edebiyat dünyasından alması gerekenler

advertisement
EDEBİYAT DÜNYASINDAN
ALMASI GEREKENLER
a Doç, Dr,
Sadık K. TURAL
Saygıdeğer davetliler,
Benim arzedeceğim hususlar, metodoloji ve târi­
hin diğer ilimlerle münâsebetleri kısmında ele alınacak
cinstendir.
Hemen belirteyim ki, huzurunuza bir takım me­
seleler halleden bir tebliğ getirmedim; daha çok şika­
yetlerimi ve dileklerimi ifade edeceğim.
İnsanoğlunun geçmişte ve bugün yaşadığı hayat,
altındaki hakikatin tamamen çözülemeyeceğine inan­
dığımız, karmakarışık bir süreçtir. Bu süreç, bir takım
gerçeklerden oluşur; gerçek kelimesini, "durum" ye­
rinde kullandığımızı bilhassa belirtelim. Belirli bir baş­
langıcı ve sonu olmayan, kısaca vak'a hâline gelmemiş
bulunan bir hayat üzerinde konuşmak, dâima yanıltıcı­
dır. İşte insanı hem fert, hem de cemiyet plânında,
vak'a hâlinde ele almaya çalışan bilgi sahalarından iki­
si, târih ve edebiyattır.
İnsanoğlunun bilgi ve tecrübelerinden oluşan bi­
rikimlerini süzgeçten geçirmesi hâlinde, daha huzurlu
ve müreffer bir hayatı yaşayacağı açıktır; ancak, ister
ferdi, ister mahalli, ister milli veya beşeri planda ele
alalım, insan hayatı bir vak'a değildir, devam etmekte
olan bir hâdiseler zinciridir. Bu hâdiseler yığınının "birikinrT'e yol açması için geçmiş zamanın iyi bilinmesine
ve değerlendirilmesine ihtiyaç vardır.
Bu noktada târih kelimesinin iki mânâsı ortaya
çıkıyor: 1. Yaşanan zamandan geriye doğru uzanan,
OLUŞ, KILIŞ, BULUŞ ve YARATILIŞLAR; 2. Ha­
yatiyetleri bakımından geçmişte kalan vak'aların öğre­
nilmesi ve değerlendirilmesi... Târih, birinci mânâsı ile
çok değişik unsurların üzerine yüklenmiş malzeme yı­
ğını; ikinci mânâsı ile de bu malzeme yığınının kavra­
yıcı ve tenkidi bir bakışla değerlendirilmesidir.
Memleketimizde târih değerlendirmeleri yapılı­
yor. İşte bu konuşmanın zeminini teşkil eden sorular
bu noktadan ortaya çıkıyor: Tarihçinin "târihi vakıa",
"kıymetli belge", "muteber târihi bilgi" saydığı unsur­
lara eklenecek bir şeyler yok mu? Bildiğimiz kadarı ile
"arşiv belgeleri, şer'iye sicilleri, tahrir defterleri, vakfi­
yeler ve ekayinâmeler" tarihçi için"muteber belge ve
bilgi"lerdir. Ancak bu belge ve bilgiler, geçmişi yete­
rince kavramamıza ve değerlendirmemize kâfi gelecek
midir? "Meskukât, hâtırat, seyahatname ve kitabeler­
den de, yabancı kaynaklardan da faydalanıyoruz, yet­
mez mi?" denilecektir.
Bu bakış açısının zenginleştirilmesiyle ilgili ola­
rak huzurunuza getirdiğimiz problematik şöyle takdim
edilebilir: Tarihçi ile edebiyat dünyası arasındaki yar­
dımlaşmanın olan ve olması gereken boyutları neler­
dir?
Bu problematik üç ana problemi ihtiva ediyor:
1— Edebi eserlerdeki târihi gerçeklik nedir? Bil­
hassa konusunu yazarının şahit olmadığı zamandan
alan edebi eserler, târihe karşı ne ölçüde sorumludur?
Bu problemi — zamanın sınırlı olmasından dolayı-tebliğimizin dışına çıkarmaya mecburuz.
