KATMER ÇİÇEK BİR GÜLÜŞ KIBLE YALNIZ GEZİ Mİ? SEÇİMLER, SİYASET VE ADAY ADAYLARI S.9’da KADINA ŞİDDETE HAYIR KOŞUSU Yıl 3 Sayı 84 G eçen hafta iki gün yine Türkiye demokratikleşme mücadelesi için çok önemliydi. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü büyük bir coşku, isyan dalgası ve öfke ile çok geniş kitleler tarafından meydanlarda, caddelerde kutlandı. Gösteriler sırasında kadınlar erkek egemen toplum anlayışını kınarken, iktidarı döneminde kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin büyük artış gösterdiği AKP hükümetine olan öfkesini dışavurdu. Fakat diğer taraftan bütün aksi söylemlere rağmen düzen partileri hâlâ kadın kotası koymaktan imtina ediyor, aday seçiminde kadının siyasete katılımını artıracak uygulamalar yapacakları yönünde bir açıklama yapmıyor. HDP ise kadın erkek eşitliğini tam olarak gerçekleştirmiş bir parti olarak kendisini sık sık ‘kadın partisi’ olarak tanımlayarak Kürt kadın devriminin siyasetteki temsilcisi olduğunu ortaya koyuyor. HDP, Haziran 2015 seçim sürecinin odağı parti konumuna şimdiden gelmiş durumda. 7 Mart Cumartesi günü ise tüm Türkiye devrimci demokratlarının sevgilisi olan Berkin Elvan’ın birinci ölüm yıldönümü anması yapıldı. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve hayat arkadaşının da hazır bulunduğu törene HDP ve CHP’den milletvekilleri de katıldı. Bu haftaki söyleşim barış mücadelecisi, siyasetçi ve gazeteci bir kadın ile. Yüksel Genç hem çözüm süreci hem seçimler hem de Türkiye gündemine ilişkin sorularımı yanıtladı. Bu hafta da köşe yazarlarımız Türkiye gündemini durdukları yerden ele alan yazılar yazdılar. İlgiyle okuyacağınızı düşünüyorum. Haberlerimiz ise hem yerel hem ülkesel boyutta yine. Haftaya görüşmek üzere S.4’te 11 Mart 2015 TÜRKÜLER EMEK İÇİN S.4’te Çarşamba “AKP’nin önündeki en büyük engel HDP” Yüksel Genç genç bir gazeteci, yazar ve bir siyasetçi. Bir Kürt kadın. Barış mücadelecisi. Gencecik ömrünün epey bir zamanını ise siyasi tutuklu olarak cezaevinde geçirmiş ama yine de demokrasi mücadelesinden geri durmayan bir insan. Yüksel Genç ile buluşup kendisine Türkiye gündemine, seçimlere ve çözüm sürecine dair sorular sordum. FEMİNİST GECE YÜRÜYÜŞÜ BERKİN ELVAN ANILDI İstanbul’da kadınlar Kadınlar Günü için Taksim’de 13’üncü kez Feminist Gece Yürüyüşü’nde bir araya gelerek meydanları doldurdu. Gezi'de yaralanan ve 11 Mart’ta 15 yaşında yaşamını yitiren Berkin Elvan, ölümünün birinci yıldönümünde vurulduğu yerde “Berkin Elvan 15’inde bir fidan” sloganları ile anıldı. S.7'de S.7'de 2 YORUM 2015 11 Mart Çarşamba Yaşar Kemal; “xwedê yeke derî hezar” ŞEYHMUS DİKEN B üyük edebiyatçı olmak için büyük kapılardan geçmek gerekir. Edebiyatın büyük ustası Yaşar Kemal, bu sözünü sağlığında “oğlum” diye hitap ettiği Mehmed Uzun için sarf etmişti. Yaşar Kemal’i ve onun edebiyatını dünya yüzünde bilenler bilir ki; Yaşar Kemal’in kendisi bizatihi büyük kapılardan geçmiş, büyük bir edebiyat şahsiyeti. Ben bu kanıya, 1980 yılında Kimsecik üçlemesinin ilk kitabı Yağmurcuk Kuşu’nu ve diğer ikisi Kale Kapısı ile Kanın Sesi’ni okuduğumda varmıştım. Kitabın sayfaları arasında Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasının halkları sökün ediyordu. Büyük yokoluşun ve beraberinde insana dair trajedinin 1915 ve sonrasındaki “büyük felaketi”ne denk düşen; yollardaki telefatın izleri vardı kitapta. Ermeniler, Kürtler, Türkmenler, Araplar ve diğer halklar. Ermeni halkının Çukurova topraklarından koparılıp atılmasının üzerine, Kürt coğrafyasından göçle gelenlerin yerleşme / yerleşememe dertleri, hikâyeleri paylaşılıyordu Yağmurcuk Kuşu’nda. Yaşar Kemal’in edebiyatında halkların birbirleriyle vuruşması ve çatışması yoktur. Halklardan birinin ırkçılık fetişizmi ile yüceltilerek, diğerlerinin aşağılanması da yoktur. Kültürel ve geleneksel damarların birarada yaşama ve birbirlerini öteleyerek değil etkileyerek yaşadıklarından bir şeyler öğrenerek, tat alarak hayatı ruhuna kadar yaşama felsefesi vardır. İşin açıkçası Yaşar Kemal Ağabeyin 1990’lı yılların başından 2009 yılına kadar 20 yıllık zaman dilimi içinde (aslında 1951 yılından bu yana gazeteci kimliği ile yazıp söyledikleri de kitabın kimi yerlerinde var) her defasında farklı şekillerde ifade edilmiş ama içeriği aynı, kimi cümlelerle bıkmadan usanmadan “muktedirlere” sorumlu ve vicdan sahibi aydın kimliği ile yazdığı, konuştuğu ve paylaştığı cesur metinler “Bu Bir Çağrıdır” kitabını yayınlandığı dönemlerin gazete kupürlerini hatırlayarak yeniden okuyunca, bir kez daha “çağrı”sının kıymetini kavradım. Yaşar Kemal, doksanına merdiven dayamış yaşlarında bir bilge edebiyatçı ve vicdanlı aydın kimliğiyle bir kez daha söyleyip yazıyordu. “Demokrasi Kürt Sorunundan geçer. Gerisi ağzın(ız)la kuş tutsan(ız) iflah olmazsın(ız)…” Geriye kalan nedir ki! Fukara Türk ve Kürt halk çocukları gerilla ya da asker olarak üçer beşer ölüyor / öldü bu tuhaf ülkenin dağlarında, bayırlarında, şehirlerinde. Mahpustakileri ise ne siz sorun ne biz söyleyelim… Yaşar Baba’nın çok sevdiği bir Kürtçe söz vardır. Der ki; “Xwedê yeke, derî hezar”. Evet, Allah birdir, kapı bin. Biri kapanırsa bir diğerinin açılacağı umudu hep vardır. Ama baba, seni uğurlarken sana diyeyim ki; biliyor musun bunlar bütün kapıları sadece kendi bildikleri kaville açmakta inat ettiler / ediyorlar. Kilidi de öbür ellerinde tutarak! Tanrıyı ise sadece kendi inançlarına “tahsisli” saydılar / sayıyorlar. Ve yetmezmiş gibi oyun çağındaki Kürt ve Türk çocuklarını, demir yığını kurşun geçmez panzerlerine taş attılar, sapan salladılar diye kurşunlayıp ölüdürüyorlar. Sonra da buna yasal kılıf uydurmak için “İç Güvenlik Yasası”nda ısrar ediyorlar. Öyle bir günde gittin ki; yine Kürdün vicdanlı siyasal temsiliyeti adeta sana yakışan Barış sesinin muştucusu gibi bir kapı araladı. Dedi ki bu eşitler arasında bir Barış çağrısı- dır. Bu sese kulak verin. Öyle bir günde gittin ki; her 28 Şubat günü geldiğinde belki de seninle birlikte Barışın ilk adımı bugün Yaşar Kemal öte yakaya göçerken atıldı diyecek tarih… Seni defnederken senin adın yazılı o mezar taşının önündeki küreklenen toprağına kutsal ŞehriAmed’den senin sahici manevi evladın Mehmed Uzun’un mezar toprağından getirdiğim dört avuçu kattım. Ve yüksek sesle dedim ki; “Bu dört avuç toprak bölünmüş, parçalanmış dört parça Kürdistanı simgeliyor. Bir Kürt edebiyatçısının mezarından bir diğer Kürt edebiyat ustasının mezarına taşınıyor. Ruhu şad olsun. Edebiyat babasını kaybetti…” Diliyor ve umuyorum ki; bu dünya yüzüne belki de yüz yılda bir gelecek böylesine hançeresi kuvvetli, belleği güçlü, dünyası sevecen ve toprağımızın, coğrafyamızın onur abidesi, yüz ağarı Yaşar Kemal Ağabeyin öte yakaya göçerkenki sözlerine kulak verecek muktedirler sahiden “muktedir” olur… Yoksa Yaşar Baba’nın edebi ve edepli eli hep yakanızda olur ve her daim hesap sorar, benden söylemesi… HALKIN NABZI GAZETESİ VE BİTLİS BELEDİYESİ İŞBİRLİĞİ İLE BİTLİS'TE WILLIAM SAROYAN KÜT ÜPHANESİ AÇILIYOR! Büyük bir yazarın ve bu toprakların Ermeni halkının emeğine ve anısına saygıyla... Kitap bağışlarınızı bekliyoruz: Bitlis Belediyesi Saroyan Kütüphanesi Bitlis / Türkiye YORUM 3 2015 11 Mart Çarşamba Katmer çiçek bir gülüş AHMET TULGAR G ülüşü katmer çiçek bir kızın fotoğrafı düştü cuma gecesi sosyal paylaşım sitelerine. “Böyle gülümsüyorlar, sonra gidiyorlar.” Öyle dedim hemen o gece. ‘Düşmedi’ aslında o fotoğraf o sitelere, açtı, açıverdi gece vakti, anlam anlamın ardından, çağrışım çağrışımın çağrıcısı, katmer katmer gül, öyle derin açtı. Tutunamayız haber jargonuna. Haber jargonu ile “ajanslara düştü” deyip sıradanlaştırılabilecek biri, geçiştirilebilecek gibi değildi. Bir kere çoktan verilmiş bir kararın sevinci var o gözlerde. Tembihler gibi, teselli eder gibi bakıyor, gülüyor bir kere. İlk katman. Biraz uçarı ama çokça bilinçli, belli ki. Bir sınır aşmış, sınırın öbür tarafından cesaret veren, davet eden bir kaçak. En güzel kaçak. Eğlenir gibi onu elinde tutamayan kurulu düzenle, gülüyor. İkinci katman. Yaşama sevinci: Olmaz mı. Bu gülüşten yaşama sevinci okunmaz mı? O da öyle sevmiş hayatı, öyle seviyor ama gidiyor. O gidiyor. Sevdiği hayatı daha sevilesi yapmaya. Döneceğinden emin. “Dönmezsem de ne gam” der gibi. Sevmiş, sevilmiş gibi. Üçüncü katman. Böyle güzel gülen, hepsi gibi güzel gülen, bazıları başka güzel güler ya, işte onlar gibi gülen kız, düşmüş Kobanê’de, haberi cuma gecesi geldi. Leyla Doğan’ın gülüşüne derin bir yarın başında durur gibi bakıyoruz şimdi. Gamzelerinin çukuruyla işaret ediyor gülüşündeki o derinliğe. O derinlikte, baktığımızda, kısacık hayatının ihtişamı ışıldıyor dipten. Bir zılgıt, bir şarkı yankılanıyor. Dipten. Güle oynaya, şarkılarla gidenlerden o da, belli ki. “Bitsin” diyemeyeceğimiz, daha diyemeyeceğimiz, ama kolay kolay “gitsin, peki” de diyemeyeceğimiz bir savaşa böyle gitti demek ki. Belli ki. Kobanê’ye. Tam da düşman, insana, kadına saldırdığı gibi, onun mirasına, tarihine, sanata da saldırdığı günlerde, Kobanê’de düşen bir güzel sanatlar fakültesi öğrencisi. Ne derin bir anlam. Gencecik kızlar, erkekler gidiyorlar bu savaşa. “Bitsin” diyemiyoruz haykı- rarak. “Daha değil, daha değil” diyoruz içimizden. Hayıflanarak ve biraz mahçup, “gitsin” diyoruz belki içimizden. ABONELİK KARTI 1 Yıl Yurtiçi 60 Adı Soyadı : ANADOLU YAKASINDA GÖRÜNÜR OLMAK iÇiN ilan Reklam ve Rezervasyon hattı için bizi arayınız T: 0216 457 46 46 F: 0216 457 13 12 e-mail: [email protected] Adresi : e-mail : Tel-GSM : Abonelik bedelini banka hesabına yatırdıktan sonra bilgileri lütfen aşağıda belirtilen posta adresine veya e-mail e gönderiniz. HALKIN NABZI Bağlarbaşı Mahallesi 2. İlkokul Cad. No:39 Cihangir İş Mrk. Kat:2 D:7 Maltepe/İstanbul/Türkiye T:+90 216 457 46 46 F:+90 216 457 13 12 [email protected] www.maltepeninnabzi.com AKBANK Maltepe Şubesi TL HESABI: Şube Kodu: 00 29 Hesap No:0189926 IBAN:TR35000460002 9888000189926 Devrim oluyor çünkü. Bu giden kız bu yüzden böyle gülüyor belli ki. Böyle gülüyorlar, sonra gidiyorlar. Halkın Nabzı Gazetesi Süreli Yayın AHİS Reklam Organizasyon Prodüksiyon San. Tic. Ltd. Şti. Adına İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni (sorumlu) İSHAK KARAKAŞ Editör: Ahmet TULGAR Grafik Mizanpaj Hukuk Danışmanı Erdal BEKTAŞ Av. Uğur KARAKAŞ Grafiker Danışma Kurulu Hakan YILDIRIM Spor Servisi Fırat COŞKUN Kültür Sanat Bedros DAĞLIYAN Avusturya Temsilcisi Erdal BOYOĞLU Viyana Temsilcisi Emine BAŞKÖY Fehim IŞIK Samet MENGÜÇ Fuat TOKAT Yer: Bağlarbaşı Mh. 2. İlkokul Cd. No: 39 Cihangir İş Merk. Kat 2 D:7 Maltepe - İstanbul Tel: 0216 457 46 46 Fax: 0216 457 13 12 [email protected] Baskı: GÜN MATBAA Beşyol Mah. Akasya Sk No 23/A Sefaköy-Küçükçekmece - İST. Tel: +90 212 426 63 00 4 HABER 2015 11 Mart Çarşamba Erkekler, “kadına şiddete hayır” diyerek koştu M altepe Belediyesi’nin düzenlediği organizasyonla, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde erkekler, ellerinde karanfiller ve üzerinde “kadına şiddete hayır” yazılı tişörtlerle koştu. Maltepe Belediyesi, Birleşmiş Milletler’in (BM) “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği için Dayanışma Hareketi” olan “HeforShe-KadıniçinErkek” kampanyasının Türkiye’de uygulanmasına öncülük etti. Bu kapsamda, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde erkekler, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı ve şiddeti ortadan kaldırmak ve duyarlılık oluşturmak için koştu. Özgecan tişörtleriyle koştular Sabahın erken saatlerinde Cevahir Hotel İstanbul Asia önünden başlayan koşuya, Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç’ın yanı sıra, CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin, CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (UN Women) HeForShe Temsilcisi Gizem Yarbil, Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu’ndan Ayşe Yüksel, Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) temsilcileri, Gezi Parkı anneleri adına Yıldız Bulut, Soma’da hayatını kaybeden madenci aileleri adına Havva Şen, çok sayıda siyasetçi, sanatçı, gazeteci, muhtarlar, sivil toplum örgütleri, sporcular ve vatandaşlar katıldı. Koşu öncesi katılımcılara, üzerinde Özgecan Aslan’ın fotoğrafı bulunan ve “kadına şiddete hayır” yazılı “HeForShe” kampanyası tişörtleri ile karanfil dağıtıldı. Yaklaşık 1 kilometrelik güzergahta yapılan koşu, Yalı Mahallesi Açık Basketbol Sahası önünde sona erdi. Koşu sonrası bir konuşma yapan Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç, “Öncelikle BM tarafından dünya genelinde başlatılan ve Türkiye’de ilk kez yapılan bu projeye sahip çıktığınız için teşekkür ediyorum. Kadınları yılda bir kez hatırlıyoruz ama Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş’ın da dediği gibi ‘Kadınlar insandır, biz erkekler ise insanoğlu.’ Bu sözler gösteriyor ki Anadolu insanına, böylesi yüreklere saygı duymak gerekiyor. Herkes elini yüreğine koyarak, bu şiddetin önlenmesi için mücadele etmeli. Siyasi nutuklarla bu işler yürümüyor ve görüyoruz ki her siyasi nutuk atıldıkça kadınlar öldürülmeye, şiddet görmeye devam ediyor. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne bir gün kala bile, öldürülen kadın haberlerini okuyoruz. Bu sorun, idamla çözülmez. Ailenin en küçük bireyleri olan çocukların aile içinde eğitilmesi, hatta ailelerin de eğitilmesi gerekiyor. Biz de Maltepe Belediyesi olarak bu noktada somut bir adım attık ve belediye olarak evlenmek üzere başvuran çiftlere, evlilikte iletişim ve çatışma ile baş etme yöntemleriyle ilgili, danışmanlık hizmeti verilmesini karara bağladık. Bu vesileyle, annelerimizin, kadınlarımızın önünde saygıyla eğiliyorum” dedi. Kartal belediyesi thm korosu'ndan 'emek için türküler' konseri K artal Belediyesi Kadınlar Korosu Solistleri, Şef Özgür Doğan ve müzisyenlerin sazları eşliğinde 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü nedeniyle konser verdi. Uğur Mumcu Yaşam Kalitesini Yükseltme Merkezi’nde “Emek İçin Türküler” konserine Kartal Belediyesi Başkan Yardımcısı Ömer Fethi Gürer ve Kartal- lılar katıldı. Sunuculuğunu Gülşen Özkök’ün yaptığı gecede sanatçılar güne özgü türküler seslendirdiler. Konserde bir konuşma yapan Kartal Belediyesi Başkan Yardımcısı Ömer Fethi Gürer, Kartal Belediyesi’nin sanata ve sanatçıya her zaman büyük değer verdiğini belirtti. Kadınlara yönelik Kartal Belediye Başkanı Op. Dr. Altınok Öz döne- minde yapılan çalışmaları anlattı. Kadın Konuk Evi, Kadın Danışma Merkezi, Kadın Ürünleri Pazarı ve kreşler hakkında bilgi verdi. 2015 11 Mart Çarşamba YORUM 5 Kıble yalnız Gezi mi? FEHİM IŞIK G ezi Direnişi, Kemalizm’i yeniden hortlatma amacıyla mecrasından çıkaran Ulusalcılara, direnişin meyvelerini altın tepside AKP’ye sunan CHP’lilere rağmen bir dönüm noktasıdır. Her şeyden öte geniş halk kitlelerinin üzerindeki ölü toprağını attığında neleri değiştirebileceğinin açık kanıtı olmuştur. Buna rağmen, Türkiye’nin geleceğinde etkili olabilecek yeni bir sürece adım atarken kıblemiz yalnız Gezi Direnişi mi olmalı? Son birkaç haftadır, HDP ile Türkiye sol hareketi, özellikle de BHH arasında seçim ittifakı kurulmasına dönük tartışmalar var. Nihayetinde BHH bir açıklama yaptı ve “İttifak yok, dayanışma var” diyerek kiminle dayanışacağını beyan etmeden bir tutum belirledi. Bu tutumun nedenini anlamak mümkün... BHH’nin kuruluşuna öncülük edenler, Gezi’ye yükledikleri misyon nedeniyle bu hareketin dağılmasını istemiyor ve hareket olarak tutum belirlemek yerine bileşenlerin her birinin kendince tutum belirlemesinin yolunu açıyorlar. Yani işin özü şu: BHH içinde Kürt hareketi ile mesafeli duran bir kesim CHP’yi güçlendirecek; BHH’lilerin bir kısmı HDP’nin barajı aşması için çaba gösterecek; sayıca az da olsa bazıları seçimi boykot edecek. Bu tutum tartışılacak ama esas tartışılması gerekenin Kürt hareketi ile mesafeli duran bir kesimin, HDP karşıtı tutumlarına Gezi’yi alet etme girişimleri olmalı, kanımca. Yeniden Kürt hareketi Gezi’de var mıydı, yok muydu, tartışmalarına girmeye gerek yok. Kürt hareketi ve Kürtler Gezi’de vardı ama Ulusalcıların yanında değildi. Onlarla, Gezi’yi kullanarak Kemalizm’i yeniden hortlatma girişimlerine karşı oldukları için ayrışıyorlardı. Kürt hareketinin Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Türkiye’yi halklar ve inançlar mezarlığına dönüştüren, ret-inkâr-asimilasyon politikalarının mimarı olan bir anlayışla ya da bu anlayışı savunanlarla yan yana durmasını beklemek ham hayaldir. HDP’nin Türkiye sol/ sosyalist kesimleriyle işbirliğini dayatması önemlidir. Bunu seçim öncesinde de, seçim sonrasında da hep zorlamalı Baştaki “Kıblemiz yalnız Gezi mi olmalı?” sorusunun yanıtına dönelim. İbresi CHP’den yana olan BHH bileşenleri, daha şimdiden tutumlarına Gezi’yi dayanak gösteriyorlar. Kürt hareketinin gericiliğinden dem vurup, Kürtlerin AKP ile işbirliği yaptığını savunuyorlar. Tam burada eğri oturup, doğru konuşalım. Evet, Gezi Direnişi AKP’ye darbeydi. Ama AKP’yi Ortadoğu’da hallaç pamuğuna çeviren, onun siyasetini tüm dünyanın gözü önünde yerle bir eden, Kürt siyasetinin öznesini oluşturan emsalsiz direniş değil miydi? Eğer bu direniş olmasaydı, AKP almış başını gidiyordu. Binlerce cana mal olan bu onurlu direnişin etkisini görmeyip Gezi üzerinden Kürt hareketini karalamaya kalkmak, bundan nema- lanmaya çalışmak, kusura bakmayın kimsenin haddi değil. AKP politikalarını Ortadoğu’da, Kürdistan’da bunca gerileten ama daha büyük ölümlere ve katliamlara yol açmamak için de ısrarla ve inatla diyalog ve müzakereyi - iktidarda onlar olduğu için - AKP’yle zorlayan Kürt hareketine gericilik ve işbirlikçilik yaftasını yapıştıranlar bilsin ki bu tutumları esasen AKP’nin ekmeğine yağ sürüyor. HDP, 7 Haziran’a parti olarak katılıyor. Bunun öncesinde CHP’de dâhil tüm sol, sosyal demokrat ve sosyalist kesimlere zeytin dalını uzattı. ÖDP’nin de savunduğu bu yaklaşımı reddeden HDP değil, bizzat CHP’nin kendisi oldu. Hal böyle iken HDP’yi suçlamak, onu AKP kuyrukçusu gibi göstermek en hafif deyimle siyasi körlüktür. Buna rağmen HDP’nin Türkiye sol/sosyalist kesimleriyle işbirliğini dayatması önemlidir. Bunu seçim öncesinde de, seçim sonrasında da hep zorlamalı. Bu noktada HDP’yi, belki de Kürt hareketinin diğer bileşenlerine bunca önem vermediği için eleştirmek gerekir. HDP, Türkiye’nin, Türkiye’deki diğer halkların ve inanç kesimlerinin dayanışmalarına muhtaç ama aynı oranda Kürtlerin farklı kesimlerinin de desteğine muhtaç. Henüz geç olmadan, HDP’nin Kürt kapısını da zorlaması lazım. Hatta kapıdan kovuluyorsa pencereden girmeye çalışması lazım. HDP gibi büyük/etkin bir harekete bu yakışır. Henüz erken ama son söz de aday profiline dönük olsun. Çok başvuru var. Bunca başvuru arasından aday seçimi yapmak kolay değil. Az sayıda da olsa bazı aday adaylarının listelerin açıklanmasından sonra benmerkezci davranıp küsmesi, hatta karşıt cephede yer alması da muhtemel... Hiç kuşku yok parlamentoya seçildiğinin ertesi günü cezaevine girmeyi mücadelenin, direnişin gereği gibi gören azımsanmayacak bir kadro da var. Bu renklilik bir kitle hareketi açısından büyük kazanımdır. Çok açıktır ki bu aday adayları arasında bir denge kurmak gerekir. Bu nedenle adayların hem mücadelenin yükünü omuzlarında taşıyacaklardan, hem ittifak bileşenlerinden, hem de değişik kesimlerden oy getirecek, mücadeleye ivme katacak ama HDP’de bir iç tartışmayı da tetiklemeyecek kesim ve kişilerden seçilmesine özen gösterilmeli. Özcesi, seçmenin duyguları önemsenmeyerek “Ben karar verdim, bunlar olacak” denildiğinde, sıkıntı yaşanacağını şimdiden görmek gerekir. Konuştuğum her seçmen, işi gücü bırakmış adı açıklanacak adaylara kilitlenmiş. Adaylara kilitlenen seçmenin duygusunun seçime yansıyacağını da unutmamak gerek... 6 YORUM 2015 11 Mart Çarşamba Benim filozof defterlerim-3 Modernizm - Post Modernizm İkilemi ÖNDER BİROL BIYIK B u hafta yine siyasetten uzaklaşalım ve biraz nefes alalım, dedim. Filozof defterler arasında gezinmeye devam ediyoruz. İsterseniz ‘modernizm-post modernizm ayrımı ne kadar analitik?’ ona bakalım. Elbette 3. Sanayi dönemiyle tüketim çağına girildiğini ve üretim etrafında şekillenen yapıların çözüldüğünü ileri süren, toplumu imajlara, insanı an’a sıkıştıran post modernizme eleştirel bakıyorum. Post modernizmin eleştirelerinde dikkate alacak çok husus var ancak eleştirirken tarihin genleriyle oynamamalı. Post modernistler insanlığın sorunlarını modernite-post modernite ikileminde tartışma eğilimindeler. Onlara göre çağdaş insanın yaşadığı tüm yıkımın müsebbibi ilerlemeci ve rasyonalist modernite... Onun “modernite” kavramı içine feodalizmin tasfiyesinde bugüne, kapitalist ve anti-kapitalist bütün öğeler giriyor. Marksizm, Bilim, Nihilizm, Varoluşçuluk, Feminizm, Faşizm, Liberalizm vs. vs. hepsi modernist, hepsi ilerlemeci, kalkınmacı, buyurgan ve müdahaleci… Ona göre modernizm, Yakınçağ’dan 1950’lerin 3. Sanayi devrimine kadar geçen zamanın üst-kimliği… Elbette feodalizmin tasfiye edilip, kapitalizmin kurumlaştığı günden bugüne değin yaşanan süreç modernizm olarak adlandırılabilir. Bu sürecin başlangıcı İtalyan Hümanizmasına kadar gider. Bunda bir beis yok. Ancak modernizm herkes için eşit bir gelişmeyi içermediği gibi sınıfsal bir analiz de içermez. Mesela Marshall Bermann modernizmi, paradoksla dolu, insanın nesne olmaktan çıkıp özne haline geldiği dönem olarak görür. Modernist dönem, coğrafi keşiflerden sonra hız kazanan sermaye hareketleri ve kapitalist pazarın oluşumuyla açıldı. Akılcıydı, ilerlemeciydi, girişimciydi. Pazar rekabeti sürekli yenilenme ve değişimi zorunlu kılıyor, her şey paranın hizmetine giriyor, Toplum sürekli bir dinamizm yaşıyordu. Kapitalizmin zamansal ve mekansal aurasıydı modernizm. bu çatışmalı süreç önceden Post Modernitenin tarih kurgulanmış, sapmalarla içindeki farkı, geçmiizah edilecek bir süreç modernizm, şe göre bir fark ve değil. Toplumların, modernizme sert feodalizmle kıyastarihin bir kesitineleştirilerle yönelse de deki varoluş biçilandığında anlam varlığını modernizme kazanır. Burjuva mi. Temelinde özel devrimlerinin kalımülkiyet ilişkileri ve borçlu olduğunu, cılaştırdığı bir dizi sınıfsal eşitsizlikler feodal dönemde yenilikler var ve bunvar. çıkamayacağını lar olumlanmalı. AnPost modernizme pekâlâ bilir cak insanlığın serüveni göre bütün belalar, şu orada kalmıyor. Kapitalizm, rasyonalizm, ilerlemecilik insanlığın ulaştığı son nokta da deve bilimin başının altından çıkıyor! ğil. Kapitalizmde de sınıf savaşımları Sanki insanlık bir tiyatro yaşıyormuş var, açlık var, sömürü var, adaletsizlik- gibi! Sanki tarih bir anomaliymiş gibi! ler var. Post modern teorinin aksine Sanki sınıf savaşımları nesnellik taşı- mıyormuş gibi! Pencere böyle olunca, doğal olarak Marksizm de, Nihilizm de, Varoluşçuluk da, Faşizm de içeriği bakımından bir sepette aynı disiplinlere indirgeniyor. Post modernizmin, çağdaş insanın yıkımından moderniteyi sorumlu tutması alternatif tarih arayışını da zorunlu kılar. Oysa post modernizmin mevcudu olumsuzlamaktan öte bir tarih felsefesi yok. Sistemlerin yükseliş ve çöküş dönemleri arasında fark gözetmiyor. Örneğin, modernite diye olumsuzladığı kapitalizm (bu arada sosyalizmin) ona göre hiçbir tarihte ilerici bir rol oynamadı, insanlığı getirdiği yer Hitlerin Auschwitz toplama kampları oldu işte. Buna Faust’tan Hitler yaratma sevdası diyorum ben. Olgular yatağından koparıldığında, reel anlamlarını da yitirirler. Burjuva devrimlerin tarih önünde ilerici mi-gerici mi olduğunu belirlemek için hangi toplumsal ilişkiler sistemini tasfiye ettiğine ve yerine neyi koyduğuna bakmak daha doğru değil mi? Kapitalist-emperyalist sistemin gericilik çağındaki tahripkârlığından neden Montesquieu, Voltaire, J.J. Rousseau sorumlu tutulsun. Post modernizm, modernizme sert eleştirilerle yönelse de varlığını modernizme borçlu olduğunu, feodal dönemde çıkamayacağını pekâlâ bilir. Neden köylü değil de kentli yaklaşımdı post modernizm? Çıkmak için neden ileri sanayi toplumunu bekledi? Bunlara bir yanıtı olmalı… ‘Modernizmin bir aşaması mı, yoksa aşılması mı?’ üzerine yürütülen tartışmalarda post modernizm, ister modernizmde bir aşama olarak sunulsun, isterse kopuş ve yadsıma olarak nitelensin -fark etmez!- her iki durumda da ilerleme dizgesinde bir yere oturur. Sanırım bu yer, emperyalist bunalım dönemine has, eklektik ve kısa ömürlü bir felsefi arayış. Goethe ne güzel söylemiş: “Dönemler çökerken bütün eğilimler özneldir; öte yandan yeni bir çağın koşulları olgunlaşırken bütün eğilimler nesneldir.” HABER 7 2015 11 Mart Çarşamba Berkin Elvan anıldı G Feminist gece yürüyüşü İ stanbul’da kadınlar 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için bugün (8 Mart) Kadıköy’de yapılan mitingin ardından Taksim’de 13’üncü kez Feminist Gece Yürüyüşü’nde bir araya gelerek meydanları doldurdu. Fransız Kültür Merkezi’nin önünde toplanan binlerce kadın şarkılarla, ıslıklarla, sloganlarla Tünel’e kadar coşkulu bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüş boyunca “Kadın kadındır, çiçek babandır”, “Kadın, yaşam, özgürlük”, “Yaşasın örgütlü mücadelemiz”, “Feminist düşmanı Tayyip Erdoğan” sloganları atıldı. Yürüyüşün ardından Tünel’de Türkçe ve Kürtçe olarak yapılan basın açıklamasında AKP hükümetinin istihdam politikalarıyla, “Kadınlar erkeklere emanettir,” söylemleriyle kadınları evliliğe, aileye mahkum etmek istediğini belirtti. Kadınlar, AKP iktidarının kadın istihdamını esnek ve güvencesiz hale getirdiğini, kadınların ücretli ve ücretsiz emeğinin daha fazla sömürülmesi demek olacağını söyleyerek “AKP’nin yalanlarına kanmayacağız” dedi. Basın açıklamasında şu ifadelere yer yerildi: “Kadınlara üç çocuk, beş çocuk doğurma baskısı, devletin en üst katlarından yapılırken, anneliğin bir kadının hayatındaki en önemli kariyer olduğu telkin edilirken, biz kadınlar, ‘bedenimiz bizimdir, hayatımızla ilgi- li karar hakkı bizim’ diyoruz. Kürtaj yasağının meclisten geçmesine yol vermedik. Bunun üzerine fiili kürtaj yasağı başlatıldı. Biz bunu ifşa edince, Sağlık Bakanlığı hastanelerin işlediği bu suçu engelleyeceğine, feministlere yalancı dedi. Bizse haklarımızın takipçisi olmaktan da, bu yasağa karşı birbirimizle dayanışmaktan da vazgeçmiyoruz.” “Bugün Türkiye’de kadın düşmanlığının yanı sıra, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından feminizm düşmanlığı da yayılmaya çalışılıyor. Çünkü AKP biliyor ki dinsel muhafazakarlıktan güç alan, aile dışında hayat kuran kadınları yok sayan politikaları gerçekleştirebilmenin doğrudan karşısında duran örgütlenme, feministlerdir. Kadınların güçlenmesinden AKP’nin ödü kopuyor. Feminist sözünü tehdit olarak görüyorlar. Onlar erkek egemenliğe karşı sürdürülen direnişi kırmak için feminizme saldırıp dursunlar, biz feminist mücadelemizle güçleniyoruz.” Kadın düşmanı ve aile merkezli AKP’ye rağmen, her gün daha çok kadının örgütlenerek, kadın dayanışmasını güçlendirdiğini ve erkek-devlet şiddetine karşı mücadeleyi büyüteceklerini belirtti. Basın açıklamasından sonra kadınlar halaylar çekip, şarkılar söyleyerek eylemi sonlandırdı. ezi direnişi sırasında Okmeydanı’nda polisin attığı gaz fişeğinin başına isabet etmesi sonucu ağır yaralanan ve 269 gün komada kaldıktan sonra 11 Mart’ta 15 yaşında yaşamını yitiren Berkin Elvan, ölümünün birinci yıldönümünde vurulduğu yerde “Berkin Elvan 15’inde bir fidan” sloganları ile anıldı. Elvan Okmeydanı Cemevi’nde gerçekleşen anmaya, Berkin’in annesi Gülsüm, babası Sami Elvan, Gezi direnişinde yaşamını yitiren Ethem Sarısülük’ün ailesi, HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ve Eşi Başak Demirtaş, HDP, CHP milletvekillerinin yanı sıra yüzlerce kişi katıldı. Ülkede adaletin olmadığını belirten Berkin’in babası Sami Elvan, “Hâlâ Berkin’in katillerinin ortada olmadığını görüyoruz. Berkin’in katilleri hayatlarını devam ettiriyor. Ama bizim çocuğumuz ortada yok. Herkesin bu davanın peşinde olmasını istiyorum” diye konuştu. Anmada konuşan HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ise, AKP iktidarı döneminde yüzlerce çocuğun katledildiğini belirter- ek, “Sokakta bu kadar büyük bir güvenlik gücü terörü hali hazırda uygulanırken, soruşturulmamış yüzlerce faili belli cinayet ortada dururken hükümet bununla yetinmeyip, yeni ‘güvenlik yasa paketi’ni parlamentodan geçirmeye çalışıyor. Bu yasa yokken 12 yılda yüzlerce kişiyi katlettiniz. Bu yasa da üstüne gelirse, Allah korusun herhalde katledilen insan sayısı binleri bulacak. Berkin de iktidarın bu vahşet uygulamalarının en acı sembolüdür” dedi. Berkin’in intikamını almak gibi bir yaklaşımın olmaması gerektiğini söyleyen Demirtaş, “Berkin gibi evlatlarımızın böyle aleni katliamlarını durdurmak için de bu ülkede hukuku, kurumsallaşmış bir demokrasiyi hakim kılmamız lazım. Bizim arkasına sığınacağımız kavram, intikam değil, hukuk çerçevesinde hesap sormak olmalıdır. Bu hesabı da Türkiye’nin ilericileri, demokratları sorabilir ancak” dedi. Berkin’in vurulduğu yerde yapılan anmanın ardından yüzlerce kişi Berkin’in mezarının bulunduğu Feriköy Mezarlığı’na yürüdü. 8 HABER 2015 11 Mart Çarşamba Gamze Akkuş İlgezdi’den çalıştay önerisi C HP, İstanbul 1. Bölge ön seçim adayı, diş hekimi ve siyaset bilimci Gamze Akkuş İlgezdi, adaylığını açıkladıktan sonra da sözcüsü olduğu Sosyal Dönüşüm Vakfı Girişimi’nin çalışmalarına hız kesmeden devam ediyor. Dün Kartal’da bir restaurantta Anadolu Yakası’ndaki yerel gazetecilerle bir araya gelen İlgezdi, gazetecilerle yerel medyanın sorunlarını konuştu. Bir yerel gazeteciler çalıştayı düzenlemek istediğini açıklayan Gamze Akkuş İlgezdi, medya mensuplarının çalıştayın organizasyonuna katılmalarını ve çalıştaya katkı sağlamalarını arzu ettiğini belirtti. Sohbet şeklinde süren geniş katılımlı toplantıda, çalıştayın organizasyonunun her ilçeden temsilciler ve gazeteci dernekleri tarafından kotarılması konusunda mutabık kalındı. Gamze Akkuş İlgezdi, CHP’nin önde gelen kadın aday adaylarından biri olarak ön seçime katılacak. Kadın siyaseti yapmayı hedefleyen Gamze Akkuş İlgezdi kendisini şöyle anlatıyor: “İlk, orta ve lise eğitimimi İstanbul’da tamamladım. Üniversite eğitimimi Marmara Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi’nde Yüksek Lisans programıyla bitirdim. 1992’de SSK Okmeydanı Hastanesi’nde, hekim olarak göreve başladım. 9 yıl ameliyathane bölümünün sorumluluğunu yürüttüm. Aynı yıllarda Kamu-Sen sendikasının üyesiydim ve görev yaptım. 1999-2001 yılları arasında Okmeydanı SSK Hastanesi’nde Başhekim Yardımcılığı yaptım.18 yıl çalıştığım Okmeydanı SSK Hastanesi’nden, 2009’da İçişleri Bakanlığı kadrosuna geçerek kurum değişikliği yaptım. Bu tarihten itibaren, kendi kurduğum Prof. Türkan Saylan Tıp Merkezi’nde hekimlik yapmanın yanı sıra, kurumun Kültür, Sağlık ve Sosyal projelerini hazırlayıp, hayata geçirdim. Profesyonel müzik çalışmalarım olduğu için MÜYOBİR üyesiyim. Sosyal Dönüşüm Vakfı Girişimi Sözcüsüyüm. Bunun dışındaki çalışma alanlarım, “kadın hakları”, “sendikal faaliyetler” ve “halk bilimi”. Doğu kökenli ve sosyal demokrat bir ailenin çocuğuyum. 3 dönem kurultay delegesi olan, yıllarca parti yöneticisi olarak partinin her kademesine emek veren bir babanın kızıyım. Sol ve partili bir gelenekten geliyorum. 2011 yılında, Yeditepe Üniversitesi’nde başladığım Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’ndeki Yüksek Lisansımı 2013 yılında bitirdim. Bitirme tezim “Yerel Yönetimlerde Kültür ve Sanat politikaları.” Yine Siyaset Bilimleri üzerine aynı yıl başladığım doktoramı bu yıl tamamladım. Tez konum “Yerel Demokrasi, Dünya örnekleri, Türkiye modeli” Evliyim, üç yaşındaki Turnam’ın annesiyim.” Gamze Akkuş İlgezdi, adaylık açıklamasında ise Yunanistan’da SYRIZA’nın elde ettiği seçim başarısına göndermede bulundu ve şöyle dedi: “Yunanistan yaptı! İspanya yapıyor! Biz de yapabiliriz! Adaletin zaferi için, vicdanları ayaklandırmak için, alın terinin hakkı için, özgür bir gelecek için, barışın aşkı için,sonuç olarak, sol memenin altındaki cevahiri karartmamak için, yolumuz açık olsun!” 2015 11 Mart Çarşamba N YORUM 9 Ölümüne sevmek e kadınlar sevdim zaten yoktular/yağmur giyerlerdi sonbaharla bir/azıcık okşasam sanki çocuktular Bıraksam korkudan gözleri sislenir/ ne kadınlar sevdim zaten yoktular/ böyle bir sevmek görülmemiştir Attila İlhan Böyle bir sevmek şiirinde kadınları böyle betimlemiş. Koca Nazım ise kadınların çileli yaşamını gözümüze sokmuş âdeta… Ve kadınlar,/bizim kadınlarımız/ korkunç ve mübarek elleri,/ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle Anamız, avradımız, yârimiz/ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen/ve soframızdaki yeri/öküzümüzden sonra gelen/ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız/ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki Ve karasabana koşulan/ve ağıllarda/ışıltısında yere saplı bıçakların Oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan/kadınlar,/bizim kadınlarımız… Evet, biz erkekler kadınları çok sevdik; o denli sevdik ki onun uğruna öldürdük ya da çok sevdiğimizden onu öldürdük… Kendimden kendi ailemden biliyorum. Amcalarımın eşleri, Dayımın eşi ve annem, kayınvalidem ve eşim… Nasıl da özverili, fedakâr ve cana yakındılar… Yemez yedirir, giymez giydirirdiler… Evi çekip çeviren, olmazı olduran evin direği olan kadınlardı; kadınlarımız… Evet, şairler kadını hep güzel anlatmış, kâh sevgililerini, kâh annelerini ya biz; bizler… Sizce bir erkek neden kendisinden zayıf birine kadınına, kadınlara şiddet uygular. Hani, köpeklerle kedilerin uzlaşmaz tutumları gibi diyebilirsiniz; oysa beraberce aynı kaptan yemek yiyen, birlikte uyuyan onca hayvan var ki… Erkeğin şiddete neden meyilli olduklarını birkaç maddede özetleyebilir miyiz? Yani erkek bu nedenlerin ardına sığınarak mı yapıyor sizce? İşte nedenlerden bazıları: 1-Biyolojik neden: Erkekliğin doğası: Saldırgan yani şiddeti uygulayan aile bireylerinin büyük oranlarda er- kek oluşu erkeklik hormonlarının şiddet davranışında etkili olduğunu düşündürmektedir. 2-Patolojik neden: Şiddet uygulayanların dengesiz veya ruhsal bozukluğu olan kişiler olduğu düşünülür. Kabul görmeyen bu yaklaşıma göre şiddet olayları sadece “normal” olmayan bireyler arasında ortaya çıkmaktadır. Oysa şiddet kullananların sadece %10’unda ruhsal bozukluğa rastlanmaktadır. 3-Uyuşturucu ve alkol kullanımı: Alkol ve madde bağımlılığı olan kişiler kullandıkları maddelerin neden olduğu ruhsal etkiler sonucunda şiddet uygulamaya daha yatkındırlar. Ancak alkol şiddetin esas nedeni olarak değerlendirilmemektedir. 4-Kendini kaybetme Şiddeti, davranışların kontrolünün kaybedilmesi ile açıklayan yaklaşım kabul görmemektedir. Saldırgan kişilerin sadece belli yerlerde ve belli kişilere karşı şiddet kullandığı görülür. Örneğin bu kişiler evde eşlerini döverken, ne kadar kızgın olurlarsa olsunlar patronlarına veya bir polise saldırmaya kalkışmazlar. Ayrıca ailede şiddet kullananların şiddet taktiklerini de dikkatlice seçtikleri görülmektedir. Eşlerini sıklıkla etrafta başkaları yokken belirgin bir iz veya önemli zarar bırakmayacak şekilde dövme gibi tutumlar taktikler şiddet kullananların aslında davranışlarını kontrol edebildiklerini göstermektedir. 5-Ailede şiddet görme: Kişinin çocukluk ve gençlik dönemlerinde, aile içi şiddetin uygulandığı var olduğu bir ortamda yetişmesi veya şiddete maruz kalması sonraki yaşamda yetişkinlikte ailede ve toplumsal alanda bir şiddete başvurma uygulayıcısı olma olasılığını artırmaktadır. İstismara uğrayan çocukların % 30’u yetişkinliğinde şiddet kullanırken uygularken, uğramayanlarda bu risk sadece % 2-4’tür (Gelles,1995). Öte yandan ailede istismara uğradığı veya şiddete şahit tanık olduğu halde yetişkinliğinde şiddete başvurmayan pek çok kişi bulunmaktadır. 