ERMENİ SOYKIRIMI ALDATMACASI VE 1919

advertisement
ERMENİ SOYKIRIMI ALDATMACASI VE 1919-1920 ADANA KATLİAMLARI
Türkleri, Fransa’da Germen asıllı Frank hanedanlarının hüküm sürdüğü yıllarda düzenlenen
I. Haçlı Seferi sırasında Fransızları tanıdılar. Hıristiyan Avrupa dünyasının XI. yüzyıl
sonlarında Kudüs’ü kurtarma söylemi ile Türkleri Anadolu’dan atmak ve bütün Orta Doğu’yu
ele geçirmek için başlattığı dini, siyasi, ekonomik amaçlı seferlerin düzenlenmesi amacıyla
ortaya atılan 100’ün[1] üzerindeki projenin büyük çoğunluğunda Fransız teorisyenler
adlarını duyurdular.
Janglörlerinin köy köy dolaşarak halkı teşvik ettiği Fransa, Haçlı seferlerinin başlangıcından
itibaren etkin bir rol oynamış, tüm seferlerde kuvvetlerini bulundurmuştur. Papalık
merkezince yapılan sefer çağrılarına katılan Fransa kralları özellikle II., III., VII. ve VIII.[2]
Haçlı seferlerinde çok etkiliydiler. Rama ve Bizans’ın politikaları gereği Arminia bölgesinden
Anadoluya dağıtılan Ermeni toplulukları Fransızlar bu seferler sırasında tanıdılar. Çukurova
Ermenileri Bizans baskısıyla sığıntı olarak yaşadıkları bölgeye gelen konuklarını sevinçle
karşılayıp, onlara erzak, asker ve danışman yardımlarında bulundular. Frank asılzadesi I.
Baudoin, Ermeni danışmanı Bagrat’ın yönlendirmesi ile 6 Şubat 1098’de geldiği Urfa’da yaşlı
ve varisi olmayan Ermeni Prensi I. Toros tarafından evlatlığa kabul edildi. I. Baudoin
beraberindeki şövalyeleri Ermeni zenginlerinin varlıklı kızlarıyla evlenmeye teşvik etti. Karısı
ve çocukları bu sırada öldüğünden, kendisi de bir Ermeni soylusunun kızı ile evlenerek[3]
onlara örnek oldu. Franklar Adana, Tarsus ve Misis gibi merkezleri de kontrollerinde
bulundurdular. Bölge Ermenileri ile hakimiyet mücadelesi için çatışmalarına rağmen yakınlık
ve ilgilerini devam ettirdiler.
Kutsal amaçlarla Haçlı seferlerine çıkan Franklardan Renaud de Chatillon, 1153 ilkbaharında
Antakya hakimesi Contance[4] ile evlendikten sonra Ermeni Prensi I. Toros’un asker
desteğiyle çıkartma yaptıkları Kıbrıs’taki Rumlara tarihin utançla kaydedeceği cinayet ve
tecavüzlerde bulundular. Kiliseler, manastırlar ve adadaki herşey yağmalanıp ateşe verildi.
Kadınlara tecavüz edildi. İleri yaştakiler ve çocuklar boğazlandı. Burunları kesilerek ağır
hakaretler edilen papazların İstanbul’a[5] gönderilmesi, Hıristiyanın Hıristiyana zulmü olarak
tarihe geçmiştir.
Çukurova Ermenileri II. Hetum’un (1298-1305) marifetiyle Papalık merkezi ile haberleşerek
yardım sağlamaya ve Roma Kilisesi’nin halkasına girmeye çalıştılar. Kardeşi Oşin (1306-1320)
ve onun oğlu V. Leon (1320-1341) zamanlarında Fransa’dan yardım alınması, Papalık
aracılığıyla bölgeye Haçlı seferi yapılması amacıyla girişimlerde bulundular. V. Leon geride
evlat bırakmadığından, Rupenyan-Hetumyan soyu sona ererken, Çukurova Ermenilerini
akrabalık kurdukları Kıbrıslı Frank reisler[6] yönetmeye başlayacaktır. Batılılarla ilişki kurarak
varlılıklarını sürdürmeye çalışan bölge Ermenilerinin maceraları yönetim sınıfının
Franklaşması sonucunu doğuracak, son Ermeni reisi IV. Leon da Batı’ya kaçacak ve sürgün
yaşarken 1393’te Paris’te[7] ölecektir.
Fransızlar Haçlı seferleri sırasında “Kutsal Kudüs” yolunda ilerlerken Suriye ve civarının
zenginliğini görmüşler, bölgeyle yakından ilgilenme gereği duymuşlardı. Bu sırada
Marunilerin 1250 yılındaki yardımlarına karşın, dört yüz yıl sonra XIV. Lui zamanında
Lübnan’da yaşayan bu topluluk Fransa’nın[8] himayesine alındı. Fransa’nın Osmanlı Devleti
bünyesindeki azınlıklarla ilgisi sadece bu bölgeyle sınırlı kalmadı. Aynı ilgi Çukurova ve diğer
bölgelerdeki Ermeni tarih ve kültür varlıkları üzerinde, XIV. yüzyılın sonlarıyla XVII. yüzyılın
başlarında özel görevli Fransız araştırmacıların[9] tespitleriyle yoğunluk kazanacaktır.
Fransa’nın Çukurova ve diğer bölgelerdeki Ermeni tarihi varlığını yayın yoluyla kamuoyuna
yansıtması, ilmi araştırmadan ziyade Suriye -Musul- Çukurova üçgeninde bir hakimiyet alanı
oluşturmaya zemin hazırlamak şeklinde gelişme göstermiştir.
İran Ermenilerinin XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Adana ve civarlarına yerleşmeleri[10] için
ileriye yönelik yatırımlar yapan Fransa, Mısırlı İbrahim Paşa’nın Çukurova’da askeri kontrol
sağladığı yıllarda (1832-1840) bir hayli ümitlenecektir. Mısır, Suriye ve Çukurova üzerindeki
etkinliğini İngiltere’nin çabalarıyla[11] geçici olarak kaybeden Fransa, 1852-1853 yıllarında
Fransız Bilim Akademisi elamanları aracılığıyla Sis, Haçın, Anavarza, Misis Ermenilerinin
kültür ve arkeolojisini inceletip, bölgedeki etnik nüfus üzerinde çarptırıcı yayınlarda[12]
bulunarak “Kilikya Ermenistanı” imajını canlandırmaya çalışmıştır. Bu proje; Osmanlı Devleti
ile ilgili olarak Fransa Dışişlerine 1581’de gönderilen raporda: “Eğer doğudan İran, batıdan
İspanya ve Avusturya, içeriden de azınlıklar birlikte harekete geçtikleri takdirde…” bu
devletin kısa sürede yok olacağının belirtilmesi[13] düşüncesinden hareketle, Fransa’nın
iktisadi çıkarları üzerine bina edilmişti.
Yunanlıların Osmanlı Devleti’nden koparılarak Türkler üzerinde katliam yapılmasına İngiltere
ile destek veren Fransa, Anadolu’daki Ermenilerin fikri ve fiili değişimleri için de
çalışmalarda bulundu. Osmanlı gayrimüslim vatandaşları üzerinde yabancıların ve özellikle
Fransızların yakın ilgisi sonucu, 1860’lı yıllarda Anadolu’daki Ermenilerde Çukurova’yı vatan
edinerek dış dünyaya açılacak[14] sahile ulaşma fikri yoğunlaşacaktır.
