Hülleci Red Bull

advertisement
1
7EKİ
M2
01
4-SAYI
1
48
HAL
I
L
HODZI
C
Bi
RSAV
ASKAHRAMANI
Yayın Koordinatörü
Halilhodzic
İlker Yılmaz
Asabi, heyecanlı ve lafını sakınmadan söyleyebilen Vahid Halilhodzic’in
hayatının arka planını tüm karakteristik özelliklerini ortaya koyar
nitelikte. Velez Mostar’da başlayan hikayesi ikinci Türkiye seferiyle
devam ediyor. Bronz ayakabıyı kazanacak kadar kaliteli bir golcü olan
Halilhodzic’in savaşla harmanlanan yaşamı, ölümle yüzleşmesine
karşın ülkesini terketmek istemeyişi, tırnaklarıyla kazıyarak teknik
direktörlükte kendini kabul ettirişi ve Kuzey Afrika ile Fransa’daki
başarıları sonrası tekrar geldiği Trabzonspor’daki aykırı demeçleri onu
tanımamıza yardımcı oluyor. Hayatım Futbol’da bu hafta Halilhodzic’in
hayatından kesitleri okuyabilirsiniz.
Yazarlar
Adem Yiğit
Bahadır Bozkurt
Emre Gürkaynak
Fırat Topal
Serkan Akkoyun
Uğur Karakullukçu
148. sayıda ayrıca; Performansı serbest düşüşe geçen Iker Casillas’ı,
Red Bull’un Almanya’daki takımı Leipzig üzerine yapılan eleştirileri, bu
sezon yaptığı çıkışla adından söz ettiren Sampdoria’nın gidebileceği yolu
ve hapishaneden Bundesliga’ya uzanan Türk oyuncu Süleyman Koç’un
hikayesini bulabilirsiniz.
Keyifli okumalar,
İlker Yılmaz
[email protected]
[email protected]
#148 BU SAYIDA
Bir Savaş Kahramanı
Savaş sırasında elinde silah vardı. Halilhodzic dikenlerle dolu bahçede
güzel kokuya odaklandı
Hassas Fırtına
Trabzonspor’da beklentiler henüz karşılanmadı.
Halilhodzic’in öğrencilerine zaman lazım
Casillas Düşerken
Casillas’ın geçen sezon başlayan düşüsü durmuyor.
Tecrübeli eldiveni zor günler bekliyor
Sampdoria’nın Bileti
Serie A’da sezonun flaş takımı Sampdoria nereye kadar gidebilir?
Red Bull ve Yaylımcı Futbol Politikası
Salzburg’la başlayan hikaye Leipzig’le devam ediyor. Fakat Almanya
Red Bull’u tartışıyor
İki Arkadaş ve İkinci Şans
Bundesliga’da bir Türk tüm Almanya’ya herkesin
ikinci bir şansı hak ettiğini ispatladı
Serkan Akkoyun
GANiMET Mi? ESiR Mi?
BiR SAVAŞ KAHRAMANI
HALILHODZIC
Profil HF148
Bosna Savaşı sırasında elinde
silahıyla savaşıyordu. Yıllar sonra
Dünya Kupasının en iyi hocaları
arasına girdi. Bu yolda ise dikenlerle
dolu bir gül bahçesinde sadece o
güzel kokuya odaklandı
“Bir gün içinde üzerimize ateş açmaya başladılar.
Neden? Adım Leyla olduğu için mi? Bunu kimse
anlayamıyordu!”
Halilhodzic Velez Mostar
formasıyla.
Alexandra Cavelius’un yazdığı Leyla romanında,
Bosna savaşının başladığı günleri henüz 16
yaşındaki Leyla işte bu sözlerle özetliyordu. Leyla
daha sonra Sırpların eline geçip, kampa götürülüp
tecavüze uğrayacaktı. Ve tüm bunlar roman
olmasına karşın; yaşanmış olaylardan derlenmişti.
Bosna, 1992 ve 1995 yılları arasını gürültülü bir
sessizlik içinde acı çekerek geçirmişti.
Bir futbolcu doğuyor
Leyla, Krayina’da bu düşünceler içindeyken
Fransa’da Nantes ve Paris Saint-Germain formaları
ile kupalar kazanan, Şampiyonlar Ligi’nde forma
giyen ve 1982 Dünya Kupası’nda Yugoslavya ile
dikkatleri üzerine çeken Vahid Halilhodzic de
Mostar da bir mücadeleye başlamıştı. Futbolu
bırakmasının üzerinden 4 yıl geçmişti. İlk takımı
Velez Mostar’ın başına bu sefer teknik direktör
olarak geldi ve ilk deneyimini yaşamak için
‘bismillah’ dedi. Ülkesinde çok ünlüydü. Uzun
boyu, ince bacakları ve sert şutları ile Fransa’da
harikalar yaratmış 200’e yakın gol atmıştı. Şimdi
Bosna topraklarında bir futbol efsanesi vardı. Ama
topraklar bir süre sonra kirlenmeye başladı.
“Savaş bir para israfıdır. Hayatın kazançlarını silip
süpürür” der Amerikalı yazar Eugene O’Neill.
Bosna’da savaş başlamış, Sırplar hiçbir insanlık
değerini gözetmeksizin özellikle Müslümanları
yok etmeye koyulmuştu. Buldukları tüm dişilere
önce tecavüz edip sonra öldürüyor, erkekleri
direkt öldürüyor, evlerini yakıyor, dükkânlarını
yağmalıyorlardı. O dönemde orada Müslüman
olmak ölmek için tek ve yeterli sebepti. Cem
Yılmaz’ın dediği gibi sniperla gerçekten Müslüman
avlanıyordu.
Bir savaşçı doğuyor
O sniperlardan birisinin tek gözünün ucunda da
Vahid Halilhodzic vardı. 1952 yılında yemyeşil bir
Bosna kenti olan Jablanica’da doğan Vahid henüz
16 yaşında evinden ayrıldı ve Mostar’ın yolunu
Halilhodzic
Nantes
formasıyla
5 sezonda 96
gol attı.
tuttu. Çünkü ona göre ‘futboldan başka hiçbir
şey yapamaz’ haldeydi. 19 yaşına geldiğinde
Velez Mostar’ın futbolcusuydu ve 10 yıl, 200’den
fazla maç, 100’den fazla golle sürecek hikâyeye
‘merhaba’ demişti. Sniper’ın kırmızı sinyalinin
üzerinde gezdiği şehirde yaklaşık 10 yıl önce futbol
kralıydı. Bu başarıları onun Fransa’nın o dönem
ünlü kulüplerinden birisi olan Nantes’a transfer
olmasını sağlamıştı. Biraz değişiklikten kimseye
zarar gelmezdi. Hem Fransa’ya giderse daha fazla
para kazanır ve ülkesine döndüğünde yeni bir ev
alabilir, belki şehrindeki fakir insanlara yardım
edebilirdi. Onun için iki önemli şey vardı çünkü
ailesi ve onuru. Sniper tam da onurundan hedef
aldı. Tetiği çektiğinde ise ufak bir hata sonucu
onurundan değil, korkusundan vurmuştu. Vahid
Halilhodzic, Bosna savaşı sırasında bir Sırp sniper
tarafından vuruldu. Bedeni hayattaydı ama artık
korkusu ölüydü.
Lucianus, Büyük İskender’in fetihlerini “Önüne
çıkan tepelerde ne varsa yıkarak, geçtiği her yerin
altını üstünü getirerek” sözleri ile anlatır. Bosna’da
kentler üflenmeden küllüğe konmuş kibrit
çöpleri gibiydi. Bir kısmı yanmış ve kararmış, bir
kısmı sağlam ama yalnız ve eksik. Halilhodzic,
yanmış ve kararmış kısımda bıraktı, Fransa’dan
döndüğünde yanında getirdiği hayallerini.
Nantes’ın ardından 1 sezon Paris Saint-Germain
forması giyen Vahid, Velez Mostar teknik direktörü
olarak sonunda kentine hizmet etme fırsatı
bulmuştu. Ama fırsatlarını tam alnından vurup
yaşamsal faaliyetlerini sonlandıran savaş onu da
içine çekti. Tek varlıkları olan evini korumak için
silah aldı. Fırın ve lokanta olarak da kullanılan
evlerinin çevresini temizledi. Kendilerine yönelik
gelen saldırılara karşı aynı şiddetle yanıt verdi. Bir
sniper tarafından vurulduktan sonra herkes ona
ülkeden ayrılması için baskı yaptı. Çünkü önemli
bir futbol figürü, ünlü bir isimdi. Ama o bir süre
daha kalmayı tercih etti. 1-2 ay boyunca hastanede
tedavi oldu. Daha sonra Milijov Petkovic’in başında
bulunduğu Hırvat Savunma Konseyi’nin tehditleri
altında 1993 yılında ülkeden ayrılmak zorunda
kaldı. Ayrılmasının hemen ardından içinde ölümde
yüzleştiği, PSG’de oynadığı sırada ölen annesi
ile en güzel çocukluk hatıralarının bulunduğu
ev; yağmalandı ve yakıldı. Halilhodzic ailesinden
geriye, Vahid’in yanmış kan kurusu kaldı.
