SÜREKLİ VE DENGELİ KALKINMA AMACIYLA ÇEVRESEL ETKİLER ÇERÇEVESİNDE SANAYİ GELİŞİMİNİN YÖNLENDİRİLMESİ Melih AKALIN Mustafa YİLDİRİM ÖZET 1. GİRİŞ Sürdürülebilir bir kalkınmanın temel bir göstergesi olarak kabul edilmekte olan sanayileşmenin gelişmesiyle birlikte. Önemli çevre sorunlarının ortaya çıkmaya başladığı ve son yularda bu sorunların çevre tahribi ile birlikte doğal yaşamın ve insan yaşamının taşıyamayacağı tehlikeli boyutlara vardığı gözlenmektedir, ancak, ortaya çıkan bu sorunlar sanayinin büyümesinden değil, yanlış bir biçimde planlanmasından ve yer seçimi hatalarından kaynaklanmaktadır. Diğer bir ifade ile sanayi-çevre uyumunun sağlanamamasından ileri gelmektedir. Toplumların, amaçlanan sosyal ve ekonomik düzeylerini gerçekleştirmek hedefiyle geleceğe bakıldığında, çevre sorunuyla kalkınma sorununun İç içe geçmiş olduğu görülmektedir. ÇEVRE, içinde yaşadığımız ortamdır. KALKINMA ise bu ortam içinde daha iyi yaşamayı, gelişmeyi sağlama çabasıdır. Bu nedenle, çevre kalkınma ayrılmaz bir bütündür. Önceleri sanayileşmenin bir yan ürünü ve zengin ülkelerin sorunu olarak görülen çevre bozulması, gelişmekte olan ülkeler için de hayati bir sorun haline gelmiştir. Yanlış planlama ve yer seçimi sonunda, sanayileşme ve dolayısıyla nüfus yoğunlaşması; bir yandan verimli tarım topraklarının amaç dışı kullanılması, üretim azalması, yeşü alan kaybı gibi çevre sorunlarını yaratırken, diğer yandan sanayi kuruluşlarından çıkan toz, duman, arlık ve zehirli gazlar önemli ölçüde hava, su ve toprak kirliliği yaratmaktadır. Bu arada çevrenin korunmasına yönelik politikaların yeterli bir düzeyde uygulanamayışı sonucundan da sözkonusu zararlar gittikçe büyüyecektir. Bu sorunların temel çözüm noktası; anlamlı bir kalkınmanın ana koşullarından birinin, kalkınma ve çevrenin birbirinin karşıtı değil, tamamlayıcısı olduğu bilincine varılmasıdır. SUMMARY As a consequence of developments in industrialization, which are accepted as the basis syptom of continuous development a series of environmental destruction, these -problems have threatened the wildlife as well as humanlife. These problems have arised from inappropriate site selection & planning but not industrialization itself. As a result of mis-planning & site-selection, industrialization and conse cutively population density began to cause environmental problems such as misusage of fertile agricultural land, dust, smoke, waste and poisonous gases which are coming out from industrial plants have caused air, water and land pollution. If the policies concerning environmental protection are not established and implemented, these damages will gradually increase. A sustainable development can only be achieved, if development strategies are compatible with environmental considerations. 150 Çevre bozulması olgusuna; çevre lie kalkınma arasındaki İlişkileri, birbirlerine olan etkilerini ve özellikle toplumların yaşam standartlarını yükselten sosyal ve ekonomik faktörleri dikkate alan global bir yaklaşım içinde bakılması gerekmektedir. Günümüzde yer alan bazı önemli çevre sorunları; temelde nüfus artışı, teknolojik gelişmenin yarattığı sanayileşme ve sanayileşmenin getirdiği kentleşmeye özgü ulaşım, ısınma, enerji üretimi ve kimyasal desteklemeye dayalı tarımsal faaliyetler sonucu oluşan çeşitli kirleticilerin çevre üzerine yaptıkları etkilerin bir neticesi olarak ortaya çıkmaktadır. Daha çok hava, su ve toprak kirliliği adı altında toplanan bu etkenler doğa üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler sanayi toplumları ile aralarındaki teknolojik farkı kapatmak ve sanayileşmek arzusundadırlar. Çünkü; çağdaş dünyada bir ulusun kendi özgüçü ve saygınlığı büyük ölçüde o ülkenin bilimsel ve teknolojik gelişim düzeyine dayanmaktadır. Ancak, gelişmekte olan ülkeler hem sanayileşme ve hem de sanayileşmenin yaratacağı olumsuz çevre şartlarında mümkün olduğu kadar kaçmak isteğindedirler. Sanayileşme sonucunda, çevre sorunları ile karşılaşacakları bilinci, gelişmekte olan ülkeleri, daha gelişme sürecinin başında çevre sorunlarına ilişkin önlemlerinin büyük ölçüde alındığı bir kalkınma hareketi kavramına götürmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin çevre sorunlarının üstesinden ancak kalkınmanın kendisi gelebilecektir. Bu nedenle, ÇEVRE ve KALKINMA, Türkiye gibi gelişmekte olan bütün ülkeler için, gelişmiş ülkelerden daha farklı ve önemli bir anlam taşımaktadır. Sürekli bir kalkınma anlayışını benimseyen ülkemizin de çevreyle uyumlu bir sanayileşme modelini kur- mak ve uygulamak durumundadır. Ülkemizde de son yirmi yıl İçinde çevrenin bir sorun olarak görülmeye başlandığı, bu sorunlar dizisinin çözümüne ilişkin önlemlerin alınabilmesi için, yasal düzenlemelere ve resmi kurumlar düzeyinde örgütlenmelere gidildiği görülmektedir. Ayrıca, üniversite ve diğer bilimsel kurullarda, çevre ve çevre sorunlarına yönelik araştırma ve çalışmalara ağırlık verildiği, gönüllü kuruluşların bu alandaki etkinliklerini artırdıkları, basın, radyo ve televizyonda konunun daha çok tartışılmaya başlandığı gözlenmektedir. Bu gelişmelerden, Türk kamuoyunun, çevre sorunları konusunda giderek artan bir oranda oluşmaya başladığı ve çevre ile ilgili değerlerin hizlı bir değişime uğradığı bilinmektedir. Türkiye kendi çevre sorunlarını ve şartlarını belirledikten sonra gerekli önlemleri almak için