XX. yüzyılda avrupa`nın hangİ halkına İlk soykırım yapılmıştır?

advertisement
Tarih
Dr.Oleg Kuznetsov
Tarih Bilimci (Moskova, Rusya)
XX. yüzyılda
Avrupa’nın hangİ
halkına İlk soykırım
yapılmıştır?
1907 yılı Lahey Konferansı
30
www.irs-az.com
4(16), KIŞ 2015
Çağdaş Türk, Azerbaycan ve onlara dost olan diğer
ülkelerin tarihçileri, 1915 yılında Osmanlı İmparatorluğunda “Ermeni soykırımı” tezini kınıyor ve reddediyor.
Bu tarihçiler, tezin arkasında tarihi adalet veya konunun
hukuki boyutları olmadığını, günümüz Ermeni diasporasının Türkiye Cumhuriyeti halkına ve hükümetine karşı
siyasi ve ekonomik iddialarının durduğunun açıkça farkındadır. Ayrıca, Azerbaycan’da, bu teze karşılık devlet
düzeyinde, 1918-1920 yıllarında Ermeniler tarafından
yapılan “Azerbaycanlıların soykırımı” fikri aktif bir şekilde
öne sürülmekte ve ülkede 31 Mart tarihi bu soykırımın
kurbanlarının anısına resmi anım günü olarak ilan edilmiştir. Ancak, bu halkların temsilcilerine karşı XX. yüzyılın
başlarında kasıtlı ve organize imhayla yapılan katliamlar,
Avrupa için ne ilk, ne de bu tür kitlesel olgulardan değildi. Askerler tarafından dini ve etnik kökenleri nedeniyle
sivillerin toplu katliamı hakkında ilk defa Eski Dünya’da
1913 yılında konuşuldu, bu zaman dünya kamuoyu detayları, daha doğrusu, o dönemin basınında “mezalim”
olarak adlandırılan 1912-1913 yılları 1. ve 2. Balkan savaşlarının doğurduğu insani sonuçları öğrendi.
XX yüzyılın askeri tarihi konusunda fazla bilgisi olmayan olan okuyucuya, bizce, bu silahlı çatışmaların özü ile
ilgili kısa bir bilgi vermek gerekiyor. 9 Ekim 1912 yılında
Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan Krallıklarından oluşan Balkan Birliğinin koalisyon güçleri, Makedonya ve mümkün olduğunca diğer toprakları Osmanlı
İmparatorluğundan zorla ayırmak için Osmanlı silahlı
kuvvetlerine karşı birkaç cephede savaş başlattı. Güç ve
donanım olarak dört kat üstünlüğe sahip olan müttefikler, toprak tavizi karşılığında Osmanlıları barış istemeye
zorladı. 1913 yılının Nisan ayında Londra’da barış görüşmeleri başladı, ancak zafer kazanan taraflar elde ettikleri
ganimeti kendi aralarında barışçıl yollarla paylaşamadı
ve Balkanlarda yeni bir savaş patlak verdi, bu sefer, Makedonya topraklarını kendine birleştirmeye en çok iddia
eden Bulgaristan savaşın kurbanı oldu. 31 Temmuz 1913
yılında savaş sona erdi, 10 Ağustos’ta ise, Balkan Slavlarının genç devletleri arasında “Osmanlı mirasının” kanlı
bölünmesine son veren Bükreş Antlaşması imzalandı.
www.irs-az.com
Bu dönemde, sivillere karşı yapılan “vahşet” konusunun
dikkate alınmamasının mümkün olmayacağını Avrupa
kamuoyu nihai olarak anlamıştı.
Bu arada, “mezalim” hakkında bilgiler daha Balkan
Birliğinin Osmanlı İmparatorluğuna karşı savaş sırasında
gelmeye başlamıştı, bu nedenle, savaş suçlarına uluslar
arası soruşturma yapılması konusu, suçlu tarafın savaş
sonrası statüsüne rağmen, Makedonya etrafındaki çatışmalar daha sona ermeden gündeme gelmişti. Bu gerçek, başından itibaren soruşturmanın kazanan tarafın
çıkarlarına ve yenilen tarafın zararına değil, azami olarak
tarafsız yürütülmesini öngördüğünü kanıtlamaktaydı.
