Tabelalardan T.C.’yi A.Ş. yapmak için kaldırmışlar S.2’de Ergun Babahan Spor salonları Yerel seçimler ve demokratik özerklik İshak KARAKAŞ S.11’de S.3’te Ahmet TULGAR Durum İshak KARAKAŞ Geçen hafta bir yandan gazetenin yeni sayısını hazırlarken bir yandan da hemen hemen her akşam bir siyasi toplantı ya da çalışmaya katıldım. HDP’deki sorumluluklarımdan daha önce bahsetmiştim. Ancak bu sorumluluklarım benim diğer partilerin faaliyetlerini izlememe engel olmuyor. Gazeteci sorumluluğumun gereği olarak diğer partilerin seçim çalışmalarını da yakından takip ediyorum. Bu hafta da gazetemizin sayfalarında BDP-HDP, CHP ve Ak Parti’nin yerellerdeki seçim çalısmalarından haberler bulacaksınız. Ancak belki parti içi demokrasi sorunları nedeniyle belki de farklı kaygılarla Ak Parti ve CHP çalışmalarını kamuoyu ile paylaşmaya pek istekli değil. Bu iki parti yine seçmenlerine emri vaki yapacak herhalde. Geçen haftanın en önemli olaylarından biri HDP Eş Genel Başkanı ve Milletvekili Sebahat Tuncel’e verilen hapis cezasının Yargıtay’da görüşülmesinin öne çekilmesi ve onanmasıydı. Ak Parti ile Cemaat kavgasında bir hesaplaşma unsuru olması da muhtemel olan bu gelişmenin ne yöne gideceği çözüm sürecini etkileyecek ve belirleyecektir. HDP Eş Genel Başkanı ve Milletvekili Ertuğrul Kürkçü bu konuya ilişkin kararlılıklarını geçen pazar akşamı BDP ve HDP’nin İstanbul’daki şöleninde sahneden duyurdu. Ben de sıcağı sıcağına Sebahat Tuncel ile bir söyleşi yaptım ve merak ettiklerimi ve ettiklerinizi kendisine sordum. Tuncel, iki dönemdir TBMM’nin en çalışkan üyelerinden biri ve ezilenlerin Meclis’teki sesi. Türkiye halkları Tuncel’e sahip çıkacaktır. 2014 yılının barış ve özgürlük yılı olmasını dilerim. Haftaya görüşmek üzere. www.halkinnabzi.com.tr 2 Yıl: Sayı: e-mail: [email protected] BU BİR SiYASi KARARDIR 2014 22 1 Ocak Çarşamba Fiyatı:1TL HDP Eş Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel kendisine verilmiş bir cezanın bu süreçte yargıtay tarafından onanmasıyla demokratik siyasetin engellenmek istendiğini söyledi. S12’de 2014: Yeni Umutlar, Yeni Beklentiler S22’de 1 HalkınNabzı 22.indd 1 30.12.2013 19:04 2 MEDYA 2014 Çarşamba 1 Ocak Tabelalardan T.C’yi, yerine A.Ş koymak için Ergun Babahan Ali Ağaoğlu’nun ortalığa saçılan telefon dinlemelerine göre Bakırköy’deki proje 63 kattan 70 kata bizzat Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla çıkarılmış. Sırf o mu, Erdoğan Bayraktar’a göre Şehircilik Bakanlığı’nın gerçekleştirdiği tüm işlemlerinin talimatı ondan gelmiş. Zaman gazetesinin dünkü nüshasında yer alan iddialara göre istifa eden İçişleri Bakanı 5 milyon dolara Rıza Sarraf’ın 7 sülalesine Türk vatandaşlığı vermiş, 3 milyon dolara rahatsız eden emniyet müdürünü sürmüş. Yine iddialara göre Ekonomi Bakanı aynı Rıza Sarraf’tan 700 bin liralık saat, İran’la altın ticaretinden elde ettiği kazancın önemli bir kısmını almış. Savcılık fez- kaldırmışlar lekekelerinde öne sürülen rakamın 100 milyon Euro’yu geçtiği iddia ediliyor. Özetle, bakanlık levhalarındaki T.C’lerin çıkması demokratik açılımla ilgili değilmiş, ticari durumla ilgiliymiş. Gazeteler yazamıyor diye gittim baktım, Etiler’de inşaat yapan müteahhitlerle görüştüm. Tartışılan Polis Okulu arazisi İçişleri Bakanlığı A.Ş ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi arasında imzalanan bir protokolle belediyeye devredilmiş. Belediye düzenlediği yeni imar planında alışveriş merkezi, rezidans, restoran, mağaza, otel yapımına izin vermiş. Okul dediğimiz 32 dönümlük (yani 32 bin metrekare) bir kampüs ve Akmerkez’in tam arka sokağında. Yeni yapılan Dostlarınıza güvenin, sevginize sarılın, barışı arzulayın. Nice mutlu yıllara. T: 90 216 457 46 46 F:+90 216 457 13 12 2-3 HalkınNabzı 22.indd 2 metroya yürüme mesafesi ve büyük olasılıkla metro bağlantısı olacak. Savcılığın engellenen operasyonuna dayanak yapılan ve gazetelere sızan soruşturma/ihbar dosyasındaki yazılanlar doğru ise, herkesin gözünün olduğu, metrekaresine bugünkü koşullarda 30 bin dolar değer biçilen (yani toplamı 900 milyon dolar) arazi, sessiz sedasız bir şirkete 460 milyon dolara satılmış. Türkçesi, alıcı şirkete daha satış işleminde 500 milyon dolar kazandırılmış. Bu rakam doğru ise, adamlar yarın o fiyata devredip ceplerinde 500 milyon dolarla çıkabilirler işten, ama inşaat daha kârlı. Çünkü piyasada buraya metrekaresi asgari 10 bin dolardan 150 ile 200 bin metrekare kararlarının polis eliyle uygulanmasına engel olan, savcıları devre dışı bıraktıran iktidar ve sözcüleri, dikkat ederseniz, soruşturma konusu iddialara hiç değinmiyorlar. Avrupa Birliği standartı diye atıp tutanlar, Avrupa ile ilişkilerin askıya alınmasına yol açacak adımları atmaktan çekinmiyorlar. Ne olduğu belirsiz kavramların, komplo teorilerinin arkasına sığınıp duruyorlar. Hukuka, devletin kurumlarına saygı duymayan bir anlayış Türkiye’yi hızla bir uçurumun kenarına sürüklüyor. Doların 2.2 liraya, Euro’nun 3 liraya geldiği, faizin yüzde 10 olduğu bir tablo inşaat yapılacağından söz ediliyor. Yani 1-1,5 milyar dolar arası bir kazançtan söz ediyoruz. İlker Başbuğ bile olsa çıkıp ‘‘Boru değil, 1.5 milyar dolar’’ derdi herhalde! İddialar doğruysa, kısa günün kârı böyle bir şey olsa gerek. Adli Kolluk Yönetmeliği’nin Ceza Muhakemeleri Kanunu’na aykırılığı bilinerek alelacele değiştirilmesi, yönetmeliğin iptalini isteyen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na hakaret yağdırılması bundan olmalı. Çuvala sığmayan bir minare var. Yargıya fiili darbe yapan, mahkeme soruşturma dosyalarının sonucu değildir. Yargıya doğrudan müdahale etmenin, yeni yolsuzluk soruşturmalarını önlemeye çalışmanın yarattığı kaosun sonucudur. Türkiye yasaların askıya alındığı, yargının fiilen devre dışı bırakıldığı Afrika devletlerine benzetildi. Polisin, jandarmanın yargı kararlarını uygulamadığı, dosyadan el çektirilen savcının ifadesiyle zanlıların kaçmasına, delillerin karartılmasına göz yumduğu ortaya çıktı. Bunun adı artık demokratik hukuk devleti olamaz. Olsa olsa AKP Anonim Şirketi olur. 30.12.2013 19:06 YORUM 3 2014 Çarşamba 1 Ocak Spor Salonları N asıl bir ayaz. Üşüyorum. Gözlerim yaşarıyor soğuktan. Öyle bakıyorum, yaşların arasından, flamalarla, bayraklarla, sloganlarla yaklaşan gençlere. “Bir ömür böyle geçiyor” diyorum yaşlarımın arasından bakarken salonun önünde toplaşanlara, yaşlarımın arasında hatırlarken yıl be yıl toplanmalarınızı, bir araya gelmelerimizi, yürüyüşe geçmelerimizi, şarkılar söylemelerimizi. Geçen pazar akşamı, Ataköy’deki Sinan Erdem Spor Salonu’nun önü. Birkaç adım uzaklaşıp dostlardan, bu tanıdık, bu benzer, bu benzeş kalabalığa bir memnuniyet, bir bahtiyarlık halinde bakıyorum. 35 senede bu kaçıncı spor salonu, hangi ülke? “Gece” derdik eskiden daha çok, politik olanlarına yani, şimdi daha çok “şölen” deniyor, Kürtler kazanmaya yaklaştıkça ‘gece’den ‘şölen’e mi geçildi acaba, bir iyimserlik hali mi? 35 sene olmuş bu işlere başlayalı ve bu defa da “Rojava’dan Gezi’ye demokratik özerk yönetimler ile özgür yaşama yürüyoruz” konulu, ABONELİK KARTI ANADOLU YAKASINDA GÖRÜNÜR OLMAK iÇiN ilan Reklam ve Rezervasyon hattı için bizi arayınız T: 0216 457 46 46 F: 0216 457 13 12 e-mail: [email protected] 2-3 HalkınNabzı 22.indd 3 3 Ay 6 Ay 1 Yıl Yurtiçi 15 Yurtdışı 15 Yurtiçi 30 Yurtdışı 30 Yurtiçi 60 Yurtdışı 60 Adı Soyadı:.................................................................................................................. Adresi:......................................................................................................................... .................................................................................................................................... e-mail:......................................................Tel-GSM:.................................................... Ahmet TULGAR böyle bir bir araya gelme ve kutlama sebepli bir şölen. Sevinçli bir hareket müjdesi, daveti, tarifi. BDP ile HDP’nin düzenlediği şölende şarkılar söylenecek, bayraklar, flamalar dalgalanacak. Çakmaklar yakılacak karanlıkta. Barış için, özgürlük için olacak şarkılar çoğunca. Aşk için de ancak. Hep böyle olmadı mı zaten? Böyle bir kuşak değil miydik biz? Yine böyle bir ayazda, bu defa Mannheim’da, saatlerce bekledikten sonra girdiğimiz spor ya da konser salonunda da böyle sebeplerle söylemedim mi ben, Bruce Springsteen’in şarkılarını, kalabalığın içinde eşlik ederken ona? Kaçıncı spor salonuydu 35 senede? Hangi ülkede ama hep aynı umutlarla? Ama bu defa işte, sanki daha yakınız umut ettiklerimize, barışa, özgür bir toplumsal hayata. Halklar birbirine. Daha yakın. Halkın Nabzı Gazetesi Süreli Yayın AHİS Reklam Organizasyon Prodüksiyon San. Tic. Ltd. Şti. Adına İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni (sorumlu) İSHAK KARAKAŞ Editör: Ahmet TULGAR Görsel Yönetmen İsmail DOĞAN Grafik Mizanpaj Ayda ARAZ Kazım ÇINAR Hakan YILDIRIM Abonelik bedelini banka hesabına yatırdıktan sonra bilgileri lütfen aşağıda belirtilen posta adresine veya e-mail e gönderiniz. HALKIN NABZI Bağlarbaşı Mahallesi 2. İlkokul Cad. No: 39 Cihangir İş Mrk. Kat:2 D:7 Maltepe/İstanbul/Türkiye T: 90 216 457 46 46 F: 90 216 457 13 12 [email protected] Kurumsal İletişim AKBANK Maltepe Şubesi TL HESABI: Şube Kodu: 0029 Hesap No: 0189926 IBAN:TR 350004600029888000189926 HESABI: Şube Kodu: 0029 Hesap No: 0201353 IBAN:TR 880004600029036000201353 Bedros DAĞLIYAN Ayşenur AKSOY Haber Merkezi Lale DUMAN Kültür Sanat Spor Arjen BARIŞ Hukuk Danışmanı Av. Uğur KARAKAŞ Danışma Kurulu Fehim IŞIK Samet MENGÜÇ Fuat TOKAT Yer: Bağlarbaşı Mh. 2. İlkokul Cd. No: 39 Cihangir İş Merk. Kat 2 D:7 Maltepe - İstanbul Tel: 0216 457 46 46 Fax: 0216 457 13 12 [email protected] Baskı: GÜN MATBAA Beşyol Mah. Akasya Sk No 23/A Sefaköy-Küçükçekmece - İST. Tel: +90 212 426 63 00 30.12.2013 19:06 4 YORUM 2014 Çarşamba 1 Ocak Önder Birol Bıyık B aşbakan Erdoğan şahsında bir siyaset tarzının hazin çöküşüne tanık oluyor Türkiye… Cemaat-hükümet kavgasından sonra gelen yolsuzluk depremi, sistemi adeta yatağından koparıp uçurumun kıyısına savurdu. Başbakan ve oğluna kadar uzandığı iddia edildiği için engellenen 2. dalga yolsuzluk operasyonları, yargı-emniyet savaşı, hükümet partisinde peş peşe yaşanan azil ve istifalar; hak ve adalet kavramlarını hiçe sayan, gözünü karartmış bir yönetim aklının yıkımını gösteriyor. Ancak bunca toz duman arasında bir görüntü var ki, sanırız akıl ve vicdan sahibi herkeste öfke patlamasına neden oldu. Pakistan dönüşünde bir otobüsün üstünde, adı yolsuzluk soruşturmasına karışan bakanlarla başbakanın el ele tutuştuğu görüntüden söz ediyorum. Bunun patolojik bir izahı olmalı. Başbakan Erdoğan, iktidarının bekasına o kadar inanıyordu ki, kibir ve hükmetme hırsı rasyonellikten ve hayatın gerçeklerinden epeydir koparmıştı onu. O melun iktidar sarhoşluğu, etrafında sıra sıra saf tutmuş çıkar çevreleri, ‘her şey iki dudağımın arasında’ yanılgısı ve kendini ‘tarih ya- Yolsuzluk Çıkmazında Bir Muktedir Başbakan zan adam’ gibi görme vehmi onu bu günlerin batağına getirdi. Kendisini çok rahat ve güvende hissediyordu. Dünyanın küresel devleri bile 10 yıl ötesini göremezken 2071 düşleri kuruyor; ne söylerse ‘yasa’, ne yaparsa ‘hüküm’ sanıyordu. Bakan da onundu, vali de onundu, millet de… Demokrasinin asgari gereklerini dahi uygun gördüğü yer ve zamanda, kâfi gördüğü miktarda yerine getirir