârizmúah øl-Arslan’a ithaf etmiútir.63 Hârizmúâhlar devrinde birçok önemli úair yetiúmiúti. Bunlardan bir kaçına de÷inmek isteriz. Örne÷in Sultan Alâeddin Muhammed devrinin “úiirde mâhir” olan isimlerinden biri, “Hayırlı kiúilerin makbulü” Seyyid ZülfikƗr-ı ùirvânî’dir.64 ùirvânî, úiir sanatlarına vâkıf bir úairdi ve her beyitte çeúitli vezinler kullanabiliyordu”. ùair, Sultan Alâeddin Muhammed Irak’ta iken onunla görüúmüú ve Sultan ona hürmet göstermiúti.65 57 Ateú, agm., s.2. Ravendî, age., C:I, s.134; Ateú, agm., s.2. 59 Ravendî, age., C:I, s.134. 60 Ravendî, age., C:I, s.135; Vatvât için ayrıca bkz., Cüveynî, age., s.255, 259; Kazvînî, age., s.827; Ravendî, age., C.II., s.437; Encyclopedia of Arabic Literature, C:II, s.449-450; M.N. ùahino÷lu, “Vatvât”, C:XIII., s.235-240; Abdullah Kızılcık, “Ebu Bekr er-Razî Hayatı, Eserleri ve Ravzatu’lFesaha’sı”, Yayınlanmamıú Doktora Tezi, ø.Ü., Sosyal Bilimler Enstitüsü, østanbul, 2000, s.9-11. 61 Ahmed Ateú, agm, s.9. 62 Ahmed Ateú, agm., s.10-11. 63 Reúideddin Vatvât’ın eserleri Ahmed Ateú’in adı geçen makalesinde gösterilmiútir. Bkz. s.4-24. 64 Devletúâh Tezkiresi, C:II., s.188. 65 Devletúâh Tezkiresi, aynı yer. 58 237 Sultan Alâeddin Muhammed devrinin söz sanatı ustalarından biri de ùahfûr Eúher-i Niúâbûrî’dir (öl.606/1208-1209). Niúâbûrî, lâkaplar ve inúâya dair risaleler kaleme almıútı.66 Hârizmúâh øl-Arslan devri úairlerinden olan Mevlâna Seyfeddin-i øsferengî, Maveraünnehir’de yetiúmiúti. Hârizmúâh øl-Arslan’ın saltanatının baúında Hârizm’e gelerek hükümdarın meclisinde kâsideler söyledi. Mevlâna Seyfeddin, birçok úairin kâsidelerine cevaplar yazıyordu. Hârizmúâh øl-Arslan da , Hakanî’nin bir kâsidesine cevap yazmasını istemiú, úair de bu iste÷i yerine getirmiúti.67 Hârizmúâhlar devrinde sadece úiir sanatında de÷il ilim ve sanatın her sahasında yetiúmiú ve çok önemli eserler vermiú âlim ve sanatçılar oldu÷unu biliyoruz. Meúhur nahiv âlimi Mutarrizî68 (539-610/1144-1213) ve kelâm âlimi Fahreddin er-Râzî (544-606/1149-1209) bunlara en güzel örneklerdir. Fahreddin er-Râzî, Rey’de do÷muú ve iyi bir e÷itim görmüútü. O, Cürcân, Tûs, Herat, Hârizm, Buhara, Semerkant, Hocend, Belh ve Gazne gibi úehirlere seyahat etti ki, adı geçen úehirler devrin önemli ilim merkezlerindendir. Rahreddin er-Râzî daha sonra Mavenaünnehir’de bulundu. “Bu sırada Maveraünnehir medreselerinde onun, el-Mebâhisü’l-Meúrikıyye ve ùerhu’l-øúârât gibi eserleri okutuluyordu”69 Ayrıca Fahreddin er-Râzî’nin, Bâtınîler ve Kerrâmîler ile yaptı÷ı fikrî tartıúmalar büyük akisler uyandırmıútı. O, Seyahatleri sırasında Hârizmúâhlar’dan oldu÷u kadar Gurlular’dan da saygı, himaye ve hürmet görmüútü. Sultan Alâeddin Muhammed, Herat’ta kendisine bir medrese tahsis etmiúti.70 Fahreddin er-Râzî, 600 (1203) yılında Herat’a yerleúerek ömrünün geri kalan kısmında eserlerini yazmak ve talebe yetiútirmekle meúgul oldu. Hitabet yetene÷iyle de tanınan Fahreddin er-Râzî, o devrin en önemli düúünürlerinden biridir. Kelâm, fıkıh usûlü, tefsir, Arap dili, felsefe, mantık, astronomi, tıp ve matematik onun hakim oldu÷u ilimlerdendir.71 66 Devletúâh Tezkiresi, C:II., s.194-195. Devletúâh Tezkiresi, C:I., s.171. 68 Ilse Lichtenstaedter, “Mutarrizî”, ø.A., C:VIII., s.748; øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.241. 69 Yusuf ùevki Yavuz, “Fahreddin er-Râzî”, DøA., C:XII, s.89. 70 J.H Kramers, “Râzî”, ø.A., C: IX., s.645-646. 71 Fahreddin er-Râzî’nin eserleri için bkz., Yusuf ùevki Yavuz, agmd., s.90-94. 67 238 Meúhur âlimlerden biri de Carullah Mahmud b. Ömer b. Muhammed b. Ahmed ez-Zemahúerî’dir (1075-1144). O, Hârizm medreselerinde e÷itim görmüú ve devrin çok önemli âlimlerinin derslerine katılmıútı.72 Zemahúerî, sarf-nahiv, lügat, iútikak, meânî, beyân ve tefsîr gibi dil ve din ilimlerinde yetiúmiú bir âlimdi. ùöhretinden dolayı “Fahr-i Hârizm” lakabıyla anılıyordu.73 Onun birçok eseri vardı. Ancak en ünlü eseri Mukaddimetü’l’-edeb’dir.74 Bu eserin Türkçe’nin o devirde kullanılmasını göstermesi bakımından önemi büyüktür. Zemahúerî adı geçen eserini, Arapça ö÷renmek isteyen Hârizmliler için kaleme almıútır. Bu nedenle de hayatın hemen her alanına dair kelimeleri kullanarak bize çok kıymetli bir hazine bırakmıútır. Togan’a göre bu eser, Kaúgarlı Mahmud’un Divân-ü LügƗti’t-Türk’ünü tamamlar niteliktedir.75 Hârizmúâhlar devrinde tıp sahasında da meúhur olmuú âlimler yetiúmiúti. Örne÷in, bu devirde yaúamıú tabip ve cerrahlardan biri olan Zeyneddin øsmail b. Hasan el-Cürcânî el Hârizmúâhî (öl. 531/1136)’nin tıp ilmi üzerine iki kitabını biliyoruz. Bunlardan birincisi Hârizmúâh Atsız için yazdı÷ı meúhur tıp kitabı Zahîrei Hârizmúâhî di÷eri de el-Tezkiretü’l-eúrefiyye fi’s-sinâ‘âti’t-tıbbiyye adlı kitabıdır. 76 Hârizmúahlar devri fikir hayatına úekil veren sûfî úeyhleri aynı zamanda yüzyılın önemli âlimleri arasındadır. Meselâ, Necmeddin Kübrâ (1145-1226) bu âlimlerin baúında gelmektedir.O, riyâzetini Mısır’da, meúhur ùeyh Rûzbihân elVazzân el-Mısrî’nin müridi olarak geçirmiú ve úeyhinden o÷ul muamelesi görerek onun kızıyla evlenmiúti. Necmeddin Kübrâ, úeyhinin tavsiyesiyle daha sonra ana 72 Nuri Yüce, Ebü’l-Kasım Carullah Mahmud Bin Omar Bin Muhammed Bin Ahmed ezZamahúari el-Hvarizmi Mukaddimetü’l-Edeb Hvarizm Türkçesi øle Tercümeli ùuster Nüshası Giriú, Dil Özellikleri, Metin, øndeks, Ankara 1998, s.6. 73 Yüce, age., s.6. 74 Zemahúerî’nin hayatı ve eserleri için bkz., C. Brockelman, “al-Zamakhsari”, E.I., C:IV., s.298-302; Omar Rıza Kehhale, Mucemü’l-müellifin, C:XII., Dımaúk 1960; s.186-187; Nuri Yüce, “Zemahúerî”, ø.A. C:XIII., s.509-514. 75 Togan, Umumî, s.86; Togan, Horezm Kültürü Vesikaları Kısım I., Horezmce Tercümeli Muqaddimat al-adab, østanbul 1951, s.7; Ayrıca bu eserin Togan tarafından bulunuúu ve nüshaları için bkz. Togan, age., s.5-8. 