gelişmiş ülkelerin deneyimlerinden de yararlanarak, sanayileşme amacına yönelik temel ekonomik ve sosyal politikalarını rasyonelleştlrebilecektlr. Bütün bu nedenlerden dolayı; anlamlı bir kalkınmanın ana koşullarından birinin, kalkınma ve çevrenin birbirinin karşıtı değil, tamamlayıcısı olduğu bilincine varılmasıdır. Kalkınma ve çevre koruma çabaları çok yakından ilişkili ve birbirlerinin destekieyleisidir. çevresel problemler bir sistem yaklaşımı içinde İncelenmelidir. Salt ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmek uğruna, duyarlı ekosistem dengelerinin bozulması ve insan yaşamına temel teşkil eden bu ortamların yok olması, ekonomik çabaları da anlamsız kılmaktadır. Bu şekilde ortaya çıkan toprak erozyonu, su kaynaklarının giderek daha sınırlı hale gelmesi, su kalitesindeki bozulmalar, ormanların yok olması, çoraklaşma, çölleşme ve buna benzer diğer olgular tüm insanlık İçin önemli boyutlara ulaşan çok olumsuz sonuçlardır. Ancak, gelişme ve kalkınma çabalarına paralel olarak, ekolojik yaşam döngülerine de özen gösterilmelidir. Ekonomik kalkınmayı ve gelişmeyi engellemeden, çevre sorunlarına çözüm getirecek pratik yaklaşımların oluşturulması gerekmektedir. 2. SÜREKLİ VE DENGELİ KALKINMA PERSPEKTİFİNDE SANAYİ-ÇEVRE GELİŞMESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Sanayi, çağdaş bir toplumda ekonominin gelişmesinde bir büyüme etkisi yapmaktadır. Teme! İnsan İhtiyaçlarının pek çoğu ancak sanayinin sağladığı mal ve hizmetlerle karşılanmaktadır. Sanayinin ürünleri çağdaş hayat standardının maddesel tabanını da meydana getirmektedir. Demek ki bütün uluslar değişen ihtiyaçları karşılayabilmek için verimli bir sınai tabana İhtiyaç duymakta ve onu elde etmeyi haklı olarak beklemektedir. Ancak, sanayi, doğal kaynak tabanından malzeme çeker, İnsanların içinde yaşadığı çevreye hem ürün, hem de kirlilik verir. Çevreyi iyileştirme veya bozma gücü vardır. Sanayi ve ürünlerinin, doğa! kaynak tabanı üzerinde bir etkisi olduğu ve bu etki bütün hammadde aramaları, çıkarılması, onlardan ürün elde edilmesi, enerji tüketimi, atık çıkarılması, tüketiciler tarafından ürünlerin kullanılması veya atılması boyunca devam etmektedir. Sınai faaliyetlerin olumsuz çevre etkileri başlangıçta hava, su ve toprak kirliliğinin yöresel sorunları olarak görülmüştür, ikinci Dünya Savaşını izleyen sınai gelişme ve yayılma, çevre bilinci olmaksızın yer almış ve beraberinde kirlenmede hızlı bir yükseliş getirmiştir. Aynı sorunlar Üçüncü Dünya ülkelerinin pek çoğunda, sınai büyüme, kentleşme ve otomobiller yayıldıkça kendini göstermektedir. Kamuoyunda kaygılar hızla artmış, çevrenin korunması ve ekonomik büyüme konularının geniş çapta tartışalması sonucunu getirmiştir. Yenilenmeyen kaynaklar, tanımları İtibariyle tükenebilir olmakla birlikte, son değerlendirmeler yakın gelecekte pek az mineralin tükeneceğini öne sürmektedir. 1960'larm sonlarında, artan bilinçlenme ve kamu kaygıları, hükümetleri ve sanayiyi; hem gelişmekte olan ülkelerde, hem de sanayileşmiş ülkelerde eyleme İtmiştir, Çevre koruması ve kaynak muhafazası politikaları ve programlan ile onları yönetecek kuruluşlar ortaya çıkmıştır. Politikalar, başlangıçta emisyonları azaltmaya dönük düzenleme tedbirleri ile sınırlı iken, daha sonra çeşitli ekonomik araçlar da düşünülmüştür, Vergilendirme, kirletme sorumluluğu, kirlilik kontrol teçhizatını sübvansiyon gibi düzenlemeler getirilmiştir. Sanayi de bu sorunlara, kirlenmeyi ve diğer çevre etkilerini azaltmaya dönük yeni teknolojiler ve sınai süreçler geliştirerek cevap vermiştir. Kirlilik kontrol tedbirlerinin masrafları bazı kirletici sanayilerde hızla artmış ve şirketler kendi çevre politikalarını ve kontrol ünitelerini kurmaya başlamışlardır. Ulusal ve ulaslararası sınai şirketler de yol gösterici çalışmalar ve gönüllü davranış kuralları geliştirmiştir. Çevre kalitesinde önemli iyileşmeler sağlanmış ve hava kirliliğinde pek çok kentlerde bir hayli azalma kaydedilmiştir. Çok sayıda göl ve nehirde su kirliliği düşmüş, bazı kimyasal maddeler kontrol altına alınmıştır. Fakat bu başarılar yalnızca bir kaç sanayileşmiş ülkeyle sınırlı kalmıştır. Ancak, sanayileşmiş ülkeler hala, geleneksel tipte hava ve kara kirliliğinden yakınmaktadır. Üçüncü Dünya ülkelerinin pek çoğunda hava kirliliği, sanayileşmiş ülkelerde 19601ı yıllarda görülenin çok daha üstüne çıkmıştır. Bunların ve önümüzdeki yüzyıl için tahmin edilen büyüme trendlerinin ışığında, sınai kirliliği azaltacak, kontrol edecek ve önleyecek tedbirlerin büyük ölçüde güçlendirilmesi gerektiği ortadadır. Eğer bu yapılmazsa, kirliliğin İnsan sağlığına zararı bazı kentlerde dayanılmaz olacak, mallara ve ekosisteme tehditler artmaya devam edecektir. 1970'lerin başlarında, hem hükümetler ve hem de sanayi; çevre tedbîrlerinin maliyeti konusunda derin kaygılar içindeydi. Bazılarına göre bu tedbirler bir yandan yatırımları, büyümeyi, istihdamı, rekabet edebilirlik niteliğini ve ticareti aşağıya çekerken bir yandan da enflasyonu körükleyecekti. 