ve meydanlarda ‘benim vatandaşım’ dedikçe coşan ‘milli irade’yi dilediği gibi baştan çıkarabilirdi. Bu yüzden her şeye göz kırptı ama hiçbir şeyi tam yapmadı. Kürt meselesinde de, barış ve çözüm sürecine yaklaşımda da, Alevilik sorununda da, bölgesel ve uluslar arası meselelerde de, o caf caflı kalkınma projelerinde de, ihale dağıtımlarında da ilk sorusu şuydu; “Biz bundan nasıl nasipleniriz?” Aslında Türkiye’nin yapısal sorunlarına kalıcı çözümler üretebilecek, barışı ve demokrasiyi tesis edebilecek bir güçle, defalarca onurlandırdı bu halk onu. Tarihte çok az insana nasip olan bu kredisini barıştan, hukukun üstünlüğünden, şeffaflıktan ve gelişmiş bir demokrasiden yana kullansaydı, gerçekten tarihi farklı bir başbakan olarak geçerdi. Ama o totaliter bir toplum mühendisliğine saparak, tek adamcı yönetim diskurunu benimsedi. Hükümet olarak her şeyi yapabilecekleri, ama hiç hesap vermeyecekleri yanılgısına kapıldılar. Ne var ki, Türkiye gibi birçok gücün üzerinde tepindiği bir coğrafyada hukuku, yasaları bir kenara bırakıp kendinize dikensiz gül bahçesi yaratmaya kalkarsanız, o kutsal bildiğiniz ittifaklar çözülünce hiç aklınıza gelmeyecek dosyalar kozmik odalardan çıkarılır, önünüze konuverir işte. Gafil avlanırsınız! Daha önce de yazdık. Bu ülkenin insanlarına çocuklarının cenazelerini temsil ettiğinizde ‘vatan sağ olsun,’ der susar. Neden o çocukların öldüğünü sorgulamaz bile… Bu ülkenin insanlarını en ağır koşullarda sigortasız ve iş güvencesiz çalıştırsanız ‘ekmek parası’ der susar. Bu ülkenin insanlarını meydanlarda sıra dayağında geçirseniz, bu kez utancından susar ve unutmayı yeğler. Ama bu ülkenin insanlarına bunca yolsuzluğu ‘vatan âşıklarına düzenlenen komplo’ diye yutturmaya kalkarsanız, işte onu sineye çekmez. Böyle garip bir toplumuz biz… Şu an özgüveni kaybolmuş, aldığı ağır darbelerin şokunu atlatamamış asabi bir adam portresi çiziyor başbakan. Tükeniş psikolojisini vuruşa vuruşa aşmak gibi anlamsız bir inada teslim oluyor. Attığı her adımda, gösterdiği her tepkide biraz daha eriyor. Ne meydanlara topladığı on binler, ne üst perdeden meydan okumalar, yaşanan bu çöküş gerçeğini örtmeye yetmiyor. Bir hezeyan hali içinde kendi elleriyle devlet kadrolarına yerleştirip birlikte Ergenekon destanları yazdığı Fethullahçı bürokratları bugün çete, her yargısal adımı komplo, her partisinden istifa edeni hain, yanında saf tutmayan her medya organını ajan-provokatör gibi görmeye ve göstermeye çalışıyor. Hatta yel değirmenlerine karşı yeni bir ulusal kurtuluş mücadelesi ilan etmeye kadar vardırıyor işi. Başbakan yolsuzlukların yanında duran adam fotoğrafı verdikçe daha çok yıpranıyor, daha çok kan kaybediyor. Öyle sanıyorum ki, kendisi trajik bir siyasal sona koşar adım yol alırken, partisini de kendisiyle beraber aynı sona sürüklüyor. Her şeyin yolunda gittiği, barış dolu bir yıl dileğiyle… CHP Kadın Kolları Adalar’da CHP Kadın Kolları temsilcileri iki günlük bir çalışma için Büyükada’ya geldi. Adalar Belediyesi’ni de ziyaret eden temsilcileri Belediye Meclis Salonu’nda ağırlayan Adalar Belediye Başkanı Dr. Mustafa Farsakoğlu, ziyaretten duyduğu hoşnutluğu dile getirerek, şunları söyledi: “Kadınların siyasete ve yönetime katılmaları bize onur veriyor. Geleceğimizin aydınlığı için kadınlarımızın ve gençlerimizin daha çok temsil edilmelerini istiyoruz.” CHP İstanbul İl Kadın Kolları Başkanı Arzu Öner de, İl Kadın Yönetimi ve İlçe Kadın Kolları ile çalışma yapmaya geldiklerini belirterek, “ Adalar’a verdiğiniz hizmetlerden dolayı size teşekkür etmeye geldik. Seçim döneminde enerji depolamak için Adalar’ı seçtik. Arkadaşlarım, İstanbul Büyükşehir’in burcuna CHP’nin bayrağını takacak olan kadınlardır.” dedi. 4-5-6 HalkınNabzı 22.indd 4 30.12.2013 19:05 YORUM 5 2014 Çarşamba 1 Ocak Mahalle kongrelerine yoğun katılım Geçen çarşamba Maltepe, Zümrütevler’deki Doğan Kardeşler düğün salonunda BDP Maltepe İlçe Örgütü Girne ve Başıbüyük mahallele yönetimler kongresi yapıldı. Yoğun bir topluluğun katıldığı kongrede BDP İstanbul İl Eş Başkanı Emrullah Bingül, il yöneticisi Hasan Sayan, BDP Anadolu Yakası bõlge sözcüsü Cengiz Topbaşlı ve Pendik-Tuzla sözcüsü Sabri Oglago ve HDP Maltepe İlçe Beldiye Eş Başkan aday adayları Zabit Vurdu ve Gülistan Diken ile belediye meclis üyesi aday adayları Kerem Güldal, Ebru Ünal, Enver Delibaş, Betül Taylan, Nazan Olgaç, Ebubekir Türk, Oya Gürbey, Ertan Kabadayı, Bitlisliler Derneği Başkanı Habip Cin ve yönetim kurulu, Bitlis Dernekler Federasyonu Başkan Vekili Yücel Oto, genel sekreter Metin Soyer hazır bulundu. Kongre’de konuşan BDP Istanbul İl Yöneticisi Hasan Sayan, geçen seçimlerde ilçe kongrelerini yaptıkları kalabalıkları şimdi mahalle kongrelerinde topladıklarını, bunun yerel seçimlerde HDP’nin büyük başarı elde edeceğini gösterdiğini söyledi. BDP İstanbul İl Eş Başkanı Emrullah Bingül ise konuşmasında BDP ve HDP’nin yerel seçimlerde çok başarılı olacağını ve halkların özgürlüğe yürüdüğünü söyledi. HDP Maltepe Belediye Başkan aday adayı Zabit Vurdu ise konuşmasında BDP ve HDP’nin halkların gerçek seçeneği olduğunu ve AKP ile CHP karşısında üçüncü yolu temsil ettiğini söyledi. Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni İshak Karakaş da yaptığı konuşmada,”Demokratik özerklik için ilk adım mahalle birimlerinin merkez karşısında özerkliğidir. Bugün burada seçilen arkadaşlar demokratik özerkliğin ilk adımlarını atacaktır” dedi. Engin Özkan Seçim Çalışmalarına “Maltepede” Devam Ediyor! CHP Maltepe Belediye Başkan Aday Adayı Engin Özkan, seçim çalışmalarına hız verdi. Adayların Ankara’da atanmak için mücadele verdiği bir dönemde, Engin Özkan’ın Maltepe Sokaklarında çalışma yürütmesi dikkatlerden kaçmadı. Aday olduğu günden bugüne, söylemleri ile, projeleriyle, duruşu ile fark yaratan genç Aday Engin Özkan, atamalar için son düzlüğe girilmişken, Ankara’da çalışmak yerine, Maltepe’de çalışmayı tercih ediyor. Cumartesi günü Maltepe Merkezde kalabalık bir ekiple sokakta çalışma yürüten Özkan, öğleden sonra Esenkent Mahalle pazarında çalışmalara devam etti. Genç ve dinamik adayı gören Maltepelilerin Özkan’a olan sevgisi gözle görülmeye değerdi. Maltepelilerin ortak beklentisi, Maltepeli, genç, dürüst ve çalışkan birinin aday olması. Engin Özkan’ın iddiası Maltepe’de %60 için tam zamanı! 4-5-6 HalkınNabzı 22.indd 5 Umutların gerçek, gerçeklerin ve mutlulukların sonsuz olması dileğiyle. Nice yıllara. Mustafa Kul Kartal Belediye Başkanı Aday Adayı 30.12.2013 19:05 6 HABER 2014 Çarşamba 1 Ocak Unutursak Kalbimiz Kurusun 2 5 Aralık Çarşamba günü Kadıköy’de Halkların Demokratik Kongresi ve Halkların Demokratik Partisi tarafından bir yürüyüş düzenlendi. Yapılan basın açıklaması ve dağıtılan bildirilerden derlenenler ise şöyleydi: 19-26 Aralık 1978 tarihleri arasında yapılan ve 150 Alevi yurttaşın katledildiği Maraş Katliamı’nın sorumluları ve destekçileri hesap vermedi, yargı önüne çıkmadı, halka duyurulmadı. Bugün dahi dini siyasete alet eden siyasetten şaşılmadı, geçtiğimiz günlerde Alevi yurttaşların evlerini işaretleyenler ifşa edilmedi, haklarında hukuki herhangi bir işlem de yapılmadı. 28 Aralık 2011’de Roboski (Uludere)’de 34 yurttaşın üzerine bomba yağdırıldı. İçlerinde çocukların da olduğu 34 insanın ailelerine “kan parası” teklif edildi ve sorumlularla destekçileri yine açıklanmadı, yargılanmadı. Aralık 2012’de iki Ermeni kadın katledildi. Nefret suçu olarak kayıtlara geçmesi gereken dava hırsızlığa indirgendi. Haziran İsyanı (Gezi Direnişi) sırasında en yetkili insanlardan ağza alınmayacak söylemler geldi, milyonlarca insan sokaklara döküldü, yüzbinlercesi polis şiddetine maruz kaldı, hayatını kaybedenler oldu. Ali İsmail’in, Ethem’in, Ahmet’in, Abdullah’ın, Medeni’nin, Hasan Fe- rit’in, Mehmet’in, Reşit’in, Veysi’nin, Bemal’in, Uğur’un, Ceylan’ın, Roşin’in ve daha nicesinin katilleri korundu, saklandı. HDP’li gençler olarak biz, barışın ve barış sürecinin egemenlik çatışmasıyla kurulamayacağının, inanç eşitliği sağlanmadığı müddetçe barışın gerçekleşmeyeceğinin bilincindeyiz. “Barış için eşitlik, barış için adalet, inançlara özgürlük” iradelerinin gösterilmesi gerektiğinin farkındayız. Katliamların hesabını vermeyen devlet yetkililerinin karşısında durabilecek güçlü bir toplumsal muhalefetin, yarının demokratik Türkiye’sinin temellerini sağlayabilecek olan yetideki herkesi HDK-HDP’ye ve yerel meclislere çağırıyoruz. Halklara eşitlik, inançlara özgürlük.” Basın açıklamasının ardından gruplar slogan atarak dağıldı. Kadıköy’den Van’a Oyuncak Kampanyası #VanaOyuncak Kadıköylüler, yeni yılda Vanlı çocukları, oyuncaklarla sevindirecek. Kadıköy Belediyesi’nin sosyal medya üzerinden başlattığı Van’a Oyuncak Kampanyası ile Vanlı çocuklar yeni oyuncaklarla yeni yılı karşılayacaklar. Daha önce düzenlenen giysi ve bot kampanyası ile Vanlı çocukları sevindiren Kadıköy Belediyesi, yeni yıl nedeniyle bu kez Vanlı çocuklara oyuncak hediye alma mutluluğu yaşatacak. Sosyal medya üzerinden #VanaOyuncak etiketiyle başlatılan kampanya çerçevesinde Kadıköylülerden 3-12 yaş aralığındaki çocuklara uygun, kullanılmamış oyuncakları, başta Kadıköy Belediyesi olmak üzere kendilerine en yakın toplama merkezlerine bırakmaları istendi. Oyuncak teslim tarihini 27 Aralık 2013 Cuma günü mesai saati bitimi olarak belirleyen Kadıköy Belediyesi, hediye oyuncakları hemen yola çıkararak, başta konteynerlerde yaşayan çocuklar ile köylerde yaşayan yoksul Vanlı çocuklara yılbaşında ulaştırarak sevindirmeyi hedefliyor. Oyuncaklar, Süreyya Operası, Caddebostan Kültür Merkezi, Kozyatağı Kültür Merkezi (Kozzy) Barış Manço Kültür Merkezi ve Halis Kurtça Kültür Merkezlerine bırakıldı. 4-5-6 HalkınNabzı 22.indd 6 30.12.2013 19:05 2014 Çarşamba 1 Ocak Krizsavar değil, krizsever yönetim anlayışı B atı standartlarında iyi bir sürücü olduğumu söyleyebilirim. Otuz yıldan fazla otomobil kullanıyorum. Amerika ve Avrupa’da da yıllarca araba kullandım. Kaza yapmadım, yolda kalmadım... Türkiye’de birçok sürücü eminim bana ‘kötü sürücü’ der. Çünkü hız yapmam, yol işaretlerine ve uyarılarına dikkat ederim. Diğer sürücüleri kollamam gerektiğini bilir, trafikte önümdeki araçla mesafemi korurum. Ama bunun yeterli olmayacağını da bilir, hızımı aracımı kolay kontrol edebileceğim bir düzeyde tutarım. Batılı ülkelerde yolların mühendisliğinin güvenilir olduğunu, öngörülmeyen çukur, banket ve kasislerle karşılaşmayacağımı, virajların bir makulu olduğunu bilir ve o güvenle hareket ederim. Ülkemde ise kendi beceri ve basiretim dışında hiçbir şeye güvenemiyeceğimin, her an kötü bir sürprizle karşılacabileceğimin bilinciyle direksiyon başına geçerim. 17 Aralık günü de böyle oldu. Ekonomi yönetimi gözünü kulağını Amerikan Merkez Bankası’na (FED) dikmiş, dış piyasalardan gelecek haberi beklerken sürpriz sayılabilecek bir krizle karşılaştık. Türkiye’de hukuk devletinin temellerinin ne kadar zayıf olduğunu gösteren bu beklenmedik krizin ekonomi üzerindeki yıkıcı etkileri bana Türkiye’de yolların ne kadar güvensiz olduğunu bir kez daha hatırlattı. Haftanın son günü ekran başında piyasalardaki depremi izlerken, işaretleri yeterli olmayan; son derece bozuk bir yolda, belki de çıkmaz bir yolda, gaza sonuna kadar basan ve bunu ‘iyi sürücülük’ olarak görenler geldi aklıma... 