T.C ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ GAZETECİLİK ANABİLİM DALI AHMET EMİN YALMAN: DÖNEMİ VE GAZETECİLİĞİ (1918-1938) Doktora Tezi Asuman Tezcan Tez Danışmanı Prof. Dr. Korkmaz ALEMDAR Ankara-2007 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ GAZETECİLİK ANABİLİM DALI AHMET EMİN YALMAN: DÖNEMİ VE GAZETECİLİĞİ (1918-1938) Doktora Tezi Tez Danışmanı: Prof. Dr. Korkmaz ALEMDAR Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı İmzası ............................................... ................................... ............................................... ................................... ............................................... ................................... ............................................... ................................... ............................................... ................................... Tez Sınavı Tarihi.......................... ÖNSÖZ Osmanlı İmparatorluğu'nun dağıldığı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu süreçte basın organlarının incelenmesi, yakın tarihe ışık tutacak nitelikte olması bakımından önemlidir. Basın tarihine ilişkin çalışmalar henüz sınırlı olup, bu alanda pek çok gazeteci ve gazete araştırılmayı beklemektedir. Biz bu çalışmada, Ahmet Emin Yalman'ın gazeteciliğini siyasi yaşamdaki gelişmeler paralelinde incelemeye çalıştık. Gazete koleksiyonlarına ulaşmak ve okumakta yaşanan zorluk Ahmet Emin'in ilk dönemleri üzerine eğilinmesini zorlaştırmıştır. Özellikle basın tarihi kadar siyasi tarihimiz için de dönüm noktası olan 1918-1938 arasını, Ahmet Emin'in gazetecilik yaşamı bağlamında ele almak, bu konudaki boşluğu doldurmada küçük bir adım sayılabilir. Araştırmanın temel kaynaklarını, Ahmet Emin'in yazmış olduğu gazeteler ve dönemin basını teşkil etmiştir. UNESCO'dan almış olduğumuz burs ile inceleme fırsatı bulduğumuz Hoover Institution Archieves'taki Ahmet Emin Yalman dosyaları, Türkiye'de ulaşma imkanı olmayan belge ve kaynakları tarama imkanı vermiştir. Yine konu ile ilgili Almanya'daki Politisches Archiv des Auswartigen Amts'da bulunan 1917 kayıtları, Ahmet EminYalman'ın bu dönemine ışık tutmada yardımcı olmuştur. Türkiye'de Başbakanlık Osmanlı ve Cumhuriyet Arşivlerinde konu ile ilgili belgelere ulaşılmıştır. Yine döneme ait araştırmalar, hatıralar çalışmanın diğer kaynaklarını teşkil etmiştir. Ahmet Emin Yalman'ın yurtiçi ve yurtdışındaki etkinlikleri, yabancı basında sık sık yazılarının yayınlanması, dönemin olaylarının yoğun ve önemli olması, verileri bir araya getirmede yorucu bir çabayı zorunlu kılmıştır. Bu çalışmada öncelikle her zaman yardımlarını gördüğüm değerli hocam Prof. Dr. Korkmaz ALEMDAR'a teşekkürden daha fazlasını borçlu olduğumu belirtmek isterim. Hoover Institution Archieves'ta çalışmamda yardımcı olan Prof. Dr. Rodrique ARON'a, Kovous Barghi'ye, bu süreci benim için daha kolaylaştıran ve desteğini hiç eksik etmeyen Oğuz'a teşekkür ederim. Gazete koleksiyonlarına ulaşmada yaşadığım zorluklar sırasında yardımcı olan Milli Kütüphane çalışanlarından İslam Ateş'in yardımlarını anmadan geçemem. Yine bu çalışma sırasında benden desteğini esirgemeyen Hesna ve Mert'e hoşgörünüz ve desteğiniz için, National Archieves'taki Ahmet Emin ile ilgili belgeleri bana ulaştıran Aytül Tamer'e ve Serdar Öztürk'e katkıları için teşekkür ederim. Son olarak UNESCO çalışanlarından merhume Ayşe Sesli'yi sevgiyle andığımı belirtmek isterim. KISALTMALAR İTC: İttihat ve Terakki Cemiyeti WPC: Wilson Prensipleri Cemiyeti HF: Halk Fırkası Hİ: Hürriyet ve İtilaf TpCF: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası CHF: Cumhuriyet Halk Fırkası DP: Demokrat Parti TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi TATKO: Otomobil, Lastik ve Traktör Komandit Şirketi İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ KISALTMALAR GİRİŞ I. BÖLÜM: Ahmet Emin Yalman ve Dönemi I.. Hayatı………………………………………………………………………….12 A. Çocukluğu………………………………………………………………...12 B.Eğitimi……………………………………………………………………..16 C. Diğer Faaliyetleri………………………………………………………….22 D. Eser ve Çalışmaları……………………………………………………… 24 II. BÖLÜM: II. Meşrutiyet ve Sonrasında Ahmet Emin ……………………...………27 I. Ahmet Emin’in Gazetecilik Hayatına girişi .............................................…28 A. 31 Mart Olayı................................................................................….37 II. İttihat ve Terakki'nin İktidar Yılları.........................................................…38 A. İT'nin İktidar Yıllarında Ahmet Emin ..............................................…45 B. İttihat ve Terakki’nin Karşısında Ahmet Emin......................................56 C. Hürriyet ve İtilaf Fırkası Karşısında Ahmet Emin...............................62 III. BÖLÜM: Mütareke Dönemi ……………. ..........................................................…69 I. Manda Tartışmaları........................................................................................…69 A. Ermeni Sorunu........................................................................................…73 B. Wilson Prensipleri Cemiyeti...................................................................…76 II.Anadolu'da Milli Mücadele ve Manda Tartışmaları..........................................84 A. Erzurum Kongresi.......................................................................................84 B. Sivas Kongresinde Amerikan Mandası Sorunu..........................................87 C. Manda Tartışmasının Sonu..........................................................................92 III. İşgal Yıllarında İstanbul ve Anadolu'da Basın................................................95 IV.Malta Sürgünlüğü..........................................................................................101 A. Ahmet Emin'in Malta Yılları....................................................................105 V. Anadolu'da Milli Mücadele ve TBMM'nin Açılması.....................................110 A. Malta Dönüşünde Ankara'da Ahmet Emin...............................................112 IV. BÖLÜM: 1923-1925 Yılları Arasında Basın..........................................................116 I. Lozan Anlaşması'nın İmzalanması Süreci........................................................116 II. Vatan'ın Yayın Hayatına Girişi.......................................................................119 A. Ankara'nın Başkent Olması......................................................................121 B. Merkeziyet Tartışmaları ...........................................................................123 C. Ankara'da Yabancı Temsilciler ve Ahmet Emin.......................................125 D. Chester İmtiyazı........................................................................................129 III. Halk Fırkası'nın Kurulması...........................................................................133 IV.Cumhuriyet'in İlanı.........................................................................................141 V. Hilafetin İlgası.................................................................................................151 A..İzmir Basın Toplantısı...............................................................................159 VI. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın Kurulması........................................162 A. Gazetelerin Kapatılması............................................................................175 B. Doğu İstiklal Mahkemesi'nde Ahmet Emin..............................................181 V. BÖLÜM: Ahmet Emin'in Gazetecilikten Uzaklaştırıldığı Yıllar.............................185 I. Ticaret Hayatı...............................................................................................185 II. Ahmet Emin'in Gazeteciliğe Geri Dönmesi ...............................................189 A. Tan'ın Ortağı Olarak Ahmet Emin ...........................................................191 SONUÇ.........................................................................................................................214 ÖZET............................................................................................................................221 SUMMARY..................................................................................................................223 KAYNAKÇA................................................................................................................226 EKLER..........................................................................................................................235 GİRİŞ Bu çalışmanın konusu, basın ve siyaset tarihimizde önemli bir yeri olan 1907’den 1962’ye kadar –aralıklı olarak- gazetecilik yapan Ahmet Emin Yalman’ın 1918–1938 dönemi üzerinedir. Tezin odaklandığı dönem Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanıp, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu ve siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda atılan adımlarla devletin yapısının yeni temeller üzerine oturtulmaya çalışıldığı 1918–1938 yıllarını kapsamaktadır. İncelenen dönem basın tarihi açısından ayrı bir öneme sahiptir. Basın, Milli Mücadele ve Cumhuriyet yıllarında gerek kamuoyunun oluşmasında gerekse muhalif görüşlerin aktarılmasında önemli görevler üstlenmiştir. I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu, 1918'de imzaladığı Mondros Mütarekesi'nden yaklaşık iki yıl sonra işgal edilmeye başlanmıştır. Ülkenin iç politikası İttihatçı ve İtilafçıların kendi aralarındaki hesaplaşmadan dolayı ikiye bölünmüş, basın ise Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasına karşı çözümü Amerikan veya İngiliz mandasında arayan aydınların tartışmaları ile meşgul olmaya başlamıştır. Basın işgal döneminde bir yandan İstanbul Hükümeti diğer yandan işgalci güçler tarafından kontrol altına alınmıştır. Bu oluşum karşısında, özellikle İzmir’in işgali ile büyük bir ivme kazanan Anadolu merkezli ulusal direniş, Erzurum Kongresi’ni takip eden Sivas Kongresi’nde tek bir çatı altında birleştirilmiş, işgale ve İstanbul’da tartışılmaya devam edilen manda önerilerine karşı ulusal bir mücadelenin temel alınacağı belirtilmiştir. Bu süreçte basın, Anadolu’da ulusal mücadele etrafında birleşenler ve işgal güçleri ile uzlaşma yolunda İstanbul Hükümetiyle birlikte hareket eden basın olmak üzere iki cepheye bölünmüştür. Bu bölünme İstanbul basını ve Anadolu basını olarak kategorize edilebilir.1 İstanbul basını burada coğrafi bir niteleme olmayıp, Anadolu’daki Milli Mücadele’ye karşı olan basın olarak anlaşılmalıdır. Zira İstanbul’da yayınlanmakta olan Tasvir-i Efkar, İkdam, 1 Uygur Kocabaşoğlu, “1918–1938 Dönemi Basınına Toplu Bir Bakış”, Ankara Üniversitesi, Yıllık 1981, Aralık 1982, s 109. 1 Vakit, İleri, Akşam, İstiklal gibi gazeteler Milli Mücadele'nin yanında yer alırken, İstanbul Hükümeti’ne yakınlığı ile bilinen Peyam-ı Sabah, Alemdar, Yeni İstanbul karşısında bir yayın çizgisi izlemişlerdir. Anadolu’daki Milli Mücadele'de halkın desteğini kazanmada basına büyük önem verilmiştir. Bu amaçla gazete yayınlayarak ve yayınlanmakta olan gazetelerin kağıt, matbaa gibi ihtiyaçları giderilmeye çalışılarak destek sağlanmaya çalışılmıştır. Telgrafın etkin bir şekilde kullanılmasıyla ülke çapında haberleşme ağı kurulmuştur. Ayrıca Anadolu Ajansı ve Matbuat ve İstihbarat Müdürlüğü kurularak haberleşmeye kurumsal bir nitelik kazandırılmıştır. Koloğlu, 1918’den 1922’ye kadar Milli Mücadele’yi destekleyen toplam 81 gazete ve derginin yayınlandığını, bunlardan 20’inin kapandığını belirtmektedir.2 Yust, Ankara gazetelerinin tirajlarının 1000 ile 2500 arasında olduğunu, taşrada ise bir iki yayının en çok 700–1000, genellikle de 200–400 arasında satılmış olduğunu yazmaktadır.3 Milli Mücadele’nin kazanılması ardından işgallerin sona ermesiyle İstanbul basını etkisiz hale gelmiş, muhalif gazeteler yayın politikalarını değiştirmiş, Ankara'da yeni kurulan devletin etrafında birlik sağlanmıştır. Ancak 1923’te başta İstanbul'da olmak üzere yeni bir muhalif basın ortaya çıkmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu anlaşması olan Lozan Anlaşması'nın imzalanması sürecinde, iç politika ve basındaki görüş ayrılıkları, ileride etkileri daha çok açığa çıkacak anlaşmazlıkların temelini hazırlamıştır. Anlaşma'nın II. Meclis'te onaylanmasından sonra siyasal alanda köklü değişiklikler yapılmaya başlanmış bu süreçte İstanbul basınında Ankara yönetimine sert eleştiriler yöneltilmiştir. Başını Hüseyin Cahit (Yalçın), Velit Ebuzziya ve Ahmet Emin'in çektiği muhalif basın, “işgal döneminin sansürünün kalkması ile,”4 HF'nın kurulması sürecinde siyasi partilerin fonksiyonları, particiliğin neden olacağı olumsuz etkiler ve Mustafa Kemal'in parti karşısında tarafsız kalıp kalamayacağı konularını 2 3 4 Orhan Koloğlu, Kuvayi Milliye’den Günümüze Türk Basını, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1993, s 25. K. Yust, K.Yust, Kemalist Anadolu Basını, (Yayına Haz: Orhan Koloğlu), Çağdaş Gazeteciler Derneği Yayınları, Ankara, 1995, s 131–137. Orhan Koloğlu, a.g.e., s 56. 2 tartışmaya açmıştır.5 Genel olarak eleştirilerinde Mustafa Kemal’in yetkilerinin genişliği ve şahsi yönetime doğru gittiği, alınan kararlarda ve yapılan değişikliklerde Meclis'in tam egemenliğinin sağlanamadığı noktaları ağır basmaktadır. Muhalif basın, Cumhuriyet’in ilanı, hilafetin ilga edilmesi ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın (TpCF) kurulması ve bu partinin Doğu'daki isyan sonrasında kapatılmasına kadar benzer noktaları vurgulamaya devam etmiştir. İstanbul basınından Tanin, Tasvir-i Efkar, Vatan gibi gazetelerde yöneltilen eleştirilere, Ankara yönetimini savunan yazılar Hakimiyet-i Milliye, Akşam, İleri, Yeni Gün (1924'ten itibaren Cumhuriyet) ve diğer gazetelerde yayınlanmıştır. İstanbul basını muhalefetinde çoğu zaman Ankara ile ilke açısından farklı düşünmediklerini daha çok uygulama konusunda şikayetçi olduklarını dile getirmiş, Ankara basını ise yayınlarında İstanbul basınına, yapılan inkılaplara ayak diredikleri, ulusal değerler etrafında birleşmedikleri, yabancı devletlerin etkisinde yayın yaptıkları, Anadolu'ya geçmeyen gazetecilerin ülke gerçeklerinden uzak kaldıkları yönünde karşılık vermiştir. Siyasi iktidarın İstanbul basınına ilk tepkisi, Lozan Anlaşması sonrasında ilan edilen genel aftan hariç tutulan 150 kişilik listeye, on üç gazetecinin ilave edilerek yurt dışına sürülmesi ile olmuştur. Ankara yönetimi, 1924'te Hint Hilafet Komitesi liderlerinden Ağa Han ve Emir Ali'nin hilafetin kaldırılmaması ile ilgili İsmet Paşa'ya gönderdikleri mektubun Tanin, Tasvir-i Efkar ve İkdam'da yayınlanması sonrasında, ilgili gazetecileri İstanbul İstiklal Mahkemesi'nde yargılayarak basına sert bir müdahalede bulunmuştur. Gazete sahipleri ile İzmit ve İzmir'de bir araya gelinerek siyasi iktidar ile basın arasındaki sorunlar giderilmeye ve rejime destek alınmaya çalışılmış, ancak basında muhalefetin yeniden güçlenmesi ile bu bağ kurulamamıştır. Siyasi iktidar bu dönemde yeni rejimi sağlamlaştırma yönünde basına karşı şiddetli bir tutum sergilemeye başlamıştır. 1925'te çıkan Doğu İsyanı sonrasında kabul edilen Takrir-i Sükun Kanunu ile muhalif gazetelerin önde gelenlerini kapatmış, gerek Meclis'te gerekse basında muhalif kişi ve kurumların faaliyetlerine izin vermemiştir. İsyanın çıkmasında muhalif basının ne derece rolü olduğu tartışmalıdır. Gazeteciler, Doğu ve Ankara İstiklal Mahkemelerinde yargılanmışlar, bir kısmı sürgün cezasına 5 Hüseyin Cahit, “Kuvvetli Hükümet”, Tanin, 1 Nisan 1923; Ahmet Emin, “Halk Fırkası”, Vakit, 21 Kanun-i evvel 1922; Ahmet Emin, “Millet Rehbere Muhtaç”, Vakit, 28 Kanun-i evvel 1922 ve diğer yazıları. 3 çarptırılırken Ahmet Emin de gazetecilikten uzaklaştırılmıştır. Kocabaşoğlu 1923– 1925 yılları arasını “serbest basın” olarak adlandırmakta ve 1925 Takrir-i Sükun Kanunu ile serbestlik döneminin son bulduğunu, Türk gazeteciliğinin 1925'ten sonra siyasal tartışma ortamını yitirdiğini yazmaktadır.6 Yazara göre 1924–1926 yılları arasında İstanbul basının tirajı 3000 ile 17000 arasında değişmektedir. Taşrada ise özel ya da resmi gazetelerin 300–1000 arasında olup, ancak bilinen bazı yerel gazetelerin tirajlarının 1200 ile 5000 arasında değiştiğini kaydetmektedir.7 Erer Takrir-i Sükun Kanunu sonrasında İstanbul'daki günlük gazete sayısının altıya indiğini ve tirajın hiçbir dönemde bu kadar düşmediğini belirtmektedir.8 1923–1925 yılları arasında siyaset ve basın alanında yeni bir safhaya girilmiş olduğu söylenebilir. Genel olarak bakıldığında I. Meclis döneminde var olan çok sesliliğin, II. Meclis'te sağlanamamış olması, HF'nın kurulması sürecinde Mustafa Kemal'in yetkilerinin fazlalığı, 150'liklerin adli bir yargılama yapılmadan yurt dışına çıkarılması, Meclis'te ve kamuoyunda yeterince tartışılmadan Cumhuriyet'in ilan edilmesi, TpCF'nın kapatılması, gazetecilerin idari mahkemeler yerine İstiklal Mahkemeleri'nde yargılanması gibi olaylar bu yılların tartışılan uygulamaları arasında yer almıştır. 1930'larda siyasi iktidar basın alanında yeni düzenlemeler yoluna gitmiştir. Bunların başında 1930'da Türk Gazeteciler Birliği'nin kurulması, 1931'de yeni bir Matbuat Kanunu'nun çıkarılması, 1932'de Matbuat Umum Müdürlüğü'nün yeniden kurulması ve 1935'te I. Matbuat Kongresi'nin toplanması ve 1938'de de Basın Birliği Kanunu'nun kabul edilmesi sayılabilir. Kocabaşoğlu, bu düzenlemelerin ortak amacının “bir yandan basını içinde bulunduğu durumdan kurtarmak, bir yandan da siyasal iktidarın basın üzerindeki denetimini kurumlaştırmak”9 olduğunu belirtmektedir. 6 7 8 9 Kocabaşoğlu, a.g.m., s 100. İstanbul basınından, İkdam (6000), Vatan (7000-8000), İstiklal (3000), Vakit (17000), Son Saat (8000) kadar tiraja sahipken taşradan örnek verdiği taşra gazetelerinin tirajlarının Babalık (Konya, 15002500), Envar-ı Şarkiyye (Erzurum, 1700-1800), Halk Dili (Gaziantep, 5000), Yeni Fikir (Bursa, 12001400) civarında olduğunu yazmaktadır. Kocabaşoğlu, a.g.m, s 100. Tekin Erer, Türkiye’de Parti Kavgaları..,s 158. Kocabaşoğlu, a.g.m., s 111. 4 Ahmet Emin, uzun gazetecilik yaşamında Osmanlı İmparatorluğu'nun ve Cumhuriyet yıllarının önemli dönemlerine tanıklık etmiş, kurmuş olduğu ilişkiler ve bu bağlamda dile getirdiği görüşler bakımından Türk basın ve siyaset tarihinde önemli bir yere sahiptir. Basın ve siyasi iktidar arasındaki ilişkileri Ahmet Emin örneğinden yola çıkarak izlemek mümkündür. Ahmet Emin'in gazetecilik hayatı, II. Abdülhamid'in basın üzerindeki yoğun denetimine ve baskısına karşı muhalefetin güçlendiği dönemde başlamıştır. 1911'de Eğitim Bakanlığı tarafından Amerika'ya Columbia Üniversitesi’ne eğitim için gönderilmiş, Ahmet Emin burada sosyoloji, tarih öğreniminin yanı sıra Pulitzer adına kurulan gazetecilik okulunda The Development of Modern Turkey As Measured By It's Press (Modern Türkiye'nin Gelişmesinin Basın Yoluyla Ölçülmesi) başlıklı doktora tezini yazmıştır. Tez, Türk basınını konu alan ilk doktora tez çalışması olması bakımından önemli bir yere sahiptir. 1914'te yurda döndükten sonra Tanin ve Sabah'ta çalışmış, 1917'de Mehmet Asım Us ile beraber çıkardığı Vakit'i, 1923'te Vatan takip etmiştir. II. Meşrutiyet'ten I. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar toplumsal karmaşa ve belirsizlik, iktidarın sürekli değişmesi, Ahmet Emin'in de tutumlarında değişikliklere neden olmuştur. I. Dünya Savaşı boyunca İT politikalarını ve Alman müttefikliğini yazılarında desteklerken savaş sonunda, İT politikalarını yolsuzluklar, izlenen Türkçülük politikası ve bunun sonuçlarından biri olarak nitelediği Ermeni meselesi noktasından eleştirmeye başlamıştır. Savaş yıllarında Alman politikasına verdiği desteğin yerini savaş sonunda Amerika'nın almasında, 1918'in sonundan itibaren Türkiye'ye gelen Amerikan heyetleri ile ilişki kurması, Wilson Prensipleri Cemiyeti'nde yer alması önemli rol oynamıştır. Amerikan müzaheretini savunması noktasında ileri sürdüğü öneriler nedeni ile büyük tepki toplamıştır. Genel olarak düşüncelerinde Prens Sabahattin ve Amerika'da iken yakından gözlemlediği anglosakson siyasal ve toplum yapısının etkili olduğu söylenebilir. Ahmet Emin Mütareke döneminde İT kadar Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın ve onun yayın organı olan gazetelerin karşısında yer almıştır. Bu karşıtlığı onun önce Kütahya'ya sonra da Malta Adası'na sürgüne gönderilmesi ile sonuçlanmıştır. 5 Milli Mücadele yıllarında Vakit Ankara yönetimini destekleyen bir yayın politikası izlemiştir. Ahmet Emin, Ankara'da yeni bir devletin temellerinin atıldığı dönemde Malta'da bulunması nedeni ile bu oluşumdan uzak kalmıştır. Malta'dan serbest kaldığında Milli Mücadele kazanılmak üzeredir ve Ahmet Emin Anadolu'ya gelerek Ankara Hükümeti'ne olan desteğini yazılarında dile getirmiştir. Ancak bu desteği HF'nın kurulmasının duyulmasına kadar devam etmiştir. Ankara Hükümeti'ne Cumhuriyet'in ilanı sırasında en fazla eleştiri yönelten gazetecilerden biri olarak İstanbul basınının arasında yer almıştır. Ulusal bir devletin kurulmasından sonra da yazılarında vatandaşlığın Türklük değil, Osmanlılık'a dayanması, idari yapılanmada adem-i merkeziyetçiliğin esas alınması ve ülkenin kalkınması için sermaye ihtiyacını, siyasi amaçlar peşinde olmayan Amerika'dan alınması gerektiğini gazetecilik hayatı boyunca ifade etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk muhalefet partisi olan TpCF'nı Vatan'da yazıları ile desteklemiş, 1925'teki Doğu İsyanı sonrasında Elazığ İstiklal Mahkemesi'nde yargılanarak gazetecilikten on bir yıl uzaklaştırılmıştır. Ahmet Emin bu dönemde ticarete atılarak Dodge Brothers, Goodyear, Caterpillar gibi Amerika'nın önde gelen ticaret firmalarının makinelerinin Türkiye'ye ithalatı ile uğraşmıştır. 1936'da Mustafa Kemal tarafından gazeteciliğe dönme izninin verilmesi ile önce Kaynak adlı haftalık bir gazete çıkarmış, daha sonra Mehmet Sertel ve Halil Lütfi ortaklığında Tan'ı alarak yayınlamaya başlamıştır. II. Dünya Savaşı yıllarında Tan'da demokrat cephenin yanında yer alarak Alman ve Sovyet politikalarının karşısında durmuştur. Tan'daki ortaklığı ise 1938'de Mustafa Kemal'in sağlık durumuna ilişkin yazı sonrasında kapatılmasına kadar devam etmiştir. Ahmet Emin'in çalıştığı veya çıkardığı gazeteler (Sabah, Yeni Gazete, İkdam, Tanin, Vakit, Vatan, Tan), bu gazetelerin yayın politikası, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında kurduğu ilişkiler (siyaset, basın ve finans dünyası ile), gazetecilik yaşamında diğer gazetecilerle girmiş olduğu polemikler (Ali Kemal, Yunus Nadi), bir takım uluslar arası oluşumların içinde yer almış olması (Wilson Prensipleri Cemiyeti, King Crane Komisyonu), Amerikan sermayesi ile girişilen projeleri savunuculuğunu yapması (Chester Projesi, Amerikan Curtis Hava Yolu Şirketi ile Kayseri'de uçak 6 fabrikası yapımı), siyasi iktidarla girdiği ilişkilerde hızla tutum değiştirmesi (önce liberal kanattan olan Sabah, Yeni Gazete'de çalışırken, İT'nin güçlendiği yıllarda Cemiyet'in yayın organlarında çalışması ve İT politikalarını savunması; I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkılması üzerine İT'yi sert bir şekilde eleştirmeye başlaması, Milli Mücadele'yi desteklemekle birlikte daha sonra Ankara Hükümeti ile çatışmalara girmesi, tek parti oluşumunu eleştirirken belli dönemlerde savunması Ahmet Emin'i basın tarihi açısından incelenmesi gereken bir model haline getirmektedir. Tezde, Ahmet Emin'in gazeteciliği, siyasi yaşamdaki gelişmeler paralelinde incelenmiş ve bu bağlamda Ahmet Emin'in siyasi iktidar ile olan ilişkileri basın tarihi ve siyasi tarih ekseninde ele alınmaya çalışılmıştır. 1918-1938 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanması ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması sürecinde Ahmet Emin'in düşünce yapısını besleyen veya etkileyen kaynaklar, bu yönde yurtiçi ve yurtdışında kurduğu ilişkiler, siyasi iktidar ile ilişkileri, iktidarı eleştirmeye yönelten etkenlerin neler olduğu, Yalman'ın çalıştığı gazeteler ve bu gazetelerin yayın politikasındaki değişimlerin sebepleri analiz edilmeye çalışılmıştır. Böylece Ahmet Emin Yalman örneğinden yola çıkarak Türk basın tarihinin bir kesitinin panoramasını vermek ve bu bağlamda bir gazeteci modelini ortaya koymak amaçlanmaktadır. Tezin esas olarak odaklandığı sorunsal, ulusal bir devlet ve buna paralel ulusal bir basının oluşturulması sürecinde Ahmet Emin'in hangi noktalarda Ankara Hükümet'ine muhalefet ettiği, gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında girmiş olduğu ilişkiler doğrultusunda ileri sürdüğü görüşler ve siyasi iktidarla ilişkisi bağlamında nasıl bir gazeteci modeli sunduğudur. Ahmet Emin'in gazeteciliğinin değerlendirilmesinde iki boyut göz önünde tutulmuştur. İlki siyasi iktidarın özellikle 1923'ten sonra basın üzerinde artan denetimi ve bu yönde uygulamaları, diğeri ise Ahmet Emin'in gazeteciliğinde dış etkilerin rolü ve önemi. Bu iki boyut bize Ahmet Emin'in muhalif gazeteci kimliğini bütünlüklü olarak değerlendirme imkanı sunmaktadır. Bu amaçla konu kronolojik olarak ele alınmış ve değişen siyasi iktidarlara ve bunların basın politikalarına yer vererek Ahmet Emin'in çalışmaları üzerinde durulmuştur. Çalışma için seçilen 1918–1938 dönemi, sadece Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanıp ulusal devletin politikasının şekillenmesi açısından değil 7 aynı zamanda siyasi alandaki farklılaşmaların ve tartışmaların yoğun olması açısından da önemlidir. Dönem ayrıca ulusal bir basın yaratma ve basın hürriyetinin hangi temeller üzerinde sağlandığı ve korunabildiği yolunda basın tarihine ilişkin önemli bilgiler vermektedir. Zira Milli Mücadele yıllarında basın etrafında örgütlenme süreci, Cumhuriyet yıllarında siyasi alandaki farklılaşmanın basında nasıl tartışıldığı, muhalif basının siyasi iktidara eleştirilerinin yoğunlaşması sonrasında susturulması incelenen dönemin basın politikalarını göstermesi açısından önemlidir. Tezin odaklandığı yıllar 1918–1938 yıllarını kapsamakla birlikte, incelenen döneme temel oluşturan tarihsel gelişimi değerlendirmek amacıyla, Ahmet Emin'in 1907'den başlayarak 1918'e kadar olan süreci kısaca ele alınmıştır. Çalışmanın çerçevesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanması ve Cumhuriyet yıllarında basının siyasal iktidarla ilişkisi ve bu bağlamda Ahmet Emin'in gazetecilik hayatı ve ileri sürdüğü fikirler çerçevesinde oluşturulmaya çalışılmıştır. Çalışmanın 1918'den başlamasının nedeni, İT politikalarının başarısızlıkla sonuçlanması ve bu bağlamda daha önce İT politikalarını savunan Ahmet Emin'in tutumundaki değişimi net bir şekilde ortaya koymasıdır. 1918 aynı zamanda Ahmet Emin'in gazete yazılarında Amerikan müzaheretini savunmaya başladığı ve Wilson Prensipleri Cemiyeti'nde yer aldığı bir yıl olması bakımından da temel oluşturmaktadır. Araştırmanın 1938'de bitirilmesi ise Mustafa Kemal'in ölümü ile hem bir dönemin hem de Ahmet Emin'in Tan'daki çalışma sürecinin sona ermesi noktasından uygun görülmüştür. Çalışma yirmi yıllık bir süreyi kapsamakla birlikte, Ahmet Emin’in on bir yıl gazetecilikten uzak kaldığı düşünülürse incelenen süre dokuz yıla tekabül etmektedir. Tez, Ahmet Emin'in İT yönetiminin son yıllarından 1938'e dek olan gelişimi ele alan ilk çalışmadır. Ahmet Emin'i veya yayınlarını konu alan dört yüksek lisans çalışması bulunmaktadır. İstanbul Üniversitesi’nde 1991'de yazılan Batılılaşma Sürecinde Bir Şahsiyet: Ahmet Emin Yalman10 başlıklı tezde Yıldırım, “batılılaşma” kavramından hareketle, Ahmet Emin'in düşüncelerini, ilişkilerini ve çalışmalarını sosyolojik bir çerçevede ele almıştır. Bir diğer çalışma Demokrasi Kavramı ve Türk 10 Ergün Yıldırım, Batılılaşma Sürecinde Bir Şahsiyet: Ahmet Emin Yalman, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1991. 8 Gazeteciliğinin Çok Partili Yaşam Geçiş Sürecindeki Görünümü: Vatan Örneği11 ismini taşımaktadır. Mumay bu çalışmasında çok partili hayata geçiş sürecinde Vatan'ın yayın politikasını yüzeysel bir şekilde incelemiştir. 2002'de Gürses12 tarafından yazılan yüksek lisans tezinde ise çoğunlukla Vakit ve Vatan'da çıkan Ahmet Emin'e ait gazete yazılarından seçtiklerinin çevirilerine yer vermiştir. Son yapılan tez çalışması ise Türk Siyasal Yaşamında Vatan Gazetesi 1950–1960)13 başlığı altında Demokrat Parti dönemi politikalarına eğilmekte ve dönemin siyasal gelişmelerini Vatan'da takip edilen yayın politikasından yola çıkarak ele almaktadır. Osmanlıca gazete okumanın zorluğu nedeniyle Ahmet Emin üzerine tezlerin daha çok 1945'ten sonrasına yoğunlaştıkları görülmektedir. Genel olarak yapılan tezlerin sosyoloji, siyaset bilimi ve tarih kökenli araştırmacılar tarafından yapıldığı söylenebilir. Bu çalışma basın tarihi çerçevesinde ve Ahmet Emin'in gazeteciliği üzerine odaklanmaktadır. Bu çalışmada Ahmet Emin'in gazeteciliğe başladığı ilk yıllardan itibaren yazdığı gazeteler incelenmiştir. Basın tarihi ile ilgili çalışmalar henüz sınırlıdır. Bu tür çalışmaların sınırlılığı geçmişe yönelik ilgisizlik kadar, güncel konulara önem vermekten kaynaklanmaktadır. Bu durum, Türkiye'de sosyal bilimlerin farklı alanlarında geçmişten gelen birikimi ile bağlantı kurmayı zorlaştırmakta dolayısıyla da bir düşünsel geleneğin kurulamaması ile sonuçlanmaktadır. Basın tarihine böyle bir bakış açısından yönelmek, bize döneme dair olayların, tartışmaların, düşünce akımlarının, siyasi ve ekonomik ilişkilerin açığa çıkmasını sağladığı kadar günümüze olan etkilerini, uzantılarını da anlamamıza ve yeniden yorumlamamıza imkan verecek, ayrıca günümüzdeki temel sorunların geçmişle bağlantısı kurularak daha makro analizler yapmamızı kolaylaştıracaktır. Ahmet Emin Yalman'ı konu alan bu tez, bir gazeteciden yola çıkarak, Türkiye'nin basın tarihine olduğu kadar siyasi tarihine, dönemin iç sorunlarına tanıklık etmemizi sağlayacaktır. Bir kişiden yol çıkarak, süreç içindeki topluma ve döneme uzanan değişimleri, etkileri, savunulan düşüncelerdeki doğrultuların ortaya çıkmasına yardımcı olacaktır. 11 Aynur Mumay, Demokrasi Kavramı ve Türk Gazeteciliğinin Çok Partili Yaşama Geçiş Sürecindeki Görünümü: Vatan Örneği, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1996. 12 Banu Gürses, Ahmet Emin Bey'in Milli Mücadele'ye Bakışı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2002. 13 Sanem Gök, Türk Siyasi yaşamında Vatan Gazetesi (1950-1960), Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2003. 9 Çalışma, Ahmet Emin'in -İT dönemi dışarıda tutulursa- savunduğu liberal görüşler ile günümüz liberallerinin çeşitli konulardaki güncel öneri ve tartışmaları arasında bir örtüşmenin var olup olmadığı hakkında fikir verecek niteliktedir. Ahmet Emin, sadece Türkiye'de gazetecilik yapmamış yurtdışında da pek çok gazete ve dergilerde yazılar yayınlamıştır. Yurtdışında kurmuş olduğu bağlantılar, kaynakların çeşitliliği ve dağınıklığı daha fazla arşiv çalışması gerektirmektedir. Bu çalışma kapsamında Stanford Üniversitesi’ndeki Hoover Enstitüsü Arşivlerindeki “Ahmet Emin Yalman” koleksiyonu taranmıştır. Dosyalar henüz tasnif edilmediği için kaynakta kutu numaraları ile verilmiştir. Yine Amerika'daki National Archives'ta konu ile ilgili belgelere ulaşma fırsatı yakalanmıştır. Ayrıca Almanya'daki Politisches Archiv des Auswartigen Amts'taki 1917 yılı kayıtları incelenmiştir. Türkiye'deki arşiv kaynaklarına ulaşmaktaki zorluk bu çalışma sırasında karşılaştığımız en önemli sorun olmuştur. Basın Yayın Enformasyon Müdürlüğü'nde “Ahmet EminYalman” dosyasının kayıtlarda görünmesine rağmen, dosyanın nerede olduğunun bilinmemesi nedeniyle içindeki verilere ulaşılamamıştır. Yine Emniyet Müdürlüğü arşivinde kayıtlı bazı dosyalardan, “gizli” niteliğinde olduğu için yararlanılamamıştır. İstanbul Üniversitesi Personel arşivlerine yapılan başvuruya cevap alınamamıştır. Türkiye'de ulaşabildiğimiz başlıca kaynak T.C. Başbakanlık Osmanlı ve Cumhuriyet Arşivleri ve Atatürk Belgeliği'nde bulunan dosyalardır. İstanbul Basın Müzesi'nde ise sadece Ahmet Emin'in gazetecilik ile ilgili özel eşyaları bulunmaktadır. Tez sırasında başvurduğumuz en önemli kaynak Ahmet Emin'in yazdığı gazeteler ve dönemin basını olmuştur. Gazeteler, kendi zamanlarında en çok etki yaratmış siyasi ve toplumsal görüşleri kaydetmesi, dönemin olaylarına kayıt sağlaması, gazetecilerin resmi olduğu kadar gayri resmi kanallardan bilgi sağlaması, yayınları ile kamuoyunu etkilemeleri ve farklı iktidar odakları ile kurduğu ilişkiler bakımından önem taşımaktadır. Tezde, yayını çıkaranın kimliği, yayın politikası, dönemin siyasi iktidarıyla ilişkisi, basın hukukundaki düzenlemeler, finans kaynakları, ticari kurumlar ile olan ilişkileri, gazetelerden yararlanılırken göz önünde tutulmaya çalışılmıştır. Bu çalışmada 1907'den başlamak üzere öncelikle çalıştığı gazeteler ve dönemin bazı gazeteleri taranmıştır. Bu bağlamda 1907 Sabah, 1908 Yeni Gazete, 1914-1916 Tanin'in bazı sayıları, 1916-1917 Sabah, 1917-1923 Vakit, 1923-1925 Vatan, 193610 1938 Tan ve Cumhuriyet koleksiyonları ve dönemin diğer gazetelerinden bir kısmı incelenmiştir. Gazete kolleksiyonların tam olmaması nedeniyle ulaşılamayan sayılar, başka arşiv ve kütüphanelerle karşılaştırılarak okunma yoluna gidilmiştir. Döneme ait literatür ve anılar gözden geçirilmiştir. Veri toplama aşamasında Ahmet Emin'in hayatta olan akrabalarından Nur Yalman ve Şen Yalman ile görüşülmüştür. Bu süreçte, ayrıca Orhan Koloğlu ve Selami Akpınar'a başvurulmuştur. Tez beş bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Ahmet Emin'in hayatı, ailesi, çocukluğu, eğitimi hakkında bilgi verilmektedir. İkinci bölümde Ahmet Emin'in II. Meşrutiyet döneminden Mondros Mütarekesi sonrasına kadar, gazetecilik faaliyetleri ve siyasi iktidar ile ilişkisi üzerinde durulmaktadır. Bu bölümde II. Abdülhamid döneminde izlenen basın politikası, İT'nin iktidara gelmesi, I. Dünya Savaşı sırasındaki Ahmet Emin'in Sabah ve Vakit'te izlediği yayın politikası ele alınmıştır. I. Dünya Savaşı sonunda İT'nin iktidarını kaybetmesi ve Hürriyet ve İtitlaf Fırkası'nın iktidara gelmesi karşısında Ahmet Emin'in tutumu ve bu bağlamda Sabah başyazarı Ali Kemal ile girdiği polemiğe yer verilmiştir. Üçüncü bölümde Milli Mücadele'nin başlamasından Lozan Anlaşması'na kadar olan dönem incelenmektedir. Bu bölümde Ahmet Emin'in Ankara Hükümeti ile ilişkisi ele alınmaktadır. Mondros Mütarekesi sonrasında ülkenin içinde bulunduğu durum, “Amerikan mandası” tartışmaları ve Ermeni sorunu, işgallerin başlaması sonrasında Anadolu'daki örgütlenme, basının bu örgütlenmedeki rolü ve önemi, İstanbul basının tutumu, Ahmet Emin'in Malta sürgünlüğü, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılması siyaset ve basın alanındaki gelişmeler özetlenmiştir. Dördüncü bölümde Lozan Anlaşması'nın imzalanması sürecinde Meclis'te ve basında ortaya çıkan görüş ayrılıkları, 1923'te Vatan'ın yayın hayatına girişi, İstanbul basını ve özellikle Ahmet Emin'in Vatan'daki muhalif tutumu ve 1925'te gazetecilikten uzaklaştırılma süreci incelenmiştir. Beşinci bölümde ise gazetecilikten uzaklaştırıldığı dönemdeki ticari hayatı ve gazeteciliğe tekrar dönüşü ele alınmıştır. Ahmet Emin'in II. Dünya Savaşı yıllarında Tan'da izlediği yayın politikası ve Yunus Nadi ile girmiş olduğu polemiğe yer verilmiştir. 11 I. BÖLÜM: Ahmet Emin Yalman ve Dönemi I. Hayatı A. Çocukluğu Ahmet Emin'in hayatının bir kesitini sunmayı amaçladığımız bu bölümde çocukluğu, yetiştiği ortam, eğitimi üzerinde durulmaktadır. İlerleyen bölümlerde daha ayrıntılı ele alındığı için gazetecilik hayatı burada sadece genel hatları ile verilmekle yetinilmiştir. Ahmet Emin Yalman, 14 Mayıs 1888’de Selanik’te, Osman Tevfik Bey ve Hasibe Hanım’ın çocuğu olarak dünyaya gelmiştir.14 (EK-1) Babası, Osman Tevfik Bey, İdadi, Sanayi Mektepleri ve Askeri Rüştiye gibi okullarda “yazı” ve “tarih” dersi vermekte olup, Mustafa Kemal’in de Rüştiye’de iken öğretmeni olmuştur. Ahmet Emin’in çocukluğu Selanik’te geniş bir aile ortamında geçmiştir.15 Çocukluk yıllarında, amcasının muhafazakarlığı ile babasının ilerici yönleri arasında 14 Ahmet Emin Erkek kardeşleri Rıfat, Mustafa, Vacit, kızkardeşleri Nigar (Paris Başkonsolosu Galip Şevki Bey ile evlenmiştir), Sabiha (Zapçı), Sehavet (Terem) ve Belkıs (Bayçu)'tır. 15 Ahmet Emin “Sabetaycı” bir aileye mensuptur. Sabetaycılık, 17. yüzyılda yaşayan Sabetay Sevi'nin etrafında oluşan Musevilikten Müslümanlığa dönmüş cemaat için kullanılmaktadır. Salahattin Galip, Türkiye'de Dönmeler ve Dönmelik, Kıraçlı Yayınları, İstanbul, 1977, s 118. Cemaat Sevi'den sonra Yakubiler, Karakaşlar ve Kapancılar olmak üzere üç gruba ayrılmıştır. Ahmet Emin Yalman'ın ailesi Yakubiler (Hamdi Beyler de denilir) koluna mensuptur. Kurallara bağlı olarak yaşayan Yakubiler, genç neslin çağın şartlarına uygun yaşam ve eğitim yönündeki taleplerin etkisi ile, katı bağlarını gevşetmiştir. Galip, a.g.e., s 118. Modern eğitim kurumları, yabancı dil öğrenmeye verdikleri önem ile Batı ile güçlü ilişkiler kurabilmişlerdir. Çocuklarının eğitimi için İstanbul'da Fevziye Lisesi ve Şişli Terakki Lisesi'ni açmışlardır. Ahmet Emin de kısa bir süre Feyziye Okulu'na gitmiştir. Bu noktada literatürde Ahmet Emin'in Sabetaycı kökeninin üzerinde çokca durulduğunu belirtmek gerekmektedir. Biz bu çalışmada sadece basındaki polemiklerinde ve yurtdışında kendisi hakkında yazılan bazı bilgilerde Ahmet Emin'in “dönme” (Sabetaycılığın bir başka anlatımı olan) olduğuna yer verildiğini gördüğümüz için burada üzerinde durma gereği duyduk. 1937'de Yunus Nadi ile polemiğe girdiği dönemde Nadi, Ahmet Emin'i “dönme” olarak nitelemiştir. (Bkz Yunus Nadi, Ahmet Emin Yalman'a”, Cumhuriyet, 22 Ekim 1937.) Uluslararası kaynaklarda da Ahmet Emin'in kimliğinin bu yanı üzerinde durulmaktadır. İngiliz Büyükelçisi'nin sunduğu raporlarda da Ahmet Emin'in “dönme kökenine dikkat çekildiği görülmektedir. Hatta Ahmet Emin tanıtılırken “dönme kökenli olduğu için meslektaşları arasında takdir edilmediği” ifadelerine yer verilmiştir. Foreign Office, 424-288044 (Part 2, 1948); 1953 ve 1957'deki yazılanlarda da “dönme”liğe değinilmeden geçilmemiştir. FO 424-293-001 (Part 7, 1953); FO 424-296-297 (Part 11, 1957) Yine Bilal Şimşir çalışmasında Malta yıllarında İngiliz Yüksek Komiseri'nin Ahmet Emin hakkında “dönme”liğini dile getiren bir rapor yazdığını belirtmektedir. Bilal Şimşir, Malta Sürgünleri, BilgiYayınları, 2. Baskı, Ankara, 1985, s 67. 12 kalmış, amcasına bağlılığına karşın, ilerleyen dönemde babasının etkisi ağır basmıştır. Ahmet Emin, ismini Alay Emin'i olan büyükbabasından almıştır. Amcası Abdurrahman Nafiz Efendi'nin Ahmet Emin adını verdiği bir oğlu olmuş ancak bir yıl yaşamıştır. Amcası bunun üzerine kendisini evlat olarak kabul etmiştir. Ahmet Emin, İstanbul'a taşınıncaya dek amcasının evinde kalmıştır. Anılarında amcasını, “azami muhafazakar” olarak tanımlamakta ve namaz kılan, geleneklere son derece bağlı bir insan olarak resmetmektedir. Babası ise modayı takip eden, şiirden, müzikten, tiyatrodan hoşlanan, yeniliğe açık bir kişidir. Ahmet Emin aralarındaki bu farklılığa rağmen babasının ve amcasının birbirlerine son derece saygılı olduklarını kaydetmektedir. Anılarında, “Amcamın tatlı ve rahat alemini çok çekici bulmakla beraber, buna uzun zaman bütün bütün bağlı kalamadığını” yazmaktadır. 16 Ahmet Emin’in kişiliğinde, canlı bir kültürel ve ekonomik yaşama sahip Selanik şehri oldukça etkili olmuştur. Selanik, o dönem “memleketin Batı'ya açılan penceresi”dir.17 Özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra hızla kapitalistleşme sürecine giren şehir, canlı bir eğitim ve kültür merkezi haline gelmiştir. Yüzyılın başında Selanik'te 3 Fransızca, 6 Ladinoca, 4 Rumca, 4 Türkçe, 2 Bulgarca ve 1 de Rumence gazete yayınlanmaktadır.18 Avrupa’daki mali başkentler ile kurduğu ilişkiler dolayısıyla şehir hızla gelişmiştir. Yabancı yatırımcılar aracılığıyla birçok banka, sigorta kuruluşu Selanik’e, diğer Osmanlı şehirlerine göre, erken bir tarihte girmiş, 20. yüzyılın başında tekstil, matbaa, kağıt, çivi, sabun, ipek, tütün ile ilgili büyük tesisler kurulmuştur. Yalman, “20. yüzyılın başlarındaki Selanik en koyu manasıyla bir Türk şehri idi. Anavatanın çok canlı, çok hassas bir parçasıydı”19 diye yazmaktadır. Ancak Selanik bu dönemde sınıfsal ve etnik bakımdan kozmopolit kent niteliği taşımaktadır. Tekeli ve İlkin, Selanik'in 1908'lerde nüfusunun % 27'nin Müslüman, % 40'ının 16 Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, C. 1 (1888-1918), Rey Yayınları, İstanbul, 1970 s 22. 17 Ahmet Emin, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, C. I, Rey Yayınları, İstanbul, 1970, s 11. 18 Tevfik Çavdar, Talat Paşa, İmge Kitapevi, Ankara, 1993, s 46. 19 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 11. 13 Yahudi, % 13'ünün Rum, % 3'ünün Bulgar, % 17'inin başka ülkelerin tebaası olduklarını belirtmektedir.20 Selanik, farklı milletleri ve dinleri bir araya getiren Makedonya bölgesindeki siyasal gelişmelerin de merkezinde bulunmaktadır. 19. yüzyılda hızla yayılmaya başlayan milliyetçilik akımları sonunda Osmanlı, Sırp, Bulgar ve Arnavutların bağımsızlık talepleri ile karşı karşıya gelmiştir. Özellikle Türk subayları burada uyanan milliyetçilik akımları karşısında milli bilinçlerinin farkına varmaya başlamışlardır. Ahmet Emin tanık olduğu siyasal karmaşayı şöyle anlatmaktadır: “Selanik galeyan ve gizli isyan içinde bulunan Makedonya'nın bir parçasıydı, hatta can damarıydı. Dağlardaki çarpışmalar, kundaklamalar bazen şehrin içine kadar sıçrıyordu. Silah sesleriyle uyandığımız geceler eksik olmuyordu. Komiteciler tarafından Osmanlı Bankası'na bomba atılması, limanda bulunan bir Fransız vapurunun kundaklanması yolunda hareketler ortalığa vakit vakit dehşet saçıyordu. Fakat sansür, gazetelerin bunlardan bahsetmelerine meydan bırakmıyordu.”21 Ahmet Emin anılarında anlattığına göre yazı hayatı, daha dokuz yaşında iken kendi el yazısı ile hazırladığı on iki sayfadan oluşan Niyet adlı gazete ile başlamaktadır. Ahmet Emin, Niyet'i yayınlamaya bir iki yıl devam ettiğini, daha sonra adının Semere-i Say-ı Etfal (Çocukların Çalışmalarının Meyvesi) olarak değiştirdiğini belirtmektedir.22 Babası Osman Tevfik Bey de gazeteciliğe ilgi duymuş, 1896’da Razva-i Edeb ve Mütalaa adlı edebi dergiler yayınlamıştır. Yine amcasının damadı olan Fazlı Necip Bey de Asır isimli bir gazete çıkarmıştır. Ahmet Emin, Niyet'in bu dönemde yakın akrabalarından Necip Fazlı Bey'in çıkardığı Asır, babası Osman Tevfik Bey'in yayınladığı Mütalaa dergisinden daha önce yayınlamış olduğuna dikkati çekmektedir.23 Özellikle babası Osman Tevfik Bey tarafından Selanik'te çıkarılmakta olan Mütalaa, o sırada, Tevfik Fikret, Hüseyin Cahit (Yalçın), Halit Ziya (Uşaklıgil) 20 Tekeli İlhan, İlkin Selim, “İttihat ve Terakki Hareketinin Oluşumunda Selanik’in Toplumsal Yapısının Belirleyiciliği”, Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi, I.Uluslararası Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi Kongresi Tebliğleri, Hacettepe Üniversitesi, Temmuz 11-13 1977, Ankara, 1980. 21 Ahmet Emin, a.g.e., C. I., s 34. 22 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s. 18. 23 Ahmet Emin, “Niyet, Fazlı Necip Bey tarafından kurulan ve önceleri haftada yalnız üç defa, sonra her gün çıkan Asır gazetesinden ve bundan üç ay sonra babamın kurduğu Mütalaa gazetesinden daha evvel başlamıştı” diye yazmaktadır. Ahmet Emin, a.g.e., Cilt I, s 18. Osman Tevfik Bey Mütalaa dergisini 1896'da çıkarmıştır. Ahmet Emin, 1888 doğumlu olup 1897'de 9 yaşında olduğuna göre babasının dergisi, Niyet'ten önce yayın hayatına girmiş olmalıdır. 14 gibi önde gelen yazarların İstanbul'da sansür nedeni ile yayınlanamayan yazılarına yer vermekte olması bakımından önemli bir yayın organıdır. Ahmet Emin, okul dışındaki bütün zamanını geçirdiği Mütalaa'nın kendisi için “mükemmel bir mektep” olduğunu belirtmektedir. B-Eğitimi Ahmet Emin ilk önce Şeyh Maruf Efendi’nin özel okuluna gönderilmiştir. Okulun kurucusu Maruf Efendi, Rufai Tekkesi şeyhi olup, Ahmet Emin tarafından, “O zamanki Selanik’in atılgan, geniş görüşlü, ilerleme sevdalısı, hatırı çok sayılır bir siması” olarak tanıtılmaktadır.24 Bir yıl sonra ise 1894’te daha iyi bir okul olan, bugün Işık Lisesi olarak bilinen, “Feyz-i Sıbyan” Okulu'na25 kaydolmuştur. Ancak “kendisini çok sarmayan, öğrenme merakını geliştirmeyen”26 Feyz-i Sıbyan Okulu'ndan üç sene sonra alınarak, 1897’de Mustafa Kemal’in de okulu olan Selanik Askeri Rüştiyesi’ne27 gönderilmiştir. Babası Osman Bey de aynı okulda yazı dersleri vermektedir. Okul II. Abdülhamid yönetiminin kontrolü altında olup, Ahmet Emin ilk kez burada II. Abdülhamid yönetiminden duyulan hoşnutsuzluk ile karşı karşıya gelmiştir. Ancak okuldan diploma almasına iki ay kala coğrafya öğretmeni ile yaşadığı sorun nedeniyle okuldan ayrılmıştır. Ahmet Emin’in dördüncü okulu Selanik Alman Mektebidir.28 24 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s. 15. Selahattin Galip, “dönme”lerin çocuklarını Türk okullarına vermemiş olmak için Feyziye Lisesi'ni açtıklarını yazmaktadır. Galip, Türkiye'de Dönmeler ve Dönmelik, Kıraçlı Yayınları, 1977, İstanbul, s 132. Fevziye Lisesi, 1885’te ilk önce dört sınıflık bir ilkokul olarak Selanik’te kurulmuştur. Kurucuları Mısırlızade Mustafa Tevfik, Kitapçı Mustafa, İsmail İpekçi, Mehmet Karakaş, Mustafa Cezzar ve Avukat Mustafa Faik Efendilerdir. Gazetecilik yapan ve ilk Osmanlı Mebusan Meclisi azasından olan Radoviçli Mustafa Bey de Maarif Müdürü olarak hizmet etmiştir. Okul daha sonra Feyziye adını almıştır. Şemsi Efendi’nin İlkokulu da daha sonra bünyesine katılmıştır. 1900-1901 yılları arası okul mali buhrana girince birkaç zengin kişinin okulun idare heyetine girmesi sağlanmış, okul müdürlüğüne de Cavit Bey (Eski Maliye Nazırı) getirilmiştir. Okul Balkan Savaşları ile, işgal sırasında güç durumda kalınca İstanbul’a taşınmıştır. 1917’de Okul Müdürlüğü’ne Nakiye Hanım getirilmiştir. Özel Işık Lisesi, Kısa Tarihçe ve Kutlama Haftası, Yenilik Basımevi, İstanbul, 1975. 26 Ahmet Emin, a.g.e., C.I, s 23. 27 Osman Ergin, Askeri Rüştiyelerde, “tedrisat mülki rüştiyelerden daha muntazam ve daha disiplinli olduğunu”, bu rüştiyelerden mezun olanların askeri idadilere girmek mecburiyeti olmadığını bunun için bir kısım mezunun hayata atılıp, memuriyeti seçtiklerini belirtmektedir. Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, Eser Kitabevi, İstanbul, 1977, s. 507. 28 Alman Lisesi, 1868’de İstanbul’da kurulmuştur. Laik nitelikte ve paralı olduğu için daha çok toplumun üst kesimlerine hitap etmekte, Türk bürokratları çocukları için bu okulları tercih 25 15 Babasının 1903 yılında İdare-i Mahsusa’da görev alması ile ailesi İstanbul’a taşınmış, Ahmet Emin de İstanbul'daki Beyoğlu Alman Mektebi'ne kaydolmuştur. Okul, Alman, İsviçre ve Avusturyalı ailelerin, özellikle de Şark Demiryolları yabancı personelinin çocukları için kurulmuş olup, Türk öğrencilerin sayısı azdır. Alman Dışişleri Bakanlığı’ndaki Dış Okullar Dairesi tarafından idare edilen, eğitim ve yönetim kadrosu dikkatle seçilen Alman Mektebi'nde, Almancadan başka, Fransızca, İngilizce de öğretilmektedir. Ahmet Emin daha önceden Fransızca bildiğini, İngilizceyi ise bu okulda öğrendiğini ve bu sayede 1907’de Sabah'ta tercüman olarak çalıştığını aktarmaktadır.29 Okul müdürü ve aynı zamanda edebiyat hocası olan Dr. Schwatlo, İngilizce hocası Dr. Giese ve Almanca hocası Prof. Ludwig Szamatolski Ahmet Emin’in deyimi ile “hayatında en çok iz bırakan” hocalar olmuştur. Ahmet Emin almış olduğu güçlü eğitim dolayısıyla Almanca, Fransızca ve İngilizceye son derece hakim olup, ilerleyen yıllarda, yurtdışındaki gazetelerde bu dillerde yazılar kaleme almıştır. Beyoğlu Alman Mektebi’nde okurken bir yakının evlerine bıraktığı ve içinde Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre, Cezmi adlı romanı başta olmak üzere dönemin diğer yasaklanmış kitaplarıyla erken yaşlarda karşılaşması, Ahmet Emin'in Padişahın politikasına muhalif aydınların düşünceleriyle tanışmasında etkili olmuştur. Bu yıllarda Ahmet Emin’in düşünce ve inançları değişmeye daha doğrusu etrafında olup biten siyasal karmaşadan ve II. Abdülhamid yönetiminin getirdiği hoşnutsuzluktan daha çok haberdar olmaya başlamıştır. II. Abdülhamid yönetiminin getirdiği baskı ortamı, jurnalcilik ve basın üzerindeki sıkı denetiminin yanı sıra Yemen’deki isyanı bastırmak için giden askerlerin dramına da tanık olmuştur. Bu etkiler altında Askeri Rüştiye'den sınıf arkadaşı olan Başçavuş Hüseyin Bey'in kendisini ikna etmesi ile İT'ye katılmıştır. Ahmet Emin, Alman Mektebi'ni bitirdikten sonra İstanbul Hukuk Fakültesi'ne kaydolmuştur. Üç yıl devam ettiği okulu, bir yandan Babıali Tercüme etmektedirler. Vahapoğlu, 1870 sonrası kapitalizme geçen Almanya’nın, daha çok Mezopotamya ve Filistin üzerinde etkili olmak istediklerini, benzer Alman okullarının Hayfa, Yafa, Kudüs ve Betlehem’de de kurulduğunu belirtmektedir. Lutheran misyonerlerin daha çok Almanca eğitim yapan okulları örgütlediklerini ancak onların faaliyetlerinin diğer misyonerler kadar etkili olmadığını da söylemektedir. Hidayet, M. Vahapoğlu, Osmanlı’dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1990. 29 Ahmet Emin, a.g.e., C. I,. s .37. 16 Odası'nda çalışmaya başlaması bir yandan da Sabah'ta gazeteciliğe devam etmesi nedeni ile bitirememiştir. 1911'de Ahmet Emin, Milli Eğitim Bakanlığı'nın açtığı sınav sonucu, Cevat Eyüp (Taşmen, sonra Petrol Araştırmaları Müdürü), Abdullah Hamdi (Toker, Elektrik İdaresi Umum Müdürü), Ahmed Şükrü (Esmer, Profesör ve gazeteci), Nikola Ağnidi'den oluşan beş kişi ile Amerika'da üniversite eğitimi hakkı kazanmıştır. 5 Şubat 1911’de Amerika’da Columbia Üniversitesi Siyasi İlimlere sosyoloji okumak için kaydolmuştur. Okulda bulunduğu süre içinde Prof. Charles Beard’ın Amerikan Meşruiyetinin Tarihi, Prof. Farrand’ın Sosyal Antropoloji, Prof. Franklin Henry Giddings’in Sosyoloji, Prof. Robinson’un İngiliz İktisadi Tarihi, Prof. Shotwell’in Dinde İhtilal gibi dersleri almış, Prof. Gottheil ve Prof. Seligmann gibi hocalarla da yakın ilişkiler kurmuştur. Üniversite eğitimi sırasında Amerikan hayat tarzını yakından öğrenme fırsatını bulmuştur. Ayrıca buradaki eğitimi sırasında misyoner faaliyetleri ile karşı karşıya gelmiştir. Misyoner guruplarının katı tavırları karşısında Ahmet Emin iki Amerika olduğunu söylemektedir: “Birisi Üniversitede bana nurlu ufuklar gösteren Giddings, Robinson, Shotwell gibi hocalarımın Amerikası, diğeri Bryan’ın Hariciye Nazırı olmasına imkan veren, buna tahammül eden cahil politikacıların, demagogların Amerikası.”30 Öğrenciliği sırasında Amerika’da çıkmakta olan Almanca gazetelerden Staatszeitung’a yazılar yazmış, Alman basın kulübüne ve bazı Alman cemiyetlerine üye olmuştur. Ayrıca Amerika'da bulunduğu sırada farklı bölgelerde yaşayan Osmanlı'dan gelen göçmenlerle bağlantı kurmuştur.31 Göçmenlerin Amerikan yaşamına ne kadar 30 31 Ahmet Emin, a.g.e., C.I, s 172. Amerika'da Peabody, Chicago, Manchester ve diğer yerlerde yaşayan göçmenlerin yaşam seviyeleri, nerelerden geldikleri ve ne tür işlerde yaşadıkları üzerinde durmuştur. Amerika'da yaklaşık kırk bin kadar Türk yaşadığını belirten Ahmet Emin, bu kişilerin daha çok köylerden gelerek fabrikalarda, demiryolu inşaatında işçi olarak çalıştıklarını kaydetmektedir. Büyük şehirlerden gelenler daha çok büyük şehirlerde yaşamayı tercih etmekte olup, eğitim görenler de azdır. İşçilerin iş ve yaşam koşulları, gündelik hayatları hakkında ayrıntılı bilgiler vermektedir. Genellikle kırsal kesimden gelen göçmenlerin neden Amerika'daki yaşama uyum sağlayamamaları üzerinde durduğu konulardandır. Naki Konyalı, “Ahmet Emin Yalman'ın Kaleminden Amerika'daki Göçmen Türkler”, Toplumsal Tarih, Ağustos 2001, S. 93, C. 16, s 26. 17 uyum sağladıkları, nasıl ve ne tür etkiler altında yaşadıkları üzerine yaptığı gözlemlerini “Amerika'da Türk Muhacirler” başlığı altında yayınlamıştır.32 Yine Türkiye’de yayınlanmakta olan Yeni Gazete’ye sonra da İkdam’a “Amerika Mektupları” başlığı altında yazılar göndermiştir. 1912 yazında Columbia Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra, Columbia Pulitzer Gazetecilik Okulu'na kaydolmuştur. Okulun ilk müdürü Mardin’de doğan ve on altı yaşına kadar orada yaşamış olan Dr. Talcott Williams’tır. Williams ile kurduğu yakın ilişki daha sonra küçük şehirlerdeki gazeteler kadar Amerika'nın önde gelen gazeteleri ile tanışma ve kısa dönemli çalışma fırsatını vermiştir. Williams, Amerika’nın her tarafında çıkan yerel gazetelerce kurulan National Editorial Association’ın (Milli Gazete Editörlüğü Cemiyeti) her yıl düzenlenen kongresinin Colorado Springs ve Houston'daki toplantılarına kendi yerine Ahmet Emin'i göndermiştir. Williams'ın hazırladığı bu program, Ahmet Emin'in Amerika'da yayınlanmakta olan birçok gazete ve dergide gözlem yapmasına ve yazılarının yayınlanmasına yardımcı olmuştur. Bu ziyaretleri sırasında, Ahmet Emin'in Inter Ocean, St Louis Post-Dispatch, Globe, Republican, Herald, Christian Science Monitor gibi gazetelerde yazıları yayınlanmış, Amerika’dan ayrılmadan önce New York Evening Post’un Türkiye muhabiri olmuştur. Talcott Williams'tan, The Development of Modern Turkey As Measured By It's Press (Modern Türkiye’nin Gelişmesinin Basın Yoluyla Ölçülmesi) başlıklı doktora tezinin hazırlanması sırasında da yardım görmüştür. Tezi, Siyasi İlimler Fakültesi'nin yayını olarak basılmış ve Amerikan basını, kitap ile ilgili olumlu eleştirilerde bulunmuştur.33 Ahmet Emin'in doktora tezi Türk basını üzerine yapılan ilk akademik çalışma olması bakımından ayrı bir öneme sahiptir. 1914'te İstanbul’a dönüşünde Ahmet Emin, asker olmak için önce Harbiye Mektebi'ne giderek kendini yedek subay yazdırmak istemiştir. Yapılan muayene sonucu 47 kilo olduğu için, “askerliğin yorgunluğuna tahammül ve takatı olmadığı gerekçesi ile “geçici olarak askerlik mesleğinden ihraç” raporu almıştır.34 32 Ahmet Emin, “Amerika'da Türk Muhacirler”, Darülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası, 1918, Numara 2, s 179-188. Bakınız Naki Konyalı, a.d.m. 33 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 200. 34 Ahmet Emin, Yakın Tarihte....,C. I, s 210. 18 Eğitim Bakanlığı'na başvurusu sonrasında “Bin kuruş maaşla Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) Felsefe Tarihi Muallim Muavinliği'ne” atanmıştır. Felsefe eğitimi almadığı yönünde itirazda bulunması üzerine, Darülfünun’da Ziya Gökalp Bey'in sosyoloji, Mülkiye’de de Hasan Bey'in istatistik derslerine asistanlık etmesine karar verilmiştir. Darülfünun İçtimaiyat Kürsüsü'nde çalışmaya başladığı sırada Tanin’in başyazarı Muhittin Bey'den (Birgen) gelen teklif üzerine Tanin'in kadrosuna katılmıştır. Ziya Gökalp'in İttihat ve Terakki'nin “merkez-i umumisi”nde üye olması ve Tanin’in de İttihat ve Terakki'nin yayın organı olması dolayısıyla üniversiteden kolayca izin almıştır. Tanin'de çalışırken Alman cephelerine gönderilmiştir. Dönüşünde aldığı teklif üzerine Sabah'ta başyazar olarak çalışmaya başlamıştır. 22 Ekim 1917'de ise Mehmet Asım Us ile Vakit gazetesini çıkarmış ve bu gazetenin başyazarlığını üstlenmiştir. Mondros Mütarekesi sonrasında Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanması gündeme geldiğinde aydınlar, İngiliz ve Amerikan mandasının kabul edilmesi gerektiği yolunda kamuoyu oluşturmaya başlamışlardır. Ahmet Emin de 1918'in sonunda kurulan Wilson Prensipleri Cemiyeti'nde çeşitli faaliyetlerde bulunmuş ve bu dönemde gazetede Amerikan müzaheretinin sağlanması, yabancı uzmanlar getirilmesi ve idare sisteminin yeniden yapılanması yönünde yazılar kaleme almaya başlamıştır. Ahmet Emin, Amerikan mandası savunduğu gerekçesiyle ilerleyen yıllarda da sıkça eleştirilmiştir. Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na muhalifliği nedeniyle İttihatçılarla birlikte 1919'da gözaltına alınmıştır. Ali Kemal başta olmak üzere Damat Ferit Paşa'ya karşı yazdığı yazılar nedeniyle 17 Nisan 1919'da Kütahya'da üç ay ikamete mecbur edilmiştir. 1920'de ise İstanbul'un işgali ile İngilizler tarafından Malta'ya sürgüne gönderilen İttihatçılar arasında yer almıştır. Ahmet Emin'in Malta'da olduğu süreçte gazetenin yönetimini Mehmet Asım (Us) üstlenmiştir. Vakit, Anadolu'daki direnişe destek veren bir yayın çizgisi takip etmiştir. Ahmet Emin, Malta dönüşünde Ankara'ya giderek yönetim ile yakın ilişkiler kurmuştur. Lider ve kadrosu ile yaptığı röportajları gazetesinde yayınlamış ve ardından Anadolu'daki cephelerde yaptığı inceleme ve gözlemleri kaleme almıştır. Ankara Hükümeti ile olan bu dayanışma ve işbirliği 1922'de Halk Fırkası'nın kurulması haberlerinin gazetelerde yayınlanmaya başlayıncaya kadar devam etmiştir. 19 1923'te ortağı Mehmet Asım ile arasındaki bir anlaşmazlıktan dolayı gazeteden ayrılarak, Vatan'ı yayınlamaya karar vermiştir. Babası Osman Tevfik, kardeşi Mehmet Rıfat, Enis Tahsin (Til), Ahmet Şükrü (Esmer) ile komandit bir şirket kurmuştur. Vatan'ın ilk sayısı 26 Mart 1923'te çıkmıştır. Ankara yönetimini eleştiren İstanbul basını içinde yer alan Vatan, Halk Fırkası'nın kurulması, Ankara'nın başkent olması, Cumhuriyet'in ilanı, Mustafa Kemal'in yetkileri gibi konularda Ankara ile çatışmalara girmiştir. Halk Fırkası'na karşı 17 Kasım 1924'te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı desteklemiştir. 1925'te çıkan Şeyh Sait isyanı ile Takriri Sükun Kanunu'nun kabulü sonrasında Vatan süresiz olarak kapatılmıştır. Ahmet Emin İstiklal Mahkemeleri'nde yargılanmış ve affedilmesi halinde gazetecilik yapmayacağına söz vermesi üzerine gazetecilik hayatından uzaklaştırılmıştır. Tekrar gazeteciliğe dönmesi 1936'da Mustafa Kemal ile karşılaşması ve kendisine izin verilmesinden sonra olacaktır. Bu süreçte ticaret hayatına atılmıştır. Ankara'da bulunan Amerikan Ticaret Ataşesi Jullian Gillespie aracılığı ile, Goodyear, Dodge Brothers, Caterpillar gibi önemli Amerikan firmalarının Türkiye'deki bayiliğini üstlenen TATKO (Otomobil, Lastik ve Traktör Komandit Şirketi) adlı bir şirket kurmuştur. Ahmet Emin 1925'ten itibaren iş bağlantıları ile ilgili olarak her yıl Amerika'ya gitmiştir. Yine bu süreçte Amerika'da üretim yapmakta olan Curtis Havayolları ile anlaşarak Türkiye'de bu şirketin acenteliğini üstlenme ve Kayseri'de kurulacak bir uçak fabrikasında Wright motorlarının üretilmesi gibi projelerle ilgilenmiştir. Ancak bu proje hayata geçirilememiştir. Gazetesi kapalı olduğu sırada çeşitli romanlar çevirmiştir. Amerika'daki Carnegie Barış Vakfı’nın hazırladığı, I. Dünya Savaşı'nın sosyal ve iktisadi sonuçlarına dair hazırlanan otuz ciltlik eserin Türkiye’ye dair bölümü yazması Yalman’dan talep edilmiştir. Kitap Dünya Savaş'ında Türkiye başlığı ile yayınlanmıştır. 1936'da Ankara Karpiç Lokantası'nda Mustafa Kemal ile karşılaşması sonrasında gazeteciliğe dönme izni verilmiştir. Ahmet Emin önce haftalık siyasi bir gazete olan Kaynak'ı yayınlamış ancak gazetenin ilgi görmemesi üzerine, İş Bankası'na ait olan ve zarar ettiği için elinden çıkarmak istediği Tan'ı, matbaası ile satın almıştır. Ortakları Halil Lütfi Dördüncü ve Zekeriya Sertel olup, Ahmet Emin'in yakın akrabaları da sermaye koyarak, Gazetecilik ve Neşriyat Türk Anonim Şirketini 20 kurmuşlardır. Tan, ismi ve eski kadrosunda değişime gitmeden, yeni sahipleri ve kadroya katılan gazetecilerle 1 Ağustos 1936'da yayın hayatına atılmıştır. Tan'da, Sertellerle birlikte Almanya ve İtalya'da yükselen faşizmin eleştirisini yapmıştır. Mustafa Kemal’in hastalığına dair bilgilerin gizli tutulmasına karşın, sağlığı üzerine 7 Ağustos 1938'de yazdığı yazı nedeniyle gazete 9 Ağustos'tan 9 Ekim 1938'e dek üç ay kapatılmıştır. Bu yazı ile ortaklar arasında var olan anlaşmazlık su yüzüne çıkınca Ahmet Emin gazeteden ayrılmıştır. Bayar’ın, New York Sergisi'nde Türk Pavyonu'nu idare edecek komisyon üyeliği ve Yayın Müdürlüğü teklif etmesi ile 1938-1939 yıllarında Amerika’da kalmıştır. C. Diğer Faaliyetleri Ahmet Emin’in ilk içinde faaliyet gösterdiği Cemiyet, Osmanlı Matbuat Cemiyeti’dir. II. Meşrutiyet sırasında Abdullah Zühtü önderliğinde kurulan bu Cemiyet gazete ve gazetecilerin mesleki dayanışmayı tesis etmek, sorunlarını gündeme getirmek amacıyla kurulmuştur. Belli periyotlarla “Matbuat Konferanslar”ı düzenlemiştir. Ahmet Emin 1918 tarihli Vakit'te çıkan yazıda cemiyeti, “memleketin ilk meslek cemiyeti” olarak tanıtmış ve bunun diğer meslekler için de örnek olacağını yazmıştır.35 Aynı yazıda cemiyetin kuruluş amacının, gazete ve gazeteciler için maddi çıkar olmadığını, asıl amacının, “matbuatı temiz ve lekesiz bir halde bulundurmak, memleketin menfaatine ve hayatiyetine muhalif maksatlara alet olmamalarına elden geldiği kadar çalışmak” olduğunu belirtmiştir.36 Yine gazeteciliğin itibarını yükseltmek ve matbuatın hukuk hürriyetini savunmak da amaçları arasındadır. Cemiyet, gazetelerin özellikle de kağıdın dağıtımı açısından önemli bir yere sahiptir. Kağıt bu dönemde karaborsa olup, Almanya’dan alınmaktadır. 1918’de Cemiyetin Başkanı Yunus Nadi, Umumi Katibi de Ahmet Emin'dir. Alman Elçiliği aracılığı ile dağıtılan kağıdın Matbuat Cemiyeti adına gelmesi sağlanarak gerekli dağıtım buradan yapılmıştır. Gazetelerin idare memurları tarafından verilen kağıt istek fişleri Ahmet Emin tarafından kontrol edilmiştir. Hatta İleri ihtiyacının iki misli kadar 35 36 Ahmet Emin, “Matbuat Konferansı”, Vakit, 16 Şubat 1918. a.g.m 21 istekle gelmesi sonucu Ahmet Emin ile arasında küçük bir problem yaşanmış, Yunus Nadi’nin arabuluculuğu ile sorun çözümlenmiştir. Ahmet Emin'in içinde faaliyet gösterdiği bir başka oluşum da Masonluktur. Ahmet Emin, İtalya bağlantılı Macedoia Risorto locasına 1910 yılında kaydolmuştur.37 Ahmet Emin anılarında Amerika’daki öğrenciliği sırasında bazı Alman Basın Kulübü ve bazı cemiyetlerine üye olduğunu belirtmekte ancak bunların isimlerini vermemektedir. Yine Amerika’da bulunduğu sırada buradaki Osmanlı vatandaşları arasında milli birliği kurma amacıyla Columbia Osmanlı Cemiyeti’ni kurmuşlar ve başkanlığına da Leonyan adlı bir Ermeni öğrenci, ikinci yıl da Tevfik Mufarric adlı Lübnanlı bir genci getirmişlerdir. Cemiyet ayda bir konuşma, musiki geceleri düzenleme gibi sosyal faaliyetlerde bulunmuştur. Ahmet Emin’in Amerika’daki önemli etkinliklerinden biri de 1911’de Amerika’da bulunan yirmi bin kadar Türk nüfusu üzerine yaptıkları çalışmalardır. Genel olarak Salem, Peabody, Providence ve Worchester şehirlerinde çeşitli fabrikalarda çalışan Türkleri, Ahmet Şükrü (Esmer) ile birlikte okul tatillerinde ziyaret etmiştir. Daha çok Harput, Sivas, Malatya ve Samsun gibi yerlerden öncelikle ticarete atılmak için gelen Türk nüfusunun yaşam koşulları, adaptasyon sorunları gibi konular üzerinde durmuştur. 1918’de Ahmet Emin İstanbul Üniversitesi'nde bir İstatistik Enstitüsü kurarak, bir kütüphane oluşturulmasında etkin bir rol oynamıştır. Daha önce Almanya’dayken tanıştığı ve yakın ilişki içinde olduğu Amerika Büyükelçisi Elkus’un yardımıyla enstitüye Amerika’dan bir çok kitap getirtmiştir. 1919’da sürgün olarak Kütahya’ya gönderildiğinde Anadolu’da çok yaygın olan içki sorununu ele alan yazılar yazmıştır. Anılarında belirttiği üzere kendisi Dr. Fahrettin Gökay ile birlikte Yeşilay Cemiyeti'nin kurucularından biridir. 1938'den sonrası dönemi için özetle şunları söyleyebiliriz. 1945'ten sonra Ahmet Emin'in daha çok Uluslar arası oluşumlarda aktif görev aldığı görülmektedir. 1947’de temelleri atılan Dünya Liberaller Birliği'nin etkinliklerinde yer almış ve Dünya 37 Hoover Institution Archieves, (Ahmet Emin Yalman Collection) Bn: 17. 22 Liberalleri Birliği’nin idare heyetine seçilmiştir. Türkiye’ye dönüşünde Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti’ni kurmuştur. Ekim 1950’de, Amerikan Basın Enstitüsü tarafından Uluslararası Basın Enstitüsü kurulması yönünde Amerika'ya davet edilen on beş uluslararası gazetecinin arasında Ahmet Emin de yer almıştır. Bu amaçla New York’taki Columbia Gazetecilik Okulunda yapılan hazırlık toplantısını Washington, San Francisco, Teksas, Dallas, Georgia, Atlanta, Chicago gibi bölgelerin ileri gelen gazetecileri ile görüşmeler takip etmiştir. Bu toplantıların sonunda Uluslararası Basın Enstitüsü kurma kararı verilmiştir. İdare heyetinin içinde Ahmet Emin de yer almıştır. IV. Eser ve Çalışmaları Ahmet Emin'in Amerika ve Avrupa'nın büyük, önde gelen gazetelerinde olduğu kadar yerel gazetelerinde de çok sayıda makalesi yayınlanmıştır. Almanya'da çıkan Vossiche Zeitung'ta, Neue Preie, Amerika'da çıkan Almanca Staatszeitung'da sık sık yazıları çıkmıştır. St. Louis Daily Globe, Post Dispatch, Republican, Herald, Christian Science Monitor, The Daily Telegraph, The Observer, New York Evening Post, The New York Times gibi gazete ve dergilerde de yazıları yayınlanmıştır. Ahmet Emin gazetedeki yazılarının dışında çok sayıda kitap ve çeviriye de imza atmıştır. Kitaplarını, seyahat gözlemleri, hem anı hem de Türkiye'nin siyasi ve sosyal gelişimine dair eserleri ve tercüme ettiği kitaplar olmak üzere üç başlık halinde incelemek mümkündür. Seyahatlerine dair kitaplarından ilkini Havalarda 50.000 Kilometre38 ismiyle 1943'te yayınlamıştır. Ahmet Emin, 1942'de İngiltere tarafından müttefiklerin savaş durumuna dair bilgi vermesi için davet edilen beş Türk gazetecisi arasında yer almıştır. Mısır'dan başlayan ve üç buçuk ay süren Amerika, Kanada, İngiltere gezilerini bu eserinde kaleme almıştır. San Fransisko'da Neler Gördüm?39 adlı kitabında, 1945'te yapılan San Francisco Konferansı'nı yerinde izlemek üzere Dışişleri Bakanı Hasan Saka, heyet üyeleri ve gazetecilerle yapılan seyahate dair izlenimlerine 38 39 Ahmet Emin Yalman, Havalarda 50.000 Kilometre, Vatan Matbaası, 3 Cilt, İstanbul, 1943. Ahmet Emin Yalman, San Fransisko'da Neler Gördüm?, Vatan Matbaası, İstanbul, 1945. 23 yer vermiştir. 1947’de İngiltere’de bulunduğu sıradaki gözlemlerini Dünyadan Haber40 adlı iki ciltlik eserde toplamıştır. Türkiye'nin siyasal ve sosyal yaşamına dair çalışmaları arasında ilk olarak doktora tezi olarak hazırladığı The Development of Modern Turkey As Measured By Its Press41 (Modern Türkiye'nin Gelişmesinin Basın Yoluyla Ölçülmesi) sayılabilir. Kitap üniversite yayınları arasında 1914'te basılmıştır. Tez çalışmasında Osmanlı'da ilk gazetenin yayınlandığı dönemden başlayarak II. Abdülhamid dönemi ve 1908 sonrası gazetecilik alanındaki gelişmeleri 1913 yılına kadar incelemiştir. Ahmet Emin'in bu eseri, Türk basını üzerine yapılan iletişim ve özellikle de gazetecilik alanında ilk akademik çalışmadır. Alanında ilk olması nedeniyle tezini verdikten kısa bir süre sonra üniversite yayınları arasından yayınlanmış, Amerika'daki çeşitli gazete ve kitap tanıtımlarında da ilgi görmüştür. Bir diğer eseri Almanya’da Perthes Basımevi'nin siparişi üzerine Almanca kaleme aldığı Die Türkei42 adlı kitabıdır. Perthes'in bütün ülkeler hakkında bilgi vermek amacıyla hazırladığı bu serinin Türkiye cildi, Ahmet Emin tarafından 1918'de yazılmıştır. 1925’te Elazığ İstiklal Mahkemesi'nde yargılandıktan sonra gazetecilikten uzaklaştırılan Ahmet Emin, Amerika’da Columbia Üniversitesi'nde Tarih Profesörü James T.Shotwell aracılığı ile Carnegie Barış Vakfı adına I. Dünya Savaşı'na dair hazırlanan otuz ciltlik eserin, Türkiye ile kısmını yazma teklifi almış, 1200 Dolar ve masraflar için de 300 Dolar karşılığında anlaşmıştır. Kitap Turkey in The World War,43 (Dünya Savaşı'nda Türkiye) başlığı ile yayınlanmıştır. Kitap dünya basınından yakın ilgi görmüştür. 1938’de Tan’da Mustafa Kemal’in sağlığı hakkındaki yazısı sonrası gazetenin üç ay kapatılması ve Ahmet Emin’in ortaklıktan ayrılması üzerine, Gerçekleşen Rüya44 adlı kitabını yazmıştır. Kitapta, tek parti olgusu ve idari yapılanmada izlenmesi gereken yollar üzerinde durulmaktadır. Tek parti 40 Ahmet Emin Yalman, Dünyadan Haber, Vatan Matbaası, 2 Cilt, İstanbul, 1945. Ahmet Emin Yalman, The Development of Modern Turkey As Measured By Its Press, Ams Press Inc., New York, USA., 1968, 42 Ahmet Emin Yalman, Die Turkei, Perthes, Gotha, 1918. 43 Ahmet Emin Yalman, Turkey In The World War, Yale University Press ve Oxford University Press, London 1930. 44 Ahmet Emin Yalman, Gerçekleşen Rüya, Tan Matbaası, İstanbul, 1938. 41 24 uygulamasının, demokrasi ile çelişmediğini ileri sürerek savunmuştur. Devletçilik anlayışına karşı, liberal fikirler etrafında özel teşebbüs ve yabancı sermayenin gerekliliğini ileri sürmüş ve Anglo-sakson sistemine uygun rasyonel ve bireyin sorumluluğunu temel alan idari bir yapılanmaya gidilmesi gerektiği üzerinde durmuştur. Köy Enstitüleri oluşumu hakkındaki çalışması, Yarının Türkiyesi'ne Seyahat45 başlığı ile 1944’te yayınlanmıştır. Bu eserinde bizzat incelemede bulunduğu üç Enstitü'deki gözlemlerine ve oluşum hakkındaki düşüncelerine yer vermektedir. Arifiye, Hasanoğlan Enstitüleri’nde yaptığı gözlemler sonucu özgürlük ve eşitliğin sağlanması, şiddet ve baskıya dayanmayan disiplin anlayışı, deneyim ve katılıma dayalı bir eğitim olması, üzerinde en çok durduğu temalardır. “Yeni bir insan ve yeni bir vatandaş tipi yetiştirme” yolu olarak Köy Enstitüleri'ne büyük önem verir. Köy Enstitüleri'ni, ülkenin ilköğretim davası, köyü kalkındırma ve merkezden çevreye doğru giden ilerleme anlayışını, çevreden merkeze doğru yönlendirerek yeni bir vatandaş tipi yaratma amaçları doğrultusunda önemsemiştir. II. Dünya Savaşı yıllarında Ahmet Emin, Nazilerin iktidara gelmesini hazırlayan fikri temeller ve tarihsel koşullar üzerinde durarak, Hitler ve iktidarı üzerinde sosyolojik bir inceleme yapmıştır. Basındaki yazılarında da müttefiklerin yanında ve demokrat cephede yer alarak, Nazi yönetimini eleştiren Ahmet Emin Naziliğin İçyüzü adlı kitabında Nazizmi dünyanın başına felaket getiren bir kasırga olarak değerlendirmiştir. Turkey in My Time46 adlı kitabı 1956'da Amerika'da yayınlanmıştır. Yazımı 1938'de başlamış 1954'te tamamlanmış, 1956'da da basılmıştır. Kitabında kişisel tanıklıklarıyla Türkiye'nin siyasal ve sosyal değişimini anlatmaktadır. 1970'de dört cilt halinde yazmış olduğu Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim47 bu kitabın daha ayrıntılı tarzda kaleme alınmış halidir. 21 Ekim 1941’de Vatan’da yayınladığı Berraklığa Doğru48 başlıklı yirmi üç dizilik yazı nedeniyle, gazete 5 Aralık 1941’de 45 gün süreyle kapatılmıştır. Ahmet 45 Ahmet Emin Yalman, Yarının Türkiyesi'ne Seyahat, Vatan Matbaası, İstanbul, 1944. Ahmet Emin Yalman, Turkey In My Time, University of Oklahoma Press, Ohlahoma, USA., 1956, 47 Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, 4 Cilt, Rey Yayınları, İstanbul, 1970, . 48 Ahmet Emin Yalman, Berraklığa Doğru, Vatan Matbaası, İstanbul, 1959. 46 25 Emin bu yazı dizisini bir araya getirerek 1957’de gazetecilikteki 50. yılı için, Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti'nin Yayınları arasından kitap olarak çıkartmıştır. 1959'da Vatan Matbaası'nda yeniden basılmıştır. Ahmet Emin anılarında bir takım romanlar çevirdiğini belirtmektedir. Malta'da sürgünde bulunduğu zaman Hüseyin Cahit’in etkisinde kalarak onun büyük hayranlık duyduğu İtalyan yazar Anni Vivanti’nin Mariya Tarnavoskaya adlı romanını, 1925’te yargılandığı İstiklal Mahkemeleri'nden sonra gazetecilikten uzaklaştırıldığı yıllarda, para kazanmak için Amerikalı bir kadın yazarın İzdivaçta Aşk adlı romanını takma bir isimle, bir Alman macera romanını Selim Beyin Amerika Hatıraları başlığı ile çevirmiştir.49 Yine Joseph Kessel'in Aslan50, Stefan Zweig'ın Marie Antoinette51, Coronin A. J'nin Cennetin Anahtarı52 adlı romanlarını Türkçeye kazandırmış, 1940’ta Vatan’ı yeniden çıkartmaya başladığında gazete için M. H .Zal takma ismiyle İkinci Geliş başlıklı bir roman yazmıştır. Yine çevirdiği bir başka çalışma Churchill Anlatıyor53 başlığını taşımaktadır. 49 Ahmet Emin'in çevirdiği kitaplar ve bunların künyeleri Ergün Yıldırım'ın yüksek lisans tez çalışmasından alınmıştır. Ergün Yıldırım, Batılılaşma Sürecinde Bir Şahsiyet: Ahmet Emin Yalman, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1991, s 37. 50 Joseph Kessel, Aslan, (Çev:Ahmet Emin Yalman), Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul, 1964, 51 Stefan Zweig, Marie Antoinette, (Çev: Ahmet Emin Yalman), İstanbul, 1942. 52 A..J. Coronin, Cennetin Anahtarı, (Çev:Ahmet Emin Yalman), Tarihsiz. 53 Winston Churchill, Churchill Anlatıyor, (Çev:Ahmet Emin Yalman), 3 Cilt, İstanbul , 1968. 26 II. BÖLÜM: II. Meşrutiyet ve Sonrası I. Ahmet Emin'in Gazetecilik Hayatına Girişi Çalışma, Ahmet Emin'in 1918–1938 dönemini incelemekle birlikte bu bölümde Ahmet Emin'in gazeteciliğe başladığı 1907'den itibaren 1918'e temel teşkil eden dönemin siyasal olayları ve Ahmet Emin'in bu süreçteki gazetecilik faaliyetleri üzerinde durulmuştur. Ahmet Emin'in gazetecilik hayatı II. Abdülhamid'in iktidarının en sert olduğu ve muhalefetin giderek güçlendiği bir dönemde, 1907'de başlamıştır. 1876'da saltanatın başına geçen ve otuz üç yıl tahtta kalan II. Abdülhamid döneminin politikasını, azınlıkların isyanına, Avrupa devletlerinin emperyalist politikalarına54 ve iç politikadaki güçlenen İTC muhalefetine55 karşı verdiği mücadele belirlemiştir. II. Abdülhamid'in yönetimine son vererek meşruti bir yönetim kurmak ve ülkeyi kalkındırmak amacında olan İTC, devleti kurtarmak güdüsüyle hareket etmiş, 1908'den 1918'e kadar ülkenin politikasına yön vermiştir. Tunaya, İttihatçıların, 54 Güçlenen milliyetçilik olayları sonrasında 1878'de Balkanlardaki toprak kaybı imparatorluk topraklarının üçte biri, nüfusun yüzde yirmisinden fazlasına ulaşmıştır. Olaylar siyasi ve toplumsal bir çözülmeyi beraberinde getirmiş, bu bölgelerde yaşayan Müslüman halkın büyük çoğunluğu Osmanlı sınırlarına göç etmeye başlamıştır. 