Ezber Bozan Aktör

advertisement
Life KAPAK RÖPORTAJI
Ezber Bozan Aktör;
Haluk Bilginer
Röportaj: FİLİZ YİĞİTBAŞI
Fotoğraflar: SELÇUK ÇINAR
TUĞRUL ÇOLAKOĞLU
Türk tiyatrosunun ve sinema dünyasının ezber bozan aktörü Haluk Bilginer, Shakespeare müzikali ile Ankara’da hayranlarına muhteşem 3 gece
yaşattı. Yıllardır hiç düşmeyen, hep yükselen çıtasıyla Haluk Bilginer, Ankara Life dergisinin sorularını yanıtladı.
S
hakespeare
müzikali
ile
yine
Ankara’dasınız. Ben geçen yıl da izlemiştim bu harika oyunu. Bugün tekrar
izleyecek olmak yine heyecanlandırıyor beni, peki sizi Ankara’da olmak
heyecanlandırıyor mu?
Ankara’da olmak beni şu açıdan heyecanlandırıyor, benim hayatımın beş yılı burada geçti ve
hayatımın çok önemli yılları yani liseden sonraki
üniversite yıllarım. Burada büyümeye başladık biz.
Burada bir şeyleri öğrenmeye, dünyayı öğrenmeye
başladık. Ve aldığımız bu temelle ben Londra’ya
gittim, başka arkadaşlarım da başka şeyler yaptı.
Buradaki yaşamla biz hayatımızı pişirdik. Onun
için Ankara benim için çok önemli. Ankara fotografik olarak bakıldığında belki güzel bir şehir
değil, hani dünyanın herhangi bir yerinde, “Hadi
gidip de Ankara’yı görelim” denmez, İstanbul için
olur ama Ankara için olmaz.
Ankara Seyircisini Çok Severim
Ama bu şehrin güven veren bir duygusu var
öyle değil mi?
Evet, benim için de öyledir, onun için severim bu
şehre gelmeyi. Ankara’yı sevmemin ikinci bir nedeni de Ankara seyircisini çok sevmemdir. Ankara
seyircisi Türkiye’deki diğer bütün şehirlerden daha
önce tiyatro izleyicisi yetiştirmiş, tiyatro oluşturmuş bir kenttir. Çünkü Devlet Tiyatroları burada.
Bölgeler açılmadan önce İstanbul’a, İzmir’e bile
Ankara’dan turne giderdi. Sonra 70’li yıllardaki
özel tiyatroların, tiyatro seyircisinin gelişmesinde,
artmasında ve tiyatronun popüler bir sanat haline
46 AnkaraLife Şubat - Mart 2011
gelmesinde Ankara’nın büyük etkisi var. Ankara’yı
onun için de severim.
İstanbul’da bu kadar çok özel tiyatro varken,
Ankara’da az olmasını neye bağlıyorsunuz?
Maalesef Türkiye’nin başka hiç bir kentinde de
yoktur biliyor musunuz? Özel tiyatro sadece
İstanbul’da var. Ankara’da bir, iki tane var. Eskiden Ankara’da daha çok vardı.
Cesaretimiz mi yok acaba?
Cesaretimiz de yok, bir de tiyatrodan biraz ürküyoruz. Tiyatro zor bir şey. “Hadi yapalım” denince
yapılacak bir iş değil. Bir de oyuncular için başka
mecralar açıldığından, mesela TV dizileri, sinemalar, oyuncuları biraz da bu sektörlere itti, tiyatro
yapma isteği azaldı galiba. Tiyatro yapmak isteyen
oyuncuların çok azınlıkta olduğunu düşünüyorum
ve görüyorum da. Ben bunu birilerini suçlamak
için söylemiyorum, aslında herkes tiyatroyu ben
çok seviyorum diye sevmek zorunda değil ama
galiba nedeni bu. Ben sadece bir durumu tanımlamaya çalışıyorum, herhangi bir yargı getirmiyorum. Ama hem tiyatro yapmak çok zor bir iş
hem de mesleğini başka mecralarda gayret sarf
etmeden, mesela oyuncular televizyon da yapabileceğini, icra edebileceğini düşünüyor. Hâlbuki
oyunculuğu kendimize öğretebildiğimiz tek alan
tiyatro sahnesidir.