7 HalkınNabzı 22.indd 7 Ekonominin yolculuğuna bakınca basiretli olmanın değil, aksine olmamanın çok daha zor olduğu bir ortam vardı zaten. Uzun yıllar gayri safi yurtiçi hasılanızın yüzde 7-9’u arasında seyreden bir cari açık üzerinde yol alıyorsunuz. Çöken global piyasalar zar zor toparlanmaya çalışıyor, yani ucuz kaynak kalmamış. Önemli ihracat pazarınız Avrupa ekonomileri bir türlü ayağa kalkamıyor, sınır ticareti desek güvenebileceğiniz komşularınızın hemen hepsi iç kargaşaya boğulmuş, üstelik aranız çoğuyla fevkalade bozuk; ithalatına bağımlı olduğunuz petrol, doğalgaz fiyatları oynak; özel sektörünüz aşırı borçlu, öyle ki yıl içinde 165 milyar dolar borç geri ödemesi yapacak; ekonomik büyümenizin tek kaynağı inşaat sektöründe fiyatlar şişmiş, balon patlama noktasında; sanayiniz havlu atmış, ihracatınızda yüksek teknolojili ürünlerin oranı yüzde 5 düzeyinde. Yani neresinden bakarsanız bakın arabayı çok dikkatle sürmeniz gereken bir yolda ilerliyorsunuz. Üstelik yolda da yoğun bir sis var. Yol işaretlerine her zamankinden daha çok dikkat etmeniz hatta hızınızı iyice düşürmeniz gerekiyor. Üstelik bu sefer davul sizin boynunuzda tokmak da FED’in yani Amerikan Merkez Bankası’nın. Ve FED her atacağı adımı ve bunun koşullarını da açık açık dünyaya ilan ediyor. Yani gizli kapaklı bir iş yapmıyor. Önleminizi alın, artık kimseye ucuz para yok, tuttuğunuz yola, hızınıza dikkat edin, aman ha duvara falan çarpmayın diyor... Bu durumda iyi sürücü ne yapar? Uyarıları dikkate alır. Gaza basıp, yolda seyreden diğer sürücülerle kavgaya tutuşmaz, yoğun kar yağışı ve sis uyarısı varken kar lastiği ve sis farı olmadan yola çıkmaz. Oysa biz büyük bir devlet krizi yaratarak, modern ekonomiler için olmazsa olmaz olan ‘güven’ unsurunu yerle bir ettik.Yönetim, güveni yeniden tesis etmek yerine, daha da derinleştirecek biçimde yargıyla kıyasıya bir savaşa tutuştu. Bu koşullar altında siyasi erkten bağımsızlığı her geçen gün tartışılan ve koyduğu hedeflerin çok uzağında kalarak piyasaların güvenini önemli ölçüde yitirmiş Merkez Bankası günlük 450 milyon dolar satma kararını açıkladı. Ama kurun ateşi düşmedi. Aksine her döviz satışı, biran önce parasını dövize çevirip, artık çok güvensiz bir liman olan bu ülkeden ayrılmak isteyen yabancıların döviz talebini daha da artırdı. ‘Bu kadar döviz satıldı yine de kur arttı!’ algısı bir ekonomi için olabilecek en kötü şeydir. Çünkü piyasaya ‘panik’ egemen olur. Beklentilerin ‘kötü’ye dönmesi ise bulaşıcıdır. Kısa sürede dalga dalga yayılır. Bütün araştırmaların ortaya koyduğu gerçek devlet kurumlarının ve yargının tarafsız davranacağına güvenilmeyen toplumlarda barışın,istikrarın ve ekonomik refahın olamayacağıdır. Yine birçok araştırma ‘aşırı merkezileşmiş’ yapıların da sürdürülebilir bir barış, istikrar ve ekonomik refah ortamı yaratmadığını gösteriyor. Türkiye’de de olan budur. Ne bir eksik ne bir fazlası...Yasama,yargı ve yürütme ayrılığını gereksiz bir yük hatta engel olarak gören yönetimin, herşeyi yürütmenin başına bağlayacak adımlar atmasıyla zaten bozuk olan yolda ilerleyen araba kontrolden çıkmaya başladı. Kaldı ki ülkedeki tüm kararların tek bir kişinin yetkisinde olması, o kişi seçilmiş dahi olsa, o rejimi demokratik kılmayacağı gibi, güvenilir de kılmaz. Evrensel hukukun üstünlüğünü tanımayan aşırı merkezi ekonomilere sadece çok kısa vadede çok yüksek karlar elde etmek isteyen aşırı sıcak sermaye ilgi gösterir. Uzun vadeli yüksek teknolojili yatırımlar yapılamaz. Bu gibi ülkelerin risk primi hep yüksektir. O nedenle çoğunluğun fakirleşmesi pahasına yüksek faiz ödemek, yüksek enflasyona katlanmak, eğitim-sağlık gibi beşeri sermayeyi geleceğe hazırlayacak yatırımlardan ve sosyal adaletten vazgeçmek zorun- YORUM 7 ANAP Eski Genel Başkanı İktisatçı Nesrin NAS da kalırlar. Büyümeleri hep inişli çıkışlı, krizli ve acılıdır. Krizler merkezileşmeyi, merkezileşme de yolsuzluk ve rüşveti artırarak güven krizini derinleştirir. Bu bizim ilk krizimiz değil. Öyle görünüyor ki, aşırı merkezileşmiş ve hesap vermeyen bir yönetim anlayışında ısrar ettikçe son krizimiz de olmayacak. Son büyük krizimiz 2001’den oldukça radikal yapısal önlemler alarak çıkabildik. Güveni yeniden tesis edebilmek için çok ağır bedeller ödendi. Ekonomi üzerinde siyasetin ve merkezi otoritenin etkisi sınırlandırıldı. Piyasalar bağımsız ve tarafsız ekonomik kurumlara güvenmeye başladıkça krizin etkileri onarılabildi. Ekonomi alanında bunlar yapılırken AB uyum yasaları ile de bireysel özgürlüklerin alanı genişletilerek toplumsal barışı sağlama çabalarına hız verildi. AB tam üyelik hedefi ile ayakları yere basan bir hikayemiz oldu. Toplumdaki rahatlama ve özgürleşme duygusu güvensizliği en aza indirdi. Bu önlemler alındıktan sonra 2002 yılının tamamında Merkez Bankası tüm sarsıntılara rağmen sadece 12 milyon dolar (yanlış okumadınız) satarak piyasaların ateşini söndürdü. Şimdi günlük 450 milyon dolar kızgın tavada bir damla yağ gibi buharlaşıyor. Üstelik o yıllarda dünya ekonomileri de krizde değildi, sermaye de boldu ve elimizi uzattığımızda tutacak ortaklarımız vardı. Şimdi ise ne peşinden koşacağımız ayakları yere basan bir hikayemiz var ne de arkamızdan esen bir rüzgar... Rüzgar karşıdan ve bütün şiddetiyle esiyor ve toplumsal barış da hayli yara almış durumda... Bu krizden çıkışın kolay yolu yok maalesef. Devlet etme anlayışımızı, siyaset yapma tarzımızı köklü biçimde değiştirmek ve bunun için toplumun her kesimi ile yeni bir sözleşme yapmak zorundayız. Bu da ancak, demokratik bir hukuk devletini önceleyen bir anayasayı yapacak yeni bir meclis ile mümkün görünüyor. Bağırmak yerine dinlemek, suçlamak yerine aynaya bakmaktan başka çaremiz yok. Eskiyi aynen muhafaza ederek yeni yılın bize iyi günler getireceğini umamayız. Tüm okurlarımın yeni yıl kutlu olsun! 30.12.2013 19:07 8 HABER 2014’ün ülkeye barış getirmesi dileğiyle HDP MALTEPE 2014 Çarşamba 1 Ocak 2014’ün ülkeye barış getirmesi dileğiyle MECLİS ÜYESİ ADAY ADAYI EBUBEKİR TÜRK KEREM GÜLDAL HDP MALTEPE MECLİS ÜYESİ ADAY ADAYI Mutlu ve huzurlu bir yıl dileğiyle. Nice senelere 8-9 HalkınNabzı 22.indd 8 30.12.2013 19:08 2014 Çarşamba 1 Ocak 28 Aralık 2011... A nımsadınız mı tarihi? Anımsamadınız mı? Hani “unutursak kalbimiz kurusun” demiştik de karşılık olarak “her kürtaj bir Uludere’dir” demiştiniz? Sekizi yan mı yatırsaydık? Aralık sizde bir boşluk yaratmıyor mu? Bir gece, daha önceki geceler gibi bir gece, az ötede, evlerinin arka bahçesine az mesafede... Katırların sırtlarına yüklenmiş kaçak(!) bir şeyler... Gecenin ilk deminde, mavi gökyüzünün karanlığında, gözleri kör eden yeryüzü beyazlığında evlerinin yolunda insanlar, çocuklar... Tepelerinde dolanıp duran bir uğultu, ortalıkta tedirginlikten bir sessizlik sarmalı... Sonra dağılmış nar taneleri gibi parça parça kızıl kırmızılar içinde, kanlar içinde insanlar... Beyazda, uçsuz bucaksız beyazda lime lime çocuk bedenleri, kayalarda parçalanmış etleri... Bir kol parçası göz menzilinin bittiği yerde duruyor, kanıyor... Her bir gövdenin eksik bir şeyleri... Bir bedenin yarısı duruyor yerde darmadağın, kalan yarısı toplanıyor kayalardan... Eski zamanda olmuş bir mitolojik hikaye, bir efsane gibi... İnanılması güç Mustafa İşitmez gibi... İnanılmaz gibi... Anlatsalar inanmayacağınız bir şey gibi. Sınırların ötesi yada berisi hiç olmayan bir yer değil, Kaf Dağı’nın ardı hiç değil! Orada da bir yaşam var. Herkesin yaşamı gibi bir yaşam, herkesin yaşadığı kadar bir yaşam... Anımsamak ne acı. Yazmak, üzerine düşünmek... Kapınıza bir kuş ölüsü düşse, kanatları donmuş, öylece kurumuş olsa, bu cansızlık kapınızda olsa; bir kedi yavrusu bir kış günü eşiğinizde tirtir titrese yahut ölmüş olsa içiniz yanar, belki o gün kendinize gelemezsiniz. Bir kuş sürüsü, bir değil beş kedi yavrusu olsa belki ömrünüzce unutmayacaksınız... İnsan olunca, uzağınızda olunca... Gerçi her uzağınızdaki olaya da bu denli duyarsız kalmıyorsunuz (Katırlara üzülmeniz boşuna değil...). Uzaklık sizin için metresel hesaplarla değil, bölgesel. Doğu yahut Güneydoğu’da olması yeterli sizin için bir olayın uzaklık sınırlarında sayılması için. Misal Somali, Mısır, Tunus size çok daha yakın... Irkçı değilsiniz ama Kürtler’in kanını içseniz doymazsınız! Hümanistsiniz ama insan sevmiyorsunuz! Müslüma- nı seviyorsunuz ama Kürt’ün hiç bir türlüsüne tahammülünüz yok. Kürt olması yeter nefretinizden payesini alması için. Başka bir kimliğinin olması, bir anlam ifade etmiyor, sizin safınızda durmuyorsa, kendini ve köklerini inkar etmiyorsa... Nefretiniz ne büyük! Kininiz ne çok! Onca insanın bir kırım/kıyımdan geçirildiği, dakikalar içinde yok edilip, parça parça edildiği bir katliam yaşanıyor... Ülkenin ilerici(!), aydınlık(!) zat-ı şahaneleri katırlara üzülmek üzerine, katledilenlerin ve ailelerinin ve dahi tüm Kürtler’in nemenem bir şey olduğu üzerine yazılar yazıyor, üzülmemiz gerekiyorsa asıl o katırlara üzülmemiz gerektiği salık veriliyordu... İktidar suç üstü durumunu örtbas etmeye çalışınca kalemşörler durmuyor, hemen safları sıklaştırıyorlar! Arno Gruen, “Kendine İhanet” kitabında insana dair önemli tespitlerde bulunuyor: “İnsan gelişimi esnasında iki seçenek vardır: Sevgi ve güç. Çoğu kültürün temelinde yatan güç otorite ideolojisini yansıtan bir kendilik oluşturur. Bu kendilik, bölünmüşlük üzerine kuruludur; acı ve çaresizliği gerçek zayıflık YORUM 9 Hakan TUNÇ olarak reddeden, çaresizliği inkar etmek için güç ile otoriteyi ön plana çıkaran bir bölünmedir. Bu yolla ifade edilen kendilik, hayatımızda başarı olarak kabul edilen şeyin ilk prensibidir...” Evet katırlara üzülmeliyiz, o gün orada parça parça olan katırlara üzülmeliyiz. Ama bu kalemşörlere, katliamın aktörü iktidara ve güçe tapanlara sormak isriyorum: Sizi bu kadar acı içinde bırakıp, çaresizliklere sürükleyen ve bu yaşadığınız ruhsal çalkantıları inkar ettirip güç ve otoriteye yönlendiren, onu ön plana çıkaran kaynak nedir? Çok mu sevgisiz büyüdünüz de güce yöneldiniz? 