O dönem Avrupa’sı için bu yaklaşım temel öneme sahipti ve hiç kimse “çifte standart” siyasetini uygulamayı
düşünmüyordu. 1907 yılında 1. Lahey Uluslar arası Barış Konferansı düzenlendi. 18 Ekim tarihinde Konferans,
diğer konuların yanı sıra sivillerin silahlı çatışma bölgesinde korunmasını detaylı olarak düzenleyen kara savaşı
kanunu ve usulleri Sözleşmesini kabul etti. 1912-1913
yılları Balkan Savaşları, yeni kabul edilen uluslar arası
düzenlemelere göre yürütülmesi gereken ilk bölgesel
silahlı çatışma oldu. Bu nedenle, savaş suçları gerçeklerinin ihmal edilmesi söz konusu olamazdı.
Uluslar arası soruşturma komisyonunun oluşturulmasına, bugün dünyada daha çok “Andrew Carnegie
Araştırma Enstitüsü” («Cаrnegie Science Institute») adıyla bilinen Amerikan hükümet yanlısı “Uluslar arası barışa Carnegie armağanı” örgütü öncü oldu. O dönem bu
inisiyatif ABD siyasi çevrelerinin insanlığın geri kalanına
bakış açısını dayatma çabası değildi, nedenler oldukça
farklıydı. Gerçek şu ki, Amerika Birleşik Devletleri’nde
1861-1865 yıllarında yaşanan İç Savaş sırasında dünya
tarihinde bir ilk olarak hazırlanan ve Başkan Abraham
Linkoln tarafından imzalanarak “kuzeyliler” ordusuyla ilgili emir şeklinde onaylanan 1863 yılı 24 Nisan tarihli 100
sayılı “Lieber Kanunu” (bazen “Lieber Talimatı” olarak da
adlandırılıyor) – hükümet birliklerine bağlı askerlerin savaş alanlarındaki davranış kuralları kitabıdır ( söz konusu
belge adını, onu hazırlayan Alman-Amerikan askeri hukukçu ve siyasi filozof Francis Lieber’den almıştır). Daha
31
Tarih
Baron Paul de Constant
sonra, “Lieber Kanunu” 1899 ve 1907 Lahey Barış Konferanslarının uluslar arası hukuk belgelerinin temelini oluşturdu ki, bunlardan en önemlisi yukarıda belirtilen kara
savaşı kanunu ve usulleri Sözleşmesi oldu. Aslında, XX
yüzyılın başlarında ABD insancıl hukuk normlarının (savaş kuralları) hazırlanmasında bir öncüydü, bu nedenle,
iki Balkan savaşları sırasında savaşan taraflarca işlenen
savaş suçlarının soruşturulması girişiminin, bu ülkenin
akademik kurumlarından gelmesi gerçeği dünyada hiç
kimse tarafından şaşkınlık veya protestoya yol açmadı.
Uluslar arası soruşturma komisyonunun resmi başkanı, yaşlı olması nedeniyle Balkanlara gidemeyen ünlü
pasifist, Carnegie Enstitüsü Paris şubesi Başkanı, Fransa
Cumhuriyeti senatörü, 1909 yılı Nobel Barış ödülü sahibi
Baron Paul Henri Benjamin d’Estournelles de Constant
ilan edildi. O başkanlığını, komisyon saymanı ve soruşturma sonuçları raportörü rolünü gelecekte emek, hıfzıssıhha, hayırseverlik ve sosyal güvenlik Bakanı ve sağlık
Bakanı, Fransa Millet Meclisi’nin Lyon’dan olan milletvekili Justin Godard’a emanet etti. Komisyonun uluslar
arası kadrosu, aşağıdakilerin çalışmalara katılmayı kabul
etmesi ile sağlandı: Columbia Üniversitesi antropoloji
32
profesörü Samuel Trane Dutton, Magdeburg Üniversitesi hukuk profesörü, gelecekte Lahey Uluslar arası Adalet
Divanı Daimi Hakemlik Mahkemesi’nin hakimi Walter
Adrian Shyuking (1995 yılında Kiel Üniversitesi’nin Uluslar arası Hukuk Enstitüsüne onun adı verilmiştir), Berlin
İmparator Friedrich Wilhelm Kraliyet Üniversitesi Akademik Bilgi Bürosu Başkanı profesör Wilhelm Paszkowski,
Viyana Üniversitesi, Hukuk Tarihi profesörü Josef Redlich,
dünyaca ünlü İngiliz gazeteci Henry Noel Brailsford ve
Rus İmparatorluğu Devlet Duması milletvekili, Anayasal
Demokrat Parti lideri ve Moskova Üniversitesi doçenti Pavel Nikolayeviç Milyukov. P.N.Milyukov daha sonra
yazdığı “Anılar” kitabında yazdığı gibi, tüm bu insanlar
komisyon çalışmalarına katılmak üzere davet edilmişti,
“…tabii ki, kendi devletlerinin resmi temsilcileri olarak
değil, kamuoyuna hitap edebilme yeteneğine sahip kişiler gibi” [1, c. II, s. 111]. Böylece, gördüğümüz gibi, Carnegie Enstitüsü uluslar arası soruşturma komisyonu en
başından itibaren uluslarüstü ve sivil toplum girişimiydi
Pavel Nikolayeviç Milyukov
www.irs-az.com
4(16), KIŞ 2015
Balkan Savaşları sırasında esir alınan Türk askerleri
ki, bu da büyük ölçüde, bazı Avrupa devlet ve hükümet
başkanlarının komisyon ve onun ayrı-ayrı üyelerine karşı
tutumlarını belirlemişti.