Bir teknik direktör doğuyor
“Bir gün önce zengin bir adamdım. Ertesi gün bir
pantolon ve gömlekle kaldım” diyor Halilhodzic.
Mostar’dan ayrılıp Beauvais’e gittiğinde ona kucak
açan ülke yine Fransa oldu. Ama bu sefer bir futbol
efsanesi değil yanında savaş mağduru apoletini
de taşıyordu. Vücudunda mermi yarası, kalbinde
korkusuzluk; Halilhodzic o gün nasıl bir adam
olacağına karar verdi; “Hayatım iniş ve çıkışlarla
dolu. Tek yapmam gereken başarılı olmak.”
18. yüzyılda Avrupa’da başlayan ‘Aydınlanma
Akımı’nın kurucularından Almanyalı filozof
Immanuel Kant, felsefenin temelini; insanın kendi
düştüğü olumsuz durumdan kurtulmak için yine
çareyi kendi aklında bulabileceği şeklinde ilkel
bir şekilde özetleyebileceğimiz mantığa oturtur.
Halilhodzic, Bosna’da kül olan evinden bir Anka
Kuşu çıkmayacağını biliyordu. Futbola ileri gitmeli
ve bu işin en iyilerinden birisi olmalıydı. Kapı
kapı kulüpleri dolaştı. Arabasında yattığı geceler
oldu. Beauvais’te geçen bir senenin ardından
1997 yılında Afrika’da yaşayacağı tecrübeye kadar
Leyla’sını arayan Mecnun gibi gezdi. Bu arada
Leyla o sıralarda Sırpların elinde, tecavüz ve
işkence altındaydı.
Halilhodzic, Marcelo Lippi ve Fabio Capello gibi
isimleri takip etti. Onları izledi. Futbolun gelişimini
ve gidebileceği noktayı hep tahmin etmeye çalıştı.
Sonunda kapılar ona yıllar sonra en büyük hocalık
başarısını sergileyeceği topraklarda, Afrika’da
açıldı. Fas’ın Raja Casablanca takımını Vahid’e
emanet ettiler. Avrupa’nın zirvesindeyken geldiği
ülkesinde ailesini ve evini bırakan Halilhodzic tüm
hırsını rakiplerden çıkardı. Önce Lig şampiyonu
ardından Afrika Şampiyonlar Ligi şampiyonu oldu.
Trabzonluların “dede” lakabı taktıkları hocaları
henüz yolun başında olaya çok sert dâhil olmuştu.
Protestanlar “bugün çok çalış ve yarını düşün”
Ligue 2 şampiyonluğunun ardından.
mottosunu taşır. Halilhodzic ise, “bugün çok çalış
ve geçmişini düşün” mottosunu icat etti. Çünkü
onu geleceğe ve hedeflerine taşıyacak yegâne
azim geçmişinde yaşadıklarında gizliydi.
Bir insan doğuyor
Halilhodzic, Raja Casablanca sonrasında Lille,
Rennes, Paris Saint-Germain, Trabzonspor, Ittihad
Jeddah, Fildişi Sahili, Dinamo Zagreb ve Cezayir’i
çalıştırdı. Lille’de ligi 3. bitirdi. PSG ile Şampiyonlar
Ligi’nde mücadele etti. Fildişi Sahili’ni Dünya
Kupası’na götürdü. Cezayir’le Dünya Kupası’nda
ikinci tura çıktı, uzatma dakikalarında turnuvanın
şampiyonu Almanya’ya 2-1 yenildi. 2014/15
sezonunda da yarım kalan işini tamamlamak için
Trabzonspor’a geri döndü. Fransızlar için ‘Coach
Vahid’ Trabzonsporlular için ‘Dede’ Karadeniz
kıyılarında yeni bir hikâyenin kahramanı olmak
üzere geri gelmişti. 16 yaşında ailesinden kopup
Mostar’a gelen Vahid Halilhodzic bir savaş
ganimeti mi yoksa esir miydi? Onu masum
bir futbol adamından saldırgan bir çöl tilkisine
dönüştüren şey kesinlikle kurşunlar, ölümler ya da
yangınlar değildi. ‘Dede’ hep eksik yaşadı. Hayatı
heyecan ve hayal kırıklarıyla dolu bir adamın
sesinin gür çıkmasına saygı duymamız gerekiyor.
Yazıdan taşanlar
-Cezayir ile Dünya Kupası bileti aldığı günden
1 yıl önce kardeşi hayatını kaybetti. Burkina
Faso maçından sonra gözyaşlarını tutamadı
çünkü aklına kardeşi geldi.
-Fildişi Milli Takımı’nı 2010 Dünya Kupası’na
taşıdı ama siyasi nedenlerden dolayı görevine
son verildi. Kendini görevden alan hükümetin
bu davranışını “iğrençlik” olarak niteleyen
Halilhodzic daha sonra yeni gelen hükümetin
kendisinden özür dilediğini açıkladı.
-Teknik direktörlüğü sırasında Chelsea’den
teklif aldı ancak o dönem dil sorunu nedeniyle
kabul edemedi.
-1985 yılında Galatasaray’ın transfer listesine
girdi. Ama Nantes satmaya yanaşmadı.
Halilhodzic o sezonu 28 golle kapatarak
Avrupa gol krallığında ‘Bronz Ayakkabı’
ödülünü aldı.
-Disiplinli ve sert oluşu nedeniyle Avrupa
piyasasında futbolcular arasında adı
‘Diktatör’e çıktı.
-PSG’yi çalıştırdığı dönemde takım kadrosunu
basına veren çalışanı kovdu.
-Fransa’da onu konu alan kitaplar yazıldı.
Süper Lig
Adem Yiğit
HF148
HASSAS FIRTINA
Sezona büyük bir transfer harekatıyla başlayan Trabzonspor’da beklentiler henüz
karşınlanmış değil. Sabırsızlık kelimesinin vücut bulduğu bordo-mavililerde Vahid
Halilhodzic’in öğrencileriyle yapabilecekleri merak konusu
Geçen sezon UEFA Avrupa Ligi’nde yakaladığı
başarı grafiğini Süper Lig’e yansıtamayan
Trabzonspor’da, büyük umutlarla ve öze dönüş
hayaliyle göreve gelen Mustafa Reşit Akçay
dönemi hüsranla sonuçlanmış, Trabzonspor
yönetimi de yola Hami Mandıralı ile devam
kararı almıştı. Sezonu elindeki kadronun daha
önceki sezonlarıyla kıyaslandığında hiç de fena
sayılmayacak bir noktada bitiren Trabzonspor’da
bu nispeten başarılı sonuca rağmen sular
durulmadı, bir başka antrenör değişikliği geldi.
“Hocamızla yeni sezon için anlaştık. Kendisi
şu anda Dünya Kupasında takım çalıştırıyor”
sözleriyle duyuruyordu Başkan İbrahim
Hacıosmanoğlu hoca değişikliğini. İsmi
zikredilmese de camiaya yakın isimler bu hocanın
Halilhodzic olduğunu biliyorlardı. Büyük bir güvenle
ve umutla çıkılan bu yolun daha başlangıcından
itibaren bir dizi sorunla karşılaşıldı. Ve bundan
sonrası pek de parlak görünmüyor.
Dünya Kupası’nda Cezayir’le başarılı bir grafik
yakalayan Vahid Halilhodzic’in kupa sonrasında
takımın başına geçeceği konuşuluyordu fakat
süreç uzadı. Hacıosmanoğlu ne kadar “anlaştık”
dese de ortada resmi bir mukavele yoktu. “Kafa
karıştırıcı teklifler aldığını” bizzat Emir Delic isimli
Boşnak bir gazeteciye açıklayan Halilhodzic’in fiyat
yükselttiği konuşuluyordu.
Gecikmeli de olsa Boşnak hoca takımın başına
geçti. Ve ne olduysa ondan sonra oldu aslında.
