Tiyatroları para babalan kurtardı - ŞEHİR e

advertisement
t
Haldun T A N E R
Tiyatroları para
babalan kurtardı
Başlarken
ATI modeli ilk konservatuvarın nasıl açıldı­
ğına geçmeden önce,
oraya nasıl ve nerelerden ge­
lindiğini kısaca gözden geçi­
relim.
Tiyatronun belediye ya da
devlet eliyle desteklenmesi
ihtiyacı 1870’den bu yana sık
sık duyulmuştu. Âli Paşa’nın,
sadrazamlığı zamanında, dev­
rin en göz dolduran tiyatrosu
Güllü Agop Topluiuğu’na ba­
zı imtiyazlar sağladığı malum­
dur. Yine 1870 yılında Beyoğlu’nda bir Tiyatro-yu Sultani
tesisi düşünülmüş, bunun
İçin bir dernek bile kurulmuş,
bir şirket gibi aksiyonlar çıka­
rılarak para toplanması ve hükümetten bir arsa İstenmesi
tasarlanmış, ama bu hevesin
arkası getirilememişti.
B
‘
'
I
f
Darüibedayi-i Osmani adlı tiyatro ve Musiki Mektebi’nin kuruluş tarihi 24 Ekim
1914.
0 günden bugüne 71 yıl geçmiş.
Darülbedayi adı, daha sonra o okul öğrencilerinin kurduğu batıp çıkan tiyat­
roların da adı oldu. Şehir Tiyatroları bu çekirdekten oluştu. Ankara Devlet Konservatuvarı, Tatbikat Sahnesi ve Devlet Tiyatroları da bu örnekten gelişti.
Darülbedayi-i Osmani Tiyatrosu ve Musiki Mektebi’nin kültür tarihimizde önemli
bir yeri var.
M eşhur fıkradır: Ünlü Fran/¿ s ,r
sız Rejisörü André Antoine Istan"
bul’a çağrılıp da bu okul ilk
açıldığı zaman komik-i şehir Kel
Haşan Efendi’ye sormuşlar:
—Haşan Efendi, bak artık
oyuncular mektepten yetişecek­
miş, buna ne dersin?
Haşan Efendi:
—Hiç fiitur getirmem, demiş.
Asıl seyirciler mektepten yetişir­
se halimiz o zaman duman olur.
Darülbedayi sade oyuncular
Kel Hasan
için değil, seyirciler için de bir çe­
şit okul oldu. Batılı tiyatronun ül­
kemizde yerleşmesine, sevilmesine
Andre Antoine
büyük katkıda bulundu.
tiyatroların finansmanı
tüm girişimlerin belini
büküyordu. Binemeciyan
Topluluğu ve Yeni
Sahne gibi tiyatroların
arkasında Banker
Küpeliyan ve İsmail
Faik Bey gibi para
babaları olmasa onların
da batması işten değildi
İzzet Melih,
Darülbedayi’den
önce, resmi ve
merkezi bir tiyatro
kurulması İçin,
önayak olmuş ama,
bu girişimlerin
sonunu
getirememişti. İzzet
Melih o dönemdeki
bir fotoğrafta.
(Haldun Taner'in özel
arşivindenl
İttihat ve Terakki 'nln
Unlll Maliye Nazın
Cavlt Bey, İzzet
Melih Bey'İn tiyatro
girişimleri İçin 2 bin
500 liralık bir
tahsisat çıkarmıştı.
»YOLU AÇANLAR
İstanbul’un Şehreminleri
içinde Mazhar Paşa’nın zama­
nında yine tiyatroculara bazı
yardımlar yapılmış, mesela, o
tarihte Leblebici Horhor Opereti'ni sahneye koyan Dikran
Çuhacıyan Topluluğu beledi­
ye rüsumundan muaf tutul­
muştu.
Yine Mazhar Paşa ve onun
6. Daire Belediye Başkanı
f Blaque Bey, şehre Tepebaşı’r.daki Dram Tiyatrosu'nu
kazandırmışlardı.
Tiyatroyu kanadının altına
atan devlet adamları içinde
Ahmet Vefik Paşa’nın elbette
en başta bir yeri vardır. Paşa,
Hüdavendigâr Valiliği'ne sü­
rüldüğü zaman oraya turneye
gelen Tomas Fasulyeciyan
Kumpanyası’nı Bursa’da tu t­
muş, onlara bir bina yaptır­
mış, hepsini maaşa geçirmiş,
düzenli tem siller verdirmiş,
seyirciye tiyatroyu sevdirmek
için büyük çaba sarfetmiştj.
Orada kurduğu (Tiyatro
Muhipleri Cemiyeti)'nin üye­
lerine sanatçılara ders ver­
mek, tiyatronun yönetimine
katılmak gibi ödevler yükle­
m işti. Kendi de Moliâre’den
adapte ettiği komedileri biz­
zat sahneye koymak husu­
sunda Fasulyeciyan’a yar­
dımcı olur; he îyrıntı ile uğ­
raşır, tiyatronun nasıl seyre­
dilmesi gereğini broşürlerle
seyirciye öğretirdi. Paşanın,
memurları tiyatroya gidenler,
gitmeyenler diye ayırıp değer: lendirdiği bile rivayet edilir.
Mollöre’in Tartuff’ünü “ Ri­
yanın Encamı” diye çeviren
şair Ziya Paşa da Adana Vali­
si iken vilayet konağı yanında
güzel bir tiyatro binası yaptırtmış, buraya İstanbul’dan top­
luluklar getirtm işti.
\ Ahmet Vefik Paşa,
tiyatroyu seyirciye
sevdirmek için büyük
çaba harcamıştı.
Memurları ‘tiyatroya
gidenler - gitmeyenler*
diye ayırıp
değerlendirdiği bile
söylenir
BİR ANEKDOT
Otello Kâmil’in azizliği
Tiyatro tarihi biraz da anekdotlardan oluşur diyenler ne kadar haklı.
0 dönemin alaydan yetişme yetenekli sanatçılarından olan Otello Kâ­
mil de bir ara Burhanettin Trubu’nda roller almıştı. Yeteneği ile ol­
duğu kadar, şakacılığı ile de meşhur olan Kâmil’in ustasıyla oynadığı
zamana ait şöyle bir anekdotu vardır:
Burhanet'in Bey, Napoleon rolünü oynuyor. Çok tutunduğu ka­
nısında olduğu için rolünü baştan sona kadar ezberlemek gereğini duy­
mamış, bazen elindeki dosyalara, kâğıtlara bakar gibi yap'p bazı
pasajlan okuyarak oynamakta. Oyunun bir yerinde çavuş rolünü ya­
pan Kâmil, Napoleon’a bir generalinden yazılmış bir mektup getire­
cek, Burhanettin Bey bu mektubu iri harflerle güzelce yazdırmış. Mektup
nasılsa elime veriliyor, oradan okurum diye güveniyor. Nitekim bir
kere, iki kere, beş kere her şey aksamadan gitmiş. Ama yazılı kâğıt
getirmekten usanan ve belli ki, biraz da patronuna kızan Kâmil, ona
bir oyun oynamış. Bir keresinde boş bir kâğıt getirmiş. Burhanettin
Bey tam yüksek sesle okumaya hazırlanırken birden sararmış. Kâğıt
bomboş-Her gün okumasına karşın o sırada içeriği de aklından uçup
gitmiş. Ne yapsın?
—“ Al çavuş, oku şunu bakalım’’ demiş, “ Generalimiz ne yaz­
mış?“
Tersoya düşen Kâmil bunun da hazırlığını tasarlamış bulunduğu
için kâğıdı saygıyla tekrar imparatora uzatmış.
—“ İmparator hazretleri şaka ediyorlar herhalde. Çok iyi bilirsi­
niz ki. benim okumam yazmam yoktur haşmetmaab” demiş.
İlk edebi heyetlerin, değişmez başkanı olan Recalzada Ek­
rem Bey, Türkiye’de ciddi tiyatro kurulması çalışmalarının
da, başında yer aldı. Recalzade Ekrem Bey’in hoca ve piyes
yazarı olarak, tiyatroya pek çok yararları oldu.
BAŞIBOŞLUĞA SON
VERMEK İÇİN
ikinci Meşrutiyet’in ilanın­
dan sonraki hürriyet havası
her alanda olduğu gibi tiyat­
ro alanında da bir rahatlama,
bir coşku yaratmış ise de bu
coşku bir saman alevi gibi
parlayıp sönmüştü. İrili ufak­
lı birçok tiyatro, çoğu hayır
kurumlan yararına olmak üze­
re, tem siller veriyor, bir - iki
temsilden sonra da dağılıyor­
du. Bu batıp çıkan trupların
çoğu amatör truplardı. Biraz
tutunabilenleri de Temaşa
Vergisi ve benzeri vergilerle
bellerini doğrultamıyorlardı.
1909’da bu başıboşluğa bir
son vermek ihtiyacı kendini
duyurdu. Comedie Francaise
gibi, Burg Tiyatrosu gibi mer­
kezi ve milli bir tiyatro kurmak
için bazı teşebbüsler görüldü.
Recalzade Ekrem Bey’ le
Müze-yi Hümayun Müdürü
Hamdi Bey başta olmak üze­
re, Burhanettin Bey’ln de bü­
yük katkısı ile harekete
geçildi.
Bir yönetim kurulu, birde
edebi heyet saptandı. Edebi
heyette Ahmet Hikmet, İsma­
il Müştak, Hüseyin Suat, Ali
Kemal, izzet Melih, Hüseyin
Cahit, Mehmet Rauf, Cenap
Şahabettin, hasılı tiyatronun
önemini bilen o devrin ünlü
yazar ve gazetecileri bulunu­
yordu. Aaı bile hazırdı. SahneI Osmanî. Ne yazık ki, 31 Mart
Vakası yüzünden gerçekleşe­
medi. Bunun üzerine İzzet
Mefih Bey’ le Eddy Clliclan
B e /in başı çektiği bir başka
kurul Maarif Nezareti’ni hare-
Burhanettln Bey, Sylvain’in Şakird i Ma­
rifeti olarak bilinirdi. Fransa’da da kalan
Burhanettin Bey, ciddi ve ağır piyesleri
tercih eder, gençlere hocalık yapmaktan
da memnunluk duyardı.
Darülbedayi'den önce, piyasanın en ciddi tiyatrosu olan Mınakyan Efendi’nin,
"Osmanlı Dram Kumpanyası", çoğu zaman yukarda, "Slmone ve Marie’’de ol­
duğu gibi, Fransız melodramları ve bazen de telif oyunlar sahneye koyardı.
kete geçirmeyi başardı. Malihane-l Osmani Kumpanyası.
ye Vekili Cahit Bey’den 2.500
Mınakyan Efendl’nin say­
lira bağış da kopardı. Ama ge­
gın imajı ve vakur oyun üslu­
reken sermaye toplanamadı.
buyla ağırbaşlı rolleri seçip
Girişim yarıda kaldı.
bunları kendine özgü deklaDARÜLBEDAYİ'DEN ÖNCE
masyonu ile oynayışı o zama­
"MANZARA-I UMUMİYE”
nın seyircilerini çok duygu­
Tiyatroların finansmanı
lan d ırıcı. Daha çok melo­
tüm girişimlerin belini büken
dramlar oynardı. La Dame aux
husus oluyordu. Ayakta du­ Camélia, Ekmekçi Kadın, De­
ran Binemeciyan Topluluğu,
mirhane Müdürü. Arada bir Yeni Sahne gibi tiyatroların
iki te lif piyese de yer verdiği
arkasında Banker Küpeliyan
olurdu. Celal Esad ve Salah
gibi, İsmail Faik Bey gibi pa­ Clm coz Bey’ lerin yazdığı
ra babaları olmasa onların da Sellm-I Salis bütün bir rama­
batması işten değildi. Bu dö­ zan boyu kapalı gişe oynaya­
nemde gişe hasılatı jle aktör­ rak rekor kırmıştı.
lerine maaş verebilen, hatta
kâr da eden İki sürekli tiyat­
Vasfl Rıza Zobu televizyondaki bir söyleşimizde şöyle demiş­
YARIN:ro vardı: Mardlros Mınakyan’
ti: "Burhanettin Bey’in büyükler nezdlnde İtibarı büyüktü. İs­
ın Osmanlı Dram Kumpanya­
"OYUNCU OLMUŞ,
tese daha o günden Devlet Tiyatrosu’nu kurdurur başına da
sı ve Kel H asan’ ın Eğlencegeçerdi. Ama azimkâr ve sebatkâr değildi."
TÜKÜRÜN SURATINA'
10 M illiy e t
Darülbedayi’den
Şehir
Tiyatro
Haldun T A N E R
] ARULBEDAYI-İ Osmani'nin Kuruluşunu baş-*— * lıca üç Kişiye borçlu­
yuz. Bunlardan biri zamanın
Şehremini Cemil Paşa, öbürü
esKi Şehreminilerinden Rıd­
van Paşa'nın tiyatro meraklısı oğlu Reşat Rıdvan Bey ve
bu iş için Paris’ten çağrılan
ünlü rejisör Andre Antoine’
dır.
KöKlü ve varlıKlı bir ailenin
yeteneKli oğlu olaraK dünya­
ya gelen Cemil Topuzlu, As­
keri Tıbbiye’den yüzbaşı rüt­
besiyle mezun olduKtan son­
ra Paris’e Prof. Pöan’ ın yanı­
na gidereK hariciye ihtisası
yapmış, yurda döndüğünde
döneminin en gözde opera­
törlerinden biri olmuştur.
