Life KAPAK RÖPORTAJI Ezber Bozan Aktör; Haluk Bilginer Röportaj: FİLİZ YİĞİTBAŞI Fotoğraflar: SELÇUK ÇINAR TUĞRUL ÇOLAKOĞLU Türk tiyatrosunun ve sinema dünyasının ezber bozan aktörü Haluk Bilginer, Shakespeare müzikali ile Ankara’da hayranlarına muhteşem 3 gece yaşattı. Yıllardır hiç düşmeyen, hep yükselen çıtasıyla Haluk Bilginer, Ankara Life dergisinin sorularını yanıtladı. S hakespeare müzikali ile yine Ankara’dasınız. Ben geçen yıl da izlemiştim bu harika oyunu. Bugün tekrar izleyecek olmak yine heyecanlandırıyor beni, peki sizi Ankara’da olmak heyecanlandırıyor mu? Ankara’da olmak beni şu açıdan heyecanlandırıyor, benim hayatımın beş yılı burada geçti ve hayatımın çok önemli yılları yani liseden sonraki üniversite yıllarım. Burada büyümeye başladık biz. Burada bir şeyleri öğrenmeye, dünyayı öğrenmeye başladık. Ve aldığımız bu temelle ben Londra’ya gittim, başka arkadaşlarım da başka şeyler yaptı. Buradaki yaşamla biz hayatımızı pişirdik. Onun için Ankara benim için çok önemli. Ankara fotografik olarak bakıldığında belki güzel bir şehir değil, hani dünyanın herhangi bir yerinde, “Hadi gidip de Ankara’yı görelim” denmez, İstanbul için olur ama Ankara için olmaz. Ankara Seyircisini Çok Severim Ama bu şehrin güven veren bir duygusu var öyle değil mi? Evet, benim için de öyledir, onun için severim bu şehre gelmeyi. Ankara’yı sevmemin ikinci bir nedeni de Ankara seyircisini çok sevmemdir. Ankara seyircisi Türkiye’deki diğer bütün şehirlerden daha önce tiyatro izleyicisi yetiştirmiş, tiyatro oluşturmuş bir kenttir. Çünkü Devlet Tiyatroları burada. Bölgeler açılmadan önce İstanbul’a, İzmir’e bile Ankara’dan turne giderdi. Sonra 70’li yıllardaki özel tiyatroların, tiyatro seyircisinin gelişmesinde, artmasında ve tiyatronun popüler bir sanat haline 46 AnkaraLife Şubat - Mart 2011 gelmesinde Ankara’nın büyük etkisi var. Ankara’yı onun için de severim. İstanbul’da bu kadar çok özel tiyatro varken, Ankara’da az olmasını neye bağlıyorsunuz? Maalesef Türkiye’nin başka hiç bir kentinde de yoktur biliyor musunuz? Özel tiyatro sadece İstanbul’da var. Ankara’da bir, iki tane var. Eskiden Ankara’da daha çok vardı. Cesaretimiz mi yok acaba? Cesaretimiz de yok, bir de tiyatrodan biraz ürküyoruz. Tiyatro zor bir şey. “Hadi yapalım” denince yapılacak bir iş değil. Bir de oyuncular için başka mecralar açıldığından, mesela TV dizileri, sinemalar, oyuncuları biraz da bu sektörlere itti, tiyatro yapma isteği azaldı galiba. Tiyatro yapmak isteyen oyuncuların çok azınlıkta olduğunu düşünüyorum ve görüyorum da. Ben bunu birilerini suçlamak için söylemiyorum, aslında herkes tiyatroyu ben çok seviyorum diye sevmek zorunda değil ama galiba nedeni bu. Ben sadece bir durumu tanımlamaya çalışıyorum, herhangi bir yargı getirmiyorum. Ama hem tiyatro yapmak çok zor bir iş hem de mesleğini başka mecralarda gayret sarf etmeden, mesela oyuncular televizyon da yapabileceğini, icra edebileceğini düşünüyor. Hâlbuki oyunculuğu kendimize öğretebildiğimiz tek alan tiyatro sahnesidir. Sahne Oyuncunun Er Meydanıdır Tiyatroda oyunculuktan öğrendiğiniz bazı yeteneklerinizi kullanıp diğerlerini