ARAŞTIRMA NOTU XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek: Ali Gazzali’nin Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk İsimli Risalesi Özgür Kavak İstanbul Şehir Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi [email protected] Öz Memlükler döneminde Kahire’de kaleme alınan ve siyasi-fıkhi hükümlere dair konuları ele alan Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk’un yazarı konusunda literatürde birbirinden farklı değerlendirmeler mevcuttur. Eser ilk olarak, Fuad Abdülmün‘im Ahmed tarafından risalenin nüshalarından birinin müstensihi olan Ebü’l-Fazl Muhammed el-A‘rec’e (ö. 1519) nispet edilerek yayınlanmıştır. Bu çalışmada, Abdülmün‘im Ahmed’in Tahrîr’in yazarı ile ilgili tesbitinin yanlış olduğu ve bu eserin el-A‘rec’den yaklaşık elli yıl önce vefat eden Ali b. Muhammed Gazzali (ö. 1473/74) tarafından 1454 yılında kaleme alındığı gösterilmektedir. 103 Dîvân Dİ Sİ P Lİ NLERARASI ÇALIŞMALAR DERGİSİ Cilt 20 say› 39 (2015/2), 103-140 Özgür KAVAK Tahrîr uzunca bir girizgâh, mukaddime, vasıta ve hâtime olmak üzere dört kısımdan oluşmaktadır. Girizgâhda devlet başkanının ehemmiyeti ve vazifeleri; mukaddimede devlet başkanının ahlakî evsafı ele alınmaktadır. Metnin en uzun kısmını oluşturan vasıta bölümü mezalim konusuna ayrılmıştır. Hâtime ise devlet başkanının ceza hukuku alanındaki tasarruflarını şer‘î bir çerçeveye oturtmaya hasredilmiştir. Risalede, muhakeme usulüyle ilgili hükümler devrin şartları da gözetilerek incelenmekte, bu çerçevede siyasi otoritenin konumu belirlenmekte, kadıların yetki ve sorumluluk alanı dışında kalan yahut onların bir şekilde “güç yetiremeyecekleri” konularda şeriatın tatbikinin şekilleri üzerine yoğunlaşılmaktadır. Ali Gazzali, uygulayacıları açısından hükümleri iki kısma ayırmaktadır. Ona göre, kadılar ahkamı uygularken, umera yani yürütme gücünü elinde bulunduranlar siyaseti uygulamaktadır. Şeriat ise ahkam ve siyaseti kuşatan bir üst çerçeve olarak takdim edilmektedir. Risalenin, kökeni Maverdi’ye kadar inen bu ayrıma vurgu yapıp, XV. yüzyılda Kahire’de yeniden gündeme taşıması açısından hususî bir ehemmiyeti haiz olduğu söylenebilir. Anahtar kelimeler: Siyasi-Fıkhi Ahkam, Mezalim, Memlükler, Ceza Hukuku. Giriş İSLAM DÜNYASINDA tarih boyunca siyaset üzerine birbirinden farklı saiklerle ve farklı tarzlarda kaleme alınan çok sayıda eser hâlâ gün yüzüne çıkarılmayı beklemektedir.1 Yazma hâlindeki bu metinlerin hem tenkitli neşirlerinin yapılması, hem de kaynakları, özgünlüğü ve etkisi açısından tahlil edilmesi gerekmektedir. Bunun yapılması siyasi düşünce tarihine önemli bir katkı sunacağı gibi, tarihsel derinliği ve tutarlılığı olan bir siyaset dili geliştirilmesine de yardımcı olacaktır. 104 Dîvân 2015/2 Bu yazıda Memlükler döneminde Kahire’de yazıldığı konusunda kaynakların ittifak ettiği, tespit edebildiğimiz kadarıyla henüz 1 Çalışmanın ortaya çıkış sürecindeki teşvik ve katkıları için kıymetli hocam Hızır Murat Köse ile değerli dostum Abdurrahman Atçıl’a teşekkür ederim. XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek detaylı bir incelemeye tâbi tutulmayan Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’lmülûk isimli risale, mevcut yazma nüshaları da dikkate alınarak tanıtılacaktır. Bu risale ve müellifine dair, gerek kütüphane kayıtlarında ve gerekse ikincil literatürde yer alan kısıtlı bilgiler birçok yerde birbiyle çelişmektedir. Bu bilgiler tartışıldıktan sonra risalenin yazarının Ali b. Muhammed Gazzali (ö. 1473/74) olduğu iddası somut delillerle temellendirilecek ve eserin içeriği hakkında kısaca bilgi verilecektir. Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk’ün Aidiyeti Meselesi İslam siyaset düşüncesi alanında yaptığı neşirlerle tanınan Fuad Abdülmün‘im Ahmed, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk’un müellifi ile ilgili görüş serdeden araştırmacılardandır.2 Abdülmün‘im Ahmed, Tahrîr’in “müellif hattı” olduğunu düşündüğü bir nüshayı bir giriş yazısıyla neşretmiştir. Bu giriş yazısında Abdülmün‘im Ahmed, Katip Çelebi’nin Keşfü’z-zunûn’da “bu eserden gafil kaldığını” zikretmekte, Bağdatlı İsmail Paşa’nın, Îzâhü’l-meknûn’da metnin Ayasofya Kütüphanesi’nde bulunan bir nüshasına işaret etse de, yazarını tespit edemediğini belirtmektedir. Abdülmün‘im Ahmed’e göre Tahrîr’in yazarı, Ebü’l-Fazl Muhammed b. el-A‘rec (ö. 925/1519) olmalıdır ve bu eseri Memluk Sultanı el-Melik elEşref Kansu Gavri’nin kütüphanesi için onun saltanata geçiş tarihi olan 1499/1500 (905)3 ile vefat tarihi 1516 (922) arasında yazmış olmalıdır.4 Giriş kısmında, Abdülmün‘im Ahmed, büyük oranda Sehavi ve İbn İyas’ın verdiği bilgilere dayanarak Tahrîr’in yazarı olduğunu iddia ettiği Ebü’l-Fazl Muhammed b. el-A‘rec hakkında bazı biyografik bilgiler vermektedir. Buna göre, yazarın tam adı Muhammed b. Abdüllatif b. Ali b. Abdülkafi Sinbati Kahiri, lakabları ise el-Kâtib ve el-A‘rec’di. Aksak anlamına gelen el-A‘rec onun vücudundaki bedensel bir engele işaret etmekteydi. Ticaretle uğraşan bir aileden gelen el-A‘rec, Şafii mezhebine müntesipti. En bariz vasfı, hat alanında uzmanlaşmış olmasıydı. Çağdaşları onun hattının gü2 Ebü’l-Fazl Muhammed b. el-A‘rec, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, haz. Fuad Abdülmün‘im Ahmed (İskenderiye: Müesseseti şebâbi’l-camia, 1982). 3 Doğrusu 1 Şevval 906 (20 Nisan 1501). 4 Fuad Abdülmün‘im Ahmed, “Takdîm,” Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 11-12. 105 Dîvân 2015/2 Özgür KAVAK zelliğini övmekteydi. Ebü’l-Fazl el-A‘rec 21 Kasım 1519 (28 Zilkade 925) tarihinde vefat etti.5 Abdülmün‘im Ahmed, Ebü’l-Fazl elA‘rec’in Gurerü’l-fevâid fî mensûri’l-fevâid adıyla bir mensur eseri ve Dürerü’l-fevâid fî manzûmi’l-ferâid adıyla bir manzum eseri olduğunu, ancak bu iki eserin nüshalarına rastlamadığını ve büyük ihtimalle bunların günümüze ulaşmadığını ileri sürmektedir. Dolayısıyla el-A‘rec’e ait elimizdeki tek eser Tahrîr’dir. Abdülmün‘im Ahmed’in, Tahrîr’in yazarının el-A‘rec olduğuna dair iddiasının tek dayanağı ise neşrettiği metnin sonundaki ketebe kaydında6 yer alan “yazanı Ebü’l-Fazl Muhammed el-A‘rec’tir” ifadesidir.7 Abdülmün‘im Ahmed’in bu iddiasında ve onu takdim ediş şeklinde birçok problemli nokta göze çarpmaktadır. İlk olarak, çağdaş ve klasik hiçbir kaynakta Tahrîr el-A‘rec’e nispet edilmediği hâlde8 sadece ketebe kaydına dayanarak eserin ona ait olduğunun ileri sürülmesi şüphe doğurmaktadır. Metnin herhangi bir yerinde doğrudan veya dolaylı bir ithaf olmamasına rağmen, neşre esas alınan nüshanın zahriyesindeki9 Kansu Gavri’nin kitaplığına ait olduğuna dair kayıttan hareketle,10 bu sultanın kütüphanesi için yazıldığı iddiası ikna edici değildir. Ketebe kaydında ve diğer klasik 5 Abdülmün‘im Ahmed, “Takdîm,” 9. Krş. Şemsüddin Muhammed Sehavi, edDavü’l-lâmi [li-ehli’l-karni’t-tâsi’] (Beyrut: Dârü Mektebeti›l-Hayat), 9: 92-93; 10: 313; 11: 129; Muhammed b. Ahmed b. İyas el-Hanefî, Bedâiü’z-zuhûr fî vekâii’d-dühûr, haz. Muhammed Mustafa (Kahire: el-Hey’etü’l-Mısriyyetü’lÂmme, 1984), 5: 319. Sehavi ve İbn İyas, Abdülmün‘im Ahmed’in naklettiğinden farklı olarak ismi sadece el-A‘rec olarak kaydetmektedirler. 6 Müstensihler tarafından yazma eserlerin genellikle sonuna konulan ve metnin istinsahının bittiğini belirten kayıt için daha çok “kad vekaa’l-ferâğ” şeklinde başlayan ibarelere yer verilmekte ve bu kayıtlar ferağ kaydı olarak anılmaktadır. Aynı zamanda “istinsah kaydı” olarak da anılan bu kısımda bazen “ketebehû” ifadesine yer verildiğinden “ketebe kaydı” olarak da isimlendirilir. Konuyla ilgili bkz. Orhan Bilgin, “Ferağ Kaydı,” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), 12: 354-55. 106 Dîvân 2015/2 7 Abdülmün‘im Ahmed, “Takdîm,” 12. Abdülmün‘im Ahmed, metnin “zulmü afakı kuşatan, döneminde fesadın dört bir yanı sardığı, insanların mallarını müsadere edip miras [hükümlerini] ilğa eden” Kansu Gavri’ye yazılması nedeniyle hususi bir ehemmiyetinin olduğunu belirterek eserde yer verilen fikirleri bu bağlama göre yorumlayıp eseri “ulemanın yöneticilere hakkı tavsiyesi” kabilinden görmekte ve muhtasar bir şekilde tahlil etmektedir. 8 Abdülmün‘im Ahmed, “Takdîm,” 11-12. 9 “Zahriye, yazma kitaplarda esas metnin başladığı sayfanın arkasındaki sayfa veya sayfalar için kullanılan bir terimdir. Bu sayfalar boş bırakıldığı gibi tezhip de işlenebilir.” Gülnur Duran, “Tehzip,” DİA, 41: 63. 