senaryo - Sinematek.tv

advertisement
sinematek.tv
sinematek.tv
DENİZCİLİK BANKASI T; A. O
DENİZYOLLARI
SÜ R’A T - KONFOR - EĞLENCE
İspanya - Fransa - İtalya - Yunanistan - M ısır - İsrail - Lübnan'
Limanları arasında muhtazam yolcu ve yük seferleri
sinematek.tv
S F N \
R Y O
AYLIK TİYATRO ve SİNEMA SAN ATI DERGİSİ
J R ^ S IS IA II
l.« IO O
Müessis ve Sahibi: Tevfik SADULLAH
Basıldığı y e r :
Oumhuriyet Matbaası
M uhakkak ki başka hiç bir sanat%yaşayan tiyatroya benzemez.
Hiç bir şey, tiyatroda hem cinslerim izin, sahne üzerinde bizim k e n ­
di üm itlerim izi, kendi endişelerim izi hattâ bazan kendi çılgınlıkla­
rım ızı canlandırmalarını seyrederken olduğu gibi kalbim izi, ru h u m uzu kavrayamaz. G ördüklerim ize kâh güler,
kâlı ağlarız. Bazan bütün varlığımız ne gülme­
HELEN HAYES
ğe, ne de ağlamağa im kân bulamıyacak derece­
de sarsılır; fakat her defasında başkalarının ha­
yatını paylaşmış, onlardan yeni bir şeyler öğrenmiş olmanın hazzı
ile tiyatrodan ayrılırız.
Sahnede bilfiil canlandırıldığını gördüğümüz yahut m uhayyi­
lemizde yaşattığım ız şahıslar yüzlerce y ıl evvelisi, dünyanın tâ Öte­
ki ucunda bir m em lekette yaşamış içimseler olabilir. Eğer eser klâ­
sik bir eser ise, ondaki beşerî hadise ve hakikatler m em leket hudutlarnjle smırlandıralamaz,
(Helen Hayes: «Living Theatre, G reat Plays of
the American and European Stage» önsözünden).
Ön kapak: Cahicie S onku
ile N ezih e B e c e rik li Y av.
ra Kartal'da. A rka k a .
kapak: H eyecan Başaran
ile N uri A ltın ok Fitaş'ın
b a ld ırım Ç içeğl’inde.
Bu Sayıda Tam Olarak: LILIOM
sinematek.tv
TEŞEKKÜR
S e n a r y o c u n birinci sayısı m in ­
netle andığım ız bir sevgi y e alâ­
ka ile karşılandı. E ksiklerim iz
çok, kusurlarım ız aşikârdı. B u ­
nunla beraber tiya tro v e sin e­
m a yı b ir san at olarak sevenler,
bir T ü rk T iyatrosunun, bir T ü rk
Sinem asının doğ u m u n u ö zleyen­
ler Sen a ryo ’yu bu m ü şterek davantn - alem darı olm ağı iddia
edem iyeceğiz - naçiz bir m ü d a ­
faa v e k ili olarak kab u l e ttiler,
benim sediler,
T ü rk Tiyatrosu uğrunda, biz­
den çok evvel, yo ru lm a k bilm e- *
den, y ılm a k bilm eden, gıpta edi­
lecek bir o lgunlukla, kalem ini
şahsiyat çirkefiııe daldırm adan
çalışm ış v e çalışm akta olan S u ­
a t Taşer*in «C um huriyet» te y a ­
yınladığı m üsam ahalı te şv ik ve
teşçi yazısı; T ü r k yayınlarını A na d o lu m u zu n en ücra köşeleri­
ne d u yu rm a k, du ya b ilen h erkese
o k u m a k ze v k in i aşılam ak Tcaygusile m ü te m a d iy e n o k u y a n v e ok u d u k la n n d a n sevgi ile bahseden
N ecdet E vliyagiV in Senaryo'ya
tahsis ettiğ i radyo konuşm ası; sa ­
n a t h a reketlerini yapıcı bir görüş
m enşu ru n d a n geçirerek sanat
ze v k in i halka aşılamağa çalışan
T a n k Buğra’n m dostça k u la k bük ü şü Senaryo’y u vü cu d e getire­
b ilm e k yolunda aylarca süren
em eklerin e n ta tlı m ü k â fa tla n
olm uştur.
Başta C u m h u riyet, D ünya, İ s ­
tan b u l E kspres, Son Saat olm ak
üzere g ü n d elik basınım ızın Sena ryo ’ya karşı gösterm iş olduğu
sevgi v e alâkayı da m in n etle an­
m a ğ ı va zife b iliriz.
E k sik le ri, ku su rla rı hoş görü­
le re k te şv ik v e teşçi edilen S e ­
naryo, b u sevgi v e alâkaya lâ yık
olm ağa çalışıp daim a daha iyiye,
daha güzele doğru ilerliyerek
m ü k e m m e le m ü m k ü n o lduğu ka­
da r ya kla şa b ilm ek gayesindedir.
B u itibarla b u gün ta kd ir v e tenkid lerin ize su n d u ğ u m u z S en a r­
y o c u n ikin ci sayısı için sizlere
«birincisinden biraz daha güzel»
dedirteb ilirsek ne m u tlu bize.
— SENARYO —
9
Ş e h ir d e n
K ü ç ü k N o t l a r ----Y a ta n :
Fitne F ü c u r
Film •dünyamızda biıdenblre parlayan bir kızımız vardı: Berrin Ay­
dan. Şimdi Çadırcıoğlu soy adını rtldı vc perdeye nc yazık ki veda etti.
Kocası genç vc Berrin kbdar güzel bir doktor. Geçenlerde Beyoğlu Ni­
kâh memurluğunda bir kokteyl verdiler nikâhdatı sonra. Berrin ba­
şında küçük tacı, üzerinde beyaz ginur dantel ve tülgrek gelinliği için­
de peri kızları kadar güzeldi. İkisine de saadetler dilerim.
Dünyamıza başka bir seyyareden inmiş, masallar kadar güzel Tiili
bu yaz Moda Deniz Klübiindc bütün genç erkeklerin kainlerini hızlı
çarptırmış ve erişilmeyecek kadar uzaklarda olduğunu sandığımız bir
anda elini Kemal Aksele uzatmışdır. Bu iki güzel genci geçenlerde bir
düğünde gördüm, Tüii ilk defa olarak boyanmıştı da, insan gözünü
ondan alamıyor ki.. Ama diyeceksiniz ki Tülinin güzelliği de hani pek
hüner değil, valdesi zaten İstanbulun güzel kadınlarının başında ge­
len Nevgice, babası da erkekleri bir kalem yok cdiveren Şinasi Erel,
eh kızları çirkin olacak değildi ya.. Mamafih damat bey de bir içim
sudur, bir çok genç kızın ümidi bu nişandan sonra sulara düştü..
Kaldırım Çiçeği filmini gördünüz mü? Heyecan Başaran bu filmi
ile güzellik namusunu kurtardı. Şimdiye kadar bu güzel kızımızı ucube
gibi çıkaran operatörler şaşmış kalmışlardır. Ama Kaldırım Çiçeği­
nin operatörü sessiz sedasız makinesinin başında çalışan, öyle lafa k a­
rışmayan, akıllı uslu Turguduınuzdur; kimse ondan bu kadar güzel re ­
sim çekebileceğini üraid etmemişti. Bence bu filmde en büyük pay
Turguda düşüyor, kendisini câm gönülden tebrik ederim.
İstanbul terzileri birer ikişer döndüler. Bize bütün Parisi getirdi­
ler sanki. Biraz pahalı bir Paris, ama insanı allak bullak ediyor. Mese­
lâ Lûtfiye Arı bal bu sene hepimizi çıldırtacak işleme modelleri ile gel­
miş. Sadri, Hani Ball’e giydirdiği elbiselerle defilesinde çok sükse yap­
tı, hemen bütün eşyaları satıh verdi. Uzun İhsan ve yârı vefakârı Nüshet de tiiit ve spor üzerine çalıştılar, onların da süksesi dehşet. Mısır
apartımanmdaki Butik ise kumaşların pahalılığından dem vurarak bi­
raz fiatlan arttırm ış bulunuyor ama, bir arı kovanı da orası. Allah ke­
selerimize bereket ihsan eylesin, hemen.
And, yâni Şan sineması kapılarını açtı. İlk gece hemen bütün İs­
tanbul orada idi. Evsahibesi Rüçhan akşamın en disteııge en güzel k a ­
dım. Ayfer Feıay da siyahlar içinde pek güzel, hattâ biraz meşûm bir
kadın edası almış, kendisine allah kavuştursun derim. İstanbulun eıı
güzel ses veren makinesi bu sinemada. Bütün temennimiz filmlerinde
gösterdiği titizliği bozmaması.
İki
K itap
ÖTEYE
1) 0 f f f
Piyes 8 Perde
Sutton VANE-Suat TAŞER
K A Y B O L A N I A C A K
Kildik Hik&ıelcr
Karel ÇAPEK - Haşan Âli EDİZ
sinematek.tv
kadar göğüs güzelliğinin m ü ­
m essili sayılan Jane R ussetl’i
birdenbire modası geç-nıiş d u ­
rum a düşürüveren, kü çü k, (t*
deia düz göğsün daha güzel
olduğu iddialarına yol açan bir
estetik görüşünün ¡paytaktan,
A u d rey H epburn’i şim di de
i f VIVIEN LEIGH, Arzu
İsimli Tramvay’m (İhtiras Tram­
vayı) ağır yükünü gerek sahne
de gerekse beyaz perdede omuz­
larında taşımanın, tayyare yol­
culuğundan pek korktuğu halde
« Elephant Walk » (Fil yürü­
yüşü) filmini çevirmek üzere
Seylan’a gitmek için Pasifiği
tayyare ile aşmanın asabı üze­
rindeki yıpratıcı tesirleri so­
nunda bir sinir buhranına ka­
pılarak uzun müddet tedavi
altına alınmıştı. Artık iyileştiğini, kendini _toparladığını geçen
sayımızda bildirdiğimiz değer.'i
san'atkâr Londrada, Sir Laurence
Olivier
ile birlikte
« Uyuyan
Prenses» piyesini oynamağa baş­
lamıştır. Eser, Ankara Devlet
Tiyatrosunda «Derin Mai De­
niz iki oynanan Terrence Kut tigani gör.
★ İN G İL İZ P R O D Ü K TÖ R ­
LERİ
televizyo n la rnücadelede 3-B den ziyade ye n i ve
cazip şa h siyetler keşfine, m e v ­
zu a , p ro d üksiyonda orijinalliğe
daha b ü y ü k bir e h em m iyet v e ­
rerek h a lk ı sinem alara ç e k e ­
bilm ek em elindedir. İşte, düne
duğu için günün birinde göz­
lüklerin tükenivermesinden korkuluyorınuş.
i f MAUDE ADA MS Ame­
rikalıların Sarah Bernardt’ı idi.
Geçenlerde hayata gözlerini ko
payan küçük yapılı büyük san’atkâr, tıpkı Sarah Bernardt gi­
bi, Amerikan sahnesinin değiş­
mez L’AIGLON’u idi. Tiyatro­
nun şaşaalı devrinde, her isteği
yerine getirilen bir krai:çc gibi
hüküm sürmüş olan Maude Adams’ın L’Aiglon’da dünyanın cn
pahalı kostümünü gi>ıniş oldu­
ğu söylenir. Anlatıldığına göre,
XII senedenberi Amerika tiyat­
rolarının lıemen biricik aksesüvarcılığını yapmakta olan Dazian firması, L'Aiglon için Maude Adams’a 14 krat altınla mu­
rassa bir üniforma yapmış ve
bu müzelik kostümü 1350 do­
lara maletmiş imiş.
A N D R E A L E A isim li diğer bir
y ıld ız ta kip ediyor. K ısa saç
m odasının halâ m eriyette ol­
duğu ş\ı sıralarda Andrea Lea
ta tlı .bakışlarını gölgeliyen ipek
gibi yu m u şa k ve u zu n saçlariyle yani bir m oda kavgasını
kö rükliyeceğe benziyor.
★ 3-B BAHSİNDE, öğrenrendiğimize göre Tiirkiycmizde
bu yeniliği daha hayli zaman göremiyecekmişiz. Zira, «Natural
Vision» denilen ve gözlükle
seyredilen çeşid için lüzumlu
gözlükleri yerli olarak imâle im­
kân yokmuş. Bunların ithaline
müsade aluıabilse dahi, seyir­
cinin gözlükleri beraber alıp gö­
türmesi kuvvetle muhtemel ol­
KIMIZ GÖRDÜKLERİMİZ DUYDUKLARIMIZ GÖRDÜKLE
sinematek.tv
R enkli
Fener
Geçen sene HİSSEİ ŞAYİA’nın
kazandığı büyük m uvaffakiyet
üzerine Em inönü K olu’nda daha
ziyade dünün en çok tu tulm uş eseı*lefin,: yeniden sahneye koy­
m ak yoluna giden Ş ehir T iy atro ­
su bu y ıl da açılış piyesile bizleri
te k ra r dünün tatlı - bir bakım a
acı - h â tıra ların ın kucağına b ıra ­
kıyor. RENKLİ FENER.!. B ir avuç tiyatro âşığının büyük m üş­
k ü llere rağm eh p erdenin m u n ta ­
zam an açılm ası ananesini, salon­
da çekirdek fıstık yenilçm iyeceği
kaide^'ni bu m em lekette de yü­
rütebilm ek için didindikleri dev­
rin en cesur adım larından biri.
REN K Lİ FENER... san atk ârın
hem oynadığı, hem sırasında d e ­
k o ru n u da, kostüm ünü de kendi
yaptığı, m üell'fin, m ütercim in ti­
yatroya om uz silkm esi k arşısın­
da, e s e r n i kendi bulup, kendi
tercüm e veya ad ap te edip, kendi
sahneye koyduğu devirde M uhsinin H ans M üller’den alıp en ti ­
tiz terz i elinden çıkm ış elbise gi­
bi cem iyetim ize m alettiğ i eser­
lerd en biri.. REN K Lİ FENER...
N eyyire’n in - T ü rk Sahnesinin
birinci T ü rk k ad ın ı eşsiz N eyyi­
re’nin - en çok b aşarı kazandığı
piyeslerden biri. REN K Lİ F E ­
NER: M uhsin, N eyyire, Galip,
E rcüm ent, Jönpröm iye V asf', Ş a­
ziye, K ın ar hanım , kadın ro lü n ­
de Hazım...
Dünden Hâtıralar; Renkli
Fener
ve
Baskın
İ t Şehir tiyatroların;n iiçimcü eserleri iki «Gazetedaş» indir. Ko­
medide mevsimin ilk telif eseri olarak Cevat Fehmi Başkut’un MAKİNEPsi oynanacak ve muhtemelen Vasfi Rıza Zobu başrolü alacak. Dram ­
da ise Tevfik Sadullah’m Bizim Şehir müellifi Thornton Wilder’den
tercüme ettiği DİŞİMİZİN ZARI’m Mei'necke salıneye koyacak.
★ HALDUN TANER'in GÜNÜN ADAMI nihayet bir sahneye ka­
vuşabildi. Değerli küçük hikayecimizin aylardanberi münakaşası edi­
len eserini Muammer Kcraca oynamağa karar vermiş ve müellifle atnlaşmıgtır.
4
B ugün G alip rejisö r rolünde,
kendi ro lü M uhib A rcım an’da
E rcüm entle V asfinin sıra ile oy-‘
n a d ık la rı jö n d e M uzaffer A rslan,
evvelâ K ın ar H anım ın, sonra Ş a­
ziye'nin y a ra ttık la rı rolde yine
Şaziye M oral, k ad ın rolündeki
rah m etli H azım in yerin d e H alide
F şkin, N eclânın rolünde M elâh a t İçli... F a k a t en ağır y ü k m u­
h a k k a k k i y eri doldurulam ıyan
unu tu lm az Nfeyyirenin
rolüne
çık m ak ta olan G ülüstan G üzey’in om uzlarında. Aziz b ir h â tıra ­
ya lây ık olduğu sevgi ve saygıyı
göstererek bu ağ ır y ü k ü n a ltın ­
d an k alk ab ilm ek u ğ ru n d a âzam i
g ay reti sarfedeceğinden em in ol­
duğum uz genç san atkârım ıza ve
b ü tü n d iğer ark ad a şların a m u ­
v a ffak iy e tler dileriz.
sinematek.tv
stil
ü v a m ‘d a :
“YAVRU KARTAL,,
İstan b u l Ş eh ir T iyatrosu D ram
kısm ında Y A V R U K A R T A L tem s Ii m u v affak iy etle ‘ devam edi­
yor.. Ş air S a b ri Esad Siyavuşgil,
Y a v ru K a rta l tercüm esjle m uaz­
zam b ir zafer daha kazanm ış, di­
lim ize şiir dolu b ir eser daha he­
diye etm iş oluyor. Y avru K a rta l’­
ın b u g ü n k ü tiy a tro anlayışına
uy gun b ir eser olup olmadığı,
T ü rk seyircisini a lâ k a d a r edip etmiyeceği bahsinde m ünekkidler'm iz b ölünm üştür. Senaryo, bü­
tü n itira z la ra rağm en, Y avru
K a rta l tem silini ta k d ire değer bir
sa n a t hâdisesi o larak kab u l e t­
m ekte, m ukayeseye lü2um hisset­
m eden, C ahide S o n k u 'n u n içten,
anlayışlı oynayışiyle h a k lı ola­
ra k öğünebileceği b ir m uvaffaki­
y e t seviyesine u laştığına inanm ak tad ır.
m
sinematek.tv
MEVZU:
Y A V R U K A R T A L Napolyon’un
oğlu «Roma Kralı», «Reishhstadt
Dükti» (Cahide Sonku) nun h i­
kâyesidir. A vusturya’da, dul an ­
nesi Parm e Düşesi Marie*Louise
(Nezihe Becerikli) nin yanında
yasayan mariz genç, A vusturyanın olduğu kadar A vrupanın da
m ukadderatına hükm etm eğe çalı­
şan Prens de M etternich (Sami
Ayanöğlu) in diplomatik pazar­
lıklarda kullanm ak için sıkı sı- kıya m uhafaza ettirdiği bir koz
* durum undadır. Bununla beraber,
etrafındaki çenberin sıkılığına,
kendi tecrübesizlik ve aczine
rağmen, babasının boş bıraktığı
yeri doldurmak, onun şan şeref
ve ihtişam m ertebesine erişerek
Fransayı zaferden zafere ulaştır.m ak hevesindedir.
Onun bu hevesini körükl'yen,
onu teşvik için çeşit çeşit kılık
ve kıyafetlerle A vusturya saray­
larına kadar girmeğe m uvaffak
olanlar da vardır. Fransadan ge­
len terzi (Celâl Balkır) gibi, te r­
zi kılığına girmiş olan Kontes
Camera ta (Şükriye Atav) gibi,
Napolyon’un eski askerlerinden
Flam beau (Hüseyin Kem al Gürfaîen) gibi.. .
•
Böylece bir kaçma tertibi h a ­
zırlanır, maskeli baloda Kontes
Cam erata, Reichstadt Dükünün
kıyafetine girerek onun yerini
alacak, Dük de sekilmeden kaç­
m ak im kânını bulacak, Napolyonun A vusturyada kazandığı bü­
yük zaferine sahne olan Wagram
M uharebe Meydanında taraftarlariyle birleşerek Fransaya geçe­
cektir. F akat Kontes Cam eratanın yakalanm ası b e r şeyi alt üst
eder. Gayesine ulaşab lmek için
her tü rlü im kânı elde etmiş ol­
duğu hâlde Reichstadt Dükü,
kendi uğruna bir kadının başına
felâket gelmesine razı olamıyarak tereddüt içinde bocalarken
yakalanır. Esasen hasta olan
genç, bu son darbenin şiddetine
3 taham m ül edem iyerek kısa bir
" zaman sonra hayata veda eder.
6
sinematek.tv
Yavru Kartal’ın muvaffakiye­
tinde büyük bir hissesi olan diğer
sanatkârımız da Plambeau’yu oynayan Hüseyin Kemal Gürmen'dir.
Yavru Kartal’ın hemen en güzel
mısralarını da Flambeau’dan din­
liyoruz:
Ne yapalım?.. Her zaman Avrupa
kale gibi
Karşımıza dikilmiş! Bir kıt’anın
galibi
Olmak güzel şey, ama hayat mı
denir buna?
Pariste oturmak yok, hep Berlin,
Viyana. Her işe yeni baştan başla!
Aynı şeyi yap İki defa, üç defa...
Nihayet insan harab
Oluyor, at üstünde boyna kenetli
dizler.
Sonunda camınızdan bıktık artık!..
Ya bizler?
Ya bizler, rütbesiz âciz fakir fukara,
İki büklüm, yaralı, hasta; sefil;
yollara
Düşenler; dukalıkta ümidi olmıyan­
lar,
Boyna taban tepip de hep yerinde
sayanlar,
Mareşal da oluruz diye bir gün
ümide
Kapılmıyacak kadar solda sıfır,
pejmürde
Yaz kış, soluk almadan boyna iler­
leyenler,
Urpertisiz donanlar, korkusuz terle­
yenler;
Yalnız ayak uydurup türkü, boru
sesine,
Sıtmayla yürüyenler tcîıerlenircesine,
Bizler ki, 011 yedi yıl taşıyıp durduk
sırtta,
Kasatura ve tüfek, harbi ve koca
çanta,
Erzak? Ne ağırlığı vardı onun, ne
lâfı;
Ama; hilâfsız yirmi, okkaydı üst
tarafı;
Bizler ki, öksürüğe ilâç var mı de­
dikçe,
Ayağımız suda kaldı Tunada saat­
lerce;
Bizler ki, yakışıklı bir subay gelip
hızla;
<rDüşuıan hücuma kalktı, dayanuı
kıtanızla )>
Diye bir bağırdı mı, aceleden lok­
mayı >
Ters yutardık ayakta, yahud da
acıkmayı
Unutup serinleşin bâri içimiz, derdik,
^
Ölü beygir kanile kar şerbeti içer- • *
dik.
7
sinematek.tv
Devler Tiyatrosu
D evlet T iyatrosu da b iraz ge­
cikm e, b ir m ik d ar dedikodudan
sonra perdesini açtı. T iyatro k ıs­
m ında iki h a f £ İngiliz eseri tem ­
sil ediliyor. B unlard an birisi g e ­
çen sene K üçük S ah n en in him m etile gerek. İsta n b u llu la rın ge­
rekse A nkarplıların seyretm iş o l­
d u k la rı İngiliz tru p u n u n oy­
nadığı «M üteveffa Edw ina Blake»
isim li m elodram , ism' n e fransızeasından alın arak : «Şemsiyeli Adam» denildiğine göre m u h te ­
m elen terc ü m e de fransızca tercüm esindendir. Diğeri, İngilterede b ü y ü k b ir m u v affak iy et k a ­
z a n d ık tan sonra, A m erikada sırf
bas roldeki M arg aret S u lîav an ın
ku v v etli şahsiyeti sayesinde tutu n ab ilen «D erin Mai Deniz»
(A şağıdaki resim ler D erin Mai
Denizin, N ew -Y ork’d ak i t e m s i ­
liyle «solda» Şem siyeli A dam ’m
İn g iltered ek i tem silin d en d ir «sağ
da»
8
Zahir GÜVEMLİ’nin fuçasile:
«O» ve O’nu çok sevenler.
1
Dostum
Harvey
sinematek.tv
T a k d im E d*n:
B a s ir F E Y Z İO fiL lJ
(M ü te ıc im )
Schlr Tiyatrosu Komedi kısmimin ge,
i JeCek ay temsiline' başlanacak olan
fi <,Dostum llıiıvey» piyesi, modern A;ne,
I likan sahnesinin en muvaffak e.pi'Je.
I illiden biridir. Bundan 10 see evvel
K «w . Yorlc'dn ilk defa sahneye kondu.
| ğu zaman nâdir piyeslere naulp ol. n bir
fi rağbet görmüş ve aynı tiyatroda bolün
■ bir .vıl lemall edilmiştir. Kser, tizim
I müddet Amerikan efkârını i*JC-d etmiş,
i Pulltzer m ükafatım kazanm ış ayınca en
K .meşhur sinema artistlerinin Iştlrakile
U filme de alınm ıştır.
Piyes, Am erika'dan snııra
Avıupa
E sahnelerinde de aynı rağbet ve alâka
ra ile karşılanm ıştırBu komedi. Mary Chase adında bir
■ kadın gazetecinin ilk tiyatro eseridir.
B Evvelâ «Beyaz Tavşan» - ismlle neşir ve
E temsil edilen eser, bazı tadilattan sonra
B »Harvey» adını alm ıştır.
■(Dostum Harvey» adile dilimize nak.
i lettiğimiz bu piyes, mevzu itibarlle ga.
yel orijinaldir. Eserin ustaca işlenmiş
İ v e zarif nüktelerle örülmüş m uhavere¡ sileri, .sürükleyici vak'asını bir kat daha
r güzelleştirmektedir.
Piyesin baş kahram nı Ehvood. bir
E; uıeüe 80 boyunda bir tavşan dostu ol.
E'dıiğuna İnanm aktadır. Harvey adını
İ verdiği bu tavşanı yalnız kendisi gör.
kî muktedir. Fikri sabit onda o kadar kuv.
Ikvetlidlr ki. Harvey'l başkalarının da
İ gördüğünü sanm aktadır.
Elwood'da blrsâm (Haliucination) dan
Ebuşka hiç bir gayri tabiilik yoktur. Bi.
gi Jâkis o. beşeri meziyetlerin hemen hep.
i sini şahsında cemetmiş İdeal bir insan
tipidir: Cömert, fedakâr, m ültefit; na.
zik; uysal; mütevekkil; samimî. Kötii.
lıiğe iyilikle, kabalığa nezaketle m uka.
gsbele eder. Yalan, hile, desise nedir bil.
pim ez.
Bolun bu meziyetlerine rağınen, mev.
cut olınıyan bir tavşanı gördüğü için
: herkes ona meczup nazarile bakmakta.
: dır. Nihayet hemşiresi Veta, onu bir ti.
: m.ırhaneye götürür. Orada hastalığı
Kfteşhis edilin Kendisine yapılacak bir
enjeksiyondan sonra Elwood artık tav.
I l-Sanı görmlyecektir. Hasta enjeksiyon
Badasına alın ır. Herkes sevinç ve heye.
can içinde, birkaç dakika sonra normal
Bilir insan olarak çıkacak Elwood‘u bek.
pjemekte. Tam bu sırada taksi ücretini
E ste mek üzere İçeri giren şoför, senelerf.idenberi tımarhaneye getirdiği hastaların
enjeksiyondan sonra normal birer in.
■ p n olunca tamam lyle değiştiklerini, es.
1 W iyi huylarını kaybedip herkes gibi
f^egoist ve m enfaat düşkünü olduklarını
: âplatır. Bunun üzerine Veta, enjeksiyo.
| nu yaptırm aktan vaz geçer ve Elwood’u
[ Harvey’i ile haşhaşa bırakmay.ı tercih
v^der,
I Öyle zannediyorum ki, hu komedi in.
s#ııları güldürm ekten ziyade hicvetmek
için yazılm ıştır. Müellif, bizim normal
t' dediğimiz İnsanların hakikatte bir çok
kusurlarla malûl olduğunu göstermek
ittiyor. Bunu isbat için de, bütün beşeri
zaaflardan sıy rılarak hayal âlemine gö.
<5«n. fakat bizim meczup addettiğimiz
bir kimseyi adeta mihenk taşı gibi kul.
tanıyor.
« D ostum H arv e y » p ro v a e d iliy o r.
T a la t A rte m e l i l e İ. G alip A rc a n « S e m a rk a n d ’d-a B u A k şa m a p ro v a sın d a
Yeni Eserler
Tk D R A M ’d a: Ce so ir â S a m a rc a n d e = B u A k şam S e m e rk a n d ’da;
E ser: Ja c q u e s I)E V A L ; T e rcü m e: F ehm i B A L D A Ş; R ejisö r: İ. G a lip A R C A N ; D e k o rla r: T u rg u t A T A L A Y ; O y n a y a n la r: T a lâ t A rte m e l, 1. G alip
A rc a n ; N ecd et M. A y ra l, A b d u rra h m a n P a la y , E rc ü m e n t B. L â v , R efik
K em al A rd u m a n , Ş a k ir A rse v en , S a lâ h a d d in M oğol. A lta n H a n o ğlu.
S a m iy e H ü n , G ü l G ü ld ü n . N eelâ S e rte l, A le v Ö z?ü r.
★
K O M E D İ’de: D oktum M aw ey (B a k : B a sir F e y z io ğ lu 'n u n y azısı)
★
★
EM İN Ö N Ü K O L U : R en k li F e n e r (B a k : sa h ife 4).
K Ü Ç Ü K SA H N E: T reize â T a b le = Z iy a fe t; E ser: M a rc -G ilb s ıt
S A U V A JO N ; te rc ü m e : M e b ru re A L E V O K ; R ejisö r: M u h sin E R T U Ğ R U L ; D e k o rla r: Y A K U P ; O y n a y a n la r: Lâle. O ralo ğ lu , H ey e can B a şa ra n .
9
sinematek.tv
MUAMMER KARACA’yı biz
alışkanlıkla İzmir Fuarına gön­
dermiştik, halbuki sevimli ve de­
ğerli sanatkârımız bir Avrupa
seyahatinden dönegeldi. Gittiği
yerde vatanının taşını toprağını
aradığını söylıyen Karaca, geçen
senenin en başarılı eseri CİBALt
KARAKOLU ile perdesini - açtı.
Geçen yıl rafa koyduğu balenin
yanına bu sene orkestranın da
piyanodan gayri sazlarını gönde­
riverdi. Tertem,:z salonu müte­
madiyen keyifli ve memnun se­
yircilerle dolup dolup taşan Ka­
raca Tiyatrosu Ciball Karakolu’ndan sonra yine Refik KORDAĞ’m MİLLÎ İHTİKÂR ANO­
NİM ŞİRKETİ’ni sahneye koya­
caktır.
'm. ^
S E S ’ te
“ CAPRI
BALESİ,,
SES TİYATROSU Müzikli ko­
medi ananesini devam ettiriyor.
En gözde elemanı Tevhid Bilge­
nin kadrodan ayrılmasile açılan
büyük gediği göz alıcı beş İtal­
yan kızile kapamağa çalışıyor.
Vücudlerini cömertçe teşhirden
kaçınmayan CAPRI’liler dansla­
rında da oldukça kabiliyetli ve
muntazamdırlar. SES'te idhâl
malı «Capri Balesi» nin süslediği
ilk eser YUTMAZOĞLU’dur.
sinematek.tv
Aydan Aya :
Ya Bixe Neİ
Y azan: T e v ü k S A D Ü L U H
P erdeler açılır açılm az m ü n ekkitlerim iz de kalem lerini sivrilttiler.
Böylece sahne onlara, onlar da bana m evzu verdi. îşte size ik i te n k it yazısı
ki, birinde seyirciyi adetâ rahneye dom ates, çürük yu m u rta yağdırm ağa
te şv ik eden «Y avru Kartala in sair m ütercim i K ü çü k Sahnenin B abayı•
yit ini hırpalıyor... Daha doğrusu halt döğer gibi dğüyor; ö tekinde ise
Fransız k ü ltü r v e p irin in ezelî âşığı olarak tanılan diğer bir m ü n e kk id im iz
Y a vru K a rta l’ı hem en aynı düşüncelerle yeriyo r:
Siyavıışgil:
Rey
Bu .sene tiyatro mevsimini Küçük Sahne Babayiğiti İle açtı. Şu satarları yazarken piyes bitmiş, h tr
kes evine canını zor atmıştır- Tam üç saat Milli İr­
landa s“hne edebiyatının kurucusu olduğu iddia edi­
len bir Synge efendinin komedi mi, dram mı, piyes mi
ne olduğu belirsiz, Comedia d&ll'arte ile masal karışığı,
ucuz romantizm kırması, çocuk tiyatrosu ile orta oyunıı bozması, ne şahıslan insana, ne sözleri kelâma,
ne de vak’ası olağana benzeyen oyununu seyretmeğe
katlanan bizlerdik asıl babayiğit.
piyeste bulunmayan şeyler ise, binası iyi
çatılmış bir entrika, insana insan oldukları hissini
veren tipler, güzel kıvrak, yahut fikir ve his dolu bir
muhavere, çocukuyu aşan ve zoraki olmayan bir ak­
siyon, her hangi bir tez, hasılı oyunu sanat eseri ya­
pan her hangi bir unsur.
......Synge İrlanda Tiyatro edebiyatının kurucu­
su imiş: Bana ne?... Ben milletlerin edebiyat tarih­
leri hakkında bir fikir almak için değil, sahne zevk
ve heyecanımdan nasibimi almak için tiyatroya gidi­
yorum. Falan milletin dâhisi imiş diye benim mut­
laka dize gelip hayran çelebi gibi sevinç göz yaşlan
dökmem mi lâzım?»
L’aifçlon Edmond Ros tan’m en zayıf eseridir,..
Cyrano beşeridir, bu sebepten dolayı da kalbimizde
derin akisler uyandırır. Halbuki bu «Yavru Kartal»
nedir? âciz, hasta, dégénéré, efféminé bir mahlûk.
Onunla dört saat nasıl meşgul olabiliriz. Biz kartalı,
yani Napolyon’u biliriz. Damarlannda akan Habs-*
bourg’ların eskimiş, zayıflamış, iradeyi söndürmüş
kanı taşıyan oğlu bizi hiç bir surette alâkadar ede­
mez.,. Metternich kim? Flambeau neyi temsil edi­
yor?... Biz sahnede olup biteni pek anlamıyoruz, bu
sebepten dolayı da alâkadar olamıyoruz... Bu biçare,
âciz, hattâ miskin Yavru Kartal bizi lâkayd bırakıyor.
Bu zavallı hasta Fransız çocuğu nasıl olmuşta Avusturyaya gitmiş? Onu orada neden hapsediyorlar?
Etrafında neden bu kadar telâş ediliyor? Anlıyamıyoruz! Niçin anlıyahm?
Bu sualleri, seyirci kendi kend’tne soracaktır.
Menekşe, arı, Vendôme sütunu ve daha bir çok tel­
mihin nüansını anhyacaktır. Bütün bunları bir tara­
fa attığımız zaman ortada .ne kalacaktır?
E vet: Siyavü şğ il «Babayiğit» den sonra hiddet v e şiddetle «Bana
ne?» d iy o r v e sa n k i E krem R eşit de «Kazma ku y u y u , kazarlar kuyunu»
feh va sın ı ha tırla tm a k isterm işçesine, «Kime?n «ne?» «Niçin?» gibi «Bana
ne?» n in bir ta k ım m ü te ra d ifle n n i L-Aiglon m ütercim inin ‘karşısına sıralayıveriyo r. B ilm e m ama, sırça kö şkte oturanların taş şöyle dursun, dom a­
tes, çü rü k yu m u rta lâfını dahi p ek destursuz ağızar alm am aları lâzım gibi
geliyor bana.
11
sinematek.tv
amlet
sinematek.tv
Bir Cinsî sapık m ıdır?
