İSTANBUL TİCARET ODASI SAĞLIKLI BESLENME, SAĞLIKLI YAŞAM Doç Dr. Huriye Wetlierilt Lalecan Beslenme Danışmanlık Hizmetleri YAYIN NO: 2004-07 İstanbul, 2004 © Bu eserin tüm telif hakları İstanbul Ticaret Odası'na (İTO) aittir. İTO'nun ve yazarının ismi kaydedilmek koşuluyla yayından alıntı yapmak mümkündür. Ancak, İTO'nun yazılı izni olmadan yayının tamamı veya bir bölümü, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, elektronik ortamlarda ticari amaçlarla kullanılamaz. Bu yayında kullanılan tanımlar ile malzemenin sunumu, İstanbul Ticaret Odası bakımından herhangi bir ülke, devlet, şehir, alan veya yetkililerin yasal statüleri ile bunun sınırlarının işaretlenmesine ilişkin olarak herhangi bir görüş bildirmez. İstanbul Ticaret Odası: 03.08 SAĞ Sağlıklı Beslenme, Sağlıklı Yaşam Huriye Wetherilt, İstanbul, 2004, 96 sayfa. 1.SAĞLIK ve SOSYAL HİZMETLER ISBN-975-512-806-9 Türkçe Reşadiye Cad. Eminönü/İstanbul İTO BİLGİ HATTI (212)4556161 www.ito.org.tr İTO yayınları için ayrıntılı bilgi Bilgi ve Doküman Yönetimi Şubesi'nden alınabilir. Tel : (212) 455 63 29 Faks: (212) 512 06 41 E. Posta: [email protected] Web: www.ito.org.tr BASKI Kelebek Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Litros Yolu Nevzat Fikret Koru Holding Binası No.4/1 A Topkapı / İSTANBUL Tel: (0.212)612 48 35 Pbx ÖNSÖZ Beslenme, yaşamımızın her devresinde bedensel ve ruhsal sağlığımızı ve dolayısıyla kişiliğimizi, verimliliğimizi ve mutluluğumuzu doğrudan etkileyen en önemli unsurdur. "Sağlıklı Beslenme, Sağlıklı Yaşam" isimli çalışma ile, çok yoğun bir çalışma temposu içindeki iş dünyasına gerekli temel bilgi ve pratik yöntemleri ileterek, dengeli, yeterli ve sağlıklı beslenme çabalarına yardımcı olmak amaçlanmıştır. Yeterli ve dengeli beslenen kişi hareketli ve üretkendir; kafası işler; yapıcıdır, olumludur ve uyumludur; sorunları umutsuzluğa kapılmadan daha çabuk çözer ve böylece gerek iş gerekse aile hayatında daha başarılı olur. Odamız; gıda sağlığı, hijyen ve sağlıklı beslenme gibi konularla yakından ilgilenerek halkımızı bilgilendirmek üzere ilgili kurum ve kuruluşlarla ilişkilerini sürdürmekte ve diğer ilgililere yardımcı olmak, çalışmalarına katkıda bulunmak üzere araştırmalar, etütler, incelemeler ve seminerler yapmaktadır. Elinizdeki rehber yayınımızda, hem beslenme hem de güncel terminoloji ve hastalıklar konusunda açıklayıcı bilgiler olabildiğince mesleki uzmanlık dilinden farklı olarak daha anlaşılır bir anlatımla verilmeye çalışılmıştır. Bu kapsamda hazırlanan "Sağlıklı Beslenme, Sağlıklı Yaşam" isimli çalışmayı gerçekleştiren Doç. Dr. Huriye Wetherilt'e teşekkür eder, çalışmanın tüm üyelerimize ve konuyla ilgili herkese faydalı olmasını dilerim. Genel Sekreter Dr. Cengiz ERSUN İÇİNDEKİLER Sayfa 1 .YETERLİ VE DENGELİ BESLENME Dengesiz Beslenme Yetersiz Beslenme Besin Maddeleri Beş Besin Grubu Vitamin ve Mineral Yetersizlikleri, Preparat Kullanımı 2.DOĞAL ANTİOKSİDANLAR VE YAŞAM KALİTESİ Oksidanlar ve Zararları Antioksidanlar, Yararları ve Kaynakları 1 1 2 4 9 13 16 16 17 3.BESLENME VE CİLT SAĞLIĞI 22 Aşırı Şeker ve Rafine Nişasta Aşırı Tuz ve Elektrolit Dengesi Oksidasyon Etkin Besin Maddeleri Öneriler 23 23 24 24 27 4.YAŞLILIĞIN ÖNLENMESİ VE AKDENİZ DİYETİ 27 Yaşlanma Mekanizması Akdeniz Diyetinin Uzun Yaşam Üzerine Etkileri Akdeniz Mutfağının Özellikleri 27 32 33 5.BESLENME VE ZİHİNSEL İŞLEVLER Zihinsel İşlevler Açısından Önemli Besin Maddeleri Zihinsel İşlevler için Zararlı Besinsel Etmenler Akıl Sağlığı için Beslenme Çocukluk Çağında Zihinsel Gelişimin Desteklenmesi Beslenmeyle ilgili Sorunlar ve Risk Grupları Bazı Ruhsal/Zihinsel Sorunlarda Beslenme 42 42 44 45 46 48 48 6. DİABETTE BESLENME VE GLİSEMlK INDEX Yağlı ve Karbonhidratlı Besin Tüketimi Glisemik İndeks Tatlandırıcılar Örnek Değişim Listesi Örnek Diyet Listesi 7.KOLESTEROL VE BESLENME Kolesterol ve Kalp-Damar Hastalıkları İlişkisi Homosistein, Etkileri ve Önlenmesi Besinlerle Alınan Kolesterolün, Kan Kolesterolüne Etkileri Kolesterol Düzeyini Etkileyen Besinsel Faktörler Risk Altında Kişiler için Beslenme Önerileri 8.KANSER VE BESLENME Kanser ve Nedenleri Kanser ve Beslenme İlişkisi Kanserde Etkin Besin Maddeleri Besinleri Saklama, İşleme, Pişirme Yöntemleri ve Kanser Kanserden Korunma için Öneriler 9. TOKSİNLER VE TEMİZLEME DİYETLERİ (DETOX) Toksinler ve Vücutta Etkileri Temizlik Diyetleri lO.SAĞLIKLI BESLENME İÇİN BAZI ÖNERİLER 52 53 53 57 58 60 62 62 65 65 66 70 72 72 73 74 80 82 83 83 84 85 1. YETERLİ VE DENGELİ BESLENME Neden yeterli ve dengeli beslenme? Beslenme, yaşamımızm her devresinde beden sağlığımızı, ruhsal durumumuzu, toplum içinde başarılı ve verimli olmamızı en çok etkileyen çevresel faktördür. İnsanın büyüyüp gelişmesi, sağhklı ve verimli olarak yaşamını sürdürebilmesi için besinlerde bulunan enerji ve besin maddelerini (protein, yağ, karbonhidrat, vitaminler, mineraller ve su) yeterli ve dengeli miktarlarda alıp vücudunda kullanması gerekir. Dengesiz Beslenme Şişmanlık (obesite), uzun süre harcanandan çok enerji alımı sonucu vücudun yağ kütlesinin yağsız kütleye oranının artması durumudur. Ancak, şişmanlıkta genetik ve hormonal faktörler de etkilidir. Günümüzde şişmanlığın tarifinde k u l l a n ı l a n ' b e d e n kitle i n d e k s i ' [BKI=Ağırlık ( k g ) / b o y ( m 2 ) ] değerlendirildiğinde, BKFi 25'in üstünde olanlar kilolu, 30'un üzerinde olanlar şişman olarak kabul edilmektedir. Ancak kişinin kas ağırlığı ve kemik yapısı normalin üstündeyse, daha yüksek BKI düzeylerinde de sağlıklı bir bedene sahip olabilir. Şişmanlığın sağlık üzerinde olumsuz etkisi özellikle yağ dağılımı ile ilgilidir. Yağ vücudun üst bölümünde birikirse kalp hastalıkları riski artmaktadır. Bu nedenle, bel/kalça çevresi oranının erkekte 1.0; kadında ise 0.8'in üzerinde olması tehlikeli şişmanlık olarak kabul edilir. Ülkemizde özellikle büyük şehirlerde, şişman insan sayısı ve buna bağlı olarak görülen kalp-damar ve diabet vakalarının görülme sıklığı artmaktadır. Bunun başlıca nedenleri arasında kentsel yaşamın getirdiği hareketsizlik; işlerin sahada değil, masa başında, bilgisayar karşısında yapılması; spora ve yürüyüşe zaman ayıramama; gündüz öğün atlayıp, gece yemeğine ağırlık verilmesi; stres altında atıştırma; zaman darhğından yiyecekleri hızlı yeme alışkanlığının yerleşmesi; uzun süren iş yemekleri; fast food ve mangal tarzı beslenmenin yaygınlaşması sayılabilir. Gereğinden fazla yiyen kişiler, harcadığından fazla enerji alarak şişmanlar. Bu dengesiz beslenmedir ve sonucunda kalp-damar hastalıkları, şeker, gut, kanser, yüksek tansiyon, varis, bağışıklıkta aksama ile ruhsal sorunların olasılıkları artar. Kilo artışı görüldüğü zaman, tatlılar, beyaz ekmek, hamur işleri, yağlı yiyecekler, kızartmalar ve şekerli meşrubat miktarı azaltılıp sebze ve meyve miktarı artırılmalıdır. Kişi acıkmadığı zaman, ikramları geri çevirebilmeli, tıka basa doymadan sofradan kalkabilmeHdir. Çok hızh yememeli, her lokmayı yavaş yavaş çiğneyerek ve tadını alarak yutmalıdır. Böylece daha az gıdayla doyduğunu görecektir. Ayrıca kişi, yürüyerek gidebileceği yere vasıtayla gitmezse günlük yürüyüşleri ve eğer imkan varsa yaşına uygun bir sporu alışkanlık haline getirirse obesitenin önlenmesinde çok yarar sağlanabilir; çünkü, enerji harcaması hareket esnasında artması yanında hareket sonrası da gün boyunca daha hızlı olmaktadır. Yetersiz Beslenme Bir otomobilin çalışabilmesi için nasıl benzin gerekliyse, vücudumuzun çalışabilmesi için de enerji gereklidir. Bazı kişiler ise çeşitli nedenlere bağh olarak gerektiğinden az enerji ve besin maddesi tüketirler. Yetersiz beslenen bu kişilerde büyüme/gelişme geriliği, kas/kemik kaybı, kalp yetmezliği, zihinsel bedensel güç ve verimlilikte azalma, hormonal dengesizlikler, adet kanamalarında aksamalar, kansızlık, mikrobik hastalıklara dirençsizlik, vücutta zararlı toksik maddelerin birikimi, bağırsaklarda yaygın maya sorunları yanında anoreksia nervosa, bulumla ve bunalım gibi psikolojik temelli sorunlar görülebiUr. Bu nedenlerle, bir manken gibi aşırı zayıf olmaya özenmek yerine, beden kitle indeksininin [Ağırlık (kg)/boy (m2)] 21-24 arası bir değerde olmasının amaçlanması, ruh ve beden sağlığı için daha yararlıdır. Eğer kişi, fiziksel aktivitesine göre yeterince yüksek kalorili gıdalar tükettiği halde, yağ ve kas azlığından şikayetçiyse, hormonal veya nörolojik sorunların araştırılması gerekir. Tablo 1. Ortalama boy ve kiloda, değişik yaş ve cinsiyette kişilerin günlük enerji gereksinimleri (FAO) yaş ağırlık (yıl) (kg) boy (cm) ortalama enerji gereksinimi (kg başına) (1 günlük) Bebekler 0-0.5 0.5-1.0 6 9 60 71 108 98 650 850 Çocuklar 1-3 4-6 7-10 13 20 28 90 112 132 102 90 70 1300 1800 2000 Erkekler 11-14 15-18 19-24 25-50 51+ 45 66 72 79 57 157 176 177 176 173 55 45 40 37 30 2500 3000 2900 2900 2300 Kadmlar 11-14 15-18 19-24 25-50 51 + 46 55 58 63 65 157 163 164 163 160 47 40 38 36 30 2200 2200 2200 2200 1900 Hamileler İlk 3 ay ikinci 3 ay üçüncü 3 ay O +300 +300 Emzirenler ilk 6 ay ikinci 6 ay +500 +500 Ancak kişilerin enerji gereksinimleri metabolizmalarmm hızma ve aktivitelerine bağlı olarak bireysel farklılıklar gösterebilir. Genelde 70 kg ağırlığında bir erkeğin değişik aktivitelerde harcadığı ortalama enerji miktarı uykuda 70 kcal; otururken 110 kcal; ayakta 140 kcal; giyim, traş vb için 200 kcal; y ü r ü m e için 400 kcal; k o ş m a için 520 kcal k a d a r d ı r . Besin Maddeleri Enerjinin yanında, vücudumuzun sağlıklı çalışması, büyüyüp gelişmesi, yapımı, onarımı ve korunması için çoğu gözle görünmeyen maddeler gereklidir. Bu hayati maddelere, yiyecek ve içeceklerimizde saklı oldukları için, besin maddeleri veya besin öğeleri denir. Sağlıklı yaşam için önemli olduğu saptanan 40 kadar besin maddesi vardır. Yapılarına ve vücuttaki görevlerine göre 6 grupta toplanırlar. Bunlar; proteinler, karbonhidratlar (nişasta, şeker ve posa), yağlar, vitaminler ve sudur. Besin maddeleri, değişik besinlerde farklı miktarlarda bulunurlar ve hiç bir gıda hepsini birden tek başına içermez (bebekler için anne sütü hariç). Bu nedenle mümkün olduğunca farklı türde gıda tüketilmesi önemlidir. Proteinler Kas, deri, kan, kemik, enzim, bazı hormonlar ve bağışıklık sistemi elemanlarının temel yapı maddeleri olup, yeni dokuların yapımı ve eski dokuların onarımı için elzemdirler. Bazı yağları, vitaminleri ve mineralleri emilim sonrası kanda hücrelere taşırlar. Yetersizliğinde, mikrobik hastalıklar, dirençsizlik, kanda taşınamadıkları için vitamin mineral eksiklikleri ve kas kaybı görülür. Kalp de bir kas dokusu olduğundan uzun süreli protein yetersizliğine maruz kalan kişilerde, daha sonra iyi beslenselerde kalp yetmezliği ortaya çıkmaktadır. Çünkü kalp hücreleri belli bir yaştan sonra rejenere olamazlar. Proteinlerin emilim ve vücuttaki kullanılabilirlikleri, yapılarını oluşturan elzem amino asitlerin oranına göre değişir. İnsan için en iyi protein kalitesi anne sütü ve yumurtada bulunur. Hayvansal proteinlerin (et ve süt kaynaklı) biyoyararlılıkları (sindirilmeleri ve kullanımları), bitkisel kaynaklılara göre daha iyidir. Ancak, kurubaklagiUer (fasulye, nohut, mercimek, soya fasulyesi vb), tahıllarla (buğday, çavdar, bulgur, yulaf vb) birlikte tüketilirlerse, protein değerleri etinkine yaklaşır. Karbonhidratlar Yaşamak ve hareket etmek için gerekli olan enerjiyi sağlarlar. Karbonhidrat alımı günde 60 g'ın altına düşerse, enerjinin büyük kısmı yağ ve proteinlerin yakılmasıyla elde edilir ki bu durumda vücudumuz için zararlı keton cisimler ortaya çıkar. Bugün Dünya'da 'Atkins Diyeti' olarak bilinen zayıflama rejimi bu esasa dayanır. Çay şekeri ve beyaz un saf karbonhidrattır ve enerjiden başka hiç bir yarar sağlamaz. Dolayısı ile şekerlemeler, hamur tatlıları, beyaz unla yapılmış ekmek, kurabiye, açma, bisküit gibi saf karbonhidratlar, aşırı insulin salgılatarak, diabet ve obesite gibi sorunlara zemin hazırlayabilir. Tahıl taneleri, tam tahıl unları ve bunlardan yapılan ekmekler, kurubaklagiUer ve meyvelere; vitamin, mineral, posa ve diğer bazı yararlı öğe içeriklerinden dolayı kompleks karbonhidrat kaynakları diyoruz. Karbonhidrat ihtiyacımızı, şeker ve un yerine, tahıl, kurubaklagil, kök sebzeleri ve meyvelerden temin edersek, daha dengeli beslenmiş oluruz. Kompleks karbonhidratlar düşük glisemik indeksli o l d u k l a r ı n d a n yani h i p e r i n s ü l i n e m i y e neden olmadıklarından diabet ve obesite riskini azaltırlar. Ayrıca posa içerikleriyle bağırsak hareketlerini düzeltir, bağırsaklardan kanserojen madde ve kolesterol emilimini azaltırlar. Yağlar Yağlar, karbonhidrat ve proteinlerin 2 katı enerji verir. Yastık vazifesi görerek vücudu soğuk ve darbelere karşı korurlar. Yağda eriyen vitaminleri taşırlar ve bunların bağırsaklardan emilimini sağlarlar. Midede uzun süre kaldıklarından tok tutarlar. Hayvansal yağlar, kakao ve hindistan cevizi yağları doymuş; z.yağı, ayçiçek, mısır özü ve soya yağları ise doymamış yağ asitlerince zengindir. Diyetimizle hiç doymuş yağ almasak da organizma bu yağları karbonhidrat ve proteinlerden yapar. Bitkisel yağlarda veya balık yağlarında bulunan bazı yağ asitleri vücudumuzda yapılamazlar ve bu nedenle diyetle alınmaları şarttır. Bu 'elzem yağ asitleri', beyin gelişimi (özellikle gri hücreler) ve işlevleri, retina ve sperm yapımı, prostaglandin sentezi, kolesterol metabolizması, menstruasyonun düzenlenmesi ve derinin su geçirgenliğinin önlenmesi gibi önemli fonksiyonlar için gereklidir. Elzem yağ asitleri, anne sütünde, bebeklerin beyin gelişimini sağlayacak düzeydedir. Ancak bebek mamalarmda miktarları düşüktür. Bu nedenle, anne sütü ile beslenen çocuklar, zeka potansiyellerini daha iyi değerlendirebilmektedir. Vitaminler Organizmada binlerce kimyasal işlemin vücut sıcaklığında oluşabilmesi için gerekli olan vitaminler, besinlerden enerji sağlanması, hücre sağlığı, kan yapımı ve bağışıklık sisteminin çalışması gibi her tür yaşamsal tepkime için gereklidir. Vücudumuzda yapılmadıklarından besinlerimizden çok az miktarlarda ama mutlaka alınması gereken öğelerdir. Enerji değerleri yoktur. Vitaminler besinlerde değişik miktarlarda bulunur. Bazıları sütte; bazıları et, yumurta ve kurubaklagillerde; bazıları sebze ve meyvelerde, bazılar ise tahıllarda çoktur. Vitamin ve mineral yetersizlikleri genelde kendini halsizlik, dikkatsizlik, asap bozukluğu, kansızlık, baş dönmesi, iştahsızlık, cilt sorunları ve uykusuzluk şeklinde gösterebilir Yetersizliklerinde büyüme / gelişmede yavaşlama, çeşitli hastalıklar, kansızlık, kemik kaybı gibi sorunlar ve bağışıklık sisteminde aksamalar ortaya çıkar; kalp-damar hastalıkları, diabet ve kanser gibi bir çok hastalığa zemin hazırlanmış olur. Vitamin E, C, B6, folik asit, beta-karoten (provitamin A) günlük gereksinimin üzerinde dozlarda alındığında antioksidan olarak etkinhk gösterirler. Yağda eriyen vitaminler, yağlı besinlerle birlikte alınmazlarsa emilemeyip, kullanılmadan atılırlar. Suda eriyen vitaminler ise, pişirme suyuna geçtiklerinden, bu sular atılırsa kayba uğrarlar. Bazı vitaminler ısıya ( D, E, CBl, B6, biotin, folik asit) bazıları ışığa (A, D, E, K, B2, B12, folik asit) veya havayla temasa (A, D, E, C, Bl, B12, folik asit), bazıları da asit (A, K, B5, folik asit) veya kalevi (D, K, C, Bl, B2, B5) ortamlara hassastır. Pişirme yöntemleri arasında en iyi vitamin korunumu basınçlı tencerede veya çelik tencerede az suda pişirmeyle veya kısa sürede buharla pişirme ile elde edilmektedir. A, D ve B6 vitaminleri yüksek dozlarda ahmrlarsa toksik etki yapabilirler. C vitamini de günde 6 gr. üstünde almdığmda karaciğer toksisitesi yapabilmektedir. Ancak, besinlerimizle toksik dozlarda vitamin almak mümkün değildir. Bilinçsizce alman vitamin preparatlarıyla ortaya çıkabilir. B12 vitamini, mideden salgılanan bir protein olan 'intrinsik faktör' olmadığı takdirde emüemez. Bu da geriye dönüşü olmayan sinir harabiyetine ve kalpdamar hastairklarının başlıca nedenlerinden biri olan 'homosistein' düzeyinin kanda yükselmesine neden olabilir. Nüfusun %4-5'inde, genetik nedenlerle veya özellikle mide sorunları veya tenya paraziti taşıyan kişilerde, intrinsik faktör yetersizliği görülebildiğinden kişinin hiç olmazsa hayatta 1 kere kan B12 vitamini düzeyine baktırması önerilir. Mineraller Mineraller, yapı taşları (kemik, kan), h o r m o n l a r ı n parçası ve de vücudumuzdaki kimyasal tepkimelerde yardımcı olarak organizmada binlerce görev üstlenir. Enerji değerleri yoktur. Kalsiyum, demir ve çinko gibi yaşam kalitemizi en çok etkileyen 3 mineral, bitkisel kaynaklardan sağlandığında vücudumuzda kullanılamamaktadır. Bunlar, tahıllarda fıtatlara, sebzelerde de okzalatlara bağlı olduklarından büyük kısımları bağırsaktan emilmeden atılmaktadır. Kalsiyum, vücudumuzda en yüksek miktarda bulunan madensel maddedir. Kemik ve dişlerin yapısına girer; normal kalp atışı, kanın pıhtılaşması, kasların ve sinir sisteminin çalışması için gereklidir. Büyüme çağında, hamilelikte, emziklilikte ve yaşlılıkta gereksinim artar. Kalsiyumdan yararlanabilmek için D vitamini, dolayısıyla güneşten yararlanmak şarttır. Bu mineral bir çok besinimizde bulunur ancak vücudumuz bütün besinlerdeki kalsiyumu tam olarak kullanamaz. Süt, peynir ve yoğurttaki kalsiyum, vücudumuzda en iyi şekilde değerlendirildiğinden gereken düzeyde kalsiyum alabilmemiz için süt ve ürünlerinden yeterince tüketmemiz önemlidir. Hayvan kemikleri de iyi kalsiyum kaynağıdır. Eğer tavuk ve etten artan kemikleri, biraz sirkeli veya limonlu su ile kaynatır ve bu suyu yemek ve çorbalarda kullanırsak, bu çok önemli minerali ekonomik olarak temin etmiş oluruz. Çocuklarda kalsiyum yetersizliğinde, dişler ve kemikler normal gelişemez. büyüme yavaşlar. Hamilelikte ve emziklilikte kalsiyum ihtiyacı çok artar. Anneler bu dönemlerde yeterince kalsiyum almazlarsa, ilerki yaşlarda osteopeni ve osteoporoz gibi kemik yıkımı sorunları ortaya çıkar. Kalsiyum kadınlık hormonu olan estrojen varlığında kemik yapısına girdiği için, menapoz sonrası kemik yıkımı genelde artar. Bu nedenle, menapoz öncesi, kalsiyumdan yeterli beslenerek kemikleri menapoza hazırlamak gerekir. Son yıllarda yapılan araştırmalar, Alzheimer hastalığı olan kişilerin beyin plakalarında kalsiyum yerine alüminyum biriktirdikleri saptanmıştır. Beyinde alüminyum birikiminin kalsiyumdan yetersiz beslenildiğinde gerçekleştiği sanılmaktadır. Bu açıdan yaşamın her evresinde kalsiyumdan yeterli düzeyde beslenmenin önemi daha da artmaktadır. Demir kanımızın yapısında vardır. Eğer yeterli miktarda demir alamazsak, kan yapımı aksar, bedenimiz havadaki oksijenden tam yararlanamaz, kendimizi halsiz ve yorgun hissederiz; canlılık ve verimliliğimiz, hastalıklara karşı direncimiz azahr. Demir yetersizliğine bağh kansızlık (anemi), daha çok üretken çağdaki kadınlarda, hamilelerde, çocuklarda ve ilk 4-5 aydan sonra ek gıda almadan yalnız ana sütüyle beslenen bebeklerde görülür. Bağırsak parazitleri, müzmin mikrobik hastalıklar, kanamalı hastalıklar ve bağırsaktan demir emiliminin eksik olması da demir yetersizliği anemisinin nedenlerindendir. Özellikle bu durumlarda beslenme yoluyla aldığımız demirin yeterli olmasına dikkat etmeliyiz. Aşırı kansızlıkta, bir doktora başvurarak demir ilaçlarıyla desteklenmek gerekebiUr. Demir, karaciğer, dalak, et, yumurta sarısı, pekmez, tahin, kurubaklagiUer, yeşil yapraklı sebzeler, buğday ve kuru yemişlerde yüksek oranda bulunur. Vücudumuz et, balık, tavuk, karaciğer, dalak gibi hayvansal kaynaklı gıdalarda bulunan demirden yüksek oranda yararlanır çünkü bunların bağırsaklardan kana emilimi yüksektir. Ancak, bitkisel besinlerden gelen demiri çok az kullanabilir çünkü bu besinlerde demirin kana emilmesini önleyen maddeler vardır. Örneğin, ıspanakta çok demir olmasına karşın, bu demir bağırsaklardan kanımıza geçemez. Bu nedenle demir ve çinko için et, balık, tavuk; kalsiyum için süt ve ürünleri ile kemik suyu tüketmek gereklidir. Tam buğday unundan yapılan ekmek de bu mineraller için iyi bir kaynaktır: ekmek mayası fîtatları yok ettiğinden, ekmek yapılırken, demir ve çinkonun emilimi artmaktadır. Bitkisel besinler, C vitamini ile birlikte tüketildiklerinde içerdikleri minerallerin biyoyararlılığı (emilim ve kullanılabilirlikleri) iyileşmektedir. Demir, çinko ve kalsiyum, bağırsaklardan emilim için yarıştığından etlerin süt ürünlerinden farklı zamanlarda tüketilmesi, kansızlık riski altında olanlar için yararlı olabilir. Ülkemizde, Karadeniz'in iç bölgelerinde, hava, su ve toprakdaki iyot yetersiz olduğundan guatr hastalığı sık görülmekteydi. Ancak günümüzde iyotlu tuz kullanılmasıyla bu sorunun önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Beş Besin Grubu Ancak hangi türden gıdayı ne miktarda tüketelim ki sağlıklı yaşamın sihirli anahtarları olan bu besin maddelerini yeterli ve dengeli bir düzeyde alalım? Gözle görülmeyen besin öğelerini yeterince aldığımızdan nasıl emin olabiliriz? Beslenme uzmanları, bu amaçla 'besin grupları' sistemini geliştirmişlerdir. Bu sistemde, besinler genelde 5 grup altında toplanır ve aynı grup içindeki besinler aynı türden besin maddelerini sağlarlar. Beslenmemizin yeterli ve dengeli olabilmesi için aşağıda verilen her gruptan önerilen miktarda besin tüketilmeye çalışılmalıdır. Kilo sorunu olanlardan veya ailelerinde sık diabet görülenlerden şeker ve tatlılardan uzak durmaları istenir. Şekil 1. Besin Grupları Piramidi Et Grubu Gruptaki başlıca besinler, et, tavuk, balık, yumurta, karaciğer, mercimek, nohut, kuru fasulye, soya fasulyesi ve fındıktır. Et grubu, protein, demir, çinko ve bazı B grubu vitaminlerinin kaynağı olduğundan bizlere kas, kan, kemik, bağışıklık sistemi ve metabolizma için hayati önem taşıyan maddeleri sağlar. Günde 2 porsiyon önerilir. Vejeteryanlar, bu gruptan yumurta veya mercimek, nohut, fasulye gibi kurubaklagiUeri seçebilirler. Kalp-damar hastalıkları riski olanlar için de balık ve kurubaklagiUer uygundur. Süt Grubu Bu grupta süt, yoğurt, peynir, dondurma ve diğer sütlü tatlılar yer alır. Bizlere kalsiyum, A, B2 vitamini ve protein sağlarlar. Süt ve ürünleri, büyüme/gelişme ve kemik yapımı için çok önemli olduğundan yetişkinler günde en az 3, çocuklar 4 porsiyon, gençler, hamileler ve emzirenler ise 5 porsiyon tüketmelidirler. Bir porsiyon, 1 bardak süt, 1 kibrit kutusu peynir (35-40 g) veya 1 bardak yoğurda eşittir. Tahıl Grubu Gruptaki besinler, ekmek, tahıl taneleri (buğday, pirinç, mısır, yulaf, çavdar, bulgur) ve bu tanelerden yapılan un ve ekmeklerdir. Bizlere enerji, Bl, B2, B6, E vitaminleri, mineraller, posa ve protein sağlarlar. Ancak, buğday beyaz un haline getirildiğinde, sağlığımız için bu çok önemli besin maddelerini kaybeder. Bu nedenle, temel besinimiz olan ekmeğin, tam buğday unundan yapılmış olmasına özen gösterirsek, daha sağlıklı besleniriz. Bu durum diğer tahıllardan yapılan unlar için de geçerHdir. Pirinç de kabuklarından arındırılıp, beyaz pilavlık pirinç haline getirildiğinde, besin maddelerinin çoğunu kaybeder. Bulgur ise tam buğday tanesinden üretildiğinden pirince göre daha besleyicidir. Günde 4 porsiyon önerilir. Bir porsiyon, 1 dilim ekmek veya 1 küçük kepçe pişmiş pirinç, bulgur ve makarnaya eşittir. Ancak, kilo fazlası olanlar daha küçük, enerji ihtiyacı olanlar daha büyük porsiyonlar kullanabilirler. Meyve ve Sebze Grubu Beslenme uzmanlarmm bazıları meyve ve sebzeleri iki ayrı grup altında toplarlar. Ancak, içerdikleri besin öğelerinin benzerliğinden dolayı, genel eğilim meyve ve sebzeleri aynı grup altında toplamaktır. Bu grup bize genç kalarak uzun bir yaşam sürebilmemiz için gerekli olan antioksidan vitaminleri (C ve B2 vitamini, beta-karoten, folik asit) ve biyoflavonoidleri; potasyum, magnezyum gibi kalp sağlığı için önemli mineralleri ve posayı sağlar. Özellikle maydanoz, roka, tere, kara lahana, ıspanak gibi yeşil yapraklı sebzeler, karnabahar, lahana ve brokoli, bu besin maddelerini yüksek oranda içerirler. Ancak sebzelerin mümkünse çiğ olarak yenmesi veya az suda, kısa sürede pişirilmeleri, öğelerin korunması açısından çok önemhdir. Besin maddelerinin önemli bir kısmı pişirme sularına geçtiğinden, bu sular atılmayıp, çorbalara katılabilir. Meyveler de taze olarak tüketilmeli; posalarından yararlanabilmek için, mümkünse meyve suları olarak değil, olduğu gibi yenmelidir. Zirai ilaç kalıntılarından korunabilmek için meyveler ya çok iyi yıkanmalı veya kabukları soyularak tüketilmelidir. Sebze ve meyvelerin, turfanda olanları yerine mevsiminde bol olanları tercih edilmeli, günde en az 5 porsiyon tüketmeye özen gösterilmelidir. Şeker ve Yağ Grubu