1 ŞAM'DAN YÜKSELEN KARDEŞLİK ÇAĞRISI Yrd. Dr. Veysel KASAR Harran Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Özet Hutbe-i Şamiye, Said Nursi tarafından, İslam kardeşliği şuurunun parçalandığı, Osmanlı coğrafyası ve Müslüman ülkelerin tek tek sömürgeci devletlerin eline geçtiği bir dönemde verilmiştir. O’na göre İslam kardeşliği küreleri birbirine bağlayacak bir kuvvete sahiptir. Kardeşliğin sebepleri olan iman ve İslam, Kâbe gibi hürmete değer unsurlardır. İslam kardeşliğini zedeleyen sebepler ise, çakıl taşları gibi kıymetsiz şeylerdir. İşte Said Nursi bu eserinde, ümmeti, sömürgecilere karşı birlik halinde tutacak, maddi-manevi haklarını korumaya muktedir kılacak, gerçekliğini tam olarak fark edip hissetmedikleri hususları anlatıyor; Mü’minleri, tekrar, Kur’an esasları çerçevesinde kardeş olmaya davet ediyor. Giriş Hutbe-i Şâmiye, Bediüzzaman’ın, Doğu Anadolu'daki aşiretlere meşrutiyeti anlattığı gezisinden sonraki döneme rastlar. Şam hutbesinin önemi, verildiği dönemle yakından ilgilidir. 1911'lerde İslam dünyası nasıl bir durumdadır? Bu hutbenin önemi biraz da dönemle ilgilidir. Bilindiği gibi Osmanlı çokuluslu bir devletti. Yönetime hâkim olan İslami duyarlılık, üç kıtada farklı ırk ve renkteki insanları asırlarca huzur ve barış içinde tutmayı başarmıştı. Bu huzur ve sükûnet 1789'deki Fransız ihtilalinden itibaren sarsılmaya başladı. Avrupa’da Fransız ihtilalinin yaktığı isyan ateşi, bütün dünyada etkisini gösterdi. "Fransız ihtilali ile birlikte Milliyetçilik akımları çok uluslu devletler için yıkım oldu. 1878'de İngilizler Kıbrıs’ı; 1881-1882'de Fransızlar Tunus'u, İngilizler de Mısır'ı işgal ettiler. 1896 ile 1905 tarihleri arasında Girit ile Yunanistan Osmanlı'dan koparıldı. Öte yandan 1908'de Bosna Hersek Avusturya yönetimine geçirildi. 1911 ve 1912'lerde İtalya, Trablusgarb'a gözünü koydu. Osmanlı askerleri bu bölgelerde pek varlık gösteremeyince, savunmayı yerli halka bıraktı. 2 Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne saldırması üzerine Balkan Savaşı başladı. (18 Ekim 1912). Osmanlı ordusunda ise “İttihatçı ve Halaskâr” adı verilen siyasî bölünmeler ve ikilikler vardı. Yunanlılar, Selanik’e girerek işgal ettiler. Arnavutluk da bağımsızlığını ilan etti (1912). Hutbe'nin Genel Çerçevesi Görülen o ki, Hutbe-i Şamiye, kurulduğu günden beri İslamın ve Müslümanların hamisi olan Osmanlı'nın kurtlar sofrasına düştüğü bir zamanda verilmiştir. Ancak, buradaki mesajlar siyasi değil, dînîdir. Çünkü din, insanları birleştiren en önemli unsurdur. Bediüzzaman bu hutbede İslâm dünyasının içinde bulunduğu parçalanmışlık ve dağılma sürecini bir tür hastalık olarak ele alıyor. Avrupalılar, "terakkide istikbale uçarken, Müslümanların orta çağ şartlarında kalmasını altı hastalıkla açıklıyor: 1-"Ye'sin, ümitsizlin içimizde hayat bulup dirilmesi." 2- Sıdkın toplumun siyasi hayatında ölmesi. 3-Adavete muhabbet duymak. 4-"Ehl-i imanı birbirine bağlayan nurani rabıtaları bilmemek" 5-"Çeşit çeşit, bulaşıcı hastalıklar gibi intişar eden istibdat." 6-Himmeti şahsi menfaatine hasretmek. Said Nursi, Şam hutbesinde, bu hastalıklara, "Kur'an eczanesinden" ilaçlar sunmuştur. Biz bunlardan, "kardeşliğe” dikkat çekmek istiyoruz. 1911 verilen, bu hutbe, müellifin kendi ifadesi ile, “Zamanı geçmiş eski bir hutbe değil, belki İslam cemaatine hakikatli ve taze bir ders-i içtimaidir” düşüncesi ile, 1951’de güncellendi. Düşmanlık Müslümanlara ve insanlık âlemine yıkım getirmiştir. Bedîüzzaman’ın bu hayatî konuyla ilgili tespitlerine girmeden İslâm’da “kardeşlik” kavramının gelişim süreci ve kurum olarak teşekkülüne bakmak gerekir. İslâm'da Kardeşlik İslâmda kardeşlik, nesep ya da kan kardeşliği olarak da ifade edilir. Gerçek kardeşlik ise, din, inanç ve ideal kardeşliğidir. Kan bağı, kişileri birbirine yaklaştıran bir vakıa olmakla birlikte, inancın yerini alamaz. İslam'ın gözünde kan bağını öne çıkarıp idealize etme ve bunun için yaşayıp vuruşma bir Cahiliyye hamiyeti olarak 3 görülmüştür. İslâm, gerçek ve ebedi kardeşlik olan 'İman kardeşliği'ni yüceltmiştir. Çünkü iman ebedi ve gerçek hayatın sebebi olduğundan ölmez bir kardeşliktir.1 Kur’an’da çoğunlukla din kardeşliğine vurgu yapılmakla birlikte, Kan bağı ile oluşan kardeşlik haklarına riayet etmenin de Allah’ın emri olduğu bildirilmiştir. Hz. Muhammed’in (a.s.m) hem amcası, hem de sütkardeşi olan Hz. Hamza bu fıtrî yakınlığın verdiği gayretle, İslâmiyeti seçmiştir. Bilindiği gibi, Hz. Hamza bir av dönüşü Ebu Cehil’in Peygamberimize kötü söz söylemesine kızdı; gidip müşriklerin arasında oturan Ebu Cehil’in başını yaraladı. Sonra da yeğeni Muhammedin (a.s.m) dinine girdiğini ilan etti. Hz. Hamza’nın bu tercihinde hakikat aşkı kadar, nesebi yakınlığın da rolü olmuştur. Gerçek kardeşlik ise, din kardeşliğidir. Tarih, kan bağını idealize eden toplumların daha çok ilkel toplumlar, bedeviler