Rıza Heybetoğlu Muhammed İkbal Ancak önemli olan yönü şu ki, “Pakistan” fikrini ilk ortaya atan İkbal. (mi acaba?) Yani, tarih boyu birçok inancın bir arada yaşadığı Hint insanının, dini inançları doğrultusunda ayrışması. Pakistan’ın kurucu babası kabul edilen M. A. Cinnah’ın dibinden ayrılmıyor ve Hint Müslümanlarının ayrı ve “bağımsız” bir ülke olması gerektiği konusunda onu işliyor. 1934’te gırtlak kanserine yakalanıp, 1938’de ölüyor. (Sir Muhammed İkbal) Öncelikle belirtmeliyim ki İkbal, daha önce incelediğimiz AfganiAbduh-R.Rıza üçlüsünden farklı bir kişilik. Filozof yönünü, şairliğiyle süslenmiş bir entelektüel. 1873’te sûfi bir babanın oğlu olarak Pencap’a bağlı Siyalkut’da doğuyor. Pencap o yıllarda hala Hindistan. İlk-orta öğrenimini Lahor’da tamamlıyor ve zekâsıyla dikkati çekmiş olmalı ki, hocalarından Thomas Arnold onu Cambridge’e gönderiyor. (1905) Burada felsefe ve hukuk tahsil ederken bir yandan da önemli şarkiyatçılarla dostluklar kuruyor. 1907’de Münih’e gidip doktora yapıyor. “The Development of Metaphysics in Persia” adlı doktora tezinde açıkça fark edilen Panteizm’i, dincilerce görmezden gelinir veya şerh edilerek anlaşılır. Bu arada Almanya’da o yıllarda doktorasını tamamlaya bilmesi, onun zekâsı ve yeteneği hakkında da bir fikir veriyor. Ardından Lahor’a dönen İkbal, kolejlerde İngilizce ve felsefe hocalıkları yapıyorsa da, asıl para kazandığı işi avukatlık. Seyahatler ve siyasi oluşumlar onun da hayatını kuşatmış. Londra, Almanya, Mısır, Filistin, İtalya… Pencap yasama konseyi, Hint Müslümanları konseyi, Milletlerarası İslam konferansı, Londra yuvarlak masa konferansları, dâhil olduğu siyasi faaliyetlerden bazıları… İngilizlerin 1922’de şövalye ilan ettikleri İkbal, gayet yoğun bir faaliyetle geçiriyor ömrünü. Bir gün, İtalya’da Mussolini ile görüşürken gördüğümüz İkbal, bir bakıyoruz Paris’te H.Bergson ve L. Massignon ile felsefe yapıyor. İspanya Kurtuba Camii’nde “özel izinle” namaz kılan belki de tek kişi o yıllarda. 1933’te Afganistan’ın idari yapılanmasında da yardımına ihtiyaç duyuluyor. http://www.mgkmedya.com M. İkbal İslam dünyasında, dahi bir mütefekkir olarak kabul edilir. Aklı irfanla buluşturma çabası diyebileceğimiz felsefi görüşleri, Akif’i andıran şiirleri onu farklı bir kategoride değerlendirmemize sebep olur. Yer yer insanı alıp götüren tasavvufi mısraları, Mevlana’dan haberdar olan herkesin içini ısıtır. Eserlerini okuyan birinin ondan etkilenmemesi içten değildir. Birçok fikrinin altına çekinmeden imza atarsınız. Her Hintli Müslüman gibi o da, Türklere hayranlık v e muhabbetle doludur. Ancak! Neden “sir” unvanı verildi ona? Sir unvanı kimlere verilir? Neden verilir? Hangi ritüeller uygulanır? M. İkbal’in bu unvanı, neden Müslümanlarca es geçilir? Sebep olduğu bölünme Hindistan’a veya Pakistan’a ne hayır sağlamıştır? Yanılmış mıdır? Rüyada peygamberden talimat alma yolundaki, bu günkü İslami cemaatlerin hücceti kabul edilen yöntem bağlayıcı mıdır? Hangi cemaat liderleri onu bire bir taklit etmektedir? Şüphesiz bir ilahiyat hocasına bu soruları sorduğunuzda “ne demek istiyorsun sen?” gibisinden bir tepki ile karşılaşırsınız. Komploculukla suçlanırsınız. Onu irdelemek ve hakkında sorular sormak bir tabu belki ama deruni kişiliği, felsefi ağırlığı ve edebi gücü ile ilgili değil, siyasi kararları ve yönlendirmeleri ve bu yönlendirmelerin sebep olduğu sonuçlar ile ilgili sorulması gereken soruları da birinin sorması gerekiyor. Burada dikkat çekmek istediğimiz yönü, onun Nietzscheci felsefesi veya Mesnevi merkezli tasavvufi görüşleri veya Akif’i andıran şiirleri değil, Siyasal İslam kavramının oluşumundaki etkileridir. Gandhi’nin, Cinnah’a yalvararak “beni ortadan ikiye böl ama Hindistan’ı bölme” diye ülkenin bölünmemesi gerektiği görüşünü, Cinnah’ın düşünmeden reddetmesinin arkasında İkbal’i görüyoruz. Onun siyasal alandaki etkisi daha ziyade Hint kıtası üzerinde olmuştur. Tarih boyu bölünemeyen Hint kıtası İkbalin ölümünden kısa bir süre sonra bölünmüş ve bir daha birleşemez hale gelmiştir. Bu gün Pakistan ve Hindistan, ha desen savaşacak durumda gardını almış bekleyen iki ağırsıklet gibi beklemektedirler. Bu