Kaidetun Azimetun fi`l-Fark Beyn İbadet Ehlu`l-İman ve`l

advertisement
Kaidetun Azimetun fi’l-Fark Beyn İbadet
Ehlu’l-İman ve’l-İslam ve Ehlu’ş-Şirk ve’n-Nifak
Şeyhu’l-İslam İbni Teymiyye (661/728)
Mütercim: Ebu Muhammed es-Selefi
www.almuwahhid.com
1
Kaidetun Azimetun fi’l-Fark Beyn İbadet
Ehlu’l-İman ve’l-İslam ve Ehlu’ş-Şirk ve’n-Nifak
‫بسم هللا الرحمن الرحيم‬
Hamd ve şükür Allah’adır ve O’ndan yardım ve bağışlanma dileriz.
Nefsimizin ve amellerimizin kötülüklerinden O’na sığınırız. Allah’ın
hidayete erdirdiğini saptıracak ve Allah’ın sapıklık üzere bıraktığı
kimseyi hidayete erdirecek yoktur. Bir olan ve ortağı bulunmayan
Allah’tan başka, kendisine ibadet sunulmaya layık ilahın olmadığına
ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim.
İslam ve İman Ehlinin İbadeti
İslama bağlı olanlar ve iman edenler, hidayet, tevhid, ihlas, ilim,
şeri’at ehli olan, rasul ve nebileri takip edenler ile; putperest (müşrik)lerden ve kendilerini onlara benzeten diğer din mensublarından
şirk, cehalet, sapkınlık, bid’at ehli olanların ibadetlerindeki farklılık
hususuna dair (şunlar söylenebilir). Müslümanın ibadeti iki asıl üzeredir:
(Bu asıl ve prensiplerden) ilki: Bir olan ve ortağı bulunmayan Allah (subhanehu ve teala)’dan başkasına ibadet etmezler.
(Bu asıl ve prensiplerden) ikincisi: Allah (celle celaluhu)’ya, Allah
(celle celaluhu)’nın emrettiği ve şeri’at kıldığı, rasulleri aracılığıyla
ilettiği biçimde ibadette bulunurlar.
(Yani) Allah’a; şirk koşmadan, takva üzere ve elçilerine itaat ederek, ibadet ederler. Allah (celle celaluhu) şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz, biz Nuh'u; kavmini, onlara acı bir azab gelmeden evvel
uyar! diye kendi kavmine (peygamber olarak) gönderdik. O da dedi
ki: Ey kavmim, gerçek şu ki, ben size (gönderilmiş) apaçık bir uyarıcıyım. Allah'a kulluk edin, O'ndan korkun ve bana itaat edin." (Nuh
71/1-3) Yine, Hud (as), Salih (as) ve Şu’ayb (as)’ın kavimlerinin önde gelenlerine şöyle dediklerini buyurmaktadır: "Ey kavmim, Allah'a
ibadet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur." (Hud 11/50) Mesih
(İsa) hakkında da şöyle buyurmaktadır: "Mesih: Ey İsrailoğulları!
2
Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Biliniz ki kim Allah'a
ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun
yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar yoktur demişti." (el-Ma’ide
5/72); "Muhakkak ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir.
Öyle ise O'na kulluk ediniz. İşte doğru yol budur." (Meryem 19/36)
İşin gerçeği, bütün peygamberler (kavimlerini davet ettiklerinde)
şöyle demişlerdir: "Artık Allah'tan korkup sakının ve bana itaat edin."
(eş-Şuara 26/108) Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in milleti
hakkında da şöyle buyurmaktadır: "Onlar derler ki: Allah'a ve elçisine iman ettik ve itaat ettik. Sonra bunun ardından onlardan bir grup
sırt çevirir. Bunlar iman etmiş değildirler." (en-Nur 24/47); "Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resulüne davet edildiklerinde,
müminlerin sözü ancak: İşittik ve itaat ettik! demeleridir. İşte asıl
bunlar kurtuluşa erenlerdir. Her kim Allah'a ve Resulüne itaat eder,
Allah'a saygı duyar ve O'ndan sakınırsa, işte asıl bunlar mutluluğa
erenlerdir." (en-Nur 24/51-52)
İtaati Allah (celle celaluhu)’ya ve Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem)’e; korku ve takvayı yalnızca Allah (celle celaluhu)’ya vermektir.
Allah (celle celaluhu) şöyle buyurmaktadır: "Eğer onlar Allah ve Resulünün kendilerine verdiğine razı olup: Allah bize yeter, yakında bize Allah da lütfundan verecek, Resulü de. Biz yalnız Allah'a rağbet
edenleriz! deselerdi (daha iyi olurdu)." (et-Tevbe 9/59)
Allah (celle celaluhu)’yu ve Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem)’i
(tek hüküm) verici konuma getirmek. Bunun gibi, Allah (celle celaluhu) şöyle buyurmaktadır: "Peygamber size ne verdiyse onu alın, size
ne yasakladıysa ondan da sakının." (el-Haşr 59/7) Bundan dolayı;
helal Allah (celle celaluhu) ve Resulu (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
helal yaptıkları, haram da Allah (celle celaluhu) ve Resulu (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in haram kıldıkları, din de Allah (celle celaluhu) ve
Resulu
(sallallahu
aleyhi
ve
sellem)’in
din
yaptıklarıdır.
Allah (celle celaluhu), (kuluna) yeterlilik ve ümidi kendine has kılmıştır: "De ki: Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O'na güvenip dayanırlar." (ez-Zümer 39/38); "(Ey Muhammed!) Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilah yoktur. Ben sadece
O'na güvenip dayanırım. O yüce Arş'ın sahibidir." (et-Tevbe 9/129);
"Eğer sana hile yapmak isterlerse, şunu bil ki, Allah sana kafidir."
3
(el-Enfal 8/62); "Bir kısım insanlar, müminlere: Düşmanlarınız olan
insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan! dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve: Allah bize yeter.
O ne güzel vekildir! dediler." (Al-i İmran 3/173)
Bu sebepledir ki, Allah (celle celaluhu), peygamberlerin ve onlara
iman edenlerin tek yardım kaynağıdır. Allah (celle celaluhu) şöyle
buyurmaktadır: "Ey Peygamber! Sana ve sana uyan müminlere Allah
yeter." (el-Enfal 8/64) yani; Allah tek başına sana ve sana iman edip
tabi olanlara yeter. Bu (mana), selefin cumhurunun ve halefin cumhurunun bu ayeti anlayış biçimidir.
