IRK ve KÖLELİK

advertisement
TRUVA YAYINLARI®
Yayın No: 109
Truva / Tarih: 19
Ortadoğu'da Irk ve Kölelik - Tarihsel Araştırma
Yazarı: Bernard Levvis
İngilizce'den Çeviren: Enver Günsel
Orijinal Adı: Race and Slavery in the Middle East An Historical Enquiry
Copyright © 1990 by Oxford University Press, İne.
Yayın Danışm anı: Abdullah Şahin
Genel Yayın Yönetmeni: Burak Fazıl Çabuk
Yayın Editörü : Pınar Bulut
Redaksiyon : Merve Örgüt
Bilgisayar Uygulama : Truva Ajans
Kapak Tasarımı: www.natagrup.com
Baskı-Cilt: Kilim Matbaacılık Ltd. Şti.
Litros Yolu Fatih Sanayi Sitesi
No: 12/204 Topkapı-İstanbul (0 212) 612 95 59
1. Baskı Nisan 2006
ISBN: 9944-975-12-5
© Kitabın telif hakları, Aslı Karasuil Telif Hakları Ajansı aracılığıyla Truva Yayınları'na
aittir. Yayınevinden ve yazardan yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen alıntı
yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayınlanamaz.
© Truva Yayınlan, 2006
Hocapaşa Mah. Dervişler Sok.
No. 9 Kat: 4 34110 Sirkeci/İSTANBUL
Tel: (0212) 513 85 44
Fax: (0212) 513 85 45
www.truvayayinlari.com
e-mail: [email protected]
B e rn a rd L ew is
ORTADOĞU'DA
IRK VE KÖLELİK
Tarihsel Araştırma
İngilizce’den Çeviren
Enver Günsel
BERNARD LEWIS
Bernard Lewis, Prin ceton Üniversitesi, Yakın Doğu
Araştırmaları’nda profesördür. Müslümanların A vrupa’y ı
Keşfi, H aşişiler İslam ’da R adikal Bir Tarikat ve İslam ’ın
Siyasal Söylem i gibi birçok kitabı vardır.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ / 7
1.
Kölelik / 11
2. İ r k / 41
3. Arabistan’da İslam / 53
4. Önyargı ve Dindarlık, Edebiyat ve Hukuk / 6 5
5. Fetihler ve Kölelik / 85
6. Etnolojide Riskler / 95
7. Afrika’nın Keşfi / 109
8. Siyah ve Beyaz / 119
9. Silahlı Kuvvetlerde Köleler / 139
10. On Dokuzuncu Yüzyıl ve Sonrası / 159
11. Kaldırma, İptal / 171
12. Eşitlik ve Evlilik / 185
13. İmaj ve Klişe / 199
14. Mit ve Gerçek / 2 1 3
Belgeler / 2 1 9
R e sim le r/271
Resim Kaynakları / 2 9 7
ÖNSÖZ
Bu kitapta verilen araştırma öncelikle, insan toplumlarmdaki
hoşgörü ve hoşgörüsüzlükle ilgili bir grup projesinin bir parçası
olarak başladı. Benden İslam dünyası ile ilgili bir yazı hazırlamam
istendi. Bu konuyu önce geleneksel terimler ışığında incelemeye
başladım ve farklı dinler arasındaki ilişkilerle ilgili bilgi topladım;
yani geçmişte hoşgörü ve hoşgörüsüzlük sözcüklerinin normal ola­
rak kullanımıyla ilgili bir çalışma yaptım. Bir noktada bana öyle gel­
di ki bu tür bir araştırmanın önceki kuşakların adetlerine ve ilgilen­
dikleri konulara bağlanmasına hiç gerek yoktur, bunlar günümüzde
en azından Batı dünyasında hepimiz için önemini kaybetmiştir. Fa­
kat bu ilgi, konuları azalmış ya da kaybolmuşsa bile yerini yine
önemli ve keskin diğer konulara bırakmıştır. Günümüz fikir orta­
mında en önemli şey itikat, hatta sınıf değil, ama ırktır. Bu en son
farklılık ve kimlik temeli olarak görülür ve dünyanın pek çok yerin­
de hoşgörü ya da hoşgörüsüzlük testi uygulanmaktadır. Bu nedenle
ben bu soruna döndüm ve çalışmam sırasmda, şimdiye kadar İslam
dünyası ve Batı bilim adamlan tarafından sorgusuz kabul edilen ba­
zı farz ve tahminleri incelemeye başladım.
Hoşgörü ve hoşgörüsüzlük konusundaki grup projesi asla ta­
mamlanamadı. Fakat İslam konusundaki malzeme ilgi çekti ve
Londra’da Antrolopoloji, Uluslararası İlişkiler ve Irk İlişkileri ensti­
tüleri tarafından bu konuda bir konuşma yapmak üzere davet edi­
lince bu araştırmaya devam etme kararı aldım. Bu ders Aralık
1969’da verildi ve Ağustos 1970’te Londra aylık dergisi E n c o u n rerda biraz daha genişletilerek yayınlandı. Aynı konu daha sonra,
19 7 l ’de biraz daha genişletildi ve küçük bir kitap halinde, Islam da
Irk v e R e n k adıyla yayımlandı.
1982’de Paris’te Fransızca olarak yapılan baskı, bana bazı deği­
şiklikler yapma olanağı sağladı. Bazı düzeltmelerin yanında daha
önceki baskılarda olmayan bazı yeni konuları da ekledim kitaba.
Ayrıca çoğu Arapça’dan tercüme edilmiş bazı orijinal bilgileri de ek­
ledim.
Irk araştırması kaçınılmaz olarak, başka yerlerde olduğu gibi,
İslam dünyasında da kölelik sorununu öne çıkardı ki, ırk ilişkileri
ve davranışları da bundan etkilenir. Bu konuda daha önce yaptığım
çalışmalar nedeniyle konunun bu yanma daha çok dikkat etmem ve
bunu Islami koşullar ve çevresinde değil de, Ortadoğu koşullarına
göre incelemem gerekiyordu. Yıllar süren bir aradan sonra yeni bir
araştırma çalışmasına başlarken kölelik konusuna biraz daha önem
vermek istedim. Ama önüme ciddi zorluklar çıktı. Bunlardan biri
konuyla ilgili bilimsel çalışmaların kıtlığı oldu. Yunan ve Roma hat­
ta Amerika tarihlerinde kölelikle ilgili binlerce çalışma bulursunuz.
Köleliğin pek önemli olmadığı Ortaçağ Batı Avrupası hakkında bile
Avrupalı bilim adamları pek çok araştırma yapmış, belge hazırla­
mışlardır. Her bölge ve dönemde konunun önemi büyük olmasına
rağmen, merkezi İslam dünyasında kölelikle ilgili -hukuk, doktrin
ya da pratikte- ciddi bilimsel çalışmalar bir sayfaya sığacak kadar
azdı. Halbuki İslam dünyasındaki kölelik hakkında sayısız belge
vardır ama bunların incelenmesine yeni başlanmıştır.
İslam’da kölelik konusunda bilimsel araştırma yapılmamış ol­
masının nedeni belki de konunun çok hassas olmasıdır. Bu hassasi­
yet genç bilim adamlarının konuyla ilgili araştırmaları rahatça yapa­
bilmelerine engel olmuştu. Umarız zamanla Müslüman bilim adam­
ları da bu konuyu Batılı bilim adamları kadar rahatça ve onların da
işbirliğiyle araştırır ve geçmişlerindeki bu mutsuz konuyu açık ola­
rak tartışıp kaleme alabilirler. Ama günümüzde bunun yapılması
hâlâ kolay değildir, İslam’da kölelik konusu hâlâ karanlık ve hassas
bir konudur ve bundan sadece söz etmek bile bazen düşmanlık ola­
rak görülebilmektedir. Ama böyle olmaması gerekir ve tarihsel araş­
tırmalarda tabuların olması bu tür konuların daha iyi anlaşılmasını
geciktirir ve engeller. Bu küçük kitapta ben, karşılaştırmalı büyük
önemi olan ve tarihsel bir konuyu dürüst ve objektif olarak ele al­
mak istedim ve bunu yapabilmek için de polemiklerden ve özür di­
lemelerden kaçındım.
Bu bölümün büyük kısmı daha önceki yazılarımda belirtilen
konulara benzer. Ama buna yeni bölümler eklenmiş ve metin yeni­
den gözden geçirilmiştir, Eskilerle ilgili ama yine de farklı bir konu
olarak yazılmıştır. Kitaba ayrıca gerektiğinde orijinal dillerden ter­
cüme edilmiş satırlar da ekledim. Fransızca baskıya konmuş olan
bazı belgeler daha önce İngilizce olarak basıldığı için buraya alın­
mamıştır. Ama başka belgeler tercüme edilerek eklenmiştir.
Geriye, bu kitabı tamamlamamda bana çeşitli şekillerde yar­
dımcı olan kişi ve kurumlara teşekkür etmek gibi hoş bir görev kal­
dı. Kamu Kayıtları Bürosuna, Hindistan Ofis Kayıtları’na ve Lond­
ra’daki İngiltere Kütüphanesi’ne; İstanbul’daki Topkapı Sarayı Müzesi’ne; Paris’teki Ulusal Kütüphane’ye ve elindeki belgelerin kopya­
larını almama izin veren Bay Arthur A. Houghton’a çok teşekkür
ediyorum. Kamu Kayıtları Bürosu ve Hindistan Ofis Kayıtlarındaki
belgelerin kopyalan Majesteleri Belgeler Bürosu Kontrolörü’nün iz­
niyle alınmıştır.
Bana çeşitli yollardan yardımcı olan David Goldenberg, John B.
Kelly, Hava Lazarus-Yafeh ve Michel Le Gall’a minnettarım, teşek­
kürlerimi sunarım. Özellikle yazılarımı düzeltme ve tanzim etme
konusunda hiç yorulmadan ve isteyerek çalışmış olan yardımcım
Leign Faden’e, araştırma ve yazılarımda bilgisi ve tükenmez gayre­
tiyle bana destek veren, aydınlatan araştırma asistanım Jonathan
Berkey’e minnettarım, her ikisine de takdirlerimi bildiriyorum. Ge­
ride hâlâ bazı hatalar ve eksiklikler kaldıysa bunlar bana aittir.
Princeton, N. J.
B. L.
Ağustos 1989
DİPNOT
1
Hassas bir konuya doğru ve dürüstçe bir yaklaşımla ilgili nadir bir ör­
nek isterseniz, Samir M. Zoghby’nin “Blacks and Arabs: Pası and pre­
sem ,” adlı eserine bakınız (bak. Current B ibliography on African Affa-
irs 3, n o .5, Mayıs 1 9 7 0 ) s. 5-22.
BİRİNCİ BÖLÜM
KÖLELİK
Fas’taki İngiltere Başkonsolosu 1842’de, köleliğin kaldırılması
ya da azaltılması konusundaki, hükümetinin dünya çapında gayret­
lerinin bir parçası olarak, o ülkenin sultanına bu konuda ne yaptık­
larını sordu. Sultan ona şaşkınlığını belirten bir mektupla cevap
verdi ve köle ticaretinin, Ademoğulları’nın yaratıldığından beri; o
güne kadar tüm ulusların ve dinlerin fikir birliği içinde oldukları bir
konu olduğunu belirtti. Sultan, mektubunda köleliğin herhangi bir
ulus ya da din tarafından yasaklanmak istendiğini bilmediğini, kim­
senin bu konuda konuşmadığını da bildirdi, bu konunun gün gibi
açık olduğunu ve bunu herkesin bildiğini, kabul ettiğini söyledi.1
Sultan, köleliği kısıtlama ya da yasaklama konusundaki yasalar
hakkında gerçekten bilgi sahibi değildi, bu konuda geri kalmıştı ve
köleliğin tarihteki yeri hakkında da ne yazık ki haklıydı. Kölelik ger­
çekten de insanlık tarihi kadar eski bir olaydı. Asya, Afrika, Avrupa
ve Kolomb öncesi Amerika’da hep vardı kölelik. Yahudilik, Hıristi­
yanlık, İslam ve tüm diğer dinler kabul etmiş, benimsemişti köleliği.
Ortadoğu’da ve başka bölgelerde, Sümerler’de, Babil’de, Mı­
sır’da ve diğer eski medeniyetlerde çok eski tarihlerden beri vardı,
kabul edilmişti.2 Anlaşıldığı kadarıyla ilk köleler savaş esirleriydi ve
bunların sayıları diğer kaynaklar vasıtasıyla artıyordu. Çok eski de­
virlerde köleler sadece kralların, rahiplerin, tapınakların malıydı ve
köle sahibi aile sayısı pek fazla değildi. Bu köleler kraliyet mensubu
ya da din adamlarından oluşan sahiplerinin tarlalarında, bağlarında
çalışır, hayvanlarına bakar, ama ekonomik yaşamda fazla önemli rol
oynamazlardı; ekonomi daha ziyade küçük çiftçilerin, mülk sahiple­
ri ve kiracıların, küçük iş sahipleri ve sanatkarların eline kalmıştı.
Köleler alınıp satılır, terk edilen ya da kaçırılan küçük çocuklar köle
olurlardı. İnsanlar bazen kendilerini ya da çocuklarını bile köle ola­
rak satarlardı. Borcunu ödeyemeyenler borçlu oldukları kişilere kö­
le olurlardı. Özellikle Roma gibi bazı yerlerde yasalara karşı gelmiş,
suç işlemiş kişiler de köle olarak kullanılıyordu.
Eski ve Yeni Ahitler’de de kölelik tanınmış bir müessesedir. Bu
Kutsal kitapların bazı yerlerinde kölelere insanca davranılması ko­
nusunda öğütler vardır. İncil ve Talmud’da4 Yahudilere, kendileri­
nin de Mısır’da köle olarak yaşadıkları ve kölelere insanca davran­
maları hatırlatılır. Mezmur 123’te dindarın Tanrı’ya yakarışı ile kö­
lenin sahibine yakarışı kıyaslanır, köle sahiplerinin kölelerine insan
gibi davranmaları öğütlenir.5 Job kitabında köleliğe karşı olarak yo­
rumlanan satırlarda şöyle denmiştir: “Onu (köleyi) da, beni ana
karnında yaratan O yaratmadı mı? Her ikimizi de O yetiştirmedi
mi?” (Job 31:15) Bu satırlar kölenin bir mal değil de sahibi gibi bir
insan olduğu anlamına gelmiyor mu?6 Yeni Ahit’te de böyle bir pa­
saj vardır: “Yahudi ya da Yunan, köle ya da özgür, erkek ya da dişi
yoktur, çünkü hepiniz Hz. İsa için birsiniz.”7 Ne yazık ki bu satır­
lar, “Etnik, sosyal ve cinsiyet farklılığı yoktur ya da ortadan kaldı­
rılmalıdır, bunlar dinsel konularda ayrıcalık sağlamaz.” şeklinde
yorumlanmamıştır. Yeni Ahit’te birçok yerde yazılanlar köleliğin
bir yaşam biçimi olarak algılandığını gösterir.8 Hatta Paulin Resul
Mektubunda bazı satırlar bunu onaylar. Philemon’a mektupta ka­
çak bir köle sahibine teslim edilir; bir bölümde kölenin sahibine
karşı olan görevi, çocuğun ebeveynine olan göreviyle kıyaslanır,
kölenin sahiplerinden korkup titrediği, onlara Hz. İsa’ya olduğu gi­
bi saygılı davranması gerektiği söylenir. Ebeveynlere ve köle sahip­
lerine de çocuklarına ve kölelerine sevgiyle yaklaşmaları emredilir.9
Gerçekten inancı tam olan insanlar Tanrı gözünde ve ölümden
sonra eşittir, ama ne yazık ki bu dünyada ve insanların gözünde
böyle değildir bu. Gerçek inanç sahibi olmayanlar -o hangisi kabul
ediliyorsa- olanların altında kabul edilir. Bu açıdan bakıldığında,
Yunanlıların barbar kavramıyla, Yahudi, İslam ve Hıristiyanların
imansız kavramı çakışır.
Tarihte gerçekten de köleliğe karşı çıkanlar da olmuştur elbet­
te. Yunan-Roma dünyasında Stoikler ve Sinikler’in, adil olmadığı
gerekçesiyle köleliği reddettikleri söylenir, bazıları insan ırkının eşit
olduğunu söylemiş ve bazı Romalı hukukçular köleliğin doğa yasa­
larına aykırı olduğunu belirtmişlerdir. Fakat hukukçular ya da filo­
zofların köleliği kaldırma konusunda bir şey yaptıkları da söylene­
mez. Konunun büyük bir kısmı ahlaki ve ruhani bazda kalmıştır; iyi
insanın köleyken bile özgür olduğu, tutkularına esir olan kötü insa­
nın da köle olduğu tartışılmıştır hep. Yahudi ve Hıristiyan belgele­
rinde bu konuda yazılanların, gerçek köleliğin acısını çekenlere bir
yaran olmamıştır.10 İskenderiyeli Yahudi Filozof Philo Yahudi dini­
nin aslında köleliği reddettiğini söylemiştir. Oldukça idealist bir Essenest anlatımında filozof, insanların ilkel bir tür komünizm uygu­
ladıklarını, evlerini, mülklerini paylaştırdıklarını ve kazançlarım
birleştirdiklerini belirtir. Ve şöyle devam eder:
Onların arasında bir tek köle yoktury herkes özgürdür, bir­
birlerine hizmet ederler, köle sahiplerini suçlarlar ve bunun ne­
deni sadece onlann eşitliğe karşı gelmeleri değil, aynı zamanda
doğaya karşı gelmeleridir, onlara karşı doğa herkesi eşit olarak,
kardeş olarak yaratmıştır, sadece isim olarak değil, gerçekten de
kardeş olarak yaratmıştır ama kötüler bu kardeşliği bozmuş, in­
sanların kafalarını karıştırmış, insanlar arasına dostluk, kardeşlik
tohumları yerine ayrılık ve düşmanlık tohumları ekmişlerdir.11
Bu görüş eski Ortadoğu’da gerçekten de uygulanmışsa çok iyi.
Yahudiler, Hıristiyanlar ve putperestler hep köle sahibi olmuşlar ve
çeşitli dinsel yasalarla kendilerine tanınmış olan haklardan yararlan­
mışlardır. Tüm toplumlarda kölelere karşı iyi davranılmasını iste­
yen, bunu teşvik eden iyi insanlar olmuştur ve hatta bazıları bunu
yasalarla hayata geçirmek istemişlerdir. Fakat kölelik kurumu ciddi
olarak hiç tartışılmamış ve aslında her zaman Doğa Yasaları gereği
ya da Takdiri İlahi olarak kabul edilmiştir. Aristo da bu şekilde kö­
leliği savunur ve bazı insanların doğuştan köle olduklarını, yönetil­
meleri gerektiğini söyler.12 Diğer bazı Yunan filozofları da aynı fikir­
dedirler, özellikle fetihlerde esir edilen insanların köleliğinden yana
olmuşlardır.13 Onlara göre kölelik, sadece doğru değil, aynı zaman­
da kölelerin avantajı sayılır.
Eski İsrailliler köleliğin, kölelerin yararına olduğunu savunma­
dılar ama eski Yunanlılar gibi, komşularını esir alıp köle yapmanın
doğru olduğunu da söylediler. Diğer konularda olduğu gibi bu ko­
nuda da, felsefi olmaktan ziyade dinsel bir müeyyide buldular ve
buna örnek olarak da Incil’deki Ham Laneti hikayesini gösterdiler.
Bu lanet Ham soyundan gelenlerin sadece bir koluyla, yani Canaan’m (vaat edilmiş topraklar, Filistin) çocuklarıyla ilgiliydi; İsrail
Vaat Edilmiş Topaklan işgal ettiğinde onları da esir etti ve diğerleri­
ne karışmadı.14
Eski ve Yeni Ahitler’de olduğu gibi Kuran’da da köleliğin varlı­
ğından söz edilir. Kuran kölelik kurumunu düzenler ve varlığını do­
laylı olarak kabul eder. Peygamber Hz. Muhammet ve müritlerinin
köleleri vardı ve bazılarını savaşlarda esir alarak köle yapmışlardı.15
Kuran’m daha sonra doğrulanan ve ayrıntılı olarak hazırlanan
yasaları16 eski kölelik kurumunda iki büyük değişiklik yaptı ki bun­
ların büyük etkileri olacaktı. Bunlardan biri özgürlüğün istismarı;
diğeri de kesin tanımlamalı koşullar dışında özgür insanların köleli­
ği konusuydu.
Kuran yasaları Mekke ve Medine’de yedinci yüzyılda uygulan­
maya başlandı ve yasalar eski Arapça ile yazıldı. Araplar da eski
dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi köle kullandılar. Kuran
kölelik kurumunu kabul eder ama ‘a b d (köle) sözcüğü nadiren
kullanılmış, onun yerini m â m e îe k e t e y m â n ü k ü m (sağ elinin sahip
olduğu) deyimi almıştır. Kuran, efendi ve kölenin eşit olmadığını
ve efendinin söz sahibi olduğunu kabul eder (XVI:71; XXX:28).
Kuran cariyeliği de tanır (ÎV:3; XXIII:6; XXXIII:50-52; LXX:30).
Kuran emretmeden köleye karşı yumuşak davranılmasını ister
(IV:36; IX:60; XXIV:58) ve satın alma ya da azat etme yoluyla ser­
best bırakılmasını tavsiye eder. Kölelerin özgür bırakılmaları gü­
nahların kefareti (IV :92; V :92; LVI1I:3) ve iyilikseverlik olarak
(11:177; XXIV:33; X C :13) tavsiye edilir. Kuran köle sahiplerine,
kölelerin para kazanıp kendi özgürlüklerini satın almaları konu­
sunda yardımcı olmalarını öğütler. Yahudi ve Hıristiyanlarla değil
ama putperestlerle olan büyük bir inanç farkına göre, iman etmiş
bir köle İslam’da ve Allah katında özgür insanın kardeşi sayılır ve
özgür putperestin üstündedir (11:221).17 Bu nokta çeşitli hadisler­
de belirtilmiş, Hz. Peygamber’in, kölelere karşı iyi davranılmasını,
zulüm yapılmamasını söylediği ve onları özgür bırakmayı tavsiye
ettiği yazılmıştır.18
İslam’da kölelik devam etmiş olmasına rağmen Arap kölelerin
durumları gittikçe düzelmiş, köleler bazı dinsel, dolayısıyla sosyal
statüye ve bazı yasal haklara sahip olmuşlardır. Hz. Peygamber’in
ölümünden sonra İslam toplumunu yöneten ilk halifeler de yeni in­
sancıl reformlar yapmışlardır. Özgür Müslümanların köle yapılması
engellenmiş ve sonuçta yasaklanmıştır. Özgür insanların kendilerini
ya da ailelerini, çocuklarını köle olarak satmaları yasadışı sayılmış,
suçlanan ya da borçlanan kişilerin köle olarak alınıp satılmaları ta­
mamen yasaklanmış, ama bunlar Roma topraklarında kalmış ve Hı­
ristiyan Avrupa’da en azından on altıncı yüzyıla kadar sürmüştür.
Daha sonra özgürlük konusu üzerinde daha çok durulmuş, bu ko­
nu İslam hukuk ilminin bir düsturu haline gelmiş, köle olarak ta­
nınmayan herkesin özgür olduğu kabul edilmiştir.19 Bu kurala her
zaman tam olarak uyulmuyor elbette. Asilere ve kabul edilmiş dokt­
rinlere karşı gelenlere dinsiz ya da din değiştirmiş kişi gözüyle bakı­
lıyor ve Afrika’da komşularına karşı cihat ilan eden bazı hükümdar­
ların kurbanları gibi esir edilip köle yapılıyorlar, bunların dinsel
inançlarına bakılmıyor bile. Fakat İslam’ın tam olarak uygulandığı
uygar ülkelerde bu kurallar geçerli, Müslüman olan ya da olmayan­
lar köleliğe karşı yasalarla korunuyorlar.
Tüm insanlar doğal olarak özgür olduğuna göre kölelik iki ko­
şulda ortaya çıkıyor: 1) köle olan ebeveynin çocuğu olarak doğmak
ya da 2) savaşta esir düşmek. Esir düşme konusu da sadece cihatta
esir düşen imansızlarla kısıtlandı.
Bu reformlar sayesinde yeni köle kaynakları sınırlandı. Terk
edilmiş çocuklar ya da özgür insanlar artık eskiden olduğu gibi ya­
kalanıp köle yapılamıyordu.20 İslam yasalarına göre köleler, ancak
köle ailelerin çocuklarından ya da İslam ülke sınırları dışından satın
alınarak veya hediye olarak sağlanabiliyordu. Yeni toprakların hızla
fethedildiği dönemlerde, kutsal savaşlar sayesinde köle sayısı artı­
yordu, ama sınırlar sabitleşince bu kaynaklar da kurudu. Savaşlar
artık Bizans ya da Hıristiyan devletlerin düzenli ordularına karşı ya­
pılıyordu ve bu savaşlarda alman esirler ya fidye karşılığı olarak bı­
rakılıyor ya da esir değişimi sayesinde kurtuluyorlardı.21 İslam dini
yeni fethedilen topraklarda süratle yayılıyor, eski dinlerine sadık ka­
lanlar ve azınlık olanlar bile suç işlemedikleri ya da Müslüman ülke
düşmanlarına yardım etmedikleri ve yasalara uyup vergilerini de
tam olarak verdikleri takdirde köle yapılamıyordu.
İslam imparatorluğunda Kuran ve ilk halifelerin insancıl eğilim­
leri bazı diğer etkilerle çelişki oluşturuyordu. Daha önce Roma top­
rakları olan ve Müslümanların eline geçen topraklarda yaşayanlara
uygulanan yasalar buna bir örnek olarak gösterilebilir. Bu topraklar­
da uygulanan yasalar kölelere karşı oldukça sertti. Fethedilen top­
raklarda köle sayısı da hem esir düşenler ve hem de dışarıdan getiri­
lenler nedeniyle artıyordu. Köle sayısı artınca onların fiyatları ve in­
sani değerleri de azalıyor, onlara karşı davranışlar da sertleşiyordu.
Ama bu yasaların ve davranışların sertleşmesine rağmen İslam ülke­
lerinin uygulamaları Roma *ve Bizans uygulamalarına kıyasla yumu­
şak sayılırdı.
Köleler dinsel ve diğer zorunlu hizmetlerden muaf tutuluyor­
du. Onların ifadeleri mahkemelerde geçerli değildi. Ceza yasasına
göre bir kişiye hakaret, para cezası ya da kan davası gibi suçlarla il­
gili olarak köleye verilen cezalar özgür bir insana verilen cezaların
yarısı kadardı. Kötü davranış beğenilmiyordu ama bu nedenle bir
ceza yoktu şeriat yasalarında. Medeni hukuk denilen konularda ise
kölenin hiçbir yasal hakkı yoktu. Bir anlaşma imzalayamaz, bir yer
kiralayamaz, miras sahibi olamazdı. Bir ceza ödemesi gerektiğinde
bunun sorumlusu efendisi olurdu. Fakat durumu yine de Yunan ve
Roma kölelerinden daha iyiydi, çünkü İslam hukukçuları insancıl
konulara daha çok önem veriyorlardı. Örneğin bir efendi, kölesinin
sağlığı bozulduğunda onu tedavi ettirmek ve yaşlılığında ona destek
olmak zorundaydı. Eğer bir köle sahibi kölesine karşı iyi davran­
maz, gerekenleri yapmazsa o zaman kadı, onu kölesini satmaya ya
da azat etmeye zorlayabiliyordu. Köle sahibi kölesini gerektiğinden
fazla çalıştırıp ona eziyet edemezdi, bunu yaparsa cezalandırılırdı ama bu cezanın ne olacağı yasalarda belirtilmemişti. Bir köle özgür­
lüğünü kazanmak için uğraşıyorsa efendisi onun bakımından so­
rumlu tutulamıyordu. Köle toprak sahibi olamazdı ama belirli bir
kira karşılığında tarla sahibi olabiliyordu.
Köle ancak efendisinin izniyle evlenebiliyordu. Köle erkek te­
orik olarak özgür bir kadınla evlenebilirdi ama pratikte bunun yeri
yoktu, engellenirdi bu tür evlilikler. Bir köle sahibi de kadın köle­
siyle ancak onu azat ettikten, özgürlüğünü verdikten sonra evlene­
biliyordu.
İslam yasalarında bir kölenin azat edilmesiyle ilgili bazı yollar
vardı. Köleyi azat etmek bunlardan biriydi ve kölesini azat eden kişi
serbest kalan kölesine onaylı bir izin belgesi vermek zorundaydı.22
Kölenin azat edilmesi çocuklarını da kapsıyordu ve köle bu azat iş­
leminden kuşkulanırsa bunu şikayet konusu yapabilirdi. Bir diğer
yönteme göre köle sahibi kölesini belirli bir para karşılığı bırakır ve
bu da yazılı bir anlaşmayla yapılırdı. Sahibi ondan sonra kölesi üs­
tünde hiçbir hak iddia edemezdi. Köle yine de bazı yasal haklardan
mahrumdu ama gerçekte tamamen özgürdü. Böyle bir anlaşmaya
köle sahibi değil, ancak köle son verebilirdi. Kölenin anlaşmadan
sonra doğan çocukları özgür olurdu. Köle sahibi isterse kölesini be­
lirli bir zamanda serbest bırakacağını önceden belirleyebiliyordu.
Ölümünden sonra kölenin özgürlüğünü mirasçılarından da isteye­
bilirdi. Fakat hukuk okullarında bu yasa konusunda bazı fikir ayrı­
lıkları vardı.
Köle sahibinin isteğine bağlı olan bu koşullara ilaveten, efendi­
nin isteği dışında köleye özgürlük sağlayabilen çeşitli yasal yollar da
vardı. Örneğin bir kadı, köle sahibini, kölesine kötü davrandığı için
azat etmeye zorlayabilirdi. Efendisinden hamile kalan bir köle kadı­
na da, geri alınamayan bazı yasal haklar tanınıyordu.23
Müslüman devlette yaşayan ve diğer dinlerden olan azınlık­
lar, örneğin Hıristiyan ve Yahudi aileler de gücü yeterse köle satın
alıp kullanabiliyorlardı. Müslüman olmayanlarm Müslüman köle
kullanmaları yasaktı ve bir gayrimüslim kölesi İslam dinini kabul
ederse o gayrimüslim onu azat etmek ya da satmak zorundaydı.
Yahudiler ve Hıristiyanlar evlerine Müslüman cariye alamazlardı
ve kadın köleleriyle cinsel temasları kendi din adamları tarafından
yasaklanıyordu.24 Akdeniz’de korsan saldırıları ya da Doğu Avru­
pa kıyılarına yapılan saldırılar sonucu esir düşerek köle yapılmış
Yahudiler, yaşadıkları yerde bulunan kendi din adamlarının yar­
dımıyla özgürlüklerine kavuşurdu.25 Pek çok Hıristiyan köle -fid­
yeleri ülkelerinden ayarlanan Batı Avrupalılar dışında- genellikle
özgürlüklerine kavuşamazdı. Bazen Hıristiyan ve Yahudi köle sa­
hipleri kölelerini kendi dinlerine çevirmeye çalışırlardı. Hahamlar,
Yahudi dindarları, köleleriry sünnet olmak ve Yahudi dinine ge­
çirme konusunda zorlarlardı. Bazı köleler Yahudi dininin bazı bö­
lümlerini kabul eder, ama tam olarak Yahudi olmazdı. Yahudi ya­
sasına göre, tam ya da yarım Yahudi olmuş bir köle, Yahudi olma­
yan birine satılamazdı. Böyle birine satılan kölenin serbest bırakıl­
ması gerekirdi. Ama Yahudi olmayı kabul etmeyen bir köle bir sü­
re sonra başka bir din mensubuna satılabilirdi.26 Müslüman hu­
kukçular ise bu konuda değişik görüşlere sahiptiler. Bir Müslü­
man’ın başka bir dini benimsemesi büyük suçtu elbette- ve bazı
hukukçulara göre insanlar sadece Müslüman olmak için din de­
ğiştirebilirdi. Bazıları gayrimüslim kölelerin başka dinlere geçme­
sini doğal karşılardı ama bunu yapacak kölenin yetişkin ve bunu
kendi arzusuyla yapmış olmasını isterdi.27
Özgür bir Müslüman köle yapılamazdı ama bir gayrimüslim
kölenin, Müslüman olması için serbest bırakılması gerekmiyordu.
Onun kölelik statüsü Müslüman olmasıyla değişmediği gibi, yeni
doğan çocuğu da kölelikten kurtulamıyordu.
Bazı dönemlerde kölelerin isyanları görülüyordu ve kaçak köle­
lerle ilgili çıkarılan yasalara bakılırsa bu tür olaylar hiç de az değildi.
Komşu ülkelerden gelmiş köleler kaçarak memleketlerine dönebili­
yorlardı ve Osmanlı topraklarından kaçarak Avrupa ülkelerine sı­
ğınmış ve kölelik anılarını yazmış eski köleler vardır.28 Ama uzak
yerlerden ve Afrika’dan getirilmiş kölelerin kaçıp kurtulmaları pek
görülmezdi.
Gördüğümüz gibi köleler esir düşerek, haraç ya da vergi karşı­
lığı olarak ve satın alınarak getiriliyor ya da köle ailelerin doğan ço­
cukları da köle oluyorlardı.
Esir alma: İslam’ın ilk dönemlerinde, toprakların genişletilme­
siyle esir edilenler kölelerin en önemli kaynağını oluşturuyordu.29
Ama daha sonra sınırların sabitleşmesi sonucu, esir edilip köle yapı­
lanların sayıları düşmeye başladı. Sınır savaşları ve sahillere yapılan
saldırılarla yeni köleler sağlandı ama bunların sayıları azdı ve genel­
de esir değişimiyle değiştiriliyorlardı. Daha sonra Afrika ve Hindis­
tan gibi bölgelere yapılan seferlerle esir sayısı biraz artar gibi oldu ama İslam’ın yayılması ve Müslüman olmayanlara azınlık statüsü ve­
rilmesiyle köle sayısında yine azalma başladı.
Haraç alma: Bazen fethedilmiş ülkelerden haraç ve vergi gibi
alacaklar karşılığında köleler alınırdı. Örneğin Nubia’m zenci kra­
lıyla MS 6 52’de yapılan bir anlaşmaya göre bu ülke her yıl belirli sa­
yıda köle verecekti.30 Nubia’nm uzun yıllar işgal edilmemesinin bir
nedeni de bu olabilir. Anlaşmaya göre her yıl birkaç yüz erkek ve
kadın köleyle birlikte filler, zürafalar ve diğer vahşi hayvanların ve­
rilmesi en azından on ikinci yüzyıla kadar devam etti, ama o dö­
nemde Mısır’ın Müslüman hükümdarlarıyla Nubia’mn Hıristiyan
kralları arasında çıkan kanlı savaşlar sonunda bu haraç verme döne­
mi kapandı.31 İran ve Orta Asya’daki prenslerle topraklarını fethe­
den Arap kralları arasında da köle almak için anlaşmalar yapıldı ama bunlar kısa süreli oldu.32
Köle çocukları: Köle ailelerin çocuklarıyla sağlanan köle artışı
pek büyük değildi ve köle nüfusunun devamını pek sağlayamadı.
Buna karşın Yeni Dünya’daki köle sayısında büyük ve hızlı bir artış
yaşanıyordu. Aradaki farkın nedeni, Müslüman nüfusun yaşadığı
Orta Doğu’da kölelerin sürekli olarak azat edilmeleri olabilir; özgür
köle sahipleri kölelerini sık sık azat ediyor, onlara özgürlüklerini
veriyorlardı. İslam dünyasında köle sayısının azalmasının başka ne­
denleri de vardı elbette. Bazıları şunlardır:
1. Hadım etme: Erkek esirlerin çoğu hadım edilerek getiriliyor
ve bunlar çocuk sahibi olamıyorlardı. Bunlann içinde güçlü
ve hadım edilmese bir aile kurabilecek erkek sayısı çoktu.
M
2. Asker olan köleler üst rütbelere kadar terfi edebiliyor, bir
aşamadan sonra özgür oluyor ve onların çocuklan da özgür
insanlar olarak yaşıyorlardı.
3. Genelde sadece uşak, hizmetçi ve işçi olarak hizmet veren aşağı
tabaka köleler bu görevlerinde kalıyor ve bu işlerini çocuklanna devrediyorlardı. Ama bu tür kölelerin sayılan pek fazla de­
ğildi, bu tür kadın ve erkek kölelerin birbiriyle görüşmelerine
izin verilmiyor ve evlenmeleri de teşvik edilmiyordu.
4. Alt tabaka çalışanlar ve yüksek rütbeli komutanlar da dahil
olmak üzere köleler arasında ölüm oranı yüksekti. Köleler
genellikle uzak ve gelişmemiş yerlerden geliyorlardı ve bağı­
şıklık sistemleri pek iyi çalışmadığı için hastalandıklarında
çabuk iyileşemiyor, genelde çabuk ölüyorlardı. On dokuzun­
cu yüzyılda Kuzey Afrika’ya seyahat eden Batılı gezginler o
ülkelere getirilen zenci köleler arasındaki yüksek ölüm ora­
nından söz etmişlerdir.33
Satın alma: Yeni kölelerin yasal yollardan sağlanması için kul­
lanılan en önemli yöntem satın almaydı. Köleler İslam dünyasına
komşu olan ülkelerden satın almıyor ve İslam ülkelerindeki büyük
şehirlere getirilerek köle pazarlannda satılıyordu. İslam’ın getirdiği
insani reformlara rağmen, İslam imparatorluğunda ve daha çok da
dışında köle ticaretinin artması, insanlık tarihinin üzücü paradoks­
larından biridir. Roma imparatorluğunda yeni toprakların fethi ya
da saldırgan barbarların geri püskürtülmesi sonunda dışardan da
köleler geliyordu ama içeriden gelenlerin sayılan daha fazlaydı. Ama İslam imparatorluğunda mümkün değildi bu, orada da kölelik
olayı sürüyordu ama yeni köle bulmak zordu. Bu durumda köleler
dışandan getiriliyordu. İslam yasalannda köle yapmak gibi sakat­
lamak da yasaktı. Saraylar ve köşklerdeki harem dairelerini koru­
yacak olan harem ağalan hadım edilerek dışarıdan getiriliyor ya da
bazıları sınırlarda hadım ediliyordu. Ortaçağ ve Osmanlı dönemle­
rinde başlıca harem ağası kaynakları Slavlar ya da Habeşlerdi.
Rum, Batı Afrikalı, Hintli ve seyrek de olsa Batı Avrupalı harem
ağaları da vardı.34
İslam dünyasına pek çok ülkeden köle getiriliyordu. İlk zaman­
lar başlıca köle kaynağı olan ülkeler Mısır, İran, Kuzey Afrika, Orta
Asya ülkeleri, Hindistan ve İspanya idi. Bu ülkelerden getirilen köle­
lerin çoğu Arap sahipleri kadar kültürlüydü, İslam’ı kabul ederek ve
azat edilmelerini sağlayarak halkın araşma karışanlar çoktu. Savaş­
larda alınan esirlerin köle yapılmaları dönemi bitince kölelerin dışa­
rıdan getirtilmesine başlandı. Hindistan’dan, Çin’den, Güneydoğu
Asya’dan ve Bizans İmparatorluğu’ndan getirilen az sayıda kölelerin
çoğu belirli bir konuda uzman ya da teknisyendi. Herhangi bir mes­
lekleri olmayan kölelerin büyük çoğunluğu ise İslam dünyasının ku­
zey ve güneyinden geliyordu; beyazlar Avrupa’dan, Avrasyalılar As­
ya steplerinden ve zenciler de Afrika’dan, Sahranın güneyinden ge­
liyorlardı. Beyaz AvrupalIlar ve siyah Afrikalılar arasında köle ticare­
tinden para kazanmak isteyen çok insan vardı, bunlar komşu ço­
cuklarını bile kaçırıp satmak için fırsat kolluyorlardı. Avrupa’da da
köle ticareti almış yürümüştü, köle pazarlannda Müslüman, Yahudi,
putperest ve hatta Ortodoks Hıristiyan köleler bile satılıyordu.35
Daha çok Slavlar olarak bilinen36 Orta ve Doğu Avrupalı köle­
ler Fransa ve İspanya yoluyla karadan, diğerleri Kırım yoluyla Doğu
Avrupa’dan ve Akdeniz ötesinden gemilerle getiriliyorlardı. Bunla­
rın arasında Müslüman korsanlar tarafından Dalmaçya sahillerinde
yakalanmış olanlar da vardı. Bunları, İspanya ve Kuzey Afrika köle
pazarlarına Avrupalı ve özellikle de Venedikli köle tacirleri getiri­
yordu. Slavlar Ispanya’nın Müslüman bölgesinde çoktu, Kuzey Afri­
ka’da da onlardan epey vardı ama Doğu’da pek fazla değillerdi. Hı­
ristiyan Avrupa’da devletlerin birleşmesiyle beraber Batı Avrupa kö­
le kaynakları kurudu ve sadece hükümet izniyle yapılan korsan se­
ferleri ve Kuzey Afrika sahillerine yapılan baskınlarla sağlananlar
kaldı geriye.
Zenci köleler İslam dünyasına Batı Afrika, Fas ve Tunus, Libya
Çölü, Çad ve diğer yollar üzerinden, Nil’den Mısır yoluyla, Kızıl De­
niz, Hint Okyanusu ve Basra Körfezi yollarıyla getiriliyordu. Bozkır­
lardan getirilen Türk kökenli köleler Semerkant ve diğer Müslüman
Orta Asya şehirlerinde satılıp İran’a gönderilirdi. Karadeniz ve Ha­
zar Denizi bölgesinden alınan köleler genellikle Halep ve Musul’da
satılıyordu.
Bol belge bulduğumuz Osmanlı dönemlerinde köle ithalâtı
yöntemlerinde bazı değişiklikler oldu.37 Osmanlı İmparatorluğu ge­
nişlerken fethettiği topraklardan pek çok esir aldı ve bunları köle
yaptı, çok sayıda Balkan Hıristiyanı Osmanlı topraklarına getirildi.
Fethedilen topraklardan getirilen ve D e v ş irm e usulüyle yetiştirilen
gençler askere alındı.38 Bunların arasından büyük vezirler ve ordu
komutanları çıktı. On yedinci yüzyıl başlarında devşirme yöntemin­
den vazgeçildi, Osmanlı’nın Avrupa içlerine ilerlemesi durdu ve
sonra gerileme dönemi başladı. Kuzey Afrikalı korsanlar Avrupalı
köle getirmeye devam ediyordu ama bunların sayıları pek fazla de­
ğildi. Güzel kızlar haremlere alındı ve esir erkeklerin bazıları fidye
ödeyerek kurtulurken, bazıları da korsanlara katıldılar. Şansı olma­
yan M ü slüm an esirler gibi bazıları da A vrupalı deniz güçlerine y en i­
lerek on ların gem ilerin d e forsa olarak k ü rek çek m ey e m a h k u m o l­
d u lar.39
O sm anlı İm p arato rlu ğ u n köle ihtiyacı artık K afkaslar’dan , G ü r­
cistan ve diğer bölge ü lk elerind en sağlan ıyordu . G üzel Kafkas kızla­
rı h arem lere girerk en g en ç ve gü çlü erk ek ler de O sm anlı ord u suyla
h ü k ü m et d airelerinde ve ayrıca İran ’da çalışm a alanları b uldu lar. Bu
b ölged en gelen esir ve köle sayısı zam an la azaldı am a b itm ed i, on
d o k u zu n cu yü zyıl b aşların d a R usların K afkasya’yı işgaliyle d ev am
etti. Diğer y an d an K ırım T atarları O rta ve D oğu A vrupa ülkelerine
saldırıp ora la rd a n esir getirm eye b aşlad ılar. Bu esirler İstan b u l ve
d iğ e r ş e h irle rd e k i k ö le p a z a rla rın a g ö tü r ü lü y o r d u . A m a R u sla r
1 7 8 3 ’te K ırım ’ı alınca T atarların b u köle seferleri de so n b u ld u .40
Beyaz k öle k aynak ları k u ru y an O sm an lılar Afrika’ya d ah a ço k
d ö n d ü ler ve o n d o k u z u n cu y ü zy ıl b o y u n c a F a s ’tan A sya’ya k a d a r
tü m ü lkelere köle sa ta ca k k ad ar artırd ılar k ölelerin sayısını. 1 8 6 0 ’ta
yazılm ış b ir A lm an ra p o ru n d a şöyle d er:
O
dönemde siyahi köleler genellikle Sennaar, Kordofan, Dar-
fur, Nubia ve Afrika içlerine yapılan baskınlarla alınırdı; beyazlar
ise genellikle Kafkaslarda (çoğunlukla Lesghi, Dağıstan ve Gürcis­
tan kadınlan, erkek azdı) bağımsız topraklarda yakınlan tarafın­
dan satılan insanlardı. Satışa çıkanlanlar genellikle daha önce de
köle statüsünde olanlar ya da köle ailelerden doğan çocuklardı.41
O rtaçağ ın ilk d ö n em lerin d en so n ra ç o k sayıda köle alınıp satıl­
m ası so n u cu n d a , İslam dün yası sınırları d ışın d a köle ticareti b ü y ü k
ö lçü d e arttı, ç o k sayıd a in san , köle tacirlerin in k u rb an ı o ld u , y ak a­
lanıp köle yapıldı ve satıldı. Savaş esirleri dışındaki k ölelerin yakın
b ö lgelerd en alındığı Eski D ü n yad a k öle ticareti d ah a ço k b ölgesel,
'erel b ir olaydı, k ölelerin satıldığı p azarlard a h e r şey satılırdı. Esirlen k en d i y erlerin d en alınarak u zak y erlere g ö tü rü ld ü ğ ü İslam d ü n ­
yasında köle ticareti daha k arm aşık ve ö zeld i, köle ticaretin in y o llan
tü m İslam d ün yasın a yayılm ış, H ıristiyan A v ru p a’y a , T ü rk b o zk ırla­
rına ve siyah Afrika’ya k ad ar genişlem işti. H e m e n h e r önem li ve b ü ­
yük şeh ird e b ir köle pazarı b u lu n u y o rd u . Y eni kölelerin satışa su ­
n u ld u ğu pazarlara ö n ce h ü k ü m etin ü st d üzey yetkilileri gelip en iyi
köleleri alır, on ların ark asın d an da m e m u rla r ve özel kişiler gelirdi.
Köleler genelde açık ta değil, kapalı özel yerlerd e satılıyord u ; b u u y ­
gu lam a bazı b ölgelerd e on d o k u z u n cu , b azıların da da y irm in ci y ü z ­
yıla k ad ar s ü rd ü .42
Köle fiyatları k o n u su n d a ço k değişik bilgiler var ve b u n lar sa ­
dece genel bir fikir v eriyo r bize. O rta ça ğ M ısırı’n d a n gelm iş b ir b el­
gedeki fiyatlar o ld u k ça tutarlı. Köle k ızların o rtalam a fiyatı yirm i d i­
nar (altın p ara) ki b u n u n karşılığı iki yü z altm ış altı d irh em (g ü m ü ş
sik k e) olu yor. O rta ça ğ ’a ait b aşka b elg elerd e d ah a y ü k se k fiyatlar
var. Siyahi k öleler iki ile ü ç y ü z d irh e m arasın d a, siyahi h ad ım lar
ise b u n u n iki ü ç k atı fiyatla satılıyorm uş. Siyahi k adın k ölelerin fi­
yatı beş yüz d irh e m civarın d a, eğitilm iş şark ıcı ya d a d an sö zlerin fi­
yatları ise on ile y irm i b in arasınd a değişiyor. A sker olab ilecek b e ­
yaz esirlerin fiyatları d aha yüksek. O rta A sya p azarların d a T ü rk k ö ­
lelerin değerleri ü ç yü z d irh em am a diğer p azarlard a fiyatlar artıyor.
Bağdat’ta d ö rt ile beş yü z d irh em ed iy o rlar; b eyaz b ir köle k ızın fi­
yatı ise b in d in ar ve d aha y ü k sek .43 O n d o k u z u n cu yüzyıl o rta la rın ­
da yazılm ış bir A lm an belgesine göre T ü rk iy e’d e, İstanb u l’da eğ itim ­
li, gü çlü b ir siyah k ölen in fiyatı d ö rt, beş b in k u ru ş, yani iki ile ü ç
yüz d olar arasında d eğişiyor, güzel bir b eyaz kızın fiyatı ise elli b in
kuruş ya da d aha fazla.44 G enelde h a re m ağaların ın fiyatları diğer
erk ek lerd en daha yü k sek , gen ç k öleler y aşlılard an d ah a fazla p ara
ed erk en , k adınlar erk ek lerd en d aha pahalıya satılıyor. 1 6 2 7 ’d e İz­
landa’d aki k ö y ü n d en ailesiyle birlikte k o rsan lar tarafından k açırılan
l.u teryen rah ib i O lufr Eigilsson köle p azarın d a g en ç uşağın ın yedi
yüz d olara ve d ah a so n ra d a b in d o lara satıldığını y azm ıştır.45
Köleler evlerde, dükkanlarda, tarla ve fabrikalarda çalıştırılıyor,
orduya bile almıyorlardı. İslam dünyasında köleler üretim işlerinde
pek çalıştırılmadılar ama tam olarak evlerde de kullanılmadılar. Or­
taçağlarda köleler çeşitli işleri başarıyla yapıyorlar, fabrikalarda çalı­
şıyorlardı ve bu durum on dokuzuncu yüzyıla kadar devam etti. Ama kölelerin çoğu evlerde hizmetçi, uşak ve dükkanlarda yardımcı
olarak çalıştırılıyordu ve İslam dünyası kölelerinin işleri genellikle
bunlardı. Kölelerin çoğu siyahi, Hintliydi ve beyaz köle sayısı azdı.
Daha sonraki dönemlerde köleler, esir düştükleri yerlerden son va­
rış noktalarına gelene kadar çok acı çekmelerine karşın, bir aile ya­
nma yerleştikten sonra rahatladılar ve çoğu da bir aile bireyi gibi ka­
bul gördü. Ticaret yaşamında köleler genelde patronlarının yanında
çıraklıkla işe başlıyorlardı ama içlerinde patron asistanı ve hatta bir
süre sonra ortağı olanlar bile oluyordu.
Köle ve azat edilmiş eski köle aile yaşamında büyük rol oynu­
yordu. Harem ağaları haremlerin korunmasından sorumlu olan
güvenli kişiler olarak görev yapıyorlar, ayrıca camilerde, türbeler­
de ve diğer kutsal yerlerde bekçi olarak çalışıyorlardı. Köle kadın­
lar genellikle cariye ya da hizmetçi oluyorlardı. Müslüman köle
sahibi kadın kölesiyle yasal olarak cinsel ilişki kurabiliyordu. Öz­
gür kadınlar da erkek köle sahibi, olabiliyordu ama onların böyle
bir hakkı yoktu.
Kölelerin ekonomi alanındaki çalışmaları inşaat işleri dışında
genellikle şehir dışında, kırsal yaşamda oluyordu ki bu konuda bel­
ge sayısı çok azdır. Ortaçağ İslam dünyasında şehirler uygarlaşıyor­
du. Şehirlerde yaşam konusunda oldukça çok sayıda bilgi ve belge
bulunmasına karşın, kırsal kesimle ilgili hiçbir araştırma çalışması
yapılmamış; bu konuda çok az bilgi ve belge bulunabiliyor. On al­
tıncı yüzyıla kadar şehirler dışındaki yaşamla ilgili hiçbir bilgiye
ulaşılamadı, ancak o yüzyıldan sonra Osmanlı arşivlerinde kırsal ya­
şamla ilgili bazı ipuçlan çıktı ortaya; ama bu belgelerin incelenmesi­
ne daha yeni başlanıyor. Çoğunluğu siyahi olan pek çok kölenin
tarlalarda, maden ocaklarında ve bataklık kurutma gibi bazı özel iş­
lerde kullanıldıklarına dair bazı bilgiler ve belgeler bulundu. Bazı
köleler çok ağır işlerde çalıştırılmış; örneğin güney Irak’ta Zenc kö­
leleri tuz göllerinden tuz üretme işlerinde kullanılmışlar, Sahra’daki
tuz ve Nubia’daki altın madenlerinde yine zenciler çalıştırılmış. Bü­
yük çiftlik arazilerinde, uçsuz bucaksız tarlalarda binlerce zenci ter
dökmüş. Evlerde ve ticari işlerde çalışan köleler rahat yaşarken, açık
havada çalışanlar korkunç zorluklarla karşılaşmış ve çoğu da ölmüş­
ler. Yazılı belgelerden anlaşıldığına göre Sahra tuz madenlerinde beş
yıldan fazla dayanan olmamış. Arapların Doğu’dan, Kuzey Afrika
yoluyla Ispanya’ya getirdilderi pamuk ve şeker kamışı tohumlarıyla
tarıma başlamaları sonucu bölgede büyük çiftlikler oluştu. Bazı Osmanlı kayıtlarına göre devletin elinde olan pirinç tarlalarında da kö­
lelerin çalıştırıldığı biliniyor.46 Ekonomik iş alanlarında genellikle
erkek köleler çalışıyordu ama bazı işlerde köle kadınların çalıştığı
da bir gerçek. İslam öncesi kadın kölelerin fahişe olarak çalıştırılma­
sı İslam yasasıyla yasaklandı ama yine de bunu yapanlar vardı.47
Asker olan köleler köle nüfusunun bir anlamda aristokrasisini
oluşturuyordu. Bunların içinde en önemlileri Avrazya steplerinden,
Orta Asya’dan ve şimdi Çin Türkistanı olan bölgeden getirilen
Türklerdi. Ortaçağ Müslüman Ispanya’da ve kuzey Afrika’da Slavlar
da aynı rolü oynadılar ve daha sonra da Balkan ve Kafkasya köleleri
de Osmanlı imparatorluğunda aynı görevleri yaptılar. Siyahi köleler
de bazı dönemlerde asker oldular ama sayılan azdı ve görev süreleri
de genelde kısa oluyordu.
Kölelerin en ayrıcalıklı olanları hiç kuşkusuz müzik, edebiyat
ve eğlence hayatında insanlan eğlendiren genç erkek ve kadınlardı.
Ortaçağ’da şarkıcıların, dansözlerin ve müzisyenlerin büyük çoğun­
luğu, en azından orijin olarak köleydi. Bunların belki de en ünlüsü
Bağdat sarayındaki Iranlı köle Ziryab’dı, daha sonra Ispanya’ya gitti
ve çeşn icib aşı o ld u , A v ru p a’ya k u şk o n m azı da o n u n tanıttığı sö y le­
n ir. isim lerini A rap tarihi ve şiirlerine y azd ıran köle ya da azat ed il­
m iş köle sayısı az değildir.
O rijinleri köle olan erk ek lerin o rd u d a k o m u ta n old u k ları, siya­
si m ak am lara yü kseldiği ve ö z g ü r p ek ç o k in san ın k öle an n elerd en
d o ğ m u ş old u ğu b ir to p lu m d a k ö lelere k arşı b ir R o m a ya da A m e ri­
k an tipi ö n yargın ın o lu şm ası p e k m ü m k ü n o lm a z elb ette. Bu tü r b ir
ö n yargı oluşsa b ile, b u ö n y arg ı sosyal farklılık lardan d eğil, d ah a ç o k
ırk ayrım ın d an d o ğ a r. K ö lelerin k u lla n ım ın d a b öyle b ir ırk çılık ö r ­
n eğin in gelişm esi h iç k u şk u su z b u tü r b ir y a rg ın ın g elişm esin e k atk ı
yapm ıştır.
DİPNOTLAR
1 Aşağı bak. S. 151.
2
Klasik öncesi eski zaman için bak. Isaac Mendelsohn, Slavery in the
Ancient N ea r East (New York, 1949); G.R. Driver ve John C. Miles,
The Babylonian Laws, cilt 1 (Oxford, 1952), s. 478-90; Muhammet
A. Dandamaev, Slavery in Babylonia, fro m N abopolassar ot A lex a n d er
th e Great ( 6 2 6 - 3 3 1 B .C .), tere. Victoria A. Powell (De Kalb, IL,
1984). Bu eser Yunan ve Roma dönemlerindeki kölelik konusunda
geniş bilgi verir. Daha yeni bazı bilgiler için bak. William L. Westermann, T he Slave System s o f G reek a n d Rom an A ntiquity (Philadelphia, 1955); Keith Hopkins, C o n q u e ro rs a n d Slaves: Sosiolagical Studies in R om an H istory, cilt 1 (Cambridge, 1978); K.R. Bradley, Slaves
and Masters in th e R om an E m p ire : A S tu rd y in Social C o n tro l (New
York and Oxford, 1987); M.I. Finley, ed. Slavery in Classical A n tiq u ity (Cambridge ve New York 1968); aynı, ed., Classical Slavery { Lodr-
da, 1987); aynı, A n c ie n t S la v ery a n d M o d e rn ld e o lo g y (New York
1 9 8 0 ); Zvi Yavetz, Slaves an d Slavery in A ncient R om e (New Brunswick, N.J. ve Oxford, 19 8 8 ). Yunan ve Roma toplumlarımn üretimde
bir köle sistemine dayanıp dayanmadığı konusunda hâlâ devam eden
tartışmalara neden olmuştur. Bu konu burada bizi engellememelidir.
Eski ve Ortadoğu’da kölelikle ilgili kıyaslamak bir inceleme konusun­
da bak. David Brion Davis, T he p ro blem o f Slavery in Western Cultu-
res (Ithaca, N.Y. 1 9 6 6 ); aynı, Slavery an d Human Progress (New York
ve Oxford, 1984).
3
Roma yasasında kölelik için bak. W .W . Bulcland, The Rom an Law on
S lavery (C am bridge, 1 9 0 8 ); Olis Robleda, 11 d iritto d eg li sch ia v i
n ell’a ntica Rom a (R o m a l9 7 6 ).
4
E.g. Deut 1 5 :1 5 . The Passover prayers and rituals, celebrating the
Exodus, Yahudilere, özgürlük kazanmış kölelerin torunlan oldukları­
nı hatırlatır. Yahudilerde kölelik, yasa ve uygulamalar konusunda
bak. E.E. Urbach, “The laws regarding slavery as a source for the social history of the period of the second Temple, the Mishnah and Talm ud,” Papers ofth e Institute o fJe w is h Studies, ed. J.G. Weiss, cilt 1
(Kudes ve Londra, 1 9 6 4 ), s .1-9 4 ; Simha Assaf, B e-ohale Ya’a k o v (Ku­
düs, 1 9 4 3 ), s. 2 2 3 3 -5 6 ; Salo W . Baron, A Sociald an d Religious His­
tory o f the Jew s, 2. baskı, cilt 4 (New York 1 9 5 7 ), s .1 8 7 -9 6 ). Kölelik­
le ilgili Talmud yasaları için bak. Gittin 8a-9a, llb - 1 5 a , 3 7 b-4 5 a (The
Babyllonian Talmud, S ed er Nashim, ed. I. Epstein, Gittin, çev. Maurice Simon, cilt 4 (Londra 1 9 3 6 ), s, 2 7 -3 1 , 3 9 -5 5 , 1 5 5 -9 8 , 2 0 6 -7 ) ve
Yebamot, passim. Ayrıca bak. W estermann, Slave Systems, s. 1 2 4 -2 6 .
5
6
Örneğin Maimonides’te, M ishneh Torah, H ilkhol Avadim 9:8.
Maimonides’te bu anlamda yorumlanmıştır, diğer metinlerle birlikte
bu dize Caanite insanca davranış hakkında yakarı şeklinde söylenmiş­
tir, örn. Yahudi olmayan köle (aynı). Yahudi kölelere karşı iyi davranılması bazen abartılıdır: “Köle yemek içmek konusunda seninle aynı
düzeyde olmalı, sen beyaz ekmek yerken o siyah ekmek yememeli,
sen eski şarap içerken o taze şarap içmememeli, sen yumuşak yatakta
uyurken o saman üzerinde yatmamalı. Bu nedenle bir Yahudi köle
alanın, kendisine bir efendi satın aldığı söylenir.” (Q iddüshin, 20a
[Babillonian Talmud, Kiddushin, tere. H. Freedman, cilt 4 , s.921).
7
Gal 3 :2 8 ; cf. Aynı beyanlar 1 Cor 1 2 :1 3 ve Col 3 :1 1 , “Ne Yunan ne de
Yahudi, sünnet ya da sünnetsiz, ne Barbar ne de İskit, ne bağlı ne de
özgür, ama hepsi Hıristiyan.”
8
Örn. Luke 1 2 :3 7 -3 8 , 1 7 :7 -9 ; 20: 1 0 -1 2 ; Marnk 1 2 :2 , vb. Yunanca
d ou los “köle” sözcüğü için “hizmetkar” diyerek Incil’i tercüme eden
İngiliz (ve diğer Avrupalı) çevirmenler köleliği Hıristiyanlıkta ikinci
dereceye düşürmüşlerdir. Eski Ahit’leki İbranice e b h e d sözcüğü için
İngiliz çevirmenler “esir”, “köle” ve bazen de “hizmetkar” sözcüğü
kullanmışlardır. The Vulgate’te hem d ou lo s ve hem de eb h ed , ser\'us
olarak tercüme edilmiştir.
9
Köleliğin kabulüyle ilgili diğer bilgiler için bak. 1 Cor 7 :2 1 -2 3 ve Col
3 :2 1 ; G.E.M. de St Croix, “Early Christian Attitudes to Property and
Slavery,” C hu rch, S ociety an d P olitics, ed. Derek Baker (O xford,
1 9 7 5 ), s. 1 5 -1 6 ; W estermann, Slave Systems, s. 1 2 8 -2 9 , 1 4 9 -6 2 .
10
Piero A. Milani, La schiavitu n el pen siero p olitico d ai Greaci al basso
m ed io ev o (Milano 1 9 7 2 ), s .l4 7 ff, 161 ff, ve Roman Stoics, s. 2 0 4 ff.;
W estermann, Slave Systems, s. 10 9 -1 7 .
11
Philo Judaeus, Q u od on m is probu s, 7 9 ; cf. Josephus, Antiquities o f
th e Jew s, 18, 2 1 : “Essenes... do not ows slaves... They believe it contributes to injustice”; Davis, P roblem o f Slavery, s. 8 1 -8 2 : VVestermann, Slave Systems, s. 117. Diğer örnekler için bak. Robert Schlaifer, “Greet ıheories of slavery fromHomer to Aristotle,” H arvard Stu-
d ies in C lassical P hilology 10, no. 7 (1 9 3 6 ) s. 1 2 7 -2 9 ) (yeni baskı
Finley, Slavery, s. 1 9 9 -2 0 1 ): Milani, la schiavitu, s. 145ff.
12
Aristotle, Politics 125 4 b 2 0 .
13
Milani, La schiavitu, s. 6 8 ff.; Pierre Vidal-Naquet, “Reflexions sur
l’historiographie grecque de l’esclavage,” Travail et esclavage en G rece
ancienne, Jean-Pierre Vernant ve Pierre Vidal-Naquet (Paris 1985).
14
Ortaçağ’da bile kölelikle ilgili Yahudi metinlerinde Yahudi olmayan
köleye Canaan’lı (Kenan diyarı, vaat edilmiş ülke ya da Filistin) deni­
yordu, örn. Maimonides, M ishneh Torah, k ö leler bölüm ü. Ham laneti
için bak. Aşağıda böl. 8. n .9, s .1 2 3 -2 5 .
15
Bak. W . Montgomery W att, M uham m ad at M edina (Oxford, 19 6 5 ),
s .2 9 3 -9 6 , 344. Erkeklerin başlarının kesildiği ve kadınlarla çocukların
köle yapıldığı Banu Qurayza hk. bak. E ncyclopedia o f İslam, 2 .baskı;
bundan sonra E12- s.v. “Kurayza” (W . Montgomery W att) ve oradaki
kaynaklar.
16
İslam dünyasında köklelik konusu hâlâ kapsamlı inceleme gerektirir.
Bu arada en iyi kısa yazılar için bak. R. Brunschvig, ş.v. E12 için d e
“Abd” ve Hans Müller, “Sklaven” H undbuch d e r Orientalistik, ed. B.
Spuler, pt 1, Der H ane und d er Mittlere
üsten, böl.6, W irtschaftsgeschichte des Vorderen Onients in Isiam ischer
Zeit, pt 1 (Leiden ve Kölyn 19 7 7 ), s. 5 4 -8 3 ; aynı yazar tarafından kısa
genel giriş, “Zur Erforschung des islamischen Sklavenwesens”, Zeitsch-
rift d er D eutschen M orgenlandischen Gesellschaft, ek 1, böl 2, Deutsc­
h e Orientalistentag, W ürsburg 1968 (W iesbaden 1969), s.6 1 1 -2 2 . Kö­
lelikle ilgili çeviriler Bemard Lewis, İslam from the Prophet M uham­
m ad to the Capture o f Constantinople, böl. 2 , Religion an d Society
(N ew York 1947) s. 2 3 6 -5 6 . Ayrıca bak. A. Mez, Die Renaissance des
Islams (H eidelberg 1922), s. 152ff. The Renaissance of İslam tere. S.
Khuda-Bukhsh ve S. Margoliouth (Londra 1 9 3 7 ), s. 156ff; Franz Rosenthal, The Müslim C oncept o f F reedom Prior to Nineteenth Century
(Leiden 1960) s. 2 9 -3 4 ; D. I. Radiradze, “Vopros o rabstve v khalifate
V1I-VIII vekov” N arodi Azii i A friki 5 (1 9 6 8 ), s. 7 5 -8 5 ; l.P. Petrushevsky, İslam in Iran, tere. Hubert Evans (Albany, NY, 1 9 8 5 ), s. 15459; aynı, “Kistorii rabstva vkhalifate VI1-X vekov,” N arodi Azii i Afriki
(1 9 7 1 ), s. 6 0 -7 1 ; Walid ‘Arafat, “The Attitude of İslam to Slavery,” Is-
lam ic Quanery, 10 (1 9 6 6 ). Kölelikle ilgili yasalar bazıları dışında he­
men hepsinde vardır, İslam yasaları konusunda standart çalışmalar ge­
nelde ayrı başlıklar altında verilmemiştir ama kişisel, ticari ve suç yasa­
larıyla ilgilidir. Yararlı bilgiler için bak. David Santillana, Istituzioni di
diritto m usulm ano malichita, con riguardo an ch e al sistem a sciafiita,
cilt 1 (Roma 1 9 2 6 ), s. 1 1 1 -2 6 , önemli Arapça incelemeler buradadır;
Th W . Juynboll, H andbuch d es islam ischen G ezetzes han d er Lehre
d er Schafi’i tischen S ch u k (Leiden ve Leipzig, 1 9 1 0 ), s. 2 0 2 -8 . Eski bir
Almanca belgede özellikle kölelik yasaları yazılıdır: Kurt E. W eckvvarth, D er M uham m edanischen Recht (Berlin, 1 9 0 9 ), burada Arapça
referanslar değil, tercüme edilmiş Osmanlı belgeleri kullanılmıştır. Bu
konuda yayına verilmiş başka bir eser Murray Gordon’un Slavery in
tne Arab W orld adlı kitabıdır (New York, 1989). Eski tarihle de ilgile­
nir ama genelde modern ve yakın zamanlan işler.
17
Santillana, Istituzioni, cilt 1, s. 111, Malik İbn Anas: “Every Müslim is
the equal of every other Müslim” (A î-M udawwana al-K ubra) cilt 4
(Kahire 1 3 2 3 /1 9 0 5 ), s .1 3 -1 4 ; Muwatta, cilt 3 (Kahire 1 3 0 /1 8 9 2 ) s.
5 7 ,2 6 2 .
18
Örneğin İbn Sa’d’ın anlatımında Hz. Peygamber’in Müslümanlara ses­
lenişi “Farewell Pilgrimage” (Kitab al-K abir) ed. E. Sachau, cilt 2 (Le­
iden, 19 2 5 ), s. 133. Kölelikle ilgili hadisler için bak. A.J. W ensinck ve
yar. C on cordan ce et in dices d e la tradition m usulm ane, 8 cilt (Leiden,
1 9 3 3 -8 8 ) s.w . ‘Abd, Gulam,v.b. Romalılar ve Yunanlılar yetişkin er­
kek köleye “boy” (erkek çocuk ya da oğlan çocuğu) derlerdi (Yunanca
pais, Latince, puer). Yunanca ve Latince’den çeviriler de dahil olmak
üzere bu konuda yazılmış Mısır papirüsleri de vardır. Amerikalı köle
sahipleri de kölelerine “boy” diye hitap ederlerdi ve bu hitap şeklinin
köleyi aşağılama anlamına geldiği bilinirdi. Bir İslam geleneğinde baş
açıklama da vardır. Rivayete göre bir hadiste Hz. Peygamber Müslü­
manlara, kölelerine, erkek ya da kadın, “benim kölem” olarak değil
de, “genç adam” ya da “genç kadın” şeklinde hitap etmelerini söyle­
miştir. Bu Arapça sözcükler fata ve /afattır. Bunun nedeni köleyi aile­
den biri gibi görerek ona, gururunu kırmadan hizmet gördürmektir.
Kölelere insanca davranılmasıyla ilgili diğer bilgiler için bak. ‘Abd alW ah h ab a l-S h a ’ra n i, K ita b K a s h f a l-G h u m m a , cilt 2 (K ah ire,
1 3 7 0 /1 9 5 0 ). Bazı hukukçular, özellikle Şiiler sadece Müslüman köle­
lerin azat edilebileceğini söylerler, Sünni otoritelerse tüm “Katip Sahi­
bi İnsanların” azat edilebileceğini savunurlar, ö m . Hıristiyanlar ve Yahudiler (Petrushevsky, İslam in Iran, s. 158).
19
Santillana, Istituzioni, cilt 1.
20
Mendelsohn, Slavery, s.5« W estermann, Slave Systems, s. 6 , 3 0 , 7 0 ,
8 4 -8 6 . Özgür çocuklar da evlatlık olarak alınarak ya da kaçırılarak
köle yapılabiliyordu.
21
Savaş esiri Müslüman ya da Hıristiylanlar için bak. Erwin Graf, “Religiöse und rechtliche Vorstellungen über Kriegsgefangene in İslam
und Christentum,” Die W elt in İslam, n .s.8, no. 3 (1 9 6 3 ), s. 8 9 -1 3 9 .
Bizansla köle değişimi konusunda bak. Petrushevsky, “Kistorii rabstva,” s. 64. Fetihlerde esir edilenler konusu bak. Aynı, s. 62ff, Müslü­
man tarihçilerden ziyade aynı dinden olan esirlerle daha yakın ilişki
kuran Hıristiyan (Suriyeli, Ermeni v.b.) tarihçilerin kaynakları kulla­
nılmıştır.
22
Ortaçağ ve Osmanlı dönemi azat olaylarıyla ilgili olarak bak. A. Grohmann, A rabic Papyri in the Egyptian Library, cilt 1 (Kahire, 1934),
s .6 1 -6 4 ; aynı, “Arabische Papyri aus den Staatlichen Museen zu Ber­
lin,” Der İslam 2 2 (1 9 3 5 ), s. 19-30; K. Jahn, Türkische Freilassungerkla-
rungen des 18 Jahrbun derts (1702-76) (Nopoli, 1963). Osnranlı kulla­
nımı için bak. Alan Fischer, “Studies in Ottoman slavery and zslave trade, II: Manumission,” Jou rn al o f Turkish Studies 4 (1 9 8 0 ), s. 4 9 -5 6 .
23
Bak. E ncyclopedia o f İslam, 1. baskı - bundan böyle E li - s.v. “Umm
Walad" (]. Schacht).
24
Bak. S.D. Goitein, A M editerranean Society: The Jew ish C om m ım ities
o f th e A rab W orId as Portrayed in the D ocum erts o f Cairo Geniza
(Berkeley ve Los Angeles,1 9 6 7 -8 8 ), cilt 3, s. 1 4 7 -4 8 ; cilt 5, s. 3 1 1 ,
3 2 1 -2 2 , 4 8 6 -8 7 . Dokuzuncu yüzyılda Irak’ta yaşamış bir hahama gö­
re, “Bir Yahudi, kölesi olan kadınla zina halinde yakalanırsa kadın on­
dan alınıp satılır, para fakirlere dağıtılır, Yahudi kamçılanır ve bir ay
kimse yanına gelmez onun.” (Haham Natronay, anlatım Assaf, Be-
oh a le Ya’a qov, s.2 3 0 ). İnançları gereği tek eşliliğe inanan Hıristiyanlarda cariye almak kesinlikle yasaktı ve alanlar aforoz edilirdi (bak.
Örn. Mez, The Renaissance, s. 156). Ama her iki toplumda da gizlice
köle kadınlarla birlikte yaşayanlar görülürdü.
25
Esirlerin kurtarılması konusu için bak. Eliezer Bashan, Sheviya u Pe-
dut ba-hevra ha-yehu dit be-artsot lıa-yam h a-tikh on (Kudüs, 19 8 0 ).
1 6 4 8 ’de Kazaklar ve onların Tatar müttefikleri tarafından mahvedilen
Polonya Yahudilerinden, Tatarlar tarafından esir edilip Türkiye’ye
gönderilenlerin çoğu serbest bırakıldılar. Ama Kazakların eline düşen­
ler öldürüldü.
26
Barın, Social an d Religious History, cilt 4, s. 156, 1 8 7 -9 6 : Assaf, Be-
oh a le Ya'akov, s. 224ff.
27
28
Örnek için bak. Assaf, B e-O hale Ya’akov, s. 2 4 3 -4 4 .