55 1889'da Tıbbiye'de bir grup öğrenci, Anayasa'nın kabülü ve Meclis'in yeniden açılması için İttihad-i Osmani Cemiyeti'ni kurmuşlardır. Cemiyet üyelerinin bir kısmı tutuklanırken bir kısmı da Paris'e kaçmış ve muhalefetlerini orada çıkardıkları yayınlarla devam ettirmişlerdir. Paris'teki örgütün başında Ahmet Rıza bulunmaktadır. 1906'da II. Abdülhamid'in baskı rejimine karşı Selanik'te Talat Paşa, Mithat Şükrü, Kazım Nami, İsmail Canpolat ve diğer üyeler tarafından Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kurulmuştur. Bu Cemiyet 1907'de Paris'teki İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşerek önce Terakki ve İttihat, sonra da İttihat ve Terakki (İT) ismini kabul etmiştir. Konu hakkında bkz: Tarık Z. Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, İttihat ve Terakki, Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi, Cilt 3, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000; Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, (Çev:Metin Kıratlı), TTK Yayınları, 8. Baskı, Ankara, 2000; Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki, 1908-1914, (Çev: Nuran Yavuz), Kaynak Yayınları, İstanbul, 1971; Feroz Ahmad, İttihatçılıktan Kemalizme, (Çev: Fatmagül Berktay), 3. Baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1996; Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat Terakki, İmge Yayınları, Ankara, 1998; (Anlatan) Galip Vardar, İttihat ve Terakki İçinde Dönenler, Yeni Zamanlar Yayınları, İstanbul, 2003; Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, Cilt 1, 2. Baskı, Ankara, 1963; Ahmet Bedevi Kuran, Osmanlı İmparatorluğu'nda İnkılap Hareketleri ve Milli Mücadele, Baha Matbaası, İstanbul, 1956; Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Örgüt Olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük (1889-1902), İletişim Yayınları, İstanbul, 1989; Ernest Ramsey, Jön Türkler, (Çev: Nuran Yıldız), Sander Yayınları, İstanbul, 1982; Eric Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, İletişim Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1998; Eric Jan Zürcher, Milli Mücadele'de İttihatçılık, Bağlam Yayınevi, İstanbul, 1987. Ayrıca konu ile ilgili olarak yayınlanmış pek çok hatırat bulunmaktadır. 27 vesayetçi, kendi karizmasına “iman eden”, muhalifliği vatan hainliği sayabilen, “halka rağmen devrim” yöntemine inanmış bir ekip olduklarını yazmaktadır.56 Cemiyet'in içinde kısa zamanda ayrılıklar kendini göstermiştir. Ahmet Rıza'nın liderliğindeki harekete karşı ilk karşı çıkış önce Mizancı Murad'tan gelmiştir. II. Abdülhamid bu tür ikiliklerden yararlanma yoluna giderek Jön Türklerden bazılarına görev vererek geri dönmeye ikna etmiştir. Mizancı Murat'ın Padişah'ın verdiği görevi kabul ederek İstanbul'a dönmesi, Cemiyet içinde sarsıntıya neden olurken, bu durum Ahmet Rıza'nın liderliğini daha da pekiştirmiştir. Ahmet Rıza'nın merkeziyetçi ve milliyetçi politikasına ikinci bir karşı koyuş da 1899'da Paris'e kaçan Mahmut Celalettin Paşa'nın oğlu Prens Sabahattin'den gelmiştir. Prens Sabahattin, adem-i merkeziyetçiliği ve özel girişimciliği esas tutan liberal çizgisi Cemiyet içinde bölünmeye neden olmuştur. Prens Sabahattin gurubunun II. Abdülhamid'in indirilmesi için yabancı müdahale ve şiddetin kullanılması yönündeki önerileri, Ahmet Rıza tarafından kabul edilmeyince Prens Sabahattin ayrılarak 1906'da Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti'ni kurmuştur. II. Abdülhamid, Avrupalı devletlerin politikalarına karşı, bu devletlerin kendi aralarındaki çıkar savaşlarından yararlanma yolunu başarı ile uygulamıştır. Ortaylı'nın da belirttiği gibi, milliyetçilik akımları, iç ayaklanmalar ve dış müdahalelerle hızla toprak kaybeden imparatorluk, dış politik güçler arasında denge oyunlarına başvurarak yaşamaya çalışmıştır.57 9 Haziran 1908’de İngiltere Kralı ve Rusya Çarı'nın Reval’de buluşması Osmanlı İmparatorluğu için bir dönüm noktası olmuş ve bundan sonra “hasta adam” olarak kabul edilen Osmanlı İmparatorluğu'nun paylaşılması gündeme gelmiştir. Reval görüşmeleri sonrasında Osmanlı İmparatorluğu'nun bütünlüğünü koruma politikasını “barışçı yayılma” politikası izleyen Almanya devralmıştır.58 56 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, İttihat ve Terakki, Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi, Cilt 3, iletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s 31. 57 İlber Ortaylı, II. Abdülhamdid Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, A.Ü. SBF Yayınları, Ankara, 1981, s 24. 58 Rahtmann, Alman sermayesi ve hükümetinin Osmanlı İmparatorluğu'na el atmasında, Osmanlı ordusunun eğitilmesi amacıyla Alman subay heyetinin gönderilmesi, Alman silah sanayinin Osmanlı ile yapılan karlı silah ticareti işine katılması ve Deutsche Bank kanalıyla Anadolu demiryollarının yapımı için imtiyaz alması gibi etkenleri sıralamaktadır. Lothar Rathmann, Alman Emperyalizminin Türkiye'ye Girişi, (Çev:Ragıp Zaralı) Gözlem Yayınları, İstanbul, s 29. 28 Reval görüşmesinin Selanik'te duyulması üzerine burada örgütlenmiş olan İTC eyleme geçmeye karar vermiştir. Resneli Niyazi'nin dağa çıkması, bu buluşmanın anlamını kavrayan Genç Türklerin tepkisi olarak değerlendirilebilir. II. Abdülhamid'in isyanı bastırma çabaları sonuç vermeyince 23 Temmuz 1908'de Kanun-i Esasi yeniden yürürlüğe konulmuştur. İktidara doğrudan gelmeyen İTC, uzaktan denetim ile gerektiğinde siyasete müdahale etme yoluna gitmiştir.59 Bir yandan uluslararası konjonktürdeki gelişmeler diğer yandan ülke içindeki karmaşa ve muhalefetin güçlenmesi II. Abdülhamid'in basın üzerinde baskı rejimi kurması ile sonuçlanmıştır. İskit, II. Abdülhamid'in uyguladığı baskı politikasının herkesi sindirdiğini, basının zorla hükümete mal edildiğinden bahsetmektedir. İskit, Yıldız'dan verilen direktiflerle basının nasıl kontrol edildiğini şöyle anlatmaktadır: “Bu direktifler dairesinde yazılan makale ve haberlerin basılmış sütunları Matbuat Müdürlüğü'ne gönderilir, sansür tetkik ederek çizer, çıkarır, değiştirir ve sonra imzalayarak idarehanelere gönderirdi. Bu mevaddın tek harf değiştirilmeden aynı şekilde neşri tabii idi. Bazen memurların iki defa sansür etmeye lüzum gördükleri şeyler olurdu.”60 II. Abdülhamid döneminde, 1864'te çıkarılmış olan Matbuat Nizamnamesi yürürlükte olup, çıkarılmak istenen gazetelere ruhsat verilmesi işlemlerinde Nizamname'de belirtilen hükümlere bağlı kalınmıştır. Gazete çıkarmak için ruhsat alınmasında Osmanlı vatandaşlarının Dahiliye Nezareti'ne, yabancıların ise Hariciye Nezareti'ne başvurmaları gerekmektedir. Gazetenin ismi, periyodu, hangi matbaada basılacağı, gazetenin yayın politikasının belirtilerek, gazetenin sahibi veya müdürü tarafından imzalı ve mühürlü bir senet verilmekte, yayından önce yetkili tarafından 59 Zürcher bunu padişahın halk üzerinde devam eden etkisine bağlamaktadır. İT üyelerinin yönetimi alacak kadar kendilerine güvenmemeleri de bir başka üzerinde durduğu noktadır. Eric Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, İletişim Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1998, s 141. Benzer şekilde Ahmad da, yönetimi devralmak için eğitim ve deneyimden yoksun olan İTC'nin, toplum nazarında yeterince sosyal statüye sahip olmaması ve Cemiyet üyeleri arasında elde edilen gücün nasıl kullanılacağı hakkında fikir birliği bulunmaması noktaları üzerinde durmaktadır. Feroz Ahmad, İttihatçılıktan Kemalizme, (Çev: Fatmagül Berktay), 3.Baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1996, s 9. 60 Server İskit, Türkiye'de Matbuat Rejimleri, İstanbul, 1939, s 64. 29 imzalanmış bir nüsha Matbuat Müdürlüğü'ne teslim edilmektedir. Çıkacak yayınlara hükümet aleyhinde yazıların yayınlanmayacağı şartı konulmaktadır. Demirel, kapatılan gazetelere tekrar yayın izninin, gazete sahiplerinden aleyhte yayın yapmayacaklarına dair teminat alındıktan sonra verildiğini kaydetmektedir.61 II. Abdülhamid, yurtdışına kaçmış olan Jön Türklerin faaliyetlerini sadece ülke içinde kontrol ettirmemiş aynı zamanda yurtdışında bu kişilerin çıkarmakta olan yayınlarını da takip ettirmiştir. Zaman zaman muhalif gazetelerin basılacağı matbaalara daha fazla para vererek engelleme, siyasi ilişkilerinden yararlanarak yayınlarını kapattırma,62 muhalifelere para veya devlet içinde görev vererek yanına çekme politikalarını uygulamıştır.63 Bazı gazete sahipleri ise kapatma cezaları sonucunda ekonomik zorluklarını dile getiren, Padişaha bağlılıklarını vurgulayan dilekçelerle yeniden yayınlanma taleplerinde bulunmuşlardır.64 Gazetelerde, günün siyasal ve toplumsal olaylarının tartışılması yasaklanınca gazeteler daha çok edebi, bilimsel gelişmelere yer vermeye başlamışlardır. Padişahın hayatına dair yayınlar ve içinde “hürriyet, grev, suikast, ihtilal, anarşi, sosyalizm, infilak, dinamit, hal', karmaşa, Makedonya, Kıbrıs, Girit, Yıldız” gibi kelimelerin kullanılması yasaklanmıştır.65 Koloğlu, II. Abdülhamid'in yasaklattığı kelime listelerinin çoğu kez uydurma olduğunu, hiçbir zaman böyle resmi liste olmadığını söylemekte ve uygulamadaki aşırılıkta, sansür memurlarının tutumlarının da etkili olduğunu belirtmektedir.66 İskit, çoğu zaman “gayretkeş memurların” tashih hatalarına anlam verdiklerini, eğer “bu akla gelmedik manalar fena bir şeyi ifade ederse” gazete ve dergileri hemen kapattıklarını yazmaktadır.67 Lewis, yabancı hükümdarların ölüm haberlerinin verilmesinde dahi 61 Fatmagül Demirel, II. Abdülhamid Döneminde Sansür, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2007, s 62. Demirel Stamboul, Manzume-i Efkar, Konstantinopel Handelsblatt vb gazetelerin başvurularında bu noktaları dile getirdiklerine dair örnekler vermektedir. 62 Örneğin Fransızca ve Türkçe yayınlanan Meşveret'i Fransız hükümeti ile temasları sonucu kapattırmış, Ahmet Rıza da gazetesini İsviçre'ye nakletmek zorunda kalmıştır. 63 Ahmet Emin Yalman, The Development of Modern Turkey As Measured By Its Press, Ams Press Inc., New York, 1968, s 67. 64 Fatmagül Demirel çalışmasında, İkdam'dan Abdullah Cevdet'in, Manzume-i Efkar'dan Garabet Panosyan'ın, Tercüman-ı Hakikat'ten Ahmet Mithad Efendi'nin, Sabah'tan Mihran Efendi ve Mizan'dan Mizancı Murad'ın gazetelerinin tekrar yayınlanması için Padişaha verdikleri dilekçelerden örnekler vermektedir. Dilekçelerde genel olarak, gazetecilikte verdikleri hizmet, vatan ve millet menfaatlerine bağlılık, Padişaha sadakat, gazetelerinin kapatılması ile içinde bulundukları mağduriyet noktaları üzerinde durulmaktadır. Fatmagül Demirel, a.g.e, s 77-80. 65 Server İskit, Türkiye'de Neşriyat Hareketleri Tarihine Bakış, Devlet Basımevi, İstanbul, 1939, s 129. 66 Orhan Koloğlu, Abdülhamid Gerçeği, Gür Yayınları, İstanbul, 1987, s 412. 67 Server İskit, Türkiye'de Matbuat Rejimleri..., s 67. 30 sansür uygulandığına değinerek, 1903'te Sırp Kral ve Kraliçesi'nin ölümlerinin Türk basınında mide fesadından öldükleri şeklinde verildiğini kaydetmektedir.68 Rum, Ermeni ve yabancı gazetelere de zaman zaman uyarmadan, kapatmaya kadar uzanan cezalar verilmiştir.69 II. Abdülhamid olabildiğince yabancı basına nişan, tahsisat verme yoluna giderek yayınlarını kontrol etme çabasında olmuştur. Yine yurtdışında basılan Türkiye ve Padişah aleyhindeki kitaplar, elçiliklere emir verilerek tezkip gönderme, satın alma ya da imha etme yoluna gidilmiştir.70 Dönemin basın rejimi üzerinde durulurken dikkate alınması gereken bir başka nokta II. Abdülhamid'in gazetelere yaptığı maddi yardımlardır. Bu yardımların devlet bütçesinden yapılmakta oluşu, basın ve siyasi iktidar arasındaki ilişkilere ışık tutacak niteliktedir. Zira tiraj ve reklam gelirlerinin sınırlı olduğu bir yapıda, Osmanlı basını, siyasal iktidara dayanmak durumunda kalmıştır. Genelde II. Abdülhamid'in basın üzerine uyguladığı baskı vurgulanmakta ancak basının son derece sert bir muhalefet yaptığı bir süreçte dahi devlete olan bağımlılığı yeterince irdelenmemektedir. Ahmet Emin, gazeteciliğe bu karmaşa döneminde, 1907'de Mihran Efendi'nin çıkarmakta olduğu Sabah'ta İngilizce tercümanı olarak başlamıştır. Gazetenin yazı heyetinde, Ali Reşat, Hasan Bedri Bey, Şinasi'nin oğlu Şinasi Bey, Almanca tercümanı Yüzbaşı Nuri Bey, Çanakkaleli Doktor Arif İsmet Bey, Fransızca ve Ermenice tercümanı Karnik Efendi, musahhih Acem Hüseyin Efendi ve muhabir Mithat ve Münir Beyler ile Mahmut Sadık bulunmaktadır. II. Abdülhamid'in basın üzerinde kurduğu baskı nedeniyle bu dönemdeki gazetelerde haber olarak daha çok memur atamalarına yer verilmekte, dış haberlerden büyük ihtiyatla bahsedilmekte, Türk roman ve hikayelerinin yayınlanması son dönemlerde yasaklandığı için daha çok yabancı dillerden macera romanları gibi zararsız konulardan bahseden yazılar yayınlanabilmektedir. Ahmet Emin, Sabah'ta II. Abdülhamid'in çok önem verdiği Hicaz Demiryolları'na dair Times'ta çıkan üç makaleyi 68 Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, (Çev:Metin Kıratlı), TTK Yayınları, 8. Baskı, Ankara, 2000, s 186. 69 Demirel, Ermenice Mamul gazetesinin 1879'da bir ay süreyle, Rumca Tahidromos gazetesinin 1898'de kapatılmasından bahsetmektedir. Fatmagül Demirel, a.g.e., s 68-70. 70 Server İskit, Türkiye'de Matbuat Rejimleri..., s 68. 31 çevirmesi, gazete sahibi Mihran Efendi'nin II. Abdülhamid tarafından saraya çağrılması ve iltifat görmesi ile sonuçlanmıştır.71 Ahmet Emin, anılarında, gazetede basit hikayeler çevirmeye devam ettiği bir dönemde Mahmut Sadık'ın uyarısı ile karşı karşıya geldiğini yazmaktadır. Mahmut Sadık, gazetecilerin sorumlulukları hakkında kendisinin Namık Kemal, Şinasi ve diğer aydınlar gibi mücadele ve fedakarlık yolunu izlediğini hatırlatarak şunları söylemiştir: “Evet sansür var, elimiz bağlı...Fakat pek dar bir sahalarda kalan imkanlarımızı kullanırken acaba satırlar arasında okuyucuya yeni bir ufuk gösterebilir miyiz diye çırpınıyoruz. Sen ise gayet saçma ve yavan küçük hikayeler tercüme edip duruyorsun.”72 İki tür gazeteci olduğundan söz eden Sadık, gerçek gazetecilerin memlekete faydalı olabilmek için çabalarken, diğerlerinin Padişaha dalkavukluk ettiklerini belirtmesi üzerine Ahmet Emin, bu uyarıdan sonra Mihran Efendi'yi değil, Mahmut Sadık'ı memnun edecek tarzda tercümeler yapmaya dikkat ettiğini aktarmaktadır. Ahmet Emin, gazetecilik mesleğinin o dönemde geçinmeye yetmediği için hocalık, memurluk gibi ikinci bir iş yapmak durumunda kaldıklarından söz etmektedir. II. Abdülhamid yönetiminde, saray çevresinde yer alarak, himayeye, imtiyaza kavuşanları eleştirmekle beraber, kendisi de bu dönemde Alman Sefareti Baş tercümanı olan Dr. Gies'in saraydaki ilişkileri aracılığıyla, henüz on dokuz yaşında iken Hariciye'ye girmiştir. Bu süreci şöyle anlatmaktadır: “Ben zıt hislerin tesiri altında idim. Bu aleme başvurmak, ondan iş istemek, Yıldız'ın dünyasına bağlanmak kötülüklerin mesuliyetine ait olmak manasına gelmez miydi?”73 Gazeteci sıfatıyla “Yıldız'ın iç alemine girme fırsatını yakalayacağı” düşüncesi ile girişiminden vazgeçmemiş, Babıali Tercüme Kalemi'nde çalışmaya başlamıştır. 71 Bu yazılar 15 Ağustos, 27 Aralık 1907 ve 1 Ocak 1908'de Sabah'ta “Hamidiye Hicaz Hatt-ı Alisi” başlığı ile yer almıştır. 72 Ahmet Emin a.g.e., C. I, s 54. 73 Ahmet Emin, a..g.e. C I, s 56. 32 1908 Temmuz'unda II. Meşrutiyet'in ilan edilmesi aydın ve halk tarafından sevinç ile karşılanmıştır.74 Hüseyin Cahit (Yalçın), İkdam'da yazdığı “Oh” başlıklı makalede Meşrutiyet'in ilanından duyulan memnuniyeti dile getirmiştir. Bu yazı İkdam'ın sahibi Ahmet Cevdet ve Abdullah Zühtü'nün yazısı ile birleştirilerek yayına konmuştur.75 Abdullah Zühtü, gazetecileri toplayarak istibdadın çöktüğüne, sansür devrinin kapandığına ve gazetecilere yeni görevler düştüğüne dair bir konuşma yapmış, bu toplantı sonrasında elli kadar kişi Osmanlı Matbuat Cemiyeti'ni kurmuştur. Ahmet Emin de, Osmanlı Matbuat Cemiyeti'nde aktif görev alanlar arasındadır. Cemiyet gazete ve gazetecilerin mesleki dayanışmasını tesis etmek, sorunlarını gündeme getirmek amacıyla kurulmuş olup, bu amaçla belli periyotlarla “Matbuat Konferanslar”ı düzenlemiştir. Ahmet Emin, Vakit'te Matbuat Cemiyeti'nin, gazete ve gazeteciler için maddi çıkar sağlamak değil, “matbuatı temiz ve lekesiz bir halde bulundurmak, memleketin menfaatine ve hayatiyetine muhalif maksatlara alet olmamalarına elden geldiği kadar çalışmak”76 için kurulduğunu yazmıştır. Cemiyet'in amaçları arasında gazeteciliğin itibarını yükseltmek ve matbuatın hukuki hürriyetini savunmak da bulunmaktadır. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra oluşan özgürlük ortamında iki yüz kadar gazete imtiyaz almıştır.77 Bu dönemde, sermaye gerektirdiğini bilmeden gazete çıkaranların yanı sıra bir fikri savunma adına işe girenler de olduğunu yazan İskit, özellikle de bir takım kişilerin “hınç almak veya şantaj yapmak, külah kapmak gayesiyle” yola çıktıklarını ve bunların hiçbirisinin yaşamadığını, çoğunun sadece bir veya iki sayı çıkabildiğini kaydetmektedir.78 İskit, ilk günlerin coşkunluğu ile özellikle basın ve yayın dünyasının “frensiz” bir hale geldiğinden bahsetmektedir. Devamında: “Bugünlerin her nevi harekatı gibi matbuat ve neşriyat hareketlerini de hudutsuz bir matbuat hürriyeti diye tavsif edebiliriz ki, bu da bir nevi hürriyet değil, bir anarşi idi ve bu vaziyet tabii olarak siyasi şantajlara da vücut vermişti”79 diye yazmaktadır. İskit, sansürsüz çıkan gazeteleri halkın hayretle okuduğunu, gazetelerin yayınlarının halkı 74 Ahmet Emin Yalman, The Development...., a.g.e, s 88. Hüseyin Cahit (Yalçın), “Oh”, İkdam, 25 Temmuz 1908. 76 Ahmet Emin, “Matbuat Konferansı”, Vakit, 16 Şubat 1918. 77 Enver Behnan Şapolyo, Türk Gazetecilik Tarihi ve Her Yönü İle Basın, Güven Matbaası, Ankara, 1971, s 171. 78 İskit, Türkiye'de Matbuat Rejimleri.., s 76. 79 İskit, Türkiye'de Neşriyat Hareketleri.. s 130. 75 33 ürküttüğünü de yazmakta ve otuz üç sene susmaya alışmış halkın gazeteleri “korku ve endişe içinde, rahatsız ola ola karşıladıklarını” eklemektedir.80 Ahmet Emin ise, istibdadın sona ermesi ile herkesin içini dökme ihtiyacı içinde, “varını yoğunu paraya çevirerek, günlük gazete, haftalık ve aylık dergi yayınlamak üzere yarışa girdiklerini” yazmakta ve baskı makinelerinin geceli gündüzlü çalışmaya başladığını81 belirtmektedir. Ahmet Emin II. Meşrutiyet'in ilanı ile 1908'de Abdullah Zühtü'nün kurduğu Yeni Gazete'de çalışmaya başlamıştır. Gazetenin kadrosunda Mahmut Sadık, Cenap Şahabettin, Süleyman Nazif, Hakkı Behiç, Nazım Poroy yer almaktadır. Gazete 1564. sayısına kadar çıkmış, Babıali Baskını ile kendini kapatmıştır. Ahmet Emin, Yeni Gazete'de tercüme yapmakla başlamış, kısa sürede başyazının yanı sıra haftada birkaç kere “Yeni Gazete” imzalı ikinci makaleyi yazmaya, önemli olaylarda röportajlar yapmaya başlamıştır. Gazetenin sahibi Abdullah Zühtü'nün kendisine başyazıları imzası ile yayınlanmasını teklif ettiğini, ancak henüz çok genç olduğu için bunun gazetenin itibarına zarar vereceği düşüncesi ile kabul etmediğini yazmaktadır.82 Yaptığımız gazete taramasında 1908–1910 yılları arasında Yeni Gazete'de Ahmet Emin imzalı bir yazıya rastlamadığımızı belirtmek gerekir. Yeni Gazete, İngiltere yanlısı bir yayın politikası izlemiştir. İttihatçıların Meclis görüşmelerinde Kamil Paşa'nın politikalarına sert eleştiriler yönelttiği sırada bunlara cevap niteliğinde olan ve Kamil Paşa'yı savunan yazılar Yeni Gazete sütunlarında yer almıştır. Örneğin: “Kamil Paşa'nın Mevkii” başlıklı yazıda: “İslam olsun, Hıristiyan olsun ahalinin kısmı azamı Kamil Paşa'ya taraftardır. Bunun sebebi de Kamil Paşa'nın İngilizlere mütemayil bir politika takip fikrinde olması ve ahalinin İngilizleri şiddetle sevmesidir. Bundan anlaşılıyor ki Kamil Paşa aleyhindeki hareket ile efkar-ı umumiye arasında hiçbir münasebet yoktur.”83 demekte, yazının ilerleyen kısımlarında Kamil Paşa'nın aleyhinde bulunmak için bir sebep olmadığı, bulunanların da kişisel nedenlerle karşı oldukları eklenmektedir. 80 İskit, Türkiye'de Matbuat Rejimleri.. a.g.e., s 122. Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 63. 82 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 65. 83 “Kamil Paşa'nın Mevkii”, Yeni Gazete, 4 Kanunisani 1909. 81 34 Bu dönem gazetelerinin yabancı hükümet, banka veya şirketten para aldıklarını, bunun da gazetenin satışı, ilanı gibi normal sayılır hale geldiğinden bahseden Ahmet Emin, Yeni Gazete'nin de yayınında “yabancı parası”nın önemli bir rol oynadığını belirtmektedir. Ahmet Emin, İngiliz Sefareti Baş tercümanı Fitzmaurice, yardımcısı İrlandalı Ryan, Reuter Ajansı muhabiri Rendall, Times muhabiri Graves'in sık sık Yeni Gazete'ye geldiklerini ve Abdullah Zühtü ve Saffeti Ziya ile uzun görüşmeler yaptıklarını kaydetmektedir. Gelenler arasında Kamil Paşa'ya bağlılığı ile bilinen oğlu Amiral Said Paşa da bulunmaktadır. Ahmet Emin durumu: “Benim aldığım intiba gazetenin zamanına göre hem İngilizlerden hem de Avusturyalılardan para aldığı yolundaydı”84 şeklinde açıklamaktadır. Gazetede onun deyimi ile iki cephe oluşmuştur. Bir yanda “İngiliz bazen de Avusturya menfaatlerine uygun ücretli yazılar” çıkmakta, diğer tarafta ise Mahmut Sadık, Hakkı Behiç, Nazım Poroy, Acem Hüseyin gibi dürüst, ülke menfaatlerine uygun yazılar yazan gazeteciler bulunmaktadır. Ahmet Emin gazetecilik yaparken Hukuk Fakültesi'ne devam etmekte, bir yandan da Tercüme Odası'nda çalışmaktadır. II. Meşrutiyet dönemi, İT nüfuzunun en etkili olduğu yıllardır. Ahmet Emin, Askeri Rüştiye'den sınıf arkadaşı olan Mülazım Hüseyin Bey'in teşviki ile 1908'de İT'nin Kadıköy Kulübü'ne kaydolmuştur. Mizancı Murad'ın geri dönme talebi Cemiyet içinde bir tartışma yaratmış, Murad'ın geri dönmesine izin verilmesi gerektiğini düşünen Ahmet Emin, Cemiyet ileri gelenlerinin katı tavırları karşısında ayrılmaya ve bir daha hiçbir partiye girmeme kararı almıştır. Ona göre, “Bizde particilik daima ifrat tarafına kaymaya, milli menfaat ve basiret ölçülerini ikinci dereceye indirmeye mahkumdur.”85 Cemiyet'ten ne zaman ayrıldığına dair bir tarih vermeyen Ahmet Emin'in, ilerleyen yıllarda İT'nin yayın organı olan Tanin'de çalışmasından, Cemiyet'in ileri gelenleri ile yakın ilişkiler kurmasından, bağlarını devam ettirdiği anlaşılmaktadır. Bu dönemde Ahmet Emin, Viyana'da çıkmakta olan Neue Preie Presse’in yardımcı muhabirliğin yapmakta, Servet-i Fünun'da çevirileri yayınlanmakta, Berlin'de çıkmakta olan Vossiche Zeitung'a ara sıra yazılar göndermektedir. Anılarında 84 Ahmet Emin, a.g.e., C I, s 87. Aynı konuyu bir başka yazısında da dile getirir: The Abbys Between the Commercial and Idealistic Aspects of Journalism and the Need for Balance, The Economic and Social Studies Conference Board, İstanbul, 1966, s 3-4. 85 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 73. 35 belirttiğine göre bu sıralarda eline ayda otuz altına yakın para geçmektedir ki, kendisi de bunun yirmi yaşındaki bir genç için büyük para olduğunu belirtmektedir. A. 31 Mart Olayı İTC politikalarından memnun olmayan alaylı subay, ulema ve medrese öğrencilerinden oluşan bir gurup 13 Nisan 1909'da (31 Mart 1325) Volkan'ı çıkaran Derviş Vahdeti öncülüğünde, şeriat isteğiyle ayaklanmıştır. İsyancıların içinde yer alan alaylı subaylar, İttihatçılara ve onları temsil ettiğine inandıkları mektepli subaylara karşı harekete geçmişler, tırmanan olaylar sonucunda Ahmet Rıza’ya benzetilen Adliye Nazırı Nazım Paşa ve Hüseyin Cahit’e benzetilen Lazkiye Mebusu Emin Arslan Bey vurulmuş, Tanin ve Şurayı Ümmet matbaaları tahrip edilmiştir. Olayların bastırılamaması üzerine, Hareket Ordusu İstanbul'a gelerek duruma el koymuştur. Kurulan askeri mahkemelerde isyana katılanlar yargılanıp idam edilmiş, 27 Nisan'da da II. Abdülhamid hal edilerek yerine Sultan Reşad getirilmiştir. İsyanın, arkasında İT, II. Abdülhamid veyahut da Prens Sabahattin ile Kamil Paşa gibi muhalefetin olduğu iddiaları bulunmaktadır. Akşin, isyanın amacının İTC iktidarına son vererek Kamil Paşa'nın sadaretini sağlamak olduğunu ve isyanın arkasında İngilizler bulunduğunu belirtmektedir.86 Ahmet Emin de isyanın arkasında İngilizlerin olduğuna inanmaktadır. İsyanın çıktığı sırada Sultan Ahmet Meydanı'nda olan Ahmet Emin, olayları yakından gözleme fırsatı bulmuştur. Asilerin sadece İttihatçılara ve onları temsil eden mektepli subaylara saldırdıklarını yazmakta ve olayların “doğrudan bir İngiliz tertibi” olduğunu dile getirmektedir. Ahmet Emin: “Türkiye'nin meşrutiyet yoluyla canlanmaması, müstemleker alemine bir kurtuluş örneği olmaması, bizi parçalama planlarının yürürlüğe konabilmesi, yurdun ancak küçük bir kısmının, o da ecnebi vasiliği altında olarak, yaşatılması gibi gayelerle bir suikast planı yapılmıştı. Derviş adlı bir Kıbrıslı sarhoş arzuhalci, İngiliz gizli istihbarat servisleri tarafından seçilmiş, ihtilalci ajan olarak yetiştirilmiş, Volkan 86 Akşin, askeri kuvveti elinde tutan ve zaten iktidarda sayılan bir kuruluşun (İT'nin), kendi aleyhinde böyle bir harekete girişemeyeceğini söylemektedir. Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat Terakki, İmge Yayınları, 1998, Ankara, s 117. 36 gazetesini ve İttihadi Muhammedi Cemiyetini kurmak, yürütmek ve ortalığı ateşe vermek maksadıyla sahneye çıkarılmıştı” diye yazmaktadır.87 İTC ile çıkarları zedelenen alaylı subaylar isyana katılmışlar, Prens Sabahattin de bunu İT'ye karşı bir hareket olarak değerlendirdiği için destekleyici beyanlarda bulunmuştur. Saray ise isyanda doğrudan bir rol oynamamıştır. Ahmad da, 31 Mart isyanında olayın dinsel yanının ön plana çıkarılarak siyasal yanının unutulduğunu yazmaktadır. İsyancıların Cemiyet üyelerinin peşine düştüklerini, sadece İttihatçıların gazetelerini yağmaladıklarını, belirterek, “dinsel bir tutuculuk söz konusu olduğunda” saldırıya uğrayabilecek Ahrar Fırkası ve Hıristiyan mebuslara dokunulmadığını kaydetmektedir.88 Ahmet Emin, II. Abdülhamid dönemine dair yaptığı genel değerlendirmede, hanedan üyelerinin etrafına kümelenmiş insanların ve jurnalcilerin imtiyazlı hale gelmesinden, adam kayırmanın yaygınlığından bahsetmekte ve: “Eski derebeylik devrine ait olan bu sistem, bütün millet ölçüsünde kurulmuştu. Temeli, geri ve küflü rejime hizmet etmek, düşmanlarını ele vermek ve ona karşılık da himayeye, imtiyaza mükafata kavuşmaktı”89 diye yazmaktadır. Bu dönemde sürgün olaylarının olağan hale geldiğini, bu nedenle politika açısından ortalıkta korkunun hüküm sürdüğünü belirtmektedir. II. İttihat ve Terakki'nin İktidar Yılları 1909’da İT, Cemiyet ve Fırka olarak ayrılmıştır. Fırka, Cemiyet’in Meclis'teki gurubu olarak kabul edilmiş, 1913’te de İTC kendini siyasal bir parti olarak ilan etmiştir. Cemiyet, keskin bir aidiyet üzerine kurulmuş olup, fırka nedeniyle ikili bir yapı kazanmıştır. Vardar, İT 'ye gizli iken girenler ile Cemiyet'in aleni olduğu zaman girenler arasında sürekli çatışma olduğunu söylemektedir. Gizli iken girenler, komitacılık vs işlerini yaparken diğerlerinin mebusluk, nazırlık gibi görevlere 87 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 95. Feroz Ahmad, İttihat ve Teerakki, 1908-1914, (Çev:Nuran Yavuz), Kaynak Yayınları, İstanbul, 1971, s 82. 89 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 46. 88 37 geldiklerini ve Cemiyet içinde ikincilerin daha çok çıkarcı kişiler olarak değerlendirildiğini kaydetmektedir.90 1908–1918 arasında üç seçim, dokuz kongre yapılmıştır. 1908 seçimlerinde Prens Sabahattin'in partisi olan Ahrar Fırkası'na karşı çoğunluk sağlanmış, 1911'deki seçimde Hürriyet ve İtilaf Fırkası91 (HİF) ile yarışılmış ancak tarihe şaibeli bir seçim olarak geçmiştir. 18 Ocak 1912’de yapılan seçimler ise “sopalı seçim” olarak anılmaktadır. Öyle ki İTC her tarafta muhalif adayların seçilmemesi ve Meclis'e girmemesi için meşru olmayan pek çok girişimde bulunmuştur. Bundan sonra İT yönetimi baskı ve şiddeti giderek artırmış, mebusları tutuklama ve muhalif gazetecileri öldürme yoluna gitmiştir. İttihatçılara karşı olan Serbesti'nin başyazarı Hasan Fehmi 1909'da, Sada-i Millet'in başyazarı Ahmet Samim 1910'da, Mizan'ın yazarı Zeki Bey de 1911'de sokak ortasında öldürülmüştür. Ahmet Emin, Ahmet Samim'in bir İT fedaisi tarafından öldürüldüğünü söylemekte ve devamında da şunları belirtmektedir: “Sadayı Millet, İstanbul mebusu Kozmidi tarafından çıkarılan bir gazeteydi. Patrikhanenin parası ile neşredildiği söyleniyordu. Böyle bir gazetede vazife almak, feveran halindeki milliyet hislerinin karşısında müdafaası güç bir şeydi. Fakat bu hal, genç fikir adamının gizli eller tarafından vurulmasına ve cinayetin faillerinin takipten uzak tutulmasına bir sebep olamazdı.”92 I. Dünya Savaşı sonrasında Ahmet Emin İTC'nin fedai teşkilatı kurarak ortalığı yıldırdığı ve sokak ortasında aleyhinde yazı yazan gazetecileri vurdurduğunu, söyleyerek eleştirecektir.93 Basın hürriyeti, 23 Temmuz 1908'den 12 Nisan 1909'a kadar devam etmiştir. Bu süreç içinde farklı siyasi görüşler basında yer bulabilmiştir. 1913'te Babıali 90 Anlatan: Galip Vardar, Yazan Samih N. Kansu, İttihat ve Terakki İçinde Dönenler, Yeni Zamanlar Yayınları, İstanbul, 2003, s 88. 91 İT'nin politikalarına karşı olan bir gurup 1911 Kasımında Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nı kurmuştur. Asıl kurucular Rıza Nur, Mahir Said, Kemal Mithat, ve Miralay Sadık Beylerdir. Sonraları ise Lütfi Fikri, Gümülcineli İsmail, Reşid, Rıza Tevfik Bey, Damad Ferit, Salih ve İsmail Hakkı Paşa katılmıştır. 1913'te İT'nin iktidarı aldığı dönemde Rıza Nur ve Ali Kemal Beyler yurtdışına görev verilerek çıkarılmıştır. 92 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 107. 93 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 76. 38 Baskını ile doğrudan iktidara gelen İT tarafından, Hürriyet ve İtilafçıların bir çoğu sürgüne gönderilmiştir. Savaş yıllarını sürgünde geçiren İtilafçılar, İttihatçılardan alacakları intikam duygusuyla yaşamışlar ve bu fırsatı I. Dünya Savaşı sonunda yakalamışlardır. Siyasi istikrarsızlık, İTC ve HİF arasındaki siyasi kamplaşma, dönemin basınına da yansımıştır. II. Meşrutiyet'in ilanı sonrasında oluşan özgürlük ortamı kısa sürede baskı ortamına dönüşmüştür. Bayur, “Dünyada pek az hareket Osmanlı meşrutiyeti kadar büyük ümitler doğurmuştur ve keza pek az hareket doğurduğu ümitleri bu kadar çabuk ve kati olarak boşa çıkarmıştır”94 yorumunu yapmaktadır. Tunaya, İttihatçılığın siyasal bir tarikat95 olduğunu yazmakta ve “kurdukları otoriter rejim icabı açık alternatifi hemen hemen olmayan İT’nin, muhaliflerini susturma yöntemleri hatırlanırsa demokratik (meşrutiyetçi) ve çoğulcu ilkelere de ters düştüğü kolayca anlaşılabilir”96 demektedir. Bir başka çalışmasında da, İT'nin bildikleri bir “mazi” ile, bilmedikleri bir “ati” arasında bocalamış bir kuşak ve zihniyet olduğunu, amaçlarının, toplumu ikinci planda bırakarak devleti kurtarmak olduğunu belirtmektedir.97 İT, başlangıcından itibaren içinde farklı ideolojileri bir arada barındıran bir parti olmuştur. Mardin, Jön Türklerin hiç birinin derin bir teori, özgün bir siyasi formül veya zihinleri devamlı olarak uğraştıran bir ideoloji ortaya koymadıklarını belirtmektedir.98 Akşin, İttihatçıların görüşlerinde, kimi pozitivizme, kimi İslamcılığa, kimi Türkçülüğe, kimi adem-i merkeziyetçiliğe, kimi Osmanlıcılığa kiminin de Batıcılığa ağırlık verdiklerini kaydetmektedir.99 İslamcılık ideolojisi özellikle II. Abdülhamid tarafından Batılı devletlerin emperyalist politikalarına karşı Müslümanların dayanışmasını sağlamak için siyasi amaçlar çerçevesinde kullanılmıştır. Prens Sabahattin'in sözcülüğünü yaptığı Osmanlıcılık, devlet sınırları içinde yaşayan ve kopmaya hazır unsurları inanç, dil ayrımı gözetmeksizin yurda sadık 94 Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. I, 2. Baskı, Ankara, 1963, s 225. Tunaya, İttihat ve Terakki, Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi, C. III, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s 398. 96 Tunaya, a.g.e., s 400. 97 Tunaya, “II. Meşrutiyetin Siysal Hayatımızdaki Yeri”, Kanun-i Esasinin 100. Yılı Sempozyumu (9 Nisan 1976), Siyasal İlimler Türk Derneği, Ankara, 1977, s 156. 98 Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908, 8. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s. 31 99 Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat Terakki....,s 42. 95 39 vatandaşlar haline getirerek bir arada tutmak için kullanılan bir tema olmuştur. Osmanlıcılık, çok uluslu bir imparatorlukta milliyetçilik akımlarının iyice güçlendiği bir dönemde, hayata geçirilemeyecek bir yol olarak kabul edilmiştir. Prens Sabahattin, adem-i merkeziyet ilkesi doğrultusunda, Osmanlı'nın bir milletler topluluğu olması gerektiği yönündeki düşünceleri ile İT'nin merkeziyetçi kanadı sürekli anlaşmazlık içinde olmuştur. Anglo-sakson modelinde toplum haline gelmek için toplumsal değişimin gerektiğini, bunun da ancak eğitim ile sağlanabileceğini ileri sürmüştür. Osmanlı toplumsal yapısının, önerdiği modelden tamamen farklı olması ve böylesi bir değişimin çok uzun bir süreç gerektireceği gerçeği Prens Sabahattin'in düşüncelerinin zayıf noktasını oluşturmaktadır. Ahmet Emin, Prens Sabahattin'in liberal görüşlerinden etkilenmiş ve özellikle I. Dünya Savaşı'nın sonunda Prens Sabahattin'in sosyolojik görüşleriyle örtüşen Osmanlılık kimliği altında, adem-i merkeziyeti ve özel teşebbüsü savunan yazılar kaleme almıştır.100 Balkanlarda ve yurt içinde uyanan milliyetçilik sonucunda, Osmanlıcılık yerini Türkçülüğe bırakmıştır. İttihatçıların kültür örgütü olan Türk Ocağı 1911'den başlayarak devletin içinde hızla örgütlenmiş ve burada yapılan faaliyetlerle ideolojisini yaymaya başlamıştır. Buna karşın İTC, farklı düşünce akımlarının bir arada görüldüğü, bunlar arasında tutarlı bir bütünlük sağlayamayan parti olarak kalmaya devam etmiştir. Bunda İT kadrosunda yer alanların, düşünceden çok eyleme dönük olmaları ve devletin içinde bulunduğu sorunlara hemen cevap verecek yöntemler aramaları etken olmuştur. İT'nin içerisinde Cavit Bey, Hüseyin Cahit gibi liberalizmi savunan kişiler kadar, milli ekonomi savunucuları da yer alması nedeniyle, iktisadi görüşlerinin net olmadığı söylenebilir. Örneğin Kara Kemal, Esnaf teşkilatı kurma, Türk sermayedar yaratma ve gayrimüslimlerin elinde olan mali işleri Türklerin kontrolüne alma çabası kısa zamanda vurgunculuk, karaborsacılık gibi olaylara neden olmuştur. Ahmet Emin 100 Ahmet Emin, Sabahattin Bey'in amacının esaslı ve devamlı gelişmeye engel olan merkeziyet usulünü ortadan kaldırarak, demokrasinin gereğine uygun mahalli idareleri geliştirme olduğu halde, merkeziyetçilerin bu görüşleri Araplara ve diğer unsurlara bağımsızlık verme, Osmanlı İmparatorluğu'nu dağıtma şeklinde algılayarak, Sabahattin Bey'in sürekli gururunu lekelemeye çalıştıklarını ileri sürmüştür. Ahmet Emin'e göre Sabahattin Bey'in sisteminin anlayışla karşılanmış olsa Osmanlı'nın Birleşik Amerika, Federal Almanya'ya benzer bir federasyonla yaşatılabileceğini böylece Türkiye ve dünyanın başka bir şekil alabilme ihtimalinin olduğunu yazmaktadır. Özellikle Amerika'daki eğitimi sonrası Sabahattin Bey'in eserlerini ilgi ile okuduğunu ve görüşlerindeki sağlamlığa hayran kaldığını belirten Ahmet Emin, Malta dönüşünde de Sabahattin Bey'in Kuruçeşme'deki evinde sık sık görüştüğünü belirtmektedir. Ahmet Emin, a.g.e., s 75-77. 40 bu dönemde savaş zengini denen bir zümrenin ortaya çıktığını ve bunların “milletin sefalet ve felaketiyle alay eder gibi, israfın, safahatın, ahlaksızlığın en aykırı derecelerine daldıklarını”101 yazmaktadır. Kapitülasyonları kaldırma yolundaki mücadelelerine rağmen yabancı sermaye ve dış borçlanma yoluna, iktidar yıllarında başvurulmuştur.102 Yine Cemiyet'in önemli özelliklerinden biri Masonluk ile bağlantısıdır. İT özellikle Selanik'teki Makedonya-Risorta ve Veritas Locaları ile yakın ilişki içinde olmuştur. Bu noktada Ahmet Emin'in de 1910'da Macedonia Risorta Locası'na 1910'da kaydolduğunu belirtmek gerekmektedir.103 İttihatçılar Meclis'in açılması konusunda çok ısrarlı olmuşlar ancak çok milletli Osmanlı toplumunu hangi amaç ve program doğrultusunda bir arada tutabilecekleri üzerine düşünmemişlerdir. Öyle ki, Mehmed A. Ayni, Meclis'i Babil Kulesi'ne benzetmekte ve toplanan milletvekillerinin birbirlerini anlamadıklarını belirtmektedir. Ayni şöyle demektedir: “Vakıa bu mebuslar Osmanlı Mebusan Meclisi'ne gelmişlerdi ama hakikatte bir “Osmanlı milleti” yoktu. Bu Meclis'e Manastır’dan Pençe Daref’i, Serez’den Hristo Dalçef’i mebus seçerek göndermişlerdi. Fakat bu adamların Hakkari’den gelen mebus Taha, Medine’den gelen E.A.Haşim, Lazkiye’den mebus çıkarılan Dürzi Beylerinden Emin Mehmed Arslan ile hiçbir münasebeti olmayacaktı. Çünkü bunların dilleri başka, dinleri başka, emelleri başka idi. İşte hakikat böyle olduğu halde İTC’ndeki idealistler, bütün unsurları –Eski Tanzimatçılar gibi- yine Osmanlı bağı ile bağlamak hülyasında idiler. Fakat çok geçmeden bu bağın pek çürük olduğunu anlamışlardır.”104 Dış politika açısından önce İngilizlerle ilişki kurma yolu denenmiştir. 1908'de Reval görüşmesi sonrası İngiltere ile Osmanlı Devleti'nin çıkarlarının çatışmaya başlaması ve ısmarlanan Sultan Osman ve Sultan Reşat zırhlılarının teslim edilmemesine bağlı olarak İngiltere ile ilişkiler kesilmiştir. Yine Cemal Paşa'nın verdiği 101 Ahmet Emin, a.g.e., C.I, s 269. Tunaya, İttihatçı hükümetlerin önce Paris-Londra piyasasını sonra da Alman piyasasını tercih ederek 9 kez borçlandığını yazmaktadır. Tunaya, İttihat ve Terakki..., s 421. 103 Hoover Institution Archieves, (Ahmet Emin Yalman Collection) Bn: 17. 104 Mehmet Ali Ayni, Milliyetçilik, İstanbul, 1943, s 4. 102 41 bilgiye göre Fransızlarla anlaşılmaya çalışılmış ancak bu girişim sonuçsuz kalmıştır.105 Almanya'nın “barışçı yayılma politikası” ile İttihatçıların Türkçülük politikasının uyuşması, Almanya ile ilişkileri giderek güçlendirecek bir etken olmuştur.106 Mahmut Şevket Paşa, ordunun düzenlenmesi için yeni askeri okulların açılması, teçhizatın tamamlanması gibi önlemler alma yoluna gitmiş, Almanya'dan askeri uzmanların getirtilmesi, silah ve teçhizat alınması, ordunun yüksek kumandasına Almanların sokulmuş olması, Osmanlı'nın Almanya ile I. Dünya Savaşı'na girme sürecinde belirleyici olmuştur. Ahmet Emin bu dönemde Almanların basın aracılığıyla yürüttükleri propagandaya dair şunları yazmaktadır: “Zaten bir kısım Türk gazetelerini de Almanlar para ile satın almışlar, umumi efkarı da devamlı bir baskı altına düşürmüşlerdi”107 Ahmet Emin 1911'den I. Dünya Savaşı'na girildiği 1914'e kadar olan süreçte eğitim için Amerika'da bulunmuş ve ülkedeki siyasi gelişmelerin içinde bire bir yer almamıştır. 1914'te Amerika'daki eğitimini tamamlayarak Türkiye’ye dönmekte olan Ahmet Emin, İngiliz savaş gemileri tarafından kovalan iki savaş gemisinin hızla uzaklaşmasına tanık olmuştur. Bu gemiler Çanakkale’den girerek, Karadeniz'de Rusya kıyılarını bombalayan Breslau ve Goeben'dir. Diplomatik faaliyetlerin sonuç vermemesi üzerine Osmanlı Devleti kendini I. Dünya Savaşının içinde bulmuştur. 4 Kasım'da Rusya, 5 Kasım'da da Fransa ve İngiltere Osmanlı'ya savaş açmıştır. Ahmet Emin savaşa girme sürecinde vakit kazanma girişimleri içindeki hükümet makamları ile Türkiye'nin hiçbir şekilde savaşa girmesini istemeyen ılımlı çevrelerin uluslararası temaslarının aynı zamanda devam ettiğini yazmaktadır. “Müfritler” dediği takımın savaşa girme niyetlerini, savaşın birkaç haftada biteceği gerekçesinin arkasına sakladıklarını ve Boğazları kapatarak Rusya'yı etkisiz hale getireceklerini düşündüklerini söylemektedir. Türkiye'deki Alman subaylarının ülkenin 105 Fransa'ya görüşmeye Cavit Bey gitmiş, iki nokta üzerinde durmuştur: “İlki mühim bir meblağ istikrazı, diğeri de kapitülasyonların ilgası.” Ancak Fransızlar çok fazla taleplerde bulunurlar ve kapitülasyonların ilgasına yanaşmazlar. Cemal Paşa, I.Dünya Savaşı Hatıraları, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1977, s 146. 106 Lothar Rathmann, İngiltere'ye karşı mücadele içinde olan Almanya emperyalizminin önce Abdülhamid'in Pan-İslamizm sonra da İT'nin Türkçülük politikalarına destek verdiğini belirtmektedir. Rathmann, Alman Emperyalizminin...,s 15. 107 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 215. 42 savaşa girmesi için sabırsızlandıklarını da eklemektedir.108 Savaş kararı kabine veya Meclis tarafından alınmamış, Cemiyet'in liderlerinden birkaç kişi diğerlerine haber vermeden hareket etmiştir. Özellikle Enver Paşa'nın Almanya'ya yakınlığı, Harbiye Nazırı ve hanedan damadı olması, savaş kararındaki sorumluluğunu ön plana çıkarmıştır. Bu anlaşmayı bilenlerin Talat, Enver, Cemal ve Halil Bey olduğu iddia edilmektedir. Ancak bu isimler üzerinde bir uzlaşma yoktur.109 29 Ekim'de bazı nazırların Halil Bey'in evinde toplanarak Almanya ile yapılan anlaşmayı yırtma ve bütün Alman subaylarını ülke dışına gönderme teklifinde bulunduklarını söyleyen Ahmet Emin, Talat Paşa'nın buna hükümet ve İstanbul'un Alman toplarının tehdidi altında olduğu cevabını verdiğini yazmaktadır.110 Savaşa girip girmeme ve tarafsız kalma konusunda pek çok yorum yapılmıştır. Bazıları Osmanlı Devleti'nin oyalama taktiğine gidebileceğini,111 tarafsız kalabileceğini iddia ederken, bazıları da tarih ve coğrafi koşulların onu iki büyük kamp arasında bıraktığını, savaşın esas konularından birisinin Osmanlı Devleti olduğunu, bu durumda tarafsız kalınamayacağını ileri sürmüştür. Yine İT'nin diğer devletlerle anlaşma girişimlerinde bulunmasına rağmen sonuç elde edememesi de bu varsayımı desteklemek için öne sürülmektedir. Ahmet Emin bu dönemdeki basının savaş taraftarı olma yönünde yaptığını şöyle açıklamaktadır: “Harp propagandası artık açıkça ele alınmış, harp taraftarlığı cereyanı her tarafı sarmıştır. Bütün gazeteler bu istikamette dil kullanmaya başlamışlardır. Vatandaşların büyük ekseriyeti, Balkan harbinin facialardan sonra üç büyük devlete karşı harbe 108 Ahmet Emin, a.g.e., C. I., s 217. Örneğin Halil Bey, Talat Paşa'nın kendisinin karardan haberdar olmadığını söylediğini, Enver Paşa ile yapılan toplantıda Enver Paşa'nın da haberdar olmadığına dair yemin ettiğini yazmaktadır. Halil Menteşe, Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe'nin Anıları, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1986, s 51. Cemal Paşa ise anılarında, kararın Enver, Talat ve Halil Paşa tarafından imzalandığını kendisinin sadrazamın haber vermesi ile sonradan duyduğunu yazmaktadır. Cemal Paşa, a.g.e., s 146. 110 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 219. 111 Cemal Paşa Osmanlı'nın tarafsız kalması ile İtilaf Devletlerinin Ruslarla bağlarını devam ettirmeyi amaçladıklarını, savaşı kazandıktan sonra İstanbul'u Ruslara vermek, Arabistan vilayetlerinin bağımsızlığını tanımak ve sonrasında kendi himayelerine almak istediklerini yazmaktadır. Cemal Paşa, a.g.e, s 164-166. 109 43 girişmeyi fena karşılıyordu, fakat teşkilatsızdılar, dilleri yoktu. Memleketteki bütün teşkilatlı kuvvetler, müfrit harp taraftarlarından mürekkep bir azlığın elinde idi.”112 Aydemir, I. Dünya Savaşı sırasında, 2 milyon 850 bin kişilik teçhizatsız ve savaşa hazır olmayan Osmanlı ordusunun dokuz cephede çarpıştığını yazmaktadır.113 Savaş dört yıl sürmüş, 1915'te sadece Sarıkamış'ta altmış binden az olmadığı tahmin edilen asker, soğuktan donarak veya hastalıktan ölmüştür. Savaş boyunca toplam şehit sayısı 550.000 kadar olup, 891.634 asker köylerine sakat kalarak dönmüştür. Kanal seferinde üç bin Türk genci kaybedilmiştir. Bütün savaş boyunca 129.644 Türk subayı esir düşmüştür.114 Çanakkale’de kazanılan zafer sonucu Rusya’nın İtilaf Devletleri ile ilişkisi kesilmiş, bu sırada Bolşevik İhtilali meydana gelmiş böylece Rusya savaş dışı kalmıştır. Rus cephesi kapandıktan sonra Almanya, Amerika'ya 1917’nin Şubat ve Mart'ında saldırılara başlamıştır. Amerika'nın savaşa İtilaf Devletleri yanında güçlü ve dinç bir orduyla 6 Nisan'da katılması sonucunda savaşın seyri tamamen değişmiştir. 29 Eylül 1918'de Almanlar 14 madde esasına göre Wilson'a başvurma kararı alırken, Osmanlı Devleti de 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi'ni imzalamıştır. 14 Ekim 1918'de Talat Paşa İTC'nin Kongresi'nde yenilgiyi duyurmuştur. Parti kendisini feshetmeye, Teceddüt Partisi adı altında bir parti kurarak, İTC'nin devamı sayılmasına karar vermiştir. 3 Kasım'da ise İttihatçıların önde gelenlerinin yurtdışına kaçmaları ülkede büyük tepki yaratmıştır. Ahmet Emin, halkın tepkisini, “İttihatçı kelimesi adeta “vatan haini” manasına geliyordu. Halk olup bitenden o kadar bezmişti ki “vatan”, “millet” lafını edenler için “yakalayın ittihatçıdır” demek içinden geliyordu”115 şeklinde anlatmaktadır. 112 113 114 115 Ahmet Emin, a.g.e., C.I, s 219. Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa, Cilt 3, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1970, s 90. Tunaya, a.g.e., s 628. Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 312. 44 A. İT'NİN İKTİDAR YILLARINDA AHMET EMİN Ahmet Emin Amerika'ya gitmeden önce 1908'de İTC'ne girdiğini daha önce belirtmiştik. Amerika'da bulunduğu sıralarda ise İkdam ve Yeni Gazete'ye zaman zaman yazılar göndermiştir. 1914'te yurda dönüşünde, Muhittin Birgen'den aldığı teklif üzerine bir süre İTC'nin yayın organı olan Tanin'de çalışmaya başlamıştır. Ahmet Emin, “Tanin'de başyazı yazmak, hükümet ve partinin takdirine göre hadiseleri yorumlamak vazifesi başyazar Muhittin 'de olduğu için” kendisine önemsiz görevler düştüğünü yazmaktadır.116 Savaş yıllarında gazetede daha çok resmi bildiriler yer almakta ve sansür ağır bir şekilde uygulanmaktadır. Gazetede Ahmet Emin'den, Enver Paşa ile azınlıkların bedel vermelerine rağmen askere alınacakları yolunda çıkan haberleri yalanlamak üzere bir mülakat yapması istenmiştir. Enver Paşa ile görüşmeden, onun ağzından çıkmışçasına yazdığı mülakatın büyük bir etki yapması sonucunda Ahmet Emin, savaş muhabiri olarak Alman cephelerini gezmek üzere Enver Paşa tarafından görevlendirilmiştir. Almanya, Fransa, Belçika, Polonya, Balkan ülkelerindeki cephelerde yaptığı incelemelerini ve gözlemlerini Tanin'e yollamıştır. İstanbul'a döndüğünde Türk Ocağı ve İTC kulüplerindeki konferanslarda izlenimlerini anlatmıştır. Ayrıca İstanbul Üniversitesi'nde kurulan İstatistik Kürsüsü'nün yönetimini üstlenmiş, burada çalışırken gazetede, nüfus politikaları üzerine bazı yazılar kaleme almıştır.117 Kısa bir süre sonra Galiçya’ya yeniden savaş muhabiri olarak gitmiştir. Dönüşünde Sabah’tan aldığı teklif sonrasında başyazılarını burada yazmaya başlamış ve gazetenin yönetimini üstlenmiştir. Ahmet Emin Tanin'in İT'nin yayın organı olduğu için bir eleştiriye yer veremeyeceği ve gazetenin, Muhittin Bey'in tekeli altında olduğu ve Sabah'ın yönetiminin kendine ait olacağı için teklifi kabul ettiğini belirtmektedir. Ahmet Emin Sabah'a geçişi hakkında şunları yazmaktadır: “Ben gazeteciliği, bozuk işleri tenkit etmek ve düzelmesi için uğraşmak diye anlıyordum. İçimden kabaran bu tarzda bir mücadele hasretini Sabah başyazarı diye serbestçe yerine getirecektim ve Amerika'da öğrendiklerimi bu sayede memleketin 116 Ahmet Emin, a.g.e., C.I, s 220. Ahmet Emin, “Nüfus Politikası- Esas Hakkında Bir İki Müteala”, Tanin, 8 Mart 1916 ve diğerleri. 117 45 hayrı için kullanacaktım. Benim için kendi adım altında tam mesuliyet taşıyacak yolda bir gazetecilik ancak şimdi başlamış oluyordu.”118 Sabah'taki başyazılarını 21 Kanun-i sani 1917'den itibaren “A.E.” imzası ile yazmaya başlamıştır.119 11 Temmuz–14 Ağustos 1917 tarihleri arasında basın heyeti ile Almanya'ya yaptığı ziyaret sırasında başyazılar, “M.A” ve “N.S” imzası ile yayınlanmış, 15 Ağustos'tan itibaren ise Ahmet Emin başyazılarını ismiyle kaleme almaya başlamıştır. Gazetedeki toplam çalışma süreci on aydır. Ahmet Emin, Sabah'ta İT'nin yönetimini eleştirebilmek için iktisadi alandaki bozukluklara, savaşın getirdiği ahlaki düşkünlüklere değinmeye başladığını bu nedenle gazetenin satışının iki üç ayda, üç binden on beş bine çıktığını yazmaktadır. Temkinli bir şekilde ele aldığı bu tür olayları sürekli temas halinde olduğu Ziya Gökalp'e danıştığını da eklemektedir.120 Kendisinin 1916'dan itibaren yolsuzluklarla mücadelede “perdeyi günden güne yükselttiği”ni yazmakta ve şöyle devam etmektedir: “Sansür memurları, rezaletlerden bezmiş, canı yanmış adamlar oldukları için yazdıklarıma dokunmadılar. Hükümet ve parti umumi merkezi, böyle yazılar çıkmasını, bir taraftan halkın hoşnutsuzluğuna karşı bir emniyet subabı diye karşıladılar. Diğer taraftan kendi nüfuzlu adamlarıyla başa çıkamadıkları için bunu bir yardım saydılar”121 Ahmet Emin'in bu ifadelerinden, yolsuzluk haberlerini iktidarın onayı ile kaleme almış olduğu anlaşılmaktadır. Savaş dönemi yapılan yolsuzluklar üzerine yazılar yazmasına karşın122 İT ile ülkenin kaydettiği gelişmeler üzerinde duran yazılarından ve Almanya ile müttefik olmanın önemini ısrarla vurgulamasından, Ahmet 118 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 260. Kitaplarında Sabah'a geçişi ile ilgili kesin bir tarih vermemekte, ancak ilerleyen yıllarda yapılan röportajlarında 1916'da Sabah'a geçtiğini söylemektedir. Yaptığımız gazete taramasında 21 Kanun-i sani 1917'den itibaren “I.I” imzası ile başyazıları kaleme aldığını tespit ettik. Bu durumda Ahmet Emin 1916'nın sonlarına doğru Sabah'a geçmiş olmalıdır. 120 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 267. 121 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 270. 122 Konu hakkındaki yazılar “A.EI” imzası ile yazılmıştır. “Harp Zenginliği ve Vazifeleri”, 30 Nisan 1917”; İktisadi Cerihalar”, 12 Mayıs 1917; “İhtikara Karşı İcraat”, 22 Mayıs 1917; “İhtikar Mücadelesi ve Haysiyet-i Hükümet”, 30 Mayıs 1917; “İhtikar Mücadelesinin Neticeleri”, 16 Haziran 1917. 119 46 Emin'in anılarında bahsettiği gibi iktidarın izlediği politikaya yönelik muhalif bir tutum takınmadığı anlaşılmaktadır. Sabah'ta işlediğini ileri sürdüğü savaş zenginliği konusunda Ahmet Emin farklı bir tutum takınmıştır. Onun için önemli olan servetin nasıl elde edildiği değil, ne tür işlerde kullanıldığıdır. Savaş zenginliğinin ülkede israf, kumar, sefahat yaymasına meydan bırakılması halinde, belli bir hedefe yöneltilmesi gereken kuvvetlerin kötü bir şekilde dağıtılmış olacağından bahsetmiş ve devamında: “Biz burada harp zenginliğinin meşru olup olmadığı meselesiyle uğraşmıyoruz. Maksadımız harbin küme küme ihdas ettiği servetlerin içtimai ve iktisadi zararlarını değil faidelerini mucib olmasının teminidir. Hatta faideli yollarda kullanılacak harp servetlerinin menşeileri ne olursa olsun, memleket için nafi şekilde bir sermaye teşkil ettiğini de kabul ve tasdik etmeye hazırız”123 diye yazmıştır. Daha sonra sık sık tekrar edeceği ülkeye yabancı sermayenin getirilmesi gerektiği konusunu ilk kez bu sıralarda dile getirmiştir.124 Anılarında, ülkenin içinde bulunduğu koşullar hakkında yaptığı geniş değerlendirmede, beklentilerin aksine Almanların zafer kazanma ihtimalinin ortadan kalktığını, bu safhada ise Türkiye'nin bütün varlığını ortaya koyarak bir kumar yazmaktadır.125 oynadığını Sabah'ı incelediğimizde ise anılarında ortaya koyduklarından daha farklı bir tablo ile karşılaşırız. Örneğin, 21 Kanun-i sani 1917'de kaleme aldığı yazıda, “Muhtelif cephelerdeki vaziyeti tetkik edersek anlarız ki halimiz geçen seneye nispetle kıyas kabul etmez bir derecede iyileşmiştir” diyerek, savaş ne kadar devam ederse, elde edilecek barış şartlarının o kadar lehimize olacağını yazmıştır.126 Ahmet Emin anılarında, 1917 Temmuz'unda basın heyeti ile gittiği Almanya'dan dönüşünde trende, Mustafa Kemal ile karşılaşmasından söz etmektedir. Veliaht Vahdettin ile gittiği Almanya'dan dönmekte olan Mustafa Kemal trende, Ahmet Emin'e savaşın müttefikler tarafından kaybedilmiş olduğunu, hiçbir ümit kalmadığını belirtmiştir. Ahmet Emin, cephede ve cephe gerisinde süren tüm olumsuzluklara 123 124 125 126 Ahmet Emin, “Harp Zenginliği ve Vazifeleri”, Sabah, 30 Nisan 1917. Ahmet Emin, “Geniş Nazarlı Siyaset-i İktisadiye”, Sabah, 18 Şubat 1917. Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 260. Ahmet Emin, “Bundan Sonrası”, Sabah, 21 Kanun-i sani 1917. 47 rağmen, düşmanın dağınık ve zor halde bulunmasına bakarak, müttefiklerin zaferi ile sonuçlanacağına kendisini ve okuyucuları inandırmaya çalıştığını kaydederken, konuşma sonrasında büyük bir üzüntü duyduğunu dile getirmektedir.127 Ancak Ahmet Emin gazete yazılarında, ülkenin I. Dünya Savaşı içinde sosyal ve ekonomik gelişme adına önemli engelleri atlatarak gelişme yoluna girdiği yönünde yorumlar yapmaya devam etmiş ve bu yazılarına bazı kişiler tarafından “gereğinden fazla nikbinliğe kapıldığı” ve ülkedeki “yıkıcı cereyanları hiç hesaba katmadığı” yönünde eleştiriler yöneltilmiştir. Bu görüşlere verdiği cevaptan Ahmet Emin'in siyasi iktidarı desteklediği daha iyi görülmektedir. Öyle ki Ahmet Emin bu eleştirilere yazdığı cevapta şunları söylemektedir: “İnsan kendini ufak tefek tesirlerden tecrit ederek bitarafane ve kıyaskarane bir surette ortalığa bakacak olursa kısa bir zaman zarfında memlekette hasıl olan ve kök tutan intibah eserleri hakkında hayrete düşmemesi ve büyük bir iftihar duymaması imkan haricindedir. Bu hususta ne kadar nikbin olsak azdır. Memleket bir iki sene içinde cidden büyük tekamül adımları atmış ve yakın bir ati için büyük ümitlere meydan verecek istidatlar göstermiştir.”128 1917'de yapılan İTC kongresinden sonra yazdığı yazıda, savaş nedeniyle idari ve ekonomik gelişmeler konusunda İT'nin çok mütevazi bir dil kullandığını, “üç savaş yılı içinde meydana gelen gelişme havasının en iyimserlerin görüşlerinin bile ötesinde olduğunu, her alanda gelişme yollarının açıldığını” söylemiştir.129 Ahmet Emin'in İTC iktidarına olan desteği, savaşın yenilgi ile sonuçlandığının kesinleştiği zamana kadar devam edecektir. Savaş sırasında Osmanlı ile Almanya'nın müttefik olmasını onaylayan bir tutum takınmış, savaş sonrasında da bu işbirliğinin devam etmesi gerektiğine dair yazılar kaleme almıştır. Ahmet Emin Almanya ile kurulan ittifak üzerine şunları yazmaktadır: 127 128 129 Ahmet Emin, a.g.e., C. 1, s 289. Ahmet Emin, “Akamet Yolu”, Sabah, 28 Ağustos 1917. Ahmet Emin, “İttihat ve Terakki Kongresi”, Sabah, 19 Eylül 1917. 48 “Almanlar şimdiye kadar hiçbir ecnebi memlekette başka hükümetlerin yaptığı gibi gönül avcılığına çıkmamışlar, kendi lisan ve adetlerini başkalarına kabul ettirmeye, kendileri hakkında dürüst bir fikir husule getirmeye çalışmamışlardır. Buna mukabil Almanya'nın terakki faaliyetini çekemeyenler, Almanları her tarafta yanlış tanıtmak için elden geleni yapmışlardır.”130 Yazının devamında Ahmet Emin, Almanların, kullandıkları yöntem ve araçlar itibarı ile takip ettikleri yolun kesin bir surette başarı ile sonuçlanacağını, bu bağlamda onların tecrübelerinden yararlanmanın en doğru yol olduğunu belirtmektedir.131 Alman basını ile ilişkileri güçlendirmek amacıyla 11 Temmuz 1917'de yapılan ziyareti de, iki ülke arasındaki ortak çıkarların savunulmasını daha iyi hale getirme şeklinde değerlendirmiştir. Savaşın başlangıcından beri iki ülkenin yayınları arasında bir birlik olduğunu belirterek, gazeteciler arasında az ilişki olmasına rağmen, her meselede ortak bir bakış açısını takip etmelerini övgüyle karşılamıştır.132 İlerleyen günlerde ele aldığı yazıda ise Almanya ile “menfaat rabıtası” olduğunu bunun “kalp rabıtası” kurularak geliştirilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Alman kültürü, edebiyatı, bilimi, sosyal hayatı hakkında bilgi edinme ihtiyacı üzerinde durarak, bu yollarla Almanların zannedildiği gibi “menfaat peşinde koşan adamlar olmadıkları”, “güvenilir, saf kalpli” insanlar olduğunun anlaşılacağını, Almanların ise bundan “propaganda” diye anlaşılır kaygısı ile uzak durduklarını yazmaktadır. Bu dönemde Alman Büyükelçisi von Bernstorff ile kurduğu yakın ilişki, Ahmet Emin'in iki ülke arasındaki ilişkinin güçlendirilmesi için siyasi boyutun ötesinde kültürel ilişkilerin kurulması gerektiği yönündeki yazılar yazmasında etkili olmuştur.133 Haftada birkaç defa Elçi ile çalışma odasında saatlerce dertleştiğini anılarında kaydetmektedir.134 Almanya'ya yapılan basın gezisi sırasında heyette yer alacak gazetecilerin tavsiye ve tespitinin Ahmet Emin'den talep edilmiş olması, Ahmet Emin'in Alman mercilerinin gözündeki önemini gösteren bir örnektir.135 130 Ahmet Emin, “Dostluk Yurdu”, Sabah, 28 Nisan 1917. Ahmet Emin, a.g.m. 132 Ahmet Emin, “Matbuat Heyetinin Seyahati”, Sabah, 10 Temmuz 1917. 133 Ahmet Emin, “Kalp Köprüsü”, Vakit, 8 T.sani 1918. 134 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 272. 135 Geziye Tanin'den Muhittin Bey, Soir'den Abdullah Zühtü, T.Efkar'dan Yunus Nadi, Tercüman'dan Ağaoğlu Ahmet Bey, Sabah'tan Ahmet Emin, Milli Ajans'tan Hüseyin Tosun Bey katılmışlardır. Politisches Archiv des Auswartigen Amts. AN: 406. (Ayrıca Bakınız EK-2) 131 49 Sabah'ta çalışma süreci Ahmet Emin'e geniş imkanlar sağlaması üzerine, kendisinin sahip olduğu bir gazete çıkarmaya karar vermiştir. Ortak olarak, Tanin ve Sabah'ta çalışırken tanıdığı Mehmet Asım (Us) ile anlaşmıştır. Gazete imtiyazının zor verildiği bir dönemde, kendisi İTC'nin sözü geçen düşünce adamı Ziya Gökalp'in, ortağı Mehmet Asım ise Hüseyin Cahit'in (Yalçın) desteği ile Vakit'i çıkarma iznini almıştır. Mehmet Asım, hatıralarında “Yedi yüz altın liralık bir sermaye ile”136 ortaklığın kurulduğundan söz etmektedir. Ahmet Emin ise Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim kitabında 250'er lira sermaye (toplam 500 lira), Turkey in My Time adlı kitabında ise 400 lira koyarak işe başladıklarını belirtmektedir.137 Ahmet Emin, anılarında eğitimi, bildiği yabancı diller, gazetecilikteki tecrübe ve şöhreti dolayısıyla kendisinin Mehmet Asım'dan daha fazla sermaye koyduğunu aktarmakta ve “iş adamlığı damarından yoksun olduğu için daha fazla kar hissesi istemenin aklına gelmediğini” söylemektedir. Kar ve zararı ortak paylaşma ve başyazar olduğu için kendisinin ufak bir maaş farkı alması konusunda anlaşmışlar, Cağaloğlu'nda kapalı halde bulunan bir “Amedi” matbaasını, gerekli eşya ile birlikte toplam 50 liraya kiralamışlardır.138 Yazı heyetinin başında Ali Naci (Karacan)'ın olduğu gazetenin ilk sayısı 22 Ekim 1917’de yayınlanmıştır. 20 paradan satılmaya başlanan gazetenin yazı heyetinde Necmettin Sadak, Kazım Şinasi, Ali Naci, Ruşen Eşref yer almıştır. Hüseyin Cahit, Halide Edip, Ziya Gökalp gibi değerli kalemlerin yazıları zaman zaman Vakit'te yayınlanmıştır. Gazetenin ilk başyazısında Ahmet Emin şunları yazmıştır: “Adı eski fakat kendi yeni olan gazetemiz bugünkü sahiplerinin elinde bulundukça, temiz ve lekesiz kalacak, memleket menfaatlerinin ve gazetecilik sevgisinin aydınlığı içinde saf ve samimi yayınlar yapacaktır.”139 Vakit'in çıkmaya başladığı dönemde, Rusya cephesi Bolşevik İhtilali sonrasında kapanmış, ancak Amerika'nın savaşa İtilaf Devletlerinin yanında girmesi ile 136 Mehmet Asım Us, Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım, Meşrutiyet ve Cumhuriyet Devirlerine Ait Hatıralar ve Tetkikler, Vakit Matbaası, İstanbul, 1964, s 18. 137 Ahmet Emin, a.g.e., C I, s 293. Aynı kitabın III. Cildinde ve Turkey in My Time'da 450 lira sermaye ile işe başladığını belirtmektedir. Ahmet Emin, a.g.e., C III, s 37; Ahmet Emin Yalman Turkey in My Time, University of Oklahoma Press, Oklahoma, 1956, s 56. 138 Turkey in My Time'da ise 100 liraya kiraladıklarını belirtmektedir. 139 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 296. 50 yeni bir dönem açılmıştır. Savaşın kötü gidişatına rağmen Almanya ile olan müttefikliğe verilen önem, Vakit'teki bazı haberler ve Ahmet Emin'in yazılarından anlaşılmaktadır. Gazetenin reklamlarını daha çok Alman firmalarının reklamları oluşturmakta, ayrıca kağıt tedariki gibi konular Almanya ile işbirliğini gerekli kılmaktadır. 29 Teşrin-i evvel 1917'de gelen Alman gazeteci heyeti hakkında çıkan yazıda, Alman gazetecilerinin sadece Alman basınını değil, “bütün müttefik Alman milletinin”140 bir temsilcisi olarak kabul edileceği yazmaktadır. 8 Teşrin-i sani'de ise basın aracılığı ile iki millet arasında güçlendirilecek dostluk bağlarından söz ederek, Almanya ile sadece askeri alanda değil, “medeni, içtimai ve iktisadi” alanlarda da “muazzam eserler vücude getiren Alman dehasını tetkik edebileceğimizi”141 yazmıştır. Vakit'in yayınlanmaya başladığı ilk yılda, gazete önce -Sabah'ta olduğu gibiİTC ve Almanya'ya yakın bir yayın çizgisi izlemiştir. Ahmet Emin Sabah'ta çalışırken yakınlık kurduğu Alman Büyük Elçisi Kont von Bernstorff ile görüşmeye ve kendi ifadesi ile “en az haftada bir”142 bir araya gelmeye devam etmiştir. Yine 1918'de Perthes Basımevi'nin siparişi üzerine Ahmet Emin, Die Türkei başlıklı bir kitap kaleme almış ve burada Türkiye-Almanya ilişkileri üzerinde durmuştur. Vakit'in ilk altı ayı dolduğunda gazeteye dair bir değerlendirme yazısı kaleme alan Ahmet Emin, gazeteyi hayal ettikleri şekilde çıkaramadıklarını dile getirmiş ve gazete çıkarmanın güçlüklerinden bahsetmiştir. Yazısında mürettib ve istihbaratta çalışacak eleman bulmanın zorluğu, savaşın getirdiği sınırlamalar, hacmin yetersiz olması gibi konulara değinmektedir. Sorunların başında ise Almanya'dan alınan ve ihtiyaca yetmeyen kağıt gelmektedir. Ahmet Emin, ismi geçen yazısında kağıt endişesinin, gazetenin içeriğine harcanacak düşünce ve gayretleri lüzumsuz yere işgal ettiğini yazmaktadır.143 Bütün bu sorunlara karşı Ahmet Emin Vakit'te “zuhulden neşet etmiş bir iki istisna hariç” hatır için yazı çıkmadığını, ilan sütunundan başka sütunlarda reklam niteliğinde, nüfuz ve para etkisiyle yazı yayınlanmadığını, sınırlılıklar dairesinde ülke ve kamu çıkarlarını savunduğunu ileri sürmüştür. Devamında ise ilk altı ayı: “Maddeten fazla bir eser-i terakki ve eser-i hayat göstermemekle beraber temiz 140 141 142 143 Ahmet Emin, “Alman Misafirlerimiz”, Vakit, 29 Teşrin-i evvel 1918. Ahmet Emin, “Kalp Köprüsü”, Vakit, 8 Teşrin-i sani 1918. Ahmet Emin, Turkey in My Time, s 43. Ahmet Emin, “Vakit'in Altı Ayı”, Vakit, 21 Nisan 1918. 51 vicdani bir meslek tutmuştur”144 şeklinde değerlendirmiştir. 1918'de gazete bir yılını doldurduğunda da, yayınlarının temiz kalacağı, sadece ülke yararı için yayın yapılacağı sözlerini tekrar etmiştir. Vakit'in satışlarının iyi gitmesi ile yeni bir matbaa ihtiyacı duyulmuştur. Almanya'ya yaptığı bir ziyaret sırasında, “İki yüz liraya, yani bin marka”, iki tarafı birden basan reaksiyon usulü denen yeni bir baskı makinesi almıştır. Makinenin bulunmasında ve naklinde Alman Gazete Sahipleri Cemiyeti Başkanı ve Germania Müdürü Herr Müller yardımcı olmuştur. Vakit savaşın sonuna yaklaşılmakta olduğu 1918'in ortalarından itibaren iktidarı eleştirmeye başlamıştır. 11 Haziran 1918'de sansür kaldırılmış sadece gazetelerin bir haberin savaş sırrı olup olmadığı konusunda danışması için bir makam tayin edilmiştir. Ahmet Emin sansürün kaldırılması hakkında bir takım yazılar kaleme almıştır.145 Sansürün kaldırılması ile savaş sırasında yapılan yolsuzlukların ortaya çıkarılabileceğini ileri sürerek, savaşın yol açtığı tahribatlardan daha sık söz etmeye başlamıştır. Örneğin bir yazısında: “Menfaat-i umumiyeyi her şeyin fevkinde tutmaya ve istikbali daima göz önünde bulundurmaya memur bir kuvvet sıfatıyla hükümetin vazifesini ifa edememesinden birçok şüpheli unsurlar istifade ettiler”146 demektedir. Yazıda memleketi idare edenlerin, fedakar ve vatanperver olduklarını ancak iki üç senedir duruma milletin çıkarı doğrultusunda nüfuz edemediklerini, memleketin çıkarına aykırı birçok işlere seyirci kalmaya mecbur olduklarını belirterek, “Fakat hiç şüphe etmeyiz ki bu esnada efradı millet içinde onlar kadar acı tesirler hisseden kimse yoktur” diye yazmıştır. Ona göre sansürün kaldırılması, yöneticilerin hamiyet sahibi olduklarını ve milletin çıkarını düşünmekten hiç vazgeçmediklerini göstermektedir. Basın da hürriyeti suiistimal etmeyecek, “garez ve ihtirasa” kapılmayacaktır.147 Ahmet Emin, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim ile Turkey in My Time adlı kitaplarında ise bu yazıdan farklı bir biçimde bahsetmektedir. Her iki kitapta da yer verdiği yazıda, savaş yıllarındaki halkın çektiği sıkıntının “Hükümet kuvvetinin böyle zor bir devirde, halkın menfaatlerinin tarafında olacak yerde, bir takım özel 144 Ahmet Emin, “Vakit'in İlk Altı Ayı”, Vakit, 21 Nisan 1918. Ahmet Emin, “Sansürün İlgası”, Vakit, 12 Haziran 1918; “Hükümet ve Matbuat”, Vakit, 2 Temmuz 1918; “Teşhir ve Tenkit Lüzumu”, Vakit, 22 Ağustos 1918; “Matbuat Kuvvetini Tanzim Yolları”, Vakit, 26 Ağustos 1918. 146 Ahmet Emin, “Sansürün İlgası”, Vakit, 12 Haziran 1918. 147 Ahmet Emin, “Sansürün İlgası”, Vakit, 12 Haziran 1918. 145 52 menfaatlerin yanında” olmasına bağlamaktadır.148 Gazetedeki yazıda hükümete karşı oldukça yumuşak bir ton hakimken, kitaplarında alıntıladığı yazıda doğrudan hükümeti eleştirir görünmektedir. İki ülke arasındaki ittifakın, Almanların Kafkaslar ve Orta Doğu'da Osmanlı Devleti aleyhine yayılma politikaları sonucu bozulması ile gazetelerde Almanya aleyhinde yazılar yayınlamaya başlanmıştır. Savaşın yenilgi ile sonuçlanacağının anlaşılması ile Vakit'in yayın politikasında keskin bir değişme gözlenmeye başlamıştır. Örneğin Ahmet Emin 2 Eylül tarihli yazısında, tüm dünya Almanya'ya sırt çevirirken, bizim fedakarca yanına koştuğumuzu, saf dostluk hislerinin devam edeceğini düşünürken Almanya'nın bize haber bile vermeden en temel çıkarlarımızı çiğnemeye kalkışmasını kendi üzerinde “gayrı muntazır ve acı bir darbe tesiri” yarattığını yazmıştır.149 Almanya'nın tutumundan duyulmaya başlanan rahatsızlık Vakit'te kağıt krizinde görünür hale gelmiştir. Savaş yıllarında basın yeterince kağıt temin edemediği için gazeteler sayfa sayısı ve baskı adedini azaltma yoluna gitmiş, bu sorun gazetelerin fiyatına da yansımıştır. 13 Mart'ta gazeteler 20 paradan 40 paraya çıkarılmış, Almanya'dan alınmakta olan kağıdın az gelmeye başlaması ile ortaya çıkan sorun, Ahmet Emin ile Almanya Büyükelçiliğini karşı karşıya getirmiştir. Gelen kağıdın gazetelere dağıtım işini Osmanlı Matbuat Cemiyeti üstlenmiştir. Cemiyetin Genel Sekreterliği'ni yapmakta olan Ahmet Emin, gazetelerin isteklerini kontrol etmekte ve satış miktarlarına göre kağıdı dağıtmaktadır. 9 Ağustos 1918'de Ahmet Emin, Almanya ile ilişkilere dair bir yazdığı yazıda: “haklarımızı bilmek ve savunmaya hazır olmak şartıyla” Almanlardan iyi bir dost ve müttefik olamayacağını belirtmiş, Almanların “medeni propaganda” yapmalarının normal hatta istenilir bir durum olduğunu, ancak gizli olan siyasi propagandadan şikayetçi olduklarını yazmıştır. Konuyu esas olarak üzerinde durmak istediği kağıt sorununa getirmiştir. 11 Ağustos'taki yazısında, özetle Alman Büyükelçiliği'nin kağıt üzerinden, Türk basınını baskı ve etki altında tuttuğunu iddia etmiştir. Yabancı bir elçiliğin kağıdı tedarik etmesi ve böylece gazeteleri baskı ve etki altında bulundurmasını milli onura bir tecavüz olarak nitelendirmiştir. Ahmet Emin 148 149 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s. 300; Turkey in My Time, s 58. Ahmet Emin, “Almanya'nın Kafkas Siyaseti”, Vakit, 2 Eylül 1918. 53 aynı yazıda hükümetin, kağıt sorununda basını himaye etmesi gerektiğini de belirtmiştir.150 Hükümete, kağıt naklinin zamanında yapılması, savaş zamanında kağıdın ticari bir mal olmadığı, ancak muhtaç olanlara dağıtılacağı hakkında kanun çıkarılması konularında basına destek verebileceğini yazmıştır. Nakliyatta çıkan sorun nedeniyle altı ay içinde 60 vagon kağıt yerine 12 vagon getirilebilmiş, kağıt az miktarda gelince herkese ihtiyacı doğrultusunda dağıtılamamıştır. Bu durum karşısında gazeteler tirajlarını azaltma yoluna giderken bazı gazeteler de itiraz etmişlerdir. Ahmet Emin'in iddialarına karşı 15 Ağustos'ta ise Alman Elçiliği, gazeteye bir yazı göndermiştir. Yazıda, “Ahmet Emin Bey Elçiliğin sözünü nasıl tuttuğunu bilir” dedikten sonra elindeki bütün kağıdı Matbuat Cemiyeti'ne verdiğini, “kağıt hakkında kendi tarafından geçerli olan çeşitli talepleri dikkate almadığını” belirtmiştir.151 Ahmet Emin bu mektuba verdiği cevapta, kağıt sorununda Elçiliğin “müttefik bir memlekette kağıt tevziini kasten inhisar altına almak” ve gazeteleri etkileme gibi bir amacının olmadığını belirttiğini ancak sorunun basın ve ülke için onur sorunu olduğunu da anlamadıklarını yazmıştır. Ayrıca kağıt dağıtımının Osmanlı Matbuat Cemiyeti'ne devrolunduğu sırada Elçiliğin tezkeresinde gösterildiği gibi bir takım şartların konulmamış olduğunu, Cemiyet'in kağıdı eşit dağıtmasının zaten doğal olduğunu, bunu tetkik etmenin de “bir ecnebi sefaretine değil Osmanlı Hükümeti'ne”152 ait bir iş olduğunu kaydetmiştir. Ahmet Emin'e göre kağıdın eşit dağıtımı meselesinin çıkarılması çok gariptir. Altı ayda 60 yerine 12 vagon kağıt gelmesi, nakliyat ile ilgili makamların konuya yeterince emniyet vermemelerinden kaynaklanmıştır. 1918 Eylül ayından itibaren savaşın yenilgi ile sonuçlanacağı haberleri kesinleşmeye başlamıştır. Ekim ayında Talat Paşa ile yaptığı baş başa konuşmada, Talat Paşa savaşın kaybedildiğini, muhalefetin oluşmasına izin vermemekle hata ettiklerini söylemiş ve Ahmet Emin'e dürüst bir gazeteci olarak yıkıcı cereyanlara karşı gelmesini beklediğini aktarmıştır. 3 Kasım'da İttihatçıların önde gelenlerinin yurtdışına kaçmaları ülkede büyük tepki yaratmıştır. İTC'nin izlediği siyasetin başarısız olması ve savaştan yenik çıkılması üzerine, İTC aleyhtarı muhalefet harekete geçmiştir. Bu sırada yıldızı 150 151 152 Ahmet Emin, “Kağıt İşleri”, Vakit, 11 Ağustos 1918. “Almanya Sefaretinin Cevabı”, Vakit, 15 Ağustos 1918. Ahmet Emin, “Ticari ve Zirai Hazırlıklar”, Vakit, 16 Ağustos 1918. 54 parlayan parti Hürriyet ve İtilaf Fırkası olmuş, İtilaf ve İttihatçıların arasındaki kavgalar ise en yoğun şeklini almıştır. Ahmet Emin, bu dönemde İttihatçı kelimesinin adeta “vatan haini” anlamına gelmeye başladığını yazmaktadır.153 Devletin geleceğinin tamamen belirsiz olduğu bir dönemde bu karmaşa ortamından yararlanmak isteyen Alemdar'dan Pehlivan Kadri'nin kendisine gelerek İttihatçıları ihbar etmeyi ve çıkarları yarı yarıya paylaşmayı teklif ettiğini ileri sürmektedir. İttihatçılar aleyhinde yayınların artması, kişisel düşmanlıkların gazetelerde fazla yer bulması üzerine, Tasvir-i Efkar, Tercüman-ı Hakikat, Akşam, Servet-i Fünun, Yeni Gün, Tanin, İkdam, Vakit ve Zaman gazetelerinin temsilcileri ülkede birliği vurgulamak amacıyla toplanarak bir karar hazırlamışlardır. Burada: “Gazetelerin lisanında görülen şiddet, vatani heyecan ve endişelerin mahsulü olup, matbuat birdenbire yeni ahval ve şerait ve yeni meseleler karşısında kalınca muhitteki cereyanları idare edecek bir kuvvet halinden çıkmış ve bu cereyanların tesirine az çok tabi olmuştur. Vatanın bu müşkül dakikalarında her hususta kati bir samimiyetin muhafazası lazım olduğundan matbuat bu ciheti halisane itiraf eder.”154 Denilmektedir. İsmi geçen gazeteler, okuyuculara zayıflık hissi verebilecek, nifak uyandırabilecek yayınlardan ve kişisel tartışmalardan uzak durulması konusunda ortak hareket etme kararı almışlardır. 1917'de Amerika'yı savaş dönemi izlediği politika nedeniyle eleştiren Ahmet Emin, 1918'de yenilgi kesinleşince Amerika'nın savaşta elde ettiği güç nedeni ile dünyada kazanacağı konumdan ve Türkiye'nin Amerika ile ilişkilerinin güçlendirilmesi gerektiğinden bahsetmeye başlamıştır. 1917'de Başkan Wilson'u savaşı “kızıştırmakla” itham etmiş ve “İtilaf Devletleri'ne milyonlarca dolarlık mal veren Amerika sermayedarlarını ve onlar vasıtasıyla İngilizlerin esiri olan aciz ve zayıf bir adamı” olarak nitelemiştir.155 1918 Ekim'inden itibaren ise Amerika'nın savaş sırasında 153 154 155 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 312. Matbuatın Bir Kararı”, Vakit, 21 Teşrin-i evvel 1918. Ahmet Emin, “Amerika ve Sulh”, Vakit, 10 Kanun-i sani 1917. 55 elde ettiği gücü vurgulamaya ve sadece barış görüşmelerinde değil, savaş sonrasında da “cihan diktatörü” rolünü oynayacağına dikkati çekmeye başlamıştır.156 Amerika ile işbirliği yapılması gerektiği yönünde ilk yazısını 30 Kasım ve 1 Aralık 1918'de çıkan “İstikbal Düşünceleri” başlıklı yazılarında dile getirmiştir. 4 Aralıkta kurulan Wilson Prensipleri Cemiyeti içinde yer alarak “Amerika'nın “müzaheretini” isteme yolunda sıkça yazılar yazmıştır. Özellikle 1919 yılında kaleme aldığı yazılar nedeniyle hayatının ileriki yıllarında “Amerikan mandası” istediği yönünde sıkça eleştirilmiştir. Sivas Kongresi sonrasında “manda” tartışmaları bitmiş olmasına rağmen Ahmet Emin hemen her dönemde, ekonomik ilişkiler, idari yapıda reform yapılması, yabancı sermayenin ülkeye girmesi, uzmanların getirtilmesi gibi konularda Amerika'yı ön plana çıkaracaktır. B. İT'nin Karşısında Ahmet Emin İT'nin izlediği siyasetin başarısız olması ve savaştan yenik çıkılması üzerine, İTC aleyhtarı olanların harekete geçtiğine daha önce değinmiştik. Mütareke sonrasında Vakit, HİF'nı eleştirmekle beraber İTC'ne de eleştirilerini giderek artırmıştır. Ahmet Emin, 15 Teşrin-i evvel 1918'de, İT'nin “tahakküme meylettiğini” yazmış yöneticilerin, bir zümrenin çıkarı ile memleket çıkarının sınırını ayıramadıklarını belirtmiştir.157 İki partiyi de eleştirmesi, Hİ iktidarı tarafından İttihatçılığı savunmak olarak algılanırken, İttihatçılar da Ahmet Emin'i savunduklarından dönmekle suçlamışlardır. Bu noktada Ahmet Emin'in 1918'in başında yazdığı bir yazıya değinmek gerekmektedir. Bu yazısında “müstakil fikirli” olma konusunu ele almış ve burada “eğer fikirler bir sistem dahilinde değilse, çevresindeki akımların etkisiyle bu fikirlerin şekilden şekile girebileceğini” yazmıştır. Ona göre bir kişinin “müstakil fikirli” olup olmadığını anlamanın en kolay yolu, partinin güçlü olduğu veya güçten düştüğü zamanlardaki tutumundan anlaşılabilir. Güçten düşmeye başladığında kişi veya yayın organı “münekkitlikten başlayıp muhalifliğe” giderse bu kişi veya yayınların fikirlerinde müstakil olmayan particiler olduğunun anlaşılacağını158 yazmıştır. 1918'in 156 157 158 Ahmet Emin, “Cihan Diktatörlüğü”, Vakit, 12 Teşrin-i evvel 1918. Ahmet Emin, “Bizde Fırka Hayatı”, Vakit, 15 Teşrin-i evvel 1918. Ahmet Emin, “Fikirde İstiklal”, Vakit, 27 Şubat 1918. 