Sıcak denizlere inmek, zenginlik kaynaklarına sahip olmak Rusya’nın da tarihi
emellerindendi. Rusya 93 Harbi sonunda Osmanlı topraklarındaki Ermeni toplumu üzerinde
koruyuculuk hakkına sahip olmuştu. İngiltere ve Fransa’nın araya girmeleriyle Ayestafanos
Antlaşması’nın 16. maddesinin Berlin Antlaşması’ndaki 61. maddeyle değiştirilmesi sonucu
“Ermeni Meselesi” diye siyasi amaçlarını yürütecekleri bir zemin hazırlamışlardı. Hindistan
yolu ve dünya politikası üzerinde Rusya’nın Ermeniler üzerindeki girişimlerini gören
İngiltere’nin bu toplumla ilgilenmesi, Osmanlı Devleti toprakları üzerinde Ermeni
komitelerinin[15] isyan, terör ve katliamlarının planlı zaman dilimlerinde gerçekleşmesine
neden olacaktır.
Alman Generali Moltke’nin “Ben onları Hıristiyanlaşmış Türkler zannettim” diye tanımladığı,
ülkenin pek çok yerinde ibadetlerini bile Türkçe yapan sadık vatandaş Ermenileri Osmanlı
Devleti’ne ihanet durumuna getiren ruh ve fiil değişmesinde, Amerika[16] ve Avrupalı[17]
misyonerlerin XIX. yüzyıl başlarından itibaren yoğun çalışmaları ile akabinde açtıkları
mektep, kolej gibi kuruluşlardaki telkinlerinin büyük önemi vardır. Alman emperyalizminin
XX. yüzyıl başlarında iyice belirginleşmesi
İngiltere ve Fransa’yı ürkütmüş, Osmanlı Devleti’ni koruma politikası bırakılarak Rusya ile
ittifaka girilmişti. Bu devletlerin teşvik ve yardımlarıyla Ermenilerin Türkler üzerinde
yaptıkları katliamların devam ettiğini, suni bir Ermeni meselesinin Osmanlı coğrafyasında
Ermenistan teşkiline yönelik olduğunu gören Osmanlı devlet adamları yeni bir denge unsuru
olarak[18] Almanya ile ittifaklaşmada bir sakınca görmeyeceklerdir.
Osmanlı Devleti XIX. yüzyıl başlarında kurumlarının çağı geriden takip etmelerine karşın,
Anadolu, Balkanlar ve Ortadoğu’da stratejik konumunu koruyan bir güç olarak varlığını
hissettiriyordu. Söz konusu yüzyıl ortalarından itibaren Osmanlı devlet adamlarının çağın
ilerlemelerine ayak uydurabilmek amacıyla açtıkları okullar Fransız eğitim sistemi ağırlıklı
olacaktır. Buna paralel olarak Osmanlı ülkesinde açılan azınlık ve yabancı okullar arasında
Fransızlar, Ermeniler üzerinde Katolik mezhebinin yaygınlaştırılması, Bulgar öğrenciler
arasında milliyetçiliğin[19] uyandırılması yönünde yoğun çalışma yapacaklardır. Azınlıklar
üzerindeki fikri eğitimin fiili yansıması, Müslüman Türkler üzerinde imha metodu
kullanılarak bağımsızlığın sağlanması hareketleri şeklinde görülecektir.
Osmanlı Devleti XIX. yüzyıl sonlarında Doğu Anadolu’da Ermeni ihtilal komitelerinin Türkler
üzerindeki öldürmelere yönelik isyanlarla sarsılırken, Fransa marifetiyle güney topraklarında
gelişen Zeytun Ermenilerinin[20] sürekli isyan ve yok etme siyaseti yoluyla bağımsızlığa
ulaşma hareketleri ile uğraşmak zorunda kalıyordu. Fransa Zetunluların isteklerini Babıâli
nezdinde desteklerken, devlet yönetimini değiştirmeyi amaçlayan Jön-Türklerin ülkesindeki
çalışmalarına da[21] ev sahipliği yapmaktan çekinmeyecektir.
Anadolu’da Rusların ve Batılıların teşvikiyle gelişen Ermeni komitelerinin katliam
hareketlerinin yanı sıra, 1911 Fransız-İtalyan sömürge antlaşmasına karşılık olarak gelişen
Trablusgarp’daki Türk- İtalyan Savaşı’na Türk vahşeti yakıştırılması yapılmış, olaylar Fransız
kamuoyunda ters yüz edilmeye çalışılmıştır. Tarafsız tespitleriyle tanınan Fransız yazar
Pierre Loti 10 Aralık 1911 tarihli yazısında[22] Bu üzüntülü itirazlarım yalnız İtalyanlara karşı
değildir. Sözlerim hepimizi, Avrupa’nın bütün Hıristiyan halkını içine almaktadır. Yeryüzünde
en fazla insan öldüren biziz. Dudaklarımızda kardeşlik kelimesi olduğu halde, her yıl daha da
çoğalan yakıp yıkıcı maddeler icad ederek, Afrika’da, Asya’da yağma ve çapul düşüncesi ile
kan ve ateş saçan bizleriz. Kendi medeniyetlerine uymayanları, bizim kadar silahlanmamış
oldukları için, hiçbir şeyi umursamadan, incelemeden hor görüyor, top gülleriyle eziyoruz.
Öldürebildiğimiz kadarını öldürdükten sonra, onları gayemize uygun şekilde işletmeye
başlıyoruz” demek suretiyle kendi devletinin ve basının gerçek yüzünü ortaya koymuştu.
Dünyada gelişen sömürgecilik yarışında Almanya’nın Osmanlı Devleti toprakları üzerinde
gelişme sağlamasına karşı, ezeli rakibi İngiltere ile ittifak kurarak karşılık veren Fransa
Çanakkale Muharebelerine iki torpido botu, dört denizaltı, bir kruvazör, on beş mayın
tarama gemisi ve deniz uçaklarıyla[23] katılmış, 253.000 Türkün cephede şehit edilmesinde
ortak rol oynamıştı.
I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı topraklarını paylaşım anlaşmalarında bulunan Fransa,
pamuk ve diğer kaynaklarını sömüreceği Çukurova ile Suriye, Musul’un petrollerinin
taşınmasında kullanacağı İskenderun’a[24] sahip olmak için ortaklarıyla anlaşacaktır.
1909 Adana Olayları
Geçmişte Çukurova için yoğun ilgi gösteren Fransa ile bölge Ermenilerinin[25] istekleri
karşılıklı uyum göstermekteydi. Doğu Anadolu’daki isyan hareketlerinin sonuç vermediğini
gören Adana Piskoposu Paul Terziyan 6 Temmuz 1898’de hazırladığı bir projeyi Fransa
Hariciye Nazırlığı’na göndermiş, Rusya’ya kaçan 30.000 kadar Ermeninin bölgeye
yerleştirilmesi sonucu kurulacak Ermeni Devleti’nde siyasi üstünlüğün Fransa’ya ait
olacağını, bu sayede Fransa’nın Orta Doğu’daki konumunun kuvvetlenebileceğini[26]
söylemişti. Doğu Anadolu’da ve İstanbul’da Türk katliamı yaparak kargaşa ortamında
Avrupalı devletlerin müdahalesi ile büyük Ermenistan’ı kurma hayalleri gerçekleşemeyen
Ermenilerin Adana, Dörtyol taraflarına sürekli nüfus kaydırmak suretiyle küçük Ermenistanı
kurma hazırlığı yaptıkları bir gerçektir. Adana Gregoryen Ermeni Piskoposu Muşeg’in
silahlandırdığı Ermeniler 14 Nisan 1909’da Adana’da, hemen ardından Dörtyol’da Türkleri
öldürüp[27] yabancı müdahalesine yönelik isyan çıkardıklarında, her iki merkezde de Doğu
Anadolu’dan gelip doluşan Ermeniler büyük bir nüfus yoğunluğu oluşturmuşlardı.