Gruptaki besinler arasında tereyağ, sıvı yağlar, margarin, fındık, fıstık, ceviz, pekmez, tahin, reçel, bal, şeker, tatlılar ve meşrubat sayılabilir. Yüksek enerji sağladıklarından bu gruptaki besinler için önerilen porsiyon adedi, kişinin enerji harcamasına göre ayarlanır. Eğer kişi, ilk 4 gruptan yeterince enerji sağlayabiliyorsa şekerli gıdalar yemesine gerek yoktur. Şeker, hamurişi tatlılar ve şekerli meşrubat enerjiden başka hiç bir besin öğesi içermeyen boş gıdalardır. Gereksiz tüketilmeleri, diş çürümesi, obesite ve ileri yaşlarda şeker hastalığına yol açabilecek insulin direncine zemin hazırlar. Bunun yanında, metabolizmaları hızlı çalışan, büyüme/gelişme çağında olan, ağır işlerde çalışan veya ağır spor yapan kişilerin beslenmesinde ise, enerjinin gereksinime yetecek düzeyde olması çok önemlidir. Çünkü vücudumuz, enerji yetersiz olduğunda proteinleri de enerji olarak kullanır. Bu durumda, yağların yanında kas kaybı da görülür. Kalp de bir kas dokusu olduğundan enerjiden yetersiz beslenen kişilerde ileride kalp yetmezliği görülebilir. Pekmez, tahin, fmdık, fiştik gibi besinler, hem enerji verip hem de besin maddelerinden zengin olduklarından, enerji gereksinimi yüksek olanlar için uygundur. Yağlar; et, süt, tahıl grubundaki besinlerde ve kabuklu yemişlerde de bulunduğundan bunları diğer besin gruplarını tüketerek almak mümkündür. Ancak, sıvı yağlarda bulunan bazı büyüme faktörleri, özellikle bebek ve çocukların normal büyüme ve gelişmeleri için gereklidir. Bu nedenle, çocukların diyetlerinde balık yağları, soya, mısırözü ve ayçiçek yağları, findik, badem, ceviz gibi kabuklu yemişlerin bulunması yararlıdır. Bu gruplardan önerilen oranlarda besinler kullanarak, yeterli ve dengeli beslenmeyi sağlayabiliriz. Aşırı kilolu olanlar, ilk 4 gruptan önerilen miktarları aynen uygulayıp, 5. grubu kısıtlamalıdırlar. Aksi takdirde, dengesiz rejimin zararlarını görürler. Bunun yanında, metabolizmaları hızlı çalışan, büyüme gelişme çağında olan, ağır işlerde çalışan veya ağır spor yapan kişilerin beslenmesinde ise enerjinin vücut gereksinimine yetecek düzeyde olması çok önemlidir. Bu kişiler, aldıkları proteinleri doku ve kas yapısı olarak kullanabilmek istiyorsa, enerji veren 5. gruptan daha fazla tüketmelidir. Çünkü vücut, enerji yetersiz olduğunda proteinleri de enerji olarak kullanır. Bu durumda yağların yanında kas kaybı da görülür. Özellikle sporcuların protein, çinko, demir ve kalsiyum gibi önemli minerallerden yeterli düzeyde beslenmeleri için et, balık, tavuk, yumurta, mercimek, fasulye, nohut, karaciğer, süt, yoğurt, peynir ve findik gibi besinleri tüketmeleri, ama bu besinlerden aldıkları proteinleri koruyabilmek için şeker ve yağ grubu besinlerinden de yeterince almaları gerekir. Tüm gıda gruplarının kısıtlandığı dengesiz diyet uygulamalarında, kas kaybı, protein ve mineral yetersizliği, kansızlık, vitamin yetersizliği, kemiklerin zayıflaması, büyüme-gelişme bozukluğu, bağışıklık sisteminin bozulması sonucu mikrobik hastalıklara yatkınlık, yaygın mantar enfeksiyonları, depresyon, hormonal aksaklıklar- cinsiyet hormonlarında ve menstruasyonda aksamalar, tiroid bezinin yavaş çalışması, böbrek üstü bezlerinde aksamalar, vücut enerji harcama dengesinin bozulması, beslenme bozukluğuna bağlı psikolojik hastalıklara yakalanma gibi ciddi sorunlar yaşanabilir. Vitamin ve Mineral Yetersizlikleri; Preparat Kullanımı Vitaminler ve mineraller besinlerde değişik miktarlarda bulunur. Bazıları sütte, bazıları et, yumurta ve kurubaklagillerde, bazıları sebze ve meyvelerde, bazıları ise tahıllarda çoktur. Besinlerini 5 besin grubunda önerilen şekilde ve miktarlarda tüketen kişilerin ek olarak alınan vitamin ve minerallere gereksinimi kalmaz. Ancak kentleşme, hızh yaşam koşulları, fast food tarzı beslenmenin yaygınlaşması, ana besinimiz olan ekmeğin rafinasyonu sırasında özellikle B grubu vitaminlerini yitirmesi, beslenme bilincinin yetersiz olması d u r u m l a r ı n d a n o r m a l diyetimizle yeterince v i t a m i n / mineral alamıyabiliyoruz. Özellikle, büyüme/gelişme çağındakilerde, yani çocuklarda, hamile ve emzikli kadınlarda, yaşlılarda, alkoliklerde, aşırı sigara kullananlarda, hormon kullanan kadınlarda, mide-bağırsak sorunları olanlarda, zayıflamak için diyet yapanlarda bu yetersizlikler sıkça görülebiliyor. Örneğin, TÜBİTAK'ta yapmış olduğumuz geniş kapsamlı bir çalışmada, Marmara, İç Anadolu ve Doğu Anadolu Bölgelerinde 7-17 yaş arası 960 çocuğun kanında vitamin ve mineralleri saptadık. Bu araştırma sonuçlarına göre, çocuklarımızın %90'ının B2, %83'ün B6; %55'inin D; %43'ünün C vitamini; % 23'ünün folik asit; %22'sinin E vitamini, %20'sinin Bl; ve %16'sının çinko'dan yetersiz beslendiği saptandı. Araştırma kapsamına ahnan çocukların %54'ünün de kansız olduğu belirlendi. Yine TÜBİTAK'ta İstanbul ve Kocaeli çevresindeki gebe ve emzikli annelerle yaptığımız bir başka çalışmada, gebelerin %28'inde, emziklilerin %24'ünde kansızlık bulundu. Gebelerde çinko yetersizliği %72 gibi yüksek oranlarda izlendi. Emziren annelerin %80'i D vitamininden yetersizdi. Ayrıca, anne karnındaki bebeklerin normal beyin gelişimi için çok önemli olan folik asit, gebelerin %76'sında, emziklilerin ise %73'ünde yetersizdi. Yine sinir sistemi için yaşamsal önem taşıyan B12 vitamini gebelerin %8 Tinde, emziklilerinse %60'ında yetersiz düzeylerdeydi. Bu her iki geniş kapsamh çalışma bize açıkça gösteriyor ki toplum olarak vitamin ve minerallerimizi besinlerimizden yeterince sağlıyamıyoruz. Ya toplum olarak yemek yeme şeklimizi değiştireceğiz ki bunu bir çok sosyoekonomik faktör etkiler ya da gerektiğinde ek veya tamamlayıcı olarak vitamin ve mineral preparatları almak zorunda kalacağız. Ancak vitamin ve mineraller, ister doğal ister sentetik olsun belli bir dozun üzerinde almdığmda toksik etki hatta bazı kişilerde alerjik tepkimeler gösterebilirler. Dünya Sağlık Kuruluşu ve bazı gelişmiş ülkeler kendi halkları için günlük vitamin ve mineral gereksinmelerini saptamışlardır. Bunun yanında, bazı vitaminler antioksidan olarak veya bazı rahatsızhklar için (örneğin B6 ve menstruasyon öncesi sendrom, diabetik nöropati ve B vitaminleri) daha yüksek dozlarda da alınabilirler. Ama hangi preparat hangi dozlarda emin olarak ahnabilir. Bu kritik bir soru çünkü gereksinimler bireyden bireye, yaşa, cinsiyete ve sağlık durumuna göre değişmektedir. Örneğin, demir preparatları demir yetersizliğine bağlı olan bir kansızlık sorununa çözüm getirebilir ama kansızlık olmayan bir kişide birikim yaparak zararlı olabilir. Demir gereksiz yere yüksek dozlarda alınırsa, çinko emilimini engelleyerek bu m i n e r a l i n yetersizliğine de n e d e n olabilir. Bazı diabet hastalarına ek olarak B6 vitamini ve çinko vermek kan şekerinin düzenlenmesine yardımcı olabilir ama bu her diabet hastası için geçerli değildir. Selenyum günde 50-100 mikrogram düzeylerinde alındığında gerek kalp-damar gerekse kanser hastalıklarından korunmada çok yararlı olur ama 200 mikrogramın üzerinde alındığında zararlı olur. Flor diş çürümelerini önler, ancak içme sularında yeterli düzeyde flor varsa, fazladan alınan flor preparatları kanser destekleyen bir toksik madde haline gelir. En toksik vitaminler yağda eriyen vitaminlerden A ve D vitaminleri olarak biliniyor çünkü bunlar idrarla atılamayıp, vücutta birikebiliyor. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalar, suda eriyen vitaminlerin de belli bir dozun üzerinde alınmasının sakıncalı olduğunu göstermiştir. Örneğin İngiltere Tarım Bakanlığının yaptığı çok kapsamlı bir araştırmada C vitamininin günde 6000 mg'ın üstünde alınmasının normal insanlarda karaciğer hasarı yaptığı belirlenmiştir. TUBİTAK'da gebe kadınlarla yaptığımız araştırmada, gebelikte mide bulantılarını gidermek için günlük gereksinimin 100 hatta 200 katı düzeylerinde verilen B6 vitamininin düşük doğumlara neden olabildiğini gördük. Son yıllarda yapılan araştırmalar, yüksek dozda B6 vitaminin sinir sistemi hasarları yaptığını ortaya koymuştur. Bu durumda ek vitamin almak mı doğru, yoksa almamak mı? En doğrusu beslenme bilincimizi geliştirerek, yemek yeme alışkanlıklarımızı düzeltmektir. Bu olmuyorsa veya gereksinimin arttığı özel durumlarda; bir uzmana danışarak preparat halinde ek vitamin ve mineral alınabilir. Ancak uzmanların da konu üzerinde son araştırmaları takip etmeleri ve kişide yetersiz olan öğeleri tespit etmeleri, tavsiyelerini bu öğelerin toksik etkilerini göz önüne alarak yapmaları gerekir. Kişilerin bir preparatı 1 ay alıp, 1 ay almayarak güvenli hareket ettiğini sanması yanhş olur. Çünkü, aşırı dozlarda ahnan preparatlar, 1 hafta içinde dahi toksik etki gösterebilirler. Eğer kişinin o ek vitamine devamlı ihtiyacı varsa, ki vücudumuz suda eriyen vitaminleri belli bir miktarın üzerinde depolayamaz, l ay sonra bunu kesmek, çiçeği bir ay sulayıp, sonra belki fazla sulamışımdır diye bir ay hiç sulamamaya benzer. Mühim olan günlük dozları günlük gereksinimin sınırları içinde ayarlamak ve almaktır. Preparat olarak alınan vitamin ve minerallerin doğal ve sentetik olanları arasında etkinlik ve toksisite açısından bir farklılık yoktur. Hatta, doğal kaynaklardan elde edilenlerin çoğu maya içerdiğinden maya hassasiyeti veya alerjisi olan kişilere dokunma olasılıkları daha yüksektir. Bu nedenle, doğal kaynaklı diye bu preparatları daha yüksek ücretlerle satın almak gereksizdir. Preparatlar arasında, günlük gereksinimin üzerinde vitamin ve mineral ihtiva etmeyen multi-preparatlar en emniyetlisidir. Antioksidan preparatlar A vitaminini beta karoten olarak sağladıklarından ve de D vitamini içermediklerinden genelde toksik değildirler. Ancak her vitamin preparatmm yüksek dozda A ve D vitamini içermediğinden yani günlük önerilen dozun 2 katını aşmadığından emin olmak gerekir. Günlük maksimum doz Hmiti A vitamini için 5000, D vitamini için 800 LU. olarak düşünmek doğru olur. B6 vitamininin de günde 50 mg'ın üstünde alınmaması önerilir. Bunların üzerinde dozlar gerekiyorsa, bu komşunun tavsiyesi ile değil, bir uzman kontrolünde yapılmalıdır. Ancak ülkemizde özellikle dar gelirli ailelerin bir uzmana ulaşmaları kolay olmayabilir. Batılı ülkelerin bazılarında devlet, getirdiği yaptırımlarla bu sorunu en pratik şekliyle çözümlemiştir. Toplumda yetersizliği yaygın olan vitamin ve mineraller, o toplumun en çok tükettiği gıdalara toksik olmayan düzeylerde eklenmektedir. Örnek olarak ekmek, demir, çinko, kalsiyum ve B grubu vitaminlerince, süt A ve D vitaminleri ile zenginleştirilmektedir. Ülkemizde de benzer bir uygulamanın başlatılması, toplumumuzda yaygın olarak görülen vitamin-mineral yetersizliklerinin en güzel ve emniyetli çözümü olacaktır. Bu uygulama ilk başta devlete veya bireylere mali bir yük getirebilir. Ancak bu yük toplumda yetersizliği yaygın olan vitamin ve minerallerin yetersizliğinde ortaya çıkan sağlık sorunlarının getirdiği ağır masrafların yanında çok hafif kalacaktır. 2. DOĞAL ANTİOKSİDANLAR VE YAŞAM KALİTESİ Antioksidanlar bitkisel gıdalarımızda bulunan sağlık ve gençlik kaynaklarıdır. Bu maddeler, yaşlanmayı hızlandıran, kalp-damar hastalıkları, romatizma ve kanser gibi sorunların ortaya çıkmasına neden olan oksidasyon ürünlerine karşı vücudumuzu korurlar. Bunu oksidasyon ürünleriyle birleşip onları etkisiz hale getirerek ve de vücudumuzda onlara karşı koruyucu sistemleri harekete geçirerek yaparlar. Oksidanlar ve Zararları Oksidasyon, genelde bir maddenin oksijenle kimyasal anlamda birleşmesi demektir. Ancak, vücudumuzda olagelen zararlı oksidasyon işlemlerinin nedeni havadan aldığımız oksijen değildir. Havadaki oksijen moleküler yapıdadır; dengede olduğu için zararlı değildir; yaşam ve sağlık için özellikle gereklidir. Zararlı oksijen maddeleri ise (serbest radikaller, aktif oksijen, süperoksit, peroksitler) moleküler yapısı bozulmuş maddelerdir. Bunlar, canlı hücrelerinde bulabildikleri moleküllerden elektron alarak veya vererek onların yapısını bozarlar. Böylece vücudumuz için hastalık yapıcı ve yaşlandırıcı çok zararlı maddelerin oluşmasına yol açarlar. Hatta genetik kimyamızı (DNA) bozarak hücrelerimizin kanserleşmesine neden olurlar. Oksidanlar, vücudumuza kirli hava, sigara, içine nitrat ve nitrit katümış salam, sucuk, sosis gibi et ürünleri, yanmış, dumanlanmış veya salamura gıdalarla birlikte alınabilmektedir. Sigara ve kötü beslenme alışkanlıklarından uzak durarak antioksidan yükümüzü azaltmamız mümkündür. Ancak, vücudumuzda devamlı olagelen bazı metabolik olaylar sırasında oksidan oluşumunu kontrol etmek mümkün değildir. Örneğin, hücrelerde solunum için kullanılan moleküler oksijenin %2 kadarı işlem sonrası zararh oksidanlara dönüşebilmektedir, ikinci bir kaynak da, vücudumuza giren bakteri, virüs, mantar ve allerjik maddeleri yok etmek için bağışıklık sistemimizin ürettiği oksidanlardır. Yiyeceklerle aldığımız bazı yağların metabolizması sonucunda peroksitler ortaya çıkmaktadır. Oksidasyon ürünleri, vücudumuza giren yabancı toksinlerin koruyucu enzimler tarafından yokedilmesi sırasında da oluşmaktadır. Antioksidanlar: Yararları ve Kaynakları Antioksidanlar, gerek dışarıdan doğrudan alınabilen gerekse ister istemez vücudumuzda yapılan oksidan maddelerin etkisiz hale getirilmesinde hücrelerimiz için hayati önem taşıyan maddelerdir. Özellikle günümüzün hızlı kentsel yaşamında soluduğumuz kirli hava, besinlerle aldığımız toksinler, sigara, içli dışlı olduğumuz bakteri ve virüslerden dolayı aşırı yüklenen bağışıklık sistemimiz ve kötü beslenme alışkanlıklarımız göz önüne alındığında, antioksidanlara olan gereksinimimiz daha da önem kazanmaktadır. Antioksidanların başlıca kaynakları bitkisel besinlerimizdir. Bu besinlerle aldığımız en etkin antioksidanlar karotenoidler, C ve E vitaminleri, selenyum, çinko, bakır, manganez, biyoflavonoitler ve bitkisel fenollerdir. Eğer beslenme yöntemlerimizde aksaklıklar varsa, örneğin, meyve, sebze ve kurubaklagil tüketimimiz gereğinin altındaysa; tahılları daha çok rafine edilmiş haliyle (beyaz un, nişasta, hamurişi) tüketiyorsak; fast-food usulü gıda tüketimimiz yüksekse; salam, sucuk gibi şarküteri ürünlerine soframızda sıklıkla rastlanıyorsa; sigara kullanıyorsak; günümüzün önemli bir kısmını yoğun trafik altında geçiriyorsak, antioksidan vitamin ve minerallerin hap halinde alınması da mümkündür. Ancak, karotenoitler ve biyoflavonoitler çok çeşitli olup, bunları tek bir preparatta toplamak mümkün değildir. Ayrıca, bazı antioksidan maddelerin aşırı dozlarda ahnmaları toksik etki yapabileceğinden bu maddelerin doktor kontrolü olmadan hap halinde kullanılmaları sakıncalı olabilir. Bu açılardan, sağlıklı yeme alışkanlıkları edinerek antioksidanları doğal yoldan temin etmek, yani bol sebze ve meyve yemek, en yararlı korunma yöntemi olma özelliğini korumaktadır. Farklı tipte antioksidanlar, birbirlerinin koruyucu etkinliklerini artırarak desteklerler. Bu nedenle, önemli olan tek bir antioksidanı yüksek miktarlarda almak değil, farklı antioksidan kaynaklarından yeterince yararlanmaktır. Şimdi en önemli antioksidanların etkinlik özelliklerini ve doğal kaynaklarını anlayalım. C Vitamini ideal bir serbest radikal avcısıdır. Özellikle hücre dışındaki oksidanları etkisiz hale getirir. Çeşitli vücut dokularında bulunabildiğinden, vücudun savunma gerektiren bir çok yerinde birikerek katarakt, kanser, kalp-damar hastalıkları ve bulaşıcı hastalıklara karşı koruyucu etkinlik gösterir. En iyi kaynakları turunçgiller (limon, portakal, mandalina, greyfurt), taze kuşburnu, çilek, kavun, kivi, biber, kara lahana, brüksel lahanası, karnabahar, brokoli, maydonoz, roka ve teredir. Isı ve havayla temasta aktivitesini kaybettiğinden kurutulan veya uzun süre pişirilen besinlerde veya soyulduktan/sıkıldıktan sonra bekletilen meyvelerde büyük kısmı kaybolur. Yeterli antioksidan aktivitesi gösterebilmesi için günde 200-300 miUgram kadar ahnması önerilmektedir. Bu da örneğin 4 portakal veya 100 gram taze maydonoz yenerek sağlanabilir. Böbreklerinde kalsiyum oksalat taşları olan veya kan ürik asit düzeyleri yüksek olup, dolayısı ile gut hastalığına meyilli olan kişilerin günde 300 miligramdan fazla C vitamini tüketmeleri sakıncalı olabilir. Karotenoitler Bitkilere turuncu - kırmızı renklerini veren ve kuvvetli antioksidan özelliği gösteren maddelerdir (karoten, likopen, lutein, kantazantin, kriptozantin vb). Karotenoitlerin bazıları tüketildikten sonra vücutta A vitaminine dönüşür. Havuç, domates, kayısı, bal kabağı, turunçgiller, kavun, karpuz, şeftali, brokoli ve yeşil yapraklı sebzeler başlıca kaynaklarıdır. Somon bahğı ve karidese pembe rengini veren de karotenoitlerdir. Karotenoitler antioksidan olarak yağlı dokularda etkinlik gösterirler. Karoten, aktif oksijenin düşmanıdır ve özellikle akciğer, ağız ve bağırsak kanserlerine karşı koruyucudur. Lutein, kötü kolesterol olarak bilinen LDL'nin oksidasyonunu önleyerek kalp-damar hastalıklarına karşı korur. Likopen, lutein ve kriptozantin peroksitleri bağlarlar ve böylece hem kanser hem de kalp-damar hastalıklarının önlenmesinde yararlı olurlar. Domatesde bol miktarda bulunan likopen, özellikle pankreas kanserinin önlenmesinde yararh olmaktadır. Görüldüğü gibi, karotenoitlerin birbirlerine göre farklı yararlılıkları olduğundan bunları yeterince almanın en iyi yolu, değişik sebze ve meyvelerden bol miktarda yemektir. Yiyeceklerle alınan karotenoitlerin, toksik etkisi olmayıp, alerjik olmayan kişilerce istendiği kadar tüketilebilir. E Vitamini E vitamini, bir başka adıyla tokoferoUer, en çok tahıl taneleri, yağlı tohumlar, fındık, ceviz, nohut, soya fasulyesi, yeşil yaprakh sebzeler ve balık yağında bulunur. E vitamini bugüne değin bilinen en etkili peroksit ve serbest radikal bağlayıcısıdır. Arteroskleroza karşı hem kanda pıhtı oluşumunu azaltarak, hem de damarların tıkanmasına neden olan kolesterol oksidasyonunu önleyerek etkinlik gösterir. Her iki durumda da kanın damarlardan rahatça akması ve böylece enfarktüs gibi kalp-damar hastalıklarına karşı korunma sağlanmış olur. Bağırsak hücrelerinin kanserleşmesini önlediği gibi, bağışıklık sistemini kanser oluşumuna karşı harekete geçirir. Sinir ve kas hasarını, retinopatiyi, kırmızı kan hücrelerinin yıkımını, romatizmal değişimleri, kısırlığa neden olan bazı hormonal dengesizlikleri önlediğinden, genel sağlık durumuna çok önemli katkıları vardır. Hava kirliliğine karşı akciğer hücrelerini, toksinlere karşı karaciğeri korur; yaşlılarda kan dolaşımını hızlandırır. Bir çok dokuda, ama özellikle sinir, kas, yağ, akciğer ve böbrek dokularında biriken seroid pigment zerrelerinin (lipofusin) taşıdıkları oksidasyona uğramış yağlar, bu dokularda proteinlerle birleşerek vücudun atamadığı katı kitleler oluştururlar. Yaşlanmanın başlıca nedenleri arasında sayılan bu kitle oluşumu yüksek dozda E vitamini tarafından önlenebilmektedir. Son yıllarda yapılan bazı çalışmalar, tokoferollerin AİDS virüsünü harekete geçiren bir maddeyi engellediğini de göstermiştir. Bu da E vitamininin AİDS hastalarının tedavisinde yararlı olabileceğine işaret emektedir. E vitamininin, yüksek düzeylerde (günde 600-800 mg) verildiğinde dahi toksik bir etkisine rastlanmamıştır. Yine de bu vitamini almanın en güzel yolu bol fındık, ceviz, nohut, yeşil yapraklı sebze ve beyaz ekmek yerine kepekli ekmeği tercih etmektir. Ancak, bu yeme alışkanlıkları bir hayat tarzı haline getirilemiyorsa, günde 100-200 miligram E vitamini içeren bir preparat almanın sakıncası görülmemektedir. Ancak, kanı sulandırıcı ilaçlar kullanan kişiler, E vitamini hapları alırken dikkatli olmalıdırlar, yoksa kanama süreleri gereğinden fazla uzayabilir. Alfa-lipoik asit insan vücudunda ve besinlerimizde doğal olarak bulunan alfa-lipoik asitin sinir hastalıkları ve ağır metal zehirlenmelerine karşı tedavi maksadıyla kullanımı yaygınlaşmaktadır. Vücudumuzda hem sulu hem de yağlı ortamda, yağ ve şekerin enerjiye dönüşümünde etkin olabilmektedir. Yetersizliği olan kişilerde kas kaybı ve kas yorgunluğu görülmektedir. Alfa-lipoik asit preparatları verilen kişilerde C ve E vitamini yetersizlik bulguları kaybolmakta, vücudun koruyucu antioksidan üretim sistemleri kuvvetlenmektedir. Özellikle diabet, siroz ve kalp-damar hastalarında yararlı olmaktadır. Koenzim Q-IO Daha çok et, balık, tahıl taneleri, pirinç kepeği, ıspanak, brokoli ve kuru fasulye, mercimek gibi kurubaklagillerde doğal olarak bulunan koenzim Q10 kuvvetli antioksidanlardandır. Kalp-damar, AİDS ve kanser hastalarının kanlarında koenzim Q-10 değerleri düşük bulunduğundan, bu kişilere koenzim Q-10 preparatları önerilmektedir. Koenzim Q-10, E vitamini ile birlikte vücuttaki kötü kolesterol (LDL) oksidasyonunu ve damarlarda plak birikimini önleyerek kalp-damar hastalıklarına karşı korumaktadır. Ayrıca, kişinin bağışıklık sistemini de desteklemektedir. Kanserli hastalarda da yararları görülmüştür. Selenyum ve Bakır Selenyum, insan vücudunda E vitaminiyle birlikte çalışan bir antioksidan mineraldir. Bu iki antioksidan, birbirlerinin etkinliğini destekleyip artırırlar diyebiliriz. Bu nedenle, preparatlarda çoğunlukla beraber bulunurlar. Selenyum vücudumuzda oksidanları yok eden önemli bir enzimin (glutatyon peroksidaz) parçasıdır. Yetersizliğinde bu enzim gerektiği gibi çalışamamakta, kanser ve kalp hastalıklarına karşı savunma yapılamamaktadır. Selenyum özellikle göğüs, deri, karaciğer, pankreas ve bağırsak kanserlerinin önlenmesinde etkin olmaktadır. Toprakları selenyumdan yetersiz olan topluluklarda bu kanserlerden ölüm oranları yüksek olmaktadır. Selenyumdan yetersiz beslenen kişilerin enfarktüse yakalanma olasılıkları da artmaktadır. Ancak selenyum, aşırı dozlarda alındığında toksik etki yapabilen bir mineral olduğundan eğer preparat halinde alınması gerekiyorsa, önerilen günlük dozun (kadınlar için 55 mikrogram, erkekler için 70 mikrogram) üzerine çıkılmamasına dikkat etmek gerekir. Bakır ise süperoksit dismutaz ve seruloplazmin adlı önemli antioksidan enzimlerin parçasıdır. Süperoksit dismutaz, 90-100 yaşına gelip de genç kalan insanlarda yüksek miktarda bulunmaktadır. Dolayısı ile gençliğin sırrının bu enzimde saklı olduğu sanılmaktadır. Bilim dünyası, bir insanın süperoksit dismutaz düzeyini önemli ölçüde ve kalıcı bir şekilde yükseltebildiği takdirde belki de yaşlanıp da genç kalmak mümkün olacaktır. Gerek süperoksit dizmutaz gerekse seruloplazmin, zararlı oksijen maddelerinin ve serbest radikallerin vücuttan atılmasıyla görevlidirler. Bakır yetersizliği, daha çok hayvansal gıda ve rafine ürünler (şeker, beyaz un, nişasta) tüketen kişilerde görülebilmektedir. Bu durumda, anemi, bağışıklık sisteminde aksaklıklar, deri sorunları, yüksek kolesterol, arteroskleroz ve kalp kaslarında zayıflık ortaya çıkabilmektedir. Dolayısı ile yeterince bakır alabilmenin garantisi de sebze, meyve ve fazla kurubaklagil ve tahıl tüketiminin artırılmasına bağlanabilir. Biyoflavonoitler ve Bitkisel Fenoller Biyoflavonoitler, meyve ve sebzelerimize değişik renkler katan doğal boya maddeleridir. Kuersetin, kaempferol, mirisetin, apigenin, luteolin, antosiyanin, hesperidin, genistein, daidzein, çalkon ve daha birçok değişik flavonoid madde bitkiler arasında dağılmıştır. Yeşil çay, soğan, elma, siyah üzüm, çilek, böğürtlen, ahududu, yeşil yapraklı sebzeler ve soya fasulyesi başlıca tüketilebilen kaynaklarıdır. Vitamin ve minerallere göre yiyeceklerde daha çok miktarlarda bulunduklarından diyetle aldığımız önemli bir antioksidan grubudur. Antioksidan olarak bir çok kanser tipinin önlemeleri yanında, fitoestrojen olarak, insan vücudunda seks hormonlarının aşırı salgılanmasına bağlı olarak gelişen göğüs ve prostat kanserlerinin oluşumunu da engellerler. Flavonoitler, aynı zamanda LDL kolesterol oksidasyonunu önleyerek koroner kalp hastalıkları riskini de düşürürler. Kırmızı üzüm çekirdeği, pekmez ve kırmızı şarapta bulunan resveratrol adlı antioksidan, kalp-damar hastalıkları ve kansere karşı kuvvetli koruyucu etkinlik gösterir. Bitkisel fenoller, daha çok sebzelerde ve baharatlarda bulunan kuvvetli antioksidanlar olup, kanser ve kalp-damar hastalıklarına karşı koruyuculuk yaparlar. Vanillin, sinamik asit, kafeik asit, elajik asit, ferulik asit, klorojenik asit, kateşin ve kurkumin gibi fenoller kanser oluşumu için gerekli olan DNA hasarını önlemektedirler. Bunlar özellikle günümüzde artmış olan güneş ışınlarına bağh deri kanserlerinin ve sigaraya bağlı akciğer tümörlerinin önlenmesinde etkili olmaktadırlar. Bu maddeler, ayrıca bakteri, virüs ve mantarların üzerinde antimikrobal etkinlik gösterdiklerinden bu mikroorganizmaların vücudumuzu istila etmelerini önleyerek de oksidasyon yükünü azaltırlar. Yeşil çay, çok önemli ve etkin antioksidanlar içermesi yönünden son yıllarda üzerinde ısrarla ve önemle durulan bir bitki olmuştur. Doğal bitki ve besinler arasında, yağ oksidasyonunu ve çeşitli kanserleri en iyi önleyen maddelerden biri olan yeşil çayın bu etkinliği, içerdiği kateşin (özellikle epigallokateşinin), teaflavin ve tearubigin adlı antioksidan fenollerden kaynaklanmaktadır. Yeşil çay kateşinleri süperoksit dizmutaz ve diğer antioksidan enzim aktivitelerini artırmaktadır. İnsanlardaki süperoksit dizmutaz düzeyleri, safran, zencefil ve turmerik gibi bazı baharatlar tüketildiğinde de artmaktadır. 