1984 yılında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) tarafından yapılmış bir değerlendirme çalışması, bir kaç sanayileşmiş ülkede yapılan incelemeler sonucunda, çevre tedbirlerine son yirmi yıldır harcanan paranın büyüme ve istihdam üzerinde olumlu kısa vadeli etki yaptığını, çünkü yarattığı talep artışının eksik kapasiteyle çalışan sanayilerin çıktılarını artırdığını ortaya koymuştur. Sağlık, mal ve ekosistem bozulmasından kaçınmanın faydaları İse çok büyük olmuştur. Daha da önemlisi, bu faydalar harcanan maliyeti 151 genellikle aşmıştır. Maliyetlerle faydalar elbette ki sanayiler arasında farklılık göstermektedir. Sanayide kirliliğin azaltılması maliyetini tahmin etme yöntemlerinden biri, kirlilik kontrol teçhizatına sahip yeni tesislerin maliyetini, böyle teçhizatı olmayan farazi yeni tesislerle karşılaştırmaktır. Besin üretimiyle uğraşan şirketler, demir çelik, paslanmaz metaller, otomobil, kağıt, kimyasal madde, elektrik üretimi dallarında çalışanlar, başta gelen kirleticiler olarak, sanayinin harcadığı kirlilik kontrol masraflarının büyük kısmını yüklenmiştir. Bu maliyetler, bu sanayilerin çoğu için, çeşitli yeni üretim süreçlerini, daha temiz ye daha randımanlı ürünleri ve teknolojileri geliştirme özendiricisi olarak görev yapmıştır. Hatta on yıl önce ekipler kurup çevra standardlarına uygun yeni tekniklerin araştırma ve geliştirmesine yönelen bazı şirketler bugün kendi alanlarında, ulusal ve uluslararası çapta, en rekabet edebilir duruma gelmişlerdir. Atığın yeniden işlenip yeniden kullanılması, birçok sanayi sektöründe kabul edilen uygulama haline gelmiştir. Yeni yakma teknikleri aynı anda hem yanmanın randımanını yükseltmekte, hem de kirleticilerin emisyonunu azaltmaktadır. Yeni ürün ve süreç teknikleri de halen gelişme aşamasında olup, enerji ve kaynak randımanlı üretim metodlarının vaadini taşımakta, kirliliğin azalması, sağlık tehlikelerinin ve kazaların en aza indirilmesi umutlarını getirmektedir. Kirlilik kontrolü bazı sanayileşmiş ülkelerde sanayinin canlı bir dalı haline gelmiştir. Bütün bunların yapılabilmesi, teknolojinin yeniden yönlendirilmesine bağlıdır. Çünkü teknoloji, İnsanlarla doğa arasındaki kilit bağlantıdır. Her şeyden önce, teknolojide yenilik kapasitesinin kalkınmakta olan ülkelerde çok artırılması, bu ülkelerin sürdürülebilir kalkınma gereklerine daha iyi cevap verir duruma getirilmesi şarttır. İkincisi, teknoloji gelişmesinin yönlendirilmesi, çevre etkenlerine daha büyük dikkat sarfedecek şekilde değiştirilmelidir. Sanayileşmiş ülkelerdeki teknolojiler her zaman gelişmekte olan ülkelerin sosyo-ekonomik ve çevre şartlarına uygun olmadığı gibi, bu şartlara kolayca adapte edilebilecek gibi de değildir. Sorunu daha da zorlaştıran durum, dünyada yapılan çoğu araştırma çalışmalarının, bu ülkelerdeki belli başlı sorunlara pek az yönelmiştir. Madde teknolojisinde, enerji tasarrufunda, enformasyon teknolojisinde ve biyoteknolojidekl en son yeniliklerin gelişmekte olan ülkelerin ihtiyaçlarına uyum sağlayabilmesi İçin yeterli çalışma yapılmamaktadır. Tüm ülkelerdeki, alternatif teknoloji yaratma, geleneksel teknolojileri iyileştirme, ithal teknolojileri seçip uygulama faaliyetleri, çevre kaynaklarına duyulan kaygılar doğrultusunda yapılmalıdır. Ticari kuruluşlarca yapılan teknolojik araştırmaların çoğu, piyasa değer) olan mamul ve süreç yeniliklerine hasredilmiştir. Oysa sosyal yararlar sağlayacak teknolojilere de İhtiyaç vardır. Teknolojiyle veya gelişmeyle İlgili kararlardan kaynaklanan çevre riskleri, o kararlar üzerinde hiç etkisi olmayan, ya da çok az etkisi olan kimselere ve bölgelere zarar vermektedir. Ulusal ve uluslararası kurumsal mekanizmalar, yeni teknolojilerin potansiyel etkilerini, daha o teknolojiler yaygın şekilde kullanılmaya başlamadan önce değerlendirilmeli, bunların 1İ2 üretiminin, kullanımının ve tasfiyesinin çevre kaynaklarını fazla zorlamayacağı garantiye alınmalıdır. Doğal sistemlere olan büyük müdahaleler İçin de aynı şeyler gereklidir. Ayrıca istemeyerek yaratılmış sonuçlardan doğan zararlar konusunda, sorumluluğun güçlendirilmesi ve yürürlüğe konması da gereklidir. Sürdürülebilir kalkınma stratejisinde baştan sona ana tema, karar vermede ekonomik ve ekolojik düşünceleri entegre etmektir. Bu ikisi esasen gerçek dünyanın işleyişinde entegre durumdadır. Bu da her düzeydeki tavır ve amaçlarda ve kurumsal uygulamalarda bir değişikliği gerektirmektedir. Ekonomik ve ekolojik kaygıların mutlaka birbiriyle çelişkili olması gerekmez. Tarım yapılan toprağın kalitesini korumaya ve ormanların korunmasına dönük politikalar uzun vadede tarımsal gelişmeye olumlu etkiler yapmaktadır. Enerji tasarrufundan ve madde kullanımı tasarrufundan sağlanan kazançlar hem ekoloji amaçlara hizmet etmekte, hem de maliyeti düşürmektedir. Ama ekonomik ve çevresel amaçların bu uyumu çoğu zaman, kişi veya grup çıkarları sebebiyle sağlanamamakta, başkaları üzerindeki etkisi dikkate alınamamaktadır. Bu katılıkların en önemlilerinden biri, tek bir sanayi veya sektör İle İlgilenmek, sektörlerarası bağlantıların önemini görememektir. Modern tarım, ticari olarak üretilmiş enerjiyi büyük miktarda kullanırken pek çok da sınai ürün kullanmaktadır. Daha geleneksel olan bir ilişki, yani tarımın da sanayi İçin gerekli hammaddelerin kaynağı olması ilişkisi, sentetiklerin giderek daha yaygın olarak kullanılmasıyla hafifletilmektedir. Enerji-sanayİ İlişkisi de değişmekte, sanayileşmiş ülkelerin sınai üretimindeki enerji yoğunluğunda güçlü bir azalma görülmektedir. Fakat Üçüncü Dünya'da sanayi tabanının yavaş yavaş temel madde üreten sektörlere doğru kayması sınai üretimin enerji yoğunluğunda bir artışa doğru gitmektedir. Sektörler arasındaki bu