İSLAM VE İLİM KONUYLA İLGİLİ BAZI ÂYETLER ك اﻟﱠذِي َﺧﻠَ َق َ ا ْﻗ َر ْأ ِﺑﺎﺳْ ِم َر ﱢﺑ “Yaratan Rabbinin adıyla oku!”1 ًﺎن َﻋ ْﻧ ُﮫ َﻣﺳْ ؤُ وﻻ َ ك َﻛ َ ﺻ َر َو ْاﻟﻔُ َؤا َد ُﻛ ﱡل أُوﻟـ ِﺋ َ ك ِﺑ ِﮫ ﻋِ ْﻠ ٌم إِنﱠ اﻟ ﱠﺳﻣ َْﻊ َو ْاﻟ َﺑ َ َْس ﻟ َ َوﻻَ َﺗ ْﻘفُ َﻣﺎ ﻟَﯾ “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi ondan sorumludur.” 2 ب ِ ُون إِ ﱠﻧ َﻣﺎ َﯾ َﺗ َذ ﱠﻛ ُر أ ُ ْوﻟُوا ْاﻷَ ْﻟ َﺑﺎ َ ِﯾن َﻻ َﯾﻌْ ﻠَﻣ َ ُون َواﻟﱠذ َ ِﯾن َﯾﻌْ ﻠَﻣ َ ﻗُ ْل َھ ْل َﯾﺳْ َﺗ ِوي اﻟﱠذ “De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.” 3 KONUYLA İLGİLİ BAZI HADİSLER ّ ت َرﺳُو َل ُ ْ َﺳﻣِﻌ:وﻋن أﺑﻲ اﻟدرداء رَ ﺿِ ﻲَ ّﷲُ َﻋ ْﻧﮫ ﻗﺎل َﻣنْ َﺳﻠَ َك َط ِرﯾﻘﺎ ً َﯾ ْطﻠُبُ ﻓﯾ ِﮫ ﻋِ ْﻠﻣﺎ ً َﺳﻠَ َك:ﷲ ﺻﻠﻰ ﷲ ﻋﻠﯾﮫ وﺳﻠم َﯾﻘُو َل ُ ْﷲُ ِﺑ ِﮫ َطرﯾﻘﺎ ً ﻣِن ّ ت ِ َوإنﱠ ْاﻟ َﻌﺎﻟِ َم ﻟَ َﯾﺳْ َﺗ ْﻐﻔِرُ ﻟَ ُﮫ َﻣنْ ﻓِﻲ اﻟ ﱠﺳ َﻣوا،ب ْاﻟﻌ ِْﻠ ِم ِ ِﺿﻊُ أﺟْ ﻧ َِﺣ َﺗ َﮭﺎ ِرﺿﻰً ﻟ َِطﺎﻟ َ َوإنﱠ اﻟﻣﻼَ ِﺋ َﻛ َﺔ ﻟَ َﺗ.ِطرُ ِق ْاﻟ َﺟ ﱠﻧﺔ ِ َوإنﱠ،ِ َوإنﱠ َﻓﺿْ َل ْاﻟ َﻌﺎﻟ ِِم َﻋﻠﻰ ْاﻟ َﻌ ِﺎﺑ ِد َﻛ َﻔﺿْ ِل ْاﻟ َﻘ َﻣ ِر ﻟَ ْﯾﻠَ َﺔ ْاﻟ َﺑ ْد ِر َﻋﻠﻰ َﺳﺎﺋ ِِر ْاﻟ َﻛ َوا ِﻛب،ض َو ْاﻟﺣِﯾ َﺗﺎنُ ﻓِﻲ َﺟ ْوفِ اﻟ َﻣﺎ ِء ِ َْو َﻣنْ ﻓﻲ اﻻر أﺧ َذهُ ِﺑ َﺣ ﱢ َ ُأﺧ َذه َ ْ َوإنﱠ اﻻ ْﻧ ِﺑ َﯾﺎ َء ﻟَ ْم ﯾُورﱢ ُﺛوا دِﯾ َﻧﺎراً َوﻻ دِرْ َھﻣﺎ ً َوﻟﻛِنْ َورﱠ ُﺛوا ْاﻟﻌ ِْﻠ َم َﻓ َﻣن،ْاﻟ ُﻌﻠَ َﻣﺎ َء َو َر َﺛ ُﺔ ا‘ ْﻧ ِﺑ َﯾﺎ ِء .ظ َواﻓ ٍِر Ebu'd-Derda (r.a.)’dan Resûlullah (s.a.v)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Kim ilim öğrenmek için bir yol tutarsa, Allah da onu cennete giden yollardan birine dahil eder. Melekler, ilim öğrenmesinden hoşnut olarak o kimseyi korurlar. İlim öğrenen için göklerde ve yerde olanlar, hatta denizdeki canlılar bile istiğfar ederler. Âlimin ibadet edene üstünlüğü, dolunaylı gecede ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne dinar ne de dirhem miras bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim ilme sahip çıkarsa, büyük bir nasip elde etmiş olur.” 4 1 A’lak, 1 İsra,17/36. 3 Zümer, 39/9. 4 Ebû Davûd, İlim 1(3641); Tirmizî, İlim, 19. 2 ّ ﺳﻣﻌت رﺳول:ﯾﻘول ﷲ ﺻﻠﻰ ﷲ ﻋﻠﯾﮫ وﺳﻠم ّ َرَ ﺿِ ﻲ ﷲُ ﻋَ ْﻧﮫ ﺳﻣﻌت ﻣﻌﺎوﯾﺔ:ﻋن ﺣﻣﯾد ﺑن ﻋﺑداﻟرﺣﻣن ﻗﺎل ّ َﻣنْ ﯾ ُِر ِد:ﯾﻘول .ﯾن ِ ﷲ ُ ﺑ ِﮫ َﺧﯾْراً ُﯾ َﻔ ﱢﻘ ْﮭ ُﮫ ﻓِﻲ اﻟ ﱢد Humeyd İbni Abdirrahmân(r.a.)'dan rivayet edildiğine göre o, Hz. Muâviye’nin Rasulullah (s.a.v)'ın şöyle buyurduğunu işittiğini söylüyor: “Allah hakkında hayır dilediği kimseyi dinde fakih kılar.” 5 َﻓﺿْ ُل: ﻓ َﻘﺎ َل.