76 C. Brockelmann, “Cürcânî”, ø.A., C:III., s.247;Cürcanî’nin eseri Zahîre-i Hârizmúâhî’nin bir nüshası Yeni Cami Kütüphanesi Nr: 915, 916’da mevcuttur. Hasan Do÷ruyol, “Cürcânî”, DøA, VIII, s.133-134; Tıp ilmi için ayrıca bkz., Nizâmî Aruzî, Çehar Makale, Tahran 1331hú., s.104-134; Hârizm tıbbının tarihi için bkz., A. Abdulayev, “On the History of Khorezmian Medicine”, XXIII. International Cogress History Medicine, C:II, London 1974, s.1039-1040. 239 yurdu Hârizm’e dönerek Kübreviyye (Zehebiyye) tarikatını kurdu. Çok geçmeden ö÷renci ve müridlerinin sayısı arttı ve büyük mutasavvıflar yetiútirdi. Bunlar arasında Mecdüddin Ba÷dâdî, Sadeddin Hamevî, Baha Kemal Cendî, ùeyh Razıyyüddin ve Seyfeddin Baharzî sayılabilir. Mo÷ollar’ın Hârizm’i istilâsı sırasında elinde kılıç, kahramanca savaúarak úehid düúen Necmeddin Kübrâ’nın sûfîlik ile ilgili birçok risâle kaleme aldı÷ı bilinmektedir. Necmeddin Kübrâ’nın eserlerinin ço÷u Arapça’dır. el-Usûl’ü’l-aúere, Risâle fi’s-sülûk (Risâle fî ilmi’s-sülûk), Risâletü’t-turûk, Tevaliu’t-tenvîr, Hidâyetü’t-tâlibîn ve Tefsîr’i bunlar arasında zikredilebilir.77 Mecdüddin Ba÷dadî (öl. 616/1229), Sultan Tekiú’in münúîsi olan Bahâeddin Ba÷dadî’nın kardeúidir. O, Necmeddin Kübrâ’nın on beú yıl hizmetinde bulunmuútu.78 Kendisi için yaptırılan tekkede irúâd faaliyetlerine devam eden elBa÷dadî’nin vaazlarını takip edenler arasında valide Terken Hatun’un bulundu÷undan daha önce bahsetmiútik. Eserlerine gelince; Tuhfetü’l-berere fi’l-mesâili’l- ‘aúere, sûfîli÷e dairdir. “Eserde, úeyhlik ve müridli÷in vasıfları, úeyh-mürid iliúkileri ve sûfîlik üzerine çeúitli konulara temas edilmektedir”. 79 Ba÷dâdî’nin di÷er bir eseri Selvetü’l-mürîdîn fî fezâ’ili zikri rabbi’l-‘âlemîn zikrin faziletleriyle ilgili hadislerin derlendi÷i bir eserdir. Risâle der Sefer ise çeúitli mertebelerdeki insanların seyrü sülâküne dair bir kitapçıktır.80 Hârizmúhlar dönemi âlimlerinden biri de Ebû Tâlib Mervezî (öl. 614/1217’den sonra)’dir. Merv’de do÷muú ve Ba÷dad’ta ö÷renim görmüútür. Baúta ensâb olmak üzere, Arap dili ve edebiyatı, hadis, usûl, fıkıh ve nücum konularında uzman olan Mervezî’nin hocaları arasında Fahreddin er-Râzî ve Mutarrizî de bulunuyordu. E. Berthels, “Necm-ed-Din Kübrâ”, ø.A., C:IX., s.163-164. Avfî, age., C:I, s.280. 79 Reúat Öngören, “Mecdüddin el-Ba÷dâdî”, DøA., C:XXVIII, s.230-231; Ba÷dîdi’nin adı geçen eserinin bir çok yazma nüshası vardır. Örne÷in bunlardan bir tanesi Süleymaniye Kütüphânesi, Ayasofya Nr: 1695’te bulunmaktadır. 80 Reúat Öngören, agmd., aynı yer; Ayrıca bkz., Ferîdüddin Attar, Tezkîretü’l-evliya, Çev: Süleyman Uluda÷, Bursa 1984, s.50. 77 78 240 603 (1207)’de Hârizm’de bulunmuú ve daha sonra Merv’e gitmiú olan Ebû Tâlib, Hocası Fahreddin er-Râzî’nın arzu ve teúvikiyle el-Fahrî adlı eserini kaleme aldı. Ayrıca Merv’de kadılık yaptı ve medreselerde dersler verdi. el-Fahrî fî ensâbi’t-Tâlibiyyîn adlı eseri günümüze ulaúmıútır. Kaleme aldı÷ı di÷er eserleri arasında Hazîretü’l-kuds ve bu eserin yirmi ciltlik muhtasarı olan Büstânü’ú-úeref, Gunyetü’t-tâlib fî nesebi âli Ebî Tâlib bulunmaktadır.81 Bunhâneddin el-Buhârî (öl. 616/1219) de devrin önemli âlimleri arasındadır. Birçok âlim yetiútiren Burhan ailesine mensup olan Buhârî, ataları tarafından kurulan medresede ders gördü. Fıkıh sahasında otorite olarak kabul edilen Buhârî’nin eserleri arasında, el-Muhît el-Muhîtü’l-kebir, Zahîretü’l-fetâvâ, el-Vecîz fi’l-fetâvâ, Nisâbü’l-fukahâ’ sayılabilir.82 Hârizmúâhlar devrinde musîki de çok geliúmiúti. Sultan Celâleddin Hârizmúâh devrinde yaúamıú olan Safiyyüddîn (öl.692/1293) ‘in ùerefiye adlı eseri Türk musikisi hakkında kaleme alınmıú en mükemmel eser olarak kabul edilmektedir.83 Hârizm Sultanları da meclislerinde úarkılar dinliyorlardı. Örne÷in Sultan Alâeddin Muhammed Nâúabur’da bulundu÷u sırada Mo÷ollar’ın ilerleyiúini haber aldıkça üzülüyordu. Cüveynî, bu sırada bir mecliste “Hüseynî” makamında hüzünlü úarkılar dinledi÷ini kaydetmektedir.84 C. HÂRøZM TÜRKÇESø Hârizmúâhlar Devleti’nde, yeri geldikçe üzerinde durdu÷umuz Kanglı-Kıpçak Türk boylarının etkisi askerî, idarî ve sosyal yapıda oldu÷u kadar kültürel hayatta da etkili bir rol oynamıútır. Bu unsurların kültür hayatına damgasını vuran özellikleri öncelikle dil sahasında kendisini göstermektedir. Hârizm bölgesinde Kanglı-Kıpçak Türk boyları yerleúik hayata geçerek bölgenin Türkleúmesini sa÷ladılar. Aynı bölgede bulunan di÷er bir Türk unsuru olan 81 Ahmat Özel, “Mervezî Ebû Tâlib”, DøA., C:XXIX, s.235. Mustafa Uzunpostalcı, “Burhâneddin el-Buhârî”, DøA., C:VI, s.435-436. 83 Taneri, age., s.153. Bu eserin bir nüshası Ahmet Bican Ercilasun tarafından A.Ü Dil ve tarihCo÷rafya Fakültesi yazma eserleri arasında bulunmuú ve Murat Bardakçı tarafından tanıtılmıútır. Bkz. Murat Bardakçı, Eski Musiki Üzerine, Türk Kültürü, sa.168, s.24-25;Taneri, age., s.153; Ayrıca Türk musiki tarihi için bkz., H. Sadettin Arel, Türk Musikisi Kimindir, østanbul1969; s.41-42, 6365. 84 Cüveynî, age., s.322-323. 