Fransanın olduğu ,kadar dünya tiyatrosunun da en şöhretli ve gerçek­
ten eti değerli sanatkârlarından birisi olan Jean-Louis Barrault, Madeleine
Renaud ile birlikte vücuda getirmiş olduğu tiyatro topluluğunu nihayet
New York*a da götürmüştü* Birleşik Amerika tiyatro başkentinde biiyük
bit" ulaktı toplayan Ffdnmz heyetinin temsillerinden birisi de André Gide
tercümesinden oÿnundn Humlet'dı. İngiliz şiirinin olduğu kadar sahne ede•
iiyattıtın d d lıdrlktLİattndttıı biri olarak kabul. edilen Hamlet'm AngUj*
ISitks&tL âleminde bit Frdnsız (uraftnduıı, Fransızca konuşarak temsili m«*
htlkkak kl büÿük bif cesaret Ve nefsi iütndd gerektiren bir hâdise idL
Ivtiekihi BatfdÜİt’iltn HdmleCi Amerikalı seyircilere aylarca sürecek kohüjfind i)è Müntikdşd mevzuları yaratmaktan geri kalmadı. Bu temsil hdkkiiidd ytizdnlar arasında Birleşik Amerikanın $eyhül-müntikkidin’i sayılan
George Jedn Ndtlıan, gerçekten mühim bir anlayış, ve tefsir meselesini ele
aldı, Bartaült’nm HamleVi anlayışını tahlil ederek Danimar'calı Prensin
bif cinsi sapık sayılıp sayılamıyacağını tetkik eden bu yazıyı SENARYO
QkiiÿücUlüHntt sUnUyüiUh
' Herkesin pekala bildiği gibi Hamlet sayısız na­
zar iyelere yol açmış, bunların pek çoğunda tefsircilerin kendi sapıklıklarını gamlı DanimarkalIya
yakıştırmağı uygun buldukları görülmüştür. Cid­
den çeşitli faraziyelerin listesinde Skizojrenia
(şahsiyetin ikiye bölünmesi) dan akli değil de tamamiyle bedenî illetlere, din değiştirmeğe kudar
her türlü derd teşhisine rastlandığı gibi: «Ham­
leten deliliği üzerinde durmağa lüsum var itti?
Binlerce aktörün bu rolü oynıyabiimek için çır­
pınması bu deliliğin kati delili değil midir?» Diyen
İnce nüktedanlar dahi görülmüştür. Şimdi de
Jean-Louis B arrault bambaşka bir görüşle ortaya
çıkıp Coleridge’den (1) aktardığı fikirler genişle­
tiyor ve hemen herkesi çileden çıkaracak bir iddia
ile «Hamlet’in deliliği onun hadde varan sağ du­
yusuna bizlerin verdiğimiz isimden ibarettir!» di­
yor.
Barrauİt'ilin bu aktarma iddiası yanında ken­
dine hâs fikirleri de var. Onca Hamlet’in şehevi
bünyesi - kendi ifadesile - «Kadınlarla pek işi olanııyacâk derecede noksandır; nitekim babası da bu
bakımdan Hamlet’in eşidir ve babası ölür ölmez an<
neshim Hamlet’in amcası üe evlenmekte vakit
fevtettaeyişinin sebebi de budur .Barrault daha da
ileri giderek anne ile amcanın şehvani ihtirasları
nm Hamlet’i fazla siyle tiksindirdiğini ve kend si­
nin eşhevi faaliyete temayülü olsa b ’le bu aşırı tik­
sinme yüzünden bu temayülün de tamamlle orta­
dan kalkması lazım geleceğim iddia ediyor. B r
kere düşünüşünü bu yola saptırdıktan sonra Ham­
let’in bastırılmış şehvanî hislerini: «Ophelia’ya
karşı beslediği aşk derecesinde kuvvetli» bir dost­
lukla Hşratiğ’ya tevcih ettiğini ileri sürüor, bunun
peşinden de ıp^hcifp, ıpafycup, f t ş |a şösiinü geri
alırcasma: «Ama,» diyor «Bu iki aşkda şehvetten
eser yoktur!»
Bu nazariyeyi ister kabul, ister reddedebilirsi*
niz. Yalnız, bu iddialarda bir nebze mantık payı
olsa bile, bana öyle geliyor ki Barrault kendi görüşiyle Hamlet’in şahsiyetinde homoseksüel bir te ­
mayül sezdiğini açık açık ifadeden çekinmektedir..
Hamlet’in anasından tiksinişi ni, Horatio’ya sıkı sı­
kıya bağlanışını, Ophelia’yı kendinden uzaklaştırtşını, Rosencrantz ile Guildenstern’in öldürülmele­
ri karşısında maruz kaldığı şok’u birer birer sayıp
döktükten sonra Barrault bütün bunları sudan bir
şekilde tatlıya bağlamağa çalışmaktadır.
Sahnelerimizde - bu kasitle oynanmamış ol­
makla beraber - açık açık cinsî sapık görünen en
uz bir Ingiliz Hanıleti seyretmiş olmamıza karşı­
lık Barrault nazariyelerin n tamam ile tersine, ro­
lünü tepeden tırnağa erkekçe oynuyor, hattâ, o
kadar ileri gidiyor ki zaman balabanlaşmış bir adale kümesinden ibaret kalıyor.
Nazari görüşü başka, rolü oynayışı başka olsa
dahi, yine de Hamlet Fransız aktörünün gerçekten
geniş olan kariha ve kabiliyetlerini aşıyor ve neti­
cede Barrault, her saldırışiyle kendisinden biraz
daha uzaklaşan, serap misullu bir hedefe pala sal­
layan bir aktör olmaktan ileri gidemiyor. İnce mi­
zaha imkân veren sahneleri Fransız aktörü cidden
güzel çekip çeviriyor. Buna karşılık dramatik bir
yeniliğe ihtiyaç gösteren sahnelerde ise, tqjtdir ve
hayranlığa şayan bir sarahatle konuşma ve pandomim kabiliyetine Barrault, zaman zaman, Joseph
Schildkraut’ın - kendini pek beğenmediği ender
anlardaki - suratını hatırlatan beylik rol kesme
numaralarından fazla bir şey ilâve edemiyor...
(1) Coieridge: İngiliz Şaiıi
l1 oQ
sinematek.tv
M ü n eh h id lerin
T e n k id i
Postadan, günün birinde «Bir Tiyatro Am atörü» imzalı - daha doğrusu
imzasız - bir m ektup çıkageldi. Meçhul tiyatro meraklısı M ünekkitlerin
Tenkidi başlıklı bir de yazı iliştirdiği mektubunda, yazısı neşredildiği tak­
dirde, her ay m untazaman tenkitlerin tenkidini yapmağı vâded-iyordu.
T enkit edeniiı ten kit edilmeğe katlanması lâzım geldiği düşüncesi ve her
ay yazı gönderileceği vâdinin tutulacağı ümidile, sahibini tanımadığı­
m ız bu tenkidi kelimesine, virgülüne dokunmadan aynen sütunlarımıza
i/eçiriyoruz. Bu yazıdaki fikirlerin doğrudan doğruya «Tiyatro Amatörün
ne ait olduğunu kay de, bilm eyiz lüzum var mı?
Bu serte İstanbul tiyatro mevsimi
«Babayiğit» adı verilen İrlandacadan tercüme bir eser ile açıldı.
Neşriyat hayatına yeni atılan «Se­
naryonmuş da bir babayiğitlik ya­
parak «Tenkitlerin Tenkidi» sütu­
nunu açıyor. Hangi tenkitlerin?
Gazete sütunlarında bu nam altın­
da çıkc&ı yazıların demek istiyoruz.
Bu itibarla iddiamız ne onlardan
fazla ne de eksiktir.
İşte, «Babayiğit»ten başlıyoruz:
Küçük Sahnenin yine büyük id­
dialı temsillerinden birine şahit ol­
duk. İddia, münekkitlerimizi ikiye
böldü, daha doğrusu bir buçuğa
böldü amma, yaşayan mahlûkları
böyle taksim edemeyiz. Bir tarafın
muhakkak ölmesi icap eder, caun
için yarım tarafı da bir diye kabul
ediyoruz- Amma hangi taraf oldu­
ğunu tasrih etmiyeceğiz, çünkü
okuyucularımızın
zekâlarından,
Küçük Sahne’de kendi seyircileri­
min nezaketlerinden olduğu gibi,
şüphe etmiyoruz.
«Babayiğit»in tercüme ve temsi­
lini hemen bütün müııdtkidler be­
ğenmemekte ittifak ediyorlar. Tunç
Yalman ile Haşan Ali Ediz’i istis­
na ediyoruz. Zevkler ve renkler mü­
nakaşa edilmez. Ekseriyetin beğen­
memesi de birşey ifade etmez. Yal­
nız, üzerinde durulması lâzım ge­
len nokta, bir münekkit için ese­
rin aslı ile tercümesini ayırt ede­
bilmesidir. Meselâ «L’Aiglon»un
tercümesi çok güzeldir. Temsilin
muvaffak olmadığı hususunda ise,
«Babayiğit»i beğenenler dahil, bü­
tün münekkitler beraber. Bunun
sebebi tercümede hiç olmazsa müel­
life ihanet edilmemiş olması. O hal­
de, Tunç Yalman ile Haşan Âli Ediz
nasıl olur da «Babayiğit»ten hoşla­
nabilirler? Shakespeare in dediği
gibi: «That is the question.» Fakat
biz açıklıyalım: Şynge’nin eseri ile
«Babayiğit»! birbirine karıştırdıkla­
rı için. Yalnız bu kadar mı? Synge
hakkında kütüphanelerini de fazla
14
karıştırmışlar. Bizde maalesef bu
âdet olmuştur. Bir eser sahneye ko­
fuldu mu, nasıl konuldu? nasıl oy­
nandı? müellifin tasavvuru, düşün­
cesi, arzusu yerine getirildi mi? di­
ye araştıracak yerde, bir çoğumuz,
eserin hangi tarihte, kimin tarafın­
dan, hangi dilde, hangi sahnelerde
oynandığı hakkında bir sürü ma­
lûmat verir, ukalalık ederiz. Vaktile Selami İzzet te tiyatro tenkitleri
yazardı. Daha ziyade tercüme eder­
di- O zamanlar sahnemizde en çok
Fransız vodvilleri oynanırdı ve bun­
lar «L’Illustration» tarafından neş­
redilen piyeslerdeki tercüme edilirdi.
Kitapların kapaklarında, iç taraf­
larında, eser hakfkinda muhtelif
Fransız gazetelerinde çıkan tenkit­
lerden parçalar konulurdu. İşte Se­
lami izzet, bizim sahnede oynanan
eserlerin bu tenkitlerinden özetler
çıkarırdı. Bu hastalığımızın «L’Aiglon» münasebetile de devam ettiği­
ni ve hattâ şiddetlendiğini görüyo­
ruz. Zira, şimdi, İngilizce, Ameri­
kanca tercümeler başladı.
•
Şehir Tiyatrosunun Komedi Sah­
nesinde oynanan «Onu çok Sevi­
yordum »u sevenler ve sevmiyenler
oldu. Ekrem Reşit bayılmış, Fikret
Âdil beğenmiş, Sabıi Esad Siyavuşgil beğenmiyor. Üçünün de hakkı
var. Bu Nasrettin Hoca hükmüne
hayret etmeyiniz. Ekrem Reşit Siyavuşgil beğenmedi diye, Sabri
Esad da Rey’in hoşuna gitti diye be­
ğenmemiştir. Vakıa ikisi de ayrı
ayrı seyrettiler amma, insiyaki ola­
rak böyle hareket etmişlerdir, diye­
ceğim. Nasıl etmesinler ki, Ekrem
Reşit Siyavuşgil’e «Neden kalkdm
da L'Aiglon’u tercüme ettin, ne lü­
zum vardı?» diyor. Sabri Esat:
«Aman üstadım, Cyrano’yu tercüme
ettiğim zaman: «Aferin, şimdi artık
sıra L’Aiglon'da diyen sen değilmidin? » suali ile Rey’i haptediyor. Bu
sebepten arada görüş farkı var. Fa­
kat mes’eleyi, ara sıra tiyatro işle­
rine sevimli burnunu sokan Doğan
Nadi, Sabri E&ad'a: «Ekrem Reşit
mahsus, seni aldatmak için L'Aig­
lon’u tercüme et demiştir» deyive­
rip kökünden halletti. Ya Fikret
Âdil? cnun beğenmesine sebep, ılîr
temsil gecesi, her halde rolünü he­
nüz ezberlemediği için Vasfi Rıza’nın ölçülü oynamağa karar vermiş
bulunduğunu zannetmesindendir.
Bu zannında yanıldığını, temsili son
günlerde görmüş olan Adnan Benk
ortaya koyuyor: zavallı komedi fars
haline getirilmişmiş. Fikret Âdile
ayrıca kızmamak ta kabil değil.
Kalkmış, Jean Guitton’un eserini
tercüme etmek için müsaade alın-*
mış mı? Yahut kendisine telif hakkı
ödenmiş mi? diye sorup duruyor.
Sanki telif haklarını koruyacak on­
dan başka kimse kalmamış ve Dram
da L’Aiglon’dan sonra oynayacak
«Bu Akşam Semerkand’da», Komedi’de «Onu çok Seviyordum »un ye­
rini alacak «Dostum Harvey» ve
Küçük Sahne’de temsiline başlana­
cak «Ziyafet» için Jacques Dsval,
Mary Chase ve M-G. Sauvajon’un
muvafakatları alınmış gibi.
Gündelik gazetelerin bir kaçında
film tenkitleri yapılmağa başlanmış
olmasını memnuiyetle görüyoruz.
Yalnız, tenkitlerin
bir kısmının,
yerli filmlerimize yâbancı eserler­
den aşırılıp eklenen parçalar gibi,
tercüme koktuğuna da dikkat ettikMeselâ: «Filmde gizli bir ihtişam,
buruk bir melankoli, gurup halin­
de bir güzellik elele vermişler. Re­
jisör bunları bir tâkibin sür’ati ve
inadı içine sığdırmış» tarzında cüm­
leler var. Gerek tarz, gerek üslup
acaba yazının altında imzasını gör­
düğümüz münekkidin mi? Öyle ise,
her halde evvelâ yabancı bir dilde
yazıyor, sonra da tercüme ediyor­
dur. Yahut, zahmet olmasın diye
doğrudan doğruya bir yerden alıveriyor. Demek, Sinema tenkidinde de
Selâmi İzzet «ekol» yapmış.
sinematek.tv
Yurdun Her Tarafında Tiyatro...
Ya2«n î
Bir milletin kültürel kalkınmasında okuma yazma
kadar tiyatronun da büyük b ir rolü olduğunda hiç
şüphesiz hepimiz müttefik olmakla beraber, buna ma­
alesef lâzımgelen ehemmiyeti vermediğimizi de itiraf
etmek zorundayız.
Bugün medenî dünyanın yalnız belli bayii şehir­
lerinde değil, hattâ en küçük kasabalarında bile bir iki
tiyatro mevcut iken Türkiyemizde bunu ancak iki üç
büyük şehrimizde, hattâ yalnız Ankara ile Istanbulda,
görebilmek cidden üzücü b ir haldir.
Tiyatro derken kasdimizin binalar değil de canlı
elemanlar olduğu âşikârdır. istediğimiz kadar büyük
ve zengin tiyatro binaları inşa edelim, bunları yaşata­
cak elemanlar, artist, muharrir ve seyirci, mevcut ol­
madıkça bunlar hiç bir kıymet ifade etmez. Bir mil­
letin kültür seviyesinin yükselmesinde bunların fazla
oluşunun çok büyük bir rolü olduğu muhakkaktır.
İşte ancak o zaman her vilâyetimizin ve hattâ kasaba­
mızın kendi çapında küçük bir sahnesi ve faal bir ti«
yatro kadrosu olur. Şu halde ana dâva eleman yetiş­
tirmek ve seyirci bulmaktadır. Bu, öyle zannedildi­
ği kadar kolay bir dâva değildir.
Vaktiyle spor yapmağa çalışanlara, evlerimizde:
«bu çocuğun bil’ şey olacağı yok. Gözü canbazlıkta!»
derlerdi. Hamdolsun bugün bu zihniyet ortadan kalk­
mış bulunuyor. F ak at buna mukabil sahneye çıkmağa
heves eden gençlere bugün dahi iyi bir gözle bakıl­
madığına kimsenin şüphesi olmaısm. Nitekim, okul
müsamerelerinde, büyük şehirlerimizde demiyeceğim
ama birçok vilâyetlerimizde sahneye çıkaracak talebe
bulamayız. Veliler, bin türlü bahane icad ederek, bu­
na mimi olurlar. Bu neden böyledir, bilir misiniz?
Onlara tiyatronun kudsiyetini anlatamamış ve tiyat­
ro hakkında bir fikir verip bir sevgi aşılamamış ol­
mamızdandır. Bunun içinde ana ve babaların çok
haklı olduklarını kabul etmeliyiz. Onların bugüne
kadar tiyatro diyebildikleri şey,
zaman zaman
turneye çıkan ve uğradıkları yerlerde eğer var­
sa kapalı bir sahnede, yoksa kurdukları portatif
çadırlarda kantolar söyleyen, göbek atan, canbazlık yapan ve nihayet tuluat nev’inden sözde bir
dram veya komedi temsil ediveren uydurma trup­
lardan ibadettir.
Tiyatro için lüzumlu elemanlar yetiştirmek daha
mektep sıralannda iken aşılanan sevgi ile başlıyacağını kabul ettiğimize göre bu gayeye yönelmek
halkımıza tiyatro sevgisini aşılamak gerekir. Se­
yircisi olmıyan bir tiyatrodan ileri hamleler beklemek
abestir. Pek tabii olarak da böyle b ir mesleğin heveskârı çok olmaz. Şu halde yapılacak iş, halkımızı tiyat­
roya bağlamak ve onu sevdirmekle kabil olacaktır.
Bu emelin tahakkuk edebilmesi için de büyük şehir*
Ierim izdeki belli başlı tiyatrolarımızı, hiç bir maddî
Mahmut  B A Ç
menfaat gözetmeden ve hattâ zararına bile olsa, bağlı
bulundukları teşekküllerin yalnız büyük şehirlerde de.
¿il fakat küçük şehirlere de göndermeleri, oralarda
muayyen bir repertuvarla temsiller verdirmek suretile
tiyatronun, ne demek olduğunu halkımıza anlatma*
lan lâzımdır. Bu arada ve duhuliye fiyatlarının da
ucuz olması halkın bu gibi temsillere rağbetini a rt­
tıran sebepler mcyanındadır. Bu itibarla bu gayeye
hizmet edenleri, daha doğrusu halkı. Ödemek mecbu­
riyetinde oldukları bazı temaşa ve belediye vergile*
rinden muaf tutmak icabeder.
Diğer taraftan üzerinde ehemmiyetle durulması
icabeden bir mesele de amatör topluluklar meydana
getirmektir. Bugün birçok vilâyetlerimizde, eskiden
Halkevi olarak yapılan ve halen başka ihtiyaçlara tah­
sis edilmiş bulunan binaların sahne ve salonları ancak
sinema salonu olarak kullanılmaktadır. Halbuki bun­
lardan amatör toplulukların pekâlâ istifadesi sağlana­
bilir. Yalnız, bu gibi toplulukların kurulmasını teşvik
ve kurulduktan sonra da himayeleri gerekil*. Bu da
lıiç şüphe yok ki mahalli idarelere düşen bir iştir.
Bugün Italyada üniversite talebelerinden müte­
şekkil amatör truplar tatil zamanlarında devletten ve
belediyelerden her türlü yardım ve kolaylığı görmek
suretiyle ve muayyen bir repertuvarla kasaba kasaba,
hattâ köy köy dolaşarak kapalı veya açık hava sah­
nelerinde temsiller, vermektedirler. Böyle bir şeyin
kontrollü bir tarzda bizde de tatbik edilememesi için
ortada hiç bir sebep görmemekteyiz.
Şimdi ortaya ikinci bir mesele çıkmaktadır ki bu
da birincisi kadar ve hattâ ondan da daha mühimdir:
Temsiller için lüzumlu olan materyalin temini. Tabii
bunun başında da, halkımızın millî hislerini okşaya­
cak, ona millî bir terbiye verecek, kökleşmiş âdet ve
an'anelerimizi canlı bir şekilde yaşatacak, cemiyetin
iyi ve kötü taraflarını gösterecek, sosyal dâvalarımızı
ele alacak bir repertuvarm hazırlanması işi gelir.
Kalemiyle geçinmek mecburiyetinde olan yazarlavımızın vaziyetleri meydanda olduğuna göre onlar­
dan bu kadar büyük ve neticesi evvelden kestirilemiyecek bir fedakârlık beklemek mânasızlık olur. Bunun
için bu işi de bazı büyük şehirlerimizin belediyeleri;,
kültür müesseseleri, ve nihayet Maarif Vekâleti üze­
rine almalı, muayyen mevzular vermek suretiyle ikramiyeli piyes müsabakaları tertip etmelidir. Ancak
bü suretledir ki bu sahadaki çalışmalar hem teşvik
edilmiş hem de milli repertuvanmız zenginleştiril­
miş olur.
Mektepler, müzeler ve diğer kültür müesseseleri
gibi tiyatronun, bir milletin kültürel kalkınmasında,
en önemli rolü oynıyacağını düşünerek, memleketimi­
zin her tarafında sistemli bir şekilde geliştirilmesini
beklemek ve temenni etmek elbette hakkımızdır.
15
*
sinematek.tv
A y ın Görülnıiye
D eğer Filmler
i f PABİSTE BİR AMERİKAl
Hollywood‘da son senelerde çevri I
ien müzikli filmlerin en orijini I
lerinden biridir, Sinema âlemin I
üstün bir başarı belgesi sayılan 1 1
demi Mükâfatını kazanan bu reni I
film sadece Gene Kelly’ye ^ I
kazandırmakla kalmıyor, N in I
F o c h gibi, Oscar Levan t gibi |
ruJık simalar yanında beyaz pej
deye Leslie Caron gibi, Geoıgj
Guetary gibi yep yeui şahsiyeti
de getiriyor. Müsik ise, Aırerıkı
nın en muvaffak bestekârı oiaöj
tanılan müteveffa George üerd
win’in. Esasen film ismini <|
Gershwin’in bir eserinden almakt
(M.G.M.-Fitaş).
sinematek.tv
it
MAREŞAL ROMMEL;
Başta James Mason olmak üzere
Cedric Hardwick, Henry Hathar
way, Luther Adler gibi beyaz per­
denin gerçek kurtlarını bir araya
toplıyan bu harp filminde New I
York sahnesinin en değerli sa n a t­
kârlarından Jessica Tandy de m a­
dam Rommel
rolünü oynıyor.
Harp sahneleri cidden mükemmel
olan «Mareşal Rommel »in bir h u ­
susiyeti eserin muharriri Desmond
Young’un kendini temsil etmesi,
Diğer bir hususiyeti de Luther Adler’in unutulmaz Hitler’idir.
(20 th. Century-Fox-Fitaş)
it
KALDIRIM ÇİÇEĞİ : F>
sarf ederek
itinalı bir şekilde hazırlamış oldu­
ğu b u yerli filmimizde, Baha Gelenbevi’nin rejisörlüğü altında sah­
nemizin en değerli sanatkârların­
dan Heyecan Başaran, Cüneyt
Göker, Nuri Altmok, Mücap Ofluoğlu bir araya gelmekte. Ayrıca,
Fitne Fücur’un da işaret ettiği gibi
Turgudun kamera ustalığı, saye­
sinde, beyaz perdede ilk defa olarak Heyecan adesenin gadrına
uğramadan pırıl pırıl parıldamak­
tadır.
baysal
t3ş’m büyük emekler
WM
sinematek.tv
Corinne Calve* DİJNYA CÉNNETÍ’nde
sinematek.tv
ŞA N “A N D ” S in e m a s ı
N ih a y e t A ç ıld ı
ŞAN (AND) Sinem asının
açılışında: Tevfik Sadullah Turgut Demirağ’la görüşüyor (solda) — FUm başlamazdan
evvel Holde (sağda)
Uzun yıllar Amerikada kalarak sinemacılık tahsili yapdıktan sonra yurdumuza dönmüş olan Turgut
Demirağ AND-FLİM şirketini kurarak öğrendikleri.
nin meyvalarmı vermeğe başlamıştı. Türkiyede ilk
defa W alt Disney’vari, renkli karikatür filmin çevrilmesine de önayak olan genç müteşebbis, büyük
1 masraflara girişerek İstanbullunuza gerçekten lâyık
I olduğu sinemayı kazandırmak yoluna atılmış, «TürI kiyenin en büyük sineması» na yer bulabilmek için
■ hemen her tarafa baş vurduktan sonra, «Ayak alı1 :şıklığı» m da itibara almadan büyük bir cesaretle
■Taksim Belediye Gazinosu karşılarında* sinemasını
■ inş£(ya başlamak imkânım bulabilmişti.
Bundan sonra, Turgudu genç görenler, toy sa■ nanlar baba sinek üşüşür gibi onun etrafım sardılar,
K onun hayırlı teşebbüsünden kendilerine hisse çıkara§ bileceklerini umdular. Boşa çıkan bu yersiz ümitler,
■ amansız bir baltalama mücadelesi halini aldı. Koca
■ sinema, bir buçuk seneye yakın bir zaman, kapılarını
I açıp 22 metre genişliğinde, 16 metre derinliğindeki
I muazzam sahnesini, artistler için hazırlanan münferit,
I duşlu odalarım 500 cü fetih yılı kutlaması münasebeI tiyle Devlet Tiyatrosu temsillerine hasredebilecek
I durumda iken atıl bırakıldı. Kalorifer yerine kışın
I ısıtan, yazın serinleten «Climatization» tertibi sayeI sinde yazları dahi sinemaya gitmekten hoşlanan meI raklılar, terlemeden, serin serin filmi seyretmek
I zevkinden iki yaz mahrum edildiler. Fakat, sermaly esin i bir buçuk sene işlemiyen bir yatırıma bağlaI mak bahasına, inandığı dâvasından vazgeçmeyen T urI gut Demirağ, rahmetli babasının isimlerinin ilk harfI lerinden vücude getirdiği AND admdan, kanunî forI maliteye uymak mecburiyetiyle şimdilik vazgeçerek
I nihayet salonunu İstanbulluların takdirine arzedeI bildi.
5 Ekim 1953 geçesi, şehrin seçkin sinema sever.
I
I
İ
I
I
leri memleketin yegâne balkonsuz sinemasında, yel­
paze şeklinde bir salonda sağa sola kıpırdanmaya,
boyun] armı uzatıp kasmaya ihtiyaç hissetmeden, be­
yaz perdeyi her taraftan ayni rahatlıkla görebilerek
nefis bir sanat eserini' seyretmenin zevkini tattılar.
Geçen sayımızda da bildirdiğimiz gibi AND - pardon
ŞAN _ sinemasında açılış filmi olarak, İngiliz sinemacıliğinin renkli bir şah eseri olan HOFFMAN’ın
SİHİRLİ MASALLARI gösterildi. Pek alışmadığımız
tarzda bir eser olan MASALLAR, bilhassa Opera ve
Baleden hoşlanan seyircileri hayran bırakU. Birrenkdans - müzik - ses senfonisi ruhumuzun pasını sü­
pürdü.
ŞAN—(AND) sineması film oynarken bir zindan
karanlığına gömülmüyor, tıpkı Amerikada olduğu gibi,
muhteşem, kadifeden perde yavaş yavaş kalkarken,
salonda ağır ağır, y a n loş, gözü okşayan mai bir ışığa
bürünüyordu. Antraktta, zarif bir pastahaneye benziyen büfe iştihayı tahrik ediyor, diğer taraftan mak­
yaj tazelemek bahanesiyle «Powder Roomulara giden
hanımlar — mihaniki hareketlerle burunlarını podra
ile pomponlarken pek rahat bir yer bulup kendilerini
dedi koduya kaptırmış olmalılar k i — kolay kolay ge.
ri dönmiyorlardı.
Kısacası büyük ve muvaffakiyetli bir açılıştan
sonra, hemen bir kaç gün içinde İstanbulluların aya­
ğı ŞAN (AND) yoluna alışıverdi. Daha şimdiden
mevzuunu hakikî bir vakadan alan, Amerikada re­
korlar kıran THE WELL (Kuyudaki Esrar) filmi ile
Üçüncü Adam rejisörü, Carol Reed’in
yarattığı
ADALAR SÜRGÜNÜ merakla bekleniyor. Hele Adalar Sürgünü’nde Kerime’nin «beyaz perdede görü­
len en uzun ve en ateşli öpüş sahneşi» bir çok sine­
ma meraklısının muheyyelesini tahrik ediyor.
ŞAN—(AND) Turgut’a mutlu, uğurlu, İstanbul,
lulara da kutlu olsun.
19
sinematek.tv
Londra
■Jr Edinburgh Festivalini ta­
kip eden sakin haftalardan sonra
mevsimin ilk m uvaffak eseri
Carrington, V.C. olm uştur. Piyes,
karısının mütemadi kaprisleri
yüzünden divanı harbe sürükle­
nen vazifesine ve mesleğine âşık,
gerçekten değerli bir binbaşının
iç dram ını müessir bir şekilde iş­
lemektedir.
£ Marcelle - M aurette’in Fran­
sızca eserinden Gary Bolton
tarafından adapte edilen Anastasiay evvelâ televizyonda yayın­
lanmış, büyük b'.r muvaffakiyet
kazandıktan sonra Sir Laurence
Olivier tarafından St. Jam es Ti­
yatrosu için satın alınmıştı. Anastasia sahnede de aynı muvaf­
fakiyeti elde etm iştir. İki harp arası devredeki Berl'ini m ahal olarak alan piyes Qarm kızı
Prenses Anastasia’nın Ç ar ve ai­
lesi öldürüldüğü zaman ölümden
S kurtulabilm iş olduğu efsanesine
| istinat etm ektedir. Üç beyaz rus
,, Çar ailesinin yurd dışındaki
% servetini ele geçirebilmek için
£ B erlin sokaklarından topladıkla­
rı fakir bir kızkızcağızı Prenses
Anastasia diye satmağa çalış­
m aktadır. Sonunda, fakir kızca­
ğız Ana Çariçeyi, ve hem en bü­
tün m ülteci ru s asilzadelerini
kendisinin Prenses Anastasia ol­
duğuna inandırabildiği için, bir­
çok tesadüfler de bu inancı des­
tekleyici m ahiyette olduğundan,
kendisi de gerçekten Prenses Anastasia olup olmadığını meraka
başlar. M uharrir bu düğümü çözmemekte, hükm ü seyircilere bı­
rakm aktadır.
h T. S. Eliot’nun Edinburgh
Festivali yolile Londraya ulaşan
Confidenital Clerk (Sırdaş me­
mur* yahut hususi kâtip) i çeşitli
m ünakaşalara sebebiyet verm ek­
te, «Katedralde Cinayet», «Kok­
teyl Parti», şairinin bu eserile ne
demek istediği çeşitli tefsirlere
yol açm aktadır. «M uharrir ne de­
mek istiyor?» muammasını ken­
dilerine derd edinm iyenler, daha
doğrusu m uharririn illâ da mü­
him b ir şeyler söylemesi, büyük
cevherler yum urtlam ası şart ol­
duğu kanaatini beslem iyenler ise,
gayrim eşru da olsalar birbirlerile yine de kardeş olm aları muh­
tem el olan iki genç âşığın kördüğümlü m acerasını «Güzel Tiyat­
ro» olarak kabul edip zevkle
seyrediyorlar. (Resim solda üst­
te)
sinematek.tv
i f Ay başların a doğru A nn
Todd’un Foreign Field (Y aban­
cı T oprak) piyesi ‘ile L ondraya
ulaşması beklenm ektedir. «Foreigne Field» 31 A ğustostan beri
Başkent dışında «denenm ekte»
dir. H arp te «kayıp» 1ar listesine
yazılan kocasının ölm üş olduğu­
na on iki sene boyunca inanm a­
m akta ısrar eden b ir k ad ının gü­
nün birinde F ran say a, yabancı
toprağa gitm ek zorunda kalm asile h ayatının yepyeni b ir istik a­
mete yönelm esini h ik ây e eden eserde, değerli sahne ve p e rd e sa­
natk ârın ın b ü y ü k b ir m uvafakiyet kazanacağına şim diden
m uhakkak göziyle bakılm aktatadır.
A m erikada yerleşm iş olan
ünlü A lm an m üellifi C ari Zuckmayer’in T he D evil’s General*i
| Londrada b ü y ü k b ir m erak la
; beklenen eserlerin başında gel| m ektedir.
Paris
^
Son h a fta la r ın en m ühim
i hâdisesi hiç şüphesiz Jean-L ouis
B arrault-M adeleine R enaud tru ; punun tem sil ettiği Christophe
Colomb piyesi olm uştur. Claudel’in şiir do lu eseri P a ris tiyat! roseverlerin'i tesh ir e tm iştir.
i f A nnie D ucaux, JSmmanuel
I Robles’in L a V érité est M orte
‘ (H akikat Ö lm üştür) u n u n , Comedie F rançaise’deki tem silinde,
«Manuela» ro lü n ü oynam ası kai rarlaştırılm ıştır. D eğerli san at­
kâra Je a n M archat ile M aurice
; Escande re fa k a t edecek. Eserin
dekorlarım da d ünyanın sayılı
I dekoratörlerinden W akhew itch
r hazırlam aktadır.
(R esim solda
[ altta)
i f J e a n A nouilh’in A lo u e tte ’i
İ (Tarla K uşu) B e rn a rd Shaw ’| in Joan o f A rc ’m ı h atırlatm ak la
İ beraber, daha ilk tem silinden iti: baren gerek seyircilerin gerekse
■m ünekkitlerin oybirliğiyle bir
şaheser olarak k a b u l edilm iştir.
I Vahşi Kız ve E urydice m üellifi­
nin Je a n n e d ’A rc’ını Suzanne
i Flon canlandırıyor,
i t İsta n b u llu la rın geçen m evI sim yak ın d an tan ıd ığ ı eski îstan -
b u llu Michel Vitold T hierry
M aulnier’nín La Maison de la
N u it (Gece Konağı) büyük bir
m uvaffakiyet kazanm ak yolun­
dadır. H udut boyunda m ültecile­
rin uğrağı b ir gece konağında
dem ir perde gerisindekilerle batılıları çarpıştıran piyes yılların
en kuvvetli eserlerinden biri olarak kabul edilm ektedir
i t P aris sahnelerinin uzun öm ü rlü pryesleri de, halâ ih tiy a r­
lam adan adeta ebediyete doğru
ilerliyor. J ’y suis.. J ’y reste 1000
inci yi kutlayacak, Lorsque L ’en­
fa n t pra it üçüncü yılında, Zoé,
L ’heure éblouissante, Ciel de L it,
L ’ile des chèvres (K eçiler A da­
sı), Crim e Parfait (C inayet V ar)
ikinci y ıllarım id ra k etmiş, halâ
dolu salonda oynanan eserler.