ﷲ ﺻﻠﻰ ﷲ ﻋﻠﯾﮫ وﺳﻠم َر ُﺟ ٌل َﻋ ِﺎﺑ ٌد َو َﻋﺎﻟِ ٌم ِ ّ ُول ِ ُذﻛ َِر ﻟ َِرﺳ:ﻋن أﺑﻲ أﻣﺎﻣﺔ رَ ﺿِ ﻲَ ّﷲُ َﻋ ْﻧﮫ ﻗﺎل ْ ْاﻟ َﻌﺎﻟ ِِم َﻋﻠﻰ ْاﻟ َﻌ ِﺎﺑ ِد َﻛ َﻔﺿْ ﻠِﻲ َﻋﻠﻰ . أد َﻧﺎ ُﻛ ْم Ebu Ümâme (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (sav)'a biri âbid(ibadet eden) diğeri âlim iki kişiden bahsedilmişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir” buyurdu. 6 P5F ﯾل ِ ّ ُول َ َ َﻣنْ َﺧ َر َج ﻓِﻲ َطﻠ:ﷲ ﺻﻠﻰ ﷲ ﻋﻠﯾﮫ وﺳﻠم ِ ب اﻟﻌ ِْﻠ ِم َﻓﮭ َُو ﻓِﻲ َﺳ ِﺑ ِ َﻗﺎ َل َرﺳ:ﻗﺎل ّ َرَ ﺿِ ﻲ ﷲُ َﻋ ْﻧﮫ وﻋن أﻧس .ﺟ َﻊ ِّ ِ ْﷲ َﺣ ّﺗﻰ َﯾر Enes (r.a.)’dan Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu rivayet ediliyor: “İlim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah yolundadır.” 7 .ﺿﻰ َ ﺎر ًة ِﻟ َﻣﺎ َﻣ َ ﺎن َﻛ ﱠﻔ َ ب اﻟﻌ ِْﻠ َم َﻛ َ َ َﻣنْ َطﻠ:ًو ﻋن ﺳﺧﺑرة ﻣرﻓوﻋﺎ Sahbere (r.a.)'dan merfu olarak rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kim ilim öğrenmeği talep ederse, bu onun geçmişteki günahlarına kefaret olur.” 8 ّ ﻋن أﺑﻲ ھرﯾرة َرﺿِ َﻲ ُ ِن َﻓ َﺣﯾ ْث َو َﺟدَ َھﺎ َ ْاﻟ َﻛﻠِ َﻣ ُﺔ ْاﻟﺣ ِْﻛ َﻣ ُﺔ:ﷲ ﺻﻠﻰ ﷲ ﻋﻠﯾﮫ وﺳﻠم ِ ّ َﻗﺎ َل رﺳو ُل:ﷲُ َﻋ ْﻧﮫ ﻗﺎل ِ ﺿﺎﻟﱠ ُﺔ ْاﻟﻣ ُْؤﻣ .أﺣ ﱡق ِﺑ َﮭﺎ َ َﻓﮭ َُو Ebu Hüreyre (r.a.) “Rasûlullah (s.a.v)’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Hikmet, mü'minin yitiğidir. Mümin hikmeti nerde bulursa onu sahiplenir.” 9 ﷲ ﻻ َﯾ ْﻘ ِﺑضُ ْاﻟﻌ ِْﻠ َم ِ ّ َﻗﺎ َل َرﺳُو ُل:ﻋن اﺑن ﻋﻣرو ﺑن اﻟﻌﺎص رَ ﺿِ ﻲَ ّﷲُ َﻋ ْﻧﮭُﻣﺎ ﻗﺎل َ ّ إنﱠ:ﷲ ﺻﻠﻰ ﷲ ﻋﻠﯾﮫ وﺳﻠم ،ْق َﻋﺎﻟِﻣﺎ ً ا ﱠﺗ َﺧ َذ اﻟ ﱠﻧﺎسُ رُؤُ ﺳﺎ ً ُﺟ ﱠﮭﺎًﻻ ِ ﺎس َوﻟﻛِنْ َﯾ ْﻘ ِﺑضُ ْاﻟﻌ ِْﻠ َم ِﺑ َﻘﺑ ِ ْض ْاﻟ ُﻌﻠَ َﻣﺎ ِء ﺣ ﱠﺗﻰ إ َذا ﻟَ ْم ُﯾﺑ ِ ِا ْﻧﺗ َِزاﻋﺎ ً َﯾ ْﻧ َﺗ ِز ُﻋ ُﮫ ﻣ َِن اﻟ ﱠﻧ .ﺿﻠﱡوا َ ﺿﻠﱡوا َوأ َ َﻓ ُﺳ ِﺋﻠُوا َﻓﺄ ْﻓ َﺗ ْوا ِﺑ َﻐﯾ ِْر ﻋِ ْﻠ ٍم َﻓ İbn Amr İbni'l-Âs’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Allah, ilmi insanlardan söküp almak suretiyle yok etmez. Fakat ilim, âlimlerin ölümüyle yok olur. Öyle ki, tek Buhari, Farzu'l Humus 7; İlim, 13; İ'tisam 10; Müslim, İmâre 98; Zekât 98, 100. Tirmizî, İlim 19 (2688) 7 Tirmizî, İlim 2 (2649), İbnu Mâce, Mukaddime 17, (227). 8 Tirmizî, İlim 2 (2650) 9 Tirmizî, İlim 19 (2688) 5 6 bir âlim kalmaz, halk da cahilleri (âlim sanarak ilimde) önder edinir. Bunlar kendilerine sorulan meselelere bilgisizce fetva verirler. Hem kendilerini hem de başkalarını yanıltırlar.” 10 Hz.Ali: “İlim maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen koruyacaksın, halbuki ilim seni korur. İlim hâkim, mal mahkumdur. Mal harcamakla azalır, ilim harcamakla çoğalır.” (İhyau Ulûmi’d-Dîn, İstanbul, 1312, c. 1, s.7.) KONUNUN İŞLENİŞİ İlim kavramı türevleriyle birlikte Kur’an’da, 750’ye yakın yerde geçmekte olup, Allah ve O’nun yarattıklarından şuur sahibi olan insan ve melekler için kullanılmıştır. Bununla birlikte, okumak, düşünmek, ibret