ve yüce bir ideale ulaşamamış kabileler olduğunu gösterir. İslam'ın gözünde kan bağını öne çıkarıp idealize etme ve bunun için yaşayıp, vuruşma bir Cahiliyye hamiyeti olarak görülmüştür. Buna karşılık İslâm, gerçek ve ebedi kardeşlik olan 'İman kardeşliği'ni yüceltmiştir.2 َّ س َوا ِح َد ٍة َو َخلَقَ ِم ْن َها َز ْو َج َها َو َب للا الَّذِي َ ّ ث ِم ْن ُه َما ِر َجاالً َكثِيراً َون َِساء َوا َّتقُو ْا ٍ َيا أَ ُّي َها ال َّناسُ ا َّتقُو ْا َر َّب ُك ُم الَّذِي َخلَ َق ُكم مِّن َّن ْف ً ان َعلَ ْي ُك ْم َرقِيبا َ للا َك َ ُ َت َساءل َ ّ َّون ِب ِه َواألَرْ َحا َم إِن "Ey insanlar! Sizi bir tek kişiden yaratan ve ondan da eşini yaratıp o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının." "Adını anıp Kendisini vesile ederek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a saygısızlık etmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakınınız. Allah sizin üzerinizde tam bir gözeticidir." (Nisa, 4/1) Bu âyet, özelde akraba haklarından, genelde de insan haklarından söz eder. Ayetin, “ey insanlar” hitabı ile başlaması evrensel bir gerçeğin altını çizmektedir: Bütün insanlar tek bir kökene dayanır. Aynı anne babanın çocukları olduğu için akrabadırlar. Bu âyet, ırk, dil, bölge ayırımı gözetmeden bütün insanlığa hitap eden İslâm'ın evrensel; toplayıcı, birleştirici ezelî bir prensibidir. Ayette geçen, "rahim" kadının döl yatağı anlamınadır. Ayni rahimden dünyaya gelen insanlara mecazi olarak, birbirinin yakını/akrabası anlamında, "rahim sahipleri" denmiştir. Bu ayette erhâm hakkına ri'âyet edilmesi, kadınlara karşı şefkatle davranılması, aile hukukunun gözetilip aralarında rahim bağı bulunan insanların, 1 M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal yayıncılık, 2/78-29; Ali Ünal, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Kardeşlik, md. www. darulukitap.com. 2 M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal yayıncılık, 2/78-29; Ali Ünal, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Kardeşlik, md. www. darulukitap.com. 4 birbirlerine karşı sevgi ve şefkatle hareket etmeleri, akraba ile ilgiyi kesmemeleri emredilmektedir.3 Muhacir ve Ensar Arası Kardeşlik Zirvesi İslâm kardeşliği kişilerin birbirinde gördükleri fazilet ve ahlaki özellikler dikkate alınarak kurulan bir yakınlık ilişkisidir. Kur’an bunu, kalplerin birbirine ülfet duyması / ısınması olarak ifade edilmiştir. Bu ülfet Allah'ın bir lûtfudur. Bu lûtuf İslamiyetin geldiği dönem dikkate alınınca daha iyi anlaşılır. Cahiliye toplumu değişik sebeplerle düşman kamplara bölünmüştü. Kötü ahlaklar toplumu kemirmekte idi. Bunun tipik örneği, Evs ve Hazreç kabileleri arasında yaklaşık 120 yıldır sürüp giden kan davalarıdır. Bu iki kabilenin her ikisi de Kahtanoğulları isimli bir kabileye mensup idiler. Yemen'den gelip Medine'ye yerleşmişlerdi. Buradaki Yahudilerle de yıllarca barış içinde yaşadılar. Aralarında idareye hâkim olma rekabetiyle kan davaları baş gösterdi. Evs'e karşı Kureyş'in desteğini sağlamak için Mekke'ye giden bir grup Hazrecli'den birisi, Mekke'de Hz. Peygamberle karşılaştı. Hz. Peygamber'e iman ederek müslüman oldu. Bu değişimle iki kardeş kabile kan davalarına son verdikleri gibi Akabe biatlarına da temsilciler göndermek suretiyle Hz. Peygambere destekçi oldular. Evs ve Hazreçliler daha sonra kendi şehirlerine hicret ettiği takdirde Resulullah'ı ve Mekkeli müslümanları, kendi canlarını, korudukları gibi koruyacaklarına yemin ettiler.4 Bu bir inkılâptı. Böyle bir dönüşüm sadece Allah'ın bir ihsanı idi. ْ ض َجمِيعا ً مَّا أَلَّ َف ف َب ْي َن ُه ْم إِ َّن ُه َع ِزي ٌز َحكِي ٌم َ َّللا أَل َ ََّوأَل ِ ْوب ِه ْم لَ ْو أَن َف ْقتَ َما فِي األَر َ ّ َّوب ِه ْم َو َلـكِن ِ ُ ت َبي َْن قُل ِ ُ ف َبي َْن قُل "Onların kalplerini birleştiren Allah'tır. Eğer yeryüzünde olanların hepsini (infak olarak) verseydin yine de onların kalplerinin arasını birleştiremezdin. Fakat Allah Teâlâ onların kalplerini birleştirdi." (Enfal, 8/63) Sadece Müslümanlar değil, tüm insanlık, şu ilahi mesaja muhtaçtır. Dinin birinci hedefi kalplerin birleşmesi ise, ikincisi de, inanan insanların yaptıkları ortak ibadet ve uygulamalar ile insanlar arasındaki uçurumları kaldırıp, insanları birbirine kardeş haline getirmektir. Hamdi Yazır bu ayetin yorumunda, "Allah'ın eli cemaatle birliktedir" deyişini hatırlatır.5 İslam tarihinde ayni Allah'a inanıp, Onun emirleri etrafında gerçekleşen kardeşliğin eşsiz örneği hicrette yaşanmıştır. 3 Süleyman Ateş, Kardeşlik md. Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 11/274-281. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Eser Neşrt. İstanbul, tsz. 4/2427; Ahmet Önkal, Şamil İslam Ansiklopedisi, Evs, md.; Suat Yıldırım, Kur'an-i Kerim Meali, İstanbul, 1998, Al-i İmran, 3/103 5 Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Eser Neşriyat. İstanbul, 2/1153 4 5 Maddi varlıklarını bırakıp Mekke’den Medine’ye hicret eden Müslümanlar, “Allah’ın emri için gösterdikleri” bu fedakârlıkları sebebi ile Medine’deki mü’minler tarafından sevgi ile karşılandı. Ne var ki, Ensar ile Ayni ortamları paylaşan Muhacirler, Medineli müslümanların sürekli yardımları ile yaşamaktan sıkılıyordu. Çünkü Muhacirler arasında Mekke’de iken zengin olanlar da vardı. Bu problemi çözmek için Hz. Peygamber Ensar ile Muhacirler arasında “kardeşlik” kurmaya karar verdi. 45 Muhacir Enes b. Malik’in evinde Ensar’la bir araya getirildi. Efendimiz, “Ey Ensar, bu Muhacirler sizin kardeşlerinizdir” dedi. Ensar’dan her biri, Muhacir bir kardeşini evine götürmüş mallarının yarısını onlara vermişti. İmanın getirdiği kardeşlikle oluşan bu sıcak atmosferin dünya tarihinde bir benzerini göstermek mümkün değildi. Öyle ki Ensar’dan birden fazla hanımı olan sahabiler, nikâhları altındaki eşlerinden birini bırakıp Muhacir kardeşine vermeyi bile teklif etmişlerdi. Sa’d bin Ebi Rabî’ muhacir kardeşi Abdurrahman b. Avf’a malının yarısını verdikten sonra, “Bak kardeşim. Benim iki eşim var. Birisini boşayayım, onunla sen evlen” demişti. Abdurrahman bu teklifi nazik bir teşekkürle reddetti. Onların bu tavırları Kur’an’da ُ َص ٌة َو َمن يُوق ُون َ ِك ُه ُم ْال ُم ْفلِح َ ش َّح َن ْفسِ ِه َفأ ُ ْولَئ َ صا َ ان ِب ِه ْم َخ َ ُون َعلَى أَنفُسِ ِه ْم َولَ ْو َك َ َوي ُْؤ ِثر “Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları (hicret edenleri) kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” Ayeti ile övülmüştür. İslamın kuruluş devrindeki bu samimi ilişki, öz kardeşlikten daha ileriydi. Hatta Ensar’dan birisi ölürse, öz kardeşi yerine onun malına Muhacirlerden olan kardeşi varis oluyordu. ُ ْذك َبع ه ذ ُه ْم أَ ْولِ َيذذا ُء َبعْ ذذض َ ص ذرُوا أُولَ ِئذ َ ِين مَ َو ْوا َو َن َ للا َوالَّ ذذ ِ َّ يه َ ِين مَ َم ُنذذوا َو َهذ َ إِنَّ الَّ ذذ ِ ذاجرُوا َو َجا َه ذ ُدوا ِبذذأَم َْوال ِِه ْم َوأَ ْنفُسِ ذ ِذه ْم ِفذذي َسذ ِذب (Enfal, 8/72) "İman edip Allah yolunda hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerle onları barındıran ve onlara yardım eden Ensar var ya, işte bunlar birbirlerinin velileridir."(malda da birbirlerinin vârisidirler). Bu durum Bedir savaşına kadar sürdü..6 Bediüzzaman ve Kardeşlik 1-Kardeşliğin mayası: İslâmiyet 6 Mevlana Şibli (trc. Ömer Rıza Doğrul) Asr-ı Saadet, İstanbul, Eser nşrt. 1977, 1/207 6 Said Nursi, Şam'da verdiği hutbede “Ey bu Cami-i Emevi’deki kardeşlerim gibi, âlem-i İslamin cami-i kebirinde olan kardeşlerim!” hitabını kullanır. Bu ifadeler topyekun İslam dünyasının problemlerini kuşatan bir mütefekkirin haykırışlarıdır. O bu hitablarda, mütefekkir, münevver, akıl sahiplerini sık sık ibret almaya çağırır. Kur’an şakirdlerinin iman hakikatları dairesine girerken bürhana tabi olduğunu söyler. Sair dinler gibi, ruhbanları taklit için bürhanı terk etmediklerine dikkat çeker. (s.26) Bürhan, “doğrulunda şüphe bulunmayan akli delil ve kesin bilgi” demektir. (Kelâm elkitabı, s.319-320) Bu kelime, İslâm bilgi teorisinde anahtar terimlerdendir. O kullandığı kesin deliller (bürhanlar) ile İslamiyetin tekrar, “istikbalin kıtalarında hakiki ve manevi hâkim” olacağını ve “beşeri, dünyevi ve uhrevi saadete sevk edeceğini” ispat eder. Kur’an’ın, peygamberlerin mu’cizeleri ile Müslümanları, mu’cizelerin taklitlerini yapmaya çalışmak suretiyle dünyevi terakkinin de en uç noktalarına sevk ettiğini anlatır. Ona göre, İslam, bütün kemalâtın üstadı, milyonlarca insanı tek bir nefis haline getiren, hiçbir şeyin kıramayacağı bir kuvvettir. (s. 31) İşte bu kuvvetli bağ mü’minleri kardeşler haline getirir. Bediüzzaman’ın tespitlerine göre, İslamiyet, insana yüksek maksatlar verir. Baskıları parça parça eder. Yüce duyguları heyecana getirir. Gıpta, kıskançlık, haset rekabet gibi duyguları terbiye eder ve Müslümanlara terakki etmeleri için şer’i hürriyeti kazandırır. (s. 32) İslam kardeşliğinin önündeki engellerden birisi yeistir. Ye’is umumun menfaati için çalışmayı terk ettirip himmetleri şahsi menfaatlere münhasır kılar. (s. 39) Bu ise İslâm kardeşliğine açılan menfezi tıkamak demektir. Yeis moralleri çökertmiş (manevi kuvveti kırmış) ecnebiler, az kuvvetle milyonlarca Müslümanı esir etmiştir. Milletlerin kanseri sayılan yeis, lakaytlık, tembellik gibi hastalıkları beslemiştir. “Nemelazım, herkes benim gibi berbattır” demek suretiyle imanın azim ve gayretini terk ile din hizmetini de boş bıraktırmıştır. Bediüzzaman, bizi öldüren bu katilden intikamı, “la taknetû” kılıcı ile almalıyız’ der… Oysa, “Ma lâ yüdraku kulluhu, lâ yütraku küllluh” ve “Ene inda zanni abdi bî” gerçeğine terstir. İslam kardeşliği ona göre, sıdk/doğruluk temeli üzerine kurulabilir. Çünkü doğruluk, sosyal hayatın ukde-i hayatiyesidir. Riyakârlık, fiili bir yalancılık, dalkavukluk ve tasannu alçakça bir yalancılık, nifak ve münafıklık ise muzır bir yalancılıktır. “Yalancılık ise” Allah’ın kudretine iftira etmektir. (s. 41) Yalancılardan, kardeş olmaz. O bu konuda sahabileri örnek gösterir. 