2 - Meselemiz, tarihçi edebiyat eserinden istifâde
etmeli midir? Etmekte midir?
Edebi eserlerden sâdece tahkiyeli olanları ele ala­
lım: M.ö. 5. ve 6. yüzyıllarda İyon şehirlerinde kullanı­
lan istoria kelimesi "bilinmesi gereken şeylere karşı ilgi'
mânâsına gelirken; daha sonraları, "geçmiş ve içinde
yaşanılan zamana ait olaylar, fert ve cemiyet planında­
ki davranış normları ve bu normların yol açtığı vak'alar" mânâsına gelmeye başlamış. Bu mânâya yakın bir
kullanış hâlinde Batı dillerinde story, historie ve Geschte söylenişleriyle yaşayıp gidiyor. Ancak, aynı kelime­
ler, aynı dillerde "tahkiyeli eser" mânâlarını da ihtiva
ediyor. En azından XIX. yüzyıl sonlarına kadar, tahki­
yeli ifade, hem edebi eser, edebi tür mânâsına, hem de
târih mânâsına gelmektedir.
Târih kelimesi, Sami dillerindeki v-r-h- köküne
dayanmaktadır; kelimenin sözlük mânâsı ay(kamer)
demektir. Bu kelime, bir kavramı karşılar hâle gelince,
bir taraftan "bir hâdisenin, târihi vak'anın vâdesinin
tâyin ve tesbiti"; diğer taraftan da, "bu hâdisenin mey11
dana geliş ânını, devamına ve bitişine âit kronoloji" yi
ifade edecek bir muhteva kazanmıştır. Ayrıca Arapçada "lakeytu anhu'I-hâdis" (hâdiseyi onun ağzından
naklettim) ibaresinde de hâdise yâni vuku bulmuş
olanın, târihleşenin nakledilmesi mânâsına geliyor.
Burada ipotezimi kurabiliriz: Arapçada da, Batı dil­
lerinde de hikâye edilen vak'a, şahıs ve mekânca tâ­
rihi bir gerçeğin ifadesi, kısaca târih olan ile TAHKİYELİ EDEBİ ESER aynı mânâdadır. Öyleyse bu
eserler vazgeçilmez târihi kaynaklardır, demiyorum.
Gerçek kelimesi, yukarıda belirttiğim gibi, tanına­
bilen, adlandırılabilen, durum mânâsına geliyor. Dü­
nün gerçeği, zamanımızın gerçeği, bu toplantının
gerçeği, ilim adamlarının gerçeği ifadelerinde ol­
duğu gibi. Hakikat ise varoluş ve insan oluş ile ya­
ratan kavramlarını içine alan daha karmaşık sır ve
hikmetleri karşılayan bir kelime... Gerçekler, haki­
kate her zaman uymayabilir.
Tarihçi ne vak'aya saplanıp kalmak ne de
vak'alar tesbit etme düşüncesiyle felsefe yapmak
hakkına sahiptir. O, târihi süreci meydana getiren
vak'aların, en vazgeçilmezlerinin kronolojisini i yap­
mak; bunlar arasındaki sebep-netice bağlarını görmek
ve göstermek; oluş, kılış ve buluşların o cemiyetin ve
insanlığın hayatındaki yerini hükme bağlamak işlerini
üzerine almıştır. Asli gerçeklerin altındaki hakikatlere
ve oradan en büyük hakikate ulaşmak...
hürlüğünden ileri geliyor. Edebi eser yazarının sübjek­
tifliği ve hürlüğü kabul edilince, edebiyat eserinin bir
vesika gibi kullanılamayacağı noktasına gelinir ve dâva
düşer; ancak, burada önce şu mühim iki noktayı tarih­
çilerin dikkatine sunuyorum. Bu noktaların ilki şudur:
Edebi eserlerin bir kısmı estetik endişelerin birinci
plânda olduğu birinci sınıf eserler; bir kısmı da ikinci
sınıf yazarlarca kaleme alınmış ikinci, üçüncü sınıf eser­
lerdir. Sanat endişesinin yoğunlaşması veya edebi eser
yazarının konu edindiği olayların içinde bizzat bulun­
muş olması hâlinde, gerçeği saptırma, en azından de­
ğiştirme ve tarihçiyi yanıltma ihtimâli mühim bir hu­
sustur. Birinci dereceden edebiyat eserleri böyledir.