Örneğin Johann Schiltberger (1 3 9 6 - 1 4 0 2 ), Macar Georgiııs (1 4 7 5 8 0 ), Gian Maria angiolello (1 4 7 0 -7 1 4 8 3 ), Bartholomeus Georgievitz
(yak. 1548 ) ve Albert Bobowski (yak. 1667). Bazı Avrupalılar Müslü­
man hacıların köleleri olarak Mekke’ye bile götürüldü. Örneğin Al­
man Johann Wilden (1 6 0 4 ) ve İngiliz Joseph Pitts (1 6 8 0 ) bunlardan­
dı. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bak. Cari Göllner, Turcica: Die eııro-
p a isc h en T ü rk en d rü c k e d es XVI Ja h rh u n d er ts (Bükreş ve Berlin,
1 9 6 1 , 1 9 6 8 ); Shirley Howard Weber, Voyages an d Travels in Greece,
the N ear East and A djacent Regions M ade Previous to the Year 1801
(Princeton, NJ, 1 9 5 3 ), s. w . Kuzey Afrika’da köle olarak yaşamış olan
AvrupalIların yazdıkları anıların içinde ilginç olan biri, kadın köle
olan Maria ter Meetelen tarafından yazılmıştır. 1748cle Hollanda’da
basılan kitap Fransızcaya F.H. Bousquet ve G.W. Bousquet-Mirandelle tarafından çevrildi. A nnotation pon ctu elle d e la description d e vo-
yage etonnante et d e la captivite rem arqu able et triste durant d ou ze
arış d e m oi Maria ter M eetelen et d e l ’h eu reu se delivrance d'icelle, et
m on jo y eu x retou r dans m a ch ere patrie, le tout decrit selon la verite
et m on exp erien ce personelle. Istitut des Hautes-Etudes Marocaines,
Notes et Documents, cilt 17 (Paris, 1 9 6 5 ). Harnem içinden yazılan
hikayeler için bak. Melek Hanım (Madam Kıbrıslı Mehmet Paşa) Thir-
ty Years in the Harem, 2 cilt (Berlin, 1 8 7 2 ); Prenses Musbah Haydar,
A rabesque, 2. baskı (Londra* 1 9 6 8 ).
Çeşitli örnekler için bak. Petrushevsky, “K istorii rabstva,” s. 62ff.
U)
Al-Maqrizi’den metin, Kitab... aî-Khitat, cilt 1 (Bülaq, 1 2 7 0 /1 8 5 4 ), s.
1 9 9 -2 0 0 (= aynı, ed. G. W iet, cilt 3 [Kahire, 1 9 2 2 -], s. 2 9 0 -9 2 ). Yu­
suf Fadl Haşan eserinde İngilizce çeviri T he A rabs an d th e Sudan
[rom th e Seventh to the Early Sixteenth Century (Edinburgh, 1 9 6 7 ),
s. 2 2 -2 4 . Kritik tarihi tartışmalar için bak. Martin Hinds ve Hamdi
Sakkout, “A letter from the govem or of Egypt to the king of Nubia
and Muqurra concerning Egyptian-Nubian relations in 1 4 1 /7 5 8 ,” Stu-
dia A rabica et Islam ica: F estschrift fo r İhsan A bb a s on h is Sitieth
Birthday (Beyrut, 1 9 8 1 ), s. 2 0 9 -3 0 ; V. Christicles, “Sudanese auhe ti­
me of the Arab conquest o f E gyp t,” B yzan tin isch e Z eitsch rifı 7 5
(1 9 8 2 ), s. 6 -1 3 . Nubianların kaçakları sakladıkları ve sadece sakat
olanları ve yaşlı olup işe yaramayanları geri gönderdikleri konusunda­
ki şikayetler ve diğer anlaşm a ihlalleri konusunda bak. J. Martin
Plumbey, “An eighth-century Arabic letter to the King of Nubia,” J o ­
urnal ofE gyptian A rcheology 61 (1 9 7 5 ) s. 2 4 1 -4 5 .
W
Bak. B.l. Beshir, “New Light on Nubian Fatimid relations,” Arabica 22
(1 9 7 5 ), s. 1 5 -2 4 , burada bazı Arap kaynakları inçelenmiştir. Yine
bak. Ugo Monneret de Villard, Storia della Nubia Cristiana (Roma,
19 3 8 ), s. 7 1 -8 3 . Kölelerin vergi ya da haraç olarak verilmelerine dair
kayıtlar on dokuzuncu yüzyıl başlarında Mısır’da ve hatta daha sonra­
ları tropik Afrika’da görülmüştür. Bak. Gabriel Baer, “Slavery in nineteenth century Egypt,” Journa l o f African History 8 (1 9 6 7 ), s. 4 2 0 ;
Gustav N achtigal, Sahara a n d S u d a n , tere. Allan G.B. Fish er ve
Humphrey J. Fisher, 4 cilt (Londra, 1 9 7 1 -8 7 ), indeks (Sahara und
Sudan. Ergebnisse sechsjahriger Reisenin Afrika,) 3 cilt, (Berlin-Leipzig, 1 8 7 9 -8 9 ); yeni baskı Graz, 1967.
32
Örneğin bak. Tabari, Ta’rikh el-rusul va’l-mulük, ed. M.J. de Goeje ,
cilt 2 (Leiden, 1 8 7 9 -1 9 0 1 , s. 1 2 3 8 , 1 2 4 5 -4 6 ; Baladhuri, Fütuh al-Buldan, ed. M.J. de Goeje (Leiden, 1 8 6 3 ), s. 421 (İngilizcesi The Origin
o f the îslamic State, tere. Philip K. Hitti ve Francis Murgotten, 2 cilt
(N ew York, 1 9 1 6 -2 4 ), Ta’r ik-i Sistan, ed. Bahar (Tahran, 1 3 1 4 /1 9 3 5 ),
s. 82. Bu metne göre İran doğusundaki Sistan hükümdarı MS 6 5 0 ’de
Araplara teslim olduktan sonra halifeye yılda bir milyon gümüş kuruş
ve bin köle kadın vermeyi taahhüt etti ve kadınların ellerinde de birer
tane altın kase olacaktı. Daha sonra Arap tarihçi İbn al-Athir (Kamil,
ed. C.J. Tornnberg, cilt 3 [Leiden, 1 8 8 3 ], s .5 0 ) bu miktarları iki mil­
yon kuruşa ve iki bin köleye çıkardı. C.E. Bosvvorth, Sistan u n d er the
Arabs, frorh the îslamic C onquest to the Rise o f the Saffarids (3 0 2 5 0 /6 5 1 -8 6 4 ) (Roma, 1 9 6 8 ), s. 17; Ya’qubi, Ta’riph, ed. T. Houtsma,
cilt 2 (Leiden, 1 8 8 9 ), s. 344ff. Köle toplamanın bir diğer yolu Balad­
huri tarafından yazıldı, Fütuh, s. 2 2 5 . (Hitti s. 3 5 3 -5 4 ) burada yazıl­
dığına göre, Amr İbn al-Aş bir grup Luwata Berbere, “Vergilerinizi
ödemek için karılarınızı ve çocuklarınızı satacaksınız.” der. Bak. Petrushevsky, “K istorii rabstva,” s. 6 5 -6 6 .
33
Bak. David Ayalon, “The plague and its effects on the Mamluk Army,”
Journal o f the Royal Asiatic Society ( 19 4 6 ), s. 6 7 -7 3 : Michael W . Dols,
The Black Deathin the M iddle East (Princeton, NJ 1 9 7 7 ), s. 178f.,
185ff. On dokuzuncu yüzyıl tanımlaması için bak. Yukanda s. 84.
W
İslam dünyasında harem ağalan için bak. £72, s. v. “Khaşi" (Ch. Pellat
[klasik], ve C. Orhonlu [Osmanlı]; David Ayalon, “On the eunuchs in
İslam, “Jerusalem Studies in Arabic and İslam 1 (1 9 7 9 ), s. 6 7 -1 2 4 ; ay­
nı, “The eunuchs in the Mamluk sultanate,” Studies in M em ory o f
Gaston Wiet, ed. M. Ayalin (Kudüs, 1 9 7 7 ), s. 2 6 7 -9 5 . 19. ve 2 0 . yüz­
yıllar için bak. Ehud R. Toledano, “The Imperial eunichs of İstanbul;
from Africa to the heart of İslam," M iddle Eastem Studies 2 0 (1 9 8 4 ),
s. 3 7 9 -9 0 ; Gordon, Slavery, s. 9 1 -9 8 . Eski dönem harem ağaları için
bak. Hopkins, C onquerors and Slaves, s. 1 7 2 -9 6 .
15
Müslüman tspanya dahil Avrupa’da kölelik hak. Bak. Charles Verim­
den, özellikle L ’Esciavage dans l ’E u ro p e m edievale, 2 cilt (Bruges,
19 55 ). Siyah Afrika’dan İslam dünyasına köle ticareti için bak. UNES­
CO, The African Slave Trade from the Fifteenth to the N ineteenth
Century: Reports and Papers o f the M eeting o f Experts Organized by
UNESCO at Port-au-Prince, Haiti, 31 January to 4 February 1 9 7 8
(Paris, 1 9 7 9 ), Mbaye Guaye, İbrahim Baba Kake, Bethwell A. Ogot,
Herbert Gerbeau ve Y.A. Talib tarafından derlenmiş bibliyografi katkı­
larıyla. Hindristan’a götürülen Afrikalı köleler hak. Bak. J.J.L. Duyvendak, China’s Discovery o f Africa (Londra, 1 9 4 9 ), s. 1 3 -2 4 ; Joseph
E. Harris, The African P rensence in Asia: C on sequences o f the Eası
African Slave Trade (Evanston, 19 7 1 ).
16
Saqaliba hak. Bak. Ayalon, “On the eunuchs," s. 9 2 -1 2 4 .
17
Bak. Alan Fisher, “Chattel slavery inthe O ttom an Em pire,” Slavery
and Abolition, 1 (1 9 8 0 ), s. 2 5 -4 5 ; aynı, “The sale of slaves in the Ot­
toman Empire: Market and State taxes on the slaves,” Boğaziçi Üniver­
sitesi Dergisi 6 (1 9 7 8 ), s. 1 4 9 -7 1 ; aynı, “Muscovy and the Black Sea
slave trade,” Canadian-American Slavic Studies 6 (1 9 7 2 ), s. 5 7 5 -9 4 ;
aynı, “Studies in Ottoman slavery, II: Munimission," Jo u rn a l o f Turkish Studies 4 (1 9 8 0 ), s. 4 9 -5 6 ; Halil İnalcık, “Servile Labor in the
O ttom an E m p ire,” M utualEffects o f Islam ic a n d Ju o eo -C h ristia n
Worlds: The East European Pattern, ed. Abraham Ascher, Tibor Hâlâsi-Dun ve Bela K. Kiraly (New York, 1 9 8 0 ), s. 2 3 -5 2 ; Halil Sahillioğlu, “Slaves in the social and economic life o Bursa in the late 15th and
early 16th centuries,” Tıırcica 17 (1 9 8 5 ), s. 4 3 -1 1 2 ; İbrahim Metin
Kunt, “Kulların Kulları,” Boğaziçi Üniversitesi Dergisi, Hiimaniter Bi­
limler 3, (1 9 7 5 ), s. 2 7 -4 2 . Eski incelemeler için bak. Cornelius Gurlitt, “Die Sklaverei bei den Türken im 16 Jahrhundert nach europaischen Berichten,” Beitrage zıtr K ennlnis des Orients, ed. Hugo Grothe,
cilt \ 0,Ja h rb u ch des D eutschen Vorderasienkomites (Halle, 1 9 1 3 ), s.
8 4 -1 0 2 . On altıncı yüzyıl Türkiye’sinde kölelik konusu için bak. The
Turkish Letters o f Ogier Ghiselin de Busbecq, Imperieal Ambassador
at Constantinople, 1 5 5 4 -1 5 6 2 , çev. Edward Seymour Forster (O xford, 1 9 1 7 ), s. 1 0 0 -1 0 2 .
38
Devşirme konusunda bak. E12, başka incelemeler s.v. (V.L. Menage
tarafından) verilmiştir. Paul Vittek (“Devshirme and Sharia,” Bulletin
o f the School o f Oriental and African Studies 17 [19551, s. 2 7 1 -7 8 )
Osmanlınm bir Shafi’i kuralına göre davrandığını ve zım m i statüsü­
nün İslam’dan önce Hıristiyan olanlar için geçerli olduğunu söyledi.
Yunanlılar böyleydi ve köle yapılamıyordu. Daha sonra Müslüman
olan Balkan halkı köle olabilirdi. Bu argümanın zayıf tarafı, OsmanlI­
nın bu konuya açıklık getirm em iş olmasıdır. Bak. Claude Cahen,
“Notes sur l’esclavage musulman etz le devshirme Ottoman, a propos
de travaux recents,” Journa l o f E conom ic and Social History o f the
Orient 13 (1 9 7 0 ), s. 2 1 1 -1 8 .
39
Türkiye’de gemici kölelerle ilgili olarak bak. Michel Fontenay, “Chiourmes Turques atı XVlle siecle," Le genti del m are Mediterraneo, ed.
Rosalba Ragosta (Napoli, 1 9 8 1 ), s. 8 7 7 , 9 0 3 .
40
Bak. Alan Fisher, The Crimean Tatars (Stanford, 1 9 7 8 ) s. 1 5 -1 6 , 2 62 9 , 4 2 ; aynı, T he Russian A n n exa tio n o f the Crim ea, 1 7 7 2 - 1 7 8 3
(Cambridge, 1 9 7 0 ), s. 1 9 -2 1 .
II
O N . Pischon, “Das Sklavenwesen in der Türkei. Eine Skizze, entworIcıı im Jahre 1 8 5 8 ,” Zeitschrift d er D eutschen M orgenlandishen Gesı'Uschaft 14 (1 8 6 0 ), s. 248.
I.1 ( hı beşinci ve on dokuzuncu yüzyıllar arasında Kahire’deki köle pa­
zarlarıyla ilgili Avrupalı gezginlerin görüşü hak. bak. A. Raymend ve
ti. Wiel, Les M arches du Caire: Traduction an n otee du texte d e Maq-
lizi (Kahire, 1 9 7 9 ), s. 2 2 3 -2 9 . Kahire ve İstanbul köle pazarlan için
bak. Louis Frank, M em oire sur le co m m erce du Ngres au Kaire (Paris,
1802), s. 3 2 -3 5 ; Charles W hite, Three Years in Constantinople, cilt 2
(l.ondra, 1 8 4 5 ), s. 2 8 1 -8 3 . Bak. Ehud R. Koledano, The O üom an 57a-
ve Trade an d Its Suppression (Princeton, NJ, 19 8 2 ), s. 4 8 -5 4 .
I'
Bak. Goitein, M editerraâean Society, cilt 1, s. 130ff; E. Ashtor, Histo-
irc d es p rix et d es salaires dans TOrient m ed iev al (Paris, 1 9 6 9 ), s.
57ff, 208ff, 360ff, 499ff; Mez, The Renaissance, s. 156.
II
Pischon, “Das Sklavenvvesen,” s. 2 5 4 .
lı
Oluf eigilssen, En K ort B eretning om d e T yrkiske S orov eres ö n d e
Medfart og Omgang (Kopenhag, 1 6 4 1 ), s. 3 4 . İzlanda orijinalinden
Danimarka dili versiyonudur bu.
İn
Bak. Mohamed Talbi, “Law and economy in Ifrikiya, Tunisia) in the
tlıird Islamic century: Agriculture and the role of the slaves in the coııntry’s econom y,” The Islam ic M iddle East 700-1900: Studies in E co-
ııom ic an d S ocial History, ed. A.L. Udovitch (Princeton, NJ, 1 9 8 1 ), s.
2 0 9 -4 9 ; aynısı Fransızca Etudes d ’H istoire Ifriqiyenne et d e ch ilisati-
on m usulm ane m ed iev ale (Tunus, 1 9 8 2 ), s. 1 8 5 -2 2 9 ; Talbi, L'Emirat
A ghlabide (Paris, 19 6 6 ); İnalcık, “Servile Labor in the Ottoman Empire,” s. 2 5 -5 2 , esp. 30ff; E12 s.v. “Falaha,” 4 (H. İnalcık); aynı, “Rice
cultivation and the çeltükci re’aya system in the Ottoman Empire,”
Turcica 1 (1 9 8 2 ), s. 6 9 -1 4 1 .
•I /
Bak. EI2 ilave., s. v. “Bighal"
İKİNCİ BÖLÜM
IRK
Son yarım yüzyılda ya da biraz daha uzun bir zamanda “ırk”
■,ıV( üğü Batı dillerinin çoğunda büyük bir anlam değişikliğine uğra­
nır,.! it. Bu değişimleri tanımakta çekilen güçlükler nedeniyle büyük
İm karmaşa ve anlaşmazlık yaşanmış yeni anlamlar genelde kabul
güı ıhken, eski anlamların da yaşamaya devam etmesi karmaşayı ar­
ın iniştir. Yüzyılın ortalarına kadar Avrupa ve ABD’de kullanılan
ıık" sözcüğünün anlamı bir etnik grubu, yani dili ve diğer kültürel,
ı.ıı ılıı ve bir anlamda coğrafi kriterleriyle tanımlanan bir grubu ifade
ulıyordu. İngiltere’de bu sözcük genelde, hatta resmi olarak, İngiliz
v.ıi.ıııdaşlığımn ortak dört bileşenini tanımlamak için kullanılıyor­
du 1 Aynı şekilde, Hindistan’da pek çok ırktan gelen, farklı ama bir­
im İn ine yakın diller konuşan ve ortak bir uygarlığı paylaşan insan­
im yaşıyor. Bazen “ırk” sözcüğü daha geniş anlamda, birbiriyle ilişl<ılı ıliller konuşan bir grup halkı tanımlamak için kullanılıyor. Filo­
loglar ve tarihçiler Sami ırkı, Hint-Avrupa derken ve dille ilgili diğer
lı.ılk gruplarından söz ederken bunu ima ederler.
Çoğu zaman olduğu gibi, sosyal bilimciler çok bilinen ama
kullanımı kesin olmayan bir sözcüğü aldılar ve ona kesin bir tek­
nik anlam verdiler. Bir antropolog için bir ırk, aynı saç, ten rengi,
kafatası ölçüleri, insanın boyu gibi görülebilen ve ölçülebilen fi­
ziksel özellikleri paylaşan bir grup insan anlamına gelir. Irklar
beyaz, siyah, sarı ve benzeri gibi renklerle belirlenir. Ama beyaz­
lar Kuzeyli, Alpli ya da Akdenizli diye de ayrılabilirler. Etnik
gruplaşmayla üst üste binecek gibi görünen bu tür ırk tanımla­
ması aslında etnik özelliklerden bağımsızdır. Farklı ırklar aynı
kültürü paylaşabilirler. Farklı kültürler bir ırkı bölebilir. Fiziksel
tanımlamaya gidersek, bir ailenin genetikleri farklı olan bireyleri
bile farklı ırklara ait olabilirler.
Günümüz Amerikan dilinde ve pek çok ülkedeki anlamıyla
“ırk” sözcüğü sadece beyaz, siyah, sarı ve benzeri ırkları belirtmekte
kullanılıyor.2 Bu sözcük artık Ingiliz ya da trlandalı, Alman ya da
Slav veya Doğu Asya’da çok daha büyük bir grubun parçası olan Ja­
ponları tanımlamak için kullanılmıyor.
Eski çağlarda ırk sözcüğü bu modern anlamıyla eskiden pek de
önemsenmiyordu. Modern bilimlerin ırk ayrımını, gerginlikleri ve
düşmanlığı birbirinden ayırdığı yerde ırk sözcüğü, örneğin Mısırlı­
lar, Asurlular, İsrailliler ve dil, kültür ve din grubu oluşturan grup­
lar gibi, eski anlamında kullanılırdı. Orta Doğu eski uygarlıkları bü­
yük farklılıklar göstermesine karşın bölge halkları arasında büyük
ırk farkları yoktu. Süslemelerde ve diğer resimlerde yabancılar fizik­
sel özellikleri ile değil de, kıyafetleri, saçları, sakalları ve donanımla­
rıyla ayırt edilirlerdi. Sadece burun bile -daha ziyade modern kari­
katüristler tarzında resmedilirdi- eski sanatçılar tarafından milli bir
kimlik gibi kullanılırdı.3 Örneğin Mısırlılar ve Asurlular arasında
hiç kuşkusuz göze çarpan farklılıklar oluyordu ama bunlar Avrupa­
lIlar arasındaki farklar kadar belirgin değildi. Antropolojik olarak,
Orta Doğu’nun bilinen halkları, örneğin Mısırlılar, Sümerler, Akat-
İ n , İsrailliler, Hititler, Iranlılar ve daha sonra Yunanlılar ve Romalıl. ıı ı.ıı ihte büyük bir ırk ayranı işareti göstermediler.
İnsanlık tarihinde her toplumda görüldüğü gibi, eski Ortadoğu
lıalklan da kendileri dışında olanlara karşı önyargılı oldular ve düş­
manca davrandılar. Onlardan farklı olanlar genelde başka bir dil ko­
mi'..,m ya da farklı dinleri, inançları olan insanlardı. Yahudiler Hırisıiyonlardan ve putperestlerden nefret ederken, Yunanlılar kendileı mı Icıı olmayanlara barbar diyor, Romalılar da her yabancıya düşııı.ııı gözüyle bakıyorlardı. Yunan ve Latin edebiyatında yabancıları
aşağılayıcı pek çok deyim bulunabilir, ama bunlar ırkla ilgili değil,
•inik sözlerdir. Roma’da Suriyelilerden bıkan Juvenal, onlardan şil'.ıyrt etmiş, kendisi Suriyeli olan Ammianus Marcellinus ise Bedevib ini ne dost, ne de düşman olarak değerli olduklarını söylemiştir ki
lamlar o zaman ırkla ilgili değil, kültürle ilgili sözlerdi.4 Ama bu
Aı.ıp karşıtı sözler ve davranışlar, bir Arap kabile reisinin Roma ImIıı al uru Philip ya da Suriyeli bir rahibin İmparator Heliogabalus olm. i'.ım önleyememiştir.
Bilinen başka ırklar da vardır elbette. Eski Mısırlılar güneydeki
•ay.ılü komşularının farkındaydılar ve onları zenci özellikleriyle res­
metmişler ya da çok bahsetmişlerdir onlardan. Ama tenleri siyah ol­
duğu için onları aşağıladıklarını gösteren bir ipucu yoktur. MÖ on
dukuzuncu yüzyılda Firavun Sesostris III zencilerin Mısır topraklaıııı.ı girişini yasaklamıştır ama bunun nedeni pek çok savaşın yapıl­
dığı sınırları korumaktı. Başka sınırlarda alınan bu önlemlerin nede­
ni asla ırkçılıkla ilgili değildi.5 Persliler, Yunanlılar ve Romalıların
ı.ııı ve Habeşistan’la temaslan vardı ki bu ülkeler Kutsal Kitap dö­
nemlerinde uygar dünyanın parçaları sayılırdı. Ama bu ülkeler bir­
im ine çok uzaktı, temaslar nadirdi. Etiyopya (Habeşistan) ve Çin
••aygın ülkelerdi ve Yahudi, Yunan ya da Romalı kaynaklarında, siy.ılı tenlilerin aşağılandığına ya da beyaz tenlilerin daha saygın insan
••ayıldığına dair hiçbir ipucu yoktur.6 Yabancılar ve hele barbar ise­
ler köle yapılamazdı. Eskiler de herkes gibi yabancıların kendilerin­
den daha aşağı düzeyde insanlar olduğuna inanırlardı. Fetihler de
bu inancı güçlendiriyordu, fethedilen ülkelerin halkları hemen köle
yapılırdı. Aristo’dan itibaren klasik yazarlar bazı ırkların köleliğe
uygun olduğunu söylerlerdi, bazen bu tanıma uygun halklardan söz
edildiği olurdu ama bilimsel ya da felsefi değildi bunlar, iyi ya da
kötü niyetle söylenmiş sözlerdi.7
İslam’ın ortaya çıkmasıyla ırklar arası ilişkilerde bazı yenilikler
doğdu. Orta Doğu ve Asya’daki eski uygarlıklar yerel ya da bölge­
seldi. Roma imparatorluğu bile geniş bir alana yayılmış olmasına
rağmen temelde bir Akdeniz toplumuydu. İslam ilk kez olarak Gü­
ney Avrupa’dan Orta Afrika’ya, Atlantik Okyanusu’ndan Hindistan
ve Çin’e kadar uzayan gerçek bir evrensel uygarlık getirdi. Müslümanlar, Çinli, Hintli, Ortadoğu halkları, siyah tenli Afrikalılar ve
beyaz Avrupalılar da dahil olmak üzere çeşitli ulusları, fetihler ve İs­
lam’a davet yoluyla bir tek dinsel kültüre sahip bir imparatorluk sis­
temi içine soktular. Bir araya toplanan bu çeşitli ırkların insanları
bir tek kurala ve dine de bağlı değillerdi. Müslümanları Mekke ve
Medine ziyaretlerine çağıran hac farizası nedeniyle, Müslüman dün­
yasının çok uzak ve çeşitli ülkelerinden insanlar oralara giderek din
kardeşleriyle birlikte ibadet ederler. Hac farizası ve fetihler nedeniy­
le Asya, Afrika ve Avrupa’dan pek çok insan bir araya gelir.
Müslümanlar değişik zamanlarda ve yerlerde ırk çatışmalarına
ve bir arada yaşamaya çeşitli yollardan karşı gelmişlerdir. Bu olaylar
bazen de çarpıcı tezatlar olarak hem eski edebiyatta ve hem de son
zamanların edebiyatlarında yansıtılmıştır. Müslümanların ırk konu­
sundaki tutumlarıyla ilgili bir görüş, Arnold Toynbee’nin Tarih E tü ­
d ü adlı eserinde ifade edilmiş ve modern Batıda kabul görmüştür:
Örneğin Halifelik döneminde üstün ırktan olduklannı göster­
mek isteyen ilkel Araplar bu üstünlüğü çağnştırmak için kendile-
imi “esmer halk” olarak adlandırırken, aşağı ırk dedikleri Persli ve
Klik insanlanna da, “pembe ya da beyaz tenli” diyorlardı; yani bi­
zim esmerler ve sarışınlar arasında yaptığımız gibi bir ayrını yapı­
yorlar ama bizim beyaz rengin iki tonuna verdiğimiz değerleri ter­
sine çeviriyorlardı. Erkeklerin çoğu sarışınlardan hoşlanabilir ama
Allah’ın seçkin erkekleri esmerleri tercih ederler. Aynca Araplar
ve tüm diğer Beyaz Müslümanlar, esmer ya da sarışın, beyaz ol­
mayan ırklara karşı renk açısından önyargılı olmaktan kaçınmış­
lardır; ve Batılı Hıristiyanların Ortaçağda yaptıkları insanoğlu ay­
rımını Müslümanlar günümüzde de yaparlar. İnsanlan İnanan ve
inanmayan diye ikiye ayırırlar. Bu liberallik günümüz beyaz Müslümanlarında, Ortaçağın beyaz Hıristiyanlarında olduğundan da­
ha belirgindir; çünkü bizim Ortaçağ atalarımızın, renkleri farklı
olan insanlarla teması ç«k azdı ya da yoktu; halbuki beyaz Müslünıanlar, Afrikalı zenciler ve koyu tenli Hintlilerle sürekli temas­
laydılar ve bu temasları gittikçe arttı, siyahlarla beyazlar İslam di­
ni sayesinde birbirlerine karıştılar. Beyaz Müslümanlar özgürlük
ve ırk konusundaki fikirlerini açıkça gösterdiler, kızlarını siyah
tenli Müslümanlara rahatça verdiler, onlan evlendirdiler.8
Esmer tenli Araplar kendilerini beyaz tenli kuzeylilerden üstün
göı üyorlardı ama güneydeki siyah tenli komşularına yöneltilen renk
önyargısıyla hiçbir ilgileri yoktu. Açık tenlilere karşı yöneltilen bu
önyargı da genelde sadece eğlendirici bir paradoks olarak görülürdü.
Benzer görüşler başka yazılarda da görülmüştür ve bunlar on
dokuzuncu yüzyıla ve özellikle de Amerikan Iç Savaşı’na kadar gi­
rin, bu savaş Amerika’daki ırkçılığı dünyanın gözleri önüne sermiş­
in Batıdaki Hıristiyanlığın tersine, İslam dünyasındaki ırkçılık ve
l.ıı kİ ılık karşıtı görüşler çabuk yayıldı!
Ortadoğu eski bir mitler diyarıdır, orada mitler yaratılır, onlara
inanılır, başkaları da inandırılır ve bu böyle devam etmektedir. Bu
konunun da ayrıntılı olarak incelenmesi yerinde olacaktır.
Arap edebiyatı hakkında bildikleri Bin Bir G ece hin ötesine geçe­
meyen okuyucu bile ırklararası ütopya resminin değeri hakkında kuş­
kuya düşebilir. Onun kuşkusu hikayenin başında ortaya çıkabilir. Ha­
tırlanacağı gibi Kral Şahzaman kardeşi Kral Şehriyar’ı ziyaret etmek
üzere saraydan çıkar ama unuttuğu bir şeyi almak için geri döner. Ge­
ce yarısı sarayına dönünce karısının bir zenci köleyle aynı yatakta yat­
tığını görür, köle uyumuştur. Kral korkunç bir öfkeye kapılarak kılıcı­
nı çeker, ikisini de öldürür ve sonra tekrar yola çıkar. Ama kardeşi
Kral Şehriyar’ın sarayında durum daha da korkunçtur; onun sadece
karısı değil, sarayındaki yirmi cariyesi de zenci erkeklerle yatmaktadır.
Kral’ın çok güzel olan kansı hepsini alıp havuz başına götür­
müş, orada hepsi soyunarak oturmuşlardır. Kraliçe orada, “Ey Me­
sut!” diye seslenir ve bir zenci köle gelip ona sanlır. Diğer kadınlar
ve zenci köleler de aynı şeyi yaparlar ve hepsi gülüp eğlenirler.9
Kral Şahzaman ve Şehriyar cinsel fantezileri, daha ziyade ka­
busları olan üstün ama kederli kişilerdi. Bu çalışmaya daha yakın­
dan bakarsak B in B ir G e c e ile eski Amerika güneyi arasında bazı
benzerlikler bulabiliriz. Bin B ir G e c e masallarında zencilerden çok
söz edilir. Ama onlar hep uşak, köle, aşçı, hamamcı ve benzeri aşağı
tabaka işlerde çalışan insanlardır. Ama bunun yanında bir dindar
olarak erdemli bir hayat yaşayan ve ölürken teni beyazlaşan zenci
köle hikayesi de vardır.10
Böylece, biri T arihin in c e le n m e s i adlı eserde verilen, İkincisi de
Bin Bir G e c e ile önümüze konan resim olmak üzere iki tezat görün­
tü var elimizde. Birincisi ırkçılık ya da önyargıdan arındırılmış eşit­
likçi bir toplum gösteriyor bize; diğerinde ise bir cinsellik fantezi­
siyle birlikte bir ırkçılık ve ayrım duygusu aşılayan bir görüntü var.
Her iki versiyon da İslam kaynaklarından alınmıştır. Irk eşitliği
İslam dininin itirazsız sesiyle desteklenmiştir. Ama aynı zamanda
eşitsizlik ve haksızlık da Müslüman halkın edebiyatında, sanatında
ve folklorunda canlı olarak yansıtılmıştır. Böylece, pek çok yerde ol-
dııgıı gibi, İslam’ın söylediğiyle Müslümanların -en azından bazı
Müslümanların- yaptıkları arasında büyük bir tezat vardır.
( I halde gerçekler nelerdir? İslam konusunu tartışırken dikkat
Mİılmesi gereken bir husus vardır. “İslam” sözcüğünü kullanırken
ı ıı .ı.'iııdan üç farklı anlamı olduğunu unutmamak gerekir ve bunlar
ıı.ısındaki ayrıma dikkat edilmezse anlaşmazlıklar çıkabilir. İslam
İn i şeyden önce Peygamber Hz. Muhammet’in öğretisi olan ve va­
hiyler kanalıyla inerek Kuran’da toplanmış olan dindir. İkincisi, Isl.ııtı, bu dinin daha sonra büyük Müslüman hukukçular ve teologlar
ı.nalından geleneklere göre geliştirilmiş, yorumlanmış şeklidir. Bu
ıiiılamda İslam’ın kutsal yasası olan şeriatı ve dogmatik İslam teolo|isı külliyatım içerir. İslam’ın üçüncü anlamı ise Hıristiyanlığın değil
,1111.1 Hıristiyan toplumunun karşılığı olmasıdır. Bu anlamda İslam,
Müslümanların inandığı ya da inanmaları beklenen şey değil, gerı.rkic yaptıklarıdır; diğer bir deyişle, İslam uygarlığının tarihte bizce
bilmen varlığıdır. Müslümanların ırksal konulardaki ve ten rengi
İm ıı mlarmdaki tutumlarını tartışırken aralarındaki farklılığı belirt­
mek için her üçünden de söz edeceğim.
DİPNOTLAR
I
1940’ta İngiliz ordusuna katıldığımda, doldurduğum formda yazmam
gereken bir de “ırk” hanesi vardı. Resmi bir belgede ırk sözcüğünü ilk
kez görüyordum ve o zamanki koşullarda önce ne yazacağımı bileme­
dim. Aynı soruyu şimdi sorsalar hiç kuşkusuz “beyaz” diye cevap ve­
ririm. Ama o zaman şaşırmıştım, çünkü o zaman beyaz benim için bir
ırk değil, bir renk anlamına geliyordu. Antropologlar beyaz ırk için
Caucasian (Kafkasyalı) deyimini de kullanırlardı. İrk sözcüğünü kul­
lananlar o günlerde bizim düşmanımızdı ve İngiliz ordusunun da be­
nim Ari ırktan olup olmadığımı öğrenmek isteyeceğini sanmıyordum.
Çavuşa ne yapacağımı sorduğumda bana dört ırk olduğunu söyledi;
bunlar İngiliz, İskoç, Galli ve İrlandalIydı. Siyahi bir asker bile bun­
lardan birini seçmek zorundaydı. Ama bu seçim zorunlu değildi, her­
kes istediğini yazabilirdi oraya.
2
Bu konuyla ilgili ilk kitabımı “lslamda Irk ve Renk” adıyla yazdığım
zaman -İngiltere’de 1 9 7 0 ’te yayımlandı- bu iki sözcük orada ve o za­
man farklı anlamlara geliyordu. Bugün bir kitap için böyle bir başlık
lüzumsuz gibi görünür.
3
Sabatino Moscati’nin Historicai Art in th e A ncient Near East (Roma,
1963 ), s. 4 8 -5 0 ’ye göre;
Eski Yakın Doğu sanatının sürekli şemalarında insanların özellikleri
net olarak tanımlanmıştır. Mısır örnekleri çok iyi bilinir; Asyalılar gür
saçlarını bağlarlar, sivri sakalları vardır; Libyalılar uzun kıvırcık saçları­
nı kulaklarının yanından uzatırlar; sakalsız Hititlerin geniş, iri burunla­
rı vardır, zencilerin burunları basık, saçları gür ve kıvırcıktır; deniz in­
sanlarının tüylü başlıkları vardır vb. Mezopotamya örnekleri pek ince­
lenmemiştir ama dikkat çekicidir; örneğin Neo-Asuri rölyeflerinde Lachish’ten getirilen İbraniler düz, uzun burunlan, kıvırcık saç ve sakallı
olan ve uzun kemersiz tünikler giyen adamlar olarak gösterilir; kısa ve
kemerli etekleriyle Arapların sakallan kıvırcıktır ama saçları düzdür;
Persliler saçlarına geniş, süslü bantlar takarlar, alınlarıyla aynı hizada
düz ince burunlan kısa sakallan ve güzel silahları vardır.
4
Juvenal, Satires III, 6 2 ; Ammianus Marcellinus, History, XIV, 4 . Glen
W . Bovversock (R om e an d Arabia [Cambridge, 1 9 8 3 ], s. 124. n .4) Ro­
ma İmparatorluğunda ırksal değil ama kültürel önyargı olduğu tezini
saçm a buluyordu. Ona göre Suriyeliler, Araplar ve Yahudiler birer
ırksa onlara yöneltilen önyargılar da ırksaldı.
5
Aşağı ve Yukarı Mısır Kralı Khekure (Sesostris III) tarafından 8 yılında
çizilen güney sınırı, lken’e ticaret yapmak için gelecek olanlardan baş­
ka hiçbir zencinin geçmemesi için çizildi. Onlarla her türlü iyi iş yapı­
labilirdi, ama bir gemi dolusu zenci Heh’ten aşağı geçemezdi nehirde.
(J.H. Breasted, ed. A ncient Records o f Egypt, cilt 1 [Chicago, 1906071, s. 293,652.
(> Roma İmparatorluğunda, Habeş ve diğer siyahi kölelerin sayısı Mı­
sır’da bile çok değildi (William L. VVestermann, The Slave Systems o f
G reek and Roman A ntiquhy [Philadelphia, 1955], s. 97).
t
Cicero De provinciis consularibus\a Suriyeliler ve Yahudilerden “kö­
lelik için doğmuş uluslar” diye söz eder. Bu söz, Suriyelilere ve Yahudilere köle olarak verilmiş bazı vergi mükellefi çiftçilerin sorunlanndan söz ettiği bir mektupta geçer.
M A. J. Toynbee, A Study o f Hislory, cilt 1 (Londra 1939), s. 266. Müs­
lümanların ırksal tutumları için okuyucu başka yerlere bakmalıdır. İs­
lam’ın ilk dönemlerinde Arap ve Arap olmayan Müslümanlar arasın­
daki ilişkiler için bak. lgnaz Goldziher’in klasik M uham m edanische
Studien, cilt 1 (Halle, 1888) (Müslim Studies, cilüt 1 [Londra 1967];
ten rengiyle ilgili, K. Vollers, “Über Rassenfarben in der arabischen Lituratur,” Centenario deha nascita di M ichele Amari, cilt 1, (Palermo,
1910), s. 84-95. Daha kısa ve genel bilgiler için bak. R. Levy, The Social Structure o f İslam (Cambridge, 1957), (Sociology o f İslam'ın dü­
zeltilmiş yeni baskısı [Londra 1931-33], böl. 1; G.E. von Grunebaum,
Medieval İslam, 2. baskı (Chicago, 1953), s. 199ff. (Almanca versiyon
Derlslam im mittelaher [Zürih-Stutgart, 1963] s. 256ff.
Siyahilerin Arap-lslam toplumundaki yerleri için bak. G. Rotter’in
doktora tezi Die Stellung des N egers in d e r isiamisch-arabischen Gesellschaft bis zum XVI Jahrhu ndert [Bonn, 1967] ve J. O. Hunvvick,
“Black Africans in the lslamic world: An understudied dimension of
the Black Diaspora,” Tarikh 5, no. 4 (1978) s. 20-40. Arapça yapılmış
üç çalışmadan da söz edilmesi gerekir: “Al-Sudan fi hayat al-Arab waadabihim,” Bulletin o f Sudanese Studies (Hartum) .1 (1968), s. 76-92
ve Abduh Badawi’nin iki kitabı, Al-Süd wa '1-Hadara al-Arabiyya (Ka­
hire, 1976), ve A î-Shu’ara w a-khaşa'işuhum fi’l-Shi’r al-Arabi (Kahire,
1973) (Arap edebiyatında siyah şairler konusunda). Klasik Pers edebi­
yatında ırksal tutumlar için bak. Minoo Southgate, “The negative images of blacks in some medieval Iranian writings,” Iranian Studies, 17,
no. 1 (1984), s. 3-36. Pertev Naili Boratav siyahilerle ilgili Tark imaj­
larını incelemiştir: “The Negro in Turkish Folklort , ” Jou rn al o f A m e­
rican F olklore 64 (1951), s. 83-88, ve “Les Noirs dans le folklore turc
et le folklore des Noirs de Turquie,” Jou rn al d e la S ociete des Africanistes 28 (1958), s. 7-23. Kuzey Afrika için bak. Leon Cari Brown,
“Color in Northern Africa,” Daedalus 96 (1967) s. 464-82 ve Lucette
Valensi, “Esclaves chretiens et esclaves noiıs a Tunis au XVllIe siecle,”
Annales 6 (1967), s. 1267-88. Çeviri ve ilgili metinler için bak. B. Lewis, İslam from tb e P rophet M oham m ad to the Capture ofC o n stan tin ople, cilt 2, Religion an d S ociety (New York, 1974), böl. 5-12; Graham W. Irvvin, Africans A broad (NevvYork, 1977), s. 57-119. Başka
ilgili yazılar için bük. J.R. Willis, ed. Slaves an d Slavery in Müslim Af­
rica, cilt 1, İslam an d the ld eo lo g y o f Slavery, ve cilt 2, T he Service
Estate (Londra, 1958) ve UNESCO, African Slave Trade (Paris, 1979).
9
The Thousands an d O ne Nights, tere. E.W. Lane, düzelt. Baskı, cilt 1
(Londra, 1859), s. 4-5. Lane’in bazı zamanlar çekingen bir ifadeyle
yaptığı çevirileri, orijinalin çirkinliklerini koruyan ve hatta bazen artı­
ran Sir Richard Burton’un çalışmalarına tercih ettim. Onunkiler daha
ciddi yalanlar olabilir.
10 467. ve 468. geceler, R. F. Burton, T he B oo k o f th e T housand Nights
an d a Night, cilt 4 (Londra, 1894), s. 212-14. Lane bu hikayeyi atla­
mıştır. Ödül olarak beyazlık teması çok işlenmiştir. Cf. Rotter, Stellung d es Negers, s. 179-80. T housand an d O ne N ights’tfa bir hikaye­
de bir Yemenlinin Bağdat’a altı köle kadın getirdiği anlatılır, bunlar si­
yahi, beyaz, şişman, zayıf, san ve esmer olmak üzere değişik tiplerdir
(Burton, T housand Nights an d a Night, cilt 3 [Londra, 1894), s. 306-
81). Köle kadınların sahibi onları üç çift olarak ayırır, her kadın nesir
ve şiirde merifetini gösterecek ve yanındaki kadını kötüleyecektir. Şiş­
man ve zayıf, şişmanlık ve zayıflığın iyi ve kötü yanlarını söylerler; di­
ğerleri de kendi renklerini över ve rakibininkini kötülerler. Hikayeyi
anlatan kişi tarafsızdır ama hikaye bazı tavır ve tahminleri ortaya ko­
yar. Bu konuda bilgi için bak. Andre Miquel, Sepi contes des mille et
ime nııits, ou il n ’y a pas d e contes iımocents (Paris, 1981), s. 165-89.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ARABİSTAN’DA İSLAM
En büyük İslam kitabı Kuran’dır; İslam hukuku ve inançları
konusunda sorulacak her sorunun yanıtı orada vardır. Kuran’da ırk
vr ırksal tutumlarla ilgili sadece iki paragraf bulunur. Birincisi XXX.
Ihım Suresi, 22. ayettir ve şöyle der:
Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve benizlerinizin
farklı oluşu da Allah’ın alametlerindendir. Şüphe yok ki bunda
ilim sahipleri için işaretler vardır.
Allah’ın alametleri ve mucizelerini sayan daha büyük bir bö­
lümün bir parçasıdır bu. Dillerin ve ten renklerinin farklılığı Al­
lah’ın gücünü gösteren bir başka örnektir.
XLIX. Hucurat Suresi 13. ayet daha açıktır:
Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbiri­
nizi tanıyın diye milletlere, kabilelere ayırdık.1 Allah katında en
şerefli olan en dindar, en takva ehli olandır, çünkü Allah bilen­
dir, her şeyden haberdardır.
Kuran’da ırk ayrımı ya da ten rengiyle ilgili önyargı olmadığı
açıktır. Belki daha da önemli olan şey, Kuran’ın böyle bir önyargıyı
dikkate aldığını gösteren bir belirti de olmamasıdır. Yukarıda geçen
iki ayet farklılık konusundaki bilinci gösterir; ikinci ayet ise dindar­
lığın doğumdan daha önemli olduğunu söyler. Fakat burada üstün­
de durulan konu ırksal değil de sosyaldir; ırksal gururdan ziyade
kabile ve aristokrasi karşıtlığı vardır.
Kuran’da ırk konusunun fazla önemsenmediği açıktır. Ama bu
konu bu kitabın daha sonraki sayfalarında görüleceği üzere daha
sonraları adeta el yakan bir mesele haline gelmiştir.
Kuran’m İslam öncesi ve İslam’ın ilk dönemlerinde ırksal ön­
yargılara önem vermemiş olması, günümüze kalmış çağdaş edebiya­
tın bazı örnekleriyle açığa çıkmıştır. Kuran’da olduğu gibi eski Arap
şiirinde de farklılıkların farkına varıldığını görüyoruz; bir Arap’ın
bir Persliye, Yunan’a ya da diğer kişiliklere karşı duyguları belirtili­
yor. Ama bunun ırksal terimlerle hissedildiğine ya da tüm insan
gruplarında olduğu gibi farklılık duygusunun ötesine geçtiğine dair
bir belirti yok.
Eski Arap edebiyatı ten rengi konusunda oldukça iyi bilgiler ve­
riyor. Eski şairler şiirlerinde insanın ten rengini belirtmek için günü­
müzde olduğundan daha farklı bazı sözcükler kullanmışlardır. Bun­
lar renkten çok tenin açıklığından koyuluğundan söz ediyor. İnsan­
ların ten renkleri genelde siyah, beyaz, kızıl, sarı ve açık ya da koyu
esmer olarak tanımlanmıştır. Bunlar da modern kullanımdaki siyah
ve beyaz renklerden ziyade esmer, soluk yüzlü, sarışın ya da pembe
tenli olarak kullanılmıştır. Bazen etnik anlamda kullanıldıkları da ol­
muştur elbette. Örneğin Araplar kendilerini daha kırmızı yüzlü olan
Perslilere (kanlılara) kıyasla siyah, siyah zencilere kıyasla da kırmızı
ya da beyaz tenli olarak tanımlamışlardır. Bedevilerin karakteristik
renkleri bazen zeytuni, bazen de esmer olarak söylenmiştir.
Bazı eski Arap şiirlerinde ve tarihi yazılarda Perslilerden bazen
"İtlimizi insanlar” olarak söz edilir ki bunda biraz da etnik düşman­
lık belirtisi vardır. Bunun İslam öncesi dönemlere rastladığı sanılır;
o dönemlerde Araplar Perslilerin kendi bölgelerine girmesine diren­
miş ve Perslilerin kendilerini hor görmeline kızmışlardır.2 Fakat
Arapların İran’ı fethetmesinden sonra durum tersine döndü; bu kez
IVrsliler Araplann egemenliğine girdiler. O zaman “kırmızı adam­
laı"
sözü
bir aşağılık ifade ediyor ve Araplar dışında İslam’ı kabul e-
ıIrıı insanlar için kullanılıyordu. Kırmızı tenli sözü, Ispanya’nın fet­
hinden sonra Ispanyollar, Yunanlılar ve tenleri Araplardan daha
açık renkli olan diğer Akdeniz halkları için de kullanıldı.3
Araplar ve Afrikalılar arasındaki durum biraz daha zordur. İs­
lını öncesi ve İslam’ın ilk dönemlerinde yazılmış şiirlerde ve yazılar­
dı Afrikalılara yöneltilen aşağılama ve hatta nefret ifadeleri görülür,
h.ıkat bunların çoğu daha sonraki dönemlere aittir ve daha sonraki
davranışları ve düşünceleri yansıtırlar.
mıı unları,
İslam öncesi dönemlerde siyahilerle ilgili referanslar genellikle
Ihı beşler anlamına gelmiştir. Afrika Boynuzu bölgesinde yaşayan
lulklar için de muhtemelen Habeş deyimi kullanılmıştır. Nubianlarl,ı ilgili birkaç kuşkulu referans dışında eski Arap kaynaklarında Afı ikalılarla ilgili belirgin etnik deyimler yoktur. Bu deyimler Araplaım güneybatı Asya ve kuzey Afrika’yı istilalarından ve büyük bir
imparatorluk haline gelmelerinden sonra ortaya çıkmıştır.
Habeşler altıncı yüzyılda bir yandan Hıristiyan Roma lmparalııılıığu ve bir yandan da Pers İmparatorluğu ile mücadele halinde
ulan BizanslIlarla müttefik oldular. Bir Habeş ordusunun MS 512
yılında güney Arabistan’da Hıristiyanlara yardım için Kızıl Deniz’i
geçtiği söylenir. Habeşler orada galip gelmiş ve bir birlik bırakarak
(ilkelerine dönmüşlerdir. Habeşler yaklaşık MS 525’te Hıristiyanları
kurumak ve otorite kurmak için tekrar döndüler o bölgeye, ama
sonra ülkeyi kukla bir krala bırakıp tekrar geri gittiler. Daha sonra
bu kukla hükümdar bir grup Habeş tarafından devrildi ve bu Habeşler orada kaldılar. Kral olan liderleri Abraha, Habeşistan’daki
Adulis Limanında yaşayan ve bir Bizans tüccarı olan eski bir köley­
di. Habeşler önce onu devirmek istediler ama sonra hükümdarlığı
kabul ettiler. Abraha rivayete göre bir Habeş ordusuyla, o zaman
Suriye’ye giden kervan yollan üstünde olan Mekke’ye saldırdı.4 Bu
sefer Perslilere karşı devam edecekti ama başarılı olamadı ve Persliler yaklaşık 570 yılında donanmayı gönderip Yemen’i işgal ettiler.
Bazı Habeşler esir ya da köle ve bazıları da tüccar olarak Ara­
bistan’da kaldılar. Bazı Arap ve aynı zamanda eski Habeş kaynakla­
rına göre önemli zamanlardı. Eski şiirlerde de Habeşlerin Arap kabi­
lelerinde çoban ve uşak olarak hizmet ettiklerinden söz edilir.
Peygamber Hz. Muhammet’in doğumundan önceki Arabistan
hakkında fazla bilgi yok. Ama İslam dönemine ait oldukça çok şiir
ve düzyazı bulunmuştur. Bu belgeler ayrıntılı olmalarına rağmen
bunların çok dikkatli incelenmeleri gerekmektedir, çünkü bazıların­
da İslam öncesi Arabistan’la ilgili bazı bilgiler de bulunmaktadır.
Arap fetihlerinden sonra durumları büyük ölçüde değişen zencilerle
ilgili şiirler ve belgeler ve Arapların onlara karşı davranışları da bü­
yük önem taşır.
Eski esirlerin yaşamları genellikle köle olarak devam ederdi ve
yedinci yüzyıl Arabistan’ında Habeşlerle birlikte Persliler, Yunanlılar
ve diğer ülke halklarından insanlar da köle olarak yaşamlarım sür­
dürdüler. Zenci kölelerin nüfusu hakkında fazla bilgi yoktur ama
Peygamber ve müritleri tarafından azat edilen kölelerin sayılarına
bakılırsa azınlıktaydılar. Köle kadınlar genellikle‘ve yasal olarak ca­
riye olarak kullanılıyordu ve babası özgür Arap, annesi ise cariye
olan çocuk sayısı az değildi. Babası tarafından azat edilmedikçe cari­
ye çocukları köle sayılırdı.
Eski Arabistan’da anneleri Habeş olduğu için tenleri koyu renk­
li olan pek çok ünlüden söz edilir. Örneğin ünlü şair ve aynı za­
manda savaşçı Antara’nın babası asil bir Arap, annesi ise Zabiba
adında bir Habeş köleydi. Antara; İslam öncesi dönemin en büyük
Arap şairlerinden biri kabul edilir ve hakkında pek çok menkıbe
anlatılmıştır. Annesi köle olduğu için o da köle olarak kabul edil­
miş, ama sonradan özgürlüğünü kazanmıştır. Rivayete göre düşman
bir kabile onlann “Abs” adlı kabilesine saldırmış ve develerini alıp
götürmüştür.
Abs savaşçılan düşmanın arkasından gittiler ve babası Antara’yı çağırdı ve savaşa katılmasını söyledi. Antara ona, “Ben köle­
yim, savaşmasını bifmem, ancak develerin sütlerini sağarım.” di­
ye cevap verdi. Babası ona, “Savaş!” diye bağırdı. “Savaşırsan öz­
gürsün.” Ve Antara savaşa katıldı.5
Antara hakkında yazılanlar doğru ise, o azat edilip özgürlüğünü
kazandıktan sonra diğer kölelere yukarıdan bakmaya, onları küçük
görmeye başladı, hakaretler yağdırdı ve babasının Arap olduğunu
söyleyerek övündü. Ama daha sonra onun “Antar” olarak kısaltılmış
olan adına, Perslilere, Bizanslılara, Haçlılara ve diğer düşmanlara
karşı savaşan bir kahraman olarak rastlıyoruz. Siyahlara karşı çıktığı
bir seferde Antar, ordusuyla Habeşistan’a kadar ilerler ve orada, kö­
le annesi Zabiba’nm imparator torunu olduğunu öğrenir.
Ama bu anlatılanlar menkıbedir, kurgudur hiç kuşkusuz ve
Antara hakkında yazılıp söylenmiş olanların çoğuna inanmamak
gerekir. Bunların çoğu ve özellikle de onun esmerliğinden yakın­
ması, büyük ihtimalle daha sonraki Afrika kökenli şairlerin uy­
durduğu gerçek dışı anlatımlardır. Bu şiirlerin bazılarının gerçek­
ten de Afrika kökenli ya da soyunda Afrikalı bulunan şairler tara­
lından yazılmış olduğu bilinir. Antara için yazılmış kısa birkaç di­
zede şöyle der:
Kanının yarısında Abs asaleti olan bir adamım ben.
Diğer yarısını kılıcımla korurum.6
Bu dizeler de annesinin ırk ya da renk belirtilmemesine karşın
köle olduğunu gösterir. Ama onun Afrika kökenli ve siyah tenli ol­
duğu için aşağılandığım belirten başka dizeler de vardır ve bunlar­
dan birinde şöyle der:
Düşmanlarım siyah tenimden dolayı hakaret ederler bana,
Ama karakterimin beyazlığı bu karayı siler.7
Bir şiirde de onun annesine bile hakaret ettiği görülür:
Kara yüzlü bir kadı oğluyum ben
terk edilmiş kamp yerinde beslenen sırtlan gibi
Bacakları devekuşu bacakları gibi ve saçları
tane karabibere benzer
Ön dişleri ise peçesinin altında adeta bir şimşek
misali parlar karanlıkta.8
#
&
*
İslam öncesi ve İslam’ın ilk dönemlerinde de Hz. Peygamber’ın
çağdaşı olan kabile reisi Kufaf İbn Nadba gibi bazı kişilerle ilgili
benzer şikayetler duyulmuştur. Babası Arap, annesi ise zenci köle
olan Khuffaf kabile reisiydi, güçlü bir adamdı. Onunla ilgili bir di­
zede siyah şeceresine rağmen reis seçildiği belirtilir.9
Bu hikayeler ve dizeler büyük olasılıkla daha sonraki dönemle­
re aittir ve o zaman var olmayan bir durumu yansıtır. Bu da gösteri­
yor ki Antara ve Khufaff gibi sosyal yaşamda üst mevkilere çıkabili­
yorlardı ama yüzyıl sonra bu çok daha güçleşmiştir. İslam öncesi ve
İslam’ın ilk dönemlerinde Arapların Habeşlere ya da Habeş kökenli
olanlara karşı aşağılayıcı davranışlarda bulunmaları için hiçbir ne­
den yoktu. Hatta bazı ipuçlarına göre bazı dönemlerde Habeşlere
•.aygı duyulmuş, onların sosyal yaşamda bazen Araplardan bile üs­
tün durumda oldukları görülmüştür. Bir köle özgür insanlardan el­
bette daha aşağı seviyedeydi ama siyah köleyle beyaz köle arasında
da büyük bir fark görülmüyordu. Bu açıdan bakıldığında putperest­
liğin ve İslam’ın ilk dönemlerinde Arabistan, eski dünyanın davra­
nışlarım paylaşır gibi görünür, siyahileri karalamaz ve özgür siyah­
lara hiçbir kısıtlama getirmez.10
Araplar ve Habeşler Arabistan ya da Afrika’da birbirleriyle te­
masta bulunmuşlar, hatta Hz. Peygamberin Mekke’deki müritlerin­
den bazıları putperestlerden kaçarak Habeşistan’a (Etiyopya) sığın­
mışlardır. İslam’ın ilk dönemlerinde pek çok ünlü kişinin Habeş ka­
dınlarıyla akrabalığı ölmüştür ve örneğin Halife Ömer’in babaannesi
I l.ıbeş’tir. Hz. Peygamber’in müritleri arasında da Habeş kökenli
ulanlar vardı.11 Bunların içinde ünlü Bilal Ibn Rabah da vardır.
Mekke’de köle olarak doğan Rabah İslam’ı ilk kabul edenlerden bi­
ndir ve Hz. Peygamber’in kayınpederi ve ilk halife Ebu Bekir tara­
lından azat edilmiştir. Hz. Peygamber’in Medine’ye gidişinden sonra
e.'.mı okuyan ilk müezzin olarak bilinir. Onun, Hz. Peygamber’in
hizmetkarı olduğu, topuzunu taşıdığı ve ona yardımcılık yaptığı da
■«üylenir.12 Bir diğer mürit ise Taifte bir Habeş köle olan “Kasnak
Babası" lakaplı Ebu Bakra’dır. Müslümanların Taifi kuşatması sıraMiıda bir kasnakla aşağı indiği ve Müslüman olduğu için ona bu la­
kap takılmıştır. Hz. Peygamber’e kul köle olmuş, onun tarafından
*ı-'al edilmiş ve MS 672’de Basra’da ölmüştür.
I Iz. Peygamber’in MS 632’de ölümünden sonra İslam dini Asya
ve Afrika'nın büyük bölümlerine yayıldı. Yeni bir durum çıktı orta­
la ve dönemin edebiyatında pek çok değişiklik meydana geldi.
Zaman içinde siyah, beyaz ve kırmızı dışında diğer ten renkleıl lınnen hemen ortadan kayboldu ve bu sözcüklerin etnik anlam­
da kullanımı gündeme geldi. Siyahi denince Sahra’nm güneyinde
yaşayanlar ve onların zenci çocukları geliyordu akla. Beyaz ve ba­
zen de (açık) kırmızı tenli deyimleri, Arapları, Perslileri, Yunanlıla­
rı, Türkleri, Slavları ve siyahilerin toprakları dışında yaşayanları
ifade ediyordu. Bazen ak Arapları ve Perslileri diğerlerinden ayır­
mak için örneğin kuzey ülkelerde yaşayanlara soluk tenli, açık ten­
li ya da pembe suratlı gibi adlar takılırdı. Bazılarına göre “siyahi”
sözcüğü Hintlileri ve hatta Kıptileri de kapsıyordu ama normal
kullanım değildi bu.13
Siyahilere ten renkleri dışında aşağılanma duygusu çağrışımı
yapan başka sözler de oldu. Arapların Mısır’ı fethiyle ilgili bir hika­
ye doğruysa, bu eski davranışların son örneklerinden biri olarak ka­
bul edilebilir. Hikayeye göre Arap liderlerinden Ubada İbn el-Samit
yanma bir grup Müslümanı alarak Mısır’ı savunanların başında olan
Hıristiyan Muqavqis’e gitti. Ubada zenciydi ama Araplann başında
bulunuyordu. Muqavqis onun siyah teninden korktu ve “Bu siyah
adamı götürün ve bana konuşabileceğim bir başkasını getirin.” dedi.
Araplar içlerinde en akıllı, iyi ve soylu kişinin Ubada olduğunu
ısrarla söylediler, ona itaat ediyor ve söylediklerine uyuyorlardı. O
zaman Muqavqis şöyle konuştu:
Bir siyahi adamın içinizdeki en iyi kişi olduğunu nasıl söyle­
yebilirsiniz? Normal olan onun sizin altınızda b u lu n m asıd ır.”
Araplar ona, “Bunu böyle kabul et.” dediler. “O gördüğün gibi si­
yahi olmasına rağmen hepimizden üstündür, daha zekidir, çün­
kü siyah renkli olanlar bizde küçümsenmez.
Muqavkis o zaman Ubada’dan kendisiyle nazik ve yumuşak bir
ses tonuyla konuşmasını istedi,"çünkü sert konuşursa zaten siyahi
olduğu için ondan daha çok nefret edecekti. Hikayeye göre Ubada
ona yaklaştı ve “Söylediğini duydum." diye konuştu. “Komutam al
tında olanlar içinde hepsi de siyahi olan bin asker var, onlar benden
de siyah ve korkutucudur. Onları görsen gerçekten korkarsın.”1'1
Bu hikayeden çıkarılacak iki ilginç sonuç vardır. Birincisi, siya­
hi adamı gören onu aşağılamayı düşünmeden önce korkuyor on­
dan, ama onu aşağılamak da istiyor. İkinci nokta da şu, tarihçilere
göre Ubada Afrika kökenli bir zenci değil, soylu bir Araptır. Burada
“siyah” sözcüğü onun ırkını belirtmek için değil, kişiliğini, ten ren­
gini belirtmek için kullanılmıştır. Araplar, “Siyah renkli olanlar biz­
de küçümsenmez.” diyerek siyahların da beyazlardan aşağıda olma­
dığım belirtmişlerdir. Asil ama koyu renkli ya da siyahi Ubada hika­
yesi Araplann fetih döneminde ortaya çıkmıştır. Halifeler ve özellik­
le de on yedinci yüzyıl sonları ve on sekizinci yüzyıl başlarında,
Umayyad halifeleri döneminde davranış değişimleriyle ilgili pek çok
ipucu bulundu.
DİPNOTLAR12
1 Arapça Shu'üb w a-q ab a’iF\n orijinal anlamı bu gibi görünmektedir.
Daha sonraki bazı yorumculara göre s h u ’üb ve q a b a ’il sırasıyla Arap
olmayan ve Arap gruplan anlamına gelmektedir.
2
Ignaz Goldziher, m u ham m edan ische Studien, cilt 1 (Halle, 1888), s.
103-4, 268-69 ( Müslim Studies, ciltl [LONDRA, 1967], S. 99-100,
243-44); cf. G.E. von Grunebaum, “The nature of Arab unity before
İslam," Arabica, 10 (1963), s. 10. Ten renkleriyle ilgili Arapça deyim­
ler için bak. W. Fischer, Farbun d F orm bezeichn un gen in d er S prache
d e r altarabischen D ichlung (Wiesbaden, 1965); Guy ve Jacky Ducatez, “Formations des denominations de couleur et de luminosite en
arabe classique et pre-classique: Essai de periodisation selon une approche linguistiqueet anthropologique,” P eu ples M editerraneens, 10
(1980), s. 139-72.
i
Bazen Yunanlılar ve diğer Avrupalılara sarı (aşfar) denirdi. Fakat bu-
nun ırksal bir renk anlamına
anlaşılmamıştır. Bak. Eİ2, sv.
mızı dendiği konusunda bilgi
= al-ahamira = al-Rum nebst
mı, yoksa başka bir anlama mı geldiği
“Afşar” (I. Goldziher). Yunanlılara kır­
için bak. Frithiof Rundgren, “Sillagdun
einigen Bemerkungen zu tbn al-Sirafis
Sarh abyat Işlah al-mantiq," Donum m taliciu m , H.S. N yberg O blatum, ed. Erik Gren.Bernhard Lewin, Helmer Ringgren ve Stig Wikan-
der (Upsala, 1954), s. 135-43.
4
Sefer Kuran’da vardır, bölüm CV.
5 Abu’l-Faraj al-lsfahani, Kitab al-Agbani, cilt 2 (Bülaq, 1285/1868-69),
s. 149. Bak. R.A. Nicholson, A Literary H istory o f tb e Arabs (Cambridge, 1938), s. 155.
6 W. Ahlvvardt, ed. The Divans o f t h e Six A ncient A rabic P oeıs (Londra,
1870), s. 32, satır 9. Bak. Eİ2, sv. “Antara” (R. Blachere).
7 Antara, Diwan (Kahire, 1329/1911), s. 196.
8
Aynı.
9
lbn Qutayba, K itab al-S hi’r w a’I-Shu’a ra ’ ed. M.J. de Goeje (Leiden,
1904), s. 146.
10
Bak, yukarıda, s. 18 ve- 54.
11
Bunlar Muhammad İbn Habib tarafından sıralanmıştır, K itab al-M uhabbar, ed. İlse Lichtenstadter (Haydarabad, 1361/1942), s. 306-9
12
E12, sv. (W. Arafat) kaynakların belirtildiği yer.
13 Renk terimlerinin günümüzde kullanılış şekline güzel bir örnek
Sudan Cumhuriyeti’nde görülebilir. Arapça Sûdan “siyahi” anlamı­
na gelir, Ortaçağ Bilad al-Südan in “siyahlar diyan” kısaltılmış şek­
lidir ve genelde tüm Afrikalılar için kullanılır. Modern Sudan’da
kuzeyliler, Arapça konuşanlar, Müslümanlar ve hafif esmerler “kır­
mızı" olarak bilinir; güneyde, koyu siyahi, çeşitli Nil dilleri konu­
şan ve Fhristiyan ya da'eski Afrika dinlerine inananlara ise “mavi­
ler" denir.
I 'f
îbn ‘Abd al-H akam , F u t u h M is r, ed. CC. Torrey (New Havken, CT,
1 9 2 2 ) , s. 6 6 ; G. Rotter, D i e S t e l l u n g d e s N e g e r s (Bonn, 1967), s.
9 2 . Bu p a ra g ra f Daniei Pipes tarafından İngiliceye çevrilmiştir
(Black soldiers in early Müslim armies,) In te rn a tio n a l J o u r n a l o f A fr i c a n H i s t o r i c a l S t u d i e s 13 (1 9 8 0 ), s. 9 0-91. Ubada’nın sözleri ko­
m utasında çok sayıda esmer ve koyu siyahi olduğunu gösterir. Pi­
pes, U b ad a’nm bin kişilik ayrı bir siyahi birliğine komuta etttigi so­
n u cu n u çık an r am a bu sonuç zengin Arap tarihinde başka kimse ta­
rafından desteklenmemiştir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ÖNYARGI VE DİNDARLIK,
EDEBİYAT VE HUKUK
Siyahlara karşı büyüyen önyargıyla ilgili belirtiler başlıca iki
kaynakta görülür. Bu tür önyargılar öncelikle şiirlerde ve kısa hika­
yelerde göze çarpar. İslam öncesi ve İslam’ın ilk dönemlerinde pek
çok Arap şairinin siyahi olduğu ve bunlara A g h rib a t el-A ra b (Arap­
ların Kargası) dendiği bilinir.1 Çoğu İslam öncesi olan bu şairlerin
I»azılan koyu esmer tenli, bazıları da Arap ve Afrika kökenliydiler.
Kanlarında Afrikalı kanı olanlar ya da saf Afrikalı şairler için bu duııım üzücüydü. Pek çok şiir ve nesirde, onların Afrikalı atalarından
dolayı meydana gelen bu durumu kabul etmelerine karşın çok da
üzüldükleri yazılmıştır.
Örneğin şair Suhaym, Afrika kökenli bir köle olarak doğdu.
Adı, daha doğrusu büyük ihtimalle lakabı, “küçük siyah adam” olaluk tercüme edilebilir. Bir şiirde şöyle şikayetçi olmuştur:
“Eğer rengim pembe olsaydı kadınlar severdi beni
Ama Tann beni siyah yaparak lekeledi.”2
Ama bir başka şiirde (William Blake’in ünlü, “Ama ben siya­
hım, fakat ey! benim ruhum beyaz!” ünlü dizesiyle önceden bir
benzerlik yaparak) kendini savunur:
Ben bir köleyim ama ruhum asil olarak özgür
Tenimin rengi siyah ama karakterimin rengi beyaz.3
Yine aynı anlamda şu dizeler vardır:
Siyah oluşum benim tabiatımı değiştirmez, çünkü ben
misk gibiyim; tadına bakan bir daha unutamaz.
Üzerimde siyah bir örtü var, ama onun altında
beyaz etekli parlak bir giysi var.4
Bu satırlar belki de siyahi şairlerin en yeteneklisi olan Nuşayb
İbn Rabah’a (d.726) da atfedilir.5 Rabah renginin ve kökeninin bi­
lincindeydi ve siyahi olduğu için tüm hakaretlere tahammül etti.
Büyük Arap şairi Kuthayyir onunla eğlenerek şöyle dedi:
Nuşayb’ı insanlar arasına karışmış, şaşkın gördüm
rengi sığır rengini andırıyordu.
Parıldayan siyahlığından görebilirsiniz ki,
Cam sıkılsa bile kara yüzü zulmedeni andırır.6
Nuşayb arkadaşlarının ısrarına rağmen bunlara cevap vermedi.
Söylediğine göre Tanrı ona şiir yazma yeteneğini hiciv yapması için
değil, güzel şiirler yazması için vermişti. Ayrıca, “Adam bana siyahi
diyor ki yalan değil bu.” dedi. Nuşayb daha sonra kendi ten rengiyle ilgili olarak şu dizeleri yazdı:
Bu dil ve güçlü kalp bende olduğu sürece
siyah olmak beni küçültmez.
Bazıları soylarıyla yükselirler; işte
şiir dizelerim de benim soyum!
Kafası çalışan, güzel konuşan bir siyah
suskun bir beyazdan daha iyidir.
A m a diğer y an d an şu n u da söylem iştir:
Ben simsiyahım -misk de karadır- ve
tenimin karalığı için ilaç yoktur.7
Nuşayb’m çağdaşı olan bir başka siyahi de onun gibi saldırıya
uğradığında onun kadar uysal olmamıştır. El-Hayqutan’ın sadece
siyahi bir köle olduğu ve Umayyad döneminde yaşadığı biliniyor.
Bu isim ya da lakap insana bir tür kuşu, örneğin kekliği anımsatı­
yor. Yine ünlü bir Arap şairi ve hicivci olan Cerir bir festivalde si­
yah teni üzerine beyaz gömlek giymiş olan el-Hayqutan’a rastladı
ve onu papirüse sarılmış bir eşek penisine benzeten bir şiir söyle­
di ve el-Hayqutan da ona aşağıdaki dizeyle başlayan uzun bir şiir­
le karşılık verdi.
Saçlanm karmakarışık ve tenim simsiyah arrta^
Elim açık ve onurum parlak.8
Habeşlerin büyüklüğünü ve şanını ilan ettikten ve Arapların es­
ki Habeş fetihleriyle ilgili korkularıyla alay ettikten sonra el-Hayqutan da Cerir’e hakaret eder. Cerir’in kabilesi olan Kulayb’la ilgili bir
suçlamayı ima eder ve şöyle der:
Sen Kulayb’dan değil misin, annen bir dişi koyun değil mi?
Şişko koyunlar senin hem gururun, hem de utancın.9
Bu şairlerin bazıları saray şairi olmuşlardır ki bunlardan biri
de ikinci Nuşayb, yani daha genç Nuşays eb-Asghar’dır (ö .791).
Bu şair Halife Harun el-Reşit’e yazdığı bir şiirde kendinden şöyle
söz eder:
Siyah adam, sen aşkı ne yapacaksın?
Aklın varsa beyaz kızlan kovalamaktan vazgeç.
Senin gibi bir Habeş
onlara asla yaklaşamaz.10
En ünlü eski Arap şairlerinden biri de ilk Abbasi halifeleri dö­
neminde saray şairi ve dalkavuğu olan Ebu Dulama’dır (ö. 776). Bu
adın karşılığı “Karalığın Babası”dır. Onun dizelerinde aşağılanmanın
kabul edildiği net olarak görülür. Ebu Dulama efendilerini eğlendir­
mek için kendi görüntüsüyle, yaşlı annesiyle ve ailesiyle alay eder:
Renklerimiz hep aynı; yüzlerimiz kara ve
çirkin, isimlerimiz utanç verici.11
Arap antoloji ustaları bu adamların yaşamları konusunda bize
bazı bilgiler verirler. Nuşayb Ibn Rabah’ın kendi ten rengiyle ilgili
sorunlarının farkında olduğu bellidir. Şair, Mısır’a giderken akıllı
bir kadın olan ablasına danışır ve ablası ona beyazların gözünde kü­
çük göründüğünü söyler. Şair ona birkaç dize okuyunca ablası bu
kez onun başarılı ve güçlü olduğuna karar verir.12
Bir başka hikayeye göre de Nuşayb, Halife Abd el-Malik’le ye­
mek yemiş ve ondan, korunacağına dair söz aldıktan sonra ona şu­
nu söylemiştir:
Ten rengim simsiyah, saçlarım karmakanşık ve görünüşüm iti­
ci. Bana lütfettiğiniz nimetleri babamın, annemin ya da kabilemin
onunına borçlu değilim. Ben onlan sadece kendi dilim ve aklım
sayesinde hak ettim. Ey dindarlann komutanı, Allah nzası için ba­
na verdiğiniz bu nimetleri bana sağlayan şeyleri sakın kesmeyin.13
Şair burada bu fırsattan yararlanarak ve zekasını kullanarak idam edilme ihtimaline karşı kendine bağışıklık sağlamak ister. Ama
bunu isterken de teninin siyahlığını, çirkinliğini ve ne kadar alçak
bir seviyede olduğunu da açıkça söyler.
Aynı durum çirkinliğiyle ünlü Kara Davut (el-Adlam) denen
(Ö .750) şair için de geçerlidir. Şair bir gün Zayd Ibn Cafer adında
bir Arapla birlikte, lüks kıyafetler giyip kibirlenmek suçuyla tutuk
lanır ve mahkemeye çıkarılır. Rivayete göre ikisi de farklı muamele
ye tabi tutulurlar. Yakışıklı Arap serbest bırakılır ama çirkin zenc
kırbaçlanır.
Kadı ona, “İbn Cafer’in bunu yapmasına katlanabilirim ama se­
nin yapmana neden katlanayım?” der. “Senin aşağılık biri olman­
dan ya da çirkin yüzünden dolayı mı? Kırbaçlayın şunu!” der ve
şair kırbaçlanır.14
Zam anının en büyük şarkıcısı olan Said İbn M isjah’la
(ö.ca.7 0 5 -1 5 ) ilgili buna benzer bir hikaye daha vardır. Şarkıcı
Şam’da kendine kalacak yer ararken bir grup genç adam içinde biri
onu kabul eder ama diğerleri tereddütlüdür. Şarkıcı onlarla birlikte
şarkı söyleyen kızların olduğu bir yere gider ve diğerleri yemekleri­
ni söylerken o kalkar ve “Ben siyahiyim, içinizden bazıları beni iste­
meyebilir, onun için bir yerde yalnız başıma yiyeyim” der. Gençler
ulanırlar ama,yine de onun tek başına yemesine ses çıkarmazlar.
Ikıha sonra şarkıcı köle kızlar ortaya çıkarlar ve Said İbn Misjah on­
ları över. Mekan sahibi ve şarkıcılar onun bu küstahlığından hoş­
lanmazlar ve onu uyarırlar. Ama daha sonra ünlü şarkıcı kimliğini
açıklar ve herkes onunla oturmak ister.15 Bu ve benzeri hikayeler o
dönemde zencilere karşı olan davranışları açıkça gösterir.