56 sonunda kendisi de İTC'nin iktidarı kaybetmesi ile söylemini tamamen değiştirmiştir. Ahmet Emin Hİ ve İT tarafından kendisine yöneltilen eleştirilere, Vakit'in herhangi bir partiye taraftarlık veya muhalefet etmeyi değil, vatanın menfaatini esas aldığını, kendisinin ağız değiştirdiğini iddia edenlerin eski yazılarını okumadığı cevabını vermiştir.159 Hİ'a karşıt tavrı önce İttihatçılarla birlikte tutuklanmaya (10 Mart 1919), sonra Kütahya'ya en son da Malta'ya sürülmesiyle sonuçlanmıştır. Öyle ki ilk Bekir Ağa Bölüğündeki tutuklanma ve Malta sürgünlüğü sırasında İttihatçılar da Ahmet Emin'in aralarında bulunmasına bir anlam verememişlerdir. 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi'nin imzalanması Vakit'te, “Mütarekenin Resmi Metni: Dahili İşlerimize Müdahale ve Hakimiyet-i Milliyemize Tecavüz Yok” şeklinde manşetten yayınlanmış, aynı gün Rauf Bey ile yapılan röportaja yer verilmiştir. İlerleyen günlerde konuya değinen Ahmet Emin, İtilaf Devletlerinin bizimle silah teslimi şeklinde değil, müzakere sonucunda bir mütareke imzaladıklarını yazmış ve devamında da şunları söylemiştir: “Buraya muzaffer bir işgal ordusu sıfatıyla değil, mütarekeye ait muayyen vezayif-i askeriyeyi tatbike memur heyetler sıfatıyla geldiler. Buradaki İngiliz ve Fransız askeri bizim misafirimizden başka bir şey değildir. İstanbul'da bulunmaları, Osmanlı hukuk-u [email protected] hiçbir vecihle tehdit edemez.”160 Mütareke'nin imzalanmasından sonra savaş dönemi politikalarından sorumlu olanlarla bir hesaplaşma dönemi başlamış, Ahmet Emin de birçok yazısında geçmişle hesaplaşma konusu üzerinde ısrarla durmuştur. Özellikle İT döneminde yaşanan Ermeni sorununun halledilmesi gerektiğini aksi halde Amerika ve Avrupa devletlerinden konu hakkında acı sözlere ve uygulamalara maruz kalacağımızı yazmıştır. Yazının ilerleyen kısmında şöyle devam etmektedir: “Bu tecavüzlerde her iki tarafın hiç olmazsa müsavi derecede mesuliyeti vardır...Bu gibi hareketlerin müsebbibi ve mübaşiri ve mensup bulundukları millete leke 159 160 Ahmet Emin, “Memleket Fikri”, Vakit, 16 Teşrin-i evvel 1918. Ahmet Emin, “Yeni Türk Nesli”, Vakit, 24 Teşrin-i sani 1918. 57 sürenleri cezalandırmak ve böylece cihan medeniyet efkarı umumiyesine bir taziye vermek en tabi vazifemizdir.” 161 İT'ye eleştirilerini gittikçe artıran Ahmet Emin, İT'yi ülkeyi hasta, çaresiz hale koymaktan birebir sorumlu bulmaktadır: “Memleketini böyle hasta, biçare bir hale koyan adamlar, bundan sonra da hırpalamak, izaç etmek, dahilen zaife uğratmak emelinde bulunabilecekler midir? Doğrusu biz kendilerinden bilhassa Enver Paşa'dan her şeyi bekleriz. Şimdiye kadar istibdat lezzetini vatan menafiinin fevkinde tuttuklarını her hareketleriyle ispat eden adamların memleketi yıkmak bile lazım gelse idare-i kuvvete çalışacaklarına hiç olmazsa bunu hatırdan geçireceklerine ihtimal vermemek için elde hiçbir neden yoktur.”162 Ahmet Emin, geçmişle hesaplaşma konusunda İTC'nin uyguladığı Türkçülük politikası üzerinde sık sık durmuş ve Ermeni meselesinde sorumlu olan İttihatçıların cezalandırılmaları gerektiğini vurgulamıştır. İT'nin, Osmanlı sınırları içinde yaşayan farklı unsurların Osmanlılık bağı ile bir arada tutulması mümkün iken, ırk bağı üzerine yeni bir vatandaşlık kurmaya çalışmasının cahillik değil “cinnetle” ifade olunabileceğini ileri sürmüştür.163 Özelikle Ermenilere karşı izlenen onun deyimi ile “imha ve tehcir” politikaları ülkenin hem yurtiçinde hem de yurtdışında onarılamaz yaralar almasına sebep olmuştur. Sadece Osmanlı'da değil, Amerika'da bile değerli bir ekonomik yeri olan Ermenilere karşı izlenen politikaların, ekonomik anlamda düşkün olan ülkemiz için büyük bir sorun teşkil ettiğini yazmıştır. İT liderlerini ima ederek, “bir kaç cahil ve maceraperest adam yüzünden” ülkenin silinmez bir leke aldığını, bir kaç kişiyi zengin etmek uğruna bütün ülkeyi yıktıklarını ileri sürmüştür. Sorunun çözümünü “Ermenileri milli bir yurt sahibi etmek ve Ermeni meselesiyle buna merbut entrika ve görüntülerden ilelebet kurtulmak için mutlaka Ermeni Cumhuriyeti'ne biraz toprak ilave etmek lazımdır” şeklinde ortaya koyarak, bu arazide kalan Türkler ile 161 162 163 Ahmet Emin, “Maziye Ait Hesaplar”, Vakit, 4 Teşrin-i sani 1918. Ahmet Emin, “Çetecilik Emelleri”, Vakit, 6 Teşrin-i sani 1918. Ahmet Emin, “Sulh Hazırlığı”, Vakit, 22 Teşrin-i sani 1918. 58 memleketin belli yerlerinde kalan Ermenilerin mübadele edilmesi gerektiğini iddia etmiştir.164 Özellikle Ermenilere karşı “imha siyaseti”nin ülkenin ekonomik durumu için büyük bir sorun teşkil ettiğini belirtmiştir.165 Geçmişi tasfiye etmenin yolunu da, Amerika ve İtilaf Devletlerinden oluşan tahkik komisyonları kurarak, Ermeni meselesinde suçu sabit olanları Müslüman veya Ermeni olsun cezalandırmak, tehcir edilen Ermeni ve Rumları yurtlarına iade ve rahatlarını temin işini Amerika'ya bırakmak, tehcir edilenlerin mal ve mülkünü gasp edenlerin elinden almak ve kayıpları tazmin etmek şeklinde sıralamıştır. Geleceği inşa etmek için de yabancı uzmanların getirtilmesi bunun için doğrudan Amerika'ya başvurmak gerektiği üzerinde durmuştur. Ahmet Emin, milliyetçiliği ılımlı ve aşırı olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Demokratik ülkelerde, aynı ülkede yaşayan insanlar arasında siyasi ve ekonomik bir birliğin kurulmasıyla, vatandaşlığın kan ve din anlamlarından tamamen ayrı olarak, aynı bayrağı ve aynı memleketi benimseyen kişiler arasında cereyan etmeye başladığını yazmıştır.166 Türkçülüğe karşı, Osmanlılığa bağlı siyasal vatandaşlık önerisini getirmiş ve bu konuda şunları söylemiştir: “Herhangi bir efradı feda etmeye ve gücendirmeye bugünkü vaziyetimiz müsait değildir. Binaenaleyh istikbale ait vatandaşlık çerçevesini o kadar geniş bir surette çizmeliyiz ki vatana merbut olan bilcümle efrad bunun içinde rahatça yer bulabildikten başka yeni gelebileceklere de yer kalabilsin. Bu maksat için çizilecek çerçeve de ancak Osmanlılık çerçevesi olabilir.”167 Amerika gibi içinde çeşitli milletleri barındıran ülkede vatandaşlar nasıl eşit durumda yaşayarak, din ve kültür gibi meselelerde her millet kendi dünyasında yaşabiliyorsa, bunun “Osmanlı vatandaşlığı” adı altında bizde de uygulanabileceğini ileri sürmüştür. Vatandaşlık için, bir kişinin kanunen devlete bağlı olmasının, ülkenin çıkarlarını o ülkenin halkı ile ortak görmesinin yeterli olduğunu, bunun için din ve 164 Ahmet Emin, “Ermeni Meselesi”, Vakit, 1 Ağustos 1919. Aynı görüşleri 21 Teşrin-i evvel 1919 tarihli “Türkçülük ve Memleketçilik II” ve 16 Mart tarihli “Siyaset İhtiyacı” başlıklı yazılarında da tekrarlamaktadır. 165 Ahmet Emin, “Sulh Hazırlığı”, Vakit, 22 T.Sani 1918. 166 Ahmet Emin, “Saiyasi Vatandaşlık”, Vakit,27 Teşrin-i evvel 1919. 167 Ahmet Emin, “Bir Hastalık ve Neticeleri”, Vakit, 25 Teşrin-i evvel 1919. 59 kültür birliğinin aranamayacağını, bir devlete bağlılığın 20. yüzyılda hiçbir zaman kan bağı anlamına gelemeyeceğini yazmıştır.168 Siyasal vatandaşlık hakkında bir başka yazısında da İngiltere'yi örnek vermektedir. İngiltere'de Protestan, Ortodoks bir Ermeni'nin, Rum'un veya bir Müslüman'ın kendi dinlerini tesis etmek şartıyla İngiliz tabiyetini kazanabildiklerini yazmakta, “British” ve “İngiliz” kelimelerinin arasındaki fark üzerinde durmaktadır. “İngiliz” tabirinin daha çok kültür, edebiyat konularında kullanılırken, devlet kurumlarından söz edildiğinde “Britanya” kelimesinin seçildiğini, bir adamın Galli mi, İskoçyalı mı, İrlandalı mı olduğunu hiç kimsenin araştırmadığını ileri sürmüştür. Bu bağlamda bizim dilimizdeki “Türk” kelimesinin mutlaka din ve geniş oranda ırk manası barındırdığını, bu nedenle Türk ifadesinin “Osmanlı vatandaşlığı” gibi geniş bir anlamı ifade edemeyeceğini yazmıştır.169 Siyasal vatandaşlık için verdiği bir başka örnek Amerika üzerinedir. Amerika'da, belli kuralları yerine getiren herkesin Amerikan vatandaşı sayıldığını aynı gerekçelerle açıklamaktadır. Anadolu'da başlayan milli hareketin kendini İttihatçılıktan ayrı tutmasını ve yabancı düşmanlığı gibi aşırılıklardan kaçınmasını, gayrimüslimlere karşı düşmanca hislerden uzak tutmasını olumlu karşılamıştır. Ancak yeni devletin “Türklük” üzerine değil, sınırları daha geniş tutulan bir vatandaşlık anlayışı üzerine bina edilmesi gerektiğini dile getirmiştir. Yazılarında ileri sürdüğü bir diğer nokta da “asri bir devlet şekline” girmek için din ile devlet ilerinin ayrılması gerektiğidir. Gelen okuyucu tepkilerine yazdıklarının halifelik meselesi ile ilgili olmadığını, “Meşihat ve Evkaf Nezareti’nin bağımsız bir din heyeti olarak halifeye bağlanabileceğini, Osmanlı devletinin de bütün vatandaşlar için eşit bir kanun heyeti şeklini alabileceğini yazmıştır.170 Ahmet Emin, konu ile bağlantılı olarak, adem-i merkeziyetçiliğin kabul edilmesi yönünde yazılar kaleme almıştır. Örneğin, 12 Teşrin-i sani 1918'de Amerika'daki bir hocasının Türkiye'nin yönetim tarzının, ülkenin olabildiğince küçük bölgelere ayrılarak, halkın kendi ihtiyaçlarına göre kendini yönetmesi gerektiği şeklindeki görüşlerine yer 168 169 170 Ahmet Emin, “Anasır Siyaseti”, Vakit, 12 Şubat 1919. Ahmet Emin, “Siyasi Vatandaşlık II”, Vakit, 29 Teşrin-i evvel 1919. Ahmet Emin, “Sulh Hazırlığı 2” Vakit, 22 T.sani 1918, bakınız Hilafetin İlgası bölümüne. 60 vermiş171 ve bu yazısına basından büyük bir tepki gelmiştir. Bu tepkilerde Vakit'in İTC'nden lütuf gördüğü iddialarına yer verilmiş, Ahmet Emin de herkesin sustuğu sırada İTC'nin politikalarına hücum etmekten çekinmediğini, İTC yıkıldığı sırada muhalif tavır takınmadığını yazarak bu iddiaları kesinlikle red etmiştir.172 1 Kanun-u evvel 1918'de ilk kez “Amerika'nın muaveneti” konusunu gündeme getirmiştir. Yazısında, “Devletin hukuk-u istiklaline katiyyen halel vermemek ve bir ecnebi devletin himaye ve murakebesi şeklini tazmin etmemek şartıyla memleketimize ecnebi heyet-i islahiyeleri davet edilmesini”, bu uzmanların da Amerika'dan seçilmesi gerektiğini söylemiştir.173 Avrupalı devletlerin arasındaki çıkar mücadeleleri nedeniyle muaveneti Amerika'dan istemek, gelecek uzmanları Amerika'dan seçmek gerekir. 4 Aralık'ta da Halide Edip'in teşebbüsü ile Wilson Prensipleri Cemiyeti kurulmuş ve Amerikan yardımı ile 15 ile 25 yıl arasında değişen bir “terbiye ve irşad sisteminin” kurulması fikirleri gündeme getirilmeye ve basında tartışılmaya başlanmıştır. Ahmet Emin'in I. Dünya Savaşı sırasında desteklediği İTC politikalarını, Mütareke ardından sert bir şekilde eleştirmeye başladığı yazılarından örnekler verilerek açıklanmıştı. Eleştirilerinin temelde İTC tarafından izlenen milliyetçilik politikası etrafında birleştiği görünmektedir. Ahmet Emin'in, adem-i merkeziyetçi bir idari yapılanma ve Türk yerine Osmanlı vatandaşlığı modelinin esas alınmasını önerdiği yazıları ile Amerika'nın idari yapısının örnek alınmasını önerdiği yazılar arasında doğrudan bir paralellik vardır. Zira kısa süre içinde Amerikan muaveneti konusunu gündeme getirmesi ve konu hakkında gelen heyetlerle görüşmeye başlaması ile İTC politikalarına karşı eleştirilerini daha anlamlı hale getirmektedir. C. Hürriyet ve İtilaf Fırkası Karşısında Ahmet Emin İT'nin iktidardan düşmesi üzerine başlayan karmaşa döneminde, geçmişte İT'ye muhalif olup yurtdışına gönderilmiş olan muhalifler dönmeye ve örgütlenmeye başlamıştır. HİF'nın iktidara gelmesini Refik Halid (Karay) hatıratında şöyle anlatmaktadır: 171 Ahmet Emin, “Hakimiyet-i Milliye”, Vakit, 12 Teşrin-i sani 1918. Ahmet Emin, “Karilerimle Bir Hasbıhal”, Vakit, 15 T.Sani 1918. 173 Ahmet Emin, “İstikbal Düşüncelelri II”, Vakit, 1 Kanun-i evvel 1918. bakınız manda tartışmalarına 172 61 “Her işte ve her hadise karşısında “Hürriyet ve İtilaf”cılar yalnız “İttihat ve Terakki”cileri düşünürler: Madem ki onlar senelerce hükümeti ellerinde tutmuşlardı, artık sıra bizimdi: Şimdi senelerce biz de hükümran olacaktık. İşte, o gün etrafıma baktıkça, konuştukça herkeste bu kanaati, bu yanlış hükmü görüyordum.”174 Mütareke döneminde başlayan İttihatçı-İtilafçı hesaplaşmasının basında gündemi yoğun bir şekilde işgal etmeye başlaması üzerine, ülke menfaatlerini öne çıkaran ve ılımlı olmaya çağıran yazılar da basında görülmeye başlanmıştır. Örneğin Hadisat'ta Cenap Şahabettin, “Ahlak-ı Matbuat” başlıklı yazısında şunları yazmıştır: “Sanki yapacak ve düşünülecek bir işimiz olmadığı halde eğlence uydurmuş olmak üzere birbirimize sataşmak ihtiyacını duyuyoruz. Dünya Savaşı bir mütareke ile sona erdi. Hâlbuki şahsi savaşlarımız hala sürüyor. Düşmanın saldırısı bitti; şimdi vatandaş durmadan birbirine saldırmakta. Bombaların gürültüsünden kurtulduk, diyorduk, şimdi kalemlerin vesvesi durmuyor. Şehrimizdeki yabancı işgal kuvvetleri hakkımızda bir fikir edinmek için gazetelerimize göz gezdirseler, ne yarabbi, bunlar bir yığın ayıp mecmuası... Birbirlerinin rezilliğinden başka söylenecek bir şeyleri yok sanki deseler haklı değiller mi?”175 Ahmet Emin HİF'nı kişisel düşmanlık hisleriyle hareket ettiği ve partizanca tutumu nedeniyle İT'nin yaptığı hataları tekrar edeceği düşüncesiyle eleştirmiştir. Öyle ki iktidarın Hürriyet ve İtilafçıların eline geçmesi halinde “İT'ye rahmet okutacak”larını yazmıştır.176 29 Teşrin-i evvel'de bir diğer yazısında da İT'ye muhalif olanların sadece muhalif oldukları için İT benzeri bir parti kurmamaları gerektiğini belirtmiştir.177 8 Kasım’da, içinde bulunulan tehlikeleri hatırlatarak, bunu unutanların “şahsi ihtirasların, zümre menfaatlerinin arkasından koştuklarını, İT’nin yaptığı kötülüklere başka maskeler altında devam etmek istediklerini”178 yazmıştır. 174 Refik Halid Karay, Minelbab İlelmihrab, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul, 1964, s 81. Cenap Şahabettin, “Ahlak-ı Matbuat”, Hadisat, 20 Teşrin-i sani 1918. Aktaran: Salih Tunç, İşgal Döneminde İstanbul Basını (1918-1922), Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 1999, s 35. 176 Ahmet Emin, “Kelime Mücadelesi”, Vakit, 27 Teşrin-i evvel 1918. 177 Ahmet Emin, “Cihan Hakimiyeti”, Vakit, 29 Teşrin-i evvel 1918. 178 Ahmet Emin, “Mevsimsiz Kundakçılık”, Vakit, 8 Teşrin-i sani 1918. 175 62 HİF kısa zamanda Divan-ı Örfi’de önde gelen İttihatçıların cezalandırılması için davalar açmaya başlamıştır. Göztepe, hazırlıksız ve intikam duyguları ile işbaşına gelen Hİ’ın programına yeni bir şekil vermesi gerekirken ortaya polis icraatından başka bir şey koyamadıklarını, üstelik Ermeni katliamı diye bilinen davanın, Türkler aleyhine bir intikam divanı gibi takdim edildiğini yazmaktadır.179 Ahmet Emin, HİF'nın iktidarına yönelttiği eleştiriler nedeni ile özellikle Ali Kemal ile karşı karşıya gelmiştir. Bu dönemde Ali Kemal yönetimindeki Sabah, Damat Ferit Paşa kabinesinin ve Hİ'ın yayın organıdır.180 Damat Ferit Paşa ile Ali Kemal dayanışma halinde olup Göztepe, sadrazamın müdafaasını tek başına omuzlarına alan Ali Kemal’in Damat Ferit Paşa’dan daha fazla düşman kazandığını belirtmektedir. Ayrıca Damat Ferit’in gazetede yapılan lehine propagandalar karşılığında gazetenin hisselerini alarak maddi açıdan destek verdiğini aktarmaktadır.181 Ali Kemal'in, Sabah'ta Ahmet Emin'i İttihatçıları korumakla itham etmesi üzerine aralarında bir polemik başlamıştır. Ahmet Emin ise cevabında Ali Kemal Bey ve arkadaşlarının gerçek İttihatçılar olduklarını, “İT elinde memleketi batırmaya alet olan dar, ihtiraskar” fırka zihniyetine varis olduklarını, İT'yi diriltmeye çalışanların başında kendilerinin bulunduklarını yazmıştır. Kendini ima ederek, bir zamanlar İttihatçı oldukları halde sonra muhalefete geçenlere de, tarafsız düşünenlere de İttihatçı demeye devam ettiklerini, aralarında ayrım yapamadıklarını182 belirtmiştir. İlerleyen günlerdeki yazılarında, “fırkacılık” nedeniyle halkın gerçek sorunları ile ilgilenilmediği üzerinde durmuş, İT ve Hİ fırkalarından halkın bezmiş olduğunu yazmıştır. Ahmet Emin: “Bu fırkalardan ikisinin hiçbir hikmet-i vücudu yoktur. Bunlardan biri mevcut olduğu için diğeri de mevcuttur. Her ikisinin tarz-ı teşkili, mahiyet-i esasiyesi ve saha-i faaliyeti birbirinin aynıdır”183 demektedir. Ona göre, Hİ, İT sisteminin iflasından sonra kamuoyunun sevgi ve saygısını kazanmak ve namuslu İttihatçıları etrafına toplamak yerine, yanlış bir siyaset izleyerek İT'nin muhalifi değil, halefi haline gelmiştir. Çıkar farkları yerine fikir farklarına dayanmak şartıyla birbirine muhalif iki parti olmasından 179 Tarık Mümtaz Göztepe, Osmanoğullarının Son Padişahı Vahdettin Mütareke Gayyasında, Sebil Yayınları., İstanbul, 1969, s 121. 180 Ali Kemal aynı zamanda HİF'nın Umumi Katipliği'ni yapmaktadır. Daha sonra Dahiliye Nazırı olarak kabineye girmiştir. 181 Tarık Mümtaz Göztepe, a.g.e., s 341. 182 Ahmet Emin, “Ali Kemal Bey ve İttihatçılar”, Vakit, 15 Kanun-i evvel 1918. 183 Ahmet Emin, “Fırkaların Fevkinde”, Vakit, 13 Kanun-i sani 1919. 63 yana olduğunu yazmıştır. Yapılması gereken İT'nin dağılmasından sonra bu sisteme sırt çevirerek, parti gürültüleri dışında, ülkeyi muntazam ve devamlı bir gelişmeye sahip kılmaktır.184 Bu yöndeki yazılarına Sabah'ta Ali Kemal “Yaşasın İT” yazısıyla sert karşılık vermiştir. Belli muhitlerin hala “Yaşasın İT!” diye bağırmaya hazır, liderlerini de “mümkün olduğu kadar kurtarmaya, mazur ve mağdur göstermeye” eğilimli olduklarını yazmıştır. Ali Kemal: “İT, bir fırka değil, bir cemiyet değil, hatta bir çete bile değil, fakat bir ocak, Celalileri solda sıfır sayar, İsmailileri küçük görür hatta Yeniçerileri gölgede bırakır, göz göz külhaneleriyle, fırınlarıyla, her türlü taksimatıyla dağ gibi bir ocaktı”185 diye yazarak İT'ye hücum etmeye devam etmiştir. 20 Kanun-i sani'de Ahmet Emin, Ali Kemal'e hitaben yayınladığı yazıda İT’ye hala bağlılığın olduğunu ancak millete de haksızlık ettiğini dile getirmiştir. İT'nin ülkeye ne felaketler getirdiğini herkes bilmektedir. İT, “milli iktisat” adına bir avuç kişiyi zengin eden yağmacılık yolunu tutmuştur. Bu idarenin dönmesini istemek, birkaç kişi için soyulmayı, aç kalmayı kabul etmek demektir. Ali Kemal Bey “İT hastalığının” bağımlısı olup, her taşın altında İT bulunduğu vehmiyle, İttihatçıları ezerek bütün işlerin düzeleceğine inanmaktadır. Oysa ülkede hat safhada sosyal ve iktisadi buhranlar vardır ve öncelikle bunlarla uğraşmak gerekir. Ali Kemal'e: “Milli bir mesai programıyla ortaya atılsaydınız, İT zamanına mahsus her nevi felaketlerin, entrikaların biaman bir düşmanı gibi hareket etseydiniz, bu sırada aciz ve meskenet içinde vakit geçirilmesine mani olmaya çalışsaydınız bütün milleti arkanızda bulacaktınız. Halbuki siz bu tarzda hareket edecek yerde kabinenin aczini örtmeye çalıştınız. 186 diye seslenmiştir. Ahmet Emin çözüm olarak Ahmet Rıza, Çürüksulu Mahmut Paşa gibi tarafsız ve saygı duyulan kişilerin bir araya gelerek milli bir blok oluşturmalarını önermiştir. Ali Kemal verdiği karşılıkta ise, Ahmet Emin'in yıllarca İT'ye bağlı kaldığını, bu sayede Darülfünun'a girdiğini şimdi ise İttihatçı olduğunu reddettiğini yazmıştır. Ali Kemal: “Gençliğin en bariz hasleti mertliktir, vefakarlıktır” diyerek dün 184 185 186 Ahmet Emin, “İflas Etmiş Bir Sistem”, Vakit, 16 Kanun-i sani 1919. Ali Kemal, “Yaşasın İttihat ve Terakki”, Sabah, 19 Kanun-i sani 1919. Ahmet Emin, “Ali Kemal Bey'e”, Vakit, 20 Kanun-i sani 1919. 64 övdüklerini bu gün yermeye kalkması halinde daha da küçüleceğini söylemiştir.187 Ahmet Emin ise: “Sizin bu dakikalarda ne gibi küçük ve dar ihtiraslar ve şahsi garezler arkasında koştuğunuz ve İttihatçılar, hoşlanmadıkları ve iskat etmek istedikleri adamların nasıl fikrine değil, şahsına hücum eder ve kendilerini halk nazarında lekelemek için en bayağı vasıtalara müracaat ederlerse sizin de öylece hareket ettiğinizi ortaya koymak pek kolay bir şeydir”188 diye yazmış ve gazetesinin sütunlarını kişisel dedikodularla meşgul etmek istemediğini bildirmiştir. Ali Kemal de, Amerika'da bir müddet bulunan Ahmet Emin'in bir bilgi edinemediğini ancak “bir servet, bir ikbal hırsı” kazandığını İstanbul'a gelir gelmez bu yolda hareket ettiğini söyleyerek karşılık vermiştir. Yazısına şöyle devam etmektedir: “Ah! Ne parlak bir meslek, ocağa candan ve gönülden bağlan, ocakçıları her fırsatta göklere çıkar, muhalifleri daima yerin dibine geçir, Talat'ı bir deha-i siyaset diye yuttur, artık sağdan soldan paralara ihsanlara, memuriyetlere muntazır ol, gel keyfim gel!”189 20 Şubat'ta İleri'de Ali Kemal'in II. Abdülhamid'e vermiş olduğu jurnaller yayınlanmıştır. Ahmet Emin, Ali Kemal'in “bizzat Jön Türk tavrı takınarak” verdiği 187 Ali Kemal, “Yine Darülfünun”, Sabah, 23 Kanun-i sani 1919. Ahmet Emin, “Rusya'daki Esirlerimiz”,Vakit, 24 Kanun-i sani 1919. 189 Ali Kemal, “Bir Beyaname Münasebetiyle”, Sabah, 25 Kanun-i sani 1919. Yazısının devamında şunları yazmaktadır: “Tanin'de kah muharrirlik, kah da ansızın Viyana'ya, Berlin'e giderek muhabirlikten ziyade bilinmez ne kuvvetle koyu bir Alman yardakçılığı ede ede bitiremez, muharebeye girişmenin milletimize, istikbalimize hizmetlerini, faidelerini saya saya bitiremez, hep o mesleği takip ettiğinden işi büyütür, nihayet (Vakit)i tesis eyler, o zaman büyük Talat'ın küçücük bir bende-i hası olmakla iktifa etmez, o nazik o mültefit hesaplarına işlerine gelince nazik ve mültefit Almanlarla senli benli olur, Almanya sefaretini yuva edinir, Almanya'yı komşu kapısına çevirir. Çat burada çat Berlin'de! Artık Türk ve Alman muhadatı için neler yapmaz! Gazetesine ne makineler ısmarlamaz, ne kağıtlar getirtmez, mamafih Talatını o sadr-ı muhteşemini de peresteşkarane tebcilden bir lahza geri kalmaz, bütün mesaisinin semerelerini öyle ufak tefek değil fakat iri yarı adeta Cahidane toplar. Yiyeceği sırada çocuğumuz bakar ki ocak tutuşur, kazan devrilir, evvali nimet, o büyük Talat tepetaklak olur, sadareti, hükümeti, memleketi bıraktığı gibi tabana kuvvet sırra kadem basar. Vakit muahrriri birdenbire şaşalar, hatta Talat'ın firarına inanmamak bile ister, fakat etrafına şöyle bir dikkatlice bakınca görür ki o zevahire rağmen ocak yine gizliden gizliye feverandadır, hatta hadımlarına, taraftarlarına şimdi daha ziyade lütufkardır, bu sefer hazreti Emin gün bugündür diye, ocağın muarızlarına gelişigüzel her fırsatta salvet eyler, ancak bu sefer yüzüne bir maske takınır, güya İT'den değil imiş, güya vatanın şu felaketlerinden müteessir imiş gibi sahte vaziyetler alır, yalan yazılar yazar. Bir hamiyet, bir meziyet sahibi geçinmek ister, bir o yakın maziye bir de şu elim hale bakınız, bu derece meslek düşkünü mahlukların eline düşmüş zavalllı matbuatımıza acımaz mısınız?” Ali Kemal, “Bir Beyanname Münasebetiyle”, Sabah, 25 Kanun-i sani 1919. 188 65 jurnaller nedeniyle “islah-ı ahval etmesine imkan olmayan” ve samimiyetine güvenilemeyen bir adam olduğunu yazmıştır. Ali Kemal ülkeye ihanet etmiştir. İtilaf Devletlerinin İT'ye karşı ne kadar husumet beslediklerini bildiği halde, ülkenin çoğunluğunu İttihatçı diye göstermesi, milli menfaatleri tehlike altında bırakmak demektir.190 10 Şubat 1919'da sansür yürürlüğe girmiştir. Sansürün tekrar uygulanmaya başlaması üzerine Matbuat Cemiyeti 14 Şubat 1919'da toplanarak ülkenin özgür tartışmaya olan ihtiyacını vurgulamıştır. Matbuat Cemiyeti'ndeki toplantı sonrasında Ahmet Emin, sansürün İtilaf Devletlerinin baskısı ile konduğuna inanmadığını dile getirmiştir.191 Vakit, hükümetin, eleştiriden korktuğu için barış arifesinde sansür getirmesini, vatanın yararına uymayan bir “gaflet” olarak değerlendirmiştir. Sansürün İtilaf devletlerinin talebi üzerine konmuş gibi gösterildiğini, İtilaf Devletlerinin kanun bilir adamlar olarak Kanun-i Esasi aleyhinde bir müdahale isteyemeyeceklerini yazmıştır. İtilafçıların, İttihatçılara karşı sert bir tutum takınması ile kısa zamanda tutuklamalar başlamıştır. Tutuklanan İttihatçılar arasında Ahmet Emin de vardır. Ahmet Emin, Vakit’in harp yıllarında İT yönetimi ile tek başına mücadele eden, her tür yolsuzluğa karşı gelen gazete olduğu ve hep itidali, milli birliği tavsiye ettiği için kendisinin de İttihatçı damgası yediğini yazmıştır.192 Kendi ifadesi ile, İstanbul'daki Amerikalılarla yakın ilişki içinde bulunması ve Wilson Prensipleri Cemiyeti'nin aktif destekçisi olması, ulusal değerlere bağlı olarak bilinen ve saray çevresinden farklı düşünen Prens Abdülmecid ile sık sık görüşmesi, Padişah ve çevresindeki kliğe eleştiriler yöneltmesi ve İstanbul'da yapılan yolsuzluklara yer vermesi nedeni ile 10 Mart 1919 sabahı yakalanmıştır. İttihatçılar ise Ahmet Emin'in yakalanmış olmasını şaşkınlıkla karşılamışladır. Ahmet Emin hapse girişini şu şekilde anlatmaktadır: “İlk karşıma çıkan Adliye Nazırı İbrahim Bey idi. -Senin bizim aramızda işin ne? diye hayretle haykırdı. Bu sözlere daha nice ağızdan muhatap oldum ve şu cevabı 190 191 192 Ahmet Emin, “Vesaik Karşısında”, Vakit, 21 Şubat 1919. Ahmet Emin, “Dünkü Konfera”,Vakit, 15 Şubat 1919. Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 313. 66 verdim: -Bir gazetecilik hüneri...Aranıza karışmanın ve her şeyin iç yüzünü görmenin ve yazmanın bir kolayını buldum”193 Ahmet Emin hapishaneden gazeteye yazı gönderebilmiş, bunların 13 Mart’ta Vakit’te yayınlanması ise büyük bir etki yaratmıştır. Çıkışında hükümete karşı yazıları nedeni ile 10 Nisan 1919’da Kütahya’ya ikamete memur edildiği haberini almış, 17 Nisan'da da sürgüne gönderilmiştir. Ahmet Emin, Kütahya’ya sürülmesinde, Sabah'ın başyazarı, daha sonra Dahiliye Nazırlığı görevine getirilen Ali Kemal’i sorumlu olarak görmektedir. Refik Halid, Kütahya'ya gönderilmesini haksız bulmakla birlikte, Ahmet Emin'in gitmeden önce Sabah'a gelerek çalışanlara veda etmesini de şöyle yorumlamaktadır: “Bu ne medeni, ne hür bir sürgündü... Menfaya gönderilecek bir politika kabahatlisi kollarını sallayarak, istediği gibi veda ziyaretleri yapabiliyordu. Bu tarz tuhafıma gitti.”194 Refik Halid Ahmet Emin'in sürgünde iken gazeteye yazı göndermeye devam etmesi hakkında da: “İşte Hürriyet ve İtilafçılar böyle adam sürerlerdi: Veda ziyaretlerine ve gazeteciliğine müsaade ederek”195 diye yazmıştır. Toplam üç ay kaldığı Kütahya, Ahmet Emin için bir dinlenme yeri ve Anadolu’yu ilk kez yakından tanıma fırsatı olmuştur. Kütahya’da bulunduğu süre içinde, Anadolu'daki alkol tüketimi problemine yakından şahit olmuş, gazeteye gönderdiği yazılarda bu konuyu sıkça işlemiştir. Kütahya'da bulunurken Mustafa Kemal’in Anadolu’da bir direniş başlattığını haber almış, kendi ifadesi ile “yeni ümitlerin havası içinde!” Vakit’e “Vekalet ve İstiklal”196 başlıklı, Amerikan müzaheretini konu edinen yazıyı yazmıştır. Üç ay süren sürgün hayatından sonra 14 Temmuz'da Vakit'te dönüş yazısı yayınlanmıştır. Ahmet Emin, döndükten sonra da İstanbul Hükümeti'ni eleştiren yazılar kaleme almaya devam etmiştir. Örneğin bir yazısında, “Hükümetin manası ve sebeb-i vücudu bile külliyen hatırlardan çıkmıştır”197 diyerek durumdaki belirsizliği dile getirmiştir. 193 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 340. Refik Halid Karay, a.g.e., s 103. 195 Refik Halid Karay, a.g.e., s 104. 196 Yakın Tarihte... Kitabında makalenin ismini “Manda ve İstiklal” olarak belirtmektedir. C. II, s 21. Ancak gazetede “Vekalet ve İstiklal” başlığı ile yayınlamıştır. 197 Ahmet Emin, “Hükümetin Manası”, Vakit, 18 Temmuz 1919. 194 67 III. Bölüm: Mütareke Dönemi I. Manda Tartışmaları I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi sonrasında İtilaf Devletlerinin işgallere başlaması ile ülke büyük bir umutsuzluk içine düşmüştür. Yurtta bölgesel nitelikli direniş cemiyetleri kurulmuştur.198 Ülkenin dört büyük devlet arasında paylaşılma tehdidi karşısında dönemin bazı yönetici, aydın ve gazetecileri manda199 fikrini gündeme getirmişlerdir. Bu dönemde yoğunluklu olarak İngiltere ve Amerika mandası üzerinde durulmuştur. Bazı aydın ve yöneticiler belli cemiyetler kurarak, mandayı kabul ettirme yönünde faaliyetlerde bulunmuşlardır.200 Bu aydınlar arasında hangi ülkenin mandasının kabul edilmesi gerektiğine dair tartışmalar dönemin basınını da meşgul etmiştir.201 İzmir’in işgalinden beş gün sonra kurulan İngiliz Muhipleri Cemiyeti İngilizler lehinde bir kamuoyu yaratmak, Amerikan taraftarlığına karşı İngiliz taraftarlığını ve mandasını benimsetmek amacıyla hareket etmiştir. Erol, Amerikan mandası taraftarlarının, İngiliz mandasını istemeyenlerin katıldığı bir cephe vasfını kazandığını belirtmektedir.202 198 Cemiyetlerin kurulmasında İttihat ve Terakki önemli bir rol oynamıştır. Başlıcaları arasında Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Trabzon Muhafaza-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti, İzmir Müdafaa-i Hukuk-i Osmaniye Cemiyeti sayılabilir. Bu cemiyetler Sivas Kongresi ile Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ismi altında birleşmişlerdir. 199 Paris Barış Konferansı'nda gündeme gelen manda, Latince “Mandatum”, Fransızca “Mandat” kelimelerinden gelmekte olup “Vekalet” anlamında kullanılmaktadır. Osmanlı’da karşılığı “müzaheret” şeklindedir. Müzaheret, “koruma, arkalama” anlamlarına gelmektedir. Manda, himaye, vekalet, müzaheret kelimeleri bazen birbirinin karşılığı olarak kullanılmakla beraber, aralarında hukuki anlamda bir takım farklar vardır. Burada “manda” tartışmaları üzerinde durulacaktır. Devletler hukukunda manda altında bulunan devlet “bağımsızlığı kısıtlı” devletlerden sayılmaktadır. Kadir Kasalak, Mili Mücadelede Manda ve Himaye Mücadelesi, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1993, s 20. 200 Wilson Prensipleri Cemiyeti Amerikan mandasını, Türk-Fransız Muhipleri Cemiyeti Fransız mandasını; Askeri Nigehban Cemiyeti, Hürriyet ve İtilaf Fırkası ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti İngiliz mandasını savunmuşlardır. Paris Barış Konferansı'nda İtalya mandası teklifi getirilmişse de Türk aydın ve yöneticileri arasında pek rağbet bulmamıştır. Daha fazla ayrıntı için bakınız Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, C. II, İstanbul, 1986. 201 Örneğin, Sabah Fransa, Alemdar ise İngiltere mandasını savunmaları nedeniyle aralarında bir tartışma yaşanmıştır. Bakınız Kadir Kasalak, a.g.e., s 95. 202 Mine Erol (Sümer), Türkiye’de Amerikan Mandası Meselesi, İleri Basımevi, Giresun, 1972, s 49. 68 I. Dünya Savaşı sırasında ABD, “Şark meselesi”ne karışmak istememiş,203 misyoner teşkilatlarının zarar göreceği ve Doğudaki Ermenilere yapılan yardımın kesilmesi olasılığını göz önünde tutarak Türkiye'ye savaş açmamıştır. ABD ile Türkiye arasındaki ilişkiler misyoner faaliyetleri ve sınırlı ticaret ilişkisi dışında karşılıklı ilgisizlik şeklinde seyretmiştir. I. Dünya Savaşı boyunca da ABD'nin Türkiye'ye karşı politikası Evans'ın deyimiyle “dikkatli bir tarafsızlık”204 olmuştur. 1912 seçimlerinde işbaşına geçen Demokratların lideri Wilson, küçük devletlerin, ezilmekten kurtulması ve halkların egemenliğinin sağlanabilmesi için, Milletler Cemiyeti'nin tayin edeceği bir veya birden fazla devletin mandası altında bulunması yönünde bir öneri getirmiştir. Kasalak, Milletler Cemiyetince belirlenen mandater devletin çeşitli hak ve sorumlulukları olduğunu ancak bunun insancıl görünümüne rağmen hukuki statüye oturtulmuş sömürgeciliğin devamını sağlayacak yeni bir yöntem olduğunu belirtmektedir.205 Başkan Wilson tarafından, 8 Ocak 1918’de “Wilson Prensipleri” olarak bilinen “Ondört Madde” gündeme getirilmiştir. Bütün devletlere siyasi bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini karşılıklı garanti altına almak ve bunun için bir Milletler Cemiyeti kurmak ve de milletlerin kendi geleceklerine hakim olmak olarak da bilinen “Self Determinasyon”, ilkelerin üzerinde durduğu temel noktalardır. İlkelerin özellikle 12. maddesi Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. 12. maddede, Osmanlı İmparatorluğu'nun Türklerle meskun topraklarda Türk hakimiyetinin kurulması, Türk idaresinde bulunan diğer milletlere özerklik tanınması, Boğazların, uluslararası idare altında tüm ülkelerin ticaret gemilerine açık olması teklifi getirilmektedir. 15 Şubat 1919’da Paris Barış Konferans'ında, mandanın uygulanacağı ülkeler üç gruba, Afrika gibi ilkel toplumlar, savaş sonrası yeni kurulacak devletler ve Osmanlı gibi savaş öncesinde bağımsız olan devletler şeklinde ayrılmıştır. Yine bu konferans sırasında Loyd George Amerika'nın Türkiye'nin bütünü üzerinde mandayı üstlenmesi önerisini getirmiştir. İngiltere özellikle Türkiye’nin Amerikan mandası olması halinde Suriye, Irak, Filistin’de rahat hareket edeceğini planlamakta ayrıca 203 Mine Erol, a.g.e., s 1. Laurence Evans, Türkiye'nin Paylaşılması 1914-1924, (Çev: Tevfik Alanay), Milliyet Yayınları, İstanbul, 1972, s 26. 205 Kadir Kasalak, a.g.e., s 12. 204 69 bölgede Amerika'nın varlığı ile Rusya'ya karşı kendini güvence altına alacağını planlamaktadır. Evans, İngiltere'nin yaklaşımı hakkında: “İngiltere, sratejik bakımdan önemli fakat ekonomik yapısı kıraç ve çorak bölgenin Amerika denetimi altına konmasına büyük bir istek duyuyordu. Çünkü bunun kuzeyden Mezopotamya'ya yönelecek bir saldırıya karşı çok uygun bir tampon olacağını düşünüyordu” yorumunu yapmaktadır.206 Ulagay’ın vermiş olduğu, The New York Times'ta yer alan habere göre, Amerika'nın Türkiye'deki çıkarları üç ana konu etrafında toplanmaktadır, var olan ticari anlaşma ve kapitülasyonların korunması, ülkedeki Hıristiyan azınlıkların haklarının garanti altına alınması ve misyonerlerin ülke içinde serbestçe faaliyet gösteren anlaşmaların devamının sağlanması.207 Ulagay eserinde ayrıca Heyet üyelerinin manda yönetiminin Siyonist emellere uygun olduğunu belirten rapora da yer vermektedir.208 Doğu sorunundan uzak kalma politikasını takip eden Amerikan yönetimi, Osmanlı'nın mandayı kabul etmesi halinde ne tür risk ve sorumluluk altına gireceğini anlamak üzere Başkan Wilson, Henry C. King ve C. R. Crane’i209 Yakın Doğu’da incelemelerde bulunmak üzere görevlendirmiştir. Heyet, 3 Haziran 1919’da İstanbul’a gelmiş, elçilikte parti, cemiyet temsilcileri ve bir takım gazetecilerle görüşmüştür. Görüşülen gazeteciler arasında Halide Edip ve Ahmet Emin ve Rauf Ahmed de bulunmaktadır.210 Ahmet Emin, heyete ismini verenlerden Charles Crane ile yakın bir ilişki kurmuştur. Anılarında, bu dönemde Amerika'dan gelen kişi ve heyetler hakkında şunları söylemektedir: 206 Evans, a.g.e, s 129. “Türkler Tarafsız Bölgeyi İşgal Ediyor, Kapitıülasyonlar ve Amerikan Çıkarları”, The New York Times, 13 Ekim 1922, aktaran: Osman Ulagay, Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı, Yelken Matbaası, İstanbul, 1974, s 204. 208 Osman Ulagay, a.g.e, s 52. 209 Henry C. King, Oberlin Koleji Profesörü olup, Orta Doğu özellikle Kudüs ile ilgili çalışmalar yapmıştır. Charles R. Crane ise bir iş adamı iken Amerika’nın Çin Bakanı olmuş, görevden alındıktan sonra Demokrat Parti’ye katılarak Wilson ile yakın çalışmalar içinde olmuştur. Komisyonda ayrıca Profesör Albert H. Lybyer, Dr. George R. Montgomery gibi isimler de yer almıştır. 210 Metin Ayışığı, heyetin gazetecilerle görüştükten sonra 7 Haziran 1919'da Filistin'e hareket ettiğini yazmaktadır. Metin Ayışığı, Kurtuluş Savaşı Sırasında Türkiye'ye Gelen Amerikan Heyetleri, TTK Yayınları, Ankara, 2004, s 77. Heyetin tekrar İstanbul'a dönüşü ise 23 Temmuzdur. Ancak bildiğimiz kadarıyla Ahmet Emin ikamete mecbur edildiği Kütahya'dan 13 Temmuz tarihinde dönmüştür. Ahmet Emin heyet ile görüşmesinden anılarında bahsetmekte ancak bir tarih vermemektedir. 1 Ağustos 1919'ta Vakit'teki yazısında Amerikan Heyetinin Türk cemiyet ve temsilcileri ile görüşmesinden söz etmektedir. İsmi geçen gazetecilerle 23 Temmuz ile 30 Temmuz arasında görüşülmüş olması muhtemeldir. 207 70 “King-Crane heyetinden sonra Türkiye’ye kafile kafile Amerikan muhabirleri geldi. Bunların hepsi, mutlaka Türk davasını benimsiyor, Türk dostu kesiliyordu. İşgal kuvvetleri tarafından etrafımızda çevrilen ablukayı böylece Amerikalılar vasıtasıyla yarmak, sesimizi harice duyurmak mümkün oluyordu”211 Heyetle görüşmeye giden Milli Kongre,212 Amerika'nın, Osmanlı Devleti’ni yeniden organize ve rehabilite etme görevini üstlenmesini istemiştir. King-Crane Heyeti hazırladıkları raporda, Türklerin ve Ermenilerin bir arada yaşayamayacakları için Ermenistan’ın kurularak güçlü bir devletin mandası altına konulmasını, sadece İstanbul ve Ermenistan değil Suriye ve Filistin’i de içine alan tüm imparatorluk topraklarında manda uygulanmasının uygun olacağını belirtmişlerdir. Heyet 7 Haziran'da Suriye ve Filistin’e gitmiş, 23 Temmuz'da da tekrar İstanbul’a dönmüştür. 3 Haziran'da Heyet temsilcisi ile yapılan röportaj Vakit'te yayınlanmıştır. Heyet hakkında İstiklal'de Rauf Ahmed ve Vakit'te Ahmet Emin bir yazı kaleme almışlardır. Gelenler özellikle Robert Koleji Müdürü Dr. Gates ile Arnavutköy Kız Koleji'nin Müdiresi Dr. Patrick ile bağlantı kurmuşlar, Gates de özellikle İstanbul’a gelen Amerikan heyetlerinin Halide Edip, Ahmet Emin ve Rauf Ahmet ile temasa geçmesini sağlamıştır.213 Amerika'nın Anadolu’nun tamamında mandaterliğini üstlenmesi gerektiği görüşünü ileri süren Robert Kolej Müdürü Dr. Gates yazdığı bir mektupta, “Türklerin kendilerinin ıslahata girişemeyeceklerini, fena idareden onların da muzdarip olduklarını söylemekte, Amerika'nın Osmanlı İmparatorluğu'nu mandası altına almasını ve bunun Yakın Doğu’ya huzur ve sükun getireceğini”214 belirtmektedir. Gates, Associated Press muhabirine verdiği röportajda da “Türkiye’deki Ermeni ve Yahudilerin bağımsız bir devlet kurarak örgütlenebilmeleri için Türkiye’nin bir süreliğine Amerika mandası olması gerektiği215 yönünde açıklamalar yapması, ülkede 211 Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 39. Milli Kongre, İttihat ve Terakki hariç olmak üzere, elli dört parti ve cemiyet temsilcilerinin bir araya gelerek oluşturdukları ve partiler üstü yapı niteliğindeki bir oluşumdur. 213 Fethi Tevetoğlu, Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, TTK Yay, 2. Baskı, Ankara, 1991, s 183. 214 Mine, Erol (Sümer), “Robert Kolej Müdürü, Dr Gates’in Paris Sulh Konferansı Dolayısıyla Gönderdiği Bir Mektup” Tarih Araştırmaları Dergisi, C. II, sayı 2-3’ten ayrı basım, Ankara, 1964, s 233-236. Erol bu mektubun Mendell Hause arşivinde bulunduğunu belirtmektedir. 215 27 Kasım 1918 “İstanbul Basını Amerikan Denetimine Taraftar” The New York Times, aktaran Osman Ulagay, a.g.e., s 37. 212 71 yaşayan farklı milletlerin bağımsız bir devlete gidişi, mandanın da bu geçiş sürecinde belirleyici olacağı düşüncesi ile savunulduğunu göstermektedir. İzmir’in işgali sonrasında Yunanlıların yaptığı tahribata dair bir rapor hazırlayarak Türklerin davasının yurtdışında duyulmasında yardımcı olan Amiral Bristol de gönderdiği raporlarda Amerika'nın sadece Ermenistan değil Türkiye’nin tümü üzerinde bir manda fikrini savunmuştur. Bu nedenle manda görüşünü savunanlar tarafından ülkenin parçalanmayacağı gerekçesi ile Bristol sevilen, inanılan bir kişi haline gelmiştir. A. Ermeni Sorunu Amerika'nın Ermenilerle ilgilenmesi, misyoner faaliyetleri nedeniyle, 1831'den itibaren İstanbul, İzmir, Bursa, Trabzon'da okul, kilise ve hastaneler açtıkları döneme rastlamaktadır. Özellikle Yakın Doğu'da Osmanlı idaresi altındaki Hıristiyanların durumu ile yakından ilgilenmek için Ermenilerin sayıca fazla olduğu yerlerde kolej ve yardım kuruluşları ile dayanışmayı devamlı hale getirmeye çalışmışlardır. Kısa zamanda misyonerlerin işlettiği okulların sayısı dinsel tesis ve kiliselerden ayrı 426’yı, bu okullardaki öğrencilerin sayısı 25 bini, hastanelerin sayısı da 9’u bulmuştur. II. Abdülhamid döneminde ise 1895 olayları Türklerin, Ermenilere Hıristiyan oldukları gerekçesi ile zulmettikleri yönündeki haberler Amerikan Senatosu'nu ve kamuoyunu harekete geçirmiştir.216 Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Ermenilerin büyük bir kısmı Amerika'ya göç ettikten sonra burada Osmanlı Devleti aleyhinde bir kampanya başlatmaları sonucu Amerikan kamuoyundan büyük bir destek görmüşlerdir. Bir istisna olarak Amiral Bristol, Ermenilerin büyük çapta öldürülmeleri yolunda verilen raporlara karşı, bu haberlerin politik amaçlarla İtilaf Devletleri tarafından son derece büyütüldüğüne dair raporlar sunmuştur. Özellikle Kilikya bölgesindeki olayların Fransızların Ermenileri silahlandırarak kışkırtması sonucu çıktığını, bölgedeki patlamanın da Ermeni halkına değil Fransızlara karşı olduğunu dile getirmiştir.217 216 Seçil Akgün, General Harbord’un Anadolu Gezisi ve Ermeni Meselesine Dair Raporu, Tercüman Tarih Yayınları, İstanbul, 1981, s 42. 217 Evans, a.g.e., s 260. 72 Amerika tarafından Ermenilere verilen desteği, olayları bire bir gözlemleyen Aşkun tarafından şöyle anlatılmaktadır: “Mustafa Kemal’in Sivas’tan Erzurum’a geçtiği 27.6.1919’a kadar vaziyetimiz, civarda tahassus etmiş Ermeni kadın ve çocukları açılan itamhaneye doldurmak işiyle meşgul olan Amerikan misyonerlerinin hiçbir kontrole tabi olmayan oluşumlarına seyirci kalmaktan ibaretti. Bunların günde 50-60 kamyon gıda vs maddeleri taşır, Ermenilerse bu yardım imkanından büyük bir gurur duyarak aldıkları şımarık tavırlarla kin ve nefretimizi uyandırırlardı…O zamanlar içerisi iaşe maddeleriyle dolu dedikleri bu Amerikan otomobilleri herhalde Ermeniler için tüfek ve cephane getirmekteydi”218 Ahmet Emin gazetesinde sıklıkla Ermeni sorununa değinmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’de tahminen 1 milyon ile 2.300.00 arasında Ermeni nüfusunun bulunduğunu yazmış, Ermenilerin, İngiltere ve Rusya'nın kendi politik çıkarları doğrultusunda kışkırtıldığı ve bu durumun dünya kamuoyunda propaganda aracı olarak kullanıldığı fikrini işlemiştir.219 Konuya değinen bir yazısında Ermenilerin “Mezalim namına önlerine konan her türlü masala” inandıklarını dile getirmiştir. Rusların işgal ettiği arazimizin tahliye edilmesi sırasında Ermeni çeteleri tarafından yapılan mezalimin ortaya çıkarıldığını, savaşın en şiddetli olduğu zamanda tedbir olarak hat üzerindeki Ermenilerin tahliye edildiklerini ve bu sırada zarara ve sıkıntıya uğrayanlar arasında kötü niyetli olmayan bir çok Ermeni vatandaşının da olduğunu belirtmiştir. Bu olaylardan uzakta olan Ermeni vatandaşların sorumlu olmadıklarını ancak Ermeni çetelerinin yaptıklarının ortaya konulmasının ve tüm dünyaya duyurulmasının bir milli namus meselesi olduğunu yazmıştır. Bir başka yazısında da Osmanlı Ermenilerinin görevinin, “Sakin bulundukları memleketin mevcudiyetine ve hayatına alakadar olmak ve hisselerine düşen vazifeleri asrımızın vatandaşlık telakkilerine göre ifa etmek” olduğunu dile getirmiştir.220 Mondros Mütarekesi sonrasında ise Ermeni meselesi ile ilgili söylemini tamamen değiştirerek İT'yi uyguladığı politikalardan dolayı sert bir şekilde eleştirmeye 218 Vehbi Cem Aşkun, Sivas Kongresi, Kamil Matbaası, Sivas, 1945, s 56. Ahmet Emin, “Şimali Şark Hududumuz” Vakit, 26 Şubat 1918; “Çeteler Mezalimi ve Avrupa”, Vakit, 12 Mart 1918; “Ermeni Meselesini Tasfiye Hesabı”, Vakit, 17 Haziran 1918. 220 Ahmet Emin, “Ermeni Meselesini Tasfiye Hesabı”, Vakit, 17 Haziran 1918. 219 73 başlamıştır. 22 Teşrin-i sani 1918'deki yazısında, İttihatçıların Ermenilere karşı imha siyaseti takip ettiklerini yazmış ve “Ermenileri imhayı tazmim eden adamların Türk unsurunu da göz göre göre imhaya kalkıştıklarını ve bir kaç adamı zengin etmek maksadıyla bütün memleketi yıktıklarını” ileri sürmüştür.221 Sorunun çözümü için, Amerika ve İtilaf devletlerinden oluşan tahkikat komisyonlarının kurulmasını önermiştir. Ermeni meselesinde suçu olanların cezalandırılmalarını, tehcir edilen Ermeni ve Rumların yurtlarına iade edilmelerini, bu kişilerin gasp edilen malk ve mülklerini iade, kayıplarının ise tazmin edilmesi gerektiğini ileri sürmeye başlamıştır. Ahmet Emin'in Ermeni meselesi üzerine eğilmesi ve savaş sonrasında İttihatçıları uyguladıkları politika yüzünden eleştirmeye başlamasında King-Crane Heyeti ile yaptığı görüşmeler etkili olmuştur. Zira King-Crane Heyeti geldiği sırada görüşmeye çağrılanlar arasında Ahmet Emin de vardır. Öyle ki görüşmenin ertesi günü kaleme aldığı yazısında, eğer Amerikan müzaheretinden yararlanmak istiyorsak bu sorunu önemle ele almamız gerektiğini ileri sürmüştür. İT'nin memlekete yaptığı en büyük fenalığın Ermeni sorunundaki hareketleri olduğunu yazarak, savaş sırasında bu meseleye dair bir şey yapılmayarak sonuna kadar inkar edilmesinin ülkeye bedelinin çok yüksek olduğunu belirtmiştir. Çözümü: “Ermenileri milli bir yurt sahibi etmek ve Ermeni meselesiyle buna merbut entrika ve görüntülerden ilelebet kurtulmak için mutlaka Ermeni Cumhuriyeti'ne biraz arazi ilave etmek lazımdır”222 şeklinde ortaya koymuş, ayrıca bu arazide kalan Türkler ile memleketin belli yerlerinde kalan Ermenilerin mübadele edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Ahmet Emin'in bu yazısı büyük tepkilere neden olmuş ve yıllar sonra bile gündeme getirilmeye devam etmiştir.223 Bu yazıların özellikle Anadolu'da Milli Mücadele'nin başladığı, Erzurum ve 221 Ahmet Emin, “Sulh Hazırlığı”, Vakit, 22 T.Sani 1918. Konuya değinen diğer yazısı, “Kendimize Kasdımız Ne?”, Vakit, 11 Kanunuevvel 1918. 222 Ahmet Emin, “Ermeni Meselesi”, Vakit, 1 Ağustos 1919. Aynı görüşleri 21 Terin-i evvel 1919 tarihli “Türkçülük ve Memleketçilik II” ve 16 Mart 1920 tarihli “Siyaset İhtiyacı”başlıklı yazısında da tekrarlamıştır. 223 Falih Rıfkı Atay, “Bakınız Ermenistan'a Anadolu'dan toprak katılmak için söylediklerini savunmak için ne diyor: “İstiklal Mücadelesinin henüz başlamadığı, cephelerin kurulmadığı memleketimizin nefes alınmaz bir hale geldiği sırada öyle vaziyetler vardır ki bunları defetmek ve haklarımızı müdafaa etmek yolunda o zaman akla gelen tedbirler ve yazılan yazılar hakkında bugünkü neticeler ve ölçülerle hükmetmeye kalkışmak mugalatadan başka bir şey değildir.” Atay, bunun apaçık bir itiraf olduğunu yazarak bu yazıları yazıldığı sırada Erzurum ve Sivas Kongrelerinin toplanmış olduğunu, İstiklal mücadelesinin başladığını ve programını ilan ettiğini yazar. Falih Rıfkı Atay, “Yalman Kaçabilir”, Ulus, 27 Ekim 1945. Aynı konuya iki gün önceki "Biz Bunları Unutmayız" başlıklı yazısında da değinmiştir. F.Rıfkı Atay, “Biz Bunları Unutmayız”, Ulus, 25.10.1945 74 Sivas Kongrelerinin yapıldığı bir sırada ileri sürülmesi üzerinde durulması gereken bir noktadır. Ahmet Emin'in Amerikan müzaheretini sağlama konusundaki ısrarlı tavrı, gerek Anadolu'daki yönetimin gerekse halkın kabul edemeyeceği öneriler sunmasına neden olmuştur. Ermenistan Devleti'nin kurularak, mandater devletinin Amerika olması teklifine, ordu göndermek istemeyen ve bu bölgelerin kalkınması için harcanacak milyonlarca dolar karşılığında elde edilecekleri az bulan Amerika halkı, sıcak yaklaşmamıştır. B. Wilson Prensipleri Cemiyeti 4 Aralık 1918'de İstanbul’da, bazı gazeteci ve avukatlar bir araya gelerek, Wilson Prensipleri Cemiyet'ini (WPC) kurmuşlardır.224 Kurucuları Halide Edip, Celalettin Muhtar, Ali Kemal ve Hüseyin Hulusi Beylerdir.225 Cemiyet'in ilk idare heyeti ise Halide Edip, Refik Halid, Ali Kemal, Ragıp Nureddin Beylerden oluşmaktadır. Cemiyet'in en fazla öne çıkan ismi ise Halide Edip'tir. Akşin, Cemiyetin “Bir uçta Ali Kemal ve Refik Halid, öbür uçta Yunus Nadi, Ahmet Emin, Halide Edip gibi aydın Osmanlıların bu noktada nasıl bir görüşle ve ne gibi umutlarla bir araya gelebilmiş olduklarını” göstermesi açısından önemli olduğunu kaydetmektedir.226 Halide Edip Amerika'nın yardımı elde etmek için bağlantı arayışı içinde olmuştur. Zekeriya Sertel hatıralarında, Halide Edip’in Amerika'nın emperyalist bir devlet olmadığına inandığını, “Kurtarmak için bizden bir şey istemeyeceğini, yalnız Amerika'nın mandasının kabul edilmesi gerektiğini” savunduğunu belirtmektedir. Büyük Mecmua dergisinde Sertellerle birlikte çalışan Halide Edip için Sertel: 1945'te Ulus,“Bugün memleketin yetişmiş kıymetlerine hücum eden Yalman'ın Türk milletinin başına yıllardır nasıl bir hüviyetle çıktığını bir kere de bizim göstermemiz farz oluştur” diyerek yazıdan alıntılar yapmıştır. “Ahmet Emin Yalman'dan Parçalar”, Ulus, 19 Ağustos 1951. Zaman zaman polemiğe girdiği gazeteler de Ahmet Emin'in bu önerisini hatırlatmışlardır. 224 Bazı kaynaklarda kuruluş tarihi ve kurucuları farklı farklı verilmektedir. Örneğin Kasalak kuruluş tarihini 14 Aralık 1919 olarak vermektedir. Kasalak, a.g.s., s 54. 225 Tarık Z. Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, İstanbul, 1952, s 445-446. 226 Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Cem Yayınevi, İstanbul, 1976, s 117. 75 “Gariptir ki, dışarıdaki faaliyetinde Amerikan mandası işleriyle uğraştığı halde, Büyük Mecmua'da bu konuya hiç dokunmuyor, sadece edebiyatla uğraşıyordu”227 diye yazmaktadır. WPC 6 Aralık’ta, Başkan Wilson’a bir beyanname göndermiştir. Burada, Prensiplerin 12. maddesinin barış görüşmelerine esas olması gerektiği dile getirilmiştir. Beyannamedeki imzalar arasında ise Halide Edip, Yunus Nadi, Ahmet Emin, Dr. Celal Muhtar, Velid Ebüzziya, Ali Kemal, Celal Nuri, Necmettin Sadak, Mahmut Sadık gibi dönemin önemli gazetecileri bulunmaktadır. Ancak Yunus Nadi, Mustafa Kemal Paşa Samsun'da adlı kitabında, “manda” fikrinin galip devletlerin politikalarını örtmeye yarar bir tabir olmakla beraber, özellikle İstanbul'da bulunan bir gurup kişinin ülkenin tamamen mahvolmaktansa “ehvenişer addolunacak bir devletin himayesiyle” durumu kurtarmaya çalıştıklarını yazmakta ve devamında: “Ezcümle meşhur prensipleriyle adeta yeni bir peygamber gibi görülen Wilson'un memleketinden bir takım heyetler İstanbul'a gelmeye” başladığını, gittikleri yerlerde “hangi devletin mandasını istersiniz” diye sorduklarını yazmaktadır.228 Yunus Nadi'nin de Wilson'a gönderilen beyannamede imzası olduğu çeşitli kaynaklarda belirtilmekle beraber,229 Nadi, WPC'ni ve Cemiyet tarafından çekilen beyannameyi eleştiren bir tavır takınmıştır. 1937'de Tan ve Cumhuriyet gazeteleri arasında çıkan polemikte Yunus Nadi, Ahmet Emin'i Amerikan mandasını savunması nedeniyle sık sık eleştirecektir.230 Beyannamede imzası olan gazeteciler, kaleme aldıkları yazılarında, kamuoyunu bu yönde hazırlayacak fikirleri dile getirmişlerdir. Yunus Nadi 8 Aralık’taki yazısında beyannameyi savunmuş ve 4. maddenin istiklalimizi emniyet altına aldığını söylemiştir.”231 Ali Kemal de Sabah’ta benzer görüşleri dile getirmiştir. Halide Edip, kitabında Wilson Prensipleri'nin bizde büyük bir etki yarattığını, bölünme tehlikesi karşısında gözlerin Wilson gibi hiçbir 227 Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım (1905-1950), Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1968, s 76. Yunus Nadi, Mustafa Kemal Paşa Samsun'da, Cumhuriyet Yayınları, 1998, s 69. 229 Örneğin Metin Ayışığı, “Yunus Nadi imzası taşıyan Wilson'a gönderilen mektupta, Avrupa Devletlerinin Türkiye'yi yok etme istekleri karşısında kendisinin ve Amerikan milletinin buna izin vermemesi gerektiği, Türkiye aleyhinde meydana gelen gelişmelere kayıtsız kalınmaması rica edilerek Wilson'a övgüler yağdırılıyordu” diye yazmaktadır. Metin Ayışığı, a.g.e., s 18. Mektubun tam metni için Orhan Duru, Amerikan Gizli Belgelerinde Türkiye'nin Kurtuluş Yılları, İstanbul, 1978, s 89-92. Duru, Nadi'nin kendi imzası ile Başkan Wilson'a yazdığı bir mektubun Bristol'un bir yazısına eklenerek Amerika Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiğini belirmektedir. a.g.e., s 89-92. 230 Yunus Nadi, “Ahmet Emin Yalman'a”, Cumhuriyet, 20 Ekim 1937. 231 Mine Erol (Sümer), a.g.e., s 46 228 76 ülkeye göz dikmeyen adamın tarafına çevrildiğini yazmaktadır.232 Beyannamede Amerika'nın belli bir süre için barış sağlayarak iktisadi yardımda bulunması, bu yıllar içinde uzmanlar göndererek yeni bir rejim kurulması ve kalkınmanın sağlanmasını amaçladığını yazmaktadır. 6 Aralık 1918’de başta Vakit olmak üzere bir takım gazetelerde Cemiyet'in beyannamesi yayınlanmıştır. Burada uzmanlığa dayanan hükümet sistemi, eşitlik anlayışına dayalı idare gibi noktaların üzerinde durulduktan sonra yönetim mekanizmasında köklü değişiklikler için Amerika'dan uzman heyetlerinin çağrılması, bunların geniş yetkilerle donatılması, yabancı sermayenin siyasi değil iktisadi esas üzerine girmesi gerekliliği vurgulanmıştır. Mektubun Fransızca bir nüshası da İtilaf devletlerine gönderilmiştir. Wilson’a gönderdikleri beyannamede: “Dini müsamaha ve siyasi musavat üzerine kurulmuş gayri-mütecanis halkı başarılı bir şekilde ahenkli bir hayata kavuşturan Amerika'dan yardım ve tecrübelerini, Türkiye’de gayri-mütecanis dinler ve ırklar meselesinin halli için kullanılması” yönündeki talepler dile getirilmiştir.233 Yine beyannamede, ıslahatların tek bir devlete bağlı komisyon tarafından yapılması gerektiği, bunun Amerika olması, arzularının bağımsızlığı tehdit edecek bir vasilik olmadığı belirtilmiştir. Gönderilen beyannamede “manda” veya ona yakın bir tabir geçmemiş, “rehberlik ve yardım” üzerinde durulmuştur. Yönetim, Amerika baş müsteşarlarının elinde olacak, ordu yerine başında Amerikalı bir başmüfettiş ve onun seçeceği bir heyetin bulunacağı polis ve jandarma kuvvetleri olacaktır. Bu rehberlik süreci en az 15, en çok da 25 yıl olarak öngörülmektedir. Amerika'nın seçilmesinde, Amerika'nın sömürgeci zihniyet taşımaması, laik ve milliyetsiz bir kimliği ve zengin olup ve bol imkanlara sahip olması gibi etkenler rol oynamıştır. Tevetoğlu, Cemiyet'e mensup olanların çoğunun faaliyetleri ile iyi niyet taşıdıklarını ortaya koyduklarını, imza atanların daha sonra Anadolu’ya geçerek Milli Mücadele'ye katıldıklarını belirtmektedir. Cemiyet, tam bağımsızlık yerine, kurtuluşu Amerika mandasında bulan bir “umutsuzluk ve sığıntı kuruluşu”ndan olmaktan öteye gidememiş olsa da yazara 232 Halide Edip Adıvar, Turkish Ordeal, London, 1928, s 15. Mine Erol (Sümer), “Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin Amerika Cumhurbaşkanı Wilson’a Gönderdiği Muhtıra”, Tarih Araştırmaları Dergisi, C. III, Ankara, 1966, s 237-245. 233 77 göre: “WPC asla, ondan az sonra kurulan ve türlü yıkıcı faaliyetlerde bulunan İngiliz Muhibleri Cemiyeti gibi Milli Mücadele'ye düşman bir kuruluş sayılmayacaktır.”234 Amerikan mandasını savunanlar, Amerika'nın sahip olduğu ekonomik güç, Türkiye'nin yeniden yapılanması ve kalkınması için gerekli olan sermayeyi sağlayabilecek konumda olması, emperyalist politikalar izlememesi, Türkiye'ye gönderilecek uzman heyetleri ile yeni bir devlet idaresine kavuşulabileceği noktasından hareket etmişlerdir. Falih Rıfkı Atay Çankaya'da, İsmet Paşa (İnönü), Refet Bele, Halide Edip gibi birçok yurtsever kişinin Anadolu'da kurtuluş savaşı verilebileceğine inanmadıklarını, Amerikan mandası altına girmekten daha iyi bir çare görmediklerini belirtmektedir.235 İsmet İnönü, Karabekir'e yazdığı mektupta, “Eğer Anadolu'da halkın Amerikalıları herkese tercih ettikleri zımmında, Amerika milletine müracaat edilse pek ziyade faydası olacaktır deniliyor ki ben de tamamıyla bu kanaatteyim. Bütün memleketi parçalamadan bir Amerikan murakebesine tevdi etmek, yaşayabilmek için ehven çare gibidir. Fakat bütün bu kanaatin kıymeti, onun izharındadır”236 ifadelerine yer vermiştir. Atay, gönderilen bu mektuba dair “Vatanseverliklerine hiç şüphe olmayanların imzaladığı bir tarihi belge, 1918’deki iç çöküşün ne kadar derinlere kadar gittiğini gösterir”237 yorumunu yapmaktadır. Wilson Prensipleri'ni eleştirenler ise 7 Aralık’tan itibaren gazetelerde karşı yazılar yazmaya başlamışlardır. Cemiyet'in beyannamesini eleştirenler, bir araya gelen birkaç kişinin, kendimizi idareden mahrum bulunduğumuzu iddia ederek Amerika’nın himayesini istediklerini, hiçbir “vekalet sıfatına” sahip olmadıkları halde bütün millet adına söz söylediklerini ileri sürmüşlerdir. Ahmet Emin ise bu eleştirilere, yabancı bir himaye istemek şöyle dursun, himaye tekliflerinin önünü almayı, özgür gelişmemizi temin etmek istedikleri yönünde karşılık vermiştir. Ahmet Emin'e göre, bir yabancı 234 Fethi, Tevetoğlu, Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, TTK Yay, 2. Baskı, Ankara, 1991.s 149. 235 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul, 1969, s 190. Feridun Kandemir, Mustafa Kemal Arkadaşları ve Karşısındakiler, Yakın Tarihimiz Yayınları, İstanbul, 1964, s 117. 237 Falih Rıfkı Atay, a.g.e., s 193. 236 78 devletin himayesi altına girmek düşkün devletlerarasına girmeyi kabul etmek demektir. WPC “himaye ve vesait” fikrini red ederek, ülkenin “asri” hale gelmesi için uzmanlardan oluşan “heyet-i islahiye” davet edilmesine taraftardır.238 31 Aralık’ta Vakit, muhtıranın Başkan Wilson’un eline geçtiğini duyurmuş, Cemiyet'in fikirlerini yaymak için Ahmet Emin, Talim ve Terbiye Cemiyeti’nde bir konuşma yapmıştır. Ahmet Emin bu dönemde sıkça Amerika ile işbirliği üzerinde duran yazılar kaleme almıştır. 30 Kasım ve 1 Aralık 1918'de konu hakkında fikirlerini ilk kez ortaya atmıştır. “İstikbal Düşünceleri II” başlıklı yazısında Amerika'nın tercih edilme sebeplerini altı madde halinde sıralamaktadır. Buna göre, Amerika'nın Filipin, Küba gibi ülkelerde az zamanda büyük uzmanlar yetiştirmesi, ülkemizden uzak olması ve bu bağlamda sınırlarımızla ilgili bir siyasi emelinin bulunmaması, yüksek medeni fikirlerin savunucusu olarak ortaya çıkması, dünya üzerinde büyük bir güce sahip olması, Avrupa devletlerinin kendi aralarındaki rekabetleri, dünyada aleyhimizdeki haksız tahriklerin önüne geçebileceği inancı, Amerika ile işbirliğini gerekli kılan gerekçelerdir.239 8 Aralık'ta da konuya dair bir başyazı yazmış ve kendisine gelen okuyucu mektuplarına değinerek şüpheleri gidermeye çalışmıştır. Söz'de yayınlanan eleştirel bir yazıda Ahmet Emin’e, geniş yetkilerle donatılmış uzmanların kontrolü altında, ülkenin kendi kendini idare etmesine daha kolay alışılacağına dair bir kanıtı olup olmadığı, ülkenin ıslah edilmesi için öngörülen 15 ile 25 yıl gibi uzun süreli bir idarenin “milli hakimiyet” ilkesine ters düşüp düşmediği sorulmaktadır.240 Ahmet Emin verdiği cevapta öncelikle Cemiyet'in kurucusu olmadığını, İdare Heyeti’nde bile bulunmadığını ancak hararetli bir taraftarı olduğunu yazmıştır. Ahmet Emin'e göre, Cemiyet'in amacı, buhran devresi geçinceye kadar Avrupa’nın gözünü boyamak değildir. Cemiyet, esasları kamuoyu adına değil, kendi adına dile getirmiştir ve bunları zararlı bulanların, daha güzel bir program koyarak kamuoyunu buna ikna etmeleri gerekmektedir. Cemiyet'in programının amacı, “istiklali tahdid edecek maruzatının aksine”, “istiklalimizi hal'den kurtarmak”tır. İsmi geçen yazıda ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullardan söz etmiş ve: “Para da bulsak nüfustan, üretim araçlarından, teşkilattan yoksun bir ülkeyi, 238 239 240 Ahmet Emin, “Bir İzah”, Vakit, 7 Kanun-i evvel 1918. Ahmet Emin, “İstikbal Düşünceleri II”, Vakit, 1 Kanun-i evvel 1918. “Wilson Prensipleri Hakkında”, Söz, 20 Kanun-i evvel 1918. 79 güçlü devletlerle olan ilişkilerde tamamıyla eşit bir üye bulundurmak ve her cins saldırı fikrinin önüne geçmek için gereken maddi ve manevi kudreti nereden alacağız?”241 diye sormuştur. Aydınların, yabancı kamuoyunu harekete geçirecek, kendimizi anlatacak bir yayın bile çıkaramadıklarını, teşebbüs kuvveti ve teşkilat yeteneği bulunan ne kadar uzmanımız olduğunu da belirterek yardım taleplerini meşrulaştırmaya çalışmıştır. Ahmet Emin, Amerika ile işbirliği konusunda WPC'nin içinde görüş birliği olmadığını, bir kısmının işbirliğinden, Amerika yönetiminde manda anlarken, kendisinin de aralarında olduğu bir kısmının geçici olarak sağlanan Amerika yardımını anladıklarını belirtmiş, bu yardım ile sınırlar içindeki farklı dil ve dini olan unsurların karşılıklı hoşgörü içinde yaşayacak şekilde yeniden organize edilmesi gerektiğini savunmuştur. Devamında, Amerika'nın varlığı ile Yakın Doğu'da Türkiye'nin bütünlük ve bağımsızlığının Avrupalıların bencil çıkarlarına karşı korunabileceğini ancak bu düşüncelerinin yurtseverler tarafından yabancı bir devletin vasiliği ve bağımsızlıktan feragat etme şeklinde algılandığını242 ileri sürmüştür. Ahmet Emin bu yönde yazılar kaleme aldığı süreçte Vakit'te 1919 Mayıs'ının sonlarından itibaren bağımsızlık üzerinde duran yazılara da yer verildiğini belirtmek gerekmektedir.243 Kütahya'ya sürgün olarak gönderildiği dönemde kaleme aldığı yazıda da, tarihte hiçbir milletin kendi arzusu ile bağımsızlığından vazgeçmediğini, hakimiyetini kendi sesinden alamayan bir milletin ruhsuz bir cesetten farksız olduğunu yazmıştır. Amaç, yabancı uzmanlardan geniş ölçüde yararlanmak ve yeni bir idare sistemi kurmak, gereksiz yabancı müdahalelerinden kurtulmak, yabancı sermayeye güven vermektir.244 Aynı görüşleri 31 Temmuz 1919'da da dile getirerek, dışarıdan bir müdahale olmasa bile “İstiklalimizi şimdilik yalnız başımıza idameye muktedir” bulunmadığımızı, “müzaheret” görmeye muhtaç olduğumuzu belirtmiştir.245 Ahmet Emin'e göre müzaheret edecek devletin, bizi tek bütün bir devlet olarak kabul etme, 241 Ahmet Emin, “Hakikati Görmek Cesareti”, Vakit, 21 Kanun-i evvel 1918. Ahmet Emin, Turkey in My Time, s 73. 243 Yusuf Razi, “Himaye Değil İstiklal”, Vakit, 25 Mayıs 1919; Mehmet Asım, “Ne Görüyor, Ne İşitiyoruz?”, Vakit, 25 Mayıs 1919; Ahmet Selahattin Bey, “Himaye ve Vekalet Tartışmaları”, Vakit, 31 Mayıs 1919; Ahmet Selahattin Bey, “Mandaların Mahiyet-i Hukukukiyesi”, Vakit, 2 Haziran 1919. (Yazıların içeriği için bakınız Salih Tunç, a.g.e., s 242-251. 244 Ahmet Emin, “Vekalet ve İstiklal”, Vakit, 7 Haziran 1919. 245 Ahmet Emin, “İstiklal Düşünceleri”, Vakit, 31 Temmuz 1919. 242 80 “muavenet” için gerekli maddi ve manevi araçlara fazlasıyla sahip olma, çizilen yeni prensiplere sadık kalma, herhangi bir gizli amacın yönlendirmesi ile ülkenin gelişimini sekteye uğratacak entrikalardan arınmış olma gibi koşullara sahip olmalıdır. Bu koşullara sahip devleti seçmede inisiyatifini ise bizim almamız gerekmektedir. Vakit geçirerek olayları cereyanına bırakırsak, ülkenin belli kısımlarında mandater adı altında, gerçekte müstemleke sahibi diye belli devletlerin yerleşmesine meydan bırakır, bağımsızlığımız şöyle dursun mevcudiyetimizi de kaybedebiliriz.246 Dönemin basınında kendisini “manda” taraftarı olarak niteleyenlere karşı kendisinin “müzaheret”i kullandığını bununla manda, velayet veya vesayeti anlamadığını, müzahereti de bağımsızlığı feda etmek değil, hukuki bağımsızlığı sağlama şeklinde kabul ettiğini belirtmiştir.247 Ahmet Emin 1 Eylül tarihli yazsında da konu hakkında şunları söylemektedir: “Birçokları bizimle sırf insani nokta-i nazardan iştigal edecek sonra kendi kendine çekilip gidecek bir devlet bulmamız, bu bir hayaldir diyorlar. Biz iddia ediyoruz ki böyle bir devlet vardır ve Amerikadır. Mutlak hayırhah bir devlete muhtacız ki, ecnebi entrikalarına karşı siper olsun ve sükun içinde çalışmamıza imkan hazırlamakla beraber bizi inkişafımız için icap eden maddi ve manevi vesaite malik etsin”248 Diğer gazetelerde kendisine yöneltilen “istiklal aleyhtarlığı” iddialarına cevap verdiği bu yazısında: “Bir adamı, mensub bulunduğu milletin istiklalini fedaya hazır bulunmakla itham etmek pek ağır bir şeydir. Mevcudiyet-i tarihiyyeye malik bir millet ancak mukaddreat-ı zatiyesine sahib olmak ve kendi ihtiyaçlarına göre inkişaf edebilmek suretiyle temin-i beka edebilir” demekte ve “İstiklal istiyoruz” diyenler ile “müzaheret” istiyoruz diyenler arasındaki farkı, birincileri “bekleme”, ikincileriyse “ameli siyaset” taraftarı olarak değerlendirmektedir. Ahmet Emin devamında şunları yazmaktadır: “Bir köşede durup gayrı müsemmer bir surette kelime kahramanlığı edenlerle daha ileriye giderek ameli çare arayanlar arasında hiçbir sebeb-i ihtilaf yoktur. 246 247 248 Ahmet Emin, “İstiklal Düşünceleri”, Vakit 31 Temmuz 1919. Ahmet Emin, “Türk Taraftarlığı”, Vakit, 13 Ağustos 1919. Ahmet Emin, “İstiklal Aleyhtarlığı Var mı?”, Vakit, 1 Eylül 1919. 81 Müsemmer ve ameli bir siyaset yolu aramayarak sadece beklemeyi ve bu esnada “istiklal isteriz” diye bağırmayı meslek ittihaz edenlerle, memleketin sayısız dertlerine ameli bir çare arayanlar arasındaki yegane fark, bir tarafın nazariyeler üzerine uzanıp yatmasında, diğer tarafın büyük bir maddi ve manevi mesuliyetten korkmayarak ve kaçmayarak ameli bir yol aramasından ibarettir. Bu farka istiklal taraftarlığı veya aleyhtarlığı namını vererek ameli siyaset taraftarlarının 249 namuslarından şüphe etmeye kimsenin hakkı yoktur.” Ahmet Emin'in bu yazısından bir gün sonra Türk Dünyası'nda yayınlanan “Manda Meselesi” başlıklı yazısında Ahmet Cemal, mandaya kesinlikle karşı çıkarak, mandanın kabulünün “esarete rıza göstermek” demek olduğunu belirtmiştir. Asırlardan beri bağımsız yaşamaya alışmış, milletin namus ve şerefi için kan dökmüş bir milletin böyle bir düşünceyi hatırından bile geçirmeyeceğini, böyle bir düşünceyi tarihine hakaret ve ecdadına karşı nankörlük olarak addedeceğini yazmıştır.250 Ahmet Emin'in ismi geçen yazısına Muslihiddin Adil de Tarik'te karşı bir yazı kaleme almıştır. Adil, “vekalet” ve “istiklal” düşüncesinin bir arada olamayacağını yazarak, Ahmet Emin'e, “Eğer samimi iseniz, istiklalciyseniz bu fikirleri fiilen imha edecek tarz-ı tesviyeleri istiklal fikirleriyle nasıl telif ediyorsunuz?”251 Sorusunu yöneltmiştir. Celal Nuri, İleri’de “Mandahah olmak haysiyete, izzet-i nefse mugayırdır. Hatta şekil ve ismini değiştirmek suretiyle olsun manda istemek 640 seneden beri müstakil yaşayan ve yaşamaya alışan bir devletin tebası için şeyndir”252 diye yazmıştır. Ahmet Emin “müzaheret” üzerinde durarak, “manda”dan söz etmediğini söylese de ilerleyen yıllarda karşısına hep bu konu çıkacaktır. 25 Ocak 1923'te Tanin’de Hüseyin Cahit, Ahmet Emin’e Amerikan mandası taraftarlığı yaptığı yönünde yazılar yazmaya başlayınca Ahmet Emin şu karşılığı vermiştir: “Ben bütün yazılarımda yabancı himayesinin, vasiliğin, mandanın daima aleyhinde bulundum…Koleksiyonlarımız Tanin gazetesine açıktır. Gelsinler, baksınlar, manda taraftarlığı manasına gelecek bir tek söz bulurlarsa, iddialarında haklı çıkarlar, biz 249 250 Ahmet Emin, “İstiklal Aleyhtarlığı Var mı?”, Vakit, 1 Eylül 1919. Ahmet Cemal, “Manda Meselesi”, Türk Dünyası, 2 Eylül 1919. (Aktaran Salih Tunç, a.g.e., s 200) 251 Muslihiddin Adil, “Yine İstiklal Hakkında”, Tarik, 2 Eylül 1919. (Aktaran Salih Tun.ç, a.g.e., s 256) 252 Celal Nuri (İleri), “İstiklal” İleri, 13 Eylül 1919 82 Milli Misakta Amerika’yı kastetmek suretiyle yer alan bir yabancı devletinin teknik müzaheretini sağlamak hedefinin hiçbir zaman dışına çıkmadık.”253 Ali Fuat Paşa da kendisi ile yapılan bir röportajda Ahmet Emin, Mehmet Rauf ve Halide Edip’i kastederek “Üçünün imza ile Kongre'ye, Amerikan Kongresi'ne ya da başka bir yere, ilk defa Türkiye’yi mandanıza kabul etmez misiniz, diye bir müracaatta bunmuşlar” demektedir. Bunun üzerine İstanbul’da manda meselesinin başladığını ancak Amerika’nın resmi mahafilinin bundan bilgisi olmadığını da eklemektedir.254 Ahmet Emin anılarında özellikle 1945’te demokrasi cereyanı başlayınca, Tek Partiye eleştiriler yöneltince, kendisine “Amerikan mandası” taraftarlığı ettiği yolunda hücumlar yapıldığını, oysa kendisinin hiçbir zaman manda taraftarlığı yapmadığını, “Amerikan Mandası isteyenlere karşı geldiğini” ifade etmiştir.255 Yazılarında genel olarak, devletin istiklalini tehlikeye düşürmemek, “yabancı mürakebe ve himayesi” manasını taşımamak üzere, “yabancı uzmanların yardımını istemek ve bunu da hakkımızda hiçbir kötü emel ve ihtirası olmayan Amerika’dan seçmek” şeklinde ele aldığını vurgulamıştır. Ahmet Emin Sivas Kongresi’nde de aynı kanaatin ifade edildiğini, yabancı bir milletin “müzaheret ve işbirliği”nin gerekli görüldüğünü bununla Amerika’nın kastedildiğini ama doğrudan isimlendirmediğini yazmaktadır.256 II. Anadolu'da Milli Mücadele ve Manda Tartışmaları A. Erzurum Kongresi'nde Manda Sorunu Mondros Mütarekesi sonrasında, 15 Mayıs 1919'da İzmir'in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi, ülkede yarattığı derin kaygı ve isyan duygusu ile karşılanmıştır. İzmir'in işgali Anadolu'da kısa sürede direniş amaçlı çeşitli dernekler kurulmasını beraberinde getirmiştir. Halk, işgale tepkisini telgraflar çekerek, mitingler 253 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 36. Ali Fuat Cebesoy, Bilinmeyen Hatıralar, Temel Yayınları, İstanbul, 2001, s. 295. (Frederick P. Latimer, Jr Collection: Ali Fuat Cebesoy görüşmesi) 255 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 323. 256 Ahmet Emin, a.g.e.,C. I, s 323., Turkey in My Time, s 89. 254 83 yaparak göstermiştir. İşgal yıllarında toplumsal yapıda ve ahlakta büyük çözülmeler başlamıştır. Berkem anılarında bu yılların başta İstanbul'u olmak üzere genel olarak toplumsal ortamdaki güvensizliği şöyle anlatmaktadır: “İnsan hiç kimseye inanamaz, itimat edemez olmuştu..Ortalık hafiyelerle, jurnalcilerle dolmuştu. Saraya hafiyelik edenler, polis emrinde çalışanlar, İngiliz, Fransız, İtalya istihbaratına jurnal verenler, İstanbul Muhafızlığı emrinde vazife görenler vesaire. Bundan başka bir de gönüllü hafiyeler vardı.”257 İzmir'in işgalinden beş gün sonra Samsun'a çıkan Mustafa Kemal önderliğinde, Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir ve Rauf Orbay'ın desteğiyle, direniş Anadolu'da hızla örgütlenmeye ve tek çatı altında birleştirilmeye çalışılmıştır. Anadolu’daki hareketin liderleri, özellikle işgallerin başlaması ile Avrupalı devletlerin gütmekte olduğu sömürgeci politikalara karşı Amerika'dan destek arama yoluna girmişlerdir. Aralarında Karabekir, Rauf ve Mustafa Kemal’in de imzalarının olduğu Ali Fuat Paşa’ya gönderilen şifreli mektupta, Amerikan manda ve müzaheretinin dikkatli tahlil edilmesi gerektiği, bağımsızlık ve egemenliğe zarar gelmemek şartıyla ekonomik ve fenni yardımlarına taraftar olunabileceği belirtilmektedir. Yabancılarla yapılacak temasların kongre kararlarına ve millet adına yapılmasını tercih ettikleri de üzerinde durulan bir başka noktadır.258 23 Temmuz 1919’da Erzurum'da toplanılan Kongre'de, Bekir Sami Bey’in telgrafı ile Amerikan mandasını savunan teklifler gündeme gelmiştir. Kongre'de mandanın kabulü yönünde karar çıkmamış ancak 7. maddede “Devlet ve milletimizin içte ve dışta istiklali ve vatanımızın bütünlüğünü korumak şartıyla 6. maddede belirtilen sınırlar içinde milliyet esaslarına saygılı ve memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi bir devletin teknik, sınai, iktisadi yardımını memnunlukla karşılarız”259 yönünde bir karar alınmıştır. Amerikan mandasını savunanlar tarafından bu madde, mandanın kabulü şeklinde yorumlanmıştır. Ancak konunun esas tartışılması Sivas Kongresi'ne bırakılmıştır. 257 258 259 Süreyya Sami Berkem, Unutulmuş Günler, İstanbul, 1960, s 170. Kadir Kasalak, a.g.e, s 124. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, 3. Baskı, TTK Basımevi, Ankara, 1989, s 151. 84 Erzurum Kongresi sonrası Wilson’a bir muhtıra gönderilmiş, İzmir’in işgaline verdikleri onay ile kendi koymuş olduğu prensiplere aykırı davrandıkları, ülkenin parçalanmaması için sonuna kadar mücadele edileceği yazılmıştır. Erol böyle bir muhtıra gönderen Kongre’nin Amerikan mandasını talep edemeyeceğini yazmaktadır.260 Sivas Kongresi öncesi manda tartışmaları basında iyice artmıştır. Peyam, Alemdar’da İngiliz mandasını savunan yazılar kaleme alınırken, Vakit ve İstiklal’de Amerikan mandası taraftarlığı ses bulmakta,261 İleri, Memleket, Zaman, Tarik ve İkdam'da ise bağımsızlık teması üzerinde durulmaktadır. Örneğin Tarik'te Muslihiddin Adil 8 Ağustos'ta: “Biz istiklal taraftarıyız ve bu fikre taraftar olmakla, bütün bir milletin ve bilhassa Türklüğün beşiği ve mezarı olan Anadolu'nun ruhuna tercüman olduğumuza kani bulunuyoruz” diye yazmakta ve ilerleyen kısmında da: “Batı'nın Doğu'yla yaptığı izdivaçlar daima suiistimale açık bulunduğundan bir millet “mevcudiyet-i siyasiye ve içtimaiyesinin müdafaasını dışarıdan bekleyemez, kaldı ki kendi mevcudiyetine dayanmayan bir millet yaşamaya da müstehak değildir”262 diye yazmıştır. Anadolu basınından Doğrusöz, Açıksöz, Albayrak gibi gazeteler ise manda fikrini savunanları şiddetli bir dille eleştirmiş, bağımsızlığı ısrarla vurgulamışlardır. 7 Ağustos'ta Vakit'te kaynağı “resmi bir makam” olarak gösteren beyan yer almıştır. Burada, parti ve cemiyetlere üye bazı kişilerin Amerika'dan gelen Tahkik Komisyonu'na müracaat ederek “millet adına söz söylediklerinin” anlaşıldığını yazmaktadır. Meclis'in fesh edildiği, seçimin henüz yapılmadığı, temsil yetkisine sahip bir siyasi grup bulunmadığı ortamda, kimsenin millet adına söz söyleme hakkına sahip olmadığı belirtilmiştir.263 260 Mine Erol (Sümer), Türkiye’de Amerikan... s 81. Sivas Kongresi'nin hemen öncesinde ve yapıldığı sırada Ahmet Emin'in, 31 Temmuzda, “İstiklal Yolu”; 1 Ağustos'ta “Ermeni Meselesi”; 2 Ağustos'ta “Müzaheret ve Kabiliyet”; 7 Ağustos'ta “Müzaheret Mektebi”; 8 Ağustos'ta “Sütten Ağzı Yanan”; 13 Ağustos'ta “Türk Taraftarlığı” başlıklı yazıları yayınlanırken, Halide Edip'in aynı gazetede 4 Ağustos'ta “Amerika Tetkik Heyetine” ve 5 Ağustos'ta da başlığı ve girişi sansürlenmiş bir yazısı yayınlanmıştır. 262 Muslihiddin Adil, “İstiklal, Daima İstiklal”, Tarik, 18 Ağustos 1919. (Aktaran Salih Tunç, a.g.e., s251) 263 “Söz Milletindir”, Vakit, 7 Ağustos 1919. 