6-Toplumda şiddetin hoş görülmesi ve paylaşılan bir değer olması: Bu bakışa göre, Aile içi şiddetin “ nasıl algı- landığını ve tanımlandığını toplumun ve bireylerin kültürel değerleri üzerinde şekillenmektedir. Kültürel nedenlere göre, şiddetinin toplumda kimi belli durumlarda ve belli kişilere karşı kullanımının kabul gördüğü görür ve kuşaktan kuşağa aktarıldığı aktarılır savunulmaktadır. Örneğin, erkeğin sert, kaba ve kadına karşı üzerinde baskıcı kurduğu davranışlarını temsil eden “maçoluk ”çoğu zaman ciddi olarak ele alınmaz. 7-Cinsiyet rolleri: Kadına yönelik şiddetin kadın toplumda geleneksel olarak benimsenen kadın rolüyle yerinin ne olduğu ile bağlantısı vardır. Feminist bakış açısına göre kadına yönelik şiddet; kadını mal, köle, terbiye edilmesi gereken yaratık gibi gören toplumların erkek egemen yapısından kaynaklanmaktadır. Kadın-erkek eşitliğinin olmadığı, kadının daha edilgen olduğunun kabul edildiği toplumlarda erkek şiddeti kültürel kurumlar, siyasi ve ekonomik düzen tarafından pekiştirilir ve hoş görülür. Erkeğin korku, çaresizlik, üzüntü gibi duygularını belli etmesini yetersizlik olarak gören, kızgınlığın şiddet yolu ile ifade edilmesini erkeğe daha fazla yakıştırılan bir davranış olarak benimseyen kültürlerde erkek saldırganlığı özendirilir. Saldırganlığın erkeklerde cesaret, güçlü olma, enerji, ataklık anlamına geldiği, erkeğe başarı ve üstünlük sağladığına inanılır. 8-Yaşam sıkıntıları: Hayat karşısında şanssız olmak, beklentilerin ve kazanılmış niteliklerin yoksunluğu gibi sosyoekonomik baskı unsurları da gerginlik ve kaygı yaratabilir. İşsizlik veya düşük gelir düzeyi ile beraberinde yaşanan stres ve imkânların kısıtlılığı şiddet uygulama riskini arttırabilir. Daha birçok madde sıralanabilir. Son 55 günde öldürülen kadın sayısı 65 olan ülkemiz ise feodal toplumdan burjuva kapitalist topluma geçişin sancılarını yaşamaktadır. Ekonomik nedenler yüzünden, işe girerek bağımsızlığını kazanan kadın, erkekte sanki güç yitimine nedenmiş gibi algılanmakta ve şiddeti erkek çare olarak kullanmaktadır. Ayrıca psiko- KADINIM Uyku artığı zamanlarında gecenin Sıkıca sarıl bedenime Tenin tenime değsin Kokunu hissedeyim Kaybedivermek korkusu seni, Ölümden beter Acır her bir yanım, dökülür Düşlerim; paramparça Bil ki gün az gelir Sana doymadan Rüyalarımda da severim Kelebektir ömrüm sanki an kısa! Ara sıra ellerimi tut yeter Öyle derin bak ki gözlerime Sevgili… Yanında sırnaşan kedi olayım. Bedros Dağlıyan lojik sorunları olan gençlerin evlenince geçer diyerek evlendirilmesi de ayrı bir vaka olarak değerlendirilmeli. Doktor raporları bence evliliğin ilk şartı olmalıdır. Kadına şiddet ancak güçsüz ve korkak insanların işidir bana göre; toplumla yüzleşemeyen, kendini baskı altında çaresiz ve aciz hisseden erkek sırf kendini iyi hissetmek uğruna şiddete başvurmaktadır. Ancak bu şiddet toplumda o denli benimsemektedir ki, bu durumu işte, otobüste, trende, işyerlerinde memleketin her yerinde görebilirsiniz. Artan iş yükünün ve metropollerin getirdiği stres değildir sadece erkeği şiddete iten, feodal unsurlardır tez zamanda çözülmesi gereken… 10 YORUM 2015 11 Mart Çarşamba Hatıralar hatır istiyor (2) 11 Eylül günü yazılamaya çıkmıştık, yazılamada bir olumsuzluk çıktı. İbrahimi aradım atalyöye gelemeyeceğimi söyledim. O gün eve gittim (uzun bir süre olmuştu eve gitmeyeli). 12 eylül akşamı evde kaldım. İbrahime evin telefonunu verdim. Gece telefon çaldı, telefonu ben açtım tavuklar gibi yatma kalk televizyonu aç dedi. Hayırdır bu saatte bu ne telaş dedim, o ısrarla "televizyonu aç da görürsün“ diyordu, bir açtım ki Hasan Mutlucan‘dan inleyen nağmeler çalıyordu. İlk uyanan babam oldu, bu saatde televizyon mu açılır dedi ama darbenin yapıldığı haberini duyunca bana baktı. Bütün ev kalkmıştı, evet ne yapacaktık diye düşünmeye başladık. Eve gelirlerse, ben ne yapacağım? Tek alternatif arka tarafa bakan ve bir metre boşluk olan alana atlayıp oradan kaçmayı planladım. Sürekli yola bakıyorduk. Askerler gelirse atlayacaktım İbrahim'le bütün gün telefonlaştık, yiyecek istiyordu, ama nasıl ulaştıracaktım, onu ayarlamak için sağa sola telefon ediyordum. Mahallemizde Davutpaşa askeri fırınında çalışanlar normal iş günü gibi fırına çalışmaya gitmişlerdi. Fırında çalışan bir tanıdık ile kontak kurdum ve hallettim. Atölye fırına yakındı. Mahallede askerler geziyordu ama evlere baskın yapmıyorlardı. Aksam İbrahim'in yanına, yani kaldığımız yere gittim. 11 Eylül günü yaşadığımız olumsuzluğu anlattım. Bölge ilişkilerini konuştuk. Kısa bir süre sonra ben bu bölgeden ayrıldım. İbrahim, Esenler-Bayrampaşa bölgesinde devrimci faaliyet sürdüyordu. Aranıyordu ve polislerle sürekli sorun yaşıyordu, her gün bir tehlike atlatıyordu. Polis İbrahim'i yok etmek istiyordu. Çünkü o bir mücadeleci, o bir örgütçü, o bir sorumluydu. Oligarşi tarafından o bir anarşist biriydi. Oligarşi devrimcilerden korkuyordu. İbrahim yoldaş, Oligarşinin kolluk kuvveti polisler tarafından kaldığı evde etkisiz hale getirildi. Polisler ekip otosunda sürekli küfür ediyorlardı, sürekli vuruyorlardı, sürekli saldırı halindeydiler. Bu saldırılar karşısında İbrahim'de polislere tepki gösteriyor ve polislerin küfürlerine karşılık veriyordu. Ekipin içinde olan diğer sempatizanlar bu olaya şahit oluyor. İbrahim ekipten aşağı indirildiğinde kurşuna dizildi 1 Mart 1981 günü Çiftehavuzlar-Esenler'de. O zamanlar, haberler polis bülteni gibiydi, Polis neyin yazılmasını istiyorsa o öyle yazılıyordu. Gazetelerde çıkan haberler öyleydi. Devrimciler mutlaka dur ihtarina uymadığı için ölü geçiriliyordu. Gazetede çıkan haberler polisin istedigi biçimde yazılıyordu. O sıralar gazeteler TV haberleri polis bülteni gibiydi. Polis neyin yazılmasını neyin haberini vermişse o yazılıyordu, o söyleniyordu. Öldürülen devrimcilerin mutlaka dur ihtarına uymamış ve silahlarına sarılmış azılı anarşistler oluyor ya da ev gösterirken kaçarken vuruldu oluyordu. İbrahim‘le ilgili çıkan haber de , “Ev gösterirken kaçmak istedi, dur ihtarına uymadı, anarşist kaçmak isterken vuruldu" diye yazdı gazeteler. Oysa İbrahim, ne dur ihtarına ne de çatışmaya girmişti. Ekip içinde polislerin saldırısına ve küfürlü sataşmasına maruz kalıyor. İbrahim polislerin yumruklu ve coplu saldırısına karşı kendini korumak ister. Polislerin küfürlerini iade edince, polisler İbrahim‘i ekipten indirerek kurşuna diziyor. Ekip içinde olan sempatizanların gözü önünde kurşuna diziliyor. İbrahim yoldaş, Tozkoparan kıpkızıl tanır seni, bir başka yanar sana. İbrahim'i sadece bir yoldaş olarak değil, okul arkadaşımı, dostumu da yitirmenin acısını hala yüreğimde taşıyorum. Tarihimizde öyle isimler vardır ki, Onları ayrı düşünemeyiz. Hatırasız ve duygusuz yaşam insanı kurutur. *Yüksel Geniş, 16 Kasım 1994 günü İsviçre -Bern‘de sol içi çatışkıda öldürüldü *Hüseyin Şakül, 20 Temmuz 1979 günü İstanbul-Avcılar‘da sol içi çatışkıda öldürüldü. YORUM 11 2015 11 Mart Çarşamba Seçimler, siyaset ve aday adayları İSHAK KARAKAŞ S iyasetin birçok cephesi vardır. Burjuva düzeni ve otoriter rejimler topluma siyasetin sandıktan ibaret olduğunu empoze etmeye çalışsa da devrimciler bunun böyle olmadığını, sokağın da önemli bir siyaset alanı ve mevzii olduğunu çok iyi bilirler. Hele bu devrimci siyaset Kürt Özgürlük Hareketi gibi kitleselleşmiş ve olgunlaşmış bir hareketse bir köydeki komünden dağdaki bir savunma alanına, bir dernekten parlamentoya, birçok alan, hatta hayatın her alanı artık siyaset yapma ve yeni bir toplum inşa etme mevziidir. Bizler siyasetin seçim süreçlerinden seçim süreçlerine yapılan bir yan uğraş olmadığını biliriz. Bunu iyi öğrendik. Ama bu demek değildir ki, mücadelenin belli bir aşamasında parlamenter siyaset ve dolayısıyla seçimler stratejik önem kazanmaz. İşte bu Haziran 2015 seçimleri de böyle stratejik bir öneme haiz. Meclis’te güçlü bir HDP temsiliyeti, Türkiye’nin demokratikleşmesi için gereken yasal düzenlemelerin Meclis’teki dayatıcısı ve kolaylaştırıcısı olacak, Türkiye’nin daha da otoriterleşmesinin önüne geçerek müzakere sürecine de ivme kazandıracaktır. Ama yine de çok da abartmamak lazım. HDP barajı geçecek, birçok kamuoyu araştırmasına göre geçti bile. Ancak Kürt Özgürlük Hareketi’nin önde gelen sözcüleri şunda da mutabık ki, HDP baraja takılsa da seçimlere parti olarak katılmakla zaten baraj sınırını kısa ya da orta vadede geçersizleştirecektir. Çünkü HDP’nin olmadığı bir Meclis yasama görevini yerine getirmekte zorlanacak ve baraj indirilip erken seçime gidilecektir. HDP’siz bir Meclis’in artık meşruiyeti olamaz. Yine de şunu kabul etmek gerekir her Pazar 21.00'de ki, HDP milletvekilleri klasik vekil tipolojisine uymasa da, milletvekilliği ayrıcalıklı bir konum, yasalar karşısında önemli bir statüko. Dolayısıyla cazip. Siyasetin bu kadar geniş bir alana yayılmış olduğu bir harekette eğer bu kadar çok aday adayı çıkıyorsa, bunun sebebi biraz da vekilliğin bu cazibesinde yatıyor. Aday adayları arasında çok sevdiğim insanlar var. Bazıları ise olmaz- sa olmaz denilecek şahsiyetler. Ama yine de bu seçim sürecini bir yarış sürecine değil bir emek, bir dayanışma sürecine dönüştürmemiz gerekiyor. Hele bu kadar emek yoğun bir harekette özellikle yer seçmek, talep etmek adaba aykırıdır. Herkes gibi ben de birkaç hatırlatma yapmak istedim. Bundan öte söyleyebileceğim, “Herkese kolay gelsin. Serkeftin.” Pazartesi günleri saat 16.00'da SOYLESI 12 SÖYLEŞİ 2015 11 Mart Çarşamba İshak Karakaş Yüksel Genç Öncelikle bu yoğun gündemde bizi kırmayıp röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bir kaç soru hazırladık kamuoyunun merak ettiği, okurların merak ettiği sorular, cevaplarsanız sevinirim. Tabii. Ben de teşekkür ederim. Selehattin Demirtaş, geçen haftaki grup toplantısında AKP hükümetine güvenmediklerini söyledi. Hükümet ise sürekliDemirtaş’a ağır bir biçimde saldırıyor. AKP bununla neyi hedefliyor? Aslında AKP Hükümeti’nin Demirtaş’a saldırısı ilk değil, biliyorsunuz , daha önce de aslında bir ara Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde bir gerilim hattı oluşmuştu ama şimdiki kadar bir gerilim hattı oluşmamıştı. İlk 2013 İmralı görüşmelerine katıldıktan bir süre sonra da oluşan bir gerilim hattı olduğunu hatırlıyorum, fakat şimdikinin amacı tabii çok daha özel ve tamamen seçim yatırımı olarak görünüyor esasında. Bu saldırının kökeninde kişisel egolarla ilgili sorunları da fark etmek mümkün olabilir ama siyaseten HDP’nin açığa çıkarmış olduğu yükselişten duyulan rahatsızlığın bir yansıması gibi görünüyor. Çünkü HDP eğer barajı geçerseki ki engelleri artık kaldırmak gerekiyor, barajı geçip yüksek miktarda bir milletvekili sayısıyla meclise dahil olduğu andan itibaren AKP’nin 2023 ve 2071 vizyonlarının kendisinin bir bütün olarak değişmesi gerekecek, o kadar dikensiz bir yolda yürümüyor olacak kendi amaçlarının iç ajandasını gerçekleştirirken. AKP’ye göre bir Türkiye dizaynı bir sekteye uğramış olacak, işin özünde birazcık böyle bir neden var. Yani başkanlık sistemini hayata geçiremeyecekleri için mi bu kadar saldırıya maruz kalıyor HDP ve Demirtaş? İşin öncelikli hedefi yükselen siyasal trendle ilgili. HDP’nin, ama özellikle Selehattin Demirtaş liderliğindeki bir HDP’nin yükselen trendini AKP hükümeti stratejik olarak Türkiye hedefleri önünde engel görüyor. Bunun en tipik yansımaları ve kırılma noktalarından biri olarak seçimleri görüyor, yakın tarihte, yakın dönemde yaşanacak seçimlerde seçimlerin kendileri açısından bir kırılmaya vesile olması kaygısında olduğunu düşünüyorum bu saldırının nedeninin. İlk akla gelen gerekçe olarak bunu söylemek mümkün, onun dışında elbette, AKP’nin kendi hedeflerini gerçekleştirmesindeki en büyük engel haline HDP’nin gelmiş olmasının dışında, belli ki tek adamlık vizyonunun, çünkü AKP içerisin- de tek adamlık vizyonunu var, bugün cumhurbaşkanı olsa bile bundan çok sıyrılmayan