Sekizinci yüzyıldan sonra Arap edebiyatında çok ünlü sanatçı­
ların sayısı oldukça azaldı ve siyah tenleri de pek fazla sorun olma­
dı İslam’ı kabul eden siyahi ülkelerde Arapça yazar şair sayısı azdı
ama AvrupalIların Latince’yi kullandığı gibi siyahi Afrikalı Müslüııı.mlar da bilimsel konularda Arapça’yı yeğlediler, şiirlerde ise ken­
di dillerini kullandılar. Köle ticareti yirminci yüzyıla doğru devam
ederken siyah şairlerin sayısı gittikçe azaldı. Arapça şiir yazacak kadaı eğitimli ve yetenekli köle pek yoktu ve bunu yapabilecek yete­
nekte olan az sayıda şair de kendilerini zenci olarak kabul etmiyor­
du, topluma iyice karışmışlardı.16
Arap edebiyatının ünlü yazarlanndan Basralı Jahiz (ca. 776-869)
tarafından yazılmış bir deneme yazısında kara tenli insanlar konusu
işlenmiş ve bazı biyografi yazarlan da bundan söz etmişlerdir.17 “Si­
yahilerin Beyazlara Karşı Övünmesi"18 adlı deneme, siyahilerin sa­
vunması olarak görülür -özellikle de Doğu Afrika zencileri Zenc’lerinzenciler burada kendilerine yöneltilen suçlamaları çürütür, yetenek­
lerini ve başarılarım sıralayıp şiirlerinden örnekler verirler. Onlar
başkalarının söylediği gibi akılsız, kararsız ve aptal değil, güçlü, c e -.
sur, neşeli ve cömert insanlardır. Onlara karşı yöneltilen sahte bir
suçlama da aptallıktır. Onlar, “Nasıl oluyor da bir kadın ya da çocuk
kadar akıllı olan bir zenci görmedik acaba?” diye soranlara, “Siz sade­
ce cahil insanların yaşadığı bölgelerden gelen köleleri görüyorsunuz
da ondan.” diye cevap verdiler. İnsanlar Hintliler konusunda hüküm
verirken Hintli kölelerden yola çıkarlarsa Hint bilimi, felsefesi ve sa­
natı hakkında nasıl karar verirlerdi? Siyahlar için de aynı şey söz ko­
nusuydu işte. Jahiz 'aynca zencilerin evlilik kurumunda da eşit olması
gerektiğini, onlara karşı ayrımın İslam’ın yayılmasıyla birlikte ortaya
çıktığını ve bunun bir paradoks olduğunu söyler. “Putperestlik döne­
minde Arap kadınlarıyla evlenebiliyorduk ama İslam geldikten sonra
bunu yapamaz olduk.” diye konuşur. Ona göre siyahların nüfusu be­
yazlardan fazladır, çünkü Jahiz de dokuzuncu ve onuncu yüzyılın
bazı Arap yazarları gibi Kıptileri, Berberleri, Hintlileri, güneydoğu Asyalılan ve hatta Çinlileri de siyahiler sınıfına sokar. Bunun arkasın­
dan şöyle garip bir söylem gelir: “Siyahiler beyazlardan fazladır, kaya­
lar da çamurdan, kumlar topraktan, tuzlu su da tatlı sudan çoktur.”
Bunun sonucu olarak Jahiz’e göre siyahla çirkinlik arasında bir ilişki
yoktur, siyah güzeldir; -doğada, hayvanlar aleminde ve insanda da
güzeldir siyah. Her halükarda siyahlık ima edildiği gibi bir lanet ya
da ceza değildir, doğal koşullann bir sonucudur:
Bu her şeyde vardır. Bitkiler üzerindeki çekirge ve kurtçuklar
yeşildir, bit genç bir adamın başında siyahtır, insan saçı aklaşın­
ca bit de beyaz olur, kızıl saçlılarda ise kırmızıdır.
Jahiz büyük bir mizahçı ve hicivciydi ve onun siyahlan savur
masını okuyanlar bazen ciddi olup olmadığım düşünebilirler. Si
yahlarla ilgili diğer yazılarında da görülür bu. Varsayılan Afrika kö
kenine rağmen zenciler hakkında olumsuz şeyler söyler:
“Biliyoruz ki zenciler insanlar içinde en az zeki ve anlama ye­
teneği en kıt olan kişilerdir, aksiyonların sonuçlannı anlama ko­
nusunda da çok zayıftırlar.19
Zenciler insanoğlunun kargası gibidir, çünkü insanların en
kötüsü, karakter ve mizaç olarak en berbat yaratıklardır.20
Onlar (Shu’übiyya) derler ki, güzel konuşma yeteneği herke­
se verilmiştir; hatta aptallıkları, duygusuzlukları ve kötülüğe yat­
kın olm alatm a rağmen zencilere bile verilmiştir ve onlar bile
uzun konuşmalar yapabilirler.”21
Bu son paragraf Jahiz’in amacı hakkında bir fikir verebilir.
Shu’übiyya çoğu Persli, Arap olmayan Müslümanlardı, İslam impa­
ratorluğunda Arapların üstünlüğüne karşı bir gruptu ve Arap kültü­
rüne verilen önemi sevmiyorlardı. Kendi halklarının yetenek ve ba­
şarılarını övmek ve Arapları yermek en büyük özellik k ,y d ı. Jahiz
im* Arapların ve Arap kültürünün özellikle Perslere ka^şı ateşli bir
savunucusuydu, Arap üstünlüğüne inanıyordu. Zencil ri koruması­
nın nedeni de bir bakıma Şuubiyye’ye karşı gelmek için bir girişim
olarak görülebilir.22
Jahiz’in niyeti konusunda bazı sorular olabilir b ^iki, ama onunı ıı yüzyıldan sonra gelen bazı yazarlar hakk.ıida bu söylenemez,
onlar siyahileri gerçekten savunmuş ve onlara yöneltilen hakaretlere
ve suçlamalara cevaplar vermişlerdir. Karalamalara karşı böyle bir
savunmanın nedeni neydi acaba?
Önlü konuşmacı ve devlet adamı el-Şanib İbn Abbad (938-95)
İnsanların yaptıklarına göre övülüp suçlanacaklarını, ödüllendirileı eIdn ini ya da cezalandırılacaklarını söyler: “Ama Tanrı uzun boylu
ya da kısa boylu insanları, siyah zencileri ya da beyaz 'imanlıları
öyle yarattığına göre onların bu konularda yapacakları hiçbir şey
yoktur, bunun için ödüllendirilemezler, cezalandırılmazlar.”23
Ortaçağ İslam dünyasında siyahları savunacak şekilde yazılan
kitaplar genelde Habeşleri ele almıştır. O zamanlardan kalmış sade­
ce birkaç kitap vardır ama hiçbiri henüz basılmamıştır. Örneğin Ce­
mal el-Din Ebu’l-Faraj İbn el-Jawzi (ö.MS 1208) tarafından yazılmış
olan Siyahlar ve H a b eşlerin D e ğ e rle rin i A ydınlatm a adlı eser bunlar­
dan biridir. Yazar bu eserinde her iki grubu da, yapılan çeşitli suçla­
malara karşı savunur. Çarpıcı bir paragrafta amaçlarından birini
şöyle açıklar:
Ten renklerinin siyah olm asından dolayı kalpleri kırılan,
üzülen birçok seçkin Habeş gördüm. Onlara saygının, güzel şe­
killere göre değil, yapılan iyi işlere göre hak edildiğini söyledim.
Çok sayıda Habeş’ten ve siyahiden söz eden bu kitabı da onlar
için yazdım.24
Öncekini temel alan H a b eşlerin Y ü k se le n Statüsü adlı ikinci ki­
tabı da ünlü Mısırlı tarihçi Celal el-Din el-Suyuti (ö.MS 1505) yaz­
mıştır. H a b e ş lerin Ü stün K alitesi Ü z erin e R en k li B ro k a r adlı kitap
on altıncı yüzyılda yazıldı. İstanbul’a getirilen, orada eğitim gören
ve Osmanlı devletinde kadılığa kadar yükselen bir Habeş de benzer
konuda Türkçe bir kitap yazdı. Buna benzer başka kitaplar da var­
dır ama çoğu günümüze kadar gelememiş, kaybolmuştur.
Bize kadar ulaşan kitaplar siyahlann kökenlerini tartışır, onların
böyle siyah renkli olmalanmn nedenlerini araştınr ve onlara yönelti­
len suçlamaları reddederler. Siyahların iyi özelliklerinden söz eder ve
siyah rengin bazı bitkilerde, taşlarda ve hayvanlarda güzel olduğunu
yazarlar. Beyazlann sadece renkleri nedeniyle üstün olamayacağını,
bunu ancak dindar olmakla ve iyi işler yaparak hak edeceklerini be­
lirtirler. Bu tür yazarlann çoğu Hz. Peygamber’in yakınındaki Habeş-
İriden, onların Arabistan’dan kaçışlarından, Kuran’da ve Arapça’da
bulunan Habeş kökenli sözcüklerden, Hz. Peygamber’in Habeşlerle
ilgili sözlerinden ve benzeri konulardan bahsederler. Siyahlann iyi­
liklerinden ve dindarlıklarından söz eden yazılar, hikayeler vardır,
bunlarda basit dindarlığın hile ve kötülükten daha iyi olduğu, siyah­
lat ın hem basit ve hem de dindar oldukları anlatılır.25
Irksal davranışlarla ilgili bazı bilgiler dinsel edebiyatta da bulu­
nabilir, bunlarda ırk ayrımı da genellikle lanetlenir. Hz. Peygam­
b e r m ölümünden sonraki yüzyıllarda onun sözleri ve davranışları
ulan hadisler dindar Müslümanlar tarafından toplanmıştır. Bunların
içinde sahte ve uydurulmuş olanlar da çoktur elbette ama yine de
vazıhp söylendikleri dönemler hakkında önemli bilgiler sağlarlar.
Ibı hadislerden bazıları ırk ve ten rengiyle ilgilidir. İçlerinde bazı
ııklan kınayanlar da vardır. Örneğin Hz. Peygamber’in Habeşler
iı, ııı, “Habeş aç kalınca çalar, kamı doyunca da zinaya yönelir.” de­
di)',! iddia edilir.26 Bu hiç kuşkusuz uydurmadır ama aynı zamanda
Aı.ıpların zenciler hakkında söylediği bir atasözsüdür.27 İslam’ın ilk
dönemlerinde Iranlılar, Türkler ve diğer uluslar aleyhine söylenmiş
unı.ı uydurma olan hadisler de vardır. Örneğin Hz. Peygamber’in,
Kıibe’ni n bir siyahi tarafından yıkılacağını ve dünyanın sonunu ged­
in cgini söylediği de anlatılır.28
Böyle hadisler fazla değildir ve bunların çoğuna gerçek gözüyle
kıkılmaz. Gerçek hadislerin çoğu bilinir, kabul görür ve çoğunda
ıılo.al önyargı kınanır, ibadete öncelik verilir. Hz. Peygamber’e atfedılı-ıı ünlü sözlerden biri de şöyledir: “Kırmızıya ve siyaha gönderil­
dim ” sözü onun tüm insanlığı kucakladığını göşterir.29 Hadis üretiı ıln ı -bunlar da birçok hadis uydurmuştur- Kuran’daki başlangıç
ııoklasını temel alarak, esas olanın asil ve saf Arap kanından önce
(irini dindarlık ve iyi ameller olduğunu söylemişlerdir.
Bu hadisler ve onlara karşı olanlar, ilk İslam imparatorluğunda,
etnik ve sosyal açıdan üstün olduklarını söyleyen Arap fatihleriyle,
etnik ve aile avantajından söz etmeyen, fethedilen, İslam’ı kabul eden ve bu nedenle ibadete önem verenler arasındaki mücadeleleri
yansıtır.
Burada oldukça saçma bir retorik tertipten söz etmek isterim ama bu, r e d u c tio a d a b s ü rd ü m dediğimiz tertipten farklıdır. R e d u c tio a d a b s u rd u m ’u n amacı, bir argümanı en uç ve en saçma formun­
da söyleyerek yanlışlığını ortaya koymaktır. Sözünü ettiğim Arapça
retorik tertibin amacı ise bunun tam tersidir; yani argümanın saç­
malığını ortaya koymak değil, onu doğrulamaktır ve bu nedenle da­
ha ziyade bir trajectio a d a b s u r d u m ’d u r (retorik bir deyim kullan­
mak gerekiyorsa bunu diyebilirim). Bir prensip üzerinde durulur ve
bunun için saçma da olsa bir örnek verilir; ama burada amaç, bu
saçma formunda olsa bile, sözü geçen prensibin hâlâ uygulanabilir
olduğunu herkese göstermektir.
Bu tip argümanın klasik ve modern zamanlarda gösterilmesi
için siyahların -ve aynı zamanda Yahudiler ve kadınların- ne kadar
çok kullanıldığım görmek insanı şaşırtır. Bu nedenle yasal otoritele­
re itaatin şart olduğunu göstermek için Müslüman hukukçular Hz.
Muhammet’in şöyle dediğini söyler: “Yetkili olana itaat edin, karga
burunlu bir Habeş köle olsa bile.”30 Bu da böyle durumlarda fizik­
sel, sosyal ve ırksal koşulların önemli olmadığını gösterir.
Daha sonraki dönemlerde anlatılan bir hikaye de kölelere karşı
davranışların önemini gösterir. Bir Arap’m, koyunlarma bakan bir
zenci kadın kölesi vardı. Bir kurt, kuzulardan birini çalınca Arap
kızdı ve kadını tokatladı. Kadının şikayetini duyan Hz. Peygamber,
yediği tokadın karşılığı olarak onun azat edilmesi gerektiğini söyle­
di. Kölenin sahibi Arap onun sadece bir zenci olduğunu bildirerek
dinsel inanca önem vermedi. Hz. Peygamber kadına, “Allah nere­
de?” diye sordu. Kadın, “Gökyüzünde, cennette.” diye cevap verdi.
ı > zaman Hz. Peygamber Arap’a, “Bu kadın iman etmiş, azat et
ıııııı.” diye emretti.31
Bazı hadislerde bir erkeğin eş seçerken dikkat edecekleriyle il­
gili olarak aynı retorik tertip, ya da söylem kullanılmıştır:
Kadınlarla güzellikleri için evlenmeyin, güzellik onları mah­
vedebilir, para için de evlenmeyin, bu onları ahlaksız yapabilir,
sadece din için evlenin. Eğer dindarsa, yarık burunlu siyahi köle
kadın bile daha iyidir.32
Dindarlık kötü eğilimlerin üstesinden gelebilir elbette ama onl.ıı a yeni bir yol, bir yön gösteremez.
Bu tema, çoğu zaman dindarlık ve tevazu örneği olarak gösteri­
li-ıı ilk Müslüman kahramanlardan Ebu Dharr’la ilgili hikayelerde
il- görülür. Mütevazı olduğunu gösteren bir hikayede onun siyahi
luı kadınla evlendiği anlatılır ve “Çünkü o kendisini yükseltecek de­
ğil, daha aşağı seviyeye indirecek bir kadın arıyordu, bir Habeş’in
al kasında dua etmeye razıydı.” denir.33 Ünlü İbn Hazım da (99410<>4) bu konuda şöyle demiştir:
Allah buyurmuştur ki, bir zenci kadın piçi olsa bile, en din­
dar kişi en soylu kişidir34 ve peygamber çocuğu bile olsa, günah­
kar ve inancı olmayan kişi en aşağı düzeydedir.35
Dindar ve eşitlikçi olma duygusu bellidir burada; fakat formül
ImIindeki bu ifadede yine de tam olarak bir inandırıcılık yoktur. İbn
I lazım Arapça bir şecere tezinde kullanmış ve bilim düzeyinin
öııcnı ve değerini göstermeye çalışmıştır. Bir hadiste bir Habeş Hz.
İVygamber’e, “Siz Araplar bedensel olarak, renk açısından ve Pey(umber’e sahip olma konusunda bizden üstünsünüz. Ben İslam’a
İnanırsam cennette sizlerle beraber olabilecek miyim peki?” diye so­
nu Hz. Peygamber ona, “Evet, ve cennette Habeş’in beyazlığı bin­
icice yıl boyunca görülecek.” diye cevap verir.36
Bu ve benzeri hikayeler dindarltğın siyahlığı ortadan kaldırdığı­
nı, dinsizliğin de beyazlığı yok ettiğini belirtiyor. Ama siyahlık ya da
beyazlığın önemsiz olduğu anlamına gelmiyor bu elbette. Dindar si­
yahların beyaza dönüştüğü, dinsiz beyazların da siyah olduğunu an­
latan hikayeler de vardır.37 Suriyeli şair Ebu-l-Ala el-Ma’arri’nin
(973-1057) Risalat el-G ufran adlı eserinde bir cennet ve cehennem
vizyonu vardır. Rivayete göre hikayeyi anlatan kişi cennette çok gü­
zel bir huri görür ve kadın ona, hayattayken bir zenci olduğunu ve
Bağdat Akademisinde belge kopya edecek kişilere kitap taşıdığını
söyler.
Adam ona, “Peki ama hayatta iken zenciydin de burada nasıl
bembeyaz oldun böyle?” diye sorunca kadın ona, “Eğer zenciler ara­
sında iğne ucu kadar bir Tanrı ışığı varsa onlar beyaz oluyorlar.” di­
ye cevap verir.38 Müslümanların bazı dinsel eserlerinde de Tanrı ışı­
ğından söz edilir ve Hz. Peygamberin de beyaz, sıhhatli ve pembe
yüzlü olduğu belirtilir. Aynı şeyler karısı Hz. Ayşe, damadı Hz. Ali
ve Peygamber soyundan gelenler ve hatta kendinden önceki Pey­
gamberler Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa için de söylenir.39
DİPNOTLAR
1
Bu ve diğer şairler eserlerinden örneklerle birlikte Abu’l-Faraj al-lsfahani büyük antolojisinde tartışılmıştır (8 9 7 -9 6 7 ), Kitab al-Aghani, 20
cilt. (Bülaq, 1285/1868-69); aynı (Kahire, 1 3 4 5 /1 9 2 7 ) - bundan böy­
le Aghani (1868) ve Aghani (1 9 2 7 ). Siyahi şairlerle ilgili Arapça ince­
lemeler için bak. ‘Abdullah Badawi, A l-S h u ’ara al-Süd wakhasa'işuhum fi’l -shi’r al ‘arabi (Kahire, 1 9 7 3 ); M uhammad Bakir F ir’avvn,
“Aghribal al-Arab, ” Al-Mawnd 2 (1 9 7 3 ), s. 1 1 -1 3 . Badawi’ye göre,
Arap babalan tarafından tanınmayan ya da zorla tanınan ve anneleri­
nin siyah rengini alan Arap şairlerine “Arap kargası” deniyordu. Baclawi’ye göre babaları, siyahi çocuklarını renklerinden dolayı tanımak is­
temiyordu, onlar için güzel olan her şey beyazdı. Erkeklerin ve kadın­
ların beyaz olanları güzeldi. Bu renk ayrıca onların asaletini de göste­
rirdi. Beyaz kadın köle alanlar bununla övünürlerdi. (Al-Shu_ara ,
s .l ) . Genel bilgi için bak. R. Blachere, Histoire d e la litterature arabe
(Paris, 1 9 5 2 ); Fuat Sezgin, G eschichte des arabischen Schrifttums, cilt
2 (Leiden, 1975).
2
Diwatı, ed. Maymani (Kahire, 1 3 6 9 /1 9 5 0 ), s. 2 6 . Arap yazarları tara­
fından Banu’l-Hashas’ın kölesi olarak tanıtılan Suhaym için bak. Aghani, (1 8 6 8 ), cilt 2 0 , s. 2 -9 ; Blachere, Histoire d e la litterature arabe,
s. 3 1 8 -1 9 ; btı şiirlerin Almanca çevirileri O. Rescher, Beitrage z u r arabishe Poesie, 6, pt. 2 (İstanbul, 1 9 5 6 -5 8 ), s. 3 0 -5 0 . Kadınlarına baktı­
ğı için efendileri tarafından öldürüldü ve yakıldı.
3
Suhaym, Diwan, s. 5 5 , F. Rosenthal, The Müslim C o n cept o f F re edom (Leiden, 1 9 6 0 ), s. 91.
4
Suhaym, Diwan, s. 69.
5
Ayrıntılı inceleme için bak. U. Rizzitano, “Abu Mihgüan Nuşayb b.
Rabah,” Revista degli studi orientali 2 0 (1 9 4 3 ), s. 4 2 1 -7 1 ; aynı, “Alcuni frammenti poetici di... Nuşayb, “ Rivista degli studi orientali 22
(1 9 4 5 ), s. 2 3 -3 5 . Nuşayb’ın tam adı anlamlıdır. Kölelerin adlarında
özgür insanlarda olduğu gibi baba dı, kabile ya da bölge eki gibi ila­
veler yoktur, sadece kendi adlarıyla hitap edilir onlara. Ama Nuşayb’ın adındaki soy ya da baba adı olan İbn Rabah, “Rabah”ın oğlu
anlamındadır ve ilk Müslüman siyahi ve Hz. Peygamber’in yoldaşı
olan Bilal’de olduğu gibi kullanılmıştır. İslâmî sonradan kabul edenler
genellikle İbn Abdallah ya da benzeri bir isimle anılır, putperest baba­
larının değil de Hz. Peygamber’in adını alırlar. Yahudiliği kabul eden­
ler de ben Abraham, yani “Abraham’m oğlu” adını kullanırlar.
6
Bu satırın çevirisi pek az açıklanmıştır. Şair burada kök olan z-l-m ’nin
iki anlamıyla oynamıştır, bunlardan biri siyahlığı diğeri ise zulüm ya
dâ kötülüğü anımsatır.
7
Aghani (1 8 6 8 ), cilt 1, s. 1 4 0 -4 1 ; Agharıi (1 9 2 7 ), cilt 1, s. 3 5 2 -5 4 ; Rizzitano, “Abu Mighan Nuşayb,” s. 4 5 3 , 4 5 6 ve böl. 3, 34.
8
Çevrilmesi mümkün olmayan kelime oyunları. Sabi, karışık ya da kı­
vırcık saç karşılığı olan düz saç anlamındadır. Elin kullanılması, “açık
elli, cöm ert” anlamına gelir.
9
Hikaye ve şiir için bak. Jahiz, “Fakhr al-Südan,” Rasa’il, ed. Abd al-Salam Muhammad Harun, cilt 1 (Kahire, 1 9 6 5 ), s. 1 8 2 -8 5 ; Almanca çe­
virisi O. Rescher, Orientalische Miszellen, cilt 2 (İstanbul, 1 9 2 6 ), s.
1 4 9 -5 1 . Jahiz uygun hakaretlere dayanan benzer bir hikaye anlatır ki
bunda Jarir ve Sunayh İbn Rabah’ın adları geçer. Bak. Badavvi, AlShuara, s. 1 2 3 -2 5 ; J. O. Hunvvick, “BlackAfricans in the Islamic
world,” Tarikh 5, no.4 (1 9 7 8 ), s. 3 5 -3 6 .
10
Aghani (1 8 6 8 ), cilt 2 0 , s. 2 5 : Badavvi, A l-Shu’ara, s. 158.
11
Mohammed Ben Cheneb, A bu Dolama, p o ete bouffon d e la co u r des
prem iers califes abbasides (Cezayir, 1 9 2 2 ), s. 3 5 ,1 3 6 .
12
Aghani (1 8 6 8 ), cilt 1, s. 130; Aghani (1 9 2 7 ), cilt 1, s. 3 2 5 ; Rizzitano,
“Abu Mihgan Nuşayb,” s. 4 3 1 .
13
Aghani, (1 8 6 8 ), cilt 1, s. 136; Aghani (1 9 2 7 ), cilt 1 s. 3 4 1 ; Rizzitano,
“Abu Mihgan Nuşayb,” s.4 3 9 ; G. Rotter, Die S tellu n g d es N egers
(Bonn, 1 9 6 7 ), s. 8 9 -9 0 .
14
Aghani (1 8 6 8 ), cilt 5, s. 1 3 7 ; Aghani (1 9 2 7 ), cilt 6 , s. 10.
15
Aghani (1 8 6 8 ), cilt 3 , s. 8 7 ; Aghani (1 9 2 7 ), cilt 3, s. 2 8 2 -8 3 ; R. Levy,
The Social Structure o f İslam (Cambridge, 1 9 5 7 ), s. 6 2 -3 ; Rotter, Die
Stellung des N egers, s .8 0 -9 0 . Müzisyen İbn Misjah için bak. H.G.
Farm er, A History o f Arabian M usic (Londra, 1 9 2 9 ), s. 7 7 -7 8 , ve E12,
sv. “İbn Misdjah” (J.W . Fück). Metnin bir kısmı Graham W . Irvvin ta­
rafından çevrildi, ed. Africans Abroad (New York 1 9 7 7 ), s. 5 8 -9 .
10
İçlerinde en tanınmış olan kişi, MS yaklaşık 7 9 6 ’da Yukarı Mısır’da
doğmuş olan Dhu’l-Nün al-Mişri idi. Mısır’da doğduğu için Mısırlı
al-Mişri olarak tanınırdı, ama ebeveyni Nubian’dı ve babasının azat
edilmiş köle olduğu söylenirdi. Dhu’l-Nün çok yer dolaştı ve çok ça­
lıştı, bir ara Bağdat’ta tutuklanıp hapse atıldı ama halifenin emriyle
serbest bırakıldı. Mısır’a döndü ve MS 8 6 1 ’de orada öldü. İslam mis­
tisizminin Sufi okulunu kurdu ve Sufilerin başı olarak bilinir. Bazı
sihir ve kimya kitaplarının onun tarafından yazıldığı söylenir ama
bu kesin değildir. Şiirleri ve vaazları başka yazarlar tarafından m uha­
faza edilmiş ve mistik doktrinleri için bunlardan yararlanılmıştır. Ri­
vayete göre gerçek Allah bilgisine gittiği söylenen Sufi doktrini onun
eseridir. Onun müziğe önem vermesi de ilginçtir. Ona göre, “Tasav­
vuf müziği Allah’a yaklaşmak için kalbi harekete geçiren ilahi bir et­
kidir; bu tür müziği dinleyenler ruhlarıyla Allah’a doğru uzanırlar.’’
(R.A. Nicholson, The Mystics o f İslam [Londra, 1 9 1 4 ], s. 6 5 ). Diğer
Sufiler gibi Dhu’l-Nün de kendini disipline etm ek, günahlarından
arınmak için sürekli ibadet ederdi. İlahilerinde tutkulu Allah sevgisi­
ni ilk kullanan şairlerdendir. Tasavvuf müziğini sadece Araplara de­
ğil, Perslere, Türklere ve diğer İslam ülkelerine de sevdirdi, her dile
çevrildi şiirleri.
11 Jahiz için bak. C. Pellat, Le Milieu basrien et la formation d e Gahiz
(Paris, 1 9 5 3 ); aynı, The Life ad W orks o f Jahiz (Londra, 1 9 6 9 ); El2,
s.v. “Djahiz” (C.Pellat).
IH Jahiz’in Tria opuscula, auctore al-Djahiz\ ilk defa G. Van Vloten tara­
fından yayınlandı (Leiden, 1 9 0 3 ), s 5 8 -8 5 ; Jahiz’in Rasa’il al-Jahif\
Abd al-Salam Muhammad Harun tarafından yeniden edit edildi, cilt 1
(Kahera, 1 3 8 5 /1 9 6 5 ), s. 1 7 3 -2 2 6 ; Almanca çevirisi Rescher, Orientalische Miszellen, cilt 2, s. 1 4 6 -8 6 ; cf Pellat, Life and Works o f Jahiz, s.
195-98; özet İngilizce çeviri B. Lewis, İslam from the Prophet M u­
hammad to the Capture o f Constantinople, cilt 2, Religion and Society (New York, 1 9 7 4 ), s. 2 1 0 -1 6 . Zenc sözcüğü sadece Doğu Afrika
yerlilerini ifade eder -Etiyopya güneyi- ve daha genelde Bantu dili ko­
nuşan Afrikalılar demektir. Bak. Yukarıda s. 50.
19
Jahiz, Kitab al-Bukhâlâ (Şam, 1 3 5 7 /1 9 3 8 ), s. 253; Fransızca çeviri C.
Pellat, Le Livre des avares (Paris, 1 9 5 1 ), s. 232.
20
Jahiz, Kitab aI-Hayawan, cilt 2 (Kahire, 1 3 5 6 /1 9 3 8 ), s. 314; cf Rotter,
Die Stellung des Negres, s. 100.
21
Jahiz, Al-Bayan wa'l-tabyin, cilt 3 (Kahire, 1 3 8 0 /1 9 6 0 ), s. 12-13.
22
Cf. Rotter, Die Stellung des Negers, s. 98ff.
23
Al-Sahib İbn Abbad, Aî-Tadhkira fi ‘1-Usül al-Khamsa, Muhammad Al
Yasin, ed., Nafa’is al-Makhtutat, (Bağdat, 1 3 7 3 /1 9 5 4 ), s. 91.
24
“İbn al-Jawzi on Ethiopians in Baghdad” The lslamic W orld trom
Classical to M odem Times, ed. C.E. Bosvvorth, Chanles Issawi, Roger
Savory ve A.L. Udovitch (Princeton, NJ, 1989), s. 113. çevi. E, van
Donzel.
25
Bu edebiyat için bak. Rotter, Die Stellung des Negers, s. 1 0 -2 0 ; Akhbar Muhammad, “The İmage of Africans in Adabic Literatüre: Some
unpublished manuscripts,” Slaves and Slavery in Modern Africa, ed.
J.R. Willis, cilt 2 (Londra, 19 8 5 ), s. 4 7 -7 4 . Örnek alınanlar Jamal alDin Abu’l-Faraj İbn al-Jawzi (6 .1 2 0 8 ), Tanwir al-Ghabash fi fadl alSüdan wa’l-Habash, New H aven, Yale Üniversitesi Kütüphanesi,
Landberg 197; Jalal al-Din al-Suyuti (ö. 1505). Raf Sha’n aî-Hubshan,
Londra, British Museum; Muhammad al-Nu’man İbn Muhammad İbn
Arraq (on altıncı yüzyıl), Kulab Karız al-Zinad al-Wari fi Dhikr Abna
al-Sarari, Leiden, Üniversite Kütüphanesi, De Goeje no. MMDLXI;
Muhammad İbn Abd al-Baqi al Bukhari al-Makki (on altındı yüzyıl),
Al-Tiraz al-Manqush al-Hubush, Baghdad, W aqf collection, no. 3 0 3 1 .
Bu çalışmaların hiçbiri henüz basılmadı. Tiraz’ın ilk üç bölümü Al­
manca çeviri halinde basıldı (M. Weisweiler, Buntes Prachtgewand
IHanover, 1924]). Türkçe metin Rafi al-Ghubush fi Fada’il al-Hubush, Fatih, 4 3 6 0 Ali İbn Abd al-Rauf al-Habashi tarafından yazıldı
(ö. 1623-24) (bak. İstanbul kütüphaneleri Tarih-Coğrafya yazmaları
katalogları, Türkçe tarih yazmaları, pt. 3 [İstanbul, 1945], s. 321).
26 A ghani (1868), cilt 1, s.32; A ghani (1927), cilt 1, s. 65; cf Ignaz
Goldziher, M uham m edanische Stııdien, cilt 1 (Halle, 1888), s. 270
( Mııslim Studies, cilt 1 [Londra, 1967), s. 245).
27
“Ka’l-Zanji in ja’a saraqa vva’in shabi’a zana" (Maydani, A m thal
al’A rab, cilt 2, A ra b u m P roverbia, ed. G. Freytag [Bonn, 1839],
s.404). Verilen hadiste Habeşlerin yiyecek bulma konusunda usta ve
zorluklar karşısında metanetli, cesur olduklan söylenmiştir.
28
Hava Lazarus-Yafeh, Som e Religious Aspects o f İslam (Leiden, 1981),
s. 30, Al-Bukhari, Sahih, ed. Krehl (Leiden, 1862,68), çcilt 1, kt. 25,
s. 403ff. ( Bab*Hadm al-Kaba).
29
Goldhizer, M uham m edanische Studien, cilt 1, s. 269 ( Müslim Studi­
es, cilt 1, s. 344); K. Vollers, “Über Rassenfarben in der arabischen Li­
teratür,” Centenario della nascita di M ichele Amari, cil 1 (Palermo,
1910), s, 87.
U) A. J. Wensick, ed. C o n co rd a n ce et in d ices dela tradition m usulm ane, cilt 1, (Leiden, 1936-69), s. 327’de başka referanslar verilmiştir.
Bak. Örn. Muttaqi, K a n z a l- U m m a l, cilt 3 (Haydarabad,
1313/1895-96), s. 197’de bu ve benzeri hadisler verilmiştir ve Tabari, Ta’rikh, ed. MJ.de Goeje, cilt 1 (Leiden, 1879), s. 2861-62.
Cf. S.D. Goitein, Studies in lslam ic History a n d Institution (Leiden,
1966),s. 203-4; G.E. von Grunebaum, M edieval İslam, 2.bas. (Cpicago, 1953), s. 209; Rotter, D ie Stellu n g d e s N egers, s. 94-95. Fas’­
tan modern örnekler için bak. Lavvrence Rosen, Bargaining fo r Reality: T he Constituıion o f Social Relations in a M üslim C om m un ity
(Chicago, 1984), s. 178: “Even a woman can understand tne Quran... Even a black man can be leamed.”
II
’Abd al-Wahhab al-Sha’rani, Kiıab K ashf al-Ghumma, cilt 2 (Kahire,
1370/1950), s. 154.
32
lbn Maja, Sunan, cilt 1 (Kahire, 1372/1952), s. 597 (N ikah), cf Rol­
ler, Die Stellung d es Negers, s. 132.
33
Muhammad lbn Sa’d, Kitab aI-Tabaqat al-Kabir, ed. E. Saçchau, cilt 4
(Leiden, 1904-40). S. 134, yazının verildiği yer A. S. Tritton, Müslim
Theology (Londra, 1947), s. 13.
34
Kurana bir referans, XLIX: 13. Bak. Yukarıda s. 31. Mishnaic kuralına
göre bilgili bir piç, bilgisiz din adamından üstündür. (Horayoth 13a;
The Babylonian Talmud, S ed er Nashim, ed. I. Epstein, çev. Israel W.
Slotki, cilt 4 [Londra, 1935], s. 99).
35
lbn Hazm, Jabharat A nsab al-Arab, ed. E. Levi-Provencal (Kahire,
1948), s. 1. Aynı yazar bir yazısında okuru hiç kuşkusuz hayal ürünü
bir örnekle uyarır: “Bütün Müslümanların kralı olsan bile tenasül
uzuvları açıkta ve cahil, sefil bir adam olan Sudan kralının senden da­
ha büyük bir krallığa sahip olduğunu bilmelisin.” ( Kitab al-Akhlaq
wa’l-siyar, ed. ve Fransızcaya çeviren Nada Tomiche iBeyrut, 1961],
Arapça metin s. 67, çev. s. 86, G. Von Grunebaum, Ders İslam in Mitlelalter IZürih-Stuttgart, 1963], s. 536-37). lbn Hazm Yahudilere de
aldırmazdı. Onun Yahudi karşıtı tutumu E. Garcia Gomez tarafından
incelendi, “Polemica religiosa entre lbn Hazım y lbn al-Nagrila." AlAndalus 4 (1936), s. 1-28, ve diğer benzer malzemeler M. Perlmann
tarafından, “Eleventh century ÜAndalusian authors on the Jews of
Granada,” Processings o f the American A cadem y for Jew ish Research
18 (1949), s. 269ff, 280-84. Arapça metin 1380/1960’ta Kahire’de Dr.
İhsan Abbas tarafından basıldı (Al-Radd ala lbn Naghrila al-Yahudi
wa-rasa’il ukhra). lbn Hazm’ın Yahudilere karşı tutumu dinseldir ama
belirgin ırksal tonları vardır.
36
Rotter, Die Stellung des Ngers, s. 103, Goldziher, M uham m edanische
Studien, ciltl, s. 74 ( Müslim Studies, cilt l,s. 75).
37
Örnekler için bak. Rotter, Die Stellung d es Negers, s. 181.
38
Abu’l-Ala al-Ma’arri, Risalat al-ghufran (Kahire, 1321/1903), s. 73; cf
9
Rotter, Die Stellung des Ngers, s. 180. Mektuplarından birinde (T h e
Lelıers o f A b u ’l-Ala o fM a ’arrat a— N um an, Anecdota Oxoniensia, ed.
ve çev. D.S. Margoliouth [Oxford, 1989), metin s. 61, çev. s. 67).
Abu’l Ala’ya göre isimler bir insana üstünlük kazandırmaz, pis kokan
bir siyahiye kafuru ya da amber denirken, çirkin bir insana da “Yeni
Ay” ya da “Mehtap” gibi isimler verilebilir. Aynı yazar bir arkadaşına
yazdığı bir başka mektupta onun siyahi kölesine (ghulam ) selam gön­
derir ve şöyle der, “Teni siyah olmasına rağmen bizim tarafımızdan
bir beyaza kıyasla daha saygın görünür o.” (metin s. 41, çev. s. 50).
10 lbn Hisham, Sırat Rasul Allah, ed. F. Wüstenfeld (Göttingen, 185859), s. 266; İngilizce çeviri A. Guillaume, The Life o f M uham m ad
(Londra, 1955), s. 183-84; lbn Sa’d, Kitab al-Tabaqat, cilt 1, s. 1ZOff;
İngilizce çeviri S. Moinul Hak ve H. K. Gazanfer, cilt 1 (Karaşi, 1967),
s. 484ff; Vollers, “Ober Rassenfarben,” s. 90-91.
BEŞİNCİ BÖLÜM
FETİHLER VE KÖLELİK
Birkaç nesilde ortaya çıkan davranış değişiklikleri temel olarak
üç büyük gelişmeye bağlanabilir. Bunlardan biri fetihlerdir; ilerle­
yen Araplann oluşturduğu büyük imparatorluk sonucu fethedenler­
le fethedilenler arasında bir ayrımın ortaya çıkması doğaldır. İlk za­
manlar Araplar ve Müslümanlar temelde aynı şeydi ve farklılık sade­
ce dinde görülüyordu. Ama fethedilen ülke halklarının da İslam’ı
kabul etmeye başlamasıyla beraber yeni bir halk sınıfı çıktı ortaya;
Arap olmayan Müslümanlar ki bunların durumu, daha sonra Avru­
pa imparatorluklarında görülen yerli Hıristiyanlara benziyordu. İs­
lam doktrinlerine göre Arap olmayan Müslümanlar Araplarla eşitti
ve hatta daha fazla dindar olarak onlardan üstün olabiliyorlardı. Ama Araplar elbette fethettikleri ülke haklarına bu hakları tanımak
i'.lemiyorlardı ve üstünlüklerini mümkün olduğunca uzun süre ka­
imi ettirdiler. Arap olmayan Müslümanlar vergi konularında, sosyal
yaşamda, siyasi, askeri ve diğer konularda Arapların altında görülü­
yor, eziliyorlardı. Onlara temel anlamı “azat edilmiş adam” anlamı­
na gelen m ev a li ("tekili m e v la ) deniyordu ki aslında çoğu esir düşeırk, satın alınarak ya da azat edilerek Müslüman olmuş insanlardı.
11/.. Peygamber’e atfedilen bir hadiste şöyle denir:
Neden güldüğümü sormayacak mısınız bana? Toplumumda
arzulan dışında cennete sürüklenen insanlar gördüm. Ona, ‘Ey
Hz.Peygamber, kimdir onlar?’ diye sordular. O cevap olarak,
‘Kutsal Savaşta esir düşen ve Müslüman yapılan Arap olmayan
insanlar.’ dedi.1
Eski Yunan filozofları köleliğin barbarlar için iyi olduğunu,
çünkü onlara daha iyi bir yaşam sağladığını söylerlerdi. Daha sonra
Müslümanlar arasında da köleliğin köle olanları kutsal İslam’a gö­
türdüğü şeklinde sözler söylendi.2 Fakat İslam’ı bu yoldan kabul eden ilk Müslümanlar bazı zorluklar yaşadılar.
Ispanya-Arap’ı Yazar İbn ‘Abd Rabbihi (860-940) ilk zamanlar
Arapların, Arap olmayan m evali'yt karşı davranışlarını şöyle anlatır:
“Nafi İbn Jubayr İbn Mu’tim namaz kılarken bir m evlahm arka­
sında durdu. Cemaat ona bunu neden yaptığını sorunca, “Onun ar­
kasında namaz kılarak Allah’a tevazu göstermek istedim.” dedi.
Nafi ibn Jubayr geçen bir cenaze görünce onun kim olduğunu
sorar, “O bir Kureyşli.” derlerse, “Allah rahmet eylesin, yakmlanna
sabır versin!” derdi. Ama cenazenin bir mevla olduğunu öğrenirse,
“Bu kişi, istediğini alan, istediğini geride bırakan Allah’ın malı.”
diye konuşurdu.
O dönemde insanlar namazı bozan üç şeyin bir eşek, bir kö­
pek ve bir mevla olduğunu söylerlerdi. Mevla’nın baba ve ata adı
olmaz (Ebu ve ekleri gibi) o sadece kendi adı ve soyadıyla anılır­
dı. İnsanlar onlarla yan yana yürümez, toplu halde giderken on­
ları öne çıkarmazdı. Toplu bir yemekte bulunan bir mevla ayakta
durur, eğer yaşı ya da bilgisi ile yemeği hak ediyorsa onu herkes­
ten ayrı, Arap olmadığı anlaşılsın diye masanın sonuna, görülebi­
leceği bir yere oturturlardı.
Bir cenaze töreninde bir tek ve genç, tecrübesiz bir Arap bile
olsa bir mevla dua edemezdi. Bir mevla kızma evlenmek için talip
olan bir erkek onu babasından ya da ağabeyinden değil, efendisin­
den isteyebilirdi ancak. Baba ya da ağabey kızı damada efendiden
habersiz olarak verirlerse evlilik geçersiz olur, zina sayılırdı.
Rivayete göre Halife Uthman İbn Affan’ın m evla sı Humran,
Irak valisi Abdullah İbn Amir’in yanında, dindarlığı ve alçak gö­
nüllü olmasıyla tanınan Amir İbn ‘Abd el-Qays’la konuştu ve
onu halifeye hakaret etmekle suçladı. Amir bunu reddedince
Humran, “Allah senin gibileri aramızda çoğaltmasın!” dedi. Buna
karşılık olarak Amir de, “Allah senin gibileri de aramızdan eksik
etmesin!” diye cevap verdi.
A m ire, “Seni suçlayan adamı böyle mi ödüllendiriyorsun?”
diye sorduklarında da onlara, “Evet, çünkü onlar yollarımızı sü­
pürüyor, çizmelerimizi yapıyor ve elbise kumaşlarımızı dokuyor­
lar!” diye cevap verdi.
Sedire uzanmış olan Abdullah İbn Amir doğruldu ve “Senin
dindar ve bilgilidir adam olduğunu biliyorum, ama bunları bil­
diğinden haberim yoktu.” deyince Amir ona, “Bildiğimi sandı­
ğından çok daha fazla şey biliyorum ben!” dedi.3
Arap olmayan Müslümanların eşit haklara sahip olmaları konu­
sundaki mücadeleler İslam’ın ilk iki yüzyılında çok konuşuldu. Bir
mücadele konusu da yarım kan olanlarla tam Arap kanı taşıyanlar
arasındaydı. Arap fatihler İslam öğretilerine ve dindarların itirazları­
na karşın, belki de kaçınılmaz olarak, bir tür kabile aristokrasisi uy­
guladılar. Ancak hem baba ve hem de ana tarafının özgür Arap ol­
duğu kişiler tam Arap sayılıyordu. Araplar fethedilen ülke kadınları­
nı cariye olarak alıyorlardı ama bu kadınların doğurduğu çocuklar
lanı Arap sayılmıyor ve üst düzey ve önemli mevkilere gelemiyorlardı. Emevi Halifeliği sonlarına kadar tüm halife anneleri özgür Arap
kadınları oldu ve anneleri Zenci köle olan Emevi prensleri hiçbir za­
man halifelik için düşünülmedi. Herkesin saygı duyduğu lider ve
komutan Maslama4 bile hiçbir zaman kendini halife olarak tahta çı­
kacak biri olarak görmedi ve başkaları da düşünmediler bunu.
Bu ayrım ve bunun kurbanlarının öfkeleri, gücenmeleri Arap
edebiyatında çok işlendi. Babalan Arap, anneleri Arap olmayan çot ııklann öfkeleri daha sonra tehlikeli olmaya başladı. On dokuzuncu
yüzyılda yaşamış Avrupalı tarihçilere göre sekizinci yüzyıl ortalarında
meydana gelmiş isyanların nedeni, Perslilerin Arap egemenliğine başkaldırısıydı ve Abbasi devrimi onların zaferi oldu. Ama bu teori ve
buna paralel olarak ortaya konan Perslilerin yükselişi fikri kanıtlarla
desteklenemedi. Tam tersine, delillere göre Abbasi halifeliğinden son­
ra da Arap egemenliği bir süre devam etti. Halifeler ve yöneticiler hep
Araptı, resmi dil Arapçaydı ve Araplar sosyal yaşamda tüm haklardan
yaralanıyorlardı.5 Ama bazı büyük değişiklikler de oluyordu. Hz.
Peygamber’e atfedilen bir hadiste, “Pers kızlarının oğullan yetiştiğin­
de Araplann mahvı başlayacak." deniyordu.6 Bu hadis de uydurma
olabilir ama yine de o dönemin sorunlarını yansıtır. Arap aristokrasi­
sine meydan okuyanlar aslında fethedilmiş toprakların çocukları de­
ğildi, bunlar yarım Arap ve bu nedenle haklardan yarım yararlanan
ve anne ve babaları Arap olan tam Arap üvey kardeşlerin baskıların­
dan bıkmış olan çocuklardı. Başka büyük devrim değişikliklerinde
olduğu gibi, burada da yarım Araplann eşitlik mücadelesi oldukça
uzun sürdü. Son iki Emevi halifesinin anneleri köle, ilk Abbasi ise
özgür bir Arap kadınının oğluydu.7 Ama ikinci ve ondan sonraki Ab­
basi halifelerinin anneleri yabancı cariyelerdi. Abbasilere zafer kazan­
dıran ordu da bir Arap ordusu değil, Pers ordusuydu; ama kuşaklar
boyu akrabalıklarla yan Araplaşmış bir orduydu.8
Karma evliliklerden doğan çocuklara karışık soylu ya da melez
anlamına gelen h e c in denir, bu deyim hayvanlar için de kullanılırdı.
Babası özgün Arap, annesi yabancı köle olan çocuklar h e c in ' di. Bu
sözcük ırksal olmaktan ziyade sosyal bir deyimdi ve bir tür aşağı­
lanma anlamına geliyordu. Hangi soydan gelirse gelsin Arap olma­
yanlar adeta soysuz bir piç gibi görülüyordu ama bir kabileye bağlı
olmayan Araplar da pek muteber sayılmazdı. Yarı Arap olanlar Arap
olamayanlann üstünde sayılıyordu ve Arap olmayanlar adeta siste­
min dışına itilmişti.
Eski Araplarda hassas bir derecelendirme sistemi vardı. Bir ada­
mın statüsü, baba tarafı, aile, klan, tarikat, kabile ve ona Arap sosyal
düzeninde verilen rütbeye göre kararlaştırılıyordu. Bu konu şiirler­
de, hadislerde ve şecere edebiyatında görülür. Eski Arapların ülke­
lerindeki köle nüfusunu oluşturan, Arap olmayan çeşitli ulus insan­
ları arasındaki farklılıkları nasıl değerlendirdikleri de önemli soru­
lardan biridir. Abduh Badavvi bu konuda, “Ortak kanıya göre he­
cinlerin en talihsizleri ve sosyal statüsü en aşağıda olanlar, siyahi
tenlerini annelerinden almış olanlardı.” demiştir.9
Zenciden çocuğu olan özgür Arap baba, çocuğunu azat edebili­
yor ve onun sosyal statüsünü yükseltebiliyordu. Bu daha sonra İs­
lam’da zorunlu oldu, ama İslam öncesinde babaya bu hak verilmiş­
ti. Badawi ve oryan gösterdiği kaynaklara göre o dönemde Arap ba­
balar siyahi annelerin çocuklarını tanıma konusunda isteksizdiler.
Arap imparatorluğunun yedinci yüzyıldan sonra Orta Doğu ve
Kuzey Afrika’ya yayılmasıyla beraber fethedilen topraklardaki Bede­
vi aristokrasisi için de bu söylenebilir.
Arap olmayan Müslümanlar ve yarı Araplar arasında ten rengi
önemli bir sorun olmamıştır. Edebiyatta Araplar, yarı Araplar ve
Aıap olmayanlar arasındaki mücadeleler yer almıştır. Arap olma­
yanların kimlikleri en azından Araplar için birinci öncelik değildi aıııa Arap olmayanların kendi içlerinde büyük önem taşıyor gibi gölütıüyordu. Babası Arap, annesi Iranlı ya da Suriyeli olan bir çocuk
anne ve babası Arap olan bir çocuktan farklı görünmezdi. Aradaki
laik aslında sosyaldi ve sosyal bilgiye dayanırdı. Ama bir Afrikalı
annenin oğlu hemen tanınır ve farklı davranışlarla karşılaşırdı.
Vrnci çocuğu” bir aşağılama sözü olarak kullanılırken, övünmek ve
övmek için de “beyazın oğlu” deyimi kullanılıyordu.10
Bir EtiyopyalI yan i H ab eş kadının torunu olduğu söylenen Ha­
ille Ömer bile b u y ü zd en suçlanmıştı. Arap Yazar Muhammet İbn
I l.ıbib’e göre b ir adam Ömer’e, “zenci çocuğu” diyerek hakaret eder
ve Allah bunun üzerine, “Ey inananlar! İnsanlar kendilerinden üs­
tün olanlarla alay etmemelidir.” diyen ayeti indirir. (L X IX :ll)n Ha­
beş kadınların oğulları olan önemli adamlarla ilgili hikaye kurgu
olabilir elbette ama yine de ilginçtir. Bu belki de, Habeş büyüğüyle
oynayan Ömer’e karşı yapılan Şii propagandasına bir cevap da ola­
bilir.«
İkinci önemli faktör, Arapların fetihlerle kazandıkları deneyim­
lerdir. İslam’dan önce Araplar Afrika’da sadece Etiyopya’yı tanırlardı
ki o ülke uygarlığı Arabistan’da üstündü. Hz. Peygamber dönemin­
de Mekke’den gelen mültecilere gösterilen misafirperverlik nedeniy­
le Habeşistan’ın iyi şöhreti daha da arttı. Ama fetihlerden sonra bazı
değişiklikler oldu. Afrika, güneybatı Asya ve Güney Avrupa’ya açı­
lan Araplar bir yandan gelişmemiş koyu tenli insanlarla, bir yandan
da açık tenli ve daha gelişmiş, uygar AvrupalIlarla karşılaştılar.
Arap topraklarının büyümesiyle beraber üçüncü büyük gelişme
köle ticareti alanında oldu.13 Afrikalı siyahileri ilk esir alanlar Arap
Müslümanlar değildi. Firavunlar döneminde Mısırlılar da siyahi Af­
rikalı köleleri kullanmışlar ve bunlar bazı Mısır anıdan üstüne bile
resmedilmiştir.14 Roma ve Yunan uygarlıklarında da siyahi köleler
vardı ama bunların sayıları pek fazla değildi ve zenciler diğer köle­
lerden ayrı tutulmuyorlardı.15 Siyahi kölelerin nüfusu Arapların Af­
rika topraklarını fethetmelerinden sonra büyük ölçüde arttı ve İslam
dininin yayılmasıyla birlikte bunlara karşı insani davranış mücade­
lesi de başladı.
Afrikalı esirlerin çok sayıda getirilip köle pazarlarında satılması,
Arap ve dolayısıyla Müslümanların bu insanlara karşı tutumlarını da
etkiledi, çoğu Arapların ve diğer Müslümanların onlara bakış açısı
da değişiyordu.
Bu davranış değişikliği Afrika kökenli özgür insanları ve Hz.
Peygamber müritlerinin soyundan gelenleri bile etkiledi. Böylece E-
bu Bakra’mn oğlu16 Ubaydallah, biri 671’de ve diğeri de 697’de ol­
mak üzere iki kez Sistan valisi oldu. Ama o dönemde kara derili ol­
mak bir karalama nedeni olmuştu bile ve ona karşı olan bir şair şöy­
le yazdı:
Siyahlar aldıklarını hak etmiyorlar
iyi amelleriyle ve şöhretleri güzel değil
Pis kokulu Nubian siyahın çocukları
Allah onların tenini aydınlatmamış!
Onu vali olarak atayan halife, “Siyahi adam Doğu’da yaşayan
halkın efendisidir.” dedi.17 Ebu Bakra’nm soyundan gelenler Bas­
ra’da iyi yerlere geldiler ve bir Arap şeceresi sahibi oldular. Ama Ha­
life el-Mehdi (saltanatı MS 775-85) onları Hz. Peygamber dönemi
azat edilmiş insanlar statüsüne dönmeleri için zorladı.
Siyahi kölelerin düşük statüleri çeşitli hikayelerde anlatılmıştır.
Müslümanlar arasında bir iç savaştan korkan bir Arap, “İki taraf ara­
sında bir tek ok atılmasın diye ömrümün sonuna kadar dağlarda ya­
ralı bir Habeş köle gibi çobanlık yapmaya razıyım.” demiştir.18 Eski
yazarlardan Jahsiyari, son Emevi halifesinin sekreteri Abd el-Hamit’le ilgili bir hikayede, halifenin bir validen Zenci bir köle hediye
aldığını anlatır. Halife hediyeden hoşlanmaz ve sekreterine, valiye
bir teşekkür ve aynı zamanda aşağılayıcı bir mektup yazmasını em­
reder. Abd el-Hamit şöyle yazar: “Birden küçük bir rakam ve siyah­
tan daha berbat bir renk bulsaydm da hediye olarak onu gönderseydin bari.”19 Jahsiyari bu hikayeyi siyahileri aşağılamak için değil,
Abd el-Hamit’in zekasını ve espri yeteneğini göstermek için anlat­
mıştır; ama hikaye bilinen bir durumu yansıtır.
Tarihte adı geçen tüm uygarlıklar gibi, Azaplar da uygar dünya
olarak kendilerini gördüler. Gerçek inanç sadece onlarda vardı, dış
dünyada imansızlar ve barbarlar yaşıyordu. Bunlardan bazılarında
bir nebze din ve uygarlık da vardı tabii. Diğerleri İslam dünyasında
köle olarak kullanılacak, İslam’a davet edilecek insanlardı. Bu in­
sanlar için köle olmak bir avantajdı aslında. Bu düşünce tarzına ör­
nek olarak anlatılan bir hikayede, putperest bir siyahi kral, misafir ­
perverlik gösterdiği Müslüman davetlileri tarafından kaçırılır ve
Arabistan’da bir köle pazarında satılır. Eski kral yıllar sonra kendisi­
ni kaçırıp satanlarla karşılaşır ama kızmaz onlara, çünkü onlar onun
İslam’ı kabul etmesini sağlamışlardır.20 Daha sonraki yazarlar da
köleliğin insanlara İslam’ı tanıtan ve onlara uygarlık getiren bir ni­
met olduğu fikrini çeşitli eserlerinde işlemişlerdir.
DİPNOT
1
B. Lewis İslam from the Prophet M uham m ad to ıhe Capture o f Constantinople, cilt 2, Religion and Society (New York, 1 9 7 4 ), s. 2 1 1 .
2
Bak. yukarıda s. 4 2 ve 65.
3
lbn ‘Abd Rabbihi, AI-Iqd al-farid, cilt 3 (Kahire, 1 3 7 2 /1 9 5 3 ), s. 3 2 6 27. Levvis’in İslam ’ından çeviriler, cilt 2, s. 2 1 0 -6 . Kureyşi, Hz. Pey­
gam berin ait olduğu Mekkeli Kureyş kabilesinden olandır. Künye
A bu ile kullanılan isimdir. İslam’ın ilk dönemlerinde ayrıcalık ifade
ederdi.
4
Maslanıa’nın babası Halife Abd al-Malik’ti, annesi ise bir köle kadındı.
Onun kariyeri ve reddedilmesiyle ilgili bilgiler için bak. E li, s. v. (H.
Lammens); Francesco Gabrieli, “L’Eroe Omayyade Maslamah lbn ‘Abd
al-Malik,” Rendiconti della classe di Scienze morali, striche e filologiche (Accademia Nazionale dei Lincei), ser. 8 , cilt 5/1-2 (1 9 5 0 ), s. 2 2 -3 9 .
5
Abbasi devrimiyle ilgili hassas bilgiler için bak. R. Stephen Humphreys, Islamic History: A Fram ew ork for lnquiry (Minneaqpolis, 1 9 8 8 ),
s. 99 -1 1 9 .
(ı ‘Ala al-Din Ali lbn Husam al-Din al-Muttaqi, Katız al-Ummal, cilt 6,
(1 laydarabad, 1312/1894), s. 214-15.
/
bak. Bemad Lewis, İslam in History, (Londra, 1973), s. 247-48.
M lbn al-Muqaffa hakkında bilgiler için bak. “Conseiller ” d e calife, ed.
ve çev. Charles Pellat (Paris, 1976), s. 37-39.
0
'Abdul Badawi, A l-Shu’ara al-Süd wa-khasa’işuhvm fi'l-Shi'r al-arabi
(Kahire, 1973), s. 21.
10 11. Lammens, Le Berceau d e l’lslam, cilt 1 (Roma, 1914), s. 298ff.
11 lbn Habib, Kıtab al-Muhabbar, ed. İlse Lichtenstadter (Haydarabad,
1361/1942), s. 306.
1/
Ömer’e Şiilerin koyu esmer diyerek hakaretleri konusunda bak. I.
Goldziher, “Spottnjmen der ersten Chalifen bei den Shi’iten,” W iener
Zeitschrift fü r K und e des M orgenlandes 15 (1901), s. 301, 308.
I 1 bak. yukarıda s. lOff.
M bak. yukarıda, s. 17.
15 Bak. Frank Snovvden, Blacks in Antiquity: Ethiopians in ihe GrecoRoman E xp erience (Cambridge, 1970); aynı, Before Color Prejıtdice:
The Ancient View o f Blacks (Cambridge, 1983). Daha önce Doğu Af­
rika’dan Mısır’a daha iyi kalite köleler getirilirken Doğuya pek gölürülmezdi. Bu konu MS birinci yüzyılda bir Yunan yazar tarafından
doğrulanmıştır (Lionell Casson, ed. ve çev., The Periplus Maris Eryıhraei [Princeton, NJ, 1989], s. 55, 59 vb.)
16 Bak yukarıda s. 25.
17 Al-Baladhuri, A nsab al-Ashraf, ed. Muhammad Hamidullah, cilt 1
(Kahire, 1959), s. 505.
18 Tabari, Ta’r ikh, ed. M.J. de Goeje, D ie Stellung d e r N egers (Bonn,
1967), s. 53. n. 2.
19 Jahshiyari, Kiıab al-W uzara’ wa’l-Kuttab (Kahire, 1938), s. 81; Al-
manca çev. J. Latz, Das Buch d e r W ezire und Staatssekretar... (Walldorf-Hessen, 1958), s. 129.
20
Buzurg Ibn Shahriyar, Kitab ‘A ja’ib al-Hind, ed. P.A. van der Lith (Leiden, 1883-86), s. 50-60; Fransızca çev. M emorial jean Sauvaget, cilt
1 (Şam, 1954), s. 221-27; İngilizce çev. Levvis’in İslam’ı nda, cilt 2, s.
82-87. On dokuzuncu yüzyılda Arabistan’da siyahi köleler aynı duy­
guları dile getirdiler; bak. C. M. Doughty, Travels in Arabia Deserta,
3. baskı, cilt 1 (Londra, 1923), s. 554-55.
ALTINCI BÖLÜM
ETNOLOJİDE RİSKLER
Tarihte bilinen tüm insanlar gibi Araplar da dünyayı kendileri
ve diğerleri olarak ikiye böldüler. Eski Yunanlılar için yabancılar,
farklı bir dil ve kültür çağrışımı yapan barbarlardı; İsrailliler için Ya­
hudi olmayanlardı ki burada da inanç ve ibadet çağrışımı söz konu­
suydu. Modern toplumlarda da birçok farklılıklar görülür ama bun­
ların içinde evrensel ve resmi olarak kabul edilen tek fark, vatandaş­
la yabancılar arasındaki farktır; bu deyim bazıları için barbar ve din­
siz anlamına bile gelir.
Eski Arabistan’da Arap olmayanlara A c e m deniyordu ki bu
deyim Perslileri, Yunanlıları ve Arapların temas kurmuş olduğu
diğer milletleri kapsıyordu. Daha sonra genellikle lranlılar için
kullanıldı bu sözcük ama geniş anlamda kullanıldığı da oldu. Çok
gariptir ama modern Türkçe’de a c e m i sözcüğü de ustanın tersi
anlamındadır.1
Eski Araplar etnik konusuna önem vermelerine rağmen ırksal
farklılığı pek önemsemezlerdi. Başlangıçta onlar için önemli olan
Araplarla Arap olmayanlar arasındaki fark değil, kendi içlerindeki
kabilelerin farklılığıydı. Eski bir tabloya göre Arap kabileleri Kuzeyli
ve Güneyli olmak üzere iki büyük gruba aynlmışlardı. Bu ayrım on­
ların Arabistan’daki pozisyonlarına göre değil (güney kabileleri ge­
nelde Suriye ve Irak sınırlarında, yani Kuzeyli denen kabilelerin kuzeyindeydi) atalarına göre yapılıyordu.
Kabileye, kabile konfederasyonuna ya da klan ve mezhebe karşı
sadakat çok önemliydi. Kabileler arasında bazen kanlı kavgalar, ça­
tışmalar olur ve bunlar halifeliğin siyasi ve dinsel yaşamını bile etki­
leyebilirdi. Eski Arap tarihinde en azından dokuzuncu yüzyıl ortalanna kadar kabileler arasındaki kanlı çatışmalardan söz eden eser az
değildir. Eski Arap edebiyatı bundan daha eskilere dayanan kabile
arası çatışmalarla doludur.2
Arap imparatorluğunun büyümesi ve Arapların fethettikleri
topraklarda egemen ama azınlık haline gelmeleri, başlangıçta bu
durumu daha da güçlendirdi. Daha büyük risklerle karşı karşıya ge­
len Araplar birbirleriyle çarpışmaya devam ettiler. Yan Araplar da
karıştı bu kavgalara, daha sonra Arap olmayan Müslümanlar da da­
hil oldu buna ve m ev a li olarak düşmanlıkları paylaştılar.3
Yarı Arapların yüksek mevkilere tırmanmaları Arap olmayan
Müslümanların da yolunu açtı ve onlar da Arapların dilini, kültürü­
nü ve dinini paylaştılar. Dokuzuncu yüzyılda farklı kökenli yazarla­
rın yazdığı Arap edebiyatında iki belirgin gelişme görülür: Araplar
sadece kendilerinde bulunan üstünlük duygusunu ve bunu denge­
lemek için gerekli gücü kaybetmeye başladıklarını fark ettiler; Arap
olmayanlar ise Arapların ilkel kabileler ve bedeviler olarak kendile­
rini karalamalarına karşın kendi etnik, hatta ulusal geleneklerini ha­
tırlamaya başladılar. Bu duygular Shu’übiyya4 denen bir düşünce
ekolünde yazılı olarak ifade edildi. Bu eğilim İslam dünyasının uçla­
rında, Doğu’da İran’da ve Batıda Ispanya’da daha da güçlüydü5 ama
Arapça’nın yerleştiği ve halkın Arap kimliğini benimsediği Verimli
i lilal ve Kuzey Afrika topraklannda daha zayıf kaldı.6
Böyle bir kesin etnik belirginliğin ortaya çıktığı bir toplumda
bilim adamları tarafından etnik ilişkilere, karakteristiklere, farklılık­
lara ve farz edilen yetenek ve eğilimlere önem verilmesi kaçınılmaz­
dı. Bu konularla ilgili yazılanlar edebi, pratik ve bilimsel olarak üç
başlık altında toplanabilir.
Arap İslam edebiyatında etnik gruplarla ilgili ilk sınıflandırma
girişimleri Genesis 10’da, Hz. Nuh’un oğulları Shem, Ham ve Japhet’le ve onların soylanndan gelen insanlarla başlar. Bu konu Kuran’da yoktur ve İslam dini geleneğinde böyle bir konu yazılmamış­
tır. Konu Müslümanlara, Yahudiler ve Hıristiyanlar ve sonradan
Müslüman olanlar tarafından anlatılmış ve bu orijin genelde tanın­
mıştır.7 Konu ilk Arap tarihi edebiyatında da bazı farklılıklarla yer
almıştır.8 Arap versiyonlarında Genesis 10’daki bilginin içine bir
yandan Arap kabileleri, bir yandan da Perslilerin, Türklerin, Romalı­
ların, Slavların ve başka bazı kavimlerin katılmış olması ilginçtir. Bu
versiyonlara göre Araplar Shem’in soyundan, siyahiler -bazen Kipti­
ler ve Berberler de katılmıştır- Ham’ın soyundan gelmişlerdir. Bun­
lara göre Türkler ve Slavlar Japhet’in soyundandır. Fakat Arapların
en uzun süre temasta bulunduğu Persliler ve BizanslIlarla ilgili bazı
fikir ayrılıkları vardır. Bazıları onları Japhet’e bağlayarak Türkler ve
Slavlarla akraba yapar, bazıları da Shem’e bağlar ve Araplann akra­
bası olduklarını söyler. Pers kökenli bazı yazarlar Feridun ve Cemşit
gibi Persli mitoloji kahramanlarını da eski dinsel etnoloji hikayeleri­
ne katmak istemişlerdir. Yüzyıllar sonra Türk yazarlar da aynı şeyi
Orta Asya’daki Türk kabileleriyle ilgili olarak yapmışlardır.9
Bu anlatımların çoğu sadece sınıflandırma ve aile soyuyla ilgili­
dir, karakter konusuna girmezler. Fakat bunun istisnaları da vardır
elbette, bazı versiyonlarda karakterler ve hatta fonksiyonlar çeşitli
şecerelere bağlanmıştır. Eski bir tarih hikayesine göre Ham’ın so
yundan gelenler köle ve uşak olmaya mahkumdur. Bazıları da Shem
ve Japhet’in soyundan gelenlere peygamber, soylu (şerif), ve kral gi­
bi payeler vermişlerdir. Ama bu argümanların sonu gelmemiştir ve
eski eserlerde bunlara önem verildiği görülmez.10
Etnik karakterler ve yeteneklerle ilgili tartışmanın dokuzuncu
yüzyılda Arapça’ya tercüme edilen İslam öncesi Pers metni Tansar
M e k tu b u ile başladığı sanılır.11 Bu eserde doğal olarak Perslilerin
üstünlüğünden söz edilir. Ne ilginçtir ki onların üstünlüğü, komşu­
ları olan halkların tüm üstün yeteneklerinin onlarda toplanması so­
nucu oluşmuştur:
Bizim halkımız en asil, en şanlı şerefli insanlardır. Türklerin
süvarilik yetenekleri, Hintlilerin zekası, Yunanlıların sanatkarlığı
ve ustalığı Tanrı’nın lütfuyla bize onlardan da fazla gelmiştir.
Tanrı onlardan esirgediklerini bize vermiştir. Tanrı bizim saçımı­
zı, sakalımızı, tüm uzuvlarımızı uygun şekilde verdi, bizi siyah,
sarı ya da kırmızı yaratmadı; saçımız sakalımız ne siyahiler gibi
kıvırcık, ne de Türkler gibi düm düz.12
Bir Iraklı Arap yazar da kendi ülkesi ve halkı için aynı tarzda ve
902-3’te şöyle yazdı:
Akıllı bir adam şöyle dedi: Irak halkı zeki, övgüye layık, den­
geli ve her sanat kolunda başarılı, yetenekli olan insanlar, tüm
uzuvları yerli yerinde, espri yetenekleri var, ten renkleri de en
uygun olan açık kahverengi. Onlar ana rahminde mükemmel ge­
lişiyorlar. Slav kadınlarının ya da benzerlerinin doğurduğu gibi
soluk renkli ya da berbat görünüşlü bebekler doğurmuyorlar,
ana rahminde yeterince kalıyor, kavrulmadan, kokmadan, zenci­
ler, Habeşler ya da onlara benzeyen diğer siyahiler gibi doğmu­
yorlar. İraklılar ne az pişmiş hamur, ne de kabuğu yanmış ek­
mek, ikisinin tam ortası insanlar.13
O dönemde bu fikirlerin geçerli olduğunu kabul etmek gereki­
yor. İbn Qutayba da (828-89) siyahiler konusunda şöyle yazmış:
Onlar çirkin ve şekilsiz insanlar, çünkü sıcak ülkede yaşıyor­
lar. Sıcak hava onları ana rahminde kavuruyor ve saçlarını kıvır­
cık yapıyor. Babil halkının en büyük avantajı ılımlı iklimleri.14
Cahız dokuzuncu yüzyıl başlarında, “Eğer bir ülke soğuksa ço­
cuklar ana rahminde iyi gelişmezler.” demiştir.15
Shu’übiyya argümanları ve Arapların bunlara yanıtları ulusal
karakteristikler, farklılıklar ve yetenekler konusunda büyük edebi
lartışmalarm açılmasına neden oldu. Cahız, Türkler16 ve siyahiler17
konusunda ayrı yazılar yazdı ve etnik grupların sınıflandırılmasıyla
ilgili çalışmalar yaptı. Iran kültür devriminin dönemi olan onuncu
ve on birinci yüzyıllarda bu konular çok tartışıldı.18 Tartışmaların
merkezinde İslam içinde iki büyük etnik grup olan Persliler ve
Araplar vardı, üçüncü derecede Rumlar ya da Romalılar geliyordu.
I artışmalann içinde Hıristiyan Bizans İmparatorluğu ve İslam top­
uklarında yaşayan büyük ve önemli Ortodoks Hıristiyan toplumlan
ila vardı. Yunanlılar ayrı ama genelde Rumların selefi olarak görü­
lür. Eski Roma halkı bu tartışmalarda ayrı bir yer tutmaz. Daha sonı;ı uzak, ama oldukça gelişmiş bölgeler olarak Hindistan ve Çin uy­
garlıkları gelir. Onlardan sonra da kuzeyde Türkler ve Slavlar, batı­
da Franklar; güneyde siyah Afrika halklarından söz edilir. Bu insan­
lar ileride Müslüman olabilecek halklar olarak görülmüş ve o zama­
na kadar da bunlardan köle olarak yararlanılmıştır.19
Cahız’dan sonra pek çok yazar, çeşitli halkları ustalıklarına, ye­
lmeklerine göre ve bazen bu ikisini de birbirinden ayırarak sınıflan­
dırmaya çalıştılar. Cahız’a göre Çinliler sanatta, Yunanlılar felsefe ve
bilimde, Araplar dil ve şiirde, Persliler devlet yönetmede ve Türkler
dr savaşta ustaydılar.20 Ama yüzyıl kadar sonra Ebu Süleyman biraz
İdi l<lı bir şey söyledi:
Akıl BizanslIların başına, Araplann diline, Perslilerin kalbine
ve Çinlilerin de ellerine indi.21
Zaman içinde bazı geleneksel söylemler çıktı ortaya ve bunlar
çeşitli uluslar için basmakalıp söylenen sözler oldular. Araplar cö ­
mert ve cesurdu; Persler devletçi ve kibardı; Yunanlılar filozof ve sa­
natçıydı; Hintliler büyücü, sihirbaz ve hünerli Çinliler ise ev eşyaları
yapmakta ustaydı. Siyahlar çok çalışırdı, basit ama coşkulu ve ritmi
seven insanlardı. Türkler hızlı ve savaşçıydılar.22 Bu sözler İslam
dünyasında ve dışında küçük değişikliklerde çeşitli uluslar için söy­
lenen basmakalıp sözler olarak kaldı.
Belirli grupların karakteristiklerine ek olarak daha geniş anlam­
da tartışmalar da oluyordu elbette. Örneğin tüm etnik grupların po­
tansiyeli aynı mıydı, yoksa bazıları diğerlerinden daha mı yetenek­
liydi? Bir ulus herhangi bir alanda bir diğerinden üstün olursa bu­
nun nedeni atalarından gelen bir yetenek miydi, yoksa o grup tarih­
sel ve kültürel nedenlerle mi o alanı seçmişti? Bazı yazarlar, örneğin
siyah renk gibi bazı özelliklerin o etnik grubun bulunduğu yere
bağlı olduğunu, o bölgeye başka bir grup da gitse onun teninin de
siyah olacağım söylediler.
Büyük tarihçi ve sosyal düşünür İbn Haldun (1332-1406) ikli­
min insan karakterine etkisini dikkatle incelemiştir. Ona göre zenci­
lerin neşeli olmalarında bile iklimin etkisi vardır. Sıcağın insanları
neşelendirdiği söylemiştir o.23
M üslüm an kenti T o led o ’da yaşayan Şa’id el-A ndalusi
(Ö.1070) adındaki kadı uygar uluslar için genel bir sınıflama yap­
maya çalışmıştır. Bilim ve öğreti alanında ileri olan ulusları Hint­
liler, Persliler, Yunanlılar, Romalılar, Mısırlılar, Araplar ve Yahudiler olarak sıralamıştır. Şa’id’in ulusları milliyetçi ve dindardır­
lar. Arapların içinde Arap olmayan Müslümanlar, Romalıların
içinde de Arapça konuşan Araplar vardır. Yahudiler dışında di­
ğerleri putperesttir.
Şa’id Çinliler ve Türkler gibi bazılarını bazı başka konularda
gelişmiş olarak görür; diğerlerine Kuzeyli ve Güneyli barbarlar der
ve şunları söyler:
Çok kuzeyde ve büyük halk kitlelerinin yaşamadığı bölgelerde
yaşayan insanlar için güneş, Zenit hattına göre çok uzak olduğu
için havayı çok soğutur ve atmosferi yoğunlaştmr. Onun için bu
insanlann davranışlan soğuk, yüzleri asık, göbekleri şişkin, renk­
leri soluk, saçlan uzun ve zayıftır. Bu nedenle anlayıştan kıttır, ye­
terince akıllı değillerdir ve bilgisiz insanlardır bunlar. Slavlar, Bulgarlar ve onlann komşulan da öyledir. Ama onlann güneyindeki
bölgelerde güneş havayı ısıtır, yoğunluğunu azaltır. Onun için o
bölgelerde yaşayanlar neşeli insanlardır, tenleri koyu renk ve si­
yahtır, saçlan sakallan kıvırcıktır. Onlar da kendilerini ve akıllannı yeterince kontrol edemez, aptallıklar yaparlar. Habeş bölgesin­
de yaşayan siyahiler, Nubianlar, zenciler ve benzerleri böyledir.