İşte bu, ne önceki nesillerden ne de sonraki nesillerden, kendisinden başka dinin kabul edilmeyeceği İslam dinidir. İslam, Allah
(celle celaluhu)’nin emrettiği şekilde, her zaman Allah’a ibadet etmektir, ibadetin yöneltildiği tek makam (ise) Allah (celle celaluhu)’dir. Allah (celle celaluhu) şöyle buyurmaktadır: "Allah buyurdu
ki: İki ilah edinmeyin! O, ancak bir ilahdır. Öyleyse Benden, yalnızca
Benden korkun! Göklerde ve yerde ne varsa, O'nundur, itaat, kulluk
da (din de) O'nundur. O halde Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz? Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır. Sonra size bir
zarar dokunduğu zaman da yalnız O'na yalvarırsınız. Sonra da sizden
o zararı giderdiğinde, içinizden bir zümre, hemen Rablerine ortak koşarlar! Kendilerine verdiklerimize karşılık nankörlük etmeleri için (öyle yaparlar). O halde bir süre daha faydalanın; fakat yakında hakikati
bileceksiniz!" (en-Nahl 16/51-55)
Halbuki şeri’atlerdeki yasalarda farklılıklar sözkonusu olmaktadır
örneğin Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in durumu, hicretten
önce ve hicretin ardından on küsur ay boyunca Beytu’l-Makdis’e yönelerek namaz kılmıştı, Allah (celle celaluhu) daha sonra, Kabe’ye
yönelterek kıbleyi değiştirtdi. Bunun sonucu olarak şeri’atin bu kuralı
değişti ancak her iki durumda da –hem önce hemde sonra- din –
ortak koşmaksızın yalnızca Allah’a ibadet edilen İslam Dini- bir ve
aynıydı. Sahihi Buhari ve (Sahihi) Müslim’de (rivayet edildiğine göre)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Peygamberler, farklı annelerden olan kardeşler gibidirler. Fakat onların
dini birdir." (Buhari; Müslim) Yani, şeri’atleri farklı olsa da dinleri bir
ve aynıdır. Allah (celle celaluhu) şöyle buyurmaktadır: "Dini ayakta
tutun ve onda ayrılığa düşmeyin! diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana
4
vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah
size de din (teşri) kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu (din), Allah'a
ortak koşanlara ağır geldi." (eş-Şuara 42/13); "Öyleyse sen yüzünü
Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların
çoğu bilmezler. Gönülden katıksız bağlılar olarak, O'na yönelin ve
O'ndan korkup sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın. (O müşrikler ki,) Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de
parça parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç
duymaktadır." (er-Rum 30/30-32); "Ey Peygamberler! Temiz olan
şeylerden yeyin; güzel işler yapın. Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyle
bilmekteyim. İşte sizin ümmetiniz bir tek ümmettir ve Ben de sizin
Rabbinizim; öyleyse benden korkup sakının. Ne var ki insanlar kendi
aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her gurup kendilerinde bulunan (fikir ve davranış) ile sevinip böbürlenmektedirler." (elMü’minun 23/51-53)
Yine peygamberler hakkında şöyle demektedir: "Hakikaten bu
(bütün peygamberler ve onlara iman edenlerin tabi olduğu İslam) bir
tek ümmet (din) olarak sizin ümmetiniz (dininiz)dir. Ben de sizin
Rabbinizim. Öyle ise bana kulluk edin." (el-Enbiya 21/92) Ümmet
kelimesi din olarak açıklanmıştır yani (ayette) dininiz bir ve aynıdır
(denilmektedir). Allah (celle celaluhu)’nın buyruğu gibidir: "Hayır;
dediler ki: Gerçekten atalarımızı bir din (ümmet) üzerinde bulduk ve
doğrusu biz onların izleri (eserleri) üstünde doğru olana (hidayete)
yönelmiş (kimse)leriz. İşte böyle, senden önce de (herhangi) bir
memlekete bir elçi göndermiş olmayalım, mutlaka onun 'refah içinde
şımarıp azan önde gelenleri' (şöyle) demişlerdir: Gerçekten biz, atalarımızı bir din (ümmet) üzerinde bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine (eserlerine) uymuş kimseleriz." (ez-Zuhfruf 43/22-23) Eğer,
ümmet kelimesinin anlamı insanlardır denilirse, bu durumda dahi
(bizim verdiğimiz) mana aynıdır yani, insanlığı yalnız Allah’a ibadete
çağırmak (manasında). Tıpkı Allah (subhanehu ve teala)’nın buyurduğu üzere: "Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!" (eş-Şura
42/13); "Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona: Benden başka ilah yoktur; şu halde Bana kulluk edin! diye vahyetmiş olmayalım." (el-Enbiya 21/25); "Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize
(ümmetlerine) sor! Rahman (olan Allah)'dan başka tapılacak tanrılar
5
(edinin diye) emretmiş miyiz?" (ez-Zuhruf 43/45); "Andolsun ki Biz,
Allah'a kulluk edin ve Tağut'tan sakının! diye (emretmeleri için) her
ümmete bir peygamber gönderdik." (en-Nahl 16/36); "Allah kendi
emriyle melekleri, kullarından dilediği kimseye vahiy ile: Benden
başka ilah olmadığına dair (kullarımı) uyarın ve Benden korkun! diye
gönderir." (en-Nahl 16/2)
Bütün peygamberler, Allah (subhanehu ve teala)’nın belirttiği
üzere Nuh (as) şöyle demektedir: "Eğer yüz çeviriyorsanız, zaten
ben sizden bir ücret istemedim. Benim ecrim Allah'tan başkasına ait
değildir ve bana müslümanlardan olmam emrolundu." (Yunus 10/72)
Halilullah İbrahim (as) hakkında da şöyle buyurmaktadır: "İbrahim'in
(hanif) dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir. Çünkü Rabbi ona: Müslüman ol! demiş, o da: Alemlerin Rabbine boyun eğdim, demişti. Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet
etti, Yakub da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam'ı) seçti. O
halde sadece müslümanlar olarak ölünüz (dedi)." (al-Baqarah 2/130132) İbrahim (as) ve İsmail (as) şöyle demektedirler: "Ey Rabbimiz!
Bizi sana boyun eğenler (müslümanlar) kıl, neslimizden de sana itaat
eden (müslüman) bir ümmet çıkar." (al-Baqarah 2/128) Allah (azze
ve celle), Musa (as)’ın şöyle dediğini aktarmaktadır: "Ey kavmim!
Eğer Allah'a inandıysanız ve O'na teslim olduysanız (müslümansanız)
sadece O'na güvenip dayanın." (Yunus 10/84) Musa (as)’a iman
eden büyücülere hakkında şöyle buyurmaktadır: "Sen sadece Rabbimizin ayetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam
alıyorsun. Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, müslüman olarak canımızı al, dediler." (el-A’raf 7/126); "Biz, içinde doğruya rehberlik ve
nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik. Teslim (müslüman) olmuş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi." (el-Ma’ide 5/44) Yusuf
es-Sıddık (as) hakkında, onun şöyle dediğini aktarmaktadır: "Beni
müslüman olarak öldür ve beni salihler arasına kat!" (Yusuf 12/101)
(Saba Melikesi) Belkıs şöyle demektedir: "Rabbim! Ben gerçekten
kendime yazık etmişim. Süleymanla beraber alemlerin Rabbi olan
Allah'a teslim (müslüman) oldum." (en-Naml 27/44) Mesih (as)’ın
havarilerine dair şöyle buyurmaktadır: "Hani havarilere: Bana ve
peygamberime iman edin! diye ilham etmiştim. Onlar (da): İman ettik, bizim Allah'a teslim olmuş kimseler (müslümanlar) olduğumuza
sen de şahit ol! demişlerdi." (el-Ma’ide 5/111) Allah (subhanehu ve
6
teala) şöyle buyurmaktadır: "Allah, gerçekten kendisinden başka ilah
olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka
ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O'ndan
başka ilah yoktur. Allah nezdinde hak din İslam'dır." (Al-i İmran
3/18-19) Katade, Allah (subhanehu ve teala)’nın: ‘Allah nezdinde
hak din İslam'dır’ sözü hakkında şöyle der: "Allah’tan başka tapılmaya layık ilah yoktur şehadeti ve Allah’tan gelen herşeyi kabul. İşte
bu, Allah’ın Kendisine şeri’at kıldığı ve peygamberlerini gönderdiği,
dostlarını hidayete erdirdiği (İslam) din(i)dir. Allah (subhanehu ve
teala) bundan başka bir din kabul etmemekte ve (bu dine) tabi olanların dışında hiç kimseyi ödüllendirmemektedir."