10Abdülmün‘im Ahmed, “Takdîm,” 11, 15. XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek kitaplarda el-A‘rec olarak geçen lakabın, metnin neşrinde isim olarak İbnü’l-A‘rec şeklinde yazılması karışıklığı artırmaktadır.11 Bütün bunlara rağmen, Abdülmün‘im Ahmed’in bu neşrinden sonra, ikincil literatürde Tahrîr’in yazarının el-A‘rec olduğu bilgisi dolaşıma girmiştir.12 Tahrîr’in yazarı ile ilgili görüş serdeden bir diğer kişi Bağdatlı İsmail Paşa’dır. İsmail Paşa Îzâhü’l-meknûn isimli eserinde Tahrîr’in yazarının meçhul olduğunu iddia etmektedir. Abdülmün‘im Ahmed’in de belirttiği üzere, İsmail Paşa eserin varlığından haberdardır, fakat eserin yazarı olarak el-A‘rec’i görmez. Yazar adı vermeden es-Sülûk fî tedbîri’l-mülûk başlığıyla Ayasofya Kütüphanesi’nde bulunduğunu belirtmekte13 ve bu nüshanın sonunda ketebe kaydı bulunan el-A‘rec’i müstensih olarak dahi zikretmemektedir.14 Hediyyetü’l-ârifîn isimli eserinde Bağdatlı İsmail Paşa Tahrîr’in yazarı konusunda farklı bir görüş serdetmektedir. Buna göre, Tahrîr’in yazarı Ali b. Muhammed Gazzali b. Ebi Kasibe’dir.15 Hayreddin Zirikli, İsmail Paşa’nın verdiği bilgileri aynen aktarmış ve ilave bir değerlendirmede bulunmamıştır.16 Bursalı Mehmed Tahir de Tahrîr’in yazarı konusunda aynı fikirdedir. Ayrıca o, Ali b. Muhammed Gazzali’nin Tahrîr isimli eserinin bir nüshasının Âşir Efendi Kütüphanesi’nde olduğunu belirtmektedir.17 11Abdülmün‘im Ahmed, “Takdîm,” 8-9, 19, 21. 12Örnek olarak, Salim b. Abdullah el-Halef, Nuzumü hükmi’l-Emeviyyîn ve rüsûmühüm fi’l-Endelüs (Medine: el-Câmiatü’l-İslâmiyye, 2003), 2: 772-74; Linda Darling, “Medieval Egyptian Society and the Concept of the Circle of Justice,” Mamluk Studies Review 10/2 (2006): 16; Yossef Rapoport, “Royal Justice and Religious Law: Siyasah and Shari‘ah under the Mamluks,” Mamluk Studies Review 16 (2012): 96-97. 13Babanzade Bağdatlı İsmail Paşa, Îzâhü’l-meknûn fî zeyli ala Keşfü’z-zünûn an esâmii’l-kütüb ve’l-fünûn, haz. M. Şerefettin Yaltkaya, Kilisli Rifat Bilge (Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1972), 2: 25. 14Hâlihazırda Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya, no. 1854 dair katolog kaydı eserin yazarını meçhul olarak göstermekte, el-A‘rec’i ise müstensih olarak takdim etmektedir. 15Babanzade Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü’l-ârifîn’de Ali b. Muhammed b. Ebi Kasibe’ye ait eserleri sıralarken Tahrîrü’s-sülûk’u da zikretmektedir. Bkz. Hediyyetü’l-ârifin esmâü’l-müellifin ve asarü’l-musannifin, haz. Kilisli Rifat Bilge, İbnülemin Mahmûd Kemal İnal, Avni Aktuç (Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1951), 1: 734-35. 16Hayreddin Zirikli, el-A‘lâm: Kamusu teracimi li-eşheri’r-rical ve’n-nisa’ (Beyrut: Dârü’l-ilm li’l-melayîn, 2002), 5: 10. 17Bursalı Mehmed Tahir, Siyasete müteallik âsâr-ı İslâmiyye (İstanbul: Kader Matbaası, 1330), 23. Bursalı şu malumatı vermektedir: “Tahrîrü’s-sülûk fî 2 107 Dîvân 2015/2 Özgür KAVAK Tahrîr’in yazarı konusunda Bağdatlı İsmail Paşa’nın Hediyyetü’lârifîn’de serdettiği, Zirikli’nin naklettiği ve Bursalı’nın desteklediği görüşün doğru olduğunu, yani yazarın Ali b. Muhammed Gazzali olduğunu düşünmekteyiz. Süleymaniye Kütüphanesi, Reisülküttab Mustafa Efendi bölümünde 994 demirbaş numarasıyla kayıtlı olan 70 varaklık nüsha bu görüşü destekleyen somut deliller sunmaktadır. Yukarıda adı anılan kişilerin görme şansı bulamadıkları18 Kitâbü Tahrîri’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk başlıklı Reisülküttab Mustafa Efendi bölümündeki bu nüsha, Abdülmün‘im Ahmed’in neşre esas aldığı Ayasofya bölümündeki nüshayla giriş ve ferağ/ ketebe kaydı dışında, büyük oranda örtüşmektedir. Bu nüshanın mukaddimesinden eserin Ali b. Muhammed Gazzali’ye ait olduğu, şüpheye mahal kalmayacak şekilde, anlaşılmaktadır: Yekulü müellifühü ve mürettibühü ve musannifühü ve mühezzibühü el-abdü’l-fakîr, el-mukir bi’t-taksîr Ali b. Muhammed el-Muhammedî şir‘aten el-Gazzâlî dir‘aten. 108 Dîvân 2015/2 tedbîri’l-mülûk, Arapça: Ali b. Muhammed el-Gazzâlî. Âşir Efendi’dedir.” Süleymaniye Kütüphanesi içerisinde bulunan Âşir Efendi bölümünün katolog taramasında, bahsi edilen esere ve müellife ait bir başka esere rastlanmamaktadır. Süleymaniye Kütüphanesi’nde bu risaleye ait müellifin isminin yazılı olduğu tek nüsha Reisülküttab Mustafa Efendi koleksiyonundaki 994 numarada kayıtlıdır. Ancak, yine de Bursalı’nın aktardığı bu bilgi büyük ihtimalle doğru olmalıdır. Zira Âşir Efendi, Reisülküttab Mustafa Efendi’nin oğlu olup onun kütüphanesi başlangıçta babasının vakfettiği 1237 kitapla kurulmuştu. Bu kitaplar 1918 yılında Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakledilmiş ve burada muhtemelen vakfiye mührüne göre Âşir Efendi ve Reîsülküttâb Mustafa Efendi koleksiyonlarına taksim edilmiştir. Her iki kütüphanenin tarihçesiyle ilgili olarak olarak bkz. İsmail E. Erünsal, Türk Kütüphaneleri Tarihi: Kuruluştan Tanzimat’a Kadar Osmanlı Vakıf Kütüphaneleri (Ankara: Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 1991), 120; İsmail E. Erünsal, “Âşir Efendi Kütüphanesi,” DİA, 4: 8. Şu hâlde Bursalı’nın bahsini ettiği risale onun gördüğü esnada [1911-1912 (1330) veya daha öncesi] gerçekten Âşir Efendi Kütüphanesi’nde olmalıdır. 18Mamafih, Bursalı’nın Âşir Efendi Kütüphanesi’nde olduğunu belirttiği risalenin müellif hattı bu risale olma ihtimali yüksektir. XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek [Bu risalenin] müellifi, mürettibi, musannifi ve mühezzibi abd-i fakir, kusurunu mukir Ali b. Muhammed –ki o, şeriat bakımından Muhammedi, nisbet (?) bakımından Gazzali’dir– şöyle söyler.”19 O hâlde, risalenin Ali b. Muhammed’e aidiyeti, Katip Çelebi’nin eser yazım türlerine dair zikrettiği yedi sınıf içerisinde yer alanlarla büyük oranda örtüşecek şekilde “telif, tertib, tasnif ve tehzib” gibi20 temel formların bizzat yazar tarafından zikredilmesinden de anlaşılacağı üzere, kesinlik kazanmış olmaktadır. Hâtimeden anlaşıldığı kadarıyla, risale 1454 yılının Mayıs/Haziran ayı içerisinde Kahire’de tamamlanmıştır: Ve kâne te’lîfühü bi’l-Kâhirati’l-Mahrûse –edâmallahü inârete rubû‘ıhâ’l-me’nûse fi ba’din min şehri Cemâda’l-ahîrati senete semânin ve hamsîne ve semâni mie. [Eserin] telifi korunmuş [şehir] Kahire’de –Allah ünsiyet içindeki dört bir yanının aydınlığını daim kılsın– Camaziyelahir ayı içerisinde 858 yılındadır.21 Metnin iki farklı yerinde de müellifin metnini yazdıktan sonra yeniden okuduğuna dair “mukabele kaydı” bulunmaktadır. Bu kayıtlarda mealen “Güç ve imkân nisbetinde metnin mukabelesinde bu noktaya varıldı. Bu notu eserin müellifi Ali Gazzali yazdı” denilmektedir.22 19Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, Süleymaniye Kütüphanesi, Reisülküttab Mustafa Efendi, no. 994, 1b. 20Bkz. Katip Çelebi, Keşfü’z-zünûn an esâmii’l-kütüb ve’l-fünûn, haz. Mehmet Şerefettin Yaltkaya, Kilisli Rifat Bilge (Beyrut: Dârü İhyâi’t-türâsi’l-Arabî), 1: 35. 21Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 70b. 22Mesela bkz. Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 10b, 20b. “Mukabele kaydı” ifadesi yazma terminolojisinde daha ziyade 2 109 Dîvân 2015/2 Özgür KAVAK vr. 10b vr. 20b Tüm bu kayıtların neticesinde, bizzat müellifin kaleminden çıktığı anlaşılan bu metin ile Ayasofya’daki el-A‘rec’in ketebe kaydının bulunduğu nüsha, mukaddimede müellif adının zikredildiği kısım ile sonuç kısmında yer alan ferağ kaydı dışında örtüşmektedir. 110 Dîvân 2015/2 Bu durumda, Abdülmün‘im Ahmed’in nasıl olup da bu ikinci nüshayı el-A‘rec’e nispet edip yayınladığı meselesi çözüm beklemektedir. Bu noktada iki farklı ihtimal söz konusudur. Birinci ihtimale göre, intihal yapılmıştır ve el-A‘rec, metnin telifinden yaklaşık yarım asır sonra müellifin adını silerek, risaleyi kendisine nispet etmiştir. Abdülmün‘im Ahmed de bu nüshayı esas aldığından, herhangi bir şüphe duymadan metni ona nispetle neşretmiştir. İkinci ve muhtemelen daha güçlü olan ihtimal ise Ayasofya nüshasının müstensihler tarafından yapılan nüsha kontrolleri ve farklı nüshalarla yapılan mukayeseler için kullanılsa da (mesela bkz. Orhan Bilgin, “Yazma,” DİA, 43: 372; Hüseyin Yazıcı, “Mukabele Kaydı,” DİA, 31: 102-103) Ali b. Muhammed Gazzali’in bu notlarını, müellif tarafından düşülen “mukabele kaydı” için bir örnek olarak değerlendirmek mümkündür. XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek sonundaki ketebe kaydının, hattatlığıyla maruf olan el-A‘rec’in telif değil, istinsah kaydına işaret ettiğidir. Belki de o, müellifin adının olmadığı bir nüshaya denk gelerek, bunu istinsah etti ve sonuna da müstensih olarak adını ketebe kaydıyla yazdı. Eser, Kansu Gavri kitaplığında olduğuna göre böyle bir talebin sultandan yahut yakın çevresinden gelmiş olması da mümkündür. Sehavi’nin “bir lakabı da el-Kâtib olan el-A‘rec’in hayatını eser istinsahıyla ve yazı öğretimiyle kazandığı”23 yönündeki tespitiyle birlikte düşünüldüğünde, Tahrîr’in bu nüshasının müellif hattı olmadığı ihtimali ağır basmaktadır. Nitekim aşağıdaki kayıttaki üslup da bu ikinci ihtimali güçlendirmektedir: Ketebehü Ebü’l-Fazl Muhammed