Şa’id’e göre en aptal insanlann bile, kendi bölgelerinde yaşar ve
yerleşik düzeni korurlarsa başlarında monarşiyle yönetilen bir hü­
kümet ve din yasaları vardır. Sadece steplerle yaşayan göçebeler ve
Bujja’lar, Gana’nın vahşileri, zenciler ve benzerleri gibi gruplar bu
tür yerleşik düzen ve yönetimin dışındadır.24 Şa’id açık tenli Avrupa
barbarlarından söz ederken böyle şeyler söylemez.
Yazarlar bu konularda yazarken, bir grup dışında, çeşitli ırklar
için değişik görevler konusunda yol göstermez, kurallar getirmeye
çalışmazlar. Bir istisna, kölelerle ilgili çok geniş ve pratik edebiyat­
ım Köle alanlar ve satanlarla ilgili olarak yaklaşık bin seneye daya­
nan ve Arapça, Farsça ve Türkçe yazılmış pek çok belge vardır.25
Bu tür yazıların onuncu yüzyılda yazılmış olan en eskilerinde,
hır kölenin hastalık belirtilerinin dışarıdan nasıl anlaşılacağı ve oıı un yüzüne bakarak karakterinin nasıl belirleneceği anlatılır. Ya­
zarlar kölelerin nasıl seçileceği ve kullanılacağı konusunda bilgiler
de vermişlerdir. On birinci yüzyılda Bağdat’ta yaşamış bir Hıristi­
yan hekim olan lbn Butlan ilk kez olarak bir köle tüccar hakkında
yazmıştır.26 Yazar bu eserinde köleleri siyah, beyaz, kadın, erkek
olarak ayırır; ırklarına, yaşadıkları bölgelere göre sınıflandırır ve
hangilerinin hangi işlerde yararlı olacağını belirtir. Daha sonra ya­
şayan bazı başka yazarlar da aynı konuda kitaplar ya da belgeler
yazmışlardır.
Bu kitaplarda değişik ırklarla ilgili yazılmış yazılarda genellik­
le geleneksel ve klişeleşmiş bilgiler vardır ama Kafkas halklan, Av­
rasya steplerinde ve Orta Asya’da yaşayan Türkler ve Afrikalı siya­
hiler gibi değişik ırk ve gruplarla ilgili bazı ilginç ve etnik bilgiler
de verilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde yazılmış olan
bu tür kitaplarda Avrupalı Hıristiyanlarla ve oralardan gelen köle­
lerle ilgili bilgiler de vardır. Bu tür kitaplann bazılannda Rusların
yakışıklı, güzel, sarışın, çekici, çalışkan, itaatkar olduğu, ama dü­
rüst olmayan ve iffetsiz insanlar olduğu yazar. Bir yazar, Rusların
bir zamanlar çok tembel olduğunu ve bir tek Tatar’ın kendi başına
birçok Rus’u esir alabildiğini yazmıştır. Ama on altıncı yüzyıl orta­
larında durum değişmiş ve Ruslar geniş Tatar topraklannı işgal et­
mişlerdir. Örneğin Çar Korkunç Ivan 1552’de Tatar başkenti Kazan’ı fethetmiştir. Bazı yazarlara göre Fransız köleler de yakışıklı,
güzel ve iyi hizmet eden insanlardır ama diğer köleler gibi Müslü­
man olmak istememişlerdir.27
İslam dininin yayıldığı topraklarda ve dışında, edebi dene­
meler ve pratik öğütlerin yanında oldukça çok bilimsel çalışma
ve belge de vardır ve bunlar farklı ırkların insanları konusunda
ayrıntılı bilgiler verirler. Arapların siyah Afrika’da ilerlemeleri, bu
topraklarda yapılan köle ticareti ve İslam’ın yayılması, zengin bir
Arap edebiyatının gelişmesini sağlamıştır ki bu bilgi ve belgeler
tropik Afrika’da koloni öncesi dönemde yazılmış en önemli bilgi
kaynaklarıdır. Arap yazarların, kölelerin getirildiği topraklarla il­
gili verdikleri bilgiler, ilişkiler ve davranışlar konusunda çok ya­
rarlı olmuştur.
DİPNOTLAR
1 Yabancılarla ilgili Arapça terimler için bak. Bernard Lewis, The Politicam Language o f İslam (Chicago, 1988), s. 118, n. 5.
2 Arap kabileleri arasında düşmanlık ve Emevi halifeliğini sarsan savaş­
larla ilgili bilgiler için bak. Julius Wellhausen, T h eA ra b Kingdom and
Its Fail (Kalküta, 1927).
3 Mavvafi için bak. yukarıda, s. 37ff.
4
Shu’übiyya için bak. E li, s. v. (D.B. MacDonald); Ignaz Goldziher,
M uham m edanische Studien, cilt 1 (Halle, 1888), s. 147-216 (Mııslim
Studies [Londra, 12)76), s. 173-38): H.A.R. Gibb, “The social signifi-
cance of the Shu’ubiyya,” Studies on the Civilisaıion o f İslam (Londra,
1962), s. 62-73; yukarıda s. 32. ‘Abd al-Aziz al-Düri (Al-Judhiir alta’rikhiyya li’l -S hu’übiyya [Beyrut, 1962], son dönemlerin Arap dene­
yimleri ışığında Ortaçağ Shu’übiyya tartışması.
5 Ispanya’da Shu’ubilla için bak. Ignaz Goldziher, “Su’ubijja unter den
Muhammedanem in Spanien,” Nachrichten ü b er A ngelegenheiten d er
D.M.G. 53 (1899), s. 601-20.
6 Muhtemelen son hadislerden birine Hz. Peygamber şöyle dedi: “Ey
insanlar! Tann Bir’dir; baba bir tanedir, din bir tanedir. Arapça sizin
için ne ana, ne de babadır, sadece bir dildir o. Kim ki Arapça konu­
şur, o Araptır.” (Bernard Lewis, İslam from the Prophet M uham m ad
to the Capture o f Constantinople, cilt 2, Religionand Society [New-
York, 1974], s. 196). Fetihler çağıyla ilgili hassas aynmlar konusunda
büyük farktır bu.
7 Yahudi ve Hıristiyan orijinli bu anlatımlar için Kuran yorumcuları ve
diğer Müslüman bilim adamları lrsa’iliyyat sözcüğünü kullanırlardı
(bak. E12, s. v. İG. VajdaJ). Bu sözcük daha sonraki dönemlerde hura­
feler anlamında kullanılmaya başlandı.
8
Örneğin bak. Mas’udi, M urüj al-dhahab, ed. Charles Pellat (Beyrut,
1965), cilt 1, s. 44-45, cilt 2, s. 244, 266, 276, cilt 4. s. 126; Ya’qubi.
Ta’rikh, ed. T. L. Houtsma, cilt 1 (Leiden, 1883), s. 12-13; Muhammat b. Abdallah al-Kisa’i, Vita propheratum , ed. I Eisenberg (Leiden,
1923), s. 98-102; Tabari, Ta’r ikh, ed. M. J. Goeje, cilt 1 (Leiden,
1879), s. 187-216 (İngilizce çeviri William M. Brinner, The Hisbtory
o f Tabari, cilt 2, Prophets and Patriarchs |New York, 1987]); İbn Sa’d,
Tabaqat, ed. E. Mittwoch (Leiden, 1905), cilt 1, s. 10-20; al-The-labi,
‘A ra’is al-Majalis (Kahire, 1374/1954), s. 54-61; İbn Qutayba, AlMa'arif ed. Tharwat Ukasha, 2. baskı (Kahire, 1969), s. 23-28; İbn
Hisham, Kitab al-Tijan fi M ulük Him yar (Haydarabad, 1347/192829), s. 24-40.
9
Örneğin Rashid al-Din’in evrensel tarihi kaydı gibi. Bazı mitolojik şe­
cereler konusunda bak. Bahaeddin Ögel, T ürk Mitolojisi (Ankara,
1971), s. 73, 145ff, 382ff.
10
Ham lanetiyle ilgili olarak bak. Böl. 8 n. 9, s. 123-25.
11
Bu çevirinin Arapça metni kaybolmuştur ve kitap sadece on üçüncü
yüzyılda Müslüman Farsçaya yapılan yeni bir çeviriden bilinmektedir.
Farsça' metnin ilk editörlüğünü 1894’te James Darmesteter Journa l
Asiatique\e yapmıştır; Mujtaba Minovi Name-i Tansar be G ushnasp’la
(Tahran, 1932) önemli ilaveler yaptı; Mary Boyce İngilizceye çevirdi,
The Letter o f Tansar (Roma, 1968). Yahya al-Khashshab Kitab Tansan
adıyla Farsçadan tekrar Arapçaya yeni notlarla çevirdi (Kahire, 1954).
12
Minovi, Name-i Tansar, s. 41; Boyce, Letter o f Tansar, s. 64. Minovi
notlarında, (s. 64-66) eski Perslilerin Bizanslılan, Hintlileri ve Türkleri sevdiğini ama kertenkele yedikleri ve deve sütü içtikleri için Arapla­
rı sevmediklerini yazar. Ne gariptir ki o bunları sadece, Pers suçlama­
larını çürütmek isteyen Arap yazarlardan alıntılar yaparak belirtmiştir.
13
İbn al-Hamadani, Mukhtasar Kitab al-Buldan, ed. M. J. de Goeje, cilt
5, Bibliotheca geographorum arabicorum (Leiden, 1885), s. 162. Avi-
cenna hatırlatıcı bir tıbbi şiirinde insan renkleriyle ilgili şunları yaz­
mıştır:
Eğer ülke koşullarına göre olmuşsa sakın
ten renginden anlam çıkarma.
Zencler arasında siyahlık tenlerini örtene
kadar sıcaklık vücutlarını değiştirmiştir
Slavlar o kadar soluk benizli olmuşlar ki
tenleri yumuşak ve beyazdır.
Eğer yedi iklimi iyi dikkate alırsan, bileceksin
onların değişik huylannı.
Dördüncü iklim dengelidir, hem ılımandır
ve onların rengi ılımlı olur.
(P oem e d e la m edicine, ed. ve çev.
Henri Jahier ve Abdülkadir Nurettin
[Paris, 19561, s. 15
14 lbn Qutayba, A l-M a ’arif, ed. Tharwat ‘Ukasha, 2. bas. (Kahire,
1969), s. 26.
15 Jahiz, Kitab al-Hayawan, cilt 2 (Kahire, 1356/1938), s. 314.
16 Cahız’ın Türklerle ilgili deneme yazısının editörlüğünü ilk olarak G.
Van Vloten onun Tria opuscula, a u cto re al-Djahiz adlı yazısında
yaptı (Leiden, 1903), yazı yeniden Abd al-Salam Muhammad Harun
tarafından bu kez Rasa'il al-Jahiz'de düzenlendi, cilt 1 (Kahire,
1385/1965). İngilizce çeviri C.T. Harley Walken tarafından Jo u rn a l
o f the Royal Asiatic Society’d e yayınlandı (1915), s. 631-97. Tartış­
malar için bak. Francesco Gabrieli, “La Risala di al-Gahiz sui Turchi,” Rivista degli studi orientali 32 (1957), s. 477-83; Ramazan Şeşen, Hilafet O rdusu n u n M enkıbeleri ve Tilrklerin Faziletleri (Türkçe
çeviri içerir) (Ankara, 1967). Siyahların savunması konusu için bak.
yukarıda s. 31-32.
17 Bak. Susanne Enderwitz, Geselîschaftliche Rang und ethnische Legiti-
mation: D er arabischer Schriftsteller A bu ‘Utman al-Gahiz (gest 8 6 8 )
ü b er die Afrikaner, Perser u n d Araber in d e r isîamischen Gesellschaft
(Freiburg, 1979).
18 Abu Hayyan al-Tawhidi, Kitab al-lm ta’ wa’l-M u ’anasa, ed. Ahmet
Emin ve Ahmet al-Zayn, cilt 1 (Kahire 1939), s. 70-93, 211-13; özel
çeviri Marc Berge, “Merites respectifs des nations,” Arabica 19 (1972),
s. 165-73, ve Joel L. Kraemer, Philosophy in the Renaissance o f İslam:
A bu Sulayman al-Sijistani and His Circle (Leiden, 1986), s. 147-8.
19 Cf. lbn Sina hakkında bilgi için bak. yukarıda s. 55.
20
“Manaqib al-Türk,” Jahiz, Rasa’il, ed. ‘Abd al-Salam Harun, cilt 1 (Ka­
hire, 1965), s. 66ff; cf Kraemer, Philosophy, s. 146.
21
Abu Hayyan al-Tawhidi, Al-Mukabasat, ed. Haşan al-Sandübi (Kahi­
re, 1929), s. 260; Kraemer Philosophy çevirisi s. 146, diğer benzer
bilgilerle birlikte.
22
Arapların Türklere karşı davranışlarının gelişmesi -onlara önce köle,
sonra efendi oldular- Ulrich W. Haarman’ın iki önemli çalışmasında
incelendi: “İdeology and history, identity and alterity: The Arab image
of the Türk from ‘Abbasids to modern Egypt,” International Journal o f
M iddle Eastern Studies 20 (1988), s. 175-96, ve “Rather the injustice
of Turks than the righteousness of the Arabs - changing Ulama attitudes towards Mamluk rule in the late fifteenth century,” Studia Islamica 68 (1988), s. 61-77.
23
lbn Haldun, M u qaddim a, ed. Etienne Quatremere, cilt 1 (Paris,
1858), s. 155; Çev. lbn Haldun, The M uqaddim ah , çev. F. Rosenthal
(New York, 1956), s. 174, ve C. Issavvi, A n Arab Philosophy o f His­
tory (Londra, 1950), s. 46.
24
Şa’id al-Andalusi, Tabaqat al-Umam, ed. L. Cheikho (Beyrut, 1912),
s. 9; aynı, (Kahire), s. 11-12: Fransızca çeviri R. Blachere (Paris,
1935), s. 37-38. Kuzey vegüney halklarıyla ilgili yazılar daha önceki
yazarlarda, özellikle de Masudi’de bulunabilir.
25
Bu edebiyatla ilgili bilgiler için bak. Hans Müller, Die Kunst des Sklavenkaufs nach arabischen undtürkischen Ratgebern vom 1 0 bis zum
18. Jalırhundert (Freiburg, 1980). İngilizce kısa örnekler için bak.
Kai-Ka’üs Ibn İskender, Kabusname, ed. R. Levy, E.J.W. Gibb Memorial serisi, cilt 18 (Londra, 1951), s. 62-67: İngilizce çeviri R. Levy, A
M irror for Princes (Londra, 1951), s. 99-108; Naşir al-Din Tüsi, Ahlak-i N aşiri; İngilizce çeviri G.M. Wickens, T heN asirean E th ics
(Londra, 1964), s. 184. Bunlardan birincisi MS 1082’ye, İkincisi ise
MS 1235’e aittir.
26
Ibn Butlan için bak. Müller, Kunst des Sklavenkaufs, s. 45-80; Lewis’in İslam incian tercüme edilmiş seçmeler, cilt 2. s. 243-51.
27
Kınalızade Alaettin Ali Çelebi, A h la k -i A la iy e, cilt 2 (Bülak,
1248/1832-33), s. 52-65 (cf. Müller, Kunst d e r Slavenkaufs, s. 18187); Gelibolulu Mustafa Ali, K unh al-Ahbar, cilt 5 (İstanbul, 1869), s.
9-14; aynı, Mevaiddün-Nefais fi kavaidil mecalis (İstanbul, 1956), s.
152-53; Bernard Lewis, The Müslim Discovery o f Europe, düz. Bas.
(New York, 1988), s. 154-55: Alan Fisher, “Chattel slavery in the Ottoman Empire,” Slavery and Abolition 1 (1980), s. 4041.
YEDİNCİ BÖLÜM
AFRİKA’NIN KEŞFİ
İslam dünyası sınırları dışında yaşayan çeşitli grup insanlar
hakkında Müslüman coğrafyacıların -ve az da olsa Müslüman tarih­
çilerin- de söyleyecekleri vardır elbette. Bunlar kendilerinden çok
uzak ve onlara göre önemsiz sayılan Batı Avrupa konusunda çok az
şey biliyor ve onları dikkate almıyorlardı ve Avrupalılara ancak Os­
manlI döneminde dikkat etmeye başladılar.1 Bilgileri o zaman bile
yeterli değildi tabii. Ortaçağ Müslüman yazarları İslam topraklarının
kuzeyinde, Avrasya steplerinde yaşayan Slav ve Türkler konusunda
daha çok bilgiye sahiptiler. Ama Müslümanların en yakın ilişki kur­
dukları bölgeler Fas’tan başlayarak siyah Afrika oldu.2
İlk zamanlar yazılan Arapça belgelerde siyah Afrikalılar ya Ha­
beş ya da Südanlı (Südan Arapça siyah demekti) olarak görülüyor­
du, Mısırlılar, Berberler ve Sahra’nm kuzeyindeki diğer halklar bun­
lara dahil edilmezdi. Arapların Afrika’ya yayılmalarından sonra en
başta Nüba, Bujja (ya da Beja) ve Zenc olmak üzere başka deyimler
eklendi bunlara. Nüba (Nübiyalı) genelde Nilotik ve bazen aynı za­
manda Mısır güneyinde yaşayan Hamit halkı demekti, yani günü
müzde Südan Cumhuriyeti’nde yaşayanlardı; Bujja halkı Nil ve Kızıl
Deniz arasında yaşayan göçebe kabilelerdi; Zenc sözcüğü ise tartış
malıdır, özellikle Etiyopya güneyinde yaşayan, Bantu dili konuşan
halktı ve bazen de zenci anlamında kullanılıyordu.3 Bilad el-Südaıı
“siyahların diyarı” demekti, Sahra güneyindeki Nil’den Atlantik’e
kadar olan toprakları (Gana ve Songhay dahil) kapsıyordu. Bu de­
yim bazen, oldukça esmer insanların yaşadığı Güney ve Güneydoğu
Asya topraklarını da içine alabiliyordu.
Bazı yazarlar siyah Afrikalıları gruplara ayırmış, bazıları da Sü­
dan (siyahi) olarak bir arada göstermiştir. Habeşler en saygın siyahi­
lerdi, Zencler ise en aşağı grup olarak görülüyorlardı. Nüba ve Bujja
bu ikisinin ortasında kalıyordu. Bazı yazarlar siyahileri ten renginin
açıklığına ve koyuluğuna göre ayırıyorlardı, örneğin Habeşler Zenclere göre biraz daha hafif siyahtı. Latince Afrika sözcüğünden alın­
mış bir Arapça sözcük olan Ifrikiya, Mağrip, özellikle de doğu Mağrip anlamına geliyordu.
Arap ve diğer Müslüman yazarlar dokuzuncu yüzyıldan itiba­
ren siyahilerin topraklarından Kuzey ve Doğu’ya, Kızıl Deniz ve
Hint Okyanusu’ndan Arabistan’a, Irak’a, İran’a, Mısır’a ve Sahra yo­
luyla Kuzey ve Kuzeybatı Afrika’ya açılan köle ticareti hakkında
yazmışlardır.
Dokuzuncu yüzyılda Yakubi, Zawila’dan söz ederken, “Onlara
yakın olan Mira, Zaghawa, Maruwa ve diğer siyahileri yakalayıp kö­
le olarak dışarıya satıyorlar. Duyduğuma göre siyahi krallar hiçbir
bahane ya da savaş olmadan siyahileri satıyor.” diye yazdı.4
Onuncu yüzyılda Mutahhar İbn Tahir el-Makdisi, “Zenc’e gıda
maddeleri ve giyecekler gönderiliyor ve karşılığında altın, köle ve
Hindistan cevizi alınıyor,” dedi.5
Idrisi (1110-65) Zenc hakkında şunları yazdı:
Zencler Araplardan çok korkar, bir Arap tüccar ya da gez­
gin gördüklerinde eğilip onları selam lar, saygı gösterirler ve
kendi dillerinde, “Ey hurma diyarından gelenler, selam sizlere !” derler. Bu ülkeye gidenler Zenc çocuklarını hurm a vererek
çalarlar, hurmayla kandırarak istedikleri yere götürürler, sonra
onları yakalayıp kendi ülkelerine kaçırırlar. Zenc halkı kalaba­
lıktır, ama bir şey yapamaz. Um an denizindeki Kish adası kra­
lı, gemilerle oraya çıkar ve bir sürü esir alarak gider.
Aynı yazar Faslı tüccarların oraya odun, bakır ve boncuk getir­
diklerini ve karşılığında altın külçesi ve hadım edilmiş siyahiler ala­
rak götürdüklerini de yazdı.6 Ibn Bakütta (1304-77) Batı Afrika’daki
l agadda’dan söz ederken, “Bu ülkeden çok güzel köle kızlar, harem
ağaları ve safranla boyanmış bezler çıkar diye yazdı ve 11 Eylül
1353’te Tagadda’dan ayrılıp kuzeye giderken, katıldığı kervanda altı
yüz kadın köle olduğunu anlattı.7
Müslüman yazarlar bazen siyahi kölelerinin etnik kökenlerini
ve ülkelerini de tartıştılar. Çok eskiden beri Mısır’a köle gönderen
Nubia hakkında fazla bilgileri yoktu. Zenc hakkında bildikleri ise
daha da azdı, ilk Müslüman coğrafyacılardan biri olan Ibn Kurradaılbih (820-912/13) Zenc ülkesinden Aden’e mallar -belirtmemiş­
in ama muhtemelen kölelerdir- geldiğini yazar. Zenc hakkında sa­
dece iki şey söyler; bu ülke Doğu Okyanusta’dır ve oraya gidenler
lırp kaşınırlar.8 Ibn Kutayba (ö. 889) siyahların balıkla beslendiğini
ve balık etleri yapışmasın diye dişlerini iğne gibi sipsivri yaptıklarını
yazmıştır. Başka bir yazısında da Zenclerin ağızlarının hiç kokmadı­
ğım çünkü tükürüklerinin bol olduğunu söylemiştir.9
Mesudi (Ö.956) genel olarak Galen’den alıntı yapar ve şöyle
Galen’in dediğine göre siyahi erkeklerin kıvırcık saçları, ince
kaşları, basık, geniş burunları, kalın dudakları, sivri dişleri, kara
gözleri, kınşık el ve ayakları, uzun penisleri vardır ve çok neşeli
insanlardır. Galen onların kafaları fazla çalışmadığı için her za­
man ne içinde olduklannı anlatır.10
Bu tanımlama daha sonra başka yazarlar tarafından da tekrar­
lanmıştır. Coğrafyacı yazarların çoğu siyahilerin çıplaklığından, put­
perestliğinden, yamyamlığından ve ilkel yaşamlarından söz etmiş­
lerdir. Bujja komşularından olan Makdisi şöyle yazar:
Onlarda evlenme kavramı yok; çocuk babasını bilmez ve in­
san yerler; ama her şeyi en iyi Tanrı bilir. Zencler siyah tenli, ba­
sık burunlu, kıvırcık saçlı ve zekası kıt olan insanlar.11
MS 982’de dünya coğrafyası hakkında yazılmış iki yüz sayfalık
bir kitapta siyahilerin yaşadığı topraklara ancak beş sayfa ayrılmıştır:
Güney ülkelerde hava çok sıcak olduğu için oralarda yaşa­
yanların hepsi kara tenlidir. Çoğu çıplak yaşar. Yaşadıkları tüm
topraklarda altın bulunur. Bunlar insani standartlardan uzak ya­
şarlar.
Zencler hakkında, “Vahşi hayvanlar gibi yaşarlar ve ten renkleri
siyahtır.”; Zabajlarla ilgili olarak, “Bu ülke ve halkı Zenc ülkesi ve
halkı gibi, ama onlar insanlığa biraz daha yakınlar.” diye yazılmıştır.
Sudan hakkında ise şu satırlar okunur:
Çoğu çırılçıplak yaşıyor. Mısırlı tüccarlar oraya tuz, cam ve
kurşun götürüyor ve aynı ağırlıkta alım karşılığında satıyorlar.
Bazı tüccarlar o topraklarda kamp kuruyor ve daha çok altın bu­
luyorlar. Daha güneyde fazla insan yaşamıyor.
Tüccarlar onların çocuklarını çalıyor ve kendi ülkelerine ka­
çırıyorlar. Onlan hadım ediyor ve satıyorlar. Yerliler başka siyahi
ailelerin çocuklarını da çalıyor ve onları tüccarlara satıyorlar.12
İnsanların siyah tenli Afrikalılara karşı tutumları hep olumsuz
oldu. Bazı Müslüman yazarlar kendi kişisel bilgilerine dayanarak
onları koruyucu tarzda yazılar yazdılar, hatta bazıları dinsel yazılar­
la onları savunmaya çalıştı. Eski ön yargılar nedeniyle bu tür koru­
yucu yazıların yazılması gerekli görülüyordu.13 Büyük coğrafyacı
îdrisi bile siyahilerin kırışık el, ayaklarından ve pis kokan terlerin­
den söz eder ve “Çok cahiller ve kafaları çalışmıyor.” der. Siyahile­
rin çok bilgisiz, cahil olduğunu, krallarının kabile yönetimi ve ada­
let gibi konuları kuzeyden gelen ziyaretçilerden öğrendiklerini söy­
ler. On üçüncü yüzyılda yaşamış Iranlı yazarlardan Naşir el-Din Tüsi, “Zenclerin hayvanlardan tek farkı, kollarının yerden yukarıda ol­
ması. Pek çok insan maymunların öğrenme konusunda onlardan
daha akıllı, becerikli olduğunu söylüyor.” der.14 Yüzyıl kadar sonra
İbn Haldun da aynı konuya değindi. Beyaz ve siyah köleler arasın­
daki farkı anlatırken şöyle yazdı:
Bu nedenle zenciler köle olmaya çok uygun insanlar, çünkü
insani tarafları çok az ve kafaları çalışmayan aptal hayvanlara
benziyorlar.15
Müslüman gücünün ve İslam dininin siyah Afrika içine iyice gir­
mesi ve siyahi krallıklann Müslümanlarca kabul görmesi sonucunda
siyahiler hakkında yazılan bu tür olumsuz yazılar gittikçe azaldı.16 Ama Afrikalı Müslümanlann diğer Müslümanlardan farklı ve o kıtanın
bir köle kaynağı olduğu konusundaki görüşler pek değişmedi. Bir
Mısırlı tarihçinin eline geçen bir mektup siyahi Afrikalı Müslümanla­
rın duyguları hakkında bir fikir veriyor bize. MS 1391-92 tarihli
mektup, şimdi kuzey Nijerya’da kalan Bomu kralı tarafından Mısır
Sultam’na gönderilmiş. Siyahi kral, ailesi ve halkı özgür Müslümanlardı ve İslam hukukuna göre köle yapılamazlardı. Aynca onun kabi­
lesi, Hz. Peygamberin kabilesi olan Kureyş’ten bir Arap tarafından
kurulmuştu. Ama köle tüccarlan aniden gelmiş ve Bomu’dan bir sürü
esir alıp köle yapmak üzere götürmüşlerdi. Bunlardan bazılarını ken­
dilerine köle olarak almış, çoğunu da Mısır, Suriye ve başka yerlerde­
ki köle tüccarlanna satmışlardı. Kral mektubunda halkından köle ya­
pılanları hemen bulunup ülkelerine iade edilmelerini ister.17
Bu mektuba yanıt verilip verilmediği bilinmiyor ama otoritesi
Batı Sudan’a kadar ulaşamayan Mısır Sultanı muhtemelen bu konu­
da bir şey yapamamıştır. Şeriat yasalarına göre özgür Müslümanla­
rın köle yapılmaları yasaktı ve buna itiraz eden, kölelerin sadece
putperestler içinden ve diğer ülkelerden seçilmesi gerektiğini söyle­
yen pek çok kişi çıkmıştır. Ama uygulama özellikle Afrika’da sür­
müştür.
DİPNOTLAR
1 Bak. Bernard Lewis, The Müslim Discovery o f E urope, düz. Baskı.
(New York, 1988).
2
Bak. Andre Miquel, a G eographie h um aine d u m o n d e m usulm ane
ju s q u ’au milieu du 1 l e siecle, cilt 2, Geographie arabe et representation du m o n d e: La terreet l'etranger (Paris, 1975), s. 127-202 (“A’Afrique noire”); Tadeusz Lewicki, Arabic External Sources for the History
o f African to the suoth o f the Sahara (Londra, 1974); Yusuf Fadıl Ha­
şan, The Arabs and the Sudan, from te Seventh to the Early Sixteenth
C entury (Edinburgh, 1967); Osman Sid Ahmet İsmail al-Beily, “AlSudan andBilad al-Sudan’ in early and medieval Arabic writing.” Bul
letin o f the Cairo Universit Khartoum 2 (1972); Giovanni Vantini,
“Greek and Arab geographers on Nubia (yak. MÖ 550-MS 1500),”
Graeco-Arabica: First International C ongress on G reek and Arabic
Studies, ed . V. Christides ve M. Papathomopoulos, cilt 3 (Atina,
1984), s. 21-50. Kizobo 0 ’Bweng, “Les Negro-Africains dans les relations Arabo-Byzantines (Vxe),” Graeco-Arabica, cilt 3, s. 85-94. Ber­
nard Lewis’ten seçme çeviriler, İslam from the Prophet M uham m ad to
the Capture o f Constantinople, cilt 2, Religion and Society (New York, 1974), s. 106-20. Ortaçağ siyah Afrika’sı ile ilgili, bilinen en iyi
Arap kaynaklan iki Rus bilim adamı tarafından toplandı, L.E. Kubbel
ve V.V. Matveev, ve Rusça çevirisiyle yayınlandı: Arabskiye istokcniki
VIII-X vekov p o etnograftı i istorii Afriki yuzneye Sakhari (Moskova-
Leningrad, 1960); V. V. Matveev ve L.E. Kubbel Arabskiye istocniki
x-X ll vekov p o etnaografii istorii Afriki yuzneye Sakhari (Moskova-
Leningrad, 1965) - yine Kubbel ve Matveev, Arabskiye ilstocniki
(1960), ve Matveev ve Kubbel, Arabskiye istocniki (1965). Bu ve di­
ğer kaynakların İngilizce çevirileri için bak. N. Levtzion ve J. F. P.
Hopkins, ed. C orpus o f Early Arabic Sources for West African History, çeviri J. F. P. Hopkins (Cambridge, 1981). Fransızca çeviriler
için bak. Joseph M. Cuoq, Recueil des sources arabes concem ant fA friq u e o ccidentale d u V llle au X V Ie siecle (Bilal al-Sudan) (Paris,
1975). Doğu Afrika için bak. M. Devic, Les Pays d es Zendjs.... d ’a pres
les ecrivains arabes (Paris, 1883); F. Storbeck, “Die Berichte der arabischen Geographen des Mittelalters über Ostafrika,” M itteilungen
des Seminars fü r Orientalische Sprachen zu Berlin 1 7, no. 2 (1 9 1 4 ),
s. 97-169; genel bilgi için sak. John Wansbrough, “Africa and the
Arab geographers,” Languages and History in Africa, ed. D. Dalby
(Londra), s. 89-101.
3 Onuncu yüzyılda iki Arap yazan hemen hemen benzer dille bir hika­
ye yazdılar, “in the outer reaches of the land of the Zanj thereare cool
highlands in which live white Zanj” (Abu Ishaq İbrahim İbn Muhammad al-Istakri, Kitab Masalik al-Mamalik, ed. M. J. de Goeje [Leiden,
18701, s. 36; İbn Hawqal, Kitab Şürat al-Ard, ed. J. H. Kramer, cilt 1
[Leiden, 1938-39], s. 59.
4 Yakubi, Kitab al-Buldan,ed. M. J. de Goeje, 2. bas. , Biblioteca geographorum arabicorum, cilt 7 (Leiden, 1892), s. 345; Fransızca çeviri
G. Wiet, Les Pays (Kahire, 1937), s. 205; Kubbel ve Matveev, Arabs­
kiye istocniki (1960), s. 43; Levtzion ve Hopkins, Corpus, s. 302-3.
5 Maqdisi, Kitab al-Bad wa’I-tarikh, ed. ve çev. (Fransızca) Clement Hu-
art (Paris, 1903), metin 4, s. 69-70, çev. s. 65: Matveev ve Kubbel,
Arabskiyeistocniki (1965), s. 14.
6
İdrisi, O pu s geo gra p h icu m , cilt 1 (Napoli ve Roma, 1970), s. 61,
18. Zenc konusunda daha eski baskı, Yusuf Kemal, M onum enıa
C artographica A frikae et A egypti, cilt 3, (Leiden, 1934), s. 831.
(Matveev ve Kubbel, A rabskiye istocniki [1965], s. 258). Takrür
paragrafı, İdrisi, al-M agrip wa-ard al-Sudan, ed. ve çev. R. Dozy ve
M.J de Goeje (Leiden, 1964), s. 4 (Matveev ve Kubbel, Arabskiye
istocniki [1965], s. 236). Tarih referanslan Arap sözünde paralel­
dir: “Blacks are caught with dates.” Freytag, 1/2, pl 651, n. 176. Bu
uygulama on ikinci yüzyılda muhtemelen bir Doğu Afrika adası
halkından söz eden bir Çinli yazar tarafından doğrulanmıştır, ya­
zar, “vücutlan siyah ve kıvırcık saçlan var. Yemek verilerek kandı­
rılıyor ve sonra yakalanıp Arap ülkelerine köle olarak satılıyorlar,
fiyatlan da pahalı... binlercesi böyle satılıyor.” diye yazdı. (Chou
Ch’u-fei, J.J.L. Duyvendak’ın, C h in a ’s D iscovery o f Afrika eserin­
den [Londra, 1949], s. 22-23).
7
lbn Battuta, Voyages ( Tuhfat al-nuzzar), ed. ve çev. C. Defremery ve
B. R. Sangunietti, cilt 4 (1854; yeni baskı, Paris, 1969), s. 441-45; İn­
gilizce çev. lbn Battuta, Travels in Asia and Africa, 1 3 2 5 -1 3 5 4 , çev.
H. A. R. Gibb (Londra, 1929), s. 336-37.
8
lbn Kuraddadbih, Aî-Masalik wa’l-mamalik, ed. M. J. de Goeje, Bibliotheca geo gra p h o ru m arabicorum , cilt 6 (Leiden, 1889), s. 60-61,
170; Kubbel ve Matveev, Arabskiye istocniki (1960), s. 32-33.
9
lbn Qutayba, Al-Maarif, ed. Tharwat Ukasha, 2. bas. (Kahire, 1969),
s. 26 (Kubbel ve Matveev, Arabskiye istocniki [1960], s. 21); lbn Qutayba, U yun al-A kbar, ed. Ahmet Zeki al-Adwi, cilt 2 (Kahire,
1343/1925-30), s. 67. On sekizinci yüzyılda Afrikalı kölelerin dişleri
hk. bak. W.G. Brovvne, Travels in Africa, Egypt and Syria from the
year 1 7 9 2 to 1 7 9 8 , 2. bas. (Londra, 1806), s. 396.
10 Masudi, Murilj al-dahab, ed. Charles Pellat (Beyrut, 1965-), cilt 1. s.
91; çeviri Charles Pellat, Les Prairies d ’or, cilt 1 (Paris, 1962), s. 69.
1 1 Maqdisi, Kitah al-Bad, cilt 4, s. 69-70.
12
H u d u d al-Alam, ed. M. Stoodeh (Tahran,, 1340/1962), s. 195-200;
İngilizce çeviri V. Minorsky (Londra, 1937), s. 163-66.
13
Bak. yukarıda, s. 32ff.
14 Tüsi, Tasavvurat, ed. W. lvanow (Leiden, 1950), s. 52-53; cf lvanow
çevirisi, s. 57-58.
15 F. Rosenthal çevirisinde, İbn Haldun, The M ukaddimah, cilt 1 (New
York, 1958), s. 301 (bundan böyle sadece Rosenthal). Başka İngilizce
çeviri için bak. C. Issawi, A n Arab Philosophy o f History (Londra,
1950), s. 98. Bu paragrafın orijinali için bak. İbn Haldun, M ukaddi­
mah, ed. Etienne.Quatremere, cilt 1 (Paris, 1858), s. 269; aynı, (Bey­
rut, 1901), s. 148; aynı ed. Nasr al-Hurini (Bulaq, 1274/1857), s.
124-25 (bundan böyle sadece Quatremere, Beyrut ve Bulaq). Fransız­
ca çeviri M. de Slane, Les Prolegom enes d ’lbtı Khaldun, cilt 1 (1862;
yeni baskı, Paris, 1934), s. 309 (“11 est vrai que la plupart des negres
s’habituent facilement ala la servimde; mais cette disposition resulte,
ainsi que nous l’avons dit ailleurs, d’une inferiote d’organisation qui
les rapproche des animaux bruts”); ve Vincent Monteil, Discours su r
l'histoire üniverselle (Al-M uqaddima), cilt 1 (Beyrut, 1967), s. 294
(“C’est ainsi que les nations negres sont en general soumises a l’eslclavage parce que les noirs sont une humanite inferieure (nakş al-insaniyya), plus proche des animaux stupides”). Paralel yazılar için bak.
Rosenthal, cilt 1, s. 118ff, 168ff. M uqaddim a’da bir başka paragrafta
(Quatremere, cilt 1, s. 95-96; Rosenthal, cilt 1, s. 118-19; Levtzion ve
Hopkins, Corpus, s. 319-20), İbn Haldun, Batı Afrikalı siyahileri ta­
nımladıktan sonra şöyle der, “Onların ötesinde, güneyde bir uygarlık
yok. Orada yaşayanlar insandan ziyade aptal hayvanlara benziyorlar.
Çalılar arasında, mağaralarda yaşıyor, ot ve öğütülmemiş tahıl yiyor­
lar. Bazen birbirlerini de yerler. Onlara insan demek doğru olmaz."
(Rosenthal, cilt 1, s. 118-19. Tarihsel çalışma Kitab al-tbar'da (Kahire,
1867), cilt 5, s. 433ff (Levtzion ve Hopkins çevirisi Corpus, s. 322ff),
İbn Haldun Batı Afrika halkları ve krallıkları hakkında geniş bilgi ve­
rir. İbn Haldun başka bir paragrafta ılıman olmayan bölge halklarını
anlatır ve şöyle der, “Siyahların gıdası durra ve otlar, giysileri ağaç
yaprakları ya da hayvan postları. Çoğu çıplak gezer. Ülkelerinin mey­
veleri ve havası garip, güzel değil. Alışverişlerinde iki asil metali değil
de bakır, demir, ya da deri kullanıyorlar, bunların belirli değerleri
var. Ama kendileri aptal hayvanlara benziyorlar, söylendiğine göre bi­
rinci bölge zencileri mağaralar ve çalılar arasında yaşıyorlar, bir arada,
toplum halinde yaşamıyorlar ve birbirlerini yiyorlar. Slavlar için de
aynı şey geçerli.” (Quatremere, cilt 1, s. 149-50; Rosenthal, cilt 1, s.
168); Issawi, Arab Philosophy o f History, s. 44.
16
Siyah Afrika konusunda Ortaçağ Mısır bilim adamlarının çevirdi, ila­
veli görüşleri için bak. Dierk Lange, “Un Texte de Maqnzi sur les races des Sudan,” Annales Islamologique 15 (1979), s. 187-209.
17 Al-Qalqashandi, Şubh al-Asba, cilt 8 (Kahire, 1313-19/1895-1901), s.
116-17. Levtzion ve Hopkins’te tam çeviri bulunabilir, C orpus, s.
347ff.
SEKİZİNCİ BÖLÜM
SİYAH VE BEYAZ
Irkların üstün ya da aşağı ırk olarak ikiye ayrıldığını ve aşağı ır­
kın diğerlerinin egemenliği altında olacağını söyleyen bir ayet yok­
tur Kuran’da; Müslüman hukukçular ve ilahiyatçılar bu görüşü ta­
mamen reddederler. Fakat Arapların diğer Müslüman toplumlara
göre üstün olduğundan söz eden bazı hadisler, hükümler ve bunlar­
dan bahseden yazılar olduğu söylenir. Halife Ömer’in, “Hiçbir Arap
köle olamaz.” dediği rivayet edilir. Bazı putperest Araplar, ilk halife­
ler ve hatta Hz. Peygamber tarafından köle olarak alınmıştır ve
Arapların kölelikle ilgili kurallar dışında kalması, daha sonraki hu­
kukçular tarafından onaylanmamıştır.1
Böyle bir fikir, Arap fetihleri sayesinde büyümüş olan İslam im­
paratorluğunun ilk zamanlarında sosyal gerçekleri yansıtmıştır. Fa­
kat dokuzuncu yüzyılda tüm bu ayrıcalıklara son verilmeye başlan­
dı. Bazı hukukçular eski hadisleri ve Kuran’ı hatırlatarak, Araplara
ya da diğer etnik gruplara verilmek istenen tüm ayrıcalıkları reddet­
tiler. Müslüman ilahiyatçılar ve hukukçular hiçbir ırkın yaratılış ola­
rak diğerlerinden aşağı olacağı ve köle olarak kullanılabileceği fikri­
ni asla kabul etmediler.
Fakat çok eskilerden gelen ve Müslüman toplumundaki deği­
şikliklere uygun oldukları söylenerek Müslüman belgelerine girmiş
bu tür yazılar da var. Aristo kölelikle ilgili bir tartışmasında bazıları­
nın doğuştan özgür, bazılarının da köle olduğunu söylemişti. Bu
durumda kölelik hem yararlı, hem de uygun görülüyordu ve onları
köle olmaya zorlayan bir savaş da sadece bir savaştı.2
Bu ve buna benzer, aynı kaynaklardan gelen fikirler Aristo yan­
lısı birkaç Müslüman tarafından yansıtıldı.3 Onuncu yüzyılda yaşa­
mış olan Filozof el-Farabi, köle olmak istemedikleri halde, bir sa­
vaşta köleliğin onlar için uygun ve yararlı olacağını söyleyenler tara­
fından esir alınarak köle yapıldıklarını anlatır.4 Aristo yanlısı başka
filozoflar da kölelik fikrinden söz etmiş ama üzerinde fazla durma­
mışlardır. Örneğin el-Amiri, Aristo’yu izler ama efendinin köleye
olan üstünlüğünü, erkeğin kadına olan üstünlüğüne benzetir.5
Aristo kölelik konusunda hangi ırkları düşündüğünü söylemez
ama barbarların kölelik için Yunanlılardan daha uygun olduğunu
söyler, ona göre Asyalılar da AvrupalIlardan daha uygundur. Aris­
to’ya göre onlar bu nedenle despot hükümete razıdırlar.6 Onuncu
ve on birinci yüzyıllarda bazı Müslüman filozoflar daha açık olmuş­
lardır. Büyük fizikçi ve filozof Avicenna (908-1037) Tanrı’nm, köle­
liğe uygun insanları çok sıcak ya da çok soğuk bölgelere yerleştirdi­
ğini söyler, çünkü ona göre, efendiler ve köleler olmalıdır.7 Kuzey­
de Türkler ve komşularıyla, Afrika’daki siyahlar böyle halklardır.
Kahire’de Fatımi Fialifesi misyon şefi olan tsmaili, ilahiyatçı Fîamit
el-Din el-Kirmani de (ö. 1021) benzer düşüncededir. Bir felsefi ça­
lışmasında Türkleri, Zencleri, Berberleri ve benzeri halkları, doğala­
rı gereği entelektüel bilgi sahibi olamayacak ve dinsel gerçekleri an­
lama arzusu duymayacak kadar cahil olmakla suçlamıştır.8
O dönemde Müslüman kölelerin çoğunluğu Türklerden ve si­
yahilerden oluşuyordu ve Aristo’nun güncel hale getirilen doğal kö­
lelik doktrini, onların köleliklerini tamamen haklı gösteriyordu.
Afrikalı siyahların köleliğe uygun olduğunu söyleyen ve bu kez
felsefi metinlerle değil de dinsel metinlerle haklı göstermeye çalışan
girişim, Ham’ın laneti gibi dinsel bir hikayenin Müslüman uygula­
ması oldu.9 Genesis 9 :l-2 7 ’ye göre lanetin nedeni siyahlık değil, kö­
leliktir ve Ham’m en küçük oğlu Canaan lanetlenir. İsraillilerin kö­
leleri akrabaları olan Canaan soyundan gelenlerdir ve onların köle­
likleri için bir bahane aranır. Arapların köleleri ise Canaan soyu de­
ğil, siyahlardır; böylece hikaye siyahlara transfer olur ve kölelikleri­
ne siyahlık da eklenir. Geniş bir alana yayılmış olmasına rağmen bu
hikaye evrensel olarak kabul edilmemiştir. Ibn Haldun ve diğer bazı
Arap yazarlar bunun saçma olduğunu söyleyerek reddederler ve si­
yahlığın nedeni olarak iklim ve coğrafya koşullarını gösterirler. Fa­
kat siyahlık ve köleliğin ilişkili olduğu fikri daha çok gerçeklere da­
yanır.
Bu fikirler Müslüman hukukçuların yazılarında hiçbir zaman
görülmez, çünkü onlar ırkı ya da kökeni ne olursa olsun, bir Müs­
lüman’ın köleliğini reddederler. Kuzey ve Güney Amerika’da görü­
len, siyahlığın kölelikle bir arada olması fikri de İslam dünyasında
yoktur. İslam dünyasında hem beyaz ve hem de siyahi köleler var­
dır, siyahlar köle olabildiği gibi, özgür olarak da yaşarlar. Fakat si­
yahların köleliği devam ederken daha sonraki yüzyıllarda beyaz kö­
lelerin sayıları gittikçe azaldı.
Ortaçağ’da beyaz kölelere m a m lu k , yani Arapça’da “sahip olu­
nan” denirken, siyahi kölelere a b d deniyordu.10 Daha sonra bu a b d
sözcüğü köle olsun ya da olmasın tüm siyahiler için kullanıldı. Sos­
yalden etnik anlama bir geçiştir bu ve bizim “köle” sözcüğündeki
anlamsal gelişmenin tersini gösterir, köle sözcüğü de bir etnik gru­
bun tanımlaması olarak alınmış ve sonra sosyal bir deyim olmuştur.
Batı İslam’da -Kuzey Afrika ve Ispanya’da- k a d im ya da k a d e m söz­
cüğü “siyahi köle”, “köle kadın” ya da “cariye” anlamındadır.11
Siyah ve beyaz köleler sadece terminolojide ayrılmamıştır. Be­
yaz köleler ve özellikle de beyaz kadın köleler diğerlerinde daha pa­
halıydı12 ve siyahi köleler sosyal yaşamda ve işlerinde daha çok kı­
sıtlanıyordu. İlk zamanlar siyahi şarkıcılar çok tutulur, kendileri
için olmasa bile kendilerini eğitenler ve efendileri adına çok para
kazanırlardı. Cahız, şarkıcı kızlar hakkmdaki bir yazısında köle bir
Habeş kızın değerinin yüz yirmi bin dinar olduğunu ve efendisine
çok para kazandırdığını yazmıştır.13 Ama siyah şarkıcılar daha son­
ra yerlerini beyazlara bıraktılar. Rivayete göre büyük müzisyen İbra­
him el-Mavşili’nin (742-804) oğlu şöyle demiştir. “Şarkıcı olarak
güzel köle kızları değil de sarı ve siyah kızları yetiştiriyorlardı. De­
ğerli kızlara müzik dersi veren, şarkı söylemeyi öğreten ilk hoca be­
nim babam oldu.” Ve bu kızların fiyatları çok yüksekti.14
Ibn Butlan kitabında erkek ve kadın köleler için farklı işlerden
söz eder. Kişilerin korunması ya da evlerde bekçilik için Hintli ve
Nubianları; işçi, hizmetçi ve harem ağalığı için Zencleri; asker ola­
rak da Türkleri ve Slavları tavsiye etmiştir. Kadın köleler hakkında
ise daha ayrıntılı yazmış, ırk özellikleri, vücut ve karakter güzellik­
lerinden ve en iyi yapabilecekleri işlerden söz etmiştir.15 Merkezi İs­
lam topraklarında siyahi köleler daha ziyade uşak olarak ev hizmet­
lerinde ya da harem ağası olarak kullanılıyordu, efendilerinin dük­
kanlarında çalışanlar da vardı elbette ve bazı erkek siyahi köleler de
madenlerde işçi olarak çalışırdı.16 Sahradaki tuzlalarda ve bakır ma­
denlerinde hem erkek ve hem de kadın köleler çalışıyordu.17 Özel­
likle Basra’nın tuzlalarında çalışan siyahi köleler ünlüydü. Büyük
çoğunluğu Doğu Afrika’dan getirilmiş olan bu kölelerin sayıları on
binleri geçerdi ve muhtemelen tarla olarak açılması istenen tuzlu
toprakları temizler, son derece kötü şartlarda çalışır ve yaşarlardı.
Yazılı belgelere bakılırsa onlara sadece birkaç avuç dolusu un, irmik
ve hurma verilirdi gıda olarak. Bu köleler birçok kez isyan ettiler,
son isyan on beş yıl sürdü (868-883) ve Bağdat halifeliği için büyük
tehdit oluşturdu.18
Oldukça radikal ve ilerici dinsel gruplar bile siyahilerin köleli­
ğini doğal olarak kabul ediyorlardı. Bazı belgelere göre Carmathian’lar Doğu Arabistan’da bir tür cumhuriyet kurdular ve İslam’ın in­
sanlar ve mülkleri için getirdiği birçok kuralı, yasayı iptal ettiler; zor
işlerde çalıştırdıkları otuz bin kadar siyahi köleleri vardı.19
Hukukçular siyahi Müslüman kölelerin durumlarını arada bir
tartıştılar. İslam yasası ırkı ne olursa olsun özgür Müslümanların
köle yapılmasını yasaklar ve bu yasağa genelde uyulmuştur. Fakat
' bu yasanın Afrikalı Müslüman esirleri koruduğu söylenemez. Bu
konuda on beşinci yüzyılda Faslı hukuk adamı Ahmet Wansharisi’nin derlediği Ispanya ve Kuzey Afrika fetvalanna bakıldığında gö­
rülebilir bu durum. Üzerinde durulması gereken soru, siyah Habeş
esirlerin monoteizme uygun ibadet ettikleri halde köle olarak alınıp
satılamayacağıdır. Yasa putperestin köle olabileceğini, ama Müslümanın olamayacağını söyler; fakat putperestin köle olduktan sonra
İslam’ı kabul etmesi onun hemen azat edilmesine yetmezdi. Bir fet­
vaya göre, kölelik o zamanki ya da önceki putperestlik döneminde
.gelmişti ve köle kişi İslam’ı kabul etse bile bu devam eder, onun
»zat edilip edilmemesi efendisine bağlı olurdu. Eğer bir grup toplu­
ca İslam’ı kabul ettiyse o gruptan köle almak yasaktı. Fakat İslam’ı
Jkabul etme eyleminin kölelikten önce ya da sonra olması konusun­
ca kuşku olması onun köle olmasını hükümsüz kılmazdı. Fetvayı
yazan kişi bunu tartışır ama İslam’ın her halükarda özgürlüğü kap­
amadığını söyler ve kuşku halinde avantajı efendiye bırakırdı.20
Bazı kaynaklara göre bazı siyahi krallar kendilerine saldırıldığından
He özgür Müslümanların esir alınıp köle yapıldıklarından şikayetçi
Olmuşlardır.21
Bu durum bir Afrikalı hukukçu olan Timbuktu’lu Ahmet Baba
(1556-1627) tarafından Tuat vahasında bir grup Müslüman için ya­
zılan bir cevapta tartışılmıştır. Tuat vahası önemli bir köle pazarıydı
ve orada yaşayan özgür insanlar, siyahların köleliği konusunda bazı
sorular attılar ortaya. Ahmet Baba genelde klasik İslam pozisyonunu
doğrular. Müslümanlar ve Müslüman ülkede yaşayan gayrimüslim­
ler köle yapılamaz der. Bir cihatta esir düşen putperestler köle olur
ve onların köleliği İslam’ı kabul etmeleri halinde de düşmez. Ahmet
Baba yazısında daha güneydeki putperest siyahileri anlatır ve onla­
rın köleliğinin caiz olduğunu söyler. Fakat Tanrı siyahların atası
Ham’ı lanetlediği için onların köle olmaya mahkum oldukları tezini
reddeder ve “Ham’ın siyahların atası olduğunu düşünsek bile, Tanrı
bir kötü kişi yüzünden milyonlarca insanı cezalandırmayacak kadar
merhametlidir.” der. Köleliğin nedeni siyah ten değil, putperestlik­
tir. Siyah ya da beyaz tüm putperestler köle yapılabilir, ama siyah ya
da beyaz hiçbir Müslüman köle olamaz.
Fakat Ahmet Baba’mn cevap yazısında Müslüman siyahların ya­
saya rağmen köle yapıldığı ve yasadışı köle yapılanların ayrımının
güç olduğu anlatılır. Fakat Faslı el-Wansharisi, köle tüccarlarının
yasal köle sattığını kanıtlayan belge vermeleri gerektiğini söyler. Bir
kölenin yasal olarak satılıp satılmadığına o kölenin sözüne bakılarak
karar verilemez, hukukçular bunu kabul etmezler, ama Ahmet Baba
onlara inanılması gerektiğini ifade eder.22
On dokuzuncu yüzyıl tarihçisi Ahmet İbn Halit el-Naşıri
(1834-97)23 siyahi Müslümanların yasadışı köle yapılmaları konu­
sunda yazılar yazarak o dönemde yeni kölelik karşıtı fikirleri etkile­
miştir. El-Naşıri Müslüman hukukunda kölelik kurumunun yasallı­
ğını kabul eder ama uygulama karşısında dehşete düştüğünü söyler.
Özellikle Mağrip topraklarında siyahların sürüler halinde, köle pa­
zarlarında adeta hayvanlar gibi alınıp satıldığından söz eder. Ona
göre, halk da onların siyahi oldukları için köleliğe layık görüldüğü­
nü ve ülkelerinden getirilip satıldığını sanmaktadır. El-Naşıri bunun
doğru olmadığım, din öğretilerine aykırı işler yapıldığını, çünkü o
siyahların Müslüman ve beyazlar kadar hak sahibi olduklarını söy­
ler. El-Naşıri’ye göre putperestler, imansızlar köle olabilirler, bu do­
ğaldır ama siyahların büyük çoğunluğu artık Müslümandır ve insa­
noğlunun doğal hali özgür olmak olduğuna göre, kuşkulu durum­
larda siyahilerin de fikirleri alınmalıdır. Köle tüccarlarının göster­
dikleri kanıtlar kendi çıkarlarmadır, güvenilmezdir ve köle tüccarla­
rı ahlaksız ya da dinsiz, imansız olmakla suçlanırlar.
El-Naşıri siyahların köle ticaretiyle ilgili olarak başka noktalara
da değinnjiştir:
Sözlerine güvenilen bazı kişilerin söylediklerine bakılırsa, si­
yahlar geçmişte olduğu gibi günümüzde de, tıpkı Mağrip’deki
Bedevilerin diğerlerine saldmp hayvanlannı ve sürülerini çaldık­
ları gibi, kendi evlerinden uzak yerlerde başka siyahlara saldmp
onların çocuklarını kaçmyorlar. Bunlann hepsi Müslüman ama
yeterince dindar olmadıklanndan ve onlan kontrol edecek yasa­
lar da eksik olduğundan bunları yapıyorlar. Dinine bağlı olan,
vicdan sahibi bir insan böyle bir köleyi nasıl satın alabilir? Onla­
rın kadınlarını nasıl cariye olarak alabilir ve yasal olarak kuşkulu
bir cinsel ilişkiye girebilir?
Bu tür argümanların çokluğuna ve Tunus’lu Ahmet Bey’in köleferin azat edilmesi konusundaki emirlerine rağmen, siyahların köle
kapılmaları ve Akdeniz ülkeleriyle Orta Doğuya satılmaları devam
|tti ve pek çok kişi siyahların putperest olduklarım, bunlara karşı
»Bpılan savaşların kutsal savaş, cihat sayılacağını ve esirlerin doğal
»arak köle yapılabileceğini söylemeyi sürdürdüler. Vicdan sahibi
rtüslümanlar sadece cihatta esir alınanların köle yapılabileceğini
İldiği için tüm saldırılara, baskınlara cihat deniyordu. El-Naşıri giI iyi ve dindar Müslümanlar buna isyan ediyor ama bir şey yapaSiyorlardı.
Beyaz kölelere ağır işler verilmez, onlar ev ve işyerlerinde hafif
işlerde, yönetimde çalışırlardı. İlk zamanlar harem ağası olarak si­
yahlar ve beyazlar kullanılıyordu ama sonra bu alanda siyahlar ço­
ğaldı. Bir rivayete göre Halife el-Amin (saltanatı 809-13) çok sayıda
siyah ve beyaz harem ağası alır ve onlara jaradiyya (çekirge) ve g u rabiyya (kuzgun) dermiş. Onuncu yüzyıl başlarında Bağdat’taki ha­
life sarayında bir dönem yedi bin siyah ve dört bin beyaz harem
ağası olduğu söylenir.24 Daha sonra beyaz harem ağaları azaldı ve fi­
yatları arttı.
Fetihler döneminde siyahi kölelerin merkezi Arap topraklarına
getirilmesi hiç aralıksız olarak on dokuzuncu ve bazı bölgelerde yir­
minci yüzyıla kadar devam etti. Bazı Batılı gezginlerin de bu konuda
bilgi veren yazıları vardır. Kasım 1785’te bir Türk teknesiyle İz­
mir’den İstanbul’a giden Jeremy Bentham günlüğüne şöyle yazmış­
tır: “Gemide kaptan dışında on beş kişilik bir mürettebat vardı; gü­
vertede hepsi Türk olan yirmi dört yolcu, ambarda da on sekiz genç
zenci kadın köle bulunuyordu.”25
Siyahi kölelerin sayısı çok daha fazla olsa bile beyaz ve siyah
köleler arasında uzun süre bir ayrım yapılıyordu. İslam toprakla­
rında beyaz köleler general, vali, yönetici ve hatta hükümdar bile
oluyordu ama bu kadar yükselen siyahi köleler hemen hiç görül­
medi. Ama Müslüman Hindistan’da Afrikalı siyahi kökenli bazı
askerler yüksek mevkilere çıktılar.26 Ama başka ülkelerde pek
görülmedi bu. Zencilerden sadece biri siyahilerin topraklan dı­
şında, bir Müslüman toprağında hüküm sürdü; ünlü Nubian ha­
rem ağası Ebu’l-Misk Kafür, “Mis Kokulu Kafuru” onuncu yüzyıl­
da Mısır’da hükümdar vekili oldu. Tarihçiler buna olağandışı bir
olay olarak baktılar ve büyük Arap şairi el-Matanabbi, Kafür’ün
durumunu hicivsel bir dille anlattı ve Mısır’ın hükümdanna sal­
dırdı:
Kötü bir köle efendisine ihanet etse ya da
onu öldürse, Mısır’da mı eğitim görmüştür?
Orada harem ağası kaçak kölelerin başına geçti,
Özgür adam köle oldu, kölenin sözü dinlendi.
Köle dindar özgürün kardeşi olmaz,
özgürün elbisesiyle doğsa bile.
Onunla beraber sopa almadan köle satın alma,
Çünkü köleler pistir ve iyi değildir.
Hayatımda bir köpeğin bana kötülük yaparak
bunun için övüleceğim sanmazdım,
dürüst insanların yok olacağını da düşünmedim,
cömertlerin babası hep burada
olur dedim,
ve şu delinmiş deve dudaklı zenciye
şu korkak uşakların inanacağım düşünmedim.
Hadım zencinin asaleti kim öğretti? Beyaz
halkı mı, yoksa kral atalan mı?
yoksa kulağı köle tüccarının elinde mi kanadı?
yoksa beş para etmediği görülünce
onu atacaklar mı?
Sefil Kafür aşağılanmayı hak ediyor
her alçaklığı için affediliyor
bazen affedilme bir serzeniş oluyor
çünkü beyaz aygırlar nazik olamıyor,
ya siyah hadımlar?
Şair bir başka şiirinde de şöyle diyor:
Bir köleden ya da eşinden daha aptal olan kişi
köleyi efendisi yapandır.
Seni bir sözüyle tutanla, yine seni zindanda tutan
bir değildir.
Siyah kölenin ahlakı da pis kokan bedeni
ve dişlerine benzer.
Bugün için söz verdiklerini yapmaz ve dün
söylediklerini hatırlamaz.
Başının üstünden köle tüccarı eli geçmiş
birinden iyilik bekleme,
Eğer onun kişiliğinden ya da durumundan
kuşkuluysan ırkına bak.
Aşağılık bir insan genelde
ana rahminde de aşağılıktır.
Kimseye yararı dokunmayan insan
kökeninden ayrılamaz.27
Aynı kısıtlamalar azat edilmiş köle için de geçerliydi. Azat edil­
miş beyaz köle hiçbir kısıtlamaya tabi tutulmazken, özgür kalan si­
yahi köle eskisinden pek farklı bir yaşama kavuşamaz, sürekli aşağılanırdı. Emeviler zamanında, bazı şikayetlere rağmen yükselen siya­
hi şairler ve şarkıcılar vardı. Daha sonraki dönemlerde Arap edebi­
yatında siyahi şairler pek görülmedi ve on sekizinci yüzyılın ortala­
rından itibaren ortadan kayboldular. Birkaç din alimi ve bilim ada­
mının atalarının siyahi olduğu söylendi ama bunlar istisnalardı.28
Önemli olan, siyahilerin zenginler, güçlüler ve ayrıcalıklı olanlar
arasında artık görülmemesiydi. Ortaçağ yazarları bazen bunun ne­
deni olarak kapasite eksikliğini gösterdiler. Modem gözlemciler ise
onlara fırsat verilmediğini göreceklerdir.
DİPNOTLAR
1
Abd al-W ah h ab al-Sh aran i ( Kitab al-G h u m m a , cilt 2 [K ahirea,
1 3 7 0 /1 9 5 0 ], s. 2 1 6 ), fikri tamamen reddeder. Arapların köleliği hak.
bak. İbn Hissam, Kitab al-Sira, ed. F. Wüstenfeld, cilt 2 (Göttingen,
1859), s. 877ff; İngilizce çeviri A. Guillaume, T h e L ife o fM u h a m m a d
(Oxford, 1955), s. 592ff; Macit Kadduri, War a n d
İslam
Peace in th e Law o f
(Baltimore, 1955), s. 130-32. Bedevi Ömer’e Arapların kökeni
ve İslam’ın ana maddesi tanımlaması için bak. Abu Yusuf,
Karaj
Kitab al-
(Bulaq, 1302, 1302/1885), s. 8; İngilizce çeviri A. Ben Shemesh,
Taxation in İslam,
cilt 3 (Londra, 1969), s. 47. Arap ayrıcalıkları hak.
bak. yukarıda s. 37ff ve 86ff.
2
Aristo,
3
Joel L. Kramer, “The Jihad of the Falasifa,” Jeru sa lem
Politics,
bic a n d İslam
1254b20, 1255alff, 1255a8, 1278b23.
Studies in Ara-
10 (1987), s. 313, burada başka kaynaklar da vardır.
4
Al-Farafii,
5
Abu’l Haşan Muhammad al-Amiri (ö. 992), A l Sa'ada w a’l-Isad, ed.
Mojtaba Minovi (Wiesbaden, 1957-58), s. 188, cf s. 363. Arap felsefe­
F u ş ü l Muntazaa,
sinde Aristo
Politics
ed. F.M. Najjar (Beyrut, 1971), s. 76-77.
Müslüman kullanımı hak. bak. S. Pines, “Aristot-
le’s Politics in Arabic philosophy,” Israel
O riental S tu d ies
5 (1975), s.
150-66; Franz Rosenthal, T h e M üslim C o n cep t o f F re e d o m { Leiden,
1960), s. 31-32; ve doğal kökelik hak. S. M. Stem, A ristotleon the
W o rld State
(Oxford, 1968), s. 30ff.
6
Aristo,
7
E. I. J. Rosenthal,
Politics
1285a20.
Political T h o u gh t in M edieval İslam
(Cambridge,
'■ 1958), s. 154-55.
B Kirmani, R ahatu’a qled. M. Kamil Hüseyin ve M. Musbtafa Hilmi (Ka? hire, 1953), s. 241.
t
B Kutsal Kitap versiyonunda lanet sadece Canaan üstüne düşer ve kul­
luk, kölelikten ibarettir. Bir paragraf dışında ne Babil, ne de Kudüs
Talmud’u bu versiyondan ayrılır. Bu istisna her iki Talmud’da da il­
ginç bir hikayedir (S a n h ed rin , 108b;
h im ,
Babylonian Talm ud: S e d e r Nas-
ed. 1. Epstein, çev. jacob Shachter ve H. Freeman İLondra,
19351, s. 745). Eski bazı yorumlarda Nuh’un Gemisinde köpek, kuz­
gun ve Nuh’un oğlu Ham’ın nasıl günah işledikleri anlatılır. Her üçü
de cezalandırılmış, Ham’m cezası Babil Talmud’unda Iaqa b e ’oro (söz­
lük anlamı, “kendi teninde çarpılma”dır). Kudüs Talmud’unda Ham
m efu ham ’d u (yanarak kül olmuş anlamında). Daha sonraki yorumcu­
lar belki de hikayenin Ortaçağ versiyonu etkisinde kalarak bunun si­
yahlık anlamına geldiğini söylemişlerdir. Fakat metinde lanetin köle­
likten siyahlığa uzandığına ya da beyaz olan Canaan’dan siyah olan
Kush’a transfer edildiğine dair belirti yoktur. Ne Kush’tan, ne de ırk­
sal siyahlıktan bir ceza olarak söz edilir. Tam aksine, eski Yahudi edebilatında siyahın güzel olduğunu söyleyen satırlar vardır. Süleyman
Şarkısı’mn (1:5) bilinen dizesinde, “Ben siyahım, fakat güzelim, Ey siz
Kudüs’ün kızları.” der, orijinal İbrani ve eski Yunan çevirilerinde,
hem Yahudi ve hem de Hıristiyanlarda. “Siyahım ama güzelim.” der.
Bir yerde Hz. Musa’nın kız kardeşi Miriam onun bir Habeş kadınıyla
evlenmesini istemez, suçlar onu ve Tanrı bunun için onu cezalandırır.
Ceza cüzam hastalığıdır; “Dikkat, Miriam cüzamlı oldu, kar gibi b e­
yaz." (Numbers 12:19). Hz. Musa kız kardeşi için Tann’ya yakardı,
Miriam yedi gün süreyle sürgün edildi ve sonra affedilerek geri dön­
dü, eski rengini aldı.
Ham’ın renginin değişmesi sadece dinsel edebiyatta, adının köpek ve
kuzgunla birlikte anıldığı bu hikayede anlatılır, Talmud’un başka ye­
rinde yoktur ve kölelik lanetiyle ilişkilendirilmez. Babil Talmud’u ve
hikayenin anlatıldığı diğer yazılarda kalıtsal renk değişimiyle ilgili bil­
gi yoktur. Fakat bu tek referansa göre J. R. Willis, “Ham’ın laneti Eski
Ahitte’dir ama onu zorlayan yatak Babil Talmudu’dur.” der. (Slaves
and Slavery in Müslim Africa, cilt 1 [Londra, 1985], s. 8; “Islamic Africa: reflections on the servile esbtate,” den yeni baskı, Studia lsîamica
52[19801, s. 194).
Babasına karşı geldiği için lanetlenen Ham’ın siyahlığı konusundaki
en eski hikaye İncil yorumunda Nisibis’li Suriyeli rahip Saint Ephrem
hikayesidir ve burada Nuh şöyle der: “Canaan’a lanet olsun ve Tann
onun yüzünü kara yapsm.” Bunun üzerine Canaan ve Ham siyah
olurlar (Paul Lagarde, Materialen z u r Kritik u n d G eschichte des Pentateuchs, cilt 1 [yeni baskı Osnobrück ve Wiesbaden, 1967], s. 86-
87, M. Grünebaum, N eu e Beitrage z u r Semitischen Sagenkun de [Leiden, 1893, s. 86). Bu paragraf Saint Ephrem’in eski yazılarından alın­
mış paragraflarda geçer ve gerçekliği kuşkuludur. Bu paragrafla ilgili
hiçbir Süryanice belge şimdiye kadar bulunamadı ve hikaye daha son­
ra Arapça versiyona eklenmiş olabilir. Aynı fikir Eski Andin Arami di­
linde yazılmış yorumlannda da görülür ( Bereshit Rabbah, 37, 7; İngi­
lizce çeviri H. Freeman, The Midrash Rabbah, cilt 1, Genesis [Londra,
1977], s. 292-93), burada lanet konusunda, “Bundan dolayı onun so­
yu çirkin ve siyah olacak.” \mefuham] denmiştir. Saint Ephrem MS
373le öldü; isimsiz Bereshit Rabbah’a muhtemelen MS altıncı yüzyıl­
da bazı ekler yapılmış olabilir ki bu da onlardan biridir belki. O za­
mana kadar da Canaan’lılar artık tanınıyorlardı. Kutsal Yahudi ve Hı­
ristiyan versiyonlarda Afrikalı siyahların atası olarak geçen Kush’un
adı bu versiyonlarda anılmaz.
Kuran’da da Nuh’un Gemisi ve Nuih’un ailesinden ayrılan bir oğlu­
nun yok olduğu anlatılar. Ama Han’ın lanetinden, köleliğinden ya da
siyahlığından ve de soyundan söz edilmez. Fakat Ham hikayesi İslam
edebiyatında anlatılır, ve bu versiyonlar değişiktir. Ham’ın babasına
karşı geldiği anlatılır ama ayrıntı yoktur. Bazı versiyonlarda Nuh’un
oğluna beddua ettiği, bazılarında onu lanetlediği anlatılır. Bazılarında
lanet kölelik, bazılarında hem kölelik, hem siyahlıktır. İbn Qutayba
(828-89) konuyla ilgili şöyle yazmıştır:
Wahb İbn Munabbih dedi ki: Nuh’un oğlu Ham beyaz, yakı­
şıklı bir adamdı, ama Tann babasının laneti üzerine onun ve so­
yunun rengini değiştirdi. Ham çocuklarını alarak sahile yerleştiler
ve Tanrı orada onların üremesini, çoğalmasını sağladı.
Onlar siyahtır. Gıdaları balıktı, balık eti yapıştığı için dişlerini iğ­
ne gibi sivrilttiler. Bazı çocukları Batı’ya [Magrip’e] gittiler. Ham’m
Küsh İbn Ham, Kenan Ibn Ham ve Füt İbn Ham adında oğulları ol­
du. Fuat Hindistan ve Sind’e yerleşti ve o bölgede yaşayanlar onun
soyudur. Küsh ve Kenan’ın soyları çeşitli siyahi ırklardır: Nubian’lar,
Zenc’ler, Qaran’lar, Zaghavva’lar, Habeşler, Kiptiler ve Berberler. (Kitab al-Maarif, ed. Tharwaı Ukasha, 2. baskı [Kahire, 1969], s. 26).
tbn Qutayba bu hikayeye kaynak olarak Wahb İbn Munabbih’in gös­
terir ki pek çok kuşkulu hikaye ona atfedilmiştir. Wahb bazılarına gö­
re Yahudi, bazılarına göreyse Hıristiyan kökenlidir ve sonradan Müs­
lüman olmuştur. Hz., İsa hikayelerinde usta olduğu söylendiğine göre
Hıristiyan kökenli olabilir, (bak. örn. İbn Hisham, Kitab al-Tijan fi
M ulük Himyar [Haydarabad, 1347/1928-29], s. 27). Ama sorunlu bir
kişi olduğu söylenir ve ona atfedilen hadislere kuşkulu gözle bakılır.
Hikayenin bir başka versiyonunda (Muhammad b. Abdallah al-Kisai,
Vita prophetarum , ed. Eisenberg [Leiden, 1923], s. 98-99), Shem ba­
basının çıplaklığını örttüğü için onun soyundan gelenler peygamber
ve soylu (şerif), Ham’m soyundan gelenler ise Hüküm Günü’ne kadar
köle olacaklardı. Japhet’in soyu zalim (jababira ), Chosroes (akasira)
ve kral (m ulük) olacaklardı.
tslam versiyonları Yahudi ve Hırstiyan dinsel versiyonlardan farklıdır:
Ham lanetlendiği için siyahilerin atasıdır ve lanet, kölelik ve siyahlık
içerir. Ham’ın laneti Afrika’ya yayılan Arapların Ortaçağ hikayelerinde
de geçer, örneğin Sayf İbn Dhi Yazan’m hikayesinde onun emrindeki
Müslüman Arapların imansız Habeş ve siyahileri nasıl yendiği anlatılır
(Sirat Sa iflb n Dhi Yazan (Kahire, 1322/1904-5], ve diğer yayınlar).
Görüldüğü gibi bu hikaye genelde Müslüman yazarlar tarafından ka­
bul görmedi, İbn Haldun ve Timbuktu’lu Ahmet Baba tarafından ya­
lanlandı. Ama lanet ortadan kaybolmayacak kadar yararlıydı. Kölelik
ve siyahların sürüler halinde getirilip satılması devam etti; özellikle
kuzeyden gelen beyaz köleler azaldıkça siyahların sayısı arttı. Siya
köle alanlar Ham’ın lanetini bahane gösteriyorlardı. Pamuk ve şekeı
kamışı tarlalarında çalışan siyahların tberik Yarımadası ve Atlanti
adaları yoluyla Amerika’ya götürülmesi moral sorunu ve mitik çözür
de onlarla beraber geldi ve siyahların köleliğini savunan Hıristiyanla
bu hikayenin düzeltilmiş versiyonuna göre kendilerini haklı çıkardı
lar. Daha sonra ortaya çıkan bir başka ekol, siyah Afrikalıların köl
yapılmasının suçunu İslam ve Hıristiyanlıktan Yahudilere yükledi. Bı
konu hak. bak. Ephraim Isaac, “Genesis, Judaism and the ‘Sons c
Ham,’” Slavery an d Abolition 1 (1980), s. 3-17, ayrıca biraz farklı bi
versiyon, Willis, Slaves and Slavery, cilt 1, s. 75-91; Ephraim Isaac
“Concept biblique et rabbinique de la malediction de Noe,” Servic
International d e docum entation ju d eo -ch retien n e 11, no. 2 (1978), s
16-35. Ham Laneti hikayesi hak. bak. David Brion Davis, Slavery am
H um an P rogress (New York and Oxford, 1984),s. 86-87, n. 144. Ya
hudi kaynaklan David Goldenberg’in gelecek bir incelemesinde ayrın
tılı olarak ele alınacaktır ve ben de ondan yararlandım.