almak, akıl, nazar, hikmet, fikir, âyet gibi ilim ile ilgili kavramlar da dikkate alındığında, Kur’an’daki her dört âyetten birinin ilimle ilgili olduğu görülür. Kur’an-ı Kerim, ilk nâzil olan “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O Allah, insanı bir alak (kan pıhtısı)’tan yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rabb ki, kalemle insana yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti” (‘Alak, 96/1-5) âyetiyle biz Müslümanları ilim öğrenmenin en önemli yolu olarak okumaya, yazmaya, düşünmeye, araştırmaya teşvik etmiştir. Bunun yanında Kur’an, temel bilgi vasıtaları olarak kalem (Kalem, 68/1; ‘Alak, 96/4), mürekkep (Kehf, 18/109) ve yazıdan (‘Alak, 96/4) bahsetmiş, ilme sahip olanlarla ilimden mahrum olanların asla eşit olamayacağını (Zümer, 39/9) bildirerek ilmin önemine işaret etmiştir. Hz Peygamberimiz de “Hikmet, müminin yitik malı gibidir, onu nerede bulursa onu almaya herkesten daha çok hak sahibidir” (Tirmizî, İlim 19; İbn-i Mâce, Zühd, 17) buyurarak ilmî araştırmalar ve incelemeler/gözlemler yapma hususunda biz Müslümanların önüne çok iyi bir hedef koymuştur. İşte temel dinamizmlerini bu teşvik ve tavsiyelerden alan Müslümanlar, çok erken dönemden itibaren ilim ve hikmet adına çok iyi çalışmalar ve eserler ortaya koymuşlar; Mekke, Medine, Şam, Kahire, Kudüs, Bağdat, İstanbul, Kurtuba, Buhara, Semerkand gibi daha pek çok İslam şehri ilim ve kültür merkezi haline gelmiştir. İslam, ilmi nur ve izzet; cehaleti ise zulmet ve karanlık olarak nitelendirmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bilenlerle bilmeyenlerin asla eşit olamayacağı (Zümer, 39/9), ilim ehline üstün dereceler verildiği (Mücadele, 58/11), Allah’tan en çok ilim ehlinin korktuğu (Fâtır, 35/38), Allah’tan ilmimizin artırılmasının istenilmesini (Tâhâ, 20/114), insanın cahillerden olmaması (En’âm, 6/35; Hûd, 11/46), cahillerden yüz çevrilmesi gerektiği (Bakara, 2/67; Ar’âf, 7/199) bildirilmiştir. Peygamberimizin(s.a.v) de ilim üzerine pek çok hadisleri mevcuttur. Şu hadisi konumuzun daha iyi anlaşılması için ifade etmekte fayda görüyorum: “Kim ilim öğrenmek için bir yol tutarsa, Allah da onu cennete giden yollardan birine dâhil eder. Melekler, ilim öğrenmesinden hoşnut olarak o kimseyi korurlar. İlim öğrenen için göklerde ve yerde olanlar, hatta denizdeki canlılar bile istiğfar ederler. Âlimin ibadet edene üstünlüğü, dolunaylı gecede ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne dinar ne de dirhem miras 10 Buhârî, İlim 34; Müslim, İlim 13 (2573) bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim ilme sahip çıkarsa, büyük bir nasip elde etmiş olur.” (Buhârî, İlim, 10; İbni Mâce, Mukaddime, 17; Ebû Dâvûd, İlim, 1; Tirmizî, İlim 19) Bu hadis-i şerifte de görüldüğü gibi İslam, ilme ve ilim öğrenene büyük bir değer vermiştir. Öyle ki ilim yolunda gayret gösterene cennetin yolu açılır, melekler onlar için koruyuculuk yaparlar. İlimle meşgul olanların günahlarının bağışlanması için gökteki, yerdeki, denizlerdeki varlıklar dua ederler. Âlimler, dini öğrenip anlatmaları sebebiyle de peygamberlere varistirler, onlara yakınlık kazanmış olurlar. Bilenlerle bilmeyenler eşit olmayacağı için ilim sahipleri önemli bir nasip sahibi olmaktadırlar. İlim sahipleri için büyük bir hayır/derece vardır. Peygamberimiz: "Ya öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen, ya da ilmi seven ol. Fakat beşincisi olma (yani bunların dışında kalma) helâk olursun." (Mecmeu'z-Zevâîd ve Menbeu'l-Fevâid, c.1, s.122.) buyurdular. Yine Peygamberimiz (s.a.v) dualarında: “Allah’ım! Bana öğrettiğin ilimden beni faydalandır. Faydalanacağım şeyleri bana öğret. İlmimi artır. Bulunduğum her hal için Allah’a hamd olsun.” (Tirmizî, Daavât, 128; İbn-i Mâce, Mukaddime, 23), “Ey Allah’ım! Faydası olmayan ilimden sana sığınırım” (Müslim, Zikir, 73; Ebû Davud, Vitr, 32; Tirmizî, Daavât,68; Nesâî, İstâze,13,65; İbni Mâce,“Mukaddime”,23; Dua, 2-3) diye dua ederdi. “Allah, Âdem (a.s.)’e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: Haydi sözünüzde sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin, dedi.” (Bakara, 2/31). Böylece insana eşyaları/nesneleri yapma, isimlerini bilme, onları kullanma yeteneği ve bilgisi verildi. Diğer bir ifâde ile insana meleklerin bile sahip olamadıkları bir bilgi verilmiştir. Çünkü Cenab-ı Hak, Hz. Âdem (a.s.)’e bütün eşyanın kendisini, sıfatını ve ne işe yaradığını öğretti. Bu ilâhî lütûf Hz. Âdem ile başlamış ve günümüze zamanımıza kadar artarak devam etmiş ve kıyamete kadar da devam edecektir. İnsanlar çok çeşitli yollardan, özellikle peygamberler ve onların getirdiği kitaplar, ilahî mesajlar aracılığı ile bilgilendirilmiş ve aydınlatılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de de vurgulandığı gibi kendilerine hikmet verilenlere gerçekte büyük hayır verilmiştir (Bakara, 2/269). Zira tefekkür etmek, bilmek ve anlamak insanı şerefli kılar. Aklın temel görevi, vahyin aydınlığında Hakk’ı batıldan, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırmaktır. Bu ise ancak ilimle mümkün olur. Aklını