bölünme acılarla doludur. İnsanlık tarihinin gördüğü en büyük nüfus mübadelesini, dinsel arındırma vahşetlerini ve Pazar, Eylül 1, 2013 - Sayfa 1 / 2 Rıza Heybetoğlu Muhammed İkbal bitmek bilmeyen bir kaos’u yaşatmıştır, Hint kıtasının çıplak ayaklılarına. Hintli Müslümanlar ayrılmak için -tesadüfe bakın kiİngilizlerin hakem olmasını talep ederler. İngilizler de, Müslümanların çoğunluk oldukları yerlerin Pakistan, Hinduların çoğunluk oldukları yerlerin ise Hindistan olmasının doğru olacağını önerirler. Ancak sorun şudur ki, aynı dili konuşan ve inançları dahi birbirine karışmış bu insanlar, Hint kıtasının her yerinde yaşamaktadırlar. Her Müslüman kasabasında Hindu, her Hindu kasabasında Müslüman vardır neredeyse. Kutsal ses gene fısıldar “kovun onları”. Mübadele ile yer değiştirilmesi gerektiği kararı alınır fakat gelin görün ki, Hindistan insanı birer monşer edasıyla selamlaşıp ayrılmazlar köylerinden. Yumruklar, sopalar, palalar… Tüm bu yaşanan kaos’a rağmen Müslümanları bir araya toplamak mümkün olmaz. En çok Müslüman’ın yaşadığı bölge Pakistan olarak ayrılır ama önemli bir Müslüman nüfus kıtanın diğer ucunda kalmıştır. Oraya da Bangladeş adı verilir ve Pakistan’a bağlanır. Bir kısım Müslüman da Keşmir’de kalmıştır. Ama bölge stratejik açıdan önemli olduğundan, ne Pakistan ne de Hindistan vazgeçmez Keşmir’den. Bir kısım Müslüman ise hala Hindistan’ın devasa topraklarında kalmıştır. Ardından Bangladeş bu kez Pakistan’dan, zaten ayrı olduğu coğrafyasını, siyasi olarak ta ayırır. Keşmir ise hala savaş sebebi. 60 yıldır Hint kıtasının kanayaklıları sorunlarını çözüp, her şeyin doğal yetiştiği cennet emsal bir coğrafyada, her şeye muhtaç bir yaşama mecbur oldular. Hindistan’da hala milyonlarca Müslüman yaşıyorlar ve ülkeyi bölen olduklarından “hain” olarak görülüyorlar Hindularca. Ama ortak bir yönleri var elbet. Her iki kesim de İngilizceyi anadilleri gibi konuşuyorlar. Sadece şuna dikkat çekmek istiyorum. Söylemlerimiz ne kadar doğru olsa da, fikirlerimiz ne kadar albenili görünse de, entelektüel kişiliğimiz ne kadar hayranlık uyandırsa da, yol açtığımız olayların bizi götürdüğü yer çok iyi hesap edilmelidir. Siyasal İslamcıları şöyle kategorize etmek yerinde olacaktır; Bir misyona hizmet edenler, ahmaklar ve aldatılan ferasetsizler... Ama tastamam hepsi İngilizlerle bir şekilde ilişki içerisinde. İkbal, bir düşünür veya şair olarak elbette ki değerlendirilmesi gereken biri. Lakin fikirlerinin yol açtığı sonuçların, orta dünyanın ve Asya’nın kanayaklılarına ilaç olamadığı açık. Günümüzde Efendi’ye takiyye yaparak, İslam’ı hâkim kılmaya çalışan acınası insanları görmekteyiz. Unutulmamalıdır ki, Efendinin unvan tacını bir kez boynuna geçirdin mi, gayrı olacakların, senin iraden yönünde ilerleyeceğini beklemen, ne kadar budala olduğunu gösterir. M. Kemal’e İngilizlerin teklif ettiği, “padişah sen ol” teklifini, düşünmeden reddetmesi, sanırım daha iyi anlaşılıyor olsa gerek günümüzde. Ey siyasal İslamcı “kardeşim”! Efendi, sövdüğünüz Atatürk’e sunduklarının binde biri ile topunuzu satın aldı. Onun dönüp bakmaya tenezzül etmedikleri için, sizler birbirinizi parçalıyorsunuz. Yazık! Ya İkbal’in çocuğu? Pakistan, İkbal’in hayallerindeki akıl ve irfanı mezcedebilmiş, batının bilimiyle doğunu irfanından bir cennet yaratabilmiş midir? Hayır. Bu gün, halkı sefalet ve radikal İslamcı Sünni mollaların insafında, kafası çalışanları ise, efendinin üniversitelerinde kalifiye eleman olarak entelektüel köleliğe mahkûm bir ülke var ortada. Tüm enerjilerini, ebedi düşman gördükleri, kardeşleri ve ırkdaşları olan Hindistan’a karşı silahlanmaya adamış bir ülke. Bu halleriyle, Hindistan’ın da bağımsızlığını elde ettikten sonra başını doğrulta bilmesini engellemiş oldular. Sonuç, koca bir kıtada bitimsiz bir fitne ile sürekli tetikte duran, kendi ülkelerine atom bombası yapmak dışında hayrı olmayan Nobelli fizikçilerinin ve bilim amelelerinin batı üniversitelerini doldurduğu, bir garip Müslüman ülke olarak karşımızda durmaktadır Pakistan. İkbal’i değerlendirirken asla bir komplodan bahsetmiyorum. http://www.mgkmedya.com Pazar, Eylül 1, 2013 - Sayfa 2 / 2