Dr. ŞENOL ÇOMOĞLU_TEZ

advertisement
T.C
Sağlık Bakanlığı
Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Đnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği
Şef: Doç.Dr.Paşa Göktaş
DĐRENÇLĐ GRAM POZĐTĐF BAKTERĐLERDE
LĐNEZOLĐD’ĐN ĐN VĐTRO AKTĐVĐTESĐNĐN
E- TEST YÖNTEMĐYLE BELĐRLENMESĐ
(UZMANLIK TEZĐ)
Dr. ŞENOL ÇOMOĞLU
ĐSTANBUL-2008
ÖNSÖZ
Uzmanlık eğitimini aldığım Haydarpaşa
Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Başhekimi Sayın Prof.Dr. Yusuf ÖZERTÜRK’e,
Uzmanlık eğitimi süresince, geniş bilgi ve tecrübesinden yararlandığım Klinik
Şefimiz Sayın Doç.Dr. Paşa GÖKTAŞ’a,
Rotasyonlarım
sırasında
ilgili
ve nazik yaklaşımlarıyla klinik tecrübelerini
esirgemeyen, değişik bir bakış açısı kazanmamı sağlayan 3.Dahiliye Klinik Şefi Sayın
Dr. Refik DEMĐRTUNÇ’a ve Çocuk Hastalıkları Klinik Şefi Sayın Doç.Dr. Ömer
CERAN’a,
Eğitimim süresince bilgi ve tecrübeleri ile bize yön veren Klinik Şef Yardımcıları
Dr.Seyfi Çelik ÖZYÜREK ve Dr.Emin KARAGÜL’e, birlikte çalışmaktan mutluluk
duyduğum kliniğimiz uzmanlarından Dr. Nurgül SUBAŞI CERAN’a
ve diğer
uzmanlara, asistan arkadaşlarıma, kliniğimiz hemşire ve çalışanlarına,
Çalışmalarım sırasında gösterdikleri yakın ilgi ve yardımlarından dolayı Klinik
Mikrobiyoloji Laboratuvarı çalışanlarına ve eşim Özcan ÇOMOĞLU na içtenlikle
teşekkür ederim.
Dr.ŞENOL ÇOMOĞLU
2008
ĐÇĐNDEKĐLER
Sayfa No:
GĐRĐŞ VE AMAÇ
1
GENEL BĐLGĐLER
3
GEREÇ VE YÖNTEM
37
BULGULAR
39
TARTIŞMA VE SONUÇ
43
ÖZET
54
SUMMARY
55
KAYNAKLAR
56
GĐRĐŞ ve AMAÇ
Antibiyotik çağının başladığı 1940’lı yıllardan itibaren infeksiyon hastalıklarının
seyri büyük bir değişim geçirmiştir. Başlangıçta infeksiyon hastalıklarının hayatımızda
sorun olmaktan çıkacağı umutları 1980’lerin ortalarına kadar devam etmiş, bu
tarihten sonra her dönem farklı bir direnç özelliği ortaya çıkmıştır. Önceleri Gram
negatif bakterilerde gözlenen çoklu antibiyotik dirençleri ve tedavi sorunları daha
sonraki yıllarda Gram pozitif bakteri infeksiyonlarının tedavisinde de gözlenmiştir.
Gram pozitif bakterilerle oluşan infeksiyonların sıklığı giderek artmakta, özellikle
hastanede yatan hastalarda gelişen infeksiyonları tedavi etmek güçleşmektedir.
Tedavide sorun yaşanan gram pozitif mikroorganizmaların başında stafilokoklar ve
enterokoklar gelmektedir. Bu mikroorganizmalarda
çok sayıda farklı antibiyotik
gruplarına karşı görülen yüksek direnç oranları tedavi seçeneklerini büyük ölçüde
azaltmaktadır.
Stafilokoklar arasında, özellikle infeksiyonların en sıklıkta etkeni durumunda olan
S.aureus’ta gelişen metisilin direnci mikroorganizmayı tüm β-laktamlara karşı dirençli
kılmakta ve tedavi seçeneklerini sınırlandırmaktadır. Metisilin direnç oranları giderek
artış
göstermiş,
bazı
merkezlerde
%75’e
ulaşmıştır.
Metisiline
dirençli
Staphylococcus aureus ( MRSA) suşlarıyla ortaya çıkan infeksiyonlarda çoklu
antibiyotik direncinin getirdiği tedavi güçlüğünün yanısıra bu suşların nazokomiyal
epidemilere yol açabilmesi, MRSA infeksiyonlarını tüm dünyada ciddi bir sağlık
sorunu haline getirmiştir. Bu epidemiler, büyük mali yükü de beraberinde
getirmektedir. Deri ve mukozaların normal florasında bulunan ve geçmiş yıllarda
bakteriyel
kültürlerden
izole
edildiğinde
çoğunlukla
kontaminant
olarak
değerlendirilen koagülaz negatif stafilokok (KNS)’lar günümüzde invaziv metodların
gelişmesi ile birlikte intravasküler kateter, şant ve prostetik kapak infeksiyonları gibi
yabancı cisim infeksiyonlarından en sık izole edilen mikroorganizmalar arasında yer
almıştır.
1
ABD’de 2002 yılında ilk vankomine dirençli Staphylococcus aureus (VRSA) suşu
izole edilmiş olup bunu yenileri izlemiştir. Ciddi infeksiyonlarda vankomisinin sık
kullanımı vankomisine duyarlılığın azalmasına ve direnç ortaya çıkmasına neden
olmuştur.
Enterokoklarda ise direnç sorunu stafilokoklardan daha ileri boyutta olup
glikopeptid direnci daha yaygındır. Glikopeptid direnci son yıllarda önemli oranda
artmıştır. Hastanemizde de glikopeptid dirençli enterokok taşıyıcılığı olan veya bu tür
suşla infekte olan hasta sayısında artış gözlenmektedir.
Sonuçta değişen direnç paternleri, vankomisine alternatif tedavi seçeneklerinin
ortaya konmasını gerektirmektedir. Vankomisin MRSA, VRE ve diğer dirençli Gram
pozitif organizmalar için giderek iyi bir seçim olma özelliğini kaybetmekte, yeni
antibiyotiklere ihtiyaç duyulmaktadır. Dirençli Gram pozitif mikroorganizmaları tedavi
etmek
amacıyla
geliştirilen
son
antibiyotikler
arasında
oksazolidinonlar
bulunmaktadır. Oksazolidinonlar 1987’de bulunan yeni bir sentetik antimikrobiyal olup
ilk grubu ise linezoliddir.
Çalışmamızın amacı, kan kültürlerinden ve çeşitli klinik örnekten izole edilen
hastalık etkeni stafilokoklar ve enterokoklarda yurdumuzda 2005 yılında kullanıma
girmiş olan linezolidin invitro aktivitesini ve minimal inhibitör konsantrasyonunu (MĐK)
belirlemektir. MĐK değeri E-test yöntemiyle belirlenmiş, ayrıca diğer antibiyotiklere
olan duyarlılık Kirby-Bauer disk difüzyon yöntemiyle incelenmiştir. Linezolid
aktivitesinin metisilin dirençli ve duyarlı kökenler arasında farklı olup olmadığı
belirlenmeye çalışılmıştır.
2
GENEL BĐLGĐLER
STAFĐLOKOKLAR
Stafilokoklar, nazokomiyal ve toplumdan edinilmiş infeksiyonların önemli
etkenlerindendir. Özellikle sepsis ve bakteriyemilerde sık saptanan patojenler
arasında yer almaktadır (1,2).
Nozokomiyal infeksiyonlarda, 1970’li yıllarda Gram negatif mikroorganizmalar
sık karşılaşılan etkenler iken 1980’li yılların sonundan itibaren Gram pozitif
patojenlerin görülme sıklığında artış olmuştur ( 1). Bunun nedeni yoğun bakım
ünitelerinde izlenen hasta sayılarının ve invazif
işlemlerin artması, protez
materyallerinin, geniş spektrumlu antibiyotiklerin ve immünosupresif ajanların yaygın
kullanımı bağlanmaktadır ( 1,2). Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde nazokomiyal
kan dolaşımı infeksiyonlarında en sık saptanan ilk üç patojenden ikisi S. Aureus ve
koagülaz negatif stafilokoklardır ( 3).
Mikrobiyolojik Özellikleri
Doğada yaygın olarak bulunan stafilokoklar, ilk kez 1881 yılında Ogston
tarafından tanımlanmıştır (4). Stafilokoklar ağız, intestinal sistem, genitoüriner sistem
ve üst solunum yollarının normal florasında bulunan etkenlerdir (5). Genelde burunda
kolonize olan S.aureus, perine, aksilla ve vajende de kolonize olabilmektedir (5,6).
Stafilokoklar, mikroskobik olarak Gram pozitif 0,5-1,5 µm çapında, yuvarlak,
çoğu zaman düzensiz kümeler, bazen de dörtlü ve kısa zincirler şeklinde görülen,
hareketsiz, sporsuz, fakültatif anaerob mikroorganizmalardır (4,7). Makroskobik
olarak hem aerob hem de anaerob ortamda, kanlı agarda ve diğer selektif olmayan
besiyerlerinde hızla ürerler. Çoğu kanlı agarda hemoliz yapar ve 24 saat içinde
yuvarlak, düzgün 1-3 mm çapında hafif konveks koloniler oluştururlar. S. aureus
kolonileri daha büyüktür ve çoğunlukla parlak sarı renkte pigment oluştururlar (5,6).
S. epidermidis kolonileri ise daha küçüktür ve genellikle pigment oluşturmazlar.
‘Slime’ oluşturan bazı türleri besiyerinin yüzeyine yapışırlar (5,6,8).
3
Stafilokolar, Micrococcaceae ailesinin üyesidir. Patojen stafilokoların patojen
olmayan diğer Micrococcaceae genusundan ayrımı bazı testlerle yapılmaktadır.
Aşağıda özetlenen üç test insanda patojen olan stafilokolarda pozitiftir (4).
-
Glukozdan anaerob ortamda asit oluşumu
-
200 mg/mL lizostafine duyarlı olmaları
-
0.4 mg/mL eritromisin varlığında gliserolden asit oluşumu.
Klinik olarak en önemli etkenler, S.aureus, S.epidermidis ve S.saprophyticus’tur
(5,9,10).
Stafilokolardan sadece S.aureus koagülaz enzimi salgılar ve bu özellik tür
ayrımında önemli rol oynar. Diğer stafilokoklar koagülaz üretmedikleri için koagülaz
negatif stafilokoklar olarak adlandırılırlar. Koagülaz enzimi plazmada bulunan
protrombini aktive ederek trombin ve fibrin oluşumuna yol açar. Bu özellikten
faydalanılarak insan veya tavşan plazması ile tüpte veya lam üzerinde yapılan
koagülaz testleri geliştirilmiştir. Tüpte uygulanan test halen S.aureus’un belirlenmesi
için en güvenilir testtir (8,10).
Klinik önemi olan üç ana türün sınıflandırılmasında koagülaz enzimi oluşturma
özelliğinin yanında
mannitol fermentasyonu ile asit oluşumu, DNaz, novobiosine
dirençlilik, aerop ortamda üreme ve hemoliz oluşturma gibi biyokimyasal testler de
yapılmaktadır (4,6).
METĐSĐLĐNE DĐRENÇLĐ STAPHYLOCOCCUS AUREUS
Mikrobiyoloji
MRSA, Staphylococcus cinsi içinde yer alan gram pozitif koktur. Stafilokoklar
sporsuz, hareketsiz, 0.5-1.7 µ çapında genellikle üzüm salkımı şeklinde görülen
bakterilerdir. Fakültatif anaerop bakterilerdir ve yüksek tuz içeren ortamlarda ve basit
besiyerlerinde üreyebilirler. Katı besiyerinde 18-24 saat içinde
altın sarısı
pigmentli,1-3 mm çaplı S koloni oluşturur. Bazı kökenlerin kolonilerinde varolan krem
renginden altın sarısına kadar değişebilen pigmentasyon karotenoidlere bağlıdır.
Stafilokoklar koyun, insan veya at kanlı agarda beta-hemoliz oluşturabilir ve hemoliz
uzun süreli inkubasyonlarda daha belirgin hale gelebilir. Katalaz pozitiftir, oksidaz
4
negatiftir. Lizositafine ve furazolidona duyarlıdır, basitrasine ise dirençlidir. Anaerop
ortamda glikozdan ve eritromisin varlığında gliserolden asit oluşturabilir. S. aureus ise
koagulaz pozitif, mannitol fermentasyonu ve deoksiribonükleaz testi pozitiftir,
novobiyosine duyarlı ve anaerop ortamda üreyebime özelliğine sahiptir (11-12).
S. aureus’un hücre duvarının %50’si sitokin salınımını uyaran, kompleman
aktivasyonuna yol açan peptidoglikan tabakadan oluşmaktadır. Teikoik asit
stafilokokların hücre duvarında yer alır ve konağa adherensi sağlar. Birçok S. aureus
kökeninde bakteriyi fagositozdan koruyan bir mikrokapsül bulunmaktadır. Protein A,
elastin, kollajen ve fibronektin bağlayan proteinler ve clumping faktör, stafilokoksik
yüzey proteinleridir. Bu proteinler konak dokulara kolonize olmasında önemli bir
faktördür. S. aureus, konak hücre morfolojisini veya fonksiyonunu etkileyen çok
sayıda ekstrasellüler toksin üretebilir. Bunlardan bir kısmı enzimatik aktivite
gösterirken, bir kısmı süperantijen özellikleri nedeniyle sitokin salınımını indükler.
Ayrıca bu toksinler, yoğun inflamatuar yanıt olan bölgelerde bile üremelerini
sağlayabilir. Alfa-toksin, beta-toksin, gama ve delta toksin, lökosidin, epidermolitik
(eksfolyatin) toksinler, enterotoksin, toksik şok sendromu toksini S. aureus’ta bulunan
toksinlerdir.
Stafilokoklar
lipaz,
hyalüronidaz
(yayılma
faktörü),
stafilokinaz,
penisilinaz, katalaz, koagulaz ve deoksiribonükleaz gibi birçok enzim salarak komşu
dokulara yayılımı kolaylaştırırlar (11,12).
Stafilokokların genomu yaklaşık 2800 baz çiftli sirküler bir kromozom ile profajlar,
plazmidler ve transpozonlardan oluşur. Bakterilerin virulansından ve antibiyotik
direncinden sorumlu olan bu genler kromozomal ve ekstrakromozomal olarak yer
alabilirler. Bu genlerin en sık aktarılma yolu, transdüksiyondur. Hücre duvarı
yüzeyinde bulunan özgül faj reseptörleri nedeniyle S. aureus özgül fajlarla lizise
duyarlılıklarına göre gruplara ayrılabilmektedir (12).
Epidemiyoloji
S. aureus’un doğal konağı insanlardır. Đnsanların bu bakteri ile karşılaşması
doğumdan hemen sonra gerçekleşmektedir. Yeni doğan döneminde kaynağı insan
olan S. aureus kökenleri göbek çevresi, perianal bölge, deri bazen de gastrointestinal
sistemde kolonize olur. Yaşamın daha ileri döneminde kolonizasyon bölgesi,
burundur. Burun taşıyıcılığında kolonize olan mikroorganizma sayısı 10² ve 10³ kadar
5
olabilir. Sağlıklı insanda S. aureus kolonizasyon oranı %10-20’den %30-50’lere
değişmektedir. Sağlıklı olmalarına karşı hastane personelinde bu oranın arttığı
gözlenmiştir (13,14).
S. aureus ile ilgili en önemli sorun metisilin direncidir. Bu nedenle hastanelerde
metisilin dirençli S. aureus kolonizasyonu önem kazamaktadır. Bu şekilde burun
mukozasında veya deride kolonize olan S. aureus, daha derin dokulara veya kana
geçmesine yol açan küçük bir travma sonrası yayılır ve bakterinin virulans faktörleri
ve konak savunması arasındaki karşılıklı ilişkiye bağlı olarak infeksiyon ortaya çıkar
(13,14).
MRSA kökenleri herhangi bir hastaneye kolonize hastalar veya sağlık çalışanları
tarafından girmekte ve hastalar arasında genellikle sağlık personelinin elleri
aracılığıyla yayılmaktadır. Bu yayılımın klinik önemi, MRSA kökenleri ile kolonize olan
kişilerde S. aureus infeksiyon riskinin duyarlı kökenlerle oluşan kolonizasyonlara göre
daha yüksek olmasıdır. Bu nedenle hastanelerde MRSA kolonizasyonu ve yayılımını
önlemek, özellikle risk altındaki hastalarda kolonizasyonu ortadan kaldırmak
amacıyla topikal ilaçların kullanılması infeksiyon insidansını azaltmaktadır. Bu amaçla
topikal olarak mupirosin kullanılmaktadır. S. aureus infeksiyonlarını önlemek için en
etkili yol, el yıkama ve infeksiyon kontrol prensiplerine uymaktır (14,15).
Nozokomiyal infeksiyon etkeni olarak MRSA, cerrahi alan infeksiyonu ve
pnömoniye yol açmaktadır. Seftazidim gibi bazı antibiyotiklerin kullanımı MRSA
kolonizasyonunu artırmaktadır (16). ABD’de 1996-2000 yıllarında yoğun bakımdaki
MRSA oranın %46.5 olduğu gösterilmiştir. Başta yoğun bakım olmak üzere bazı
bölümler MRSA infeksiyonu ve kolonizasyonu açısından daha yüksek risk
taşımaktadır (17,18)
Toplum kaynaklı MRSA sıklığında da son yıllarda artış görülmektedir (17,18,19).
Sağlık kuruluşları ile doğrudan veya dolaylı teması kesinlikle olmayan ve MRSA izole
edilen kişiler toplum kökenli rezervuar olarak kabul edilir. Toplum kökenli bir MRSA
infeksiyonu saptandığında, genellikle olgunun son 12 ay içinde hastanede yattığı
veya hastanede yatan biri ile yakın teması olduğu, son 3 ay içinde antibiyotik tedavisi
alması, uzun dönem bakım ünitelerinde kalması veya kronik hastalık öyküsü olması
gibi diğer risk faktörlerinden biri bulunduğu tespit edilmiştir (17).
6
Đnvaziv stafilokok infeksiyonları icin bazı populasyon daha fazla risk altındadır.
Bu hastalar periton diyaliz hastaları, HIV’li hastalar, IV ilaç kullanıcıları, diabetliler ve
alkol bağımlılarıdır (11).
Patogenez
S. aureus, burun mukozasına teikoik asit komponentleri aracılığıyla bağlanır. Bu
bağlantıda, nazofarengeal mukozadaki müsin de önemli bir role sahiptir. S. aureus’un
travmatize ve bütünlüğü bozulmuş deriye, yabancı cisimlere ve endoteliyal hücrelere
adhezyonunda ise bakterinin mikrobiyal yüzey proteinlerini tanıyan yapışkan matriks
molekülleri ile konak dokularındaki fibrinojen, fibronektin, laminin, trombospondin,
vitronektin, elastin, kemik sialoproteinleri, kollajen ve laminin yapıları arasındaki ilişki
rol oynamaktadır. Adhezyon sonrası konak dokularının invazyonu ise bakterilerin
epiteliyal veya mukozal yüzeylere penetrasyonu ile başlar. S. aureus mukozalara
veya epiteliyal tabakaya penetre olduğu zaman polimorfonükleer lökositler ve
monosit-makrofaj sistemi tarafından fagosite edilerek öldürülmeye çalışılır. Bu
hücrelerin bakterinin vücuda girdiği ve çoğaldığı yere hareketleri ise mikroorganizma
tarafından üretilen sinyaller aracılığıyla gerçekleşir. Bu sinyallerin en önemlileri
peptidoglikan tabaka, teikoik asit ve protein A gibi S. aureus’un hücre duvar
komponentleri ve ekstrasellüler ürünleridir. Konağa ait en önemli uyarıcılar ise yine
bakteriyel komponentler tarafından tetiklenen kompleman sisteminin aktivasyonudur
(11-12).
S. aureus’ un Neden Olduğu Đnfeksiyonlar
-Toksinleri ile oluşan infeksiyonlar; Besin zehirlenmesi, haşlanmış deri
sendromu, toksik şok sendromu
-Deri / mukoza ve yumuşak doku infeksiyonları ; Folikülit, impetigo,
hidradenitis süpürativa, mastit, yara infeksiyonları, yaygın piyodermi
-Bakteriyemi ve endokardit
-Pnömoni
-Kemik / eklem infeksiyonları ; Osteomiyelit, septik artrit, septik bursit (8,11).
7
S. aureus’da Antibiyotik Direnci
S. aureus’un en iyi bilinen özelliklerinden birisi klinik kullanıma yeni giren
antibiyotiklere kısa sürede etkin direnç mekanizmaları geliştirebilmesidir. Đlk olarak
sülfanomidlere direnç göstermiştir, en son olarak da glikopeptidlere direnç gelişimi
gözlenmiştir (20).