Adana, Sis (Kozan), Cebel-i Bereket ve İç-il sancaklarından oluşan Adana Vilayeti’nde, 1909
itibariyle 60.000 Ermeni, 15.000 Rum, 25.000 Arap, 450.000 nüfus[28] bulunduğu Cemal
Paşa’nın kayıtlarında geçer. İngiliz kaynaklarına göre Adana Vilayeti’ndeki nüfusu 75.000
Ermeni, 290.000 Müslüman; Osmanlı kayıtlarına göre 57.686 Ermeni, 341.903
Müslüman[29] bulunduğu şeklinde bilgiler vardır. Adana nüfusunun gayrimüslimler lehine
artması aslında daha öncelere dayanan bilinçli hareketlerden kaynaklanmaktadır. Bahçe,
Kars (Kadirli), Kozan ve Haçın (Saimbeyli) dışında, Adana ve diğer kazalarında 1525’te
toplam nüfusun %1.4’ünü oluşturan gayrimüslümler, 1547’de %2.3’e yükselmiş, 1572’de ise
%2’ye düşmüşlerdi. Adana Şeriyye Sicillerinde 1175/1761 yılı cizye beratında geçen
Eramine-i Acem ifadesi[30] bize XVIII. yüzyılda doğudan Ermeni nüfusunun yönlendirildiğini
gösterir.
Bölgede yaşayan Ermeni halkının çoğunluğu Türk kültürüne adapte olmuşlardı. Türkçe
konuşurlar, iktisadi yapıyı[31] kontrol ederlerdi. Bizans Devleti’nin siyaseti gereği İslam
dünyasına bir set olmaları için önceden bu bölgeye yerleştirilen Ortodoks Ermenilerinin dini
merkezi olan Sis Katagikosluğu da burada bulunmaktaydı. Rusya’nın bölge Ermenilerini
Eçmiyadzin Kilisesi’ne bağlama girişimlerine karşın, Osmanlı Devleti onların inançta daha
bağımsız yaşamaları için[32] bu merkezi kurdurmuştu. Böylece Rusya’nın kontrol bölgesi
oluşturma çabasının geçici olarak kırılmasına rağmen, III. Napoleon zamanında
Fransızların,[33] daha sonraları da İngiliz papazlarının telkinleri sonucu, XIX. yüzyılın
sonlarında borçlandırdıkları[34] Türklerden geniş topraklar edindiler. Çukurova Ermenileri
ile birlikte bölgede ekonomik nüfuz sahası oluşturmak isteyen Fransız sermeye grupları,
1906 yılında şimdiki geniş ve verimli Mercimek Çiftliği topraklarını[35] ele geçirmeye
çalıştılar.
1885 yılında Aladağlar da üç firması vasıtasıyla maden işletme ruhsatı alan Fransızlar,[36]
1913’te çiftliği 75 yıl süreyle[37] kiralamayı[38] başarmışlardı.
Eskiden Kilikya diye anılan Adana, Maraş ve çevresine bir kontrol sahası oluşturarak
Akdeniz’e inmek, buradan Orta Doğu’ya sarkmak amacı Fransız, İngiliz ve Rusların bölgeyle
yakın ilgilerinde yarışa girmelerine neden olmaktaydı. Ermeni komiteleri Anadolu’yu kan
gölüne döndüren eylemlerine rağmen, Batılıların müdahalesini alamamışlar, yeni bir ümitle
Çukurova’yı hedef edinmişlerdi. Ermeni komiteleri 1905 yılında Paris’te yaptıkları bir
kongrede Kilikya’nın istiklali için müdahale yönünde karar[39] bile almışlardı.
İstanbul ve Doğu Anadolu olaylarını tertipleyen Taşnak., Hınçak komitecilerinin girişimiyle
Van, Muş, Bitlis, Harput, Diyarbakır, Maraşlı Ermeniler[40] bölgeye doluştular. Adana ve
Cebel-i Bereket köylerine anormal sayıda Ermeni yerleşti.[41] Hükümetin resmi kayıtlarına
göre, Ermeni evlerine nüfusta gösterilmeden 5-6 aile yerleştirildiği ve yalnız 1903’ten 1909
yılına kadar geçen sürede Adana’da Ermeni nüfusunun %40 oranında[42] arttığı
görülmekteydi. Adana İğtişaşı olarak anılan olaylar sırasında bir evde barınan aile sayısının
10-15’e[43] çıkması komitelerin planlı çabalarının ürünüydü.
Taşnak ve Hınçak komiteleri üzerinde etkisini arttıran Adana Gregoryen Ermeni Piskoposu
Muşeg Efendi Dörtyol’daki Ermenilerden Bedros kumandasında üç yüzü aşkın[44] Postallı
adıyla gerilla kuvveti oluşturdu. Amerika ve Rusya’da eğitilmiş Ermeni fedailerinden
subaylar tayin ederek[45] silahlı eğitimlerini sağladı. 1908 Meşrutiyeti’nin silah taşıma
serbestiyetinden yararlanan komiteciler Kıbrıs, Beyrut ve İzmir’den gizlice silah
getirirlerken,[46] Muşeg Efendi “1895’in her Ermenisi için bir Türk” söylemiyle intikam
alınmasını, “bir ceketi olan onu satıp silah almalıdır” vaazıyla[47] da Ermenileri silahlanmaya
teşvik ediyor, köy köy dolaşarak sattığı silahlardan[48] önemli bir kâr sağlıyordu. Olaylar
öncesi yalnız Dörtyol’da 50.000 silahlı Ermeni fedaisinin[49] bulunması, Türklere yönelik
imha planını açıklamaktadır.
Muşeg Efendi aylar öncesi başlattığı isyan hazırlıklarını tamamlayıp, bir bahane ile Mısır’a
gitti.[50] 9 Nisan 1909 Cuma günü İsfendiyar ve Rahim adındaki iki Müslüman gencin
Ermeni Ohannes tarafından[51] Adana’da vurulmasıyla[52] ortam gerginleşti. Başkent
İstanbul’da 13 Nisan 1909’da (31 Mart 1325) 31 Mart Vakası’nın patlak vermesini fırsat
bilen Ermeniler tarafından aynı akşam birkaç Müslümanın öldürüldüğü söylentisinin[53]
çıkması tarafları hareketlendirdi. Müslüman evlerine haç işaretleri çizen Ermeniler
köylerinde, yollarda ve kasabalarda erkek ve kadınlara saldırıp, jandarma ve halkı
katlederek[54] Türkleri karşılık vermeye zorladılar. Adana’nın önde gelen dava vekillerinden
Gökdereliyan Karabet[55] ile Papaz Tatılyan[56] Adana’da, Papaz Deyr Sehak, Beyr Rupen,
Dersak, Hınçak Karabet İskender[57] ve Bedros[58] Dörtyol’da katliama yönelik isyanları
yönlendirdiler.
