Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası

advertisement
e-bülten
25
kasim
2013’ün ilk 10 ayında erkekler
Kadına
Yönelik
Şiddete
Karşı
Mücadele
ve
Uluslararası
Dayanışma
Günü
2013’ün ekim ayında erkekler
22 kadın ve iki erkek öldürdü,
16 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti,
20 kadını yaraladı,
6 kadın ve kız çocuğunu taciz etti.
kaynak:bianet
alma
sessiz k
şiddete
ma
ortak ol
168 kadın öldürdü,
148 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti,
170 kadını yaraladı,
123 kadın ve kız çocuğunu taciz etti...
kaynak:bianet
TMMOB EMO ANKARA ŞUBESİ
elektronik bülten / 25.11.2013
25 KASIM’DA NE OLMUŞTU?
25 Kasım, 1960’ta Dominik Cumhuriyeti’nde, Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele eden
Clandestina Hareketi’nin öncülerinden olan Patria, Minerva ve Maria Mirabel kardeşlerin
diktatörlüğün askerleri tarafından, tecavüz edildikten sonra vahşi bir şekilde katledildikleri,
utanç gününün ve insanlık ayıbının yıl dönümüdür.
Mirabel kız kardeşlerden birinin kod adının Kelebek olmasından da esinlenerek; o günden
sonra bu üç kız kardeş, gerek Dominik’te gerek dünya da “Kelebekler” adıyla
efsaneleştirilerek anılmaya başlanır. Önce 1981’de Dominik’te toplanan Latin Amerika
Kadın Kurultayı’nda; 25 Kasım , "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası
Dayanışma Günü" olarak kabul edilir. Daha sonra 1985 yılında, BM tarafından 25 Kasım,
“Kadına Yönelik Şiddetin Yok Edilmesi için Uluslararası Mücadele Günü” ilan edilir.
25 Kasım tarihinin diğer takvimsel kadın eylemlerinden
farkı dünya üzerinde yaşayan tüm kadınların ve kız
çocuklarının giderek artan ve çeşitli biçimlerde maruz kaldıkları cinsiyete dayalı şiddete
odaklanılmış olmasıdır.
Kadınlar, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, ayrımcılığa, ataerkil toplumsal şiddete, aile içi
şiddete, savaşa, ırkçılığa ve milliyetçiliğe, karşı; kadın dayanışmasını örüyor, seslerini
yükseltiyorlar, adeta kelebekçesine kanat çırparak uçmayı sürdürüyorlar…
söyleşi...söyleşi...söyleşi...söyleşi...söyleşi...söyleşi...söyleşi...söyleşi...söyleşi...
*
Avukat Duygu Özgür Yıldırım ile kadına yönelik şiddetin görünümleri ve boyutları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik, bir
dönüşüm ve baskı aygıtı olarak devlet eliyle uygulanan şiddeti ve resmi ideolojinin kadın söylemini hukukî süreçlerde
karşılaşılan örnekler üzerinden irdelemeye çalıştık…
*
Duygu Özgür Yıldırım 3 senedir avukatlık yapıyor. Yaklaşık bir buçuk senedir de kadın ve çocuk haklarıyla ilgili davaları takip eden Yıldırım aynı
zamanda Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın Çalışmaları Ana Bilim Dalı’nda yüksek lisans öğrencisi.
• Gündelik yaşamda şiddet genelde “fiziksel” şiddet olarak bilinir. Şiddeti ve türlerini
nasıl tarif etmek gerekir?
Şiddet ne yazık ki hepimizin hayatının bir döneminde maruz kaldığı, yıkıcı etkisi uzun
süreli bir eylemdir. Kadınlar olarak, gerek özel alanda gerekse kamusal alanda şiddetin
birçok türüyle karşılaşıyoruz. Evde koca, baba, ağabey, sevgiliden gördüğümüz fiziksel
şiddetle, metroya bindiğimizde, diz üstü eteğimiz
nedeniyle göz şiddetiyle, yolda yürürken sözlü şiddetle, iş
yerlerimizden geç saatte çıktığımızda cinsel şiddetle, iş
yerlerimizde sırf kadın olduğumuz için yaşadığımız psikolojik şiddetle. Bu durum, bizi
ürküttükçe normalleşiyor, normalleştikçe daha çok ürkütüyor aslında. Erkek şehirlerde,
kadın yaşamın zorluğunu yaşıyoruz.
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’da;
şiddet “Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya
acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik
tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de
içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana
gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her
türlü tutum ve davranış” olarak tanımlanmıştır.