1930’lu yıllarda klinik kullanıma giren sulfanomidlere bir süre sonra direnç
gelişmiştir. 1940’larda stafilokoklara karşı çok etkili olan benzilpenisilinler, penisilinaz
üreten bakterilerin selektif seçilmesi üzerine etkinliğini kaybetmiştir. 1961 yılında ise
1959 yılında kullanıma giren metisiline dirençli ilk S. aureus suşları bildirilmiştir.
1970’lerde yaygın kullanılan antibiyotiklere (klindamisin, kloramfenikol, tetrasiklin,
makrolidler, rifampin, aminoglikozidler ve trimetoprim-sulfametaksazol) direnç gelişimi
ve 1980’lerde kinolon direnci saptanması izlemiştir (20-21).
Beta-laktam
antibiyotikler,
peptidoglikan
sentezini,
spesifik
olarak
karboksipeptidaz ve özellikle de transpeptidazları inhibe ederek durdururlar. Bu
enzimlere penisilin bağlayan protein (PBP) adı verilir, çünkü inhibisyon beta-laktam
antibiyotiklerin bu enzimlere fikse olması sonucu gelişir. S. aureus’un dört tane
PBP’si vardır; PBP1, PBP2, PBP3 ve PBP 4 (11,20).
1-Penisilin Direnci:
Đlk kez Kirby ve arkadaşları tarafından 1944 yılında S. aureus’ta beta-laktamaz
olan penisilinaz enzimi yapımına bağlı pensilin direnci bildirilmiştir. Günümüzde
penisilinaz üreten S. aureus suşları %80-90 düzeyindedir. Beta-laktamaz geni büyük
bir plasmid içinde bulunan aktarılabilen elementin bir parçasıdır. Bu elementin içinde
gentamisin ve eritromisin gibi başka antimikrobiyal direnç genleri de taşınabilir
(20,22).
Beta-laktamazlar, öncül olarak sitoplazmada yapılan ve sitoplazmik membrandan
geçiş sırasında sinyal peptidlerin ayrılması sonucu matür beta-laktamazlara dönüşen
enzimlerdir. Gram pozitif bakterilerde dış membran olmadığından beta-laktamazlar
dış ortama diffüzyon ile çıkarlar (11,20).
8
Beta-laktam antibiyotiğin beta-laktamaz enzimi ile parçalanması bir enzimsubsrat kompleksi olan Michaelis kompleksinin oluşmasıyla başlar. Beta-laktam
halkasındaki karbon atomunun, serindeki hidroksil grubunun nükleofilik etkisiyle
asilasyonu sonucu tetrahedrik bir yapı oluşur, enzim serbest kalır ve beta-laktam
halka parçalanır (20,23).
2-Metisilin Direnci
1961 yılında ilk metisilin dirençli suş bildirilmiştir. Oksasilinin minimal inhibitör
konsantrasyonu (MĐK)’nun 4 µgr/mL üzerinde olması halinde metisilin direncinden
söz edilir (24,25).
Metisilin direncinden sorumlu mekanizmalar başta; mecA geni varlığına bağlı
PBP2a yapımı olmak üzere PBP’lerin beta-laktam antibiyotiklere afinitelerinde
azalma ve beta-laktamazların aşırı yapımıdır (26). mecA geni, tüm MRSA suşlarında
bulunan bir mobil genetik elemanın parçasıdır. Katayama ve arkadaşları mecA’nın
stafilokokkal kaset(cassette) kromozomu (chromosome) mec (SCCmec) olarak
tanımlanan bir genomik adacığın parçası olduğunu göstermişlerdir (23,27).
Günümüzde tanımlanmış dört farklı SCCmec elemanı vardır; tip I, II, III ve IV.
SCCmec tip II ve III MRSA suşlarının özelliği çoklu ilaç direncine neden olmaları ve
özellikle hastane ortamında bulunmalarıdır. Dünyada MRSA epidemilerine neden
olan klon çeşidi sınırlı sayıdadır. Bu da mec elemanının geçişinin horizontal olduğunu
düşündürmektedir. Toplumdan kazanılmış MRSA infeksiyonlarının analizi sonucu
suşların hepsinde SCCmec elemanı tip IV saptanmıştır (28).
mecA geninin kodladığı PBP2a, diğer PBP’lerden beta-laktam antibiyotiklere ileri
derecede azalmış afiniteleriyle ayrılırlar. PBP2a varlığında metisilin, nafsilin ve
oksasilin
gibi
semisentetik
penisilinazlara
dirençli
beta-laktamlara
ve
tüm
sefalosporinlere direnç kazanılır. mecA geninin ürünü olan PBP2a hücre membranına
bağlı ve transpeptidasyon reaksiyonunu katalize eden bir enzimdir. Beta-laktam
antibiyotiklerin varlığında diğer PBP’ler inhibe olurken, PBP2a fonksiyon görmeye
devam ederek bakterinin yaşamını idame ettirir (11,20).
PBP2a sentezi mecI ve mecR1 proteinleri ve varsa blaZ sisteminin regülatörsinyal verici proteinleri aracılığıyla düzenlenir. Metisilin direncinin düzenlenmesinden
sorumlu diğer gen serisi fem (factors essential for resistance to methicillin-metisilin
9
direnci için gerekli olan faktörler) genleridir. Homojen fenotipteki metisilin direnci chr
olarak adlandırılan genetik lokustaki mutasyonlara bağlıdır (11,20).
Metisilin direncini etkileyen dış faktörler: Tuz konsantrasyonu, pH, ortamda
bulunan maddeler, ozmolarite ve ortam sıcaklığı metisilin direncini etkileyen eksternal
faktörlerdendir (20).
3- Vankomisin Direnci
Clinical and Laboratory Standards Instıtue (CLSI), vankomisin duyarlılığını <2
µg/mL, direncini >16 µg/mL olarak belirlemiştir (24). Đlk kez 1997 yılında
Japonya’dan, vankomisine ve teikoplanine orta düzeyde (vankomisin MĐK değeri 8
µg/ml) dirençli S .aureus (VISA) suşu bildirilmiştir (27). Daha sonra tüm dünyadan
birçok VISA suşu bildirimleri yapılmıştır (28).
ABD’den 2002 yılında bildirilen iki vankomisin dirençli S. aureus (VRSA) suşu,
hem tam vankomisin direnci taşıması (vankomisin MĐK değeri ≥ 32 µg /mL) hem de
farklı yayılım mekanizması nedeniyle VISA’dan farklıdır. VISA suşlarındaki
kromozomal
dirençten
faecalis’teki
vanA
farklı
operonun
olarak
VRSA
konjugal
suşlarında
transferi
sonucu
direnç
Enterococcus
gelişmiştir
(28,29).
Vankomisine azalmış duyarlılığı olan S. aureus suşları giderek artmaktadır. VISA
suşları standart disk diffüzyon methoduyla ve otomatize sistemlerle tespit edilemez.
CLSI broth mikrodilüsyon, agar dilüsyon ve E-test yöntemi ile VISA suşlarının tespit
edilebileceğini kabul etmektedir. CLSI, VISA için vankomisin MĐK değerlerini 8-16
mg/L olarak tanımlamıştır (24). Vankomisin için MĐK değeri ≥4 mg/L olan izolatlar
doğrulama için halk sağlığı laboratuarlarına gönderilmesi tavsiye edilmektedir (24).
S. aureus’ta günümüzde bilinen iki vankomisin direnç mekanizması vardır;
peptidoglikan biyosentezindeki değişiklik ve vanA operonunun konjugal transferidir.
Peptidoglikan biyosentezindeki değişiklik: VISA suşlarında görülen bu direnç
mekanizmasıyla orta düzeyde (vankomisin için MĐK değeri: 8-16 µg /mL) vankomisin
direnci
gelişir.
Orta
düzeydeki
vankomisin
direncinin
nedeni
peptidoglikan
biyosentezindeki değişikliktir. Bu suşlardaki hücre duvarı daha kalın ve irregülerdir.
Peptidoglikan peptidoglikan çapraz bağ sayısı daha az olduğundan serbest D-ala-Dala rezidülerinin sayısı daha fazladır. Çapraz bağ sayısının azalmasının nedeni
pentapeptid köprüdeki D-glutamatın amidasyonu için gerekli L-glutamin miktarındaki
10
azalmadır. Sonuç olarak vankomisini yakalayıp ona bağlanabilecek daha fazla D-alaD-ala rezidüsü olduğundan vankomisine orta düzeyde direnç oluşur. Rezidülere
bağlanan vankomisin, diğer vankomisin moleküllerinin sitoplazmik membrandaki
hedeflerine ulaşmalarını engelleyerek direnç arttırır (20,25).
vanA operonunun konjugal transferi: Bu VRSA izolatlarındaki vankomisin MĐK ≥
128 µg /mL’dir. Bu izolatlardaki direncin nedeni terminal peptiddeki D-ala-D-ala’nın
yerini D-ala-D-Lac’ın alması ve vankomisinin bu rezidülere bağlanamamasıdır
(20,25).
4- Kinolon Direnci
Kinolon
direncinden
sorumlu
mekanizmalar
kinolonların
hedefi
olan
topoizomeraz IV veya DNA girazdaki spontan kromozomal mutasyonlar veya çokluilaç effluks pompasının (norA ) indüksiyonudur (20,25).
a) Kinolonun etkilediği kromozomlarda oluşan mutasyonlar :
Yüksek bakteri yoğunluğu, dirençli subpopulasyon varlığı ve infeksiyon
bölgesindeki suboptimal kinolon konsantrasyonu varlığının birlikteliği, kinolon dirençli
mutantların seçilmesi için uygun bir ortam yarattığı gösterilmiştir (20,30).
Kinolonların hedefi DNA ‘supercoiling’i açan DNA giraz ve konkatenate DNA’yı
açan topoizomeraz IV’tür. Enzim-DNA kompleksinin QRDR (quinolone resistancedetermining region- kinolon direncini belirleyen bölge) kritik bölgelerindeki aminoasit
değişikleri kinolonların bu hedeflere afinitesini düşürür. Topoizomeraz IV’teki GrlA alt
ünitesi ile girazdaki GyrA alt ünitesi direnç mutasyonunun en sık görüldüğü
bölgelerdir. Stafilokokların primer hedefi topoizomeraz IV olduğundan, bu bölgedeki
mutasyonlar daha önemlidir (20,30).
b) Çoklu ilaç effluks pompasının induksiyonu :
S. aureus’taki bir diğer kinolon direnç mekanizması NorA çoklu ilaç effluks
pompasının indüksiyonudur. Bu pompanın artmış ekspresyonu sonucu düşük
düzeyde kinolon direnci gelişir. Moksifloksasin gibi yeni kinolonların siprofloksasin
dirençli stafilokoklara invitro etkinliğinin yeterli olduğu ve dirençli suşları seçme
oranının daha düşük olduğu bildirilmistir (20,30).
11
5-Makrolid-linkozamid-streptogramin B antibiyotiklere direnç
Bu gruptaki antibiyotikler bakteri ribozomuna baglanarak; protein sentezini bloke
ederler. Bu antibiyotiklere direnç üç mekanizmayla olusur; bakteri ilaç hedefinin
modifikasyonu, ilacın kendisinin modifikasyonu-inaktivasyonu, ilacın intrasellüler
birikiminin azalması (20,30).
Ribozom modifikasyonu ve ilaç effluks pompasının induksiyonu en sık görülen
direnç mekanizmalarıdır. Ribozom modifikasyonu erm geniyle ilişkilidir, ilacın
afinitesinde azalmaya yol açar (20). S. aureus ve KNS’ler msrA genine sahiptir, bu
makrolid ve streptogramin B direncinden sorumludur (20).
Stafilokoklara Etkili Antibiyotikler
1- Sefalosporinler
Bu gruptaki antibiyotikler etki spektrumları ve kronolojik özellikleri dikkate
alınarak dört kuşak altında toplanırlar. Etki mekanizmalarını bakteri hücre duvarı
sentezinde rol oynayan PBP’lere bağlanarak inhibisyon yoluyla gösterirler. Ayrıca
doza bağımlı olmaksızın hücre duvarı sentezini bozarak bakterisidal etki gösterirler.
Sefalosporinler stafiokokların beta-laktamazından etkilenmezler. Sefalosporin
direnci sıklıkla MRSA’da olduğu gibi PBP’lerde değişik sonucu gelişir. MRSA’lar
sefalosporinler de dahil tüm beta-laktamlara dirençlidirler (11,31).
2- Fosfomisin
Beta-laktamlardan daha erken dönemde hücre duvar sentezini inhibe eder ve
beta-laktamlarla çapraz direnç yoktur. Tedavi sırasında direnç geliştiği için
stafilokokların tedavisinde tek başına kullanılmazlar. Direnç, fosfomisinin bakterilere
penetrasyonunu sağlayan ve glikoz-6-fosfatla indüklenen transport sisteminin
kapanması ile ortaya çıkar (32).
12
3-Aminoglikozidler
Aminoglikozidler bakteri ribozomunun 30 S subunitine bağlanarak protein
sentezini bozarlar. Yaygın klinik kullanım alanı bulan aminoglikozidlere direnç,
genellikle antibiyotiğin enzimatik yolla inaktivasyonuna bağlıdır. Stafilokoklarda,
küçük plazmid ve transpozonlarda bulunan genler aracılığıyla aminoglikozid modifiye
edici enzim sentez edilir. En yaygın direnç geni, aac(6’)-aph(2") genidir. Genellikle
aminoglikozidlerle monoterapi sırasında gelişen ve antibiyotiğin bakteri hücre
duvarından transportunun engellenmesiyle ortaya çıkan direnç önemlidir (32).
4-Rifampisin
DNA’ya bağlı RNA polimerazın beta subünitini bloke ederek transkripsiyonu
inhibe eden, semi-sentetik bakterisidal bir antibiyotiktir. Đnvitro olarak 0.03 µg/L ve
altında MĐK değeriyle en güçlü antistafilokokal ilaçlardan biridir. Rifampisine direnç
RNA polimerazın beta subunitini kodlayan rpoB genindeki kromozomal mutasyonla
oluşur ve ilaca azalmış afiniteye neden olur. Rifampisin stafilokoklarda diğer
antibiyotiklerle birlikte kullanılır (32).
5-Tetrasiklin
Tetrasiklinler, ribozomun 30S subunitine bağlanarak aminoaçil-tRNA’yı bloke
ederek protein sentezini inhibe ederler. Stafilokoklar için bakteriyostatik ilaçlardır.
Stafilokoklarda tet(K), tet(L), tet(M) olmak üzere üç direnç geni bulunmaktadır. tet(M)
geni minosiklin ve doksisikline kromozomal direnci kodladığı için klinik açıdan
önemlidir. Direnç gelişimini azaltmak için stafilokok infeksiyonlarında tek başına
kullanılmamalıdır. Günümüzde minosiklin Japonya’da ağır MRSA infeksiyonlarında
yaygın olarak kullanılmaktadır (32).
6-Florokinolonlar
Nalidiksik asit derivesi olan florokinolonlar özellikle topoizomeraz I’ı, DNA girazı
ve topoizomeraz IV’ü hedefler. Gram pozitif bakterilerde topoizomeraz IV
florokinolonların
öncelikli
hedefidir.
Florokinolonlara
direnç,
DNA
giraz
ve
topoizomeraz IV subunit A ve subunit B’nin kodladığı genlerdeki bir dizi mutasyon
sonucu gelişir.(32)
13
7- Glikopeptidler
Hem vankomisin ve hem teikoplanin bakterilerin hücre duvarını oluşturan
peptidlerin terminal D-ala-D-ala dizisine bağlanarak transglikozilasyon reaksiyonunu
ve peptidoglikan oluşumunu inhibe eder. Çoğalmakta olan bakteriler üzerine
bakterisidal etkilidir.
Gram
negatif
bakterilerin
lipid
membranından
penetre
olamadıkları için bu mikroorganizmalar üzerinde etkili değillerdir, sadece gram pozitif
bakterilere etkilidirler (8).
Glikopeptidler primer olarak metisiline duyarlı ve dirençli tüm stafilokoklara,
sreptokoklara,
enterokoklara,
pnömokoklara
in
vitro
olarak
çok
etkilidir.
Corynebacterium jeikeium dahil difteroid basillere, L. Monocytogenes’e, Clostridium
türlerine, anaerop gram pozitif koklara invitro olarak etkili olmakla birlikte C. difficile
dışında kullanımı ile ilgili yeterli klinik deneyim yoktur. Glikopeptidler Leuconostoc,
Pediococcus türlerine, laktobasillere etkili değildir (18,31).
Glikopeptidler, gastrointestinal sistemden emilemezler. Bu nedenle oral formları
yoktur. Ancak her iki molekül de C. difficile’ye bağlı psödomembranöz enterokolit
tedavisinde oral yoldan kullanılabilir. Standart dozlarda akciğer, karaciğer, safra, kalp,
böbrekler, sinoviyal sıvı, eklemler, kemik, periton sıvısında terapötik düzeylere
ulaşırlar. Her ikisinin beyin omurilik sıvısına geçisi iyi değildir. Her iki ilaç da
böbreklerden atılır ve doz ayarlaması gereklidir (18,31).
En önemli kullanım alanı, metisilin dirençli stafilokokların etken olduğu ciddi
infeksiyonlardır. Beta-laktam allerjisi olan hastalarda görülen Gram pozitif bakteri
infeksiyonlarının tedavisinde kullanılır. Ortopedik ve kardiyak implant cerrahisi,
stafilokok infeksiyonlarının sık görüldüğü girişimler olduğu için bu olgularda gelişen
infeksiyonların ampirik tedavisinde yer alır. Glikopeptidler, metisiline direnç
oranlarının yüksek olduğu hastanelerde ortopedik ve kardiyak implant olgularında
proflaktik olarak, yine kateter infeksiyonları, febril nötropeni ve psödomembranöz
enterokolit olgularının tedavisinde kullanılır (18,31).
14
8 –Streptograminler
Makrolid-linkozamid-streptogramin ailesinin üyesidir. Streptograminler moleküler
yapılarına göre A ve B olmak üzere başlıca iki gruba ayrılırlar. Dalfopristin A
grubunda, kinupristin B grubunda yer alır (18,31).
Bu iki suda çözünen streptogramin %30 kinupristin- %70 dalfopristin şeklinde
IV preparatları mevcuttur. Bakteriyel ribozomun 50S subünitesine bağlanarak protein
sentezini
sinerjistik
olarak
inhibe
eder.
Kinupristin-dalfopristin
Gram
pozitif
mikroorganizmalara etklidir (18,31).
Vankomisine dirençli Enterecoccus feacium, MRSA, MSSA, KNS, A grubu
beta
hemolitik
streptokoklar,
viridans
grubu
streptokoklar,
S.
agalactiae,
Corynebacterium jeikeium, penisiline dirençli pnömokoklar, M. catarrhalis, M.
pneumoniae, L. pnemoniae ve C. pneumoniae ve anaerob mikroorganizmaların
birçoğuna kinupristin-dalfopristin etkilidir. E. faecalis, P. aeruginosa ve Acinetobabter
spp. ise dirençlidir. Kimyasal olarak birbirinden farklı olup, aynı etki mekanızmasına
sahiptirler. Bu antibiyotikler ribozomun 50S subunitinin 23S birimine bağlanan ve
peptidil transferazı bloke
eden protein sentez inhibitörleridir (18,31).
9- Oksazolidinonlar
Linezolid
Linezolid; Food and Drug Adminstration(FDA) tarafından kullanım onayı alan ilk
oksazolidinon grubu antibiyotiktir. Ayrıca eperzolid, ranbezolid ve AZD 2563 adında
üç yeni oksazolidinon grubu antibiyotik üzerindeki çalışmalar devam etmektedir (33).
Etki mekanizması ve direnç
Ribozom 50S subunitinin 23S subunitinde bulunan peptidil transferaza
bağlanarak, 70S oluşumunu engeller ve protein sentezinin başlamasını inhibe eder.
Böylece ribozomal protein sentezinin başlangıç kompleksini durdurmuş olur (33).
Linezolidlere karşı bilinen bir direnç mekanizması yoktur. Spesifik nokta
mutasyonları ile direnç gelişmektedir. Mutasyonlar, çoğunlukla 23S rRNA’da bulunan
2576 pozisyonundaki değişmeler sonucu, linezolidin bağlanmasının azalması yoluyla
olmaktadır(33). Linezolidin 50S alt birimindeki bağlanma noktası, kloramfenikol ve
15
linkomisinin bağlanma noktası ile çok yakındır. Bu nedenle bu ilaçlarla yarışmaya
girer. Kloramfenikol ve linkomisinden farklı olarak, peptid bağı oluşumunu inhibe
etmez. Bu nedenle bu ilaçlarla çapraz direnç göstermez.(34) Diğer protein sentez
inhibitörlerinden farklı bir şekilde etki ettiklerinden çapraz direnç bulunmamaktadır
(33).