B unlara k arşılık yeni mevsim,
daha şim diden üç k u rban verdi:
L es Noces de deuil, Flamineo
(M atem Z ifafı) ve Les Invités
d u B o n Dieu (T anrının D avetli­
leri)
New-York
i f İk i yeni piyes, mevsimin
daha başlangıcında olunm asına
rağm en, senenin b üyük m ükâ­
fatları için nam zet gösteriliyor.
B ir zenci çocuğun iç d ram ını iş­
leyen Take a G iant S tep (Bir dev
âdım ı at!) b u iki piyesten m u­
h ak k ak ki daha az değerlisi. B u­
n a k arşılık R obert A nderson’un
Tea and sym p a th y (Çay ve Sem ­
p ati), b>ir öğretm eni ile çırıl çıp­
lak denize girdiği için, bütün
saflığına rağm en arkadalşarı n a ­
zarın d a cinsî sapık sayılan ve
«bir yalanı k ırk defa te k ra r eder­
sen h ak ik at olur» fehvasınca, ya­
vaş y av aş kendin d en şüphe e t­
meğe başlayan henüz rü şd e v a r­
mam ış b ir gencin ru h î m ücade­
lesini gerçekten orijinal ve sa­
n a tk â r b :r kalem le canlandırıyor.
D eborah K e rr saf genci içini k e ­
m iren şüphe k u rta ra n kadın
rolünde harik u lâd e m uvaffak
oluyor. A ynı ismi taşım am ak­
la b eraber İngiliz sanatkâriyle hiç b ir akrabalığı olmıbü y ü k b ir istikbal vadeden bir
b aşarı ile yaşatıyor.
İ t GARİP BİR TESADÜFLE İstanbul tiyatrolarında bu ay iç'nde
oynanacağı ilân edilen eserler Pariste yeniden sahneye konulmaktadır.
Jacques Deval’in Dram kısmında oynanacak olan «Bu Akşam Semerkandde» si tıpkı ikinci revizyon film gösteren sinemalar gibi geçmişin
muvaffakiyet kazanmış eserlerini yeniden ve ucuz fiatla arze-tmek maksadiyle teşkilâtlandırılan Apollo tiyatrosunda oynanacak. Küçük Sahne’nin ikinci eseri M. G. Sauvajon'ufl «Ziyafet» i (Treize à Table) ise
ilk temsilindeki kadro ve mizansen ile Capucines tiyatrosunda yediden
oynanmağa başlamıştır.
Uünya
Tiyatrolarında
TÜRKİYE:
Devlet Tiyatrom
Derin Mai deniz;
Şem sîydi Adam
İstanbul Dram — Yavru Kartal'ı Bu
akşam Semerkandde takip edecek
İstanbul Komedi — Onu f o k Seviyor,
dum’u Dostum Harvey takip edecek
Eminönü — Renkli Fener
Ktiçük Sahne — Babayigrif’î Ziyafet
takip edecek.
M uammer K araca — Ciball Karakolu
Ses — Yutmazoğlu
LONDRA:
Aldwych — The Seven Year Itch
Apollo — Seagulls Over Sorrento
Cambridge — A ffairs of State
G arrick
As Long as They're Hap.
py
Globe —- The P rivate Life of Helen
H aym arket — Aren’t We AU?
Lyric — The Confidential Clerk (T.
S. Eliot)
St. Jam es — Anastasia
Savoy — The Devil’s G eneral (ZUckm ayer)
W estminster — Carrington, V. C.
W hitehall — R eluctant Heroes (4 sene)
W yndham's — The Living Room (G.
Greene)
PARIS:
Ambassadeurs — Crime P arfait (Ci»
nay et Var)
Antoine — L’H eure Eblouissante
Ambigu — J ’y suis, J ’yreste (1000 in_
incl)
Bouffes Parisiens — Trésor
Capucines — Treize â Table (Z iyafet)
de Rochef — L’hom m e au Parapluie
(Şemslyeli adam )
C. W agram — Zoê
H ebertot(J|i La Maison de la N uit
Madeleine — H élène ou la Joie de
vivre
Michodiêre — Le ciel de Lit
M ontparnasse — L’A louette (Anoui
Ih)
Noctambules — L’Ue des Chevres
(Keçiler Adası)
Nouveautés — Lorsque l’Enfant P a ­
rait
S. B ernhardt — Tovariteh
NEW YORK:
Cort — The F ifth Season
Fulton — The Seven Year Itch
Lyceum
T ake a G iant Step
Morosco — My Three Angels
Music Box — Picnic
Playw rights’ — Tea and Sym pathy
Plym outh — Dial «M» fo r M urder
(Cinayet Var)
sinematek.tv
DÜNYADA SİNEMA
LE S ORGUEILLEUX Rejisör
Y ves Allégret’nin idaresi altında
Fransanm en sevilen jönpromiyesi Gérard Philipe ile Michèle
Morgan’ı bir araya getirm ekte­
dir. Jean-Paul Sartr&in «T ifüs»
isimli eserinden perdeye nakle­
dilen film in büyük bir kısm ı
Meksikada çekilmiştir. Yıkıcı ağır ve zorlu şartlar altında bir
kadının aşk hikâyesini anlatan
Les Orgueïlleux’yi Fransızlar id­
dialı bir sanat eseri olarak sun­
maktadırlar.
unifrance. film
M A Y E R L ÎN G ’irı unutulm az çif­
ti Charles Boyer ile Danielle
i Darrieux «Madame de...» film in ­
de tekrar bir araya geldiler
Louise de Vilm orin'in aynı isim ­
deki romanından Marcel A chard'ın (Arpa A n b a n ) perdeye
naklettiği bu film de tıpkı «Bir
Frak’m H ikâyesi» nde olduğu
gibi - bu defa - bir gerdanlık
m u htelif vaka ve şahıslan birbi­
rine bağlamaktadır M ax Ophuls’u n idaresi altında hazırlanan
film d e İtalyanın en şöhretli reji­
sörlerinden Vittorio de Sica da
rol almaktadır.
unifrance. film
sinematek.tv
HAREKETLERİ
R A Y M IL L A N D Londra’da bü­
y ü k bir m uvaffakiyetle oynadık­
tan sonra halen Paris ve New
Y o rk’da tem sil edilm ekte olan
«Dial AT for Murder» (K üçük
Sahnenin «Cinayet -Var» ı) de
çeşitli tertiplerle karısını öldür­
meğe çalışan, bunda m uva ffa k olamaymca kendi tertiplediği ci
nayeti karısının üstüne yıkarak
onu idama sevketm ek yoluna gi­
den koca r olü için seçilmiştir..
Film heyecan üstadı A lfred
Hitchcock’u n rejisörlüğü altında
Warner Bros, stüdyolarında çekilm m ektedir.
İngilterenin en m u ­
vaffakiyetli rejisör­
lerinden «Üçüncü ArIam» in
yaratıcısı
Carol Reed tekrar
Avrupaya
geçerek
«The Man B etw een»
(Aracı Adam ) film i­
ni çekmeğe başlamış­
tır. B u defa Berlinde
geçen vakada, James
Mason Doğudan B a­
tıya adam kaçırmağı
iş edinmiş bir aımkat rolündedir.
sinematek.tv
S in e m a
S a n ’a t
O lu n ca
JULİUS
CAESAR
Geçmişte, Hollyvvood’un Shakespeare’i beyaz perdeye naklede­
bilmek yolundaki gayretleri, Bir
Yaz Gecesi Rüyası’nda, Romeo ile
Juliet’de olduğu gibi , ihtişamlı
prodoksiyonlar, şöhretli yıldızlarla
göz boyamağa çalışmaktan ileri
gidememiş, ve dev Shakespeare te­
ferruat arasında kayboluvermişti.
Bu defa Julius Cacsar’m ve M.G.
M.’in prodöktörü John Houseman
«Sezarm Hakkını Sezara Vermek»
kararile işe başlamış ve her şeyden
evvel Shakespeare’in şiirini du­
yarak vasat bir sinema seyircisi­
nin en ufak bir gayret sarfetmeden
anlıyabileceği şekilde duyurabilecek olan aktörleri seçmek yoluna
gitmiştir. Gerçekten, memleketi­
nin menfaatlerine zararlı olacak
derecede büyük bir nüfuz ve kud­
ret iktisap etmekte olan Caesar’ın,
¿falannda en yakınlan da bulunan
siyasiler tarafından bıçaklanarak
öldürülüşü hâdisesi, beyaz perde
seyircilerinin heyecandan tırnak­
larını dişleye dişleye seyrettikleri
avamî melodramların topunu birden bastıracak sürükleyici bir
vak'adır.
Bu mevstuu alelade bir me­
lodram gibi İşlemek stüdyo kasa­
larına yine de kolayca altın akınım
sağlamağa kâfi gelecek, buna kar­
şılık Shakespeare’in bu keskin
şiddet ve entrika etüdünü aslın­
daki şürle işlemek sinemayı san’­
at seviyesine yükseltecekti. Hou­
seman bu ii*/nci yolu seçmiş ve
Ingiliz sahnesinin en kudretli ako törlerinden John Gielgud’a Cassius rolünü kabul ettirdikten son­
ra onun etrafına sahne ve perde­
nin gerçek san’atkârlannı topla­
mıştı. Louis Calhem (Julius Caesar), Mar 1on Brando (Mark Anthony), James Mason (Brutus),
Edmond O^Brien (Casca), Jack
Raine (Trebonius).
1
sinematek.tv
...
Filmin rejisörlüğü ise sinema­
ya bir sanayici değil bir san’atkâr
gözü ile bakan Joseph Mankie■wicz’e havale edilmiştir. Bu isa­
betli seçim sayesinde, eser tamam­
landığı zaman filmde sadece Shakespeare’in metnine değil hattâ
sahne talimatına dahi hemen he­
men modem bir sahnedekinden
dahi büyük bir sadaketle bağlı ka­
lındığı görülmüştür. İngilizlerin
yanı başında, Amerikan aktörleri”
nin de âzam! gayretle, en ufak bir
şive aykırılığının sezilmesine im­
kân vermemeleri hayret ve tak­
dir uyandırmıştır.
Muazzam bir san’at eseri ol­
duğu nisbette alelade bir sinema
seyircisini doyuracak,
başından
sonuna sürükleyecek bir canlılık­
la beyaz perdeye intikal ettirilen
Julius Caesar dünyanın her tara­
fında merak ve sabırsızlıkla bek­
lenmektedir.
ve Bixde!
CİNCİ HOCA
Liseye daha başlamamış, orta mek.
tep meznnu gençler vardır. Bunlar
kendilerini liseli addederler. Kruva.
vaze ceket giyip dalma kravat ta.
karlar. Ellerinde tercüme, hem de
günün modası olan tercUme bir ki.
tap vardır.' Onlar daima bir büyüğe,
sevdikleri takdir ettikleri bir büyü,
ğe benzemek isterler. Fakat bu ben.
zeyiş her an değişir. On beş gün bi.
rislne benzerler. Tıpkı onun gibi o.
tururlar, konuşurlar, gülerler... On.
beş gün sonra da1 bir bafka beğen,
diklerini taklit ederler. Fakat bu ha.
reketlerde samimidirler. İşte ben
filmciliğimizi bu orta mektep mezu­
nu, liseye daha başlamamış, şahsi,
yetslz ve maymun iştahlı, delikanlı
yapılı, çocuğa benzetirim. Yalnız o
çocuktan farkı, filmciliğimizin zaman
zaman yaptıklarında samimilikten
ayrılı vermesi... Galiba «Cinci Hoca»
da bunun bariz bir örneği. Hüsnüni.
yet ve film sanatından bir nebze ol.
sun kendine mal edememiş bir korde,
lâ. Bugünkü şartlar altında tarihi
bir film çevirebilmek bizim için ke.
limenin en zayıf mânaslyle imkân,
sızdır. Bugüne kadar yapılan örnek,
leri göstermiştir ki bu tip kordelâ.
larla hem gülünç oluyor, hem de
kendi kendinizi tahkire kalkışıyoruz.
Konusunu tarihimizin yüz karası o.
lan ve tarihçilerin «Deli İbrahim»
dedikleri hasta bir padişahın şaşkın
devrinden alan ¿ilmide her şey, A
dan Z ye kadar ner şey bozuk ve ra.
hatsız edici. Senaryo o kadar karı,
şık ve keşmekeş içindeki insan za.
man zaman konuyu ve şahısları
ya unutuyor ya da karıştırıyor.
Bundan dekupajın da büyük dahli
olsa gerek. Zira
Padişah tahta
geçer geçmez cûşu huruşa gelip
nasıl içiyor, nasıl avrat oynatı­
yor, bir
âlem
doğrusu...
Hele
İkide bir yarı çıplak dansözlerin
mânalı mânâsız yerli yersiz çıkıp da
şakır şakır çiftetelli döktürmeleri...
Biz filmin rejisörü olan Suavi Te.
dü’yü geçen senelerde gördüğümüz
«Son Buse» filminden dolayı tebrik
etmiştik. İstenilen ve hakiki bir hü.
viyeti olan bir film olmamakla bera.
ber zararsızdı. A sıl en mühimmi
kordelâda bariz bir şekilde görünen
hüsnüniyetti...' Sonra seçtiği konuyu
biliyordu. Halbuki burada adamakıl.
lı şaşırmış bir. hüviyeti var. Belki dc
şaşırmakta haklı. Oyle bir konu ki
insan biler istemez şaşırabilir. Mil.
yonlaruı, imkânların ve tecrübenin
verdiği kuvvetle Amerikada ancak
olabilen tarihi film yapmaya özen,
mek çok yersiz ve çocukça bir arzu...
Koskoca Edwin B. Wills gibi deko.
ratöricrin en geniş imkânlarla yapa,
bildikleri mizanseni biz üç tane ka­
palı çarşı koltuğu, dört tabaka kâğıt
üstüne toprak boya ile çizilmiş hissi,
nl veren kale duvarı resi, altmış
kuruşa metresi tüllerle yapmağa kal.
kışırsak herşeyden evvel gülünç o.
luruz. Nitekim oluyoruz. Müzik di.
yerek plâkçı dükkânının birinden
rasgele satın alım verm lş bir takım
zırıltıyı . zırıltı diyorum zira en gü.
zel bir parça dahi zırıltı olun çık ı,
yor . film in orasına burasına rastge.
le sokuşturmak seyirciye hakarettir.
Fotoğraf... Bu bahsi İnsanın canı hiç
açmak istemiyor. Zira filmde resim,
ler bir felâket. «Kadr» sanatından hiç
nasibi yok film in. Bundan vazgeç,
tik.. Net dahi deŞil, O kadar karan,
lık ki eşhası tanımak için biiyük bir
ceht sarfetmemize rağmen bazen oy.
nıyanları tamyamıvorduk. Travelllng’lerde makinenin sallanışı gözle,
rlmizi adam ak ıllı yordu. Oynayışa
gelince bu da bir başka yürekler
acısı mevzu... Filmin başına «bu film
bir fantezidir» gibi ibare koymuşlar.
Ve her türlü mesuliyet bu kelimenin
arkasına saklanmak İstenmiş. Dekor
mu? Fantezi. Müzik mi? Fantezi. Ak.
sesuvar mı? Fantezi. Oyun tarzı mı?
Fantezi. «Cinci Hoca» y ı
oynayan
Talât da bu fantezi kelimesine uy. '
mak için olsa gerek öyle mübalâğalı
hareketler yap ıyor. ve mimikler çı.
karıyor ki, tanıdığım ız, gerek sah.
nede olsun gerek perdede olsun tak.
dir ettiğimiz Talât bu mu diyerek in.
san tereddüde düşüyor. Diğerleri de
keza. Yalnız Türk perdesinin ezeli
jönü Suavi burada «Deli İbrahim»
kompozisyonu ile karşımızda. Fakat
gene de jö n gene de omuzları ile oy.
nuyor...
Filmin en başarılı aktrisi Perihan
Tedü. Sempatik şahsiyeti ve ölçülü
oyunu ile oldukça iyi. Bizi asıl üzcıı
perdenin hakiki bir elemanı olan
Cahit Irgat’m harcanması oldu.
Velhasıl, yolunu bulmağa çalışan
filmciliğimizin, yerinde saymakta inat
eden bir nümunesi olup çıkm ış bu
kordelâ...
Yazan : Ç . A . Ö Z K I R I M
sinematek.tv
TONY CURTIS
JANET LEİGH
H em en ik i senedir, e v le n d ik ­
leri gündenberi, adeta herkesin
gözü önünde sevişip koklaşarak
aşklarını bütü n d ü n ya ya ilân et­
m e k te deva m eden T o n y C u rtis Ja n et Leigh çifti, n ih a yet beyaz
perdede ka n -k o c a olarak birleş­
m iş ve d ü n ya n ın en şöhretli si­
hirbazı H udini’n in hayatı film i­
ni beraber çevirm işlerdir.
sinematek.tv
sinematek.tv
sinematek.tv
Margaret O’Brien
Sinema âleminde «Sakar Yaşlar» diye
anılan çocukluktan bülûğa eriş arasmdaki
yıllarda beyaz perdeden birdenbire kayboluveren küçük sanatkârların en büyüğü Margaret O’brien, karşı sayfada gördüğünüz gibi,
16 yaşında güzel, tatlı bir küçük hanım ola­
rak tekrar meydana çıktı. Yukarıdaki fotoğ­
rafını Tevfik Sadullah’a imzalarken «büyü­
yünce ne olmak istersin?.» sualine «itfaiye
çavuşu!» diye cevap vermiş olan güler yüzlü
yavrucuğun, bugün yangın söndürmekten zi­
yade hayli gönül tutuşturacağı muhakkak
gibi...
Daha küçücük yaşta sanatın zorlu, me­
şakkatli, gayret isteyen bir iş olduğunu kav­
ramış olan Margaret «Sakar yaşlar» ı aşar
aşmaz, eski şöhretine güvenerek Hollywood’a
koşmamış tır. Geçen seneyi Amerikada ak­
törler için bir mektep sayılan yaz tiyatrola­
rında tecrübe kazanmakla geçirmiş olan Mar­
garet evvelâ Broadvvay’de bir piyeste rol alacak, bu arada televizyonda çalışacak, ancak
tamamile «hazır» olduğuna emniyet getir­
dikten sonra beyaz perdeye, ilk göz ağcısına
dönecektir.
|
©
D
sinematek.tv
s
3
«sM
S
G üzelliğini teşhirden bıkarak
«ben bundan sonra tepeden tır ­
nağa kapalı elbiseler giyilm eyen
rollerde oynam ıyaeağım » diyen
F R A N Ç O IS A R N O U L «B üyük­
ler Y atakhanesin film inde ger­
çekten kararının k a ti olduğunu
ispat ediyor, değil mİ? (A ltta ).
Caroline Cherie... Lucrece B or­
gia... L ysistrata film lerin d e h e ­
m e n y irm i beş asrın tarihini yir­
m i beş bahara sığdıran M A R ­
Tİ NE C A R O L bugün Fransanvn
en gözde yıldızıdır.
E
e
«
gM
sS3
sinematek.tv
H akikîi İbir sirk’te çevrilen
uYa fit, ya iki m isli» film inin
güzel yıldızı DAN1ELLE GODET
aynı zaanda hararetli bir spor
meraklısıdır. Golf için arkadaş arayanlara m üjdeler olsun.
ETCHIKA CHOUREAU beyaz
perdede şöhrete ulaştırmağı u m ­
duğu küçü k adını pek keyifli bir
tatil geçirdiği Korsika’daki bir
köy ism inden almıştır. Etchika
yeni film inde
takdirkârlannı
((Seyahate Dâvet» ediyor.
sinematek.tv
Okuyucu ile Uaş'başa
ir Ulvi Dikmen, Ortaköy — Her ay oynanacak
seçmeği ümit ettiğimiz tam Senaryo yayınüe de Türk
piyeslerden yalnız birer enstantane vermekle ikfiia
Sinemasının gelişmesine hizmet etmeğe çalışmaktır.
¡Bu gayelerijnizi, biraz ince ejeyip sık dokursanız, si­
etmemizden şikâyet ile oynanacak piyeslerin etfanı
tenkitlerini ve bol resimlerini verebilmemiz için ayı* zin de takdir edeceğimie emin olduğumuz için tam
biri yerine on beşinde çıkmamızı tavsiye ediyoiSunuftsH Lpiyes veya senaryo perine banların hülâsalarını verBirinci sayımızı ay başında çıkardığımıza göre bun* "memi?. teklifi üzerinde fazla İsrar etmeyeceğinizi ümit
ederiz.
dan böyte yine ay başlarında çıkmağa devam etme»
mizi tabii göreceğinizden eminiz. Esasen SENARYO
kıâmın tertibimi değiştirm d^ suretiyle bu ikinci sasahnelerimizde oynanan veya oynanacak piyesler
Renaryo tertibinde biufwecmüayi haftalık çıkar­
hakkında hüküm vermekten ziyâde malûmat vermeği
mağa m addetey imkân olmadığı 4çin tabiatile, arzula­
tercih etmektedir. Bu bakımdan, ilk nümunşppıi bu
dığınız gibi, $tanbulda her hafta oynanan filimlersayımızda da göreceğiniz üzere (bak: Sayfa 9) oy­ *den de daha^uzun boylu bahsetmemiz mümkün de­
nanacak piyesi müellif veya mütercimine takdim et-;'' ğildi«.
4
tirmek kararındadır,. Halâ repertuvarları
kat’iyMle
ftesim^ve matery elimizin doğrudan doğruya Abelli olmayan tiyatrolarımızın mevsim faaliyete bttfHş f merikadan gelip géjmedièini soruyorsunuz. Senaryo­
daha oturduktan sonra SENASYO’da o y n an aA f piJf nun müessisi ve $hji)i Tevfikl S adullahuzun seneler
yesler hakkında daha da geniş malûmat vermek im2^ A m e r a d a kalmış, ^Hollywood '¿Stüdyolarını devamlı
kânlarına sahip olacak, dolayısile sizleri daha- ziyade
ve ı& ntazam olfualt Ziyaret etmife^ gevdiğiniz şöhretli
tatmin etmeğe- çalışacağız.
yıldızları y akından* tanımıştır, ^éoiarÿpda gördüğünüz
~'<ffkxı savımızda t#m metniıii vermeği vadettiğimiz » resimlerin bir kisfpj^T^Élk Sadullah’ıh kolleksiyopiyesi v e y a rîlim senaryosunu ilk sayıda olduğu gibi^ nundandjtr. SENARYÖ’nun intişarından e v 'l^ aa, ar­
esas münderecatın arasına. koymayıp en sona birak- , kadaşımız Hollywood stüdyolarile temas ve mfinasimamız» tavsiyesine gelincer^HîMARYO bu şeklile, Fbetini idame ettirmiş olduğu için sinema beşkendihFransa, İtalya ve Birleşik Amerikadaki emsaline uy-; • den Senaryo’ya malzeme sevkiyat; muntazaman de­
muş, bu emsalde senelerin vermiş olduğu tecrü­
vam edecektir. Diğer taraftan FETHİ PİRÎNÇÎOĞLU
beye istinaden isabetli hareket edilmiş olduğu kana­
Birleşilc Amerikada, FEYYAZ FERGAR Büyük B riatini beslemişti. «Halbuki, bu husustaki tenkidinizi
tanyada, Unifrance Flim müessesesi de Fransada Sediğer bir çok okuyucumuzda yazı ile veya şifahen
naryo'yu ’ temsil etmeği kabul etmişlerdir. Dünyanın
tekrarladılar. Bu durum karşısında^» bçşka memle­
diğer büyük Sahne ve Perde san*atı merkezlerindede
ketlerde yapılana bağlı kalmakdansa, okuyucularımı­
temas halinde bulunduğumuz arkadaş ve müesseselezın mantıklı isteklerini karşılamağı şiar edindiğimiz
rin yardımiyle SENARYO, gün geçtikçe bütün dün­
için, bu sayımızdan itibaren umumi arzuya uyarak
yayı kajplıyarak sizlere en son haberleri, en yeni fi­
piyes metnini en sonda vermek usulünü kabul etmiş
kirleri ve en göz alıcı resic^leçi y a tıra c a k tır.
bulunuyoruz.
*
İstediğiniz cevapları v erd ü M « * ümit ederiz, siz
H er sayıda «meşhur perde veya Ifh n e sanatkâr­
de hoşça kalın.
larımızdan birinin sanat hayatını —mümkün ise ken­
^ H. Dede; Harbiyej*—| Y flpjnda da belirtti­
di kaleminden— . okutmağı sağlamak» yolundaki ar­
ğimiz
gibi «kıymetli faka® eksew lizin bilmediği se­
zunuzda taraftarı hayli bol olan bir istekdir. ¡SENAR­
naryolara dergimizde y e y ^ m e fe « |'b iz im de gayemiz­
YO bu umumî arzuyu tahakkuk ettirebilmek için
dir. Bunların temini maftsâaife Eprleşik Amerikanın,
derhal .faaliyete geçmiş ve «Aktüel» olmak bakımın­
Fransa ve İtalyanın belli’başlı xnesseselerile temasa
dan sâtıat hayatının hikâyesini Cahide Sonku’dan
geçmiş bulunuyoruz. H a le ^ B irlA k Amerikada bürica etmişti. Bu ricamızı memnuniyetle karşılayan ve
yük takdirler kazanmakta o M tfp jn H ereto Eternity
isteklerimizi hazırlayıp vermeyi vaadeden «Yavru
(Ebede -Kadar) filminin tje y ş ^ m y o s u n ü pek yaKartal» son dakikada —Senaryonun artık baskıya
kmda sizlere su n a b ile c e ğ in i^
ediyoruz.
verilmesi gereken bir sırada— yorgunluktan, göç et­
Sinema mevzuunda ijjİ
inüz fikirlerin
mek mecburiyetinden dem vurarak bir iki resimje
hepsi
makuldür.
Bunlar
i|J
f
l^
|f
ij|^
K
ts
i iddia edileüç beş satırı bir araya getirememekte mazur gömLmiyecek
gerçeklerde
diyebnNzp'^jRl
gelelim
filim
mesini istedi. İnşallah C ahile Sonku başta olmak ü-*
âmillerimizin hemen h ep s^® d«fep bu gerçekleri
zere, kıymetli ve sevimli sanatkârlarım ız vaadlerini
görmek istemiyorlar, yahut ¿ÿj |^ g jjp |ilip takdir et­
yerine getirmeği, sahneye veya kameranın önüne
tikleri halde, ancak k e n d ile riH ^ K ^ ^ l saikların te­
çıkmak derecesinde ehemmiyetli bir vazife addeder­
siri altında bildiklerini ta tb ^ ^ B P J ^ ik le r in i iddia
ler de gelecek sayılarımızda bu arzunuzu da karşıla­
ediyorlar. Senaryo, flim aipille^nlzltı -ileri sürdükleri
mak imkânını buluruz. Yol gösterici alâkanıza son­
mazeretlerin mevcudiyetine inanmamakta, kötü fil­
suz teşekkürler...
min her şeyden evvel bilgisizlik, görgüsüzlük, ka­
★ Zeki Yavuz; Adapazarı
SENARYO her
biliyetsizlik eseri olduğuna ifnan e f e k t e , bilgisizlik,
sayıda bir piyes veya filim senaryosunu tam olarlfc
görgüsüzlük
ve kabiliyetsizlikle tmücadele etmek
vermek suretiyle bir taraftan piyes yayınlarının yok i
gayesile ortaya atılmaktadır. Bu m uadelede Senaryo
denecek derecede ender olduğu memleketimizde
«Deve gütmek» niyetinde değildir.şBaki...
bir boşluğu doldurmak, hasseten Anadolumuzda ti­
•jf Necdet Ünlü; ftonya — MlŞemuamz adresi­
yatro amatörlerine oynayabilecekleri eserleri sunmak
— — SENARYO —
gayesini gütmekte, diğer taraftan en iyi hümunelerini 1 nize gönderilmiştir. Saydılar.
sinematek.tv
CAN
ve
MA l
GARANTİ Sİ
GENEL SİG O R T A
Umıımî Acenta: SABRİ KORUR
Garanti Han 612 - 614, İstanbul
Tel. 28131 - 21014
sinematek.tv
en çuzeLftarca ravııı.
y
a L
O
v
a d
a
H'IUIdl OtCllnde .,
C7 6 Ç C R . .
SEN A R Y O
A ylık Tiyatro ve Sinema Sanatı Dergisi
SAHİBİ :
Tevfik SADULLAH
Bu sayıda yazı işlerini bilfiil idare eden:
Zeynep T. HEMŞERİ
Basıldığı yer: Cumhuriyet Matbaası,
SENARYO sîzlerin, Tiyatro ve sinema severlerin dergisidir. Gayesi sîzlere faydalı
olmak dolayısiyle Türk Tiyatro ve sinemasına hizmet etmektr. SENARYO'da neyi beğe­
nip neyi beğenmediğinizi, neyin
eksik, neyin fazla olduğunu bize bildirmenizi bil­
hassa rica ederiz. Bu sayede beğendiklerinizi arttırıp beğenmediklerinizi atm ak eksik­
lerimizi tamamlamak, size istediğiniz gibi bir dergi sunmak imkânını bulacağız« Yardı­
mınıza şimdiden teşekkürler.
sinematek.tv
FRANZ
IHOIJAR
LILIOM
Bir fiîsane
7 Tablo 1 Prolog
Çeviren:
ASIDE
Z E YBEKOĞLl!
1903 de yazılmış olan LILIOM, dünyanın hemen her tarafında
oynandıktan, iki defa da filme alındıktan sonra, Türkiyede İstan­
bul Şehir Tiyatrosunda, dekorları kostüm eskizleri de Rejisör Macc
Meınecke tarafından hazırlanarak ilk defa 3 Şubat 1953 gecesi sah­
neye konulmuştur.
sinematek.tv
sinematek.tv
PROLOG
B ir ilkbahar günü, ik in d i va kti
Budapeştenin dış m ahallelerinin
birinde bir Lunapark. Eğlence
standlannın kapısında duran çı­
ğırtkanlar geleni geçeni ka n d ır­
mağa çalışm aktadırlar. B ir later­
nadan cırlak bir m ü z ik yükselir.
Buna kahkahalar, haykırm alar,
ayak sesleri, atlı karıncanın zili
karışm aktadır.
A tlı karınca sahnenin ortasındadır. L iliom , ağzında bir sigara
atlı karıncanın giriş kapısında
durm uş, h a lkı içeriye girm eğe
te şv ik etm ekted ir. K ızlar ona
hayvan nazarlarla b a km a kta ve
Liliom kendilerini şaka ile içeri
iterken hazla çığlıklar atm a kta ­
dırlar. Arada b ir kızla rın ka va l­
yeleri bu lâubaliliklere içerler­
ler. O zam an L ilio m ’u n tavırları
birdenbire teh d id kâ r bir şekil alır. D elikanlılar derhal ü rkerek
kızların peşin d en içeri dalarlar,
ya h u t ö fke li ö fk e li hom urdan­
m akla ik tifa ederler.
K ızlardan biri Liliom 'a bir
kırm ızı kara n fil verir. L ilio m onu bir tebessüm le m ü kâ fa tla n d ı­
rır ve d erin b ir reverans yapar.
K ızın ya n ın d a ki a sker buna k ı ­
zınca L ilio m sert bir nazar ve
teh d ikâ r bir tavırla onu ürkü tü r.
Bu esnada M arie ile Julie, ka la ­
balığın arasından sü zü lü p içeri
girerken Liliom kendilerini âşi­
nâ bir eda ile selâmlar.
Madam M uskat atlı karınca:
EŞH A S
j
MARIE
JULIE
!; MADAM MUSKAT
l . «LİLİOM»
I
DÖRT HİZMETÇİ KIZ
1. SİVİL POLİS
2. SİVİL POLİS
1 HOLLUNDER TEYZE
I
HOLLUNDER TEYZENİN OĞLÜ
j
POLİS
FICSUR
!
WOLF BEIFELD
I
LINZMANN
i
1. ATLI POLİS
2. ATLI POLİS
ADLİYE DOKTORU
|
DOĞRAMACI
I 1. AHRET POLİSİ
J
2. AHRET POLİSİ
CENNET BEKÇİSİ
!
FAKİR ADAM
ZENGİN ADAM
SULH HÂKİMİ
LOUISE
dan çıkar. L ilio m ’a bi r fincan
ka h ve v e sim it getirm ektedir. L i­
liom kapıda çığırtkanlara m ahsus
y ü k se k yere çıkar. Burada bütün
sahnedekilere nisbetle h âkim bir
vaziyettedir. Çığırtkanlığa başla­
yınca herkes ona döner, öteki
standlar yavaş yavaş tenhalaşır.
Sahnedeki hayhuy,
Liliom 'un
söylediklediklerinin salondan işi­
tilm esine mani olm akla bera­
ber, arada sırada yaptığı bir
varlBayanlar, baylar: Hanginiz
binm ek ister?», «B ü yü klere 10
heller, küçüklere 51»f aB uyurun,
buyurun, içeri girin!» gibi sesler
işitilm ektedir.
O rtalık kararm aktadır. B ir adam sahneye girerek ren kli gaz
lâm balarını yakm ağa başlar. Uzaktan bir lo kom otif sesi işitilir.
Birden bütün bu hayh u y diner.
Işıklar söner ve perde karanlık
sahne üzerine iner .
(P arkın ağalçar v e çalılıklar arasında gizlenm iş tenha bir köşe­
si. Çiçek açm ış bir akasya ağacı­
n ım altında boyalı bir tahta kanape. L unaparkın u ğ u ltu su u za k ­
tan uzağa işitilir. A y n ı gün grup
vaktidir.
Perde açıldığı zam an sahne
boştur. M arie hızla sahneye girer.
O
o
sinematek.tv
Ortada durarak arkasına bafetntr.)
MARIE — Julie, Julie! (Cevap
yok.) İşitm iyor musun? Bırak
kadını da gel buraya. (Geri dönm ek ister. B u sırada Julie gele­
rek öfkeyle arkasına bakar.)
JU LİE — Hiç böyle şey gör­
medim. Nesi var bu kadının?
MARIE — (Tekrar arkasına
bakarak) Yine geliyor.
JU LİE — Varsın gelsin. Ben ona bir şey yapmadım ki, Durup
dururken yanım a geldi. Kavga
çıkarmağa kalkıştı.
MARIE — İşte geliyor. Haydi
gel, kaçalım! (Arkadaşını sürük­
lemeğe çalışır.)
JU LİE — Kaçm ak mı? Ne m ü­
nasebet? Ne diye kaçacak mışım.
ondan korkum yok ki.
MARIE — Haydi canım gel!
Yine kavga çıkaracak.
JU LİE — Şuradan şuraya git­
mem. Çıkarsın bakalım kavgayı.
MADAM MUSKAT — (Gire­
rek) Ne diye kaçıyorsunuz? (Julie’ye) Korkma. Seni yemem.
Rainiz bir çift sözüm var: B ir d a­
ha seni atlı karıncanın yanında
görmeyim. İş icabı biz hayli şe­
ye göz yumarız. M üşteriler p ara­
yı verdikten sonra ister kibar
hanım efendi olsun ister senin gi­
bi şırfıntı, bize vız gelir. Ama
atlı karıncaya binip terbiyesizlik
eden olursa tekm eyi yer. A nla­
şıldı mı?