ilişki, ekonomiyle ekoloji arasında karşılıklı bağımlılık düzenini oluşturmakta, fakat bu düzenler çizilen politikalara nadiren yansımaktadır. Sektörel örgütlenme, yalnız o sektörün amaçlarını dikkate alıp, diğer setörlere olan etkileri bir yan etki olarak görme eğilimindedir. Bugün karşımıza dikilen çevre ve kalkınma sorunlarından pek çoğunun kökleri, sorumluluğun sektörler arasında parçalanarak dağılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma bu tür bölünmelerin üstesinden gelinmesini gerektirmektedir. Sürdürülebilirlik, kararların etkileri konusunda daha geniş sorumlulukların yürürlüğe girmesine ihtiyaç gösterir. Bunu sağlamak için de ortak çıkarları uygulayacak hukuki ve kurumsal çerçevenin değişmesi gerekmektedir. Hukuki çerçevedeki değişikliklerin en Önemlisi, sağlık ve refah İçin yeterli bir çevrenin gelecek kuşaklar dahil, tüm insanlar İçin gerekli olduğunu kabul etmektir. Böyle bir görüş, kamu ve özel kaynakları kullanma hakkını uygun bir sosyal çerçeveye oturtur ve daha belirli tedbirler için bir amaç hazırianmış olur. Sanayileşmiş ülkeler kendi enerji tüketimlerlyle biyosferi kirletmekte, esasen kıt olan fosil yakıtları tüketmektedir. Enerji tasarrufunda son zamanlardaki gelişmeler ve daha az enerji-yoğun sektörlere dönüş, tüketimin düşürülmesine katkıda bulunmuştur. Fakat bu süreç devam ettirilip kişi başına tüketim düşürülmeli, kirletmeyen kaynaklara ve teknolojilere dönüş yapılmalıdır. Gelişmekte olan ülkelerin de sanayileşmiş ülkelerdeki enerji kullanım biçimlerini taklit etmesi hem doğru değildir, hem de arzu edilmemektedir. Bu biçimlerin daha İyiye doğru değiştirilmesi İçin kentsel gelişmede, sanayinin yerinin tayininde, konut tasarımında, ulaşım sistemlerinde, tarımsal va sınai teknolojilerin seçiminde yeni politikalara gereksinim duyulmaktadır. 3. ÇEVRE NEDİR, HAVA, SU VE TOPRAK KİRLİLİĞİ OLARAK BİLİNEN ÇEVRE SORUNLARİ VE BU SORUNLARI ÖNLEYİCİ TEDBİRLER 3.1, Çevre Nedir: En genel anlamıyla, bir canlının yaşam ortamı olarak tanımlanabilen "Çevre", çeşitli yönleriyle ele alınıp, farklı biçimde tanımlanabilir. Coğrafi açıdan çevre, insanın çevresi içindeki her türlü faaliyetinin incelenmesi, İnsanla çevresi arasındaki karşılıklı etkileşimin kurallarının ortaya konması olarak ifade edilirken, ekonomik açıdan çevre, doğa ve İnsan tarafından şekillendirilen elemanların tümü olarak görülmektedir. Toplumbilimciler çevreyi, bir bireyin, bir toplumsal kümenin ya da bir toplumun biyolojik, toplumsal, kültürel yaşamını etkileyebilecek dış etmenlerin tümü olarak tanımlarken, ekolojistler, çevreyi doğal ve yapay çevre olarak değerlendirmektedirler. DOĞAL ÇEVRE: Doğa etkilerinin ,doğa güçlerinin oluşturduğu, İnsan etkisinin henüz hiç girmediği ya da Önemli ölçüde değiştiremediği çevredir. YAPAY ÇEVRE:insanlar toplumsal yaşam ilişkileri İçinde doğal çevredeki kaynakları kullanarak, teknolojiyi geliştirerek ekonomik etkinliklerde bulunurken doğal çevreden farklı olan yapay çevreyi oluştururlar. İnsan ve doğa arasındaki bu İlişki, sürekli bir biçimde doğa aleyhine değişmektedir. Hava, su ve toprak çevrenin fiziksel unsurlarını oluşturmakta ve çevre kirliliği olarak bilinen etkiler canlı hayatı üzerinde olumsuz etkiler bırakmaktadır. 3.2. Hava K i r l i l i ğ i : Hava kirliliği, doğal olaylar, sosyal ve ekonomik etkinlikler sonucu oluşan İs, duman, toz, gaz, buhar ve aeresol biçimindeki kirleticilerle havanın doğal bileşimi ve yapısının olumsuz yönde etkilenmesi olarak tanımlanabilir, Hava kirliliği ile mücadelede esas amaç, kirliliğin, İnsan sağlığı ve doğal çevrenin korunması nedeniyle önceden belirlenen sınırlar İçerisinde tutulmasıdır. insan sağlığını ve doğal dengeyi tehdit eden hava kirleticilerinin büyük bir bölümü, amaçlanan yaşam ve ekonomik düzeyin gerçekleştirilmesi İçin gerekli enerjinin oluşturulmasında, enerji altyapısında kullanılan yakıtlarla İlgili yakma sistemlerinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, hava kirliliğinin en önemli nedeni yakma sistemleri olduğundan, sadece yanmadan kaynaklanan hava kirliliği üzerinde duracağız. Artan nüfus, yaşam düzeyi ve sanayileşmeye bağlı olarak enerji tüketimi, dolayısıyla çevreye atılan hava kirleticiler aşırı biçimde artmakta ve doğal çevreyi tahrip eden boyutla- ra ulaşmaktadır. Hava kirliliği olgusu sosyal, teknik ve ekonomik boyutları ile karmaşık bir yapı göstermekte ve her ülke kendi yapısına uygun teknik ve yasal önlemlere gitmektedir. Atmosfere yayılan hava kirleticiler ülkeler arası sınır tanımamaktadır. Bu nedenle, hava kirliliğinin doğal çevreye olan etkisi yönünden zararsız sınırlar İçerisinde tutulabilmesi uluslararası işbirliğini gerektirmektedir. Her ülkede oluşan hava kirliliğinin boyutları ve Özellikleri en başta o ülkelerin enerji alt yapısı tarafından belirlenmektedir. Hava kirliliğinin kontrolü İle İlgili uygun bir modelin oluşturulabilmesi ve bu amaca yönelik sağlıklı yatırım politikalarının belirlenebilmesi İçin; enerji altyapısı özelliklerinin, enerji altyapısı-hava kirliliği arasındaki İlişkinin, hava kirliliğinin azaltılması amacıyla yapılacak yatırımların ulusal ekonomiye etkisini belirleyen ayrıntılı incelemeler gerekmektedir. Niteliği İtibariyle, çevre sorunlarını yaratıcı özellikte olan yakıtların, sosyal ve ekonomik yaşamda çevre sorunları yaratmadan, çevre İle uyumlu biçimde kullanılabilmelerini sağlayıcı yasal ve teknik düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. 