34 insanı öldürmek, onları parça parça etmek, bir daha olmayacak olmaları sizlerde bir başarı/tatmin duygusu yaşatıyor mu? Aynaya baktığınızda yüzünüzde bir kızarma, bir utanma belirtisi görüyor musunuz? Görmüyor musunuz? Yüz savaş kazanmak hüner değildir. Hüner savaşmadan güvenliği sağlamaktır. (Çin Atasözü) U zlaşmak en önemli insani özelliklerimizdendir. Her insanın farklı düşüncesi ve anlayışı vardır. Bu farklılıklar insanlığın gelişimi için bir zenginlik bir gerekliliktir. Uzlaşmayı günlük hayatımızda olumlu bir kavram olarak kullanırız. Ancak bu kavramların sınırlarını iyi tespit etmek gerekir. Uzlaşmanın temelinde bilgi, erdem, sevgi, insanlık adına fayda olmalı. Uzlaşmak insanları daha zararlı bir sonuca gitmekten kurtarmalıdır. Uzlaşma insanlığın mahvına yönelikse, kötülükte anlaşma ise buna uzlaşma değil suçta ya da kötülükte işbirlikçilik demek uygun olur. Her insan kavga yapabilir, zıtlaşabilir. İnsan eğitimsiz, sevgisiz ve erdemsiz olduğunda bunlar olağan hallerdendir. Ancak kişinin sosyal ilişkilerinde uzlaşı kültürü içinde hareket etmesi belli bir beyin ve yürek kalitesini gerektirir. Uzlaşı anlayışı, kazan/kazan ilkesinin zemini oluşturur. Eskiden akıllı insana izafe ettikleri “Bir iş yaptığında hem kendisi hem başkası fayda görür.” şeklindeki davranış modeli de uzlaşı kültürü içinde yerini bulur. Uzlaşmayı hayatımıza öyle yaymalıyız ki, kavgalaşma ve çatışmaya yer bırakmamalıyız. Çünkü bu bir seçimdir. Uzlaşma kültürüyle insanlığa ve 8-9 HalkınNabzı 22.indd 9 medeniyete, kavga ile yabanıllığa ve vahşete doğru yol alırız. Uzlaşma aklı kullanmanın ve başkalarının da aklından istifade etmenin yollarından biridir. Uzlaşmadan bizi uzaklaştıran etmenler nelerdir? Bunu öğrendikten sonra uzlaşma kültürünü algılamamız daha kolay olacaktır. Uzlaşmayı karşılıklı konuşma ve dinlemeyi bilenler başarabilir. Napolyon “Her şeyi konuşabilen insanlar, her şeyin üstesinden gelebilirler.” der bir sözünde. Özgüven eksikliği uzlaşma anlayışını ortadan kaldırır. Eğer özgüven yoksa kandırılma, aldatılma korkusu ön plana çıkar. Karşı tarafı anlama ve değerlendirme yetimiz sekteye uğrar. Karşı tarafı tam anlamayınca şüpheci yaklaşırız, kötü varsayımlarla hareket ederiz. Özgüveni uzlaşma konusundan bir üst kavram olarak kabul etmek gerekir. Özgüvenin oluşumunda bilgili olmanın, empati kurabilmenin, konuşmayı, dinlemeyi ve tartışmayı bilmenin büyük önemi vardır. Bilgi olmadan konuşmak, dinlemek ve tartışmak verimli sonuçlar doğurmaz. İletişim kazalarına yol açar. Gereksiz tartışmaların, zıtlaşmaların hatta kavgaların nedeni olabilir. Bilgili olmanın arka planında erdem ve hoş görü de bulunmalıdır. Aksi tak- dirde bilgi bir üstünlük kurma, ezme ve sömürme anlayışıyla uzlaşmanın değil kavganın aracı haline gelebilir. Bizi uzlaşmadan uzaklaştıran en önemli etmenlerden biri de önyargılarımızdır. Geçmişteki deneyimlerimizin bize enjekte ettiği duygu ve düşünceler olumlu adımların önünde bir duvar oluşturabilir. “Şu millet haindir.” “Bu millet zalimdir.” “A partisi hırsızdır.” “B partisi aşırı uçtur.” gibi yargılar uzlaşma zeminini ortadan kaldırır. Her olayı, olguyu zamana ve mekâna göre kendi şartları içinde değerlendirmek gerekir. Önyargı uzlaşmanın önünde duvar oluşturur. Uzlaşma fikri alçak gönüllüğü, fedakârlığı, feragati ve eleştiriye açık olmayı gerektirir. Kendini sürekli büyük görmek herkese tepeden bakmak, üstün ve önemli konumda olduğunu varsaymak, uzlaşmanın önündeki engellerdendir. Kişi “Ben bilirim, ben yanılmam, ben geri adım atmam, ben güçlüyüm, ben önemliyim” diyerek uzlaşma anlayışından uzaklaşır. Katı zihinsel yapıya sahip bu tür kişiler zamanla hem yalnızlaşır hem de uzlaşmanın getirdiği zenginliklerden yoksunlaşarak verimsizliğe düşerler. Uzlaşma gizli gündem taşıyarak oluşmaz. Kafanın arkasında farklı planlar taşıyarak yapılan uzlaşma, uzlaşma değil hilekârlık olur. Sıkışan eller kısa zamanda yumruğa döner. Uzlaşma belli bir yürek şeffaflığını gerektirir. Yüreği yansıtmayan yüzdeki maske çabuk düşer. Peki, uzlaşma sonunda kazanımlarımız ne olur? Uzlaşma kültürü bizim insanca yaşamamızın anahtarıdır. Sosyal barış uzlaşma ile mümkün olur. Demokratik yönetim ancak uzlaşma ile mümkündür. Özgürlük alanımızı ancak uzlaşıyla genişletebiliriz. İç huzurumuz da uzlaşmanın sükûnetiyle sağlanır. Uzlaşmak hayatı bir bütün olarak görmemizi sağlar. Uzlaşmak ahenk ve uyumdur. Batı dünyası uzlaşma kültürü içinde takım ruhunu yakaladığından bilimde ve teknikte ileri adımlar atmaktadır. Uzlaşma olursa dayanışma ve güç birliği sağlanır. Toplumumuza bakıyoruz. Trafikte insanlar kavgalı. Bu nedenle her yıl binlerce insanımız ölüyor. Sosyal ilişkilerde uzlaşmasız tutum nedeniyle adliyeler iş yükünü kaldıramıyor. Siyasette sürekli kavga hali var. Uzlaşma olmadığından kötü yönetiliyoruz. Ülkenin varlığı ve birliği tehlikede. İnatçı keçiler gibi köprüden düşmek üzereyiz. Oysaki uzlaşma olsa birçok hayati ve önemli dertlerimiz çözümlenecektir. Yüzümüz gülecek mutlu olacağız. 30.12.2013 19:08 10 YORUM 2014 Çarşamba 1 Ocak 12 Eylül darbeci çetelerinin mahkemeleri Erdal Boyoğlu 2 7 Aralık’da devam edecek Ankara 12 Ağır Ceza Mahkemesi’nin düşündürdükleri... 12 Eylül referandumu öncesinde AKP’nin argumanı ‘darbeden hesap’ sorulacağıydı. Hesabı sorulacak darbenin malzamesi de o dönemden olacaktı. Kenan Evren’den alıntılar yapıyordu. Erdal Eren için gözyaşı döküyordu. 4 Nisan’da başlayan duruşmalar, Haziran,Eylül, Kasım ve Ocak ayların da devam etti. Ancak iki darbeci general mahkemeye getirilmedi (getirilmek istenmedi) kaldıkları yerde paşa paşa ehli keyif bir şekilde bizi yargılayamazsınız diyerek yaptıkları vahşetin arkasında olduklarının pervasızca savundular. 12 ağır ceza mahkemesi sanıkları dinledi. darbeciler yaptıklarını savundu. peki darbe karşıtı AKP ne yaptı.AKP referandum öncesi kükrüyordu,gözyaşı döküyordu. Hadi bakalım darbeciler ihtilal-darbe yaptıklarını ve pişman olmadıklarını ve arkasında olduklarını mahkeme heyetine söylediler. ‘Bugün olsa yine yaparım’ diyor darbeci çete başı K. Evren. Ey darbecileri yargılamak için gözyaşı dökenler nerede kaldı adaletiniz Nerede kaldı halktan’darbecileri yargılayacağım diye bahsediğiniz sözlere ne oldu. Topladığınız oylar neyin nesiydi. Bu darbeci çeteler kime meydan okuyorlar. Bugün olsun bir daha yaparım diyorlar. Darbe karşıtı görünen AKP’liler, nerde kaldı sizin darbe karşıtı sözleriniz? Madem darbe yapanlara sesiniz çıkmıyor, ne diye balyoz davasını ortaya attınız, ne diye 28 şubat’tan bahsediyorsunuz? 12 eylül darbecileri bir kez daha darbe yaptı. Bunu neden sorgulamıyorsunuz. Berfo Ana gözaltında kaybedilen oğlu için 100 yaşında olmasına rağmen, zorlanarak duruşmalara katıldı.Oğlunun katillerinden hesap sormak için mahkeme de ‘Kenan Evren peşindeyim, ocağın sönsün Evren. sen benim oğluma ne yaptın?’ diye haykırdı. Ya peki 12 eylül referandum da timsah gözyaşları dökenler ne yaptı. Çıt yok. 10-11 HalkınNabzı 22.indd 10 devam ediyor İşte egemen güçlerin saflarında olanlar, emperyalizme bağımlı olanların yolu timsah gözyaşlarıdır. Emperyalizm den bağımsız olmayacakalarını gösteren bir durumdur, bu durum. 12 eylül darbecilerin yargılanamaması buna bağlıdır. Çünkü hakim sınıfların temsilcileri böyle istiyorlar. Oligarşi ve oligarşi’nin işbirlikçileri açısından yadırganacak bir durum yok. Ya peki 12 eylül faşizmini bizzat yaşayanlara ne demeli? Nerede hesap soranlar. Nerede muhatap ve mağdurlar. Eğer Ankara Adliyesi önünde 10 binler toplansaydı,yüzbinler olarak 12 eylül cellatlarından hesap sormak için güçlü bir dayanışma ağı yaratabilseydik, bu durum böyle lakayıt ve sorumsuzluk sergilenirmiydi? Katil Evren ve Şahinkaya bizi tarih yargılar deyip alay edebilirleymiydi? 12 eylül mahkemesi sürecinde duyarlı olanların moralleri çok bozuktu, çünkü protestocu ve davacılar olarak bizler çok azdık. Azlığımızdan dolayı sesimizde az çıktı. Mahkeme önünde birliğimiz ve dayanışmamız zayıfdı. Oysa hesap sormanın en büyük değeri mahkeme önünde 100 binlerin toplanmasıydı.Ancak o zaman 12 eylül den 12 eylül yitirdiğimiz yoldaşlarımızın hesabını sorardık. Boşuna değil birlikten kuvvet doğar sözü. Ankara Adliyesi önünde toplanan bir avuç devrimcinin buluşması yitirdiğimiz devrimcilere sorumluluktur, saygıdır, sevgidir ve yoldaşlarımızın hesaplarının sorulmasını haykırmasıdır. 4 Nisan da ‘ 12 eylül mağduru bir kişi şöyle bağırmıştı’’ bugün burda sadece Ankara’da götlerine cop ve şişe sokulanlar gelseydi, şimdi burada 40 bin kişi olmuştuk’’ malasef 40 bin kişi değil 4 bin kişi bile yoktuk. duruşmalar ilerledikçe yalnızca salondaki insanların katıldığı bir davaya dönüştü. 14 eylül duruşmasında Almanya ve Avusturya’dan gelen heyetler mahkeme önünde bir heyacan yaratmıştı. gönül isterdi ki hem Türkiye’nin dört bir yanından hemde avrupanın dört bir yanından akın akın mağdurlar ve muhataplar akın akın akın gelselerdi hesap sormak da bir başka olurdu.(12 eylül darbesinden sonra 30 bin insan yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. sürgünde yaşayan devrimcilerin sesi güçlü çıkmayınca,baskıya ve zulüme karşı dayanışma gelişmeyince; kamuoyunu da konuşmaz, mahkeme hayeti de darbecilerle çay kahve muhabbeti yapar. Unutmamak gerekir ki 12 eylül darbecileri bizi bir kez daha silindir gibi ezdiler. anaların dışında;kimin yüreği sızladı? Kendimizle yüzleşebildik mi? 12 eylül faşizmi ile hesaplaşabildik mi? Faşizme ve darbelere karşı olmak önce bireyin kendi vicdanında başlar. Haksızlığı görenler, baskıyı ve zulümü görenler birlik ve dayanışma içinde olmadıkları sürece komedi ve ucuzluk her yanımızı sarar. Egemenler de bizimle dalga geçer, bugün olsa yine yaparım diyen faşist Evren ve Şahinkaya biz tarihe hesap veriririz der.. Dünyanın bir çok yerinde darbeciler 90 yaşında olmalarına rağmen yargılandılar. Bunun nedenini hiç sorgulayabildik mi? Biz mahkeme önünde 200 kişi olduktan sonra ne etkimiz olur nede kimse bizi ciddiye alır. Gerçekten 12 eylül darbecilerinden hesap sorulmak istenseydi her 12 eylül de 10 binler 100 binler sokaklara dökülürdü. 12 eylül darbesi dergi köşelerinde yazılmaktan öte gitmedi. Ağızlarda laga luga oldu. Sokakta unutturuldu. ‘Darbeciler yargılansın, 15 madde kaldırılsın’’ diyen, darbe karşıtı belli parti ve gruplar ve 78liler sokakta kar kış demeden haykırdı, ama diğer parti, örgüt, kurum ve kuruluşlar bu talepleri görmemezlikten geldiler. İşte sorun demokratik taleplerimiz ve haklı taleplerimiz görmemezlikten gelinirse yargılamaya ve hesap sormaya karşı inanmak yitisi de kaybolur. İlerici, devrimci, demokratlar, kurum kuruluşlar, devrimcilere sormak gerekir? Niye şimdiye kadar 12 eylül darbecilerinden hesap sorulsun, darbeciler yargılansın diye bir eylem birliği kurulmadı. 12 eylül den hesap sormak isteyenler öncelikli olarak birlik dayanışma ağını, ortakça, yanyana gelerek güçlü ittifaklar kurması gerekmiyor muydu?. Güçlü bir dayanışma örgütlenmeden neyin hesabını sorabiliriz? Devrimciler arasında, kurumlar arasında doğru dürüst bir birlik yokken, her kurum kendi başına buyrukken, hiç bir şey yokmuş gibi üstüne üstlük olmayan ve gerçekleşmeyen birlik ve dayanışmayı önlerine hedef koymayanlar, sadece laflayıp durmaktan geri kalmayanlar kendileriyle gerçekten yüzleşiyorlar mı? Birlik ve dayanışma diyoruz ama en temel ortak sorunumuz olan 12 eylül faşizmine karşı bile yan yana gelinmiyorsa, birlik ve dayanışma nasıl olacaktır? En temel sorunumuz da bile devrimcilerin ortakça ve yanyana gelmemesinin nedeni ne olabilir? Birlik, mücadele ve dayanışma ne anlam ifade ediyor? Her dönemin somut bilinciyle 27 Aralık 2013 vd olacak mahkemeler boş bırakılmamalı, başlangıç süreci neyse, hangi duygu ve düşüncelerle mahkeme duruşmalarına katıldıysak aynı duyarlılık aynı sorumluluk duygusuyla devam etmeliyiz. 21 Şubat 2014 cuma günü saat 21.45’e etelenen mahkeme ne kadar uzatırsa onu kendine yönelik bir kazanım olarak görmektedir. dolayısıyla bu mahkemenin ertelenmesi ve bir sonuç alınmaması bizler tarafından bilinmektedir. Mahkeme heyeti son yolsuzluk operasyonundan kaynaklı çekincelerini ve tavırsızlığını çok açık sergilemiştir. Mahkeme süreci bizler acısından yılgınlık olmamalıdır. Bir şey çıkmaz, kimi kime şikayet ediyorsunuz, kimden medet bekliyorsunuz düşünceleri bir şey yapmamanın teorileridir. Faşizmden hesap sormak, dabecilerden hesap sormak insanlık adına devrimci bir görevdir. Bu soyut bir kavram değildir, bu çok somut bir taleptir. 30.12.2013 19:08 YORUM 11 2014 Çarşamba 1 Ocak Yerel Seçimler ve Demokratik Özerklik B undan bir kaç yıl önce Özgür Gündem’e ‘’İstanbul için demokratik özerklik’ başlıkİshak lı bir yazı yazmıştım. Daha KARAKAŞ sonra “Yerel Yönetimler ve Demokratik Özerklik” konulu bir sempozyumda, Sırrı Süreyya Önder’in yönettiği bir oturumda sempozyum bildirim olarak aynı konuda bir konuşma yapmıştım. 