Trakya Rüzgârı

advertisement
Alper AKÇAM
“TRAKYA RÜZGÂRI”NDA MEMLEKETİMİN ve İNSANIMIN KOKUSU
“Trakya Rüzgârı”nda seksen yıllık yaşamını bitmez tükenmez savaşımlarla
aşmış bir devrimcinin yazıyı yaşama perçinleyen, yaşamı yazıdan sonra daha da
yaşanası kılan usta işi denemeleri, şiir ve yazın değerlendirmeleri, memleket gezinti
notları, sıralanmış... Sabahattin Ali’nin öldürüldüğü Kırklareli’nin Sazara
Deresi’nden, Cilavuzlu bir yiğit devrimcinin çocuk çağda çarıklarıyla aşıp geçtiği
Ardahan’ın Sazara Deresi’ne kadar Anadolu buram buram tütüyor ak kâğıdın
üstünde…
Sonra her biri bir bayrak gibi simgelenmiş adlar… Kuru övgü, ahbap işi
pohpohlama değil satırlardan süzülen; savaşımların damıttığı insanca acıların,
coşkuların, yaşam sevinçlerinin yazıya düşmüş gölgesi... Şiir duyarlılığı, şair
isyankârlığıyla yaratılmış yeni ve başka bir yaşamın kahramanları... Hepsi de, diğer
insanlardan bir adımlık öndeki o destansı aralıktan öte yüceltilmeyi, yüksek durmayı
kendine yediremeyecek derecede alçakgönüllü, bilge kişiler… Kitabımızda onlara da
yer var.
Mehmet Başaran’ın son kitabıdır “Trakya Rüzgârı”… Günümüz kültür ve
yazın ortamına seksen yılın savaşımını, yazın birikimini duyuran, tersine gidişlere
ayak diremekte ısrarlı bir “kuğu çığlığı” gibi… Onurlu bir isyana çağırıyor Başaran;
yazar, şair, edebiyatçı geçinen kimlikleri… Anadolu çoksesliliği içinde yapıtlarda
gezdiriyor okurunu, yüreklerden esiyor Trakya Rüzgârı”yla…
1
Trakya Rüzgârı, bir ikilem sunuyor önümüze: Ya duyacağız bu çığlıkları,
çağrıları, ya soysuzlaşmanın, yozlaşmanın batağında yem olacağız egemen kültürün
hiçbir şey söylememeyi söz sayan sanat ve yazın anlayışına…
Yol açıyor, yürek serinletiyor Trakya rüzgârı. Kimseye yaranma çabası,
kimseden karşılık beklentisi olmadan yapılmalı sanat diyor. Kant’dan, hatta
Aristo’dan bu yana söylene söylene dillerde tüy olmuşsa da bunlar, çoktan çiğneyip
geçmiştir piyasanın yalakaları, kültür endüstrisinin kulları… Başaran’da ve onu
anlayabilecek ölçüde ayakları toprağına basan duygu taşıyıcısı sanatçıda yaşayabilir
yararcı akılla kavga eden sanat düşüncesi…
“Tuna’yızdır Aliş’izdir
Bre Dilber Aman Rumeliyizdir”
Böyle başlar adı çoktan unutturulma yoluna sokulmuş şair M. Niyazi
Akıncıoğlu’nu anlatan Başaran yazısı.
“Rumeli’nden bir türkü çalmaya görsün hele
Çıkmayagörsün Aliş Tuna boyundan
İlk kadehte sarhoşum
İflah olmam artık, hekim kâr etmez
Efkârlanır içerim, içer efkârlanırım” diyen Akıncıoğlu dizeleri mi çeker beni
kendine, uyduruk bir polis oyunuyla yıllarca hapis yatmış bir şaire yönelmiş insan
duygularım mı, Dışkapı SSK Hastanesi’nde yıllarca birlikte çalıştığım, dostum,
arkadaşım ve Niyazi Akıncıoğlu’nun oğlu Dr. Tevfik’e olan sevgim mi bilemem…
Kitapta en çok tutulduğum, dönerek okuduğum yazıların başında da bu yazı…
Günümüz siyasi tartışmalarına ışık tutacak yönleri de var Akıncıoğlu’nun
yaşamının. Hani şimdi kuru kalabalıkların ve çoğunlukların bir dediğinin iki
edilmemesi “demokrasi”nin vazgeçilmez öğesi sayılıyor ya… Zamanının
“demokrasisi”nin temsilcisi, “halk çoğunluğu”nu arkasına almış Demokrat Parti de
“demokrasi” gereğini yerine getirmiştir. Şair olduğu için aynı zamanda komünist
sayılan Akıncıoğlu da Köyleri Kalkındırma Derneği çevresinde yapılan bir
soruşturma ile “gizli örgüt yöneticisi” olarak tutuklanıp cezaevine konmuştur. Tam
2
yirmi ay hapis yatar, çoluk çocuğu perişan olur ve hapisten çıktıktan sonra da izlenir,
kovuşturmalara uğrar…
Şairleri, yazarları ihbar eden, üzerlerine saldırılar düzenleyenlerin başında da
bir zamanlar Komünizmle Mücadele Derneği kurucusu iken bu sıralar emperyalist
anayurtlarda gözü yaşlı “ılımlı İslam” ideologluğuna soyunmuş ve yeniyetme
“demokrat” kesimin şakşakçılıkta yarış ettiği, önünde secde durduğu birileri vardır...