3.2.1. Türkiye'nin Enerji Altyapısı Türkiye'nin enerji altyapısı ve enerji dengesi son yıllarda hızlı bir gelişme ve yapısal değişme sürecine girmiştir. Bu değişiklikler; enerji girdilerinin çeşitlendirilmesi, enerji altyapısının yeni kaynaklara açılması, enerji yatırımlarının hızlandırılması ile ilgili yeni yaklaşımların getirilmesi, enerji altyapısını çevre İle uyumlu hale getirilmesine yönelik yeni yasal düzenlemelere gidilmesi olarak özetlenebilir. Çevre Kanunu ile Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği, enerji altyapısına çevre boyutunu kazandırmaktadır. Türkiye'nin birincil enerji kaynakları ve rezervleri, gelişen ekonomisi İçin gerekli enerjinin karşılanması ve enerji dengesinin oluşturulması İçin yeterli görülmemektedir. Hidrolik potansiyelin elektrik ve tarımsal üretimin artırılmasına yönelik yoğun yatırımlar sürdürülmektedir. Yakıt özelliği, yakma sisteminin işletme biçimi, baca tasarımı, bakım onarım ve benzeri faktörlerin enerji ekonomisine ve özellikle hava kirliliğine etkisi büyük önem taşımaktadır. Türkiye'nin enerji altyapısı detaylı olarak incelendiğinde, enerji altyapısının çevre (hava, su, toprak) kirletici özellikte olduğu görülmektedir. 3.2.2. Hava Kirliliğini Etkileyen Faktörler Konut, sanayi ve ulaşım sektörlerindeki yakma sistemlerinin çevrede oluşturduğu hava kirliliği; yakılan yakıt miktarına, yakıt türlerine, yakıt ve yakma sistemi özelliklerine, sistemlerin İşletme biçimleri ile topografik ve meteorolojik koşullara bağlıdır. Yakma sistemlerinden atmosfere yayılan birinci derecede hava kirleticiler: tozlar (partiküiler}, kükürtdioksit ve azotoksitlerdir. İkinci derecede hava kirleticiler İse hidrokarbonlar, karbonmonokslt, diğer ağır metaller (kurşun, çinko, kadmiyum) hidrojen florür ve hidrojen klorürdür. Enerjiyi verimli kullanmak (enerji tasarrufu) hava kirliliğinin azaltılmasında birinci faktör olarak ortaya çıkmaktadır. Yakıt kullanımı en aza indirilirken, yakma sistemlerinden atmos- 15Î fara atılan hava kirletici miktarı da en aza düşürülmektedir. Hava kirliliğini etkileyen ikinci faktör yakıtın kirletme özelliğidir. Bir yakıtın kirletme özelliği en başta yakıtın yapısal olarak İçerdiği kirletici maddelerin oranlarına bağlıdır. 3.2,3, Hava K i r l i l i ğ i n i yonların Kontrolü Oluşturan Kirletici Emis- Hava kirliliğinin oluşum mekanizmasının anlaşılması, kirlilik önlemlerinin sınıflandırılması, kirlilik kontroluna yönelik sağlıklı yaklaşım ve çözümlerin getirilmesinde, yanma süreçlerinde kirletici akışı ve kirletici dengesinin iyi bilinmesi gerekmektedir. kaynaklanan egzos emisyonlarının önlenmesi İçin, kurşunsuz benzin kullanılmasına çalışılmakta ve motorlu taşıtların tam yanmayı sağlayacak şekilde yakma ünitelerinin fenni muayene esasında ayarlarının yapılmasını öngörmektedir. Ayrıca ısıtmada, iyi yakmayı gerçekleştirmek amacıyla kalorifer ateşçilerinin eğitimi sağlanmaktadır. - iyi yakıt, iyi yakma ve iyi yanmaya rağmen yanma sonrası oluşan kirliliği filtrasyonla tutma uygulamaları yapılmaktadır, - Isı yalıtımını sağlamak ve yaygınlaştırmayı gerçekleştirmek için, ilgili kuruluşlarla koordinasyon sağlanarak çalışmalar sürdürülmektedir. Herhangi bir bölgede oluşan kirlilik; yakın çevredeki yakma sistemlerinden oluşan ve "Birincil Kirleticiler" olarak bilinen kirleticiler İle, uzak çevreden oluşan ve "İkincil Kirleticiler" olarak İsimlendirilen hava kirleticilerin toplamından oluşmaktadır. Kirletici kaynakların neden olduğu hava kirliliğinin kontrolunda uygulanan yöntemleri şu şekilde belirtebiliriz. - Endüstri sektörü faaliyetinin sonucu atmosfere yayılan emisyonları kontrol altına almak İçin, İşletmelerin emisyon İzinleri, Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği dahilinde sürdürülmektedir. - Enerjinin verimli kullanımı ile toplam kirletici emisyonların azaltılması, - Merkezi ısıtma ve akışkan yataklı yakma sistemlerinin uygulanması, - Kirletici Özelliği az olan yakıtların kullanılması, yakıt hazırlama teknolojileriyle yakıtların çevre ile uyumlu hale getirilmesi, - Kentleşmenin, meteorolojik koşullara olumsuz etkilerinin önlenmesi çalışmaları, - Uygun yakma sistemleri ve teknolojileri İle hava kirleticilerin bir bölümünün yanma odasında tutulması, - Hava kirliliği atlaslarının çıkarılmasıdır. - Hava kirleticilerin baca çıkışı öncesinde baca gazlarından arıtılması, - Bacadan yayılan gazların olabildiğince atmosfere karıştırılarak, geniş bir alana yayılması yoluyla havadaki kirletici konsantrasyonları sınır değerlerin altında tutulmaya çalışılması gerekmektedir. Son yıllarda ülkemizde de toplumsal bir sorun olarak hissedilen hava kirliliğinin kontrolünde; Başbakanlık Çevre Genel Müdürlüğünce, 2872 sayılı Çevre Kanunu çerçevesinde Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği çıkarılmış ve ayrıca hava kirliliğinin kontrolünde etkinliği görülecek olan Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği ile ilgili çalışmalar sürdürül-mektedir. Hava kalitesinin Korunması Yönetmeliği esas alınarak, İlgili kamu kurum ve kuruluşları ile koordinasyon sağlanmıştır. Çalışmalarımız kısa, orta ve uzun vadede gerçekleştirilmektedir. Kısa vade olarak görülen süreçte gerçekleştirilen çalışmalar da; - Türkiye genelinde mevcut kirliliğin tesbiti: Şu anda 52 ilimiz ve 4 ilçemizde