karardır - Halkın Nabzı

advertisement
Tabelalardan
T.C.’yi A.Ş.
yapmak için
kaldırmışlar
S.2’de
Ergun Babahan
Spor
salonları
Yerel
seçimler ve
demokratik
özerklik
İshak KARAKAŞ S.11’de
S.3’te
Ahmet TULGAR
Durum
İshak KARAKAŞ
Geçen hafta bir yandan gazetenin
yeni sayısını hazırlarken bir yandan
da hemen hemen her akşam bir siyasi toplantı ya da çalışmaya katıldım.
HDP’deki sorumluluklarımdan daha
önce bahsetmiştim. Ancak bu sorumluluklarım benim diğer partilerin faaliyetlerini izlememe engel olmuyor.
Gazeteci sorumluluğumun gereği
olarak diğer partilerin seçim çalışmalarını da yakından takip ediyorum.
Bu hafta da gazetemizin sayfalarında
BDP-HDP, CHP ve Ak Parti’nin yerellerdeki seçim çalısmalarından haberler bulacaksınız. Ancak belki parti içi
demokrasi sorunları nedeniyle belki
de farklı kaygılarla Ak Parti ve CHP
çalışmalarını kamuoyu ile paylaşmaya
pek istekli değil. Bu iki parti yine seçmenlerine emri vaki yapacak herhalde.
Geçen haftanın en önemli olaylarından biri HDP Eş Genel Başkanı ve Milletvekili Sebahat Tuncel’e verilen hapis
cezasının Yargıtay’da görüşülmesinin
öne çekilmesi ve onanmasıydı. Ak Parti ile Cemaat kavgasında bir hesaplaşma unsuru olması da muhtemel olan
bu gelişmenin ne yöne gideceği çözüm
sürecini etkileyecek ve belirleyecektir.
HDP Eş Genel Başkanı ve Milletvekili Ertuğrul Kürkçü bu konuya
ilişkin kararlılıklarını geçen pazar
akşamı BDP ve HDP’nin İstanbul’daki şöleninde sahneden duyurdu.
Ben de sıcağı sıcağına Sebahat Tuncel
ile bir söyleşi yaptım ve merak ettiklerimi ve ettiklerinizi kendisine sordum.
Tuncel, iki dönemdir TBMM’nin
en çalışkan üyelerinden biri ve ezilenlerin Meclis’teki sesi. Türkiye
halkları Tuncel’e sahip çıkacaktır.
2014 yılının barış ve
özgürlük
yılı
olmasını
dilerim.
Haftaya görüşmek üzere.
www.halkinnabzi.com.tr
2
Yıl: Sayı:
e-mail: [email protected]
BU BİR
SiYASi
KARARDIR
2014
22 1 Ocak
Çarşamba
Fiyatı:1TL
HDP Eş Genel Başkanı ve
İstanbul Milletvekili Sebahat
Tuncel kendisine verilmiş bir
cezanın bu süreçte yargıtay
tarafından onanmasıyla
demokratik siyasetin
engellenmek istendiğini
söyledi.
S12’de
2014: Yeni
Umutlar,
Yeni
Beklentiler
S22’de
1 HalkınNabzı 22.indd 1
30.12.2013 19:04
2 MEDYA
2014
Çarşamba
1 Ocak
Tabelalardan T.C’yi,
yerine A.Ş koymak için
Ergun Babahan
Ali Ağaoğlu’nun ortalığa saçılan telefon dinlemelerine göre Bakırköy’deki
proje 63 kattan 70 kata bizzat Başbakan
Erdoğan’ın talimatıyla çıkarılmış. Sırf o
mu, Erdoğan Bayraktar’a göre Şehircilik
Bakanlığı’nın gerçekleştirdiği tüm işlemlerinin talimatı ondan gelmiş.
Zaman gazetesinin dünkü nüshasında yer alan iddialara göre istifa eden İçişleri Bakanı 5 milyon dolara Rıza Sarraf’ın
7 sülalesine Türk vatandaşlığı vermiş, 3
milyon dolara rahatsız eden emniyet müdürünü sürmüş.
Yine iddialara göre Ekonomi Bakanı
aynı Rıza Sarraf’tan 700 bin liralık saat,
İran’la altın ticaretinden elde ettiği kazancın önemli bir kısmını almış. Savcılık fez-
kaldırmışlar
lekekelerinde öne sürülen rakamın 100
milyon Euro’yu geçtiği iddia ediliyor.
Özetle, bakanlık levhalarındaki
T.C’lerin çıkması demokratik açılımla
ilgili değilmiş, ticari durumla ilgiliymiş.
Gazeteler yazamıyor diye gittim baktım, Etiler’de inşaat yapan müteahhitlerle
görüştüm. Tartışılan Polis Okulu arazisi
İçişleri Bakanlığı A.Ş ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi arasında imzalanan bir
protokolle belediyeye devredilmiş. Belediye düzenlediği yeni imar planında alışveriş merkezi, rezidans, restoran, mağaza,
otel yapımına izin vermiş.
Okul dediğimiz 32 dönümlük (yani
32 bin metrekare) bir kampüs ve Akmerkez’in tam arka sokağında. Yeni yapılan
Dostlarınıza güvenin, sevginize
sarılın, barışı arzulayın.
Nice mutlu yıllara.
T: 90 216 457
46 46
F:+90 216 457 13 12
2-3 HalkınNabzı 22.indd 2
metroya yürüme mesafesi ve büyük olasılıkla metro bağlantısı olacak.
Savcılığın engellenen operasyonuna
dayanak yapılan ve gazetelere sızan soruşturma/ihbar dosyasındaki yazılanlar
doğru ise, herkesin gözünün olduğu,
metrekaresine bugünkü koşullarda 30
bin dolar değer biçilen (yani toplamı 900
milyon dolar) arazi, sessiz sedasız bir şirkete 460 milyon dolara satılmış. Türkçesi, alıcı şirkete daha satış işleminde 500
milyon dolar kazandırılmış. Bu rakam
doğru ise, adamlar yarın o fiyata devredip ceplerinde 500 milyon dolarla çıkabilirler işten, ama inşaat daha kârlı. Çünkü
piyasada buraya metrekaresi asgari 10
bin dolardan 150 ile 200 bin metrekare
kararlarının polis eliyle uygulanmasına
engel olan, savcıları devre dışı bıraktıran
iktidar ve sözcüleri, dikkat ederseniz, soruşturma konusu iddialara hiç değinmiyorlar.
Avrupa Birliği standartı diye atıp tutanlar, Avrupa ile ilişkilerin askıya alınmasına yol açacak adımları atmaktan
çekinmiyorlar.
Ne olduğu belirsiz kavramların,
komplo teorilerinin arkasına sığınıp duruyorlar.
Hukuka, devletin kurumlarına saygı
duymayan bir anlayış Türkiye’yi hızla bir
uçurumun kenarına sürüklüyor.
Doların 2.2 liraya, Euro’nun 3 liraya
geldiği, faizin yüzde 10 olduğu bir tablo
inşaat yapılacağından söz ediliyor. Yani
1-1,5 milyar dolar arası bir kazançtan söz
ediyoruz.
İlker Başbuğ bile olsa çıkıp ‘‘Boru değil, 1.5 milyar dolar’’ derdi herhalde!
İddialar doğruysa, kısa günün kârı
böyle bir şey olsa gerek.
Adli Kolluk Yönetmeliği’nin Ceza
Muhakemeleri Kanunu’na aykırılığı bilinerek alelacele değiştirilmesi, yönetmeliğin iptalini isteyen Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu’na hakaret yağdırılması
bundan olmalı.
Çuvala sığmayan bir minare var.
Yargıya fiili darbe yapan, mahkeme
soruşturma dosyalarının sonucu değildir.
Yargıya doğrudan müdahale etmenin,
yeni yolsuzluk soruşturmalarını önlemeye çalışmanın yarattığı kaosun sonucudur.
Türkiye yasaların askıya alındığı, yargının fiilen devre dışı bırakıldığı Afrika
devletlerine benzetildi. Polisin, jandarmanın yargı kararlarını uygulamadığı,
dosyadan el çektirilen savcının ifadesiyle
zanlıların kaçmasına, delillerin karartılmasına göz yumduğu ortaya çıktı.
Bunun adı artık demokratik hukuk
devleti olamaz. Olsa olsa AKP Anonim
Şirketi olur.
30.12.2013 19:06
YORUM 3
2014
Çarşamba
1 Ocak
Spor Salonları
N
asıl bir ayaz. Üşüyorum.
Gözlerim yaşarıyor soğuktan. Öyle bakıyorum, yaşların arasından, flamalarla, bayraklarla, sloganlarla yaklaşan gençlere.
“Bir ömür böyle geçiyor” diyorum
yaşlarımın arasından bakarken salonun önünde toplaşanlara, yaşlarımın arasında hatırlarken yıl be yıl
toplanmalarınızı, bir araya gelmelerimizi, yürüyüşe geçmelerimizi,
şarkılar söylemelerimizi.
Geçen pazar akşamı, Ataköy’deki
Sinan Erdem Spor Salonu’nun önü.
Birkaç adım uzaklaşıp dostlardan,
bu tanıdık, bu benzer, bu benzeş kalabalığa bir memnuniyet, bir bahtiyarlık halinde bakıyorum.
35 senede bu kaçıncı spor salonu, hangi ülke?
“Gece” derdik eskiden daha çok,
politik olanlarına yani, şimdi daha
çok “şölen” deniyor, Kürtler kazanmaya yaklaştıkça ‘gece’den ‘şölen’e mi
geçildi acaba, bir iyimserlik hali mi?
35 sene olmuş bu işlere başlayalı ve bu defa da “Rojava’dan Gezi’ye
demokratik özerk yönetimler ile
özgür yaşama yürüyoruz” konulu,
ABONELİK KARTI
ANADOLU YAKASINDA
GÖRÜNÜR OLMAK iÇiN
ilan Reklam ve Rezervasyon
hattı için bizi arayınız
T: 0216 457
46 46
F: 0216 457 13 12
e-mail: [email protected]
2-3 HalkınNabzı 22.indd 3
3 Ay
6 Ay
1 Yıl
Yurtiçi 15
Yurtdışı 15
Yurtiçi 30
Yurtdışı 30
Yurtiçi 60
Yurtdışı 60
Adı Soyadı:..................................................................................................................
Adresi:.........................................................................................................................
....................................................................................................................................
e-mail:......................................................Tel-GSM:....................................................
Ahmet TULGAR
böyle bir bir araya gelme ve kutlama
sebepli bir şölen. Sevinçli bir hareket müjdesi, daveti, tarifi.
BDP ile HDP’nin düzenlediği şölende şarkılar söylenecek, bayraklar,
flamalar dalgalanacak. Çakmaklar
yakılacak karanlıkta. Barış için, özgürlük için olacak şarkılar çoğunca.
Aşk için de ancak.
Hep böyle olmadı mı zaten? Böyle bir kuşak değil miydik biz?
Yine böyle bir ayazda, bu defa
Mannheim’da, saatlerce bekledikten
sonra girdiğimiz spor ya da konser
salonunda da böyle sebeplerle söylemedim mi ben, Bruce Springsteen’in şarkılarını, kalabalığın içinde
eşlik ederken ona?
Kaçıncı spor salonuydu 35 senede? Hangi ülkede ama hep aynı
umutlarla?
Ama bu defa işte, sanki daha
yakınız umut ettiklerimize, barışa,
özgür bir toplumsal hayata. Halklar
birbirine. Daha yakın.
Halkın Nabzı
Gazetesi
Süreli Yayın
AHİS Reklam Organizasyon
Prodüksiyon San. Tic. Ltd. Şti.
Adına İmtiyaz Sahibi ve Genel
Yayın Yönetmeni (sorumlu)
İSHAK KARAKAŞ
Editör: Ahmet TULGAR
Görsel Yönetmen
İsmail DOĞAN
Grafik Mizanpaj
Ayda ARAZ
Kazım ÇINAR
Hakan YILDIRIM
Abonelik bedelini banka hesabına yatırdıktan sonra bilgileri lütfen aşağıda
belirtilen posta adresine veya e-mail e gönderiniz.
HALKIN NABZI
Bağlarbaşı Mahallesi 2. İlkokul Cad. No: 39
Cihangir İş Mrk. Kat:2 D:7 Maltepe/İstanbul/Türkiye
T: 90 216 457 46 46 F: 90 216 457 13 12
[email protected]
Kurumsal İletişim
AKBANK Maltepe Şubesi
TL HESABI: Şube Kodu: 0029 Hesap No: 0189926 IBAN:TR 350004600029888000189926
HESABI: Şube Kodu: 0029 Hesap No: 0201353 IBAN:TR 880004600029036000201353
Bedros DAĞLIYAN
Ayşenur AKSOY
Haber Merkezi
Lale DUMAN
Kültür Sanat
Spor
Arjen BARIŞ
Hukuk Danışmanı
Av. Uğur KARAKAŞ
Danışma Kurulu
Fehim IŞIK
Samet MENGÜÇ
Fuat TOKAT
Yer: Bağlarbaşı Mh. 2. İlkokul
Cd. No: 39 Cihangir İş Merk.
Kat 2 D:7 Maltepe - İstanbul
Tel: 0216 457 46 46
Fax: 0216 457 13 12
[email protected]
Baskı: GÜN MATBAA Beşyol
Mah. Akasya Sk No 23/A
Sefaköy-Küçükçekmece - İST.
Tel: +90 212 426 63 00
30.12.2013 19:06
4 YORUM
2014
Çarşamba
1 Ocak
Önder Birol Bıyık
B
aşbakan Erdoğan şahsında bir
siyaset tarzının hazin çöküşüne
tanık oluyor Türkiye… Cemaat-hükümet kavgasından sonra gelen
yolsuzluk depremi, sistemi adeta yatağından koparıp uçurumun kıyısına
savurdu. Başbakan ve oğluna kadar
uzandığı iddia edildiği için engellenen
2. dalga yolsuzluk operasyonları, yargı-emniyet savaşı, hükümet partisinde
peş peşe yaşanan azil ve istifalar; hak
ve adalet kavramlarını hiçe sayan, gözünü karartmış bir yönetim aklının yıkımını gösteriyor.
Ancak bunca toz duman arasında
bir görüntü var ki, sanırız akıl ve vicdan sahibi herkeste öfke patlamasına
neden oldu. Pakistan dönüşünde bir
otobüsün üstünde, adı yolsuzluk soruşturmasına karışan bakanlarla başbakanın el ele tutuştuğu görüntüden
söz ediyorum.
Bunun patolojik bir izahı olmalı.
Başbakan Erdoğan, iktidarının
bekasına o kadar inanıyordu ki, kibir
ve hükmetme hırsı rasyonellikten ve
hayatın gerçeklerinden epeydir koparmıştı onu. O melun iktidar sarhoşluğu, etrafında sıra sıra saf tutmuş
çıkar çevreleri, ‘her şey iki dudağımın
arasında’ yanılgısı ve kendini ‘tarih ya-
Yolsuzluk Çıkmazında
Bir Muktedir Başbakan
zan adam’ gibi görme vehmi onu bu
günlerin batağına getirdi. Kendisini
çok rahat ve güvende hissediyordu.
Dünyanın küresel devleri bile 10 yıl
ötesini göremezken 2071 düşleri kuruyor; ne söylerse ‘yasa’, ne yaparsa
‘hüküm’ sanıyordu. Bakan da onundu,
vali de onundu, millet de… Demokrasinin asgari gereklerini dahi uygun
gördüğü yer ve zamanda, kâfi gördüğü
miktarda yerine getirir ve meydanlarda ‘benim vatandaşım’ dedikçe coşan
‘milli irade’yi dilediği gibi baştan çıkarabilirdi. Bu yüzden her şeye göz
kırptı ama hiçbir şeyi tam yapmadı.