MeKteb-i Tıbbiye’de hocadır.
Başta bizzat II. Abdülhamit olmaK üzere eKâbirin özel doKtorudur. Rütbeleri hızla atlayaraK hanedan mensupları­
na yaptığı her ameliyattan
sonra bir yıldız daha taKaraK
otuz beşinde müşir olmuştur.
Ünlüdür, saygındır, zengindir.
Zamanın Şeyhülislamı Cemalettin Efendi’nin damadıdır.
Mesleği dışında İstanbul Şehrem inliği’ne atanışı Kendisi
için de sürpriz olmuştur.
Paşa, Tıp Fakültesi mima­
rı Valaury’ye Çiftehavuzlar’da
bahçe içinde “ Art nouveau”
üslubunun İstanbul’a uyarlan­
mış bir örneği olan bir köşK
yaptırmıştır. Sadrazam Gazi
Ahmet Muhtar Paşa bu bina­
yı ve bahçeyi görür; “ evin
içinde ve dışında küçük bir
Avrupa yaratan adamı Şehre­
mini yaparsam İstanbul'u
imar eder” diye düşünür. Paşa'nın Şehremini atanışı böy­
le bir emrivaki ile başlar ( * ) .
TAM AVRUPALI TİYATRO
ADAMI
Reşat Rıdvan’a gelince o
da devrin okumuş yazmış, dil
bilen bir paşa çocuğudur. Ti­
yatro bir insanın kanına gir­
meye görsün. Babası ve evi
ile bu yüzden bozuşmuştur.
Dersaadet’e turneye gelen
Fransız ve İtalyan truplarının
oyunlarını kaçırmaz. Sanatçı­
larla dostluk kurar. Kendini
“ Silvain’in şakird-i m arifeti”
(çırağı) olarak tanıtan Burhanettin Bey Paris’ten gelip
temsiller vermeye başlayınca
Reşat Rıdvan Bey onunla bir­
leşir. Hem aktör hem rejisör
olarak çalışır.
Ertuğrul Muhsin ( * * ) ilk
olarak bu trupun Odeon’da
verdiği temsillere, evinden
kaçmış on yedi yaşında bir
hevesli olarak küçük rollerde
sahneye çıkmıştı. Bu iki ilk
ustası hakkında şöyle diyor:
“ Burhanettin Bey, aydın
insandı. Çok şey öğrendik on­
dan. Reşat Rıdvan Bey’den de
çok istifade ettik. Tam Avru­
pai) bir tiyatro adamı idi. Ba­
tılı rejisör denince akla ne
gelirse odur Reşat Rıdvan
Bey.”
Andre Antoine ise Paris’
teki Odeon Tiyatrosu’nun re­
jisörüdür. Birkaç kere turne­
ye İstanbul'a gelmiş, alkış
toplamış, şehri de sevmiştir.
O sıralarda İstanbul Belediye­
si için Paris’ten itfaiye ve şe­
hircilik uzmanları getirten
Cemil Paşa, Antoine’ ı da bir
tiyatro okulu kurdurmak için
davet etmeyi düşünmektedir.
Bu projesini en çok destekle­
yenler de Burhanettin Bey’le
Reşat Rıdvan Bey olurlar. Pa­
ris Büyükelçisi Rıfat Paşa va­
sıtasıyla temasa geçilir ve
Andre Antoine üç ay için Der­
saadet’e çağrıhr.
LETAFET APARTMANI NDAKİ
İLK KONSERVATUVAR
Antoine geldi. Şehzadebaşı’nda Letafet Apartmanı’
nın birinci katında hem tiyat­
ro hem musiki mektebi, yani
konservatuvar olacak bir yer
•tutulur. “ Güzellikler Evi” an­
lamına gelen Darülbedayl ke­
lim e s i de işte o sırada
bulunu;. Bu isim babasının
Recaizade Ekrem Bey olduğu
söylenir.
Gazetelere hemen ilanlar
verilir. Şehremaneti tarafın­
dan açılan, hocası da Fransız
olan bu okula birçok hevesli
genç müracaat eder. Bunların
içinde iyi kötü arkalarında bir-
• Halit Fahri, sokakta uğradığı
hakaret üzerine tiyatroyu bıraktı
“ Oyuncu olmuş,
tükürün suratına! ’’
IŞehir Tiyatrosu’nun kuruluşunu
3 kişiye borçluyuz. Şehremini
(Belediye Başkanı) Cemil
Topuzlu Paşa, Rejisör Reşat
Rıdvan Bey ve Fransız tiyatro
adamı Antoine
i Şehremini Cemil Paşa, Paris \ten
şehircilik ve itfaiye uzmanları
getirirken bir tiyatro okulu
kurmak için de ünlü Rejisör
Andre Antoine’ı davet etti
Antoine'ı Türkiye'ye çağıran, DarUlbedayi'yi kurduran Cemil Paşa’nın
(Topuzlu)Şehremaneti’ne getirilişi Çiftehavuzlar’daki köşkü ve bah­
çesi yüzünden olmuştu. Bu köşk, daha sonra Banker Kastelli’nin oldu.
*Ertuğrul Muhsin, ustası Reşat
Rıdvan için şöyle der: “Tam
Avrupalı bir tiyatro adamı idi.
Batılı rejisör denilince akla ne
gelirse odur Reşat Rıdvan Bey ”
ilk sınav, kazananlardandı. "Mehmet Fahri Paşa'nın
oğlu oyuncu olmuş. Tükürün suratına" diyen kom­
şulardan ürküp oyunculuktan vazgeçti, ama tiyatro­
dan vazgeçmedi. Darülbedayi’nin oynadığı ilk te lif
piyes olan Baykuş'u yazdı.
kaç yıllık yarı amatör tiyatro
deneyimi bulunan Ertuğrul
Muhsin, Behzat Haki, İsmail
Galip’in yanı sıra Peyami Sa­
fa, Faik Sabri, Elif Naci, Ali
Naci (Karacan), Halit Fahri gi­
bi gençler de vardır. Açılan gi­
riş sınavında Ertuğrul Muhsin
Hamlet’ten oynadığı bir sah­
ne ile ilgi çeker. Behzat Haki
ile İsmail Galip de kazananlar
arasındadırlar. Adı onlar ka­
dar Darülbedayi'nin çağrışımı
olan Raşit. Rıza başlarda bu
okula rağbet etmemiştir. Ka­
zananlardan biri de Halit Fah­
ri (Ozansoy)’dur. Sonradan
aktörlükten niye vazgeçtiğini
bir konuşmamızda bize şöyle
anlatmıştır:
“ Koşup ilk kaydolanlar
arasında idim. Ama bir gün
Beşiktaş’ta yokuştan iniyo­
rum. Kafesler açıldı ve ihtiyar
bir kadın,"Paşa’nın oğlu —
babam doktor Mehmet Fahri
Paşa’yı kastediyor— oyuncu
olmuş.Tükürün suratına!” diye suratıma tükürdü. Bu ka­
dar geri bir muhitte o gün
cesaretim kırıldı. Aktörlükten
vazgeçtim. Toplumun oyuncu
makulesi diye hor gördüğü
aktörlüğü göğüsleyecek ka­
dar cesur olamadım. Muhsin
ve arkadaşları bunu göze al­
mışlardı. Ben alamadım. Ama
çok sevdiğim tiyatrodan uzak
kalmamak için tiyatro yazarı
olmaya karar verdim” ' ★ ★*).
Reşat Rıdvan Bey, Antonie’in çağrılması ve Darülbedayi
Tiyatro ve Musiki Okulu’nun kurulması için Cemil Paşa’ya
yardımcı olmuştu. Antonie, gittikten sonra,
mektebi derleyip topladı.
Darülbedayi adı “ Güzellik­
ler Evi” anlam..ıa geliyor. Bu
adı Letafet Apartmanı’nın bi
rinci katında kurulan bu kon
servatuvara kim koymuştu?
En çok duyulan söylenti bu
nun Recaizade Ekrem Bey ta
rafından konulmuş olmasıdır
Recaizade Ekrem Bey Da
rülbedayi’nin ilk edebi heye
ti için seçilen insanlardan
biridir. Edebiyat hocasıdır. Ti
yatronun meselelerine büyül "RaşidRıza ve Arkadaşları" adıyla ayrı gruplar kuran Raştd Rıza,
daha sonra barışıp eski yuvası Darüibedayi’ye kısa süre için
ilgisi vardır. Daha önce kurul
muş olan çeşitli edebi heyet dönmüştü. Raşid Rıza bu fotoğrafta, Halide Pişkin ile birlikte
lerde Müze-i Hümayun Müdü
"Seni Tanımıyorum" adlı oyunda görülüyor.
rü Osman Hamdi Bey’ le bir
(Haldun Taner’in koleksiyonundan).
likte giriştikleri yine Darülbe
dayi’ye benzer bir hükümet
ten destekli tiyatro teşebbü
sünde de adı geçer. Diğer ze
vatla birlikte bu heyet içinde
düşünülenlerden biridir. Re­
caizade Ekrem Bey’le birlikte
edebi heyete düşünülen diğer
kimseler Yahya Kemal Bey,
Halit Ziya Bey, Abcîülhak Hamit Bey, Tahsin Nahit Bey,
Hüseyin Suat Bey, Hüseyin
Rahmi Bey, M üfit Ratip Bey,
Rıza Tevfik Bey, Cenap Şahabettin Bey gibi devrin tanın­
mış yazarlarıdır. Cemil Paşa,
Belediye Encûmeni’nden 3
bin Türk liralık bir tahsisat çı­
kartmıştır. Konservatuvar fa­
aliyete geçer.
Bu tedrisat programında
bulunan dersler şunlardır Te­
laffuz, tecvit, inşâd, takrir,
aruz, edebiyat tarihi, tarih-i
haile, dram.mudhikeyani ko­
medi, raks, adab-ı muaşeret,
eskrim, mimik, işmizaç yani
yüz mimiği.
Dram kısmının müdürü
Reşat Rıdvan Bey’dir. Bu kı­
sımda ders veren hocalar:
Madros Mınakyan Bey, edebi­
yat hocası Yahya Kemal Bey,
yine edebiyat hocası Filozof
Rıza Tevfik, işmizaç hocası ve
komedi bölümünün hocası
Ahmet Fehim Efendi, edebi­
yat tarihi hocası Hüseyin Su­
at Bey vs.den oluşur.
DarCİİbedayi-i Osmaui Ti­
yatro ve Musiki Okulu bir
müddet devam eder. Üç ay
İçin Türkiye’ye getirilmiş olan
Antoine o sırada 1. Dünya Savaşı'nın patlaması yüzünden
derhal ülkesine dönmek zo­
runda kalır. Bir ay sonra oku­
lu Reşat Rıdvan Bey’e “ Bu
şekilde devam edin” direkti­
fi ile bırakarak memleketine
döner. Kendisi yine Sirkeci
garından geçirilir. Okul bir sü­
re devam eder, daha sonra
Madros Mınakyan Efendi’nin
yönetiminde tatbikat sahnesi
olarak küçük temsillere baş­
lar.
Daha sonra bu tem siller
de,okul da duralar, fakat okul­
lu oyuncular Darülbedayi adı­
Darülbedayi’nin açtığı aktör olma imtihanına o zamanın bir­
çok genci gibi Vefa idadisi talebelerinden E lif Naci de katıl­
mıştı. Antoine’ın önünde Tevfik Fikret’in "F erda" şiirini
coşkulu bir şekilde okuduysa da, yeterli not alamadı. Resim
dünyamızın değerli üstadı, bu konuda şöyle diyor: "Gerçi
imtihanı kazanamadım ama, bütün yaşamım boyunca hayat
sahnesinde bir vodvil a rtisti gibi rol kesip durdum ."
Fotoğrafta, 1914’teki ve bugünkü E lif Naci...
nı kullanarak yine bir trup
teşkil etmeye başlarlar. Bun­
dan sonra bu okuldan geçmiş
tiyatrocular hep Darülbedayi
sanatçıları diye anılacaktır ve
Darülbedayi sanatçıları sıfatı
bir nevi edebi, nezih, Batılı ti­
yatronun etiketi olacaktır.
Darülbedayi sanatçıları­
nın ilk resmi oyunu 20 Ocak
1916’da sergilenen Çürük Te­
mel adlı oyundur. Hüseyin
Suaf Bey’ in Emile Fabre’dan
çevirdiği La Maison d’ArglI
adlı oyunun Türkçe adı, Çü­
rük Temel olarak sunulur. Bu­
rada Ertuğrul Muhsin başrolü
oynamaktadır.
(★) Cemil Topuzlu: 80 Yıllık
Hatıralarım. Sayfa: 86
(★★) Gerek Ertuğrul Muhsin’­
in gerek diğer sanatçıların
isimleri, o tarihte “ Soyadı
Kanunu” henüz çıkmadığı
için o zamanki şekliyle bıra­
kılmıştır. Beşinci, altıncı ve
yedinci dizilerde bugün b ili­
nen adlarıyla anılacaktır.
(*★★) Haldun Taner'in ses
arşivinden.
YARIN:
ERTUĞRUL MUHSİN ADINDA
BİR GENÇ
8 M illiyet
Darülbedayi9den ■ ilil
Iili
Şehir Tiyatrosu ’na m
ı
II
mı
7
o > ,/
Haldun T A N E R
• işte, Ertuğrul Muhsin adında bir genç
Genç Ertuğrul Muhsin, (1912) ilk
rollerinden birinde P.H. Loyson’ un
“ M ıicte hid" adlı oyununda.