el-A‘rec ğaferallahü lehü ve livâlideyhi ve li-kâffeti’l-Müslimîne ecma’în. Bunu Ebü’l-Fazl Muhammed el-A‘rec yazdı. Allah onu, ebeveynini ve tüm Müslümanların tamamını mağfiret buyursun!24 Bu eserden başka el-A‘rec’in farklı tarihlerde istinsah ettiği bir dizi kitap, farklı muhtelif yazma eser kütüphanelerinde bulunmaktadır.25 Divanü Ömer b. el-Fariz’in Topkapı, Ahmed III Kitaplığı 23Sehavi, ed-Dav’ü’l-lâmi, 11: 129. Sehavi, Ebü’l-Fazl’ın bir müddet Eşrefiye Medresesi’nde de görev yaptığını ifade eder. 24Ali b. Muhammed Gazzali, Kitâbü’s-Sülûk fî tedbîri’l-mülûk, Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya, no. 1854, 112b. 25Kahire’deki Ma‘hedü’l-Mahtûtâti’l-Arabiyye’de el-A‘rec’e ait istinsah kayıtları, Makrizi’nin iki eserine dairdir. Makrizi’nin es-Sülûk li-ma‘rifeti düveli’lmülûk adlı eserinin birinci cildini 1458 (no. 34717), onuncu cildini 1450 (no. 34720) tarihinde istinsah ettiğine dair kayıt için bkz. http://41.32.191.214/ cgi-bin/koha/opac-detail.pl?biblionumber=34717; http://41.32.191.214/cgibin/koha/opac-detail.pl?biblionumber=34720 (eriş. tar. 24.11.2015). İstanbul’daki yazma eser kütüphanelerinde de el-A‘rec’in istinsah ettiği eserler bulunmaktadır. Mesela bkz. Alemüddin Ali b. Muhammed Sehavi, esSirru’l-mektûm fi’l-fark beyne’l-maleyni’l-mahmud ve’l-mezmûm, Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya, no. 1849; el-Câmiu’s-sahîh, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan Köşkü, no. 217; Ahmed b. Ali Makrizi, 2 111 Dîvân 2015/2 Özgür KAVAK 1564 numarada kayıtlı nüshasının istinsah tarihinin 1519 olması, bu tarihte vefat eden el-A‘rec’in, hayatının sonuna kadar eser istinsahıyla meşgul olduğunu göstermektedir. Ali b. Muhammed Gazzali Kaynaklarda İbn Ebi Kasibe olarak da kendisine atıfta bulunulan26 Ali b. Muhammed Gazzali’nin hayatı hakkında tafsilatlı bilgilere ulaşılamamaktadır. Tahrîrü’s-sülûk adlı eserinden anlaşıldığı kadarıyla, 1454 yılında Kahire’de bulunan müellifin, ed-Dürrü’lmanzûm fî hulâsati’l-ulûm adlı muhtasar bir eseri Fatih Sultan Mehmed Han için telif ettiği27 yönündeki Katip Çelebi’nin verdiği bilgi göz önüne alındığında, İstanbul’a gelerek hayatını bir müddet burada idame ettirmiş olması muhtemeldir. Kahire’deki ulemaya dair tafsilatlı bilgiler vermesiyle meşhur olan Sehavi’nin, müellifin sadece adını zikretmekle yetinmesi28 de onun hayatının bir dönemini Kahire dışında ve büyük ihtimalle İstanbul’da sürdürdüğü tezini güçlendirmektedir. Bununla birlikte, yine Katip Çelebi’nin belirttiğine göre, Fatih’e ithafen kaleme alınan ed-Dürrü’l-manzûm’un muhtasarı olan Mesâbîhü’l-fühûm ve mefâtîhü’l-ulûm29 adlı kitabını Muhammed Devâdar için telif ettiği göz önüne alındığında, müellifin tekrar Memlük topraklarına dönmüş olma ihtimali söz konusu olmaktadır.30 Kaynaklarda Ali b. Muhammed Gazzali’nin et-Tibrü’l-mesbûk fi zeyli’s-sülûk, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Koğuşlar, no. 1008, istinsah tarihi: 1475; es-Süluk li ma‘rifeti düveli’l-mülûk, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Koğuşlar, no. 905, istinsah tarihi: 1479. 26Sehavi, ed-Davu’l-lâmi, 5: 322; Katib Çelebi, Keşfü’z-zünûn, 1: 735; 2: 1702; Bağdatlı, İzâhü’l-meknûn, 1: 151; 2: 87; Zirikli, el-Alâm, 5: 10. 27Katip Çelebi, Keşfü’z-zünûn, 1: 735. 28Sehavi, ed-Dav’ü’l-lâmi, 5: 322. 29Katib Çelebi, Keşfü’z-zünûn, 2: 1702. 112 Dîvân 2015/2 30Bu ihtimal, Katip Çelebi’nin bir hata yapmamış olduğunu kabule dayanır. Eğer bir hata söz konusu değilse, aslı “devâtdâr” olan bu mansıbın daha ziyade Memlüklerde “devâdâr” olarak kullanılmasından hareketle, bu kanaate vardık. (Konuyla ilgili olarak bkz. Asri Çubukçu, “Devâtdâr,” DİA, 9: 222) Bu konudaki bir diğer ihtimal ise müellifin Kahire’den önce İstanbul veya Edirne’de bulunmuş olmasıdır. Fakat bu husus, müellifin günümüze ulaşan tüm eserlerini de kuşatacak şekilde yapılacak olan ayrıntılı bir biyografik incelemeye ihtiyaç duymaktadır. XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek vefat tarihi olarak genellikle 1473/1474 yılı verilmekte, ancak herhangi bir mekân adı zikredilmemektedir.31 Katip Çelebi ayrıca, yukarıda zikrettiğimiz ed-Dürrü’l-manzûm ile Mesâbîhü’l-fühûm’dan başka, müellife Mîzânü’l-istikâme liehli’l-kurbi ve’l-kerâme32 adlı eseri nisbet etmekte ve Tahrîrü’ssülûk’tan bahsetmemektedir. Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü’l-ârifîn’de Tahrîrü’s-sülûk ve bu üç eser dışında, ayrıca İsti‘tâfü’l-merâhim ve isti‘tâfü’l-mekârim33 el-İhtimâm fî münâsahati’l-imâm,34 Hâlisatü ıkdi’d-dürer min hülâsati ıkdi’l-ğurer,35 Tavâliü envâri’l-kulûb min metâlii esrâri’lguyûb, el-Kavâidü’l-vâfiyye el-vâkiyye bi’l-akâidi’l-kâfileti’l-kâfiye36 başlıklı eserlerini zikretmektedir. İsmail Paşa, İzâhü’l-meknûn’da ise Tavâliü envâri’l-kulûb adlı eserle ilgili olarak “tehzîbü’l-ahlâka dahil olan bu eser dört latife ve bir lahikadan müteşekkil” derken37 Hâlisatü ıkdi’d-dürer adlı eserin mukaddimesinden nakil yapmaktadır.38 El-İhtimâm fî münâsahati’l-imâm adlı eseri vesilesiyle de müellifin nisbesini Hasenî olarak belirtmektedir.39 Yazma eserleri bulunduran kütüphane kataloglarında, yukarıda zikredilen kitapların dışında da müellife nispet edilen bazı eserler bulunmaktadır. Bu eserler arasında Uddetü sülûki’l-idrâki’l-bâhira li-uddeti mülûki’l-etrâk bi’l-Kâhira40 Tenvîhü’l-âkıl bi-tenbîhi’l- 31Bağdatlı, Hediyyetü’l-ârifîn, 1: 734; Bağdatlı, İzâhü’l-meknûn, 2: 87. 32Katib Çelebi, Keşfü’z-zünûn, 2: 1916. Katip Çelebi, Mîzânü’l-istikâme eseri vesilesiyle müellifin meşhur Gazzali’den başka bir Gazzali olduğunu da ifade eder. 33Yazma nüshaları için bkz. Hızânetü’t-türâs, no. 38770. 34Yazma nüshaları için bkz. Hızânetü’t-türâs, no. 38771. 35Yazma nüshaları için bkz. Hızânetü’t-türâs, no. 38767. 36Bağdatlı, Hediyyetü’l-ârifîn, 1: 734-35. Yazma nüshaları için bkz. Hızânetü’ttürâs, no. 38768. 113 37Bağdatlı, İzâhü’l-meknûn, 2: 87. 38Bağdatlı, İzâhü’l-meknûn, 2: 426. Belirttiğine göre eser şu şekilde başlamaktadır: “Hamd, lisânı insan aklının tercümanı yapan Allah’a mahsustur.” 39Bağdatlı, İzâhü’l-meknûn, 1: 151. 40Yazma nüshaları için bkz. Hızânetü’t-türâs, no. 1025. Kitabın isminde Arapça kuralları açısından bir problem bulunmaktadır. Maalesef, nüshayı görüp doğru şeklini tespit etme imkânı bulamadık. Dîvân 2015/2 Özgür KAVAK ğâfil,41 Arfü ravhi’l-felâh ve urfü rûhi’s-salâh 42 ve Neşrü arfi’l-hüdâ el-Muhammedî ve bişrü arfi’l-hâdî el-Ahmedî yer almaktadır.43 Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk’un Nüshaları Ali b. Muhammed Gazzali’nin Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’lmülûk’unun tespit edebildiğimiz üç nüshası bulunmaktadır. Yukarıda da belirtildiği üzere, risalenin müellif hattı nüshası Süleymaniye Kütüphanesi, Reisülküttab Mustafa Efendi bölümünde 994 demirbaş numarasıyla kayıtlı olup, 70 varaktır. Nüshanın iki yerinde, müellifin kendi el yazısıyla metni gözden geçirdiğine dair “mukabele kayıtları” bulunmaktadır.44 Zahriyesinde Reisülküttab Mustafa Efendi’ye ait 1154 tarihli bir vakfiye mührü vardır.45 Zahriyeye düşülen bir notta da “müellif hattı” olduğu kayıtlıdır. 2a-b varağı ise, okunmayı birçok satırda imkânsız hâle getirecek seviyede kararmıştır. Eserin diğer nüshası, yine Süleymaniye Kütüphanesi’nin Ayasofya bölümünde olup, 1854 demirbaş numaralıdır. 112 varak olan ve el-A‘rec tarafından istinsah edilen bu nüsha, yukarıda da ifade edildiği üzere, Abdülmün‘im Ahmed tarafından müstensihi müellif zannedilerek neşredilmiştir.46 Gayet okunaklı ve harekeli bir şekilde yazılmış olan metinde yer yer tezhipler bulunmaktadır. 41Yazma nüshaları için bkz. Hızânetü’t-türâs, no. 52319. 42Yazma nüshaları için bkz. Hızânetü’t-türâs, no. 52611. 43Bizzat Ali b. Muhammed Gazzali’nin Tahrîrü’s-sulûk adlı eserinde kendi yazarlık geçmişine atıfta bulunurken nazmettiğini belirttiği Dürerü’l-fevâid fî manzûmi’l-fevâid ile nesir olarak yazdığını söylediği Gurerü’l-ferâid fî mensûri’l-fevâid başlıklı eserlere (Süleymaniye Kütüphanesi, Reisülküttab Mustafa Efendi, no. 994, 13a) dair herhangi bir bilgiye rastlamadık. 44Mesela bkz. 10b, 20b. 114 Dîvân 2015/2 45Vakfiye kaydı şu şekildedir: “Allah bana kafidir. Bismillahirrahmanirrahim. Bu kitabı, sabık Reisülküttab Mustafa Efendi vakfetmiş ve mütevelliye teslim etmiştir. Sıhhatine şer‘-i şerif hakimi hükmetmiştir. O, kendi evlatlarının bundan istifade etmesini şart koşmuştur. [Vakıf akdi] bu şekilde tamamlanmıştır. [Bu] kitabın hibe edilmesinden sonra Kıyamet gününe değin vakfiyesine göre amel edile! Allah onu satın alıp satanı zelil eylesin. Sene 1154.” 