10 Örneğin bak. E. W. Lane, A n Arabic English Levvicon, cilt 1, pt !
(Londra, 1874), s. 1935a: “A b d genelde erkek siyah köle, m am lük is<
beyaz erkek köle için kullanılmıştır.” J. B. Belot, Vocabulaire arabe
[rançais (Beyrut, 1893), s. 469, a b d ’ı “Adam, köle, hizmetçi” olaral
tanımlar; E. A. Elias, Elias M o d ern n Dictionary, A rabic-English, 2
baskı (Kahire, 1925), s. 369, Köle, köle erkek, adam, zenci, siyahi”
Vocabulario, cilt 2 (Roma, 1969), s. 879’da “Schiavo, servo, servitore
negro (adibito a lavori servili)”; cf Kh. K. Baranov, Arabsko-Russki;
slovar (Moskova, 1957), s. 629: “abid: negri. ”Aynca bak. Simone De
lesalle ve Lucette Valensi, “Le Mot ‘Negre’ dans les dickionnaires français d7ancien regime: histoire et lexicographie,” Langue française 1!
p(1972), s. 79-104. Kitab al-Aghani hikayelerinden, Abu’l-Faraj al Isfa
|hani (20 cilt [bulaq, 1285/1868-69]; aynı, [Kahire, 1927]- bundar
Wöyle Aghani [1868] ve A ghani [1927], Nuşayb’a göre siyah kölelere
azattan sonra bile abd denirdi. Ortaçağ’da Mısır’da abd için bak. S. D.
Goitein, “Slaves and slavegirls in the Cairo Geniza records,” Arabica 9
(1962), s. 2; aynı, A M editerranean Society: The Jew ish Communities
o f the Arab W orld as Portrayed in the D ocum ents o f the Cairo Geni­
za, cilt 1, Econom ic Foundations (Berkeley ve Los Angeles, 1967), s.
131. Bu kullanımın çarpıcı bir modern örneği için bak. L. C. Brown,
“Colorin Noth Africa,” s. 471. Abd\ n bu etnik çağrışımı Arapçadan
Farsça ya da Türkçe’ye geçmemiştir. Türkçe ve son Yunancada ve
Rusçada “Arap” sözcüğü aynı zamanda siyahi, zenci ve Habeşler için
de kullanılır. Bazı Türk yazarları Ak Arap, Kara Arap ayırımı yaparlar.
Ak Arap, Arap halkı, Kara Arap ise siyahiler için kullanılır.
11
R. Dozy, Supplem ent aux dictionnaires arabes, 2. baskı, cilt 1 (Paris,
1927), s. 355b, diğer kaynaklarda vardır. Fakat klasik Arapçada ha­
dim her zaman siyah çağrışımı yapmaz. Bu sözcüğün normal anlamı,
ırk ya da renk gözetilmeden “harem ağası”dır. Bak. D. Ayalon, “On
the eunuchs in İslam,” Je rv sa lem S tu d ies in A ra b ic a n d İslam 1
(1979), s. 88-89. Arapça, Türkçe, Farsça ve diğer dillerde köle anla­
mına gelen başka sözcükler de vardır. Çok kullanılan daha hafif söz­
cükler fata ve gulam (ikisi de g e n ç ya da g e n ç adam anlamında); ha­
rem ağası için usta ya da üstat; köle kadın için cariye kullanılır. Arap­
çada köle için Raqiq ve wasif de çok kullanılan sözcüklerdir. Farsça
ve Türkçede Arapça sözcükler kullanılır; Farsça banda (köle) ve keniz
(köle kadın) bunlardandır. Türkçe sözcükler kul ve köledir, ama kul
sözcüğü sultan sarayındaki insanlar için de kullanılır. On dokuzuncu
yüzyılda en çok kullanılan Türkçe kelime de Arapçadan gelen esir ’di.
12 örneğin, bak. A. Mez, Die Renaissance des İslam (Heidelberg, 1922),
s. 153-54 (İngilizcesi The Renaissance in İslam [Londra, 1937], s.
157-58); E. Ashtor, Histoire des p rix et des salaires dans l ’orient medieval (Paris, 1969), s. 57ff, 88ff, 111, 208ff, 258, 360ff, 437ff, 463,
498ff. İstisnalar olabilir. Onuncu yüzyıl Bizans imparatoru Constantine Porphyrogenitus’a göre {D e administrando imperio, ed. Gy. Mo-
ravcsik, çeviri R. J. H. Jenkins [Budapeşte, 1949], s. 94), Bizans impa­
ratoruna Halife Abd al-Malik tarafından ödenen günlük vergi parayla
birlikte “bir safkan at ve bir siyah köleydi’’ (Yunan Aethiops Habeş
stricto sessu ile kısıtlı değildi.) Bundan da anlaşılacağı üzere safkan at
ve siyahi köle en azından Bizans için değerliydi. Aynı kaynağa göre (s.
86) daha önce imparator ve Muaviye arasındaki bir anlaşmaya göre
yıllık vergi elli safkan at idi ama burada siyahi köle yoktu.
13 Jahiz, Rasa’il al-Jahiz, ed. Abd al-Salam Muhammad Harun, cilt 2 (Ka­
hire, 1385/1965), s. 177; ed. ve çeviri A. F. L. Beeston, The Epistle on
Singing Giriş by Jahiz (Warminster, İngiltere, 1980). Almanca çeviri
O. Rescher, Excerpte und Überzetsungen aus d er Schriften des Philologen Gahiz (Stuttgart, 1931), s. 98; cf G. Rotter, Die Stellung d e r Negers (Bonn, 1967), s. 58-59 ve C. Pellat The Life and W orks o f Jahiz
(Londra, 1969), s. 259ff.
14 Aghani (1868), cilt 5, s. 9; Aghani (1927), cilt 5, s. 164f.
15
îbn Butlan, Risala, s. 352; Bemard Levvis, İslam from the Prophet M u­
ham m ad to the Capture o f Constantinople, cilt 2, Religion and Society (New York, 1974), s. 247ff.
16 Yaqubi, Kıtab al-BuIdan, ed. M. J. De Goeje, 2. baskı, Bibliotheca geographorum arabicorum, cilt 7 (Leiden, 1892), s. 334; Fransızca çevi­
ri G. Wiet, Les Pays (Kahire, 1937), s. 190; L. E. Kubel ve V. V. Matveev, ed. Arabskiye istocniki Vlll-X vekov p o etnografii istorii Afriki
yuzneye Sakhari (Moskova ve Leningrad, 1960), s. 41.
17 İbn Battüta, Voyages (Tuhfat al-nuzzar), ed. ve çeviri C. Defremeıy ve
| B. R. Sanguinetti, cilt 4 (Paris, 1969), s. 441; İngilizce versiyon İbn
Battüta, Travels in Asia and Afrika, 1 3 2 5 -1 3 5 4 , çeviri H. A. R. Gibb
(Londra, 1929), s. 336 ve N. Levtzion ve J. F. P. Hopkins, Corpus o f
'
Early Arabic Sources for West African History, çeviri J. F. P. Hopkins
(Cambridge, 1981), s. 302.
|p Irak’ta Zenc isyani ilk olarak T. Nöldeke’nin Orientalische Skizzen ad­
lı eserinde incelendi (Berlin, 1892), s. 153-84; İngilizcesi Sketches
from Eastern History, çeviri John Sutherland Black (Londra, 1982), s.
146-75. Daha sonraki eserler bir Arapça monografi (Faysal al-Samir,
Thawrat al-Zanj [Bağdat, 1954]; bir Arap kaynaklan analizi (Heinz,
Die Traditionen des “H errn des Z ang”: Eine Çuellenkritische Untersu ch u n g [Bonn, 19671); ve bir kapsamlı incelemedir (A. Popovic, La
Revolte des esclaves en lraq au iii/ix siecele [Paris, 1976). Zenc isya­
nıyla ilgili daha geniş bilgi için bak. Faruq Umar, Al-Khilafa al-Abbasiyya fi A sr al-Fawda al-Askariyya (Bağdat, 1974), s. 106-18. Ghada
Hashem Talhami (“The Zanj Rebellion reconsidered,” International
Journal o f African Historical Studies 10, no. 3 [1977), s. 443-61) mo­
dern ikinci derece İngilizce ve Arapça edebiyat temeline dayanarak,
Abbasi’de kullanılan klasik Zenc sözcüğünün belirli bir bölge ve halk
belirlemediğini ve Doğu Afrika’daki köle ticaretinin, kendi koloni ka­
yıtlarını savunmak için İngiliz ve Fransız yazarlar tarafından icat edil­
diğini kanıtlamaya çalışır. “Zenc” sözcüğü kullanımı için bak. yukanda s. 50ff. Doğu Afrika köle ticareti için bak. UNESCO, African Slave
Trade (Paris, 1979). Zenc isyanıyla ilgili geniş Batılı incelemeleri iki
Alman ve bir Yugoslav tarafından yazıldı.
19
Naşir-i Khusravv, Safar-nama, ed. ve çeviri (Fransızca) C. Schefer (Pa­
ris, 1881), temin s. 82, çeviri s. 227.
20
Ahmet al-Wansharisi (ö. 1508), Kitab al-Miyar al-m ughrib, cilt 9
(Fes, 1313/1895-96), s. 71-72: Fransızca çeviri E. Amar, Archives
Marocaines 13 (1909), s. 426-28. Bak. yukarı, s. 148.
21
E12, s. v. “Abd" (R. Brunschvig), s. 32a; Rotter, Die Stellung des Negers, s. 44f, 49ff.
22
Mahmoud A. Zouber, Ahm ad Baba de Tom boktou (1 5 5 6 -1 6 2 7 ): Sa
vie et son oeuvre (Paris, 1977), s. 129-46. Yorumlamak metin ve çe­
viri için bak. Bemard Barbour ve Michelle Jacobs, “The Miraj: A legal
treatise onsalvery by Ahmad Baba,” Slaves and Slaveary in Müslim Af-
rica, ed. J. R. Willis, cilt 1 (Londra, 1985), s. 125-59. Ahmad Baba bu
eserde eski bir hukukçu olan Makhlüf al-Balbali’den (ö. MS 1533)
alıntı yapar ve bu hukukçu şöyle demiştir: “Köleliğin kökeni inançsız­
lıktır ve siyah kafirler Hıristiyan gibidir, sadece onlar m ajüslür, put­
peresttir. Kano, Katsina, Bornu, Gobir ve tüm Songhai halkları Müslümandır, onlar köle olamaz. Ama Araplar, Bedeviler gibi bazıları on­
lara da saldırıp yakalar ve köle olarak satarlar, ama onları köle yap­
mak yasal değildir... Eğer bir kölenin bu yerlerden geldiği anlaşılırsa
hemen azat edilmeli ve özgürlüğü doğrulanmalıdır.” (s. 130-31).
23
Al-Naşiri, Kitab al-lstiqsa, cilt 5 (Casablanca, 1955), s. 131 ff. Bu pa­
ragrafın çevirisi, J. O. Hunvvick, “Black Africans in tne Islamic world,”
Tarikti, 5, no. 4(1978), s. 38-40.
24
Tabari, Tarikh, ed. M. J. De Goeje, cilt 3 (Leiden, 1881), s. 950-51:
Hilal al-Şabi, R usü m D ar al-Khilafa, ed. Mikhail Awad (Bağdat,
1964), s. 8, cf s. 12. Hadım etme konusuyla ilgili Ortaçağ Arapça an­
latımlar için bak. Jahiz, K ita b a l-H a y a w a n , cilt 1, (Kahire,
1356/1958), s. 106ff; İspanyolca çeviri Miguel Asin Palacios, Isis 14
(1930), s. 42ff: Al-Muqaddasi, Ahsan al-taqasim, ed. M. J. De Goeje,
2. baskı, Bibliotbeca georaphorum arabicorum, cilt 3 (Leiden, 1906),
s. 242; Fransızca çeviri C. Pejlat, Description de Toccident musulman
ai lV-Xe siecle (Cezair, 1950), s. 57-58. Diğer kaynaklar, Rotter, Die
Stellung des Negers, s. 33-35. Siyah çocuklann Mısır’da hadım edil­
mesi konusu on dokuzuncu yüzyıl başlarında Avrupalı gözlemciler
tarafından yazıldı: bak. yukarıda, s. 76-77. Harem ağaları için bak.
Mez, Die Renaissance, s. 332ff. ( The Renaissance, s. 353ff); M. F.
Köprülü, Türk H u k u k ve İktisat Tarihi M ecmuası 1 (1931), s. 20811; İtalyanca çeviri, aynı, A lcurıe osservazioni intorno aH’influenza
delle istituzioni bizantine sulle istituzini ottomane (Roma, 1953).
25 Jeremy Bentham, The Correspondence o f Jerem y Bentham, cilt 3 (Ocak
1781’den Ekim 1788’e kadar), ed. lan R. Christie (Londra, 1971), s. 387.
26
Bak. £72, s. v. “Habshis” (J. Burton-Page).
27
İlk şiir A. J. Arberry’nin Poem s o f al-Mutanabbi çevirisinde verildi
(Cambridge, 1967), s. 112-14. İkincisi orijinal al-Mutanabbi’den çev­
rildi, Diwan, ed. Abd al-Wahhab Azzam (Kahire, 1363/1944), s. 460.
Al-Mutanabbi’nin “racism”i için bak. J. Lecerf, “La Signification historique du racisme chez Miıtanabbi,” Al-M utanabbi: Recueiî p u b lie a
l ’occasion d e son millenaire (M emoires d e l ’Institut français d e Damas ) (Beyrut, 1936), s. 33-43.
28
En ünlüsü Mısırlı mistik Dhu’l-Nün al-Mişri idi (tah. 796-861), ve
azat edilmiş bir Nubian kölenin oğluydu. Bak. £72, s.v. (M. Smith):
yukarıda s. 114, n. 16.
DOKUZUNCU BÖLÜM
SİLAHLI KUVVETLERDE KÖLELER
Eski tarihlerde silahlanan ve efendisi için savaşan köle askerler
bilinir ama sayıları pek fazla değildir bunların. MÖ beşinci yüzyıl
sonlan ve dördüncü yüzyıl başlarında Atina, yaklaşık üç yüz silahlı
İskit askeri tarafından korunurdu ve bunlar şehir yönetimi ermin­
deydi.1 Bazı Romalı zenginler köle korumalarını silahlandırır, bazılan yanş atı ya da dövüşçü horoz yetiştirir gibi gladyatör beslerdi ama genelde Yunanlılar ve Romalılar savaşlarda köleleri kullanmak
istemezlerdi.2 Ama Ortaçağ İslam devletleri ordularında köle asker­
lerin sayıları gittikçe arttı ve bir dönem ordulann ana gücünü oluş­
turdular.
Daha sonraki İslam imparatorluklannm karakteristik profesyo­
nel köle askeri ilk İslam rejimlerinde görülmezdi. Köle askerler Hz.
Peygamber’in ordusunda savaşırlardı ama orada ona sadık Müslümanlar olarak savaş verirler, bunu inançlan uğruna yaparlardı, pro­
fesyonel değillerdi, maaş almazlardı. Bunların çoğu verdikleri hiz­
metler karşılığında azat edildiler ve bir rivayete göre, Hz. Peygam­
ber Hicaz kenti Taif surları önüne geldiğinde, surların dibine bir
asker gönderip, kendilerine katılan kölelerin azat edileceğini ilan
etti.3 Abbasi devriminin ilk ordu komutam Ebu Müslim de sekizin­
ci yüzyıl ortalarında İslam devletini büyüttü ve gelip kendisine ka­
tılacak olan kölelere özgürlük vaat etti. Onun bu çağrısına pek çok
köle cevap verdi ve komutan onlar için ayrı bir birlik kurdu.4 Ye­
dinci ve sekizinci yüzyıllarda Arap ordularının fetihleriyle İslam di­
ni de yayılırken pek çok esir alındı, bunlar Müslüman oldular ve
çoğu da İslam ordularına katıldılar. Doğuda hanlılar, batıda Ber­
berler Arap ordularına destek verdiler ve İslam’ın Orta Asya’ya ve
batıda Kuzey Afrika ve Ispanya’ya kadar yayılmasını kolaylaştırdı­
lar. Onların statüleri özgür Arap askerlerinin biraz daha altındaydı
ama onlar köle değillerdi ve zamanla rütbe, maaş ve statü açısından
aralarında pek fark kalmadı. Bazı tarihçi ve yazarlar bu değişikliği
Halife Ömer’e atfederler, onlara göre Ömer valilerine emir vermiş,
Müslüman olan ve azat edilen kölelerle özgür Araplar arasındaki
farklılığın giderilmesini söylemiştir.5 Araplar yüzlerinin kırmızı ol­
duğu gerekçesiyle hanlılara ve daha sonra da Orta Asyalılara “kır­
mızı” adını takmışlardır. Askere alman yabancılar, yani Müslüman
ya da Arap olmayanlar sadece azat edilmiş köleler değildi ve azat
edilmişler, özgür paralı askerler ve satın alınmış barbarlar arasında­
ki farklılıklar yüzeyseldi.
Araplar sınırlan ötesindeki barbar ırklardan kendi ordulanna
asker alırken yüzyıllar Önce Romalıların ve Çinlilerin yaptıklarını
yapıyorlardı. Ama Müslüman hükümdarlar daha da ileri gittiler. Bir
Hıristiyan din adamı 766 yılında, Sindiler, Alanlar, Hazarlar, Türkler ve diğer Müslüman olmamış askerlerden meydana gelmiş bir or­
dunun bir çekirge sürüsü gibi saldırdığını yazdı.6 Dokuzuncu yüz­
yılda köle ordulan İslam imparatorluğuna dağıldılar. Ondan sonra
Mısır dahil Kuzey Afrika’da görüldüğü üzere, bunların bir kısmı ba­
zı Arap devletleri tarafından kendi ordularına alındılar. Bazı halife­
ler de bu tür ordular kurdular. Örneğin Emevi Halifesi el-Hakam’m
Cordova’daki saray muhafızları ve Abbasi Halifesi Mu’taşim’in
Irak’taki askerleri bunlardan oluşuyordu.7
İslam’da ortaya çıkan bir yenilikti bu. Daha önceki halifeler
yüz yıldan fazla bir zaman köle muhafız kullanmamış, saraylarının
savunmasını özgür Arap askerlere bırakmışlar, ilk Abbasiler de öz­
gür askerler ve onların Horasan’dan gelen çocuklarını muhafız ola­
rak kullanmışlardı. Çok geçmeden köle askerler çoğaldı ve büyük
bir ordu haline geldiler; sarayı, şehri koruduklan gibi sultanın eya­
letlerdeki otoritesini de sağlıyorlardı. Doğuda köle askerler Türklerden, hanlılardan ve Orta Asya steplerinden seçiliyor, Batı’da ise
Kuzey Afrikalı Berberiler ve Avrupalı Slavlar askere almıyordu.
Kuzey Afrika ülkeleri ve Mısır ordularına daha güneydeki bölge­
lerden siyahi askerler getirildi. İslam yayıldıkça kölelerin sayılan
arttı ve Asya, Afrika ve Avrupa’nın uzak bölgelerinden asker alın­
maya başlandı.
Bu askerlerin bazıları savaşlarda, baskınlarda esir düşen düş­
man askerleriydi. Ama sınırlarda parayla asker satın almak daha ge­
çerli bir yöntemdi. Orta Asya Türkleri de bu şekilde geldiler ve do­
ğudaki Müslüman ordulanmn oldukça büyük bir bölümünü oluş­
turdular. Esir düşerek genç yaşta Müslümanlara satılan Türkler sa­
dece asker olarak değil, İslam uygarlığı konusunda da iyi bir eğitim
alarak yetişiyorlardı. İçlerinden pek çok iyi subay ve komutan çıktı.
Kahire ve Delhi gibi büyük şehirleri yöneten esir hükümdarlar çıktı
ortaya. Özgür bir imparatorluk hanedanı olan Osmanlılar köle, kö­
kenli Yeniçeri ordusunu kurdular ve Osmanlı’da köle anneden doğ­
muş pek çok sultan vardı.
Müslüman hükümdarların kölelerden oluşan ordulara güven­
meleri konusunda pek çok şey söylendi. Köle askerlerin en büyük
özelliği, emirlere hemen uymalarıydı, bu özellik özgür gönüllülerde
ya da zorunlu olarak orduya alman askerlerde tam olarak yoktu.
Hükümdarların köle askerlere gittikçe daha çok güvenmelerinin bir
nedeni, onların her zaman verilen emirlere itaat etmeleri ve saltanat­
ları tehdit edecek herhangi bir davranışta bulunmamalarıydı. Sürek­
li olarak dışandan getirilen kölelerle yenilenen ve büyüyen bir or­
duda kalıtsal bir soyluluk oluşmuyor, askerleri ve komutanları ya­
bancı olan bir ordu halktan destek alarak bir isyana kalkışmıyordu.
Bu yabancı askerler sadece efendilerine, yani onları satın alan
ve ordusunda kullanan hükümdara sadıktılar. Ama çoğu zaman bir­
liklerine ve komutanlarına da sadık oluyorlardı ki bu komutanlar
içinden de krallar çıkabiliyordu. Mısır, Suriye ve batı Arabistan’da
1517 Osmanlı fethine kadar bir buçuk yüzyıl hüküm sürmüş olan
Memlu (kölemen) sultan ve emirler kendi ülkelerinin özgür çocuk­
larını siyasi ve askeri görevlerden uzak tuttular. Buna rağmen sis­
temleri yüzyıllarca devam ettirmeyi başardılar. Kölemen birlikleri
genelde etnik ve kabile temeline dayanıyordu, ama asıl birlik ırksal
değil de sosyaldi. Zaman içinde ve kariyerinin belirli bir aşamasında
kölemenler özgürlüklerini kazandılar ve kendileri köle kullanmaya
başladılar.
Köle askerlerden oluşan ordular genelde çok güçlü ve etkiliydi.
Orta Çağın sonlarına doğru Haçlıları yenen ve kovanlar Mısır’daki
Memluk (Kölemen: köle kökenli) sultanları ve orduları oldu, Orta
Doğudan gelen Moğolları ve Güneydoğu Avrupa’yı fetheden Osmanlı Yeniçeri ordusunu durduranlar da onlar oldular. Mısır’daki
Memluk (Kölemen) orduları genellikle Karadeniz Bölgesinden geti­
rilmiş Türk ve Çerkez askerinden oluşuyordu, Osmanlı Yeniçerileri­
nin kökeni ise daha ziyade Slav ve Balkan insanlarıydı, genellikle
Arnavut’tu.
En büyük Arap tarihçisi sayılan Ibn Haldun, on dördüncü yüz­
yılda yazdıklarına bakılırsa, köle olarak askere alınan Türklerin,
Tanrı tarafından gönderildiğine ve Müslüman devletlerin ve halkla­
rın kurtarıcısı olacağına inanırdı:
Abbasi devleti lüks ve çürüme içinde çökünce... ve dinsiz Ta­
tarlar tarafından devrilince... çünkü inançlı halkın enerjisi yeter­
sizdi ve savunma konusunda isteksizdiler... sonra Tanrı inançlı
olanları yeniden güçlendirdi, imanı olanları kurtardı ve Mısır
Müslümanlannı birleştirdi... Tanrı bunu, onlara çeşitli Türk kavimlerinden askerler göndererek yaptı... Türklerin köle olarak
oraya gitmesini ve Müslümanları kurtarmasını sağladı. Onlar kö­
lelik sayesinde şan ve şöhreti öğrendiler, Müslüman olup gerçek
inanç sahipleri olarak büyük bir kararlılıkla savaştılar ve göçebe­
lik dönemlerinden gelen temizliklerini muhafaza ettiler, lükse al­
dırmadılar ve yolsuzluklara karışmadılar... Böylece temiz kuşak­
ların yaşamı devam etti ve İslam onların sayesinde büyüdü ve
hükümdarlıklar büyüdü, gençleşti.8
Köle askerlerin çoğu beyazdı; doğuda Türkler ve Kafkas erkek­
leri, batıda ise Slavlar ve diğer Avrupalıîar vardı. Siyah köle askerler
de bazı dönemlerde önem kazandılar. İslam öncesi ve İslam’ın ilk
dönemlerinde köle ya da özgür olarak siyahi savaşçılardan söz edili­
yordu. Hz. Peygamber’in ordusunda da, onun düşmanı olan kafirle­
rin ordularında da siyahi askerler vardı. Uhud ve Ditch’de Hz Pey­
gambere karşı savaşan Habeş köle Wahshi ünlüdür ve bu savaşçı
i Müslümanlar Mekke’yi aldıktan sonra, Hz Peygamberin ölümünden
i sonraki savaşlarda Müslümanların safında savaşmıştır.9 Abbasilerin
İlik dönemlerinde10 ve güney Irak’ta siyahların büyük güç gösteri­
şlinde bulunduğu isyanda da siyahiler ön plana çıkmış, sonra da
İBağdat’ta halife ordusuna alınmışlardır. Müslüman Mısır’ın ilk ba­
pmışız hükümdarı olan Ahmet Ibn Tülün (ö.884) ordusuna çok sa­
llıda siyah asker, özellikle de Nubiyan almıştı; ölümünden sonra geHye yirmi dört bin Memluk (kölemen) ve kırk beş bin siyahi bırak­
ı l söylenir.11 Bunlar ayrı birlikler halindeydi.12 Rivayete göre Ah­
met İbn Tülün’ün oğlu ve halefi Kumarawayh’m arkasında bin siya­
hi muhafız oluyordu.
Türbanları ve kıyafetleri de kendileri gibi simsiyah olan bu
askerleri görenler onları dünya yüzüne yayılmış bir siyah denize
benzetirlerdi. Parıldayan kılıç ve kalkanlan, ve türbanlarının al­
tındaki miğferleriyle bu siyahi askerler gerçekten muhteşem gö­
rünürlerdi.13
Siyahi askerler hükümdarların en sadık destekçileri, muhafızla­
rıydı ve onlann kaderini paylaşırlardı. Tülün hanedanı 905 yılı baş­
larında yıkılınca halife otoritesinin yeniden tesisi için siyahi askerler
öldürüldü ve kışlaları yakıldı:
Süvariler Tülün hanedanının siyahi piyade askerlerine karşı
savaş açtılar, pek çoğunu yakaladılar ve halifenin gönderdiği yeni
vali Muhammet İbn Süleyman’a götürdüler. Vali muhafızlarının
arasında, atının üstündeydi. Siyahi askerlerin öldürülmesini em­
retti ve siyahiler onun gözü önünde öldürüldüler.14
930 yılında Bağdat’ta da siyahi askerlerin sonu aynı oldu, onlar
da beyaz süvarinin saldırısına uğradılar ve halkın da yardımıyla öl­
dürüldüler, kışlaları yakıldı.15 Bu olaylardan sonra siyah askerler
doğudaki halife ordularında görünmez oldular.
Ama Mısır’da Nubiyan asker gücü ihmal edilemeyecek kadar bü­
yük ve iyiydi ve Nil’in aşağı kesimlerinden orduya ya da başka amaç­
larla kullanılmak üzere köle getirilmesi devam etti. Siyahi askerler Ortaçağ’da Mısır’da pek çok hükümdara ve A b id el-Şira (satın alınmış
köleler) adıyla Kahire Fatımi halifelerinin siyah alaylarında asker ola­
rak hizmet verdiler. Özellikle on birinci yüzyıl ortalarında etkiliydi si­
yahi askerler, el-Mustanşir döneminde, sağlam karakterli bir Sudanlı
köle olan halife annesinin gerçek hükümdar olduğu dönemde büyük
önem verildi onlara. Siyah askerlerle diğer ırklardan gelen askerler vo
bazen de halk arasında çatışmalar oluyordu. 1021’de Halife el-Hakim
siyahi askerlerden oluşan ordusunu Fustat’a (eski Kahire) gönderdi ve
beyaz birlikler de bir araya gelerek halkı savundular. Bir tarihçi bu
olayı büyük bir karmaşa, yangın, talan ve saldırı olarak yazdı.16 1062
ve 1067 yıllarında siyah askerler beyaz birlikler tarafından mağlup
edilerek Kahire dışına sürüldüler. Ama daha sonra geri döndüler ve
son Fatımi halifeleri döneminde önemli rol oynadılar.
Fatımilerin düşüşüyle beraber siyah askerler de sadakatlerinin be­
delini ödediler. Fatımi halifeliğinin sadık destekçileri olarak onların
vezir, ama aslında Mısır’ın hakimi olan Selahattin tarafından düşürül­
mesine direndiler. Son Fatımi halifesi el-Adid döneminde siyahiler ol­
dukça güçlenmişti. Siyahi harem ağaları sarayda çok etkiliydi ve siyahi
askerler Fatımi ordusunun temelini oluşturuyordu. Selahattin 1169’da,
Siyahi baş harem ağasının Filistin’deki Haçlılarla işbirliğine giderek
, kendisini düşürmeye çalıştığını öğrendi. Komplocular yakalandı, baş, lan kesildi ve saraya bir beyaz baş harem ağası getirildi. Halife saraymi daki diğer siyahi harem ağaları da gönderildi. Kahire’deki siyahi birlik­
ler buna çok kızdılar ve ırksal dayanışma gösterisine giriştiler.17 Ağus­
tos ayında yaklaşık elli bin kişilik siyahi ordusuyla Selahattin’in ordusu
|lllfe ve vezir sarayları arasındaki alanda iki gün savaştılar.
L
Siyahi ordusunun yenilgisinde iki neden olduğu söylenir. Bun-
İrdan biri, tahtta gözü olan vezire karşı savundukları Fatımi HalifeJjBİ-Adid’in kendilerine ihanet etmesiydi:
El-Adid sarayının kulesine çıktı ve iki saray arasındaki savaşı
İzledi. Rivayete göre saraydaki askerlere, Selahattin birliklerine
ok ve taş atmalan için emir vermişti ve onlar bu emri yerine ge­
tirdiler. Başkaları bunu onun istemediğini söylediler. Selahat­
tin'in kardeşi Şems el-Dawla’nm, el-Adid’in gözetleme kulesini
yakmak için oraya neftyağı atıcıları gönderdiği söylendi. Atıcılar­
dan biri kuleye neftyağı atacaktı ki kulenin kapısı açıldı ve hali­
fenin yaveri çıkarak şöyle konuştu: ‘İman sahiplerinin komutanı,
.Şems el-Dawla’yı selamlar ve siyah köle köpekleri ülkeden kov­
malarını ister ondan!’ Siyah askerler el-Adid’in kendilerinden
hoşnut olduğunu sanıyorlardı. Yaverin dediği duyulunca moral­
leri bozuldu, yenildiler ve dağılıp kaçtılar.18
Siyahilerin yenilgisinin ikinci nedeni olarak da, onlann evlerine
yapılan saldırı olduğu söylendi. İki saray arasında savaş devam
ederken Selahattin, siyah askerlerin yaşadığı mahalleye bir birlik
gönderdi ve onlann evlerini ve ailelerini yakın emri verdi. Siyah as­
kerler bunu duyunca evlerini ve ailelerini savunmak için yaşadıkları
yere gitmek istediler ama sokaklarda yakalanıp öldürüldüler. Bu sa­
vaşa Arapça belgelerde bazen “Siyahiler Savaşı”, bazen de “Köleler
Savaşı” dendi.19 Aslında bu bir ırk savaşı değildi ama öyle göründü
ve Selahattiriin zaferiyle sonuçlandı. Bu olayla ilgili olarak Makrızi,
siyahilerin gücünden ve küstahlıklanndan söz eder:
Vezirden şikayetleri varsa onu öldürürlerdi ve halka saldırıp in­
sanların ailelerine ve mülklerine zarar verdiler. Yeterince zalim dav­
ranıp kötü amellerini artınnca Tanrı günahları için onlan mahvetti.20
Siyahi askerlerin dirençleri arada sırada yine görülüyordu ama
birkaç yıl sonra tamamen sona erdi. Fatımi ordusunun beyaz asker­
leri Selahattin ordusuna katıldı ama siyahi askerler alınmadı. Siyahi
birlikleri dağıtıldı ve ondan sonra Mısır ordulannda birkaç yüzyıl
boyunca siyahi asker görülmedi. Memluk sultanları döneminde si­
yahiler daha çok hizmetkar olarak kullanıldılar.21 Siyahi ve köle
olanlarla, komutanların emir eri görevi yapan beyaz ve özgür kişiler
arasında büyük ayrım vardı.
Siyahi köleler Mısır’da asker olarak hizmet vermiyordu ama
arada sırada isyanlara katılıyor, çatışmalara giriyorlardı. 1260’ta Eyyubi’lerden Memluk sultanlığına geçişte, siyahi seyisler ve diğerleri
atlara ve silahlara el koyarak Kahire’de küçük bir isyan çıkardılar.
Fatımilere sadakatlerini ilan ettiler ve kendilerine toprak ve görev
vereceğini söyleyen bir dini liderin peşine takıldılar.
Ama asilerin sonlan iyi olmadı. Gece karanlığında ordu birlik
leri asileri sardılar, zincire vurdular ve sabahleyin Zuwayla kapış
dışında idam ettiler.22
1446’da daha ilginç bir olay yaşandı; Kahire dışında efendileri­
nin atlarına bakan yaklaşık beş yüz kişilik bir köle grubu silahlandı­
lar ve kendilerine küçük bir devlet ve saray kurdular, içlerinden biri
sultan olarak uydurma, halıyla kaplanmış bir koltuğa taht olarak
oturdu, diğerleri onun çevresinde vezir ve diğer devlet yetkilileri,
hatta Şam ve Halep valileri adını alarak toplandılar. Gıda kervanları­
na saldırdılar ve bir kölenin azat edilme hakkını bile satın almaya
kalktılaj. Ama daha sonra kendi aralarında kavgaya başladılar, içle­
rinden başka biri sultan olmak istedi, sonunda hepsi yakalandı, is­
yan bastırıldı ve çoğu kaçtı.23
On beşinci yüzyıl sonlanna doğru siyahi köleler ateşli silahlarla
donatılmış birliklere kabul edilmeye başlandı; ama kölemenlerin şö­
valyelik toplumunda bu tür silahlar sevilmiyordu. Sultanlardan biri
çakmaklı tüfekle silahlandmlmış siyahi askerlerine yakınlık gösterin.ce diğer askerler isyan ettiler, 1498’de Kahire’de büyük karmaşa baş
gösterdi. Rivayete göre sultan, silahçıların başı olan Farajallah adında
bir siyahi köleye saraydan beyaz bir Çerkez cariye vererek onlan ev­
lendirdi ve sonra da ona Memluklann özelliği olan kısa kollu bir tünik hediye etti, ama bunları yaparak Memlukları da kızdırdı tabii:
Tarihi kayıtlara göre Kraliyet Memlukları (kölemenler) sultana
kızgınlıklannı belirttiler... Zırhlannı kuşandılar ve silahlandılar.
Onlarla yaklaşık beş yüz kişi olan siyahi köleler arasında çatışma
çıktı. Siyahi köleler kaçıp kalenin burçlarına sığındılar ve Kraliyet
Memluklarına ateş açtılar. Kraliyet Memlukları onlara saldırıp Fa­
rajallah ve yaklaşık elli siyah köleyi öldürdüler, diğerleri kaçtı, bu
çatışmada Kraliyet Memluklarından sadece iki kişi öldü. Daha
sonra sultanın dayısı Büyük Davradar sultanı gördü ve ona, “Bu
davranışlarından hoşlanmıyoruz, eğer böyle davranmaya devam
edersen o kara derili kölelerini alır başka yerlere gidersin!” dedi.
Sultan da ona, “Bundan vazgeçeceğim ve siyahi köleler de Türkmenlere satılacak.” diye cevap verdi.24
Batıdaki İslam dünyasında siyahi köle askerler daha fazlaydı ve
bazen süvari bile oluyorlardı ki o zaman süvari birlikleri Doğu’da
bilinmezdi. Rivayete göre ilk Cordova emiri Abd ül-Rahman I’in
muhafızları siyahi askerlerdi ve ondan sonra gelenler de düzeni sağ­
lamak için siyahi köle askerler kullandılar. Dokuzuncu ve on birinci
yüzyıllar arasında Tunus’ta, muhtemelen Zawila kanalıyla Fizan’dan
(şimdiki güney Libya) satın alman siyahi asker çoktu.25 On yedinci
yüzyıldan sonra, Fas ordusunun Batı Sudan’a kadar ilerlemesiyle
birlikte siyahi askerlerin önemi arttı. Rivayete göre Fas Sultanı Mevlay İsmail’in ordusunda iki yüz elli bin siyahi köle asker vardı. As­
kere alınan ya da satın alma yoluyla gelen askerler ordunun çekir­
değini oluşturuyordu ve diğer bölgelerden alınan esirler de bunlara
katılmıştı. Bu askerler siyahi kızlarla evlendiriliyor ve doğan siyahi
çocuklar asker olarak yetiştiriliyordu. Çocuklar on yaşında eğitime
başlıyor, on beş yaşında evlendiriliyorlardı.26 Sultanın 1727’de öl­
mesiyle ülkede siyahlar ve beyazlar arasında anarşi baş gösterdi. Fi­
lozof David Hume o dönemde yazdığı bir yazıda bu anlaşmazlığı
saçma ve komik bulduğunu belirtti:
Birkaç yıl önce Fas’ta siyahlar ve beyazlar arasında çıkan iç sava­
şın temeli renk farkıdır ve saçmadır. Onlara gülüyoruz ama aslında
meseleye biraz daha yakından bakarsak Faslıların daha büyük bir
saçmalık yaptığını görebiliriz. Dünyanın bu sakin bölgesinde çıkan
din savaşlannm anlamı nedir? Onlar Fas iç savaşlarından daha da
saçmadır. Ten renginin farklı olması aslında ciddi bir neden sayıla­
bilir, ama dinsel bir söylemde görülen ve saçma olan ifade farklılığı
basittir ve saçmadır, bazıları ifadeyi bile anlamadan itiraz ederler ve
diğerleri de onlara itiraz eder... Ayrıca Fas’taki beyazların ten rengini
değiştirme gibi bir saçmalık için siyahilere bir şey söylediğini de hiç
duymadım.... Siyahilerde bu konuda mantıksız davranmazlar.27
1757’de tahta çıkan Sultan Sidi Muhammet III. siyahi birlikleri
dağıtarak sadece Araplardan oluşan bir ordu kurmak istedi. Siyahilere
aileleriyle birlikte Larache’ye gelmelerini ve bağışlarda bulunacağım
söyleyerek kandırdı onları. Sonra Arap kabilelerine onları ablukaya al­
malarını söyledi, siyahilerin malları onlann olacak, kendileri, karıları
ve çocukları da köle yapılacaktı. Arap kabilelerine, “Onları size hediye
ediyorum, ailelerini, atlarını, silahlarını alın ve paylaşın.” dedi.28
Siyahiler on sekizinci yüzyıl sonunda Memluk ordularına alın­
dılar. O dönemde yaşamış gözlemci W.G. Brovvne, “Beyaz esirlerin
sayıları yeterli olmadığı zaman Afrika içlerinden siyahi esirler alını­
yor, uygun görülürlerse silahlandırılıp asker olarak orduya almıyor­
lardı.” dîye yazdı. Bonaparte ordusunda doktor olarak Mısır’a giden
Louis Frank da Kahire’deki zenci köle ticaretiyle ilgili olarak anıları­
nı yazmıştır.29
On dokuzuncu yüzyılda Mısır’daki siyahi asker sayısı arttı, bu­
nun nedeni Mehmet Ali Paşa’nın (saltanatı 1805-49) ve haleflerinin
Nil boyunca ilerlemek istemeleriydi. Hıdiv ordusunun ve Said Paşa’nm 1863’te Fransızlara destek olarak Meksika’ya gönderdiği birli­
ğin temelini Darfur ve Kordofan’dan alman askerler oluşturuyordu.30
Bir İngiliz gezgin 1825’te Mısır ordusundaki siyahi askerlerle il­
gili olarak şunları yazdı:
Siyahi askerler İskenderiye’ye getirildiğinde itaatsiz ve kötüy­
düler, ama askeri bilgileri Araplann yarı zamanında öğreniyorlar­
dı; manevralarda diğerlerinden on kat daha becerikli, yetenekliy­
diler. Burada ve kolonilerde siyahiler insanlık zincirinin son hal­
kası, maymunla insan arası bir yaratık olarak görülürler ve köle
şoför bana siyahlann özgür olamayacak kadar aptal olduğunu
söylerse ona inauınm.31
Türkiye’de bile azat edilmiş siyahilerin tekrar yakalanıp köle
yapılmaması için onlan orduya alıyorlardı. Bunlardan bazıları subay
da oldular. 25 Ocak 1858 tarihli bir İngiliz donanma raporunda
Türk donanmasındaki siyahi denizcilerden söz edilir:
Bu donanma, askerleri azat edilmiş kölelerden ya da köle
tüccarlarının satamadığı için serbest bıraktığı siyahilerden olu­
şurdu. Tripoli’de çok vardı bunlardan. Sanırım hükümet liman
reisliğine bunların çokluğundan ve kural dışı davranışlarından
söz etmiş ve buna karşı bazı önlemler alınmıştı. Faizi Bari tara­
fından getirilen yaklaşık 70 siyahi donanmada bir zenci bölüğü
oluşturdular. Onlar da donanmadaki Türk askerleri gibi aynı
haklara sahiptiler, onlar gibi maaş alıyorlar ve görev süreleri bi­
tince yine onlar gibi terhis ediliyorlardı. Donanmada onlara karşı
çok iyi davranılıyor, geceleri sıcak odalarda yatıyorlardı. Bir zen­
ci teğmen ve bir zenci çavuş onları eğitiyordu. Sıcak havalarda
eğitime çıkıyor, kötü havalarda ve soğuklarda yerlerinde kalıyor­
lardı. Aralarında-hasta olan olursa hemen donanma hastanesine
götürülüyordu. İçlerinden sadece ikisi öldü. Hiç kimse onların
oradaki yaşamlarıyla köle hayatı arasında bir ilişki kuramazdı.32
Kölelerin asker olması konusu birkaç istisna dışında bir İslam
buluşuysa da, daha önce köle olan ve yükselip önemli mevkilere ge­
len köleler çok daha eski tarihlerde görülmüştür. Sümerlerde krallar
köleleri prestijli, hatta güçlü mevkilere getirmişler, daha doğrusu
bazı saray çalışanlarına hanedan kölesi gibi davranmışlardır. Hizmet
işlerinde çalışan diğer kölelerden ayrı tutulan bu tür ayrıcalıklı köle­
lerin değişik isimleri olmuştur. Abbasi halifeliği ve Müslüman hane­
danları dönemlerinde, genelde azat edilmiş, ama bazen de edilme­
miş köle orijinli insanlar tahtın çevresinde hep olmuşlardır. Saray
köleliği sistemi Osmanlı zamanında çok gelişmiş, asker ya da sivil
tüm devlet çalışanı kölelere k u P 3 statüsü, yani sultan kölesi unvanı
verilmiştir. Sadece din adamları bunun dışında tutulmuşlardır. Os­
manlIda k u l sözcüğü İslam hukukunda köle anlamı taşımıyordu ve
bunlar örneğin evlilik, mülk edinme ya da yasal sorumluluk gibi
konularda hiçbir kısıtlamaya tabi değillerdi. Onlar sadece sultanın
emirlerine uymak durumundaydılar, sultan isterse onların haklarını
kaldırabiliyordu. Siyasi görevlerde bulunanların bu durumları ve
hükümdar ya da kralla olan ilişkileri sadece Osmanlı imparatorluğu
ya da İslam dünyasına has bir şey değildi elbette.
DİPNOTLAR
1 C. A. Plasart, “Les Archers d’Athenes,” Revue d es etudes g recq u es 26
(1913), s. 151-213; O. Jacob, Les Escîaves p ubliqu es a Athenes (Liege, 1928), böl. 2; M. I. Finley, A ncient Slavery and M o d em Ideology
(New York, 1980), s. 85.
2
William L. Westermann, The Slave Systems o f G reek and Roman Antiquity (Philadelphia, 1955), s. 15-16, 37, 61; koruma olarak silahlı
köleler için bak. aynı, s. 67.
3 Waqidi, Kitab al-Maghazi, ed. Marsden Jones (Londra, 1966), s. 91;
Baladhuri, Ansab al-Ashraf, ed. Muhammad Flamidullah, cilt 1 (Kahi­
re, 1959), s. 367.
4 A khb ar al-Dawla al-Abbasiyya, ed. A. A. Düri ve A. J. Al-Muttalıbi
(Beyrut, 1971), s. 280; Taban, Tarikh, ed. M. J. De Goeje, cilt 2 (Leiden, 1879-1901), s. 1968-69: Julius Wellhausen, The Arab Kingdom
and Its Fail (Calcutta, 1927), s. 534. Onlann efendileri ve hatta bazı
destekçileri tarafından sitem edilince Abu Müslim şöyle cevap verdi:
“Eğer bir köle gelip bize katılırsa onu kabul ederiz ve o da bizim gibi
aynı ayncalıklara sahip olacak, aynı görevleri yapacaktır.” Aşim adlı bi­
rinin kölesi hakkında konuşurken de şöyle dedi: “Onu özgür bırakan
Allah’tır ve Allah bu konuda Aşim’den daha haklıdır." Bu olaylann çar­
pıtılmış bir versiyonu Bizans’a kadar ulaşmış ve tarihçi Theophanes,
Yaradılış 6240 (MS 748) yılı olaylannı kayda alırken, Florasan’da Abu
Müslim’in kışkırttığı kölelerin bir gecede efendilerini öldürüp onlann
silahlannı, atlarım ve paralarını aldıklannı yazmıştır. Bak. Theophanes,
Chronograqphia (Bonn, 1839), s. 654-55; Almanca çeviri Leopold Breyer, Bilderstreit und Araberstumı in Byzanz (Graz, 1957), s. 66-67, 70.
5
Baladhuri, Futüh al-Buldan, ed. M. J. De Goeje (Leiden, 1866), s.
458; David Ayalon, “Preliminary remarks on the mamluk militkary
institution in İslam” War, Technology and Society in the M iddle East,
ed. V. J. Parry ve M. E. Yapp, (Londra, 1975), s. 45-46.
6
Kayıt Tell-Mahre’li Dionysus’a atfedilir. J.-B. Chabot, ed. C hro nique
d e Denys d e Tell-Mahre (Paris, 1895), s. 84f. Suriye metni (= s. 72,
Fransızca çeviri).
7
Bak. O. S. İsmail, “Mutaşim and the Turks,” Bulletin o f the Scholl o f
Oriental and African Studies 29 (1966), s. 12-24; David Ayalon, “The
Military Reforms of Caliph al-Mutaşim” (belge International Congress
of Orientalists’ takdim edildi, Yeni Delhi, 1964). İslam’da askeri köle­
ler için bak. Patricia Crone, Slaves on Horses: The Evolution o f the Islamic Polity (Cambridge, 1980), ve David Ayalon’un klasik yazıları
Variourm Serisinde üç cilt halinde yayınlandı: Studies on teh Mamlııks o f Egypt (1 2 5 0 - 1 5 1 7 ) (Londra, 1977), The M amluk Military So­
ciety (Londra, 1979), O utsiders in the Lands o f İslam: M am luks,
M ongols and E u n u ch s (Londra, 1988). Osmanlı askeri kölelik için
bak. I. Metin Kunt, The S u h a n ’s Servants: The Transformation o f Ottoman Provincial Governm ent, 1 5 5 0 - 1 6 5 0 (New York, 1983), özel.
Bölüm 3, 4; aynı, “Kralların Kralları,” Boğaziçi Üniversitesi Dergisi H üm aniter Bilimler 3 (1975), s. 27-42; Halil İnalcık, The Ottoman
Em pire: The Classical A ge (Londra, 1973), s. 68ff, 77ff, 84ff.
8
İbn Haldun, Kitab al-Ibar wa-diwan al-mubtada v/a’l-khabar, cilt 5
(Bulaq, 1284/1867), s. 371; İngilizce çeviri Bernard Lewis, İslam from
the Prophet M uham m ad toz the Captune o f Constantinople, cilt 1
(New York, 1974), s. 97-99.
9
Bu konuda bak. Daniel Pipes, “Black soldiers,” International Journal
o f African Historical Studies 13, no. 1 (1980), s. 88-90’de kaynak re­
feransları verilmiştir. Dr. Pipes bu kaynaklardan yeterli bilgi sağlaya­
mamıştır.
10
G. Rotter, Die Stellung d es N egers (Bonn, 1967), s. 65ff. Mekkeli
“Ahabish” için bak. E12, s. v. (W. Montgomery Watt). İlk siyahi asker
köleler için bak. Jere L. Bacharach, “African military slaves and medieval Middle East: The cases of Iraq (869-955) and Egypt (868-1171),”
International Journa l o f M iddle Eastem Studies 13 (1981), s. 471-94.
Bacharac farklı ırk ve etnik gruplardan gelen askerler arasındaki mü­
cadelelerden söz ederken, ırkın tek neden olmadığını ve çok da
önemsenmediğini açıklar. Irkın tek neden olmadığı konusundan
emindir ve kimse de aksini söylemez. Ama önemsenme konusunda
pek de ikna edici sayılmaz. Fakat yazıda yararlı ipuçları ve referanslar
vardır.
11
tbn Tülün’ün hazine ve mallarının listesi al-Qadi al-Rashid tbn alZubayr’da verilmiştir, Kitab al-Dhakrair wa'l-tuhaf ed. Muhammed
Flamid Allah ve Salah al-Din al Munajjid (Kuveyt, 1959), s. 227.
Bak. C. H. Becker, Beitrage z u r G eschichte A gyptens u n ter d e r İs­
lam, cilt 2 (Strassburg, 1903), s. 192-93. MS 904’de Selanik yağma-
sanı katılan Tulunid siyahi askerler için bak. B. Christides, “Önce
again Caminiates’ Capture of Thessaloniki,”’ Byzantinische Zeitscbrift 74 (1981), s. 8.
12 Maqnzi, Kitab al-Mawaiz wa’l-itibar fi d h ikr al-khitat wa’l-athar (bun­
dan böyle Maqnzi, Khitaf), cilt 1 (Bulaq, 1270/1854), s. 315; Abu’lMahasin İbn Taghri Birdi, A l-N u jü m al-zahira, cilt 3 (Kahire,
1351/1932), s.15. Rivayete göre Zenc asileri arasında bile siyah beyaz
ayrımı vardı. Beyazlar ayrı evlerde oturuyor, şarap içiyor, siyahlara bu
haklar verilmiyordu (Tabari, Tarih, cilt 3, s. 1760, 1959; Rotter, Die
Stellung des N egers, s. 109-10).
13 .İbn Taghri Birdi, N ujüm , cilt 3. s. 59.
14 Aym, s. 137; Maqrızi, Khitaı, cilt 1, s. 322.
15 Arib İbn Sad al-Qurtubi, Şilat Tarikh al-Tbari, ed. M. J. De Goeje
(Leiden, 1897), s. 148-50. Diğer anlatımlar Muhammad İbn Abd
al-Malik al-Hamadani Katmilat tarikh al-Tabarı’d t, ed. Albert Yusuf
Kanan, 2. baskı (Beyrut, 1961), s. 63; Miskawayh, Kitab Tajarib alUmam, ed. H. Amedroz, cilt 1 (Oxford ve Kahire, 1332/1914), s.
202-3 (İngilizce çeviri D. S. Margoliuth, The E d ip s e o f the A bbasid
Caliphace, cilt 4 [Oxford, 1920], s. 227-28); İbn al-Athir, Kamil,
anno 318, ed. Tomberg, cilt 8 (Leiden, 1862), s. 159-60; aynı, ed.
Abd al-Wahhab al-Najjar, cilt 8 (Kahire, 1353), s. 208 (bundan
böyle İbn al-Athir, Kamil [Tomberg] ve İbn al-Athir, Kamil [Kahi­
re]. Cf H. Bowen, T he Life a n d Tim es o f Ali İbn Isa "The G o o d Vizier”(Cambridge, 1928), 290.
16
İbn al-Şabi’nin (ö. 1056) tam hikayesi İbn Taghri Birdi tarafından an­
latılır, N ujüm , cilt 4, s. 180-83. Cf Muhammad Abdallah inan, Al-Hakim bi amrillah..., 2. baskı (Kahire, 1379/1959), s. 207-8; S. Lan Poole, A History o f Egypt in the M iddle Ages, 2. baskı (Londra, 1914),
s. 133. Bir diğer korkunç hikaye Hicret’in 428. yılında (1036-37), Kahire’deki büyük açlık dönemini anlatır: “Siyahlar yan sokaklarda ka­
dınları kancalarla yakalıyor ve etlerini kesip yiyorlardı. Bir gün şişman
bir kadın Kahire’de Lamba Sokağı’ndan geçerken siyahlar onu yakala­
yıp kıçından bir parça kestiler ve yemek için bir kenara oturup onu
unuttular. Kadın onu kestikleri evden kaçıp polise haber verdi ve po­
lis gelip evi bastı. İçeride bir sürü ceset buldular ve siyahları öldürdü­
ler.” (İbn Taghri Birdi, N ujüm , cilt 5, s. 17). Özellikle açlık dönemle­
rinde başka yamyamlık hikayeleri de vardır. Bak. Bacharach, “African
military slaves,” s. 494, n. 55’te örnekler vardır.
17
İbn al-Athir, Kamil, anno. 564 (Tornberg), cilt 9, s. 228-93; aynı.
(Kahire), cilt 9, s. 103.
18
Abu Shama, Kitab al-Rawdatayn, ed. Muhammad Hilmi Muhammad Ahmad, cilt 1, pt. 1 (Kahire, 1962), s. 452; cf Maqrızi, Khitat, cilt 2, s. 3.
19
Temel Arapça kaynaklar İbn al-Athir; Abü Shama, Kitab al-Rawdatayn, cilt 1, pt. 1, s. 450-55; Maqrızi, Khitat, cilt 2, s. 2-3, 19; İbn
Wasil, Mufarrij al-kurüb, ed. Jamal al-Din al-Shayyal, cilt 1 (Kahire,
1953), s. 176-78. Bak. S. Lane-Poole, Saladin and the Fail o f the
K ingdom o fjeru sa lem (New York, 1898), s. 101-3; H. A. R. Gibb,
“The rise of Saladin," A History o f the Crusades, ed. K. M. Setton, cilt
1, The First H undred Years, ed. M. W. Baldwin, 2. baskı (Madison,
1969), s. 565; N. .Elisseef, N u r ad-Din, u n g ra n d p rin ce m usulm an de
Syrie au temps des Croisades, cilt 2, (Şam, 1967), s. 642-44; Abd alMunim Majid, Z u h ü r khilafat al-Fatimiyin w a-suqütuha (Kahire,
1968), s. 482-83.
20
Maqrızi, Khitat, cilt 2, s. 19.
21
D. Ayalon, G unpow der and Firearms in the M amluk K ingdom (Lond­
ra, 1956), s. 66ff.
22
Maqnzi, Kitab al-Sulük, ed. Muhammad Mustafa Ziyada, cilt 1 (Kahi­
re, 1934), s. 440. (Fransızca çeviri E. Quatremere, Histoire des sultans m am louks d e l’Egypte, cilt 1, pt 1 [Paris 1837İ, s. 122-29). Bak.
A. N. Poliak, “Les Revoltes populaires en Egypt a l’epoque des mamelouks et leurs causes economiques,” Revues d es etudes lslam iques
(1934), s. 241-73, özel. 254-72.
23
Biraz değişik anlatımlar, İbn Taghri Birdi, Hawadith al-Duhür, ed. W.
Popper, cilt 8, pt. 1 (Berkeley, 1930), s. 19-20; al-Sakhawi, Al-Tibr
al-masbük fi dhayl al-sulük (Kahire, 1896), s. 126; İbn Iyas, Badai alzuhür, cilt 2 (Bulaq, 1311/1893-94), s. 28. Bak. Poliak, “Les Revoltes
populaires,” s. 272-73; I. M. Lapidus, M üslim Cities in (h e Later
M iddle Ages (Cambridge, MA 1967), s. 171-72.
24 Anşari, D. Ayalon’un yayınlanmamış bir yazısından alıntı ve çeviri,
“Gunpowder,” s. 70.
25 Andrew Handler, “The abid under the Umayyad of Conrova and the
muliik al-tkawaif" O ccident and Orient: A Tribute to the M em ory o f
Alexander Scheiber, ed. Robert Dan (Budapeşte ve Leiden, 1988), s.
229-39. M. Brett, “Ifriqiya as a market for Saharan trade from the
tenth to the twelfth century, A.D.,” Jo u rn a l o f African History 10
(1969), s. 354-56. Ortaçağ Tunus’ta siyah köleler için bak. H. I. İdris,
La Berberle orientale sous les Zirides: Xe-XIIe siecles (Paris, 1962), s.
575-76, 684-85; M. Talbi, L ’E mirat aghlabide 1 8 4 -2 9 6 /8 0 0 -9 0 9 : histoire politique (Paris, 1966), s. 193-247.
26
Ramon Lourido Diaz, “La rebelion de los Abid en 1778, y su desintegracion como milicia especial,” Cuadernos d e historia del İslam 5
(1973), s. 99-149; Nicola Ziadeh, “Al-Mawlay İsmail Sultan al-Maghrib, 1082-1139/1672-1727,” Al-Abhath 17 (1964), s. 155ff; Allan R.
Meyers, “Class, ethnicity and slavery: The origins of the Moroccan
Abid,” International Jo u rn el o f African Historical Studies 10 (1977),
s.427-42; Henri Terasse, H istoire d u M aroc, cilt 2 (Casablanca,
1950), s. 256-57; Ch.-Andre Julien, Histoire d e lA frique du N ord, 2.
baskı (Paris, 1961), s. 229-30. Naşiri’den ilgili bölümler Eugene Fumey tarafından Fransızcaya çevrildi ve yayınlandı, Archives marocaines 9 (1 9 0 6 ), s. 74-78, 9 4 -9 6 .
27
David Hume, “Of parties in general,” Essays. Dikkatimi bu noktaya
çektiği için E. Kedourie’ye teşekkür ederim.
28 Fumey, Archives marocaines, s. 330-33.
29 W. G. Browne, Travels in Africa, Egypt and Syria from the Year 1 7 9 2
to 1798, 2. baskı (Londra, 1806), s. 54; Louis Frank, M em oire s u r le
com m erce des negres au Kaire et s u r les maladies auxquelles ils sont
sujets en yarrivant (Paris, 1802), s. 37-38.
30
Bu ilginç olay için bak. Raverat ve Dellart, “Historique du bataillon
negre egyptien au Mexique (1863-1867),” Revue d ’Egypte 1 (189495), s. 42-53, 104-23, 176-85, 230-45, 272-86; Umar Tüsün, Butülat
al-Ü rta a l-S ü d a n iy y a a l-M işriyy a fi h a rb a l-M a k sik (Kahire,
1352/1933).
31
R. R. Madden, Travels in Turkey, Egypt, Nubia and Palestine... 2.
baskı, cilt 1 (Londra, 1833), s. 145-46.
32
Bernard Lewis, “Slade on the Turkish Navy,” Jo u rn a l o f Turkisb
Studies 2 (1987), s. 10. Rapor o dönemde Türk donanmasıyla bir­
likte görev yapan ve Osmanlı İmparatorluğu konusunda önemli
eserler yazmış olan İngiliz deniz subayı Adolphus Slade tarafından
yazılmıştır.
33
Türkçesi kapı k u lu ’dur. Bu konuda bak. B. Lewis, The Polidcam Lang u a çe o f İslam (Chicago, 1988), s. 20-21. Avrupalılann daha sonra
kullanmaya başladığı Babıali sözcüğü sadrazam ve bazı devlet kuru­
luşlarının bulunduğu yapıya denir.
ONUNCU BÖLÜM
ON DOKUZUNCU YÜZYIL VE SONRASI
On sekizinci yüzyıl sonlarından itibaren, Afrikalı kölelerin ya­
kalanması, nakledilmeleri ve Orta Doğu ve Kuzey Afrika köle pazar­
larında satılmalarıyla ilgili çağdaş ve çoğu Avrupalı gözlemcilerin
yazdığı pek çok belge bulunmuştur.1 On dokuzuncu yüzyıl başla­
rında Darfur’a gitmiş olan bir Tunuslu gezgin, siyahilerin köle ola­
rak yetiştirildiği çiftliklerden söz etmiştir:
Şehirlerde yaşayan bazı zenginler civar kırsaldan ve dağlar­
dan getirdikleri siyahileri çiftliklerine yerleştirip çalıştırıyor, aynı
zamanda onları çiftleştirip doğan çocuklannı her yıl koyun satar
gibi köle tüccarlarına satıyorlardı. Bazı çiftliklerde beş altı yüz er­
kek ve kadın köle vardı ve köle tüccarlan her zaman gelerek
bunların içinde satılık olanları satın alırlardı.2
Bu da köle ticaretinin kuzeydeki bazı olaylar nedeniyle ne ka­
dar geliştiğini gösteriyor. Ruslann Doğu Avrupa’ya egemen olmaları
ve 1783’de Kınm’ı almaları, Tatarların Ukrayna ve komşu topraklar­
dan yakaladıkları esirleri İstanbul ve diğer Osmanlı şehirlerindeki
köle pazarlarında satarak yaptıkları ticarete son verdi. Orta ve Doğu
Avrupa’nın bir zamanlar bol olan beyaz köleleri gittikçe azaldı ve
Rusların 1801-28 yılları arasında Kafkasya topraklarını işgal etmele­
ri sonucu olarak İslam dünyasının beyaz köle kaynakları azaldı ve
sonunda bitti.3 Gürcü ve Çerkez köle kaynakları kuruyan Müslü­
man ülkeler bu kez zorunlu olarak Afrika’daki siyahi köle kaynakla­
rına döndüler. Mehmet Ali Paşa’nm Nil kıyılarında ilerlemesiyle si­
yahi köle ticareti daha da arttı.
Ortaçağ’da klasik köle ticareti yolları Batı Afrika’dan (Gine, Ber­
ber sözcüğü ig g in a w 'dan çoğ. gnaw a ‘siyah’) Sahra, Fas, Cezayir ve
Tunus’a; Sudan’dan Mısır’a; Doğu’da da Kızıl Deniz’den Irak, Iran
ve Hint Okyanusu’ndan daha da ileriye uzuyordu. Daha sonraları
Kano’dan Agades ve Ghadames yoluyla Tripoli’ye, Waday ve Darfur’dan Borku ve Tibesti yoluyla Kufra ve Cyrenaica’ya da köle tica­
reti yollan açıldı.
Mısır ve Mağrip’te Avrupa etkisinin artması ve Osmanlımn si­
yah köle ticaret yollarını kesme girişimleri, gözetimden uzak olan
yolların önemini artırdı. Libya da önemli bir köle ticareti merkezi
haline geldi. Tripoli ve Bingazi’ye Çad ve Nijerya gibi uzak bölgeler­
den getirilen köleler Avrupa’daki Osmanlı topraklarına ve Asya’ya
satılıyordu.4 Bu köleler memleketlerinden köle pazarlarına getirile­
ne kadar büyük zorluklar yaşıyorlardı. Reformcu Sadrazam Mustafa
Reşit Paşa tarafından Tripoli’deki Osmanlı valisine gönderilen Ka­
sım 1849 tarihli mektupta, Bornu’dan Libya güneyindeki Fizan’a
getirilirken susuzluktan ölen bin altı yüz köleden söz edilir: “Kutsal
yasalarımız köle ticaretini yasaklamış ve aynı zamanda daha önce
köle olanlara insanca davranılmasını emretmiştir, buna uymayanlar
cezalandırılır.” Valiye köle tacirlerini cezalandırması emredildi ve
böyle bir felaketin bir daha yaşanmaması istendi. Ama on dokuzun­
cu yüzyıl sonlarında yazılmış İngiliz konsolosluk raporlarına bakı­
lırsa köle ticareti ve kölelerin çektikleri acılar devam etmiştir.5
1912’de Tripolitania’da Italyanlara karşı görev yapan bir Türk suba­
yı anılarında şöyle yazmıştır:
Büyük Senussi Sidi Ahmet Şerifin özel temsilcisi geliyor ve onun hediyesi olarak iki zenci kadın köle, fildişi vb. getiriyor.
Tanrı’m bu siyahi kadınları ne yapacağım ben? O bana ayrıca
kutsadığı kendi silahını da gönderiyor.6
Bu subay Enver Bey’di ve daha sonra İstanbul’daki genç Türk
hükümetinin Savunma Bakanı Enver Paşa oldu. Büyük Senussi ise
Libya’daki egemen Müslüman toplumu Sanussiya’nm kralıydı.
Önemli bir köle ticaret merkezi olan Hicaz köle ticaretini ya­
saklayan Osmanlı yasalarının dışında kalıyordu7 ve bu nedenle gö­
zetimden ve yasaklardan uzaktı. Bu da Mekke’nin köle ticareti mer­
kezinin önemini artırdı. Köleler Doğu Afrika’dan gemilerle Hicaz’a
getiriliyor ve oradan Kuzey’e ve Mısır’a gönderiliyorlardı.8 Köle tica­
retini önlemek için elinden geleni yapması istenen Şam’daki Ingiliz
konsolosu, 17 Mart 1877’de şöyle bir rapor yazdı:
Mekke köle pazarlannda yapılan köle ticareti hakkında yeni
Genel Vali Ziya Paşaya bilgi vererek kölelerin Hac kervanıyla Su­
riye’de satılmak üzere gönderildiğini bildirdiğim zaman, Paşa ba­
na bu ticaretin önlenmesi için kesin emirler verdiğini söyledi. Ama daha sonra Paşa bana, emirlerine beklediği gibi uyulmadığını
ve kölelerin yine de getirildiğini belirtti.9
Kölelerin Sudan’dan, Nil üzerinden Mısır’a ve Kızıl Deniz üze­
rinden de Arabistan’a götürüldüğü üçüncü yol eski köle ticareti yo­
luydu. On dokuzuncu yüzyılda, yetmişli yılların sonlarında ve sek­
senli yılların başlarında İngiliz ve Mısır hükümetlerinin girişimleriyle
bir süre kesilen bu yol Mahdist isyanıyla yeniden canlanır gibi oldu
ama 1896-98 yılında yeni İngiliz-Mısır fetihleriyle tekrar kesildi.10
Siyahların köle ticaretinin en önemli nedeni, onların hizmet sek­
töründe rahatça çalıştırılmasıydı. Özgür siyahlardan bazıları da bu
alanda çalışıyor ve Arabistan’da önemli yerlere gelebiliyorlardı. Bunla­
rın Mısır’daki durumları daha mütevazı idi. W. G. Browne’ın notlarına
göre on sekizinci yüzyıl sonlarında Kahire’de hemen her evde siyahi
köle vardı ve Nubiya’dan gelen özgür siyahiler de zenginlerin evinde
hamal olarak çalışıyor, bazen de boza ve yiyecek satıyorlardı.11 On do­
kuzuncu yüzyılda Mısır’da, Türkiye’de ve diğer Osmanlı topraklarında
siyahi köleler her yerde kullanılıyordu ve bu ülkelerde onların torunla­
rına hâlâ rastlanır. Mısır’da günümüzde bile Nubiya’lı hamallar, uşak­
lar ve seyyar satıcılar görülür. Çerkez ve diğer beyaz köle kadınlara sa­
dece zenginler sahip olabildiğinden, cariye olarak daha çok Afrikalı si­
yahi kadınlar alınıyordu. Beyazlardan daha koyu ama siyahlardan biraz
daha açık tenli olan Habeş kadınlan önde geliyordu ve 1833-35 yılları
arasında Mısır’da yaşamış olan Edward Lane şöyle yazdı:
Haremde önce bir eş ya da eşler (dörde kadar) var, sonra ka­
dın köleler ki bunlardan bazılan beyaz ve (genelde isimlendiril­
dikleri gibi) Habeş (ya da daha uygun olarak (Galla) köleler ge­
nelde cariye oluyorlar, diğerleri (siyahi köleler) aşçılık, hizmetçi­
lik gibi hizmetlerde kullanılıyor, üçüncü olarak da özgür kadın
hizmetçiler var ki bunlar aslında cariye değil ama bazen de olu­
yorlar. Erkek köleler beyaz ve siyahi ve aynca köle olmayan hiz­
metkarlar var ve bunlar çoğunlukta. Dört karısı olan Mısırlı çok
az, iki ya da üç kansı ve ayrıca cariyeleri de olan erkek sayısı da­
ha da düşük. Evinde huzur isteyen erkekler tek eşle yetiniyor,
köle cariye de almıyorlar. Ama bazıları da kadın Habeş köleyi,
bakımı daha pahalı olan yasal bir eşe tercih ediyor ya da evinin
ve kendinin bakımı için bir Mısırlı kadın tutuyor...
Beyaz kadın köleler daha ziyade zengin Türklerin evinde olu­
yor. Orta ve üst düzey Mısırlıların evlerinde daha ziyade koyu
esmer ve bronz ten renkli Habeş köle cariyeler bulunuyor, bun­
lar beyazlarla siyahiler arasında bir ırkı temsil ediyorlar, ama on­
larla diğerleri arasında oldukça büyük fark var. Ama onlar beyaz­
lardan çok farklı olduklarını düşünmüyor ve efendilerinin kanla­
rına hizmet etmekten kaçınıyorlar; siyahiler de Habeşler konu­
sunda aynı şeyi düşünüyorlar ama beyaz hanımefendilere seve­
rek hizmet ediyorlar... Habeşlerin çoğu güzel oluyor. Orta güzel
olan kızların fiyatlan on ile on beş sterlin arasında değişiyor. Ama birkaç yıl önce fiyatlan bunun iki katıydı. Mısırlı çapkınlar
bu kızlan çok beğeniyor ama bunlar nazik bir yapıya sahipler ve
çoğu bu ülkede ölüyor. Beyaz bir köle kızın fiyatı bir Habeş’in üç
ile’on katı arasında değişiyor, siyahilerin fiyatı ise çok daha ucuz
ama iyi çalışan ve yemek yapanların fiyatı biraz artıyor. Siyahi
köleler genelde hizmet işlerinde kullanılıyorlar.12
Arabistan’a giden birçok gezgin gerçek siyahilerle Habeşler ara­
sındaki farktan söz etmişlerdir. Basra Körfezi bölgesinde görevli bir
İngiliz olan Amold Kemball 8 Temmuz 1842 tarihli mektubunda
Afrikalı kölelerle ilgili olarak şöyle yazmıştır:
Gerçek zenciler çok ağır işlerde ve açık alanlarda çalışıyorlar,
kadınlar ise yemek yapıyor, su taşıyor ve buna benzer işler yapı­
yorlar ama fakirler ve aşağı tabaka erkekleri bile bunlan cariye
olarak almıyorlar.
Habeşlere gelince,
Erkek ve kadın Habeş kölelere hep iyi davranılıyor, iyi giyini­
yor ve besleniyorlar. Erkek çocuklar okula gönderiliyor, okuma
yazma öğrenip ev işlerinde idareci olarak kullanılıyorlar... Eğer
yetenekli ve zeki iseler, az da olsa gemilerde kamarot ya da özel
işlerde çalışan tayfa ya da yönetici olarak iş buluyorlar.
Kadın köleler genelde cariye oluyorlar ya da haremlerde hafif
işlerde hizmetçi olarak kullanılıyorlar.
Nubiyan ya da Habeş harem ağalarının fiyatları çok yüksek
ve bunlar ancak kralların, soyluların ya da çok zengin tüccarların
haremlerinde görülüyor.13
Harem ağaları pek çok ülkede, çok sayıda saray ve köşklerde
aranan elemanlardı. Bunlar ayrıca dinsel bazı görevler de yapıyor­
lardı. Ortaçağ’da yerleşen ve yirminci yüzyıla kadar da devam eden
bir adete göre Medine’de Hz. Muhammet türbesinin bekçileri ço­
ğunlukla siyahi hadımlardır, bunlar genç yaşlarda satın alınarak bu
kutsal görev için yetiştirilir ve adeta rahipler gibi görev yaparlar.14
İlk zamanlar hem beyaz ve hem de siyahi harem ağaları kulla­
nılırdı ve Osmanlı saraylarında iki grup ayrılır ve başlarında kendi
şefleri olurdu. Ama on altıncı yüzyıldan sonra beyaz harem ağaları­
nın hem sayıları ve hem de etkileri azaldı. Siyahi harem ağalarının
sayıları gittikçe arttı ve başlarındaki Kızlar Ağası çok güçlüydü. Bir
siyahinin yükselmesi için iyi bir yoldu Harem ağalığı.15
Fakat harem ağalannın çoğu mütevazı işlerinde kaldılar.16 On
dokuzuncu yüzyılda çoğu Afrika’dan getiriliyordu bunlann. 1802’de
yazan Louis Frank’a göre yukarı Mısır’da, Abu Tig’de her yıl yüz ile iki yüz arasında siyahi erkek çocuk Sudan-Kahire köle yolu üzerinde
hadım ediliyordu ve bunlar genelde sekiz ile on yaş arası çocuklardı.
Bir hadım zenci normal bir siyahinin iki katı fiyatla satılırdı ve köle
tüccarları da bu yüzden bu zavallıları hadım eder, sakatlardı.17
1813-14 yıllarında Yukarı Mısır ve Sudan’da dolaşmış, gezmiş
olan İsviçreli Arap uzmanı J. L. Burckhardt bu konuda aynntılı bilgi
vermiştir. Kölelerin hadım edildiği iki yer bulduğunu yazar. Bu yerler­
den biri olan Darfur’da hadım edilen kölelerden bazılan Mısır’a, çoğu
da zenci krallar tarafından Mekke ve Medine’deki camilere ve türbele­
re hediye olarak Souakin yoluyla gönderilmiştir. Ama ikinci ve daha
büyük merkez Yukarı Mısır’da, Asyut (Siout) yakmlannda bir Kıpti
köyü olan Zawiyat el-Dayr idi. Burckhardt bu konuda şöyle yazdı:
Bu köy Türkiye’nin Avrupa ve Asya topraklanna kadın iffeti­
nin bu koruyuculannı üretiyordu... O ülkede kaldığım süre için­
de gördüğüm kadarıyla zenci köleleri hadım eden başlıca iki
Kıpti keşiş vardı ve bunlar bu işte uzmanlaşmıştı. Yaptıklan iş
yüzünden en aşağılık Mısırlılar bile nefret ediyorlardı onlardan
ama hükümet koruyordu onları, çünkü devlete belirli bir vergi
ödüyordu bu Kiptiler ve hadımları daha yüksek fiyata satan köle
tacirleri de buna göz yumuyor ama içlerinden nefret ediyorlardı.