İkinci hattâ üçüncü dereceden hikâye, roman veya
tiyatro eserlerinde, dozu artırılmış entrik unsurun yanıbaşında, kaba, sathı, fakat tarihçinin işine çok yara­
yacak malzemeler vardır. Tarihçi birinci ve ikinci sı­
nıf eserler arasında yapacağı bir karşılaştırma ile "ta­
rihi gerçek"e âit sağlam malzemeler bulacaktır.
Belirteceğimiz ikinci husus şu olacaktır: Tarih­
çi edebi esere, sâdece yazıldığı, ortaya çıktığı zamana
âit şahitliği açısından bakmamalıdır; edebi eserin,
gerçekleştiği zaman hakkındaki şahitliği kadar, daha
sonraki zamanlara yaptığı tesir ve hattâ bâzan fevkalâ­
de bir sezişle "haber vericilik" gücü de tarihçiyi ilgilendirmelidir. Bu hususlar için iki örnek verelim: Müfide
Ferid Tek tarafından yazılmış olan ve tesirlerini Şevket
Süreyya'nın
Suyu Arayan Adam'ında ortaya koymuş
İnsanla ilgili gerçekler hem târihi belge ve bilgi­
lerin içinde var, hem de edebi eserde... Tarihçi insana bulunan Aydemir romanı, daha sonraki olayların bir
ve cemiyete âit gerçeklerin arasında önemli ile önemsi­ habercisidir. Diğer taraftan, Siyâsi Hikâyeler'i ile İkinci
zi seçmek hürriyetine, ilgisini daha çokçekeni kullan­ Mahmud devri mütehassısı olarak karşımıza çıkan Yah­
mak hakkına sahip; kısaca, az çok itibârilikten ve süb­ ya Kemâl'in eserlerinden de tarihçi çok istifade ede­
jektiflikten bahsetmek mümkün... Hattâ bu itibârilik cektir. Bu arada, siyâsi ve sosyal târih sahalarında ça­
lışanlara faydalı olacağına inandığımız beş edebi eser
ve sübjektiflik, tarihçinin kelime ve kavram dünyasına
söyleyeceğiz: Ziya Paşa, Nâmık Kemâl, Ayetullah,
da, yorum dünyasına da tesir ediyor.
Mizancı Murad ve Abdullah Cevdet'in rüyaları... Bun­
Edebi eser de, vuku bulmuşlardan ayıklamalar
lardan sonuncusu Mahkeme-i Kübrâ adını taşıyor.
yaparak meydana getiriliyor. Ancak, edebi eser, gerçek­
Problematik'imizin bu ilk meselesine ait iki hu­
ten olmuş vak'aların, yeniden tertib ve tanzimidir. Bu
susu
daha
tarih araştırıcıların dikkatine sunmak istiyo­
tertib ve tanzim sırasında edib, târihçi'ye nazaran faz­
laca hürdür. Başka bir söyleyişle, yazar, zemininde tâ­ ruz: Vak'alar ile şahsiyetleri yerine oturtmak, siyası ve
rih bakımından gerçek bulunan olayları, yeni bir içtimai tarihe derinlik kazandırmak üzere Gazavâtnâfiction (kurgu) hâline getiriyor. Tarihçi ilgisini çeken me, Zafernâme ve Fetihnameler ile Şehrengiz'leri; kasi­
belge ve bilgilere yönelirken, edebi eser yazarı başkala­ de ve mersiyeleri de incelemek gerekir.