JU LİE — Bana mı dedin?
MUSKAT — Evet efendim, sa­
na. Hizmetçi parçası! Atlı k arın ­
camda...
JU LİE — Senin kokm uş atlı
karıncana ne yaptım? Param ı
verdim, yerim e oturdum , ağzımı
açıp şuradaki arkadaşım dan baş­
ka kimseye tek bir söz söyleme­
dim.
MARIE — Elbette ya, kim sey­
le konuşmadı. Liliom kendiliğin­
den geldi.
MUSKAT — Ha o gelmiş, ha
bu gitmiş, hepsi bir. Senin gibi
âdi bir hizmetçi parçası yüzün­
den polisle başımı belâya sokup
ruhsatiyem i kaybetm eğe niyetim
yok.
JU LİE — Şensin âdı.
MUSKAT — Atlı karıncam a ayak basayım deme. Çığırtkanım ­
la kırıştırm ağa utanm ıyor m u­
sun?
JULİE — Ne? Ne dedin?
MUSKAT — Benim gözüm kör
mü zannettin? Ben atlı karıncam ­
da olan biten her şeyi görürüm.
Hep kendini ona sıkışt)rttın d u r­
dun. Hayasız orospu!
JULİE — Sıkıştırm adı beni.
Ben kim seye sıkışdırtm am ken­
dimi.
MUSKAT — Atlı karıncaya
bindiğin dakikadan sonuna kadar
hep sana dayandı.
JU LİE — Hiç de değil. K apla­
na dayanıyordu .O zaten her za­
man bir yere dayanır. Herkes is­
tediğini yapm akda serbesttir. Onâ yapm a diyemezdim ya. Ama
bana elini bile sürmedi.
MUSKAT — Elini sürmedi ha?
Beline sarılm adı demek?
MARIE — Sarıldıysa sarıldı.
Sana ne?
MUSKAT — Çeneni tu t baka­
yım. Sana sual soran yok... ka­
rışm a bize.
JU LİE — Öteki kızlara nasıl
sarıldiyse bana da öyle sarıldı her zaman yaptığı şey.
MUSKAT — Sarılm ak nasıl olüyormuş, gösteririm. Ben atlı
karıncam da münasebetsizlik iste­
mem. Senin canın ille böyle şey­
ler istiyorsa sirke git. Orada bir
sürü asker var. Kendini onlara
sıkıştırtırsın.
JU LİE — A skerleri sen kendi­
ne 6akla.
MARIE — A skerler mi? As­
kerleri istiyen kim?
MUSKAT — Ben söyliyeceğimi
söyleyim de birbirim izi eyice anhyalım. Bir daha atlı karıncaya
yaklaşırsan pişman olursun. Ben
sizin gibiler için ruhsatiyem i
kaybedemem. Terbiyesi k ıt ola­
nın buralarda işi yok.
JULİE — Boş yere nefes tü k e­
tiyorsun. Canım istediği zaman
10 H eller verir, atlıkarıncaya bi­
nerim. Bana kim karışabilirm iş
bakalım.
MUSKAT — Hele bir tecrübe
et.
MARIE — Aman görelim b a­
kalım, ne oluyormuş.
MUSKAT — Evet efendim, bu
parkın şimdiye kad ar görmediği
bir şey görürsün.
JU LİE — Beni kovabileceğini
mi zannediyorsun?
MUSKAT — Elbette ya!
JULİE — Ya senden daha kuv­
vetli isem?
MÜSKAT — Senin gibi bayağı
bir hizmetçi ile elimi kirletm eğe
tenezzül etmem. Liliom’a a ttırı­
rım. Senin gibilerine yapılacak
muameleyi o eyi bilir.
JU LİE — Liliom beni atar mı
zannediyorsun?
MUSKAT — Tabiî ya. Sen da­
ha gözünü açıp kapayıncaya ka­
dar kendini dışarda bulursun.
JU LİE — O beni - (Birden su­
sar. Çünkü madam M uskat arka­
sını dönmüştür. İkisi de Liliom
gelinceye kadar sahne gerisine
bakarlar. Liliom görünür. Etra­
fında fıkırdaşan dört hizmetçi
kız vardır.)
LİLİOM — Haydi, çekin ara ­
banızı. Bir daha peşimden gelir­
seniz suratınızı yamyassı ederim.
KÜÇÜK HİZMETÇİ — Öyley­
se mendilimi ver,
LİLİOM — Defolun diyorum.
DÖRDÜ BİRDEN — Mendilimi
ver! - Şuna da bak! - Kızın m en­
dilini versene! - Ayıp doğrusu!
KÜÇÜK HİZMETÇİ j g (Muskat'a) Kuzum madam, şuna söy­
le de..
MUSKAT — Çeneni tut!
LİLİOM t— B uradan defolu­
yor m usunuz olmuyor musunuz?
(Tehditkâr bir hareket yapar.
Dört kız da ko rk u ile söylenerek,
telâşla çıkarlar.)
MUSKAT — Yine ne yaptın?
LİLİOM — Sana ne! (Julie’yi
görerek) Yine kavgaya mı baş­
ladın?
JU L İE — Mösyö Lilioırt, k u ­
zum.
LİLİOM — (Tehditkâr bir ta ­
vırla üzerine yürüyerek) Bağır­
ma!
JULİE — (Ü rkerek) Bağırm a­
dım.
LİLİOM — Sakın ha! (Muska t’a) Nedir dâva? Bu kız sana
ne yaptı?
MUSKAT — Ne yapacak. T er­
biyesizlik etti. Alabildiğine te r­
biyesizlik. Ben de atlı karınca­
dan indirdim. Şu masum yav ru ­
cağa eyice bak, Liliom. Bi rdaha
atlı karıncam a ayak bastığını
görmeyim.
LİLİOM — (Juie’ye) İşittin
mi? Haydi evine.
MARIE — Gel gidelim. Böyle
insanlarla vaktim izi ziyan etmiyeüm. (Julie’yi götürmeğe çalışır.)
JU LİE — H ayır gitmiyeceğim.
MUSKAT |— Bir daha gelirse
içeri sökmıyacaksın. Görünm e­
den girecek olursa hem en dışarı
atarsın, anlaşıldı mı?
LİLİOM — (Peki ama kabaha­
ti ne?
JU LİE — (Heyecanla ve büyük
bir ciddiyetle) Mösyö Liliom, açıkca söyleyin bana, rica ederim
sinematek.tv
• a tlı karıncaya gelirsem beni
dışarı a ta r mısınız, atm az m ısınız.
MUSKAT — E lbette atar,
MARIE — S ana sorm uyor.
JU L IE — Y üzüm e karşı söyle­
yin, mösyö Liliom, sahiden atar
mısınız? (B akışırlar, kısa bir sü­
kû t)
LILlO M — E vet kızcağızım,
atm ak için sebeb varsa atarım am a sebeb yoksa n e diye atayım ?
M ARIE — (M uskat’a) Nasıl,
gördün mü?
JU L IE — T eşek k ü r ederim
mösyö Liliom.
M USKAT — Bak, tek rarlıy o ­
rum . B u k arı a tlı karıncam a b as­
m ağa cesaret ederse hem en kapı
dışarı edeceksin. B ana a it olan
b ir yerd e hayasızlığa m üsade edemem.
LİLİOM — H ayasızlık mı? Ne
dem ek istiyorsun?
M USKAT — H erşeyi gözümle
gördüm . İn k â ra h acet yok.
JU L IE — K olunuzu belim e d o ­
ladığınızı iddia ediyor.
LİLİOM — B en m i dolanm ı­
şım?
M USKAT — Sen ya. Gözle­
rim le gördüm . M asum rolü oyna­
ma.
LILlO M — Hoppala! D em ek
bundan sonra b ir kızın beline sa­
rılm ak yasak ha? D em ek bundan
sonra b irin e elim izi sürm eden
evvel senden izin alacağız öyle
mi?
M USKAT — B aşka yerd e is­
tediğin kıza istediğin k ad ar elini
sürersin, istediğin k a d a r ileri gi­
dersin. B an göre h a v a hoş. Ama
atlı karm cam da hayasızlığa m ü ­
sade edem em . B una razı değilim.
(U uzun bir sü k û t)
Liliom — (M ü lâ yim bir eda
ile) Şim di senden b ir şey rica edeceğim. (S ert) Çeneni tut!
M USKAT — N e dedin?
LILlO M
D erhal çeneni tu t,
atlıkarm dana git.
M USKAT — N e dedin?
LILlO M — B u kız sana ne yap­
tı? İnsan b u k a d a r k ü çü k b ir
yavru ile kavgaya tu tu ş u r m u
hiç! H em de niçin? Elim eline
değdiği için. K ızım , sen ne za­
m an istersen atlık arın cay a gele­
bilirsin. H a ttâ h erg ü n gel, k ap ­
lana bin, p a ra n yoksa ben v e ri­
rim . B irisi canını sıkm ağa cesa­
re t ederse bana h a b e r.v e r.
M U SK A T — M el’un,
LILlO M — B üyücü karı!
JU L IE — T eşek k ü r
ederim
mösyö Liliom .
MUSKAT — Sanki seni rle kovamaz mıyım zannediyorsun?
P ark ın en eyi çığırtkanısın diye
sana da yol verem ez miyim? Y a­
nılıyorsun. İşte şeni de kovuyo­
rum . Şu andan itibaren kendini
kovulm uş bil!
LILlOM — P e k âlâ.
M USKAT — Biraz gevşiyerek)
Yani canım ın istediği anda seni
işinden çıkarabilirim dem ek İsti­
yorum .
LILlOM — C anın istedi, İşim ­
den çıkardın. Pek alâ. Mesele hal­
lolundu.
MUSKAT — Şim di de kibarlık
taslıyor. K endini beğenm iş m ay­
m un, haylaz, serseri.
LİLİOM — Seni kovdum dedinya. Benim de işime geldi. K o­
vulduk işte.
MUSKAT — (Yum uşayarak)
M utlaka h e r sözümü ciddiye mi
alm ak lâzım?
LİLİOM — Anladık, dedikya.
K endini beğenmiş b ir m aym u­
num , haylaz serseriyim , K ovul­
dum.
MUSKAT — Beni bastırm ak mı
istiyorsun?
LILlOM — Serseri m i dedindi?
Şim di anladım . Ü stelik kovulduk,
değil mi? P ek alâ!
MUSKAT S j İblis!... Ş u k a n
da...
LILÎOM — O na ilişme!
MUSKAT — H ollinger’e seni
b ir tem iz döğdüreyim . b ir temiz
döğdüreyim de akim başına gel­
sin. B unun tad ın ı b ilirsin zaten.
LILlO M
H aydi oradan. Biz
kovulduk. Sen de burad an defol.
JU L IE — (Ü rkerek) Mösyö L i­
liom, m adem ki size yol verm edi­
ğini kendi ağziyle söyledi...
LİLİOM — K arışm a.
JU L IE — (Ç ekinerek) Benim
yüzüm den size b ir kötülük gel­
mesin.
LILlOM — (Ju lie’y i işaret ed e fe k M uskatfa) O ndan Özür dile.
MARIE — Aa..
MUSKAT — Ö zür mü? K im ­
den?
LILlO M — B u küçük y av ru ­
dan. Haydi. B ak h a lâ duruyor.
MUSKAT — B ana b ü ti'h bu
L unaparkı, K a ru n ’un bütün hâ­
zinelerini versen, yine - yine....
H ele a tlı karıncam a ayak basm a­
ğa kalkışırsa onu öyle bir, öyle
b ir a ttırırım ki dünyaya geldiği­
ne pişm an olur.
LILlO M — Ö yleyse sayın m a­
dam ('Kasketini çıkararak) tab an ­
larınızı yağlayıp buradan m üm ­
kün olan sü ratle uzaklaşm anızı
saygılarım la dilerim... Şim diye
kadar hiç b îr kadın döğm edim hastanede üç hafta yatm ağa meebur olan Holzer karısı m üstesnafak at bu yavrucuğu ra h a t bira*
kıp derhal b u rad a n defolup git­
mezsen su ratına öyle bir yum ruk
yers'ın ki Ömrün oldukça tadını
unutam azsın.
MUSKAT — Pek alâ. C ehenne­
me k ad a r yolun var. A llaha ıs­
m arladık. S akın geri gelmeğe
kalkışm a. Çıkar. O rtalık iyice ka ­
rarmağa başlamıştır,)
MARIE — (Endişe ile) Mösyö
Liliom...
LILlOM — S akın bana acım a­
ğa kalkm a, yoksa yersin tokadı.
(Julie’y e) Sana da söylüyorum .
JU L IE — (Telâşlanarak) H ayır
h ayır acım ıyorum .
LILlOM — Yalan! Acıyorsun.
Yüzünden belli. M adam M uskat
kovdu diye Liliom ortalık ta dile­
necek zannediyorsun. Hıh! Bana
bak, bana. B en m adam M uskat'sız da başım ın çaresine bakacak
k ad a r büyüdüm artık. Ben b u n ­
dan ço kdaha p arlak işlerden ko­
vulm uş b ir adamım.
JU L IE — Şim di ne yapacaksı­
nız?
LILlOM — Ne m i yapacağım ?
Evvelâ gidip b ir b ard ak b ira içe­
ceğim. A detim dir canım sıkıldı
mı, m utlaka bir b ardak b ira içe­
rim ,
JU L IE — D em ek işinizden çık­
tığınız için üzgünsünüz?
LILlO M — Hayır, birayı n ere ­
den bulacağım diye düşünüyo­
rum da ona üzülüyorum .
MARIE — Şey... E...
LILlO M — «Şey... E...» Ne?
MARIE — Bizim le berab er ge­
lir misiniz, mösyö Liliom?
LİLİOM — B iranın parasını
sen m i vereceksin? ( Marie m ü te ­
reddit bkar. L ilio m Ju lie ’ye dö­
ner) Yoksa sen mi? (Ju lie cevap
verm ez.) K aç p a ra n var?
JU L IE (U tanarak) Sekiz Heller.
L IH O M — Senin? (M arie göz­
lerini önüne eğerek cevap ver­
m ez. L iliom sert bir sesle devam
eder) K aç paranız v a r diye soru­
yorum size. (M arie sessizce ağla­
mağa başlar) A nladım . A ğlam a­
ğa lü zu myok. B urada bekleyin,
ben atlı karıncaya k a d a r gidip
eşyalarım ı alayım . D önüşte hep
b irlik te M acar birahanesine gi­
deriz. Z ara r yok. P arası benden.
Sizinki sizde kalsın. (Ç ıkar. Ma-
sinematek.tv
rie ile Julie sessizce arkasından
bakarlar, )
MAR1E — Ona acıdın mı?
JU L lE — Sen?
MARiE — Evet Biraz. A rka­
sından niçin öyle tuhaf tuhaf ba­
kıyorsun?
JU LlE — (O turur) Hiç.. Yal­
nız işinden çıkarıldı diye üzül­
düm.
MARIE — (Biraz gururla) Bi­
zim yüzümüzden. Sana âşık oldu­
ğu için.
JU LIE — Hiç de değil.
MARIE — (B ir sır tevdi eder­
cesine) Tabii ya. Sana âşık oldu.
(M ütereddit, rom antik bir tavırla) Bana da âşık olan var,
JULIE — Ya? Kim?
MARIE — Senin sevgilin ol­
madığı için şimdiye kadar bah­
setmedim. Ama mademki şimdi
var, söyliyebilirim. (Mübalâğalı
bir tarzda) Kalbim nihayet eşini
buldu.
JU LIE — Uyduruyorsun.
MARIE — K atiyen uydurm u­
yorum. Doğru söylüyorum. Ru­
hum un bir tanecik sevgilisi...
JU LIE — Kim? K im dir bu?
MARIE — B ir asker.
JULIE — Ne askeri? Hangi sı­
nıftan?
MARIE — Bilmem ki. A sker
işte. Asker çeşit çeşit mi olur?
JU LIE — Tabiî. Süvari var,
topçu var, istihkâm var, - hani şu
şu yaya yürüyen takım ı - sonra...
MARIE — B unlar birbirinden
nasıl ayrılır?
JU LIE —■ Üniform alarından.
MARIE — (Biraz düşündükten
sonra) Tram vaydaki vatm anlar
asker midir?
JU LIE — Ne münasebet. On­
lar.. vatman.
MARIE — Ama onların da üniform ası var.
JULIE — Ü niform aları var arna tabancaları, kılıçları yok.
MARIE — Ya! (Biraz düşünür)
Peki ... Ya polisler?... O nlar da..?
JU L IE — (Biraz sabırsız) O n­
larda.. Ne?
MARIE — O nlar da asker mi?
JU LIE p E lbet değil. O nlar da
sadece polis.
MARIE —
(Karşısındakini
mağlûp etm ekten m ü tevellit se­
vinçle) E vet ama hem üniform a­
ları var, hem de tabancaları.
JU LIE — Aman, senin gibi ap­
talını da hiç görmedim. B ir insa­
n ın asker olup olmadığını anla­
m a kiçin üniform asına bakılm az­
ın.
MARIE — Ama sen demedin
mi?
JU LIE — Hayır, ben hiç öyle
bir şey söylemedim... Postacıla­
rın üniforması v ar diye onlara
asker mi diyoruz?
MARIE — Peki ya tabancaları
yahut kılıçları olursa?
JU LIE — Gene postacı sayı­
lırlar. Bir insanın asker olup ol­
madığı tabancadan, kılıçtan da
anlaşılmaz.
MARIE — Eyi ama, tabanca­
sından, kılıcından anlaşılmaz da
nesinden anlaşılır?
JU LIE — Şeyinden.. (İfade et­
meğe çalışır. Beceremez. Birden
feveran eder) Aman! Köylü kızı!
Benim gibi bir sene şehirde otu­
rursan öğrenirsin.
MARIE — (Yarı öfkeli) Peki
sen sahici askeri nesinden anlar­
sın?
JU LIE — Tek b ir şeyinden...
(Duralar. Marie ağlamağa baş­
lar.) A, niçin ağlıyorsun?
MARIE — A lay ediyorsun..
Sen şehirlisin. Ben köyden daha
yeni geldim... Bir insanın asker
olup olmadığını nereden anla­
yım? Alay edeceğine öğret...
JU LIE — Peki öyleyse... D in-'
le. B ir asker ancak, ancak.., se­
lâm duruşundan anlaşılır. Tek
çaresi budur.
MARIE — (Sevinçle, ferahlıyarak) Ya
Eyi öyleyse.
JU LIE — Nedir eyi olan?
MAREE — Şey... Yani... çünkü
Wolf.. W olf (Julie m üstehzi gü­
ler) Wolf... onun adı (Tekrar ağ­
lamağa başlar.)
JU LIE — Yine mi ağlıyorsun?
Ne oldu yine?
MARIE — Yine alaya başla­
dın.
JU LIE — A lay etmiyorum.
Sen öyle üst üste Wolf! Wolf! di­
ye bağırınca, ne yapayım, içim­
den gülm ek geldi. (Ş uh bir ta­
vırla) İsmi ne dedin?
MARIE — Söylemiyceeğim.
JU LIE —• Öyle olsun. Mademki
ismini söylemiyorsun. Şu halde
asker değil.
MARIE — Söyliyeceğim.
JU LIE — Haydi söyle.
MARIE — Hayır, vaz geçdim.
(Tekrar ağlamağa başlar.)
JU L İE — Öyleyse asker değil­
dir. M utlaka postacıdır.
MARİE — Hayır, hayır... söyiiyeceğim.
JU LIE — Peki.
MARİE — (K ıkırdıyarak) Ama
yüzüme bakma. Öte tarafa dön
de öyle söyliyeyim. (Julie başını
çevirir. Marte kahkahalarını güç
zaptetm ektedir) Wolf! (Güler)
Adı Wolf, Wolf. Asker,.. Wolf!
JU LIE — Üniforması nasıl?
MARİE1 — Kırmızı.
JU LIE — Pantalonu mu?
MARIE — Hayır.
JU LIE — Ceketi mi?
MARIE — Hayır.
JU LIE — Ya nesi?
MARİE — (M uzafferane) K as­
keti.
JU LIE —* Öyleyse hamal,.. Şaş­
kın kaz! Kırmızı kasketi ham al­
lar giyer... üstelik 'n e tabancaları
vardır, ne de kılıçları.
MARIE — Evet ama selâm du­
ruyor. B ir insanın asker olup ol­
madığı selâm duruşundan anlaşı­
lır dememiş miydin?
JU LIE — O selâm durmaz. Se­
lâm verir.
MARIE — Pek alâ selâm d u ru ­
yor işte. Hem bir insanın adının
Wolf olması onun askerliğine
mani mi? Wolf hem selâm d u ru ­
yor, hem kırmızı kasket giyiyor,
hem koca bir binanın önünde sa­
bahtan akşama kadar nöbet bek­
liyor.
JU LIE — Nöbet bekliyor da ne
yapıyor?
MARIE — (Ciddiyetle) Yere
tükürüyor.
JU LIE i l i (İstihkarla) Öyleyse
se sadece... sadece bayağı bir ha­
mal.
MARİE >— Ya Liliom ne?
JU LIE — (Ö fkeyle) Onu ne
karıştırıyorsun? Liliom 'un be­
nimle ne alâkası var?
MARIE — Wolf’un benim le alâkası ne ise, Liliom’un da senin­
le alâkası o. Wolf hakkında öyle
şeyler söylersen ben de sana Li­
liom hakkında istediğimi söyle­
rim,
JU LIE — Liliom benim hiç bir
şeyim değil. A tlı karıncada beli­
m e sarılmıştı. A rtık sarıldıktan
sonra (Yapm a!) diyemezdim ya.
MARIE — Hoşuna gitm edi mi
sanki?
JU LIE J j Hayır.
MARIE — Öyleyse şimdi niçin
gelmesini bekliyorsun. Niçin eve
dönmüyorsun?
JU LIE —- E... Şey... Bize bek­
leyin dedi de onun için (Liliom
girer. Uzun bir sükût.)
LİLİOM — H alâ burada mısı­
nız? Ne bekliyorsunuz?
MARIE — Beklememizi söyle­
miştiniz.
sinematek.tv
Liliom — M utlaka lafa k a rış­
man mı lâzım ? Sana söz söyliyen
yok.
MARIE — Peki..
JU L IE — Peki. (İkisin d e de
gitm eğe n iy e t y o ktu r.)
LILIOM p f B iriniz evine dönsün.(M arie’ye) Sen nerede o tu ru ­
yorsun?
M ARIE — B reier’lerin evinde,
Damyanoviç sokak No. 20
LILIOM — (J u lie 'y e ) Ya sen?
JU L IE — Ben de orada çalışı­
yorum.
LILIOM — H aydi bakalım , b i­
riniz eve. K im kalm ak ister?
(Cevap y o k ) Ağzınızı açın da
söyleyin. H anginiz kalıyor?
MARIE — K alırsa işinden olur,
LILIOM — Kim?
MARIE — Ju lie. Y edide evde
bulunm ası lâzım,
LILIOM — D oğru m u? V ak tin ­
de dönm ezsen işinden «çık arırlar
mı?
/
JÜ L IE — Evet.
LILIOM
Eh, beni d e çık a r­
m adılar mı?
JU L IE — E v et sizi de çıkardı­
lar.
MARIE — Julie, ben gideyim
mi?
JU L İE — N asıl istersen... K a­
rışmam.
MARIE — P ek âlâ. Sen iste r­
sen kal.
LILIOM — K alırsan işinden çı­
k a rırla r mı?
MARIE — Ju lie, gideyim m i
ben?
JU L IE (M ü şkü l bir variyete
girm iştir) Niçin sorup d u ru y o r­
sun?
MARIE — N e yapm ak lâzımgeldiğini sen daha eyi bilirsin.
JU L ÎE — D erin b ir heyecanla,
ağır ağır) P ek i öyleyse... G idebi­
lirsin.
M ARIE — (İsteksiz çıkar, biraz
sonra dönerek, m ü tered d it) A lla­
ha ısm arladık... (J u lie ’nin k e n d i­
sini ta kip edip etm iyeceğini anla­
m a k için biraz bekler. Ju lie kıpırdanm am aktadır. M arie çıkar.
Bu arada ortalık h a yli kararm ış­
tır. M üteakip sahne esnasın«
da u za k ta k i lâm balar birer bi­
rer yanar. L ilio m ’la Ju lie tahta
kanapeye oturm uşlardır. Tâ uzaklardan h a fif bir laterna sesi
gelir. F akat bu m ü zik, sanki k a ­
rarsız bir rüzgârın kaııadlanndan geliyorm uş gibi, bazen d u ­
yulm akta, bazen ka yb o lm a kta ­
dır. A y n ı şekilde insan sesleri,
borazan sesleri, eğlence yerleri­
n in uğultuları da kâh k u v v e tlen »
m ekte, kâh sönm ektedir. Karan­
lık, sahnenin »onuna kadar te d ­
rici eşkilde artar. A y tşığı y o k ­
tur, İlkbaharın pırıltıları, lâci­
vert sem ayı aydınlatm aktadır.)
LILIOM
Demek ki şim di ikimiz de işimizden çıkarıldık (J u ­
lie cevap verm ez. Buradan itiba­
ren sahnenin sonuna kadar g it­
tikçe yavaşlıyan bir sesle, âdetâ
bir fısıltt halinde konuşurlar.)
Yemek yedin mi?
JU L IE — H ayır.
LILIOM — Bira bahçesinde
bir şey yem ek ister misin?
JU L IE — İstemem.
LILIOM — Başka b ir yere gi­
delim mi?
JU L IE — Hayır.
LILIOM — (H afifçe ıslık çalar,
sonra) B uraya sık gelm iyorsun
galiba. Seni yalnız üç k ere gör­
düm . Başka sefer geldin miydi?
JU L IE § § Tabiî.
LILIOM
Beni gördünm ü?
JU L IE ¡ t j Evet.
—LILIOM — Benim Liliom oldu­
ğum u biliyor m uydunuz?
JU L IE — Söylediler.
LİLİOM — (Yavaşça ıslık ça­
lar. Biraz sonra) Sevgilin v ar mı?
JU L IE — «Yok.
LILIOM — Y alan söyleme.
JU L IE — Yok. Olsaydı söyler­
dim. Hiç olmadı.
LILIOM —=*. Ne yalancı. G ide­
yim de seni burada yalnız b ıra­
kayım .
JU L IE — Hiç sevgilim olmadı.
LILIOM — B aşkasına anlat.
JU L IE — N için «sevgilim var»
diye ısrar ediyorsunuz?
LILIOM — Ç ünkü sana kal der
demez kaldın. Bu İşlerin nasıl
yapıldığını biliyorsun,
JU L IE t e H ayır bilm iyorum .
LILIOM — Biraz daha gayret
.etsen burada benim le yapyalnız,
k aran lık ta niçin o turduğunu b il­
m ediğini söyliyeceksin. B undan
evvel başkasiyle m eselâ bir as­
k e rle ayni şeyi yapm am ış olsay­
dın, şim di ben tek lif eder etmez,
çarçabuk razı olur m uydun? Hem
zaten niçin kaldın?
JU L IE — Siz yalnız kalm ıyasiniz diye.
LILIOM — Yalnız kalm ak mı?
A m m a da aptalsın. Hiç ben yal­
nız k alır mıyım, (İk i polis girer)
Hangi kızı istesem elde ederim.
Sade senin gibi hizm etçileri de­
ğil, aşçıları, çocuk dadılarını, h at­
tâ fransız m adm azellerini bile.
H em yirm isini birden.
JULIE — Biliyorum ,
LILIOM — N eyi biliyorsun?
JULIE — Bütün kızların size
âşık olduğunu.. Ama burada ka­
lışımın sebebi bu değil, Bana
karşı çok eyl muamele ettiğiniz,
beni koruduğunuz için kaldım.
LILIOM — Öyleyse artık gide­
bilirsin.
JULIE — İstemiyorum.
LILIOM — Peki ya ben seni
burada bırakıp gidersem?
JU L IE — Yine gitmem.
LILIOM — Bana neyi hatırlat­
tın, biliyor m usun? Bir zaman­
lar bir sevgilim vardı, onu., an­
latayım bak, nasıl tanışmıştık.
B ir gece, atlı karıncanın kapanma
zam anı, elek trik leri söndürmüş­
tük. Bir de baktım ki.. (İk i sivil
polisin sahneye girm esiyle susar.
M em urların her biri, tahta kaıiapenin bir başında durur. Bunlar
parktaki serserilerin peşindedir.)
1. MEMUR — N e yapıyorsunuz
burada?
LILIOM — Ben mi?
2. MEMUR — Sana söz söylen­
diği zam an ayağa kalk, âm irane
bir tavırla L iliom ’un om uzuna
vurur.)
1. MEMUR — Adın ne?
LILIOM — Andreas Zovocky.
(Julie yavaşça ağlamağa başla r .l
2. MEMUR — Ağlama. Seni
yiyecek değiliz. Biz b urada dev ­
riy e geziyoruz.
I MEMUR S | D ikkat et, sıvış­
masın. (2. m em u r L iliom ’a ya kla ­
şır) Ne iş yaparsın?
LILIOM — Ç ığırtkanlık.
2. MEMUR — Ona Liliom d e r­
ler. B ir kaç defa kıstırm ıştık.
1. MEMUR -—- Liliom dedikleri
sensin ha? Şim di kim in yanında
çalışıyorsun?
LILIOM
D ul m adam Musk a t’ın yanında,
1. MEMUR j | j Ö yleyse b u rad a
işin ne?
LİLİOM — Şu kızla beraber
biraz oturuyorduk.
X. MEMUR — Y avuklun mu?
LILIOM — H ayır.
1. MEMUR — Ya sen kimsin?
JU L IE — Ju lie Zeller.
1. MEMUR — H izm etçi misin?
JU LIE ■— D am yanoviç sokak
20 num arada G eorg B reier’lerin
yanında ortalık Hîzmetçislyim.
1. MEMUR — E llerini uzat ba­
kalım .
2. MEMUR — (Ju lie’nin elleri-
7
sinematek.tv
1.
MEMUR —' Berkoviç, haydi ; JU L IE — Hiç b ir zam an yok­
tin i te tk ik e ttik te n sonra) Doğru.
gidelim . (M em urlar çıkarlar. J u ­ tu. Ben nam uslu b ir kızım.
Hizmetçi.
LILIOM — E yi am a askere el­
j j MEMUR — N için eve d ö n ­ lle ile Liliom tekrar kanapeye otururlar. K ısa bir sükût.)
bet b ir şey verm işsindir.
m edin? B urada b u adam la işin
JU L IE —- P ek i sonra ne oldu?
JU L IE — B eni niçin böyle sor­
ne?
guya çekiyorsunuz, mösyö LiliLILIOM — (A n lıya m a z) Hıh?
JU L IE —■B u g ü n izin günüm ,
om.
N e dedin?
efendim.
LILIOM — Ona bir şey verm e­
JU
L
IE
—
B
ir
h
ik
ây
e
a
n
latı­
1. MEMUR — İzin gününü b u ­
din mi?
ra la rd a böyle b ir adam la geçir­ yordunuz.
JU L IE — M ecburdum . Ama
m esen daha iyi edersin.
LILIOM — B en mi?
sevmedim,
2. MEMUR — Sırtım ızı dpner
JU L IE — Evet. Sevgilinizin h i­
LÎLİOM — B eni seviyor m u­
dönm ez hem en çalılık ların ara-, kâyesini. B ir gece, tam atlı k a­
sm da kaybolacaklardır.
rın can ın ışık ların ı söndürürken.,, sun?
1.
MEMUR — B u adam senin b u ray a k a d a r anlatm ıştınız.
JU L IE — H ay /r efendim .
p aran ın peşindedir. K e ra ta y ı eyi
LILIO M — H a evet, evet, tam
LILIOM -<-■ Öyleyse niçin b u ­
biliriz. S enin gibi cahil hizm etçi ışık ları söndüreceğim iz sırada b i­ ra d a benim le b erab er o tu ru y o r­
k ızların ı yakalayıp p a ra la rın ı a- risi çıkageldi. Koca atkılı küçük
sun?
lır. N itekim sen de m u tlak a y a ­ b ir kız... anladın mı... şeyden ge­
JU L IE — E... Hiç... (S ü k û t. Urın gelip, onu şik â y e t edeceksin- liyorm uş... e... dinle beni... se n ,,,
za kta n gelen m ü zik sesi sarih odir. A m a böyle b ir şey yapacak sen b ü tü n b u işittik lerin d en son­
larak işitilm ektedir.)
o lu rsan kapı dışarı ederim ,
ra benden ko rk m u y o r m usun?
LILIOM — D ans eder misin?
JU L IE — B enim p aram yok ki. M em ur benim nasıl b ir adam ol­
JU L IE
Olamaz. Çok dikkat
1. MEMUR — Lilipm , kızın d e ­ duğum u, b ü tü n p ara ların ! nasıl
etm em lâzım.
alıp gideceğim i anlattı.
diğini işittin mi?
LILIO M — Neye?
LILIOM — O nun parasın d a gö­
JU L IE — N em i alacaksınız?
JU L IE —- A hlâkım a.
züm yok benim .
P aram yok ki. O lsaydı bile... h ep ­
LILIO M B Neden?
2. MEMUR — (K o lu ile d ü rte ­ sini... hepsini verirdim .
re k ihtar eder) Sen çeneni tut.
LILIOM -r- S ah i v e rir m iydin?
JU L IE — Ç ünkü hiç evlenm i1. MEMUR
Evlâdım , y an ın ­
yeceğim. Evlenecek olsaydım , iş
JU L IE — Siz istedikten sonra
d ak i adam ın ne çeşit b ir adam verirdim .
başka id h O zam an ahlâka o 1 ka­
olduğunu sana söylem ek v azi­
d a r d ik k at etm ek lâzım değil. İn ­
LILIO M —- H ayatında, başka­
fem dir. O nun işi hizm etçi k ızlar­
san evlenince b u n u n ehem m iyeti
sın a p a ra v e rd in mi?
ladır. Z aten a tlı k a rın c a la rd a b u ­
yok. H albuki ben evlenm iyeceJU L IE — H ayır.
n u n için çalışır. B irin i y ak alad ı
ceğim O nun için nam uslu kız ol­
LILIOÎVt — Hiç sevgilin yok m aya çalışm alıyım .
mı, evlenm ek vadinde b u lu n u r,
sonra b ü tü n parasını, yüzüğünü m uydu?
LILIOM — Peki, ya sana «Gel
fa la n alıp sıvışır.
JU L IE — Y oktu.
evlenelim » dersem .
JU L IE — B enim yüzüğüm de
LILIO M — B irlik te gezip do­
JU L IE — Siz mi?
yok.
laştığın b ir kim se de yok m uy­
LILIOM — Ü rk tü n değil mi?
2. MEMUR - r Sana söz söy­ du?
M em urun söylediklerini h a tırla ­
lenm edikçe lafa karışm a.
JU L IE — V ardı.
d ın d a k o rk tu n değil mi?
1.
MEMUR — İk az ettiğim iz LILIOM — A sker m i?