Özellikle, Alman İmparatoru II. Wilhelm, savaş sıra-
www.irs-az.com
sında onun silahlı kuvvetlerinin eylemlerini, uluslar arası
insancıl hukuk normları da dahil olmak üzere herhangi
bir ahlaki yükümlülüklerle sınırlandırmak mümkün olmayacağını düşünerek, profesör Wilhelm Paszkowski’ye
33
Tarih
Carnegie Enstitüsü komisyonunda çalışmayı doğrudan
yasakladı (onun doğrudan işvereni olduğu için, hükümdar bunu yapabilirdi). Aynı içerikli öneriler Walter Shyuking’e de yapıldı (“serbest üniversite” profesörü olduğu
için, Alman İmparatorluk hükümeti onun komisyonda
çalışmalarına katılmasını doğrudan yasaklayamazdı) ve
Shyuking onların tavsiyesini dinledi. Profesör Redlich,
Avusturya-Macaristan Şansölyesi’nin (Dışişleri Bakanı)
tavsiyesi üzerine komisyon çalışmalarına katılımını, yukarıda belirtildiği gibi, başından itibaren çalışmalardan
çekilen başkan d’Estournelles de Constant’a Viyana’dan
birkaç mektup göndermekle sınırladı. Sonuç olarak,
Balkanlar’a dört kişi – J.Godard, S.T. Dutton, H. N. Brailsford ve P.N.Milyukov gitti, Milyukov’un söylediğine göre,
bunlardan sadece son iki kişi “komisyonun, Balkan halklarının hedeflerine ve dillerine aşina olan tek gerçek çalışanlarıydı” (Brailsford çok güzel Yunanca, Milyukov ise
Bulgarca biliyordu).
Komisyon üyelerinin toplanma ve çalışma yeri Belgrat olarak belirlendi, ancak komisyon Sırp başkentinde
uzun kalmadı ve 13 Ağustos’ta Selanik’e gitmek zorunda kaldı. Komisyonun bu kadar erken ayrılışının nedeni, aktif Bulgar yanlısı olan P.N.Milyukov’la, onu “milletin
düşmanı” olarak gören Sırbistan Krallığı Bakanlar Konseyi Başkanı (Başbakan) Nikola Pasiç arasındaki ihtilaf oldu.
Pasiç, Milyukov’un komisyon üyesi olarak Belgrat’ta bulunduğu sürece Sırp makamlarının komisyonla işbirliği
yapmayacağını açıkladı, bunun üzerine de, komisyon,
bir bütün olduklarını ve sadece birlikte çalışabileceklerine karar vererek Yunanistan’a gitti. Komisyon Selanik’te
dört gün - 14 ila 18 Ağustos tarihleri arasında bulundu,
yerel Yunan genel valinin kenti terk etmeleri emrini aldı.
Bu sefer de, komisyon üyelerinin şehirden gönderilme
nedeni, onunla, Yunan birliklerinin savaş suçları işlediğine dair büyük miktarda materyal toplamayı başaran
Henri Brailsford arasındaki ihtilaf oldu. Balkan devletleri
hükümetlerinin Komisyonun faaliyetlerine karşı olumsuz tepkiden doğan objektif nedenlerle, Komisyon
üyeleri Selanik’te bölünmek zorunda kaldı: Brailsford ve
Dutton, Komisyonun son durağı olan Sofya’ya, Godard
34
ve Milyukov ise, önce Atina’ya, oradan Godard Bulgaristan’ın başkentine, Milyukov tek başına Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa kısmına – Rumeli’ye gitti, İstanbul ve
Edirne’de bulunduktan sonra Milyukov 30 Ağustos’da
Sofya’ya döndü.