Hadım etme ameliyatı korkunç görünse de genelde ölüm olayı
çok azdı. 1813 yılında bir sefer altmış çocuk kısırlaştırıldı ve iç­
lerinden sadece ikisi öldü; şehirde bu konuyu konuştuğum kişi­
ler bu ölüm sayısının aslında çok olduğunu, genelde bu kadar
ölüm olayı görülmediğini söylediler. Ölüm olayı genelde yüzde
iki oranında oluyordu. Siout’dan Darfeur ve Sennaar’a gelen ker­
vanlardaki çok sayıda zenci çocuğu böylece kısırlaştırılıyordu,
ben hepsini görmedim ama pek çok kişiden duydum. Çocuklar
genelde sekiz ile on iki yaş arası oluyor, daha büyüklerde ölüm
riski artıyormuş.
... Ameliyat olup kısırlaştırılan bir çocuğun fiyatı Siout’da bin
kuruş kadar, ama birkaç hafta önce onu satın alan köle tüccan
ona genelde üç yüz kuruş ödüyor ve kısırlaştırma ameliyatı ya­
pan Kıpti de kırk beş ile altmış kuruş arasında bir para alıyor. Bu
büyük kazanç da elbette köle tüccarlannda vicdan diye bir şey
bırakmıyor. Yılda yaklaşık yüz elli çocuk hadım ediliyor. İki yıl
önce Muhammet Ali Paşa iki yüz genç Darfour kölesini kısırlaş­
tırdı ve hediye olarak Büyük Sinyor’a gönderdi. Mısır ve Suri­
ye’de harem ağası kullanma adeti oldukça azaldı. Mısır’da Paşa
ve oğullarının haremleri dışında en çok üç yüz harem ağası oldu­
ğunu sanıyorum, ama Suriye’de bu sayı biraz daha fazladır. Bu
ülkelerde hastalık riski de var ve evinde harem ağası kullanacak
kadar çok sayıda kadın köle tutanlar hükümetten korkuyorlar.
Türk evlerinde ise beyaz harem ağası sayısı çok az.18
Daha sonra Mısır’da kısırlaştırma ameliyatları yasaklandı ve ha­
rem ağaları Sudan’dan hadım edilmiş olarak gelmeye başladılar.
Kemball’m siyahi köle erkeklerin açık havada ve ağır işlerde,
kadınların ise ev işlerinde çalıştıkları konusundaki gözlemleri başka
kaynaklarca da doğrulandı. Gezginlerin notlarında ve özellikle de
İngilizlerin kölelikle savaş döneminde yazılan konsolosluk raporlahnda, tarım ve inşaat işlerinde pek çok zenci köle çalıştırıldığından
■Öz edilir.19 On dokuzuncu yüzyılda Mısır’da, özellikle tarımda olpak üzere ekonomik hayatta siyahiler önemliydi. Şeker kamışı tar­
lalarında, fabrikalarda ve sulama işlerinde hep zenciler çalışıyordu.
Amerikan tç Savaşı döneminde gelişen Mısır pamuk ticareti de, pa­
muk yetiştiren çiftçilerin tarlalarda çalıştırmak üzere daha çok siya­
hi köle satın almalanna neden oldu.20
Siyahi kölelerin büyük çoğunluğu evlerde, konaklarda çalışı­
yordu. Avrupah gezginlerin ifadelerine göre, siyahi köleler kendile­
rini yakalayıp satan köle tacirlerinin ellerinde çok acı çekiyorlardı ama evlere satıldıktan sonra rahatlıyorlardı.
Beyaz köle kaynaklarının kurumasından sonra artan Afrikalı
köle ticaretinde siyahi köleler başlangıçta gerçi çok acı çekiyorlardı
ama bunlara dayanan ve sonunda bir eve satılanlar gayretlerinin
karşılığını görüyorlardı. Beyaz köleler çok azaldığı için daha önce
onlar tarafından yapılan görevler ve işler siyahilere veriliyor ve onlar
da verilen işleri başarıyla yaparak efendilerini mutlu etmeye çalışı­
yorlardı. On dokuzuncu yüzyılda siyahi köleler -daha çok da siyahi
azat edilmişler- çok önemli görevler aldılar ve güçlendiler. Bu olay
Arabistan’da biraz daha çok, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın diğer
bölgelerinde daha az görülür.
DİPNOTLAR
1 W. G. Browne ( Travels in Egypt, Syria and Africa (in 1 7 9 3 ), 2. baskı,
[Londra, 1806] adlı eser Afrika’daki köle yollanyla ilgili bilgiler verir.
On dokuzuncu yüzyıl köle ticareti için bak. J. L. Burckhardt, Travels
in Nubia, 2. baskı (Londra, 1822), özel. S. 290ff; T. F. Buxton, The
African Slave Trade and İts R em edy (Londra, 1840), özel. S. 39ff,
90ff, 192ff; Captain Colomb, R. N. Slave-Catching in the Indian Ocean (Londra, 1873). Modern incelemeler için bak. J. B. Kelly, Britain
and the Persian G ulf 1 7 9 5 -1 8 8 0 (Oxford, 1968), s. 441-51; Reginald
Coupland, The Exploitation o f East Africa 1 8 5 6 -1 8 9 0 : The Slave Tra-
d e and the Scram ble (Londra, 1939); A. Adu Boahen, Britain, the Sa­
kara and the W estem Sudan 1 7 8 8 -1 8 6 1 (Oxford, 1964); Esmond B.
Martin ve T. C. I. Ryan, “A quantitative assessment of the Arab slave
trade of East Africa, 1770-1896,” Kenya Historical Review 5 (1977),
s. 71-91; Glauco Ciammaichella, Libyens et français au Tchad (1 8 9 7 1 9 1 4 ): La Confrerie senoussie et îe co m m erce transsaharien (Paris,
1987); G. Baer, Studies in the Social History o f M odern Egypt (Chica­
go, 1969), s. 161-89; Terence Walz, “Black Slavery in Egypt during
the nineteenth century as reflected in the Mahkama archives of Cairo,” Sîaves an d Slavery in M üslim Africa, ed. J. R. Willis, cilt 2
(Londra, 1985), s. 137-60; Terence Walz, Trade between Egypt and
Bilad as-Su^an, 1 7 0 0 -1 8 2 0 (Kahire, 1978), s. 173-221 (böl. 6, “Tra-
ding in Slaves”); Allan G. B. Fisher ve Humphrey J. Fisher, Slavery
and Müslim Society in Africa (Londra, 1970); Sudan için bak. R. Hill,
Egypt in the Sudan 1 8 2 0 -1 8 8 1 (Londra, 1959), s. 24ff, 62ff ve bazı
yerlerde; R. Gray, A H istory o f th e S o u th ern S u d a n 1 8 3 9 - 1 8 8 9
(Londra, 1961); P. M. Holt, A M odem History o f the Sudan, 2. baskı
(Londra, 1963), s. 14, 35, 61-72; Gabriel VVarburg, “Slavery and labour in the Anglo-Egyptian Sudan,” Asian and African Studies 12
(1978), s. 221-45.
2 Cheykh Muhammad İbn Ali lbn Zayn al-Abidin, LeLivere du Soudan,
çeviri Marcel Grisard ve Jean-Louis Bacque-Grammond (Paris, 1981),
s. 8-9. Bu çalışmanın Arapça orijinali kayıptır; çeviri 1846’da İstan­
bul’da basılmış bir Türkçe versiyondan yapılmıştır. Köle ticareti hak.
bak. R. S. O’Fahey, “Slavery and tlıe slave trade in Dar Für " Jo u rn a l
o f African History 14 (1963), s. 29-43.
3
Bak. Alah Fisher, The Crimean Tatars (Stanford, 1978), s. 15-16, 2629, 42; aynı, The Russian A nnexation o f th e Crim ea, 1 7 7 2 - 1 7 8 3
(Cambridge, 1970), s. 19-21.
Ettore Rosse, Storia di Tripoli e dalla Tripolitania della conquista ara­
ba al 1911 (Romla, 1968), s. 316-19 (genelde İtalyan konsolosluk ra­
porlarına dayanır). Bazı baskınlarda çok fazla esir alınır ve köle fiyat­
ları düşerdi. 1878’de Çad Gölü güneyinde Bagirmi köle pazannda
yaşlı bir adam iki, üç dolara, genç ya da yaşlı bir kadın beş dolara sa­
tılıyordu. Altı, sekiz yaşları arasında bir çocuk bir gömlekle (75 sent
değerinde) takas edilebilirdi. Bak. Fisher ve Fisher, Slavery and M üs­
lim Society in Africa, s. 165. Osmanlıda Afrikalı köleler için bak. Ric-
hard Pankhurst, “Ethiopian and other African slaves in Greece during
the Ottoman Occupation.” Slavery a n d Abolition 1 (1980), s. 339-44.
Girit’e 1834’te giden bir İngiliz, hemen her evde köle olduğunu yazdı,
“İşçi fiyatları çok pahalı, bazı işler için işçi bulmak olanaksız gibi,
Khania ve Megalo-Kastron pazarlarında iğdiş edilmiş boğalarla insan­
lar beraber satılıyor ve bunların çoğu Bingazi’den geliyor.” (Pank­
hurst, “Ethiopian and other African slaves,” s. 341, Robert Pashley,
Travels in Crete, cilt 2 [Cambridge ve Londra, 1837), s. 104. Pank­
hurst bu konuda başka kaynaklar da verir.
5 Bak. aşağıda s. 161ff.
6
Enver Paşa, Um Tripolis (Münih, 1918), s. 90. Bu referans için Michel Le Gall’a teşekkürler.
7
Bak. Lewis Hertslet belgeleri, ed. A Com plete Collection o f the Treaties and Conventions and Reciprocal Regulations, at Presem Subsisting
betw een Great Britain and F o reign Povvers, ete., cilt 10 (Londra,
1859), s. 1011-12, 1014-17, 1097-1100; cilt 11 (1861), s. 551-53.
8
Bak. C. Snouck Hurgronge, Mekka, cilt 2 (The Hague, 1888-89), s.
12-23, 132-37; tngilizce, C. Snouck Hurgronge, Mekka in tne Latter
Pornt o fN in eteen th Century (Londra, 1931), s. 10-20, 106-10; R. F.
Burton, Peronal Narrative o f a Pilgrimage to al-Madinah and Mecca
(Londra, 1924), cilt 1, s. 47, 49, 59-61; cilt 2, s. 12-13, 233, 251-52.
9
M. Kaya Bilgegil’den alıntı, Ziya Paşa üzerinde bir Araştırma, 2. baskı,
cilt 1 (Ankara, 1979), s. 399.
10
Rudolf C. Slatin, Slatin Paşa olarak bilinir, iki yıl Mahdi’nin esiriydi ve
köle ticaretini yazdı; kölelerin yakalanıp Mahdi başkenti Omdurman’a
getirilişi (Fire and Sw ord in the Sudan [Londra, 1897], s. 557ff.
11
Browne, Travels, s. 76. Bouze ya da buza (boza) bir içecektir.
12 E. W. Lane, A n A ccount o f the M anners and Customs o f the M odem
Egyptians, 5. baskı, cilt 1 (Londra, 1871), s. 168-69, 233-34.
13 Arnold Kemball to Lt. Col. H. D. Robertson (Kharaq’da resmi temsil­
ci), 8 Temmuz 1842 (H. D. Robertson’dan YVilloughby’ye [Bombay
valisi genel sekreteri) 9 Temmuz 1842 [No. 116 Sır Dept.l 30 Eylül
tarihli Gizli Mektup 106 içeriği, Enclosures Secret Letters, cilt 50,
Hindistan Ofisi Kayıtlan, Londra. Cf Kelly, Britain and Persian Gulf,
s. 411 ff. Bak. aşağıda, Belgeler 5, s. 157-59. Afrika’dan Körfez’e köle
ticareti, bak. Charles Issawi, ed. E conom ic History o f Iran 1 8 0 0 -1 9 1 4
(Chicago, 1971), s. 124-28.
14 Hz. Peygamber’in türbesindeki koruyucu harem ağaları konusunda
Shaun Marmon’un incelemesinden yararlandım, ona minnettanm. Bu
korumaların özel statüleri için bak. Alfred von Kremer, A egypten:
Forschungen ü b er Land u n d Volk w ahrend eines zenhjahrigen Aufenthalts, cilt 2 (Leipzig, 1863), s. 88.
15
Osmanlı sarayı harem ağaları için bak. H. A. R. Gibb ve Harold Bowen, Islamic Society and the West, cilt 1, Islamic Society in the Eighteenth Centry, pt. 1 (Londra, 1950), s. 76ff, 329ff; N. M. Penzer, The
Harem (Londra, 1936), s. 125-51, 233; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Os­
manlI devletinin saraş teşkilatı (Ankara, 1945), s. 172-83; Çağatay
Uluçay, Harem II (Ankara, 1971), s. 117-31. Daha eski bir yorum
için bak. Paul Rycaut, A History o f the Present State o f the Ottoman
Em pire, 4. baskı (Londra, 1675), s. 66-67. Modem dönem için bak.
böl. 1. n. 34.
P6
A. Ubicini beyaz kölelere verilen avantajlarla siyah kölelerin güç ya­
şamları arasındaki farkı anlatır: “Siyahların iyi mevkilere gelmesi an-
cak sarayda çalışmakla mümkündür; ama bunun şartlan vardı.” (La
Turquie actuelle [Paris, 1855), s. 294).
17
Louis Frank, M emoires su r lea com m erce des N egres a u Kaire (Paris,
1802), s. 13-14; Gabriel Baer, Studies in the Social History o f M odem
Egypt (Chicago, 1969), p. 164.
18 J. L. Burckhardt, Travels in Nubia (Londra, 1819), s. 294-96. Sak.
Prince von Pückler-Muskau, d us M ehem ed Ali’s Reich, cilt 3 (Stuttgart, 1844), s. 159-59 (İngilizce, Prince von Pückler-Muskau, Egypt
un d er M ehem et Ali, cilt 2 [Londra, 1845], s. 251); H. von Maltzan,
M eine Wallfahrt nacm Mekka, cl, (Leipzig, 1865), s. 48-49. Maltzan
kısırlaştırılan siyah çocukların çoğunun öldüğünü ve geriye kalanlann
da çok pahalıya satıldığını yazdı.
19
Bak. yukanda, s. 101.
20
Baer, Studies, s. 166 (bir İngiliz konsolosluk raponundan); cf. diğer
kaynaklar, s. 165-68.
ON BİRİNCİ BÖLÜM
KALDIRMA, İPTAL
On dokuzuncu yüzyılda köle ticaretine karşı başlayan mücade­
le hareketi İngiltere’de ve daha sonra başka Batı ülkelerinde güçlü
bir engelleme hareketine dönüştü ve bu da İslam ülkelerini etkile­
meye başladı. İstenen şey, köle ticaretini önce biraz engellemek, kı­
sıtlamak ve daha sonra da tamamen yok etmekti. İslam yasaları, es­
kiye ve koloni sistemine göre köleye bazı yasal haklar tanıyor, bazı
yükümlülükler getiriyor ve köle sahibine de haklar veriyordu. Köle­
nin azat edilmesi tavsiye ediliyor, emredilmiyordu ve kölelik kuru­
mu şeriat yasasıyla düzenlenmişti. Belki de bu yüzden, kölelik ku­
rumu İslam toplumlarında, eski sistemden ve on dokuzuncu yüzyıl
Amerika’sı sisteminden daha iyi durumdaydı,
f
Bir kölenin Müslüman toplumda yaşamı, fakir bir özgürden
feelki daha iyiydi ama kölelerin yakalanması ve köle pazarlarına gö­
türülmesinde büyük zorluklar vardı ve köleler çok acı çekerlerdi.
«Avrupa’daki kölelik karşıtlarının dikkatini çeken de bu durumdu ve
ptöleliği engelleme çabalan özellikle Afrika’ya yöneltildi.
Köleliğin tamamen yok edilmesi, ortadan kaldırılması mümkün
olamazdı. Müslüman görüşüne göre, Tanrı’nın istediğini yasakla­
mak, O’nun yasakladığını yapmak kadar günahtı1; kölelik kurumu
kutsal yasayla düzenlenmişti. İslam hukukunun medeni kanunu,
suç ve benzer konulardaki yasaları bazen değiştirilmiş ve yeniden
düzenlenmiş olmasına karşın kölelikle ilgili yasada hiçbir değişiklik
yapılmamıştı. Böylece en büyük reform karşıtlan tutucu dindarlar­
dan ve özellikle de kutsal kentler'olan Mekke ve Medine’den çıktı.
Kölelik kurumunda reform yapılması isteklerine din adamlarından
ve kutsal yerlerden karşı çıkılması bir paradokstur. Onlar kutsal ki­
tapta da belirtilen bir geleneği destekliyorlardı, onların gözünde
Müslüman hayatın devamı için kölelik kurumu gerekliydi.
Müslüman ülkelerin çoğunda köleliğin önce yavaş yavaş kısıt­
lanması ve daha sonra ortadan kaldırılması uygulaması on doku­
zuncu ve yirminci yüzyıllarda başarılı oldu, ama siyahlarla beyazlar
arasında yine bir ayrım vardı. Orta Doğu Müslüman ülkelerin ço­
ğunda köle ticareti iki Dünya Savaşı arasında yasaklandı, 1962’de
yeni kurulan Yemen hükümeti ve birkaç hafta sonra da Suudi Ara­
bistan yasakladı köleliği. İran’da köle ticareti 1906 anayasasıyla ya­
saklanmıştı ama kesin uygulanması için yeni bir yasaya gerek vardı.
Köle ticaretini yasaklayan yasayı en son 1980’de Moritanya çıkardı.
Bazı raporlara göre her şeye rağmen köle ticaretinin bazı yerlerde
devam ettiği söyleniyor.2
Köleliğin kaldırılması çalışmaları ilk önce Avrupa’da görüldü ve
diğer yerlerdeki gayretlerde de Avrupa ülkelerinin etkisi mutlaka ol­
du. Ingiltere, Fransa, Hollanda ve Rus imparatorluğu gibi ülkelerde
kralların ve hükümdarların da baskısı oldu. Doğu Afrika ve Orta
Doğu’da köle ticaretinin ortadan kaldırılması konusunda Ingiltere,
donanmasını da kullanarak baskı uyguladı ve Türkiye sultanının,
İran şahmın, Mısır ile Afrika ve Arabistan’ın diğer yönetimlerinin
kölelik karşıtı yasalar çıkarmalarını sağladı.
Siyahi kölelerin azat edilmesiyle ilgili olarak ilk yasayı Ocak
1846’da Tunus beyi çıkardı. Beye göre bu yasanın çıkarılmasının
nedenlerinden biri de, Müslüman hukukçuların bu konuda karar
verirken yasal gerekçelere dayanmalarının sağlanması ve siyahi kö­
lelerin, kendilerini korumak için yabancı otoritelere başvurmaları­
nın engellenmesiydi.3 Köle ticareti Fransız işgalinden sonra tama­
men ortadan kalktı.
En önemli Müslüman ülke olan Türkiye’de köleliğe karşı savaş
büyük ihtimalle 1830’da başladı.4 O yıl çıkarılan bir fermanla Hıris­
tiyan dinini muhafaza etmiş olan yabancı kölelerin azat edilmesi
emredildi. Son isyanlara karıştıkları için köle yapılan Yunan ve di­
ğer Hıristiyafı azınlıklar için büyük bir af demekti bu. Müslüman
olanlar ise bu affın dışında bırakıldılar ve efendileri için çalışmaya
devam ettiler.5
Hıristiyan ya da Müslüman, beyaz kölelerin büyük çoğunluğu
Kafkasya’dan geliyordu. Rus işgalinden sonra bu beyaz köle kay­
nakları biraz azaldı ama Osmanlı İmparatorluğu’na karadan ya da
gemilerle Karadeniz limanlarına köleler yine geliyordu. Bunların
yaşamları Batılı ülkelerin kontrolü ya da etkisi dışındaydı, sadece
Osmanlı İmparatorluğu yasalarına uymak zorundaydı bunlar.
Böylece Osmanlı sultanları içeriden gelen baskılara ve koşullara
uygun olarak kölelerin durumlarım iyileştirici ve sonuçta azatları­
na yol açacak önlemler aldılar. Gürcistan ve Çerkez bölgesinden
köle getirilmesi 1854-55 yıllarında yasaklandı ve yasanın uygula­
masına başlandı.6
İngiliz hükümeti 1847’de Osmanlı hükümetinden siyahi köle­
lerle ilgili bazı imtiyazlar elde etti ve 1857’de Hicaz dışında köle ti­
caretinin yasaklanması hakkında bir ferman çıkarıldı.7
Hicaz’ın yasa uygulaması dışında bırakılması ilginçtir. 1855
başlarında Osmanlımn köle ticaretini yasaklaması konusunda ha­
berler Hicaz’a da geliyordu. Kafkaslardan beyaz köle getirilmesi kı­
sıtlanmış, Afrika’dan siyahi köle getirilmesinde de engellemeler baş­
lamıştı, bunların üstüne bir de başkentin emrine uyan Süveyş valisi­
nin Hicaz’dan Mısır’a getirilen kölelerin geri gönderileceği hakkındaki emri panik yarattı. 1 Nisan 1855’te bir grup tüccar Cidde’de
ulemanın ileri gelenlerine ve Mekke valisine bir mektup yazarak en­
dişelerini belirttiler. Köle ticaretinin yasaklanması ve diğer Hıristi­
yan etkili önlemlerin alınmasından korkuyorlardı, Osmanlı yöneti­
mi kadın kölelerin azadını isteyecek ve bu gidişle ayrı dinden insan­
ların evlenmelerine bile izin verebilecekti. Mektubu yazanlar tüm
bunlann İslam karşıtı hareketler olduğunu ve ayrıca Afrika’dan ge­
len tüm siyahi kölelerin Müslümanlığı kabul ettiğini belirttiler.
Bu mektup Mekke’de karmaşa yarattı ve belki yönetici Vali elAbdülmuttalib’i de etkiledi. El-Abdülmuttalib Mekke ulemasının
başı olan Şeyh Cemalle görüştü. Rivayete göre vali şeyhe, devam eden Kırım Savaşı’mn Osmanlmm sonunu getireceğini söyledi. Ona
göre Türkler Müslümanlığı bırakıyordu ve kutsal şehirler onların
egemenliğinden kurtarılmalıydı. Köleliğin yasaklanması bu başkal­
dırı için bir bahane olabilirdi.
Birkaç ay sonra Hicaz valisi Mekke valisine köle ticaretini ya­
saklayan emri gönderince kriz başladı. Emrin Mekke şeriat mahke­
mesinde, ulema ve yöneticiler huzurunda okunması isteniyordu. Olay 30 Ekim 1855 tarihinde yaşandı ve toplantıya katılanlar itaat
edeceklerini belirttiler.
Ama valinin emri üzerine Şeyh Cemal bir fetva yayınladı ve kö­
le ticaretinin yasaklanmasına itiraz ettiklerini belirtti, İslam hukuku­
na aykırı bir hareketti bu. Şeyh Cemal’e göre bu hareket İslam kar­
şıtıydı, Osmanlı ayrıca kadınların boşanmak için mahkemeye baş­
vurabileceğini ve peçesiz de dolaşabileceğini söylüyordu ki bunlar
Türklerin Müslümanlık dışına çıktığını gösteriyordu. Onların öldü­
rülmesi caizdi, bunun için ceza verilemez ve çocukları da köle yapı­
labilirdi.
Türkler dinden çıkmış, sapıtmışlardır. Onlara ve onların izin­
den gidenlere karşı savaş vermek gereklidir. Bizimle beraber
olanlar cennete, onların yanında olanlar cehenneme gidecekler­
dir. Onların kanını akıtmak ve mallarına el koymak caizdir.8
Fetva beklenen etkiyi yaptı. Kutsal şehirlerde görevli olan Os­
manlI yetkilileri halkın saldırısına uğradılar ve Osmanlı kadısının da
köle ticareti yasağını lanetleyen bir deklarasyon imzalaması istendi.
Mekke’ye Osmanlı askerleri gönderildi, Osmanlıya karşı cihat ilan
edildi ve isyan başladı.
Bir yıl sonra haziran ayında isyan bastırılmıştı. Fakat Osmanlı
hükümeti bunu bir uyarı kabul etti ve güney eyaletlerinin ayrılmala­
rım engelleyici önlemler aldı. Hicaz eyaleti 1857’de ilan edilen köle­
liği yasaklama yasası dışında bırakıldı. Abdülmuttalib yeniden vali
olarak atandı ve onun Hicaz’da kalmasıyla birlikte köle tüccarları da
eskisi gibi sürdürdüler işlerini.
1857 köleliği yasaklama yasasının uygulaması Osmanlının ve İngi­
liz donanmasının gayretlerine rağmen başanlı olamadı. Köle tüccarlan
şimdi Hicaz’ın yasa dışında tutulmasıyla rahatlamışlardı, köle ticaretle­
rini Kızıl Deniz ve Libya üzerinden kolayca yapıyorlardı. Ingilizlerin
Mısır’ı ve Fransızların da Tunus ve Cezayir’i işgallerinin ardından Lib­
ya, Osmanlının Afrika toprağı olarak kontrol dışı kaldı. On dokuzuncu
yüzyılın üçüncü çeyreğinde siyahi Afrika’dan köleler çoğunlukla Tripoli
ve Bingazi limanlarından getirildiler Osmanlı topraklarına. Bu ticaret
yolunda sıkı kontroller yapıldı ve basılan gemilerden alman köleler ser­
best bırakıldılar. Ama özgür kalan köleler aç ve evsizdi, işleri paraları
i yoktu ve köle tüccarları hâlâ onlann peşindeydi. Osmanlı hükümeti bu
sorunu çözmek için bazı önlemler aldı. İstanbul’daki hükümet Bingazi’deki Türk yetkililere emir vererek, azat edilen kölelerin İstanbul ve
İzmir’e gönderilmelerini, erkeklerin orduya ve donanmaya alınmalarını,
kadınların ise evlerde hizmetçi olarak çalıştırılmalarını istedi.
Hicaz’ın yasadışı kalmasıyla Afrika’dan alman kölelerin Ara­
bistan’a ve İran’a gönderilmeleri uzun süre devam etti. Köle tüc­
carlarının dışında, hacca gelen zenginler de yanlarında getirdikleri
köleleri satarak masraflarını karşılıyorlardı.9 Sudan ve Etiyop­
ya’daki savaşlar nedeniyle Kızıl Deniz yoluyla yapılan köle ticareti
zamanla azaldı. İngiliz, Fransız ve Italyan donanmalarının sıkı
kontrolleri sayesinde köle tüccarları Afrika kıyılarını rahatça kul­
lanamaz oldular, tngilizlerin 1882’de Mısır’ı işgal etmeleri ve daha
sonra Sudan’ın Ingiliz-Mısır kontrolüne girmesi köle tüccarlarının
kaynaklarını biraz daha kıstı. Fakat Sudan’ın yeniden işgali ile
Türk, Mısır, İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetlerinin tüm baskı­
larına rağmen köle ticareti tamamen kesilmedi. Fakat 1890’dan
sonra, ticaret devam etmesine rağmen, köle tüccarları tamamen
gizli çalışmaya mecbur kaldılar.
On dokuzuncu yüzyıl sonlarında beyaz köle ticareti Arabistan
yarımadası dışında hemen tamamen yok oldu, siyahi köle ticareti de
iyice azaldı. Ama siyahi kölelerin Arabistan ve İran’a götürülerek sa­
tılmaları tamamen engellenemedi ve yirminci yüzyılın ortalarına ka­
dar sürdü-köle ticareti.10
Ingilizlerin Arabistan ve diğer bölgelerde köle ticaretini engelle­
me gayretleri hiç kuşkusuz her yerde onaylanmıyordu. Köle ticare­
tinden büyük para kazanan tüccarlar bu durumdan hiç de hoşnut
değillerdi doğal olarak. .Ingilizleri eleştiren başkaları da vardı elbet­
te. Örneğin 1885’te Mekke’ye giden ünlü HollandalI gezgin Snouck
Hurgronje, Ingilizlerin köle ticaretini engelleme çalışmalarının pek
de övülecek bir şey olmadığını söyledi. Ona göre insanların gerçek­
leri görmesi gerekiyordu. Snouck şöyle yazdı:
Avrupa kamuoyu Müslüman köle ticareti konusunda, Amerikan
ve Doğu koşulları arasındaki fark belirtilmediği için yanlış yönlendi­
rildi... Şimdi bu insanların kaçırılıp köle yapılmaları aslında onlar
için bir avantaj sayılabilir... Kölelik sayesinde insanlık öğrendiklerini
onlar kendileri de kabul ediyorlar. Özellikle Habeş cariyeler çeşitli
nedenlerle Mekke erkekleri tarafından özgür eşlerden daha çok ka­
bul görüyorlar; bu uygulama hem dinsel ve hem de adetlere uygun
olarak tamamen yasal sayılıyor... Onların efendilerine olan bağlılığı,
kolayca bozulan Müslüman evliliğinden daha sağlam. Ben durumu
iyi biliyorum ve bana göre kölelik karşıtı kampanya çirkin bir şey.11
Snouck Arabistan’da köle ticaretini onaylayan ve köleleri ser­
best bırakmak için îngilizlerin yaptıklarını kınayan başka gezginler­
den de alıntılar yapıyor. Bunlardan biri de 1881’de Arabistan’a git­
miş olan J.F. Keane’dir ve o da çeşitli yerlerde gördüğü olaylardan
etkilenmiş olarak şöyle yazmıştır:
Arabistan’daki zenci yerini çok iyi bulmuştur, kolay yönetilir,
yararlı bir işçidir. Mekke’de zenciler hamal, saka (su taşıyıcı) ola­
rak ve diğer gerçek ağır işlerde çok iyi çalışıyor. Mutlu, sağlıklı,
efendileriyle gurur duyan ve onlardan sonra saygın kişi olarak gö­
rülen insanlar bu köleler. Doğuda kölelik binlerce insan için yük­
seltici bir etki yapıyor, aslında yüz binlerce siyahi bu tecrübeyi
yaşamalı, vahşi hayvanlar gibi yaşamaktan kurtulmalı, yararlı,
hatta üstün insanlar olmalılar. Araplann köle ticareti güvenli ve
daha insancıl koşullarda yapılsa bu insan ırkına çok yararlı ola­
caktır... Arabistan’da Türklerin ya da yerel yöneticilerin idaresin­
de olan her yerleşim biriminde bir köle pazan var ve köle taleple­
ri bu pazarların artmasına yardımcı oluyor. Güçlü bir erkek köle
dört yıl önce Mekke’de kırk dolara alınabilirken bunlann fiyatı
şimdi altmış dolar oldu. Bizim donanma gemilerimiz iki katına
çıkarılsa bile Hicaz kıyılarındaki dere ağızları ve sazlıklara köle
çıkaran gemileri engelleyemezler... Arapların köle ticaretinde kö­
tü şeyler olduğunu biliyor ve bunu inkar etmiyorum, ama bir si­
yahi köle olduğu zaman bu kötülüklerden kurtulmuş oluyor. Do­
ğuda titiz, kölelere karşı insanca davranan bir köle taciri henüz
görülmedi, köleler değerli olursa efendileri tarafından korunuyor­
lar. Kölesine kötü davranan ve onu inciten bir köle sahibi aynı
zamanda atma da zarar vermiş gibi oluyor. Araplar kendi çıkarla­
rının nerede olduğunu çok iyi biliyorlar. Zencilere gelince, o da
iyi bir efendiye düştüğü zaman topluma yararlı bir insan, iyi bir
işçi oluyor ve galiba doğa da onu zaten bunun için yaratmış.12
1886’da Arabistan’a gitmiş olan AvusturyalI Ludwig Stross da
benzer görüşler koymuştur ortaya. Stross yazısının hemen başında
köleliğin bu haliyle savunulamaz olduğunu yazmıştır:
Bütün zenci köyleri yakılıyor, erkekler öldürülüyor, kadınlar
ve çocuklar aylar süren korkunç zor yolculuklara çıkarılıyor ve
sonra da uzak ülkelerde köle pazarlannda satılıyorlar, bizim için
bu isyan edilecek bir dürüm.
Ama yukarıdaki satırlardan sonra şöyle devam ediyor Stross:
“Evinden, yurdundan çok uzaklara götürülmüş olan bir zenci köle­
nin serbest bırakılmasının tartışılması iyi mi acaba, bilemiyorum.”
Stross’a göre köleliğin kökleri çok derinlere gidiyor, köle ticareti Afri­
ka ve Arap ülkelerinde o kadar büyümüş ki onu engellemek olanak­
sız ve köle olarak satılarak kendilerine bir yuva bulacak olan siyahla­
rın serbest bırakılmaları onlara iyilik değil, kötülük yapmak olur.
Özgür kalan zenciler parayla bile çalışmayacaktır. Onlar için
özgürlük doğalarında olan tembellik anlamına geliyor. Onlar bir
emekçi sınıfı oluşturuyor ki bundan daha kötüsü bulunamaz.
İnsan haklan ve özgür irade denen şeyler kulağa çok güzel geli­
yor elbette ama onlann durumunda bunlann uygulanması çok zor.
Bana sorarsanız ben zencileri bir şey yapmaları için uyarılan
küçük çocuklara benzetiyorum.
Zenciler kendi ülkelerinde kaldıkları zaman tembellik yapsa­
lar bile kimse kalkıp da uyarmaz onları, bildikleri gibi yaşarlar.
Ama şurası bir gerçek ki onları buralara zorla getirmiş ve satmış­
lar. Onların gelişlerini engellemek mümkün olmadığına göre ça­
lışmaları da engellenmemek.13
Tüm diğer Avrupalı gezginler gibi Stross da kölelerin kaçırılma­
sını ve satılmak üzere uzak ülkelere zorla götürülmelerini kınıyor,
ama ayrıca şöyle diyor:
Bir köle satılıp bir efendinin evine girdikten sonra genelde iyi
bakılıyor. Doğuda kölelik koşulları, daha önce Kuzey Amerika
ve Brezilya’da görülen koşullara hiç benzemiyor. Bir Müslüman
için köle bir aile bireyi gibi görülüyor ve ona nazik davranılıyor.
Köleye kötü davrananlar da var elbette ama bunlar azınlıkta kalı­
yor ve ceza görüyorlar... Çalışma konusunda da kölelerden çok
fazla şey istenmiyor ama bir köle para kazanıp özgürlüğünü ka­
zanmak istiyorsa çok çalışmak zorunda. Azat edilen kölelerden
çoğu efendilerinin yardımcısı ve hatta mirasçısı oluyor ve onun
işini devam ettiriyorlar. Cidde ve Mekke’de azat edilmiş pek çok
kölenin saygın işadamı olduğunu gördüm.
Bu durumda Doğu’da kölelik kurumu, karanlık yanlan da ol­
masına rağmen, duygusal Tom A m canın Kulübesi hikayesindeki
koşulları içermiyor tabii.
Bununla beraber gözlemcilerin büyük çoğunluğu köleliği haklı
gösteren söylemlere ve yazılara inanmak istemiyorlardı ve zamanla,
Osmanlı İmparatorluğu da dahil olmak üzere tüm uygar ülkeler kö­
le ticaretini engellemek için çalışmalar yaptılar.
Pek çok ülkeye uzun bir zaman içinde pek çok siyahi köle gir­
miş olduğuna göre bunların geride çok az ve küçük bir iz bırakma­
larının nedeni neydi peki?14 Arap, Pers ve Türk topraklarında Ku­
zey ve Güney Amerika’da olduğu gibi büyük bir siyahi nüfusunun
görülmemesi nedendir? Bunun nedenlerinden biri, getirilen siyahi
köle erkeklerin içinde büyük bir kısmının hadım edilmiş olmaları
olabilir. Bir diğer neden de siyahlar arasındaki yüksek ölüm oranı
ile düşük doğum oranıdır. Louis Frank’in 1810’da yazdığına göre,
Tunus’ta siyahi çocukların büyük çoğunluğu ergenlik çağma gelme­
den, erişkin olmadan önce ölüyorlardı.15 Yaklaşık otuz yıl sonra MışSir’daki bir İngiliz gözlemci, koşulların daha da kötüleştiğini yazdı:
Mısır’daki köleler arasında ölüm oranı korkunç; ülkede bir
salgın hastalık başladığında ülkede çok sayıda siyahi ölüyor ve
her hastalıkta onlar en erken ve en çok ölenler oluyorlar. Duydu­
ğuma göre, bir kuşak zencinin yok olması için yaklaşık beş ya da
altı yıl yetiyor ve ondan sonra yenilerinin getirilmesi gerekiyor.
Köle pazarlarında fiyatlarının düşük olmasının bir nedeni de bu
işte. Zenciler evlendikleri zaman doğan çocukların çoğu ölüyor;
aslında doğa yasaları onların fazla üremelerini istemiyor galiba.16
Cariyelik kurumu gelişmişti, değişik ırklarından insanların evli­
liği ise pek nadirdi, sosyal seviyeler yükselse bile belirli bir noktaya
kadar gidebiliyordu ve bunun nedeni de muhtemelen biyolojik de­
ğil de sosyaldi. Günümüzde bile Orta Doğu’da sayıları azalmış olan
siyahi aileler kendi aralarında evlenmeyi yeğliyorlar.17
DİPNOTLAR
1 “Ey iman edenler! Allah’ın size verdiği güzel şeylerden kendinizi
mahrum etmeyin.” (Kuran V:87). Fakr al-Din al-Razi ( al-Tafsir alKabir, cilt 12 [Kahire, 1938], s. 71) yorumu; “İnsan Allah’ın haram
kıldığım yapmadığı gibi, O’nun verdiğinden de yararlanmalıdır.”
Fas Sultanı da köle ticaretiyle ilgili olarak Nisan 1842 tarihli mek­
tubunda İngiliz konsolosuna aynı noktayı belirtmiştir. Bak. aşağı­
da, s. 156.
2
Batı’da ve özellikle İngiliz edebiyatında kölelikle ilgili pek çok yazı ve
belge vardır. Köleliğin kaldınlmasıyla ilgili bilgi için bak. Murray Gordon, Slavery in the Arab W orld (New York, 1989), s. 208-38 ve orada
belirtilen kaynaklar.
3
M. Bompard, Legislation d e Tunisie (Paris, 1888). Tunus şehir konse­
yi başkanı Hüseyin Paşa’nm ABD konsolosu Amos Perry’ye gönderdi­
ği Ekim 1864 tarihli mektupta kölelikle ilgili önemli bilgiler vardır.
Hüseyin Paşa köleleğin İslam hukukuna göre caiz olduğunu söyler ama kaldırılmasına taraftardır (Amos Perry to Husayn Pasha, November 12, 1863, Record Group No. 84, s. 178-80, U. S. National Archives; Husayn Pasha to Amos Perry, October 1864, Kanz al-Raghaib fi
Muntakhabat al-Jawaib, cilt 6 [İstanbul, 1871-80], s. 46-51, ve Raif
al-Khüri, ed., Al-Fikr al-Arabi al-Hadith: Athar al-thawra al-Faransiyya fi Tawjihihi al-Siyasi wa'l-Ijtimai [Beyrut, 1943], s. 223-28 [ik ya­
yın İstanbul’da Arapça Al-Jawaib]; İngilizce çeviri İhsan Abbas, M o­
d e m Arab Thought: Channels o f the F rench Revolution to the Arab
East [Princeton, NJ, 1983], s. 152-57).
4
Osmanlıda Itöleliğin kaldırılması konusu bak. Ehud R. Toledano, The
Ottoman Slave Trade and Its Suppression (Princet.kon,NJ, 1982); İs­
mail Parlatır, Tanzimat Edebiyatında Kölelik (Ankara, 1987). Bu kitap
on dokuzuncu yüzyıl Türk edebiyatında kölelikle ilgilidir. Türk arşiv­
lerine dayanan bu belge Osmanlıda kökelik ve iptalini anlatır. Mısır
için bak. Gabriel Baer, “Slavery and its abolition,” Studies in the Social Flistory o f M odem Egypt (Chicago, 1969), s. 161-89.
5
G. Young, Corps d e droit ottoman, cilt 2 (Oxford, 1903), s. 171-72.
6 Aynı, s. 172-74, 180-81.
7 Aynı, s. 175ff. Türkçe belgeler için bak. Hamdi Atamer, “Zenci ticare­
tinin yasaklanması,” Belgelerle Türk Tarihi Dergisi 3 (1967), s. 23-29,
aşağıdaki belge, 6’da bir kısmı çevrilmiştir.
8
Hicaz’daki bu olaylarla ilgili ayrıntılı bilgiler Cevdet Paşa, Tezakir 11 2 'de verilmiştir (Ankara 1953), s. 101-52. Diğer belgeler Cidde’deki
İngiliz ve Fransız konsoloslukları raporlarında bulunabilir. Modern
çalışmalar için bak. Bernard Lewis, “The Tanzimat and social equality," E conom ie et societe dans l'Em pire Ottoman, ed. Jean-Louis
Bacque-Grammont ve Paul Dumont (Paris, 1982), s. 47-54; William
Ochsenwald, Religion, Society and the State in Arabia: The Hijaz un-
d er Ottoman Control, 1 8 4 0 - 1 9 0 8 Columbus, OH, 1984), s. 117-27,
138-41; Toledano, Ottoman Slave Trade, s. 129-35.
9
Bu imajı Lord Shackleton’a borçluyum; not 10’da geçen 14 Temmuz
1960 tarihli müzakerede konuşmasına bak.
10
1960’da Afrika ve Arabistan arasındaki köle ticareti için bak. Hansard
Parliamentary Debates (Lordlar Kamarası), 5. ser. cilt 225 (1960),
kol. 335.
11
C. Snouck Hurgronje, “Über seine Reise nach Mekka," Verhandlung en d e r Gesellscahft fü r E rd k u n d e zu Berlin 14 (1887), s. 150-51; da­
ha geniş bilgi, aynı, Mekka, cilt 2 (Lahey, 1889), s. 12ff; İngilizce, C.
Snouck Hurgronje, Mekka in the Latter part o f Nineteenth Centrury,
çeviri J. H. Monahan (Leiden ve Londra, 1931), s. lOff.
12 T. F. Keane, Six M onths in M ecca (Londra, 1881), s. 94-100.
13
Ludvvig Stross, “Schlaverei und Schlavenhandel in Ost-Afrika und im
Rothen Meere,” Oesterreichische Monatsschrift fü r d en Orient 12 (15
Aralık 1886), s. 211-15.
14
Siyah Afrika’dan Kuzey Afrika ve Ortadoğu’ya gönderilen köle sayısı
için bak. L. C. Brown, “Color in North Africa,” Daedalus 96 (1967), s.
467, 479; Charles lssawi, ed. The Econom ic Histoıy o f İran, 1 8 0 0 1 9 1 4 (Chicago, 1971), s. 124-26; Raymond Mauny, Les Sieceles obscurs d e TAfrique noire (Paris, 1970), s. 240ff; UNESCO, African Slave
Trade (Paris, 1979), I. B. Karne ve Bethvvell A. Ogot katkılarıyla. T. F.
Buxton 1839’da çöl yollanndan yılda yaklaşık yirmi bin kölenin Arap
topraklarına götürüldüğünü tahmin etti ( The African Slave Trade
[Londra, 18391, s. 46ff, Brown). Aynı dönemde Zanzibar’dan deniz
yoluyla götürülen köle sayısı tahminen yılda yirmi ile otuz bin arasın­
da. Esmond B. Martin ve T. C. I. Ryan (“A quantitative assessment of
the Adab slave trade of East Africa, 1770-1896,” Kenya Historical Review 5 [1977], s. 71-91), incelenen 125 yıl süresince Doğu Afrika dı­
şına yaklaşık bir milyon, Doğu Afrika sahillerine de yine bir milyon
kadar köle satılmıştır. Mauny ise Müslüman ülkelere satılan siyah kc
le sayısını yaklaşık on dört milyon olarak yazar. Ayrıca bak., yukarı
da, s. 10 ve aşağıda s. 157ff.
15
Louis Frank, Tunis, descriptiotı de cette regence, p. 119, ed. ve açık
lamaJ.J. Marcel, L V n iv ers pittoresque (Paris, 1850).
16
Bowring, alıntı Buxton, African Slave Trade, s. 193, cf. 108ff.
17 Arap ve Türk şehirlerindeki siyahi toplumlann araştırılması gerekir
Kudüs’te böyle bir siyahi toplum vardır ve bu konuda bilimsel arış
tırma yapılmaktadır. Bak. Adriana Destro, “Habs el Abid: 11 Quarti
ere Africano di Gerusalemme,” Africa (Roma) 29, no. 2 (1974), s
193-212.
ON İKİNCİ BÖLÜM
EŞİTLİK VE EVLİLİK
İslam’da dindarlığın melezleşme konusundaki etkisi açıktır; İs­
lam hukukuna göre üstün ya da aşağı ırk yoktur ve bu nedenle de
ırklar arasında evlilik yasak değildir. Ama pratikte bu dinsel doktrin
genelde dikkate alınmaz. Evlilik kurumu İslam hukukuna göre dü­
zenlenir ve ırk ve ten rengi yasaya göre dikkate alınır. Burada evli­
likte doğuştan ya da sosyal statüde eşitlik konusu tartışmalıdır. Ka­
fa'a doktrinine göre bir erkek evleneceği kadınla sosyal açıdan en
azından eşit düzeyde olmalıdır. Bu doktrin yine de eşit olmayan in­
sanların evliliğini engellemez ve Nazi Almanyası’nm ya da Güney
Afrika’nın ırkçılık yasalarıyla ilgisi yoktur. Doktrinin amacı saygın
ailelerin onurunu korumak ve istendiği takdirde uygun olmayan ev­
lilikleri önlemektir. Bir baba ya da aile büyüğü kızını uygun olma­
yan bir erkekle evlendirmek istemediğinde ya da kendi izni olma­
dan yapılmış bir evliliği iptal ettirmek istediğinde, hamilelik ve ço­
cuk olmadığı takdirde K afa ’a 'dan yararlanabilir. Bu kurala göre bir
kadın kendi seviyesinden aşağı bir erkekle evlenerek ailesini utanç
içinde bırakamaz. Bir erkeğin kendisinden aşağı düzeyde bir kadın­
la evlenmesi önemli sayılmaz; hukukçulara göre kadın zaten erke­
ğin altında sayılır ve bu nedenle böyle bir evlilikte sosyal incinme
söz konusu olamaz.
K afa’a kuralı İslam öncesi Arabistan’da da vardı ve kabile kural­
larına göre evlilikte erkekle kadın arasında sosyal eşitlik aranırdı.
Aslında Kuran’da olmamasına ve Kuran öğretilerine ters olmasına
rağmen bu kural Müslüman ülkelerde uygulandı ve İslam hukuku­
nun bir parçası haline geldi. Fakat kural bazı ülkelerde daha sert,
bazılarında ise daha gevşek olarak uygulanıyordu. Örneğin Medine
hukukçularına göre K afa’a kuralı dinseldi ve dindar bir kadının çap­
kın, ahlaksız bir erkekle evlenmesini engellemek amacıyla getiril­
mişti. Maliki hukukunda egemen fikir buydu; bunun temeli olan
Malik îbn Ana’a göre bir m ev la kadını hiçbir zaman bir Arap kadı­
nından aşağı değildi, Allah’ın gönderdiği vahiylere göre tüm Müslümanlar eşitti (akfa). Ama Kufa ekolünden ve muhtemelen İslam ön­
cesi İran sosyal hiyerarşisinden etkilenmiş bir başka gruba göre, K a­
fa ’a kuralında sadece dindarlık ve insan karakteri değil, zenginlik,
meslek, özgürlük, İslam ve insanın soyu da dikkate almıyordu.1
Burada özgürlük kavramı evlenecek olan kadının özgür, azat
edilmiş ya da hâlâ köle olup olmadığını içeriyordu ve sadece ken­
disi değil, ataları da dikkate almıyordu. Azatlı köle, bir azatlının
oğlundan daha aşağı, o da azatlının torunundan daha aşağı tutu­
luyordu. Bu prensip üç nesil boyunca dikkate almıyor, ondan
sonra tüm Müslümanlar eşit kabul ediliyordu. İslam konusunda
da aynı şey geçerliydi. Müslüman olmayan azınlıklar bunun dışın­
daydı elbette. Müslüman olmuş bir kölenin oğlu, kendisinden üs­
tün, torunu ise oğlundan da üstündü. Burada da üç kuşak sonra
herkes eşit oluyordu.
Soy ya da nesil konusu ise biraz daha farklıydı. Burada iyi ve
kötü soylu ailelerle birlikte etnik kökenler de söz konusu oluyordu.
Hukukçuların çoğu Arap kökenli olanlarla olmayanlar arasında ay­
rım yapıyordu. Bazılarına göre Arap olmayan bir erkek hiçbir koşul­
da bir Arap kadınının eşiti olamazdı ve Arap olmayan bir efendinin
azatlı kölesi bile bir Arap efendinin azatlı kadın kölesiyle eşit düzey­
de değildi. Genelde hukukçular Arap olmayanlar arasındaki ayrımla
pek ilgilenmiyorlardı ama bazılarına göre Arap olmayanlar da kendi
aralarında sınıflara ayrılıyordu.
Farklı düzeyde insanların evlilik konusu Müslüman eleştirmen­
ler tarafından pek çok kez ele alındı ve özellikle Sünni mezhebi karşı­
tı Şiiler bunu çok tartıştılar. Müslüman ve gayrimüslim arasındaki ev­
lilik sınırlaması normal olarak itirazsız kabul ediliyordu. Müslüman
erkekler Hıristiyan ya da Yahudi kadınlarla evlenebiliyordu ama bir
Müslüman kadın Hıristiyan ya da Yahudi erkekle evlenemezdi, bu­
nun cezası ölümdü. Burada İslam her şeyden önde geliyordu ve evli­
lik kurumunda erkek egemen eşti. Kafa a kuralları Müslümanlar ara­
sında bile aynm getiriyordu; ama bunlar İslam ruhuna aykın görülü­
yor, eleştiriliyordu. İlk üç halifeyi zorba olarak gören bir dinsel Şii ri­
salesi bu konuya açıklık getirir. Halife Ömer diğer kötülükleri yanın­
da etnik evliliklere engel getirmek ya da Araplarla Arap olmayanlar
arasında aynm yapmakla kalmamış, soylu Kureyş kabilesi mensupla­
rıyla diğer Araplar arasında da farklılık gözetmekle suçlanmıştır.
Bu adam iktidara gelince Arapların Kureyş kadınlarıyla evle­
nemeyeceğini, ama Kureyş erkeklerinin diğer Arap ve Arap ol­
mayan kadınlarla evlenebileceklerini söyledi. Iranlı ve diğer me­
rali erkekler2 Arap kadmlanyla evlenemez, ama Arap erkekleri
onlann kadmlanyla evlenebilir, dedi. Bunu yaparak tüm Araplan
da Kureyş karşısında, Yahudi ve Hıristiyanların Müslümanlar
karşısındaki durumuna düşürdü, çünkü Müslüman erkekler Hı­
ristiyan ve Yahudi kadınlarla evlenebiliyor ama onlann erkekleri
Müslüman kadınla evlenemiyor.3
Bu ve buna benzer konularda Şiiler Halife Ömer’i eleştirirken
bunun gelişmesi oldukça uzun zaman öncesine dayanır. Ama K a fa ’a
kuralı Müslümanlar arasında hâlâ geçerliydi ve Araplarla Arap ol­
mayanlar arasındaki ayrımla, Hz. Peygamber’in kabilesi ve ailesiyle
diğer Araplar arasındaki ayrım da önemini hep korudu.
Yazarlar bazen ten rengine de değinirler. Bazen dindarlığı ön
plana alır ve gerçek bir dindarın, siyahi bile olsa kabul göreceğini
söylerler. Bununla ilgili olarak Hz. Peygamber’in, bir Arap kızıyla
evlenmek isteyen Habeş müezzini Bilal’in hikayesi anlatılır. Aile kı­
zını vermek istemedi ama Hz. Peygamber aileye bir mektup yazarak
kızlarını Bilal’a vermelerini istedi. Bu hikaye gerçek olmayabilir,
çünkü Hz. Peygamber’in döneminde var olmayan bir önyargıdan
söz eder. Bu da eşitliği belirtmek için uydurulmuş bir hikaye olabi­
lir. Onuncu yüzyıla ait bir hikayede de aynı konuya değinilmiştir.4
Bu hikayeye göre bir adam Hz. Peygamber’e gelerek, “Siyah tenim
ve yüzümün çirkinliği cennete girmemi engeller mi?” diye sorar ve
Hz. Peygamber ona hayır cevabı verir. Adam o zaman ona, “Ben
dindar bir Müslüman oldum, inancım tam, ama kimden evlenmek
için kız istediysem siyah tenim ve çirkin yüzümden dolayı vermedi­
ler. Ben kendi kabilemde soyluyum ama burada annemin ailesinin
siyah rengi öne çıkıyor.” diye şikayet etti. Hz. Peygamber onu, İs­
lam’ı bir süre önce kabul etmiş Thaqif kabilesine, özgür, zeki ve gü­
zel bir kız babası olan bir adama gönderdi ve ona şöyle dedi: “O eve
git, kapıyı nazikçe vur, onlara selam söyle ve içeri girince de, ‘Hz.
Peygamber evlenmem için kızınızı bana verdi.’ diye konuş.” Siyahi
adam kendisine söylenen eve gitti, kapıyı vurdu, selamı söyledi ve
kapı açıldı ama evdekiler onun siyahi ve çirkin bir adam olduğunu
görünce şoke oldular. Siyahi adam onlara, “Hz. Peygamber kızınızı
evlenmem için bana verdi.” dedi ama ev sahipleri onu kovar gibi ge­
ri çevirdiler. Kızın babası Hz. Peygamberi görmeye gitti ama onun
talebinin gerçek olduğunu öğrenince özür diledi ve “Ben o siyahinin
yalan söylediğini sandım.” dedi. “Mademki doğruyu söylemiş kızım
onundur, ben Allah’tan korkarım.” Evlenme izni çıktı ve kıza yüz
görümlüğü olarak dört yüz gümüş akçe değer biçildi. Damat adayı
parayı almak için ailesine gitmeye kalkınca Hz. Peygamber bu para­
yı üç önde gelen Müslüman’dan bulabileceğini söyledi. Damat adayı
parayı alıp geri dönerken ezan esi duydu, gökyüzüne baktı ve bu
parayı Allah için, yani cihat için harcamaya karar verdi. Evlenmek
için ödeyeceği parayla kendine at ve silah aldı ve iman için savaşa
gitti. Bir süre sonra savaşta öldü, cenazesinde Hz. Peygamber de bu­
lundu; siyahinin cennete gittiğini ve huriler tarafından karşılandığı­
nı gördü. Siyahi adamın cenazesini evleneceği kızın evine getirdiler
ve ona, “Allah onu sizlerden çok daha iyi biriyle evlendirdi.” dedi­
ler. Bu hikaye hiç kuşkusuz ırkçılığa karşı uydurulmuş bir kurgu
olabilir; siyahi adam baba tarafından Arap ve soyludur ama şehit ol­
duğundan evlilik gerçekleşmez. Bu tür bahane olarak gösterilen hi­
kayeler Batı tarihinde de vardır.
Evlilik kurumunda ırksal aynmm kınanması, konuyla ilgili din­
sel ve hukuksal tartışmalarda çok görülür. Fakat bunun karşıtı olan
ve bazı popüler davranış ve uygulamalara yakın gelen görüşler, ge­
lenekler de vardır. Doğruluğu kuşkulu olan bir hadise göre Hz. Pey­
gamber, “Çocuklarınıza eş seçerken dikkatli olun, Zencilerle evlen­
meyin, çünkü onlar çarpık yaratıklardır.” demiştir.5 Bir diğer hadis­
te de Hz. Peygamberin siyahilerle evliliği yasakladığı ve “Soyunuza
siyahi katmayın,” dediği belirtilir.6 Mesudi de, “Ham’ın soyundan
gelenlerle evlenmeyin, çünkü onlar İbn Akwa dışında Allah’ın yarat­
tıkları içinde çarpık olanlardır.” demiştir.7
Dokuzuncu yüzyılda yaşamış Endülüslü hukukçu İbn Habib
daha da ileri gitmiştir:
Bir siyahi kadın ailesinde siyahlık olmasa da reddedilebilir;
haşlanmış başlı kadın için de aynı şey geçerlidir, çünkü bu tür
şeyler akrabalıkla örtülür.8
îbn Habib’in ne demek istediği bellidir. Siyahlık herhangi bir
deri hastalığı gibi ailede vardır. Bilindiği gibi bir Müslüman damat
evlendiği kızın yüzünü ancak nikahtan sonra peçesini açtığı zaman
görür ve onun siyahi ya da yaralı yüzlü olduğunu görürse reddetme
hakkına sahiptir. Ama bunu önceden biliyorsa kabul etmiş demek­
tir, o zaman şikayet edemez.
Siyah erkeklerin beyaz kadınlarla evlenmesine hiçbir zaman iyi
gözle bakılmaz, tik zamanlar siyahi bir erkeğin bir Arap kadınla ev­
lenmesi söz konusu bile olamazdı. Daha sonra teorik olarak mümkün
oldu bu, ama yine de Kafa’a kuralına göre yapılmaması gerekiyordu
ve hukukçular, “Herkes eşitiyle evlenmek.” diyorlardı. Siyahi Şair
Nuşayb’m oğlu bir kabilede azat edilmişti ve bir Arap kızıyla evlen­
mek istedi. Nuşayb’ı tanıyan kızın amcası bu evliliği kabul etti ama
bu kez Nuşayb kendisi istemedi. Uygunsuz bir evlilik yapmak isteyen
oğlunu kırbaçlattı ve kızın amcasına, ona gerçek bir Arap koca bul­
masını söyledi. Nuşayb’m kendisi gibi siyahi olan kızlan ise bekardı.
Rivayete göre Nuşayb, “Benim ten rengim onlara da geçti elbette ve
onlar da benim elimde kaldılar. Onlara siyahi koca istemiyorum, ama
beyaz erkekler de onlan istemiyor.” diyordu. Kızların bu durumu,
babalan fazla seçici olduğu için evde kalan kızlara örnek oldu.9
Beyaz bir erkeğin siyahi bir kadınla evlenmesi genelde kabul edili­
yordu; ama kadının Zenc olmasından ziyade Nubiyan ya da Nil bölge­
sinden olması daha çok istenirdi. Habeş kadınlan gerçekten makbuldü.
Ama bu kadınlar genellikle yasal eş olarak değil de cariye olarak alını­
yordu ki bu da yasal ve sosyal açıdan uygun bir şekildi. Bazı yazarlar
ise bu tür birleşmenin aile onurunu zedelediğini ileri sürerek buna kar­
şı çıkmışlardır. Suriyeli Yazar Ebu’l-Ala (ö. 1057) şöyle yazmıştır:
Bazı evlerde, hareminde birçok iyi düzeyde kadın ve onların
başında da birkaç kuruşa almmış çizgili elbise giymiş bir kız olan
değerli erkekler görüyoruz, ama baba tarafından dedesi kumral
ve Ali soyundan, ama anne tarafından dedesi siyahi bir putperest
olan adam da görebiliyoruz.10
İslam öncesi ve İslam’ın ilk dönemlerinde Araplar köle kadınla­
rın oğullarına yukarıdan bakar, onları özgür Arap kadınların çocuk­
larından aşağıda görürlerdi.11 Bu leke annenin ırkına değil de statü­
süne sürülür, siyah olduğu gibi beyaz cariyelerin çocuklarını da et­
kilerdi. Ama daha sonra ten rengiyle ilgili önyargı çıktı ortaya; köle­
likle siyahlık, özgürlükle beyazlık ve asalet bir arada söylenir oldu.
Prensler bile etkilendi bundan. Halife Muaviye’nin yeğeni ve
Kufa valisi olan Abdülrahman İbn Umm Hakam, teni koyu ve anne
tarafı Habeş olduğu için alay konusu oldu.12 Aynı şey Abbasi prensi
İbrahim îbn el-Mehdi (778-839) için de geçerlidir. Onun babası ha­
life, annesi ise ülkesinin işgaliyle esir düşen, Daylam’lı asil bir ka­
dındı; ama kendisi koyu esmerdi ve bu nedenle bazı kaynaklar an­
nesinin siyahi olduğunu söylemiştir. Arapça biyografisinde koyu es­
mer teni ve iri vücudu nedeniyle ona e l-T in n in (ejderha) lakabı ta­
kıldığı yazılıdır. Tahtı ele geçirme mücadelesinde başansız olarak
yakalanır ama affedilir ve yeğeni Halife el-Mamün’ün karşısına çıka­
rılır. Bu karşılaşmada ilginç bir konuşma geçer ki bunun, İbrahim’in
otoritesini gösterdiği söylenir. Halife ten rengi koyu olan başarısız
darbe girişimcisine alaycı bir ses tonuyla, “Siyahi halife sen misin?”
diye sorunca İbrahim, onun kendisini affettiğini söyler ona ve siyahi
şair Şuhaym’ın bir dizesini okur, “Rengim siyah olabilir ama karak­
terim beyazdır.” Halife ona nazik bir yanıt verir. Amcası İbrahim’e
şaka yaptığını söyler ve adı bilinmeyen bir şairden almtı yapar:
Siyah olmak bir adamın kalitesini düşürmez,
Yiğitliğini, zarafetini ve zekasını da azaltmaz.
Ama senin siyahlığın bir şeyi benimle paylaşır
benim beyazlığım senin karakterindedir.13
İbrahim bir prens ve bilim adamıydı ve annesi de cariye olma­
sına karşın doğuştan bir Pers hanımefendisi ya da prensesti. Diğer­
leri onun kadar şanslı değillerdi; annesi ya da büyükannesi siyahi
Afrikalı olan ve bu yüzden aşağılanan insanlar hakkında pek çok hi­
kaye vardır.14 Doğru olmayabilir ama Haşan İbn Tabit hakkında da
böyle bir hiciv yazılmıştır:
Baban senin baban ve sen onun oğlusun
Sefil küçük oğlan ve sefil baba!
Annen kısa boyunlu bir siyah kadın
Bok böceği gibi parmaklı.15
Beyazlık üstün doğum işareti gibi görülüyordu. On birinci yüz­
yılda yaşamış Tunuslu Şair îbn Raşiq, Qayrawan şehri için yazdığı
bir kasidede bu şehirde yaşayan halka övgüler yağdırır:
Bu şehirde ne kadar asil ve centilmen (seyid ) vardır,
Beyaz yüzlü ve sağ kolundan gurur duyan.16
Zaman ilerledikçe bu toplum anlayışı doğal fenomen için şiirsel
bir mecaz sağlayacak kadar yerleşti insanlarda ve on üçüncü yüzyıl­
da yaşamış olan Endülüslü Şair İbn Sahi baharın gelişini aşağıdaki
dizelerle kutladı:
Beyazlan ve siyahlarıyla bahar geldi
iki sınıf var, efendiler ve köleler
Mızraklar ordusu ve onun üstünde
Açılmış tüm bayraklarıyla.17
Günümüzde Kuzey Afrika’da en yüksek mevkide bile olsa zenci
görünüşlü bir adama bazen o u ld k h a d e m (köle kadının oğlu) denir.18
Ortadoğu’da benzer davranışlar daha çok Bedeviler arasında
devam etti ama şehirde yaşayanlar arasında azdı. Yerel edebi eserler­
de ve belgelerde bu tür meseleler pek görülmez ama Batılı gezginler,
etnologlar ve antropologlar bu genel görünüş konusunda hemfikir­
di. Özellikle Arabistan’da siyahi cariyelerle yaşamak, hatta evlenmek
doğal karşılanıyordu. Her yerde olduğu gibi cinsel ilişkilerde Nubiyan ya da Habeş kadınlan tercih edilirdi. Arabistan’a 1814’te gitmiş
olan John Lewis Burckhardt Hicaz’da Afrikalı siyahi ırkın izlerini ta­
şıyan pek çok insan gördüğünü söyler:
Mekkeli ve Ciddelilerin renkleri sanya yakın esmer, çoğunluk­
la Habeş olan annenin kökenine göre açık ya da koyu renkli olabi­
liyorlar... Mekke’de köle sahibi olmayan orta halli aile sayısı pek
fazla değil... Erkek ve kadın köleler, zenciler ya da noubaslar, ge­
nellikle Sowakin’den getiriliyorlar; cariyeler ise her zaman Habeş
kadınlan oluyor. Mekkeli zengin erkekler tutkulannı ev huzuru­
nun üstünde tutuyor ve yasal eşleriyle beraber cariye de alıyorlar;
ama bir köle kadın çocuk doğurursa efendisi onunla evleniyor,
bunu yapmazsa toplumdan dışlanıyor. Habeş kadınlan cariyeler
Cidde’de daha yaygın. Mekkeli erkeklerin çoğu Habeş cariye alı­
yorlar, Arap kadmlannı daha pahalı ve erkeğine karşı yeterince
uysal bulmuyorlar. Hicaz’da kısa süre kalan yabancılar bile aynı
şeyi yapıyorlar. Geldikleri zaman giderken satmak üzere bir kadın
cariye satın alıyorlar ama bazen ikamet süreleri uzuyor, kadın ço­
cuk doğuruyor ve erkek onunla evlenmek zorunda kalıp oraya
yerleşiyor. Doğuda durum böyle ve bu en çok da Mekke’de görü­
lüyor. Habeş kanının karışımı Mekkelilere bu sarıya yakın ten
rengini veriyor ve bu da onlan çöl sakinlerinden aymyor.
Mekkeliler Habeş kadınlardan doğan çocuklarla özgür Arap
kadınların çocuklan arasında hiçbir ayrım yapmıyorlar.19
Yan Afrikalı ya da saf kan Afrikalı olup da azat edilmiş olanlara
karşı hiçbir sosyal engel olmadığını gezginler dışında başkalan da
doğruluyorlar.20
Bedeviler arasında ise siyahilerle evlenmek utanç verici bir dav­
ranış olarak görülüyor ve hatta siyahi cariye kullanmak bile kabul
edilmiyordu.21 Melezleşme sosyal olarak kabul edilir gibi görünü­
yordu ama o da tek yanlıydı. Konuyu iyi bilen bir yazar şöyle yazdı:
Örneğin Tripoli’deki Karamanlı sultanları hanedanlarına kar­
şı rakip çıkmasın diye kızlarını Avrupalı kölelerle bile evlendiri­
yorlardı ama bir Arap’ın, Türk’ün, Berber ya da hanlının, köle ya
da azat edilmiş bir siyahi ile evlendirilmesi söz konusu olamazdı.
Ama Arap erkeklerinin siyahi köle kızlarla evlenmeleri çok görü­
len bir olaydı.22
Arabistan’da Hutaym gibi parya bir kabilede bile melezleşme
konusu hakir görülüyordu. Bir gözlemciye göre asil Araplar Hutaym
kabilesinden asla kız almazlardı.23
Evlilik ve cariyelik kurumlan birbirinden tamamen ayrı tutulu­
yordu. Kuzey ve Güney Amerika’daki köle sahiplerinin çoğu gibi
köle kadın sahibi Müslüman erkekleri de onlarla cinsel ilişki kurma
konusunu doğal karşılıyorlardı. Ama iki durum arasında fark vardı.
Batıda cariyelik kurumu yasalarla, dinsel ve toplumsal olarak yasak­
lanmıştı, gizli yapılıyordu ve cariye çocukları köle toplumunda kalı­
yorlardı. İslam’da ise cariyelik kurumu onaylanmıştı, Kuran’da bile
yeri vardı. Bir erkek isterse cariyeden doğan çocuklannı yasal olarak
kabul edebilir, anneye ve onlara yasal haklar tanıyabilirdi. Bu tanı­
ma konusu teorik olarak isteğe bağlıydı. Ortaçağ’da bu durum, bazı
hükümdarların bile köle cariye çocukları olduğu bir toplumda çok
doğal karşılanır oldu. Yatak arkadaşı olarak genelde beyaz kadmlar
tercih ediliyordu ve siyahi kadınlarla cinsel ilişkiye girmek bazıları­
na göre cesaret isteyen ve paradoks yaratan bir davranıştı. On doku­
zuncu yüzyılda büyük bir değişiklik yaşandı ve Doğu ve Batı Avru­
pa’da güçlerin birleşmesi sonucunda erkek ve kadın beyaz kölelerin
sayıları azaldı, fiyatları arttı ve böylece siyahi kölelerin durumlan bi­
raz daha düzeldi, sosyal konumlarında gelişmeler görüldü.24
DİPNOTLAR
1 Eİ2 s. v. “Kafa’a” (Y. Linant de Bellefonds); Y. Linant de Bellefonds,
Traite d e droit m usulm ane com pare, cilt 2 (Paris, 1965), s. 171-81; F.
J. Ziadeh, “Equality (Kafaah) in the Müslim law of marriage,” A m eri­
can Journa l o f Coıhparative Law 6 (1957), s. 503-17; cf G. Rotter, Die
Stellung d es N egers (Bonn, 1967), s. 131 ff, ve Müslüman hukuku
hak. incelemeler, özel. Hanefi ve Şafi hukukçuların incelemeleri, örn.
Shams al-Din al-Saraksi, Kitab al-M absut (Kahire, 1324/1906), s.
22ff. Malikis kafa1ayı dinsel değil, sosyal açıdan yorumlar, Şiiler ise
doktrini tanımazlar. Malik alıntısı Al-Mudawwana a/-Kubra’dan, cilt
4, (Kahire, 1323/1905), s. 13-14. Şii görüşü için bak. Şeyh Muhammad Hadi al-Yusufi, “Mafhüm al-Kafaa,” AI-Hadi 4, pt 6 (Qumm.
1396), s. 59-64.
2
Mavvaii hak. bak. yukarıda s. 37ff ve 44ff.
3
G. Levie Della Vida, “Unantica opera sconosciuta di controversia Si’ita,” Annali delTlsütuto Universıtaro Orientale d i Napoli, n.s. cilt 14
(1964), s. 236.
4
Özetleme L. P. Harvey, “Arabs and Negroes,” E n co u n ter (Londra,),
Şubat 1971, s. 91-94. Bu hikaye metni Abu’l-Layth Naşr al-Samarqandi’nin Tanbih al-Ghafilin inde bulunabilir (Kahire, 1306/1888), s.
226-27.
5 Muttaqi, Kanz al-Ummal, cilt 8 (Haydarabad, 1313/1895-96), s. 248.
6
Ibn Abd al-Rauf, “Risala”, Thâlâth Rasail Andalusiyya, ed. E. Levi-Provençal (Kahire, 1955), s. 80; Fransızca çeviri R. Arie, Hes p en s- Tam uda, cilt 1 (Fas, 1960), s. 27.
7 Masudi, M urûj al-dhahab, ed. C. Pellat, cilt 4 (Beyrut, 1973), s. 126.
Ibn Akwa Hz. Peygamber yoldaşlarından biriydi.
8
Ibn Habib, Wadiha, anlatım Ibn Abd al-Raüf, “Risala”, s. 81 (Arie
Hesperis-Tamuda, s. 29).
9 Abu’l-Faraj al-Isfahani, Kitab al-Aghani, 20 cilt (Bulaq, 1285/186869); aynı, (Kahire, 1927-) bundan böyle A ghani (1868) ve Aghani
(1927); Ignaz Gold ziher, M uham m ed anische Studie n, cilt 1 (Halle,
1888), s. 128 (Müslim Studies, cilt 1 [Londra, 1967], s. 121); U. Rizzitano, “Abu Mihgan Nuşayb b Rabah, “Rivista degli studiorientali
“20 (1943), s. 428-9. Huşayb’ın kızı hak. bak. Aghani (1868), cilt 1,
s. 138, Aghani (1927), cilt 1, s. 347; cf İbn Qutayba, Uyünal-akhbar,
cilt 3 (Kahire), s. 126; Rizzitano, “Abu Mighan,” s. 456; Khayr al-Din
al-Zirikli, al-Aîam, 2. baskı, cilt 7 ([Beyrut?l, 1376/1956), s. 355’te di­
ğer kaynaklar verilir.
10 Abu’lAla, The Letters o f A b u ’l-Ala o f Maarrat al-N um an, Anecdota
Oxoniensia, ed. ve çeviri D. S. Margoliouth (Oxford, 1898), metin s.
55, çev. s. 61. Mekke kadısı Zubayr tbn Bakkar’a atfen (ö. 870) şu olay anlatılır: “İbn al-Zubayr’a gelen bir kadın kocasının uşakla yattığı­
nı söyleyerek onu şikayet eder. İbn al-Zubayr adamı çağırır ve kamı­
nın şikayetini söyler. Adam kendini savunmak için, ‘Karun da siyah,
uşak da siyah, benim de gözlerim zayıftır, gece karanlığında onları
ayıramıyorum.’” (İbn Abd Rabbani, Al-ıqd al-Farid, cilt 8 [Kahire]-,
19531, s. 132).
11
Bak. H. Lammens, Le Berceau de L'lslam , cilt (Roma, 1914).
12
İbn Durayd, Aî-lshtiqaq, ed. Wüstenfeld (Göttingen, 1854), s. 183;
aynı, ed. Abd al-Salam Harun (Kahire, 1387/1959), s. 302; cf Goldziher, M uham m ed anische Studien, cilt 1, s. 118 (Müslim Studies, cilt
1, s. 112-13).
13
Bak İbrahim İbn al-Mahdi biyografisi, İbn Khallikan, Wafayat al-ayan,
cilt 1 (Bulaq, 1299), s. 9-10; lng. Çeviri MacGuckin de Slane, İbn
Khallikan's Biographical Dictionary, cilt 1 (Paris, 1843), s. 18. Amold
tarafından anlatılan bu olay, Müslüman olan siyahinin diğer dindaşla­
rıyla aynı seviyeye çıktığının bir kanıtı olarak kabul edilir. (T. W. Arnold, The Preaching o f İslam, 3. baskı [Londra, 1935], s. 358-59).
14
Bak. Goldziher, M uham m ed anische Studien, cilt 1, s. 115ff.); Rotter,
Die Stellung des Negers, s. 75ff, 132ff.