kullanmayanlar sağır, dilsiz ve kör gibidirler (Bakara, 2/171). İslam, insanın yaratılışına uygun son ve mükemmel bir din olduğu için bütün Müslümanlara ilmi farz kılmıştır. Her Müslümanın dinî vecibelerini yerine getirecek, helal ile haramı, Hakk ile batılı birbirinden ayırt edecek kadar ilim sahibi olması farz-ı ayndır. Nitekim Hz. Peygamberimiz (s): “Kadın ve erkek her Müslüman’a ilim öğrenmek farzdır” (İbni Mâce, Mukaddime, 17) buyurmuştur. İman, ilme dayanmazsa onun doğruluğu veya yanlışlığı bilinemez. Dolayısıyla ilim, imana götüren bir rehberdir. İlim sahih bir akılla mümkündür. Dinî yükümlülüklerde akıl aranır ki; “aklı olmayanın dini de yoktur” (Buhârî, Hudud, 22, Talâk, 11; Ebû Davud, Hudud, 17; Tirmizî, Hudud,1; İbn Mâce, Talâk, 15) hadisi bu gerçeğe işaret eder. Sahabe Efendilerimizin (Allah cümlesinden razı olsun) “Gelin, biraz iman edelim.” sözleriyle “Gelin, biraz ilim müzakere edelim, tefekkür edelim” manasını kastetmeleri onların ilme, tefekküre, araştırmaya verdikleri önemi çok iyi ortaya koymaktadır. Zira iman olgusunda; ilmin ve aklın yeri büyüktür. Şöyle ki, iman aklî verilere yani ilim temeli üzerine oturmazsa zan, şüphe ve tahminden ibaret kalır ki, bunun Kur’an açısından hiçbir değeri yoktur. Bu yüzdendir ki Kur’an-ı Kerim, ilmî düşünce ve tefekküre dayanmayıp körü körüne atalarından devraldıkları kültürel miras üzerine hareket etmelerinden dolayı müşrikleri eleştirmektedir. (Bakara, 2/170; Mâide, 5/104; Zuhrûf, 43/22). Kur’an’a göre bütün âlem, Rabbimizin bir ve tek gerçek ilah oluşunu haykıran sayısız delillerle doludur. Bu kevni (varoluşla-yaradılışla ilgili) ayetlerin okunması, araştırılması da İslamın öngördüğü ilim kapsamındadır. Nitekim şu âyet buna çok iyi bir örnektir, “İnsanlar, devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına ibretle/tefekkürle bakmazlar mı?” (Ğâşiye, 88/17-20). Yani Rabbimiz, âlemdeki yarattığı her şey ile kendi varlığını bize hissettirmekte ve ispatlamaktadır. Biz müminlere düşen görev, Kur’an’ın âyet olarak isimlendirdiği bu işaretleri doğru bir şekilde düşünmek ve anlamak, imanımızı söz konusu işaretlerden edindiğimiz ilmî verilerle güçlendirmek olmalıdır. “De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.” (Zümer, 39/9) ayetinden hareketle İslâm dininin ilmi, bir üstünlük sebebi olarak kabul ettiği belirtilir. Ancak Kur’ân, hayatı sadece maddî ve tek boyutlu bir olgu olarak görmediğinden bilgi edinme yoluyla elde edilen kazanımın da sadece maddi bir menfaat ve üstünlükten ibaret olmadığı da hatırlatır. İlimden