7 Sahabiler arasında, yalan ile sıdk arasındaki mesafe iman ile küfür arası kadar uzaktır. Çağımızda ise, bu iki meta ayni dükkânda satılabiliyor. Sahabiler, esfel-i safiline sürüklenen Müseylime-i Kezzaba benzemek yerine, alay-ı illiyyine yücelen Hz. Muhammed’in ahlakını benimsemiştir. (s. 43) Ona göre Müslümanlar bu vaziyetten ders çıkarmalıdır. Burada zaman ve şartlara göre, İslam kardeşliği ve Müslümanların maslahatı için, önemli bir ölçü getirmiştir: “Her söylediğin doğru olmalı. Fakat her doğruyu söylemek doğru değil. Bazen zarar verse, sükût etmek. Yoksa hiç yalana cevaz yok. “Her söylediğin hak olmalı. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yok. Çünki halis olmazsa su-i tesir eder; hak haksızlıkta sarf olur.” (s. 45) 2- Mü’mini Sevmenin Sebepleri Bediüzzaman İslam kardeşliğinin ikinci temeli olarak sevgiyi hatırlatır. O, sosyal hayattaki tecrübe ve araştırmalarından çıkardığı en mühim neticeyi şu cümleler ile ifade etmiştir: "Muhabbete lâyık şey muhabbettir; ve husumete lâyık sıfat, husumettir." Müslümanların sosyal hayatı sevgiye bağlıdır. Bu sebeple sevgi sıfatı, kendisi sevilmeye lâyıktır. Düşmanlık ise, insanlar arası ilişkiyi kesip attığı, insanı mutsuz ettiği için düşmanlığa lâyıktır. Dünya savaşları sevgisizliğin, düşmanlığın insanlık için yıkıcı sonuçlarını göstermiştir. Müellif bu gerçekten hareketle tecavüz etmeyen düşmanlara karşı lüzumsuz yere adavete kapılmamak gerektiğini ifade eder: "Düşmanlarımızın seyyiatı, tecavüz olmamak şartıyla, adavetinizi celb etmesin. Cehennem ve azab-ı İlahi kâfidir onlara."7 Said Nursi'ye göre, iman, İslâmiyet ve cinsiyet insanlar arasında sevgi sebebi olup, yerine göre "kuvvetli birer zincir ve manevi kale" gibidirler.8 Said Nursi, iman kardeşliğinin önemini şu cümlelerle anlatmaktadır: "…Sen âdi, küçük taşları Kâbe’den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud'dan daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de, Kâbe hürmetinde olan iman ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslâmiyet gibi çok evsâf-ı İslâmiye muhabbeti ve ittifakı istediği halde, mü'mine karşı adâvete sebebiyet veren ve âdi taşlar hükmünde olan bazı kusurâtı iman ve 7 8 Said Nursi, Hutbe-i Şamiye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2000, s.45 Said Nursi, Hutbe-i Şamiye, Yeni Asya Nşrt., İstanbul, 2000, s.46 8 İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu, aklın varsa anlarsın."9 Ona göre iman, Kâbe gibi hürmete lâyıktır. Namaz, oruç, iffet ve namus gibi her bir İslami özellik Uhud dağı kadar büyük gerçeklerdir. İslama ve Müslümanlara karşı çok farklı fitnelerin toplumu istila ettiği bir zamanda, mü'minlerin çakıl taşları kadar ehemmiyeti olmayan sebeplerle birbirine düşmanlık yapması büyük bir gaflettir. Müellifin, tevhid - birlik ve sevgi ilişkisi üzerine verdiği örnek ibretlidir: "Sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostâne bir rabıta anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne bir alâka telâkki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla, uhuvvetkârâne bir münasebet hissedersin." Hiç kimse, askerlik, öğrencilik, hemşehrilik, aşiret ilişkisi ve vatandaşlık bağını inkâr edemez. Bu sosyal bağlar ile insanlar, hayale gelmedik işler yaparlar. Aşk ilişkisi yüzünden ölen, öldüren, intihar eden onlarca genç vardır. Hakikatte bu bağların birçokları, gelip geçici, hatta yalan, hileli, istismara dayalı ve zararlı da olabilir. Ama insan inanmaya görsün! Çünkü insan ruhunda inanma ihtiyacı vardır. İslam kardeşliğine inanılır ve tesis edilirse bu iksirin sonucu -Allah’ın izni ile- mutlaka görülecektir. 3-Algı Yanılması ve Kardeşlik Said Nursi, "Hiçbir günahkâr başkasının günahını taşımaz." (Fatır, 18) ayetinden hareketle kardeşlikle ilgili psikolojik bir tahlile yer verir. Bu tahlil, düşmanlık sebebi olan fenalıklar ve sıfatların masum ve suçsuz insanlara da teşmil edilme hatasını önlemeye yöneliktir. Çünkü, birtakım kötüler yüzünden, kimi yerde bir aile, bir aşiret, bir bölge insanı, hatta bir etnik ırkın tamamı, "genelleme" ile suçlu ve zalim ilan edilebilmektedir. Üstteki ayetten aldığı ilhamla müellif, "Düşmanlığın sebebi olan fenalık ve şerler, toprak gibi kesiftir; başkasına aksetmez, bulaşmaz. Ancak, başkası kötü adama bakıp şer işlese başka mesele" der. Suçun şahsiliği prensibinin çoğu zaman ihmal edildiğini söyler. Bu husus kötülük ve şerlerde özellikle dikkate alınmalı ki, adaletten kayılmasın. Ancak iyilikte ve güzel sıfatlarda durum böyle değildir. "Dostun dostu dosttur; bir göz hatırı için çok gözler sevilir" deyişinde ifade edildiği gibi. İman en önemli ülfet ve kardeşlik sebebidir. İman bizatihi güzeldir ve kemaldir. Güzellik ve kemal ise kendiliğinden sevgiye lâyıktırlar. Kötü sıfatlar