3. BESLENMEYE CİLT SAĞLIĞI Vücudumuzun yaklaşık %7'si deri dokusundan oluşur. Yetmiş kg ağırhğında bir kişide 5 kg kadar deri vardır. Deri hücreleri en hızlı değişen hücrelerdendir. İnsan derisi bireye bağlı olarak, 15 gün ile 3 ay arasında değişir. Bu derece hızla değişen bir doku, gerek uzun gerekse kısa sürede beslenme durumundan önemli ölçüde etkilenmektedir. Deri hücrelerinin sağlıklı olarak geUşmesi ve yaşaması için su ve diğer besin öğelerince yeterli ve dengeh düzeyde beslenmesi gerekir. Genel beslenme yetersizliğinde deri kirli, kahverengi bir renk alır, parlaklık ve şeffaflığını kaybeder. Saçlar matlaşır ve keçeleşir, renk değişimine uğrar. Yeterli beslenme ilk önce beş besin grubunda önerilen miktarda besin tüketilmesiyle sağlanır. Ayrıca fazla enerji harcaması olan kişilere, yağ ve şeker grubundan, işlem görmemiş gıdaları tüketmeleri önerilir. Deri sağlığı açısından bu gruplardaki gıdalardan hangilerine öncelik verilmesi gerektiğine ışık tutabilecek bazı bilgiler aşağıda verilmiştir. Yirmibirinci yüzyıl insanının vücudu, bundan onbinlerce yıl önce yaşamış olan mağara adamınınkiyle aynı yapıdadır ve mağara adamının alışkın olduğu doğal gıdalara indekslidir. Aslında son 2 asırda gıda teknolojisinin getirdiği rafinasyon işlemlerinin insan hücresi için çok yararlı olduğu söylenemez. Hücre yaşlanmasını artıran iki etmen rafine şeker ve aşırı tuz tüketimidir. Aşırı Şeker ve Rafine Nişasta Deri hücresinin ana öğelerini oluşturan ve sağlıklı çalışması için gerekli enzimlerin kaynağı olan proteinleri günlük diyetimizle yeterince almak önemlidir. Ancak kişi yeterince protein alsa dahi, eğer rafine gıda (çay şekeri, beyaz ekmek, hamurişleri vb) tüketimi fazlaysa, hücre proteinleri görevlerini tam olarak yapamaz. Çay, kahve, meşrubat ve tatlılarla alınan veya beyaz un mamullerinin nişastasının sindirilmesi ile ortaya çıkan şeker, hücrelere girdikten sonra, hücrenin büyüme, gelişme ve sağlığı için gerekli olan proteinlerin yapı taşlarıyla birleşerek amino şeker oluşturur (Maillard tepkimesi). Proteinlerin yapı taşları bu şekilde işlemez hale geUnce, hücrenin hayati işlevleri aksar; sağlığını kaybeder ve yaşlanır. Maillard ürünleri, ayrıca hücrelerde yaşlanma)^ hızlandıran aktif oksijen düzeyini de artırmaktadır. Dolayısı ile deri hücrelerinin genç kalmaları ve elastikiyetlerini korumaları için rafine olmuş şeker, beyaz ekmek ve hamurişi tüketiminden kaçınılmahdır. Aşırı Tuz ve Elektrolit Dengesi Deri hücreleri için diğer bir zararlı rafinasyon ürünü, tuzdur. Tuz doğal olarak yiyeceklerimizde zaten bulunur. Yemeklere aşırı tuz ekleme ve/veya salamura gıdaların fazla tüketimi alışkanlık haline gelmişse, bunun sonucunda hücre için çok önemli olan su hücre dışına çekilir; hücre de sağlık ve elastikiyetini kaybeder. Deri bundan en çok etkilenen dokulardandır. Zaten, yaşlandıkça, deri ve deri altı dokularda su azalmakta, kas ve diğer organlarda ise artmaktadır. Bu nedenle, deri dokusunun canlı ve sağlıklı kalabilmesi için aşırı tuz ve tuzlu gıdalardan kaçınılmalıdır. Suyu hücre içinde tutan potasyumdan zengin olan gıdaların, tüketimi de yararlıdır. Potasyumdan zengin gıdalar arasında özellikle nohut, mercimek, kuru fasulye, bezelye, findik ve tüm taze meyve ve sebzeler sayılabilir. Ayrıca günde 2 litre kadar su içmek de özellikle vücut toksinlerinin atılması için faydalıdır. Oksidasyon Hücre yaşlanmasını etkileyen diğer bir önemli faktör de oksidasyondur. Hücrede, özellikle bakterilere, virüslere, dışarıdan alınan zehirli, alerjik ve yabancı maddelere, sigara ve hava kirliliği sonucu vücudumuza giren toksik etmenlere karşı savunma yapılırken, bu maddeleri yoketmek için serbest radikaller ve aktif oksijen üretilir. Serbest radikaller ve aktif oksijen, bu savaşı verirken, aynı zamanda hücre elemanlarının oksidasyonuna, yaşlanmasına ve hatta müsait durumlarda kanserleşmesine neden olurlar. Besinler arasında özellikle salamuralar, yanmış gıdalar ve özellikle salam, sosis gibi şarküteri ürünleri hücre üzerinde olumsuz etki gösterir. Salam ve sosis gibi gıdalara katılan nitrit ve nitratlar, oksidasyonu artırarak hücreyi yaşlandırırlar. Ancak, hücrede bu oksidasyon olgusunu önleyebilecek enzimler (süperoksit dizmutaz, glutatyon transferaz, glutatyon peroksidaz, katalaz gibi) ve besin öğeleri de vardır. Antioksidan öğelerin en önemlileri, karotenoitler, C vitamini, E vitamini ve biyoflavonoidlerdir. Bunlar hücredeki ve hücre dışındaki oksidasyon işlemlerini en aza indirerek yaşlanmayı önler ve geciktirir. Etkin Besin Maddeleri Karotenoitler ve A vitamini Karotenoitler hücre içinde tekli oksijeni (aktif oksijen) etkisiz hale getirirler ve antioksidan enzimleri desteklerler. Ayrıca vücudu bazı cilt kanserlerine karşı korurlar. Başlıca kaynakları, havuç, yeşil yapraklı sebzeler (ıspanak, pazı, maydanoz, kara lahana, brokoH, roka, tere vb.), bal kabağı, domates, kayısı, şeftali, portakal ve mandalina gibi narenciyelerdir. Ancak karotenoidler yağda eridiklerinden vücutta kullanılabilmeleri için bir miktar yağ ile birlikte alınmalıdır. Örneğin, havuç veya yeşil salatalara zeytinyağı eklenmesi bu açıdan yararlıdır. Antioksidan özellikleri yanında, b-karoten A vitamininin de ön öğesidir. Bir başka deyişle, bu madde vücutta A vitaminine dönüşmektedir. A vitamini ise, cildi bakteri ve virüslere karşı dayanıklı hale getirip, bunların vücuda girmelerini önler. A vitaminin yetersizliğinde, deri gözenekleri epitel doku kaynaklı keratin maddesi ile dolarak üst kol, beden ve baldırlarda tümsek halinde foliküler hiperkeratoz veya dirsek, diz ve alt bacaklarda fil derisini andıran kalın ve kıvrımlı deri görünümü ortaya çıkar. A vitamininin bir tipi olan retinoik asit, ergenlik sivilcelerine iyi gelir; ancak bu preparatm ya doktor kontrolü altında ağızdan alınması veya krem halinde haricen kullanılması gerekmektedir. Çünkü aşırı dozlarda alınan A vitamininin karaciğer üzerinde toksik etkisi vardır. E Vitamini E vitamini özellikle yağların oksidasyonunu önleyerek hücre sağlığını korur. Selenyumla birlikte antioksidan enzimleri, kurşun, cıva gibi zehirli maddelere karşı destekler. Son yularda yapılan çalışmalar, E vitamininin hava kirliliğine karşı da önemli bir koruyucu etmen olduğunu göstermiştir. Başlıca kaynakları yağlı tohumlar, fındık, yeşil yapraklı bitkiler ve tahıl taneleridir. Bitkisel yağlarda yüksek oranda bulunur, ancak yağlar rafine edilirken büyük ölçüde kayba uğrarlar. Bu nedenle rafinasyon işlemlerine en az uğrayan yağlar deri için en yararlı olanlardır. Dolayısı ile örneğin sızma tipte zeytin yağı, riviera tipine terci edilmelidir. Yağ ihtiyacı, alerjik olmayan kişilerde findik, yer fistığı, susam gibi gıdaları tüketilmesi ile sağlanabilir. Zeytinyağı, palm yağı, kolza, ceviz ve fındık yağları, tekli doymamış yağ asitlerince zengin olduklarından bitkisel yağlar arasında oksidasyona en dayanıklı olanlardır. Dolayısı ile hücre yaşlanmasını desteklemezler. A ve E vitamininin en iyi kaynaklarından biri de balık yağlarıdır; w-3 yağ asitleri içeren bu yağlar, prostaglandin hormon yapımını etkileyerek hücrenin zararlı ürünlere karşı korunmasında da yardımcı olmaktadır. Kaynakları, uskumru, istavrit, palamut, lüfer gibi yağh balıklardır. Günümüzde, w-3 yağ asitleri tablet halinde de alınabilmektedir. C Vitamini C vitamini hücre dışındaki oksidasyon ürünlerini etkisiz hale getirir. Deri kanserlerine karşı korur. Özellikle toksinlerin zararlı etkilerini azaltarak hücrelere girişini önler ve böylece bu maddelerin cilt üzerindeki olumsuz etkilerini engeller. Başlıca kaynakları, portakal, mandalina, limon, greyfurt gibi narenciye, kuşburnu, çilek, biber, lahana, karnabahar, maydanoz, roka ve teredir. Biyoflavonoitler Hücre sağlığı için çok yararlı diğer bir antioksidan g u r u b u da biyoflavonidlerdir. Bunlar meyve sebzelerde bulunan renkli maddelerdir (kuersetin, kaempferol, rutin, ruhinin, mirisetin, antosiyanin, hesperidin, çalkon vb.). Meyveler özellikle narenciye, çilek, böğürtlen, kara üzüm, ahududu ve yeşil yapraklı sebzeler başlıca kaynaklarıdır. Cilde elastikiyet kazandırıp, parlak, renkli ve sağlıklı bir görünüm verirler. Ayrıca herpes simplex virüsünün oluşturduğu deri yaralarını önlerler ve deri kanserlerine karşı koruyucu etkinlik gösterirler. Çinko Antioksidan enzimlerden süperoksit dizmutazın yapısına giren çinkonun deri üzerinde yapıcı ve koruyucu etkisi çok eski zamanlardan beri bilinmektedir. Hücrede protein ve kolajen yapımı için gerekli enzimlerin, A vitamininin kanda taşınmasını sağlayan enzimin, cilt için önemli olan asit-baz dengesini sağlayan enzimlerin çinkoya ihtiyacı vardır. Çinko ayrıca cildi alkolün zararh etkilerinden korur. Yetersizliğinde, deri lezyonları ve saç dökülmesi görülür; yaralar geç iyileşir. Bu önemli minarelin vücutta kullanılabilmesi için et, balık, tavuk gibi hayvansal gıdaların alınması gerekir. C vitamini kurubaklagil, tahıl, yumurta ve yeşil yapraklı sebzeler gibi bitkisel gıdalarla a l ı n a n ç i n k o n u n k u l l a n ı l a b i l i r l i ğ i n i a r t ı r m a k t a d ı r . B Vitaminleri B vitaminleri, cilt sağlığı için önemli bir besin öğesi grubudur. Özellikle B2, B6, niasin, folik asit ve biotin yetersizliğinde, dil, ağız, dudak ve burun kenarlarında yara, çatlak, ödem ve renk değişimleri görülür. Bu grup vitaminlerin en iyi kaynakları yoğurt, kepekli ekmek, kurubaklagiUer, fındık, karaciğer ve yeşil yapraklı sebzelerdir. Yoğurt ayrıca içerdiği mikroorganizmalarıyla vücudu toksinlere ve oksidasyona karşı koruyan çok yararlı bir gıdadır. Karaciğer hemen tüm vitamin ve minerallerin deposu olmasına karşın, toksinleri de biriktirdiğinden özellikle çocuklara haftada 1 porsiyondan fazlası önerilmez. Kansızlık çeken kişilerin sık yemesi gerekiyorsa, kuzu ciğeri sığır ciğerine tercih edilmelidir. Çünkü kuzunun ö m r ü kısa o l d u ğ u için toksin b i r i k t i r m e şansı d a h a azdır. Öneriler özetle sağlıklı ve genç bir cilde sahip olabilmek için taze meyve ve sebzeler, özellikle yeşil yapraklı sebzeler, havuç, domates, narenciye, rafine olmamış undan yapılmış ekmek, tahıl taneleri, yoğurt, zeytinyağı, balık ve balık yağlarının sıklıkla tüketilmesi, buna karşın tuz, şeker, beyaz un gibi rafine gıdalardan, salam, sosis ve salamura gibi işlem görmüş gıdalardan, yanmış et ve yağlardan, yağlı et, çikolata ve margarin gibi doymuş yağ oranı fazla gıdalardan, ayrıca kişinin alerjisi olan gıdalardan uzak kalınması gerekir. Bunun yanında sigara ve aşırı alkol tüketiminden kaçınılması, cildin g e r e ğ i n d e n önce y a ş l a n m a s ı n ı ö n e m l i düzeyde önleyecektir. 4. YAŞLILIĞIN ÖNLENMESİ (ANTIAGING) VE AKDENİZ DİYETİ Bugün insan ömrünün azami biyolojik sınırı 120 yıl kadardır. Kedi ve köpekler daha kısa, kaplumbağalar ise daha uzun yaşarlar. Acaba yaşam koşullarımızı optimize edebilirsek, bu sınırın ötesine geçebilir miyiz? Uzun yaşamın sırrı nedir? İnsan biyokimyası ve biyolojisi ile uğraşan uzmanlar, bu yüzyılda, yaşlanmanın temelindeki mekanizmaları inceliyerek bu soruların cevaplarını bulmaya çahşıyorlar. Yaşlanma mekaniznnası Kalıtım ve Çevre Bir toplumdaki kişinin yaşam süresi, onun genetik yapısına ve çevresel deneyimine (yaşam koşulları) bağlıdır. Genlerin ve çevresel etmenlerin hücreler ve organlar üzerinde yaptığı moleküler hasarlar, kişinin yaşlanma hızını belirlemektedir. Bizler, henüz genetik yapımızı değiştiremiyoruz. Kimimiz, bazı kronik hastalıklara daha yatkınız, kimimiz ise dirençfi. Ancak bilimsel araştırmalar, kalıtımsal eğilimlerimizi (veya biyolojik saatimizi) olumsuz bir yaşam tarzıyla kötüleştirebildiğimize veya çevresel etmenleri kendi lehimize denetleyerek iyileştirebildiğimize işaret etmektedir. Gençlik yıllarındaki yaşam biçimi, sonraki yaşlardaki yaşam kalitemizi etkiliyor. Örneğin aşağıdaki denetimler yaşam kalitesini iyileştirip, yaşlanma zamanını uzatmaktadır: • Sigara, aşırı alkol, ve gereksiz ilaç kullanımından sakınmak • Günlük yaşamda, uyku, spor/egzersiz, eğlence ve dinlenmeye dengeli şekilde yer vermek • Düzenli sağlık bakımı yaptırmak • Aşırı stresli koşullardan uzak durmak • Hava kirliliği, yüksek enerjili radyasyondan uzak durmak • Sağlıklı beslenmek; oburluktan kaçınmak Beklenen Yaşam Süresi Bir toplumdaki beklenen yaşam süresi (life expectancy), o toplumu oluşturan bireylerin ulaştıkları ortalama yaştır. Tıp alanındaki ilerlemeler, hijyen/sanitasyon koşullarında iyileşmeler ve antibiyotiklerin keşfi sonucunda Batılı toplumlarda beklenen yaşam süresi, 20. yüzyılın başı ile sonu arasında 50'den 75'e çıkmıştır. Genetik müdahaleler olmadan, beklenen yaşam süresinin bu yüzyılda 85 yılı geçeceği düşünülmemektedir; ancak 100 yaşını aşan insan sayısının da bir hayli olacağı t a h m i n edilmektedir. Bugün tıp alanında üzerinde en çok durulan konuların başında, kalpdamar, kanser, Alzheimer ve Parkinson gibi daha çok yaşlılıkta görülen hastalıkların nedenlerinin ve temel mekanizmalarının anlaşılması geliyor. Yaşlanma Yaşlanma, zihinsel, fiziksel ve duyusal kapasitelerimizin giderek azalması olarak tarif edilebilir. Kalıtımsal, biyokimyasal ve fizyolojik sistemlerden etkilenir. Kronik hastalıklar ve ölüm için başlıca risk faktörüdür. Batılı toplumlarda belli bir yaşta ölüm riski doğumdan sonra hemen düşmeye başlayarak ergenlikte minimum seviyeye iner ve ondan sonra hızla yükselmeye başlar. Ancak ülkemizde, doğum sonrası çocuk ölümleri riski Batı'ya ' C hatta bizden daha fakir bazı Doğu ülkelerine göre daha yüksektir. Bum n yanında, son yıllarda sağlık ocaklarında verilen eğitimlerin ve aşılama kampanyaları sonucunda bu durum Ülkemizde daha iyiye gitmektedir. Yaşlanma Teorileri Bilim adamlarının yaşlanmaya neden olan faktörleri belirleyebilmek içm en çok araştırdığı konular şunlardır: • Genetik (DNA) yapımızda yaşamı sınırlayan biyolojik bir saatin olması (yaşlılık genleri) • Genetik yapımızda, bağışıklık fonksiyonları için zamanla bir düşüşün programlanmış olması • Genetik yapımızda, hormon aktiviteleri (büyüme hormonu, insulin, cinsiyet hormonları vb) için değişimlerin programlanmış olması • Hücre ve dokuların eskimesi • Yaşam hızının etkisi (bazal metabolizma ne kadar hızlıysa, beklenen yaşam süresi o kadar kısa oluyor) • Vücut proteinlerinin yapımında oluşan hataların birikimi • Genetik yapımızda yaşla artan değişimler (mutasyonlar) • Oksidasyon veya serbest radikallerin DNA, hücre ve organlara yaptıkları hasarlar Beslenme ve Yaşlanma İlişkisi Kalıtımsal programlar haricinde bu mekanizmaların tümü çevresel etkinliklere bağlanabilir. Çevresel faktörler arasında, beslenmenin yaşla ilgili sağlık sorunlarının gelişmesi üzerinde etkinliği çok kuvvetli olmaktadır. Bazı besinler, içerdikleri besleyici olan veya olmayan özel maddeler sayesinde hastalıkları önleyebilmekte ve böylece yaşam süresini uzatabilmektedir. Konuyla ilgili araştırmalar yaşlanmayı önleyici başlıca diyetetik önlemlerin, günlük enerji alımının sınırlanması; saf şeker ve nişasta tüketiminin sınırlanması; ve antioksidanların yeterince alınması olduğunu göstermektedir. Enerjinin Sınırlanması Hayvan deneylerinde, toplam enerji alımmm kısıtlanması, yaşlanmayı önemli ölçüde geciktirmektedir. Diyetle alınan günlük kalori miktarı, gereksinimin altına düştüğünde, bağışıklık iyileşmekte; hücre yapımı, protein sentezi ve bazal metabolizma hızı düşmekte; DNA onarımı iyileşmekte ve daha az oksidan madde (serbest radikal) üretilmektedir. Ancak bu durum insanlar için geçerli değildir. Çünkü bizler farelerden daha uzun yaşıyoruz. Kaliteli ve aktif bir yaşam sürebilmek, zihinsel işlevlerimizi yapabilmek, ayrıca kalp dokusunu koruyabilmek için yeterli düzeyde enerji almamız gerekiyor. Saf Şeker ve Nişasta Tüketiminin Sınırlanması Şeker, tatlılar ve beyaz un aşırı düzeyde tüketilirlerse, hücre proteinlerini bağlayarak aminoşeker (MaiUard ürünleri) oluştururlar. Proteinler bu şekilde görevlerini yapamaz hale getirildiklerinde, hücre hayatiyetini kaybediyor ve zamanından önce yaşlanıyor. Maillard ürünleri ayrıca hücrede, yaşlanmanın birincil etmeni olan aktif oksijen miktarlarını artırıyorlar. Ayrıca, tatlı ve hamurişlerin sık tüketimi, hassas kişilerde insüHn direncini artırarak diabet ve obesiteye de zemin hazırlıyorlar. Serbest Radikaller ve Oksidatif Hasar Günümüzde serbest radikallerin yaptığı oksidatif hasar, yaşlanma mekanizmasını en iyi açıklayan teori olarak kabul edilmektedir. Serbest radikal, eşleşmemiş elektron taşıyan aktif bir kimyasal maddedir. Çok aktif olup, devamlı olarak tek elektronunu çiftleştirmek için aranır. Hücrelerimizde oksijen radikali halinde bulunur ve ilk firsatta saldırdığı molekülün yapısını bozar. Böylece devamlı olarak hücrenin hasar gördüğü bir tepkime zinciri oluşur. Bazı serbest radikaller normal vücut işlevlerinin yan ürünleri olarak oluşur. Bazıları ise yüksek enerjili radyasyon (UV, X ışınları vb) veya hava kirliliği, sigara dumanı, besin toksinleri gibi kaynaklarla vücudumuza giren zararh kimyasallarca oluşturulur. Ayrıca kendi hücresel bağışıklık sistemimiz, hücreye giren bakteri, virüs, alerjen veya toksinleri yok etmek için de aktif oksijen gibi çok kuvvetli bazı oksidanlar üretir. Bu aktif oksijen türleri, hücreye giren toksik istilacıları yok ederken, hücrenin zarını ve genetik yapısını o k s i d a s y o n a u ğ r a t a r a k k e n d i s a h i b i n e zarar verir. Serbest Radikaller ve Yaşlanma Serbest radikallerin neden olduğu genetik (DNA) hasar sürekli olarak vücudun koruyucu sistemleri tarafından onarılsa da zamanla artan sayıda değişimler oluşarak hücrenin hasar görmesine veya zamansız ölümüne neden olur. Hücre ölümü de zamanla yaşlanma ve kronik sağlık sorunlarına yol açar. Hatta kişi daha çocukluk ve gençlik yıllarında, aşırı bir oksidatif strese maruz kahrsa, koruyucu ve onarıcı mekanizmalar, bu yükle başedemez. Bu da zamansız yaşlanma yanında, kanser ve kalp damar hastalıkları gibi sorunların daha genç yaşlarda ortaya çıkmasına neden olabilir. Serbest radikaller yaşlanmayı ve koroner kalp hastalıkları, inme, kanser, romatoid artrit, diabet, retinopati, kronik böbrek hastalığı, Alzheimer ve Parkinson gibi çeşitli kronik hastalıkların gelişmesini desteklerler. Antioksidanlar Vücudumuzda sentezlenen veya diyetle alınan antioksidanlar, aktif oksijen türlerinin oluşumunu önleyerek ve zincirleme serbest radikal tepkilemelerini durdurarak yaşlanma ve yaşlanma ile ilgili kronik sağlık sorunlarıyla savaşırlar. Besinlerle alınan antioksidanların başlıcaları karotenoitler, tokoferoUer (vitamin E) tokotrienoUer; askorbik asit (vit. C), folik asit, koenzim Q-10, glutatyon, fenolik asitler ve biyoflavon oidlerdir. Bunların etkinlikleri ve kaynakları 'Doğal Antioksidanlar ve Yaşam Kalitesi' bölümünde açıklanmıştı. Gelişmiş Ülkelerde Ölüm Nedenleri Şekil 2. jîatılı Toplumlarda Olum Nedenlermm \uzdeleri Vücudu muzda yapılan antioksidan enzimler de hücre hasarı yapan serbest radikallcîri etkisiz hale getirirler. Antioksidan enzimlerin etkinlikleri yaşla ve sağlıksız yaşam biçimleriyle azalır. Antioksidan enzimlerin aktif olabilmeleri bazı mineral maddelerin yeterli düzeylerde sağlanmasına da bağlıdır. Bunların en önemlileri selenyum, bakır çinko ve manganezdir. Selenium ve E vitamini sinerjistik olarak serbest radikal hasarı, kardiovasküler hastalıklar ve kansere karşı birbirlerinin etkinliklerini artırırlar. Bu nedenlerle, antioksidan minerallerin diyetle yeterince alınması sağlık ve uzun yaşam açısından hayati önem taşır. Akdeniz Diyetinin Uzun Yaşam Üzerine Etkileri Dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan insan toplulukları çevre ve iklim koşullarına göre beslenirler. Örneğin eskimolar balık, Doğu'lu ülkeler pirinç, Amerikalılar bol et yerler. Karadeniz halkı bol fındık ve hamsi yerken, Doğu'da kış koşullarında kavurma ve kurubaklagiUer tercih edilir. Sahil bölgelerimizde balık, sebze ve meyve tüketimi fazladır. Günümüzde bir bölgede yetişen veya üretilen bir gıda, diğer bölgelere kolayca iletilebiliyor. Ancak nesillerce yerleşmiş alışkanlıklar kolay kolay değişmiyor. Çünkü beslenme insanlar için bir kültür, tarih, gelenek ve yaşam şekli haline gelmiştir. Sağlıkla ilgili araştırmaların önemli bir kısmı, epidemiyolojik dediğimiz tarzda, yani geniş insan kitleleri incelenerek yapılmaktadır. Değişik coğrafi bölgelerden insan gruplarıyla yapılan bu tip araştırmalar sırasında Akdeniz çevresinde yaşayan insanlarda kalp-damar ve kanser hastalıklarının Kuzey Avrupa ve Amerika halklarına göre daha az görüldüğü dikkati çekmiştir. 1980 sonrası kalp hastalığı ve ölüm üzerine yoğunlaşan bir çok araştırmanın sonuçları, Akdeniz diyetinin sağlık, esenlik (wellness) ve ömür artırıcı etkilerini desteklemektedir. 1997'de 122 yaşında iken ölen Fransız kadın, Jeanne Calment'a göre, uzun ömrünün sırrı günde 1 bardak kırmızı şarap ve zeytinyağınca zengin bir diyette saklıydı. Örneğin, Akdeniz mutfağını en geleneksel şekliyle uygulayan ve dünyada zeytinyağını en çok kullanan Giritliler, kalp hastalıklarını neredeyse tanımıyorlar. Böyle bir adada stressiz yaşamanın etkisi kalp sağlığı için tabii ki önemlidir. Ancak herşeyi sadece stress faktörüyle açıklamak mümkün değildir. Çünkü Hawaii veya Cayman adaları da stressiz adalardır ama bu ada halklarında görülen kalp-damar hastalıkları sıklığı Amerikalılarmkine yaklaşmıştır. Stres faktörü ile herşeyi açıklayamayan bilim adamları, bu defa Akdeniz halkının beslenme alışkanlıklarını incelemeye almışlar ve ilginç sonuçlara ulaşmışlardır. Bilim, bugün geniş insan kitlelerini araştırarak, en iyi beslenme tarzını bulmaya çalışıyor. Geleneksel mutfaklar bilimsel kriterlere göre karşılaştırıldığında, Akdeniz diyetinin, sağlık ve esenlik (wellness) verici olarak en öne çıkmakta olduğu görülmektedir. Akdeniz Mutfağının Özellikleri Akdeniz çevresi ıhman bir iklime sahiptir. Birbirinin peşi sıra gelen farklı medeniyetlerin oluşturdukları, ortak bir mutfak kültürleri vardır. Zeytin, limon, portakal ağaçları, üzüm bağları, kokulu otlar ve bol deniz ürünleri, Akdeniz mutfak kültürünün sağlam altyapısını oluşturur. Dalından koparttığı zeytinden, kimyasal bir işlem gerektirmeden sağlık verici bir yağ yapar. Deniz halkı olduğu için balık tüketimi yüksektir. Tatlı yerine 4 mevsim taze meyve yer. Et ürünlerini nadiren kullanır. Tencere yemeklerini, kavurmalara tercih eder. Bol miktarda sebze, sarımsak, soğan, kurubaklagil (mercimek, nohut, bakla, kuru fasulye), fındık, üzüm, tahıl (bulgur, makarna, esmer ekmek), yoğurt, pekmez, koruk ve üzüm suyu tüketir. Zeytinyağının Diğer Yemel<lil< Yağlara Göre Faydaları Zeytin yağı, Akdeniz mutfağının temel ve ortak malzemesidir. Fenike, Yunan ve Kartacalılar; zeytin yağı kültürünü Yunanistan, Anadolu, Filistin ve Mısırdan; İtalya, Fransa, İspanya ve Fas'a kadar yaymıştır. Zeytinden yağ elde etme yöntemini binlerce yıl önce Romalılar bulmuş. Tarih boyunca düz altlı gemilerle, amforalar içinde taşınan zeytinyağı, Akdenizliler için bir ticaret malzemesi olmuş, sadece yemeklerde değil, kozmetik ve ilaç olarak da kullanılmış. Bugün zeytin yağı ağırlıklı Akdeniz mutfağı, tüm zenginliği ve şifasıyla ve de bilimsel araştırmaların desteğiyle. Batıdan hızla ithal ettiğimiz tekdüze ve sağlıksız hamburgerli, barbekülü, kolalı yeme alışkanlıklarına karşı örnek olmaktadır. Son yıllarda yapılan araştırmalar, kan kolesterolünü en çok etkileyen faktörün, tüketilen yağın cinsi ve miktarı olduğunu göstermiştir. Et, tereyağı, kuyruk yağı, çikolata gibi gıdalarda bulunan doymuş yağlar veya margarinlerde bulunabilen trans yağ asitleri, kan lipid profilini bozmaktadır. Şekil 3. Akdeniz Diyetinin Beslenme Piramidi Bunun yanında tüm sıvı yağlar, toplam kolesterol düzeyini düşürmektedir. Ancak linoleik asitçe zengin çoklu doymamış yağlar (ayçiçek, mısırözü vb), kötü kolesterol (LDL) yanında, iyi kolesterolü (HDL) de düşürdüklerinden kan kolesterol profilini önemli düzeyde düzeltememektedir. Ayrıca bu yağlar, son yıllarda yapılan araştırmaların ışığı altında, LDL'nin (kötü kolesterol) oksitlenmesini ve kanın pıhtılaşmasını da artırdıklarından kalpdamar hastalarına tavsiye edilmemektedir. Bu olumsuz etkiler zeytinyağında görülmediğinden; tekli doymamış yağlar LDL düzeylerini çoklu doymamışlara göre daha iyi etkilediğinden ve de yemeklik yağ olarak zeytinyağı tüketen Akdeniz ülkelerinde kalp-damar hastalıklarının az görülmesinden dolayı, arteroskleroz riski altında olanlara önerilen yağ zeytinyağı olmaktadır. Zeytinyağı tekli doymamış yağ oranı yüksek bir yağdır. Yani zeytinyağın içerdiği başlıca yağ asiti olan oleik asitin, kimyasal yapısı itibariyle hidrojene doymamıştık bölgesi bir tektir. Buna karşın ayçiçek ve mısır özü gibi yağlar, Hnoleik asitçe zengindir. Linoleik asitin, birden fazla doymamışlık bölgeleri vardır. Bu nedenle bu yağlara çoklu doymamış yağlar denir. Katı yağlar ise (et, tavuk, tereyağ, çukulata ve hindistan cevizi yağları) hidrojene doymuş yağlardır. Margarinler ise kimyasal usullerle doyurularak hayvansal yağlar gibi katı hale getirilmişlerdir. Doymuş yağlar, kaynağı ister bitkisel isterse hayvansal olsun, kan kolesterol düzeyini yükseltirler. Çoklu doymamış yağlar, vücuttaki oksidasyon işlemlerini hızlandırdıkları için ve prostaglandin denen bazı vücut hormonlarının yapımı üzerindeki etkinliklerinden dolayı gerek kalp-damar gerekse kanser hastalıklarını destekleyebilmektedirler. Kolesterolün damarlar için en tehlikelisi okside olmuş kolesteroldür. Çoklu doymamış yağlar kolesterol oksidasyonunu artırırlar; ayrıca kanın pıhtılaşmasını da artırarak damar tıkanıklığına zemin hazırlayabilmektedirler. Buna karşın, zeytinyağı, fındık yağı, konola yağları, yüksek oleik asit içeriklerine bağlı olarak kanın pıhtılaşmasını ve prostaglandinleri etkilemediklerinden damarlar üzerinde yararlı etkileri olmaktadır. Ayrıca çoklu doymamış yağlar hem vücudumuzdaki oksidasyon işlemlerini destekleyerek hem de yine prostaglandinler üzerindeki etkileri ile kanserH hücre oluşum riskini de artırmaktadırlar. Zeytinyağında bu risk daha azdır. Zeytinyağının bir başka avantajı da özellikle sızma tiplerinin hazırlanmasında aşırı bir kimyasal işleme gerek göstermemesidir. Böyle olunca ayçiçek, mısır gibi yağlara nazaran içerdiği E vitamini ve bitkisel sterol kaybı düşük olmaktadır. E vitamini, antioksidan özellikleriyle kalp damar, kanser ve romatizmal hastalıklara karşı koruyucu görev yapmaktadır. Balık ve Balık Yağları Akdenizliler, denizinde bol bulunan yağlı balıkları sık yerler. Tatlı ve tuzlu su ürünleri, insan beslenmesinde önemli bir rol oynadığı eski çağlardan beri bilinmektedir. Ancak günümüzde yapılan araştırmalar, bahğın sağlık açısından diğer hayvan etlerine göre farklı bir yeri olduğunu göstermektedir. Balık, biyolojik değeri, yani yararlılığı yüksek bir protein kaynağıdır. Hayvansal kaynaklı protein, büyüme, gelişme ve dokuların onarımı açısından bitkisel kaynaklı proteinden daha yararlıdır. 