İşte, Carnegie Enstitüsü Uluslar arası Soruşturma Komisyonu üyelerinin Balkanlara denetim ziyareti toplam
üç hafta – 1913 yılı Ağustos ayının 10’dan 31’ne kadar
sürdü, daha sonra Sofya’da nihai raporun hazırlanması
konusunda on günlük bir çalışma yapıldı ve 10 Eylülde
Komisyon üyeleri, toplanan materyalleri Baron d’Estournelles de Constant’a sunmak üzere Paris’e gitti. P.N.Milyukov, daha sonraları “Anılar” kitabında şunları yazıyordu:
“… bir yıl sonra, haritalar ve “vahşet” resimleriyle mükemmel kağıtta 500 sayfadan oluşan bizim Enquete dans les
Balkans’ın (Balkanlar’daki soruşturma – O.K.) büyük bir
cildi basıldı (Balkanlar’daki soruşturma – O.K.). Cildin yarısı, bizim topladığımız belgelere ayrılmıştı. Metnin yedi
faslı komisyon üyeleri arasında paylaşılmıştı. Birer fasıl
Brailsford, Godard ve Dutton tarafından yazıldı; geriye
kalan dört fasıl bana aitti. Ama hepimiz birlikteydik, tarafsızlık için övgü, özverili çalışmalarımız için “derin şükran” yağmuruna tutulmuştuk. Carnegie yayınları raflarında bu çalışma önemli bir yer tuttu” [1, c. II, s. 119].
Rus politikacı ve profesyonel tarihçi P.N.Milyukov,
gerçekten, 1912-1913 yılları Balkan Savaşları sırasında işlenen savaş suçlarını soruşturan Carnegie Enstitüsü’nün
uluslar arası soruşturma komisyonunun en aktif üyesiydi.
Meslektaşları arasında yalnız o, geniş ve kapsamlı bilgilere sahipti, çünkü onlardan farklı olarak silahlı çatışmaya
katılan ülkelerin – Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan ve
Osmanlı İmparatorluğunun tamamında bulunmuştu,
komisyon üyelerinden bazıları ise bu ülkelerin yarısını
bile ziyaret etmemişti. Ayrıca, Milyukov kaba işten kaçınmıyor ve meslektaşları mağdur ve tanıklarla otel odaları ve kafelerde konuşmakla sınırlı kalırken, bizzat savaş
suçlarının işlendiği yerleri ziyaret ediyor, “vahşet” delillerini belgeliyor ve fotoğrafla kaydediyordu. Bu nedenle,
P.N.Milyukov’un trajik olayların sonuçlarının tanığı olarak
düşünce ve izlenimleri, 1912-1913 yıllarında Balkanlar’da
www.irs-az.com
4(16), KIŞ 2015
1907 yılında imzalanan Lahey Sözleşmesi
yaşanan gerçeklerin başlı başına parlak ve tarafsız kanıtlarıydı. Bu bağlamda, P.N.Milyukov’un “Anılar” kitabında,
onun Uluslar arası Soruşturma komisyonuna katılımı ile
ilgili fragman, Balkan Savaşları yıllarında işlenen savaş
suçları tarihine ilişkin yukarıda belirtilen komisyon raporundan daha değerli bir kaynaktır.
P.N.Milyukov’un “Anıları”, XX yüzyılın başlarında Avrupa’nın hangi halkı veya halklarının soykırıma maruz kaldığı sorusuna oldukça kesin bir cevaptır. Bu bağlamda,
Milyukov’un, fikirlerini sadece bir tarafsız tanık olarak değil, aynı zamanda, epistemolojik analiz araçları ve sosyal
süreçlerin genelleştirmesi ile silahlanan profesyonel bir
tarihçi olarak (o, XX yüzyılın başlarında dünyaca tanınmış Rus tarihçisiydi) formüle ettiğini, bu nedenle, onun
metinlerinin sübjektif ve objektif açıdan daha güvenilir
www.irs-az.com
olduğunun altını özellikle çizmek gerekiyor. 1913 yılında Balkanlar’da gördüklerini sonuçlandırarak, Milyukov
şunları yazıyordu:
“Başlangıçta savaşın amacı Türklerden kurtuluş idi –
ve kurtarıcılardan zararı ilk olarak da Türk nüfusu gördü.