sürekli ölçüm yapılmaktadır. - Tesblt edilen mevcut kirlilik etmenlerine göre kentlerimizde, mülki amirlikler ve yerel yönetimler Umumi Hıfzıssıhha Kanunu çerçevesinde önlem almaktadır. - İyi yakıt, iyi yakma ve İyi yanmayı sağlamak üzere kirliliğin yoğun olarak görüldüğü kentlerimize ithal kömür, doğal gaz ve iyileştirme İşlemlerinden geçirilerek, daha nitelikli hale getirilen linyit kömürleri verilmektedir. Ulaşım kesiminden 154 Orta ve uzun vadede yapılacak çalışmalar da; • Alternatif enerji planlaması çalışmaları, - Yeşil alan çoğaltılması, 3.3. Su Kirliliği Su kirliliği, su kaynağının kimyasal, fiziksel, bakteriyolojik, radyoaktif ve ekolojik özelliklerinin olumsuz yönde değişmesidir. Su kirliliği, özellikle evsel, endüstri ve diğer sektörlerden kaynaklanan atıklardan ileri gelmektedir. Deniz, nehir ve göllerde kirletici etki yapabilecek unsurları da şu şekilde sınıflandırmamız mümkündür. - Bakteriler, virüsler ve diğer hastalık yapıcı canlılar: Suların hijyenik açıdan kirlenmesine neden olan bu organizmalar, genellikle hastalıklı veya portör (hastalık taşıyıcı} olan hayvan ve insanların atıklarından kaynaklanmaktadır. - Organik maddelerden kaynaklanan kirlenme: Hayvan ve bitki atıkları ile tarımsal atıkların yüzeysel sulara karışması sonucunda ortaya çıkan kirlenmedir. Bu maddelerin alıcı su ortamlarında yarattıkları oksijen İstemi su kalitesi açısından önem taşımaktadır. • Endüstri atıkları: Çeşitli endüstrilerden ileri gelir ve fenol, arsenik, siyanür, krom kadmiyum gibi tokslk maddeler içermektedir. Teknolojik gelişmeye paralel olarak, endüstri atıklarının İçerdikleri maddelerin bir yandan türleri artmakta diğer yandan da bu bileşenlerin kimyasal yapıları giderek karmaşıklaşmaktadır. - Yağlar ve benzeri maddeler: Tankerler ve boru hatları ile taşınan petrolün yüzeysel sularda bıraktığı kirlenmedir. - Sentetik dererjanlar: Bu tip deterjanların İçerdikleri fosfatlar yüzeysel sularda ötröfikasyona (aşırı bitki üremesi) ve dolayısıyla İkincil kirlenmeye neden olmaktadır. • Radyoaktif atıklar: Nuklear atıkların yeraltında veya denizaltında saklanmaları sırasında meydana gelen radyoaktif sızmalar toksik etkiler açısından önem taşımaktadır. Radyoaktif kirlenme, hastahanelerden, araştırma kuruluşlarından, bazı endüstri dallarından ve nükleer silah denemeleri sonucunda meydana gelmektedir. - Pestisitler: Bu tür yapay organik maddeler, zararlı böcek, bitki ve mantarlarla mücadelede kullanılmaktadır. Uygulamada genellikle insanlara zararlı olmayacak derecede düşük dozlarda verilmelerine rağmen, uzun zaman süreleri boyunca bu maddelere maruz kalındığında, zararlı etkileri görülmektedir. • Yapay organik kimyasal maddeler: Bu maddeler farmasofik, petrokimya ve zirai kimya endüstrilerince üretilmektedir. - Anorganik tuzlar: Bu maddeler toksik olmayıp, ancak çok yüksek dozlarda kirletici olabilirler. • Yapay ve doğal tarımsal gübreler: Gübrelerin içerdiği azot ve fosfor, sulamadan dönen drenaj sularıyla yüzeysel sulara karışır. Azot ve fosfor bu ortamlarda İkincil kirlenmeye neden olurlar. - Atık ısı: Tak geçişli soğutma suyu sistemlerine sahip termik santraller, yüzeysel sulara büyük miktarlarda atık ısı verir. Suyun sıcaklığının artması bir yandan doğal arıtma süreçlerini hızlandırırken öte yandan oksijenin sudaki doygunluk derişimin! azaltır. Sıcaklığı artmış sular, ayrıca içmesuyu kaynağı olarak da uygun değildir. Su kirliliğinin oluşmasında en önemli faktör olarak endüstri sektörü gelmektedir. Sanayiden kaynaklanan kirliliğin önlenmesi için, Başbakanlık Çevre Genel Müdürlüğü, 2872 sayılı Çevre Kanunu gereğince "Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği"ni hazırlayarak yürürlüğe koymuştur. Ülkemizde su kirliliğinin önlenmesinde sözkonusu yönetmelik esas alınmakta ve gerekli görülen endüstri dallarında arıtma sistemlerinin kurulması çalışmalarına başlanılmaktadır. Deniz kirliliğinin önlenmesinde de "Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin yanı sıra "Gemi ve Deniz Araçlarına Verilecek Cezalarda Suçun Tespiti ve Cezanın Kesilmesi Usulleri Yönetmeliği" etkili olmaktadır, Deniz taşımacılığı yapan petrol tankerlerinin denize verdiği petrol atıklarının önlenmesinde, Uluslararası Denizcilik Teşkilatı (IMO), "Mar-Pol 73/ 78" dediğimiz uluslararası anlaşmayı geliştirerek uygulamaya koymuştur. Ayrıca bir bölgede bulunan devletler, 1987de Akdeniz Çevre Kirliliği anlaşmasını imzalamışlardır. haşere öldürücü İlaçlar, toprağı kirleten en önemli kirletici kaynaktır. Bunlar ilk uygulama anında veya bir müddet daha faydalı olsalarda yağışlarla yüzeysel sulara veya yeraltı sularına karışmaları önlenememektedir. Bu İlaçların toprak İçindeki dayamklığt çeşitli özelliklerine göre değişmektedir. Arsenik, kurşun, bakır ve civa İçeren ağır metal ilaçlar toprağın biyolojik özelliklerini uzun yıllar etkileyen çok zararlı kirleticilerdir. Ziraat yapılan tüm alanlarda gün geçtikçe daha çok gübre kullanılmaktadır. Bunların zararlı tarafı gübre İçinde bulunan bir takım maddelerin drenaj suyuna sızmasıdır. Sanayileşmenin nadan olduğu toprak kayıpları: Türkiye'de 1950'lerin sonunda, sanayileşme ve kentleşme gereksinimleri yüzünden yılda en az 25,000 ha. tarım toprağının yitip gitmekte olduğu ve 1939 yılı İtibariyle toplam 26.526.555 ha. olan I.