261 85 Mazhar Müfit (Kansu), İstanbul’dan gelen telgrafları gören Albayrak'ın sahibi Süleyman Necati Bey'in manda fikrine karşı çıkarak, konu hakkında bütün çevrede ikaz ve aydınlatmada bulunacağını söylediğini yazmaktadır.264 Mazhar Müfit, kitabında Sivas’a gitme hazırlığında olan Mustafa Kemal'in, İstanbul’da manda taraftarlarının, Meclis'i Amerikan Senatosu'na müracaat ettirme gayreti içinde olduklarını, manda oyununa düşürmek istediklerini ama bu oyuna gelmeyeceğini ifade ettiğini belirtmektedir. Aynı kaynağa göre, Mustafa Kemal, hukuki egemenliğimize, hariçte temsil hakkımıza, vatan bağımsızlığımıza dokunulmayacağı iddiasının gülünç olduğunu, Amerikalıların kendilerine çıkar sağlamayan böyle bir mandayı neden kabul edeceklerini sormuştur.265 Sivas Kongresi 4 Eylül 1919’da toplanmıştır. Burada Erzurum’da onaylanan Milli Misak, tüm memleket ölçüsünde kabul edilmiş, alınan kararlar kabul edilinceye kadar da İstanbul ile bağlarını kesme kararı alınmıştır. B. Sivas Kongresi'nde Amerikan Mandası Sorunu Erzurum Kongresi'nde gündeme gelen Amerikan mandası, Sivas Kongresi'nde ayrıntılı olarak müzakere edilmiştir. Amasya’ya gelen Bekir Sami Bey 25-26 Temmuz 1919’da gönderdiği telgrafta, Osmanlı Devleti'nin “tamamının meşrutiyeti ve hariçte temsil hakkı baki kalmak şartıyla” belli bir süre için Amerika mandaterliğini en uygun çözüm olarak kabul ettiğini bildirmiştir. Mustafa Kemal, Bekir Sami’ye gönderdiği cevap yazısında bir takım sorular yöneltmiştir. Bunlar arasında özetle, tam istiklal talep edildiğinde ülkenin birçok bölgeye ayrılacağı kanaatinin kaynağı, ülkenin tamamının mı yoksa hukuki egemenliğin mi kastedildiği, meşrutiyetin sürekliliği ile adil hükümetin Amerika 264 Mazhar Müfit Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürkle Beraber, C. I, TTK, Ankara, 1968, s 188. Ancak Karakaya 21 Eylülde Albayrak’ta “Beşeriyetin Amerika’dan Bekledikleri” başlıklı bir yazının yer aldığını belrtmektedir. Yazıda: “Küçük büyük ihtirasların susturularak milliyet ve içtimai vaziyetlere hürmet esası üzerine alemde siyasi ve içtimai bir muvazene-i adile tesisi gibi bir vazife-i aliye-i Amerika’dan beklemekte efkar-ı umumiye müttefik bulunuyor. Biz Amerika’nın fazıl oğullarından bu vazifede kemal ve fazilet göstermeyi kuvvetle ümit ediyor ve arz ettiğimiz faslı tarihiyi yine o ellerin pek mesudane bir surette açacağına itimadı tam besliyoruz” diye yazmaktadır. Ali Karakaya, Milli Mücadele’de Manda Sorunu, Harbord ve King-Crane Heyetleri, Başkent Matbaası, Ankara, 2001, s 106. 265 Mazhar Müfit Kansu, a.g.e., s 192. 86 tarafından kurulması ifadesinin çelişkili olduğu, Osmanlı Devleti'nin sınırlarının ne olacağı, savaş öncesi sınırların mı esas alınacağı, Amerikan ve İngiliz mandası talepleri arasında ne fark olduğu, İstanbul Hükümeti'nin Amerika mandasına nasıl yaklaştığı gibi noktalar üzerinde durmuştur.266 Ergil, Mustafa Kemal'in Kongre Reisi olarak güdümcülük isteklerini sürekli “uyutmaya” çalıştığını, konuyu hep komisyona “havale etmek” yolunu tuttuğunu, başkanı olduğu komisyonda da işleri yavaştan aldığını ileri sürmektedir.267 Yazara göre Mustafa Kemal, ulusçu kadronun -ulusçuluktan uzak olanların bile- örgütlenme aşamasında dağılmamasını sağlamayı, Ermeni sorunu gibi gündemi oyalayan konularda Amerika'nın desteğini almayı amaçlamıştır. Manda fikrinin ateşli savunucularından Halide Edip de Sivas Kongresi öncesinde 10 Ağustos 1919'da gönderdiği mektupta, Amerikan mandasının talep edilmesini savunmuştur. Bu mektupta Halide Edip, Amerikan mandasını isteme gerekçelerini özetle şöyle sıralar: Aramızda yaşayan Hıristiyan azınlıklar hem Osmanlı hukukundan yararlanacak hem de bir Avrupa devletine dayanarak kargaşalık çıkaracaklardır. Bu da yabancı devletin müdahalesine izin verecektir. Milletin refahını, gelişmesini sağlamak için gerekli sermaye ve güce sahip değiliz. Amerika Filipinlerin mandaterliğini üstlenerek “modern bir makine” haline getirmiştir. İstilacı Avrupa siyasetine karşı Avrupa dışında bir devletten destek bulabiliriz. Amerika’nın desteği ile Doğu ve Türk meselesi halledilebilir. Bunun için onurumuzdan epeyce fedakarlık yapmamız gerekebilir. Ancak din ve milliyet esasına dayanmayan Amerikan idaresi, çok farklı cins ve mezhepleri bir arada tutmaktadır. Amerika, Türkiye’yi parçalara ayırmadan eski sınırları dahilinde manda altına almak düşüncesindedir. Topraklarımızda Ermenistan kurmaya eğilimli değillerdir. Halide Edip, Sivas Kongresi toplanıncaya kadar Amerika komisyonunu alıkoymaya çalıştıklarını bunun için de Kongre'ye Amerikalı bir gazeteci göndereceklerini mektubunda belirtmiştir. Sivas Kongresi'nin 4. günü, 8 Eylül tarihinde manda konusu tartışılmaya başlanmıştır. 8 Eylül'deki oturumlar üzerinde durmadan önce Amerika'dan gelen heyet ve kişilere değinmek gerekmektedir. 266 267 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk...., s 127. Doğu Ergil, Milli Mücadelenin Sosyal Tarihi, Turhan Kitabevi, Ankara, 1981, s 156. 87 Tuğgeneral J. G Harbord’un başkanlık yaptığı 15’i asker, 31’i sivil 46 kişiden oluşan “American Military Mission to Armenia” isimli heyet İstanbul Hükümeti ile resmen görüşmeden Sivas’a 21 Eylül 1919’da gelmiştir.268 Amacı, sağlık, maliye, ticaret gibi konularda araştırma yapmak, rapor hazırlamak ve Doğu Anadolu’da Ermenistan’ın kurulmasının mümkün olup olamayacağını incelemektir. Amerikan Senatosu'nun manda hakkında alacağı kararda Harbord’un hazırlayacağı rapor belirleyici olduğu için, Heyet-i Temsiliye, Harbord Heyeti'ni yakından izlemiştir. Hatta gözlemlerinin bir problem çıkmadan, sağlıklı bir şekilde tamamlanabilmesi için Anadolu’da farklı birimlere telgraflar çekilerek bölgedeki görevlilerin yardımcı olmaları sağlanmıştır. Heyet, Mustafa Kemal ve Rauf Bey ile de görüşmüştür. Erol, Harbord'un raporunda, “milliyetçilerin ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve onların lideri Mustafa Kemal Paşa’nın gayesinin, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü Amerika gibi tek ve tarafsız bir devletin mandası altında muhafaza etmek”269 şeklinde belirttiğini ancak bunun esassız olup, yanlış anlama olabileceği veya Harbord’a kasten böyle söylenmiş olabileceğini kaydetmektedir. Sina Akşin’e göre de Mustafa Kemal ya yanlışlıkla ya da taktik gereği söylemiştir.270 General Harbord, Mustafa Kemal ve yakın çevresi ile süren iki buçuk saatlik görüşme sonunda, Osmanlı'nın bütünlüğünün Amerika gibi tarafsız ve büyük bir devletin müzahereti altında korumak yönünde bir tercih olduğunu ancak Milli Mücadelecilerin manda anlayışlarının farklı olduğunu, onların iç ve dış siyasete hiç müdahale etmemek üzere, büyük kardeşin nasihatı ve yardımı gibi düşündüklerini aktarmaktadır.271 268 Gotthard Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, TTK basımevi, Akara 1989, s 65. Mine Erol , Türkiye’de Amerikan ..., s 96. 270 Akşin'e göre Sivas Kongresi'nde Amerikan dostluğuna verilen önemin, saray ve çevresinin İngiliz desteğine kaşı bir silah olarak kullanılmak istediğni vurgulamaktadır. Akşin, a.g.e., s 532-533.. Ayışığı da manda sözünün taktik gereği ve belki biraz dikkatsizce kullanılmış olduğunu belirtmektedir. Metin Ayışığı, a.g.e., s 52. 271 General J.G.Harbord, “Mustapha Kemal Pahsa and His Party”, World’s Work, XL, No 1, June 1920. (Bakınız) Fethi Tevetoğlu, “Milli Mücadelede Mustafa Kemal Paşa-General Harbord Görüşmesi III”, Türk Kültürü, s 77 Haziran 1969. Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni, Siyasi Hatıralarım, Cilt I, Emre Yayınları, İstanbul, 1993, s 276. 269 88 Heyetin yanı sıra Edgar Louis Browne272 adlı Amerikalı bir gazeteci de gelenler arasındadır. Akgün, Browne tarafından Mustafa Kemal'e Sivas Kongresi'nde Amerikan mandasının onaylanıp onaylanmayacağının sorulduğunu, Mustafa Kemal'in de Amerika'nın kabul edeceğine dair teminatı gündeme getirdiğini yazmaktadır. Devamında şunları kaydetmektedir: “Browne’un bunu sanmadığını söylemesi üzerine de halifeliğin prestijini sarsarak Türkiye’yi İngiltere ve Fransa’nın ellerine itip dış yardım gereksinmesinde olunduğunu söylemeye değmeyeceğini anlatan Mustafa Kemal bu suretle mandanın düşünülmediğini, ancak dış yardımın kabul edilebileceğini, bunun da Amerika’dan gelmesinin tercih edildiğini bir kez daha belirtiyordu”273 Sivas Kongresi'nde manda hakkındaki müzakere 8 Eylül’de başlamıştır. Kongre'de İsmail Hami, Karahisar delegesi Şükrü Bey, Bekir Sami, Fazıl Paşa ve Kara Vasıf, Refet Paşa mandayı savunan konuşmalar yapmışlardır.274 Manda isteyenlerin gerekçeleri, ülkenin ekonomik anlamda yoksul olması, bizi paylaşmak için bekleyen ülkelere karşı parasız ve ordusuz bir şey yapılamayacağı, yabancıların sahip oldukları imtiyazlar nedeniyle yabancı müdahalelere açık olması gibi noktalardır.275 272 Louis Edgar Browne, Chicago Daily News gazetesinde çalışmaktadır. Bilgen, Browne’un basında çalışan bir istihbaratçı olduğunu belirtmektedir. Deniz Bilgen, ABD’li Gözüyle Sivas Kongresi, Kaynak Yay, İstanbul, 2004, s. 118. Aynı konuda, Akşin de Browne'un istihbarat görevlisi olduğunun akla geldiğini söylemektedir. Akşin, a.g.e s 528. 273 Seçil Akgün, a.g.e., s 105. 274 Kara Vasıf, “Bir kere esas itibariyle mandayı kabul edelim de şerait hakkında bilahere görüşürüz” şeklinde düşüncesini ifade ederken, İsmail Hami Bey de bir muhtıra hazırlamıştır. Muhtıranın şartları arasında manda komisyonun oluşturulması, adli ve mali bağımsızlık, mandanın belli bir süre ile sınırlandırılması, sınırların milliyet esasına göre çizilmesi gibi maddeler vardır. Ordunun muhafazasına dair ise bir kayıt konmamıştır. Mandayı savunanlar, diğer delegeleri ikna etmek için bunun istiklali ihlal etmeyeceği noktası üzerinde durmuşlardır. Muhtıra sahibi Hami Bey, kelimenin ve anlamının önemi olmadığını, zaten kelimenin Türkçeye tercüme edilmediğini, hatta “isterlerse “manda” demek Devlet-i ebed müddet” demektir der işin içinden çıkarız” cevabını vermiştir. Savunanlar arasında Refet Paşa da Amerikan mandasını kabul etmekten amaçlarının İngiliz mandasına karşı durmak olduğunu belirtmiştir. Ona göre manda ve bağımsızlık birbirine engel değildir. Dört devlet yerine bir devletin kefaleti altında olunması halinde, ileride uygun şartlarda kendi çıkarlarımız takip edilebilir. Ahmet Nuri Bey ise, manda fikrine kesinlikle karşı olduğunu bildirmiştir. Ahmet Nuri, Amerikan müzahereti istemenin “sen idareye muktedir değilsin, ben muktedirim” anlamına geleceğini söylemiştir. Uluğ İğdemir, Sivas Kongresi Tutanakları, TTK Yayınları, 3. Baskı, Ankara, 1999, s 5262. 275 Manda ve bağımsızlık hakkında çıkan fikir çatışmasında Fazıl Paşa mandadan ne anladıklarını şöyle açıklamaktadır: “Biz mandayı kabul ediyoruz da, istiklali istemiyoruz demedik! Eğer maksadımız bu ise, her üçümüzü de hain-i vatan telakki ederim! Manda demek, siyaseten olmaktan ziyade iktisaden memleketin imar ve i'lası için lazım gelen muavenet ve müzaheret demektir. Zaten 89 Rauf Bey de 9 Eylül'de 5. oturumda söz alarak, müzaheret kavramı üzerinde durmuştur. Görüşmeler sırasında müzaheret için başvurulacak ülkenin Amerika olduğunun ima edildiği, bunun açıkça söylenmesinde bir sakınca olmadığını belirtmiştir. Amerika Kongresi'nden heyet isteme teklifinin kabulü üzerine 11 Eylül 1919’da bir telgraf çekilmiştir.276 Burada, Amerika tarafından bir komitenin Osmanlı Devleti'nin her köşesine gitmek üzere gönderilmesi, Osmanlı’daki durum ve şartları incelemesi, bunun barış anlaşmasından önce yapılması talep edilmiştir. Tevetoğlu, gönderilen telgrafta mandaya yer verilmediğini, Kongre kararlarının açık olduğunu, mandayı reddettiğini söylemektedir.277 Erzurum Kongresi'ndeki 7. madde Sivas Kongresi'nde aynen kabul edilmiştir. 7. maddede “Devlet ve milletimizin dahili ve harici istiklali ve vatanımızın tamamisi mahfuz kalmak şartıyla, milliyet esaslarına riayetkar ve memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi bir devletin fenni, sınai, iktisadi muavenetini memnuniyetle karşılarız“ ifadesi, bazıları tarafından mandanın kabulü, bu devlet ile de Amerika'nın kastedildiği şeklinde yorumlanmıştır. Mustafa Kemal, Nutuk'ta 7. maddeye ilişkin olarak şunları söylemektedir: “Baylar, bu maddenin hangi noktasında manda ve mandaterin Amerika olacağı düşüncesi vardır? Olsa olsa: “Herhangi devletin teknik, sanayi, iktisat yardımını sevinçle karşılarız” sözlerinden manda düşüncesine kapılanlar bulunabilir. Ama mandanın anlamı ve özü elbette bu değildir”278 Devamında bazı demiryollarının yapımı için işbirliği yapılan yabancı devletlere dair örnekler vermiş ve ülkemize girecek yabancı sermayenin yeter ki “devlet ve milletimizin iç ve dış bağımsızlığını ve ülkenin bütünlüğünü ihlale yer vermemesi” gerektiğini, bu nedenle ismi geçen maddedeki ifadeden sadece Amerika anlaşılamayacağını yazmıştır. okunan raporda nasıl bir manda istediğimiz musarrahtır. Kuvve-i teşriyemiz, siyaset-i hariciyemiz, süferamız, istiklalimiz baki kalmak şartıyla bir manda kabul edebiliriz. Mandater ancak iktisadiyatımıza, ziraatımıza, idaremizin islahına çalışacak, memleketin imarına para sarfedecek ve bu sarf ettiği para da tabii bize ikraz edilmiş mahiyette olacaktır.” Uluğ İğdemir, a.g.e, s 54. 276 Erol mektubun varlığı hakkında ihtiyatlı bir tavır takınmakta ve bu mektubun Türkçe ve İngilizcesine zabıtlar ve Sivas Kongresi'ne ait dosyada bulunamadığını yazar. 277 Fethi Tevetoğlu Hoover Enstitüsü'nde (Collection 69033-9. 17, Kutu 1’e kayıtlı) bu telgrafın orijinalini gördüğünü belirtmektedir. 278 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, s 153. 90 Mustafa Kemal, Rauf Bey'in Amerikan müzaheretinin kabulü için Amerika Senatosu'ndan ülkemizi tetkik edecek heyeti davet etme teklifini getirdiğini, bu amaçla yazılan bir mektubun gönderilip gönderilmediğini hatırlamadığını da eklemektedir.279 Akşin ve Erol mektubun başta Mustafa Kemal olmak üzere Kongre yöneticileri tarafından imzalanarak ulaştırması için Browne'a verildiğini yazmaktadır.280 Erol bunu Mustafa Kemal’in mandacıları oyalamak, susturmak için yapılmış bir hamle olarak değerlendirir.281 Smith de kitabında Erzurum Kongresi'nde görüşülen Amerikan mandası konusunun Sivas Kongresi'nde, yönetimin kendi gücüne dayanma kararını aldığını bildirmektedir.282 Genel olarak oturumlar sırasında Mustafa Kemal sessiz kalmıştır. Bilgen bu sırada Amerika ile olan ilişkilere büyük önem verildiğini, Milli Mücadele'nin önde gelenlerinin aslında Amerika mandasına karşı oldukları halde, karşı olunmadığı yönünde bir tavır izlediklerini yazmaktadır. Yazara göre sebep, saray ve hükümetini destekleyen İngilizlere karşı, bu hükümeti düşürmek amacındaki Milli Mücadelecilere Amerikan desteğini sağlamaktır.283 7. maddedeki ifadenin, üstü kapalı olarak Amerikan mandasını ima ettiğini ileri sürenler de olmuştur. Halide Edip anılarında bu nokta üzerine durmuş ve Amerika’nın ima edildiğini yazmıştır.284 General Harbord başkanlığında gelen heyet içinde Ahmet Emin’in Columbia Üniversite’sinden arkadaşı olan W. W. Cumberland heyetin mali müşaviri olarak görev almıştır. Ahmet Emin, heyette yer alan Prof. Mears da dahil üç kişilik yakın bir arkadaş gurubu oluşturmuşlardır. Ahmet Emin, Sivas Kongresi'nde kabul edilen 7. maddede bahsedilen “ecnebi devletten Amerika’nın kastedildiğinin Harbord Heyeti'ne apaçık anlatıldığını” söylemektedir.285 Bir başka yerde de Sivas Kongresi’nde yabancı bir milletin “müzaheret ve işbirliği”nin gerekli 279 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk...., s 155. Sina Akşin, a.g.e, s 533, Erol a.g.e, s 93. 281 Erol, a.g.e., s 103. 282 Elanie Diana Smith, Turkey: Origins of the Kemalist Movement ad the Goverment of the National Assembly (1919-1923), Pres of Judd & Detweiler Inc., Washington D.C., 1959, s 19. 283 Deniz Bilgen, a.g.e. s 184.İsmi geçen kaynakta Browne'nın Sivas'tan ayrılmadan Mustafa Kemal ile yaptığı görüşmede, Mustafa Kemal'in Amerika'nın yardımını istediklerini, demiryollarının yapımı ve endüstrinin kurulması için Amerikan sermayesini talep ettiklerini dile getirdiğinden bahsetmektedir. Hoover Institution Archieve. (Browne’s Papers) Bn:I, FID: 14, No:3. Aktaran: Deniz Bilgen, a.g.e, s 231. 284 Halide Edip (Adıvar) Turkish Ordeal, s. 15 285 Ahmet.Emin, a.g.e., C. III, s 43. 280 91 görüldüğünü bununla Amerika’yı kastettiğini ama Amerika’yı doğrudan isimlendirmediğini yazmaktadır.286 C. Manda Tartışmasının Sonu Harbord, yazdığı “Yakın Doğu’da Hakikatler” başlıklı raporda, Amerikan maliyesinin denizaşırı ülkede karşılaşacağı zorluklardan, bulaşıcı hastalıklardan, etnik kavgalara kadar ortam hakkında bilgi verdikten sonra Amerika’nın faydadan çok zarar göreceğini belirtmiştir. Harbord ayrıca, Rusya ve İngiltere'nin bölgedeki faaliyetlerine dikkati çekerek, Orta Doğu’ya müdahalenin Amerika'yı stratejik üstünlüklerinden mahrum edeceğini yazmıştır.287 1 Haziran 1920’de Amerikan Kongresi manda teklifini oylamaya koymuş ve reddetmiştir. Geri çevrilmesinde yöneticiler kadar Amerikan kamuoyunun tutumu etkili olmuştur. Bundan sonra Amerika geleneksel içine dönük politikasını izlemeye yönelmiştir. Manda tartışmaları başladıktan bir yıl sonra etkisini yitirmeye başlamıştır. Mustafa Kemal İtilaf devletlerinin gerek kendi aralarındaki paylaşım kavgaları gerekse iç sorunları nedeniyle Osmanlı Devleti ile savaşa girmeyeceklerini dile getirmiştir.288 Bir yandan Hindistan’daki Müslüman halkın İngiltere aleyhinde harekete geçmesi ihtimali, diğer yandan Rusya'nın Bolşevik Devrimi’nden sonra kendisine müttefik aramakta olması ve İtilaf devletlerinin iç ve dış koşullarını göz önünde tutan Mustafa Kemal tüm dikkatini Yunanistan'a karşı mücadeleye yoğunlaştırmıştır. Amerikan müzahereti konusunun resmen kapanmış olması ve tüm dikkatlerin Anadolu'daki Milli Mücadele'ye yoğunlaşması nedeni ile Ahmet Emin Sivas Kongresi'nden sonra, İstanbul Hükümeti'ni eleştiren ve Anadolu'daki Milli Mücadele'yi destekleyen yazılar kaleme almaya başlamıştır. Bu noktada şunu da belirtmek gerekmektedir ki Ahmet Emin anılarında, “sistemli bir gelişme için Amerika'nın yardımını sağlamak lehinde Mütareke 286 Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 323., Turkey in My Time, s 89. Kadir Kasalak, a.g.e, s 89. 288 Mustafa Kemal, Sivasta'ki nutkunda savaş sonrasında ülkenin tamamen yalnız, bitkin imkanlardan yoksun bir halde olduğunu belirtmiş ve devamında: “Düşmanlarımızdan büyük devletlerin üzerimize ordular sevki ile yeni baştan bir mücadeleye girmelerine bugünkü dahili ve askeri vaziyetleri asla müsait değildir. Bizim mukavetimze karşı ellerinde kullanacakları yegane kuvvet, yegane silah Yunan ordusudur. Bir taraftan birkaç ay “gerilla” muharebesi ile düşmanı işgal eder, diğer taraftan da yeni baştan ordumuzun intizam ve takviyesi ile muntazam bir cephe teşkil edersek biraz geç de olsa Yunan ordusunun behemal hakkından geliriz” demiştir. Vehbi Cem Aşkun, a.g.e., s 48. 287 92 yıllarında yaptığı yayınların Milli Misak ruhuna tamamen uygun”289 olduğunu belirtmektedir. Bununla vurgulamak istediği nokta, Milli Misak ilkesine bağlı kaldığı ve bunun Amerikan müzahereti konusunda yazdıkları ile çelişkili olmadığıdır. Anadolu'daki Milli Mücadele'yi hayat belirtilerinden mahrum zannedilen ülkede, bütün zorluklara rağmen baş göstermesini olumlu karşılamıştır. Özellikle bu süreçteki yazılarında İzmir'in işgali sonrasında uyanan Anadolu'daki “yeni ruhtan” sık sık bahsetmiştir. Örneğin bir yazsında şu noktalara değinmektedir: “Dahildeki yolsuzluklara inzimam eden İzmir darbesi de o kadar ağırdı ki yorgunluğun, halet-i maraziyenin uyuşturucu tesirleri birdenbire zail oldu. Evvela yalnız münferit şekiller almış bulunan azm-i milli umumi bir mecra bulabildi. Adeta bir mucize mahiyetini haiz bu tahavvülün arkasında biz bütün azim ve safveti ile yeni Anadolu'yu görüyoruz. Kalbimiz öyle temenni ediyor ki bu cereyan Anadolu için yeni bir hayatın mukaddimesi olsun.”290 “Sivas Telgrafı” başlıklı yazısında da, Anadolu'daki milli harekatın duyulması ile herkesin derin bir memnuniyet duyduğunu yazmıştır. Ahmet Emin: “Milletin irade ve arzusu ne istikamette olduğunu anlamak için ortada hakimiyet-i milliyeden başka bir rehber yoktur”291 demiş olmakla beraber yazılarında Amerika ile geliştirilmesi gereken ticari ve siyasi ilişkilerden gazetecilik yaşamı boyunca söz etmiştir. Öyle ki Ahmet Emin Milli Mücadele'nin bütün şiddet ile devam ettiği sırada “vatandaşlık” kavramını tartışmaya açmıştır. Ona göre Türkçülük yerine Osmanlılık anlayışı ile hareket edilmesi gerekmektedir. “Sıfat-ı tabiyeti ifade için Osmanlı yerine Türk kelimesi kullanmanın pek çok mahzurları vardır”292 diye yazarak, çağımızda “tabiyet” ile ne din, ne de kültür anlamının aranmadığını, kişinin belli bir devlete kanunen bağlı olmasını, o ülkeyi benimsediğini gösterdiğini belirtmiştir. Örnek olarak İngiltere'yi veren yazısında, İngiltere'de Anglo-sakson kültürü, Protestan dini hakim olmasına karşılık Ortodoks bir Ermeni'nin, Rum'un veya bir Müslüman'ın kendi inançlarını korumakla beraber İngiliz tabiyetini kazanabileceğini aktarmıştır. 289 Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 43. Ahmet Emin, “İstiklal”, Vakit, 3 Teşrin-i evvel 1919. 291 Ahmet Emin, “Sivas Telgrafı”, Vakit, 26 Teşrin-i evvel 1919. 292 Ahmet Emin, “Harekat-ı Milliye”, Vakit, 7 Teşrin-i evvel 1919. Aynı konuya değinen diğer yazısı 29 Teşrin-i evvel 1919 tarihli “Siyasi Vatandaşlık III” ismini taşımaktadır. 290 93 Ahmet Emin'e göre, İttihatçılar kültürel Türkçülük yerine siyasal Türkçülüğü getirdikleri zaman o ana dek Müslüman olan ve Türkçe konuşan, vatana bağlı Arnavut, Arap, Kürt, Gürcü, Çerkez, vs olanlara Türkten başka bir şey oldukları ilk kez hatırlatılmış ve ülkeye bağlı unsurlar gücendirilmiştir.293 Ülkeye bağlı olmak itibariyle Anadolu'daki Hıristiyanların da vatandaş olduğunu yazarak iki farklı gayrimüslim kesimden bahsetmiştir. Tamamen ülkeye bağlı olanlarla, Yunanistan ve Ermenistan'a bağlı olanları bir tutmamak gerekmektedir. İkincileri “ağzımızla kuş tutsak bile kendilerini memnun”294 edemeyeceğimizi ancak ülkeye bağlı olanların da kazanılması gerektiğini yazmıştır. Ahmet Emin tam bu sıralarda Prens Sabahattin'in fikirlerine değinen bir yazı kaleme almıştır. Kendisinin ileri sürdüğü vatandaşlık, Türkçülük-Osmanlıcılık, adem-i merkeziyet fikirleri ile Sabahattin'in fikirleri arasında bir paralellik söz konusudur. Ahmet Emin'e göre Prens Sabahattin, en mükemmel merkeziyet sisteminin bile farklı unsurlardan oluşan ülkeyi idare edemeyeceğini, gelişemeyeceğini anlayarak adem-i merkeziyet fikirlerini ileri sürmüş ancak anlaşılamamıştır.295 Ahmet Emin'in ulusal mücadelenin bütün yoğunluğu ile devam ettiği bir dönemde kaleme aldığı bu yazılarında genel olarak Anadolu'daki oluşumu destekler görünmekle beraber, ciddi bir yaklaşım farkı olduğu anlaşılmaktadır. I. Dünya Savaşı sonrasında dile getirdiği Türkçülük politikasının eleştirilmesi, Osmanlı vatandaşlığı kavramı, adem-i merkeziyetçi bir yönetim anlayışı gibi üzerinde durduğu konular ile savaştan yenik çıkmış, topraklarının büyük bir kısmını kaybetmiş, işgal edilmiş ve sınırları içindeki milletlerin ayrılıkçı emellerini dile getirdiği bir ortamda Anadolu'da izlenen ulusalcı politikaya aykırı olduğu görülmektedir. III. İşgal Yıllarında İstanbul ve Anadolu'da Basın İstanbul'un işgali ile basına hem Padişah hem de işgal güçleri tarafından sıkı bir sansür uygulanmaya başlanmıştır.296 Zekeriya Sertel, gazete yazılarının İngiliz, 293 Ahmet Emin, “Türkçülük ve Memleketçilik 1”, Vakit, 20 Teşrin-i evvel 1919. Ahmet Emin, “Vaziyeti Anlıyor muyuz?”, Vakit, 7 Teşrin-i sani 1919. 295 Ahmet Emin, “Sabahattin Bey”, Vakit, 4 Kanun-i evvel 1919. 296 Yücel Özkaya, Milli Mücadele'de Atatürk ve Basın, (1919-1921), Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1989, s 10. 294 94 Fransız ve İtalyan sansüründen geçtiğini, sansürden gelen yazıların dörtte üçünün silinmiş olduğunu, bu nedenle gazetelerin birinci sayfalarının beyaz boşluklarla dolu olduğunu anlatmaktadır.297 Yine Yakup Kadri Karaosmanoğlu da İstanbul’da kendilerini en fazla rahatsız eden şeyin Fransız ve İngilizlerin sansür aracılığı ile basın üzerinde uyguladıkları baskı olduğunu şöyle anlatmaktadır: “En basit bir şey için bütün bir makaleyi çıkarırlardı. Sonra bununla da yetinmezler, çok kızarlarsa filan saatte sizin başyazarınız gelsin derlerdi.”298 Karaosmanoğlu İtilaf devletlerinin bu davranışlarının gazetecilerin “haysiyetlerine” nasıl dokunduğu üzerinde önemle durmaktadır. Özkaya, İstanbul gazetelerinin 1921'e kadar ulusal bağımsızlık savaşından ve Mustafa Kemal'den söz etmediklerini belirtmektedir. İstanbul basını, I. ve II. İnönü Zaferi'nden ve Fransa İle Ankara Anlaşması'nın yapılmasından sonra Anadolu'daki Milli Mücadele'ye yer vermeye başlamıştır.299 İstanbul'da, Tasvir-i Efkar, İkdam, Vakit, İleri, Akşam, İstiklal gibi gazeteler Milli Mücadele'nin yanında yer alırken, Peyam-ı Sabah, Alemdar, Yeni İstanbul gibi gazeteler de karşısında bir yayın çizgisi izlemişlerdir. Alemdar'da Refi Cevat (Ulunay) ve Refik Halid (Karay), Peyam-ı Sabah'ta Ali Kemal, Yeni İstanbul'da Sait Molla Milli Mücadele karşıtı ve İngiltere ile anlaşma yoluna gidilmesi gerektiği yönündeki yazıları ile dikkatleri çekmişlerdir. Örneğin Refik Halid: “Bizim için tutulacak yegane kurtuluş yolu Mütarekeden sonra, hemen İngiltere ile beraber yürümek için siyasi teşebbüste bulunmaktı. Bunu nedense yapamadık. Memleketin zırlak, çatlak, hımhım bir sesi, bir İttihatçı sesi vardı ki, bütün serap olan ümitlerden sonra hala bu devletin yarını ile uğraşıyor” diye yazmakta ve devamında “Bu devlet İngiltere'nin yardımını temin etmiş olsaydı İttihatçı çalabilir mi, dağlara çıkıp köylüleri soyabilir mi, gece yollarda, sokaklarda adam öldürebilir mi?”300 diye sormaktadır. Aynı gazetede Refi Cevat, Anadolu'daki hareketi “eşkıyalık” ile 297 Zekeriya Sertel Nebizade Hamdi ile Yeni Ses adında çıkardıkları gündelik gazetede sansürün baskısına kızarak halkı isyana teşvik eden yazı ve beyannamelere yer verdiklerini daha sonra bir eve saklandıklarını anlatır. Gazetenin dağıtımı ile işgal kuvvetlerinin harekete geçerek gazeteleri toplatıp, matbaayı basıp kilitlediklerini yazmaktadır. Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, (1905-1950), Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1968, s 67. 298 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürkçülüğün Ekonomik ve Sosyal Yönü Semineri, 11-12 Ekim 1973, İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinin Cumhuriyete 50. Yıl Armağanı, İstanbul, s 52. 299 Yücel Özkaya, a.g.e, s 12 300 Refik Halid (Karay), “Yine Muhtıra Münasebetile”, Alemdar, 9 Ocak 1920. Aktaran: İhsan Ilgar, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, Kervan Yayınları, İstanbul, 1973, s 28. 95 açıklamakta ve Yunan hükümetinin Müslüman halka karşı iyi niyet beslediğini Avrupa huzurunda ispat etmeye çalışırken, bizim kendi milliyetçilerimizin Anadolu Müslümanlarının mal ve canlarına her gün el uzattığını yazmaktadır.301 Hİ'nın yayın organı olan Peyam-ı Sabah da Damat Ferit Paşa kabinesi ile İngiliz çıkarlarının sözcülüğünü yapmıştır. Ali Kemal'in başyazarı olduğu gazetede, Anadolu'daki Milli Mücadele ve kadro hakkında çok sert bir dil kullanılmıştır. Alemdar ve Peyam-ı Sabah'ta Anadolu'daki mücadele, “İttihatçılık” ve “Bolşeviklik” olarak değerlendirilmiştir.302 “Başta İngilizler olmak üzere İtilaf devletleri ile anlaşma yoluna gitmeyi savunan303 Ali Kemal, Anadolu'daki hareketi sonuçsuz bir macera olarak addedetmiş ve Milli Mücadelecilerin karşısında olmuştur. Ali Kemal 6 Mart 1920'de kaleme aldığı yazıda Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkışı hakkında şunları söylemektedir: “Samsun havalisi Ordu Müfettişi ve asayiş memuru Mustafa Kemal Paşa ezelden mensup olduğu ocağı yeniden tutuşturmak için sağa sola bakmadı, mülk ve milleti düşünmedi, vazifesini memuriyetini suistimal ederek, hükümet-i merkeziyeye ihanet eyleyerek ayaklandı, ilk adımda ahali-i İslamiyeyi Havza'da camide toplayarak surette müheyyiç (heyecan veren) lakin hakikatte mecnunane bir nutuk irad eyledi, mecnunane çünkü hususuyla o sıralarda bize en ziyade müzaheret eden dost bir devletin aleyhinde ateşler püskürüyordu.304 Ali Kemal, yazının devamında Mustafa Kemal'in “ısrarını ihanetten ari” olarak niteleyerek, “mümessiller” dediği işgal güçlerinin durumu Babıali'ye haber verdiğinde hükümetin böyle hareketleri cezalandırması gerektiğini ileri sürmüştür. Ona göre Mustafa Kemal'in faaliyetleri sonucu “mümessiller” bize karşı siyasetlerini değiştirmişlerdir. Yazılarında, Anadolu'daki Milli Mücadele'yi savunan Akşam'ın yazarı Falih Rıfkı Atay'a ve diğerlerine “finolar”, Milli Mücadele liderleri için de 301 Refi Cevat (Ulunay), “Milliyetçilik Bu Demek mi?”, Alemdar, 1 Nisan 1920. Aktaran :İhsan Ilgar, a.g.e., s 62. 302 Refi Cevat, “Bolşevik Avı”, Alemdar,29 Eylül 1919; Ali Kemal, “Bolşeviklik ve Türklük”, Peyam-ı Sabah, 10 Kanun-ı evvel 1919. 303 Ali Kemal Osmanlı devletinin “düvel-i muazzıma” ile barışmak ve hoş geçinmek mecburiyetinde olduğunu ve bu yolla kalkınmaya çalışması gerektiğini ileri sürer. Avrupa aleyhimizde olduğu müddetçe Yunanistan ile mücadelemiz yararsızdır. Ali Kemal, “İtidal İle”, Peyam-ı Sabah, 4 Kanun-i sani 1921. 304 Ali Kemal, “Vaziyet Vahim İmiş”, Peyam-ı Sabah, 6 Mart 1920. 96 “Bolşevik ajanları, şakiler”305 gibi deyimler kullanmaktan çekinmemiştir. Falih Rıfkı ise cephede Yunanlılar ve cephe gerisinde hıyanet olmak üzere iki düşman olduğundan söz ederek, bu tür yayınları alanların hata ettiğini yazmıştır. Atay, “Sufli, çirkin, caniyane bir merak saikasıyla bu yılanların ara sıra kıvranışlarını seyretmek için onları kendi emeğimizle besliyoruz. Alman parasıyla Fransız casuslarına karşı neşrettirilen “Gazette Jordan” acaba Paris'te çıksaydı, Fransız karinin bütçesinden yaşabilir miydi?”306 diye sorarak ulusal basın ve ulusal bilinç arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir. Ali Kemal, 26 Ağustos'ta Büyük Taarruz başladığında ise şunları yazmıştır: “Ankara başımızda oldukça bu keşmekeşlerden bu mülk için bir hayır doğarsa, bilafarz İzmir ve Edirne kurtulursa, üç buçuk senedir havsalaya sığmayan fedakarlıklarımızın, acılarımızın bir akibet-i hüsnaya hizmet ettiği tahakkuk eylerse biz Türk olmak itibariyle seviniriz, sevincimizden çıldırırız, fakat aklen, irfanen bu mertebe yanıldığımız için yalnız kalemimizi kırmak değil, insanlıktan bile istifa eyleriz”307 Milli Mücadele zaferle sonuçlanınca BMM, Ali Kemal'e bir telgraf çekerek, Yunan ordusunun imha edildiğini ve kendisinin vaat ettiği üzere “kaleminden ve insanlığından feragat ettiği haberini” beklediklerini bildirmiştir.308 Vakit de telgrafı 7 Eylül'de aynen yayınlamakla beraber, kendi hesaplarına bir şey beklemediklerini, bu gibi kişilerde hafızanın olmadığını yazmıştır. Vakit: “Bir vaadi hatırlamak ve tutmak için ar, hicab gibi şeylerin vücudunu farz etmek lazımdır”309 yorumunda bulunmuştur. 10 Eylül'deki yazısında ise Ali Kemal, Ankara ile farklı yöntemler izlediklerini, kendisinin de ülkeyi kurtarmak amacıyla hareket ettiğini ancak kendi yolunun yanlış olduğunu yazmıştır.310 Yust, Ali Kemal'e karşı Ankara'da Peyam-ı Sabah adlı Aka 305 Hıfzı Topuz, 100 Soruda Türk Basın Tarihi, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1973, s 78. Falih Rıfkı, “Sade Vahdet Değil, Nizama da İhtiyaç Var!”, Akşam, 18 Haziran 1922. 307 “Kalem ve İnsanlıktan İstifa Vaadi”, Vakit, 7 Eylül 1922. 308 “a.g.m 309 a.g.m. 310 Ali Kemal, “Gayeler”, Peyam-ı Sabah, 10 Eylül 1922. 11 Eylülde Ali Kemal'in gazeteden uzaklaştırıldığına dair haber çıkmıştır. Bir süre sonra İstanbul'daki Milli Teşkilat tarafından kaçırılan Ali Kemal, Anadolu'ya gönderilmek üzere iken İzmit'te linç edilmiştir. Ali Kemal'in öldürülmesinde Nurettin Paşa etkili olmuş, Ankara yönetimi de hukuki yargılama olmadan böylesi bir harekette bulunulmuş olmasından hoşnut olmamıştır. Vakit, daha önce 306 97 Gündüz'ün çıkartmakta olduğu bir mizah gazetesinden bahsetmektedir. Gazetenin başlığının altında, “İstanbul Peyam-ı Sabahı sahtedir. Gerçek Peyam-ı Sabah budur... Ali Kemal koronun solistidir. Mihran karalamacıdır” ifadelerine yer verdiğini yazmaktadır. Yust, 1922 baharında çıkmaya başlayan gazetede Ali Kemal'in karikatürize edilmiş makalelerine de yer verildiğini belirtmektedir.311 Anadolu'ya kaçan İstanbul basınından Halide Edip, Ruşen Eşref, Yakup Kadri gibi gazetecilerin Milli Mücadele'ye önemli katkıları olmuştur. Anadolu'daki basın ise Padişah otoritesinden uzak ve işgal altında olmaması nedeniyle Milli Mücadele'nin yanında yer almıştır.312 Anadolu gazeteleri Mustafa Kemal'in emir ve konuşmalarını yayınlayarak, düzenlenen mitinglere, cephelerde elde edilen başarılara, İtilaf devletlerine çekilen protesto telgraflarına gazetelerde yer vererek halkı haberdar etmiş ve Milli Mücadele etrafında kamuoyu hazırlamışlardır. Mustafa Kemal, ulusal mücadelede halkın desteğini kazanmak için basının önemini kavramış bu nedenle İstanbul'da ve Anadolu'da çıkan gazeteler ve gazetecilerle sürekli temasta olmuştur. Bizzat Sivas'ta 14 Eylül 1919'da İrade-i Milliye'yi, 10 Ocak 1920'de, Ankara'da Hakimiyet-i Milliye'yi yayınlatarak Anadolu'daki hareketin sesini duyurmuştur. İsmi geçen gazetelerde Mustafa Kemal'in beyanları, temsil heyetinin kararları, Milli Mücadele'yi destekleyen Anadolu basınından alıntılar, cephelerdeki gelişmeler önemli bir yer tutmuştur. Yine Ankara'daki matbaa ihtiyacını karşılamak hakkında İstiklal Mahkemesi tarafından idama mahkum edilen Ali Kemal'in Anadolu'da mahkemede yargılanması gerektiğini, ancak İzmit'te halkın Ali Kemal'i tanıması sonucu linç hareketinin meydana geldiğini yazmıştır. “Ali Kemal İzmit'te Halk Tarafından Linç Edildi”, Vakit, 8. Teşrin-i sani 1922. 1950'de Vatan'ın muhabirlerinden C.Yakup Baykal'ın, Ali Kemal'in mezarının yerini bulması üzerine, kamuoyunda bir tartışma başlamıştır. Vatan, görüşlerinde aldanarak vatan haini durumuna düşen Ali Kemal'in cezasını çektiği, ancak kendisinin ve ailesinin bir mezardan mahrum bırakmanın doğru olmadığını ileri sürmüştür. Tartışmalar sonucunda Ali Kemal'in yirmi sekiz yıl sonra mezarı olmuştur. 311 K.Yust, Kemalist Anadolu Basını, (Yayına Haz: Orhan Koloğlu), Çağdaş Gazeteciler Derneği Yayınları, Ankara, 1995, s 98. 312 Anadolu'da yayınlanan ve Milli Mücadele'ye destek veren gazeteler arasında İzmir'e Doğru, Açıksöz, Öğüt, İstikbal, Albayrak, İrade-i Milliye, Babalık gibi gazeteler örnek verilebilir. Bu örneklerin sayılarını artırmak mümkündür. Yust, Kemalistlerin hakimiyetindeki bölgelerde çıkarılan yayınları yıllara göre şöyle vermektedir: 1918'de 15 yayın, (bunların ikisi aynı yıl kapanmıştır), 1919'da 14 yayın çıkmış, (üçü kapanmıştır), 1920'de 11 yayın çıkmış, (biri kapanmış), 1921'de 25 yayın çıkmış (onikisi kapanmış), 1922 Ocak- 1 Mayıs 1922'ye kadar yeni 16 yayın, (bunların ikisinini kapanmıştır.) Yust 1 Mayıs 1922'ye dek Anadolu'da toplam 60 süreli yayından 50'nin gazete, 10'unun dergi olduğunu belirtmektedir. Fiyat ve tirajları hakkında da, günlük yayınların aylık ücretinin 13 ile 50 kuruş arasında değiştiğini, Anadolu gazetelerinin tirajlarının 1000 ile 2500 arasında olduğunu, taşrada ise bir iki yayının en çok 700-1000, genellikle de 200-400 arasında satılmış olduğunu yazmaktadır. K. Yust, a.g.e., s 131-137. 98 için diğer bölgelerle sürekli irtibat halinde olarak, oralarda bulunan matbaaların Ankara'ya getirtilmesi sağlanmıştır. Bir başka önlem, 1920'de çıkarılan talimatnameye göre, İstanbul ile her türlü resmi haberleşmenin yasaklanması ve İstanbul'da aleyhlerinde yayın yapan gazetelerin, halk üzerindeki olumsuz propagandanın önüne geçmek için Anadolu'ya girmesinin engellenmesidir. Öyle ki Refi Cevat (Ulunay), Alemdar'ın, Kuvayi Milliye'ye taraftar olan yerlerde okunmaması için bazı tedbirler alındığından şikayet etmekte ve yazısının devamında şunları söylemektedir: “Geçen günkü şikayetimizde bunların ne olduğu, nerelerde tutulmakta ve bunun hangi hakka dayanılarak yapıldığı sorulmuş, binaenaleyh bu hususta gazetemiz idaresinin, Posta Umum Müdürlüğüne aydınlatıcı bilgi vereceği, gönderilmeyen veya iade edilen ve edilmekte bulunmuş olan gazetelerimizin gerekçe gösterilerek idaremize teslimi gerektiği bildirilmişti. O gün bugündür gazetelerimizin yerlerine gitmediğine dair çeşitli şikayetler almaktayız. Demek ki Kuvayi Milliye'ye taraftar olan yerlerde hep birer Mustafa Kemal mevcut!”313 Koloğlu, hem dış dünyanın izlenmesinde hem de haber akışının Milli Mücadele'ye zarar vermeyecek bir şekilde tutulmasında en fazla telgraftan yararlanıldığını ve telgraf şebekesinin kontrol altında tutulmasına özen gösterildiğini belirtmektedir.314 Gelen gazete ve yazışmaları kabul eden, geri göndermeyen memurların Hıyanet-i Vataniye Kanunu ile yargılanacakları bildirilmiştir. Anadolu'ya gönderilen İstanbul ve yurtdışı kaynaklı yayınlar önce Ankara'ya bildirilmiş ve bu gazeteler dikkatle incelenerek seçime tabi tutulmuştur. Gerek Anadolu halkını doğru bilgilendirmek gerekse ulusal mücadeleyi yurtdışında da duyurmak amacıyla Halide Edip ve Yunus Nadi Bey'in önerisi ile 6 Nisan 1920'de Ankara'da Anadolu Ajansı315 kurulmuştur. Alemdar, ajansın “uzun yıllar pek çok yayın organının hemen hemen tek haber kaynağı olması” nedeniyle, 313 Refi Cevat Ulunay, “Yine Gazetelerimizin Tevkifi Hakkında”, Alemdar, 5 Ocak 1920. Aktaran: İhsan Ilgar, a.g.e., s 24. 314 Orhan Koloğlu, a.g.e., s 22. 315 Anadolu'ya gitmekte olan Halide Edip, Yunus Nadi'ye, Ankara için bir ajansın gerekli olduğunu belirttikten sonra, Ankara'da bir ajans kurarak yurt içi ve yurtdışına haber ulaştırmayı önermiştir. Ankara'da Mustafa Kemal ile görüşmelerinde bu düşünceyi dile getirirler. Öneriyi çok olumlu karşılayan Mustafa Kemal Ajansın kurulması işine hemen başlamış kısa bir süre sonra da Ajansın kurulmuş olduğu ülkenin her tarafına bildirilmiştir. Yunus Nadi, Ankara'nın İlk Günleri, Ankara, 1955, s 77. 99 Türkiye'deki haberleşmenin gelişmesinde önemli bir yeri olduğunu belirtmektedir. Yurtiçindeki ve yurtdışındaki gelişmeler Ajans aracılığı ile duyurulmuştur.316 Anadolu Ajansı ile haber alma ve ulaştırma işi kısa sürede organize edilmiş, ajans haberleri ülkenin büyük bir bölümüne ulaştırılmıştır. Özellikle Anadolu'da olup bitenlerden haberdar olmayan İstanbul basını için Ajansın bültenleri çok önemli olmuştur. TBMM'nin açılmasından sonra 6 Mayıs 1920'de Ankara Hükümeti, İstanbul basını ve haberleşmesine sansür koyunca, Anadolu halkı gelişmeleri sadece Anadolu Ajansı'ndan öğrenmeye başlamıştır. Özkaya Ajans'ın, izlenen ulusal politika ile ters düşecek haberleri denetleyerek, BMM'nde alınan kararları halka ileterek, halk ile hükümetin bütünleşmesini sağladığını belirtmektedir.317 Ajans tarafından yayınlanan bültenler Anadolu'nun her yerine gönderilmiş, bunlar ya herkesin göreceği yerlere asılarak ya da bölgenin basınında yer verilerek halka haber ulaştırması sağlanmıştır. IV. Malta Sürgünlüğü İstanbul'un işgal edilmesi ile İngilizler tutuklamalara başlamışlardır. Öncelikli hedefleri, “mütareke uygulamasına” karşı geldikleri gerekçesi ile subaylar olmuştur. Buna savaş sırasında İngiliz tutsaklarına kötü davrananlar ve Ermeni soykırımından sanık olanlar da eklenmiştir. Suçlu olarak görülenler daha çok İttihatçılardır. Bahriye Nazırı Churchill, Malta Adası'nın, İngiliz donanma üssü olması nedeni ile, tutsakların sürekli gözetimi altında olacakları bir yer olması nedeniyle seçildiğini yazmaktadır.318 Tutuklama ve sürgüne göndermede güdülen başlıca amaç, işgale direnişi engellemektir. Kutay, Malta'ya sürgünler ile İstanbul'dan Anadolu'ya geçerek Kurtuluş Savaşı'na katılacak kişilerin hizmet alanından uzak tutulmasının amaçlandığını belirtmektedir.319 Hİ'ın iktidara gelmesi ile İttihatçılara duyulan kızgınlık hat safhaya ulaşmış ve her yerde partizanca bir tavır egemen olmuştur. Ahmet Emin, yeni hükümetin adının 316 Korkmaz Alemdar, İletişim ve Tarih, Ümit Yayıncılık, Ankara, 2001, s 99. Alemdar'ın, Ajansın arşivindeki belgelere de dayanarak yazdığı metin Ajansın kuruluşu ve gelişimi hakkında bilgiler sunmaktadır. 317 Yücel Özkaya, a.g.e, s 47. 318 Cemal Kutay, Siyasi Sürgünler Adası: Malta, Posta Kutusu Yayınları, İstanbul, 1978, s 8. 319 Cemal Kutay, a.g.e., s 10. 100 kısa sürede rezaletlere karışması ile halkın İT’ye kızgınlığının azalmaya başladığını söylemektedir. Özellikle dönemin ileri gelenlerini önce Bekirağa Bölüğü'nde tutup sonra da onları İngilizlere teslim etmeleri Hİ idarecilerine duyulan güven ve hoşgörüyü gittikçe zayıflatmıştır. Malta’ya sürülenlere ve ailelerine ne tutuklanma gerekçeleri ne nereye gönderilecekleri ve akıbetlerinin ne olacağı açıklanmadığı için belirsizlik, oldukça şiddetli ve endişe dolu bir süreç haline gelmiştir. İttihatçılar Anadolu’daki kurtuluş hareketinin ilk çekirdeği olmuşlar, İstanbul’daki tutuklamalar ise Anadolu’ya geçişi daha da hızlandırmıştır. Toplam 140 kişiyi bulan tutuklular içinde sadrazamlık, şeyhülislamlık, nazırlık, mebusluk yapmış devlet adamlarının yanı sıra valiler, komuta düzeyinde de olmak üzere askerler ve gazeteciler bulunmaktadır. Ebüziya Velit, Aka Gündüz, Ahmet Ağaoğlu, Süleyman Nazif, Celal Nuri, Hüseyin Cahit ve Ahmet Emin tutuklanarak Malta Adası'na sürgüne gönderilen gazetecilerdendir. Tevetoğlu, İngiliz Muhibleri Cemiyeti yöneticilerinin ve İtilafçıların verdikleri jurnallerin, dönemin önemli yönetici ve aydınların Malta’ya sürgün edilmesinde önemli rol oynadığını belirtmektedir.320 İstanbul Hükümeti'nin İngilizlerle işbirliği yapmasına, saray çevresini tutan basın da dahil olmuştur. Öyle ki Malta’ya sürülenler hakkında Sabah'ta imzasız başyazıda şunlar yazılmaktadır: “Binaenaleyh on senedir memlekette haccacı zalime rahmet okutacak bir idare-i müstebide ve menfura tesis eylemiş olan bu eşhas ancak şimdi Malta’ya doğru giderken, o tatlı rüyayı tahakkümün ebediyen başlarına sıçramış olduğunu anlamış bulunuyorlar”321 Tutuklamaların başladığı sırada, 23 Ocak 1919 günü Londra’da yapılan toplantıda “suçlu” Türklerin tutuklanıp cezalandırılmaları, eğer suç, işgal edilen yerlerde işlenmiş ise İngiliz Askeri Mahkemesi'nde, işgal edilmemiş topraklarda işlenmişse bu kişilerin yargılanmalarının Türk adaletine bırakılamayacağı için suçluların Malta Adası'na sürülmesine karar verilmiştir. Müttefikler daha sonra verecekleri karara göre suçluları yargılayacaktır. Şimşir, suçlar sıralanırken hiçbir hukukçuya danışılmadığını ve bu suçların tamamen keyfi olarak belirlendiğini 320 321 Fethi Tevetoğlu, a.g.e, s 119. Tarık Mümtaz Göztepe a.g.e., s 174. 101 belirtmektedir.322 Suçlular, mütareke hükümlerine uyulmasına engel olanlar, İngiliz komutanlarına, subaylarına hakaret edenler, tutsaklara kötü davrananlar, Türkiye’de ve Kafkasya’da, Ermenilere ya da öteki ırklara mensup tebaaya tecavüz eden ve taşkınlıklarda bulunanlar, emlakin yağmasına ve tahribine katılanlar şekinde başlıklar altında toplanarak, yakalanmaları yönünde emir verilmiştir.323 Şimşir, bu kişiler suçlu iseler neden mahkemeye yollanmadıklarını sormakta ve genelde bu iddiaları kanıtlayacak delillerin ortada olmadığını belirtmektedir. 1919 yılının ilk günlerinde tutuklamalar başlamıştır.324 Bekirağa Bölüğü'nde bulunanların Malta’ya sürülmesine karar verilmesi ile 28 Mayıs’ta Princess Ena gemisi ile 78 kişi Malta'ya gönderilmiştir. Sürgün olayı Mart 1919’da başlamış ve Kasım 1920’ye kadar sürmüştür. Bu yirmi aylık süre içinde toplam 144 kişi Malta’ya yollanmıştır. Sürgünler arasında yer alan Hüseyin Cahit, Malta’ya gönderildiği sırada ülkenin içinde bulunduğu psikolojiyi şöyle anlatmaktadır: “Bir hakikat vardı ki o da memleketin her gün biraz daha mahva, harabeye doğru gitmesi idi. Son felaketin artık gecikmeyeceği korkusu herkese çöküyordu. Ve işte bizleri de İngilizler alıp götürüyorlardı. Bu devlette artık velet denilebilecek bir hal kalmış olsaydı, sadrazamı, şeyhülislamı, vükelası, ayanı, mebusanı, valileri, rüesayı memurini, zabıtası ve sairesiyle koca bir heyet, ecnebi bir devletin eline teslim olunur mu idi? Bu da gösteriyordu ki artık çözülmenin son dakikalarını yaşıyordu.”325 Malta'ya sürgüne gönderilenler arasında İstanbul'da toplanan Mebusan 322 Bilal Şimşir, Malta Sürgünleri, BilgiYayınları, 2. Baskı, Ankara, 1985, s 39. Gotthard Jaeschke, Kurutuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Ankara, 1991, s 174. 324 1 Şubat 1919'da İngiltere Yüksek Komiseri Calthorpe 23 kişilik bir liste hazırlayarak, Osmanlı Dışişleri Bakanı'na sunmuş ve bu kişilerin İngiliz Askeri Mahkemelerinde yargılanmak üzere teslim edilmesini istemiştir. Tutuklanmasını istediklerinin çoğunluğunu asker oluşturmaktadır. Tevfik Paşa ise devletin kedi yurttaşları üzerinde yargı yetkisini kullanamayacak olmasını egemenlik hakkından bir taviz olarak değerlendirerek bu teklifi kabul etmemiştir. On beş gün sonra 4 Mart 1919'da Damat Ferit Paşa sadrazam olunca İngilizlerle tam bir işbirliği dönemi başlamıştır. İlk önce içinde İttihatçıların bulunduğu 42 kişi yakalanmış ve bu sayı kısa sürede 100'ü bulmuştur. Tutuklananlar arasında yer alan Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey, Ermeni olaylarında müdahil olduğu gerekçesi ile idam edilmiştir. 28 Nisan'da Ziya Gökalp, Sait Halim Paşa gibi İttihatçıların önde gelenlerinin yargılamaları başlamıştır. 325 Hüseyin Cahit, “Milli Mücadele Devri ve Sonrası: Mütareke ve Malta” Halkçı, 9 Şubat 1955. 323 102 Meclisi'nin üyeleri de vardır. Anadolu’da Meclis'in açılması halinde, Ankara'dakilerin Padişah ve meşru hükümete karşı geldikleri şeklinde propaganda yapılabileceğini bunun halk arasında ayaklanmalara neden olabileceğini söyleyen Karabekir, Meclis'in önce İstanbul’da toplanması gerektiğini ileri sürmüştür. Bu Meclis, İngilizler tarafından Kuvayı Milliye’nin sonucu değerlendirilecek ve kapatılması ile Anadolu'da milli hükümetin kurulması için en uygun fırsat yakalanmış olacaktır. Bunun üzerine Rauf Bey İstanbul’da 12 Ocak 1920’de açılan Meclis'te görev almayı kabul etmiştir. Rauf Orbay anılarında, Meclis’i İstanbul’da toplamak yönündeki kararın daha 1919 Kasım'ında Mustafa Kemal, Karabekir, Ali Fuat Paşalarla birlikte Sivas’ta yapılan toplantıda alındığını belirtmektedir.326 Son Osmanlı Meclisi 12 Ocak ile 6 Mart 1920 tarihleri arasında çalışabilmiş, dağıtılmadan önce 17 Şubatta Misakı Milli'yi kabul etmiştir. Ahmet Emin bu karar hakkında: “Böylece milli birlik halindeki Türkiye, galip devletlerin idam hükmünü hiçe saydığını, kendi rızasıyla Arap vilayetlerden vazgeçtiğini, milli yurdunun hududunu çizdiğini, tam istiklalden başka bir şeye razı olmayacağını, dost bir büyük milletin yardımıyla esaslı ıslahata girmeye hazırlandığını belli etmişti”327 yorumunu yapmaktadır. Mustafa Kemal, bu kişileri Malta sürgünlüğünden kurtarmak için elinden geleni yapmıştır.328 16 Mart’ta bir bildiri yayınlayarak işgali protesto etmiş ve bunun 326 Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni Siyasi Hatıralarım, C. 2, Emre Yayınları, İstanbul, 1993, s 29. İstanbul'daki Meclis'in İngilizler tarafından dağıtılmasından Kurtuluş Savaşı için yararlanılması yolunda, Rauf Bey gerekirse Meclis'in ortasında bomba patlatarak kendini feda edeceğini söylemiştir. Mustafa Kemal İngilizlerin tavırlarının tutuklama yönünde olacağı için Meclis'in basılması ve yakalanması halinde kaçması yönünde Rauf Bey'e telgraf çekmiş ancak Rauf Bey kalmayı tercih etmiştir. Rauf Bey, anılarında, İstanbul'dan Anadolu'ya önemli insanlar kaçırdığını, istese kendisinin de kaçabileceğini, birçok arkadaşının kendisine güvenerek Meclis'e geldiğini ve onları orada bırakamadığını yazmaktadır. Yine Anadolu'daki arkadaşlarının kuracakları Meclisle, yeni hükümeti oluşturup idare edebileceklerini, kendisi için asıl olan Meclis'in İngilizler tarafından basılmasını sağlamak olduğunu belirtir. Rauf Bey: “Bu olmadıkça, Anadolu'da ne Millet Meclisi ne de Milli Hükümet kurulabilirdi” diye yazmaktadır. Rauf Orbay, a.g.e. s 275. 327 Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 53. 328 7 Mart 1921'de Malta sürgünlerinin durumunu görüşmek üzere İngiliz ve Türk delegeleri bir araya gelmişlerdir. Türk tarafı, 21 İngiliz tutsağına karşı 120 Türk sürgünün serbest bırakılmasını isterken, İngilizler de Malta'da kalacak olan sürgünlerin kendileri tarafından yargılanmasını talep etmişlerdir. Ankara'dan gelen kesin talimatta sürgünlerin hepsinin kurtarılması istenirken, Bekir Sami Bey talimatın dışına çıkarak bazı sürgünlerin İngilizlerin elinde kalmasına razı olmuştur. 16 Mart 1921'de imzalanan Londra Anlaşması'na göre, imza atıldığı sırada Malta'da bulunan 118 sürgünden 64'nün serbest bırakılması kararlaştırılmış, kalan 54 sürgünün ise İngilizlerce, ya da uluslararası bir mahkeme yargılanması kabul edilmiştir. Anlaşmada Türk vatandaşlarının yabancılarca yargılanmasını 103 Osmanlı ulusunun siyasal egemenliğine ve özgürlüğüne indirilmiş bir darbe olduğunu söylemiştir. Mustafa Kemal, Malta sürgünlerine misilleme olarak Anadolu’da bulunan yabancı subayları tutuklatmıştır. Anadolu’da yakalanan rehineler 21 kişi kadardır. II. İnönü Zaferi'nden sonra 40 sürgün salıverilmiştir. Mustafa Kemal ise bırakılanların arasında yakın arkadaşları olmadığı için, karşılık olarak İngilizlerin çok önem verdikleri tutsakları Anadolu’da alıkoymaya devam etmiştir.329 Sakarya Zaferi'nden sonra İngiltere daha uzlaşmacı bir tavır takınmış ve karşılıklı değiş tokuşu benimsemiştir.330 25 Ekim'de sürgünler Malta’dan yola çıkarılmış, gemiler 30 Ekim'de İstanbul’a varmış, değiş tokuş İnebolu’dan yapılacağı için İstanbul'a ayak basmalarına izin verilmeden yola devam edilmiştir. Ahmet Emin, Ankara yönetiminin, İngiliz esirlerinin listesinin hazırlanmasında aslen Maltızlı olup İngiliz vatandaşı olarak görünenlerin durumundan yararlanarak, İngiliz esirlerinin sayısını fazla gösterdiklerini böylece pazarlık payını artırmaya çalıştıklarını yazmaktadır. İngiliz esirlerinin 30 kişiden 25’i resmi açıdan İngiliz olmakla beraber, aslen Maltızlı olup, Zonguldak civarına yerleşerek Rum kadınları ile evlenmişler ve bunların çocukları da kayıtlara İngiliz olarak geçmiştir. Kalan beş kişi ise Albay Rawlinson ile bir iki İngiliz subayıdır. Ahmet Emin tutukluların değiş tokuşunu: “İngiliz” diye gerçek İngiliz aileleri bekleyen vapur subayları, gelenleri görünce, fena halde surat astılar. Hukuk ölçüleriyle İngiliz olan bu adamların kendilerinin gözünde İngilizlikle hiçbir ilgisi yoktu. En garibi, biz bu İngilizlerle vapur subayları arasında tercümanlık vazifesi görüyorduk”331 diye anlatmaktadır. A. Ahmet Emin'in Malta Yılları 31 Mart günü Malta’ya sürülenler arasında Ahmet Emin de bulunmaktadır. kabul etmiş olması, kendisine verilen talimatların dışına çıkmış olması nedeni ile dönüşünde Bekir Sami Bey Dışişleri Bakanlığı'ndan geri çektirilmiştir. 329 Bilal Şimşir, a.g.e, s 412. 330 Uzun süren diplomatik görüşmeler sonucunda önce 1 Haziran'da, Malta'da Türk tutsaklarının ancak üçte biri salıverildiği için, İngiliz tutsakların da üçte biri olan 10 kişinin salıverileceği duyurulmuştur. 14 Haziran'da da İngiliz tutsaklarının hepsine karşılık olarak, Malta’dakilerin hepsinin salıverileceği bildirilmiştir. 29 Eylül 1921'de Londra ve Ankara temsilcileri, 1 Ekim 1921'de tüm tutsakların değiş tokuşunu kabul etmişlerdir. 331 Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 224. 104 Kendisine verilen numara 2787’dir. İngiliz Yüksek Komiseri Londra’ya sunduğu raporda tutuklananlar arasında Ahmet Emin şöyle tanıtılmaktadır: “Ahmet Emin Bey (Yalman) Vakit gazetesi başyazarı. Selanik Yahudi dönmesi. Savaş içinde Alman parasıyla beslendiği söylenir. Savaş öncesinde birkaç yıl Amerika’da kaldı.”332 14 Mart 1920 akşamı Hilal-i Ahmer Genel Sekreteri olan Dr. Adnan Adıvar İstanbul'da Ahmet Emin’i evine çağırmıştır. İstanbul'un işgali ve Malta’ya sürülme olaylarını yabancı kaynaklardan haber alan Adıvar, Ankara’ya gitmek üzere olup, Ahmet Emin’i de uyararak Anadolu’ya geçmesini istemiştir. Ancak Ahmet Emin anılarında bunu o zaman kavrayamadığını, ısrarın anlamını anlayabilmiş olsa kendisinin de Malta’ya sürülenler arasında bulunmayacağını, 333 mücadeleye birebir tanıklık edenlerden olacağını yazmaktadır. Anadolu’daki 16 Mart'tan sonra Halide Hanım, Dr. Adnan Adıvar, İsmet Paşa, Fevzi Çakmak Anadolu’ya kaçmışlardır. 20 Mart'ta ise Ahmet Emin’in evi, kendisi olmadığı bir akşam aranmış ve bir takım evraklarına el konmuştur. Bu durumda ne yapacağına önce karar veremeyen Ahmet Emin önce yabancı dostlarına başvurmuştur. Amerikan Elçiliği'ndeki iki arkadaşının ardından Amerikan Fevkalade Komiseri Amiral Bristol ile görüşmüştür. Amiral kendisine İngilizlere teslim olmanın anlamsız olduğunu, “Ankara’da görev alan vatandaşların kendisine yardıma ihtiyaçları olduğunu” belirtmiş hatta kendisine bir araba vererek kaçmasına yardım etmeyi teklif etmiştir. Kararsız kalan ve son kez de İtalyan Elçiliği'ne giderek Sforza ile görüşen Ahmet Emin, Sforza'nın Malta’ya sürülenlerin üç devletin sorumluluk ve teminatı altında olacakları güvencesini vermesi üzerine teslim olmaya karar vermiştir. Teslim olmak için bir takım mercilere başvurmuştur. Bu süreci: “O gün akşama kadar Beyoğlu caddesinde dolaşarak beni tevkif etmekle ilgili olan makamı aradım. Şimdi itiraf edeyim ki tevkif edilmek için başvurmadık kapı bırakmayan adam, pek gülünç bir durumdadır. Bir filmci karşıma çıkıp, kendini tevkif ettirmeye çalışan firarinin hikayesi” diye filmimi alsaydı, pek canlı bir 332 333 Bilal Şimşir, a.g.e., s 67. Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 55. 105 komedi meydana getirmiş olurdu. Fakat ben hareketimi garip ve olağandışı bulmuyordum”334 şeklinde anlatmaktadır. Bütün gün boyunca teslim olmak için birçok yere başvuran Ahmet Emin matbaadaki arkadaşının tavsiyesi üzerine sonunda kaçma girişimlerine başlamıştır. Arandığı bu dönemde kendisine Ali Naci (Karacan), evde saklayarak yardım etmiştir. Ebuzziya Velit, Süleyman Nazif, Celal Nuri gibi gazetecilerin tevkif edilmesi karşısında Ahmet Emin uzun bir kararsızlıktan sonra tam teslim olmaya giderken yolda kendini arayan subaylar tarafından tevkif edilmiştir. Hatta tutuklandığı merkezde ifadesini alan subaylar Ahmet Emin’in kendini tutuklattırmak çabalarını gülerek karşılamışlardır. Anılarında ilgili subayın şunları söylediğini aktarmaktadır: “Burada Vakit başyazarı var. Kendisini Arabyan Hanı'na göndermek için iki silahlı yollayınız. Gerçi yollamazsanız da olur. Kendisi Malta’ya gitmek için çıldırıyor. Göndermezsek kederinden belki de intihar edecek. “Malta’ya git, kendini teslim et” diye eline kağıt verip yolcu vapuruna bile bindirsek, kendi kendine oraya kadar gidecek.” 335 Malta'ya gittiğinde orada bulanan ve kendisini karşılayan tutuklular da Ahmet Emin'in kendi isteği ile gelmesini gülerek karşılamışlardır. Ahmet Emin'in Anadolu'ya geçmek yönündeki kararsızlığında Anadolu'daki Milli Mücadele'nin seyrinin ve sonucunun ne olacağına dair duyduğu güvensizlik etkili olmuştur. Yabancı elçiliklere yaptığı başvurular sonucunda, Malta’dakilerin üç devletin sorumluluk ve teminatı altında olacaklarının belirtilmesi Ahmet Emin'in Malta'ya gitme tercihini de belirlemiştir. Yine kendisinin 17 Ocak 1920’de kaleme aldığı “Malta Yaranının Hayatı” başlıklı yazısı da gösterdiği üzere, Malta'daki tutukluların yaşam şartlarının zorlayıcı olmadığını düşündüğü açıktır. Zira bu yazıda “Siviller ve askerler bir arada vakit geçiriyorlar ve musiki ile ve diğer eğlencelerle meşgul oluyorlar” ifadelerine yer vermiş buna da Malta'da bulunan Ağaoğlu Ahmet Bey tepki göstermiştir. Tutuklama işlemini yapan subayın, Tanin’de yazdığı yazıların konularını ve savaş muhabiri olarak Almanya'daki görüşmelerini sorgulamasından, Ahmet Emin 334 335 Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 60. Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 68. 106 kendisinin bu konu hakkında jurnal edildiğini düşünmektedir. Savunma olarak da, “cephe arkasını ve askeri cepheyi manevi olarak desteklemek ve şevk yaratmaya çalışmanın, her kalem sahibi için bir vazife”336 olduğunu bildirmiştir. Arabyan Han’ında bir gece kaldıktan sonra “Cardiff” kruvazörü ile Malta’ya yola çıkarılmış, Polverista Kışlası'na, yolculuğunun dördüncü günü gelmiştir. Şimşir, Ahmet Emin'in 29 Mart'ta Malta’ya vardığını söylediğini ancak İngiliz belgelerinde 31 Mart'ta vardığının belirtildiğini yazmaktadır. Şimşir, “Anlaşılan Ahmet Emin Yalman’ın seyahat ve macera arzusu ağır basmıştır. İngilizlerin de kendisine biraz yumuşak davrandıkları dikkati çeker”337 yorumunu yapmaktadır. Ahmet Emin’in Malta’da bulunduğu süre içinde gazetenin yönetimini Mehmet Asım devralmıştır. Vakit, Milli Mücadele yıllarında Anadolu hareketini destekleyen bir yayın çizgisi takip etmiştir. Anadolu'daki milli kuvvetlerden söz eden yayınlara işgal güçleri ve İstanbul Hükümeti tarafından sansür uygulanmış, Vakit’in Anadolu hareketini destekleyen tutumu karşısında, Matbuat Müdürü Abdullah Zühtü, Mehmet Asım'ı Vakit'in yayınlarından memnun olmadıkları yönünde uyarılarda bulunmuş, buna karşılık da Mehmet Asım şu cevabı vermiştir: “Hadiseler karşısında sükut ediyoruz. Bir gazete yazdığı şeylerden dolayı mesul edilebilir. Fakat şu veya bu mesele karşısında sükut ettiği için nasıl mesul edilebilir?”338 Vakit, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının fotoğraflarını yayınlamasından dolayı Nemrut Mustafa Divanı'nda yargılanmış ve on gün tatil edilmiştir. Ahmet Emin Malta'da olduğu süreçte gazete tarafından kendisine her ay önce 20, sonraları 25 İngiliz lirası gönderilmiştir. Ahmet Emin, “Malta’ya ilk kafile ile gelenler arasında gazetecilere karşı umumi bir küskünlük olduğunu”339 belirtmektedir. Kendisine karşı olan küskünlüğün sebebi ise İT’yi savaş yıllarında eleştirmesinden kaynaklanmaktadır. 336 337 338 339 Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 69. Bilal Şimşir, a.g.e, s 181. Asım Us, Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım, Vakit Matbaası, İstanbul, 1964, s 25. Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 93. 107 Tutuklu bulundukları sırada dışarıya haber vermek ve haber almak büyük bir problem olmuştur. Anadolu'daki gelişmeleri Times, Matin gazetelerinin yanı sıra Malta’da çıkan bir ajans bülteninden takip edebilmişlerdir. Daha sonra ise yabancı gazeteleri elde edip okuma fırsatı bulmuşlardır. Sürgünler için İstanbul’dan gelecek haberler oldukça önemlidir, bu ihtiyaçlarını İstanbul’dan gelen paketlerin gazetelere sardırarak almak yoluyla karşılamaya çalışmışlar ancak bir süre sonra bu durum anlaşıldığı için gazeteler alındıktan sonra kendilerine verilmemeye başlanmıştır. Ülkenin içinde bulunduğu duruma dair merakla haber bekleyen sürgünler için yeni gelenlerden haber almak bir başka çare olmuştur. Gelenler arasında neden geldiğini bilmeyenler çoğunlukta olup, isim yanlışlığından gelenler de bulunmaktadır. Malta’da bulunanlar, günlük hayatlarında yabancı dil öğrenmek, bahçe ile uğraşmak spor yapmak, kendi hobileriyle ilgilenmek ve sosyoloji, felsefe dersleri almak gibi faaliyetlerde bulunmuşlardır. Kaçma planları yapan sonra bunu eyleme geçirenler olmasına karşın, Ahmet Emin kaçması halinde gazetenin kapanması ve birçok kişinin açıkta kalma ihtimalini düşünerek, kaçma girişiminde bulunmayı düşünmediğini yazmaktadır. Tutuklu bulundukları süre içinde gerek İngiliz ve gerekse yabancı hükümetlere pek çok protesto mektubu yazarak tutuklu bulunmalarının haksızlığını dile getirmeye çalışmışlardır. Ancak Şimşir, sürgünlerin yazdığı protesto mektuplarının oldukça fazla olmasına rağmen, “Türkiye’de polemikleri ile tanınmış Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Emin Yalman gibi kalem sahiplerinin Londra’da tek bir mektubuna rastlayamadık. Öteki sürgünler İngilizlerle kavga ederken bu gazeteciler susmuşlardır”340 demektedir. Ahmet Emin Malta’da toplam iki yıl kalmıştır. İnebolu’daki esir değişimi sonucunda tamamen serbest bırakılması ile ilk önce ailesini ziyarete giden Ahmet Emin daha sonra Ankara’ya geçmiştir. Dönüş yolculuğu sırasında Zonguldak’ta iken Ankara Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey'den gelen bir telgrafta, kendisinin Büyük Millet Meclisi Matbuat Umum Müdürlüğü'ne atandığı ve bu görevi kabul ettiğine dair cevabın beklendiği yazmaktadır. Ancak Ahmet Emin'in gazeteci olarak kalmak istediği için görevi kabul etmediğini şöyle belirtmektedir: 340 Şimşir, a.g.e, ss 253. 108 “Yusuf Kemal Beye bir teşekkür telgrafı çektim, teklifi kabul edemeyeceğimi, memlekete gazeteci sıfatıyla hizmet etmeğe devam arzusunda olduğumu, İstanbul’da birkaç gün kalarak Ankara’ya ve cepheye koşacağımı ve böylece milli vazifemi yerine getireceğimi anlattım.”341 Yine kendi ifadesi ile Ankara’da bulunduğu sırada Washington’a elçi olarak gönderilmesi teklifi yapılmış ancak onu da geri çevirmiştir. 1927 yılında, eski Malta sürgünleri İngiltere Hükümeti'nden tazminat isteme konusunu gündeme getirmişlerdir. Lozan Anlaşması'na göre bir Türk-İngiliz hakem mahkemesi (Muhtelit Mahkeme) kurulmuş, İngilizler, Türk Hükümeti'nden çeşitli başlıklarda tazminat almışlardır. Malta sürgünleri de aynı Karma Hakem Mahkemesi'ne baş vururarak Malta'da gördükleri muameleden dolayı davacı olmuşlardır. Davacıların başında ismi geçenler Eczacı Mehmet Bey, Albay Celal Bey, Mahmut Kamil Paşa, Ahmet Emin, Esat Paşa (Işık) ve Mustafa Abdülhalik (Renda)'dır. Ahmet Emin’in davasını da Prof. Muslihiddin Adil diğer davalara örnek olmak üzere üstlenmiş, İngiliz Hükümeti'nden 5400 liralık tazminat talep etmiştir. Ancak Mahkeme, 29 Haziran 1927 günü yetkisizlik kararı yanı sıra Ahmet Emin Bey'den de 240 lira tutan mahkeme giderlerini ödemesini istemiştir.342 1942'de gazetecilerin İngiltere ziyareti sırasında The Daily Telegraph'ta yayınlanan yazısında Ahmet Emin, Malta'daki sürgün yılları üzerinde durmuştur. Malta sürgünlüğü ile tarih boyunca yakın işbirliği içinde olan Türkiye-İngiltere ilişkilerinin zedelendiğinden ancak II. Dünya Savaşı yıllarında İngiltere ile sağlam bir ittifak kurulduğundan ve Türkiye'nin cesur ve gözü pek duruşunun Almanya'nın önündeki engellerden biri haline geldiğinden söz etmiştir.343 V. Anadolu'da Milli Mücadele ve TBMM’nin Açılması Anadolu'daki Milli Mücadele'ye destek verebilecek önemli bir kesim Malta Adası'na sürgüne gönderilmiş olmakla birlikte, Mustafa Kemal öve yakın 341 342 343 Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 226. Bilal Şimşir, a.g.e., s 405. Ahmet Emin Yalman, “Turkey's Unwavering Loyalty”, The Daily Telegraph, 29 Eylül 1942. 109 arkadaşlarının önderliğinde Anadolu'daki direniş hızla örgütlenerek yeni bir devletin temelini atma yoluna girmiştir. Saray ile HİF işgaller karşısında sessiz kalmış ve işgalci güçlerle anlaşmanın daha az kayıplara yol açacağına inanmışlardır. Öte yandan liderleri yurtdışına kaçmış olsa da etkileri hala devam eden İttihatçılar, Anadolu’daki direnişin hazırlanmasında önemli rol oynamışlardır. Bu süreçte Erzurum Kongresi'nin ardından ulusal boyutta temsil niteliğinde olan Sivas Kongresi yapılmış, İstanbul’da toplanan Meclis-i Mebusan 16 Mart 1920’de İstanbul'un işgal edilmesi ile kapatılmıştır. Ancak Mebusan Meclisi kapanmadan önce Misak-ı Milli’yi kabul etmiştir. Bunun üzerine, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, ülkenin yönetimini üstlenmiştir. Mustafa Kemal gerekli mercilerle temasa geçerek Ankara’da bir Meclis kurulmasına karar vermiş ve seçimlerin yapılmasını bildirmiştir. 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ile Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atılmıştır. 23 Nisan 1920’de açılan I. Meclis, 15 Nisan 1923’e dek 36 ay faaliyet göstermiştir. I. Meclis döneminde en önemli konu Anadolu’daki Milli Mücadele'yi örgütlemek olmuştur. Milli Mücadele sadece işgalci güçlere karşı değil, İstanbul’daki saray ve çevresine ve bunların neden oldukları iç isyanlara karşı da verilmiştir. İç isyanların yanı sıra asker kaçakları ve bunların neden olduğu çete kurma, soygunlara karışma sorunu da gündemi işgal eden konulardan biri olmuştur. TBMM'nde, Anadolu’da otoriteyi kurmak, casusluk olaylarının önüne geçmek, asker kaçakları sorununu çözmek, ulusal birliği sağlamak, huzurlu ve güvenli bir ortamın oluşması için Meclis'in kararlarına uymayan veya bunların aleyhinde bulunanların yargılanması için 29 Nisan 1920’de Hıyanet-i Vataniye Kanunu kabul edilmiştir.344 Kanun öncelikle sivil mahkemeler ve harp divanlarında uygulanmış ancak istenen sonucun alınamaması üzerine İstiklal Mahkemeleri'nin kurulmasına karar verilmiştir.345 Kılıç Ali anılarında, 344 Meclisteki görüşmelerde kanunun hangi mahkemelerde yürtüleceği tartışılmış, davaların çabuk sonuçlandırılması konusunda normal mahkemelerde hemen sonuç alınamayacağı ileri sürülmüştür. Bir diğer tartışma konusu da yargılamanın nerede yapılacağına ilişkindir. Mahkemenin bulunduğu yere suçluların getirilmesinde karşılaşılacak güçlükler nedeniyle suçun işlendiği yerde yargılamanın yapılmasına karar verilmiştir.Ergun Aybars, İstiklal Mahemeleri...., s 27. 345 Asker kaçakları ve bunlara yardım edenleri yargılamak, zararlı propagandalara karşı mücadele etmek ve Anadolu'da otoriteyi sağlamak üzere kurulan İstiklal Mahkemelerinin kararı kesindir, temyizi yoktur. Mahkemeler vatana ihanet, ayaklanma, casusluk, halka eziyet, adam öldürme, düşmana yardım etme, soygun gibi davalara bakmıştır. İstiklal mahkemeleri 1925'te çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu ile 110 İstiklal Mahkemeleri'nin Rusya’daki Çeka mahkemelerine benzetildiğini, oysa onların görevlerinin sadece insanlarına korku vermek iken, İstiklal Mahkemeleri'nin adalet simgesi ve inkılabın dayanağı olduğunu söylemektedir. Kılıç Ali: “Fakat itiraf etmeliyim ki bizim mahkemelerimiz de o kadar yumuşak değil, biraz sertçe, ağır değil oldukça süratli idi”346 demektedir. I. Meclis'te, farklı gruplaşmalar oluşmuştur. Bunlardan bir tanesi komünist eğilimli olanı347 diğeri de İttihatçıların oluşturduğu guruplaşmadır. Yine bir diğer oluşum II. Grup adını alan muhalif harekettir. Mustafa Kemal Meclis'te kendine yakın kişilerden oluşan ve çoğunluğun desteğini alan bir grup kurma yoluna gitmiştir. 10 Mayıs 1921’de Meclis'te, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu (ARMHG) kurulmuş, iktidarın bazı uygulamaları karşısında, muhalif tavır sergileyen milletvekilleri bir araya gelerek 1922 Temmuz'unda II. Grubu oluşturmuşlardır.348 II. Gurubun öncülüğünü Hüseyin Avni (Ulaş), Selahattin Köseoğlu ve Ali Şükrü Beyler yapmıştır. II. Gurubun oluşumu ile Meclis'te anlaşmazlıklar kendini göstermeye başlamıştır. A. Malta Dönüşünde Ankara'da Ahmet Emin 4 Kasım 1921'de İstanbul'a gelen Ahmet Emin'in Vakit'te, “Vatana Dönüş” başlıklı yazısı yayınlanmıştır. Ertesi günkü yazsında Anadolu'nun prensiplere Ankara'da ve Doğu'da yeniden faaliyete başlayacaktır. Mahkemelerin görevi 1927'de sona ermiş, 1949'da ise Kanun yürürlükten kaldırılmıştır. 346 Kılıç Ali, Kılıç Ali’nin Anıları, Derleyen Hulusi Turgut, İş Bankası Yayınları, 6. Baskı, İstanbul, 2005, s 373. 347 Aydemir, Mecliste veya çevresinde beliren dört komünist parti veya hareketten bahseder. Bunlar Yeşil Ordu (hem gizli hem açık), Türkiye Komünist Partisi (gizli), Halk İştirakiyun Partisi (açık) ve Türkiye Komünist Partisidir. (açık ve resmi) Bu hareketlerin halka dayanmayan, sınıf mücadelesi yolundan gelmeyen, doktrine dayanmayan, önderleri sosyalist formasyona sahip olmayan, “basit iç siyaset veya şahıs didinmelerinden ibaret” hareketler olarak niteler. Resmi olarak kurulan Türkiye Komünist Partisi ise, etki alanı hızla genişleyen Rusya dolayısyla komünizme karşı kontrolü elde tutmak amacıyla hayata geçirilmiştir. Şevket Süreyya Aydemir,Tek Adam Mustafa Kemal, Cilt 2, Remzi Kitabevi, 5.Baskı, İstanbul, 1975, s 368-369. 348 Tunçay, Meclis'te ARMH Grubundan önce başka grupların olduğundan söz etmekte, Mustafa Kemal'in Nutuk'ta belirttiği 1920 yazında kurulan, Tesanüt Grubu, İstiklal Grubu, Müdafaa-i Hukuk Zümresi gibi gruplardan örnekler vermektedir. Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti'nde...., s 35. II. Grup üyeleri Erzurum Mebusu Hüseyin Avni (Ulaş), Canik Mebusu Emin (Gevelioğlu), Erzurum Mebusu Süleyman Necati (Güneri), Kastamonu Mebusu Mehmet Besim (Fazlıoğlu), Kayseri Mebusu Rıfat (Çalıka), Sivas Mebusu Vasıf (Karakol), Mersin Mebusu Salahattin (Köseoğlu) Beylerden oluşmaktadır. Rıfat, Emin ve Vasıf Beyler daha önce I.Grupta yer alırlarken sonra II. Gruba katılmışlardır. 111 bağlılığından bahsederek, Anadolu'nun yalnız bir prensip sistemi bina etmekle kalmadığını, ülkeye ait ihtiyaçlardan doğmuş ilkeleri ilk defa koyduğundan söz etmiştir.349 Ahmet Emin, “Anadolu'nun yeni halini gözümle görmeden masabaşı yazısı yazmak bana pek ruhsuz bir faaliyet göründü”350 diyerek 3 Kanun-i evvel'de Ankara’ya hareket etmiştir. Ankara'daki duygu ve izlenimlerini şöyle anlatmaktadır: “Her şey bana yeni doğmuş, en tatlı ideallerimize göre kurulmuş bir dünya gibi göründü. Her iş için eski parti ilişiklerine bakılmadan mevcudun en ehilleri, en iyileri seçilmişti. Herkes mesuliyeti kadar salahiyet ve karar sahibiydi.”351 Ankara’ya geldiğinde, o sırada BMM II. Başkanlığını yapmakta olan Dr. Adnan Adıvar aracılığı ile Mustafa Kemal ile görüşmüş, kendisine teklif edilen Matbuat Umum Müdürlüğü teklifini, memlekete hizmeti en iyi gazeteci olarak yapacağına inandığı için kabul etmediğini açıklamıştır. Ankara'da bulunduğu sırada Mustafa Kemal'in kendi ağzından anlattığı hayat hikayesini kaleme almıştır.352 Ayrıca Adnan Adıvar, Fethi Bey, Rauf Bey, İsmet Paşa, Yusuf Kemal Bey ve diğer önde gelen yöneticilerle röportajlar yapmıştır. Mustafa Kemal'den Anadolu’daki cepheleri, İstanbul’a yansıtmak için gezme izni almıştır. Bir ay kadar Ankara’da kalarak Meclis’in ve İstiklal Mahkemesi'nin çalışma tarzını gözlemlemiştir. Cepheleri dolaşmak isteyen diğer gazeteciler bulunmasına karşın sadece Ahmet Emin ile milletvekili olan Osman Hamdi Bey'e cephenin her kısmına gitme izni çıkmıştır. Mustafa Kemal kendi imzası ile Ahmet Emin’e bir yol vesikası ve gerekli tüm birimlere kendisine her tür kolaylığın gösterilmesi için emir vermiştir. Cephelerdeki izlenimlerini İstanbul’a dönüşünde 7 Şubat 1922’den itibaren “Anadolu İntibaları” başlığıyla yayınlamıştır. Anadolu'da Yunanlılara karşı sürmekte olan savaşa dair Ankara Hükümeti'ni savunur bir takım yazılar yazmıştır.353 349 Ahmet Emin, “Sağlam Temel”, Vakit, 5 Teşrin-i sani 1921 Ahmet Emin, “Anadolu'ya Giderken”, Vakit, 3 Kanun-i evvel 1921. 351 Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 237. 352 Ahmet Emin, “BMM Reisi Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin Tarihçe-i Hayatı”, Vakit, 10 Kanun-i sani 1922. 353 Ahmet Emin konu hakkında, “Başkumandan ve Milet”, Vakit, 21 Haziran 1922; “İki Tarz-ı Hal”, Vakit, 15 Temmuz 1922; “İntizar Günleri”, Vakit, 30 Ağustos 1922; “Yunan Gafleti”, Vakit, 1 Eylül 1922; “Son Vaziyet”, Vakit, 7 Eylül 1922. 350 112 13 Ocak 1922’de gazetede “Ankara’dan Ayrılırken” başlığıyla yazdığı yazıda, kendisine İstanbul’da iken, Ankara'nın eleştiri ve danışmaya kapalı olup, uymayanların derhal İstiklal Mahkemesi'nin karşısına geçirildiği söylentilerinden bahsetmiştir. Ahmet Emin devamında Ankara'da “noksanların tenkit ve münakaşa hususunda burada son derece samimi ve hudutsuz bir hürriyet-i kelam”ın354 bulunduğunu yazmıştır. Ayrıca Ankara'nın ortamını şöyle anlatmaktadır: “İstilaya uğramış bir memlekette, bir ölüm kalım harbi esnasında böyle rahat bir münakaşa hürriyeti havasını yaratabilmek pek az millete nasip olmuştur. Ankara’da hatalı bir tecrübeden derhal ders alınıyor, noksanın ortadan kaldırılması çareleri dinç kafayla aranıyor, yarın hakkında insanda asıl ümit uyandıran nokta da budur”355 Ahmet Emin, Mustafa Kemal'in, diğer büyük adamlar gibi “şahsi kuvvet toplamaya ve bu kuvveti keyfi surette kullanmaya meyledecek mi?”356 diye sormakta ve Malta dönüşü Ankara'ya giderken bu kaygıların kendisinde de olduğunu, kaldığı bir ay süresince yaptığı görüşmeler ve incelemeler sonucu Mustafa Kemal'in “kalbe ancak dimağ ile nüfuz etmesi, tabiiliğini koruması, riyakarlığa karşı oluşu, derin zekası, fevkalade nüfuz-u nazarı, ileriyi görmesi ve hemen eyleme geçmesi” gibi özellikleri nedeniyle şüphelerinin kalmadığını dile getirmiştir.357 En büyük korku ise Mustafa Kemal'in şahsi bir kuvvet toplaması ve bunu keyfi surette işlemeye başlarsa ne olacağıdır. Ahmet Emin hem uyarı mahiyetinde yazılar yazmış hem de bu şüphelere karşı Mustafa Kemal’in “kendini iktidar şeytanının şerrinden koruyacağı” yönünde inancını dile getirmiştir. Ahmet Emin, Mustafa Kemal’in sürekli olarak Meclis'in nüfuz ve salahiyetini artırma çabasında olduğunu, Meclis'in kuvvetlerini eline almaya çabalamak yerine, kendi kudretini de Meclis'e vermeye çalışan bir lider portresi çizdiğini ve bu bağlamda bir örneğinin daha bulunmadığını yazmıştır.358 Ankara'da Ahmet Emin sık sık Meclis'teki oturumlara katılmıştır. ARMHG çatısı altında toplanan milletvekillerinin hedeflerinin ortak olmasına karşın, “mizaç” bakımından iki gruba ayrıldıklarını, II. Grubun “programlı, teşkilatlı bir muhalefet” 354 355 356 357 358 Ahmet Emin, “Ankara'dan Ayrılırken”, Vakit, 13 Kanun-i sani 1922. Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 286. Ahmet Emin, “Mustafa Kemal Paşa”,Vakit, 7 Şubat 1922. Ahmet Emin, a.g.m. Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 305. 113 olduğunu belirtmiştir.359 Anlaşmazlık özellikle Mustafa Kemal’in Başkumandanlık süresinin uzatılması görüşmeleri sırasında ortaya çıkmıştır.360 Tartışmalarda Mustafa Kemal’in bu yetkilerle kişisel yönetim yoluna gidebileceği endişesi temel nokta olmuştur.361 Aydemir I. Gurubu kayıtsız şartsız hakimiyet-i milliye prensibini en geniş şekilde kabul eden inkılapçılar, II. Grubu ise muhafazakarlar olarak nitelendirmektedir.362 Aydemir'e göre II. Grubun eğilimi, Mustafa Kemal'in teşebbüslerine “direniştir.” Genel olarak II. Grubun geleneksel düzenden yana oldukları ve bu bağlamda ilerici addedilen I. Gruptan farklılaştığı yorumları literatürde sıkça yer almıştır. Ancak II. Grup saltanatın kaldırılması sırasında tamamen I. Grup ile ortak Ziya Hurşid dışında- hareket etmiştir. II. Grubun kurucularından olan Hüseyin Avni Bey, saraya eleştiriler yöneltirken, Meclis'in hakimiyeti ilkesini vurgulamıştır. Rauf Bey’in de belirttiği gibi II. Grubun muhalefeti: “Devlet ve hükümet işlerinin Meclis murakabesinden sıyrılarak, tek elden idare edilmeye doğru gittiği”363 düşüncesinden kaynaklanmıştır. Rauf Bey, Mustafa Kemal’in bütün yetkileri üstlenmesinin zaruri olduğunu, başka çare olmadığını da eklemiştir. Tunçay, II. Grubun esas amacının “Mustafa Kemal Paşa'nın kişisel egemenlik kurmasına karşı çıkmaktan ibaret”364 olduğunu yazmaktadır. Demirel, II. Grubun muhalefetinin bir grup muhalefeti olduğunu, iktidara gelme amacını taşımadığını belirtmektedir. Sadece duyarlı olduğu konularda muhalefet yapmış ve Milli Mücadele başarıya ulaşıncaya kadar da 359 Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 244. Sakarya Savaşı öncesinde kabul edilen Başkumandanlık Kanunu ile Meclis, bir takım yetkilerini Mustafa Kemal'e vermiş, bu yetki bir yıl içinde her üç ayda yenilenmiş, bu sırada da tartışmalar çıkmıştır. 