Allah (azze ve celle), Kendisinin vahyetmediği bir dini şeri’at edinen yada herhangi birşeyi –vahiyden hiçbir delili olmaksızın- helal
yahut haram kılan kimseleri kınamaktadır: "Yoksa onların, Allah'ın
izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var?" (eş-Şura 42/21) Allah (subhanehu ve teala) müşrikleri, Allah’ın haram kılmadığı şeyleri
haram kılmalarından ve Allah’ın haram kıldıklarını helal kılmalarından
ve böylelikle Allah’ın vahyetmediği bir dini şeri’at edinmelerinden dolayı şu sözlerle kınamaktadır: "Onlar bir kötülük yaptıkları zaman:
Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti derler. De
ki: Allah kötülüğü emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi
söylüyorsunuz? De ki: Rabbim adaleti emretti. Her secde ettiğinizde
yüzlerinizi O'na çevirin ve dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarın." (el-A’raf 7/28-29); "De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve
temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir. İşte bilen bir topluluk için
ayetleri böyle açıklıyoruz. De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır." (el-A’raf 7/32-33); "Elif.
Lam. Mim. Sad. (Bu), kendisiyle insanları uyarman, inananlara öğüt
vermen için sana indirilen bir kitaptır. Artık bu hususta kalbinde bir
şüphe olmasın. Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun. O'nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt
alıyorsunuz!" (el-A’raf 7/1-3)
Putperest (Müşrik)lerin ve Ehl-i Kitapdan Bid’atçıların Dini
7
Putperest (müşrik)lerin ve Ehl-i Kitapdan bid’atçıların dinine gelince; bu öyle bir dindir ki, Allah (subhanehu ve teala) hakkında hiçbirşey indirmemiştir. Onlar ya, Allah (subhanehu ve teala) ile birlikte
başkalarına yalvarırlar yahut: "Onlara bizi Allah’a yakınlaştırsınlar
diye ibadet ediyoruz derler" ve "Bunlar, bizim Allah katındaki şefaatçilerimizdir" derler. Veya Allah (subhanehu ve teala)’ya, Allah’ın emretmediği yahut yasalaştırmadığı biçimde -Allah’ın emri hususunda
Allah’a ortak koşanların ibadet ettikleri şekilde- ibadette bulunurlar.
Allah (subhanehu ve teala) şöyle buyurmaktadır: "(Yahudiler) Allah'ı
bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hıristiyanlar) da rahiplerini ve
Meryem oğlu Mesih'i (İsa'yı) rabler edindiler. Halbuki onlara ancak
tek ilaha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka –tapılmaya layıkilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır." (etTevbe 9/31); "Hiçbir insanın, Allah'ın kendisine Kitap, hikmet ve
peygamberlik vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: Allah'ı bırakıp
bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis (şöyle demesi gerekir): Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe halis kullar olunuz. Ve size: Melekleri ve peygamberleri ilahlar edinin,
diye de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra hiç size kafirliği
emreder mi?" (Al-i İmran 3/79-80); "(Resulüm!) De ki: Allah'ı bırakıp da (ilah olduğunu) ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne var ki onlar,
sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir, ne de değiştirebilirler. Onların yalvardıkları bu varlıklar Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar; O'nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü
Rabbinin azabı, sakınılacak bir azaptır." (el-İsra 17/56-57) Yani,
putperest (müşrik)lerin kendilerine yalvardıkları kimseler, Rabblerine
yakınlaşabilmeyi kendileri arzu eder ve (bunun için) vesileler ararlar.
İbni Abbas (ra) ve Mücahid şöyle demişlerdir: "(Ayette mevzubahis
edilen kimseler) İsa (as), onun annesi (Meryem), Üzeyir, melekler,
güneş, ay ve yıldızlardır. " (ed-Durer el-Mansur, 4/189-190) İbni
Mes’ud (ra) şöyle der: "İnsanlardan bir kısmı, cinlerden bazılarına
taparlardı. Cinler daha sonra İslamiyet’i kabul etti. Onlara tapan
kimseler bunu bilmelerine rağmen onlara tapmaya devam ettiler.
(Ve bundan dolayı) Allah (subhanehu ve teala) onları (bu ayette dile
getirdiği biçimde) kınadı." (ed-Durer el-Mansur, 4/190) Bu sebeple,
bu ayetin manasına yönelik bütün görüşlere göre Allah (subhanehu
ve teala) mahlukattan birine yalvaran kimseleri kınamaktadır, gerçekte (kendisine yalvarılan) mahlukun bizzat kendisi Allah’a ibadet
8
etmekte, (Allah’a) yakınlaşamnın yollarını aramakta ve (Allah’tan)
umup (Allah’tan) korkmaktadır. (Kendisine yalvarılanlara) melekler,
peygamberler ve insan ve cinlerden salih kimseler dahildir. Allah
(subhanehu ve teala)’ya yakın olan ve (bundan dolayı) yüceltilmiş
kimselere yalvarmak caiz olmadığına göre, Allah’a itaatsizlik eden
şeytan ve cinlere yalvarmak daha da fazla caiz değildir. Ayet, kısıtlamada bulunmaksızın, Allah’tan başkasına yalvaranlara işaret etmektedir. Allah (azze ve celle) kendisine yalvarılan şahsın kendisine
yalvaran kimselerden bir kötülüğü defedemeyeceği bilakis ona kötülük yükleyeceği hususunu aşikar hale getiriyor başka bir yerde buyurduğu üzere: "(Müşriklere) de ki: Allah'tan başka ilah saydığınız
şeyleri çağırın! Onlar ne göklerde ne de yerde zerre ağırlığınca bir
şeye sahiptirler. Onların buralarda hiçbir ortaklığı yoktur, Allah'ın onlardan bir yardımcısı da yoktu. Allah'ın huzurunda, kendisinin izin
verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez." (Sebe 34/2223) Dolayısıyla Allah (celle celaluhu), mahlukatın tıpkı yönetimde bir
payı olmadığı ve Allah’a herhangi bir şekilde yardım etmediği gibi
(kainatın idaresi hususunda) hakimiyeti de yoktur. Onun tek yapabildiği şefaattir ki Allah (azze ve celle) ona şefaat edebilme iznini
bahşetmediği müddetçe (şefaat hakkı da) yoktur. Allah (azze ve celle) şöyle "Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır, diyorlar. De ki: Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği
bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Haşa! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir." (Yunus 10/18); "Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları onunla (Kur'an ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir aracı vardır; belki sakınırlar." (elEn’am 6/51); "Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felakete duçar olmaması için Kur'an ile nasihat et. O nefis için Allah'tan başka ne dost
vardır, ne de şefaatçı." (el-En’am 6/70); "Gökleri, yeri ve bunların
arasındakileri altı günde (devirde) yaratan, sonra arşa istiva eden
Allah'tır. O'ndan başka ne bir dost ne de bir şefaatçınız vardır. Artık
düşünüp öğüt almaz mısınız?" (es-Secde 32/4); "Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince
idare ederek arşa istiva eden Allah'dır. Onun izni olmadan hiç kimse
şefaatçı olamaz. İşte O Rabbiniz Allah'tır. O halde O'na kulluk edin.