82 241 O÷uzlar ile de tabii olarak etkileúim halinde bulunmaları “Hârizm Türkçesi”nin adı geçen Türk boylarının konuútukları Türkçe’nin birbirinden etkilenmesi ile ortaya çıkmasını sa÷ladı. Hârizm Türkçesi, XI-XII. yüzyıllarda O÷uz, Kanglı ve Kıpçak Türk boylarının konuútu÷u Türkçe’nin, Türk dilinin do÷u kolunu teúkil eden Karahanlı (Hakaniye) Türkçesi temelinde karıúıp kaynaúması ile oluúmuútur.85 Hârizmúâhlar Devleti döneminde Türkçe, sadece saray ve ordu çevresinde kullanılan bir dil olmamıútır. Kanglı-Kıpçak Türk boylarının süreklilik gösteren etkisiyle ve bölgede Türk nüfusunun artmasının da do÷al bir sonucu olarak Türkçe, halkın konuúma dili halini almıútı ve aynı zamanda daha sonraki yüzyıllarda etkisi anlaúılaca÷ı üzere aydınlar grubunun yazı ve edebiyat dili olarak geliúme göstermiúti.86 Hârizm Türkçesi’nin ayırıcı özelli÷i “lügat ve morfoloji” yönünden Kıpçak, O÷uz ve öteki Türk boylarının úive ve a÷ızlarından alınan unsurlar ile kazandı÷ı yapıdır. Hârizm Türkçesi, eski Uygurca’nın devamı olarak kabul edilen Karahanlı Türkçe’sinden etkilenmiútir. Hakaniye diye de adlandırılan Karahanlı Türkçesi, øslâmî dönemde geliúmiú müúterek Orta Asya Türkçesi’nin esasını oluúturmaktadır.87 Buraya kadar ortaya koymaya çalıútı÷ımız tablodan úu sonuç çıkmaktadır: Türk dilinin do÷u kolu olan Karahanlı Türkçesi, güney-batı kolu olan O÷uz Türkçesi ve kuzey-batı kolunu teúkil eden Kıpçak Türkçesi, Hârizm bölgesinde birbirleriyle karıúmıúlardır. Bunun neticesi olarak da ortak bir Türkçe husule gelmiú ve bu Türkçe dil bilimciler tarafından “Hârizm Türkçesi” olarak adlandırılmıútır. Hârizm Türkçesi de daha sonraki dönem Türkçesi olan Ça÷atay Türkçe’sini etkilemiútir. Bu nedenle Nuri Yüce, Mukaddimetü’l-Edeb: HvƗrizm Türkçesi øle Tercümeli ùuster Nüshası Giriú, Dil Özellikleri, Metin, øndeks, Ankara 1998, s.15. Hârizm Türkçesi için bkz. Ahmed Cafero÷lu, Türk Dili Tarihi, østanbul 1984, C:II, s.74; Jànos Eckmann, “Hârezm Türkçesi”, Hârezm, Kıpçak ve Ça÷atay Türkçesi Üzerine Araútırmalar, Haz: O. Fikri Sertkaya, Ankara 1996, s.1-5; aynı müellif, Ça÷atayca El Kitabı, Haz: Günay Karaa÷aç, østanbul 1988; s.VII-XIV; Fuad Köprülü, “Ça÷atay Edebiyatı”, ø.A., C:III, s.276-279; Necmettin Hacıemino÷lu, Hârizm Türkçesi ve Grameri, østanbul 1997; Ali Fehmi Karamanlıo÷lu, Kıpçak Türkçesi Grameri, Ankara 1994;V. Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, østanbul 1927, s.132; Aysu Ata, Harezm-Altın Ordu Türkçesi, østanbul 2002, s.13-17. 86 Nuri Yüce, age., s.15. 87 Nuri Yüce, age., aynı yer. 85 242 de “Karahanlı Türkçe’sinden Ça÷atay Türkçesine bir geçiú dönemi” olarak kabul edilmektedir.88 Hârizm Türkçesi’nin ortaya çıkıúı bize yalnızca dile dair bilgiler vermekle kalmayıp bölgenin Türkleúmesini gösterdi÷i gibi Hârizm’deki ilim ve kültür ortamının müsaitli÷ini de açıklamaktadır. Mo÷ol istilası dönemi bölgedeki edebî hayata baúlangıçta bir darbe vurmuúsa da Mo÷ollar’ın idarelerini kurmalarının ardından kültür hayatı yeniden canlılık göstermiútir. Nitekim Mo÷ol hükümdarları da ilim ve sanatkarları desteklemiúlerdi. Hârizm Türkçesi’nin günümüze ulaúan ilk örne÷i de Nâsıreddin b. Burhaneddin er-Rabƥuzî (Nâsır Rabƥuzî) tarafından (710/1310) Mo÷ollar’dan Nâsıreddin Tok Buƥa’ya sunulan Kısasu’l-enbiyƗ adlı eserdir. Siyer-i nebi derlemesi olan eser Farsça bir tercümeden Türkçe’ye adapte edilmiútir.89 Bu eserin yazıldı÷ı tarih görüldü÷ü gibi Hârizmúâhlar Devleti’nin yıkılıúından yüz yıl sonradır. Ancak Hârizm Türkçesi’nin, çalıútı÷ımız dönemine ait ürünlerinin varlı÷ını tespit edebilmekteyiz. Zemahúeri’nin Mukaddimetü’l-edeb adlı eseri bunların ilkidir. Eserin müellif nüshası kayboldu÷u için eser ile ilgili kesin de÷erlendirmeler yapılamaması nedeniyle bu eser Hârizm Türkçesi’nin ilk örne÷i olarak kabul edilememektedir. Zemahúeri eserini Hârizmúâh Atsız’a ithaf etmiútir. Yazıldı÷ı tarih kesin olarak bilinmiyorsa da Zemahúeri’nin ölümü90538 (1144) ve Hârizmúâh Atsız’ın hükümdarlı÷ı da 1128-1156 tarihleri arasında oldu÷undan eserin, 1128-1144 yılları arasında yazılmıú olaca÷ı tahmin edilebilir. Eser, Arapça ö÷renmek isteyen Hârizmliler için kaleme alınmıútır. Dil ö÷retimi amacı taúıması, hayatın her sahasına dair kelimelerin eserde mevcut olmasını sa÷lamıútır.91 88 JàNrs Eckmann, “Hârezm Türkçesi”, Hârezm, Kıpçak ve Ça÷atay Türkçesi Üzerine Araútırmalar, Haz: O. Fikri Sertkaya, Ankara 1996, s.2. 89 Eckmann, age., s.3. 90 Nuri Yüce, Zemahúeri, ø.A., C:XIII, s. 510. 91 Zeki Velidi Togan, Horezm Kültürü Vesikaları Kısım 1: Horezmce Tercümeli Muqaddimat alAdab, østanbul 1951, s.7;Mukaddimetü’l-edeb için ayrıca bkz., W. B. Henning, “The Khwarezmian 243 Eserin istinsah edilmiú pek çok nüshası vardır. Mevcut nüshalar içinde Hârizm Türkçesi, Farsça, Hârizmce, Mo÷olca, Ça÷atay ve Osmanlı Türkçeleri ile satır altı tercümeleri yapılmıú olanlar vardır. Mukaddimetü’l-edeb’in müellif nüshası günümüze ulaúmadı÷ı için eserin aslındaki Türkçe özellikleri tespit edilememekte ve hatta müellifin Arapça olarak verdi÷i kelime ve cümlelerin anlamlarını satır aralarında baúka bir dille yazıp yazmadı÷ı, yazdıysa hangi dili kullandı÷ı bilinmemektedir. Ancak Zemahúeri’nin Arapça ö÷retmek maksadıyla eserini hazırlaması ve hitap edilen kesimin de ekseriye Türkçe ve Farsça konuúuyor olması dil bilimcilere asıl nüshadaki satır aralarının bu iki dilde yazılmıú olabilece÷ini düúündürmektedir.92 Eserin ön sözünde “Hârizmúâh Atsız’ın yüce adının her zaman, her yerde ve bütün dillerde anılması” iste÷ine vurgu yapılmaktadır. Burada geçen “bütün diller” ifadesi gene dil bilimciler tarafından Türkçe ve Farsça’ya yorulmaktadır. Hârizmúah Atsız’ın Türk olması sebebiyle eserin satır arasında kullanılan dilin Türkçe olabilece÷i de kuvvetli bir ihtimaldir.93 Mukaddimetü’l-edeb, gramatik özellikleri ihtiva edecek úekilde hazırlanmıútır. Eserin bölümleri, “isimler”, “fiiller” harf (isim ve fiil dıúındaki gramer unsurları), “fiil çekimi”, “isim çekimi” úeklinde düzenlenmiútir. Mevcut nüshaların hiç birinde fiil ve isim çekimi ile harf bölümlerinde Hârizm Türkçesi’ne ait tercüme yoktur.94 Gene de mevcut nüshalarda bulunan kelimeler sayesinde Harizm Türkçe’sinin özellikleri tespit edilebilmektedir. Nuri Yüce tarafından ùuster Nüshası esas alınarak yapılan incelemeye göre bu nüshada madde baúı olarak yer alan kelimelerin yüzde seksen üçü Türkçe’dir. Türkçe kelime sayısı 3506’dır. Bir karúılaútırma ile Dîvân-ı Lügat-it Türk’de bu sayının 8000, Kutadgu-bilig’de ise 2860 oldu÷u göz önüne alınarak Mukaddimetü’l-edeb’in Türkçe’nin “zengin bir lügat hazinesi oldu÷u sonucuna varılmaktadır.95 Language”, 60. Do÷um Yılı Münasebetiyle Zeki Velidi Togan’a Arma÷an, østanbul 1950-1955, s.421-436. 