Kadına karşı şiddet ise; “Kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya
kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının insan hakları ihlâline yol
açan ve şiddet olarak tanımlanan her türlü tutum ve davranış” olarak tanımlanmış. Bu
yasadaki tanıma paralel olarak İstanbul Sözleşmesi olarak da bilinen Kadınlara Yönelik
Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi
Sözleşmesi’nde de; kadına yönelik şiddet bir insan hakkı
ihlâli ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak ele
alınmış ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel,
psikolojik ve ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete
dayalı her türlü eylem, tehdit, zorlama, keyfi olarak özgürlükten, ekonomik
gereksinimlerden yoksun bırakma, kadına karşı şiddet sayılmış.
Görüldüğü üzere yaygın olanın aksine, şiddet sadece fiziksel şiddet olarak kabul
edilmemiş, kadın hakkını ihlâl eden, cinsiyete dayalı her türlü cinsel ayrım, kadına zarar
veren her türlü psikolojik ve ekonomik eylem, şiddet türleri arasında yerini almıştır. Yani
hakaret, tehdit, zorla çalıştırma, çalışmak isteyen kadını çalıştırmama, evli olsun olmasın
kadını rızası dışında cinsel ilişkiye zorlama vs. durumların hepsi aslında şiddetin bir
şeklidir.
Her ne kadar Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ni imzaya açıldığı 11.05.2011 tarihinde imzalamış ve kısa bir süre sonra
(24.11.2011 tarihinde) onaylamış olsa da, bu durum Türkiye’nin dünya ülkeleri arasında kadına şiddet sıralamasında
üst sıralarda yer aldığı gerçeğini değiştirmiyor.
• Eğitim ve gelir düzeyi ile kadına yönelik şiddet arasında nasıl bir ilişki var?
Bilinenin aksine, şiddete uğrayan kadın profili sadece eğitim ve gelir düzeyi düşük
kadınlardan da oluşmuyor. İyi eğitimli ve kentli kadınlar da hatırı sayılır ölçüde şiddete
uğruyor öldürülüyor. Eğitim düzeyinin ileri olması, şiddeti azaltan nedenlerden biri olsa
da, şiddeti bütünüyle engelleyen bir unsur olamıyor. Buna ilişkin yapılan araştırmalarda
çıkan çarpıcı veriler de bize bu durumu açıkça gösteriyor. Örneğin; Türkiye’de 2007
yılında Ayşe Gül Altınay ve Yeşim Arat tarafından yapılan “Türkiye’de Kadına Yönelik
Şiddet” başlıklı geniş ölçekli araştırmaya göre her üç kadından biri fiziksel şiddet görüyor.
Türkiye genelinde şiddet gören her iki kadından biri (doğuda her üç kadından yaklaşık ikisi) eşinden gördüğü şiddetle
tek başına mücadele etmek durumunda kalıyor ve yaşadığı şiddeti de çoğu zaman saklama yoluna gidiyor.
Kocalarından boşanmış veya ayrılmış kadınlarda fiziksel şiddet deneyiminin % 78 gibi çok yüksek bir oranlara ulaştığı
bildiriliyor. Eğitim düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların oranı azalsa da, okuma yazma
bilmeyen kadınlar arasında en az bir kez fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyenlerin oranı %43 iken, yüksek
öğrenim görmüş kadınlar arasında bu oran % 12 oluyor. Eşi okuryazar olmayan kadınların yarısı en az bir kez fiziksel
şiddete maruz kaldığını söylerken, eşin eğitimi yüksekokul ve üniversite düzeyine çıktığında bu oran % 18’e düşüyor.
Aradaki fark ne kadar anlamlı olsa da, yüksek öğrenim görmüş altı erkekten birinin eşine
fiziksel şiddet uyguluyor olması dikkat çekici.
Yine araştırma, gelir düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların
oranının düştüğünü söylemekte. Buna karşın hane geliri 2500 YTL’nin üzerinde olan her
dört ailenin birinde bile fiziksel şiddet yaşanıyor. İllerde oturan kadınların fiziksel şiddete
maruz kalma oranları ilçelerde oturanlara göre yaklaşık % 42 daha fazla. Dayağın en az
yaşandığı yerleşim birimleri ilçeler, en çok yaşandığı yerler ise iller. Kadınların % 14'ünün
en az bir kez “istemediği zamanlarda cinsel ilişkiye zorlandığı”nı belirtiliyor. Cinsel şiddete
uğradığını söyleyenlerin % 67'sinin aynı zamanda fiziksel şiddete de maruz kaldığı ifade
ediliyor.
Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) ve Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü
Müdürlüğü tarafından hazırlanan ve 2009 yılında yayınlanan “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Raporu”na
göre ise lise ve üzeri eğitimi olan her 10 kadından yaklaşık üçünün yaşamının herhangi bir döneminde yakın ilişki
içinde olduğu erkek tarafından fiziksel veya cinsel şiddet yaşamış olduğu tespit edilmiş. Eğitimi olmayan veya
ilköğretimi bitirmemiş kadınların maruz kaldıkları fiziksel şiddet, lise ve üzeri eğitimi olan kadınlara göre iki kat daha
fazla da olsa eğitim düzeyi daha fazla olan kadınların maruz kaldıkları fiziksel şiddet oranının %25 olması, oldukça
yüksek bir değere işaret ediyor. Yakın dönem dikkate alındığında ise kadınların maruz kaldıkları fiziksel şiddet
yüzdelerinin eğitim düzeyindeki artış ile azaldığı net olarak söylenememekte. Hiç eğitimi
olmayan kadınlar için bu oran %13 iken, lise ve üzeri eğitimi ola kadınlar için oranın %8
olduğu bildirilmekte. Kadınların yakın ilişkide oldukları erkekler tarafından maruz
kaldıkları cinsel şiddet düzeyi fiziksel şiddetten daha az olmasına rağmen, rakamsal
olarak benzer. Kadınlarının yaşamlarının herhangi bir döneminde maruz kaldıkları
duygusal istismar ise eğitim düzeyine göre azalış gösterse de azımsanacak miktarda
değil. Lise ve üzeri eğitim grubundaki kadınların yüzde 37’si hiç eğitimi olmayan veya
ilköğretimi bitirmemiş kadınların yüzde 50’si yaşamlarının herhangi bir döneminde
duygusal istismara maruz kalmış.
Aslında araştırmaların bize gösterdiği, kentli, eğitimli ve gelir düzeyi nispeten daha iyi
olan kadınların da şiddet gördüğü gerçeği ve rakamsal ifadelere bakıldığında bu durum
hiç de azımsanacak boyutta olmadığı.
Her ne kadar, Türkiye’de son yıllarda kadın hakları savunucularının, feminist grupların, kadın örgütlerinin ve STK’ların
baskısıyla, kadına yönelik yasalarda iyileştirmeye, düzenlenmeye gidilmişse de kadın şiddetinin önüne geçildiği
söylenemez. Zaten mevzuata bakıldığında, genel olarak şiddet vuku bulduktan sonra neler yapılabileceğine ilişkin
düzenlemeler görmekteyiz.
• Kadınlarla ilgili yapılan son yasal düzenlemeler kadınların hayatını nasıl etkiliyor?
4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunun yerine 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin
Önlenmesi Kanunun kabul edilmesi, Kanun başlığına ise “Kadına Karşı Şiddet”in de alınması önemli bir gelişme.
Ancak şu da bir gerçek ki, yine başlığa baktığımızda temel amaç ailenin korunması. Bu nedenle, kadına şiddet, ailenin
korunmasından sonra geliyor. Yasanın ismi bu nedenle sadece “Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi” olmuyor.
Tabi, artık partner şiddetine karşı koruma kararı da alınabilmesi önemli bir gelişme. Kadının evli olması, şiddeti
uygulayanın hane içinde yaşaması artık koruma kararı alınması için aranmıyor. Öncesinde
boşanmış eşe karşı koruma kararı alınamıyor ya da bu bahane ediliyordu. Ayşe Paşalı, bu
durumun en acı örneğidir. Bilindiği gibi Ayşe Paşalı, mahkemeden kendisini tehdit eden
eski eşine karşı koruma talebinde bulunmuş ancak, 4320 sayılı kanunun boşanmış eşe
uygulanamayacağı gerekçesiyle talebi reddedildikten sonra, sağlanamayan koruma
nedeniyle eski eşi tarafından öldürülmüş bir kadın. Şimdi ise bu acı deneyimlerden
sonra, özellikle mahkeme uygulamalarına bakıldığında karakola, savcılığa ya da
mahkemeye başvurulduğunda, aile mahkemelerince darp raporu dahi istenmeksizin
koruma kararı çıkartıldığı görülüyor.
Yeni TCK’da ise eski Ceza Kanununa göre daha olumlu düzenlemeler yapıldığını görmek
mümkün. Yeni TCK’da yapılan düzenleme ile cinsel suçlar aileyi ve genel ahlakı ilgilendiren bir konu olmaktan
çıkarılmış ve cinselliği kişisel bir özgürlük değeri olarak gören ve toplumu ve aileyi değil; doğrudan kişinin kendisini
merkezde tutan ve özgürlüğünü ön plana çıkaran bir anlayışa geçiş yapılmıştır. Yine cinsel suçlarda, mağdurun bakire
veya evli olup olmaması dikkate alınmamaktadır. Cinsiyetçi söylemlerin birçoğu kaldırılmıştır. Ancak bu gelişmeler
basına yansıyan durumlardan da anlaşabileceği üzere hakkaniyetli kararlar verildiği anlamına gelmemektedir. Rıza
varlığının araştırılması, ruh sağlığının bozulduğuna ilişkin rapor istemi, haksız tahrik indirimleri kadın aleyhine
uygulanmakta, failler daha az cezalar almaktadır.