Akşam başlayan çatışmalar 14 Nisan 1909 Çarşamba günü Adana merkez ile Hamidiye
kasabasına, Erzin’e, 15 Nisan’da Hasanbeyli’ye, Ocaklı’ya, 17 Nisan’da Nacarlı, Bahçe,
Osmaniye, ve Payas’a[59] sıçradı. Zeytun, Haçın, Sis ve diğer merkezlerdeki Ermeniler
önlerine çıkan Türkleri katlederek Dörtyol’daki[60] isyana katıldılar. Bu sırada çatışmalar
Tarsus ve Mersin taraflarına sirayet etmeye başladı. İstanbul’daki olayın şaşkınlığını hemen
atlatamayan Hükümet’in sevkettiği askeri kuvvetlerin tamamı bölgeye henüz ulaşmamış,
İngiliz, Fransız, İtalyan, Alman ve diğer savaş gemileri 25 Nisan dolaylarında Mersin ve
İskenderun’a gelmişlerdi.[61] Yerel kuvvetler ve redif taburlarının devreye girmesiyle
bölgede kısmen sükunet sağlanmıştır.
Yabancı savaş gemilerinin varlığını fırsat bilen komiteciler sinsice bir plan uyguladılar. 25
Nisan 1909’da[62] Dede ağaçtan Adana’ya gelen Rumeli kuvvetlerine Komiteciler kurşun ve
bomba yağdırdılar. Böylece Adana Olayı’nın ikinci safhası başlamış oldu.[63] Yabancı
müdahalesini sağlamaya yönelik bu kanlı girişimden sonuç alamayan bu komitecilerin
genişlettikleri olaylar 30 Nisan’dan itibaren[64] kontrol altına alındı. Bölgede göreli İngiliz
subayı ve görevlilerin amirlerine verdikleri raporlar ile isyan mahalline gelen savaş
gemilerinin dengeleyici dağılımı açık şekilde olaylara yabancı müdahalesini önlemişti.
İstanbul ve Avrupa basınlarındaki Ermenilerin taraflı yayınlarına karşın,[65] Alman filo
komutanın Avrupa basınına yatıştırıcı bilgiler vermesi[66] komitecilerin planlarını alt üst
edecektir. Olayların yatışmasından sonra dış basın ve Meclis-i Mebusun milletvekilleri
marifetiyle Ermeniler olaylarda mazlum taraf olduklarını, suçluların cezalandırılması[67]
gerektiğini gündemde tuttular. 2 Mayıs 1909’da bölgede sıkıyönetim ilan edilmesi kararı
alan Hükümet, Tekirdağ Millet Vekili Agop Babikyan, Kastamonu milletvekili Yusuf Kemal
(Tengirşenk), Danıştay Başkatibi Arif Bey ve Yargıç Musdigyan Efendi’den oluşan bir
soruşturma komisyonunu[68] görevlendirdi. Hınçak cemiyetibaşkanı Muradyan
(Hamparsum Boyacıyan),[69] Babikyan’ı ölümle tehdit ederek[70] olayları ve ölü sayılarını
çarptırmaya çalıştı. Dahiliye Nazırı Ferit Bey’in Müslümanlardan 1924 ölü, 533, yaralı
Ermenilerden 1455 ölü 382 yaralı olduğunu Mecliste[71] açıklamasına rağmen, Ermenilerin
sayı oyunlarına kanan Adana Valisi Cemal Paşa, toplam 1700 Ermeni ve 1850
Müslümanın[72] yaşamlarını yitirdiklerini belirtmiştir.
Osmanlı hükümetinin olaylarla ilgili resmi tespitlerine rağmen,[73] Cemal Paşa’nın Ermeni
kayıplarını yüksek tutması, bazı yetkililerin bölgeye yabancı müdahalesinden kaynaklanan
tedirginlik ve endişelerinden kaynaklanmıştır. Nitekim, tutuklanan[74] Müslüman sayısında
büyük artışlar olması, Cemal Paşa tarafından astırılan 47 Müslümanın idam edilmesine
hazırlanan dayanaktır. İdama mahkum edilen 29 suçlu Ermeninin cezalarının müebbet
hapse çevrilmesi[75] ise İttihat Terakkicilerin[76] tarihi yanlışlıklarının[77] bir taraftan diğer
halkasını oluşturmuştur.
Soruşturma Komisyonu üyesi Yusuf Kemal Bey tüm belgeleri İngiliz Konsolos Yardımcısı
Doughty Wylie’ye vererek raporundaki gerekli gördüğü değişiklikleri yapmasını istemişti.
İstanbul’a dönen Yusuf Kemal Bey Babikyan’a raporlarını yeniden yazıp Meclise sunmasını
önermesine rağmen, Babikyan devamlı şekilde kaçamak yapıyordu. 1 Ağustos sabahı
Doughty Wylie’nin sekiz sayfalık Fransızca raporunun bir suretini veren Yusuf Kemal Bey,
ondan sonuç bölümü olan sekizinci sayfayı Türkçeye çevirerek imzalamasını önerdi. Ertesi
gün raporunu bir zarf içerisinde Yusuf Kemal Bey’e iade eden Babikyan[78] sonuç bölümünü
kasıtlı olarak kaybedecek, Yeşilköy’deki evinde şüpheli bir şekilde ölü bulunacaktır.
Babikyan’ın raporlarının Meclise ulaşamaması nedeniyle Hükümet,
Şeyhülislam Hayri Bey, Hallaçyan, Zöhrap, Vartkes, Ali Münif Bey’in de aralarında bulunduğu
sekiz kişilik heyeti olayların raporunu hazırlamaları için görevlendirdi. Heyetin hazırladığı
rapor[79] Ermenilerle Türkleri karşı karşıya[80] getirdi. Her iki taraf olaylar nedeniyle
birbirlerini sorumlu tutuyorlardı. Adana mebusu Ali Münif Bey’in Ermeni tanıkların ve
Babikyan’ın olayları Ermenilerin başlattığını açıklamalarını alan Dahiliye Nazırı Talat Bey şu
sonuca varmıştı: “Olaylardan maksat halkı kargaşa çıkartmaya kışkırtmak, Avrupa’nın
dikkatini çekmek ve Çukurova’da özerk Ermeni Devleti’ni kurmaktı”.[81] Hükümetin bu
yönündeki iddialarını geri çekmesini isteyen Ermeni Patriği Turiyan istifa tehdidinde
bulunuyor, ardından Ermeni idamlarını engellemek amacıyla 7 Eylül’de istifasını Sadrazama
gönderiyordu. Ermeni Ulusal Kurultayı da istifa tehdidinde bulundu.[82] Diğer etkenlerle[83]
zaten bocalayan Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa, aksini vaat etmesine rağmen, Divan-ı
Harplerde verilen idam kararlarını tasdik edince Talat Paşa görevinden[84] ayrılmak zorunda
kalacaktır.
Böylesine ikilemlerin olduğu 1909 Adana Olayları, sonuçları itibariyle canlarını ve
namuslarını müdafaa eden Türklerin cezalandırılmasına yönelik İttihat Terakkicilerin tarihi
yanlışlıklarını ortaya koymuştur. Devlet ve millet ahengi yerine denge politikasının üstün
tutulmasındaki yanlışlık, I. Dünya Savaşı sırasında da casusluk, ihanet ve katliamları görülen
aynı Ermenilere güvenen İttihat Terakkicilerin sonlarını hazırlayan zincirin halkası olmuştur.