30 yıldır İstanbul’da yaşayan, çocuklarını İstanbul’da okutan, İstanbul’da iş yapan bir Kürt olarak kendimi İstanbullu addettiğimi söylemiş ve İstanbul için de demokratik özerklik talep etmiştim. Bu yazı ve konuşmamda demokratik özerkliğin özerk bölgeler arasındaki ekonomik eşitsizliği artıracağı iddialarına karşı bölgeler arası dayanışmayı önermiş, demokratik özerkliğin siyasi ve kültürel yararlarını vurgulamıştım. Seneler sonra Gezi Direnişi esnasında Halkların Demokratik Partisi Eşbaşkanı Sebahat Tuncel de demokratik özerklik talebini İstanbul için de kullandığında gurur duydum. Ben demokratik özerkliğin çağımızın yönetim biçimi ve yaşam tarzı olduğuna inanıyorum. Demokratik özerklik bireyin ve halkların kendini devlet karşısında savunmasıdır. Demokratik özerklik kendi kendini yönetmektir. Demokratik özerklik için ilk adım mahalle birimlerinin merkez karşısında özerkliğidir. BDP’nin mahallelerde oluşturduğu ve kongrelerini yaptığı halk meclisleri demokratik özerkliğin inşasında hayati önemdedir. Bugün Rojava’da dünya demokrasi güçlerinin hayranlığını kazanan demokratik özerklik Kürt Siyasal Hareketi’nin Ortadoğu halklarına sunduğu özgürlük ve demokrasi yoludur. Bu kavrama hepimiz sahip çıkmalı ve gerçekleştirmek için çalışmalıyız. Sadece Kürtler değil bütün Türkiye halkları sahip çıkmalıdır. Demokratik Özerklik hem Türkiye’ye hem Ortadoğu’ya barış getirebilir. Diğer taraftan demokratik özerklik, tam da yerel seçimler yaklaşırken önemli bir belediyecilik perspektifi sunmaktadır. Bugün BDP’li belediyelerin kendi kentlerinde inşa ettiği demokratik özerk yapıları HDP Batı’daki seçim çalışmalarında halka anlatmalıdır. Çünkü demokratik özerklik HDP içinde temsil edilen halklara ve sınıflara zulmetmiş ulus devlete karşı da alternatiftir. Demokratik Özerkliğin Kürt bölgelerinde pratikleşmesinin şartı ise Kürtler’in buralarda kuracağı özyönetimdir. HDP “kendimizi de kentimizi de biz yöneteceğiz” derken özyönetime işaret ediyor, BDP ise seçim sloganı olarak “özyonetimle özgür kimliğe” derken Kürtler’in hedefini vurguluyor. Bu yerel seçimler demokratik özerklik açısından da önemlidir. Çalışmalar buna göre yapılmalıdır. 10-11 HalkınNabzı 22.indd 11 30.12.2013 19:08 12 SÖYLEŞİ 2014 Çarşamba 1 Ocak Sebahat Tuncel -Röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. -Ben teşekkür ederim. -Cezanızın onanmasını neye bağlıyorsunuz? Bundan sonraki süreç nasıl gelişecek? -Bu siyasi bir karar yani tam da bu döneme, Türkiye’de yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının olduğu bir döneme denk gelmiş olması ciddi bir değerlendirme gerektiriyor. Belli ki bu iktidar kavgasında Kürtler’i de bir şekilde ezmek, çözüm sürecini baltalamak gibi 12-13-14-15 HalkınNabzı 22.indd 12 bir yaklaşım içerisindeler. Böyle anlaşılıyor. Yoksa bu kararın hiçbir anlamı yok gerçekten. Demokratik siyaseti engellemek, Türkiye’de çözümü, demokrasi meselesini rafa kaldırmaktan başka bir şey değil. Bu aynı zamanda Anayasa Mahkemesi’nin kararına da bir mesaj aslında. Vekillerimiz çıkartılmadı biliyorsunuz. Biz Meclis’te bu konuda açlık grevi yapmıştık. Seçme ve seçilme hakkımın gasp edilmesi beni ilgilendirmiyor. Ben siyaseten karar veriyorum. Bundan sonra tabii ki süreç nasıl işleyecek bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var ki bu iyi bir karar değil. -Tanıyacak mısınız bu kararı? -Tanımıyoruz da tanısak da tanımasak da iktidardakiler buna göre karar veriyor. Sonuçta bizim mücadelemiz devam ediyor. Biz haklı olduğumuzu biliyoruz. Biz durduğumuz noktada eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesinin ne kadar anlamlı olduğunu biliyoruz. Doğru yolda olduğumuzu da görüyoruz. Yürüyüşü engellemeye yönelik bir karar bu. -AKP ve Cemaat arasındaki kavga barış sürecini nasıl etkiler? -Doğrusu şimdiye kadar hükümet ve cemaat, özellikle bu çözümsüzlük politikasında ortak hareket etti. 2009 operasyonunu birlikte yaptılar. KCK, siyasetçiler, avukatlar davalarının hepsi bu iki gücün ortak mücadelesinin sonucudur. Çok net, bugün iktidarın rant paylaşımında sorun var. Dershaneler tartışmasıyla başlayan, bugünkü yolsuzluk gündemiyle Türkiye’yi yeni 30.12.2013 19:06 2014 Çarşamba 1 Ocak SÖYLEŞİ13 “Kürt halkı bunlara alışkın” Sebahat Tuncel iki dönemdir Kürt Siyasal Hareketi’nin TBMM’deki temsilcilerinden biri. Tuncel, bir süre önce Halkların Demokratik Partisi’nin kongresinde partinin eş genel başkanlığına seçildi. Meclis’in en çalışkan milletvekillerinden olan Sebahat Tuncel, ülkenin bütün ezilenleriyle, sömürülenleriyle yan yana durdu, sokak ile parlamento arasındaki iletişimi sağladı. Kürt Siyasal Hareketi ile Türkiye Sosyalist Hareketi’nin ilişkisi ve işbirliği açısından da Sebahat Tuncel önemli görevler üstlendi. Zaten onu HDP’nin eş genel başkanlığına taşıyan da onun bu konumu oldu. 2007’de halkın oyları ile cezaevinden çıkarıp parlamentoya gönderdiği Tuncel’i devlet şimdi bir kez daha cezaevine göndermek istiyor. Yargıtay geçen hafta kendisine verilen bir cezanın görüşülmesini manidar bir biçimde öne çekti ve onadı. Ancak Kürt halkı ve demokrasi güçleri onun cezaevine gönderilmesine izin vermeyeceğini deklare ediyor. Sebahat Tuncel ile bu kararı ve olası etkilerini konuştum: İshak Karakaş bir sürece götürdü. Çok ciddi bir durum bu. İktidarın ve cemaatin ne üzerinde ortaklaştığını, Türkiye’yi nasıl bir felakete sürüklediklerini gösteriyor. Buradan hayırlı bir şey çıkmasını istiyorsak, cemaatin ortaklığı nasıl bir noktaya getirdiğinin anlaşılması açısından önemli. Dolayısıyla bence Türkiye’de yolsuzlukla mücadele operasyonunun alanını, demokratik siyasetin alanını genişletmek önemli. Türkiye’de alınan kararlarda hükümetin ne kadar dâhili var bilmiyorum, son dönemler- 12-13-14-15 HalkınNabzı 22.indd 13 de yargı içerisinde yaşanan kavga Türkiye’deki dengeleri yeniden kurmaya çalışıyor. Buradan adalet çıkmaz. Gereken şey, bağımsız ve adil bir yargı. Geçmişiyle yüzleşmiş bir Türkiye, yolsuzlukla mücadele eden ve 76 milyon halkını gözeten bir noktada olması gerekiyor. -Son yolsuzluk operasyonları seçim sonuçlarını nasıl etkiler? -Ben seçimlerin ilginç olacağını düşünüyorum. Çünkü gerçekten bu kadar yolsuzluğun, bu kadar çürüme- nin olduğu yerde Türkiye halklarının vicdanlı olacağını düşünüyorum. O yüzden Halkların Demokratik Partisi seçenek olarak ortaya çıkar diye düşünüyorum. Yeni dengelerden, AKP ve Cemaat ilişkisinden sonra CHP ve Cemaat ilişkisinden söz ediliyor. İkisi de seçenek değil. Mevcut sistemi devam ettirmek, ortaya çıkan sonuçlarını tamir etme ama derinliğine bir hesaplaşma olmayacağı ortada. O yüzden seçenek değiller. Ben AKP’nin oylarının düşeceğini düşünüyorum. -Kürdistan’da BDP, Türkiye’de HDP bu süreci nasıl değerlendirir? -Mesele sadece siyasal. Seçim artık yerel bir seçim olmaktan çıktı. Genel bir seçime dönüştü. Referanduma dönüşecek, hem Türkiye’de hem Kürdistan’da gerçekten demokrasi güçleri, özgürlük güçleri, halkların kardeşliğinden yöne olan güçlerin ortaya çıkacağı bir dönem olacak. O açıdan yeni dönemi dikkatli izlemek gerekli. Bu seçim sonuçlarının gerçekten yeni deliller sunacağını düşünüyorum. Türki- 30.12.2013 19:06 14 SÖYLEŞİ 2014 Çarşamba 1 Ocak ye halkı bu kadar yoksulluk nedeniyle soğukta donan bebekler varken, Van’da insanlar konteynırlarda kalmaya çalışırken, insanlar yoksulluk sınırındayken vicdansızlığın kabul edileceğini hiç zannetmiyorum. Bunun mutlaka sonuçları ortaya çıkacaktır. -Şöyle okuyabilir miyiz: Türkiye’de Kürdistan’ın demokratik özerkliğinin bir etkisi ve benzeri olabilir mi? -Bence bir bütün olarak yeni Türkiye’nin şekillenmesinde etkili olacaktır. sine çekmeye çalışıyorlar. Bence Kürt halkı kendi özgün duruşunu, özerk duruşunu devam ettirecek. Kendi özgürlüğü ve halkların kardeşliği mücadelesini devam ettirecektir. Bunun için söylüyorum. Bu halk Sebahat Tuncel’i cezaevinden çıkartıp parlamentoya gönderdi. Şimdi devlet bunun intikamını alıp parlamentodan cezaevine göndermek istiyor. Halk da “vermeyiz” diyor. Bu süreç biraz da bunun mücadelesi olacak gibi duruyor. durum. Eğer yargı bu hale düşmüşse bu ülkedeki insanların haklarını kim savunacak? Düşünebiliyor musunuz, bu kadar siyasal, bu kadar içine çökmüş bir sistemden bahsediyoruz. Cemaatin yargısı, AKP’nin yargısı, şunun yargısı, bunun yargısı... Türkiye bu ayıptan kendisini kurtarmalı. Hak, hukuk ve adaletin olmadığı yerde yargı kimin elindeyse onun dediği oluyor. Düdük kimdeyse onlar öttürüyor. -Son karar ile birlikte, halkın tep- net. Biz hem sokakta olacağız, hem parlamentoda mücadeleye devam edeceğiz. Bulunduğumuz her alanı demokrasi mücadelesine dönüştüreceğiz. -Meclis’teki diğer kadın milletvekillerinden destek bekliyor musunuz? -Normal koşullarda destek olmaları gerekir ama şimdiye kadar destek olan olmadı. Türkiye’de her şey partizanlık üzerinden gidiyor. Kadın dayanışması, haksızlığa karşı yan yana durmak yok. Yani bu ortaya çıkacak sonuç önümüzdeki dönem Türkiye siyasetinde etkili olacak. 2014 Mart’ında kazanacak olan yine Halkların Demokratik Partisi ve BDP olacak, öyle görünüyor. -Sebahat Tuncel’in cezasının onanması Kürt halkı tarafından nasıl karşılanıyor? -Sonuçta Kürt halkı bunlara alışkın. Meselenin kişisel olmadığını biliyor. Belediye başkanlarımız içeride, medya mensuplarımız içeride, binlerce insanımız içeride. -Sebahat Tuncel’in bir yeri vardır, inkâr edilemez ama. Bir başkaldırı yaratmaz mı veyahut da bir sokak hareketi? -Bu kararı verenler zaten bunu hedefliyor. Kürt halkını bu savaşın içeri- -Kürt siyasetinin önde gelen insanlarıyla görüştüm ben de. Gerçekten sizi vermeye razı değiller yani. Bu kararla BDP ve HDP’ye mesaj mı vermek istediler sizce? -Kesinlikle öyle. Bu karar aslında hem BDP’ye, hem HDP’ye, hem demokrasi güçlerine bir mesaj içeriyor, hele de böyle bir dönemde denk gelmiş olması. Kürt halkına “savaşta ısrarcıyız, çözümsüzlükte ısrarlıyız” diyorlar. Türkiye halklarına, Kürt halkıyla ortak bir gelecek inşa ettirmemeye çalışıyorlar. Kadınlara özel bir mesaj veriyorlar. -Yargıdaki son kararı Gülen Cemaati’nin olarak okuyabilir miyiz? -Türkiye’de yargı o kadar karıştı ki, düşünebiliyor musunuz bunu konuşuyoruz. Cemaat yargısı mı, AKP yargısı mı, CHP yargısı mı diye. Korkunç bir kisini, size verilen desteği nasıl değerlendiriyorsunuz? -Sonuçta bu bir mücadele süreci, halkımız mücadeleyi yürütecektir. Onlara güveniyoruz. Özgürlük mücadelesini devam ettireceğiz. Kürt halkının bu yürüyüşü engellenemez. Dediğim gibi bu kişisel bir durum değil. Hem Kürt halkına, Kürt kadınlarına verilen bir mesajdı ve bu mesaj alındı halkımız tarafından da. -BDP ve HDP’nin bundan sonraki tavrı ne olacak? -Mücadeleye devam edeceğiz. Biz yerel seçimlere hazırlanacağız, asıl cevabı yerel seçimlerde vereceğiz. Hem Türkiye’de HDP, Kürdistan’da BDP’yle, siyasi iradeye müdahalenin en güçlü cevabını vereceğiz gibi düşünüyorum. Her şey bizim açımızdan çok açık ve BDP’li kadın vekiller dışında diğer partilerdeki kadınlardan böyle bir şey almadık henüz. -Röportaj için çok teşekkür ederim. Çok kısa oldu zamanınız olmadığı için. -Başka zaman yerel yönetimler üzerine sohbet ederiz uzun uzun. -Sözünüzü alıyorum. -Tüm halkımızın yeni yılının barışa vesile olmasını temenni ediyorum. Umarım 2014 yılı halkımızın demokrasi ve özgürlük mücadelesini kazandığı yıl olur. -Çok teşekkür ediyorum. -Ben teşekkür ederim. 