361 Ahmet Demirel, Birinci Mecliste Muhalefet, II. Gurup, İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1995, s 433. Kanun ile ilgili görüşmeler sırasında kürsüye gelerek bir konuşma yapan Mustafa Kemal, kanunun ülkenin buhranlı günlerinde, milli iradenin bir bölümünün kendisine verilmesi suretiyle kabul edildiğini, amacının ordunun maddi ve manevi gücünü yükseltmek ve sevk ve idaresini sağlamlaştırmak olduğunu, gelinen noktada bu sağlandığı için kendisine verilen olağanüstü yetkileri sürdürmesine gerek kalmadığını söyleyerek, bu yetkilerin kaldırılmasını istemiştir. Aydemir, a.g.e. C. II, s 403. 6 Mayıs 1922'de Başkumandanlık ünvanı süresiz olarak uzatılırken, kanun ile tanınmış olağanüstü yetkiler kaldırılmıştır. II. Grup aynı zamanda Yunanlılara karşı bir an önce taarruza geçilmesi noktasında seslerini yükseltmişlerdir. 362 Aydemir, a.g.e., C. II., s 403. 363 Rauf Orbay, a.g.e., s 74. 364 Tunçay, a.g.e., s 39. 360 114 Meclis'teki uyumun bozulmamasına dikkat etmiştir.365 II. Grubun belli bir lideri yoktur. Kayalı, II. Grubu, arkasında askeri güç bulunan ya da herhangi bir tarihsel geçmişi olan bir öndere yaslanmadığını, özerk güçlere dayanan, düşünsel bir tepkiden kaynaklanan muhalefet olduğunu belirtmektedir.366 II. Grubun karşı olduğu bir diğer nokta da olağanüstü yetkilerle donatılan İstiklal Mahkemeleridir.367 Muhalifler mahkemelerin Meclis denetimine girmesi gerektiği yönünde görüşlerini dile getirmişlerdir. İstiklal Mahkemeleri yerine var olan mahkemelerin gücünün artırılması, İstiklal Mahkemeleri'nin yetki alanının çok geniş olmasının hukukun üstünlüğü ilkesini sarstığı ve halkın üzerinde olumsuz etkilerinin olduğu yönünde eleştirilerde bulunmuşlardır. Mustafa Kemal muhalif grubun ortaya çıkmasında kişisel hoşnutsuzlukların etken olduğunu belirtmektedir. Mustafa Kemal Nutuk'ta konu hakkında: “Şimdi bu ayrılan adamlar, bu grup ile öteki grup arasındaki hakikatte aramızda bir prensip ihtilafı yoktur. Bu ihtilaf, fikir ve içtihad ihtilafı mıdır diye mukayese ettiğimiz takdirde görürüz ki sırf menfaat ve hissi şeylerden doğma bir şeydir”368 demektedir. Dönemin basınında II. Grubun muhalifliğini irdeleyen yazılar çıkmıştır. Ahmet Emin, konuya dair 3 Nisan 1923'teki yazısında Mustafa Kemal ve arkadaşlarının hep milletin iradesini esas aldıklarını, bunun için açılan Meclis'e mümkün olduğu kadar fazla kuvvet ve sorumluluk vermek için çalıştıklarını belirtmiştir. Daha savaş devam ederken Meclis'te “şahsi ihtirasların kendini göstermeye” başladığını, büyük bir kısmı “haklı ve faideli olan tenkitlere biraz da garezkarlık” karıştığı yorumunda bulunmuştur. Ahmet Emin, II. Grup üyelerinin gördükleri hataları samimi olarak tenkit etmek 365 Ahmet Demirel, a.g.e, s 10. Kurtuluş Kayalı, “I. Mecliste Muhalefet”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. 5, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985. 367 İstiklal Mahkemelerinin uygulamaları sık sık Meclis gündemine getirilerek yetkilerinin sınırlandırılması veya tamamen kaldırılmasına yönelik çeşitli önergeler verilmiştir. Mustafa Kemal'in Başkumandan olması ile mahkemeler Mustafa Kemal'e bağlanmış ve onun direktifleri doğrultusunda üye seçilmeye başlanmış ve Ankara, Konya, Kastamonu, Samsun ve Yozgat'ta İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur. Bu sırada çıkarılan Tekalif-i Milliye Kanununa uymayanların da bu mahkemelerde yargılanma yolu açılmıştır. 368 Arı İnan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları, TTK Yayınları, Ankara, 1982, s 59 366 115 isterlerken zamanla kin ve diğer kişisel hesaplara kapıldıklarını, bu grubun olumlu bir programlarının olamayacağını dile getirmiştir.369 Anılarında ise II. Grubu şöyle tanımlamaktadır: “II. Gurup, şu veya bu şekilde saltanata dönülmesini istemekle beraber, bunu açığa vurmaya cesaret edemiyor, Halife'ye siyasi bazı hak ve salahiyetler verilmesinden bahsedip duruyordu.”370 Gazetedeki yazısında ise Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yeni devrede ülkenin “en mükemmel rehberleri” olacağına inandığını söylemiş ve ardından da asıl hedeflerinin bir gurubun başarısı değil vatanın faydası olduğunu eklemiştir.371 Ahmet Emin yazılarında İT'nin yeniden canlanma girişimleri içinde olduğu yönündeki yazısına karşılık372 Hüseyin Cahit yazdığı yazıda bu iddialara karşı çıkmıştır.373 Suphi Nuri (İleri) Meclis'te Misak-ı Milli bayrağı altında toplanıldığını, fırkacılıktan uzak durulduğunu ancak çıkan fikir ayrılıkları karşısında Mustafa Kemal’in I. Grubu kurduğunu yazarak, II. Grubu, Mustafa Kemal ile kişisel görüş farklılıkları olan, onunla anlaşamayanlar tarafından kurulduğunu yazmıştır.374 30 Nisan 1923’te Hüseyin Avni (Ulaş) Bey'in, Tevhid-i Efkar’da bir demeci yayınlanmıştır. Hüseyin Avni Bey, Mecliste I. Grubun kurulması sonucu bağımsız kalan 70-80 kadar mebusun II. Grubu kurmak durumunda kaldığını açıklamakta ve amaç açısından gruplar arasında bir fark olmadığını belirtmektedir. Demecinde II. Grubun saltanat taraftarı olduğu yolundaki iddialarına karşı çıkmış ve “hakimiyet-i milliye” ilkesine sonuna kadar bağlı olduklarını ifade etmiştir.375 Yakup Kadri, 2 Mayıs'ta İkdam’da yazdığı yazıda Hüseyin Avni Bey'in demecini eleştirmiş ve II. Grup içinde yer alanları bir araya getirenin ne olduğunu sormuştur. Hüseyin Avni Bey'in savundukları ile I. Grubun savunduklarının aynı olduğunu, kişisel anlaşmazlıklar ve hırsın sonucu hareket edilmekte olduğunu yazmıştır.376 3 Mayıs'ta konuya tekrar değinen Ahmet Emin, muhaliflerin arasında samimi vatanseverlerin yanı sıra kişisel nedenlerle muhalefet etmeyi iş edinenlerin de olduğunu, gurup içinde bir birliktelik olmadığını ileri sürmüştür.377 369 370 371 372 373 374 375 376 377 Ahmet Emin, “Meclisin İnfisahi”, Vatan, 3 Nisan 1923. Ahmet Emin, a.g.e., C.III, s 52. Ahmet Emin, “Program Bahsi”, Vatan, 9 Nisan 1923. Ahmet Emin, “İkinci Bir İmtihan”, Vatan, 13 Nisan 1923. Hüseyin Cahit, “İttihat ve Terakki Ne Yapıyor?”, Tanin, 14 Nisan 1923. Suphi Nuri (İleri), “Halk Fırkası, İkinci Grup, İttihatçılık”, İleri, 6 Nisan 1923. Tevhid-i Efkar, 30 Nisan 1923. Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), “Bu mu İmiş?”, İkdam, 2 Mayıs 1923. Ahmet Emin, “Muhaliflerin Vaziyeti”, Vatan, 3 Mayıs 1923. 116 IV. Bölüm: 1923-1925 Yılları Arasında Basın I. Lozan Anlaşması'nın İmzalanması Sürecinde Ortaya Çıkan Muhalefet 1923-1925 yılları basın ve siyasi tarih açısından ayrı bir öneme sahiptir. 1923'te imzalanan Lozan Anlaşması ile bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin varlığı fiili ve hukuki anlamda kabul edilmiştir. Bu dönemde yeni bir rejimin temeli Cumhuriyet'in ilanı ile atılmıştır. Bu yıllar gerek Meclis'te ve gerekse basında muhalefetin ortaya çıkması ve siyasi iktidarın buna karşı aldığı tutum açısından da ayrı bir yere sahiptir. 2 Kasım 1922'de saltanata son verilmiş, Abdülmecit Efendi’nin halife olması kararı alınmıştır. Ahmet Emin 4 Kasım'da “Saltanatın ilgasının İslam ve Türk alemi için yeni ufuklar açtığını”378 yazmış ve Osmanlı Devleti'nin tarihe karıştığını ifade etmiştir. 3 Kasım'da Lozan’da görüşmelere başlanacağı Ankara ve İstanbul Hükümeti'ne bildirildiğinde, Sadrazam Tevfik Paşa'nın Ankara’dan bir temsilci gönderilmesini istemesi Ankara tarafından hoş karşılanmamıştır. Bu sırada Tevfik Paşa, Ahmet Emin'den kendisi ile yapılacak bir mülakatın Vakit’te yayınlaması talebinde bulunmuştur. Ancak Tevfik Paşa daha sonra Maliye Nazırı ile haber göndererek, “Kendi takdirince Milli Hükümetin arzu, gaye ve menfaatlerine en ziyade uymak şartı ile mülakat kaleme alması”nı379 istemiştir. Ahmet Emin, Tevfik Paşa'nın ağzından, sanki görüşmüşçesine bir mülakat yazmış, Tevfik Paşa da bunun aynen yayınlanmasına izin vermiştir. Ne var ki Ahmet Emin'in bu hareketi Ankara yönetimi tarafından olumlu karşılanmamıştır. Ahmet Emin kendisine karşı yapılan hücumlar üzerine Basın Umum Müdürü Ahmet Ağaoğlu’na bir şikayet mektubu yazmıştır. Ahmet Emin, anılarında aldığı cevapta, İstanbul Hükümeti'nin bu sırada kendilerine beraberlik müracaatı 378 379 Ahmet Emin, “2 Teşrin-i sani”, Vakit, 4 Teşrin-i sani 1922. Ahmet Emin, “Son Sadrazam”, Tan, 9 Ekim 1936. 117 yapmasının çok işlerine yaradığını, tenkitlere aldırmamasını, durumun icabı olarak öyle davranılmak durumunda kalındığını yazmıştır.380 İsmet Paşa başkanlığındaki delege heyeti 20 Kasım 1922’de Lozan’da görüşmelere başlamış ancak anlaşmazlıklar sonucunda 4 Şubat 1923’te görüşmeler kesilmiştir. II. Grup Lozan görüşmelerinin tamamıyla Meclis denetiminde olmasını savunmuştur.381 4 Şubat 1923’te Lozan Konferansı tarafların uzlaşamaması nedeni ile kesilmiş, İsmet Paşa Meclis'e bir açıklama yapmadan, Mustafa Kemal ile Eskişehir’de buluşması tepkiye neden olmuştur. İsmet Paşa'nın, Meclis'te Lozan Konferansı'na ilişkin beyanlarda bulunduğu sırada ise II. Grubun muhalefeti daha da sertleşmiştir. Meclis'te Lozan'a ilişkin sert tartışmaların sürdüğü sırada, II. Grubun en keskin eleştirilerde bulunan üyelerinden Ali Şükrü Bey kaybolmuştur. Meclis'te, bir milletvekilinin bulunamaması ve sonra da cinayete kurban gittiğinin anlaşılması üzerine sert konuşmalar geçmiştir. Kısa zamanda sonuçlandırılan soruşturmalar sonunda cinayetin Mustafa Kemal’in Muhafız Alayı Komutanı Topal Osman tarafından işlendiği anlaşılmış, yakalanması için gönderilen silahlı güçlerle çatışmaya giren Topal Osman öldürülmüştür. Lozan Anlaşması görüşmelerindeki anlaşmazlık yüzünden seçimlerin yenilenmesi kararı alınmıştır. Kılıç Ali seçimlerin dış politika bakımından da gerekli olduğunu, Lozan’da imzalanacak veya kesintiye uğrayacak anlaşma için Meclis'e 380 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 19. Ağaoğlu mektubunda şunları yazmaktadır: “Tevfik Paşa mülakatının burada pek mahdut ve zaten bedhah bir zümre arasında ika etmiş olduğu tesire hiçbir zaman iştirak etmedim ve sizin bu husustaki hareket ve efalinize tamamen iştirak ediyorum. Ben de sizin yerinizde olsaydım aynı vecihle hareket ederdim. Buraca sana karşı büyük bir hürmet ve gazetene de büyük bir itimattan başka bir fikir beslenmediğini de sana temin ederim. Binaenaleyh müteessir olmayarak gayet makul ve vatanperver mesleğine devam etmekten farig olma.” Hoover Institution Archieves, (Ahmet Emin Yalman Collection) Accesion No: 82089 10.01, Bn: 7. 381 Ahmet Demirel, a.g.e., s 11. Görüşmelerin ilk aşamasında Musul sorunu halledilememiş ve bunun İngiltere ile Türkiye arasında, barışın imzalanmasından bir yıl sonra ikili görüşmelerle halli yoluna gidilmesi kararlaştırılmıştır. Çözümsüzlük durumunda ise Milletler Cemiyeti'ne başvurulacaktır. Ancak bu karar, II. Grup üyelerince Mill Misak'tan verilmiş bir taviz olarak değerlendirilmiştir. Artan muhalefet karşısında I. Grup üyeleri birlik ve dayanışmalarını korumak için belli mebuslardan bir gizli komite kurmuş, Kılıç Ali'nin anılarında anlattığına göre, iki günde bir gündüz veya geceleri bir araya gelerek Meclisteki stratejilerini, tartışmaya başlamışlardır. Bu gizli komiteye Selamet-i Umumiye Komitesi adı verilmiştir. Kılıç Ali, a.g.e., s 181. 118 başvurmak gerektiğini bu durumda da “ulusal topluluğu yetkiyle temsil eden bir hükümet olarak çıkmaya” ihtiyaç olduğunu belirtmektedir.382 Gazeteciliğe olan bağlılığından dolayı siyasi hayata atılmayı düşünmediğini belirten383 Ahmet Emin 1923 seçimleri sırasında İstanbul’dan aday gösterileceğini haber alması üzerine, “Memleketin yarını hakkında kararlar verileceği sırada ancak bir devre için mebusluk etmeyi bu prensibe aykırı saymıyordum”384 diyerek teklife olumlu yaklaşmıştır. Ancak Yakup Kadri ve Falih Rıfkı Beylerin, kendisinin aday olması halinde diğer gazetecilerin gücenebileceği yönündeki fikirleri üzerine Vilayet Meclisi'nde üye olmasına karar verilmiştir. Yeni Meclis 11 Ağustos’ta toplanmış ve ilk işi de 20 Temmuz'da imzalanan Lozan Anlaşması'nı onaylamak olmuştur.385 Anlaşma 23 Ağustos 1923’te Meclis'te oya koyulmuş ve 14 aleyhte oya karşılık 213 lehte oyla onaylanmıştır. Bundan sonra ülkedeki işgal güçleri ülkeyi terk etmeye başlamışlardır. II. Meclis'in tamamı I. Grup üyelerinden oluşmuştur. Meclis Başkanlığı'na Mustafa Kemal, II. Başkanlığa Ali Fuat (Cebesoy), Başbakanlığa da Fethi Bey (Okyar) geçmiştir. Yeni Meclis'te uyumun tamamen sağlandığı, muhalefetin kalmadığı gibi görünmesine karşın bir yıl içinde muhalefet yeniden oluşacaktır. İsmet Paşa'nın Lozan’da iken Bakanlar Kurulu'ndan önce Mustafa Kemal ile şifreli haberleşmesi, Mustafa Kemal'in de Lozan'daki delegelere birebir talimat vermesi Rauf Bey ile İsmet Paşa’nın arasının açılmasına neden olmuştur. Ankara’nın bazı noktalarda ısrarlı olmasının kaynağını Rauf Bey olarak gören İsmet Paşa'nın, Lozan’da iken bir sert bir mektup yazması gerginliği artırmıştır. Lozan dönüşünde İsmet Paşa ile yüz yüze gelmek istemeyen Rauf Bey, seçim bölgesine gitmek üzere izin almış ve sonrasında da istifasını vermiştir. Ahmet Emin, böyle bir ikiliğin çıkmasının memlekete çok zararlı olduğunu söylemektedir. 382 Kılıç Ali, a.g.e, ss 197. Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 47. 384 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 57. 385 Yunanistan'dan savaş tazminatı alamayışımız, Avusturya bankalarında bulunan 6.5 milyon liralık Osmanlı altınını Türkiye'nin alamayacağı yönünde karar verilmesi, buna karşın Osmanlı borçlarının Türkiye Cumhuriyeti'nin üzerinde kalması, Misak-ı Milli'ye dahil olan Trakya'daki bazı araziden, Ege adalarının bir kısmından ve en önemlisi Musul'dan vazgeçilmesi anlaşmanın tam bir diplomatik başarı olmadığı yönünde yorumlanmasına neden olmuştur. 383 119 Seçimler sırasında ARMHC, Halk Fırkası (HF) olarak yeni bir biçime kavuşturulmuştur. 6 Aralık 1922’de kurulacağı duyurulan HF, 11 Eylül 1923’te resmen hayata kavuşmuştur. Partinin temel ilkeleri şeklinde ortaya atılan 9 İlke386 ise temel programını oluşturmuştur. Mustafa Kemal, ülkenin kalkınması için bir program dahilinde hareket edilmesi gerektiğini, bunun da siyasi parti ile gerçekleşebileceğini belirtmiştir. Bu durum İstanbul basınında tepkilere neden olmuştur. Ahmet Emin, partilerin farklı fikir ve çıkarları temsil eden örgütler olduğunu oysa ülkede bütünlüğünün sağlanması için, Mustafa Kemal liderliğinde “milli blok” halinde faaliyetlerde bulunulması gerektiği yönünde yazılar kaleme almıştır.387 İlerleyen zamanda Ahmet Emin, HF'nın kurulmasını eleştiren yazılar yazacaktır. II. Vatan'ın Yayın Hayatına Girişi Ahmet Emin, 1917'de Mehmet Asım (Us) ile birlikte çıkardığı Vakit gazetesinden, ortaklar arasında 1923 Mart'ında çıkan anlaşmazlık sonrasında ayrılmış ve kendi başına Vatan adında bir gazete yayınlamaya başlamıştır. Mehmet Asım ile arasında ihtilaf olmadan yayın hayatını sürdüren gazete, Ahmet Emin’in deyişiyle, Mehmet Asım Bey'in kardeşi Hakkı Tarık Bey'in gazete işlerine fazla karışmaya başlaması ile bozulmuştur. Bundan başka yazı İşleri Müdürü olan Enis Tahsin (Til) ve yazarlardan Ahmet Şükrü (Esmer) de ortaklar arasına alınmadıkları takdirde ayrı bir gazete çıkarmaya karar vermişlerdir. Ahmet Emin de, gazetenin İdare Müdürü olan babası Osman Tevfik Bey ile kardeşi Mehmet Rıfat Bey'in ortaklar arasına girmesini istemiştir. Ahmet Emin, Mehmet Asım Bey'den hissesini satmasını eğer satmazsa ayrı bir gazete çıkarma teklifinde bulunmuştur. Teklifi kabul edilmeyince hakem yoluna gidilmiştir. Ahmet Emin Necmettin Molla'yı, Asım Us ise Mustafa Fevzi Bey'i hakem olarak seçmiştir. (EK-3) Sonuçta Mehmet Asım Bey, Ahmet Emin’in hissesine karşılık on iki bin lira ödemiştir. Ahmet Emin bunun 1917’de koymuş olduğu sermayenin 386 Dokuz ilke: 1- Hakimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğu, 2-Saltanatın kaldırıldığı ve hakimiyetin terk edilmez, devredilemez olmak üzere Türkiye halkının temsilcisi BMM’nde olduğu, 3Ülkenin emniyet ve asayişinin sağlanması ve korunması, 4-Mahkemelerin süratle adalet dağıtması, 5İktisadi kalkınmanın sağlanması, 6-Askerlik süresinin azaltılması, 7-Yedek subaylarının geleceğinin temin edilmesi, 8-Memurlar meselesinin tespiti ve ikmali, halk işlerinin çabuk sonuçlanması. 9-Harap yerlerin süratle tamir edilmesi gibi kararları kapsamaktadır. 387 Ahmet Emin, “....Sonrası” (başlık tam olarak okunamadı), Vatan, 28 Kanun-i sani 1923. 120 altmış misline yakın olduğunu yazmaktadır.388 Mehmet Asım ise, Ahmet Emin ile Vakit’i çıkarmaya başladıklarında her ikisinin 400’er lira sermaye koyduklarını, ortaklığın bozulduğunda ise sermayelerinin yirmi yedi bin lirayı bulduğunu yazmaktadır.389 Ahmet Emin'in Vakit’teki son yazısı “Muhacirler Meselesi” başlığıyla 18 Mart’ta çıkmış, 19 Mart’ta da eski ortaklar arasındaki şirketin feshedildiği, Ahmet Emin’in Vatan adında yeni bir gazete yayınlayacağı duyurulmuştur. Vatan’ı çıkarmak üzere Osman Tevfik Bey, Mehmet Rıfat (Yalman) ve akrabalarından birkaç kişi ile Enis Tahsin, Ahmet Şükrü bir komandit şirket kurmuşlardır. Vatan, Sabah matbaasında yayınlanmış daha sonra Almanya’dan bir rotatif makine getirtilmiştir. Ahmet Emin, Vatan'da 26 Mart 1923’te çıkan ilk yazısında şunları yazmaktadır: “Biz daima doğruya doğru, eğriye eğri diyeceğiz. Ne bir menfaat düşüncesi, ne de bir korku gibi bir sebep, bizi gerçek saydığımız kanaatlerden fedakarlık etmeye sürüklemeyecektir. Vatan, memleketlerini ve gazetecilik mesleğini çok sevenlerin kurduğu bir gazetedir, bir ticaret kuruluşu değildir. Makale ve haber sütunlarımız daima temiz kalacaktır. Bu sütunlara ücretle veya herhangi bir nevi tesir be baskı ile hiç yazı girmeyecektir. Ücretli ilan sütunları ile diğer sütunlar arasında hiçbir ilişki bulunmayacaktır.”390 Eylül 1923’te basında dizgicilerle bir anlaşmazlık yaşanmış, sorun giderilemeyince 7 Eylül ile 22 Eylül arasında hiçbir gazete yayınlanmamıştır. Bunun üzerine tüm gazeteler birleşerek Müşterek Gazete'yi çıkarmışlardır. Haber bölümü ortak olmakla beraber yorumlar için her gazeteye ayrı bir sütun ayrılmıştır. Anlaşmaya varılması sonrasında masraflar yükseldiği için, gazete yüz paradan üç kuruşa satılmaya başlanmıştır. Vatan'ın da içinde yer aldığı bazı İstanbul gazeteleri, yeni dönemde HF'nın kurulması, başkentin belirlenmesi, Cumhuriyet'in ilanı, Mustafa Kemal'in yetkileri, hilafetin ilgası gibi konularda Ankara ile fikir çatışmalarına girmiştir. Bu süreçte İstanbul basınından Vatan, Tanin, Tasvir-i Efkar gibi gazetelerde yöneltilen eleştirilere, 388 389 390 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 38. Mehmet Asım Us, Hatıra Notları, s 462. Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 39. 121 Ankara yönetimini savunan yazılar Hakimiyet-i Milliye, Akşam, İleri, Yeni Gün (1924'ten itibaren Cumhuriyet) ve diğer gazetelerde yayınlanmıştır. Bu durum iki farklı zihniyetin veya yaklaşım şeklinin bir ifadesi olarak da değerlendirilebilir. Farklılaşmanın, Osmanlı'dan gelen değer ve kurumları savunanlar veya Ankara yönetiminin karar alma ve uygulama sürecinde izlediği yol ve üsluba muhalif olanlar ile Ankara yönetiminin “yeni” değer ve kurumları getirmeye çalışırken devrimci bir yol izlemesini savunanlar arasında olduğu söylenebilir. 1922'den sonra işgal güçleri yurtdışına çıkarılmış ve ulusal devlete geçiş süreci artık siyasi alanda atılacak yeni adımlarla bir temele oturtulmaya başlanmıştır. Bu adımların atılması sırasında Ankara yönetiminin bazı uygulamaları önce basında muhalefetle karşılaşmıştır. A. Ankara'nın Başkent Olması 14 Mart 1923'te Ankara'nın başkent olması yönünde tartışmalar gazetelerde yer almaya başlamıştır. İstanbul'un başkent olarak kalmaması yönünde çeşitli gerekçeler sunulmuştur. Bunlar arasında, İstanbul'un dağınık bir şehir olması, ticaret merkezi olması nedeni ile yönetim üzerinde olumsuz etkilerinin bulunabileceği, savunma açısından güvenli olmaması gibi etkenler sayılabilir. Ankara'nın başkent olmasını isteyenler ise, Milli Mücadele'nin sembolü olması, yeni bir zihniyetin, hükümetin burada doğmuş olması, ülkenin ihtiyaçları ile daha yakından ilgilenebileceği, gelişmeyi çevresine yayabileceği noktaları üzerinde durmuşlardır. Aydemir o dönem Ankara’nın koşullarının çok kötü durumda olduğunu, yerleşmek kadar, yemek yeme, yıkanma olanaklarının olmadığını, Ankara’da bir tek otel, lokanta bulunmadığını söylemekte ve Ankara'yı “bütün kasaba kahveleri gibi Ankara’daki kahveler de havasız, kasvetli ve uyku verici izbeler”391 şeklinde resmetmektedir. Aralarında Ahmet Emin'in de yer aldığı bazı kişiler Ankara'nın başkent olmasına karşı çıkmışlardır. Ahmet Emin, Ankara'nın Anadolu'nun ortasında olmasına karşın, ulaşım açılarından bir merkez olmadığı, altyapısının yetersiz olduğu, dinlenme ve ikamet etme koşullarının sınırlılığı, gelecek yabancılar için burasının ihtiyaçlardan mahrum bir yer olması gibi nedenlerle ulaşım ve haberleşme açısından İstanbul'un merkez olarak 391 Şevket, Süreyya Aydemir, Tek Adam, C. II, (1919-1922), Remzi Kitabevi, 5. Baskı, İstanbul, 1975, s 212. 122 kalmaya devam edeceğini ileri sürmüştür. Ahmet Emin, ne İstanbul'un ne de Ankara'nın başkent olmaması, başka uygun bir yerin bulunması gerektiği fikrindedir. Ona göre, Ankara geri kalmış bir şehir olup, hükümet merkezi olduktan sonra da bir gelişme gözlenmemiştir. Yeni yönetim merkezi olarak Bursa veya Eskişehir'in seçilmesi gerektiği üzerinde durmuştur.392 Ona göre ülkede Ankara kadar “umran ve terakkiye düşman ve bigane” bir yer yoktur. Ankara memleketin en pahalı yeridir. Özellikle buraya gelen memurlar Ankara'daki pahalılık karşısında çok zor durumda kalmaktadırlar.393 Ahmet Emin'e göre Ankara, barınma bakımından çok geri olup, en mamur yerleri olan Ermeni ve Rum mahalleleri de yanmıştır. Yeni nüfusun akın etmesiyle gelen kişiler şehirdeki her oda, aralık, dağınık bağ evlerinden yararlanma durumunda kalmışlar, devlet daireleri de eski valilik ve müdürlüklerin bulundukları yerleri işgal etmiştir. Ankara 14 Aralık 1923'te resmen başkent olmuştur. 15 Aralık'ta yazdığı yazıda Ahmet Emin, bu kararı alkışlamayacaklarını, merkez olmak için en az müsait, imarı en fazla hizmet ve masrafa muhtaç olan bir yerin seçilmiş olmasının hata olduğunu ifade etmiştir.394 Hüseyin Cahit ise başkentin İstanbul olması gerektiğini savunarak, İstanbul hükümetleri ile İstanbul'un ayrıştırılması gerektiği noktası üzerinde durmuştur. O güne kadar Anadolu'ya karşı ilgisiz kalınmasının suçunun İstanbul'a ait olmadığını, bundan İstanbul Hükümetlerinin idare usulü ve zihniyetinin sorumlu olduğunu belirtmiştir. Halk hükümeti'nin İstanbul'a gelerek, Anadolu'yu adil bir şekilde yönetmesi, kalkındırması halinde ortada sorunun kalmayacağını yazmıştır.395 Akşam'da Falih Rıfkı, Tanin'de Hüseyin Cahit'in Ankara'nın başkent olmasına karşı yazdığı cevapta ise onun Ankara'ya gelmeyen gazetecilerden olduğunu vurgulamış ve şunları yazmıştır: “Ankara'ya gelmemiş olanlar yeni devleti İstanbul teşkilatının şurasından kopup gelmiş yamalarla vücuda gelmiş bir müessese zannına düşüyor. Ben de böyle sanıyordum, her şey teşekkül halinde olduğu için, vekaletleri ziyaret eden bir 392 393 394 395 Ahmet Emin, “İdare Merkezimiz”, Vatan, 30 Temmuz 1923. Ahmet Emin, “Merkeze Dair Münakaşa I”, Vatan, 18 Ağustos 1923. Ahmet Emin, “Hükümet Merkezimiz”, Vatan, 15 Teşrin-i evvel 1923. Hüseyin Cahit, “Pay-i Taht Meselesi Etrafında”, Tanin, 20 Teşrin-i evvel 1923. 123 müşahid, her adımda bir noksana tesadüf edebilir, fakat şunu itiraf edecektir ki, ruh büsbütün başkadır. Hariçle münasebatın noksanı sözü vazıh değildir. Hariçten İstanbul'a ne geliyorsa Ankara'ya da o geliyor..Yalnız burada Beyoğlu muhitleri yoktur ve bu nokta-i nazardan Ankara'nın hariçle münasebatı olmadığından ziyade, Ankara'da haricin tesiratı olmadığını söylemek daha doğrudur.” 396 B. Merkeziyet, Adem-i Merkeziyet Tartışmaları Ahmet Emin, İT'nin dağılmasından sonra idare sisteminin adem-i merkeziyetçilik yönünde yapılanması gerektiği yönünde yazılar kaleme almaya başlamış ve bu yöndeki önerilerini, Anadolu'da ulusal bir devlet kurulduktan sonra da ileri sürmeye devam etmiştir. 12 Kasım 1918'de Vakit'te Amerika'daki bir hocasının Türkiye'nin yönetim tarzının, ülkenin olabildiğince küçük bölgelere ayrılarak, halkın kendi ihtiyaçlarına göre kendini yönetmesi gerektiği397 şeklindeki görüşlerine yer vermiştir. Ermeni meselesine çözüm getirmek amacıyla, kurulacak Ermeni Cumhuriyeti'ne arazi vererek, bu arazide kalan Türkler ile ülkenin diğer yerlerinde kalan Ermenileri mübadele etme önerisi398 ve 14 Ağustos'ta kaleme aldığı “Kürtler ve Kürdistan” başlıklı yazıları büyük tepki toplamıştır. Bu yazısında, Kürtlerle aradaki diyalogun gelişmesi için, “Kürt münevverlerinin geride kalan Kürt kitlelerinin ahvaline yakından alakadar olmalarına yani Kürtler arasında hususi bir hayat-ı harsiye tesis etmesine bağlıdır” diyerek Kürt memurlarının Kürtlerin çoğunlukta olduğu yerlere atanması halinde daha bağlılıkla çalışacaklarını belirtmiştir. Ahmet Emin: “Aradaki siyasi rabıtanın haleldar olmaması her iki tarafın menafii tabiyesi iktizasından olmakla beraber idari muhtariyet hususunda da sabırsızlık göstermemek Kürtlerin menfaatleri icabındandır”399 demiştir. Bu düşüncelerinde Prens Sabahattin'in adem-i merkeziyetçi görüşlerinin etkisi açıktır. Sabahattin Bey'i konu edinen 6 Şubat 1920 tarihli yazısında, onun 19 yıl memleket uğruna kuvvetle çarpışan yenilmez bir idealist olduğunu ve savunduğu fikirlerde haklı olduğunu belirtmiştir. İsmi geçen yazı: “Biz onun dediklerini yapmadık, 396 397 398 399 Falih Rıfkı (Atay), “Ankara Nasıl Bir Yerdir?”, Akşam, 20 Teşrin-i evvel 1923. Ahmet Emin, “Hakimiyet-i Milliye”, Vakit,12 Teşrin-i sani 1918. Ahmet Emin, “Ermeni Meselesi”, Vakit, 1 Ağustos 1919. Ahmet Emin, “Kürtler ve Kürdistan”, Vakit, 14 Ağustos 1919. 124 merkeziyet diye inat ettik ve memleketi tek bir merkezden zorla idare etmeye kalkıştık, memleketi teşebbüs kudretinden, mahalli gelişmelerden mahrum ettik, dünyanın yeni şartlarına uymadık”400 diye devam etmektedir. Ahmet Emin, Ankara'da yeni bir devletin kurulmasından sonra da merkeziyetçiliği eleştirmeye devam etmiştir. Ülkenin birbirine benzemeyen bölümlerden oluştuğunu ve bunların arasıda dağlar kadar fark olduğunu, merkezden yapılan kanun ve idari tedbirlerin ülkenin her yerinin ihtiyaçlarını tatmin edemeyeceğini ileri sürmüştür. Ahmet Emin: “İnkişafa hizmet edecek yegane şekil, her tarafta mahalli bir hayat bulunması, mahalli inkişafı temin etmek mesuliyetinin şimdikinden çok vasi bir mikyasta her yerin ahalisine terk edilmesidir. O zaman merkezi makine kendine ait sahalardaki işlerle meşgul olur”401 diye yazmıştır. Ulusal birlik ve bütünlüğün sağlanmaya çalışıldığı bu dönemde ileri sürdüğü görüşlerin ülkenin gerçekleri ile uyumlu olmadığı söylenebilir. Cumhuriyet'in ilanı sonrasında çıkan tartışmalar sırasında, hükümetin hiç değişmeyen bir ruhu olduğunu bunun da “feodalizm” ile ifade edilebileceğini söyleyerek, yapılacak şeyin sosyal ve iktisadi koşulları değiştirmek, kişisel olmayan bir “kanun binası” kurmaya çalışmak olduğunu yazmıştır. Bu amaç için merkeziyet usulüne son vererek, mahalli idareler güçlendirilmelidir.402 Ahmet Emin “Mahalli İdareler ve Merkeziyet” başlıklı yazısı ile merkeziyete karşı kendi ifadesi ile “saldırıya” geçmiştir. Burada merkeziyet sisteminin demokrasiye tamamen aykırı olduğunu, merkeziyetin, halkın iş görme gücüne inanmayarak, koruyucu niteliğiyle işleri bizzat yapmak istediğini, ancak halkın kendi kaderine hakim olması ile güzel işler yapılabileceğini ileri sürmüştür.403 Merkeziyet yönetimi Ahmet Emin için kırtasiyecilikten başka bir şey değildir. Kapitülasyonlardan, yabancı müdahalelerinden, köhne müesseslerin ilga edilmesinden sonra Türkiye'nin gelişmesine başlıca engel merkeziyetçiliktir.404 Aynı konuya 8 Ocak 1925’te tekrar değinecektir. Tartışma İstanbul Belediye başkanının halk tarafından seçilmesi önerisinin HF tarafından kabul edilmemesi üzerine çıkmıştır. 400 401 402 403 404 Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 52. Ahmet Emin, “Ölçüye Göre ---------”,(Okunamadı) Vatan, 31 Ağustos 1923. Ahmet Emin, “Hastalık Nedir?”, Vatan, 11 Teşrin-i sani 1923. Ahmet Emin, “Mahalli İdareler ve Merkeziyet”, Vatan, 24 Ağustos 1924. Ahmet Emin, “Merkeziyet Hastalığı”, Vatan, 29 Haziran 1924. 125 Ahmet Emin yazısında, merkeziyetçiliğin kırtasiyeciliğe yol açtığından ve halkçılık maskesi altında totaliter bir gidiş olduğundan söz etmektedir. Merkeziyetin kişilere dayandığını oysa onların sistemin gereği olarak yıprandıkları ve değiştiklerinden bahsetmekte ve devamında şunları yazmaktadır: “Gelişmek isteyen bir millet için tabii gaye, işlerin icabını yerine getirmek üzere çarkları dönen bir devlet idaresine kavuşmaktır. Bu da ancak halkın kendi işini görmesi, devletin ortalıkta düzen ve ahenk yaratmakla kalması sayesinde sağlanır. Bugünkü parti hudutları manasızdır. Merkeziyete inanan totaliter ruhlularla gerçek demokrasiye inanan halk idaresi taraftarları, birbirinden ayrılmalı ve iki ayrı cephe halinde birbirlerinin karşısına geçmelidir.”405 Halk idaresi kelimesini bol bol kullanmamıza karşın, halkın idare ile ilgisi olmadığını ve bütün idarenin eski tarzda bir memur, tahsildar, jandarma idaresinden ibaret olduğunu yazmıştır. Ülkenin belli yerleri birbirinden çok farklıdır ve hepsine uyması için alınan tedbirler, hiçbirinin ihtiyacına uymamaktadır. Bunun için mahalli idarelerin temeli kurulmalıdır. 406 Gerçekleşen Rüya adlı kitabında da, Aglo-sakson sisteminde her bireye önem verildiği ve sorumluluk taşımaya layık adam yetiştirildiği için gelişmiş olduklarını belirtmektedir. Ahmet Emin, “onların yeni kıymetler yaratarak tüm dünyaya hakim olduklarını, enerjilerini her sahaya taşıdıklarını, yüksek ve ahlaki ölçülere ve yüksek bilgi ve ihtiyaç seviyesine varmanın yolunu”407 bulduklarını ileri sürmüştür. Ona göre, “Merkeziyet ve vesayet içinde dönen çarklar hep boşuna döner, hep aynı şekilde döner ve pek mahdut bir iyileşme istidadı gösterir.”408 C. Ankara'daki Yabancı Temsilciler ve Ahmet Emin Ankara'da yeni hükümet kurulduktan sonra ticari ilişkiler kurmak için Avrupa ve Amerika'dan çok sayıda işadamı gelmeye başlamıştır. Ankara aynı zamanda ticari bağlantılar kurmak ve belli kurumlarda idare meclisi üyeliği veya yönetim 405 406 407 408 Ahmet Emin, “En Esaslı Mesele”, Vatan, 8 Kanun-i sani 1925. Ahmet Emin, “Sükun ve İstikrar Şartları”, Vatan, 26 Kanun-i sani1925. Ahmet Emin, Gerçekleşen Rüya..., s 66. Ahmet Emin, Gerçekleşen Rüya..., s 69. 126 kuruluna girmek isteyenler için de bir mücadele alanı haline gelmiştir. Öyle ki Yakup Kadri, “Dünkü Milli Mücadeleciler ve o günkü devrimciler kadrosunun bir kazanç ve menfaat şirketi karakteri taşımaya” başladığını ve kiminin arsa spekülasyonları, kimi idare meclisi başkanlıkları, kiminin de taahhüt veya komisyon işlerinin peşine düştüklerini yazmaktadır.409 Ahmet Emin de iktisadi istismarlar üzerinde durmuştur. Savaş sırasında halkın mahrumiyetlere katlandığını ancak bundan sonra memleket menfaati üzerine herkesin titremesi gerektiğini, genel menfaatleri çiğnememek üzere özel girişime destek verilmesinin önemi üzerinde durmuştur. Bu yönde rüşvet aracılığı ile arka kapıdan gelen yabancı sermayenin, yasal yollarla ülkeye girmesinin teşvik edilmesi gerektiğini yazmıştır. “Tufeyliler” dediği bir gurubun zahmetsizce para kazanma hevesine düştükleri, bir takım umumi menfaatlere bahşiş karşılığı el koydukları yönünde eleştiriler getirmiştir.410 Ülkenin kalkınması için yabancı sermayeye ihtiyaç olduğunu, bunun da siyasi amaçlar peşinde olmayan Amerika'dan alınması gerektiği yönündeki fikirlerini sık sık dile getirmiştir. Öyle ki Ahmet Emin döneminin diğer basın mensuplarıyla kıyaslandığında, en fazla yabancı sermaye konusunu güdeme getiren gazeteci olduğu rahatça söylenebilir. Yabancı sermayenin ülkeye girerek, atıl olan servetlerimizi faaliyet haline getirmesini bizim çıkarlarımız gereği memnuniyetle karşılanması gerektiğini ilk kez Sabah'ta 18 Şubat 1918'de “Geniş Nazarlı Siyaset-i İktisadiye” başlıklı yazısında dile getirmiştir. İT döneminde yolsuzluk haberlerini ele almış, özellikle izlenen milli iktisat politikasının başarısız uygulamaları sonucu ortaya çıkan vurguncu, karaborsacı kesimini eleştirmiştir. Halkın yoksulluk içinde yaşarken siyasi nüfuzdan yararlanan savaş zenginlerinin sefahat ve ahlaksızlık içinde yaşadıklarını bazı yazılarında konu edinmiştir. 1918'in sonu ve 1919'un başından itibaren ise Amerikan müzahereti ile birlikte, Amerikan sermayesinin ülkeye girmesi gerektiğinden sıklıkla bahsetmeye başlamıştır. 1920'de kaleme aldığı bir yazıda, “Sahiplerine meşru bir kar temin etmekle beraber umumi menfaatleri ihlal etmemek, bilakis iktisadi hayatımızın yükselmesine 409 410 Yakup K. Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, İletişim Yayınları, İstanbul, 1984, s 100. Ahmet Emin, “İktisadi İşlerde Temizlik” Vakit, 1 Temmuz 1922. 127 hizmet etmek şartıyla” yabancı sermayenin ülkeye girmesinin şiddetle desteklenmesi gerektiğini411 yazmıştır. Amerika'nın yatırımlarında siyasi emeller gütmemesi, dünya savaşının sonunda büyük bir güç olarak çıkması, demokratik ilkelere bağlılığı, sahip olduğu ekonomik güç gibi gerekçelerle Amerikan sermayesinin ülkeye girmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bu bağlamda Chester Projesi'ni desteklemiş, gazetedeki haberlerde Amerika ile olan ticari ilişkiler üzerinde durmuştur. Ahmet Emin'in, Ankara’da bulunduğu sırada Amiral Bristol tarafından temas için Ankara’ya gönderilen Amerika’nın yeni Ticaret Ataşesi Julian Gillespie ile yakın bir ilişki kurmuştur. Gillespie, Ankara'daki hükümetin ileri gelenleri ile görüşmüş, Mustafa Kemal'e kırk soruluk bir liste hazırlayarak, Türkiye'nin ekonomik durumu ve gelecekle ilgili beklentilerini öğrenmeye çalışmıştır. Soruları arasında Ankara yönetiminin Amerikan işadamlarına karşı tutumu, Chester İmtiyazı hakkında düşünülenler, tekel konusunda güdülecek politikalar bulunmaktadır. Hazırladığı raporu dönüşünde Amiral Bristol'e ve Amerikan Ticaret Bakanlığı'na sunmuştur. Raporda Türkiye'nin Amerika'nın mali yardımına ihtiyaç duyduğu, verilecek imtiyazlar karşılığında Amerikan mali kurumlarından borç alabileceğini, Amerika'nın Avrupalı devletlerden farklı olarak politik amaçlar yerine sadece ticari çıkar peşinde olduğu ve içişlerine karışmak istemediği ve ticari ilişkiler kurmak istediği belirtilmiştir. Kilikya bölgesinin sulama işleri, tarım makineleri gibi konularda Amerikan ihracatçılarının ileride iş yapılabileceğini yazmıştır. Ahmet Emin bir yazısında, ülkemizdeki tren, yol, liman yapımı gibi alanlarda Amerikan sermayesinden mümkün olduğu kadar fazla yararlanılması gerektiğinden bahsetmiş ve bu fikri her vesile ile kati bir lisanla ileri sürdüğünü belirtmiştir.412 Konu üzerinde böylesine ısrarla durmasını, kendisinin ve gazete yazarlarından Ahmet Şükrü'nün bir ara Amerika'da bulunmasından veya Amerika'ya karşı bir cazibesi olmasından kaynaklanmadığını aktarmıştır. Ona göre bir gazete sahibi veya yazarının gazetesi üzerindeki tasarruf hakkı sınırlı olmalıdır. Kamu çıkarını herhangi bir özel endişeye veya hisse feda eden gazetecinin, mesleğine ihanet ve genel hukuku suiistimal edeceğini ileri sürmüştür. Amerika'yı cazip görmesindeki sebep, daha önce de belirttiğimiz gibi Amerikan sermayesinin sırf iş ilkeleri üzerinde durarak, yatırımlarını siyasi bir renge büründürmemesi ve kar ve zararın girişimciye ait 411 412 Ahmet Emin, “İktisadi İşlerde Temizlik”, Vakit, 1 Temmuz 1920. Ahmet Emin, “Amerikalılarla İktisadi Münasebetlerimiz”, Vakit, 12 Şubat 1921. 128 olmasından kaynaklanmaktadır. Amerika'nın her anlamda bütçe fazlası içinde yaşadığını, Türkiye'ye giren yabancı sermayeye ilgisiz kalındığı için Amerikan kurumlarının da bizim hayatımıza uzak kaldıklarını yazmıştır. İki ülke arasında ekonomik ilişkiler başlarsa gerçek bir dostluğun kurulmasında bunun en mükemmel propagandalardan fazla etkisi olacağını belirtmiştir.413 Ahmet Emin diğer yazılarında da Amerikan sermayesi ve uzmanlarının getirilmesi konusunu Vatan'da işlemeye devam etmiştir.414 Ankara'da bulunduğu sırada da gelen Amerikalı temsilcilerle yakın bir ilişki kurmuştur. Vakit'te New York Foundation Company'nin Orta Doğu temsilcisi Robert Mcdoll ile bir röportaja yer verilmiştir. Amerikan sermayesinin Türkiye'ye gelmesi için girişimlerde bulunan McDoll, o zamana dek Türkiye'ye dini ve insani amaçlarla misyonerlerin geldiğini, oysa gerçek anlamda Amerika'yı işadamlarının temsil ettiğini söylemiştir. Mcdoll, Anadolu'da tren, maden ve liman imtiyazı almak için görevlendirilmiştir. Açıklamasında Amerikan sermayesinin diğer yabancı sermayelerine tercih edilmesi gerektiğini çünkü siyasi amaçlarının olmadığını belirtmiştir.415 Ahmet Emin Amerikan sermayesinin ülkeye girmesi yönündeki düşüncelerini, 1925'te gazetecilikten uzaklaştırıldığı yıllarda, Amerikan Ticaret Ataşesi Julian Gillespie aracılığı ile hayata geçirmiştir. Gillespie Ankara'da yaptığı temaslarda Amerikan sermayesine pazar arayışı içinde olmuş, hazırladığı raporda da bunu belirtmiştir. Bu pazar arayışında ulaşım, yer altı madenleri, sulama projeleri gibi hayati yatırımlar ön plana çıkmakta olup, Gillespie de özellikle Anadolu'yu da içine alan ve Orta Doğu'da önemli stratejik noktalara el atan Chester Projesi ile yakından ilgilenmiştir. Ahmet Emin de yazılarında Chester Projesi'nin üzerinde önemle durmuştur. 1925'ten sonra Ahmet Emin Gillespie'nin önerisi ile Goodyear, Dodge Brothers, Caterpillar gibi büyük şirketlerle, tarım ve diğer makinelerinin satılması alanında TATKO (Otomobil, Lastik ve Traktör Komandit Şirketi) adında bir şirket kurmuştur. Kardeşi Mehmet Rıfat Yalman ile Türkiye'de farklı yerleri dolaşarak acente kuracakları yerleri belirlemişler, Ahmet Emin, bu dönemde şirketin işleri ile ilgili 413 414 415 Ahmet Emin, “Amerika ve Sulh”, Vakit, 23 Teşrin-i sani 1922. Ahmet Emin, “Mütehassısları Nasıl Bulmalı?”, Vatan, 6 Teşrin-i sani 1923. “Amerika Hakikati Gördü”, Vakit, 15 Kanun-i sani 1922. 129 olarak her yıl Amerika'ya gitmiştir. Yine bu süreçte Amerika'da üretim yapmakta olan Curtis Havayolları ile anlaşarak Türkiye'de bu şirketin acenteliğini üstlenecek Kayseri'de bir uçak fabrikası kurulması projesi ile ilgilenmiş, ancak bu proje hayata geçirilememiştir. D. Chester İmtiyazı Chester Projesi ilk kez, Amerikalı Amiral Colby Chester tarafından 1908'de ortaya atılmış, 1914'e kadar yürürlükte kalmıştır.416 Daha sonra 1922-1923'te yeniden gündeme gündeme gelmiştir. Osmanlı yöneticileri proje ile yakından ilgilenmişlerdir. Projenin önemi sadece demiryolu yapımı konusundaki rekabetle sınırlı kalmamış, yeraltı kaynakları, özellikle de petrol kaynaklarının paylaşımı sorunu haline gelmiştir.417 Chester Gurubu bazı değişikliklerle projeyi gündemde tutmalarına karşın Meclis onaylamamış, ardından da Amerika Dışişleri Bakanlığı, şirketin mali durumundaki ve iç işlerindeki karışıklık nedeniyle arkasındaki desteğini geri çekmiştir. Kurtuluş Savaşı yıllarında Chester Projesi yeniden gündeme gelmiştir. Orta Doğu petrollerinin paylaşımı konusuna Amerika kayıtsız kalamamış, 1922'de Amiral Chester'ın oğlu A. Chester ve A. Kennedy, Ankara'ya gelerek yetkililerle görüşmüştür. 416 1908'de İstanbul'a gelen Amiral Chester 1909'da Sivas-Van arası, Çaltı, Harput, Ergani, Diyarbakır, Siirt, Bitlis'ten geçen ana hat ile Musul, Kerkük, Süleymaniye'ye, uzanacak demiryolu yapımı, Adana'da Yumurtalık ya da Süveydiye'de Akdeniz'e bağlayacak olan liman yapımı için imtiyaz talebinde bulunmuştur. On beş yıl gündemde kalan projeye göre Amerikalılar, merkezi ve Doğu Anadolu’da 4300 km'lik bir demiryolu hattı yapma önerisi getirmişlerdir. İşletme hakkı 99 yıllığına verilirken, hattın kenarında kalan 20 km'lik alandaki yeraltı ve yerüstü kaynaklarını işletme hakkına sahip olacak, ayrıca Chester Gurubu üç limanın yapımını da üstlenecektir. Nafia Nazırlarından Hulusi Bey gazeteye gönderdiği yazıda, demiryolunun kenarındaki 20 kilometrelik arazinin toplam 80.000 kilometrelik bir alan tuttuğunu, bunun Bulgaristan'ın yüzölçümüne eşit iken, Belçika'nın üç katı kadar olduğunu belirtmiştir. İşletilecek madenler, Ergani kurşun ve bakır madenleri, Musul ve Kerkük petrol kaynakları, Keban gümüş ve Van arsenik madenidir. 417 Orta Doğu'daki petrol yatakları kısa zamanda kapitalistlerin ilgisini buraya yöneltmiş, bölgeye uzanan büyük demiryolu projeleri gündeme gelmiştir. Bölgede İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya'nın çatışan çıkarları keskin bir rekabete yol açmıştır. 1910'da Meclis'e getirilen Proje, diğer ülkelerin sert muhalefetleri sonucunda belli olmayan bir tarihe ertelenmiştir. Muhalif olanların başında Bağdat Demiryolu Projesi ile bazı hatların çakışması nedeniyle Almanlar gelmektedir. Ancak I. Dünya Savaşı'ndaki yenilgiden sonra Almanya'nın bölgedeki etkisi silinmiştir. Fransızlar ise kendi nüfuz bölgelerine karşı bir tehdit olduğu için projeye karşı çıkmışlardır. Chester Grubu 1912'ye kadar ısrarla projenin hayata geçirilmesi için temaslarda bulunmuştur. Erhan, anlaşmanın o dönemde Meclis'te onaylanmamasında Sadrazam Hakkı Paşa'nın etkili olduğunu yazmaktadır. Çağrı Erhan, Türk Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, İmge Yayınevi, Ankara, 2001, s 382. 130 Ankara Hükümeti projeye sıcak yaklaşmış, Avrupalı devletlerin güttüğü emperyalist politikalardan farklı olarak, Amerikan yatırımını ticari bir anlaşma olarak algılamıştır. Yine Türkiye'deki kapitülasyonların kaldırılmasında Amerika'nın baskı unsuru olacağı noktası üzerinde durulmuştur. Batı ve Orta Anadolu’nun Doğu Anadolu’ya demiryolu ile bağlanması da, askeri ve siyasi anlamda devletin daha da merkezileşmesine yardım edecektir. Can, Ankara yönetiminin girişimlerinin amacını, “Bir yandan Chester Projesi aracılığıyla bölge petrolleri üzerindeki olası haklardan tamamen vazgeçmemek, diğer yandan da Amerika'nın büyük petrol tekellerinin bu tür girişimlerine destek vererek ikinci bir kapıyı açık tutmak”418 olarak belirtmektedir. Amiral Bristol bir ticaret ataşesinin Ankara'ya gönderilmesini önermesi üzerine Gillespie dönemin ileri gelen yöneticileri kurduğu bağlantılarda özellikle Chester Projesi'ne karşı hükümetin tutumunu öğrenmek istemiştir. Ankara yönetimi ise Türk egemenliğine dokunmayacak herhangi bir imtiyaz önerisini tetkik etmeye hazır olduğunu fakat somut öneriler getirilmedikçe özel vaatler üzerinde yorum yapılmayacağı doğrultusunda cevap vermiştir.419 Amiral Chester da projeyi devam ettirmek ve hayata geçirmek için Amerika'da yeniden bağlantılar kurarken, Ankara projeye “Türk sermayesinin katılımı ve Türk kontrolünde olması koşulu”nu420 getirmiştir. 1922'de şirketin yeni ortaklarının arasındaki anlaşmazlıklar ve Amerikan hükümetinin projeye diplomatik destek vermemesi ise Ankara'da güvensizlik yaratmıştır. Lozan Anlaşması sırasında problem olan, Musul'un Türkiye sınırları içinde kalması konusu İngiltere tarafından onaylanmamış, Fransa ise Chester Gurubu'na verilen imtiyazın daha önce kendilerine verildiği gerekçesi ile duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş421 ve Chester imtiyazını kendileri ile önceden imzalanan anlaşmaya ters düştüğü için protesto etmiştir. İstanbul gazetesi başyazarı Piyer Logof konu ile ilgili bir makale kaleme alarak, Chester Projesi ile 1914 Türkiye-Fransa ittifakının öneminin kalmadığı görüşlerine karşı çıkmış ve 418 Bilmez Bülent Can, Demiryolundan Petrole Chester Projesi (1908-1923), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2000, s 212. 419 Evans, a.g.e., s 335. 420 Bilmez Bülent Can, a.g.e, s 215. 421 Fransa, Osmanlı Devleti'ne 1914'te verdikleri borç karşılığı, kendilerine Samsun-Sivas demiryolu yapımı ve Samsun limanı yapımı konularında kendilerine öncelik tanındığını ve buna dair bir anlaşma imzalandığını ileri sürmüştür. Verilen borca karşılık Fransızlar demiryolu yapımına başlamış ancak I. Dünya Savaşı'nın çıkması ile ara vermişlerdir. Ankara, bu anlaşmanın TBMM'nde imzalanmadığı, Osmanlı Parlamentosu'nun da anlaşmayı onaylanmadığı ve Fransız bankerlerinin de tüm koşullara uymadığı için anlaşmanın hükümsüz olduğunu ileri sürmüştür. 131 1914'te Fransa hükümetinin Türkiye'ye 800 milyon frank karşılığında demiryolu imtiyazı aldığını, bunun da 1 Mayıs 1914'te Meclis-i Mebusan'da onaylandığını belirtmiştir.422 Ankara ise tam da Lozan Anlaşması görüşmeleri sırasında Amerika'nın desteğini bir koz olarak kullanmak istemiştir. Nihayetinde karşılıklı görüşmelerden sonra Proje, 8 Nisan 1923'te Meclis'e onaylanması için getirilmiştir. “Nafia Vekili Feyzi Bey, Başvekil Rauf Bey, Nafia Encümeni Başkanı Osman Bey, İktisat Vekili Mahmut Esat Bey ve “uzman” Muhtar Bey projenin ülkeye getireceği yararlardan”423, kalkınma, güvenlik konularında demiryollarının öneminden söz etmişlerdir.424 Tezel'e göre Kars Mebusu Ali Rıza Bey haricinde verilen ayrıcalıkların özünü eleştiren olmamıştır. Ali Rıza Bey, yapılacak işin sadece Chester Gurubu ile olmadığını bütün bir Amerika ile olduğunu söylemiş ve yarım asır veya on yıl sonra ülkenin iktisadi bir tehlikeye sürüklenmeyeceğini kimin temin edeceğini sormuştur.425 Ahmet Emin, projenin imzalanmasını “Türk iktisadi hayatında Amerika'nın daha barış meydana gelmeden baş role geçtiği” ve Avrupalıların hesaplarının alt üst olduğu şeklinde yorumlamıştır.426 Projenin Meclis'te onaylanmasından sonra Ankara ve Chester Gurubu adına anlaşma 12 Mart 1923'te imzalanmıştır. Anlaşmaya göre ortaklık Türk Hükümeti'nden kilometre garantisi ve para yardımı istemeyecek, Anadolu, Musul, Kerkük, Süleymaniye bölgesinde 4400 kilometrelik demiryolu, üç tane de liman yapacaktır. Hattın 40 kilometre genişliğindeki şeritte tüm madenleri işleme ayrıcalığı 99 yıl için tanınacaktır. Projeye, tarımı ıslah etme, demiryolu yapımı ve yer altı kaynaklarının işletilmesi ile Ankara'nın yeni ve modern bir şehir olarak inşa edilmesi gibi noktalar da dahil edilmiştir. 422 “Chester Projesi”, Vakit, 14 Nisan 1919. Bilmez Bülent Can, a.g.e, s 256. 424 Örneğin Rauf Bey konuşmasında, ülkenin kalkınması ve diğer milletlerle rekabet edebilmesi için projenin gerekli olduğunu ve hayata geçmesi halinde ülkenin ebediyen kurtulacağını belirtmiştir. Bayındırlık Bakanı Fevzi Bey de Chester Grubu'nun Türk Hükümeti'ne vergi vereceği, Türk kanunlarına uyacağı, demiryolları için personel yetiştireceği noktaları üzerinde durmuştur. 425 Yahya Sezai Tezel, “I. BMM Anti-Emperyalist miydi? Chester Ayrıcalığı” SBF Dergisi, Cilt XXV, No:4, Aralık 1970, s 312. 426 Ahmet Emin, a.g.e., C. III., s 55. 423 132 Ahmet Emin, Milli Mücadele yıllarında ve Lozan görüşmeleri sırasında sık sık Amerika ile ilişkilerin güçlendirilmesi gerektiği hakkında yazılar kaleme almıştır.427 Aynı konuya Vakit'te M. Zekeriya (Sertel) da değinmiştir.428 Ahmet Emin genel olarak Amerika’nın Türkiye’ye yüklü miktarda sermaye akıtacağı ve Avrupa emperyalizmine karşı Türkiye’nin destekçisi olacağı gerekçesi ile projeyi desteklemiştir.429 Bu desteğinde Ankara'da bulunan Ticaret Ataşesi Gillespie ile kurduğu yakın ilişki de bir başka önemli faktördür. Amerikan hükümetinin aylarca projeyi destekler gibi göründükten sonra 20 Haziran 1923'te Amerikan Hariciye Müsteşarı Leland Harrison'un gazetelere Amerika'nın Chester Projesi'nde rolü olmadığı, garanti vermenin Amerikan usullerine aykırı düştüğüne dair bir beyanatı yayınlanmıştır.430 29 Ağustos 1923'te Vatan'da Chester Grubu'nun elindeki imtiyazı Kanadalı bir guruba sattığı haberi yer almıştır. 17 Aralık 1923’te ise Nafia Vekili Muhtar Bey projenin iptal edildiğini duyurmuştur. Ahmet Emin, projenin iptali hakkında şunları yazmaktadır: “Böylece en karanlık günlerde gönüllere ferahlık veren ve yurdun kısa zamanda Amerika'nın yardımıyla cennete çevrilmesi ümidi ile ilgisi olan çok tatlı bir rüya tamamen söndü”431 Ahmet Emin, Chester Projesi'nin Ankara Hükümeti tarafından Lozan Anlaşması görüşmeleri sırasında bir taktik olarak kullanıldığı noktası üzerinde durmaktadır. Konu hakkında, “Bu projenin Lozan Konferansı'na ara verildiğinde Ankara tarafından bir manevra aracı olarak başarıyla kullanıldığını ve Lozan 427 Ahmet Emin, “Amerika İntibahatı ve Biz”, Vakit, 6 Kanun-i sani 1920;”Wilson Prensipleri Diriliyor mu?”, 5 Kanun-i evvel 1920; “Amerikalılarla İktisadi Müasebetlerimiz”, 12 Şubat 1922; “Amerika'nın İthamları”, 10 Haziran 1922; “Amerikalılarla Münasebetlerimiz”, 4 Temmuz 1922; “Amerika ve Sulh”, 23 Teşrin-i sani 1922 vd. 428 Mehmet Zekeriya (Sertel), “Amerika İle Siyasi Münasebetimiz”, Vakit, 28 Teşrin-i evvel 1920;”Amerika Türkiye Ticaretine Ehemmiyet Veriyor”, 21 Şubat 1922; “Anadolu'da Amerikan Sermayesi”, 4 Teşrin-i evvel 1922. 429 Ahmet Emin, “Chester İşi”, Vatan , 7 Nisan 1923. 430 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 55. 431 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 55. Ankara yönetiminin istekliliğine rağmen projenin hayata geçmemesinde şirketin gerekli sermayeyi elde edememesi, şirket ortakları arasındaki anlaşmazlıklar, Amerika'daki resmi çevrelerin ve sermaye gruplarının ilgisizliği, şirket ile Ankara arasındaki işlemlerin gittikçe uzaması gibi etkenler neden olmuştur. Tezel de Irak petrol bölgesinin Türkiye sınırları dışında kalacağının anlaşılması ile Amerikalılarların geri çekildiği yorumunu yapmaktadır. Yahya Sezai Tezel, a.g.m, s 310. Tezel ve Can Chester Projesi'nden yola çıkarak Kemalist yönetimin, Batılı devlet ve sermaye grupları ile girdiği ilişkilerden anti-emperyalist bir çizgide olmadığı, başından itibaren “Batıyla uzlaşma ve her yönüyle bütünleşme eğiliminde olduğunu iddia etmektedirler. Can, a.g.e, s 351, Yahya Sezai Tezel, a.g.m, s 312. 133 Konferansı'nın ikinci yarısında da taleplerimize uygun sonuçlanmasında çok faydalı olduğunu söylemektedir.432 III. Halk Fırkası'nın Kurulması Döneme dair yapılan tartışmalarda ve dönemin basında yer alan bazı yazılarda, özellikle Mustafa Kemal'in HF'nin kurulması sürecinde yetkilerinin artması nedeni ile kişisel yönetim kurduğu yönünde kaygılar dile getirilmiştir.433 Bu noktada HF'nın kurulma sürecinin, rejimin niteliği konusunda bilgi verecek mahiyette olduğu söylenebilir. Bu bağlamda siyaset bilimi literatüründe konu hakkındaki yorumlara yer vererek konunun dönemin basınında nasıl tartışıldığını anlamak gerekmektedir. Tek parti yönetimlerine ve bu bağlamda HF'nın kurulmasına dair siyasi rejim açısından yapılan değerlendirmelerde, farklı yaklaşımlar sergilenmiştir. Tek partinin demokrasiyi nihai amaç olarak benimseyip benimsemediği, parti içi demokrasinin olup olmadığı konuları oldukça tartışmalıdır. Uyar, konu üzerine çalışanların tamamen birbirine zıt fikirlere varabilecekleri olgular bulabildikleri gibi, aynı olgudan farklı yorumlara ulaşılabileceğini söylemektedir. Yorum farklılıklarının nedenini ise tek parti yönetimlerinin kategorize edilmesinin güçlüğüne ve Türkiye'deki tek parti yönetiminin ideolojik ve teorik açıdan herhangi bir şablona oturtulamayışına 432 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 55. Örneğin Ahmet Emin, “Bazı Esaslı Noktalar”, Vatan, 27 Eylül 1923 ve konu ile ilgili diğer yazıları. Ahmet Emin, 1966'da Latimer ile yaptığı röportajda ise Mustafa Kemal'in reformları “diktatörlük yoluna gitmeden yapabileceğini, maalesef diktatör olmayı tercih ettiğini” söylemiştir. Frederic Latimer, “Interview with Ahmet Emin Yalman”, The Atatürk Project, Bilkent Üniversitesi. Zekeriya Sertel de Hatırladıklarım'da Mustafa Kemal'in ölümü üzerine yaptığı genel değerlendirmede: “Sağlığında biz bu adama karşı hürriyet ve demokrasi savaşı yapmıştık. Onu, demokrasi ve hürriyet getirmediği için suçlu sayıyorduk. Onun hareketlerini diktatörce buluyorduk. Çünkü o vakit ormanın içindeydik. Ağaçları görüyorduk ama ormanı bütün büyüklüğü ile göremiyorduk” diyerek eski rejimin yıkılması, atılan adımları ve bunlara karşı tepkilere değinir. Ve ardından, “Bütün bu koşullar içinde demokrasi ve hürriyet gelişebilir miydi?” sorusunu sorar. Cevap olarak ise şunları yazar: “Tersine, devrim düşmanlarına karşı çok sert davranmak gerekir. Atatürk de iç ve dış düşmanlara karşı ihtiyatlı ve tedbirli bulunmak ihtiyacındaydı. Böyle olmakla beraber Hitler ve Mussolini biçiminde bir diktatörlüğe gitmedi. Kişi yönetiminden çok Meclis egemenliğine, yani halk egemenliğine önem verdi. Bütün koşullar onun Doğulu bir diktatör olmasına elverişliydi. Fakat asker olmasına rağmen, tam anlamıyla diktatörlüğe sapmadı. İngilizlerin “Benevolent diktatorship”diye adlandırdıkları biçimde yumuşak, sevimli ve akıllı bir otorite kurdu.” Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım (1905-1950), Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1968, s 219. 433 134 bağlamaktadır.434 Tek parti yönetimine totaliterlik ve diktatörlük açısından yaklaşanlar kadar, bunu demokrasiye giden yolda geçici ve bazen gerekli bir süreç olarak değerlendirenler de vardır.435 Örneğin Demirel, tek parti yıllarında önce II. Grubun sonra da TpCF’nın tasfiye edilmesinin dönemin olağanüstü koşulları göz önüne alındığında haklı çıkarılıp çıkarılamayacağını sorgulamaktadır. Demirel, tek parti yönetiminin geçici değil kalıcı bir sistem olarak benimsendiği kanısındadır.436 Tunaya, tek parti yönetiminin ülkede başka partilerin kurulmasına ideolojik nedenlerle izin vermeyen rejim olarak tanımlanabilirse de, tek parti yönetiminin bulunduğu her yerde “aynı karakterde ve aynı koşulların ürünü” bir dikta rejimin var olduğu anlamına gelmeyeceğini437 söylemektedir. Bir başka çalışmasında da, bu dönemde bir başka partinin kurulmasının hukuken yasak olmadığını yazarak, tek parti sistemini, demokratik sistemin hazırlayıcısı olan, kalıcı değil geçici bir süreç şeklinde değerlendirmektedir.438 Tunçay tek parti yönetiminin “1923-1945 arasında bir diktatörlük olduğuna kuşku yoktur. Ancak bu diktatötlüğün devrimciliği tartışmalıdır”439 yorumunu yapmaktadır. Duverger, CHP'nin totaliter olmayan, Batılışmayı esas alan, özünde pragmatik bir parti olduğunu ileri sürmekte ve Kemalist rejimin demokratik olmamakla birlikte, tek parti sisteminin geçici bir süreç olduğuna ve demokrasiyi inşa etme yönünde hareket etmesi bakımından diğer tek parti sistemlerinden ayrıldığına vurgu yapmaktadır.440 Sina Akşin, dönemin otoriter olduğunu ancak demokratik öğeleri de içinde barındırdığını ifade etmektedir. Akşin, dönemin demokratik olmayan rejimleriyle örneğin Sovyetler Birliği'ndeki rejimle, faşizm deneyimleri ile kıyaslayarak, bu dönemin otoriter bir rejim olduğunu ama “az 434 Hakkı Uyar, Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi, Boyut Yayınları, İstanbul, 1998, s 369. 435 Tunaya, bir başka partinin kurulmasının hukuken yasak olmadığını, ancak bunun “fiilen” geçerli olduğu için “fiili tek parti rejimi” olarak nitelendirmekte ve bunu totaliter değil, demokratik bir sistemin hazırlayıcısı olarak değerlendirir. Tarık Z. Tunaya, Siyasi Kurumlar ve Anayasa Hukuku, İstanbul Üni. Hukuk Fak. Yayınları, İstanbul, 1980, s 314. . 436 Ahmet Demirel, a.g.e., s 609. 437 Tarık Zafer Tunaya, a.g.e., s 407. 438 Tarık Zafer Tunaya, Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuku, İstanbul Üni. Hukuk Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1980, s 314. 439 Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek -Parti Yönetimi'nin Kurulması, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1981, s 16. . 440 Maurice Duverger, Siyasal Partiler, Çev: Ergun Özbudun, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1993, s 116 135 çok demokrasi” tanımı içinde bir otoriter rejim olduğunu belirtmektedir.441 Bernard Lewis de dönemi değerlendirirken, “Kuvvet ve baskının, devrimci değişiklikler sırasında Cumhuriyet'i yerleştirmek ve korumak için” kullanılmış olmasına rağmen bu rejimin Avrupa ve Orta Doğu diktatörlüklerinden farklı olduğunun altını 442 çizmektedir. Metin Heper, Mustafa Kemal'in Weber'in modelinde öngörüldüğü üzere “karizmatik lider” modeli yerine, “yasal-ussal otorite”ye denk düştüğünü belirtir ve bunu Mustafa Kemal'in kamu etkinliklerini kişisel düzeyde yürütmek yerine bu etkinlikleri kurumlaştırmaya çalıştığını aktarır.443 Bu bağlamda milletin temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılması, ulusal egemenliğe verilen önem, ümmet anlayışından ulus anlayışına geçiş, bürokrasinin yürütmeye tabi olması, asker-sivil ayrımı, hukuka verilen önem gibi öğeler kişisel yönetim yerine hukuki bir çerçevenin esas alındığı yönünde örnekler sunulabilir. Trablus, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı sonunda büyük toprak kaybı, ekonomik anlamda iflas, halkın içinde bulunduğu koşullar, ülkenin işgal edilmesi, modern bir devlet kurmak için Osmanlı devlet ve toplum yapısına karşı yeni bir siyasi yapılanmanın gereği gibi etmenler dönemin siyasi rejimin otoriter ve pragmatik nitelikte olmasına temel hazırlayan tarihsel gelişmelerdir. Osmanlı'dan alınan siyasal kültür, savaşlar sonucunda halkın ve ülkenin içine düşmüş olduğu durum, yeni bir devletin temellerini ortaya atma ve bunları sağlamlaştırmanın zorlukları göz önünde bulundurulmalıdır. Yine ülkenin sanayileşme, kentleşme, okuryazarlık, siyasal kültür ve daha pek çok bileşen değerlendirmede dikkate alınmalıdır. Tek parti yönetimi, pragmatik amaçlar doğrultusunda modernleşmeye önem vermiş, demokrasiyi öncelikli bir sorun olarak görmemiştir ancak bu tek partinin nihai noktada demokrasiyi amaçlamadığı anlamına gelmemektedir. HF 1931'den itibaren devlet parti özdeşliği yoluna gitmiş olmakla beraber Uyar'ın belirttiği gibi Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele gibi muhaliflerin Meclis'e girmelerini sağlama, kadınlara oy hakkı tanıma vb. yollarla 441 Sina Akşin, “Ataürk Döneminde Demokrasi”, Ankara Üni. SBF Dergisi, Gündüz Ökçün'e Armağan, Cilt 47, Ocak-Haziran 1992, Sayı 1-2, s 243-253. 442 Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, Çev: Metin Kıratlı, TTK Basımevi, 8. Baskı, Ankara, 2000, s 289. 443 Metin Heper, “Atatürk'te Devlet Düşüncesi”, Çağdaş Düşüncenin Işığında Atatürk, Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı yayınları, İstanbul, s 219. 136 toplumsal tabanını genişletmeye çalışmıştır. Ayrıca okuma yazma oranını yükseltme yolunda önemli adımlar atılmış, kadının toplumsal hayata katılmasının yollarını açmış, Halkevleri aracılığıyla halk ile siyasal iktidar arasında bağ kurmaya çalışmıştır. Tek parti yönetiminin demokratik olmadığı ama demokrasinin altyapısını hazırlamada katkıları olduğu söylenebilir. Lozan görüşmeleri devam ederken 21 Kanun-i evvel 1922’de gazetelerde Halk Fırkası adıyla bir parti kurulacağı haberi yer almıştır. Partinin resmen kurulma tarihi ise 9 Eylül 1923’tür. Fırka “9 Umde”yi programı olarak kabul etmiştir. TpCF'nın kurulması gündeme geldiğinde, 10 Kasım 1924'te “Halk Fırkası”nın başına “Cumhuriyet” kelimesi eklenmiştir. 1935'te ise “fırka”, “parti”ye dönüşmüştür. TpCF'nın 1925'te kapatılmasının ardından, 1930'da “güdümlü” olarak Serbest Fırka aracılığıyla çok partili hayata geçilme girişiminde bulunulmuş, ancak kısa süre sonra bu partinin de kapatılması nedeniyle HF 1923'ten 1945'e dek 22 yıl, tek parti olarak yönetimde söz sahibi olmuştur. İstanbul basınında, HF'nın kurulması sürecinde, siyasi partilerin fonksiyonları, Mustafa Kemal'in konumu, parti ismi gibi konular tartışma konusu olmuştur. İkdam'da Ahmet Cevdet yazıları ile HF'nın kurulmasını desteklerken, Tanin'de Hüseyin Cahit, Vakit'te Ahmet Emin karşı çıkan gazetecilerin başında gelmiştir. Ahmet Cevdet HF'nın kurulmasını, “İcra edilen inkılâbın icabatına göre memleket hayat-ı umumiyesinde yenilikler husule getirmek ve o inkılabı müsmir (verimli) neticelerinde bütün halkı müstefid etmek için, o inkılabı vücude getirenlerin onu iltizam ederek, kuvvetlenmesine ve devamına taraftar olanların seferber edilmesi ve bir bayrak altında cem edilip herşeyden evvel, o inkılabın vazettiği esasları muhafazaya amade, kuvvetli teşkilat halinde bulunmaları bir emr-i zaruridir”444 diye yazarak desteklemiştir. Ahmet Emin'in HF'na olan tutumu ise sürekli değişkenlik göstermiştir. Değerlendirmelerinde siyasi konjonktürün belirleyici olduğu söylenebilir. Daha parti kurulmadan yazdığı yazılarda, “parti” oluşumuna olumsuz yaklaşarak, geçmişteki 444 Ahmet Cevdet, “Ana Fırka”, İkdam, 12 Kanun-i Evvel 1922. 137 hatalardan en önemlisinin “memleket işlerine fırka gözüyle bakılması” olduğunu yazmıştır. Parti meselesinde mutlaka kişi veya sınıf menfaatinin söz konusu olduğunu, bizde ise bunun karikatür halinde dışarıdan ithal edildiğini ifade etmiştir.445 1922 Aralığı'nda parti kurulacağı haberi ile endişeye kapılan Ahmet Emin durumu yakından görmek üzere 8 Aralık'ta Ankara’ya hareket etmiştir. Endişeye kapılmasının sebebini şöyle açıklamaktadır: “Halk Partisinin kuruluşunu endişe ile karşılamamın sebebi, memlekette parti hayatının doğması değildi. Demokrasi yolunda yürümek istediğimize göre bundan tabii bir şey olamazdı, fakat kurtarıcı karşısına muhalefet olarak kim çıkabilirdi ve ne iş görebilirdi? Böyle bir partinin kuruluşunu memlekette gerçek demokrasinin değil tek parti hayatının başlaması diye karşılamak lazım geliyordu.”446 Bir başka yazısında Milli Mücadele'nin dış problemlerden kurtulmakla bitmeyeceğini, bu süreçte nasıl bir “misak-ı milli” ile çalışılmışsa yeni dönemde de bir parti programı ile değil, milli misak programı ile çalışılması gerektiğini yazmıştır. Kalkınma sorunu öncelikle ele alınmalıdır. Ülkede belirginleşmiş sınıf ve çıkar çatışmaları yoktur. Fırkanın ismi sınıf mücadelesi manasını taşımakta oysa ülkede buna elverişli bir durum bulunmamaktadır.447 Partinin kurulmasına yönelik eleştirilerinde, Mustafa Kemal Paşa'nın millete ait olduğu, parti başkanı olması halinde parti dışında kalan kesimleri kaybedeceği görüşünü vurgulamıştır. Ahmet Emin'e göre partiler arası güç yarışı çirkin ihtiras ve infiallere yol açabilir. Böyle bir durumda hakem vazifesini kim görecektir? Parti hayatında çıkarlar esastır, partiye hizmet edenler karşılığında çıkar beklerler. Devamında: “Gelecek bir iki sene içinde zıt menfaatler değil, müşterek menfaatler umumi hayatımıza hakim olmalıdır. Bunu da ancak Paşa Hazretleri temin edebilir. Memleketin bir memlekete benzemek için mutlaka muhtaç olduğu bir mesai 445 Ahmet Emin, “İstikbal Düşünceleri III/Milli Program ve Fırkacılık”, Vakit, 16 Teşrin-i Sani 1922. 446 447 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 26. Ahmet Emin, “Halk Fırkası”, Vakit, 21 Kanun-i evvel 1922. 138 programıyla ortaya çıkmaları ve bunun için yeni bir misak-ı milli mahiyetini kesbetmesine delalet etmeleri pek hayırlı bir şey olur.” 448 diye yazmıştır. 1923'ün ilk ayında, eleştiriler yönelttiği HF'nı savunmaya başlamıştır. “Hakiki bir inkılap vücuda getirmek” için, “Teşkilat ianesiyle mücadeleler açacak bir kuvvete fırka namını vermekte bir zarar yoktur” diye yazmış, fırkanın, bütün halka ait menfaatlerle meşgul olacağını ve sınıf mücadelesine yer vermeyeceğini yazmıştır. Ahmet Emin yazısında “Memleketi yükseltmekten ve hakiki bir inkılaba mazhar etmekten ibaret olan milli hedef ve azim süratle takip edilecektir”449 demiştir. Mustafa Kemal'in barıştan sonra bir kenara çekilmesinin iyi olacağını siyasi hayatta yer alan kişilerin az çok bildiğini, fakat başladığı işi yarım bırakmak istemeyen Mustafa Kemal'in mücadelenin devamını görev addettiğini belirtmştir. Hazırlanacak parti programı ile geleceğe dair esaslar kurulacaktır. Birkaç gün sonra da, sorunu “yüzeysel olarak” inceleyenlerin Mustafa Kemal'in faal bir durumda bulunmaması ve “milli bir abide gibi” milletin üstünde yer alarak, milli bir buhran durumunda yeniden faaliyete geçmesini önerdiklerini yazmıştır. Ahmet Emin, eğer dış mücadele bitince tabii bir hayat başlayacak olsa bu fikrin pek doğru olacağını, ülke olağanüstü ihtiyaçlar içinde iken, Paşa gibi bir kuvvetin faaliyet dışı kalamayacağı cevabını vermiştir. Bütün mesele ülkede zararlı şahsi mücadeleler açılmadan bunların yapılmasıdır.450 “Menfi Anasırlar” yazısında da “İstikbalimize ait fevkalade faaliyetlerle muayyen bir program dairesinde meşgul olacak bir teşkilat makinesine şiddetle ihtiyacımız vardı. Bu makinenin ne suretle vücut bulacağını hepimiz merakla bekliyorduk” diye yazarak HF'nın kurulmasını memnunlukla karşılamış ve bu partiye muhalif olacakların kişisel ihtiraslar arasında kendini kaybeden, menfi ruhlu fertler” olduğunu dile getirmiştir.451 Ahmet Emin'in 1923 Ocak ayı ortalarından itibaren HF'nı destekleyen yazılar yazmasında, 17 Ocak 1923'te İzmit'te Mustafa Kemal'in gazeteciler ile görüşme sürecinin belirleyici olduğu görülmektedir. Toplantının gündeminin belli olmaması Ahmet Emin'in, HF üzerine yazdığı yazılardaki söylemini değiştirmesinde etkili 448 449 450 451 Ahmet Emin, “Millet Rehbere Muhtaçtır”, Vakit, 28 Kanun-i evvel 1922. Ahmet Emin, “Lozan'da Yeni Cephe”, Vakit, 13 Kanun-i Sani 1923. Ahmet Emin, “Müncilikten Sonra Banilik”, Vakit, 16 Kanun-i sani 1923. Ahmet Emin, “Menfi Anasırlar”, Vakit, 24 Kanun-i sani 1923. 139 olmuştur. Gazetecilerle yüz yüze yapılan bu ilk görüşmede muhalif tavrının Ankara yönetimi tarafından nasıl karşılanacağını bilmemesi, onu geri adım atarak, ılımlı bir tavır almaya sürüklemiştir. İzmit Basın toplantısında genel durum değerlendirilmiş ancak hilafet meselesi ön plana çıkmıştır. Ahmet Emin 18 Ocak’ta kaleme aldığı “Milli İstikbal Hazırlıkları” başlıklı yazısında İzmit'teki görüşmeden bahsetmektedir. İzmit’e giderken kendisinde bir karamsarlık olduğunu, milli misakın gerçekleştirilmiş olsa da barış sonrası “tabii hayata” dönemeyeceğimizi yazmıştır. Ona göre ülkeyi kalkındırmak için tek vücut halinde mücadeleye devam etmemiz gerekmektedir. Bunun için henüz geleceğe ait hedefler tespit edilmemiştir. Ancak İzmit'teki toplantı sonrasında endişelerinin yersiz olduğunu anlamıştır. Mustafa Kemal, Fırkanın bütün halkın menfaatleri ile ilgileneceğini, sınıf mücadelesine yer verilmeyeceğini belirtmiştir. Ahmet Emin, “Mustafa Kemal Paşa'nın verdiği izahat bizi ikna etmiştir. Öyle zan ediyoruz ki memleketimizde pek çoklarının hayalinden geçmeyen bir tarz ve zeminde yeni bir istikbal hazırlanmaktadır”452 diye yazmıştır. Hüseyin Cahit'in de HF oluşumunu, Ahmet Emin'e benzer gerekçelerle eleştirdiği görülmektedir. Hüseyin Cahit, 1 Nisan 1923'te kaleme aldığı yazısında bu yöndeki görüşlerini şöyle savunmaktadır: “Siyasi mesleklere müstenid fırka hükümetleri bizim için henüz süs addolunabilecek, suni, cali işlerdir. Biz her şeyden evvel muntazam bir hükümet makinesi kurmaya mecburuz. Memlekette olmayan budur ve bunu yapmak için de siyasi fırkalara değil, vatan fikri etrafında toplanabilecek mukadder, afif, fedakar ve çalışkan kimsele ihtiyaç vardır.”453 Hüseyin Cahit, Mustafa Kemal'in parti başkanı olmasına eleştiriler yöneltmiş ve onun Milli Mücadele'nin sembolü olarak Türkiye'ye ait olduğunu yazmış ve parti mücadelelerinden uzak bir hakem konumunda kalması gerektiğini belirtmiştir.454 HF'na yönelik olarak da, “Türk devletinin vatandaşı” olduklarını ve hiçbir vatandaşın da HF'na itaatle mükellef olmadığını455 dile getirmiştir. 452 453 454 455 Ahmet Emin, “Milli İstikbal Hazırlıkları”, Vakit, 18 Kanun-i sani 1923. Hüseyin Cahit, “Kuvvetli Hükümet”, Tanin, 1 Nisan 1923. Hüseyin Cahit, Tanin, 23 Eylül 1923. Hüseyin Cahit, Tanin, 26 Eylül 1923. 140 Ahmet Emin, 1923 Eylül sonlarında Cumhuriyet'in ilan edilmesi sürecinde HF'na tekrar eleştiriler yöneltmeye başlamıştır. HF ile bir inkılap programının uygulanamadığını dile getirerek, Meclis'te kararların HF'nda gizli müzakerelerde alınmasını eleştirmiştir. Mustafa Kemal'in Meclis Başkanı ve aynı zamanda parti başkanı olmasına karşı çıkarak, böyle bir yönetim tarzının sadece Amerika'da olduğunu, Türkiye'nin koşullarının farklı olduğunu yazmıştır.456 Uzun bir süre bu yöndeki düşüncelerini dile getiren Ahmet Emin 21 Ekim 1941'de Vatan'da yazdığı Berraklığa Doğru başlıklı yazı dizisinde tekrar HF (İsmi Halk Partisi olarak değişmiştir) oluşumunu övgüyle karşılayacaktır. İki partili sisteminin teorik bakımdan mantıklı ve makul görünmesine rağmen gerçekte ihtirasın, kinin, nefretin, çok zararlı bir ikiliğin kaynağı olarak değerlendirecektir.457 Hatta Ahmet Emin, bütün dünyanın, demokrasi adı altında yapılan rezaletlerden şikayetçi olduğunu, bazen adil bir diktatörü tercih eder hale geldiğini de yazmıştır. HP'nin izlediği yönetimden övgüyle bahseden Ahmet Emin: “Yakından tetkik edersek, görürüz ki iki parti sistemi hiçbir memlekette gayeye uygun netice vermemiş, daima demokrasiyi doğru yoldan ayırmıştır. Bir memleketin inkişafa ait emelleri, kendi ihtiyaçlarının tetkikinden doğmuşsa ve ihtisasın süzgecinden geçmişse bunların, şahıslara müdahalesinin fevkinde bir tek milli program teşkil etmesi icap eder. Böyle bir milli programı gerçekleştirmek işini de Halk Partisi gibi bir tek milli partinin ve ondan doğan hükümetin benimsemesi doğru olur”458 diye yazacaktır. Parti kelimesini ayrılığın ifadesi olarak değerlendirerek, milli bir program etrafında herkesi birleştiren “milli bir teşekkül” olarak ele alınması gerektiğini ileri sürmüştür. Bu dönemde ele aldığı yazılarda Amerika, İngiltere, Fransa gibi ülkelerdeki demokrasi anlayışını eleştirmektedir. Parti mücadelelerinin özel menfaat guruplarının mücadeleleri haline geldiği için iflas etmiş olduklarını belirtmektedir. Sınıf mücadelelerinin kamu yararı ile sonuçlanacağı düşüncesini tamamen yanlış bularak, ortak yarar adına bir fayda sağlanamadığını ileri sürmüştür. 456 457 458 Ahmet Emin, “Bazı Esaslı Noktalar”, Vatan, 27 Eylül 1923. Ahmet Emin, Berraklığa Doğru, Vatan Matbaası, İstanbul, 1959, s 19. Ahmet Emin, Berraklığa Doğru, s 19. 141 1970'te basılan anılarında yaptığı genel değerlendirmede ise Ahmet Emin, düşüncelerini şöyle ifade etmektedir: “İddiam odur ki parti ayrılığı yolunda bir müddet gidilmeseydi, Atatürk, bütün mücadele arkadaşlarını yeni bir milli misakı yürüten bir milli blok halinde bir arada tutsaydı, Türkiye’de halledilmemiş hiçbir mesele kalmazdı, ikilik istidatları kökünden önlenirdi. Bu arada din kudreti gitgide kara kuvvetin eline geçmez, laiklik yanlış anlaşılmaz, terakkiyi destekleyen nurlu bir din anlayışı kök tutardı. Bir taraftan da çok partili hayat için sağlam bir temel, yavaş yavaş hazırlanırdı.”459 Ahmet Emin'in, tek parti oluşumunu eleştirdiği veya savunduğu yazılarında, genel olarak “milli misak” ruhuna bağlı kalınması gerektiği düşüncesi ön plana çıkmaktadır. Ancak onun yaklaşımında tutarlı bir tavırdan ziyade siyasi konjonktürün koşullarına göre değişen bir anlayış gözlemlenmektedir. IV. Cumhuriyet'in İlanı Lozan Anlaşması ile bağımsızlığına kavuşan Türk devletinin şeklinin belirlenmesi konusu gündeme gelmiştir. Kabinede çıkan atamalarla ilgili uzlaşmaya varılamayınca Mustafa Kemal kabineye istifa etmelerini tavsiye etmiş, Meclis tarafından hazırlanan Bakanlar Kurulu listesindeki çoğu kişi görevi kabul etmeyince bunalım daha da artmıştır. Bunun üzerine Mustafa Kemal “Cumhuriyet'in” ilan edilmesi zamanının geldiğini ve bu yolla güçlü ve uyumlu bir hükümetin kurulabileceğini belirten bir konuşmayı 29 Ekim 1923’te Meclis'te yapmıştır. Onaylama sonucu da Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda değişikliğin yapılması gündeme gelmiş, böylece Mustafa Kemal hem hükümet bunalımını hem de hükümetin şeklinin belirlenmesi sorununu çözmüştür. Cumhuriyet'in ilanı kararı Mustafa Kemal tarafından daha önce verilmiş olup, 22 Eylül'de Neue Freie Presse gazetesi yazarı Lazar’la görüşmesi sırasında rejimin Cumhuriyet olacağını bildirmiştir. Cumhuriyet kelimesinin yabancı bir gazetede ilk kez kullanılması ile basının dikkatini bu konuya yoğunlaşmıştır. 459 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 32. 142 Cumhuriyet fikrini ilk gündeme getirenlerden biri Hüseyin Cahit olmuştur. Malta dönüşünde rejimin Cumhuriyet olması gerektiği belirten Hüseyin Cahit, Siyasal Anılar'ında, “Ismarlama bir hükümdar soyu bulmak ve yaratmak pek akla sığacak bir yol görünmüyordu. Şu halde zorunlu ve doğal olarak Cumhuriyet temeline dayanan ulusal bir Türkiye'nin kuruluşunu düşünmek gerekiyordu”460 diyerek İstanbul'a döndüğünde bir Cumhuriyet Partisi kuracağını ve bir tek kişiden başka bu partiye taraftar bulmasa bile iki kişi olarak çalışacağını kaydetmiştir. Yine Hüseyin Cahit, 1922'de Renin'de idare şeklinin, “olayların ihtiyaçların vücuda getirdiği bir hususiyet arz etmekle beraber”, Cumhuriyet olduğunu dile getirmiştir.461 Eylül 1923'te Cumhuriyet'in ilan edileceği kamuoyunda duyulunca Hüseyin Cahit Tanin’de bir yazı kaleme alarak: “Artık resmen Türkiye Halk Cumhuriyeti olacağız” demiş ve burada geçen “halk” kelimesinin Bolşevik rejimini çağrıştırdığı için “Türkiye Cumhuriyeti” demenin daha anlamlı ve doğru olacağını yazmıştır.462 Ahmet Emin ise 26 Eylül'deki yazısında, saltanatın ilga edilmesinden sonra kurulan sistemin zaten Cumhuriyet olduğunu, ancak isminin verilmesinin gecikmiş olduğunu ifade etmiştir. Devamında ise: “Bir yıl evvel Cumhuriyet kelimesi kullanılsaydı, mukavemetle karşılanacağı şüphesizdi. Bugün artık halkımız Cumhuriyet kelimesini güler yüzle karşılayacaktır, fakat devlete verilecek Türkiye Halk Cumhuriyeti tabirine gelince biz buna şiddetle karşıyız”463 demiştir. Karşı olmasının nedeni ise “Halk Cumhuriyeti” ifadesinin uluslararası camiada, Rusya’nın bir benzeri olarak komünizm yolunda ilerlediğimiz yönünde izlenim yaratacağı bunun da yabancı sermayeyi ürkütmesine neden olacağıdır. Velid Ebüziziya, Tevhid-i Efkar'da Cumhuriyet fikrinin “birdenbire ortaya çıktığını” ileri sürmüş ve yazısının devamında şu ifadelere yer vermiştir: “Bizim muhafazakar kafamızı beğenmeyenlerin müteceddid ve terakkiperver dimağları haftalardan beri Ankara İstasyon Bina'sında Cumhuriyet doğurmaya çalışıyorlar. Bizim bildiğimize göre Cumhuriyet, istasyon binalarında değil; Millet Meclislerinde doğar. İstasyon binasından ise olsa olsa tren çıkar.....Bir aydır devam 460 Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasal Anılar, (Yayına Haz: Rauf Mutluay), Türkiye İş Bankası Kültür yayınları, 1976, s 268. 