92 Nuri Yüce, age., s.8. 93 Nuri Yüce, aynı yer. 94 Nuri Yüce, age., s.7. 95 Nuri Yüce, age., s.24. 244 Hârizmúâhlar Devleti dönemine ait “Hârizm Türkçesi” sahasında varlı÷ını bildi÷imiz di÷er eser ise Muhammed b. Kays’a ait olan TibyƗnü’l-lugati’t-î türkî ‘alâ lisân-i’l-Kanklı adlı eserdir. Eser günümüze ulaúmamıútır. Varlı÷ı XIV. yüzyıla ait bir eserden tespit edilmiútir ve eser Sultan Celâleddin Hârizmúâh’a ithaf edilmiútir. Fuad Köprülü eserin Kanglı úivesi-Kıpçak Türkçe’siyle yazılmıú bir lügat oldu÷unu bildirmektedir.96 Eserin varlı÷ı ve mahiyeti hakkında çok az da olsa sahip oldu÷umuz bilgiler dahi, Hârizmúâhlar Devleti’ndeki Kanglı-Kıpçak Türk unsurlarının tesirini, çalıúmamız boyunca açıklamaya çalıútı÷ımız úekli ile ispata yeterlidir. Yani bizce, Kanglı-Kıpçak Türk boyları, Hârizmúâhlar Devleti’nde sadece etkin bir unsur de÷il devletin aslî unsurlarındandır. D. øMÂR FAALøYETLERø Hârizmúâhlar’a ait kültür hayatının önemli unsurlarından olan mimarî yapılar maalesef Mo÷ol enkazı altında kalmıútır. øbnü’l-Esîr, bütün samimiyetiyle Mo÷ollar’ın yaptıklarını yazmak konusundaki tereddüdünden bahsederken, “Keúke annem beni do÷urmasaydı! Keúke bu büyük felaketten evvel ölüp gitseydim!” demektedir.97 Mo÷ollar’ın yaptı÷ı tahribat kütüphânelerden camilere kadar birçok yapının yok olmasına neden olmuútur. Bu nedenle de biz ancak yazılı kaynaklarımızın verdi÷i bilgiler ile günümüze ulaúmıú birkaç yapıdan Hârizmúâhlar dönemindeki imar faaliyetlerini ve bunların mimarî özelliklerini tespit edebiliyoruz. Belirtmemiz gerekir ki, günümüze ulaúmıú bilgiler bizim iz sürmemize yardımcı olmaktadır. ùüphesiz, devrin mimarî özellikleri burada bahsedeceklerimizden kat kat üstündür. Ayrıca Mo÷ol tahribatı Hârizmúâhlar’dan önceki dönemlere ait yapıları da yok etmiútir. Hârizmúâhlar devri mimarisi Selçuklu döneminin devamıdır. Sanat tarihçilerine göre Selçuklu sanatı, Sultan Sencer ili son bulan devletin aksine bu dönemde doruk noktasını yaúıyordu. Selçuklu mimarisinin izleri daha sonra da 96 Fuad Köprülü, Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araútırmalar, østanbul 1934, s.156-161; aynı müellif, “Hârizmúâhlar”, ø.A., C:V:I, s.289-290. 97 øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.312. 245 Suriye, Anadolu ve Hindistan’da kendini göstermektedir. Hârizmúâhlar mimarisi de do÷al olarak Selçuklu devri özelliklerini göstermektedir.98 Hârizm hükümdarları imâr faaliyetlerine önem vermiúlerdi. Daha önce bahsetti÷imiz gibi tarımın geliúmesi için ülkenin birçok yerinde kanallar yaptırmıúlardı. Ayrıca imâr iúlerinden sorumlu mimarlar tayin etmiúlerdi.99 Sultan Tekiú, Selçuklu Sultanı Tu÷rul’u ma÷lup ettikten sonra Hemedan’a girdi÷inde burada bir köúk yapılmasını emretmiúti ve bu köúkün inúaatı kısa sürede tamamladı. Aynı úekilde sultanın emîrleri de kendilerine köúkler yaptırmıúlardı.100 Sultan Tekiú kaynaklarımızda hayır iúlerine verdi÷i önem ile yad edilmektedir. Örne÷in Sebzevâr Camiini o yaptırmıútı.101 Sultan Tekiú’in vezîri Nizamülmülk Mes’ud b. Ali de Hârizm’de büyük bir medrese, cami ve kütüphâne inúa ettirmiúti.102 Sultan Tekiú öldü÷ü zaman defnedildi÷i türbe øbnü’l-Esîr’e göre daha önce Hârizm’de yaptırmıú oldu÷u büyük bir medresenin içindedir. Sultan Tekiú’in türbesi günümüze ulaúmıútır.103 Sultan Alâeddin Muhammed, Semerkant’a hakim olduktan sonra bu úehri devletinin ikinci merkezi olarak görmüú ve buraya büyük bir cami ve imaretler yaptırmıútı.104 Sultan Celâleddin Hârizmúâh ise Tebriz’de bulundu÷u sırada halka, Meraga’da imâr faaliyetlerinde bulundu÷u gibi bu úehirde de çalıúmalar yapılaca÷ını bildiriyordu.105 Hârizm hükümdarlarının imar faaliyetleri úüphesiz bu kadarla sınırlı de÷ildir. Günlük ihtiyacı karúılayacak her tür binanın inúa edildi÷i muhakkaktır. Kaynaklarımızda yapılıúından bahsedilmeden kullanılan bina adları geçmektedir. Robert Hillenbrand, øslam sanatı ve Mimarlı÷ı, Çev.Çi÷dem Kafesçio÷lu, østanbul 2005, s.92; Islam Art and Architecture, Ed: Markus Hattstein, Peter Pelius, Cologne 2000, s.375-382. 99 Ba÷dadî, age., s.110-115. 100 Ravendî, age., C.II., s.345. 101 Devletúâh, age., C.I:, s.155. 102 øbnü’l-Esîr, age., C:XII., s.135. 103 Bkz. EKLER 104 Cüveynî, age., s.333. 105 øbn Vâsıl, age., C:IV, s.151 98 246 Buna göre,saray, cami, mescid, köúk ve medreselerin dıúında hamamlar, hapishâneler, hanlar, çarúılarda dükkânlar ve tabiî ki evler vardır.106 Hârizmúâhlar’da imâr iúlerinin nasıl yürütüldü÷üne temas ederek bu hususta yegâne belgemiz olan et-Tevessül’de mevcut107 mimarlı÷a dair belgeyi incelemek istiyoruz. Belgeye göre, hükümdarın en önemli görevlerinden biri imâr ve ziraat iúleriyle meúgul olmaktır. Bayındırlık iúlerine verilen önem belgede “ricâl olmadan memleket olmaz, mülk olmadan ricâl olmaz, bayındırlık (imâret) olmadan mal olmaz”108 úeklinde ifade edilmektedir. Gene belgeye göre, imâr ve bayındırlık iúlerinde ihmal olursa, dîvân emvâlinde azalma olaca÷ı belirtilerek bunun sonucunda da giderleri karúılamanın mümkün olamayaca÷ı vurgulanmaktadır.109 Hükümetin, imâr iúlerine verdi÷i önemi ortaya koyan bu ifadelerden sonra adı geçen belgede “mimar” ataması yapılmaktadır. Belgeden anlaúıldı÷ına göre, atanan kiúinin babası da daha önceki bir dönemde önemli bir devlet görevinde bulunmuútur. Bu zâtın o÷lu, Hârizm imâr iúlerinin baúına getirilmektedir ve bu görev için aranan özelliklere sahip oldu÷u belirtilerek, yetene÷i ve terbiyesi övülmektedir.110 Belgede göreve tayin olunan mimardan dîvân emvâlini artırması ve halkın refah seviyesinin yükselmesi için çalıúmaya öncelik vermesi istenmektedir. Halkın refah seviyesinin artmasına yapılan vurgunun nedeni belgeye göre, “ziraata e÷ilimi artıracak ve gelirlerin iyi bir yolla teminine imkan sa÷layacaktır”.111 Göreve atanan mimar sadece imar iúleriyle de÷il tarıma dair konularda da yetkilendirilmiútir. Ondan tarımın geliúmesi için çalıúması istenmektedir. Ayrıca onun muhatabı olanlar da belgede yer almaktadır. Bunlar âmiller, mutasarrıflar, Örnekler için bkz., Nesevî, Farsça, s.167; Kazvînî, age., s.488; øbnü’l-Esîr, age., CXII., s.321, 326, 350; Cüveynî, age., s.135, 145, 149-150, 152-153. 