Linezolid ile ilgili ilk duyarlılık raporu 2002 yılında yayınlanmıştır. Bu raporda;
Gram-pozitif mikro-organizmalar için linezolid direnci %0,05 olarak bulunmuştur.
Direnç sebebi olarak; 23S rRNA’daki domain beş içindeki tek G2576U gen
mutasyonu gösterilmiştir. Direnç gelişimi daha önce uzun süre linezolid kullanımıyla
ilişkilendirilmiştir. Stafilokoklarda linezolid direnci çok enderdir ve mekanizması tam
olarak aydınlatılamamıştır. Son zamanlarda in-vitro olarak linezolidlere dirençli
enterokok suşları izole edilmiştir. Buna ribozomun 23S alt birimindeki mutasyonların
neden olduğu gösterilmiştir.(33). Road ve ark
vankomisin dirençli enterokok
(VRE)’lardaki linezolid direncini 23S rRNA genindeki domain beş içindeki tek G2576
gen mutasyonu ile ilişkilendirmişlerdir (35).
VRE enfeksiyonlu beş hastada tedavi sırasında linezolid direnç gelişimi
görülmüştür. Bu hastaların hepsinde de uzun süreli linezolid kullanımı söz konusu
olup, dördü transplant hastasıdır. Yine sürekli ayaktan periton diyalizi uygulanmakta
olan bir hastada, MRSA’ya bağlı peritonit tedavisi sırasında linezolid direnci
gelişmiştir. Prostetik cihaz yerleştirilmiş olan hastalar ile uzun süreli linezolid tedavisi
alan hastalarda linezolid direnci saptanmıştır. Direnç gelişimi en sık E.faaecium’da
bildirilmiştir. Bugüne kadar linezolide dirençli tek bir S. Aureus klinik izolatı
tanımlanmıştır (36,37).
Streptococcus
pneumoniae
suşlarında
linezolid
direnci
olmadığı
düşünülmekteydi, ancak Ferrel ve ark makrolide direçli 7746 S. Pneumoniae suşunun
ikisinde direnç bulmuştur. Direnç, ribozomal mutasyonlar ile ilişkilendirilmiştir (38).
Tünger ve ark yaptıkları çalişmada, kan kültürü ve rektal sürüntüden elde
ettikleri metisiline dirençli S. Aureus (MRSA) ve metisiline direçli koagülaz-negatif
stafilokok (MRKNS) suşlarında (MIC:1.0 mg/lt) linezolid direnci saptamamışlardır.
Aynı çalışmada VRE’lerde direnç %10 bulunmuştur (MIC:2.0mg/lt) (39). Baysallar ve
ark
Türkiye genelinde yaptıkları başka bir çalışmada ise; kan, solunum yolları
sıvıları, BOS ve rektal sürüntüden izole edilen MRSA’larda direnç görülmezken
16
enterokoklarda dirençli suş oranı %7 olarak bulunmuştur (40).
Etki profili
Diğer protein sentez inhibitörleri gibi bakteriyostatik etkilidir. Đn vitro stafilokoklar
ve enterokoklar için bakteriyostatiktir. Streptokoklar, pno-ömokoklar dahil olmak
üzere bakterisidal etkili olmakla birlikte, bu etki diğer bakterisidal ajanlardan daha
düşük düzeydedir (34).
Gram-pozitif etkinliği: Metisiline duyarlı S.aureus (MSSA), MRSA, metisilineduyarlı koagülaz-negatif stafilokoklar (MSKNS), (MRKNS), çoğul ilaç direnci olan S.
pneumoniae’lar,
vankomisin
duyarlı
ve
dirençli
Enterococcus
fecalis
ve
Enterococcus faecium, A ve B grubu streptokoklar dahil olmak üzere Gram pozitiflere
karşı
güçlü
bir
etkinliği
vardır.
Streptococcus
pyogenes,
Bacillus
türleri,
Corynebacterium türleri, Listeria monocytogenes, Mycobacterium tuberculosis ve
Rhodococcus türlerinin dahil olduğu diğer Gram pozitiflere karşı yeterli etki gösterir.
Tüm stafilokok türlerine olan etkisi vankomisine eşittir(33,40). Enterokoklar
stafilokoklar
üzerine
bakteriyositatik,
streptokoklar
üzerine
bakterisidal
ve
etki
göstermektedir. Bu bakteriler için MIC-90 (mg/L) değerleri şöyledir; MSSA, MRSA,
Enteococcus türleri ve MRKNS için 2-4, MSKNS için 1-2, penisilin duyarlı ve dirençli
S. Pneumoniae için 0,5-2, anaeroplar için 2’dir (33).
Gram-negatif etki profili: Linezolidlerin Gram-negatif patojenlere karşı sınırlı etkisi
vardır. Moraxella catarhalis, Haemophilus influenzae, Legionella türleri Neisseria
gonorrhoeae ve Bordatella pertussis’e karşı in-vitro olarak etkin kabul edilir.
Pseudomonas aeruginosa, Escherichia coli, Klebsiella pneumoniae ve Proteus
türlerinin dahil olduğu Enterobactericeae ailesine karşı etkisizdir( 33)
Anaerob etki profili: Gram-pozitif anaerop olarak Clostridium difficile ve
Clostridium perfiringens’e karşı olan etkisi vankomisine benzerdir. Ayrıca Provitella
türleri, Fusobacterium türleri, Bacteroides türlerinin dahil olduğu Gram-negatif
anaeroblara karşı iyi etki gösterir/11c). Oksazolidinonların, çoğul ilaç direnci olan
M.tuberculosis
suşlarının
tedavisinde
etkin
olabileceği
düşünülürken
M.
intracellulare’ye olan etkisinin M.avium’a olandan fazla olduğu bulunmuştur (33).
17
Çeşitli antimikrobiyal ajanlarla kombine kullanıldığında sinerjik,aditif etki gösterir.
Stafilokoklar ve streptokoklarda virülans faktörlerin oluşumunu inhibe etmektedir. S.
aureus’ta koagülaz ve hemolizin oluşumunu, streptokoklarda streptolizin O ve DNaz
oluşumunu inhibe eder. Yine aynı dozlarda bu iki bakterinin nötrofiller tarafından
fagositozunu arttırmaktadır. Ancak bu in vitro çalışmaların, in vivo çalışmalarla
desteklenmesi gerekmektedir (34).
Farmakokinetik
Linezolidin vücuda dağılımı ve dokulara geçişi çok iyidir. Özellikle kemik ve
yumuşak doku, akciğer, sinoviyal sıvı, hematom ve beyin-omurilik sıvısı(BOS)’na iyi
geçmektedir. Ağızdan alım sonrası tam ve hızlı olarak emilmektedir. Bir veya iki saat
içerisinde pik serum düzeyine ulaşır ve %100 biyoyararlanıma sahiptir. Proteine
bağlanma oranı %31 iken dağılım hacmi 0,64 L/kg’dır. Yarılanma ömrü, dört-altı
saattir.Đlacın %30’u değişmeden atılır. Linezolid temel olarak morfolin halkasının
oksidasyonuyla metabolize olur. Halka açılınca iki inaktif karboksilik asit metaboliti
oluşur. Bu metabolitler böbrek yoluyla atılmaktadır. Bu yüzden hemodiyaliz
hastalarına diyaliz sonrası verilmelidir (33).
Klinik kullanım
(FDA) linezolidlerin sadece Gram-pozitif infeksiyonların tedavisinde kullanılması
için onay vermiştir. Linezolid, ampirik tedavi olarak tercih edilmemeli ve sadece diğer
tüm ilaçlara dirençli Gram pozitif infeksiyonların tedavisinde kullanılmalıdır (33,40).
FDA onaylı olan kullanım endikasyonalrı şunlardır; MRSA’nun neden olduğu
komplike yumuşak doku infeksiyonları, MRSA’un neden olduğu nazokomiyal
pnömoni, penisiline dirençli S.pneumoniae’nin neden olduğu toplumdan kazanılmış
pnömoni ve eşlik eden bakteriyemiler ve VRE bakteriyemileridir. Linezolidle ilgili
yapılan çalışmalarda Gram-pozitif bakterilerin neden olduğu kemik-eklem yumuşak
doku infeksiyonları (osteomyelit, septik artrit, prostetik kemik replasmanları vb), alt ve
üst solunum yolu infeksiyonları, yabancı cisim ve kateter infeksiyonları, karın içi
infeksiyonlar, endokardit, menenjit, endoftalmit, üriner sistem infeksiyonları, kanser
hastalarında çoğul ilaç direnci olan Gram-pozitif bakterilerinde dahil olduğu
bakteriyemiler ve hasta kaynaklı olsun olmasın bakteriyemilerin tedavisinde etkin
olduğu bulunmuştur (33).
18
Bazı yazarlar endokardit gibi ciddi MRSA infeksiyonlarının tedavisinde
Linezolid+gentamisin kombinasyonunun başarıyla kullanılabileceğini belirtmektedir
(33). Nathani ve ark MRSA’nun neden olduğu bir doğal kapak endokarditini i.v.
girişim yapamadıkları için oral linezolid ile tedavi etmişlerdir. Ayrıca Nocardia
türlerinin neden olduğu intrakraniyal infeksiyonlar da linezolidle başarıyla tedavi
edilmiştir (41).
Nötropenik, kanserli hastalarda en sık karşılaşılan etkenler, çoklu direçli Grampozitif bakterilerdir. Bu grup hastalarda karşılaşılan penisilin, metisilin ve vankomisine
dirençli gram-pozitif bakteri infeksiyonlarında linezolid yeni bir seçenek olarak
görülmektedir (33).
Martinelli ve arkadaşları tarafından düzenlenen nötropeni ateşi gösterilmiş ya da
şüphesi olan toplam 605 hastada linezolid ve vankomisin karşılaştırılmış, bu hasta
grubunda linezolidin vankomisin kadar etkili ve güveni olduğu gösterilmiştir. Ayrıca
nötropeni ateşi olan 46 çocuk hastada linezolid etkinlik ve güvenilirlik açısından
incelenmiş, nötropenik ateşte ampirik antibiyotik tedavinin bir parçası olarak etkin ve
güvenilir bulunmuştur. Uzun süreli linezolid kullanımında karşılaşılan en önemli
sorun miyelosüpresyon yan etkisidir. Ancak nötropenik hastalarda Smith ve
arkadaşlarının 103 nötropenik hastada yaptıkları çok merkezli bir çalışmada
linezolidin ortalama kullanım süresi 14 gün olmuş ve ciddi bir miyelosüpresyonla
karşılaşılmamıştır (34).
Dozaj ve uygulanım
Erişkinlerde; toplum veya hastane kaynaklı pnömonilerde ve komplike yumuşak
doku infeksiyonlarında 10-14 gün boyunca 2x600 mg, VRE infeksiyonlarında 14-28
gün boyunca 2x 600 mg, çocuklarda 10 mg/kg/saat olarak uygulanır (33). Karaciğer
ve böbrek fonksiyon bozukluklarında doz ayarlaması gerekmez. Biyoyararlanımı
%100 olması nedeniyle hem oral hem de parenteral kullanılabilme özelliğine sahiptir
(31).
Tabletleri; 600 mg’lık Zyvox-Linospan-Lizomed-Lizbid, i.v. formları 100 veya 300
mL lik şişelerde 2 mg/mL linospon,linox 30-120 dk infüzyon şeklinde uygulanır. Oral
süspansiyonları ise 20 mg/mL şeklindedir (33).
Gebelerde kullanımı ile ilgili yeterli insan çalışması yoktur ve kullanılmaması
gerekir. Laktasyonda kullanımı ise kar-zarar dengesine göre belirlenmelidir (33).
19
Yan etki profili
Linezolid iyi tolore edilir ve hastaların %32,7’sinde ilaç dozundan bağımsız olarak
yan etkiler görülür. Tedavinin devamıyla bu etkiler azalma gösterir. En sık görülen
yan etkiler; mide bulantısı (%5,4), diyare (%5,2), dilde renk değişikliği (%2,5), oral
kandidoz (%2,3), baş ağrısı (%2,3), trombositopeni (%2,4), geriye dönüşümlü
miyelopati, optik ve periferik nöropati ve bradikardidir. Uzun süreli tedavi gören
hastalarda görülen optik nöropati, tedavi sonrası geri dönüşümlü iken, periferik
nöropati kalıcıdır (33).
Đki haftadan uzun süre linezolid alan hastalarda tedavi kesilmesini gerektirecek
düzeyde kemik iliği baskılanması görülebilir. Meydana gelen anemi, lökopeni ve
trombositopeni geri dönüşümlüdür ancak baskılanma mekanizması bilinmemektedir
(33).
Linezolid tedavisi öncesinde herhangi bir nedenle kanamaya eğilimi olan
hastaların trombosit düzeyleri tedavi boyunca izlenmelidir. Tedavi sırasında haftalık
kan sayımı ile izlenmesi gerekenler; iki haftadan daha uzun süre linezolid tedavisi
alanlar, eş zamanlı kemik iliğini baskılayıcı ilaç alanlar ve eşzamanlı başka bir
antibiyotik alan hastalardır. Literatürde Linezolid kullanımına bağlı sideroblastik
anemi ve tekrarlayıcı bulantı kusmalar sonucunda laktik asidoz olguları bildirilmiştir.
Bazı hastalarda diyare ve psödomembranöz enterokolit görülmüştür (33).
Đlaç etkileşimleri
Linezolidle birlikte alınınca oluşan yan etkiler ve ilaç isimleri şöyledir;
Dopamin, epinefrin, psödoefedrin içeren dekonjestanlar veya tiramin içeren gıdalarla
alınınca hipertansif krize neden olabilir. Amfoterisin B, seftriakson, klorpromazin,
diazepam, eritromisin, fenitoin, trimetoprim sülfometoksazol ile birlikte alınınca
şiddetli geçimsizlik meydana gelir. Seratonerjik ilaçlar alınınca (örn: seratonin geri
alım blokerleri ve trisiklik antidepresanlar) seratonin sendromu riski artar. Rifampin ile
alınınca linezolid serum konsantrasyonu düşer (33).
20
ENTEROKOKLAR
Günümüzde “enterokoklar” olarak adlandırılan grup, eskiden “fekal orjinli
streptokoklar” olarak gruplandırılmıştır. Streptococus faecalis adı ilk kez bir asır
önce tanımlanmıştır. Enterokok ismi, ilk kez 1899 yılında
Thiercelin tarafından
Fransa’da yayımlanan bir makalede kullanılmıştır. Bundan yaklaşık 10 yıl sonra
fermentasyon
özellikleri
daha
tanımlanmıştır.
Lancefield
farklı
tarafından
olan
Streptococcus faecium
1930’larda
yapılan
türü
sınıflandırmada
enterokoklar, D grubu streptokoklar arasında yer almış, Sherman ilk kez 1937 ve
1938 yılında enterokok grubu bakterileri tanımlamıştır (42).
1984 yılında
da
DNA-DNA
ve
DNA-rRNA
sonucunda, S. faecalis ve S. faecium’un
Enterococcus
sonra
hibridizasyon
deneyleri
streptokoklardan
ayrılarak
cinsine aktarılmasını önermişlerdir. Bu cins içindeki bakteriler daha
E. faecalis,
E. faecium,
E. durans,
E. avium,
E. casseliflavus, E.
malodoratus, E. hirae, E. gallinorum, E. mundtii, E. raffinosus, E. solitarius ve E.
pseudoavium gibi çeşitli türlere ayrılmıştır. Ayrıca son
on yıl içinde E.
haemoperoxidus, E. villorum, E. phoeniculicola, E. canis, E. moraviensis, E.
columbae ve E. cecorum gibi yeni türler de enterokok cinsi içinde tanımlanmıştır (43).
Mikrobiyolojik Özellikler
Üreme ve Biyokimyasal Özellikler
Enterokoklar tek tek veya çift olarak kısa zincirler halinde bulunan Gram pozitif
koklardır. Morfolojik
olarak
streptokoklardan
anaerob bakterilerdir. Kanlı jelöz
agarda
ayrılmaları zordur. Fakültatif
koloniler büyükçe, gri renkli, parlak,
buğulu görünümdedir.
Katalaz negatiftir, fakat bazı kökenlerinde ‘pseudo catalase’ yapımı vardır. 1045° C
arasında üreyebilir,
% 6.5’luk
NaCl’lü
ortamda
üremeyi
sürdürebilir, 60° C’de 30 dakika canlı kalabilir ve eskulini hidrolize edebilir. Glikozdan
gaz oluşturmamaları Leuconostoc cinsinden ayırmada önemlidir. Ayrıca pH 9.6’da,
% 40 safra tuzu içeren besiyerinde de üreyebilirler. Alfa, beta veya gama hemoliz
yapabilirler (42,44,45,46).
E. flavescens, E. casseliflavus ve E. gallinorum gibi bazı kökenler hareketlidir. E.
cecorum, E. columbae
ve E. saccharolyticus dışında kalan tüm kökenler L-
21
pyrolidonyl beta
enterokokları,
naphthylamid
vankomisin
(PYR) maddesini hidrolize ederler. Bu özellik
direnci
nedeni
ile
karışabilecek Leuconostoc
ve
pediococcus türlerinden, A grubu dışı streptokoklarından ayırt etmede önemlidir.
Tüm kökenlerde lösinaminopeptidaz (LAP) üretimi vardır (43).
Enterokokların çoğu grup
D antiserumu,
bazıları
grup Q antiserumu ile
reaksiyon verir. E. faecalis, E. faecium’un tersine % 0.04 tellürit içeren ortamda ürer
ve
tetrazoliumu, formazona
indirger. E. faecium
Lys-Ala 2-3 tipinde bir
peptidoglikana sahiptir (47,48).
Gram
pozitif, katalaz negatif koklardan olan Lactococcus spp., Leuconostoc
spp., Pediococcus spp. ve Aerococcus spp.
6.5’luk NaCl’lü
antijeninin
safralı eskülinli besiyerinde ve
besiyerinde üreyebilir, eskülini
varlığı
hidrolize
ederler.
Grup
%
D
bütün enterokoklar için spesifik değildir ve Pediococcus spp.,
Leuconostoc spp, S.bovis, S.equinis gibi diğer bazı Gram pozitif bakterilerde de
bulunabilir. Lactococcus spp. ve Aerococcus spp. türlerinde PYR pozitiftir, ancak
bunların D grup antijeni yoktur. Buna karşılık Pediococcus spp. ve Leuconostoc spp.
türlerinde PYR negatiftir ve vankomisine dirençlidirler. (43,47).
Enterokoklar mannitol, sorbitol, sorboz içeren sıvı besiyerlerinde asit
oluşturmalarına ve arginini hidrolize etmelerine göre beş gruba ayrılırlar (49).
Tablo 1. Fenotipik özelliklerine göre enterokok türlerinin sınıflaması .
Grup I
Grup II
Grup III
Grup IV
Grup V
E. avium
E. faecalis
E.durans
E.asini
E.canis
E. malodoratus
E. faecium
E.hirae
E.cecorum
E.columbae
E. raffinosus
E. casseliflavus
E.ratti
E.sulfurens
E.moraviensis
E. pseudoavium
E. mundtii
E.dispar
E.phoeniculicola
E.casseliflavus*
E. palens
E. haemoperoxidus
E.faecalis*
E. gilvus
E. gallinorum
E.faecium*
E. saccharolyticus
* Aynı türler farklı
E.faecalis*
E. villorum
özelliklerine göre
farklı gruplara
dahil edilmiştir.
22
Epidemiyoloji
Enterokoklar,
insan
ve
hayvanların gastrointestinal sistemlerinin
üyeleridir. Doğada; toprak, su, bitki, kuşlar böcekler ve memelilerde yaygın
olarak bulunurlar. Đnsanlarda, esas olarak gastrointestinal florada bulunmaları
nedeni ile gerek hastane gerekse hastane dışı ortamda endojen kaynaklı
infeksiyonlara yol açmaktadırlar. E.faecalis
diğer enterokok türlerine göre
dışkıda daha yüksek oranda bulunur (50).
Enterokoklar, çevre
koşullarına dayanıklı
olduklarından
her
çeşit
ortamda canlılıklarını sürdürebilirler. Hastane ortamında bulunan steteskop,
kapı tokmağı,
yatak,
yaşayabilmektedir.
komidin
Dirençli
gibi cansız maddeler üzerinde uzun süre
enterokokların
yayılımına
elektronik
termometreler de yardım edebilir. Bu nedenle enterokoklar, gerek cansız
maddeler aracılığı ile, gerekse sağlık personeli ile hastadan hastaya taşınarak
hastane infeksiyonu olarak salgınlarına yol açabilmektedir (51).