Hacıosmanoğlu kanadından, haziran ayının
başından beri yapılan her hamle sonrası “Her şeyi
hocamıza danışıyoruz” açıklaması geliyordu ve
fakat Halilhodzic’in kadroyla çalışmaya başlar
başlamaz “Bana on oyuncu lazım” sözü kafaları
karıştırıyordu. Eğer yapılan her hamlede hocaya
danışılmışsa, hoca o ana kadar transfer edilmiş
oyuncuları niçin beğenmemişti? Danışılan hoca
Halilhodzic değil de bir başkası mıydı?
Böylelikle iki ayrı transfer döneminde olacak
işler bir transfer dönemine sığdı ve Trabzonspor
ikiye ayrılan bu transfer döneminin ilk dönemini
tamamen çöpe attı. Aslında gayet makul
başlamıştı bu kez. (Deniz Yılmaz, Serdar
Gürler hamleleri, Olcan-Adrian ve Henrique
satışları) Halilhodzic’in “Bana en az on oyuncu
lazım” çıkışından sonra her şey sıfırdan başladı
ve Trabzonspor tarihinin en büyük transfer
harcamasıyla, kesinlikle büyük bir aceleyle yeni
bir arayışa girdi. Acil tarafından yeni yabancıları
getirebilmek için kontenjan belasını tıkayan eldeki
oyunculardan kurtulmak için ödenen rakamlar,
yeni gelen oyunculara ödenen rakamlarla hemen
hemen 50 milyon dolarlık bir maliyetin altına
girildi.
Galiba bu kez işlem tamamdı. Kadro “yıldız”
oyuncularla takviye edilmiş, hocanın inanılması
güç gelen talepleri tüm kamuoyunu şaşırtan bir
şekilde karşılanmıştı. Oluşan yüksek beklentiyi
dizginleme çabalarının ilk tuğlasını Halilhodzic
koyuyordu: “Bana en az bir yıl gerekiyor.” Fakat bu
memlekette, hele hele Trabzon’da çok transfer acil
başarı anlamına geliyor.
Daha başlangıçta sancılı başlayan bir sezonda
Trabzonspor’un gözü, kulağı saha içindeydi.
Avrupa Ligi’nde gruplara kalınması ve
deplasmanda Metalist’in mağlup edilmesi
camiada umut tohumları yeşermesine neden oldu.
Fakat gerçekte durum hiç de böyle değildi. Sezon
daha en başından beri büyük sıkıntılara gebeydi
Trabzonspor için. Neydi bu sıkıntılar? Kronolojik
olarak sayabiliriz fakat bu sorunları Karabükspor-
Kevin Constant
Trabzonspor maç sonu röportajında Halilhodzic
özetledi: “İhanet, İspiyon…” Bir futbol takımından
değil, bir TV dizisinin senaryosundan bahsediyor
gibiydi Trabzonspor’un patronu maç sonu
açıklamasında…
Yönetimin ya da daha gerçekçi bir ifadeyle
Hacıosmanoğlu’nun geçen sezonun sonundan
itibaren verdiği “Kadromuz, transferlerimiz,
hocamız… Şimdiden hazırız” içerikli mesajlara
rağmen ne transferlerin, ne de hocanın hazır
olmaması, hatta hoca geldikten sonra yarılandığı,
belki de neredeyse bitirildiği düşünülen transfer
sürecinin sıfırdan başlaması ortada büyük bir
iletişim sorunu olduğunu gözler önüne serdi.
Bu iletişim sorunlarına hocanın kendine has
üslubunun yarattığı iletişim sorunları da eklenince
Trabzonspor her anlamda birlikte olması gereken
bir sezonun temellerini kırılgan bir başlangıçla
atacağının sinyallerini verdi.
Bir başka iletişim sorunu da Yönetimin medya
kanalları/karakterleri üzerinden Trabzonspor
camiasına pompaladığı sabır ve umut
Waris Majeed
mesajlarında saklıydı. Trabzonspor sezon başından
beri gerçek manada ümit vadeden bir oyun ortaya
koyamamışken, saman alevi performansları
abartarak, mevcut form grafiğiyle ne zaman
yaşanacağı kestirilemeyen hezimetlerde o
sabrın/umudun yerini öfke ve hayal kırıklıklarının
almasına sebebiyet veriyor. Bir yapaylık,
bir acelecilik ki sormayın gitsin. Hemen her
kademede…
Trabzonspor’un iki transfer dönemini tek döneme
-büyük bir aceleyle- sığdırdı. Hocanın herkesi
şok eden “10 oyuncu” isteğinden sonra yapılan
hamleler bireysel olarak bakıldığında kalite
olarak değil ama kadro mühendisliği/bütünlüğü
açısından sınıfta kalan isimlerdi. Yatabare, Waris,
Constant, Belkalem, Medjani, Papadopoulos,
Cardozo, Sefa, Serdar, Gökhan, İshak, Musa,
Ferhat, Anıl, Turgut, Fatih Atik, Salih Dursun…
Ortada bir transfer aklından söz edemeyeceğimizi
Halilhodzic’in çıkışı ve sonrasındaki telaşe zaten
açıklıyor. Halbuki bir “yeniden yapılanma”dan söz
edilecekse öncelik akılcı transfer politikasından
geçer. (İkinci transfer döneminde) Dar yerli
oyuncu havuzuna rağmen nispeten iyi oyuncular
alınmış olsa da kadro mühendisliğinin doğru
kurgulanmadığını söyleyebiliriz.
Takımın en büyük problemi uyum olacak, bu
zahir. Ve de kadro mühendisliği… Bu “uyum”
sezonunda, oyuncuların en çok ihtiyacı olan şey
birlikte çalışmak, idman yapmak ve bunu her
fırsatta yapmak. Devre arasında muhtemelen 5
oyuncu Afrika Uluslar Kupası için takımı yalnız
bırakacaklar. Gerek devre arası çalışmalarında,
gerekse takımın ikinci yarı oynayacağı 3-4 maçta
yer alamayacaklar. Basit ama ölümcül olabilecek
bir mühendislik hatası. Oyuncuların pek çoğuna
ederinden fazla bonservis verildiğini, ödenecek
yıllık ücretlerin de oldukça şişik olduğunu da
hesaba katarsak, kulübün neredeyse bütün
geleceğinin riske edildiği kritik bir sezonda sıcak
Avraam Papadopoulos
parayı böylesine bilinçsiz bir şekilde harcamak
için planlı bir telaşe gerekiyor herhalde! Her
şeyin bu kadar aceleyle kurgulandığı bir yerde en
son sabredecek kitlenin ezelinden beri taraftar
olduğunu da hatırlatalım, formalarımızı giyelim ve
bir de saha içine inelim.
Trabzonspor kulüp tarihinin en kötü lig
başlangıçlarından birine imza attı. Haftalar
ilerledikçe takımın düzeleceğine dair bir umut
var fakat bu umudu besleyen şey saha içi değil.
Saha içinde de bir kaos, bir karmaşa hakim.
Halilhodzic’in Cezayir Milli Takımı’yla yakaladığı
başarılı performansında takım esnekliği ve
dinamik orta sahası önemli bir etkendi. Brahimi,
Taider, Feghouli, Bentaleb gibi dinamo nitelikli
klas futbolculara Djabou, Lacen, Yebda gibi
alternatifler de katıldığında ortaya çok dinamik
bir orta saha çıkıyordu. Bir bütün gibi hareket
eden, esnek ön alanla birlikte mobilizasyon
ve manevra kabiliyetini artıran takım, rakipler
karşısında direncini hiç kaybetmiyordu. Bugün
Halilhodzic’in Trabzonspor’unda daha ilk
bakışta göze çarpan en önemli eksiklerden
biri orta sahadaki bağlantı eksikliği. Yeni bir
takım olmanın verdiği uyumsuzluğa, hocanın
kafasındaki oyun planına uyumlu gibi durmayan
oyuncuların varlığı da eklenince Trabzonspor’un
ne oynamaya çalıştığını bile anlayamıyorsunuz.
Dağınıklığı toparlayacak, orta sahaya dinamizm
getirecek bir oyuncu yok kadroda. Halilhodzic
bu probleme bir çözüm arayışında. Stoper
Medjani’yi, Kayserispor’da sağ bek pozisyonunda
parlayan ve Galatasaray’a transfer olan Salih’i ve
sağ bek Bosingwa’yı orda denemesinin sebebi
biraz da bu. Mehmet’in yavaş yavaş iyiye giden
bir görüntü vermesine rağmen fiziksel eksiklikleri
ve kritik dakikalardaki temposuzluğu, yüksek
mücadele azmine rağmen Salih’in yetersizliği,
Constant’ın ışık saçan görüntüsüne rağmen
dağınıklığı, Soner’in bir türlü beklenen atılımı
yapamaması ve bu negatifliklerin üzerine bir
de yeni bir takım olmanın uyumsuzluğu hem
arka, hem de ön alanı etkiliyor. Hoca da arayışa
devam ediyor ama, belki isimlerle ilgili bir
şeyleri sabitleyip, dizilimsel bir arayışa girmesi
gerekiyordur, kim bilir?