Hala düşünmüyor musunuz?” (Yunus 10/3); "İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir?" (el-Bakara 2/255); "Göklerde nice melek
9
var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın
izin vermesi dışında, bir işe yaramaz." (en-Necm 53/26)
Dalalet Ehli, Allah’tan Bir Yetkiye Dayanmayan ve Ne Olduğu
Bilinmeyen Bir Varlığın Dinine Davet Eder
Dalalet Ehli, davet ettikleri dine dair Allah’tan bir yetki ve vahiy
bulunmayan, ne olduğu bilinmeyen bir varlığın dinine davet eder.
Allah (celle celaluhu) şöyle buyurmaktadır: "De ki: Rabbim ancak
açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah
hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır." (el-A’raf
7/33); "Bir de kendilerine rızık olarak verdiklerimizden, mahiyetini
bilmedikleri şeylere (putlara) pay ayırıyorlar. Allah'a andolsun ki, iftira etmekte olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz!"
(en-Nahl 16/56) Allah (celle celaluhu) Firavunun Milletinden mü’min
kulları hakkında onların şöyle dediklerini aktarır: "Ey kavmim! Nedir
bu hal? Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz beni ateşe çağırıyorsunuz.
Siz beni, Allah'ı inkar etmeye ve hiç tanımadığım nesneleri O'na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, aziz ve çok bağışlayan Allah'a davet ediyorum. Gerçek şu ki, sizin beni davet ettiğiniz şeyin
dünyada da ahirette de davete değer bir tarafı yoktur." (Ğafir 40/4143) Allah (celle celaluhu) şöyle buyurmaktadır: "Onlar, Allah'ı bırakıp, Allah'ın kendisine hiçbir delil indirmediği, kendilerinin dahi hakkında bilgi sahibi olmadıkları şeylere tapıyorlar. Zalimlerin hiç yardımcısı yoktur." (el-Hac 22/71) (Buradaki) yetki/izin Allah (subhanehu ve teala)’dan gönderilen vahiydir. Allah (subhanehu ve teala)
şöyle buyurmaktadır: "Yoksa onlara bir kesin delil (vahiy) indirdik
de, o delil, müşrik olmalarını mı söylüyor?" (er-Rum 30/35); "Bunlar
(putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir.
Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir." (en-Necm 53/23) Bu
vahyedilmiş din, Allah (azze ve celle)’nin şeri’at kıldığı dinden başkası değildir. Oysa dalalet ehli öyle bir dine tabidirlerki, vahyedilmiş şeri’at ile uyuşmadığı gibi ne de onların bu konuda ilmi vardır. Aslında
onların yaptıkları şey, boş hevalarını takip etmektir ve bunun hevalarını tatmin etmekte olduğunu buldular. Bu sebeple hak üzere olan
alimler, şeri’ate ve ilme tabi olmaya ve çağırmakta ve bu iki prensibe
uymaksızın ibadette bulunan kimseleri Allah (azze ve celle)’nin kınadığı gibi kınamaktadırlar: "Onlar, Allah'ı bırakıp, Allah'ın kendisine
10
hiçbir delil indirmediği, kendilerinin dahi hakkında bilgi sahibi olmadıkları şeylere tapıyorlar. Zalimlerin hiç yardımcısı yoktur." (el-Hac
22/71) Bundan dolayı Allah (azze ve celle) dalalet ehlinden (yaptıkları amellere delil teşkil edecek) ilim ve (Allah’ın onlardan bu amelleri
kabul ettiğini gösteren) izin talep etmektedir: "De ki: O, bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan
yavruları mı haram etti? Eğer doğru iseniz bana ilimle söyleyin." (elEn’am 6/143) Bunun sonucu olarak, hak üzere olan kimse söylediği
ve inandığı şey hakkında ilim sahibi olandır diğer yandan söylediği ve
inandığı şeyi destekleyici ilme sahip olmayan kimse Allah (azze ve
celle) hakkında yalanlar/iftiralar yaymaktadır. Allah (azze ve celle)
şöyle buyurmaktadır: "De ki: Allah'ın size indirdiği rızıktan bir kısmını helal, bir kısmını da haram bulmanıza ne dersiniz? De ki: Allah mı
size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?" (Yunus 10/59);
"Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak: Bu helaldir, şu da haramdır demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler." (en-Nahl
16/116); "Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir
düşmanınızdır. O size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder." (el-Bakara 2/168-169); "Ey
ehl-i kitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, gerçekten
başkasını söylemeyin." (en-Nisa 4/171); "Onların ardından da (ayetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, nasıl olsa bağışlanacağız, diyerek Kitab'a varis olan birtakım kötü kimseler geldi.
Onlara, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki, Kitap'ta Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine
dair onlardan söz alınmamış mıydı ve onlar Kitap'takini okumamışlar
mıydı? Ahiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hala aklınız ermiyor mu? Kitab'a sımsıkı sarılıp namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte
biz böyle iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz." (el-A’raf 7/169-170)
11
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den Hadis Rivayet
Eden İki Çeşit İnsan
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den hadis rivayet eden iki
çeşit insan vardır: Sıdk ve zabt ehli olanlar ile sıdk ve zabt ehli olmayanlar. Bu ikinci kategoride olanlar (Rasulullah adına) kasıtlı olarak yalan söyleyenlerdir ancak çoğunluğu kasıtlı yalan söylemeyen
fakat zayıf hafıza sebebiyle yalan rivayet etme olasılığı bulunanlardır.
Alimler (bu ikinci kategoride olan kimseleri) her iki çeşit insanı, dinde
eksiltme yada arttırma olmaması için eleştirye tabi tutmuşlardır.
Kendi görüşleri, araştırmaları, anlayışlarına ve kalplerinin hoşnut
kaldığı şeylere dayanarak konuşanlara gelince; bunların sözleri iki
çeşittir: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile uyuşan herşey
doğru ve ona muhalefet eden herşey de yanlıştır. Bu insanların çoğu
bilerek hata etmezler ancak kasıtsız olarak hataya düşer, ama bazıları da varki doğru olmayan sözü –hakikat başka şekilde olsa da- bilinçli olarak söyler.
Peygamberlerden Sonra En Faziletli Kimseler
Peygamberlerden sonra en faziletli kimseler, en doğru ilim ve din
sahibi olan, Allah’ın kopması mümkün olmayan ipine en sıkı sarılan
ve İslam’ı en yakın takip eden sahabelerdir. Şüphesiz Muhammed
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in ümmeti en faziletli ümmet, sahabeler
de bu ümmet içindeki en faziletli kimselerdir. Sahih’te birçok değişik
ile ifade ile Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle dediği bulunmaktadır: "İnsanların hayırlısı benim asrım(daki sahabelerim)dir.
Sonra onlara yakın olan (tabii’den olan)lardır. Sonra onlara yakın
olanlardır (yani tabiilerin tabiileridir)." (Buhari; Müslim) Allah (subhanehu ve teala) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlardan razı olduğunu bildirmektedir: "(İslam dinine
girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da
Allah'tan razı olmuşlardır." (et-Tevbe 9/100) Öne geçenler, Rıdvan
ağacı altında beyat verenler, (İslam’ın) başlangıcında sadaka verenler ve Hudeybiye’nin fethinden önceki savaşlarda (Rasulullah’ın yanında yer alıp) savaşanlardır. Allah (subhanehu ve teala) şöyle buyurmaktadır: "Ne oluyor size ki, Allah yolunda harcamıyorsunuz?
