HİKMET YURDU Düşünce – Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi ISSN: 1308-6944 www.hikmetyurdu.com Hikmet Yurdu, Ocak – Haziran 2012, Yıl: 5, C: 5, Sayı: 9, ss. 211-216 Kitap Tanıtımı Muhammed Seyyid Bey’in Medhali Dr. Halis Demir Kitap Adı: el-Medhal (Fıkıh Usulü), Yazarı: Muhammed Seyyid Bey, Sadeleştiren: Hasan Karayiğit Yayınevi: Düşün Yayıncılık, Basım Yeri – Yılı: İstanbul, 2010. Kimi kitaplar boynu bükük bir vaziyette yıllarca kütüphanelerde bekler. Sonra bir kadirşinas çıkar, bu mahzunluğa son verir. Osmanlı Darülfünunu Hukuk Fakültesi Usul-ü Fıkıh Hocası Meclis-i Ayan Azasından Muhammed Seyyid Bey’in Medhal’i böylesi bir kitaptır. Kitabın girişinde Orijinal kapağının tıpkıbasımına göre Usul-ü Fıkh cüz’ü evvel Medhal, İstanbul, Matbaa-i Amire 1333 kaydı bulunmaktadır. Os- manlıca olan bu kitabı Hasan Karayiğit Fıkıh Usulü-Giriş- adıyla yayına hazırlamıştır. Muhammed Seyyid Bey 1873’de İzmir’de doğmuştur. Medrese Eğitimini takiben, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştur. Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na iki dönem İzmir Mebusu seçilmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra TBMM 2. Dönem’de İzmir Milletvekili olmuş, Kabinede Adliye Vekili Olarak yer almıştır. Seyyid Bey’in 3 Mart 1924’de Meclis’te Hilafetin kaldırılmasına dönük, “Hilafetin Mahiyet-i Şeriyyesi” konulu, ehemmiyetli bir konuşma yapmıştır. Burada hilafetin kaldırılmasının İslam Dini açısından bir mahzur taşımayacağını savunmuş, meclisteki muhalefeti de büyük ölçüde ikna etmiştir. Bu konuşmanın da neticesinde Meclis hilafeti ilga etmiştir. Seyyid Bey 8 Mart 1925’de İstanbul’da vefat etmiştir. Seyyid Bey’in cumhuriyet öncesi vekillik, muallimlik ve diğer çalışmaları eserlerini dikkate değer bir mevkie getirmektedir. Medhal; Usul-ü fıkıh ilminin ortay çıkış süreci ve tarih; Usulü fıkıh tarifi, konusu, gayesi, esasları, deliller, hükümler; Bazı mühim konular, öncelikli esaslar; Mezheplerin tabakaları şeklinde üç bölümden oluşmaktadır. 212 Kitap Tanıtımı Kitabın girişinde Hasan Karayiğit kitabın yayına hazırlanmasıyla alakalı yöntem, usul ve çalışmalarını açıklamaktadır. Karayiğit sadeleştirmeye neden ihtiyaç olduğunu izah etmektedir. Yazarın ne dediğini değil, neyi kastettiğini çıkış noktası yapmıştır. Sadeleştirmede, eserin temel kurgusunu bozmamış, uydurma, içi boşaltılmış bir dil kullanmamış, Fıkıh Usulü’nün kavramlarını muhafaza etmiştir. Yaşayan bir dile de itina etmiştir. (giriş) Karayiğit’in sadeleştirmenin önemine dair verdiği şu örnek dikkate değerdir: “isbat “kelimesinin yaygın olarak bilinen anlamının dışında “ bir kavramın gerçek anlamının dışında kullanılması” gibi bir anlamı da vardır. Bunun tespiti metnin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır sadeleştirmede temel hedef, metnin anlam kayması, anlam daralması vs. uğramadan anlaşılması ve yaşayan bir Türkçe ile günümüz insanına ulaşmasıdır.( giriş) Bu açıklamalardan sonra sadeleştirmede takip ettiği yöntemi maddeler halinde sıralar. Bu açıklamaların her biri kitabın sadeleştirmesine özen gösterildiğini göstermektedir. Hz. Ömer dönemi uygulamaları ile üzerin e en çok tartışılan Müellefe-i kulub bahsine girer. Bu konuyu Hz. Ömer kendi döneminde Rasulullah döneminde kalpleri İslam’a ısındırılmak maksadıyla zekâttan pay ayrılanların bu payların artık Müslümanların onlara ihtiyaçları kalmadığı gerekçesiyle yapılan ödemeyi kesmiştir. Bazı âlim ve müfessirlerin nesh diye izah ettikleri mevzuunu nesh olmadığını izah etmektedir. “illetin yok olmasıyla malulün de yok olması” prensibiyle izah etmektedir.