Son
yıllarda yapılan epidemiyolojik çalışmalar,
hastaya ve
hatta
hastaneler
arası
enterokokların hastadan
yayılabilmesinde
bu bakterilerin
normal barsak florasında bulunmasının temel risk faktörü olduğunu göstermiştir.
Nozokomiyal infeksiyonlara neden
olan enterokok türleri, sağlık personelinin
ellerinden ve hastane ile bakım evlerindeki çevresel kaynaklardan izole edilmiştir
(52,53).
1984 yılı Hastalık Kontrol Merkezi (CDC) verilerine göre, enterokokların hastane
infeksiyonlarında % 10.4 oran ile üçüncü sıklıkta sorumlu olduğu görülmektedir (54).
Enterokoklarda beta-laktam antibiyotiklere ve aminoglikozidlere 1980’li yıllarda
direncin ortaya çıkması üzerine vankomisin uzun yıllar tek uygun antibiyotik
olarak
kullanılmıştır.
tarafından
VRE’ler
Đngiltere’den,
ilk
kez
Leclerg ve
1988
yılında
arkadaşları
Uttley
ve
arkadaşları
tarafından da
Fransa’dan
bildirilmiş. Bunu diğer Avrupa ülkeleri ve ABD’den bildirilen olgular ve VRE
epidemileri
izlemiştir. National Nosocomial Infection Surveillance System (NNIS)
23
tarafından yayımlanan rapora göre 1989-1993 yılları arasında nozokomiyal VRE
infeksiyonları %0.3’ten %7.9’a yükselmiştir. Yoğun bakım ünitelerinde ise bu
oran %0.4’ten 34 kat artarak %13.6’ya ulaşmıştır. Đngiltere’de yapılan 1971-1985
yılları arasındaki kan kültür izolatları arasında görülme sıklığı %3 iken, 19861995 yılları arasında bu oran %12’ye yükselmiştir. 2000 yılında ise hem yoğun
bakım ünitelerinde hem de normal servislerde nozokomiyal infeksiyon etkeni
olan VRE %25’in üzerine çıkmıştır (54).
Aynı bildirime
göre
enterokoklar,
erişkin
infeksiyonlarında ikinci, bakteriyemilerinde
hastaların
idrar yolu ve
yara
de üçüncü sıklıkta izole edilen
bakterilerdir (50).
Enterokoklar ve VRE ile oluşan hastane kaynaklı infeksiyonlarda risk
faktörleri şu şekildedir (55,56,57).
1- Demografik risk faktörleri:
•
Hastanede veya
yoğun
bakım
ünitesinde (YBÜ)
yatış
süresi,
•
VRE ile kolonize
ya da
infekte
hastanın
yakınında
bulunulması ve VRE ile kolonize hastaya bakım veren
bir hemşireden bakım alınması,
•
Hastane içinde bir servisten diğerine transfer edilmesi,
•
VRE ile kontamine olmuş tıbbi aletlere maruz kalınması,
2-) Altta yatan hastalığın ağırlığı ile ilgili risk faktörleri:
•
Yüksek APACHE II skoru,
•
Böbrek yetmezliği,
•
Yakın zamanda ameliyat geçirme,
•
C.difficile’e bağlı kolit,
•
Hepatobilier hastalık,
•
Đmmunsupresyon veya organ alıcısı olmak,
•
Enteral beslenme,
24
3-)Antimikrobiklerle ilgili risk faktörleri:
•
Antibiyotik tedavisinin süresi ve miktarı
•
Kullanılan antibiyotikler
Vankomisin, 3.kuşak sefalosporin, anti-anaerob
antibiyotik, kinolon, aztreonam
• Operasyon öncesi barsak hazırlığı
Patojenite ve virulans faktörleri
Enterokoklar, düşük virulanslı bakterilerdir. Buna rağmen toplum kaynaklı ve
özellikle hastane kaynaklı infeksiyonlarda önemli etkenlerdir. Pek çok antibiyotiğe
karşı intrensek olarak dirençli olmaları, diğer antibiyotiklere de kolaylıkla direnç
geliştirebilmeleri ve
patojenlerden
daha
çevreye
adaptasyonlarının
iyi olması nedeni ile
diğer
avantajlı hale gelmektedir.Enterokokların bilinen virulans
faktörleri: sitolizin, lipoteikoik asit,feromonlar ve agregasyon maddesidir.(43,58)
Ayrıca enterokoklarda jelatinaz, ekstraselüler süperoksit, ekstraselüler
yüzey
proteini gibi virulans faktörleri de saptanmıştır.
Enterokok Đnfeksiyonları
Son yıllarda enterokokların neden olduğu infeksiyonlar oldukça artmış olup,
özellikle hastane infeksiyonlarına neden olan etkenler arasında ön sıralarda yer
almaktadır. Tüm enterokok infeksiyonlarının % 80-90’nından E. faecalis, %515’inden ise E. faecium sorumludur. E.gallinorum, E.casseliflavus, E. avium ve E.
raffinosus gibi diğer enterokok türleri klinik örneklerin %5’inden
izole edilmiştir
(44).
Enterokoklar, üriner sistem ve yara infeksiyonlarının yanı sıra endokardit,
salpenjit, endometrit, peritonit, safra yolu infeksiyonları, karın içi abseleri,
bakteriyemi bazen menenjit gibi ciddi infeksiyonlara neden olabilirler (59).
25
Enterokoklarda antibiyotik direnci
Enterokoklarda antibiyotik
direnci
intrensek
ya da
kazanılmış
olabilir.
Plazmidler, transpozonlar ve kromozomlar üzerindeki direnç genlerine bağlı olan
kazanılmış direnç ve mevcut direnç genlerinin, farklı tür ve cinsteki bakterilere
aktarılabilmesi
söz
konusudur. Bu
bakterilerin
neden
olduğu
infeksiyonların
tedavisi, klinikte karşılaşılan en önemli sorunlardan biridir (60,61).
Enterokokların
çeşitli
antibakteriyellere
direnç
mekanizmaları
iki
grupta
incelenebilir.
1. Đntrensek (kromozomal) Direnç
2. Ekstrensek (kazanılmış) Direnç
Đntrensek Direnç
Đntrensek
direnç(doğal) özellikleri
türe
özgüdür, enterokok
türlerinin
tümünde bulunan kromozomal direnci ifade eder. Enterokok türleri penisilinlere,
sefalosporinlere, linkozomidlere, trimetoprim-sulfometaksazol (TMP-SMX)’e
ve
aminoglikozidlere (düşük düzeyde), kinupristin-dalfopristin’e karşı kalıtsal olarak
dirençlidirler (47,61).
Beta-Laktam Antibiyotiklere Đntrensek Direnç
Enterokoklardaki intrensek penisilin direnci beta-laktam antibiyotiklere düşük
bağlanma afinitesi gösteren PBP 5 enziminin varlığına bağlıdır. E.faecalis için
penisilin
MĐK değeri
diğer
streptokoklardan
10-100
kat
daha
yüksektir. E.
faecium suşları, E. faecalis suşlarına oranla penisiline daha dirençlidir. Yarı
sentetik ve penisilinaza dirençli beta-laktam grubu antibakteriyel ilaçlara da
direnç, oldukça yüksek bulunmuştur (44).
Enterokoklar, beta-laktam antibiyotiklere karşı karakteristik olarak tolerans
gösterirler. Yani tedavi dozunda MBK/MĐK (minimal bakterisid konsantrasyon/
minimal inhibitör konsantrasyon ) oranı 32’nin üzerindedir. Dolayısıyla beta-laktam
antibiyotikler enterokoklara karşı bakterisidal değil, bakteriyostatik etkilidir (60).
Aminoglikozid Antibiyotiklere Đntrensek Direnç
Enterokoklar düşük düzeyde aminoglikozid direnci gösterirler. Bu tip dirençte
iki mekanizma söz konusudur. Birinci mekanizma tüm enterokok türlerinde
26
bulunur ve bakteri duvarının bu grupta bulunan antibakteriyel ilaçlara karşı
geçirgenliğinin
az
olmasından
faecium’da bulunur. E.faecium
kaynaklanır. Đkinci
aac6’-li
geni
mekanizma
tarafından
sadece
kodlanan
E.
6’
asetiltransferaz (AAC-6’) enzimine sahiptir. Bu enzim aminoglikozid yapısındaki bir
amino grubunun asetil CoA’ya bağımlı olarak asetilasyonuna yol açar. Böylece
sitoplazmaya geçen ilaç inaktive edilir. Enzim kanamisin, netilmisin, sisomisin,
isepamisin ve tobramisini modifiye eder. Ancak gentamisine etkisi yoktur (62).
Aminoglikozid grubu antibakteriyel ilaçlar, beta-laktam antibiyotik ya da
vankomisin gibi hücre duvarı sentezini engelleyen antibiyotikler ile kombine
edilecek olursa, zedelenen hücre duvarından bu gruptaki antibakteriyeller daha
kolay geçeceğinden MĐK değerleri önemli ölçüde düşecektir. Enterokoklara karşı,
beta-laktam veya glikopeptid grubu antibakteriyel ilaçlar ile aminoglikozid grubu
ilaçların kombinasyonunun sinerjistik mekanizması bu şekilde açıklanmaktadır
(60).
Enterokoklar linkozomid grubu antibiyotiklere de düşük düzeyde intrensek
olarak dirençlidir (61,62).
Enterokokların eksojen folat kullanma yetenekleri bulunmaktadır. Bu nedenle
trimetoprim-sulfametaksazole de intrensek olarak dirençlidirler. Bu antibiyotik in
vitro olarak etkin görünmesine rağmen in vivo etkin değildir. Bu
nedenle
antibiyotik duyarlılık deneylerinde TPM-SMX kullanılmamalıdır (62,63).
Kazanılmış Direnç
Kazanılmış direnç, genellikle bir DNA mutasyonu ya da yeni bir DNA
segmentinin
transferi
sonucunda gelişir. Enterokoklarda
yeni
DNA
segmenti
transferinden en sık sorumlu olan mekanizma, konjugasyondur (61).
Beta-laktam Antibiyotiklere Karşı Kazanılmış Direnç
Enterokokların iki ayrı direnç mekanizması ile beta-laktam antibiyotiklere
direnç kazandığı saptanmıştır. Bunlardan biri, E. faecium suşlarında görülen,
kromozomal olan ve penisilin afinitesinin azalması sonucu PBP 5’in miktarının
artması ile ortaya çıkan dirençtir (64).
Đkinci
direnç
mekanizması
ise
beta-laktamaz
üretimidir. Beta-laktamaz
oluşturan suş ilk olarak 1981 yılında ABD’de tanımlanmıştır (62,64). Bu, 1983
27
yılında Murray ve arkadaşları tarafından bir makalede yayımlanmıştır (65).
ülkemizde yapılan çeşitli çalışmalarda beta-laktamaz yapımı saptanmamıştır (66).
Enterokoklardaki beta-laktamazların çoğu, yüksek düzeyde gentamisin
direnç genini de taşıyan bir plazmid üzerinde kodlanmıştır. Enterokoklardaki
beta-laktamazlar
penisilin, ampisilin, piperasilin
hidrolize
penisiliaza
eder;
dirençli
ve
diğer
üreidopenisilinleri
penisilinleri, sefalosporinleri, imipenemi
etkilemez. Beta-laktamaz oluşturan suşlar rutin duyarlılık deneyleri ile güvenli
olarak
saptanamaz.
Bu
amaçla
nitrosefin
deneyleri
önerilir.
Beta-laktamaz
üreten enterokokların saptanamadığı bölgelerde, rutin beta-laktamaz deneylerinin
yapılması tartışmalı bir konudur (64).
Glikopeptid Antibiyotiklere Karşı Direnç
Glikopeptid antibiyotikler, hücre duvarı sentezinde peptidoglikan polimerlerini
oluşturacak öncül maddelerden olan
D-ala-D-ala terminal ucuna bağlanır ve
hücre duvarı sentezini bozarlar. VRE ise ligaz enzimi ile
D-ala-D-ala ucunun
yapısını değiştirir ve D-ala-D-ala-laktat veya D-ala-D-ala-serin meydana getirir.
Böylece bu uca vankomisin bağlanma yeteneği çok azalır ve hücre duvarı
sentezi devam eder. Direncin sınıflandırılması, önceleri izolatların MĐK değerlerine
göre
yapılmaktaydı. Günümüzde
ise
sınıflandırma
spesifik
ligaz
genlerinin
varlığına göre yapılmaktadır. VanA, VanB, ve VanD tipi direnç; D-ala-D-alalaktat, VanC ve VanE tipi direnç ise D-ala-D-ala-serin üretimi ile ilişkilidir
(60,61).
Enterokoklarda
glikopeptid
antibiyotiklere
direnç,
ilk
kez
1988
yılında
saptanmıştır(67).
Ülkemizde ilk VRE olgusu 1998 yılında Antalya’dan Tümer ve arkadaşları
tarafından
bildirilmiştir. Daha
sonra
Öngen
ve
arkadaşları, Başustaoğlu
ve
arkadaşları ve çeşitli hastanelerden birçok araştırıcı tarafından olgular ve
epidemiler bildirilmiştir (68,69).
Enterokoklarda bugüne kadar glikopeptidler için tanımlanmış altı direnç fenotipi
mevcuttur. VanA, VanB, VanC, VanD, VanE, VanG fenotipidir.
28
VanA tipi direnç: Vankomisin ve teikoplanine yüksek düzeyde direncin (
Vankomisin için ≥64 µg/ml, teikoplanin için ≥16 µg/ml ) olduğu direnç tipidir. VanA
tipi direncin oluşması için gerekli genler Tn 1546 transpozonu üzerinde, ilgili
elemanlar ise Tn 5482 transpozonu üzerinde yer alır. VanA geni ilk olarak E.
faecium’da tespit edilmiştir. Bu genlerin açığa çıkması sonucunda D-ala-D-ala
yerine D-ala-D-ala-lactat ile sonlanan anormal peptidoglikan öncü maddesi
sentez edilir. Normal peptidlerin yerine bu uca vankomisin düşük düzeyde
bağlanabilir.. Ancak E. faecalis, E. durans, E. gallinorum, E. avium, E. mundtii, E.
casseliflavus, E. raffinosus gibi diğer enterokok türlerinde de saptanmıştır (61).
VanA tipi direnç, en sık karşılaşılan dirençtir. Vankomisin tarafından yüksek,
teikoplanin tarafından ise zayıf indüklenebilir özellikte, yüksek düzeyde bir
dirençtir. Đndüklenebilir VanA direncinde, yalnızca vankomisin varlığında oluşan
PBP’lerin
artışı
sonucunda
beta-laktam
antibiyotiklere
karşı
bir
duyarlılık
meydana gelir. Bu da vankomisin dirençli enterokokların tadavisinde vankomisin
beta-laktam kombinasyonunun başarısını açıklamaktadır (60).
VanB tipi direnç: Enterokoklarda VanB tipi glikopeptid direnci VanA ligaza
yapısal
olarak
benzerlik
gösteren
VanB
ligazı
ile
oluşur.
Kromozomal
yerleşimlidir, ancak transpozon (Tn 1547, Tn 5382) veya plazmid üzerinde de
olabilir ve transfer edilebilir. Genetik olarak VanA ve VanB benzer olmakla
birlikte aralarında bazı farklılıklar bulunmaktadır. Bu tip direnç vankomisine
direnç gösterir (MĐK 4 - >1024 µg/ml), teikoplanine duyarlıdır
değişik düzeyde
(MĐK 0.5-2 µg/ml). Vankomisin tarafından indüklenebilen bir dirençtir. Teikoplanin
ise indükleyemez. Ancak vankomisin ile indüklenen kökenler teikoplanine de
direnç gösterebilirler. VanB sadece E. faecium ve E.faecalis’te saptanmıştır
(44,61).
VanC
tipi
direnç:
Bu
grupta
vankomisine
düşük
düzeyde
direnç
sözkonusudur. Bu tip direncin E. gallinorum, E. casseliflavus ve E.flavescens
suşlarında
varlığı
bildirilmiştir. Bu
suşlarda
hemen
her zaman vanC geni
bulunmasına rağmen vankomisin için MĐK değeri genellikle 2-32 µg/ml arasındadır
29
(intermediate). VanC tipi dirence sahip olan suşlar teikoplanine duyarlıdır.
Yapısal olarak indüklenemez ve transfer edilemezler (44,60).
VanD tipi direnç: Sadece E.faecium’da bildirilmiştir. VanD geni izolatları
yapısal olarak hem vankomisine (MĐK 64-128 µg/ml) hem de teikoplanine (MĐK 4-64
µg/ml) dirençlidir. VanD
geni
kromozomaldir
ve
konjugasyon
ile
transfer
edilemez (44,60).
VanE tipi direnç: E. faecalis BM4405 izolatında tanımlanmıştır. Düşük
düzeyde vankomisin direnci (MĐK 16µg/ml) vardır. Teikoplanine duyarlıdır (MĐK
0.5 µg/ml). VanE geni kromozom üzerine lokalizedir ve transfer
edilemediği
bilinmektedir. (44,60)
VanG tipi direnç: Bu direnç tipi ilk olarak E. faecalis WCH9 suşunda
tanımlanmıştır. Tipik
olarak
µg/ml), teikoplanine
ise
vankomisine düşük
düzeyde
dirençli (MĐK 12-16
duyarlıdır (MĐK 0.5 µg/ml). Dirençten
VanG
geni
sorumludur ve ayrıntılı genetik analizi ile ilgili çalışmalar devam etmektedir.
Enterokoklarda glikopeptid direncinin en korkulan yanı laboratuvar veya klinik
koşullarda
bu
dirençten
sorumlu
genlerin
diğer
Gram
pozitif
bakterilere
aktarılabilme olasılığıdır (60,61).
Diğer Antibiyotikler
Direnç genlerinin bir enterokoktan diğerine transferi ilk olarak 1964 yılında
gösterilmiştir (kloramfenikol direnci). Yapılan çeşitli çalışmalarda, enterokokların
%20-42’sinin
kloramfenikole
dirençli
olduğu
ve
dirençten
en
sık
sorumlu
mekanizmanın kloramfenikol asetiltransferaz üretimi olduğu bildirilmiştir (61).
Eritromisin direnci enterokoklarda görülen diğer bir direnç türüdür ve genellikle
ermB geni ile ilişkilidir. Bu gen, ribozomal RNA’nın metilasyonundan sorumludur.
Metilasyon nedeni ile eritromisin ribozomlara bağlanamaz. Aynı mekanizma,
klindamisine yüksek düzeyde dirençten de sorumludur (61).
Tetrasiklin direnci, enterokoklarda konjugasyon yoluyla kazanılan direncin en
tipik örnekleridir (61). Ayrıca rifampin, kinopristin-dalfopristin ve linezolide karşı da
direnç gelişebilir (55).
30
Vankomisine Bağımlı Enterokoklar (VBE)
Vankomisin
çoğunlukla
VanB
tedavisi
tipi
altındaki
dirence
hastalardan
sahip
alınan
enterokokların
primer
ürediği
kültürlerde
bildirilmiştir. Bu
izolatların subkültürleri yapıldığında bu tür enterokoklar üreyememekte, ancak
vankomisin diski çevresinde veya vankomisin içeren besiyerinde üreyebildikleri
belirtilmektedir. VBE’lerden E.faecalis, E. faecium kan, idrar ve dışkıdan izole
edilmiştir.
Đzole
edilen
hastalarda
vankomisin
veya
geniş
spektrumlu
bir
antibiyotik tedavisi ve daha önceden izole edilmiş bir VRE öyküsü vardır.
VBE’lerin pulsedfield gel elektroforezi ile VRE’ye benzer DNA paternine sahip
olduğu gösterilmiştir. VanA ve VanB tarafından sentezlenen D-ala-D-ala-lac,
vankomisin indüksiyonu sonucunda üretilmektedir. Başka bir deyişle, vankomisin
eksikliğinde hücre duvarı sentezi için gerekli maddeleri üretememektedir (60).
Vankomisine Dirençli Enterokok Saptama Yöntemleri:
VRE sayısındaki artış nedeni ile bu bakterinin insanlardan ve hayvanlardan
erken izolasyonunu sağlamak için vankomisin içeren besiyerlerine ihtiyaç olduğu
fark edilmiştir. VRE kolonizasyonunu tespit etmek için kullanılan standart bir
yöntem olmamasına karşın, gerek enterokokosel-vankomisin broth, gerekse brainheart infüzyon (BHI)-vankomisin agar, VRE’nin fekal örneklerden hızlı ve selektif
izolasyonunu sağlayan yöntemler olarak göze çarpmaktadır. Enterokokosel sıvı
besiyeri ve brain heart infüzyon agar ticari olarak bulunabilen besiyerleridir. Bu
besiyerlerinin içerisine (6 µg/ml) vankomisin katılabilmektedir (44).