15
Hassan İbn Thabit, Diwan (Kahire 1347/1929), s. 61; aynı, (Beyrut,
1381/1961), s, 36; aym, ed. Walid N. Arafat, cilt 1 (Londra, 1971), s.
364 (cf cilt 2, s. 266). Kahire baskısında mawduna (kısa boyunlu)
sözcüğünün yerine Nübiyya (Nübiyan) konmuştur. Bak. Rotter, Die
Stellung des Negers, s. 133, n. 4.
16
lbn Rashiq, lbn Naji’nin Maalim al-Aymatı fi mareifaı ahi aI-Qayravvan’ından (Tunus, 1320/1902), s. 15.
17
lbn Sahi al-Andalusi, Diwan, cilt 10 (Kahire, 1344/1926), s. 108.
18
Bu tutumla ilgili çağdaş Mısır’dan çarpıcı bir örnek için bak. Mohammed Heikal, A utum n o f Fury: The Assasinaüon o f Sadat (NevvYork,
1984), s. 8-9, 11-12, 25, 181. Heikal’ın düşmanca anlatımına göre
Sedat’ın annesi siyahi bir kölenin kızıydı ve Sedat’ta da zenci özellik­
leri vardı. Heikal sürekli olarak bu özelliklerden ve neden olduğu so­
runlardan söz eder.
19 John Levvis Burckhardt, Travels in Arabia: C om preh en d in g an A cco­
unt o f Those Territories in H edjaz which the M oham m edans Regard
as Sacred (1829; yeni baskı, Beyrut, 1972), s. 182-87.
20 W. G. Palgrave, Personal Narrative o f a Year’s J o u m e y through C ent­
ral and Eastem Arabia (Londra, 1883), s. 270-72; Charles M. Do-
ughty, Travels in Arabia Deserta, cilt 1 (Cambridge, 1888), s. 553-55;
C. Snouck Hurgronge, M ekka, cilt 2, (Lahey, 1889), s. 10-24.
Alois Musil, Arabia petraea, cilt3, Ethnologischer Reisebericht (Viya­
na, 1908), s. 224-25; R. P. Antonin Jaussen, C outum es des Arabes
aupays d e Moab (Paris, 1948), s. 60-61, Patricia Crone, Roman, Provincialand Islamic Law (Cambridge, 1978), p. 137.
[2 J. O. Hunvvick, “Black Afrikanc in the Islamic World: An understudied dimension ofthe black diaspora,” Tarikh 5, no. 5 (1978), s. 35.
|3
EI2, s. v. “Hutaym” (G. Rentz). Fakat cf Doughty,, Travels in Arabia
Deserta, cilt 1, s. 553.
M Gezginlerin çoğu, beyaz kölelerin az olması ve kadınların seks için
tercih edilmeleri nedeniyle fiyatlarının yüksek olduğunu yazmışlardır.
On dokuzuncu yüzyıl sonlarında Mısır’da köleliği inceleyen bir göz­
lemci, beyaz kızların Mısırlı ya da Habeş kadınlardan daha geç yaşlan­
dığını, otuz beş hatta kırk yaşlarına kadar genç kız gibi kaldıklarını
yazmıştır. (J. C. McCoan, Egypt as İt Is [Londra, 1877], s. 319).
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İMAJ VE KLİŞE
Ortadoğu edebiyat ve folklorunda, yabancı ve özellikle de aşağı
tabakadan görülenlere karşı geleneksel ve klişe halinde suçlamalar
olduğu görülür. Bu suçlamaların çoğu kölelere ve köle veren ırklara
karşı yapılmıştır; onların aptal, vahşi, gerçek dışı, namussuz, pis ve
kötü kokan insanlar oldukları söylenmiştir hep. Siyahlann fiziksel
görünümleri çirkin, çarpık ya da canavarca gibi deyimlerle tanım­
lanmıştır.1 Bu konu el-Sayit el-Himyari -Güney ArabistanlI Seyit(723-89) adlı bir Arap şair hakkında yazılmış bir anekdotta anlatılır:
Sayit benim komşumdu ve teni siyahtı. Çevredeki gençlerle
eğlenir, alem yapardı, bunlardan biri onun kadar karaydı, ka­
lın bir burnu ve dudaklan vardı, zenciye (m uzannaj) benzerdi.
Sayit’in koltuk altlan berbat kokardı. Bir gün birlikte şakalaşı­
yorlardı ve Sayit arkadaşına, ‘Sen bu burun ve dudaklarla tam
bir Zenci’sin.’ deyince genç arkadaşı ona, ‘Sen de ten rengin ve
koltuk altlannda Zenci’sin!’ diye cevap verdi.2
İbn Butlan Zenc kadınlarıyla ilgili olarak şöyle yazar:
Bu kadınların çok kötü yanlan var, tenleri siyahlaştıkça yüz­
leri çirkinleşiyor ve dişleri sivrileşiyor. Kimseye yararları yok, in­
sana zarar verebilirler ve çok kötü davranışları var... Dans etmek
ve ritim duygusu içlerinde var. Konuşmaları kaba ve berbat ol­
duğu için bunu şarkı ve dansla dengeliyorlar... Dişleri çok temiz,
çünkü ağızlarında bol tükürük var, tükürükleri bol çünkü mide­
leri iyi çalışmıyor.
Ağır işlere dayanabiliyorlar... Ama onlarla hoş vakit geçirmek
olanaksız, çünkü vücutları çok kaba, biçimsiz ve koltuk altlan
leş gibi kokuyor.3
Mısırlı yazar el-Absihi (1388-1446) köleler hakkında yazdığı
bir yazıda, siyahi kölelerle ilgili korkunç bir hikaye anlatır:
Siyahi kölelerden daha kötü, daha berbat ve korkunç bir şey
var mıdır bu dünyada? Zenci beyaz melezlerine gelince, onlardan
birine her gün nazik davransan, sana bir gün bile teşekkür etmez,
sanki onun için hiçbir şey yapmamışsınız gibi davranır. Ona karşı
ne kadar iyi davranırsanız, o da o kadar kabalaşır, küstahlaşır; ama ona biraz sert davranırsanız işte o zaman siner ve size boyun
eğer. Bunu çok kez denedim, batın şair ne güzel söylemiş:
“Onurlu insanı onurlandırırsan onu kazanırsın
Şerefsizi onurlandırırsan sana küstahlaşır.”
Derler ki siyah köleyi doyurursan zina yapar, kamı acıkınca
da çalar. Annem tarafından dedem şöyle derdi: “Paranın en kötü
kullanış şekli köle satın almasıdır.”
Melezler Zenc’den bile daha kötüdür, çünkü Zencler genel­
likle anne ve babalarını bilirler, ama melezler babalarını bilmez.
Melez bir insan katır gibi karışık bir ırktır.
... Sakın meleze güvenme, çünkü onun içinde iyilik çok azdır.4
On sekizinci yüzyılın sonunda Osmanlı erotik şairi Fazıl Bey
(tah. 1 757 -1 81 0) yaklaşık kırk ayrı ırktan kadınların özellikleri
hakkında, “Kadınlar Kitabı” adında bir kitap ve güzel oğlanlar hak­
kında da benzer bir kitap yazdı. Fazıl Filistinli bir Arap’tı ve ünlü
Şeyh Dahir el-Ömer’in torunuydu. Safad’da doğmuş ama İstanbul’a
getirilmiş ve orada yetişmişti, Türkçe yazardı. Habeşler hakkında iyi
konuşurdu ama diğer siyahiler için pek iyi şeyler söylemezdi. Ona
göre siyahların içinde güzellikler de olabilirdi belki ama tenlerinin
kara olması yüzünden çirkin görünüyorlardı ve yeteneksiz insanlar­
dı. Fazıl, “Bir erkek kör olmadıkça siyahi bir oğlanı öpemez.” ve “Si­
yahi kadın yatak için değil, mutfak için iyidir.” derdi. Ona göre be­
yazlar dururken siyahlarla sevişmek aptallıktı ve onlar ancak hiz­
metkar olarak yararlı olurlardı.5
Siyahlar aleyhine yazılan bu kadar yazı ve söylenen sözden son­
ra, yine de bazı Batılı ırkçılar bu konunun üstünde çok fazla durma­
dılar. Mesudi örnek olarak bazı garipliklerden söz eder:
Abdullah îbn Abbas’ın müridi Yemenli Tawüs, Zenciler tara­
fından kesilmiş etleri yemez, çünkü onlar çarpık insanlardır der­
di. Rivayete göre Halife el-Radi siyah bir adamın elinden hiçbir
şey almazdı, çünkü onlar çarpık yaratıklardı. Bunu yaparken Tawüs’ün prensiplerine mi uyuyordu, yoksa herhangi bir fikir ya
da doktrine göre mi davranıyordu bilmiyorum.6
Siyahilerin uçan, tasasız insanlar olduğu da çok söylenirdi; yani
hiçbir şeye aldırmayan, her zaman neşeli insanlardı. Onlarla ilgili
olarak söylenen olumlu klişe sözler cesur, cömert, müziği seven ve
ritim duyguları güçlü insanlar olduklarıydı. İbn Butlan, “Bir Zenci
gökten yere düşecek olsa tempo tutarak düşer.” demişti.7
Siyahların dindarlık konusunda da basit insanlar olduğu söyle­
nir. Dindar basit bir siyahinin zeki ama kötü insanlarla karşı karşıya
gelişiyle ilgili bir hikaye vardır.8 Bu hikayede amaç, basit ama din­
dar olanın zeki ama kötü olana üstünlüğünü göstermektir ve basitli­
ğin en güzel örneği olarak da siyahi adam gösterilmiştir.
Toplumumuzda siyahlara karşı hissedilen önyargıya bir paralel­
lik de onlara atfedilen cinsel söylemler konusunda kurulabilir. Si-
yatıların cinsel açıdan çok güçlü ve doymak bilmez oldukları hep
söylenmiştir. Ünlü Bin Bir G e c e M asalları ’nda bu konudan da söz
edilir. Bu konuda yazılmış başka hikayeler ve aşk romanları vardır.
Bazı hikayelerde güçlü siyah uşağın efendisinin haremindeki kadın­
ları nasıl kendine çektiği, beyaz kadınları nasıl baştan çıkardığı an­
latılır.9
Cinsel konular sadece siyahi erkekler açısından işlenmemiştir
elbette. Cahız siyahileri savunurken, Arap Şair Farazdağ’dan (ö. tah.
730) alıntılar yapar ve onun kadın uzmanı olduğunu söyler:
İçki kasesi kadar geniş ve
fınn kadar sıcak kaç Zenci
kızı dolaşır etrafta?10
Avrupa anti-Semit hikayelerinde Yahudi kızlarıyla ilgili anla­
tımlar gibi, Arap şiirlerinde de siyahi kızlarla ilgili pek çok dize var­
dır. Avrupalı yazarların birbiriyle ilgisi olan la b e lle j u iv e (güzel Ya­
hudi kızı) ve l ’a ffreu se j u iv e (korkunç çirkin Yahudi kızı) hikayeleri
ile, Arap şairlerinin itici derecede çirkin ama çok seksi siyahi kadın­
lara gösterdikleri yakın ilgi arasında paralellikler vardır.11 Siyahlar
hakkında o zamanlar söylenen klişe sözlerle günümüzde söylenen­
ler arasmdaki benzerlik açıktır.
Fakat konunun daha iyi araştırılması gereken bir yanı vardır ki
o da, siyahlık ve beyazlık kavramlarına bağlı olan duygusal içeriktir;
bu fikre göre siyahi insan günaha, kötülüğe, şeytanlığa ve lanete da­
ha yakın, beyaz insan ise daha uzaktır. Kuran’da da bu konuyla ilgi­
li satırlar vardır:*
B. Lewis burada Kuran ayeti olarak Ill:102’yi veriyor, fakat bu ayet Elmalılı Kuran mealinde şu şekilde: “Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkmak
gerekiyorsa öyle korkup gerektiği gibi sakının ve kesinlikle Müslüman
olarak can verin!" (Çevirmen notu)
Öyle bir gün gelecek ki bazı yüzler beyaz, bazıları siyah ola­
cak. Yüzleri siyah olanlara gelince; iman ettikten sonra inançtan
geri mi döneceksiniz? O halde inançsız olmanın cezasını çekin.
Ama yüzleri beyaz olanlara gelince, onlar Allah’ın merhametine
sığınacak ve orada ikamet edeceklerdir.
Burada siyah ve beyaz ırklardan söz edilmediği açıkça görülür11
ki, pek çok dilde ve hatta siyah Afrika dillerinde bile kullanılan biı
deyim gelir akla; beyazlık neşe ve iyilikle, siyahlık acı ve kötülükle
anılır. Bu tür sözler Müslüman menkıbelerinde, folklorunda, edebi­
yatında, atasözlerinde ve hatta dillerinde çok görülür.
İslam edebiyatında siyahların tanımlanmasına çok eski zaman­
larda başlanmış ve bunlar klişe sözler haline dönüşmüştür. Bunlar
Hz. Peygamber ve yoldaşları ile ilgili hikayelerde de geçer; genellik­
le köleler hakkındadır ama her zaman değil. Pers mitolojisinde de
onlardan şeytan ve canavar olarak söz edilir; Zenc ve diğer bölgele­
rin siyahlarıyla ilgili hikayeler anlatılır, örneğin Güney ve Güneydo­
ğu Asya'nın yamyam adalanndan bahsedilir. İskender’in mitolojik
menkıbelerinde de vardır onlar. İskender’in maceraları Müslüman
yazarlar için hem nesir ve hem de şiirlerde her zaman işlenen bir
konu olmuştur. Pers menkıbesinde İskender efsanevi Darab’m oğlu,
Kral Darius’un üvey kardeşidir ve tahta varis olmak istemiştir. Bir
hikayeye göre İskender Mısır’a gider ve onları Zenc tehdidinden
kurtarır, Zenclerin topraklarını işgal eder ve onlardan pek çok esir
alır. Afrika maceraları hem İskender’e ve hem de babası Darab’a at­
fedilir.13 Pek çok putperest Afrikalı siyahiyi esir alıp Müslüman ya­
pan efsanevi Yemenli kahraman Sayf İbn Dhi Yazan hakkında da
Arapça yazılmış Ortaçağ hikayeleri vardır.14
Ama edebiyatta adlan en çok geçen siyahlar, daha ziyade evler­
de uşak, hizmetçi ya da işçi olarak hizmet verenlerdir. Siyahi köle
ya da uşak, hizmetçi gibi çalışanlar hikayelerin içinde çok geçer.
Çok sık olmasa da, hikayelerde başrollerde olan siyahiler de ol­
muştur. Bu roller olumlu ya da olumsuz olabilir. Olumsuz olanlar­
da siyahi köle genellikle şehvet düşkünü, aç gözlü ve nankördür;
olumlu rollerde ise saf dindar ve efendisine sadık bir köle olarak gö­
rülür, Allah’ın kendisine ihsan ettiklerine şükreder. Paradoksal ola­
rak ödülü de teninin beyazlaşması şeklinde olur.
İslam sanatlarında siyahların tanımlanması da edebiyatta oldu­
ğu gibidir; buna da şaşmamak gerekir, çünkü resim sanatı da kitap
resimleriyle gelişmiştir. Heykeltıraşlık gelişmemiştir, çünkü ilk dö­
nemlerde görülen yontu sanatı İslam’la gelen imaj yasaklamasından
önce görülmüş ve sonra kaybolmuştur. İslam dünyasında yapılan
ilk Afrikalı tasvirleri, muhtemelen Ürdün çölünde Kirbat el-Mafjar’daki Emevi sarayında görülen alçı kabartmalardır. Bu sarayda
muhtemelen sekizinci yüzyıl başlarında yapılmış olan bu süsleme­
lerde İslam öncesinin etkileri vardır. Kabartmaların bazılan Afrikalı
figürleri olarak görülür ve köleleri ya da bazı eğlence sanatçılarını
göstermesi mümkündür. Daha sonra İslam’ın etkisiyle yontu sanatı
yok olmuştur. Fakat resim sanatı, önce evlerde ve daha sonra da se­
ramik, porselen sanatçıları tarafından süslemelerde kullanılan re­
simler sayesinde gelişmiştir. Özellikle on ikinci yüzyıl sonlarından
itibaren kitap resimleri olarak büyük gelişme görülür resim sanatım
da. Araplar, Persler, Türkler ve İslam dünyasında yaşayan yabancı­
lar resim sanatıyla yakından ilgilenmişler, resimli yazılar ve daha
sonra ayrı minyatürler sayesinde Müslüman şehirleri konusunda ge­
niş bilgiler sağlanmıştır.
Şehir yaşamında siyahlann büyük rolü olmuş ve siyahi köleler
zaman içinde kitap resimlerine ve tablolara bile girmişlerdir. Siyah­
lann portreleri bazı tanınmış ve kolayca tanımlanabilen kategorilere
girmiştir ve bunlardan bazıları Ortaçağ Avrupası’ndaki Hıristiyan
sanatıyla açık paralellik gösterir.
Bu tür kategorilerden biri de kutsal tarihtir; Peygamber Hz. Mu
hammet ve yoldaşlarının yaşamları ile Hz. İsa’nın doğumu ve yaşam
arasında açık benzerlikler vardır. Müslüman resim sanatının geliş
meşini uzun süre önleyen insan resmi yapılması konusundaki yasak
lama kutsal biyografilerde de ısrarla uygulandı ve Hz. Peygamber’lt
yoldaşlarının hayatlarından söz eden kitaplara resim konmadı. Amt
Osmanlı sanatçıları on altıncı yüzyılda bu yasaklamaya dikkat çek
meye başladılar. İstanbul Topkapı Sarayı’nda bunun güzel örnekler
vardır. Sultan III. Murat’ın emriyle 1594-95 yıllarında hazırlanmış
bir metinde, Hz. Peygamberin hayatı hakkında daha önce Arapç;
yazılmış ve on dördüncü yüzyılda Türkçe’ye tercüme edilmiş bir ya­
kıda adı bilinmeyen bir ressam tarafından yapılmış resimler vardır
Hz. Peygamberin biyografisinde görülen birçok figürün arasında ik:
de siyahi vardır. Siyahlardan biri, Mekke’deki putperestlerden kaçar
Hz. Peygamber yoldaşlarından bazılarına sığınacak yer veren Etiyop­
ya imparatoru el-Najashi’dir (Negus). EtiyopyalIlar bu olayı kendile­
rine karşı olanlara örnek olarak göstermişlerdir. Resimdeki diğer si­
yahi ise Hz. Muhammet’in ilk müezzini ve yoldaşıdır. Bu resimlerde
köle oldukları samlan başka siyahi figürler de vardır.
Bazı klişelerde siyahlar bir tür canavar ya da gulyabani, cin
şeytan gibi gösterilir ve bunlar genellikle Iran sanatında görülür
Irah şahı için 1537’de Tebriz’de hazırlanmış Firdevsi Şahna m esiY ıde
çok güzel resim örnekleri vardır. Resimlerden birinde Iranlı kahra­
man Hüsang, Büyük Kara Şeytanı öldürürken görülür, bir diğerinde
de bir başka kahraman Isfendiyar siyahi bir büyücüyü katleder. Irar
demonolojisi tek renkli değildir. Mazandaran’m Büyük Kara Şeytanı
da siyahi arkadaşları kadar sevimsizdir.
Bazı resimlerde de siyahlar garip ve uzak topraklarda egzotik fi­
gürler olarak gösterilmiştir. Bunların en güzel örnekleri İskender’in
Türkçe, Farsça ve Arapça yazılmış maceralannda görülür. Iranlı şaiı
Nizami’nin on altıncı yüzyıl sonlannda yazdığı bir şiirini anlatan ve
Qazvin tarafından yapılmış bir resimde, İskender’in siyahlarla savaşı
görülür.
Pers edebiyatı ve sanatının pek çok eseri Müslüman Hindistan
tarafından benimsenmiş ve Moğol döneminin zengin sanatına ilham
kaynağı olmuştur. Moğol sarayında 1580-85 yıllarında yazılmış ve
içinde çeşitli ressamların resimleri olan D a ra b n a m e adlı eserde
Zenclerle yapılan savaşlar görülür. Oradaki üç resimden ikisinde si­
yahlarla savaşan Darab’ı izleyen iki figür vardır ve suda da bir ceset
yüzer. Bir başka resimde Darab siyahlarla savaşa girerken görülür ve
aynı ressam tarafından yapılmış üçüncü resimde Darab siyahileri
yenmiş, onlardan haraç almaktadır.
İslam resim sanatında cinsellikle ilgili resimler, İslam edebi­
yatındaki yazılarla kıyasladığında daha azdır, siyah erkek ve ka­
dınların cinsellikle ilgili hikayelerinde anlatılanlar resimlerde pek
görülmez. Ama Hindistan’daki Moğol sanatlarında bunun bazı is­
tisnaları vardır. Yine D a ra b n a m e deki bir resimde Darab’m annesi
Homay siyah bir uşak tarafından öldürülürken görülür. Rivayete
göre siyah uşak Homay’a aşıktır ve bir gece ona gelip reddedilince
kadını öldürür. 1 6 2 9 ’da yapılmış bir başka Moğol dönemi res­
minde Iranlı Şair Sadi’nin bir hikayesi resmedilmiştir ve burada
siyahi kızla yine siyah bir erkeği flört ettikleri için azarlayan yaşlı
bir adam görülür. Bunlardan daha dramatik bir resim de Farsça
olarak yaklaşık 1530 yılında yazılmış Rumi M e s n e v i ’sinde görü­
lür, burada şiirdeki bir olay anlatılır ve resimde bir kadın, uşağı­
nın bir eşekle cinsel ilişkiye girdiğini görür ve aynı şeyi denemek
isterken sonuç korkunç olur.
Fakat İslam resimlerinde görülen siyahların büyük bölümü
ne kutsal figürler, ne canavarlar, ne de egzotik ya da erotik olan­
lardır, bunların büyük çoğunluğu köleler ve hizmetkarlarla ilgili­
dir. Siyahi köleler pek çok resimde boy göstermişler ve Osmanlı
döneminde yaşanan önemli tören ve olaylarda hep görünmüşler­
dir. Bu resimlerin büyük çoğunluğunda siyahi köleler genellikle
bir tepsi taşırken, yerleri süpürürken, atları tımar ederken, bir kü­
rek ya da ipi çekerken ya da buna benzer işler yaparken resmedil­
mişlerdir. Siyahiler hep hizmetkar, inşaat işçisi, bahçıvan, evlerde
uşak, avcı efendisine yardımcı ya da gemilerde mürettebat ve ben­
zeri işler yapan köleler olarak görülmüştür. Resimlerdeki siyahi
kölelerin çoğunluğu erkektir ve kadınlar daha az görülür. Bunla­
rın en güzel örnekleri on üçüncü yüzyılda m a k a m a c denen Arapça
edebi eserlerde görülür ki bunlar bir tür şiirsel ama nesir hikaye­
lerdir. Bunlardan 12 37’de yazılmış ve muhtemelen Mezopotam­
ya’da tamamlanmış olan birinde, yazar Yemen’de gördüğü ve Afri­
kalı siyahi kölelerin satıldığı bir köle pazarını anlatır. Ondan bir­
kaç yıl önce Suriye’de yazılmış bir eserde de yemek getiren bir si­
yahi köle vardır. On beşinci ve on altında yüzyıllarda yapılmış çe­
şitli minyatürlerde siyahi köleler hep uşak, avcı ve çeşitli işler ya­
pan yardımcılar olarak görünürler.
Osmanlı döneminde saray haremlerinde bazen de Saadet Kapısı
Ağası olarak bilmen siyahi harem başağası ya da Kızlar Ağası, saray­
da sözü geçen insanlardan biriydi. Onun bu otoriter durumu saray
ressamları tarafından resmedilmiştir. On altıncı yüzyıl sonlarından
İtibaren Osmanlı saraylarındaki yaşamla ilgili yapılmış olan resim­
lerde bu siyahi harem ağaları ve diğer çalışanlar çok güzel gösteril,iniştir. 1597’de yazılmış bir kitapta bir Osmanlı prensi ve sadrazam,
(Siyahi kölelerle bir arada resmedilmiştir, burada veliaht, siyahi ha­
rem ağasıyla beraber ve bir başka resimde de sultanın annesi (Vene|Öik doğumlu Cecilia Venier-Baffo) Nurbanu’nun cenaze töreni ve
Katılan siyahi harem ağalan görülür. Resimleri yaklaşık 1720-32 yıl­
ları arasında büyük ressam Levni tarafından yapılmış bir başka ki­
tapta, bir resimde genç prensin sünnet düğünü vardır. Bir başka re­
limde prensler, iç oğlanlan ve siyahi harem ağaları Haliç’te bir ak­
şam eğlencesinde görülürler ve bir başkasında da harem başağası
küçük prensi sünnet düğününe götürür.15
On beşinci yüzyıl sonları ve on altıncı yüzyıl başlarında yaşa­
mış olan ünlü îranh ressam Behzad resimlerinde siyahi figürleri
adeta imzası gibi kullanmıştır. Onun pek çok resminde siyahi köle­
ler önemsiz pozisyonlarda görülür. Onun bu tarzı bazı öğrencileri
tarafından benimsenmiş, kurduğu Herat okulunun özelliği olmuş­
tur. O dönemde siyahi kölelerin hizmet işlerinde çalıştırılmaları o
kadar iyi anlaşılmıştı ki sanatçı onlara simge olarak ikinci bir rol
bulmak istemiş olabilir.
DİPNOTLAR
1 Bu konuyla ilgili daha önceki bir incelemede kölelerin fazla çalışmala­
rı ve iyi beslenmemeleri konusundaki bu klişelerin nasıl ortaya çıktı­
ğını anlatmaya çalıştım. Bir Fransız gazetesindeki bir makalede (Genevieve Bedoucha, B. Lewis incelemesi, Race et co u leu r en pays d ‘Islam [Paris, 19821, Cahiers d ’E tudes Africaines 22. no. 3,4 [1987-88],
s. 534-35) bu fikirleri sosyal açıdan basit ve aynı zamanda potansiyel
olarak tehlikeli buldular. Sosyologlara göre basmakalıp sözlerde her
zaman biraz gerçeklik payı vardır, öyle olmasa bunlar yaşamaz ve
kullanılmazlar. Antropolog Clyd Kluckhohn şöyle demiştir: “Kötü
basmakalıp sözlerde her zaman küçük de olsa bir gerçeklik payı var­
dır ve bu da gerçek dışı olanın büyük kısmını yutmamıza yardım ed­
er.” (M irror [ot Man: The Relation o f Anthropology to M odern Life
[NewYork, 1949], s. 138).
2 Abu’l Faraj al-Isfahani, Kitab al-Aghani, 20 cilt (Bulaq, 1285/186869), cilt 7, s. 20; aynı (Kahire, 1927 -), cilt 7. s. 269.
3
İbn Butlan, Risala fi Shira al-Raqiq, ed. Abd al-Salam Harun (Kal
1373/1954), s. 374-75’te Afrika gruplan hakkında benzer ya da <
kötü yorumlar vardır. İbn Butlan’ın beyazlar arasında en sevme
insanlar Ermenilerdir.
4
Shihab al-Din Ahmad al-Abshihi, Kitab al-Mustatraf fi kull shay t
tazraf, cilt 2 (Kahire, 1352/1933), s. 75-77; Fransızca çev. G. Rat
Mostatraf, cilt 2 (Paris, 1902), s. 151-57.
5
Fazıl Bey, H ubannam e ve Zenannam e (İstanbul, 1255/1839), s.
12, 62-64. Fazıl Bey ve çalışmaları için bak. J. Hammer-Purgs
Geschichte d er Osmanischen Dichtkunst, cilt 4 (Pest, 1838), s. ‘
53, özel. 435; E. J. W. Gibb, A History o f Ottoman Poetry, c
(Londra, 1905), s. 220-42; Eİ2, s. v. “Fadıl Bey” (]. H. Mordtma
Zenannam e hin biraz hatalı bir tercümesi J. A. Decourdemanche l
fından yayınlandı, Le Livres des fem m es (Paris, 1879).
6
Masudi, M urûj al-dhahab, cilt 1, s.-166-67; Charles Pellat, Les Pı
es d ’o r, cilt 1 (Paris, 1962), s. 70.
7
İbn Butlan, Risala, s. 374.
8
Bak. Muhammad İbn Şaşra, A Cbranicle o f Damascus 1 3 8 9 - 1 3 9 7
ve çev. W. M. Brinner (Berkeley ve Los Angeles, 1963), s. 2]
278ff; G.Rotter, Die Stellung des N egers (Bonn, 1967), s. 179-81.
9
Bak. Fatha A. Sabbah, W om en in the Müslim Unconscious (Ne\
ork, 1984), s. 37-43; Rotter, Die Stellung des Negers, s. 178-79.
10 Jahiz, Rasail al-Jahiz, cilt 1 (Kahire, 1385/1965), s. 214 (O. Rese
Beitrage z u r arabisehe Poesie, sec. 6 [İstanbul, 1956-58], s. 175);
Abd Rabbihi, Al-Iqd al-farid, cilt 7 (Kahire, 1953), s. 89 ve İbn
Awn, Kitab al-Tashbihat, ed. M. Abdul Muid Han (Cambridge, 19
s. 235; cf Rotter, Die Stellung des N egers, s. 173. İbn Abi Awn s
kadınlarla ilgili başka erotik dizeler de verir (Kitab al-Tashbiha
235ff). Beyaz, siyah ve esmerlerin erdemleriyle ilgili Arapça dizeli
daha ziyade siyah kadınların çekiciliği işlenmiştir (Jalal al-Din al
yüti, Nuzhat al-Umr fi’l-tafdil bayna’l-Bid wa’l-Siîd wa’l-Sum r [Şam,
1349/1930-311) Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bak. Akbar Muhammad “The image of Africans in Arabic literatüre: Some unpublished manuscripts," Slaves and Slaveriy in Müslim Africa, cilt 1, İslam
and the ldeology ofSlavery, ed. J, R. Willis (Londra, 1985), s. 59-60.
11
Rotter, Die Stellung des Negers, s. 165, 173-74. Yahudilerle paralellik
için bak. E. Kedourie, The Chatham H ouse Version (Londra, 1970),
s. 334-35.
12
On dördüncü yüzyılda yaşamış Mısırlı bir yazar (Qalqashandi, Şu'bh
al-asha, cilt 2 [Kahire, 1331/1913], s. 8-9) haklı olduğunu göstermek
için beyazın iyi, siyahın kötü olduğunu söyler. Buna rağmen pek çok
insanın siyahı güzel bulduğunu belirtir. Beyazın siyaha üstünlüğünü
belirten daha eski bir değerlendirme için bak. Sharaf al-Zaman Tahir
Marvazi (MS 1120), Sharaf al-Zaman Tahir Marvazi on China, the
Turks and İndia, ed. ve tere. V. Minorsky (Londra, 1942), s. 54-55.
Fakat Marvazi siyah rengin ışığı çekerek gözün kısılmasını sağladığını
ve ışığın dağılmasını önlediğini, görüşü kolaylaştırdığını söyler. Ayrı­
ca polislerin insanları korkutmak için siyah giydikleri de söylenir.
13 Bunlar için bak. Minoo Southgate, “The negative images of blacks
insome medieval Iranian vvritings,” Iranian Sturies 17. no. 1 (1984),
s. 3-36.
14
Bak. Rudi Paret, “Sırat S a if Ibn D hi Jazan, ” em A rabischer Volksrom an (Hanover, 1924).
15 Örnekler R. W. Hamilton, Khirbat al Mafjar, an Arabian Mansion in
the Jordan Valley (Oxford, 1959), pis. 44. no. 2 ,4 , 5; 53, no 2; R. Ettinghausen, Arab Painting (Cleveland, oh, 1962), s. 82, 93, 108, 121,
151; B. Gray, Persian Painting (Cleveland, Oh, 1961), s. 119, 131; E.
J. Grube, The Classical Style in Islamic Painting (Venedik, 1968), pis.
31, no. 1, 6; 36, no. 1, 3; 37; 59; 66; 73; aynı, Müslim Miniature Pa­
inting (Venedik, 1962), pl. 58; İvan Stchoukine, Les Peintures des
manuscrits Tımurides (Paris, 1954), pl. 76; A. U. Pope, Survey o f Persian A n , pis. 889, 891, 912; B. W. Robinson, Persian Miniature Painting (Londra, 1967), pl. 28; Rachel Arie, Miniatures hispano-musulm anes (Leiden, 1969), pl. 41, fol. 71, lbn Zafar al-Siqilli, Kitab al-Sulwanat [i musamarat al-khulafa wa’l-sadat (Monastery St Lawrence of
Esruriel, no. 528); O. Löfgren, Ambrosian Fragments o f an îUuminated Manuscript Containing the Zoology o f Al-Gahiz (Uppsala, 1946),
pis., 3, 6, 9, 10.
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
MÎT VE GERÇEK
Ortadoğu’nun geçmişinde önyargılar ve ayrımların kanıtlarını
gözden geçirirken, mit yapıcılarının yarattığı yanıltıcı resmi düzelt­
meye, pastoral özgürlük resmini bu tür kötülüklerden kurtarmaya
çalıştım. Ama insan bir yanlışı düzeltmeye çalışırken başka bir hata
yapmamalı. Ortadoğu insanları, son zamanlara kadar Güney Afri­
ka’da ya da ABD’de görülen ırkçılığı hiçbir zaman yapmadı. Ama­
cım ahlak dersi vermek değil; insanlan hadım etmeyi ve ırkçılığı kı­
yaslamak ya da Doğu ve Batı uygulamalannın kötü yanlannı tartış­
mak istemiyorum; benim yapmak istediğim, özel erdem ve kötülük
taleplerini yalanlamak ve insanlığın ortak zayıflıklarını göstermekti.
Hata düzeltmek -duygusal olarak tatmin edici ve siyasi açıdan ya­
rarlı hata olsa bile- bir tarihçinin yasal ve gerçekten de yapması ge­
reken bir görevidir.
Bu da başka bir soruyu ortaya koyuyor. Eğer kanıtların göster­
diği gibi, ırksal önyargıdan ve ayrımcılıktan arınmış bir toplum res­
mi yanlışsa, bu neden böyle oldu acaba? Batı yapımı bu mitin kay­
naklan Ortadoğu’dan ziyade Avrupa ve Amerika tarihinde buluna­
bilir. Amerikan İç Savaşı kölelik meselesini kesin olarak Avrupa ka­
muoyunun önüne getirdi, Ingilizlerin bu konudaki çabalan da bu­
nun nedenlerinden biridir, onlar köleliği önleme savaşında diplo­
matik yollardan ve donanmalarıyla Türkiye, Arabistan ve diğer ül­
kelerdeki Müslüman hükümdar ve hükümetleri de etkilediler. Kı­
yaslamalar kaçınılmazdı ve açıkça görülen tezatlar üzerine bazı Av­
rupalI gözlemciler Müslümanlarda köleliği savundular ya da en
azından Müslümanların kölelikle ilgili tutumlannı övdüler.
Savunma olayı çeşitli şekillerde görüldü. Kıyaslamayı ilk olarak
1863’te basılan kitabında AvusturyalI bilim adamı, Diplomat Alfred
von Kremer yaptı. Kremer kölelik olayından nefret ediyor ve siyahile­
rin kaçırılıp köle pazarlarına korkunç şartlar altında getirilmelerini in­
sanın kanını donduracak bir tarzda yazarak anlatıyordu. Ama o da
tüm diğer yazarlar gibi, kölelerin satılıp bir eve girdikten sonra rahat­
ladıklarını söyledi. Ayrıca Müslümanlan ırk aynmı yapma konusunda
hiç suçlamadı, onların bu konuda önyargılı olmadıklarını savundu:
Özgür Amerikalılann çocuklan tarafından sadece Afrikalı si­
yahlara değil, onların soyundan gelen tüm insanlara açıkça uygu­
lanan ırkçı renk aynmı ve önyargısı Doğu’da yoktur. Burada bir
insan rengi siyah diye aşağılanmaz. Bunun nedeni Doğu’daki kö­
leliğin doğasından gelir, köle efendisinin ailesinden tamamen ay­
rı tutulmaz, ona ayrı bir yaratık gibi bakılmaz, insanca davranı­
lır, efendiyle köle arasında samimi ve saygıya dayanan bir ilişki
vardır. Doğu’da hemen her Müslüman ailenin kökeninde büyük
olasılıkla bir siyahi bulunur.1
Snouck Hurgronge da Müslüman ve Amerikalıların kölelere
karşı farklı tutumlarını belirtir ve Amerikalıların köleliğe kötü bir
isim kazandırdığını söyler. Ona göre Avrupa kamuoyu iki ayrı tip
siyah kölelik konusunda yanlış düşüncelere kapılmıştır ve bir Arap
köle pazarına Avrupalı önyargısıyla giden bir insanın, hele kafasın­
da T o m A m c a ’n m K u lü b e si gibi bir hikaye de varsa, çok olumsuz
bir görüşe sahip olacağını söyler. Fakat bu ilk izlenim yanlış olacak­
tır ve ne yazık ki Doğu’ya giden gezginlerin çoğu da bu ilk izlenim­
lerini götürürler ülkelerine.2
Kremer’in İslam toplumunda ırk ayrımı ve renk önyargısı hiç
yoktur demesi elbette abartılıdır ve ondan yirmi yıl sonra kutsal şe­
hirlere giderek Arabistan’da siyah köleliği savunan Snouck Hurgronje bile daha dikkatli bir dil kullanmıştır. Fakat İslam ve Ameri­
kan köleliği arasındaki tezat gerçektir ve bu abartı da AvrupalIların
bu konudaki Amerikan tutumuna karşı olan öfkelerinden doğmuş
olabilir. Afrikalıların korkunç bir şekilde yakalanıp Müslüman ve
Amerikalı köle tüccarlarına satılması olayında fazla bir fark görül­
mez, aslında her iki olayda da aynı kişiler aracılık etmiş olabilirler.
Köleler, denizler ya da çöller aşılarak pazarlara götürülürken yine
aynı acıyı, işkenceyi mutlaka çekmişlerdir. Kölelik konusundaki
fark, onların satıldıkları yerlerde gördükleri davranışlardadır. Bazı
Avrupalı gözlemciler, özellikle de tutucu ve monarşi ortamından ge­
lenler Amerika’daki kölelik hikayelerini eğlenerek dinlemişler, çoğu
da dehşete kapılmışlardır. Avrupalı koloni sahibi ülkeler bile köleli­
ği önce kendi ülkelerinde, sonra da kolonilerinde yasaklamışlar ki
oralarda bile kölelik zulmü Amerika’daki kadar korkunç değildi.
İslam ve Amerikan tarzı köleliği kıyaslayan gezginler, köleleri
hizmet sektörü ve ticarette çalışanlar olarak ikiye ayırmayı unut­
muşlardır. Doğuya giden Batılı gezginler çoğunlukla ev hizmetlerin­
de çalışan köleleri görmüşlerdir ki onların durumları Amerika’daki
kölelerden çok daha iyiydi. Fakat Ortadoğu’da, özellikle de güney Irak’ta tarım alanlarında ve çok güç koşullarda çalışan siyahi köleler
de vardı.3 Daha sonraki yıllarda, Amerikan İç Savaşı sırasında pa­
muk yetiştirip ihraç eden Mısırlı çiftçiler de zenginleşip tarlalarda
çalıştırmak üzere siyahi köleler satın almaya başladılar.4 Batılı gez­
ginler bunları hiç görmediler. Şehirlerde çalışan siyahi köle işçiler
de vardı elbette. Örneğin Snouck Hurgronje bile Mekke’de siyahi
kölelerin inşaat işlerinde ve taş ocaklarında ağır işlerde çalıştırıldığı­
nı ama onların bu işleri rahatça yapabildiğini, zaten Arabistan yerlisi
Arapların çoğunun bu işlerin altından kolayca kalkamayacağını yaz­
mıştır.5
Aslında Afrikalılara ya da yarı Afrikalılara karşı gösterilen hoş­
görü de zamana ve bölgeye göre değişik olmuştur. Islami duygula­
rın ağır bastığı Arabistan’da Afrikalı köleler ve azat edilmiş olanlar
bazen yüksek mevkilere çıkabiliyorlardı ama aynı pozisyondaki be­
yazların üstüne çıkamazlardı. Siyah kölelerin öyle yerlere gelmesi de
zaten beyaz kölelerin yok olmasıyla mümkün oldu. Babası Arap ve
annesi siyahi -genelde Habeş- olan çocuklar kutsal şehirlerde özgür
Arap olan babalarının bulunduğu mevkilere kolayca çıkabiliyorlar­
dı. Bu çocuklar beyaz kadınlarla da evlenebiliyordu. Fakat kızlarını
Afrika kökenli erkeğe isteyerek veren aile sayısı da pek fazla değildi.
Batı’mn İslam’daki ırk masumiyeti mitinin temelinde yine Batı’nm arzulan vardı. On sekizinci yüzyılda Aydınlatma yanlısı Batılı
filozoflar, dogmaları ve gizemleri olmayan, kötü niyetli rahiplerden
ve zulüm yapan işkencecilerden yoksun İslam’ı övüyorlardı; gerçek
kaliteleri tanıyorlar ama biraz abartarak bunları Hıristiyan kilisesi ve
din adamlarına karşı bir polemik malzemesi olarak kullanıyorlardı.
On dokuzuncu yüzyıl başlarında Batı Avrupa Yahudileri, özgürlük­
lerine yeni kavuşurken Müslüman Ispanya’da altın çağı yaşadılar,
hoşgörüyle karşılaştılar ve uyum içinde yaşadılar.6 Bu da bir derece­
ye kadar gerçektir ama özgürlük verme konusunda işleri biraz ağır­
dan alan Hıristiyan efendilere karşı bir serzeniş bahanesi olarak kul­
lanılmıştır.
İslam dünyasındaki, ırk ayrımı yaşanmadığı konusu da yine ay­
nı şekilde Amerikalarda ve Güney Afrika’daki ırk ayınmcılanna kar­
şı yine bir şikayet, bir kınama olarak kullanılmıştır. Bu fikir on do­
kuzuncu yüzyılda Afrika’ya giden Hıristiyan misyonerler arasında
da destek gördü ve onlar da güç, zenginlik ve (kendi görüşlerine
göre) dinsel gerçeklerine rağmen başarılı olamamalarını İslam’ın ba­
şarısına bağladılar. Bazı misyonerlere göre beyaz efendiler siyah Hıristiyanlara ikinci sınıf insan muamelesi yaparken Müslüman olan
siyahiler beyazlarla aynı haklara sahip oluyorlardı. Bunda büyük bir
gerçek payı olabilir elbette ama yine de unutulan iki önemli nokta
vardı; birincisi, Müslüman din adamlarım kendileri de siyahtı ve Af­
rika’nın hemen tüm bölgelerini temsil ediyorlardı; İkincisi, dışardan
görülemeyen ama halk için çok önemli olan farklılıklar vardı.
İslam dinini en etkili biçimde savunanlardan biri de siyahi bir
Bati Hintli olan ve Liberya’da misyonerler tarafından yetiştirilen
Edward W. Blyden’dı ve Blyden, Afrika deneyimlerine dayanarak,
İslam’ın Afrikalılar için Hıristiyanlıktan daha iyi bir din olduğunu
söylüyordu. Onun, Hıristiyanlığın suçları ve İslam dininin hoşgö­
rüsü konusunda yazdıkları geniş kitleler tarafından okundu.7 Onun ekolünden gelen yazarlar genellikle bir önyargının, lanetlen­
diği zaman, o toplumda olmadığı gibi yanlış bir fikre kapılmışlar­
dır. Aslında bu tutum onun varlığını açığa çıkarır. Yahudi düş­
manlığı Almanya ve Rusya’da suç kabul edilir ama İngiltere ya da
Amerika’da değildir.
Mitin yaşaması ve günümüzde de istekle kabul edilmiş olma­
sının nedeni sanırım başka bir faktördür, bunu beyaz insanın so­
rumluluğuna duyulan bir nostalji olarak görebiliriz. Kipling anla­
mında beyaz adamın sorumluluğu -Batıkların hükmettikleri in­
sanların sorumluluğu- uzun zaman önce reddedilmiş ve başkaları
tarafından ele geçirilmiştir. Fakat bunu ısrarla devam ettirmek is­
teyenler hâlâ vardır; ama bu kez bir güç değil de bir suçluluk soifumluluğu olarak, emperyalist atalarımızın talepleri kadar haksız
e saldırgan olan dünya ve kötülükleriyle ilgili sorumlulukların
zerinde ısrarla durarak.
t
DİPNOTLAR
1 Alfred von Kremer, A egyptien: F o rsch u n gen ü b er Land u n d Volk
wahrend eines zehnjahrigen Aufenthalts (Leipzig, 1863), s. 82-110,
2 C. Snouck Hurgronje, M ekka in the Latter Pare o f the N ineteenth
Century (Leiden ve Londra, 1931), s. 14 (Alman orijinali, Mekka [Lahey, 18891, s. 15-16). Sovyet bilim adamı 1. P. Petrushevsky’ye göre
(İslam in Iran, çeviri Hubernt Evans [Albany, NY, 1985], s. 155) Batı­
lı doğu bilimciler ve gezginlerin birçoğu içlerinde Edward Lane, Sno­
uck Hurgronje ve J. L. Burckhardt da vardı- Müslümanlarda kölelikle
ilgili insancıl yazılar yazma eğiliminde olmuşlardır.
3
Bağdat İngiltere Konsolosluğu 28 Nisan 1847 tarihli raporu. Charles
lssawi, The F ertik Crescent 1 8 0 0 - 1 9 1 4 : A D ocum entary Econom ic
History (New York ve Oxford, 1988), s. 192-93.
4
Bak. Gabriel Baer, Studies in the Social H istory o f M od ern Egypt
(Chicago, 1969), s. 161-89 (böl. 10, “SlaveTy and İts Abolition”).
5 Snouck Hurgronje, Mekka (1931), s. 11 (Mekka [1889], s. 12).
6 Bak. B.Lewis, “Gibon on İslam,” Daedalus 105 (1976), s. 89-101; ay­
nı, İslam in History ( Londra, 1975), s. 133ff. Bu kullanımın modem
bir örneği için bak. Claude Levi-Strauss, Race et histo ire (Paris,
1961), s. 47-50.
7 E. W. Blyden, Christianity, İslam and the N egro Race (Londra, 1888);
T. W. Arnold, The Preaching o f İslam, 3. baskı (Londra, 1935), s.
356ff.
Belgeler
1
Bir Ulusal Karakter Tartışması (onuncu yüzyıl sonları). Abu Hayyan al-Tawhidi’den çeviri, Kitab al-lm ta wa'l-M uanasa, ed. Ahmad Amin ve Ahmad al-Zayn, cilt 1 (Kahire, 1939), s. 70-80.
,2
Kölenin Hakları (on birinci yüzyıl sonu ve on ikinci yüzyıl ba­
şı). Muhammad al-Gazali’den çeviri, ih y a U lü m al-D in, cilt 1
(Kahire, 1387 Hicri 1967), s. 279-91.
3
Yasal Yönetim (on beşinci yüzyıl). Ahmad al-Wansharisi’den
çeviri, K ita b a l-M iy a r a l- M u g h r ib , cilt 9 (Fes, 1 3 1 3 , Hicri
1896), s. 171-72.
4*
Başkonsolos Drummond Hay ve Fas Sultanı arasında kölelikle
İlgili Mektuplaşmalar (1842). Kamu Kayıtlan Ofisi, Londra, Dı­
şişleri 84/427.
5
Basra Körfezi’nden Kölelik Raporu (1842). E n c lo s u re s to B o m ­
b a y S e c r e t L etters, cilt 50, Hindistan Ofisi Kayıtları, Londra
L/P&S/5/412.
6
Sultandan Bağdat Valisi Vezir Mehmet Necip Paşa’ya mektup (9
Safer 1263 Hicri/27 Ocak 1847). Hamdi Atamer’den çeviri,
“Zenci Ticaretinin Yasaklanması,” B elg ele rle T ü rk T arihi D ergisi
3 (1967), s. 24.
7
Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’dan Tripoli (Libya) Valisine Mek­
tup Müsveddesi (21 Muharrem Hicri/28 Kasım 1849). Hamdi
Atamer’den çeviri, “Zenci Ticaretinin Yasaklanması,” B elg elerle
T ü r k Tarihi D ergisi 3 (1967), s. 24-25.
8
Köle Trafiğiyle ilgili Bingazi Mektuplan (1875). Kamu Kayıtları
Ofisi, Londra, Dışişleri 195/1082.
9
i
Köle Ticaretiyle İlgili Talimatlar (1936). U m m a l-Q u ra ’dan çeviri (Mekke, 16 Recep 1355 Hicri/2 Ekim 1936).
Belge 1
Bir Ulusal Karakter Tartışması
(Onuncu Yüzyıl Sonlan)
O
lar mı?”
dedi ki, “Sence hangileri üstün, yabancılar mı yoksa Arap-
Ben, “Bilim adamlan dört ulusu dikkate alıyorlar: Bizanslılar,
iraplar, Persliler ve Hintliler.” dedim. “Bunlardan üçü yabancı, ama
iraplar çok farklı ve çeşitli olduklarından onların tek başına diğer­
lerinden üstün olduklarını söylemek zor.”
“Ben sadece Perslileri söylemek istedim.” dedi,
ı,
“Kendi fikrimi söylemeden önce, kültürlü insanlar arasında seç­
kin bir yabancı ve asil bir Persli olan İbn al-Muqaffa’ya atfedilen1 bir
jikayeyi aktarayım... Shabib İbn Shabba anlattı... İbn al-Muqaffa bi1 kabul etti ve sordu: ‘Ulusların en akıllısı hangisidir?’ Onun PersliKrden söz ettiğini sandık ve hoşuna gitmesi için, ‘Persliler en akıllı
■ustur.’ dedik. Ama o, ‘Hayır, değiller.’ dedi. ‘Bunu söyleyemezler.
Ihlar öğrenmiş, bilgili, örnek olmuş ve kopya edilmiş, bir şeye baş­
lamış ve devam ettirmiş bir ulustur, ama orijinallikleri ve kaynaklan
yoktur.’ O zaman BizanslIları söyledik ve o, ‘Hayır, onlar da değil­
ler.’ dedi. ‘Sağlam vücutlan var, yapıcılar, geometri biliyorlar. Ama
başka bir şey bilmezler, üstün olamazlar.’
‘Çinliler.’ dedik, ‘Eşya yapımı ve el sanatlarında iyiler.’ diye ce­
vap verdi. ‘Ama düşüncesiz, fikirsiz insanlar.’ Türkler.’ dedik. ‘Kav­
gacı, şiddet yanlısı insanlar onlar.’ dedi. ‘Hintliler.’ dedik. ‘Hokka­
baz, sihirbaz, hayal dünyasında yaşayan insanlar.’ dedi. ‘Zenc.’ de­
dik. ‘Beceriksiz hayvan sürüsü.’2 dedi.
O zaman onun söylemesini istedik ve ‘Araplar,’ deyince şaşırdık
ve o zaman bize kızdı. Yüzü sarardı ve dedi ki: ‘Size iltifat ettiğimi
sanıyorsunuz, değil mi? Allah biliyor ya, aslında üstün olmanızı is­
temezdim; fakat bu ayrıcalığı kaybetmeme rağmen gerçeği söyle­
mekten kaçmamam... Araplar sağlam karakterleri, dengeli fizikleri,
zekaları ve anlayışları ile en akıllı ulustur.’”
O dedi ki: “İbn al-Muqaffa çok iyi konuşmuş ve sen de çok iyi
anlattın. Şimdi duyduklarını da dikkate alarak bize kendi fikrini
söyle bu konuda.”
Dedim ki: “İbn a-Muqaffa’nın söyledikleri yeter. Buna başka bir
şey eklemek fazlalık, tekrarlamak da yararsız olur.”
Dedi ki: “... Bu mesele - yani ulusların görece erdemleri - in­
sanların her zaman tartıştığı ama fikir birliğine varamadıkları bir
konudur.”
Dedim ki: “Persliler Arapların erdemlerini hiçbir zaman övmez­
ler, onların adeti değildir bu, yaradılışlarında yoktur, Araplar da
Perslileri, Hintlileri, Bizanslılan, Türkleri, Daylamiyi ve diğerlerini
övmezler. Erdemlerin ve onurun tanınması iki şeye tabidir: Bunlar­
dan biri, insanın iyiyle kötüyü ayırabilmesi, doğru ya da hatalı karar
vermesi ve baştan sona öğrenmektir. Bu açıdan bakınca her ulusun
erdemleri ve hataları vardır; her insan iyilik de yapar, kötülük de;
her toplumun yaşamında mükemmellik de vardır, eksiklik de. Bu­
nun sonucu olarak iyi ve kötü özellikler tüm insanlar arasında pay­
laşılmıştır, hepsinin içinde vardır.
Persliler devlet yönetimi bilirler, uygardırlar, görgü kuralları
vardır; Bizanslılar bilim sahibi, akıllıdırlar; Hintliler düşünceli, çevik
insanlardır, sihir ve sebatlı olmayı bilirler; Türkler cesur, tez canlı
insanlardır; Zenc insanları sabırlıdır, çalışkandır ve neşelidir; Araplar korkusuz, misafirperver, sadık, nazik, cömert, koruyucu, iyi ko­
nuşan ve ikna yeteneği olan insanlardır.
Bu özellikler bu ulusların her bireyinde bulunmaz ama yay­
gındır. Bazılarında bu özellikler hiç bulunmaz ve tam tersi özel­
liklere sahip olabilirler. Yani devlet yönetimi konusunda cahil,
uygarlıktan yoksun Persliler vardı; bazı Araplar korkak, sıkıcı,
cimri ve pek konuşmayan insanlar olabilirler; diğerleri içinde de
ulus özelliklerini taşımayanlar vardır elbette. Bizanslı ve Perslilerin erdemlerini kıyaslarsak birbirlerine yakın olduklarını görürüz
Ve bu fark onları birbirinden ayırmaz, tam aksine birleştirir. îki
Ulusun hatalı, eksik yanlarını kıyaslarsak yine birbirlerine yakın
lolduklarını görürüz... Yani her ulusun iyi ya da kötü, doğru ya da
İhatalı yanları vardır. Gerisi sadece insanlar arasında tartışma ko­
nusudur, kökenlerine, alışılmış adetlerine ve tutkularına göre de­
nşir bunlar.
Burada ihmal edilmemesi gereken önemli bir nokta daha var­
ır. Her ulusun rakiplerine üstün olduğu dönemler vardır. Başka
Skeleri fetheden, onları egemenliği altına alan, parçalayan, birleştitarihe mal eden Yunanistan ve İskender’i düşünürsek bunu hem görürüz. Chrosroes Anushirvan3 hikayesini düşünürsek aynı
, görürüz... Abu Müslim ona, ‘En cesur ulus hangisi?’ diye sordu|nda, ‘Her ulus güçlü olduğu zaman cesurdur.’ dedi. Doğruyu
vledi, çünkü her ulus mutluluk ve refah döneminin başlarında
güçlüdür, cesurdur, zaferlere koşar, daha cömerttir, daha rahat ko­
nuşur, daha hareketli ve neşelidir, gerçekçidir ve bu özellikler tüm
uluslarda vardır ve Yüce Allah’ın kullarına gösterdiği cömertliğin bir
belirtisidir.”
Diller
Anlamasak bile Perslilerin, Hintlilerin, Türklerin, Slavların, En­
dülüslülerin ve Zenclerin dillerini duymuşuzdur ama hiçbirinde
Arapçanın berraklığı yoktur... Sağlıklı düşünen, tutkularını dikkate
almayan ve herkese hakkını veren insanlar da bunu doğrularlar...
Bilgili, kültürlü, sağlıklı düşünen bir insan bu söylediğimi kabul et­
mezse şaşarım.
Al-Jayhani’ye Cevap
Kitabında Arapları kötüleyen, onların Arap tavşanı (bir tür tarla
faresi), kertenkele ve yılan yediğini, birbirlerine saldırdığını, birbir­
lerine çirkin şeyler yaptıklarını, insanlıktan çıkarak domuz gibi dav­
randıklarını söyleyen al-Jayhani’ye şaşırdım.4 Ona göre, Arap kralı­
na Sa ga n şa h ,5 yani köpeklerin kralı diyen Chosroes haklıydı... AlJayhani, Persia’da yaşayan her Chosroes’un, Roma’da yaşayan her
Sezar’m... ve her Türk Hakanı’nm, çöle gelip aç susuz kaldığında,
yaşamak için bulduğu her şeyi yiyebileceğini ve her suyu içebilece­
ğini hiç düşünmemiş olmalı. Eğer Anushirvan kendini Banu Asad
çölünde bulmuş olsaydı....Tiba kayalarına, Yabrin çöllerine, Habir
ovalarına gelmiş olsaydı, aç, susuz ve çıplak kalsaydı fare ve kerten­
kele yemez miydi acaba? Deve idrarı ve kuyu suyu içmez miydi?
Bulduğu kaba şeyleri elbise diye giymez miydi? ... Böyle şeyler söy­
lemek cehalettir, bunları tekrarlamak haksızlıktır, çünkü Araplar
çok iyi insanlardır.
Notlar
1 Ibn al-Muqaffa (tah. 720756), Müslüman olmuş bir tranlı, halifelere
danışmanlık yapmış ve klasik Arap nesir edebiyatının önderlerinden
biri.
2
Metnin editörlerinin teklif ettiği gibi bahaim hamila okunur. Haila
“dehşetli, korkunç” sözcüğü normal olarak hayvan sürüsü ya da evcil
hayvanlar anlamında kullanılan bahima (çoğ. Bahaim ) ile aynı sözcük
değildir.
3 Chosroes Anushirvan (MS 531-79) İran’da bir Sasanid imparatoru­
dur. Ünlü olduğu için, Arapçası Kisra olan adı İslam edebiyatında,
Roma ya da Bizans’ta Sezar gibi, Pers imparatoru olarak geçer.
4
Muhtemelen Doğu İran ve Orta Asya’da hüküm sürmüş olan Samanid
prensleri hizmetinde ünlü vezir ve bilim adamı ailelerinden birinin
adı. Bak. E12, eki, s. v., “al-Djayhani” (C. Pellat).
5
Farsça sag, “köpek”. Bu lakap İran hükümdarlık adı olan shahanshah,
“krallar kralı” sözcüğüyle alay eden bir deyimdir.
Belge 2
Kölelerin Haklan
(O n Birinci Yüzyıl Sonlan ve
On İkinci Yüzyıl Başlan)
Evlilik yoluyla sahip olma konusu daha önceki evlilik bölü­
cünde verildi. Köleliğin sahip olma konusunda da sosyal ilişkilerde
aygı duyulması gereken bazı haklar vardır. Yüce Tanrı tarafından
atsanmış olan Hz. Peygamber’in hadislerinden biri şöyledir: “Sahip
ılduklarmız için Allah’tan korkun [tam olarak, ‘sağ elinizde olanlar
İn]. Ne yiyorsanız onlara da verin, ne giyiyorsanız onları da aynı
İkilde giydirin ve onlara yapamayacakları işler vermeyin. Sevdikleizi alıkoyun, sevmediklerinizi satın. Allah’ın yarattıklarına zulüm
jmaym. Allah sizi onların sahibi yaptı, ama isteseydi onlar sizin
libiniz olurdu.”
Hz. Peygamber aynı zamanda şöyle dedi: “Kölenin de uygun
İlde yemek yeme ve giyinme hakkı vardır; ve onlara yapamaaklan işler verilmemelidir.” Allah’ın sevgili kulu Hz. Ömer’in
oğlu Abdullah şunu anlattı: “Hz. Peygamber’e bir adam geldi ve,
‘Ey Allah’ın Peygamber’i, bir köleyi kaç kez affedeceğiz?’ diye sor­
du. Hz. Peygamber düşündü ve sonra şöyle dedi: ‘Onu her gün
yetmiş kez affet.’”
Allah ondan razı olsun, Ömer her cumartesi al-Awali’ye gider
ve çok güç bir iş yapan bir köle görünce ona yardım ederdi. Otori­
tesini gösteren bir hikayeye göre, bir gün Abu Hurayra bir küheylana binmiş giderken kölesini de arkasından koşturan bir adam gördü
ve ona, “Allah’ın kölesi, adamı atma bindir, çünkü o senin kardeşin­
dir ve ruhu senin ruhundur.” dedi.
... Abu’l Darda’nm bir kadın kölesi ona şöyle dedi: “Seni bir yıl­
dan beri zehirliyorum ama hiçbir şey olmuyor sana.” Abu’l Darda
ona, “Neden yapıyorsun bunu peki?” diye sorunca, kadın, “Senden
kurtulmak istiyorum.” dedi. O zaman Abu’l Darda ona, “Hadi git,
Allah’ın inayetiyle özgürsün.” diye cevap verdi.
Al-Zuhuri, şöyle dedi; “Eğer bir köleye, ‘Seni Allah cezalandır­
sın.’ dersen o zaman özgürdür o.” Birisi al-Ahnaf İbn Qays’a, “Alice­
naplığı kimden öğrendin?” diye sorduğunda ona, “Qays Ibn Aşim’den.” diye cevap verdi. “Onun alicenaplığı nereye kadar?” diye so­
rulunca şunu anlattı: “Bir gün evinde bir köle kadın ona şişte kızar­
mış et getirir, büyük şiş kadının elinden kayar, onun küçük çocu­
ğunun üstüne düşer, çocuk yaralanır ve ölür. Köle kadın müthiş
korkar ve o zaman o, ‘Bu kadın azat edilmedikçe rahat edemez.’ der
ve kadını azat eder.”
Awn İbn Abdallah kölesi ona karşı gelince şöyle derdi: “Sen de
sahibin gibisin. Senin sahibin kendi efendisine itaatsizlik eder, sen
de onu dinlemezsin. Bir gün kölesine iyice kızdı ve şöyle dedi: “Be­
nim seni dövmemi istiyorsun sen. Ama hadi git, özgürsün.”
Maymün İbn Mihran’m misafiri vardı ve köle kadından onlara
yemek getirmesini istedi. Kadın aceleyle gelirken elindeki tepsiyi
efendisi Maymün’iin başına düşürdü. Maymun ona, “Köle kadın,
başımı haşladın.” deyince kadın, “Sen herkese iyiliği öğretir ve ceza­
landırırsın, Allah’ın dediğine dön.” diye cevap verdi. O zaman o,
“Allah ne dedi?” diye sordu. Kadın, “Allah, insanlar öfkesine hâkim
olsun dedi.” diye cevap verdi. “Ben öfkeme hakimim. Seni affediyo­
rum.” Kadın, “Ama Allah, ‘İyilik yapanı Allah sever.’ dedi,” diye ce­
vap verir ona. (Bunlar Kuran’da vardır XXX: 128)* O zaman Maymün ona, “Allah’ın lütfuyla özgürsün.” dedi.
îbn al-Munkadir şöyle dedi: “Hz. Peygamber’in yoldaşlarından
biri kölesini kırbaçladı ve köle, ‘Allah aşkına, Allah aşkına.’ diye ağ­
ladı, ama efendisi affetmedi onu. Hz. Peygamber kölenin ağladığını
duyunca yanına gitti, o zaman efendisi elini kölenin üstünden çekti.
Hz. Peygamber ona, “Kölen senden Allah aşkına af diledi ama sen
(Onu affetmedin, beni görünce durdun,” Adam ona, “Ey Hz. Pey-
İ
amber, Yüce Allah inayetiyle onu azat ettim.” deyince, Hz. Pey-
amber, “Bunu yapmasaydın cehennemde yanardın.” dedi.
Hz. Peygamber, “Efendisine itaat eden ve Allah’a sadık olan ko­
min ödülü iki kat olacaktır.” dedi. Abu Rafi azat edildiğinde ağladı
e, “Eskiden iki ödül hakkım vardı, şimdi onlardan biri gitti.” dedi.
Hz. Peygamber şöyle dedi: “Bana cennete girmek için üç şey,
jhenneme girmek için de üç şey gösterildi. Cennet için üç şeyjtn biri şehit olmak, İkincisi efendisine sadık ve Allah’a inanan
||r köle sahibi olmak ve üçüncüsü de çocuk sahibi bir insanın iffili, dürüst olması. İnsanı cehenneme götürecek üç şey ise, zalim
İ hükümdar olmak, Allah’ın hakkını vermeyen zengin olmak ve
|ndini beğenmek.”
Sure 30,
Rum Suresinde
ayet
vardır.
(Çevirmenin
notu)anlatılır: “Bir
Abu
Masud
al-Ansari60ile
ilgili
olarak
şu hikaye
kölemi döverken arkamdan, ‘Bunu bil, Ey Abu Masud!’ diyen
bir ses duydum. Ses bunu iki kez söyledi. Arkama dönünce Yüce
Allah’ın Resulü’nü gördüm. Kırbacı elimden attım ve o bana şöyle
dedi: ‘Allah’ın senin üstündeki gücü, senin bu köle üstündeki gü­
cünden çoktur.’”
Hz. Peygamber şöyle dedi: “Köle satın alırsanız ona yiyecek ola­
rak önce tatlı verin, bu onu rahatlatacaktır." Bunu Maadh anlatmıştır.
Abu Hurayra’ya göre Hz. Peygamber şunu söyledi: “Köleniz si­
ze yemek getirdiği zaman onu da yanınıza oturtup beraber yemelisi­
niz, bunu yapamazsanız ona biraz yemek verin.”
Hamur yoğuran Salman’m yanma bir adam geldi ve, “Ey Abu
Abdallah, ne yapıyorsun böyle?” diye sordu. Salman şu cevabı verdi
ona: “Kölemi bir işe gönderdim de bunu da ona bırakıp işini artır­
mak istemedim.”
Hz. Peygamber’in bir başka sözü: “Kadın kölesinin namusuna
dokunmayan, ona karşı iyi davranan, onu azat ederek evlenenin
ödülü iki kat olacaktır.” Ayrıca şunu söyledi: “Hepiniz bir çobansı­
nız ve sürünüzden sorumlusunuz.”
Sonuç olarak, köle sahibi yemeğini ve elbiselerini kölesiyle pay­
laşmalı, ona yapabileceği işler vermeli, hakaret etmemeli, hatalarını
affetmeli, ona kızdığı zaman Allah’a karşı işlediği kendi günahlarını,
kendi hatalarını düşünmeli ve Allah’ın kendisi üzerindeki gücünün,
onun köle üstündeki gücünden büyük olduğunu hatırlamalıdır.
Belge 3
Yasal Yönetim
(O n Beşinci Yüzyıl)
Habeşistan’dan gelen, tek tanrılı dini ve kutsal hukuku kabul eden köleler hakkında sorular soruldu bana; onları alıp satmak yasal
. mıydı? Efendisi Müslüman olan bir köleyi satma hakkına sahip miysdi? Sünni mezhebi köle satışını caiz kılıyorsa, tek tanrılı din inancı
insiz esiri] ölümden ve öbür dünyada ceza görmekten kurtarırbir Müslümanı neden kölelik acısından kurtarmıyordu? Gere sahip olmak, esaret ve iman sayesinde yücelen insanın küçülidir. Kutsal yasa uzmanlarının söylediği, “Kölelik imansızlıktır
:ûrdür\ ." sözünün anlamı nedir? Bir insan iman ettikten sonra
ygulamr mı bu?
Cevap veriyorum: Eğer bir kölenin inançsız biri olduğu -Ku’li olmadığı takdirde- kanıtlanırsa, ama kendi ülkesinde özgür
rken îslamı kabul ettiği kanıtlanamazsa, onu esir edenler satabia da satın alabilirler. Kölelerin tek tannlı dini kabul etmesi onlaköleliğini kaldırmaz, çünkü kölelik daha önceki ya da şimdiki
inançsızlığın sonucu olan bir aşağılanmadır ve amacı inançsızlığı or­
tadan kaldırmaktır. Bu nedenle köle kendisi için “yok”, efendisi için
ise “var” sayılır. Azat edildiği zaman yasal kimlik kazanır ve kendi
kendinin efendisi olur. O zaman toprak sahibi, yargıç ya da tanık
olabilir, kamu hizmetinde çalışabilir.
Habeşistan’dan ya da putperest başka ülkelerden gelen köleler
tek tannlı dine inansa ve ibadet etse de, eski inançsızlıkları nedeniy­
le kölelikleri ortadan kalkmaz, tek tanrılı dine inanmalan köle ol­
malarından önce ya da sonra olmuş, fark etmez. Kuşku engellemey­
le ilgilidir ve engelleme konusundaki kuşkunun da etkisi yoktur.
Bir bölgenin tüm halkının İslâmî kabul etttiği ya da Müslüman­
ların o bölgeyi fethettiği bilmiyorsa, o zaman hata yapmamak için
esirlerin köleliği yasaklanmalıdır.
Ama bir esir İslâmî köle olarak satıldıktan sonra kabul ettiyse,
Müslüman olması onu kölelikten kurtarmaz, çünkü kölelik iman­
sızlığın sonucu olarak gelmiştir. Esir alman iman ettikten sonra da
köleliği devam eder, bunun nedeni onun geçmişte inançsız olması
ve imansızlığın ortadan kaldırılmasıdır.
Belge 4
Başkonsolos Drummond Hay ve Fas Sultam Arasında
Kölelikle İlgili Mektuplaşmalar (1 8 4 2 )
Başkonsolos Drummond Hay
Köle Ticareti No. 2
Dört Ek Yazı
30 Mart’ta alındı
Cebelitarık Deniz Yoluyla
Köle ticaretiyle ilgili Magrip Hükümetiyle mektuplaşmalar
Tanca 12 Mart 1842
Lordum [Aberdeen Kontu],
Sayın Lordum 27 Aralık, Köle Ticareti No. 4 yazısıyla ve bizim
9 Ocak tarihli ve Köle Ticareti No. 1 yazımızla ilgili olarak Fas Sulinı’na yazdığımız mektuba cevap aldık ve bunun İngilizce versiyoUnu size takdim etmekten şeref duyuyorum. [Ek 1 ].
E
Sultan’ın cevabı bizi tatmin etmedi, Majesteleri benim muhabe-
ratımla ilgili bilgi istediğinden -kendi ülkesi dışındaki olaylardan
bilgisi yok- şu anda Meknas’ta bulunan Sultan’a dün (Hasta olan
Arapça tercümanımız iyileşir iyileşmez) ikinci bir mektup gönder­
dik ve onun İngilizce orijinalini de ekliyoruz. [Ek 2].
Sayın Lordum bilgi talebinin üzerinden çok zaman geçmemiş
olsaydı Sultan’ın ikinci mektubuma vereceği cevabı beklerdim ama
bunun uzunca bir süre alacağını bildiğim için size bu ülkedeki köle
ticaretiyle ilgili bazı bilgileri hemen göndermeyi yerinde buldum.
Majestelerinin Fas’ta konsolosluklanyla bu konuda yaptığım ya­
zışmalardan da yeterince yararlı bilgiler sağlayamadım, başka bir ka­
naldan sağladığım bilgiler bu ülkede kölelikle ilgili yasalar ve kurallar
ve köle ticareti hakkında oldukça aydınlatıcı ve bunlann Arapça oriji­
naliyle birlikte çevirilerini de bu mektuba ekliyoruz, (Ekler 3 ve 4).
Ek 3’teki bilgi ve belgeleri bana veren Thaleb, ondan aldığım
bu bilgileri bu ülkede birine söylersem başının tehlikeye gireceğini
söyledi (korkusu biraz abartılı olabilir) ve bu da Fas’ta her konuda
gerçek bilgi almanın ne kadar güç olduğunu açıkça gösteriyor, bilgi
toplamak isteyen bir kişi bu ülkenin bağnaz halkının dinsel önyar­
gılarını kurcalamayla suçlanabilir.
Sayın Lordum bilmeli ki bu ülkede köle sayısı pek fazla değil
ve aldığım haberlere göre efendileri onlara iyi davranıyor ve efendi­
nin ölümü halinde köleler genelde azat ediliyorlar.
Fas’ta yaşadığım on üç yıl içinde bu ülkeden kölelerin başka
yerlere görderildiğini görmedim, böyle bir olay son kez yirmi dört
yıl önce yaşanmış, bu olayda Cezayir Konsolosu Hacı Abdülkerim
BenThaleb, Cezayir Beyi için beş yüz erkek köle satın almış ve mu­
hafız olarak Bey’e göndermiş.
Saygılarımla,
Sayın Lorduma en derin sevgi ve saygılarla
E. W. A. Drummond Hay
Fas Sultam’na yazdan ve ondan gelen mektuplar.
[Başkonsolos Drummond Hay’in Aberdeen Kontuna yazdığı 12
Mart 1842 tarih ve Köle Ticareti No. 2 mektup eki No. 1]
Fas Sultanı Majesteleri Mulai Abd Errachman Ben Heesham’a1.
Britahya Majestelerinin Temsilcisi ve Başkonsolosu’ndan saygılarla.
Haşmetmeab Kraliçe Hazretlerinin Dışişleri Bakanı’ndan aldığı­
mız talimat gereği, Majesteleriniz, Majestelerinizin Hanedan Selefle­
ri, Bölge Valileri ya da Devlet Yöneticileri tarafından kölelerle ilgili
yönlendirici, önleyici veya benzeri herhangi bir yasa çıkarılmadığını
öğrenmek isterdik; eğer böyle bir yasa varsa, geçici ya da daimi, na­
sıl olursa olsun, buna dair bilgi ve belgelerin tarafımıza gönderilme­
si için saygıdeğer Majestelerinin emir vermelerini diliyoruz.
Burada Saygıdeğer Majestelerine ayrıca belirtmek isterim ki,
Majestelerinin ülkesinde böyle yasalar çıkarıldıysa ve uygulanıyorsa,
köle ticareti tamamen kesilmiş olmasa bile bunu duymak bizi son
derece mutlu edecektir efendimiz. Örneğin köle tacirlerinin, rengi
ne olursa olsun köle alıp satmaları konusunda kısıtlamalar getirildi
mi ve bunlar Saygıdeğer Majestelerinin topraklarından kara ya da
deniz yoluyla çıkartabiliyorlar mı?
Hz. İsa Mesih yılı 1842’de 22 Ocak’ta Tanca’da yazıldı ve E. W.
A. Drummond Hay tarafından imzalandı.
Giden mektuba Sultan’m cevabmm tercümesi.
N o t. A ce le y le y a z ıld ığ ı b elli olan b u m e k tu p F ra n sa K o n so lo s u ’n a h ita p e tm e k te d ir am a za rfın ü z e rin d e İn g iltere K o n so lo su a d ­
resi vardır.