Halilhodzic genelde 4-5-1’den bozma 4-3-3’ü tercih
ediyor ve
Düzeniyle sahaya çıkıyor genelde. Parantez içinde
verilen isimler de o mevkide forma şansı bulan
diğer isimler.
İsim, mevki ne olursa olsun, uyumsuzluk
anahtar kelime. Defans, orta saha, hücum…
Hücum hattını ele alalım mesela, oyuncuların
birbirlerini tanımaması bir tarafa, takımın (Ya
da hocanın) Cardozo’yu tanımaması bir başka
tarafa. Uyumsuzluk anahtarının yanına yalnızlığı
da ekleyelim Cardozo’dan bahsederken. Süper
Lig’in yazılmamış bazı kuralları ve kadim
standartları var. “İyi bir hücum hattı pek çok
defoyu kapatır” bunlardan biri. Hücum hattında
doğru bir yapılanmaya gidilebilseydi, Trabzonspor
için geçiş süreci daha az sancılı olabilirdi belki.
Hücumda kanatsız bir uçak gövdesini andırıyor
Trabzonspor. Cardozo Halilhodzic’in beklediği ya
da umduğu gibi çok yönlü bir oyuncu değil. En
azından bu denli yalnızken… Ondan geriye gelip
orta sahaya yardım etmesini, topu alıp hızla rakip
kaleye inmesini bekleyemezsiniz. Mobilizasyonu
da hızı ve cüssesi yüzünden sınırlı bir oyuncu
fakat kalitesini tartışacak değiliz, standartların
üzerinde, gerçek bir santrafor. 1.93 boyunda, Çok
güçlü, iyi şut çekebilen, önemli bir hedef santrafor.
Bunlar onun pozitif özellikleri ve Trabzonspor şu
ana dek onun bu özelliklerinden faydalanabilecek
bir oyun oynayamadı. Onu verimli kullanabilmek
için topla temasını arttırmak, mümkünse de
kaleye daha yakın yerlerde bunu yapmak, onun
rakip savunma arasında yaratacağı boş alanları
sezmek, bu boşluklara koşular yapmak ve pozisyon
kovalamak takım arkadaşları ve Trabzonspor için o
kadar önemli. Trabzonspor’un kanat oyuncularının
öncelikleri, ortalama bir kanat oyuncusunun
öncelikleriyle örtüşmüyor. Gerek Sefa, gerek Yusuf
öncelikleri “oynatmak” olan oyuncular değiller.
Halbuki mevcut önceliklerini ikinci plana atabilseler,
oynatmayı ön plana alabilseler istedikleri oyunu
daha rahat oynayabilecekler. Halilhodzic’in başını
ağrıtacak konulardan biri de bu. Eldeki diğer
alternatiflerden Waris’in onunla kuracağı muhtemel
bir ortaklık Trabzonspor hücumları için hayati olabilir.
Ya da formda bir Deniz Yılmaz… Zira Paraguaylı
golcü Second Striker pozisyonunda da oldukça
verimli oynayabiliyor. Ama Trabzonspor’un bu
sezon şimdiye kadarki çoğu hücum denemesinde
Cardozo’ya en yakın oyuncunun mesafesi 30
metre civarındayken onun bu özelliklerinden verim
alınabilmesi söz konusu değil.
Sözü açılmışken Deniz Yılmaz’a da bir paragraf
açalım, iyi başladığı sezonda şanssız bir sakatlık
yaşadı. Cardozo ile birlikte önemli işlere imza
atabilir, o yeteneklere sahip bir oyuncu.
Yukarıda da bahsettiğim gibi bu noktada Vahid
Halilhodzic’in zaruri de olsa şimdiye dek sonuç
alınamamasından ötürü bitmek bilmeyen
arayışları çözüm olabilir. Örneğin, başta Cardozo,
ve sonra da Trabzonspor’un elindeki mevcut
kadroyla 4-5-1’den bozma 4-3-3 yerine 4-42 denemesi (4-5-1’den bozma diyorum, zira
deplasmandaki Metalist, Rostov, içerdeki
Fenerbahçe maçlarında Trabzonspor o kadar geri
yaslandı ki, ofansif kanatları çoğu zaman beklerin
kademesinde ya da yardımındaydılar). Eldeki
bir diğer alternatif de Yatabare. Eğer bu oyun
sisteminde ısrar edilecekse Cardozo yerine onu
monte etmek daha akılcı olacak. Orta sahadaki
eksikliği hücumda yakalanabilecek zenginlikle
bir nebze de olsa absorbe edebilir, daha verimli
bir takım olabilir Trabzonspor bu sayede. Ve
de takım mesafesini daraltarak dinamizmini
artırabilir. Bu noktada ağır stoperlerinin yaratacağı
sorunlar -ki bu sezon “önde oynamak” zorunda
kalınan maçlarda ne kadar aksadıkları görüldüMedjani’nin -şimdiye dek verimsiz olduğu orta
sahadan- stoper hattına çekilmesiyle en aza
indirgenebilir. İhtimaller, ihtimaller…
Doğruyu bulmak için doğrunun arayışında
olmak gerekiyor önce… Bir olmak, birlikte olmak
gerekiyor. Gerek saha içinde eylemlerde, gerekse
saha dışında söylemlerde, tutarlı olmak gerekiyor,
gerçekçi olmak gerekiyor. Yalnızca söylemlerdeki
gerçeklikle peynir gemisi yürümüyor. Ve
bütün bunlar Trabzonspor’a “Acil 10 oyuncu
gerekiyor”dan ya da sabırlı olmak gerekiyordan
daha fazla gerekiyor.
Uğur Karakullukçu
Profil
HF148
iKi ARKADAŞ VE iKiNCi ŞANS
Bundesliga’da bir Türk tüm Almanya’ya herkesin ikinci bir şansı hak ettiğini ispatladı...
Bunu yapabilmesi için önce dibe vurması gerekiyordu
Son hazırlıklarını yapıyorlardı... Babelsberg
takımında futbol oynayan Süleyman ve takım
arkadaşı o akşam için çok heyecanlıydı. İşleri
bittikten sonra abisi Sedat’la buluşan Süleyman
evine dönüp yatağına uzandı. Yorgundu. Ertesi
günün hayatını değiştireceğini ise henüz
bilmiyordu. 18 Nisan 2011 günü antrenman
sahasına değil, önce karakola, oradan da
cezaevine gidecekti. O sabah tutuklanacaktı.
Alman polisi eve yaptığı ani bir baskınla Süleyman
ile birlikte abisi Sedat’ı da tutuklamıştı. Bir süredir
Sedat’ın iki arkadaşı Süleyman’la aynı evde
kalıyordu. Uyuşturucuya ve suça karışmış, hızlı
hayatları olan bu yeni ev arkadaşları Süleyman’ın
önce arabasını ödünç istedi. Kıramadı, verdi.
Sonra kolay para kazandıkları bazı işler için onun
arabayı kullanmasını istediler, ona da tamam dedi.
Artık abisi ve arkadaşları kafe ve kumarhaneleri
soyarken o da arabayı kullanıyordu. Hatta bir
takım arkadaşını da ikna etmişti, o da yardımcı
oluyordu. Tutuklanmanın gerçekleştiği 18 Nisan
öncesinde bir süredir karıştıkları soygun serisinde
bıçak, pala, kılıç gibi kesici aletler kullandıkları
için ‘Pala çetesi’ olarak anılmaya başlamışlardı.
Kaçınılmaz son geldiğinde gelecek vadeden bir
futbolcu olan, hatta Türkiye Futbol Federasyonu
tarafından takip edilen ve Ümit Milli Takım’a davet
edilmesi düşünülen Süleyman, duruşmada “Hayır
diyemedim” diyecekti. ‘Hayır’ diyememesi ona 3
yıl 9 aylık hapis cezasına mal olmuştu. Kendisine
yardım eden arkadaşı ise soygun öncesi olay yerini
terk ettiği için denetimli serbestlik hakkından
faydalanmıştı. Yapayalnızdı.