100 gram balık, cinsine göre, 18-25 gram arası iyi kalite protein sağlar. Günde 250 gram balık yiyen bir yetişkin kişi, günlük protein gereksiniminin tümünü en yararlı şekilde karşılamış olur. Balık ayrıca, B2 ve B6 gibi toplumumuzda yetersizliği yaygın olan vitaminlerinin de iyi kaynağıdır. Ayrıca potasyum, fosfor ve kılçığıyla tüketildiğinde kalsiyum gibi mineralleri sa^ar. Hayvansal bir gıda olarak balık, aynı zamanda demir ve çinko gibi yaşam için çok önemli olan 2 mineralin de yararlanılabilen kaynağıdır. Demir, özellikle kan yapımı, çinko ise bağışıklık sistemi ve doku onarımı için gereklidir. Vücudumuz, bitkisel kaynaklı besinlerden gelen demir ve çinkodan yararlanamıyor. Örneğin, ıspanak yüksek demir içeren bir gıda olmasına karşın, içerdiği demir vücudumuzda emilemediğinden yarar sağlayamıyor. Bu nedenle, et, tavuk ve balık gibi hayvansal kaynaklı gıdalar, özellikle büyüme-gelişme çağındaki çocuklar ve üretim çağındaki kadınlar için gereklidir. Ancak bilindiği gibi hayvansal kaynaklı gıdalar yüksek düzeyde kolesterol içerir. 100 gram balık etinin kolesterol miktarı 50 ile 100 mg arasında değişir. Bu, yüksek bir düzey olup, balık tüketiminin kan kolesterol düzeyini yükseltebileceğini düşündürebilir. Ancak balık, özellikle yağlı balıklar, bu açıdan tavuk, hindi, dana, kuzu gibi diğer hayvan etlerinden farklıdır. Bunun nedeni, yağlı balıkların içerdiği yağlarda bulunan omega-3 yağ asitleridir (EPA ve DHA). Bu yağ asitleri kan kolesterolünü düşürdükleri gibi, kalpdamar hastahklarmda önemli bir rol oynayan kan akışkanlığını da düzenlerler. Yüksek tansiyonu ve kalp ritmini iyileştirir, kalp sektesi, inme ve tromboembolizmi önlerler. Kanserli hücre oluşumunu engelledikleri, kemoterapiye verilen yanıtı destekledikleri, romatizmal hastalıkların tedavisine yardımcı oldukları bir çok araştırmayla gösterilmiştir. Omega-3 yağ asitleri, ayrıca, çocukların büyüme/gehşmesi, özellikle beyin gelişmesi, hücre zarı ve retina için gerekli olan elzem yağ asitleridir. Balık yağları. A, D ve E vitaminlerince de zengindir. Balık yağları tip-2 diabet, kronik böbrek yetmezliği, yangılı bağırsak hastalıkları, ülseratif kolit, kronik akciğer hastalığı, lupus eritematosus, alerjik hiperaktivite, romatizma, multipl skleroz, otism, bronşial astım, sedef ve AİDS gibi hastahklarm kontrolunda da yardımcı etkinlik gösterir: Ancak balık yağları, aşırı sıcaklıklarda ve uzun süre depolamaya hassastırlar. Bu durumlarda oksidasyona uğrayarak yararlılıklarını kaybedebiHrler. Bu nedenle, balıklann uygun koşullarda saklanmaları ve pişirirken yanmamaları önemlidir. Dolayısı ile, balıkların kızartılmaları veya ızgara yapılmaları yerine, buğulama tarzında veya fırında pişirilmeleri daha yararlıdır. Yağlı balıklar (uskumru, palamut, lüfer, somon, hamsi, istavrit vb), omega3 yağ asitlerinden daha zengin oldukları için, beyaz etli yağsız balıklara tercih edilmelidirler. İstakoz, midye, karides gibi kabuklu deniz hayvanları ise omega-3 yağ asitlerinden fakir oldukları için yağlı balıkların sağlık verici avantajlarını taşımazlar ve kan kolesterolünü yükseltirler. Ayrıca, kurşun, cıva gibi sağlığı tehdit edici toksik maddeleri biriktirme olasılıkları daha yüksektir. Yağlı balıklar ülkemiz denizlerinde bulunurlar ve mevsimlerinde ucuz olarak temin edilebiHrler. Dolayısı ile kişiye iyi kalite protein, demir, çinko ve bir çok önemli vitamini sağlarken, kalp-damar hastalıkları, kanser gibi ölümcül hastalıklara karşı vücudumuzu koruyan yağlı balıkları, Akdeniz yöresi halkının yaptığı gibi her fırsatta tüketmemizde çok yarar vardır. Sebzeler Akdeniz mutfağında taze sebzelerin ve otların kullanımı boldur. Sebzeler, özellikle ıspanak, roka, tere gibi yeşil yapraklılar veya karnabahar, lahana gibi turpgiller ile sarmısak, kalp-damar ve kanser hastalıklarına karşı vücudumuzu korurlar. Bunu, içerdikleri bitkisel estrojenler, biyoflavonoid maddeler, C vitamini, beta-karoten gibi antioksidan maddeler, folik asit ve posa aracılığı ile yapmaktadırlar. Yeşil yapraklı sebzeler, ayrıca E vitaminin ve yine bir omega-3 yağ asidi olan alfa-linolenik asidin de iyi kaynaklarıdır. Alfa-linolenik asit de balık yağlarının (EPA, DHA) sağlık verici etkinliklerinin tümünü gösterir; ancak aynı aktivite için 10 katı yüksek miktarlarda alınması gerekir. Ülkemiz sebze yetiştiriciliği açısından iklim ve toprak koşulları ile çok uygun bir konumdadır. Ancak gittikçe daha çok benimsediğimiz Amerikan tarzı beslenme nedeniyle, bu şansımızdan yeterince yararlanamıyoruz. Bu sebzelerin yaklaşık %80-85'i sudur. Yağ ve karbonhidrat oranları düşük olduğundan kalorileri azdır. 100 gram sebze yaklaşık 25-30 kcal enerji verir. Özellikle yeşil yapraklı sebzeler, C vitamini, beta-karoten, foHk asit, B2 gibi çok önemh vitaminlerin doğal deposudur. Örneğin 100 g maydonoz veya r o k a d a b u l u n a n C v i t a m i n i 4-5 p o r t a k a l ı n k i n e e ş d e ğ e r d i r . C vitamini, folik asit ve vücudumuzda A vitaminine dönüşebilen betakaroten mikroplara karşı direncimizi artırdıkları gibi, antioksidan özellikleriyle kalp-damar hastalıkları ve kanserden korunmada, yaşlılığın geciktirilmesinde ve cilt sağlığında önemli etkinliğe sahiptir. Folik asit kansızhğın tedavisinde yararlıdır. Ayrıca hamileliğin ilk döneminde, hatta ilk günlerinde ceninin sağlıklı bölünüp gelişmesi açısından hayati önem taşır. Folik asitten yetersiz beslenen annelerin bebeklerinde beyin ve sinir sistemi aksaklıkları ve geri zekalılık çok daha sık görülmektedir. Bu nedenle, bebek isteyen annelerin daha hamile kalmadan önce bol yeşil yapraklı sebze yemeğe başlamaları yararlı olur. Son yıllarda yapılan bilimsel araştırma sonuçları, folik asitin, ömrümüzün sonuna doğru da yaşamsal önemi olduğuna işaret ediyor. Folik asit, kanımızda ve beynimizde, bir amino asit ürünü olan homosistein düzeylerinin düşük tutulması için gereklidir. Folik asit, B12 ve B6 vitaminleri yetersizliğinde vücudumuzda üretilen homosistein parçalanıp atılamamaktadır. Kanda yükselen homosistein ise kalbe ve beyine giden damarları tıkayarak enfarktüs ve inme riskini artırmaktadır. Ayrıca homosistein düzeyleri yüksek olan Idşilerde, beyin sinir hücrelerinde DNA hasarı ve plakalaşmaya bağlı olarak, Alzheimer ve Parkinson hastalık riski de çok yüksek olmaktadır. Bu yeni bulgular, beslenmemizde yeterince folik asit olmasının, damarlarımıza ve yaşlanan beynimize yararlı olacağına ve bizleri damar tıkanıklığı, Alzheimer, Parkinson ve benzeri ölümcül hastalıklarına karşı koruyabileceğine işaret ediyor. Tüm sebzelerde yüksek oranda bulunan posa bağırsak hareketlerinin düzenlenmesi için elzemdir. Yeşil yapraklı sebzelerde bulunan posa ise sindirim sisteminde görülen kanserlerin önlenmesinde özel etkinliğe sahiptir. Yeşillikler, ayrıca klorofil, biyoflavonoit, fenolik asit, esans yağları ve omega3 yağ asiti içerikleriyle de kansere karşı kalkan görevi yaparlar. Demir ve çinko miktarları yüksektir. Ancak bu mineraller yeşil yapraklı sebzelerde serbest halde bulunmadıklarından, bağırsaklardan emilemeden atılırlar. Dolayısı ile genel kanının aksine, demir yetersizliği anemilerinde ıspanak demir kaynağı olarak düşünülmemelidir. Buna karşın, yeşil yapraklı sebzeler, kalp-damar, kanser ve böbrek hastalıklarında faydalı olan potasyumun iyi ve yararlanılabilir bir kaynağıdır. Bu denli yararları yanında, yeşil yapraklı sebzeler ucuzdurlar ve mevsimine göre bolca bulunurlar. Ancak vitamin düzeylerinin korunması için hazırlama ve pişirme evrelerinde dikkatli olmak gerekir. Bunlardan maydanoz, roka ve tere çiğ olarak tüketildiklerinden vitamin kaybına uğramazlar ama çok iyi yıkanmaları gerekir. Ispanak, pazı, kara lahana gibi pişirilerek tüketilenleri ise hiç su katmadan veya en az suyla ve en kısa sürede, mümkünse basınçh tencerede veya buharda pişirmek doğrudur. Haşlamak gerekiyorsa, ilkönce suyu kaynatıp, sonra sebzeleri içine atmak, pişirme suyunu atmayıp çorbalarda değerlendirmek mineral ve vitamin kayıplarının önlenmesinde yararh olacaktır. Salata olarak kullanılan sebzelerin, sirkeU suda bekletilmemeleri, yağda eriyen vitaminlerin emilimlerini sağlamak için de biraz zeytinyağı ekliyerek tüketilmeleri önerilir. Meyveler Akdeniz mutfağı genelde yemeklerini tatlı yerine taze meyveler ile bitirir. Meyveler, kuwetH antioksidan olan bazı biyolojik maddeler, C vitamini. beta-karoten- potasyum ve posanm iyi kaynaklarıdır. Beta-karoten vücudumuzda A vitaminine dönüşür. A ve C vitaminleri ise bizleri mikrobik hastalıklardan korur. Meyveler ve posa ve potasyum yanında flavonoid, fıtoestrojen, fenolik asit, likopen, lutein gibi besin değeri olmayan ama yüksek biyolojik aktiviteli antioksidan içerikleriyle oksidatif stresi azaltırlar; vücudumuzu kalp-damar hastalıkları ve kansere karşı korurlar. Ancak son yıllarda yapılan bazı araştırmalar, kontrolsuz pestisit ve fungusit uygulamalarına maruz kalan meyvelerin tüketiminin kanser riskini artırabildiğine işaret etmektedir. Bu nedenle, meyvelerin çok iyi yıkanmaları veya kabukları soyularak tüketilmeleri önerilmektedir. Görüldüğü gibi, Akdeniz diyetinin sağlıklı olmasının arkasında, sıklıkla tükettikleri meyve ve sebzelerde çok çeşitli türden antioksidan, fıtoestrojen, besin öğesi ve posanın bir arada olması yatmaktadır. Böyle doğal ve birbirini destekleyen bir birlikteliği, bir kaç vitamin/mineral hapıyla sağlamak mümkün olamıyor. Bugün vitamin-mineral preparatlarının en çok satıldığı ülke olan ABD'de kronik hastalık oranı Akdeniz halkına göre çok daha yüksektir. Kurubaklagil ve Kuruyemiş Akdenizliler, eti sık tüketmiyor. Bunun yerine, mercimek, nohut, fasulye gibi besinleri protein kaynağı olarak kullanıyor. Kuruyemiş, özellikle fındık, badem, kuru üzüm yemek aralarında sık sık yeniyor. Kurubaklagil, fındık ve fıstık birçok biyoaktif maddenin kaynağıdır. Bunlar arasında sağlıklı bir kalp için gerekli olan E ve B grup vitaminleri, posa, biyoflavonoidler, potasyum, arjinin ve bitkisel steroller sayılabilir. Bitkisel steroller, fitoestrojen olarak, organizmada estrojenlerin yerine geçerek hormonlarla ilgili kanserlerin baskılanmasında yardımcı olabiliyorlar. Ayrıca bağırsaklarda emilim için kolesterolle yarışarak kan kolesterol düzeylerini düşürebilmektedirler. Sarmısak ve Soğan Akdeniz insanı, sarmısak ve soğanı, ağzım kokacak kaygısına düşmeden, salata ve mezelerde bol bol kullanır. Sarmısak dövüldüğünde, aktif maddeleri ajoen and alin, alinaz enzimi aracılığı ile hücrelerden dışarıya çıkar. Bu maddeler, kan pıhtılarını önler; kan yağlarını düşürür; hipertansiyon ve mide-bağırsak kanserlerini önlerler. Ancak, pişirme sırasında aktif maddeler tamamen kaybolur. Bu nedenle, sarmısak ve soğanı çiğ tüketmek gerekir. Peynir ve Yoğurt Anadolu ve Akdeniz halkı, raf ömrünü uzatmak için nesiller boyunca sütü fermente ederek peynir ve yoğurt olarak tüketmeyi yeğlemiştir. Yoğurt yüksek kolesterollü bir besin olmasına karşın, insanlarda kan kolesterolünü düşürür. Bunun nedeni fermentasyon sırasında laktik asit bakterilerinin orotik asit üretmesidir. Orotik asit, karaciğerde kolesterol yapımını baskılayarak kolesterol üretimini azaltıyor. Peynir ve yoğurt kan kolesterolünü düşürdüğü bilinen kalsiyumdan da zengindir. Yoğurdun ayrıca probiyotik niteliği vardır. Fermentasyonda kullanılan laktik asit bakterilerinin, laktoz intoleransı, bakteri enfeksiyonları, yangılı bağırsak hastalıkları, antibiyotik kullanımına bağlı ishal, besin alerjileri ve radyoterapinin olumsuz etkilerine karşı korudukları bildiriliyor. Fermente süt ürünleri, genetik hasar yapabilecek maddeleri bağlayarak, bağırsak asitUğini düşürerek ve bağışıklık mekanizmasını destekliyerek antikarsinojik etkinlik gösteriyorlar. Üzüm ve pekmez Akdeniz Bölgesinde yaygın olarak tüketilen bir başka ürün, üzüm suyunu konsantre ederek hazırlanan pekmezdir. Pekmez, kırmızı üzüm kabukları ve çekirdekleri, kırmızı şarap çok kuwetH bir antioksidan olan resveratrol içerir. Resveratrol, organizmada, kan damarlarının doğal ve etkin bir gevşeticisi olan nitrik oksiti salgılatarak damar tıkanıklığını düzeltmekte, aynı zamanda LDL oksidasyonunu ve kan pıhtılaşmasını da azaltarak kalp ve beyin sektelerine karşı koruyuculuk yapmaktadır. Pişirme Yöntemleri Yanan besinler, özellikle hayvansal kaynaklı olanlar, sağlığımıza zararhdır. Yanan et, balık ve tavukdaki kolesterol okside olur. Damarlara en çok zarar veren de bu okside kolesteroldür. Yanan, dumana maruz kalan besinlerde (hamburger, döner, barbeküler, kavurmalar) ve yağlarda oluşan kimyasal maddeler kanser oluşumunu kuvvetle desteklerler. Batılı toplumlarda bu tür pişirme yöntemi yaygındır ve ülkemizde de geleneksel beslenme tarzının yerini almaktadır. Halbuki Akdeniz ülkelerinde, sulu pişirme olarak kabul ettiğimiz tencere yemekleri daha yaygındır. Tencerede pişirilen zeytinyağlı sebze yemeği Akdeniz sofralarında sıklıkla görülür. Yağda yapılan kızartmalarda, fritöz kullanılması, sığ tavada yapılan kızartmalara göre daha sağhklıdır. Ancak, fritözdeki yağ, 7-8 kızartmadan sonra değiştirilmelidir. 5. BESLENMEYE ZİHİNSEL İŞLEVLER Zihinsel İşlevler Açısından Önemli Besin Maddeleri Amino Asitler Beyin gelişimini ve işlevlerini en çok etkileyen besin öğeleri, vücut proteinlerimizi oluşturan amino asitlerdir. Bunlar beyin hücrelerinin gelişmesi ve normal çahşması için elzem olan DNA, protein, enzim ve sinir hücreleri arası iletişimi sağlayan asetil kolin, glutamat, dopamin, serotonin, norepinefrin gibi kimyasal maddelerin (nörotransmitter) ön maddeleridir. Amino asitler, yumurta, et, balık, süt, yoğurt gibi hayvansal gıdalarda beynin yararlanması için en iyi oranlarda bulunurlar. Ancak, mercimek, nohut, fasulye gibi gıdalar da ideale yakın oranlarda amino asit içerirler ve eğer tam buğday u n u n d a n yapılmış ekmek veya tahıl taneleriyle birlikte tüketilirlerse protein değerleri hayvansal proteininkine yaklaşır. Elzem Yağ Asitleri ve Fosfolipitler Beyin gelişimi için ikinci önemli beslenme unsuru, yağlarda bulunan elzem yağ asitleri ve fosfolipitlerdir. Elzem yağ asitlerinin kaynağı bitkisel sıvı yağlar ve balık yağlarıdır. Bunlar beyin hücrelerinin zar tabakası (miyelin) için elzem olduklarından, yetersizliklerinde beyin hücreleri küçülmektedir. Ayrıca bazı fosforlu maddeler, özellikle tahıl taneleri, fındık, badem, kurubaklagillerde bulunan inositol; yumurtada ve soya fasulyesinde bulunan kolin ve lesitin; ette ve süt ürünlerinde bulunan karnitin, beyin hücreleri arasında iletişimi sağlayan nörotransmitterlerden asetilkolin düzeyini destekleyerek kişilerin zihinsel yeteneklerini ve hafızalarını güçlendirir. Mineral ve Vitaminler Beyin gelişimi ve verimH çalışması için demir ile çinko da çok önemlidir. Bunların insan vücuduna yararlı kaynakları da yine kırmızı etler ve balıktır. Bitkisel kaynaklı demir ve çinkonun emilimi çok düşüktür, ancak ekmek mayalandığı zaman içerdiği demir ve çinkonun vücuda emilimi artmaktadır. Tam buğday unundan yapılan ekmek B grubu vitaminlerinin de iyi kaynağıdır ki bunlar sinir hücrelerinin iyi çalışması ve beyni etkileyen toksik maddelerin uzaklaştırılmasında görev alırlar. Özellikle, B grubu vitaminlerinden B6, B12 ve folik asit, kanda homosistein adlı maddenin yükselmesini baskılayarak yaşlılarda yaygın olarak görülen bunama yani Alzheimer hastalığının oluşmasını önleyebilmektedirler. Bu vitaminler, aynı zamanda beyinde Sadenosil-metionin (SAM-e) düzeyinin de yeterli düzeyde olmasını sağlarlar. SAM-e nörotransmitterlerin düzgün çalışmasını sağlayan çok önemli bir kimyasal olup, depresyonun önlenmesinde ve hafiza gücünün korunmasında önemli etkinliği vardır. Taze meyveler, sebzeler, özellikle yeşil yapraklı sebzeler içerdikleri antioksidan maddeler ile folik asit sayesinde beynin yaşlanmasını ve hücre hasarını önlerler. Ayrıca, Alzheimer hastalarında beyin plakalarında alüminyum birikmektedir. Bunun da, bu kişilerin genel olarak kalsiyum ve magnezyumdan yetersiz bir diyetle beslenmelerine bağlı olduğu sanılmaktadır. Süt, peynir ve yoğurt gibi kalsiyum kaynağı besinlerin gençlik yıllarında yetersiz tüketilmesi halinde, beyin plakalarında yavaş yavaş alüminyum birikmekte ve Alzheimer riski artmaktadır. Zihinsel işlevler için Zararlı Besinsel Etmenler Saf Şeker, Hamurişleri, Alkol Beyin enerji olarak glukoz kullanır. Glukoz yeterince sağlanamazsa oksijen kullanımı azalır ve beyin işlevleri hasar görür. Ancak, bugüne değin yapılan araştırmalar, diyetteki şeker, beyaz undan yapılan hamurişleri, şekerli meşrubat gibi saf şeker ve nişasta içeren gıdalarm, zeka düzeyini geçici olarak düşürdüğünü gösteriyor. Bu tür gıdalar kana hızlı şeker verirler ama dengesiz insulin salgılanmasına ve kan şekerinde inip çıkmalara neden olurlar. Bunun yerine tahıl, kurubaklagil, meyve gibi şekeri kana daha yavaş ve dengeli bir şekilde veren gıdalar, beyin fonksiyonları için daha yararlıdırlar. Aşırı alkol tüketimi de beyin hücrelerinin ölümüne neden olan başlıca faktörlerden biridir. Ağır Metaller Beyin ve ona bağlı olan merkezi sinir sistemi için gıdalarla alınabilecek en zararlı maddeler kurşun, civa, kadmiyum gibi ağır metallerdir. Bu maddelerin bulaştığı gıdaları veya suyu devamlı olarak tüketenlerde, özellikle çocuklarda, zeka geriliği, sersemlik ve davranış bozukluğu gözlenir. Amerikada yapılan araştırmalarda, acıma hissinden yoksun seri katillerin saçlarındaki ağır metal kalıntıları, normal topluma göre yüksek; çinko düzeyleri ise düşük bulunmaktadır. Ağır metaller, atık suların civarında yaşayan balıklarla veya trafiğin yoğun olduğu yol kenarlarında otlayan hayvanların süt ve sakatatlarıyla, oralarda yetişen meyve ve sebzelerle insan vücuduna girebilmektedir. Doğal Toksinler ve Katkı Maddeleri Bazı bitkisel kaynaklı ürünlerin üretim, hasat, işleme ve depolama süreçlerinde oluşabilen küflerin ürettiği mikotoksin adı verilen zehirler de hassas kişilerde psikolojik dengesizliklere, panik ataklara ve depresyona neden olabilmektedir. Bu zehirler en çok, kötü hasat ve depolama koşullarından sonra piyasaya sürülen buğday, mısır gibi tahıllar, fındık, fıstık, ceviz, kestane, incir gibi kuruyemişler ve kırmızı pulbiberde bulunabilmektedir. Boya maddeleri, aroma vericileri içeren süt ürünleri, hazır pudingler, meşrubat, monosodyum glutamat içeren çorbalar, cips ve et suları da bazı hassas çocuklarda hiperaktiviteye, başağrılarına, konsantrasyon eksikliği ve depresyona neden olabilmektedir. Pişirme Yöntemleri Et, balık, tavuk gibi hayvansal gıdalar, gerek amino asitlerin gerekse demir ve çinko gibi önemli minerallerin çok iyi kaynaklarıdır. Ancak mangalda, dumanda, yüksek ısıda ızgarada veya 'fast food' tarzında hazırlanırken yanarlarsa, zehirli maddeler oluştururlar ki, bu maddeler kalp, karaciğer gibi organlar yanında beyin sağlığına da zarar verirler. Özellikle yağh et ve tavuk, bir de kömürleşirse veya salam, sucuk yapımında kullanılan nitrat, nitrit gibi maddeler eklenirse, beyne giden damarlar tıkanmaya başlar ve beyin sağlıklı çalışması için gerekli olan oksijeni yeterince alamaz. Bu damarların tıkanması ayrıca inme ve felçlere de neden olabilir. Bu nedenle, hayvansal gıdaların sulu ortamda pişirilmeleri (çelik tencere, düdüklü tencere vb) ve şarküteri etlerinden uzak durulması akıl sağlığı için önemlidir. Akıl Sağlığı İçin Beslenme Kilo almadan ruhsal ve bedensel sağlığımızı koruyabilmek için kalori ve saf nişastalı besinler açısından kontrollü ama besin kalitesi yüksek bir beslenme tarzı uygulamalıdırlar. Aşırı şeker, hamurişi, yağlı gıda tüketen ama fiziksel aktivitesi düşük olan kişiler obesite ve hareketsizliğe bağlı olarak kalpdamar hastalıkları, şeker, gut gibi hastalıklar açısından risk altındadırlar. Akıl sağlığını korumak isteyen kişi, sabah kalkınca kendisine zaman ayırıp, taze peynir, yumurta, taze meyve suyu veya yulaf ezmesi gibi tahıllar içeren dengeli bir kahvaltı yapmalı. Ana öğünlerde ise balık, yağsız et, yoğurt, bol sebze ve meyve, tam buğday unundan yapılmış ekmek, bulgur gibi besinler tercih edilmelidir. Yemek aralarında yine meyve veya bir miktar findik, badem gibi yiyecekler önerilir. Örneğin 1 kase yoğurt, 1-2 dilim tam buğday ekmeği, bol salata, zeytinyağlı sebze, ve meyve içeren bir öğlen yemeği hem beyin işlevleri için gerekli besin maddelerini verir hem de obesite ve kalp-damar hastalıklarından korunmayı sağlar. Akşam yemeklerinde balık (özellikle omega-3 yağ asitlerince zengin yağlı balıklar; örneğin palamut, lüfer, hamsi, somon, ton, uskumru vb), yağsız et, tavuk, kurubaklagil gibi gıdalar yanında, yoğurt, salata ve meyve tercih edilmelidir. Öğün aralarında pasta, kek yerine bir miktar fındık, badem, kuru üzüm yararlı olur. Genelde hamurişleri, beyaz ekmek, aşırı alkol, kızartmalar, yanmış etler, kremah ve şuruplu tatlılar, şekerli meşrubat, fast food tarzı hamburger vb gıdalardan kaçınılmalıdır. Toksinlerin atılması için yeterince su içilmesi de önemlidir. Ayrıca açık havada yürüyüş, yüzme gibi fiziksel aktiviteler kişinin kan dolaşımını hızlandırır; damar tıkanıklığını önler; beyin fonksiyonlarını daha iyi kullanmalarına yardımcı olur; ruhsal sağlığa da olumlu etki yaparak olası bir depresyonun önlenmesinde yardımcı olur. Özellikle ailelerinde alzheimer hastalığı olanlar, belli aralıklarda kan kolesterol ve homosistein düzeylerine baktırırlarsa, ileride çıkabilecek sağlık sorunları için tedbir alabilirler. Antioksidan vitaminler, B grubu vitaminleri ve balık yağları onları kalp-damar hastalıklarından koruduğu gibi zihinsel yeteneklerini de kuvvetlendirir. Çocukluk Çağında Zihinsel Gelişimin Desteklenmesi Bebeklik Çağı Büyüme ve gelişme sürecinde bir organın gelişmesi, o organdaki hücre sayısının artması