MİHDER Muğla İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği yayınıdır. Yıl 1 Sayı 1 Ekim 2016 Ücretsizdir Gençlik: Diriliş bilincinde ümmetin ön safında SEÇKİN İSLÂM KLASİKLERİ SEÇKİN İSLÂM KLASİKLERİ Yıl 1 Sayı 1 Ekim 2016 Röportaj: ÖNDER Genel Başkanı Halit BEKİROĞLU İmanı, Heyecanı,Kimliği ve Hedefleriyle GENÇ ADAM Röportaj: Muğla İHL Müdürü Ramazan TORAMAN 26 30 51 02 03 04 06 10 12 14 18 20 24 34 36 36 40 42 48 54 56 62 Başkan’dan Sen Değilmisin o? İslam’ı Parçalamak ve Çoğul Okuma Kudüs Seni Çağırıyor Diriliş Beyannamesi İmam Hatip Okullarımızın Kuruluşunun 65. Yılı Kutlu Olsun Nasıl Bir Gençlik? Gölgesi İslam Coğrafyasına Düşen Bir Dağ Gibiydi Cevdet Said’i Tanıyabilmek Hayat ve Kavram İmam Hatip Liseleri İçin Önder’in Tavsiye Ettiği 100 Ktap İmam Hatip Ortaokulları İçin Önder’in Tavsiye Ettiği 100 Ktap Dini İçin Yaşayan Bir Topluluk: AMİŞLER Gençlik, Sezai Karakoç ve 15 Temmuz Ruhu Kerim Abdul Cabbar: Amerika’da Müslüman Olmak Resûlüllah’ın Yanında Sadık Bir Şekilde Duranlar Tarih Şuurumuza Dair Birkaç Kelâm MİHDER Faaliyetleri Mezunlarımız Yayın Sahibi: Muğla İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği Yayın Yönetmeni: Muhammet Furkan GÜMÜŞ Editör: İsa GÖKGEDİK Yayın Kurulu: A.Talha ARSLAN / Özgür ASLAN Emin ÖZLER / Ramazan AKKIR Grafik Tasarım: İhsan ÇANAKCI Baskı: Yazmat Ofset Matbaacılık www.iz.com.tr • [email protected] • facebook.com/izyayincilik • twitter.com/izyayincilik • instagram.com/izyayincilik • youtube.com/izyayincilik MİHDER Muğla İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği’nin yayınıdır. www.iz.com.tr • [email protected] • facebook.com/izyayincilik • twitter.com/izyayincilik • instagram.com/izyayincilik • youtube.com/izyayincilik Kurşunlu Caddesi Girgin İşhanı Kat 2 No: 27 Menteşe (Merkez) 48800 / Muğla - Türkiye Tel: 0532 727 04 99 [email protected] www.mihder.org - [email protected] - [email protected] mihdermugla BAŞKAN’DAN Sen değil misin o? Gözüm, Sancağı daha yükseğe taşımak için… Kıymetli arkadaşlarımız, iman ve Kur’an davasının, İmam Hatip sevdasının gayretli neferleri, sizleri Muğla İmam Hatip Mensupları ve Mezunları Derneği’mizin (MİHDER) yayını olan Sancak Dergimizin ilk sayısıyla selamlıyoruz. Binlerce yıllık kadim medeniyetimizin temel harcı, mayası İslam’dır, Kur’an’dır, Hz.Peygamber ahlakıdır. Bizi bugün dünyanın zirvesine taşıyan, bu yüksek ahlakla şekillenen medeniyetimiz, değerlerimizdir. İşte bu topraklarda bu büyük medeniyetin gelişmesinin yegâne kaynağı da tarihten bu güne inanç ve imanla yoğrulmuş, Kur’an ve Peygamber sevgisiyle davasına baş koymuş inançlı nesillerdir. İmam Hatip nesli, kötülüğe karşı iyiyi, zulme karşı adaleti, insanlığa merhameti dert edinmiştir. Bu nesil kuvvetini önce Allah’tan, sonra milletinden almıştır ve almaya da devam edecektir. Bugün daha da büyüyen, eğitimin modern imkânlarıyla donanan İmam Hatip okullarımızda ülkesinin geleceği için çalışan, milli manevi değerlerine sahip çıkan yeni nesiller yetişiyor. MİHDER olarak İmam Hatip neslinde bu bilinci yaşatmak, milletin bize emaneti olan İmam Hatip okullarımızın taşıdığı mukaddes bayrağı daha da yükseltmek gayesiyle hazırladığımız Sancak dergimizi sizlerle paylaşıyoruz. Yakın zamanda MİHDER çatısı altında Gençlik Kampı, MİHDER Gençlik Spor Kulübü ve Aynı Sırayı Paylaşanlar Söyleşi Dizisi başta olmak üzere faaliyetlerimize hız kazandıracağız. Muğla İmam Hatip Lisesi’nin tüm idareci, eğitimci, öğrenci ve mezunlarının desteğiyle hazırladığımız Sancak dergimizin, sonraki sayılarında hem öğretmenlerimiz hem de öğrencilerimizin katkılarıyla daha da zenginleşeceğine inanıyoruz. Dergimizde yer almasını istediğiniz yazı, haber, yorum ve dosya gibi her türlü içerik için bizimle iletişime geçebilirsiniz. Dergimize destek veren Küre, Pınar, Düşün, İlke, Hayat ve İz Yayınları ile Ziya Er, Seyitnur Gün ve Yılmaz Göçer’e kalbi şükranlarımızı iletiriz. Etrafına bakıyorsun da, sen değil misin o? Sen yani, acı çekse de, canı yansa da her zaman hakkı söylemek, hakkı konuşmak zorunda olan Müslüman? Sen değil misin o? Bu dünyada, fitne yeryüzünden silininceye kadar, savaşmak ve kavga etmekle görevlendirilen? Sen değil misin o? Bu dünyada kim olursa olsun, mazlumdan yana, kim olursa olsun zalime karşı dimdik durması gereken onurlu Müslüman? Sen değil misin o? Kendisinin, ailesinin, çocuklarının aleyhine de olsa, adaletten yana tavır alması gereken adil Müslüman? Sen değil misin o? Yol arkadaşına, dava arkadaşına, Müslüman kardeşine, dostuna asla ama asla ihanet etmemesi gereken? Sen değil misin o? Geceleri soğuk, rutubetli öğrenci evlerinde masum hayallerle uyuyan ve bir gün, bu dünyada ezilen tüm insanların hesabını sormaya yemin eden? Sen değil misin o? Çocukluğunda babasından Filistin davasını, anasından başörtüsü zulmünü, dedesinden Sarıkamış hikayelerini dinleyen ve bir gün tüm bunlar için kavga vermek için yemin eden? Sen değil misin o? Öğrenci harçlığı ile geçinen ama yine de Somali’ye, Afganistan’a, Filistin’e yardım eden, para gönderen, infak eden? Sen değil misin o? Beyazıt’ta polis dayağı yerken, sorgularda titrerken, fişlenmiş ve dışlanmışken bile, asla davandan vazgeçmeyeceğini haykıran? Sen değil misin o? Sabıkalı olduğun için iş bulamayan, tüm kapılar yüzüne kapanan, kirasını ödeyemeyen ve borçla çocuk büyüten ama yine de tevekkülden vazgeçmeyen? Sen değil misin, baldırı çıplakların başlattığı davanın son temsilcisi? Sen değil misin, merhamet ve sevgi abidesi Peygamber’in (sav) neferi? Sen değil misin, emin, adil, dürüst olmasıyla düşmanını bile kendine hayran bırakan Peygamber’in ümmeti? Sen değil misin, Ebuzer gibi serdengeçti, Ömer gibi adil, Ebubekir gibi eli açık, Ali gibi ilmin kapısı olacak? Sen değil misin gözüm? Tüm bunlar senin için değil miydi? Ve sen, o ağır yükü yüklenmeye aday olmuş, meydana çıkmış, söz vermiş insan, sen değil miydin? Peki bu halin nicedir? Sen değil misin o? Hesap verecek olan sen değil misin yoksa iki gözüm? Adalet, Hürriyet ve İttihad-ı İslam bayrağını daha da yükseklere hep birlikte taşıyabilmek temennisiyle… Muhammet Furkan Gümüş MİHDER Başkanı Ali Nur Kutlu 3 MAKALE Prof.Dr. Ergün YILDIRIM İslam’ı parçalamak ve çoğul okuma N İslamlar içinde bir türlü bir araya gelmeleri mümkün e kadar çok İslam var!.. Post-modern İsolmayacak bir Müslümanlık tahayyülü üretiliyor. lam, Protestan İslam, Şii İslam, Sünni İsBuna karşın Batılı sosyologlardan “İngiliz Hristiyanlam, gösterişçi İslam, plaza İslam’ı, Kürt lığı” ya da “Fransız Hristiyanlığı” diye bir kavram İslamcılar, Türk İslamcılar, feminist İslam… duymuyoruz. Oysa bizim sosyologlar ve ilahiyatçılar Tam bir şizofreni durumudur bu. Nihilist terörizmle bu parçalayıcı okumaya koşuyorlar adeta. karşı karşıyayız. Çünkü bu okumalar dini kaygan, parçalı, belirsiz, sonsuz yorumlar, İslam’ı böyle okumanın çoğulele avuca sığmayan önermeler culukla ilgili olmadığını düşüve özden yoksun açıklamalara nüyorum. İslam, özünde tektir. Bugün İslam yol veren bir paradigma içinde Allah’ın dini İslam, bir tanedir. ele alıyorlar. En namussuz soru toplumları Kur’an’da va’z edilen, Hz. Muda “hangi İslam?” sorusudur. hammed ile gönderilen din, paramparça. Aslında bu sorularla İslam pabirdir. Bunun önüne hiçbir sıfat ramparça ediliyor, MüslümanBunun nedeni eklenemez. Öz, temelde her zaların kaotik ve değişen dünya dini algılamalarda man birdir. Değişmezdir, mutlakiçinde değişmeyen öz ilkelerini tır. Bundan dolayı bütün olgusal, kaybetmeleri arzulanıyor. Müsnihilist ve anarşist nesnel ve beşeri dünyanın ötelümanların kafası karışık, ruhları kültürlerin sindedir. İslam’ın vahiyle gelen parçalanmış, kimlikleri dağılmış bir din olması bunu açıkça izhar ve dünya görüşlerinden mahrum yayılarak artan eder. Peki o zaman neden bu kakalmış bohem, nihilist, şizofren nüfuzlarıdır. dar tarikat, mezhep, meşrep vs. ve trans-varlıklar haline gelmeleortaya çıktı? rinin dili üretiliyor. Bu yaklaşımlar büyük ölçüde Batı düşüncesinin nihilist, post-modern, anarşist teorilerinden besleniyor. Burada İslamiyet, modernitenin tekil hakikatine karşı özgürleşme çabasında olan post modernlik ve nihilizm arayışlarıyla okunuyor. Böylece bu kadar çok 4 İslam bizim bilincimizde ve dünyanın nesnel gerçekliğinde yorumlandığı zaman farklı yaklaşımlar olarak ortaya çıkar. Ancak bu yaklaşımlar hiçbir zaman eşittir İslam olmaz. Sadece İslamın yorumu, yansıması ve açıklamasıdır. Bundan dolayı mezhep- ler, tarikatlar ve meşrepler İslam adını kullanmadılar. Hanefi, Hanbeli, Nakşilik, Kadirilik isimlerini tercih ettiler. Çünkü bunlar İslam’dan ilham alarak ortaya çıkan beşeri bilinç ve beşeri nesnel varlığın ortaya koyduğu tecrübelerdi. Örneğin sudaki çubuğun kırık gözükmesi çubuğun bulunduğu ortam ile ilgili. Yoksa ne çubuk kırıktır ne de bizim bilincimiz çubuğu kırık görmektedir. İslam da çeşitli tarihler, sosyolojiler ve coğrafyalar içinde çeşitli yorumlara dönüşebiliyor. Buna İslam’ın çoğulcu perspektifi diyoruz. İslam dininin yeryüzünde ilham verdiği ilimlerin, ekollerin ve düşüncelerin çoğul var oluşları anlatılıyor. Ancak bu çoğulculuk bizzat dinin özünde meydana gelmemektedir. İmam-ı Azam İslamı demiyoruz, Hanefilik diyoruz. Mezhebin kişi adıyla anıldığı bir durum ortaya çıkıyor. Aynı şey tarikatlar için de geçerli. Nakşibend Hazretleri’nin adından mülhem Nakşilik deniyor, Abdülkadir Geylani’nin adından mülhem olarak da Kadirilik. Ama yine de Nakşilik İslamı ya da Kadirilik İslamı demiyoruz. İslam geleneğinde bu terkipler kullanılmadı. Bütün bunlar İslam’ın belli şahısların, ekollerin ve sosyolojilerin çerçevesinde yaşama aktarılması, yorumlanması ve sistemleştirilmesidir. Öz’ün (tek hakikat İslam) hayata geçirilme çabasıdır. Bugün İslam toplumları paramparça. Bunun nedeni dini algılamalarda nihilist ve anarşist kültürlerin yayılarak artan nüfuzlarıdır. Osmanlı’nın parçalanma şafağında ortaya çıkan İttihat-ı İslam (İslamlaşma hareketi ve düşüncesi) bile bugün ırklar, milliyetçilikler ve ideolojiler etrafında parçalanmaya davet ediliyor. Bunun son örneği Türkiye’de geliştirilen Türk İslamcılığı ve Kürt İslamcılığı ayırımıdır. Halbuki yeniden İttihat-ı İslam düşüncesine ve ruhuna ihtiyacımız vardır. İslam’ı kavme, ırka, ideolojiye, mezheplere indirgeyen ve bunları İslam’a sıfat yapan bütün tutumlardan uzak durmalıyız. İslamiyet’in tek/özsel şemsiyesi altında toplanmalıyız. Parçalanmadan, şizofreniden kurtulmanın yolu budur. Kudüs seni çagırıyor Mücahit CİVRİZ A llah’ın insanları doğru yola iletmeleri için görevlendirdiği Peygamberlerin hak mücadelesi verdiği, Peygamberimizin miraç hadisesinin gerçekleştiği, Müslümanların ilk Kıblesi, ikinci Mescidi, üçüncü Haremi olan Mescid-i Aksa’yı içinde barındıran mübarek ve mukaddes şehir; Kudüs’teyiz. İnsanlık tarihi kadar eski bir şehir olan Kudüs, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Davud, Musa, Süleyman, Harun, İsa Peygamberin (hepsine binlerce selam olsun) tebliğ görevini yürüttükleri, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s) yeryüzünden semaya kutsal yolculuğuna ev sahipliği yapan, Hazreti Ömer ve Selahattin Eyyubi’nin fetih ruhunun alınan her nefeste hissedildiği, Osmanlının nakış nakış vurduğu mühre şahit olabildiğiniz ve Osmanlının bu diyarı terk edişinden beri Müslüman kalplerin kendisine yönelmesini, taşları üzerinde insanların özgürce ve pür neşe hareket etmesini bekleyen kutsal bir belde burası. Kudüs’ün her yeri tarih, her yeri kadim medeniyetin bir nişanı adeta. Ama biz Mescid-i Aksa’ya bir an önce ulaşabilmenin heyecanını taşıyoruz sînelerimizde. Kudüs’ün sokaklarından yüzyıllar öncesine tarihî bir seyahat ediyormuş ve uyanmak istemeyeceğiniz bir rüyada imişsiniz gibi yoğun bir his girdabıyla yöneliyoruz Mescid-i Aksa’ya. Girince Mescid-i Aksa bahçesine, buranın her zerresi ile size “Hoş Geldiniz” diye mukabele ettiğine, zeytin ve selvi ağaçlarının gelişinize mukabele edercesine dallarını salladığına şahit oluyorsunuz. Hele o taşlar… Evet konuşan o taşlar… Gözünüzün ve yüreğinizin hasretine bir an önce son vermek için sanki yürüyen bir merdivende koşuyormuşsunuz hissi uyandıran taşlar… Hani Şair buraları görmeden diyordu ya, “Yürü kardeşim ayaklarına bir Aksa gücü gelsin” diye! O gücü tüm bedeninizde hissettiren o taşlara basmaya kıyamadan koşar adım giriyorsunuz bu girdaba. İşgal altındaki bu beldede boynu bükük, kolu kırık, mahzun bir şekilde karşılanacağınızı tahmin ediyorsanız yanılıyorsunuz; sanılanın aksine tüm ihtişamı ile karşılıyor sizi bu mübarek mekân. Kudüs; Gücümüzün Sembolü Bir Şehirdir Kudüs, o toprakları ellerinde bulunduranların gücünün bir sembolü ve buralarda yaşanan işgal ve sıkıntılar, ne sadece Arapların ne de sadece Filistinlilerin meselesi aslında. Nuri PAKDİL, “Kudüs sevilmedikçe insanlığa girilmez” diyordu. Peki soruyu Müslümanlık için sorsak! Kudüs sevgisini, aşkını yeniden yeşertemezsek gönüllerimiz ve düşünce ufkumuzda, nice olur halimiz? Bu beldenin aziz ve pak hatırasına dönük ihanetler, ruhuna yapılan tecavüzler karşısındaki duruşumuz ve tepkimiz peki? Cahit Zarifoğlu; “Filistin bir sınav kâğıdı her mümin kulun önünde” diyordu ve bu sınav Osmanlı’nın bu coğrafyadan terk-i diyarından beri devam etmekte. Peki sonuçlarına dair bir cevabımız var 6 mı? Kudüs bugün kimlerin elinde ve kimin gücüne şahitlik ediyor, düşünülmesi gereken bir konudur bu aslında. Yürek haritamızda Kudüs mevziisinin hali nasıl bu asırda? Her inananın yüreğinde Kudüs sevdası var mı acaba? Gönlümüzde yer almıyorsa Kudüs, gönlümüz kimler tarafından işgal altındadır hiç düşündük mü? Bakınız Kudüs ve İslam tarihine; Kudüs aslında bayraktarıdır bu hâkimiyetin! Ne zaman bu belde esirdir, inananlar da esirdir bu dünya sürgününde. “Sarılış ve Kopuş”u Yeniden Değerlendirilmeliyiz Osmanlı Devletinin yıkılmasının ardından elimizde kalan son kara parçasına sımsıkı “sarılışımız”, belki de bir zorunluluktu. Ancak bu “sarılış”, beraberinde bir “kopuşu” da getiriyordu. Oluşturulan yapay algı ile artık bizler “Türk’ten başka dostu olmayan / kalmayan” ve “bazı Araplar tarafından arkadan hançerlenen” bir millet olmuştuk ve bu topraklar elimizde tutabildiğimiz son kara parçaları idi. Bu sarılma ile tarihi köklerimiz, gönül bağlarımız, can damarlarımızla birlikte bu bilinç de sökülüp atılmaya çalışıldı ve bunda büyük ölçüde de başarı sağlandı. Belki de hepsinden önemlisi, ufkumuz daraltılarak karanlık zindanlarda müebbet bir hapse atıldı. Hâlbuki yaşanan tüm bu savruluşlara rağmen biliyor ve inanıyoruz ki; Türkiye sadece Edirne’den Karsa, Sinop’tan Mersin’e bir harita değil. Olmadı, olamazdı. Türkiye; Mekke, Medine ve Kudüs, Bağdat ve Şam, Üsküp ve Saraybosna, Semerkant ve Buhara da demek. Bu toprakların ve coğrafyanın 7 hafızası, duymak istemesek de, bize bunu haykırıyor. Bu gerçekliğe kulak tıkamaz, gözlerimizi kapamaz isek, yıkılanın bir imparatorluk değil; yakıp yıkılan ve yok edilmeye çalışılanın ortak bir hafıza ve ufuk olduğunu görmemiz gerekir. Kudüs Yalnız Bırakılmamalı, Zira; İsrail Kudüs’ü yahudileştirmek ve Mescid-i Aksa’yı yıkarak Süleyman Mabedini inşa etmek istemekte. Bunu başarabilmek için de sistematik bir tecrit politikası uyguluyor. 