Yaklaşık 11 ayı hapiste geçirirken aklında tek bir
şey vardı: Futbola geri dönmek… Bu hayatta
bir çıkış noktası varsa o da sekteye uğrattığı,
hatta bittiğini düşündüğü futbol kariyerini
tekrar canlandırmaktan geçiyordu. Hapiste bile
çalışıyordu. Hapishanenin gardiyanı onu özel
izinle bir saatlik hava alma molasında birkaç kez
bir futbol sahasına götürmüştü. “Çok iyisin, ikinci
şansını iyi değerlendir” diyordu gardiyan.
Hayatının en kötü dönemi mahkemenin verdiği
denetimli serbestlik kararıyla geride kaldığında
tutunduğu tek şey eski takımı Babelsberg’deki
takım arkadaşlarıydı. Anton Makarenko ve
Almedin Civa, ona hapishane günlerinde
mektuplar yazıp, onu özlediklerini söylemişlerdi.
Birkaç yönetim kurulu üyesinin muhalefetine
rağmen bir yıllık sözleşmeyle eski takımına
geri döndü. Artık çok daha fazla çalışıyordu.
Bölgesel ligde çıktığı 14 maçta 8 golle daha üst
liglerdeki ekiplerin dikkatini çekti Bu takımlardan
biri Paderborn’du. Başkan Wifried Finke,
onun hapishane dönemini bilmesine rağmen
kurmaylarına şöyle demişti: “Onu kişisel olarak
tanımak istiyorum. Herkes hayatta ikinci bir şansı
hak eder.”
Süleyman transferinden sadece 8 ay sonra
Bundesliga’ya terfi etmiş bir takımın golcüsüydü.
Bayer Leverkusen karşısında aldıkları 2-2’lik
beraberlikte de attığı golle dikkatleri üzerine
tekrar toplamayı başardı. Süleyman 11 Freunde’ye
verdiği röportajda, “Artık hayattaki tek amacım
genç oyunculara rol model olmak ve perspektifi
kısıtlı, hata yapmış gençlere ikinci bir şans
yaratabileceklerini göstermek” diyor. Bunu da gayet
iyi yapıyor… İkinci şans denince artık akla gelecek
futbolculardan birisi, Süleyman Koç…
Hikayenin başında Süleyman’ın çeteye dahil
ettiği takım arkadaşı ise şu sıralar Ankara’da
ekmeğini kazanıyor… Denetimli serbestlik sonrası
Erzgebirge Aue’ye imza atan Guido Kocer tıpkı
arkadaşı Süleyman gibi şimdilerde ikinci şansını iyi
değerlendiriyor. Jimmy Durmaz’ın yerini doldurmak
için getirildiği Gençlerbirliği’nde…
Profil
Bahadır Bozkurt
HF148
CASILLAS
DÜŞERKEN
Yıllardır Real Madrid’in ve İspanya milli takımının kalesini başarılya koruyan dünyanın
sayılı kalecilerinden Iker Casillas’ın eldivenleri çıkarması artık an meselesi
“Çok iyi bir oyuncu olduğu için değil, çok iyi bir insan olduğu için Casillas ile çalışmak isterdim.”
Uli Höeness, Bayern München eski menajeri
Önce insan, sonra kaleci
18 yaşından beri Real Madrid’in kalesini koruyan
Casillas, hem futbolcu olarak hem insan olarak
Real Madridlilerin en sevdiği isimdi. Hatta bir
Barcelonalı’ya bile en sevdiğiniz Real Madrid
oyuncusu kim diye sorsanız O’nun ismini zikreder.
Casillas’ı, İspanya’nın ortak paydası yapan
kusursuz futbolculuğunun yanı sıra düzgün
kişiliği olmuştur. Manchester City maçında futbol
deyimiyle Real Madrid “what a comeback” yapsa
da, maç öncesi 14 yaşında Polonyalı bir fanatiğinin
ölüm haberini alan kaptan keyifsizdir uzanan
mikrofonlara sadece şunu söyler; “İyi kaleci miyim
bilmiyorum ama bir zaman sonra iyi adamdır diye
anılmak isterim”.
Iker Casillas 2012 Avrupa Şampiyonası’nda belki
de son kez dünya futbolunun en iyi kalecilerinden
bir tanesi olarak kupayı kaldırdı. Kupayla beraber
evine dönen Casillas, 2002 sezonundan bu yana
sadece 9 maçta forma giymediği Real Madrid’in
tartışılmaz kaptanı iken, fırtınalı bir sezona yelken
açacağından habersizdi.
Köstebek meselesi
2012/13 sezonu başlarken işler yolunda gitmeyince
Mourinho radikal kararlarıyla Real Madrid
kulübünde buz gibi bir hava estirir. Portekizli
teknik adam Iker Casillas’ı ve Sergio Ramos’u
yedek bırakarak yıllar sonra bir Madrid geleneğini
bozmuş olur. Kaleyi daha yetenekli(!) Adan’a
teslim eden Mourinho bunun bir “taktiksel karar”
olduğunu belirtse de Real Madrid’e yakın çevreler
ve Marca gazetesi bunun bir güç savaşı olduğunu
duyurur, takımdaki bazı oyuncularla teknik adam
arasında problem olduğunu ima eder. Mourinho
bu savaşta tam olarak gardını alır, kalesini
sezon içerisinde transfer ettiği Diego Lopez’e
emanet eder. Pellegrini’yi daha çok sevdiğini
söyleyen Casillas’a cevap kısa sürede Mourinho
tarafından iletilir; “Ben de Diego Lopez’i daha
çok seviyorum”. Antrenmanda Sergio Ramos ile
tartışan Portekizli teknik adam, olayın İspanyol
basınında duyulması üzerine takımda bir “hain”
olduğunu ima eder. Jose için bu köstebek Iker’den
başkası olamaz! Medya günlerce Ramos- Casillas
vs Mourinho kavgasıyla çalkanır. Portekizli
teknik adam İspanyol oyuncuların Dünya Kupası
şampiyonluğu nedeniyle medya tarafından
korunduğunu fakat takım içerisinde olan her şeyi
sızdıran bir oyuncunun karakterinin sorgulanması
gerektiğini vurgular. Casillas ve Ramos yedek
kulübesine gönderilir. Olayın aktörlerinden Sergio
Ramos ise olayın sadece bir taktiksel bir tartışma
olduğunu ve büyütülecek bir konu olmadığını
sosyal medya yoluyla duyurur. Ramos ilk onbire
geri döner, Casillas yedek soyunmaya devam
eder. Kötü günler geçiren Casillas’ı zor bir karar
bekler; ya bu hırçın Portekizliyle mücadele edecek
ya da transferini isteyerek yıllarını geçirdiği Real
Madrid’den boynu bükük ayrılacaktır. Git-geller
yaşayan İspanyol kaptan transferin eşiğine çok
yaklaşsa da 16 yaşında bir Şampiyonlar Ligi
maçıyla başlayan serüvenini Real Madrid arması
altında sonlandırmaya karar verir. Basında
fırtına giderek şiddetini arttırır. Eski dosyalar
açılır. 2011 senesinde oynanan El Clasico’da
Jose Mourinho’nun Tita Vilanova’ya yaptığı göz
ameliyatı(!) gündeme gelir. Habere göre Casillas
bu olaydan sonra ezeli rakibin kaptanları Xavi ve
Puyol’u telefonla arayarak, Jose Mourinho’nun
hareketi için özür dilediğini ve utanç duyduğunu
söyler. Bu haberleri Casillas yalanlasa da teknik
ekibin ve bazı arkadaşlarının gözünde takımda
her şeyi basına sızdıran, ezeli rakibe koz veren bir
“hainden” başka bir şey değildir. Kulübede geçirilen
aylar sonunda büyük kaleci Casillas’ın izleri
yavaş yavaş Santiago Barnebeu’nun çimlerinden
silinmeye başlar. Yaşananlara itiraz eden hem
Real Madridli oyuncular, hem İspanya milli takım
yıldızları Casillas’ın bu zor günlerinde milli kaleciye
destek olur. Dünyanın en iyi kalecisinden biri olan
Iker’e saygı gösterilmesini isterler. Mourinho da
tüm bu yaşananlar için son sözünü söyler “Ben
burada olduğum sürece, Iker kalede olmayacak.”
‘Jose gitsin başkanım!’
Bu huzursuz ortam ne Iker’e, ne de Jose’ye
yaramıştı. 2012/13 sezonunda ezeli rakip
Barcelona’yı El Clasico maçlarında durdurmanın
formülünü bulsalar da, ligi Katalan ekibinin 15
puan gerisinde ikinci olarak bitirirler. Başkan
Perez kötü geçen sezonun ardından Mourinho ile
yollarını ayırırken, bu ayrılığın arkasında iki kaptan
Casillas ve Ramos’un ısrarlı isteği olduğu haberleri
kulaktan kulağa dolaşır. Mourinho bu ayrılığı sezon
sonlarına doğru hissetmiş ve İspanyol gazetecilere
şöyle seslenmişti; “Ben bir gün bu kulüpten
ayrılabilirim, fakat Casillas burada hep olacaktır”
Takım, yoluna teknik adam Carlo Ancelotti
ile devam edecektir. Yeni teknik adam Carlo
Ancelotti ile beraber yeni umutlar da yeşerir.