46Abdülmün‘im Ahmed, bu nüshayı birçok noktada doğru bir şekilde yazıya dökememiştir. Cümle ve kelimelerin yanlış aktarımı, Arapça dil kuralları ile uyumsuz kelime ve cümle kullanımları, fıkhi terminolojiye vakıf olmamaktan kaynaklanan kelime tercihlerinden müteşekkil bu hataların önemli bir 2 XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek Türkiye dışındaki belli başlı yazma eser kütüphanelerine ait katolog kayıtlarında yaptığımız araştırma neticesinde, Rabat’taki elHızânetü’l-Melikiyye (el-Haseniyye)’de 809 demirbaş numaralı bir nüshaya rastlanmıştır.47 Bu eserin mukaddimesinde eserin müellifi olarak Ebü’l-Hasen Ali b. eş-Şeyh el-İmâm el-Mürşid er-Rabbânî es-Samedânî Ebi Abdillah Muhammed el-Mechedî el-Gazzâlî elKadirî eş-Şâzelî el-Muhammedî verilmiş,48 iki farklı yerinde de eser adı Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk olarak kaydedilmiştir.49 Toplam 90 varaktan müteşekkil olan bu nüshanın telif ve tasnif yeri olarak Tunus verilmektedir.50 Eserin ferağ kaydı 23 Safer 1043/29 Ağustos 1633 tarihlidir ve müstensih adı bulunmamaktadır.51 Bununla birlikte, eserin başlangıç cümlelerinde müellifin adına işaret edilirken yer verilen “efendimiz, şeyhimiz, imam, allame alim, hüccet” gibi övgü dolu ifadelerden hareketle, eserin müellif elinden çıkmadığı, daha sonra talebelerinden/müridlerinden biri tarafından kayda geçirildiği söylenebilir. Bu nüsha, yukarıda zikrettiğimiz iki nüsha ile mukayese edildiğinde ortaya çözülmesi gereken başka bir mesele daha çıkmaktadır. Zira, bu nüshanın başlığı ile eserin telif gerekçesine kadar olan giriş kısmı, İstanbul’daki nüshalarla büyük oranda örtüşmekle birlikte, takip eden kısımlarda eserin konuları birbirinden farklılaşmaktadır. Rabat nüshası farklı uzunluklarda toplam yirmi bölümden oluşmaktadır. İstanbul nüshalarıyla ortak olan başlıklar altındaki malumat ise gerek kaynak çeşitliliği, gerekse içerik bakı- kısmı metnin anlaşılmasını etkilemekte, bazı yerlerde de müellifin muradıyla hiçbir şekilde örtüşmeyecek boyutlara varmaktadır. 47Ömer Ammur, Keşşâfü’l-kütübi’l-mahtûta bi’l-Hizâneti’l-Haseniyye, 70; Hızânetü’t-Türâs, no. 84773. Ayrıca bu ikinci eserde müellifin vefat tarihi olarak hicri XI. yüzyıl verilmektedir. Bu durum muhtemelen eserin 1043 Hicri tarihinde istinsah edilmesiyle alakalı olmalıdır. İslam siyaset düşüncesine dair eserlerin katoluğunu çıkartan Nasr Muhammed Arif, fî Mesâdiri’ttürâsi’s-siyâsiyyi’l-İslâmî adlı eserinde (s. 204) bu bilgileri tekrarlamakta ve hayatına dair bir malumat bulamadığını belirttiği müellifin 1043/1633 tarihinde hayatta olduğunu aktarmaktadır. 48Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, el-Hızânetü’lMelikiyye (Rabat), no. 809, 1b. 49Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, el-Hızânetü’lMelikiyye (Rabat), no. 809, 4b, 90a. 50Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, el-Hızânetü’lMelikiyye (Rabat), no. 809, 90a. 51Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, el-Hızânetü’lMelikiyye (Rabat), no. 809, 90b. 115 Dîvân 2015/2 Özgür KAVAK mından eserin iki farklı müellifin kaleminden çıktığını düşündürmektedir. İçerik, üslup ve kaynakları bakımından diğer iki nüsha ile arasında önemli farklılıklar barındıran bu metin müstakil olarak incelenip tahlil edilmeli, müellifi ve dönemine ise daha sonra karar verilmelidir. Aynı müellifin, iki farklı eseri aynı başlıkla yazması, üçüncü bir şahsın, iki farklı metni birleştirip istinsah etmiş olması gibi ihtimaller de göz önüne alınmalıdır.52 Dolayısıyla, biz bu yazıda Rabat nüshasını dikkate almayacağız. Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk’un İçeriği Süleymaniye Kütüphanesi’nin Reisülküttab Mustafa Efendi ve Ayasofya bölümlerindeki hâliyle Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’lmülûk,53 uzunca bir girizgâhın (vr. 1b-14b) akabinde, bizzat müellif tarafından “mukaddime” (vr.14b-28b), “vasıta” (vr. 28b-62b) ve “hâtime” (vr. 62b-70b) olarak adlandırılan üç ana kısımdan oluşmaktadır. Girizgâh, devlet başkanının ehemmiyeti ve vazifelerine dair genel malumatları, “mukaddime” ise devlet başkanının ahlaki vasıflarını ele almaktadır. Metnin en uzun kısmını oluşturan “vasıta” bölümü mezalim konusuna ayrılmıştır. “Hâtime” ise devlet başkanının ceza hukuku alanındaki tasarruflarını şer‘i açıdan değerlendirmeye ayrılmıştır. Risalenin telif sebebi, “devlet idarecilerinin, ümmetin maslahatlarını sağlamak için yüklendikleri vazifeyi yerine getirmelerinde onlara yardımcı olmak, her Müslümanı bağlayan ve dolayısıyla mutlak manada itaat edilmesi gereken hususlarda onları doğruya ulaştıracak yöntem ve bilgileri anlatmaktır.”54 Dolayısıyla, eserin öncelikli muhatabı devlet ricalidir. Metnin, “bağlayıcılığı olan 116 Dîvân 2015/2 52Klasik kaynaklarla yaptığımız bir karşılaştırma neticesinde bu metnin bab başlıklarının ve içeriğinin büyük oranda Ebü’n-Necîb Celaleddin Abdurrahman b. Nasr b. Abdullah eş-Şeyzerî’nin (ö. 774/1372) el-Menhecü’lmeslûk (en-Nehcü’s-sülûk) fî siyâseti’l-mülûk, haz. Ali Abdullah el-Musa (Zerka: Mektebetü’l-Menâr, 1987) başlıklı eseriyle örtüştüğü görülmektedir. Bu durumda iki farklı eserin aynı yazma eser içerisinde üçüncü bir şahıs tarafından birleştirilmiş olma ihtimali ağır basmaktadır. Mamafih, bu husus elinizdeki çalışmanın kapsamı dışında bırakılmıştır. 53Buradan itibaren risaleye yapılan atıflar, aksi belirtilmedikçe, Süleymaniye Kütüphanesi, Reisülküttab Mustafa Efendi (no. 994) nüshasına olacaktır. 54Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 10b. XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek hususlara” odaklanması ve kullandığı dil dikkate alındığında fıkıh literatürü altında değerlendirilmesi uygun olmaktadır. Yazar, kendi ifadelerine göre, bu risaleyi telif etmeden önce “İslam imamlarının riyasetine dair mer’î ahkamı konu edinen muteber eserler (musannefât)” ile “havassı ve avamıyla tüm raiyyenin siyasetine dair ahkamı içeren meşhur eserleri (müellefât) gözden geçirmiş, fakat bunlar, ya gereksiz ayrıntıları içerdiğinden uzun ve bıktırıcı yahut da kâfi bilgi vermekten uzak kalacak derecede kısa” oldukları için yeni bir kitap telifine karar vermiştir. Muhtasar olarak nitelenen bu yeni eser, devlet başkanının riyasetine dair temel kaideleri ve raiyyenin siyasetinde takip edilecek hususları tanıtacaktır: “Bu eşsiz kitap bu alanda kaleme alınan en iyi eserlerde yazılı olan kıymetli malumatlardan hareketle telif edilmiştir.”55 Yazarı, geniş bir kaynak taramasının üzerine bina edildiğini belirtse de, Tahrîrü’s-sülûk’ta doğrudan atıfta bulunulan herhangi bir kaynak eser bulunmamakta, yeri geldikçe dört Sünni mezhep imamı Ebu Hanife, Malik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel’e atıflar yapılmaktadır.56 Aynı anda birden fazla fıkhi görüşün aktarıldığı yerlerde herhangi bir kavil diğerinin önüne geçirilmemekte ve muhtemelen Memlüklere has olan, dört mezhebi gözetmeye yönelik uygulama sebebiyle tüm mezhepler için ortak hususlar öne çıkarılmaya çalışılmaktadır.57 Risalenin referans çerçevesi ağırlıklı olarak fıkhi görüşler olmakla birlikte yeri geldikçe ayetler, hadisler, hikemiyat, şiir ve kıssalara da yer verilmektedir.58 Yazar risalede kaynak olarak doğrudan herhangi bir esere atıfta bulunmasa da, özellikle mezalim ve ceza hukukuyla ilgili kısımlarda yer alan ifadeler Ebü’l-Hasen Maverdi’nin el-Ahkâmü’s-sultâniyye adlı eserindeki bilgilerle büyük oranda örtüşmektedir. Risalenin bu kısımları el-Ahkâmü’s-sultâniyye’nin ilgili kısımlarının döneminin şartlarına uyarlanmış bir özeti olarak 55Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 10b-12a. 56Mesela bkz. Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 45b, 53b, 60a-b, 68a-b, 69a. 57Joseph H. Escovitz, “The Establishment of Four Chief Judgeships in the Mamluk Empire,” Journal of the American Oriental Society 102/3 (1982): 529-31; Yossef Rapoport, “Legal Diversity in the Age of Taqlid: The Four Chief Qadis under the Mamluks,” Islamic Law and Society, 10/2 (2003): 21028. 58Mesela bkz. Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 5a, 13b, 16a, 19b, 25a, 33b, 36a-b, 38a, 43a-b, 59b. 117 Dîvân 2015/2 Özgür KAVAK görülebilir.59 Özellikle devlet başkanının ehemmiyeti, vazifeleri ve ahlaki vasıflarına dair değerlendirmeler, Kemalüddin Ebu Salim Muhammed b. Talha Nasibi’nin (ö. 1254) Eyyübi hükümdarı Melik Said için telif ettiği el-Ikdü’l-ferîd li’l-meliki’s-saîd adlı eserindeki bilgilerle örtüşmektedir. Bazı ifadeleri ise Cemaleddin el-Vatvat’ın (ö. 1318) Gurerü’l-hasâisi’l-vâzıha ve ‘urerü’n-nekâisi’l-fâzıha başlıklı ahlak eserindeki ifadelerle aynıdır. İslam dışı geleneklere atıf konusunda son derece çekingen davranan müellif, sadece devlet başkanının olumlu ahlaki özellikleri arasında zikrettiği “işlerin ehil olanlara verilmesi” hususunda Enüşirvan’a atıfta bulunmaktadır.60 Girizgâh: Devlet Başkanının Ehemmiyeti ve Vazifeleri Yetmiş varaklık risalenin yaklaşık on beş varaklık kısmına tekabül eden girizgâh bölümünde kullanılan ifadeler, siyasi çağrışımlarla dolu olup Müslüman yöneticilerin önem, fazilet ve vazifelerine vurgu içermesi hasebiyle, aslında risalenin ana konularının adeta bir özetidir. Burada “Muhammed ümmetinin meliklerini ve Ahmedî milletin sultanlarını kullarının bir çoğuna üstün kılan, faziletlerin nasıl elde edileceğini, reziletlerden nasıl sakınacaklarını açıklayan ve raiyyenin maslahatlarını dikkate almaları hususunda onlara hidayet bahşeden Allah’a” hamd edilmektedir. Hz. Peygamber’e, ehline ve ashabına yapılan salavatın akabinde “Muvahhidlerin işlerini üstlenen (vülât), dinin hududunu himaye eden (hümât) ve Allah’a verdikleri söze vefa göstererek bunda hiçbir değişiklik yapmayan İslam imamlarından (eimmetü’l-İslâm) Alah’ın razı olması” için dua edilmektedir.61 118 Dîvân 2015/2 59Hanbeli fakih Ebu Ya‘la Ferra’nın aynı isimli eserinde mezalimle ilgili aktardığı bilgiler de büyük oranda Maverdi’ninkilerle örtüşmekle birlikte, Ali b. Muhammed Gazzali’in ifadeleri Maverdi’ninkilerle büyük benzerlik arzetmekte, Maverdi’de yer alan, fakat Ferra’da bulunmayan bazı kıssalar risaleye taşınmaktadır. O hâlde esas kaynağın Maverdi olduğu söylenebilir. Karşılaştırma için bkz. Ebu Ya‘la Ferra, el-Ahkâmü’s-sultâniyye, haz. Mahmud Hasan (Beyrut: Dârü’l-fikr, 1994), 84-103. 60Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 27b-28a. Enüşirvan, [sarayının] kapısına astırdığı ahşap bir levhanın üzerine altın suyuyla “işler, kifayet sahiplerine, haklar ise beytülmallerin üzerinedir” yazdırmıştır. 61Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 1b-3b. XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek Siyasi taltif ve dua içerikli bu ifadeler, daha sonra somutlaştırılarak saltanatın yüce bir makam olduğu ve havas ile avamın maslahatlarının zabıt altına alınmasını sağladığı belirtilmekte ve peygamberler tarihine referansla, örnek bir şahsiyet olarak Hz. Musa’nın bu mertebe ile nimetlendirildiği hususu zikredilmektedir: Allah’ın bu makama gelmesine razı olduğu kişinin ilk olarak kendi ahvaline, söz ve fiillerine riayetle işe başlaması gereklidir. Zira, kendi siyasetine güç yetiren kişi, diğerlerinin siyasetini evleviyetle başarabilecektir. Bu başarının sağlanabilmesi ise güzel ahlak sahibi olmakla mümkündür. Nitekim insanın nefsi, ona ahlaki güzelliklerle muttasıf olduğunu telkin edip böylece şehvetinin ve hevasının yolundan gitmesine sebebiyet verebilir. Devlet başkanı nefs-i emmareye karşı önlem almalı, ona tabi olarak hem kendisinin hem de devletinin felakete uğramaması için güzel ahlak sahibi olmaya gayret göstermelidir. Amelî hikmet kitaplarındaki değerlendirmeleri hatırlatan bu ifadeler, hevâyı dizginleme ve şehvetleri kontrol altına almayı yardımcı olacak ahlaki öğütlerle tamamlanmaktadır.62 Yazara göre, devlet başkanının ehemmiyeti ve diğer kullara karşı fazileti, İslam dinini doğru bir şekilde yaşayıp, raiyye tarafından da yaşanmasını sağlamasından ve dini iç ve dış düşmanlara karşı muhafaza etmesinden kaynaklanmaktadır. Devlet başkanının vazifeleri on maddede özetlenmiştir: a. İslam topraklarını, memleketin tüm bölgelerini kuşatacak şekilde muhafaza etmek ve böylece kafirlerin gücünü kırıp, facirlerin elinin darülislama uzanmasını önlemek. b. Askerî güvenlik ve sınır muhafaza bölgelerinin durumunu, buraların idarecilerinin durumlarını da dikkate alarak ve burada himaye göreviyle bulunan ricalin sınanmasını da kapsayacak şekilde araştırmak, [binaların] mamurluk durumunu, zahîre ve mühimmat gibi hususularla ilgili gerekli iyileştirmeleri yapmak, eksiklikleri gidermek. c. Zalimleri ve fesad ehlini def etmek, azgınlığa sapanları (tuğât) ve düşmanlık edenleri engellemek için cezalar tabik etmek (ikâmetü’s-siyâsât). d. Haramların işlenmesine engel olan, suçlara yaklaşılmasını yasaklayan ve mezalimin işlenmesinden alıkoyan Allah’ın hadlerini ikame etmek. 62Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 3b-6b. 119 Dîvân 2015/2 Özgür KAVAK e. Tüm işlerinde şeriata bağlı kalmayı sürdürmek ve aynı hassasiyetin tüm görevliler tarafından da sürdürülmesini sağlamak. f. Emirlere ve askerlere iktalarını, tüm hak sahiplerine de hak ettikleri malları/maaşları (erzâk) eksiksiz vermek. g. Devlet gelirlerinin elde edildiği konulara hususi bir ehemmiyet verip, hak ve adaletle bu gelirleri toplamak. h. Kifayetli, güvenilir (ümenâ) ve takvalı kişileri istihdam edip, salih nasihat ehlinden istifade etmek. i. Mezalim vazifesi uyarınca, adalet farizasını yerine getirip zulmü ortadan kaldırmak için halkın işlerini, belirlediği hususi vakitlerde bizzat görmek. j. Memleket dahilindeki her türden değişiklikleri takip etmek ve bunlardan haberdar olmak. Özellikle görevlilerin ahvalinden haberdar olmasını sağlayacak kişileri güvenilir kişilerden seçerek görevlendirmek. Devlet başkanının yükümlülüğünde bulunan “bu on adet vazife, diğer birçok başka alt başlığa kaynaklık edecek asılları teşkil etmektedir. Devlet başkanı bunları nazarıitibara alır ve gereğini tam manasıyla kavrarsa, dinin muhafazası ve raiyesinin siyaseti hususunda üzerine gerekli olanları yerine getirebilir.”63 Mukaddime: Devlet Başkanının Ahlakına Giriş 120 Dîvân 2015/2 Devlet başkanları söz konusu olduğunda, “reziletlerden uzak durup faziletlerle donanmanın” ehemmiyetinin, tüm toplum katmanlarına doğrudan tesiri olacağı kabulü üzerine kurgulanan bu kısımda, rezilet kategorisinin başında yer alanlar şöylece sıralanır: Kibir, kendini beğenme, gurur, cimrilik/pintilik ve yalan. Kibir Allah’ın gazabını celbettiği, memleketi ve devleti çöküşe götürdüğü, kişiyi dostsuz bırakıp düşmanlarının hedef tahtası yaptığı için; kendini beğenme kişinin kendisi dışında faziletli birisi olmadığını düşünmesine yol açıp, onu helake götürdüğü için; gurur kişiyi doğru yoldan çıkarttığı ve etrafında olup bitenlerin hakikatinden haberdar 63Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 7a-10a. Ayrıca krş. Ebu Salim Muhammed b. Talha Nasibi, Ikdü’l-ferîd li’l-meliki’s-saîd (Kahire: el-Matbaatü’l-Vehbiyye, 1983/1404), 139-40. XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek olmasını engellediği, yolunda gitmeyen işleri fark edememesine sebebiyet verdiği ve böylece durumun fesada sürüklenmesine seyirci kalmak zorunda bıraktığı ve son olarak meddahların nifakına, münafıkların methiyelerine aldanmasına yol açtığı için; cimrilik insanları helake götürdüğü, Kur’an’da kurtuluşa ermenin cimrilikten kurtulmaya bağlı olduğu ifade edildiği ve cimrilerin insanlar arasında sevilmeyen bir konumları olduğu için; yalan ise imanla bir arada bulunamayacağı ve kişiyi insanlıktan çıkarıp, hayvan derekesine indirdiği için kaçınılması gereken reziletlerin başlıcalarını oluşturur.64 Devlet başkanı söz konusu olduğunda, bu reziletlerden kaçınmak sadece kişisel ahlaki bir kemal için değil, toplumsal kemal için de ehemmiyet arz eder. Zira, devlet başkanının durumunun vezirlerinden başlayarak toplumun tüm kesimlerine kadar doğrudan bir tesiri söz konusudur ve dolayısıyla her biri helak sebebi olan bu reziletler, sadece devlet başkanını değil, memleketini de helake götürecek, devletinin temel dayanakları yıkıma uğrayacaktır. Sözüne güvenilmeyen bir devlet başkanı hem güvenilirliğini, hem de asker ve halk üzerindeki etkisini yitirecektir. Devlet başkanının, ahlaki reziletlerden uzaklaşması arzu edilen bir yönetim için tek başına yeterli olmamakta, bunun yanında belli başlı faziletlerle donanması da gerekmektedir. Bu açıdan kaydedilecek her türlü gelişme “onun mehâbet ve vakârını arttıracak, onu azametli ve övgülere layık biri kılacak ve dahası kıyamete kadar övgüyle anılacak bir isim sahibi yapacaktır.” Bu açıdan ilk yapılması gereken “şehvetlere tabi olmaktan kaçınmak, şüpheli durumlardan bir çıkış yolu bulmak için istişare etmek, süratli hareket etmekten, düşük tavırlar takınmaktan uzak durmaktır.” Çünkü meliklerin hem kendileri göz önündedir, hem de söyledikleri sözler derhal farklı ortamlara intikal eder. İnsanın kelamı aklının tercümanı, faziletinin de bir göstergesidir. Bu sebeple devlet başkanı, konuşacağı zaman en tatlı sözleri, en güzel, en doğru, en açık ifadeleri seçmeli ve sesini etrafındakilerin işiteceği kadar yükseltmelidir. Birini tedip etmekle korkuttuğunda, bu tehdit, işlenen suçların miktarıyla uyumlu olmalı, ceza verme maslahatı ve caydırıcılık ile had ve miktarı aşmak suretiyle günaha girmekten kaçınma arasında bir denge sağlamalıdır. Yine o, gazaba gelmemek için özen göstermeli, inatçı olmamalıdır. Zira, “hayra 64Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 15a-19a. Krş. Ebu Salim b. Talha, Ikdü’l-ferîd li’l-meliki’s-saîd, 135-36. 