demektir. Beyin hücre sayısında artış doğum öncesinden başlayıp, doğumdan sonra 1 yaşına kadar devam eder. Sonraki dönemlerde beyin hücre sayısı artmaz ancak hücrenin kendisi büyüyebilir. Eğer yetersiz beslenme, doğum öncesi evre dahil yaşamın ilk yıllarında olursa, beyin gelişimindeki aksama, yaşamın geri kalan devresinde yeterli beslenme sağlansa da düzelememektedir. Beyin gelişiminin en yoğun olduğu doğum öncesinde daha henüz bebeğin ana rahmine düştüğü sırada annenin vücudunda yeterli folik asit olması önemlidir. Bu nedenle anne adayları bebeklerini planladıkları sırada bol miktarda maydanoz, roka, tere gibi yeşillik, nohut, mercimek gibi folik asitçe zengin gıdalarla beslenmelidir. Hamilelik sürecinde annenin iyi kalite proteinle beslenmesi; elzem yağ asitlerinin kaynağı olan sıvı yağları (ayçiçek, mısırözü, soya, balık vb), demir, çinko gibi mineralleri, vitaminlerce zengin olan tahıl, meyve ve sebzeleri yeterince tüketmesine dikkat etmesi gerekir. Ayrıca deniz ürünlerinden yeterince iyot alması da önemlidir. Çünkü ana rahminde iyotsuz kalan çocuklarda kretinizm denilen geri zekalılık sendromu oluşmaktadır. Doğum sonrası, beyin gelişimi için en iyi gıda anne sütüdür çünkü anne sütünün protein kalitesi, elzem yağları, kolesterol, mineral ve vitaminleri bebeğin beyin gelişimi için en uygun düzeydedir. Anne sütündeki çinko ve demirin emilimi inek sütüne göre çok yüksektir. Laktoz içeriği de yüksektir ki laktoz beyin gelişimi için gerekli olan serebrositlerin bir parçasıdır. Ancak anne emziremiyorsa o zaman bebek mamaları tercih edilmelidir. Ama bunların arasında besin öğeleri anne sütüne en yakın olanları tercih edilmelidir. Emzirmenin 6. ayından sonra ek gıdalara başlandığında, bunların saf şeker ve nişastalı olanları tercih edilmemelidir. Özellikle çinko ve demir kaynakları olan et ve balık gibi gıdaların alınmasına dikkat edilmelidir. Bebekler 1 yaşına gelene kadar, yeşil yapraklı (ıspanak, pazı, maydanoz) ve havuç gibi sebzelerin verilmesi sakıncalıdır, çünkü bu sebzelerde yüksek oranda bulunan nitratlar, enzimleri henüz tam geUşmemiş bebeğin organlarına oksijen taşıyan sistemini bozabilmektedirler. Bu durumda, yeterince oksijen alamayan beynin gelişimi aksayabilmektedir. Okul Çağı Beslenme İyi bir kahvaltı, çocuklarda okul başarısını çok etkiler. Özellikle tam undan ekmek, yumurta, peynir, süt, taze meyve suyu içeren bir kahvaltı, beynin gün boyu ihtiyaç duyduğu besin maddelerini en iyi şekilde sağlayabilir. Çocuklar öğle ve akşam yemeklerinde et, balık, tavuk, nohut, mercimek, fasulye, taze salata, sebze, meyve gibi besinlerden yeterince tüketip, gazoz, kola gibi içecekler yerine ayran ve sütü yeğlerlerse beyin fonksiyonları için gerekli olan besin öğelerini yeterince karşılarlar. Monosodyum glutamat (MSG) eklenmiş cips ve hazır çorbalar onlar için yararlı değildir, başağrısı yapabilir. Öğün aralarında dondurma ve sütlü tatlılar da çocuklar için yararlı besin kaynaklardır. Balık yağları da beyin fonksiyonlarına yardımcı olabilmektedir. Beslenme ile İlgili Sorunlar ve Risk Grupları Beyin gelişiminin hızlı olduğu bebeklik çağındaki besin yetersizliklerine ve dengesizliklerine bağlı olarak zeka geriUği, hiperaktivite, depresyon, otizm, şizofreni, parkinson gibi hastalıklar ortaya çıkabilmektedir. Yetersiz ve dengesiz beslenen kişilerde dikkatsizlik, ilgisizlik, geçimsizlik, başarısızlık daha sık görülmektedir. Risk akında olanlar arasında yetersiz beslenen annelerden doğan bebekler; yaşamının ilk yılında daha çok şekerli ve unlu besinlerle beslenen bebekler; öğünlerini fast food tipi besinlerle veya bir poaça ve meşrubatla geçiştiren öğrenciler; sosyo-ekonomik nedenlerle iyi kaliteli protein açısından yeterince beslenemeyenler; yalnız yaşadıkları için kendilerine dengeli bir öğün hazırlamaya üşenenler; yaşlılar, alkolikler, kan şeker düzeyini kontrol edemeyen şeker hastaları sayılabilir. Bazı Ruhsal/Zihinsel Sorunlarda Beslenme Ruhsal sorunlarda her birey için belli bir kesin diyet önermek yanlış olur, çünkü bu sorunların çevresel, psikolojik ve metabolik kaynakları ile nedenleri kişiden kişiye değişebilmektedir. Ancak bazı diyetetik önlemler, bu sorunların önlenmesinde veya hiç olmazsa hafifletilmesinde yardımcı olabilmektedir. Önerilen tüm diyetlerin temelinde enerji ve besin maddeleri açısından yeterli ve dengeli bir beslenme tarzı vardır. Bu hastalıklarda, diyetteki hayvansal kaynaklı doymuş yağların, şeker, beyaz undan yapılan ekmek ve hamurişlerinin en aza indirilmesi, saf ve dışarıdan gıdalara eklenen katkı maddelerinin hiç olmaması gerekmektedir. Multipl Skleroz Bu hastalıkta beyin ve omurda miyelin tabakasının yangısı ve sertleşmesi sonucu sinir sistemi çalışamaz hale gelmektedir. Halsizlik, kas yorgunluğu, kramplar, koordinasyon kaybı, hissizlik, idrar yolları sorunları, görme, duyma ve konuşma bozuklukları olarak ortaya çıkan bu hastalıkta, doymuş, katı yağlar (hayvan eti yağları, tereyağ, margarin) gıda boyaları, aspartam, kıvam artırıcılar, aroma maddeleri gibi tüm katkı maddeleri diyetten çıkarılır. Hastalığın ilerki yaşlarda önlenmesi için bebeklik çağında, elzem yağ asitlerince zengin olan anne sütü çok yararlıdır. Eğer inek sütünden yapılan formül mamalar vermek gerekiyorsa, bunların sıvı yağlarda bulunan elzem yağ asitleriyle zenginleştirilmiş olanları tercih edilmelidir. Yetişkinlere, nohut, mercimek gibi kurubaklagiUer, tahıl taneleri, tam buğday unundan yapılan ekmekler (örneğin Doygun ekmek), bol yeşillik, taze küflenmemiş sebze ve meyve önerilir. Kişinin alerjisi veya hassasiyeti olan tüm gıdaların alınmamasına özellikle dikkat edilir. Multipl sklerozlu hastaların bazıları, diyetlerinden buğday ve çavdar gibi glutenli besinler çıkarılınca da yarar görmektedirler. Depresyon ve Panik Atak Bu sorunları olan kişilerin diyetlerinden şeker, saf nişasta, kafein (çay, kahve, kola), alkol ve katkı maddeleri çıkardır. Şeker ve nişastalı gıdaların tüketilmesi, insulin salgısını hızla yükselip, 2-3 saat sonra kan şekerinin çok düşmesine neden olabilmektedir. Bu durumda kan şekerini yükseltmek için, hızla adrenalin salgılanması panik atağa neden olabilmektedir. Adrenalin salgılanması sırasında, magnezyum çok harcandığından, genelde panik ataklılarda bu mineralin düzeyi düşük bulunmaktadır. Şeker, saf nişasta ve katı yağlardan arındırılmış dengeli bir diyete, balık yağları (omega-3 yağ asitleri: EPA, DHA), zeytinyağı, findik; gerekirse doktor kontrolünde B grubu, C ve D vitaminleri, demir, çinko, kalsiyum, selenyum ve özellikle magnezyum eklenir. Depresif hastalarda kan B12 düzeyinin araştırılması gerekir. Çünkü vejeteryanların dışında bu vitaminin yetersizliği, emilim bozukluğunu düşündürür ve ivedilikle düzeltilmesi gerekir. Aksi takdirde geriye dönüşü olmayan sinir harabiyeti ortaya çıkar. Regl dönemi öncesi, doğum sonrası ve menapoz depresyonları hormon dengesizliklerine bağlıdır. Alkol, tuz, çay, kahve, kola gibi içecekler ile katı yağların sınırlanması; bunun yanında diyetin balık yağları, B6, kalsiyum, ifolik asit, çinko, magnezyum ve soya fasulyesinden elde edilen bitkisel estrojenlerle takviye edilmesi, bu sıkntıların giderilmesinde yararlı olabilmektedir. Soya estrojeni, menapozda sık görülen gece terlemelerini, ateş basmalarını ve kemik yıkımını kontrol altında tutabilmektedir. Boron minerali ise menapoz süresinde, estrojen seviyelerini korumada yardımcı olmaktadır. Boronun iyi kaynakları arasında elma, erik, çilek, domates ve fasulye sayılabilir. Düzenli olarak yapılan yürüyüş, yüzme gibi fiziksel aktiviteler vücudun endorfin salgısını artırarak depresyonu engellemede yardımcı olmaktadır. Ayrıca güneş ışığı ve D vitamini de depresyon tedavisinde olumlu etkinlik göstermektedir. Alzheimer Alzheimer hastalarında başta asetilkolin olmak üzere seratonin, GABA, norepinefrin gibi sinir hücreleri arasında iletişimini sağlayan maddeler %50%90 oranında kayba uğramaktadır. Bu durumda yanlış sinyaller iletilmekte, hasta yakın zamanda geçerli olan hafiza yeteneğini kaybetmektedir. Hastalığın diğer bir özelliği de beyinde anormal plakaların oluşmasıdır. Alzheimer hastahğının temelinde sinir hücrelerinin oksidasyonu, yani bir nevi paslanması yatmaktadır. Bu nedenle paslanmayı önleyen antioksidan vitamin, mineral ve biyoflavonoidlerin tüketimi hastalığın önlenmesi için çok önemlidir. Bu antioksidanlar en çok sebze, meyve, fındık, ceviz ve soya fasulyesi gibi besinlerde bulunur. Süt, yoğurt, peynir gibi besinlerden yetersiz beslenen kişiler, Ca düzeyi yetersiz olduğundan kurşun ve alüminyum gibi vücudumuza zararlı mineralleri çevreden daha kolay ve yüksek dozlarda alabiliyorlar. Alzheimer hastalığının bir özelliği de beyin plakalarında alüminyum birikmesi olduğundan, yaşamın her evresinde süt ürünlerinin tüketilmesinin önemi ortaya çıkmaktadır. Yoğurt, süte göre daha rahat tavsiye edilir çünkü ülkemiz halkının önemli bir kısmında laktoz intoleransı denen süt şekeri hassasiyeti vardır. Alzheimer hastalığı ile iHşkisi olan diğer bir diyetetik etmen de kan folik asit, B6 ve B12 vitaminlerinin düzeyleridir. Bu vitaminlerin yetersizliklerinde, kanda homosistein düzeyi yükselmektedir. Yüksek homosistein damarlarda toksik etki yapması yanında, beyinde anormal plakaların oluşmasına da neden olmaktadır. Alzheimer hastalarında homosistein düzeyleri normalden yüksek, folik asit, B6 ve B12 vitaminlerin düzeyleri ise normalin altmda bulunduğundan, 3 vitaminin yeterince aimması, hastalıktan korunmak için önemlidir. Folik asidin en iyi kaynakları yeşil yapraklı sebzeler, B6 için muz, kurubaklagiUer, tam buğday unudur. B12 vitamini ise yalnızca vejeteryanlarda ve bağırsaklarında emilim bozukluğu olanlarda görülür. Bu nedenle, ailelerinde Alzheimer hastalığı sık görülenlerin, kan B12 vitamini düzeylerini araştırması, gerekirse takviye alması hastalıktan korunmada etkili olacaktır. Bu hastalık, kan kolesterol profili olumsuz olan kişilerde de daha sık görüldüğünden risk altındaki kişiler için diyetlerinden katı yağları çıkarmaları; bunun yanında, bol sebze, meyve, kurubaklagil, yulaf, fındık, zeytinyağı ve yağh balık (uskumru, lüfer, palamut, hamsi vb) tüketmeleri da faydalıdır. Şizofreni ve Otism Diyetten tüm işlem görmüş besinlerin, katkı maddelerinin, şeker ve beyaz undan yapılan hamurişlerinin çıkartılması bazı şizofreni hastalarına yardımcı olabilmektedir. Bu kişilerin, alerjileri ve hassasiyetleri olan tüm besinlerden tamamiyle uzak kalmaları da gerekmektedir. Bunun yanında doktor kontrolünde yüksek dozda verilen Bl, B3 (niasin), B6, B12, C ve E vitaminleri, folik asit, çinko, manganez, L-glutamin gibi maddeler de hastalığın kontrolünde fayda sağlayabilmektedir. Otistik hastaların diyetlerinden lutein, soya proteini, süt kazeini, buğday ve çavdar gibi tahıl proteini olan glütenin çıkartılması; b u n u n yanında diyetlerinin balık yağı, B3, B6, A vitamini ve magnezyum yönünden takviye edümesi yararlı olabilmektedir. Hiperaktivite Hiperaktif çocuklar, dikkatlerini beUi bir şeye ancak çok kısa bir süre odaklayabilirler; hareketleri yaşlarından beklenenden çok daha kontrolsüzdür. Bu durum, sinir hücreleri arasında iletişimi sağlayan nörotransmitterlerdeki anormaUikten kaynaklanır. Diyetten, gıdanın kendisinde doğal olarak bulunmayan katkı maddelerinin, özeUikle gıda boyaları, aroma maddeleri, koruyucular, renk açıcılar, kıvam vericiler, monosodyum glutamat, kafeinin çıkartılması, hiperaktif çocukların bazılarına çok belirgin yararlar sağlamaktadır. Bunun yanında çikolata ve şeker eklenmiş besinler de insülin ve daha sonra adrenalin salgısını artırdığından, hiperaktif çocuklara bu türlerin verilmemesi; aşırı adrenalin salgılandığında hızlı bir şekilde harcanan magnezyumun yetersizliğinin önlenmesi için de ek magnezyum verilmesi önerilmektedir. 6. DİABETTE BESLENME VE GLİSEMİK İNDEKS Diabet en sık görülen hormon hastalığıdır. Kronik bir sorun olduğundan yaşam boyu kontrol altında tutulması gerekir. Diabette insüUn yetersizliğine veya insülinin etkili olamamasına bağlı olarak kan glukoz düzeyi yükselir. Bu durumda, protein ve yağ metabolizması da etkilenmektedir. Dolayısı ile diabetlilerin böbrek ve kalp-damar hastalıkları riski artmaktadır. Yüksek kan glukozu, genelde idrara karışarak atıldığından kontrol altına alınmamış diabetlide sık idrara çıkma ve kilo kaybı görülür. Tedavi uzun süre ihmal edilirse; gözlerde, ayaklarda ve sinir sisteminde sorunlar ortaya çıkar. însüline bağımlı olan (Tipi) ve olmayan (Tip2) diabet tiplerinin her ikisinde de beslenme önemlidir. Tip 1 diabette diyet, kişinin aldığı insülin miktarına ve zamanına, aktivitesine, yaş ve cinsiyetine uygun olan günlük enerji/besin öğesi gereksinimine ve insüline verdiği cevaba göre ayarlanır. Tip 2 diabette diyet uygulamaları tedavi açısından daha etkilidir, çünkü beslenme tarzında yapılan uyarlamalar ile insülin direnci ve gereksinimi azaltılabilmektedir. Bir başka deyişle, uygun bir diyet uygulamasıyla kan şekerinin hücrelere geçmesi, daha düşük düzeylerde insülin salgılarında gerçekleşebilmektedir. Çoğu kez, uygun diyet uygulayan Tip2 diabetlilerin insülin ve ilaçlara gerek duymadan, kan glukoz düzeylerini kontrol altına alabilmeleri mümkün olmaktadır. Tip 1 diabet, yanlış yönlendirilmiş bağışıklık sisteminin neden olduğu (otoimmün kaynaklı) bir hastalık olduğundan hastalık oluşmadan beslenme yoluyla önlemek mümkün olamamaktadır (hiç olmazsa şimdilik). Ancak Tip 2 diabet bazı genetik faktörlerin (O grubu kanı olanlarda veya diabetH anne babaların çocuklarında daha sık görülüyor), şişmanlığın, aşırı tath ve hamurişi tüketiminin etkisi altında uzunca bir sürede gelişir. Bu nedenle, yatkınlık, hastalık oluşmadan farkedilip beslenme yönünden önlem alınırsa diabetten kaçımlabilir. Fazla kilolu kişilerde insulin direnci özellikle kaslarda artmaktadır. Bu durumda fazla insulin salgılamak (hiperinsülinemi) zorunda kalan pankreas, stres altında kalmaktadır. Bazı kişilerde genetik olarak yetersiz olan pankreasın bu hücreleri, bu stresi karşılayamayınca klinik diabet tablosu ortaya çıkmaktadır. Yağlı ve Karbonhidratlı Besin Tüketimi Diabette yağ metabolizması bozulduğundan yağ tüketiminin kontrol altında olması gerekiyor. Damar tıkanıklığı riski arttığından özellikle hayvansal yağların ve bu yağları taşıyan yağlı etlerin iyice kısıtlanması önemlidir. Ancak uskumru, lüfer, palamut, somon, hamsi gibi yağlı balıklarda bulunan omega3 yağ asitleri kalp-damar hastalıklarında koruyucu etkinlik gösterdiğinden yağlı balıklar, buğulama yöntemi veya fırında pişirildikleri takdirde rahatça kullanılabilirler. Sıvı yağlardan zeytinyağı da kalp-damar hastalıklarında yararlı olduğu için kullanılabilir, ancak kalorisi yüksek olduğu için zayıflamak isteyen diabetlilerce dikkatli tüketilmehdir. Yukarıda anlatılan nedenlerle diabette, yağ ahmını azaltılması için günlük enerji gereksiniminin yarısının karbonhidratlı besinlerden sağlanması öneriHr. Karbonhidrath gıdalar şeker ve nişasta içerirler ve eğer bu besinler saf olarak (şeker, beyaz undan yapılmış, ekmek, hamurişi gibi) tüketilirlerse, kan glukoz düzeyini hızla yükseltirler ve insulin direncini artırırlar. Dolayısı ile diabetlinin mutfağına saf şeker, glukoz ve un girmemelidir. Bunların yerine kompleks karbonhidratlar dediğimiz posa, protein ve diğer besin öğelerince zengin besinler kullanılmalıdır. Glisemik İndeks Son yıllarda konuyla ilgili yapılan çalışmalarda, karbonhidratlı besinlerin (şeker ve nişasta içeren besinler) insanlarda kan şekerini yükseltme ve dolayısı ile insulin direncini artırma özellikleri araştırılmaktadır. Her bir besinin tüketildikten sonra kan şekerini artırma kapasitesi, standart olarak kullanılan glukoz veya beyaz ekmeğin kan şekerini artırma kapasitesiyle karşılaştırılmaktadır. Buna glisemik indeks diyoruz. Bu sistemde glukoz veya beyaz ekmeğin tokluk kan glukozunu artırma kapasitesi 100 olarak kabul edilip, diğer gıdaların kapasiteleri buna göre oranlanmaktadır. Örneğin, muzun glisemik indeksi yaklaşık 80 iken, armudunki 30 olarak bulunmuştur. Demek ki, bir diabetli veya diabet adayı için armut tüketmek, muza göre daha sağlıkh olacaktır. Glisemik indeks üzerine yapılan çalışmalarda, bir besinin posa, protein ve yağ içeriklerinin yüksek olmasının. Tip 2 diabetlilerde kan şekerinin daha iyi kontrol edilmesine yardım ettiği belirlenmiştir. Posa, midede nişastanın sindirim hızını ve bağırsaklara geçişini yavaşlatarak ayrıca glukozun ince bağırsaktan emilimini geciktirerek kan şekerinin hızla yükselmesini engellemektedir. Protein ve yağlar da midenin boşalmasını geciktirerek etkili olmaktadır. Böylece, diabetlide gün boyunca meydana gelebilecek aşırı kan glukoz değişimleri de daha az olmaktadır. Bir besinin cinsi, olgunluk derecesi, favamı, içerdiği şeker ve nişastanın tipi (glukoz, fruktoz, galaktoz, amiloz, amilopektin), içerdiği pektin, fitat, tanen miktarları, pişirme ve işleme yöntemleri, enzim içerikleri de glisemik indeksi etkilemektedir. Örneğin, iyice parçalanarak çorba halinde tüketilen mercimeğin glisemik indeksi, parçalanmadan pişirilen mercimeğe göre daha yüksek olmaktadır. Dolayısı ile besinleri püre haline getirmeden, öğütülmemiş, parçalanmamış ve fazla işlem görmemiş şefalde tüketmek bir diabetli için daha uygun olmaktadır. Çünkü bu durumda bu besinlerin sindirimi daha yavaş olduğundan kan şekeri hızla yükselmemektedir. Pişirilen ve jelatinleşen nişastanın sindirimi ve emilimi daha kolay olmaktadır. Çok pişmiş besinler kan glukozunu ve insulin salgılanmasını daha çabuk yükselttiğinden besinlerin gereğinden fazla pişirilmesinden kaçınılmahdır. Tablo r d e bazı besinler için dünyada yapılan değişik araştırmaların sonucunda elde edilen glisemik indeks değerlerinin ortalamaları verilmiştir. Meyveler için verilen rakamlarda, TÜBİTAK ve l.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde yerli meyvelerle yapılan bir ortak çalışmanın sonuçları esas ahnmıştır. Glisemik indeks, besinin cinsine ve işleme yöntemine göre değiştiğinden araştırma bulguları arasında ufak farklılıklar olabilmektedir. Tablo 1. Bazı karbonhidratlı besinlerin glisemik indeksleri (glukoza göre) Besin Tahıllar Arpa Glisemik indeks 25 Çavdar Spagetti Buğday Makarna Bulgur Esmer pirinç İrmik Pirinç Mısır 34 38 40 45 46 50 55 58 60 Ekmekler Arpa ekmeği (kavuzlu) Yulaf kepeği ekmeği Çavdar kepği ekmeği Kepekli buğday ekmeği Tam buğday ekmeği Beyaz ekmek Francola 45 47 55 58 67 70 95 Hazır kahvaltılıklar Buğday kepeği (ali bran) Yulaf kepeği Müsli Wheetabix Pirinç gevreği (rice crispies) Mısır gevreği (corn flakes) 42 55 60 75 82 84 KurubaklagiUer Soya fasulyesi Kırmızı mercimek Yeşil mercimek Kuru fasulye Nohut Bezelye Börülce 18 26 30 31 33 39 42 Köklü sebzeler Haşlama patates 58 Fırında patates Patates püresi Patates kızartma Pancar Havuç Bal kabağı Meyveler Grapefruit Erik Armut Kiraz Elma Portakal Şeftali Mango Kiwi Üzüm Karpuz Ananas Kavun Kayısı Muz Ham muz 60 73 75 64 71 75 25 28 30 40 50 43 55 55 58 60 60 67 70 70 77 30 Meyve suları Grapefruit suyu Portakal suyu Meyveli dondurma 48 57 80 Süt ve ürünleri Yağsız yoğurt Yağlı süt Yağsız süt Sütlü dondurma 20 27 32 61 Tatlı maddeler Fruktoz Laktoz (süt şekeri) 23 46 Sakaroz (çay şekeri) Bal Glukoz 65 75 100 Bazı hazır besinler Fıstık Çukulata Pandispanya Patates çips Peynirli pizza Kruasan Kuru pasta Fanta içecek Mısır çips Donut 14 50 50 57 60 67 67 68 72 76 Diabet hastası veya adayı bu tabloya göre kan glukozunu aşırı yükseltebilecek karbonhidratlı besinler hakkında bilgi sahibi olursa, hastalığını daha iyi kontrol edebilir. Örneğin, kahvaltılık buğday kepeğinin (all-bran), mısır gevreğine göre; kirazın üzüme göre; spagettinin pirince göre; ham muzun olgun muza göre daha iyi tolere edilebileceğini görecektir. Özellikle kurubaklagillerin ve fındık, fıstık gibi besinlerin, glisemik indekslerinin düşük olduğu vurgulanmak, günlük diyette bu besinlerden yararlanılmalıdır. Çünkü bunlar, hem besin değerleri yüksek hem de kalp-damar hastalıklarına karşı koruyucu etkinlik gösteren besinlerdir. Diabetli, karbonhidrat düzeyi düşük olan yeşil yapraklı sebzeler, otlar (ıspanak, semiz otu, maydanoz, roka, tere vb) ve turpgillerden (lahana, karnabahar, brokoli, brüksel lahanası) bolca tüketebilir ve tüketmehdir de çünkü bu sebzeler, vitamin deposudurlar; ayrıca kalp-damar ve kanser hastalıklarına karşı vücudu korurlar. Turpgiller, özellikle karnabahar, iyi kalite protein kaynağı olarak da diabetlinin diyetine katkıda bulunurlar. Tatlandırıcılar Diabetli hasta şeker olarak suni tatlandırıcıları kullanabilir. Suni tatlandırıcılar kullanarak evde reçel yapmak zordur çünkü, aspartam ve sakarin gibi tatlandırıcılar reçelde istenen kıvamı sağlayamazlar. Sorbitol gibi şeker alkolleriyle ile tatlandırılan reçeller ishal yapabilir. Ayrıca, göz diabetli için özellikle hassas bir organdır; sorbitol göz sağlığına zarar verebilen bir madde olduğundan diabetli hastalar tarafından kullanılması sakıncah olabilir. Buna karşın, doğal bir şeker olan firuktoz (meyve şekeri) tablodan görüleceği gibi düşük glisemik indekse sahiptir. Bu nedenle, diabetli hastalarca günde 30-40 g arası düzeylerde kullanılması uygundur. Fruktoz şekeri ile glisemik indeksi düşük meyveler (örneğin vişne, grapefruit, portakal kabuğu, şeftali, erik gibi) kullanılarak evde güzel ve doğal kaynakh reçeller yapılabilir. Ancak, fruktozun enerji değeri yüksek olduğundan (çay şekerinden daha fazla kalori içerir) kilo vermek isteyenler tarafından dikkatlice kullanılmalıdır. Diabetliler için uygun bir yeni ürün olan sucralose Amerika ve Avrupa'da 'Splenda' adı altında satılmaktadır. Şekerden yapıldığından tadı şekere çok yakın olup, pişirme sırasında bozulmadığından ve de bilinen bir toksik etkisi olmadığından dünyada kullanımı hızla yaygınlaşmaktadır. Ancak, henüz ülkemizde üretimi ve ithalatı yoktur. Örnek Değişim Listesi Diabetli kişi, diyetini sağlıklı ama pratik bir şekilde uygulamak için hangi yiyeceklerin, hangi miktarlarda birbirinin yerini tutabileceğini bilmelidir. Tablo 2'de diabetliler için örnek bir değişim listesi. Tablo 3'de de yaklaşık 2000 kalorilik bir diyet listesi verilmiştir. Ancak, her diabetlinin hastalık durumuna, kilosuna, aldığı ilaç veya insulin miktarına göre besin ve kalori ihtiyacı birbirinden farklıdır. Ayrıca diabetlilerde damar tıkanıklığı, yüksek tansiyon veya böbrek yetmezliği gibi yan şikayetler de sık görüldüğünden kendisine en uygun diyetin ve değişim listesindeki besin miktarlarının seçilmesinin bir uzman gözetiminde olması doğrudur. Bir de diabetlinin bu listeleri doğru anlayıp, uygulaması da önemlidir. Bu nedenle, diabetli hastanın diyetinin ve diyetteki besin miktarlarının kendi doktoru ve/veya beslenme uzmanı tarafından hazırlanması; diabetlinin de bu konuda eğitilmesi gerekir. Böyle bir eğitimden sonra, kişi, değişim listesini kullanarak diyetini monotonluğa düşmeden uygulayabilir. Tablo 2. Diabetliler için örnek değişim listesi Süt değişimi: i kibrit kutusu beyaz peynir 1 kibrit kutusu yağsız kaşar peyniri 1 su bardağı yoğurt 1.5 su bardağı az yağlı yoğurt 1 su bardağı süt 1.5 su bardağı az yağlı süt Ana yemek değişimi: 120-150 g balık (özellikle uskumru, lüfer, palamut, somon, hamsi gibi yağh balıklar) Derisi çıkmış 1/2 tavuk göğsü 120 g hindi bonfile 2 yağsız yumurta (yağsız menemen, omlet olabilir) 4 yemek kaşığı kurubaklagil (fasulye, nohut, mercimek, bezelye, soya) 90 gram hiç yağsız kırmızı et veya hiç yağsız, derişiz tavuk butu Sebze değişimi: Büyük tabak salata (domates, biber, maydanoz, salatalık, marul, kıvırcık, yeşil soğan, sarmısak, dereotu, roka, tere, t u r p + l i m o n ) Büyük tabak haşlama sebze (lahana, bürüksel lahanası, karnabahar, kabak, yeşil fasulye, taze bakla, semizotu, ıspanak, pazı, pırasa, patlıcan, enginar, brokoli, mantar, bamya) Meyve değişimi: 1 armut/1 elma/l portakal/1 şeftali 1 küçük kase kiraz, vişne, çilek, erik greyfurt 15 adet fındık veya badem veya ceviz Ekmek ve tahıl değişimi: 1 dilim kepekli tam tahıl unundan ekmek (örneğin Doygun ekmek) 3 yemek kaşığı bulgur pilavı (pişmiş), esmer pirinç, m a k a r n a Yag değişimi: 1 yemek kaşığı zeytinyağı, fındık yağı, kanola yağı 5-6 adet tuzsuz zeytin örnek Diyet Listesi Tablo 3'de bu bilgiler kullanılarak yaklaşık 2000 kalorilik bir diyet listesi verilmiştir. Ancak bu kalori miktarı belli bir aralıkta oynayabilir çünkü aynı grup altındaki besinler, kaynağına, posasına, olgunluk derecesine, türüne ve farklı olabilen yağ ve şeker içeriğine göre kalori açısından farklılıklar gösterebilir. Eğer diabetlinin günlük kalori gereksinimi daha düşükse veya kilo vermesi gerekiyorsa, bu diyet listesindeki süt ve yoğurt gibi besinlerin yağsız olanları tercih edilebilir; porsiyon miktarları azaltılabilir. Eğer enerji gereksinimi daha fazlaysa, sebzeler biraz daha fazla zeytinyağı ile pişirilebilir, diyetteki fındık, ceviz gibi yüksek kalorili besinlerin miktarları artırılabilir. Diabethde sinir sistemi bozuklukları sık görüldüğünden, doktoru B grubu vitaminleri önerebilir. Bunun yanında kurubaklagiUer ve fındık, B grubu vitaminlerinin iyi kaynakları olduğundan diabetin kontrolunda yardımcı olabilirler. Balık yağı, insulin direncinin düşürülmesine yardımcı olması yanında diabetli hastanın damarlarını da korur. Alfa-lipoik asit, diabette insulin direncinin kontrol edilmesinde yararlı bir antioksidan olup, diabetik nöropati ve bağışıklık sistemi üzerinde de olumlu etkinlikleri vardır. Ayrıca; insulin direnci, çinko ve krom yetersizliğinde de gelişebildiğinden, bazı diabetlilerde bu minerallerin takviyesi de gerekebilir. Ancak krom, yüksek dozlarda toksik bir mineral olduğundan gerekli olduğunda doktor kontrolünde ve düşük dozlarda kullanılmalıdır. Tablo 3. 