cumhurbaşkanı erdoğana ait bu tek adamlık sendromu, tek adamlık halinin kendisi biraz sarsılıyor gibi. Türkiye’de şimdiye kadarki en karizmatik siyasetç siyasetçi pozisyonunda olduğunu iddia eden bir cumhurbaşkanımız vardı, bugün Selahattin Demirtaş’ın bırakalım Kürtler’i genel Türkiye nüfusu üzerinde etkileme ve politik karizma oluşturma pozisyonu sanırım AKP içerisinde bazılarını, özellikle de cumhurbaşkanını epey bir rahatsız etmişe benziyor. Tabii bu tip kişisel duygu hallerin ide belki de bunun içerisine koymak gerekiyor ama özünde politik olarak AKP nin stratejik hedefleriyle ilgi bu . Salt başkanlık sistemi değil, başkanlık sistemi aslında bir temsili başkanlık sistemiyle beraber AKP’nin kendi aklındaki Türkiye dizaynını daha iyi gerçekleştirebileceğini SOYLESI 13 SÖYLEŞİ 2015 11 Mart Çarşamba “AKP’nin önündeki en büyük engel HDP” Yüksel Genç genç bir gazeteci, yazar ve bir siyasetçi. Bir Kürt kadın. Barış mücadelecisi. Gencecik ömrünün epey bir zamanını ise siyasi tutuklu olarak cezaevinde geçirmiş ama yine de demokrasi mücadelesinden geri durmayan düşündüğü için başkanlık sistemi ifade ediliyor. Bence HDP ve Selahattin Demirtaş liderliğindeki HDP’nin seçimler ve sonrasında göstereceği trend, göstereceği politik tutum, meclis içerisindeki etkinlik biçimi, cumhurbaşkanının aklındaki başkanlık biçiminin kendisinin uygulanabilirliğine sekte vurmayacak, aynı zamanda onların aklındaki yeni Türkiye formu sarsılacak, yani biliyorsunuz AKP hükümetin en önemli beklentisi, en önemli iddiası ve vaadi Yeni Türkiyeydi. Bu Yeni Türkiye’nin tüm siyasal kültürel ve ekonomik durumlarını kendilerine göre kullanıyorlar, AKP’nin geldiği ideolojik bağlam ve pragmatist bağlam üzerinden kuruyor idiler. Fakat HDP nin siyasal sürece bu denli etkin geliyor olması Yeni Türkiye’nin sosyolojik, siyasal ve kültürel bağlamlarda bu kadar kolay kendine göre dönüştürememesi, bir de bu sonuca yol açacak, bu yüzden diyorum stratejik bir kırılma yaratmasından kaygı duydukları için saldırı bu boyutta gelişiyor Anladım, hani başından beri biliyoruz ki AKP Kürt Siyasal Hareketi’nde ikilik çıkarmaya çalışıyor. Bu mümkün mü? AKP, HDP’yi, ya da daha büyük ölçekte Kürt Siyasal Hareketi’ni bölebilir mi? Bütün egemenler politika gereği karşılarında güç olanı, güç olarak gördüklerini bölüp parçalamayı hedeflerler. Kürt siyaseti de salt bugün değil, geçmişinden bu yana hep bunu yaşadı. Hatırlayın 90’ları, 2000’leri, şimdiki süreçleri, işte bir vakitler Sayın Öcalan, Leyla Zana, Hatip Dicle, Ahmet Türk gibi birçok isim üzerinden, bir çok isimler üzerinden ikilik yaratarak hem mevcut Kürt siyasetinin iç bütünlüğünü bozmaya dönük bir tutum için- bir insan. Yüksel Genç ile buluşup kendisine Türkiye gündemine, seçimlere ve çözüm sürecine dair sorular sordum. Cevapları Kürt Siyasal Hareketi’nin perspektiflerini hayli net biçimde ortaya koydu: de, bunun kendi iç gündemiyle uğraşmasına olanak tanıyarak, kendi kişisel politik gündemlerini yürütmek yani kürt siyaseti kendi iç gündemleri ve iç çatışmalarıyla meşgulken, kendisine bir ayak bağı olmaktan çıkarmak gibi bir hedef güttüler hem de bu ikilik politikalarıyla, ikilik pozisyonlarıyla beraber Kürt siyaseti içerisinde esasında yönetebilecekleri, yönlendirebilecekleri ana damarlar aramaya kalktılar ve bunu bir yönetim olma, iktidar kurma, egemen yapı politikası olarak AKP hükümetinden öncekiler de esasında çokca işlettiler ama AKP hükümeti bunu oldukça sistematik yapıyor, yani güvercinler - şahinler hikayesiyle yaptı bir vakitler, değişimciler - gelenekselciler söylemi içerisinde yaptı, şimdi de Selahattin Demirtaş üzerinden açığa çıkardığı farklı farklı bölünme politikalarıyla hem mevcut demokratik muhalefetin kendisini, demokratik muhalefetin ana temsil siyaseti olma iddiasındaki HDP’nin kendi iç gündemlerinde boğulmasını tercih etmek hem de içeriden bu tip ikiliklerden çatışma pozisyonlarıyla yedekleyebilecekleri bazı aktörler bulma çabasıyla karşı karşıyalar, böyle bir çabanın içindeler diye düşünmek mümkün. Biraz da çözüm sürecinden bahsedelim, hükümetin seçimlere kadar hangi adımları atması gerekiyor? Aslında o kadar açık ki bu. Çözüm süreciyle ilgili bugün bulunduğumuz nokta esasında çok gecikmiş bir nokta, çünkü 2013’te süreç başladıktan sonra esasında 6 ay, en geç 1 yıl içerisinde pek çok aşamanın tamamlanmış olması ile ilgili bir beklenti oluşturulmuştu hatırlarsanız. Tartışmalarda 3 aşamalı bir süreçten bahsedilmişti ve süreçler karşılıklı olarak çok hızlı tamamlana- SOYLESI 14 SÖYLEŞİ 2015 11 Mart Çarşamba caktı fakat hepimizin bildiği biçimde süreç çok böyle işlemedi. Şimdi Sayın Öcalan adına yapılan son ortak deklarasyondaki açıklamayla hükümetin ve HDP heyetinin ortak açıklaması üzerinden ortaya çıkan sürecin kendisi kamuoyuna, topluma bir taahhütte bulundu. Esasında bu taahhütün ne kadar farkında insanlar, onu çok bilemiyorum çünkü o ortak açıkamayla hükümet ve HDP şunu ilan etmiş oldular aslında, esasında “Müzakere süreci resmen başlamıştır”, bu resmen müzakere sürecinin başladığının ilanıydı. Bir müzakereyi resmen ilan eden siyasal iktidarın doğal olarak bazı sorumluluklar yüklenmiş olduğunun deklare ettiğini varsaymak gerekiyor. Bir kere bunu önemsemek gerekiyor, peki bir müzakere süreci hangi koşullarda sağlanır? Bir müzakere sürecine girildiği neler ifade eder? Bir kere bana kalırsa ilk yapılacak en önemli şey çok hızlı biçimde müzakere yapılabilme koşullarını engelleyen tüm anti-demokratik yasal mevzuatın uygulama biçimleri, anti-demokratik, gayrı meşru hallerin bertaraf edilmesine dönük hızlı bir çabaya girilmesi gerekiyor. Bunlar TMK içerisindeki maddelere ilişkin söylüyorum, ama ondan çok daha önce mevcut durumda biliyorsunuz Meclis’te bir İç Güvenlik Yasası tartışılıyor ki bu yasa oldukça korkunç bir yasa. Türkiye’nin demokratikleşmesiyle ilgili bir müzakere masasına giderken böyle bir yasanın hükümet tarafından meclis içerisinde tartıştırılıyor ve meclisin gündemine getiriliyor olması zaten başlı başına bir çelişki pozisyonu. Bu yasayı çıkartarak neyi hedefliyorlar sizce? Şimdi açıkçası iç güvenlik yasasının kendisi birkaç hedefe sahip gibi geliyor. Belki kategorize etmek pek sağlıklı değil ama ilk akla gelen İç Güvenlik Yasası’yla AKP toplumu yönetme alışkanlıklarının, güvenlikli yönetme alışkanlıklarının bir devamını sağlamaya, kendisinin toplumun güvenlikçi algılarla yönetme, bastırma ve kontrol etme sistemini daha güçlendirmek, elini güçlendirmek gibi bir çabaya sahip olmak istiyor. Demokratikleşme ile ilgili bir süreci tartışan bir hükümet niçin toplumu kontrol edecek, baskılayacak böyle bir yasal düzenlemeye ihtiyaç duyar dediğimizde, toplumdan gelebilecek karşıt muhalefetin, demokratik eylemlerin ve hareketlerin kendisinden kaygı duyduğu sonucu çıkıyor, demek ki AKP hükümeti önümüzdeki süreçte söylemlerinin, demokratik lar bırakılacaktır mutlaka ama bugün AKP hükümetinin İç Güvenlik Yasasıyla PKK’nin elindeki silah ve eylemsel gücü eşdeğer bulan ve bunları karşılaştıran, birine karşı diğeri yaklaşımı, tutumu, doğrusu bu güvenlik yasasının müzakere sürecinde de böylesi bir rolü olabileceği, AKP hükümetinin böyle bir rol atfettiği ile ilgili kaygıları okumaları insana yaptırıyor. Bunun dışında siz “müzakere süreci boyunca neler yapılmalı” demiştiniz, onunla ilgili birkaç şey söylemek isterim. Hangi adımların atılması gerekiyor? Bir kere İç Güvenlik Yasası kesinlikle kalkmalı, salt iç güvenlik yasası değil aşırı güvenlikçi ve toplumun sürece demokratik, şeffaf katılımını engelleyen, söylem gücü olmasını engelleyen tüm yasal düzenlemeler bir kere kalkmalı, yasal düzenlemeler dışında uygulama alışkanlıkları kalkmalı, çünkü Türkiye’de örneğin şu an bir İç Güvenlik Yasası yok ama asker ve polisin tutumu İç Güvenlik Yasası olmadan benzer tutumlar biçiminde bir alışkanlık göstermiş durumda ve halkın üzerinde eylem gücü olmak isteyen ve söz söylemek isteyen, özgür hareket etmek isteyen toplum üzerinde İç Güvenlik Yasasının uygulama biçimine sahip. Demekki böyle alışkanlıklar var, bu alışkanlıkların kendisini bir kere bertaraf edilmesi gerekiyor Türkiye söylemlerinin çok çok dışında, toplumun refleks göstereceği, rahatsızlık ifade edebileceği, itiraz gösterebileceği zeminlerin var olabileceği politik yönelime girmeyi arzuluyor ki bu yasayı bir ön tedbir olarak çıkarıyor, demek pekala mümkün, burdan hiç sağlıklı bir, iç açıcı birşey görülmüyor. Yani gelecek, niyet yorumu açısından pek iç açıcı görünmüyor. Öte yandan iç güvenlik yasasını son müzakere tartışmalarıyla beraber okuduğumuzda şöyle bir yanılgıyla karşılaşıyoruz. Sanki AKP hükümeti iç güvenlik yasasını kürt siyasi hareketi ve PKK’nin eylemsel, silahlı ve toplumsal eylemsel gücünü kendisine karşı bir tür demokrasinin kılıcı gibi kullanmak ve meclisteki iç güvenlik yasasını işaret ederek belli bir baskılama, masada elini zayıflatmayla ilgili bir sürecin önünü örmek istiyor, böyle bir şeyi yapmak istiyor gibi geliyor. Bir de böyle düşünmeye zorlayan son dönemde bir dizi şeyle karşılaşıyoruz. Örneğin AKP hükümeti çevresinde şuna çokça rastlıyoruz, “PKK silah bıraksın, İç güvenlik yasasını meclisten çekelim.” Silahlarla iç güvenlik paketinin eşleştirilmesi ve birbirinin karşısına konulması bu niyetle ilgili, bu niyetin yansımasıyla ilgili gibi geliyor ki bu çok ilginç. Silahlar ele alındığında İç Güvenlik Paketi diye birşey yoktu Türkiye’de. O silahların ele alınma gerekçesi çok farklı nedenlerle açığa çıktı, o gerekçeler kalktığında o silah- Özellikle Kürdistan’da böyle alışkanlıklar var, değil mi? Oldukça yoğun. Kürdistan’da örneğin herhangi oldukça demokratik bir talep için kitlesel bir karşı duruş ya da toplanış hali olduğu an ilk gördüğümüz şey hemen tomalardan sıkılmış tazyikli sular, gazlar, sizin nasıl bir eylem ya da neyle yaptığınızın önemi yok, direkt polis refleksi, asker refleksi olarak görüyorsunuz. Diyarbakır sokaklarında on dakikalık bir yürüyüşü, bütün sokaklara inmiş tomalar, akrepler, hatta son dönemde sıklıkla gördüğümüz tanklar olmaya başlıyor. Bunlar için yasaya ihtiyaçları yok açıkcası. Bir yazınızda değinmiştiniz, kendisini polis olarak görüyor Erdoğan, hatta bir emniyet müdürü olacağına AKP’den başbakan oldu demiştiniz, yani gerçekten de o zihniyette düşünen bir yönetim var Türkiye’de. AKP’nin ve devletin bu savaş hukuku alışkanlıklarının aşılması için ne gibi adımlar atılması SOYLESI 15 SÖYLŞEİ 2015 11 Mart Çarşamba gerekiyor yani? Kürt Özgürlük Hareketi’nden tutun Sivil Toplum Örgütleri’ne kadar nelerin yapılması lazım? Salt güvenlikçi yasalar, uygulamalar, alışkanlıkların bertaraf edilmesinin gerekli olduğu çabalar değil, aynı zamanda müzakere masasına oturacak olanların, müzakere masasının tarafı olanların mutlak suretle eşitlenmesi gerekiyor. Çünkü eşit insanlar ancak sağlıklı, kaygısız, korkusuz söylemlerini, taleplerini ifade edebilirler ve karşılıklı pazarlık güclerini oluşturabilirler, aksi halde eşit bir müzakere masasından bahsetmek çok güç. Bu şu anlama geliyor, İmralı başta olmak üzere tüm müzakere taraflarının iletişim haklarının bir bütünen tanınması, müzakere yapabilir koşullara sahip olması, bunun adına ister özgürleşme hali dersin, ister sivil toplumla iletişimin tümüyle sağlanması dersin, ister erişim haklarıyla ilgili başka pozisyonların kurulması dersin, ne denirse densin müzakere masasının hazır olması için salt AKP hükümetinden gelmiş olan müzakere heyetinin dilediğince davranma hakkı değil karşı tarafın, Öcalan başta olmak üzere karşı tarafın da heyetlerini kurma, söylemlerini oluşturma, taraftarlarını harekete geçirme ve ortak olarak ve eşit olarak masa üzerinde var olmakla ilgili tüm gerekli unsurların, tüm gerekli koşulların sağlanması gerekir, bu da o müzakere masası öncesi hızla yapılması gereken şeylerden biri. Diğer sorunuza gelince, Türkiye’de şu çok yaygın sanırım, 80’ler sonrası bu kadar yaygınlaşmış da