Antrenmanlarda Casillas’ın formsuzluğu
Ancelotti’nin gözüne çarpar. İtalyan teknik adam
zaman da kazanmak adına Casillas’ı Şampiyonlar
Ligi ve Kral Kupası maçlarında oynatacağını belirtir.
Konuk olarak geldikleri Istanbul’daki maçta Casillas
isteksiz tavırlar sergileyip, sakatlığını bahane
ederek, yerini tekrar Diego Lopez’e bırakır. Iker’in
içindeki futbol oynama isteği bu kadar azalmışken,
performansında da düşüş gözle görünür hale
gelmiştir. Her şeye rağmen Casillas’a 2014 Dünya
Kupası’nda ihtiyacı olan İspanya Milli Takım’ı
Teknik Direktörü Del Bosque verdiği beyanlarla
kaptana “hazır ol” emri verir. Casillas, Ancelotti’nin
sabrı ile beraber form tutmaya başlasa da o
eski güveni izleyenlere bir türlü veremez.İlk
sezonunda Ancelotti ile Şampiyonlar Ligi finaline
çıkan eflatun-beyazlıların rakibi, arka mahalleden
Atletico Madrid olur. 2001/02 sezonunda Yıldıray
Baştürklü Bayer Leverkusen’den kupayı alırken
de, 2013/14 sezonunda Arda Turanlı Atletico
Madrid’in hayallerini bitirirken de kalede olan isim
yine Casillas’tır. Mourinho’nun son sezonunda
ezeli rakip Barcelona ile fark 13 puana çıktığı
sırada basın mensuplarına “Yeter ki Şampiyonlar
Ligi’ni kazanalım, fark 25 puan olsa da umrumda
değil” beyanını veren İspanyol file bekçisi, çok
istediği kupanın finalinde yaptığı hata ile bir çuval
inciri berbat eder. Atletico Madrid maçı sonuna
kadar önde götürse de Casillas’ın imdadına çok
sevdiği Sergio Ramos 90+2’de attığı golle yetişir.
Ramos’un golünün ardından Atletico Madrid
çöker, Real Madrid bulduğu gollerle kupaya uzanır.
Casillas maç sonu Ramos’u öpücüklere boğar,
Şampiyonlar ligi şampiyonu takımın kalecisi olarak
milli takımının Dünya Kupası kafilesine katılır.
Cehennem azabı; Brezilya 14
Dünya Kupası’nda ilk maçında İspanya, Hollanda
karşısında öne geçtiğinde her şey sıradan ve
bilindik ilerliyordu. Hesapları alt üst eden ise
Casillas’ın üst üste yaptığı hatalardı. Hollanda son
Dünya Kupası finalinde kaybettiği İspanya’nın
üzerinden buldozer gibi geçerken, milli takımda
hedef adam kaptan Casillas olur. Maç sonrasında
futbol efsanesi Diego Maradona, Casillas’ın
artık sıradan bir kaleciden farkı olmadığını, bu
takımın en zayıf halkası olduğunu televizyon
kanallarında haykırır. Artık Del Bosque’den
başka O’na güvenen pek kimse kalmamıştır. Şili
maçında da Del Bosque’nin yüzünü kara çıkaran
İspanyol eldivenin, artık yolun sonuna geldiği
tüm otoriteler tarafından kabul edilir. Her şeye
rağmen Süper Baba rolündeki Vicente Del Bosque
kâbus gibi geçen turnuva için sadece Casillas’ı
suçlayamayacağını belirtir. Sadece Casillas’ın değil
tüm takımın kötü bir turnuva geçirdiğini belirten
İspanyol teknik adam, futbolun içerisinde böyle
durumların söz konusu olabildiğini belirterek,
kaptanın üzerindeki bu ağır yüke omuz verir.
Futbolun en nankör yüzü ile tanışmıştır kaptan;
futbolda dün yoktu, sadece bugün vardı. O
sevmediği Portekizli, bunu İspanyol basınına
defalarca beyan etmişti.
Seni tekrar zirveye çıkarırım
Öte yandan kaleci arayışlarını sürdüren Arsenal,
transfer sezonunda rotasını İspanyol yıldıza
yöneltir. Türk sinemasından alışık olduğumuz
“Gazinocular kralı” rolünde Arsene Wenger,
sönmeye yüz tutan yıldızı tekrar zirveye
çıkaracağını belirtir. Arsene Wenger’e göre
takımının O’na, O’nun da böyle bir değişikliğe
ihtiyacı vardır. Real Madrid, Dünya Kupası’nda
parlayan Kosta Rikalı kaleci Keylor Navas’ı
transfer ettiğinde tüm taşlar yerine oturmuş
gibidir. Kendine güveni kalmayan, belki de futbol
hayatında sahip olduğu tüm gücü Mourinho
savaşına harcayan Casillas, Arsenal macerasına
atıl(a)maz ve Madrid ekibinde kalmaya karar verir.
Antrenörleri Ancelotti ve Del Bosque oyuncunun
özgüvenini artırmaya çalışsa da Casillas o eski
günlerine dönüş yapamaz. Bu sezon neredeyse
oynadığı her maç kalesinde gol gören tecrübeli
eldiven, sosyal medyada antrenman görüntüleriyle
de alay konusu olur. Tüm bu olanlara rağmen
Fransa 2016 için açıklanan kadroda yine 1 numaralı
formayı Del Bosque’den alan Casillas, milli takımda
kalan son kredisini hataları sonucu yediği golle
Slovakya maçında harcar. Del Bosque pes eder, bir
sonraki maçta eldivenleri David De Gea’ya teslim
etse de, Ancelotti yaptığı açıklamayla oyuncusuna
yine, yeniden sahip çıkar;
“Slovakya maçını izledim. Hatalı bir gol yedi, fakat
bu tüm maçı kaybetmek için tek bir neden değil.
Casillas’a güveniyorum. Bu sezon biz de çok gol
yiyoruz, yediğimiz goller sadece O’nun hatası değil.”
Şüphesiz bu tavrın nedeni Casillas’a duyulan saygı,
bugüne kadar verdiği emek ve taraftarların hala
çok sevdiği bir isim olması. Şu ana kadar kazandığı
24 kupa ile çıktığı zirveden tepetaklak düşerek
inen kaptan, son yıllarda geçirdiği travmalara
rağmen hala Real Madrid’in kalesinde. Diğer
yandan Mourinho şimdi Chelsea’de mutlu, Ramos
hala en yakın arkadaşı, Keylor Navas eldivenleri
takmak üzere. Kale ne zaman düşer göreceğiz…
Futbol Yönetimi HF148
Fırat Topal
RED BULL VE YAYILMACI
FUTBOL POLiTiKASI
10 yıl önce Salzburg’da başlayan Red Bull’un futbol dünyasındaki rolü giderek
yayılıyor. Son olarak İngiliz futboluna da el atacakları yönünde dedikodular çıkan
firmanın Alman futbolundaki şubesi Red Bull Leipzig’e ve oldukça eleştirilen
projelerine bir bakalım
Bugün 5,3 milyar dolarlık bir servete sahip olan
Avusturyalı iş adamı Dietrich Mateschitz, 1982’de
Tayland’a yaptığı bir seyahat sırasında, uluslararası
literatürde jet-lag olarak bilinen eş zamanlama
bozukluğundan muzdaripti. Bunun üzerine içinde,
kafein, su, şeker ve B vitamını ihtiva eden Krating
Daeng isimli içeceği denemeye karar verdi. Sorunu
ortadan kalktığında kafasında bir şimşek çakmıştı.