Ücretli çalışan kadınlar olarak, İş Kanunlarına baktığımızda ise süt ve doğum iznine ilişkin
yeni düzenlemeler yapılması gerektiği ortadır. Özellikle süt izninin günde 1,5 saat olması,
çalışılan her kurumun kreşi olduğu ve iş yerlerimizin hepsinin “yanı başımızda” olduğu da
düşünüldüğünde, yasanın bize sanki eve dön çağrısı yaptığını düşündürtmektedir. Aynı
şekilde şu şartlarda ütopik kaçacak olsa bile, erkeklere de doğum izninin verilmesi
gereklidir. Sadece kadına tanınmış doğum izni, yasa koyucunun çocuğa bakmakla
yükümlü olan bireyin sadece kadın olduğunu (!) düşündüğünü akla getirmektedir.
• Şiddetle mücadele etme konusunda gelişmeler nelerdir? Çok az sayıdaki bu olumlu gelişmelerde kadın
mücadelesinin etkisi var diyebilir miyiz?
Özellikle 1980 sonrasında Türkiye’de daha da büyüyen kadın hareketinin etkisiyle, kadın örgütlerinin, hak
savunucularının baskısıyla, hükümetler yeni politikalar yapmak durumunda bırakılıyor aslında. Yeni yasalar, yeni
projeler düşünülüyor. Kamu spotları hazırlanıyor, platformlar kuruluyor, kadınlar seslerini daha fazla duyurma imkânı
sağlayacak alanlar buluyor, evlerinden, sokaklara çıkıyorlar. Artık Şiddeti Önleme Merkezleri, kadın sığınma evleri
açılıyor. Yargı süreçlerinde Baroların Kadın Hakları Merkezlerinin aktif olması da önemli bir gelişme. Ankara Barosu’nun
diğer barolara da tanıttığı, şiddet gören kadının maddi durumu bulunmaması halinde hukuki sürecini yürütecek gönüllü
avukat atama projesi buna bir örnek. (http://www.gelincikprojesi.com/)
Bu merkezler kadının kendini yalnız hissetmemesini sağlasa da, yeni projelerle eksiklerin giderilmesi, sığınma evlerinin
koşullarının iyileştirilmesi, kadınlara şiddetle mücadele yöntemleri üzerinde verilecek eğitimlerin arttırılması, yerel
yönetimlerle bu konuda iş birliği yapılması, kadınlara haklarının anlatılması, ulaşabilecekleri yerlerin adreslerinin,
telefonlarının ellerinin altında bulunması, kolluk güçlerinin bu konuda duyarlılığının arttırılması, en önemlisi ise kadının
yaşadığı şiddet sonrası kendisinin değil bu şiddeti kendisine uygulayanın cezalandırılması gerektiğine dair inancının
arttırılması şiddeti önlemede bir adım daha ilerlememizi sağlayabilir.
• Devlet eliyle yapılan açıklamalar kadınların hayatlarını olumsuz etkiliyor mu?
Tabi yasa koyucularda ve yasa uygulayıcılarının çoğunda bulunan erkek egemen bakış açısını değiştirmenin de yolları
aranmalı. Teoride yapılmış bir sürü iyi projenin, pratikte yürümediğini görmek mümkün. En basitinden “çalışmak istediği
için” eşini dövdüğünü söyleyen bir kocaya, hâkim “ eşi isterse çalışır istemezse çalışmaz, hoş yeni yasada o da kalmadı ya”
demesinin önüne geçmenin de bir yolu bulunmalı.
• Son dönemde kadınların yaşam tarzına, giyim tarzına yapılan müdahaleleri nasıl okuyorsunuz? Yine son dönemde
gündeme gelen “gözaltında çıplak arama” gibi uygulamalarda yasal bir
dayanak var mı?