“j= r ] RTUĞRUL Muhsin
JO^ soylu ve varlıklı bir ai------ lenln çocuğudur. Ti­
yatro uğruna ailesi onu en
gözde okullarda okutmuştur.
Hariciyeci olması istenir. O
tutar, on yedi yaşında tiyatro­
cu olmaya karar verir. “ Ya biz,
ya tiyatro” ültimatomuna kar­
şı “ Kuru bir ekmeği nerde ol­
sa bulurum” der, kapıyı çeker,
gider. Burhanettin Bey’in ti­
yatrosunda küçük roller alır.
Oda arkadaşı Vahram Papazyan’ın “ Tiyatroyu Fransa’da
öğrenmelisin” öğüdüne uya­
rak Paris’e gider. Tiyatrolarda
en mütevazı işçiliklere razı
olur. Mounet Soully’nin, “ Co­
médie Française’Mn ve Pa­
ris’e gelen yabancı trupların
oyunlarını kaçırmayarak gör­
gü ve bilgisini artırmaya çalı­
şır. Özellikle Mounet Soully’
nin oynadığı Hamlet’in çok
etkisinde kalır. 1912’de İstan­
bul’a gelince Hamlet’i sahne­
ye kor ve başrolü oynar. Yine
Burhanettin’ln trupuna geçer.
1913’te Kemal Emin(Baran), İs­
mail Galip (Arcan), Behzat (Butak)ve Celal Tahsin’le “ Ertuğ­
rul Muhsin ve Arkadaşları
Topluluğu” nu kurar. Tekrar
Paris'e gider, Lugne Poe’nin
yönetiminde Suzanne Despere’ nin oynadığı “ Kadın Hamlet” i, Jeaques Copeau’nun Vi­
eux Colombier ve Antoine’ ın
“ Odeon” tiyatrolarında çalış­
m alarını yakından izler.
1915'te İstanbul’a dönünce
yine arkadaşları ile temsiller
verir.
işte Darülbedayl-I Osmani'nin kurulması için getirtile­
cek olan “ Antoine” ) uzaktan
da olsa Paris’te izlemiştir. Bu
tiyatro hazırlık çalışmalarına
katılan Reşat Rıdvan Bey’i
Burhanettin Trupu’nda çalış­
tığı günlerden tanıyordur.
“ Antoine ” m İstanbul'a getiril­
mesi için çok çaba gösteren
Reşat Rıdvan, Burhanettin
beyler ve aktris Sara Mannik
Hanım'la birlikte Fransız reji­
sörü Sirkeci Garı’nda karşıla­
maya giden heyetin içinde o
da vardır. Açılan sınavı,
“ Hamlet’ten bir pasaj” oy­
nayarak kazanır. Antoine da­
ha ilk günden bu yetenekli
genci hem öğrenci hem de
asistan olarak Darülbedayi’ye
sekiz lira maaşla atar.
Bir süre hem öğrenci,
hem asistan gibi çalışır. An­
toine gittikten sonra arkadaş­
larının elebaşısı haline gelir.
Ertuğrul Muhsin, bu tarih­
ten sonra artık Oarülbedayi’
nin çağrışımı haline gelecek­
tir.
0
Soylu ve varlıklı bir ailenin
çocuğu Ertuğrul Muhsin *den
hariciyeci olması istenince, “Kuru
bir ekmeği nerde olsa bulurum ”
dedi ve evinin kapısını çekerek
tiyatro dünyasına girdi
0
Sahneye çıkan ilk Türk kadını,
Hüseyin Suat Bey'in bir
uyarlamasında kendisine rol
verilen Afife Hanım'dır. Ancak o
zamanlar Türk ve Müslüman
hanımların sahneye çıkması yasak
olduğu için zaptiyelerin sık sık
tiyatroyu basmasından sinirleri
bozuldu ve sahneyi terketmek
zorunda kaldı
Q
Bedia Muvahhit ve Neyyire Neyir
hanımların sahneye çıkışları ise,
Atatürk'ün önerisi üzerine
gerçekleşti. Bedia Muvahhit ilk
kez “Otello” temsilindeki
‘ 'Dezdamona ’ * rolüyle halkın
büyük beğenisini kazandı
Şadi Fikret'in M illi Sahnesi’ nde bir oyun. Soldan: Nurettin Şefkati,
ortada elleri beline dayalı Şadi Fikret, en sağda Kınar Hanım. Kınar ve
Aznif hanımlar, o dönemdeki komposizyon rollerinin unutulmaz sanatçı­
larıydılar. ikisi de Mınakyan Tiyatrosu ndan yetişmeydi.
(Haldun Taner’ in özel arşivinden)
Darülbedayi sanatçıları bir turne sırasında. Soldan sağa: 1. Ahmet Mu­
vahhit Bey, 2. Bedia Muvahhit Hanım, 3. Muammer Ruşen (daha sonra­
ki Karaca), 4. Behzat Haki (Haldun Taner'in özel arşivinden)
ELİZA BİNEMECİYAN
ilk Darülbedayi temsilleri­
nin en gözde kadın sanatçısı
hiç şüphesiz Eliza Binemeciyan Hanım’dır. Türkçe’yi hiç­
bir lehçeye kaçmayan mü­
kemmel bir İstanbul şivesi ile
konuşan ve aileden gelme
Bedia Muvahhit eşi Ahmet Muvahhit ile.
köklü sanat gücü yanında za­
rafeti ile de seyirciyi etkileyen
bu seçkin sanatçının partner­ duğu Jean Anouilh’un “ Beyaz “ Otello” tem silinde Raşit Rı­
leri çoğu zaman Raşit Rıza, G üvercinindeki yaşlı aktör za ve Muhsin Ertuğrul ile be­
bazen de Muvahhit olur.
rolü ise belki sanattaki olgun­ raber “ Dezdamona” rolünü
luğunun doruğu sayılabilirdi. oynayarak halkın takdirlerini
RAŞİT RIZA
Çok kısa olan bu rolü, o kadar kazandı. Ondan sonra birçok
Darülbedayi denince akla yoğun ve derinlemesine bir rollerdfe Türk tiyatrosunun
ilk gelen isimler ilk Darülbe­ gerçekçilikle oynamış, o rol­ çok başarılı, cazip bir hanıme­
dayi temsillerinin sanatçıları­ le öylesine canıgönülden öz­ fendisi oldu. Bugün de İng'ıdır. Bunlar başta Ertuğrul deşleşmişti ki, adeta gerçek­ lizlerin tabiri ile tiyatromuzun
Muhsin olmak üzere İsmail le oyun sınırını ortadan kaldır­ "F irst lady” sidir.
Galip, Eliza Binemeciyan, Mu­ mıştı.
BABA BEHZAT
vahhit, Raşit Rıza, Şadi Fikret
İLK HANIM SANATÇILAR
Behzat Butak’a gelince...
ve genç oldukları İçin ekibe
Türk ve Müslüman hanım­ O zamanki adıyla Behzat Ha­
daha sonra katılan Hazım,
ki ve kendisinden çok genç
Hüseyin Kemal, Küçük Ke­ ların sahneye çıkması uzun
zaman dini nedenlerle yasak­ olan Ercüment Behzat’tan ay­
mal, Vasfi Rıza, Bedia Muvah­
rılmak için “ Büyük Behzat”
hit ve Şaziye Moral gelir. Ra­ tı. Antoine, ilk geldiği zaman
diye anılan bu gerçekten bü­
şit Rıza okul ilk açıldığı za­ kadın oyuncu eksikliğinden
man pek ilgi göstermemişti. yakınır. Gayrimüslim vatan­ yük sanatçı Ertuğrul Muhsin’
Ama, o da Ertuğrul Muhsin gi­ daşlarımız dışında Türk ka­ in yakın arkadaşıydı. İlk adı­
bi daha Darülbedayi kurulma­ dınlarının sahneye çıkama­ mını Burhanettin Bey’in tiyat­
rosunda atm ıştı. Ertuğrul
dan çeşitli gruplarda başrol­ ması bu konuda onun hayli
Muhsin, hatıralarında şöyle
canını
sıkmıştı.
Sahneye
çı­
ler oynamış bir sanatçıydı. O
diyor:
zamanın unutulmaz jönlerinin kan ilk Türk kadını, Hüseyin
Suat Bey’ln bir uyarlamasın­
“ Behzat’la Mercan idadibaşında muhakkak ki, Raşit
da kendisine rol verilen Afife
si’nden arkadaştık. Behzat
Rıza geliyordu. Bu büyük sa­
natçı Darülbedayi’de olduğu Hanım’dır. Ama bir ihbar üze­ gitti, Burhanettin Bey’le gö­
gibi Darülbedayi dışında da rine zaptiyeler tiyatroyu bas­ rüştü. Kumpanyasına girdi.
mış ve Afife Hanım kapıdan
Ben de isterdim ama gidip
birçok piyeslerde oynadı. Ar­
kaçırılmıştır. Esasen sinir sis­ Burhanettin Bey’e beni al d i­
kadaşlarıyla bozuşup ayrıldı;
temi zayıf olan Afife Hanım, yemezdim. Mesire yerlerinde
tekrar barıştı. Darülbedayi'
tiyatroya arka kapıdan gelip oynarlardı. Uzaktan onları
den çıktı. Kendi başına “ Ra­
şit Rıza ve Arkadaşları” diye gitmek ve her dakika tutuk­ seyrederdim. Daha sonra
lanmak korkusu içinde oyna­ onun sayesinde ben de Bur­
gruplar kurdu, turnelere gitti.
hanettin Bey Trupu’na gir­
Ankara'da bir süre oynadı. mak yüzünden bir müddet
Reşat Nuri’nin “ Taş Parçası” sonra sahneyi terk etmek zo­ d i m . ”
Behzat Butak, lokom otif
adındaki uyarlamasındaoyna- runda kalmıştır. Bedia Muvah­
dığı başrol, o zamanın seyir­ hit ve Neyyire Neyir hanımla­ rollerde olduğu kadar küçük
cilerinin hatırından çıkmaz. rın sahneye çıkışı ise şöyle kompozisyonlarda da aynı
Bir aktör olarak doğmuş gi­ o lm u ştu r: Halide E dib’ in şevkle oynar, hatta bu İkinci­
leri erişilmez bir ustalıkla ebebiydi. Yapısı, kişiliği, hal ve Muhsin Ertuğrul tarafından
dileştirirdi. Taklit ve mimik
tavrı, erkek sesi ve “ under­ çevrilen “ Ateşten Gömlek”
play” oyunu ile her girdiği ro­ film ini seyreden Mustafa Ke­ kabiliyetinin yanı sıra role gir­
mal Paşa, Darülbedayi sanat­ mekteki psikolojik özdeşleş­
lü asilleştiren bir sanatçıydı.
çılarından Muvahhit Bey’e, mesi İnsanı şaşırtacak kerte­
Eski Darülbedayi kadrosu “ Eşinizi niçin kendiniz gibi de idi. Büyük bir de makyaj
içinde oynadığı unutulmaz sahneye çıkarmıyorsunuz?”
ustasıydı. Yaşlı rolüne çıka­
rollerden bir başkası da diye bir öneride bulunmuştur.
caksa elinin üstündeki da­
“ Sekizinci” adlı oyundaki Ha- Türk kadınına her alanda eşit
marları bile boyardı. Elbisele­
bip Neccar rolüydü. Bu rolü haklar tanıyan, uygar düşün­ rine havı gitm iş bir hal ver­
hiç abartıya kaçmadan çok öl­ cenin simgesi olan Mustafa
mek gereğini duyunca üşen­
çülü bir Arap taklidi ile oyna­ Kemal Paşa, böylece Türk ka­ mez saatlerce külle ovardı.
yışı ibnürrefik Ahmet Nuri’nin dınlarının sahneye çıkışını
ilk başarısı “ Kayseri Gülbu eserine, Şadi Fikret kadar destekleyen en büyük güç ol­ leri” ndeki rolü ile olmuştu.
yararlı olmuştu. Yıllar sonra. muştur. Şaziye Moral da bu
Diyalekt konuşan bu başrolü
Şehir Tiyatroları Rejisörü Max şekilde sahneye çıkmıştır.
üstlenecek babayiğit çıkma­
Meinecke’ nin sahneye koy­ Bedia Muvahhit Hanım ilk
yınca Borazan Tevfik, Paskal
İSMAİL GALİP
0 zamanki adıyla İsmail Galip. Da­
ha sonraki kuşaklar onu i. Galip Ar­
can olarak tanıyacaklardır. Ertuğrul
Muhsin Avrupa'ya gittiği zaman ele­
başılığı o alırdı. Fransızca bilirdi.
Sahnemize başardı adaptasyonlar ve
çeviriler kazandırmıştı.
Sami gibi tiyatro dışındaki ko­
mikler aranmış ama, deneme­
ler doyurucu olmamıştı. O sı­
rada Edirne’de askerliğini ya­
pan Behzat, tesadüfen İstan­
bul’a gelince onda karar kılın­
mıştı. Behzat Butak, Darülbe­
dayi Tiyatrosu’nun duayeni
idi. Ertuğrul Muhsin’den bir
baş büyüktü. Bundan ötürü
de haklı olarak tiyatronun
“ Baba” sı idi.
İSMAİL CALİP
İsmail Galip’e gelince; İ.