Kürt meselesinde de, barış ve çözüm
sürecine yaklaşımda da, Alevilik sorununda da, bölgesel ve uluslar arası
meselelerde de, o caf caflı kalkınma
projelerinde de, ihale dağıtımlarında
da ilk sorusu şuydu; “Biz bundan nasıl
nasipleniriz?”
Aslında Türkiye’nin yapısal sorunlarına kalıcı çözümler üretebilecek,
barışı ve demokrasiyi tesis edebilecek
bir güçle, defalarca onurlandırdı bu
halk onu. Tarihte çok az insana nasip
olan bu kredisini barıştan, hukukun
üstünlüğünden, şeffaflıktan ve gelişmiş bir demokrasiden yana kullansaydı, gerçekten tarihi farklı bir başbakan
olarak geçerdi. Ama o totaliter bir
toplum mühendisliğine saparak, tek
adamcı yönetim diskurunu benimsedi. Hükümet olarak her şeyi yapabilecekleri, ama hiç hesap vermeyecekleri
yanılgısına kapıldılar.
Ne var ki, Türkiye gibi birçok gücün üzerinde tepindiği bir coğrafyada
hukuku, yasaları bir kenara bırakıp
kendinize dikensiz gül bahçesi yaratmaya kalkarsanız, o kutsal bildiğiniz
ittifaklar çözülünce hiç aklınıza gelmeyecek dosyalar kozmik odalardan
çıkarılır, önünüze konuverir işte. Gafil
avlanırsınız!
Daha önce de yazdık. Bu ülkenin
insanlarına çocuklarının cenazelerini
temsil ettiğinizde ‘vatan sağ olsun,’ der
susar. Neden o çocukların öldüğünü
sorgulamaz bile… Bu ülkenin insanlarını en ağır koşullarda sigortasız ve iş
güvencesiz çalıştırsanız ‘ekmek parası’
der susar. Bu ülkenin insanlarını meydanlarda sıra dayağında geçirseniz,
bu kez utancından susar ve unutmayı
yeğler. Ama bu ülkenin insanlarına
bunca yolsuzluğu ‘vatan âşıklarına
düzenlenen komplo’ diye yutturmaya
kalkarsanız, işte onu sineye çekmez.
Böyle garip bir toplumuz biz…
Şu an özgüveni kaybolmuş, aldığı
ağır darbelerin şokunu atlatamamış
asabi bir adam portresi çiziyor başbakan. Tükeniş psikolojisini vuruşa vuruşa aşmak gibi anlamsız bir inada teslim
oluyor. Attığı her adımda, gösterdiği
her tepkide biraz daha eriyor. Ne meydanlara topladığı on binler, ne üst
perdeden meydan okumalar, yaşanan
bu çöküş gerçeğini örtmeye yetmiyor.
Bir hezeyan hali içinde kendi elleriyle
devlet kadrolarına yerleştirip birlikte
Ergenekon destanları yazdığı Fethullahçı bürokratları bugün çete, her yargısal adımı komplo, her partisinden
istifa edeni hain, yanında saf tutmayan
her medya organını ajan-provokatör
gibi görmeye ve göstermeye çalışıyor.
Hatta yel değirmenlerine karşı yeni bir
ulusal kurtuluş mücadelesi ilan etmeye
kadar vardırıyor işi. Başbakan yolsuzlukların yanında duran adam fotoğrafı verdikçe daha çok yıpranıyor, daha
çok kan kaybediyor. Öyle sanıyorum
ki, kendisi trajik bir siyasal sona koşar
adım yol alırken, partisini de kendisiyle beraber aynı sona sürüklüyor.
Her şeyin yolunda gittiği, barış
dolu bir yıl dileğiyle…
CHP Kadın Kolları Adalar’da
CHP Kadın Kolları temsilcileri iki günlük bir çalışma için Büyükada’ya geldi.
Adalar Belediyesi’ni de ziyaret eden temsilcileri Belediye Meclis Salonu’nda ağırlayan Adalar Belediye Başkanı Dr. Mustafa Farsakoğlu, ziyaretten duyduğu hoşnutluğu dile getirerek, şunları söyledi: “Kadınların
siyasete ve yönetime katılmaları bize onur veriyor. Geleceğimizin aydınlığı için kadınlarımızın ve gençlerimizin daha çok temsil edilmelerini
istiyoruz.”
CHP İstanbul İl Kadın Kolları Başkanı Arzu Öner de, İl Kadın Yönetimi ve İlçe Kadın Kolları ile çalışma yapmaya geldiklerini belirterek,
“ Adalar’a verdiğiniz hizmetlerden dolayı size teşekkür etmeye geldik. Seçim döneminde enerji depolamak için Adalar’ı seçtik.
Arkadaşlarım, İstanbul Büyükşehir’in burcuna CHP’nin bayrağını
takacak olan kadınlardır.” dedi.
4-5-6 HalkınNabzı 22.indd 4
30.12.2013 19:05
YORUM 5
2014
Çarşamba
1 Ocak
Mahalle kongrelerine yoğun katılım
Geçen çarşamba Maltepe, Zümrütevler’deki Doğan Kardeşler düğün
salonunda BDP Maltepe İlçe Örgütü
Girne ve Başıbüyük mahallele yönetimler kongresi yapıldı. Yoğun bir topluluğun katıldığı kongrede BDP İstanbul İl Eş Başkanı Emrullah Bingül, il
yöneticisi Hasan Sayan, BDP Anadolu
Yakası bõlge sözcüsü Cengiz Topbaşlı
ve Pendik-Tuzla sözcüsü Sabri Oglago
ve HDP Maltepe İlçe Beldiye Eş Başkan aday adayları Zabit Vurdu ve Gülistan Diken ile belediye meclis üyesi
aday adayları Kerem Güldal, Ebru
Ünal, Enver Delibaş, Betül Taylan, Nazan Olgaç, Ebubekir Türk, Oya Gürbey, Ertan Kabadayı, Bitlisliler Derneği
Başkanı Habip Cin ve yönetim kurulu,
Bitlis Dernekler Federasyonu Başkan
Vekili Yücel Oto, genel sekreter Metin
Soyer hazır bulundu.
Kongre’de konuşan BDP Istanbul İl
Yöneticisi Hasan Sayan, geçen seçimlerde ilçe kongrelerini yaptıkları kalabalıkları şimdi mahalle kongrelerinde
topladıklarını, bunun yerel seçimlerde
HDP’nin büyük başarı elde edeceğini
gösterdiğini söyledi.
BDP İstanbul İl Eş Başkanı Emrullah Bingül ise konuşmasında BDP ve
HDP’nin yerel seçimlerde çok başarılı
olacağını ve halkların özgürlüğe yürüdüğünü söyledi.
HDP Maltepe Belediye Başkan
aday adayı Zabit Vurdu ise konuşmasında BDP ve HDP’nin halkların
gerçek seçeneği olduğunu ve AKP ile
CHP karşısında üçüncü yolu temsil ettiğini söyledi.
Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni
İshak Karakaş da yaptığı konuşmada,”Demokratik özerklik için ilk adım
mahalle birimlerinin merkez karşısında özerkliğidir. Bugün burada seçilen
arkadaşlar demokratik özerkliğin ilk
adımlarını atacaktır” dedi.
Engin Özkan Seçim Çalışmalarına
“Maltepede” Devam Ediyor!
CHP Maltepe Belediye Başkan Aday Adayı Engin Özkan, seçim çalışmalarına hız verdi. Adayların Ankara’da atanmak için mücadele verdiği bir
dönemde, Engin Özkan’ın Maltepe Sokaklarında çalışma yürütmesi dikkatlerden kaçmadı.
Aday olduğu günden bugüne, söylemleri ile, projeleriyle, duruşu ile fark
yaratan genç Aday Engin Özkan, atamalar için son düzlüğe girilmişken, Ankara’da çalışmak yerine, Maltepe’de çalışmayı tercih ediyor. Cumartesi günü
Maltepe Merkezde kalabalık bir ekiple sokakta çalışma yürüten Özkan, öğleden sonra Esenkent Mahalle pazarında çalışmalara devam etti.
Genç ve dinamik adayı gören Maltepelilerin Özkan’a olan sevgisi gözle
görülmeye değerdi. Maltepelilerin ortak beklentisi, Maltepeli, genç, dürüst
ve çalışkan birinin aday olması.
Engin Özkan’ın iddiası Maltepe’de %60 için tam zamanı!
4-5-6 HalkınNabzı 22.indd 5
Umutların
gerçek,
gerçeklerin ve
mutlulukların
sonsuz olması
dileğiyle. Nice
yıllara.
Mustafa Kul
Kartal Belediye Başkanı Aday Adayı
30.12.2013 19:05
6 HABER
2014
Çarşamba
1 Ocak
Unutursak Kalbimiz Kurusun
2
5 Aralık Çarşamba günü Kadıköy’de Halkların Demokratik
Kongresi ve Halkların Demokratik Partisi tarafından bir yürüyüş düzenlendi. Yapılan basın açıklaması ve
dağıtılan bildirilerden derlenenler ise
şöyleydi:
19-26 Aralık 1978 tarihleri arasında
yapılan ve 150 Alevi yurttaşın katledildiği Maraş Katliamı’nın sorumluları ve
destekçileri hesap vermedi, yargı önüne çıkmadı, halka duyurulmadı. Bugün dahi dini siyasete alet eden siyasetten şaşılmadı, geçtiğimiz günlerde
Alevi yurttaşların evlerini işaretleyenler ifşa edilmedi, haklarında hukuki
herhangi bir işlem de yapılmadı.
28 Aralık 2011’de Roboski (Uludere)’de 34 yurttaşın üzerine bomba yağdırıldı. İçlerinde çocukların da olduğu
34 insanın ailelerine “kan parası” teklif
edildi ve sorumlularla destekçileri yine
açıklanmadı, yargılanmadı.
Aralık 2012’de iki Ermeni kadın
katledildi. Nefret suçu olarak kayıtlara
geçmesi gereken dava hırsızlığa indirgendi.
Haziran İsyanı (Gezi Direnişi) sırasında en yetkili insanlardan ağza alınmayacak söylemler geldi, milyonlarca
insan sokaklara döküldü, yüzbinlercesi polis şiddetine maruz kaldı, hayatını
kaybedenler oldu.
Ali İsmail’in, Ethem’in, Ahmet’in,
Abdullah’ın, Medeni’nin, Hasan Fe-
rit’in, Mehmet’in, Reşit’in, Veysi’nin,
Bemal’in, Uğur’un, Ceylan’ın, Roşin’in
ve daha nicesinin katilleri korundu,
saklandı.
HDP’li gençler olarak biz, barışın
ve barış sürecinin egemenlik çatışmasıyla kurulamayacağının, inanç
eşitliği sağlanmadığı müddetçe barışın gerçekleşmeyeceğinin bilincindeyiz. “Barış için eşitlik, barış için adalet, inançlara özgürlük” iradelerinin
gösterilmesi gerektiğinin farkındayız.
Katliamların hesabını vermeyen devlet yetkililerinin karşısında durabilecek güçlü bir toplumsal muhalefetin,
yarının demokratik Türkiye’sinin temellerini sağlayabilecek olan yetideki
herkesi HDK-HDP’ye ve yerel meclislere çağırıyoruz.
Halklara eşitlik, inançlara özgürlük.”
Basın açıklamasının ardından
gruplar slogan atarak dağıldı.
Kadıköy’den Van’a Oyuncak Kampanyası
#VanaOyuncak
Kadıköylüler, yeni yılda Vanlı çocukları, oyuncaklarla sevindirecek. Kadıköy Belediyesi’nin sosyal medya üzerinden başlattığı Van’a Oyuncak Kampanyası ile Vanlı çocuklar yeni oyuncaklarla yeni yılı karşılayacaklar.
Daha önce düzenlenen giysi ve bot kampanyası ile Vanlı çocukları sevindiren Kadıköy Belediyesi, yeni yıl nedeniyle bu kez Vanlı çocuklara oyuncak hediye alma mutluluğu yaşatacak. Sosyal medya üzerinden #VanaOyuncak etiketiyle başlatılan kampanya
çerçevesinde Kadıköylülerden 3-12 yaş aralığındaki çocuklara uygun, kullanılmamış
oyuncakları, başta Kadıköy Belediyesi olmak üzere kendilerine en yakın toplama merkezlerine bırakmaları istendi.
Oyuncak teslim tarihini 27 Aralık 2013 Cuma günü mesai saati bitimi olarak belirleyen Kadıköy Belediyesi, hediye oyuncakları hemen yola çıkararak, başta konteynerlerde yaşayan çocuklar ile köylerde yaşayan yoksul Vanlı çocuklara yılbaşında ulaştırarak
sevindirmeyi hedefliyor.
Oyuncaklar, Süreyya Operası, Caddebostan Kültür Merkezi, Kozyatağı Kültür Merkezi (Kozzy) Barış Manço Kültür Merkezi ve Halis Kurtça Kültür Merkezlerine bırakıldı.
4-5-6 HalkınNabzı 22.indd 6
30.12.2013 19:05
2014
Çarşamba
1 Ocak
Krizsavar değil,
krizsever yönetim anlayışı
B
atı standartlarında iyi bir sürücü
olduğumu söyleyebilirim. Otuz yıldan fazla otomobil kullanıyorum.
Amerika ve Avrupa’da da yıllarca araba
kullandım. Kaza yapmadım, yolda kalmadım... Türkiye’de birçok sürücü eminim bana ‘kötü sürücü’ der. Çünkü hız
yapmam, yol işaretlerine ve uyarılarına
dikkat ederim. Diğer sürücüleri kollamam
gerektiğini bilir, trafikte önümdeki araçla
mesafemi korurum. Ama bunun yeterli
olmayacağını da bilir, hızımı aracımı kolay
kontrol edebileceğim bir düzeyde tutarım.
Batılı ülkelerde yolların mühendisliğinin
güvenilir olduğunu, öngörülmeyen çukur,
banket ve kasislerle karşılaşmayacağımı,
virajların bir makulu olduğunu bilir ve o
güvenle hareket ederim. Ülkemde ise kendi beceri ve basiretim dışında hiçbir şeye
güvenemiyeceğimin, her an kötü bir sürprizle karşılacabileceğimin bilinciyle direksiyon başına geçerim.
17 Aralık günü de böyle oldu. Ekonomi yönetimi gözünü kulağını Amerikan
Merkez Bankası’na (FED) dikmiş, dış
piyasalardan gelecek haberi beklerken
sürpriz sayılabilecek bir krizle karşılaştık.
Türkiye’de hukuk devletinin temellerinin
ne kadar zayıf olduğunu gösteren bu beklenmedik krizin ekonomi üzerindeki yıkıcı etkileri bana Türkiye’de yolların ne kadar
güvensiz olduğunu bir kez daha hatırlattı.
Haftanın son günü ekran başında piyasalardaki depremi izlerken, işaretleri yeterli
olmayan; son derece bozuk bir yolda, belki
de çıkmaz bir yolda, gaza sonuna kadar basan ve bunu ‘iyi sürücülük’ olarak görenler
geldi aklıma...
7 HalkınNabzı 22.indd 7
Ekonominin yolculuğuna bakınca basiretli olmanın değil, aksine olmamanın
çok daha zor olduğu bir ortam vardı zaten.