Uygulamada yaşadığımız tüm bu sorunlar bize aslında hükümetin kadın
politikasını nasıl yürüttüğü üzerine ipuçları veriyor. Özellikle Hopa'daki
olayları protesto ederken polis müdahalesi sonucu kalçası kırılan Dilşat
Aktaş'ın, ülkenin başbakanı tarafından "O kadın, kız mıdır kadın mıdır?" diye
nitelendirilmesi, Gezi Olayları sürecinde Taksim'de gözaltına alınan 7 kadına,
hukuki temeli olmamasına karşın, (yasada ancak ve ancak kanunlara göre
izin verilmeyecek bir şeyi taşıdığına ilişkin makul şüphe bulunması ve
aramanın amacına başka türlü ulaşılamaması halinde ve yine ancak yasal
koşullar sağlanarak, tamamen istisnai hallerde giysilerinin çıkartılması
mümkünken), üst araması yapılıp tutanağa bağlandıktan ve avukatlar mahalden ayrıldıktan sonra, gözaltındaki kadınların
nezarethane katında ayrı bir bölüme götürülerek, giysilerinin tamamen çıkarttırılarak arama yapılması, “her kürtaj bir
Uludere'dir” söylemi, dekolteli sunucuların işlerinden çıkartılması, dekolteli dizilerin dekoltelerini “uygun” konuma
getirmediklerinde yayından kalkması, yurtlarda, öğrenci evlerinde
fuhuş yapıldığının iddiası, evlere baskınlar yapılması, kadını korumaya
yönelik tedbirler alan devlet “babanın" kendi eliyle kadını hedef
göstererek, kadına nefreti arttırdığının bir kanıtı gibi aslında. Hal böyle
olunca da kadını erkek şiddetinden korurken, devlet şiddetinden nasıl
koruruz sorusu geliyor akıllara.
Bu nedenle, kadınların bedenleri üzerinde oynanan oyunlara
kanmaması, kendi özgürlükleri için atıldığı söylenen adımlar üzerinde
değil kendi adımları üzerinde sağlam durması, örgütlü ve bilinçli
hareket etmesiyle ne koca ne sevgili ne de devlet tokadı yüze
değmeden engellenir belki de.
haberler...haberler...haberler...haberler...haberler...haberler...haberler...
TMMOB 3. KADIN KURULTAYI TOPLANDI
TMMOB 3. Kadın Kurultayı, 16-17 Kasım 2013 tarihlerinde Ankara’da toplandı. İnşaat Mühendisleri Odası Teoman
Öztürk Salonu’nda gerçekleştirilen kurultayda, ilk gün düzenlenen oturumlarda çeşitli konu başlıklarında kadın
sorunu ele alınırken, ikinci gün 15 ilde düzenlenen yerel kurultaylarda alınan kararlar tartışılarak oylandı. Kurultay
kapsamında TMMOB 3. Kadın Kurultayı Delegeleri imzalı metin de kamuoyuna açıklandı.
TMMOB 3. Kadın Kurultayı Düzenleme Kurulu Başkanı ve TMMOB Yürütme Kurulu Üyesi
Ayşe Işık Ezer’in açış konuşmasıyla başladı. Ezer, kapitalizmin tarihsel süreçte, kadın ile
ihtiyaca bağlı olarak “ucuz emek-kutsanmış annelik” arasında kurduğu ikiyüzlü ilişkinin
neoliberal politikalarla ülkemize en somut şekilde yansıtıldığı bir dönemde
düzenlenmesinin kurultayın önemini daha da artırdığını belirterek, şöyle konuştu:
“Daha önce gerçekleştirdiğimiz kurultaylarda da aynı konuları konuştuk, şimdi de aynı
konuları konuşacağız demek isterdim. Maalesef diyemiyorum. Açıkça ‘kadın erkek eşit
değildir’, ‘kızlı erkekli aynı merdiveni kullanıyorlar, kızlı erkekli aynı evde kalıyorlar, her
kürtaj bir Uludere’dir’ demekte hiçbir sakınca görmeyen, hamile kadınların sokağa
çıkmasını gayri ahlaki bulan siyasi iktidar, son iki yılda sistemli bir şekilde gerici yaklaşımla
harmanlayarak kız çocuklarının okutulmamasına, töre cinayetlerinin hala devam etmesine, iş yaşamında kadın
istihdamının engellenmesine yol açan kadınlara yönelik cinsiyetçi anlayışını yeni yasal düzenlemelerde
somutlaştırmaya devam etmekte, yasal düzenleme yapma gereği dahi duymadan fiili durum yaratarak kadının
kimliğini yok eden, aile içine hapseden ve kadın bedenini namus kavramının odağına koyan anlayışı/ yaşam biçimini
topluma bir model olarak dayatmaktadır. Siyasi iktidarın kadın karşıtı bu politikaları sonucunda kadın cinayetleri,
çocuk gelin sayısı, taciz ve tecavüz olayları katlanarak artmış ve neredeyse olağan sayılır hale gelmiştir.”
Ezer, kadını hiçleştiren politikalara, kader haline getirilen dayatmalara karşı durmak için, güçlü toplumsal ve sınıfsal
temellere dayanan örgütlü kadın mücadelesine her zamankinden daha çok ihtiyaç
bulunduğunu vurguladı. TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı da
konuşmasında iktidarın kadını yok sayan politikalarına değinerek 3.’sü düzenlenen
kurultayın önemine vurgu yaptı.