yerine güzel özellikler dikkate alınırsa, kardeşlik engelleri ortadan kaldırılır. Hz. Peygamber bir hadiste buna işaretle şöyle buyurur: "Mü'min ülfet eden (dostluk kuran ve iyi geçinen) ve kendisi ile ülfet edilendir. Ülfet etmeyen ve kendisi ile ülfet edilmeyen kimsede hayır yoktur. İnsanların en hayırlısı insanlara yararlı olanıdır."10 9 Said Nursi, Mektubat,. s. 254 9 İnsanlar birbirine nasıl ülfet eder, dost haline gelirler? Bu sorunun cevabı Hz. Peygamberin (a.s.m) ahlakında gizlidir. Hz. Ali (k.s) onun yüce ahlâkını şöyle anlatır: "Hz. Peygamber güler yüzlü, güzel huylu, nazik kalpli idi. Hiçbir vakit sert ve kaba değildi. Onun ağzından hiçbir müstehcen kelime çıkmazdı. Başkalarının hareket tarzını tenkit veya takbih etmezdi. Sevmediği bir hareket veya durum karşısında birşey söylemez; ona göz yummakla iktifa ederdi. Böyle birisi, kendi hareket tarzının tasvibini isteyecek olursa, Rasûlullah onu, kınamadan, kalbini kırmadan vaz geçirir, yahut susarak muhatabına memnun olmadığını hissettirirdi. Resul-i Ekrem (a.s.m) İslam kardeşliğini tesis etmede, kendi zatı hesabına şunlardan sakınmaya özellikle itina gösterirdi: 1. İnsanlarla Münakaşa ve mücâdele etmekten, 2. İnsanlara lüzumundan fazla söz söylemekten, 3. Kendisini alâkadar etmeyen işlerle meşgul olmaktan, Başkaları hesabına da üç şeyden uzak dururdu: 1. Kimseyi tenkid etmezdi. 2. Kimseye hakarette bulunmazdı. 3. Başkalarının sırlarına muttali olmak istemezdi.11 Böyle bir ahlâk sahibine, ülfet edilmez, dost olunmaz mı? Şam hutbesine birer çekirdek halinde serpiştirilen kardeşlik ilkeleri, Bediüzzaman'ın Mektubat'ında ayrıntılı olarak ele alınmıştır.. Bu risalede İslâm kardeşliğini engelleyen faktörler ve bunlara karşı alınması gereken tedbirler, ferdi, sosyal, psikolojik ve sosyolojik boyutları ile tahlil edilmiştir. 3-Mü'min Hürmete Lâyıktır Bediüzzaman, mü'mine düşman olmanın hakikat ve hikmet açısından zulüm olduğunu ifade etmiştir. Mü'min, hürmete lâyıktır. Mü'mine düşmanlık sebebi teşkil eden huylar ve günahlar, sağlam bir gemiyi istilâ eden câniler gibidir. Bir gemide dokuz masum bir cani olsa o gemi hiçbir adalet prensibi ile batırılamaz. Hatta bir masum, dokuz cani olsa, gemi yine batırılamaz... Bir günah yüzünden yirmi masum 10 11 Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 4-5. 334. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 400. 11 sıfatı olan mü'mine düşman olmak da böyledir. Nursi, bu örnekleme ile günah ve hataları sebebi ile mü'mine düşman olmanın, onunla ilişkiyi kesmenin, bir cani yüzünden kocaman bir gemiyi batırmak gibi, dehşetli bir zülum olduğunu söylemektedir. O, bu türden bir cahillik ve şuursuzluğu, insan ruhuna arız olan marazi bir durum olarak görür. Bu illeti söküp atacak tedbirleri ise şöyle sıralamıştır: "Adâvet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıttırlar. İkisi, mânâ-yı hakikîsinde olarak beraber cem olamazlar. (toplanamaz) Eğer muhabbet, kendi esbabının rüçhaniyetine (üstünlüğüne) göre bir kalbde hakikî bulunsa, o vakit adâvet mecazî olur, acımak suretine inkılâp eder. Evet, mü'min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lûtufla ıslahına çalışır. Onun için, nass-ı hadisle, "Üç günden fazla mü'min mü'mine küsüp kat-ı mükâleme etmeyecek." Eğer esbab-ı adâvet galebe çalıp, adâvet, hakikatiyle bir kalbde bulunsa, o vakit muhabbet mecazî olur, tasannu ve temellük suretine girer." İnançta birlik, kalpleri birleştirir. Kalp ve yüreklerin birleşmesi ise toplumları bir araya getirir. Müslümanlar olarak birlik bağlarının tam şuurunda olmadığımız gibi; bir ve beraber olma nimetinin de kıymetini hakkı ile takdir ettiğimiz söylenemez. İnsanların sosyolojik olarak uyguladıkları birlik unsurlarına göre, İslami rabıtalar sıradan değil, kutsal değerler ile örülüdür. İslâm Kardeşliğinin Psikolojik Engelleri Kardeşlik sıhhatli bir bünyenin işidir. Toplumun bünyesi bazı hastalıkların üremesine uygun bir ortam haline gelmişse bunların teşhis ve tedavisi gerekir. Bediüzzaman bu illetlerden bir kısmını şöyle tespit etmiştir: 1-İnhisarcılık İslam toplumu karmaşık bir yapıdadır. Ülke ve bölgelere göre farklı tarzda hizmetlere ihtiyacın olduğu, sosyolojik bir gerçektir. Vakıa, müslümanlar farklı meslek ve meşrepler halinde hizmet etmektedir. Her grup kendini, İslam toplumunun bir hizmetini görmekle vazifeli saymalı. Başkasına da bu gözle bakmalıdır. İslam toplumu içindeki farklı cemaat ve gruplar, bir ülkedeki ordunun kara, deniz ve hava kuvvetleri gibidir. Herkesin güzel yaptığı bir işi, mesleği, tarzı ve metodu vardır. Bir ülkenin ordusunda karacılara olduğu gibi, havacılara da, denizcilere de ihtiyaç vardır. Bu kuvvetler neticede ülkeye değişik cephelerden gelen saldırılara göre teçhiz edilmişlerdir. İslam cemiyetindeki meslek ve meşrepler de böyle kabul edilebilir. Said Nursi’ye göre, meslek ve meşrep sahipleri hizmet esnasında, “Mesleğim haktır ya da daha güzeldir” diyebilir. “Yalnız hak benim mesleğimdir” diyemez. Çünkü, bu cümlede inhisarcılık vardır; böyle diyen kendi dışındakileri batıl ilân etmektedir. İnhisarcılık ise İslâm kardeşliğini zedeler. 