461 Hüseyin Cahit, “İnkılap”, Renin, 17 Kasım 1922. 462 Hüseyin Cahit Yalçın, “Türkiye Halk Cumhuriyeti”, Tanin, 25 Eylül 1923, Ahmet Emin de 26 Eylül tarihindeki “Bir Tereddüt Devresinden Sonra” başlıklı yazısında aynı noktayı vurgulayarak karşı çıkmıştır. 463 Ahmet Emin, “Tereddüd Devrinden Sonra”, Vatan, 26 Eylül 1923. 143 eden gürültüden Ankara istasyonundan çıkarılacak şeyin bir ucube olacağı zaten muhakkak idi. Cumhuriyet meselesinin son aldığı şekil, bu istimi çabuk tüketen sürat katarının yolcuları arasında ihtilaf çıktığını gösteriyor.464 İstanbul basınından İleri'de Celal Nuri (İleri) ve Akşam'da Necmeddin Sadak, İkdam'da Ahmet Cevdet muhalif basının tutumunu eleştiren, Cumhuriyet'in ilanını olumlu karşılayan yazılar kaleme almışlardır. İsmi geçen yazarlar, kamuoyunu meşgul eden Cumhuriyet meselesinin sorun olmaktan çıktığını, değişen şeyin ayrı ayrı milletvekilleri seçmek yerine kabine usulünün gelmesinden ibaret olduğunu ve böylece yürütme organının görev ve sorumluluklarının tayin edildiği noktaları üzerinde durmuşlardır.465 İleri, 23 Nisan 1920'den beri Türkiye'nin rejiminin zaten resmen Cumhuriyet olduğunu yazarken,466 Sadak Cumhuriyet'in gündeme gelmesiyle Ahmet Emin'in de yazılarını kastederek: “Bazı arkadaşlarımız açık arizalar yazdı, aman sakın diktatör olmayınız, fırkaların, siyasetin fevkinde kalınız, dalkavuklara kulak asmayınız tarzında telaşlı istirhamlarda bulundular....Ortada bu kadar gürültüyü haklı gösterecek hiçbir hadise yokken, biz istibdada tahammül edemeyiz, bu millet kimsenin padişah olmasına tahammül edemez gibi kulağa çirkin gelen sözler söylendi”467 diyerek basının gündelik siyasi dedikodularla, anlamsız tartışmalarla meşgul olduğunu yazmıştır. Cumhuriyet'in gündeme gelmesi ile Ahmet Emin, Mustafa Kemal’in partiler üstünde bir hakem rolünde kalması yönündeki düşüncelerini dile getirmeye devam etmiştir. 5 Teşrin-i evvel'de gazetesinde, Mustafa Kemal'e hitaben bir mektup yayınlamıştır. Mektubu yazma amacını, “Tek parti sistemi yani diktatörlüğe doğru kayışı ve bundan ileri gelecek ikiliği önlemek”468 olarak belirtmektedir. Mektupta, Mustafa Kemal'in etrafına toplanan “hüluskarlar”ın hoş görünmek için her gün yeni icatta bulunduklarını söylemiştir. TBMM idaresi ancak “ihtisas” ve kanun hakimiyeti 464 Velid Ebuzziya, “Ankara İstasyon Binası Cumhuriyet Doğurabilecek mi?”, Tevhid-i Efkar, 19 Teşrin-i evvel 1923. 465 Necmeddin Sadak, “Türkiye Cumhuriyeti”, Akşam, 27 Teşrin-i evvel 1923; Celal Nuri, “Cumhuriyet'in İlanına Mecbur İdik”, İleri, 31 Teşrin-i evvel 1923; Ahmet Cevdet, “Teşkilat-ı Esasiyemiz”, İkdam, 31 Teşrin-i evvel 1923. 466 Celal Nuri, “Cumhuriyet-i Seniye”, İleri, 26 Eylül 1923. 467 Necmeddin Sadak, “Ne oluyoruz?”, Akşam, 11 Teşrin-i evvel 1923. 468 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 81. 144 ile yürüyebilecektir. Bu yolda gitme istidadı maalesef gösterilememiştir. Rejimin adının Cumhuriyet olması yerindedir. Reis-i Cumhur olarak Mustafa Kemal'in bu “rehberlik” görevini yerine getirmesinin tek yolunun “hadisat-ı cariyenin idaresini mesul bir hükümete bırakmak”469 olduğunu yazmıştır. Ona göre, parti başkanlığı unvanının büyük zararları vardır. Parti inkılap programını uygulamak için gündeme gelmiş, ancak uygulamalar ülkede bu anlamda bir partiye yer olmadığını göstermiştir. Parti başkanlığı fikrini ileri sürenlerin Amerika’yı örnek gösterdiklerini, oysa Amerika’nın federal bir hükümet olduğunu dile getirmiştir. Mustafa Kemal’e çağrısında da, millete milli bir rehber olarak kalacağını duyurmasını istemiştir. Ahmet Emin'in bu mektubu gazetelerde şiddetli hücumlara uğramıştır. Mehmet Asım, Vakit’te yazdığı yazıda “İzmit’ten sonra ne olup da Ahmet Emin’in fikrini değiştirdiği”ni sormuştur. Ahmet Emin fikrinin hiç değişmediğini, Vakit sütunlarında müdafaa ettiği kanaate avdet ettiği” cevabını vermiştir. Aradaki zaman zarfında olağanüstü olayların olduğunu, HF tecrübesinin “menfi” neticeler verdiğini, “Milli inkılap programının tatbiki için icap eden bir alet olmaktan çok uzak olduğu”nu470 yazmıştır. Benzer bir soruyu İleri’de Suphi Nuri de yöneltmiştir. Suphi Nuri, 2 Ekim'de “Gazi Paşa'ya Açık Mektup” başlıklı yazısında Millet Meclisi'nin, hükümetin ve diğer kurumların yeterince iyi çalışmadığı gerekçesi ile Mustafa Kemal'in daha çok yetki ile yönetimi devralmasını önermiştir.471 Ahmet Emin İleri'ye, “Onun mütenakız görüşlerinden çıkan bir sonuç vardır o da Gazi Paşa'ya diktatörlüğü teklif etmektir. Suphi Nuri Bey bunu yapanların birincisi değildir”472 cevabını vermiştir. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet resmen ilan edilmiştir. İlk Cumhurbaşkanı olarak da Mustafa Kemal seçilmiş ve ilk Cumhuriyet Hükümeti'ni kurma görevi İsmet Paşa'ya verilmiştir. Ancak Cumhuriyet'in ilan edilme şekline muhalif basında kısa zamanda eleştiriler getirilmeye başlanmıştır. Mustafa Kemal'in 22 Eylül'de Neue Freie Presse ile yaptığı mülakatta rejimin Cumhuriyet olacağını ifade etmesi ile Cumhuriyet'in resmen ilan olunduğu 29 Ekim tarihi arasında yaklaşık otuz yedi gün vardır. Bu süreç içinde kararı diğer devlet adamları ile görüşme, gazetecileri bir araya getirerek kamuoyunu hazırlama yoluna gidilmemiş olması, Cumhuriyet'in ilanına 469 470 471 472 Ahmet Emin, “Gazi Hazretlerine Maruzat”, Vatan, 5 Teşrin-i evvel 1923. Ahmet Emin, “Milli Rehberlik Bahsi”, Vatan, 7 Teşrin-i evvel 1923. Suphi Nuri, “Gazi Paşa'ya Açık Mektup”, İleri, 2 Teşrin-i evvel 1923. Ahmet Emin, “Milli Rehberlik Bahsi”, Vatan, 7 Teşrin-i evvel 1923. 145 eleştirileri arttıran bir unsur olmuştur. Eleştirilerde kararın aceleye getirildiği, ülkede karar alınmadan bir yabancı gazetede yer aldığı noktaları üzerinde durulmuştur. Başta Rauf Bey olmak üzere sonradan öğrenen Kazım Karabekir, Ali Fuat, Refet Paşalar da kararın alınma tarzından duydukları rahatsızlıkları dile getirmişlerdir. Bu son olaylar iki zihniyet arasındaki mesafenin daha da açılması ve muhalif bir partinin kurulması ile sonuçlanmıştır. Cumhuriyet'in ilan edildiği gün Ahmet Emin, devletin iç ve dış işleri dururken devletin şeklinin “alelade” tayin etmeye kalkışılması halinde çıkacak pürüzler için uyarılarda bulunmuştur.473 Birkaç gün sonraki makalesinde ise Cumhuriyet'in ilanını bir “emrivaki” olarak değerlendirmiştir. Devletin şeklini değiştiren kararlar bir iki saat içinde, çok sınırlı tartışmalardan sonra alınmıştır. Ahmet Emin'in üzerinde durduğu ikinci bir nokta ise “milli rehberin şahsına aittir.” En büyük ruhlu adamlar bile kişisel güç sahibi olmanın cazibesine dayanamamışlardır. “Biz samimi olarak şurasına kaildik ki Gazi Paşa bu umumi kaidenin mümtaz istisnasını teşkil ederler ve daima da edeceklerdir”474 diyerek Mustafa Kemal'in elinde toplanan yetkilerin genişliğine dikkati çekmiştir. Gerçekten de muhalif İstanbul basınında Mustafa Kemal'in yetkilerinin genişliği bir endişe kaynağı olmuştur. Basının önde gelen kalemlerinden Hüseyin Cahit, kendilerinin gerçek Cumhuriyetçi oldukları için, türlü kalıplara giren kişilerin Cumhuriyetçiliklerinden şüphelendiklerini ve izlenen hareket tarzının yarın için örnek teşkil edebileceğinden korktuklarını belirtmiştir. Endişesinin kaynağını şöyle ifade etmektedir: “Çünkü bugün alelacele Teşkilat-ı Esasiye tadilatı yapıldığı gibi yarın da diktatörlük tesis edilecek tadilat yine böyle alelgafle yapılabilir diye korkuyoruz. Korkumuz yapılandan değil, yapanın tarzından ve bu tarzın ileride diktatörlük doğurması ihtimalinden. İlan ediyoruz ki bunu daha açık daha başka türlü söylemek kabil değildir.475 Cumhuriyet'in ilan edilme şekline itiraz eden İstanbul basınından bir başka gazeteci Velid Ebüzziya, 31 Ekim'deki yazısında: “BMM 158 rey ile Cumhuriyet'i ilan 473 474 475 Ahmet Emin, “Milli Cephe Yeniden Tesis Edilmelidir”, Vatan, 29 Teşrin-i evvel 1923. Ahmet Emin, “Cumhuriyetin İlanı”, Vatan, 31 Teşrin-i evvel 1923. Hüseyin Cahit, “Korktuğumuz Nedir?”, Tanin, 9 Teşrin-i sani 1923. 146 ve Reis-i Cumhur'u intihap eyledi ve evvelki akşam, bu BMM hükümeti idaresinde uykuya yatanlar, dün sabah Cumhuriyet idaresi altında uyanmak harikasına mazhar oldular”476 diye yazarak tepkisini göstermiştir. Yapılan değişikliklerin milletin hayatında bir yansıması olmadığını söyleyen Ahmet Emin, üslubunu gittikçe sertleştirmiştir. Ona göre tam anlamıyla bir “devlet makinesi tesis” edilememiştir. Mevcut resmi teşkilatın başlıca prensibi, başta bulunanlara sadakat ve bunun karşılığında lütuf beklemektir. Bu ise modern bir devletin değil ortaçağa ait feodalizmin prensibidir. Ülkede eğitim ve refah seviyesi yükseltilememiştir. Değişim ise sadece şekle dairdir.477 Hüseyin Cahit de “Yaşasın Cumhuriyet” başlıklı yazısında, Cumhuriyet'in alkış ile, dua ve şenlik ile yaşamayacağını ancak güzel idare ile yaşayacağını yazarak, rejimin adının değişmesinin zihniyetteki değişmeyi getirip getirmediğini sormuştur. Kendisinin Cumhuriyetçi olduğunu ve bunun fiilen uygulanmasını istediğini kaydetmiştir.478 Mustafa Kemal Nutuk'ta Cumhuriyet'in ilanına ilişkin Hüseyin Cahit'in bu yazısı hakkında: “'Ben Cumhuriyetçiyim' diyenlerin Cumhuriyet'in kurulduğu gün, kalemlerinden çıkacak sözler bunlar mı olmalıydı? En iyi hükümet biçimi ülküsünün Cumhuriyet'ten başka bir şey olamayacağına inandığı savında bulunanların: “Cumhuriyet sözcüğüne bir put gibi tapmam” demelerindeki anlam ve amaç ne idi?”479 diyerek tepkisini dile getirmiştir. Ahmet Emin anılarında ise Cumhuriyet'in ilanı süreci hakkında: “Bu suretle rejimin adı diye Cumhuriyet kelimesi memlekette normal yollarla bir karara bağlanmadan bir yabancı gazetenin sütunlarında yer almıştı”480 diye yazmaktadır. Turkey in My Time adlı eserinde ise: “Cumhuriyet düşüncesinin kendisinde bir yanlışlık yoktu. Ancak yukarıdan gelen dayatma metodu yanlıştı. Bu, kendi kuvvetlerinden emin 476 Velid Ebüzziya, “Efendiler Devletin Adını Taktınız, İşleri de Düzeltebilecek misiniz?”, Tevhid-i Efkar, 31 Teşrin-i evvel 1923. 477 Ahmet Emin, “İnkılapların Mahsulu”, Vatan, 2 Teşrin-i sani 1923. 478 Hüseyin Cahit, “Yaşasın Cumhuriyet”, Tanin, 31 Teşrin-i evvel 1923. Hüseyin Cahit diğer yazılarında da uygulamaları eleştirmeye devam etmiştir. Hüseyin Cahit, “Son Vaziyet”, Tanin, 2 Teşrin-i sani 1923; “Fırka Riyaseti”, Tanin, 4 Teşrin-i sani 1923; “Yeni Usül ve Teamüller”, Tanin, 5 Teşrin-i sani 1923; “Yıkmak İstemiyoruz”, Tanin, 8 Teşrin-i sani 1923. 479 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk...., s 1089. 480 Ahmet Emin, Yakın Tarihte...., C. III, s 76. 147 ve bunu tatbik etmekten tereddüt etmeyen mağrur kişilerin bir takım hareketleriydi”481 şeklinde değerlendirmiştir. İstanbul gazetelerinin Ankara'nın deklare ettiği bu yeni oluşuma şiddetle karşı koyduğunu, bunların arasında kendi gazetesinin en ılımlı eleştiri yönelten gazete olduğunu belirtmiş, kendisinin sürekli olarak birlik ve uyumu vurguladığını, tamamen yeni rejimin yanında olmakla beraber, böylesine önemli bir değişimin Meclis'te komisyon kararında alınması ve basında özgürce tartışılması gerektiğini yazmıştır.482 Ankara hükümetine yakınlığı ile bilinen Falih Rıfkı ise, Cumhuriyet'in ilanına gösterilen tepkileri Akşam'da şöyle değerlendirmiştir: “Her eserimiz bir mücadeleye sebebiyet verecek, her işimiz bir mukavemete rast gelecektir. Bu mücadele ve bu mukavemet masum halka ait değildir; inkılaptan zarar gören menfaatlerindir. Bugünkü bu menfaatlerle anlaşmaya, bu menfaatlere maddi veya manevi tavizat vermeye meylederiz, o gün Cumhuriyet'in tehlike günüdür.”483 Mustafa Kemal, Nutuk'ta, basında Cumhuriyet'in ilan edilmesine tepki gösteren yazılara değinmiştir. Doğrudan gazete ve gazetecinin ismini vermeden yaptığı değerlendirmede Ahmet Emin'in de yazısına değinmektedir. Ahmet Emin'in yazısında, Amerika'nın bağımsızlığını sağlayan Washington'un çiftliğe çekilerek Meclis'in altı ayda anayasayı hazırladığını daha sonra Washigton'a başkanlık vermesini örnek gösterdiğini ve aynı yazıda Anayasa'nın bu şekilde değiştirilmesinde kendisinin (Mustafa Kemal'in) ön ayak oluşunu hoş görülmediğini aktarmıştır. Mustafa Kemal şöyle devam etmektedir: “Bu yazarın ve benzerlerinin, Cumhuriyet'i kurmak kararının alınışında ve Cumhuriyet'in kuruluşu ile ilgili yasada gördükleri yanlışlık ve eksiklikleri eleştirmelerindeki içtenliğe inanabilmek için çok bön olmak gerekir. Eğer bu 481 Ahmet Emin, Turkey in My Time, s 145. Ahmet Emin, Turkey in My Time, s 145. 483 Falih Rıfkı, “Cumhuriyet'in İlk Günü”, Akşam, 4 Teşrin-i sani 1923. Falih Rıfkı, 7 Teşrin-i sani'deki yazısında da Cumhuriyet karşısında muhalefet edenleri şöyle gruplandırır: “1-Yeni devletin Anadolu'da teşekkülünü hiçbir zaman hazmetmemiş olanlar, 2-Hiç bir zaman inkılaba razı olmamış olanlar, 3- Menfaatleri mutazarrır olanlar.” Falih Rıfkı, “Samimiyetsizlik”, Akşam, 7 Teşrin-i sani 1923. 482 148 yazarlar Cumhuriyet'in ilanı günü yaygaralı saldırılara başlamayıp, önce Cumhuriyet'in ilanını iyi gözle görseler, içtenlikle karşılasalardı; kamuoyunu kuşkuya ve güvensizliğe sürükleyecek yerde Cumhuriyet'in iyi ve onun ilanının pek yerinde olduğunu kamuoyuna aşılayacak yazılar yazsalardı, ondan sonra yapacakları her türlü eleştirinin içtenliğini ileri sürmekte haklı olabilirlerdi. Ama gördüğümüz davranış bu olmamıştır.”484 1 Kasım’da Rauf Bey'in, Vatan ve Tevhid-i Efkar’da son kararları eleştiren beyanatı yayınlanmıştır. Rauf Bey gazetelere verdiği demeçte kendisinin de Cumhuriyet'e inandığını, TBMM 1920’de açıldığından beri rejimin Cumhuriyet olduğunu, sadece isminin konulmamış olduğunu belirtmiştir. Formalite yerine getirilirken Meclis’te konu yeterince tartışılmamış ve kamuoyu hazırlanmamıştır. Rauf Bey demecinde: “Şekli Cumhuriyet bir günde takrir ettirilerek ilanı, halkça gayrimesul zevat tarafından tertib edilen bir şeklin emrivaki ihdas edildiği fikri ve endişesi hasıl oldu. Bu endişe pek tabii görülmelidir”485 demiştir. Rauf Bey'in gazetelere verdiği beyanat, Halk Partisi tarafından tepki ile karşılanmıştır.486 Verilen önergede Rauf Bey'in açıklamaları ile Cumhuriyet'i zaafa uğrattığı, Meclis'te sorguya çekilmesi gerektiği, Rauf Bey'in etrafında oluşmakta olan muhalefetin güç ve niteliğinin bilinmesinin şart olduğu belirtilmiş, parti grubu İsmet Paşa Başkanlığı'nda 26 Kasım’da toplanmıştır. Rauf Bey Meclis'teki konuşmasında Cumhuriyet taraftarı olduğunu ancak milli hakimiyet ve tartışma özgürlüğünden tavizler verilmesine karşı çıktığını açıklamıştır. Rauf Bey'in İstanbul’da Halife'yi ziyaret etmiş olması da başlı başına bir eleştiri konusu haline gelmiştir. Oturum sırasında oldukça sert bir konuşma yapan İsmet Paşa487 Rauf Bey'in muhalefet partisi 484 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk...., s 1091 “Sabık Heyet-i Vakili Reisi Rauf Beyle Mülakat”, Vatan, 1 Teşrin-i sani 1923. 486 Rauf Bey anılarında, Cumhuriyet'i öğrendiğinde müsterih olduğunu, bazı gazetelerin bunu beklenmedik bir hadise gibi karşıladıklarını oysa TBMM’nin açıldığı günden beri rejimin fiilen Cumhuriyet olduğunu sadece isminin konulmamış olduğunu yazmaktadır. Mustafa Kemal, Rauf Bey'in Vatan ve T.Efkar'da yayınlanan beyanatına büyük tepki duymuş ve Nutuk'ta sert bir şekilde eleştirmiştir. Mustafa Kemal: “Rauf Bey, yapılan işin yalnız bir ad değiştirmekten ve üst tabakada biçim değiştirmekden başka bir şey olmadığını söyleyerek Cumhuriyet'i ilan etmenin, çocukça ve ivedi bir davranış olduğunu anlatmaya çalışmıştır...Mustafa Kemal Rauf Bey için, “Cumhuriyet yönetimine ne denli ilgisiz ve ondan ne denli uzak olduğunu kanıtlamıyor mu?” diye sorduktan sonra Rauf Bey'in devlet başkanlığı makamına halifenin gelmesi beklentisi içinde olduğunu bu nedenle Cumhuriyet kararına tavır aldığını söylemiştir. Nutuk..., s 1099. 487 İsmet Paşa konuşmasında şunları söylemiştir: “Bir halife fetvasının, bizi I. Dünya Savaşı yıkımına attığını hiçbir zaman unutmayacağız. Bir halife fetvasının, ulus ayağa kalkmak istediği 485 149 kuracağı söylentilerinin bulunduğunu, böyle iken Rauf Bey'in aynı kanaatteymiş gibi aynı parti içinde olmasının ülkeyi anarşi içinde yönetmek anlamına geldiğini söylemiştir. Rauf Bey'in parti içinde mi yoksa parti dışında mı kalma arzusu içinde olduğunu sormuş, Rauf Bey de muhalif parti kurmayacağı yönünde cevap vermiştir.488 1923 sonlarında artık Ankara ve İstanbul basını arasındaki tartışmalar iyice artmıştır. Yunus Nadi'nin, Rauf Bey'e hitaben, “Cumhuriyet'in ilanı, Mustafa Kemal Paşa'nın Reisi Cumhur intihabı neyi değiştiriyor ki, bu işlerin acele yapılmış olduğu hakkında tenkitkar müddeiyata cevaz olabilsin. Yoksa al kan hayatıyla aldığı hakimiyet, millete çok görülmek mi isteniyor? Yoksa zahirde inkar olunan post kavgasına hakikatte vücut mu verilmek isteniyor?”489 diye yönelttiği sorulara, Ahmet Emin başyazısında karşılık vermiştir. İş başında olanların eleştiriyi gerekli gördüklerini ama eleştiri yapılınca da bunu “garezkarlık” olarak adlandırdıklarını, ya doğrudan zor kullanarak ya da bir iki hükümet gazetesini eleştirene “saldırtma” yolu ile tartışma hürriyetinin sınırlandırıldığını yazmıştır. Cumhuriyet ve hakimiyeti milliye taraftarlığı konusunda kendilerinin de azimli olmalarına rağmen, Ankara gazeteleri başka türlü düşünmenin mümkün olduğunu havsalarına sığdıramamaktadırlar.490 Rauf Bey'in demecinde Cumhuriyet taraftarı olduğunu açıkça ifade ettiğini Nadi Bey'in “galiba beyanatı okumadığını” söylemiştir. Hakimiyet-i Milliye'de ise “Müfsidler Hadlerini Bilmelidirler” başlıklı bir yazı yayınlanmış ve tartışma hürriyetinin en kutsal esaslardan biri olduğu belirtilerek herkesin fikrini açıkça söylemeye ve hangi idare tarzının taraftarı olduğunu ilan etmeye çağırmıştır. Fakat ortaya açık ve belli bir fikir atmadan yapılanları eleştirenlerin, Meclis'i, partiyi ve devlet başkanını “namerdane ve kahbece tezyif etmek küstahlığında zaman, ona düşmanlardan daha alçakçasına saldırdığını unutmayacağız. Tarihin herhangi bir dönemide, bir halife, bu ülkenin alınyazısına karışmayı aklından geçirirse, hiç kuşku yok, o kafayı koparacağız!” Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk...., s 1123. 488 1968'te Abdi İpekçi, İsmet İnönü ile yaptığı röportajda, Rauf Bey'in Cumhuriyet'e karşı aldığı vaziyeti sorması üzerine İnönü: “Bunlar açıktan alınmış vaziyetler değil. Yani bu hususlarda Rauf Beyin bize vaziyet aldığı sarih bir delile istinat etmiyor. Haksızlık payı var, mübalağa payı var” cevabını verecektir. Abdi İpekçi, İnönü Anlatıyor, Cem Yayınları, İstanbul, 1968, s 21. Atatürk'ün Nutuk'ta Rauf Bey'e karşı tavrını da şöyle değerlendirmiştir: “Nutuk'u yazarken Rauf Beye karşı sert davrandığı söylenebilir. Ama o günkü şartlar içinde başka türlü yapamazdı. Kendi vaziyetini izah ederken kanaatlerini sert bir şekilde söylemiştir. Yaşasaydı belki şartlar değiştiğine göre Rauf Bey hakkında başka türlü konuşurdu.” Abdi İpekçi, İnönü Anlatıyor, s 22. 489 “Nadi Bey'in Rauf Bey'e Cevabı”, Yeni Gün, 2 Teşrin-i sani 1923. 490 Ahmet Emin, “İskat (susturma) Zihniyeti”, Vatan, 5 Teşrin-i sani 1923. 150 bulunanların hür ve serbest düşünen insanlar değil, kelimenin bütün manasıyla müfsidler”491 olduğunu yazmıştır. Ahmet Emin'in “tufeyliler” dediği bir gurup insanın, hükümetin işleyişini ve genel hayatı zehirlediği tarzındaki yorumlarına492 Hakimiyet-i Milliye “İş İş” başlıklı yazıyla Ankara Hükümeti'nin durmadan iş gördüğü şeklinde cevap yazmıştır. Hakimiyet-i Milliye'de çıkan bir başka yazıda da, İstanbul'da üç tür kişi olduğundan söz edilmektedir. Bunlar yabancı sermayenin adamı, saltanat çığırtkanı ve haris politika zorbasıdır. Birinci guruptakiler parayı, ikinciler irticayı üçüncüler ise yalnız kendilerini temsil edenlerdir.493 Ahmet Emin, Hakimiyet-i Milliye'nin bütün sorunların kaynağını İstanbul gazetelerinin ülkenin işlerini renksiz göstermesinde aradığını, Ankara'nın iş görmediğinden şikayet edilmediğini, ancak daha fazlasını yapmak adına gereken sermayenin ülkeye girmesi için dışarıda itibarımızın olması gerektiğini yazmıştır. Ülkede saltanata geri dönmeyi isteyecek kimse olmadığını, Mustafa Kemal'in Cumhurbaşkanı olmasından iftihar etmeyecek bir Türk bulunmadığını belirtmiştir. Hakimiyet-i Milliye'nin basının “asayiş berkemaldir” günlerine dönmek istediğini, gözleri gerçeklere kapatarak kendimizi aldatma yoluna gitmekle kamuoyunu afyonlamaktan başka bir şey yapılmış olmayacağını yazmıştır.494 Celal Nuri, 6 Kasım'da kaleme aldığı yazısında, Hükümet'in İstanbul'daki muhalefeti, meşrutiyet dairesinde mutlaka susturması gerektirdiğini yazmıştır. İleri yazısında şu ifadelere yer vermiştir: “İstanbul tenvir edilmelidir. İstanbul, Cumhuriyet'in amalini bilmelidir. Cumhuriyet'in maksadı, icraatı, tasavvuratı, yalnız Tanin'in zehirnak tenkidatından, Tevhid-i Efkar'ın kaba tahrikatından, İkdam'ın uluorta düşmanelerinden, Vatan'ın kaydırılmış ve kaptırılmış kaleminden anlaşılamaz.”495 Bu tartışmalardan kısa bir süre sonra İstanbul gazeteleri, basına sansür konulmak istendiğine dair yazılar kaleme almaya başlamışlardır. Tanin'de, İsmail Müştak konuya değinen makalesinde, özetle, eleştirilerinden kuşkulanılan gazetelerin kapatılması, gazetecilerin yurtdışına çıkarılması, matbuat üzerine yıldırma politikası izlenmesi halinde hükümetin güçlenerek, millet ve memlekete bir iyilik mi yapılmış 491 492 493 494 495 “Müfsidler Hadlerini Bilmelidirler” Hakimiyet-i Milliye, 4 Teşrin-i sani 1923. Ahmet Emin, “Tufeyliler ve Harici İtibar”, Vatan, 7 Teşrin-i sani 1923. “İstanbul'u İkaz”, Hakimiyet-i Milliye, 7 Teşrin-i sani 1923. Ahmet Emin, “Asayiş Berkemal”, Vatan, 8 Teşrin-i sani 1923. Celal Nuri, “Cumhuriyet ve Muhalifler”, İleri, 8 Teşrin-i sani 1923. 151 olacağını sormaktadır. Eğer gazeteciler genel bir etki ve endişenin tercümanı oluyorlarsa, yapılacak şey gazetecileri susturmak değil, o etki ve endişenin kaynağı kurutmaktır. En uygun olan ise basın hürriyetini, kamuoyunun takdirine bırakmaktır.496 Matbuat ve İstihbarat Müdürü M. Zekeriya (Sertel), anılarında basına sansür konulması iddialara karşı Matbuat Müdürlüğü adına bir bildiri yayınlayarak, hükümetin basını sınırlamak için bir şey düşünmediğini açıklamıştır. Ancak İçişleri Bakanı Ferit Bey, Zekeriya Bey'in açıklamalarından memnun olmamış ve hükümetin basına sansür koyma düşüncesi olduğunu ima etmiştir. Bunun üzerine Zekeriya Bey görevinden istifasını sunmuş, birkaç gün sonra da görevinden alındığı bildirilmiştir. Sertel kendisinden sonra basına sansür konulduğunu, baskının arttırıldığını yazmaktadır.497 Ahmet Emin konuya değinen yazısında, isim vermeden, hükümetin teklifi ile İstihbarat Müdürü olan Zekeriya Bey'in gazetesindeki görevini bırakarak yeni görevine başladığını, ancak kısa sürede yeni görevinden azledildiği için açıkta kaldığını, böyle bir durumda bu arkadaşın hükümete nasıl güven duyabileceğini sormuştur.498 Basından yükselen sesler karşısında, 18 Teşrin-i sani'de, Matbuat Kanunu'nun 26. maddesinde bir düzenlemeye gidilerek, BMM veya Cumhurbaşkanı hakkında kötülemede bulunanlara üç ay ile üç yıl arasında, halife için iki ay ile iki sene, yabancı devlet başkanları hakkında da üç ay ile iki sene arasında ceza tayin edilmiştir. Bunun üzerine Vatan'da Ahmet Şükrü, “hükümetin, matbuatın boğazını tatlı sözler söyleyerek sıktığını” yazmıştır. Bundan böyle Cumhurbaşkanı hakkında yazı yazarken gazetecilerin üç defa, yabancı devlet başkanları için yazarken iki defa, halife hakkında yazı yazarlarken de bir defa düşünmeleri gerekeceğini belirtmiştir. Bu kanun hakkında soru sorulunca saltanat devrinde de böyle bir kanun olduğunun söylendiğini ancak Cumhuriyet sisteminin kendine ait kanunları bulunduğunu dile getirmiştir.499 Bu dönemde çıkan ikilik, Ankara-İstanbul veya lider kadro ile ona muhalefet edenler arasındaki bir kutuplaşma şeklinde algılanmaya başlamıştır. Ahmet Emin ise ikiliğin, keyfi hükümet usulleri ile kanun ve prensip taraftarları arasında olduğunu dile getirmiştir.500 496 497 498 499 500 İsmail Müştak, “Hürriyet-i Matbuat Meselesi”, Tanin, 12 Teşrin-i sani 1923. Zekeriya Sertel, a.g.e., s 119. Ahmet Emin, “İtimadın Manası”, Vatan, 21 Teşrin-i sani 1923. Ahmet Şükrü (Esmer), “Arslan Usulü”, Vatan, 20 Teşrin-i sani 1923. Ahmet Emin, “İki Cephe Arasında”, Vatan, 25 Teşrin-i sani 1923. 152 V. Hilafetin İlgası Saltanatın 1 Kasım 1922’de kaldırılmasından hilafetin ilga edildiği 2 Mart 1924’e kadar, 16 ay boyunca hilafet konusu Meclis gündeminde kalmıştır. Tunçay, hilafetin kaldırılmasının gecikmesindeki sebepler arasında dış ve iç politika bağlamında iki nokta üzerinde durmaktadır. Tunçay'a göre bu sebeplerden ilki Lozan görüşmeleri sırasında halifenin varlığının gerekli görülmesi, diğeri de devrimleri adım adım gerçekleştirme taktiğinin izlenmesidir.501 Halife Abdülmecid’in yabancı temsilcilerle görüşmesi, kabul törenleri düzenliyor olması, Cuma namazına gösterişli şekillerde gitmesi ve son olarak da kendisine ayrılan ödeneği yeterli görmeyerek artırılmasını talep etmesi Ankara’nın tepkisini çekmiştir. Ahmet Emin, daha 1918'de çağdaş bir devlet olmak için, “devleti teokrasiden tamamıyla ref etmek gerektiği” hakkında yazılar kaleme almıştır. Özellikle Rusya'daki ihtilalden sonra dünyada din ile devleti birleştiren ve din kurumuna bağımsız bir mevki tanımayan tek bir medeni memleket kalmadığını yazmıştır.502 Okuyucularından gelen tepkiler üzerine konuya açıklık getirerek, hilafet meselesinin konu olmadığını, “Meşihat ve Evkaf Nezaretinin” bağımsız bir din heyeti olarak doğrudan halifeye bağlanabileceğini, buna karşılık da Osmanlı Devleti'nin bütün vatandaşlar için eşit bir kanun heyeti haline gireceğini yazmıştır.503 Ahmet Emin'in yaklaşımında daha çok dinin toplumsal fonksiyonları ön plana çıkmaktadır. Savaş ve yoksulluğun hüküm sürdüğü yıllarda toplusal çözülmenin önüne geçilmesi anlamında, dinin ve ahlakın gerekliliğini sık sık vurgulamıştır. Özellikle yeni kuşak arasında dini ilginin azalmasını, içten bir dini terbiyeden mahrum yetişmesini endişe ile karşılamıştır. Dinin, ahlakın kaynağı olarak, topluma nüfuz etmesi gerektiğini belirtmiştir. Özellikle Avrupa ile yüzeysel temaslar sonucunda, “yeni fikirli” görünmek için hiçbir şeye inanmaz, kutsal değerleri, sosyal ve ahlaki kuralları 501 502 503 Tunçay, a.g.e., s 71. Ahmet Emin, “Sulh Hazırlığı”, Vakit, 21 Teşrin-i sani 1918. Ahmet Emin, “Sulh Hazırlığı 2”, Vakit, 22 Teşrin-i sani 1918. 153 tanımaz gibi görünmenin moda olduğunu, oysa Anglo-saksonların, Almanların gelişmişliklerine rağmen bu değerlere önem vermeye devam ettiklerini belirtmiştir.504 Bu yöndeki düşüncelerinde Amerika'da bulunduğu sırada yaptığı gözlemler etkili olmuştur. Ahmet Emin, dini bir devlet kurulamayacağını ve modern bir devlet fikrini kabul etmek gerektiğini, bunun için de devlet haricinde bir cemaat hayatının kurulmasından başka çare olmadığını ileri sürmüştür. Cemaat hayatı ve İslami din teşkilatı ile kişiler üzerinde daha fazla dini ve ahlaki nüfuz sağlanabileceğini, korumasız yetim, fakir ve hastaların devlet haricinde başvurabilecekleri bir merciye kavuşabileceklerini, cemaat okullarının açılabileceğini, aile kurumunun güçleneceğini, fuhuşun önlenebileceğini ileri sürmüştür.505 Geçmişte Hıristiyanlığın bilimin önüne engel iken İslam'ın böyle olmadığını, bu halde neden Hıristiyanlığın ilerlediğini sormakta ve Batı dünyasında dinin etkisi azalacak yerde arttığını, dinin kendine ait inanç, ahlak işleri ile meşgul olmaya başladığını ifade etmiştir.506 Sultan Vahdettin'in İngilizlere sığınmasından sonra, 20 Teşrin-i sani'de Halife Abdülmecid ile görüşen Ahmet Emin, Abdülmecid'in Anadolu'daki mücadeleye destek verdiğini, vatanperver kişleri sarayına çağırarak “milli bir vahdet” meydana gelmesi için girişimlerde bulunduğunu belirtmiştir. Ahmet Emin: “Mütarekeden sonra bir müddetler menafi-i milliyeyi harice karşı müdafaa ile iştigal etmiş olan ve milli blok diye yad edilen vahdet-i milliye hareketi en ziyade Halife Hazretlerinin teşvikleridir”507 yorumunda bulunmuştur. Hilafet konusu gündeme, Mustafa Kemal'in 17 Ocak 1923’te İzmit'te, İstanbul'un altı gazetecisi ile yaptığı toplantıda getirilmiştir.508 İzmit'te basınla yapılan toplantıya gazetecilerin yanı sıra Dr. Adnan, Halide Edip Hanım da katılmıştır. Mustafa Kemal konuyu hilafet meselesine getirerek gazetecilerin konu hakkındaki düşüncelerini sormuştur. Katılımcıların düşünceleri ise genel olarak, hilafetin varlığının korunması ile 504 Ahmet Emin, “Dini Hayatımız”, Vakit, 15 Mayıs 1918. Bir başka yazısında da dini ve sosyal geleneklere açıkça saygısızlık göstermenin bazılarınca bir marifet sayılmaya başlandığını dile getirmektedir. Oysa Batıya gidilecek olursa güya oradan taklit ettiğimiz şeylerin hiçbiriyle karşılaşmayacağımızı belirtir. Ahmet Emin, “Ramazan Ayı”, Vakit, 29 Nisan 1920. 505 Ahmet Emin, “Cemaat Teşkilatı”, Vakit, 9 Kanun-i evvel 1918. 506 Ahmet Emin, “Din ve Siyaset”, Vakit, 20 Kanun-i evvel 1923. 507 Ahmet Emin, “Huzur-u Hilafetpenahi'de”, Vakit 21 Teşrin-i sani 1922. 508 Ahmet Emin, bu toplantının tarihini Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, C. III'te, 17 Ocak 1923 olarak verirken, Turkey in My Time adlı eserinde yanlışlıkla Ocak 1924 olarak vermektedir. s 136. 154 İstanbul’un tüm İslam aleminin merkezi haline gelebileceği yönündedir. Mustafa Kemal, hilafeti sembol olarak devam ettirilse bile, diğer İslam ülkelerinin tanımadıkları hilafetin mutlaka ilga edilmesini gerektiğini söylediğinde, böyle bir fikri aklından daha önce hiç geçirmemiş gazeteciler çok şaşırmışlardır. Mustafa Kemal hilafet meselesini siyaseten hallettiklerini, yeni bir Türk devleti kurulduğunu, memleketin tek temsilcisinin Meclis olduğunu belirtmiştir. Konuşmasının devamında da Türkiye'nin başka bir makam tanımayacağını, hilafetin makamı ve resmi mahiyeti olmadığını da eklemiştir. Ahmet Emin “Halifenin vaziyetinin devlet makinesi üzerinde dini bir mahiyette mi kalacağını”509 sorusunu yöneltmiştir. Mustafa Kemal'in hilafet hakkındaki düşüncesini açıklaması sonrasında Ahmet Emin, “Bir Katolik topluluğuna Papalığın ilgasından bahsedildiğinde nasıl tepki uyandırırsa” kendilerinin de böyle bir etki altında kaldıklarını belirtmiştir. Mustafa Kemal gazetecilerin yazacakları yazılarla bu ıslahat hamlesi için kendisine yardımcı olmalarını istemiştir. Ahmet Emin ise halkın “mutaassıp bir grubun” tesiri altında olduğunu, bunların ıslahata karşı koymak isterse tedbirinin ne olacağını sormuş, Mustafa Kemal de, “Bu hilekar nüfuz simsarlarına hiç kulak asmazsak ve hükümetin hiçbir suretle kendilerine değer vermediğini belirtirsek, bunlar hiç haline inerler”510 cevabını vermiştir. Mustafa Kemal hilafetin kalması ülkede tehlikeli bir ikilik yaratacağından, sömürgeci devletlerin politikasından, Müslüman dayanışmasının durumundan, savaş sırasında ilan edilen “kutsal cihadın” hiçbir sonuç vermediğinden bahsederek gazetecileri konu hakkında kamuoyunu hazırlamaları için ikna etmeye çalışmıştır.511 8 Kasım'da Halife'nin istifa edeceği haberi, konu ile ilgili başta Tevhid-i Efkar, Tanin, Vatan'da tartışmalar yaşanmasına neden olmuştur. Tevhid-i Efkar'da Halife'nin, Türkiye sınırları dışındaki Müslümanların Hıristiyan boyunduruğunda olduklarından dolayı, bağımsızlıklarını kazanıncaya kadar, tam bağımsızlık sahibi olan kuvvet ve nüfuz sahibi Türk Hükümeti tarafından ve Osmanlı hanedanından seçilmesi 509 İsmail Arar, Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı, Burçak Yayınları, İstanbul, 1969, s 28. Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 29. 511 Tunçay, çalışmasında, “Osmanlı halifeliğinin, örneğin bir Cihad-ı Mukaddes” ilanının hiç işe yaramadığı, resmi tarihimizde biraz fazla vurgulanmıştır. Bunun çok doğru olmadığını, diyelim bir İngiltere'nin Türkiye'ye karşı politikasında kendi imparatorluğunun Müslüman uyruklarının tepkilerini her zaman kollamak zorunluluğunu duyduğunu kesinlikle söyleyebiliriz” diye yazmaktadır. Yazarın vurguladığı bir diğer nokta, hilafetin kaldırılmasının, Mustafa Kemal'in kişisel egemenliğe doğru gidiş olarak değerlendirmekte ve bu yolla kendi gücünü topluma kabul ettirmek, onaylatmak anlamında bir “kuuvet gösterisi” olarak düşünmüş olabileceğini yazmaktadır. Tunçay, a.g.e., s 71-72. 510 155 gerektiği, aksi halde hilafetin elimizden gideceği yazılmıştır.512 Tanin'de de halifenin istifası ve yeni halife seçimi söz konusu olduğu takdirde, İslam ülkelerinden temsilcilerin gelmesi gerektiğini ancak onların da esir konumunda olduklarını belirtilmektedir.513 Mustafa Kemal, Nutuk'ta Cumhuriyet'in ilanı sonrasında, İstanbul'da basında halifenin görevden çekildiği ya da çekileceği üzerine söylentiler ve yalanlamaların yayınlamaya başladığını söylemekte ve Vatan'da 9 Kasım 1923'te yer alan yazıya değinmektedir. Makalede Halife'nin bütün Müslümanlardan sevgi gördüğü, dünyanın her yerinden binlerce ve telgraf aldığı vurgulanarak halifeliğin kolayca sarsılır bir makam olmadığının anlatılmaya çalışıldığını belirtmektedir.514 11 Kasım'da Tanin'de yer alan yazıda, padişah soyundan olanların haklarına HF'nın önde gelenleri tarafından çirkin saldırılarda bulunulduğu ifadelerine yer verilmiştir.515 Tevhid-i Efkar’da Ebüzziya, Tanin’de Hüseyin Cahit hilafet lehinde yazılar yazarak, Ankara’ya ağır eleştiriler yöneltmişlerdir. Mustafa Kemal’in diktatörlüğe gittiği yolundaki yazılar516 Ankara tarafından tepki ile karşılanmıştır. Hüseyin Cahit, hilafetin kaldırılması halinde, Türkiye'nin İslam dünyası içinde önemi kalmayacağını, Avrupa siyaseti karşısında da değersiz duruma düşeceğini ileri sürmüştür. Hüseyin Cahit: “Milliyet hissini duyan her Türk hilafete dört elle sarılmak mecburiyetindedir. Çünkü hilafet Türklük için bir kuvvettir. Hilafeti Türkiye hudutlarından dışarıya çıkaracak surette hareket etmek intihardan farksızdır” diye yazmıştır.517 Hüseyin Cahit, hilafeti uluslararası alanda politik bir güç odağı olarak değerlendirmektedir. Baro Başkanı Lütfü Fikri Bey'in Halife'ye yazdığı mektubun 10 Teşrin-i sani'de Tanin'de yayınlanmış olması, Hüseyin Cahit'in hilafet taraftarı olan kişi ve düşüncelere gazetesinde destek verdiğini göstermektedir. Mustafa Kemal Hüseyin Cahit'in halifenin istifası hakkında: “Arkadan arkaya verilmiş bir karar karşısındayız. Millet Meclisi'nin bu kadar baskı altında dışarıda verilen kararları sadece onaylama durumuna düşürüldüğünü görmek gerçekten çok acı oluyor”518 sözlerini Meclis'i kendilerine karşı bir kışkırtma, Cumhuriyet Hükümeti'ni millet gözünde kötü gösterme 512 513 514 515 516 517 518 Tevhid-i Efkar, 9 Teşrin-i sani 1923. “Halife Hazretlerinin İstifa Hakkındaki Şaiyat-ı Tekzibi”, Tanin, 9 Teşrin-i sani 1923. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk...., s 1103. Hüseyin Cahit, “Şimdi de Halifelik Meselesi”, Tanin, 11 T.sani 1923. Hüseyin Cahit, “Korktuğumuz Nedir?”, Tanin, 9 Teşrin-i sani 1923. Hüseyin Cahit, “Şimdi de Hilafet Meselesi”, Tanin, 11 Teşrin-i sani 1923. Hüseyin Cahit, “Şimdi de Hilafet Meselesi”, Tanin, 11 Teşrin-i sani 1923. 156 olarak kabul etmiştir. Hilafetin ilga edilmesi halinde İslam dünyası ve Avrupa siyaseti karşısındaki gücümüzü yitireceğimizi ileri süren, hilafeti Türkiye sınırlarına çıkarmayı intihar addeden519 ve kendisini Cumhuriyetçi olarak tanıtan Hüseyin Cahit'in tutumu, Nutuk'ta şu şekilde değerlendirilmektedir: “Halifeliğe dört elle sarılmak zorunda bulunan bir yönetim biçiminin, Cumhuriyet olamayacağını anlayabilmek için de büyük bir yetenek gerekmediğini söylemekle yetineceğim”520 Mustafa Kemal bu dönemde, ülke içinde gizli teşkilatlar kurularak İstanbul’da Vatan, Tanin, Tevhid-i Efkar, Son Telgraf ve Toksöz gibi gazetelerin çevresinde birleşilmeye başlandığını söylemektedir.521 Merkezi Londra’da bulunan İsmailiye tarikatı ve Hint Hilafet Komitesi liderlerinden Ağa Han ve Emir Ali’nin522 hilafetin Müslüman halklar arasında bir manevi bağ olarak devam etmesi gerektiği yönünde İsmet Paşa’ya hitaben yazdığı mektup, İsmet Paşa’nın eline geçmeden 5 Aralık 1923'te Tanin,523 İkdam ve Tevhid-i Efkar'da yayınlanmıştır. Bunun üzerine Hakimiyet-i Milliye'de, Ağa Han'ın I. Dünya Savaşı sırasında, Halife'nin cihat çağrısını fetvanın meşru olmadığını söyleyerek Hint Müslümanlarının İngiltere'ye bağlı kalması yönünde gayret sarfettiği dile getirilerek, mektubu gönderenlerin İngiliz politikasının adamları olduğunu belirten bir yazı yayınlamıştır.524 Mektubun İsmet Paşa'nın eline geçmeden yayınlanmış olması, mektubu yazan ve yayınlayanların aynı amaç etrafında kamuoyunu etkilemek 519 Hüseyin Cahit, “Şimdi de Hilafet Meselesi”, Tanin, 11 Teşrin-i sani 1923. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk....., s 1105. 521 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk....., s 1139. 522 İsimleri geçen Ağa Han ve Emir Ali, I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'na karşı İngilizlerin yanında yer almış olmakla beraber, 1920'de Paris'e Barış Görüşmeleri sırasında Paris'e giderek Enformasyon gazetesine verdikleri beyanda, Türklerin Trakya ve İstanbul'dan çıkarılması halinde Fransa'nın Akdeniz'de ve Doğu'da konumunun zayıflayacağını, Türkiye bağımsız bırakılmadığı takdirde Doğu ve Batı arasındaki uyumun bozulacağını bildirerek, “Hind ve Mısır Müslümanları Türkler gibi mazisi parlak kahraman ve mütemeddin (medeni) bir Müslüman milletini idama mahkum edilmesi karşısında lakayd kalamazlar” demişlerdir. “Hind Müslümanlarının Nokta-i Nazarı”, Vakit, 13 Şubat 1920. Tunçay da çalışmasında, başlarında Ağa Han ve Emir Ali'nin bulunduğu 36 kişi tarafından imzalanan ve Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığı'na 1919'un başlarında çektikleri telgrafı ve yine 20 Kanun-i evvel 1919'da Ağa Han'ın Times'taki demecini vermektedir. Burada özetle İstanbul ve Osmanlı Devleti'nin İşgal güçleri karşısındaki konumuna Müslüman dayanışması açısından yaklaşılmaktadır. (bakınız Tunçay, a.g.e., s 76-81. 523 Hüseyin Cahit'in bu mektubu yayınlamasında Lozan görüşmelerinden uzaklaştırılmış olması da önemli bir etken olarak dikkate alınmalıdır. Lozan görüşmeleri sırasında heyet içinde bulunanlar arasında Duyun-u Umumiye konusunda anlaşmazlık çıkmış, Hüseyin Cahit'e oluşan güvensizlik nedeniyle gelişmeler hakkında bilgi verilmemiştir. 524 Hakimiyet-i Milliye, 9 Aralık 1923. 520 157 istedikleri şeklinde yorumlanmıştır. İsmet Paşa Meclis'teki konuşmasında mektubun yayınlanmasının propaganda amaçlı olduğunu, Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nun 1. maddesine göre suç teşkil ettiğini söyleyerek, mektubu yayınlayan gazetecilerin yargılanması için İstanbul'a bir İstiklal Mahkemesi'nin gönderilmesini teklif etmiştir. Rauf Bey ise söz alarak İstiklal Mahkemesi yerine adliye ve polis teşkilatı aracılığıyla sorunun çözümlenebileceğini belirtmiştir. İsmet Paşa'nın teklifinin kabul edilmesi ile gönderilecek İstiklal Mahkemesi'nin üyeleri seçilmiştir. Konu ile ilgili olarak 9 Kanun-i evvelde Tanin Başyazarı Hüseyin Cahit, Yazı İşleri Müdürü Baha Bey, İkdam’ın sahibi Ahmet Cevdet, Tevhid-i Efkar Başyazarı Velid Bey ile İkdam ve Tevhid-i Efkar'ın sorumlu müdürleri tutuklanmıştır. Yakalananların arasında, Halife'ye 10 Teşrin-i sani'de “Huzur-u Hazret-i Hilafetpenahi'ye” başlıklı açık mektup yazan Baro Başkanı Lütfi Fikri (Düşünsel) de bulunmaktadır. Lütfi Fikri mektubunda: “Acaba dünyanın neresinde, tarihin hangi çağında görülmüştür ki, bir millet atalarından miras olan bu kadar önemli bir gücü, manevi zenginliği hiçbir zor olmadan, kendi isteğiyle elinden çıkarsın? Hayır bu bir intihardır”525 ifadelerine yer vermiştir. Ayrıca saltanat lehine, Cumhuriyet aleyhinde yazı yazan Abdülkadir Kemal Bey de mahkemede yargılanmıştır. Duruşmalar 15 Kanun-i evvel 1923'ten 2 Kanun-i sani 1924'e kadar devam etmiştir. Ahmet Emin tutuklamalar karşısında oldukça uzlaştırıcı bir tavır takınmıştır. Kaleme aldığı yazıda, zor görevler karşısında bulunan ve idare şeklini daha yeni tespit eden, buna dair ayrıntılar nedeniyle eleştirilere uğrayan yönetimin mektuba kızmasının çok doğal olduğunu ifade etmiştir. İki Hintlinin ülkenin içinde tartışmalar devam ettiği bir sırada müdahale etmesi şüphe uyandıracak bir harekettir. Ancak bu üç gazetecinin İngiliz entrikalarına alet olduklarının düşünülemeyeceğini, mektubu haber değeri olduğu için yayınladıklarını söylemiştir. Soruşturma ve uyarmanın tutuklamalara gerek kalmadan, üç gazeteciyi Ankara'ya çağırarak meselenin aslının kendilerine sormanın mümkün olabileceğini, eğer cezayı gerektirecek bir durum varsa ancak o zaman mahkemenin faaliyete geçebileceğini526 yazmıştır. Bir gün sonraki yazısında da hükümetin tartışma hürriyetini kaldırma gibi bir amacının olamayacağını çünkü 525 Mahmut Goloğlu, Halifelik Ne İdi, Nasıl Alındı, Niçin Kaldırıldı, Kalite Matbaası, Ankara, 1973, s 45. 526 Ahmet Emin, “Dünkü Tevkifler”, Vatan, 10 Kanun-i evvel 1923. 158 Mustafa Kemal'in tartışma hürriyetine şiddetle taraftar olduğunu pek çok kez ispat ettiğini, savaş sırasında basın sansürü uygulamayan tek hükümetin Ankara hükümeti olduğunu söylemiştir.527 Ahmet Emin, mektubun yayınlanmasını bir gazetecilik olayı olarak değerlendirmiştir. Gazetelerin haber ve yorum sütunlarının ayrı olduğunu, bir gazetenin haber sütununda, gazetenin yayın politikasına uysun veya uymasın, haber değeri olan her bilgiyi verebileceğini ifade etmiştir. Lozan Konferansı sırasında gazetelerin her gün Lord Curzon'un Türkiye aleyhindeki sözlerine yer verdiğini, durumun anlaşılması ve okuyucuların takip edebilmesi için bunun gerekli olduğunu yazmıştır. Ağa Han ve Emir Ali'nin mektubunun da gazetecilik açısından bir haber değeri olduğunu kaydetmiştir.528 Duruşmalar sırasında Hüseyin Cahit kendini laik ve Cumhuriyetçi olarak tanımlamış, Mahkeme Başkanı da hilafeti savunması ile bunun bir çelişki olup olmadığı sorusunu yöneltmiştir. Hüseyin Cahit, hilafetin Türkiye'de kalmasını Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarına olduğunu, ancak halifenin din namına idari işlere karışmasına kesinlikle taraftar olmadığını belirtmiştir.529 Mektubun gazetede basılmasında Tanin Yazı İşleri Müdürü Baha Bey etkili olmuştur. Baha Bey, diğer gazetelerle rekabet nedeniyle mektubu yayınladığını açıklaması üzerine tutuklanmıştır.530 12 Aralık'ta, Matbuat Cemiyeti Halit Ziya (Uşaklıgil) başkanlığında toplanarak, tutuklu arkadaşlarının durumunu görüşmüşlerdir. Matbuat Cemiyeti, gazeteci arkadaşlarının Milli Mücadele'nin en zor günlerinde hiçbir fedakarlıktan çekinmediklerini, bulunamayacağını İstanbul gazeteciliğinin bildirerek, memleket arkadaşlarının aleyhine suçsuzluğuna bir davranışta inandıklarına ve Mahkeme'nin adaletine güvendiklerini belirten bir dilekçeyi mahkemeye vermişlerdir. Ahmet Emin de bilirkişi olarak mahkemede dinlenilenlerin arasında yer almıştır. Mahkemedeki ifadesinde: 527 528 529 Ahmet Emin, “Hali Tabii İhtiyaç”, Vatan, 11 Kanun-i evvel 1923. Ahmet Emin, “Dünkü Mahkeme”, Vatan, 16 Kanun-i evvel 1923. Murat Çulcu, İstiklal Mahkemesinde Gazeteciler Davası, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1993, s 122. 530 Hüseyin Cahit yıllar sonra, 1933'te hilafetin İslamla ilgili olmadığını belirten bir yazı kaleme almıştır. Yazısında, bu müessesenin yeri ve anlamı kalmadığını ve dış ilişkilerde barışı sağlamak isteyen Türkiye siyasetine engel teşkil ettiğini belirtmiştir. Hüseyin Cahit bu yazısında: “Mazinin hataları ve delaletleri ile hesabı kati surette kesmek, gizli ve entrikalı siyasetlerden çekinmek Türk Cumhuriyeti'nin harici siyaseti için hakiki kuvvetini teşkil etmiştir” demektedir. Hüseyin Cahit (Yalçın), “Hilafet Meselesi”, Fikir Hareketleri, 29 Ekim 1933. 159 “Herhalde havadis kıymetini haiz bir vesika diye telakki edilir. Gazetecilik nokta-i nazarından bunun başına serlevha konur, mesela “Dahili İşlerimize Fuzuli Bir Müdahale” gibi. Sonra gazeteye girmesini tensib ederdim.”531 cevabını vermiştir. Mahkeme kararını 25 Aralık'ta bildirmiş, mektup olayında kasıt olmadığına karar verilmiş ve gazeteciler beraat etmiştir. Sadece Lütfi Fikri Bey beş yıl kürek cezasına çarptırılmıştır. Ahmet Emin davalar sonunda, İstiklal Mahkemeleri'nin, ortalığı yatıştırmak, yanlış anlama ve şüpheleri dağıtmak, Cumhuriyet Hükümeti'ni güçlendirmek, ülkede tartışma hürriyetinin var olduğunu göstermek, kendine hakim ve ihtiraslardan uzak, “yüksek ruh ve gayeli bir hükümet” olduğunu ispat etmek amacıyla hareket ettiğini yazmıştır.532 Ahmet Emin mahkeme kararlarının açıklanmasından sonra, İstiklal Mahkemeleri ile İstanbul gazetelerinin temiz olduklarının kesinleştiğini ve tüm gazetelerin Cumhuriyet taraftarı olduklarını belirtmiştir. Hükümet, İstanbul basınının temsilcileri ile düzenli aralıklarla ilişki kurması sonucunda samimi köprüler kurulabilecektir. Mahkeme ile yeni bir basın politikasının gündeme gelmesi dileğinde bulunarak, hükümetin bütün ülke gazete başyazarlarını Ankara'ya toplaması gerektiğini yazmıştır.533 Milletvekillerinin maaşına zam yapılması talepleri görüşüldüğü sırada Meclis'te meydana gelen bir olay gazetecilerin çalışma koşullarının üzerinde durulmasına neden olmuştur. Urfa milletvekili Ali Saib Bey Vakit'in muhabiri Hüseyin Necati ve Vakit'in sahibi Hakkı Tarık Bey'i Meclis'te tokatlaması üzerine, muhabirler üç günlük grev yapma kararı almışlardır. Ali Saib Bey ise Meclis'te yaptığı konuşma sonrasında düellonun kabul edilmesi için kanun teklifinde bulunmuştur. Ali Saib Bey, “Mukaddesat-ı milliye ile oynanamaz. Medeniyet ve serbest-i matbuat bu değildir”534 diyerek, bunca zamandır yapılan hizmetlerden bahsetmeyen gazetelerin, Ankara'ya gönderdikleri muhabirler ile kendilerini küçük düşürdüklerini söylemiştir. Ahmet Emin konu hakkında yazdığı yazıda, milletvekillerinin bir kısmının eleştiriye 531 “Ahmet Emin Beyin İsticvabı” Vatan, 18 Kanun-i evvel 1923. Ahmet Emin, “Asıl Hedef Nedir?”, Vatan, 23 Kanun-i evvel 1923. 533 Ahmet Emin, “Hükümet ve Matbuat”, Vatan, 31 Kanun-i evvel 1923. Ahmet Emin aynı konuyu 13 Kanun-i sani'de de dile getirmiştir. Hükümet ile basın arasında etkin bir iletişimin gerekliliğini vurgulamıştır. Ahmet Emin, “Ateş, Su, Matbuat”, Vatan, 13 Kanun-i sani 1924. 534 “Düello Hakkındaki Teklif-i Kanun”, Vatan, 29 Kanun-i sani 1924. 532 160 dayanamadıklarını belirterek, problemin, önemli kararların partinin gizli görüşmelerinde alınmasından ve gazetecilerin de görevleri gereği bunları öğrenerek yazmak istemelerinden kaynaklandığını vurgulamıştır.535 A. İzmir Basın Toplantısı İstiklal Mahkemeleri'nden sonra basın ile aradaki soğukluğu gidermek üzere İstiklal Mahkemesi Başkanı İhsan Bey aracılığı ile, İstanbul gazetecilerinin başyazarları, İkdam’dan Ahmet Cevdet, Tanin'den Hüseyin Cahit, T.Efkar'dan Velid Bey, İleri'den Celal Nuri, Akşam'dan Necmettin Sadak, Vakit'den Mehmet Asım, Tercüman-ı Hakikat'dan Hüseyin Şükrü ve Vatan'dan Ahmet Emin 1 Şubat 1924’te İzmir’e çağrılmıştır. Ancak daha sonra Velid Bey bu listeden çıkarılmıştır. Asım Us kitabında, İstiklal Mahkemesi Reisi İhsan Bey'in kendisini çağırarak, Hüseyin Cahit ve Velid Beylerin davası sırasında oluşan havanın dağılması için İstanbul gazetelerinin başyazarlarının kendi aralarında anlaşarak Mustafa Kemal’i ziyaret talebinde bulundukları takdirde kendisinin gerekli izni alacağını belirttiğini yazmaktadır. Gazeteciler aralarında anlaşmışlar ancak Velid Bey Tasvir-i Efkar’da Mustafa Kemal tarafından gelen “davet” üzerine İzmir’e hareket edildiğini” yazmış, buna canı sıkılan Mustafa Kemal de yazının tekzip edilmesini istemiştir. Velid Bey buna yanaşmayınca Mustafa Kemal, Velid Bey'in kendi arzusu ile gelmek istediğini belirten bir kart yazması halinde kabul edileceğini bildirmiştir. Velid Bey, çekimser kaldığı için İzmir'e kadar gitmiş ancak toplantıya kabul edilmemiştir.536 İzmir'de 4 Şubat 1924'te, üç saat süren görüşmede gazeteciler eleştirilerini dile getirmişler ve karşılıklı konuşmuşlardır. Mustafa Kemal, gazetecilerle yenen yemekte, basının Cumhuriyet etrafında “çelikten bir kale vücuda getirmesi” gerektiğini ifade etmiştir. Konuşmasında şu noktalara değinmiştir: “Bütün milletin samimi bir birlik ve tesanüd içinde bulunması bir zarurettir. Umumun selamet ve saadeti bundadır. Mücadele bitmemiştir. Gerçekleri, milletin kulağına ve vicdanına lüzumu gibi ulaştırmakta basının vazifesi çok mühimdir.”537 Hüseyin Cahit de konuşmasında, elde 535 536 537 Ahmet Emin, “Mebuslar ve Gazeteler”, Vatan, 30 Kanun-i sani 1924. Asım Us, Gördüklerim, Duyduklarım...,s 90. Ahmet Emin, a.g.e., C.III, s 104. 161 edilen bu mucizenin yerleşmesi için basının samimi hislerle gayret sarfetmeye hazır olacağını, Cumhuriyet etrafında çelikten de sağlam kalpten bir kale vücuda getirdiklerini söylemiştir. Amaç ve esaslarda değil, ifadede anlaşmazlıklar olduğunu belirtmiştir. Ancak bu işbirliği kısa bir süre sonra basın tarafından bozulmuştur. Özellikle Hüseyin Cahit birkaç gün sonra hilafet sorunu hakkında şiddetli bir yazı kaleme almıştır. Ahmet Emin İttihatçılarla kurduğu temasların sonucunda Hüseyin Cahit'in eski tutumuna geri döndüğünü; İzmir'de tam bir anlayış ve gönül rızasıyla kabul edilen ilkeleri hiçe saydığını söylemekte ve bu konu hakkında: “İzmir’de meydana gelen bu barış devam etseydi ve milli rehber sıfatıyla Atatürkle İstanbul basını arasında sıkı ve devamlı bir işbirliği cephesi kurulsaydı, memleketin kaderi bambaşka bir şekil alacak, basın hür münakaşa havası içinde vazifesine devam imkanını bulacak, memleket çok partili hayata çok uygun şartlar içinde girebilecekti.”538 diye yazmaktadır. Ahmet Emin 8 Şubat'taki yazısında İzmir toplantısına dair izlenimlerinden bahsetmektedir. Mülakatın basılmayacağı hakkında gazeteciler önceden söz vermişlerdir. Mülakatın konusu hilafetin kaldırılmasına ilişkin olmalıdır. Ahmet Emin, İzmir'deki görüşmeden sonra Ankara ile uzlaşma çabası içine girmiş, yazısında, çok defa Mustafa Kemal'in savaş zamanı idare kuvvetini daha sonra gösterip gösteremeyeceği, etrafında oluşan bir zümre ile keyfi bir yönetime mi yöneleceği konusunda tereddüde düştüğünü belirtmiştir. Ancak İzmir'deki görüşme sonrasında eski ümit ve güveninin tekrar canlandığını eklemiştir.539 Bu toplantıdan sonra Ahmet Emin, hilafetin kaldırılmasını destekleyen yazılar kaleme almıştır. Dinin, politikaya alet olarak kullanılması nedeniyle, ahlakın yaptırım gücü kazanmasında, maddiyatçılık ve zevkperestliğe setler oluşturmada, dini dayanışmayı canlı bir hale koymada hilafetin etkisiz kaldığını ileri sürmüştür. Hilafet hanedanının, dünkü saltanat hanedanı olduğunu söyleyerek, gelecekte hanedana üye birisinin entrika çevirmeyeceğini kimsenin garanti edemeyeceğini yazmıştır. Dini kurumlar için öncelikle bir cemaat teşkilatı oluşturmak 538 539 Ahmet Emin, a.g.e., C.III, s 105. Ahmet Emin, “Reisi Cumhur Hazretlerinin Nezdinde”, Vatan, 8 Şubat 1924. 162 ve halkı dini meselelerle doğrudan ilgili bir hale getirmek gerekmektedir.540 Hilafetin, dinin politik amaçlar doğrultusunda çalıştığı ve bizim sınırlarımız dışında nüfuz kurmamız için değil, yabancı ülkelerin bizim içimizde entrika çevirmek için köprü hizmetini gördüğünü dile getirmiştir.541 3 Mart 1924'te Saruhan Milletvekili Vasıf Bey Meclis'e takrir vererek hilafetin kaldırılması ve mensuplarının yurtdışına çıkarılması, öğretim ve adalet sistemlerinin birleştirilmesi yönünde bir takrir vermiştir. Meclis'teki görüşmelerde söz alan İsmet Paşa, “Sizler Türkiye'nin egemenlik haklarını ve bunun içinde kendiliğinden bulunan bütün politik hakları Türk milletine verdiğiniz zaman, ayrıca bir başka politik durum ve görüş sahibi bir başka makam düşündünüz mü?“542 diye sormuş ve hilafetin dış politikada yeri olduğu iddialarına karşı da Türkiye'nin dış politikasının Dışişleri Bakanlığı'nın sorumluluğunda olduğunu belirtmiştir. Ardından gelen Adalet Bakanı Seyit Bey yaptığı uzun konuşmada, halifeliğin dinsel olmaktan çok dünyevi bir konu olduğunu, inançla ilgisi olmadığını anlatmıştır. Seyit Bey, halifenin nasıl atanacağı veya atamanın gerekli olup olmadığına dair Kuran'da ayet veya hadis bulunmadığını, hilafetin, dinin temel sorunu olmayıp politik bir sorun olduğunu belirtmiştir. 2 Mart 1924’te hilafetin ilgası konusu ve hanedan üyelerinin yurtdışına çıkarılması kabul edilmiştir. Hilafetin kaldırılması üzerine Ahmet Emin: “Dinin politikacılığın alet ve esiri halinden kurtularak serbest faaliyet imkanını ele geçirmesi ve dini hayatın menfi riyakarlıktan tenzihi şu demektir ki din muvakkat menfaatlerin silahı olmaktan kurtulacak, dünyevi ve uhrevi saadetin temini vazifesini serbestçe ifa edebilecektir”543 diye yazmıştır. Hilafetin kaldırılması konusu hakkında Turkey in My Time adlı eserinde ise yapılan bu reformların dini inançlara ve ibadet hakkına bir müdahale olmadığını yazmaktadır. Dini ibadetlerin evde, camide, kilise veya sinagogta özgürce devam 540 541 542 543 Ahmet Emin, “Dini İnkılap”, Vatan, 18 Şubat 1924. Ahmet Emin, “Ankara Yolunda İlk İntibalar”, Vatan, 3 Mart 1924. Mahmut Goloğlu, Halifelik Ne İdi ...., s 89. Ahmet Emin, “Türk Milleti Artık Kabus İçinde Yaşayamaz”, Vatan, 2 Mart 1924. 163 ettiğini, ancak hükümet, okul, mahkeme gibi yerlerdeki dinin diktatoryal otoritesi veya batıl inançların gücünün kaldırılmış olduğunu vurgulamıştır.544 VI. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın Kurulması Cumhuriyet'in ilan edildiği süreçte Rauf Bey (Orbay), Refet (Bele), Dr. Adnan (Adıvar), Ali Fuat (Cebesoy) gibi partinin önde gelen kişilerinin gelişmelerden uzak kalması, HF içinde bölünmenin ortaya çıkması ile sonuçlanmıştır. Rauf Bey Vatan'a 1 Kasım 1923’te verdiği röportajda, kendisinin Cumhuriyet'in ilanına karşı olmadığını, ancak bunun ilan edilmesinde izlenen üsluba karşı olduğunu belirtmiş, Anayasa'nın Meclis'te ve ülke çapında yeterince tartışılmadan acele ve üsule aykırı olarak değiştirildiğini söylemiştir. Rauf Bey'in İstanbul'da halifeyi ziyaret etmesi de HF tarafından tepki ile karşılanmıştır. Emir Ali ve Ağa Han’ın İnönü’ye gönderilen mektubun yayınlanması sonrasında ilgili gazetecilerin İstiklal Mahkemeleri'ne sevk edilmeleri kararına Rauf Bey karşı çıkmıştır. Ali Fuat, Kazım Karabekir Paşalar da benzer görüşleri dile getirmiştir. Bu eleştirilerin altında yatan kaygı ise Mustafa Kemal’in diktatörlüğe gittiği düşüncesidir. Mustafa Kemal farklı illerde verdiği demeçlerde tek parti anlayışını korumuş ve örneğin Şubat 1923’te yaptığı konuşmada siyasi fırkaların farklı sınıfların çıkarlarına dayandığını, HF'nın ise bütün milletin fırkası olduğunu ifade etmiştir. Trabzon’da 17 Eylülde yaptığı konuşmada, Cumhurbaşkanlığı ve parti başkanlığının kendisinde olmasını konu edinenlerin, kendisi için “bir taraflılık” olduğunu bilmeleri gerektiğini söylemiştir. Bu bir taraflılığı: “Cumhuriyet taraflılığı, fikri ve içtimai inkılap 544 Ahmet Emin, Turkey in My Time, s 143. Ahmet Emin 1942'de yayınlanan Berrakklığa Doğru'daki yaklaşımı nedeniyle gazetesi 45 gün süreyle kapatılmıştır. Bu kitabında, “dini taassup mefhumu ile umumi din mefhumunun” birbirinden ayrılması gerektiği üzerinde durmuş, inkılabın asıl düşmanının cehalet ve bağnazlık olduğunun gözden kaçtığını yazmıştır. Bu nedenle din denince akla “kara kuvvet” gelmeye başladığını, din olgusunun maziye gömülmeye çalışıldığını söylemiştir. Ahmet Emin konu hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getirmiştir: “Dün dini taassubun milliyete karşı gösterdiği inhisarcılığı bugün milli hareket hiç farkında olmadan dine karşı aynen iade ediyor..Bilmeliyiz ki biz, yalnız dini taassubun inhisarcı ruhunu kendimize mal etmekle kalmıyoruz. Hiç farkında olmadan yabancılara benzer görünmek ve takdirlerini celbetmek meyillerine de kendimizi kör körüne kaptırıyoruz ve içtimai varlığımızın en esaslı bir temelini kendi elimizle baltalıyoruz. Unutuyoruz ki, kendilerine hoş görünmeye çalıştığımız yabancıların kendilerine mahsus dini tesanütleri vardır ve bunlara dört elle sarılıyorlar” Ahmet Emin, Berraklığa Doğru, s. 48. 164 taraflılığı”545 olarak belirtmiştir. Gazetelerde ise 20 Eylülde Anadolu Ajansı tarafından bir tekzip yayınlanarak, Mustafa Kemal’in Trabzon nutkunda “Benim için bir taraflık vardır” sözünden sonra “Bitaraflık değil” sözünü kullanmadığı açıklanmıştır. Ahmet Emin, nutuk üzerine, bir tek partinin, kelimenin hiçbir anlamında parti olmadığını yineleyerek, Cumhuriyet fikrinin veya inkılabın tehdide uğradığında milli rehberin buna cephe almasını beklediklerini ancak “bu çerçevede muhtelif cepheler meydana gelirse” Cumhurbaşkanı'nın bir hakim mevkiinde kalacağından şüphe etmediklerini söylemiştir.546 Hüseyin Cahit de Mustafa Kemal'in parti başkanı sıfatını taşıdıkça yeni bir siyasi partinin kurulmasına kimsenin cesaret edemeyeceğini ve parti başkanı olmasını demokratik bulmadığını yazmıştır.547 Ahmet Emin bu geçiş devriyle ilgili olarak, kendisinin zaten çok partili demokrasiyi değil, bir “milli blok” anlayışını savunduğunu, Mustafa Kemal'in böyle bir durumda parti adını kullanmaması gerektiğini ve herkesi çağırarak, amacının “diktatörlük” olmadığını açıkça sergilemesi gerektiğini yazmıştır. Yine Ahmet Emin, Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı sırasında kendisi ile candan işbirliği yapan arkadaşlarının hepsini yeni bir Milli Misak etrafına toplayabileceğini, hedefin üzerinde birleşmesini sağlayabileceğini söylemektedir. Eğer çok partili hayata derhal geçmesi daha doğru ise bir devlet başkanı ve hakem konumunda kalabileceğini belirtmiştir. Bu iki yoldan birinin tutulmaması ise ona göre Türkiye’ye çok şey kaybettirmiştir. Yazının devamında: “Bu işte İstiklal Harbi yıllarındaki samimi arkadaşları uzaklaştırıp kendi aralarında bir nüfuz ve imtiyaz halkası kurmak isteyen bir ekibin çok tesiri oldu, fakat mesuliyet bir taraflı değildir.”548 Lozan Anlaşması sonrasında Meclis'te varolan özgür tartışma imkanının ortadan kalktığını belirten Ahmet Emin, Turkey in My Tıme adlı eserinde ise, Mustafa Kemal'in, büyük sosyal reformları ikna yöntemi ile büyük bir hızla hayata geçirdiğini, içte ve dışarıda tehlike belirdiğinde, kriz çıktığında demokratik yöntemlerle sabır, 545 546 547 548 Nimet Unan (ed) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, TTK Yayınları, Ankara, 1959, s 191. Ahmet Emin, “Bitaraflık ve Birtaraflık”, Vatan, 19 Eylül 1924. Hüseyin Cahit (Yalçın), “Bitaraf ve Bir Taraf”, Tanin, 19 Eylül 1924. Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 134. 165 tolerans ve öngörü çerçevesinde hareket ettiğini yazmaktadır. Yazısına şöyle devam etmiştir: “Hayatını bu erdemlerle geçirme ve keyfilikten kaçınma eğiliminde olmasına karşın, her zaman bu yüksek standardı yakalayamamıştır. Ne yazık ki liderliğinde partizan olmayan ulusal prensiplere bağlı kalamadı veya her zaman muhaliflerin şikayetlerini adil bir tarafsızlıkla tetkik edemedi”549 Mustafa Kemal'in eğer isteseydi böyle bir lider olabileceğini, ancak maalesef güçlü rakiplere karşı politik mücadeleyi kazanma isteğine yenik düştüğünü eklemektedir. Lozan Anlaşması sonrası çıkan kişisel görüş farklılıkları yeni bir partinin oluşum sürecini hızlandırmıştır. 1924’te gazetelerde yurtdışına çıkarılan bazı zengin Ermenilerin gizlice ülkeye girdiklerine dair haberlerin yer alması hükümete karşı soru işaretleri yaratmıştır. Bu dönemde bazı zengin Ermenilerin gizlice Türkiye'ye girerek mallarını alma yoluna gitmeleri gazetelerde uzunca bir süre gündemi meşgul etmiştir. Olayların patlak vermesi ile Gümüşgerdanyan, Yanon Değirmenciyan, Sebuhyan gibi olaya karışan Ermeniler hemen sınıdışı edilmiştir. Basın ifadelerinin alınmadan gönderilmelerine ve buna izin veren makamın neresi olduğunun açığa çıkarılamamasına tepki göstermiştir. İsmet Paşa kabinesi ise basının tavrını kendilerine saldırı olarak değerlendirmiştir. Vatan konu ile bütün haber ve yorumlarında İçişleri Bakanı Ferit Beyi sorumlu olarak göstermiştir. Tartışmaların gittikçe uzması üzerine Ferit Bey üç Ermeni zengininin yurda girmesine kendisinin izin verdiğini açıklamış ancak olayların yatışmaması üzerine 21 Mayıs'ta istifa etmiş ve yerine Recep Bey (Peker) getirilmiştir. İstifa olayından kısa bir süre sonra Ankara'ya giden Ahmet Emin, Recep Bey'den ilkelerine bağlı bir devlet adamı olarak övgüyle söz etmiştir. Vatan'ın tarafsız olduğunu, bir hükümetin iyi veya kötü yanlarının bulunabileceğini, bunu ayırt etmeden hareket eden bir gazetenin taraftar bir zümre veya amacın aleti haline geleceğini yazmıştır.550 Konu basında Mustafa Kemal- İsmet Paşa; Karabekir, Ali Fuat, Refet Paşalar ve Rauf Bey'den oluşan bir kamplaşma noktasına getirilmiştir. 19 Ekim 1924’te kabul edilen kanunla, ordunun siyasetten ayrılması için, askerlik görevini yapmakta olanların askerlik görevinden ayrılmadıkça Meclis'te görev alamayacakları kabul edilmiştir. Basın bunu yeni partinin kurulmasının kesinleştiği şekilde yorumlamıştır. 26 Ekim'de Karabekir Paşa, Ordu Kumandanlığı'ndan istifa 549 550 Ahmet Emin, Turkey in My Time, s 150. Ahmet Emin, “Tarafgirlik ve Hürriyet-i Tenkid”, Vatan, 13 Temmuz 1924. 166 ederek milletvekili olarak çalışacağını açıklamıştır. Onu Ali Fuat Paşa’nın istifası takip etmiş, Refet Paşa ise istifasını sonradan geri çekmiştir. Kumandanların istifası ise Mustafa Kemal tarafından Nutuk'ta bir “komplo”551 olarak değerlendirilmiştir. Rauf Bey ve İsmail Canbolat, Refet Paşa etrafında yeni bir parti kurulacağı haberi ilk kez 6 Ekim 1924’te Son Posta’da ve 7 Ekimde de Vatan'da çıkmıştır. Rauf Bey ise aynı tarihte gazetecilere bunun gerçek olmadığını söylemiş ancak partinin oluşum süreci için hazırlıklarına devam etmiştir. 12 Teşrin-i sani'de ise HF'ndan ayrılan on bir milletvekilinin kurulacak yeni parti için programını hazırlamakta oldukları Vatan'da haber olarak yer almıştır. Vatan'da yeni partiye destek veren Ahmet Emin, ülkenin geri kalmışlığından söz ederek, “zamanın medeni seviyesine yetişmek” için uğraşılırken “fırkacılık” etmek adına “ihtilaf” sebepleri icat etmek değil, bunları asgari seviyeye indirmek gereğinden bahsetmiştir. Ahmet Emin'e göre HF bir parti olmayıp, vatani ilkeler üzerine kurulmuş bir gruptur. Ülke kaderine dair konuların grup içinde gizli olarak görüşülüp kararlaştırılması, Meclis'in görevini tam olarak yapmasına engel olmaktadır. Uzun süredir serbest kalmak isteyen kişiler “zümre teşkilatından ayrılarak, fırka zabtı rabtından kurtulmaları pek doğru ve faideli bir hareket olur.” Yeni parti ile hükümetteki yolsuzluk, himayecilik, baskı, keyfi ve kanunsuz işleri özgürce eleştirilebilir.552 Anılarında Ahmet Emin, 1924 Ekimi'nde Rauf Bey ve Dr. Adnan Bey'in kendisini ziyarete geldiklerini aktarmaktadır. Ziyarette Rauf Bey, tek parti ile demokrasi olamayacağını, bunun maskeli diktatörlük olacağını söylemiştir. Karabekir, Refet Paşa, Ali Fuat Paşa, Cevat Paşa, Cafer Tayyar Paşa, Halide Edip Hanım, Selahattin Adil Paşa ve diğerleri tarafından yeni bir parti teşebbüsünde bulunacaklarını haber vermiş ve kendisine işbirliği teklifinde bulunmuş ve Vatan’ın kurulacak partinin 551 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk..., s 1147. Aydemir konu hakkında şunları söylemektedir: “Fakat bu kumandanlar olayında, Atatürk'ün büyük Nutku da dahil olduğu yapılan suçlamaların ve “hele orduyu ele geçirip iktidar devirme” gibi çok büyük ithamları ve komplo iddiasının yeterince aydınlanmadığını iddia etmek mümkündür. Öyle sanılabilir ki bu ağır ve ölçüsüz görünen iddialar, büyük Nutuk'un verildiği 1927 yılının havası ve bu olay iddialarına karşı bazı kimse ve çevrelerde hala yaşayan bazı ihtiyatlı düşünceler ve kuşkulara karşı, ağır ve keskin bir çıkış zaruretini de düşündürebilmektedir. Kaldı ki suçlananlardan hiç birisi, kendisini savunacak ve kendi açılardan gerçekleri açıklayabilecek durum ve imkanda da değildiler. Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C.III, 1922-1938, Remzi Kitabevi, 5.Baskı, İstanbul, 1975, s 215. 552 Ahmet Emin, “Fırkacılık Yok”, Vatan, 8 Teşrin-i evvel 1924. 167 yayın organı olmasını istemiştir.553 Ahmet Emin, bu görüşmede üç nokta üzerinde durduğunu söylemektedir. İlki kendisinin öncelikle gazeteci olduğunu ancak politikanın dışında kalarak objektif kalabileceğini, 2. olarak Mustafa Kemal’in şimdilik tek parti üzerinde ısrar ettiğini, “milli blok” düşüncesini ona kabul ettirmek gerektiğini ileri sürmüştür. Üçüncü olarak da, devam etmekte olan İT muhalefetine dikkat edilmesi noktasıdır. Ahmet Emin İttihatçıların aleti durumuna düşebilecekleri yönünde yeni partiyi kurma girişiminde olanlara uyarıda bulunmuştur.554 Rauf Bey ise ısrarla, kurulacak partide, İttihatçıların önemli isimlerinden Kara Kemal’in tecrübesinden yararlansalar bile kontrolü kendi ellerinde tutacaklarını ileri sürmüştür. Ahmet Emin, 1924 Kasım'ının başlarında kaleme aldığı yazılarında Rauf Bey, Ali Fuat Paşa, Karabekir Paşa, Refet Bey ve Dr. Adnan gibi Milli Mücadele'de önemli yeri olan kişilere “husumet ilan” edildiğini, bir yandan tartışma ve eleştirinin davet edildiğini, bunu ülke yararına yapan kişinin de hemen onuruna, namusuna “her tecavüzün mübah” görüldüğünü yazmıştır. Devamında ise: “Körü körüne emre uymayan, hakikati gören ve söylemek isteyen şahsiyetleri ibtidadan susturmak için her vasıtaya müracaat edilir” demiştir.555 Ertesi günkü yazısında da, ufukta beliren fırtınaya karşı Cumhurbaşkanı'nın ne gibi bir tutum takınacağının merak konusu olduğunu dile getirmiş ve Mustafa Kemal'in politika dışında kalması gerektiğini yinelemiştir.556 Mustafa Kemal, Nutuk'ta Ahmet Emin'in bu yazılarına değinmiş, Vatan'ın başyazılarında hükümete muhalif olanların övülürken, hükümeti tutanların kınandığını söyleyerek yazılardan örnekler vermiştir.557 Vatan, yeni partinin oluşumunu tamamen destekleyen yönde haber ve yorumlara yer verirken HF'na yönelttiği eleştirileri daha da da artırmıştır. Mübadele sonucu gelen göçmenlerin durumunu hükümetin ihmal ettiğini söyleyerek eleştirmiş ve hükümetin güvenoyu almasını politik bir oyun olarak nitelemiştir.558 Ahmet Emin, gazetenin tarafsız olma yönünde bir yayın çizgisi sürdürdüklerini ancak bunun “lakayt, kayıtsız bir seyirci” konumunda kalmak şeklinde algılanamayacağını, HF muhitinden 553 554 555 556 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 139. a.g.e Ahmet Emin, “Zıddiyet İstidatları”, Vatan, 5 Teşrin-i sani 1924. Ahmet Emin, “Memleket Buhranı Karşısında Reisi-i Cumhur'un Nutku”, Vatan, 6 Teşrin-i sani 1924. 557 558 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk...., s 1165. Ahmet Emin, “Meydan Muhaberesinin Neticesi”, Vatan, 10 Teşrin-i sani 1924. 168 çirkin hareketler gördüklerini, yarın iyi hareketlerini gördükleri takdirde bunu yazmaktan kaçınmayacaklarını belirtmiştir. Buna karşın yeni partiden “takdire layık” hareketler gördüğünü de eklemiştir.559 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TpCF) resmen kurulmuştur. Yeni partinin başkanı Kazım Karabekir olurken, Genel Sekreterliği'ne de Ali Fuat Paşa getirilmiştir. Parti tartışmalarında kişisel anlaşmazlıklar önemli bir etken olmuştur. Özellikle İsmet Paşa ve Rauf Bey arasında Lozan görüşmeleri sırasında başlayan anlaşmazlık tarafların daha da netleşmesi ile sonuçlanmıştır. İsmet Paşa’nın Milli Mücadele'ye diğerlerinden geç katılmış olması, Mustafa Kemal’in doğrudan desteğini alması, 1923’te Rauf Bey'i Meclis'te ifade vermeye zorlaması, İstiklal Mahkemeleri'nin İstanbul’a gönderilmesinde önemli rol oynaması gibi nedenlerle İsmet Paşa’ya karşı hoşnutsuzluk görülür bir hal almıştır. Soyak, yeni partinin, HF ile yollarını ayırmalarını, hürriyet ve demokrasiye olan bağlılıkları ve Atatürk'ün belirmekte olan diktatörlük meyline mani olmak şeklinde açıkladıklarını ancak Atatürk'ün hayattan ayrılması ile HF'nda görev almayı kabul ettiklerini 560 belirtmektedir. Meclis'teki tartışmalardan sonra HF'ndan 42 ile 45 arasında milletvekili istifa etmiş ve bunların 32’si TpCF'na geçmiştir. Yeni kurulan partinin adında yer alan Cumhuriyet ifadesine tepki olarak HF da, adını 10 Kasım 1924’te “Cumhuriyet Halk Fırkası” olarak değiştirmiştir. TpCF kurulduktan kısa bir süre sonra örgütlenmeye başlamış ve Anadolu’da bazı illerde şubeler açmıştır. Meclis'te İttihatçı adıyla faaliyet gösteremeyen İsmail Canpolat, Kara Kemal, Ahmet Şükrü Bey gibi bir takım İttihatçılar da yeni parti içinde yer almışladır. TpCF, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk muhalefet partisidir. Sadece yedi ay varlığını sürdürmüş ve bu sürecin sadece beş ayında faaliyet gösterebilmiştir. Zürcher, bu süreç zarfında “partinin ne bir seçim kazandığını, ne bir hükümet kurabildiğini hatta ne de kendi hazırladığı herhangi bir yasayı Millet Meclisi'nden geçirebildiği”ni561 559 Ahmet Emin, “Salim Bir İstikamet”, Vatan, 14 Teşrin-i sani 1924. Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004, s 331. Soyak, TpCF önde gelenlerinin (Kazım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy'un), “Hem de Milli Şeflik ve Değişmez Başkanlık” yani bir nevi diktatörlük devrine dönerek en büyük mesuliyet makamlarına geçmekten çekinmemişler ve bu idareyi her hareketi ile desteklemişlerdir” diye yazmaktadır. Soyak, a.g.e., s 331. 561 Eric Jan Zürcher, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1925-1925), Çev: Gül Çağalı Güven, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s 3. 560 169 yazmaktadır. Ali Fuat Paşa, Latimer ile yaptığı röportajda partinin öncelikli amacını şöyle belirtmiştir: “Bu partinin hedefi, gayesi iktidara gelmek değil. Bu partinin gayesi Mecliste murakebeyi yürütmektir.”562 Mustafa Kemal'in yeni partinin kurulması sırasında hükümetin başına Fethi Okyar’ı getirerek uzlaşmacı bir yol izlemek istemesi nedeniyle İsmet Paşa 22 Kasım'da istifa etmiştir. Ahmet Emin, İsmet Paşa'nın çekilmesini duyanların “derin bir oh çektiklerini” söyleyerek değişiklikten duyduğu memnuniyetini dile getirmektedir. İsmet Paşa'nın geçmişte kazandığı saygınlığını tükettiğini, usulsüz hareketlere yeterince metanet gösteremediğini yazarak, çok kısa sürede çözümlenebilecek bir olay için İstanbul'a İstiklal Mahkemesi göndermesinin unutulamayacağını belirtmiştir.563 Ali Fuat Paşa da, İsmet Paşa yerine Fethi Bey'in geçmesini basit bir şahıs değişikliği olarak değerlendirilemeyeceğini ifade etmektedir. Düşüncelerini, “Bunun bir “zihniyet değişmesi” niteliğini almasına pek çok ihtimal vardı: Hürriyet, usul ve kanun taraftarlığı”564 şeklinde ifade etmiştir. Parti kurulduktan sonra, HF'ndan, TpCF'na ağır eleştiriler yöneltilmeye başlanmıştır. Rauf Bey'in Mondros Mütarekesi'ni imzalamış olması nedeniyle memleketin felaketine neden olduğu söylenmekte bir yandan da yeni parti kurucuları post kavgası peşinde olmakla itham edilmektedirler. Bir başka üzerinde durulan nokta da, HF ile TpCF’nın programları arasında esaslı bir fark olmadığı, TpCF’nın siyasi ihtiraslar nedeniyle kurulduğu iddiasıdır. Bunun üzerine Ali Fuat Paşa bir açıklama yaparak, bunu anlamak için iki partinin de programlarının karşılaştırılması gerektiğini, ancak HF’nın yazılmış bir programı olmadığını söylemiştir. Ayrıca açıklamasında Cumhurbaşkanı'nın tarafsızlığı, yabancı sermayenin gelmesi için gerekli önlemlerin alınması, laiklik konusunda halkın taleplerine öncelik verilmesi adaletin bağımsızlığı, birey ve vicdan hürriyeti gibi noktalar üzerinde durmuştur.565 562 Ali Fuat Cebesoy, Bilinmeyen Hatıralar, (Haz:O.Selim Kocahanoğlu), Temel Yayınları, 2001, İstanbul, s 291 içinde: Frederick P.Latimer, Jr Collection: Ali Fuat Cebesoy, Oral History Research Office Columbia University, N.York. 563 Ahmet Emin, “Kabine Tebdili”,Vatan, 23 T.sani 1924. 564 Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, C. II, Temel Yayınları, İstanbul, 2002, s 126.Aynı eserinde Ali Fuat Paşa, HF'nın belli bir kesiminin, devlet ve memleket menfaati ile politika menfaatini birbirine karıştırdıklarını ileri sürmektedir. Ali Fuat Cebesoy, a.g.e., s 126 565 Rauf Orbay, a.g.e. s 180. 170 Yeni partinin programı HF tarafından olumlu karşılanmamıştır. Mustafa Kemal, TpCF programını “gizli ellerce” düzenlediğini ve “en hain kafaların ürünü”566 olarak değerlendirerek tepki göstermiştir. Zürcher, HF'nın programı olmadığını, yegane resmi siyasi bildiri olarak Nisan 1923’te yayınlanmış “Dokuz Umdesinin” tam bir program işlevini görmediğini, ancak Kasım 1924’te yayınlanan TpCF’nın programının genel ilkelerin yanı sıra ekonomi, iç politika, vs konularda başlıklara ayrılmış gerçek bir siyasal program olduğunu belirtmektedir.567 Ahmet Emin, yeni partinin programı olmasını ön plana çıkarmıştır. Ahmet Emin, HF'nın oluşumuna ve izlediği politikaya eleştirilerini devam ettirerek, HF'nın programını sorgulayarak: “Bugün karşımızda fırka namı altında bir heyet var. Fakat bu heyetin memleket tarzı idaresi gibi en esaslı bir mesele hakkındaki nokta-i nazarını bile bilmiyoruz”568 diye yazmıştır. 19 Teşrin-i sani'deki yazısında TpCF'nı “ilk Türk siyasi fırkası” olarak nitelemiştir. Daha önce kurulmuş olan siyasi partileri değerlendirerek İT, Hİ, HF'nın açık bir “kanaata” dayanmadıklarını, bunların “inhisar gurupları” olduğunu yazmıştır. İT'de belli bir fikri bütünlük olmadığı için sağdan sola, İslam birliğinden Turancılığa yönelmiştir. Hİ ise kişisel memnuniyetsizliklerini husumet derecesine çıkaran bütünüyle menfi bir guruptur. HF'na gelince genel ilkelerden başka hiçbir programı yoktur.569 TpCF'nın programında yer alan Cumhuriyet taraftarlığı, liberalizm, demokrasi, halkın ihtiyaçlarını ön plana alma ve dine “hürmetkar” olma gibi prensiplerini olumlu karşılamıştır.570 Ahmet Emin Mustafa Kemal'in takınacağı tavra ilişkin olarak da: “Dar politikacılık böyle bir şahsiyeti esir ederse ve vatani rehberlikten uzaklaştırırsa Türk milleti kabul etmez bir ziyana uğrayacaktır. Fail bir politika adamının uzun müddet memleket adamı vaziyetinde kalmasına ihtimal yoktur. İster istemez şahsiyat mübarezelerine sürüklenecek ve vatani bir rehber sıfatıyla haiz olduğu mevki ve nüfuzu kaybedecektir”571 diye yazarak uyarılarda bulunmuştur. 