olabilir, bizlerin tarihleri, bellekleri 80 sonrasını hatırlıyor maalesef, benim gördüğüm Türkiye’de iktidar olanların çok özel bir güvenlik merakı var, mesela 2000’lere kadar, 2005’lere kadar iktidar olanlar kendilerini askere özdeş ya da askerin yerinde ifade ederlerdi, çünkü Türkiye’de güç olmak, iktidar olmak silahla ilgili bir şeydi, silahın oluşturduğu güç hukukuyla ilgili bir şeydi, ya ilgili hükümetler askere yedeklenirdi ya da kendileri asker gibi davranarak, asker gibi olma hedefleriyle toplumu yönetmeye çalışırlardı. AKP iktidarıyla beraber aslında Erdoğan esasında şuna rastlıyoruz, sanki bir polis, bir amir, bir güvenlik, bir emniyet müdürü gibi her şeyi güvenlik pozisyonları etrafında olmak, toplumsal reflekslere burdan doğrulatmak, burdan doğan toplumsal refleksleri yönetme ya da bastırma, yok sayma ya da yeniden üretme biçimlerine giriveriyor. Bunların hepsi aslında Türkiye’deki zihniyet pozisyonu, ikti- dar olmakla ilgili, zihniyet pozisyonu ne kadar çok militarist olduğunu, ne kadar militer eğilimi olduğunu, Türkiye’de vesayet rejimi değişmiş dense bile, askeri vesayet kalktı dense bile, hâlâ çok güçlü bir biçimde militarist bir bakış açısını, militarist bir yönetim zihniyetinin etkin olduğunu gösterir. Çok haklısınız, geçmişte de, Demirel döneminde de asker botları giyen oldu, hatta bir kadın olarak başbakan Tansu Çiller asker botunu giydi ve Kürdistan dağlarına gitti, yani orada o zihniyet hâlâ daha devam ediyor demektir. Biraz da kadın sorunlarından bahsedelim, Türkiyede kadın hareketi Kürt Özgürlük Hareketi’yle ve çözüm süreciyle nasıl ilişkileniyor? Genel Türkiye kadın hareketi açısından söylüyorum. Çünkü Türkiye’de çok ciddi bir Kürt kadın hareketi var ve bugün kendisinin beslendiği ana damar olarak Kürt Özgürlük Hareketi’yle karşılaşıyoruz. Dikkat ederseniz, Kürt kadın hareketi geçmişte de ufak tefek bazı girişimler içerisinde olsa bile bugün kimlik kazandığı, çok geniş kitleleri etkilediği, bölgesel çapta esasında etkiler, sonuçlar açığa çıkardığı zaman Kürt Özgürük Hareketi’nin daha doğrusu, PKK’deki hareketin açığa çıkmasından sonraki sürece rastlıyor. Özellikle 90’lı yıllar kadın hareketinin gelişmesi, kadın hareketinin özgürlük ve dünya bakışı, toplum bakışı, yeni toplumu ele alma biçimindeki farklılaşma, cinsiyetçiliği tartışma biçiminin kendisi bugün hem Ortadoğu’yu hem de Türkiye kadın hareketini ciddi anlamda etkiler düzlemde. Bu anlamda Kürt Özgürlük Hareketi esasen Kürt kadın hareketini çok çok etkilemiştir. Kürt kadın hareketinin bugün bu kadar güçlü ifade bulmasında, bu kadar güçlü mobilize olabilmesi ve Kürt Özgürlük Hareketi ne denli etkiliyse, Türkiye kadın hareketinin bugün kendisini daha rahat büyütebilmesi, ifade bulabilmesiyle ilgili en büyük destek, dayanışma noktası, deneyim noktasını Kürt Kadın Hareketi’nin oluşturduğunu söylemek abartı olmaz, çünkü Türkiye’de kadın hareketi genel anlamda, özellikle 80 darbesi sonrası, 90’lı yıllarda biraz ifade, anlam kazanmış. Geçmişte daha cılız, daha genel siyasal litaratür içerinde tanımlanmış ama bağımsız feminist anlamda Tür- kiye Kadın Hareketi’yle karşılaşma tarihi 30 yıla denk geliyor. Bu 30 yıl içerisinde Türkiye kadın hareketi 80 darbesinin getirdiği ağır baskının içerisinde dağılan siyasal hareketlerden arta kalan kadınlar olarak, cinsiyet bağlamlı yeniden biraraya gelip bir damar oluştururken, Kürdistan kadın hareketi de Kürt Siyasal Hareketi etrafında, Kürt Özgürlük Hareketi etrafında bir direniş gücü olarak kendisini önce ifade etmiş, ancak zamanla, özgürleşme tartışmasıyla beraber salt basit bir direniş gücü olmak ulusal kimlikten açığa çıkmış bir direniş gücü olmanın yetersiz hatta anlamsız kaldığına karar verip esas özgürlüğün cinsiyet özgürlüğü üzerinden sağlanmış toplumsal yapılarla ilgili olduğuna dair güçlü edinimler, deneyimler elde etmiş bir hareket olarak Kürt Kadın Hareketi karşımıza çıkıyor, tam da bu noktadan sonra zaten Türkiye Kadın Hareketi’ne en büyük desteği, en büyük gücü, hatta Türkiye Kadın Hareketi’ne son yıllardaki en önemli rengi ve öncülüğü verebileceği noktayı açığa çıkarmış oluyor, çünkü bu Kürt Kadın Hareketi kendi gelişim seyrini ulusal dinamiklerle ifade etmiyorsa, ulusal dinamiklerin ken- SOYLESI 16 SÖYLEŞİ disinden çıkmış olan direniş gücünü cinsiyet bağlamlı tüm tarihsel ve gelecek sorgulamaları üzerinden tanımlıyor ve bağlamlı sorgulamaların açığa çıkardığı ideolojik birikim, düşünsel birikimin kendisiyle beraber farklı bir çizgi oluşturuyor, belli ezberleri de bozuyor esasında Kürt kadın hareketi bakımından söylersek. Çünkü tipik feminist hareketlerde ulusal bağlamlı bahsedişler çoğu kez milliyetçilikle tariflenir ve milliyetçilik kadın hareketlerinin, feminist hareketlerin reddettiği bir olgudur ya da işte silahla tanımlanmış, silah üzerinden açığa çıkmış öz savunma pozisyonlarını tipik feminist hareketler bir militarist tutum olarak tariflerler ve kadın hareketlerinin, feminist kadın hareketlerinin dışında olarak ele alırlar, bunları çoğu kez ulusalcı hareketlere eklenmiş kadın tutumları olarak ifade ederler ama Kürt kadın hareketi bugün ulusal özgürlük bağlamını cinsiyet özgürlük bağlamı içerisinde tariflemeye kalkarak farklı bir kulvar açmış, farklı bir pencere açmış durumda, öte yandan silahla kadın arasındaki ilişkinin, öz savunma ilişkisinin kendisini mevcut sistemin, erkek egemen sisteminin kırılmasındaki etkin bir güç olarak kullanma moduyla da anti-militarist olmak ama öz savunmayı güçlendirmek ve güçlü kılmak arasındaki ilişki ve dengeyle kurabilmiş, farklı bir kulvar açabilmiş durumda, bunu Kürt kadın hareketinin Türkiye kadın hareketine, aslında bölgedeki tüm kadın hareketlerine getirdiği yeni bir soluk, yeni bir pozisyon olarak ele almakta fayda olduğunu düşünüyorum, çünkü Ortadoğu’da çok önemli toplumsal problemler var, toplumsal özgürleşme problemleri var, bu toplumsal özgürleşme problemlerinin hepsinin kökeninde erkek egemen sistemin yaratmış olduğu kodlar yatsa da, kadınların bunlarla mücadele etme biçimi, sokağa çıkma ve mücadele gücü, direniş gücü, eylem gücü haline gelme biçimi, tam da o egemen olan, etkin olan, kabul gören toplumsal sorun kodlarıyla ilgili açığa çıkıyor. Ortadoğu’da ulusal sorunlar oldukça yaygın, Ortadoğu’da sınıfsal problemler oldukça yaygın, Ortadoğu’da cinsiyet problemleri oldukça yaygın, tüm bunlar içerisinde ulusal ya da sınıfsal ne tür bir mücadele yürütülürse yürütülsün bütün bu mücadelelerin özünde cinsiyet odaklı açığa çıkmış olan, sistem gerçeğini sorgulama ve mücadeleyi cinsiyet özgürlüğü etrafında tanımlayabilme pozisyonu kurulabiliyorsa, bu Ortadoğu’nun çıkmazlarını aşma- 2015 11 Mart Çarşamba da büyük bir açık penceredir ve Kürt kadın hareketinin yaptığı bilhassa bu. Aslında ortaya çıkardığı örgütlenme biçimi, eylem biçimi, tanım ifade bulma biçimi, Ortadoğu’da kadın hareketlerinin gelişebilmesiyle ilgili hem bir umut hem olası yöntemlere dönük bir deneyim olarak ortaya çıkıyor, farklı bir deneyim sunuyor. Bunu bu anlamda önemsemek gerektiğini düşünüyorum Son olarak hasta tutsaklar sorunu çözülecek mi ve nasıl çözülebilir? Keşke hasta tutsaklar sorunu diye bir sorun olmasaydı dünyanın hiç bir yerinde, cezaevi koşullarında yaşayamayan bir tutsağın cezaevine tutulması gibi bir durum söz konusu olmamalıydı. Fakat Türkiye’de maalesef hasta tutsaklar gibi çok insani bir mevzuu, çok vicdani biz mevzuun kendisi politik pazarlıkların konusu olmuş durumda, hiç bir politik pazarlık konusu olmaksızın tamamen toplumsal vicdanın gerekleri etrafında bu insanların çoktan tedavi edilebilir, yaşamlarını sürdürebilir, daha sağlıklı ve aileleriyle birlikte onlara ilgi gösterecek, onları destekleyecek olanlarla birlikte tedavi olma sürecini yürütmeleri gerekirken, bugün Türkiye’de maalesef hasta tutsaklar bir politik pazarlığın en önemli konusu gelmiş hali durumundalar. Hatta öyle ki bugün hasta tutsaklar neredeyse Kürt sorunundaki müzakere masasının en önemli gündemi haline getirilmek isteniyorlar. Bu aslında herkesin çok güçlü bir biçimde itiraz etmesi gereken bir şey. Bir hasta tutsağın, kanser olmuş bir tutsağın, Kürt sorunu çözülse de, çözülmese de özgür bir ortamda, sağlıklı bir ortamda kendisini destekleyebileceklerle birlikte tedavi olması yaşama tutunması gerekir. Türkiye’de idam cezasının kalktığı iddiasına rağmen bugün bu insanlar tedavi olma ve yaşamlarını kurabilme süreçlerinden mahrum edilerek esasında farklı bir biçimde zamana yayılmış bir idam cezası sürecine mahkum ediliyorlar. Önemli bir kısmı cezası beş yıldır, on yıldır, yirmi yıldır, o çok farketmiyor, o beş yıl, on yıl, yirmi yıl bitmeden zaten ömürleri bitiyor, bi rtür ömür boyu ceza, daha doğrusu idam cezasına mahkum edilmiş oluyorlar pratik olarak. Benim cezaevinde kaldığım süreç içerisinde yüzlerce hasta tutsak yaşamını yitirdi ve bunların hiçbiri idam cezası almış insanlar değildiler. Normal cezalar almış, nasıl yargılandıkları bizim açımızdan zaten şaibeli, zaten toplum vicdanında ceza almış olduklarına inanmadığım insanlardı, büyük bir kısmı cezaevi koşulları içerisinde hastalandılar, cezaevi koşulları içerisinde tedavi edilmediler, buna müsade edilmedi ve cezaevi ko- şulları içerisinde yakınlarından helallik isteyemeden, içlerindeki ukteleri söyleyemeden yaşamlarını yitirip gittiler, bu insanların herhangi bir siyasal pazarlıkla ilgisi olamaz. Bu tamamen insani, vicdani birşey. Türkiye’de şimdiye kadar çoktan çözülmesi gereken sorun. Maalesef AKP hükümetinin oldukça vicdansız bir pragmatizmi var, bu vicdansız pragmatizmine şu aşamada kurban olmuş durumdalar. Kürt sorununda ilerleyecek aşamanın kendisiyle beraber hasta tutsakların da tahliyesi, tedavi edilebilir koşullara kavuşmasıyla ile ilgili bir süreç işleyecektir. Müzakere masasından bahsediyorsak, hiç değilse bu kadar insani, vicdani bir mevzu halledilmek zorunda. Cezaevinde ölümü bekleyen insanlara ölümü bu kadar reva görmemek gerekiyor. Bugün yarın da olsa çözülecektir ama öyle bir noktaya geliyor ki hani onu çözene kadar anlamını yitiren bir noktanın oluşmasıdır kaygım şimdi. Zaten anlamını yitirdi, biliyorsunuz son birkaç ay içerisinde kaç tane hasta tutsak yaşamını yitirdi. AKP hükümetinin bugün yarın demesine rağmen dolayısıyla hasta tutsak sorunun çözülmesinin tek koşulu maalesef Türkiyedeki müzakere masasının güçlü olmasıdır. Çok teşekkür ederim. Siz sağolun YORUM 17 2015 11 Mart Çarşamba Temkinli iyimserlik KEREM ÇİFTÇİ B arış sürecine ilişkin yaşanan gelişmelere farklı yönlerden bakmak da mümkündür. Barış bir mücadelesizlik-teslimiyet asla değildir. Edilgen bir mağlubiyet bekleyenler ancak kendini avutabilirler, toplumun felaketi pahasına. Bunun için Ortadoğu'nun yeni reel politik durumuna biraz gerçekçi bakmak aslında yeterlidir. Bu yeni dönemdeki konjonktürde Kürt Özgürlük Hareketi önemli aktörlerden biridir. Elysee sarayındaki kabul sıradan bir olay değildir, Kürtler için etkin diplomasi dönemi başlamıştır. ABD-Rusya-Çin-Avrupa alanları etkin diplomasi ile açılmıştır ve iyi işletilmektedir. Zamanın ruhunu iyi okuyan - reel politik durumu, özellikle Ortadoğu'yu ve Dünya'yı iyi analiz eden bir akıl var. Bakın, yakın dönemin Suriye suskunları Rusya-Çin-İsrail politik manevra alanlarına esneklik kazandırmış durumdalar, olası senaryoları Ortadoğu için devrededir. Rusya şimdiden Esad-PYD arasında arabulucu rolüne hazırdır ve aktiftir. Bölgede artık ABD-Avrupa'nın yerel işbirlikçi mikro ulus devletçikler oluşturup çelişkileri derinleştirme seçeneği gerçekçi değildir ve bölge gerçekleriyle örtüşmüyor. Bu gün etnik milliyetçilik adına milyonlarca insan ölüyor. AKP dış siyaseti tamamen iflas et- miştir, tek seçeneği kalmıştır, o da Kürt barışına sarılmasıdır. Son Süleyman Şah türbesi olayı bunun önemini ortaya koymuştur, üçlü bir konsensüs sonucu askerler kurtarılmıştır, ABD-PYDT.C uzlaşısıyla, doğru tutum da budur Kürtler'le etkin ve kalıcı bir