Ermeni Lejyonu ve Adana’da Yaptıkları Katliamlar
I. Dünya Savaşı öncesi kilise, kolej, azınlık ve yabancı okullardaki misyonerler marifetiyle
Anadolu’daki Ermenilerin fikri ve fiili değişimleri sağlanmıştı. Daha önceleri ileri karakolu
görevini yapmaya devam edeceklerdi. Ermenilerin Zeytun’da yapacakları isyan Dörtyol’dan
başlatılacağı hükümet tarafından öğrenilmişti. İngilizlerin denetimindeki Mısır’da ermeni
komitelerince yapılan toplantıda Adana ve çevresinde bir isyan yapılması kararlaştırılmış.
Taşnak Sütyun Komitesi mensubu Sivaslı Gazaros 20 Mayıs 1914’te[85] bölgeye gelerek
çalışmalarını başlamıştı. İtilaf Devletleri Yunanistan’dan silah, Kıbrıs’tan silah taşınmasını
sağlayacaklar, Maraş Adana ve İskenderun’daki[86] ayaklanmayı çıkarma hareketi ile
destekleyeceklerdi. Bölgedeki Ermeni isyanlarına destek amacı ile 23 Ocak 1915’te 60 kişilik
müfrezeyi Adana’ya çıkaran İngilizler[87] ateşler karşılık görünce geri çekilmişlerdi. Bu
olaylara 1915 Şubat ayı içerisinde Abraham Salcıyan, Artin, Bedros, Köşker Torosoğlu,
Muallim Agop ve Dağlıoğlu Artin’in İskenderun Kıyılarında İtilaf Devletleri hesabına
casusluk[88] faaliyetleri eklendi. Bölgede yapılan aramalarda ele geçirilen yüzlerce silah,
bomba, dinamit ve barut[89] Ermenilerin direniş hazırlıkların göstergeleri idi.
Osmanlı Devleti bir çok cephede Çanakkale’de olumsuz şartlarda vatan savunması için
çarpışırken Ermenilerin casusluk sabotaj, ihanet ve isyanlarıyla uğraşmak, kuvvet ayırmak
zorunda bırakılmıştır. İsyanın genişlemesini önlemek isteyen Hükümet 24 Nisan ve 23 Mayıs
1915 talimatları ile Adana, Antakya ve İskenderun bölgesinde zararlı faaliyetleri tespit
edilenlerin Halep’in Güneydoğusu ile Zor ve çevresine[90] sevk edilmesine karar vermek
zorunda kaldı. Alınan sevk kararına uymak istemeyen bölge Ermenileri[91] Samandağı’na
bağlı yedi köydeki isyancılarla birlikte Musa Dağı’na[92] çekilerek 41. Tümen kuvvetlerine
direnmişlerdir. 21 Temmuz’da başlayan direniş, geceleyin sahile gelen Victor Hugo, Henri
Quatre ve bazı İngiliz savaş gemileri 5000 yakın isyancıyı Mısır’ın Port Sait[93] Limanı’na
kaçırmaları üzerine sona ermişti.
Ermeni göçmenleri Fransa’ya kaçınılmaz bir fırsat vermişti. İngilizlerin bilgisi içinde Fransa
Savaş Bakanlığı 15 Kasım 1916’da Kıbrıs’ta bunlardan Legion d’Orient kurulmasına karar
verdi.[94] Her biri 200’er kişilik altı bölükten kurulu bu Doğu Lejyonuna[95] 160 Suriyeli
gönüllü Ermeniden oluşan bir bölük dahil edildi. Kıbrıs’taki Magosa yakınlarında bulunan
askeri kampta sıkı bir disiplin ile eğitim Lejyon,1917’de Filistin’de[96] Suriye’de[97] Albay
Allenby’ye göre hakkın ve Medeniyetin savunucuları (!) ile birlikte cephelerde.” dövüşen
lejyona Fransızlar, Ermeni Lejyonu[98] adını vererek, I. Dünya Savaşı’nın galibi sıfatıyla, 1918
Aralık ayının ortalarında işgale başladıkları Çukurova’ya taşıdılar.
Haçlı seferlerinden itibaren Ermenilerle kültürel bağlarını sürdüren Fransızlar, Çukurova’nın
zengin kaynaklarına sahip olmak için, onların 1915 tehcir olayından kaynaklanan intikam
alma duygularından yararlanmak isteyeceklerdir.
Fransız hükümeti, Çukurova’ya 1918’de ve 1919 yılının sonlarına kadar Ermenistan adını
vermişti. Başbakan Clemenceau, Suriye ve Çukurova için Suriye ve Ermenistan Yüksek
Komiseri unvanı ile Georges Picot’u askeri idareci olarak atamıştı. Albay Bremond’un
Ermenistan Baş Yöneticisi sıfatıyla seçildiği Çukurova’da sancak ve kazalara Gouverneur[99]
denilen Fransız subayları tayin edilecektir. Posta, demiryolu, polis teşkilatlarında ise Ermeni
asıllı memurlar görev başına getirilecektir. İşgalin ardından Fransızların çabalarıyla bölgeye
Amerika, Mısır, Suriye, Kıbrıs ve Fransa’dan 120.000 civarında[100] Ermeni göçmen getirildi.
Cezayir ve Tunuslu Müslüman askerler[101] de Fransa adına işgal hareketine dahil edildiler.
İngilizler, başlangıçta Rusya ile doğrudan komşu olmamak için Musul’u Fransa’ya bırakmıştı.
1917 Bolşevik İhtilali ile Rusya ortaklıktan çıktığına göre, Orta Doğu’da fedakarlık yapmaya
gerek yoktu. İngilizler, Suriye,[102] Kilis ve Toros geçitlerindeki askerlerini geri çekmek
tehdidinde bulundular. Petrol alanlarına yönelik görüşmeler sonunda 15 Eylül 1919’da
Suriye İtilafnamesi taraflarca kabul edildi. Buna göre, 1 Kasım 1919 tarihinden itibaren
İngiliz kuvvetleri Çukurova ve Suriye’den çekilecek, Şam, Hama, Humus ve Haleb Arap
Devleti sınırları içinde kalacak, Sykes-Picot çizgisinin batısındaki garnizonlar Fransızlara
bırakılacak; Filistin, Musul dahil olmak üzere Mezapotamya’nın[103] kontrolü İngilizlerde
kalacaktı. İngilizler Suriye ve Çukurova’yı Fransızlara devrederken, Suriye’deki Arapları
onların aleyhinde silahlandırmak[104] suretiyle sonuç alamayacakları bir maceraya
itiyorlardı.
Adana’da 1919 Yılı Katliamları
Fransızlar Ermenilerden 70.000’ini Adana köylerine 12.000’ini Dörtyol’a 8.000’ini Haçın’a
(Saimbeyli) diğerleriniz de Osmaniye, Kars (Kadirli) ve Sise (Kozan) yerleştirdiler.[105]
Sömürgelerinden getirdikleri Müslüman askerlere, Türklerin İslamiyet’ten ayrılarak Bolşevik
olduklarını ve halifeye karşı isyan ettiklerini[106] devamlı telkin ettiler.