asıl maksadın Allah’ı bilmek suretiyle ahlak ve adalete dayalı birey ve toplum oluşturmak olduğu belirtilir. Bu bağlamda ilim mücerret bilmekten ibaret kalmayıp uygulamaya dönüşürse, maddi olduğu kadar manevi üstünlük sebebi de olur. Bu takdirde, o kimse, Allah katında üstün bir rütbeye sahip olmuş demektir. İslâm’da ilim ve ilmi araştırmalar her zaman teşvik edilmiş hatta bu konuda Müslümanların diğer milletlerle yarışması ve onlardan ileri durumda olmasını bir mesuliyet olarak Müslümanlara yüklenmiştir. Sonuç olarak ilim ve ilmî araştırmalar, insanın ve toplumun lehine ise; yani insanı şerre değil hayra sevk ediyorsa faydalı, aksi takdirde şerre ve kötülüğe götürüyorsa zararlı olduğu ifade edilir. Günümüzün biz Müslümanlarına düşen görev ise, Kur’an ve Sünnet ışığında tarihî mirasa sahip çıkarak dünyada ve ahirette huzur ve kurtuluşun ancak ilim ile mümkün olduğunu idrak edip ilmî çalışmalar ortaya koymaktır Asr-I Saadet’ten Örnekler Hz. Peygamber’in Bedir esirlerine 10 çocuğa okuma yazma öğreten serbest bırakılacağı talimatı bu konuda çok kayda değerdir. Bilindiği üzere, İslâm'da ilk savaş, Bedir savaşıdır. Bu savaşı müslümanlar kazanmıştır. Bu savaşta esirler de alınmıştır. Peygamberimiz arkadaşlarına danıştıktan sonra, esirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmalarını emretmiştir. Ancak fidye verecek durumda olmayanlardan her birinin on müslüman çocuğa okuma- yazma öğretmeleri halinde onların da serbest kalacağını bildirmiştir.( İslâm Tarihi, Asrı Saadet, İstanbul, 1921, c. 1, s. 346) Zeyd b. Sabit (r.a.), bu şekilde okuma-yazma öğrenenlerdendir. Alimler de ilim öğrenme yolunu seçmekle peygamberlerin varisleri olmak gibi bir şerefi kazanmış oluyorlar. Peygamberimizin(sav) arkadaşlarından Ebû Hureyre (r.a.), hemen hemen Peygamberimizden hiç ayrılmayan bir sahabi idi. O, Peygamberimizle bulunduğu sürece, ilim öğrenir, Peygamberimizin sözlerine dikkat ederek onları ezberlerdi. Bu sahabi, bir gün Medine’de sokağa çıktı. Halk sokakta dolaşıyordu. Onlara şöyle seslendi: -Peygamberimizin mirası bölüşülüyor, siz ise burada vakit geçiriyorsunuz, gidip o mirastan payınızı alsanız ya? deyince, halk: -Nerede bölüşülüyor? diye sorarlar. Ebû Hureyre (r.a.): -Mescidde bölüşülüyor, diye cevap verir. Halk koşarak mescide gider, sonra geri dönerler. Ebû Hureyre (r.a.) onların geri geldiklerini görünce, sorar: -Ne oldu? Onlar cevap verir: -Biz mescide gittik, ama sizin söylediğiniz gibi orada taksim edilen herhangi bir şey görmedik, derler. Ebû Hureyre tekrar sorar: – Siz mescidde hiç kimse görmediniz mi? Der. Onlar: – Evet, bazı kimseler gördük, bir kısmı namaz kılıyor, bir kısmı Kur’an okuyor, bir kısmı da helâl ve haram gibi konuları tartışıyordu, derler. Bunun üzerine Ebû Hureyre (r.a): -Yazıklar olsun size, işte o, Peygamberin mirasıdır, der. (Peygamberin mirası ilimdir) (Mecmeu’z-Zevâîd ve Menbeu’l-Fevâîd, c.1, s.123-124) Tarihten Örnekler Düşünce sistemini İslam dininden alan İslam medeniyeti; bugün bile kullanılan modern ilim metodlarının, Müslümanlar tarafından bilinçli olarak kullanılmasıyla ortaya çıkan, parlak bir medeniyet sarayıdır. Bu ışıklı medeniyetin mimarları, bugün bile düşündürücü ve hayranlık uyandırıcı bilimin anahtarlarını keşfetmişlerdir. Tekniğin ve bilimin bu kadar geliştiği çağımızda, sıfırın keşfi, kağıdın icadı, astronominin bugünkü postülatları olan dünya ve gök cisimleriyle ilgili temel prensipler vs., oldukça önemli buluşlardır. Bugünün bilim ve teknolojisi, kendisini orta zaman İslam medeniyetinin ektiği tohumlara borçludur. Daha 1000 yıllarında, yani Kopernik'ten 500 sene önce, İslam bilgini El-Biruni(973-1048) tarafından; "gündüz ve gece değişikliği"nin; diğer gezegenler gibi Dünya'nın, Güneş etrafında dönmesiyle meydana geldiği ortaya atılmıştı. Bu görüşün, değil o devirde İncil tarafından hoş karşılanması ve Avrupa'nın anlaması; 500 yıl sonra Kopernik bile bu ilmi tezi cesaretle savunamamıştır. Nitekim hıristiyan Batı âleminde, ilim adamlarının hunharca katledildiği; hastaların, “Rûhuna şeytan girmiş!” denilerek diri diri yakıldığı o karanlık ortaçağ dönemlerinde, müslümanlar üniversiteler kurmakta ve dünyanın her tarafından gelen talebelere dînî ilimlerin yanısıra, fizik, tıp, matematik, astronomi vb. sahalarda Cenâb-ı Hakk’ın kudret ve azametini tefekküre sevk eden bir eğitim vermekteydiler. Yani maddî ilimlerle mânevî ilimler birbirine mezcedilerek okutulmaktaydı. Bu vesileyle ilimde büyük bir bereket hâsıl oldu. İşte İslâm âlimlerinin, ilim, teknik ve medeniyetin gelişmesine yapmış olduğu katkılardan birkaçını, ana başlıklar hâlinde şöyle hülâsa edebiliriz: İbn-i Sînâ’nın (980-1037) tıbba birçok yenilikler getiren Kanun adlı kitabı, İslâm dünyasında olduğu kadar, Avrupa’da da temel kitap olarak kullanılmıştır. Nitekim bu eserin 400 sene Avrupa üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulması, bunun en büyük delilidir. Sıfırı ilk defa kullanan Harezmî (780-850), “el-Kitâbü’l-Muhtasar fî Hisâbi’l-Cebri ve’lMukābele” (Cebir ve Denklem Hesabı Üzerine Özet Kitap) isimli eseriyle ilk cebir kitabını