yapabilirsiniz. Kaldı ki sinema yönetmenin sanatıdır. Oyuncu olmak zorunda da değildir. Oyuncusuz da sinema yapılır. Çok güzel örneklerini görüyoruz. İlla ki oyuncular oynamıyor. Galiba meslektaşlarımız bunu birazcık atlıyor. Oyunculuğu kendine öğretmek için mutlaka tiyatro sahnesini deneyimlemeleri gerekiyor. Ve yıllar yıllar geçiyor, siz hala oyunculuğu öğrenememiş oluyorsunuz. Türkiye’deki oyunculuk eğitiminin yeterli olduğunu düşünüyor musunuz? Ben Türkiye’deki oyunculuk eğitimine açıkçası çok güvenmiyorum, çok iyi olduğunu düşünmüyorum. Çünkü çok fazla oyunculuk okulları açıldı. Oyunculuk okullarının açılma nedeni de aslında TV sektörüne oyuncu yetiştirmek. Neredeyse her üniversitenin oyunculuk bölümü var. Burada kimlere ders veriliyor, neler yapılıyor, hangi imkânları var, sahneleri var mı? Bu çok ayrı bir konu. Türkiye’deki oyunculuk eğitimi başlı başına ayrı bir şey. Birçok kurs var ama oyunculuk kursta öğrenilecek iş değil. Oyunculuk eğitiminin çok kapsamlı olması gerekiyor. Sadece sahneye çıkmak da değil. Mesela benim oyuncu olmak isteyenlere tavsiyem; keşke felsefe, psikoloji, sosyoloji okusalar bir yandan da üniversitede oyunculuk yapabilseler. Çünkü ne kadar kendini geliştirir, ne kadar dünyayı anlamaya ve algılamaya çalışırsan oyunculuğun da o kadar iyi olur. Mesela ben piyano çalan bir oyuncuyu tercih ederim ya da oyunculuk yapan bir doktoru tercih ederim. Yani o doktor benim derdimden daha iyi anlayacaktır diye düşünürüm. Dolayısıyla felsefe bilen aktör de benim derdimden daha dan gelen tepkileri öngörmesi gerekiyor. Bunlar çok bıçak sırtı şeyler, bir şey söylerken çok dikkat etmek gerekiyor ve tabi bizim de bütün bu olup biteni çok çok iyi anlamamız gerekiyor. Türkiye’de o kadar çok şey saklanıyor ki okurdan, halktan, izleyiciden… Medya saklıyor bir defa, Türkiye’de medya, haberleri saklamak üzerine kurulmuştur, haber veren çok az medya aracı var. Yavaş yavaş biz bir şeyleri anlamaya çalıştıkça, merak ettikçe, soru sormaya başladıkça çok daha şeffaf, çok daha net şeyler göreceğiz yakında, şimdi değil ama ben gelecekten ümitliyim onu söylemek zorundayım. Bir Atatürk Filmini Türk Yönetmen ve Senaristin Yapabileceğine İnanmıyorum iyi anlayacaktır. Hiçbiri birbirinden Yönetmen tabiî ki. Ve sinemaya Tiyatro insana ayrı şeyler değil hepsi birbirine bağkafayı öyle bir takmış ki son 5 ait her şeyi lı. Oyunculuk dediğin şey yaşamla yıldır şarkı söylemiyor. Ama meskapsar ve ilgili, bizzat bizim yaşamımızı, bizim leği şarkıcılık. Bu insanın eksikleri bunu anlatma ilişkilerimizi çok yakından ilgilendiolabilir, şu olabilir, bu olabilir ama kaygısıyla ren bir şey yapıyoruz. Nerdeyse inMahsun’un enerjisine, film çekme sanın arkaik haline, en ilkel haline arzusuna ve tutkuyla sinemaya yapılır. Bu hitap ediyoruz. “Ben sanatçıyım ne bağlanmasına hayranım açıkçası. şekilde yapayım felsefeyi, siyaseti, psikoloÇekimlerde de öyle hissettim. yapılmayan jiyi?” dediğiniz zaman, “Sanatını tiyatro nasıl yapıyorsun, o zaman neyle Türkiye’de Medya Haberleri eğlenceden yapıyorsun, hangi antenlerini açıSaklamak Üzerine Kurulmuş yorsun dünyayı algılamak için?” öteye geçemez. Son