Batılıların ve Komitecilerin tahrikleriyle şartlanmış Ermenilerden uysallık göstermeleri
beklenemezdi. Adana’da Türklerin elindeki silahlar tehdit yoluyla toplanıyor, silahlandırılan
Ermeniler tarafından her gün birkaç Türk katlediliyor, Ermenilere kurdurulan Tesviye-i
Mesalih Komisyonları marifetiyle Türklerin emvaline el konuluyordu.
10 Ocak 1919’da Kahyaoğlu Çıvarında Abdo Ağa’nın Çiftliği’ni basan askeri kıyafetli 15
Ermeni, Abdo Ağa, kızı ve savunmasız 15 işçisini katlettiler.[107] Adana Emniyet Müdür
Muavinliği’ne getirilen Kel Parsumoğlu Vahan marifetiyle Ermenilerin yağma ve katletme
olaylarını[108] artırmaları üzerine, 19 Şubat’ta toplanan İngiliz-Fransız savaş komitesi
Ermeni lejyonlarından bir kısmının[109] dağıtılmasına karar verdi. Adana Valisi Haşim
Bey[110] Anadolu dışına sürgüne gönderildi. Adana bağlarında ve mahallelerinde adları
tespit edilemeyen Türklerin katlinden sonra 25 Şubat 1919 Salı gecesi sarraf Vanlı Ahmet
Efendi’nin Saracan Mahallesi’ndeki evi komşusu Agop ve 15 kadar Ermeni askeri tarafından
basıldı. Ahmet Efendi katledildi. Çocuğu dipçikle yaralandı. Boğulmaya çalışılan karısının
feryatları üzerine kaçan Ermeniler evden çok sayıda para ve mücevheri gasp ettiler. [111]
Adana 4 Mart’ta bağ evinde katledilen Dellal Ahmet’in[112] haberi ile çalkalandı. Şehrin
saygın ailelerine dayak atılmak, ucu telli kırbaçlarla çarmıha germek suretiyle[113] gözdağı
veren İngiliz- Fransız askeri yetkililerinin ve Ermeni zulmü nedeniyle Türkler, Ermenilerin
semtlerine[114] gidemez oldular.
Kolonel Normand adlı İngiliz subayı, Kara Yusuf çetesini arama bahanesiyle avdan dönen
Sislioğlu Ali Ağanın infazını Ermenilere yaptırdı. Kayıkçılar ve çiftliklerdeki Türklerden
yakalananlar, çeteye yardım ettikleri iddiasıyla, Karşıyaka ve Kumluk meydanında[115]
Ermeniler tarafından kurşuna dizdiriliyordu. Adana’da güzel sesiyle tanınan
Dabağoğullarından Ragıp, Kızıl-dağ Yaylası civarında dönüş hazırlıklarını yaparken,
Kuzucuoluk Ermenileri tarafından gözleri oyulmak suretiyle şehit edildi. Hafızın iki arkadaşı
ise başları kesilerek[116] katledildi. Bremond, çete oldukları suçlamasıyla birçok Müslümanı
kurşuna dizdirdi.[117]
Heyet-i Temsiliye Çukurova’da olanlardan haberdardı. Bölgenin milis kuvveti kullanılarak
kurtarılması amaçlanmıştı. Bu yönde yayın yapan basında Fransızları tahrik edici ifadeler yer
almazken, Ermenilerin yaptıkları mezalim için zaman zaman “vahşet”[118] yakıştırması
yapılmıştır.
“Zavallı Adana daha ne kadar katil ellerde kalacaktır” diye yakınılan Adana’da hükümetin
acizliği[119] Türk milletine şikayet edildi. Fransızlar Adana Vilayet bütçesine el
koymuşlar,[120] silahlandırmaya devam ettikleri Ermenilere her gün sekiz on Türkü[121]
kurşuna dizdirmeyi sürdürdüler. Halk can, ırz ve namusundan emin olmadan gün
geçirmektedir.[122]
22 Aralık 1919 Pazartesi Adana’nın Eski İstasyon civarındaki Ermeni mahallesinde 14
yaşlarında parçalanarak öldürülmüş bir Türk çocuğunun cesedi bulundu.[123] Gülek
Boğazı’nda 3 Türk jandarması da Ermeniler tarafından çok feci şekilde katledilmişti.[124]
Fransızlar zulümde Ermenileri aratmıyorlardı. İloğlu Köyü’nü işgal ettikleri sırada İslam halkı
bir eve toplanarak, çoluk-çocuk demeden 20 kadar nüfusu katletmişlerdi.[125]
Adana’da 1920 Yılı Katliamları
Ermenilerin taşkınlıkları nedeniyle Adana esnafı dükkanlarını kapatmış, halk komitecilerin
nutuklarıyla intikam naraları atan Ermenilerin insafına terkedilmişti. Kenarda bucakta yalnız
yakalanan Türkler üzerinde imha politikası devam etmekteydi. 2 Şubat 1920’de Ermeni
gençlerine silah dağıtılacağı haberinin[126] ardından, 10 Ocak’ta biri İncirlik yolu üzerinde,
diğeri Şakirpaşa yönünde şehre gelen iki Türk komiteciler tarafından şehit edildi[127]
Fransız subayları Ermenilerle birlikte varlıklı Türklerden tehditle rüşvet ve para
toplamaya[128] başladılar.
Maraş’taki Türk direnişi üzerine, Fransızlar 27 Ocak-4 Şubat tarihlerinde Beyrut’tan altı
tabur asker sevki yaptılar.[129] Ermeni ve Asurilere silah dağıtımı[130] yapılırken, Avrupa
kamuoyunu yanlış haberlerle[131] etkilemeye çalışıyorlardı.
22 Şubat’ta Sırkıntı nahiyesinden hayvan almak üzere Adana’ya gelmekte olan Beğceli
Köyü’nden Hacı Mehmed oğlu Mehmed ve arkadaşı Emir Ali, aynı nahiyenin Danacılar
Köyü’nden Hatib’in oğlu Abdulkadir ve amcazadesi Osman ve Sarıgeçit merkez nahiyesinin
sabık muhtarı Hallacoğlu Mehmed güpe-gündüz önlerine çıkan 7 silahlı Ermeni tarafından
feci şekilde katledildiler.[132]
6 Mart 1920’de Bağlar bekçisi Karaköse oğlu Mustafa’nın yeğeni Dadağ Mahmut,
Ermenilerin pususuna düşerek öldürüldü. Aynı gün, Kozan’a yarım saat mesafede Uyuzpınar
mevkiinde posta sürücüsü olan Hasan Ağa da Ermeni çetelerince katledildi. 7 Mart gecesi
Kayarlı Karakol Kumandanı Mustafa Efendi’yi karakolda bulunan Ermeni Jandarmaları,
uyurken öldürerek firar ettiler.[133] 13 Martta şehirde müthiş bir patlama oldu. Abidinpaşa
Caddesi’nde Ermeni Kilisesi Piskopusu Muşeg’in evinden papazın kardeşinin, Arşak’ın ve 5
Ermeninin cesedi çıkarıldı. Yıkıntılar arasında yapımı yarım kalmış 600 bomba, 8 Alman
mavzeri ve binlerce mermi bulunması[134] masum! Ermenilerin ne tür oyuncaklarla
uğraştığının göstergesiydi.