Galip (Arcan) da tıpkı Behzat
Butak) gibi, Emin (Baran) gibi
ve arkadaşları Doktor Celal
Tahsin gibi “ Muhsin Ertuğrul
ve Arkadaşları” truüunda çalı­
şan bir sanatçıydı. Darülbeda­
yi’nin kurulacağını duydukları
zaman hep birlikte oraya aday
olmuşlardı. İsmail Galip ba­
riton sesi ile dram rollerinde
olduğu kadar komedi rollerin­
de de başarılıydı. Ahmet Fehim E fe n d i’ nin ta le b e si
olmakla övünürdü. Paris’e git­
miş, oradaki tiyatroları yakın­
dan izlemiş ve tiyatro gör­
güsünü artırmış bir sanatçıy­
dı. Sahne edebiyatımıza çe­
ş itli çeviriler, uyarlamalar
yaptı. Bu arada Marcel Pagnel’den çevirdiği “ Topaz” en
akılda kalanıdır.
ŞADİ FİKRET
Şadi Fikret Bey tiyatrocu
olmak için tıpkı Ertuğrul Muh­
sin gibi, Burhanettin gibi, Re­
şat Rıdvan g ib i eviyle
bozuşmayı, arkasındaki köp­
rüleri yakmayı göze alrmş bir
sanatçıdır.Şadi Fikret,Beyler­
beyimin tanınmış ailelerinden
Şeyh Hacı Zihni Efendi’nin to­
runu oluyordu. Ayrıca sonra
Meclis Başkanlığı yapacak
olan Ali Rana Tarhan Bey’in
de yeğeniydi. Galatasaray Lisesi'ni bitirmiş, zamanın yük­
sek bürokrasisine aday ola­
bilecek bir eğitimden geçmiş­
ti. Dil biliyordu. Buna karşın
bütün bu güvenceli ve rahat
Eliza Binemeciyan: Darülbedayi’ nin
ünlü kadın sanatçısı. Bedia Muvah­
hit ve Neyire Neyir'den önce tüm
oyunların başoyuncusu. Türkçe'yi
mükemmel İstanbul şivesi ile konuş­
ması ve zarafeti ile meşhurdu.
(Haldun Taner’ in özel arşivinden)
hayatı tepmiş, tiyatrocu ola­
cağında tutturmuştu. Doğuş­
tan se vim li b ir İnsandı.
Komedilerde kendini daha iyi
gösterebiliyordu. Bir süre Da­
rülbedayi sanatçılarıyla oyna­
dı. Eşi (zabel Hanım da çok
sevimli bir komedi yıldızıydı.
Daha sonra Şadi Bey kendi
adına “ Milli Sahne” adını ver­
diği bir kumpanya kurdu. En
beğenilen rolleri olan ibnürre­
fik Ahmet N uri’ nin “ Sekizinc i” sini bu tiyatroda oynadı.
Yine ibnürrefik Ahmet Nuri
Bey’in Fransızcadan dilimize
ustalıkla uyarladığı “ Hisse-i
Şayia” daki “ Bican Efendi” ro­
lü ile meşhur oldu.
Vasfı Rıza Bey, Darülbe­
dayi ekibine “ Ferah Tiyat­
rosu” döneminde katıldı ve
daha ilk günden sahne sem­
patisiyle seyircileri kendine
bağladı.
Hazım Körmükçü’yle be­
raber Türk komedyalarının
aranılan oyuncusu oldu. Uzun
yıllar komedi tiyatrosunun ba­
şında özellikle Musahipzade
Celal komedyalarında ve her
çeşit yerli, bizden olan oyun­
larda hem rejisör, hem aktör
olarak büyük başarı gösterdi.
Onu daha büyük kitlelerin al­
kışına mazhar eden kompo­
zisyonlardan biri de “ Paydos” taki rolüdür.
HAZIM
Hazım’a gelince... “ Sahne
sempatisi” denen şeyin en
belirgin örneği olan bu sanat­
çı, hiçbir rol yapmasa, vapurtarifesinl okusa bile, seyirciyi
güldürebilen eşsiz bir kome­
di ustası idi.
Bugün, ellisinin üstünde
bulunanların çoğu, onu aşan
böyle bir yeteneği, bir daha
görmediklerini söyleseler ye­
ridir. Hazım, Musahipzade pi­
yeslerinin ekseni olurdu.
Operetlerdeki büyük başarıla­
rı da kolay unutulamaz.
—
YARİN: . . . .
FERAH DÖNEMİ
8 M illiyet
O Darülbedayi'den
Şehir Tiyatrosu'na
Haldun T A N E R
m1
924-25 Ferah Dönemi
olarak adlandırılan dö­
nem, Türk tiyatrosu­
nun en canlı, en devrimci yıl­
larından b irid ir. Topluluk
halka çok geniş bir repertuar
sunmaktadır. Ramazan ayı
için özel program hazırlar,
yerli yazarlara önem verir. Dü­
zenli bir iş bölümü içerisinde
amatörce, hevesle çalışan
gençler bir ekip havası yara­
tırlar. Metinleri en ince ayrın­
tılarına kadar inceleyip ekip
oyunu üzerinde dururlar. Per­
desini tam zamanında açan
ilk tiyatro burasıdır. Yarının
seyircilerini yetiştirm ek üze­
re ilk kez öğrencilere indirimli
matineler düzenlerler. Salona
eğitici pankartlar asar, tiyat­
ro bilgisi veren bedava bro­
şürler dağıtırlar. i. Galip, Behzat Haki, Mim Kemal, Vasfi
Rıza, Neyire Neyir, Kınar,
Emin Beliğ, Prenses Mevhibe, Necla, heykeltıraş Zühtü
Mürütoğlu, Ercüment Behzat,
Muammer Ruşen ve Celal de
bu ekipte çalışmaktadırlar.
“ Ertuğrul Muhsin ve Arkadaş­
ları” topluluğunun Ferah’ta
oynadıkları oyunlar şunlardır:
L. Andreyef’ten “ İhtilal” ,
Strinberg'den “ Baba” , H. Ibsen'den “ Bir Halk Düşmanı” ,
Tolstoy’dan “ Kreutzer So­
n a t” , C harles M ere'den
“ Hümma” , Shakespeare’den
“ Othello” , Lenkiyel’den “ Tay­
fun” , Ahmet Vefik Paşa’nın
Mollere’den bir “ Cimri” uyar­
laması olan “ Azarya” , yine
Ahmet Vefik Paşa’nın Moliere’den George Dandin uyarla­
ması “ Yorgaki D a n d in i” ,
Vedat Örfi’den “ Vefaen Fera”
Vedat Nedim Tör’den “ İşsiz­
ler” , Birabeau-Dolley’den “ Sı­
rat Köprüsü” , Eckerman'dan
“ Bekâr Ali Bey” uyarlaması,
Sermet Muhtar’dan “ Duvar
Aslanı” , Mahmut Yesari’den
bir G. Feydeau uyarlaması
“ Bir Artı Bir, Müsavi Bir” , Os­
man Cemal Kaygusuz’dan
“ İstanbul Revüsü” , Münire
Eyüp’ten “ K âşif E fendi” ,
Aleksandra Dumas’tan “ Kamelyalı Kadın” .
Ferah Dönemi’nden son­
ra Darülbedayi, Tepebaşı'ndaki Dram Tiyatrosu'na taşındı.
Vali ye Belediye Reisi M uhit­
tin Üstündağ, tiyatroyu kıs­
men belediyenin kanadının
altına almıştı. 1935’te de Darülbedayi’yi İstanbul Şehir Ti­
yatrosu adıyla belediyeye
tamemen bağlayacaktı.
ATATÜRK, TİYATROYA
SAYGINLIK GETİRDİ
T iya tro cu lu ğu
halkın
önünde saygınlaştıran insan­
ların başında Mustafa Kemal
Paşa’nın geldiğini söylemiş­
tik. Ankara'ya geldiklerinde
Cehenneme
gidiyorum,
geç kalırsam
yer bulam am .
“ içtihad” dergisini çı­
karan Abdullah Cevdet
dinsizdi.
Bundan ötürü yakındı­
ğı da yoktu. Bir ramazan
gecesi Darülbedayi Tiyat­
rosu, Muhsin Ertuğrul’un
çevirip yönettiği Cehen­
nem piyesini oynamakta­
dır. Dr. Abdullah Cevdet
de Hamlet'in ilk çevirisini
yapmış bir tiyatrosever ol­
duğu için bu piyesi gör­
mek ister. Vezneciler’den
Şehzadebaşı’na doğru gi­
derken yolda Süleyman
Nazif’e rastlar. Süleyman
Nazif onun acelesini gö­
rüp, sorar.
— Üstat bu ne acele?
der. Nereye gidiyorsun
böyle pürtelaş?
Dr. Abdullah Cevdet,
piyesi ima ederek:
—“ Cehennem” e g idi­
yorum. Geç kalırsam yer
bulamam diye acele edi­
yorum, der.
Süleyman Nazif, dok­
torun dinsizliğini telmihen:
—Acele etme üsta­
dım, der. Cehennemdeki
yerin her zaman hazırdır.
Turk tiyatrosunda devrim:
‘‘Ferah Dönemi’’
1“Ertuğrul Muhsin ve
Arkadaşları ” topluluğu, 1924-25
yılları içinde tam bir ekip havası
yaratarak, halka çok geniş bir
repertuar sundular
)Halkın tiyatro eğitimini de
üstlenen topluluk, bu dönemde ilk
kez öğrencilere indirimli matineler
düzenledi
ı Mustafa
Şehir Tiyatrosu sanatçıları Dram Tiyatrosu'nun holünde. Soldan sağa: Şa­
ziye Moral, Vasfi Rıza Zobu, Hüseyin Kemal GUrmen, Bedia Muvahhit,
İsmail Galip.
Kemal Paşa, iki kez
Dram Tiyatrosu'na giderek
“Akın” ve “Yalova Türküsü”
adlı oyunları izledi
>Hamdullah
Fe ra h Dönemi nde
öğrenci temsilleri
RTUĞRUL Muhsin, öğrenci temsilleri üzerine şöyle diyor­
E du:“ O zamanlar, hafta tatili cumaydı. Okullara başvurduk.
Cuma sabahlan saat onda, bir öğrenci matinesi vereceğimizi, bi­
letlerin de biteviye yirmi kuruş olduğunu bildirdik. İlk günden
başlayan hücumla, Ferah Tiyatrosu aşağıdan yukanya kadar koltuklanyla localanyla tıklım tıklım, balkonuyla, paradisiyle sal­
kım salkım doldu, taştı. Biz, bu cuma günleri, bu erken öğrenci
matinesinden başka, biri üçte, biri dokuzda olmak üzere halka
iki temsil daha veriyorduk. Böylelikle o piyes, bir günde üç defa
oynanıyordu. Bu ilk öğrenci temsillerinin topladığı ilgi, bütün tah­
minlerimizi aştı. Sabah temsillerimizi seyreden bin öğrencinin bir
tek insan duygusuyla, nefes bile almadığını söylersem, inanın öv­
mekte gerçeği aşmış olmam. Büyük bir tapınakta toplanmış, sa­
nat ve güzellik tanrısına yönelmiş, kendinden geçmiş bir gençlik
kitlesinin sahneye bakışını, piyes dinleyişini görmek. Almanya’
dan gayri, herhangi bir medeni memlekette eşine az rastlanır, iç
açıcı bir müjdeydi.” (*) Türk Tiyatrosu Dergisi.
sanatçıları çoğu zaman Çan­
kaya’daki evine davet eder,
yemeğe alıkoyardı. Başka
kimselerin de davetli olduğu
böyle bir toplantıda herkesin
önünde söylediği şu söz tari­
he geçmiştir:
—“ Efendiler hepiniz me­
bus olabilirsiniz, vekil olabilir­
siniz, ama sanatkâr olamaz­
sınız. Bu çocukları sevelim,
sayalım” .
O devirden sonra hiç? de­
ğilse görünüşte aktöre, sanat­
çıya bir saygı ister istemez
başladı. Yine Atatürk’tü r ki,
ilk defa Türk kadınına sahne­
lerin kapısını açtı. O zamana
kadar hep Ermeni hanım va­
tandaşlarımız tarafından üst­
lenilen kadın rollerini önce
Afife, daha sonra başkaları ve
“ Ateşten Gömlek” filmindeki
başarısından sonra Bedia Mu­
vahhit ve Neyyire Neyir ha­
nımlar almaya başlamışlardı.
D r a m
T İ y U t r O S U : Mazhar Paşa’ nın şehreminliği za­
manında 6. Daire Belediye Başkanı Blaque Bey'in kurnaz bir taktiği ile
inşa ettirilm işti. 0 dönemde eski bir mezarlık arsası olan Tepebaşı Bahçesl’ ne çingenelerin çergi kurmasına müsaade eden Blaque Bey, karşı
taraftaki varlıklı aileler bu gürültü ve pislikten rahatsız olup yakınmaya
başlayınca, “ Bana, bu arsaya bir tiyatro kurmak için yeterince para hibe
edin. Bunları ancak o zaman çıkarabilirim ” demişti. 1874’te yeni açılan
“ Tünel” in topraklarını taşıma ücreti olarak da belediyeye bir m iktar pa­
ra girm işti, işte Dram Tiyatrosu bu iki kaynaktan gelen paralarla yapıldı.
Dram Tiyatrosu'nun İçi:
Dram Tiyatrosu’ nun içi muhakkak ki İstanbul’ un en zarif,
en güzel tiyatro salonu idi. Jean Cocteau.1954’(e İstanbul'a geldiğinde tiyatrolarımızı görmek istemiş, kendisini
oraya götürdüğümüzde bu salonun yapısına büyük hayranlık göstermişti.