121 Dîvân 2015/2 Özgür KAVAK rücu, batılda ısrardan ehvendir.” İnsanlara tek tip bir muamelede bulunmak yerine her bir meselede ilgili kişinin durumuna uygun olacak şekilde yumuşaklık, sertlik, ikbal, yüz çevirme, müjdeleme, zorluk çıkartma, yakınlık kurma, alaka kesme, davete icabet etme, engelleme, kötü muamele (isâe), ihsanda bulunma, bol verme, azaltma, sınırları aşma, intikam, ikdam, perdeleme, affetme, cezalandırma, görünür olma, kendini gizleme gibi tavırlar takınmalıdır. Hak edenlere, her birinin durumuna uygun şekilde muamelede bulunmak en doğru tedbir, hedefe ulaşmak için en iyi yoldur. Böyle davranmamak ise aksi sonuçlar doğurur.65 Devlet başkanının ayrıca, “sırrını tutmayı öğrenmesi, liyakat ehli olup devlet başkanına vereceği nasihatı Allah’a ibadet etmekle bir tutup O’na yakınlaşma vesilesi bilen kişilerle sıklıkla istişarede bulunması, zamanını farklı işler için taksim edip tüm vaktini sadece tek bir konuya odaklanarak geçirmemesi, kifayet ehli görevliler istihdam edip işleri ehil olanlara tevdi etmesi, ehil olmayan birinin bir vazifeye getirilmesi için yapılan aracılıkları dikkate almaması, bu evsaftaki kişilere olan maddi yahut manevi borçlarını onları ehil olmadıkları vazifelere getirerek değil, ya maddi ödeme yaparak, ya da kendisine yakın kılmak kabilinden bir takım farklı ilişkiler geliştirerek eda etmesi gerekmektedir.”66 Vasıta: Mezalimin Şer‘î Çerçevesi Klasik fıkıh külliyatına bakıldığında mezalimin çok farklı ve geniş olarak anlaşıldığı görülmektedir. Özellikle kadıların görev sahasıyla zaman zaman iç içe giren, zaman zaman ise farklılaşan mezalim67 Tahrîrü’s-sülûk’ta, başta devlet başkanı olmak üzere yürütme gücünü elinde bulunduranlara (vülâtü’l-emr) ait bir vazife olarak tanımlanmaktadır. Mezalimin amacı olarak “adalet farizasının yerine getirilip zulmün ortadan kaldırılması” görülmektedir. Bu an- 122 Dîvân 2015/2 65Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 20a-23b. Krş. Ebû Sâlim ibn Talha, Ikdü’l-ferîd li’l-meliki’s-saîd, 137-39. 66Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 23b-28b. Ebu Salim ibn Talha, Ikdü’l-ferîd li’l-meliki’s-saîd, 137. 67Celal Yeniçeri, “Mezâlim,” DİA, 29: 517. Müstakil olarak Divân-ı Mezâlim’i ele alan bir çalışma için bkz. Vecdi Akyüz, İslam Hukukunda Yüksek Yargı ve Denetim, Divan-ı Mezalim (İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Vakfı Yayınları, 1995). XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek layış, türünün ilk örnekleri olan Maverdi ve Ferra’nın el-Ahkâmu’ssultâniyye isimli eserlerinde de görülmektedir.68 Memlüklerde mezalim mahkemesi uygulaması 1260’larda Dârü’l-adllerin kurulması ile başlamış,69 burada öncelikle ceza hukuku alanındaki davalar dinlenmiş, 1350’lerden itibaren aile hukuku ile borçlar hukuku ile ilgili davalar da hükme bağlanmaya başlanmıştır. Zamanın birçok fakihi için mezalim, şeriatın ayrılmaz ve gerekli bir parçası olarak kabul görmüştür.70 Ali b. Muhammed Gazzali cezalara dair değerlendirme ile mezalim bahsine giriş yapmaktadır. Risalede cezalara ilişkin meseleler “ukûbât” ile “zevâcir” bir tarafta, “siyasetler” ile “caydırıcı uygulamalar (revâdi)” diğer tarafta olacak şekilde iki ana kısma ayrılmaktadır. İlk kısımdakiler kulların fesada düşmelerini engellemek için meşru kılınmış (şeraa), ikinci kısımdakiler ise dünya ve ahiret nizamını (nizâmü’l-meâş ve’l-meâd) muhafaza için vaz edilmiştir (vadaa). Ali Gazzali’ye göre, Allah, kulların mezaliminden mesul olan kişinin71 “dinî siyaseti” kuşatmasını zorunlu kılmıştır. Bu zorunluluk onu kıyamet azabından korumak içindir. Bu kişinin siyaseti, İslam dininin kavaid ve ahkamının dışında kalıp “gaddar bir siyaset,” Hz. Peygamber’in şeriatı açısından da “batıl ve günahkar bir siyaset” olmamalıdır. Zira, bu durumda devlet başkanı, “cehaletleri, zulüm ve gaddarlıkları” sebebiyle cehenneme girecek olanların akıbetine uğrayacaktır. Bu akıbetten, yani azaptan kurtulmanın yolu, Allah’ın indirdiği ile hükmetmek, caiz olan ve olmayan hususları bilmek, sırat-ı müstakimi takip etmektir.72 Mezalim sorumlusu ile kadılar arasında belli başlı farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar “mesuliyet sahası, suçun araştırılması 68Mesela, Maverdi bu hususu açık bir şekilde ifade eder. Bkz. el-Ahkâmü’ssultâniyye, 130, 134. Ebu Ya’la el-Ferrâ da benzer şekilde düşünmektedir, el-Ahkâmü’s-sultâniyye, 84, 87. 69Memlüklerin hâkim olduğu coğrafyada Zengîler ve Eyyûbîler’den itibaren kurulmaya başlayan dârü’l-adllere dair bkz. Nasser O. Rabbat, “The Ideological Significance of the Dar al-Adl in the Medieval Islamic Orient,” International Journal of Middle East Studies 27 (1995): 3-28. 70Mezalim duruşmalarının ana mekanı olarak belirlenen Dârü’l-adl için hususi bir müftülük makamı da tesis edilmiştir. Konuyla ilgili bkz. Rapoport, “Royal Justice and Religious Law,” 76. 71Müellif mezalim davalarına bakacak sorumlu için en-nâzır fi’l-mezâlim ifadesini kullanmaktadır. 72Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 28b-29a. 123 Dîvân 2015/2 Özgür KAVAK ve bu çerçevede kullanılabilecek yöntemler” gibi noktalarda yoğunlaşmaktadır. Netice itibariyle, mezalim sorumlusunun görev alanı, kadılarınkinden daha geniştir. Zira, mezalim görevlisinin “siyasât” olarak adlandırılan yetkilerine kadılar sahip değildir. Kadılar, kendilerine dava iletilmeden meseleye karışamazlar. Yine, dava sürecinde sadece kendi bilgileri, ikrar yahut adil bir şahidi delil olarak kabul edebilirler.73 Diğer taraftan, mezalim görevlisinin bir yandan kadıların sahip olması gereken vasıflara sahip olması, öte yandan da idarecilerde talep edilen heybet, iffet, tamahtan uzaklık, vera sahipliği, İslam dini ile ilgili meseleler söz konusu olduğunda kendisini kınayanlara aldırış etmeme, ciddiyet, rüşvetten uzak durma gibi belli başlı vasıflara ve özellikle kararlılık ve kudrete sahip olması gerekli görülmektedir. Bununla beraber, meşru bir hükme varmak için bu vasıflar yeterli değildir. Bu sebeple, mezalim meclisinde beş sınıf görevlinin hazır bulunması şarttır: a. Muhafızlar (hümât), yardımcılar, silahtarlar (kümât) ve cesaret sahibi kişiler (böylece güçlü ve kuderetli olsun, davalılara sözü geçebilsin), b. Tecrübe ve birikimlerinden istifade edilmesi amacıyla kadılar, c. Kendisine kapalı ve karmaşık gelen hususlarda müracaat edilebilmesi için fukaha, d. Dava meclisinde olan biteni kayıt altına almak için katipler, e. Hakkın yerini bulması için şahitler.74 Verilecek hükmün şer‘î çerçevede kalmasını ve uygulanabilir olmasını sağlayacak bu kişilerin hazır bulunduğu mecliste on farklı dava türü görülebilir.75 Bunlardan ilk üçü herhangi bir şikayet/ dava olmaksızın incelemeye tabi tutulabilir: 73Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 29a-30b. 124 Dîvân 2015/2 74Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 31b-32a. Krş. Maverdi, el-Ahkâmü’s-sultâniyye, 134. 75Hem erken dönem siyasi-fıkhi hükümlere ait literatürde, hem de Memlükler dönemi metinlerinde mezalim duruşmalarında fukahanın varlığı bir gereklilik olarak tespit edilmiş olmasına rağmen, Memlük hukuk tarihiyle ilgili bazı çalışmalarda “fukaha olmadan da davaların görülebildiği” ileri sürülmüştür. Konuyla ilgili bir tespit için bkz. Rapoport, “Royal Justice and Religious Law,” 81. XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek a. Raiyyeye yöneticilik yapan (vülât) kişilerin meşru daire dışına çıkmaları, zor kullanarak insanlardan mallarını almaları ve adaleti terketmeleri, b. Vergi toplama memurlarının haksızlık yaparak topladıkları mallar, c. Divan katiplerinin ahvali ile ilgili mali meseleler, d. Beytülmaldan maaş alan asker, ulema, kadılar gibi kişilerin maaşlarının usulüne uygun ve zamanında ödenip ödenmediği, e. Gasp hadiseleri (Bunlar kendi içinde iki sınıftır: İlki devlet idarecilerinin gasplarıdır, ikincisi ise güçlü ve kudretli kişilerin kanun tanımaz davranışlara girerek yaptıkları gasplardır.), f. Vakıf görevlilerinin ahvalinin teftişi, vakıfların vakfiyelerine uygun şekilde faaliyet gösterip göstermediklerinin denetimi, g. Kadıların güç yetirememeleri hasebiyle uygulamaya koyamadıkları hükümleri uygulamaya koymak, h. Hisbe görevlilerinin güç yetirememeleri nedeniyle engellemekten aciz kaldıkları meseleler, i. Cuma, bayram namazları, hac ve cihad gibi zahirî ibadetlerin durumunun kontrol altında tutulması. Bunların edasındaki taksir yahut şartlarındaki ihlallerin giderilmesi (Bu ibadetler Allah hakkı kapsamında olduklarından, kulların haklarından öncelikle özen gösterilmeye layıktır.), j. İki davalı arasındaki meseleleri çözmek (Bu açıdan hakkın gerekli gördüğü alanın dışına çıkmaz. Taraflar arasında ancak hükkâm ve kadıların hükmettiği ile hükmedebilir.).76 Memlükler döneminde mezalim davalarının kapsamına dair tartışmalar göz önüne alındığında, bu ifadeler dikkat çekicidir. Zira, kadı ve muhtesiplerin görev alanına girdiği hâlde onların güç yetiremediği meselelerin ve özellikle de son maddede “iki davalı arasındaki meselelerin çözümü” denilmek suretiyle, her türden davanın da bir şekilde mezalimin kapsamına alındığı anlaşılmaktadır.77 76Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 32a-41b. Bu tasnif, Maverdi’nin tasnifiyle büyük oranda örtüşmektedir. Bkz. elAhkâmü’s-sultâniyye, 134-38. 