Kurultay, Divan ve Sonuç Bildirgesi Komisyonu’nun seçimleri ile devam etti. Divan
Başkanlığı’na Ayşegül Akıncı Yüksel, başkan yardımcılıklarına Meltem Öz ve Aysel Şeren,
yazmanlıklara İmren Taşkıran ve Zeliha Aziret seçildi.
Daha sonra CHP Kadın Kolu Başkanı Elektrik Mühendisi Hilal Dokuzcan bir konuşma yaptı.
Marmara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Dr. Zeynep Beşpınar’ın “Türkiye’de Kadın
Politikaları-Gericilik ve Piyasacılık Sarmalında Kadınlar” başlıklı sunumunun ardından
verilen yemek arasından sonra Kurultay tarafından alınan kararla İMO önünde siyasi iktidarın sistemli bir şekilde
gerici yaklaşımla harmanlanarak dayatılan, kadını toplumsal yaşamın dışına iten politikaları üzerine bir basın
açıklaması yapıldı.
Kurultayın ilk gün öğleden sonraki bölümünde KESK Kadın Sekreteri Canan Çalağan “Toplumsal Cinsiyet Rolleri
Açısından Türkiye’de Kadın Emeği”, TTB Kadın Kolu`ndan Müge Yetener “Kadına Yönelik Şiddet; Nedenleri ve
Sonuçları” konularında sunum yaparken, Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Beyza Metin ve
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nden Taksim Dayanışma Platformu Sözcüsü Mücella Yapıcı “Gezi
Sürecinde Kadın” başlıklı oturumda Gezi direnişi sırasında yaşadıklarını salonla paylaştılar.
Daha sonra, “TMMOB’de Kadın Örgütlülüğü” oturumunda TMMOB Kadın Çalışma Grubu Başkanı Ülkü Karaalioğlu
“Kadın Kurultayları ve Kadın Çalışmalarının Değerlendirilmesi”, TMMOB 3. Kadın Kurultayı Düzenleme Kurulu
Başkanı Ayşe Işık Ezer “Örgütlenme ve Mücadele Olanakları” başlıklı sunumları gerçekleştirdiler.
Kurultayın ilk günü Adana, Ankara, Antalya, Eskişehir, Gaziantep, İstanbul, İzmir, Trabzon ve Zonguldak İl
Koordinasyon Kurullarının sunumlarıyla sona erdi.
Kurultayın ikinci gününde ise 15 yerde düzenlenen yerel kurultaylardan gelen karar önergeleri tartışılarak oylandı.
haberler...haberler...haberler...haberler...haberler...haberler...haberler...
TMMOB CİNSİYET AYRIMCILIĞI TAKİP SEKRETARYASI
KURULUŞ VE ÇALIŞMA YÖNERGESİ YAYIMLANDI
TMMOB bünyesinde Cinsiyet Ayrımcılığını Takip Sekretaryası oluşturuluyor. Bu amaçla TMMOB Cinsiyet Ayrımcılığı
Takip Sekretaryası Kuruluş ve Çalışma Yönergesi yayımlandı. Yönerge ile cinsiyet ayrımcılığının, taciz ve mobbingin
takip edilmesi, hukuksal ve psikolojik destek gerektiği durumlarda kadın örgütleri ve diğer demokratik kitle
örgütleriyle işbirliği içerisinde çalışılarak çözümlerin üretilmesi ile görevlendirilen Cins Ayrımcılığını Takip
Sekretaryası’nın yapısı, görevleri ve çalışma esasları düzenlendi.
TMMOB CİNSİYET AYRIMCILIĞI TAKİP SEKRETARYASI KURULUŞ VE ÇALIŞMA YÖNERGESİ
AMAÇ
Madde 1. Bu yönergenin amacı; cinsiyet ayrımcılığının, taciz ve
mobbingin takip edilmesi, hukuksal ve psikolojik destek gerektiği
durumlarda kadın örgütleri ve diğer demokratik kitle örgütleriyle
işbirliği içerisinde çalışılarak çözümlerin üretilmesi ile
görevlendirilen Cins Ayrımcılığını Takip Sekretaryasının, yapısını,
görevlerini ve çalışma esaslarını düzenlemektir.
KAPSAM
Madde 2. Bu yönerge; Cinsiyet Ayrımcılığı Takip Sekretaryasının
kuruluş şekillerini, yapısını, görevlerini ve çalışma esaslarını tanımlar.
KISALTMALAR
Madde 3. Bu Yönergede;
3.1. TMMOB‘ye bağlı odalar; "Oda"
3.2. Oda Yönetim Kurulu; "OYK"
3.3. Şube Yönetim Kurulu‘; "ŞYK"
3.4. Cinsiyet Ayrımcılığı Takip Sekretaryası; "SEKRETARYA" olarak
ifade edilecektir.