Sahne Oyuncunun Er Meydanıdır
Tiyatroda oyunculuktan öğrendiğiniz bazı yeteneklerinizi kullanıp diğerlerini yapabilirsiniz. Kaldı
ki sinema yönetmenin sanatıdır. Oyuncu olmak
zorunda da değildir. Oyuncusuz da sinema yapılır.
Çok güzel örneklerini görüyoruz. İlla ki oyuncular
oynamıyor. Galiba meslektaşlarımız bunu birazcık
atlıyor. Oyunculuğu kendine öğretmek için mutlaka tiyatro sahnesini deneyimlemeleri gerekiyor. Ve
yıllar yıllar geçiyor, siz hala oyunculuğu öğrenememiş oluyorsunuz.
Türkiye’deki oyunculuk eğitiminin yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?
Ben Türkiye’deki oyunculuk eğitimine açıkçası çok
güvenmiyorum, çok iyi olduğunu düşünmüyorum.
Çünkü çok fazla oyunculuk okulları açıldı. Oyunculuk okullarının açılma nedeni de aslında TV sektörüne oyuncu yetiştirmek. Neredeyse her üniversitenin oyunculuk bölümü var. Burada kimlere ders
veriliyor, neler yapılıyor, hangi imkânları var, sahneleri var mı? Bu çok ayrı bir konu. Türkiye’deki
oyunculuk eğitimi başlı başına ayrı bir şey. Birçok
kurs var ama oyunculuk kursta öğrenilecek iş değil. Oyunculuk eğitiminin çok kapsamlı olması gerekiyor. Sadece sahneye çıkmak da değil. Mesela
benim oyuncu olmak isteyenlere tavsiyem; keşke
felsefe, psikoloji, sosyoloji okusalar bir yandan da
üniversitede oyunculuk yapabilseler. Çünkü ne kadar kendini geliştirir, ne kadar dünyayı anlamaya
ve algılamaya çalışırsan oyunculuğun da o kadar
iyi olur. Mesela ben piyano çalan bir oyuncuyu
tercih ederim ya da oyunculuk yapan bir doktoru tercih ederim. Yani o doktor benim derdimden
daha iyi anlayacaktır diye düşünürüm. Dolayısıyla felsefe bilen aktör de benim derdimden daha
dan gelen tepkileri öngörmesi gerekiyor. Bunlar
çok bıçak sırtı şeyler, bir şey söylerken çok dikkat
etmek gerekiyor ve tabi bizim de bütün bu olup
biteni çok çok iyi anlamamız gerekiyor. Türkiye’de
o kadar çok şey saklanıyor ki okurdan, halktan,
izleyiciden… Medya saklıyor bir defa, Türkiye’de
medya, haberleri saklamak üzerine kurulmuştur,
haber veren çok az medya aracı var. Yavaş yavaş
biz bir şeyleri anlamaya çalıştıkça, merak ettikçe,
soru sormaya başladıkça çok daha şeffaf, çok
daha net şeyler göreceğiz yakında, şimdi değil
ama ben gelecekten ümitliyim onu söylemek zorundayım.
Bir Atatürk Filmini Türk Yönetmen ve Senaristin Yapabileceğine İnanmıyorum
iyi anlayacaktır. Hiçbiri birbirinden
Yönetmen tabiî ki. Ve sinemaya
Tiyatro insana
ayrı şeyler değil hepsi birbirine bağkafayı öyle bir takmış ki son 5
ait her şeyi
lı. Oyunculuk dediğin şey yaşamla
yıldır şarkı söylemiyor. Ama meskapsar ve
ilgili, bizzat bizim yaşamımızı, bizim
leği şarkıcılık. Bu insanın eksikleri
bunu anlatma
ilişkilerimizi çok yakından ilgilendiolabilir, şu olabilir, bu olabilir ama
kaygısıyla
ren bir şey yapıyoruz. Nerdeyse inMahsun’un enerjisine, film çekme
sanın arkaik haline, en ilkel haline
arzusuna ve tutkuyla sinemaya
yapılır. Bu
hitap ediyoruz. “Ben sanatçıyım ne
bağlanmasına hayranım açıkçası.
şekilde
yapayım felsefeyi, siyaseti, psikoloÇekimlerde de öyle hissettim.
yapılmayan
jiyi?” dediğiniz zaman, “Sanatını
tiyatro
nasıl yapıyorsun, o zaman neyle
Türkiye’de Medya Haberleri
eğlenceden
yapıyorsun, hangi antenlerini açıSaklamak Üzerine Kurulmuş
yorsun dünyayı algılamak için?”