Uzun yıllar gayri safi yurtiçi hasılanızın
yüzde 7-9’u arasında seyreden bir cari açık
üzerinde yol alıyorsunuz. Çöken global
piyasalar zar zor toparlanmaya çalışıyor,
yani ucuz kaynak kalmamış. Önemli ihracat pazarınız Avrupa ekonomileri bir
türlü ayağa kalkamıyor, sınır ticareti desek
güvenebileceğiniz komşularınızın hemen
hepsi iç kargaşaya boğulmuş, üstelik aranız
çoğuyla fevkalade bozuk; ithalatına bağımlı olduğunuz petrol, doğalgaz fiyatları
oynak; özel sektörünüz aşırı borçlu, öyle ki
yıl içinde 165 milyar dolar borç geri ödemesi yapacak; ekonomik büyümenizin tek
kaynağı inşaat sektöründe fiyatlar şişmiş,
balon patlama noktasında; sanayiniz havlu atmış, ihracatınızda yüksek teknolojili
ürünlerin oranı yüzde 5 düzeyinde. Yani
neresinden bakarsanız bakın arabayı çok
dikkatle sürmeniz gereken bir yolda ilerliyorsunuz. Üstelik yolda da yoğun bir sis
var. Yol işaretlerine her zamankinden daha
çok dikkat etmeniz hatta hızınızı iyice düşürmeniz gerekiyor. Üstelik bu sefer davul
sizin boynunuzda tokmak da FED’in yani
Amerikan Merkez Bankası’nın. Ve FED
her atacağı adımı ve bunun koşullarını da
açık açık dünyaya ilan ediyor. Yani gizli kapaklı bir iş yapmıyor. Önleminizi alın, artık
kimseye ucuz para yok, tuttuğunuz yola,
hızınıza dikkat edin, aman ha duvara falan
çarpmayın diyor...
Bu durumda iyi sürücü ne yapar? Uyarıları dikkate alır. Gaza basıp, yolda seyreden diğer sürücülerle kavgaya tutuşmaz,
yoğun kar yağışı ve sis uyarısı varken kar
lastiği ve sis farı olmadan yola çıkmaz.
Oysa biz büyük bir devlet krizi yaratarak, modern ekonomiler için olmazsa
olmaz olan ‘güven’ unsurunu yerle bir ettik.Yönetim, güveni yeniden tesis etmek
yerine, daha da derinleştirecek biçimde
yargıyla kıyasıya bir savaşa tutuştu. Bu koşullar altında siyasi erkten bağımsızlığı her
geçen gün tartışılan ve koyduğu hedeflerin
çok uzağında kalarak piyasaların güvenini
önemli ölçüde yitirmiş Merkez Bankası
günlük 450 milyon dolar satma kararını
açıkladı. Ama kurun ateşi düşmedi. Aksine her döviz satışı, biran önce parasını
dövize çevirip, artık çok güvensiz bir liman
olan bu ülkeden ayrılmak isteyen yabancıların döviz talebini daha da artırdı. ‘Bu
kadar döviz satıldı yine de kur arttı!’ algısı
bir ekonomi için olabilecek en kötü şeydir.
Çünkü piyasaya ‘panik’ egemen olur. Beklentilerin ‘kötü’ye dönmesi ise bulaşıcıdır.
Kısa sürede dalga dalga yayılır.
Bütün araştırmaların ortaya koyduğu
gerçek devlet kurumlarının ve yargının
tarafsız davranacağına güvenilmeyen toplumlarda barışın,istikrarın ve ekonomik
refahın olamayacağıdır. Yine birçok araştırma ‘aşırı merkezileşmiş’ yapıların da
sürdürülebilir bir barış, istikrar ve ekonomik refah ortamı yaratmadığını gösteriyor.
Türkiye’de de olan budur. Ne bir eksik ne
bir fazlası...Yasama,yargı ve yürütme ayrılığını gereksiz bir yük hatta engel olarak gören yönetimin, herşeyi yürütmenin başına
bağlayacak adımlar atmasıyla zaten bozuk
olan yolda ilerleyen araba kontrolden çıkmaya başladı.
Kaldı ki ülkedeki tüm kararların tek bir
kişinin yetkisinde olması, o kişi seçilmiş
dahi olsa, o rejimi demokratik kılmayacağı
gibi, güvenilir de kılmaz. Evrensel hukukun üstünlüğünü tanımayan aşırı merkezi
ekonomilere sadece çok kısa vadede çok
yüksek karlar elde etmek isteyen aşırı sıcak
sermaye ilgi gösterir. Uzun vadeli yüksek
teknolojili yatırımlar yapılamaz. Bu gibi
ülkelerin risk primi hep yüksektir. O nedenle çoğunluğun fakirleşmesi pahasına
yüksek faiz ödemek, yüksek enflasyona
katlanmak, eğitim-sağlık gibi beşeri sermayeyi geleceğe hazırlayacak yatırımlardan ve sosyal adaletten vazgeçmek zorun-
YORUM 7
ANAP Eski Genel Başkanı
İktisatçı
Nesrin NAS
da kalırlar. Büyümeleri hep inişli çıkışlı,
krizli ve acılıdır. Krizler merkezileşmeyi,
merkezileşme de yolsuzluk ve rüşveti artırarak güven krizini derinleştirir.
Bu bizim ilk krizimiz değil. Öyle görünüyor ki, aşırı merkezileşmiş ve hesap
vermeyen bir yönetim anlayışında ısrar
ettikçe son krizimiz de olmayacak. Son
büyük krizimiz 2001’den oldukça radikal
yapısal önlemler alarak çıkabildik. Güveni
yeniden tesis edebilmek için çok ağır bedeller ödendi. Ekonomi üzerinde siyasetin
ve merkezi otoritenin etkisi sınırlandırıldı.
Piyasalar bağımsız ve tarafsız ekonomik
kurumlara güvenmeye başladıkça krizin
etkileri onarılabildi. Ekonomi alanında
bunlar yapılırken AB uyum yasaları ile de
bireysel özgürlüklerin alanı genişletilerek
toplumsal barışı sağlama çabalarına hız verildi. AB tam üyelik hedefi ile ayakları yere
basan bir hikayemiz oldu. Toplumdaki
rahatlama ve özgürleşme duygusu güvensizliği en aza indirdi. Bu önlemler alındıktan sonra 2002 yılının tamamında Merkez
Bankası tüm sarsıntılara rağmen sadece
12 milyon dolar (yanlış okumadınız) satarak piyasaların ateşini söndürdü. Şimdi
günlük 450 milyon dolar kızgın tavada bir
damla yağ gibi buharlaşıyor. Üstelik o yıllarda dünya ekonomileri de krizde değildi,
sermaye de boldu ve elimizi uzattığımızda
tutacak ortaklarımız vardı. Şimdi ise ne peşinden koşacağımız ayakları yere basan bir
hikayemiz var ne de arkamızdan esen bir
rüzgar... Rüzgar karşıdan ve bütün şiddetiyle esiyor ve toplumsal barış da hayli yara
almış durumda...
Bu krizden çıkışın kolay yolu yok maalesef. Devlet etme anlayışımızı, siyaset yapma tarzımızı köklü biçimde değiştirmek
ve bunun için toplumun her kesimi ile
yeni bir sözleşme yapmak zorundayız. Bu
da ancak, demokratik bir hukuk devletini
önceleyen bir anayasayı yapacak yeni bir
meclis ile mümkün görünüyor. Bağırmak
yerine dinlemek, suçlamak yerine aynaya bakmaktan başka çaremiz yok. Eskiyi
aynen muhafaza ederek yeni yılın bize iyi
günler getireceğini umamayız.
Tüm okurlarımın yeni yıl kutlu olsun!
30.12.2013 19:07
8 HABER
2014’ün ülkeye barış
getirmesi dileğiyle
HDP MALTEPE
2014
Çarşamba
1 Ocak
2014’ün ülkeye barış
getirmesi dileğiyle
MECLİS ÜYESİ ADAY ADAYI
EBUBEKİR TÜRK
KEREM GÜLDAL
HDP MALTEPE
MECLİS ÜYESİ ADAY ADAYI
Mutlu ve huzurlu bir yıl dileğiyle.
Nice senelere
8-9 HalkınNabzı 22.indd 8
30.12.2013 19:08
2014
Çarşamba
1 Ocak
28 Aralık 2011...
A
nımsadınız mı tarihi? Anımsamadınız mı? Hani “unutursak
kalbimiz kurusun” demiştik de
karşılık olarak “her kürtaj bir Uludere’dir” demiştiniz?
Sekizi yan mı yatırsaydık? Aralık sizde bir boşluk yaratmıyor mu?
Bir gece, daha önceki geceler gibi bir
gece, az ötede, evlerinin arka bahçesine
az mesafede... Katırların sırtlarına yüklenmiş kaçak(!) bir şeyler... Gecenin ilk
deminde, mavi gökyüzünün karanlığında, gözleri kör eden yeryüzü beyazlığında evlerinin yolunda insanlar, çocuklar...
Tepelerinde dolanıp duran bir uğultu,
ortalıkta tedirginlikten bir sessizlik sarmalı...
Sonra dağılmış nar taneleri gibi parça parça kızıl kırmızılar içinde, kanlar
içinde insanlar... Beyazda, uçsuz bucaksız beyazda lime lime çocuk bedenleri,
kayalarda parçalanmış etleri... Bir kol
parçası göz menzilinin bittiği yerde duruyor, kanıyor... Her bir gövdenin eksik
bir şeyleri... Bir bedenin yarısı duruyor
yerde darmadağın, kalan yarısı toplanıyor kayalardan...
Eski zamanda olmuş bir mitolojik
hikaye, bir efsane gibi... İnanılması güç
Mustafa İşitmez
gibi... İnanılmaz gibi... Anlatsalar inanmayacağınız bir şey gibi.
Sınırların ötesi yada berisi hiç olmayan bir yer değil, Kaf Dağı’nın ardı hiç
değil! Orada da bir yaşam var. Herkesin
yaşamı gibi bir yaşam, herkesin yaşadığı
kadar bir yaşam...
Anımsamak ne acı. Yazmak, üzerine
düşünmek...
Kapınıza bir kuş ölüsü düşse, kanatları donmuş, öylece kurumuş olsa, bu
cansızlık kapınızda olsa; bir kedi yavrusu
bir kış günü eşiğinizde tirtir titrese yahut
ölmüş olsa içiniz yanar, belki o gün kendinize gelemezsiniz. Bir kuş sürüsü, bir
değil beş kedi yavrusu olsa belki ömrünüzce unutmayacaksınız...
İnsan olunca, uzağınızda olunca...
Gerçi her uzağınızdaki olaya da bu denli
duyarsız kalmıyorsunuz (Katırlara üzülmeniz boşuna değil...). Uzaklık sizin için
metresel hesaplarla değil, bölgesel. Doğu
yahut Güneydoğu’da olması yeterli sizin
için bir olayın uzaklık sınırlarında sayılması için. Misal Somali, Mısır, Tunus
size çok daha yakın...
Irkçı değilsiniz ama Kürtler’in kanını içseniz doymazsınız! Hümanistsiniz
ama insan sevmiyorsunuz! Müslüma-
nı seviyorsunuz ama Kürt’ün hiç bir
türlüsüne tahammülünüz yok. Kürt
olması yeter nefretinizden payesini alması için. Başka bir kimliğinin olması,
bir anlam ifade etmiyor, sizin safınızda
durmuyorsa, kendini ve köklerini inkar
etmiyorsa... Nefretiniz ne büyük! Kininiz ne çok!
Onca insanın bir kırım/kıyımdan
geçirildiği, dakikalar içinde yok edilip,
parça parça edildiği bir katliam yaşanıyor... Ülkenin ilerici(!), aydınlık(!) zat-ı
şahaneleri katırlara üzülmek üzerine,
katledilenlerin ve ailelerinin ve dahi
tüm Kürtler’in nemenem bir şey olduğu üzerine yazılar yazıyor, üzülmemiz
gerekiyorsa asıl o katırlara üzülmemiz
gerektiği salık veriliyordu... İktidar suç
üstü durumunu örtbas etmeye çalışınca
kalemşörler durmuyor, hemen safları
sıklaştırıyorlar!
Arno Gruen, “Kendine İhanet” kitabında insana dair önemli tespitlerde
bulunuyor: “İnsan gelişimi esnasında iki
seçenek vardır: Sevgi ve güç. Çoğu kültürün temelinde yatan güç otorite ideolojisini yansıtan bir kendilik oluşturur.
Bu kendilik, bölünmüşlük üzerine kuruludur; acı ve çaresizliği gerçek zayıflık
YORUM 9
Hakan TUNÇ
olarak reddeden, çaresizliği inkar etmek
için güç ile otoriteyi ön plana çıkaran bir
bölünmedir. Bu yolla ifade edilen kendilik, hayatımızda başarı olarak kabul edilen şeyin ilk prensibidir...”
Evet katırlara üzülmeliyiz, o gün orada parça parça olan katırlara üzülmeliyiz. Ama bu kalemşörlere, katliamın aktörü iktidara ve güçe tapanlara sormak
isriyorum:
Sizi bu kadar acı içinde bırakıp, çaresizliklere sürükleyen ve bu yaşadığınız ruhsal çalkantıları inkar ettirip güç
ve otoriteye yönlendiren, onu ön plana
çıkaran kaynak nedir? Çok mu sevgisiz
büyüdünüz de güce yöneldiniz?
34 insanı öldürmek, onları parça parça etmek, bir daha olmayacak olmaları
sizlerde bir başarı/tatmin duygusu yaşatıyor mu?
Aynaya baktığınızda yüzünüzde bir
kızarma, bir utanma belirtisi görüyor
musunuz? Görmüyor musunuz?
Yüz savaş kazanmak hüner
değildir. Hüner savaşmadan
güvenliği sağlamaktır.
(Çin Atasözü)
U
zlaşmak en önemli insani özelliklerimizdendir. Her insanın
farklı düşüncesi ve anlayışı vardır. Bu farklılıklar insanlığın gelişimi için
bir zenginlik bir gerekliliktir. Uzlaşmayı
günlük hayatımızda olumlu bir kavram
olarak kullanırız. Ancak bu kavramların
sınırlarını iyi tespit etmek gerekir. Uzlaşmanın temelinde bilgi, erdem, sevgi, insanlık adına fayda olmalı. Uzlaşmak
insanları daha zararlı bir sonuca gitmekten kurtarmalıdır.
Uzlaşma insanlığın mahvına yönelikse, kötülükte anlaşma ise buna
uzlaşma değil suçta ya da kötülükte işbirlikçilik demek uygun olur. Her insan
kavga yapabilir, zıtlaşabilir. İnsan eğitimsiz, sevgisiz ve erdemsiz olduğunda bunlar olağan hallerdendir. Ancak kişinin
sosyal ilişkilerinde uzlaşı kültürü içinde
hareket etmesi belli bir beyin ve yürek
kalitesini gerektirir.
Uzlaşı anlayışı, kazan/kazan ilkesinin
zemini oluşturur. Eskiden akıllı insana
izafe ettikleri “Bir iş yaptığında hem kendisi hem başkası fayda görür.” şeklindeki
davranış modeli de uzlaşı kültürü içinde
yerini bulur. Uzlaşmayı hayatımıza öyle
yaymalıyız ki, kavgalaşma ve çatışmaya
yer bırakmamalıyız. Çünkü bu bir seçimdir. Uzlaşma kültürüyle insanlığa ve
8-9 HalkınNabzı 22.indd 9
medeniyete, kavga ile yabanıllığa ve vahşete doğru yol alırız. Uzlaşma aklı kullanmanın ve başkalarının da aklından
istifade etmenin yollarından biridir.