DAYANAK
Madde 4. Bu yönergenin dayanağı; TMMOB 1. Kadın Mühendis,
Mimar ve Şehir Plancıları Kurultayı‘nda alınan karar uyarınca
TMMOB 40. Olağan Genel Kurul Kararıdır.
SEKRETARY’NIN ÇALIŞMA ESASLARI:
Madde 5. SEKRETARYA‘nın çalışma esasları; bu çerçeve yönergeye
uygun olarak, TMMOB Kadın Çalışma Grubu tarafından belirlenir.
SEKRETARYA‘NIN KURULUŞU
Madde 6. TMMOB Kadın Çalışma Grubu içerisinden 5 kişiden çok
olmamak üzere en az 3 kişi olarak belirlenir.
6.1. Kadın Çalışma Grubunun sekreteri aynı zamanda
SEKRETARYA‘nın da sekreterliğini yürütür.
6.2. SEKRETARYA‘nın görev süresi TMMOB‘nın bir çalışma dönemidir.
SEKRETARYA SEKRETERİNİN GÖREVLERİ
Madde 7. SEKRETARYA Sekreterinin görevleri;
7.1. SEKRETARYA‘nın gündemini hazırlamak ve raporlarının
tutulmasını sağlamak,
7.2. SEKRETARYA üyelerini toplantıya çağırmak,
7.3. SEKRETARYA‘ya başvuru yapanlara sadece hukuki değil psikolojik
destek de sağlayabilmesi için üniversitenin ilgili birimleriyle işbirliği
halinde çalışmak,
7.4. Hakkında değerlendirme yapılan, karar alınan ve görüş verilen
konular ve sorunlarda gizlilik içinde çalışılması ve ilgili tüm bilgi ve
belgelerin saklı tutulmasını gözetmektir.
SEKRETARYA‘NIN GÖREVLERİ
Madde 8. SEKRETARYA‘nın görevleri;
8.1. Cinsel taciz, cinsel saldırı, cinsel istismar ve misilleme iddialarını
inceler. Gündeme alıp almama yönünde karar verebilir.
8.2. Şikâyetçinin talebi halinde, şikâyetçi ve hakkında şikâyette
bulunulan kişi arasında arabuluculuk faaliyetleri başlatmaya karar
verebilir.
8.3. Arabuluculuğa gidilmemesi durumunda Sekretarya, cinsel taciz
ve cinsel saldırı iddialarıyla ilgili bir suçun işlenip işlenmediğini
saptamakla görevli olmayıp, şikayetçi ilgili Odanın Disiplin Kurulu‘na
yönlendirilir.
Atanacak soruşturmacılar, gereken durumlarda Sekretarya ile görüş
alışverişi yapar ve Sekretarya‘dan Bilirkişi desteği alır.
8.4. Cinsel tacize ve cinsel saldırıya karşı farkındalık ve duyarlılık
kazanılması için eğitim, tanıtım ve benzeri çalışmaları düzenler ve
yayınlar yapar.
8.5. Eril bir dil kullanan, kadın beyanı ve mahremiyet ilkelerini ihlal
eden haberlere tepki gösterilmesi sağlar.
8.6. Cinsiyet ayrımcılığı içeren iş ilan ve işe alımları gerçekleştiren
Kamu Kurum ve Kuruluşları ile özel şirketleri yazılı olarak protesto
eder ve web sitesinde yayımlar. Ayrıca TMMOB‘a bağlı odalar
aracılığıyla üyelerine yönelik yayımlanan, özel şirketlerin iş
ilanlarında da aynı duyarlılığı gösterir. Gerek örgüt içi gerek örgüt
dışında bu konuda kamuoyu oluşturmaya çalışır.
8.7. Cinsiyet ayrımcılığı içeren iş ilanlarına karşı hukuki mücadele
yürüten meslektaşlarına destek olur.
8.8. TMMOB‘ye üye ve bünyesinde çalışanlara, şiddete ve tacize
maruz kalmaları durumunda hukuki yönden destek verir.
8.9. TMMOB, oda, şube ve temsilciliklerinde cinsel tacize maruz
kaldığını açıklayan üyelerinin, çalışanlarının ve TMMOB üyelerince
tacize uğradığını beyan eden kişilerin açıklamasını ciddiyetle ele
alarak, onlarla dayanışma içinde olmak amacıyla, soruşturma
açılması ve yürütülmesi sürecinde sekreterya kadının beyanını esas
alır ve kadının kimliğini gizli tutar.