Düşük düzeyde dirençli VanB veya VanC tipi izolatların özellikle VanC
genotipi taşıyan E.gallinorum ve E.casseliflavus gibi türlerde disk difüzyon testi
direnç düzeyini (8-32 µg/ml) saptayamaz ancak vankomisin agar ‘screening’ test
uygun olabilir. Ancak VanA veya VanB içeren suşların VanC içerenlerden tedavi,
infeksiyon kontrol ve sürveyans çalışmaları için ayrılması gerekir. Vankomisin
agar “screening” testinin yetersiz olduğu durumlarda tür düzeyinde tanımlama
gerekir. Agar yüzeyinde üreme olması E.faecalis ve E.faecium türlerindeki VanA
veya VanB tipi direnci gösterir. VanA ve VanC tipi direncin birlikte olması
31
E.gallinorum türünde gösterilmiştir. Ek olarak MĐK düzeyinin saptanması direnç
tipinin
ayırımında
yararlı
oluşturmaz, oysa VanA
olur. VanC tipi
ve VanB
direnç >16 µg/ml
düzeyinde MĐK
tipi direnç >32 µg/ml MĐK oluşturur. VanC
izolatlarında ampisilin ve aminoglikozidlere dirence sık rastlanmaz (44).
CLSI önerilerine
göre
disk
difüzyon yöntemi
ile
orta
duyarlı
olarak
değerlendirilen bir enterokok izolatta mutlaka MĐK çalışması yapılmalı ve bu
izolat
tür
düzeyinde
identifiye
edilmelidir. Disk
difüzyon
veya
MĐK
değerlendirilmesinde mutlaka 24 saatlik inkübasyon tamamlanmalıdır. Özellikle
VanB ve VanC tipi dirençli organizmaların saptanmasında otomotize sistemler
yetersiz kalmaktadır. Agar “screening” yöntemi en kullanışlı ve kolay metod olarak
görülmektedir. Agar “screening” yönteminin sensitivitesi (%96-99) ve spesifitesi
(%100) yüksektir . Ancak E.gallinorum ve. E flavescens’te duyarlılık veya VanC tipi
direncin saptanması sorunludur. Bu türler intrensek olarak VanC geni taşırlar ve
vankomisin MĐK değeri 2-32 µg/mL değerlerindedir. Bu genin varlığının tedavideki
başarısızlıkla ilişkili olup olmadığı tartışmalıdır (44).
Ciddi
sonuçları
enterokok
ne
olursa
infeksiyonlarında
olsun
gentamisin
hücre
veya
duvarına
etkili
antibiyotiklerin
streptomisine yüksek düzeyde
aminoglikozid direnci (YDAD) mutlaka rapor edilmelidir. Çünkü bu ajanların dirençli
olması durumunda sinerjistik etkiden söz edilemez. Enterokoklarda aztreonam,
sefalosporinler, klindamisin, metisilin veya oksasilin, trimetoprim-sülfametoksazol
ve
standart
konsantrasyonda
aminoglikozidler test
edilmemesi
gereken
antibiyotiklerdir (44).
32
ENTEROKOK ĐNFEKSĐYONLARINDA TEDAVĐ
Enterokok
göstermeleri
infeksiyonlarının
ve
bu
tedavisi, ilginç
bakterilerin
antibiyotik
duyarlılıklarının
duyarlılık
mikrobiyoloji
özellikleri
laboratuvarınca
doğru olarak tespit edilememesi nedeniyle, oldukça zor ve karmaşıktır (55).
Penisilin G, ampisilin, vankomisin ve teikoplanin gibi hücre duvarına etkili
ilaçlar,
klinik
olarak
erişilebilir
konsantrasyonlarda
enterokokların
çoğuna
bakteriyostatik etkilidir. Enterokok infeksiyonlarında bakterisidal etki klasik olarak
bu hücre duvarına etkili ajanlardan biri ile
streptomisin veya
gentamisin
kombine kullanımı ile elde edilir (55).
Đmmun
yumuşak
sistemi
doku
baskılanmamış
infeksiyonu
konakta oluşan
gibi derin yerleşimli
üriner
ve
sistem,
peritonit,
intravasküler
olmayan
infeksiyonlarda bakterisid etki gerektirmeyen tek antibiyotik ile tedavi yeterlidir.
Bu
infeksiyonlarda
penisilin,
ampisilin
veya
amoksisilin’den
herhangi
biri
kullanılabilir. Önerilen tedavi süresi 7-14 gündür. Üreidopenisilinler ise karışık
infeksiyonların
tedavisinde
daha
geniş
bir
spektrum
elde
etmek
için
kullanılabilir. Penisiline allerjik hastalarda veya yüksek düzeyde penisilin direnci
içeren türlerde (E. faecium) glikopeptid antibiyotikler kullanılabilir. Nitrofurantoin,
enterokok
suşlarının
çoğunda
etkili
olduğundan
(%90-96)
üriner
sistem
infeksiyonlarında kullanılabilir. Fosfomisin de in vitro enterokoklara oldukça etkili
olduğundan, üriner infeksiyonların tedavisinde kullanılabilir (55,59).
Kinolonlar da nitrofurontoin gibi üriner sistem infeksiyonlarında tek başına
kullanılabilir. Ancak üriner sistem infeksiyonu dışında
başka infeksiyon varsa
kullanılmamalıdır. Levafloksasin, gatifloksasin ve moksifloksasin; siprofloksasine ve
ofloksasine göre enterokoklara karşı in vitro daha etkilidirler. Ancak kinolonların
çoğul dirençli enterokok infeksiyonlarının tedavisinde etkinliği sınırlıdır (55).
Dirençli
kullanımından
suşların
gelişimine neden
olacağından tek
başına
rifampin
kaçınılmalıdır (62).
Enterokoklarla gelişen endokardit ve menenjit gibi diğer ciddi sistemik
infeksiyonların tedavisi sorun yaratmaktadır. Enterokokkal endokarditli hastaların
çoğunda tek başına penisilin tedavisi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu tür
infeksiyonların tedavisi, enterokokların duyarlı oldukları hücre duvarına etkili bir
33
antibiyotik
ile
yüksek
düzeyde
direnç
göstermedikleri
bir
aminoglikozid
antibiyotiği içeren bakterisidal bir kombinasyonlar ile sağlanır(55).
Endokarditin
tedavisinin
geçicidir
hastalarda
eşlik
gerekliliği
ve
kendi
veya
etmediği
konusunda
kendini
enterokok
fikir
birliği
sınırlar.
monoterapiye
bakteriyemilerinde,
yoktur.
Ancak
yanıt
Böyle
enterokok
kombinasyon
olguların
çoğu
bakteriyemili
ciddi
alınamayanlarda,
kombine
tedavi
uygulanabilir (55).
Beta-laktamaz üreten enterokok infeksiyonlarında, imipenem ve beta-laktamaz
ampisilin-sulbaktam, amoksisilin-
inhibitörleri ile penisilinlerin kombine olduğu
klavulanik asit ve piperasilin-tazobaktam gibi ilaçlar kullanılabilir. Vankomisin ve
teikoplanin
gibi hücre duvarına etkili ilaçlar da beta-laktamaz üreten suşların
etken olduğu infeksiyonların tedavisinde yer alabilir (70,55).
Yüksek düzeyli penisilin dirençli suşlarda penisilin-aminoglikozid kombinasyonu
ile sinerjistik etkileşim elde edilebilmesi için serum penisilin konsantrasyonunun,
MĐK değerinin iki katı olması gerekmektedir. Bu nedenle kombinasyon tedavisi
ile bakteriyostatik veya bakterisidal etkileşim elde edilmesi, penisilin direncinin
derecesi ile ilişkilidir. Bakterisidal etkileşim MĐK<50 µg/ml olduğunda sağlanabilir.
Ancak yüksek düzeyli aminoglikozid direncinin de birlikte olması, bakterisidal
tedaviyi, penisilinlerin MĐK değerine bakılmaksızın olanaksız hale getirir ( 70).
Yüksek düzey penisilin direncine (MIC ≥16-32 µg/ml ) sahip E. faecium
infeksiyonlarında vankomisin verilmelidir. Çoğu vankomisin dirençli enterokoklar
(özellikle E. faecalis ) penisilin veya ampisiline duyarlıdır (MIC:0.5-2µg/ml ). Bu
tür VRE infeksiyonlarının tedavisinde ampisilin veya penisilin kullanılabilir. Hem
penisiline
hem
(genellikle
E.
de
vankomisine
faecium )
tedavisi
yüksek
oldukça
düzeyde
büyük
dirençli
sorundur.
enterokokların
Vankomisin
ve
penisilin veya ampisilin kombinasyonunun bu mikroorganizmaların bazılarına in
vitro koşullarda bakteriostatik etki ettiği bildirilmiştir (55).
Aminoglikozidlere
yüksek düzeyli
bakterisidal tedavi gerektiren
dirence
sahip
infeksiyonlarda, en
suşların
iyi tedavi
neden
olduğu
seçeneğinin ne
olduğu henüz bilinmemektedir. Endokarditlerde daha uzun süreli (8-12 hafta)
34
yüksek doz ampisilinin veya penisilinin, tek başına sürekli infüzyonu yararlı
olabilir (55,70).
VRE izole
edilen
hastalarda
tedaviye
başlamadan
önce, kolonizasyon -
infeksiyon ayırımı yapılmalıdır. Lokal veya sistemik infeksiyon bulgusu olmayan
hastada
yüzeyel
alanlardan,
değiştirilen
intravasküler
kateterlerden,
intraperitoneal ve safra direnlerinden ve piyüri olmadan idrardan VRE izole
edildiğinde, kolonizasyon
gerek
olarak
yoktur. Vankomisine
değerlendirilmelidir ve antibakteriyel
dirençli E.faecalis
infeksiyonları, penisilin
tedaviye
allerjisi
olmayan hastalarda, 8-12 g/gün ampisilin dozları ile etkin olarak tedavi edilebilir
(70).
Vankomisine dirençli E.faecium ise penisilin ve ampisiline daha dirençlidir.
Ampisilin için MĐK değeri ≤64 µg/ml ise yüksek dozlarda ampisilin tedavide etkili
olabilir. MĐK değeri 100 µg/ml’nin üzerinde olan E.faecium suşlarında ise yeterli
serum seviyesi sağlanamaz. Ampisilinin, sulbaktam ile kombinasyonu E.faecium’a
karşı daha etkili bulunmuştur (70).
Teikoplanin, VanB tipi direnç taşıyan VRE suşlarının çoğuna etkilidir. Eğer
yüksek
düzey
aminoglikozid
direnci
yoksa
bir
aminoglikozid
ile
birlikte
kullanılarak bakterisidal etki elde edilebilir. Ancak teikoplanin tedavisi sırasında
direnç
gelişebileceği de
bildirilmiştir.
VanB
tipi
VRE’lerin
etken
olduğu
endokarditlerin tedavisinde teikoplanin ve diğer bir aktif ajan (örn: aminoglikozid)
kombinasyonu başarılı bulunmuştur (55).
Yeni
geliştirilen
antibiyotiklerden
bazıları
(kinopristin-dalfopristin, linezolid,
everninomisin, LY3328 (yeni bir glikopeptid türevi) çoğul dirençli enterokokların
tedavisi için çok olmasa da umut vericidir. En fazla klinik veri kinopristindalfopristin
(streptogramin B-streptogramin A )
için
vardır. Bu
antibakteriyel,
E.faecalis için etkili değil, E. faecium üzerine ise bakteriyostatik etkilidir (70,71).
Linezolid, oksazolidinon sınıfından
sentetik
bir
antibiyotiktir. Vankomisine
dirençli E.faecalis ve E.faecium’a karşı bakteriyostatik etki göstermektedir. Klinik
kullanımdaki
antibiyotikleri
etkileyen
direnç
mekanizmaları
oksazolidinonları
etkilememektedir. Ancak linezolid tedavisi sırasında dirençli enterokok suşlarının
geliştiğini bildiren yayınlar vardır (70,71).
35
Kloramfenikol, çoklu ilaç direnci gösteren E.faecium’a karşı in vitro aktivitesini
korumaktadır. Ancak
bazı
VRE
suşlarında kloramfenikole
karşı da
direnç
gösterilmiştir. Kloramfenikol enterokoklara karşı bakteriyostatik etkilidir (55).
Yeni kinolonlar, özellikle klinafloksasin
kinolonlara
göre daha
ve
sitafloksasin VRE’lere karşı, eski
etkilidir. VRE ile oluşturulan deneysel
endokarditlerde
klinafloksasin tek başına veya penisilinle birlikte etkili bulunmuştur (70).
Đndüklenebilir
VanA
direncinde
yalnızca
vankomisin
varlığında
oluşan
PBP’lerin artışı sonucunda, beta-laktam antibiyotiklere karşı duyarlılık meydana
gelir. Bu durumda vankomisin dirençli enterokokların tedavisinde beta-laktam ve
vankomisin kombinasyonu başarılı olabilir. Đmipenem, ampisilin ve teikoplanin’in
üçlü
kombinasyonunun
E.faecium
endokarditinde
bakterisidal
olup,
sinerji
sağladığı gösterilmiştir . Tüm bu çalışmalara rağmen etkili ve güvenilir bir tedavi
henüz bulunamamıştır (72,62)
36
GEREÇ ve YÖNTEM
Çalışmamız HNH Đnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği’nde
yapılmıştır. Çeşitli klinik örneklerden izole edilen 30 MRSA, 30 MSSA, 20 MRKNS ve
20 VRE olmak üzere toplam 100 suş çalışılmıştır. VRE’lerin 15’i kan kültürlerinden,
5’i gaita sürüntüsünden izole edilmiştir. Bu suşların izole edildikleri örnekler tablo 2 ve
şekil 1 de gösterilmiştir. Đzole edilen suşlar identifikasyonları yapıldıktan sonra
çalışma yapılıncaya kadar stok besiyerine pasajlanmış ve -70 º C’de saklanmıştır.
BAKTERĐ ĐDENTĐFĐKASYONU
Stafilokoklar: Hemokültürde üremiş olan suşlar kanlı agar besiyerine pasajlandı
ve saf kültürleri elde edildi. Gram yöntemiyle boyandı. Suşların koloni morfolojisi,
hemolizi değerlendirildikten sonra katalaz reaksiyonuna bakıldı. Katalaz pozitif
suşlara koagülaz testi uygulandı. Koagülaz testi: 1/5 oranında serum fizyolojik ile
sulandırılmış EDTA’lı tavşan plazmasından tüplere 1 ml aktarıldı. Đçine 24 saatlik
kanlı agar plaktan stafilokok kolonisi aktarılarak plazma içinde ezilip emülsifiye edildi.
37º C’lik ortamda inkübe edilerek 2, 4, 8 ve 24. saatlerde pıhtı oluşup oluşmadığı
kontrol edildi. Pıhtının oluşması olumlu, oluşmaması olumsuz sonuç olarak kabul
edildi. Koagülaz pozitif suşlar S.aureus, negatif suşlar KNS olarak değerlendirildi.
Tüm stafilokok suşlarına metisilin direnci bakıldı. Bunun için %2’lik NaCl ilave
edilmiş Müller- Hinton agar kullanıldı. Đncelenecek stafilokokların 24 saatlik
kültüründen, buyyon içerisinde Mc Farland 0.5 bulanıklığındaki süspansiyonundan
hazırlandı. Bu süspansiyondan besiyerine ekim yapıldı. Metisilin direncini belirlemek
için standart 1µg’lık oxacilin diskleri kullanıldı. 35ºC’de 24 saatlik inkübasyondan
sonra inhibisyon zonları ölçülerek CLSI kriterlerine göre değerlendirildi. Oxacilin zon
çapı S. aureus için ≥13
olanlar hassas,
11-12 olanlar az hassas,10 ≤ olanlar
dirençli, MRKNS için ≥18 olanlar hassas, ≤17 olanlar dirençli kabul edildi. Ayrıca tüm
suşlar CLSI’te belirtilen antibiyotiklere karşı Kirby-Bauer disk difüzyon yöntemiyle
duyarlılıkları belirlendi.
37
Enterokoklar: Kültür örneğinden elde edilen bakterilere katalaz testi negatif ise
%6.5’lik NaCl’de üreme ve PYR testi uygulandı. %6.5’lik NaCl’de üreyen ve PYR testi
pozitif olan suşlar enterokok olarak değerlendirildi.
%6.5’lik NaCl deneyi: Test için 2-3 koloni bakteri %6.5 NaCl içeren brain heart
infüzyon buyyon içersine ekildi. Buyyonda üreme sonucu bulanıklık oluşması pozitif
olarak değerlendirildi. PYR Testi: Bu test için PYR Oxoid kiti kullanıldı. Test,
prospektüsüne uygun çalışıldı. PYR emdirilmiş filtre kağıdı üzerine 1-2 koloni bakteri
koyuldu, üzerine buffer solüsyonu damlatılarak 5 dakika beklendi. Daha sonra
üzerine %0.015 p-dimetyl-aminocinnamaldehit içeren ayıraçtan 1-2 damla dökü ldü.
PYR’nin hidrolizi ile oluşan beta –naphthylamine ile ayıracın reaksiyona girmesi
sonucu , filtre kağıdı üzerinde pembe renk oluşturan suşlar Enterokok olarak
değerlendirildi.
Vankomisin direncini saptamak için BHI agar ( oxoid )’a 6mg/l vancomisin
yoğunluğu olacak şekilde vankomisin tozu ilave edildi. Enterokok suşları bu
besiyerine azaltma yöntemiyle ekildi. Đnkübasyon sonunda üreme olan suşlar VRE
olarak değerlendirildi.Gaitadan VRE’lerin izolasyonu için Bile-Esculin agar kullanıldı.
Burada üreme olan suşlar 6 µg/ ml vankomisin içeren brain-heart infüzyon agar (VRE
agar) ‘a pasajlanarak vankomisin direnci saptandı.
Suşların antibiyotik duyarlılığı için Kirby-Bauer disk difüzyon yöntemi kullanıldı.
Vankomisin, penisilin, ampisilin,sefazolin, eritromisin, levofloksasin , linezolid diskleri
kullanıldı. Kontrol suşu olarak stafilokoklar için ATCC 25923, enterokoklar için ATCC
29212 suşu kullanıldı.
E –Testi: AB Biodisk ile linezolid için MĐK değerleri saptandı. MRSA için %2
katyon içeren mueller-hinton agar (MHA) besiyeri; diğer mikroorganizmalar için MHA
kullanıldı. Mikroorganizmaların süspansiyonları hazırlanıp MHA üzerine yayıldıktan
sonra üzerine E-test stripleri yerleştirildi. 24 saatlik inkübasyon süresi sonunda elips
şeklindeki inhibisyon alanının stripi kestiği konsantrasyon MĐK değeri olarak
belirlendi.
38
BULGULAR
BULGULAR
Çalışmamızda disk difüzyon yöntemiyle MRSA suşlarında direnç oranları
eritromisine
%100,
klindamisine
%57,
füsidik
aside
%27,
SXT’ye
%30,
siprofloksasine %93, levofloksasine %90, gentamisine %100 olarak saptanmıştır.
MRSA’larda penisilin, ampisilin ve sefazoline duyarlı suş saptanmamıştır.
MSSA suşlarında ise eritromisine %30, klindamisine %7, füsidik aside %14,
SXT’ye %17, siprofloksasine %10, levofloksasine %10, gentamisine %17 oranında
direnç saptanmıştır. MSSA’larda da penisilin ve ampisilin direnci %100 iken, SAM
direnci %20 ve sefazolin direnci %7 saptanmıştır.
MRKNS suşlarındaki direnç oranları ise; eritromisine %60, klindamisine %40,
füsidik aside %50, SXT’ye %60, siprofloksasine %90, levofloksasine %70,
gentamisine %50 olarak saptanmıştır. (Tablo 3 ve Şekil 2).
Linezolid sonuçları:
MRSA’larda linezolid MĐK’ları 0.018-2 µg/ml arasında
MSSA’larda 0.25-1.5 µg/ml
MRKNS’lerde 0.19-1 µgm/l aralığında
VRE’lerde de 0.38 – 2 µg/ml aralığında saptanmıştır (Tablo 4 ve Şekil 3).