2000 kalorilik örnek diabet diyeti Kahvaltı: 1 dilim kepekli ekmek (arpa, buğday, çavdar, yulaf olabilir) 1 kibrit kutusu peynir 1 yumurta veya 1/2 bardak süt 1 tatlı kaşığı fruktoz şekeriyle yapılmış reçel 1 domates, salatalık, biber Kuşluk: 10 fındık/badem veya 3 adet lifli diyet bisküit 1/2 bardak süt veya yoğurt öğle: 1 et değişimi 1 sebze değişimi 2 kaşık yoğurt veya 1 bardak ayran 1 tahıl değişimi Akşamüstü: 10 fmdık/badem veya çay bardağı leblebi saat 6- 1/2 dilim kepekli ekmek, kibrit kutusu yağsız peynir, salata Akşam: 1 porsiyon az yağh kurubaklagil yemeği (pilaki, piyaz, fava, mercimek köftesi, bezelye vb) veya balık 1 sebze değişimi 1 tahıl değişimi 1 meyve değişimi 2 saat sonra: bardak yoğurt/süt, meyve değişimi veya 1 porsiyon sütlü diyet tatlı günde 1 yemek kaşığı z.yağı, fındık yağı vb Püf noktaları: -Yemekler az az, sık sık yenmeli. -Ana yemekler, sebze değişiminde gösterilen sebzelerle pişirilebilir. -Yemek ve salatalarda kullanılan yağ günde 1 yemek kaşığını geçmemeli. -Yemeklerde baharat olarak sık sık çemen otu, tarçın kullanılmalı, salatalara bol maydanoz konmalı. -Balık yağı, B ve C vitaminleri, alfa-lipoik asit, krom ve çinko preparatları alımı, diabet düzeyine ve ihtiyaca göre uzman doktor tarafindan ayarlanmak. Tüketilmesi sakıncalı olan besinler: Pasta, kek, şeker, tatlı, bal, pekmez, şekerle yapılmış marmelat, kurabiye, çukulata, alkol, meşrubat (kola, gazoz, hazır meyve suları), bileşimi bilinmeyen hazır besinler, sucuk, mayonez, krema gibi yağlı besinler, pirinç pilavı, beyaz ekmek, mısır gevreği, üzüm, kavun, kayısı, incir, kestane, olgun muz. Eğer diabetli hasta, kalp-damar rahatsızlığından da şikayetçi ise, yüksek kolesterol ve yağ taşıyan kuzu, dana eti, tavuk butu ve derisi, hindi butu ve derisinden kaçınmalı; protein kaynağı olarak kurubaklagiUer, yoğurt, uskumru, lüfer, palamut gibi yağlı balıkları ve kümes hayvanlarının göğüs kısımlarını tercih etmeUdir. 7, KOLESTEROL VE BESLENME Kolesterol ve Kalp-Damar Hastalıkları İlişkisi Kolesterol, vücutta önemh ve çeşitli işlevleri olan bir lipiddir. İnsan ve hayvan hücrelerinde, fosfolipid ve proteinlerle birlikte zar yapısını oluşturur; yağların sindiriminde kullanılan safranın bileşimine girer; steroid hormonların ve D vitamininin ön maddesidir. Ancak, karaciğerde trigliseritlerden yapılabildiğinden yiyeceklerle alınması gereken bir madde değildir. Yiyeceklerimizle aldığımız veya karaciğerde yapılan yağlar, suda erimediklerinden dokulara ulaşmak için kanda proteinlere bağlanarak taşınırlar. Yağ ve protein karışımından oluşan bu gezgin maddelere lipoprotein denir. Lipoproteinlerin protein kısmı arttıkça yoğunlukları da artar. Kanda kolesterolü taşıyan iki lipoprotein, kalp-damar hastalıkları açısından özellikle önemlidir. Bunlar düşük yoğunlukta lipoprotein (LDL) ve yüksek yoğunlukta lipoprotein (HDL) olarak tanımlanır. Yetişkin bir insanın günlük kolesterol gereksinimi 1.1 gram kadardır. Genelde, bunun yaklaşık %20-%30 kadarı (200-300 mg) diyetle sağlanır, kalanın çoğu karaciğerde ve bir kısmı da ince barsaklarda trigliseritlerden yapılır. Diyetle alınan kolesterol karaciğere çok düşük yoğunluktaki lipoproteinlerle (şilomikron ve VLDL) ile taşınır. Bu yiyeceklerle alınan kolesterolün miktarı azaldıkça, karaciğer tigliseritlerden daha çok kolesterol üretir. Diyetten gelen miktar çoksa, o zaman karaciğerde üretim azalır. Bu nedenle, yiyeceklerle alınan kolesterol miktarı çok fazla düşürülse de kan kolesterolüne etkisi az olmaktadır. Bundan sonra, karaciğerden çıkan kolesterol diğer dokulara kanda LDLkolesterol olarak gider; doku hücrelerine enzim ve tanıtıcı protein (Apoprotein E) aracılığı ile hücre reseptörleri (hücrelerin kolesterolü kabul etmek için programlanmış sistemleri) tarafindan kabul edilirek girer; steroid hormonlar, D vitamini ve hücre zarı yapımı için kullanıldıktan sonra kalan kısım HDLkolesterol olarak karaciğere yıkım için döner. Eğer herhangi bir nedenle hücrelere giden LDL-kolesterol miktarı normalin üzerindeyse veya karaciğere yıkım için dönen HDL-kolesterol normalin altındaysa, kanda gereğinden fazla kolesterol var demektir. Karaciğerde yıkıma uğayan kolesterol safra a s i t l e r i n e d ö n ü ş t ü r ü l ü r ve bir k ı s m ı b a ğ ı r s a k l a r d a n atılır. Kan Kolesterolünün Etmenler Anormal Artışma Neden olan Bunların başında genetik olarak LDL-kolesterolü hücrelere kabul eden reseptörlerin ve Apoprotein E'nin olmaması veya yetersizliği; insulin ve tiroksin hormonlarının anormal çalışması; kolesterolün metabolizması için gerekli olan bazı enzimi aktivitelerinin yetersizUği; karaciğerde gereğinden fazla kolesterol üretimi; kolesterol yıkımı için gerekli olan lesitin maddesinin vücutta yeterli düzeyde olmaması; bağırsaklardan kolesterol ve safra asitlerinin atılımını hızlandıran posanın (özellikle pektin ve karagenan) yetersiz olması; diyetle alınan yağın tipi ve miktarı ve diğer bazı diyetetik etmenler sayılabilir. Kolesterolün Yükselmesinin Sakmcaları LDL-kolesterol, özellikle oksitlenmiş LDL, kanda anormal düzeyde yükselirse, damarların iç cidarlarında, herhangi bir hasar nedeniyle orada bulunan ölü dokulara, bağışıklık sistemi hücrelerine (makrofaj ve monositler) ve kalsiyum bileşiklerine sarılarak "plak" denilen tepecikler hahnde birikip büyür. Bu plaklar damar duvarlarının elastik yapısını bozup, sertleştirirler. Normalde her kalp atışında genişleyerek kan geçirebilen damarlar, sertleşip darahnca yetersiz kahrlar, kan pıhtıları ve basıncı artar, kalp yorulur. Damar spazmı sonucu kan akımı engellenebilir veya zayıflayan damar duvarları baloncuklar halinde çıkıntılar yaparak patlayabilir. "Arteroskleroz" diye tanımlanan bu durum kalbe, akciğerlere ve beyne giden ana damarlarda ortaya çıkarsa enfarktüs, aşırı kanama ve ölüm ihtimali artar. Tıp alanında bu konuda kaydedilen önemli aşamalara ve bulunan çeşitli tedavi yöntemlerine karşın, halen dünyada ölümlerin başlıca nedeni arteroskleroz olmaktadır. Önemli olan aterosklerozun hastalık oluşmadan önlenmesidir. Bunun için ilk adım risk altında olan kişilerin kendilerini tanımasıdır. En önemli risk faktörleri, sigara içme; yüksek tansiyon; yüksek kan kolesterolü (LDL/HDL oranm 3'den yüksek olması); ve yağların, özellikle kadınlarda, bel ve belin üstündeki bölgelerde birikmesiyle belirginleşen şişmanlık (bel/kalça oranının kadınlarda 0.8'den, erkeklerde 1.0'dan yüksek olması) olarak saptanmıştır. İkinci derecede önemli olan risk faktörleri; soyaçekim, yaş, stres, hareket azlığı, diabet, insulin direnci, BKI, kanda yüksek trigliserit düzeyi, cinsiyet (erkeklerin riski daha fazla), hamilelik sayısı ve doğum kontrol hapı kullanım süresidir. Risk altında olduğunun yapmalıdır? bilincinde olan bir kişi ne Yukarıda sayılan risk faktörlerinin ikiden fazlası bir aradaysa, kişinin bazı önlemler alması zorunlu hale gelmektedir. Soyaçekime bağlı olan riskleri, cinsiyetimizi ve yaşımızı kontrol etmemiz mümkün değildir ama sigaranın bırakılması veya hiç olmazsa azaltılması; bazı beslenme alışkanlıklarının değiştirilmesiyle kan kolesterol düzeyinin ve şişmanlığın kontrol altına alınması; fiziksel aktivitenin artırılması kontrolümüzün altında olabilen önlemlerdir. Kolesterol açısından ateroskleroz değerlendirilmesi riskinin Bugün kalp-damar hastalıklarının kontrolünde sıklıkla kullanılan belirteçlerden biri kan lipid profilidir. Toplam kolesterolün 220 mg/dl; LDLkolesterolün 160 mg/dl'nin üzerinde olması; HDL-kolesterolün ise 35 mg/dl'nin altında bulunması risk olarak kabul edilmektedir. Burada önemli olan ise, LDL/HDL oranının 3'ü geçmemesidir. Örneğin, LDL düzeyi 180 olan bir kişinin, HDL'si 70 ise, toplam kolesterolü sınırın üzerindedir ama LDL/HDL oranı 3'ün akındadır ve riski azdır. Bunun yanında, LDL'si 160 olan bir kişinin HDL'si 20 ise, toplam kolesterol düzeyi normal sınırlar içinde olsa da kişi daha yüksek bir risk akındadır çünkü hücrelere giren ve çıkan kolesterol arasında dengesizlik vardır. Kan trigliserit düzeyinin 150 mg/dl üstünde olmasının, düşük HDL düzeyiyle birlikte görülmesi de yüksek arterosklerosiz riski olarak kabul edilmektedir. Son günlerde üzerinde önemle durulan bir başka lipid indeksi de, çeşitU araştırmalarda kalp-damar hastalıkları riskinin en geçerli göstergesi olarak ortaya çıkan kan lipoprotein a, Lp(a) düzeyidir. Bu değerin 30 mg/dl'den yüksek olmasının kişinin kalp-damar hastalıkları riskini, LDL ve HDL'den daha iyi belirlediği görüşü ağırlık kazanmaktadır. Ancak Lp(a) değeri, LDL/HDL oranıyla beraber değerlendirilmektedir. İki değerden biri düşükse, risk azalmaktadır. Her iki değer de yüksekse, kişinin özellikle dikkatli olması gerekmektedir. Lp(a), ahnan antisklerotik önlemlere karşın, değeri çok az değişebilen bir göstergedir; ancak LDL düşüp, HDL yükseldiğinde, yüksek Lp(a) düzeylerinin vehameti azalıyor çünkü bu, kişide arteroskleroza meyil olduğu halde, damar hasarının kontrol altına alındığına işaret ediyor. Lp(a), HDL ve açlık insülin değerleriyle ters orantılı bir ilişki göstermektedir. Homosistein, Etkileri ve Önlenmesi Ayrıca son yıllarda, yüksek kan homosistein düzeyinin koroner hastalıkları için önemli bir risk faktörü olduğu kabul edilmektedir. Vücudumuza gerekli kükürtlü amino asitlerin yıkılmasında ara üründür. Parçalanması için B6, B12 ve folik asit vitaminleri gereklidir. Doğuştan gelen bir enzim yetersizliğine bağlı olarak veya yüksek proteinH ama B6, B12 ve folik asit vitaminlerince yetersiz bir diyetle beslenen kişilerde parçalanamayıp atılamaz. Bu durumda kan homosistein düzeyi artmakta; bu da damar cidarlarında plakalaşmayı kuvvetle destekleyerek arterosklerotik kalp hastalıklarının gelişmesini hızlandırmaktadır. Homosistein, beyin dokusunda da plaklar oluşturarak Alzheimer hastalığına yol açabilmektedir. Düşük risk için kan homosistein düzeyinin 10 umol/L'yi geçmemesi istenir. Homosisteini yüksek olan kişilerde kan B12 düzeyinin yeterh olup olmadığının araştırılması gerekir çünkü bu vitamin diyetle yeterli düzeyde alınsa bile insanda bağırsaklardan emilimi için gerekli olan 'intrinsik faktör' azsa emilemez ve kan düzeyleri düşer. Homosisteini yüksek olan kişiler kalp-damar hastalıkları açısından büyük risk altındadırlar. Bunun yanında yüksek kan homosistein düzeyinin çaresi basit olup folik asit, B6 ve B12 vitaminlerinin takviyesi ile düzehilebilir. Besinlerle Alınan Kolesterolün Kan Kolesterolüne Etkileri Yukarıdaki değerlendirme, insanları haklı olarak yüksek kolesterolden korkutmakta, kolesterol içeren gıdalardan kaçınmanın doğru olacağını düşündürmektedir. Ancak, burada açıklığa kavuşturulması gereken önemli bir husus var. Son 20 yılda yapılan çalışmalar, diyetle alınan kolesterolün, yani tabağımızdaki kolesterolün kanımızdaki kolesterolü beklenen düzeylerde etkilemediğini göstermektedir. Örneğin, yüksek kolesterol içeren bir gıda olan yumurtanın, lesitin içeriğinden dolayı, kan kolesterolünü yükseltme potansiyeli düşüktür. Yoğurt, kolesterol içeren bir gıda olmasına karşın kan kolesterolünü düşürmekte, LDL/HDL oranını olunüu yönde etkilemektedir. Bu etkinlik, yoğurdun içerdiği orotik asit, Ca, laktoz veya laktobasiUerden kaynaklanmaktadır. Aynı şekilde balık da kolesterolü yüksek bir gıdadır, ancak içerdiği omega-3 yağ asitlerinden dolayı LDL/HDL oranını düzeltmektedir. Buna karşın, çikolata ve hindistan cevizi yağlarında kolesterol olmadığı halde bu yağları içeren gıdaların tüketimi kan kolesterolünü yükseltmektedir. Bu nedenlerle, kan kolesterol düzeyini düşürmek isteyen bir kişi, diyetinden kolesterol içeren gıdaları çıkartarak sorununu çözebileceğini düşünürse yanlış olur ve gereksiz yere yoğurt, balık ve yumurta gibi besleyici gıdalardan yararlanamaz. Zaten, yiyeceklerle alınmayan kolesterol açığı karaciğerde yapılan üretimle kapanacaktır. Ancak aşırı düzeylerde ve sakıncalı gıdalarla alınan kolesterolün damarlar üzerinde olumsuz etki yaptığı da bir gerçektir. Kolesterol Düzeyini Etkileyen Besinsel Faktörler Bazı kalıtımsal nedenlerle, ailevi hiperkolesterolemisi olan kişilerin dışında hemen hemen herkesin, iyi yeme alışkanlıkları sayesinde, LDL/HDL oranı düzelebilir ve arteroskleroz riski azaltılabilir. Son yıllarda yapılan araştırmalar, arterosklerotik plakların diyetle azaltılabildiğini ve damar sağlığının tekrar kazanılabildiğini göstermiştir. Bu nedenle son senelerde, kan kolesterolünü düşüren ve yükselten besin maddelerinin belirlenmesi konusundaki araştırmalar yoğunlaşmıştır ve bu ilgi halen de devam etmektedir. Besinlerdeki kolesterol düşürücü bileşiklerin başlıca etkinlik yolları şunlardır: Bağırsaklardan kolesterolün geri emihminin azaltılması; LDL kolesterol hücrelere girerken hücre reseptörlerinin ve aracı enzim aktivitelerinin artırılması; kolesterolü safra asitlerine dönüştüren aktivitelerinin artırılması. Tüketilen yağın cinsi Bilimsel araştırmalar; kan kolesterolünü en çok etkileyen faktörün, tüketilen yağın cinsi ve miktarı olduğunu göstermiştir. Et, tereyağı, kuyruk yağı, çikolata gibi gıdalarda bulunan doymuş yağjar veya margarinlerde bulunabilen trans yağ asitleri, kan lipid profilini bozmaktadır. Margarinler, günümüzde sıvı yağların kısmi hidrojenasyonu veya 'interesterifîkasyon' yöntemleri ile yapılmaktadır. Hidrojenasyon sırasında yağlarda doğal olarak bulunmayan 'trans yağ asitleri' oluşmaktadır. Bu doğal niteliği olmayan yağ asitleri ise vücutta, katı yağlar gibi kolesterolü yükseltmektedirler. înterestifikasyon yöntemiyle yapılan margarinlerde (Becel, Terim vb), yağ asitlerinin karakteri değişmediğinden böyle bir sorun yoktur; ancak interesterifikasyon pahalı bir yöntem olduğundan, piyasadaki margarinlerin bir kısmı hidrojenasyon yöntemiyle yapılmaktadır. Bunun yanında tüm sıvı yağlar, toplam kolesterol düzeyini düşürmektedir; ancak linoleik asitten zengin çoklu doymamış yağlar (ayçiçek, mısırözü, pamuk vb), kötü kolesterol yanında iyi kolesterolü de düşürdüklerinden LDL/HDL oranını önemli düzeyde etkilenmemektedir. Ayrıca bu yağlar, son yıllarda yapılan araştırmaların ışığı altında, LDL'nin oksitlenmesini ve kanın pıhtılaşmasını da artırdıklarından kalp-damar hastalarına tavsiye edilmemektedir. Bu olumsuz etkiler zeytinyağında görülmediğinden; tekli doymamış yağlar LDL reseptörlerini çoklu doymamışlara göre daha iyi etkilediğinden ve de yemeklik yağ olarak zeytinyağı tüketen Akdeniz ülkelerinde kalp-damar hastalıklarının az görülmesi nedeniyle, arteroskleroz riski altında olanlara önerilen yağ zeytinyağı olmaktadır. Balık ve balık yağları 1970'lerde insanlarla toplum bazında yapılan araştırmaların sonucunda, diyetleri hayvansal gıdaca zengin olmasına karşın, Eskimolarda kalp-damar hastalıklarının çok düşük olduğu gözlenmiştir. Sonraki yıllarda yürütülen klinik araştırmalar bunun nedeninin, Eskimoların yüksek düzeyde balık tüketiminden kaynaklandığını göstermiştir. Japonyada balığı sıklıkla tüketen kesimde de kalp-damar hastalıklarının görünüm sıklığı düşük olmaktadır. Balık, yağ ve kolesterolce zengin bir gıda olmasına karşın yüksek EPA ve DHA (omega-3 yag asitleri) içeriğinden dolayı kişiyi kalp-damar hastalıklarına karşı korumaktadır. Diyetle EPA ve DHA verilen kişilerde, trigliserit düzeyleri düşmektedir. Bu yağ asitleri, E vitamini ile birlikte LDL-kolesterol oksidasyonunu da önlemektedirler. EPA ve DHA'nın ayrıca kanın pıhtılaşmasını, pıhtıların damarlarda bir araya toplanmasını, damarların kasılmasını ve kalbin düzensiz atışını (aritmi) artıran maddeleri baskıladıkları, buna karşın damar duvarlarındaki pıhtılaşmayı önleyen, dolaşımdaki pıhtı öbeklerini parçalayan, damar gevşetici ve tansiyon düşürücü madde yapımını artırdıkları ve böylece trombosiz ve enfarktüsü önledikleri belirlenmiştir. Balık yağları, insulin direncini azaltarak da arteroskleroz riskini düşürmektedir. Dolayısı ile arteroskleroz riski olan kişilerin özellikle yağh balıkları tüketmeleri önemlidir. Ancak balık yağları kanın akışkanlığını artırdığı için kanamaya meyli olanlarca, özellikle hemofili hastalarınca, kullanılması sakıncalı olabilir. İşlem görmüş hayvansal ürünler Risk altında olan kişilerin bazı hayvan etlerini (koyun, sığır, tavuk ve hindi butu), içerdiği katı yağ miktarından dolayı sınırlı kullanması gerekmektedir. Ancak, hiç yağsız kırmızı etlerin haftada 2-3 kez kullanılmasında çok sakınca yoktur. Burada önemli bir nokta, kolesterol içeren hayvansal gıdaların işlenmeleridir. Et, süt, yumurta ve balık gibi gıdaların kurutularak konserve edilerek veya salam, sucuk, sosis gibi gıdalara dönüştürülerek işlenmesi sırasında, bu gıdalardaki kolesterol havayla temas ederek oksitlenmekte, damarlar için çok zararlı yapıda maddeler oluşmaktadır. Damar sağlığının bozulmasında, en önemli etkinliği oksitlenmiş kolesterol taşıyan LDL göstermektedir. Kavrulmuş, kızartılmış, ızgarada yanmış, mangalda pişmiş etlerde de LDL oksidasyonu çok yüksek olmaktadır. Dolayısı Ue kalp-damar hastalığı olan kişilerin, işlem görmüş et ürünlerinden, konserve veya balık ve etlerden, yanmış ve dumanlanmış hayvansal gıdalardan, kurutulmuş yumurta ve süt tozlarından kaçınmaları gerekmektedir. Oksitlenmiş kolesterol ürünleri, kanser yapıcı etkinlik de göstermektedir. Bunun yanında yoğurt (özellikle probiotik yoğurt) ve süt, kolesterolü yüksek gıdalar olmalarına rağmen, içerdikleri orotik asite bağlı olarak kan kolesterolünü düşürmektedir. Antioksidanlar LDL-kolesteroFun oksitlenmesine karşı alınabilecek önlemlerden biri de diyetteki antioksidanların miktarının artırılmasıdır. Bu amaçla diyette betakaroten, E vitamini, selenyum, çinko ile meyve, sebze ve kurubaklagillerde bulunan bioflavonoidlerin ve fitoestrojenlerin (soya fasulyesindeki izoflavon) miktarı artırılmalıdır. Bol meyve ve yeşil yapraklı sebze tüketimi yanında, preparat halinde sunulan antioksidan bileşikler de doktor kontrolü altında kullanılabilir. Kurubaklagiller, yulaf ve fındık Kan kolesterolünü düşüren diğer başhca gıdalar arasında, kurubaklagiller (özellikle nohut ve soya fasulyesi) ve yulaf kepeği sayılabilir. Son yıllarda Amerikada geniş insan kitleleriyle yapılan bir araştırmada arteroskleroz riskini en çok azaltan gıdaların fındık, fıstık ve ceviz olduğu saptanmıştır. Bunun üzerine TÜBİTAK ve Çapa Tıp Fakültesinin ortaklaşma yürüttüğü bir çahşmada findığın diabetli hastalarda LDL/HDL oranı ile insülin direncini önemli ölçüde düşürerek arteroskleroz riskini azalttığı gözlenmiştir. Fındığın bu olumlu etkinlikleri, yağında yüksek oranda bulunan tekli doymamış yağ asidi oleik asit, beta-sitosterol, (bitkisel sterol) ve E vitamini ile küspesindeki yüksek magnezyum, potasyum, selenyum, arginin, çözünebiHr posa ve B6 vitamini içeriklerine bağlanmıştır. B6 vitamini doğrudan kolesterol düzeyini etkilememektedir ama kanın pıhtılaşmasını önleme; damar sağlığını en çok bozan maddelerden biri olan homosisteinin düzeyini düşürme ve kolesterol düşürücü bir öğe olan niasinin triptofandan yapılmasını sağlama özellikleriyle arteroskleroza karşı önemli ölçüde koruma sağlamaktadır. Çay, kahve ve su Çay, özellikle yeşil çay, içerdiği kuvvetli antioksidan bioflavonollere bağlı olarak lipid profilinin düzeltilmesinde yardımcı olmaktadır. Buna karşın, Türk ve Espresso tarzında hazırlanan kahveler, kahve yağındaki kafestol ve kahveol maddelerine bağlı olarak kolesterolü yükseltmektedir. Günde 5 fincan kahve içen bir kişinin kan kolesterol düzeyi, 8-10 mg/dl kadar artabilmektedir. Neskafe ise yağı alındığından kan kolesterol düzeyini etkilememektedir. Sert sular magnezyum içeriklerinden dolayı kan lipid profilini iyi yönde etkilemektedir. Yumuşak sular ise sodyum içeriklerine bağlı olarak, kolesterol dengesi üzerinde olumsuz etkinlik göstermektedir. Kırmızı üzüm, pekmez ve şarap kan LDL-kolesterol ve trigliserit düzeylerini azaltmaktadır. Yüksek nişasta ve şeker içerikli diyetler ise karaciğerde trigliserit yapımını hızlandırıp, trigliseritlerin artmasına neden olmaktadır. Arı sütü ise sigara nikotininin, kan kolesterolü ve arteroskleroz üzerindeki olumsuz etkilerini düzeltmektedir. Risk Altında Kişiler için Beslenme Önerileri Arteroskleroz riski yüksek olan kişiye eğer şişmansa, herşeyden önce mantıklı bir diyetle kilo vermesini; diyetinden katı yağları, hidrojenize margarinleri, yağlı kırmızı eti, işlem görmüş hayvansal gıdaları, yanmış etleri (yanmış ızgaralar, hamburger, döner, barbeküler), çikolata ve hamurişlerini çıkartmasını; yağlı balık, zeytinyağı, kurubaklagiUer (nohut, mercimek, soya vb), yoğurt, meyve ve sebzeler, findik, ceviz, yulaf, kabuklu pirinç, çemen otu, sarmısak gibi besinleri sıklıkla tüketmesini; kahve yerine çayı tercih etmesini; gerekirse diyetini doktor kontrolü altında alacağı antioksidan ve balık yağları preparatları ile takviye etmesi önerüir. BUimsel araştırmalar yumurtanın, içerdiği lesitinden dolayı kan kolesterol düzeyini yükseltmediğini göstermiştir. Bu nedenle, bu çok yararlı besinden fazla korkmak gereksiz olup risk altında olan kişilerin dahi haftada 4 yumurta tüketmesinde bir sakınca görülmemektedir. Ayrıca, fiziksel aktivitenin iyi kolesterol (HDL) düzeyini artırdığı da unutulmamalıdır. Tablo 4. Kalp/damar hastalıklarını ve kan kolesterolünü etküeyen besinler ve besin maddeleri Kalp-damar hastalıklarmı destekleyen besinler ve besin maddeleri Yağlar : kuyruk yağı, tereyağ, hidrojenize margarinler (trans yağ asitleri), et yağları, katı bitkisel yağlar (kakao yağı, hindistan cevizi yağı); yanmış yağlar. Kabuklu deniz ürünleri : midye, İstakoz, karides, istridye. Hayvan etleri : koyun, kuzu, yağlı sığır etleri; sakatat; tavuk derisi ve butu; özellikle, işlem görmüş etler Karbonhidratlar Diğer (salam, sosis, sucuk); konserve etler. : şeker, saf nişasta. : yumuşak sular; yağlı kahve(kahveol ve kafestol); yağlı süt tozu; kurutulmuş yumurta; çikolata; genel olarak vitamin ve mineral yetersizliği. Kalp-damar hastalıklarından koruyucu besinler ve besin maddeleri Sıvı yağlar Karbonhidratlar Bitkisel protein Bitkisel steroller Orotik asit Lesitin Ajoene Antioksidan flavonlar Resveratrol : balık yağı (omega-3 yağ asitleri EPA ve DHA) zeytinyağı ve fındık yağı (oleik asit); palm olein :suda çözünebilir posa (meyve, sebze ve kurubaklagil posaları); yulaf kepeği; laktoz (süt şekeri). : kurubaklagil proteini (özellikle soya fasulyesi proteini), konsantre sebze proteini, arginin ve glutamat. .'buğday r u ş e y m i , s u s a m , soya fasulyesi. : kaynağı- süt ve ürünleri. : kaynağı- soya fasulyesi, yumurta. : kaynağı- sarmısak. : kaynakları- çay, meyve (özellikle üzüm); sebze (özellikle lahana, soğan ve yeşil yapraklı sebzeler); kurubaklagiUer (özellikle nohut ve soya fasulyesi) : Kaynakları- kara üzüm çekirdeği, pekmez, kırmızı şarap. Tokoferoller (E vitamini): kaynakları- tahıl daneleri, findik, ceviz, yağlı tohumlar, yeşil yapraklı sebzeler Karotenler : kaynakları- havuç, yeşil yapraklı sebzeler, bal kabağı, domates, kayısı Alfa-lipoik asit : kaynakları- besinlerin çoğunda ama az miktarda var Koenzim Q-10 : kaynakları- besinlerin çoğunda ama az miktarda var Vitaminler : niasin, B6, B12, folik asit Mineraller Yağlı balıklar Süt ürünleri KurubaklagiUer Tahıllar Kabuklu yemişler Meyveler Sebzeler Diğer : krom, selenyum, magnezyum, potasyum : uskumru, lüfer, palamut, hamsi, somon, sardalye vb. : yoğurt, süt, lor peyniri : nohut, mercimek, fasulye, soya fasulyesi : yulaf, kabuklu esmer pirinç : fındık, ceviz, yer fıstığı : tüm meyveler (özellikle üzüm, kayısı, elma, narenciye) : tüm sebzeler (özellikle yeşil