107 Ba÷dadî, age., s.110-115. 108 Ba÷dadî, age., s.110. 109 Ba÷dadî, age., s.111. 110 Ba÷dadî, age., s.111-112. 111 Ba÷dadî, age., s.113. 106 247 dihkânlar ve iúçilerdir. Mimardan adı geçenlere iyi muamele etmesi istenmektedir.112 Burada adı geçen iúçiler, imar iúlerinde çalıúanlar olmalıdır. ønceledi÷imiz belgeden “Hârizm mimarı” olarak tayin edilen memurun adının ùemseddin oldu÷unu ö÷reniyoruz.113 Belgede ayrıca mutasarrıflara, reislere, dihkân ve iúçiler ile tüm Hârizm ahâlisine seslenilerek “bu önemli göreve getirilen mimarı, yetkili olarak tanımaları ve ona itaat etmeleri” emredilmektedir.114 Bölgenin bütün imar, bayındırlık ve ziraat ile ilgili iúlerinde ona müracaat edilecek ve ayrıca merkeze bu konulara dair iletilecek mesajlar da onun vasıtasıyla bildirilecektir.115 112 Ba÷dadî, age., s.113-114. Ba÷dadî, age., s.114. 114 Ba÷dadî, age., s.114. 115 Ba÷dadî, age., s.114. 113 248 SONUÇ Hârizmúahlar Devleti yapı ve karakter itibariyle klasik Türk-øslâm devletleriyle ortak özellikler gösterir ve teúkilât bakımından da Selçuklu Devleti’nin, özellikle Sultan Sencer devrinin bir devamıdır. Devlet, mutlak hakim olan hükümdar tarafından yönetiliyordu. Hükümdar güvenli÷i sa÷lamak, halkın refahını temin etmek ve dinî korumakla görevliydi. Verâset usûlüne göre hükümdar her ne kadar sa÷lı÷ında bir veliahd tayin ediyorsa da onun o÷ulları ve erkek kardeúleri tahtta eúit derecede hak sahibi idiler. Devlet yönetiminde hükümdardan sonra en yetkili kiúi vezîrdi. Vezîr aynı zamanda hükümdarın vekîlidir ve Dîvân-ı Alâ’nın baúkanı olarak devlet yönetiminin her kademesinden sorumludur. Dîvân-ı ønúâ, devletin dahilî ve haricî bütün yazıúmalarını yapardı ve baúında münúî bulunurdu. Hârizmúâhlar devrinin önemli münúîlerinden olan Reúîdüddin Vatvât, Ba÷dâdî ve Nesevî’nin eserleri günümüze ulaúmıútır. Dîvân-ı østifâ-yı Memâlik’in baúında bulunan müstevfî, devletin bütün finans iúlerinden sorumludur. En üst seviyedeki ordu yönetim makamı ise Dîvân-ı Arz’dır. Orduyla ilgili bürokratik iúlerin tamamı bu dîvân tarafından idare ediliyordu. Hârizmúâhlar devrinde saray hayatı ve âdetleri belirli protokol kuralları çerçevesinde yaúanıyordu. Örne÷in elçi kabulleri veya görevlilerin hükümdarın huzurunda nerede bulunaca÷ı önceden belirlenen kurallar dahilinde uygulanıyordu. Sarayda, hükümdarın yakınında bulunan hâcibler, onun emretti÷i bütün görevleri yerine getiriyordu. Sarayda hükümdar ve vezîri arasında iletiúimi vekîl-i der sa÷lıyordu. Ayrıca sarayda hükümdarın silahlarından sorumlu “silahdâr”, ahırların sorumlusu “emîr-i âhûr”, çetrin muhafaza ve taúınmasıyla görevli “çetrdâr”, sultanın le÷en ve ibrikleriyle ilgilenen “taútdâr”, av iúleriyle vazifeli “emîr-i úikâr”, sultanın elbiselerinden sorumlu “câmedâr” gibi görevliler vardı. Ayrıca sultanlara iletilecek talepler “kıssâdâr”lar aracılı÷ıyla ulaútırılıyor ve kıssâdâr sultanın cevaplarını da ilgili yerlere iletiyordu. Sultanın yazı takımlarından “devatdâr” sorumluydu. Yemeklerinin tertibi ise “çaúnigîr” tarafından sa÷lanıyordu. Bunların yanı sıra sarayda ferrâú, tabib, müneccim, nedimler ve müstahdemler de görev yapıyordu. 249 Hârizmúâhlar ordusu, kuruluúundan itibaren gittikçe güçlenmiú ve devletin imparatorluk sınırlarına ulaúmasını temin etmiútir. Hârizmúâhlar’da hükümdara do÷rudan ba÷lı “hassa ordusu” bulunuyor ve hükümdarın emirlerini yerine getiriyordu. Orduda en önemli rolü, özellikle Sultan Alâeddin Tekiú devrinden itibaren Kanglı-Kıpçak Türk boyları oynamıútır. Ayrıca hanedan mensupları ve devlet adamları emrinde önemli kuvvetler bulunuyor, gerekli görüldü÷ünde tâbî hükümdarların kuvvetleri de orduya katılıyordu. Orduda rütbeler Emîr-i Emîrân, Han, Melik, Emîr, Pehlivân ve Çavuú úeklinde sıralanıyordu. Hârizmúâhlar ordusunda askerler ok ve yay, kılıç, mızrak, gürz, hançer, bıçak, kalkan kullanıyor mi÷fer ve zırh giyiyorlardı. Ayrıca orduda mancınık, arrâde, çarh, koçbaúı, merdiven gibi a÷ır silahlar kullanılıyordu. Ordu için en önemli hayvan attı. Bunun yanı sıra deve ve fillerden de faydalanılıyordu. Hârizmúahlar Devleti eyalet yönetimi iktâ sistemine dayanıyordu. Eyaletlerde yönetim mekanizması içinde eyalet dîvânları, valiler, úehzâde vezîrleri, atabegler, reisler úahneler, âmiller, mutasarrıf, amîd ve muhtesibler görev yapıyordu. Adliye teúkilâtının baúında KƗdılkudât bulunuyordu. Kadılar aynı zamanda mescid ve medreselerden de sorumlu idiler. Orduda ise Yolak/Yulek makamı adaleti temin ile görevliydi. Hârizmúahlar Devleti ekonomik hayatı hem üretime hem de ticarete dayanıyordu. Ülkede yaygın olarak tarım ve hayvancılık yapıldı÷ı gibi Hârizm ülkesi transit ticaret güzergâhında bulundu÷u için devlet ticaretten de önemli gelir elde ediyordu. Ayrıca vergiler ve ganimetler devletin gelirleri arasındadır. Gider kaleminde ise en büyük yekûnu maaú ödemeleri tutmaktaydı. Hârizmúahlar dönemi kültürel hayat bakımından da canlılık göstermektedir. Hükümdarlar ilim adamları, úair ve ediplere saygı gösteriyorlardı. Ayrıca “sufî”lik Hârizmúâhlar devrinde ilerleme gösteren bir akım olarak daha sonra Anadolu’da günümüze ulaúan etkiler bırakmıútır. Hârizmúahlar devrinden günümüze Mo÷ol istilâsı nedeniyle çok az mimarî eser ulaúabilmiútir. Bunlar arasında Sultan Alâeddin Tekiú Türbesi ve Dihistan Cuma Camii bulunmaktadır. 