Uzlaşmadan bizi uzaklaştıran etmenler nelerdir? Bunu öğrendikten sonra uzlaşma kültürünü algılamamız daha
kolay olacaktır. Uzlaşmayı karşılıklı konuşma ve dinlemeyi bilenler başarabilir.
Napolyon “Her şeyi konuşabilen insanlar, her şeyin üstesinden gelebilirler.” der
bir sözünde.
Özgüven eksikliği uzlaşma anlayışını ortadan kaldırır. Eğer özgüven yoksa
kandırılma, aldatılma korkusu ön plana çıkar. Karşı tarafı anlama ve değerlendirme yetimiz sekteye uğrar. Karşı
tarafı tam anlamayınca şüpheci yaklaşırız, kötü varsayımlarla hareket ederiz.
Özgüveni uzlaşma konusundan bir üst
kavram olarak kabul etmek gerekir. Özgüvenin oluşumunda bilgili olmanın,
empati kurabilmenin, konuşmayı, dinlemeyi ve tartışmayı bilmenin büyük
önemi vardır. Bilgi olmadan konuşmak,
dinlemek ve tartışmak verimli sonuçlar
doğurmaz. İletişim kazalarına yol açar.
Gereksiz tartışmaların, zıtlaşmaların
hatta kavgaların nedeni olabilir.
Bilgili olmanın arka planında erdem
ve hoş görü de bulunmalıdır. Aksi tak-
dirde bilgi bir üstünlük kurma, ezme ve
sömürme anlayışıyla uzlaşmanın değil
kavganın aracı haline gelebilir. Bizi uzlaşmadan uzaklaştıran en önemli etmenlerden biri de önyargılarımızdır. Geçmişteki deneyimlerimizin bize enjekte
ettiği duygu ve düşünceler olumlu adımların önünde bir duvar oluşturabilir. “Şu
millet haindir.” “Bu millet zalimdir.” “A
partisi hırsızdır.” “B partisi aşırı uçtur.”
gibi yargılar uzlaşma zeminini ortadan
kaldırır. Her olayı, olguyu zamana ve
mekâna göre kendi şartları içinde değerlendirmek gerekir. Önyargı uzlaşmanın
önünde duvar oluşturur. Uzlaşma fikri
alçak gönüllüğü, fedakârlığı, feragati ve
eleştiriye açık olmayı gerektirir. Kendini
sürekli büyük görmek herkese tepeden
bakmak, üstün ve önemli konumda olduğunu varsaymak, uzlaşmanın önündeki engellerdendir. Kişi “Ben bilirim,
ben yanılmam, ben geri adım atmam, ben güçlüyüm, ben önemliyim” diyerek
uzlaşma anlayışından uzaklaşır. Katı zihinsel yapıya sahip bu tür kişiler zamanla hem yalnızlaşır hem de uzlaşmanın
getirdiği zenginliklerden yoksunlaşarak
verimsizliğe düşerler.
Uzlaşma gizli gündem taşıyarak oluşmaz. Kafanın arkasında farklı planlar taşıyarak yapılan uzlaşma, uzlaşma değil
hilekârlık olur. Sıkışan eller kısa zamanda yumruğa döner. Uzlaşma belli bir
yürek şeffaflığını gerektirir. Yüreği yansıtmayan yüzdeki maske çabuk düşer.
Peki, uzlaşma sonunda kazanımlarımız
ne olur? Uzlaşma kültürü bizim insanca
yaşamamızın anahtarıdır. Sosyal barış
uzlaşma ile mümkün olur. Demokratik
yönetim ancak uzlaşma ile mümkündür. Özgürlük alanımızı ancak uzlaşıyla
genişletebiliriz. İç huzurumuz da uzlaşmanın sükûnetiyle sağlanır. Uzlaşmak
hayatı bir bütün olarak görmemizi sağlar. Uzlaşmak ahenk ve uyumdur. Batı
dünyası uzlaşma kültürü içinde takım
ruhunu yakaladığından bilimde ve teknikte ileri adımlar atmaktadır.
Uzlaşma olursa dayanışma ve güç
birliği sağlanır. Toplumumuza bakıyoruz. Trafikte insanlar kavgalı. Bu nedenle
her yıl binlerce insanımız ölüyor. Sosyal
ilişkilerde uzlaşmasız tutum nedeniyle
adliyeler iş yükünü kaldıramıyor. Siyasette sürekli kavga hali var. Uzlaşma olmadığından kötü yönetiliyoruz. Ülkenin
varlığı ve birliği tehlikede. İnatçı keçiler
gibi köprüden düşmek üzereyiz. Oysaki uzlaşma olsa birçok hayati ve önemli
dertlerimiz çözümlenecektir. Yüzümüz
gülecek mutlu olacağız.
30.12.2013 19:08
10 YORUM
2014
Çarşamba
1 Ocak
12 Eylül darbeci
çetelerinin mahkemeleri
Erdal Boyoğlu
2
7 Aralık’da devam edecek Ankara
12 Ağır Ceza Mahkemesi’nin düşündürdükleri... 12 Eylül referandumu öncesinde AKP’nin argumanı
‘darbeden hesap’ sorulacağıydı. Hesabı
sorulacak darbenin malzamesi de o
dönemden olacaktı. Kenan Evren’den
alıntılar yapıyordu. Erdal Eren için
gözyaşı döküyordu. 4 Nisan’da başlayan duruşmalar, Haziran,Eylül, Kasım
ve Ocak ayların da devam etti. Ancak
iki darbeci general mahkemeye getirilmedi (getirilmek istenmedi) kaldıkları
yerde paşa paşa ehli keyif bir şekilde
bizi yargılayamazsınız diyerek yaptıkları vahşetin arkasında olduklarının
pervasızca savundular. 12 ağır ceza
mahkemesi sanıkları dinledi. darbeciler yaptıklarını savundu. peki darbe
karşıtı AKP ne yaptı.AKP referandum
öncesi kükrüyordu,gözyaşı döküyordu.
Hadi bakalım darbeciler ihtilal-darbe
yaptıklarını ve pişman olmadıklarını
ve arkasında olduklarını mahkeme heyetine söylediler. ‘Bugün olsa yine yaparım’ diyor darbeci çete başı K. Evren.
Ey darbecileri yargılamak için gözyaşı dökenler nerede kaldı adaletiniz
Nerede kaldı halktan’darbecileri yargılayacağım diye bahsediğiniz sözlere ne oldu. Topladığınız oylar neyin nesiydi. Bu darbeci çeteler kime
meydan okuyorlar. Bugün olsun bir
daha yaparım diyorlar. Darbe karşıtı
görünen AKP’liler, nerde kaldı sizin
darbe karşıtı sözleriniz? Madem darbe yapanlara sesiniz çıkmıyor, ne diye
balyoz davasını ortaya attınız, ne diye
28 şubat’tan bahsediyorsunuz? 12 eylül darbecileri bir kez daha darbe yaptı. Bunu neden sorgulamıyorsunuz.
Berfo Ana gözaltında kaybedilen oğlu
için 100 yaşında olmasına rağmen,
zorlanarak duruşmalara katıldı.Oğlunun katillerinden hesap sormak için
mahkeme de ‘Kenan Evren peşindeyim, ocağın sönsün Evren. sen benim
oğluma ne yaptın?’ diye haykırdı. Ya
peki 12 eylül referandum da timsah
gözyaşları dökenler ne yaptı. Çıt yok.
10-11 HalkınNabzı 22.indd 10
devam ediyor
İşte egemen güçlerin saflarında olanlar, emperyalizme bağımlı olanların
yolu timsah gözyaşlarıdır. Emperyalizm den bağımsız olmayacakalarını
gösteren bir durumdur, bu durum. 12
eylül darbecilerin yargılanamaması
buna bağlıdır. Çünkü hakim sınıfların
temsilcileri böyle istiyorlar. Oligarşi
ve oligarşi’nin işbirlikçileri açısından
yadırganacak bir durum yok. Ya peki
12 eylül faşizmini bizzat yaşayanlara ne demeli? Nerede hesap soranlar.
Nerede muhatap ve mağdurlar. Eğer
Ankara Adliyesi önünde 10 binler
toplansaydı,yüzbinler olarak 12 eylül
cellatlarından hesap sormak için güçlü
bir dayanışma ağı yaratabilseydik, bu
durum böyle lakayıt ve sorumsuzluk
sergilenirmiydi? Katil Evren ve Şahinkaya bizi tarih yargılar deyip alay
edebilirleymiydi? 12 eylül mahkemesi
sürecinde duyarlı olanların moralleri çok bozuktu, çünkü protestocu ve
davacılar olarak bizler çok azdık. Azlığımızdan dolayı sesimizde az çıktı.
Mahkeme önünde birliğimiz ve dayanışmamız zayıfdı. Oysa hesap sormanın en büyük değeri mahkeme önünde
100 binlerin toplanmasıydı.Ancak o
zaman 12 eylül den 12 eylül yitirdiğimiz yoldaşlarımızın hesabını sorardık.
Boşuna değil birlikten kuvvet doğar
sözü. Ankara Adliyesi önünde toplanan bir avuç devrimcinin buluşması
yitirdiğimiz devrimcilere sorumluluktur, saygıdır, sevgidir ve yoldaşlarımızın hesaplarının sorulmasını haykırmasıdır. 4 Nisan da ‘ 12 eylül mağduru
bir kişi şöyle bağırmıştı’’ bugün burda
sadece Ankara’da götlerine cop ve şişe
sokulanlar gelseydi, şimdi burada 40
bin kişi olmuştuk’’ malasef 40 bin kişi
değil 4 bin kişi bile yoktuk. duruşmalar ilerledikçe yalnızca salondaki insanların katıldığı bir davaya dönüştü.
14 eylül duruşmasında Almanya ve
Avusturya’dan gelen heyetler mahkeme önünde bir heyacan yaratmıştı.
gönül isterdi ki hem Türkiye’nin dört
bir yanından hemde avrupanın dört
bir yanından akın akın mağdurlar ve
muhataplar akın akın akın gelselerdi
hesap sormak da bir başka olurdu.(12
eylül darbesinden sonra 30 bin insan
yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. sürgünde yaşayan devrimcilerin sesi güçlü çıkmayınca,baskıya ve zulüme karşı
dayanışma gelişmeyince; kamuoyunu
da konuşmaz, mahkeme hayeti de darbecilerle çay kahve muhabbeti yapar.
Unutmamak gerekir ki 12 eylül darbecileri bizi bir kez daha silindir gibi
ezdiler. anaların dışında;kimin yüreği
sızladı? Kendimizle yüzleşebildik mi?
12 eylül faşizmi ile hesaplaşabildik
mi? Faşizme ve darbelere karşı olmak
önce bireyin kendi vicdanında başlar.
Haksızlığı görenler, baskıyı ve zulümü
görenler birlik ve dayanışma içinde olmadıkları sürece komedi ve ucuzluk
her yanımızı sarar. Egemenler de bizimle dalga geçer, bugün olsa yine yaparım diyen faşist Evren ve Şahinkaya
biz tarihe hesap veriririz der.. Dünyanın bir çok yerinde darbeciler 90 yaşında olmalarına rağmen yargılandılar.
Bunun nedenini hiç sorgulayabildik
mi? Biz mahkeme önünde 200 kişi
olduktan sonra ne etkimiz olur nede
kimse bizi ciddiye alır. Gerçekten 12
eylül darbecilerinden hesap sorulmak istenseydi her 12 eylül de 10 binler 100 binler sokaklara dökülürdü.
12 eylül darbesi dergi köşelerinde
yazılmaktan öte gitmedi. Ağızlarda
laga luga oldu. Sokakta unutturuldu.
‘Darbeciler yargılansın, 15 madde
kaldırılsın’’ diyen, darbe karşıtı belli parti ve gruplar ve 78liler sokakta
kar kış demeden haykırdı, ama diğer parti, örgüt, kurum ve kuruluşlar
bu talepleri görmemezlikten geldiler.
İşte sorun demokratik taleplerimiz
ve haklı taleplerimiz görmemezlikten gelinirse yargılamaya ve hesap
sormaya karşı inanmak yitisi de kaybolur. İlerici, devrimci, demokratlar,
kurum kuruluşlar, devrimcilere sormak gerekir? Niye şimdiye kadar 12
eylül darbecilerinden hesap sorulsun,
darbeciler yargılansın diye bir eylem
birliği kurulmadı. 12 eylül den hesap
sormak isteyenler öncelikli olarak
birlik dayanışma ağını, ortakça, yanyana gelerek güçlü ittifaklar kurması
gerekmiyor muydu?. Güçlü bir dayanışma örgütlenmeden neyin hesabını sorabiliriz? Devrimciler arasında,
kurumlar arasında doğru dürüst bir
birlik yokken, her kurum kendi başına buyrukken, hiç bir şey yokmuş gibi
üstüne üstlük olmayan ve gerçekleşmeyen birlik ve dayanışmayı önlerine hedef koymayanlar, sadece laflayıp
durmaktan geri kalmayanlar kendileriyle gerçekten yüzleşiyorlar mı? Birlik
ve dayanışma diyoruz ama en temel
ortak sorunumuz olan 12 eylül faşizmine karşı bile yan yana gelinmiyorsa,
birlik ve dayanışma nasıl olacaktır?
En temel sorunumuz da bile devrimcilerin ortakça ve yanyana gelmemesinin nedeni ne olabilir? Birlik, mücadele ve dayanışma ne anlam ifade ediyor?
Her dönemin somut bilinciyle 27 Aralık 2013 vd olacak mahkemeler boş
bırakılmamalı, başlangıç süreci neyse,
hangi duygu ve düşüncelerle mahkeme duruşmalarına katıldıysak aynı duyarlılık aynı sorumluluk duygusuyla
devam etmeliyiz.
21 Şubat 2014 cuma günü saat
21.45’e etelenen mahkeme ne kadar
uzatırsa onu kendine yönelik bir kazanım olarak görmektedir. dolayısıyla bu mahkemenin ertelenmesi
ve bir sonuç alınmaması bizler tarafından bilinmektedir. Mahkeme
heyeti son yolsuzluk operasyonundan kaynaklı çekincelerini ve tavırsızlığını çok açık sergilemiştir. Mahkeme süreci bizler acısından yılgınlık olmamalıdır. Bir şey çıkmaz,
kimi kime şikayet ediyorsunuz, kimden medet bekliyorsunuz düşünceleri
bir şey yapmamanın teorileridir. Faşizmden hesap sormak, dabecilerden
hesap sormak insanlık adına devrimci
bir görevdir. Bu soyut bir kavram değildir, bu çok somut bir taleptir.
30.12.2013 19:08
YORUM 11
2014
Çarşamba
1 Ocak
Yerel Seçimler
ve Demokratik
Özerklik
B
undan bir kaç yıl önce Özgür Gündem’e ‘’İstanbul için
demokratik özerklik’ başlıkİshak
lı bir yazı yazmıştım. Daha
KARAKAŞ
sonra “Yerel Yönetimler ve Demokratik Özerklik” konulu bir sempozyumda, Sırrı Süreyya Önder’in yönettiği bir oturumda sempozyum
bildirim olarak aynı konuda bir konuşma yapmıştım. 30 yıldır İstanbul’da yaşayan, çocuklarını İstanbul’da okutan, İstanbul’da iş yapan bir
Kürt olarak kendimi İstanbullu addettiğimi söylemiş ve İstanbul için de
demokratik özerklik talep etmiştim. Bu yazı ve konuşmamda demokratik
özerkliğin özerk bölgeler arasındaki ekonomik eşitsizliği artıracağı iddialarına karşı bölgeler arası dayanışmayı önermiş, demokratik özerkliğin
siyasi ve kültürel yararlarını vurgulamıştım.