yapraklılar, lahana, karnabahar, soğan, enginar) : sert sular, arı sütü, ginseng 8.KANSER VE BESLENME Kanser ve Nedenleri Vücudumuz, hücre adını verdiğimiz milyonlarca küçük canlı parçadan oluşmuştur. Çağımızın en öldürücü hastalıklarından biri olan kanser, bu hücrelerin genetik kodlama sisteminde (DNA) oksidatif bir değişiklik olması (mutasyon) ve buna bağlı olarak hücre çoğalması sürecinde istenmeyen proteinlerin yapılması ile ortaya çıkar. Yapısal değişikliğe uğrayan vücut hücreleri ölümsüzleşip, kontrolsuz ve hızlı bir şekilde artarak tümörleri oluşturur ve organlarımızı istila ederler. Kansere neden olan önemli etmenlerden biri insanın yapısıdır. Bazı insanlann hücreleri kalıtımsal nedenlerden dolayı değişime daha yatkın, bazı insanlarınki ise daha dayanıklıdır. Ancak hücrelerin değişime uğramasını hızlandırarak, insanın kansere yakalanma olasılığını artıran başka önemli etmenler de vardır. Bu çevresel etmenlerin başlıcaları sigara ve sigaranın etkisini artıran alkol, mikrobik hastalıklar, Hepatit B ve C virüsleri, helicobacter pylori mikrobu, aşırı güneş, röntgen vb ışınlara maruz kalma, hava kirliliği, ruhsal gerginlik, stress ve sıkıntılar, bazı hormonların, özellikle östrojenin aşırı salgılanması bazı kimyasal maddelerle (amyant, kloroform vb) yakın temas ve yanlış beslenme ahşkanlıklarıdır. Kanser ve Beslenme İlişkisi Kanser tedavisi güç, bazan imkansız olan bir hastalıktır. Ancak önlenmesi büyük ölçüde mümkün olan bir sorundur. Son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar, beslenme alışkanlıklarının kanserin oluşmasında en önemli etmenlerden biri olduğunu göstermektedir. Beslenmenin, insan yapısı dışında belki de en etkin faktör olduğu görüşü yaygınlaşmaktadır. Dünyadaki kanser vakalarının üçte birinin besinler ve besin alma şekillerinden kaynaklandığı sanılmaktadır. Dünya Kanser Araştırma Vakfı ve Amerikan Kanser Araştırma Enstitüsü'nün birUkte vardıkları değerlendirmelere göre, kanserlerin %80-90'ı önlenebilir niteliktedir ve uygun beslenme alışkanlıklarıyla bunların %40-60'ının önlenebileceği öngörülmektedir. Bu kuruluşların verilerine göre mide ve bağırsak kanserlerinin %90'ının; rahim, safra kesesi, pankreas ve göğüs kanserlerinin %50'sinin; akciğer, larinks, farinks, ağız, mesane, rahim ağzı, prostat ve ezofagus kanserlerinin %20'sinin ve diğer kanserlerin %10'unun uygun ve doğru beslenme alışkanlıkları ile önlenebilmesi mümkündür. Konuyla ilgili bilimsel çalışmalar, beslenmenin en çok sindirim sistemi (ağız, yemek borusu, mide, bağırsak), hormon salgıları ile ilgili organlar (göğüs, rahim, yumurtalık, prostat), akciğer, karaciğer, safra kesesi ve pankreasta gehşen kanserlerle etkileşim içinde olduğunu göstermiştir. Gelişmiş ülkelerde kanser oluşumunu etkileyen diyetetik etmenler, metabolik ve hormonal nedenlere bağh kalmaktadır. Bu toplumlarda beslenme şekli daha çok bağırsak (kolon, rektum), göğüs, endometrium (rahim) ve prostat kanserlerinin görülmesinde etkin olmaktadır. Geri kalmış toplumlarda ise kanser oluşturan diyetetik etmenler daha çok hijyenik olmayan gıda tüketimine, bir başka deyişle gıdaların kimyasal/biyolojik kirlenmesine bağlı olmaktadır. Bu kesimlerde beslenme alışkanlıklarıyla ilgili olarak daha çok mide, ağız, farinks, larinks, ezofagus, karaciğer ve serviks (rahim ağzı) kanserleri görülmektedirler. Bu farklılığın nedeni, gelişmiş veya endüstriyelleşmiş toplumlarda et, kızartma, şekerli, beyaz unlu veya işlem görmüş gıdaların tüketiminin yüksek olmasına ve aşırı kilo alımına; gelişmesi daha geri kalmış, özellikle kırsal kesim toplumlarında ise nitrosamin ve mikotoksin içeren gıdaların tüketimine, vitamin ve mineral yetersizliğine, papiloma virüs, hepatit virüsü ve helikobakter enfeksiyonlarmm yaygm olmasma bağlanmaktadır. Ülkemizde en sık olarak erkeklerde akciğer ve sindirim sistemi kanserleri; kadınlarda ise göğüs ve idrar ve üreme sistemi kanserleri görülmektedir. Demek ki, toplumumuzda en çok görülen kanser tipleri beslenme alışkanlıkları ile ilişkili olanlardır. Bugün meyve, sebze ve zeytinyağına dayalı Akdeniz diyeti kanserden korunmada iyi bir yöntem olarak kabul edilmektedir. Türkiye'de bir Akdeniz Ülkesi olmasına karşın, Batı Bölgelerindeki hızlı şehirleşme ve bununla gelişen 'fast food' merakı. Doğuda ise olanaksızlıklar, farklı alışkanlıklar ve yetersiz hijyen koşulları nedeniyle geleneksel Akdeniz usulü beslenme alışkanlıklarımız yeterince değerlendirilememektedir. Doğru yeme alışkanlıkları, fiziksel aktivite ve ağırlığın normal sınırlarda olması kanser görülme sıklığını en az üçte bir oranda azaltabilmektedir. Bu da dünyada her yıl 3-4 milyon kanser vakasının önlenmesi demektir. Besinlerimizde b u l u n a n maddelerin bazıları kanser o l u ş u m u n u desteklemekte, bazıları da önlenmesinde yardımcı olmaktadır. Normal bir hücrenin, kanser yapıcı maddeler tarafindan habis hücreye dönüştürülmesi bir çok aşamada gerçekleşmektedir. Bu aşamaların başlıcaları; kanser yapıcı maddenin vücuda girmesi, oksidatif değişimin başlatılması ve desteklenmesi, hücre değişimi, habis hücrelerin çoğalması, tümörlerin oluşması ve yayılmasıdır. Besin maddelerinin, bu aşamaların tümünde olumlu veya olumsuz yönde etkinlikleri olmaktadır. Kanserde Etkin Besin Maddeleri Şişmanlık ve fiziksel aktivite Beslenme alışkanlıkları ve kanser arasındaki ilişkileri inceleyen uzmanlar, aşırı besin tüketimi ve şişmanlığın kanser riskini artırdığı konusunda birleşmektedirler. Şişmanlık, erkeklerde bağırsak ve akciğer, kadınlarda ise hormonlarla ilgili kanserleri (göğüs, rahim, yumurtalık, tiroid bezi tümörleri) özellikle desteklemektedir. Enerji kısıtlaması, göğüs ve bağırsak kanserleri ile lösemi oluşumunu da engelleyebilmektedir. Ayrıca kısa boylu kişilerin kansere yakalanma riskleri, uzun boylulara göre daha düşük olmaktadır. Bu da büyüme-gelişme çağında besin kısıtlamasının, kansere karşı koruyucu etkinlik gösterdiğini düşündürmektedir. Fiziksel aktivite, kadmları göğüs kanserine karşı korumaktadır. Örneğin, gençlik yıllarında atletizmle uğraşan kadınlarda göğüs kanseri daha az görülmektedir. Hayat boyu hareketli olan veya işinde fiziksel güç kullanan kişilerde tümör riski azalmaktadır. Yağlar Genelde, yağların kanserle olan ilişkilerinde, yağın cinsi ve miktarı önemH olmaktadır. Linoleik asit düzeyi yüksek olan bazı sıvı yağlar (ayçiçek, mısır özü, pamuk yağları vb) kanser oluşumunu desteklerler. Bu etkinliğin bir nedeni, kızartma sürecinde ortaya çıkan peroksitlerin DNA hasarına yol açmalarıdır. Ayrıca vücudumuzda linoleik asitten üretilen prostaglandinler, kanser hücrelerinin zarları için gerekli olduğundan ve bizi kansere karşı koruyan bağışıklık sistemi hücrelerini baskıladıklarından kanserli hücre gelişimini hızlandırır,. Sıvı yağların hidrojenle doyurulması ile yapılan margarinler işlem sırasında ortaya çıkan ve doğal olmayan 'trans yağ asitleri' nedeniyle kanser oluşturma açısından sakıncahdırlar. Buna karşın, balık yağında ve bazı sebzelerde bulunan omega-3 yağ asitleri (DHA, EPA ve alfa-linolenik asit), kansere karşı koruyucu etkinlik göstermektedir. Balık yağlarının insanlarda ve hayvanlarda prostat, göğüs, melanoma, fibrosarkoma ve bağırsak kanserlerini önledikleri bilimsel çalışmalarla gösterilmiştir. Melanoma ve göğüs tümörlerinin akciğere yayılmalarını (metastazlarını) da engellemektedirler. Bunlar, kanser hücrelerinin zarları için gerekli bazı maddelerin (araşidonatlar ve prostaglandin E2) üretimini baskılayarak yapmaktadırlar. Omega-3 yağ asitleri ayrıca vücudun bağışıklık sistemi hücrelerini koruyarak da kanser oluşumuna karşı direnci artırmaktadır. Dolayısı ile kanser açısından risk altında olan kişilerin özellikle bitkisel sıvı yağ tüketim miktarını m ü m k ü n olduğunca azaltması, margarin kullanmaması, buna karşın balık yağı tüketimini artırması önemhdir. Zeytinyağı, kolza ve findik yağları sm yağlar oldukları halde linoleat düzeyleri düşük olduğundan kanser oluşumunu çoklu doymamış yağlar kadar desteklemekle beraber kanser riski altındaki kişilerce dikkatli kuUanılmahdırlar. Tereyağ içerdiği butirik asidin kanser önleyici etkilerinden dolayı risk altında kişilerce belli miktarlarda kullanılabilir. Proteinler Hayvansal kaynaklı proteince (süt, yoğurt hariç) zengin diyetler mide, bağırsak, göğüs, prostat ve böbrek kanserlerini hızlandırabilmektedir. Et ve tavuk tüketimi kısıtlandığında, kanser oluşumu baskılanmaktadır. Ancak bu etkinlik, hayvansal etlerin protein içeriğinden ziyade yüksek yağ içeriğinden veya pişirme tarzından kaynaklanıyor olabilir. Bunun yanında, bitkisel proteinler özellikle soya proteini, kansere karşı vücudu koruyucu etkinlik göstermektedir. Ancak bu etkinlik işlem gören soya ürünlerinde (soya eti, soya sosu vb) kaybolmaktadır. Hatta Çin'de çok sık görülen yemek borusu kanserlerinin başlıca nedenlerinden birinin bu ülkede soya sosunun yaygın kullanımı olduğu öne sürülmektedir. Nişasta, şeker ve posa Yüksek miktarda hamurişi ve şeker tüketimi pankreas, göğüs, yemek borusu, mide ve bağırsak kanserleri riskini artırmaktadır. Ayrıca bu tür besinlerin aşırı tüketimi şişmanlığa neden olarak dolaylı yoldan kanser oluşumunu desteklemektedir. Diyet ve kanser ilişkilerinde en ilgi çeken besin maddelerinden biri posadır. Posa, sindirim sisteminde sindirilemeyen maddelerdir. Ana kaynakları tahıllar, kurubaklagiUer, meyve ve sebzelerdir. Bağırsak kanserine karşı koruyucu etkisini et ve yağ tüketimiyle bağırsakta artan kanser yapıcı maddeleri seyrelterek, emerek ve kimyasal tepkimelerle yokederek; bağırsak bakterilerinin, safra asitlerini kanser yapıcı maddelere dönüştürmesini önleyerek ve de bağırsak hareketlerini artırarak göstermektedir. Ancak etkinlik posanın kaynağına göre değişebilmektedir. Meyve ve sebze posaları, bağırsak kanseri riskini önemli düzeyde azaltmaktadır. Erkeklerde meyveler, kadınlarda ise sebzeler daha etkili olmaktadır. Buna karşın, tahıl posaları her zaman kanser baskılayıcı bir etkinlik gösterememektedir. Ancak, bazı araştırmalarda buğday kepeğinin tümör oluşumunu engellediği gösterilmiştir. Bu etkinin daha çok kepekte bulunan fitik asitten kaynaklandığı sanılmaktadır. Antioksidanlar ve biyoflavonoidler Vücudumuzda sağlıklı hücrelerde, bakterilere, virüslere, zehirli ve alerjik maddelere, sigara ve hava kirliliği sonucu aldığımız toksik etmenlere karşı savunma yapılırken bu maddeleri yoketmek için 'serbest radikaller' ve 'aktif oksijen' üretilir. Ancak bu ürünler, hücre DNA'sına hasar verip kanser oluşumunu başlatabilirler. Ayrıca yağlardaki doymamış yağ asitleri de, saklama ve pişirme sürelerinde kolaylıkla okside olarak peroksitler oluştururlar. Peroksitler, aktif oksijen üreterek DNA hasarı ve kansere neden olabilirler. Ancak hücrede bu oksidasyon olayını önleyebilecek antioksidan besin maddeleri yeterince varsa kanserleşme olayı engellenir. Bu koruyucu maddelerin hemen hepsi bitkisel kaynaklı olup en etkili olanları C vitamini, E vitamini, karotenler, folik asit, selenyum ve biyoflavonoidlerdir. Portakal, limon, greyfurt, taze biber, lahana, karnabahar ve yeşil yapraklı sebzelerde bol miktarda bulunan C vitamini mide, bağırsak, boğaz, idrar yolları, deri, melanoma ve rahim kanserlerinin oluşmasını engellemektedir. E vitamini, göğüs, rahim, bağırsak, yemek borusu ve deri kanserleri üzerinde önleyici etki göstermekte, sıvı yağların kanser oluşturucu etkilerini azaltmaktadır. En çok tahıllar, yağlı tohumlar, yeşil yapraklı sebzeler, findik, ceviz ve balık yağlarında bulunur. Selenyum madeni de bilhassa E vitaminiyle birlikte alınırsa göğüs, bağırsak, karaciğer ve deri kanserlerinden gerek korunmada gerekse iyileşmede yardımcı olmaktadır. En çok selenyumca zengin t o p r a k t a yetişen tahıllarda ve m a n t a r l a r d a b u l u n u r . Beta-karoten, A vitaminin bitkilerde bulunan ön maddesidir. Ağız, boğaz, burun, akciğer, mide, bağırsak, deri, pankreas ve rahim kanserlerinin önlenmesinde etkinlik göstermektedir. Karotenler yeşil yapraklı sebzeler, domates, havuç, balkabağı ve kayısıda bol miktarda bulunur. Biyoflavonoidler, meyve ve sebzelerde bulunan renkli maddelerdir. Başlıca kaynakları narenciye, çilek, böğürtlen, kara üzüm, ahududu ve yeşil yapraklı sebzelerdir. Özellikle bağırsak ve deri kanserlerine karşı koruyucu etkinlik gösterirler. Folik asit insanlarda bir B grubu vitamini olan folik asit yetersizliğinde DNA bağırsak tümörleri artmaktadır. Folik asit normal hücrelerin kanserli hücrelere dönüşmesi için gerekli olan DNA mutasyonunu önlemektedir. Ayrıca kanserli hastalarda kemoterapinin daha etkili olmasını sağlamaktadır. En çok bulunduğu besinler yeşil yapraklı sebzeler, buğday, esmer ekmek, mercimek, nohut, kuru fasulye, fındık, ceviz, lahana ve karnabahardır. Madensel maddeler Daha tam açıklığa kavuşmamasına karşın diyetle ahnan kalsiyum, magnezyum ve çinkonun vücudumuzda ağır madensel maddelerin kanser yapıcı etkilerini azalttığı sanılmaktadır. Bunun yanında, vanadyum, molibdenum, bakır, boron gibi iz elementlerin düşük doz preparatlarınm da çeşitli kanserlerin önlenmesinde yararlı olabildiklerine işaret edilmektedir. Aşırı tuz tüketimi yemek borusu, mide ve bağırsak kanserlerini artırmakta, potasyum ise aynı tümörlerine karşı koruyucu etkinlik göstermektedir. Besinler Sebze ve meyveler kansere karşı kesin koruyuculuk gösterirler. Diyetlerinde sebze ve meyve miktarı yüksek olan toplumlarda akciğer, boğaz, ağız boşluğu, rahim, yumurtalık, prostat, yemek borusu, mide, bağırsak ve idrar kesesi kanserlerinin görülme sıklığı %50 oranında azalmaktadır. Böyle bir etkiyi sağlamak için günde en az 3 porsiyon sebze ve iki porsiyon meyve yemek gerekmektedir. Bu kanser önleyici etkinlik meyve ve sebzelerdeki antioksidan maddelere posa, folik asit, esansiyel yağlar ve biyoflavonoidlere bağlanmaktadır. Sebzeler arasında tümör önleyici etkinlik açısından en önemlileri yeşil yapraklılar (roka, tere, maydonoz, kara lahana, ıspanak) ve turpgillerdir (lahana, karnabahar, brokoli). Kırmızı üzüm çekirdeği ve kabuklarındaki resveratrol, domateste yüksek oranlarda bulunan likopen kuwetH kanser önleyici antioksidanlardır. Sarmısak kanser önleyici özelliği ile dikkat çeken bir besindir. Bilhassa mide kanserlerinin önlenmesinde etkin olan aktif maddesi sarmısağa kokusunu veren kükürtlü bir bileşiktir. Soğan da kükürtlü aktif maddesine bağlı olarak mide kanserlerinde koruyucu etkinlik göstermektedir. Tahıl taneleri, fındık, fıstık ve kurubaklagiller (fasulye, nohut, mercimek) ve özellikle soya fasulyesi, kanserli hücre oluşumunu engellemektedir. Bu etkileri içerdikleri folik asit, E vitamini, beta-sitosterol, fıtik asit ve protein yapımını baskılayan bazı maddelere (proteaz inhibitörleri) bağlanmaktadır. Besinlerde kanser önleyici maddelerin hemen tümü bitkisel kaynaklıdır. Ancak hayvansal bir besin olan yoğurt (özellikle probiyotik yoğurtlar) içerdiği laktobasil bakterilerine bağlı olarak bağışıklık sistemini kanser yapıcı maddelere karşı uyarmakta, kanser oluşumunu destekleyen maddeleri ve enzimleri baskılayarak vücudumuzu korumaktadır. Doğal bitki ve besinler arasında kanseri en iyi önleyen maddelerden biri olan yeşil çay, özellikle güneş ışınlarının ve bazı kimyasal maddelerin neden olduğu deri kanserlerinin oluşmasını engellemektedir. Bu etkinliği içerdiği epigallokateşinin adlı bir antioksidan maddeden kaynaklanmaktadır. Geniş insan topluluklarıyla yapılan çalışmalar genelde et tüketiminin kanseri desteklediğine işaret etmektedir. Vejeteryanlarda kanser sıklığı etoburlarinkine göre daha düşük olmaktadır. Çeşitli çalışma sonuçları et tüketiminin mide, bağırsak, pankreas, prostat, karaciğer ve böbrek kanserleri için bir risk faktörü olduğunu göstermiştir. Etin bu etkinhği, kanser yapıcı ön madde içeriğine bağlanmıştır. Buna karşın yağlı balıklar büyük olasılıkla içerdikleri omega-3 yağ asitlerine bağlı olarak yumurtalık ve akciğer kanserlerine karşı koruyucu etkinlik göstermektedir. Alkol Aşırı alkol tüketimi özellikle sigara ile birlikte karaciğer, ağız, farinks, yemek borusu, göğüs ve bağırsak kanserlerine neden olabilmektedir. Alkolün insanlarda DNA hasarı yaptığı saptanmıştır. Göğüs kanseri üzerindeki etkisi vücuttan estrojen hormonunun salgılanmasını artırmasına bağlanmaktadır. Ayrıca yüksek düzeyde alkol tüketenlerde genelde görülen yetersiz ve dengesiz beslenme, bağışıklığın baskılanmasına neden olarak dolaylı olarak kanser olasılığını artırmaktadır. Doğal besin toksinleri Halk arasında nedense besinlerde doğal olarak bulunan maddelerin zararlı olmayacağına dair bir inanç vardır. Halbuki bazı bitkilere öz toksinler de kanser oluşturabilmektedir. Örneğin; karabiberdeki piperin, bazı mantarlardaki agaritin, patetesdeki solanin, labada, kuzu kulağı ve ravent türü sebzelerde bulunan kinonlar, kakaodaki teobromin, bakladaki visin, hardal yağında bulunan izotiyosiyanat, pamuk bitkisindeki gosipol, yonca yapraklarındaki kanavinin maddeleri yüksek miktarlarda ve uzun süre alındıklarında tümör oluşumunu hızlandırmaktadırlar. Besinleri Saklama, İşleme, Pişirme Yöntemleri ve Kanser Besinlerin kaynaklarından tüketimlerine kadar geçirdikleri aşamalar kanser yapıcı madde içeriklerini önemli düzeyde etkilemektedir. Yetiştirildikleri yerlerde endüstri ve trafik kirlenmesine maruz kalan taze sebze, meyve ve tahıllarda kanser yapıcı maddeler oluşmaktadır. Mikotoksinler Kuvvetli kanser yapıcı etkinlikleri olan mikotoksinler gıda ürünlerinin ağaçta, tarlada veya uygun olmayan depolama ve işleme koşullarında bekletilmesi veya işlenmesi sürecinde gelişen bazı küfler tarafindan üretilebilmektedir. Mikotoksinler, kemik iliğinin kan yapma yeteneğini gittikçe azaltmakta, vücudun bazı koruyucu hücreleri yok etmektedir. Mikotoksinli gıda tüketen toplumlarda karaciğer, yemek borusu ve mide kanserleri sık görülmektedir. Mikotoksinler, küf üretebilen besinlerde özellikle mısır, tahıl taneleri, bulgur, kırmızı pul biber, incir, kurutulmuş meyve ve sebze, findik, ceviz ve peynir gibi yiyeceklerde bulunabilmektedir. Mikotoksinli gıdaları gözle ayırdetmek mümkün değildir. Batıh ülkelerde halkın tükettiği besinlerin mikotoksin içermemesi için sağlık kuruluşlarınca çok sıkı kontroller yapılmaktadır. Küfler en çok nemli ve sıcak ortamlarda gelişebildiklerinden ürünlerin hasattan sonra bekletilmeden toplanması; gerekiyorsa çabuk ve modern tekniklerle kurutulması; tüketiciye ulaşana kadar ve ulaştıktan sonra da kuru ve serin yerlerde saklanması gerekmektedir. Ülkemizde de 1997 Kasım ayında yürürlüğe giren Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliğinde gıdalardaki mikotoksin sınırları belirlenmiştir. Besinleri işleme ve pişirme teknolojilerinin etkileri Meyve ve sebzelerin taze ve sık olarak tüketilmesinde en önemli aşamalardan biri soğuk zincir teknolojisinin geliştirilmesi olmuştur. Soğutularak veya dondurularak saklanan besinlerde oksidasyon baskılanmakta ve böylece vücutta kanser yapıcı etkinlik gösteren maddelerin oluşumu önlenmekte, bunun yanında koruyucu antioksidan maddelerin kaybı azalmaktadır. Besinlerimizin işlenmesi ve pişirilmesi sırasında oluşan bazı maddeler vücudumuzda kanserli hücre yapımını desteklemektedir. Bu maddeler salamura ve dumanlanmış besinlerde; barbekülerde pişirilen veya dumanlanan etlerde; döner ve hamburgerlerde; renk katmak ve mikrop üremesini önlemek için içine 'nitrit' maddesi katılan sosis, salam ve sucuklarda; tuzlanmış et ve balıklarda; sirke, turşu ve soya sosu gibi fermente ürünlerde; kavrulmuş veya susuz ortamda yüksek sıcaklıklarda pişirilmiş kurubaklagil, tahıl veya yağlı tohumlarda; şeker veya nişastayla pişirilirken karamelize olan proteinli besinlerde ve tüm yanmış besinlerde rahatça oluşmaktadır. Ortaya çıkan maddeler özellikle mide, bağırsak, yemek borusu, karaciğer, göğüs, burun boşluğu ve prostat tümörlerinin oluşmasında etkin olmaktadırlar. Pişirme ile ilgili sağlık risklerinin en aza indirilmesi için taze besinlere buharda pişirme ve haşlama gibi suya bağlı yöntemlerin uygulanması, yiyeceklerin yakılmadan, gereken en kısa sürede ve sıcaklıkta pişirilmeleri önerilir. Salam, sosis gibi yiyeceklere katılan 'nitrit' maddesinin kanser yapıcı etkisini önleyebilmek için üretici firmaların bazıları bu ürünlere askorbik asit (C vitamini) ilave etmektedirler; ancak bu işlemin kanserojen etkiye karşı ne kadar koruyucu olduğu araştırma konusudur. Peroksitler de kanser yapıcı maddeler olup sıvı yağların saklama sürecinde ısı, ışık, ve kurşun, civa, kadmiyum gibi ağır madenlerle temas etmeleri veya kızartma sürecinde aşırı yanmaları sonucunda oluşmaktadır. Peroksit oluşumunun önlenmesi için yağların ışık geçirmeyen kutularda ve serin bir yerde saklanması önemlidir. Kızartma sürecinde aşırı yanmamaları için sıcaklığın çok yüksek olmamasına, sürenin kısa tutulmasına, tava yerine fritöz kullanılmasına ve yağın sık değiştirilmesine dikkat edilmelidir. Kanserden Korunma için Öneriler Diyetin kanser üzerindeki etkilerini inceleyen bilimsel çalışmalar çağımız insanına kanserden korunmak için şans tanındığını göstermektedir. Bugün sahip olduğumuz bilgilerin ışığı altında kanserden korunmak için genel beslenmede yağlı besinlerin kontrollü tüketilmesi; proteinli ve yağlı besinlerin pişirilirken yakılmaması; tuzlanmış, salamura ve dumanlanmış et ürünlerinin tüketiminin en aza indirilmesi; 'nitrat' ve 'nitrit' katılmış et ürünlerinin (salam, sosis, sucuk) kontrollü alınması; alkol tüketiminde aşırıya kaçılmaması çok önemlidir. Buna karşın, yeşil yapraklı sebzeler, turunçgiller, lahana ve karnabahar gibi sebzelerin mümkün olduğunca fazla ve taze olarak tüketilmesi; tahılların taneli veya aşırı rafine edilmeden (buğday, bulgur, esmer pirinç, kepekli ekmek vb) alınması; soya fasulyesi ve diğer kurubaklagillerin sık tüketilmesi; fındık ve fıstık gibi besinlerin ihmal edilmemesi; tüketilen tüm besinlerin küflü olmamasına dikkat edilmesi; besinlerde oluşabilen toksinlerin özellikle mikotoksinlerin kontrolü için devlete bağlı sağlık kuruluşlarınca etkin denetimler yapılması ve de günlük enerji tüketiminin azaltılıp fiziksel aktivitenin artırılması diyetle ilgili olan kanser hastalıklarından korunmada çok önemli adımlar olacaktır. Tablo 5. Kanser oluşumunu destekleyen ve önleyen diyetetik etmenler 7. Kanser oluşumunu destekleyen besinsel etmenler Şişmanlık ve yüksek kalorili diyet Küflü besinler Çoklu doymamış sıvı yağlar (ayçiçek, mısırözü, soya, pamuk yağları vb) İşlem görmüş, dumanlanmış etler Nitrit katılmış besinler (sosis, salam, sucuk vb) Kavrulmuş ve yanmış besinler, özellikle etler Sirke, turşu, soya sosu gibi fermente besinler Salamura ve tuzlanmış besinler Ağır metaller (kurşun, cıva, kadmiyum vb) Beyaz un ve rafine şeker 2. Kanser oluşumunu önleyen besinsel etmenler Meyveler, özellikle turunçgiller Sebzeler, özellikle Yeşil yapraklı sebzeler (ıspanak, maydanoz, ısırgan, roka, tere, kara lahana) Turpgiller (lahana, karnabahar, brokoli) Soya fasulyesi, fasulye, nohut, mercimek Balık ve balık yağları Yoğurt Tahıl taneleri Yeşil çay, sarmısak, soğan C ve E vitamini, karotenler, folik asit Meyve ve sebze posası, fitik asit, bitkisel steroller (beta-sitosterol) Bioflavonoidler, fenolik asitler, bazı esansiyel yağlar Selenyum, kalsiyum, magnezyum, çinko, potasyum 9.T0KSİNLER VE TEMİZLEME DİYETLERİ (DETOX) Toksinler ve Vücutta Etkileri Toksinler yaşam için gerekli olan işlemlere hasar veren veya tamamen durdurabilen maddelerdir. Örneğin; havadan koklanan siyanür gazı kişinin oksijen kullanma sistemini durdurarak 5 dakikadan kısa bir zamanda ölüme götürür. Zehirli mantarlar, hücre metabolizmasını sekteye uğratarak kişiyi 3-4 gün içinde öldürebilirler. Ama bazı toksinler, yavaş yavaş hasar yaparlar ve çeşitli sağlık sorunları, halsizlik, zihinsel faaliyetlerin aksaması, yaşlanmanın hızlanması gibi sonuçlar olarak yavaş yavaş çıkar. Örneğin; ortaya hava kirliliği veya atık sularla beslenen balıkların tüketimi ile alman kurşun ve civa gibi toksinler, karaciğer ile merkezi sinir sistemini etkileyerek büyüme gelişme geriliği, davranış bozukluğu, akıl hastalıkları ve kanserlere neden olabilir. Yine g ı d a l a r d a k ö t ü d e p o l a m a k o ş u l l a r ile o l u ş a n küflerin ürettiği mikotoksinler veya gıdalarımıza çeşitli nedenlerle karışabilen tarım ilaçları, nitrat, nitrit gibi katkı maddeleri kanser oluşumunu desteklerler. Et, tavuk gibi gıdaların pişirilirken yanması sonucu oluşan okside kolesterol, damarların tıkanmasına ve dolayısı ile kalp-damar hastalıklarına zemin hazırlarlar. Görüldüğü gibi çevremizde doğal veya doğal olmayan binlerce toksin vardır. Bunlar alınan miktar ve kuvvetlerine göre farklı sürelerde etkinlik gösterebilirler. Vücudun tüm hücreleri bu toksinlerden etkilenebilir ama özellikle mide-bağırsak sistemi, karaciğer, böbrekler, kemik iliği, beyin, sinirler ve deri toksinlerden en çok etkilenen dokulardır. Temizlik diyetleri Vücudun temizlik diyetleri veya dünyadaki popüler adıyla 'detox diyetler', bağışıklık sistemini dinlendirmek ve hassas dokulardaki özellikle midebağırsak sistemi ile ilgili organlardaki toksinleri yok etmek için Avrupa ve Asyada yüzyıllardır uygulanan kısa süreli rejimlerdir. Bazı hastalıkları iyileştirdikleri, stresi azalttıkları, zihinsel aktiviteyi destekledikleri ve kişinin daha genç ve enerjik hissetmesini sağladıkları iddia edilir. Günümüzde insan hava kirliliği, radyasyon ve gıdalarla alınan toksinler aracılığı ile bir çok sağlığa zarar verici etmenle karşı karşıya kalmaktadır. Bu durumda, yüzlerce farklı temizlik diyetleri de yaygın olarak önerilmektedir. Hemen hemen hepsinin temelinde bitkisel beslenme ve sıvı tüketimi yatar. Örneğin 1 haftalık bir detox rejiminde, ilk 1-2 gün sadece 5-6 bardak limonlu su, bitkisel çaylar; diğer 5 günde ise bunların yanında pirinç lapası, taze meyve suyu, haşlama veya çok az z.yağlı sebze veya sebze çorbası verilebiliyor. Bu tür diyetlerle birlikte genelde yoga, sauna, aerobik egzersizler de tavsiye ediliyor. Ancak bu diyetler, kısa süreli olsalar da dengeli beslenme sayılmazlar. Özellikle, bağışıklığında yetersizlik, kansızlık veya kas kaybı olanlarda bu tür uygulamalar kişinin durumunu daha da kötüleştirebilir. Temizlik diyetleri proteince çok fakirdir ve bu nedenle vücut temel bazı işlevlerini yapabilmek için kasları tüketir. Bitkisel kaynaklı besinlerdeki demir ve çinko gibi madenler bağırsaklardan emilemediğinden kan yapımı ve bağışıklık sistemi aksayabilir. Ayrıca yüksek oranda taze meyve suyu içeren bu tür diyetler, diabet, maya hassasiyeti, ülseratif kolit gibi şikayetleri olan kişiler için de sakıncalı olabilir. Temizleme diyetleri, kan ve kas düzeyi yüksek belli bir sağlık sorunu olmayan kişilere yararlı olabilir ama yine de 3 günden daha uzun bir sürede uygulanmamalıdır. Kısa süreli de olsa detox diyeti uygulayan kişiler, kas kaybını önlemek istiyorlarsa diyetlerine bol taze meyve ve sebze yanında yoğurt da ekleyebilirler. Yoğurt hem protein açısından zengin hem de probiyotik özellikleriyle toksinlere karşı vücudumuzu koruyan yararlı bir besindir. Bu tür aşırı yöntemlere başvurmadan, sağlıklı bir beslenmeyle birlikte toksinlerini arıtmak isteyenlere taze ısırgan otu veya taze maydanoz suyu kürlerini önerilebilir. Üç litre kaynar suya 50 g taze ısırgan (trafiğin bol olduğu yol kenarlarından toplanmış olmayacak) veya 1 demet maydanoz atılıp 3 dakika kaynatılır; üstü kapatılıp soğutulur; süzülür; buzdolabında saklanır ve dengeli bir beslenme yanında günde 3-4 bardak içilir. Her iki yeşil yapraklı ot da yüksek vitamin ve mineral içerdiklerinden ve şifa verici özellikleriyle doğal ve etkili toksin gidericidirler. 