12-13-14-15 HalkınNabzı 22.indd 14 30.12.2013 19:06 2014 Çarşamba 1 Ocak HABER 15 Kadıköy Yeni Yıla Işıl Işıl Girdi Kadıköy Belediyesi, 2014 yılını rengarenk ışıklar ve yılbaşı temalı dev heykel süslemeleri ve Bağdat Caddesi’nde yapılan müzik dinletileriyle karşıladı. Kadıköy Belediyesi’nin, başta Bağdat Caddesi olmak üzere, Hasanpaşa ve Acıbadem caddelerinde yılbaşı süslemeleri 2014 yılına neşeli bir karşılama hazırlığı yaptı. Bağdat Caddesi’nde Şaşkınbakkal-Erenköy arasında içlerinde ışıklı filler, kardan adam, yılbaşı pastası, yılbaşı topları temalı dev süs heykeller yerleştiren Kadıköy Belediyesi, yeni yıl sevincini sokaklara ve caddelere yansıttı. Bağdat Caddesi’ndeki dev ışıklı yılbaşı heykelleri ziyaretçilerin akınına uğradı. Heykeller önünde resim çektirmek isteyenler kuyruklar oluştururken, sadece Kadıköylüler değil, çevre ilçelerden gelenler de bu coşkuya ortak oldu. Kadıköy Belediyesi ayrıca geçen hafta sonu cumartesi ve pazar günü ile 31 Aralık Salı günü saat 12.00-17.00 arasında canlı müzik grupları ile de yeni yıla neşeli bir giriş yapmayı amaçladı. 28 Aralık cumartesi ile 29 Aralık pazar günü 3 ayrı noktada canlı müzik grupları izleyenlere neşeli dakikalar yaşattı. Şaşkınbakkal, Caddebostan ve Erenköy de Bando, Napoliten ve Trio Amor müzik grupları saat 12.00-ila 17.00 arasında neşeli yılbaşı şarkılarıyla Kadıköylülere yeni yıl coşkusunu yaşattı. 12-13-14-15 HalkınNabzı 22.indd 15 30.12.2013 19:06 16 YORUM 2014 Çarşamba 1 Ocak #HırsızVar ya da Gezi’nin 2. Bölümüne Hoşgeldiniz! 27 Aralık 2013 gecesi, Taksim’de ve İstanbul’un başka ilçe, semt ve mahallelerinde ve Türkiye’nin İstanbul dışındaki birçok meydanında, hırsızlık ve yolsuzluk protesto edildi. Taksim’de, Gezi günlerinde olduğu gibi, protestocular çeşit çeşitti; kullandıkları strate- anlaşılıyor. Erdoğan-Gülen çatışmasına ek olarak, AKP’nin Milli Görüş dışındaki bileşenlerini kendinden iyice uzaklaştıran yolsuzluk skandalları ve üstelik başbakanın bunları kabul edip kangrenli organı kesmek yerine bunları savunmaya kalkması, AKP’nin jiler de öyle. Kimi, barikat kurdu; kimi, bayrak salladı; kimi pasif direnişin çeşitli biçimlerini kullandı. Taksim, Gezi’den sonra, ilk kez bu kadar kitleseldi; olmasa şaşırtıcı olurdu zaten; çünkü hükümet, birçok nedenle meşruluğunu yitirmiş durumda. Bir kere, Gezi gibi bir direnişi göğüsledi ve aslında, milyonlarca insanı, Gezi’dekilerin kötü, kendisinin iyi olduğuna ikna edemedi. Kendisine oy veren Milli Görüş çekirdeği dışındaki kitleler, Gezi’yle birlikte zaten kopmuşlardı. Bunda Eren Erdem ve İhsan Eliaçık gibi dindar kesimin dinlediği ve AKP’nin değil Gezi’nin ağzından konuşan kişiliklerin büyük etkisi oldu. Bugün ise, geldiğimiz noktada, yolsuzluk operasyonları dolayısıyla, karşımızda, tümüyle meşruiyetini yitirmiş bir hükümet var. Kimi sol kesimlerin bu meşruiyet yitiminden hareketle erken seçim talep etmesi, bindiği dalı kesmek gibi bir durum; çünkü seçimler ne kadar gecikirse, AKP’nin o kadar dağılacağı önümüzdeki günlerde, % 30’luk çekirdeğine gerilemesine yol açabilir. Milletvekillerinin ve bakanların ihracı, istifası ya da görevden alınması, önümüzdeki günlerde hız kazanacak. Bu, AKP’nin moral üstünlüğünü yitirmesinin de bir ürünü. AKP dışın- 16-17 HalkınNabzı 22.indd 16 daki kimi partilerin, kendi adayları da yolsuzluğa bulaştığı için, yolsuzluğun üstüne çok da fazla gitmek istememesi olasılığı, forumlarda tartışılıyor. Olağan koşullarda, yaklaşık 1 milyon seçmenin, kendini temsil eden bir aday bulunmadığından, İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı için oy kullanmayacağı tahmin ediliyor. İlçelerde oy verecek aday bulmak zor olmasa da; büyükşehir düzeyinde, genel merkezin isteğiyle ve kamuoyu yoklaması yapılmadan getirilen adaylara (buna yerellere sormadan karar alınması dolayısıyla, ‘paraşüt adaylar’ ya da ‘paraşütle indirilmiş adaylar’ deniyor) oy çıkacak gibi görünmüyor. Erdoğan’ın yeni bakanlarının dizilimi ise, AKP’nin yeni stratejisinin, eskisine göre daha yüksek düzeyde itaat olduğunu gösteriyor. Forumlarda, kendi duruşu olmayan ve/ya da kamuoyunca fazla tanınmayan kişilerin bakan yapılmasının, Erdoğan’ın, genel seçimlere, cumhurbaşkanlığı seçimlerine ya da olası erken genel seçimlere hazırlık için “sen ne dersen o olur” diyecek bir ekip arayışından kaynaklandığı ileri sürülüyor. Hatta “bakan yapmadığı, bir tek, çaycısıyla şoförü kaldı” gibi espriler yapılıyor. Kuşkusuz, bu listede, Gül’ün veto ettiği isimler konusu da etkili. Bu süreçten galip çıkan Gül’e, bir kez daha cumhurbaşkanlığı ÜMİT BURNU Dr. Ulaş Başar GEZGİN (ya da devlet başkanlığı) yolu görünüyor; çünkü o, hem Erdoğan’ın hem de Gülen’in izleyicilerinin az-çok saygı duyduğu arabulucu bir kişilik olarak öne çıkıyor. 27 Aralık 2013 Üsküdar mitingi bile, Erdoğan’ın düşüşünü engelleyebilecekmiş gibi görünmüyor. Hatta kullandığı aşırı saldırgan dilin de, can havliyle son saldırılar olduğu düşünülebilir; ne de olsa, en iyi savunma, saldırıdır. İyi bunlar tamam da; bu hırsızlarda Allah inancı varsa, kendi vicdan azaplarıyla zaten çoktan helak olmaları gerekirdi. Demek ki o da yok... Bu ülkenin dindarları, yavaş yavaş, bunun farkına varıyor; yavaş ama emin bir biçimde... Öyle görülüyor ki, bundan sonra, haramiler ve haramizadeler, AKP ve Erdoğan başta olduğu sürece yargılanamayacak. Ancak dosyalar ve kasetler, basına servis edildikleri ölçüde gündemde olacak. Taksim’deki “hırsız var” ve “çal çal nereye kadar; bil bil buraya kadar” sloganları, durumu özetliyor. Gezi’deki gibi, talepleri tümüyle net olmayan ve taleplerin ortaklaşması noktasında sorunlar yaşayan bir halk hareketinin bugünkü açık ve ortak hedefli niteliği, Gezi’nin yinelenmediğini; onun yerine gelişip serpildiğini gösteriyor. Bu iktidar, er ya da geç düşecek; yerine neyin ve kimlerin geçeceği ise, sokakta belirlenecek. 30.12.2013 19:08 KÜLTÜR 17 KULTUR 2014 Çarşamba 1 Ocak Ali, Topu B Agop’a At! ir akşam Beyoğlu’nda kalabalık bir kitlenin arasında yürürken, kendimi yapayalnız hissettim. Sanki öksüz kalmıştım. Oysa etrafımda beni sonsuz kederlere gark edecek ailemden kimse de hakkın rahmetine kavuşmamıştı; Ancak düpedüz kendimi uçsuz bucaksız bir çölde bir başına kalmış gibi hissediyordum. Herhangi bir parktaki ceviz ağacı kadar yalnızdım… Yolunu kaybetmiş bir mecnun gibi derbeder… Bir o kadar çaresiz. Sonsuz kalabalıklar içinde, ummana düşmüş bir kazazede gibi bir başına… Oysa şu an yürüdüğüm an, Hrant’la hiç tanışmadığımı, bir ekmeği bölüşmediğimi, iki lafın belini kırmadığımı anımsadım. Evet, katıldığı açık tı. Atalarımızın, annelerimizin, kız kardeşlerimizin çektikleri acıların aynını tekrar tekrar yaşayacak ve aynı tarifsiz kederi hissedecektik. Korkak, ürkek bir güvercin gibi kanat çırpıp duracaktık; ta ki hain avcının kör kurşununu yiyene dek… Kanadımızın kenarından akan kan, diğerlerine örnek olacak, artık özgürce uçamayacaktık. Rakel’in dediği gibi “çocuklardan katil yaratan” zihniyetin bilmediği bir şey vardı. Hrant’a o munis, o koca yürekli insana, yüzüne bile bakamadan kalleşçe arkadan kurşun sıkanlar, bunun sonun başlangıcı olduğunun farkına bile varamadılar. Artık ne ülke aynı ülke, ne de bizler artık eski bizlerdik. Artık korkmuyorduk! Ezilmiyorduk! Sinmiyorduk! Bedros DAĞLIYAN Ey İstanbul Yelda ve Mario’ya sevgiyle Uzakta bir çocuk ağlar Bir anne yavrusunu çağırır Ve hüzzam mırıldanır bir kanun Gece yarısı ürpermelerle Dile gelir Mehmetleri şair evinin Darbelerle solan Eylül hatıratında Sonsuz tarihinde İstanbul’un Hüzünlerle hak edilir mutluluklar Göçlere hazin bir keman eşlik eder Sarhoş akşamlarında Papirüsün Ağlamaya hazır bir Turgut Uyar Bil ki sevgiyle iki yanağından öpülür oturumların hepsini izlemiş, verdiği cevaplar ve anlattığı anekdotlarla heyecanlanmış aynı heyecanı, aynı kalp atışını paylaşmıştım. Halkımızın başından geçen katliamları birinci ağızlardan dinlemiş biri olarak o kadar bedbaht ve bir o kadar kendimi çaresiz hissediyordum. Yetmişli yılların sonlarına doğru yapılan Maraş ve Çorum olaylarını görmüş ve yaşamış biri olarak zaten dehşeti biliyor, bunların son olmadığını hissediyordum. Arkadaşlarımın Diyarbakır cezaevinde yaşadığı işkenceleri ve benim yaşadıklarımı anlatabilmek ne kadar zor bilseniz... Sonra okuduklarım ve dinlediklerim bir film şeridi gibi usumdan geçmeye başladı. Ağrı da, Patnos da, Muş da, Koçgiri, Diyarbakır, Sivas, Van, Anadolu’nun her bir köşesinde ve Dersim de yaşanan trajediyi de biliyor ve o acıları canımda, tenimde hissediyordum. Yani baskıcı devlet yapısı değişmedikçe Anadolu halklarının çekeceği acılar son olmayacak- 16-17 HalkınNabzı 22.indd 17 Aksine bize bunları layık görenlerin gözlerinin içine bakıyorduk. Oysa onlar başlarını indirip, yüzlerini çeviriyorlardı. Artık yüz binler, derin devletin pisliklerine, iğrenir gibi bakıyor ve onu yargılıyorlardı. Tarih kendini yargılıyor ve kendini yeniden anlatıyordu bu ülkenin masum çocuklarına. Ellerine kan bulaşmasın, gözleri özgürce bakabilsin diye mahzun gözlere; Sevgiyi, dostluğu, arkadaşlığı anlatıyorlardı analar çocuklarına… Sonu iyi biten masallarla, hikâyelerle ve içli bir sesle söyledikleri ninnilerle uyutuyorlardı bebeklerini… Hain olmasınlar, cani olmasınlar, birlikte oyun oynayabilsinler diye. Artık kelebekler gibi iki günlük ömrü bile özgürce, korkmadan, gülerek yaşamak istiyoruz. Silahların gölgesinde değil, bir köy düğününde halaya durmak istiyoruz. Oyunlar kurmak istiyoruz en güzelinden… Haydi, Ali topu Agop’a at! Ne zaman durulacak bu gidip gelmeler Ağıtlarında bu coğrafyanın acıları insanlığın Minareli göklerinde martı sesleri Ey İstanbul! Yedi dilli şehirlerin tanrısı çağır beni! Ana dilimle varayım yanına Koynuna sar beni. 30.12.2013 19:08 18 YORUM Fehim IŞIK K ürt sanatçı veya edebiyatçılarının Türk olarak tanıtılması, onların başarılarının egemenlerce sahiplenilmesi yeni değil. Bunun sanatçı yada edebiyatçıdan, onun öznel durumundan kaynaklanan nedenleri olduğu gibi, en ciddi nedenin egemen zihniyetin ırkçı ve milliyetçi bakış açısı olduğu aşikardır. Irkçı-şoven zihniyet, özellikle Kürtlük söz konusu olduğunda, sanatçının, edebiyatçının kimliğini bastırmak için mevcut yol ve yöntemlerin tümünü deniyor. Bir Kürt’ün başarılı olması, en hafif deyimle, egemen zihniyetin hesabına gelmiyor. O, yok saydığı bir kimliğin başarısını kabullenemiyor. Bu biçimiyle yıllarca “Türk Kürt’ü” olmanın sıkıntılarını en çok yaşayanlardan biri Yaşar Kemal’dir. Hep ‘ünlü Türk edebiyatçısı’ olarak tanıtılan Yaşar Kemal, son yıllarda yaptığı çıkışlarla, insan hakları ve demokrasi alanında yaşanan olumsuzluklara dikkat çekip barışçı kimliğinin yanı sıra Kürtlüğünü de öne çıkarınca, onca başarıya imza atmasına rağmen malum çevrelerce tefe konmaktan kurtulamadı. Avrupa’nın, özellikle Fransa’nın tanınmış ressamlarından Remzi Raşa da, yıllar yılı ‘Türk Kürt’ü’ olmanın, sıkıntılarını yaşayan başarılı sanatçılarımızdan biri. O, Yaşar Kemal kadar gündem olmadı; Türkiye’de yaşamamasının bunda ciddi bir payı var, elbet. Ancak gündem olmasa da, her başarılı çıkışının ardından ‘Paris’teki Türk Ressam’ olarak tanıtılmaktan kurtulmadı; basına her yansıdığında ‘Türk’ dendi kendisine. Öyle ki Fransa’daki sergilerinde bile zaman zaman ‘Türk’ yada iki milliyetli bir tanıtımla ‘Türk-Kürt’ olarak lanse edildi. 