39
Tablo.2 : Mikroorganizmaların izole edildiği materyal
Mikroorganizma
Mikroorganizmanın Đzole Edildiği Materyal
Serum
BOS
Abse
Trakeal
Aspirat
Periton
mayii
Eklem
mayii
Katater
Gaita
Toplam
Sayı
MRSA
24
3
1
1
1
0
0
0
30
MSSA
22
0
3
1
2
1
1
0
30
MRKNS
19
1
0
0
0
0
0
0
20
VRE
15
0
0
0
0
0
0
5
20
35
30
25
20
15
10
5
0,
5
0,
38
0,
25
0,
19
0,
12
5
0,
09
4
0,
06
4
0,
04
7
To 0,0
pl
1
am 8
Sa
yı
1
0,
75
1,
5
2
0
MRSA
MSSA
MRKNS
VRE
Şekil.1: Mikroorganizmaların izole edildiği materyal oranları
40
Tablo.3: Mikroorganizmalarda farklı antibiyotiklere direnç oranları
120
100
80
60
40
20
TM
Fu
si
d
ik
As
it
PSi
SX
pr
of
T
lo
k
Le
s
vo asin
f lo
ks
Er asin
it r
om
is
Kl
in
in
da
m
i
G
en s i n
ta
m
is
P e in
ni
si
Am
A m lin
pi
si
pi
lin
-S silin
ul
ba
kt
Se am
fa
zo
lin
0
MRSA
MSSA
MRKNS
VRE
Şekil. 2: Antibiyotik direnç oranları
41
Tablo.4: Mikroorganizmalarda ki Linezolid MĐK değerleri
Mikroorganizma
MĐK Değerleri (µg/ml)
2
1
6
1
3
1
0,75 0,5 0,38 0,25 0,19
2
10
2
3
9
7
5
2
6
6
10
3
4
4
1
3
3
1
1
-
1
1
-
0,125 0,094 0,064 0,047 0,018
2
1
-
-
-
1
-
1
-
Toplam
Sayı
30
30
20
20
35
30
25
20
15
10
5
MRSA
0,
5
0,
38
0,
25
0,
19
0,
12
5
0,
09
4
0,
06
4
0,
04
7
To 0
,
0
pl
am 18
Sa
yı
1
0,
75
1,
5
0
2
MRSA
MSSA
MRKNS
VRE
1,5
MSSA
MRKNS
VRE
Şekil.3: Mikroorganizmalardaki Linezolid MĐK değerleri
42
TARTIŞMA
S.aureus, toplumdan edinilmiş ve nozokomiyal infeksiyonlarda önemli bir
etkendir. KNS’lar deri ve müköz membranların florasında bulunmakla birlikte son
yıllarda özellikle hastanede yatan hastalarda infeksiyon etkeni olarak izole
edilmektedir.
Çoğul dirençli Gram pozitif bakteri infeksiyonlarının görülme sıklığı giderek
artmakta
ve
özellikle
hastane
ortamında
gelişen
infeksiyonların
tedavisini
zorlaştırmaktadır.
Stafilokoklarda beta laktam antibiyotiklere direnci sağlayan, MecA geninin
taşınmasıdır. Bakteri mec A geni taşıyorsa beta laktam antibiyotiklere zayıf afinite
gösteren anormal bir protein sentezler ve tüm beta laktamlara intrensek dirençli hale
gelir (73). Ayrıca mec A genini taşımadığı halde metisiline azalmış duyarlılık gösteren
S. aureus suşları da tanımlanmıştır (74). MRSA’lar hastanelerde yatan hastalarda,
toplumdaki hastalara göre daha yüksek orandadır. Metisilin direnci denince akla S.
aureus gelmesine rağmen son yıllarda KNS türlerinde de metisilin direncine
rastlanmaktadır.
Metisiline
MRSA’larda
duyarlı
tedavi
suşlarda
tedavide
seçenekleri
β-laktam
azalmaktadır.
antibiyotikler
Bu
suşlarda
kullanılırken;
β-laktam
dışı
antibiyotiklere de direnç oranlarında artış gözlenmektedir.
MRSA ,nfeksiyonlarının morbidite ve mortalitesinin yüksek olması başta MRSA
olmak üzere çoğul antibiyotik dirençli stafilokokların prevalansını izlemeye neden
olmuştur.
Her ülkede konuyla ilgili çalışma programları düzenlenmiştir. 1997-1999 yılları
arasında onyedi farklı ülkeye ait S.aureus suşlarında metisilin direncinin % 1,8 ile %
73,8 arasında değiştiği bildirilmiştir. Metisilin direnç oranı Đsviçre de % 1,8 ile en
düşük, Hong-Kong’da % 73,8 oranı ile en yüksektir. Aynı yıllarda Türkiyedeki metisilin
direnç oranı % 37,5 saptanmıştır (74).
Aslında Türkiye’de 1996-1999 yılları arasında metsiline direnç ortalaması % 47,5
olarak hesaplanmış, bu oran 2003 yılına kadar korunmuştur. 2003-2004 yıllarında ise
hastanede
yatan
hastalarda
metisilin
direncinin
artarak
%
52’ye
çıktığı
gösterilmiştir.Aynı dönemde Avrupa’da 26 ülkede yapılan başka bir çalışmada
43
(EARS) S.aureus suşlarındaki direnç oranı % 0.5 ile Đrlanda’da en düşük, %44,4 ile
Yunanistan’da en yüksektir (74). Burada Türkiye’deki MRSA prevelansının pek çok
Avrupa ülkesine göre çok yüksek olduğu gözlenmektedir. Metisilin direnç oranı tek
merkezli çalışmalarda farklı oranlarda bildirilmeye devam etmektedir.
Metisilin direnç oranları yıllar içinde giderek yükselmiş bazı merkezlerde %70’e
ulaşmıştır (75). Ekşi ve ark.’larının yaptığı çalışmada S.aureus’larda direnç oranı %61
olarak saptanmıştır (76). Doğan ve ark.’larının çalışmasında da çeşitli örneklerden
elde edilen izolatlarda S.aureus oranı %16 olup, metisiline direnç oranının da %67
olduğu bildirilmiştir (77). Sipahi’nin çalışmasında kan kültürlerinden izole edilen
Saureus’larda metisilin direnç oranları yıllara göre değişerek 2001-2005 yılları
arasında, %55-%76 arasında saptanmıştır (78). Türkiye’de KNS’larda 2003-2004
yıllarında metisilin direnç oranı % 50 olup S.aureus suşlarına benzer olduğu
bildirilmiştir.Ayrıca son yıllarda MRSA sıklığının toplumdan edinilmiş infeksiyonlarda
da arttığı saptanmış,
2003-2004 yıllarında Đstanbulda % 20, Denizlide % 14,
Düzcede % 32 oranında bulunmuştur (74).
Stafilokoklardaki metisilin direnci nedeniyle bu tür etkenle infekte ciddi olgularda
glikopeptid antibiyotikler en etkili ve güvenilir seçenektir. Glikopeptid antibiyotiklerin
başında vankomisin gelmektedir. Vankomisin, hemodializ hastalarında kateter
infeksiyonlarının ampirik tedavisinde, periton dializi alan hastalarda gram pozitif
infeksiyonlarda veya MRSA’ya bağlı nozokomiyal infeksiyon gelişen (mediastinit)
kardiyovasküler cerrahi hastalarında proflaktik olarak yaygın şakilde kullanılmaktadır.
Bu
yaygın
kullanıma
bağlı
olarak
direnç
problemi
ortaya
çıkmaya
başlamıştır.Stafilokok infeksiyonlarında vankomisin direnci nadir denebilecek sayıda
görülmesine rağmen artık inkar edilemez bir gerçektir. Vankomisin 30 yıldan bu yana
kullanılmaktadır. Fakat 1985 yılından bu yana vankomisine dirençli suşlar bildirilmeye
başlanmıştır. Başlangıçta vankomisine duyarlılığı azalmış S.aureus’lar saptanırken,
2002 yılından beri vankomisine yüksek düzeyde dirençli ( MIK> 32 µg/ml ) S.aureus
suşları bildirilmiştir (73,74).
Glikopeptidlere azalmış duyarlılığı olan S.aureus suşları (MĐK 8-16 µg/ml ) ilk
önce Japonya’dan daha sonra ABD, Avrupa ve Kore’den bildirilmiştir. Bu suşlar uzun
süreli vankomisin kullanan ve iyileşmeyen hastalarda ortaya çıkmıştır. CLSI 2007 yılı
kriterlerinde
S.aureus’daki
vankomisin
duyarlılık
sınırları
2-4µg/ml
olarak
44
değiştirilmiştir (24). Eski değerler azalmış duyarlılık olarak kabul edilmiştir. HeteroVISA’lar vankomisin MIK’u 5-9 µg/ml olan subpopulasyondur (31).
Bir diğer glikopeptid preparatı olan teikoplanin, vankomisine göre kullanım
kolaylığı ve yan etkilerinin daha az oluşu gibi avantajlara sahiptir. Bu nedenle
vankomisin yerine ilk seçenek olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Stafilokoklarda teikoplanin direnci hastane infeksiyonu etkeni olan KNS’larda
vankomisin direncinden önce bildirilmiştir. KNS’lardaki glikopeptidlere azalmış
duyarlılık invitro olarak glikopeptidlere maruz kalan suşlarda ortaya çıkar. Teikoplanin
direnci vankomisine göre daha kolay gelişir ve MĐK’ları daha yüksektir. Vankomisine
duyarlı, ancak teikoplanine azalmış duyarlılık gösteren suşlara artan sıklıkta
rastlandığı bildirilmektedir (78,79).
Ülkemizde pek çok merkez tarafından yürütülen çalışmada şimdiye kadar
S.aureus suşlarında glikopeptid direnci bildirilmemiştir (79,80). Türkyede ilk kez
Gülay ve arkadaşları tarafından vankomisin direnci araştırılan 50 MRSA ve 50 MSSA
suşunda %6 oranında vankomisine orta düzeyde duyarlılık saptanmıştır( beş suşta
MĐK değeri >8 µg/ml bulunmuş ) (79). Sancak ve ark.ları tarafından Hacettepe
Üniversitesinde yapılan çalışmada 256 MRSA suşunda VISA saptanmamış ancak
yapılan popülasyon analizinde 46 suş hetero-VISA olarak değerlendirilmiştir (79).
Derbentlinin çalışmasında stafilokoklarda vankomisin direnci saptanmamış, fakat
MRSA suşlarının %0.3’ünde vankomisine, %0.8’inde teikoplanine azalmış duyarlılık
saptanmıştır. MRKNS suşlarında bu oranlar %0.4 ve %1.3 olarak bildrilmiştir (74).
Avrupa ülkelerinde 1997-1999 yıllarında yapılan çalışmada S.aureus suşlarının
%0.3’ü için MĐK>4µg/ml, %0.1’i için teikoplanin MĐK>16µg/ml bulunmuş, bu oranların
KNS suşlarında sırasıyla %2.3 ve %0.4 olduğu bildirilmiştir. Aynı dönemde VRSA
saptanmamıştır (74).
Çalışmamızda MRSA ve MRKNS’lerde vankomisine dirençli suş saptanmamıştır.
Burada görüldüğü gibi glikopeptid direnci ülkemiz için şimdilik yaygın bir sorun gibi
görülmemektedir. Ancak özellikle MRSA’ya bağlı hafif ve orta şiddetli infeksiyonu
olup ayaktan tedavi edilen hastalarda glikopeptid dışı antibiyotiklerle alternatif tedavi
seçenekleri aramak akıllıcadır. Böyle durumlarda füsidik asit, SXT, klindamisin,
eritromisin, kinolonlar gibi diğer antibiyotik gruplarına olan duyarlılıklar önem
kazanmaktadır.
45
Füsidik asit 1962 yılından beri kullanımda olup, 1998 yılından beri de ülkemizde
oral formu bulunmaktadır. Özellikle β-laktam antibiyotiklere dirençli stafilokok
suşlarında görülen füsidik asit etkinliği bu antibiyotiğe ilgiyi artırmıştır. Yalnızca oral
formu bulunması nedeniyle özellikle MRSA infeksiyonlarının ayaktan tedavisinde
kullanım alanı bulmuştur.
Çalışmamızda MRSA’larda füsidik asit duyarlılığı %73, MSSA’larda %86,
MRKNS’larda %50 olarak saptanmıştır. Ülkemizden füsidik asitle ilgili yapılan
çalışmalar incelendiğinde; Şengöz ve ark.ları tarafından yapılan çalışmada
MRSA’larda direnç oranı %9, MSSA’larda %1, MRKNS’larda %33, MSKNS’larda
%21 bulunmuştur (81). Doğan tarafından yapılan çalışmada kan örneklerinden izole
edilen MSKNS’larda füsidik asit direnci %11, MRKNS’larda %39 bulunmuştur (77).
Memikoğlu’nun çalışmasında çeşitli klinik örneklerden izole edilen MRSA suşlarında
disk difüzyon yöntemiyle saptanan füsidik asit direnci %3.4 oranında bildirilmiştir (82).
Kanan tarafından agar dilüsyon yöntemiyle yapılan çalışmada, MSSA suşlarında
duyarlılık oranları %73, MRSA suşlarında %100, MSKNS’larda %85, MRKNS’lerde
ise %90 bulunmuştur (83). Atmaca ve arkadaşlarının 103 S.aureus suşunda yaptığı
çalışmada duyarlılık oranları hem MRSA’larda hem MSSA’larda %75 olarak
bulunmuştur. Çalışmamızda MRKNS’larda füsidik asit direnci diğer çalışmalara
oranla yüksek bulunmakla birlikte MRSA ve MSSA’lardaki duyarlılık oranları diğer
çalışmalarla paralellik göstermektedir. Füsidik asite direnç gelişim oranı, hastanın
yaşadığı bölge, antibiyotik kullanım süresine göre değişmekte olup, tedavi sırasında
direnç gelişimi %0-46 arasında değiştiği bildirilmiştir.
Bu bulgular füsidik asidin metisiline dirençli stafilokokların neden olduğu
infeksiyonların tedavisinde alternatif bir antibiyotik olduğunu düşündürmektedir.
Dirençli stafilokoklarda kullanılan
β-laktam dışı bir başka antibiyotik SXT’dir.
Çalışmamızda MRSA’larda SXT duyarlılığı %70, MSSA’larda %83, MRKNS’lerde ise
%40 oranında saptanmıştır. Rice tarafından yapılan çalışmada toplumdan kazanılmış
MRSA’larda SXT duyarlılığı %100 bulunmuştur (84). Şengöz’ün çalışmasında MRSA
suşlarında SXT duyarlılığı %91, MSSA suşlarında %95, MSKNS %64, MRKNS’lerde
ise %62 bulunmuştur (81). Gülhan tarafından bildirilen Diyarbakırda yapılan
çalışmada MRSA’larda SXT duyarlılığı %92, MRKNS’larda %20 bulunmuştur (85).
Gönlügür tarafından Sivasta yapılan çalışmada MRSA’larda SXT direnç oranı %10.2
46
olarak bildirilmiştir. Hindistandan bildirilen bir çalışmada ise MRSA suşlarında SXT
direnci ,% 63.2 olarak saptanmıştır (86). Farklı çalışmalarda görüldüğü gibi
stafilokoklarda SXT duyarlılığı merkezden merkeze farklılık göstermekte olup
MRSA’ların neden olduğu infeksiyonların tedavisinde SXT kullanımı ve direnç
gelişimi ile ilgili bilgiler net değildir. SXT direncinde, direnç oranlarının çalışılan
bölgeye göre değişiklik gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle SXT, infeksiyonun
geliştiği coğrafi bölgeye bağlı alternatif olarak kullanılabilecek bir antibiyotiktir.
Stafilokok
infeksiyonlarında
bölgesel farklılıklar olabileceği için
antibiyogram
sonuçlarına göre kullanılabilecek bir antibiyotiktir. Bizim çalışma bölgemizde özellikle
MSSA
infeksiyonlarında
ampirik
başlanabilecek
bir
antibiyotik
olduğu
düşünülmektedir.
Kinolonlar da β laktam dışı antibiyotik olup bazı üyeleri stafilokoklar üzerine
etkilidir. Çalışmamızda MRSA’larda siprofloksasin direnci %93, levofloksasin direnci
%90 iken, MSSA’larda siprofloksasin ve levofloksasin direnci %10 olarak
saptanmıştır. MRKNS’lerde ise siprofloksasin ve levofloksasin direnci benzer olup
%70 oranındadır. Şengöz’ün çalışmasında MSSA’larda ofloksasin direnci %9 iken,
MRSA’larda %84, MRKNS’lerde %67 oranında bildirilmiştir (81). Sipahi ve ark.larının
çalışmasında yıllara göre değişmekle birlikte S.aureus suşlarında levofloksasin
direnci
%76-%51.5
arasında
saptanmıştır
(78).
Doğruman’ın
çalışmasında
MRKNS’lerde siprofloksasin direnci %53, MSKNS’lerde %5 olarak bildirilmiştir (80).
Yurtiçi diğer çalışmalarda da siprofloksasin direnci MRSA’larda %55, MRKNS’lerde
%88-53 arasındadır (77,80).
Burada görüldüğü gibi kinolonların metisilin dirençli stafilokoklarda direnç oranları
oldukça yüksek olup ampirik tedavi için alternatif değildir.MSSA’lar içinse %10
civarında olup hastalığın lokalizasyon ve şiddetine göre akılda bulundurulabilecek bir
antibiyotiktir.
Çalışmamızda MRSA’larda eritromisine duyarlı suş saptanmazken, MSSA’larda
eritromisin direnci %30, MRKNS’lerde
%60 saptandı. Türkiye’den değişik
çalışmalarda MRSA suşlarında eritromisin direnci %58.6, %71, %62, %40,6, %75.6
oranında bildirilirken KNS’larda %77, %61 olarak bildirilmektedir (74,77,87).
Yurtdışında yapılan çalışmada eritromisin direnci ise MRSA’larda %32, %63, %80
gibi oranlarda bildirilmektedir (84). Çalışmamızda MRSA’larda eritromisin direnci çok
47
yüksek olmakla birlikte suşların
hastanede yatan hastalardan izole edilmesinin
yüksek dirençte katkısı olduğu düşünülmektedir. Genel olarak bakıldığında
eritromisinin özellikle metisiline dirençli stafilokokların tedavisinde
alternatif
antibiyotik seçeneği olmadığı düşünülmektedir.
Klindamisin, stafilokok infeksiyonlarında kullanılabilen alternatif bir antibiyotiktir.
Çalışmamızda MRSA’larda klindamisin direnci %57, MSSA’larda %7, MRKNS’larda
%40
oranında
saptanmıştır.
Ülkemizde
yapılan
çalışmalarda
Gönlüuğur’un
çalışmasında klindamisin direnci %39, Doğan’ın çalışmasında %54 oranında olduğu
bildirilmiştir (75,77,87). Yurtdışında toplumdan kazanılmış MRSA’larda %95 oranında
saptandığı bildirilmiştir.
MRSA’larda
MSSA’larda
ise
penisiline
bazı
karşı
neredeyse
duyarlı
ihmal
edilebilecek
çalışmalarda
suş
bulunmamaktadır.
oranda
duyarlı
suş
bildirilmektedir. Çalışmamızda MRSA, MSSA ve MRKNS’larda penisilin, ampisilin
direnci %100 , sefazolin direnci MRSA ve MRKNS’lerde %100 iken, MSSA’larda %7
olarak saptanmıştır. Sülbaktam-ampisilin direnci MRSA ve MRKNS’larda %100,
MSSA’larda ise %20 oranında saptanmıştır. Kanan’ın çalışmasında da benzer
şekilde MSSA’larda penisilin direnci %94, MRSA’larda %100 bildirilmiştir. Değişik
çalışmalarda MSSA ve MSKNS gruplarında %4 ve %13 oranlarında duyarlılık
saptanırken, MRSA’larda %100 direnç saptanmıştır. Değerli ve arkadaşları
MSSA’larda penisilin direncini %85 olarak bildirirken, Torun ve arkadaşlarının
çalışmasında MSSA’larda penisilin direnci %67 ve %70 olarak bildirilmiş, iki
çalışmada da MRSA’larda penisiline duyarlı suş saptanmamıştır. Burada da
görüldüğü gibi penisilin ve ampisilin stafilokok infeksiyonlarının tedavisinde bir
alternatif oluşturmamaktadır. Düşük şiddetteki infeksiyonlarda MSSA’nın etken
olması durumunda SAM ve sefazolinin ampirik seçenek olma özelliğini koruduğu
düşünülmektedir.
Enterokoklar nazokomiyal infeksiyon etkenleri arasında önemli bir yere sahiptir.
Enterokoklar barsaklarda, ağız, üretra, vagina ve safra yollarında flora bakterileri
olarak bulunmalarına rağmen ciddi infeksiyonlara neden olabilirler. Özellikle
hastanede yatan ve immün sistemi zayıflamış kişilerde, endojen flora kaynaklı çeşitli
infeksiyonlara neden olurlar. Bu infeksiyonlar idrar yolu, cilt, yumuşak doku
infeksiyonları olabildiği gibi bakteriyemi, menenjit gibi oldukça ciddi boyutlarda da
48
olabilirler. Bir çok merkezde nozokomiyal kan dolaşımı infeksiyonlarından üçüncü,
üriner sistem infaksiyonlarından ikinci en sık izole edilen patojendirler. Bakteremilerin
%9’u, üriner trakt infeksiyonlarının %15’inden sorumludurlar (88).
Enterokokların
en
önemli
özelliği
gram
pozitif
bakteri
infeksiyonlarının
tedavisinde kullanılan pek çok antibiyotiğe kısmi veya tam direnç göstermeleridir.