10. SAĞLIKLI BESLENME İÇİN BAZI ÖNERİLER 1. Obesite ve getirdiği sorunları önlemek için yediğiniz besinlerin enerji miktarına dikkat edin. 2. Dengeli beslenme için 5 besin grubundan önerilen miktarlarda tüketin. 3. Kahvaltıyı atlamayın. Öğün sayısı ve aralıklarını ayarlayın. Vücudun en etkin çalıştığı zaman sabah saatleridir. Bu bakımdan sabah kahvaltısı öğünler içersinde en önemli olanıdır. Sabah kahvaltısında yenen besinlerin günlük alınması gerekli yiyeceklerin dörtte biri kadar olması önerilir. Diğer öğünlerin de atlanması doğru değildir, ancak akşam yemekleri hafif olmalıdır, insanın öğünlerde tabaklar dolusu yemek yemesi sindirim sistemini ve dolayısıyla vücudu yorar. Uykuda çok az enerji kullanıldığından ve de kilo kaybını ayarlayan 'büyüme hormonu' uykuda salgılandığından akşamları çok yemek sakıncalıdır. Bu nedenle kilo kaybetmek isteyenlere dolu bir mideyle yatmamaları önerilir. Acıkan insan hızlı ve fazla yer, doyduğunu anlamaz. Bu bakımdan, öğünlerin kısa aralıklarla yenmesi faydalıdır. Küçük porsiyonlar ve ara öğünlerle ana öğünlerdeki çok yeme alışkanlığı değiştirilebilir. Ancak kilo sorunu olanlar, ara öğünlerde enerji düzeyi yüksek besinlerden kaçınmalıdır. 4. Günlük protein gereksinimi karşılayın. Vücut organlarının esas maddesi proteinlerdir. Bu nedenle vücudun proteinsiz büyüyüp gelişmesi; canlılığını sürdürebilmesi ve sağlığını koruyabilmesi imkansızdır. Proteinler; kas, deri, kan, kemik, enzim, bazı hormonlar ve bağışıklık sistemi elemanlarının temel yapı maddeleri olup yeni dokuların yapımı ve eski dokuların onarımı için elzemdirler. Bazı yağları, vitaminleri ve mineralleri emilim sonrası kanda hücrelere taşırlar. Yumurta, et, balık, süt, yoğurt, peynir gibi hayvansal ürünlerden elde edilen proteinlerin vücutta sindirimi ve kullanımı yüksek olduğundan bunlara "yüksek kaliteli protein" denir. Bitkisel kaynaklı proteinlerin çoğu hayvansal proteinlere göre daha düşük kalitehdir. Genelde pahah olan yüksek kaliteH protein kaynakları temin edilemediğinde veya vejeteryanlıkta, kurubaklagiUer (nohut, fasulye, mercimek, soya) ve tahıllar (bulgur, tam buğday ekmeği, kepekli pirinç) aynı öğünde tüketilerek yemeğin protein kalitesi etinkine yaklaştırılabilir. Kalp-damar hastalıkları riski taşıyan kişilere protein kaynağı olarak palamut, uskumru, lüfer, hamsi gibi yağlı balıklar, kurubaklagiUer ve yoğurt önerilir. 5. Yağlı yiyecekleri kontrollü ve bilinçli tüketin. Gereğinden fazla yağ tüketimi şişmanlığa ve kalp-damar hastalıklarına neden olabileceğinden yenen yağ miktarına dikkat edilmelidir. Bebeklik, çocukluk ve delikanlılık çağında en uygun yağlar, içerdikleri yüksek elzem yağ asitlerinden dolayı ayçiçek, mısırözü, soya yağları gibi çoklu doymamış sıvı yağlardır. Erişkinler için ise en iyi yağlar zeytinyağı, kanola yağı ve fındık yağı gibi tekli doymamış yağ asitlerince zengin, kalp ve damar hastalıklarına karşı koruyucu yağlardır. Günde 20 g sıvı yağ, kişinin elzem yağ asidi ihtiyacını rahatça karşılayabilir. Balık yağı her yaşta kişi için çok yararlı olduğundan uskumru, palamut, hamsi, istavrit, somon, lüfer gibi yağlı balıklar beyaz etli balıklara tercih edilmelidir. Kilo ve kolesterol sorunu olmayan kişiler için tereyağ da aşırıya kaçmamak şartıyla yararlıdır. Tereyağında bulunan bir yağ asiti (butirik asit), probiyotik özellikte olup özellikle bağırsak kanserlerine karşı koruyucu etkinlik göstermektedir. 6. Unlu ve şekerli gıdaları kontrollü tüketin. Karbonhidrat ihtiyacımızı şeker yerine tahıl, tam buğday veya çavdar unundan yapılan ekmekler, nohut, mercimek, fasulye, kök sebzeleri ve meyvelerden sağlarsak enerji yanında diğer bazı önemli besin öğelerini de almış oluruz. Bu tür gıdalar posa içerikleriyle bağırsak hareketlerini düzenler, bağırsaklardan kanser yapıcı madde ve kolesterol emilimini azaltırlar. Sütlü, yumurtalı tatlılar veya mayalandırılarak yapılan hamurlu tatlılar sadece un, şeker ve yağla yapılan tatlılardan daha yararlıdır. Maya, B vitaminlerince zengindir; ayrıca undaki demir ve çinko gibi madenlerin vücudumuza daha yararlı olmalarını sağlar. İrmik helvası da beyaz unla yapılan tatlılardan daha besleyicidir. Tahin susamdan yapılır; enerji, protein, bitkisel sterol, mineral ve B vitaminlerince de zengin olduğundan besin değeri çok yüksektir. Pekmez de, yüksek mineral düzeyi ve kuvvetli bir antioksidan olan resveratrol içeriğiyle yararlı bir besindir. Balın şifah etkileri eski çağlardan beri bilinmektedir. Ancak bu etkisine neden olabilecek aktif maddesi henüz bilimsel olarak saptanamamıştır. Bunun yanında tüm tatlılar yüksek enerji içerdiklerinden kilo sorunu olanlar tarafindan dikkatli tüketilmelidirler. Çoculdarın da saf şeker içeren şekerleme, çikolata, pasta, kolalı içecekleri az tüketmeleri önemlidir. Bunlar hem boş enerji kaynağıdır hem de dişlerin çabuk çürümelerine neden olur. 7. Tuzu sınırh tüketin. Tuz; vücudumuzdan su kaybının önlenmesi, kas ve sinirlerin çalışması için gereklidir. Ancak tuz besinlerde doğal olarak bulunduğundan ihtiyaç duyulan miktar çok azdır (günde 7-15 g). En çok süt, et, yumurta ve yeşil yapraklı sebzelerde mevcuttur. Tuz ihtiyacı fazla olmayan kişilerin yemeklerine tuz eklemesi gerekmez. Ancak aşırı sıcaklarda, yoğun beden hareketlerinde terlemeyle; ateşli hastalıklarda terleme ve idrarla; ishallerde dışkıyla tuz kaybedilir. Bu hallerde tuz gereksinimi artabilir ama mutlaka suyla birlikte takviye edilmelidir. Gereğinden fazla kullanımı yüksek tansiyon, kalp-damar, ödem, böbrek bozuklukları, kanser gibi hastalıklarla ilişkilendirildiğinden tuzun kontrollü tüketilmesi sağlık açısından önemUdir. Eğer gerekiyorsa sofradan tuzluğu kaldırın; pişirmede az tuz kullanın; işlenmiş tuzlu ve salamura besinlerin kullanımını sınırlayın. Bebeklerde tuz tadını geliştirmeyin. Tuz yerine sarmısak, kekik gibi diğer tat vericiler kullanarak yiyeceklerinize çeşni verin. 8. Vücudunuzu susuz bırakmayın. Su yaşamımızda çok önemlidir. İnsan yiyeceksiz günlerce yaşayabilir, oysa susuz bir kaç gün yaşar. Genelde insanın günlük su gereksinimi 8-10 su bardağıdır. Bunun bir kısmını doğrudan su olarak, diğer kısmını ise sıcak, soğuk içecekler ve besinlerden karşılar. Suyu katkılı meşrubatlardan ziyade olduğu gibi içmek daha yararlıdır. Yeşil çay, ısırgan otu çayı gibi bitkisel içecekler de şifalıdır. Süt ve ayran gibi içecekler vücudun su ihtiyacını karşılarken, protein, vitamin, kalsiyum ve fosfor gibi mineralleri de sağlarlar. Özellikle aşırı sıcaklarda, yoğun bedensel hareketlerde kaybolan su ve tuzu yerine getirilmek için hafif tuzlu ayran içmek yararhdır. 9. Sebze ve meyveleri seçerken mevsiminde bol olanları tercih edin. Mevsiminde satılan meyve ve sebzelerin besin değerleri turfandalarınkinden yüksektir. Hormon riskleri ve fiyatları da düşüktür. Her mevsimde bol bulunan sebze ve meyve vardır. Tercihimiz bunlardan yana olmalıdır. Kışın sera domatesi yerine salça kullanmak daha sağlıklıdır. Çünkü salça domatesin en bol olduğu zamanda yapıhr. 10. Çiğ meyve ve sebze yemeğe özen gösterin. Bu gıdalar vitamin, mineral ve posa bakımından zengindir. Özellikle vitaminler pişirmeyle kayba uğradığından her gün çiğ sebze ve meyve yemek sağlığımız için çok önemlidir. Meyve ve sebzeleri sularını içmek yerine olduğu gibi tüketmek daha yararlıdır. Böylece kalp-damar, kanser ve bağırsak hastalıklarına karşı k u w e t h koruyucu etkinlik gösteren meyve-sebze posasından yararlanmış oluruz. Çiğ yenen sebze ve meyveler mikrop, parazit ve zirai ilaçlardan arındırmak için çok iyi yıkanmalıdır. Hatta son yıllarda yapılan araştırmaların ışığı altında, organik tarım dışında üretilen taze meyvelerin kabuklarmın soyularak tüketilmesi tavsiye edilmektedir. 11. Besinleri satın alırken bunları bozmadan ne kadar saklıyabileceğinizi planlayarak alın. Çürüyen, bozulan veya besleyici özelliğini kaybeden her yiyecek sağlığımıza veya bütçemize zarar demektir. Kuru besinler (kuru fasulye, nohut, mercimek, pirinç, bulgur, makarna, şeker vb.) ile salça, pekmez, sıvı yağ gibi yiyecekleri aylık satın alabiliriz. Taze sabze ve meyve günlük veya haftalık satın alınır. Eğer buzdolabımız varsa et, tavuk, sakatat, haftalık olarak satın alınabilir. Balık buzdolabında en fazla 2-3 gün saklanabilir. Satın aldığımız yiyeceklerin kalitesi ve sağlığa uygunluğu çok önemlidir. Kalitesiz besinler çabuk bozulur; besleyici değerleri azdır ve sağlığımızı bozabilirler. Nohut, kuru fasulye, mercimek, pirinç gibi yiyeceklerin küflü, kırıklı, böcekli, fazla taşlı ve topraklı olmamasına dikkat edilmelidir. Ambalajlanmış olarak satılan yiyeceklerin ambalajlarında yırtılma ve çatlama, konserve kutularında bombelenme olmamalıdır. Ette kontrol damgası bulunmalı; yumurta, peynir ve yağ gibi besinler bilinen yerlerden alınmahdır. Yeşil yapraklı sebzelerden yaprakları bol, koyu yeşil ve pörsümemiş olanları seçilmelidir. Meyvelerin büyüklük küçüklüğü değil de ezilmemiş, berelenmemiş olmaları önemlidir. Patatesin yeşillenmemiş, filizlenmemiş ve çatlaklıkları az olanları iyidir. Sütün saklanması çok güçtür, içinde mikroplar çok kolay ürediğinden çabuk bozulur. Pastörize olarak alınan günlük şişe sütünü buzdolabında 2 gün saklayabiliriz.Uzun ömürlü süt karton açılmadan oda sıcaklığında 1 ay veya üzerindeki son kullanma tarihine kadar tutulabilir. Karton açıldıktan sonra buzdolabında olmak şartıyla 3 günden fazla saklanmamalıdır. Eğer pastörize olmamış çiğ süt satın alırsak, bekletmeden 5 dakika karıştırarak kaynatmamız gerekir. Kaynatflmamış çiğ süt ve bundan yapflan taze peynir tüketirsek ishal, verem, tifo, paratifo, brucellosis ve kolera gibi bir çok mikrobik hastalığa evimizin kapısını açmış oluruz. Yoğurdun yeşilimsi suyu vitamin ve mineral maddeler taşıdığından atılmamalıdır. Peynir tuzlu salamura içinde ağzı kapalı olarak veya streç filme sarılı olarak buzdolabında saklanmalıdır. Nemli ve ılık yerlerde ağzı açık olarak saklanırsa küflenir ve sağlığa zararlı hale gelir. Eti satın aldıktan sonra buzdolabında 1-2 gün tutabiliriz. Buzlukta 1 hafta veya buzluğun soğutma kapasitesine göre daha uzun süre kalabilir. Tavuk ve balık etinin buzdolabında 1 günden fazla saklanması doğru olmaz. Donmuş et çözüldükten sonra tekrar dondurulmaz. Buzdolabı yoksa et, tavuk ve balık alındıkları gün pişirihp tüketilmelidir. Ancak et uygun koşullarda kavurma yapılarak; balık da tuzlanarak veya kurutularak kış aylarında kuru ve serin yerlerde 3-4 ay saklanabiHr. Yumurtayı yıkamadan kuru olarak buzdolabında 2-3 hafta tutabilirsiniz. KurubaklagiUer, tahıllar, kurutulmuş meyve ve sebzeler, kuru yemiş ağzı kapalı bez veya naylon torbalarda, kuru yerlerde saklanır. Torbalara bir miktar iri tuz eklenmesi küflenmeyi önler. Yağlar serin ve karanlık yerde tutulur. Tereyağı, margarin buzdolabında saklanmalıdır. Sıvı yağları uzun süre saklamak istersek cam veya plastik şişelere boşaltıp ağzını kapatmalıyız. Madeni kaplar yağın bozulmasını hızlandırır. Sebze ve meyvelerin bazıları çabuk bozulur. Bunları haftalık yemek planımıza göre satın almalı; o hafta içinde çabuk bozulanları dayanıklı olanlardan önce tüketmeliyiz. Sebze ve meyveler buzdolabında delikli naylon torbalar içinde bir hafta saklanabilir. İçinde deterjan gibi yabancı maddeler konmak için hazırlanan kaplarda yiyeceklerimizi koymamalıyız. Bunlardan besinlerimize gözle görülmeyen zehirli maddeler karışabilir. 12. Yiyecekler hazırlanırken besin kayıplarını en azda tutun, sağhğı bozacak uygulamalardan sakının. Yiyeceklerin hazırlanmasında koku ve lezzet kadar besin öğelerinin de göz önüne alınması gerekir. Sebze meyve ve kurubaklagiUer önce yıkanıp sonra ayıklanmalıdır, yoksa bazı besin öğeleri yıkama suyuna karışarak kaybolurlar. Doğrandıktan sonra bekletUen sebzelerde vitamin kaybı oluşur. Yeşü ve sarı sebze salataları, limon veya sirke eklendikten sonra bekletUirse beta-karoten ve folik asit gibi asitli ortama dayanıklı olmayan vitaminler kayba uğrar. Gerekmedikçe yiyecekleri küçük parçalara bölmeyin. Meyve sularını sıktıktan sonra bekletmeyin. Kurubaklagiller, sebze ve makarna gibi yiyeceklerin haşlama ve pişirme suları atılırsa, vitamin, mineral ve protein kaybı olur. Pişirmede mümkün olduğu kadar az su kullanılmalıdır ve eğer pişme suları veya yemek suları artarsa, çorbalara katılarak kullanılmalıdır. Pişirmeyi mümkün olan en kısa sürede yapın. Yemek yaparken pişirme süresini gereğinden uzun tutarsanız; yemelderinizi tekrar tekrar ısıtırsanız, vitamin kayıpları artar. Suda pişen yiyecekler bir kere kaynadıktan sonra harlı ateş gerektirmez.Ocağın ateşi suyu ancak kaynatacak düzeyde tutulmalıdır. Yiyeceğe en uygun pişirme sıcaklığını ve yöntemini seçin. Örneğin; et, tavuk, balık ve ürünleri iyi pişirirmeden yemeyin; yoksa bağırsak hastalıklarına yakalanabiliriz; barsak kurdu, tenya gibi parazitler vücudumuza yerleşebilirler. Zor pişen besinler için mümkünse basınçlı (düdüklü) tencere kullanın. Kurubaklagiller (nohut, mercimek, fasulye, barbunya) iyi pişirilmelidir. Böylece daha iyi sindirilebildikleri için besin değerleri artar. Bu besinleri eğer mümkünse düdüklü tencerede pişirmek uygundur. Halk arasında yaygın olan inanışın aksine yumurtayı çiğ olarak tüketmek zararlıdır. Çiğ yenen ^mmurta bağırsak hastalıklarına ve parazitlere neden olabihr; sindirimi zordur ve B grubu vitaminlerinden biotin yetersizliğine neden olur. Yumurtanın 10 dakikadan uzun süre pişirilmesi de besin değerini azaltır. Süt 5 dakikadan az kaynatılırsa mikroplarının tamamı ölmez. Ancak bundan uzun süre kaynatılan sütün vitaminleri kaybolur. Muhallebi, sütlaç gibi tatlıları yaparken önce unla sütü pişirip; şekeri ateşten indirmeden hemen önce koyun. Şeker önceden eklenirse sütün protein değeri azalır. Mümkünse kızartmalarda tava yerine fritözü tercih edin. Derin kızartma yapmadıkça, kızartma yağlarını tekrar kullanmayın. Fritözde yapılan kızartmalarda, maksimum 9-10 kızartmadan sonra yağı değiştirin. Yemekleri sıcak olarak saklamayın, tekrar ısıtüıncaya kadar soğukta muhafaza edin. Ekmek, çörek ve kurabiyelerin hazırlanmasında maya kullanırsanız besleyici değerleri artar. Kızartılan ekmeğin besin değeri azalır. Yiyecekler hazırlanmadan önce ellerinizi yıkayın. Çiğ et, balık, tavuk vb yiyeceklere dokunduktan sonra ellerinizi tekrar yıkayın. Bu besinleri hazırlarken kullandığınız bıçak, tabak ve kapları tekrar yıkamadan çiğ salata, meyve gibi yiyeceklerin hazırlanmasında kullanmayın. Ellerinizde yaralanma veya iltahaplanma varsa yiyeceklere çıplak elle dokunmayın, eldiven takın. 13. Besinlerin sunulmasına özen gösterin. Yemek ne kadar besleyici olursa olsun, sevilip yenmediği takdirde bir işe yaramaz. Eğer yemeklerimizi ailemizin zevklerine ve ahşkanlıklarına uygun olarak hazırlamaz, iştah açıcı karışımlarda ve görünümde sunmazsak bu da büyük savurganlık olur. Yemeklerimizi planlarken, satın alırken ve hazırlarken, tüketecek olanların alışkanlık ve zevklerini daima göz önüne almalıyız. Onları yeni ve yararlı bir yiyeceğe alıştırmak istersek bunu yavaş yavaş zorlamadan ve değişikliğin yararlarını belirterek yapmalıyız.Yemeklerde üzücü veya ciddi konulara değinmek, birbirimize kırıcı sözler etmek ailenin işitahını kapar; şahsi olmayan neşeli konuşmalar onların yemeklerini daha iştahlı ve zevkle yemelerine böylece hem besinleri yeterince almalarına hem de bunlardan daha iyi yararlanmalarına destek olur. Unutmamalıyız ki, sinir sistemiyle sindirim sistemi birbirleriyle yakından iHşkilidir. 14. "Fast food" olarak bilinen hızh beslenme tarzından kaçının. Bu tarz besinler çoğunlukla saf undan ekmekler, hamburger, sosis türü iyice kızarmış veya yanmış, bazen katkı maddeli etler, patatesler ve genellikle kolalı meşrubat içerdiğinden sağlığa zararlıdır. Ancak pişirilme tarzları, çocukların ve gençlerin damak zevkini okşadıkları ve bekletmeden sunulabildikleri için kentlerde yaşıyan/çalışan halkımız arasında hızla yaygınlaşmıştır. Oysa fast food; obesite, kalp-damar ve kanser hastalıklarmın en yaygın olduğu Amerikan toplumununun özellikle de düşük sosyo­ ekonomik seviyeli kesiminin örnek beslenme tarzıdır. Bu tür beslenme tarzı kişinin ihtiyacı olduğu besin öğelerini karşılamakta yetersizdir. Bu nedenle, çocuklarımızı ve genç nesilleri hızlı beslenme tarzından uzaklaştırmaya çalışmalı, onlara aile içinde ve okullarda beslenme bilincini aşılamalıyız. Bu durum dar gelirh aileler için daha da önemlidir çünkü çocuk ve gençlerin süt ve ürünlerine olan gereksinmeleri yetişkinlerinkinden daha fazladır. Aileler, örneğin; gazoz ve kolalı içecekler gibi boş gıdalara para harcarlarsa, bu parayı süt, ayran gibi aynı fiyatta fakat tüketilmesi elzem olan besinlere ayıramaz. Bunun yanında ülkemiz, bir çok sağlık verici gıdanın üretilebildiği iklim ve toprak koşulları ile köklü bir mutfak kültürüne sahiptir. Fast-food yerine geleneksel beslenme tarzımızı öne çıkartmamız; çocuklara taze meyve, sebze, fındık, üzüm, kayısı, pekmez, ayran, boza, gibi gıdalara özendirebilmemiz gerekir. Batı toplumunun sağlıksız beslenme tarzına, ülkemiz topraklarında yetişen türlü meyve ve sebzelerden yapılan yemek ve tatlılarla cevap verilmeli. Geleneksel besinlerimizi halkımızın hızlı yaşam tarzına uyacak şekilde kullanarak yeni ürünler geliştirilebilir. Bunun yanında toplum olarak tepki gösterilirse, devlet fast-food tarzı servis yapan firmaları reklam yapmalarından ("sigarada"olduğu gibi) yasal olarak menedebilir. 2003 YILI İTO YAYINLARI 2003/01 Kırgızistan Ülke Etüdü 2003/02 Türkmenistan Ülke Etüdü 2003/03 Dış Talebe Bağlı Ekonomik Büyümeye Geçişte Mikro Ekonomi Politikaları 2003/04 Ürdün Ülke Etüdü 2003/05 Kobilerde Maliyet Analizleri ve Firma Çapında Maliyet Düşürme Uygulamaları 2003/06 Türkiye Ekonomisinin Dünya Pazarlarında Oryantasyonu 2003/07 Dünya da ve Türkiye'de Özel Sanayi Bölgeleri 2003/08 Yerel Ekonomik Gelişme ve Rekabet Gücünün Artırılması: Bölgesel Gelişme Ajansları 2003/09 Calendar of Industrial and Trade Fairs in Turkey 2003/10 Ayakkabı Sektöründe Uluslararası Fuarlar, Dünya Piyasaları, Trendler ve gelişmeler 2003/11 5590 Sayılı Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret Odaları Sanayi Odaları; Deniz Ticaret Odaları, Ticaret Borsalan ve Türkiye Türkiye Ticaret Sanayi, Deniz Ticaret Odalan ve Ticaret Borsalan Birliği Yasa Metni 2003/12 Temel Hedefler ve İç Yönetmelik 2003/13 İran Ülke Etüdü 2003/14 Türkiye'den Yurtdışına Doğrudan Sermaye Yatınmlan 2003/15 Ayakkabı Sektör Geliştirme Araştırması 2003/16 2003 Yılı Yurtdışı Fuarlar Rehberi 2003/17 Romanya Ülke Etüdü ve Türk Yatırımları 2003/18 Bulgaristan Ülke Etüdü 2003/19 Dünyada ve Türkiye'de Mobilya Sektörü 2003/20 2002 Yılı Sektörler İtibari ile Ekonomik Durum Analizi 2003/21 Dünyada ve Türkiye'de Özel Okullar 2003/22 Türkiye'nin İmzaladığı Serbest Ticaret Anlaşmalan 2003/23 Özel Sektörün Kullanabileceği Krediler Semineri 2003/24 Rusya Ülke Etüdü 2003/25 Rakamlarla Türkiye Ekonomisi (Türkçe) 2003/26 Turkey in Figures 2003/27 İstanbul Küçük Sanayi Kapasite Kullanım Araştırması 2003/28 İstanbul'un Ekonomik ve Sosyal Göstergeleri 2003/29 Sodal and Economic Indicators of Istanbul 2003/30 Türkiye'de Bakliyat Üretimindeki Sorunların Çözümü ve Dışa Bağımlılığı Azaltacak Politikaların Geliştirilmesi 2003/31 Uluslararası Kuruluşlann Türkiye'deki İletişim Noktalan 2003/32 Başarılı İhracatçılar 2002 2003/33 Otomotiv Endüstrisinde Satınalma Stratejileri ve Kavramları 2003/34 Avmpa Akdeniz Ortaklığı ve Türkiye 2003/35 İstanbul Ticaret Odası Nadir Eserler Katalogu 2003/36 Örtünmeden Giyinmeye Terzilik ve Modamn Dünü Bugünü ve Yarım 2003/37 Türkiye'nin Stratejik Yeraltı Kaynaklan Ekonomik Değerleri ve Uluslararası Yeri 2003/38 E-Devlet Uygulamalan ve Ekonomiye Etkileri 2003/39 Dünya'da ve Türkiye'de Lojistik Sektörün Gelişimi 2003/40 Vergi Rehberi 2003/41 Türkiye'de Gelir İdaresi ile Vergi Denetiminin Sorunlan, Çözüm Önerileri ve Yeniden Yapılandırılması 2003/42 Sorularla İşyasası Reformu 2003/43 Türkiye'de Kuyumculuk ve Altın 2003/44 İstanbul Ticaret Odası Yayınları 2003/45 Başanlı Vergi Mükellefleri (2002) 2003/46 Avrupa Birliğinde Marka ve Tasarım Koruma Yolları 2003/47 Türkiye'de Tiftik Üretimi ve Güney Afrika Örneği 2003/48 Fransa, İsviçre, İtalya'da Şarapçılık ve Türkiye Modeli 2003/49 Tanmsal Teknoparklar, Bir Model Önerisi 2003/50 İnşaatçılar İçin Yeni İhale Düzeninde Pratik Teklif Fiyatı Belirleme Yöntemi 2003/51 Gıda Sanayiinde Hijyen Uygulamalan 2003/52 AB Pazarlarına Giriş İçin Milli ve Uluslararası Marka Yaratılması 2003/53 Gelişmiş Tanm Piyasalarının Organizasyonu 2003/54 İşyerlerinin Kamu Kuruluşlarının Uygulamalann Kaynaklanan Sorunların Araştırma 2003/55 Bölgesel Ekonomik Büyüme Ortakhğı ve İşbirliğine Bir Örnek Türkiye - Ukrayna 2003/56 Sigortacılığın Bugünü ve Yanm 2003/57 Ekonomik Rapor 2003/58 Şehiriçi Toplu Taşımacılık Hizmetleri Değerlendirmesi 2003/59 Ekonomik Rapor (İngilizce) 2004 YILI İTO YAYINLARI * 2004/01 2004/02 2004/03 2004/04 2004/05 2004/06 2004/07 2004/08 2004/09 2004/10 2004/11 2004/12 2004/13 2004/14 2004/15 Yurt içi Kuruluşlar Rehberi Yurt Dışı Fuarlar Rehberi Sağjık Sektörü İhalelerinde Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri Vergi Rehberi Yabana Sermayeli Şirket Kuruluşu Kılavuzu Fiyat İndeksleri Sağlıkh Beslenme, Sağlıklı Yaşam Büyük Mağazalar ile Üretici ve Toptana İlişkileri Sorularla İthalata Gözetim ve Korunma Yollan Sorularla İthalat Mevzuatı Dış Ticarette Standardizasyon Mevzuatı İhracatta KDV İadesi Mevzuaü ve Uygulamalan CE Rehberi İTO Ticari Bügi Sınıflandırma Kılavuzu İş Dünyası İnternet Rehberi 2004/16 Uluslararası Ticari Uyuşmadıklarda Kurumsal Tahkimin Güncel Sorunlan * Nisan ayı itibari)de