Şairden şaire, rüzgârdan rüzgâra, dağdan dağa Anadolu türküsü gibidir
Trkaya Rüzgârı, alın okurunu bir baştan bir başa Anadolu’yu dolaştırır.
“Gül parmaklı şafak doruklarına değdiğinde, yerlerinde duramaz olur Kuzey Anadolu
sıradağları. Uyup Karadeniz’in kemençe seslerine, horona dururlar omuz omuza. Dağlar’ı
görür de, Rize’si, Giresun’u, Trabzon’u durur mu, “’Ha uşaklar ha!’ deyip fırlar ayağa onlar
da, günboyu Karadeniz gibi dalgalanırlar coşkuyla, ta Istırancalar’da, Yıldız Dağı’nda
yankılanır ayak sesleri… Onlar da, onlar da Balkan dağlarının yiğitliği, Rumeli türkülerinin
yanıklığıyla katılırlar horona…” (Tarkya Rüzgârı, s. 10).
Sonra geçer Cemal Süreyya’ya:
“Jandarma daima nesirde kalacaktır
Eşkiyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine
Ve bu dağlar böyle eşkıya güzelliği taşıdıkça…”
Bakılmasın adını “rüzgâr”dan almış olmasına… Dağlardan başka suların
hikâyesidir Trakya Rüzgârı; Kaynarca Deresi’nden Sabahattin Ali Çeşmesi’ne…
Osmancık Deresi, Karaağaç, Kazanköy, Evrensekiz dereleri… Sonra Toprak Ana’da
Kızılderili Seatle’ın Beyaz Saray Başkanı’na yazdığı mektupta toprağın sesi olur:
“Beyaz adam anası olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne alıp satılacak, işlenecek,
yamalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu tutkusudur ki, toprakları çölleştirecek ve her
şeyi yiyip bitirecektir.” (Trakya Rüzgârı, s. 123).
3
“Bir Eğitim Devrimcisi”nde Başaran’ın ve tüm köy enstitülü kuşakların
babası, baba Tonguç’un yitirilmesi haberinin anılardaki duygusallığıyla başlar yazı,
eşi Hatun’un ve kızı Deniz’in yitirilişlerini harman eden bir ağıta dönüşür…
Yedeksubay okulundan Yüksek Köy Enstitüsü çıkışlı olduğu için
cezalandırılmış ve “sivil demokrasi”nin gereği olarak çavuş çıkarılmış, ömrü
sürgünlerde geçmiş sanatçı ruhlu, savaşımcı bir babanın yaşam yerine ölümü seçmiş
devrimci kızının arkasından düşündükleri… Ölüme yazgılı bir kavga eşine aylarca
yoldaşlık etme uğraşı… Bu acılardan süzülmüşse Trakya Rüzgârı, tadına
doyulmayacak bir bal değil midir, insan olan için?
Önümde bana yazdığı mektupları Başaran amcanın... Tam da eşi Hatun’un
kanser tedavisi gördüğü, ölümle pençeleştiği zaman dilimlerinde yazılmış; acının
Başaran ailesi için yaşamın üzerine kara bir perde gibi çöktüğü günlerden…
Dememiş ki, bu arkadaşımın, “Koçero Dursun” dostumun oğlu, daha dün başlamış
yazmaya, bugün yazılarım yayınlanmıyor, ödül alamıyorum diye küsmeye ne hakkı
var; önce pişsin biraz, yazdıklarını dinlendirip demlendirsin… Bencileyin acılara
uğrasın da, anlasın yaşamın gerçekliğini yüreğinin derinliklerinde… Hiç dememiş…
Üşenmemiş; kendisinin umut ışığına, moral katkısına gereksiniminin en yüksek
olduğu günlerde, dostunun oğluna yazma sevgisi, beklentisiz sanat erdemi
ulaştırmaya çabalamış…
Sen daha çok seksen yıllar yaşayacaksın sevgili Başaran Amca… Daha çok
Trakya rüzgârları esecek kaleminden; Anadolu olup dolacaksın içimize; ustamız,
devrimci öğretmenimizsin. Saygıyla eğiliriz önünde…
[email protected]
4
Download