250 BøBLøYOGRAFYA Abdulayev, A. “On The History of Kharezmian Medicine”, XXIII. International Congress History Medicine, C:II London 1974. Agacanov, S. G.: O÷uzlar, Çev: E. N. Necef-A. Annaberdiyev, østanbul 2002. AkƯlî, Seyfeddin Hacı b.Nizam: Âsârü’l-vüzera, Núr: Mir Celâleddin Hüseynî-i Urmevî, Tahran 1314ú. Alptekin, Coúkun: “Atabeg”, DøA, C:IV. Ansari, A.S. Bazmee: “Dîvân”, DøA, C:IX. Ateú, Ahmed: “Raúid al-Din Vatvât’ın Eserlerinin Bazı Yazma Nüshaları”, T.D., C:X, østanbul 1959. Arat, R. Rahmeti: “Kıpçak”, ø.A., C:VI. Arel, H. Sadreddin: Türk Musikisi Kimindir, Ankara 1969. Artuk, øbrahim- Cevriye: østanbul Arkeoloji Müzeleri Teúhirdeki øslami Sikkeler Katalo÷u, C:II., østanbul 1995. Artuk, øbrahim: “Sikke”, ø.A., C:X. Ata, Aysu: Hârezm-Altın Ordu Türkçesi, østanbul 2002. Atar, Fahreddin: “Kadı”, DøA., C:XXIV Avfî, Muhammed: Lübâbü’l-elbâb, C:I-II, Núr: E.G. Browne, London-Leide 1903-1906. 231), Wiesbaden 1964. Ba÷dadî, Bahâeddin Muhammed b. Müeyyed el-: et-Tevessül ile’t-teressül, Núr: Ahmed Behmenyar, Tahran 1315. Baloch, N. A.: “The Advend of Sultan Jelal al-Din Khwarzmshah in the Trans-Indus Territories (present Pakistan)”, Journal of the Pakistan Historical Society, C:XLVIII, Karaçi 2000. Bardakçı, Murat: “Eski Musiki Üzerine”, Türk Kültürü, C:XIV, sa.116, Ankara 1976. Barthold, V.V: Mo÷ol østilâsına Kadar Türkistan, Haz: Hakkı Dursun Yıldız, Ankara 1990. Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, østanbul 1927. “Takash”, Encyclopaedia of Islam (First Edition), Vol:III. 251 “Hârizmúâh”, ø.A., C:V/I. Baúar, Fahamettin: “Kadı Beyzâvî’nin Nizâmü’t Tevârih Adlı Eserinin Mustafa b. ùeyh Abdurrahman Tarafından Enîsü’l-Mülûk Adıyla Yapılan Türkçe Tercümesi (ønceleme ve Metin Neúri)” Yayınlanmamıú Yüksek Lisans Tezi, østanbul 1986. Bayur, Y. Hikmet: Hindistan Tarihi: ølk Ça÷lardan Gurkanlı Devletinin Kuruluúuna Kadar (1526), C:I, Ankara 1987. “Hârizmúâh Alâüddîn Tekiú’in Adı Hakkında”, Belleten, C:XIV, sa. 56, Ankara 1950 Berle, Adolf: øktidar, Çev: Nejat Muallimo÷lu, østanbul 1980. Beyhakî, Ebü’l-Fazl Muhammed b. Hüseyin: Târîh-i Beyhakî, C:II, Tahran 1376hú. Bilgegil, Zehra: “Raúid Al-Din Vatvât’ın Abkâr Al-Afkâr Fi’rResâil Va’l-Aú’âr øsimli Eserinin Yeni Bir Nüshası”, Belleten, C:LVII, Ankara 1994. Björkman, W.: “Tac”, ø.A., C:XI. Bosworth, C.E.: øslâm Devletleri Tarihi, Çev:Erdo÷an MerçilMehmet øpúirli, østanbul 1980. “Khutba”, Encyclopedia Literature, C:II. of Arabic “Khwarazm”, E.I., New Edition, C:IV. Boyle, J. A. : “Khwarazm-Shah”, E.I., New Edition, C:II. “The Capture of Isfahan by the Mongols”, Atti del Convegno Internazionale sul Tema: la Persia nel Medioeve, Rome 1971. “The Last Barbarian Invaders: the Impact of the Mongol Conquest upon East and West” The Mongol Empire 1206-1370, London 1977. “The Mongol Invasion of Eastern Persia 12201223” The Mongol Empire 1206-1370, London 1977. Brockelmann, C: “al-Zamakhúari”, E.I., New Edition, C:IV. “Cürcânî”, ø.A., C:III. “Nesevî”, ø.A., C:IX. Bündarî: Irak ve Horasan Selçukluları, Kıvameddin Burslan, Ankara, 1999. Çev: 252 Browne, E.G.: A Literary History of Persia, C:I, Cambridge 1956. Cahen, Claude: Osmanlılar’dan Önce Anadolu’da Türkler, Çev: Yıldız Moran, østanbul 1984. “Atabag”, E.I., (New Edition). Cafero÷lu, Ahmed: Türk Dili Tarihi, C: I., østanbul 1984. Ça÷man, Filiz-Tanındı, Zeren: Topkapı Sarayı Müzesi øslâm Minyatürleri, østanbul 1979. Cüveynî, Alâeddin Ata Melik: Tarih-i Cihangüúa, Çev: Mürsel Öztürk, Ankara 1998. Damalı, Atom: 150 Devlet 1500 Sultan: øslam Sikkeleri, østanbul 2001. Dames, M. Longworh: “Gûrîler”, ø.A. C:IV. Demir, Mustafa: “Türkiye Selçuklu øktisadî Geliúimi øçinde Karadeniz Ticaret Yolu”, Anadolu’da Tarihî Yollar ve ùehirler Semineri, 21 Mayıs 2001 Bildiriler, østanbul 2002. Demirkent, Iúın: “XII. Yüzyılda Bizans’ın Ege Bölgesinden Güneye ønen Yolları Hakkında”, Anadolu’da Tarihî Yollar ve ùehirler Semineri, 21 Mayıs 2001 Bildiriler, østanbul 2002. Demiralp, Meltem: “Hârezmúâhlar Devleti’nde Alâü’d-dîn Muhammed’in Annesi Terken Hatun”, østanbul 1997, Yayınlanmamıú Yüksek Lisans Tezi. Dilek, Asuman: “XI.-XIII. Yüzyıllarda Hârezm Bölgesindeki Türk Boylarından Kanglılar” østanbul 1994, Yayınlanmamıú Yüksek Lisans Tezi. Deny, J.: “Tu÷ra”, ø.A. C:XII/II. Devletúâh: Devletúah Tezkiresi, C:I-II, Çev: Necati Lugal, østanbul 1977 Do÷ruyol, Hasan: “Cürcânî”, DøA., C:VIII. Dûrî, Abdulaziz ed: “Dîvân”, DøA, C:IX. Ebü’l-Gazi Bahadır Han: ùecere’i Türkî, Çev: Rıza Nur, Türk ùeceresi, østanbul 1925 Eberhard, W.: “Türkistan Seyahatnâmesi”, Belleten C:VIII, Ankara 1944. Eckman, Janos: Ça÷atayca El Kitabı, Haz: Günay Karaa÷aç, østanbul 1998. 253 “Hârezm Türkçesi”, Hârezm, Kıpçak ve Ça÷atay Türkçesi Üzerine Araútırmalar, Haz: O. F. Sertkaya, 1966. Eflakî, Ahmet: Âriflerin Menkıbeleri, C:I, Çev: Tahsin Yazıcı, østanbul 2001. Ergin, Muharrem: Orhun Abideleri, østanbul 1992 Erkal, Mehmet: “Âmil”, DøA., C:III. Farmer, H.G.: “Nevbet”, ø.A., C:IX “Tabl-Hâne”, ø.A.,C:XI Ghafur, M.A.: “The Gorids, History, Culture and Administration 549-612/1148-1215-16”, Hamburg 1960, Yayınlanmamıú Doktora Tezi Göyünç, Nejat: “Tevki”, ø.A., C:XII/I Grohmann, A.: “Tırâz”, ø.A., C:XII/I Grousset, Renè: Bozkır ømparatorlu÷u: Atilla-CengizhanTimur, Çev:M. Reúat Uzmen, østanbul 1993. Hacıemino÷lu, Necmettin: Hârizm Türkçesi ve Grameri, østanbul 1997. Hândmîr, Gıyaseddin b. Hümâmeddin el-Hüseynî: Habîbü’s-Siyer fî Efrâd-i Beúer, C:II, Tahran 1353. Ahbâr-i Hartmann, Angelika: an-Nasir li-Din Allah (1180-1225) Politik, Religion, Kultur in der spöten “Abbasidenziet”, Berlin- New