rının ilgisini çekecek unsurları buluyor. Pek tabii ger­
çekten olmuş olayları değiştirebiliyor, olmamış un­
surlar da ilâve edebiliyor. Edebi eser yazarı, itibari bir
âlem kuruyor, itibari bir târih yazıyor. Bu itibâriliği
doğuran ve yoğuran husus, edebi eser verenin yarın ve
talih kavramlarını kullanma ve olay örgüsünü tertipteki
12
Diğer taraftan resmi görüşün hemen hemen hâ­
kim olduğu "muteber belge ve bilgiler" yanında halkın
bakış açısına tercüman olan kimselerin manzum veya
mensur olarak meydana getirdikleri edebi eserler de ta­
rihçiye zenginleştirici malzemeler verecektir. Klasik ta­
rihçinin "muteber belge ve bilgi" saydığı kaynakları
yoğuran, şekillendiren "hâkim resmi ideoloji" vakıası
yanında, aynı toplumda karşıt ideal ve idoller vak'ıasını
da kabul edeceğiz. Bu iki zıt unsur vakaları yönlendir­
mekte veya sonuçlandırmaktadır. Resmi ideoloji ve
şahsiyetlerin zıddı olan görüşler ve kahramanları, kendi
devirlerinden çok, sonraki devirleri etkilediğinden, ta­
rihçinin edebi eserlerin dünyasına girmesi, elzem sayıl­
masa da, faydalıdır.
Kısacası, bilhassa vesikaların azaldığı ve destek­
lenmeye ihtiyaç duyulduğu zaman dilimleri ile ilgili
edebi eserler, fiction olan unsurları dikkatle ayıklan­
mak kaydıyle, birer vesika sayılmalıdır. Tarihçinin bu
cins istifadeyle meydana getirdiği eserlere iki örnek
şahsın eserine veya eserlerine, bir edebi topluluğun
edebi mahsullerine akseden, ferdi, mahalli, milli ve
beşeri unsurları arayıp bulan tenkid ve tahlil çalışma­
larından istifade etmeyenler hangi mazereti ileri süre­
ceklerdir? Bir edebiyat araştırıcısı, edebi eseri çeşit­
li yönlerden değerlendirir: Eser kendi cemiyetinin ger­
çeklerinden neler almış? Edebi eserde, insana, eşyaya
ve sosyal hayata bakış açısını belirleyen unsurlar için­
de spekülatif ve fictif olanların nisbeti nedir? Eser ce­
miyette ne ölçüde ilgi görmüş ve cemiyette hangi de­
ğişmelere yol açmıştır? Bu sorular, biz edebiyat araş­
tırıcılarını ilgilendiriyor; öyle sanıyorum ki, bulduğu­
muz hükümler de tarihçileri ilgilendiriyor.
Q Problematik'imiz edebi gerçeklik nedir? Ta­
rihçi edebi eserden istifade etmeli midir? TaB&l
cle etmiyor? şeklinde sıralanabilecek üç prob­
leme dayanıyor.
1
•
verelim: Prof.Dr. Bahaeddin Ogel'in Türk milletinin
iç dinamiğini ortaya çıkarmak için kaleme aldığı eser­
lerde, edebi eserlerden istifade edişin ciddi ve mükem­
mel örnekleri bulunabilecektir.
Ülgenerizm denilebilecek bir ekol kuran, bir
zihniyet tarihçisi olan Sabri Ülgener'in Bağdadlı Ruhi'nin ve Ziya Paşa'nın yazdıkları Terkib-i bendleri
karşılaştırarak öncelikle sosyal ve beşeri, sonra da
siyasi tarihin arkasındaki hakikati yakalamaya çalış­
ması dikkat çekicidir.
Problematiğimizin üçüncü meselesi, târih araştırıcılanmn edebiyat araştıncılarmdan istifade etmeleri
lüzumlu mudur? Bu cins istifade düşüncesinin akisleri­
ni bulduğumuz eserlerin nisbeti nedir?
Edebiyat araştırmaları, edebiyatın meseleleri,
edebi tenkid ve monografiler, edebiyat târjhleri olmak
üzere üç ana çalışma sahasını ihtiva etmektedir.
Terim ve tür bilgisi bakımından, zihniyet değiş­
melerini işaretleyen edebiyat nazariyatını -tarihçile­
ri çok yormamak için- şimdilik bir kenara bırakalım.