Hemen üretici firmanın sahibi Chaleo Yoovidhya
ile bağlantı kurdu ve benzer bir içeceği, içine
Avrupa tatlarını da ilave ederek kendi kıtasına
götürme fikrini öne sürdü. Chaleo bu teklife hayır
demedi ve 1987 yılında Mateschitz, Red Bull
şirketini kurdu. Bugün 30 yıla yaklaşan bir ömrü
olan Red Bull dünyanın en bilinen markalarından
birisi ve Mateschitz ile birlikte yola çıkan Chaleo
öldüğünde geride 5 milyar dolarlık bir servet
bırakmıştı. Red Bull, 21. yüzyılla beraber spor
müsabakalarında ciddi anlamda rol almaya ve
sponsorluk anlaşmaları imzalamaya başladı. Hatta
bunu zaman zaman yepyeni organizasyonlar
meydana getirmeye kadar götürdüler. Red Bull Air
Racing Şampiyonası, Red Bull X-Fighters, Red Bull
Road Rage bunlardan sadece birkaçı. Firma ayrıca
hem bireysel sporlar hem de takım sporlarında bir
dolu sponsorluk anlaşmasına sahip. Son olarak
Avusturyalı paraşütçü Felix Baumgartner, Red
Bull Stratos projesi ile 39 bin metre yükseklikten
dünyaya atlamış ve 3 farklı dünya rekoru kırmıştı.
Red Bull, Formula 1’de Infiniti Red Bull Racing
ve Scuderia Toro Rosso, NASCAR’da da Team
Red Bull takımının sahibi. Ayrıca Avusturya ve
Almanya buz hokeyi liglerinde de EC Red Bull
Salzburg ve EHC Red Bull München takımlarıyla
temsil ediliyor.
Futbol hamleleri
Red Bull’un yeşil sahalara
girişi ise, 2005 yılında,
şirketin merkezinin
bulunduğu Fuschl am See
köyüne en yakın büyük şehir
olan Salzburg’da gerçekleşti.
1990’larda sponsorluk
sebebiyle Casino Salzburg
ve Wüstenrot Salzburg gibi
isimlerle de anılan SV Austria Salzburg kulübünü
2005 yılında satın alan Red Bull firması, kulübün
adını değiştirdi ve Red Bull Salzburg olarak
Avusturya Bundesliga’da mücadele etmeye
başladı. Kulüp tarihinde 90’larda kazandığı 3
şampiyonluk ve 1994’te gelen UEFA Kupası finali
bulunan Salzburg ekibi, Red Bull döneminde geçen
10 yılda 5 lig şampiyonluğu kazandı. 1 yıl sonra
ABD Futbol Ligi MLS’de mücadele eden New
York/New Jersey MetroStars takımını satın alarak
ismini New York Red Bulls olarak değiştiren firma,
2007 yılında Sao Paulo’da, Red Bull Brasil, 2008
yılında da Red Bull Ghana takımlarını kurarak 4
ayrı kıtada futbol sahalarına adım atmış oldu. Red
Bull’un futboldaki son hamlesi ise bir zamanlar
Doğu Almanya’nın önde gelen şehirlerinden olam
Leipzig’de oldu.
Leipzig ve futbol dendiğinde akla ilk gelen takım
VfB Leipzig’di aslında. 1970 ve 80’lerde Avrupa
çapında da adını duyuran kulüp, 1974’te UEFA
Kupası’nda yarı final, 1987’de de Avrupa Kupa
Galipleri Kupası’nda final oynamıştı. Almanya’nın
birleşmesinin ardından eski günlerine dönemeyen
VfB Leipzig, mali sorunlar sebebiyle 2004
yılında iflas etti. Aynı yıl taraftarların girişimiyle
kurulan FC Lokomotive Leipzig, ülke futbolunun
11. kademesinden başladığı yolculukta geçen
10 senenin sonunda Oberliga’da yani 5. Lig’de
mücadele ediyor.
Ama artık Leipzig’in bir başka “devi” var. 2009
yılında, 5 büyük ligde de kendini göstermek
isteyen firma ve patron Mateschitz, Almanya’da
da girişimlerini hızlandırdı ve Oberliga’da mücadele
eden SSV Markranstädt takımını satın aldı. Ancak
bu sefer önlerinde Alman kanunları vardı,
zira Almanya’da sponsorlar
kulübün isminde yer
alamıyordu. Bunun üzerine
ufak bir kelime oyunuyla
isim olarak RasenBallsport
Leipzig ismi benimsendi.
Yani “Leipzig Çim Sporları”.
Tabii bu ismin kısaltılması RB
Leipzig’di ve bir bakıma Red
Bull yine isteğine ulaşmış oluyordu.
Protestolar ve yükseliş
Red Bull, 2006 yılında, şehrin bir diğer takımı
FC Sachsen Leipzig’i satın almak istemiş, ancak
uzun süren taraftar protestoları sonucu bu
anlaşma rafa kaldırılmıştı. Dynamo Dresden
de onların radarındaydı, ama Dresden Doğu
Almanya için sadece futbol sahasında değil
politikada da simge şehirlerden birisiydi ve
kapitalizmin ortaya çıkardığı her türlü değere
karşı durmayı amaç edinmiş, güçlü bir taraftar
kitlesini barındırıyordu. Bu yüzden şartlar, firmanın
Dresden’de de bir girişimde bulunmasına engel
oldu. Markranstädt’ta da durum başlarda farklı
olmasa da Doğu Almanya futbolunun önlenemez
düşüşü ve Leipzig takımlarının oldukça kötü
durumu Red Bull’a karşı oluşan önyargının
kırılmasına yol açtı. Hatta takımın taraftarlarının
yüzde 70’i bu hamleyi desteklediklerini açıkladılar.
Bu arada muhalif taraftarların, stadyum çimlerini
sabote etme eylemleri ve graffiti yoluyla yaptıkları
protestolar, oluşan destek karşısında daha zayıf
kalmıştı.
RB Salzburg, Markranstädt’ın lisansını aldığı
ilk sezon olan 2009/10’da 80 puanla Oberliga
Nordost Süd şampiyonu oldu O sırada ligde
Sachsen ve Lokomotive Leipzig de bulunuyordu,
ama RB Leipzig, en yakın rakibinin tam 22 puan
önünde şampiyon olmuştu. 3 sezon boyunca
Regionalliga’da oynadıktan sonra, 2012/13
sezonunda, kuzeydoğu grubunda, en yakın
takipçileri Carl Zeiss Jena’nın 14 puan önünde
ligi bitirip play-off mücadelelerine katılma
hakkı kazandılar ve oradan da galip çıkmayı
başardılar. İzleyen sezon, bir yükselme daha! 3.
Bundesliga’daki ilk sezonlarında, şampiyon olan 1.
FC Heidenheim’ın arkasında ligi ikinci sırada bitirip
bu sezon 2. Bundesliga’da mücadele etme hakkı
elde ettiler. Bu sezon da işler iyi gidiyor. Lider FC
Ingolstadt 04’ün 3 puan gerisinde dördüncü sırada
yer alıyorlar. Sezon sonu Alman futbolunun en üst
kademesine çıkmayı başarırlarsa 3 senede 3, 6
senede 4 kez lig atlamış olacaklar ki, bu muazzam
bir performans. RB Leipzig’in stadyumu, 2006
Dünya Kupası’nda da 5 maça ev sahipliği yapan 44
bin kişilik Zentralstadion. Tabii isim hakları satın
alındığı için, şu andaki ismi Red Bull Stadyumu.
Hülleci Red Bull
Takımın başında, 2 sezonda 2 yükselmenin mimarı
olan Alexander Zorniger var. Sezon başında yapılan
transferler de onların hedeflerinin ne derece büyük
olduğunun göstergesiydi. Abisi Sami’nin VfB
Stuttgart A takımına katılmasından 1 sene sonra
aynı kulübün altyapısına giren küçük kardeş Rani
Khedira geçen sezon 9 kez A takım formasını
giydikten sonra yaz aylarında 300 bin euro bedelle
RB Salzburg’a transfer oldu. Tabii dünya üzerinde
farklı ülkelerdeki takımların sahibi iseniz yatay
geçişler de söz konusu olabiliyor. Avusturyalı orta
saha oyuncusu Stefan Hierländer ve Alman kaleci
Thomas Dähne, Red Bull Salzburg’dan transfer
edildiler. Anderlecht’in 20 yaşındaki Belçıkalısı
Massimo Bruno için kulübe 5 milyon euro ödendi
ve Fiorentina’nın genç Hırvatı, Ante Rebic 1
yıllığına kiralandı.
Tabii bu işin başka açılımları da var. Bizde “hülle”
diye tabir edilen, köprü kulüp kullanmak gibi.
Rapid Wien’in 20 yaşındaki forveti Marcel Sabitzer,
Red Bull Salzburg’un hedefindeydi ama Rapid
oyuncuyu satmıyordu. Derken kulübün sportif
direktörü, ünlü Alman spor adamı Ralf Rangnick’in
aklına cin bir fikir geldi (Rangnick’e sportif
direktörlük için teklif götürüldüğünde, holding
patronu Mateschitz, Rangnick’in onu beklediği
restoranın arkasına özel helikopteriyle inmişti).