öteye geçemez.
Son günlerde kamuoyunda bir
diye sorarlar. Neticede tiyatro inucube tartışması var biliyorsusana ait her şeyi kapsar ve bunu
nuz, sizce bir sanat eseri hakkında yorum yaanlatma kaygısıyla yapılır. Bu şekilde yapılmayan pabilmek için sanatçı kimliğine sahip olmak
tiyatro eğlenceden öteye geçemez. Eğlencenin de gerekli midir? Yoksa herkes her sanat eseri
kimseye bir zararı yoktur ama sahnede yapılan her hakkında yorum yapabilme hakkına sahip
şeyde tiyatro değildir.
midir?
Bir sanat eserini sevip sevmemek herkesin hakkıdır.
Bu Adam Bu Filmi Çeker
Sevmezsin, seversin ama beğenmemek için -Çetin
‘New
York’ta
Beş
Minare’
Mahsun Altan’ın lafını aktarıyorum- “Beğenmemek için
Kırmızıgül’ün ilk sinema filmi olsa teklifi yine mutlaka o konuyla ilgili bir bilgin ve onun yerine
kabul eder miydiniz? Önceki filmleri, kabul neyi önerdiğini benim anlayacağım şekilde açık
etmeniz de bir etken oldu mu?
açık anlatman gerekir”. Sevmeyebilirsin, sevmeBu filmi Mahsun bana anlattığında daha hiç film dim diyebilirsin, ama beğenmedim dediğin zaman
çekmemişti. Mahsun’un ilk projesidir bu film. bir şey anlatmak zorundasın. Niye beğenmediğiBunu bana bir uçak yolculuğunda anlattı. “İnşal- ni, bir resmi, bir heykeli, bir tiyatro oyununu… Bir
lah Mahsuncuğum” dedim. Ben Mahsun’un film de zaten orada yanlış bilgilendirme sorunu var. O
çekme konusundaki heyecanından ve bu hikâyeyi heykel daha bitmemiş bir heykel, daha yapılacak,
anlatırken yaşadığı heyecandan çok etkilendim. daha niye yapılamadığını, neden bitmediğini biz
Dedim ki bu adam bu filmi çeker. Çünkü ne ya- de bilmiyoruz. Daha bitmemiş bir heykele hakaret
pacağını o kadar iyi biliyor ki. Ben daha önce etmektense bu heykelin niye bitmediğini, bitince
de ilk filmini çeken yönetmenlerle çalıştım. Me- ne olacağını anlamaya çalışmak çok daha doğru
sela ‘Polis’ filmi Onur Ünlü’nün ilk filmiydi. Ama değil midir? Bitince ne olacak acaba? Nerede?
bana öyle bir anlattı ki kabul ettim. Seyirci beğenir Yerini doğru mu seçtiniz? Niye burayı seçtiniz? Bir
beğenmez o ayrı bir şey ama bir yönetmen illaki defa o sanatçıyı da ilgilendiren bir şey değil mi?
bir ilk film çekecek. Bu insanlara da şans vermek Sanatçıya bir yer verilmiş, “Buraya heykel yap”
gerekiyor. Senaryoyu beğenip oynamak istedikten denmiş ve sanatçının heykeli daha yapım sürecinsonra bir sakınca yok. Ben açıkçası Mahsun eğer de. Yani bir tiyatro oyununa provada gelip, “Ben
daha önce başka film çekmeseydi de oynardım bu oyunu hiç beğenmedim derseniz daha prova
sadece zaman uymadı. O da arada başka filmler yapıyoruz, oyunu seyretmediniz sahneye çıkmadı
çekti.
daha, onun için işte böyle bazı şeyleri yarım yamalak anlayarak ve yarım yamalak tepkiler gösteMahsun’un Enerjisine, Film Çekme Arzu- rerek geçiyor hayatımız maalesef, bu da onun örsuna Ve Tutkuyla Sinemaya Bağlanmasına neklerinden biridir. Ama bunu söyleyen başbakan
olduğu için birdenbire çok tepki çekiyor ve “Niye
Hayranım
böyle söyledi?” oluyor. Başbakanın da bir şeyler
Peki, oyuncu Mahsun Kırmızıgül mü? Yönet- hakkında konuşurken seçtiği cümlelere çok dikkat
etmesi gerekiyor, haklı olarak halktan, sanatçılarmen Mahsun Kırmızıgül mü?