2002 yılında yapımına başlanan “Utanç Duvarı” ile şehirlerarasında bağlantılar kesiliyor, Mescid-i Aksa civarında yer alan müslüman yerleşim yerleri yıkılıyor, insanlar zorla yurtlarından / evlerinden ediliyor. Direnen halka ise çeşitli fiziksel ve psikolojik yıldırma teknikleri ile müdahale edilirken, evlerini satın almak için milyonlarca dolar paralar teklif ediyor. O nedenle maddi destekler ile bu topraklara sahip çıkılması ve ziyaretler ile varlığımızın orda gösterilmesi büyük önem arz ediyor. İçine kapanan Bir Türkiye uzun yıllar doğu sınırının ötesine geçecek bir ufuk geliştiremedi. Hem gündemimiz hem de ziyaretler anlamımda bir fasit daire demekti bu. Ama son yıllarda yaşanan zihinsel devrimle Türkiye’den ziyaretler de her geçen gün artıyor bu topraklara ve yapılan bu ziyaretler İsrail’i pek de sevindirmiyor. Şuan yılda yaklaşık 25 bin Türk bu toprakları ziyaret ediyor ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın aldığı “Kudüs bağlantılı Umre Kararı” sonrasında bu sayının daha da artarak köprülerin yeniden kurulması bekleniyor. Sayıca artışın bu topraklarda yapılan keyfi baskı ve yıldırmaları da hafifletmesi, çok güçlü ihtimaller arasında. 8 Mescid-i Aksa’da Futbol Maçı Yapmaya Var Mısınız? Adımınızı attığınız andan itibaren sizi bambaşka bir zamana ve his dünyasına taşıyan, namaz mahalleri, medrese ve kubbeler, şadırvan ve çeşmelerden oluşan, zeytin ve selvi ağaçlarının sizleri büyük bir muhabbetle karşıladığı bu alan sadece ve sadece bir ibadet mekanı değil, bir yaşam alanı, bir rehabilitasyon merkezi aslında… Mescid-i Aksa’nın avlusu tüm engelleme çabalarına rağmen bir kenarında koşuşturan bir yanında uçurtma uçuran çocuklar, zeytin dallarının altında piknik yapan, sohbet eden farklı coğrafyalardan insanların varlığı ile tam bir cümbüş alanı! Biz de namazın ardından yanımızda getirdiğimiz kahveyi tarifi zor bir lezzetle yudumladıktan sonra Filistinli çocuklarla korkusuzca, özgürce bir futbol maçına başlıyoruz. Türkiye’den gelmiş abi ve kardeşleri ile maç yapan Filistinli çocukların keyfine diyecek yok ama biz zorlanıyoruz. Özellikle omuz omuza mücadeleleri, buradaki direnişin doğal bir sonucu olsa gerek, çok güçlü. Maçın sonunda yeniliyoruz: ama ne biz çok üzgünüz ne de onlar çok mutlular. Ortak düşünce bu topraklara daha fazla gelin, ziyaretlerinizi artırın, bizleri yalnız bırakmayın. Haklılar zira özellikle Mescid-i Aksa avlusunda ne kadar fazla sayıda ziyaretçi olursa onların müdahaleleri daha aza iniyor, oradaki Müslümanlar daha rahat nefes alabiliyorlar. Peki, Ne Yapmalı? Omuzlarımız ve belki de daha da önemli bir biçimde gönüllerimizin üzerinde duran sorumluluklarımızın farkına vararak ve “Sen bir devsin, yükü ağır- dır devin! / Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!” mısralarıyla vurguladığı gibi Şairin bu bilinç düzeyine erişebilmek, atılan, yakılıp yıkılan bu köprülerin yeniden inşasına gayret göstermek gerekiyor. Şair, “Ben Kudus’ü kol saati gibi taşıyorum. Ayarlanmadan Kudüs’e boşuna vakit geçirirsin.” diyordu ya hani! Zaman ve mekân bilincimizde bu topraklara, bu coğrafyaya alan açmak gerekiyor. “Kalbimizin üstünde ince bir tül gibi duran Kudüs’ü” alınyazımız olarak görmek” gerekiyor. “Eskiden buralar hep bizimmiş” veyahut “arkadan hançerlendik” söylemini aşarak, tarihi ve dini sorumluluklarımızın farkına vararak hareket etmek gerekiyor. Kudüs’e gitmek, bu çağrıya cevap vermek gerek. Günün her anında, gökyüzünün her renginde tarifine kelimelerin kifayette zorlandığı, şairlerin dizelerine sığdıramadıkları, yazarların cümlelerle anlatamadığı bu güzelliğe, dünya gözüyle şahit olmak gerek. Abdullah İbn-i Abbas “Kudüs peygamberler tarafından kurulmuş ve onların oturdukları, yaşadıkları yerdir. Burada bir karış toprak parçası yoktur ki orada peygamberler dua etmemiş, melekler inmemiş olsunlar.” buyuruyordu. Öyleyse bu melekler şehrine kanat açmak için Vira Bismillah diyelim… Kudüs Bizi Çağırıyor ve şimdi o çağrıya güçlü bir şekilde cevap vermek gerekiyor. Diriliş Beyannâmesi İmam Hatiipn Neslin Hüseyin Yahya ŞEKERCİ S avrulmuyoruz. Durduğumuz yerde duruyoruz hâlâ. Her gün manifestolar yazacak heyecandayız. Önümüzden giden her bilgenin bıraktığı mirası hatırlayarak yürüyoruz. Aliya “düşmanlarımıza adalet borçluyuz” diyordu kulağımızda küpedir, Hoca “heyecan heyecan heyecan” dedi giderayak, hafızamızda, “izzet” dedi Seyyid Kutup, aklımızdan çıkarmıyoruz. Dünya var oldu olalı yürüyoruz biz. Koca bir Millet-i İslam’ın mensuplarıyız. Ayaklarımızı vura vura fethettiğimiz şehirler, üzerinde gezindiğimiz yollar bereketli ayaklarımıza meftundur. Hicret’tir menzilimiz. Yesrib’e yürür gibi yürüyoruz. Dilimizde Ashab-ı Uhud’dan tevarüs eden “hasbunallah” sloganı, elimizde kalemler, zihnimizde ayetler, yürüyoruz. Zorluklar, badireler mücadele ruhumuzu perçinleyen unsurlar olabilir ancak. Ölürüz bazı asırlar, diriliriz sonra. Sonra yeniden, yenilenerek, yepyeni çağları kurarız. Tarihi biz yazarız biz, başkaları değil. Asırları biz aşarız. Slogan atıyoruz evet. Slogan gençliğiyiz biz. Bir fikrimiz olduğu için slogan atıyoruz. Diplomat gibi, bürokrat gibi çalışmadığı için kafalarımız… Afiş asmaya yerimizden fırlarcasına koştuğumuz için, yürüyüş yapmayı erdem saydığımız için böyleyiz. “Susan sussun biz onlar adına da bağırırız” dediğimiz için… Kınayıcıların kınamasından korkmayız. Yokları var edene itimat var serde, alınlarımız secde- de. Üzülmeyiz, gevşemeyiz inanıyoruz zira; galip gelecek olan ancak bizleriz. “O eksik bu yok” diyenlere cevabımız çağlar ötesinden: Hasbunallah. Hasbunallah evet. Allah bize yeter! O ne güzel vekildir. Fas’tayız, Mısır’dayız, Arakan’da, Türkistan’da, Filistin’de, Kürdistan’da, Afrika’da, Akdeniz kıyılarına vuran evlatlarımızın bedenlerinde. Mazlum, mağdur kim varsa yanında değiliz sadece, onların yükünü sırtımıza alacak kudretteyiz. Bazen elimizde poşetlerle fukaraya koşarak, bazen elimiz kalem tutarak, işgallere karşı isyan ederek bazen, ayaklanarak… Gayemiz; “Her türlü ilmi ve ahlaki donanıma sahip, batıyı da doğuyu da bilen, o ilmin nuruyla etrafını aydınlatan, basiret ve feraset sahibi hayırlı çığırlar açan öncü nesiller yetiştirmek”tir. Biz Ümmet-i Muhammed’iz. ‘Anti’ değil merkeziz. Biz varsak döner dünya adalet içre. Yok olmayız O’nun vaadiyle, yok da olmayacağız. Malcolm’un dediği gibi hazırolda değildik, rahat da durmayacağız. Toprağımız yok, kainat bizim. Yeryüzü mescid. Sınırları kalbimizden de zihnimizden söküp atmışız. Bu yüzden bize yakışır ancak böyle asil yürümek. Aynı aşkı taşıyoruz belleklerimizde, aynı imanı. Birimiz ötekinden başka değiliz. Birimiz “biz” dediği zaman te’vile mahal bırakmaksızın anlarız gerçek “bizi” anlattığını. Gerçek bizi, yani İslam olanları. Kardeşler arasına suizan düştüğünde yürümüyoruz, koşuyoruz. Zalime öfkemizi de kardeşimize şefkatimizi de yitirmiyoruz. Zira Ümmet-i Muhammed’iz biz. Ademoğluyuz, Adem’den beri yürüyoruz, bağırıyoruz. Bu yüzdendir korkuları, bu sebepten endişe içindeler. Kalplerimiz inşirahla taşıyor her daim. Kalplerimizde Muhammed Aleyhisselam. Yeryüzünü ıslah, imar ve ihya için yapıyoruz ne yapıyorsak. Ümmet-i Muhammed’iz biz. Savrulmuyoruz. Buradayız hâlâ. İnna fetehna leke fethen mubina. 10 Celalettin Ökten M.Emin Saraç İmam Hatip Okullarının açılması hususunda hem tedirginlik hem de umut içindeydik. Nihayet bu ülkede İmam Hatip Okulları açılmaya başlandı ve işte biz o zaman dünya fethedilmiş gibi sevindik. İmam Hatip Okullarımızın Kuruluşunun M edreselerin kapatılmasının ardından din eğitimi alanında doğan boşluğu doldurabilmek için milletimizin talebi, ısrarı ve mücadelesi ile tarihte bugün 13 Ekim 1951’de İstanbul başta olmak üzere 7 değişik ilde İmam Hatip Okulları açıldı. Ö Celaleddin kutlu olsun adaşları kten ve Ark Milletin, sahiplenip teveccüh göstermesiyle ve bizzat inşa etmesiyle her geçen gün bu okulların ve öğrencilerinin sayısı artmıştır. Zaman zaman engellemelere rağmen “milletin çimentosu” olan bu okullar her dönemde bir bütünün parçası olarak eğitimde temel ihtiyaç olarak var olmuş, edebiyattan sanata, spordan siyasete birçok alanda yetiştirmiş olduğu ilmiyle amil başarılı insanlarla ülkemize ve milletimize yeni ufuklar açmıştır. Son dönemlerdeki gelişmelerle yeniden cazip hale gelen okullarımızın kurulmasında, açılmasında ve geliştirilmesinde emeği olan başta Merhum M. Celaleddin Ökten’i (Celal Hoca’yı) zamanın Milli Eğitim Bakanı Merhum Tevfik İleri’yi ve bu güzide okulların temelini atan İlim Yayma Cemiyeti’nin 68 kurucusunu, okulların yapımında bizzat çalışan, ihtiyaçları için çocuğunun nafakasından keserek bu eğitim yuvalarına harcayan, kızının çeyiz parasını, kendisinin kefen parasını bu okullar var olsun diye bağışlayan analarımızı, sırtında erzak taşıyarak Asım’ın Nesli olacak bu okulların öğrencilerini destekleyen bütün ÖNDER ve öncülerimizi minnetle yâd ediyor vefat edenleri rahmetle anıyoruz. Zor dönemlerde bu güzide eğitim yuvalarını sahiplenen, yeniden can suyu vererek okullarımızı ayağa kaldıran tüm İmam Hatip sevdalılarını saygı ve şükranlarımızla anıyoruz. Yaşayanlara sağlık, sıhhat ve afiyet diliyoruz. Değişen dünya şartları karşısında sadece maddeyi esas alıp manayı terk eden ve bu sebeple değerlerini, kendini unutan insanlığın bu okullara bugün her zamankinden daha çok muhtaç olduğunun bilinciyle ülkemizi ve dünyamızı, madde ve manayı kuşatan müfredatı ile örnek olan bu okullarımızla buluşturmayı, insanoğlunun kendini bilmesi ve Rabbini bulması adına önemsiyor, bu okulların mezunu, mensubu ve hadimi olmaktan kıvanç duyuyoruz. 65. yılını kutladığımız İmam Hatip okullarımızın kıyamete kadar nice asırları Kur’an’ın ve İslam’ın nuruyla aydınlatmasını ve insanlığın ruhunu ve gönlünü bu aşkla kuşatabilmesini Rabbimizden niyaz ediyoruz. 1951 yılında ilk bina Milletin imanını ve ruhunu yıkayacak hocanın kalmadığı bir dönemde İmam Hatipler, milletin ruhuna bir cemre gibi düştü. 12 1955 istanbul İHO temel atma töreni 13 Yusuf Kaplan Nasıl Bir Gençlik? Sömürgeci Eğitim Sistemiyle Nereye Kadar... T ürkiye, genç kuşağını kaybediyor: sömürgeci eğitim sistemi, yoz, yozlaştırıcı kültür hayatı, kültürel dinamiklerimizi dinamitleyen, yerle bir eden sığ, sığlaştırıcı ve her şeyi çözücü medya rejimi, çocuklarımızı elimizden alıyor. Nasıl bir gençlik? Müslüman bir toplumda yaşıyoruz ama çocuklarımızı korumakta zorlanıyor, çocuklarımızı kaybediyoruz! Rahmet Elçisi’nin yolunu yolu bilecek, başka bütün yolları elinin tersiyle iterek hakikatin izini sürecek bir gençlik... Genç kuşaklarını ihmal eden toplumlar, geleceklerini imha ederler. Nasıl bir gençlik? O yüzden en hayatî meselemiz genç kuşaklarımızı korumak, koruyabilmek. Şunu aslâ unutamayız: insanlığın önünü açacak, fikir, sanat, ahlâkta büyük öncüler yetiştiremeyen toplumlar, bırakınız büyük atılımlara imza atmayı, varlıklarını bile sürdürmezler! Bu mesele en hayatî meselemiz: Eğer önümüzdeki 10 yılda kültür, eğitim, sanat ve medyada kendi medeniyet dinamiklerimiz doğrultusunda devrim yapamazsak, yok olmaktan kurtulamayız. Bir kaç hafta boyunca bu meselelerin üzerine gideceğim ve önerilerimi sizlerle paylaşacağım derinlemesine. Bu yazıda manifesto niteliğinde “Nasıl bir gençlik?” diye sorarak cevaplarımı sizlerle paylaşıyorum. İlâhî Şiarlarla yoğrulan, Nebevî Şuurla donanan, Hakikat Ağacı’nı Beşerî Şiire durdurmak için Yola koyulan bir gençlik... Hz. Ebûbekir olacak, bütün varlığa, insanlığa kol kanat gerecek, “cehennemi öyle daralt ki Yarab, başka kimseyi almasın” diyecek yüce gönüllü bir gençlik... Hz. Ömer olacak, zifirî karanlıkta kapkaranlık bir kayada haksızlığa uğrayan kara bir karıncanın hakkını arayacak bir gençlik... Hz. Osman olacak, iki yanından nûr akacak, hayası insanlara insanlığını hatırlatacak numûne-i imtisal olacak bir gençlik... Dünyanın ayartıcı nimetlerini elinin tersiyle iten, hayatını, hakikate gebe insanlığın “susuzluğu”nu giderecek “ırmakları” akıtmaya vakfeden bir gençlik... tirilemedi; ama sömürge kafalı, Jakoben, modernleştirici, sekülerleştirici elitler tarafından içeriden sömürgeleştirildi. Nasıl bir gençlik? Özetle Türkiye, dışarıdan / Batılılar tarafından teslim alınamadı; ama Batılılaştırıcı, sekülerleştirici elitler tarafından içeriden teslim alındı! Bu dünyaya var olmaya, konmaya değil, Hak ateşinde yanmaya, kor olmaya geldiğinin şuuruyla nefes alıp veren bir gençlik... Bir eline güneşi, bir eline dünyayı verseler, davasından, iddiasından ve hakikatten aslâ vazgeçmeyecek şuurda bir gençlik! Varoluş alanını bu daracık dünyayla sınırlamayacak, gemisinde bütün insanlığa yer açacak, kucak açacak, Ötelerin ötesine kanat çırpacak bir gençlik. Nasıl bir gençlik? Yakıcı soru şu burada: Eğer Türkiye, Batılılar tarafından sömürgeleştirilseydi Batılıların yapacakları yıkımları neden kendisi yaptı ve neden adına “Kurtuluş Savaşı” denen bir savaş yaşandı? Kültürel İnkâr’dan Kültürel İntihar’a İnsanlığın sorunlarını mesele edinen, hakikatten süt emen, fikir, oluş ve varoluş çilesi çeken