(s.14) Hz. Osman’ın fıkıh ilmine hizmetleri bahsinde Kuran’ın cem’ i ile alakalı şu bilgi önemlidir: Hz. Osman dönemine kadar sureler peş peşe tertip içerisinde olmayıp her sure yalnız başına bir kitap iken Hz. Osman onları bir Mushaf haline getirmiştir. (s.21) Usulü Fıkıh kitaplarının tanıtılması ile alakalı bahsin sonundaki şu paragraf insanı hüzünlendirmektedir: “Endülüs’ün İspanyalılar tarafından istilasında hususi ayin icra etmek suretiyle bütün İslami eserler yakıldığından hemen hiç biri Şark’a vasıl olamamıştır. Şark’ta da Cengiz ve Hülagu orduları tarafından bütün eski eserler mahvedilip yok edildiği ve Dicle’ye atılarak itlaf edildiği için bugün mezkûr eserlerden hiç birine rastlanamıyor.” (s.54) Müellif yaptığı tanımları mukayese etmekte, değerlendirmekte, konularda mezhebi farklı olsa bile tenkitlerini ortaya koymaktadır. Bu arada teferruat denilecek izah yapmakta ve bunun sonucu tekrara düşmektedir. Şer’i Hükümlerle ilgili şu bilgiler ufuk açıcı bir mahiyettedir: “Şer’i hüküm mükelleflerin fiilleri ile alakalıdır, maddelerle ve eşyayla alakalı değildir.(…) Kuran ayet- www.hikmetyurdu.com www.hikmetyurdu.net www.hikmetyurdu.org Dr. Halis Demir 213 leri ve Nebevi hadislerde helallik ve haramlığın doğrudan doğruya bazı maddelere nisbet olunması ifade ettiğimiz gibi mecaz yönüyledir, hakikat yönüyle değildir.” (s.62) Yazar mezhep bahislerine girdiği zaman oldukça kucaklayıcı bir ifade kullanmaktadır: “ İcma da İslam âlimlerinin cumhuruna göre tek başına hükümlerin ispatında müstakil delil ve şeri hüccettir. Lakin Mutezile âlimlerinden Nazzam ile Şia’dan İmamiye fırkası ve bazı Harici âlimler, icmanın şeri delil olduğunu inkâr ediyorlar.” (s. 68) Müellifin gözünden kaçan konular da bulunmaktadır. Mesela “Beş Uhrevi Hüküm” bahsi altında Vacip, mendub, mubah, Haram, mekruh bahsinde hükümleri izah ederken Mesela bunların inkârı bahsine girmemektedir. Haram oluşu sübutu kat’i delaleti kat’i bir delille sabit bir hükmü inkârı neticesinde mükellefin durumu ne olur.(s. 70) Bu konuda açıklamam yapmamaktadır. Seyyid Bey, konuları işlerken dönemin meselelerine de temas etmektedir: Bazı alimler hukuki hadiselerde sadece Hanefi fıkıh kitaplarındaki mevcut içtihatlara göre beyanda bulunmakta, buna karşılık farklı kanaat beyan edenleri tenkit etmektedirler. Seyyid Bey, bu yaklaşım sahiplerini tasvip etmemekte, bu konuda mütalaalarda bulunmaktadır.(s.87) Bir başka tenkit konusu da “içtihat kapısının kapalı olması mevzuudur.” Elbette buğun kısmen önemini kaybetmiş bu konular bundan yüz yıl önce daha yoğun, daha hızlı, daha coşkulu tartışılıyordu: “İçtihat kapısı kapalıdır” sözü doğru değildir. Açıktır, her vakit için açıktır. Hatta bir kısım ehl-i sünnet fakihleri, zamanın müçtehitsiz kalmasını caiz görmüyorlar.” (s.94) İctihat nasslarda hükmü açık bir şekilde bulunmayan mevzulara çözüm getirmek olduğuna göre, hayatın içerisinde olması gereken bir dinin bu meseleleri sıcağı sıcağına çözmesi gerekmektedir. Aksi halde güncelliğini kaybedecektir bu din. Bu iddia sahiplerine düşen insanların içtihad edebilecek bir birikime sahip olmadığına karar vermişlerde bu zaafı giderecek bir çalışmanın içerisine girmek gerekmektedir. Hem Bu kararı verme yetki, cesaret ve salahiyetini nasıl taşımaktadırlar. Bu karar da bir içtihat sayılmaz mı? Halen halife sağdır. İslam dünyası muhtemelen dünyanın etkisi ile Halifenin yetkileri konusunda yoğun müzakerelere sahne olmaktadır. Siyasi kimliği ve ilmi şahsiyeti ile Seyyid Bey muhtemelen dönemin ilmi mahallerinde bu mevzuda konuşmalar, tartışmalar ve bazen de tansiyonu yükselen atışmalara