Bir reklâm filminde Atatürk’ü canlandırdınız,
sinema filminde Atatürk’ü canlandırmanız istenirse ne düşünürsünüz?
Tabiî ki sıcak bakarım ama bu senaryonun nasıl yazıldığına bağlı. Bilinen karakterleri özellikle
Atatürk gibi bir karakteri senaryolaştırmak ve anlatmak bizim de yakın geçmişimizde tanık olduğumuz gibi çok zor. Adamı topa koyuveriyorlar.
Çünkü birdenbire ezberleri bozuluyor. Mesela ben
‘Mustafa’ belgeselinden sonra televizyonda bir
program izliyorum. Atatürk karanlıktan korkarmış, konuklardan biri dedi ki, “Bu gayet normal,
ben de korkarım”. Programı yöneten kişi döndü,
o konuğa dedi ki, “Beyefendi siz korkabilirsiniz
ama Atatürk korkmaz”. Ben böyle bir şey duymaktan utandım. Bu algı seviyesi varken gerçek
bir Atatürk filminin yakın zamanda çekilebileceğine ihtimal vermiyorum. Ayrıca böyle bir filmi
bir Türk yönetmen ve Türk senaristin de yapabileceğine inanmıyorum. Dışardan birileri yapmalı
bunu. Gerçekten Mustafa Kemal’i anlatmak için
dışardan objektif bir gözle bir insanı anlamaya
çalışmak gerekiyor. Türkiye’de acilen yapılması
gereken şey ezberi bozmaktır ama ezberi bozmak
çok zor. Öyle bir gün içinde olacak iş değil. O
ezber bozulduktan sonra düzgün işler gelebilir. Biz
ancak o zaman Atatürk’ü gerçekten anlayabiliriz.
Şu anda anlamamızın önünde birçok engel var.
Mesela biz bu ulusun kurucusu, cumhuriyetimizin
kurucusu Atatürk’ün biyografisini gerçekten bilmiyoruz. Bizden saklanmış. Biz annesinin yeniden
evlendiğini Mustafa filminden öğrendik. Bu bilinse
ne olacaktı. Atatürk’ü küçültecek miydi? Bu nasıl
bir bağnazlıktır da bir insanın biyografisi bile saklanır. İşte bunların aşılması için bence çok zaman
gerekiyor, aydınlık zihinler gerekiyor, başka türlü
bakabilme ve görebilme gerekiyor. O da biraz zor.
Bugün tekrar Oğuz Atay okuyordum, ‘Oyunlarla
yaşayanlar’ da aktör diyor ki, “Kendimi ifade etmekte, kendi heyecanlarımı anlatmakta çok zorlanıyorum, çünkü başkalarının sözlerini anlamadan
ezberlemeye o kadar alışmışım ki”. Ne kadar can
acıtıcı bir laf değil mi? Türkiye’de başımıza gelen
birçok tepkinin kökünde tam da bu söylediğim yatıyor. Sadece sloganlarla yaşamak, o sloganların
içini anlamamak, çoğunun içi boş olması. Çok
acınası bir şey.
Madonna’nın filminde Dodi el Fayed’in babası Muhammed el Fayed’i canlandırmışsınız? Çekimler nerede yapıldı, nasıldı?
Londra’da yapıldı. Ben New York’ta Beş Minare’yi
bitirir bitirmez onun çekimlerine gittim. Tahtını bırakan Kral Edward ile Amerikalı sevgilisi Wallis
Simpson arasındaki aşkı anlatan ama bugünden
o aşka bakan bir film. Bu yılın sonunda çıkacak
herhalde. Ben de heyecanla bekliyorum, küçücük
bir rolüm var, bekliyoruz.
ankaralife.com.tr 47
boz, kendi dünyana uyarla, olmaz. Mesela Haluk
ağabeyin çok güzel bir oyunu vardı, “Dolu düşün,
boş konuş” Onu bir de Bakırköy Şehir Tiyatrosu oynadı, oyunda metnin istediği bir şey vardı,
onu yapmamışlar ve o güzelim oyun, dünyanın
en çirkin oyunu olmuş. “Dolu düşün boş konuş”
oyununda konuşurken oyuncular birden donuyor,
bu da yazarın talebidir. Yazarın bunu isteyişindeki amaç zihnimizin altında neler dolaşıyor, bunu
açıklamak içindi ama bunu atarsa yönetmen oyun
kalmıyor ki ortada. Yönetmenin bir dili olmaz, yönetmenin bir anlama kapasitesi olur, ne demek
yani benim tarzım var filan. Bütün oyunların istekleri başka başka, ona cevap vereceksin, aynı
olamaz ki. O zaman sen kendini dayatmaya başlarsın, “Bak beni seyret diye” Bu da kabızlıktır.