bir gençlik! Türkiye Cumhuriyeti, seküler bir devlet olarak kuruldu; medeniyet iddialarını terketmesiyle sonuçlandı bu. Kendisi için ve bu dünya için değil, ilkeleri için, ilkelerinin ülkü’lere dönüşmesi için, ülkü’lerinin ülke”sini bulması, dünyasını kurması için yaşayan bir gençlik. Türkiye’nin medeniyet iddialarını terketmesi, Lozan’da “resmen” ilan edildi. İnsanlığın sorunlarıyla hemderd olan, Müslümanların sorunlarıyla hemdost olan, Ülkesinin sorunlarıyla hemhâl olan bir gençlik. Nasıl bir gençlik? Çağrı’sının Çağ’ını kurmasını, Hakikat Ağacı’nın gölgesinde herkesin serinlemesini, sükûn bulmasını sağlayacak, çağlaya çağlaya akacak, Çağlayan olacak bir gençlik. Çağ’ın ağ’larını ve bağ’larını aşarak, insanın önündeki bütün putları kırarak ümmîleşecek / arıncak, insanca, hakça, kardeşçe dünya kuracak bir gençlik... Hz. Ali olacak, müşriklerin öldürmek için karar verdikleri Efendimiz’in yatağına girecek kadar Peygamber sevgisi sınır tanımayan bir gençlik... Sömürgeci Eğitim Sistemiyle Nereye Kadar… Nasıl bir gençlik? Türkiye’nin en temel meselesi, bütün sorunlarının gerisinde yatan ana-meselesi, eğitim meselesi. Nâr’ın da, nûr’un da ateş olduğunu bilen, nûr’un aydınlığının bütün nâr’ları söndüreceği idrakiyle Hakk ateşinde yanan, pişen ve olgunlaşan bir gençlik.. Ve bütün bu operasyonlar, öncelikle ve özellikle eğitim sistemi silbaştan sekülerleştirilerek / İslâm’dan arındırılarak yapıldı! Türkiye’de, sömürgeci bir eğitim sistemi hükmünü icra ediyor yaklaşık bir asırdır. “Kurtuluş Savaşı”nı Niçin Yaptık Peki? Türkiye, dünyanın sömürgeleştirilemeyen tek ülkesi; ama özellikle de eğitim sistemi aracılığıyla kendi kendini sömürgeleştiren tek ülkesi dünyanın: İşte Türkiye’nin trajedisi! Türkiye, niçin bütün iddialarını terketmişti, peki? Bunun iki temel nedeni var/dı. Birincisi şu/ydu: Türkiye, iddialarını terkettiğini ilan etmezse, Türkiye’yi -tıpkı Osmanlı gibi- tarihten silebilirdi Batılılar! İkinci nedene gelince: Cumhuriyet’in kurucu seküler kadrosu, “Batı uygarlığı, özellikle bilimi eksene aldığı için güçlendi, ‘ilerledi’; bizse, bilimi ıskaladığımız için ‘geri kaldık’, ayrıca İslâm çağa ayak uyduramadığı için geri bıraktırdı bizi” diye düşünüyordu. O yüzden, modern Türkiye, İslâm’ı, önce devlet’ten, sonra da toplumdan uzaklaştıracak bir sekülerleşme projesini adım adım hayata geçirmeye karar verdi. Medeniyet dinamiklerimizi dinamitledik. Tarih bilincimizi linç ettik. Dilimizi sekülerleştirdik: dilimizin İslâmî ruhunu ve omurgasını yok ettik. Müziğimizi, ezanı bile yasaklama yoluna gittik. Bütün bunları, öncelikli olarak eğitim sisteminin temel felsefesi hâline getirdik. Çocuklarımızı, kendi ellerimizle sömürgeleştirdik, zihinlerini felçleştirdik, çocuklarımızın özgüvenlerini yerle bir ettik. Neydi bu? “Kültürel inkâr”dı Tanpınar’ın deyişiyle. Kültürel inkâr’ın varacağı yer, kültürel intihar olacaktı, elbette. Yaklaşık bir asırdır kültürel olarak intihar ediyoruz adım adım... Çocuklarımızı aşağılık kompleksinin eşiğine sürüklüyoruz. Türkiye, Batılılar tarafından / dışarıdan sömürgeleş- 14 15 Dünyanın Tek Sömürgeci Eğitim Sistemi! Geldiğimiz nokta gerçekten ürpertici: Türkiye’de, Batı’yı hiç bir zaman anlayamayan, hatta çarpık anlayan ve kutsayan aşağılık kompleksiyle malûl; tarih bilincini, özgüvenini, ideallerini, ruhunu yitirmiş; daha da kötüsü, İslâm’la ilişkisi sürgit sıfırlanan celladına âşık bir kuşak var karşımızda. Dünyanın belki de tek ve son pozitivist eğitim sisteminin bizi getirip bıraktığı yer, genç kuşaklarımızın toplu intiharından, dolayısıyla bu ülkenin geleceğini kendi elleriyle yok etmesinden ve kendi ayağına kurşun sıkmasından başka bir şey değil! Batı’nın bilim üzerinden güçlendiği doğru ama bunun adı “ilerleme” değil! Bilimin Batı’ya kazandırdığı tek şey, güçlenmesi; felsefî açıdan daha felâket olan nokta da, gücü, güç üreten araçları kutsaması, araçların amaçların önüne geçmesi, çağdaş insanın amacını yitirmesi, hayatın çölleşmesi. Sonuç: Orman kanunlarının dünyada tek geçer akçe hâline gelmesi! Herbert Spencer’ın “güçlü olan haklıdır; güçsüz olan haksızdır ve yok olmalıdır” cümlesiyle özetlediği “sosyal Darwinizm” anlayışının neredeyse hemen her alanda tek kural hâline geldiği bir dünyada, bilim, bir ilerleme değil, insana, tabiata ve hakikate ontolojik bir saldırıdır. Türkiye’deki eğitim sistemi, aşağılık kompleksiyle malûl olduğu için çocuklarımıza Batı’da bilimin ürettiği bu ontolojik saldırıyı gösteremeyecek kadar sömürge kafalı, çocuklarımızın zihnini felç eden, özgüvenlerini yerle bir eden, tarih bilinçlerini linç eden sömürgeci tek eğitim sistemi dünyanın. İslâm, Tek Varlık Nedenimiz, Yegâne Güvencemiz Bu durum böyle gidemez. Mevcut eğitim sistemi, Hz. Mevlânâ’nın pergel metaforu ekseninde bizim medeniyet dinamiklerimiz çerçevesinde silbaştan yeniden yapılandırılamazsa, iki kuşaklık zaman dilimi içinde bu toplumun genç kuşaklarının İslâm’la ilişkisi biter, bu ülke sömürgecilerin savaşmadan ele geçirdikleri bir yokoluşun eşiğine sürüklenir. Oysa İslâm bu toplumun tek varlık nedeni. Varlığının sürdürebilmesinin yegâne güvencesi. Bu toplumun İslâm’la ilişkisinin sıfırlanması, tarihten silinmesiyle sonuçlanacaktır o yüzden. Aklımızı başımıza devşirelim lütfen. 16 Eğitim sistemimizi çocuklarımıza özgüven duygusu kazandıracak, atılım ruhu sunacak, pergelin sâbit ayağını buraya basacak, hareketli ayağıyla da bütün dünyalara açılacak şekilde bizim medeniyet dinamiklerimiz doğrultusunda yeniden inşa etmek zorundayız. Yoksa yok olmaktan kurtulamayız. Medresesiz ve Tekkesiz Bir Yere Gidemeyiz! Fatih’e toz kondurmayız ama Fatih’i Fatih yapan ruhun ne olduğunu bilmeyiz. Bizim trajedimiz bu! de- varlığını sürdürüyor ama hiçbir yaratıcı atılıma, öncü açılıma öncülük edebilecek çapa ve niteliğe niteliğe sahip değil. Medeniyetin çökmesi, medresenin de çökmesini beraberinde getirdi. Tersi de doğru: Medresenin çökmesi, medeniyetin temellerini sarstı ve çökmesiyle sonuçlandı. Ulema gitti, “film koptu”: Medeniyet gökkubbemiz çöktü, üzerimize yıkıldı: “Baş’’la “gövde” birbirinden ayrıldı. Müslümanca biliş, duyuş, düşünüş, zevk ve beğeni biçimlerimiz yokoldu. Çöl’e mahkûm olduk... Fatih, medresenin karşısına tekkeyi boşuna yerleştirmemişti, değil mi? Asıl yakıcı mesele şu, burada: Müslüman toplumlar, medreseye yeniden diriltici bir ruh üfleyemezlerse, yeniden esaslı bir medeniyet hamlesi gerçekleştiremezler. Müslümanca duyuş, düşünüş ve varoluş biçimini, ancak İslâmî bir maarif modeli geliştirebildiğimiz takdirde yeşertebiliriz yeniden. Batıdaki Üniversitenin Gerisinde Medrese Var! Medrese Ruhu Ve Ufku, Batı’da Yaşıyor! Ezberler bizi ezer, yok eder, kölesi hâline getirir. Ezberler çöpe, diyorum ve bu yazıda ezberlerimizi altüst edeceğimi ifade ediyorum. Türkiye’deki entelijansiyanın ve uzantısı kapıkulu medyanın ezberini bozacak bir gerçeğe dikkat çekmek istiyorum burada. Bugün, geliştirilmiş en insânî ve imajinatif “eğitim” sistemi medresedir. O yüzden, Batı’da, özellikle de ABD’de eğitimin zirvesi doktora programının gerisinde medrese vardır. Bizden alınmış, adapte edilmiştir. Bugün Türkiye’de de, İslâm dünyasında da medrese ölü; medrese ruhu, bir şekilde, Batı’da yaşıyor aslında! Batı’daki en yüksek eğitim kurumlarının başvurduğu ve yaşattığı bir eğitim biçimi ve ruhu bu. Sağında Akşemseddin / tekke, solunda Molla Gûrânî / medrese olmasaydı, Fatih, Fatih olabilir miydi? Bütün medeniyetler arasındaki ilişkiler bu alış-verişlerle gerçekleşir. Türkiye’deki -özellikle zihin-özürlü entelijansiya tarafından- çarpık anlaşılan konulardan biri medrese konusu. Medrese, yaklaşık bin küsur yıl İslâm medeniyetinin temellerini atan maarif kurumunun adı. Ve İslâm medeniyetinin geliştirdiği, medeniyeti yeşerten, filizlendiren, yeni ufuklara eriştiren, bütün insanlık birikimini kendine maleden özgün bir eğitim modeli. Yalnızca insanlık birikimini kendine maleden, yorumlayan ve aşan yolculuklar, insanlığın önünü açar. Medrese, Bourdieu’nun deyişiyle, tastamam bir habitus’tur: Bir kültürel ekoloji kaynağıdır. Talebenin, bir medeniyetin hayatının ve hakikatinin, hassasiyet ve dikkatlerinin, idrak ve varoluş biçimlerinin geliştirdiği ve yaydığı havayı da, bu havanın ürettiği ritmleri de öğrendiği, soluduğu, duyduğu ve başkalarına da duyurma coşkusu ve heyecanıyla dolduğu bir habitus, bir ilim, irfan ve hikmet muhit’idir. Medresede, talebe, ilim öğrenmez sadece. Karakterini, kişiliğini, duyarlıklarını da tahkim eder. Bir geleneği yaşar ve yaşatacak bir ruhla, idealle ve vecdle dolar ve kendini aşar. Ayrıca medresede hem multi-disipliner, hem de inter-disipliner bir eğitim modeli, geçişken ve disiplinlerin birbirini karşılıklı olarak besleyen imajinatif -tastamam çağdaş- bir eğitim programı geliştirilmiştir. İşte bu medrese modeli, bugün Batı’da -özellikle de Amerika’da- doktora programlarında adapte edilerek bir şekilde uygulanan bir modeldir. Lapidus, bu meseleyi etraflıca anlatır. Böyle bir şeyin olması doğaldır. Çünkü Batı’daki -modern Batı’yı kuran- Paris, Oxford, Padua, Bologna, Palermo, Marburg üniversitelerinin modeli, Bağdat, Kurtuba, Ezher ve Mağrip’teki medrese modelidir. Medrese’de yüksek fikir, alanında zirve’yi temsil eden âlimin dizinin dibine oturarak geliştirilir. Yeni Gazalî’ler, İbn Arabî’ler ve Itrî’ler Olmadan Asla! Bir meseleye yoğunlaşan ‘’talebe’’, o meselede zirve noktayı temsil eden âlimin izini sürer ve örneğin Kurtuba’da yaşayan bu ‘’talebe’’, sözkonusu zirve âlim Bağdat’ta, Kahire’de, Basra’da ya da Tunus’da bile olsa o âlimi bulur, onun rahle-i tedrisinden geçer. Özetle, bizim tarihte geliştirdiğimiz eğitim modeli, esas itibariyle medrese ve tekke modelidir. Tabii bunun için, bir dolu yolu aşması, zorunlu icazetleri alması zarûrîdir. Medrese: Habıtus, Kültürel Ekoloji ya da Muhit Medresenin Çökmesi: Medeniyetin Çökmesi Ayrıca Lapidus’un -İletişim Yayınları’ndan Yasin Aktay’ın çevirisiyle yayımlanan- İslâm Toplumları Tarihi başlıklı özgün çalışmasında da enfes bir şekilde gösterdiği gibi, talebe-hoca ilişkisi, yalnızca bir bilgi alma-bilgi aktarma ilişkisi değil; kendi terimlerimle ifade edecek olursam, bir geleneği tevarüs etme (öğrenme), temellük etme (özümseme) ve temessül etme (örnekleyerek başkalarına iletme) ilişkisidir. Bugün medrese’nin -Türkiye’de- yaşamıyor olmasının nedeni, İslâm medeniyetinin çökmesidir. Türkiye’nin dışında İslâm dünyasında medrese -bir şekil- Zirve bir âlimin dizinin dibine oturan parlak bir talebe, medresede, sadece ilim tahsil etmez; o ilmi vareden ruh âlemini, hayat iklimini, zihin, davranış ve İşte bu nedenledir ki, Müslüman medreseleri, Batı üniversitelerine de kaynaklık etmiş, dünyanın birikiminin Batı’ya ulaşmasını sağlamıştır. yaşayış biçimlerini de tahsil ve tevarüs, temellük ve temessül eder. Müslüman toplumlar, eğer yeniden toparlanacaklarsa ve tarihe tarihi yapacak bir aktör olarak gireceklerse, bunun öncelikli yolunun, “entelektüel” tipinden değil, âlim, ârif ve hakîm şahsiyetlerinin, yeni Gazâlî’lerin, İbn Sina’ların, Mevlânâ’ların, İbn Arabî’lerin, Ebu Hanife’lerin, Itrî’lerin, Şeyh Galip’lerin, Bediüzzaman’ların yetiştirilmesinden geçtiğini iyi bilmeliler. Başka türlü bir arpa bile yol alamayacağımızı, yalnızca bu ülkenin enerjisini su gibi harcamış olacağımızı, sürgünümüzü uzatacağımızı iyi bilelim, aklımızı başımıza devşirelim, kendimize gelelim; sözün özü, “evimiz”e dönelim önce, “kendi”mize, diyorum. 17 Gölgesi İslam Coğrafyasına Düşen Bir Dağ Gibiydi Prof.Dr. Necmettin Erbakan 29 Ekim 1926 – 27 Şubat 2011 O, savaşın sonuna doğru ufukta görünen ve muharebenin seyrini değiştiren İslam süvarisiydi. Elindeki hakikat mızrağıyla inkar bendlerini yara yara ilerledi. Medeniyet sarayımızın kapısına vurulan mührü ilk o kırdı. İlk o girdi mukaddesatımızın defnedildiği odaya. İlk onun sesi geldi: “Her şey Allah’ın vaat ettiği gibi... Medeniyet ölmedi, ölmeyecek de, eğer hazırsanız kölelikten kulluğa yürüyüş destanını yeniden başlatıyoruz” dedi. Yıllar sonra hayatın içinde ilk o açtı Mushaf-ı Şerif’i ve ilk o okudu cihad ayetlerini. Damar damar, tabaka tabaka Anadolu’ya iman ve umut taşıdı. Gölgesi coğrafyamızın tamamına düşen azametli bir dağ gibiydi. Gazze’ye, Arakan’a cesaret muştulayan bir dağ. Güneş görmeyen bitkiler gibi mahzenlerde büyüyen Muhammed’lere, Zeynep’lere evliya nefeslerinden nurlar taşıdı. Devrim yobazlarının kirlettiği alınları Allah Resulü’ne teslimiyetle aydınlattı. Onun haritasında Buhara, Şam, Bağdat ve İstanbul aynı ülkenin şehirleriydi. Ulu Hocalar, “Kumandan bu olmalı” dedi. Anadolu’nun muazzez evlatları da ardına düşüp, “İşte fetih ordusu, işte kumandan” diyerek yürüdü. Allah’a inanmanın ve her şeyi yalnız ondan beklemenin ders olarak okutulduğu iman ve umut ocaklarını yeniden o açtı. Ulu Hocaların söyleyemediğini -onlar adına- o söyledi. Yüzyılın en onurlu konuşmalarını o yaptı. Dev dalgalara karşı kollarını gerdiğinde yanında birkaç kişi vardı fakat tereddüt etmedi. “Allah Azze ve Celle imanımıza göre imkanlar yaratacaktır” dedi. Abdulhamid’ten sonra siyaset kürsülerinde küresel güçlere, “Haddinizi bilin” dediğinde marka Müslümanlarının yürekleri ağızlarına geldi. Ahiretle tehdit edildiğinde, “Ölümü düğün gecesi olarak görene ölüm ne yapabilir ki?” diye karşılık verdi. Ümmetin yıkıldığı her cepheye ilk o koştu. 