6 Nisan’da Adana’nın eski ailelerinden olan Abuzade Ali Efendi, bağına giderken gündüz
vakti Ermeniler tarafından öldürüldü. Aynı gün gece yarısı 6 kişilik bir Ermeni çetesi
Bahçelidam’da Kaplan Bey’in çiftliğini basarak iki ameleyi, bir bekçiyi öldürdüler.[135] 10
Nisan’da Belemedik’i düşüren Milli Kuvvetler, Ermenilerce yüzlerine katran sürülerek,
güneşin altında günlerce bırakıldıktan sonra ölen birçok Müslümanın cesediyle karşılaştılar.
30 Nisan’da demiryoluna bomba koydukları iddiasıyla üç Türk kurşuna dizildi[136]
Ermenilerin şuursuzca Türklere saldırmalarının nedeni, 11 Şubat 1920’de Maraş’tan
atılmalarının kızgınlığından kaynaklanan intikam alma saplantısıydı.
Fransızların en güvendiği Pozantı Garnizon Kumandanı Binbaşı Mesnil, 19-21 Mayıs 1920 II.
Kavaklıhan Muhaberelerinde taburu ile küçük sayıdaki Milli Kuvvetlere yenilmiş, daha sonra
da çıkış yapmak için geldiği Karboğazı’nın Panzın Çukuru mevkiinde 42 Türk köylüsüne[137]
teslim olmuştu. Çukurova’da Türk direnişinin gelişmesi karşısında TBMM hükümetini
muhatab kabul eden Fransız hükümeti, Robert’de Caix başkanlığındaki heyetin Mustafa
Kemal Paşa ile 23 Mayıs 1920’de görüşmesini sağladı. Sonuçta 29-30 Mayıs 1920 gece
yarısından geçerli olmak şartıyla 20 günlük ateşkes anlaşması imza edildi.[138]
Geçmiş tarihte olduğu gibi, Fransızlar bu ateşkesi kuvvetlerini takviye etmek, Antep, Maraş
ve Pozantı bozgununun olumsuz izlerini silmek amacıyla yapmışlardı. Ateşkese rağmen, 3
Haziran’da Gök Alioğlu Duran Ali ile 5 adamının, Karaoğlanlı Köyü’nden 10 Türkün
Ermenilerce katledilmesi[139] bunun göstergeleriydi. 15 Haziran’da topluca imhasına
çalışılan İncirlik’in boşaltılmasının ardından köy Ermenilerce yakıldı.[140] Olanlardan
habersiz ele geçirilen Cingöz Bekir, İskender, Mehmet Şerifi karısı Hediye ve iki oğlu
Ermenilerce katledildi.[141] Kozan’ın Karacaali Köyü’nden olan Arap Mehmet’i kurşunla
yaralayan[142] Ermeniler 4 çobanı öldürdüler. Kulaklarını ve diğer uzuvlarını keserek[143]
vahşet sergilediler.
11 Haziran 1920 Kahyaoğlu Katliamı’nda 43 erkek, 21 kadın ve sayısı belirlenemeyen
çocukların acıklı sonu[144] Adana’yı ve Ankara’yı yasa boğdu.
Ermeniler 12 Haziran 1920 Cumartesi günü Adana bahçelerinde halka ateş açarak 2 kişiyi
öldürdüler 7 kişiyi de yaraladılar.[145] 14 Haziran’da Çameli ve Gürcüler köylerinde 5 kişi
hariç toplu katliam yapıldığı haberi[146] şehir halkını inletti. 15 Haziran’da Camili ve
Dedepınarı[147] köylerini basan 575 kişilik Ermeni-Asuri çetesi toplam 95 nüfus Türkü
Ceyhan nehri kıyısında katlederek suya attılar.[148]
Osmaniye’nin Hasanbeyli nahiyesinde Ermeni Cumhuriyeti kurduğunu ilan eden[149]
Manok Şişmanyan, Abidinpaşa Caddesi’ndeki Ermeni Kilisesi’ni katliam yeri haline getirmişti.
Katledilen Türklerin kemiklerinden yığınlar oluşmuştu.[150] Kozan’da binlerce Türk
acımasızca katledildi. Muhasebeci Hamdi, Yazı İşleri Müdürü Ali Rıza, Emekli Yüzbaşı
Mehmet Beyler Ermenilerin işkencelerinden sonra fırına[151] diri diri yakılmak suretiyle
katledildiler.
Osmanlı idaresinde Türlere göre çoğunlukta bulunan Ermenilerin etkin olduğu Haçın
sayesinde Ermeniler mebus çıkarmışlar, Amerikalı misyonerler burada kolej bile
açmışlar[152] çoğu zaman Fransa, Rusya ve Amerika ile temas ederek bağımsızlık yollarını
araştırmışlardı.
Fransız işgaliyle birlikte 1915 tehcirinden dönen Ermeniler Haçın’a akın ettiler. Fransız işgali,
yıllardır hayallerini kurdukları bağımsız Ermenistan düşünü gerçekleştirebilirdi. Bu nedenle
Adana ve Haçın’a nüfusta görülmeyen organizatör ihtilalciler doluşacaktır. İlk iş olarak Türk
memurların işine son verildi. 1909 Adana Olaylarında yönlendiricilik yapan Çalyan Karabet
Kaymakamlıkla görevlendirildi. 12 kişiden oluşan intikam komitesinin başkanı Terziyan
Manik’in oğlu Aram Çavuş’tu. Kazadaki Ermeni Milli Meclisi’nin aldığı karar üzerine her biri
700-800 kişiden ibaret silahlı iki tabur kuruldu. Fransız usulüyle talim yapan bu taburların
komutanı Cebeciyan, Doğu Anadolu’da Türk kanı akıtmakta tanınan Antranik’in intikam
alayında görev almış[153] bir Ermeni subayı idi.
Askeri teşkilatlanma işlerini tamamlayan Ermeni komitecileri kasaba içinde yerli ve yabancı
Türkleri misafir etme bahanesiyle öldürerek, “kendi cenazemizdir” söylemiyle Ermeni
mezarlığında bir çukura atıyorlardı.[154] Civar köylerin durumu da yürekler acısıydı. Köseler
köyünde Ermeni jandarması Agop ile Artın’in sataşmasına karşılık veren Emine, yediği
dayaklardan sonra altı aylık çocuğunu[155] düşürecektir. Gizik Duran’ın karısı Şerife, Kozan
bölgesi işgal Komutanı Taillardat’nın emrine çalışan jandarma Teğmeni Misak tarafından
tecavüze uğradı.[156] Taillardat, Feke’nin Bozat köyü Muhtarı Hamza ve kardeşi
Musa’yı[157] kurşuna dizdirtti.