Halbuki göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Elbette içinizden, fetihten
önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara eşit
12
değildir. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı vadetmiştir. Allah'ın yaptıklarınızdan haberi vardır." (el-Hadid 57/10)
Müslim’in Sahih’inde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
şöyle dediği bulunmaktadır: "Rıdvan bey'atinde bulunan kimse ateşe
girmez." (Müslim; Tirmizi) Buhari’nin Sahih’inde ve Müslim (in Sahih’in)de (geçen bir hadisde) Cabir (ra), Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem) Hudeybiyye Gününde bize: "Yeryüzünün üstündeki en hayırlı kişilersiniz! dedi. 1400 kişiydik. Eğer görseydim size ağacın altında (beyat verdiğimiz) yeri gösterebilirdim." (Buhari; Müslim)
İşte onlar ve onları takip edenlerdir Allah (azze ve celle)’nin en
güzel ödülü vereceğine dair söz verdikleri. Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in sahabelerinin yolu; Peygamberleri (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in onlara emrettiği biçimde ve yalnız Allah’a ibadet
etmektir. Helal Rasulullah’ın helal kıldığı, haram onun yasakladığıdır,
din de onun şeri’at kıldığı şeylerden oluşmaktadır. Onlar Allah (subhanehu ve teala)’nın emrettiği biçimde 5 vakit namazı, vaktinde ve
mescitlerde cemaat halinde kılarlar. Onlar Ramazan’da oruç tutar,
Kabe’ye hacca gider, zekatı verir, iyiliği emreder ve kötülükten men
ederler ve Allah yolunda cihad ederler. Peygamberlerinin emrettiği
her şekilde Allah’a ibadet eder, Allah’tan başkasına ibadet etmez, Allah’la birlikte Allah’tan başkasına –ne gökteki ne yerdeki, ne melekler ne yıldızlar ne peygamberler ne de kendilerini (peygambereler
uymak suretiyle) onlara benzeten (salih)lere- yalvarmazlar. Bilakis
onlar bunlardan herhangi birini yapmanın Allah ve Rasulu’nun apaçık
şekilde yasakladıkları Allah’a ortak koşmak olduğunu bilirler. Onlar,
yaratılmış bir nesneye –melek olsun, cin olsun, ya da peygamber olsun olmasın herhangi bir insana, ne mezarında ne de onun bulunmadığı zaman ve yerde- yalvarmazlar. Onlar, Allah’tan başkasından
yardım talep etmez, Allah’tan başkasından zafer elde etmeyi talep
etmezler.
Onlar, Allah’tan başkasına güvenip tevekkül etmez, herhangi bir
yaratılmışa –yokluğunda yahut ölü iken- yalvarmazlar ne de o kişiden imdatlarına yetişmelerini ve rahata kavuşturmalarını beklemezler, ona şikayette bulunmaz ne de ondan bağışlanma, hidayete ulaştırma yahut da zafer beklemezler. Bunun aksine, bütün bunları yalnız Allah’dan talep ederler. Onlar Hıristiyanların yaptıkları gibi, me13
leklerden yada ölmüş peygamberler ve salih kimselerden mezarlarının başında yada uzakta, şefaat dilemezler. Onlardan hiçbiri Hıristiyanların yaptığı gibi: Ey Cebrail, ey Mikail bana Allah katında şefaat
et! demezler tıpkı: Ey İbrahim, ey Musa, ey İsa bana Allah katında
şefaat et! demedikleri gibi. İşin aslı; onlar, ölmüş yada orada bulunmayan kimseden birşey istenmeyeceğini bilirler. Onlar, meleklerin
Allah’ın emrettiği dışında birşey yap(a)mayacaklarını ve Allah’ın kendisinden razı oldukları dışında kimseye şefaat etmeyeceklerini bilirler. Bunun aynısı peygamberler ve salih kimseler için de doğrudur.
Ancak; onlar hayatta iken onlardan –tıpkı sahabelerin Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’den dua ve tevessül diledikleri gibi ve
mahlukatın Hesap Günün’de Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den şefaat etmesini isteyecekleri gibi- dua etmeleri ve şefaat
etmeleri talep edilebilir. Bolca salat ve selam üstüne olsun!
Onlar Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ve imamlardan
diğerlerinin arkasında 5 vakit namazı kılarlardı. Ensar’ın ikamet ettikleri her yerde, Cuma ve Bayram namazlarının dışındaki –Cuma ve
Bayram namazlarını Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in arkasında kılarlardı- namazları arkasında kıldıkları bir imamının olduğu
mescidleri vardı. Bunlar Medine ehliydi. Medine sınırları belirlenmemiş aksine dağınık yerleşim biçimlerinden müteşekkil, her kabilenin
kendi mescidleri, mezarlıkları ve oturma alanlarının olduğu ve bu şekilde diğer kabilelerin alanlarından ayrıştığı geniş bir alandı. Medine
terimi bütün bunları kapsamaktaydı ve yalnızca Bedevi Araplar, bu
terimin kapsamına dahil değildi. Allah (azze ve celle) şöyle buyurmaktadır: "Çevrenizdeki Bedevi Araplardan ve Medine halkından birtakım münafıklar vardır..." (et-Tevbe 9/101) Toprağı işleyenler Medine ehlinden olup Ensar’dan başkası değildi. Her kabilenin yaşadığı
sahaya daar (yurt) denirdi ve buradaki yurt kelimesi kabileyi kendisine atfetmek manasındadır (yani Dar’ul Banu Kaynuka; Kaynuka
oğullarının yurdu). Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) herbir
yerleşim birimine (dar) mescidler inşa edilmesini ve temizlenerek
tütsülenmesini emretti. Sahih hadiste şöyle geçer: "Medine Ayr ve
Sevr Dağları arasında kalan kısımlarıyla haramdır." (Buhari; Müslim)
Ayr (eşek), Zu’l-Halife yakınlarında bir dağdır. Arka tarafı eşeğin sırtına benzer. Sevr, Uhud yakınlarında küçük bir dağdır ve Mekke’deki
Sevr Dağı değildir. Bu hadis, bazı alimlerin hataen Medine’nin
Ayr’dan Mekke’deki Sevr Dağı’na kadar bölümü kapsadığını düşün14
melerine yol açmıştır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur: "(Medine'nin) iki kara taşlığı arasındaki saha benim
dilimle (Allah tarafından) Harem kılındı." (Buhari; Müslim) Arap (biri), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e şöyle dedi: "Medine'nin
kara taşlı iki tarafı arasında benim ailemden daha muhtaç bir aile
yoktur." (Buhari; Müslim) Bundan dolayıdır ki, bu ikisi arasında olan
herşey Medine sayılmıştır ve bu (bölge) Ayr ve Sevr arasıdır.