Seneler sonra Gezi Direnişi esnasında Halkların Demokratik Partisi
Eşbaşkanı Sebahat Tuncel de demokratik özerklik talebini İstanbul için
de kullandığında gurur duydum.
Ben demokratik özerkliğin çağımızın yönetim biçimi ve yaşam tarzı
olduğuna inanıyorum. Demokratik özerklik bireyin ve halkların kendini
devlet karşısında savunmasıdır. Demokratik özerklik kendi kendini yönetmektir. Demokratik özerklik için ilk adım mahalle birimlerinin merkez karşısında özerkliğidir. BDP’nin mahallelerde oluşturduğu ve kongrelerini yaptığı halk meclisleri demokratik özerkliğin inşasında hayati
önemdedir.
Bugün Rojava’da dünya demokrasi güçlerinin hayranlığını kazanan
demokratik özerklik Kürt Siyasal Hareketi’nin Ortadoğu halklarına sunduğu özgürlük ve demokrasi yoludur. Bu kavrama hepimiz sahip çıkmalı
ve gerçekleştirmek için çalışmalıyız. Sadece Kürtler değil bütün Türkiye
halkları sahip çıkmalıdır. Demokratik Özerklik hem Türkiye’ye hem Ortadoğu’ya barış getirebilir.
Diğer taraftan demokratik özerklik, tam da yerel seçimler yaklaşırken önemli bir belediyecilik perspektifi sunmaktadır. Bugün BDP’li belediyelerin kendi kentlerinde inşa ettiği demokratik özerk yapıları HDP
Batı’daki seçim çalışmalarında halka anlatmalıdır. Çünkü demokratik
özerklik HDP içinde temsil edilen halklara ve sınıflara zulmetmiş ulus
devlete karşı da alternatiftir.
Demokratik Özerkliğin Kürt bölgelerinde pratikleşmesinin şartı ise
Kürtler’in buralarda kuracağı özyönetimdir.
HDP “kendimizi de kentimizi de biz yöneteceğiz” derken özyönetime
işaret ediyor, BDP ise seçim sloganı olarak “özyonetimle özgür kimliğe”
derken Kürtler’in hedefini vurguluyor.
Bu yerel seçimler demokratik özerklik açısından da önemlidir. Çalışmalar buna göre yapılmalıdır.
10-11 HalkınNabzı 22.indd 11
30.12.2013 19:08
12 SÖYLEŞİ
2014
Çarşamba
1 Ocak
Sebahat Tuncel
-Röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.
-Ben teşekkür ederim.
-Cezanızın onanmasını neye bağlıyorsunuz? Bundan sonraki süreç nasıl gelişecek?
-Bu siyasi bir karar yani tam da bu
döneme, Türkiye’de yolsuzluk ve rüşvet
operasyonlarının olduğu bir döneme
denk gelmiş olması ciddi bir değerlendirme gerektiriyor. Belli ki bu iktidar
kavgasında Kürtler’i de bir şekilde ezmek, çözüm sürecini baltalamak gibi
12-13-14-15 HalkınNabzı 22.indd 12
bir yaklaşım içerisindeler. Böyle anlaşılıyor. Yoksa bu kararın hiçbir anlamı
yok gerçekten. Demokratik siyaseti
engellemek, Türkiye’de çözümü, demokrasi meselesini rafa kaldırmaktan
başka bir şey değil. Bu aynı zamanda
Anayasa Mahkemesi’nin kararına da
bir mesaj aslında. Vekillerimiz çıkartılmadı biliyorsunuz. Biz Meclis’te bu
konuda açlık grevi yapmıştık. Seçme
ve seçilme hakkımın gasp edilmesi
beni ilgilendirmiyor. Ben siyaseten karar veriyorum. Bundan sonra tabii ki
süreç nasıl işleyecek bilmiyoruz. Ama
bildiğimiz bir şey var ki bu iyi bir karar
değil.
-Tanıyacak mısınız bu kararı?
-Tanımıyoruz da tanısak da tanımasak da iktidardakiler buna göre
karar veriyor. Sonuçta bizim mücadelemiz devam ediyor. Biz haklı olduğumuzu biliyoruz. Biz durduğumuz
noktada eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesinin ne kadar anlamlı olduğunu
biliyoruz. Doğru yolda olduğumuzu
da görüyoruz. Yürüyüşü engellemeye
yönelik bir karar bu.
-AKP ve Cemaat arasındaki kavga
barış sürecini nasıl etkiler?
-Doğrusu şimdiye kadar hükümet
ve cemaat, özellikle bu çözümsüzlük
politikasında ortak hareket etti. 2009
operasyonunu birlikte yaptılar. KCK,
siyasetçiler, avukatlar davalarının hepsi bu iki gücün ortak mücadelesinin
sonucudur. Çok net, bugün iktidarın
rant paylaşımında sorun var. Dershaneler tartışmasıyla başlayan, bugünkü
yolsuzluk gündemiyle Türkiye’yi yeni
30.12.2013 19:06
2014
Çarşamba
1 Ocak
SÖYLEŞİ13
“Kürt halkı
bunlara
alışkın”
Sebahat Tuncel iki dönemdir Kürt Siyasal Hareketi’nin TBMM’deki temsilcilerinden biri. Tuncel, bir
süre önce Halkların Demokratik Partisi’nin kongresinde partinin eş genel başkanlığına seçildi.
Meclis’in en çalışkan milletvekillerinden olan Sebahat
Tuncel, ülkenin bütün ezilenleriyle, sömürülenleriyle yan yana durdu, sokak ile parlamento arasındaki iletişimi sağladı. Kürt Siyasal Hareketi ile Türkiye
Sosyalist Hareketi’nin ilişkisi ve işbirliği açısından da
Sebahat Tuncel önemli görevler üstlendi. Zaten onu
HDP’nin eş genel başkanlığına taşıyan da onun bu
konumu oldu.
2007’de halkın oyları ile cezaevinden çıkarıp parlamentoya gönderdiği Tuncel’i devlet şimdi bir kez
daha cezaevine göndermek istiyor. Yargıtay geçen
hafta kendisine verilen bir cezanın görüşülmesini
manidar bir biçimde öne çekti ve onadı. Ancak Kürt
halkı ve demokrasi güçleri onun cezaevine gönderilmesine izin vermeyeceğini deklare ediyor.
Sebahat Tuncel ile bu kararı ve olası etkilerini konuştum:
İshak Karakaş
bir sürece götürdü. Çok ciddi bir durum bu. İktidarın ve cemaatin ne üzerinde ortaklaştığını, Türkiye’yi nasıl
bir felakete sürüklediklerini gösteriyor. Buradan hayırlı bir şey çıkmasını
istiyorsak, cemaatin ortaklığı nasıl bir
noktaya getirdiğinin anlaşılması açısından önemli. Dolayısıyla bence Türkiye’de yolsuzlukla mücadele operasyonunun alanını, demokratik siyasetin
alanını genişletmek önemli. Türkiye’de
alınan kararlarda hükümetin ne kadar
dâhili var bilmiyorum, son dönemler-
12-13-14-15 HalkınNabzı 22.indd 13
de yargı içerisinde yaşanan kavga Türkiye’deki dengeleri yeniden kurmaya
çalışıyor. Buradan adalet çıkmaz. Gereken şey, bağımsız ve adil bir yargı.
Geçmişiyle yüzleşmiş bir Türkiye, yolsuzlukla mücadele eden ve 76 milyon
halkını gözeten bir noktada olması
gerekiyor.
-Son yolsuzluk operasyonları seçim sonuçlarını nasıl etkiler?
-Ben seçimlerin ilginç olacağını
düşünüyorum. Çünkü gerçekten bu
kadar yolsuzluğun, bu kadar çürüme-
nin olduğu yerde Türkiye halklarının
vicdanlı olacağını düşünüyorum. O
yüzden Halkların Demokratik Partisi
seçenek olarak ortaya çıkar diye düşünüyorum. Yeni dengelerden, AKP
ve Cemaat ilişkisinden sonra CHP ve
Cemaat ilişkisinden söz ediliyor. İkisi
de seçenek değil. Mevcut sistemi devam ettirmek, ortaya çıkan sonuçlarını
tamir etme ama derinliğine bir hesaplaşma olmayacağı ortada. O yüzden
seçenek değiller. Ben AKP’nin oylarının düşeceğini düşünüyorum.
-Kürdistan’da BDP, Türkiye’de
HDP bu süreci nasıl değerlendirir?
-Mesele sadece siyasal. Seçim artık
yerel bir seçim olmaktan çıktı. Genel
bir seçime dönüştü. Referanduma dönüşecek, hem Türkiye’de hem Kürdistan’da gerçekten demokrasi güçleri,
özgürlük güçleri, halkların kardeşliğinden yöne olan güçlerin ortaya çıkacağı bir dönem olacak. O açıdan yeni
dönemi dikkatli izlemek gerekli. Bu
seçim sonuçlarının gerçekten yeni deliller sunacağını düşünüyorum. Türki-
30.12.2013 19:06
14 SÖYLEŞİ
2014
Çarşamba
1 Ocak
ye halkı bu kadar yoksulluk nedeniyle
soğukta donan bebekler varken, Van’da
insanlar konteynırlarda kalmaya çalışırken, insanlar yoksulluk sınırındayken vicdansızlığın kabul edileceğini
hiç zannetmiyorum. Bunun mutlaka
sonuçları ortaya çıkacaktır.
-Şöyle okuyabilir miyiz: Türkiye’de
Kürdistan’ın demokratik özerkliğinin
bir etkisi ve benzeri olabilir mi?
-Bence bir bütün olarak yeni Türkiye’nin şekillenmesinde etkili olacaktır.
sine çekmeye çalışıyorlar. Bence Kürt
halkı kendi özgün duruşunu, özerk
duruşunu devam ettirecek. Kendi özgürlüğü ve halkların kardeşliği mücadelesini devam ettirecektir. Bunun için
söylüyorum. Bu halk Sebahat Tuncel’i
cezaevinden çıkartıp parlamentoya
gönderdi. Şimdi devlet bunun intikamını alıp parlamentodan cezaevine
göndermek istiyor. Halk da “vermeyiz” diyor. Bu süreç biraz da bunun
mücadelesi olacak gibi duruyor.
durum. Eğer yargı bu hale düşmüşse
bu ülkedeki insanların haklarını kim
savunacak? Düşünebiliyor musunuz,
bu kadar siyasal, bu kadar içine çökmüş bir sistemden bahsediyoruz. Cemaatin yargısı, AKP’nin yargısı, şunun
yargısı, bunun yargısı... Türkiye bu
ayıptan kendisini kurtarmalı. Hak, hukuk ve adaletin olmadığı yerde yargı
kimin elindeyse onun dediği oluyor.
Düdük kimdeyse onlar öttürüyor.
-Son karar ile birlikte, halkın tep-
net. Biz hem sokakta olacağız, hem
parlamentoda mücadeleye devam
edeceğiz. Bulunduğumuz her alanı
demokrasi mücadelesine dönüştüreceğiz.
-Meclis’teki diğer kadın milletvekillerinden destek bekliyor musunuz?
-Normal koşullarda destek olmaları
gerekir ama şimdiye kadar destek olan
olmadı. Türkiye’de her şey partizanlık
üzerinden gidiyor. Kadın dayanışması,
haksızlığa karşı yan yana durmak yok.
Yani bu ortaya çıkacak sonuç önümüzdeki dönem Türkiye siyasetinde etkili
olacak. 2014 Mart’ında kazanacak olan
yine Halkların Demokratik Partisi ve
BDP olacak, öyle görünüyor.
-Sebahat Tuncel’in cezasının
onanması Kürt halkı tarafından nasıl
karşılanıyor?
-Sonuçta Kürt halkı bunlara alışkın. Meselenin kişisel olmadığını biliyor. Belediye başkanlarımız içeride,
medya mensuplarımız içeride, binlerce insanımız içeride.
-Sebahat Tuncel’in bir yeri vardır,
inkâr edilemez ama. Bir başkaldırı
yaratmaz mı veyahut da bir sokak
hareketi?
-Bu kararı verenler zaten bunu hedefliyor. Kürt halkını bu savaşın içeri-
-Kürt siyasetinin önde gelen insanlarıyla görüştüm ben de. Gerçekten sizi vermeye razı değiller yani. Bu
kararla BDP ve HDP’ye mesaj mı vermek istediler sizce?
-Kesinlikle öyle. Bu karar aslında
hem BDP’ye, hem HDP’ye, hem demokrasi güçlerine bir mesaj içeriyor,
hele de böyle bir dönemde denk gelmiş
olması. Kürt halkına “savaşta ısrarcıyız, çözümsüzlükte ısrarlıyız” diyorlar.
Türkiye halklarına, Kürt halkıyla ortak
bir gelecek inşa ettirmemeye çalışıyorlar. Kadınlara özel bir mesaj veriyorlar.
-Yargıdaki son kararı Gülen Cemaati’nin olarak okuyabilir miyiz?
-Türkiye’de yargı o kadar karıştı ki,
düşünebiliyor musunuz bunu konuşuyoruz. Cemaat yargısı mı, AKP yargısı
mı, CHP yargısı mı diye. Korkunç bir
kisini, size verilen desteği nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Sonuçta bu bir mücadele süreci, halkımız mücadeleyi yürütecektir.
Onlara güveniyoruz. Özgürlük mücadelesini devam ettireceğiz. Kürt halkının bu yürüyüşü engellenemez. Dediğim gibi bu kişisel bir durum değil.
Hem Kürt halkına, Kürt kadınlarına
verilen bir mesajdı ve bu mesaj alındı
halkımız tarafından da.
-BDP ve HDP’nin bundan sonraki
tavrı ne olacak?
-Mücadeleye devam edeceğiz. Biz
yerel seçimlere hazırlanacağız, asıl cevabı yerel seçimlerde vereceğiz. Hem
Türkiye’de HDP, Kürdistan’da BDP’yle,
siyasi iradeye müdahalenin en güçlü
cevabını vereceğiz gibi düşünüyorum.
Her şey bizim açımızdan çok açık ve
BDP’li kadın vekiller dışında diğer
partilerdeki kadınlardan böyle bir şey
almadık henüz.
-Röportaj için çok teşekkür ederim. Çok kısa oldu zamanınız olmadığı için.
-Başka zaman yerel yönetimler
üzerine sohbet ederiz uzun uzun.
-Sözünüzü alıyorum.
-Tüm halkımızın yeni yılının barışa vesile olmasını temenni ediyorum.
Umarım 2014 yılı halkımızın demokrasi ve özgürlük mücadelesini kazandığı yıl olur.
-Çok teşekkür ediyorum.
-Ben teşekkür ederim.
12-13-14-15 HalkınNabzı 22.indd 14
30.12.2013 19:06
2014
Çarşamba
1 Ocak
HABER 15
Kadıköy Yeni Yıla Işıl Işıl Girdi
Kadıköy Belediyesi, 2014 yılını rengarenk ışıklar ve yılbaşı temalı dev heykel süslemeleri ve Bağdat Caddesi’nde yapılan müzik dinletileriyle karşıladı.
Kadıköy Belediyesi’nin, başta Bağdat Caddesi olmak üzere, Hasanpaşa ve Acıbadem caddelerinde yılbaşı süslemeleri 2014 yılına neşeli bir karşılama hazırlığı
yaptı. Bağdat Caddesi’nde Şaşkınbakkal-Erenköy arasında içlerinde ışıklı filler, kardan adam, yılbaşı pastası, yılbaşı topları temalı dev süs heykeller yerleştiren Kadıköy Belediyesi, yeni yıl sevincini sokaklara ve caddelere yansıttı. Bağdat Caddesi’ndeki dev ışıklı yılbaşı heykelleri ziyaretçilerin akınına uğradı. Heykeller önünde
resim çektirmek isteyenler kuyruklar oluştururken, sadece Kadıköylüler değil, çevre ilçelerden gelenler de bu coşkuya ortak oldu.