Saimbeyli merkezine yarım saat uzaklıkta, Ermeni fedailerinin 11 yaşlarında 2 Türk
çocuğunu kuzu gibi boğazlamalarına müdahale eden Lozade İsmail adındaki genç, diğerleri
gibi kulağı, burnu kesilmek ve gözleri oyulmak suretiyle katledildi.[158] Kasabadan tehditle
uzaklaştırılan Halil İbrahim’in evine zorla giren Jandarma çavuşu Artin, onun kız kardeşine
tecavüz etti.[159]
Bölge Kuvayı Milliye Komutanı Kemal Doğan Bey ile yardımcısı Osman Tufan’ın[160]
Develide bulunmaları Ermenileri kızdırmıştı. Komiteciler yörede katırcılık yapan Develili
Hikmet oğlu Kamil, Vahap oğlu Mehmet, Mehmet oğlu Halit, Derviş oğlu Emin ve Mehmet,
Salih oğlu Ali ile Cırtlaz Mehmet’i koyun boğazlarcasına keserek[161] şehit ettiler. İğdebel
Köyü’nden İsmail Bey Obruk belinde öldürüldü.[162] Maraş’tan kovulan Ermenilerin de
bölgeye gelmesiyle, Mart 1920’den itibaren civar köylerdeki Türkleri toplayan komiteciler
Saimbeyli’de adları tespit edilebilen 217 masum insanı türlü işkencelerle katlettiler.[163]
Ali Efendinin ayaklarından kan fışkırıncaya kadar dövülmesi, sobada kızdırılan çay taşının
mazlumların koltuk altlarına konulması,[164] Cebeciyan’a namusunu teslim etmeyen
Kaytancızade Mürsel Bey’in hanımı Fatma Hatun’un Kalekilise’de hazırlanan, idam
sehpasında[165] Milli Kuvvetlere teşhir edilmesi yapılan vahşetin boyutlarını gösterir.
Saimbeyli kuşatmasını yöneten Kemal Doğan Bey’in isteği üzerine Doğu Bölgesi Komutanı
Osman Tufan Bey cepheye çağrılmış ve göreve başlamıştı. Yaş grupları değişiklik arz eden
gönüllü kuvvetler eğitimsiz ve acemi insanlardı. Askeri eğitimli, seçme Ermeni birliği ise
kullandıkları silahlarla daha üstün durumdaydılar. 29 Mart’tan itibaren kuşatılan
Saimbeyli’deki esirlere yerden işleyen siperler kazdırmışlardı. Milli Kuvvetler 15 Mayıs 1920
itibariyle Saimbeyli’nin kuzey yönündeki altı binadan oluşan mahalli[166] ele geçirmişler,
dört mermisi kalan[167] top yardımıyla kuşatmayı sürdürmüşlerdi.
Fransızların Çukurova da batağa saplandıklarını gören pek çok Ermeni ailesinin Amerika’ya
gitmek üzere bölgeden ayrılırlarken, Fransızların Milli Kuvvetlere karşı direniş[168] ve
katliamları[169] devam etmekteydi. Bölgede milli hareketin başarı göstermesi, FransızErmeni katliam, tecavüz ve tedhiş hareketlerinin[170] boyutlarında tırmanış göstermiştir.
Adana ve civarındaki gelişmelerinden tedirgin olan, bekledikleri erzak ve asker yardımını
alamayan komiteciler Aram Çavuş’un 200 seçilmiş intihar timi ile l Ağustos 1920 başlarında
Saimbeyli’den kuşatmayı yararak çıkış[171] yapmışlar, katliam yapılacağı endişesi kuşatma
kuvvetlerinin bir kısmının dağılmasına[172] neden olmuş, kuzey yönünde çıkış yapanların
Zeytun ve Göksun Ermenileriyle birleşme ihtimali[173] endişeleri artırmıştı. 23 Eylül’deki
çıkış hareketi sırasında Rumlu Köyü’nde bulunan Doğan Bey katliamdan[174] yaralı olarak
canını kurtarmıştı. Kozan taraflarında ateş gücü etkili silahlarıyla çarpışarak Ceyhan’a ulaşan
Aram Çavuş’un timi, geridekileri kendi kaderleriyle baş başa bırakacaktır.
Dağlık arazi şartlarında dağınık kuvvetlerin yeniden toparlanmasıyla[175] Eylül başlarında
Osman Tufan Bey komutasında harekete geçen Milli Kuvvetler 4 Eylül’de Şar’ı[176] ele
geçirmişlerdi. Çarık, yemeni, cephane sıkıntısı[177] içindeki 10 kişilik Feke kuvveti 7 Ekim’de
Amerikan Koleji’ni[178] işgal etti. Esir tutulan masum Türklerin insanlığa sığmaz işkence
yöntemleriyle toptan katledildiği Saimbeyli, Osman Tufan Bey’in 15 Ekim gecesi[179]
düzenlediği genel saldırı sonucu ele geçirildi ve Türk düşmanlığının odak noktası olarak
yıllarca görev yapan bu katliam yuvası tamamen susturuldu.[180] Çukurova’da ise,
acımasızca katledilenler üzerine yakılan ağıtlar, yıllarca değişik şekilde, dilden dile söylenip
durdu.
Mustafa Kemal Paşa’nın organizesinde başarıya ulaşan Çukurova’daki milli direniş,
emperyalistlere güvenerek Türk kanı akıtan Ermenilerin Ermenistan ümitlerini sona
erdirmişti. Varlıklarının yegane teminatı Türk idarelerine karşı ihanet ederek bir çok ülkeye
göçen soykırımcı Ermenileri vatansızlık ve aldatılmışlığın acılarıyla dolu yeni bir maceralı
yaşam bekliyordu. Rüzgar ekerken fırtına biçeceklerini unutmuşlardı.
Sonuç
Milletlerin kültürel konumları ve çağdaşlıklarıyla ilişkileri tarihsel süreçte onların
istikballerini belirler. Günümüzdeki Ermenilerin vatanı Ermenistan değildir. Bu coğrafi
bölgeye sonradan gelen bu topluluk, bir çok etnik zümre ile kaynaşarak yaşamıştır.
Mizaçlarının değişkenliği nedeniyle, hakimleri tarafından sürekli sürgün edilmişlerdir. Bu
vesileyle geldikleri Anadolu’da Türk idareleri onların her alanda gelişmelerini sağladı.
Aşağılanan toplum olmadılar, ayrıcalıklı millet örneği oldular. Sömürülmediler, devletin
yönetim kademelerinde, bürokraside yer aldılar.
Dünyanın stratejisine ve hammadde kaynaklarına hakim olmak isteyen Ruslar ve Batılı
devletler onların geleceklerini tayin etti. Sürekli bağımsızlık vaadinin etkisiyle XIX. yüzyılın
başlarında ruh ve fiil değişimi gösterdiler. Dış tahriklere çabuk kapıldılar. Kendileriyle aynı
Tanrı’ya el açan Türkleri tarihin ender kaydedeceği kıyıma uğrattılar. Yaklaşık sekiz yüzyıl
varlıklarının teminatı olan devleti parçalamaya çalıştılar. Nankörlüklerinin bedelini müşfik
Osmanlı Devleti tarafından kısmen göç ettirilerek ödediler. Servetlerini kullanarak hayali
soykırım masalları ile dünya kamuoyunu kandırmaya çalıştılar.
Devlet kurma vaadiyle tekrar geldikleri Çukurova’da Türk soykırımı yaparken, yine
kırıldıklarını propaganda ettiler. Devlet kurmalarına bile izin vermeyen emperyalist
dostlarıyla Anadolu’dan ayrılırlarken maşa olarak kullanıldıklarını geç anladılar. Günümüzde
servetlerini kendi devletlerinin kalkınmasından bile esirgeyerek dünyayı kandırmaya çalışan
Ermenilerin Anadolu’da yaptıkları katliamlar, insan hakları adına insanları birbirine
kırdıranların anısına kara bir leke olarak geçecektir.
Yrd. Doç. Dr. Yusuf Ziya BİLDİRİCİ
Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
[status draft]
[nogallery]
[geotag on]
[publicize off|twitter|facebook]
[category istihbarat]
[tags ERMENİ SORUNU DOSYASI, ERMENİ SOYKIRIMI, ALDATMACA, ADANA
KATLİAMLARI]
Download