yazmış ve böylece cebir ilminin temellerini atmıştır. Matematik alanında Avrupa’ya hocalık yapan müslüman âlimlerden biri de Battânî (858929)’dir. Battânî, Jacques Risler’e göre, trigonometrinin gerçek mânâda mûcididir. Müslümanların bu alandaki hizmetlerini Fransız Profesör E. F. Gauter şu sözlerle ifâde etmektedir: “Yalnız cebiri değil, müslümanlardan almış diğer olduğu matematik ilimlerini gibi, bugünkü Batı de, Avrupa matematiği, kültür çevreleri gerçekten İslâm matematiğinden başka bir şey değildir.” Kimya denince akla Câbir bin Hayyân (721-815) gelir. Câbir, kurduğu özel laboratuvarında maddelerin atomik yapısını gösteren tespitler yaparak, belirli kütlelerin belirli kütlelerle reaksiyona girdiğini söylemiştir. Atom hakkında söylemiş olduğu şu sözler, ancak asırlar sonra anlaşılabilmiştir: Coğrafyanın ilim hâline gelmesini sağlayanlar da müslümanlardır. Dünyanın pek çok ülkesini köşe-bucak dolaşan Evliyâ Çelebi (1611-1682), 29 sene hiç durmadan bir kıtadan diğerine yolculuk eden İbn-i Battuta (1304-1369)’nın seyahatnâmeleri, birer tarih ve coğrafya hazinesidir. Kristof Kolomb (1446-1506), Amerika’nın varlığını müslümanlardan, özellikle İbni Rüşd’ün kitaplarından öğrendiğini kaydeder. Bîrûnî (973-1048) asırlar önce Amerika’nın varlığından söz etmiş, Pîrî Reis (1465-1554) Kitâb-ı Bahriye isimli eserinde, Avrupa’nın haritasını çizmiştir. Ayrıca Pîrî Reis’in Dünya haritası, bugün dahî tarih ilminin çözemediği hâdiselerden biridir. Bu haritada “Grönland Adası”, aslına uygun olarak üç parça hâlinde gösterilmektedir. İbn-i Baytar (1190-1248), ortaçağın en büyük botanikçi ve eczacısı olmuş, 1400 civarında bitki ve ilacı anlattığı Kitâbü’l- Câmi’ fi’l-Edviyyetü’l-Müfrade adlı eseri, 19. yüzyıla kadar Avrupa’da kaynak kitap olarak kullanılmıştır. Tarih sosyolojisinin en seçkin sîmâlarından olan İbn-i Haldun (1332-1406), sosyoloji ilminin kurucusu olarak anılmakta, Mukaddime’siyle bugün bile ilim dünyasına ışık tutmaktadır. Mimarî denilince de dünyada ilk akla gelen, muhteşem eserleriyle hâlâ gönüllerde yaşayan Mimar Sinan (1489-1588)’dır. Beyin Fırtınası Sizce İslam dini niçin bu kadar ilme ve bilme önem vermektedir? Sizce ilim ve bilim kelimeleri arasında fark var mıdır? Sizce din ile bilim çatışması diye bir şey var mıdır? Soru-Cevap 1. Kur’an’ın ilk inen ayeti hangisidir? 2. İslam’ın ilme verdiği değer hakkında neler söyleyebiliriz? 3. Bir müslümanın ne kadar bilgi edinmesi farz-i kifayedir ? Birey/Grub Çalışması İslam alimlerinin dünya bilim tarihine katkılarını araştırınız.