Kadıköy Belediyesi ayrıca geçen hafta sonu cumartesi ve pazar günü ile 31 Aralık Salı günü saat 12.00-17.00 arasında canlı müzik grupları ile de yeni yıla neşeli bir giriş yapmayı amaçladı. 28 Aralık cumartesi ile 29 Aralık pazar günü 3 ayrı noktada canlı müzik grupları izleyenlere neşeli dakikalar yaşattı. Şaşkınbakkal,
Caddebostan ve Erenköy de Bando, Napoliten ve Trio Amor müzik grupları saat 12.00-ila 17.00 arasında neşeli yılbaşı şarkılarıyla Kadıköylülere yeni yıl coşkusunu
yaşattı.
12-13-14-15 HalkınNabzı 22.indd 15
30.12.2013 19:06
16 YORUM
2014
Çarşamba
1 Ocak
#HırsızVar ya da Gezi’nin
2. Bölümüne Hoşgeldiniz!
27 Aralık 2013 gecesi, Taksim’de ve
İstanbul’un başka ilçe, semt ve mahallelerinde ve Türkiye’nin İstanbul dışındaki birçok meydanında, hırsızlık ve
yolsuzluk protesto edildi. Taksim’de,
Gezi günlerinde olduğu gibi, protestocular çeşit çeşitti; kullandıkları strate-
anlaşılıyor. Erdoğan-Gülen çatışmasına ek olarak, AKP’nin Milli Görüş
dışındaki bileşenlerini kendinden iyice uzaklaştıran yolsuzluk skandalları
ve üstelik başbakanın bunları kabul
edip kangrenli organı kesmek yerine
bunları savunmaya kalkması, AKP’nin
jiler de öyle. Kimi, barikat kurdu; kimi,
bayrak salladı; kimi pasif direnişin
çeşitli biçimlerini kullandı. Taksim,
Gezi’den sonra, ilk kez bu kadar kitleseldi; olmasa şaşırtıcı olurdu zaten;
çünkü hükümet, birçok nedenle meşruluğunu yitirmiş durumda. Bir kere,
Gezi gibi bir direnişi göğüsledi ve
aslında, milyonlarca insanı, Gezi’dekilerin kötü, kendisinin iyi olduğuna
ikna edemedi. Kendisine oy veren
Milli Görüş çekirdeği dışındaki kitleler, Gezi’yle birlikte zaten kopmuşlardı. Bunda Eren Erdem ve İhsan
Eliaçık gibi dindar kesimin dinlediği
ve AKP’nin değil Gezi’nin ağzından
konuşan kişiliklerin büyük etkisi
oldu. Bugün ise, geldiğimiz noktada,
yolsuzluk operasyonları dolayısıyla,
karşımızda, tümüyle meşruiyetini yitirmiş bir hükümet var.
Kimi sol kesimlerin bu meşruiyet
yitiminden hareketle erken seçim talep etmesi, bindiği dalı kesmek gibi
bir durum; çünkü seçimler ne kadar
gecikirse, AKP’nin o kadar dağılacağı
önümüzdeki günlerde, % 30’luk çekirdeğine gerilemesine yol açabilir.
Milletvekillerinin ve bakanların ihracı, istifası ya da görevden alınması,
önümüzdeki günlerde hız kazanacak.
Bu, AKP’nin moral üstünlüğünü yitirmesinin de bir ürünü. AKP dışın-
16-17 HalkınNabzı 22.indd 16
daki kimi partilerin, kendi adayları da
yolsuzluğa bulaştığı için, yolsuzluğun
üstüne çok da fazla gitmek istememesi
olasılığı, forumlarda tartışılıyor. Olağan koşullarda, yaklaşık 1 milyon seçmenin, kendini temsil eden bir aday
bulunmadığından, İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı için oy kullanmayacağı tahmin ediliyor. İlçelerde oy
verecek aday bulmak zor olmasa da;
büyükşehir düzeyinde, genel merkezin
isteğiyle ve kamuoyu yoklaması yapılmadan getirilen adaylara (buna yerellere sormadan karar alınması dolayısıyla, ‘paraşüt adaylar’ ya da ‘paraşütle
indirilmiş adaylar’ deniyor) oy çıkacak
gibi görünmüyor.
Erdoğan’ın yeni bakanlarının dizilimi ise, AKP’nin yeni stratejisinin,
eskisine göre daha yüksek düzeyde
itaat olduğunu gösteriyor. Forumlarda, kendi duruşu olmayan ve/ya da kamuoyunca fazla tanınmayan kişilerin
bakan yapılmasının, Erdoğan’ın, genel
seçimlere, cumhurbaşkanlığı seçimlerine ya da olası erken genel seçimlere
hazırlık için “sen ne dersen o olur” diyecek bir ekip arayışından kaynaklandığı ileri sürülüyor. Hatta “bakan yapmadığı, bir tek, çaycısıyla şoförü kaldı”
gibi espriler yapılıyor. Kuşkusuz, bu
listede, Gül’ün veto ettiği isimler konusu da etkili. Bu süreçten galip çıkan
Gül’e, bir kez daha cumhurbaşkanlığı
ÜMİT
BURNU
Dr. Ulaş Başar GEZGİN
(ya da devlet başkanlığı) yolu görünüyor; çünkü o, hem Erdoğan’ın hem de
Gülen’in izleyicilerinin az-çok saygı
duyduğu arabulucu bir kişilik olarak
öne çıkıyor. 27 Aralık 2013 Üsküdar
mitingi bile, Erdoğan’ın düşüşünü engelleyebilecekmiş gibi görünmüyor.
Hatta kullandığı aşırı saldırgan dilin
de, can havliyle son saldırılar olduğu
düşünülebilir; ne de olsa, en iyi savunma, saldırıdır. İyi bunlar tamam da; bu
hırsızlarda Allah inancı varsa, kendi
vicdan azaplarıyla zaten çoktan helak olmaları gerekirdi. Demek ki o da
yok... Bu ülkenin dindarları, yavaş yavaş, bunun farkına varıyor; yavaş ama
emin bir biçimde...
Öyle görülüyor ki, bundan sonra,
haramiler ve haramizadeler, AKP ve
Erdoğan başta olduğu sürece yargılanamayacak. Ancak dosyalar ve kasetler, basına servis edildikleri ölçüde
gündemde olacak. Taksim’deki “hırsız
var” ve “çal çal nereye kadar; bil bil buraya kadar” sloganları, durumu özetliyor. Gezi’deki gibi, talepleri tümüyle
net olmayan ve taleplerin ortaklaşması
noktasında sorunlar yaşayan bir halk
hareketinin bugünkü açık ve ortak
hedefli niteliği, Gezi’nin yinelenmediğini; onun yerine gelişip serpildiğini
gösteriyor. Bu iktidar, er ya da geç düşecek; yerine neyin ve kimlerin geçeceği ise, sokakta belirlenecek.
30.12.2013 19:08
KÜLTÜR 17
KULTUR
2014
Çarşamba
1 Ocak
Ali, Topu
B
Agop’a At!
ir akşam Beyoğlu’nda kalabalık bir kitlenin
arasında yürürken, kendimi yapayalnız hissettim. Sanki öksüz kalmıştım. Oysa etrafımda beni sonsuz kederlere gark edecek ailemden
kimse de hakkın rahmetine kavuşmamıştı; Ancak
düpedüz kendimi uçsuz bucaksız bir çölde bir başına kalmış gibi hissediyordum. Herhangi bir parktaki ceviz ağacı kadar yalnızdım… Yolunu kaybetmiş bir mecnun gibi derbeder… Bir o kadar çaresiz.
Sonsuz kalabalıklar içinde, ummana düşmüş bir
kazazede gibi bir başına…
Oysa şu an yürüdüğüm an, Hrant’la hiç tanışmadığımı, bir ekmeği bölüşmediğimi, iki lafın belini kırmadığımı anımsadım. Evet, katıldığı açık
tı. Atalarımızın, annelerimizin, kız kardeşlerimizin
çektikleri acıların aynını tekrar tekrar yaşayacak ve
aynı tarifsiz kederi hissedecektik. Korkak, ürkek bir
güvercin gibi kanat çırpıp duracaktık; ta ki hain avcının kör kurşununu yiyene dek… Kanadımızın kenarından akan kan, diğerlerine örnek olacak, artık
özgürce uçamayacaktık.
Rakel’in dediği gibi “çocuklardan katil yaratan”
zihniyetin bilmediği bir şey vardı. Hrant’a o munis,
o koca yürekli insana, yüzüne bile bakamadan kalleşçe arkadan kurşun sıkanlar, bunun sonun başlangıcı olduğunun farkına bile varamadılar. Artık
ne ülke aynı ülke, ne de bizler artık eski bizlerdik.
Artık korkmuyorduk! Ezilmiyorduk! Sinmiyorduk!
Bedros DAĞLIYAN
Ey İstanbul
Yelda ve Mario’ya sevgiyle
Uzakta bir çocuk ağlar
Bir anne yavrusunu çağırır
Ve hüzzam mırıldanır bir kanun
Gece yarısı ürpermelerle
Dile gelir Mehmetleri şair evinin
Darbelerle solan Eylül hatıratında
Sonsuz tarihinde İstanbul’un
Hüzünlerle hak edilir mutluluklar
Göçlere hazin bir keman eşlik eder
Sarhoş akşamlarında Papirüsün
Ağlamaya hazır bir Turgut Uyar
Bil ki sevgiyle iki yanağından öpülür
oturumların hepsini izlemiş, verdiği cevaplar ve
anlattığı anekdotlarla heyecanlanmış aynı heyecanı,
aynı kalp atışını paylaşmıştım. Halkımızın başından geçen katliamları birinci ağızlardan dinlemiş
biri olarak o kadar bedbaht ve bir o kadar kendimi
çaresiz hissediyordum. Yetmişli yılların sonlarına
doğru yapılan Maraş ve Çorum olaylarını görmüş
ve yaşamış biri olarak zaten dehşeti biliyor, bunların
son olmadığını hissediyordum. Arkadaşlarımın Diyarbakır cezaevinde yaşadığı işkenceleri ve benim
yaşadıklarımı anlatabilmek ne kadar zor bilseniz...
Sonra okuduklarım ve dinlediklerim bir film şeridi gibi usumdan geçmeye başladı. Ağrı da, Patnos
da, Muş da, Koçgiri, Diyarbakır, Sivas, Van, Anadolu’nun her bir köşesinde ve Dersim de yaşanan trajediyi de biliyor ve o acıları canımda, tenimde hissediyordum. Yani baskıcı devlet yapısı değişmedikçe
Anadolu halklarının çekeceği acılar son olmayacak-
16-17 HalkınNabzı 22.indd 17
Aksine bize bunları layık görenlerin gözlerinin içine bakıyorduk. Oysa onlar başlarını indirip, yüzlerini çeviriyorlardı. Artık yüz binler, derin devletin
pisliklerine, iğrenir gibi bakıyor ve onu yargılıyorlardı. Tarih kendini yargılıyor ve kendini yeniden
anlatıyordu bu ülkenin masum çocuklarına. Ellerine kan bulaşmasın, gözleri özgürce bakabilsin
diye mahzun gözlere; Sevgiyi, dostluğu, arkadaşlığı
anlatıyorlardı analar çocuklarına… Sonu iyi biten
masallarla, hikâyelerle ve içli bir sesle söyledikleri
ninnilerle uyutuyorlardı bebeklerini… Hain olmasınlar, cani olmasınlar, birlikte oyun oynayabilsinler
diye.
Artık kelebekler gibi iki günlük ömrü bile özgürce, korkmadan, gülerek yaşamak istiyoruz. Silahların gölgesinde değil, bir köy düğününde halaya durmak istiyoruz. Oyunlar kurmak istiyoruz en
güzelinden… Haydi, Ali topu Agop’a at!
Ne zaman durulacak bu gidip gelmeler
Ağıtlarında bu coğrafyanın acıları insanlığın
Minareli göklerinde martı sesleri
Ey İstanbul! Yedi dilli şehirlerin tanrısı
çağır beni!
Ana dilimle varayım yanına
Koynuna sar beni.
30.12.2013 19:08
18 YORUM
Fehim IŞIK
K
ürt sanatçı veya edebiyatçılarının
Türk olarak tanıtılması, onların
başarılarının egemenlerce sahiplenilmesi yeni değil. Bunun sanatçı
yada edebiyatçıdan, onun öznel durumundan kaynaklanan nedenleri olduğu
gibi, en ciddi nedenin egemen zihniyetin ırkçı ve milliyetçi bakış açısı olduğu
aşikardır. Irkçı-şoven zihniyet, özellikle
Kürtlük söz konusu olduğunda, sanatçının, edebiyatçının kimliğini bastırmak
için mevcut yol ve yöntemlerin tümünü
deniyor. Bir Kürt’ün başarılı olması, en
hafif deyimle, egemen zihniyetin hesabına gelmiyor. O, yok saydığı bir kimliğin
başarısını kabullenemiyor.
Bu biçimiyle yıllarca “Türk Kürt’ü”
olmanın sıkıntılarını en çok yaşayanlardan biri Yaşar Kemal’dir. Hep ‘ünlü
Türk edebiyatçısı’ olarak tanıtılan Yaşar
Kemal, son yıllarda yaptığı çıkışlarla,
insan hakları ve demokrasi alanında
yaşanan olumsuzluklara dikkat çekip
barışçı kimliğinin yanı sıra Kürtlüğünü de öne çıkarınca, onca başarıya
imza atmasına rağmen malum çevrelerce tefe konmaktan kurtulamadı.
Avrupa’nın, özellikle Fransa’nın tanınmış ressamlarından Remzi Raşa da,
yıllar yılı ‘Türk Kürt’ü’ olmanın, sıkıntılarını yaşayan başarılı sanatçılarımızdan
biri. O, Yaşar Kemal kadar gündem olmadı; Türkiye’de yaşamamasının bunda
ciddi bir payı var, elbet. Ancak gündem
olmasa da, her başarılı çıkışının ardından ‘Paris’teki Türk Ressam’ olarak tanıtılmaktan kurtulmadı; basına her yansıdığında ‘Türk’ dendi kendisine. Öyle
ki Fransa’daki sergilerinde bile zaman
zaman ‘Türk’ yada iki milliyetli bir tanıtımla ‘Türk-Kürt’ olarak lanse edildi.
1953 yılından beri Paris’te yaşayan
18-19 HalkınNabzı 22.indd 18
2014
Çarşamba
1 Ocak
Kürt Ressam Remzi Raşa:
Acının dışa vuruşunun rengi...
Remzi Raşa, 1928 Hatay Kırıkhan doğumlu. Kırıkhan’ın, hem yoğun göç
yaşayan hem de Kürtlükleri giderek
geri planda kalan, asimle edilen, yiten az sayıda Kürt’ünden, kendini tüm
özellikleriyle hala korumayı başarabilmiş nadir ailelerden birinin ferdi.
Küçük yaşlarda resim sanatına ilgi gösteren Remzi Raşa, 1940’lı yılların ortalarında, daha lise yıllarında iken resim
sergileri açar. İlk resim sergisini, Kırıkhan’da 17 yaşında iken açan Raşa’yı(1),
Kırıkhan’dan İstanbul’a taşıyan etki
resim olmasa da, İstanbul’dan Paris’e
yıllar yılı sürecek yolculuğa taşıyan en
önemli etken, resim sanatının kendisinden başka bir şey değil. Raşa, İstanbul’a
eğitimini sürdürmek için gelir. İstanbul
Güzel Sanatlar Akademisi’ne yazılır.