JU L IE M H ayır efendim . K ork
için sonra bize m in n e tta r olacak­
m adım . O m em urun söyledikleri­
JU L IE
Bizim köyden biri.
sın. N e yap arsan yap, b a n a göre
LILIO M
A skerlerin hepsi ne hiç ehem m iyet verm edim .
h av a hoş. Çok şü k ü r b ab an deği­
LILIO M — F ak a t benim gibi
lim . A m a ne çeşit bir h e rif o ld u ­ böyle söyler... Hem sen hangi
b
ir
adam la evlenm eğe cesaret eköydensin
kuzum
?
ğunu söylüyorum . Y arm a k a l­
JU L IE — Ş u racık tak i k ö y le r­ dem ezsin .herhalde.
maz, g elir bize onu şik ây et e d e r­
JU L IE — Eğer., gü n ü n b irin ­
sin. Haydi, ak lin ı başın a topla da den biri. (S ü k û t)
de
- birisini sevecek olursam -edosdoğru evine git. K orkm a, sa ­
LILIO M
O nu sevdin m iydi?
m inim k i o bana n e yaparsan
na b ir şey yapam az. K o rk u y o r­
JU L IE —^N için hep bunu so ru ­
san b u m em ur ark ad aş evine k a ­ yorsunuz? H ay ır sevm edim . Yal- yapsın - a ld ırış etmem... h a ttâ
ölsem bile.
d a r götürsün.
ınz b irlik te gezm eğe giderdik.
LILIO M |Ü A m a benim gibi
JU L IE — M utlaka gitm em lâ ­
LILIO M —■N erelerde gezerdi­
kaba, h o y ra t b ir adam la evlenezım m ı?
niz?
m ezsin... değil mi... hattâ... e....
1.
MEMUR — H ayır, m u tla k a
JU L IE —■P arkda.
sevsen bile?
lâzım değil.
LILIO M -— Ya b ekâretini? O nu
JU L IE — Ö yleyse k a h rım eJU L IE — H ayır efendim ... E v­
n ered e kaybettin?
fendim .
lenirdim . Sizi sevseydim ... E vle­
nirdim . (S ü k û t)
I.
MEMUR
Eh, benden m es­ J U L I E — (K elim eyi anlıyam az)
B enim b ek âretim filân yok.
u liy et gitti.
L IL IO M — (F ısıltı halinde) M a­
LILIO M —- B ir zam an lar v a r­ dem ki beni sevm iyorsun... değil
JU L IE — E v e t efendim , te şe k ­
m i, dem in k endin d e söyledin...
diya.
k ü r ederim efendim .
8
sinematek.tv
mademki sevmiyorsun, niçin evi­
ne gitmiyorsun?
JULIE — A rtık çok geç. H er­
kes uyumuştur.
LILIOM — K apıyı kilitlem iş­
ler midir?
JULIE — M uhakkak.
m üddet susarlar.)
(Bir
LILIOM — Bence en bıçkın
serseri bile - isterse - adam olabi­
lir.
JULIE — Elbet. (Tekrar su­
sarlar. Bir lâmbacı sahneye gele­
rek kanapenin üstündeki gaz
lâmbasını yakar.)
LILIOM — K arnın aç mı?
JULIE — Değil. (Tekrar sü­
kût)
LILIOM —- Meselâ... paran ol­
saydı da., elinden alsaydım... Ne
yapardın?
JULIE — Hiç.. Ne çıkar?
LILIOM Ur* (Kısa bir sükûttan
sonra) En eyisi.. tekrar.., madam
Muskat’a dönmek, O geri geldim
diye sevinir../ben tekrar para ka­
zanmağa başlamış olurum, (Ju­
lle susar. Etrafındaki alacaka­
ranlık büsbütün artmaktadır.)
JULIE — (Yavaşça) O kadına.,
dönmeyin... (Sükût)
LILIQM — Burada ne kadar
çok akasya var. (Sükût)
JULIE — Dönmeyin.. O kadı­
na.
LILIOM — Söylediğim daki­
kada beni tekrar işe alır., sebe­
bini biliyorum., O da biliyor...
(S ükût)
JU LIE — Kokusu bana da
geldi.. Akasya-. (Sükût* Ağaçla•
rtn tepesinden bir kaç akasya
çiçeği aşağıya süzülür. Liliom bi­
rini yakahyarak koklar.
m
LILIOM — Beyaz akasya.
JU LIE — (Kısa bir sükûttan
sonra) Rüzgâr getiriyor.. (Su­
sarlar. Ancak uzun birsükûttan
sonra.)
PERDE İNER
sinematek.tv
T A B t O l II
(L u n a p a rkın ya kın ın d a H ollunder’lerin işlettiğ i bir fotoğraf
«atelyesi». Burası harap bir k u ­
lübedir. Giriş kapısı soldadır.
Sağda geride bir pencere ile ön ün d e bir kahape. Buradan L u ­
napark v e belki de bir dönm e do­
lap y a h u t b ir «m ontagne tusse»
iskeleti görü lm ekted ir. Solda ö n ­
de v ıu tb a k kapısı, o n u n altında
siyah perdeli ka ra n lık oda ka p ı­
sı. B u n u n hem en önünde üç ayak.lt foto ğ ra f m akinesi, Dipde
fotoğrafçılarda görülen bir m ü te ­
h a rrik fo n, istim a le hazır v a zi­
yettedir.
V a k it öğle ü stü d ü r. P erde açıldığı zam an sahnede J u lie ile
Marie görülm ektedir.)
M ARIE — D em ek H oliinger’i
doğdü.
JU L IE — E vet, m ü th iş su re t­
te hırpaladı.
M ARIE — A m a H ollinger on­
dan daha iri yarı.
JU L IE — P a ta k la d ı işte. Şen
i e bilirsin ya, m ühim olan irilik
değil, çevikliktir. Liliom m üthiş
çeviktir.
ıo
M ARIE — Sonra te v k if *m i e t­
tiler?
JU L IE /-*- E vet, tev k if ettiler
am a ertesi gün y in e b ırak tılar.
B urad a oturduğum uz iki aydan
b eri Liliom iki d efa yakalandı,
serbest bırakıldı.
M ARIE — N için serb est b ıra ­
k ıy o rlar?
JU L IE t— K abahatsiz olduğu
için.
(H ollunder T eyze acı sözlü, çok
ih tiy a r bir kadındır. F akat h e y ­
b etli cüssesinin altında çok sıcak
ve y u m u şa k bir kalbi vardır, il­
linde bir kaç parça odun, h o m u rd anrak arka kapıdan girer.)
HOLLUNDER TEYZE — İste ­
m esi bitmez... am a çalışm aya ge­
lince ona da yanaşm az. Çalışmaz,
çalışm az, am a ih tiy a r b ir d u l k a d ı­
n ı inki üç parça odununa m usal­
la t olur. S ab ah tan akşam a k ad a r
o rtalık ta pineklem ek, onun gibi
koca b ir h erife y ak ışır m ı? N a­
m u slu in sanların yüzü n e b ak m a­
ya u tanm ası lâzım am a ne gezer!
JU L IE
Teyzeciğim, ben de
üzülüyorum ...
H. TEYZE — Ü zülüyorm uş!
Sen asıl o serserin in hapse tık ılm adığına üzül. O nun y eri n am u s­
lu in san ların arası değil, hapis­
tir, hapis. (M utbağa gider)
M ARIE — B u da kim?
JU L IE — M adam H ollunder,
Teyzem... B urası (geniş bir kol
hareketiyle fotoğraf m akinesini,
karanlık odayı fo n ’u göstererek)
O nun fotoğraf atelyesi. Bizi b u ­
ra d a bedava oturtuyor.
MARIE — Niçin odun getirdi?
JU L E p | B ü tü n ihtiyaçlarım ızı
o tem in eder. O olm asa halim iz
neye v arırd ı. Acı sözlüdür am a
çok eyi kalplidir. (S ü k û t)
M ARIE — B iliyor m usun... N i­
h ay et öğrendim . A sker değilmiş.
JU L IE
H alâ görüşüyor m u ­
sunuz?
M ARIE — Tabiî.
JU L IE — S ık Sık mı?
M ARIE — S ık sık... h a tta beni
istedi.
JU L IE t— E vlenm ek m i istedi?
M ARIE — E vlenm ek isted i ya.
JU L IE — G ördün m ü? A sker
olm adığı b u n d an belli.
sinematek.tv
(Yeni bir sükût.)
MARIE — (Utanarak fakat bir
az da öğünerçk) Sana bir şey
söyleyim mi? Ben onunla flört
ediyorum.
JULIE — (Esefle, endişeyle)
Dün gece çıktı... hâlâ dönmedi.
MARIE — Al şu 16 Kreuzer'i.
Küçük matmazeli konservatuvara Götürüp getirmek için yol pa­
rası olarak vermişlerdi. 8 i gidiş,
8 i dönüş. Ama matmazeli yürüt­
tüm. Al... ötekilerin yanma koy.
JULIE — Hepsi 3 Gulden 40
Kreuzer yapıyor.
MARIE — Evet, 3 Gulden 46
Kreuzer.
JULIE — Hiç çalışmak istemi­
yor.
JULIE — Flört mü ediyorsun?
MARIE — Çok mu tenbel?
MARIE — Evet. Meselâ b era­
JULIE — Hayır ama hiç bir
ber parka gidelim diyor. G it­ zanaat Öğrenmemiş. Amelelik et­
mem diyorum. O kandırm ağa ça­ mek de istemiyor... onun için ça­
lışıyor, gelirsen sana eşarp alı­ lışmıyor.
rım diyor,,, am a yine razı olmu­
MARIE — Hiç doğru değil.
yorum... O zaman beni tâ kapı­
JULIE — Elbette doğru değil...
ma kadar götürüyor. Ben de ona Senin hanım ların yeni bir hiz­
kapıda allaha ısm arladık diyo- metçi tu ttu lar mı?
I rum.
MARIE — Sen gittiğinden beri
JULIE —- Flört dediğin bu mu? üç tane değiştirdiler. Biliyor m u­
MARIE — Tabiî ya... Günah a- sun, Wolf yeni bir iş buldu. Be­
İ ma... o kadar heyecanlı bir şey lediyeye girecek. O zaman ev
kı.
bedava. *
* 1
JULIE — Hiç kavga ettiğiniz
JULIE — Liliom atlı karıncaya
1 i olur mu?
dönmek istemiyor. Sebebini soru­
MARIE — (Azam etle) Ancak yorum artıa söylemiyor... Geçen
i çılgın aşkımız tepdiği zaman.
pazartesi beni döğdü.
JULIE — Çılgın aşkınız tepdİMARIE — Sen karşı gelme din
I ği zaman mı?
mi?
MARIE — Tabiî ya... El ele tuJULIE — Hayır.
| tuşup dolaşıyoruz. Bir ara o böyMARIE — Niçin bırakıp gitmi­
I le (yapar) kolum u sallam ak is| tiyor. Ben razı olmuyorum. «Ko- yorsun?
JULIE — İstemiyorum.
I lumu sallama» diyorum. O yine
MARIE — Ben olsaydım bira*
I İsrar ediyor. Ben yine razı olmuk ır giderdim. '(Sıkıntılı bir sükût)
İ yorum. Uzun zaman razı olmuH. TEYZE p (Elinde bir kap
I yorum... Nihayet razı olunca el
su homurdanarak girer) Kumla
1 ele tutuşup kollarım ızı sallaya
oynamasını becerir. Döğüşten ge­
i sallaya... böyle... dolaşıyoruz.
ri kalmaz.- F akir hizmetçilerin
I Çılgın aşk dedikleri bu işte. Güparasını alır. Polis de bütün bun­
* nah am a öyle hoş, öyle heyecanlara göz yumar... Doğramacı yine
I lı bir şey ki!
geldi.
JU LIE — Mes’udsun, değil mi?
JULIE — Bu su, çorba için mi?
MARIE — Senden... şey., dünH. TEYZE — Doğramacı geldi.
I yanın en mes’ud insanıyım... ATam sana göre bir adam. Gür
I ma en güzeli İdeal Aşk!
saçlı, esmer, yakışıklı iki çocuk­
JU LIE — O da nesi?
MARlE — B u mevsimde orta- lu, mazbut bir adam... Bol para­
sı, eyi kazanç getiren bir işi de
| Iık saat üçe doğru ağarm ağa başvar.
İ lar. O saate k adar kaldık mı,
JULIE —• (Marie'ye) Yanlış
i flört de, çılgın aşk da hepsi bitiI yor. İşte o zaman İdgal Aşk baş- hesaplamışım, 3 Gulden 36 K reu­
1 lıyor. O da şöyle: Bir tah ta ka- zer yapıyor, 46 değil,
MARIE — Hakkın var. 36 ola­
I napeye oturuyoruz. Ellerim i elcak.
I lerinin içine alıyor, yanağını yaH. TEYZE — Onu bu hayattan
I nağıma dayayor. Öyle konuşmaI dan duruyoruz. Biraz sonra kurtarıp nikâh etmek istiyor. Beş
I onun uykusu geliyor. Başı ö- defadır geliyor. İki çocuğu var aI nüne düşüyor. U yuya kalıyor. m a ...
J U L I E — Sen zahmet etme
> Fakat uyurken bile elimi bırakI mıyor. Ben... ben... hiç kıpırdama- teyzeciğim. suyu ben getiririm.
I dan oturuyorum , etrafım a bakıI nıyorum, derin derin nefes alıI yorum. Ç ünkü artık sabah olmuş
I oluyor. Ağaçların, çiçeklerin üsI tüne taze çiğ yağmış, mis gibi ko1 kuyor. W olf uyuduğu için bu ko-
I
I
I
H. TEYZE — Şimdi de dışarı­
da bekliyor,
JULIE — Söyle gitsin.
H. TEYZE — Yine gelir. Se­
ninki yakında kıskanmağa başiıyacak, h ır çıkaracak (Homurda­
narak çıkarken) Her an kavga
döğüşe hazır. Bu zavallıcığı döğmek ona yakışır mı? Ayıp, ayıp,
Polis nasıl oluyor da onu böyle
başı boş bırakıyor, anlamıyorum.
MARIE — Seni bir doğramacı
istiyormuş,
\ JULIE — Evet.
MAfftE — Niçin istemiyorsun?
JULIE — Çünkü...
MARIE — Liliom sana bakmı­
yor dayak atıyor, adım Liliom
diye her istediğini yapabilirim
zannediyor. Çok fena bir adam.
JULIE — Öyle söyleme. Haki­
katte fena insan değil.
MARIE — Parkta kaldığınız
gece sana karşı eyi miydi, nazik
miydi?
JULIE — Evet.
MARIE — Ama sonraları azıt­
tı değil mi?
JULIE — Evet, bazen deliliği
tutuyor. Ama parkda kaldığımız
gece... öyle müşfikdi ki. Şimdi de
bazen çok, çok müşfik olabiliyor.
Meselâ akşamları yemekten son­
ra burada durup atlı karıncanın
müziğini dinlerken birden öyle
değişiyor, öyle yumuşuyor ki...
MARIE —. Bir şey söylüyor
mu?
JULIE — Söylemiyor. Sessiz,
düşünceli bir hal alıyor, iri göz­
leri dalıyor... dalıyor...
MARIE <— Senin gözlerine mi?
JULIE — Pek değil. Çalışma­
dığı için derdli.. Pazartesi beni
döğmesinin sebebi de zaten bu.
MARİE — Sebebe diyecek yok.
doğrusu. İnsan çalışmadığı için
kendi karısını döver mi? Vicdan­
sız alçak,
JULIE — K urdukça efkârlanıyor.
MARIE — Canını acıttı mı?
JULIE — (Telâşla) K at’iyen.
MADAM MUSKAT j j (A za­
m etle girer) Gün aydın... Liliom
evde mi?
JULIE — Yok.
MUSKAT — Dışarı mı çıktı?
JULIE r—• Daha dönmedi.
MUSKAT — Beklerim. (O tu­
rur)
MARIE — U tanm adan buraya
nasıl geliyorsun?
MUSKAT — Burası senin evin
değil. D ikkat et yoksa yersin ağ­
zına bir tokat.
sinematek.tv
MARIE — Ju lie ’nin evine ayak
basm ağa nasıl cesaret ediyorsun?
M USKAT — (Ju lie'ye) O nun
söylediklerine bakm a kızım. B u­
ra y a niçin geldiğim i biliyorsun.
S enin o haylaza yeniden ekm ek
p arası tem in e tm e k için.
MARIE — E km ek p arası için
sana m uhtaç değil.
MUSKAT — Ona kulak asm aı
kızım. C ahilin biri.
MARIE — Ben gidiyorum . A l­
lah a ısm arladık.
JU L IE — G üle güle.
MARIE
(K apıdan tekra r
seslenir) 36.
JU L IE — Evet, 36.
M ARIE — T e k ra r A llaha ıs­
m arladık. (Ç ıkar. Ju lie m utbağa
doğru yürür.)
M USKAT — G ünde 1 kuron,
p a z a rla n d a 1 gulden v eriy o r­
dum . İstediği k a d a r b ira ile puro ’y u da m ü şterilerd en tem in ediyordu. (Ju lie m u tb a k - kapısın­
da duraklar, fa ka t cevap v e r ­
m ez.) A f dilem ektense aç kalm ağa
razı. N e yapalım , ben de İsrar
etm iyorum . V arsın af dilem esin.
Ö yle d e işe alm ağa razıyım . (J u ­
lie ceva p verm ez) D oğrusunu is­
tersen onu asıl m ü şteriler arıyor.
Eh, ta b iî b en de h e r şeyden evvel
işim i
düşünm eğe
m ecburum .
Y oksa b an a göre h ava hoş. V ar­
sın aç kalsın. Z aten b u ra y a da
sırf işim in h a tırı için geldim .
(Dûralar, zira L ilio m ile Ficsur
içeri girm işlerdir.)
JU L IE — M adam M uskat b u ­
rada.
LILIO M —■G örüyorum .
JU L İE — Selâm la san a.
LILIO M — Sebep? H em sen
ne istiyorsun bakalım ?
JU L IE —- B ir şey istediğim
yok.
LILIOM — Ö yleyse çeneni tu t.
N erede ise «bütün gece gelm edin,
işsizsin, a k ra b a la rın ın sırtın d an
geçiniyorsun'i diye d ır d ır başlıyacaksm ...
JU L IE — B ir şey dediğim yok..
LILIOM — D em edin am a d ili­
nin ucunda... B en seni bilirim ...
haydi yine başlam a, yoksa y ersin
b ir ta n e daha... ( ö f k e ile bir aşağı bir y u k a n dolaşır. Hepsi
biraz ü rk m ü ş gibidir. L ilio m ö n ­
lerinden geçtikçe kenara b ü zü l­
m ekte, başka tarafa bakm ağa ça­
lışm aktadır. Ficsur ortalıkta m is­
k in m isk in dolaşır, gözleri, bir
şe y arıyorm uş gibi, yerden k a lk m am tıktadır,)
M USKAT — (B ird en bire Fic-
su r’a) O nu durm ad an kum ara,
içkiye sü rü kliyen hep sensin. S e­
n i hapsettireyim de gör.
FİC SU R — S enin gibi b ay a­
ğı b ir kadınla konuşm ağa tenez­
zül etm em . (A rk a kapıdan dışarı
çıkar. Orada salondan görülecek
şekilde durur. S ü k û t)
JU L IE — M adam M uskat b u ra ­
da.
LILIOM — Söyliyedfek sözü
v arsa niçin ağzını açıp konuşm u­
yor?
M USKAT — Niye F icsur d e ­
nen adam la dolaşıyorsun? G ü­
n ü n birinde bir de bakarsın, fa r ­
k ın a varm adan, onun suç ortağı
oluverirsin.
LILIOM — D olaştığım insan­
la rd a n sana ne? K eyfim n e iste r­
se onu yaparım . B enden ne isti­
yorsun?
M USKAT — Ne istediğim i b i­
liyorsun.
LILIOM — H ay ır bilm iyorum .
M USKAT — N e istiyebilirim ?
B uray a resm î ziy arete m i geldim
zannediyorsun?
LILIO M — S ana borcum v a r
mı?
M USKAT — V ar am a onun için gelm edim . S enin gibi adam ­
dan p a ra iste n ir mi? H ele son
g ünlerd e kazancın pek m üthiş
Niçin geldiğim i pek âlâ biliyor­
sun.
LILIOM — A tlı karıncaya H ollin g er’i alm adın mı?
M USKAT — A ldım tabii.
LILIO M — P ek i ne istiyorsun?
O da benim k a d a r iş görür.
M USKAT — Çok h ak lısın oğ*
lum . Ona yol verm eği aklım ın
k en a rın d an bile geçirm iyorum , ama... b ir kişi kâfi gelm iyor... Ş im ­
di iki kişilik iş var...
LILIOM — Ben v ark en bir k i­
şi yetiyordu.
M U SK A T — Eh, belki de Hollin g er’e yfol Veririm.
L IL IO M — O k a d a r eyi ise ne
diye yol verecekisin?
M USKAT — (O m uzlarını »İl­
k e r ) Evet, eyi. ( S u ana kadar
L ilio m ’û n yü zü n e te k bir defa
bakm am ıştır.)
LILIOM —: (J u lie’y e) Teyzene
sor bakalım , bana b ir fincan k a h ­
ve b u lab ilir m i? (Julie m utbağa
gider) D em ek H ollinger eyi, öy­
le mi?
M USKAT — (L ilio m ’a kadar
giderek dosdoğru yü zü n e bakar)
G eceleri niçin evinde k alm ıy o r­
sun? Şu haline bak.
LILIOM — H ollinger eyi, öyle
mi?
MUSKAT — Saçlarını alnından
kaldır.
LILIOM — Saçım ı bırak. Senin
üstüne vazife değil.
M USKAT — P ek âlâ. Saçını
alnına dü şü r deseydim bu sefer
de inadına kaldırırdın. İşittiğim e
göre döğüyorm uşsun bu... e...
şeyi.
LILIOM — Sana ne!
M USKAT — A şkolsun sana,
O nun gibi cılız b ir m ahlûk döğülü r m ü? B ıktınsa bırak. Döğmekte ne m ân a v a r o zavallıyı*..
LILIOM — B ırakayım ha? Bı­
raksam işine gelir değil mi?
MUSKAT —■ Ah. B öbürlenm e
öyle (S ık ılm ıştır) Oh olsun bana,
azıcık iz’anım olsaydı böyle pe­
şinden koşmazdım... am a insan
işipin h a tırı için nelere k atlan m ı­
y o r ki! Ah, atlı k arıncayı satabilseydim , hiç b u ra la ra u ğ rar m iy­
dim? H aydi Liliom , azıcık aklın
v a rsa geri gel. S an a eyi p ara ve­
ririm .
LILIOM — A tlı karınca bensiz
de k alab alık oluyor... değil mi?
MUSKAT — K a lab a lık ama...
aynı şey değil.
LILIOM — D em ek ki beni a ra ­
dığını... itira f ediyorsun?
M USKAT —I B en mi? N e m ü­
nasebet. A rayan ben değilim , o
ap tal kızlar. Hep seni soruyorlar..
Haydi, aklını başın a topla da gel.
LILIOM — G eleyim de., onu
yüz ü stü bırakayım , değil mi?
MUSKAT — Z aten d ayak atıp
du rm u y o r m üsün?
LILIOM — H ayır, atm ıyorum .
Hem bıktım a rtık b u d ayak lâ­
fından. B ir defa... te k b ir defa...
v u racak oldum , b ü tü n d ü nya on­
dan bahsediyor. B una d ayak a t­
m ak m ı denir?
M USKAT — P ek alâ. pek aİâ.
Sözüm ü geri aldım . K arışm ıyo­
rum .
LILIO M — Döğüyorm uşum ...
döğsem bari..
MUSKAT — O nu niçin bu k a ­
d ar düşünüyorsun, anlam ıyorum .
E vleneli a n cak iki ay oldu, şim ­
diden b ık tığ ın belli. B eri tarafda ise a tlı karınca, eğlence var,
p a ra var. H epsini ayağınla te p i­
yorsun. Niçin? N e uğrunda?..
B ir insan bu k a d a r b u dalalık ed e r mi? (L ilio m ’u d ikk a tle sü ­
zer) B ü tü n gece neredeydin?
B erbad bir haldesin.
L IL IO M — S an a ne?
MUSKAT — Eskiden böyle de­
tildin. Aylak yaşadığın yüzün­
den kılığından belli.(S ü kû t) Ye­
ni bir laterna aldım, biliyor mu*
I sun?
LILIOM — (Yavaşça) BiliyoB rum.
MUSKAT — Nereden biliyorI sun?
LILIOM — İşitiliyor... tâ buraI lardan.
MUSKAT — Güzel bir laterna,
I değil mi?
LILIOM — (Şevkle) MükemI mel. G ür bir sesi var, âdetâ inliB yor. Fevkalâde.
MUSKAT — Sen onu aşıl y* I kından dinle. H arikulâde. Atlı
I karınca bile ¿arkına varmış gibi
1 şimdi... daha hızlı dönüyor. SaI katlanan iki atı değiştirdim. BilI din değil mi, hani kulakları kı1 rık hayvanlar vardı.
LILIOM — Y erlerine ne koydun?
MUSKAT — Tahm in et bakaI ^ım’
LILIOM — Yaban eşeği m i?‘
MUSKAT — Hayır, otomobil.
LILIOM — (Hayran) otomobil
I mi?
MUSKAT — Ya! Aklın, varsa
1 geri gel. B urada kalıp ne yapaI çaksın? Orası senin san’a tın ., OI fası senin için biçilmiş kaftan.
I Sen san’atkârsm . Sen evli barkB lı, m azbut bir insan olamazsın.
LILIOM — Rahat bırak... o..
I zavallı küçüğü...
MUSKAT — O nun hakkında
I daha hayırlı olur. Gider yine hizİ metçilik eder. Sana gelince, sen
I san’atkârsın. Senin yerin san’atI kârların arasında. İstediğin kadar
I bira, puro, günde 1 gulden, paI zarları 1 kuron. Ya kızlar, LiliI om, ya kızlar... Ben sana her za| man eyi muamele ettim, değil
i mi? Sana saat hediye ettim...
| Sonra..
LILIOM — O bildiğin kızlarK dan değil. Bir daha hizmetçilik
K edemez.
MUSKAT — K endisini öldürür
I mü zannediyorsun? M erak etme.
I Sevgilileri bıraktı diye bütün
I kızlar intihara
kalkışsalardı..
I (mânalı bir hareketle sözünü îceI ser.)
LILIOM — (B ir an yüzüne
I dalgın dalgın bakar. Sonra anî
I ve m ütebessim bir heyecanla)
i Demek halk Hollinger’den hoşI lanmıyor?
I
sinematek.tvLILIOM
M U S K A T — H o şla n m a d ık la rı­
n ı sen d e b iliy o rsu n y a, çap k ın .
LILIOM — Eh..
MUSKAT — Atlı karıncada ç a ­
lışm aktan her zaman hoşlanırdın
zaten. Eğlenceli hayat, güzel kız­
lar, bira, puro, çalgı... hem eğ­
lenil, hem de kolay. Dinle beni:
T ekrar gelirsen sana, ölen sevgi­
li kocamdan kalma bir yüzük ve­
ririm. Nasıl, razı mısın? Geliyor
musun?
LILIOM — O senin bildiğin
kızlardan değil. Bir daha hizmet­
çilik edemez. Ama... ama... ben­
ce... mühim bir fark yapmaz.
San'atime dönsem de yine... pek
âlâ Julle ile birlikte yaşamıya
devam edebilirin*.
MUSKAT — Aman yarabbi!
LILIOM — Ne oldu?
MUSKAT — Atlı karıncada ev­
li bir adamın çalıştığı hiç işitil­
miş şey mi? İter gece karının ya­
nına döndüğünü işitirlerse kızi*r
memenun olurlar mı zannediyor­
sun? Gülünç şey! Bunu öğrenir­
lerse sana kahkahalarla gülerler.
LILIOM — Ne istediğini anlı­
yorum.
MUSKAT — (Nazarlarından
kaçınarak) Fazla gururlanma.
LILIOM — Demek o yüzüğü
de vereceksin?
MUSKAT — (Liliom’un saçlarint geriye iterek) Evet.
LILIOM — Bu evde mes’ut de­
ğilim.
MUSKAT — (Halâ saçlarını
okşıyarak) Sana bakan yok ki.
(Sükût. Julie girer. Elinde bir
fincan kahve vardır. Madam
M uskat elini Liliom’un başından
çeker. Sükût)
LILIOM — Ne o? Bir şey mi
istedin?
JULIE — Hayır. (Sükût. Y a ­
vaşça m ut bağa çekilir.)
MUSKAT — Kocakarının an­
lattığına göre bir doğramacı var­
mış,
LILIOM — Biliyorum... biliyo­
rum...
JULIE — (Tekrar gelerek) Liliom, unutm adan sana bir şey
söylemek istiyorum.
LILIOM — Pek âlâ.
JULIE — Daha evvel söyliyecektim.,. hatjâ dün söylemek is­
tiyordum...
LILIOM — Söyle bakalım?
JU LIE — Ama yalnız sana
söyliyebilirim . B ir dakika içeri
gelir misin?
— Meşgul olduğumu
g ö rm ü y o r m u su n ? İş k o n u ş u rk e n
rahatsız etm e...
JULIE —r Bir dakika sürmez.
LILIOM — Çık dışarı, yoksa...
JULIE — Söylüyorum sana, bir
dakika sürmez bile.
LILIOM — Çıkıyor musun, çık­
mıyor musun?
JULIE — (Cesaretle) Çıkmı­
yorum.
LILIOM —- (Ftrlıyarak) Ne
dedin?
JULIE — Çıkmıyorum dedim.
MUSKAT — (O da kalkar)
Haydi, haydi, kavga etmyein.
Ben gider, dışarıda, vitrindeki
resimlere bakarım. Sonra gelir,
senden cevab alırım. (A rka ka­
pıdan çıkar.)
JULIE
İstersen yine dayak
at ama bana bakma,öyle.,., kork­
muyorum... Kimseden korkum
yok. Dediğim gibi söylenecek bir
sözüm var.
LILIOM — Haydi çabuk söyle.
JULIE — O kadar çabuk söyliyemem. Kahveni niçin içmiyor­
sun?
LILIOM — Söyliyeceğin bu
muydu?
JULIE — Hayır. Sen içinceye
kadar ben de söylerim. Dün ba­
şım ağrıyordu... sen sebebini sor­
muştun...
LILIOM — Evet?...
JULIE — Sebebi... anladın mı?
LILIOM — Hasta mısın?
JULIE — Hayır... ama hani
sen... baş ağrımın sebebini sor­
muştun... «halinde bir değişiklik
var» demiştin ya...
LILIOM — Öyle mi demiştim?
Belki doğramacıyı kasdetmişimdir.
JULIE — Ben... nasıl? Doğra­
macı mı?... Hayır... tamamiyle
başka bir şey. Söylemesi çok güç
ama ergeç öğreneceksin... Hiç hiç.
hiç korkmuyorum. Çünkü çok ta ­
biî bir şey...
LILIOM — (Kahve fincanının
masaya bırakarak) Ne?
JULIE — B ir erkekle b ir ka­
dın... bir arada yaşarsa...
LILIOM — Evet?
JULIE — Gebeyim. (Süratle
mutfağa girer. Sükût. Ficsur açık
pencereden görünür.)
LILIOM — Fiçsur! (Ficsur
pencereden başını uzatır.) Ficsur,
bana bak. Julie'nin çocuğu ola­
cakmış.
FİCSUR — Peki. Ne çıkar?
sinematek.tv
LILIOM — Hiç. (Birdenbire)
Defol oradan. (Ficsur’un başı
pencereden kaybolur. M uskat gi­
rer.)
MÜSKAT — Ju lie gitti mi?
LILIOM — Evet.
MUSKAT — İstersen sana 10
kuron avans vereyim (Çantasını
açar. Liliom fincanını tekrar eli­
ne alir.) Al bakalım. (B ir mikdar
para çıkararak uzatır. Liliom
görm em ezlikten gelir.) Neden al­
mıyorsun?
LILIOM — (Kahvesini içm ek
için fincanım ağzına götürürken,
çok üstün, çok lâkayd bir eda ile)
A rtık evine git» madam Muskat.
MUSKAT — Ne oldun?
LILIOM — B uradan git de
(kahvesini içer) Kahvem i rahat
ra h a t bitireyim . K ahvaltı ettiği­
mi görmüyor musun?
MUSKAT — Çıldırdın mı?
LILIOM — Gidiyor musun, git­
m iyor musun? (T ehditkâr bir ta­
vırla döner.)
MUSKAT — (Paralan çantası­
na koyarak) Lânet olsun bir d a­
ha senin suratım görene!
LILIOM — Vız gelir.
MUSKAT — Allaha ısmarladık.
LILIOM Jg Güle güle. (Ç ıkar­
ken seslenir) Ficsur! (Ficsur gi­
rer) Buraya bak, sen bana çok
para kazanm anın yolunu biliyo­
rum demiştin, değil mi?
FİCSUR — Biliyorum tabiî.
LILIOM — Ne kadar?
FİCSUR — B ütün öm ründe
14
görmediğin kadar. Sen yalnız işi
benim gibi tecrübelisine bırak.
H. TEYZE — (M utbaktan gire­
rek) Sabahleyin kahve ister, öğ­
leyin çorba, akşam yine kahve...
Üstelik kucak kucak odun... Hep­
sini de biz tedarik etmeli. Ver şu
fincanla tabağı. (Lunaparktaki
eğlence yerleri açılmıştır. Mutad
gürültüler duyulmağa
başlar.
Fakat bütün bunların üstünden,
sarili şekilde, atlıkarıncanın la­
ternası işitilm ektedir.)
LILIOM — Teyze, sinirlenme
o kadar. (Bu andan itibaren per­
de sonuna kadar laterna sesinin
kendisini gittikçe daha fazla si­
nirlendirdiği bellidir.)
H. TEYZE — (Ficsur’e) Sana
gelince, serseri herif, defol bura­
dan yoksa oğlumu çağırırım.
FİCSUR — Onun gibi âdi in­
sanlarla konuşmağa tenezzül et­
mem. (Buna rağmen arka kapı­
dan sıvışır.)
LILIOM — Hollunder teyze!
H. TEYZE — Yine ne var?
LILIOM — Oğlun doğduğu za­
man... yani onu doğurduğun za­
man...
H. TEYZE — Eee?...,
LILIOM — Hiç.
H. TEYZE — (Çıkarken söyle­
nir) Uyu, uyu da sarhoşluğun
geçsin, serseri herif. Bütün gece
içki içer, kum ar oynar.... başka
bir bildiği yok. Üstelik de fakir
insanların, rızkını elinden alır.
LILIOM — Ficsur!
FİCSUR — (Pencereden baka­
rak) Julie’nin çocuğu olacakmış,
değil mi? Biliyorum. Söyledin.
LILIOM — Şu deri fabrikası­
nın veznedarı işi... para var değil
mi bu işte?
FİCSUR — Çok para var ama.,
iki kişi ister.
LILIOM — (Düşünceli) Evet.
(H uzursuz) Haydi git buradan...
ama sonra yine gel. Ficsur gider.