Suphi Tanrıöver; bir
gün Dram Tiyatrosu'na telefonla,
Gazi Paşa’nın 10-15 dakikalık
gecikmeyle oyunu izleyeceğini
bildirir. Ertuğrul Muhsin, Behzat
Hakinin telaşlandığını görünce,
tepkisini belli ederek, “Biz,
perdeyi her gece saat 9'da açarız.
Bu gece de 9’da açılacaktır.
Benim bildiğim Gazi Paşa, temsile
zamamnda gelecektir” der. Dediği
çıkar. Tam 9’da gong çalar,
perde açılır ve o sırada Atatürk
locaya girer
Gazi Paşa, iki defa bizzat
Dram Tiyatrosu’na gelerek iki
oyunu izledi. Bunlardan biri
“ Yalova Türküsü” idi. Öbürü
ise “ Akın” adlı manzum tari­
hi piyesti. Yıllar 1931 ’i göste­
riyordu. Gazi Paşa, o sıralarda
Yalova’yı uygar bir kaplıca
şehri haline getirmek İçin
imar faaliyetlerini bizzat ya­
kından izliyordu. Bir Avustur­
ya oyunundan çevrilip, ora­
daki kaplıca şehrini sözüm
ona Yalova’ya yerleştiren mü­
zikli oyunu bunun için merak
etmiş olsa gerekti. Gerçekten
de, oyunun içinde Gazi’nin
hoşuna gitsin diye, “ Yalova
suyuna girenin ateşler tutu­
şur kanında” diye bir parça da
vardı. Müzikleri Ferit Alnar
bestelemişti. “ Renklerin Rü­
yasıdır Tango” adlı şansonun
söz yazarı da Nâzım Hikm et’
ti. Bu oyunda Vasfi Rıza Zo­
bu büyük alkış topluyordu.
Bir ara rahatsızlanınca onun
yerini alan sanatçı da büyük
alkış almıştı. Çoğu kimse,
Muammer Ruşen adındaki bu
genç sanatçıyı henüz tanımı­
yordu. Ama o genç, “ Ferah
Dönemi” nde Ertuğrul Muh­
sin’in yanına sokulmuş, tiyat­
roya katılmış, Ferah Dönemi’
nin en zor işlerini üstlenmiş
bir sanat âşığı idi.Daha son­
raki dönemdekiler, onu ünlü
kom ik Muammer Karaca ola­
rak tanıyacaklardır.
Muammer
Ruşen
0 zamanki adıyla Muammer Ruşen,
daha sonraların ünlü komedi sanat­
çısı Muammer Karaca. Güldürü ti­
yatromuzun unutulmaz komiği.
"PERDE HER GECE
SAATİNDE AÇILIR..."
Bir gün Hamdullah Suphi
Tanrıöver acele telefon ede­
rek Gazi Paşa’nın tem silin
başlangıcından 10-15 dakika
sonraya gecikebileceğini b il­
dirir, perdenin açılmamasını
ister. Bunu duyan Ertuğrul
Muhsin’in reaksiyonu şu olur:
“ Biz, her gece perdeyi saat
9’da açarız. Bu gece de 9’da
açılacaktır ve benim bildiğim
Gazi Paşa temsile zamanında
gelecektir” der. Tiyatroda
Behzat Haki, son derece te­
laşlıdır. Muhsin’e “ Çocuk o l­
ma, on dakika beklemekten
bir şey çıkmaz” der. Karşıla­
yıcılar kapıdadırlar. Behzat
Haki de oradadır. Dış kapıda
antrede beklemektedirler. Sa­
at 9 olur, gong çalar ve perde
yavaş yavaş açılır. Tam perde­
nin açıldığı sırada da Atatürk’
ün locaya girmesi bir olur.
Gazi Paşa’ nın Darülbeda­
yi ile olan ilgisi Faruk Nafiz
Çamlıbel’in, Türklerin Orta
Asya'dan göç etm elerini ko­
nu edinen manzum piyesiyle
daha da artar. Mustafa Kemal
Paşa, bu piyesin yazılışıyla
yakından ilgilidir. Temsil sıra­
sında da tekrar Şehir Tiyatro­
la rın a gelerek oyunu İzler.
Muhsin Ertuğrul’u oyundan
sonra locasına davet ederek
tebrik eder, mennunluk izhar
eder.
M ll
, YARIN:
Bir Shakespeare tutkunu
Vali ve Belediye Reisi M uhittin (
tündağ, Darülbedayi'yl belediyeı
kanatları altına almış, 1935’te !
bir Tiyatrosu’ na dönüşmesini sı
lamıştı. Artık tiyatronun bir tüzüi
resmi kadrosu vardı. Sanatçı
muntazam maaşa ve güvenceye I
vuşmuşlardı.
H a m d u lla h S u p h i
T a n rıö v e r A tatürk’ ün yanı­
na ilk koşan aydınlardandı. Daha ön­
ce Türkocaklarını yöneten Tanrıöver,
hatipliği ile ünlüydü. Cumhuriyet dö­
neminde bir ara Maarif Vekilliği de
yapmıştı. Sonra büyükelçi olarak va­
zife gördü. Sanatçıları iyi tanırdı. Ya­
zıda sözü geçen dönemde sanat
çevreleri ile Gazi Paşa'nın ilintisini
kuran başlıca kişi idi.
Darülbedayi’
Şehir Tiyatrosu’na
O
Haldun T A N E R
UHSİN Ertuğrul’da
“ Hamlet” tutkusu on
sekiz yaşında Paris’te
Mounnet Soully’yi bu rolde
görmesiyle başlar. İstanbul'a
geldiğinde b irtrup kurup Ab­
dullah Cevdet’ in çevirisi ile
“ H a m le f’i bir hayır cemiyeti
yararına ilk defa oynar. 60. sa­
nat yılında kendisiyle yaptı­
ğım bir röportajda, “ Başucu
kitaplarınız nelerdir?” soru­
ma, “ Epiktetos’un Düşünce
ve Sohbetler’i, Hamlet ve
Kuran” cevabını verm işti.
Hamlet, Darülbedayi’de ikin­
ci oynanışında iki hafta, Talat
Artem el’e oynattığı oyun da
bir ay sürmüştü. 1956’da
A m erika'dan dönen genç
oyuncu Engin Cezzar’ ın baş­
rolünü üstlendiği Hamlet ise
arka arkaya 150 kere oynamak
suretiyle büyük bir rekor kırı­
yordu. Bu, ilk başlarda Türk
seyircisi tarafından yadırga­
nan Shakespeare’i Türkiye’de
iyice yerleştirmiş ve sevdir­
miş olmanın zaferiydi. Muh­
sin Ertuğrul, Türk Tiyatrosu
Dergisi’nde “ 150. Hamlet” ad­
lı bir başyazısında sevincini
şöyle dile getiriyordu:
“ Şimdi bunun hesabını
görelim. Sahnemizde Shakespeare oynanmasına sataşan­
lar, o zamanın aydın geçinen
yazarlarıydı. Bu arkadaşlar ya­
nılıyorlardı. Ama, o günlerde
bunu anlatmanın imkânı yok­
tu. Çünkü giriştiğim iz iş uzun
süreli bir kültür savaşıydı. Bu
savaşı hangi tarafın kazana­
cağını ancak (zaman) damgalayacaktı. Dünyanın ve haya­
tın en önemli yargıcı olan za­
man! Tanrı’mn dünyayı yara­
tışından, insanı üretişinden
tutun da bir buğdayın başak,
bir kurdun ipek oluşuna kadar
her şeyde son ve kesin hük­
mü veren işte bu zaman!
“ Biz o günlerde inancımı­
zı savunmadık, yırtınmadık,
yaygara koparmadık, çünkü
almayı tasarladığımız tohu­
mun yeşermesi, gelişmesi
için (zaman) gerekiyordu. O
tohum un meyvesi (zaman)la
olacaktı. Çok değil bir kuşaklık zaman. Kim derdi ki, ara­
dan otuz yıl geçtikten sonra,
Shakespeare bu memlekette,
yeni yazarların bile üstünde,
en çok oynanan, beğenilen
bir dram yazarı olacak!...”
Shakespeare, tiyatronun
muhakkak ki, kralıdır. Piyes­
lerindeki aksiyonla, seyircileri
ve felsefi içeriği ile de en güçbeğenir aydınları aynı anda
kavrar. Birer özdeyiş yalınlığı
ve yoğunluğuyla çoğu replik­
leri zihinleri teshir eder, bel­
leklere yapışıp kalır. Muhsin
Ertuğrul, Darülbedayi’nin da­
ha erken dönemlerinden iti­
baren Shakespeare’i İstanbul
halkına tanıtma çabası için­
dedir. Onca, Shakespeare,
hem oyuncular, hem seyirci­
ler için en yüce okuldur. Ken­
di oynadığı Hamlet’ten sonra
el attığı ikinci Shakespeare
oyunu “ O thello” dur.
Raşit Rıza’nın Othello,
Neyyire Neyir ve Bedia Muvahhit’in münavebeli olarak
“ Dezdemona” yı temsil ettik­
leri bu oyunda kendisi de “ lago” yu üstlenir.
________
1929-30 sezonunda “ Hır­
çın Kız” ı sahneye koymuştur.
1934-35’te Hamlet, 1935-36’
da “ Ölçüye Ölçü” yü, ertesi
sezon “ Macbeth” i, 1938-39’
da “ Yanlışlıklar Komedyası”
nı, 1940-41’de “ Othello” yu,
1941-42 sezonunda yine Hamle t’i, 1942-43 sezonunda “ Kış
Masalı” nı, sonraki yıllar “ Na­
sıl H oşunuza G iderse” yi,
“ Atinalı Tim on” u, “ Coriolanus” u, “ Jül Sezar” ı sahneye
koyar. 1959’da yukarda sözü
geçen 150 tem sillik Hamlet.
1964’te Shakespeare’ in 400.
doğum yıldönümünü kutla­
mak için beş tiyatroda beş ay­
rı Shakespeare oyunu ser­
gilenir. “ Romeo Ju lie t” , “ Ve­
nedik Taciri” , “ Bir Yaz Ge­
cesi Rüyası” , “ On İkinci Ge­
ce” , “ Kuru Gürültü” . Muhsin
Ertuğrul, Shakespear’i “ O ve
Ben” adlı yazısında bakınız
nasıl değerlendiriyor:
“ Nasıl olur da Shakespe­
are, 37 büyük eserinde yüzler­
ce insan yaratır, kralından esi­
rine kadar hepsine can ve ruh
verir, kemiklerini kenetler, şe­
killerini işler, sinirlerini örer
ve dünyanın ayrı ayrı bölgele­
rinde, doğumlarından ölümle­
rine kadar, hiç birbirine ben­
zemeyen kaderleriyle onları
karşı karşıya bırakır. (...) Dani­
markalI Hamlet, Afrikalı Ot­
hello, Italyalı Romeo, Atinalı
Timon bugün de doğru yolla­
rında dümdüz ve sekmeden
gidiyorlar. Halbuki ben, boca­
layıp duruyorum, tâ toprağa
girinceye kadar...
“ Peki Shakespeare insan­
sa ben neyim? Ben insansam
Shakespeare ne?”
YERLİ OYUNLARA
ÖNEM
Darülbedayi’nin ilk reper­
tuarını Fransızca’dan uyarla­
nan 2., 3. sınıf bulvar komedi­
leri oluşturm uştu. Gerçek
Türk Tiyatrosu nun, Türk so­
runlarını, Türk insanlarını yan­
sıtan Türk oyun yazarları o l­
maksızın yaratılamayacağı
ise ortadaydı. Önce ilk edebi
heyet, sonra bu tiyatronun
beyni olan E. Muhsin, bu ger­
çeği gözönünde tutarak im ­
kân buldukça telif oyunları
yüreklendirmişlerdir.
Darülbedayi’de ilk temsil
edilen telif eser, “ Baykuş” un
yazarı Halit Fahri’den sonra
ibnürreflk Ahmet Nuri’yi de
bir uyarlayıcı olmasına rağ­
men anmak zorundayız. Ibnürreflk Ahmet Nuri, Ahmet
Yabancı uzman getirme geleneği Türk
Tiyatrosu'nda zaman zaman uygulandı
Altın Devri
■
>Muhsin Ertuğrul “Tiyatronun Kralı "
Shakespeare'in tutkunudur. O’ha göre
Shakespeare hem oyuncular, hem
seyirciler için en yüce okuldur.
■
>Darülbedayi’de
£
■ ■a f e t i. '
ENCIN CEZZAR
Robert Kolej de tiyatro hocası Hilary Boyd un yonetımınoeKi tiyatro
grubunda çeşitli dönemlerde, Nur Yalman, Tunç Yalman, Engin Cezzar,
Genco Erkal, Çiğdem Selışık gibi profesyonellere parmak ısırtan cevherli
gençler yetişmişti. Engin Cezzar da bunlardan biriydi. Amerika’ya gide­
rek tiyatro tahsil etmiş, “Actor Studio” da Paul Newman’ la birlikte öğ­
retmenlik yapmış genç bir sanatçıydı. Yurda dönüşünde, Muhsin Ertuğrul,
tereddüt etmeden ‘ Hamlet” rolünü kendisine verdi. Bu rol, Engin Cez­
zar için unutulmaz bir başarı oldu. Aynı oyunda, Hüseyin Kemal Gürmen,
Gülistan Güzey ve Sami Ayanoğlu da çok büyük alkış toplamışlardı.
■-Ä.