8.10. TMMOB bünyesindeki cinsel ayrımcılığa, ekonomik, psikolojik
ve fiziksel şiddete maruz kalan meslektaşlarımıza gerektiğinde
sığınabilecekleri barınma ve ekonomik ihtiyaçlarının karşılanacağı
yerlerin ve bu meslektaşlarımızın belirli bir sure koruma altına
alınabileceği ortamın sağlanmasına öncülük eder.
8.11. TMMOB, üniversitelerde kadınlara yönelik cinsiyet ayrımcılığı,
mobbing, cinsel taciz ve şiddete karşı kadın akademisyenler ve
öğrencilerle beraber çalışmalar yürütür. Bu doğrultuda kadın
akademisyen ve kadın öğrencilerle birlikte komisyon vb. yapılar
kurar. Üniversite disiplin yönetmeliklerinde cinsiyetçi uygulamalara
karşı yaptırımların yer alması için yapılan çalışmalara destek verir.
8.12. TMMOB web sitesinde, kolayca erişilebilecek bilgilendirme
notları (Sık karşılaşılan soru ve sorunların çözümleri,
başvurulabilecek hukuki ve fiili çözüm seçenekleri, bu seçeneklerde
izlenen süreçler, bu seçeneklerin her birinin yaratabileceği riskler ve
alınması gereken önlemler gibi) hazırlar.
8.13 Gerekli görüldüğü durumlarda diğer meslek odaları ile işbirliği
içine girer.
BİLDİRİM VE ŞİKÂYET
Madde 9. Cinsel saldırı veya cinsel tacize maruz kaldığını veya tanık
olduğunu düşünen bireyler, bu yönergedeki düzenlemelerin ihlal
edildiğinden emin olmasalar dahi bildirim veya şikâyette
bulunabilirler. Bu bildirim, SEKRETARYA‘ya şahsen yapılabileceği gibi
SEKRETARYA‘nın internet sayfasından çevrimiçi olarak da yapılabilir.
SÜRECE HAKİM OLAN İLKELER
Madde 10. Sürece Hakim Olan İlkeler;
10.1. Destek ve arabuluculuk süreçlerinde ilgili taraflarla yapılan
görüşme ve yazışmalar gizli tutulur. Bu işlemler ivedilik ve özen
ilkeleri gözetilerek en etkin biçimde sürdürülüp sonuçlandırılır.
SEKRETARYA yaptıkları her işlemle ilgili kayıt tutmak zorundadırlar.
10.2. Yasal zorunluluklar dışında şikâyetçinin talebi olmadan hiçbir
işlem başlatılamaz, başlatılmış olan işlemler durdurulamaz,
işlemlere ara verilemez.
DESTEK SÜRECİ
Madde 11. Destek Sürecinde SEKRETARYA;
11.1. Cinsel taciz ya da cinsel saldırı içerikli davranışlara maruz
kaldığını veya tanık olduğunu belirten kişileri başkaca bir koşul
gözetmeksizin desteklerler.
11.2. Şikâyette veya bildirimde bulunan kişiye; başvurabileceği
hukuki ve fiili çözüm seçeneklerini, bu seçeneklerde izlenen
süreçleri, bu seçeneklerin her birinin yaratabileceği riskleri ve
alınması gereken önlemleri anlatır.
11.3. İsteğe bağlı olarak psikolojik destek sağlamak konusunda
çalışmalar yürütür.
ARABULUCULUK SÜRECİ
Madde 12. SEKRETARYA, şikâyetçinin talebi halinde, şikâyetçi ve
hakkında şikâyette bulunulan kişi arasında arabuluculuk faaliyetleri
başlatılmasına ve usulüne karar verir. Arabuluculuğun amacı, iki taraf
arasında yaşanan olay konusunda bir anlayış birliğine varmak ve
gelecekte nasıl bir ilişki biçimi içinde olacaklarına dair bir anlaşma
yapmalarını sağlamaktır. Arabuluculuk her vakada işletilecek bir
süreç olmayıp, durumun özelliğine göre SEKRETARYA tarafından
şikâyetçiye tavsiye edilebilir.
HİZMET İÇİ EĞİTİM PROGRAMLARI
Madde 13. SEKRETARYA, TMMOB üyelerine yönelik olarak, cinsel
tacizin ve rahatsız edici cinsel içerikli davranışların engellenmesi
bağlamında kişilerin haklarını öğrenmesi ve bu konuda bir bilinç
oluşturulması amacıyla, TMMOB Yönetim Kurulu‘nun uygun
görüşünü alarak eğitim, seminer v.b. düzenler.
YÜRÜTME
Madde 14. Bu Yönerge TMMOB Yönetim Kurulu tarafından
yürütülür.
YÜRÜRLÜK
Madde 15. Bu Yönerge TMMOB Yönetim Kurulunca kabul edildiği
tarihten itibaren yürürlüğe girer.
Download