2-Damara Dokundurmak 11 İnsanın vazifesi hakkı ve doğruyu söylemektir. Ancak her doğruyu söylemek, herkesin hakkı değildir. Sözü söyleyen, söylenilen ortam ve kişi, sözün nasıl bir etkide bulunacağına tesir eden faktörlerdir. Çünkü niyeti halis olmayan bir adama söylenen bir söz, kişi üzerinde tam tersi istikamette bir etki bırakabilir. Bu tür yanlışlıklar, İslam kardeşliğini etkisiz hale getirmektedir. 3-Adavet Duygusu Fıtratta düşmanlık duygusu vardır. İnsan, “düşmanlık hissini” kendine en fazla zarar veren nefs-i emmaraye ve şeytana çevirmeli. Bir müslümana düşman olmak yerine, zındıklara ve İslâma zararlı akımlara düşmanlık etmeli; onlara karşı mücadele azmini bilemelidir. Müslümanlar çevresinde birbirine geçmiş fasit daireler gibi çok sayıda kötülük varken sırf nefsin hatırına, mü’min ikardeşine düşmanlık göstermek, büyük bir yanlışlık ve gaflettir. Sevgi hissi sevilmeye lâyık olduğu gibi, adavet duygusu da düşmanlığa lâyıktır. İnsan beşeri zaaf olarak mü’mine düşman olmuşsa, bu yanlışı düzeltmenin de usulü olmalıdır. Şu ifadeler nefsin bu türden hilesine karşı oldukça hakimane bir çözüm getirmektedir. “Eğer hasmını mağlûp etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et. Çünkü, eğer fenalıkla mukabele edersen, husumet tezayüd eder. Zâhiren mağlûp bile olsa, kalben kin bağlar, adâveti idame eder. Eğer iyilikle mukabele etsen, nedâmet eder, sana dost olur.”12 “Mü’minin şe’ni (ondan beklenen iş) kerim olmaktır.” İhsan ve ikram, düşmanı bile insana musahhar eder. Kaldı ki, mü’min, iyilik edilmeye lâyık bir kişidir. Said Nursi, Uhuvvet risalesinde, halk arasında yaşanan psikolojik bir durumu hatırlatır: “Fena bir adama ‘iyisin iyisin’ desen iyileşmesi; ‘kötüsün kötüsün’ desen kötüleşmesi çok vuku’ bulur.” Gerçekten cemiyette, bu deyişleri tasdik eden çok hadiseler cereyan etmektedir. Kötü sıfatlarla anılan insanların, "zaten insanlar beni böyle biliyor" diyerek günaha ve kötülüklere daha bir cesaretle yöneldiklerina şahit olunur. "İyilikleri" ile anılan kişilerin de kendi kusurlarını bertaraf etmek için ciddi gayret içine girdikleri çok görülmüştür. 4-Kıskançlık Kıskançlık duygusunun ilerlemiş boyutu olan haset, kardeşliği zedeleyen önemli bir hastalık ve psikolojik bir haldir. Bu duygu hem yıkıcı hem yapıcı bir şekilde tecelli edebilir. Kıskançlığı iyi yönde kullanmak mümkündür. Eşini kıskanan birinin, sevgi ve ilgisini eşine yoğunlaştırması gibi. Toplumda kıskançlık, ekseriyetle olumsuz kullanımı ile dikkat çekmektedir. Mal, karşılıklı sevgi, itibar, nüfuz gibi maddi manevi özelliklerin kıskanılması, sıkça görülür. Kıskançlık sebebi olan şeyler 12 Mektubat, 22. Mkt. (Uhuvvet Risalesi, 4. Vecih) 12 meşru’ dairede ise bunlar, haset yerine, imrendirici bir sebep olarak kabul edilebilirler.13 Said Nursi, kardeşliği zehirleyen bir unsur olarak kıskançlığın dünyevi ve uhrevi işler olmak üzere iki şekilde görüldüğünü söyler. Dünyevi kıskançlık tam bir gaflet eseridir. Uhrevi özellikleri kıskanmak ise, Kadere ve Allah'ın takdirine karşı itirazı içeren; insanı inanç bakımından tehlikeye sürükleyen ciddi bir hatadır. Kıskanç kişi, kardeşine gelen nimetten mahzun, musibetten mesrur olur. Şu hal, âdetâ ilahi rahmete küsmek ve itiraz etmektir. Bu durumdaki bir insan, şu ikaza kulak vermelidir: "Kaderi tenkit eden başını örse vurur kırar; rahmete itiraz eden rahmetten mahrum kalır."14 Hasetin yıkıcı olanı şeytani bir duygudur. Hz. Peygamber, şeytanın telkin ve etkisine karşı ümmetini uyarmış, "Şeytan insanın damarında dolaşan kan gibidir,"15 buyurmuştur. Her kötü ahlâk gibi, haset de önce sahibine zarar verir. Haset etmekte, hazır bir ceza vardır. Kıskanç kişi kendisi psikolojik bir sıkıntı içindedir. Haset edilenin bundan, çoğu kez haberi olmaz.16 Bediüzzaman kıskançlığın, manevi hizmetleri engelleyen ciddi bir tehlike olduğuna şu ifadelerle dikkat çeker: "Kardeşlerim, enâniyetin işimizde en tehlikeli ciheti kıskançlıktır. Eğer sırf lillâh için olmazsa, kıskançlık müdahale eder, bozar. Nasıl ki bir insanın bir eli bir elini kıskanmaz ve gözü kulağına haset etmez ve kalbi aklına rekabet etmez. Öyle de, bu heyetimizin şahs-ı mânevîsinde, herbiriniz bir duygu, bir âzâ hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bilâkis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyenizdir."17 Bu tespit Hz. Peygamberin (a.s.m) şu hadisine dayanmaktadır: "Birbirlerini sevmede, merhamet etmede ve ilişkilerini geliştirmede mü’minlerin durumu tek bir bünyenin (azaları) gibidir."18 “Şimdi Cennetlik bir adam gelecek!” Hz. Peygamberin etrafında oluşan nurani halkadaki insanlar birbirine karşı, kin, haset, husumet gibi duygulardan tamamen uzak bir duruma gelmişti. İmanın getirdiği bu hasletler sayesinde de cennetle müjdelendiler. İbn Kesir'in, Ahmed İbn Hanbel’den naklettiği bir hadise göre, Hz. Peygamber şöyle der: “Şimdi size cennet ehlinden bir adam çıkıp gelecektir.” 