Sabitzer’in kontratına “yurt dışından gelmesi
halinde 2 milyon euroya serbest kalır” maddesi
bulunuyordu. Sözleşmeler hazırlandı, RB Leipzig,
Rapid Wien’in kapısını 2 milyonla çaldı, Rapid eli
kolu bağlı bu transfer teklifini kabul etti ve Leipzig
futbolcuyu aldığı gibi Red Bull Salzburg’a kiraladı.
RB Leipzig, zaten Alman futbolunun alışmadığı
bir kulüp yapısı ve sosyalist geçmişli şehirde at
koşturan emperyalist bir oluşum olarak tepki
toplamışken bu tür hamleler onlara karşı olan
antipatiyi de artırıyor. 21 Eylül’de, deplasmanda
Union Berlin’e 2-1 mağlup oldukları maçın
öncesinde (bu sezon mağlup oldukları tek maç),
ev sahibi taraftarlar, açtıkları pankartlar ve ilk 15
dakikadaki tezahüratlarla Red Bull’a tepkilerini
gösterdiler. “Leipzig’deki Futbol Kültürü Ölüyor”
pankartı bunlardan sadece birisiydi. Sezon
başında, RB Leipzig dışındaki tüm takımların
taraftarları “Nein zu RB”, yani “RB’ye Hayır” adını
verdikleri kampanya etrafında birleştiler. Ana fikir,
Red Bull’un, Bayer ve Volkswagen firmalarının
Leverkusen ve Wolfsburg’daki gibi, bir takımla
beraber markalarını yükseltme çabalarının aksine,
tamamen hazıra konmacı bir anlayışla futbolun
ve yarışmacılığın ruhunu öldürmesi. Futbol
Federasyonu da bu bağlamda eleştiri oklarından
nasibini alanlardan. Bununla beraber takımın
durdurulamaz yükselişi sürüyor.
İngiliz basını geçtiğimiz sene Red Bull’un
Şampiyonlar Ligi finaline kadar gitmek istediğini
ve bunun için de bu çapta bir kulüp arayışında
olduğu haberini yapmış ve firmanın sonraki
hedefinin, bir İngiliz kulübü olduğunu ileri
sürmüştü. Hatta Liverpool, Everton, Crystal
Palace, West Ham United ve Leeds United’ın adı
öne çıkarılmıştı. Ancak, firma yetkilileri geçtiğimiz
nisan ayında, böyle bir planları olmadığını ve
İngiltere’den bir futbol takımı satın almayı
kesinlikle düşünmediklerini resmen açıkladılar...
Şimdilik.
Emre Gürkaynak
Serie A HF148
SAMPDORIA’NIN BiLETi
Serie A’da yeni sezonun başlangıcıyla paralel çıkışa geçen Sampdoria’nın ligin
zirvesine giden bileti tek yöne mi, yoksa Sinisa Mihajlovic’in öğrencilerini bir de
dönüş yolu bekliyor mu?
Serie A’da oynanan altı hafta sonunda ana
gündem maddesi Juventus ve Roma’nın önüne
geçilmesi zor performansı olarak gözüküyor.
Sahaya, konuşulmak için her türlü geçerli nedeni
koyan iki İtalyan devinin mücadelesinin gölgesinde
ise bir yeniden doğuş hikayesi, ilk filizlerini verme
peşinde.
Yeniden doğuş desek de fazla geriye gitmeye
gerek yok. 2009/10 sezonunu 4. bitirerek
Şampiyonlar Ligi playoff’unda mücadele etmeye
hak kazanan Cenova ekibi Sampdoria’nın
geçmişini hatırlayışı, Juventus-Roma’dan sahne
çalmaya çalışan.
2009/10 sezonunun sonlanmasıyla İtalya
futbolunun en üst seviyesine bir yıllık ara veren
Sampdoria, Serie A’ya dönüşünden itibaren
yükselen bir grafik sergiliyor. Yaklaşık bir sene
önce, kasım ayında, takımın başına Sinisa
Mihajlovic’i getiren denizci Andrea Doria’nın
torunları, ligi 12. sırada tamamladı. Orta sıralara
denk gelen bu performasın en dikkat çeken
noktalarından biri ise, yenen gol sayısıydı.
Sezon boyunca kalesinde 62 gol gören ekip, bu
istatistikte ligin en kötü beşinci takımı oldu.
Sinisa Mihajlovic
Yeni sezonda, eski günleri arayan ekiplerden Inter
ve Milan’ı da, yeni günlerin mutlu takımları Napoli
ve Fiorentina’yı da geride bırakarak ligin üçüncü
basamağına kurulan Sampdoria’nın sırrı yine
yenilen gol sayısında yatıyor. 6 maçta 4 galibiyet
2 beraberlik alan namağlup kadro, bu 6 doksan
dakika boyunca yalnızca 2 defa gol yedi. Bu rakam
aynı zamanda onları Avrupa’nın beş büyük liginde
en az gol yiyen beş takım arasına soktu.
Peki, futbolculuk döneminde attığı frikiklerle nam
salmış Sinisa Mihajlovic’le kimyayı tutturduğu
belli olan Sampdoria’da geçen seneden beri neler
değişti?
Sampdoria’ya başarıyı ne getirdi aslında kolay bir
soru olarak gözükebilir ancak durum öyle değil.
Ontolojik tartışmalara yol açabilecek bu sorunun
cevabını Mihajlovic’in transfer döneminde oynadığı
kumarın tutması ve Gabbidiani olarak verirsek,
biraz felsefenin konusu olmaktan çıkarabiliriz.
Özellikle ligde 4 maçta 3 gol atan 22 yaşındaki
golcünün varlığını, en azından kaleciler inkar
etmeyecektir.
Mihajlovic’in kumarına gelirsek, yaz transfer
döneminde, Almanya ile Dünya Kupası Şampiyonu
apoletini de takan, takımın en önemli oyuncusu
Shkodran Mustafi, Valencia’ya giderken bu ismin
yeri tam olarak doldurulmadı.
Fiorentina’dan Lorenzo De Silvestri takımın
en önemli transfer olarak gözükürken, Cezayir
Milli Takımı’nda da şans bulan Djamel Mesbah,
Gonzalo Bergessio ve Marco Marchionni kadroya
katılan diğer oyuncular oldu. Bleacher Report’un
ortaya koyduğuna göre, De Silvestri harici
oyuncular, Cenova yollarını tutmadan önce
toplamda 29 takım gördü. Bu gezgin isimlerin
yanı sıra 30 yaşındaki Manuel Silvestri ve 1995
doğumlu Romalı Romagnoli, kiralanarak transfer
noktalandı.
Hiçbiri dikkat çekmiyor değil mi? Ancak ne olduysa
oldu ve geçtiğimiz sezon genellikle kullandığı
4-2-3-1’den 4-3-3’e geçiş yapan Mihajlovic’in
ekibi ritmini buldu. Aynı şehrin takımı Genoa ile
oynanan “Derby della Lanterna”da gelen galibiyet,
üst üste gelen puanlarla birlikte taraftarı da iyice
havaya soktu.
Roberto Soriano
Kağıt üzerinde büyük beklentiler yaratmayan
yeni transferlerin takıma uyum sağlamasında
en önemli kilit oyuncular ise orta sahaya seviye
atlanan Roberto Soriano ile maç başına yaptığı
dripling sayısıyla ligin en iyileri arasına giren
Stefano Okaka olarak göze çarpıyor. 45 yaşındaki
teknik direktörler tarafından geçen seneye
göre farklı pozisyonlara konumlanan bu isimler,
değişikliğe iyi reaksiyon vermiş durumda.
Ancak her ne kadar işler iyi gitse de Sampdoria’nın
çıkış biletinin tek yönlü olup olmadığı konusu
kapalı kutu. Ligde henüz önemli bir takımla
karşılaşmamış olan “i Blucerchiati”, 25 Ekim-8
Kasım arasında sırasıyla Roma, Inter, Fiorentina
ve Milan’la oynayacak. Bu zorlu dönemeç de
atlatılırsa, internette yer alan bir ankette,
Sampdoria’nın ligi Avrupa Ligi bandında
bitireceğini söyleyen %39, 6-10 sırasını savunan
%45 karşısında haklı çıkmanın keyfini yaşayabilir.
Sampdoria beş sene önce ligin zirvesine oynamayı
başarmıştı. O günden beri bazı şeyler değişse de
Manolo Gabbiadini
Stefano Okaka
şehrin takıma inancı yerli yerinde. Güncel filmlerin
afişini forma reklamı olarak alan Cenovalılar
için sahada kendi filmini çekme şansı var.
Kullanacaklar mı, hep birlikte göreceğiz.
Download