-IV. sınıf tarım toprağının 171.922 ha'nın bu amaçla kullanılmakta olduğu bilinmektedir. Çukurovada sanayinin kapladığı verimli tarım toprakları 1956 yılında 63 ha. iken, 198Q'de bu 25.556 ha'a yükselmiştir, içel ilinde son 22 yılda, 2618 ha tarım toprağı sanayi ve yerleşim alanlarına dönüştürülmüştür. İstanbul ve İzmit Körfezi çevresindeki durum da bundan pek farklı değildir. İstanbul'da 1970-1980 yılları arasında, sanayi ve kentsel yerleşme nedeniyle elden çıkmış bulunan tarım toprağı miktarının 48.203 ha. olduğu saptanmıştır. Marmara bölgesinde, tarımsal alanların sanayileşme nedeniyle elden çıktığı diğer bir yerleşim merkezi de Bursa'dır. İzmir'de de sanayi kuruluşlarının daha çok Körfezbaşı, Bornova, Gaziemİr ve Büyük Çiğli nehri deltasına yerleşerek, verimli tarım toprakları kaybına yol açmaktadır. Hızlı bir sanayileşme ve kentleşme sürecine girmiş bulunan İç Anadolu'nun bazı kentlerindeki 1. ve II. sınıf sulu tarım topraklarının amaç dışı kullanılarak, elden çıktığı saptanmıştır. .Ülkemizde tarım topraklarının tarımsal amaç dışı kullanımı, sınırlı bulunan verimli tarım alanlarını gereksiz yere daraltarak ülkenin tarımsal üretim potansiyelini düşürmektedir, Bu durum, çiftçilerin işsiz kalmalarına, bazı sulama yatırımlarının ölü yatırımlara dönüşmesine, sanayi kuruluşlarının çekim merkezleri oluşturması nedeniyle çevre kirlenmeleri ve benzeri sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. 3.5. Sanayi-Çevre Etkileşimini Düzenlemede Aîtıncı Beş Yıllık Kalkınma Planında Öngörülen Tedbirler Toprak, insanların en önemli doğal kaynaklarından birisidir. Günümüzde çevre kirlenmesiyle birlikte toprak kirliliği de sözkonusudur. Toprağın bu kirlenmesi tarım için kullanılan İlaçlardan, gübrelerden, endüstri atıklarından, radyoaktif izotoplardan, petrol ile diğer katı ve sıvı atıklardan ve beton, asfalt, kalay, demir, kurşun, alüminyum, polietilen gibi kirleticilerden İleri gelmektedir. Ekonomik gelişmenin önemli bir göstergesi olarak kabul edilen sanayileşmenin Türkiye'deki gelişimiyle birlikte, bazı - çevre sorunlarının ortaya çıkmaya başladığı ve son yıllarda bir takım yörelerimizde bu sorunların çevre tahribi ve kirlenmelerle tehlikeli boyutlara ulaştığı gözlenmektedir. Bu nedenle, sanayinin gelişimi ile ortaya çıkan çevre sorunlarının Önlenmesinde, bugüne kadar uygulanan Kalkınma Planlarında çeşitli önlemler alınmıştır. Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planında da sanayi-çevre uyumunun sağlanması bakımından öngörülen tedbirler aşağıda belirlenmiştir. Tarımsal verimi artırmak için, bitkilere ve toprağa uygulanan İnsan sağlığını ve doğal dengeli koruyarak, sürekli bir eko- 3,4. Toprak Kirliliği 16S nomik kalkınmaya İmkan verecek şekilde doğal kaynakların yönetimin! sağlamak ve gelecek nesillere insana yakışır bir doğal, fiziki ve sosyal çevrenin bırakılması ana hedef olarak belirlenmiştir. Sanayi kuruluşları, tatil köyleri ve sitelerinin ortak arıtma tesisleri kurmaları için gerekli mevzuat düzenlemelerinin yapılması ve arıtma konusundaki araştırmalar desteklenerek, Özellikle biyoteknolojinin atıksu arıtılmasında uygulanması ve bu konuda araştırma yapılmasına önem verilmesi öngörülmektedir. Ayrıca, enerji üretimi, iletilmesi, dönüştürümü ve kullanımında çevre faktörünü gözönüne alan ekonomik değerlendirmenin yapılması, enerji üretiminde çevre kirliliğini azaltmak İçin gerek mevcut, gerekse yeni kurulacak tesislerin özelliklerine uygun teknoloji transferi ve AraştırmaGeliştirme çalışmalarına ağırlık verileceği ve yenilenebilir enerji kaynakları bakımından mevcut potansiyelden yararlanmak için gerekil programların desteklenmesi hususu benimsenmiştir. Bu kapsamda özellikli akışkan yatakla yakma teknolojisinin araştırılarak geliştirilmesi ve kullanım çalışmalarının desteklenmesi planlanmaktadır. Petrol ürünlerinin kalitesinin iyileştirilmesi ile tüketimi sırasında ortaya çıkabilecek çevre kirliliğine karşı gereken tedbirlerin alınması, nükleer tesisler ve iyonlaştırıcı radyasyonla çalışılan tesislere yönelik mevzuat geliştirilmesi, büyük hidroelektrik santrallerin ekolojik ve sosyo-ekonomik dengede oluşturduğu önemli değişikliklerin boyutlarının belirlenmesi ve etkilerini azaltacak önlemlerin alınması, bir diğer önemli tedbir sanayinin ürünlerinden olan kimyasalların rasyonel kullanımının sağlanması ile çevreye olan zararlarının asgari düzeye indirilmesi, çevreyi etkileyen kimyasalların yarılanma süreleri ve dönüştükleri diğer kimyasal maddeler açısından sistemli bir şekilde kontrol edilmelerinin' sağlanması ve kimyasalların tanımlanması ve bildirimlerinin uluslararası alanda benimsenmiş olan prensiplere göre yapılması öngörülmektedir. Yabancı ülke atık ve artıklarının Türkiye'ye girmesinin Önlenmesi, ülka içindekilerin zararsız hale getirilmesi ve AT çevre politikalarına uyum İçin başlatılan çalışmaların sürdürülmesi ve uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi de konuda alınan önemli hedefler arasında yer almaktadır. 4. ÇEVRE ÖRGÜTLENMESİ Türkiye'de, 197O'II yıllara gelinceye kadar, çevre örgütlenmesi konusunda bir bütünlükten söz edilemezdi. Merkezde ve illerde birçok kuruluş, kendi etkinlik alanına giren çevre konularında, birbirinden habersiz ve dağınık bir biçimde bir takım çalışmalarda bulunmuşlardır. Bu çok sayıdaki birim arasında dağılmış bulunan görev ve yetkiler, eşgüdüm sorunu yarattığı için bir örgüte gereksinim duyulmuş ve ilk kez 1974 yılında, Imar-lskan Bakanlığının başkanlığında ve İlgili Bakanlıklardan oluşan "Çevre Sorunları Koordinasyon Kurulu" kurulmuştur. Daha sonra 1978'de Yüksek Çevre Kurulu ile Başbakanlık Çevre Müsteşarlığından oluşan Başbakanlık Çevre Örgütü kurulmuştur. 