katılmaktadır. Usul kitabında bu konuda seviyeli, kaliteli, hatta muhaliflerini incitmeyen bir üslupta konuyla ilgili kanaatlerini ortaya koymaktadır. Hilafet konusunda yanlış kanaatlerin olduğu ifadeleriyle bahse girmekte önce hilafeti tarif etmektedir. Sonra kazanılması, mahiyeti vekâlet 214 Kitap Tanıtımı konusuyla doğrudan alaka kurmakta, Halifeye itaatin hükmünü beyan etmekte, nihayet kanun vazıı konusunda halifenin konumunu deliller muvacehesinde izah etmektedir. Burada halifeye itaatin maslahat, kamu yararı, şer’e muhalif olmamak gibi net, malum sınırlarının olduğuna ısrarla dikkat çekmektedir. Bu bölüm İslam yönetimi konusunda çalışanlar için ayrıca önemlidir. Ufuk açıcı bilgiler verir. Halifenin seçilmesi konusunda Hz. Ebu bekir’in kendisinden sonra Hz. Ömer’i veliaht tayin etmesinden ve sonrasında bu tayinin ehl-i hal ve’l-akd in tasvibi ile meşruiyet kazandığını ifade eder. Arkasından Osmanlı devletindeki veliaht tayini usulünün de bu uygulamaya dayandığını kaydeder. (s.102) Müellifin bu uygulamayı tenkit etmemesinden bu durumu meşru gördüğü anlaşılmaktadır. Oysa Osmanlı’nın uygulanması ile Hz. Ebu Bekir’in uygulaması arasında fark vardır. Zira en azından Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer arasında baba oğul arasında olduğu gibi bir akrabalık bağı bulunmamaktadır. Muhtemelen dönemde çok konuşulan mevzulardan birisi de halifenin bir mezhebe bağlılığıdır. “Hilafet makamı, kanun vaz’ı hususunda muayyen bir müçtehidin re’y ve içtihadıyla dinen kayıtlı değildir.” (s.139) Bu ifadeyi şu sonraki cümlelerden birisiyle okuduğumuzda yazarın salahiyeti ve cesareti ile ilgili bir kanaate ulaşmamız mümkündür: “Fertler, kendi hususi işlerinde muayyen bir mezhebi kendilerine amel edilmesi gereken hükümler kabul edebilirler..padişah hazretlerinin kendi i şahsına ait hususlarda bu şekilde hareket etmekte serbesttir.Lakin, devlet işlerini Düzenlemede hal ve zamanın icaplarını, milletin ve her sınıf halkın ihtiyaçlarını, hulasa devlet ve milletin ilerlemesi ve yükselmesi neyi gerektiriyorsa onları büyük bir dikkat ve basiretle nazar-ı itibara alarak ona göre tedbirler dinen ve vazifesi itibariyle mecburdur.” (s.140) Seyyid Bey Bir taraftan mezheb konusunda kanaatini belirlerken diğer tarafta padişahın hükmi şahsiyeti ile devletin tüzel kişiliğini ayrı tutmaktadır. Bu ikisini ayırmak hukuk bakımından önemlidir. Seyyid Bey’in kitabında Mecelle değerlendirmelerine de rastlanmaktadır. Mecelle heyetinin müçtehid imamların kendi zamanlarının ve içtimai durumlarının itibara alınarak verdikleri içtihatlarının kendi zamanına da aynıyla uygun olacağını kabul etmek saflık olacağını, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye Cemiyetinin de bu saflığa ve hayatı takdir edememeye düştüğünü kaydeder.(s.141) Aynı zaman da Önceki âlimleri de tenkit etmektedir. Mecelle Heyeti Ebu Hanife’nin şartlı satışların fasit olduğu hükmünü “mukavelenin serbestliği” kaidesine rağmen bugüne taşımışlardır. Bu konuda “mukavelenin serbestliği” kaidesinin İslam hukukuna belki bugün daha uygun olduğunu www.hikmetyurdu.com www.hikmetyurdu.net www.hikmetyurdu.org Dr. Halis Demir 215 Kur’an, sünnet, icma, kıyas, istihsan vb. delillerle izah eder.(s.141 vd.) Mecelle üzerin de daha çok tenkit etmek üzere ele aldığı başka bahisler de bulunmaktadır.Mecelle2nin bazı maddelerinin dönemin ihtiyaçları da nazarı itibara alınarak tadil edilmeli kanaatindedir.