Uzaktaki atlıkarıncanın laterna­
sı âdetâ uğuldayarak durmadan
çalmaktadır. Liliom bir müddet
dinler. Sonra kapıya giderek ses­
lenir.)
LILIOM — Teyze! (Saf bir se­
vinçle) Ju lie ’nin çocuğu olacak­
mış... (Sonra pencereye giderek
kanapeniıı üstüne sıçrar, dışarı
bakar. Birden, sanki uzaktaki atlıkartncaya hitap ediyorm uş gi­
bi, laternanın sesini bastıracak
bir haykırışla) Baba olacağım,
baba!
JU LIE — (M utbaktan gelerek)
LILIOM! — Ne var? Ne oldu?
LILIOM — (Kanapenin üzeri­
ne kapanır, başını yastığa bastı­
rarak) Hiç! (Julie orta bir an ba­
kar. Satıra yaklaşarak üstünü bir
atkı ile öretr. Parmaklarının ucuna basarak arka kapıya gider.
Kapıda, dışarısını seyrederek, laternanınm sesini dinliyerek, böylece durur.)
PERRDE
sinematek.tv
(Sahne aynıdır. A y n ı gün, ik in ­
di v a kti. L iliom , Ficsur’u n karşı­
sına oturm uş, ondan bir şarkı öğ­
renm ekle m eşguldür, Ju lie sah­
ne gerisinde ev işleriyle uğraş­
m aktadır.)
FICSU R — Dinle. Şim di üçün­
cü k ıt’aya geldik. (K ısık bir ses­
le söylem eğe başlar)
D ikkat d ikkât, delikanlım
M el’un polis peşindedir
M el’un polis, m enhus polis
P eşindedir, bulm akta iz
Ö m rüm ün te k sevgilisi
Y ar m ağ lar yas içinde
Aç gözünü, aç gözünü .
Mel’un polis h ep peşinde
Mel’u n polis, m enhus polis
P eşinded ir »gütmekte iz.
LILIOM — (S ö yler) D ikkat
d ik k at delikanlım
Mel’un, polis....
FICSU R, LILIO M — (Beraber)
P eşinded ir
Ö m rüm ü n te k sevgilisi
Y arm ağ lar y as içinde
Aç gözünü aç gözünü
LILIO M — (Y a ln ız) M el’un po­
lis hep peşinde
Mel’un polis, m enhus polis
Peşindedir, bulm akta iz
(Julie huzursuz ve endişeli na­
zarlarla birindeıf ötekine bakar.
Sonra m utbağa gider.)
FICSUR — (Julie'nin gittiğini
görünce h e m e n L iliom ’un yanm a
giderek acele acele) Franzen so­
kağından aşağı inince dem iryolu­
n a varırsın. O ndan öte, tâ deri
fabrikasına kadar, ortalık tam am iyle ıssızdır. B ir bekçi kulübesi
d ahi göremezsin.
LILIOM — Adam hep o yoldan
m ı geçiyor?
FICSUR 11 Evet, dem iryolun­
dan değil de daha aşağıdan, ta rla
yolundan. Geçen senedenberi hep
yalnız gidiyor. Eskiden daim a
yanında birisi bulunurdu.
LILIOM —• C um artesileri mi?
FICSUR — C um artesileri.
LILIOM j j Ya para? P arayı
neresinde taşıyor?
FIÇSUR — D eri çan ta içinde.
F ab rik a am elesinin tam bir haf­
talık ücreti.
LILIOM — Çok mu?
FICSUR - r 16.000 kuron. Az
p a ra değil.
LILIOM — Adı ne?
FICSUR — Linzm an. Yahudi.
LILIOM — V eznedar mı?
FICSU R — Evet. Ama kam ayı
böğrüne sapladım mı... y ah u t k a ­
fasını param parça ettim m i ne
veznedarlık k a lır n e b ir şey.
LILIOM —* M utlaka temizlelem k lâzım mı?
FICSUR
Lâzım değil tabiî.
P a ra y ı gönül rızasiyle uçlanırsa
lâzım değil am a b u veznedarlar
ekseriya tu h af insanlar. P a ra v e r­
m ektense ölm eye razı oluyorlar.
(Julie m u tfa kta n tek ra r girer.
Odanın diğer köşesinden bir şey
alır gibi yapar, çıkar. M üteakip
sahne zarfında aynı şekilde m ü ­
tem adiyen girip çıkm a kta , k u ş k u ­
lu v e endişeli olduğunu açıkça
belli etm etkedir. K onuşulanları
işitm eğe çalışm akta, n ite k im ik i
adamın b ü tü n itinalarına rağm en
arada sırada yakahyabildiği bir
ik i söz, bu endişesini arttırm a k­
tadır. Ficsur onu görünce m e v ­
zu u acele değiştirir.)
FİCSUR — Aşağısı böyle:
Seni m utlak y a k ala rlar
K ara zindana a ta rla r
15
sinematek.tv
! FICSUR, LILIOM — (B eraber)
Sevgilini söyletirler
S ık ıştırıp b ire r b irer
K u ru ekm ek o lu r aşın
Ö m rün çiirür, geçer yaşın
M el’ıın polis, m el’u n polis
Peşindedir, bak m ak ta iz
LILIOM f e (Y a ln ız) S eni m u t­
lak y a k a la rla r
K a ra zin d an ş a ta rla r
K u ru ekm ek olu r aşın
.Öm rün çü rü r, geçer yaşın
(Jıd ie arka kapıdan çıkınca su ­
sar) İş b itince hem en A m er ikaya
h a re k e t edeceğiz değil mi?
FIC SU E
H ayır.
LILIOM —- Ya ne yapacağız?
FICSU R — P a ra la rı b ir y ere
göm üp altı ay bekliyeceğiz. Â det
bu d u r. A ltı ay sonra çıkaracağız.
LILIO M — Sonra?
FICSU R — Sonra altı ay daha
eskisi gibi yaşayacak, p a ra y a elin i sürm iyeceksin.
LILIOM — Ama çocuk altı ay
sortra doğuyor.
FICSU R — Ö yleyse çocuğu da
b e ra b e r götürürüz. H arek etim iz­
den üç a y ev v el b ir işe girm eli­
sin k i A m erik a’ya gitm ek için
m aaşını b irik tird iğ in i söyliyebilesin.
LILIOM
H erifle hangim iz k o ­
nuşacak?
FICSU R — B irim iz ağzımızla,
birim iz bıçakla. B eğen beğendi­
ğini. Bence sen konuş, daha iyi.
LILIOM | | | İşittin m i?
FIC SU R p N e v ar? |
LILIOM — D ışarıda... K ılıç şa­
kırtısı gibi b ir şey. (F icsur d in ­
ler, B ir m ü d d e t sonra L ilio m d e ­
va m eder.) Ne diyeyim ?
FİC SU R — E vvelâ selâm ve­
rirsin . S onra «A ffedersiniz efen­
dim, acaba saatiniz kaç?» dersin.
LILIOM — Sonra?
FİCSU R — Ben b u esnada b ir
tan e yerlşetiririm . S o n ra sen b ı­
çağını alırsın... (A r k a kapıdan
bir polis girince derhal susar.)
Polis — G ünaydın.
İk isi b ird en — G ünaydın.
FİCSU R — (M utbağa doğru
seslenir) Hey, fotoğrafçı, m ü şteri
geldi. (S ü k û t. Polis b ekler. Fic­
su r yavaş sesle okum ağa başlar)
S eni m u tlak y a k a la rla r
K a ra zin d an a a ta rla r
S evgilini söyletirler
S ık ıştırıp , b ire r b ire r
K u ru ekm ek o lu r aşın
6§
16
LILIOM, FİCSU R — (B eraber)
Ö m rün çürür, geçer yaşın
M el’u n....
Menhus....
(<>M el’u n polis» tâbirini d u y u r­
m a m a k için yalnız bestesini söy­
lerle. B u esnada H ollunder teyze
ile oğlu girerler.)
PO L İS — K ab in e resm i çeki­
yorsunuz, değil mi?
HOLLUNDER’İN OĞLU — T a­
biî efendim . (D uvardaki fotoğraf
rafına işaretle) A rzu ettiğinizi
seçin. Tam boy olsun mu?
PO L İS — Evet, tam boy olsun.
(H ollunder teyze fotoğraf m a k i­
nesini yaklaştırır. O ğlu m akine
ile polis arasında m e k ik d o k u ya ya ra k k â h adam ın pozu n u dü zel­
tir, kâ h siyah ö rtünün altına g i­
rip m a k in ey e bakar. B u arada
kadın karanlık odadan iteni bir
cam getirip m a kin eyi ayarlar.
B u işler ya p ılırk en L ilio m ile
Ficsur başbaşa verm iş, fısıldan­
m aktadırlar.)
LILIOM — B u civ ardan mı?
FİC SU R — H ayır, değil.
LILIOM — Ya nereden öyley­
se?
FISCU R —i D ış m ahallelerden
olacak. (S ü k û t)
LILIO M — (B irden, adetâ ço­
cukça, gülünç ve zoraki bir şik â ­
yet fevera n iyle) H ey yarabbim ,
bu sürdüğüm üz h a y a t da h ay a t
mı?
FİCSU R — Ü ^ilm e. A m erikada ra h a t edersin.
LILIOM — Ne v a r orada?
FİCSU R — (N am uskâr bir eda
ile) A telyeler, fabrikalar...
HOLLUNDER’İN OĞLU — Po­
lise) K ım ıldam ayın lü tfen, Bir,
iki> üç. (M ahir bir h areketle ob­
je k tifin kapağını kaldırır, bir kaç
saniye sonra tek ra r takar.) T e­
şek k ü r ederim .
H. TEYZE — Beş dakikaya
k ad ar h azır olur,
PO L İS — P eki, beş dakika
sonra gelirim . Borcum uz ne k a ­
dar?
(M übalağalı bir saygı ile) Aman
kom iser bey, acelesi yok. (Polis
azam etle selâm verir, arka k a p ı­
dan çıkar. H. T eyze fo to ğ ra f ca­
m ın ı ka ra n lık odaya götürür,
ölu m a kin eyi te k ra r yerin e götü­
re re k arkasından çıkar.)
H. TEYZE — (L ilio m île Ficsur*un önünden geçerken hom ur­
d a n ır) A yak a ltın d a dolaşır, o r­
ta lığ ı pisletirler.., B iraz dışarı
çıkıp dolaşsanıza... İşleri yolun­
da tabiî. O nun için şa rk ı söyle­
m ek lâzım. (B irden Ficsur'un y ü ­
zü n e bakarak) Polisi görünce Ödün koptu değil mi?
F İC S U R — Çekil karşım dan
yoksa ayağım m altına aldığım
gibi... (K adın karanlık odaya gi­
der.)
LILIOM —§ A tlı karıncada Hollin g er’den m em nunlar mı?
FİCSU R — Galiba.
LILIOM —’ O M uskat karısını
gördün mü?
FİCSU R — Görm ez olur m u­
yum ? Şim di de H ollinger’in saçlariy le m eşgul.
LILIOM — Saçını m ı tarıyor?
FİCSU R — Sade saçını değil,
h e r tara fın a çeki düzen veriyor.
LILIOM — N e isterse yapsm .
FİCSU R — (L iliom ’u m u tb a k
kapısına doğru ite rek) Haydi,
tam zam anıdır.
LILIOM — N eyin zam anı?
FİCSU R — B ıçağı alm anın za­
manı.
LILIOM — H angi bıçağı?
FİCSU R — M utbak bıçağını.
Bende b ir çakı v a r am a h e rif k a r­
şı koyacak olursa yetm ez. M ut­
bak bıçağı lâzım.
LILIO M — N e lüzum u v a r ca­
nım ? A ksilik ederse tepesine bir
y u m ru k y er ö m rü n ü n sonuna k a ­
d a r dün y ay ı te rs görür.
FİCSU R — İn san ın y an ın d a bir
silâh olm alı. K afasına b ir yum ­
ru k indirm ekle g ırtlağ ın ı kesm iş
olm azsın ki.
LILIO M — G ırtlağ ın ı kesm ek
ş a rt m ı?
V
FİC SU R — Ş a rt değil am a ak­
silik ederse lâzım . (S ü k û t) Koca
gem ilere binm ek,
fa b rik aları
görm ek istem ez m isin? İstersin
am a b u n la rın u ğ ru n d a biraz zah­
m ete katlanm ağa yanam assm de­
ğil mi?
LILIOM — B ıçağı alırsam Ju lie görür,*
FİCSU R — G österm eden al.
LILIOM — (M utbağa doğru
bir kaç adım atar. B u sırada po­
lis kapıdan girer. L ilio m karan•
lık odanın kapısına v u ru r.) Polis
geldi!.
H. TEYZE —* (K apıdan baka­
rak) B ir dakika lütfen. B ir d a ­
k ika m üsade edin, (T ekra r içeri
girer. L iliom bir an, tered d ü t e t­
tik te n sonra m utbağa girer. Polis
Ficsur’u alaycı bir şekilde te tk ik
eder. Ficsur bu bakışlara m u k a ­
sinematek.tv
bele eder, bir kaç adım yaklaşır,
sonra kasten arkasını çevirir.
Birden topuklarının üstünde dö­
nerek m em ura parmağiyle işaret
ederken, çocukça bir şaka tonun­
da) K ristina sokağının Retti kö­
şesinde» değil mi?
POLİS — (Afallıyarak) Nere­
den bildin?
FICSUR — O civarda icrayi
san’at ederdim de.
POLİS — Ne iş görürsün?
FICSUR — Müzik profesörüylim. (Polis, karşısındaki adamın
kendisiyle alay ettiğinin farkına
vararak baka kalır, öfkeyle bı­
yıklarını burmağa başlar. Hollunder’in oğlu karanlık odadan
fotoğrafı verir.)
HOLLUNDERİN OĞLU — Bu­
yurunuz efendim. (Polis resme
bakar, parasın ıverir, kapıya doğ­
ru yürürken duralar, Ficsur’a ba­
kar, nihayet çıkar. O gidince Ficsur kapıya kadar giderek arka­
sından bakar. Hollunder'in oğlu
çıkar. Liliom ceketini ilikliyerek
içeri girer.)
FICSUR — (Döner, Liliom’u
görerek) Ne o, dalgınsın?
LILIOM — Yo, değilim.
FICSUR r - Öyleyse ne yapı­
yorsun?
LILIOM — Bu işi düşünüyo­
rum.
FICSUR — (Eyice yaklaşarak)
Söyle bakalım... adama ne diye­
ceksin?
LILIOM —- (Kararsız, m ü te­
reddit) «Affedersiniz..*, diyece­
ğim... acaba saatiniz kaç?» diye­
ceğim. O cevap verirse ne diye­
yim?
FICSUR — Cevap vermez.
LILIOM — Vermez mi?
FICSUR — Vermez. (Liliom ’un
ceketinin altındaki bıçağı yoklıyarak) Nerede? N ereye sakladın?
LILIOM — (Taş gibi) Sol ta­
rafımda.
FICSUR — Mükemmel. K albi­
nin üstünde. (Yoklar) Hah, şura­
da... Bıçağın ağzını buldum . Am­
ma da geniş, değil mi? Gittikçe
inceliyor, inceliyor... İşte ucu.
(Julie dışardan girer, önlerinden
yavaşça geçerken sessiz bir deh­
şetle onlan süzer. Durur. Ficsur,
Liliom’u dirseği ile dürterek)
Haydi, şarkı söyle!
LILIOM — K ın k , çatlak bir
bir sesle)
D ikkat dikkat delikanlım
FİCSUR — (Neş’e ile, yüksek
sesle, vücudiyle tempo tutarak
iştirak eder)
Mel’un polis peşindedir
Mel’un polis menhus polis
LILIOM — Peşindedir, bul­
m akta iz. (Julie arka kapıdan
çıkar. Liliom arkasından bakar.
Julie çıkınca Ficsur’e döner)
LILIOM — Bir gün herifi rü ­
yamda hortlamış görürsem ne
yaparım?
FİCSUR — Merak etme. Hort­
lamaz.
LİLİOM — Hortlamaz ha!
FİCSUR — Hortlamaz. Canım
işi yok da Öteki dünyadaki raha­
tını mı feda edepek herif.
LILIOM — Peki... sonra?...
FİCSUR — (Sabırsızlanarak)
Ne demek. Sonra?
LILIOM — Ahrette... Allahın
huzuruna çıktığım vakit... o za­
man ne cevap vereceğim?
FİCSUR — Senin gibilerinin
Allahın huzurunda işi yok.
LILIOM — Neden yok?
FİCSUR — Sen hiç Divanı Âli­
nin huzuruna çıktın mı?
LILIOM — Hayır.
FİCSUR —- Bizim gibileri an­
cak sulh mahkemesine yahut ol­
sa olsa Ağır Cezaya kadar yük­
selebilir.
LILIOM —• A hrette de öyle
mi?
FİCSUR — Aynı. Tıpkı bu
dünyada olduğu gibi orada da
sulh mahkemesinin huzuruna çı­
kacağız.
LILIOM — Sulh mahkemesinin
mi?
FİCSUR — Elbette ya. Zengin­
ler Mahkemei Kübraya, bizler
sulh mahkemesine. Zenginler İlâ­
h î musiki nağmeleriyle, melek­
lerle çevrilecek, bizim hissemize..
LILIOM — Bizim hissemize?..
FİCSUR
Bizim hissemize oğ­
lum, ancak adalet düşecek. A h­
rette tüm en tüm en adalet var.
Ondan bol bir şey yok. Adalet’in
olduğu yerde de m utlaka sulh
mahkemesi bulunur. Bizim gibi­
leri.;..
LILIOM — (Sözünü, keserek)
Affedersiniz efendim, acaba saa­
tiniz kaç? (Elini kalbinin üstüne
koyar)
FİCSUR — Elini niçin kalbi­
nin üstüne koydun?
LILIOM — Yüreğim... bıçağı­
m ın altında... fırlayacak gibi atı­
yor.
FİCSUR — Öyleyse öteki tara­
fa koy. (Gök yüzüne bakar) A r­
tık yola çıkma)l Yavaş y&va#
yürürüz.
LILIOM — Daha çok erken.
FİCSUR — Haydi yürü.fGide­
cekleri sırada Julie arka kapıdan
içeri girerek yollarını keser.)
JULİE — Nereye gidiyorsunuz?
LILIOM — Nereye mi gidiyo­
ruz?
JULİE — O tur evinde.
LILIOM — Olmaz.
JULİE — O tur diyorum. Yağ­
m ur yağacak. Islanırsın.
LILIOM — Yağmıyacak.
JULİE — Nereden biliyorsun?
LILIOM — Bana haber gelir.
JULİE — O tur diyorum sana.
Bu akşam doğramacı gelecek.
Sana iş vermesini rica ettim.
LILIOM — Ben doğramacı de­
ğilim.
ULIE — (Gizlemesine rağmen
gittikçe artan bir endişeyle) G it­
me diyorum. Marie nişanlısı ile
gelip resim çektirecek. Adamla
bizi tanıştırm ak istiyor.
LILIOM — Şimdiye kadar ta ­
nıdığım nişanlılar bana yeter.
JULİE — Gitme. Marie para
getirecek. Hepsini sana veririm .
LILIOM — (Kapıya yaklaşa­
rak) Ficsur'le biraz dolaşmağa
çıkıyoruz. Çabuk döneriz.
JU LİE — (Göz yaşlarını sak­
lamak için zorla gülümsemeğe
çalışarak) Evde kalırsan sana bi­
ra alırım... yahut şarap... hangisi­
ni istersen.
FİCSUR — Geliyor musun,
gelmiyor musun?
LILIOM — (Kabaca, fakat bu
kabalık, Jülie’nin İstırap çekm e­
sine dayanamadığı için sahte ve
zorakidir) Çekil Önümden yok­
sa.... (Yum ruklarını sıkar) Bırak
beni.
JULİE — (Titreyerek) Ceketi­
nin altında ne var?
LILIOM — (Cebinden bir ta ­
kım yağlı iskam bil çıkararak)
İskambil kâğıdı.
JULİE — (Titriyerek, gayet
yavaş ve k ısık bir sesle) Ceketi­
nin altında ne var?
LILIOM — B ırak beni.
JULİE — (Yolunu kapatır. Onu alıkoym ak için son bir gay­
ret sarfederek heyecanla, hara­
retle) Marie’nin nişanlısı Ar ad
sokağında çocuksuz bir k arı ko­
ca için bir kapıcılık var demiş.
Bedava ev, m üstakil m utbak, ü s­
17
sinematek.tv
MARIE — Nereye gitti?
telik tavuk beslememize de izin
JU LİE — Biraz dolaşacak.
varmış.
MARIE — Öyle mi?
LILIOM — Çekil önünmden!
JU LİE — Evet.
(Julie çekilir. Liliom çıkar. FicWOLF — Ya? (Yeniden sü­
su r onu takip eder. Julie düşünceli bir tavırla kapıda durur. kû t)
MARIE — Wolf yeni bir iş bul­
Holluııder teyze m utbaktan çı­
du. Ay başından itibaren artık
kar.
H. TEYZE
M utbak bıçağını sokaklarda durm ak yok. Ay ba­
şından itibaren bir kulüpte çalı­
bulamıyorum. Sen gördün mü?
şacak.
JU LİE — (Dehşetle) Hayır.
WOLF — (Özür dileyerek)
H. TEYZE jj§ Biraz evvel m a­
sanın üstünde duruyordu. Lili- M arie daha bu işleri anlatmasını
om’dan başka içeri giren olmadı. beceremiyor... Hehehe. Ay başın­
dan itibaren Bürger Kulübünde
JU LİE — Ö almamıştır.
H.
TEYZE — Ondan başka gi­ ikinci garson olacağım. İşten anlıyan, usul bilen için ey i bir yer.
ren omadı ki.
JULİE — Öyle, mi?
JU LİE — M utbak bıçağım ne
WOLF — Maaş fena değil ama
yapsın?
asıl bahşiş mühim. Oyun oyna­
H.
TEYZE — Satar, parasını dıkları zaman âdettir, daima gar­
içkiye verir.
sona bahşiş verilir. Diyebilirm
JU LİE — Tesadüfen... bak in­ ki gecede yirmi,' hattâ otuz kuron
san bazen nasıl iftiracı oluyor....
bahşiş olur.
tesadüfen, biraz evvel ceplerini
JU L İE — Öyle mi?
karıştırmıştım ... parası v a r mı
MARIE — Şimdilik iki odalı
diye... bir deste iskam bil kâğırm - bir yer tuttuk... İşler eyi gider­
dan başka şey bulamadım.
se... o zaman köye gidip bir ev
H.
TEYZE — (Homurdanarak alacağız.
WOLF — İşine bağlı, namuslu
karanlık odaya dnerken) İskam ­
bil kâğıdı., iskambil kâğıdı.. Mös­ olm ak şart. Tabiî köydeyken şe­
yöler her halete küçük b ir parti h ir hayatını arayacağız. Ama Al­
çevirm ek için kulübe uğrayacak­ lah çocuk ihsan ederse... Köy h a­
lar. (Çıkar, az sonra Marie, pe­ vası çocuklara daha yarar.
şinde W olf olduğu halde arka ka­ (Kısa bir sükût.)
MARIE — Nasıl, Wolf yakışık­
pıdan m ütebessim , içeri girerler.)
MARIE — Biz geldik. (Julie, lı, değil mi?
sesini işiterek döner. Marie, m ah­
JU LİE — Evet.
cup mahcup sırıtan W olfun elin*
MARIE — Hem ahlâkı da eyiİlen tuarak ona doğru çekerken) dir.
M erhaba.
JU LİE — Evet.
MARIE — Yalnız... yahudi.
JU L İE — Merhaba.
JU L İE — Z arar yok. Ona da
MARIE — Biz geldik.
alışırsın.
WOLF — Evet.
MARIE — Peki, A llah mes’ud
W olf — (Acem i bir tavırla eği­
lir. Elini uzatarak) Wolf Beilfeld. etsin demiyecek misin?
JU L İE — Tabiî, tabiî. (Marie’yi
JU L İE — Ju lie Zeller. (El sı­ öper)
kışırlar. M üşkül btr sü kû t olur.
MARIE — Wolf’u da öpmez
W olf vaziyeti kurtarm ak için
misin?
Julie’n in elini alarak tekrar şid­
JU L İE — Onu da. (W o lfu n
detle sıkar.)
yanağından öper. Sonra bir an
MARIE — İşte Wolf bu.
başını om uzuna dayayarak öyle­
W olf — Evet.
ce durur.)
JU LİE — Evet. (Tekrar m üş­
WOLF — Niçin ağlıyorsunuz?
k ü l bir sükût.)
(Ju li& ıin om uzunun üstünden
MARIE — Liliom nerede?
soruşturucu bir nazarla Marie’ye
bakar.)
JU LİE — Çıktı.
18
MARIE —'Ç ok eyi yüreklidir
de ondan. (Marie de teessüre ka»
pılmıştır.)
WOLF — (Müteessir) Candan
alâkanıza çok teşekkür ederiz.
(Göz yaşlarını zaptedemez. Bir
m üddet sonra Hollunder tefyze ile
oğlu karanlık odadan girerler.
Delikanlı derhal fotoğraf m aki­
nesiyle m eşgul olmağa koyulur.)
H.
TEYZE — Müsade ederseni zortalık kararm adan hemen
çekiverelim. (Marie ile W olf’u
ellerinden tutarak fon'un önüne
götürür. İkisi burada derhal sah­
te, m ihaniki bir tebessümle gayri
tabiî bir poz alırlar) Tam boy
m u?/
MARIE — Evet efendim. İki­
miz de tam boy.
H.
TEYZE — Gelin güveysiniz
değil mi?
MARIE — Evet.
H.
TEYZE İLE OĞLU •— (B e­
raber, m esleklerinin alıştırdığı
ifadesiz, yü ksek bir sesle) Matmazel mösyö’ye baksın, mösyö
de doğruca m akinenin içine.
H.
TEYZE — (Evvelâ Mari’ye,
sonra W o lf a poz verir) Tamam,
efendim.
HOLLUNDERİN OĞLU — (S i­
yah bezin altından, boğuk bir
sesle) B u eyi... çok eyi.
MARIE —- (Taş gibi dim dik
fakat m es’ud, yüzünün mânasını
değiştirmeden konuşmağa çalışa­
rak) Julie, şekerim, böyle eyi
miyiz?
JU LİE —r- Eyisiniz, canım.
HOLLUNDER’İN OĞLU —
Lütfen kım ıldam ayın şimdi. Üçe
kadar sayacağım. Üç deyince d u ­
run. (O bjektifin kapağını tutar,
tehditkâr bir sesle) Bir, iki, üç.
(kapağı kaldırır. M utlak bir sü­
kût. Fakat «Bir» dediği zaman
tâ uzaklardan Ficsur ile Liliom ’un söylem iş oldukları «Hırsızlar
Şarkısı» çok m üphem bîr şekilde
işitilir, fiu nekarat sahne sonuna
kadar devam eder. «Üç!» dediği
zam an herkes taş gibidir. Yalnız
Julie’nin başı ağır ağır masanın
üzerine düşer). Nakarat uzaklar­
da söner.
PERDE
Tsinematek.tv
A B L O ! IV
(Şehir dışındaki boş tarlalar.
Geride, bir dolma dem ir yolu,
sahneyi eğri olarak kat’eder. Bu
dolmanın ortasında bir kım ızı beyaz semafor, onun yakınındç
da küçük bir kırm ızı işaret fene­
ri durmaktadır. Fener henüz yakılmamıştır. Tahta basamaklarla
demiryoluna çıkılmaktadır.
Dem iryolunun altında ve sağ
tarafında bir yığın eski travers
durmaktadır. Geride bir telgraf
direği, onun ötesinde ağaçlar,
tahta parm aklıklar ve »tarlalar
görünür. En nihayette bir fabri­
ka belirmektedir. A y n ı günün
akşam saat altısıdır. O rtalık ka­
rarmağa başlamıştır. Liliom ve
Ficsur basamaklara çıkmışlardır,
uzaklaşmakta olan bir trenin ar­
kasından bakmaktadırlar.)
LILIOM — T renin uğultusu
hâlâ işitiliyor.
FİCSUR — Dinle! (Uzakta
kaybolan trenin arkasından ba­
karlar.)
LILIOM — K ulaklarını rayla­
rın üzerine koyarsan Viyana’ya
kadar gidişini işitebilirsin.
FİCSUR — Hıhl
LILIOM t—Şimdi bu geçen tre ­
ni gördün ya... tâ Viyanaya ka­
dar gider.
FİCSUR — Daha öteye gitmez
mi?
LILIOM — Gider tabii.
(Sükût)
FİCSUR — Saat altıya gelmiş
olmalı. (Liliom basamaklardan
inince) Nereye gidiyorsun?
LILIOM — M erak etme. Kaç­
mıyorum.
FİCSUR — Neden kaçacakmış­
sın? Veznedarın üzerinde 16 bin
kuron var. Biraz sabret. Gelince
hem en yanm a gider, nazik nazik
konuşursun.
LILIOM — «Affedersiniz efen­
dim, diyeceğim, acaba saatiniz
kaç?»
FİCSUR — O da sana saati
söyliyecek.
LILIOM — Ya gelmezse.
FİCSUR — (Saçmalama.) Mut­
laka gelir. H er cum artesi günü
işçilerin haftalığını vermesi lâ­
zım. Bugün cum artesi değil mi?
(Liliom basamaklardan çıkarak
hat boyunca bakar) Oradan ne­
reye bakıyorsun?
LILIOM — Raylar uzadıkça uzanıyor. Ucu bucağı yok.
FİCSUR — Bunda bakacak ne
var?
LILIOM —- Hiç., âdetimdir.
Hep trenlerin arkasından baka­
rım. Geceleyin böyle hat boyun­
da durdun m u gümbürdiye, gümbürdiye, üstüne tükürükler saça
saça geçer.
FİCSUR — Ne tükürüğü?
LILIOM — Tabiî ya. Lokomo­
tif insanın üstüne tükürür. On­
dan sonra bütün tren gümbürdiyerek geçer. Sen baka kalırsın,
yüzüne tükürülür ama gözün de
trende kalır.
FİCSUR — Gözüm trende mi
kalır?
LILIOM — Elbet. İster iste­
mez... Tâ uzaklarda bir nokta olup kayboluncaya kadar.
FİCSUR — İçinde şık, kibar
insanlar.
LILIOM — Gazete okurlar.
FİCSUR — £uro içerler.
LILIOM — Dumanını da içleri­
ne çekerler. (Kısa bir sükût) «
FİCSUR — Geliyor mu?
19
I
sinematek.tv
LILIOM *— B.aha m eydanda
yok. (Tekrar sü kût Liliom aşağı­
ya iner. Yavaş bir sesle, bir sır
tevdi edercesine) Telgraf telleri­
ni duyuyor musun?
FICSUR — Rüzgâr estikçe du­
yuyorum.
LILIOM — Rüzgâr esmese de
yin durmadan... durm adan uğul­
dadıkları işitilir... insanlar bu tel­
lerin içinden birbirleriyle konu­
şurlar.
FICSUR — Kim ler?
LILIOM — İnsanlar
FICSUR — Hayır... Konuşmaz­
lar, tegraf çekerler.
LILIOM — Telin içine söz söy­
lerler. K arşıdan cevap gelir... O
da dem ir tellerin içinden geçer.
Teller işte bun un için böyle
uuu..... diye uğuldar.
FICSUR — U ğuldarken ne
der?
LILIOM — Elli bir... Elli bir.
Dinle!
FICSUR — Ne diye dinleyim?
LILIOM — Bak, şuradaki ser­
çe bile dinliyor. B ir gözünü yum ­
muş, ötekini bana dikmiş, sanki:
«Ah, şu konuşm aları bir anla­
sam!» diyor.
FICSUR — Şimdi de kuşu m u
seyrediyorsun.
LILIOM — O da beni seyredi­
yor.
FICSUR — Bana bak. Sen has­
tasın galiba. B ir bozukluğun var.
Hem ne tarafın bozuk biliyor m u­
sun? Papel tarafın. B u kuşun da
parası yok. Gözünü onun için
yummuş.
LILIOM — Belki de.
FICSUR — Parası olan gözü­
nü böyle yummaz.
LILIOM — Ne yapar?
FICSUR — Canı ne isterse onu
yapar. Ama kimse parası olm a­
dıkça çalışmaz. Yakında bizim
de param ız olacak.
LILIOM — «Affedersiniz efen­
dim, diyeceğim, acaba saatiniz
kaç?»
FICSUR — Daha görünmedi.
İskam biller yanında mı? (Liliom
iskam billeri uzatır) P aran var
mı?
LILIOM — (Pantolon cebinden
biraz bozuk para çıkararak sa­
yar) On bir.
FICSUR — (Travers yığınının
üstüne ata biner gibi oturur) Pek
âl%... on b ir olsun.
LILIOM — (O da karşısına ay­
nı şekilde oturur) Haydi koy!
20
FICSUR — (Paraları travers­
lerin üzerine koyar. İskambilleri
süratle karıştırarak) 2 1 oynıyalım. Ben vereceğim. (Mefıaretle
verir.)
LILIOM — (Kâğıtlarına baka­
rak) Peki. Yerdeki kadar.
FICSUR — Birli geldi galiba.
(B ir kâğıt verir.)
LILIOM — Bir daha. (Bir kâ­
ğ ıt daha alır.) B ir daha. (B ir kâ­
ğıt daha alır) Tutturam adık. (K â­
ğıtları atar. Ficsur parayı toplar)
Haydi yine!
FİCSUR — Yine mi? Başka
p aran var mı?
LILIOM Ü Yok.
FİCSUR — Öyleyse oyun da
bitti... Ama ille İsrar edersen...
LILIOM — Ne diye?
FİCSUR — Borca oynıyalım
diye.
LILIOM — Nasıl? Demek bana
itimad ediyorsun?
FİCSUR —-• Etmiyorum ama,.,
m ahsup ederim.
LILIOM — Neye mahsup eder­
sin?
FİCSUR — Senin hissene dü­
şecek paradan. Sen kazanırsan
te n im payım dan düşersin.
LILIOM
(Veznedarın gelip
gelmediğini anlamak için arkası­
na bakarak, asabi ve mahcup)
Öyle olsun. O rtaya ne k adar ko­
yacağız?
FİCSUR — Veznedar 16 bin
kuron getirecek. B unun 8 bini
genini. Öyleyse banka 8 bin ol­
sun.
LILIOM — Olsun.
FİCSUR — K im in talii çoksa,
parası da ona göre olur. (K âğıt
verir.)
LILIOM İ l Altı yüz kuron.
(Ficsur bir kâğıt verir) Yeter.
FİCSUR —i (Kâğıtlarını aça­
rak) Yirmibir. (Acele karıştırır.)
LILIOM — (Heyecanla Ficsu r’a yaklaşarak) B u sefer bir
misline aynıyalım.
FİCSUR — B ir misline olsun.
(K âğıt verir)
LILIOM
(Kâğıtları alarak)
yeter.
FİCSUR ■— (K âğıtları açarak)
Yirmi bir. (Tekrar kâğıtlarım acele karıştırır)
LILIOM — (Kuşkulanarak)
Yoksa... kâğıt m ı yapıyorsun?