York 1975. Hartog, Leo de: Genghis Khan: Conqueror of the World, London 1989. Henning, W. B.: “The Khwarezmian Language”, 60. Do÷um Yılı Münasebetiyle Zeki Velidi Togan’a Arma÷an, østanbul 1950-1955. Hillenbrand, Robert: Islamic Art and Architecture, London 1999, Çev: Çi÷dem, Kafesçio÷lu, øslam Sanatı ve Mimarlı÷ı, østanbul 2005. Hitti, K. Philip: Siyasi ve Kültürel øslam Tarihi, Çev: Salih Tu÷, C:II, østanbul 1995 Horst, Heribert: Die Staatsverwaltung Der Grossel÷uqen Und Horazmsahs (1038-1231), Wiesbaden 1964. “Arabische Briefe der Horazmsahs an den Kalifenhof aus der Feder des Rasid ad-Din Watwat”, ZDMG, C:CXVI, 1966. Huart, Cl: “Kazasker”, ø.A., C:VI. 254 Humphreys, R. Stephen: øslam Tarih Metodolojisi: Bir Sosyal Tarih Uygulaması Çev: Murtaza Bedir-Fuat Aydın, østanbul 2004 Hüseynî, Sadrüddin Ebu’l-Hasan Ali ibn Nâsır: Ahbârü’d-Devleti’s-Selcukiye, Çev: Necati Lugal, Ankara 1999. øbn Battûta: øbn Battûta Seyahatnâmesi, Çev: A. Sait Aykut, østanbul 2005. øbn Haldun: Mukaddime, Çev: Zakir Kadiri Urgan, C:II, østanbul 2001. øbn Hallikân: Vefeyâtü’l-a’yan, Kahire 1299, C:II øbn øsfendiyar Bahâeddin Muhammed b. Hasan b. øsfendiyâr: Târih-i Taberistân, C:II, Núr: Abbas økbal, Tahran 1320 øbn Vâsıl: Müferricü’l-kürûb fi ahbâr-ı benî Eyyûb, Núr: Hasaneyn Muhammed Rabî‘, C:IV, Kahire 1177. øbnü’l-øbrî, Gregory Ebül-Ferec: Abûl-Farac Tarihi, Çev: Ömer Rıza Do÷rul C:II, Ankara 1987. Tarih-i Muhtasarüddüvel, Çev: ùerafettin Yaltkaya, østanbul, 1941 øbnü’l-Esîr: el-Kâmil fi’t-târih, Núr: J. C. Tornberg, Beyrut 1979; Çev: Abdülkerim Özaydın, østanbul 1987, C.X-XII. økbal, Abbas: Târîh-i Mufassal-ı ørân, C:I., Tahran 1312ú, Vezâret Der ‘Ahdi Selatini Büzurg-i Selçukî, Tahran 1338ú. øndirkaú, Zühre: Türkler’de Hükümdar Tacı Gelene÷i, Ankara 1992 ønal, Güner: Türk Minyatür Sanatı: Baúlangıcından Osmanlılar’a Kadar, Ankara 1995. “Some Miniatures of the Jami‘ al-Tavârîkh in østanbul, Topkapı Museum, Hazine Library No:1654”, Art Orientalis, C:V, 1963. øpúirli, Mehmet: “Kazasker”, DøA., C:XXV Kafeso÷lu, øbrahim: Türk Milli Kültürü østanbul 1986 Harezmúahlar Devleti Tarihi (485-618/10921221), Ankara, 1992 Karamanlıo÷lu, A. F.: Kıpçak Türkçesi Grameri, Ankara 1994. 255 Kaúgarlı Mahmut: Divan-ü Lûgat-it Türk, Çev: Besim Atalay, C:I-II Kazvînî Hamdullah Müstevfî: Tarîh-i Güzîde, Ed: E. G. Browne, LeydenLondon 1910. Kazvînî, Zekeriyya: Âsârü’l –bilâd ve ahbâru’l-i’bâd, Beyrut 1960. Kırzıo÷lu, Fahreddin: Kıpçaklar, Ankara 1992. Kızılcık, Abdullah: “Ebu Bekr er-Razî Hayatı, Eserleri ve Ravzatu’l-Fesaha’sı” østanbul 2000, Yayınlanmamıú Doktora Tezi. Kirmânî Efdalüddin Ebu Hâmid; Bedâyi’i’l-ezmân fî vekayi‘-i Kirmân, Núr: Mehdi Beyânî, Tahran 1326. Ahmed b. Hâmid: el-Muzâf ilâ Bedâyi’i’l-ezmân fî vekayi‘-i Kirmân, Núr: Abbas økbal, Tahran 1326ú. Köprülü, Fuad: Türk Dili ve Edebiyatı Araútırmalar, østanbul 1934. Hakkında “Alp”, ø.A., C:I. “Âmil”, ø.A., C:I “Ata”, ø.A., C:I. “Avfî”, ø.A., C:II. “Bayrak” ø.A., C:II “Cüveynî”, ø.A., C:III. “Ça÷atay Edebiyatı”, ø.A., C:III. “Hârizmúâhlar”, ø.A., C:V/I. “Hil’at”, ø.A., C:VII “Uran Kabilesi”, Belleten, C:VII, Ankara 1943. Köymen, Mehmed A.: Büyük Selçuklu ømparatorlu÷u Tarihi: økinci ømparatorluk Devri, Ankara 1991. “Selçuklu Devri Kaynaklarına Dair Araútırmalar I.: Büyük Selçuklu ømparatorlu÷u Devrine Ait Münúeât Mecmûaları Atebetü’l-ketebe’nin Neúri Münasebetiyle”, AÜDTCFD, C:VIII’den ayrı basım. “Selçuklu Devri Türk Tarihi Araútırmaları II: Selçuklu Devri Devlet Teúkilâtına Dair Yazılmıú Bir Eser Münasebetiyle”, TAD., C:II, Ankara 1964. “Sencer”, ø.A. C:X 256 “Alp Arslan Zamanı Selçuklu Askerî Teúkilâtı”, TAD., C:V, Ankara 1967. Kramers, J. H.: “Râzî”, ø.A. C:IX. Kucur, Sadi: “øktâ”, DøA, C:XXII. Kurat, A. Nimet: IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara 1972 Küknel, Ernst: Do÷u øslâm Memleketlerinde Minyatür, Çev: Kemal Yetkin-Melahat Özgü, Ankara 1952. Lambton, A.K.S.: “The Internal Structure of The Saljuq Empire”, TheCambridge History of Iran, C:V, Cambridge 1968. Levy, R.: “Muhtesib”, ø.A., C:VIII. “Müstevfî”, ø.A., C:VIII. Lewis, Bernard: Haúiúiler, Çev: Ali Aktan., østanbul 1995. Lichtenstadter, Ilse: “Mutarrizi”, ø.A., C:VIII. Lutz, Richter-Bernburg: “Zur Titulatur Der Hwarazm-Sahe Aus Der Dynastie Anustegins”, Archeologische Mitteilungen Aus Iran C:IX. M. ùerefettin: “Mevlana’da Türkçe Kelimeler ve Türkçe ùiirler”, TM, C:IV, østanbul 1934. Madjid, Farsıanı: Sosyoloji Açısından Horasan Sarbadaran Hareketi, østanbul 1978, yayınlanmamıú doktora tezi. Merçil, Erdo÷an: Fars Atabegleri Salgurlular, Ankara 1991. “Âmid”, DøA., C:III. “Ârız”, DøA., C:III. “Cenîbet ve Kullanılıúına Dair Örnekler”, Osmanlı Araútırmaları Nejat Göyünç’e Arma÷an 2, østanbul 2004. “Gaúiye”, DøA, C: “Gaúiye ve Selçuklularda Kullanılıúına Dair BazıÖrnekler”, Ord. Prof. Yusuf Hikmet Bayur’a Arma÷an, Ankara 1985. “Gulâm”, DøA., C:XIV. “Menúur”, DøA., C:XXX. 257 “Sebüktegin’in Pend-namesi (Farsça Metin ve Türkçe Tercümesi)”, øslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, C:VI, 1-2, østanbul 1975. “Selçuklular’da Taúdâr Müessesesi”, Prof. Dr. øsmail Aka Arma÷anı, østanbul 1999. Mîrhând, Mîr Muhammed b Seyyid Burhâneddin Hâvendúah: Tahran 1339. Murphey, Rhoads: Ravzatü’s-safâ, “Khwarazm”, Encyclopedia of Asian History, C:II Müeyyidü’d-devle Müntecibüddin Bedi’ Atabeg el-Cüveynî: Atebetü’l-ketebe, Mecmûa-i Mürâselât-i Dîvân-i Sultan Sencer, Núr: Muhammed Kazvînî-Abbas økbal, Tahran 1329hú. Nesevî ùihabüddin Muhammed: Sîret-i Celâleddin Mingburnî, Núr: Mücteba Minovi, Tahran 1344hú. Nizâmî Aruzî: Çehar Makale, Tahran 1331hú. Nizamülmülk: Siyasetname, østanbul 1995. Omar Rıza Kehhale: Mucemü’l-müellifin, C:XII, Dımaúk 1960. Ostrogorsky, Georg: Bizans Devleti Tarihi, Çev: Fikret Iúıltan, østanbul 1991. Ögel, Bahaeddin: Türk Kültürünün Geliúme Ça÷ları, Ankara 1979. Çev: Nurettin Bayburtlugil, Türk Kültür Tarihine Giriú, Ankara 1991, C:VIII. Özaydın, Abdulkerim: Sultan Berkyaruk Devri Selçuklu Tarihi (458-498/1092-1104) østanbul 2001. “Alamut”, DøA, C:II. “Cend”, DøA, C: VII. “Hârizm”, DøA., C: XVI “Hasan Sabbâh”, DøA., C:XVI. “øbnü’l-Esîr”, DøA., C:XXI “Kutbüddin Hârizmúah”, DøA.,C:XXVI “Menúur”, DøA., C:30. “Mîr-Alem”, DøA., C:XXX “Muhammed b. Tekiú”, DøA., C:XXX. 258 Özde÷er, Mehtap: 15-16. Yüzyıl Arúiv Kayıtlarına Göre Uúak Kazasının Sosyal ve Ekonomik Tarihi, østanbul 2001. Özdemir, Ahmet. H: Mo÷ol østilâsı: Cengiz ve Hülâgû Dönemleri, østanbul 2005. Özen, ùükrü: “KƗdılkudât”, DøA., C:XXIV. Perviz, Abbas: Tarih-i Selâcika ve Hârizmúâhân, Tahran 1351ú. Rabbani Ghulam, Aziz: A Short History of The Khwarazmshahs, Karaçi 1978. Râvendî Muhammed b. Ali b.Süleyman: Râhatü’s-Südûr ve Âyetü’s-Surûr Gönüllerin Rahatı ve Sevinç Alâmeti), Çev: Ahmed Ateú, C:I-II, Ankara 1957, 1960 Reúidüddin Fazlullah, Câmiu’t-Tevârih, Núr: Behmen Kerimî, y.y. 1362. Reúidüddin Vatvât: Arâisü’l-havâtır ve nefâisü’n-nevâdir, Süleymaniye Ktp., Ayasofya Nr: 4138. Arâisü’l-havâtir ve nefâisü’n-nevâdir, Süleymaniye Ktp., Ayasofya Nr: 4015. Ebkârü’l-efkâr fi’r-resâil ve’l-eúâr, ø.Ü. Kütüphânesi No: F 424. Hadâiku’s-sihr fi dekâyiku’ú-úi’r, Núr: Abbas økbal, Tahran 1342 Umdetü’l-büleƥâ ve uddetü’l- füsehâ, Süleymaniye Ktp., Es’ad Efendi No:3302. Vesâilü’r-resâil ve delâilü’l-fezâil, Manchaster John Rylands Library No:947 259 Rowsan, E. K.: “Khwarzm”, Encyclopedia of Arabic Literature, C:II Sabbâ÷, Abbas: “Mîrâhur”, DøA., C:XXX. Sabra, Afâf Seyyid: Tarihu’s-siyasi li’d-devleti’l-Hârizmiyye, Kahire 1987. Sayan, Yüksel: Türkmenistan’daki Mimari Eserler (XI-XIV. Yüzyıl), Ankara, 1999. Sıddıquı, Iqtdar Husaın: “Gurlular”, DøA., C:XIV. Sıbt øbnü’l-Cevzî: Mir’âtü’z-zamân fî târihi’l-a’yân, Cüz: VIII/II, 1952. Spuler, Bertold: øran Mo÷olları: Siyaset, ødare ve Kültür ølhanlılar Devri, 1220-1350, Çev: Cemal Köprülü, Ankara 1987. Strange, G. Le: The Lands of The Eastern Caliphate: Mesopotamia, Persia, and Central Asia From The Moslem Conquest to The Time of Timur, London 1966. Sümer, Faruk: “Selçuklular Devrinde Türk Beyleri: Hârizmúâh Atsız (490-551=1097-1156)”, Türk Dünyası Araútırmaları Dergisi, Sa:44, østanbul 1986. ùahino÷lu, M. N.: “Vatvât”, ø.A., C:XIII ùebânkâreî Muhammed b. Ali b. Muhammed: Mecma‘u’l-ensâb, Tahran 1343. ùemsettin Sâmî: Kamus-i Türk-î, C:I-II, Dersaadet 1317 ùeúen, Ramazan: “Câmiu’t-tevârih”, DøA., C:VII. T. H.: “Unvan”, ø.A. C:XIII. Taneri, Aydın: Celâlü’d-dîn Hârizmúâh ve Zamanı, Ankara 1977. 260 “Celâleddin Hârizmúâh”, DøA, C:VII. “Çetr”, DøA., C:VIII. “Dîvân”, DøA, C:IX. “Büyük Selçuklu ømparatorlu÷unda Vezîrlik”, TAD, C:V. “Selçuklu-Osmanlı Çizgisinde Harezmúahlar Vezareti”, TED, C:VII-VIII, østanbul 1977. Togan, Z. Velidi: Horezm Kültürü Vesikaları Kısım I: Horezmce Tercümeli Muqaddimat al-adab, østanbul 1951. Umumî Türk Tarihine Giriú, østanbul 1981. “Alamut”, ø.A., C:I. “Hârizm”, ø.A., C:V/I. Toyserkânî, Kasım: Nâmeha-yı Reúidüddin Vatvât, Tahran 1338. Turan, Osman: “Eski Türklerde Okun Hukukî Bir Sembol Olarak Kullanılması”, Belleten, C:IX, Ankara 1945. “øktâ”, ø.A., C:VIII. “Selçuklu Kervansarayları”, Belleten, sayı 39’dan ayrı basım. østanbul 1980. Ubûd, Nâfi‘ Tevfik el-: ed-Devletü’l-Hârizmiyye, Ba÷dat 1978. Uzunçarúılı, ø. Hakkı: Osmanlı Devleti Teúkilâtına Medhal, Ankara 1988. Üsâme Zekî Zeyd: “el-Hârizmiyye ve devruhüm fi’s-sirâci’s-salîbi el-øslâmî fî ‘asri Benî Eyyûb”, Mecelletü Külliyeti’l-âdab, C:XXX, øskenderiye 1984. 261 Vardabet, Vardan: “Türk Fütuhatı Tarihi (889-1269)”, Çev: Hrant D. Andreasyan, Tarih Semineri Dergisi, sa. ½, østanbul 1937. Wensinck, A.J.: “Hutbe”, ø.A., C:X Yakut, ùihabüddin Ebû Abdullah el-Hamevî: Mu’cemü’l-büldân, Beyrut 1979. Yazıksız, Necip Asım: Celâlüttin Harezemúah, østanbul 1934. Yınanç, M. Halil: “Celaleddin Harzemúah”, ø.A. C:III. Yusuf Has Hacib: Kutadgu Bilig, Çev: Reúit Rahmeti Arat, C:2 Ankara 1985 Yuvalı, Abdülkadir: “XIII. Yüzyılda Uluslararası Karadeniz Tarih Ticareti”, Boyunca I. Karadeniz Kongresi Bildirileri, Samsun 1990. Yüce, Nuri: Ebü’l-Kasım Carullah Mahmud Bin Omar Bin Muhammed Bin Ahmed ez-Zamahúari el-Hvarizmi Mukaddimetü’l-Edeb Hvarizm Türkçesi øle Tercümeli ùuster Nüshası Giriú, Dil Özellikleri, Metin, øndeks, Ankara 1998. “Zemahúerî”, ø.A., C:XIII. 262 EKLER 263 264 EK: II HÂRøZMùAHLAR (HÜKÜMDARLAR LøSTESø) 1. KUTBEDDøN MUHAMMED 490 (1097) 2. ATSIZ 521 (1128) 3. øL-ARSLAN 551 (1156) 4. ALÂEDDøN MUHAMMED 596 (1200) 5. CELÂLEDDøN 617-628 (1220-1231) 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 ÖZGEÇMøù 01.02.1973 tarihinde Ere÷li’de (Konya) do÷dum. ølk, orta ve lise ö÷renimimi Konya’nın Seydiúehir ilçesinde sırasıyla Cumhuriyet ølkokulu, Mahmut Esat Ortaokulu ve Seydiúehir Lisesi’nde tamamladım. 1990 yılında østanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde yüksek ö÷renimime baúladım ve Haziran 1994’te mezun oldum. 1995 yılında adı geçen bölümün Ortaça÷ Tarihi Anabilim Dalı’nda yüksek lisans sınavını kazandım. “Hazar- Müslüman Münasebetleri” baúlıklı tezimi 1998 yılında tamamladım. Yüksek lisans ö÷renimim devam ederken 1997 yılında Çanakkale Onsekizmart Üniversitesi’nin açmıú oldu÷u sınavı kazanarak, Temmuz ayında bu üniversitenin Ortaça÷ Tarihi Anabilimdalı’na Araútırma Görevlisi olarak atandım. 1998 yılında YÖK kanununun 35. maddesinden yararlanarak doktora ö÷renimi yapmak için østanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Ortaça÷ Tarihi Anabilim Dalı’na kabul edildim. Halen adı geçen anabilimdalında araútırma görevlisi olarak çalıúmaktayım. Evli ve bir çocuk annesiyim. 327