1952-1957 arası genel sanat yö­
netmenliğine, AvusturyalI Meinecke
getirilmişti. Mesleğini çok seven bir
rejisör olarak, “ Liliom” ve “ Co­
lombe” gibi unutulmaz rejiler yap­
tı. Konservatuvarda birçok öğrenci
yetiştirdi. Sahneye koyduğu oyun­
ların dekorlarını da kendisi yapardı.
r
r
SABRI ESAT SIVAVUŞGIL
Edmond Rostand’ dan çevirdiği 'Cyrano de Bergerac” , oyunla öz­
deşleşmenin ve Türkçe'ye tasarrufun bir şaheseri olarak sahne tarihine
geçti. Siyavuşgil’ in “ Karagöz” üzerine de değerli araştırmaları olmuş­
tu. Siyavuşgil eleştirmen olarak da Türk tiyatrosuna hizmet etti.
Veflk Paşa gibi çok büyük us­ neği Şehir Tiyatroları’nda da­
talıkla yurdumuza yerleştirdi­ ha sonraki dönemlerde de za­
ği Fransız komedilerini Darül­ man zaman uygulandı. 1930'
bedayi’de oynatarak büyük da Joseph Max, tiyatro öğret­
seyirci kalabalığını yabancı meni olarak Konservatuvar’a
değil de bizden insanların sı­ çağrıldı. 1930’da açılan Tiyat­
cak muhitine çekmiş oldu. ro Okulu’nda Muhsin Ertuğ“ Hisse-i Şayia” , “ Sekizinci” rul’dan başka eskrim hocası
Ve “ Ceza Kanunu” bunlardan Grotovski ve Selim Sırrı Tarsadece birkaçıdır. Musahipza- can’ın kızları Azade ve Selma
de Celâl de te lif alanında bi­ hanımlar da beden eğitimi ho­
ze yerli konulan başarıyla cası olarak yer alıyorlardı.
sundu. Ferah döneminde te­
Prof. Fahrettin Kerim Gölif eser düzeni kendini daha
kay’ın valilik ve belediye reis­
da gösterir.
Vedat Nedim’in “ İşsiz­ liği zamanında da Şehir Tiyat­
ler” !, Vedat Örfi’ nin “ Vefaen rolarımın başrejisörlüğüne ya­
bancı bir uzman getirilmesi
Ferağ” adlı eseri, Sermet
Muhtar’ ın “ Duvar Aslanı” , düşünüldü. İstanbul’da çıkan
Mahmut Yesari’ nin “ Bir Zait “ Türkische Post” gazetesinin
Bir Müsavi Bk” i, Osman Ce- sahip ve başyazarı Türkolog
mal’ in “ İstanbul Revüsü” , Prof. Duda’ nın tavsiyesine
Münire Eyüp’ün “ Kâşif Efen- uyularak Viyana'da dekoratör
d i” si bu arada sayılabilir. Da­ olarak ün yapmış olan Max
ha sonraki dönemlerde yine Meinecke, İstanbul’a çağ­
Vedat Nedim’in “ Kör” adlı pi­ rıldı. Dinamik ve coşkulu bir
yesi, “ Üç Kişi Arasında” adlı tiyatro adamı olan Max Mei­
piyesi, Abdülhak Ham it’in necke, Şehir Tiyatrosu’na ye­
ni bir hava getirdi. Emektar
“ Tezer” i sahneye kondu.
1930-31 sezonunda o zaman dekoratör beyaz Rus Perof’un
henüz çok genç bir şair olan da Avrupa düzeyindeki dekor­
Cevdet Kudret’in “ Rüya için ­ larından sonra İstanbul seyirde Rüya” sı, Nâzım Hikmet’in
“ Kafatası” adlı piyesi, Faruk
Nafiz’in “ Akın” ı, ertesi yıl.yine Nâzım H ikm et’in “ Bir Ölü
Evi” , Yusuf Ziya Ortaç ve
Muhlis Sabahattin’in “ Aşk
Mektebi” , Necip FazıPın “ Bir
Adam Yaratmak” adlı eseri,
Musahipzade Celâl’in “ Aynaroz Kadısı” , Sedat Simavi’nin
“ Ceza” adlı oyunu, Cemal Nadir’in “ Yüz Karası” , Musahip­
zade Celâl’in “ Bir Kavuk Devrildi” si, Cevat Fehmi’nin “ Bü­
yük Şehir” i, “ Küçük Şehir” i,
“ Paydos” u, halkın büyük rağ­
betini gördü.
Bunlar dışında daha genç
kuşaktan Sabahattin Kudret
Aksal, Melih Cevdet, Turgut
Özakman, Necati Cumalı,
Aziz Nesin, Recep Bilginer,
Turan Öflazoğlu, Oktay Rifat,
Orhan Asena, Oktay Arayıcı,
Bilgesu Erenus ve daha nice­
lerinin eserlerini de oynama­
ya önem verdi.
DARÜLBEDAYİ VE YABANCI
UZMANLAR
André Antoine’ la açılan
yabancı uzman getirme gele-
i
Türk
yazarların
oyunlarına
ağırlık
veren Muhsin
Ertuğrul,
Türk
Tiyatrosu'nun
yerli
yazarlarla
oluşacağına
inanırdı.
A
X
r r
EFSANE KJİDİN CAHİDE SONKU
W ß 'c r
t
m
Neyyire Neyir, ne kadar kültürlü ve bilinçli bir sanatçı ise, Cahide
Sonku da o kadar pratik bir oyuncu idi. Kültürsüzlüğüne karşın, anlatı­
lanı çok iyi kavrar, pratik zekâsı ile en karmaşık rollerin üstesinden ge­
lirdi. Bu şaşılacak özdeşleşme yeteneği sayesinde klasik oyunlarda bile
başarıya ulaşırdı. En çok alkış topladığı oyunlar, “ Cyrano de Bergerac",
“ LAiglon” ve “ Sukuşu” idi. Fotoğraf onu, Avni DilligilTe beraber, ba­
şarıyla oynadığı Emilia Galotti oyununun bir sahnesinde gösteriyor.
cileri. Meinecke’nin de nefis
dekorlarını alkışladılar. Mei­
necke, yönetmen olarak da
başarılı mizansenler yaptı.
Özellikle Franz Molnar’dan
“ Liliom ” , Jean A nouilly’dan
“ Beyaz Güvercin” mizansen­
leri unutulmaz izlenimler bı­
raktı. Meinecke’nin bir büyük
hizmeti de genç sanatçılara
çalışma disiplini ve coşkusu
aşılaması oldu. Provalar bit­
tikten sonra bile çoğu oyun­
cunun gönüllü olarak hocaları
ile çalışmalarını sürdürdükleri
görülüyordu.
Bu yabancı uzman gele­
neği daha sonra Ankara Dev­
let Konservatuvarı ve Devlet
Tiyatro ve Operası’nın açıldı­
ğı zaman da devam etti. Kari
Ebert başta olmak üzere Remato Mordo gibi hocalar Türk
Tiyatrosu’na Batılı çalışma
metotları getirdiler. .
YENİ REJİSÖRLER
Şehir Tiyatrosu yeni reji­
sörler yetiştirmek konusunda
da büyük gayretler sarfetti.
Muhsin Ertuğrul ve Vasfı Rı­
za, Max Meinecke gibi tanın­
mış rejisörler dışında genç
kuşaktan başarılı rejisörlere
imkânlar verdi. Bir süre için
Şehir Tiyatroları’nda vazife
gören Ulvi Uraz’ ın başarılı re-
ULVİ URAZ. FAZİLET ECZANESİ NDE
Ulvi Uraz, coşkulu, şevkli, klavyesi çok zengin bir tiyatro ustası idi
Sahneye eloktrik katar, yönettiği sanatçılar zorluk çektiği zaman, rolleri­
ni onlar kadar özdeşleşip oynayarak yol gösterirdi
jieri halkı çok etkiledi. Ulvi
Uraz, hem usta bir oyuncu
hem de titiz bir rejisör olarak
“ Fazilet Eczanesi” ni, “ Mine”
yi ve diğer oyunları sahneye
koyarak Türk yazarlarını Türk
seyircilerine sevdirdi. Ameri­
ka’dan dönen Beklan Algan,
eşi Ayla Algan’la birlikte “ Tar­
la Kuşu” adlı reji ile Şehir Tiyatrosu’nda ilk vazifelerini
üstlenmişlerdi. Daha sonra
“ Sinekler” adlı rejide de ba­
şarılı bir örnek sundular. Ba­
şar Sabuncu, tiyatro oyuncu­
su, tiyatro yazarı niteliklerine
bir de yönetmenlik ekledi.
Şehzadebaşı Tiyatrosu’nun yönetimini bir süre o üst­
lendi; daha sonra da Tepebaşı’ndaki “ Deneme” Sahnes i’nde Shakespeare’in “ Yaz
Gecesi RüyasT’nı çok başarılı
ve modern birşekilde sahne­
ledi.
UNUTULMAYAN
OYUNLAR
Şehir Tiyatrosu’nun hafı­
zalarda iz bırakmış bazı oyun­
ları vardı ki, bunların başında
Reşat Nuri Güntekin’in “ Yap­
rak Dökümü” gelir. Bu eser
oynandığında çok büyük rağ­
bet görmüştü. “ Paydos” yine
çok büyük alaka toplayan
Vasfi Rıza Zobu’ nun sondaki
tiradıyla seyircileri duygulan­
dıran bir oyun olarak hafıza­
larda kaldı. Engin Cezzar’
ın oynadığı “ Hamlet” , Muhsin
Ertuğrul’un sahneye koyduğu
“ Hamlet” , arka arkaya 150
kez oynayarak bir rekor kır­
mıştı. ilk oynandığı zaman da­
ha Darülbedayi açılmadan ev­
vel Muhsin Ertuğrul’un bizzat,
oynadığı “ Hamlet” ancak bir­
kaç gün oynayabiliyordu.. Da­
ha sonraki devirlerde de çe­
ş itli zamanlarda oynandı.
Max Meinecke’nin sahne­
ye koyduğu “ Liliom ” da çok
büyük bir ilgi topladı. Sabri
Esat Siyavuşgil’in Edmond
Rostand’dan manzum olarak
çevirdiği “ Cyrano de Berge­
rac” önce nefis Türkçesı,
sonra da Hüseyin Kemal Gürmen’in oyunu ile olağanüstü
başarı kazandı. “ Eksik olsun
istem em ” tiradı dillerden
düşmedi.
YARIN:
AKTÖR YETİŞTİRME
KURSLARI
8 M illiyet
Darülbedayi9d
Şehir Tiyatrosuna
O
7
ü
Haldun T A N E R
•İstanbul'un göbeğinde traji-komik olaylar
p i r - ] STANBUL Konservatuvarı açılıncaya kadar
LJLJ Şehir Tiyatroları’na sa­
natçılar sınavla alınırdı. Belli
bir diploma sorulmazdı. Bu­
gün de yine belli bir konservatuvar diploması sorulma­
dan alınan yetenekler az de­
ğildir.
Daha konservatuvarlar
yokken “ Darülbedayi” nin son
dönemlerinde yeni elemanları
bir - iki yıllık kurslarla yetiştir­
mek için bir tiyatro meslek
okulu açılması ihtiyacı duyul­
muştu.
1930’da böyle bir kurs
başlatıldı. Tiyatroya teşvik
amacı ile öğretmenler yerine
öğrencilere yol masrafları
ödenen bu okulda Muhsin Ertuğrul (sahne), Gorodovsky
(eskrim), Selim Sırrı Tarcan’
ın kızı Selma Tarcan (jimnas­
tik ve ritmik egzersizler) ders­
leri veriyorlardı. Bu dönem
öğrencileri içinde Hadi Hün,
Avni Dilligil, Lütfü Ay, Zihni
Rona, Sami Ayanoğlu Türk
sahnesine kazanılmış oldular.
Başka bir dönemde yine
tiyatroda eksikliği duyulan
hanım sanatçı gediğini dol­
durmak üzere bir hazırlık ve
sınavdan sonra, Gül Gülgun,
Melahat Hasanoğiu, Gönül
Ülkü ve Neşe Yulaç kadroya
alındılar.
1960 yılında 147 üniversi­
te hocasının kürsülerinden
ayrılmak zorunda bırakıldığı
dönemde Muhsin Ertuğrui,
bana tiyatronun dramaturgluğunu teklif etti. Nezaketle
reddettim. Ama “ bilâ ücret”
çalışmak şartıyla başka bir
öneride bulundum. Üniversi­
tede sürdüremediğim hocalı­
ğımı tiyatroda bir aktör yetiş­
tirm e okulu kurarak sürdür­
mek isteğinde bulundum.
Sevinçle kabul etti.
Programını, kadrosunu
bana bıraktı. Şehir Tiyatrosu
kadrosunda dış ülkelerde ti­
yatro tahsil etmiş değerli ele­
manlar vardı. Olgun sanatçı­
lardan da zaman zaman yarar­
lanılabilirdi. I. Galip Arcan
(mimik), Vasfi Rıza Zobu (ti­
yatro ahlakı), Nüvit Özdoğru
(Türkçe ve diksiyon), bende­
niz (tiyatro tarihi, piyes tahlil­
leri ve rol psikolojisi), Tunç
Yalman, Şirin Devrim (reji ve
sahne çalışmaları) derslerini
üstlendiler. Ayrıca “ eskrim” ,
“ jim nastik” “ tiyatro hukuku”
gibi dersler de vardı. Okul iki
yıl ve bir tek dönem çalışa­
caktı. Sanatçı öğretmenler de
bilâ bedel çalışmayı istediler.