Edebi tenkid ve monografiler bir eserin veya bir yaza­
rın eserlerinin yahut bir zümreye âit edebi eserlerin
değerlendirilmesidir. Bunlar, yazıldıkları devirlere göre,
güldeste, tezkire adlarını alan cinsten olabileceği gibi,
bâzı unsurların araştırılması şeklinde de olabilir. Bir
l
I
nı""
örnek olmak üzere Prof.Dr. Kaya Bilgegil'in Zi­
ya Paşa konulu araştırması edebiyatçılar kadar tarih­
çileri de ilgilendirir, diyoruz.
Cemiyetler bir sosyal değişme sürecinde yaşıyor­
lar; kendi kalan, bozulmayan bir öz üzerine yeni ilâve­
lerde bulunuyorlar. Bu ilâvelerin bir kısmı tercüme yo­
luyla geliyor: Cemiyetler neyi, niçin tercüme ediyorlar?
Neyi, nasıl karşılıyorlar? Neleri atlıyor veya tercüme
edilenlerin hangileri fazlaca tesir ediyor? Bu nokta mu­
kayeseli edebiyat çalışmalarına ihtiyaç var. Pek az ta­
rihçinin okuduğunu sandığım iki çalışmaya işaretle
yetineceğim: Prof.Dr. İnci Enginün'ün "Türkçe'de
Shakespeare Tercümeleri ve Tesirleri" diğeri Doç.Dr.
Zeynep Kerman'ın "1860-1910 Yılları Arasında Victor Hugo Tercümeleri ve Tesirleri"... Basılmış kitap her
ikisi de...
Gelelim edebiyat târihine: Cemiyetimizde "ede­
biyat târihi" anlayışı şahıslara göre bazı küçük farklar
taşımakla birlikte, şöyle ifade edilebilir: Edebi eser­
lerden, ilk olmak veya şaheserlik derecesine yükselmiş
olmak gibi özelliklerini dikkate alarak eserlerin, krono­
lojik bir tarz içinde, cemiyetin öncelikle bedii tefekkür,
sonra da kollektif şuuraltı ve şuurunu ortaya çıkarmak
üzere incelenmesidir. Türk edebiyatı târihini yazma
çalışmalarını başlatan ve ilk örneğini veren Fuad Köp13
rülü, edebiyat hayatımızı, siyasi, içtimâi ve askeri de­
ğişmelerle ilgisi açısından değerlendirmiş, âdeta bir
medeniyet târihi yazmıştır. Evvelsi gün burada, târihe
âit metodolojik eserler ilgili tebliğde, hacim değilse de
yoğunluk bakımından fevkalâde mühim olan Köprülü'nün edebiyat târihinin önsözüne temas edilmemiş
olması da tarihçilerin edebiyat tarihçilerine karşı mâ­
nâsız ilgisizliğini gösteriyor.
Ord.Prof.Dr. Fuad Köprülü'nün, bir milletin ede­
biyat târihini siyâsi ve fikri târihinin tabii ve vazgeçil­
mez parçası sayan çalışmasının tamamı, öyle sanıyo­
rum, tarihçiler için çok, hem de pek çok faydalı ola­
caktır.
tik Mutasavvıflar adlı eser, sadece Türk Edebiyatı­
nı değil, sosyal, hattâ siyâsi târihi aydınlatmak bakı­
mından da mühim bir araştırmadır. Gerçek tarihçilerin
Köprülü'nün, edebiyat tedkiki gibi göründüğü halde,
târih araştırmacısının müracaat etmesi elzem diğer
çalışmalarını da geçiyorum.
Edebiyatçı tarihten faydalanıyor, ta­
rihçi de edebiyat dünyasından fayda­
lanmak suretiyle, incelemelerine de­
rinlik ve zenginlik kazandırmalıdır.
Şehir çevresinde teşekkül etmeyen, daha çok
kasaba ve köylerdeki sosyal hayat hakkında, elimizde
Evliya çelebi dışında pek az şey olduğunu sanıyorum.
Tahrir defterleri ile sicillerin de yeterli olmadığı husus­
ların bulunacağını zannederim kabul ederseniz; halkır
az çok estetik bir seviye içinden kendine, diğer insan­
lara, tabiata ve devlete bakışını anlatan halk edebiyatı
mahsulleri tarihçinin işine yaramayacak mıdır? Prof.