Türk köyleri yakılıyor, Müslümanlar vahşetin ilk hedefi oluyor, kurtulanlar kaçıyordu; komisyon üyeleri, açık havada,
barınak ve sığınak olmadan, yiyecek ve yeni yerleşim için
hiçbir umutları olmayan ve Selanik etrafında yığılan binlerce böylelerini gördü. Ancak daha sonra, Hıristiyanların
kendi aralarında çatışmalar başladı. Bu çatışmaların ana
alanı Makedonya olduğu için, burada vahşetin hedefi yerli
Bulgar nüfusu, suçlular ise – Sırplar ve Yunanlar oldu. Türk
hükümetinin üst tabakası atıldıktan sonra, onun altından,
benim daha XIX yüzyılın sonlarında gördüğüm Hıristiyan
35
Tarih
milletlerin çok yıllık mücadelesi çıktı. Şimdi fark, Yunan ve
Sırp azınlıkların yardımına, Makedonya’yı işgal eden birliklerin gelmesinde oldu” [1, c. II, s. 112-113].
İşte, gördüğümüz gibi, P.N.Milyukov, savaş suçlarından dolayı Sırp ve Yunan silahlı kuvvetlerini sorumlu tutarak “mezalimin” ilk kurbanlarının Türkler, ikincisinin ise
Bulgar olduğunu söylemiştir. Sırplar ve Yunanlar, tabii ki,
birliklerinin yaptıklarından sorumlu olduklarının farkındaydı ki, bu da, Yunan ve Sırp makamlarının, kendilerinin yetki alanında Komisyon üyelerine uzun süre çalışma
imkanı vermeyerek, 1913 yılının Ağustosunda Carnegie
Enstitüsü Uluslar arası soruşturma komisyonuna her türlü engeli neden yarattığını açıklamaktadır. Balkanlar’da
1912-1913 yıllarında yaşanan olaylarla ilgili gerçek bilgilerin dünya kamuoyunun dikkatine sunulmasında
daha çok ilgili olan Bulgar ve Osmanlı hükümetleri, ko-
misyonun faaliyetlerine prensip olarak farklı bir tutum
sergilemekteydi. Böyle ki, Osmanlı İmparatorluğu’nun
Avrupa kesimi – Rumeli ve Trakya’da bulunduğu sürece,
Milyukov, Dışişleri Bakanı Mehmet Talat Paşa’nın yaveri
ve şoförünün hizmetlerini, aynı zamanda makam aracını
kullanmıştı, bu da ona, ülkenin onu ilgilendiren noktasına erişimini sağlamıştı. Daha sonra, Milyokov “Anılar”ında şunları yazıyordu:
“Türkiye’de beni en çok, Edirne’nin işgali sırasında Bulgar
“mezalimi” konusunu açığa kavuşturmak ilgilendiriyordu.
Sonra Edirne’yi çevreleyen nüfusun milliyeti konusuyla ilgilendim. Ve nihayet, Komisyon’un bilgilerinin yetersiz geldiği
Batı Trakya sınırlarına gitmek gerekti. Ben,daha çok merak
ettiğim ilk sorudan başladım.Tabii ki, Yunan kaynaklarında
gerçeklerin büyük ölçüde abartıldığı ortaya çıktı. Şehir gerçekten Bulgar işgalinin ilk iki gününde genel yağmalama
Balkan Savaşları sırasında esir alınan Türk askerleri
36
www.irs-az.com
4(16), KIŞ 2015
ve cinayetin kurbanı olmuştu; soygunda, Yunanlar dahil,
yerel halk da büyük yer almıştı. Sadece üçüncü gün şehirde düzen yeniden kurulmuştu. Bir konuda– komutanlığın
esirlere yaptığı ağır muamele konusunda sessiz kalamam
(burada konu, Bulgar ordusu komutanlığının Osmanlı
savaş esirlerine karşı tutumudur – O.K.). Onların büyük bir
kısmı Tunca nehrindeki ıssız bir adaya getirilmiş ve gecenin
soğuğunda, çamur içinde, yağmurun altında, gıda ve barınak olmaksızın kendi kaderlerine terk edilmişti. Ben, esirlerin, kabuklarını kemirdikleri ağaçların fotoğraflarını çektim.