13 Nevzat Tarhan, Duyguların Dili, 4.Baskı, Timaş y. İstanbul, 2008, s.178 Said Nursi, Mektubat, 22.Mkt. 4. Vecih. Buhari ve Tecrid-i Sarih, trc. Kamil Miras, Diyanet İşleri Başkanlığı y.Ankara,1974, II/330 (Hn:956 16 Said Nursi, Lem'alar, 28. Lm. (Tenbih,) Nesil Dağıtım y. Külliyat-I/737 17 Said Nursi, Mektubat, 29. Mktb. 5. Desise-i Şeytaniye, s. 413 18 Müslim, Sahih, Hn. 2732. 14 13 Ensâr’dan, abdestini almış birisi geldi. Ertesi gün Rasûlullah (s.a.v) yine aynı şeyi söyledi. Bu durum üç kere tekrarladı. Rasûlullah (s.a.) oradan kalkınca, Efendimizin medhettiği bu kişinin nasıl bir insan olduğunu merak eden Amr İbn As'ın oğlu Abdullah, bu adamı izlemek istedi. Ona gitti, babası ile tartıştığını ve eğer izin verirse, babasından uzaklaşıp, onun yanında kalmak istediğini söyledi. Dedi ki: "Ben, babamla tartıştım ve onun yanına girmemek üzere üç kerre yemîn ettim." O, peki, dedi. Abdullah o adamla beraber üç gece kaldı. Fakat, gece ibadete kalktığını görmedi; uyanınca Allah'ı tesbih etti. Sabah namazına kadar tesbihi tekrarladı. Abdullah der ki: Ondan hayırdan başka bir şey söylediğini duymadım. Üç gece geçince ben onun amelini küçümsemeye başladım. Dedim ki: Ey Allah'ın kulu, benimle babam arasında ne bir kırgınlık, ne de düşmanlık oldu. Ancak Rasûlullah (s.a.)'in senin için üç kez şöyle dediğini işittim: "Şimdi size cennet ehlinden bir adam çıkıp gelecektir." Bu sözden sonra üç kez sen çıkıp geldin. Ben, senin yanına gelip ne gibi amel yaptığını öğrenmek ve ona göre davranmak istedim. Senin pek fazla amel yapmadığını gördüm. Rasûlullah (s.a.)'in senin hakkında söylediği sözü doğrulayacak nelerin var? O, “gördüğün gibi hiç bir şey yok” dedi. Ben söylemesi için ısrarlı olunca, "Ancak kalbimde hiç bir müslümana karşı hîle bulunmaz. Allah'ın bir kuluna verdiği hayırdan dolayı hiç bir kulu kıskanmam" dedi. Abdullah ona şöyle der: "İşte seni bu mertebeye ulaştıran odur. Buna herkes güç yetiremez." 5-Değerlendirmede Adaletsizlik Kardeşlik ilişkisini kıran bir husus insan hatalarını konuşurken yapılan ölçüsüz değerlendirme yanlışıdır. Bazı insanlar kendi günah ve hatalarına gösterdiği "hoşgörüyü", mü'min kardeşine göstermez. Mü'min kardeşindeki bir günaha ya da ondan "gelen bir kötülüğe" karşı, kılı kırk yararcasına hassas davranır. Burası, "şeytan üçgeni" gibi bir kavşaktır. Trafik işareti, Kur'an ve hadisin kriterleri olmalıdır. Aksi halde, "hak ve adalet" terazisinin kayması muhtemeldir. Kötülük, hata ve günahların mü'minlerin arasındaki kardeşlik ilişkisini zedelememesi için Said Nursi'nin hatırlattığı formül şudur: "...Mü'min kardeşinden sana gelen bir fenalığı bütün bütün ona verip onu mahkûm edemezsin. Çünkü, evvelâ kaderin onda bir hissesi var. Onu çıkarıp, o kader ve kazâ hissesine karşı rıza ile mukabele etmek gerektir. "Saniyen, nefis ve şeytanın hissesini de ayırıp, o adama adâvet değil, belki (o adam) nefsine mağlûp olduğundan, acımak ve nedamet edeceğini beklemek (gerekir.) 14 "Salisen, sen kendi nefsinde görmediğin veya görmek istemediğin kusurunu gör, bir hisse de ona ver. "Sonra bâki kalan küçük bir hisseye karşı, en selâmetli ve en çabuk hasmını mağlûp edecek af ve safh ile ve ulüvvücenaplıkla mukabele etsen, zulümden ve zarardan kurtulursun." 19 Mü'minler birbiri hakkında Cenab-ı Hakkın Ahirette yapacağını vaad buyurduğu "değerlendirmeyi" örnek almalılar. Allah (c.c) kulları hakkında, hasenatın seyyiata galibiyetine göre hüküm verecektir. Biz insanlar ise, kimi zaman bir seyyieyi, gözümüz önüne getirmek suretiyle, kişinin bütün hasenatını örteriz. Şu vaziyet, bir anlamda kişinin lehine olan delilleri karartmaktır. Bu ise zulümdür. 6-Câhilâne Tarafgirlik İslâm kardeşliği önündeki psikolojik ve sosyolojik bariyerlerden birisi de tarafgirliktir. İnsanın cüz'i iradesine bağlı olmayan ırk; bulunduğu ortamın etkisi ile benimsenen mezhep; yaşanan bölge/şehir, insanın çevresindeki aile fertleri ve eğitim gibi faktörlerin etkisi altında benimsenmiş siyasi partiler, tarafgirlik denen psikososyal gerçeği meydana getiriyor. Taraftarlığın, sosyal statü, arkadaş ilişkisi, mizaçkarakter gibi, kişilik özelliklerine kadar uzanan yansımaları olabilir. Esasen, tarafgirlik, insan fıtratındaki mensub olma ve aidiyet duygusuna paralel şekilde oluşan bir sonuçtur ve fıtri bir ihtiyaçtır. Her duygu gibi bu duygu da sağlam kriterlere göre şekillenmezse ifrat ve tefrite sapabilir. Said Nursi, tarafgirliğin, inat, haset, kin, husumet, mü'minler arasında ayrılık ve parçalanmaya yol açan türlerini, "çirkin, merdut (kovulmuş, lanetlenmiş) muzır, zulüm ve sosyal hayata zehir" olarak görmüştür.20 