2872 sayılı Çevre Kanununda da kabul edilen bu örgüt, 222 sayılı Kararname ile kaldırılarak, çevre Örgütlenmesi yeniden düzenlenmiştir. Son Değişikliklerle 188 çevre örgütü, Merkezde Çevre Genel Müdürlüğü İle İllerde Yerel Çevre Kurullarından oluşmaktadır. Bugünkü çevre örgütlerini de aşağıda belirtilen şekilde sınıflandırabilirz. 1- Kamu Kuruluşları: - Başbakanlık Çevre Genel Müdürlüğü - Yerel Çevre Kurulları - Bakanlık Birimleri - Belediyeler - Eğitim ve Araştırma Kurumları 2- Gönüllü Kuruluşlar: - Dernekler - Vakıflar 5. SONUÇ Yeryüzünün karşı karşıya bulunduğu çevre baskıları, bugün, insanlığın en büyük endişesidir. Üzerinde durulması ve tartışılması gereken en önemli nokta, kalkınmanın ve insanlığın sahip olduğu kaynakların sürdürülebilir olmasıdır. Daha açık bir ifadeyle; gerek kalkınmanın, gerek kaynakları kullanmanın; tahrip edici, bozucu, çlrklnleştirlci bir şekilde değil, kötümserliğe yol açmayacak bir tarzda, devamlılığı sağlayacak bir anlayış içinde ele alınması ve yönetilmesidir. Sİnaİ kirlenme ve kaynak bozulması konularında çaba gösterilirken, sanayinin, hükümetlerin ve kamuoyunun açık bilinçlenme İçinde olması gerekmektedir. İcra organları çevre hedefleri belirlemelidir. Çevre kanunlarını, mevzuatı, teşvikleri ve standardları sınai kuruluşlara empoze etmelidir. Bu politikalar geliştirilirken sinal kirlenme ve tehlikeli atıklarla ilgili kamu sağlığı sorunlarına öncelik tanınmalıdır. Bu nedenle, çevresel problemler bir sistem yaklaşımı içinde İncelenmeli ve ekonomik kalkınmayı ve gelişmeyi engellemeden, çevre sorunlarına çözüm getirecek pratik yaklaşımların oluşturulması gerekmektedir. Gelişmekte olan ülkeler kapsamına girmekte olan ülkemizde de görülen sanayileşme çabaları sonucu oluşan çevre sorunlarına yönelik olumlu çalışmalar gözlenmektedir. Çevre Kanunu çıkarılmış ve kanunun öngördüğü ve özellikle hava, su, toprak ve gürültü kirliliğine yönelik yönetmelikler çıkarılarak yürürlüğe konulmuştur. Çevre Kanunu ve ilgili yönetmelikler çerçevesinde, sanayi tesislerinden çevreye atılan kirleticiler, Başbakanlık Çevre Genel Müdürlüğünün koordinatörlüğünde ilgili yerel yönetimler tarafından kontrol edilmekte ve gerekli önlemlerin alınması sağlanmaktadır. Ayrıca üniversite ve diğer bilimsel kurullarda, çevre ve çevre sorunlarına yönelik araştırma ve çalışmaların başlatıldığı, gönüllü kuruluşların bu alandaki etkinliklerinin arttığı, basın, radyo ve televizyonda konunun işlenerek kamuoyu oluşturulması ve benzeri çalışmalar sürdürülmekte ve uluslararası sözleşmeleri kabul ederek, bu sözleşmelerin Türkiye'de uygulamasını sağlamaktadır. Sürdürülebilir kalkınma en geniş anlamı İle alındığında, gerek İnsanlar arasında, gerekse insanlıkla doğa arasındaki uyumu yükseltmeyi amaçlamakta ve sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak için temel kriterlerin sağlanması gerekmektedir, Sözkonusu olan bu kriterler; karar alınmasında vatandaşların etkin katılımının sağlanması, kendi çabasıyla sürdürülebilir biçimde üretim fazlası ve teknik bilgi sağlayabilecek bir ekonomik yapının oluşturulması, gelişme için gerekli ekolojik tabanı korumaya özen gösteren bir üretim yapısı, durmadan yeni çözümler arayabilecek bir teknolojik sistem, ticaret ve finansmanda sürdürülebilir düzenleri destekleyen bir uluslararası sistem ve benzeri unsurlardan oluşmaktadır. KAYNAKÇA [1] Dr. ÖZDEMIR Şevket. "Türkiye'de Toplumsal Değişme ve Çevre Sorunlarına Duyarlılık" [2] Prof.Dr, DURMAZ Ali, Prof. Dr. ERCAN Yücel, "Yanmadan Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü" [3] Prof.DÂLES J.H, "Çevre Sorunlarının Hukuki ve Ekonomik Temelleri" [4] USLU Orhan, "Çevresel Etki Değerlendirmesi" [5] Birleşmiş Milletler Dünyü Çevre ve Kalkınma Komisyonunca Hazırianan "ORTAK GELECEĞİMİZ" [6] Dr. USLU Orhan, Dr, TÜRKMEN Ayşen, "Su Kirliliği ve Kontrolü" 6, Beş Yıllık Kalkınma Planı Maiih AKALIN 195-1 yılında Ankara'da doğdu. İlk Orta ve Lise tahsilini Ankara'da yaptı. 1976 yılında Ankara Üniversitesi Fen Fakültesinden Kimya Yüksek Mühendisi olarak mezun oldu. 197S yılında ise Ankara İktisadi va Ticari İlimler Akademisi işletme Yönetimin'den Master çalışmasını tamamladı, 1976 • 1989 yılları arasında Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Garni Müdürlüğünde görev yaptı. Bu kurumda son olarak Kömür Teknolojisi v« Çevre Sorunları Şube Müdürlüğü görevinde bulundu. Halen Başbakanlık Çevre Genel Müdür Yardımcılığı görevini yürütmektedir, S. ve 6. BYKP çalışmalarında bulundu. Halen 6. BYKP için oluşturulan Enerji Üratlmda Çevre Politikaları Daimi Özel İhtisas Komisyonu Başkanlığı görevini sürdürmektedir. Yurtiçi ve yurtdışı projelorinde çalışmaları oldu. Birçok makale ve bildirisi yayınlandı. İngilizce bilmektedir. Mustafa YİLDİRİM 1958 yılında Konya'da doğdu. İlk, Orta ve Lise tahsilini Konya'da yaptı. 1979 yılında Çukurova Üniversitesi Mühendislik bölümünden Makine Mühendisi olarak mezun oldu. 1979 yılında kısa bir sûre İşletmeler Bakanlığında görev yaptı. Bu görevden sonra Başbakanlık Çevre Müsteşarlığında Çevre - Sanayi uyumu konusunda çalışmalara başladı ve halen bu görevi sürdürmektedir. 157