566 567 568 569 570 571 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk....., s 1187. Zürcher, a.g.e., s 140. Ahmet Emin, “Fırka Divanının İçtimai”, Vatan, 10 Haziran 1924. Ahmet Emin, “İlk Siyasi Fırka”, Vatan, 19 Teşrin-i sani 1924. Ahmet Emin, “Yeni Fırkanın Programı”,Vatan, 20 Teşrin-i sani 1924. Ahmet Emin, “Türkiye'nin Mustafa Kemal'i”, Vatan, 21 Teşrin-i sani 1924. 171 TpCF programında, “Türkiye Devleti, halkın hakimiyetine müstenit Cumhuriyettir. Hürriyetperverlik (liberalizm) halkın hakimiyeti (demokrasi) fırkanın esas mesleğidir”572 ifadelerine yer verilmiştir. Ekonomik anlamda serbest ekonomiden ve ülkeye yabancı sermayenin gelmesinden yanadır. Aydemir, “HF'nın bile henüz yolunu bulamamış, programını ortaya atamamışken, TpCF’nın kendilerini artık normal bir istikrar devrinin hayaline kaptırmış göründükleri”573 yorumunu yapmaktadır. TpCF programında “partinin dine saygılı olduğu”na dair bir maddeye yer vermiş bu da partinin kapatılmasında “dinin siyasal amaçlar için kullanılması”na gerekçe olarak gösterilmiştir. Ali Fuat Paşa bu maddeyi partinin “laik” olduğunu anlatmak için programa koyduklarını belirtmiştir.574 Yine Latimer ile yaptığı görüşmede, Ali Fuat Paşa “itikat-ı diniyeye hürmetkarız” ifadesini, “Buna nezaketen hürmet ederiz ama meşgul olmayız” şeklinde anladıklarını ancak HF’nın bunu dini siyasete alet ediliyor şeklinde yorumladıklarını açıklamaktadır. Konuşmanın devamında ismi geçen maddede Amerika’yı örnek aldıklarını, bir demokrat bir de cumhuriyet partisi olmasını istediklerini, her iki partinin de laik olduğunu belirtmektedir.575 TpCF, Cumhurbaşkanı'nın partilerüstü olmasını, Meclis Başkanlığı'nı bırakması gerektiğini savunmuştur. Erer HF ile TpCF karşılaştırmasında, TpCF’nın daha halkçı olduğunu, HF toplantıları gizli düzenlenirken, TpCF’nın toplantılarının açık olduğunu ve yeni partide altı adet ihtisas kolu bulunduğunu belirtmektedir.576 Frey, ise iktidarla muhalefeti ayıran temel çizgilerden birinin, Kemalizmin değişimi “süratli ve devrimci bir zihniyetle” gerçekleştirme taraftarı iken, TpCF'nın “evrimsel ve aşamalı” değişimden yana olması olarak açıklamaktadır.577 Siyasi ve ekonomik anlamda liberalizmi savunan TpCF, programında halkın desteğinin alınarak inkılaplar yapılması, merkeziyetçiliğin terkedilmesi gibi maddelere de yer vermiştir. Tunçay, TpCF'nın kurulması sonrasında, basında yeni parti içinde yer alan İttihatçıların konumun 572 Rauf Orbay, a.g.e., s 166; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, s 607. Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C. III, s 223. Aydemir, Türkiye'nin hızlı ve topyekün değişmesinin, batıda bile çatışmalara neden olan demokratik usullerle başarılamayacağını da eklemektedir. Yeni düzenin kurulabilmesi için olağanüstü kanunlara ve müdahalelere gerek olduğunu, bu yapılacak inkılapların da “Halka rağmen halk için” olduğunu belirtmektedir. 574 Ali Fuat Cebesoy, a.g.e., C. II, s 171. 575 Frederick P. Latimer, Jr. Collection, Oral History Office Columbia University, N.York, Ali Fuat Cebesoy, Bilinmeyen Hatıralar...., s 322. 576 Tekin Erer, a.g.e., s 137. 577 Frederick Frey, The Turkish Political Elite, Cambridge, Mas:M.I.T. Pres, 1965, s 326. 573 172 sorgulanmaya başladığına değinerek, iki partiyi karşılaştırıldığında CHF'nin, İT “kalıt ve geleneğine” TpCF'ndan kuşkusuz daha yakın olduğunu578 kaydetmektedir. TpCF, İstanbul basınından Vatan, Tevhid-i Efkar, Son Telgraf, İstiklal gibi gazeteler tarafından desteklenmiştir.579 Yeşil, TpCF’nı destekleyen İstanbul basınının yeni fırkanın programını esas alarak HF’nın anti-demokratik nitelikte olduklarını vurgularken, iktidarı destekleyen gazetelerin onları inkılaplara karşı, eski düzenin özlemi içinde olmakla suçladığını ve yeni partiyi destekleyen İstanbul basını ile Ankara’yı destekleyen iktidar basını arasında bir farklılaşma olduğunu belirtmektedir.580 Ahmet Emin, basına karşı olan hükümetin tutumuna ilişkin olarak, basının özgür olmadığını, basının kendini sansür etmesine rağmen hükümetin azabından kurtulamadığını yazmıştır. Özellikle basına karşı sert bir tavır sergileyen Recep Peker'i eleştirmiş ve yazının devamında da basının hükümetin ve bakanların her yaptığını onaylamak zorunda olmadığını ama onaylamak zorunda bırakıldıklarını dile getirmiştir.581 1 Aralık 1924’te Mustafa Kemal, Hür Fikir'e İstanbul basının tutumunu eleştiren bir beyanat vermiş ve Ahmet Emin de başyazısında bu beyanata değinmiştir. Basındaki yazılar arasında haksız, doğru olmayanların da olabileceğini ama basının özgür olmasının daha önemli olduğunu dile getirmiştir. Gerektiğinde Mustafa Kemal'i de eleştirmenin acı bile olsa gazetelerin görevi olduğunu eklemiştir. Ahmet Emin sözlerine: “Mustafa Kemal Paşa'nın tarihi şahsiyetine karşı her vakit derin ve umumi bir minnettarlık baki kalacaktır. Fakat temsil ettiği sistemin her zaman en iyi sistem olması gerekmez”582 diyerek devam etmiştir. Bu arada gazetelerde Şubat ortasından itibaren Genç’te çıkan isyandan bahsedilmeye başlanmıştır. 13 Şubat'ta Elazığ, Diyarbakır, Dersim’de başlayan isyan hızla diğer illere de yayılmıştır. Yeşil, hilafetin kaldırılması ile başlayan laikleşme ve ulusal devlete geçme sürecine adapte olamayan aşiret düzeni içinde yaşamakta olan Kürt kesiminin dini nitelikte bir isyana kalkıştığı yorumunu yapmaktadır. Yazara göre, modern devlet gereği olarak merkezileşmenin artması, bölgeye mahkeme vs 578 Mete Tunçay, a.g.e., s 108. Tekin Erer, Türkiye’de Parti Kavgaları, 2. Baskı, Tekin Yay., İstanbul, 1966, s 139. 580 Ahmet Yeşil, TC’nde İlk Teşkilatlı Muhalefet Hareket Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Cedit Neşriyat, Ankara, 2002, s 235. 581 Ahmet Emin, “Haftalık Tarihçe”, Vatan, 8 Teşrin-i sani 1924. 582 Ahmet Emin, “Gazi Paşa ve Gazeteler”, Vatan, 1 Kanun-i evvel 1924. 579 173 göndermesi ile bölgede hakim olan aşiret kanunları iktidarını yitirmeye başlamıştır. Ancak Aybars 1975 yılında yaptığı çalışmasında, ayaklanmanın özünde “Hilafet ve Saltanat”ın kaldırılması ve yerine Türk milliyetçiliğinin almasına bir tepki olduğu düşüncesini yetersiz bulmaktadır. Aybars, milli savaşın en zayıf olduğu günlerde bile böyle bir tepkinin görülmediğini, ayaklanmanın temelinde Doğunun sosyo-ekonomik yapısının yattığını belirtmektedir.583 İsyan, değişimle çıkarları bozulacağına inanan ağa ve şeyhler tarafından çıkarılmıştır. Aynı çalışmada yazar ayaklanmanın arkasında Musul sorunu nedeniyle İngiliz kışkırtmalarının rol oynadığını da aktarmaktadır. Ali Fuat Paşa, isyanın başta İngilizler olmak üzere Kürt Teali Cemiyeti, Vahdettin'in Başkanı olan Tarikat-ı Salahiye Cemiyeti gibi kuruluş ve kişilerce tahrik edildiğini, isyanda muhalefet ve basının zerre kadar suçu olmadığını belirtmektedir.584 Tunçay ise ayaklanmanın “daha çok dinsel bir giysi altında ulusal bir başkaldırı” olduğuna inandığını dile getirmektedir.585 Yazar ayaklanmanın arkasında İngilizlerin olduğu görüşüne karşı çıkmaktadır. İngilizlerin halifeliği geri getirmek isteyen bir harekete destek vermelerinin kendi çıkarlarına aykırı olduğunu, Türkiye Kürtlerinin bağımsızlığının, mandaları altında olan Irak'taki Kürtleri olumsuz etkileyebileceği için istemeyeceklerini yazmaktadır.586 İsyanı bastırmak için yerel askeri birlikler gönderilse de olayların giderek büyümesi, daha büyük çapta askeri müdahaleyi zorunlu hale getirmiştir. İsyancılar şeriat ve hilafeti geri isterlerken bir yandan da Kürt hükümeti talep etmektedirler. Kısa zamanda sıkıyönetim ilan edilmiş, Meclis'te Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nda, siyasi amaçlar doğrultusunda dini kullanma, vatana ihanet suçu kapsamına dahil edilmiştir. CHF içinde ise isyana karşı daha katı önlemler alınması yönünde bir eğilim belirmiş, Fethi Bey'in sert önlemler alınmasına sıcak yaklaşmaması HF içinde eleştirilmesine neden olmuştur. TpCF ise bu olaylar karşısında hükümeti desteklemiş ve Karabekir, Meclis'te dinin politikaya alet edilmesinin vatana ihanet olduğunu söyleyen bir konuşma yapmıştır. 583 Ergun Aybars, a.g.e., s 290. Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, C. II..., s 170. 585 Tunçay, a.g.e., s 136. 586 Tunçay ayrıca “İngilizlerin Musul petrollerini kaptırmamak emellerinin dışında, Sovyet etkisinin yayılma olasılığına karşı, Türkiye'nin çok zayıflamasını istemeyecekleri” düşüncesi üzerinde durmakta ve “Ayaklanmanın sonuçta Musul ile ilgili çıkarları dolayısyla İngiltere'ye yaramış olması fazla bir şey değiştirmez” diye eklemektedir. Mete Tunçay, a.g.e., s 137 584 174 Fethi Bey, TpCF liderlerini çağırarak, bazı yerlerdeki parti temsilcilerinin dini politikaya alet ettiklerini, buralarda parti teşkilatı kurma çabalarına ara verilmesini istemiştir. TpCF üyeleri ise buna sebep olmadığını, kendilerinin de bu yönde sıkı emirler verdiklerini, hatalı olanlara da hükümetin soruşturma açma hakkı olduğunu belirtmişlerdir. Karabekir, “Hükümetsiniz. Her çeşit kuvvetiniz, çeşitli araçlarınız vardır. Hükümet istiyorsa partiyi kendi kapatsın”587 cevabını vermiştir. Rauf Bey, “Fırkanın teşkilat namına tek şubesi dahi bulunmayan Doğu illerinde nasıl olur da bir isyanı tahrik edebilirdi?” sorusunu sormakta ve Şeyh Sait’in daha önce de devlete isyana kalkıştığı ve sonra da Rus Konsolosluğu'na sığındığının bilindiğini belirtmektedir.588 2 Mart'ta Fethi Bey, isyanda gerekli insiyatifi kullanmadığı gerekçesi ile yapılan eleştiriler karşısında güven oylamasına gitmiş ve 93 milletvekilinin güvensizlik oyu vermesi sonucunda çekilmiştir. İsyanı bastırmak için şiddetli tedbirler alma kararı doğrultusunda 4 Mart'ta İsmet Paşa kabinenin başına geçmiş ve sadece Doğu’da değil, tüm ülke kapsamında iki yıl yürürlükte kalacak olan Takrir-i Sükun Kanunu ve İstiklal Mahkemelerini gündeme getirmiştir. İsmet Paşa, 20 Nisan 1925'te Meclis'e verdiği önergede, İstiklal Mahkemelerinin sürelerinin bitiminden sonra altı ay daha uzatılması, Meclis'in tatilde olduğu süre içinde Ankara İstiklal Mahkemelerince verilecek idam kararlarının Meclis onayına gerek kalmadan uygulanması için Mahkemeye yetki verilmesi, sıkıyönetimin yedi ay daha uzatılması gibi maddelerin kabulünü teklif etmiştir. TpCF üyeleri, ülkenin mahkemeleri, polisi, jandarması olduğunu, böylesine olağanüstü tedbirlere gerek olmadığını ve kanunun sadece Doğu’da değil, tüm ülkede uygulanabilir olmasını eleştirmişlerdir. İstiklal Mahkemeleri konusu da Meclis'te muhalefetin tepkisine neden olmuştur. Karabekir, Ankara İstiklal Mahkemesi'ne idam yetkisi verilmesine ve mahkemenin vereceği idam kararlarının Meclisçe tasdik edilmeden uygulanabilecek olmasına karşı çıkmıştır.589 Rauf Bey, isyan nedeniyle Cumhuriyet'in tehlikede olduğunun kabul edilemeyeceğini bildirirken, Halis Turgut, 587 Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar...,s 149. Rauf Orbay, a.g.e., s 182. 589 Ali Fuat Cebesoy, SiyasiHatıralar ..., s 156. Karabekir, İstiklal Mahkemeleri'nin savaş zamanına ait olduğunu söylemiş ve “İsmet Paşa İstiklal Mahkemeleri'ni ıslahat aleti sanıyorsa pek ziyade yanılıyorlar” diyerek tepkisini dile getirmiştir. 588 175 kanunun iki yıl geçerli olmasını, “İsyan, iki yıl mı sürecek?” diye sorarak tepkisini dile getirmiştir. Basının önde gelen kalemlerinden Hüseyin Cahit de Takrir-i Sükun Kanunun çıkarılmasını, “Karilerimle Bir Hasbıhal” başlıklı yazı kaleme alarak, artık siyasi yazılar yazmayacağını, geçmişteki anılarını başmakale olarak yayınlayacağını duyurarak, protesto etmiştir.590 Bu arada Meclis'teki görüşmelerde söz alan Recep Peker, İstanbul basınının tutumunu eleştirmiştir. İstanbul basınının, devlet kuvvet ve nüfuzunu bertaraf ederek, tüm kutsal makamları ve onların nüfuzlarını tahrip edecek bir alet haline geldiğini söylemiştir. Peker: “Bu matbuat o hale gelmiştir ki, her sabah milletin yüzüne fışkıran saralı ifrazat, masum halka mütemadiyen devlet kuvvetinin itibara layık bir şey olmadığı fikrini aşılamıştır”591 demiş ve konuşmasının devamında: “Herkes matbuatı, hürriyet mefhumu kutsiyetine bürünerek her şeyi yapmaya kadir ve şerrinden korunmak için isminden bahsedilmeye cesaret edilmeyecek bir kuvvet gibi görmüş, bilakis devleti ve onun nizam ve intizam vasıtalarını, bu hakaretlere tahammül gösterdiği için, hakikaten nüfuzsuz, zavallı olarak tanımıştır”592 demiştir. Recep Bey'in basını eleştiren konuşması üzerine Ahmet Emin cevap niteliğinde bir makale kaleme almıştır. Yazısında İstanbul basını hakkında hüküm verirken kusurlarıyla beraber meziyetlerini ve hizmetlerini de hesaba katmak gerektiğini vurgulamıştır. Devamında: “Her dakika hariç ve dahildeki cehalet ve taassuba karşı müesser bir faaliyet gösterebilecek milli bir vasıtayı yılan kelimesiyle tevsif etmek, Recep Bey gibi bir devlet adamından hiç beklemediğimiz bir tarzı harekettir”593 diye yazmıştır. Recep Bey'in sözlerini anlık bir sinire bağlayarak, bunu hükümetin siyasetine atfetmeyeceklerini de eklemiştir. 13 Nisan’da İstanbul’daki TpCF şubelerinde aramalar yapılmış, evraklarına el konulmuştur. 15 Nisan’da ise isyan, elebaşlarının yakalanması ile sona ermiştir. 31 Mayıs 1925'te Mustafa Kemal ayaklanmanın sona erdiğini bildirmiştir. 28 Haziran'da 590 591 592 593 Hüseyin Cahit, “Karilerimle Bir Hasbıhal”, Tanin, 6 Mart 1925. Tekin Erer, a.g.e., s 150. Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar...., s 156. Ahmet Emin, “Takrir-i Sükun”, Vatan, 6 Mart 1925. 176 ise asiler hakkında verilen karar hükmünce Şeyh Sait ve adamlarından 29 kişi idam edilmiştir. Ahmet Emin isyanın bastırılmasından sonra, eleştirel tavrını değiştirerek hükümetin başarısından dolayı hükümeti tebrik eden bir yazı yazmış ve: “Bundan sonrası için en tabii temenni İsmet Paşa kabinesinin tenkil hareketindeki muvaffakiyet derecesindeki tanzim ve tedavi hareketlerinde de muvaffakiyet gösterebilmesidir”594 demiştir. 1926’da İzmir’de Mustafa Kemal’e yapılacak suikastin ortaya çıkarılmasından sonra TpCF’nın önde gelenleri sorgulamadan geçirimiştir. Olayda TpCF’lılar kadar, yeniden partilerini hayata geçirmek isnadıyla İttihatçılar da yargılanmıştır. Tutuklananlar arasında Hüseyin Cahit de bulunmaktadır. Özellikle İzmir Suikastı olayı, İttihatçıların tasfiye edilmesi için son adım olmuştur. Erman, Cavid Bey, Kara Kemal Beylerin gizli toplantılar yaparak, İT'yi yeniden canlandırmak istediklerini, seçimlerde iktidara gelemedikleri takdirde suikast yolunu denemek düşüncesinde olduklarını yazmaktadır.595 TpCF'nın altı üyesi (Ahmet Şükrü, Abidin, Halis Turgut, İsmail Canpolat, Rüştü ve Arif) idam cezasına çarptırılmıştır. Zanlılardan Karabekir, Cafer Tayyar, Ali Fuad, Refet ve Cemal Paşalar ise Mustafa Kemal’in özel isteği ile beraat etmişlerdir. Rauf Bey ise bu sırada yurtdışında olduğu için ifadesi alınamamış, gıyabında hüküm verilmiştir. Mustafa Kemal'in özellikle Nutuk'ta Rauf Bey'i sert bir şekilde eleştirmesi dikkat çekmektedir. Ahmet Emin 1966'da kendisi ile yapılan röportajda, Mustafa Kemal'in Milli Mücadele yıllarında yakın işbirliği içinde olan Rauf Bey, Ali Fuat Paşa ve diğerleri ile yollarının ayrılması hakkındaki soru üzerine, Nutuk'un tarihsel olayların kaynağı olmaktan ziyade politik bir nutuk olduğunu, Milli Mücadele yıllarında Mustafa Kemal ile Rauf Bey'in yakınlığının pek çok kanıtları olduğunu ifade etmiştir. Rauf Bey'in ülkeye gelemediği, İngiltere ve Hindistan'da olduğu yıllarda bile bağımsızlık savaşının Atatürk olmadan başarılamayacağını her zaman tekrar ettiğini aktarmıştır. 594 595 Ahmet Emin, “Şeyh Sait'in Derdesti”, Vatan, 16 Nisan 1925. Azmi Nihat Erman, İzmir Suikasti ve İstiklal Mahkemeleri, İstanbul, 1975. 177 Aynı röportajda Rauf Bey'in, Atatürk'ü, sadece kişisel değil ulusal bir gücü eleştirmeye yöneltebileceği için, Nutuk'u okumayı reddettiğini de söylemektedir.596 A. Gazetelerin Kapatılması 7 Mart 1925’te Tevhid-i Efkar, Son Telgraf, İstiklal, Sebilürreşat, Aydınlık ve Orak Çekiç, Adana’da çıkmakta olan Sayha Takriri Sükun Kanunu'nun 1. maddesine dayanılarak, Bakanlar Kurulu'nun kararıyla kapatılmıştır. Kapatılma gerekçeleri ise İstanbul gazetelerinin hükümetin manevi nüfuzunu yıpratması ve isyana zemin hazırlamalarıdır. 9 Mart’ta ise bunlara İzmir’de Sadayı Hak ve Kahkaha ile Trabzon’da İstikbal, İstanbul’da Presse du Soir, Resimli Ay, Millet, Bursa'da Yoldaş, Mersin'de Doğru Öz, Adana'da yayınlanan Toksöz gazeteleri eklenmiştir. 13 Mart'ta da Afyon'da İkaz gazetesi kapatılmıştır. Gazetelerin kapatılmasından sonra sıkıyönetim ilan edilen yerlerde haberleşmeye sansür getirilmiştir. 3 Mayıs 1925'te bir kararname çıkarılarak, bu bölgelerde yayınlanan gazete ve dergilerin sansüre tabi olduğu, dışarıdan gelecek yayınların sansür tarafından görüldükten sonra dağıtımı yapılacağı kararlaştırılmıştır. İskit, bu maddelerin büyük bir isyan karşısında zaruri bir tedbir olduğunu yazarak: “Milli hükümetin matbuat için almak mecburiyetinde bulunduğu ilk ve son tedbirdir”597 yorumunu yapmaktadır. Kısa bir süre ve belli bölgede uygulanan talimatname, isyanın bastırılmasından sonra yürürlükten kaldırılmıştır. Erer, isyan bahanesi ile hem partinin kapatıldığını hem de İstanbul matbuatının susturulduğunu, birkaç bin basan gazetelerin, o günkü posta imkanları ile Doğu'ya giderek, Türkçe bilmeyen Kürtler arasında bir isyan çıkarma ihtimalinin olmadığını yazmaktadır. Yine aynı kaynakta Takrir-i Sükun sonrası İstanbul’daki günlük gazete sayısının altıya indiğini ve bu gazetelerin toplam tirajının 28 bine 596 Frederick P.Latimer, "İnterview with Ahmet Emin Yalman", The Atatürk Project, Bilkent Üniversitesi. Röportaj 17 Mart 1966'da, Ahmet Emin Yalman'ın evinde gerçekleştirilmiştir. Elimizdeki röportaj bant kaydının transkripsiyonudur. Röportajı yapanın soyadı metinde boş olarak bırakılmıştır. Kayıtların orijinali Columbia Üniversitesinde olup, proje kapsamında Atatürk dönemine tanıklık etmiş bazı kişilerle yapılan röportajları kapsamaktadır. 27 kasetten oluşan görüşmelerin bir kopyası Bilkent Üniversitesi'nde bulunmaktadır. Daha önce Ali Fuat Cebesoy ile yapılan röportaja yaptığımız atıftan projenin Latimer tarafından gerçekleştirilmiş olması gerektiğini düşündük. Ahmet Emin ile yapılan II. röportajın bitiminde, “The interviewer is Frederick.......Jr” ifadesi yer almıştır. 597 Server İskit, Türkiye'de Matbuat Rejimleri, s 148. 178 düştüğünü belirtmektedir. Erer, tirajın hiçbir dönemde bu kadar azalmadığını da eklemektedir.598 Topuz da yaptığı genel değerlendirmede: “Devrimin gerçekleştirilmesi için Takrir-i Sükun Kanunu ile bir terör havasının yaratılması”nın ve gazetelerin kapatılarak gazetecilerin yargılanmasının gerekli olmadığını söylemekte ve şöyle devam etmektedir: “Halkı devrimlerden uzaklaştıran, yıllar sonra gericilik akımlarının yeniden başkaldırmasını hazırlayan, çok partili ortama girildikten sonra HP'nin bir daha Meclis'te çoğunluğu sağlayamamasına sebep olan etkenlerden biri Takrir-i Sükun Kanunuydu. Bu yasayla basında uzun süren bir sessizlik dönemi başlatıldı.”599 Kapatılan gazete sahipleri, Doğu İstiklal Mahkemeleri'ne gönderilmiştir. 15 Nisan’da ise TpCF’nın İstanbul’daki teşkilatında yapılan aramanın “baskın” olarak gösterildiği için Tanin’in de kapatılmasına karar verilmiştir. Hüseyin Cahit tevkif edilmiş ve Ankara İstiklal Mahkemesi'ne gönderilmiştir.600 Mahkemedeki ifadesinde Hüseyin Cahit, “Terakkiperverler basıldı” ifadesinin kendisinin haberi olmadan yazıldığını, kendisinin de bunu sabah okuduğunu söylemiştir. Kendisinin sadece başyazılardan sorumlu olduğunu, diğer yazılardan ise yazı işleri müdürünün sorumlu tutulacağını belirtmiş ve devamında: “Hem eğer baskın kelimesi fena bir kelime ise, Terakkiperver Fırkası'nın benim aleyhimde ikame-i dava etmesi lazım gelirdi”601 şeklinde cevap vermiştir. Mahkeme Reisi, Hüseyin Cahit'in Lozan Konferansı sonrasında takip ettiği yayının hiçbir zaman hükümet lehinde olmadığını söylemesi 598 599 Tekin Erer, Türkiye’de Parti Kavgaları..,s 158. Hıfzı Topuz, II. Mahmut'tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2003, s 154. 600 Bu noktada Hüseyin Cahit'in muhalif tavrına ilişkin olarak bazı noktalara değinmek gerekmektedir. Kendisinin Terakkiperver Parti'ye girip girmeyeceğini öğrenmek için gelen Yunus Nadi'ye yeni parti içinde olmayacağını belirtmiş ve Ankara'ya olan muhalefetinin altında yatan sebepler üzerinde durmuştur. Hüseyin Cahit, Ankara'nın kendisini uzaklaştırdığını ileri sürmektedir. Düyun-u Umumiye delegesi olmasının şahsi düşmanlık nedeniyle engellendiğini, İttihat ve Terakki'nin Milli Mücadele'ye destek vermesine rağmen tehdit olarak görülmeye devam ettiğini, Lozan Konferansı sonrasında Rıza Nur'un entrikaları nedeniyle afaroz edildiğini, daha sonra vatana ihanet ithamı le İstiklal Mahkemesine verildiğini ileri sürmüştür. Yeni partiye girmesinin çok doğal olacağını ama girmeyerek serbest ve tarafsız çalışmak istediğini, Mustafa Kemal'in çalışmalarına hayran olduğunu, knedi muhalefetinin esas ve prensiplerde değil uygulamada olduğunu belirtmiştir. Hüseyin Cahit (Yalçın), “Yalçın'ın 50 Yıllık Hatıraları: Atatürk Devri”, Halkçı, 23 Haziran 1955. 601 Ayın Tarihi, Numara 14, Matbuat Müdüriyeti Umumiyesi, Ankara, 1925, s 17. 179 üzerine buna dair ifadesini I. İstiklal Mahkemesi'nde verdiğini belirtmiştir. Yargılama sonucu Hüseyin Cahit, ömür boyu sürgün cezası ile Çorum’a gönderilme kararı verilmiştir.602 Resimli Hafta603 dergisi ise, “Hüseyin Kenan” müstear ismiyle yazan Cevat Şakir’in hapishane anılarını anlattığı “Asker Kaçakları Nasıl Asılır?” başlıklı yazı nedeniyle yargılanmıştır. Yazı, ordunun ileri gelenlerine ve hükümete karşı tahrik, askeri kaçmaya kışkırttığı gerekçesi ile suç unsuru taşıdığı için derginin sahibi ve sorumlu müdürü olan Zekeriya Sertel ile yazıyı yazan Cevat Şakir (Kabaağaçlı) mahkeme önüne çıkarılmışlardır. İstiklal Mahkemeleri'nin yarattığı korku havası gazetecileri de derinden etkilemiştir. Örneğin Sertel ne için tutuklanarak Ankara İstiklal Mahkemesi'ne gönderildiğinin kendisine açıklanmadığını ayrıca idam hükmü ile yargılandığı haberi karşısında korku dolu günler yaşadığını anlatmaktadır. Sertel, geçmişte Anadolu'daki Milli Mücadele'ye verdiği desteğin yayınlarından ve yazdığı yazılardan, İstiklal Mahkemesi'ne gönderilmesine anlaşılabileceğini belirtmiştir. neden Cevat olan Şakir yazının ise bir kaldığı kasıt taşımadığının Afyon Cezaevi'ndeki gözlemlerini anlattığını kaydetmiştir. Yargılamalar sonucu Doğu’da Şeyh Sait isyanın devam ettiği günlerde yazının içeriği nedeniyle şu karar verilmiştir: “Bugün memlekette fevkalade bir vaziyet vardır. Cürmün mevzuunu teşkil eden hikaye bir tenkit ve bir matbuat cürmü olmaktan ziyade seferber olan efrad-ı askeriyenin maneviyatını ihlal ve tahrike müstenid ve müretteb bir kasd mahiyetinde olduğuna heyet-i mahkeme kanaat hasıl etti ve kanun-u cezanın 60. maddesinin zeyli mucibince her ikinizin de üçer sene kalebent edilmenize karar verdi”604 Zekeriya Sertel Sinop’a, Cevat Şakir de Bodrum’a üçer yıl kalebentliğe mahkum olmuşlardır. 6 Mart'ta Aydınlık, Orak-Çekiç, Yoldaş gibi sol yayınlar da komünizmi yaymak suçundan Ankara İstiklal Mahkemesi'nde yargılanmışlardır. 602 Zekeriya Sertel anılarında Hüseyin Cahit’in “Ankara’daki dostları aracılığıyla mahkeme üzerinde etki yapmış ve hakkında verilecek hükmü önceden öğrenmişti” demektedir. Zekeriya Sertel, a.g.e., s 147. 603 Ayın Tarihi'nde İstiklal Mahkemesi kayıtlarında yayının ismi Resimli Hafta olarak geçmektedir. Sertel ise anılarında Resimli Ay ismini kullanmışlardır. 604 Ayın Tarihi, Numara 14, s 21. 180 Sabiha Sertel, İstiklal Mahkemeleri ve Takriri Sükun’dan sonra herkesin özellikle basının yıldığını yazmaktadır. Basındaki durumdan, “Gazeteler havadis veriyor, macera hikayeleri anlatıyor, fakat memleketin kalkınması, devrimin gelişmesiyle ilgili konulara kimse dokunmuyordu”605 diye bahsetmektedir. Ahmet Emin de gazetelerin kapatılmasından sonra yazılarını daha çok ülkedeki salgın hastalıklarla mücadele, kadının toplumdaki konumu gibi sosyal içerikli konulardan seçmeye başlamıştır. Bu gazetelerin kapatılması ile Vatan beş aydan fazla yayınını devam ettirmiştir. Vatan’ın satışları 7 binden 15 binlere çıkarken, ilanlar da buna bağlı olarak artmıştır. Ahmet Emin durum hakkında şunları yazmaktadır: “En küçük bir dikkatsizlik varlığımıza son verilmesine sebep olabilirdi. Belli ki Atatürk ve İsmet Paşa, freni basmışlar, bizim diğer muhalif ve müstakil gazetelerden ayrı tutulmamıza imkan vermişlerdi.”606 Ahmet Emin tam da bu sırada hükümetle de ilişkilerini güçlendirmek amacıyla 28 Mayıs’ta orduya bir uçak hediye etmek için harekete geçmiş ve Tayyare Cemiyeti'ne o zaman büyük bir meblağ sayılan 500 lira iane verdiği için, bir altın madalya almıştır. Bu gelişmelere paralel olarak, Vatan’ın kalan tek gazete olarak satış ve reklam gelirlerindeki artış, diğer kapanan gazeteler tarafından kendi ifadesi ile –Ahmet Emin Akşam dışında kalan İstanbul gazetelerini kastederek- dikkat ve kıskançlıkla izlenmiştir. Ayrıca daha önce menfaatlerine dokundukları zümreler de kendilerine husumetle yaklaşmaya başlamışlardır. Ankara ile ilişkiyi canlı tutmak için bir yandan da Malatya Milletvekili olan eniştesi Kurmay Yarbay Mahmut Nedim Bey, Ankara’da uğraşmaktadır. Onun tavsiyesi üzerine Ahmet Emin, İsmet Paşa’ya bir mektup yazmıştır. Mektupta daima memleket hizmetinde, eğriye eğri diyen bir gazetecilik anlayışı ile çalıştığını, ancak “birkaç saat içinde meydana gelen bir gazetede yanlış bir haberin yer alması veya bir takdir hatası yapılmasının daima mümkün olabileceğini” ileri sürmüştür. Mektubun 605 606 Sabiha Sertel, Roman Gibi, 2. Baskı, Belge Yayınları, İstanbul, 1987, s 110. Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 168. 181 kalanında neler yazdığı bilinmemekle beraber, Ahmet Emin’in bu süreçte Ankara ile arasında bir sorun ortaya çıktığı açıktır. Araya aracılar koymasına, mektuplar yazmasına rağmen yöneticilerle görüşme isteğini ve neden Ankara tarafından soğuk karşılandığını açıklamamaktadır. Anılarındaki ifadeye göre, mektubu okuyan İsmet Paşa ise mektubu “bağlılık veya pişmanlık ifadesi değil bir siyasi nota” olarak karşılamıştır. Yine Mahmut Nedim Bey'in aracılığı ile Recep Bey'den gazeteye beyanat almak üzere Ankara’ya gitmiştir. Nafia Vekili Süleyman Sırrı Bey ile konuşmak istemiş ancak kendisi sert bir şekilde geri çevrilmiştir. Ahmet Emin bu durumu şöyle anlatmaktadır: “Meğer sık sık Ankara’ya geldiğim zaman bütün vekillerle mülakatlar yapmama ve kendisini her nasılsa daima ihmal etmeme Süleyman Sırrı Bey kızgınmış. Başım sıkıldığı bir sırada Ankara’da kendisini aramamı hem benden hınç almak hem de bazı zümrelere hoş görünmek için iyi bir fırsat saydı, bana şu şekilde çıkıştı: “-Sen gazetende memleketin büyüklerine daima çatıyorsun ve akıl öğretmeye kalkışıyorsun. Nasıl olur da başın sıkışınca beni ziyaret etmeğe cüret edersin?”607 Bu karşılaşma Ankara’da kısa sürede duyulmuştur. Recep Bey'in verdiği mülakat ise bir müddet aleyhindeki hücumları gevşetmeye yardımcı olmuştur. Ahmet Emin Ankara yönetimi ile arasındaki problem nedeniyle, gazetesinin kapatılma endişesi içinde dönüşte hükümeti öven bir yazı kaleme almıştır. Yazıda Türk inkılapçılarının araçların az, güçlüklerin çok olmasına rağmen “avamfiribliğe”608 kalkışmadıklarını, memleketi düşündükleri için cehalete savaşmak gibi en zor yolu seçtiklerini ifade etmiştir. Ahmet Emin: “Hürriyet-i kelama karşı senelerce azami derecede sabır ve tahammül gösterilmiştir. Fakat bu hürriyet o derecelere kadar suiistimal edilmiştir ki memlekette anarşi vaziyeti baş göstermiş, hükümet nüfuz-u itibardan mahrum kalmaya başlamıştır”609 diyerek yapılanlara karşı hükümetin kanuni yollara başvurduğunu söylemiştir. 607 608 609 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 170. Halkın hoşuna gidecek şekilde hareket eden, demagog. Ahmet Emin, “İnkılab Nokta-i Nazarı”, Vatan, 3 Temmuz 1925. 182 Ahmet Emin'in kendi anlatımıyla hükümet, TpCF’nın kapatılmasını haklı gösterir bir yazının Vatan’da yayınlanmasını beklemiştir. Ahmet Emin'in hem böyle yazı yazmak “elinden gelmemiş” hem de kadrodaki Enis Tahsin, Ahmet Şükrü bu yönde bir yazının ters sonuç verebileceğini belirtmişlerdir. 12 Ağustos 1925’te gazetesi süresiz olarak Elazığ İstiklal Mahkemesi tarafından tatil edilmiş ve kendisi de İstiklal'den İsmail Müştak, İleri'den Suphi Nuri, Sayha'dan Gündüz Nadir Beylerle tutuklanarak, Doğu İstiklal Mahkemesi'ne çağrılmıştır. Ahmet Emin anılarında, “Geriye doğru bakınca hislere dayanan davranışımı doğru bulmuyorum” diyerek devamında da: “Doğruya doğru, eğriye eğri prensibine inanan bir gazeteci sıfatıyla bunları münasip bir dille ifade edebilirdim. Diğer müstakil gazetelerin tatilinden sonra hükümetin Vatan’ı ayrı tuttuğuna ve beş ay müddet varlık imkanı verdiğine göre, o zaman mesleğimden ayrılmaz, elden geldiği kadar tenkit ruhunu yaşatır, bir aya kadar evladımın doğumunu beklediğim bir sırada kendimin ve ailemin başına binbir bela getirmezdim.”610 diye yazar. Burada belirtilmesi gereken bir başka nokta Ahmet Emin'in belli bir dönem ısrarla savunduğu görüşleri bir başka dönemde kolayca eleştirebilmesidir. Ankara'daki hükümete eleştiriler yönelten ve TpCF'nı yayınları ile destekleyen Ahmet Emin, 1941'de kaleme aldığı ancak 1957'de kitap haline getirdiği Berraklığa Doğru adlı kitabında TpCF'nı eleştirmektedir. Fırkanın başındaki bir takım kişilerin temiz emellerine rağmen, “fırkanın teşkilatını rejim aleyhtarı cereyanlara bir iltica yeri haline koyanlar olduğunu”611 yazmıştır. Aydın vatanperverlerin ikiye bölündüğünü, sadece rejimin değil memleketin de tehlikeye açık hale geldiğini, böyle bir ortamda Takrir-i Sükun ve İstiklal Mahkemelerinin gündeme geldiğini, hükümet ve partininse “serbest bir hava ve berraklık aramaktan” hiç vazgeçmediğini eklemiştir. B. Doğu İstiklal Mahkemesi'nde Ahmet Emin 12 Ağustos'ta gazetesinin süresiz olarak tatil edildiği tebliğ edilmiş ve Ahmet Şükrü ile birlikte Elazığ'a gönderilecekleri bildirilmiştir. Yolculuk sırasında, 610 611 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 170. Ahmet Emin, Berraklığa Doğru, s 17. 183 ülkenin içinde bulunduğu gerçek şartları gördükçe, bir gazeteci olarak bunu anlamak ve okuyuculara açıklamakta başarısız olduklarını, bu nedenle krizin ortaya çıkmasında payları olduğunu ifade eden bir telgrafı Adana'dan Ahmet Emin, Suphi Nuri, İsmail Müştak ve Ahmet Şükrü imzalayarak Ankara'ya çekmiştir. Telgrafta: “Ülkenin içinde bulunduğu gerçek koşulları anlamadan yazmakla yaptığımız hatayı tamamen anlamış bulunmaktayız. Gönüllü olarak bir daha gazeteciliğe dönmeyeceğimize, hayatımızı ekonomik ve kültürel işlere vakfedeceğimize söz veririz.”612 diyerek imzalamışlardır. Ahmet Emin, daha yolda iken, bu telgrafı Elazığ'daki diğer gazetecilere de imza ettirmek için bir takım taslaklar hazırladıklarını belirtmektedir. Sonradan bu telgrafın Ankara'ya gönderildiğini, sadece Velid Bey'in imzalamak istemediğini aktarmaktadır. 613 Zekeriya Sertel, konu hakkında, “Ahmet Emin daha yoldayken, Adana’dan Mustafa Kemal’e telgraflar göndererek yalvarmaya başlamıştı. Affedilirse, bir daha gazetecilik etmeyeceğine söz veriyordu”614 diye yazmaktadır. Diyarbakır'a götürülen gazeteciler buradan Mustafa Kemal'e bir başka telgraf göndermişlerdir. Bu durumda aralarında Ahmet Emin'in de olduğu gazeteciler Ankara'ya bağışlanmaları yönünde Adana'dan, Elazığ'dan ve Diyarbakır'dan olmak üzere üç telgraf göndermişlerdir.(EK-4) Yolculukları sırasında iyi karşılanan gazeteciler 21 Ağustos’ta Elazığ’a ulaşmışlardır. Elazığ'da karşılaştığı ortam için Ahmet Emin şunları yazmaktadır: “Hayretle şunu gördük ki Elazığ İstiklal Mahkemesi huzurunda yargılanan Türk gazetecileri615 garip bir çifte hayat yaşıyorlardı. Birisi her gün takım takım ölüm cezaları veren ve hükümlerini kimseye sormadan, kimseye hesap vermeden yürüten korkunç bir İhtilal Mahkemesi'nin huzurunda saatlerce titremek, kanun filan tanımayan Mahkemenin sorguları karşısında sıkıntılı dakikalar geçirmek, her sabah sehpalarda sallanan cesetlere bakarak kendilerini de böyle bir akıbetin bekleyebileceğini hatırlamaktı.”616 612 Ahmet Emin, Turkey in My Time, s 153. Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 174. 614 Zekeriya Sertel, a.g.e. s 132. 615 Doğu İstiklal Mahkemesi'nde yargılanan gazeteciler Ahmet Emin, Velid Ebüzziya, Sadri, Müştak, Gündüz Nadir, Ahmet Şükrü, Eşref Edip, Fevzi Lüfi, Suphi Nuri, Abdülkadir Kemal Beylerdir. 616 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 179. 613 184 Gazetecilerin hayatının diğer yönü ise Elazığ eşrafı tarafından gazetecilerin ağırlanmaları oluşturmaktadır. Anılarında, Atatürk'ün yakın çevresinden olan Ali Saib Bey'in kendisine geçmişten bir husumeti nedeniyle sürekli psikolojik işkence ettiğini, Ali Saib Bey'in kendisine sürekli asılacağını, bunun çok kısa sürede olup biteceği için korkulacak bir şey olmadığını söylediğini yazmaktadır.617 Mahkemede soruşturmalar sırasında, özellikle Rauf Bey'in kendisine Avrupa’dan yazdığı mektup üzerinde durulmuştur. Rauf Bey, mektupta ülkedeki tek parti ve totaliterlik eğiliminden duyduğu kaygıyı dile getirmektedir. Ahmet Emin mahkemede Rauf Bey'in mektubunun rejime karşı bir isyan şeklinde gösterilmek istendiğini ve kendisine sorulduğunda: “Rauf Bey, demokrasiye ve çok partili bir serbest münakaşaya inanan bir devlet adamıdır. Mektubu, bu ölçülerle ileri sürülen tenkitlerin dışında bir mana taşımaz.”618 cevabını verdiği yazmaktadır. Gazetecilerin sorgulamaları 4 ve 6 Eylül 1925'te yapılmıştır. Mahkeme sonucunda Mustafa Kemal, İstiklal Mahkemesi Başkanlığı'na gönderdiği telgrafta, gazetecilerin Cumhuriyet'e ve rejime bağlılıklarını, pişmanlıklarını açıkladıklarını ve aflarını istediklerini, alınacak kararda gazetecilerin bu davranışlarının dikkate alınmasını istemiştir.619 Ardından da gazetecilere beraat kararı çıkmıştır. Mahkemede, savcı okuduğu son iddiada, basını devleti lekelemek, hükümeti diktatörlükle, iktidar partisini korku getiren parti şeklinde göstererek, kamuoyunu tahrik ettiklerini ve Şeyh Sait isyanı gibi rejim karşıtı isyanlara ortam hazırladıklarını ifade etmiştir. Ahmet Emin, Eşref Edip gibi gazetecilerin devletin “güvenliğini bozarak, kargaşa çıkararak ayaklanmaya sebebiyet verdikleri ancak bunun kasıtlı olmadığı ve Doğu'daki isyanı bilerek etkilemedikleri açıklamıştır. Aralarında 617 Ahmet Emin, Ali Saib Beyin 1926'da Mustafa Kemal'e suikast olayında, tertip edenler arasında isminin geçmesinden dolayı tutuklanıp idam cezası ile yargılandığını, serbest kaldıktan sonra bile çok zor zamanlar yaşadığını hatta hasta ve sakat kaldığını yazmaktadır. Ahmet Emin'in anılarına göre Ali Saib Bey, yıllar sonra TATKO şirketinde Ahmet Emin'i ziyaret ettiğinde, İstiklal Mahkemelerinde asılmaktan kendisinin kurtardığını söylemiştir. a.g.e., C. III, s 183. 618 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 184. 619 Ergun Aybars, a.g.e., s 333. 185 Ahmet Emin'in de olduğu bir kısım gazeteci için “yeni deliller bulunduğu takdirde yeniden yargılanmak üzere serbest bırakılmaları”620 yönünde karar açıklanmıştır. Ahmet Emin, 1925'te İstiklal Mahkemesi'nde yargılandıktan sonra gazetecilikten uzaklaştırılmış ve 1936'ya dek, on bir buçuk yıl dönememiştir. Ahmet Emin, gazetesinin kapatılmasından sonra, aynı matbaada ve aynı kadro ile çıkarılmaya başlanan Millet, Vatan'ın devamı olduğu gerekçesi ile yayını durdurulmuştur. Millet'in, Vatan abonelerine gönderilmesi, İdare Müdürlüğü'nü Ahmet Emin'in kardeşi Rıfat Beyin üstlenmesi, yayının aynı matbaada çıkarılmakta olması üzerine Emniyet Müdürlüğü harekete geçerek 28 Kasım 1925'te Millet'in kapatılması yönünde karar vermiştir.621 (EK-5) Ahmet Emin bu sırada Amerika'da iken yakın ilişki kurduğu tarih profesörü James T. Shotwell’den Carnegie Barış Vakfı adına hazırlanan I. Dünya Savaşı'na dair hazırlanan otuz ciltlik eserin Türkiye ile kısmını hazırlama teklifi almıştır. Kitap Cihan Harbinde Türkiye başlığı ile yayınlanmıştır. 620 621 Ergun Aybars, a.g.e., s 334. T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Fon K: 030.10. Yer No:86.566.14. 186 V. Bölüm: Gazetecilikten Uzaklaştırıldığı Yıllar I. Ticaret Hayatı Gazetesinin süresiz olarak kapatılması ile Ahmet Emin rotatif makinesini ve diğer tesisleri, Milliyet'i çıkarmaya hazırlanan Mahmut Bey’e 60 bin liraya satmış, elde edilen parayı da komandit şirketin ortakları arasında paylaştırmıştır. Ahmet Emin kendisine 15 bin lira düştüğünü belirtmektedir. Kısa bir dönem yabancı romanlardan çeviriler yapmış ve I. Dünya Savaşı sırasında Türkiye hakkında bir kitap hazırlamıştır. Kemal Salih (Tel), Ahmet Şükrü, Enis Tahsin ile birlikte resimli bir haftalık dergi çıkarma girişiminde bulunmuş ancak bunun ismini belirtmemiştir. Bu dönemde yabancı gazetelere yazma konusunda, İsmet Paşa'dan izin alma girişiminde bulunmuş ama cevap alamamıştır. Ahmet Emin, Amerikan Ticaret Ataşesi Julian E. Gillespie ile Ankara'da yakın bir ilişki kurmuştur. Gillespie, bazı imtiyazlar karşılığında Amerikan mali kurumlarının Türkiye'ye ihtiyacı olan borcu sağlayabilmesi ve tarım makinelerinin satılması gibi konularda Amerika ile Ankara yönetimleri arasında işbirliği arayışındadır. Ahmet Emin 1925'te gazetecilikten uzaklaştırılınca Gillespie aracılılığıyla ticarete atılarak, tarım ve diğer makinelerin ihracatı konusunda faaliyet göstermiştir. 1925'te Gillespie, İstanbul’da Ahmet Emin’e gelerek, kendisine bir ticaret şirketi kurmasını teklif etmiş ve kurulacak şirkete Goodyear gibi birkaç önemli Amerikan şirketinin vekilliğini sağlayabileceğini ifade etmiştir. Kardeşi Rıfat Yalman'ın da onaylaması ile 50 bin lira sermaye koyarak Goodyear, Dodge Brothers, Caterpillar Traktörleri, Sullivan Kompresörleri, Harnnischfeger ekskavatörleri gibi şirketlerle anlaşarak TATKO (Otomobil, Lastik ve Traktör Komandit Şirketi) adında bir şirket kurmuşlardır. Böylece Ahmet Emin, Amerikan sanayinin Türkiye pazarının önemli bir aracısı haline gelmiştir. Kardeşi ile birlikte Türkiye’de farklı bölgeleri dolaşarak acente kuracakları yerleri belirlemiş, kısa zamanda şirketi Amerika’dan en çok mal getiren müessese haline gelmiştir. Gillespie için Ahmet Emin, “Hiçbir nevi 187 menfaati olmadan, sırf kendi vazifesini görmek ve bize karşı dostluğunu belirtmek için tıpkı ortağımızmış gibi çalışıyor, her derdimize çare buluyordu” demektedir.622 Ahmet Emin'in deyişi ile Gillespie hem dostluk göstermekte hem de Amerika'nın Türkiye'ye ihracatında yeni rekorlar kırma imkanını elde ederek görevini başarılı bir şekilde yerine getirmektedir. Ahmet Emin, 1928’de temsil ettiği firmalarla yakından tanışmak üzere iki buçuk aylık bir Amerika seyahatine çıkmıştır. 1929’da bir iş adamının kurduğu Curtis Havayolları Şirketi ile anlaşarak Türkiye acenteliğini üstlenmiştir. Anlaşmaya göre: “1-Curtis uçaklarının Wright motorlarının ve Sperry projektörlerinin Türkiye’ye satışı, 2-Türk hava yollarının kurulması ve idare edilmesi için teklifler yapılacak ve bir hava meydanı şebekesi kurulacak, 3-Türkiye tarafından satın alınacak uçakların bir kısmı, Kayseri’de Amerikan ustalarıyla Türk işçileri tarafından yapılacak ve Kayseri fabrikasının tam bir uçak fabrikası haline gelmesi ve Wright uçak motorlerinin de burada gitgide yapılması için Curtis-Wright gurubu Türkiye Hükümetiyle devamlı bir iş birliğine girişecekti.”623 Hükümet teklifi olumlu karşılamış ve 1929'da üç kişilik bir heyet oluşturarak etüt yapmak üzere Ahmet Emin ile birlikte iki aylığına Amerika’ya göndermiştir. Curtis Şirketi dört uçaktan oluşan filoyu Türkiye’ye göndermiş ve daha sonra Kayseri’de fabrika kurulması için harekete geçilmiştir. Ancak proje, Hava Kuvvetleri'ndeki görüş ayrılıkları yüzünden devam etmemiştir. Ahmet Emin hava yolları ile ilgili piyasada hakim olan Fransız fabrikalarının entrikaları ve Nuri Demirağ’ın uçakları kendi icatlarımıza göre üretme yönündeki ısrarları sonucu projenin tamamen ortadan kalktığını yazmaktadır. Ahmet Emin 1928’den itibaren 1935’e kadar her yıl Amerika’ya gitmiş, çalıştığı şirketlerle ilişkilerini devam ettirmiştir. Burada yaptığı bazı gözlemleri dönemin yöneticilerine sunmuştur. 1929'daki Amerika seyahatine dair İsmet İnönü'ye gönderdiği mektupta, Amerikalıların Türkiye'ye olan ilgilerinden söz ederek, kendimizi 622 623 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 197. Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 200. 188 tanıtmamız halinde Amerikan firmaları ve mali çevreleri ile birlikte hareket etmenin etmenin mümkün olduğunu dile getirmiştir. 1930’da Amerika Ticaret Müsteşarı Dr. Klein Türkiye’ye gelmiş ve Ticaret Ataşesi Gillespie ile birlikte Ankara’ya giderek, finans temin etme ve işbirliği imkanlarını yoklamışlardır. Ahmet Emin, “O zamana kadar dış istikrazlar hakkında çekingen davranan milli hükümet, bu fırsatı cazip buldu”624 diye aktarmaktadır. Eski Maliye Bakanı Saracoğlu bu tetkikleri yapmak üzere Amerika’ya gönderilirken, Ahmet Emin de temsil ettiği firmaları bundan yararlandırmak düşüncesi ile heyete katılmıştır. Ancak iktisadi buhran içinde olan Amerika’daki temaslar “nezaket hududunu” aşamamıştır. Ahmet Emin gazetecilikten ayrıldığı yıllarda kendisine sıkça gazeteciliğe dönmek isteyip istemediğini soranlara, “Bu hastalıktan kurtuldum, hastalığın geri tepmesine imkan yok”625 dediğini belirtse de gazeteciliğe dönmek için izin alma girişimlerinde bulunmuştur. Ahmet Emin, 26 Haziran 1932'de Mustafa Kemal'e ve 6 Temmuz 1932'de İsmet İnönü'ye yazdığı mektupta gazeteciliğe dönme isteğini dile getirmiştir. Mustafa Kemal'e yazdığı mektupta şu ifadeler yer vermektedir: “Yedi seneden beri, içimdeki gazetecilik meslek hevesini söndürmeye çalıştım. Muvaffak olamadım. Bu gün emelim günlük değil, haftalık bir gazete neşretmektir. Bu gazete rejimin samimi bir mücahidi olacaktır. Hiçbir zaman menfi ve şahsi bir rol oynamayacaktır. Bu sözümde ve gayemde samimi olduğuma itimat buyurursanız yedi sene evvel sözümün iadesini istirham ederim.626 Bu dönemde Yunus Nadi’nin kendisine Cumhuriyet'te 400 lira karşılığında yazması halinde gazeteciliğe dönmesi için Ankara’dan izin almayı teklif ettiğini 624 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 209. Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 212. 626 Hoover Institution Archieves, (Ahmet Emin Yalman Collection), Accession No: 82.89 10.01. Bn: 19. İsmet İnönü'ye yazdığı mektupta Mustafa Kemal'e ilettiği talebini yineler. 22 Temmuz 1922 tarihli “Aziz Biraderim” diye başlayan mektubunda, “Eğer ben bugünkü idareyi çok yüksek, temiz, şayan-ı millet bulmasaydım bugün gazete neşrini hatırdan geçirmeyi bir manevi intihar addederdim. Fakat böyle bir gazete ile rejim mekanizması içinde faydalı bir rol oynayacağım hakkında kanaat ve hakkımda tam bir itimat yoksa ister Harput yolundan verdiğim söz iade edilsin ister edilmesin gazete neşrini hatırdan bile geçirmem. Vaziyet budur” diye yazmaktadır. Hoover Institution Archieves, (Ahmet Emin Yalman Collection), Accession No: 82089 10.01. Bn: 22. 625 189 belirtmektedir.627 Ahmet Emin ise şirketi zor durumda iken terk edemeyeceği cevabını verdiğini söylemektedir. Bir diğer teklif ise Serbest Fırka'nın kurulduğu sırada parti kurucusu Fethi Bey’den (Okyar) aldığı tekliftir. Serbest Fırka (SF), hükümetin faaliyetlerini kontrol etme ve Meclis içinde bir “denetim mekanizması”628 olması için Mustafa Kemal'in isteği doğrultusunda açılmıştır. Mustafa Kemal partinin kurulması için gerekli maddi yardımın yanı sıra yakınlarının da yeni partiye kaydolması için gereken desteği vermiştir. Mehmet Asım, farklı bir yorum getirerek, Mustafa Kemal'in, BMM’deki tartışmalarda Başbakan İnönü’nün eleştirilerek düşürülmesini istemesinin bir etken olduğu üzerinde durmaktadır.629 Ahmet Emin, parti için yayın organı arayışı içinde olan Fethi Bey’in, kendisinin başyazar olarak gazetenin başına geçmesini, parti adayı olarak Meclis'e girmesini, bunun için izni Mustafa Kemal’den alma önerisinde bulunduğunu söylemektedir. Ahmet Emin bu teklife olumsuz cevap verdiğini ve Fethi Bey'e ılımlı olması, İsmet Paşa’dan iktidarı hemen almak gibi isteklere kapılmaması ve yol arkadaşlarını dikkatle seçmesi gerektiği uyarılarında bulunduğunu söylemektedir. Ayrıca Fethi Bey'in tutumunu kendine yakın bulmadığını eklemektedir. Bu uyarılar karşısında ise Fethi Bey’in kendisine şöyle cevap verdiğini yazmıştır: “Bir siyasi partinin vazifesi, ilk hamlede iktidara gelerek kendi programını yürütmektir. Durum buna müsaittir. Bütün memleket bizim harekete geçmemizi ve bugünkü bozuk düzene son vermemizi sabırsızlıkla bekliyor. Yol arkadaşlarını iyi seçmek meselesine gelince, saldırış halinde bir kuvvet, arkasından gelenlerin ahlaki seviyesini yoklamak için vakit kaybedemez. Hedefimize varınca, oturur, bunu yaparız.”630 627 Ancak 1937'de Tan ile Cumhuriyet gazeteleri arasında başlayan şiddetli polemikte Yunus Nadi bu iddiayı red etmiştir. Yunus Nadi, “Ahmet Emin Yalman’a”, Cumhuriyet, 22 Ekim 1937, “Matbuat ve Millet”, Cumhuriyet, 23 Ekim 1937. 628 Hakkı Uyar, a.g.e., s 319. 629 Asım Us, Gördüklerim, Duyduklarım.....,s 136.Mehmet Asım'a göre Mustafa Kemal partiler arasında tarafsız kalma düşüncesini dile getirse de bunu gerçekleştirememiştir. Mehmet Asım aynı eserinde, Mustafa Kemal'in önce Hamdıullah Suphi'ye SF'ye geçmesini tavsiye ettiğini ardından da gizlice “Sizi bu akşam SF'ye verecektim. Sizinle beraber Türk Ocaklarını da vermiş olacaktım. Buna gönlüm razı olmadı” dediğini aktarmaktadır. Asım Us, a.g.e., s 145. 630 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 213. 190 SF'yı basında Yarın ve Son Posta gazeteleri desteklemiştir. Fırka ilk önce Ege bölgesinde örgütlenmiş ve HF'ndan duyulan memnuniyetsizlik dolayısıyla halktan büyük ilgi görmüştür. Özellikle İzmir ve civarında Fethi Bey büyük tezahüratla karşılanmıştır. Bu ilginin kontrol dışına çıkması karşısında Mustafa Kemal ile karşı karşıya gelmek istemeyen Fethi Bey partisini feshetme kararı almıştır. Ahmet Emin, Mustafa Kemal ve İsmet Paşa’nın “bu manzaraya seyirci kalamayacaklarını” sonuçta da SF'nın feshedilmesi gerektiğini Fethi Bey'e ilettiğini belirtmektedir. Ahmet Emin, Fethi Bey'in eşsiz bir tarihi fırsatı kaçırdığını, koşulları iyi değerlendirerek, İsmet Paşa ile iktidar yarışına girmemiş, ılımlı prensiplere dayalı muhalefet anlayışını sürdürmüş ve çok partili demokrasi isteğinde samimi olan Mustafa Kemal’e bu yönde destek olsaydı gerçek demokrasinin Mustafa Kemal’in zamanında gelişebileceğini belirtmektedir. II. Ahmet Emin'in Gazeteciliğe Geri Dönmesi Ahmet Emin, 1936’da eşi ve arkadaşları ile Ankara’da Karpiç lokantasında bulundukları bir sırada Mustafa Kemal arkadaşları ile lokantaya gelmiş ve yakınındaki masaya oturmuştur. Mustafa Kemal masasında bulunan Kılıç Ali’yi, Ahmet Emin’in masasına göndererek eşi Rezzan Hanımı dansa kaldırtmış ve Ahmet Emin'in karşı bir jest olarak kendi masasında bulunan hanımlardan birini dansa kaldırmasını istemiştir. Sonrasında Ahmet Emin, Mustafa Kemal’in masasına davet edilmiştir. Kendisine asıl mesleğinden uzak düştüğünü bundan memnun olup olmadığını sorması üzerine, eşi Rezzan Hanım kendisinin bir gazeteci ile evlendiğini ama eşinin bir iş adamı olduğunu ve bundan memnun olmadığını belirtmiştir. Mustafa Kemal, Selanik Askeri Rüştiyesi'nde yazı hocası olan Ahmet Emin’in babası Osman Tevfik Bey'in kendisine hep tam not verdiğini, kendisinin ülkesine ve barış davasına hizmet verdiğini düşünmesine rağmen, oğlunun siyaset meydanlarında karşısına çıkarak sıfır numara verdiğini, bu konuda ne düşündüğünü sormuştur. Ahmet Emin cevabında şunları söylemiştir: “Yaptıklarınıza o kadar değer veriyordum ki sizinle ilgisi olan her şeyin aynı ölçüye uymasını içim istedi. Bütün tenkid ve itirazlarım bu emelden ileri geliyor. Araya 191 bazı hatalı görüşlerim karışmış olabilir, pratik icapları ve imkanları ölçmekte vakit vakit yanılmış olabilirim, fakat size karşı sevgim daima hudutsuzdu ve tenkidlerimin iyi niyeti ise pürüzsüzdü. Ben hiçbir siyasi emeli ve ihtirası olmayan bir gazeteciyim. Hiç kimsenin tesiri altında yazı yazmadım ve bütün tenkidlerimde yalnız memleketin iyiliğini düşündüm.”631 Bu açıklama üzerine Mustafa Kemal, kendisine yayınlanmak üzere bir açıklama dikte ettirerek bunu yüksek sesle okumasını istemiştir. Ahmet Emin'in heyecanlanması üzerine eşi Rezzan Hanım bir iskemle üzerine çıkarak açıklamayı okumuştur. Bu açıklamada şu ifadelere yer verilmiştir: “On yıldır meslekten uzak düştüm. Bu zaman bir milletin hayatı için kısa bir devirdir, fakat fertlerin hayatında çok yer tutar. On yıl önce, “Tabiat kuvvetlerinin “gidişine ayak uydurmakta zorluklar geçirdim. Bu benim kabahatim değildi, “Tabiat kuvvetlerinin de” kabahati değildi. Kusuru ortalığa hakim olan hal ve şartlarda aramak icap eder. Tecrübe sahalarında on yıl müddet ders gördükten sonra, bir Türk şairinin: “Bu memleketi haraplıktan kurtaracak bir adam yok mu?” diye sorduğu suale: “Evet var!” diye cevap veren adamla yeniden işbirliğine girişmeye kendimi istidatlı ve hazır görüyorum” 632 Ahmet Emin bu olaydan kısa bir süre sonra Falih Rıfkı aracılığıyla Mustafa Kemal’den, yazdırdığı açıklamanın yayınlanmasına gerek olmadan mesleğine geri dönebileceği haberini almıştır.633 TATKO şirketinden hissesine düşen payı alarak şirketten ayrılmış ve haftalık bir gazete çıkarmaya karar vermiştir. Kaynak adını verdiği gazetenin yayınlanması için Akşam gazetesi ile anlaşmıştır. Gazete sekiz sayfa olup, dört sayfalık da resimli ek vermektedir. Beş kuruştan satışa çıkarılmış ancak haftalık gazete beklediği başarıyı kazanamamıştır. 631 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 218. Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 219. 633 Ahmet Emin'in babası Osman Tevfik Bey oğlunun gazeteciliğe dönme izni verilmesi üzerine Mustafa Kemal'e yazdığı mektupta şunları yazmıştır: “Hususi menfaat ve ticaret sahalarında uğraşmanın ve çok sevdiği mesleğinden uzak kalmanın kendisi için bir işkence olduğunu görüyor ve baba sıfatı ile derin bir teessür duyuyordum. Oğlum son on sene içinde hayatın çetin mektebinde tecrübe görmüştür. Bu defa gazetecilik sahasındaki faaliyetinin, eski görüş ve nazariye hatalarını unutturacağına ve teveccüh ve itimadınıza layık olduğunu ispat edeceğine şüphem yoktur.” Hoover Institution Archieves (Ahmet Emin Collection), Bn:19. 632 192 A. Tan'ın Ortağı Olarak Ahmet Emin Bu dönemde İsmet Paşa’nın devletçilik politikası ile Bayar’ın sermayeye ağırlık veren politikası karşı karşıya gelmeye başlamıştır. İş çevreleri devletçiliğe karşı liberalizmi savunmak amacıyla İş Bankası yardımı ile Tan'ı çıkarmaya başlamıştır. İsmet Paşa'nın yayın politikasını desteklediği Kadro dergisinde ise devletçilik savunulmaktadır. Tan, Siirt mebusu Mahmut Soydan tarafından kredileri İş Bankası'ndan alınarak kurulmuştur. İş Bankası, Ali Naci Karacan’ın idaresinde çıkardığı Tan'dan zarar ettiği için matbaa ile birlikte gazeteyi satma kararı almıştır. Sabiha Sertel, İş Bankası tarafından çıkarılmakta olan Tan'ın halk tarafından benimsenmediğini, başarılı olmadığını bu nedenle gazeteyi matbaası, teçhizatı ile satışa çıkardıklarını yazmaktadır.634 Ahmet Emin anılarında, İş Bankası Umum Müdürü Muammer Eriş'in kendisini çağırarak, eğer bir şirket kurarsa tesisleri, bina ve gazete ile uygun fiyata satabileceği teklifi yaptığını aktarmaktadır. Ahmet Emin teklifin uygun şartlarda yapılmasının Mustafa Kemal’in isteği doğrultusunda olduğunu söylemektedir. Bu teklifin Ahmet Emin'e götürülmesinde Ahmet Emin'in özel girişimciliği savunması ve devletçilik politikasına muhalif olduğunun bilinmesi etkili olmuştur. Bu yolla sermaye kesimine yakınlığı ile bilinen İş Bankası'nın çıkarmakta olduğu Tan ile Ahmet Emin yönetiminde çıkarılacak Tan arasında yayın politikası açısından bir devamlılık olacağı göz önünde tutulmuş olmalıdır. Karşılıklı görüşmelerden sonra 200 bin lira üzerinde anlaşmışlardır. 50 bini peşin, kalanı ise sekiz yılda taksitlerle, faizsiz olarak ödenecektir. Mehmet Asım ise, Tan’ın Siirt mebusu Mahmut Bey idaresi sırasında, şirketin 350.000 lira sermayeli olduğunun ilan edildiğini belirtip: “Halbuki son günlerde gazete, Ahmet Emin'e devredilmek için kıymet takdir edildiği zaman ancak 160 bin liralık (matbaa binası dahil olduğu halde) değer biçildiğini yazmaktadır.635 Yine aynı yazarın bildirdiğine göre Ahmet Emin'in gazeteyi 180.000 liraya satın 634 635 Sabiha Sertel, a.g.e., s 172. Asım Us, Hatıra Notları....,s 191. 193 aldığını, ödeme planını da 50 bini peşin, her ay 200 lira vermek sureti ile gerisi ödenmek üzere anlaşmaya varıldığını eklemektedir. Kocabaşoğlu, İş Bankası'nın arşiv bilgilerine de dayanan kapsamlı araştırmasında, 27 Ekim 1936'da 165.000 lira karşılığında Tan'ın Ahmet Emin ve Rıfat Yalman'ın sahibi olduğu Gazetecilik ve Neşriyat Limitet Şirketi'ne satıldığını belirtmektedir.636 Bu tekliften sonra ortak arayan Ahmet Emin, Zekeriya (Sertel) ve Halil Lütfi (Dördüncü) ile anlaşmıştır. Ahmet Emin, kendisinin gazetecilikte uzun yıllar emek vermesi nedeniyle, yarım milyonluk tesislerin, 50 bin lira peşin, gerisi uzun yıllarda taksitle ödenmek üzere alınmasının mümkün olduğunu belirtmektedir. Bu katkısı nedeniyle dörtte birinin sermaye payı kabul edilerek kendisinden aslında sermaye koymasının istenmemesinin daha uygun olduğunu yazmakta ve eğer böyle bir teklifi götürürse kabul edilmesinin kesin olduğunu da eklemektedir. Ancak gazeteciliği ideal bir iş olarak gördüğü için, maddi çıkarı ön plana almamak düşüncesi ile hareket ettiğini, bu düşünce doğrultusunda “gaflet” içinde ortaklık konusunda şu teklifi yaptığını ileri sürmektedir: “Kurulacak altmış bin liralık şirkette ben de on beş bin lira hisse sahibi olayım, bu hisse diğer ortakların sağlayacakları banka kredisiyle ödensin, bu da faiziyle beraber yıldan yıla şirketteki kar payımla kısım kısım karşılansın”637 Zekeriya Sertel ise kitabında gazeteyi satın alma işinde Ahmet Emin’in “foyasının meydana çıktığını” yazmaktadır. Sertel’e göre: “Ahmet Emin, payına düşen sermayeyi yatırmak istemiyordu. Şirkete sermaye koymadan girip ortak olmaya çalışıyordu. O, ilk hamlede toplu bir sermayeye ihtiyaç olmadığını sanmış ve işi böylece idare edebileceğini ummuştu” demektedir. Zekeriya Sertel'in sözlerinden Ahmet Emin'in ortaklarına bu teklifi götürdüğü anlaşılmaktadır. Ahmet Emin para konusunu bankalarla görüşmüş, gerekli sermayeyi bulmuştur. Sertel ise: “Buldu ama parayı veren bankalar ve başkaları ona bunu kara gözlerinin hatırı için vermemişlerdi. Daha başlangıçta Ahmet Emin kendi özgürlüğünü satmıştı. Biz de ona göre tedbirli ve 636 Uygur Kocabaşoğlu, Türkiye İş Bankası Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2001, s 234. 637 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 224. 194 ihtiyatlı olmaya karar verdik”638 demektedir. Sertel bu nedenle bir süre gazeteye yazı yazmamıştır. Sabiha Sertel de Ahmet Emin ile ortaklıklarını: “Az sonra Amerikan emperyalizminin ajanı, eskiden Amerikan mandasını savunan Ahmet Emin Yalman da gazeteye ortak edildi”639 şeklinde açıklamaktadır. Gazete Zekeriya Sertel, Halil Lütfi Dördüncü ve Ahmet Emin ortaklığında çıkarılmaya başlanmıştır. Şirketin ortakları arasında Ahmet Emin’in kardeşi Rıfat Yalman da yer almaktadır. Gazetenin yazı işlerini Ahmet Emin üstlenmiştir. Gazete ortakları arasındaki anlaşmazlıklar iki taraf taraftan da dile getirilmektedir. Ahmet Emin tek problem olarak komünist görüşlere sahip olan Sabiha Sertel'i görmüş ve Sabiha Sertel'in köşe yazısını hergün gözden geçirerek gazetenin yayın politikasına aykırı olan komünizm lehindeki söz ve imaları çıkarmıştır. Ahmet Emin iki yıl boyunca, Zekeriya Bey'in kendisine daima hak verdiğini, Sabiha Sertel'in yazıları hakkında daima kendisinin yanında yer aldığını belirtmektedir.640 Sabiha Sertel ise yazılarının, hükümet yerine yazı işleri müdürünün denetiminden geçtiğini, bu dönemde Amerikan emperyalizminden söz edemediğini, patronlara karşı işçileri savunamadığını yazarak, bağımsız bir gazeteci olamadığını anlatmaktadır. Ayrıca, Ahmet Emin'in gazeteye Refi Cevat Ulunay, Refik Halid Karay gibi hilafet taraftarı, “kuvvetli yazar fakat fikir bakımından gerici” kişileri kadroya kattığından hoşnutsuzluğunu dile getirmektedir.641. Bir diğer sorun da Halil Lütfi Bey'in para konusundaki tutumudur. Düşük kalitede kağıt almakta ısrar etmesi ve gazetenin tanıtımı ve yeni girişimlere atılmadaki çekingenliği Ahmet Emin için önemli problemlerden biri olur. Zekeriya Sertel, gazetenin eski çalışanları kadar Ahmet Emin ile de bir yakınlık kuramamıştır. Anılarında, Ahmet Emin’in durumu ve gazete adına yaptığı çocuklukların hoşlarına gitmediğini, gereksiz yazıları yüzünden gazetenin sık sık kapanmasına neden olduğunu yazmaktadır. Sonunda Halil Lütfi ile birlikte Sertel, Ahmet Emin’le olan ortaklıklarını bitirmeye karar verdiklerini ve hissesine düşen payı 638 639 640 641 Zekeriya Sertel, a.g.e., s 212. Sabiha Sertel, a.g..e s 173. Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 224. Sabiha Sertel, a.g.e., s 173. 195 vererek Tan’dan uzaklaştırdıklarını642 ifade etmektedir. 1938'de Ahmet Emin gazeteden ayrıldıktan sonra Zekeriya Bey, gazetenin başyazarlığını üstlenmiş ve kadroda yeniliklere gitmiştir. Tan'ın, Gazetecilik ve Neşriyat Türk Anonim Şirketi adına ilk sayısı 1 Ağustos 1936’da çıkmıştır.643 Beş kuruştan satılan gazete 16 sayfa olup, dört sayfası tamamen ilandır. Şirketin başında Ahmet Emin bulunmakta ve başyazarlığını yapmaktadır. Gazete yazı kadrosunda Zekeriya Sertel, önceleri imzasız olarak yazan Sabiha Sertel, Burhan Felek, Ömer Rıza Doğrul, Ercüment Ekrem Talu bulunmaktadır. Burhan Belge yurtdışı gezi, röportajlar, Suat Derviş de hikaye ve röportajlar kaleme almaktadır. Yine gazetede tefrikalar ve farklı imzalar altında hikayeler yayınlanmıştır. Sabiha Sertel, gazetenin kadrosundaki uyumsuzluğu “Babil Kulesi”ne benzetmiştir. Kadro hakkında şunları yazmaktadır: “Asma bahçelerinin bir katında gericiler, bir katında Burhan Felek gibi fanteziciler, bir katında Ömer Rıza gibi koyu Müslümanlar, bir katında ilericiler vardı. Ben bu şartlar içinde Tan gazetesine yazı yazmaya başladım.”644 Erer, Türkiye’de basının iki “merhalesi” olduğundan bahsetmektedir. Ona göre bunlardan ilki Tan, diğeri de 1948’de yayın hayatına başlayan Hürriyet ile başlayan modern gazeteciliktir. Erer, Tan ile “İlk kez spor sayfaları, resimli romanlar, renkli sayfalar her gün 12 ve 16 sayfalık bir hacim içinde ve mücehhez bir matbaa tesisiyle bu gazetede başlamıştır”645 diye yazmaktadır. Tan, yayın hayatı boyunca sıkça kapatılan bir gazete olmuştur. Örneğin gazete 28 Eylül-8 Ekim 1937 tarihleri arasında on gün tatil edilmiştir. Kapatılma gerekçesi ise Mustafa Kemal'in Bayar'a hitaben yazdığı mektuptaki “şiddetli sürmenaj” ifadesinin yanlışlıkla “şiddetli süren teessür” diye yazılmış olmasıdır. Bu yazı sonrasında Tan “esassız ve müheyyiç havadis neşretmek ve resmi vesikayı tahrif etmek suçundan” tatil edilmiştir. Hataya neden olanların işlerine son verilirken, gazete de bu yanlışlıktan dolayı okuyucularından özür dilemiştir. 9 Ekim 1937'deki yazısında Ahmet Emin, bu tür hataların önüne geçmenin 642 Zekeriya Sertel, a.g.e., s 212. Uygur Kocabaşoğlu, Tan'ın 15 Temmuz 1936'dan itibaren Ahmet Emin Yalman'ın Gazetecilik ve Neşriyat Türk Lmt Şirketi tarafından yayınlanmaya başladığını yazmaktadır. Kocabaşoğlu, a.g.e., s 233. 644 Sabiha Sertel, a.g.e., s 173. 645 Tekin Erer, Basında Kavgalar, Rek-Tur Kitap Servisi, İstanbul, 1965, s 16. 643 196 basın ve hükümetin elinde olduğunu belirtmiştir. Öncelikle başyazarlık yapacak bir kişinin devamlı olarak Ankara'da bulunması ve Ankara haberlerini esaslı kontrolden geçirmesi gerekmektedir. Hükümetin hazırlayacağı kanunla gazetecilik meslek haline gelmeli, gazeteci yetiştirmek için bir Gazetecilik Enstitüsü ya da Üniversite açılmalıdır. Bir diğer tedbir de, devlet adamlarının da belli günlerde gazetecileri aydınlatmalarıdır. Ancak gazetede yapılan bu hata, diğer gazetelerin de konu üzerinde durmalarına neden olmuştur. Tan da orta sayfasında diğer gazetelerin bu kapatılma olayı karşısındaki tavırlarına yer vermiştir.646 Örneğin Haber, “Yanlış mı Tahrif mi?” yazısında, Tan, “Atatürk'ün mektubundaki kelimeleri neden değiştirdi?” diye sorarak, işin ardında kasıtlı bir tahrifat olduğunu ima etmiştir. Bu yazının İstanbul Basın Kurumu Başkanı Hakkı Tarık Bey (Us) tarafından yazıldığına dair söylentiler olsa da Tan, bunun doğruluğuna ihtimal vermediklerini ancak Hakkı Tarık'ın da bunu tekzib etmesini beklediklerini açıklamıştır. Bir başka tepki de Cumhuriyet'ten gelmiş ancak Tan bu yorumları cevapsız bıraktığını belirtmiştir. Aynı gün Zekeriya Sertel de yazısında, gazeteciliği doktorluk, mimarlık gibi serbest meslekler ile karşılaştırmış, gazetecilikte sorumluluğun daha fazla olmasına rağmen diğer mesleklerdeki gibi çalışanlar arasında bir dayanışma olmadığını yazmıştır.647 Gazeteler arasında rakibini kötülemek, onu halk ve hükümet nazarında itibarını sarsmak için fırsat kollayanların mesleğin dayanışma duygusunu zedelediğinden söz etmiştir. Tan'ın diğer kapatılması, Ahmet Emin'in 7 Ağustos 1938'de Mustafa Kemal'in sağlığı üzerine kaleme aldığı yazıdan sonra gerçekleşmiştir. Ahmet Emin'in yazısı nedeniye gazete 9 Ağustos'tan 9 Ekim'e dek üç ay kapatılmıştır. Ahmet Emin'in 1937 Eylül'ünün sonlarında Başbakanlığa İsmet İnönü yerine Celal Bayar'ın getirilmesini değerlendirme tarzı, onun tutum ve beklentilerini göstermesi bakımından anlamlıdır. Ahmet Emin Bayar'ın iş başına geçmesi ile uygulanmakta olan devletçilik politikasının yerine liberal bir politika izleneceği beklentisi içine girmiştir. 21 Eylül 1937'de gazetelerde yer alan Başbakan İnönü'nün yerine Celal Bayar'ın atanacağı haberi, 26 Eylülde kesinlik kazanmıştır. Ahmet Emin haberin çıktığı ilk günlerde İnönü'nün inkılap hayatı içindeki yeri ve önemini vurgulamış ve bu 646 647 “Arkadaşların Meslek Rakibi Sıfatile Geçirdikleri İmtihan”, Tan, 9 Ekim 1937. Zekeriya Sertel, “Gazetecilikte Meslek Terbiyesi”, Tan, 9 Ekim 1937. 197 değişimin ne dış ve iç politikada ne de ekonomik siyaset anlamında bir yön değişikliği olmadığı, ülke işlerinde şahıslara ait ölçülerle bakmak yerine siyasi görev açısından bakmak gerektiğini belirtmiştir. Ancak 26 Eylül'de kabinedeki değişimin kesinleşmesi üzerine, ülkenin önündeki sorunların ekonomik davalar olduğunu, Mustafa Kemal'in inkılabın bu yeni aşamasında doğrudan bir ekonomistin iş başında olmasını faydalı gördüğünü, bu mevkiyi de Bayar'ın doldurmasından doğal bir şey olamayacağını yazmıştır. 28 Eylül 1937’de Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tarafından gazetelere yapılan tebliğde ise Tan’ın Bayar’ın Başvekil olmasına dair yayını tekzip edilerek şöyle denilmiştir: “Şayialar namı altında Tan gazetesinin 28 Eylül tarihli nüshasında çıkan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun tadili mahiyetindeki yazılar ve intihabatın yenilenmesine ait rivayetler hiçbir esasa istinat etmeyen haberlerdir. Bazı gazeteler memleketimizin esaslı işleri ile alakadar rivayetleri hiçbir kontrole tabi tutulmaksızın ve mesul salahiyetli mercilerde tahkik etmeksizin herhangi uzak ve yabancı bir memlekette geçiyormuş gibi laubali bir tarzda neşretmeleri milletimizin yüksek menfaatleri ile hiçbir vakit kabili telif değildir ve Türk efkar-ı umumiyesinin böyle hareketleri tasvip etmeyeceğinden şüphe yoktur”.648 Ahmet Emin'e göre bu değişim inkılabın yeni bir evresidir. Aynı konuya 11 Ekim'de yapılan “yarın için programlaşmanın esas olacağı” yorumuna Cumhuriyet'te “dün program yok muydu?” diye bir soru yöneltilmiştir. Yunus Nadi, Bayar'ın işbaşına gelmesi ile basında “gidene tariz gelene yaranma” hastalığının tekrar nüksettiğini ve daha Başbakan'ın kabinesini kurmadan, programını okumadan haberler verdiklerini ve İnönü'yü satırlar arasında eleştirmeye kalkıştıklarını649 yazmıştır. Ahmet Emin'in Başbakanlığa asker-diplomat yerine, iktisatçı geçmesi gerektiği ifadelerine de, İnönü'nün iktisadi alanda başarılı olamadığını ima ettiğini, İnönü'nün zamanında en büyük inkılaplar yapıldığını, yapılan işlerde Bayar'ın arkadaşı olan İnönü ile birlikte çalıştığı şeklinde cevap vermiştir. Ahmet Emin ise geçmişin mirasını ele alma ve esaslı surette tasfiye etme gereğinden söz etmiştir. İdare mekanizmasının işleyen, halkın işini zamanında yapan verimli bir sisteme dönüştürülmesi gerekmektedir. Ona göre amaç işi 648 649 Asım Us, Hatıra Notları, s 212. Yunus Nadi, “Gidene Tariz Gelene Yaranma Hastalığı”, Cumhuriyet, 30 Eylül 1937. 198 zamanında yapmak ve verim almak esas olduğundan bir bankanın, fabrikanın sistemi ile hükümet dairesinin iş görme sistemi arasında fark yoktur. Bu anlamda Bayar'ın İş Bankası yönetimindeki başarılarından söz etmiştir. Falih Rıfkı da Ulus'taki yazısında devletçiliğin daha başarılı olması için yeni tedbirlere başvurulacağından bahsederek, Bayar ile başlayan dönemde devletçilik açısından değişiklik olmayacağının altını çizmiştir. Devletçiliğin kamu hizmetlerinde kişilerin başaramayacağı işlerde uygulandığını, en liberal devletlerin bile devletçiliği kabul ettiklerini belirtmiştir. Bayar ise İnönü dönemine ilişkin yanlış anlamalara yol açabileceği düşüncesi ile Ahmet Emin'i yazıları konusunda uyarmıştır. Bayar kendisine, yeni hükümetin verimli çalışma ve temizlik mücadelesine daha fazla güç harcayacağı yolunda bir iddiada bulunulamayacağını, hükümetin başında bulunanların hep aynı arkadaşlar olduğunu ifade etmiştir.650 II. Dünya Savaşı yıllarının siyaset ve basın dünyasının en çok üzerinde durduğu konulardan biri propagandadır. Dünya nasyonal sosyalizm, sosyalizm ve liberal demokrasi olmak üzere üç parçaya ayrılmış ve ideoloji savaşları gündemin en önemli maddesi haline gelmiştir. İstanbul'da çıkan ve Ali İhsan Sabis'in sorumlu müdürü olduğu Turkische Post'un yanı sıra Alman haber ajanslarından DNB ve Transcontinent Presse tarafından dağıtılmakta olan bültenler ve de Berlin Radyosu'nca günde yedi kez yapılan Türkçe yayınlar aracılığı ile Alman Nazi yönetiminin propagandası yapılmaya başlanmıştır.651 Yeni Sabah'ta Hüseyin Cahit, Tan'da Ahmet Emin, Zekeriya ve Sabiha Sertel ise yazıları ile faşizm karşıtı demokrat tutumlarını dile getirirlerken, Cumhuriyet'te Yunus Nadi Almanya yanlısı bir tavır takınmış, bu durum da ismi geçen gazeteciler arasında şiddetli bir polemiğin yaşanmasına neden olmuştur. II. Dünya Savaşı sırasında Almanya'dan kaçan ve Türkiye'ye kabul edilen bazı bilim adamlarının durumuna dair yazı ve yorumlar ile Alman Propaganda Bakanı Goebels'in bazı sözlerinin gazetelerde veriliş tarzı, Tan'da Ahmet Emin ile Cumhuriyet’te Yunus Nadi arasında basın tarihinde iz bırakan bir polemiğin 650 Ahmet Emin, “Celal Bayar'ın Bir Sözü, Derin Bir Hazla Karşıladığım Bir Tariz”, Tan, 2 Ocak 1938. 651 Johannes Glasnec, Türkiye'de Faşist Alman Propagandası, (Çev:Ali Gelen), Onur Yayınları, Ankara, s 19-21. 199 yaşanmasına neden olmuştur.652 Haziran ayında başlayan tartışma Ekim ortalarında giderek şiddetlenmiştir. Ahmet Emin, 1970'te basılan anılarında polemiğin üniversitede görev alan Alman profesörlerine karşı Yunus Nadi'nin tutumundan kaynaklandığını yazmış ancak Nazi propagandası konusu üzerinde hiç durmamıştır. Ahmet Emin polemiği şöyle anlatmaktadır: “Atatürk, Nazilerden kaçan değerli profesörlere ince düşüncelerle memleketin kapılarını açmıştı. Kendisi de Nazilikten ve Hitlerden şiddetle nefret ediyordu. Bunların hepsini bilerek Nadi Beye nazik bir cevap verdim, profesörleri savundum. Yunus Nadi sert ve haşin cevaplar verdi. Münakaşa kızıştı, Türk basın tarihinde görülen en sert münakaşalardan biri şeklini aldı. Sonradan haber aldığıma göre Yunus Nadi Bey, Almanları kıskanan bazı gençlerin tahriklerine kapılmış, hata ettiğini neden sonra fark etmiş.”653 1933 yılının ilk ayında Almanya’da Nasyonal Sosyalistlerin iktidara gelmesiyle Hitler iktidarı tarafından Yahudi asıllı Alman bilim adamları yurtdışına çıkarılmaya başlanmıştır. Darülfünun'u, İstanbul Üniversitesi'ne dönüştürme işlemleri sırasında birçok öğretim üyesi tasfiye edilmiş ve bu dönemde ülkelerinden kovulan bir takım Alman bilim adamlarının İstanbul Üniversitesi'nde sözleşmeli olarak görev almalarına izin verilmiştir. Gelen 35 profesörden 14’ü Tıp Fakültesi'nde görevlendirilmiştir. Türk yöneticiler Alman bilim adamlarının verimli bir şekilde çalışabilmeleri için üniversitede laboratuar, teçhizat vs konusunda bir takım yatırımlar yapmışlardır. Ancak kısa sürede Alman ve Türk bilim adamları arasında problemler ortaya çıkmıştır. Genel olarak sorun, Alman profesörlerin yeterince doçent ve asistan yetiştirmemeleri ve yabancı profesörlerin ders izleme yöntemleridir. Ahmet Emin’in belirttiğine göre yabancı profesörlere yüksek maaş ödenmektedir ve çalışma koşullarının düzelmesi için hükümet milyonlar harcamıştır. Gelenlerin dikkatli seçilmediği, bu kişilerden yeterince verim alınamadığı yönündeki tepkileri Ahmet 652 Polemik için ayrıca Emin Karaca, Türk Basınında Kalem Kavgaları, Gendaş Yayınları, İstanbul, 1998, s 109-144; Rıfat Bali, Devletin Yahudileri ve “Öteki” Yahudi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s 273-285 ve Tekin Erer Basında Kavgalar, Rek-Tur Kitap Servisi, İstanbul, 1965, s 9-60 kitaplarına bakılabilir. 653 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 230. 200 Emin, “kısmen muhafazakarlık, kısmen yanlış bir milliyetperverlik, kısmen de hususi menfaat yüzünden” kaynaklandığı şeklinde değerlendirmiştir.654 Özellikle Tıp Fakültesi'ndeki profesörlerin hastaları muayene ediyor olmaları tepki ile karşılanmıştır. Ahmet Emin üniversitede zaman zaman yabancı hocalarla görüşmeler yapmış, derslerine girmiş ve konu hakkında gazetede bir takım yazılar yayınlamıştır. Ancak üniversitenin ilan levhasında yer alan bir uyarı Ahmet Emin’in konu üzerinde daha fazla durmasına neden olmuştur. Rektör Cemil Bilsel imzalı ilanda, Ahmet Emin’in ders ortasında Prof. Proger’in sınıfına girdiği, bunun sükunu bozabilecek bir durum olduğu, bir süredir gazetelerde devam eden üniversite ile ilgili yazılarında bir çok yanlışlıklar olduğu ve bunlara son verilmesi gerektiği yazılmaktadır. İlanı öğrenen Ahmet Emin gazetedeki cevap yazsında, rektöre defalarla giderek izin istediğini, derse de dekan izni ile girdiğini belirtmiş ve rektörün olumlu bir eleştiri karşısındaki tavrını da kınamıştır.655 Bu konu gazetenin başka sütunlarında da ele alınmıştır. Zekeriya Sertel, “Günün Meseleleri” köşesinde yanlış tavırlarla yabancı profesörleri kaçırdığımızı, bu kişilerin ülkeye hiçbir şey getirmeseler bile bilimsel metodu, yeni bir çalışma tarzı getirdiklerini ifade etmiştir.656 Ahmet Emin yabancı profesörleri savunmaya devam ederek, dedikoduların kişisel çıkarları zedelenenler tarafından çıkarıldığını, bu kişilerin iyi seçildiğini ve tam verim alınamamasında, yanlarına yetişecek düzeyde yardımcı verilememesinden kaynaklandığını yazmıştır. İki gazete arasındaki gerginlik Eylül başlarında Tan'da yer alan bir yazı ile devam etmiştir. 1937 Eylül'ünde ordu manevra yaparken Türk karasularında bir denizaltı görülmüş ancak yetkililer haberin doğruluğu netleşinceye kadar bir şey yazılmamasını istemişlerdir. Ancak Cumhuriyet'te konu ele alınmış ve denizaltının Rusya'ya ait olduğu belirtilmiştir. Ahmet Emin de 1 Eylül tarihli yazısında, Yunus Nadi'yi hedef alarak, haber “atlatmanın” gazeteciliğin en büyük zevki olduğunu, ancak bunun üzerinde kamu çıkarı olmazsa gazetenin “curcuna ve heyecan ticareti” haline geleceğini yazmıştır.657 Gazetecilik meslek şuurunun yerleştiği ülkelerde bir gazetecinin meslek güvenliği ve birliğini bozması halinde derhal boykot edildiğini, meslekle ilgisinin kesildiğini de eklemiştir. 654 655 656 657 Ahmet Emin, “Yarınsız Çalışma”, Tan, 17 Haziran 1937. Ahmet Emin, “Üniversite Hakkında Bir Münakaşa”, Tan, 3 Haziran 1937. “Ecnebi Profesörleri Kaçırıyoruz”, Tan, 4 Haziran 1937. Ahmet Emin, “Bir Gazete Düellosu”, Tan, 1 Eylül 1937 201 Yunus Nadi'nin Ekim ortalarında Alman bilim adamlarının tutumunu eleştiren yazılar kaleme almaya devam etmesi ile tartışma alevlenmiştir. Nadi, bir kısım yabancı hocaların öğrenciyi eğitmek, bilimsel araştırma yapmak, Türk asistan yetiştirmek yolunda sanki bilerek uzak kalmaya çalıştıkları için şikayetçi olmuştur.658 Yazısında bilim adamlarının alınırken yeterince seçici davranılmadığını ve sözleşmelerinin dolmasını beklemeden görevlerine son verilmesi gerektiğini dile getirmiştir. Ahmet Emin, Alman profesörlerin hasta tedavisi ile uğraştıklarından ve bu durumun bir takım kişisel çıkarlarına dokunduğu için dedikodunun en çok Tıp Fakültesi etrafından çıktığı karşılığını vermiştir. Diğer fakültelerdeki yabancı profesörlerin katkılarının çok olduğundan ve eski öğrenciler arasından değerli asistanlar yetiştirildiğinden bahsetmiştir. Yazının devamında bu profesörleri dedikodularla yıpratarak dilimizi öğrenerek faydalı olmaya çalışanları gücendirme ve kaçırmanın ülkeye zararlı olacağını belirtmiştir.659 Nadi ise konu ile ilgili olarak yabancı hocaların Türk “irfan ve haysiyetine” darbe indirdiklerini, buna tahammül edemeyeceklerini, Ahmet Emin'in konuyu Türk ve yabancı hocaların rekabeti gibi yansıttığını, böyle bir durum olsa bile yabancı hocaları müdafaa ederek ülkeyi “tahkir” ettiğini yazmıştır.660 24 Ekim'de de Nadi, aradan dört yıl geçmesine rağmen üniversitede amaca uygun bir eser yaratılmadığı, profesörlerin Türk asistan yetiştirmektense yabancı asistanlar getirdiklerini, yabancı hocalara tatminkar ücret verilirken Türk elemanlarının yeterince teşvik edilmediklerini söylemiştir.661 Ahmet Emin ile Yunus Nadi arasında Alman bilim adamları nedeniyle tartışmanın başladığı sırada, Alman Nazi Propaganda Bakanı Goebels'in yaptığı bir konuşma, iki gazete arasında propaganda konusu üzerine bir başka tartışmayı alevlendirmiştir. Polemik, Nazi Propaganda Bakanı Goebels’in “Davamız Lehistan, Avusturya, Yugoslavya, Bulgaristan, Yunanistan ve Türkiye’de muvaffakiyetle ilerlemektir” sözlerine dair Ahmet Emin’in Cumhuriyet ve Yunus Nadi’yi Nazi taraftarı olmakla662 suçlaması ve Nadi’nin buna verdiği cevaplarla daha şiddetlenmiştir. 