Sahabeler Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Allah (celle
celaluhu) ve Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem)’in emir gereğince
namazlarında teşehhüdde: "es-Selamu Aleyke Eyyuhe’n-Nebiyyu ve
Rahmetullahi ve Berekatuhu!.. (Ey Nebi! Allah’ın selamı, rahmeti ve
bereketi üzerine olsun!)" (Buhari; Müslim) diyerek salat ve selam
getirirlerdi. Onlar, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, onun
kendilerine öğrettiği biçimde salat ve selam getirirlerdi. Örneğin şöyle demekteydiler: "Allahumme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed, kema salleyte ala ali İbrahim'e, inneke hamidun mecid. Ve
barik ala Muhammed'in ve ala ali Muhammed, kema barekte ala ali
İbrahim'e inneke hamidun mecid. (Allahım, İbrahim'e ve İbrahim evladına rahmet ettiğin gibi Muhammed'e ve Muhammed evladına da
rahmet et. Şüphesiz sen övülmüşsün, yücesin. Allah'ım! İbrahim'e
ve İbrahim evladına bereket verdiğin gibi Muhammed'e ve Muhammed evladına da bereket ver. Şüphesiz sen övülmüşsün, yücesin)"
(Buhari; Müslim) Bu hadis ayrıca "…tıpkı Senin İbrahim’e selam gönderdiğin gibi!" (Buhari; Müslim) sözleriyle ve yine "…tıpkı Senin İbrahim’e ve İbrahim evladına selam gönderdiğin gibi!" (Buhari) şeklinde de rivayet edilmiştir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den Sahih’de sabit olduğuna göre, şöyle demiştir: "Her kim bana bir defa selam gönderirse, Allah ona o selam sebebiyle on defa
selam eder." (Müslim) Benzer bir hadis (Nesai tarafından) salavat
hakkında rivayet edilmiştir bir defa salavat getirene, Allah’ın on defa
salat eyler. Dolayısıyla, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e salat ve selam gönderdiklerinde, Allah onlara (on) salat ve selam gönderir. Bu şekilde selam göndermek –namazda (teşehhüde iken) veya
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bulunmadığı bir yerdePeygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in (işitip) cevap
vereceği tarzda bir selamlama değildir aksine bu selamlama, selam
gönderenlerin Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile karşılaştıklarında ve selamladıklarında karşılık vereceği tarzda bir selamlama15
dır. Namazdaki selamlama, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi
ve sellem)’e namazda gönderilen salavat gibidir ve (bu salat ve selama) on katıyla karşılık veren Allah’tır.
Allah (azze ve celle) Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ölmesine sebebiyet verdiğinde, sahabeler Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) hayatteyken üzerinde bulundukları şeye bağlı kalmaya devam ettiler. Sahabeler ve tabiinden olanlar, Ebu Bekir (ra), Ömer
(ra), Osman (ra) ve Ali (ra)’nın arkasında Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in Mescidinde tıpkı diğerlerinin arkasında kıldıkları
gibi namaz kıldılar. Ancak bu dördü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in Mescidinde -Ebu Bekir (ra) ve Ömer (ra) ölene kadar, Osman (ra) kuşatma altında olduğu döneme kadar, Ali (ra) ise Irak’a
gidene kadar- namaz kıldırmıştır. Bu dördüne beyat Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Mescidinde verilmiştir bu yüzden İmam
Ahmed bin Hanbel şöyle demiştir: "Medine’de hilafet (makamı) için
verilen her beyat Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sünneti
üzeredir." Onlar, 5 vakit namazı kılmaya ve Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)’e namazda salat ve selam göndermeye devam etmişlerdir. Onlar namazda ve namaz dışında –bunun kendilerine yeterli olacağı ve işin gerçeği, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
emretmediği yada şeri’at kılmadığı herşeyden korumaya kafi olduğunun- bilincinde olarak Allah’a yalvarmışlardır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat ettiğinde, hastalandığı Ayşe (raa)’nın odasında defnedildi. Rasulullah’ın eşleri (mü’minlerin anneleri)nin doğu
tarafında ve Mescidinin arka tarafında, Mescide birleştiği yerde (defnedildi). Allah (celle celaluhu) şu buyruğunda onlardan bahsetmektedir: "(Resulüm!) Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu
aklı ermez kimselerdir." (el-Hucurat 49/4) Bu odalar (evler) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve (mü’minlerin anneleri olan) eşlerine aitti. Allah (celle celaluhu) buna şu buyruklarında değinmektedir: "Ey iman edenler! İzin verilmedikçe Peygamber'in evlerine girmeyin." (el-Ahzab 33/53); "Evlerinizde vakarla oturun." (el-Ahzab
33/33)
Kabirleri Mescidler Edinmek ve Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)’e Salat ve Selam Göndermek
Sahihayn’da Ayşe (raa)’dan nakledildiği üzere, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ölmeden önceki rahatsızlığında şöyle buyur16
muştur: "Allah Yahudi ve Hıristiyanlara lanet etsin. Bunlar peygamberlerinin kabirlerini birer mescid edindiler." Yine başka bir isnad
zinciri ile: "Ancak kabrinin mescid edinilmesinden endişe etmekteydi." Ayşe (raa) şöyle demiştir: "Böyle bir çekince olmasaydı kendi
kabri de açıkta bırakılırdı." Buhari’nin (naklettiği hadisin) sözleri:
"Ancak kabrinin mescid edinilmesinden endişe etmekteydim." (Buhari; Müslim; Nesai, Sünen; Nesai, el-Kübra; Darimi; Ahmed, Müsned;
İbni Hibban) Müslim’in Sahih’inde Cundeb bin Abdullah, Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in vefatından 5 gün önce şöyle dediğini
söylemiştir: "İçinizde benim bir halilim bulunmasından Allah’tan sakınırım. Allah İbrahim (as) gibi beni de halil edindi. Ümmetimden
kendime bir halil seçseydim Ebu Bekir’i seçerdim. Dikkat edin! Sizden öncekiler peygamerlerinin kabirlerini mescid edinirlerdi. Dikkat
edin! Kabirleri mescid edinmeyin! Bunu size yasaklıyorum!" (Buhari;
Müslim; İbni Hibban; Taberani, el-Kebir)
Sahihayn’da Ayşe (raa) ve İbni Abbas (ra)’nın şöyle dedikleri
nakledilmiştir: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ölümüne sebep olan hastalığı sırasında yüzüne bir bez parçası örtmeye başlamıştı. Nefesi daralınca (ateşi yükselince) bezi açtı ve şöyle dedi: Allah Yahudi ve Hıristiyanlara lanet etsin. Bunlar peygamberlerinin kabirlerini birer mescid edindiler. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bu sözü ile Ehl-i Kitabın yaptıklarından sakındırıyordu." (Müslim) Sahihayn’da Ebu Hureyre (ra)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah Yahudi
ve Hıristiyanları kahretsin. Çünkü onlar, peygamberlerinin kabirlerini
mescid edindiler." (Buhari; Müslim) Müslim’in (naklettiği hadisin)
sözleri: "Allah Yahudi ve Hıristiyanlara lanet etsin. Bunlar peygamberlerinin kabirlerini birer mescid edindiler." (Müslim) Ebi Hatim’in
Müsned’inde ve Sahih’inde (nakledildiğine göre) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İnsanların en şerlileri hayatta bulundukları sırada (üzerlerine) kıyametin koptuğu ve kabirleri
mescid edinen kimselerdir." (Müslim; Ahmed, Müsned; Ebi Hatim,
Sahih, İbni Huzeyme; Ebu Ya’la; Taberani, el-Kebir) Malik’in Muvatta’sında (nakledildiğine göre) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
şöyle buyurmuştur: "Ey Allah'ım, benim kabrimi, kendisine ibadet
edilen bir put haline getirme! Peygamberlerinin kabirlerini mescid
edinen kimselere Allah'ın gazabı şiddetlidir." (Malik, Muvatta; Ahmed, Müsned)
Ebu Davud’un Sünen’inde ve başka yerlerde (nakledildiğine göre)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Benim
17
kabrimi (sıkça gelip gidilen) bayram yerine çevirmeyin. Nerede olursanız olun bana salavat getirin. Çünkü sizin salavatınız bana erişir."