1953 yılından beri Paris’te yaşayan 18-19 HalkınNabzı 22.indd 18 2014 Çarşamba 1 Ocak Kürt Ressam Remzi Raşa: Acının dışa vuruşunun rengi... Remzi Raşa, 1928 Hatay Kırıkhan doğumlu. Kırıkhan’ın, hem yoğun göç yaşayan hem de Kürtlükleri giderek geri planda kalan, asimle edilen, yiten az sayıda Kürt’ünden, kendini tüm özellikleriyle hala korumayı başarabilmiş nadir ailelerden birinin ferdi. Küçük yaşlarda resim sanatına ilgi gösteren Remzi Raşa, 1940’lı yılların ortalarında, daha lise yıllarında iken resim sergileri açar. İlk resim sergisini, Kırıkhan’da 17 yaşında iken açan Raşa’yı(1), Kırıkhan’dan İstanbul’a taşıyan etki resim olmasa da, İstanbul’dan Paris’e yıllar yılı sürecek yolculuğa taşıyan en önemli etken, resim sanatının kendisinden başka bir şey değil. Raşa, İstanbul’a eğitimini sürdürmek için gelir. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne yazılır. Remzi Raşa’yı Paris’e taşıyan süreç aslında İstanbul’a geldiği yıllardan çok önce başlamıştır. Paris’e gitmeye ne zaman karar verdiğini kendisi de pek bilemez. Belki daha fırçayı eline aldığı ilk gün, sanatın başkentine yolculuk etme arzusu yüreğine yerleşmiştir. “O arzu içimde hep vardı. Fakat maddi durumum ve ailemin bu konuya ilgi göstermemesi sonucu bu arzumun gerçekleşmeyeceğinden hep korkardım.” diyen Raşa(3), 25 yaşında atıldığı serüvenle, yolunu Paris’e verir. Orada, daha önce Paris’e yerleşmiş Türk ressamların yaşadığı Alesia’da Rouet çıkmazındaki atölyelerden birine yerleşir. Fikret Mualla’nın ünlü bir ressam olmadan önce yerleştiği ve çalışmalarını sürdürdüğü bu çıkmazda, Remzi Raşa da çalışmalarını sürdürür. Remzi Raşa, durmaksızın, bıkmadan fırça sallar. Baskın kimliğini çoğu söyleşisinde ressam olarak ifade etse de, Kürtlüğünü zihninden silmeden, hatta onu zihninin en sağlam köşesinde muhafaza ederek, çalışmalarını sürdürür. Çoğu kişi Remzi Raşa’nın resimlerini karamsar, karanlık, içine kapanık bulur. 1974’li yıllarda Remzi Raşa’yı ‘Türk ressam’ olarak tanıtan Cumhuriyet gazetesi muhabiri ile yaptığı söyleşisinde, resimlerindeki karamsarlık, karanlık ve içine kapanıklığı şu şekilde açıklar: “Sevinci, neşeyi dile getirmek benim konum değil. Kendi insanlarım böyle değil ki... Ben, bana en yakın olanı seçerim. Empresyonistler neşeli resim yaptılar. Ben o kadar uzağım ki bu duygulardan. Buradaki insanlardan kendi memleketime en yakın olanları konu olarak seçerim.”(4) Hiç kuşku yok, Remzi Raşa’ya bu sözleri söyleten, zihninin en sağlam köşesinde muhafaza ettiği Kürt kimliğinin bizzat kendisidir. O Kürt’tür ve Kürt’ün yaşamındaki karamsarlık, karanlık ve içine kapanıklık tablolarına da yaşamıştır; bu nedenledir ki resimlerine karamsarlık, karanlık ve içine kapanıklık egemendir. Yalnız Kürt’ün karamsarlık, karanlık ve içine kapanıklığı mı? Elbet hayır! Kürt’ün gündelik yaşamı da, coğrafyası da Remzi Raşa’nın tablolarında kendini bulur. Paris’in Alesia’da Rouet çıkmazındaki küçük atölyeden, çorak tarlaların arasından fışkıran bir Kürt evini de, Kürt’ün yaşamının diğer boyutlarını da yansıtır tuvale, Remzi Raşa. Belki, “Yansıttıklarım Kürtlerdir,” demez. Ancak her fırça darbesindeki acı ele verir onun Kürt kimliğini. Bu özelliği, Fransız resim eleştirmenlerinin de dikkatini çeker. Konularındaki acının yüklediği duygusallığın farkına varmamak mümkün değil, çünkü. Bu nedenledir ki tüm karakterleri hüzün yüklüdür; her fırçasında acının rengi hakimdir... Fransızların belirgin bir özelliği var; bilinir; entelektüellikleri konusunda ‘burunlarından kıl aldırmazlar’. Bu nedenden olsa gerek, Fransız olmayan sanatçılara hep ‘ikinci sınıf ’ muamelesi yaparlar. Fransız olmayanlar kendi ülkelerinde çok tanınmış olsalar bile sanatçılar sıralamasında hep Fransızlardan sonra gelirler; yani ‘ikinci sınıf ’ olmaktan kurtulamazlar. Remzi Raşa, Fransızların bu yargısını yıkan ender ressamlardan biridir. Bu yargıyı kırmanın etkisiyle olacak ki sergilerinin bir kısmını, Fransızların yabancılara pek kolay tahsis edilmeyen Montparnasse, Dourdan, Carnavaletgibiünlümüzelerindebileaçabildi. Remzi Raşa’nın yaşamında önemli bir sıçrama sayılacak dönem, Kürtlerin yaşadığı mezalimin dünya kamuoyunun gündemine daha fazla yansıdığı 1970’li yılların sonlarına doğrudur. Bu nedenle olsa gerek, Yılmaz Güney ve Kendal Nezan’la birlikte Paris Kürt Enstitüsü’nün kurulmasına da öncülük eder. Remzi Raşa’nın Paris Kürt Enstitüsü’nün kuruluşunda yadsınamaz bir etkisi vardır. Remzi Raşa, Paris Kürt Enstitüsü aracılığıyla, daha çok Fransa’da tanınan ressam/sanatçı kimliğiyle Kürt’e yapılan haksızlığı anlatmanın da derdine düşer. Şimdilerde resim yapmanın yanı sıra tek çocuğundan olan torunu ile Kürtçe konuşmanın(5) mutluluğunu da yaşayan Remzi Raşa, resimlerine konu sınırlaması koymadan tuvale fırça vurmaya devam ediyor. Resimlerinden yansıyan ise yalnız başına Kürt’ün acısının dışa vurmuş duygusallığı değil. Bir barda yaşamın yükünü omuzlayan kadının hüzün dolu sureti, farklı objelerin dışa vuran ilginç yansımaları, nü resimler, herhangi bir akımın etkisinde olmadan onun yüzlerce tablosu arasındaki yerini almış durumda. Dipnotlar 1. Atayolu Gazetesi, 23 Mayıs 1947, yıl 9, sayı 1109 2. Evrensel Kültür dergisi, Remzi: Renk ve Yaşam, söyleşi, M. Şehmus Güzel. 3. Cumhuriyet, 10 Haziran 1974, Paris’te Türk Ressamları, Kosta Daponte. 4. Cumhuriyet, agy. 5. Kardeşi Uğur Raşa’nın anlatımı. 30.12.2013 19:08 2014 Çarşamba 1 Ocak Yılbaşı Nedeniyle Şişmanlık(Obesite) Hastalığına Dikkat! SAĞLIK 19 SAGLIK Genel Cerrahi Uzmanı İstanbul Tabip Odası Divan Başkanı Dr.Samet MENGÜÇ Ş işmanlık (obesite) ;kapitalist üretim ilişkileri ve yaşam biçiminin bir sonucu olarak, giderek toplumda görülme sıklığı artan , insan sağlığını olumsuz yönde etkileyen bir rahatsızlık ve hatta bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. Şişmanlık veya hastalıklı şişmanlık nasıl belirleniyor? Bunun çok çeşitli kriterleri olmasına rağmen bugün için bir kişinin şişman olup olmadığını, yada hastalıklı şişmanlık grubuna girip girmediğini bilmesinin en önemli göstergesi Vücut Kitle İndeksi(VKİ)’dir. -VKİ; Kişinin sahip olduğu ağırlığın (kg), sahip olduğu boy uzunluğunun metre olarak karesine bölünmesi ile elde edilir.Yani 80 kilo ağırlığında ve 170cm boyundaki bir insanın VKİ şu şekilde hesaplanır.80 /1.7X1.7= 80kg / 2.89 m2=27,6kg/m2 Peki bu VKİ ne anlam ifade ediyor? Yapılan çalışmalar sonucunda VKİ’ine göre insanların şişmanlık nedeniyle hastalık riski taşıyıp taşımadıkları saptanmıştır. VKİ’ ne göre insanlar risk açısından 4 gruba ayrılmıştır. 1.VKİ:20kg/m2’nin altında olanlar Zayıf 2-VKİ:20-25kg/m2 olanlar Normal 3-VKİ:20-30 kg/m2 olanlar Kilolu(dikkat!) 4-VKİ:30kg/kg olanlar Şişman olarak değerlendirilmektedir. Asıl tehlike arz eden ve bir çok hastalığa zemin hazırlayan, özellikle VKİ 35kg/m2 nin üzerinde olan insanların hastalıklı şişman olduğu kabul edilerek tedaviye alınmaları gerekmektedir. Şişmanlık insanlık tarihinde sanayii toplumuna geçişle , beslenme şeklinin değişmesi ile birlikte görülmeye başlanmış, özellikle orta çağda şişmanlık toplum içerisindeki statüyü belirleme kriteri bile olmuş, kilolu olmak refah seviyesinin bir göstergesi gibi algılanmış .Daha sonra 18.yüzyılda burjuva sınıfının oluşmasıyla ,burjuvalar göbekleriyle toplumda ta- 18-19 HalkınNabzı 22.indd 19 nınmaya başlamışlardır(Göbekli Burjuvalar). Kapitalist üretim ilişkileri ,insanın beslenme ve yaşam tarzlarını değiştirerek hızla artan şişmanlığı ve şişmanlığa bağlı ciddi hastalıklar oluşturmuştur .Yani Kapitalizmin sağlığa zararlı olduğunun önemli bir göstergesi şişmanlık olmuştur. Şişmanlık Önlenebilir mi? Şişmanlık;1997 tarihinden itibaren Dünya Sağlık Örgütü tarafından önlenebilir bir hastalık olarak kabul edilmiştir. İnsanın beslenme şekli ve yaşam biçimi ile tamamen önlenebileceğini ortaya koymuştur. Şişmanlığın temel sebebi alınan ve harcanan enerji (kalori)miktarı arasındaki dengenin alınan enerji lehine değişmesidir .Bu dengenin korunması şişmanlığı ortadan kaldırır. Bugün için şişmanlıkla direkt ilişkili diğer bir deyimle şişmanlığın sonucunda ortaya çıkan hastalıkları kısaca aktarırsak; 1-Diyabet; 40 yaş üzeri şişman hastaların büyük bir kısmında görülen tip 2 diyabet şişmanlığın giderilmesi ve beslenme şekli ile tamamen kontrol altına alınabilmektedir, 2-Kalp ve Damar Hastalıkları; Hipertansif Şişman hastaların kilo vermesi ve hareketli yaşam biçimi ile Hipertansiyonlarının düzeldiği ispatlanmıştır. 3-Akciğer ve Solunum Hastalıkları; Nefes darlığı ve hareket kısıtlığı olan şişmanların kilo verme ile bu hastalıklardan kurtulduğu bilinen bir gerçektir . Solunum sıkıntısı nedeniyle şişman insanlar vücut için çok önemli olan kaliteli uykuyu asla alamazlar. 4-Psişik rahatsızlıklar ve Sosyal yaşama uyumda güçlükler şişmanlığın doğurduğu önemli rahatsızlıklardır. Şişmanlar arasında Deprasyon yaygın bir hastalıktır. Özetle şimanlık daha burada sayamadığımız kadar hastalığın hazırlayıcı yada direkt sebebi olduğundan hem kalitesiz bir yaşamın ve hemde kısa bir yaşamın başlıca sebeplerindendir. Bu yönüyle ciddi bir halk sağlığı sorunu olan şişmanlığa karşı olmak her bireyin hatırlaması gereken bir görev olmalıdır. Şunları biliyormuyudunuz? Günümüzde yaklaşık 2 milyarın üzerinde kişi şişman ve bunların 700 milyonu da hastalıklı şişman(Morbid Obesite) olarak kabul edilmektedir. Beyin tek başına vücudun harcadığı enerjinin %20’sini tüketir. Sanayileşmiş toplumlarda sağlığa harcanan toplam giderin %2-7 sini şişmanlıktan kaynaklanan hastalıklar oluşturmaktadır. Ne Yapmalı? Az kalorili beslenme alışkanlığı, hareketli bir yaşam, kaliteli bir uyku, yağdan, şekerden, kimyasal katkılı yiyeceklerden uzak durmak insan için zor olmasa gerek… Nice Sağlıklı Mutlu Obezitesiz Yıllar… 30.12.2013 19:08 20SPOR 2014 Çarşamba 1 Ocak Toprak Saha Yeni yılımıza girdik hep beraber. Dileğim mutlu, huzurlu, sağlıklı, barış dolu bir yıl geçirmemiz toplum ve dünya olarak. Yeni yılın ayrıca tüm takımlarımıza başarı getirmesini diliyorum. 2014 hepimizin senesi olsun. Geçelim takımlarımıza. Kartalspor haftaya transfer atağıyla başladı ve Tokatspor’dan Dündar Denizhan’ı renklerine bağladı. Koca bir sezonu boş geçiren Dündar, güçlü ve tecrübeli bir oyuncu ve Kartalspor’a katkı sağlayacağını düşünüyorum. Maltepespor da transfer çalışmalarını sürdürüyor. Bildiğiniz gibi İsmail Çiçek, Murat Özer, Hasan Kılıç, Yasin Tüzün, Mustafa Özdemir, Kemal Dağtarla ile yollarını ayıran Maltepespor eksiklerini kapatmak için öncelikle orta saha transferine hız verdi ve Payas Belediyespor’dan Can Morgül ile anlaşarak transferini bitirdi. Ayrıca bazı oyuncularla transfer konusunda irtibatta oldukları ve transferler resmileştikçe kamuoyuyla paylaşılacağı bilgisi kulağımıza geldi. Pendikspor ise halen transfer yapabilmiş değil ancak kadrosunu güçlendirecektir, geç olsun temiz olsun, yararlı olsun. Takımlarımız şu anda devre arası tatilindeler ve yakın zamanda ikinci yarı çalışmaları başlayacak. Bu arada geçen hafta çok önemli bir futbol olayını atlamışım; Maltepespor U-17 futbol takımı kendi liglerinde şampiyon olmuşlar, onları bu vesiley- le tebrik ediyorum. Bu şampiyonluk Maltepespor’un altyapıya ne kadar önem verdiğinin göstergesidir. Darısı Türkiyede ki tüm futbol takımlarının başına. Altyapının takımlarımız ve futbolumuz için ne kadar önemli olduğunu izah etmeme gerek bile yok sanırım. Tekrar iyi yılları diliyorum, her gününüz kazanmakla geçsin, hoşçakalın. Arjen Barış Pendikspor’lu Arif İlk Yarının Gol Kralı Oldu P endikspor’da forma giyen 29 yaşındaki forvet Arif Çoban Türkiye 2. Lig Beyaz Grup’ta attığı 9 golle ligin ilk yarısının gol kralı oldu. Çankırıspor deplasmanında 2 gol atan Arif, sırasıyla Kartalspor, Sarıyer, Tokatspor maçlarınıda boş geçmedi. En büyük patlamayı Aydınspor 1923 deplasmanında yaptı ve takımı adına hat-trick yaparak galibiyeti getiren isim oldu. Son olarak Tarsus İdman Yurdu takımını da boş geçmeyen ve takımına gol bazında en büyük desteği veren Arif Çoban’ın başarılarının ve gollerinin devamını diliyoruz. Maltepespor’da Can Morgül Sesleri M altepespor, Payas Belediyespor’un orta saha oyuncusu Can Morgül’ü transfer etmek için harekete geçti. Ligin ilk yarısının bitmesiyle birlikte 6 futbolcusu ile yollarını ayıran Maltepespor takımdaki eksikleri gidermek için transfer çalışmalarına başladı. Geçtiğimiz hafta Tuzlaspor’dan forvet oyuncusu Umut Gedik’i renklerine katan Maltepespor, ikinci transferi için çalışmalarını başlattı ve aradığı ismi Payas Belediyespor’da top koşturan Can Morgül olarak belirledi. Tarafların anlaştığı ve resmi imzaların en kısa sürede atılacağı öne sürüldü. Can Morgül daha önce sırasıyla Pazarspor, Oyak Renaultspor, Orhangazispor, İskenderunspor ve Payas Belediyespor 1975 takımlarında forma giymişti. 