(s.152) İctihatla alakalı bazı meseleler bahsinde müellif tekrara düşmesine rağmen önemli mütalaalarda bulunur. Dikkate değer ifadelerden birisi şudur: Kimi zaman müellifler hakkında nass olan konularda uzun ve karışık ihtilaflara düşmektedirler. Bu daha sonra onların eserlerini mütalaa edenlerin dikkat etmesi gereken bir durumdur. İzah, tahlil ve tartışmanın arkasının gelmediği kimi mübahaselerde aslında kaynaklara muttali olmaktan kaynaklanan bir zaaf vardır. Subutu ve delaleti kat’i nassın varlığı bu konuda muhalefeti zaten ortadan kaldırmaktadır. Müellifin bu mesele hakkındaki başlık ve tahlilleri hukuk tartışmalarında birbirimizin kanaatlerine saygı duymamızın da hukuki gerekçelerini bize sunmaktadır: İçtihadi meselelerde Allah katında muayyen bir hüküm var mıdır, yok mudur? İçtihadi meselelerde Allah katında hak tek midir, birden fazla mıdır?; İçtihad içtihadı nakzetmez. Konu ictihad, husn kubuh, akıl bahsini de içerisine aldığı için müellif konuyu itikadi ve ameli mezhebler düzeyinde tartışır. Müellif burada da makul bulmadığı izahları rahat bri üslupla ve saygılı ifadelerle tenkit etmektedir. Bunlardan birisi de İmam-ı Gazalidir. Müçtehidlerin ve fakihlerin tabakaları bahsindeki bazı tahliller ve tasnifler Hanefi mezhebi ve diğer mezhepler arasındaki yaklaşım farkını ortaya koyması bakımından üzerinde durulması gerekir. Şafii mezhebindeki bir kaideye göre “müntesip bir müçtehidin mezhep sahibine muhalefeti muvafakatinden fazla olursa-Şafiii fakihlerce kabul edilen usule göre- o müntesip müçtehidin teferruadatı yani kendisine mahsus içtihadları ve tercihleri, Şafii Mezhebinde kendisiyle amel edilecek içtihatlar olarak kabul edilmeyip mezhepten hariç tutuluyor. Binaenaleyh mezhep kitaplarında onlardan bahsedilmez. “ (S.243 vd). Bunun örneklerinden birisi İbn Cerir Taberidir. Bu müellif aslında Şafii Meezhebi müntesiplerinden olduğu halde Bu kaide gereğince müstakil müçtehid tabakasına dâhil olmuştur. Oysa Hanefi Mezhebinde Hanefi imamlardan Ebu Yusuf, Muhammed Üstadları Ebu Hanife hazretlerine muhalefette bulunmuş oldukları halde onların bu muhalif içtihadları, mezhebin yorumu kabul edilmiş, Hanefi mezhebinden hariç tutulmamıştır. Kitabın son sayfasındaki şu cümleler farklı yorumlara kapı aralayacak zenginliktedir: “Memleketimizde âlim geçinen bir takım cahil ve şeri hakikatlerden külliyen gafil taassup ehli vardır ki, taassup onların iliklerine işlemiş ve kalplerinin en derin köşelerine kadar kök salmış olduğundan, onlar bizim bu sözlerimizi kabul etmezler. 216 Kitap Tanıtımı Zaten bizim de sözlerimiz onlara değil, insaf sahibi ve irfan nuru ile aydınlanmış olan iz’an sahiplerinedir. O gibiler, sabit hakikatleri delillerle değil, vak’alarla ve zamanla tasdik ederler. Lakin korkarım ki, onlar takdir ve tasdik edinceye kadar hükümet zaruretin zorlamasıyla Avrupa kanunlarını tercüme ederek tatbike mecbur olacaktır. Nitekim “Ticaret”, “Ceza” ve “Usul-ü Muhakeme” kanunlarını o şekilde yapmıştır. İşte o zaman gözler açılacak ve pek acı pişmanlıklar hissedilecek ama iş işten geçmiş olacaktır.” (s.315) İhtimamla hazırlandığı baskı, dizgi, önsöz ve kitabın muhtevasından anlaşılan bu kitabın hazırlayanı sıfatıyla Hasan Karayiğit hakkında bir bilgi kitabın herhangi bir yerinde bulunmamaktadır. Seyyid Bey’in bu risalesinin ikinci cildini de basacağı müjdesini yayınevi bize veriyor. Tahlilleri, az meselede tekrarlarla sağlanan tefekkürü, Mecelle değerlendirmeleri, kanunlaştırma hareketlerine bakış, kaynak tahlilleri, mezhep kavramına yaklaşım, bir dönemin fotoğrafını aksettirmesi, hukukta çoğulcu yaklaşımın felsefi, ahlaki ve hukuki alt yapısının tahlili gibi sebeplerle İslam Hukuku öğrencilerinin itina ile okumaları gereken bir eserdir. www.hikmetyurdu.com www.hikmetyurdu.net www.hikmetyurdu.org