18 İhsan Şenocak Allah’tan bahsetmenin yasak olduğunu bir yazıyla bütün bir Anadolu’ya bildiren başvekâlette, yıllar sonra bir başvekil olarak ilk toplantısına, “Allah’ın adıyla” başladı. Saman pazarında asılan bütün Ulucanlar adına bir Ramazan günü ulu hocaları başvekâlette bir iftar sofrasında ağırlayarak devlet namına onlara iade-i itibarda bulundu. İslam’ın devlet nazariyesini, “Baş Yücelik” başlığı altında Üstad Necip Fazıl telif etti o da siyasi hayata taşıdı. Kendisiyle birlikte yürüyenlere şeref verdi. Çağın Ebû Cehil’lerine İslam’ın izzetiyle karşı koydu. Yoruldu, yıkıldı fakat nefesi durana kadar cihad meydanından çekilmedi. Bir Şubat günü o durunca zaman da durdu. Gökler sevindi. Bosna, Kahire, Şam, Bağdat, Doğu Türkistan ağladı. Çad’da çobanların, Gazze’de mücahitlerin, Çeçenya’da Kafkas kartallarının gözleri doldu. Göklerin kapısı açıldı ve yarım asır küfre karşı direnen süvari geride bir kabir, hafızalarda silinmez izler, yüz binlerce talebe ve bir halef bırakarak sonsuza gitti. Cevdet Said’i tanıyabilmek Doç.Dr. Fethi Güngör “Hem eğer dilemiş olsaydık, (geçmişte olduğu gibi) elbette her topluma (ayrı) bir uyarıcı gönderirdik. Madem öyle, artık sen inkârcılara uyma ve onlarla bu (Kur’an vahyi) sayesinde tüm gayretini sarf ederek büyük bir cihada giriş.” (Furkân 25/51-52) Âlem-i İslam’ın sorunlarına çözüm üretebilmek için uzun soluklu çabalar ortaya koyan mütefekkirlerimizden birisi de şüphesiz Cevdet Said’dir. Üç yıldır ‘Suriyeli misafir’ olarak İstanbul Beykoz’da ikamet eden üstadın, mütercimi olarak iştirak ettiğim sohbetlerindeki vurguları çerçevesinde temel görüşlerini kendi ağzından özetle paylaşmayı -sorunun dirayetle tespitine ve isabetli çözüm önerisi geliştirebilmeye örnek teşkil etmesi açısından- gerekli görüyorum. Cevdet Said’in Şahsiyeti Ve Eserleri 1931 yılında Suriye’nin Kunaytıra bölgesinde Golan tepesinin eteğinde yer alan Bi’ru Acem köyünde doğan, çocuk yaşta Mısır’a gidip tahsil gören ve şiddet karşıtı görüşleriyle dikkat çeken büyük mütefekkir Cevdet Said, Cezayirli ünlü düşünür Malik Binnebi’nin seçkin takipçisi olarak tüm dünyada ta- 20 nınmaktadır. Hafız Esed döneminde beş kez tutuklanan ve nihayetinde öğretmenlik görevinden uzaklaştırılan Cevdet Said köyüne dönerek odunculuk, arıcılık ve süt inekçiliği yaparak geçimini temin etti. Aralık 2012’de köyünün bombalanması ve kendisi gibi Ezher mezunu kardeşinin yaralı bir muhalif askere ilk yardım hizmeti verirken Esed’in keskin nişancıları tarafından şehid edilmesi üzerine evini barkını terk ederek Türkiye’ye geldi. İlk kez hapse düştüğü 1963 yılından bugüne kadar on kitap ve çok sayıda makale yazdı, dünyanın çeşitli ülkelerinde yüzlerce konferans verdi. Mütevazı bir hayat sürmeyi tercih eden Cevdet Said’in sekiz eseri Türkçe’ye çevrilmiş durumda. “İslam’dan Bu Kadar Korku Neden!” isimli eski bir eserini Türkçe’ye tercüme etmeye karar verdiğimiz üstadın Pınar Ya- yınları arasında çıkan yedi eserini de redakte ederek takım halinde yeniden yayınlamak üzere yayıneviyle mutabakat sağladık. Cevdet Said’in Etkilendiği Şahsiyetler Üstadın etkilendiği şahsiyetleri, sohbetlerine yansıdığı şekliyle kendi ağzından aktarmak daha uygun olacaktır: Allah ondan razı olsun, Cezayirli Malik B. Nebi’nin kitaplarını okuduğumda uyandım. Olayları görüp anlayabilirsek durumumuz değişecek. Zira, düşüncelerimizi değiştirmediğimiz müddetçe durumumuzu değiştirmeyeceğini haber veriyor Allah Teala. “Allah ondan razı olsun, Cezayirli Malik b. Nebi’nin kitaplarını okuduğumda uyandım. Olayları görüp anlayabilirsek durumumuz değişecek. Zira, düşüncelerimizi değiştirmediğimiz müddetçe durumumuzu değiştirmeyeceğini haber veriyor Allah Teala. Yirmi yıl emek vererek okuduğum Malik b. Nebi’nin kitaplarını daha iyi kavrayabilmek için onun atıfta bulunduğu kaynakları da okudum. Malik b. Nebi temel sorunumuzun ‘el-qâbiliyye li’l-isti’mar; sömürülmeye elverişlilik’ olduğunu tespit etmişti. Fransa’da karşılaştırmalı dinler tarihi ve sosyoloji tahsili gören, aklı kullanmanın ve adaleti savunmanın önemine vurgu yapan Ali Şeriati ise temel problemimizi, Malik b. Nebi’nin kavramsallaştırmasındaki bir harfi değiştirerek ‘el-qâbiliyye li’l-istihmar; eşekleşmeye elverişlilik’ olarak tespit etmişti... Ebu’l-Hasan en-Nedevi ölüm döşeğinde Muhammed İkbal’i ziyaret ettiğinde, ‘Şiirlerim dünyanın birçok ülkesine çevrilecek, ama fikirlerimin Müslümanlar tarafından anlaşılmasını daha çok önemsiyorum’ demişti. Bir de, ‘Türkiye’yi takip edin, onlar ilerleyecek’ demişti. Nitekim Türkiye diğer İslam ülkelerine demokratik yöntemi kullanma açısından fark atmıştır. Yönetim seçimle el değiştiriyor, şairler, yazarlar, sanatçılar yetiştiriyor... Toynbee medeniyetlerin nasıl kurulduğunu ve nasıl çöktüğünü, tarihin keşfedebildiği yasalarını anlatıyor eserlerinde. Herbert Wells, Kısa İnsanlık Tarihi adlı eserinde, kavmiyetçilik ve ulusdevletçilik değerlendirmelerini yaparken, ‘Kültürel değerleri ve en- telektüelleri olmayan kavimler, diğer kavimler arasında çıplak gibi kalıyor’ der. Farklı kavimden yüzbinlerce insan, hac zamanında, aynı yerde, kefen gibi beyaz sade bir kıyafetle ittihad yapıyor. Keza, Kâbe’nin etrafında eşit bir şekilde saf tutuyorlar. Celal Nuri’nin İttihadu’l-Müslimîn adlı eserini Abdurrahman Azzam Arapça’ya tercüme etmişti. O yıllarda kitap sahibi olmak zordu. Ben de elimle istinsah ederek kendime bir nüsha edinmiştim. İslam âleminin neresinde bir uyanış var diye merak ediyordum, onun için farklı bölgelerden eserler okumaya gayret ediyordum. Daha o karanlık günlerde bu zat, ‘Torunlarım gasp edilmiş hakkımızı geri alacak’ demişti. Yine, Ebcediyyetu’l-Ma’rife (Bilginin ABC’si) adlı eserinde Celal Nuri, ‘Arafat dağı elmas olsa Müslümanlar için bu kadar kıymetli olamazdı. Zira o, ittihadın, birliğin timsali oldu’ diye yazmıştı. Mısır’a öğrenim için gittiğimde Şeyhülislam Mustafa Sabri ile vekili Zahidu’l-Kevseri’yi tanımıştım. Bayramlarda gidip ellerini öperdik. Sürgündeki Şeyhülislam Mustafa Sabri Said Nursi’ye mektup yazmış. Mektup ulaştığında hasta yatağında hürmetle doğrulup okuduğunda ‘Bu kadar takipçin olduğu halde neden toplumu ve devleti değiştirmiyorsun?’ diye sorduğunu görmüş. Said Nursi de Mustafa Sabri’ye cevaben bir mektup yazmış, dönem iman kurtarma dönemi demiş. Şeyhülislam da aynı şekilde ölüm döşeğinde mektubu aldığında kendisine hak vermiş. Mezarından bile korktukları için Said Nursi’nin naaşını gizlice bilinmeyen bir yere gömdüler. Ben onun kitaplarından çok yararlandım.” Cihad, Kur’an’ın Hakikatlerini Yaymaktır Üstad Cevdet Said’in Türkiye’deki ders, sohbet ve söyleşilerinde sıkça vurguladığı hakikatleri, yorum katmadan, kendi ifadeleriyle seçki tarzında özetle takdim ediyorum: 21 “Furkân Sûresi’nin son kısmında Rahman’ın kulları anlatılır. Bu sûrede ‘we câhidhum bihi cihaden kebira: Onlarla Kur’an yoluyla en büyük cihadını gerçekleştir’ (25/52) buyurulur ve ‘büyük cihad’ın silahla değil, Kur’an’ın yüce mânâ ve hakikatlerini insanlara anlatmak ile olduğu anlatılır. Oysa insanlar bu âyeti bu şekilde anlamamış, silah yoluyla cihadın doğru bir yöntem olduğunu zannetmiştir. Oysa cihad, asla ‘insanları öldürmek’ değildir! Cihad, Kur’an’ın anlaşılması ve mesajının yayılması için mücadele etmektir. Bu her iki yöntemle İslam’a girenleri karşılaştırırsanız, sonucu siz kendiniz değerlendirebilirsiniz. Cihad, sadece insanların dini tercih etme haklarının engellenmesi durumunda caiz olabilir. Yani, herkes hür iradesiyle dinini tercih edebilmelidir. Nur Sûresi’nde aydınlık olarak takdim edilen bu din, zorlamayla değil hür iradeyle tercih edilmelidir. Allah hiç kimseyi kendi dinini seçmeye zorlamıyor, bilakis herkese hür iradesiyle tercih yapabilme hakkını tanıyor. İnsanı ikna edebildiğinizde sizin için her şeyi yapar. Ancak, zor kullanarak belki istediklerinizi yaptırabilirsiniz, ama, ilk fırsatta mutlaka intikamını alacaktır. Peygamberler zor değil ikna yöntemini kullanmıştır. Nitekim, hiçbirinin ne ordusu ne de serveti vardı. Mekke’den gizlice ayrılıp Medine’ye gittiğinde Peygamberimizi marşlarla karşılamışlardı. Oraya giderken hiçbir güç ve baskı kullanımı söz konusu değildi. Allah, ‘Hak geldi, bâtıl zail oldu’ buyuruyor, yoksa ‘Bâtılı öldürün’ buyurmuyor. Işık doğarsa, karanlık kendiliğinden yok olacaktır.” Meşru Savaşın Gerekçesi ve Çarpık Cihad Anlayışı “Harp, ancak, baskı altındaki insanların üzerindeki baskıyı kaldırmak için caiz olur. Savaşmak için ortada bir zulüm, bir baskı olması, insanlara bir inancın dayatılması gerekir. İnsanlara ‘lâilahe illallah’ı bile dayatmak caiz değildir. Kur’an’ın bu hakikatini yeterince anlamazsak, yanlış düşünceler üzerine bina edeceğimiz her inanış ve davranış da yanlış olacaktır. IŞİD vb. hareketler yanlış bir düşünce üzerine davranışlarını bina ettiği için, doğru bir iş yaptıklarını zannediyorlar, ama yanlış yapıyorlar. Kur’an’da izin verilen savaş, inanç baskısı ya da yurdundan sürme suçunu işleyenleri engellemeye yönelik savaştır. Allah Rasulü Veda Haccı’nda, ‘Cahiliyede olduğu gibi benden sonra yeniden birbirinizin boynunu vurmaya başlamayın’ diye uyarmıştı. Ama, maalesef 3. ve 4. Halife Müslümanlar tarafından suikastle öldürüldü. Ne hazindir ki, Allah’ın ve Rasulü’nün 22 mesajı erken kayboldu. İktidar ilkeye ve seçime göre değil, babadan oğula ve kılıç zoruyla el değiştirmeye başladı yeniden. Yani, saltanat sistemine geri dönüldü. Emeviler türlü zulümler yaptılar. Abbasiler de onlardan geri kalmadı. Günümüzde de Müslümanlar birbirini boğazlamaya devam ediyor! Şii-Sünni diye savaşıyor, ‘Hilafetime biat edin’ diye savaşıyor... Müslümanlar savaşmak için gerekçe bulmada hiç zorlanmıyor maalesef! Sorunun silahla çözüleceğini zannedenler ve silahlı mücadeleyi çözüme götürecek bir yöntem olarak benimseyenler derin bir yanılgı içindedir. Oynanan oyunun hakikatini görüp şiddetten uzak durmamız gerekir. Zira, düşmanlarımız, Müslümanları silah ve savaş girdabına sokarak IŞİD gibi hareketler üzerinden İslam’a büyük bir darbe vurmayı arzu ediyor. İman da ahlak da yanlış olabilir, ortada iman ve ahlak var diye bunların doğru olma garantisi yoktur. Müslüman asla yalan söylememeli mesela. İman ve ahlak bir arada ve doğru anlaşılmalı. Yoksa imanlı ve ahlaklı bir insan kendisine bomba bağlayıp insanları patlatarak iyi bir şey yaptığını düşünebiliyor. Allah ona rahmet etsin, Hz. Ali’nin Hariciler hakkındaki görüşü ne kadar manidardır: ‘Hakkı talep edip yanılan, batılı talep edip isabet eden gibi değildir.’ Kur’an’ın maksat ve hedeflerini kavramış o büyük insan, Haricilere karşı nasıl muamele edilmesi gerektiği sorulduğunda şu cevabı vermişti: ‘Haram yere kan dökmedikleri sürece savaşı başlatan siz olmayın!’ Kur’an’da beyan buyurulduğu üzere, inançları sebebiyle baskı gören, inancı yüzünden öldürülen, bu yüzden yurtlarından sürülen insanlara savaşma izni verilmiştir. Ameliyat olduğumda ziyaretime geldiğinde Said Ramazan el-Bûtî’ye cihadın doğru anlaşılmasına hizmet edecek bir eser yazmasını rica etmiştim, o da bu konuda bir eser yazmıştı. O eserinde Bûtî, ‘bidûn hirâb cihad caiz olmaz’ diye yazmıştı. Harpler genel olarak ve çoğunlukla zalimdir. Adil savaş sadece baskıyı ortadan kaldırandır. Ne var ki, günümüz dünyasında böyle adil bir savaş yok... Çok üzücü bir durumdur ki, genel olarak Müslümanların, silahı ve atalarını taparcasına yücelttiğini görüyoruz. Oysa, İbrahim Aleyhisselam, babasına ve toplumuna ‘Kendi ellerinizle yonttuklarınıza mı tapıyorsunuz?’ diye itiraz etmişti. Atom bombasını biz yapıyoruz, ondan biz medet umuyoruz, ondan yine biz korkuyoruz. Bizim hayat anlayışımız maalesef çok kirlenmiş. Silah bu kadar önemli ve güçlüyse Sovyet rejiminin yıkılışını neden engelleyemedi?” Baskı ve Şiddetin Sorun Çözme Kabiliyeti Yoktur ikna ile değiştirebilir, onu istediğin yola ikna ederek getirebilirsin. “Eşyaya, yani varlıklara kanunlarına uygun davranmamız gerektiği gibi, insana da kanununa uygun davranmamız gerekir. İnsana onun fıtratına, yapısına, yani kanununa uygun şekilde davranırsak bize dost olur, onun üzerinde baskı kurarsak bize düşman kesilir. Zira, baskı, zor, zorbalık insan fıtratının asla kabul edemeyeceği anormal bir durumdur. Savaş zorun, zorbalığın ve baskının zirvesidir. Bu yüzden hep söylediğim odur ki; savaş ölmüştür. Savaşın sorun çözme yeteneği kesinlikle kalmamıştır. Peygamberimizden rivayet edilen bir hadiste, şiddetin bereketsiz olduğu ifade edilmiştir. Şiddet asla bir sorun çözme yöntemi olamaz. Savaş ölmüştür. Artık suçlular ve onların sömürdükleri cahiller dışında kimse savaşı sorun çözme yöntemi olarak kullanmıyor dünyada...” Her gün defalarca okuduğumuz ‘Âyetelkürsi’nin hemen peşinden gelen ‘lâ ikrahe fiddîn’ ayeti, ikrahı, baskıyı, zorbalığı yasaklamıştır. Yüzü ekşitmekten atom bombasına kadar geniş bir yelpazeye yayılabilecek mahiyette olan ‘ikrah’ın, baskının hiçbir türü caiz değildir. Nitekim insanı güç ve baskı ile değil, Altmış yıldır İslam dünyasını büyük bir dikkat ve yüksek bir umutla izleyen ve ümmetin sorunlarına çare bulma çabası içinde olan, Kur’an’ın hakikatleri anlama ve yayma yoluyla ‘en büyük cihad’ emrine imtisal eden, Türkiye’nin elde ettiği kazanımları muhafaza etmenin ve daha ileriye götürmenin Âlem-i İslam için ne kadar önemli olduğunu yeri geldikçe vurgulayan muhterem üstadım Cevdet Said’e Rabbimizden sağlıklı uzun ömürler niyaz ediyorum. Bu yazının devamını inşaallah gelecek hafta yayımlayacağız. HAYAT VE KAVRAM 24 4 5 25 ÖNDER Genel Başkanı Halit Bekiroğlu: Dünya coğrafyasında iz bırakacağız ÖNDER İmam Hatipliler Derneği Genel Başkanı Halit Bekiroğlu, “Yeni imam hatiplilerin hem ülkemizde hem de diğer coğrafyalarda iz bırakacak işlere imza atacaklarına inanıyorum” dedi. 13 Haziran 2015’de yapılan ÖNDER’in 53. Genel Kurulunda Genel Başkanlığa seçilen Halit Bekiroğlu, imam hatip okullarının bugünün Yeni Türkiyesinin yeni ve öncü neslini yetiştiren kurumlar olarak eskisinden daha önemli bir misyon yüklendiğini belirtiyor. Halit Bekiroğlu ile Türkiye’den dünyaya geniş bir perspektifte imam hatipleri konuştuk. İmam Hatip okulları ne ifade ediyor; bu okulları diğer okullardan farklı kılan nedir? Ülkemizde imam hatip okulları ne kadar etkili ve ülkenin geleceğinde bu okullara nasıl bir rol biçiyorsunuz? İmam hatipler, Türkiye’nin siyasi ve sosyal tarihinde değişime çok ciddi katkı sunmuş ve değişimin öncüsü olmuş okullardır. Bundan sonra da böyle devam edeceğini düşünüyorum. Bir yönü bu. İkinci bir yönü ise, Türkiye’de cumhuriyetle beraber din eğitimi yasaklandığından dolayı temel dini ihtiyaçlarla ilgili sorunlar yaşanmaya başlandı. Öyle ki insanlar cenazelerinde namaz kıldıracak imam bile bulamaz hale geldiler. Böyle bir aşamada imam hatipler bu toplumun temel ihtiyacı olan din eğitimini karşılamış oldu. Şimdi artık biz yeni bir evreye geçiyoruz. Bu temel ihtiyaç diye adlandırdığımız ihtiyacın da ötesinde, artık bütün alanlarda din yaygınlaştığı takdirde ülkemizdeki ve inşallah İslam dünyasında eğitimi bilen ama farklı mesleklerde, farklı alanlarda hem Türkiye’ye hem de inşallah İslam dünyasına 26 hizmet edecek imam hatiplere ihtiyacımız var. Yani imam hatiplerle ilgili yeni bir evreye geçtiğimiz kanaatindeyim. Artık bir dönem nasıl imam hatipler farklı alanlarda, bu ülkede önemli noktalara geldiler ve ne işler yaptılarsa bundan 10-20 yıl sonra yetişecek olan bu imam hatipli gençler İslam dünyasına yön verecek ve bütün İslam dünyasını etkileyecek noktaya gelecekler. Bu yönüyle imam hatiplerin öncülük tarafını, önderlik tarafını önemsiyorum. İmam hatipten yetişecek gençler hem manevi birikimleriyle hem maddi donanımlarıyla, yani uzmanlık alanlarıyla ülkemize ve İslam dünyasına öncülük edecek bir rol üstlenecekler. Üçüncü bir boyut ise son dönemlerde toplumumuzda maalesef ayrışmalar ve İslam dünyasında ise aşırılıklar oluşmaya başladı. İmam hatiplerin bu anlamda ölçülü bir yerde durduğuna ve bu yönüyle imam hatip modelinin mutedil bir model olduğuna inanıyorum. Bu model yaygınlaştığı takdirde ülkemizdeki ve inşallah İslam dünyasındaki ihtilafların, ayrışmaların da azalmasına katkıda bulunacağı kanaatindeyim. lamda başarı gösterir, bir öğrencimiz sporda başarı gösterir, diğeri sanatta başarı gösterir, diğeri sosyal faaliyetlerde başarı gösterir. Her bir öğrencimizin başarılı olmasını, başarı duygusunu tatmasını önemsiyoruz. Bu yönüyle imam hatipler, sosyal ve toplumsal tarafı etkili olan okullardır. Öğrencilerimizin bundan sonraki dönemlerde sadece Türkiye değil, ülkemiz dışında da etkili olacağını düşünüyorum. Ama şunu belirtmem lazım, imam hatip öğrencileriyle ilgili bir kesinti yaşandı. 