Haluk Bilginer - Filiz Yiğitbaşı - Kemal Aydoğan
Oyuncu Memur Olmaz. Devletin Tiyatrosu Olmaz, Ulusun Tiyatrosu Olur
Mesela ben piyano çalan bir oyuncuyu tercih ederim ya da oyunculuk yapan bir doktoru tercih ederim. Yani o doktor benim derdimden daha iyi anlayacaktır diye düşünürüm.
Dublajını yaptığınız karakterlerden en sevdiğiniz hangisi?
Ben sadece çizgi film ve reklâm seslendirmesi yapıyorum. Oyuncu dublajı hiç yapmadım. Ama en
çok Buz Devri’ndeki Diego’yu seviyorum. Kızım
da çok seviyor, ondan herhalde. “Baba çıktı” diyor, beraber çok gülüyoruz.
Beni En Çok Kızım Güldürüyor
Kızınızdan bahsederken gözleriniz ışıldıyor,
baba olmak nasıl bir duygu?
Muhteşem bir şey. “Bugünlerde sizi en çok güldüren şey kim, ne” deseniz, “Kızım” derim, kızıma
çok gülüyorum. O bizim unuttuğumuz masumiyet ve saflık var ya şimdi o saflığı aslında hepimiz
biliyoruz çünkü hepimiz oradan geçtik hepimizin
içinde var o duygu. Geçen akşam, kızımı bir İngiliz arkadaşımla tanıştırdım, beraber balık yemeğe
gittik. Arkadaşımın adı Tom. Kızımla tanıştırırken,
“Kızım bu Tom” dedim, “Tom and Jerry gibi mi?”
dedi, “Evet aynen onun gibi dedim”. Aramızda biz
İngilizce konuşuyoruz, “Bu Tom’un Türkçesi yok
mu?” dedi, Tabi çok güldük. Aslında çok doğru
bir soru soruyor, çünkü o televizyondan bir şey
izlerken İngilizce menüden Türkçe’ye basıyor ve
öyle izliyor. Çok büyük keyif evlat sahibi olmak.
Bir de ben geç baba
olmanın verdiği hevesle tam bir buldumcuk
oldum. Boş vakitlerimin
neredeyse tamamını ona
ayırmaya
çalışıyorum.
Yaşıtım arkadaşlarımdan
bir de şunu öğrendim,
onlar çok daha erken
baba oldular, dediler ki,
“Çok geç baba olduk o
sırada iş, kariyer, para
derken çocukların büyümesini kaçırdık, bir baktık çocuklar 10 yaşında
ne zaman büyüdü bunlar” Ben şimdi onu çok
iyi bildiğim için Allah’tan
benim öyle dertlerim yok.
Kariyer, iş, kira derdi olmayınca siz rahat rahat
uğraşabiliyorsunuz çocuğunuzla. Clint Eswood
bir söyleşide demişti ki,
48 AnkaraLife Şubat - Mart 2011
70 yaşında yine baba oldu, daha önce de eski
evliliklerinden büyük büyük çocukları var, “Hep
bir torun istedim, bana vermediler, ben de kendi
torunumu kendim yaptım”. Benimki de biraz öyle
oldu.
Bu sözün ardından Oyun Atölyesi yönetmeni Kemal Aydoğan masamıza doğru geldi ve
onu da sohbete hemen dâhil edip soruyorum.
İyi oyuncuların Ankara’da yetiştiği üzerine bir
savınız olduğunu konuştuk ve Kemal Aydoğan hemen diyor ki, “Ağabey sizin okuduğunuz dönemde hava kirli diyorlar doğru mu?”