20-21 HalkınNabzı 22.indd 20 Kartalspor Dündar Denizhan’ı Renklerine Bağladı. Kartalspor teknik direktörü Şaban Yıldırım’ın isteği ve bilgisi doğrultusunda çalışmalarını sürdüren Kartalspor transfer komitesi, ligin ilk yarısında Tokatspor’da forma giyen 1984 doğumlu sol kanat oyuncusu Dündar Denizhan’ı kadrosuna kattı. Sezon başında da Dündar Denizhan için transfer girişimlerinde bulunan ancak sonuç alamayan Kartalspor, kulüp binasında gerçekleştirdiği imza töreniyle tecrübeli oyuncuya 1,5 yıllığına sözleşmeye imza attırdı. Futbola Bostancıspor kulübünde başlayan ve buradan Fenerbahçe altyapısına transfer olan Dündar Denizhan, yine Fenerbahçe Spor Kulübünde profesyonel oldu. Sırasıyla Fatih Karagümrük, Beylerbeyispor, Bakırköyspor, Tepecikspor, Alanyaspor, Sarıyer, Altınordu, Bozüyükspor, ve Şekerspor’da forma giyen tecrübeli oyuncu, son olarak Tokatspor formasıyla Spor Toto 2.lig’de mücadele etti. Yalıspor Bayan Voleybol Takımında Hüsran: 3-0 Maltepe Yalıspor Bayan Voleybol Takımı deplasmanda karşı karşıya geldiği lig lideri İdmanocağı Bayan Voleybol Takımı’na 3-0 mağlup oldu. İdmanocağı çok iyi mücadele gösterdiği müsabakada ilk seti 25-10, ikinci seti 25-16, üçüncü ve son seti 25-14 önde bitirerek karşılaşmayı 3-0 kazandı. Yalıspor Bayan Voleybol Takımı’nın fazla etkili olamadığı maçta aldığı bu sonuçla ligde ki 5. mağlubiyetini aldı ve kendisine ligde 6. sırada yer buldu. İdmanocağı ise namağlup liderliğini sürdürdü. 30.12.2013 19:11 KÜLTÜR 21 KULTUR 2014 Çarşamba 1 Ocak Tiyatroya ilgi yüzde 85 arttı Devlet Tiyatrolarının (DT) sahnelediği eserlere ilgi, 2002’den bu yana yüzde 85 artarak, 1 milyon 876 bin 700 seyirci rakamına ulaştı. Kültür ve Turizm Bakanlığından edinilen bilgiye göre, 2011-2012 sezonunda 152 oyun sahneleyen DT, 2012-2013 sezonunda 58’i yerli, 60’ı yabancı 142 eseri seyirciyle buluşturdu. Minik seyircilere tiyatro sanatını sevdirmeyi de amaçlayan DT, çocuklar için de 15’i yerli, 24 eserle temsil verdi.2002 yılında 4 bin 420 olan temsil sayısı, 2007-2008 sezonunda 4 bin 770’e, 2008-2009 sezonunda 5 Huysuz bin 78’e, 2009-2010 sezonunda 5 bin 625’e, 2010-2011 sezonunda 5 bin 785’e, 2011-2012 sezonunda 6 bin 2’ye, 2012-2013 sezonunda ise 6 bin 185’e yükseldi. Koltuk sayısı yüzde 139 arttı 2002’de 8 bin 300 olan koltuk sayısı, yüzde 139 artışla 19 bin 902’ye ulaştı. 2002 yılında 1 milyon 14 bin 57 olan seyirci sayısı, 2011-2012 tiyatro sezonu sonunda 1 milyon 777 bin 743’e ulaşırken, rakam 2012-2013’te ise 2002 yılına kıyasla yüzde 85 artarak 1 milyon 876 bin 700 kişi oldu. Engin Alkan, Büşra Pekin, Deniz Uğur, Haki Biçici, Gülhan Tekin, Umut Temizaş ve Esra Akbaş’ın birlikte rol aldığı bol kahkahalı, aşklı, entrikalı, danslı, rengârenk müzikal Huysuz; yeni yıla 4 oyunla “Merhaba” diyor. “Huysuz”, 6 Ocak Pazartesi akşamı Ataköy Yunus Emre Kültür Merkezi’nde, 8 Ocak Çarşamba akşamı Kozyatağı Kültür Merkezi’nde, 10 Ocak Cuma akşamı Caddebostan Kültür Merkezi’nde (CKM), 12 Ocak Pazar günü ise Trump Tiyatro Salonu’nda sahnelenecek. Molière’in “Hastalık Hastası”, “George Dandin”, “Zoraki Evlenme”, “Cimri” ve Teodor Kasap’ın Molière’den adaptasyonu olan “İşkilli Memo” oyunlarından yola çıkılarak yazılan müzikali Engin Alkan kaleme aldı. Yönetmenliğini de Alkan’ın üstlendiği “Huysuz”; huzurevinde yaşayan ve Molière oyunlarındaki başarısı nedeniyle, zamanında “Molière’in Huysuzu” lakabıyla ünlenmiş eski bir tiyatro oyuncusunun zihninde canlanan biraz gerçek, biraz hayal, kahkahası bol müzikal bir gösteri. Ayakkabı kutulu konser banka müdürünün evinde dolarların bulunduğu ayakkabı kutularını hatırlatan kutudan, seslendirilen eserlerin notaları çıktı. Kutudan notaları alan grup üyeleri sahneden Atatürk’ün ‘Sanatsız Kalan Bir Milletin Hayat Damarları Kopmuş Demektir’ sözü hatırlatılarak, 2014 yılının Mayıs ayında devletin sanat kurumlarının kapatılması kararına dikkat çekti. Grup üyeleri, izleyicilere “Antalya Devlet Senfoni Orkestrası’na, operaya, tiyatroya sahip çıkın” çağrısında da bulundu. GENÇLİK MARŞI İLE SONLANDI ANTALYA Devlet Senfoni Orkestrası’nca gerçekleştirilen yılbaşı konserinde ‘Vokaliz’ grubu sahneye şarkıların notalarının konulduğu kutuyla çıktı. Antalya Devlet Senfoni Orkestrası’nın dün akşam düzenlenen yılbaşı konserinde, çok sesli ‘Vokaliz Grubu’, Orhan Orhun yönetiminde sahne aldı. 20-21 HalkınNabzı 22.indd 21 Bir yandan 1960, 1970 ve 1980’li yılların unutulmayan şarkıları ile Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’yi temsil eden şarkılara yer veren grup, hiç enstrüman kullanmadan makamsal doğu ve batı müziklerini de birlikte sundu, izleyicileri yaptıkları şovla neşelendirdi. KUTUDAN ŞARKI NOTALARI ÇIKTI ‘Vokaliz’ adlı grubun solistleri Gökçer Alp (tenor), Cihan Kurtalan (tenor), Tolga Gülen (bariton), Cengiz Ünal (bariton), Umut Durmuş (beat box), Mehmet Tıknaz (bas), ikinci bölümde ellerinde kutuyla sahneye çıktı. İzleyicilere, 17 Aralık operasyonunda Antalyalılara şarkılarla, türkülerle unutamayacakları bir gece yaşatan Vokaliz Grubu, Türk Sanat Müziği eserleri arasına zaman zaman İtalyan eserlerini de serpiştirdi. Konserde patlak göz maskeli koro şefi Orhun Orhon’un keman şovu da beğenildi. Konser, ‘Gençlik Marşı’ ile sonlandı. 30.12.2013 19:11 22 YORUM B A ENİM ÇIMDAN Ebru TULGAR 2 013 bir kaos yılı oldu Türkiye için. Niyet edip arayınca içinde güzellikler, renkler barındırsa da, karmaşayla, gerilimlerle, sürprizlerle dolu geçti. Şimdi yepyeni bir yıl başlıyor, yeni bir sayfa açılıyor ülkemiz ve tüm dünya için. Yeni yıl yeni umutlar, yeni beklentiler, yeni heyecanlar demek. Herkesin, hepimizin farklı planları var bu yıl için. Ama ortak dileğimiz barış ve huzur. Sizin “yeni yılda yapılacaklar” listeniz hazır mı? Benim 2013 listemin başında “eski dostlarla daha sık görüşmek” vardı. Gerçekten de önceki yıllara göre çok daha başarılıydım bu konuda. Dostluklar, arkadaşlıklar çok önemli. Araya giren onca zamandan sonra daha dün ayrılmış gibi devam edebiliyorsa insan, çok güçlü bir temele dayanıyor demektir bu dostluk. Bu yıl da listeme koydum eski dostları, siz de koyun. İyi geliyor eski tanıdık yüzlerle bir araya gelmek, hasret gidermek. Çoğu kadının yeni yıl planları arasında “kilo vermek” vardır. Kilo vermeyi bilmem ama daha sağlıklı yaşamaya çalışmak olmalı öncelik listelerimizde. Sigarayı bırakmak, daha 22-23 HalkınNabzı 22.indd 22 2014 Çarşamba 1 Ocak 2014: Yeni Umutlar, Yeni Beklentiler çok sebze meyve yemek, daha çok haraket etmek, mümkünse spor yapmak, bol bol yürümek, çok su içmek, stresten uzak durmaya çalışmak genel geçer doğrular. Her geçen yıl, bir tuğla daha koyuyor yükselen yaşam duvarımıza. Bir yaş daha yaşlanmak hiç korkutucu değil aslında. Ama ihmal etmemeliyiz bedenlerimizin ve ruhumuzun sağlığını. Uzun yaşamak, yaşam kalitemizi arttırmak, zinde ve sağlıklı kalmak büyük ölçüde elimizde. 2014 daha bilinçli bir yıl olsun sağlık konusunda. “Kendi gelişimine katkıda bulunmak” da değişmeyen beklentiler arasındadır yeni yılda. Yeni bir hobi edinmek, yeni bir dil öğrenmek, daha çok okumak, daha çok sinemaya tiyatroya gitmek… Yapılabilecek bir sürü şey var istedikten sonra. Nasıl daha iyi bir anne/baba olabilirim? Mutfakta daha yaratıcı, daha farklı neler yapabilirim? Hayatımda monotonlaşmış neyi daha farklı yapabilirim? Kendime daha faydalı olmak adına ne yapabilirim? Mutlaka atılabilecek yeni adımlar vardır herkes için. Bazı üniversitelerde emekliler için açılan “İkinci Bahar” derslerini fark ettim ben geçenlerde mesela. Araştıracağım bu konuyu. Hoş olmaz mı okul yıllarına keyifli bir geri dönüş, sınav ve not stresi olmaksızın, sırf kendiniz için, sırf siz istediğiniz için? Her yıl içimden geçen, fakat bir türlü hayata geçemeyen bir başlık ise “topluma faydalı bir şeyler yapmak”. Günümüzde sivil toplum örgütleri güçleniyor, gerçekten fark yaratabiliyorlar. Yaşamın her alanına dokunabilen organizasyonlar var. İhtiyacı olan çocuklar için de bir şeyler yapabilirsiniz, kimsesiz yaşlılar için de, göz göre göre yok etmekte olduğumuz doğa için de, sokak hayvanları için de… Günlük hayatın koşturmacası ve yükü çok ağır. Ancak, kendimiz ve ailemiz dışında, içinde yaşadığımız topluma da bir şeyler katmaya çalışmak kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlar. Türkiye 2014’e çok yoğun bir gündemle giriyor. Siyasette gerilim doruklarda, taşlar yerinden oynuyor. Yeni senenin neler getireceğini kestirmek çok güç. Sağduyuyu elden bırakmamak, toplumun her kesimini çok dikkatli dinlemek, adaletten ayrılmamak, karşılıklı saygıyı kaybetmemek gerek. Bunca toz duman nasıl temizlenecek, hep beraber göreceğiz. Mart’ta yerel seçimler var. “Ben daha iyi yaparım” yarışı hızlanarak devam ediyor. Daha iyi bir toplum yaşamı için çok önemli içine siyaset karıştırılmamış yerel politikalar. Yılın ikinci yarısında ise ilk Cumhurbaşkanlığı seçimini yaşayacak Türkiye. Çok kritik bir kilometre taşı olacak siyasi arenada. Partilerin iç yapılarını değiştirebilir, dolayısıyla 2015 seçim sonuçlarını etkileyebilir, yeni gerginliklere gebe olabilir. Adaylar belli değil henüz. Benim oyum şimdiden, tarafsız, demokrat, anayasaya ve Atatürk ilkelerine bağlı bir Cumhurbaşkanı adayına. Sporda iki büyük uluslararası organizasyon bizleri bekliyor 2014’de. Şubat’ta Rusya ilk kez kış olimpiyatlarına ev sahipliği yapacak. Karların ve buzların üzerinde tam bir görsel şölendir kış olimpiyatları. Haziranda ise Brezilya’da dünya kupası heyecanı yaşanacak. Severim futbol izlemeyi ben. Türkiye yok maalesef Brezilya sahnesinde; artık umutlarımız 2016 Avrupa Kupası’na… Çok daha güzel, aydınlık, barış ve huzur dolu bir yıl olsun 2014 sizler, tüm sevdikleriniz, Türkiye, ve tüm Dünya için. 30.12.2013 19:12 2014 mücadele, dayanışma ve özgürlüğün yılı olsun ÖDP Kadıköy İlçe Örgütü Paçacı Hikmet Usta 2014'ün ülkemize barış, özgürlük ve demokrasi getirmesi dileğiyle Mutlu ve huzurlu bir yıl dileğiyle. Nice senelere “Çünkü belediyecilik şehrin kendisi ve planlamanın alanıdır” GÜLŞEN TEKİN YÜK. ŞEHİR VE BÖLGE PLANCISI MALTEPE BELEDİYE MECLİS ÜYESİ ADAY ADAYI 22-23 HalkınNabzı 22.indd 23 Eminalipaşa Cad. Altıntepe Mah. No: 6/C-3 Bostancı – İSTANBUL Tel: (0216) 489 81 29 / 489 81 25a 30.12.2013 19:12 Yeni yılın ülkemize barış ve mutluluk getirmesi dileğiyle www.botanefsanesi.com [email protected] / 0532 601 17 17 24 HalkınNabzı 22.indd 24 30.12.2013 19:12