28 Şubat sürecinden bu yana imam hatip öğrencileri çok sağlıklı bir şekilde eğitim hayatına ve sonraki yaşama yönelemediler. Fakat bundan sonra imam hatiplilerin hem ülkemizde hem de diğer coğrafyalarda iz bırakacak işlere imza atacaklarına inanıyorum. Geçmiş dönemlere baktığımızda, imam hatip mezunlarının devletin birçok bölümünde siyasi anlamda başrolü oynadığını görüyoruz, en büyük örneği Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan. Peki, yeni mezunlarda bu tarz misyonlarda görev alabilecek, daha ileriye taşıyabilecek arkadaşlarımızı ve mezunlarımızı görebiliyor musunuz? Geleceğe nasıl bakıyorsunuz? Bahsettiğiniz gibi Sayın Cumhurbaşkanımız imam hatip mezunu ve aynı zamanda ÖNDER Derneğimizin de üyesi. Çok sayıda siyasetçi de imam hatip mezunu ama sadece siyaset alanında değil; bürokraside, iş hayatında, sosyal hayatta, kültürel hayatta ve hatta sporda imam hatip mezunu olan etkili insanlar var. Ama günümüzde siyaset biraz daha ön plana çıktığı için daha çok siyaseti konuşuyoruz. Burada imam hatiplilerin bir karakteristik özelliğinden bahsetmem lazım; İmam hatip okullarındaki öğrencilerin sosyal ve toplumsal tarafı çok daha güçlü. Bence imam hatip mezunlarının siyasette bu kadar etkili olmalarının bir sebebi de budur. Bu konuyla ilgili ciddi akademik çalışmalar da var. Ona dayanarak bunu söylüyorum, nitekim bizim gözlemlerimiz de bu yönde. Biz akademik başarıyı çok önemsemekle beraber öğrencilerimize sadece akademik başarı merkezli bakmak istemiyoruz. Bir öğrencimiz akademik an- “Nitelikli yenilik” 2015 Haziran ayında yapılan genel kurulda “nitelikli yenilik” temasını kullandınız. Bu ifadenin gençliğe, gençlik çalışmalarına bakan yönünü açıklar mısınız? Biz ÖNDER olarak imam hatiplerle alakalı bir çalışma alanı belirlemiş durumdayız. İmam hatipli gençlerimizin sayısının artmasıyla birlikte niteliğinin de aynı oranda artmasını önemsiyoruz. Bu çerçevede genel kurulumuzda nitelikli yenilik temasını işledik. Gençlerimizin çok yönlü olarak niteliklerinin artması hedefimiz. Akademik, sosyal, kültürel ve din eğitimi anlamında daha nitelikli olmaları yönünde bu dönem çalışma yapacağız. Geleceğimizin daha nitelikli şekillenmesi için gençlerimizin, özellikle de imam hatipli gençlerimizin daha donanımlı bir şekilde yetişmesi gerekiyor. 27 Birçok kavram gibi kimlik kavramı da içerik bakımından değişti. Günümüz gençliği için kimlik neyi ifade ediyor? Mesela Y kuşağı, Z kuşağı neyi ifade ediyor? Bu ifadelendirmeler, karşılığı olan birer hakikat mi, yoksa gençliği yönlendirmek için kullanılan kavramlar mı? Zamanın değişmesiyle birlikte şartların da değişmesi Mecelle’de bir kural olarak belirtiliyor. Aynı zamanda Hz Ali’nin çok güzel bir tavsiyesi var, “Çocuklarınızı kendi bulunduğunuz çağa göre değil, onların bulunduğu çağa göre yetiştirin.” der. Biz bu çerçevede baktığımız zaman kuşakların farklılığını kesinlikle kabul etmemiz gerekiyor. Her kuşağın aynı şekilde aynı davranış biçimini göstereceğini düşünemeyiz. Özellikle son elli yılda dünyadaki değişim önceki yıllara göre daha hızlı gerçekleşti. Bu değişimin insanlara yansımaması mümkün değil. Gençlerle ilgilenen bizim gibi sivil toplum kuruluşlarının bu değişimi hesaba katarak hareket etmesi gerekiyor. Basit bir örnek verecek olursak internet imkânlarının bu kadar kolay olmadığı 15-20 yıl önceki genç profili ile bugünkü genç profili farklı. Bugün adeta bütün dünyayı kendi avucunun içindeki telefonda taşıyan bir gençlikle karşı karşıyayız. Bizim onların anlayacağı dilden ve anlayacağı üslup ile konuşmamız çok önemli. Aksi halde Hz Ali’nin söylediği gibi kendi çağımızla yeni bir çağı yönetmeye çalışmış oluruz. Bir de işin bir diğer boyutu var. Mevlana’nın pergel metaforunda olduğu gibi ayağımızın sabit durması gereken boyutu. Yani bir boyut sürekli değişiyor. Farklı yerlere farklı noktalara gidiyor, ama pergelin diğer ayağı sabit duruyor, sabit durması gerekiyor. O sabit duran kısım da bizim temel değerlerimiz. Temel değerlerimizi eğer doğru bir şekilde merkeze koyar ve bunu da gençlerimize anlatabilirsek gençlerimizdeki değişim ve kuşak farklılığı aslında bizim o temel değerlerimize de ciddi bir katkı sunacaktır diye düşünüyorum. Şu an imam hatip okullarının hızlı artışına yönelik eleştiriler oluyor. Siz bu artışı çok görüyor musunuz, yeterli mi yoksa eksik mi? Daha da üstüne katılması gerekiyor mu sizce? 28 Siz medya alanıyla ilgileniyorsunuz, iyi bilirsiniz ki eleştiri söz konusu olunca olumsuzluklar, olumlu duruma göre medyada daha fazla ön plana çıkar. Ama aslında az önce de belirttiğim gibi aileler ihtiyaç söz konusu olduğu için çocuklarını imam hatiplere isteyerek gönderiyor. Hem din eğitimi için hem de ahlak bakımından ihtiyaç duydukları için. Yani tamamen ihtiyaçtan kaynaklanan bir durumla karşı karşıyayız. Dolayısıyla çok fazla imam hatip var demek çok sağlıklı bir yorum olmaz. İmam hatip okullarının sayısının son yıllarda hızla arttığı iddia ediliyor; son 3-4 yılda imam hatiplerin sayısı diğer yıllara nispeten elbette arttı. Ama 28 Şubat’tan bugüne kadar da çok ciddi bir kesinti vardı. Bunu hesaba kattığınızda ve dönüp 28 Şubat öncesindeki oranla kıyasladığınızda bugün, daha yeni imam hatip öğrencilerimizin sayısı 28 Şubat’tan öncesinin oranına ulaşmış durumda. O zaman yüzde 10-12 civarlarındaydı şimdi yine yaklaşık aynı oranlarda değişiyor. Dolayısıyla burada, abartılı bir artış söz konusu değil, tam tersine bir hak iadesi söz konusudur. Özetle, imam hatiplilerin önü kesilmişti, şimdi 28 Şubat öncesinin oranını yakalamış olduk ve tedricen artış yaşıyoruz. “En önemli husus gençleri anlamak” İmam hatip mezunlarının Türkiye ekonomisindeki kalkındırmaya yönelik finansal başarısını nasıl görüyorsunuz? Bu sorunuza iş adamı kimliğimle cevap vereyim. İmam hatip mezunuyum, tarih bölümünden mezun oldum ve dış ticaretle uğraşıyorum. Çok sayıda ülkeyle ticaretimiz var. İhracat ağırlıklı faaliyetler yapıyoruz. Türkiye’mizin gıda üzerine önemli bazı markalarının yurtdışında temsilciliğini, distribütörlüğünü yürütüyor, ülkemizi ekonomik anlamda da dışarıda temsil etmiş oluyoruz. Demek ki bir imam hatipli, iş adamı da olabilir. Finansla ilgili kendi ülkesinde katkıda da bulunabilir, âlim de olabilir, sporcu da olabilir ve sanatçı da olabilir. Biz bunu söylemeye çalışıyoruz ama ülkede siyaset daha belirgin olduğu için imam hatip mezunlarının sadece siyasetçi tarafı daha bir ön plana çıkıyor. Aksine iş hayatında da, ekonomik hayatta da ve diğer alanlarda da aktif imam hatipliler var. Sancak dergisi aracılığıyla MİHDER ve öğrencilerimiz, velilerimiz, eğitimcilerimiz ve mezunlarımız dahil, tüm Muğla İli ve İlçelerindeki imam hatip camiasına mesajlarınızı alabilir miyiz? Akademik başarıyı öncelikle insanlığa bir hizmet basamağı olarak görmeli, milletimizin her dönem umudu olmuş imam hatipleri en iyi yerlerde temsil etmeliyiz. Şuan imam hatip sıralarında okuyan öğrenciler başta olmak üzere yolu imam hatipten geçmiş veya bu sevdaya gönül vermiş herkesin imam hatip ruhunu yaşatma gayreti içerisinde olmalarını istiyorum. Hem ülkemiz hem İslam coğrafyası zor zamanlardan geçiyor. Bu zor zamanları atlatmanın bir yolu da ayakları yere sağlam basan, ümmetin derdiyle dertlenen imam hatip neslinin en iyi şekilde yetişmesi ve yetiştirilmesi ile mümkün olacaktır. Her bir gencimizi ayrı bir dünya olarak ele alıp maneviyatıyla, dersleriyle, sosyalliğiyle, inceliğiyle daha ileri taşımak için idarecilerimizin, öğretmenlerimizin, derneklerimizin, gönüllülerimizin, velilerimizin büyük çaba sarf etmesi elzemdir. Nitelikli toplulukları hiç kimse ve hiçbir şey engelleyemez. Bugün engellenir yarın ortaya çıkar. Burada engellenir bir başka yerde ortaya çıkar. Özellikle 15 Temmuz’da bir kez daha gördük ki dindar insanların ilerleyişini iç ve dış güç odaklarına rağmen engellemeyecekler. Öğrencilerimizi geleceğe hazırlarken aynı zamanda ülkemizi dünya sathında temsil edecek kendi alanlarında birer lider yetiştirme bilincinde olmalı ve bu noktadan hareketle imam hatip okullarımızı nitelikli hale getirmek için gücümüz nispetince çalışmalar ortaya koymalıyız. Umutlu, heyecanlı, ideal sahibi evlatlarımızı, iyi noktalarda görme hayalimizin yakın olduğunu biliyorum. “Kendisi için istediğini başkasını için de isteyen” öncü nesli beraber yetiştiriyor olmanın heyecanı ile tüm imam hatip camiasını yürekten selamlarım. İMAM HATİPLİLER YOLUNA NİTELİKTEN VAZGEÇMEDEN “İSTİKAMET ÜZERE” DEVAM EDECEK Ey doğulular ve batılılar! Arzın kuzeyinde ve güneyinde kalanlar! Asrın dolambaçlı yollarında kaybolanlar! Size müjdeli haberlerimiz var! Biz, âlemleri var edene çağıran kadîm bir kâmet işittik. Peygamber ihtiyarlatan bir emrin altına girdik. Göklere ve yere ağır gelen bir emaneti yüklendik. Sağa ve sola çekilen çizgileri silmek üzrekıyâm ettik. Ortadaki müstakim yolu istikamet edindik. Rahman olandan her gün, kırk defa istikamet dilendik. İstikamet istedik kemiği olmayan dillerimize, tartarken titreyen ellerimize, tereddütle ürperen gönüllerimize. Bir kıyâm; uyku makamındaki gecelerimize, zalim karşısında dolaşan dizlerimize, karanlık çöken gündüzlerimize. Nihayet kurtulduk ayaklarımıza vurulan prangalardan ve yola örülen duvarlardan. Yorulmuştuk nice zamandır gurbette oturup kalmaktan. Bir mübarek sefer emri var el-Kayyum olandan. Sığınarak Allah’a tefritten ve ifrattan, bir aşka niyetlendik: “Ümmetenvasatan!” Ey doğulular ve batılılar! Arzın güneyinde ve kuzeyinde kalanlar! Şimdi sesimizin olanca kuvvetiyle; kamet getiriyoruz kıyıya vuran bebeklere, ağlamayı unutan annelere, zulme uğrayan her bir Âdeme. Kubbesi çöken mabedlere, ezanı dinen minarelere, sahipsiz kalan beldelere. Ve adalete, el-Âdil olana davete… Ey şüphe makamının mukimleri ve dua makamının mü’minleri! Beklemeyin bizlerden nekeramet nemucize. Tek teminatımızsinelerimizde veciz bir cümle: “Festekimkemâümirte!” *ÖNDER’in Kahramanmaraş’ta düzenlediği “İstikamet Üzere” temalı 13.İmam Hatipler Kurultayı’nda gösterilen ve çok beğenilen filmin metni… İMANI, HEYECANI, KİMLİĞİ VE HEDEFLERİYLE GENÇ Kimdir veya Kim GENÇtir? Burada, fizikî açıdan değil, rûhî bakımdan gençlik bahis konusudur. Doğum senesinin gösterdiği yaşı kaç olursa olsun; karşılığını Âhirette göreceği bir hizmet ve iş teklif olunduğunda, tereddüd geçirmeden: “Yaparım İnşaallah” diyen kimse gençtir. Cinsiyet yani erkek veya hanım oluş, hükmü değiştirmez. GENÇ ADAM Genç: 1) Hizmetten kaçmaz, mazeret üretmez ve yüksünmez. 2) Hizmet için dünyalık düşünmez. 3) “Bir yapan bulunur”, “bana mı düştü”, “ben miyim vatan kurtaran aslan” gibi kaytarma bahaneler aramaz. “İnşaallah yaparım” deyip, bütün samimiyeti ve gücü ile varını yoğunu ortaya koyar. Hizmeti bizzat yapar, yaptırır ve bu uğurda yıpranmayı, yorulmayı ve hatta gerekirse canını fedâ etmeyi göze alır. Hizmet esnasında çektiği sıkıntıları ve karşılaştığı müşkilleri; günahlarına keffaret, sağlık ve dinçliğine vesile ve yüksek manevi derecelere ulaşma vesileleri olarak kabul eder. Prof. Dr. Osman Öztürk Allah’a hamd ve senâlar, Rasûlullah Efendimiz’e, Âl ve Ashâbına Salât ve Selam olsun. İşte bu anlayışla hareket eden herkes; nüfus cüzdanındaki “yaş” hanesine bakılmaksızın gençtir. Bu risalenin konusu; yine öncekiler gibi seminer ve konferanslarda ele alınmış bir projedir. Hamâsi ve heyecanî olmayıp, tevcîhî (yönlendirici) ve irşâdî (yol gösterici)dir. Lâf ebeliği (demagoji) yapmak yerine, tatbiki mümkün, yani uygulanabilir prensiplerden bahsedilmeye çalışılmıştır. Bazı tenkidî cümleler, birilerine sataşmak maksadıyla olmayıp, hayalî bir hatadan bahsedilmediğini isbat içindir. Önce; “kim gençtir?”, daha sonra; “genç kimdir?” üzerinde durulacaktır. “Adamlık” ve “adam” mefhûm/kavramları ele alındıktan sonra; “genç adam” portresi ana hatlarıyla ortaya çıkmış olacaktır. “Genç adam”ın sahip olması gereken özellikler, ondan beklenenler ve onun “olmazsa olmazları”; konunun bel-kemiğini teşkil edecektir. Bütün dünyanın, her zamankinden çok daha fazla hareketliliklere sahne olduğu bir dönemde, bu hareketliliğin temel taşı; “genç adam”dır. Bundan sonra da o olacaktır. Ona gösterilecek ihtimam ve alâka; hâlin ve istikbâlin şekillenmesinde nâzım rolü oynayacaktır. Bu rolün müsbet icrâsında ve hayırlara vesile olmasında nâçiz bir hizmetimizin olması niyazı ile... ADAM Kime Denir? İman, milli kültür ve tarih şuurunun oluşturduğu şahsiyyet ve kimliğe sahip insana; “adam” veya “adam gibi adam” denir. Burada da yine erkek tedâi/çağrışımı yanlış olur. Adam olmaz da erkek olmuş ne kıymet ifade eder? Hanım olur da adam olur çok şey ifâde eder. Dolayısiyle “adamlık” bir şahsiyet konusu olup, cinsiyet konusu değildir. “Genç” ve “adam” mefhûm/kavramlarının anlaşılmasından sonra; “genç adam” konusu da tarifini bulmuş oldu: Hizmete ön şartsız ve pazarlıksız tâlip, şahsiyyeti kıvâmında insana; “genç adam” diyoruz. Osman Öztürk 24. Rebiulâhir. 