günlerde kamuoyunda bir diye sorarlar. Neticede tiyatro inucube tartışması var biliyorsusana ait her şeyi kapsar ve bunu nuz, sizce bir sanat eseri hakkında yorum yaanlatma kaygısıyla yapılır. Bu şekilde yapılmayan pabilmek için sanatçı kimliğine sahip olmak tiyatro eğlenceden öteye geçemez. Eğlencenin de gerekli midir? Yoksa herkes her sanat eseri kimseye bir zararı yoktur ama sahnede yapılan her hakkında yorum yapabilme hakkına sahip şeyde tiyatro değildir. midir? Bir sanat eserini sevip sevmemek herkesin hakkıdır. Bu Adam Bu Filmi Çeker Sevmezsin, seversin ama beğenmemek için -Çetin ‘New York’ta Beş Minare’ Mahsun Altan’ın lafını aktarıyorum- “Beğenmemek için Kırmızıgül’ün ilk sinema filmi olsa teklifi yine mutlaka o konuyla ilgili bir bilgin ve onun yerine kabul eder miydiniz? Önceki filmleri, kabul neyi önerdiğini benim anlayacağım şekilde açık etmeniz de bir etken oldu mu? açık anlatman gerekir”. Sevmeyebilirsin, sevmeBu filmi Mahsun bana anlattığında daha hiç film dim diyebilirsin, ama beğenmedim dediğin zaman çekmemişti. Mahsun’un ilk projesidir bu film. bir şey anlatmak zorundasın. Niye beğenmediğiBunu bana bir uçak yolculuğunda anlattı. “İnşal- ni, bir resmi, bir heykeli, bir tiyatro oyununu… Bir lah Mahsuncuğum” dedim. Ben Mahsun’un film de zaten orada yanlış bilgilendirme sorunu var. O çekme konusundaki heyecanından ve bu hikâyeyi heykel daha bitmemiş bir heykel, daha yapılacak, anlatırken yaşadığı heyecandan çok etkilendim. daha niye yapılamadığını, neden bitmediğini biz Dedim ki bu adam bu filmi çeker. Çünkü ne ya- de bilmiyoruz. Daha bitmemiş bir heykele hakaret pacağını o kadar iyi biliyor ki. Ben daha önce etmektense bu heykelin niye bitmediğini, bitince de ilk filmini çeken yönetmenlerle çalıştım. Me- ne olacağını anlamaya çalışmak çok daha doğru sela ‘Polis’ filmi Onur Ünlü’nün ilk filmiydi. Ama değil midir? Bitince ne olacak acaba? Nerede? bana öyle bir anlattı ki kabul ettim. Seyirci beğenir Yerini doğru mu seçtiniz? Niye burayı seçtiniz? Bir beğenmez o ayrı bir şey ama bir yönetmen illaki defa o sanatçıyı da ilgilendiren bir şey değil mi? bir ilk film çekecek. Bu insanlara da şans vermek Sanatçıya bir yer verilmiş, “Buraya heykel yap” gerekiyor. Senaryoyu beğenip oynamak istedikten denmiş ve sanatçının heykeli daha yapım sürecinsonra bir sakınca yok. Ben açıkçası Mahsun eğer de. Yani bir tiyatro oyununa provada gelip, “Ben daha önce başka film çekmeseydi de oynardım bu oyunu hiç beğenmedim derseniz daha prova sadece zaman uymadı. O da arada başka filmler yapıyoruz, oyunu seyretmediniz sahneye çıkmadı çekti. daha, onun için işte böyle bazı şeyleri yarım yamalak anlayarak ve yarım yamalak tepkiler gösteMahsun’un Enerjisine, Film Çekme Arzu- rerek geçiyor hayatımız maalesef, bu da onun örsuna Ve Tutkuyla Sinemaya Bağlanmasına neklerinden biridir. Ama bunu söyleyen başbakan olduğu için birdenbire çok tepki çekiyor ve “Niye Hayranım böyle söyledi?” oluyor. Başbakanın da bir şeyler Peki, oyuncu Mahsun Kırmızıgül mü? Yönet- hakkında konuşurken seçtiği cümlelere çok dikkat etmesi gerekiyor, haklı olarak halktan, sanatçılarmen Mahsun