işbirliğiyle ancak Türkiye nin güvenliği mümkündür. T.C sorunlu aklı bu olaya anlam veremeyip "Hatay dan sonra yeni bir toprak parçasını ülkeye kattım” mantığıyla bakarsa kendini ateşe atar. Oysa yakın zamanda bu barış sürecinden olumlu bir sonuç çıkmazsa “KÖH” kendi sistemini tek taraflı inşa edecek ve T.C ile çatışma kaçınılmaz olacaktır, çünkü Rojava'da da üç kanton zorunlu olarak birleşmeye gidecektir. Artık Ortadoğu'da ulus devletlerin çözülme sürecindeyiz. Irak'ta-Suriye'de olan budur,s sıra statükoda diretenlere de gelecektir kaçınılmaz olarak. Ortadoğu'da devlerin hegemonik savaşı vardır. Riskler ve fırsatlar iç içedir. Çoklu senaryolar da devrededir,Türkiye'nin pek fazla alternatifi de-zamanı da yoktur, tek yanlışta faturayı ona çıkarırlar. Ortadoğu kaynayan bir cadı kazanıdır, bu şartlarda KÖH'nin silah bırakmasından bahis etmek hayal perestliktir. Ancak anayasal haklar verilirse T.C”ye karşı namlular susturulur, gerisi AKP algı operasyonu lafazanlığıdır. "Söyledim olacak” naraları içi boş bir slogandan öteye geçmeyecektir. AKP derin aklı Asyacılığı savunuyor, "Avrupa'yı bırakalım" diyor ve ülkeyi karanlığa sürüklüyor. RTE kendine padişah özerkliğini hak görüp Kürtlerin demokratik özerklik talebini öteliyor, bu da kaos yaratıyor. AKP+RTE'nin dayandığı zeminde de sorun vardır, muhafazakarlık ve Beyaz Türklük'tür, bu yapılar toplum nezlinde sabıkalıdırlar. Sistemin empoze ettiği doğrularla şekillenmek zaaflıdır, çünkü T.C derin aklı bu sorunlu mantıkla ideolojisini düşman bir nesil yetiştirmekte kullanmıştır, işte bu yüzden bu aklın tekçi diline kanmamak meziyet istiyor. Aşırı uçlar uzlaşıya uzak olur. Bu mantıkla düşman yaratan Türk beyaz elitist sınıfı Kürtleri ve ötekileştirenleri asla anlamadı, otoriterliği kutsadı, başkasının acılarına hep ilgisiz kaldı, kibirle yaklaştı, oysa kibir önce sahibini vurur. Bu barış sürecine ayak diretenler de işte bu kesimlerdir. Oysa büyük düşüncelerin zamanın ruhuyla bütünleşip hakların sorunlarını yerelde çözüm getirmesinin özgürlük çağındayız. Politik ustalıktan gelen derinlik yeni paradigma-modellerin lehinedir, bu ilkeye sadık politikalar yetkince pratikleşirse büyük aşamalar yakalar-zaferler getirir Meziyet söylemde değil eylemdedir artık. AKP'nin Kürt cephesinde yaratmaya çalıştığı-arzuladığı 'iyi-kötü-çirkin' algı oyunu gerçekçi değildir. 'Böl-parçala-yönet' politikası eskimiş bayat bir numaradır-onu geçeceksin! Bu bile AKP'nin sonunu getirecek riskler barındırır.AKP sosyal-siyasal-ekonomik kriz sinyalleri vermektedir. Çanlar AKP için çalıyor. Onun için elde Kürt Hareketi'nin ayakta tuttuğu barış umudunun beslediği 'temkinli iyimserlik' dışında bir şey de yoktur. Özcesi: AKP onurlu barışın gerekenlerini yapmayarak silahların bırakılması algısıyla toplumu koşullandırıyor. Bu algıyla halk ve özgürlük mücadelesini karşı karşıya getireceğini sanıyor, hem kendini hem de toplumu fena kandırıyor, çünkü karşısındaki hareket AKP ne kadar örterse örtsün psikolojik savaşı iyi biliyor ve şerbetlidir bu ayak oyunlarına. AKP demokratik bir uzlaşı-çözüm için güven vermiyor, bilakis suni ve kısırdöngü gündemlerle toplumu çatıştırarak varlığını sürdürmek için oyalama-oyun peşinde. Oysa Victor Hugo'nun söylediği gibi “Zamanı gelmiş bir fikrin karşısına dikilme gücüne hiçbir ordu sahip değildir." Anlayana. 18 YORUM 2015 11 Mart Çarşamba “Kız” ve “Bayan” diye bir cinsiyet yok, “Kadın” var LEYLA SOYER MENGÜÇ 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, 4 Ekim Hayvan Hakları Günü, 20 Kasım Çocuk Hakları Günü , 1 Mayıs Emek Ve Dayanışma Günü... Ezilen sınıf olmaktan, cinsiyet farklılığından, güçlünün yanında zayıf olmaktan kaynaklı çoğu bir bayram havasında geçen anmalı günler. Olmayan şey aranıyor bu günlerde; özgürlük, eşitlik, hak-adalet. Ölüm, şiddet, kırım, taciz, tecavüz konuşuluyor bu anlamlı günlerde. Nasıl bayramsa bu!. Dünya kadınlar gününde mesela, insan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesi, ekonomik, siyasi ve sosyal başarıları- nın kutlaması hedefleniyor. Sanki kadınlar farklı bir uzay zamandan eksik olarak gelmişler de biz bu toplumda onları tamamlıyoruz. Sanki bu sistem kadınını ezmemiş, ikinci sınıf vatandaş olarak görmemiş, ekonomik, kültürel ve cinsel olarak sömürmemiş de onlar bir yerlerden öyle gelmiş gibi. Hayvan Hakları Günü ya da . O güzelim canları itip kakmamış, eziyet etmemiş, toplu imha etmemişiz gibi ve çocuklarımıza aynı bu toplum emek sömürüsü, şiddet, uygulamamış, eğitim, sağlık, yaşama, barınma, fiziksel, psikolojik veya cinsel sömürü de bulunmamış gibi. O koca tek bir günde T.C. İSTANBUL ANADOLU 28. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ ESAS NO. : 2015/33 KARAR NO. : 2015/66 05/03/2015 Davacı İffeta Birinci tarafından davalı Nüfus Müdürlüğü aleyhine açılan doğum yerinin ve doğum tarihinin düzeltilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; Davanın kabulü ile, Bursa ili Mudanya ilçesi, Tirilye Mah/Köyü, Cilt No: 47,HaneNo:224, 34BSN’de nüfusa kayıtlı 21736574870 T.C. kimlik numaralı İlyas ve ve Saliha’dan olma davacı İffeta BİRİNCİ’nin 01/07/1962 olan doğum tarihinin 19/11/1962. YENİPAZAR olan doğum yerinin BANJA NOVI PAZAR olarak düzeltilmesine karar verilmiş olup TMK gereği ilan olunur. Resmi İlanlar www.ilan.gov.tr büyük büyük sorunları çözüyoruz, bir aykırı mesajlarını haykırdı kadınlar. gün de bunu başarıyoruz! Kadın konusu mizahi olarak da Karnaval havasındergi kapaklarında sosyal da geçen, kutlama ve medyadaki sayfalarda 364 günde anmanın, sevinç ve yer aldı. "Kadın kahüznün birlikte yadındır çiçek babaninsani olan çok şandığı karmaşık dır", "Geceleri de, şeyi tüketiyor ve bir duyguların eşlik etsokakları da meygünde de çözüyoruz. tiği anlamlı günler. danları da istiyo364 günde insani Bir aldatmaca gibi ruz", elinin erkiyle olan çok şeyi tükedevrimime karışma gelmiyor mu tiyor ve bir günde dövizleri en ilgi çesize de? de çözüyoruz. Bir alkenleriydi. Yine elledatmaca gibi gelmiyor rine çiçekler verilmiş ve mu size de? Sömürü çarklaçiçekli bir duvarın önüne dirı bütün vahşiliği ile dönüyor, kendi zilmiş kadınlara "Gülümseyin lan!... çocuklarını, kadınlarını, emekçisini çekiyorum..." diye haykıran erkek yiyerek, yutarak, öğüterek. Her günü bağırmasını içeren dergi kapağı ile o "Bir Gün" gibi geçirmezsek, küçük bir bankta oturmuş kadının, elindeayrıcalıklı azınlık dışında her kesimi- ki çiçeğin yapraklarını koparırken, nin canını acıtan, içini yakan eşitsizli- "Öldürür .... öldürmez...öldürür... ğe, adaletsizliğe "Dur" demediğimizde öldürmez...ve öldürür .." le biten savunacak hiçbir şeyimiz kalmayacak. sözlerini içeren karikatürler. Kadın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar durumlarını mizahi olarak ele alan Gününü kutladık birkaç gün önce. güldürürken düşündüren sözler. İyi Etkinlikler, anmalar yapıldı. Bir kar- ki mizah var.. naval havasında, milyonlarca kadın Ben de bütün kadınların Dünya sokağa çıktı. Çok güzel, anlamlı ya- Emekçi Kadınlar Gününü Kutluyoratıcı mesajlarla ellerindeki döviz- rum. Özgür ,eşit ve adil bir dünya dilerle yürüdüler meydanlarda ve en liyorum. YORUM 19 2015 11 Mart Çarşamba Özgür kadın; Dr. Zekiye Alkan Farsakoğlu, milletvekili aday adayı Genel Cerrahi Uzmanı İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri DR. SAMET MENGÜÇ G İ nsanlık tarihi boyunca kadınlar, kadın olmaktan kaynaklı mücadelesini hep vermiştir. Bir mücadelenin verilebilmesi beraberinde bir ezenin olmasını gerektirir. İşte tarih boyunca bu ezende hep erkek olmuştur. İlk kitlesel kadın mücadelesi 1857 de ABD’de tekstil fabrikasında köle gibi çalıştırılan ve bir yangında hayatını kaybeden 50 emekçi kadının ölümüyle modern döneme damgasını vurmuştur. Türkiye’ye gelince her türlü medenileşmede olduğu gibi ancak 1970’li yıllarda emekçi kadınların 8 Mart'ı kutlaması yasalarda yer alabilmiştir. 12 Eylül faşizmi her türlü insan hakkını gasp ettiği gibi kadın hak ve mücadelesine de büyük darbe vurmuştur. Son yıllarda artan kadın cinayetlerinin vahşet boyutlarına varması ve en son Özgecan ASLAN’ın infial boyutundaki katledilişi ile kadın mücadelesinin de büyük bir ivme kazanmasını doğurmuştur. 12 yıllık eril bakışlı ortaçağ zihniyetli AKP iktidarının söylem ve eylemlerinin de çok büyük katkısı yadsınamaz boyuttadır. Yaşamın her alanında olan kadınların erkekleri karşılarına almadan bu mücadeleyi kazanmalarının mümkün olamayacağı bilinci ile başlayan ve gün geçtikçe artan mücadeleleri erkeklere bir bütün olarak şamar gibi çarpmaya devam etmekte. Hak verilmez alınır şiarının kadınları özgürleştirmesi çok yakındır. Tarih yine bireysel kadın mücadelesi veren ve bu uğurda acılar çeken, intihar eden, işkenceler gören, linç edilen, recm edilen, idam edilen ve öldürülen kadınlarla doludur. Kadın mücadelesini bir başına veren bu uğurda ve genel insan mücadelesi uğrunda yaşamını özgürleştiren kadınlardan biri de Dr Zekiye ALKAN’dır. Arkadaşım, yoldaşım, meslektaşım Dr Zekiye ALKAN; 12 Eylül sonrası Tıp Fakültesinde yakından tanıdığım ilk kadın hakları mücadelecisidir. Dersimli bir Zaza-Kürt olmasından kaynaklı polis devlet baskısı yanında, o günün Diyarbakır’ında yoğun erkek baskısına karşı belki de tek başına direnen bir kadındı. 12 Eylül sonrası Dicle Üniversitesi’nde yapılan ilk yemek boykotunu birlikte organize ettiğim yoldaşım. 12 Eylül öncesi devrimcilerin kadına bakışının henüz lümpen davranış diye değerlendirildiği yıllardı. Zekiye tüm bu yanlış değerlendirmeci eski devrimci abi ve ablalara rest çekerek özgür bir kadın olmayı yaşam biçimi haline getirmeye çalıştı, yıprandı, zaman zaman sıkıntılar çekse de asla bu özgürleşme mücadelesinden vaz geçmeyen bir kadındı. Ben mezun olmuş, mecburi hizmetteydim. Zekiye’nin tam özgürlüğe giden kararını vermeden 2 ay kadar önceydi. Diyarbakır’a memleketime izine geldiğimde görüştük. Görüşmeyeli 1 yılı aşkındı. Çok yıpratılmıştı polis-devlet baskısından çok çekmişti. Uzun süreli herhangi bir mekanda oturmamızın bana zarar getireceği kaygısıyla kalkmamızın daha iyi olacağını, yürümeyi de çok sevdiğinden yürüyelim sohbete öyle devam edelim demişti. Dağkapı’dan Balıkçılarbaşı’na doğru yürüyorduk, bir süre sonra sivil polislerin bizi takip ettiğini farkettik. Önemli değil dememe rağmen hayır sana zarar gelmesini istemem ben zaten onların taciz ve baskılarına alıştım, ama senin için ayrılmamız daha iyi olur. Hayatta en son zarar gelmesini istediğim insansın hele hele benim yüzümden olursa asla kendimi affetmem diyerek son ve zamansız vedalaşmamız oldu Zekiye’yle… Sonrası 21 Mart Newroz günü Diyarbakır Surların’da ateşli bir beden ve sonsuz özürlüğe giden bir kadın ruhu… 8 Mart emekçi kadınlar günü ve 21 Mart Newroz ateşi denilince can yoldaşım, arkadaşım özgür ruhlu kadın Zekiye ALKAN gelir aklıma… Birde Sümerbank'tan birlikte aynı renk ve model kazak aldığımız ilk Üniversite öğencilik yıllarım… Selam, selam, selam, sevgili Zekiye… eçen dönem Adalar Belediye Başkanı olan ve Adalar’da kültür ve çevre konusunda yaptığı çalışmalarıyla tanınan Mustafa Farsakoğlu, İstanbul 1. Bölge’den CHP Miletvekili Aday adayı oldu. Mustafa Farsakoğlu’nun geçen cumartesi aday adaylığını açıkladığı Büyükada’da, eski belediye başkanının kararı sevinçle karşılandı. Osmaniye’de doğan Dr. Farsakoğlu, 1977 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, 1978 yılında çalışma hayatına başladı. Sırasıyla; Adıyaman Valiliği’nde Kaymakam Adaylığı (1978), Tunceli-Nazımiye, Trabzon-Arsin, Elazığ-Sivrice’de Kaymakam Vekilliği, Malatya-Akçadağ, Konya-Cihanbeyli, Bingöl-Kiğı, Tekirdağ-Muratlı ve İstanbul Adalar’da Kaymakamlık, Elazığ, Muğla ve Yalova’da Vali Yardımcılığı yaptı. Vatani görevini; 1981-1983 yıllarında Eğridir Dağ Komando Okulu’nda, Tunceli ve Elazığ’da Jandarma Komando Asteğmen olarak tamamladı. (1991-1992) Yabancı dil eğitimi ve mesleki araştırmalar yapmak üzere gittiği ABD’de 1 yıl kaldı. 