1424 24. Haziran. 2003 Aksaray-İSTANBUL Şimdi sıra geldi; ülkemizin ve daha sonra da dünyanın derd ve sıkıntılarının çaresi olarak gördüğümüz; “genç adam”da aradıklarımız, bulmak ve görmek istediklerimize.. Bunları iki ana başlık altında toplayabiliriz: 2) Mahlûkât/yaratıklara şefkat ve hizmet. Şimdi gelelim; Allah’dan korkan ve yaratıklarına şefkat ve hizmetle yaklaşan “genç adam”, bunları nasıl ve nice ispat edecek konusuna: 1) GENÇ ADAM Okur a)Öncelikle Allah’ın gönderdiği son kitab olan Kur’an-ı Kerîm’i okur. Ehline sorarak; bol dipnotlu ve izâhatlı bir mealli Kur’an okur. Daha sonra tefsire yönelir. Bunlara vakit ayıramazsa, bu sebeble sadece Kur’an metni okumaktan da geri kalmaz. Manası anlaşılmayan Kur’an kırâetinin faydasızlığı gibi uçuk fikirlere itibar etmez. Mealsiz, mealli veya tefsirli bir okuyuşu, günlük bir vazife olarak muntazam yapar. Bazı Âyetleri orijinali ve manasıyla ezberler. b)Dinimizin ikinci kaynağı olan “Sünnet”i öğrenmek üzere, usûlüne uygun olarak yapılmış çalışmalardan Hadis okur ve öğrenir. Arapça bilmese de bazı kısa metinleri aslı ve manası ile ezberler. Hadis ve Siyer kültürünü de yine bu işin ehline sorarak elde etmeye çalışır. Konulara göre derlenmiş ve terceme edilmiş Hadis mecmuâ/kitaplarını tercih eder. Tekrardan ve birbiriyle tezad teşkil ediyor görünümünden azâde olan eserleri seçer ve bulur. Bu bilgilenme de hergün olacaktır. c)İlm-i hâl kitabı okur. Ehl-i Sünnet akide/inanç sistemini, ibâdetlerini, helâl-haramları, günlük hayatta karşısına çıkan meselelere müslümanca yaklaşım tarzını, Allah’a ve kullarına karşı ifâ ile mükellef olduğu vazifelerini, haklarını kullanmadaki sınır ve tarzları, İslâm âdabını, ahlâkî konular ve benzerlerini öğrenir. Tabii ki, yine işin mütehassısına sorarak yapar bu çalışmayı.. Bir program dahilinde ve hergün olmak üzere.. d)Diğer dinî, ictimâî/sosyal ve tarihî eserleri de bilenlerin tavsiyesiyle okur. e)Dergi ve gazetelerdeki ilmî ve fikrî yazıları da, aşırı zaman kaybına sebeb olmayacak tarzda olmak şartıyla ihmal etmez. f)Yukarıdaki okuma çalışmalarını ciddi bir programa oturttuktan sonra; zaman zaman aykırı düşünce sahiplerinin kitap ve makalelerini de okuyabilir. Çok zaman ayırmamak üzere.. Bunu şöyle de ifâde etmek mümkündür: Öğrenip uygulamak için okunacaklar; Allah’ın adıyla, yani “Bismillahirrahmânirrâhim”le okunabilecek cinsten olanlardır. “Besmele” çekerek okumaya lâyık görmediklerimiz, bilgilenmek ve bilgi edinmek içindir. 1) Allah korkusu 30 31 2) GENÇ ADAM İbadetlerine Düşkündür Namaz, Oruç, Zekât ve Hac gibi farz ibadetleri, mükellef olduğunda ifâ edeceği zaten şüphesizdir. Bunlara ilaveten “Genç adam”dan beklenenler: a)Namazı, İtinâlı bir abdestle, vaktinde, cemaatle ve tadil-i erkânla kılar. Ayrıca; teheccüd, işrak, evvabîn ve abdest namazlarına itinâ gösterir. b)Pazartesi, Perşembe veya her Hicrî ayın 13, 14 ve 15’inde oruçlu olmaya gayret eder. c)Namaz sonrası tesbihlerini ihmal etmediği gibi, istiğfar, Kelime-i tevhid, salavât ve Resûlullah Efendimizin tavsiye buyurduğu diğer zikir ve tesbihâttan meydana gelen, günlük virdi vardır. Bunların adedini iştah ve imkânına göre ayarlar. d)Zekât mükellefi ise de değilse de; kendi çapında tasaddukda bulunur. Bu, fakire sadaka şeklinde olabileceği gibi, “emr bil ma’ruf” için harcama da olabilir. Bu işin ciddiyeti ancak günlük veya haftalık şekilde yapılacak tasaddukları bir fonda toplamakla mümkün olur. Dünyanın yaratıcısı ve gerçek sahibi olan Allah; arzın yönetiminin İlahi irade doğrultusunda olması vazifesini, insana havale etmiştir. (Enbiya (21)/105). “İnsanoğlu çok zalim”; (İbrahim (14)/34), “çok cahil”; (Ahzâb (33)/72) “ve çok aceleci”; (İsrâ (17)/11) olmasına rağmen, “göklerin ve yerin üstlenmekten korktuğu” (Ahzâb (33)/72) bu görevi kabullenmiştir. Öyleyse verilen söz yerine getirilecek ve arzın ıslahı için mes’uliyyet sınırı tanımaksızın koşturulacaktır. Yük ağır, zaman sınırlı ve ömürler kısadır. Boş geçirilecek vakte, işin tahammülü yoktur. İnce düşünülürse, vazifelerin lâyıkıyla ifası için; uyku ve yeme içme için ayrılan zamandan bile tasarruf gerekecektir. Öğrenmede, öğretmede ve hatta dinlenmede bile zamanı çok iktisadî kullanmak mecburiyeti vardır. Televizyon karşısında, ayak üstü sohbetlerinde ve çeşidli zaman öldürme celselerinde harcanacak saatleri; bu ağır sorumluluğun yerine getirilmesine aktarmak icab edecektir. 3) GENÇ ADAM Haram ve Günahtan Korunur 5) GENÇ ADAM Muntazamdır Kesin haramlardan korunduğu gibi, şüphelilerden ve mekruhlardan da korunur: Disiplinli bir hayatı vardır. Sabah kalkıştan itibaren akşam yatışa kadarki bütün saatleri planlıdır. a)Yolda, okulda, televizyonda ve her yerde göz zinasından sakınır. Ders çalışması, iş hayatı, sorumluluklarının ifâsı, dinlenmesi ve eğlenmesi hepsi bir program dahilindedir. Ne TV ve internet karşısında saatlerini harcar, ne de arkadaş gevezeliği ile vaktini boşa geçirir. Başta zaman isrâfı olmak üzere, her türlü isrâfa karşıdır. b)Hukûki/meşrû bağ olmaksızın erkek-kadın münasebetlerinden (arkadaşlık manasına gelen) uzak durur. c)Sigaranın; Kendisine sıhhî ve malî zararını düşünerek, başkalarını da zaman zaman sıkıntıya soktuğunun idrakinde olarak; bir irâde za’fı olan bu illetten korunur. Dumanda teselli arayacak bir kimse olmaktansa, adam gibi adam olmayı tercih eder. d)Gevezelik, gıybet, dedikodu ve kaynağı belirsiz haberlerle asla alış-verişi yoktur. 4) GENÇ ADAM Sorumluluğunun İdrakindedir Nefsinden başlayarak, en yakınlarından devam edip, Türkiye’den ve dünyadan sorumlu bir ağır yük hamalı olduğunu müdriktir. 32 Allah’ın kendisine “halifetullah yani, “Allah vekili” olarak baktığının” farkın-dadır. (Bakara (2)/30). Yemesi-içmesi de prensiplidir. Düzeni bozacak müdahalelere karşı uygun şekilde direnir. Fevkalâdelikler hariç program disiplininden taviz vermez. Arkadaş ve dostlarının yadırgamaları karşısında pes etmediği gibi, onları da böyle bir planlı programlı hayata alıştırmaya çalışır. Bu tarz bir yaşayışın ilk dönemleri zor gelirse de zaman içerisinde çok tabii hale geldiği ve hiç de kaideler içerisinde kıskaca alınmış bir kimse hissine kapılmadığı görülecektir. Biz hocalarımızdan; 60 sene aynı saatte traş olanını, bir ömür boyu yemekten iki saat sonrasına kadar ağzına su bile koymayanları tanımış olduk. Bu ör- nek insanlarla yaptığımız müşterek çalışmalarda da onların geliş-gidişleri dahil, hiçbir vazifeyi aksatmadıklarına da şâhit olduk. 6) GENÇ ADAMın Hizmet Programı Vardır Hizmet programı; elbette yazılı olacaktır. Hatta ajandayı bu programla zenginleştirmek gerekecektir. Allah için Allah’ın kullarına sunulacak hizmetlerin bir kısmı daimî/sürekli iken diğer bir kısmı da zaman zaman olabilecektir. Bayramları, Ramazanları, Kandil gecelerini, Hicrî Yılbaşı ve benzeri vesileleri çok önceden hizmet programına almak lazımdır. Bu vesileleri çeşitlendirmek ve verimli hale getirmek için, elbette kafa yorulacak, fikrî üretim yapılacak ve bilenlere danışılacaktır. Hülâsa; hizmet ajandasız “genç adam” düşünülemez. Talebe iken, meslek ve iş sahibi olduktan sonra, işi başından aşkınken, neşesiz ve yorgun iken de “genç adam”ın olmazsa olmaz kabul ettiği hizmetler var olacaktır. Efendimiz aleyhisselâm: “İnsanların hayırlısı onlara faydası en fazla doku-nanıdır”. (el-Câmiussağîr, II, 8, Kahire-1321 H.) buyurmuştur. “Genç adam”; garazsız ve ivazsız, geleceğe yönelik hesap yapmaksızın ve karşılığını dünyada beklemeksizin, hizmet nerede ise orada olacaktır. Kendisini hizmet asansörü kabul edecek, ancak kime hizmet ettiğinin hesabını iyi yapacaktır. Allah için yapacaklarımız, zaman ve zeminle sınırlı olmayan vazgeçilmezlerimizdir. Bunların hatıra geldikçe ve elimiz erdikçe değil, plan-program dahilinde sürekli ve ihmale uğramaksızın yapılması; rahmet ve bereketi ziyadeleştirecek ve bizi çok yüksek bir manevi tatmine ulaştıracaktır. İşe nereden başlayacağını bilmek, “ehem” (daha önemli), “mühim” (önemli) sıralamasını doğru yapmak, tâli işlerden değil, esasa müteallik meselelerden işe girişmek; ancak programlı ve “hizmet ajandalı” çalışma ile mümkündür. 7) GENÇ ADAM Hayra Motor, Şerre Kalkandır “Hayr” namına bildiklerini yayar, “emr bilmaruf” ve “nehy anilmünker” yapar. Yani iyilik ve güzelliklerin yerleşmesi, kötülüklerin ortadan kaldırılması için daimî bir çaba sarfeder. Öğrendiklerini başkalarına da ulaştırır, güzel şeyler yapanlara takdirlerini bildirir (mektupla, telefonla, faksla, e-mail vasıtasıyla). Yanlış ve hatalı davranışları da aynı vasıtalarla ikaz eder, gerekirse tel’in eder. Orada-burada gördüğü gönül karartan çirkinlikleri, gücünün yettiği metodlarla temizler, yani çevre temizliği yapar. Dostlarına; konferans ve sohbetleri haber verir, beğendiği kitap ve makaleleri tavsiye eder. Çoğaltılması gerekenleri çoğaltır ve dağıtır. Bütün bunları yaparken, yanlış bir düşünce ile; “benim bu küçük çabamdan ne olacak ki?” demez. Tebliğ görevinin kendisine, muhasebenin ise Allah’a âid olduğunu hatırlar (Yusuf (13)/40). 8) GENÇ ADAM Dinî Heyecana Sahiptir Şüphe yok ki yaptığı işden hislenmek ve heyecan duymak; külfetin hazza ve zevke dönüşmesine vesile olur. “Din” bir bütün olarak ancak bu haz ve heyecanla yaşanır. En zor şey; candan ve maldan vazgeçmektir. Eğer insan heyecan-ı dîniyyeye kendini kaptırırsa; onun için malı da canı da vermek tabii hâle gelir. Tarih bunun misalleriyle dolu olduğu gibi, yaşadığımız dünyada çok az da olsa bu tür insanlara rastlarız. İhtiyaç sahibi birisinin ihtiyacını giderirken, tutulmaya layık elden tutup bir yere yerleştirirken, birisine; Kur’an, din-iman ve ahlak öğretirken; kendisinden birşeylerin eksildiğini ve vaktinin uçup gittiğini düşünmez. Soğuk su ile abdest aldığında, stadyumda devre arası namaz kıldığında, şehirlerarası yolculukta namaz kılmak için otobüsü durdurduğunda, hostesi çağırıp uçakta namaz kılacak yer istediğinde; yüksek bir dinî heyecan duyar. Ayak üstü açtığı oruç ve vasıtada yaptığı iftar sonrasında duyduğu manevi haz sebebiyle âdetâ kanatlanır. Yerine göre bir kitap ve CD ile yahut da bir küçük sakızla tebliğ yaptığında, bir hayrı yayıp, bir şerri engellediğinde fevkalâde heyecanlanır ve hislenir, hatta bazan vazifesini yapanların sevinci ile şükür mâhiyetinde ağlar. Devamı sonraki sayıda... 33 100 İMAM HATİP LİSELERİ İÇİN ÖNDER’İN TAVSİYE ETTİĞİ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 34 KİTAP Sıradışı Bir Ödül Töreni Mustafa Kutlu Ya Tahammül Ya Sefer Mustafa Kutlu Zafer Yahut Hiç Mustafa Kutlu Sır Mustafa Kutlu Beyhude Ömrüm Mustafa Kutlu Yoksulluk Kitabı Mustafa Kutlu İsyan Ahlakı Nurettin Topçu Yozlaşmadan Uzlaşmak Hüsrev Hatemi Beş Şehir Ahmet Hamdi Tanpınar Huzur Ahmet Hamdi Tanpınar Yarınki Türkiye Nurettin Topçu İmân Ve Aksiyon Necip Fazıl Kısakürek Çile Necip Fazıl Kısakürek Aynadaki Yalan Necip Fazıl Kısakürek Kanlı Sarık Necip Fazıl Kısakürek Diriliş Neslinin Amentüsü Sezai Karakoç Ruhun Dirilişi Sezai Karakoç Çağdaş Batı Düşüncesinden Sezai Karakoç İslamın Dirilişi Sezai Karakoç Şeytandan Korunma Yolu Abdülhamit Bilali Gerçek Hayattan Hikmetli Kıssalar Abdülhamit Bilali Kırk Hadis Tercümesi Ve Şerhi Kazım Sağlam Davet Ahlakı Abdülhamit Bilali Musabbin Umeyr Ve Davet Ali Haydar Züğürlu Nebevi Davet Ve Propaganda Dr Fahri Hoşab Bilal Habeşi Ve Ahad Ali Haydar Züğürlu İnancımız Ömer Küçükağa İman Ve Salih Amel Abdülhamit Bilali Kötülükten Sakındırma Yolu Abdülhamit Bilali Kuranda Cehalet Cahil Cahiliyye Mustafa Akman Davetçi Eğitimi Ve Ahlakı Abdülhamit Bilali Zirvedeki Mankurtlar Taha İslam İhlas Çağrısı Ramazan Kayan Namaz Çağrısı Ramazan Kayan Tevhidi Varoluş Ramazan Kayan Kimlik İnşası Ramazan Kayan Vahiyle Doğrulmak Ramazan Kayan Kardeşlik Çağrısı Ramazan Kayan Kulluk Bilinci 1 Abdullah Yusufoğlu Kulluk Bilinci 2 Abdullah Yusufoğlu Son Elçi 2. Hamur Günay Bayburtlu Kesler Yitik Özgürlük Serkan Korkmaz Şehit Hama Ahmet Pakalın Müslüman Savaşçı Sadık Tekin Hamalı Ahmet Pakalın Sürgün Öğretmen Hüseyin Karatay 47 Selahaddin Eyyubi 48 Ömer Bin Abdulaziz 49 Bir Firavun Bir Mücahit 50 Sevgili Yanlızlığım 51 Yerel İntifada Kurtuluş 52 Hz. Ali 53 Muhammed İkbal 54 İbadet İlkeler 55 Hasan El-Benna 56 Ömer Muhtar 57 Malcolm X 58 Bir Çığır Öyküsüdür: Şule Yüksel Şenler! 