Kırmızıgül mü? Bir reklâm filminde Atatürk’ü canlandırdınız, sinema filminde Atatürk’ü canlandırmanız istenirse ne düşünürsünüz? Tabiî ki sıcak bakarım ama bu senaryonun nasıl yazıldığına bağlı. Bilinen karakterleri özellikle Atatürk gibi bir karakteri senaryolaştırmak ve anlatmak bizim de yakın geçmişimizde tanık olduğumuz gibi çok zor. Adamı topa koyuveriyorlar. Çünkü birdenbire ezberleri bozuluyor. Mesela ben ‘Mustafa’ belgeselinden sonra televizyonda bir program izliyorum. Atatürk karanlıktan korkarmış, konuklardan biri dedi ki, “Bu gayet normal, ben de korkarım”. Programı yöneten kişi döndü, o konuğa dedi ki, “Beyefendi siz korkabilirsiniz ama Atatürk korkmaz”. Ben böyle bir şey duymaktan utandım. Bu algı seviyesi varken gerçek bir Atatürk filminin yakın zamanda çekilebileceğine ihtimal vermiyorum. Ayrıca böyle bir filmi bir Türk yönetmen ve Türk senaristin de yapabileceğine inanmıyorum. Dışardan birileri yapmalı bunu. Gerçekten Mustafa Kemal’i anlatmak için dışardan objektif bir gözle bir insanı anlamaya çalışmak gerekiyor. Türkiye’de acilen yapılması gereken şey ezberi bozmaktır ama ezberi bozmak çok zor. Öyle bir gün içinde olacak iş değil. O ezber bozulduktan sonra düzgün işler gelebilir. Biz ancak o zaman Atatürk’ü gerçekten anlayabiliriz. Şu anda anlamamızın önünde birçok engel var. Mesela biz bu ulusun kurucusu, cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün biyografisini gerçekten bilmiyoruz. Bizden saklanmış. Biz annesinin yeniden evlendiğini Mustafa filminden öğrendik. Bu bilinse ne olacaktı. Atatürk’ü küçültecek miydi? Bu nasıl bir bağnazlıktır da bir insanın biyografisi bile saklanır. İşte bunların aşılması için bence çok zaman gerekiyor, aydınlık zihinler gerekiyor, başka türlü bakabilme ve görebilme gerekiyor. O da biraz zor. Bugün tekrar Oğuz Atay okuyordum, ‘Oyunlarla yaşayanlar’ da aktör diyor ki, “Kendimi ifade etmekte, kendi heyecanlarımı anlatmakta çok zorlanıyorum, çünkü başkalarının sözlerini anlamadan ezberlemeye o kadar alışmışım ki”. Ne kadar can acıtıcı bir laf değil mi? Türkiye’de başımıza gelen birçok tepkinin kökünde tam da bu söylediğim yatıyor. Sadece sloganlarla yaşamak, o sloganların içini anlamamak, çoğunun içi boş olması. Çok acınası bir şey. Madonna’nın filminde Dodi el Fayed’in babası Muhammed el Fayed’i canlandırmışsınız? Çekimler nerede yapıldı, nasıldı? Londra’da yapıldı. Ben New York’ta Beş Minare’yi bitirir bitirmez onun çekimlerine gittim. Tahtını bırakan Kral Edward ile Amerikalı sevgilisi Wallis Simpson arasındaki aşkı anlatan ama bugünden o aşka bakan bir film. Bu yılın sonunda çıkacak herhalde. Ben de heyecanla bekliyorum, küçücük bir rolüm var, bekliyoruz. ankaralife.com.tr 47 boz, kendi dünyana uyarla, olmaz. Mesela Haluk ağabeyin çok güzel bir oyunu vardı, “Dolu düşün, boş konuş” Onu bir de Bakırköy Şehir Tiyatrosu oynadı, oyunda metnin istediği bir şey vardı, onu yapmamışlar ve o güzelim oyun, dünyanın en çirkin oyunu olmuş. “Dolu düşün boş konuş” oyununda konuşurken oyuncular birden donuyor, bu da yazarın talebidir. Yazarın bunu isteyişindeki amaç zihnimizin altında neler dolaşıyor, bunu