Ficsur — Ben mi... Ben hiç h i­
le yapacak adama benziyor m u­
yum? (Yine kdğtt verir)
LILIOM — (A sabiyetle arka­
sına bakarak) Bin.
FİCSUR — (Lâkayd) K uron
mu?
LILIOM — Kuron. (Bir kâğıt
alır) B ir daha (B ir kâğıt daha alarak) Yine tutturam adık. (Çok
parakaybeden acemi bir kum ar­
baz gibi m üthiş asabidir. Şaşkın,
atılgan, ambale bir oyun oyna­
maktadır. Bu andan itibaren dü­
şüncesinin kaybettiği parayı ge­
ri alm ak olduğu bellidir.)
FİCSUR — Borcun 1200 oldu.
LILIOM — Yine bir misline
oynıyalım. (B ir kâğıt alır. B üyük
bir heyecan içindedir. Tekrar bir
kâğıt alır.) B ir daha. (Üç kâğıdı
da yere atar.)
FİCSUR — (Eğilerek yerde
toplama yapar) On., on dört...
yirm i üç.,.. Borcun iki bin dört
yüz oldu. (İskam bil paketinden
bir kâğıt alarak) İşte kırmızı
birli. İstersen yine b ir misline
oynarız.
LILIOM — (Tehalükle) Olur.
(Tekrar bir kâğıt alır) Yeter.
FİCSUR — (Kâğıtlarını aça­
rak) On dokuz.
LILIOM — Yine sen kazandın.
(A detâ yalvararak) Kuzum, yine
bir birli ver. Bu sefer karası ol­
sun. (Kâğıt alır) Yine b ir misli­
ne oyniyalım.
FİCSUR - 7 A rtık olmaz.
LILIOM — Sebeb?
FİCSUR — Ç ünkü bu sefer
kaybedersen verecek paran kal­
mıyor. B unun bir misli dokuz bin
ajtı yüz yapar. H albuki senin to­
p u topu sekiz binin var.
LILIOM — (M üthiş bir heye­
can içinde) Buna... buna... düpe
düz hilebazlık derler.
FİCSUR — En fazla üç bin iki
yüz olabilir. Ondan fazlasını ko­
yamazsın.
LILIOM — (Hevesle) Peki ra ­
zıyım. Üç bin iki yüz olsun. (Fic­
sur kâğıt verir) Yeter.
FİCSUR — B ana d a b ir birli
gelmiş. Şimdi acele etmeden, ağır
ağır file edelim. (Kâğıtlarını ağır ağır, derin bir alâka ile jile
ederken Liliom heyecanla ona
yaklaşır.) Yirmi bir. (İskam bil­
leri acele cebine koyar. S ü k û t)
LILIOM — Seni... seni gidi
sahtekâr, düzenbaz herif seni...
(Tam o sırada sağdan Linzman
girer. Bu, takriben 40 yaşların­
da, kırm ızı sakallı, iri y a n bir adq.mdır. Bir yanında, boynundan
bir kayışla astlı bir deri çanta
vardır. Ficsur ihtar mahiyetinde
öksürür, sağa doğru, Linzm an ile
sinematek.tvşer ve demiryolunun öte tarafı-
demiryolu arasına geçer, LinzLILIOM — (Tekrar Linzman'a
man’vn arkasında bir an d u r u ­ bakarak) Polis.
ladıktan sonra onu takip eder.
LİNZMAN — (Ficsur'e) Rahat
Liliom şaşırmış bir halde tra­ dur... yoksa... (Tekrar Liliom’a
verslerin bir kaç adım solunda takılarak) Kaç tane?
duralar. Linzman ile yü z yüze­
LILIOM — (Yere bakarak)
dir. Her tarafı titrem ektedir.)
İki.
LILIOM — Affedersiniz efenLİNZMAN — Neye binmişler?
acaba saatiniz kaç? (Ficsur, eLILIOM — Ata.
linde çakısı, sessizce Linzman'ın
LİNZMAN — Kim daha çabuk
üstüne atlar. Fakat Linzm an sol koşar? İnsan mı, at mı?
eliyle Ficsur’u n sağ elini yakalıLILIOM — At.
yarak onu dizlerinin üstüne ge­
LİNZMAN — Gödünmü ya.
tirir. A y n ı anda sağ eliyle cebin­ Artık» kaçmak bir az güç. (Güler)
den bir tabanca çıkararak Lili- Hayatım da hiç bu ikisi kadar ta­
om’a çevirir. Liliom tabancadan lihsiz eşkıya görmedim. Bundan
iki adım ötededir. Uzun bir sü­ büyük talihsizlik olamaz. Tesa­
kût.)
düfe bakın ki, tam bugün yanı­
LİNZMAN — (Sakin, derin bir ma tabanca alacağım tuttu. Hoş,
sesle) Saat altıyı yirmi beş geçi­ tabancam olmasaydı da yiAe si­
yor.) (Susar. Eğilerek müstehzi zinle. başa çıkardım ya. Fakat iş
bir ifadeyle Ficsur’a bakar.) Be­ bukadarla da bitmiyor. Benim
reket boş elini değil de silâhlı e- ne taraftan geldiğimi gördünüz
lini yakalamışım. (Tekrar susar. mü, sersemler? Fabrikadan geli­
Karşısındakileri dikkatle süzer.) yorum, fabrikadan. O raya gider­
İkisi de yam an serseri. (Liliom 1'a) ken yanımda hayli p ara vardı.
Aklın» varsa kımıldama. Kımıl­ On altı bin kuron. Halbuki şim­
dadığın anda beynine iki kurşun di bir santim bile yok. (Sola
yersin. Namluya dikkat et. İçin­ doğru seslenir) Hey, biraz acele
de kurşundan m am ul küçük k ü ­ edin. Herif zorluyor. (Ficsur şid­
çük bir şeyler görüyor musun?
detle kıvranarak kendini kurta­
FİCSUR — B ırak beni. Ben rır, fırlar. Linzman tabancasiyle
sana b ir şey yapmadım.
ona doğru nişan alırken Liliom
LİNZMAN — (Çakıyı hâlâ tu t­ demiryolu m erdivenlerinden yu ­
makta olan eli m üstehzi bir şe­ karı atılır. Linzman bir an te­
kilde salhyarak) Ya bu ne? Bu­ reddüt eder. Liliomfun daha emin
na ne derler? Ha, anladım. Ce­ bir hedef olduğuna karar vere­
bimde elma var sandın da onu rek bu sefer ona nişan alır)
soymak istedin değil mi? Tamam Davranma, yakarım! (Soldaki
tamam. Affedersin hata etmişiz. polislere seslenerek) İnsenize aÖzür dilerim efendim.
tınızdan. (Tabancası Liliom’a
LILIOM — Ama ben... ben...
çevrilidir. Liliom rampanın üs­
LİNZMAN — Biliyorum evlâ­ tünde seyircilere karşı durmakta­
dım, biliyorum. İş meydanda. Sen dır. Soldan, elinde tabanca, bir
yalnız saati öğremek istedin. Eh, polis görünerek.)
saat altıyı yirm i beş geçiyor.
1. POLİS — Dur!
FİCSUR — Mösyö, bırakın gi­
LİNZMAN —- Delikanlı, saatin
delim, biz size b ir şey yapmadık.
LİNZMAN — Evvelâ şunu söy- kaç olduğunu halâ m erak ediyor
leyim: Ben mösyö filân değilim. musun? On ilâ on iki yıl hapis.
LILIOM — Yakala da göreyim.
Saniyen bu paranın hatırı için
sen bana ekselans da diyebilir­ (Linzm an istihkarla güler. Lili­
din. Salisen iltifatla elimden k u r­ om o anda polisten ve Linzman’dan 3-4 adım ötededir. Y üzü gö­
tulamazsınız.
LILIOM — Ama ben... ben si­ ğe çevrilir. Birden biraz etra­
fındakilere m eydan okuyan, bir­
ze hiç bir şey yapmadım ki.
LİNZMAN — A rkana bak oğ­ az da kendine acıyan kahkaha­
lum. Korkma, arkana bak ama larla gülmeğe başlar. Ceketinin
sakın kaçayım deme. Yoksa ateş altından m utbak bıçağını çıkarır)
ederim. (Liliom ağır ağır arkası­ Julie!... (Bu feryatta bir vedâ ifa­
na dönerek bakar) K arşıdan kim desi vardır. Yana döner, bıçağı­
nı göğsüne saplar, sendeler dü­
geliyor?
Uzun bir sükût,
tki polis soldan, demiryolunun
üzerinden yaklaşırlar.)
LİNZMAN — Ne oldu? (Bi­
rinci polis yol boyunca basamakla n n hizasına kadar gelerek eği­
lir, öte yandan aşağıya bakar.
Takriben Liltom’un kaybolduğu
yere iner. Linzman ile diğer po­
lis demiryolu üzerine çıkarak aşağı bakarlar.) Kendini bıçakla­
na yuvarlanır.
mış, değil mi?
1. NCİ POLİSİN SESİ — Evet.
Hem galiba temiz iş yapmış,
LİNZMAN — (Heyecanla, ikin­
ci polise) Gideyim, hastahaneye
telefon edeyim. (Merdivenlerden
koşarak iner ve sol taraftan çı­
kar.)
2. POLİS — Bakkala git de oradan fabrikaya telefon et. Fab­
rikada da bir doktor olmalı, (ö teki polise seslenir.) Gideyim a t­
lara bakayım. Basamaklardan
inerek soldan çıkar. Sahne boşa­
lır. Sükût. Küçük fctrmtzt işaret
feneri yanar.)
2.
POLİSİN SESİ — Hey, Stefen!
1. POLİSİN SESİ — Ne var?
2. POLİSİN SESİ — Bıçağı çe­
kip çıkarayım mı?
L POLİSİN SESİ — Çıkarma
daha eyi. K anam a yapar.
2. POLİSİN SESİ — Stefan!
1. POLİSİN SESİ — Ne var?
2. POLİSİN SESİ — Burada da
ne kadar çok sivrisinek var!
1. POLİSİN SESİ — Öyle.
2. POLİSİN SESİ — Cıgaran
var mı?
1. POLİSİN SESİ — Yok. S ü ­
kût) 1. polis demiryolunun öteki
tarafından sörünür.)
2. POLİS — Bu yeni maaş ka­
nunundan hiç hayır görmedik.
Vaziyet düzeleciği yerde büsbü­
tün kötüledi. Sözüm ona daha
fazla maaş alıyoruz ama elimize
eskisinden de az geçiyor. Hükü­
m et bunu anlamıyor ki. Bizim
meslek nankör meslek. Geceli
gündüzlü durm adan çalışıp saç­
larını ağartıyorsun da sanki ne
oluyor? Hiç! Yavaş yavaş ömür
tükenip gidiyor.
1. POLİS — Doğru söyledin.
2. POLİS
Doğru ya. ( Uzak­
tan işaret kulesinin zili işitilir.)
PERDE İNER.
sinematek.tv
(A y n ı akşam , y a n m saat son­ la n sola gelir. A m elele r evvelâ
ra, fo to ğ ra j atelyesinde. H ollan­ yavaşça diğerlerine iltih a k eder­
der te y ze , oğlu, M arie v e W o lf ler, sonra sessizce dışarı çıkarlar.
sağda, durup baş başa, verm işler. Ju lie sed yenin yanında d u rm a k­
Y a ln ız Julİe bir kaç adım solda, ta, başını çevirm eğe m uhtaç ol­
ayrt durm aktadır,)
m adan L ilio m ’u n y ü zü n ü görebil­
H.
TEYZENİN OĞLU — (T am m ekted ir. ö te k ile r kapının y a ­
o sırada içeri girm iştir. H eyeca n ­ nında heyecanla baş başa v e r­
la anlatm aktadır.) Şim di g etiri­ m işlerdir. 1. polis girer.)
y orlar. F a b rik a d a n iki am ele sed­
1. PO L İS — K a rısı m ısınız?
y eye koym uşlar.
JU L İE — Evet.
W OLF — D oktor nerede?
İ. PO L İS — Y arasını pansu­
H.
TEYZENİN O Ğ LU — B ir m a n eden fa b rik a d o k to ru hastam em ur polis m ü d ü rlü ğ ü n e te le ­ h an e y e götürm em ize izin v erm e­
fon etmiş. A dliye d o k to ru nerede
di. O k a d a r uzağa taşım ak teh li­
ise gelir.
k eli o lu r dedi. Şim dilik dinlen­
m esi lâzım . A dliye doktoru ge­
M ARIE — B elki k u rta rırla r.
H.
TEYZENİN O Ğ LU
Y ara lin ecye k a d a r bırakın, böylece
yatsın. (K apıdakilere) K im se r a ­
çok d e rin am a h â lâ n efes alıyor.
K onuşabiliyor da. F a k a t p ek h a ­ hatsız etm esin. (P olisin geçmesi
fif. E vvelâ baygındı. S o n ra s e d ­ için yo l açarlar. Polis çıkar, S ü ­
k û t.)
yeye yatırılınea k en d in e geldi.
W O L F — (D iğerlerini n eza k etW O LF
S arsıntıdandır.
çıkarm ağa çalışarak) Hepimiz
M ARIE — Y er açalım . (Y e r açarlar. İk i a m ele sedye ile L ili- çıksak d ah a eyi olur. K alabalık
om 'u içeri getiıirler. S ed ye dört
etm ıyelim .
M ARIE — (Julie*ye bakarak)
a ya k lı v e ka ryo la yü k se k liğ in d edir. S e d y e y i soldaki kanapenin
Ju lie, sen ne dersin? Jıılie cevap
Önüne koyarlar. B aşı sağa, a y a k ­ ve rm ed en bakar.) Ju lie , sana
99
yardım ım dokunabilir mi? (Julie
cevap verm ez.) Biz dışarıda k a­
pının önündeki kanapeyediyz.
Lâzım olursak çağır. (H ollunder
teyze ile oğlu kendilerine söyle­
n ir söylenm ez derhal derhal çık­
m ışlardır. Şim di de M arie ile
W o lf çıkarlar. Ju lie sed yen in k e ­
narına ilişerek L iliom ’a bakar.
Liliom elini uzatır, Julie bu eli
sıkar. O rtalık henüz tam am iyle
kararmamışUr. İkisi de saraha­
te n görünm ektedir.)
LILIO M — (Z ahm etle doğru­
lur. E vvelâ şakalaşır gibi, k a y ­
gısız bir şekilde konuşur. Sonra
ciddileşirf cüretkârlaşır) Julie...
benim k ü çük Ju lie ’im. S ana bir
şey söylem ek istiyorum ... h a n i in­
san b ir lo k an tay a g ider de... y e ­
m eğini y edikten sonra... hesap
görm ek zam anı geldiği vakit...
nasıl cebindeki p arasın ı saym a­
ğa... borcunu son san tim in e k a ­
d a r hesaplam ağa... m ecbur olursa
ben de.., şim di öyle hesap görm ek
istiyorum ... Seni n e zam an döğdüm se bunu, öfkelendiğim ... sana
kızdığım için yapm adım ... hayır...
sinematek.tv
yalnız kim senin ağlam asına ta ­
ham m ül edem ediğim için., sen
hep ağlıyorsun... benim yüzüm ­
den... Ne yaparsın... Ömrümde hiç
bir iş, hiç b ir san’a t öğrenm edim
ki... Benim gibi bir adam dan ka­
pıcı olur m u?... A m a inan bana...
nasıl olsa a tlı karın cay a dönm iyecektim... oraya gelen kızlarla
dalga geçm eğe niyetim yoktu...
Hepsi bana vız gelir... anlıyor
musun?
JU L IE — A nlıyorum .
LILIOM —- H ollinger'e gelin­
ce... zararsız çocuktur... M adam
M uskat’la pek âlâ anlaşırlar...
A nlattığı hikây elerin hepsi benim
M üşteriler hep benim hikâyele­
rim e g ü lü y o rla r am a ne çıkar...
Ben sana hiç b ir şey verem edim...
b ir y u v a kuram adım ... yediğin
bir lokm a ekm eği bile getirem e­
dim. A nlam azsm b u n ları, ben
haylazın biriyim ... ben kapıcılık
edecek adam değilim... onun için
belki oraya... A m erika’ya gider­
sem daha eyi olur dedim... anlı­
yor m usun?
JU L IE — A nlıyorum .
LILIOM — Senden af diliyo­
rum... H ayır... af dilediğim yok...
ileride çocuğa hepsini anlatırsın...
istersen tabiî...
JU L IE — Peki.
LILIOM
O na benden bahse­
decek olursan... b ab an haylazın
b iriydi ama... dersin... A inerikaya gidip orada... h a y ır b u n la r se­
ni alâ k ad a r etmez.... senden af d i­
lem iyorum ... isterse a rtık polis
gelsin... çocuk oğlan olursa... y a ­
h u t kız... b elk i daha bugün A lla­
hın h u zu ru n a çıkarım . Ç ık ar m ı­
yım dersin?...
JU L IE — Evet.
LILIO M — K orkm am ... o rad a­
ki polisten korkm am ... y e te r ki...
beni A llah ’ın h u zu ru n a, O* nun
huzuruna ç ık a rsın la r da... burada
olduğu gibi m em u ru n b iri yolu­
m u kesmesin... D oğram acı senin­
le evlenm ek isterse... evet... iste r­
se evlen. Çocuğa da baba diye onu tanıt... S ana inanır, değil mi?
JU L IE — Evet.
LILIOM — Seni döğdüğüm za­
m anlar hak lı idim... kendini her
zam an h a k lı sanma... Liliom ’un
da bazen h a k lı olduğu vardır...
am a a rtık kim h ak lı, kim haksız,
u m urum da değil... ne saçma...
doğrusunu istersen kim se h ak lı
değil... herk es kendini haklı sa ­
nıyor ama., kim senin b ir şey b il­
diği yok.
JU L IE — Evet.
HOLLUNDER’İN OĞLU LILIOM — Julie... gel., elimi Doğramacı eyi bir adamdır, ar­
tut.,, sıkı tut.
tık söyleyebilirim... Hergün bu­
JU L IE — Zaten hep tu tu y o r­ raya bir bahane ile uğrar. Her
dum...
gelişinde d e seni sorar.
LILIOM — Daha sıkı... daha
MARIE — O da karısını kay ­
sıkı... gidiyorum... (S ü kû t)... J u ­ betmiş. İki de çocuğu varm ış.
lie... Julie... Elveda. (Liliom y a ­
H, TEYZE — Böylesi onun için
vaş yavaş arkaya düşerek ölür. de hayırlı, senin için de... fena
Julie elini çeker. D oktor birinci bir adamdı.
polisle içeri girer.)
•
MARIE — Eyi kalpli b ir insan
DOKTOR — A kşam lar hayrol- değildi... öyle değil m i Wolf?
sun... K arısı mısınız?
WOLF —- Evet, doğrusunu söy­
JU L IE — Evet. (D oktorla po­ lem ek lâzım gelirse Liliom ’a eyi
lisin arkasından H ollunder te y ­ bir insan denemezdi. Eyi insan
ze, oğlu, h/tarie, W olf ve Madam dediğin karısını döğmez.
M uskat girerler. Saygı ile k a p ı­
MARIE — H aklı değil m iyim
da dururlar. D oktor L iliom ’un ü- Julie, söyle... haklı değil miyim?
zerine eğilerek m uayene eder.)
JU L IE — Haklısın.
DOKTOR — B iraz ışık tu ta r
HOL. OĞLU — Böylesi Ju lie
mısınz? (Julie karanlık odadan için hakikaten daha eyi oldu.
bir m u m yakarak getirir. Doktor
H.
TEYZE — Ju lie için de L i­
m u m ışığında L iliom ’u kısaca liom için de.
m uayene eder. Sonra birdenbire
WOLF — A rtık y ine serbestsi­
çekilir.) K alem iniz, m ürekkebi­ niz... yaşınız kaç?
niz v ar mı?
JU L IE — On sekiz.
W OLF — (M ürekkepli kalem i­
WOLF — On sekiz m i? Daha
ni çıkararak) M ürekkepli k a ­ çocuk denecek yaştasınız, öyle
lem... am erikan malı...
değil mi?
DOKTOR — (Cebinden m atbu
JU L IE — H akkınız var... eksik
bir kâ ğ ıt çıkarır. K ü çü k masada olmayın.
ölüm ilm ihaberini yazarken aynı
HOL. OĞLU — O nun ölmesi
zam anda konuşur) Kadınım... senin için b ir şans, değil m i?
kocan v efat etmiş... artık bizce
JU L IE — Evet.
yapılacak bir şey kalmamış...
HOL. OĞLU — Şim diye kad ar
bundan sonra A llah onun y a r­ b ü tü n işleirn ters gitti. A nnem
dımcısı olsun... b u ilm ihaberi sa­ olm asaydı, başınızı sokacak bir
na bırakıyorum ... hastahaneden delik, yiyecek bir lokm a ekm ek
geldikleri zam an onlara verirsin.. bulam ıyacaktım z. Ö nüm üz son­
ölünün d erh al kaldırılm ası için bahar... arkası kış.... K ışın bu
gereken em irleri veririm . (K al­ küçücük kulübede nasıl barınırkar) B ir sabunla haylu v e rir m i­ dınız?
siniz?
MARIE — B arınam azdınız ya..
PO LİS — D ışarda hazır efen­ T arla k uşları gibi donarlardı...
dim. (Dışarısını işaret eder.)
H akkım y o k mu?
DOKTOR — A llaha ısm arla­
JU L IE — Eevt kardeşim .
dık kadınım.
MARIE — B ir seneye kalm az,
un
u tu rsu n onu, öyle değil mi?
JU L IE — Eksik olm ayın efen­
dim. (D oktorla polis çıkarlar. Di­
JU L IE — Öyle, kardeşim .
ğerleri yavaşça yaklaşırlar.)
WOLF — H erhangi bir şeye
MARIE — H uzur içinde y a t­ ihtiyacınız olursa biz varız. Şim ­
sın, zavallıcık. Sana gelince Ju - dilik gidiyoruz. Y arın sabah te k ­
lie’siğim, d arılm a am a, böylesi ra r geliriz. H aydi M arie.. T an rı’senin için daha hayırlı oldu.
ya em anet olun. (Ju lie’ye elini
H.
TEYZE — O nun için de se­ uzatır.)
nin için de daha eyi oldu.
JU L IE — Siz de T an rı’ya em a­
MARIE — Çok daha eyi... genç­ net olun.
sin... günün birinde karşına eyi
MARIE — (A ğlıyarak Ju lie’yi
b ir kısm et çıkar.. Elvenirsin... kucaklar) H akkında hayırlısı bu
öyle değil mi?
idi, Ju lie ’ciğim. E n hayırlısı bu
W OLF — H akkm var.
idi.
MARIE — Julie, sen de söyle,
JU L IE — A ğlam a kardeşim .
hakkım yok mu?
(M arie ile W o lf çıkarlar.)
JU L IE — H akkın v ar karde­
H.
TEYZE — B iraz k ahve pişi­
şim, eksik olma.
reyim . B ugün ağzına b ir lokm a
23
yiyecek koymadın. Sonra bize
gideriz. Hollunder teyze İle oğ­
lu çıkarlar. Madam M uskat y a k ­
laşır.)
MUSKAT — B ir defa yüzüne...
bakabilir miyim?
JU L IE — Yanınızda çalışırdı.
Kendi adamınızdı,
MUSKAT İ l (Ö lüye bakar.
Julİe'ye dönerek) Benimle barış­
maz mısın?
JULIE — Size dargın değilim
ki.
MUSKAT — Yok, dargındın...
Haydi barışalım.
JULIE
(Heyecanla, adetâ
muzafferane bir eda ile sesini
yükselterek) Barışm aya lüzum
görmüyorum.
MUSKAT — Sence lüzum olm ıyabilir ama bence lüzum var.
İkimizden başka herkes bu za­
vallı hakkında fena şeyler söyle­
di... Sen ona kötü demiroysun
değil mi?
JU LIE —(B u sefer sesini daha
yükselterek, m utlak bir zafer,
hattâ tehdid edasiyle) Bilâkis...
Diyorum.
MUSKAT — Anlıyorum kızım.,
beni de döğerdi... am a n e çıkar.
Unuttum gitti.
“JU LIE — (B u andan itibaren
soğuk, ku ru bir eda ile, yüzüne
bakmadan konuşur.) O sizin bi­
leceğiniz şey.
MUSKAT — Sana herhangi bir
şekilde yardım ım dokunabilirse...
JU LIE
Hiç bir ihtiyacım
yok.
MUSKAT — M aaşından iki k u ­
ron alacağı kalmıştı.
JU LIE — Kendisine verseydi­
niz.
MUŞKAT — Zavallıcık öldü­
ğüne göre şimdi sana da versem
olur diye düşündüm.
JULIE r-*- Bu p ara ile benim alâkam yok.
MUSKAT — P ek âlâ. Zorla
m ahrem iyetine sokulm ak istedi­
ğimi sanm a am a y er yüzünde on u seven iki kişi vardı. B iri sen,
biri ben. Kalışım ın sebebi budur.
Derd ortağıyız. Birbirim ize y a r­
dım edelim dedim.
JU L IE
H ayır, teşekkür ede­
rim.
MUSKAT — Öyleyse onu be­
nim kadar sevmedin.
JU LIE -— Hayır, sevmedim.
MUSKAT — Ben d§ha çok
sevdim.
24
sinematek.tv
JU LIE — Evet.
olursam... gelmemde bir fayda
MUSKAT — Allaha ısm arla­ var mı?
JU LIE — Hayır, yok, doğra­
dık.
JU LIE — Güle güle. (M uskat macı.
DOĞRAMACI — Tanrı'ya eçıkar. Julie kandili Liliom ’un baş
ucundaki masanın üzerine koyar, m anet olun. (Çıkar)
sedyenin kenarına ilişir, ölünün
(Julie okumasına devam eder.
yüzüne bakarak onu şefkatle ok­ Ficsur yavaşça içeri süzülerek
şar.) Uyu sevgilim, uyu. O bize sedyenin yanına gider. Liliom ’a
karışamaz... sana şimdiye kadar bakar, başını sallar. Julie kitap­
hiç söylemedim ama şimdi söylî- tan başım kaldırır. Ficsur korkar,
yebilirim.,. benim kötü huylu... sedyeden uzaklaşır, sağ tarafa oöfkeli., hoyrat... bahtsız... hain turarak tırnaklarını kemirmeğe
sevgilim... uyu... Rahat rah a t u- başlar. Julie kalkar. ‘Ficsur da
yu... O nlar benim içimdekilerini kalkar. Julie’ye korka korka ba­
anlıyamazlar... Kalbimdekilerin! kar. Julie’ntn keskin nazarları üsana... h attâ sana bile anlatam a­ zerine dikilm iş olduğu halde ka­
dım... anlatsaydım gülerdin ba­ pıya doğru çekilir, Kapının öna... am a artık söylediklerimi işi- nünde durarak)
temezsin. (Sesinde büyük bir şef­
FİCSUR —■İhtiyar, kahve ha­
ka t ve serzenişle, fa ka t aynı za­ zır gelsin, dedi.
manda derin bir sevgi ile) Bana
(Julie m utbak kapısına doğru
çok hainlik ettin. Hep yüzüme, gider. Julie mutbağa girerken
göğsüme başıma vurdun... fena Ficsur çıkar. Fakat m utbak ka­
muamele e ttin .. Ama artık huzur
pısı kapanınca parmaklarının uiçinde, rah at rahat uyu... y ara­
cuna basarak geri gelir, Liliom ’a
maz, hain çocuk... Liliom... seni
bakar tekrar çıkar.
Şim di ölü
seviyorum..* evvelce söylemez­ yapyalnızdır. Kısa bir sessizlik­
dim bunu... utanırdım ama şim ­ ten sonra bir m üzik sesi gelir.
di a rtık söyliyebilirim. Şeni se­ B u ses başlangıçta gayet hafif ol­
viyorum Liliom... uyu benim duğu halde tedricen yaklaşm ak­
yavrum... uyu... (Kalkar, bir İn ­
tadır. Bu, atlı karıncanın çalgısı­
cil alarak kandilin başına otu­
na benzem ekle beraber daha arur. Yavaşça okumağa başlar. O- ğır, daha ciddî, daha derin ve
ku d u k la n sarahatle belli olma­ duyguludur. Melodi aynıdır. Y a l­
m akta, yalnız hafif bir m ırıltı nız tem posu• farklıdır ve hırsız­
duyulm aktadır. A rka kapıdan lar şarkısının m ezürleri contredoğramacı girer.)
point’la buna örülmüştür. |
DOĞRAMACI —- (K apının ya­
Tamamiyle siyalar giyinmiş,
nında durur. Odanın alaca ka­
ranlığı içinde güçlükle görülebil­ siyah şapkalı, siyah eldivenli iki
adam ellerinde kalın bastonlar,
m ektedir.) M atmazel Julie....
arka kapıdan görünerek ağır aJU LIE —
(Telâşlanmadan)
ğır içeri girerler. Matruş yüzleri
K im o?
jll
mermer beyazlığında, ciddî ve
DO ĞRAM ACI— (G ayet ya­ m üşfiktir. Biri sedyenin önürie,
vaş) Doğramacı.
diğeri bir adım sağına seçerler.
JU LIE — Doğramacı benden Yukarıdan doğru gelen hafif bir
ne istiyor?
eflâtun ışık, yüzlerini aydınlat­
DOĞRAMACI — Size herhan­ maktadır.)
gi b ir yardım ım dokunabilir mi?
BİRİNCİSİ —
(Liliom ’a)
Yanınızda kalayım mı?
K alk ve bizimle beraber gel.
JU LIE — (M innettarlıkla, fa­
İKİNCİSİ — (N ezaketle) Mev­
ka t katiyetle) H ayır doğramacı, kufsun.
kalma.
BİRİNCİSİ — (Biraz daha
DOĞRAMACI — Yarın tek rar
yüksek fa ka t daima nazik, derin,
geleyim mi?
tannan bir sesle) İşittin mi?
JU L IE :0. Y arın da gelme.
Kalk. İşitm iyor musun?
DOĞRAMACI — K usura bak­
İKİNCİSİ — Biz polisiz.
m ayın, m atm azel Julie,, öğren­
m ek istediğim bir şey var... Ar­
BİRİNCİSİ — (Eğilerek Lili­
tık genç b ir delikanlı sayılmam... om ’un omuzuna ilişir) K alk ve
iki çocuk babasıyım... onun için bizimle beraber gel. (Liliom ya­
bilm ek isterim... tek rar gelecek vaş yavaş doğrulur.)
İKİNCİSİ — Haydi gel.
BİRİNCİSİ — (Baba gibi) Bu
insanlar sanırlar ki ölünce bütün
müşkülleri kendiliğinden hallo­
lup biter...
İKİNCİSİ — (Sesini sertleşti­
rerek) Ve bir bıçak saplayıp
kalplerini durdurdular mı, bir
çocukla karılarını yüz üstü bıra­
kabilirler.
BİRİNCİSİ — Mesele o kadar
basit değil,
İKİNCİSİ — Bu işler o kadar
çabuk hallolmaz.
; -BİRİNCİSİ H Haydi g e l He­
sap vereceksin. (İkisi de başları­
nı eğerek yavaşça devam ederler)
İKİSİ — Biz ahret polisiyiz.
(Liliom’u n yüzü ferahhyarak
sinematek.tv
aydınlanır.. Sedyeden kalkar.)
İKİSİ p Gel.
İKİNCİSİ — Siz faniler İŞİA
içinden bu kadar kolayca »ıyrılamazsınız.
BİRİNCİSİ —■ (Yavaşça, tatlı
bir ifadeyle) Gel. (Liliom önle­
rinden yürümeğe başlar. Sonra
birden durarak yüzlerine bakar.)
Hayat bu kadar ânî şekilde bit«
mez. Yaşayanlar arasında ismin
hâlâ anılıyor, yüzün hâlâ hatır­
lanıyor. Söylediklerin, yaptıkla­
rın, yapmadıklarını... hepsi yâd
ediliyor. Gözünün bakışı, sesinin
aksi, elinin kavrayışı, adımları­
nın aksi... seni hatırlayacak bir
insan bulundukça mesele bitmiş
sayılmaz. Tamamiyle unutulma­
dıkça oğlum, dünya ile alâkanı
kesemezsin... hattâ ölmüf olsan
bile.
İKİNCİSİ — (Çok tatlı) Haydi
gel. (Müzik tekrar başlar. Liliom
başta, diğerleri arkada olmak üzere üçü de arka kapıdan çıkar­
lar. Sahne boş ve sedyenin başın­
daki mum ışığı müstesna, tama­
miyle karanlıktır. Sedyenin üs­
tündeki örtü o şekilde Örtülüdür
ki insan bu sedyenin boş olduğu­
na ihtimal veremez. Müzik, san­
ki Liliom’la iki adamı takip edi­
yormuş gibi, uzaklarda kaybolur,
m um titreyerek söner. Sessizlik
ve mutlak karanlıkla geçen kısa
bir fasıladan sonra)
PERDE İNER
UÜOM„un Hırsızlar Şarkısı
Müzik aranjm anı: MEHMET ABUT
D ikkat dikkat delikanlım
M el’un polis peşindedir.
M el’un polis m enhus polis
Peşindedir bulnıakda iz
★
Ö m rünün tek sevgilisi
Yarın ağlar yas içinde
Aç gözünü aç gözünü
Mel un polis hep prşinde
★
Seni m utlak y a k alarla r
K ara zindana a ta rla r
Mel’un P .— m enhus P ....
Peşindedir bulm akda iz.
25
sinematek.tv
T A B L O :
VI
ÜğfölHİ
3 0
(Ahrette. Duvarları beyaz ba­
danalı bir m ahkem e salonu. Üstü
yeşil çuhalı bir masa, bunun geri­
sinde bir sıra. A rka ortada bir
kapı ve bu kapının üstünde bir
çıngırak. B unun yanındaki pen­
cereden pembe bulutlu bir sema
görünür.
Dipte sağda parm aklıklı bir de­
mir kapı. Dipte solda diğer bir
kapı. Perde açıldığı zaman sıra­
nın üzerinde iki adam oturm ak­
tadır. K ıyafetlerinden birinin
zengin, diğerinin fa kir olduğu
bellidir. Tâ uzaklardan tram pet­
ler, Hırsızlar şarkısının nakaratı­
nı, daha ağır, değişik bir tempo
ile çalmaktadır.
LiUom’la iki polisin dipteki
pencerenin arkasından geçtikleri
görülür. Kapı çıngırağı çalar.
İhtiyar Cennet bekçisi sağdan
girer. Başı saçsızdır. Uzun beyaz
bir sakalı vardır Mutad polis üniformasını giym ektedir.
Dipteki kapıya giderek açar,
diğer iki polisle sessizce selâmla­
şır. K apıyı tekrar kapar.
Liliom hayretle etrafına bakın­
maktadır.)
26
H POLİS — (Cennet bekçisine)
FAKİR — Ben pencereden at­
Bizi haber ver. (Cennet bekçisi lıya rak intihar etmiştim.
soldan çıkar.
ZENGİN | | | Ben de tabanca ile.
LILIOM — Burası mı?
Ya sen?
2. POLİS — Evet oğlum.
LILIOM — Bıçakla.