Dr. Şükrü Elçin'in Halk Edebiyatına Giriş kitabı da,
hem metodoloji, hem de târihi bilgi bakımından isti­
fade edilecek bir çalışmadır.
Asıl çalışma sahamız olan yüzelli yıllık son dev­
redeki fert, cemiyet, rejim v.s. plânında görülen model
arayışları sadece tarihçiyi değil, edebiyat araştırıcısını
da ilgilendiriyor. "Tanzimat Sonrası Türk Edebiyatı"da
denilen yenileşme devri edebiyatımızın edebi eserlerini
ele alan Tanpınar'ın 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi adlı
çalışması da tarihçi için müracaat kitaplarından olma14
lıdır. Bu eserin üslubu, mantığı da târih araştırmaları
için faydalı olacaktır. Ayrıca, Tanpınar'ın "yeni Os­
manlılar" ile "Nevi'lerin Tekâmülü" bahisleri hem si­
yasi, hem de sosyal tarihçinin okumadan geçmemesi
gereken kısımlar olduğuna inanıyorum.
Tarihçilerin edebiyat araştırmalarından, edebiyat
târihinden istifade edecekleri bir husus da nesiller me­
selesidir. Aynı zaman diliminde farklı nesiller, daha
doğrusu farklı zümreler yaşar. Bunlardan edebi zümre
ve nesiller bir fikri zemin, bir dünya görüşü farklılığı
içinde görünüyorlar. Bariz tesirleri bulunan, aynı çağda
yaşamış edebi zümrelerin ideal ve bedii tefekkür ve
form bakımından farklılıklar taşıdıkları, farklı teklif ve
tesirlerde bulundukları görülüyor. Bu edebi zümrelerin
mensupları, çoğu bürokrat olan aydın kimselerdir. Dev­
lete ve millete yeni tekliflerde bulunan, aynı anda yaşa­
makla beraber, farklı olan zümrelerin varlığını tarih
araştırıcısından çok edebiyat tarihçisi farkeder, tesbit
eder, değerlendirir. Nesil ve zümrelerarası çatışmalara
rağmen süreklilik gösteren, bir arşetipe bağlanan asli
unsurlar vardır.
İşte, aynı zaman dilimindeki farklıkları teşhis
ve temsil edici olanlardan yola çıkarak tahlil, nesille­
rin ruhunu, târihin ruhunu ve edebi telâkkiler dünya­
sının ruhunu ortaya koyacaktır. Tarihçi bu husus ile
ilgilenmeyecek midir? Prof.Dr. Mehmet Kaplan, önce
Tanzimattan Cumhuriyete Kadar Türk Şiiri Tahlilleri,
Cumhuriyet Devri Türk Şiiri adlı eserleri ile Hikâye
Tahlilleri adlı kitaplarından temsil edici olanların şah­
sında nesillerin ve bedii tefekkürün târihini yazmıştır.
Öyle sanıyorum ki, "estetik hükümlerin kaypak­
lığı" gibi bir anlayışla edebiyat eserinden ve edebiyat
târihinden istifade etmeyen tarihçiler bulunmaktadır;
Hatta, edebiyat araştırmalarından habersiz bir çok ta­
rihçi vardır. Malzemesi "tarihleşmiş zamana ait" iki
araştırma sahasının insanlarının birbirinden faydalan­
maması garip değil midir? Edebiyat araştırıcıları, tarih
araştırıcılarından büyük ölçüde istifade etmenin örnek­
lerini verdikleri halde, tarihçiler bu istifadesizliğin
eksiklerini taşıyorlar.
Gerek sosyal siyaset ve siyaset biliminin, gerek
edebiyat, târih, teoloji ve felsefe araştırmalarının, insa­
nın ve cemiyetin zihniyet ve müesseselerine âit tekamü­
lünü ortaya çıkarmak, cemiyetlerin hususiliklerini bârizleştirmek dışında, ne gayesi vardır?
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederiro#
* Bu tebliğ dipnot ve açıklamalarıyla birlikte Fırat üni­
versitesi Fen—Edebiyat Fakültesi tarafından yayınlaçaktır.
Download