Tiyatro aşkına, hep birlikte
hevesle girişilen bir hareket
oldu. Gazetelerdeki ilana 180
kişi geldi. Behzat Butak’ın da
katıldığı yukardaki hocalar­
dan oluşan heyet, bunların
yarısını eledi. Muhsin Ertuğrul, “ Bu kadar kişiden sonun­
da altı kişi kazansak kârdır”
dedi. Bunu eski tecrübesine
dayanıp söylüyordu. O zaman
da yüzlerce kişi katılmış ama,
son elekten beş kişi geçebil­
m işti. Bu sefer de iki yıllık
kurstan sonra dediği çıktı.
Son sınavı başaran Engin Ulu­
dağ, Kayhan Yıldızoğlu, Argun Kınal, Volkan Kayhan ve
Yıldız Kafkas Şehir Tiyatrola­
rın a kazanılmış oldular.
basıyor
N.Fazıl
Kısakürek
Şair Necip Fazıl Kısakürek'in ilk pi­
yesi “ Tohum” Şehir Tiyatrosu nda
tutunamamıştı. Yine Muhsin Ertuğru l’ uri basrolünil üstlendiği “ Bir
Aoam Yaratmakta’ ’tabaşarılı oldu
Tarihi Dram Tiyatrosu'nda
Brecht’in bir oyununu protesto
etmek için tiyatroyu basan
topluluk sahneye kadar çıkmıştı
% Darülbedayi'de 1928-29
sezonunda “Deyyus” piyesi
oynanırken, bir seyirci, 'Bunu
oynayanlar da, seyredenler de
deyyustur” diye bağırarak
karısıyla birlikte salonu
terketmişti
Hazım Körmükçü
Özellikle Musahipzade komedileri onsuz düşünülemezdi.Rey Kardeşler'ln
operetlerinde halkı kırar geçirirdi.
"DEYYUS" PİYESİ
OYNANIRKEN
Şehir Tiyatroları’nın ma­
ruz kaldığı acayip olaylar az
değildir. Bunlardan biri 1928
- 29 sezonunda Darülbedayi’
de oynanan “ Deyyus” piye­
sinde cereyan etmişti. Crommelingin bütün Avrupa sah-
#
Adı Ferah Döneminin repertuvarında ve daha sonraki repertuvarlarda sık
sık geçen Vedat Nedim (Tör) de Darülbedayi'ye çok eser vermiş
Semiha Berksoy
ilk Türk opera sanatçılarından dramatik soprano Semiha Berksoy, Darülbedayi’ de Ibsen’ in Peer Gyntpiyesinde
ve daha sonra kalabalıkarı çeksin diye repertuvara alınan Rey Kardeşlerin operetlerinde bazı roller aldı.
nelerinde alkış toplayan “ Le
Darûlbedayi’nin ilk gü­
Cocu Magnifique” adlı ese­ nünden başlayarak ondan hiç
rinde karısının güzelliğini her­ ayrı düşünülemeyecek bir
kesin önünde öven piyes isim varsa o da Muhsin Ertuğkahramanının bir tiradı sıra­ rul’dur. Okulun dağıldığı za­
sında seyircilerden biri hışım­ man arkadaşlarının başına
la ayağa fırlamış, yanındaki
geçerek teşebbüsü kâh Da­
karısını da kolundan çekip sü­ rülbedayi sanatçıları, kâh
rüklerken:
“ Muhsin Ertuğrui ve Arkadaş­
—“ Yeter” diye bağırmış­ ları” isimleri İle sürdüren
tı. “ Burada p....liğin methiye­ odur. Daha Darülbedayi kurul­
si yapılıyor. Bunu oynayanlar madan bir kere gittiği Paris’e
da, seyredenler de deyyus­ ikide bir kaçamak yapan, ora­
tur.”
da bilgi ve görgüsünü elden
Hışımlı seyirci salondan
geldiğince artırıp tekrar İstan­
çıkarken oyunu bir an kesen
bul’a dönünce kolları sıvaya­
Hüseyin Kemal Gürmen, sah­ rak eski arkadaşlarını derleyip
neden:
toplayan, orada gördüğü
—“ Tiyatro mektebi edep­ oyunları burada sahneyekoyatir. Kendinize gelin, ağzınızı
rak onlara yeni güç ve şevk
toplayın” diye haykırmış ve getiren odur. Uzun söze ne
seyircilerin alkışları arasında hacet, tiyatroya bir ömür ver­
oyunu kaldığı yerden sürdür­ miş adamdır.
müştü.
“ Ben hayatımı, ruhumu,
sağlığımı, sevgimi, kısacası
ELİ SOPALI ZORBALAR
her şeyimi seve seve bu tiyat­
Seyircinin hamlığına bir ro denen İdeale harcadım ve
başka örnek olarak da Bert- bu savurganlığımdan m utlu­
hald Brecht’in eseri “ Sezua’ luk duydum” diyen adamdır.
nın iyi İnsanı” adlı oyununun
Beklan Algan rejisi ile yine ta­
rihi Dram Tiyatrosu’nda oyanınışı sırasındaki baskın
gösterilebilir. Oyun sırasında
tiyatroyu basan eli sopalı bir
grup sahneye çıkmış, perde­
yi kapattırmış, sanatçıları
sahneden uzaklaştırmış, se­
yircileri de tiyatroyu terke zor­
lamışlardı. Bu zorbaların eseri
görm edikleri, okumadıkları
hallerinden anlaşılıyordu.
Nitekim polis karakolun­
daki İlk ¡‘ adelerinde gerekçe­
lerini şöyle dile getirmişlerdi:
—“ Biz MUslümanız, Müslümanlar tek Tanrı’ya İnanır­
lar. Bize bu oyunda üç Tanrı
varmış dediler. Tiyatroyu
onun için bastık.”
Öyle olduğu halde yapılan
işin azametine akıl erdirebilmekten aciz ruh cüceleri za­
man zaman onu çelmelemeye
çalışmışlardır.
Ödün tanımayan dürüstlü­
ğü, bazı kişileri rahatsız et­
miştir. Zaman zaman vazife­
sinden uzaklaştırılmıştır.
Yurdumuzda tepeden İn­
me, hiçbir mantık ve insafa
sığmayan karakuşi kararlar
eksik olmaz. 1966 Şubat’ında
Muhsin Ertuğrul’u tiyatrodan
uzaklaştırmak isteyenler par­
lak (!) bir fikir buldular. Genel
sanat yönetmenliği kadrosu­
nu yeni tüzükte hepten kaldır­
dılar.
Bu çarıklı kurmay hilesi,
tiyatro çevrelerinde büyük
tepki yarattı. Türk oyun yazar­
ları sırf bu hareketi protesto
için ilk defa bir araya geldiler.
“ Türk Oyun Yazarları Birliği”
böyle kuruldu. Kurucuları, Ah­
met Kutsi Tecer, Cevat Feh­
mi Başkut, bu satırların
yazarı, Recep Bllginer, Çetin
BİR NANKÖRLÜK ÖRNEĞİ
15 Şubat 1930’ dan başlayarak, Ertuğrul Muhsin. Darülbedayi Dergisi'ni çıkarmaya başlar. Bu dergide
seyirciye tiyatro terbiyesi vermek,
oynanan oyunların daha iyi anlaşıl­
masını sağlayacak bilgiler iletmek
amacındadır. Başyazılarını “ Perde­
c i" adıyla kendisi yazar.
Rastgele verdiğimiz bu iki
örnek Cumhuriyet dönemi İs­
tanbul’un göbeği Beyoğlu’nda cereyan ediyordu. Darülbedayl’nin ve Şehir Tiyatroları’nın yaptığı yurt turnelerin­
de başına gelen traji-komik
olayları ise varın siz kıyas
edin...
Cevat Fehmi Başkut
Cevat Fehmi Başkut, Cumhuriyet Gazetesi Yazı işleri Müdürü olarak ta­
nınırdı. Küçük Şehir, Paydos, Buzlar Eriyince gibi büyük seyirci kitlele­
rinin kolaylıkla ve severek izleyebilecekleri oyunlar yazmıştı.
Altan, Melih Cevdet Anday,
Refik Erduran ve Sadık Şendll’di. Türk Oyun Yazarları Bir­
liği, derhal geniş çaplı, sürekli
bir kampanyaya girişti. Gaze­
telerde, dergilerde bu çirkin
hareket ayıplandı. Tepebaşı'
ndan Taksim'e kadar yapılan
protesto yürüyüşüne tüm ya­
zarlar, başta Muammer Kara­
ca olmak üzere, özel tiyatro
sahip ve aktörleri, Muhsin Ertuğrul’ un yetiştirdiği tüm sa­
natçılar katıldılar.
Türk Oyun Yazarları — bir
iki çıkarcı hariç— Şehir Tiyat­
ro larına eser vermeme boy­
kotunu başlattılar. Bu Türk
tiyatro tarihinde ilk defa gö­
rülen bir boykottu.
Özel tiyatrolar —yine bir
ikisi hariç— bir ay boyu per­
delerini açmadan önce bu
hamlığı seyirci önünde yeren
bir bildiriyi okudular.
Böylelikle tiyatronun bü­
yük hadiminin maruz kaldığı
çirkin nankörlük tüm tiyatrocularca protesto edildi. Bu
protesto, zorba hoyratlığa
karşı candan bir vefa gösteri­
si idi.
Yıllar sonra yeni seçilmiş
Başkan Yardımcısı Dr. Nihat
Türel, aynı Belediye M eclisi’
nin kürsüsüne çıkarak, Türk
tiyatrosunun bir numaralı İn­
sanına resmen tarziye vermek
kadirşinaslığını göstermişti.
Muhsin Ertuğrul'a bir ikin­
ci nankörlük de Şakir Eczacıbaşı, Mengü Ertel, Beklan
Algan ve bu satırların yazarı­
nın düzenlemek istedikleri
“ 60 Yıla Saygı Töreni” için
AKM ’nin kapılarını kapamak
şeklinde tezahür etti. Tören
bir başka tiyatroda yapıldı. Bir
gece oynanmak üzere bu sa­
tırların yazarının kaleme aldı­
ğı epik gösteriye tüm sanat­
çılar katıldı. Salon, Muhsin Ertuğrul’ u ayakta dakikalarca al­
kışladı.
TÜRK OYUN YAZARLARI
BİRLİĞİ - ŞEHİR TİYATROSU
İLİŞKİLERİ
Türk Oyun Yazarları B irli­
ği, gerek yeni tüzükler hazır­
lanmasında, gerek yanlış
icraatı eleştirip uyarma yolun­
da her zaman Şehir Tiyatroları’ na yararlı oldu. Edebi
heyetleri oluşturan kişilerin
aynı zamanda tiyatroya eser
vermesi aslında hiç de este­
tik olmayan bir cihetti. Bu tu ­
tarsızlıkların önlenmesi için
dramaturji büroları kurulması­
nı ilk olarak Türk Oyun Yazar­
ları Birliği önerdi ve konu
üzerinde çok çalıştı. Böylece
meslekten yetişmiş genç uz­
manlar zaman zaman bu bü­
rolarda verimli çalışm alar
yaptılar. Aynı birlik bazı yöne­
tim ler sırasında, gönderilen
eserlere olumlu ya da olum ­
suz, muhakkak gerekçeli, bir
cevap verilmesinin hem dü­
rüstlük hem de nezaket bor­
cu olduğunu hatırlatm ak
zorunda kaldı. Bu çabalara
karşın tiyatro ne yazık ki bu­
nu bugüne kadar bir alışkan­
lık haline getiremedi.
YARIN:
DAHA ÇOK KİŞİYE TİYATRO
10 M illiyet
7*3 - H % *
0 Darülbedayi’den
IHIN
Şehir Tiyatrosu’na
Îİstanbul’un her
yerinde bir
tiyatro açma
çabasına
girişildi, 18.00
matinelerine
yeniden
başlandı
fiili
I» İli
mı İlil
7 0
Ertuğrul Muhsin'in çabaları
bitip tükenmiyor
Bitirirken
i Her kuruluşun
korunması
gereken
hastalığı
yaşlanmak ve
kalıplaşmaktır.
Ertuğrul
Muhsin bunu
bildiği için
gençlere geniş
imkânlar
sağladı
t
i
İ
RTUĞRUL Muhsin’in
repertuar s tra te jis i
------- hakkında da iki, üç laf
etmeden geçmeyelim. Darül­
bedayi’nin ilk repertuarı, bilin­
diği gibi, Fransız eserlerinden
Hüseyin Suat’ın, Mehmet Ra­
uf’un, İbnürrefik Ahmet Nuri’
nin (*), Münir Nicar’ın, Reşat
Nuri’nin, i. Galip’in, Ahmet
Muvahhit’in, Mahmut Yesari’
nin yaptıkları adaptasyonlar­
dan oluşuyordu. Arada Halit
Fahri’nin “ Baykuş” , Reşat
Nuri’ nin “ Hançer” , Yusuf Ziya’nın “ Binnaz” gibi telif pi­
yesleri de oynanıyordu. Bir
süre bu çeşnide giden reper­
tuara 1925’lerden sonra Er­
tuğrul Muhsin’ in çevirileri de
katıldı. Bunlar, bir derece da­
ha ciddi dramlardır. 1927’de
Vedat Nedim, iki te lif eseri
“ Üç K işi A rasında” ve
“ Çarliston” ile repertuarda
yerli yazar olarak görünür, ilk
Strindberg “ Baba” ve ilk Shakespeare “ Hamlet” de aynı yıl
boy gösterir. 1928 repertua­
rında Musahipzade’nin “ Fer­
manlı Deli H azretlerine, Pirandello’nun “ Altı Kişi Muhar­
ririni Arıyori’ una, Molnar’ ın
“ Şatoda Oyun” una, Ibsen’in
“ Hortlaklari’ ına rastlarız. Yavaş yavaş Karel Çapek, Henri Bataille ve başka eserleri ile
yine Shakespeare, Şehitler,
Strindberg, H. Bemstein, Tols­
toy, Verneuill seyirciye tanı­
tılırlar. 1932 sezonu repertu­
arı üç yerli yazarın eseri ile
renk kazanır: Nazım Hikmet’
ten “ Kafataşı” , Faruk Nafiz’
den “ Akın” , Musahipzade
Celâl’den “ Aynaroz Kadısı” .