Said Nursi'nin "garazkârâne" taraftarlıkla ilgili verdiği bir örnek tüyler ürperticidir: "Bir zaman bu garazkârâne tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki, mütedeyyin bir ehl-i ilim fikr-i siyasisine muhalif bir âlim-i salihi, (salih bir alimi) tekfir (küfre nispet edercesine) derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârâne medhetti. İşte siyasetin bu fena neticesinden ürktüm. "Eûzü billahi mine'ş-şeytani ve's-siyaseti" dedim. O zamandan beri hayat-ı siyasiyeden çekildim."21 Müslümanların hayrına, birlik ve beraberliğine; Kur'an ve sahih sünnet ile çizilmiş, İslâmın muhkem esaslarına taraf olmak, mü'minden beklenen bir farizadır. Dinin harim-i ismetine yönelik tevâcüzler karşısında tarafsız olmak, bertaraf olmaktır. Bu noktada bütün mü’minler birbirine destek olmalıdırlar. 19 Said Nursi, Mektubat, 22. Mkt. S.257 Said Nursi, Mektubat, Yeni Asya Neşrt. Germany, 1994, s. 254 21 Said Nursi, Mektubat, 22. Mktb.3. Vecih, s. 258 20 15 İhtilaflı mevzularda, şahsi, içtihadi, belirli bir zaman ve kişilerle kayıtlı hususlardaki taraftarlıklar ise, İslami kriterler içinde ele alınmalıdır. Bediüzzaman’ın yaptığı açıklamalara göre bu konulardaki taraftarlığın ölçüsü, itidalden ayrılmamak, diğer insanları rencide edecek tartışmalardan uzak durmaktır. Üstte zikrettiğimiz Hz. Peygamber (a.s.m)'ın tavrı bu hususla ilgilidir. Mü'min orta yol insanıdır. Hikmetli hareket eder. Allah Halim'dir; hilmi sever. Rahimdir; merhamet ve şefkatle hareket etmek Allah'ın ahlâkıdır. Ölçüsüz taraftarlık, düşmanlığı doğurur. "İslami hassasiyete" sahip olan bir kişinin, günahkâr bir adama öfke duyması gibi. "Dinde hassas, muhakeme-i akliyyede noksan" bu tür kişilerdeki adavet, dini bir kisveye de bürününce, tehlikeli bir hâl almaktadır. Bediüzzaman'a göre Hak namına olan tarafgirlik haklılara; nefis hesabına olan tarafgirlik ise haksızlara sığınaktır. Garazkârâne tarafgirlik eden bir adama şeytan gibi biri gelip; fikrine yardım etse, ona rahmet okur. Eğer mukabil tarafa melek gibi (iyi ahlaklı) biri gelse, ona -hâşâ- lânet okur. Üstad Bediüzzaman, Müslümanlar arasındaki ihtilafları, "kalb-i İslâmı ağlatacak müthiş bir sosyal hastalık" olarak niteler. Dine hizmet edenlerin, en azından, bedevi aşiretler arasında geçerli bir kaide olan, "harice karşı birlik olma prensibine" uymalarını ister. Çünkü, mü’minlere hücum etmek üzere sipere girmiş, belki de iç içe geçmiş yüz daire var. Müslümanların bunca düşmana karşı tesanüdle el ele verip müdafaa vaziyeti alması dini bir vazifedir. Aksi halde, garaz ve düşmanlıkla kendi kardeşleri ile mücadele etmek, kale ve şehir kapılarını düşmana açıp hücumunu kolaylaştırmak gibi bir ihanettir. Mü’minlerin en büyük silahı, İslâm kardeşliğidir. Bu kaleyi küçük sebeplerle sahipsiz bırakmak, kapılarını açmak, ehl-i vicdanı ağlatan bir haldir. İslamın yüce menfaatlerine tamamen ters bir vaziyettir. İslam dünyasındaki siyasi olaylar şu gerçeği gözlere göstermekte ve basiret ehline bin kere ispat ekmektedir: Hz. Peygamber ahir zamanda gelecek müthiş şahıslar olan Deccal ve Süfyan’ın tuzaklarına karşı ümmeti uyarmıştır. Peygamberimiz bu hadislerde, Süfyan ve Deccal’ın insanların “hırs ve ayrılıklarından faydalanarak, az bir kuvvetle çok büyük tahribatları gerçekleştireceğini” ifade eder. Şu durumda, mü’minler arasındaki ayrılıkları tahrik etmek, fitneyi körüklemek, Deccal ve Süfyanın hilesine mağlup düşmek anlamına gelmez mi? Hani, mü’min, mü’mine karşı merhametliydi. Onun hataları için üzülür. tahakkümle, tahrikle, tahkirle değil; merhamet ve şefkatle onun tamir ve ıslahına çalışırdı? Maverdi’nin, mü’minin mü’mine bakışını anlatan, “Ve aynu’r-rıza an külli aybin keliletün / ve lakinne ayne’s-suhti tübdi’l mesâviya” 16 (Rıza gözü, ayıplara karşı kördür. Kem göz ise kusurları araştırır,) tespiti yoksa tersine mi dönmüştür? "Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı "innema'lmü'minuna ihvatün" kale-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.” 22 Sonuç Üstad Bediüzzaman’ın uhuvvetle ilgili ortaya koyduğu prensiplerin ruhu Medine’de Hz. Peygamber tarafından tesis edilen kardeşlik akdidir. Medine kardeşlik atmosferi Kur’an’ın getirdiği bu sıcak ilişkinin eşsiz bir örneğidir. Söz konusu canlılık İslâm alimlerinin oluşturduğu cemaatlerde de asırlarca devam etmiştir. Hasbîlik ve Allah rızasını elde etme düşüncesi, bu kitleleri biraraya getiren çok önemli bir unsurdur. Günümüzde İslâma hizmet gayesi ile “kardeşlik / uhuvvet” etrafında toplananlar da, Medine’deki atmosferin birer yansıması olan duygular ile hareket etmelidirler. İşte Bediüzzaman çeşitli açılardan inkıraza uğrayan müslümanları, bu ilkeleri yaşamaya çağırmıştır. O, bu kıymetli hazinenin üstündeki tozları temizlemiş; mü’minleri, kıymeti, her türlü takdirin üstünde olan Kur’an kardeşliğine davet etmiştir. 22 Said Nursi, Mektubat, 22. Mktb.