1996-2001 yıllarında, İstanbul Adalar Kaymakamlığı’ nın ardından Yalova Vali Yardımcısı olarak atanan Dr. Mustafa Farsakoğlu 2006 yılında emekli oldu. Emekli olduktan sonra; Yeditepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Görevlisi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdür Yardımcısı olarak çalışma hayatına devam eden Dr. Mustafa Farsakoğlu, 1995 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Kamu Yönetimi Anabilim dalında yüksek lisans yaptı. 2003 yılında aynı Anabilim dalında doktorasını tamamladı. Yeditepe Üniversitesi, İstanbul Ticaret Üniversitesi, Maltepe Üniversitesi ve Ahmet Yesevi Uluslar arası Türk- Kazak Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Dr. Mustafa Farsakoğlu, 2009 seçimlerinde CHP adayı olarak katıldığı yerel seçimlerde Adalar Belediye Başkanı oldu. 20 SPOR TOPRAK SAHA Fırat Coşkun M erhaba futbolseverler bu hafta öncelikle İstanbul derbisiyle başlayalım. Bir taraftan liderlik için savaşan Pendikspor, diğer taraftada Play-off potasından yer almak isteyen Kartalspor. Bu hafta kendi sahasında Kartalspor ile karşı karşıya gelen Pendikspor 2-1 skorla galibiyet sevinci yaşadı. Derbi maçında eksik bişey vardı, oda Kartalspor taraftarları idi. Ligin ilk yarısında oynanan Kartalspor-Pendikspor karşılaşmasında stad dışında olaylar çıkmıştı ve bu yüzden İstanbul Emniyeti bir sonraki derbide bu olayların tekrar yaşanmaması için Kartalspor’un taraftarlarına giriş yasağı yönünde bir karar vermişti. Geçen hafta aldığı galibiyetle ikide iki yapan Pendikspor, ligde ikinci sıraya yükseldi. Kartalspor ise alamadığı üç puanla 11. Sıraya düştü. Kartalspor bu kötü gidişata dur demesi ve playoff potasında yer alması lazım. Gelelim Maltepespor’a; Bu hafta kendi sahasında ligin alt sıralarında olan Halide Edip Adıvarspor’la karşılaştığı mücadele de maalesef son dakikalarda yediği golle 1-0 yenik düşen Yeşil-Kırmızılılar üç puanı elde edemedi. Maltepe temsilcisi kaybettiği üç puana çok ihtiyacı vardı, çünkü bu hafta kazansaydı play-off mücadelesinde olma şansı olacaktı. Maalesef maçın son dakikalarında futbol’da yaşanmayacak şeyler yaşandı. Maçın 87.dakikasında Halide Edip Adıvarspor oyuncusu Oğulcan’ın attığı gol ile 1-0 öne geçtikten sonra sevincini tribündeki taraftarları ile paylaşırken biraz abartması sonucunda Maltepespor’lu bir grup taraftar sahaya girdi. Maçın bitiminde saha dışında rakip takımın otobüsüne saldıran Maltepespor taraftaları emniyet güçlerin tarafından uzaklaştırıldılar. Maalesef futbol tarihde böyle olaylara rastlayabiliyoruz. Ümraniyespor bu hafta deplasmanda Fethiyespor ile karşı karşıya gelerek ne yazık ki bir puana razı oldu. Ligde bir türlü zirveyi tutturamayan Ümraniyespor, liderlik koltuğunu almaya kararlı gibi gözüküyor. Her geçen hafta taraftarlarına sevinç yaşatan kırmızı-beyazlı ekip bakalım ilerleyen zamanlarda nasıl bir performans gösterecek. Gelelim A. Üsküdar 1908’e; Bu hafta ligin dişli ekiplerinden Sakaryaspor ile karşı karşıya gelen yeşil-beyazlı ekip maalesef üç puanı almadan evine döndü. Uzun zamandır liderlik koltuğuna oturamayan Üsküdar temsilcisi bakalım ligin ilerleyen zamanlarında taraftarlarına sürpriz yaşatcak mı hep berabere göreceğiz. Haftaya görüşmek üzere, hoşçakalın. 2015 11 Mart Çarşamba 0 Maltepespor yıkıldı -1 T ürkiye 3. Lig 2. Grup 24. haftasında kendi sahasında Halide Edip Adıvarspor ile karşı karşıya gelen Maltepespor sahadan 1-0 mağlup ayrıldı. Taraftarlarının desteğine rağmen kendi sahasında rakibi karşısında iyi bir oyun sergileyemeyen Maltepe ekibi, karşılaşmanın 87. dakikasında Oğulcan’ın golüyle sahadan 1-0 yenik ayrıldı ve haftayı puansız kapatarak puan cetvelinde de bir basamak geriye düşerek 7. sırada yer aldı ve play-off hattından uzaklaştı. Maltepespor: 0 - Halide Edip Adıvarspor: 1 Stat: Hasan Polat Hakem: Emre Kosif, Salim Şanlıer, Deniz Caner Özaral Maltepespor: Barış, Mustafa, İsmail, Serhat, Furkan (Dk.65 Emrah), Ertuğrul, Gani (Dk.75 Samet), Ahmet (Dk.84 Yalçın), Caner, Savaş, Abuzer Halide Edip Adıvarspor: Hasan, Ayhan, Batukan, Ömer, Celalettin, Nazif (Dk.59 Oğulcan), Uğur (Dk.90 Engin), Okan, Emin, Erdal (Dk.82 Muhammet), Seyithan Gol: Dk.87 Oğulcan (H.E. Adıvarspor) Sarı Kartlar: Dk.17 Gani, Dk.62 Caner, Dk.81 Abuzer, Dk.90 Serhat (Maltepespor) - Dk.11 Erdal, Dk.71 Atalay, Dk.90 Seyithan, Dk.90 Oğulcan (H. E. Adıvarspor) A. Üsküdar kahraman olamadı A nadolu Üsküdar 1908 seyircisiz oynanan Sakaryaspor deplasmanından 1-0’lık mağlubiyetle puansız ayrıldı. Lider Ankara Demirspor’un puan kaybettiği haftada alınacak bir galibiyet liderlik demekti ancak kötü bir performans sergileyen Üsküdar temsilcisi 90. dakikada Abdulkadir’in penaltı golüne engel olamayınca sahadan puansız ayrıldı ve büyük bir fırsatı tepmiş oldu. Üsküdar, gelecek hafta Bergama Belediyespor ile karşılaşacak Sakaryaspor: 1 - A. Üsküdar 1908: 0 Stat: Sakarya Hakemler: Alper Ulusoy, Sezgin Çınar, Gökmen Baltacı Sakaryaspor: Yavuz, İbra- 0-1 him, Burak Bekaroğlu, Özgür, Burak Göksel (Dk.90 Mustafa), Aykut, Umut, Mert, Muhammet, Gökhan (Dk.75 Abdülkadir), Ahmet (Dk.45 Alaattin) A.Üsküdar 1908 : Eren, Ömer, Samet, Nurettin, Seyit, Cenk (Dk.85 Emre), Murat, Yunus, Doğan (Dk.89 Erim), Can (Dk.62 Kayhan ), Fatih Gol: Dk.90 Abdülkadir (pen) (Sakaryaspor) Sarı Kartlar: Dk.22 Mert, Dk.70 Alaattin, Dk.88 Burak (Sakaryaspor) - Dk.48 Nurettin, Dk.75 Doğan, Dk.80 Fatih (A.Üsküdar) Kırmzı Kartlar: Samet Önger ( Dk.90) (A.Üsküdar) SPOR 21 2015 11 Mart Çarşamba Pendikspor’dan derbi zaferi T ürkiye 2. Lig Beyaz Grup 29. Hafta karşılaşmasında Kartalspor’u konuk eden Pendikspor, Uğur Işıkal’ın golleri ile rakibini 2-1 mağlup etti. Maçta Kartalspor’un taraftarı stada valilik kararı ile alınmazken, Pendikspor taraftarları takımlarına destek oldu. Ezeli rekabette ilk golü bulan taraf Kartalspor oldu, Kartal ekibi 8. dakikada Emir’in golüyle 1-0 öne geçti. Mücadelenin 16. Dakikasında Yağız’ın hatasını affetmeyen Uğur karşılaşmada beraberliği sağladı, 1-1. İlk yarıda başka gol olmazken iki takımda soyunma odasına beraberlikle girdi. İkinci yarıya daha arzulu bir Pendikspor çıkarken, 50.dakikada Pendikspor’un sağ köşe gönderinden kullandığı korner atışına Uğur Işıkal altıpas içerisinde vuruşunu yaptı ve Pendikspor’u 2-1 öne geçiren golü kaydetti. Karşılaşmada başka gol ol- 2-1 mayınca Pendikspor derbiden 2-1’lik zaferle ayrıldı. Pendikspor: 2 - Kartalspor: 1 Stat: Pendik Hakemler: Çağdaş Altay, Oktay Önge, Mustafa Çevik Pendikspor: Mehmet, Hakan, Fahri Tatan, Ali Kemal, Tevfik, Yaser (Dk.88 Umut), Osman, İlhan, Uğur (Dk.85 İlyas), Berat, Emre Pehlivan (Dk. 74 Hayrullah) Kartalspor: Yavuz, Anıl, Zafer, Emrah, Sinan (Dk.62 Mehmet Gürkan), Emir, Uğur, Yağız Göktuğ (Dk.46 Ömer Furkan), Azad, Hamza (Dk.79 Semih), Oğuz Goller: Dk.16 ve Dk.50 Uğur (Pendikspor) - Dk.8 Emir (Kartalspor) Sarı kartlar: Dk.45 Uğur, Dk.73 Emre Pehlivan (Pendikspor), Dk.61 Ömer Furkan, Dk.90+1 Oğuz (Kartalspor) Ümraniyespor avantajı koruyamadı T ürkiye 2. Lig Beyaz Grup’ta bu hafta deplasmanda Fethiyespor ile karşı karşıya gelen kırmızı-beyazlılar 1-1 berabere kaldı. Maça etkili başlayan Ümraniyespor 33. dakikada Ziya’nın vuruşuyla öne geçti ancak 63. dakikada Hakan’ın golüne engel olamayınca sahadan 1-1 beraberlikle ayrıldı ve bir puanla evine döndü. Fethiyespor: 1 - Ümraniyespor: 1 Stat: Fethiye Şehir Hakemler: Hüseyin Sabancı, Can Savaşan, Halil İbrahim Atabay Fethiyespor: Metin, Sabri, Mert Er (Dk.52 Emre Öztürk), Serkan, Ramiz, Tunay, Aytaç (Dk.59 Ferhat), Hakan Bahran (Dk.77 Safa), Emre Okur, İbrahim, Matteus Ümraniyespor: Muzaffer, Mustafa, Ziya, Aytek, Bahadır (Dk.62 Aykut), Özer (Dk.72 Bulut), Ömer, Samet (Dk.82 İbrahim), Rahman, Mücahit, Tarık 1-1 Goller: Dk.63 Hakan (Fehiyespor) - Dk.32 Ziya (Ümraniyespor) Sarı kartlar: Dk.45 Sabri (Fethiyespor) - Dk.15 Tarık, Dk.18 Mustafa, Dk.85 Ömer (Ümraniyespor) 22 YORUM 2015 11 Mart Çarşamba Olması muhtemel olmuşu hurafe MUSTAFA İŞİTMEZ A ma mahalle güzeldir. Hurafelerle, tabularla olmayanı olmuş gibi inandırır, tövbe-haşa- dediğin her şeyi başına geçirir. İstatistiğin olduğu yere ihtimal, sonrasına olasılık devreye girer. Hepsinin toplamında üç sonuca, otuz üç yalanın içinden bir gerçeği önüne koyan insanları tanırsın… Özellikle yaz akşamları, ikindi ezanından sonra güneş yokuşun başında eksildikçe her çocuk sokağa atardı kendini. Top oynayan çocuklar şut yerine fiske vurdular mı Kerim abinin hışmına uğrarlar. Kırıktır Kaniye teyzenin oğlu, topu her defasında “kesicem bir dahakine” diye sallardı çitlerin üstünden. Küfür ederken ya gözlükleri ya da takma dişleri düşerdi ağzından. Yüzünün bir tarafı yanık olmasına rağmen hayatla barışıklığı yoktu. Hep öfkeliydi, daima öfkeli ve hırslı. Enerjisini bahçelerine ektiği meyve, sebzelerden çıkarırdı. Onların üstüne top geldi mi zıvanadan çıkardı. Yokuşun ortasındaki Hüseyin dede öyle değildi. İçine kapanık bir adamdı ama öfkeli değildi. Elde ettiği bir şey var mıydı bilmiyorum ama istediğini elde edenler böyle mutlu olurdu genelde. O da mutluydu. Mütevazı bir yaşamı vardı. Bahçesinde kelle bir Milas halısı vardı, Abrajlı. Üstünde tüm yazı geçirir, konu komşuya karpuz ikram ederdi. Bazen akşamları bastonuyla yürüyüşe çıkar, bastonunu yaşlı olduğu belli olsun diye taşıdığını düşünürdüm. Zira koşmaya başlasa hepimize nal toplamak kalırdı. Her yürüyüşün sonunda evimizin yanımızdaki yıkık yere bakar, gözleri dolardı. Üst ve arka mahalleyle maç yaparken onların büyükleri bize “Rum piçleri” derlerdi. Nedenini Hüseyin amcaya sorduk. Meğer bizim yıkık ev eskiden şapelmiş. Ve elbette şapeli yıkmışlar. Bizden olmayana acımazlar mahallede. Hatta üst, arka ve alt mahalle bile. Bizi de pek kimse sevmemişti. Büyük bir saldırı olmuş. Mahalle savaş alanına dönmüş. Genç, yaşlı kim varsa atılmak istemiş öne, yapmayın etmeyin. Nafile. Sonra da yakmaya kalkışmışlar. İçeride insan olduğu için korkup uzaklaşmışlar. Ufak ufak anlatıyor Hüseyin amca. Yakın arkadaşı camcı Halil’in çok faydası olmuş Rumlara. Onu da yağma ve talan sırasında öldüresiye dövmüşler, bir daha hiç konuşmamış. Yirmi yıldır da ortalarda yok, belki ölmüştür dedi. Yakamadıkları ahşapları gelip sökmüşler, kış yaklaşırken yakacak olsun diye. Gözümüzün önünde, teşkilata on kez haber vermemize rağmen yakmalarına müsaade ettiler derken gözleri doldu. Arka bahçedeki halıyı gösterdi. Oradan kalan tek yadigar bu halı diye… Şapel nedir bilmiyoruz, mahallede bir kilise olduğunu ilk defa duyuyoruz. Torunları vardı, Özlem. Çağırdık bir gün, alımlı hoş kızdı. Oturduk anlattık. Dedesinin hastanede tedavi altına alınması gerektiğinden bahsettik. Küstü. Bir daha konuşmadı. Dedesine söylemiş zaar, o da eskisi gibi şefkatle bize bakmıyor. Sonra bir gün Özlem bizim eve geldi. “Dedem seni çağırıyor çok acil gel” Gittim. Kapıda oturmuş bana Kerim’i işaret ediyor. “O pezevengin niye yüzü yanık bi- lir misin?” “Bilmem.” “Sefer sırasında orayı yakanlardan biri de oydu. Ama salak olduğu için içerde kaldı, güç bela attı kendini dışarı. Sonra da o yanık yüz hatıra kaldı ona.” Trafik kazasında yüzünün darbeyle o hale geldiğini bilmesem haydarı kapıp Kerim’in kapısına gideceğim. Özlem de aynı kararlılıkla, onaylarmış gibi başını sallayıp bana bakıyor. Uzattım elimi, “Kalk gidiyoruz” “Nereye?” “Senin buraya baktığında ağlamana sebep olan pezevengin evini yıkmaya.” Her kararlı çaresiz gibi başını önüne eğdi. Öyle bir şey yoktu. Hiç olmamıştı. Yıllar sonra karşılaştığım mahalleden arkadaşlarım, eşlerine ve dostlarına bizi tanıştırırken bahsediyorlardı. Bizim mahallede şapel varmış. Biz küçükken yağma, talan olmuş diye. Olması muhtemel, olmuşu hurafe olan bu hikayeyi bizi hiç tanımayanlara anlatmak da Hüseyin amcanın inandırıcılığına teşekkür edip, saygı duymayı hak ediyordu. 2015 11 Mart Çarşamba Barışın, demokrasinin ve özgürlüğün vekili olmaya adayım hDP, İstanbul 3. bölge milletvekili Aday Adayı Enver Dursun