59 Devlet 60 Gölgemin Ayak Sesleri 61 İman Ve İnkar Aynasında İki Kadın Portresi 62 Gül Yetiştiren Adam 63 Müslümanca Yaşamak 64 Eşikte Duran İnsan 65 Açık Mektuplar 66 Bacıdan Bayana 67 Son Direnişçi 68 Anadolu Fatihi Sultan Alp Arslan 69 Suların Gölgesinde 70 Yurdunu Kaybeden Adam 71 Kanatsız Kuşlar Şehri 72 Sokakta 73 Ümmet Coğrafyası 74 Yusufun Üç Gömleği 75 Gelin Müslüman Olalım 76 Tarih Bilinci 77 Hayatı İslamla Yaşamak 78 Hz. Muhammedin Hayatı 79 Hatırla Diye 80 Seyyah 81 Namaz Bir Tevhid Eylemi 82 Tevhid Ve Toplum 83 Müslümanın Yol Azığı 84 Kuranın Gölgesinde Kadın 85 Zorlu Mücadele 86 Üç Mescid 87 Müslüman Olmam Neyi Gerektirir 88 Müslüman Kızlara 89 Gençler Anlayınca 90 İlmi Tevhid 91 Taşları Yemek Yasak 92 Üç Mesele 93 Türkistan Geceleri 94 Güllerin Vedası 95 Direniş Öyküleri 96 Dört Temel Terim 97 Yoldaki İşaretler 98 Er Rasul 99 İslamda Nefis Tezkiyesi 100Allaha İnanmak Hüseyin Karatay Adil Akkoyunlu Yusuf Koç Mehmet Deveci Anıl Kurt Adil Akkoyunlu Muhammed Han Kayani Vecdi Akyüz Ahmet Emin Dağ Osman Arpaçukuru Doç. Dr. Recep Şentürk Demet Tezcan İbn Haldun Ahmet Mercan Muhammet Ali Kutup Rasim Özdenören Rasim Özdenören Rasim Özdenören Rasim Özdenören Cihan Aktaş Vedat Sağlam Yusuf Dursun Bekir Büyükarkın Cengiz Dağcı Emir Kalkan Bahaeddin Özkişi Adem Özköse Abdullah Yıldız Mevdudi Abdullah Yıldız Ramazan Tamer Büyükküpçü Celalettin Vatandaş Demet Tezcan Adem Özköse Abdullah Yıldız Celalettin Vatandaş Mustafa Meşhur Prof. Dr. Seyyit Kutup Sadık Akkıraz Rabia Berna Tümkor Fethi Yeken Hasan El Benna Abdullah Nasıh Ulvan Ömer Nasuhi Bilmen İsmet Özel İsmet Özel Necip El Kıyanı Bahattin Yıldız Cihad El Recbi Mevdudi Seyyid Kutup Said Havva Said Havva Said Havva 35 İMAM HATİP ORTAOKULLARI İÇİN ÖNDER’İN TAVSİYE ETTİĞİ 100 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 36 Ağlamak Yasak Sarkaç Duvarın Öte Yanı Özlem Yokuşları Yaralı Dağlar Yusuf ve Züleyha Şehit Hama Mushaflar ve Bombalar İşte Önderimiz Hz. Muhammed Atlıhan Gültekin Kolsuz Kahraman Malkoçoğlu Sarı Benizli Adam Sencivanoğlu Elif’in Olağanüstü Düşleri Elif’in Olağanüstü Düşleri 2 Azap Toprakları Küçük Dünya Tutsak Kanije Muhasarası Hayvan Çiftliği Gazi Osman Paşa Plevne’ye Saplanan Tuğ Kara Gölge Efsane Tutsak Gizemli Adam Gizli Vadi Karanlık Yol Sırlar Adası Zindandan Kaçış Çanakkale Yiğidi Seyit Onbaşı Dağların Kartalı Gökçen Efe Korkusuz Savaşçı Battal Gazi Ormandaki Yangın Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa 3. Selim Kılıç ve Ney 4. Murat Bizans Düştü Fatih Cem Sultan Fetih Gardiyan Genç Osman KİTAP Osman Çeviksoy Yahya Akengin Osman Çeviksoy Yahya Akengin Yahya Akengin Abdulhakim Koçin Ahmet Pakalın Ahmet Pakalın İhsan Süreyye Sırma Abdullah Ziya Kozanoğlu Abdullah Ziya Kozanoğlu Abdullah Ziya Kozanoğlu Abdullah Ziya Kozanoğlu Abdullah Ziya Kozanoğlu Abdullah Ziya Kozanoğlu Bilgin Adalı Bilgin Adalı Emine Işınsu Emine Işınsu Emine Işınsu Namık Kemal George Orwel Sadettin Kaplan Necib El-Kiylani Jack Sailor Jack Sailor Jack Sailor Jack Sailor Jack Sailor Jack Sailor İbrahim Ünsal İbrahim Ünsal İbrahim Ünsal Nevzat Yüksel İbrahim Ünsal A. Turan Oflazoğlu A. Turan Oflazoğlu A. Turan Oflazoğlu A. Turan Oflazoğlu A. Turan Oflazoğlu A. Turan Oflazoğlu A. Turan Oflazoğlu 43 Esenlik Zamanı Cemal Şakar 44 Gidenler Gidenler Cemal Şakar 45 Hikayat Cemal Şakar 46 Pencere Cemal Şakar 47 Portakal Bahçeleri Cemal Şakar 48 Yol Düşleri Cemal Şakar 49 Gül Yetiştiren Adam Rasim Özdenören 50 Hastalar ve Işıklar Rasim Özdenören 51 Hub Hasan Aycın 52 Esrarname Hasan Aycın 53 Yollar ve İzler Mustafa Miyasoğlu 54 Zindan Hatıraları Zeynep Elgazali 55 Oliver Twist Charles Dıckens 56 Tom Sawyer Mark Twain 57 Beyaz Zambaklar Ülkesinde Gregory Petrov 58 Tatil Rüyası A.vahap Akbaş 59 Gülün Aklı A.vahap Akbaş 60 Hop Tirinom A.vahap Akbaş 61 Herkesin Bir Hikayesi Var Ahmed Sırrı Arvas 62 Allah’ın Güzel İsimleri Esma-İ Hüsna-Tek Cilt Ahmed Temmam Semir Halebi Selamet Muhammed Selamet 63 Sönmeyen Yıldızlar Ahmet Efe 64 Yunus Ahmet Efe 65 Son Av Ahmet Efe 66 Anadolu Masalları Ahmet Efe 67 Tuzaktaki Kaplan Beydeba Masalları Ahmet Efe 68 Kirazlı Şemsiye Bestami Yazgan 69 Çılgın Okul Duran Çetin 70 Tebessüm Öğretmen Duran Çetin 71 Kırmızı Kar Yağınca Hasan Karahisar 72 Küçük Prens Hasan Karahisar 73 Beyaz Kanatlı Kuş Hasan Lâtif Sarıyüce 74 Karbeyaz Hasan Lâtif Sarıyüce 75 Yaralı Keklik Hüseyin Emin Öztürk 76 İki Yıl Okul Tatili Jules verne 77 On Beş Yaşında Bir Kaptan Jules verne 78 Bir Ayet Bir Hikâye Meha Ali 79 Yıldızlarla Uyumak Mehmet Nuri Yardım 80 Arkadaşım Cami Mustafa Ökkeş Evren 81 Şehitler Tepesi Mustafa Özçelik 82 Peygamberimizin Anlattığı Hikayeler Osman Arpaçukuru 83 Kutlu Peygamberim Vural Kaya 84 Fatihin Hanatları Yusuf Dursun 85 Bir İncidir İstanbul Yusuf Dursun 86 Cennet Kapısı Çanakkale Yusuf Dursun 87 Anadolu Fatihi Sultan Alp ArslanYusuf Dursun 88 Sönmeyen Yıldızlar Ahmet Efe 89 Küçük Kara Balık Samed Behrengi 90 Marka Benim İmran Aksoy 91 Haydi Namaza Abdullah Yıldız 92 Cennete Otostop Adem Özköse 93 Gelin Müslüman Olalım Mevdudi 94 Tarih Bilinci Abdullah Yıldız 95 Hatırla Diye Demet Tezcan 96 Hamalı Ahmet Pakalın 97 Sürgün Öğretmen Hüseyin Karatay 98 Selahaddin Eyyubi Hüseyin Karatay 99 Ömer Bin Abdulaziz Adil Akkoyunlu 100Hz. Ali Adil Akkoyunlu 37 yüzyıllarda Avrupa’dan Kuzey Amerika’ya göç etmişlerdir. Günümüze Amişler, Amerika’nın yanı sıra Kanada, Karayipler, Orta Amerika ve Meksika’da yaşamaktadır.5 Din-Devlet İlişkisi Yrd.Doç.Dr. Resul ÇATALBAŞ Dini İçin Yaşayan Bir Topluluk: AMİŞLER Kıymetli İmam Hatip Gençliği, İçinde bulunduğumuz medeniyet, Mehmet Akif’in deyimiyle “tek dişi kalmış canavar”1 bize dünyalık için yaşamayı, makam ve çok para kazanmayı en büyük hedef olarak göstermektedir. Televizyonlardaki dizilerde lüks içerisinde yaşayan ve gününü gün eden insanlar, pahalı spor arabalar bizi dünyaya çağırmaktadır. Ancak böyle bir hayat ne Kuran-ı Kerim’in ne de Peygamber efendimizin (SAV) bize tavsiye ettiği bir hayattır. Zira Peygamber efendimiz: “zevkleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikredin”2 derken, Kuran-ı Kerim: “dünyayı ahirete tercih etmeyi”3 en büyük manevi hastalıklarından birisi olarak niteler ve yaratılış gayemizin “Allah’a kulluk yapmak”4 olduğunu vurgular. Bu mesaj sadece İslamiyet’in değil, daha önceki hak dinlerin de ortak bir mesajıydı. İnsanlık tarihinde her yüzyılda doğru bildiği dini için yaşayan ve bu uğurda ölümü göze alan topluluklar var olmuştur. Çalışma alanım “Dinler Tarihi” olduğu için size bu konuda öne çıkan farklı bir Hıristiyan gruptan; yani Amişler’den bahsetmek istiyorum. 1 “Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,“Medeniyet” dediğin tek dişi kalmış canavar? (Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşı). 2 Hadis-i Şerif, Tirmizi, Zühd: 2; Nesâî, Cenâiz, 3; ibn Mâce, Zühd, 31; Hâkim, el-Müstedrek, 4/321. 3 “Onlar ki, dünya hayatını (severek) âhirete tercih ederler; (insanları) Allah yolundan çevirirler ve onun eğrilmesini isterler. İşte bunlar, çok büyük bir sapıklık içindedirler” (İbrahim Suresi 3. ayet). 4 “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyat Suresi, 56. ayet). 38 Dini İçin Yaşayan Bir Topluluk: AMİŞLER Televizyonlarda Amişler, arabaya binmeyen, teknoloji ve elektrik kullanmayan bir kültürel grup olarak anlatılır. Ancak teknolojinin beşiği olan Amerika’da neden böyle bir hayatı tercih ettikleri konusu çok sorgulanmaz. Neden böyle bir hayatı tercih ediyorlar? Onları böyle bir hayat yaşamaya sevk eden sebepler nelerdir? Sorularını sorduğumuzda cevap olarak karşımıza “dini inanç” unsuru çıkar. Evet, onları bu türlü zorlu şartlar altında yaşamaya sevk eden sebep; din anlayışlarından başka bir şey değildir. Amişler’in en temel inancı; dini yaşama konusunda devletin hiçbir söz hakkı olmadığıdır. Bu sebeple sadece dinlerini yaşamaya odaklanmışlardır. Bu inancın bir yansıması olarak devletin tüm kurum ve işlevlerine de katılmazlar. Örneğin devlet memuru olmaz, emeklilik sistemine katılmaz, kamu elektriğini kullanmaz ve devlete vergi vermezler. Aynı zamanda Amişler, öldürmeye karşı çıktıkları için zorunlu askerlik hizmetini yapmaz, onun yerine hastanede çalışmak gibi alternatif hizmetlere katılırlar. Ülkemizden çok uzakta olan ve dini yaşamak uğruna birçok zulme maruz kalan böyle bir dini grup, biz Müslümanlara dini yaşamanın her toplum için hayati derecede önemli olduğunu hatırlatmaktadır. Sosyal Hayat Amişler deyim yerinde ise “bir lokma bir hırka” anlayışı ile yaşarlar. Bu sebeple onlarda gösterişli hayat yaşamak, moda kıyafetler giymek ve mücevher takmak günahtır. Hatta bazıları, küpe, bilezik ve evlilik yüzüğünü uygun karşılamazlar. Giyimlerinde sadelik ve basitliği benimserler. Kadınlar makyaj yapmaz, süslü olmayan tek renk kıyafetler giyer ve başörtüsü takarlar. Erkekler resimde görüldüğü üzere basit giyinir, hasır şapka takar, sakal bırakır ancak bıyık bırakmazlar. Amişler’in evlerinde televizyon, internet, cep telefonu ve çamaşır makinesi yoktur. Fotoğraf çektirmeyi uygun karşılamazlar. Araba yerine resimdeki buggy denen “at arabasına” binerler. Kısa Tarihi İsviçre ve güney Almanya’daki Anabaptist hareket mensupları (Kardeşler) 1693 yılında, fikir ayrılıkları nedeniyle Amişler ve Mennoitler olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. Kuruldukları yer İsviçre’nin Alsace şehridir. Amiş ismi kilise lideri Jakob Ammann’dan (1644-1730) türetilmiştir. Amişler, din ve devletin ayrımını savunmuşlardır. Bu sebeple hem Katolik hem de Protestan hükümetler tarafından yargılanmadan yakılarak, başı kesilerek ya da suda boğdurulmak suretiyle ölüm cezasına çarptırılmışlardır. Ancak kendilerine verilen bu cezalar onları inançlarını yaşamaktan alıkoymamıştır. Geceleri toplumdan uzak mekânlarda gizli bir şekilde, hatta bazen mağaralarda bir araya gelerek ibadetlerini yapmışlardır. Kendilerine yapılan işkence ve zulüm dayanılmaz hal alınca Amişler, 18. ve 19. Amişler’de ahlâklı ve erdemli yaşamak çok önemlidir. Bu sebeple yalan söylemek, anne-babaya itaatsizlik, hırsızlık ve zina büyük günahtır. Ayrıca onların çoğunluğu içki içmez ve sigara da kullanmazlar. Amişler aileye çok önem verirler. Boşanma hoş karşılanmaz. Çocuklar, Tanrı’nın bir hediyesi kabul edildiğinden, kürtaj ve doğum kontrolü yasaktır. Çocuk sayıları 5 ile 10 arasındadır. Türkiye’de yaşayan bir misyonere dinini anlatman ve bu uğurda her türlü hakarete maruz kalman karşılığında Tanrı’dan beklentin nedir? diye sorulduğunda şu çarpıcı cevabı vermiştir: “Tanrı’nın bana verdikleri karşısında benim yaptıklarımın hiçbir değeri yok ki”. Onun insanı derinden etkileyen bu cevabına karşılık ben de soruyorum: Allah’ın bize verdiği; akıl, kalp, göz, beden, hayat ve aile nimetleri karşısında onun için veya ebedi hayatımız için gerçekten ne yapıyoruz? Amişler çocuklarını ilköğretime gönderirler. 8 yıllık eğitimden sonra çocukların lise ve üniversite eğitimi alması yasaklanmıştır. Çünkü onlara göre bir insanı Tanrı’nın yanında değerli kılacak şey; çok okumak, diploma ve makam sahibi olmak değil, Tanrı’nın razı olacağı bir hayat yaşamaktır. 5 Bkz. Resul Çatalbaş, Radikal Reformistler: Hıristiyanlıkta Anabaptist Hareket, Ankara: Berikan Yayınları, 2015, ss. 90-95. 39 24-25 Eylül tarihlerinde Kahramanmaraş’ta altı oturum şeklinde düzenlenen, imam hatiplerin akademik ve manevi kalitesini arttırmaya yönelik istişarelerde bulunulan 13. İmam Hatipliler Kurultayı'nın sonuç bildirisi aşağıdaki gibidir. Ramazan AKKIR Gençlik, Sezai Karakoç ve 15 Temmuz Ruhu G ençlik; bir toplumun geleceği, bugünün ve yarınların güvencesidir. Bir toplum, ne kadar kaliteli ve yetişmiş gençliği sahipse o denli başarılı ve geleceğinden emin olur. Bundan dolayı, gençlik ile gelecek arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Sağlıklı bir gelecek inşa etmenin yolu, gençlikten ve gençlere yatırım yapmaktan geçer. Türkiye gibi genç nüfusu oldukça yoğun olan bir ülkede gençliğe sosyal, kültürel ve siyasal yatırım yapmak zorunludur. “Ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin bir genç(lik)” yetiştirmenin yolu, bilinç düzeyi yüksek, akıl ve irfan arasındaki ahengi yakalamış bir siyasallıktan ve kültürellikten geçer. Ve bu ülkenin ihtiyacı olan da ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin bir gençtir, gençliktir. Diriliş Neslinin Şairi Sezai Karakoç’un ifadesiyle; “Hayatta en değerli şey gençlik… Her şeye sahip olsanız da gençlik gittiyse ne fayda… Terazinin bir kefesine bütün o şeyleri bir kafesine de gençliği koysanız gençlik ağır basar. Gençlik değerlidir; hayaller, arzular çoktur. Ancak zaman kısıtlı, planlı-programlı çalışmalı...” Üstadın düşünce dünyasında gençlik, geleceğe ruh aşılayan bir kök gibidir. İslam medeniyetini ve irfanını inşa edecek olan da planlı-programlı çalışan gençlerdir. Evet, medeniyetleri insan kurar. Ancak kuruculuk vasfına en yakın olanlar akıl ve kalp arasındaki ahengi yakalamış olan gençlerdir. Unutmayalım ki, böylesi gençler, medeniyet yolundaki işaret taşlarıdır. Aynı şekilde, toplumları ve büyük medeniyetleri dinamitleyenler de irfan, estetik ve ahlaktan yoksun gençliktir. Şimdi hızlıca içinde yaşadığımız dünyaya bir göz atalım. Türkiye, 15 Temmuz gecesi Fethullahçı Terör Örgütü(FETÖ) tarafından organize edilen oldukça kanlı bir darbe girişimine şahitlik etti. FETÖ mensupları 40 kimlerdir ve nasıl bir kafa kâğıdına sahiptir? Bu soru oldukça önem arz etmektedir. Çünkü FETÖ mensupları, bu toplumun mankurtlarıdır. Aklı ile kalbi arasındaki ahengi kaybetmiş, aklını kiraya vermiş, irfanını kaybetmiş bir kuşaktır. Altın nesil; dilini, dinini, evini, yurdunu ve hatta şarkısını kaybetmiş bir gençliktir. Gençliğinden ve hatta çocukluğundan itibaren aklı ve vicdanı çalınan bu insanlar, Türkiye’nin en uzun gecelerinden birisi olan 15 Temmuz gecesinde bu ülkenin insanlarına kurşun sıkmışlardır. Altın Nesil, bu ülkenin geleceğini ve gençliğini prangaya alma operasyonudur. Bununla mücadele etmenin öncelikli yolu, sadece müminlerin kardeş olduğu gerçeğinden geçmektedir. Yapılması gerekeni Üstad Sezai Karakoç şöyle betimliyor; öncelikle “Bir konunun uzmanı olunmalı. Sadece fakülte mezunu olmak değil, imkânı olan yüksek lisans, doktora yapmalı. Hem kendi hayatına, hem milletine şimdiye ve geleceğe katkı yapmalı. Bunu sadece birlikte yaparız. Ortaklık, birliktelik bilincimiz olmalı. Organize olmayı önemsemeli. Müminler kardeştir. Hayırda yarışırlar. Kıskançlık, haset olmamalı. Allah’ın nimeti bol hepimize yeter.” Ortaklık bilinci olmalı; kıskançlık ve haset olmamalı…” Yapılması gereken budur; akıl ve irfan da bunu gerektirir. Sessizliğin ve irfanın burçtan kalesine sığınına üstadın veciz ifadesiyle “…Büyük İslam Devleti olmalı. Bu tek çare tek kurtuluş… Dört Kavrama sahip çıkmalıyız. 