(İkisi Liliom dan biraz daha
LILIOM — Sulh mahkemesi
uzaklaşırlar.)
mi?
2.
POLİS — Evet oğlum, inti­ ZENGİN - t. Tabanca ile daha
har vakalarına bakılan kısım.
temiz iş oluyor.
LILIOM — Bende tabancanın
LILIOM — Burada ne yapılır?
1.
POLİS — Tevzii adalet. O- parası olsaydı....
tur. (Liliom iki adamın yanına
2. POLİS — Susun!
ilişir. İki polis, masanın başında
(Sulh hâkim i girer. Uzun be­
sessizce durmaktadırlar.)
yaz sakallı, çıplak başlı bir aZENGİN — (Fısıltı halinde) damdır. Yalnız yandan bakıl­
dığı zaman tepesinde bir de­
Sen de mi in tih ar ettin?
m et bembeyaz saç görünm ekte­
LILIOM — Evet.
ZENGİN — (Fakire işaretle) dir. Cennet bekçisi, onunla bera­
O da. (i&mdişini takdim eder) ber içeri girerek ölülerle birlikte
sıranın üzerine oturur. Sulh hâ­
Adım Reich.
kim i girdiği zaman herkes ayağa
FAKİR — (Fısıltı halinde) Be­
kalkar. Y alnız Liliom, asık, ters
nimki de Stefan Kadar.
bir suratla oturmakta berdevam­
(Liliom ikisine de bakmakla dır. H âkim oturunca diğerleri de
iktifa eder.)
oturur. )
FAKİR — Ya sen? Senin adın
C. BEKÇİSİ — D ünkü vukuat,
ne?
bay hâkim. N um araları duruşm a
listesinde kayıdlıdır.
LILIOM — Sana ne?
(İkisi biraz ondan uzaklaşır­
ÂKİM — Adın ne?
lar.)
ZENGİN — Doktor Reich.
sinematek.tv
HÂKİM — Kaç yaşındasın?
ZENGİN — K ırk iki, evliyim,
HÂKİM — Niçin intihar ettin?
ZENGİN — Borç yüzünden.
HÂKİM — Yer yüzünde ne sevab işledin?
ZENGİN — H ukukçu idim.
HÂKİM — Ya? (Mânalı bir şe­
kilde öksürür)... Bunu sonraya
bırakalım. Şimdilik sana yalnız
şunu sorayım: Gün doğmadan
doğmadan te k ra r yer yüzüne
dönmek ister misin? Çünkü eğer
istersen gün doğmadan tekrar
yer yüzüne dönebilirsin. Anladın
mı?
ZENGİN — Anladım efendim.
HÂKİM — İn tih ar edenler, acele ve heyecan içinde, herhangi
bir m ühim işi unutabilirler. Bi­
naenaleyh y er yüzünde ihm al et­
tiğin mühim bir gey var mı? Söy­
lenecek bir sözün? Y ahut yapıla­
cak bir işin?
ZENGİN — Borçlarım kaldı.
HÂKİM — B orçların bizi alâ­
kadar etmez. Biz yalnız ruha m ü­
teallik işlere bakarız.
ZENGİN —- Öyleyse... evim­
den... ayrıldığım zaman küçük
oğlum Oskar... uykudaydı. Veda­
laşmak için uyandırm ağa kıya­
madım... onu son defa öpmek is1 terdim.
HÂKİM — (İkinci polise) Dr.
Reich’i geri götürür, oğlunu öptü­
rürsün.
2. POLİS — Haydi gelin.
ZENGİN — (H âkim e) Teşek­
k ü r ederim. (H âkim i eğilerek se­
lâmlar, ikinci polisle dışarı çı­
kar.)
HÂKİM — (ö n ü n d eki kâğıda
bir kayıd geçtikten sonra) 16.473
{ , 1. POLİS — (N ot defterine ba­
karak Liliom ’a) Ayağa kalk.
LILIOM —* Ötekine «Ayağa
kalkınız» demiştin,
HÂKİM g j A dın ne?
LILIOM — Liliom.
HÂKİM — Bu senin lâkabın
değil mi?
LILIOM — Evet.
HÂKİM — Asıl ismin ne?
LILIOM — Andreas.
HÂKİM — Soyadın?
LILIOM — Zavocky. Anamın
soy adıdır.
HÂKİM — Kaç yaşındasın?
LILIOM — 24
HÂKİM — Y er yüzünde ne sevab işledin? (Liliom susar) Ni
çin intihar ettin? (Liliom surar.
H âkim birinci polise) Bıçağım elinden alın, {Birinci polis söyle­
neni yapar) Yer yüzüne döndü­
ğün takdirde iade ederiz.
LILIOM — Yer yüzüne döne­
cek miyim?
HAKİM — Sen yalnız benim
suallerime cevap ver.
LILIOM — Ben cevap verme­
dim. Sordum...
HAKİM — Burada sual sor­
mak sana düşmez. Sen yalnız ce­
vap ver, Andreas Zavocky! Yer
yüzünde yapmayı ihmal ettiğ’n
bir şey var mı? Yapılacak bir
işin kaldı mı?
LILIOM — Evet.
HÂKİM — Nedir?
LILIOM — Ficsur’un kafasını
ezmek.
HÂKİM — Tecziye bize aittir.
Yer yüzünde yapmak istediğin
başka bir iş yok mu?
LILIOM — Bilmem... madem­
ki artık bir defa buraya geldik...
dönmesek daha eyi olacak
HÂKİM — (Birinci polise)
K aydedin bunu. Hakkını kullan­
m aktan feragat ediyor. (Lilionn
oturduğu sıraya dönmek ister)
O ur orada. K arını evsiz barksız
yiyeceksiz bıraktığını müdrik mi­
sin?
LILIOM — Evet .
HÂKİM — Pişman değil mi­
sin?
LILIOM — Hayır.
HÂKİM — K arının gebe oldu­
ğunu. altı ay sonra doğuracağını
bilmiyor musun?
LILIOM — Biliyorum.
HÂKİM — Çocuğun da evsiz
barksız ve yiyeceksiz kalacağını
bilmiyor musun? Buna nadim
değil misin?
LILIOM — Mademki o zaman
yer yüzünde olmıyacağım. Bana
ne?
HÂKİM — Bizi aldatmağa ça­
lışma, Andreas Zavocky. Biz in­
sanların içini ayna gibi görürüz.
LILIOM — Mademki öyledir.
Bana ne diye sual soruyorsunuz?
Niçin bırakmıyorsunuz, huzur
içinde dinleneyim.
HÂKİM t t ',-Evvelâ bu huzuru
haketm ek lâzım.
LILIOM — Ben yalnız., uyu­
mak istiyorum.
HÂKİM — İnatçılıktan fayda
gelmez. Burada sabır, zaman libi,
nam ütenahidir. Biz beklemesini
biliriz.
LILIOM — Bir şey sormak is­
tiyorum... herhalde* bay hâkim
bilir... çocuk kız mı olacak, oğlan
mı?
HÂKİM — Kendin görürsün.
LILIOM — (Heyecanla) Nasıl?
Çocuğu görebilecek miyim?
HÂKİM — Gördüğün zaman
çocuk çocukluktan çıkmış ola­
cak. Fakat biz henüz bu noktaya
gelmedik.
LILIOM — Demek çocuğumu
göreceğim?
HÂKM — Tekrar soruyorum.
Karını ve çocuğunu yüz üstü bı­
raktığına, kötü bir koca, kötü bir
baba olduğuna pişman değil miî'n?
LILIOM — Kötü kocamı?
HÂKİM — Evet.
LİLİOM — Kötü baba mı?
HÂKİM — Evet. O da.
LILIOM — İş bulamıyordum.
Sonra tahammül edemiyordum
Julie’nin daima... daima...
HÂKİM — Ağlamasına mı? Ni­
çin bunu söylemeğe utanıyorsun?
Onun ağlamasını görmeğe taham ­
mül edemiyordun demek? Bu ke­
limeden niçin korkuyorsun? Onu
sevdiğini itiraftan niçin çekini­
yorsun?
LILIOM — (Omuzlarım silke­
rek) Çekinen utanan kim? Yal­
nız, Julie’yi o halde görmeğe ta ­
hammül edemiyordum... onun için fena muamele ediyordum.
Atlı karıncaya dönmem de doğ­
ru olmıyacaktı... derken Ficsur
çıka geldi. O... mahud meseleyi
açtı., olan oldu. Ben bile farkın­
da değilim nasıl? Bir yandan* po­
lis, bir yandan eli tabancalı vez­
nedar... üstelik kum arda para
kaybetmiştim... hapse girmek de
istemiyordum. (Haklı çıkmağa
çalışarak) evde bir lokma yiye­
cek kalmayınca gidip hırsızlık
etseydim daha mı eyi idi? Ju lie’­
nin hatırı için hırsız mı olaydım?
HÂKİM — (Şiddetle, k a tiy e t­
le) Elbet.
LILIOM — (Hayretle bir m üd­
det sustuktan sonra) Yer yüzün­
deki polis hiç böyle söylemiyor.
HÂKİM — O zavallı, âciz kız­
cağızı döğdün, sevdiğin için döğdün? Nasıl yaptın bunu?
LILIOM — Aramızda m ünaka­
şa ederdik... o bir şey söylerdi...
ben bir şey söylerdim., haklı ol­
duğu için cevap veremezdim... o
zaman öfkelenirdim... öfke bü­
yür, büyür, 4â buraya kadar (bo­
ğazını işaret eder) dayanır... ni­
hayet döğerdim.
HÂKİM — Nadim misin?
LILIOM — (Red makamında
başıni sallar, fakat «hayır» diye­
sinematek.tv
LİLİOM — Ben bunlara hiç
nemde yandıktan sonra güahlamez. Sonra yavaşça devam eder)
Elim, onun ince, nazik gerdanına n n m ateşte kavrulup ruhunun inanmamıştım.
HÂKİM — G örüyorsunki doğ­
değince... o zaman... denebilir ki... temizlendiğini isbat için yer y ü ­
(duraklar, tereddütle hâkim e ba­ züne döndün. Peki, orada ne se- ru imiş. R uhunun günahlardan
ne kadar temizlendiğini isbat için
vab işledin?
kar.)
FAKİR — Köyüme gidip kulü­ b ir günlük yer yüzüne dönecek­
HÂKİM — (İtiraf edeceğinden
bemizin penceresinden içeri bak­ sin.
emin) Pişman mısın?
LİLİOM — Tıpkı... kendine iş
LİLİOM — (Katılaşan bir na- tığım zaman yetim yavrularım ın
zarlc) Hiç bir şeye pişman deği­ sakin sakin uyuduklarını gör­ arayan insanlar gibi... elimden
lim.
düm. Fakat yağm ur yağıyor ve geleni isbat için... bir şey yap­
HÂKİM — Liliom, Liliom, sa­ kulübenin damı akıyordu. Onun mam lâzımgelecek, öyle mi?
HÂKİM — Evet, bir nevi im ti­
için dam a çıkıp tam ir ettim. Ço­
na yardım güç olacak.
LİLİOM — Ben yardım istemi­ cuklar çekiç sesiyle uyanarak han.
LİLİOM — Ne yapm ak lâzımyorum.
korktular. Fakat anneleri geldi.
HÂKİM — Arad sokağındaki «Ağlamayın çocuklar dedi, zaval­ geldiğini bana söyliyecekleı* mi?
HÂKİM — Hayır.
bir binada kapıcılık teklif etmiş­ lı babanız cennetten geldi damı
LlLIOM — Öyleyse nereden
ler sana. (Birinci polise) Bunun tam ir ediyor» dedi.
HÂKİM — (Birinci polise) bileceğim?
kaydı nerede?
HÂKİM — Kendin k a ra r vere­
1.
POLİS — Küçülş dosyada. Öyle mi?
1.
POLİS — Evet efendim. Ay­ceksin. Cehennemde on altı sene
(A çık defteri uzatır. Hâkim te t­
yanm anın hikm eti de budur. Ço­
nen dediği gibi.
k ik eder.)
HÂKİM — İki oda, müstakil
HÂKİM — Stefan Kadar, sen cuğun için eyi bir şey, harikulâm utbak, üç ayda bir maaş, tavuk yer yüzünde bir hayır işlemişsin. de bir şey yaparsın... o zaman...
LİLİOM — (Hazin hazin eüle)
beslemeğe müsaade. Niçin kabul Yaptığın bu iş kitaplara geçecek
etmedin?
ve bunu okuyan yavruları sevin­ rek) O zaman? (Herkes ayağa
kalkarak saygı ile başlarını önle­
LİLİOM — Ben kapıcı değilim. direcek. (Soldaki kapıya işaretle)
Kapıcılık edemem. Kapıcılık et­ Kapı açıktır. Ebedî Nur seni bek­ rine eğerler. Sükût) O zaman?
HÂKİM — Şimdilik bu kadar
liyor. (Birinci polis, fa kir adamı
mek için... kapıcı olmak lâzım.
HÂKİM — Şimdi sana desem büyü k bir saygı ile teşyi eder.) Liliom. On altı sene ve b it gün
ki: «Liliom, haydi git, sedyeye Liliom! (Liliom kalkar) Söyle­ sonra tekrar karşılaşacağız. O
zamana kadar yer yüzünde yapa­
tekrar uzan. Y arın sabah oradan nenleri işittin mi?
cağın eyiliği eyice düşün, taşın.
sapa sağlam kalkacaksın!» O za­
LİLİOM — İşittim.
man kapıcılık eder miydin?
HÂKİM — Bu adam ilk defa Zira geri geldiğin zaman sana açılacak kapı buna bağlıdır. Hay­
LİLİOM — Etmem.
karşım ıza çıktığı vakit tıpkı şe­
di Liliom, şim dİ git. (H âkim sol­
HÂkim — Niçin?
ftin gibi isyan içindeydi. Fakat
LİLİOM —? Çünkü... çünkü... şimdi günahlarından temizlendi, daki kapıdan çıkar. Cennet bek­
ben zaten kapıcılık etmemek için im tihandan seçti, zira bir hayır çisi selâm durur. Sükût.)
C. BEKÇİSİ — (Liliom ’a ya k­
öldüm.
işledi.
laşarak) K alk gidelim. (Sağ ta­
HÂKİM — Doğru söylemiyor­
LİLİOM — O da bir m arifet mi
sun oğlüm. Julie’yi ve karnında sanki. Herhangi bir dülger de ay­ raftaki kapıya giderek sürgüsünü
taşıdığı yavruyu sevdiğin için öl­ nı şeyi yapabilirdi, L unapark’da çeker ve bekler.
LİLİOM — Cennet bekçisine
dün.
çığırtkanlık yapm ak çok daha yavaşça, yum uşak bir lisanla) Af­
LİLİOM — Hayır.
güç.
federsiniz,... şey...
HÂKİM — Gözümün içine bak.
HÂKİM — Liliom çocuğun
C. BEKÇİSİ — Ne istiyorsun?
LİLİOM — Gözünün içtne ba­ tam am iyle büyüyünceye kadar
LİLİOM — Acaba... sizde., şey.'
karak) Hayır.
Cehennemde on altı sene kala­ bulunur mu?
HÂKİM — (Sakalını sıvazlıya- caksın. Bu m üddet zarfında gu­
C. BEKÇİSİ — Ne?
yarak) Liliom, Liliom, İlâhî sab­ rurun, isyanın yanıp kül olacak.
LİLİOM — (Fısıltı halinde) Si­
rımız olmasaydı... Haydi, yerine Kızın...
gara.
(İhtiyar bekçi hayrette y ü ­
otur. 16’ 474
LİLİOM — Kızım mı?
züne bakar, bir kaç adım sola gi­
1.
POLİS — (Deftere bakarak)
HÂKİM — K ızın on altı yaşı­ derek takbih yollu başını sallar.
Stefan K adar. (Fakir adam kal­
na varınca... (Liliom başını önü­ Sonra yüzünün mânası yumuşar.
kar.)
ne eğer, elleriyle gözlerini kapa­ Cebinden bir sigara çıkararak...
HÂKİM — Bugün geldin, değil
tır ve ağlamamak için m eydan - O sırada sağdaki kapıya doğru
mi?
okurcasına, fakat hazin hazin yürüm üş olan - Liliom ’a gidip
FA K İR — Bugün.
gülmeğe
başlar.)
verir. Cennet bekçisi kapıyı açar.
HÂkİM — (Dışarıdaki kızıl
bulutlara işaretle) O rada ne ka­ HÂKİM — Kızın on altı yaşına Çok şiddetli pembe bir ışık içeri
varınca, bir gün için tek rar yer dolar. B u ışık o kadar ku vvetli­
d ar zam an kaldın?
dir ki, Liliom ’un gözleri kamaşır,
yüzüne döneceksin.
FAKİR — On üç sene.
bir adım geri sendeler, başını öHÂKİM —- (Birinci polise) Yer
LİLİOM — Ben mi?
yüzüne sen de beraber gitmiştin,
HÂKİM — Evet... Ö lülerin k ı- . nüne eğer, ancak elleriyle gözle­
değil mi?
sa bir zaman* için te k ra r yer yü­ rini kapattıktan sonra, ışığa doğ­
1. POLİS — Evet efendim.
züne döndüklerini anlatan efsa­ ru ilerler.
HAKİM — On üç sene Cehen­ nelerde okuduğun gibi.
PERDE,
sinematek.tv
T A B L O l VU
(On altı sene soîira. Çıplak bir
arsa üzerinde k ın k dökük bir
kulübe. E vin Önünde bir m etre
yüksekliğinde bir çitle çevrili k ü ­
çücük bir bahçe.
A rkada bir tahta parm aklık
sahneyi boydan boya kat'eder.
Bunun ortasında bir araba geçe­
bilecek kadar geniş bir kapı.
Parmaklığın gerisindeki dış m a­
halle sokaklarının nihayetinde
sürülm üş geniş tarlalar görül­
m ektedir.
İlkbaharda aydınlık bir pazar
günüdür.
Bahçede ik i kişilik bir sofra
kurulm uştur.
Julie, kızı Louise, Marie ve
W olf bahçededirler. W o lf un k ı­
yafetinden hali va kti yerinde ol­
duğu bellidir. Marie’nin başında
geniş bir şapka vardır. Biraz m übalâğalı giyinmiştir.)
JU L IE — Yemeğe kalsanıza.
MARIE — İm kânı yok şeke­
rim. Kocam Sorrento Kahvesini
aldığm danberi işinin başından
hiç ayrılamıyor.
JULIE
A rtık bütün gün de
orada bulunm ası lâzım değil ya.
MARIE — Lâzım. Ben de kasa­
nın yanına oturuyorum. Gazete
okuyorum, garsonları kontrol ediyorum, koca şehrin hayihuyu
içinde bir şeyler içip vakit geçi­
riyorum.
JULIE — Ya çocuklar? Onlar
ne yapıyor?
MARIE — Asri aile hayatı ne­
dir bilirsin. A nalar babalar ço­
cuklarının yüzünü göremez oldu­
lar. Dört kız matmazelleriyle, üç
oğlan da m ürebbiyeleriyle bera­
ber.
LOUISE — Kuzum teyzeciğim,
ne olursunuz, yemeğe kalın.
MARIE — (Ehemmiyetle) Bu­
gün imkânı yok yavrucuğum.
Başka zamana. Haydi mösyö
Beifeld.
JU LIE — Kocana ne zamandan
beri mösyö diye hitab ediyorsun?
WOLF — Ben öyle istiyorum,
azizem. Eskiden teklifsizdik, dur­
madan kavga ediyorduk. Şimdi
böyle resmileştiğimizden beri ki­
barlar gibi mükemmel geçiniyo­
ruz. Müsaadenizle, azizem.
JULÇE — Güle güle Wolf.
MARIE — Allaha ısmarladık,
şekerim. (Öpüşürler) Allaha ıs­
m arladık kızım.
LOUISE — Güle güle teyzeci­
ğim, güle güle amca. (Marie ve
W olf çıkarlar.)
JU LIE — Kızım, çorbayı getir
artık, (Louise eve girer, çorbayı
getirir. Sofraya otururlar.)
JU LIE —* Evet kızım.
JULIE — Anne, artık jü t fab­
rikasında çalışmıyacağımız doğ­
ru mu?
LOUISA — Peki nerede çalışa­
cağız?
JULIE — Wolf amca bize kah­
vehaneler için her çeşit eşya di­
ken büyük bir müessesede iş bul­
du. Hani dükkânların önünde üs­
tü yazılı iri tenteler, güneşlikler
vardır. İşte onları yapan b ir mü­
essese.
LOUISE — H erhalde jü t fab­
rikasından daha eyidir.
JU LIE — Evet kızım, hem iş o
kadar pis değil, hem de parası
daha çok. Benim gibi zavallı bir
dulun böyle bir yer bulabilmesi
ne nimet!.., (Yerler. Liliom ile
iki A hret polisi arka kapıdan be­
lirirler. Polisler sessizce yo lla n -
29
I
na devam eder. Liliom bir an
böylece durur. Sonra ilerliyerek
tahta parmaklığın kapısına gelir.
Üzerindeki elbise, ölüm günü giy­
diği elbisedir. Y ü zü çok sandır.
Fakat bundan başka hiç bir deği­
şiklik yoktur. Sofrada oturm ak­
ta olan Julie’nin arkası Liliom ’a
dönüktür. Louise ise seyircilere
karşı oturmaktadır.)
LILIOM — Günaydın.
LOUİSE *— Günaydın.
JULIE — Yine bir dilenci. Ne
istiyorsun, adamcağızım?
LILIOM — Hiç.
JULIE — Sana verecek p ara­
mız yok ama bir tabak çorba is­
tersen.:. (Louise eve girer.) Üznktan mı geliyorsun?
LILIOM — EvA, çok uzaklar­
dan.
JULIE -*■' Yorgun musun?
LILIOM — Çok.
JULIE
Şurada, kapının y a­
nında bir taş var. O tur da dinlen.
Kızım sana çorba getirecek.
(Louise evden çıkar.)
LILIOM — Kızınız mı?
JULIE — Evet.
LILIOM — (Louise’e) Bu h a­
nımın kızı mısınız?
LOUİSE — Evet efendim.
LILIOM — Güzel, gürbüz bir
evlâd, (B ir eliyle çorba tabağını
alırken öteki eliyle kızının ko­
luna ilişir. Louise hızla çekilir.)
LOUİSE — (Annesinin yanına
giderek) Anne.
JU LIE — Ne var kızım.
LOUİSE —* Adam kolumdan
tutm ak istedi.
JULIE — Saçmalama. Sana
öyle gelmiştir. Zavallı fakirin
genç kızlarla şakalaşacak hali mi
var? O tur da çorbanı iç. (Y em e­
ğe devam ederler.)
LILIOM — (Çorbasını içm ekte
beraber ısrarla onlara bakm akta­
dır.) Fabrikada çalışıyorsunuz
galiba?
JULIE ¡¡8 Evet
LILIOM —; Kızınız da mı?
LOUİSE — Evet.
LILIOM — Ya kocanız?
JU LIE — (Bir sükûttan sonra)
Kocam yok. Dulum.
LILIOM — Dul mu?
JU LIE — Evet
LILIOM — Kocanız... öleli her*
halde çok zaman olmalı. (Julie
cevap vermez.)
LILIOM — Kocamz ö leli çok
oldu m u dedim.
JU LIE — Çok oldu.
30
sinematek.tv
LILIOM — Neden öldü? (Julie
cevap vermez.)
LOUISE -***, Kimse bilmiyor.
Çalışmak için A m erika’ya gitmiş,
orada - hastahanede ÖltriÜş. Za­
vallı babacığım - ben hiç tanım a­
dım.
LILIOM — A m erika’ya mı git­
miş?
LOUISE — Evet ben doğma­
dan eitmiş.
LILIOM — A m erika’ya?
JULIE —• Bu kadar sual sor­
maya sebeb ne? Yoksa onu tanı­
yor miydin?
LILIOM ¡gS (Tabağını yere ko­
yarak) Kim bilir! - Hayatım da o
kadar çok insan tanıdım ki. Bel­
ki kocanızı da tanımışımdır.
JULIE — Tanıdınsa onu da ra­
hat bırak, bizi de. Kocam Ameri­
ka’ya gitti, orada Öldü. Hepsi bu
kadar,
LILIOM — Pek âlâ, pek âlâ.
Darılmayın. K ötü niyetle sorma­
dım. (Siikût.)
LOUISE — B abam çok yakı­
şıklı bir adammış. ’
JU LIE — Fazla konuşma.
LOUISE
Fena bir şey mi
söyledim?
LILIOM — Yetim yavrucuğun
babası hakkında bu kadarcık söz
söylemek hakkıdır.
LOUISE — Babam üç tane fil
dişi topu havaya fırlatarak öyle
güzel hokkabazlık edermiş ki,
görenler sahneye çıkması için İs­
ra r ederlermiş.
JU LIE — Kim anlattı sana bu­
nu?
LOUISE — Wolf amca.
LILIOM — O kim?
JU LIE — Sorrento K ahvehane­
sinin sahibi Wolf Beifeld.
LILIOM — Hani eskiden hamm ailık ederdi, o mu?
JU L IE — (H ayretle) Onu da
Ynı tanıyorsun? Sen galiba bütün
Budapeşte’yi tanıyorsun?
LILIOM — Wolf Beifeld, bütün
Budapeşte dem ek değildir ki. F a­
kat hakikaten hayli insan tanı­
rım . Bu a rad a niçin Wolf Beifeld’i tanım ış olmayım?
LOUISE
Babamın dostu idi.
JU LIE — Değildi. Babanın hiç
dostu olmadı,
LILIOM — Kocanızdan çok
sert bahsediyorsunuz.
JU LIE — Sana ne? Beğenme­
din mi? Kocamdan dilediğim gi­
bi bahsederim. Bu, benden baş­
ka kimseyi alâkadar etmez.
LILIOM — Elbet, elbet. Sizin
bileceğiniz şey. (Tekrar tabağım
alır. Üçü de yemeğe devam eder­
ler.)
LOUİSE — (Annesine) Belki
babamı tam yordur.
JULIE — Merak ediyorsan sor.
LOUİSE — (Liliom 1u n yanına
gider. Liliom ayağa kalkar) B a­
bamı tan ır miydin? (Liliom be­
şiyle teyid eder. Louise annesine
dönerek) Tanıyormuş.
JU LIE —■ (Kalkarak). Andreas
Zavocky’yi tam dın miydi?
LILIOM —*Liliom’u mu? Evet.
LOUİSE — Sahiden çok yakı­
şıklı miydi? *•
LILIOM
Î*ek yakışıklı sa­
yılmazdı.
LOUİSE — (Em niyetle) Ama
çok eyi adamdı, değil mi?
LILIOM — O kadar eyi de de­
nemezdi. Benim tanıdığım kada­
rı, soytarı dedikleri neviden bir
insan, bir atlı karınca çığırtkanı
idi.
LOUİSE — (Hoşlanarak) Tu­
haf hikâyeler anlatır miydi?
LILIOM — Sürü ile. Tuhaf şar­
kılar da söylerdi.
LOUİSE — Atlı karıncada mı?
LILIOM — Evet... Fakat zorbam n biri di. Herkesle dalaşırdı.
H attâ anacığınızı bile döğerdi.
JULİE — Yalan.
LILIOM — Doğru.
JU LIE — Çocuğa babası h ak­
kında böyle kötü şeyler anlat­
mağa utanm ıyor musun? Seni gi­
di yüzsüz yalancı seni. Defol bu­
radan. Çorbamızı içiyor, ekmeği­
mizi yiyor da ölülerimize iftira
etmeğe utanmıyor.
LILIOM — K ötü niyetle söy....
JU LIE —- Çocuğuma ne hakla
yalan söylüyorsun? Louise, taba­
ğını al elinden de varsın gitsin
buradan. O kadar aç biilâç görünm eseydi kendi elimle dışarı
atardım . (Louise tabağı alır.)
LILIOM — Demek kocanız si­
zi döğmezdi?
JU LIE — Hayır. Asla. Daima
eyi m uam ele ederdi.
LOUİSE — (Fısıldar) Tuhaf
hikâyeler de anlatır miydi?
LILIOM — Evet. Hem de ne
tuhaf hikâyeler, bilseniz.
JU LIE — (Kızına) Konuşma onunla. .Haydi, A llah versin.
LOUİSE — A llah versin, (Ju­
lie tekrar sofra başındaki yerine
oturarak yem eğe devam eder.)
LILIOM — Rica ederim madmazel... cebimde b ir deste iskam­
bil var. İsterseniz bir kaç m ari­
sinematek.tv
fet göstereyim de kahkahalarla
gülün. (Loui8e Liliom ’urı tabağı­
nı sol elinde tutm aktadır, ö te k i
eliyle uzanarak bahçe kapısını
sıkıca kapatır) İzin verin, biraz
içeri gireyim de size m arifetler
göstereyim.
Julie ayağa kalkarak hayrette Li­
liom’a bakar. Sükût,)
JULIE — (Ağır ağır yanlarına
yaklaşarak) Ne var? Ne oluyor?
LOUISE — (Hayretle gözlerini
Liliom'dan ayırmıyarak) Anne....
bu adam... elime vurdu... hızla
LOUISE — Olmaz. Haydi %\- vurdu., sesini işittim ama... acı­
lah versin. Rahat bırak bizi. Ni­ madı anne... hiç acımadı... sanki
çin yüzünü Öyle buruşturuyor­ beni okşamış... 'elime yavaşça do­
kunmuş gibi. (Julie’nin arkasına
sun?
saklanır. Liliom asık, ters bir su­
LILIOM — Koğmayın beni, ratla başını kaldırarak Julie’ye
madmazel, müsaade edin, bir da­ bakar.)
kika... yalnız bir dakika., içeri
JULIE — (Yavaşça) Haydi sen
gireyim de size hoş, eğlenceli bir
git
çocuğum. İçeri git.
şey göstereyim. (K apıyı açar)
LOUISE — (Giderken) Ama
Küçük madmazel, size bir şey
vermek isterdim. (Cebinden kır­ anneciğim... korkuyorum... o ka­
mızı bir m endil çıkararak içinden dar hızlı vurdu da (ağlıyarak)
parlak bir yıldız, gök yüzünden hiç acımadı... sanki... sanki., eli­
alınmış bir yıldız çıkarır. Bu sı­ mi öpmüş gibi. (Y üzünü kapatır)
rada polislerin kendisini gözetle­ JULIE — İçeri gir çocuğum içeri
yip gözetlemediklerini anlamalc gir. (Louise ağır ağır eve doğru
gider. Julie içeri sirinciye kadar
' için de acele arkasına bakınır)
arkasından bakar. Sonra ağır aLOUISE — Bu ne?
ğır Liliom’a döner.)
LILIOM — Şüşşt. Yıldız. (G ök­
JULIE —- Demek çocuğumu
yüzünden çalındığını ifade eden döğdün?
bir hareket yapar.)
LILIOM — Evet.
JU LIE ■ (Sert) Adamdan bir
JULIE — Bunun için mi... ço­
şey alma sakın. M utlaka bir* y er­ cuğumu döğmek için mi geldin?
de çalmıştır. (Liliom ’a) Haydi
LILIOM — Hayır. Onun için
git buradan.
gelmedim... am a döğdüm... artık
LOUISE — Evet, git buradan gidiyorum.
Git. (K apıyı hızla yüzüne kapa­
JULIE — Allah rızası için söy­
tır.)
le: Sen kimsin?
LILIOM — Madmazel... müsa­
LILIOM — (Sadece) Tâ uzak­
ade edin... müsaade edin., m utla­ lardan gelen yorgun, aç bir di­
ka eyi bir şey yapmam., sevab iş­ lenci. Çorbanızı içtim, çocuğunu­
lemem lâzım... yapamazsam son­ za vurdum.... Kızmadınız mı ba­
ra...
na?
LOUISE — (Sağ eliyle işaret
JULIE — (Eliyle kalbini bas­
ederek) K apı orada.
tırarak ko rku ve hayret içinde)
LILIOM — Mad..,. (Birden kı­ Tanrı korusun bizleri anlıyamızın yüzüne bakar ve Louise’in u- yorum... hayır kızmadım... hiç
zanmış eline şiddetle vurur. To­ kızmadım.. (Liliom tahta par­
kat ortalıkta çınlar)
m aklıktaki kapıya doğru giderek
LOUISE — Anne! (Hayretle kapının kenarına dayanır. A rka­
Liliom’a bakar. Liliom yeis ve sı seyircilere dönüktür. Julie ma­
nevm idî ile başını önüne eğer. saya giderek oturur.)
JULİE — Louise! (Louise içe­
riden gelir.) O tur kızım, yemeği­
mizi bitirelim.
LOUISE — Adam gitti mi?
JULIE — Gitti. (İkisi de sofra­
ya otururlar. Louise başını elleri­
nin içine almış, Közleri boşluğa
dalmıştır.) Niçin yemiyorsun kı­
zım? '
LOUISE — Ne oldu anne? Anlıyamadım.
JULIE — Hiç kızım.
(Polisler görünür. Liliom ağır
ağır sola doğru yürür. Birinci po­
lis acıdığını gösteren bir hareket
yapar. İkisi de esefle başlarını
sallıyarak Liliom’un arkasındanı,
soldan çıkarlar.)
LOUISE — Anneciğim, bana
niçin doğrusunu söylemiyorsun?
JULIE — Söylenecek ne var ki,
kızım? Hiç bir şey olmadı. Sakin
sakin yemeğimizi yiyorduk. Bir
dilenci geldi. Geçmiş günlerden
bahsetti. Ben de babam hatırla­
dım.
LOUISE — Babam mı?
JULIE —- Babanı... Liliom’u.
(Sükût)
LOUISE — Anne, kuzum söy­
le bana... senin de başından geç­
ti mi? Sana vurdukları halde...
camlım., hiç... ama hiç acımadığı
oldu mu?
JULIE — Evet çocuğum... ol­
du.
LOUISE — Çiri sana böyle...
hızla, şiddetle vursun da hiç ca­
nını acıtmasın... bu m üm kün mü?
JULIE — Mümkün çocuğum,
bazı bir insan, vurur, vurur, vu­
ru r da yine acıtmaz.
(Sükût. A z öteye bir laternacı
gelmiştir. Laterna çalmağa baş•
larken:
PERDE İNER.
— SON —
31
sinematek.tv
T Ü R K İY E
1
A W
K R E M
i k i ä
s
n
sinematek.tv
Dünyanın ilk
TÜRBO-PROP (TEPKİLİ)
§
r
YOLCU U Ç A Ğ I '
• İST A N B U L
• ATİN A
_
• R O M A ve
L 0 N D R A ^ ya
HAFTADA
SEFER YAPMAKTADIR.
B ile t a lm a k ve y e r a y ır t m a k
iç in
b a ş lıc a
se y a h a t
a c e n te le rin e
ve ya
B E A A y a s p a ş a K u n P a la s No. 1 e m ü ra c a a t e d in iz. Tei. 82 38 1 - 8 2 9 8 2 .
A N K A R A : Z a fe r M e y d a n ı - Y e n işe h ir .
BRITISH
EUROPEÂN
Tel. 2 8 4 0 2
AIR WA YS
sinematek.tv
SEN A R YO
Download