Remzi Raşa’yı Paris’e taşıyan süreç aslında İstanbul’a geldiği yıllardan çok önce
başlamıştır. Paris’e gitmeye ne zaman
karar verdiğini kendisi de pek bilemez.
Belki daha fırçayı eline aldığı ilk gün,
sanatın başkentine yolculuk etme arzusu yüreğine yerleşmiştir. “O arzu içimde
hep vardı. Fakat maddi durumum ve
ailemin bu konuya ilgi göstermemesi
sonucu bu arzumun gerçekleşmeyeceğinden hep korkardım.” diyen Raşa(3),
25 yaşında atıldığı serüvenle, yolunu
Paris’e verir. Orada, daha önce Paris’e
yerleşmiş Türk ressamların yaşadığı Alesia’da Rouet çıkmazındaki atölyelerden
birine yerleşir. Fikret Mualla’nın ünlü
bir ressam olmadan önce yerleştiği ve
çalışmalarını sürdürdüğü bu çıkmazda,
Remzi Raşa da çalışmalarını sürdürür.
Remzi Raşa, durmaksızın, bıkmadan fırça sallar. Baskın kimliğini çoğu
söyleşisinde ressam olarak ifade etse de,
Kürtlüğünü zihninden silmeden, hatta
onu zihninin en sağlam köşesinde muhafaza ederek, çalışmalarını sürdürür.
Çoğu kişi Remzi Raşa’nın resimlerini
karamsar, karanlık, içine kapanık bulur.
1974’li yıllarda Remzi Raşa’yı ‘Türk ressam’ olarak tanıtan Cumhuriyet gazetesi
muhabiri ile yaptığı söyleşisinde, resimlerindeki karamsarlık, karanlık ve içine
kapanıklığı şu şekilde açıklar: “Sevinci,
neşeyi dile getirmek benim konum değil. Kendi insanlarım böyle değil ki...
Ben, bana en yakın olanı seçerim. Empresyonistler neşeli resim yaptılar. Ben o
kadar uzağım ki bu duygulardan. Buradaki insanlardan kendi memleketime en
yakın olanları konu olarak seçerim.”(4)
Hiç kuşku yok, Remzi Raşa’ya bu sözleri
söyleten, zihninin en sağlam köşesinde
muhafaza ettiği Kürt kimliğinin bizzat
kendisidir. O Kürt’tür ve Kürt’ün yaşamındaki karamsarlık, karanlık ve içine
kapanıklık tablolarına da yaşamıştır; bu
nedenledir ki resimlerine karamsarlık,
karanlık ve içine kapanıklık egemendir.
Yalnız Kürt’ün karamsarlık, karanlık ve içine kapanıklığı mı? Elbet hayır!
Kürt’ün gündelik yaşamı da, coğrafyası
da Remzi Raşa’nın tablolarında kendini
bulur. Paris’in Alesia’da Rouet çıkmazındaki küçük atölyeden, çorak tarlaların arasından fışkıran bir Kürt evini
de, Kürt’ün yaşamının diğer boyutlarını da yansıtır tuvale, Remzi Raşa. Belki, “Yansıttıklarım Kürtlerdir,” demez.
Ancak her fırça darbesindeki acı ele
verir onun Kürt kimliğini. Bu özelliği,
Fransız resim eleştirmenlerinin de dikkatini çeker. Konularındaki acının yüklediği duygusallığın farkına varmamak
mümkün değil, çünkü. Bu nedenledir
ki tüm karakterleri hüzün yüklüdür;
her fırçasında acının rengi hakimdir...
Fransızların belirgin bir özelliği var;
bilinir; entelektüellikleri konusunda
‘burunlarından kıl aldırmazlar’. Bu nedenden olsa gerek, Fransız olmayan
sanatçılara hep ‘ikinci sınıf ’ muamelesi
yaparlar. Fransız olmayanlar kendi ülkelerinde çok tanınmış olsalar bile sanatçılar sıralamasında hep Fransızlardan
sonra gelirler; yani ‘ikinci sınıf ’ olmaktan kurtulamazlar. Remzi Raşa, Fransızların bu yargısını yıkan ender ressamlardan biridir. Bu yargıyı kırmanın etkisiyle
olacak ki sergilerinin bir kısmını, Fransızların yabancılara pek kolay tahsis
edilmeyen Montparnasse, Dourdan, Carnavaletgibiünlümüzelerindebileaçabildi.
Remzi Raşa’nın yaşamında önemli
bir sıçrama sayılacak dönem, Kürtlerin
yaşadığı mezalimin dünya kamuoyunun
gündemine daha fazla yansıdığı 1970’li
yılların sonlarına doğrudur. Bu nedenle
olsa gerek, Yılmaz Güney ve Kendal Nezan’la birlikte Paris Kürt Enstitüsü’nün
kurulmasına da öncülük eder. Remzi
Raşa’nın Paris Kürt Enstitüsü’nün kuruluşunda yadsınamaz bir etkisi vardır. Remzi Raşa, Paris Kürt Enstitüsü
aracılığıyla, daha çok Fransa’da tanınan
ressam/sanatçı kimliğiyle Kürt’e yapılan
haksızlığı anlatmanın da derdine düşer.
Şimdilerde resim yapmanın yanı sıra
tek çocuğundan olan torunu ile Kürtçe
konuşmanın(5) mutluluğunu da yaşayan Remzi Raşa, resimlerine konu sınırlaması koymadan tuvale fırça vurmaya
devam ediyor. Resimlerinden yansıyan
ise yalnız başına Kürt’ün acısının dışa
vurmuş duygusallığı değil. Bir barda
yaşamın yükünü omuzlayan kadının
hüzün dolu sureti, farklı objelerin dışa
vuran ilginç yansımaları, nü resimler,
herhangi bir akımın etkisinde olmadan
onun yüzlerce tablosu arasındaki yerini
almış durumda.
Dipnotlar
1. Atayolu Gazetesi, 23 Mayıs 1947, yıl
9, sayı 1109
2. Evrensel Kültür dergisi, Remzi: Renk
ve Yaşam, söyleşi, M. Şehmus Güzel.
3. Cumhuriyet, 10 Haziran 1974, Paris’te Türk Ressamları, Kosta Daponte.
4. Cumhuriyet, agy.
5. Kardeşi Uğur Raşa’nın anlatımı.
30.12.2013 19:08
2014
Çarşamba
1 Ocak
Yılbaşı Nedeniyle
Şişmanlık(Obesite)
Hastalığına Dikkat!
SAĞLIK 19
SAGLIK
Genel Cerrahi Uzmanı
İstanbul Tabip
Odası Divan Başkanı
Dr.Samet MENGÜÇ
Ş
işmanlık (obesite) ;kapitalist üretim ilişkileri ve yaşam biçiminin
bir sonucu olarak, giderek toplumda görülme sıklığı artan , insan
sağlığını olumsuz yönde etkileyen bir
rahatsızlık ve hatta bir hastalık olarak
tanımlanmaktadır.
Şişmanlık veya hastalıklı şişmanlık
nasıl belirleniyor?
Bunun çok çeşitli kriterleri olmasına rağmen bugün için bir kişinin şişman olup olmadığını, yada hastalıklı
şişmanlık grubuna girip girmediğini
bilmesinin en önemli göstergesi Vücut
Kitle İndeksi(VKİ)’dir.
-VKİ; Kişinin sahip olduğu ağırlığın (kg), sahip olduğu boy uzunluğunun metre olarak karesine bölünmesi
ile elde edilir.Yani 80 kilo ağırlığında
ve 170cm boyundaki bir insanın VKİ
şu şekilde hesaplanır.80 /1.7X1.7=
80kg / 2.89 m2=27,6kg/m2
Peki bu VKİ ne anlam ifade ediyor?
Yapılan çalışmalar sonucunda
VKİ’ine göre insanların şişmanlık
nedeniyle hastalık riski taşıyıp taşımadıkları saptanmıştır. VKİ’ ne göre
insanlar risk açısından 4 gruba ayrılmıştır.
1.VKİ:20kg/m2’nin altında olanlar
Zayıf
2-VKİ:20-25kg/m2 olanlar Normal
3-VKİ:20-30 kg/m2 olanlar Kilolu(dikkat!)
4-VKİ:30kg/kg olanlar Şişman olarak değerlendirilmektedir.
Asıl tehlike arz eden ve bir çok hastalığa zemin hazırlayan, özellikle VKİ
35kg/m2 nin üzerinde olan insanların
hastalıklı şişman olduğu kabul edilerek tedaviye alınmaları gerekmektedir.
Şişmanlık insanlık tarihinde
sanayii toplumuna geçişle , beslenme
şeklinin değişmesi ile birlikte görülmeye başlanmış, özellikle orta çağda
şişmanlık toplum içerisindeki statüyü belirleme kriteri bile olmuş, kilolu
olmak refah seviyesinin bir göstergesi
gibi algılanmış .Daha sonra 18.yüzyılda burjuva sınıfının oluşmasıyla
,burjuvalar göbekleriyle toplumda ta-
18-19 HalkınNabzı 22.indd 19
nınmaya başlamışlardır(Göbekli Burjuvalar).
Kapitalist üretim ilişkileri ,insanın
beslenme ve yaşam tarzlarını değiştirerek hızla artan şişmanlığı ve şişmanlığa bağlı ciddi hastalıklar oluşturmuştur .Yani Kapitalizmin sağlığa zararlı
olduğunun önemli bir göstergesi şişmanlık olmuştur.
Şişmanlık Önlenebilir mi?
Şişmanlık;1997 tarihinden itibaren
Dünya Sağlık Örgütü tarafından önlenebilir bir hastalık olarak kabul
edilmiştir. İnsanın beslenme şekli ve
yaşam biçimi ile tamamen önlenebileceğini ortaya koymuştur.
Şişmanlığın temel sebebi alınan
ve harcanan enerji (kalori)miktarı arasındaki dengenin alınan enerji lehine
değişmesidir .Bu dengenin korunması şişmanlığı ortadan kaldırır. Bugün
için şişmanlıkla direkt ilişkili diğer bir
deyimle şişmanlığın sonucunda ortaya çıkan hastalıkları kısaca aktarırsak;
1-Diyabet; 40 yaş üzeri şişman
hastaların büyük bir kısmında görülen
tip 2 diyabet şişmanlığın giderilmesi
ve beslenme şekli ile tamamen kontrol
altına alınabilmektedir,
2-Kalp ve Damar Hastalıkları;
Hipertansif Şişman hastaların kilo
vermesi ve hareketli yaşam biçimi
ile Hipertansiyonlarının düzeldiği ispatlanmıştır.
3-Akciğer ve Solunum Hastalıkları; Nefes darlığı ve hareket kısıtlığı
olan şişmanların kilo verme ile bu
hastalıklardan kurtulduğu bilinen bir
gerçektir . Solunum sıkıntısı nedeniyle
şişman insanlar vücut için çok önemli
olan kaliteli uykuyu asla alamazlar.
4-Psişik rahatsızlıklar ve Sosyal yaşama uyumda güçlükler şişmanlığın
doğurduğu önemli rahatsızlıklardır.
Şişmanlar arasında Deprasyon yaygın
bir hastalıktır.
Özetle şimanlık daha burada sayamadığımız kadar hastalığın hazırlayıcı
yada direkt sebebi olduğundan hem
kalitesiz bir yaşamın ve hemde kısa
bir yaşamın başlıca sebeplerindendir.
Bu yönüyle ciddi bir halk sağlığı sorunu olan şişmanlığa karşı olmak her
bireyin hatırlaması gereken bir görev
olmalıdır.
Şunları biliyormuyudunuz?
Günümüzde yaklaşık 2 milyarın
üzerinde kişi şişman ve bunların 700
milyonu da hastalıklı şişman(Morbid
Obesite) olarak kabul edilmektedir.
Beyin tek başına vücudun harcadığı enerjinin %20’sini tüketir.
Sanayileşmiş toplumlarda sağlığa
harcanan toplam giderin %2-7 sini
şişmanlıktan kaynaklanan hastalıklar
oluşturmaktadır.
Ne Yapmalı?
Az kalorili beslenme alışkanlığı,
hareketli bir yaşam, kaliteli bir uyku,
yağdan, şekerden, kimyasal katkılı yiyeceklerden uzak durmak insan için
zor olmasa gerek…
Nice Sağlıklı Mutlu Obezitesiz
Yıllar…
30.12.2013 19:08
20SPOR
2014
Çarşamba
1 Ocak
Toprak Saha
Yeni yılımıza girdik hep beraber.
Dileğim mutlu, huzurlu, sağlıklı, barış dolu bir yıl geçirmemiz toplum ve
dünya olarak. Yeni yılın ayrıca tüm
takımlarımıza başarı getirmesini diliyorum. 2014 hepimizin senesi olsun.
Geçelim takımlarımıza. Kartalspor haftaya transfer atağıyla başladı ve Tokatspor’dan Dündar Denizhan’ı renklerine bağladı. Koca bir
sezonu boş geçiren Dündar, güçlü ve
tecrübeli bir oyuncu ve Kartalspor’a
katkı sağlayacağını düşünüyorum.
Maltepespor da transfer çalışmalarını sürdürüyor. Bildiğiniz gibi İsmail
Çiçek, Murat Özer, Hasan Kılıç, Yasin Tüzün, Mustafa Özdemir, Kemal
Dağtarla ile yollarını ayıran Maltepespor eksiklerini kapatmak için
öncelikle orta saha transferine hız
verdi ve Payas Belediyespor’dan Can
Morgül ile anlaşarak transferini bitirdi. Ayrıca bazı oyuncularla transfer konusunda irtibatta oldukları ve
transferler resmileştikçe kamuoyuyla
paylaşılacağı bilgisi kulağımıza geldi.
Pendikspor ise halen transfer yapabilmiş değil ancak kadrosunu güçlendirecektir, geç olsun temiz olsun, yararlı olsun. Takımlarımız şu anda devre
arası tatilindeler ve yakın zamanda
ikinci yarı çalışmaları başlayacak. Bu
arada geçen hafta çok önemli bir futbol olayını atlamışım; Maltepespor
U-17 futbol takımı kendi liglerinde
şampiyon olmuşlar, onları bu vesiley-
le tebrik ediyorum. Bu şampiyonluk
Maltepespor’un altyapıya ne kadar
önem verdiğinin göstergesidir. Darısı
Türkiyede ki tüm futbol takımlarının
başına. Altyapının takımlarımız ve
futbolumuz için ne kadar önemli olduğunu izah etmeme gerek bile yok
sanırım. Tekrar iyi yılları diliyorum,
her gününüz kazanmakla geçsin,
hoşçakalın.
Arjen Barış
Pendikspor’lu Arif
İlk Yarının Gol Kralı
Oldu
P
endikspor’da forma giyen 29 yaşındaki forvet Arif Çoban Türkiye 2.
Lig Beyaz Grup’ta attığı 9 golle ligin
ilk yarısının gol kralı oldu. Çankırıspor
deplasmanında 2 gol atan Arif, sırasıyla
Kartalspor, Sarıyer, Tokatspor maçlarınıda boş geçmedi. En büyük patlamayı Aydınspor 1923 deplasmanında yaptı ve takımı adına hat-trick yaparak galibiyeti
getiren isim oldu. Son olarak Tarsus İdman Yurdu takımını da boş geçmeyen
ve takımına gol bazında en büyük desteği veren Arif Çoban’ın başarılarının ve
gollerinin devamını diliyoruz.