Aynı yıl Goethe’nin “ Stella” sı
Türk sahnesinde ilk defa yer
alır. Çevirmeni Seniha Bedri
Göknil’dir ve tiyatromuza o ta­
rihten sonra değerli klasik çe­
viriler kazandıracaktır.
G örülüyor ki, Ertuğrul
Muhsin yavaş yavaş kaliteyi
artırm akta, ağırlıklı klasik
oyunlara da yer vermenin za­
manı geldiğine inanmaktadır.
Bu ara, Cevdet Kudret’ in
“ Tersine Akan Nehir” ve “ Rü­
ya içinde Rüya” sını da sahne­
ye koymuştur. Ertesi yıl, Ne­
c ip Fazıl Kısakürek “ Bir
Adam Yaratmak” la sesini
sahneden duyurur. Ertuğrul
Muhsin telifsiz tiyatro kalkın­
ması olmayacağını bilir. Bu
listeleri uzatmaya gerek yok.
Ama ana fikri dikkatli bakış­
lardan kaçmaz. Kolaydan gü­
ce, e ğ lenceliden iç e rik li
piyeslere basamak basamak
gidişte, Ertuğrul Muhsin san­
ki seyircisinin koluna girmiş,
onu irkiltmeden yukarı çıkarı­
yor gibidir. Batı’da görmüş­
tür, çok iyi. b ilir ki, ödenekli
ARÜLBEDAYİ’NİN ve Şehir Tiyatroları'nın yetmiş bir
yıllık geçmişini yedi yazdık bir diziye sığdırmak elbet im­
kânsız. Biz sadece özel hatırlatm alarla yetindik.
Görüldüğü gibi Darülbedayi ilkin aktörler için bir okul olarak
işe başlamıştı. Am a, zamanla seyirciyi de seviyeli tiyatroya doğru
eğiten bir okul oldu.
Tiyatronun sade eğlence değil, insanlara ayna tutan bir uyarı
hizmeti olduğunu, insanları birbirine yaklaştıran, kaynaştıran bir
uygarlık aracı olduğunu oradan öğrendik.
Sahnede yaşayan insanlar kendi bilmediğimiz yanlarımıza, başka
insanlarla dünyanın her yanındaki insanlarla ortak mayamıza da
ışık tutmuş oldular.
Tiyatroya girdiğimizden daha zeki, daha artmış, daha bilinçli
olarak çıkmayı ilkin Darülbedayi’den öğrendik.
Her günün hay huyu içinde düşünemediğimiz esaslı insancıl so­
runları o iki saat içinde akıcı bir konuşmaya, hareketli bir kurgu­
ya (akılıp yazarla, aktörlerle beraber biz de düşündük. Her gece
saat dokuzda açılan o kırmızı perde arkasında kendi insanlarımı­
zın sorunlarına yöneldik, yavan ve cimri bencilliğimize ara verip
iki saat boyu olsun daha bir “ İN SA N ’Taştık.
Sophokles, Shakespeare. Moliere, Göthe, Schiller, Goldoni,
Ibsen, Çehov, Strindberg, Pirandello ve daha niceleri bize ilkin
Darülbedayi sahnesinden seslendiler.
Toplumumuzun bir zamanlar hor görüp dışladığı tiyatro sa­
natçısının aslında ne eli öpülesi bir kültür savaşçısı olduğunu öğ­
rendik.
Tiyatronun devletçe korunması, yüreklendirilmesi gereğini yi­
ne oradan bu sayede farkettik. Biraz hareketlendik.
Evet, Kel Hasan Efendi’nin korktuğu oldu. Millet, tiyatronun
soylu kültür işlevini farketti. Bazıları hâlâ farkedememekte diren­
se de...
Darülbedayi’nin ellisini aşmış kuşakta tatlı anıları var. Onun
uzantısı olan Şehir Tiyatrolan’mn ilk zamanlarına yetişenler elbet
daha çok. Bugünkü kuşaklar ise onu ancak son ve pek parlak sa­
yılmayan zamanlarından biraz tanıyabilirler.
En eski bilinçli, edebli, Batılı tiyatromuza eski uzantısında is­
mine layık saygın bir yola girmesini, orada nice yıllar verimli ol­
masını diler, başta Atatürk olmak üzere oralardan bugüne
gelmemize omuz vermiş olan Cemil Paşa’ya, Reşad Rıdvan Bey’e,
tiyatromuzun tüm cefakâr öncülerine, şehitlerine ve bu tiyaroya
kişiliğinin damgasını vurmuş Muhsin Ertuğrul’a buradan yürek­
ten saygı ve minnetlerimizi sunarız.
------------------------------- — ________________________
resmi tiyatrolar seyircilerine
4 belli başlı kültür işlevini gö­
türmekle yükümlüdürler:
1. Kendi eski yazarlarını
tanıtmak, 2. Dünya klasikleri­
ni tanıtmak, 3. Günün Türk ya­
zarlarını oynamak, 4. Yeni
yetişecekleri desteklemek.
Repertuarda her bir kate­
goriye belli bir yer ayırır, de­
neme sahnelerinde yeni, en
ileri teknikleri seçkin seviye­
de seyirciye, adeta TRT’nin
bir zamanlarki 3. kanalı gibi
sunardı. “ Ne derler? Yöneti­
cilerin basit gustosuna uyar
mı?” düşünceleri onu ırgala­
maz, bu programı tavizsiz uy­
gulardı. Göze girmek, basını
kazanmak, birinci planda o l­
mak gibi âlayişe tenezzül et­
mez, sessiz ve derinden g it­
meyi yeğlerdi. Onun Devlet
Tiyatroları’na atanıp Şehir Tiyatları’ndan uzaklaştığı dö­
nemde ve ölümünden sonra
yönetim e geçenlerin aynı
stratejiyi aynı bilinç ve tutar­
lılıkla sürdürdükleri iddia edi­
lemez. Oysa aklın tariki birdir.
Güç de olsa o yolu tutmak ge­
rekir.
GENÇLERE
İMKÂNLAR AÇMAK
Her kuruluşun kendini ko­
ruması gereken bir hastalık
vardır: Yaşlanmak, kireçlen­
mek, kalıplaşmak. Dinamik
bir tiyatro zaman zaman taze
kanla beslenmeli, tepkili füze­
ler gibi hep yeni, yürekli ham­
leler yapmalıdır. Idare-i mas­
lahatçılık çağla beraber yürü­
yen tiyatroya yakışmaz. Çün­
kü o zaman çağını yansıta­
maz olur. Ertuğrul Muhsin bu­
nu bildiği için genç eleman­
lara olanca imkânlar sağladı.
Tunç Yalman, Şirin Devrim,
Engin Cezzar, Genco Erkal,
Zihni Küçümen, Ergun Kök­
nar, Hamlt Akınlı, Çetin ipekkaya, Başar Sabuncu, Doğan
Altmışıncı yıla saygı
Sanatının altmışıncı yılı kutlanırken ne acı tecellidir ki, modern Türk tiyatrosunun kurucusu yine devrin yönetici­
leri tarafından tiyatrodan uzaklaştırılmış bulunuyordu. O kutlama gecesi bu nankörlüğe bir tepki gecesi olmuş,
salon onu dakikalarca ayakta alkışlamıştı. Arka planda, yetiştirdiği ve gurur duyduğu sanatçı ordusu.
Aksel, Duygu Sağıroğlu, Mengü Ertel gibi genç oyuncu, yö­
netmen, dekoratör ve grafikçilere imkânlar sağladı, ibnürrefik Ahmet Nuri, Musahipzade Celâl, Mahmut Yesari, Reşat Nuri Güntekin, Ah­
met Kutsi Tecer, Celalettin
Ezine, Muhip Dranas, Cevat
Fehmi Başkut, Galip Güran
gibi yazarlardan sonraki kuşa­
ğa da tiyatronun kapılarını aç­
tı. Bunlar arasında Vasıf
Öngören, Orhan Asena, Ok­
-•% «asıp'
■
Muhsin Ertuğrul yaratılışı bakımından çok çekingen bir insandı. Alayiş­
ten, gösterişten kaçardı. Salona, seyirci içine çıkmazdı. Her zaman ku­
liste idi. Oyunu izler, yanlışları not eder, her ayrıntıyı dekoratör ile, sahne
âmiri ile. kostümcü ile, aksesuarcı ve butaforcu ile görüşür, direktif ve­
rir, hep daha iyiyi elde etmek İçin sessiz ve derinden çalışmayı yeğlerdi.
Tarihi Dram Tiyatrosu nun yanıp kül oluşu; Şehir Tiyatrosu'nun Harbiye’deki binaya taşındığı zamana denk ge­
liyor Şehrin manevi harikasında onurlu bir yeri olan bu binanın yerinde şimdi bir işhanı yükselmek üzere...
tay Rifat, Melih Cevdet, Or­
han Kemal, Çetin Altan, Veyis
Örnek, Necati Cumalı, Recep
Bilginer, Refik Erduran, Gün­
gör Dilmen, Turan Oflazoğlu,
Dinçer Sümer, Refik Kordağ,
Sevgi Sanlı, Aziz Nesin, Cahit
Atay, N. Kurşunlu, Hayati
Çorbacıoğlu, Vedat Türkali,
Oktay Arayıcı, Adalet Ağaoğlu, Melih Vassaf, Adnan Giz,
Bekir Büyükarkın, Bilgesu
Erenus, rasgele akla gelenler­
dir.
SON
DÖNEMLER
buncu’nun sahneye koyduğu,
Shakespeare’in Can Yücel çe­
virisi “ Bir Yaz Gecesi Rüyası”
tiyatroya yeni bir soluk getir­
di. Bu son dönemde Genel
Sanat Yönetmenliği'ne Aytekin Kotil, Hayati Asılyazıcı’yı
getirm işti.
1981-84 yıllarında Genel
Sanat Yönetmeni yine Vasfl
Rıza Zobu oldu. Yönetim,
otuz beş kadar genç sanatçı­
yı bu dönemde işten uzaklaş­
tırdı. Bunların çoğu, müessesenin en çalışkan ve verimli
rejisörleri, yetenekli sanatçı­
ları idiler.
Ertuğrul Muhsin, daha
Vasfl Rıza Zobu’ nun 1984
çok kişinin oyun seyredebil­
mesi için 18.00 matinelerini yılında istifa etmesi üzerine
yeniden başlattı. Açıkhava ve Belediye Başkanı Bedrettin
Anadoluhisarı tiyatrolarından Dalan, Şehir Tiyatroları’na
sonra İstanbul’un her yerinde Devlet Tiyatroları Genel Sek­
bir tiyatro açma çabasına gi­ reteri Gencay Gürün’ü atadı.
rişildi. Bunlardan ilki Kadı­
köy’de o yıl açıldı. Daha sonra
) Ib n ü rre fik A h m e t N u ri'n in
Şehzadebaşı, Üsküdar ve ni­ (*
adaptasyonlarını yerli eser sayan­
hayet Zeytinburnu tiyatroları lar fa zla y anılm ış o lm a zla r. Ç ü n ­
da bu dönemde açıldı. Böyle- kü, h iç çeviri k o km ayan usta
ce, tiyatro şehrin her tarafın­ u y a r la m a la r d ır b u n la r .
daki seyircinin ayağına kadar
götürülm üş oldu. 1974'te,
Vasfl Rıza Zobu’nun baş reji­
NOT
sörlük ettiği kısa dönemden
70 yılı 7 yazıya sığdırm a zo­
sonra Ahmet isvan’ın ısrarı ile
runlu lu ğ u b iz i is le r istem ez kı­
Ertuğrul Muhsin tekrar kısa
sıtladı. Bazı bahisleri ve is im leri
süre Genel Sanat Yönetmen­
anm adan geçtik. M esela operet
liği yaptı. Daha sonraki yıllar­
bahsinde dostum Reşit Gürzap.
da (yerinden yönetim) denilen
M usahipzade konusunda o k u l­
bir uygulama yapıldı. Beş ti­ daşım Reşit Baran, kurslar bah­
yatronun başına genç rejisör­
sinde h o ca la rd a n A hm e t K utsi
lerden oluşan beş sorumlu
Tecer dostum ve oradan m ezun
yönetmen, Hamlt Akınlı, Ba­
talebem Ersan Markın. Zuhulen
şar S abuncu, Z ih n i K ü­ a n la m a y a n la rd a n d ır.
çümen, Burçin Oraloğlu ve
Özür dilerim .
Erol Keskin geçtiler. Tepebaşı'nda kurulan yeni Deneme
Sahnesi'nde başarılı oyunlar
oynandı. Bu arada Başar Sa­
BİTTİ
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği
Taha Toros Arşivi
Download