açıklamak içindi ama bunu atarsa yönetmen oyun kalmıyor ki ortada. Yönetmenin bir dili olmaz, yönetmenin bir anlama kapasitesi olur, ne demek yani benim tarzım var filan. Bütün oyunların istekleri başka başka, ona cevap vereceksin, aynı olamaz ki. O zaman sen kendini dayatmaya başlarsın, “Bak beni seyret diye” Bu da kabızlıktır. Haluk Bilginer - Filiz Yiğitbaşı - Kemal Aydoğan Oyuncu Memur Olmaz. Devletin Tiyatrosu Olmaz, Ulusun Tiyatrosu Olur Mesela ben piyano çalan bir oyuncuyu tercih ederim ya da oyunculuk yapan bir doktoru tercih ederim. Yani o doktor benim derdimden daha iyi anlayacaktır diye düşünürüm. Dublajını yaptığınız karakterlerden en sevdiğiniz hangisi? Ben sadece çizgi film ve reklâm seslendirmesi yapıyorum. Oyuncu dublajı hiç yapmadım. Ama en çok Buz Devri’ndeki Diego’yu seviyorum. Kızım da çok seviyor, ondan herhalde. “Baba çıktı” diyor, beraber çok gülüyoruz. Beni En Çok Kızım Güldürüyor Kızınızdan bahsederken gözleriniz ışıldıyor, baba olmak nasıl bir duygu? Muhteşem bir şey. “Bugünlerde sizi en çok güldüren şey kim, ne” deseniz, “Kızım” derim, kızıma çok gülüyorum. O bizim unuttuğumuz masumiyet ve saflık var ya şimdi o saflığı aslında hepimiz biliyoruz çünkü hepimiz oradan geçtik hepimizin içinde var o duygu. Geçen akşam, kızımı bir İngiliz arkadaşımla tanıştırdım, beraber balık yemeğe gittik. Arkadaşımın adı Tom. Kızımla tanıştırırken, “Kızım bu Tom” dedim, “Tom and Jerry gibi mi?” dedi, “Evet aynen onun gibi dedim”. Aramızda biz İngilizce konuşuyoruz, “Bu Tom’un Türkçesi yok mu?” dedi, Tabi çok güldük. Aslında çok doğru bir soru soruyor, çünkü o televizyondan bir şey izlerken İngilizce menüden Türkçe’ye basıyor ve öyle izliyor. Çok büyük keyif evlat sahibi olmak. Bir de ben geç baba olmanın verdiği hevesle tam bir buldumcuk oldum. Boş vakitlerimin neredeyse tamamını ona ayırmaya çalışıyorum. Yaşıtım arkadaşlarımdan bir de şunu öğrendim, onlar çok daha erken baba oldular, dediler ki, “Çok geç baba olduk o sırada iş, kariyer, para derken çocukların büyümesini kaçırdık, bir baktık çocuklar 10 yaşında ne zaman büyüdü bunlar” Ben şimdi onu çok iyi bildiğim için Allah’tan benim öyle dertlerim yok. Kariyer, iş, kira derdi olmayınca siz rahat rahat uğraşabiliyorsunuz çocuğunuzla. Clint Eswood bir söyleşide demişti ki, 48 AnkaraLife Şubat - Mart 2011 70 yaşında yine baba oldu, daha önce de eski evliliklerinden büyük büyük çocukları var, “Hep bir torun istedim, bana vermediler, ben de kendi torunumu kendim yaptım”. Benimki de biraz öyle oldu. Bu sözün ardından Oyun Atölyesi yönetmeni Kemal Aydoğan masamıza doğru geldi ve onu da sohbete hemen dâhil edip soruyorum. İyi oyuncuların Ankara’da yetiştiği üzerine bir savınız olduğunu konuştuk ve Kemal Aydoğan hemen diyor ki, “Ağabey sizin okuduğunuz dönemde hava kirli diyorlar doğru mu?” Evet, hava her anlamda kirliydi ama o kirli puslu ortam insanın kendini geliştirmesini daha zorlayan bir şey, o dönemlerde aslında neredeyse tek eğitim kurumu Ankara Devlet Konservatuarı idi, bir de İstanbul’da vardı, belediye sonra üniversiteye bağlandı. Böyle olunca çok daha az ve çok daha nitelikli öğretmenler ve öğrenciler yetişiyordu. Şimdi Türkiye’nin her üniversitesinde tiyatro bölümü olduğu için ben oradaki eğitimin hiç birinden emin değilim artık. Ama o zamanki eğitiminde Türkiye’nin her yerinden insanlar gelip seçiliyordu. 