658 Yunus Nadi, “Maateessüf Üniversite Tam İstediğimiz Müessese Olamadı”, Cumhuriyet, 14 Ekim 1937. 659 Ahmet Emin Yalman, “Üniversite Ecnebi Profesörleri” Tan, 16 Ekim 1937. 660 Yunus Nadi “Laf Anlayan Beri Gelsin”, Cumhuriyet, 20 Ekim 1937. 661 Yunus Nadi, “Avrupalı Hocaların İş Birliği Türk Üniversitesini Yükseltecekti”, Cumhuriyet, 24 Ekim 1937. 662 Ahmet Emin, “Türkiye’de Yalnız Türk Davası Yürür” Tan, 14 Ekim 1937. 202 Tan'da da sık sık propaganda olgusu ve propagandaya karşı nasıl korunulacağı üzerinde durulmuştur. Konu ile ilgili olarak 3 Mart 1937'de yer alan başyazıda Ahmet Emin, ülkeler arasındaki gizli mücadelenin en önemli silahlarından biri haline gelen propagandanın önemine dikkati çekmiş ve bu silaha karşı kendimizi korumamız gerektiğini vurgulamıştır.663 27 Mayıs tarihli Tan’da “Bugün propaganda asrındayız” diye başlayan yazıda, gazeteye dünyanın her tarafından propaganda haberleri geldiğini, her ülkenin kendi görüş tarzını göstermek için bu tür faaliyetlerde bulunmasının normal olmakla beraber, eğer “ecnebi bir kaynak” Türkiye’de faaliyet merkezi kurar ve kendi görüşlerini kabul ettirmeye çalışırsa buna göz yumulmayacağı yazılmıştır. Yazının amacı İstanbul’da bulunan Alman İstihbarat Bürosu'nun faaliyetlerine dikkat çekmektir. İsmi geçen istihbarat bürosundan gazeteye gönderilen “Cihan Ticaretinin Yeniden Tesisi” başlıklı yazıda şu ifadeler yer almaktadır: “Yalnız sizin gazetenize tahsis edilmiş olan bu makalenin başka bir mahalli gazetede intişar etmeyeceğinden emin olabilirsiniz. Binaenaleyh makaleyi Berlin muhabirinizden gönderilmiş gibi gösterebilirsiniz. İstihbarat bürosunun ismini de zikretmenize hacet yoktur. Şimdilik hiçbir ücret mukabili olmamak üzere arada sırada bu gibi makalelerin Türkçe tercümelerini muhterem gazetenize takdim etmeme müsaade buyurmanızı dilerim”664 Tan bu mektubu gazetede olduğu gibi yayınlayarak, gazetelerinin Alman İstihbarat Bürosunun kendi propagandalarına araç olmasını teklif ettiğini, bir Türk gazetesinin ise sadece Türk görüşünü yayabileceğini yazarak, devam edecek bu tür faaliyetlere karşı Basın Yayın Umum Müdürlüğü'nü uyarmak istediklerini ifade etmiştir. Ertesi gün çıkan haberde ise Tan’ın protestosunun Ankara’da hassasiyetle karşılandığı belirtilmektedir. Ancak 18 Haziran’da yer alan haberde, Almanya’nın bir “havadis boykotu” başlatarak gazetelerinde Türkiye’den hiç bahsedilmediği, Almanya’nın Anadolu Ajansı'nın verdiği haberleri kabul etmediği yazılmaktadır. Bunun nedenini de gönderilen mektubu Tan’ın olduğu gibi yayınlaması olarak açıklanmıştır. Tan, Almanların bu hareketini garip bulduklarını, buna karşılık verilecek cevabın Almanya'ya karşı haber boykotu yapmak olmayacağını ve gazete ve ajansların 663 664 Ahmet Emin, “Yeni Bütçede Propaganda Meselesi”, Tan, 3 Mart 1937. “Türkiye’de Ecnebi Propagandası”, Tan, 27 Mayıs 1937. 203 görevinin dünyanın her yerinde olan biteni tarafsız şekilde duyurmak olduğunu belirten bir yazı yayınlamıştır.665 Falih Rıfkı Atay da “Gazetelerimiz ve Dış Politika”yazısında Türkiye'de dış haberler konusunda “tam bir kayıtsızlık ve anarşi” yaşandığını, Anadolu Ajansı'nın verdiği Türkiye haberlerinin yabancı ajanslarda yayınlanmadığını çünkü yabancı ajansların haber seçiminde, meslek ve parti prensiplerinin, ülkesi veya kendi çıkarlarının baskın olduğunu, yabancı gazetelerin hepsinde dış politika haberlerinin kontrollü olduğunu aktarmıştır. Bizdeki karmaşanın önüne geçmenin de etkili yolunun, ajans yayınını daha iyi kontrole tabi tutmak ve her gazetede dış politika için sorumlu bir görevliyi bulundurmak olduğunu belirtmiştir.666 Yine aynı yazarın “Cephecilik” başlıklı yazısında “her milletin rejimi kendisine” diyerek Türkiye için Kemalizmin esas yön olduğunu yazmıştır.667 Cumhuriyet ile polemik başlamasında özellikle Cumhuriyet'te “D.N” imzalı “Türk Gazetelerinde Ecnebi Propagandası” başlıklı yazıda ileri sürülenler etkili olmuştur. D.N, propaganda ile haberi ayırt etmek gerektiğini, propagandanın belli bir fikri yayınlamak, ona taraftar toplamaya çalışmak olduğunu yazmıştır. Devamında da Falih Rıfkı'nın yazısında belirtilen dış haberlerde anarşi olduğu noktasında telaş etmeye gerek olmadığını ileri sürmüştür. D.N'ye göre, Hitler'in nutkunu, Stalin'in notasını, Mussoli'nin bir beyanatını vermenin, bu devlet adamlarının propagandasını yapmak anlamına gelmemektedir. 668 Tan ise bir iki gün önce Cumhuriyet'e ikazda bulunarak, bazı yazı ve resimlerinin Almanya lehinde yanlı verildiğini ileri sürmüştür. Tan yazısında, Cumhuriyet'in Nazi bayrağının fotoğrafının altına “bina üzerindeki devasa bayraklardan biri” diye yazmanın tarafsız gazetecilikten hayli uzak olduğunu ve bunun açıkça propaganda olduğunu belirtmiştir. Bunu dikkatsizlik ve gaflet olarak karşıladıkları için uyarıda bulunduklarını bildirmiştir. Bir başka yazısında ise, propagandayı, “dimağları zehirleyen veba” olarak nitelemiş ve bir milletin kaderine başka bir milletin gizli amaçlar için yön vermesi olarak tanımlamıştır.669 Ahmet Emin'in başyazılarında vurguladığı Alman propagandasının Türkiye üzerindeki etkileri 665 666 667 668 669 “Almanların Bize Havadis Boykotu”, Tan, 18 Haziran 1937. Falih Rıfkı Atay, “Gazetelerimiz ve Dış Politika”, Ulus, 10 Eylül 1937. Falih Rıfkı Atay, “Cephecilik”, Tan, 14 Eylül 1937. D.N, “Türk Gazetelerinde Ecnebi Propagandası”, Cumhuriyet, 30 Eylül 1937. Ahmet Emin, “En Yeni Veba: Propaganda”, Tan, 27 Eylül 1937. 204 konusunda Zekeriya ve Sabiha Sertel de ısrarla durmuşlardır. Zekeriya Sertel, Almanya'nın Nazizmi dünyada yaymak için kurulan “Hariçteki Alman Yurttaşları Teşekkülü” adlı kuruluşun en çok önem verdiği ülkeler arasında Türkiye'nin olmasına dikkati çekmiştir.670 14 Ekim'de Ahmet Emin yazısında Goebels'in Nurnberg'te yaptığı konuşması üzerinde durmuştur. Osmanlı'dan itibaren Avrupalı devletlerin siyasetinin taraftarlığının yapıldığını, Mustafa Kemal ile Türk davasının izlenmeye başladığını yazmış ve: “Böyle temellere dayanan Türk davasına karşı Türkiye'de muvaffakiyetle yürütülen Nazi davası nerededir? Hangi safhada muvaffakiyetle yürümüştür?”671 diye sormuştur. Sabiha Sertel de, antisemitizm ve faşizm mücadelesi yapan bir zümrenin varlığından bahsedip bunların kitaplar çıkardığını, hükümet içinde ve hatta basında yer aldıklarını yazması ile tartışmaya ortak olmuştur. Sabiha Sertel, “Faşizmin ülkemize girmesini istemiyorsak, demokrasi düşmanlarını teşhir etmeliyiz”672 diye yazmıştır. Yunus Nadi, Goebels'in nutkunda bahsettiği ülkelerin Nazi olmuşlar şeklinde algılayan gazeteler olduğunu, bunların gereksiz tavır takındıklarını ve Türkiye'de faşizm propagandasının yapıldığının kendi nazarlarına çarpmadığını söylemiştir.673 Devamında şikayetçi olan yazarın kendisinin Marx ve Engels hakkında “sürü sürü kitabımsı broşürler” bastırdığı, “komünizme tövbe ettiğini” söyleyen bazı kişilerin devlet dairelerine yerleştikleri halde kendilerinin hiçbir endişeye kapılmadıklarını aktarmıştır. Ahmet Emin “Çok Lüzumlu Bir Hassasiyet” başlıklı yazısında, doğrudan Cumhuriyet'i Alman Propaganda Nazırı'nın avukatlığı ile itham etmesi Yunus Nadi ile birebir tartışmasının başlangıcı olmuştur. Bu yazı Cumhuriyet'te yer alan “XX” imzalı “Bir Nutuk Üzerine Koparılan Lüzumsuz Gürültüler” yazısına karşılık olarak yazılmıştır. Ahmet Emin ismi geçen yazısında: “Türkiye'de bir gazetenin hayat hakkı ancak milli davaları ve umumi menfaatleri müdafaa etmekle kaimdir. Ecnebi davalarına avukatlık etmeye bir Türk gazetecisinin hakkı yoktur”674 diyerek “Eğer kendilerinin Alman Propaganda Nazırı'nın sözleri hakkındaki yorumlarımız yanlış ve haksızsa bunu 670 671 672 673 674 Zekeriya Sertel, “Almanya'nın Hariçteki Teşkilatı”, Tan, 20 Eylül 1937. Ahmet Emin, “Türkiye'de Yalnız Türk Davası Yürür”, Tan, 14 Ekim 1937. Sabiha Sertel, “Herr Gobels Doğru Söylüyor”, Tan, 17 Ekim 1937. Yunus Nadi, “Bir Nutuk Üzerine Koparılan Lüzumsuz Gürültüler”,Cumhuriyet, 18 Ekim 1937. Ahmet Emin, “Çok Lüzumlu Bir Hassasiyet”, Tan, 19 Ekim 1937. 205 varsın Almanlar izah etsinler” karşılığını vermiştir. Aynı tarihte Sabiha Sertel de, Cumhuriyet'te XX imzalı yazarın neden Goebels'in kongrede var dediğine karşı hassasiyet göstermeyip Tan'ın yazılarına ateş püskürdüğünü sormuştur. Sabiha Sertel tarihi materyalizm üzerine çevirdiği kitapların bilimsel eserler olduğunu, propaganda ile ilgisinin bulunmadığını da ileri sürmüştür. Sertel ismi geçen yazıya: “Herr Goebels'in dünya muvacehesinde söylediği nutukla bizi faşist memleketler listesine soktu. Bu listeye girmekten Cumhuriyet gazetesi bir iftihar mı duyuyor ki, buna karşı lakayt kalmamızı istiyor. Biz Türkiye'de demokrasinin hakim olduğuna kaniiz, onu müdafaa için her düşmana karşı cephe alırız”675 cevabını vermiştir. Bir diğer yazısında da, Yunus Nadi'nin komünizm propagandası yaptığı iddiasına, faşizm aleyhine yazmanın neden komünizm olduğu sormuş ve İngiltere, Amerika, Fransa'nın komünizme düşman oldukları halde faşizme savaş açtıklarını belirtmiştir.676 Ahmet Emin, doğrudan Yunus Nadi'yi hedef alarak, Cumhuriyet'in “derebeylik” iddiasında olduğunu, “ecnebi Propaganda Nazırı'nın avukatlığını” yaptığını yazmış ve “Baba Tahir devrinde değiliz, inkılapçılığı Anayasa'nın temellerinden biri mevkiine koyan Atatürk Türkiyesindeyiz”677 demiştir. Cumhuriyet'in “faşistlik propagandası olsa biz hücum ederdik” yönündeki cevabına ise, ayna karşısına geçmelerini, yazılarının faşist ölçülerine tamamen uygun olduğu karşılığını vermiştir. Yunus Nadi, Ahmet Emin'in Kurtuluş Savaşı sırasında Türk rejimine “suikast yaptığı” için İstiklal Mahkemesi'ne gönderildiğinden, yeni dönemde ise rejime kendilerinden ziyade bağlanmış göründüğünden söz etmiştir. Kendisinin derebeylik ile itham edilmesine: “Haydi ben derebeyi ailesinden olayım. Ya sen kimsin? Tekirdağ'ında kazığa kakılmaktan kurtulmak için selameti yalancıktan dinini değiştirmekte bulan Yahudi fesatçısı Sebatay Sevi'nin torunu değil misin?”678diyerek olayı tamamen kişisel bir tartışmaya çevirmiştir. Nadi devamında: “Mütareke 675 676 677 678 Sabiha Sertel, “Cumhuriyet Gazetesi Goebels'in Müdafaa Vekili midir?” Tan, 19 Ekim 1937. Sabiha Sertel, “Meselnin İçyüzü”, Tan, 21 Ekim 1937. Ahmet Emin, “Muhafazakarların ve Mürtecilerin Eski Silahı”, Tan, 21 Ekim 1937. Yunus Nadi, Ahmet Emin Yalman'a”, Cumhuriyet, 22 Ekim 1937. 206 senelerinde Amerikan mandası propagandası yapanlar mı bize milli hassasiyeti öğretecekler” diye seslenmiştir. Tan, ertesi günden itibaren de zaman zaman Cumhuriyet'in yazılarına tepki veren okuyucu mektuplarını yayınlamaya başlamıştır. Ahmet Emin, 22 Ekim'de, Cumhuriyet'in tamamen faşist, muhafazakar ve geri bir yol tuttuğunu, Nazi ve İtalyan faşistleri savunduğunu, bunun Türkiye’nin genel siyaseti ile uyuşmaz olduğunu679 yazmış, bir başka yazısında da “Gazeteci “Nadi”, İşadamı “Nadi”yi Cumhuriyet Matbaasından Kapı Dışarı Etmeli!” başlığı altında Cumhuriyet'in iş gazeteciliği yaptığını iddia etmiştir.680 Cumhuriyet'te çıkan XX imzalı yazı, Türk gazeteciliğinin sadece “halis muhlis Türk olanlar” tarafından yapılabileceğini yazarak Tan'da yazan Ahmet Emin ve Sabiha Sertel'in Türk olmadığını yazmış ve şöyle devam etmiştir: “Onların Türk isimleri altında başka ırklar, başka zihniyetler, başka hüviyetler saklıdır. Bunlar adına “dönme” denilen ve Türklükle alakaları olmak ihtimali bulunmayan bir kavim ve kabilenin, okudukları ölçüde ifritleşmiş fertleridir.”681 İsmi geçen yazar, Sabiha Sertel ve Ahmet Emin hakkında bazı belgeleri açıklayacağını duyurmuştur. Sabiha Sertel'in çıkarmakta olduğu “Projektör” dergisinin komünizmi ülkeye sokmak istediği için hükümet tarafından kapatıldığını ileri sürerek “Bu ilimdir amma sosyoloji ilmi değil, bolşevik dudunun ortalığa fesad tohumu saçmak ilmidir” diye yazmıştır. 24 Ekim'de Ahmet Emin yazısında Yunus Nadi'nin kendisine yönelttiği “dönme”lik konusu682 üzerinde durmuş ve hayatı boyunca kendisine üç kişinin “dönme” dediğini, savaş zamanında kirli işlerle mücadele ettiği sırada, Sait Molla ve Pehlivan Kadri'nin sarf ettiğini son olarak da Yunus Nadi'nin kullandığını yazmıştır. Kendisinin atalarının üç asırdan beri Türk ve Müslüman camiasında yer alarak, hep devlet hizmetinde çalıştıklarını belirtmiştir.683 Yazıda konuyu Yunus Nadi'nin karışmış olduğunu iddia ettiği şaibeli işlere getirmiştir. Ermeni kaçakçılığı işine Nadi'nin adı 679 Ahmet Emin, “Cumhuriyetin Yazılarının Şuurlu Vatandaşlara Akisleri”, Tan, 22 Ekim 1937. Ahmet Emin, “Türk Gazeteciliğinin Halle Muhtaç Bir Davası”, Tan, 23 Ekim 1937. 681 “Matbuat ve Millet”, Cumhuriyet, 23 Ekim 1937. 682 Ahmet Emin, “Kirli İşlerle Mücadele Etmekten Yılmıyorum”, Tan, 24 Ekim 1937. 683 Yazıda babası Osman Tevfik Efendi, dedesi Emin Efendi ve atalarından Tersane Emini Hasan Ağa'dan söz etmiştir. Türk ve Müslüman camiasına asırlardan beri bağlılık ve hizmetlerine rağmen hala “dönme” kelimesinin var olmasını, Selanik'te yaşayan bir takım vatandaşların kendi içlerinde evlenerek topluma karışmamalarındaki cehaletten kaynaklandığını belirtmiştir. Babasının neslinin ise bu tutumu yıkmaya başladıklarını, sonraki neslin ise bu tavra şiddetle isyan duyduğunu anlatmıştır. 680 207 karışınca, kendisinden olayı örtbas etmesini rica ettiğini, bunu yapmayınca da aralarının bozulduğunu aktarmıştır. Nadi'nin belli şirketlerde ya idare meclisi başkanı veya üyesi olduğunu, ya da kendi nüfusunu kullandığını iddia etmiştir.684 Kendisinin bir Türk gazetecisi ve vatandaşı olarak vatana, Şef'e, vicdanına, meslek idealine bağlı kaldığını, Amerika'da iken de yazılarıyla ve verdiği konferanslarla Türklüğe hizmete çalıştığını söylemiştir. 1925'te gazeteler kapatıldığında Vatan'ın yayın hayatına devam etmesini Nadi'nin çekemediğini ve İstiklal Mahkemesi'ne gönderilmesinde onun da parmağı olduğunu yazmıştır. Aynı tarihte Sabiha Sertel de şiddetli bir yazı kaleme almış, Nadi tarafından kendisine yöneltilen “dönmelik ve komünistlik” iddialarına, 14 yıllık bir “muharrir” olarak “kalemi, vücudu, kadrince” hizmet ettiğini,”685 kişisel davalara dökenlerle tartışmaya gerek olmadığını söyleyerek, Cumhuriyet Mahkemesi'ne başvuracağını bildirmiştir.686 684 Ahmet Emin, “Ortada Bir Rejim Davası Var”, Tan, 25 Ekim 1937. Ahmet Emin, Bir soğuk hava deposu için Emniyet Sandığı'ndan 20 bin lira borç alınmasında Nadi'nin nüfusunun kullanıldığını, bundan sonra buz işi ile ilgilenerek, belediyeye buz ve kar tekeli yaptırmamak için bir ara Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ'a gazetesinde saldırmaya başladığını savunmuştur. Ayrıca 2-3 sene önce hükümetin bir petrol tekeli yapması konusunda proje hazırladığında Nadi'nin buna şiddetle karşı çıktığını çünkü kendisinin bu iş ile ilgisi olduğunu yazmıştır. Beykoz'da Serviburnu'nda gaz depolarının vergi kaçakçılığı nedeniyle kasten yakıldığını, Nadi'nin bu gaz depolarında bir Musevi vatandaşla ortak iş yaptığını iddia etmiştir. Bir başka yolsuzluk iddiası da Hidiv'in alakalı olduğu Ticaret ve Sanayi Bankası'nda Nadi'nin idare meclisi üyesi olduğunu, Nadi aracılığı ile büyük krediler alındığını, halkın bu işlerden zarar gördüğünü de eklemiştir. Bir başka iddiası da, eski Cumhuriyet yazarı Habib Edib'in elinde, Nadi'nin gazete ve matbaasını 1 milyon liralık bir şirkete devretmek için “ecnebilerle” temasına dair önemli belge olduğudur. 27 Ekim 1937'deki yazısında da diğer iddiaları ortaya atmıştır. Nadi'nin 12 sene önce jurnaller verdiğini ileri sürmüştür. Ahmet Emin, “Yunus Nadi'nin İş Dolaplarından Birkaç Misal Daha”, Tan, 26 Ekim 1937. 685 Sabiha Sertel, “Serseri Köpeklerle Mücadele”, Tan, 24 Ekim 1937. 686 Sabiha Sertel tarafından Cumhuriyet aleyhinde açılan dava 20 Nisan 1938'te Asliye 2. Ceza Mahkemesi'nde sonuçlanmıştır. Davada Cumhuriyet tarafından Sabiha Sertel'e açıkça hakaret edildiğine karar verilmiştir. Suçlu Hikmet Münif'e verilen 7 ay hapis, 116 lira para cezası hafifletici sebepler nedeniyel 4 ay, 20 gün hapse ve 86 lira para cezasına indirilmiştir. Suçlu ayrıca davacıya 100 lira tazminat ve 850 kuruş da mahkeme masrafını ödemeye mahkum edilmiştir. Sabiha Sertel kitabında, 1941 Haziranında Almanların Yahudilere yaptığı soykırımdan bahseden yazısının yayınlanmasından sonra Cumhuriyet'te her gün şahısına hücum edilmeye, altında “Bolşevik dudusu” yazan karikatürler basılmaya başlandığını yazmaktadır. Kendisinin, bu hakaretler karşısında kişisel polemiğe girmeyerek Cumhuriyet aleyhinde dava açtığını belirtmektedir. Sabiha Sertel “hayatında ilk kez davacı sandalyesine oturduğunu” ifade etmektedir. Dava Cumhuriyet'in imtiyaz sahibi Yunus Nadi adına açılmıştır. Yunus Nadi bu sırada milletvekili olduğu için dokunulmazlığı vardır. Sorumluluk gazetenin sorumlu müdürü Agah Bey üzerinde toplanmıştır. Sertel, “Peyami (Safa) böylece gizlendiği perdenin arkasında kalıyordu” diyerek, yazılar ve karikatürlerden Peyami Safa'nın sorumlu olduğunu ifade etmektedir. Sabiha Sertel, a.g.e., 209. Nadir Nadi de Perde Aralığından kitabında, Peyami Safa'nın kullandığı “Bolşevik dudu” ifadesine Sabiha Sertel'in dava açtığını, gazetenin sorumlularının altı ay hapse mahkum edildiklerini yazmaktadır. Nadir Nadi, 1943'te milletvekiliği sona eren Yunus Nadi'nin dokunulmazlığı sona erince daha önce açılmış dava nedeniyle hüküm giymesi gerektiğini, bunun için Sabiha Sertel'e başvurarak davadan vazgeçmesini istediklerini anlatmaktadır. Nadir Nadi, Sabiha Sertel'in bunu kabul etmeyerek 208 Yunus Nadi, Ahmet Emin'e hitaben yazdığı ikinci yazısında ise “Solucan gibi hep yerde sürünen mülevves hayatın için bir kahramanlık destanı uydurmaya çalışmışsın” diyerek, Kurtuluş Savaşı sonrası kurulan ulusal Cumhuriyet idaresini yıkmak için uğraşanlar arasında olduğunu yazmıştır. Devamında da: “İstiklal Mahkemeleri beni beraat ettirdi diyorsun. Hayır mahkum oldun ve millet nazarında hala manen ve ebediyet için mahkumsun”687 şeklinde cevap vermiştir. Kendisinin karışık işler yaptığı iddiasına karşı ise, parti, rejim, inkılabın buna göz yumduğu anlamına geleceği için, Ahmet Emin'in rejimi itham ettiğini söylemiştir.688 Polemiğin giderek kişisel bir hal alması Tan'ın diğer yazarlarını da rahatsız etmiş, Sabiha Sertel, fikir tartışmasının bilimsel belge, istatistik vs ile yapılacağını, küfürle yapılamayacağını yazmak zorunda kalmıştır.689 Zekeriya Sertel de okuyucularının tartışma üslubundan rahatsız olduklarını, tepkilerini de küfürleri okumayarak gösterdiklerini belirtmiştir.690 27 Ekim'de ise Ahmet Emin, ulusal bayram olduğu için bu polemiklere ara vereceğini duyurmuştur. Yunus Nadi ile ilgili olarak gündeme getirdiği Habib Edib'in elindeki belgeyle ilgili691 cevap mektubu 9 Kasım 1937'de Tan'da yayınlanmıştır. Mektupta kendisinde böyle bir belge olmadığını yazmasına rağmen Ahmet Emin, böyle bir belgenin olduğunu, Edib'in işten çıkarıldığını, “mahrum bırakıldığı menfaat hissesine kavuşturulan zavallı adamın böyle bir mektup yazmasının normal” olduğunu açıklamıştır. Edib, ise beklediği menfaat karşılığında sustuğu yolundaki ifadenin gerçek olmadığını açıklamıştır. Devamında: “Bay Yunus Nadi ile ortaklık şeklinde hiçbir işe girişmedim. Yalnız Berlin'den gazetesine muhabirlik ederken bazı şahsi işleri ile de meşgul oldum. Bu işlerden dolayı hiçbir menfaat beklemedim ve görmedim”692 açıklamasında bulunmuştur. Ahmet Emin, Yunus Nadi'nin Mustafa Kemal'e ve hükümete başvurarak kendisinin hükümet veya parti yoluyla susturulmasını defalarla istediğini ancak Yunus Nadi'nin hapse girmesinden büyük bir kıvanç duyacağını belirttiğini kaydeder. Nadir Nadi, Perde Aralığından, Cumhuriyet Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1965, s 182. 687 688 689 690 691 692 Yunus Nadi, “Ahmet Emin Yalman'a”, Cumhuriyet, 25 Ekim 1937. Yunus Nadi, “Müfteri Şimdi de İnkılab ve Rejime Saldırıyor”, Cumhuriyet, 26 Ekim 1937. Sabiha Sertel, “Fikir Kavgası”, Tan, 26 Ekim 1937. Zekeriya Sertel, “Kavganın Faydası”, Tan, 26 Ekim 1937. Bakınız dipnot 357 “Bir İzah”, Tan, 9 Kasım 1937. 209 Mustafa Kemal'in buna razı olmadığını yazmaktadır.693 Tan ile Cumhuriyet arasındaki tartışmanın giderek kişisel kavgaya dönüşmesi siyasi mercilerde de rahatsızlık yaratmıştır. Erer, tartışmanın Mustafa Kemal ve hükümet tarafından dikkatle takip edildiğini, kavgada “işe rejim, inkılap gibi kelimelerin karışmasının mücadeleyi mecrasından çıkaracağını” gösterdiği için iki gazeteye de uyarı yapıldığını kaydetmektedir. Erer, 26 Ekim 1937'de Mustafa Kemal'in “mutemet bir arkadaşı” tarafından iki gazeteciye kavgayı kesmelerini tebliğ ettiğini belirtmektedir.694 Ulus’ta çıkan ve Atatürk’ün dikte ettirdiği düşünülen yazıda iki gazete de şiddetle eleştirilmiş ve tartışmanın kapatılması istenmiştir. Konu hakkında Falih Rıfkı, medeni ülkelerde basını takip eden insanların ülke ve milletin dikkatini çekecek yazılar görmek istediklerini, iki kişinin tartışmasının ise kimseyi ilgilendirmeyeceğini, bunların yalnız dedikoducu, köhne kafaların ilgisini çekeceğini yazmış ve Türk basınının kişilerin kavgaları için açılmış sütunlar olmadığını eklemiştir.695 İki gazete arasında yaşanan tartışma Basın Birliği'ne taşınmıştır. Ahmet Emin savunmaya çağrıldığında: “Ben müdafaa etmiyorum, Nadi’yi itham ediyorum” cevabını vermiştir. Ahmet Emin, Nadi’nin “Memlekette kanun harici hüküm sürmeği kendisi için bir hak gibi telakki ediyor”696 demiştir. Sonuçta, Ahmet Emin’in sözlerinde hakaret bulunmadığı bildirilmesi yönünde karar verilmiştir. 1937'nin sonlarında bir diğer şiddetli tartışma, İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ ile Ahmet Emin arasında yaşanmıştır. Tan, 10 Aralık 1937’de, belediye ile ilgili olarak bir takım yolsuzluk haberleri yapmıştır. Bunlar belediye otobüsü imtiyazları, hamal kahyalıkları, ihaleler ve Sürp Agop Mezarlığı'nın arazisi ile ilgili haberlerdir. Ahmet Emin, Üstündağ'ın kamu menfaatleri yerine kişisel menfaatlere göz yumduğunu, yakınlarına imtiyazlar verdiğini iddia etmiştir.697 Özellikle otobüs işletmeciliğinde herkesin eşit koşullarda ulaşabileceği bir şartnamenin hazırlanması gerektiğini ileri sürmüştür. Üstündağ’ın Tan muhabirlerinden Reşat Feyzi'ye, Ahmet Emin’in bu yazı için kaç para aldığını sorması ile mahkemeye kadar uzanan bir tartışma başlamıştır. Ahmet Emin ise bunu aynen yazısına geçirerek, izahını 693 694 695 696 697 Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 230. Tekin Erer, Basında Kavgalar...., s 59. “Münakaşalardan Sonra”, Cumhuriyet, 31 Ekim 1937. Asım Us, Hatıra Notları, s 476. Ahmet Emin, “İstanbul'un Otobüs Dedikodosu”, Tan, 10 Aralık 1937. 210 istemiştir. Ahmet Emin: “Otuz senelik gazetecilik hayatımda bu mesleği daima umumi menfaat bekçiliği gibi telakki ettim. Para ve diğer herhangi bir menfaat düşüncesiyle, bir tek satır yazmak şöyle dursun, memleket ve meslek sevgisiyle daima hususi menfaatlerden ve şahsıma ait endişelerden fedakarlığı göze aldım. Bütün gazetecilik hayatım bunun canlı bir delilidir” 698şeklinde cevap vermiştir. 13 Aralık'ta Avni Bayer adında bir diş doktorunun noter onaylı notu kendisine ulaşmıştır. Notta Bayer, Belediye'den otobüs imtiyazı almak için Ahmet Emin'e başvurduğunu, karşılığında alınacak ruhsat için Ahmet Emin'in bin lira verilmesini şart koştuğunu yazmaktadır. Atlatıldığını öğrenince, Ahmet Emin'in yayın yoluyla amacına ulaşmaya çalışacağını vaat ettiğini belirtmiştir. Muhittin Üstündağ, yaptığı basın toplantısında Bayer’in protestosunun örneğini basın mensuplarına dağıtmıştır. Tan da aynı beyanata yer vererek Üstündağ ve Bayer’e dava açtıklarını duyurmuştur. Kısa zamanda Üstündağ’ın yalancı şahit bulduğu, rüşvetin verildiği iddia edilen günde ise şehir dışında olduğunun anlaşılması ile Ahmet Emin beraat etmiştir. Bu dönemde gazeteciliğin bir meslek haline getirilmesi, gazetecinin niteliklerinin tespit edilmesi ve buna uygun olmayanların meslekten çıkarılması gibi konular tartışılmaya başlanmıştır. Ahmet Emin de milli tüccarın tarif edildiği gibi “milli gazeteci”nin tanımlanması gerektiğini ileri sürmüştür. Gazetecinin elinde büyük bir güç olduğunu, olayları aktarırken yazıları, başlıkları, üslubu ile, olaylar arasında seçim ve vurgu yapması ile okuyucu üzerinde etkide bulunduğunu ve olayların akışında etkili olduğunu yazmıştır. Devamında Avrupa'nın pek çok ülkesinde sansür nedeniyle gazetelerin bir haber bülteni, hükümetin görüşlerini yayma aracı haline geldiğini, ülkemizde ise sansür yoluna gidilmediğini aktarmıştır. Ahmet Emin: “Sansürün hiçbir şekli bizde yoktur” demiş, buna rağmen ne halk ne de hükümet nazarında gazetelere tam bir güven duyulmadığını da eklemiştir. Bu durumdan da en fazla gazetecilerin sorumlu olduklarını, bir birlik ve dayanışma yaratılamadığını savunmuştur. Gazetelerin ilk yapmaları gereken şey ise mesleklerini, milli ve ahlaki bir “inzibat” altına alarak güven kazanmaktır. Gazeteciliğin ticari yanı kontrol altına alınmalı, kişisel çıkarlara alet etmenin önüne geçilmelidir. Ahmet Emin şunları yazmıştır: “Ticaretin ne şirket idare meclisi azalığı ne açık veya gizli komisyonculuk, ne de adeta müteahhitlik ve 698 Ahmet Emin, “İstanbul'un Otobüs Dertleri”, Tan, 11 Aralık 1937. 211 tüccarlık gibi şekilleri gazetecilik mesleğindeki umumi menfaat bekçiliği ile telif kabul edemez.”699 Bir başka yazısında da, zor şartlarda sıkı ve sert mücadeleler gerektiren dönemlerde matbuat ve tartışma hürriyetinin kurban olarak verildiğini ancak Mustafa Kemal'in “Matbuat hürriyetinin devası matbuat hürriyetidir” ilkesine sadık kaldığını, tartışma hürriyetini koruyan ülkelerin parmakla gösterilecek kadar az olduğunu, Türkiye'nin bunlar arasında bulunduğunu yazmıştır.700 Ahmet Emin, 31 Mayıs 1938'de Cumhuriyet'in Onuncu Yıldönümü nedeniyle çıkarılan affın kapsamına 150'liklerin de girmesi nedeniyle yazdığı yazıda, cezaya layık olanlar yanında belki daha fazla layık oldukları halde cezasız kalanların da olduğunu söylemiş ve cezaların mahkemenin kararı ile verilmediğini de belirtmiştir. Liste acele hazırlanmış, isimlerin her biri üzerinde yeterince durulmamıştır. Ahmet Emin özellikle Rıza Tevfik ve Refik Halid üzerinde durarak, Halid'in güçlü bir edebiyatçı olduğunu, politikaya girmesi ile hatalara sürüklendiğini ancak sürgünde iken dürüst ve ülkeye bağlı olduğunu gösterdiğini yazmıştır.701 Ona göre af, rejimin sağlam olduğunun, normale gidişin göstergesidir. Bu yazının üzerinden üç ay geçtikten sonra Ahmet Emin Tan'da 4 Ağustos'ta Refik Halid'in Yezid'in Kızı adlı roman tefrikasının reklamını vermesi dikkati çekmiştir. Refik Halid'in romanının reklamının yapılması, diğer taraftan Şükrü Kaya ile Celal Bayar tarafından yayınlanmaması söylendiği halde Mustafa Kemal'in sağlığına dair makaleyi yayınlaması, Ahmet Emin'in “bir rejim değişikliğini beklediği ve o zaman hükümete karşı cephe alma kararı verdiği” şeklinde yorumlanmıştır.702 Mustafa Kemal’in hasta yattığı dönemde yönetimin başına kimin geleceğine dair belirsizlik hüküm sürmektedir. Ahmet Emin, pek çok kişinin yönetimin başına kendilerinin geçeceklerine dair kanılarının olduğunu hatta Şükrü Kaya’nın bir gün kendisine, aydınların ne düşündüklerini, sorumluluk makamına en çok kendisinin değer görüp görmediklerini sorduğunu ifade etmektedir. Ahmet Emin, milletin Mustafa Kemal'in sağlık durumunu öğrenmeye hakkı olduğunu düşünerek, konu hakkında başyazı yazmak istemiştir. Bunu ortaklarına da danıştığını, kendisini hararetle teşvik ettiklerini belirtmektedir. Ortakları tarafından onaylandıktan sonra, yazı, kendi deyimi 699 700 701 702 Ahmet Emin, “Milli Gazeteci”, Tan, 9 Aralık 1937. Ahmet Emin, “Şef Atatürk'e Minnet ve Şükran”, Tan, 17 Ocak 1938. Ahmet Emin, “Siyasi Bir Maziyi Tasfiye”, Tan, 31 Mayıs 1938. Asım Us, a.g.e., s 288. 212 ile “hoşuma gitmeyecek kadar velveleli şekilde” baş sayfada, “Türk Kalp ve Ruhlarını Birleştiren Sevgi Bağları” başlığı altında yayınlandığını aktarmaktadır. Yazıda vatandaşın Mustafa Kemal'in sağlığı hakkında hassas olduğu ifadesine yer vermiş ve: “Atatürk'ü daima canlı bir enerji kaynağı halinde aramızda görmeye alıştık. Nekahet ve istirahat devresinin uzaması bize tabi gelmedi.”703 demiştir. Yazı büyük bir etki yaratmış ve Başbakan Bayar'ın, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya verdiği talimat üzerine gazete 9 Ağustos'tan 9 Ekim 1938'e dek üç ay kapatılmıştır. Mehmet. Asım, hatıralarında, Ahmet Emin'in bu makaleyi hem Şükrü Kaya’ya hem Başbakan Celal Bayar’a daha önce göstererek izin istediğini, olumsuz cevap almasına rağmen yayınladığını yazmaktadır. Mehmet Asım'a göre bu olay derin bir infial uyandırmış, Bayar, Yat Kulübü'nde Ahmet Emin ile karşılaştığında: “Ben sana emretmedim. Bir arkadaş gibi ricada bulundum. Sen Atatürk’ün sıhhatini istismar ettin. Benim dostluğumu reddettin” deyince Ahmet Emin: “Hata etmişim. Anlamamışım” cevabını vermiştir. Bayar ise buna karşılık: “Öyle ise benim yanıma bir anlayan adam gelmeli” demiştir.704 Ahmet Emin de anılarında Bayar tarafından Yat Kulübü'nde sert karşılandığını ve hastalık hakkında böyle bir yazı yazmanın “ülkeye suikast” olarak kabul edildiğini kaydetmektedir. Mehmet Asım, gazete kapatıldıktan sonra Ahmet Emin'in, Şükrü Kaya’ya bir telefon ederek: “Bir yanlışlık yaptım, dediğini, Şükrü Kaya'nın da cevap olarak, “Evet biz de yanlışlığı tashih ettik” karşılığını verdiğini eklemektedir.705 Ahmet Emin, ortaklarının makaleyi önceden görüp onaylamalarına rağmen, Şükrü Kaya'ya haberleri yokmuş gibi davrandıklarını, bunu öğrendiğinde de gazeteden hemen ayrılma kararı aldığını yazmaktadır.706 Zekeriya Sertel’in avukatı ve eniştesi olan Celal Derviş gelerek, şirketten hak istemediğine, her türlü bağı kendi isteği ile kestiğine dair imzasını istemiştir. Zekeriya Sertel’in anılarında “Ahmet Emin’i işe yaramadığı için ortaklıktan çıkardıkların ifadesine yer verdiğini belirten Ahmet Emin tepkisini şöyle dile getirmiştir: 703 704 705 706 Ahmet Emin, “Türk Kalp ve Ruhlarını Birleştiren Sevgi Bağları”, Tan, 7 Ağustos 1938. Mehmet Asım Us, a.g.e., s 288. Mehmet Asım Us, a.g.e., s 293. Ahmet Emin, Turkey in My Time, s 171. 213 “Bu garip insan, nice kişinin gözü önünde ve gazete sütunlarında cereyan eden hadiselerin aksini iddia etmekle kalmıyor, ben, bir kahbelik hareketi karşısında isyan ederek, manen çok şeyi bana ait olan gazeteden kendi arzumla isyan halinde ve en esaslı menfaatleri itmek suretiyle ayrılmamdan sonra beni okurlarıma hala gazetede çalışır gibi göstermek için haftalarca neler yaptığını da unutmak istiyor”707 9 Aralık'tan sonra başyazılar Zekeriya Sertel tarafından kaleme alınmaya başlanmıştır. Üç ay sonra tekrar yayınlanmaya başladığında Zekeriya Sertel, gazetenin tekrar çıkması ile her yerde kapışıldığını söyleyerek, gazetenin unutulmadığını gösterdiği için okuyuculara teşekkür etmiştir. Gazetenin logosunun altındaki “Başmuharrir: Ahmet Emin Yalman” ibaresi de “Günlük Siyasi Halk Gazetesi” olarak değiştirilmiştir. Gazeteden ayrıldıktan sonra Ahmet Emin Gerçekleşen Rüya başlıklı kitabını yazmıştır. Gerçekleşen Rüya'da Ahmet Emin, Kemalist rejimle edinilen kazanımlar üzerinde durmuştur. Kemalist rejimin bir inkılap rejimi olduğu için kendi kendini eleştirebilmesi gerektiğini, böylelikle eksikliklerini tamamlayabileceğini belirtmiştir. Bürokrasinin hantallığı, başka ülkelerin kanunlarının aynen adapte edilmesi gibi konular üzerinde durmuş ve kaçınılması gereken noktaları vurgulamıştır. Ahmet Emin bu kitabında değindiği demokrasi görüşünde bir değişme gözlenmektedir. Birden fazla partinin olduğu ülkelerde demokrasinin mutlaka kök salmış olduğu anlamına gelmeyeceğini yazmış ve birbirlerinden farklı yolda hareket eden partilerin ortak ihtiyaçları değil, fert, zümre veya sınıfların kendi çıkarlarını dile geldiğini belirtmiştir. Ahmet Emin şöyle devam etmektedir: “Bir milli kalkınma ve inkişaf programını, milli bir siyaseti, bir tek parti, birbirine zıt birkaç partiden çok iyi temsil edebilir. Tek milli partinin en ideal şekli olduğunu görüp anlayanlar gittikçe çoğalmaktadır.“708 Eleştiri ruhunun parti içinde olması, özel menfaatlerin himaye görmemesi, açıklığın olması gibi koşullar yerine getirildiği sürece tek parti sistemi demokrasi için en uygun araç olabilir. Gazeteciliğin bir meslek haline gelmediğini, gazeteciliğin hala gazete sahipleri dışındakilere güvenli bir yarın vaat etmemesine sorunlar arasında yer vermiştir. Gazeteler arasındaki rekabetin kalite rekabetinden ziyade ticari rekabet halini 707 708 Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 242. Ahmet Emin, Gerçekleşen Rüya, Tan Matbaası, İstanbul, 1938, s 112. 214 alması, bu ticari rekabet adına da mesleğin zarar görüyor olması, meslek çalışanları arasında bir dayanışmanın olmaması üzerinde durduğu diğer noktalardır. Ahmet Emin, liberal görüşlerini bu eserinde de tekrarlar. İktisadi devletçiliği ne kadar gerekli görürsek görelim, Türkiye gibi geri kalmış bir ülkeyi imar etmek için özel teşebbüsün yardımından yararlanılması gerektiği ve kalkınma için program yaparken yabancı sermaye kadar teknik adamların da bunun içinde düşünülmesi gerektiğini belirtmiştir. Ahmet Emin anılarında, Bayar tarafından kendisine yapılan haksızlığın kısa sürede anlaşıldığını, Mustafa Kemal’in sağlığına dair bültenler yayınlama yoluna gidildiğini söylemektedir. Kendisine yapılan haksızlığın tamiri için New York Sergisinde Türk Pavyonu idare edecek komisyonun üyeliği ve Yayın Müdürlüğü'nün teklif edildiğini belirtmektedir. Yıllar sonra ise Bayar, 1959’da bir gurup milletvekiline Ahmet Emin'in Mustafa Kemal’in sağlığı hakkında yazdığı yazıyı kastederek, uyarılarını dikkate almadığını, tüm amacının da gazetenin satışını artırmak ve Refik Halid’in yayınlanacak romanına daha çok dikkat çekmek olduğunu söyleyecektir.709 Ahmet Emin, Mustafa Kemal’in ölüm haberini New York yolculuğu sırasında almıştır. Mustafa Kemal'i tarihi değiştiren büyük bir lider ve inkilapçı olarak değerlendiren Ahmet Emin, zaferden sonra şahsi hesaplara karışmayarak, kendini milletine ve memleketin davalarına adadığını kaydetmektedir. Bu döneme ilişkin yaptığı genel değerlendirmede, I. Meclis'te dayanışma ruhunun, özgür tartışma ortamının ve kişisel ihtiraslardan uzak havanın sağlandığını ancak Lozan Anlaşması'ndan sonrası için bunun geçerli olmadığını, eğer bu gerçekleştirilmiş olsaydı, Türkiye için tam bir gelişme devrinin açılabileceğini ileri sürmüştür. Özellikle tek partinin kurulması sürecinde Mustafa Kemal'in partiler üstü bir konumda kalması, milli blok etrafında birleşilmesi ve koşullar oluştuğunda çok partili hayata geçilmesi halinde Mustafa Kemal'in en yakın çalışma arkadaşlarından kopmayacağını, böylece ahenkli bir çalışma ve dayanışma ile büyük değişimler sağlanabileceğini savunmuştur. Ahmet Emin, Karabekir, Ali Fuat Paşa, Dr. Adnan ve Halide Edip Adıvar'ın, özellikle de Rauf Bey'in Mustafa Kemal'den uzaklaşmış olmasını bir kayıp olarak değerlendirmektedir. 1966'da yapılan röportajda Ahmet Emin yapılan reformları 709 Mehmet Asım Us, a.g.e., s 550. 215 Mustafa Kemal'in "diktatörlük yoluna gitmeden yapabileceğini, maalesef diktatör olmayı tercih ettiğini" söylemiş, etrafında büyük çıkarları olan bir gurup insanın toplanarak onu etkisi altına aldıklarını belirtmiştir. Ahmet Emin, İsmet İnönü'nün Anadolu'ya geç geçmesine işaret ederek, onun rolü olmasa Mustafa Kemal'in böyle nahoş bir baskı altında kalmayacağını da eklemiştir.710 710 Frederick.....Jr., "İnterview with Ahmet Emin Yalman", The Atatürk Project, Üniversitesi. Bilkent 216 SONUÇ Çalışmamızın konusunu siyasi iktidar-basın ilişkisi bağlamında Ahmet Emin Yalman'ın gazeteciliği oluşturdu. Bu incelemede Ahmet Emin'in gazeteciliğe atıldığı II. Meşrutiyet döneminden ve 1918'e kadar olan süreçteki siyasi gruplaşmalara ve bunun basın alanındaki yansımalarına kısaca yer verdik. Osmanlı Devleti'nin dağılarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu ve devletin yapısının sağlamlaştırılmaya çalışıldığı 1918'den 1938'e kadar olan süreç ise bu çalışmanın esas olarak üzerine odaklandığı yıllar oldu. Ahmet Emin'in Milli Mücadele ve Cumhuriyet yönetiminde sürdürdüğü gazetecilik hayatını, dönemin önemli siyasi tartışmaları paralelinde ele almaya çalıştık. Ahmet Emin, genel olarak değerlendirildiğinde üç yönünün ön plana çıktığı söylenebilir. İlki Batı ile ilişkilerini İmparatorluğun diğer kentlerine göre çok erken bir dönemde kurmuş olan Selanik kökenli olması, Amerika'daki eğitim için bulunduğu süreçte Amerikan toplum ve anglo-sakson düşünce yapısının üzerindeki etkisi ve bu bağlamda kurmuş olduğu bağlantılar ve bunlara bağlı olarak Cumhuriyet yıllarında siyasi iktidar ile ilişkileri ve ileri sürdüğü görüşler. Ahmet Emin Yalman kentli ve orta sınıf bir aileden gelmektedir. Selanik'te başladığı eğitim hayatını İstanbul ve New Yok'ta devam ettirmiştir. Gerek Sebatayist kökeni, gerekse Selanik'in Batı'ya en açık bölgelerden biri olması, İstanbul'da da Batı tipi eğitim kurumlarında öğrenim görmesi ve Amerika'daki eğitim süreci itibariyle, düşünce yapısının oluşmasında Batı uygarlığının eserlerinin önemli bir yer tuttuğu söylenebilir. Ahmet Emin bir yandan Batı'ya giden ve gördüklerinden etkilenerek yurduna döndüğünde Batılı kurum ve değerleri aktarmaya çalışan bir kuşağın üyesi olarak değerlendirilebilir. Ancak model aldığı Amerikan siyaset ve toplum yapısı ile Türkiye'nin içinde bulunduğu koşulların ve izlediği politikanın birbirinden oldukça farklı olduğu söylenebilir. Sosyoloji ve gazetecilik eğitimi için bulunduğu yıllarda Amerikan toplum yapısı ve anglo-sakson düşüncesi onun üzerinde güçlü etkiler yapmıştır. Bu etki, hayatının ilerleyen dönemlerinde Amerikan siyaset, basın ve iş çevreleri ile sürekli ilişki içinde olmasıyla daha da pekişmiştir. Döneminin diğer gazetecilerine göre, gerek almış olduğu eğitim gerekse bildiği yabancı diller -İngilizce, Fransızca ve Almanca- nedeniyle donanımlı bir gazeteci olarak öne plana çıkmaktadır. 217 Ahmet Emin basın hayatına atıldığı dönemde bir yandan II. Abdülhamid'e karşı güçlenen muhalefetin içinde yer almış bir yandan da Babıali Tercüme Odası'nda çalışmaya devam etmiştir. 1910'da İTC'ne kaydolmuş fakat Cemiyet'e muhalif Prens Sabahattin grubu ile yakın ilişki içinde olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'ndaki siyasal karmaşanın en yoğun olduğu süreçte iktidarın sürekli değişmesi Ahmet Emin'in de kolayca tutum değiştirmesini beraberinde getirmiştir. Öyle ki II. Abdülhamid'e karşı muhalefet eden İT'ye katılmasına karşın, İT'nin de kendi içinde bölünmesi ile ortaya çıkan muhalefetin yanında yer almış olması, onun bu dönemde siyasi tutumlarının net olmadığının göstergesidir. Amerika'dan eğitimini tamamlayarak döndüğü1914, İT iktidarının en güçlü olduğu yıldır. Bu sırada çalıştığı Sabah ve Vakit'te İT ile Alman politikalarını destekleyen yazılar kaleme almıştır. 1917'de çıkarmaya başladığı Vakit'te Alman firmalarının reklamlarının çoğunlukta olması, bir yandan bu dönemde Alman Büyükelçisi Von Bernstroff ile kurmuş olduğu yakınlık, yazılarında Almanya ile geliştirilmesi gereken ilişkiler üzerinde fazlaca durması ile sonuçlanmıştır. Ahmet Emin'in bu dönemi, İT ve Alman politikalarının taraftarlığı ile açıklanabilir. 1916–1918 arasında devam eden bu destek, 1918'in sonunda Türkiye'nin I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkması, İT'nin iktidarını kaybetmesine kadar devam etmiştir. Bu tarihten sonra ise İT'ye en sert eleştiri yönelten gazetecilerden biri olmuş ve Alman politikası taraftarlığının yerini, Amerikan politikası taraftarlığı almıştır. Eleştiri yönelttiği konuların başında ise İT'nin izlediği Türkçülük politikası gelmiştir. Türkçülük politikası ile imparatorluğa bağlı unsurların uzaklaştırıldığını ileri sürmüş ve Osmanlılık kimliği altında bunların bir arada tutulabileceğini savunmuştur. Türkçülüğe eleştiri yöneltmesinin bir diğer sebebi bu politikanın Ermeni sorununa sebebiyet vermesidir. Önceki yazılarında Ermeni sorununun, İngiltere ve Rusya'nın çıkarları doğrultusunda propaganda aracı olarak kullanıldığını savunmuş, Osmanlı Ermenilerinin yaşadıkları ülkenin varlığına ve hayatına bağlı vatandaş olarak görevlerini yerine getirmeleri gerektiği yönünde yazılar kaleme almıştır. Mondros Mütarekesi sonrasında ise İT yönetimini, Ermenilere karşı izlediği “imha ve tehcir” politikasından dolayı eleştirmeye başlamıştır. İT'nin iktidardan düştüğü yıllarda, geçmişi tasfiye etmek gerektiğini, bunun için de Amerika ve İtilaf Devletlerinden tahkik heyetleri oluşturularak, Ermeni meselesinde suçlu olanların cezalandırılmalarını 218 önermiştir. Ahmet Emin'in bu yazıları kaleme almasında bu sıralarda Amerika'dan gelen heyetlerle yakın ilişki içinde olması önemli bir etkendir. Bu heyettekilerin görüşlerine paralel şekilde ele aldığı Ermeni sorununun çözümlenmesi için, kurulacak Ermeni Cumhuriyeti'ne toprak verme, Ermeni nüfusu ile mübadele gibi önerileri büyük tepki toplamıştır. Ahmet Emin'in bu konu hakkındaki önerileri hiçbir zaman unutulmamış ve sürekli gündeme getirilmeye devam etmiştir. Bu görüşlerini özellikle Erzurum ve Sivas Kongreleri zamanında dile getirmiş olması üzerinde durulması gereken bir başka noktadır. 1918'in sonunda kurulan Wilson Prensipleri Cemiyeti'nin içinde yer almış ve “Amerikan müzahereti”ni savunmuş olması da hayatı boyunca karşılaştığı bir konu olmuştur. Kendisine Amerikan mandası taraftarlığı yaptığı yönündeki eleştirilere, hiçbir zaman manda taraftarlığı etmediğini, yabancı bir devletin himayesi anlamına gelmemek üzere, Amerika'dan seçilecek yabancı uzmanlarla işbirliğini önerdiğini ifade etmiştir. Manda veya müzaheret konularını dile getiren diğer gazetecilere göre Ahmet Emin'in sürekli bu konu ile ilgili olarak anılmasında, onun 1918'in sonundan itibaren savunmaya başladığı Amerikan siyasetinin savunuculuğuna hayatı boyunca bağlı kalması ve Amerikan finans, basın ve siyaset dünyası ile girdiği birebir ilişkilere şüphe ile bakılması belirleyici olmuştur. Vakit, Anadolu'da başlayan Milli Mücadele'ye destek vermiş olmakla birlikte İttihatçılarla birlikte tutuklanarak Malta Adası'na sürgüne gönderilmesine yakından bakılırsa Ahmet Emin'in aslında Anadolu'daki oluşuma temkinli yaklaştığı anlaşılabilir. Öyle ki Ahmet Emin İngilizler tarafından arandığı dönemde Anadolu'ya geçmekte kararsız kalmış ve başvurduğu yabancı elçiliklerin Malta Adasındaki tutukluların durumlarına dair güvence vermesi ile adeta tutuklanması için kendisi girişimde bulunmuştur. Malta dönüşünde ise Kurtuluş Savaşı neredeyse kazanılmak üzeredir. Artık Ankara'da yeni bir devletin temelleri atılmış, açılan Meclis ile milli irade kendini ortaya koymuştur. Ahmet Emin Anadolu'ya geçerek lider kadro ile ilişki kurmuştur. Malta'dan dönüş yolculuğunda kendisine Anadolu'da görev teklif edildiği haberini almış ancak Ankara'da iken bağımsız bir gazeteci olarak kalmak isteğini gerekçe göstererek teklifi kabul etmemiştir. Ahmet Emin bu süreçte Ankara'daki oluşuma mesafeli kalmaya dikkat etmiştir. Gazetedeki yazılarında Ankara Hükümet'ine olan desteği, HF'nın kurulma sürecine kadar devam etmiştir. Ahmet Emin'in Ankara yönetimine muhalefetine birkaç 219 cepheden yaklaşılabilir. Biz bunları üç başlık halinde gruplandırabileceğimizi düşündük. Bu üç başlık aynı zamanda onun muhalefetinin arka planında yatan unsurları da göstermesi bakımından açıklayıcı olabilir. İlki, Ankara yönetiminin bazı uygulamaları ve karar alma sürecindeki yöntemleri karşısındaki tutumu, diğeri Ahmet Emin'in yeni yönetime dair öneri ve beklentileri ile Ankara yönetiminin temel aldığı modelin farklılığı ve en son olarak da Ahmet Emin'in muhalif görüşlerini ileri sürdürdüğü süreçte Amerika ile olan ilgisi ve ilişkileri. Ahmet Emin, Ankara yönetimine HF'nın kurulması, Ankara'nın başkent olması ve Cumhuriyet'in ilanı sırasında muhalefet etmiştir. HF'nın kurulması sürecinde Mustafa Kemal'in yetkileri nedeniyle tarafsızlığı konusunu sürekli gündeme getirmiş, kişisel yönetime gidildiğini ileri süren yazıları ile “İstanbul basını” içinde yer almıştır. Ankara'nın başkent olmasında, Cumhuriyet'in ilanında, Ankara'nın karar alma sürecinde kamuoyunu yeterince ikna etmeden, hızlı değişikliklere gitmesine karşı olmuştur. Temel olarak Cumhuriyet'in ilkelerine karşı olmadığı söylenebilir. Milli Mücadele yıllarında Mustafa Kemal'in yakın arkadaşları ile yollarının ayrılması sonrasında, ayrılanların yanında yer almıştır. Onun muhalefeti ile 1924'te kurulan TpCF kadrosunun liberal görüşlerinin çakışması noktasında yeni partiyi yazıları ile desteklemiş, ancak Doğu'da çıkan Şeyh Sait isyanı ile, siyasi iktidarın, TpCF'nı rejime karşı bir tehdit olarak algılamasından ve giderek baskısını artırmasından dönemin basını gibi Ahmet Emin de payını almıştır. 1925'teki İstiklal Mahkemesi'nde yargılanması sürecinde çektiği telgraflarda affedilmesi karşılığında gazetecilik yapmayacağına söz vermesi ile yaklaşık on bir yıl gazetecilik hayatına dönememiştir. Ahmet Emin Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması sürecinde öneri ve beklentileri açısından Ankara yönetimi ile farklı yaklaşımlar içinde olmuştur. Ülkenin, bölgeleri arasındaki gelişmişlik farkı nedeniyle merkezden dayatılan kanunlarla yönetilemeyeceğini pek çok yazısında dile getirmiş ve adem-i merkeziyete dayanan bir idari sistemin kurulması gerektiğini savunmuştur. Ona göre merkeziyetçilik bürokratik formaliteler içinde kalan kalan, verimli olmayan bir yöntemdir. Bir başka üzerinde durduğu nokta, farklı milletten olanların Amerikan vatandaşlığı altında bir arada yaşayabildiği gibi bizde de Osmanlı vatandaşlığının esas alınması gerektiğidir. Bu bağlamda aidiyet Türklük üzerine değil, farklı millet ve kültürleri bir arada tutabileceği için Osmanlılık üzerine olmalıdır. 220 Yine ısrarla savunduğu bir diğer konu serbest teşebbüs ve ülkenin kalkınması için yabancı sermayenin gerekliliğidir. Yabancı sermayenin, yatırımlarında siyasi emeller gütmeyen, iş ilkesi üzerinde duran, demokratik ilkelere bağlı Amerika'dan sağlanması gerektiğini çok sık dile getirmiştir. Ahmet Emin'in dönemin basını içinde yabancı sermaye konusunu en fazla gündeme getiren gazeteci olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu bağlamda Chester Projesi'ni desteklemiş, gazetedeki yazı ve haberlerde Amerika ile olan ticari ilişkiler üzerinde durmuştur. 1925'te gazetecilikten uzaklaştırıldığı yıllarda, Amerikan sermayesine pazar aramakla görevli Amerikan Ticaret Ataşesi Julian Gillespie ile kurduğu ilişki sonucunda Goodyear, Dodge Brothers, gibi büyük firmaların makinelerinin Türkiye'ye ithalatını üstlenmiştir. Ahmet Emin'in ademi merkeziyet, yabancı sermaye, milliyetçilik hakkındaki düşünceleri ve Milli Mücadele ve Cumhuriyet döneminde bu yönde kaleme aldığı yazılar tepkiyle karşılanmıştır. Topraklarının büyük bir kısmını milliyetçilik akımlarının etkisi sonucu kaybeden, ulusal birlik ve bütünlüğünü sağlamaya çalışan Türkiye'nin reel gerçekleri ile Ahmet Emin'in savunduğu ademi merkeziyet ilkesine bağlı idari reform önerisi bağdaşır görünmemektedir. Türkiye'nin kalkınmasında yabancı sermayenin önemi ve bunun Amerika'dan seçilmesi gerekliliğine dair vurgusu, kendisinin Amerikan iş ve siyaset çevreleri ile ilişkilerinden dolayı uluslar arası sermayenin -özellikle Amerikan sermayesi- Türkiye'deki temsilcisi olduğu yönünde düşünülmesi ile sonuçlanmıştır. Ahmet Emin'in sık sık kendisi ile çelişkiye düşmesi, söylemini siyasi konjonktüre göre değiştirmesi muhalif tutumunu değerlendirmeyi zorlaştırmaktadır. HF'na siyasi konjonktüre göre ya karşı çıkmış ya da savunmuştur. Parti kurulma aşamasında iken, tek partinin demokrasinin önünde engel teşkil edeceği, Mustafa Kemal'in partiler üstü tarafsız bir konumda kalması yönündeki yazıları ile Ankara yönetimine muhalefet etmiştir. 1923'ün başlarında ve İzmit'te Mustafa Kemal'in basın mensupları ile görüşmesi sonrasında ise HF oluşumunu destekleyen yazılar kaleme almıştır. Gerçek inkılap için örgüt altında mücadele edecek kuvvete “fırka” demenin zararı olmadığını, partinin bütün halkın yararı adına faaliyet göstereceğini yazmıştır. Ancak Cumhuriyet'in ilanı sürecinde tekrar HF'nı tekrar eleştirmeye başlayarak Fırka ile inkılap programının uygulanamadığını ileri sürmüştür. 1938'de Gerçekleşen Rüya, 1941'de Berraklığa Doğru'da iki parti sisteminin ikiliğin kaynağı olması nedeniyle tek 221 partinin en ideal yöntem olarak benimsenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Ahmet Emin, Milli Mücadele yıllarında nasıl milli misak etrafında birleşilmiş ise Milli Mücadele sonrasında da bu ilkeye bağlı kalınması gerektiği noktasından yola çıkmış, HF'nı savunurken, bu parti aracılığı ile milli misakın etrafında gerekli adımlar atılabileceğini ileri sürmüş, karşı çıkarken ise parti oluşumu ile ayrılık yoluna gidildiğini, bu yolla milli misakın sağlanamayacağını söyleyerek tutarsız bir tavır sergilemiştir. Yine gazetesinde açık destek verdiği TpCF'nı ilerleyen yıllarda eleştirmiştir. Örneğin Berraklığa Doğru kitabında TpCF'nın başındaki kişilerin “temiz emellerine” rağmen, parti teşkilatının rejim aleyhtarı akımlarla “irtica” yeri haline geldiğini, aydın vatanperverlerin ikiye bölündüğünü, sadece rejimin değil ülkenin de açık bir tehlike ile karşı karşıya geldiğini yazmaktadır. Hatta böyle bir durumda Takriri Sükun ve İstiklal Mahkemeleri'nin gündeme geldiğini, hükümetinse “serbest hava ve berraklık” aramaktan vazgeçmediğini de eklemesi dikkat çeken bir noktadır. Zira kendisi de 1925'te Doğu İstiklal Mahkemesi'nde yargılandıktan sonra gazetecilikten uzaklaştırılmıştır. Gazetelerin kapatıldığı dönemde Tayyare Cemiyeti'ne uçak hediye ederek iktidara hoş görünme çabası, yargılanma sürecinde Mustafa Kemal'e çektiği telgraflarda affedildiği takdirde gazetecilik yapmayacağına söz vermesi, uzaklaştırıldığı yıllarda kendisinin ve babasının yazdığı telgraflarda affedilme ve basına dönme talebini dile getirmesi iktidar karşısında net bir tutum alamadığını göstermektedir. Cumhuriyet yıllarında Ankara yönetiminin bazı uygulamalarına ve izlediği yöntemlere karşı olan diğer muhalif gazetecilerle kıyasladığımızda Ahmet Emin'in liberal bir anlayışla hareket ettiğini ancak bunu yaparken uluslar arası -Amerika- bağlantıları en fazla gözeten gazeteci olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca muhalif tutumuna rağmen siyasi iktidarın tepki vereceğini anladığı veya düşündüğü noktalarda söylemini çabuk değiştirmesi kanımızca onun muhalefetini diğerlerinden farklılaştıran noktalardır. II. Dünya Savaşı yıllarında demokrat cephenin yanında, Almanya ve Sovyetler Birliği'nin karşısında yer almıştır. Bu karşıtlık dönemin basınında yaşanan polemiklerde de kendini göstermiştir. Ne var ki bu durum, savaşa girmemek için denge politikası izlemek durumunda olan siyasi iktidar tarafından gazetesinin sık sık kapatılmasıyla sonuçlanacaktır. 222 Ahmet Emin, farklı siyasi iktidarlar tarafından gazeteleri kapatılarak, sürgüne gönderilerek, İstiklal Mahkemesi'nde yargılanarak, gazetecilikten uzaklaştırılarak ve diğer uygulamalarla basın tarihimizde en fazla cezalandırılan veya yaptırım uygulanan gazetecilerinden biri olarak değerlendirilebilir. Bu durum elbette İmparatorluğun on yılı aşkın sürekli savaşmak durumunda kalması, siyasi belirsizlik ve gelen iktidarların var olanı korumak adına baskı ve denetimini artırması ile sonuçlanmıştır. Ulusal bir ekonomi üzerinde yükselemeyen basın, dış etkilere olduğu kadar iç politikanın da çalkantılarına da açık hale gelmiştir. Cumhuriyet yönetimi de devralınan siyasi yapı ve kültürü hızlı bir şekilde değiştirme yolunda adımlar atarken basın üzerinde, baskıyı artırarak veya uzlaşma yoluna giderek, yasal düzenlemeler yaparak kontrol kurmaya çalışmıştır. Bize göre Ahmet Emin'in gazeteciliği değerlendirilirken siyasi iktidarın uygulamaları ve denetimi ile dış etkiler göz önünde tutulmalıdır. Bu bize Ahmet Emin'in çoğu zaman haklı da görülecek gerekçelerle siyasi iktidara liberal politikalar çerçevesinde muhalefet ettiği ancak bunu yaparken de bazı uluslar arası düzeydeki ilişkilerinden referans aldığı söylenebilir. Son olarak üzerinde durmak istediğimiz nokta günümüz liberal gazetecileri ile Ahmet Emin'in görüşleri arasındaki ortak paydalardır. Günümüzün liberallerinin “Türkiyelilik veya Türkiye vatandaşlığı” kavramını gündeme getirmeleri ile Ahmet Emin'in Türklük yerine, Osmanlı kimliğinin esas alınması gerektiğini savunan düşünceleri arasında bir paralellik olduğu söylenebilir. Yine bir başka ortaklık yabancı sermayenin savunulmasında göze çarpmaktadır. Ulusalcı politikaların uluslararası sermaye ve siyasi oluşumların karşısında aşındığı bir dönemde, günümüz basınında da benzer görüşler dile getirilmektedir. Bu bağlamda Ahmet Emin'i günümüz liberal gazetecilerinin bir öncülü saymak yanlış olmayacaktır. 223 ÖZET Bu çalışmanın konusu basın tarihimizde önemli bir yeri olan Ahmet Emin Yalman üzerinedir. Ahmet Emin, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulma sürecine bir gazeteci olarak yakından tanıklık etmiştir. Çalışma, Ahmet Emin'in 1918-1938 dönemi üzerine odaklanmaktadır. Yalman 1907’de başladığı Sabah'taki gazetecilik yaşamına Yeni Gazete'de devam etmiş, Tanin'in yazı kadrosunda çeşitli görevler almış, 1917'den itibaren ise ortakları ile çıkarmaya başladığı Vakit, Vatan, Tan, Hür Vatan gazetelerinde ise yayın politikalarının belirlenmesinde etkin bir rol üstlenmiştir. Tezde Yalman'ın gazeteciliği, siyasal gelişmeler paralelinde incelenmiş ve bu bağlamda Yalman'ın iktidar ile olan ilişkileri, basın tarihi ve siyasi tarih ekseninde ele alınmıştır. Yalman çıkardığı gazetelerde siyasi konjonktüre bağlı olarak farklı görüşler dile getirdiği görülmektedir. I. Dünya Savaşı yıllarında Sabah'ta çalıştığı ve Vakit'i yayınlamaya başladığı ilk dönemde İttihat ve Terakki Partisi (İTP) ile Alman siyasetinin yanında olan Ahmet Emin, 1918'de savaşın yenilgi ile sonuçlanmasından sonra partiye sert eleştiriler yöneltmiştir. 1918'in sonundan itibaren Amerikan siyasetinin savunuculuğunu yapmaya başlamıştır. Wilson Prensipleri Cemiyeti'nin içinde yer almış ve “Amerikan yardımı”nı savunmuştur. İT’den sonra iktidara gelen Hürriyet ve İtilaf Partisine yönelttiği eleştiriler nedeniyle 1919’da Kütahya’ya, 1920’de Malta Adasına sürgüne gönderilmiştir. 1917’de çıkarmaya başladığı Vakit’te Anadolu'daki Milli Mücadele'ye destek vermiştir. Ankara Hükümeti’ne desteği Halk Partisi’nin kurulmasına kadar devam etmiştir. 1923’te yayınlamaya başladığı Vatan’da ise Halk Partisi’nin kurulması, Cumhuriyet’in ilanı konularında Ankara hükümetiyle çatışmalara girmiştir. 1925’te Ahmet Emin Doğu İstiklal Mahkemeleri’nde yargılandıktan sonra gazetecilikten uzaklaştırılmış, 1936’da yayın hayatına geri dönüştür. 224 Ahmet Emin Yalman'ın fikirlerinde Amerika'da bulunduğu eğitim yılları ve sonraki yıllarda bağlantı halinde olduğu Amerikan iş, basın ve siyaset çevresi etkili olmuştur. Ahmet Emin burada edinmiş olduğu liberal fikirleri Türkiye'ye aktarmaya çalışmıştır. Bu görüşlerin Prens Sabahattin Bey'in görüşleri ile paralellik göstermesi nedeni ile Ahmet Emin Sabahattin Bey ile yakınlaşmıştır. Bu bağlamda ademi merkeziyetçilik konusunu gündeme getirmiş, merkeziyetçiliğe karşı çıkarak, idari anlamda yeniden yapılanmanın gereğini savunmuştur. Yine yazılarında üzerinde durduğu bir başka nokta “Osmanlı vatandaşlığı” kavramıdır. Farklı kimliklerin Amerikan vatandaşlığı altında bir arada yaşadıkları örneğinden yola çıkarak, bizde de Osmanlı vatandaşlığının esas alınabileceğini ileri sürmüştür. Ahmet Emin özel girişimciliği savunmuş ve yazılarında sürekli ülkenin kalkınması için yabancı sermayenin gerekliliğine değinmiştir. Yabancı sermayenin, yatırımlarında siyasi emeller gütmeyen, iş ilkesi üzerinde duran, demokratik ilkelere bağlı Amerika'dan sağlanması gerektiğine yazılarında sık sık yinelemiştir. 225 SUMMARY The subject of this study is about Ahmet Emin Yalman, who had an important role in the history of our journalism. Ahmet Emin is seen as a journalist who closely followed the disintigration of the Ottoman Empire and the formation of the Turkish Republic. This study is focused on the period between 1918-1938. Yalman started his journalistic life at Sabah, continued Yeni Gazete it at and Tanin Gazete in a different position. From 1917 he played a major role in shaping policy of the newspapers he published with his partners. They include: Vakit, Vatan, Tan, Hür Vatan. In this thesis, Yalman's journalism is studied parallel to political changes, and his connections to the ruling party. This has been emphasized in the view of the press and political science. In the newspapers which he published we see Yalman articulating diffrent views. During the years of the First World War, he was working at Sabah and publishing Vakit. Then he took the side of the Ittihat and Terakki Party (ITP) and sympathized with Germany's policies. After the 1918 defeat, he directed severe criticism toward the ITP and defended American policies. He became a member of the Society Wilson Policies and promoted the idea of “American assistance”. Because of his critisims of the Hürriyet and İtilaf Party (which came to power after the ITP), he was exiled to Kütahya in 1919 and then to Malta in 1920. He supported the National Liberation of Anatolia in the newspaper he started to publish in 1917. His support of the Ankara goverment lasted until the founding of the Halk Party. In 1923 he started to criticize the Halk Party and the Declaration of the Republic in Vatan, which he started to publish. 226 In 1925 after his prosecution n the court of Dogu Istiklal Mahkemesi, he was not allowed to work as a journalist. He only later returned to journalism after 1936. The opinions of Ahmet Emin Yalman have been influenced by years of education in USA and later by American business, press and political circles. Ahmet Emin then tried to transfer these liberal opinions to Turkey. He and Prens Sabahattin shared smiliar views, and so they became closer to each other. He advocated the idea of “non-centralisation” as a central point to the planning of administration. Another main point of his writings is the concept of “Ottoman citizenship”. He proposed this “Ottoman citiezenship” bu giving American citizenship as an example, where different identities are represented under one citizenship. Ahmet Emin Yalman, defended private enterprise and indicated the necessity for foreign investment in the development of the country. He repeatedly indicated that this foreign capital should be obtained from America with no political strings attached, and that should be based on sound business and democratic principles. 227 KAYNAKÇA A.Arşivler Stanford Üniversitesi Hoover Enstitüsü Arşivi (Ahmet Emin Yalman Kolleksiyonu, Stanford, California, USA). Foreign Office, Ahmet Emin Yalman Dosyası, UK. Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Berlin, Almanya. Başbakanlık Osmanlı Arşivi T.C Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi Atatürk Belgeliği B.Görüşmeler Nur Yalman -Ağustos 2006 Şen Yalman -Ağustos 2006 Orhan Koloğlu -Ağustos 2006 C. Gazeteler Yeni Gazete Sabah Tanin Vakit Vatan Tan Cumhuriyet Ulus Hakimiyet-i Milliye Akşam 228 D.Kitaplar Adıvar, Halide Edip, Turkish Ordeal, London, 1928. Ahmad, Feroz, İttihat ve Terakki, 1908-1914, (Çev:Nuran Yavuz), Kaynak Yayınları, İstanbul, 1971. ------------------, İttihatçılıktan Kemalizme, (Çev: Fatmagül Berktay), 3.Baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1996. Akgün, Seçil, General Harbord’un Anadolu Gezisi ve Ermeni Meselesine Dair Raporu, Tercüman Tarih Yayınları, İstanbul, 1981. Akşin, Sina, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Cem Yayınevi, İstanbul, 1976. --------------, Jön Türkler ve İttihat Terakki, İmge Yayınları, Ankara,1998. Alemdar, Korkmaz, İletişim ve Tarih, Ümit Yayıncılık, Ankara, 2001. Arar, İsmail, Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı, Burçak Yayınları, İstanbul, 1969. Aşkun, Vehbi Cem, Sivas Kongresi, Kamil Matbaası, Sivas, 1945. Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk, 3. Baskı, TTK Basımevi, Ankara,1989. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt III, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 1989. Atay, Falih Rıfkı, Çankaya, İstanbul, 1969. Aybars, Ergün, İstiklal Mahkemeleri, Cilt I-II, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir, 1988. Aydemir, Şevket Süreyya, Enver Paşa, Cilt III, Remzi Kitabevi, İstanbul,1970. ------------------------, Tek Adam Mustafa Kemal, Cilt II, Remzi Kitabevi, 5.Baskı, İstanbul, 1975. Ayışığı, Metin, Kurtuluş Savaşı Sırasında Türkiye'ye Gelen Amerikan Heyetleri, TTK Yayınları, Ankara, 2004. Ayni, Mehmet Ali, Milliyetçilik, İstanbul, 1943. Bali N. Rıfat, Devletin Yahudileri ve “Öteki” Yahudi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004. 229 --------------, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri, Bir Türkleştirme Serüveni (1923–1945), İletişim Yayınları, 5. Baskı, İstanbul, 2001. Bayur, Hikmet, Türk İnkılabı Tarihi, Cilt I, 2. Baskı, Ankara, 1963. Berkem, Süreyya Sami, Unutulmuş Günler, İstanbul, 1960. Bilgen, Deniz, ABD’li Gözüyle Sivas Kongresi, Kaynak Yay, İstanbul, 2004. Can, Bilmez Bülent, Demiryolundan Petrole Chester Projesi (1908-1923), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2000. Cebesoy, Ali Fuat, Bilinmeyen Hatıralar, Temel Yayınları, İstanbul, 2001. ----------------------, Siyasi Hatıralar, Cilt II, Temel Yayınları, İstanbul, 2002. Cem, Hasan, Dünyada ve Türkiye'de Masonluk, İstanbul 1976. Cemal Paşa, I.Dünya Savaşı Hatıraları, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1977. Çavdar Tevfik, Talat Paşa, İmge Kitapevi, Ankara, 1993. -----------------, Türkiye'de Liberalizmin Doğuşu, Uygarlık Yayınları, İstanbul, 1982. Çulcu, Murat, İstiklal Mahkemesinde Gazeteciler Davası, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1993. Demirel, Ahmet, Birinci Mecliste Muhalefet, II. Gurup, İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1995. Demirel, Fatmagül, II. Abdülhamid Döneminde Sansür, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2007. Duru, Orhan, Amerikan Gizli Belgelerinde Türkiye'nin Kurtuluş Yılları, İstanbul, 1978. Erer, Tekin, Türkiye’de Parti Kavgaları, 2. Baskı, Tekin Yay., İstanbul, 1966. -------------, Basında Kavgalar, Rek-Tur Kitap Servisi, İstanbul, 1965. Erman, Azmi Nihat, İzmir Suikastı ve İstiklal Mahkemeleri, İstanbul, 1975. Erhan, Çağrı, Türk Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, İmge Yayınevi, Ankara, 2001. Ergil, Doğu, Milli Mücadelenin Sosyal Tarihi, Turhan Kitabevi, Ankara,1981. Ergin Osman, Türk Maarif Tarihi, Eser Kitabevi, İstanbul, 1977. Erol, Sümer Mine, Türkiye’de Amerikan Mandası Meselesi, İleri Basımevi, Giresun,1972. 230 Evans, Laurence, Türkiye'nin Paylaşılması 1914-1924, (Çev:Tevfik Alanay), Milliyet Yayınları, İstanbul, 1972. Frey, Frederick, The Turkish Political Elite, Cambridge, Mas:M.I.T. Pres, 1965. Galip, Salahattin, Türkiye'de Dönmeler ve Dönmelik, Kıraçlı Yayınları, İstanbul, 1977. Glasnec, Johannes, Türkiye'de Faşist Alman Propagandası, (Çev:Ali Gelen), Onur Yayınları, Ankara. Goloğlu, Mahmut, Halifelik Ne İdi, Nasıl Alındı, Niçin Kaldırıldı, Kalite Matbaası, Ankara, 1973. Göztepe, Tarık Mümtaz, Osmanoğullarının Son Padişahı Vahdettin Mütareke Gayyasında, Sebil Yayınları., İstanbul, 1969. Ilgar, İhsan, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, Kervan Yayınları, İstanbul, 1973. İğdemir, Uluğ, Sivas Kongresi Tutanakları, TTK Yayınları, 3. Baskı, Ankara, 1999. İnan, Arı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları, TTK Yayınları, Ankara, 1982. İpekçi, Abdi, İnönü Anlatıyor, Cem Yayınları, İstanbul, 1968. İskit, Server, Türkiye'de Matbuat Rejimleri, İstanbul, 1939. --------------, Türkiye'de Neşriyat Hareketleri Tarihine Bakış, Devlet Basımevi, 1939, İstanbul. Jaeschke, Gotthard, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, TTK basımevi, Ankara 1989. Jaeschke, Gotthard, Kurutuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Ankara, 199. Kandemir, Feridun, Mustafa Kemal Arkadaşları ve Karşısındakiler, Yakın Tarihimiz Yayınları, İstanbul, 1964. Kansu, Mazhar Müfit, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürkle Beraber, I.Cilt, TTK, Ankara, 1968. Karaca, Emin, Türk Basınında Kalem Kavgaları, Gendaş Yayınları, İstanbul, 1998. Karakaya, Ali, Milli Mücadele’de Manda Sorunu, Harbord ve King-Crane Heyetleri, Başkent Matbaası, Ankara, 2001. 231 Karaosmanoğlu,Y. Kadri, Politikada 45 Yıl, İletişim Yayınları, İstanbul, 1984. Karay, Refik Halid, Minelbab İlelmihrab, İnkılap ve Aka Ktabevleri, İstanbul, 1964. Kasalak, Kadir, Mili Mücadelede Manda ve Himaye Mücadelesi, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1993. Kılıç Ali, Kılıç Ali’nin Anıları, Derleyen Hulusi Turgut, İş Bankası Yayınları, 6. Baskı, İstanbul, 2005. Kocabaşoğlu, Uygur, Türkiye İş Bankası Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2001. Koloğlu, Orhan, Kuvayi Milliye'den Günümüze Türk Basını, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1993. -------------------, Abdülhamid Gerçeği, Gür Yayınları, İstanbul, 1987. Kuran, Ahmet Bedevi, İnkılap Tarihimiz ve İttihat Terakki, Tan Matbaası, İstanbul, 1946. Kutay, Cemal, Siyasi Sürgünler Adası: Malta, Posta Kutusu Yayınları, İstanbul, 1978. Küçük, Abdurrahman, Dönmeler ve Dönmelik Tarihi, Rehber Yayıncılık, İstanbul, 1992. Latimer, P. Frederick, "İnterview with Ahmet Emin Yalman", The Atatürk Project, Bilkent Üniversitesi. Lewis, Bernard, Modern Türkiye'nin Doğuşu, (Çev:Metin Kıratlı), TTK Yayınları, 8. Baskı, Ankara, 2000. Mardin, Şerif, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895–1908, 8. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001. Menteşe, Halil, Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe'nin Anıları, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1986. Nadi, Nadir, Perde Aralığından, Cumhuriyet Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1965. Nadi, Yunus, Ankara'nın İlk Günleri, Ankara, 1955. ---------------, Mustafa Kemal Paşa Samsun’da, Cumhuriyet Yayınları, İstanbul, 1998. Ortaylı, İlber, II. Abdülhamdid Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, A.Ü. SBF Yayınları, Ankara, 1981. 232 Orbay, Rauf, Cehennem Değirmeni, Siyasi Hatıralarım, 2 Cilt, Emre Yayınları, İstanbul, 1993. Özel Işık Lisesi, Kısa Tarihçe ve Kutlama Haftası, Yenilik Basımevi, İstanbul, 1975. Özkaya, Yücel, Milli Mücadele'de Atatürk ve Basın (1919–1921), Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1989. Prens Sabahattin, Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?, (Hazırlayan: İnan Keser), Liberte Yayınları, Ankara, 2002. Rathmann, Lothar, Alman Emperyalizminin Türkiye'ye Girişi, (Çev:Ragıp Zaralı) Gözlem Yayınları, İstanbul. Sertel, Sabiha, Roman Gibi, 2. Baskı, Belge Yayınları, İstanbul, 1987. Sertel, Zekeriya, Hatırladıklarım (1905–1950), Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1977. Smith, Elanie Diana, Turkey: Origins of the Kemalist Movement and the Goverment of the National Assembly (1919-1923), Pres of Judd & Detweiler Inc., Washington D.C., 1959. Şapolyo, Enver Benhan, Türk Gazetecilik Tarihi ve Her Yönü İle Basın, Güven Matbaası, Ankara, 1971. Sonyel, Salahi, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisinin Türkiye’deki Eylemleri, TTK Yayınları, Ankara, 1995. Soyak, Hasan Rıza, Atatürk'ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004. Şimşir, Bilal, Malta Sürgünleri, Bilgi Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 1985. Tevetoğlu, Fethi, Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, TTK Yay, 2. Baskı, Ankara, 1991. Timur, Taner, Türkiye'de Çok Partili Hayata Geçiş, İstanbul, 1991. Topuz, Hıfzı, 100 Soruda Türk Basın Tarihi, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1973. ---------------, II. Mahmut'tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2003. Tunaya, Tarık Zafer, Siyasi Kurumlar ve Anayasa Hukuku, İstanbul Üni. Hukuk Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1980. -------------------------, Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt II, İstanbul, 1986. -------------------------, Türkiye'de Siyasal Partiler, İttihat ve Terakki, Bir Çağın, 233 Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi, Cilt III, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000. Tunçay, Mete, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Partinin Kurulması, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1981. Ulagay, Osman, Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı, Yelken Matbaası, İstanbul, 1974. Unan, Nimet,(ed) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, TTK Yayınları, Ankara, 1959. Us, Mehmet Asım, Gördüklerim Duyduklarım Duygularım, Meşrutiyet ve Cumhuriyet Devirlerine Ait Hatıralar ve Tetkikler, Vakit Matbaası, İstanbul,1964. --------------------------, Hatıra Notları, 1930–1950, Vakit Matbaası, İstanbul, 1966. Uyar, Hakkı, Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi, Boyut Yayınları, İstanbul, 1998. Vahapoğlu, M. Hidayet, Osmanlı’dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1990. Vardar, Galip, (Yazan Samih N. Kansu), İttihat ve Terakki İçinde Dönenler, Yeni Zamanlar Yayınları, İstanbul, 2003. Yalçın, Hüseyin Cahit, Siyasal Anılar, (Yayına Haz: Rauf Mutluay), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1976. Yalman, Ahmet Emin, Gerçekleşen Rüya, Tan Matbaası, İstanbul, 1938. ---------------------------, Havalarda 50.000 Kilometre, Vatan Matbaası, III Cilt, İstanbul, 1943 . ---------------------------, Yarının Türkiyesine Seyahat, Vatan Matbaası, İstanbul, 1944. ----------------------------, San Fransisko'da Neler Gördüm?, Vatan Matbaası, İstanbul, 1945. -----------------------------, Dünyadan Haber, Vatan Matbaası, II Cilt, İstanbul, 1945. -----------------------------, Turkey In My Time, University of Oklahoma Press, Ohlahoma, USA,1956. 234 ------------------------------, Berraklığa Doğru, Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1957. ------------------------------, The Development of Modern Turkey As Measured By Its Press, Ams Press Inc., New York, 1968. ------------------------------, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, Rey Yayınları, IV Cilt, İstanbul,1970. Yeşil, Ahmet, TC’nde İlk Teşkilatlı Muhalefet Hareket Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Cedit Neşriyat, Ankara, 2002. Yetkin, Çetin, Türkiye'de Tek Parti Yönetimi, 1930–1945, İstanbul, 1983. Yust, K., Kemalist Anadolu Basını, (Yayına Haz: Orhan Koloğlu), Çağdaş Gazeteciler Derneği Yayınları, Ankara, 1995. Zorlu Ilgaz, Evet Ben Selanikliyim, Türkiye Sebataycılığı, Belge Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1998. Zürcher, Eric Jan, Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, İletişim Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1998 . ---------------------, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, (Çev:Gül Çağalı Güven), İletişim Yayınları, İstanbul, 2003 . E. Makaleler Aktar, Ayhan, “Varlık Vergisi ve İstanbul”, Toplum ve Bilim, sayı 71, Kış 1996. Erol, Sümer, Mine, “Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin Amerika Cumhurbaşkanı Wilson’a Gönderdiği Muhtıra”, Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt III, Ankara, 1966. -----------------------, “Robert Kolej Müdürü, Dr Gates’in Paris Sulh Konferansı Dolayısıyla Gönderdiği Bir Mektup” Tarih Araştırmaları Dergisi, C. II, sayı 2-3’ten ayrı basım, Ankara, 1964. Güldemir, Ufuk, “ABD Gizli Belgelerinde Nazım”, Cumhuriyet Kitap, 16 Kasım 1990. Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Atatürkçülüğün Ekonomik ve Sosyal Yönü Semineri, 11-12 Ekim 1973, İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinin Cumhuriyete 50. Yıl Armağanı, İstanbul. 235 Kayalı, Kurtuluş, “I. Mecliste Muhalefet”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, 5. Cilt, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985. Koloğlu, Orhan, “Osmanlı Basınının İçeriği ve Rejimi”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, Cilt I., İstanbul, 1985. Konyalı, Naki, “Ahmet Emin Yalman'ın Kaleminden Amerika'daki Göçmen Türkler”, Toplumsal Tarih, Ağustos 2001, sayı 93, Cilt 16. Kızılca, Karagöz Gül, “1942 Yılında Mihver ve Müttefik Devletlerce Düzenlenen Türk Basın Gezileri”, Kebikeç, sayı 14, Ankara, 2002. Tekeli İlhan, İlkin Selim, “İttihat ve Terakki Hareketinin Oluşumunda Selanik’in Toplumsal Yapısının Belirleyiciliği”, Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi, I.Uluslararası Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi Kongresi Tebliğleri, Hacettepe Üni., Temmuz 11-13 1977, Meteksan Lmt Şirketi, Ankara 1980. Tevetoğlu, Fethi, “Milli Mücadelede Mustafa Kemal Paşa-General Harbord Görüşmesi III”, Türk Kültürü, Haziran 1969. Tezel, Yahya Sezai, “I. BMM Anti-Emperyalist miydi? Chester Ayrıcalığı” SBF Dergisi, Cilt XXV, No:4, Aralık 1970. Tunaya, Tarık Zafer, “II. Meşrutiyetin Siysal Hayatımızdaki Yeri”, Kanun-i Esasinin 100. Yılı Sempozyumu (9 Nisan 1976), Siysa İlimler Türk Derneği, Ankara, 1977. Walz, Jay, “Editor, 72, Goes to Jail in Turkey”, The New York Times, 8 Mart 1960. Yalçın, Hüseyin Cahit, “Yalçın'ın 50 Yıllık Hatıraları: Atatürk Devri”, Halkçı, 23 Haziran 1955. ---------------------------, “Hilafet Meselesi”, Fikir Hareketleri, 29 Ekim 1933. ---------------------------, “Milli Mücadele Devri ve Sonrası: Mütareke ve Malta” Halkçı, 9 Şubat 1955. Yalman, Ahmet Emin, “Amerika'da Türk Muhacirler”, Darülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası, Numara 2, 1918. -----------------------------, “Turkey's Unwavering Loyalty”, The Daily Telegraph, 29 Eylül 1942. 236 ----------------------------, The Abbys Between The Commercial and Idealistic Aspects of Journalism and the Need for Balance, The Economic and Social Studies Conference Board, İstanbul, 1966. Zorlu Ilgaz, “Gizli bir Etnik Cemaat: Türkiye Sebataycıları”, Birikim Özel sayı: Etnik Kimlikler ve Azınlıklar, sayı 71–72, Nisan 1995. 237