Yüzlerce, belki binlerce insan burada soğuk ve kolera salgınından yaşamını yitirmişti” [1, c. II, s. 116].
Son alıntı, aslında 1912-1913 Balkan Savaşları sırasında yaşanan “vahşetin” ilk kurbanının kim olduğuna dair
ipucu vermektedir. Bu konuda görüş kesin olmalıdır:
kara savaşı kanunları ve usulleri Sözleşmesini onaylayan 1907 yılında Lahey Sözleşmesi ile yasaklanan savaş
suçlarının ilk kurbanı, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa kısmındaki Türk (Müslüman) nüfus oldu. Bu suçların
sorumlusu, sonradan soykırım suçunun yasal niteliğini
alacak suçlara eylemleriyle yol açan Bulgar, Yunan ve
Sırplardı.
Şimdilik ise bizim bir soruyu cevaplandırmamız gerekiyor: 1912-1913 Balkan Savaşları sırasında Osmanlılara
yapılan zulüm gerçekten soykırım karakteri mi taşıyordu,
yoksa günümüzde bu tür suçların maskelendiği sözde
“etnik temizlik” miydi? Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 9 Aralık 1948 tarihli ve 260 (III) sayılı Kararıyla kabul
edilmiş Soykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırılması Sözleşmesinin 2. Maddesi şunları içermektedir: ulusal,
etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen
ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden
her hangi biri, soykırım suçunu oluşturur: gruba mensup olanların öldürülmesi; grubun mensuplarına ciddi
surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi; grubun
bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kastten değiştirmek
[3]. Soykırım suçunun bu niteliklerinin tamamı, 19121913 yıllarında Balkan Yarımadası’nın Osmanlı nüfusuna karşı Bulgar, Yunan ve Sırp askerlerinin eylemlerinde
www.irs-az.com
mevcuttu ki, bu da, Carnegie Enstitüsü “Balkanlarda soruşturma” Uluslar arası Soruşturma Komisyonunun nihai
raporunun materyalleri ile doğrulanmaktadır («Enquete
dans les Balkans. Rapport presente aux directeurs de la
dotation Carnegie pour la Paix Internationale») [2].
Bu nedenle, soykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırılması Sözleşmesinin geriye dönük uygulanmasının olasılık ve gerekliliği ile ilgili tartışmaya girmeden,
biz tümden, XX yüzyılda Avrupa’da soykırım suçunun ilk
kurbanının Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa kısmının
Müslüman nüfusu olduğu sonucuna varabiliriz, bunun
sorumluları ise, Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan siyasetçileri ve askerleridir. Tüm bu suçlar cezasız kaldı,
bunda da, insancıl hukukun savaşın barbarlığı üzerinde
zaferini istemeyen Almanya ve Avusturya-Macaristan
imparatorlarının büyük ölçüde katkısı vardı. 1914 yılında
Birinci Dünya Savaşı başladı ki, onun boyutları, dehşet
ve “mezalimi” yanında Balkan Savaşlarındaki tüm savaş
suçları sönük kaldı. Osmanlılar ise, kendi deneyimlerinin
sonucunda önemli bir ders çıkardılar: onlar, Avrupa’da sivillere karşı savaş suçları cezasız kalmakta ve bu nedenle
kabul edilebilir, belirli koşullar altında hatta yararlı olabilirin farkına vardı. Bu nedenle, 1915 yılında Anadolu’da
isyancı Ermeni nüfusuna karşı yürütülen askeri-polis
operasyonu sırasında yapılan sert uygulamalara, şüphesiz, birçok açıdan, 1912-1913 yıllarında Balkanlar’da Bulgar, Yunan ve Sırp askeri birlikleri tarafından Osmanlılara
karşı yapılan “vahşetler” neden olmuş ve hatta provoke
etmiştir.
Kaynakça:
1. Milyukov P.N. Anılar (1859-1917) / M.G.Vandalkovskaya, A.N.Şahanov redaktörlüğünde. 2 ciltte. M.,
Sovremennik, 1990.
2. Enquete dans les Balkans. Rapport presente aux
directeurs de la dotation Carnegie pour la Paix Internationale, Paris, 1914.
http://www.un.org/ru/documents/decl_conv/conventions/genocide.sht
37
Download