Evet, hava her anlamda kirliydi ama o kirli puslu
ortam insanın kendini geliştirmesini daha zorlayan bir şey, o dönemlerde aslında neredeyse tek
eğitim kurumu Ankara Devlet Konservatuarı idi,
bir de İstanbul’da vardı, belediye sonra üniversiteye bağlandı. Böyle olunca çok daha az ve
çok daha nitelikli öğretmenler ve öğrenciler yetişiyordu. Şimdi Türkiye’nin her üniversitesinde
tiyatro bölümü olduğu için ben oradaki eğitimin
hiç birinden emin değilim artık. Ama o zamanki
eğitiminde Türkiye’nin her yerinden insanlar gelip
seçiliyordu. 300 kişi geliyordu, 10 kişi alıyorlardı ve dolayısıyla öğretmenler de böyle parmakla
gösterilen, çok az bulunan üç beş öğretmenin
hepsi oradaydı zaten.
Ben Oyun Atölyesin
de her izleyeceğim
oyun için heyecanlanıyorum, bu sefer nasıl
bir sürprizle karşılaşacağımı
bilememek
yine özlediğimiz bir
duygu çünkü. Hâlbuki
Oyun Atölyesinin tüm
oyunlarını siz sahneye
koyuyorsunuz, soruyorum Kemal Aydoğan’a,
“Hiçbir oyununuz birbirinin aynı tarz olmuyor,
bu nasıl oluyor?”
Oyun ne istiyorsa onu
yapıyoruz, biz çok önemli
değiliz, oyun daha önemli. Oyunların istekleri var,
bozamazsın ki. Sen onu
Bu sancılar sanatçıyı memur yaptığımız zaman mı başlıyor acaba?
Dünyanın hiçbir yerinde devlet tiyatrosu yok. Devlet tiyatrosu sanatçıları bana çok kızıyor ama kızsınlar, onların rahatına geliyor yılda 18 tane maaş
almak. Dünyanın hiç bir yerinde yoktur böyle saçmalık. Oyuncu memur olmaz. Devletin tiyatrosu
olmaz, ulusun tiyatrosu olur. Devlet o ulusun tiyatrosuna para vermek zorundadır, devletin görevlerinden biridir bu ama işleyişine asla karışamaz.
Dünyanın her yerinde ulusal tiyatro vardır, devlet
tiyatrosu yoktur. Sanatla görev yan yana gelemeyecek iki kavramdır, sen istediğin için yaparsın.
Sen bir yabancıya buradaki durumu anlatınca
adam neresiyle güleceğini şaşırıyor, oyuncu rapor
almış oyunda oynamamak için. Oynamamak için
rapor alıyor. Öbür oyuncular sağ kolunu vermeye
hazır rol oynayayım diye. Bu da rapor alıyor ben
oynamayım diye…
Kemal Aydoğan: Yapısal bir değişiklik lazım,
atacaklar, emekli edecekler herkesi sonrada
prodüksiyon usulü oyun başına ücretlendirilecek
oyuncular. İnsanlar durduğu yerde duruyor, sonra gelip bizim müzikalimizi izledikten sonra, Shakespeare müzikalinde 4 tane yeni mezun oyuncu
var, Türkiye de görmediğimiz bir şeyi yapıyorlar,
yapabiliyorlar, ne yapacaksınız o 4 oyuncuyu gördükten sonra, diğer kadın oyuncular gelip oyunu
izleyince, “Şarkı da söylemek lazım, takla da atmak lazım” diyecekler ve o zaman ya çalışacaksın, öğreneceksin ya da seçilmeyeceksin.
Haluk Bilginer: O zaman rapor almak zorunda
da kalmayacaksın, zaten işsiz kalacaksın.
Kemal Aydoğan: 35 yıl garanti ettiğin sürece
hayatını ne yaparsan yap tiyatro bile yapsan, oyun
oynamanın önüne kişisel engeller de koysan, çıkmasan bile para veriyorlar sana. 35 yıl sosyal
güvenliğin var, niye oynayayım ben. Şu isim oynamıyor ben de oynamayacağım ama oynamak
duygusu böyle bir şey değil ki. Devlet dairesi düşünüşü bu, memuriyet düşünüşü. Sen kendin için
yapıyorsun bundan vazgeçilir mi? Sanat görevle
yapılmaz. Sanatın görevi olmaz, istediğin için yaparsın. Onda varoluşsal bir sebep bulursun.
Filiz Yiğitbaşı: Oyunları ile de görüşleri ile de
ezber bozmaya devam ediyorlar. Teşekkür
ederim tüm samimiyeti ile bana vaktini ayıran Haluk Bilginer’e, teşekkür ederim heyecanını hiç kaybetmeyen Kemal Aydoğan’a ve
açıldığı günden beri emeklerini esirgemeyen
tüm Oyun Atölyesi çalışanlarına.
Download