(Ebu Davud, Sünen; İbni Mace; Malik, Muvatta; Ahmed, Müsned;
Acluni,
Keşfü'l-Hafa)
Sa’id
bin
Mansur’un
Sünen’inde
–
naklonulduğuna göre- Abdullah bin Hasan bin Hasan bin (Ali bin)
Ebu Talib –tebei tabiin döneminin en asil Hasanlar’ından biridir- o,
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kabri başında sürekli (duran) bir kimseyi görmüş ve ona şöyle demiştir: "Ey adam! Şüphe
yokki, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Benim kabrimi (ziyaretgah yapmak suretiyle) bayram yeri edinmeyin. Nerede bulunursanız bulunun, bana salavat getirin. Çünkü sizin salavatınız nerede
getirilirse getirilsin bana ulaşır... Seninle Endülüs’de bulunan kimse
bu açıdan eşittir."1 (Ebu Davud) Ebu Davud’un Sünen’inde ve başka
yerlerde Evs es-Sekafi’den rivayet olunduğu üzere Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cuma günü ve gecesinde
bana çok çok salavat getiriniz. Çünkü sizin salavatınız bana arz olunur. Ashab; Ya Rasulullah, senden hiçbir şey kalmadığı halde, (çürüdüğün halde) salavatımız sana nasıl arz olunur? dediler. (Rasulullah)
Allah (celle celaluhu) nebilerin cesetlerini arza haram kıldı (toprak
onları yiyemez)! buyurdu." (Ebu Davud; Nesai; İbni Mace; Ahmed,
Müsned; İbni Ebi Şeybe; Abdu’r-Rezzak, el-Musannef) Nesai, İbni
Hibban ve diğerlerinin İbni Mes’ud (ra)’dan rivayetlerine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki,
Allah’ın gezici birtakım melekleri vardır. Onlar, ümmetimin selamını
bana tebliğ ederler." (Ebu Davud; İbni Mace; Nesai; Ahmed, Müsned; Hakim; İbni Hibban)
Bizlere, -uzakta olsun yakında olsun- Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)’e gönderilen salat ve selamın ulaştırılacağı, Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in şu sözüyle bildirildi: "Bana salat edin,
çünkü nerede olursanız olun sizin salatınız bana ulaşır." Yine şöyle
1
Şeyhu’l-İslam İbni Teymiyye şöyle demiştir: "Sa’id (ibni Mansur) şöyle de demiştir: Ab-
du’l-Aziz bin Muhammed Suheyl bin Ebi Suheyl’den onun şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hasan bin Hasan bin Ali bin Ebu Talib beni mezarlıkta gördü ve Fatıma (raa)’nın evinden yatsı
vaktine yakın bir zamanda: Yatsı (namazını kılma)ya gel! diyerek beni çağırdı. Ben: (Gelmek)
istemiyorum dedim. Bana: Ben seni neden (sık sık) mezarlıkta görüyorum? diye sordu. Ben:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e selam gönderiyorum dedim. Şöyle dedi: Mescide
girdikten sonra Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e selam gönder. Bunun için Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Benim kabrimi (ziyaretgah yapmak suretiyle)
bayram yeri edinmeyin. Nerede bulunursanız bulunun, bana salavat getirin. Çünkü sizin salavatınız nerede getirilirse getirilsin bana ulaşır... Seninle Endülüs’de bulunan kimse bu açıdan
eşittir." (er-Red ale’l-Ahne’i, 93)
18
buyurmuştur: "Benim kabrimi (sıkça gelip gidilen) bayram yerine çevirmeyin." Bunun gibi, -uzakta olsun yakında olsun- Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e gönderilen selam ona ulaştırılır: "Şüphesiz
ki, Allah’ın gezici birtakım melekleri vardır. Onlar, ümmetimin
selâmını bana tebliğ ederler." Yani, bütün müslümanlar namazda
(teşehhüdde): "Ey Nebi! Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine
olsun!" dediğinde, (bu selam) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ulaştırılır. Sahabeler ve tabiin (teşehhüdeki) selamın, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kabri başında verilen ve (kabirde
bulunanları) selamlamak üzere verilen Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)’in de selama karşılık verdiği selamdan daha iyi ve daha
faziletli olduğunu bilmekteydiler çünkü kabir başında verilen selam,
hadiste geçtiği üzere müslümanlar tarafından paylaşılmış olur: "Hiçkimse yoktur ki, hayatayken tanıdığı birinin mezarından geçerken
(selam verdiğinde) Allah onun ruhunu selama karşılık vermek için
ona döndürmesin." (Nesai; İbni Hibban) Bunun aksine ibadet eden
kişinin namazda gönderdiği selam -ki namazda bu selamı göndermekle mükellef tutulmuştur- Allah tarafından on katı ile karşılığı verilmektedir oysa selamlama kastı ile verilen selam tıpkı yaşarken Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e verilen ve onun da karşılık
verdiği gibi (on katıyla karşılığı verilmeyen selam biçimi)dir.
Bütün sahabeler, her namazda Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’e selam gönderirlerdi bazan da onun yanına giderek selamı
ona ulaştırırdılar. Yani ilk selam, Allah’ın her namazda söylenilmesini
emrettiği selam iken, ikinci tür selamlama sadece onunla biraraya
gelindiğinde veril(mesi meşru kabul edil)en selamdır. İlk çeşit selam
göndermenin karşılığı çok daha büyüktür çünkü Allah (azze ve celle)
on katı selam ile karşılık vermektedir oysa ikinci çeşit selama yalnızca Rasulullah (selamı almak ve selama karşılık vermek suretiyle)
karşılık verir. Yine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sahabelerine, mescide girerken: "Bismillahi, Allahumme salli ala Muhammedin, Allahumme firli zunubi veftah li ebvabe rahmetike! (Allah'ın
adıyla, Ey Allah'ım! Muhammed'e rahmet et! Allah'ım! Benim günahlarımı bağışla ve rahmetinin kapılarını bana aç!)" ve mescidden ayrılırken "Allah'ın adıyla, Ey Allah'ım! Muhammed'e rahmet et! Allah'ım!
Rahmetinin kapılarını bana aç!" (Beyhaki, eş-Şuab el-İman; İbni Ebi
Dünya, el-Kubur; Sabuni, el-Miateyn; İbni Abdu’l-Berr, el-İstizkar;
İbni Abdu’l-Berr, et-Temhid; İbni Kayyım, er-Ruh; Abdu’l-Hak; Suyuti, Şerh es-Sudur) demelerini öğretmiştir.