77Memlükler özelinde mezalim davalarının kapsamına dair bir değerlendirme için bkz. Rapoport, “Royal Justice and Religious Law,” 80-81. 125 Dîvân 2015/2 Özgür KAVAK Mezalim üst başlığı altında toplanan bu dava türlerine bakma sorumluluğunu, kaza sorumluluğundan farklılaştıran meseleler arasında, henüz şer‘î delil olma vasfını taşımayan bazı emareler sebebiyle davayı güçlendirecek yahut zayıflatacak hususların bulunması durumunda, bir takım “siyasi işlere” başvurulabilmesi yer almaktadır. Bunlar, kadıların doğrudan icra edemeyeceği hususlardır. Davalının aleyhine bulunan bu tür emareler arasında şu altısı sayılmaktadır: a. Davacının adil şahitlerin isimlerinin kayıtlı olduğu bir yazılı belgesinin olması ve bu şahitlerin de onun davası lehinde şahitlik yapmaları, b. Aynı evsaftaki bir yazılı belgenin gaip olan adil şahitler tarafından tasdik edilmiş olması, c. Yazılı belgenin adil olup olmadığı bilinmeyen şahitler tarafından tasdik edilmiş olması, d. Yazılı belgede adil şahitlerin şehadetinin olması mamafih tüm şahitlerin vefat etmiş olmaları, e. Davacının elinde kendisini haklı gösteren ve davalıya ait olan bir yazının bulunmuş olması, f. Davanın içerdiği hususlara dair bir hesabın izharı (ki, bu yalnızca fıkhın muamelât kısmında söz konusu olabilir).78 Davacının aleyhine bulunan ve davayı zayıflatan emareler de büyük oranda yukarıda yazılı olan hususların tekrarından ibaret olup, bu emarelerin davalının lehine olmasına işaret edilmektedir. Bu emarelerden hareketle davalıyı korkutmak ve ona karşı zor kullanmak mümkün olabilmekte, kimi durumda da bu türden emareler sebebiyle davacıyı aynı muameleye tabi tutmak gerekmektedir. Davanın her iki tarafının da davalarını destekleyecek karinelerden yoksun olması durumunda, mezalim görevlisi zann-ı gâlibinin ağır bastığı cihet lehine hüküm verecek; bu imkân olmadığında ve davalıların durumlarının bütünüyle birbirine denk olması durumunda ise önce taraflara nasihat edecek, ardından onları korkutacak, yine bir sonuç alınmazsa bu sefer ya arabulucular aracılığıyla ya da kadılar vasıtasıyla davayı sonuçlandıracaktır.79 126 Dîvân 2015/2 78Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 41b-52a. 79Ali b. Muhammed Gazzali, tüm bu hususları tafsilatıyla maddeler hâlinde açıklamakta, fukaha ihtilaflarına da bu çerçevede işaret etmektedir, bkz. Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 41b-62b. Krş. Maverdi, el-Ahkâmü’ssultâniyye, 138-51. Buradaki değerlendirmelerde olduğu gibi mezalimle 2 XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek Hâtime: Devlet Başkanı ve Ceza Hukuku Tahrîrü’s-sülûk’un “Hâtime” kısmı, “Allah Tealânın had yahut tazîr ile yasakladığı şer‘î mahzurlar” şeklinde tanımlanan suçlara ayrılmıştır. Bu kısımda bütün bir ceza hukuku meseleleri değil, “kadıların çözüme kavuşturamadığı hususlarda mezalimden sorumlu kişinin amelleri” konu edilmektedir. Bu sahada mezalim sorumlusunu kadılardan farklı kılan dokuz nokta vardır: a. Zanlının iffete iftira (kazif) suçunu, davanın görülmesi için gerekli şartlar oluşmadan önce soruşturulması, b. Töhmetin güçlü yahut zayıf olması bakımından zanlının tutum ve tavırları ile ahlaki vasıflarının dikkate alınması, c. Töhmet, beyyine ve ikrar gibi delillerle sabit olmadan önce, durumu açığa çıkartmak için zanlının belli bir süre hapsedilmesi, d. Töhmet güçlü bir hâle geldiğinde zanlının doğruyu ortaya çıkartılması amacıyla tazîr mahiyetinde dövülmesi, e. Tekrar tekrar suç işleyip bir türlü ıslah olmayan bir suçlunun, insanlara daha fazla zarar vermesini engellemek için ömür boyu hapse mahkûm edilmesi, f. Allah ve kul haklarındaki ihlalden zanlı olan kişinin durumunu açığa çıkartmak amacıyla talak ve kölelerinin azadı gibi unsurlarla baskı yapılarak yemin etmeye zorlanması, g. Suçlulardan zorla tövbe alınması, h. Gerekli ahlaki ve hukuki vasıfları taşımadıkları için kadılar açısından şahitlikleri dinlemeye eleverişli olmayan kesimlerin şahitliklerine başvurulması, i. Herhangi bir tazminat yahut had cezası gerektirmese de, kavga edenlerin durumunun dava konusu yapılması.80 Ali Gazzali’ye göre, kadılar ile mezalim sorumluları arasında bu farkların bulunmasının temel sebebi ümerânın siyasetle, kadılailgili literatürde delil, emâre ve karînelerle ilgili son derece tafsilatlı bir yargılama ve dava dinleme prosedürü fıkhi bir zorunluluk olarak ortaya konulduğu hâlde kimi araştırmacılar “mezalim duruşmasında serdedilen delillerin çıkarcılık dışındaki hiçbir kayıtla mukayyet olmadığını” ileri sürebilmektedirler. Mesela bkz. Jorgen S. Nielsen, Secular Justice in an Islamic State: Mazalim under the Bahri Mamluks, 662/1264–789/1387 (Istanbul: Nederlands Historisch-Archaelo, 1985), 76. 80Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 62b-67a. 127 Dîvân 2015/2 Özgür KAVAK rın ise ahkâmla sorumlu olmalarıdır. Bu farklılıklar, suçun sübutu öncesine dair olup suçun ikrar yahut beyyine ile sabit olmasından sonra had ve diğer cezaların tatbiki açısından kadılar ile ümerâ arasında bir fark bulunmaz.81 Hâtimenin son konusu, cezaların (zevâcir) türlerine dair olup, bu açıdan hadler ve tazîr olarak ikiye ayrılmakta ve her bir kısımla ilgili mezhep farklılıklarına da işaretle, kısaca malumat verilmektedir. Hadler de kendi içerisinde iki kısım olup, ilk kısımda Allah hakkı olanlar yer alır. Bunlar namaz, oruç ve hac gibi farz bir ibadeti terk etme sonucu gerekli olan had cezaları ile zina etmek, şarap içmek, hırsızlık ve yol kesmek bir tarafta; namuslu bir kadına zina iftirası ile kullara karşı işlenen suçlardaki kısas diğer tarafta olacak şekilde, Allah’ın haram kıldığı bir masiyetin işlemek sebebiyle gereken hadler olmak üzere iki kısımdır. Tazîrle ilgili herhangi bir ilave malumat aktarmayan müellif ceza hukukuna dair konunun detaylarının fıkıh kitaplarında olduğunu ve ihtiyaç halinde bu kitaplara müracaat edilmesi gerektiğini ifade ederek risalesini sonlandırmaktadır.82 Değerlendirme Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 1453-1461 yılları arasında sultanlık yapan Ebü’n-Nasr el-Melikü’l-Eşref Seyfüddin İnal’ın (ö. 865/1461) sağladığı, nispeten istikrarlı bir ortamda, Kahire’de Ali b. Muhammed Gazzali tarfından kaleme alınmıştır. Yazar, devlet mekanizması ile ilgili meseleleri soyut bir düzlemde ele alıp tartışmakla yetinmemekte, devlet başkanının ve dolayısıyla yönetilenlerin vazife ve vasıflarını, iyi ve istenen idarenin imkânı sorusuyla birlikte ele alarak, bütünüyle şeriat ile uyumlu bir tatbikat ortaya koyabilme meselesine odaklanmaktadır.83 Nitekim yazar, eserini belirli bir idareci için kaleme alıp ona ithaf etmek yerine, genel bir fayda mülahaza ederek daha geniş bir muhatap kitlesi için telif ettiğini ifade etmektedir: “Bu kitabı, [ümmetin] işlerinin yüklerini üstlenen tüm idareciler için bir destek, cumhurun maslahatını sağ- 128 Dîvân 2015/2 81Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 67a. 82Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 67b-70b. 83Ali Gazzali’nin konuya faziletler yerine reziletlerle giriş yapması, dönemine yönelik bir dolaylı itirazı dile getirdiğine ve içinde bulunduğu şartlardan şikayetçi olduğuna dair bir emare olarak görülebilir. Bu hususa dikkatimi çeken kıymetli arkadaşım Ammar İbrahim’e teşekkür ederim. XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek lama vazifesini üstlenip bunun gereğini yapmak isteyenler için bir tutamak noktası olması için telif ettim.”84 Yossef Rapoport metnin kaleme alındığı XV. yüzyılda her kademeden yürütme gücünü elinde tutanların kendi mezalim mahkemelerini oluşturmaya yöneldiklerini tespit etmektedir.85 Bu dikkate alındığında, Ali Gazali’nin bu metni telif ederek, muhtemel şeriat dışı uygulamaları engelleme ve bazı yanlışlıkları eleştirerek onların önünü kesme amacında olduğu söylenebilir. Metinde yer alan kıssaların, mezalim duruşmalarında, konumları ne olursa olsun, davacı ve davalının eşit muamele görmesinin ve aralarında şeriata uygun bir şekilde hükme varılmasının ehemmiyetine vurgu yapması yazarın bu amaca sahip olduğuna delil olabilir. Ali b. Muhammed Gazzali’nin daha önceki fikhi literatürde ve ayrıca felsefe ve ahlakla ilgili eserlerde yer alan, devlet başkanının görevleri ve yetkileri konusundaki bilgileri kendi dönemine taşıdığı ve eserini devlet ve hanedandan bağımsız ortak bir ilmî/dinî referans geleneğine aidiyet bilinciyle kaleme aldığı söylenebilir. Bu bilincin esasını ise “şeriata ittiba” mefhumunun oluşturduğunu ileri sürmek mümkündür. Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk’ün dönemindeki tartışmalar bakımından yerini tespit etmek başta olmak üzere, eserin kaynakları, özellikle Maverdi tarafından işaret edilen ahkâm-siyaset ayrımının86 eserde vurgulu bir şekilde öne çıkarılması, bu tasnifin kendisinden önceki diğer eserlerle irtibatının tespiti ve sonraki eserlere etkisinin olup olmadığı gibi meseleler müstakil çalışmaları gerektirmektedir. 84Ali b. Muhammed Gazzali, Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, 12a. 85Risalenin kaleme alındığı yıllarda zalim siyaset söyleminin her türden siyasinin kendi mahkemesini kurmaya başlaması nedeniyle kitaplara girdiği anlaşılmaktadır. Bu açıdan Makrizi’den başka İbn Tağriberdi’nin 861/1456– 57 ile 863/1458–59 yıllarını anlattığı kısımda “zalim siyasetten” şikayet ettiği yönündeki tespit için bkz. Rapoport, “Royal Justice and Religious Law,” 96. 86Maverdi, el-Ahkâmü’s-sultâniyye, 324. 129 Dîvân 2015/2 Özgür KAVAK KAYNAKÇA Ahmed, Fuad Abdülmün‘im. “Takdîm.” Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk. Haz. Fuad Abdülmün‘im Ahmed. İskenderiye: Müessesetü Şebâbi’l-Câmia, 1982. Arif, Nasr Muhammed. Fî Mesâdiri’t-türâsi’s-siyâsiyyi’l-İslâmî: Dirâse fî işkâliyyeti’t-ta‘mîm kable’l-istikrâ ve’t-ta’sîl. Virginia: elMa‘hedü’l-âlemî li’l-fikri’l-İslâmî, 1994. Babanzade, Bağdatlı İsmail Paşa. Hediyyetü’l-ârifin esmâü’lmüellifin ve asarü’l-musannifin. Haz. Kilisli Rifat Bilge, İbnülemin Mahmûd Kemal İnal, Avni Aktuç. Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1951. –––. Îzâhü’l-meknûn fî zeyli ala Keşfü’z-zünûn an esâmii’l-kütüb ve’l-fünûn. Haz. M. Şerefettin Yaltkaya, Kilisli Rifat Bilge. 2. bas. Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1972. Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed, Şuabü’l-îmân. Haz. Abdülalî Abdülhamid Hâmid, Riyad, 2003/1423. Bilgin, Orhan. “Ferağ Kaydı.” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. –––. “Yazma.” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. Bursalı Mehmed Tahir. Siyasete müteallik âsâr-ı İslâmiyye. İstanbul: Kader Matbaası, 1330. Cüveyni, İmâmü’l-Haremeyn. el-Gıyâsî: Gıyâsü’l-ümem fi’ltiyâ­ si’z-zulem. Haz. Abdülazîm ed-Dîb. Katar: el-Mektebetü’l-kübrâ, 1401/1981. Çubukçu, Asri. “Devâtdâr.” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. Darling, Linda. “Medieval Egyptian Society and the Concept of the Circle of Justice.” Mamluk Studies Review 10/2 (2006): 16. Duran, Gülnur. “Tehzip.” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. el-Ferra, Ebu Ya‘la. el-Ahkâmü’s-sultâniyye. Haz. Mahmud Hasan. Beyrut: Dârü’l-fikr, 1994. 130 Dîvân 2015/2 Gazzali, Ali b. Muhammed. Kitâbü’s-Sülûk fî tedbîri’l-mülûk. Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya, no. 1854. –––. Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk. el-Hızânetü’l-Melikiyye (Rabat), no. 809. XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek –––. Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk. Süleymaniye Kütüphanesi, Reisülküttab Mustafa Efendi, no. 994. el-Halef, Salim b. Abdullah. Nuzumü hükmi’l-Ümeviyyîn ve rüsûmühüm fi’l-Endelüs. Medine: el-Câmiatü’l-İslâmiyye, 2003/1424. Erünsal, İsmail E. “Âşir Efendi Kütüphanesi.” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. –––. Türk Kütüphaneleri Tarihi: Kuruluştan Tanzimat’a Kadar Osmanlı Vakıf Kütüphaneleri. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 1991. Şeyzerî, Ebü’n-Necib Celaleddin. el-Menhecü’l-meslûk fî siyâseti’l-mülûk. Haz. Ali Abdullah el-Musa. ez-Zerka: Mektebetü’lMenâr, 1987/1408. İbn Cemâa, Bedreddin. Adl’e Boyun Eğmek: Ehl-i İslâm’ın Yönetimi İçin Hükümler. 1988. Çev. Özgür Kavak. İstanbul: Klasik Yayınları, 2010. İbn İyas, Muhammed b. Ahmed el-Hanefî. Bedâiü’z-zuhûr fî vekâii’d-dühûr. Haz. Muhammed Mustafa. Kahire: el-Hey’etü’lMısriyyetü’l-Âmme, 1984/1404. İbn Teymiyye, Takıyyüddin. Şerhu’s-siyâseti’ş-şer‘iyye fî ıslâhi’rrâî ve’r-raiyye. Haz. Muhammed b. Sâlih el-Useymin. Kahire: Dâru İbn Heysem, 2005. İbnü’l-A‘rec, Ebü’l-Fazl Muhammed. Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’lmülûk. Haz. Fuad Abdülmün‘im Ahmed. İskenderiye: Müessesetü Şebâbi’l-Câmia, 1982. Katip Çelebi. Keşfü’z-zünûn an esâmii’l-kütüb ve’l-fünûn. Haz. Mehmet Şerefettin Yaltkaya, Kilisli Rifat Bilge. Beyrut: Dârü İhyâi’ttürâsi’l-Arabî, 1982. Maverdi, Ebü’l-Hasen. el-Ahkâmü’s-sultâniyye [ve’l-vilâyâtü’ddîniyye]. Haz. Ahmed Câd. Kahire: Dârü’l-hadîs, 2006. Nasibi, Ebû Sâlim Muhammed b. Talha. Ikdü’l-ferîd li’l-meliki’ssaîd. Kahire: el-Matbaatü’l-Vehbiyye, 1983. Nielsen, Jorgen S. Secular Justice in an Islamic State: Mazalim under the Bahri Mamluks, 662/1264–789/1387. İstanbul: Nederlands Historisch-Archaelo, 1985. Rapoport, Yossef. “Royal Justice and Religious Law: Siyasah and Shari‘ah under the Mamluks.” Mamluk Studies Review 16 (2012). 131 Dîvân 2015/2 Özgür KAVAK Sehavi, Şemsüddin Muhammed. ed-Davü’l-lâmi, ed-Davü’llâmi. Beyrut: Dârü’l-Mektebeti’l-Hayâ, ts. Turtuşi, Muhammed. Sirâcü’l-mülûk. Haz. Muhammed Fethi Ebu Bekr. Kahire: ed-Dârü’l-Mısriyyeti’l-Lübnaniyye, 1994. Yazıcı, Hüseyin. “Mukabele Kaydı.” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. Yeniçeri, Celal. “Mezâlim.” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. Zirikli, Hayreddin. el-A‘lâm: Kamusu teracimi li-eşheri’r-rical ve’n-nisa. Beyrut: Dârü’l-İlm li’l-Melâyîn, 2002. 132 Dîvân 2015/2 XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek Ali b. Muhammed Gazzali, Kitâbü Tahrîri’s-sülûk fî tedbîri’lmülûk, Süleymaniye Kütüphanesi, Reisülküttab Mustafa Efendi, no. 994, vr. 1b. 133 Dîvân 2015/2 Özgür KAVAK Ali b. Muhammed Gazzâlî, Kitâbü Tahrîri’s-sülûk fî tedbîri’lmülûk, Süleymaniye Kütüphanesi, Reisülküttab Mustafa Efendi, no. 994, vr. 70b. 134 Dîvân 2015/2 XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek Kitâbü’s-Sülûk fî tedbîri’l-mülûk, SK, Ayasofya, no. 1854, vr. 1b. 135 Dîvân 2015/2 Özgür KAVAK 136 Dîvân 2015/2 Kitâbü’s-Sülûk fî tedbîri’l-mülûk, SK, Ayasofya, no. 1854, vr. 112b. Tahrîri’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, el-Hızânetü’l-Melikiyye, Rabat, no. 809, 1b. XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek 137 Dîvân 2015/2 Özgür KAVAK 138 Dîvân 2015/2 Tahrîri’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, el-Hızânetü’l-Melikiyye, Rabat, no. 809, 90a. XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek Tahrîri’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk, el-Hızânetü’l-Melikiyye, Rabat, no. 809, 90b. 139 Dîvân 2015/2 Özgür KAVAK Thinking Politics, Law, and Ethics in Cairo in the Fifteenth Century: Ali al-Ghazzali’s Treatise, Tahrir al-Suluk fi Tadbir al-Muluk Abstract Various considerations exist in the literature about the author of Tahrir al-Suluk fi Tadbir al-Muluk, a treatise written in Cairo during the Mamluk era containing both political and judicial provisions. The Tahrir was first published by Fu‘ad Abd al-Mun‘im Ahmad, who cited Abu al-Fadl Muhammad al-A‘raj (d. 1519) as the original author. This study argues that Abd al-Mun‘im Ahmad misidentified the author of the treatise, and that it was actually written in 1454 by Ali b. Muhammed al-Gazzali (d.1473/74), who passed away 50 years before al-A‘rec. The Tahrir consists of four main parts: the prologue, introduction, main part, and conclusion. The prologue deals with the importance and responsibilities of the ruler, while the introduction addresses his ethical qualities. The main part, the longest section of the study, focuses on the issue of mazalim. The conclusion attempts to place the acts of the caliph regarding criminal law into an Islamic framework. The treatise analyzes decrees about procedures for judicial rulings, with an eye to the conditions of the period, and uses this analysis as the basis for describing the position of political authority. Additionally, it discusses possible ways of applying the sharia in cases that exceed judges’ responsibility, authority, or ability. Ali al-Gazzali divides these decrees into two types, according to who carries them out. Judges apply judicial decrees (ahkam), while rulers apply political ones (siyasa). Sharia is thus presented as a higher category encompassing both ahkam and siyasa. The treatise deserves special attention for emphasizing this distinction, which traces back to alMawardi (d. 1058), and bringing it once again to the fore in fifteenth-century Cairo. 140 Dîvân 2015/2 Keywords: Political-Legal Rules, Mazalim, Mamluks, Criminal Law.