Yüce ve Merhametli Allah adına!
Yüce Allah’tan başka Tanrı ve güç yoktur.
Fransız Ulusunun Tanca’daki temsilcisi olan Saygıdeğer Konso­
losu Drummond Hay’e yazıldı.
Belirtelim ki:
Allah’ın izniyle tarafımıza gönderdiğiniz mektubu aldık ve ka­
bul ettik ve orada bize ulusunuzun Kraliçesi’ne bağlı Dışişleri Bakanı’nızm köle ticaretiyle ilgili bilgi istediğini belirtiyorsunuz, yasaları­
mızı göre bunun caiz olup olmadığını soruyorsunuz.
Bilmenizi isteriz ki köle ticareti, Adem’in oğullarından beri tüm
mezhep ve uluslann fikir birliği içinde olduğu bir konudur, Tanrı’nın izni vardır bu konuda; bunun herhangi bir din tarafından ya­
saklandığına dair bilgimiz yoktur, hiç kimse de bunu sormamıştır,
kimse tartışmaz bunu ve bu konu gün gibi açıktır. Ama yaşanmış ve
bildiğiniz olağandışı bir mesele varsa bize bildirin ki cevamuz da so­
ruya uygun olabilsin.
23 Doolhadja 1257 (4 Şubat 1842)
Gerçek kopyalar
Henry John Murray
Viskonsül
[Ek No. 2]
Soylu Prens Yüce Lort Fas Sultanı Mulai Abd Errachman Ben
Heesham’a vb. Britanya Kraliçesi’nin Temsilcisi ve Başkonsolos E.
W. A. Drummond Hay, saygılarımızla.
Majestelerine köle ticaretiyle ilgili olarak yazdığım mektuba
Majestelerinin verdiği 23 Doolhedja tarihli cevabi mektubunuzu al­
dım ve şeref duydum efendimiz; fakat Majestelerinin mektubundaki
bazı satırlardan anladığım kadarıyla, Majeste Kraliçemizin orada h<»
lirtilen endişeleri çok net olarak anlaşılmamış gibi görünüyor.
Bu konuda bilgisi olan hükümetimiz köle ticaretinin İslam
yasası tarafından yasaklanmamış olduğunu müdriktir, bunu eski
tsrail kabile yasaları kadar iyi bilir, bunun yakın zamanlara kadar
herhangi bir Hıristiyan devleti tarafından da yasaklanmadığını iyi
biliyoruz.
Majesteleri bana olağandışı bir olay yaşandığı takdirde bildir­
memi ve cevabı ona göre vereceklerini söylemişlerdi. Şimdi ben de
Majestelerine bu konudaki gelişmeleri mümkün olduğu kadar kısa
ve özlü olarak nakletmeye çalışacağım, son otuz dört yıldan beri kö­
lelik ve köle ticareti insanlığın acı çektiği bir ayıbıdır, artık pek çok
din, mezhep ve ulus bunu reddetmektedir ve bazı devletler köle ti­
caretimi kesin olarak yasaklamıştır.
İngiltere Hükümeti bu konuda ilk adımlarını atan ve İngiliz
vatandaşlarının köle ticareti yapmasını yasaklayan ülke olmaktan
gurur duymaktadır; tahminlere göre yılda yaklaşık 3 0 0 .0 0 0 köle
Afrika kıyılarında satılmaktadır, bunlar korkunç koşullarda deniz­
den getirilmekte ve çeşitli ülkelerdeki köle pazarlarına gönderil­
mektedir.
Hükümetimiz altı, yedi yıl önce imparatorluğun en uzak köşe­
lerinde bile köle sahiplerine tazminat olarak yaklaşık yirmi milyon
'Sterlin ya da yaklaşık 100.000 dolar ödemiş, köle alışverişini yasak­
lamış, yedi yüz elli binden fazla Ingiliz vatandaşını kölelikten kur(jtarmıştır. Sanırım Majesteleri İngiltere hükümetinin bu konudaki
Babalarını ve insanlık uğruna harcanan bu büyük paralan takdir
■decektir, bundan eminim. Kölelerin ve onların sahip olduğu top­
rakların korunması için gösterilen çabalar çok büyüktür.
I
İngiltere hükümetinin çıkarıp uygulamaya başladığı bu yasaKan sonra, Ingiltere Tacı’na bağlı tüm topraklarda yaşayan vatanlaşlar yasaklandığı halde köle ticaretine karıştıkları takdirde kor|knlık suçuyla yargılanacak, idam cezası bile alabileceklerdir. Köle
ticaretine kendisi karışmadığı halde para yatıran ya da başka yol­
lardan yardım edenler de suç ortağı olarak kabul edilecek ve ağır
cezalar alacaklardır.
Ingiltere’nin yirmi altı yıldan fazla bir zaman önce başlattığı bu
çalışmalar, müttefiklerinin de desteğiyle Avrupa’nın en büyük sekiz
devletinin temsilcilerini Viyana Kongresi’nde bir araya getirmiş, kö­
le ticaretinin insanlık dışı bir iş olduğuna karar verilmiş ve insanlığa
uzun süreden beri büyük zararlar veren bu uygulamanın kesin ola­
rak yasaklanması kabul edilmiştir.
Daha sonra Avrupa’nın hemen tüm ülkeleri bu insani gayretlere
destek vermiş anlaşmaya imza koymuş ve bu konuda yasalar çıkar­
mışlardır. Ayrıca Kuzey ve Güney Amerika devletlerinin çoğu da
katılmıştır buna.
Resmi olmamasına karşın gerçek olduğu bildirilen ve Majeste­
lerine bildirmekten gurur duyacağım bir başka habere göre de,
Muskat, Mısır ve Tunus’un da içlerinde bulunduğu birçok Müslü­
man ülke hükümetleri aynı konuda Hıristiyan yönetimlerin izinden
gideceklerini açıklamışlardır. Bugün için Mehmet Ali Paşa bu konu­
daki taahhüdünü biraz geciktirebilecektir, bir süre önce İngiliz hü­
kümeti temsilcilerine bildirildiği ve Majestelerinin de hiç kuşkusuz
haberdar olduğu gibi, Muskat hükümdarı Afrika’nın doğu kıyıların­
da ve güney Arabistan’da çok geniş topraklara sahiptir ve bu bölge­
lerde köle ticaretini yasaklamıştır; Tunus Bey’i de ülkesinde aynı şe­
yi birkaç ay içinde yapmak için çalışma başlatmıştır. Köle olarak acı
çeken insanların özgür olmaları konusunda başka Müslüman ülke
yöneticileri da çalışmalar yapmaktadırlar. Majestelerinin Dünya
olaylarından haberdar olduğuna eminiz, örneğin Sudan’ın güneyin­
deki bölgelerden biri olan Bonny Kralı’nm İngiliz hükümetiyle yak­
laşık altı ay önce imzaladığı bir anlaşmaya göre, Kral sadece ülkesin­
de köle ticaretini yasaklamakla kalmamış, denizden getirilen kölele­
rin topraklarından geçirilmemesi için gerekli tüm önlemleri de al­
mıştır. Son zamanlara kadar sadece bu topraklardan yılda yaklaşık
20.000 köle geçirildiği dikkate alınırsa, bunun ne kadar büyük bir
başarı olduğu anlaşılır.
Aynı konuda aynı zamanda İngiliz hükümeti yetkilileriyle Eboe ve Iddah -bunlar da aynı bölge ülkeleridir- Kralları arasında
anlaşmalar imzalanmıştır ve bu iki ülke de uzun zamandan beri
Köle Ticaretinin yapıldığı ve yollarının geçtiği bölgeler olarak bi­
linmektedir.
Bu konudaki gelişmeleri bu şekilde Majestelerine aktardıktan
sonra şunu söylemek isterim ki, eski yasalar ve ülke yönetimleri kö­
le ticaretini caiz görmelerine karşın, kölelerle ilgili iyileştirici yasalar
çıkarma konusunda çalışmalar da yapmışlardır. Bununla beraber
daha önce hiçbir zaman ve hiçbir ülkede bu konuda bu kadar kesin
adımlar atılmamıştır; köleliğin bazı sert kural ve adetlerden dolayı
meydana çıktığı bellidir.
Sonuç olarak şunu belirtmek isterim ki Majesteleri, belki tekrar
Söylemem gerekiyor ama, burada Kraliçemizin temsilcisi olarak (İs­
lam yasası köle alım satımını yasaklamadığı halde), Majesteleri, da,ha önceki yöneticiler ya da hükümet yetkilileri tarafından bu konuida bir yasa tasarısı ya da yasa hazırlanıp hazırlanmadığını, uygula­
mada olup olmadığını öğrenmek istiyoruz ve bu konu bilgi ve bel­
geler varsa bunların tarafımıza gönderilmesi için Majestelerinin
Sinirlerini bekliyoruz.
î
Büyük imparatorluğumuz adına siz Majestelerine Kraliçemizin
|Bygı ve sevgilerini ulaştırmaktan büyük gurur duyuyorum efendim,
ı mektubu ve taleplerimizi dikkate alarak dostane cevaplarınızı
riktirmeyeceğini umuyorum.
S
Burada bir kez daha belirtmeyi bir görev biliyorum ki, Krali’nin hükümeti köle ticaretinin dünyanın her yerinde yasaklanma-
smı büyük bir heyecanla bekliyor ve bu kötülüğün herhangi bir ül­
kede kalıp devam etmemesi için ellerinden gelen her şeyi yapacak
lardır; şimdi durum bu çalışmaların devam edeceğini ve olumlu so­
nuçların çok geçmeden alınabileceğini gösteriyor; kölelik kısa za­
manda yer yüzünden kalkacaktır. Siz aydınlanmış bir hükümdar ve
size minnettar halkınızın hassas ve iyiliksever babası olarak bize
destek verirseniz çok mutlu olacağız.
Hz. İsa Mesih Yılı 1842’de 26 Şubat günü Tanca’da yazıldı.
(1258 yılı ilk ayı Muharrem’in 16’sı).
Drummond Hay
Majesteleri İngiltere Kraliçesi Temsilcisi ve
Fas Başkonsolosu
[Kölelik ve Fas’ta köle ticaretiyle ilgili Thaleb Hamed Ben Yahia’dan alınmış Arapça belgeler. Başkonsolos Drummond Hay’den
Aberdeen Kontu’na 12 Mart 1842 tarihli ve Köle Ticareti No. 2 işa­
retli mektup içeriğindeki Ek No. 3. ]
[Başkonsolos Drummond Hay’den Aberdeen Kontu’na gönderi­
len 12 Mart 1842 tarih ve Köle Ticareti No. 3 işaretli mektup içeri­
ği, Fas’ta Köle Ticaretiyle ilgili Thaleb Hamed Ben Yahia’dan alman
Ek 4 konusu Arapça belgelerin İngilizce çevirileri !
T anca B a şk o n so lo su D ru m m o n d H a y ’in 2 M a n 1 8 4 2 ’d e T h a leb
H a m ed B en Y ahia’dan aldığı A ra p ça b e lg ele rin çev irisi.
(No. 1)
Allah’a Şükürler Olsun!
Tanca’da İngiltere Başkonsolosu olarak kölelikle ilgili yasalar
olup olmadığını ve onların durumlarının iyileştirilmesi için neler
yapıldığını sordu: Ona en büyük bilgin Şeyh, imam, en büyük bil­
gin Abu Abdullah Seyit Muhammet Ben İsmail el-Buhari’nin sözle­
riyle cevap verdim, Ja m e s E ’S a h ih 2 adlı eserinde o şöyle dedi:
Yüce Allah’ın Resulü dedi ki, kardeşlerinizin bir kısmı size hiz­
met için verildi, Allah onları sizin altınızda kişiler olarak gönder­
di. Allah’ın sizin altınıza gönderdiği o insanlara kendi yemeğiniz­
den yedirin, kendi giysilerinizden verin, efendisi Allah korkusuyla
ona iyi davransın, yapabileceğinden fazla iş vermesin. Huzur.
(No. 2)
Allah’a Şükürler Olsun!
Bilmenizi isterim ki hiçbir Sultan ya da yetkili, kölelerle ilgili
bir yasa çıkarmadı, sadece Allah’m Resulü’nün ki 1258 yıl önce ya­
şadı, emirleri var; Şeyh, Imah, en büyük bilgin Abu Abdullah Seyit
Muhammet Ben İsmail el-Buhari C a m V u ’s -S a h ih adlı eserinde şöyle
dedi:
Yüce Allah’ın huzuru üzerine olsun, Allah’ın Resulü dedi ki,
“Her kim ki bir köleyi azat eder, Allah onun ruhunu cehennem
ateşinden koruyacaktır.”
(No. 3)
(Şeyh Halil wuld Isaac’mçalışmasından seçmeler, M o k ta ssa r
Allah’ın lütfü üzerine olsun, Şeyh Halil satışlar bölümünde aşa­
ndaki özeti verir.
,
Bir Müslümanın, kutsal Kuran’m ve genç bir insanın bir iman­
sıza satılması yasaktır, yani Müslüman olmayana, Hıristiyana, Ya­
hudi ya da bir Mecusiye satılamaz,4 hediye edilemez ve sadaka
olarak verilemez.
Tanrıya Şükürler Olsun!
Said Şeyh Halil daha önce adı geçen özetinde, Azatla ilgili bir
bölümde şöyle der:
Köleye kötü davramlırsa yasa gereği azat edilir; yani efendisi
kölesine kötü davranırsa ya da buna niyet ederse. Kölenin giderken
mallarını yanma alması konusunda hukukçular karar verir!
Bana söylendiğine göre, Said Arapça belgelerden gerçek çeviri.
E. W. A. Drummond Hay
Majestelerinin Temsilcisi
ve Fas Başkonsolosu
***
[Başkonsolos Drummond Hay
*
Köle Ticareti No. 3
Bir Ek
11 Nis. Cebelitarık yoluyla denizden geldi
Fas Sultam’ndan Gelen Mektup Çevirisi]
Köle Ticaret No. 3
Tanca, 27 Mart 1842
Lordum,
Ayın l l ’inde Kölelik ve Köle Ticareti hakkında Fas Sultanı’na
yazdığımız mektuba verilen cevabın tercümesini size göndermek
beni mutlu etti; 12 tarihli ve Köle Ticareti No. 2 sayılı bu mektubu
da size göndermiştim.
Tekrar saygılarımı sunuyorum Saygıdeğer Lordum.
E. W. A. Drummond Hay
D ru m m o n d H a y ’in K ö lelik ve K ö le T ica retiy le ilgili olarak Fas
S u lta n ı’n a y a zd ığı m ek tu b a cev a p o la ra k g e le n 2 3 M art 1 8 4 2 tarihli
m e k tu b u n çev irisi.
Yüce ve Merhametli Allah adına! Büyük Allah’ın gücünden baş­
ka büyük güç yoktur!
Korunmuş Tanca’da İngiliz ulusunun konsolosu olarak görev
yapmakta olan Sayın Drummond Hay’e. belirtiriz ki:
Bakanınızın kölelerle ilgili bilgi istediğini belirten mektubunu­
zu aldık. Bu meseleyle ilgili olarak gerekli bilgileri istedik, toprakla­
rınızdaki kölelerin kurtarılması için harcanan paraları dikkatle oku­
duk; ayrıca Sudan’da ve başka bölgelerde de böyle çalışmalar yapıl­
dığını öğrendik.
Bilmenizi isteriz ki İslam dini sağlam temellere dayanır, köşe
taşları çok sağlamdır ve dinin mükemmelliği Allah tarafından bize
eksilmeyen ve ilavesi yapılmayan F o rk a n 'la 5 bildirilmiştir.
Köleler ve Köle Ticareti konusuna gelince, bu konu Kitabımız
ve aynı zamanda Peygamber’imizin sünnetiyle bize doğrulanmıştır,
bu konuda O la n ım a 6 arasında anlaşmazlık yoktur, kimse yasağa
izin veremez, yasal olanı da engelleyemez.
Yasaya aykırı olan yenilik kim tarafından gelirse gelsin reddedi­
lir, bizim kutsal dinimiz insanlar tarafından düzenlenemez, çünkü
yapılması gerekenlerin hepsi Allah tarafından ve Sevgili Peygam­
ber’imizin ağzından vahiylerle bize bildirildi, Allah ondan razı ol­
sun!
5 Safer’de yazıldı (18 Mart 1842)
Bana söylendiğine göre gerçek çeviri.
EWA Drummond Hay
Notlar
Mawlay Abd al-Rahman lbn Hisham (saltanatı 1822-59). Bak EI2, s. v.
(Ph. D e C osse Brissac).
2 Al-Jali al-Sahih, al-Bukhari’den standart hadisler koleksiyonu.
3 M ukhtasar, “Kısaltma,” Halil lbn Ishak tarafından standart yasal ça­
lışma.
4
Majusi, “Magian” (Mecusiler). Önce Zerdüştler, daha sonra da Viking-
ler ve diğer putperestler için kullanıldı.
5
Furqan= Kuran.
6
Ulema.
Belge 5
Basra Körfezinden Kölelik Raporu (1842)
Yarbay Robertson’a
Resmi Görevli, Basra Körfezi
Harrack 8 Temmuz 1842
Efendim,
f
Köleler konusunda Albay Sheil’in 30 Haziran tarihli mektubun­
da sorulan sorulara kapsamlı cevaplar vermem talebiniz üzerine, gejffekli bilgileri toplama çalışmamın sonuçlarını size sunuyorum.
Tüm sorulara sırayla cevap vermeden önce açıklama yaptığımı
|a belirtirim.
1. İran’ın güneyine getirilen köleler Seedee ya da Afrikalı olarak
İ tür, Zanzibar kıyılarından geliyorlar, buraları genelde Muscat
iiamı’na ait topraklar; ikinci tür Kızıl Deniz kıyılarından gelen
ubshee ya da Habeşler.
E
2.
Köleler gemi mürettebatlan ya da köle tüccarlan tarafından da
kaçırılıyor ama çoğunluk içeride bu amaçla tutulmuş adamlar tarafın­
dan yakalanıyorlar. Bir kısmı da küçük çatışmalarda esir düşenler.
3.
Muscat ve Soor, Zanzibar ya da Kızıl Deniz’den getirilen kö­
lelerin ilk durağı olan başlıca limanlar, köleler oradan Türkiye’ye,
İran’a, Arap ülkelerine, bizim topraklarımıza, Hindistan’ın batı kıyı­
larına, çoğu Arabistan doğu sahiline ait teknelerle yollarda satış ya­
pılarak götürülüyorlar. En çok köleyi Türkiye alıyor. Bussorah ve
Bağdat en büyük pazarlar, İran limanlarından gemiler direkt Zanzibar’a gidiyor, Lingah’tan yılda sadece üç dört gemi gidiyor ve her
biri yaklaşık yetmiş köleyle dönüyorlar.
Basra Körfezi’ndeki köle trafiği 1 Ağustos’tan 1 Aralık’a kadar
sürüyor.
Bushire ya da diğer İran limanlannda köle satışları için belirlen­
miş pazarlar ya da sabit satış günleri yok. Gemi gelince köle tüccarı
mallarını alıp kapalı bir yerde ya da halka açık olarak satıyor, böyle
açık pazar alanları çok. Pazarda fazla köle olur ve fiyatlar düşerse
tüccarlar kölelerini alıp Bussorah, Mohumra ya da Bağdat’a götürü­
yor ve oralarda daha pahalıya satabiliyorlar.
Birinci ve ikinci soruların cevapları, zamana ihtiyaç olduğun­
dan ve İran’ın Basra Körfezi limanlarındaki gümrüklerde araştır­
ma gerektirdiğinden yetersiz kaldı. Konuşabildiğim ve işi bilen
kişiler birbirlerine yakın bilgiler verdiler. Onlardan aldığım so­
nuçlar aşağıdadır. Bir yılda satılan Afrikalı kölelerin ortalama sa­
yıları şöyle:
Bushire 250
Lingar 350
Gombroom ya da Bunder Abbas 300
Congoon 150
Hubshees satışları
Bushire 25
Lingar 15
Congoon 10
Bunder Abbas 20
Asseloo ve diğer küçük limanlara öncekinden 100-150 ve son­
rakinden 10 köle satışı düşünürsek toplam olarak 1000 ve 80 köle­
nin Körfez limanlarından İran’a girdiğini söyleyebiliriz, ama ülkeye
güneyden giren kölelerin sayısı hiç kuşkusuz bunun çok üstünde­
dir; Bussora ve Bağdat köle pazarları çok büyük ve buralarda satılan
kölelerin sayısını tahmin bile edemedim.
Her yıl İran’dan Mekke’ye ve Kerbela’ya hacca giden insanlar,
zengin ya da fakir, ortalama her hacı bir köle alarak dönüyor.
Afrikalı kölelerde erkek kölelerin kadınlara, altıya beş üstünlü­
ğü var.
Hubshees’te kadınlar daha çok; ikiye bir oranda.
Afrikalı köle fiyatları Zanzibar’da
7-10 yaş arası erkek çocuklar 7-15 dolar
10-20 yaş arası gençler 15-30 dolar
Yetişkin erkekler 17-20 dolar
j,
Kadınların fiyatlan daha yüksek. Sağlıklı, iyi bir kadın köle 35
Jblara alıcı buluyor. Muscat’ta köle satışları yüzde 20, Bussorah ve
Şushire’de ise en azından yüzde 50 kazandırıyor.
Hubshee kadınları güzel olduklan için daha pahalıya satılıyor-
t
'. Fiyatları 330 ile 1000 koroni arasında değişebiliyor. Erkekler de
halı, fiyatlar 2 00-600 arasında ve bazen daha yukarı çıkabiliyor.
Her iki cinsiyetten kölelerin 20 yaşın üzerinde Hubshee ya da
Krikalı olduklarına bakılmaksızın fiyatları biraz düşüyor, çünkü o
Iftan sonra daha az uysal oluyorlar, efendinin diline, dinine ve
(etlerine kolayca uyum sağlayamıyorlar.
Kölelere hiçbir zaman kaba ve sert davranılmıyor ama yolcu­
luklar sırasında üzerlerinde yeterli giyecek ve yiyecekleri doğru dü­
rüst yemek olmadığı için zorlanıyorlar. Ama bir efendiye kavuşunca
durumları düzeliyor, efendileri onlara çok iyi davranıyor, iyi yemek
ve giysiler veriyorlar, onlar buna karşılık çok iyi çalışıyor ve mutlu
oluyorlar. Kara yolculuklarında onlara katır veriliyor ve gemi yolcu­
luklarında ise bağlanmıyorlar.
Erkek köleler açık havada ve ağır işlerde çalışıyorlar, kadınlar
ise ev işi, aşçılık yapıyorlar bazen de cariye oluyorlar.
Köle çocuklan özgür sayılıyor ama ebeveynlerinin sahipleri ta­
rafından bakılıyorlar ve onlarla aynı hakTara sahipler.
Hubshee köleleri erkek ya da kadın çok iyi bakılıyor, giydirili­
yorlar. Genç erkekler okula gönderiliyor, okuma yazma öğreniyor
ve ev işlerinde yardımcı olarak yetişiyorlar, zeki olanlar şileplerde
kamarot ve hatta tayfa ve yardımcı olarak iş buluyorlar.
Kadınlar çoğunlukla cariye oluyor, haremlerde hizmet veriyor­
lar. Hubshee kölelerin akıllı ve drürüst oldukları hep söyleniyor. Bu
cariyelerin çocukları da babalarının yasal çocuklan gibi mirasta hak
sahibi oluyorlar. Nubian ve Hubshee harem ağalarının fiyatları yük­
sek ve bunlar ancak kralların, soyluların ve zengin tüccarların evle­
rinde görülebiliyorlar.
Yukarıda verdiğim kısa bilgilerin işinize yarayacağını umuyo­
rum, şimdiye kadar yapılan çalışmalarla ilgili gelişmeler böyle, ayrı­
ca Muscat İmamı ve başlıca Arap kabileleriyle imzalanan anlaşmalar
da var köle trafiğiyle ilgili olarak ve umanm bu çalışmaların sonuç­
ları olumlu olur ve bu insanlık ayıbının önü kesilir.
Muscat İmamı ile 1822’de imzalanan bir anlaşmayla Ingiliz do­
nanması gemilerine, hükümdara ait tüm gemileri arama ve köle ta­
şıdıkları takdirde el koyma yetkisi verildi. Cape Delgade’den geçe­
rek Socotra adasının 60 mil açığından Deer Head’e ulaşan hattıı
doğusunda görülen gemiler aranabilecek.
Aralık 1839’da bu anlaşmaya üç madde daha eklendi ve iman
tarafından kabul edildi, ilk iki maddeye göre İmam’ın vatandaşları­
na ait gemiler de arama ve kölelere el koyma yetkisine sahip oldu­
lar. Cape Delgade ile Socotra ve Pussenor arasındaki bir hat boyun­
ca görülecek gemiler, bölgeye hava koşullan ya da başka zorlayıcı
nedenlerle girmedikleri takdirde aranabiliyorlar. 3. maddeye göre,
özgür sayılan Soomonlee kabilesi (Aden karşısında ve Habeşistan sı­
nırında bulunan toprakların halkı) mensuplarının köle olarak satıl­
ması yasaklandı ve bunu yapanlar korsanlıkla suçlanacaklar. Bu üç
ek madde aynı zamanda Bahreyn ve Kuveyt dışındaki bütün Şeyh­
liklerde uygulanmaya başlıyor. Bu anlaşma bizim köle gemilerini
arama ve onlara el koyma yetkimizi büyük ölçüde artırdı ve köle
trafiğini kesmemize yarayacak.
1820’de Muscat İmamı ve Kuveyt Şeyhi dışında Arabistan sa­
hillerindeki tüm kral ve şeyhlerle bir anlaşma yapılmıştı ve buna gö­
re gemilerin köle taşıması yasaklandı ve taşıyanlara korsan suçlama­
sı yapılacak ve el konacak.
1838’de Kuveyt ve Bahreyn Şeyhleri dışında Arabistan sahillerin­
de hüküm süren tüm Şeyhlerle imzalanan bir anlaşmayla, Donanma
gemilerine, o şeyhlere ya da onların vatandaşlanna ait tüm gemiler,
jjnürettebatın köle kaçmp taşıdığı konusunda kuşku duyulduğu tak­
dirde, durdurup arama ve el koyma yetkisi verildi. Yeni eklenen
haddeler aradan yirmi yıl geçtikten sonra yenilenme amacıyla konbuş olabilir, ama bu maddelerle en azmdan köle trafiğinin kesin olajtk önleneceği kanaatindeyim, artık gemiler köle taşıma konusunda
kiraz daha çekingen davranacak ve bu işten vazgeçeceklerdir.
Saygılarımla
A. B. Kemball
Basra Körfezi Resmi Görev Yardımcısı
Belge 6
Sultan’dan Bağdat Valisi
Vezir Mehmet Nedp Paşa’ya mektup
(9 Safer 1263 Hicri/27 Ocak 1847)
Afrika’dan siyahların yakalanıp köle olarak satılmasını önle­
mek amacıyla İngiliz Hükümeti ve Afrika’daki bazı hükümdarlar
jirasmda bir anlaşma yapılmış olmasma rağmen, bazı gemiler hâlâ
İrika kıyılarına yanaşarak insan kaçırmakta, Amerika ve başka
Dlgelere götürerek köle olarak satmaktadırlar. Bu durumda bu
ulaşmaların uygulanması zorlaştığından, İngiltere hükümeti bizbu hususta yardım talep etmektedir. Kaçırılıp köle olarak o
Mgelere satılan siyahlara, bizdeki gibi insanca davranılmamakta,
lilara zulüm yapılmaktadır. Bu nedenle köle ticaretinin ortadan
Idırılması için, benim ülkemin bayrağını taşıyan gemilerin köle
»retine karışmaları kesinlikle yasaklanmıştır. Bu yasağa uyma, gemiler derhal savaş gemilerimiz ya da o bölgelerde bulunan
(İliz savaş gemileri tarafından yakalanacak, gemiler Basra Körlimanlarımızda bizim subaylarımıza teslim edilecek, kaptanı tutuklanıp hapsedilecektir.
Belge 7
Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’dan
Tripoli (Libya) Valisi’ne
Mektup Müsveddesi
(21 Muharrem 1266 Hicri/28 Kasım 1849)
Sultan, haziran ayında Fizan’a siyahi köle götürmek için Boru’dan yola çıkan bir kervanda su bittiği için 1.600 siyah kölenin
(düğünü bildiren mektubu alınca şoke oldu, çok üzüldü.
. Burada tekrarlamak gereksiz, sizden önceki Vali Ragıp Paşa zapnında da bu konuda mektup gönderildi, Kutsal Yasa köleliğe izin
riyor ama kölelere insanca davranılmasını da söylüyor; buna karşı
enlerin Allah tarafından cezalandırılacağı belirtiliyor.
Afrika’nın iç bölgelerinden siyahları yakalayıp köle olarak satk üzere uzak bölgelere götürenler, onlara bu zor yolculukları sıffida insanca davranmak, yiyeceklerini ve sularını sağlamak zo­
kadırlar, onların mümkün olduğunca az acı ve zorluk çekmeleri
ellerinden geleni yapmaları gerekir. Bu köle tüccarları onlara
insanca davranmadığı, pek çok siyahinin acı çekerek ölmesine ne­
den oldukları takdirde onlann insanlıkla ilgileri yok demektir.
Sultan bu kadar zalimane davranışlara izin veremez ve bunları
affedemez. Sultan’m emirlerine göre köle ticareti yapanlar, yollarda
bu kölelere insanca davranmadıkları takdirde çok ağır cezalar ala­
caklardır. Bunları engellemek her yöneticinin görevi olduğuna göre,
siz de bu konuda dikkatli davranmak, bunları engellemek duru­
mundasınız ve ihmaliniz görülürse siz de ceza alabilirsiniz. Bu ne­
denle bu konunun üzerine ısrarla gitmeniz gerekir, kölelere insanca
davranmayan köle tüccarlan yakalanarak mahkemeye çıkarılmalı ve
gerekli cezalan almalıdırlar. Sultanın emri budur.
Belge 8
Köle Trafiğiyle ilgili Bingazi Mektupları (1875)
Bingazi 31 Aralık 18
Ekselansları,
Saygıdeğer Sir Henry Elliot ACB
Ekselanslarının 11 Ekim ve 5 No.lu mektubunu ve ekini aldıj
$*m bildirmekten onur duyarım.
Dışişleri Bakam’nın talebi üzerine Ozla ve Jalo’da yapılan Kc
Ticaretiyle ilgili raporu bakanlığa gönderdim, size de bunun t
îpyasını gönderiyorum ve buradan, Mustafa Paşa’nm Babıali’]
önderdiği raporların doğruluk derecesini anlayabilirsiniz.
Jalo Kaymakamı (kendisini iyi tanınm) köle trafiğiyle ilgili bi
İleri size gönderdiği için durum hakkında bilginiz mutlaka vard
ben geçen kasım ayında Jalo’ya gittiğim zaman Kaymakam bar
gönderdiği mektuptan söz etti ki ben de ona Mr. Drummon
iy kanalıyla bir mektup göndermiştim.
Ekselanslarının yanlış yaptığını söylemek istemem elbette, ama
dışişlerine yazılan mektubunuz bir yanlış bilgilendirilme sonucu ya
da gerçek iyice araştırılmadan aceleyle yazılmış olabilir. Ben Jalo’da
iken Kaymakamla birlikte oraya bir gün önce 118 köle getiren bir
kervanın geldiğini öğrendik ve ben Bıngazi’ye döndüğüm zaman
kırk üç köle sahibinin isimlerini Bingazi Mutasarrafı’na verdim.
Tüm uğraşlanma rağmen 118 köleden sadece üçünü serbest bıraktırabildim ve diğerlerini kurtaramayacağımı anlayarak ısrardan vaz­
geçtim.
Hadi Hamed Mehduai konusuna gelince, sadece kavasımın1
onu Levant için beş köleyi gönderirken yakaladığını söyleyebili­
rim, Vali de onun iki hizmetkarını dörfîıy süreyle hapsetti; onlar
hapisteyken Hamed Mehduai her gün her birine bir dolar ödedi
ve ancak Paşa’ya normal sus payını ödedikten sonra serbest bıra­
kıldılar.
Sizi en derin sağılarımla selamlıyorum Ekselansları,
P. Henderson
Not: Bilgilerimin Kaymakam’dan alındığının bilinmemesi gere­
kiyor, onun adından söz edilmemesini talep ediyorum, aksi takdir­
de onun hakkında önyargılara neden olabilir.
P. H.
Kopya
No. 3
Köle Ticareti
Bingazi 24 Aralık 1875
Saygıdeğer Derby Kontu
Sayın Kontum,
Mr. Lister'in 31 Ağustos ve Köle Ticareti 1 No.lu mektubuyla
İlgili olarak bildirmekten şeref duyarım ki, Jalo’daki köle deposunu
•Ziyaret görevimle ilgili olarak geçen ay Mr. Kirri’yi görevimi yapmak
üzere yerime bırakarak oraya gittim.
1
Bu yolculuğa çıkmamam için son dakikada önüme çeşitli en­
geller çıkarıldı, Vali o yolun çok tehlikeli ve havaların çok kötü ol­
duğunu söyleyip, çeşitli mantıksız bahaneler ileri sürerek gelmekten
1
İ ve seyahatimi bir iki ay geciktirirsem benimle mutlaka geleöyledi.
a yalnız başıma çıkmaya karar verdim ve o sırada Wadai’den
ra bir kervan geldiğini duyunca ona katılmayı düşündüm,
kervan da zaten Jalo’ya benim varacağımı hesapladığım zavaracaktı. Paşa yola çıkma konusunda kararlı olduğumu gö-
ra tam olarak saptayamadım ama Köle Ticaretinin büyüklüğünü ve
korkunçluğunu açıkça görecek kadar çok şey öğrendim.
Bu kervanla iki yüz elli iki köle getirildiğini söylediler bana ama
ben kendi gözlerimle ancak yüz on sekiz köle görebildim ve ancak
bu sayıdan söz edebilirim.
Onların söylediği rakama inanıyorum aslında ama zamanım kı­
sıtlı olduğundan ve konuştuğum kişiler de bana bilgi verme konu­
sunda çekingen davrandıklarından onların rakamını doğrulayamadım. Ve onlann rakamını kesin olarak saptayamadığım için de ken­
di sayabildiğim rakamla yetinmek durumundayım.
Sulak bölgeye girmeden iki saat önce Ozla yolunda bir Arap’ın
yanında götürülen dört köle gördük ve hurma ağaçlarına yaklaşır­
ken beline ip bağlı bir kadın köleyi götüren bir başka Arap çıktı
karşımıza. Bu köleler kervanla gelmişlerdi. Biraz daha ileride bir ku­
yu çevresine çökmüş on, oniki köle daha gördük, onların yanına
gittim ama tek kelime Arapça bilmiyorlardı. Bu zavallılar iskelete
dönmüşlerdi, incecik kollan bacaklan ve uzun boylarıyla korkunç
bir manzara oluşturmuşlardı, ben hayatımda bu kadar zavallı, bit­
kin insanlar görmedim. Küba ve Brezilya’da da köleler görmüştüm
ama onlar orada değerli oldukları için iyi besleniyor, insanca mu­
amele görüyorlardı.
İç bölgelerden alınıp Jalo’ya getirilen zavallı yaratıklar on, on iki sterlinden fazla getirmiyor ve üç köleden biri bile oraya sağ salim
varsa köle tüccarı para kazanmış oluyor, çünkü Wadai’de köle fiyat­
ları oldukça yüksek.
Bu zavallı yaratıklar uzun mesafeleri çıplak ayakla, on iki saattf
bir verilen bir kupa su ve biraz tahılla yetinerek yürümek zorunda­
lar. Tukkru ve Jahuda arasındaki on dört günlük yol boyunca sı
bulunamadı ve Tukkru kuyularından tulumlara doldurulan suladı
idare edildi. Açlık ve susuzluk çeken siyahi kölelerin bazıları yolda
çöllerde öldü ve sayılan gittikçe azalmaya başladı. Jalo’daki köle pa­
zarına köle getirilmesi gerekiyor ama bu da irısanlann hayatlarına
mal oluyor.
Wadai başkenti Morah’tan Jalo’ya aslında iki ayda gidilebilir­
ken, bu tür köle kervanlan bunu ancak üç ayda tamamlayabiliyor­
lar. Koffra’da bu mesafe elli günlük yol oluyor.
Yol üzerindeki dinlenme yerleri arasındaki mesafeler gün ola­
rak şöyle:
Yolculuk günü
Wadai başkenti Morah’tan Arada’ya 3
Arada’dan Kashmar’a 2
Kashmar’dan Umashaluba’ya 3
Umashaluba’dan Swalla’ya 5
Svvalla’dan Millumdam’a 3
Millumdam’dan Wayta’ya 2
Wayta’dan Arraggia’ya 2
Arraggia’dan Bedale’ye 4
Bedale’den Hayjanco’ya 3
Hayjanco’dan Tukkru’ya 3
Tukkru’danjahuda’ya 14
Jahuda’dan Gebabo’ya 2
Gebabo’dan Sbatea’ya 5
Sbatea’dan Koffra’ya 2 ve Koffra’dan Jalo’ya yol bile olmayan
le susuz 8 günlük yolculuk.
Kervanlar bu aşamada gece gündüz yol alıyor ve rehberlere altik yüz dolar ödeniyor.
Jalo bu bölgenin en önemli vahası, nüfusu yaklaşık sekiz bin.
Halkı fanatik ve hoşgörüsüz Berberlerden oluşuyor, bunlar dil ve
görünüş olarak çevredeki Bedevi kabileleri halklarından çok fark­
lılar.
Vaha Wadai ve Bornoco’ya gidip gelen kervanların başlangıç ve
bitiş noktası olduğu için büyük bir ticaret merkezi ve halkının çoğu
zengin. Geçen yıl bir Maltalı tüccar bir Arap’la ortaklık yaptı. Gön­
derdikleri iki bin sterlin değerindeki mallan takas ederek aldıkları
devekuşu tüyleri ve fildişlerini satarak on dört ay sonra on sekiz bin
sterlin kazandılar.
Son dört ayda Wadai’ye altı büyük kervan gitti ve yol da öğre­
nildiği için zorluklar daha kolay aşılacak ve kazanç artacak. Bu ti­
caret Arapların ellerinde ve köle trafiği arttıkça kazancı da artış
gösterecek tabii. Eğer Jalo’ya gelen kervanlardaki tüm köleler tüc­
carların ellerinden alınsa ve biraz kayba uğrasalar, nakliye sırasın­
da yiyecek ve suya ihtiyacı olmayan devekuşu tüyü ve fildişi tica­
retinin çok daha verimli olduğunu anlayacak ve köle ticaretinden
vazgeçeceklerdir.
Araplar ve köleler uzun ve yorucu yolculuktan sonra kendileri­
ni toparlasınlar diye kervanlar genellikle bir iki ay kalıyorlar Jalo’da.
Köleler bu süre içinde biraz kilo alıyor, kendilerine geliyorlar, bir­
kaç kelime Arapça öğreniyorlar ve onlara giyecek bazı şeyler verili­
yor. Çoğu Jalo’da satılıyor, onları satın alanlar sekiz on kişilik grup­
lar halinde Bingazi’ye ve oradan da Siwah yoluyla Mısır’a gönderi­
yorlar. Şimdiki halde çoğu burada satılıyor, çünkü Mısır hükümeti,
Bingazi gibi uzak bir Türkiye eyaleti valisinden çok daha fazla ola­
naklara sahip.
Şansım vardı ki Wadai’den getirilen yüz on sekiz kölenin sa­
hiplerinin adlarını öğrendim ve Bingazi’ye döner dönmez kırk üç
köle sahibinin adlarını Vali’ye verdim, o da gerekli önlemleri alaca­
ğını ve buraya geldiklerinde onları tutuklayacağını söyledi. Birçoğu
şehre geceleri gizlice sokuldu ve sadece üç köle yakalanıp serbest
bırakıldı. Çok sayıda köle yakalanıp serbest bırakıldığında, onlarla
ne yapılacağının bilinmemesi sorun yaratıyor.
Zavallı köleleri sokağa salsak tekrar yakalanıp satılacaklar, onun için onları bir yerde tutuyor ve kendilerine bir iş bulana kadar
besliyorum.
Türkler kölelerine çok iyi davranıyor, onları iyi besliyor, giydi­
riyor, köleler kendi ülkelerinden koparılmış olsalar bile bir şeyler
öğreniyor, cehaletten kurtuluyorlar, bin Müslüman’ın (bu açıdan
bakıldığında Batılılardan çok daha üstünler) ilk görevi, kölelerine
bir din öğretmek; böylece köleler bir tek Allah ve tüm insanların onun gözünde eşit olduğunu öğreniyorlar. Bütün bu söylediklerim
hiç kuşkusuz köle ticaretini azaltmıyor, ortadan kaldırmıyor ya da
onlann belirli bir aşamaya gelene kadar mutsuz olmalannı engelle­
miyor. Araplar ise kölelerine karşı daha kötü davranıyorlar ve azat
edilen kölelere ücret ödememek için onları ilk fırsatta satıyorlar.
Döndükten sonra Paşa ile birçok kez buluşup görüştüm ve bu
trafiği kontrol altına almak için Jalo’ya yaklaşık yüz askerlik bir bir­
lik konuşlandırmaya karar verdik; bu geçici bir önlem olacak ve kö­
lelerin yakalanmasını olay yerinde engelleyecek ve trafiği kesecek
yöneticiler çalışmaya başlayana kadar görev yapacak.
Paşa’nm bana bu önlemi kendi hükümetine bildirdiğini ve Ma­
jesteleri Kraliçe’nin Constantinople’deki Büyükelçisi desteklerse ka­
bul edeceklerini söyledi.
Şimdiki halde bu yöntemin tavsiye edilmesiyle ilgili bir fikir
Oluşturma konusunda Sir Henry Elliot benden daha yetkili ve yete­
neklidir, ben sadece bana söylendiği için tekrarlıyorum bunu.
Burada Sayın Lorduma köle ticaretiyle ilgili bağlantı kurma açı­
mdan ilginç olabilecek bir durumu aktarmak isterim.
\
Bir süre önce Bingazi’ye çok miktarda barut getirildi ve bunla­
rın nereye gideceği konusunda çok spekülasyon yapılıyor. Jalo’da
öğrendiğime göre bu barut devamlı olarak Wadai’ye gönderiliyormuş ve yerliler bana bunun ne işe yaradığım anlattılar.
Bizim hiç de hoş karşılamayacağımız bir amacı var bunun ve ne
ilginçtir ki buradaki yerel yetkililer bunun anlaşmaya göre kaçak ve
yasalarla yasaklanmış olduğunu bildikleri halde girmesine göz yu­
muyorlar.
Bingazi’de köle trafiğini tam olarak durduramadım ama hiç ol­
mazsa ticareti Araplardan Levanta (Akdeniz’in doğu sahili ülkeleri)
aktarabildim ve bu da kendi başma doğru yönde atılmış bir adım,
bir başarı sayılır, çünkü daha önce de söylediğim gibi Türkler köle­
lerine Araplardan daha iyi davranıyorlar, gerçi onlarda da köle tica­
reti hâlâ sürüyor ama yine de azaldı ve köleler en azından zulüm
görmüyorlar.
Köle tüccarlarının adlarını, köle depolarının yerlerini ve bu
olayla ilgili hemen tüm bilgileri yerel hükümet yetkililerine verdim.
Şimdi hiç de hoş olmayan bu görevimi tamamladığımı düşünüyo­
rum ve saygıdeğer lordumun da bu yaptıklarımı onaylayacağını ve
takdir edeceğini umuyorum.
P. Henderson
Not
1 Konsolosluk yetkililerine ve diğer yetkililere refakat eden silahlı mu­
hafız için bir Osmanlı deyimi.
Belge 9
Köle Ticaretiyle İlgili Talimatlar (1936)
Bölüm I
MADDE I
Soylu şeriat köleliği ve anlaşmalı ülkelerin vatandaşlannı satın
almayı engellese de1234aşağıdakiler kesin olarak yasaklanmıştır
1. Herhangi bir ülkeden deniz yoluyla Suudi Arabistan Krallığı­
mla köle götürmek,
2. Köle tüccarının elinde ilgili kişinin getirildiği ülkede de bu
sa yürürlükteyken köle olduğunu gösteren resmi bir belge olma­
dıkça Suudi Arabistan Krallığına köle taşımak,
3. Suudi Arabistan Krallığında özgür kişileri köle yapmak,
4. Bu yasanın yürürlüğe girmesinden sonra, onun maddelerine
an olarak köle yapılmış ya da getirilmiş bir kişiyi satın almak ya
ona sahip olmak.
r
Yasa maddelerine karşı gelenler suç işlemiş olacak ve aşağıdaki
şekillerde cezalandırılacaklardır:
1. Kölenin azat edilmesi ve serbest bırakılması,
2. Kaçakçılara uygulanan gümrük kurallarının uygulanması,
3. Bir yılı geçmemek üzere hapis cezası.
Bölüm ü
MADDE II
Kölenin efendisine ya da sahibine karşı hakları;1 sahibi onu
besleyecek, giydirecek ve yatacak yer verecek;2 ona insanca davra­
nacak, onu zulüm yapmadan, sevecenlikle kullanacak;3 hastalandı­
ğına ona bakacak, tedavisini ödeyecek;4 köle de şeriatta belirtildiği
gibi aile bireyleriyle aynı haklara sahiptir.
MADDE III
Bir köle sahibinden şikayetçi olursa her iki taraf da bir uzman
karşısına çıkarılır. Kölenin şikayeti haklı görülürse yargıç ya da uz­
man, köle sahibine birinci seferde iki ayı geçmeyecek şekilde bir sü­
re verir ve kölesinin durumunu tekrar düşünmesini ister. Şikayet
ikinci kez tekrarlanırsa uzman bu kez köle sahibinden, kölesini sat­
masını ya da elden çıkarmasını ister. Köle sahibi isteneni yapmazsa
birinci seferde bir lirayı geçmeyecek bir para cezası alır. İkinci sefer­
de ceza iki katma çıkar ve köle sahibi bir haftayı geçmeyecek şekil­
de hapsedilir.
MADDE IV
Bir köle özgür olarak doğduğunu ya da Majestelerinin hüküme­
t i 1344’te (1925) kurulduktan sonra geçen sürede Şeriata aykırı şe­
kilde köle yapıldığını kanıtlarsa azat edilmesini isteyebilir. Yetkili
kişi durumu inceler ve dürüst bir karar verir.
MADDE V
Şeriatın köle sahibine tanıdığı haklara riayet edilir ve evlilik za­
manında kayda alınırken, Şeriat yasalarına göre evlenmiş bir köle
çifti, sahibi birbirlerinden ayıramaz.
MADDE VI
Köle sahibi, çocukları reşit olmadan annelerinden ayıramaz.
MADDE VII
Bir köle, sahibinden özgürlüğünü satın alması için4 bir anlaşma
talep edebilir ve köle sahibi bu talebe cevap vermek zorundadır.
Ödenecek para konusunda köleyle sahibi arasında anlaşmazlık çı­
karsa miktar ve ödeme tarihi yine yetkili kişi tarafından saptanır.
Böyle bir anlaşma Madde IH’ün uygulanmasını ortadan kaldırmaz.
MADDE VIII
Suudi Arabistan Krallığı dışında doğmuş olan bir köle, bu yasaj ya ya da şeriata göre azat edildiği takdirde yaşayacağı yeri kendi ka|rarlaştırma hakkına sahiptir.
MADDE XI
Tüm köleler yetkili bir makam tarafından kayda alınacak ve bu
ayıt muhafaza edilecektir; her köleye tarifini ve erkekler için reslini içeren bir kimlik belgesi verilir. Kimlik belgesi üç kopya yapır, biri ilgili makamda kalır, biri köle sahibine ve biri de köleye ve­
E
rilir. Bu belge köleyle ilgili tüm işlemlerde kullanılır. Köle sahibi bu
yasanın yürürlüğe girdiği tarihten sonra bir yıl içinde kayıt işlemini
tamamlamalıdır.
MADDE X
Bir köle, sahibi ya da efendisi yukarıdaki maddeye göre onu
kaydettirmediği takdirde yetkili makamdan özgürlük sertifikası iste­
yebilir.
MADDE XI
Köle, sahip ya da efendi değiştirdiği zşjnan bir hastaneye götü­
rülüp sağlık sertifikası almalıdır.
MADDE XII
Yetkili makam tarafından yazılı izin belgesi almadığı takdirde
bir köle acente ya da borsa işlemcisi olarak çalıştırılamaz.
MADDE XIII
Köle işleri için özel bir yetkili atanacaktır. Ona Köle İşleri Mü­
fettişi denecek ve bu görevlinin gerektiğinde hareket halinde çalışa­
bilen bir yardımcısı olacaktır.
MADDE XIV
Yerel ilgili ve yetkili makamlar altı ayda bir, bu yasayla ilgili
olarak, yapılan işlemlerin özetini de içeren rapor vereceklerdir. Altı
aylık raporlar, Köle Müfettişi gözlemleri ile birlikte İçişleri Bakanlı­
ğına, raporun kapsadığı altı ayın bitiminden sonraki iki ay içinde
verilecektir.
MADDE XV
Bu yasada adı geçen yetkili makamlar başkentte İçişleri Bakan­
lığı, diğer yerlerde valilikler olacaktır. Olayların bu yasanın madde­
lerine göre incelenebilmesi için yetkili makam kendi temsilcisi, bir
polis teşkilatı yetkilisi ve idare konseyi temsilcisinden oluşan bir ko­
misyon kuracaktır.
MADDE XVI
Bu yasa yürürlüğe girdiği tarihte uygulamaya konacaktır.
Notlar
1 Bu deyimin önemini anlamak için bak. E12, s. w. “Dar al-Ahd” (Halil
İnalcık) ve “Dar al-Şulh” (D. B. MacDonald ve A. Abel).
2
Kelime anlamı ona sahip olan. Roma hukuku gibi İslam hukuku da
mutlak sahiple kullanım hakkına sahip olanı birbirinden ayınr.
3 Abdülaziz İbn Suud 1925’te Hicaz ve ona bağlı toprakların kralı ilan
edildi. Krallığın adı 1932’de Suudi Arabistan oldu.
4
Özgürlüğün satın alınması anlaşması için bak. yukanda s. 8.
RESİMLER
2 7 3 • O R T A D O Ğ U ' D A I RK VE K Ö L E L İ K
Resim 1. Zabid, Yemen’de esir pazarı, Bağdat 1237
274 - b e r n a r d levvis
Resim 2. Yemek getiren köle. Muhtemelen Suriye 1222
2 7 5 • O R T A D O Ğ U ' D A I RK VE K Ö L E L İ K
Resim 3. İki tilki hikayesi. Şahini, çitası ve hizmatkarıyla
avlanan prens. Herat, 1490-1500
276-bernard
levvi s
Resim 4. Pers kahramanı Rüstem’in doğumu, kadınlar ve zenci köleler
doğumu bekliyorlar. Mısır, 1510
2 7 7 • O R T A D O Ğ U ' D A I RK VE K Ö L E L İ K
Resim 5. Hizmetkarları ve yük katırları ile bir tüccar. Tebriz, İran, 1530
278*bernard
lewis
Resim'6' Hizmetkarları ile bir Osmanlı prensi ve vezir. İstanbul, 1597
2 7 9 • O R T A D O Ğ U ' D A I RK VE K Ö L E L İ K
Resim 7. Veliaht Mehmet harem ağalarıyla birlikte
İbrahim Paşa Sarayında. İstanbul, 1597
2 8 2 • B E R N A R D LEVVIS
Resim 10. Prensler, iç oğlanları ve harem ağalan
Haliç kenannda bir eğlencede. İstanbul 1720-1732
2 8 3 • O R T A D O Ğ U ' D A I RK VE K Ö L E L İ K
Resim 11. İsfendiyar kara büyücüyü öldürüyor. İran, on altıncı yüzyıl başlan.
284 •B E R N A R D LEWI S
Resim 12. İskender Zanji savaşında (Habashis) Kazvin, 1590-1594
2 8 5 • O R T A D O Ğ U ' D A I RK VE K Ö L E L İ K
, ûy'l/'jf
Resim 13. Darab Zanjilerle savaşırken Mihrasb ve Tahrusiyye izliyorlar.
Tanbalus’un cesedi suda yüzüyor. Mûghal, Hindistan, 1580-1585.
2 8 6 • B E R N A R D LEVVIS
Resim 14. Darab Zanjilerle savaşa gidiyor. Mughal, Hindistan, 1580-1585.
2 8 7 • O R T A D O Ğ U ' D A I RK VE K Ö L E L İ K
Resim 15. Yenilen Zanjiler Darab’a biat ediyorlar
Mughal, Hindistan, 1580-85
2 8 8 * b e r n a r d levvi s
Resim 16. Zenci köle ve bir Arap seyidi olan
E b u jah l’ın güreşi. İstanbul, 1594-95.
2 8 9 • O R T A D O Ğ U ' D A I RK VE K Ö L E L İ K
x]v
JKj?) J^JİJ\$?
ÜMf
c * "*
Resim 17. Habeş kralı selam getiren Peygamber
Müritleriyle görüşmede. İstanbul 1594-95.
290 • B E R N A R D L EWI S
Resim 18. Bilal ve Peygamber Müritleri. İstanbul, 1594-95.
291 • O R T A D O Ğ U ' D A I RK VE K Ö L E L İ K
Resim 19. İskender tekneden ördek avlıyor. Tebriz, İran, 1526.
292
bernard
lewis
Resim 20. Büyücüler. İstanbul, on beşinci yüzyıl.
2 9 3 • O R T A D O Ğ U ' D A I RK VE K Ö L E L İ K
'■ jS fs sj'tıj
i«İ-»O/i i
yty/ * *
*
&
>
4 ^* * * >y>
?
*J! *
•*
f.* f
(A W ' » c J ‘i.-Jjk* •fi'I-' D* V -» -V v
jl> s u * 11‘* jJ ■*Y Jt,\S ’ i'.! ■l* i* ) > ^ j ',lJ > 'i^ lh S trS c )i-t~ *'J '
>/•
‘V ' V
, : ^ ,J
'■?* >S~~
-V-^C' U1/! * b t ■V'y,.
hşi j j
i ’ > ^ k ± '’Z ->,ŞİA
CvU-A.- ı?l/lj Ş + ı . t i r j 2 ı j t
V>i)n+SC\ . 9 ^ > U tfÇ ^L>yo l i f j * , ;, K ; , y ,;,
Resim 21. Humay’a aşık olan uşağı, kendisine teslim olmadığı için gece
yarısı onu öldürdü. Mughal, Hindistan, 1580-85.
294 • B E R N A R D LEWI S
Resim 22. Uşağının eşekle cinsel ilişkisini gören kadın. Tebriz, İran, 1530.
2 9 5 • O R T A D O Ğ U ' D A FRK VE K Ö L E L İ K
Resim 23. Yaşlı adam flört eden zenci ve kızı azarlıyor.
Mughal, Hindistan, 1629.
296 • B ER NA RD LEWI S
Resim 24. Sudanlı bir kadın. İstanbul, 1793.
Resimlerin Kaynaklan
1. Al-Hariri, Maqamat resmi yapan al-Wasiti Ms. Arap 5847, f.
105 Ulusal Kütüphane, Paris daha önce yayınlandığı yer, W. Walther, Die Frau im İslam (Leipzig, 1980), s. 25, Pl. 11.
2. Al-Hariri, Maqamat Ms Arap 6094, s. 16 Ulusal Kütüphane,
Paris.
3. Farid al-Din Attar, Mantıq al-Tayr Add. 7735, f. 84a İngiltere
Kütüphanesi, Londra.
4. Firdaıvsi, Shahname, Türkçe çeviride Hazine 1519, f. 141b
Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul önceki yayını, Nurhan Atasoy,
“1510 Tarihli memluk şehnamesinin Minyatürleri,” Sanat Tarihi
Araştırmaları 2 (n.d.), s. 57
5. Celalettin Rumi, Mesnevi Add. 27263, f. 29a İngiltere Kü­
tüphanesi, Londra.
6. Shahanshahname B. 200, cilt 2, f. 82b Topkapı Sarayı Müze­
si, İstanbul.
7. Shahanshahname B. 200, cilt 2, f. 83a Topkapı Sarayı Müze­
si, İstanbul.
2 98 » b e r n a r d
lew is
8. Shahanshahname B. 200, cilt 2, f. 146a Topkapı Sarayı Mü­
zesi, İstanbul.
9. Vehbi, Sûmame Resmi yapan Levni A. 3593, f. 173b
10. Vehbi, Sûmame Resmi yapan Levni, ca. 1720-32 A. 3593, f. 63
Topkapı Sarayı Müzesi
11. Firdevsi, Shahname Houghton, Shahname, f. 435v Daha
önceki yayını, Martin Bemard Dickson ve Stuart Cary Welsh, The
Houghton Shahnameh (Cambridge, MA, 1981), cilt 2, pl. 202
12. Nizami, Khamse Or. 1363, f. 237a İngiltere Kütüphanesi,
Londra
13. Abu Tahir Tarasüsi, Darahname Or. 4615, f. 29b İngiltere
Kütüphanesi, Londra.
14. Abu Tahir Tarasüsi, Darabname Or. 4615, f. 33a İngiltere
Kütüphanesi, Londra.
15. Abu Tahir Tarasüsi, Darabname Or. 4615, f. 33b İngiltere
Kütüphanesi, Londra.
16. Al-Waqidi, Siyer-i Nebi, III. Murat emriyle yapılmış Türkçe
çeviriden Hazine 1221, f. 377a Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul.
17. Al-Waqidi, Siyer-i Nebi, III. Murat emriyle yapılmış Türkçe
çeviriden Hazine, 1222, f. 194a Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul.
18. Al-Waqidi, Siyer-i Nebi, III. Murat emriyle yapılmış Türkçe
çeviriden Hazine 1222, 263a Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul.
19. Mir Ali Şir Navai, Diwan Sup. Türk 316, f. 447v Ulusal Kü­
tüphane, Paris daha önceki yayını, Basil Gray, Persian Paintings
(New York, 1961), s. 131.
20. Fatih Sultan Mehmet II albümü Hazine 2152-53 ve 2160
Topkapı Sarayı Müzesi önceki yayını, UNESCO, Turkey: Ancient
Miniatures, Dünya Sanat Serisi (Paris, 1960), pl. 10.
299 •O R T A D O Ğ U ' D A
I RK VE K Ö L E L İ K
21. Abu Tahir Tarasüsi, Darabname Or. 4615, f. 118b İngiltere
Kütüphanesi, Londra.
22. Celalettin Rumi, Mesnevi Add. 27263, f. 298a İngiltere Kü­
tüphanesi, Londra.
23. Sadi, Bilstan Add. 27262, f. 129a İngiltere Kütüphanesi,
Londra.
24. Fazıl Enderuni, Zenanname Or. 7094, f. 12a Ingiltere Kü­
tüphanesi, Londra.
TRUVA / BİREYSEL GELİŞİM
ÇOCUKLAR DERİN DÜŞÜNÜR
Mehmet Murat Döğüşgen
DEĞİŞİME-VAR MISINIZ?
Nancy Christie Çev. Esra Makara
TRUVA/EDEBİYAT
DA VİNCİ ALDATMACASI (Roman)
Thomas Swan Çev. Serhan Nuriyev (3 baskı)
DERYALARI DİZE GETİRENLER (Roman)
Raif Karadağ
SAHTE M ELEKLER - Hottumcuzadeler (Roman)
Memduh Bayraktaroğlu
AŞKI SEVEN BEŞ KADIN (Öykü)
Ihara Saikaku Çev. Sevda Kubilay
KUTSAL KADIN (Roman)
Qaisra Shahraz Çev. Deniz Arslan
ÇÖ L KAHRAMANI (Roman)
Donya Al-Nahi Çev. Serhan Nuriyev
A İ l l lA - T a n n ’nın Kılıcı (Roman)
Ross Laidlaw Çev. Selim Yeniçeri (2 Baskı)
ADOLPHE (Roman)
Benjamin Constant Çev. Mehmet Murat Döğüşgen-Ergün Büke
BEYAZ MOĞOLLAR (Roman)
William Dalrymple Çev. Enver Günsel
MATHILDA’DAN KALANLAR (Roman)
Marcia Willett Çev. Özlem Toprak
PERİ MASALINDA GÜZEL (Öykü)
Ayça Atçı
KRAL FİDYESİ (Roman)
James Grippando Çev. Enver Günsel
AKBABA FO NU (Roman)
Stephen W. Frey Çev. Deniz Arslan
GÜMÜŞ ÇANLAR (Roman)
Luanne Rice Çev. Safiye Gül Avcı - Murat Özpınar
BİLDİĞİM BtR SIR VAR (Roman)
Marcia Willett Çev. Safiye Gül Avcı
ANTİKACI ARAGO’NUN GÜNLÜĞÜ (Roman)
Mehmet Murat 11dan
SAKLI MABET (Roman)
Stephen W. Frey Çev. Banu Sadıklar - Esra Makara
DANS ET BENİM LE (Roman)
Luanne Rice Çev. Aslı Türk - Nilgün Eker
HÂLA YAZIP ÇİZECEK BİRKAÇ SATIRIM KALDI (Anı)
Tamer Şahin
İP CAMBAZI İMPARATOR (Roman)
Su Tong Çev. Derya Öztürk
TAYFUN (Roman)
Qaisra Shahraz Çev. Deniz Arslan
KAFKAS RULETİ - Fırat’ın Ayak Sesleri (Roman)
Selman Kayabaşı (2 Baskı)
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
UYANMIŞLAR TARİKATI (Roman)
Jacques Attali Çev. İlhan Güllü
PARİS’İN ALTINDAKİ GOLLER (Roman)
Mehmet Murat tldan
MİLYON DOLARLIK GİZEM (Roman)
James Grippando Çev. Filiz Göktaş
UYUŞTURUCU TA R İK A TI-PIT (Öykü)
Selena Özen - Uygar özen
AMERİKA DÖŞERKEN (Roman)
Mustafa Kamaş
TAŞ YÜREK (Roman)
Luanne Rice Çev. Mesut Şahin
AMERİKA 2 0 1 4 (Roman)
Dawn Blair Çev. İrem Özel
AYTEN (Roman)
Burhan Cahit Morkaya
31.
MİSYONERLER SAVAŞI
32.
TÜRKİYE'NİN GÖZYAŞLARI (Roman)
Mustafa Kamaş
Selman Kayabaşı
TRUVA/EKONOMİ
1.
A Ç K TOPLUM - Küresel Kapitalizmde
Reform
George Soros Çev. Doğan Selçuk Öztürk
TRUVA / ÎNCELEME-ARAŞTIRMA
1.
MOR BAKIŞLAR - Kadının Sırtından Sopa Eksik Olmuyor
2.
ATATÜRK'TEN İNSANLIĞA YO L GÖSTEREN SÖZLER
3.
PRENSES DİANA CİNAYETİ - Yüzyılın Yalanı
4.
MEDYA İMPARATORLUĞU - İhtilaller, İhaleler ve 28 Şubat’ın Kutsal İttifakı
5.
YENİÇAĞ’DA D ÜŞÜN CE GÜCÜ V E H O LİSTiK SAĞLIĞA AÇILAN
PENCERE
6.
PİRİ REİS HARİTASININ ŞİFRESİ
7.
ATATÜRK VE KAYIP M TA MU
8.
ATATÜRKTEN TÜRKİYE'YE İŞIK TUTAN KONUŞMALAR
9.
PİRİ REİS’İN HÂZİNELERİ
10.
ŞAFAKTA KIZIL GÖKYÜZÜ
Cahide Gütıay (2 Baskı)
Derleyen: Selman Kıhnç (2 Baskı)
Noel Botham Çev. Sevda Kubilay - Irem Özel
Hamit Karalı
Özer Uçuran Çiller
Metin Soylu (4 Baskı)
Sinan Meydan (4 Baskı)
Derleyen: Doç. Dr. Halil Bal (2 Baskı)
Metin Soylu (2 Baskı)
James Gustave Speth Çev. Semih Türkoğlu
11.
SON TRUVALILAR
Sinan Meydan (2 Baskı)
TRUVA/METAFİZİK
DÜNYANIN SONU 2 0 0 9 - Mesih ve Armagedon Kehanetleri
P^ter Lorie Çev. Attila Berkeoğlu (4 baskı)
NOSTRADAMUS 2 0 0 3 -2 0 2 5 KEHANETLERİ - Geleceğin Tarihi
Peter Lorie Çev. Seda Çöl
TRUVA/POPÜLER
SAMİMİYSEN KONUSALIM
Dilek Kaykılar
LU CIFERD EN KADINLARA ŞEYTANI TAVSİYELER
Deniz S. Vincente
M EFİSTODAN ERKEKLERE ŞEYTANİ TAVSİYELER
Deniz S. Vincente
EV ERKEĞİNDEN SANAL SOHBETLER
Haluk Kesim - Aydın Denizci
BAFOM ETTEN HERKESE ŞEYTANİ TAVSİYELER
Deniz S. Vincente
EV ERKEĞİNDEN AŞK MASALLARI
Haluk Kesim - Aydın Denizci
SIRADAN SÖYLEMLERE KARİZMATtK CEVAPLAR
Polat Labar
DRUÎDLER’DEN YÜRÜTTÜĞÜM POPÜLER BÜYÜLER
Deniz S. Vincente
AÇI - Felsefi Kaçık Komedi
Abdullah Koçoğlu (Joker Abdul)
TRUVA/SAĞLIK
DİYET Mİ? NİYET Mİ?
Memduh Bayraktaroğlu
GÜZELLİĞİN SIRLARI
Sevgi Anık
TRUVA/SANAT
IŞIĞA TUTUNMAK
Bünyamin Aygün
ÇANAKKALE SAVAŞI KARİKATÜRLERİ
Halil Ersin Avcı
TRUVA /SİYASET
ŞEYTANA SON - Terörde Savaş Nasıl Kazanılır?
Richard Perle-David Frum Çev. Gökçe Kaçmaz
HAYDUT M İLLET - Dünyanın Bilmediği Amerika
Peter Scovven Çev. Attila Berkeoğlu
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE
Abdullah Şahin
KISIRDÖNGÜ - Türkiye’de Üniversite Ve Siyaset
Prof. Dr. Ali Arslan
CASUSLUK - 20. Yüzyılın En Büyük Casusluk Operasyonlan
Emest Volkman Çev. Sevda Kubilay-Melike Atik
6.
MODERN SAVAŞLARI KAZANMAK - Terörizm ve Amerikan İmparatorluğu
General Wesley K. Clark Çev. Attila Berkeoğlu
7.
SİSTEM DE ÇÖKTÜ İNSAN DA ÇÖKTÜ
Memduh Bayraktaroglu
8.
DARAĞACINDA BİR BAŞBAKAN - Menderes! Menderes!
9.
TARİHİN SEYRİNİ DEĞİŞTİREN GİZLİ AJANLAR
İsmet Bozdağ (3 Baskı)
Ernest Volkman Çev. Enver Günsel
10.
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ V E TÜRKİYE ÖZERİNE STRATEJİK ANALİZLER
11 .
AMERİKAN ÜSTÜNLÜĞÜ HAYALİ - Yanlış Kullanılan Amerikan Gücünün
Prof. Dr. Mahir Kaynak (4 Baskı)
12.
13.
Düzeltilmesi
George Soros Çev. Doğan Selçuk Öztürk
GİZLİ DÜNYA İMPARATORLUĞU - Dünyayı Yöneten Gizli Güçler
Jim Marrs Çev. Selim Yeniçeri (3 Baskı)
TARİH BOYU SAVAŞ V E STRATEJİ
E. Tuğgeneral Nejat Eslen (Genişletilmiş 3. Baskı)
14.
BAŞARISIZ BAŞARI - Bir İstanbul Macetası
15.
TAPINAĞIN GİZLİ KAPISI
16.
MASKELİ BALO - Türkiye, ABD ve Diğerleri
17.
PO IlTtKADA ŞİDDET
Ergun Göknel
Halil Ersin Avcı
Prof. Dr. Mahir Kaynak (2 Baskı)
Taha Akyol
18.
SIRLAR OPERASYONU -Terör mü? Politika mı? '
Jim Marrs Çev. Pınar Bulut
19.
KÜRESEL HAMLELER ANAHTAR STRATEJİLER
20.
BARIŞ İSTİYORSAN SAVAŞA HAZIR OL - Savaşta ve Banşta Stratejinin Mantığı
E. Tuğgeneral Nejat Eslen (Gözden Geçirilmiş 2. Baskı)
Edvvard N. Luttvvak Çev. Melike Atik
2 1.
HAYALET SAVAŞLARI
Steve Coll Çev. Enver Günsel
22.
İSTİHBARAT RAPORLARINA GÖRE İSRAİL'İN GAP SENARYOSU - Tevrat’ta
Yazılanlar Uygulamaya Mı Konuluyor? (2 Baskı)
Haşan Taşkın
23.
KARANLIĞIN SAVAŞÇILARI
24.
BAŞIMIZA ÇUVAL GEÇİRENLER
25.
ŞU DERİN DEVLET
26.
BEYAZ CAMIN KARA KUTUSU
Ernest Volkman Çev. Aslı Türk - Halime Çetin
Prof. Dr. Mahir Kaynak
Haşan Taşkın (3 Baskı)
Kadir Çelik (2 Baskı)
27.
KÜRESEL İSTİHBARAT - Günümüzde Dünya Gizli Servisleri
Paul Todd - Jonathan Bloch Çev. Enver Günsel
28.
2 0 0 0 YAŞINDA BİR DÜNYA GÜZELİ
29.
Ergun Göknel
' KONUŞAN TÜRKİYE
Murat Erdin
TRUVA/SOSYOLOJİ
A N A Y O L U N D A BATILAŞMAYA DA BATILILAŞMA - İstanbul'da Sosyal
Dr. İlbeyi Özer
MİLENYUM TARİKATLARI - Batı’da Yeni Dini Akımlar
Prof. Dr. Ali Köse
_
TRUVA/TARİH
SÜRGÜNDE Û Ç ÖLÜM - Enver, Talat ve Cemal Paşalann Bilinmeyen Yönleri
Emir Şekıp Arslan Haz. Ömer Hakan Özalp (4 Baskı)
CEHENNEM DEĞİRMENİ - Siyasi Hatıralanm
Rauf Orbay (2 Baskı)
H E D EFipC l SULTAlN n . ABDOLHAMlD - Bir Siyasi Tarih Denemesi
Dr. Vahıd Çabuk (2 baskı)
HAREM PENCERESİNDEN II. ABDÜLHAMtT
ismet Bozdag
KORT İSYANLARI
İsmet Bozdag
BİLİNMEYEN ATATÜRK —Celal Bayar Anlatıyor
tsmet Bozdag (4 Baskı)
TAKSİM E - Siyasette, Kültürde ve Sanatta Türk-Sovyet
g ^ A N T A N
Raşid Tacibayev
Em T e^T ^N IN
YAHUDİ SOSYALİSTİ - Avram Benaroya ve Faaliyetleri
LATİFE VE FİKRİYE - İKİ AŞK ARASINDA ATATÜRK - Atatürk'ün Başyaveri
Salih Bozok Anlatıyor
tsmet Bozdag (5 Baskı)
ATATÜRK’TEN H İÇ YAYINLANMAMIŞ ANILAR
Prof. Dr. Yurdakul Yurdakul (4 Baskı)
KUTSAL ERMENİ PAPALIĞI - Eçmiyazin Kilisesi’nde Stratejik Savaşlar
Prof. Dr. Alı Arslan
KAYIP TOPRAKLAR - Ortadoğu’da Türk Askeri
Burak Artuner
ATATÜRK’ÜN SOFRASI
Derleyen: Oğuz Akay (2 Baskı)
AVRUPA’YLA AŞKIMIZ
Burak Artuner
GAZİ - Fikriye’yle Neden Evlenmedi? Latife’yle Neden Evlendi?
Derleyen: Oğuz Akay
OSMANLI’DAN CUM HURİYETE RUM BASINI
Prof. Dr. Ali Arslan
hm ^Bozda'g^ HODR* METOANI * Atatürk’ten Soykınm İddialanna Cevaplar
ROSSLYN VE KUTSAL KASE’NİN SIRLARI
Mark Oxbrow - lan Robertson Çev. Enver Günsel
ORTADOĞU’DA IRKÇILIK VE KÖLELİK
Prof. Dr. Bernard Lewis
AVRUPA’DAN TÜRKtYEYE İKİNCİ YAHUDİ GÖÇÜ
Prof. Dr. Ali Arslan
HEDEF GELİBOLU
Oğuz Akay
NOTLAR
ORTADOĞU’DA
IRK ve KÖLELİK
BERNARD LEWIS
“Bugün Ortadoğu'daki çatışmanın arka planına yönelik eşsiz bir
rehber.”
Bölgede, çok uzun yıllar önce başlayan; savaşçı kölelerden, saray
hadımlarına ve odalıklara, oradan da toplu imha etmeye kadar uzanan
kölelik mirasını aydınlatan Bernard Levvis, romantik Ortadoğu mitini
ırksal ütopya olarak inceliyor. Yirmi dört adet, az bulunan ve bakanda
merak uyandıran illüstrasyon içeren bu sürükleyici çalışma,
Ortadoğu’daki kölelik kültürünü ve ırkçı ön yargıların evrimini inceli­
yor. Lewis, İslam’ın ayrımcılık yapmamayı öğretmesine rağmen dini
duyguların her zaman ağır bastığını gösterirken, geç antikiteden
yirminci yüzyıla kadar Afrikalıların nasıl muamele gördüğünü, nasıl
algılandığını ve haklarında neler düşünüldüğünü açıklıyor.
“Bu kitap, Bernard Levvis’in Ortadoğu araştırmalarının duayeni
olarak sahip olduğu ünü arttıracaktır.”
The New York Times Book Revievv
“Öncü bir çalışma.”
Magill’s Literary Annual
“Fazlasıyla okunmaya değer.”
The New York Revievv of Books
“Bay Levvis, İslam tarihi, edebiyatı ve hukuk felsefesi üzerine öyle
ayrıntılı, engin ve son derece bütünleşmiş bir bilgi birikimine sahip ki,
kolayca bir dönemin tamamına bakabilir veya tüm bağlamı kendi
başına tasarlayabilir.”
The Washingtorr Times
I S B N
• H m - - “1 7 5 - 1 2 - 5
1
R l l l l
9 789944 975124
y e n i s a y fail
#on-line alışveriş.
www.truvayayinlari.com
15,00 YTL
Download