Maltepespor’da
Can Morgül
Sesleri
M
altepespor, Payas Belediyespor’un orta saha
oyuncusu Can Morgül’ü
transfer etmek için harekete geçti. Ligin ilk yarısının bitmesiyle
birlikte 6 futbolcusu ile yollarını ayıran Maltepespor takımdaki
eksikleri gidermek için transfer
çalışmalarına başladı. Geçtiğimiz
hafta Tuzlaspor’dan forvet oyuncusu Umut Gedik’i renklerine katan Maltepespor, ikinci transferi için çalışmalarını başlattı ve aradığı ismi Payas Belediyespor’da top koşturan Can Morgül olarak belirledi. Tarafların anlaştığı ve
resmi imzaların en kısa sürede atılacağı öne sürüldü. Can Morgül daha önce
sırasıyla Pazarspor, Oyak Renaultspor, Orhangazispor, İskenderunspor ve
Payas Belediyespor 1975 takımlarında forma giymişti.
20-21 HalkınNabzı 22.indd 20
Kartalspor Dündar Denizhan’ı
Renklerine Bağladı.
Kartalspor teknik direktörü Şaban Yıldırım’ın isteği ve bilgisi doğrultusunda çalışmalarını sürdüren Kartalspor transfer komitesi, ligin ilk yarısında Tokatspor’da forma giyen 1984 doğumlu sol kanat oyuncusu Dündar Denizhan’ı
kadrosuna kattı.
Sezon başında da Dündar Denizhan için transfer girişimlerinde bulunan ancak sonuç alamayan Kartalspor, kulüp binasında gerçekleştirdiği imza töreniyle
tecrübeli oyuncuya 1,5 yıllığına sözleşmeye imza attırdı.
Futbola Bostancıspor kulübünde başlayan ve buradan Fenerbahçe altyapısına
transfer olan Dündar Denizhan, yine Fenerbahçe Spor Kulübünde profesyonel
oldu. Sırasıyla Fatih Karagümrük, Beylerbeyispor, Bakırköyspor, Tepecikspor,
Alanyaspor, Sarıyer, Altınordu, Bozüyükspor, ve Şekerspor’da forma giyen tecrübeli oyuncu, son olarak Tokatspor formasıyla Spor Toto 2.lig’de mücadele etti.
Yalıspor Bayan
Voleybol Takımında Hüsran:
3-0
Maltepe Yalıspor Bayan
Voleybol Takımı deplasmanda karşı karşıya geldiği lig lideri İdmanocağı
Bayan Voleybol Takımı’na
3-0 mağlup oldu. İdmanocağı çok iyi mücadele gösterdiği müsabakada ilk seti 25-10, ikinci seti 25-16,
üçüncü ve son seti 25-14 önde bitirerek karşılaşmayı 3-0 kazandı. Yalıspor
Bayan Voleybol Takımı’nın fazla etkili olamadığı maçta aldığı bu sonuçla ligde ki 5. mağlubiyetini aldı ve kendisine ligde 6. sırada yer buldu. İdmanocağı
ise namağlup liderliğini sürdürdü.
30.12.2013 19:11
KÜLTÜR 21
KULTUR
2014
Çarşamba
1 Ocak
Tiyatroya ilgi yüzde 85 arttı
Devlet Tiyatrolarının (DT) sahnelediği eserlere ilgi, 2002’den bu yana
yüzde 85 artarak, 1 milyon 876 bin
700 seyirci rakamına ulaştı.
Kültür ve Turizm Bakanlığından
edinilen bilgiye göre, 2011-2012 sezonunda 152 oyun sahneleyen DT,
2012-2013 sezonunda 58’i yerli, 60’ı
yabancı 142 eseri seyirciyle buluşturdu. Minik seyircilere tiyatro sanatını
sevdirmeyi de amaçlayan DT, çocuklar için de 15’i yerli, 24 eserle temsil
verdi.2002 yılında 4 bin 420 olan
temsil sayısı, 2007-2008 sezonunda
4 bin 770’e, 2008-2009 sezonunda 5
Huysuz
bin 78’e, 2009-2010 sezonunda 5 bin
625’e, 2010-2011 sezonunda 5 bin
785’e, 2011-2012 sezonunda 6 bin
2’ye, 2012-2013 sezonunda ise 6 bin
185’e yükseldi.
Koltuk sayısı yüzde 139 arttı
2002’de 8 bin 300 olan koltuk sayısı, yüzde 139 artışla 19 bin 902’ye
ulaştı. 2002 yılında 1 milyon 14 bin
57 olan seyirci sayısı, 2011-2012 tiyatro sezonu sonunda 1 milyon 777 bin
743’e ulaşırken, rakam 2012-2013’te
ise 2002 yılına kıyasla yüzde 85 artarak 1 milyon 876 bin 700 kişi oldu.
Engin Alkan, Büşra Pekin, Deniz Uğur, Haki Biçici, Gülhan Tekin, Umut
Temizaş ve Esra Akbaş’ın birlikte rol aldığı bol kahkahalı, aşklı, entrikalı, danslı, rengârenk müzikal Huysuz; yeni yıla 4 oyunla “Merhaba” diyor.
“Huysuz”, 6 Ocak Pazartesi akşamı Ataköy Yunus Emre Kültür Merkezi’nde,
8 Ocak Çarşamba akşamı Kozyatağı Kültür Merkezi’nde, 10 Ocak Cuma akşamı Caddebostan Kültür Merkezi’nde (CKM), 12 Ocak Pazar günü ise Trump
Tiyatro Salonu’nda sahnelenecek.
Molière’in “Hastalık Hastası”, “George Dandin”, “Zoraki Evlenme”, “Cimri”
ve Teodor Kasap’ın Molière’den adaptasyonu olan “İşkilli Memo” oyunlarından
yola çıkılarak yazılan müzikali Engin Alkan kaleme aldı.
Yönetmenliğini de Alkan’ın üstlendiği “Huysuz”; huzurevinde yaşayan ve
Molière oyunlarındaki başarısı nedeniyle, zamanında “Molière’in Huysuzu” lakabıyla ünlenmiş eski bir tiyatro oyuncusunun zihninde canlanan biraz gerçek,
biraz hayal, kahkahası bol müzikal bir gösteri.
Ayakkabı kutulu konser
banka müdürünün evinde dolarların
bulunduğu ayakkabı kutularını hatırlatan kutudan, seslendirilen eserlerin
notaları çıktı.
Kutudan notaları alan grup üyeleri
sahneden Atatürk’ün ‘Sanatsız Kalan
Bir Milletin Hayat Damarları Kopmuş
Demektir’ sözü hatırlatılarak, 2014
yılının Mayıs ayında devletin sanat
kurumlarının kapatılması kararına
dikkat çekti. Grup üyeleri, izleyicilere
“Antalya Devlet Senfoni Orkestrası’na,
operaya, tiyatroya sahip çıkın” çağrısında da bulundu.
GENÇLİK MARŞI İLE SONLANDI
ANTALYA Devlet Senfoni Orkestrası’nca gerçekleştirilen yılbaşı konserinde ‘Vokaliz’ grubu sahneye şarkıların notalarının konulduğu kutuyla
çıktı. Antalya Devlet Senfoni Orkestrası’nın dün akşam düzenlenen yılbaşı
konserinde, çok sesli ‘Vokaliz Grubu’,
Orhan Orhun yönetiminde sahne aldı.
20-21 HalkınNabzı 22.indd 21
Bir yandan 1960, 1970 ve 1980’li yılların unutulmayan şarkıları ile Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’yi
temsil eden şarkılara yer veren grup,
hiç enstrüman kullanmadan makamsal doğu ve batı müziklerini de birlikte
sundu, izleyicileri yaptıkları şovla neşelendirdi.
KUTUDAN ŞARKI NOTALARI ÇIKTI
‘Vokaliz’ adlı grubun solistleri
Gökçer Alp (tenor), Cihan Kurtalan
(tenor), Tolga Gülen (bariton), Cengiz
Ünal (bariton), Umut Durmuş (beat
box), Mehmet Tıknaz (bas), ikinci bölümde ellerinde kutuyla sahneye çıktı.
İzleyicilere, 17 Aralık operasyonunda
Antalyalılara şarkılarla, türkülerle
unutamayacakları bir gece yaşatan Vokaliz Grubu, Türk Sanat Müziği eserleri arasına zaman zaman İtalyan eserlerini de serpiştirdi. Konserde patlak göz
maskeli koro şefi Orhun Orhon’un keman şovu da beğenildi. Konser, ‘Gençlik Marşı’ ile sonlandı.
30.12.2013 19:11
22 YORUM
B
A
ENİM
ÇIMDAN
Ebru TULGAR
2
013 bir kaos yılı oldu Türkiye
için. Niyet edip arayınca içinde
güzellikler, renkler barındırsa da,
karmaşayla, gerilimlerle, sürprizlerle
dolu geçti. Şimdi yepyeni bir yıl başlıyor, yeni bir sayfa açılıyor ülkemiz ve
tüm dünya için. Yeni yıl yeni umutlar,
yeni beklentiler, yeni heyecanlar demek. Herkesin, hepimizin farklı planları var bu yıl için. Ama ortak dileğimiz barış ve huzur.
Sizin “yeni yılda yapılacaklar” listeniz hazır mı? Benim 2013 listemin
başında “eski dostlarla daha sık görüşmek” vardı. Gerçekten de önceki
yıllara göre çok daha başarılıydım bu
konuda. Dostluklar, arkadaşlıklar çok
önemli. Araya giren onca zamandan
sonra daha dün ayrılmış gibi devam
edebiliyorsa insan, çok güçlü bir temele dayanıyor demektir bu dostluk.
Bu yıl da listeme koydum eski dostları,
siz de koyun. İyi geliyor eski tanıdık
yüzlerle bir araya gelmek, hasret gidermek.
Çoğu kadının yeni yıl planları
arasında “kilo vermek” vardır. Kilo
vermeyi bilmem ama daha sağlıklı
yaşamaya çalışmak olmalı öncelik listelerimizde. Sigarayı bırakmak, daha
22-23 HalkınNabzı 22.indd 22
2014
Çarşamba
1 Ocak
2014: Yeni Umutlar,
Yeni Beklentiler
çok sebze meyve yemek, daha çok
haraket etmek, mümkünse spor yapmak, bol bol yürümek, çok su içmek,
stresten uzak durmaya çalışmak genel geçer doğrular. Her geçen yıl, bir
tuğla daha koyuyor yükselen yaşam
duvarımıza. Bir yaş daha yaşlanmak
hiç korkutucu değil aslında. Ama ihmal etmemeliyiz bedenlerimizin ve
ruhumuzun sağlığını. Uzun yaşamak,
yaşam kalitemizi arttırmak, zinde ve
sağlıklı kalmak büyük ölçüde elimizde. 2014 daha bilinçli bir yıl olsun sağlık konusunda.
“Kendi gelişimine katkıda bulunmak” da değişmeyen beklentiler arasındadır yeni yılda. Yeni bir hobi edinmek, yeni bir dil öğrenmek, daha çok
okumak, daha çok sinemaya tiyatroya
gitmek… Yapılabilecek bir sürü şey
var istedikten sonra. Nasıl daha iyi bir
anne/baba olabilirim? Mutfakta daha
yaratıcı, daha farklı neler yapabilirim?
Hayatımda monotonlaşmış neyi daha
farklı yapabilirim? Kendime daha faydalı olmak adına ne yapabilirim? Mutlaka atılabilecek yeni adımlar vardır
herkes için. Bazı üniversitelerde emekliler için açılan “İkinci Bahar” derslerini fark ettim ben geçenlerde mesela.
Araştıracağım bu konuyu. Hoş olmaz
mı okul yıllarına keyifli bir geri dönüş,
sınav ve not stresi olmaksızın, sırf kendiniz için, sırf siz istediğiniz için?
Her yıl içimden geçen, fakat bir
türlü hayata geçemeyen bir başlık ise
“topluma faydalı bir şeyler yapmak”.
Günümüzde sivil toplum örgütleri
güçleniyor, gerçekten fark yaratabiliyorlar. Yaşamın her alanına dokunabilen organizasyonlar var. İhtiyacı olan
çocuklar için de bir şeyler yapabilirsiniz, kimsesiz yaşlılar için de, göz göre
göre yok etmekte olduğumuz doğa için
de, sokak hayvanları için de… Günlük
hayatın koşturmacası ve yükü çok ağır.
Ancak, kendimiz ve ailemiz dışında,
içinde yaşadığımız topluma da bir şeyler katmaya çalışmak kendimizi daha
iyi hissetmemizi sağlar.
Türkiye 2014’e çok yoğun bir gündemle giriyor. Siyasette gerilim doruklarda, taşlar yerinden oynuyor. Yeni
senenin neler getireceğini kestirmek
çok güç. Sağduyuyu elden bırakmamak, toplumun her kesimini çok dikkatli dinlemek, adaletten ayrılmamak,
karşılıklı saygıyı kaybetmemek gerek.
Bunca toz duman nasıl temizlenecek,
hep beraber göreceğiz. Mart’ta yerel
seçimler var. “Ben daha iyi yaparım”
yarışı hızlanarak devam ediyor. Daha
iyi bir toplum yaşamı için çok önemli
içine siyaset karıştırılmamış yerel politikalar. Yılın ikinci yarısında ise ilk
Cumhurbaşkanlığı seçimini yaşayacak
Türkiye. Çok kritik bir kilometre taşı
olacak siyasi arenada. Partilerin iç yapılarını değiştirebilir, dolayısıyla 2015
seçim sonuçlarını etkileyebilir, yeni
gerginliklere gebe olabilir. Adaylar
belli değil henüz. Benim oyum şimdiden, tarafsız, demokrat, anayasaya ve
Atatürk ilkelerine bağlı bir Cumhurbaşkanı adayına.
Sporda iki büyük uluslararası organizasyon bizleri bekliyor 2014’de.
Şubat’ta Rusya ilk kez kış olimpiyatlarına ev sahipliği yapacak. Karların ve
buzların üzerinde tam bir görsel şölendir kış olimpiyatları. Haziranda ise
Brezilya’da dünya kupası heyecanı yaşanacak. Severim futbol izlemeyi ben.
Türkiye yok maalesef Brezilya sahnesinde; artık umutlarımız 2016 Avrupa
Kupası’na…
Çok daha güzel, aydınlık, barış ve
huzur dolu bir yıl olsun 2014 sizler,
tüm sevdikleriniz, Türkiye, ve tüm
Dünya için.
30.12.2013 19:12
2014 mücadele, dayanışma ve
özgürlüğün yılı olsun
ÖDP Kadıköy İlçe Örgütü
Paçacı Hikmet Usta
2014'ün ülkemize
barış, özgürlük
ve demokrasi
getirmesi dileğiyle
Mutlu ve huzurlu bir yıl dileğiyle.
Nice senelere
“Çünkü
belediyecilik
şehrin kendisi
ve planlamanın
alanıdır”
GÜLŞEN TEKİN
YÜK. ŞEHİR VE BÖLGE PLANCISI
MALTEPE BELEDİYE MECLİS ÜYESİ ADAY ADAYI
22-23 HalkınNabzı 22.indd 23
Eminalipaşa Cad. Altıntepe Mah.
No: 6/C-3 Bostancı – İSTANBUL
Tel: (0216) 489 81 29 / 489 81 25a
30.12.2013 19:12
Yeni yılın ülkemize
barış ve mutluluk getirmesi dileğiyle
www.botanefsanesi.com
[email protected] / 0532 601 17 17
24 HalkınNabzı 22.indd 24
30.12.2013 19:12
Download