19
Birçok insan, peygamberlerinin vefat etmesinin ardından, -ki
peygamberler hayattayken onları (tapılma nesnesi konumuna getirmek suretiyle) Allah’a ortak koşmaları yahut (Allah’la birlikte) Rabler
edinmeleri mümkün değildi- (peygamberlerinin) kabirlerini (ziyaretgah yapmak suretiyle) bayram yerine çevirip, onları ibadet nesnesi
konumuna getirerek onlarla Allah’a ortak koşmuştur. İşte bu sebeple
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabı ve onların takipçileri, Allah’ın Rasulunu gönderdiği tevhide sıkı sıkıya yapışmış ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in –şirk ve şirke götüren yollar gibi- yasakladığı şeylerden kaçınmışlardır. Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)’in buyruğu ile, insanları Rasulullah’ın mezarı ile (şirk
koşmaktan yahut şirke götüren yollara sapmaktan) men etmişlerdir
ki, Rasulullah üzerinden şirk koşulmasın. Bundan dolayıdır ki, Rasulullah’ın vefat etmesinin ardından –Rasulullah hayattayken şirk koşulmasını engellediği gibi- bu kötülüğün onun yakınında işlenmesine
mani olmuşlardır. İşte bu, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
ve ümmetinin en seçkin özelliklerinden birdir çünkü ondan sonra
başka peygamber yoktur ve ümmeti sapıklık üzere bir araya gelip,
sapıklık üzerinde birleşmez. Eğer Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in mezarı (türbe gibi) yükseltilseydi, birçok cahil insan (mezarı)
mescid, bir put ve bayram yeri edinirdi. Ne var ki, Rasulullah (vefat
ettiği Ayşe annemize ait) odada insanlardan gizlenmiş biçimde defnedildi ki, hiç kimse (Rasulullah ve/ya mezarı ile) şirk koşamasın ve
ne onu bir put haline getiremesin ne de mezarı yakınında (bi’dat/şirk
gibi) kötülük işleyemesin. Bundan dolayıdır ki, bu husus –(kendileri
salih olmalarına rağmen insanların onların üzerinden şirk koştukları)
hiç kimseye ait değilken- Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e
mahsus bir özellik olmuştur. Bu sebeple, Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)’in mescidi takva üzere kuruludur, oraya sefer düzenlemeye cevaz verilmiştir, orada ibadet etmenin çok fazileti vardır ve yakınında mezar bulunmasına rağmen ziyarete gitmenin meşru kılındığı
başka mescid yoktur. Diğer mescidlerin çoğu, mezarlar(ın türbeye
dönüştürülmesi ve halkın bu gibi yerleri ziyaretgah edinmeleri) sebebiyle inşa edilmiştir ve bu (İslam’da) yasaklanmıştır, Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetini –kabirleri mescid edinmeleri
dolayısıyla- bunu yapmamaları için uyarmıştır. Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in mescidi takva üzere inşa edilmiş ve Ka’be’den
sonra mescidlerin en değerlisidir, hayır mescidlerin en hayırlısıdır da
denilmiştir. (Mescid-i Nebevi’de) kılınan namaz, (Ka’be dışında) başka mescidlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır, orayı ziyaret
etmek için sefer düzenlemek meşru ve müstehabdır. Yapılması ya20
saklanmış fiillerde bulunmaya gelince, onun mezarı başında bunları
yapmak mümkün değildir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
mezarını ziyaret edip, mescidine sefer düzenleyen kimseler için diledikleri (şirk ve/veya bid’at) fiilleri işleyebilecekleri herhangi bir
mezarı ziyaretde yapabileceklerini- yapmaları mümkün değildir. Sahih’de sabit olduğu üzere, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
şöyle buyurmuştur: "Kabirler üzerinde oturmayın ve onlara doğru
namaz kılmayın." (Müslim; İbni Mace; Ahmed, Müsned)
Bunun yanında, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) insanların
kabirleri mescid edinmelerini de –az önce geçtiği üzere- yasakladı.
Bütün bu (yasaklamaların) sebebi; şirkin temelinin, Ademoğullarının
içinde salih kimselerin mezarları üzerinden şirk işlemeleri biçiminde
ortaya çıkmış oluşudur. (Ademoğullarının içinde) şirk ilk defa Nuh
(as)’ın milletinde ortaya çıkmıştır. Abdullah ibni Abbas (ra) şöyle
demektedir: "Adem (as) ile Nuh (as) arasında on asır (nesil) vardır.
Bu zaman zarfında insanların hepsi İslam üzere idiler." (Müslim; İbni
Sa'd et-Tabakatu'l-Kübra, 1/42) Yine Sahih’de sabit olduğu üzere,
insanlar Hesap Gününde (şefaat talep ettiklerinde) şöyle diyeceklerdir: "Ey Nuh! Sen yeryüzünde Allah’tan başka şeye tapan insanlara
risalet vazifesiyle gönderilen peygamberlerin birincisisin." (İbni Cerir,
Tefsir, 4/275; Hakim, 2/546; Zehebi) İşte bu sebepten dolayıdır ki,
Allah (azze ve celle), Nuh (as)’dan önce gelmiş hiçbir peygamberden
ve ne de Nuh (as)’ın milletinden önce helak olmuş bir kavimden söz
etmemektedir. Allah (azze ve celle) Nuh (as)’ın kıssasını anlatırken
şöyle buyurmaktadır: "Ve dediler ki: Sakın ilahlarınızı bırakmayın;
hele Ved'den, Suva'dan, Yeğus'tan, Ye'uk'tan ve Nesr'den asla vazgeçmeyin! (Böylece) onlar gerçekten birçoklarını saptırdılar. (Rabbim!) Sen de bu zalimlerin ancak şaşkınlıklarını arttır!" (Nuh 71/2324)
Aralarında Muhammed bin Ka’b el-Karzi’nin de bulunduğu seleften bir grup şöyle dediler: "Bunlar Adem (as) ile Nuh (as) arasındaki
zamanda yaşamış salih kimselerin isimleridir. Onlar öldükten sonra,
onların yolunu takip ederek ibadet eden kimseler bulunmaktaydı.
Sonra İblis (salih kimselerin takipçilerine) gelerek şöyle dedi: Eğer
onların tasvirlerinden olsaydı bu sizin ibadet etme şevkinizi arttırırdı.
Bunu yaptılar, onlardan sonra gelen nesillerde ortaya bir grup insan
çıktı, şeytan onlara gelerek şöyle dedi: Sizden önce gelen (salih atalarınız) bunlara tapmaktaydı, siz de bunlara tapın." (Buhari; Müslim)
Abd bin Humeyd tarafından Tefsirinde Muhammed bin Ka’b’dan rivayet olunmuştur. (Suyuti, ed-Durr el-Munzur, 6/269) İşte bu, putlara
21
tapınmanın başlangıcıydı ve bu putlar –bu salih kimselerin şekillerinde yapıldığından dolayı- (ayette zikredilen) bu isimlerle anılmaktaydı. Buhari Sahih’inde Ata’dan ibni Abbas (ra)’nın şöyle dediğinden
bahseder: "Nuh kavmindeki vesenler, sonradan Arab kavminde oldu.
Ved putuna gelince; o, Devmetu'l-Cendel'de Kelb kabilesinin idi. Suva putu, Huzeyl kabilesinin idi. Yeğus, Murad kabilesinin, sonra da
Yemen'in Sebe şehrinin yanında el-Cevf mevkiinde Gutayf oğulları'nın idi. Ye'uk, Yemenli bir kabile olan Hemdan'ın idi. Nesr de
Hımyer'in Zu'l-Kela hanedanının idi." (Buhari)
22
Download