Enterokokların birçok antimikrobiyal ajana karşı bilinen bu intrensek dirençleri
nedeniyle bu etkene bağlı infeksiyonların tedavisinde kullanılabilecek antibiyotik
sayısı kısıtlıdır. Enterokok infeksiyonunun tedavisinde kullanılan başlıca antibiyotikler
penisilinler, aminoglikozidler ve glikopeptidlerdir (89,90).
Son yıllarda enterokoklarda bu antibiyotiklere direnç gelişmesi nedeniyle
tedavide sorun yaşanmaktadır.
Birçok ülkede
enterokoklarda saptanan VRE
suşları son yıllarda ülkemizde de yaygınlaşmıştır. CDC verilerine göre 1989-1993
yılları arasında glikopeptid dirençli enterokokların prevalansında 25 kat artış olduğu
bildirilmiştir (91). E.fecalis, hastalık etkeni olarak E. faecium’a göre dört kat daha sık
rastlanmasına rağmen E.faecium’da ; GRE ataklarının çoğundan sorumludur. 19951997 yılları arasında E. fecalis’te vankomisin direnci % 1,3-12,3 arasında
saptanırken, E. faecium suşları arasında % 28’den % 52 ye yükselen direnç artışı
bildirilmiştir (92). Bir başka çok merkezli çalışmada bu oran % 0,5 ve % 24
şeklindedir. GRE ‘ların ortaya çıkmasında en önemli faktör vankomisin kullanımı
olmasına rağmen bazı ilave faktörlerde söz konusudurki . Bu faktörler ; GRE ile
gastrointestinal trakt kolonizasyonu, hastanede kalış süresi, GRE’li hastayla temas,
etkenin hastadan hastaya transferi, daha önce geniş spektrumlu antibiyotik kullanma
durumu (antianaerob), yoğun bakımda kalma,hemodiyaliz, ventilatör, katater ve diğer
invazif alet kullanımı, büyük ölçekli hastane, intraabdominal cerrahi olarak
sayılmaktadır 891,92).
2004 yılında 16 ülkeden 42 merkezin katıldığı bir çalışmada ( ZAAPS) total 719
enterokok suşunun % 5,3’ü vankomisine dirençli bulunmuştur (93). Ülkemizde de
klinik
örneklerden
izole
edilen
enterokok
suşlarından
glikopeptid
direnci
bildirilmektedir
Đzmirde 2004 yılında yapılan bir çalışmada enterokoklarda glikopeptid direnç
oranı % 5 olarak saptanmıştır (90). Kocaelinde 2004 yılında yapılan sürveyans
çalışmasında glikopeptid direncine rastlanılmamıştır (94).
49
.
Enterokoklar,
intrensek
olarak
taşıdıkları
klindamisin,
florokinolon,
trimetoprim/SXT, düşük düzey penisilin ve düşük düzey aminoglikozid direnç
özellikleri nedeniyle günümüzün sorun yaratan bakterileri arasındadır.
Çalışmamıza aldığımız 20 VRE suşundn 15 tanesi klinik örneklerden izole
edilmiş, 5 tanesi ise VRE sürveyansı sonucu gaitadan izole edilmiştir
Tablolardan da görüldüğü gibi VRE suşlarında penisilin ve aminoglikozid duyarlı
suş saptanmamıştır. Linezolid duyarlılığı ise %100 bulunmuştur.Gram pozitif çoğul
dirençli organizmalarla infeksiyonlar tüm dünyada artış gösterirken bu organizmalara
alternatif tedaviler istenen düzeyde gelişmemektedir. Çalışmamızda yeni bir
antibiyotik olan Linezolidin stafilokoklar ve enterokoklar üzerindeki etkinliği in vitro
olarak çalışılmıştı.
Stafilokokların MRSA, MRKNS ve MSSA olarak üç farklı türü çalışıldı.
Enterokoklar için ise glikopeptid direnci saptanıp tedavide güçlükle karşılaşılan
VRE’lar üzerindeki etkinliği araştırıldı.
Oksazolidinon grubu antibiyotiklerin ilk üyesi linezoliddir. Etki mekanizmalarının
farklı olması nedeniyle
diğer antibiyotiklerle çapraz direnç göstermezler. Đn vitro
linezolide direnç gelişmesi güçtür. Direnç gelişmesi tipik olarak 23 S ribozomal
RNA’yı kodlayan genlerde tek nükleotid değişikliği şeklindedir.
2000 yılında Đngilterede 25 hastanenin katılımıyla 3770 Gram pozitif izolat
üzerinde yapılan çalışmada S. Aureus, E. Fecalis, S. Pneumonia’da linezolid MĐK’u
belirlenmiş. Her üç bakteride de 1-4 µg/l aralığında saptanmıştır. Aynı çalışmada
VRE oranı % 4 iken, linezolide dirençli suş olmadığı bildirilmiştir(95).
Daha önce sözü edilen ZAAP projesinde de linezolidin etkinliği şöyledir ;
S. aureus suşlarının % 99,5’inde linezolidin MĐK değeri 0,5-2 µg/ml olup yalnızca 1
suşta MĐK değeri 4 µg/ml bulunmuştur. Koagülaz negatif stafilokoklar içinde
linezolidin MĐK değeri 0,25-2 µg/ml arasında saptanmıştır.
Aynı çalışmada 719 enterokok suşunun %5,3 ü VRE olup suşların MĐK aralığı 0,5-2
µg/ml
olmakla beraber %98,1’i
1-2 µg/ml arasında bildirilmiştir. Bu çalışmada
linezolide dirençli suş saptanmamıştır. Ayrıca linezolid MĐK değerlerinde daha önceki
çalışmalarla kıyaslandığında değişiklik olmadığı bildirilmiştir (93).
50
Şüpheli ve kanıtlanmış Gram pozitif infeksiyonların tedavisinde teikoplaninle
yapılan karşılaştırmalı çalışmalarda, farklı hastalık kategorisinde .teikoplanine karşı
daha iyi bulunmuştur (96).
Linezolidin klinik etkinliği pek çok çalışmada değerlendirilmiştir. Kanserli
hastalardaki Gram pozitif infeksiyonların tedavisinde teikoplanine benzer bir etkinlik
ve güvenirliliğe sahip olduğu saptanmıştır (97).
Çoklu ilaç direnci gösteren Gram pozitif infeksiyonlu hastalarda klinik iyileşme %
91,5, mikrobiyolojik eradikasyon oranı % 85,8 bulunmuştur (98).
Linezolid vankomisine yanıtsız veya tolere edemeyen
olguların % 70’inde etkili ve güvenli bulunmuştur (99).
S.aureus infeksiyonlu
Gram pozitif infeksiyonlu
hastalardaki etkinliğide diğer tedavilerle karşılaştırıldığında oldukça iyi bulunmuştur
(100).
Linezolid’in nötropenik kanserli hastalarda gelişen Gram pozitif infeksiyonlarda ki
etkinliği iyi olup, klinik başarı oranı % 79, mikrobiyolojik iyileşme % 86 bulunmuştur.
Farmakokinetik özellikleri nötropenik hastalarda da genel populasyona benzer
bulunmuştur
(101).
Transplant
hastalarında
kullanımı
da
oldukça
güvenilir
bulunmuştur (102).
Linezolidin
MĐK’u
Livermore’un
çalışmasında
streptokok,
enterokok
ve
stafilokoklar için 0,5-4 µg/ml arasında bildirilmiştir. Linezolid aslında bakteriyostatik
bir ajan olmakla birlikte 4* MĐK serum düzeyinde olduğunda enterokok ve
stafilokoklar üzerinde 24 saat süresinde 2 logdan az azalma sağladığı bildirilmilştir
(73). Pnömokoklar üzerine
6 saat süreyle 3-4 log’luk bir azalmaya neden olup
bakterisidal etkilidir . Postantibiyotik etkisi 1,8-3 saat olup 600 mg lık dozda, ilaç
aralarında serum ilaç konsantrasyonu > 4 µg/ml olarak bulunmuştur (103).
Türkiyede linezolidle ilgili yapılmış sınırlı sayıda çalışma bulunmaktadır. Dizbay
tarafından yapılan çalışmada 120 MRSA suşunda disk difüzyon yöntemiyle linezolid
duyarlılığı araştırılmış, dirençli suş saptanmamıştır (79). Dilek’in çalışmasında 50
MRSA ve 50 enterokok suşunda disk difüzyon yöntemiyle linezolide dirençli suş
saptanmamıştır (104). Kanan’ın yaptığı çalışmada MRSA ‘larda
MĐK aralığı 1-4
µg/ml, MRSA’larda 0,5-2 µg/ml, MRKNS’larda 0,25-1µg/ml arasında, Enterococcus
fecaliste 1-2 µg/ml, E.faecium’da 1-4 µg/ml arasında saptanmıştır (83).
51
Çalışmamızda linezolidin MRSA’larda MĐK aralığı 0,018-2 µg/ml, MSSA’larda
0,125-1,5 µg/ml, MRKNS’larda 0,19-1 µg/ml , VRE’larda 2-0,38 µg/ml arasında
saptanmıştır.
Türkiye’den 2004 yılında yapılan çalışmada 38 MRSA ve 55 VRE suşunda
linezolid
direncine
rastlanılmamıştır.
55
VRE
suşundan
dördünde
Quinopristin/Dalfopristine artmış bir direnç saptanmıştır (40).
Tünger tarafından bildirilen başka bir çalışmada stafilokok suşlarında linezolid
direnci saptanmazken, 96 vankomisin rezistan E.faecium
suşundan beşinde
linezolide karşı azalmış duyarlılık saptandığı bildirilmiştir (39).
Burada görüldüğü gibi linezolid metisilin direncinden etkilenmemiş, enterokoklar
üzerine olan etkisi de vankomisin direncinden bağımsız olarak gözlenmiştir. Dünyada
ise VRE infeksiyonlu beş hastada tedavi sırasında linezolide direnç gelişmiş olup bu
hastaların hepsinde de uzun süreli linezolid kullanım öyküsü bulunduğu bildirilmiştir.
MRSA’ ya bağlı peritonit tedavisi sırasında linezolid direnci gelişmiştir. Direnç gelişimi
en sık E.faecium’da bildirilmiştir.
Bütün
çalışmaların
sonucunda
linezolidin
dirençli
Gram
pozitif
bakteri
infeksiyonlarının tedavisinde önemli bir alternatif olduğu gözlenmektedir. Linezolid
için direnç gelişimi şu anda sorun olmasa da ileriye yönelik olarak direnç gelişimini
minimuma indirmek hedeflenmeli ve bu amaca yönelik antibiyotiklerin akıllıca
kullanımı, klinikler arası işbirliği ve düzenli sürveyansların hayata geçirilmesinin
gerekli olduğu düşünülmektedir.
52
SONUÇ
1- Türkiye’de Gram pozitif organizmalar arasındaki direnç artmaya devam etmektedir.
Henüz vankomisine dirençli stafilokok tanımlanmamış olmakla birlikte VRE oranları
büyük bir hızla artmaktadır.
2-
Ayrıca stafilokokların arasında metisilin direnci % 50 ortalamayla Avrupa ülkeleriyle
kıyaslandığında
oldukça
yüksektir.
Metisiline
dirençli
S.aureus’un
yanında
MRKNS’larda antibiyotik direnci bazen MRSA’lardan daha ciddi boyuttadır. Böylece
MRKNS infeksiyonları göz ardı edilemiyecek bir ciddiyet göstermektedir.
3- Linezolid için MĐK aralıkları
MRSA için 0,018-2 µg/ml
MSSA için 0,25-1,5 µ/ml
MRKNS için 0,19-1 µg/ml
VRE için 0,38-2 µg/ml düzeyinde tespit edilmiştir.
Linezolid şu an için tüm stafilokok türlerine etkili bulunmuş ve metisilin
direncinden etkilenmemiştir. Ayrıca VRE’ların da hepsinde etkili bulunmuştur.
Sonuç olarak linezolidin sorunlu Gram pozitif bakteri infeksiyonlarının tedavisinde
önemli bir alternatif antibiyotik olduğu düşünülmektedir.
53
ÖZET
Gram-pozitif bakteri infeksiyonlarının görülme sıklığı son yıllarda artmıştır.
Özellikle hastane ortamında bulunan metisiline dirençli staphylococcus aureus
(MRSA), metisiline dirençli koagülaz negatif stafilokok ( MRKNS) ve vankomisine
dirençli entorokok’ların (VRE) yaygın olarak ortaya çıkması bu artışa katkıda
bulunmuştur. Bu tür dirençli mikroorganizmalarla infekte olmuş hastaların tedavisinde
zorluk yaşanmaktadır.
Çalışmamız 2007 yılında yapılmıştır. Bu çalışmada dirençli gram-pozitif etkenlere
bağlı gelişen infeksiyonlarda bir alternatif olabilecek ve 2005 yılından bu yana
Türkiye’de
kullanılmakta
olan
Linezolid’in
in-vitro
duyarlılığının
belirlenmesi
amaçlanmıştır.
Hastanemiz Mikrobiyoloji Laboratuvarı’na gelen çeşitli örneklerden (serum, BOS,
abse, trakel aspirat, eklem mayii, katater, gaita) izole edilen hastalık etkeni 80
stafilokok izolatı (30 MRSA, 30 MSSA, 20 MRKNS) ve 20 VRE izolatı (15’i serum, 5’i
gaita) çalışmaya alınmıştır.
Linezolid duyarlılığı tüm izolatlarda disk düfüzyon ve MĐK (E-test) yöntemi ile
araştırılmıştır.
Ayrıca,
tüm
izolatların
CLSI’da
belirtilen
antibiyotiklere
karşı
duyarlılıkları Kirby-Bauer disk düfüzyon yöntemi ile belirlenmiştir.
Linezolid, test edilen bütün stafilokok ve VRE izolatlarına karşı etkin
bulunmuştur. Etkinlik açısından Metisilin dirençli ve duyarlı, suşlar arasında fark
saptanmamıştır. MRSA’larda MĐK aralığı 0,018 – 2 µg /ml, MSSA’larda 0,25-1,5
µg/ml, MRKNS’lerde 0,19-1 µg/ml ve VRE’de 0,38-2 µg/ml saptanmıştır.
Linezolid’in özellikle glukopepdide azalmış duyarlılığı olan veya dirençli olan
izolatların tedavisinde iyi bir alternatif olabileceği sonucuna varılmıştır.
54
SUMMARY
The incidence of infections caused by multidrug-resistant Gram positive bacteria
is increasing in the last years. The pathogens such as glycopeptid resistant
enterococci and methicillin-resistant Staphylococcus aureus (MRSA), coagulasenegative staphylococci (CoNS) has emerged widely and they contributes the
increase.The treatment of the patients had infected the multidrug-resistant pathogens
are extremly difficult
The report was studied in 2007. The aim of this study was to determine in-vitro
susceptibility of vancomycin-resistant enterococci (VRE), and staphylococci against
linezolid that may provide new alternative to treat and was used in Turkey since
2005.
A total 80 isolates of staphylococci ( 30 MRSA, 30 MSSA, 20 MRCoNS) were
isolated from various clinical specimens and 20 VRE isolates was recovered from
blood and rectal swab specimens obtained from was send to our microbiolgy
laboratory.
Linezolid susceptibility was determined by disc diffusion methods and by E test
for all isolates. Đn adition for all isolates sensitivity to against to other antibacterials
was detected by Kirby- Bauer disc diffusion method according to guidelines
established by the CLSI.
The results showed that all strains were fully susceptible to linezolid (MIC ≤ 2
µG/ml). The linezolid effectiveness is not different between the MRSA and MSSA
strains. MIC’s were changed for MRSA from 0,018 to 2 µg/ml,for MSSA from 0,25 to
1,5 µg/ml, for MRCoNS from 0,19 to 1 µg/ml. MIC’s was changed from 0,38 to 2
µg/ml for VRE strains.
Đn conclusion as a result of the present study was decided linezolid could be
alternative therapeutic drug on these isolates that resistance various antibiotics.
55
KAYNAKLAR
1. Karchmer AW. Nosocomial blood stream infections; organism risk
factors and implications. Clin Infect Dis 2000; 4(suppl 1): 139-43
2. Aygen B. Nazokomiyal stafilokok bakteriyemileri. Hastane infeksiyonları
Dergisi 1998; 2: 210-16
3. Edmond MB, Wallace SE et al. Nasocomial bloodstream infections in
United States Hospital: A three year analysis. Clin Infect Dis 1999;
29:239-44
4. Waldvogel FA. Staphylococcus aureus (including toxic shock
syndrome). In: Mandell GL, Benett JE, Dolin R (eds). Principles and
Practice of Infectious Disease. Fifth edition, New York: Churchill
Livingstone, 2000: pp 2069-2091
5. Kloos WE. Bonnerman TL. Staphylococcus and micrococcus. In:
Murray PR, Borron EJ, Pfaller MA, Tenover FC, Yolken RH (eds).
Manuel of Clinical Microbiology, American Society of Microbiology.
Washington DC: 1999, pp 264-82
6. Joklik WK, Willett HP, Amos DB, Wilfert CM. Staphylococcus.In: Joklik
WK, Willet HP, Amos DB,Wilfert CM (eds). Zinsser Microbiology.
Twentieth edition. New York: Apletor and Lange 1992, pp 401-416
7. Kloss WE, Schleifer KH. Staphylococcus. In: Sneath PH, Mair NS,
Sharpe ME, Hol JG (eds). Bergery’s Manuel of Systematic
Bacteriology. Volume: II. Baltimore: Williams-Wilkins 1986, pp 1013-35
8. Ünal S. Akhan S. Stafilokok infeksiyonları. In: Topçu AW, Söyletir G.
Doğanay M (ed’ler). Infeksiyon Hastalıkları Kitabı. Birinci baskı, Nobel
Tıp Kitabevleri Đstanbul. 1996,ss 773-781
9. Archer GL, Staphylococcus epidermidis and other coagulase-negative
staphylococci. In Mandell G, Bennet J E. Dolin R (eds). Principles and
Practice of Infectious Disease. Fifth edition. New York: Churchill
Livingstone, New York 2000, pp 2092-99
10. Koneman EW. The gram-positive cocci Part I: Staphylococci and
related organisms. In: Koneman EW, Allen SD, Janda WM,
Schreckenberger PC, Winn WC (eds). Color Atlas and Textbook of
56
Diagnoctic Microbiology. Fifth edition, Lippincott Company, Phidelphia
1997, pp 539-576
11. Moreillon P, Que Y, Glauser MP. Staphylococcus aureus (including
Staphylococcal Toxic Shock). In: Mandell GL, Bennett JE, Dolin R
(Eds.). Principles and Practise of Infectious Diseases. 6th ed.
Philadelphia. Churchill Livingstone; 2005.p.2321-51.
12. Tünger A. S. aureus: mikrobiyoloji, patogenez ve epidemiyoloji. Ulusoy
S, Usluer G, Ünal S (Editörler). Önemli ve sorunlu gram pozitif bakteri
infeksiyonları’nda. Ankara: Bilimsel Tıp Yayınevi; 2004.s.9-22.
13. Akata F, Otkun M, Kuloğlu F, Erkan T, Keskin S, Tuğrul M. Trakya
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde Nozokomiyal Đnfeksiyon
Oranlarının Değerlendirilmesi. Hastane Đnfeksiyonları Dergisi 2006;10
ek 1:38.
14. Dokuzoğuz B. Metisiline dirençli Staphylococcus aureus’a bağlı hastane
infeksiyonlarının epidemiyolojisi ve kontrolü. Ulusoy S, Usluer G, Ünal
S (Editörler). Önemli ve sorunlu gram pozitif bakteri infeksiyonları’nda.
Ankara: Bilimsel Tıp Yayınevi; 2004;55-71.
15. Şardan YÇ. Metisilin dirençli Staphylococcus aureus infeksiyonlarının
epidemiyolojisi ve kontrolü. Hastane Đnfeksiyonları Dergisi 2000;4:205217.
16. Yalçın AN, Hayran M, Ünal S. Economic analysis of nosocomial
infections in a Turkish University Hospital. J Chemother 1997;9 (6):3639.
17. Appelbaum PC. MRSA-the tip of the iceberg. Clin Microbiol Infect
2006;12 (Suppl. 2):3-10.
18. Murray BE, Nannini EC. Glycopeptides (vancomycin and teicoplanin),
streptogramins
(
quinopristin-dalfopristin)
and
lipopeptides
(daptomycin). In: Mandell GL, Bennett JE, Dolin R (Eds.). Principles
and Practise of Infectious Diseases. 6th ed. Philadelphia:
Churchill
Livingstone; 2005. p.417-35.
57
19. Garner JS, Jarvis WR, Emori TG, Horan TC, Hughes JM. CDC
definitions for nosocomial infections. Am J Infect Control 1988;128-140.