300 kişi geliyordu, 10 kişi alıyorlardı ve dolayısıyla öğretmenler de böyle parmakla gösterilen, çok az bulunan üç beş öğretmenin hepsi oradaydı zaten. Ben Oyun Atölyesin de her izleyeceğim oyun için heyecanlanıyorum, bu sefer nasıl bir sürprizle karşılaşacağımı bilememek yine özlediğimiz bir duygu çünkü. Hâlbuki Oyun Atölyesinin tüm oyunlarını siz sahneye koyuyorsunuz, soruyorum Kemal Aydoğan’a, “Hiçbir oyununuz birbirinin aynı tarz olmuyor, bu nasıl oluyor?” Oyun ne istiyorsa onu yapıyoruz, biz çok önemli değiliz, oyun daha önemli. Oyunların istekleri var, bozamazsın ki. Sen onu Bu sancılar sanatçıyı memur yaptığımız zaman mı başlıyor acaba? Dünyanın hiçbir yerinde devlet tiyatrosu yok. Devlet tiyatrosu sanatçıları bana çok kızıyor ama kızsınlar, onların rahatına geliyor yılda 18 tane maaş almak. Dünyanın hiç bir yerinde yoktur böyle saçmalık. Oyuncu memur olmaz. Devletin tiyatrosu olmaz, ulusun tiyatrosu olur. Devlet o ulusun tiyatrosuna para vermek zorundadır, devletin görevlerinden biridir bu ama işleyişine asla karışamaz. Dünyanın her yerinde ulusal tiyatro vardır, devlet tiyatrosu yoktur. Sanatla görev yan yana gelemeyecek iki kavramdır, sen istediğin için yaparsın. Sen bir yabancıya buradaki durumu anlatınca adam neresiyle güleceğini şaşırıyor, oyuncu rapor almış oyunda oynamamak için. Oynamamak için rapor alıyor. Öbür oyuncular sağ kolunu vermeye hazır rol oynayayım diye. Bu da rapor alıyor ben oynamayım diye… Kemal Aydoğan: Yapısal bir değişiklik lazım, atacaklar, emekli edecekler herkesi sonrada prodüksiyon usulü oyun başına ücretlendirilecek oyuncular. İnsanlar durduğu yerde duruyor, sonra gelip bizim müzikalimizi izledikten sonra, Shakespeare müzikalinde 4 tane yeni mezun oyuncu var, Türkiye de görmediğimiz bir şeyi yapıyorlar, yapabiliyorlar, ne yapacaksınız o 4 oyuncuyu gördükten sonra, diğer kadın oyuncular gelip oyunu izleyince, “Şarkı da söylemek lazım, takla da atmak lazım” diyecekler ve o zaman ya çalışacaksın, öğreneceksin ya da seçilmeyeceksin. Haluk Bilginer: O zaman rapor almak zorunda da kalmayacaksın, zaten işsiz kalacaksın. Kemal Aydoğan: 35 yıl garanti ettiğin sürece hayatını ne yaparsan yap tiyatro bile yapsan, oyun oynamanın önüne kişisel engeller de koysan, çıkmasan bile para veriyorlar sana. 35 yıl sosyal güvenliğin var, niye oynayayım ben. Şu isim oynamıyor ben de oynamayacağım ama oynamak duygusu böyle bir şey değil ki. Devlet dairesi düşünüşü bu, memuriyet düşünüşü. Sen kendin için yapıyorsun bundan vazgeçilir mi? Sanat görevle yapılmaz. Sanatın görevi olmaz, istediğin için yaparsın. Onda varoluşsal bir sebep bulursun. Filiz Yiğitbaşı: Oyunları ile de görüşleri ile de ezber bozmaya devam ediyorlar. Teşekkür ederim tüm samimiyeti ile bana vaktini ayıran Haluk Bilginer’e, teşekkür ederim heyecanını hiç kaybetmeyen Kemal Aydoğan’a ve açıldığı günden beri emeklerini esirgemeyen tüm Oyun Atölyesi çalışanlarına.