20. Ünal S. Staphyococcus aureus: Direnç mekanizmaları. Ulusoy S,
Usluer G, Ünal S (Editörler). Önemli ve sorunlu gram pozitif bakteri
infeksiyonları’nda. Ankara: Bilimsel Tıp Yayınevi; 2004.s.23-38.
21. Maranan MC, Moreira B, Vavra SB, Daum RS. Antimicrobial resistance
in staphylococci. Infect Dis Clin North Am 1997;11:813-49.
22. Chambers HF. Penicillins. In: Mandell GL, Bennett JE, Dolin R (Eds.).
Principles and Practise of Infectious Diseases. 6th ed. Philadelphia.
Churchill Livingstone; 2005.p.281-294.
23. Ghuysen JM. Moleculer structures of penicillin-binding proteins and
beta-lactamases. Trends Microbiol 1994;2(10):372-380.
24. Clinical
and
Laboratory
Standards
Institute(CLSI).
(çeviri:
A.Başustaoğlu, Z. Gülay, Đ. Köksal, M.A. Özinel, G. Söyletir, B.
Sümerkan) Antimikrobik Duyarlılık Testleri için Uygulama Stabdartları;
Onyedinci Bilgi Eki. Ankara: Bilimsel Tıp Yayınevi;2007:44-56
25. Brown DFJ, Edwards DI, Hawkey PM, Morrison D, Ridgway GL,
Towner KJ et al. Guiedelines for the laboratory diagnosis and
susceptibility testing of methicillin-resistant Staphylococcus aureus
(MRSA). J Antimicrob Chemother 2005;56(6):1000-18.
26. Katayama Y, Ito T, Hiramatsu K. A new class of genetic element,
staphylococcus
cassette
chromosome
mec,
encodes
methicillin
resistance in Staphylococcus aureus. Antimicrob Agents Chemother
2000;44:1549-55.
27. Hiramatsu K, Hanaki H, Ino T, Yabuta K, Oguri T, Tenover FC.
Methicillin-resistant Staphylococcus aureus clinical strain with reduced
vancomycin susceptibility. J Antimicrob Chemother 1997; 40: 135-146.
28. Chang S, Sievert DM, Hageman JC, Boulton ML, Tenover FC, Downes
FP et al. Infection with vancomycin-resistant Staphylococcus aureus
containing the vanA resistance gene. N Eng J Med 2003;348:1342-7.
58
29. Centers for disease Control and Prevention (CDC). Staphylococcus
aureus resistant to vancomycin-USA 2002. MMWR Morb Mortal Wkly
Rep 2002;51:565-7.
30. Hooper DC. Floroquinolone resistance among gram-positive cocci
Lancet Infect Dis 2002;2:530-8.
31. Ulusoy S, Gram-pozitif etkinliği olan antibiyotikler. Ulusoy S, Usluer G,
Ünal
S
(Editörler).
Önemli
ve
sorunlu
gram
pozitif
bakteri
infeksiyonları’nda. Ankara: Bilimsel Tıp Yayınevi; 2004.s.353-66.
32. Yıldız O, Aygen B. Stafilokokların Antibiyotik Duyarlılığı ve Direnç
Sorunu. Đnfeksiyon Hastalıkları Serisi 2002;5(3):128-36.
33. Küçükbayrak A, Özdemir D.Two new protein synthesis inhibitors:
Linezolid and streptogramins ( quinupristin/dalfoprustin). Turkish
Journal of Infection 2006:20(2): 145-151
34. Usluer G, Ünal S. Linezolid. Flora Đnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik
Mikrobiyoloji Dergisi. 2005; 10 ek 4: 1-15
35. Road I, Hanna HA, Hachem RY, et al. Clinical-use associated decrease
in susceptibility of vancomycin- resistant Enterococcus faecium to
Linezolid, a comparision with quinupristin / dalfopristin. Antimicrob
Agents Chemother 2004; 48: 3583-5
36. Gonzales RD, Schreckenberger PC, Graham MB, Kelkar S, Denbesten
K, Quinn JP. Infections due to vancomycin-resistant Enterococcus
faecium resistant to linezolid. Lancet 2006;357:1179
37. Tsiodras S, Gold HS, Sakoulas G, et al. Linezolid resistance ina clinical
ısolate of Staphylococcus aureus. Lancet 2001;358:207-8
38. Ferrel DJ, Morrisey I, Bakker S, Buckridges, Felmingham D. In vitro
activites of telithromycin, linezolid and quinupristin-dalfopristin against
sreptococcus pneumoniae with macrolide resistance due to ribosomal
mutation. Antimicrob Agents Chemother 2004 ; 48: 3583-5
39. Tunger A, Aydemir A, Usluer S, Cilli F. In vitro activity of linezolid
quinupristin/dalfopristin against Gram-positive cocci. Đndian J. Med Res
2004;120:546-52
59
40. Baysallar M, Kilic A, Aydogan H, Cilli F, Doganci L. Linezolid and
quinupristin/dalfopristin resistance in vancomycin- resistant enterococci
and methicillin- resistant Staphylococcus aureus prior to clinical use in
Turkey. Inf J. Antimicrob Agents 2004; 23: 510-12
41. Nathani N, Đles PB, Elliot TSJ. Successful treatment of MRSA native
valve endocarditis with oral Linezolid therapy: a case report. J. Infect
2005; 51:213-5
42. Akan ÖA.Enterokok
türlerinin mikrobiyolojisi.
Yeni
ve
Yeniden
Gündeme Gelen Đnfeksiyonlar. Ed: Ünal S, Vahapoğlu H. Bilimsel Tıp
Yayınevi. Ankara 2004;5-9
43. Koneman EW, Allen SD, Janda WM, Schreckenberger PC, Winn
WC. Procop G, Woods G. Color Atlas and Textbook of Diagnostik
Microbiology. Sixth edition. Philadelphia: Lippincott Co 2005:700-711
44. Başustaoğlu A, Aydoğan H. Enterokoklar. Đnfeksiyon Hastalıkları Serisi.
Ed: Uzun Ö. Bilimsel Tıp Yayınevi. Ankara 2002;5(2):45-60
45. Bilgehan H. Klinik Mikrobiyoloji.Barış YayınlarıFakülteler Kitabevi.
Onuncu baskı. Đzmir 2000: 271-279.
46. Bilgehan H. Klinik Mikrobiyolojik
Tanı. Barış Yayınları Fakülteler
Kitabevi Üçüncü baskı. Đzmir 2002:495-523
47. Korten V. Enterokoklar. In: Topçu
(eds). Đnfeksiyon
Hastalıkları
ve
AW, Söyletir G, Doğanay M
Mikrobiyolojisi.
Nobel
Tıp
Kitabevleri Ltd. Şti . 2.baskı. Đstanbul 2002:1497-1506
48. Murray
BE. The
life and
times of the
enterococcus. Clin
Microbiol Rev 1990;3:46-65
49. Facklam RR, Teixeria
Sussman (eds).
LM. Enterococcus.
Topley & Wilson’s
In: Collier L, Bolows A,
Microbiology
and microbial
ınfections. Vol 2 (Systematic Bacteriology). Ed: Edvard Arnold,
9th
edition. London 1998:669-682
50. Gültekin
M. Enterokoklar: Mikrobiyoloji, epidemiyoloji ve patogenez.
Gram Pozitif Bakteri Đnfeksiyonları . Ed: Ulusoy S, Usluer G, Ünal S .
Ankara 2004:121-140
60
51. Lawrence L,
Livornese Jr MD,
Susan
Dias, et al .
Hospital-
acquired Infection with vancomycin-resistant Enterococcus faecium
transmitted by electronic thermometers. Annals of Internal Medicine
1992;117:112-11
52. Zervos M J,
Terpennig
MS,
Schaberg DR,
Theaesse
PM,
Medenderp SV, Kauffman CA. High-level aminoglycoside resistant
enterococci: Colonization of nursing home and acut care hospital
patients. Arch Intern Med 1987;147:1591-1594
53. Zervos MJ, Dembinski S, Mikesell T, Schaberg DR.
High-level
resistance to gentamicin in Streptococcus faecalis: Risk factors and
evidence
for
exogenous
acwuasition of
infection. J Infect
Dis
1986;153:1073-1083
54. Chenoweth C, Schaberg D. The epidemiology of enterococci. Eur
J Clin Microbiol Infect Dis 1990; 9: 80-89
55. Robert C, Moellering RC. Enterococcus species, Streptococcus bovis
and Leuconostoc spesies. In: Mandell GL, Bennet JE, Dolin R (edc).
Principles and Practice of Infectious Disease. Vol 2. sixth edition.
Elsevier Churchıll Livingstone 2005: 2411-2417
56. Sümerkan B. Vankomisine dirençli enterokoklar. In:Günaydın M, Esen
Ş, Saniç A, Leblebicioğlu H, eds. Sterilizasyon
Hastane
Dezenfeksiyon ve
Đnfeksiyonları Samsun:Samsun Đnfeksiyon Hastalıkları ve
Klinik Mikrobiyoloji Araştırmaları Derneği 2002: 329-334.
57. Boyce JM, Mermel LA, Zerves MJ et al. Controlling vancomycinresistant enterococci. Infect Control Hosp Epidemiol 1995; 16: 634-637
58. Moellering
RC Jr.
Emergence
of enterococcus as a significant
pathogen. Clin Infect Dis 1992;14:1173-1178
59. Facklam RR, Sahm DF. Enterococcus. In:Murray PR, Baron EJ,
Pfaller MA, Tenover FC, Yolken RH (eds). Manuel of Clinical
Microbiology. Sixth edition. ASM Press. Waschington 1995: 308-315
60. Başustaoğlu A. Enterokoklarda antibakteriyel direnç mekanizmaları
ve direnç sorunu. Gram Pozitif Bakteri Đnfeksiyonları.Ed: Ulusoy S,
Usluer G, Ünal S. Bilimsel Tıp Yayınevi . Ankara 2004: 141-158
61
61. Şardan
YÇ. Enterokoklarda
direnç sorunu. Yeni
ve
Yeniden
Gündeme Gelen Đnfeksiyonlar. Ed: Şardan YÇ. Bilimsel Tıp Yayınevi.
Ankara 2004:10-16
62. Lefort A, Mainandi JL, Tod M, Lortholory O. Antienterococcal
antibiotics. Med Clin North Ame 2000; 6:1471-1495
63. Korten V. Enterokok infeksiyonları. In: Đliçin G, Ünal S, Biberoğlu K,
Akalın S, Süleymanlar G (eds). Temel Đç Hastalıkları. Đkinci baskı.
Güneş Kitabevi Ltd. Şti. Ankara 2005 3118-3120
64. Derbentli Ş. Nozokomiyal enterokok infeksiyonları.Galenos.1998;23:
14-17
65. Murray BE, Mederski-Samoraj B. Transferable beta-laktamase a
new mechanism for in vitro penicillin resistance in Streptococcus
feacalis. J Clin Invest 1983; 72: 1168-1171
66. Moaddab S, Töreci K,. Enterokok suşlarında tür tayini, vankomisin
ve diğer bazı antibiyotiklere direnç aranması.Türk Mikrobioyol Cemiy
Derg 2000; 30: 77-84
67. Uttley AHC,
Collins
CH,
Naidoo
J,
George
RC. Vancomycin
resistant enterococci. Lanset 1988;1:57-58.
68. Öngen B, Gürler N, Esen F, Karayay S, Töreci K. Glikopeptidlere ve
denendiği bütün antibiyotiklere dirençli Enterococcus faecium suşu.
Ankem Derg 1999;13:501-505
69. Başustaoğlu A, Aydoğan H, Beşirbellioğlu B. GATA’da izole
edilen
ikinci glikopeptid direnci E.faecium.[Özet]. In:Cengiz AT,Erdem B,
Dolapçı GĐ, Tekeli FA, eds. XXIX. Türk Mikrobiyoloji Kongresi(8-13
Ekim 2000, Antalya) Program ve Özet Kitabı. Đstanbul:Türk Mikrobiyoloji
Cemiyeti & Klinik Mikrobiyoloji ve Đnfeksiyon Hastalıkları Derneği 2000:
349
70. Kutlu
SS, Dokuzoğuz
B. Enterokok
infeksiyonlarında
tedavi
seçenekleri. Yeni ve Yeniden Gündeme Gelen Đnfeksiyonlar. Ed:
Ünal S,Vahapoğlu H. Bilimsel Tıp Yayınevi. Ankara 2004: 23-32.
62
71. Balık
Đ,
Birengel
S.
Oksazolidinonlar:
Linezolid-eperozolid.
Antibiyotikler. Ed:Leblebicioğlu H, Usluer G, Ulusoy S. Bilimsel Tıp
Yayınevi.Ankara 2003: 365-374
72. Şardan
Y.Ç. Enterokoklarla
gelişen
infeksiyonlar. Đnfeksiyon
Hastalıkları Serisi 2002 . Ed:Uzun Ö. Ankara .2002;5(2): 61-67
73. Livermore DM. Antibiotic resistance in staphylococci Int. Antimicrobial
Agents 16(2000) S3-S10.
74. Şengül D. Stafilokoklarda Antibiyotik direnci. 2003-2004 Türkiy Haritası.
Ankem Derg. 2005;19(Ek2): 54-60.
75. Gonlugur U, Akkurt I, Ozdemir L, Bakici MZ, Icagasioglu S, Gultekin F.
Antibiotic
susceptibility
patterns
of
respiratory
isolates
of
Staphylococcus aureus in a Turkish university hospital.
76. Ekşi F, Balcı Đ, Gayyurhan DE, Çekem G. Klinik örneklerden soyutlanan
Stapylococcus aureus suşlarının metisilin direncinin belirlenmesi ve
antimikrobiyal ilaçlara duyarlılıklarının değerlendirilmesi. Đnfeksiyon
Dergisi 2007;21(1):27-31.
77. Doğan Ö, Yalınay Çırak M, Engin D, Türet S. Klinik örneklerden izole
edilen stafilokoklarda metisilin direnci ve çeşitli antibiyotiklere in-vitro
duyarlılıkları. Ankem Derg 2005;19(1):39-42.
78. Sipahi OR, Pullukçu H, Aydemir Ş, Taşbakan M, Tunger A, Arda B,
Yamazhan T, Ulusoy S. Mikrobiyolojik Kanıtlı Hastane Kökenli
Staphylococcus Aureus Bakteremilerinde Direnç Paternleri: 2001-2005
Yıllarının Değerlendirilmesi. Ankem Derg 2007;21(11):1-4.
79. Dizbay M, Sipahi AB, Günal Ö, Kırca F, Şanal L, Çağlar K, Hızel K,
Arman D. Metisiline Dirençli Staphylococcus Aureus izolatlarında
Glikopeptid
ve
Linezolid
Direncinin
Araştırılması.
Ankem
Derg
2007;21(1).23-26.
80. Doğruman AF, Akça G, Sipahi B, Sultan N. Kan Örneklerinden
Soyutlanan Stafilokok Suşlarının Antibiyotiklere Direnç Durumları.
Ankem Derg 2005;19(1):14-16.
63
81. Şengöz G, Yıldırım F, Kart Yaşar K, Şengöz A, Nazlıcan Ö. Stafilokok
Suşlarının Fusidik Asit ve Çeşitli Antibiyotiklere Direnci. Ankem Derg
2004;18(2):105-108.
82. Memikoğlu KO, Bayar B, Kurt O, Cokça F. Đn vitro sensitivity of
methicillin-resistant
Staphylococcus
aureus
to
fusidic
acid
and
trimethoprim-sulfamethoxazole.Mikrobiyol Bul. 2002 Apr;36(2):141-5.
83. Kanan B.Uzmanlık Tezi. Gram-Pozitif Bakterilere karşı in-vitro Linezolid
Aktivitesinin Değerlendirilmesi. Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Mikrobiyoloji Anabilim Dalı. Eskişehir 2002.
84. Louis B. Rice, MD. Antimicrobial Resistance in Gram- Positive Bacteria.
The American Journal of Medicine (2006) Vol 119 (6A), S11-S19.
85. Gülhan B, Bilek H, Onur A, Gül K. Metisiline Dirençli Stafilokoklarda
Linezolid, Vankomisin ve Bazı Antibiyotiklere Direnç. Ankem Derg
2007;21(4):214-218.
86. Rajaduraipandi K, Mani KR, Panneerselvam K, Mani M, Bhaskar M,
Manikandan P. Prevalence and antimicrobial susceptibility pattern of
methicillin resistant Staphylococcus aureus: a multicentre study. Đndian
J Med Microbiol. 2006 Oct;24(4):304.
87. Aydın N, Gültekin B, Eyigör M, Gürel M. Klinik Örneklerimizden Đzole
Edilen Stafilokokların Antibiyotik Direnci. ADÜ Tıp Fakültesi Dergisi
2001; 2(3):21-26.
88. Sümerkan
B.
Vankomisin
Dirençli
Enterokoklar.
Sterilizasyon
Dezenfeksiyon ve Hastane Đnfeksiyonları.2002:10:2 S1-6.
89. Çınar T, Leblebicioğlu H, Eroğlu C, Sünbül M, Esen Ş, Günaydın M.
Enterokoklarda Penislin-Aminoglikozid Sinerjisinin Araştırılması. Klimik
Dergisi.Cilt 12, Sayı:1.1999, S:39-42.
90. Agguş N, Sarıca A, Özkalay N, Cengiz A. Klinik Örneklerden Đzole
Edilen
Enterokok
Suşlarının
Antibiyotik
Direnci.
Ankem
Derg
2006;20(3):145-147.
91. Louis B. Rice. Emergence of Vankomycin-Resistant Enterococci. CDC
Emerging Infectious Disease .Mar-Apr 2001. Vol.7, No.2.
64
92. Tammy S. Lundstrom, MD, Jack D. Sobel, MD. Antibiotics for grampositive
bacterial infections:
vancomycin,
quinupristin-dalfopristin,
linezolid, and daptomycin. Infect Dis Clin N Am 18 (2004): 651-668.
93. Ronald N. Jones, James E. Ross, Thomas R, Fritsche, Helio S. Sader.
Oxazolidinone susceptibility patterns in 2004: report from the Zyvox
Annual Appraisal of Potency and Spectrum (ZAAPS) Program
assessing
isolates
from
16
nations.
Journal
of
Antimicrobial
Chemotherapy (2006):57; 279-287.
94. Meriç M, Rüzgar M, Gündeş S, Willke A. Hastanede Yatan Hastalarda
Đzole Edile Enterokok Türleri Ve Antibiyotiklere Direnç Durumu. Ankem
Derg 2004;18(3):141-144.
95. C.J. Henwood, D.M. Livermore, A.P. Johnson, D. James, M. Warner, A.
Gardiner and Linezolid Study Group. Susceptibility of Gram-positive
cocci from 25 UK hospital to antimicrobial agents including linezolid.
Journal of Antimicrobial Chemotherapy (2000) 46, 931-940.
96. Bozdoğan B, Apelbaum P.C. Oxazolidinones. Activity, mode of action,
and mechanism of resistance. International Journal of Antimicrobial
Agents 23 (2004): 113-119.
97. Wilcox M, Nathwani D, Diryden M. Linezolid compared with teicoplanin
for the treatment of suspected or proven Gram-positive infections. JAC
(2004)53: 335-344.
98. Birmingham MC, Ragner CR, Meaher AK, Flavin MS, Batts DH.
Linezolid for the Treatment of Multidrug-Resistant, Gram-positive
Infections: Experience from a Compassionale-use program. Clin. Infect.
Dis. 2003: 36: 159-68.
99. Moise PA, Forrest A, Birmingham MC, Schentag JJ. The efficacy and
safety of linezolid as treatment for staphylococcus aureus infections in
compassionale use patients who are intolerant of, or who have failed to
respond to, vacomycin. JAC (2002) :50: 1017-26.
100. Wilcox MH. Efficacy of linezolid versus comparator therapies in Grampositive infections. JAC (2003) 51, Suppl. S(2): 27-35.
65
101. Smith P.F, Birmingham M.C, Noskin G.A, Megher A.K, Forest A,
Rayner C.R, Schentag JJ. Safety, efficacy and pharmacokinetics of
linezolid for treatment of resistant Gram-positive infections in cancer
patients with neutropenia. Ann. Oncl. 2003;14: 795-801.
102. El Khoury J, Fishman J.A. Linezolid in the treatment of vancomycinresistant Enterococcus faecium in solid organ transplant recipients:
report of a multicenter compassionale-use trial. Transpl InfectDis.
2003;5:121-5.
103. Livermore DM. Linezolid in vitro: mechanism and antibacterial
spectrum. JAC (2003) 51,Suppl. S2, ii9-ii16.
104. Dilek A.R, Yıldız F, Dilek N, Bulut Y, Aşçı Toraman Z. Linezolidin
MRSA ve Enterococcus Spp. Suşlarına Đn-Vitro Etkinliği. Ankem Derg
2007;21(4):211-213.
66
Download