1. İslam Milleti, 2. İslam Ülkesi, 3. İslam Devleti, 4. İslam Medeniyeti ki devleti de bu besler zaten. Çünkü Devleti adalet, adaleti de ahlak eksenli bir medeniyet ayakta tutar. Ve bu bir hayal değil, bir idealdir.” Geleceği inşa edecek olan gençliğin ideali adalet olmalıdır, medeniyet olmalıdır. İçinde yaşadığımız bunalım çağında adaleti ve medeniyeti inşa etmek, hepimizin ve özellikle gençlerin görevidir, sorumluluğudur. Bunun şuurunda olunmalı… 13. ÖNDER İMAM HATİPLİLER KURULTAYI SONUÇ BİLDİRİSİ Kahramanmaraş, 2016 Bismillahirrahmanirrahim İstikamet üzere temasıyla imam hatip öğrencilerimizin, mezunlarımızın ve camiamızın her alanda ve konumda bilinçli ve şuurlu bir şekilde hareket etmeleri gerektiğine vurgu yapıldı. Ülkemizin geleceğinde gençlerin çok önemli roller üstleneceğine dikkat çekilerek, önümüzdeki dönemde Hanımlar, Gençlik ve Spor alanlarını önceleyip, planlı ve programlı bir şekilde atılımlar gerçekleştirileceği ifade edildi. ÖNDER ve paydaş STK'ların sivil bir insiyatifle hareket ederek gerektiğinde her türlü siyasetin üstünde ve ötesinde sivilleşme ve ilerleme yönünde planlama, projelendirme gibi gelecekle ilgili çalışmalara devam edileceği belirtildi. 15 Temmuz ihanet kalkışmasına karşı şanlı bir direniş gösteren milletimize, devlet büyüklerimize, gazilerimize, gençlerimize, kadınlarımıza minnettar olduğumuz belirtilerek, aziz şehitlerimiz rahmetle anıldı. Ülkemiz adına büyük bir ihanet olarak gördüğümüz 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında özelde gençlerimizin, genelde vatandaşlarımızın huzur ve refahı için her türlü tehditten ve tehlikeden uzak eğitimli, erdemli, ahlaklı ve donanımlı bireyler yetiştirilmesi gerektiğine dikkat çekildi. Türkiye çapında öncülüğünü yaptığımız mezun derneklerimizle bu misyon ve vizyon ile 2016 ve 2017 eğitim ve öğretim döneminin başında kısa, orta ve uzun vadeli olarak planlama yapma ve bu plan dahilinde muhatap kitlemizin geleceğe hazırlanması hedef olarak belirlendi. Kemiyetten öte keyfiyetin çok daha önemli olduğu yeni ve bereketli bir döneme geçildiğine dikkat çekildi. Günümüz Türkiye'sinde Sivil Toplum Kuruluşlarının geliştirilerek kamu hizmetlerinde fikri, ilmi, maddi ve manevi olarak rol model olmaları gerektiği dile getirildi. Geçmişte imece usulüyle ve hayır niyetiyle yapılan çalışmaların bugün ne kadar faydalı olduğu ve burada yetişen insanların ülkemize kamu ve özel sektörde hizmet vermesinin önemi daha iyi anlaşıldı. Devlet-millet kaynaşmasının, siyaset ve sivil toplum oluşumuyla daha da zengin olacağının, sonuçlarının da daha bereketli hale geleceğinin altı çizildi. Sivil toplum sorumluluğunun psikolojik, sosyolojik ve ekonomik yönüyle ele alınarak geri dönüşüm odaklı bir çalışma sistemi haline gelmesinin önemi vurgulandı. Toplumun her kesimine ulaşabilme, dinleme, değerlendirme ve neticelendirme şeklinde çalışmalar yapılması gerektiğine vurgu yapıldı. 41 Lew Alcindor olarak doğdum. Şimdi ise adım Kerim Abdül Cabbar. Lew iken Kerim olmam – Sean Combs’ın ismini Puff Daddy, Diddy ve en son da P. Diddy olarak değiştirmesindeki gibi – artık marka olmuş ünlü bir ismi değiştirmekten ibaret bir şey değildi; kalben, aklen ve ruhen bir dönüşümdü. Eskiden Lew Alcindor’dum. Beyaz Amerika’nın benden beklediği şeyin soluk bir yansımasıydım. Şimdi ise Kerim Abdül Cabbar’ım. Afrikalı geçmişim, kültürüm ve inançlarımın bir dışavurumuyum. Çoğu insan için din değiştirmek, esasen yoğun bir vidan muhasebesi gerektiren, kişisel bir mesele. Fakat ünlü biriyseniz, bu herkesin tartıştığı bir konu haline geliyor. Az bilinen ya da pek haz edilmeyen bir dine geçmişseniz, o vakit zekanız, vatanseverliğiniz ve akıl sağlığınız eleştiri oklarının hedefi oluveriyor. Bunu gayet iyi biliyorum. Müslüman olalı 40 yıldan fazla olduğu halde hâlâ bu tercihimi savunmak durumunda kalıyorum. Kerim Abdul Cabbar Kareem Abdul-Jabbar Amerika’da Müslüman Olmak 42 Şöhretin verdiği rahatsızlık duygusu İslamiyet ile California Üniversitesi’ndeki (UCLA) ilk yılımda tanıştım. O dönemde artık basketbol oyuncusu olarak ülke çapında belli bir üne sahip olsam da, özel hayatımı gizli tutmaya son derece dikkat ediyordum. Şöhret beni gergin ve huzursuz biri yapıyordu. Hâlâ gençtim, o yüzden de ilgi odağı olmaktan neden bu kadar bunaldığımı tam olarak söze dökemiyordum. Takip eden birkaç yılda ise bazı şeyleri daha iyi anlamaya başladım. Beni engelleyen şey, kısmen halkın takdir ettiği kişinin gerçek ben olmadığı hissiydi. Yetişkin bir erkek olma yolundaki bir gencin olağan sıkıntılarını yaşamanın dışında, ülkenin en iyi kolej basketbol takımlarından birinde oynuyor ve okula devam ediyordum. Buna bir de 196667’de Amerika’da siyah olmanın ağırlığını ekleyin. O yıllarda Amerikan Medeni Haklar Hareketi’nin önemli isimlerinden James Meredith, Mississippi’deki yürüyüş sırasında pusuya düşürülmüş; Kara Panter Partisi (Black Panter Party) kurulmuş; Thurgood Marshall, ilk Afro-Amerikan yüksek mahkeme yargıcı seçilmiş ve Detroit’te çıkan ırkçılık karşıtı ayaklanmada 43 kişi hayatını kaybetmiş, 1.189 kişi yaralanmış ve 2 binden fazla bina hasar görmüştü. Herkesin alkışladığı Lew Alcindor’un aslında hayal ettikleri kişi olmadığını fark ettim. Hayranlarım benim ırk eşitliğinin ideal bir örneği olmamı istiyorlardı. Beni – ırkı, dini ya da ekonomik durumu ne olursa olsun – her altyapıdan insanın Amerikan rüyasına erişebileceğinin bir simgesi olarak görüyorlardı. Onlara göre ben, ırkçılığın bir efsane olduğunun canlı kanıtıydım. Fakat işin aslını biliyordum. Bulunduğum noktaya, fırsat eşitliği sayesinde değil, 2,18 metre boyum ve atletik yapım sayesinde gelmiştim. Diğer yandan otorite sahiplerini memnun etmeye çalışma anlayışına dayalı katı bir terbiye ile de mücadele ediyordum. Babam kuralları olan bir polisti. Katolik okulunda okumuştum ve oradaki rahipler ile rahibelerin de bir sürü kuralları vardı. Oynadığım takımları çalıştıran basketbol koçlarının ise daha da çok… İsyan etmek gibi bir seçeneğim yoktu. Yine de durumdan memnun değildim. 1960’larda yetişmiş biri olarak çok fazla siyah rol model görmemiştim. Özverili cesaretinden dolayı Martin Luther King Jr.’a, düşmanlarını fena halde benzetip esas kızı kaptığı için de Shaft’a hayranlık duyuyordum. 43 Bunun dışında beyaz kamuoyunun ortak fikri, siyahların pek de iyi olmadıkları yönündeydi. Onlara göre siyahlar, ya haklarını alabilmek için beyazların yardımına ihtiyaç duyan mağdur bir kesim ya da beyazların evlerini, işlerini, kızlarını ellerinden almaya niyetli baş belalarıydı. “Makbul olanlar” gösteri ya da spor dünyasının mutlu isimleriydi, ki onların da yakaladıkları talih için minnettar olmaları bekleniyordu. Bu gerçeğin bir şekilde yanlış olduğunu – bir şeylerin değişmesi gerektiğini – biliyordum. Bilmediğim şey ise bunun benim için ne anlama geldiğiydi. Baştaki bilinçlenme sürecimde en büyük etkiyi yaratan, üniversitenin ilk yılında Malcolm X’in otobiyografisini okumamdı. Malcolm’ın hikayesi; demir parmaklıklar ardına düşmeden çok önce kendisini hapseden kurumsal ırkçılığın bir kurbanı olduğunu fark edişi beni çok etkilemişti. Ben de aynen o şe- kilde hissediyordum: İnsanların ben olduğumu sandığı bir imajın içinde hapis gibiydim. Malcolm ilk iş olarak içinde büyüdüğü Baptist inancını bir kenara bırakarak İslamiyeti araştırmaya başladı. Ona göre Hristiyanlık, siyahları köleleştiren ve topluma yayılan ırkçılığı destekleyen beyaz kültürünün temeliydi. Ailesi ateşli bir şekilde Hristiyanlığı savunan Ku Klux Klan’ın saldırısına uğramış, evleri bu hareketten ayrılarak kurulan Kara Lejyon isimli bir grup tarafından yakılmıştı. Malcolm X’in adi bir suçludan siyasi bir lidere dönüşümü, beni kendi yetiştirilme tarzımı daha yakından incelemeye ve kimliğim hakkında daha derinlemesine düşünmeye sevk etti. Malcolm X, İslam sayesinde kendi gerçek benliğini bulmuş; bir yandan siyahlardan ve beyazlardan gördüğü düşmanca tavırlarla yüzleşirken, diğer yandan da toplumsal adalet için savaşacak gücü kazanmıştı. Bu düşünceler ışığında ben de Kuran-ı Kerim’i incelemeye başladım. Karar ve başkaldırı Bu karar, ruhsal tatmin yönünde dönülmez bir yola girmemi sağladı. Ama bu kesinlikle pürüzsüz bir yol değildi. O yolda ilerlerken ciddi hatalar yaptım. Üstelik belki yolun pürüzsüz de olmaması gerekiyordu; belki de kişinin inançlarını sorgulayıp pekiştirebilmesi için gittiği yolun engeller, sapaklar, yanlış keşiflerle dolu olması şarttı. Malcolm X’in dediği gibi, “Şayet bedelini ödemeye hazırsanız, kendinizi gülünç duruma düşürmeye de hakkınız vardır.” Ben de bu bedeli ödedim. Daha önce de söylediğim gibi, kurallara – ve özellikle de öğretmenler, vaizler ve takım koçları gibi kuralları uygulayanlara – saygılı biri olarak yetiştirildim. Her zaman istisnai bir öğrenci oldum. O yüzden 44 de İslamiyet hakkında daha fazla bilgi edinmeye karar verdiğimde, Hammas Abdülhalis’i kendime öğretmen kıldım. Milwaukee Bucks takımında oynadığım yıllarda Hammas’ın İslamiyet yorumu iyi bir ilham kaynağıydı. Daha sonra 1971 yılında, 24 yaşındayken Müslüman olarak (Allah’ın asil hizmetkarı anlamına gelen) Kerim Abdül Cabbar adını aldım. Bana sık sık, niçin Amerikan kültürüne bu denli yabancı bir dini ve telaffuzu bu kadar zor bir ismi tercih ettiğim soruluyor. Hatta bu durumu sanki evlerini yakmışım ya da Amerikan bayrağını yırtmışımcasına epey kişisel algılayan hayranlarım dahi oldu. Aslında ben Amerikan kültürüme yabancı olan dini reddedip siyah Afrikalı mirasımın bir parçası olan dini kucaklıyordum. (Afrika’dan getirilen kölelerin tahminen yüzde 15-30’u Müslümandı.) Hayranlarım, 1930’da Detroit’te kurulan Amerikan İslam hareketi İslam Ümmeti’ne katıldığımı sanıyordu. İslam Ümmeti lideri olarak Malcolm X’ten çok etkilendiysem de gruba katılmamayı tercih ettim. Çünkü işin siyasi yönünden ziyade manevi tarafına odaklanmak istiyordum. En nihayetinde Malcolm da grubu reddetmiş ve hemen sonrasında da üç grup üyesi tarafından öldürülmüştü. Ailem din değiştirmemden memnun olmadı. Koyu Katolik olmasalar da beni Hristiyanlığı mutlak doğru olarak kabul edecek şekilde yetiştirmişlerdi. Fakat tarih okudukça, Hristiyanlığın insanlara boyun eğdirme konusunda oynadığı rolün daha çok farkına vardım. Elbette 1965’teki İkinci Vatikan Konseyi’nin köleliği Tanrı’nın adını lekeleyen, toplumu zehirleyen bir “haysiyetsizlik” ilan ettiğini biliyorum. Fakat benim açımdan bu çok geç atılmış bir adımdı. Kilisenin, gücünü ve nüfuzunu köleliği bitirmek için kullanmayıp bunun yerine bir şekilde ilk günahla bağlantılandırarak haklı göstermesi beni sinirlendiriyordu. Dum Diversas and Romanus Pontifex gibi papalık fetvaları, yerlilerin köleleştirilmesini ve topraklarının gasp edilmesini tasvip ediyordu. Pek çok Hristiyanın kölelikle savaşmak için kendi hayatlarını ve ailelerini riske attığının ve onlar olmasaydı bu sorunun bitmeyeceğinin farkında olmakla beraber, en kutsal inançlarını doğrudan çiğneyen böylesine rezil bir davranışa göz yummuş kültürel kurumlarla aynı çizgide de olamıyordum. İsim değiştirmek, hayatımda ailemin ve halkımın köleleştirilmesine dair ne varsa reddetmemin bir uzantısıydı. Alcindor, Trinidad’da yaşayan Fransız bir toprak ağasıydı ve atalarım da onun kölesiydi. Ailemin kökleri günümüz Nijerya’sındaki Yoruba halkına dayanıyor. Ailemin köle efendisinin adını taşımaya devam etmek, onların şerefini lekelemek gibi geliyordu. Alcindor adı, adeta bir utanç lekesi gibiydi. İslamiyete mutlak şekilde sadıktım. Başka bir kadına güçlü duygular beslememe rağmen, Hammas’ın önerdiği bir kadınla evlenmeyi bile kabul ettim. Daima takım oyuncusu olan ben, “Koç” Hammas’ın söylediği şekilde davranıyordum. Ailemi düğüne çağırmamam konusundaki tavsiyesine de uydum; ki bu hatayı telafi etmem yıllarımı 45 Kurbağa Kermit’in meşhur bir repliği vardır: “Yeşil olmak kolay değil.” der. Bir de Amerika’da Müslüman olmayı deneyin. Müslüman olduğu iddia eden kimselerin terör eylemleri, saldırılar ve insanlık dışı hareketler yüzünden dünyanın geri kalanı bizden korkar hale geldi. Dünya genelindeki 1,6 milyar Müslümanın çoğunun barışçıl pratiklerini gerçek manada bilmeden sadece en kötü örnekler gündeme getiriliyor. Müslüman oluşumun bir parçası da, başkalarına dinimi öğretme sorumluluğunu kabul etmeyi; onları Müslüman yapmaktan ziyade karşılıklı saygı, destek ve barış çerçevesinde onlarla bir arada yaşamayı içeriyor. Aynı şeyi başkalarından da bekleyerek çok fazla bir şey istemiş olmuyorum. Kerim Abdül Cabbar, Amerikan Ulusal Basketbol Ligi’nde (NBA) tüm zamanların en skorer oyuncusu. NBA’de oynadığı 20 sezon boyunca altı kez şampiyonluk yaşadı ve altı kez de En Değerli Oyuncu ödülüne layık görüldü. O’nu sosyal medyadan takip edebilirsiniz! www.kareemabduljabbar.com kaj alacaktı. Hammas’ın öğretilerinden bazılarıyla ilgili şüphelerim olsa da, yaşadığım büyük manevi tatmin yüzünden bunları mantığa bürüyordum. Fakat sonunda özgür ruhum ortaya çıktı. Bütün dini bilgilerimi tek bir adamdan alma fikrinden memnun olmadığım için kendi kendimi yetiştirmeye karar verdim. Kısa süre içinde Hammas’ın Kuran-ı Kerim ile ilgili bazı öğretilerine katılmadığımı anladım ve kendisiyle yollarımız ayrıldı. 1973’te Libya ve Suudi Arabistan’a gidip Kuran’ı Kerim’i kendi başıma inceleyebilmek için Arapça öğrendim. Bu kutsal yolculuk bittiğinde inançlarım netleşmiş, imanım tazelenmişti. O zamandan bu zamana, Müslüman olma kararımdan dolayı ne bir bocalama yaşadım ne de bir pişmanlık duydum. Geriye dönüp baktığımda, keşke bunu daha gizli, tüm o tantana olmadan yapabilseydim diyorum. Lakin o dönemde köleliği ve bunu destekleyen dini kurumları kınayarak medeni haklar hareketine destek veriyordum. Bu da benim açımdan son derece kişisel bir yolculuk olan bu süreci, istemediğim halde başka bir yöne saptırarak daha siyasi bir şekle soktu. Birçok insan, inandığı dinin içine doğar. Onlar için din, büyük ölçüde bir miras ve kolaylık meselesidir. İnançları imana; sadece dinin öğretilerine değil, ai- 46 leden ve kültürden gelen o dinin kabulüne de dayalıdır. Din değiştiren biri açısından ise bu bir karar ve başkaldırı meselesidir. Bizlerin inancı, iman ve mantığın birleşimine dayanıyor, çünkü ailemizin, bağlı olduğumuz toplumun geleneklerini terk edip her ikisine de yabancı bir inancı benimseyebilmek için güçlü bir sebebe ihtiyacımız var. Din değiştirmek riskli bir iş; zira sonunda ailenizi, arkadaşlarınızı ve toplumun desteğini kaybedebilirsiniz. Bazı hayranlarım bana hâlâ Lew diye sesleniyor ve böyle yaptıklarında onları görmezden gelmeme bozuluyorlar. Manevi tercihlerime saygı göstermemelerinin bir hakaret olduğunu anlamıyorlar. Sanki ben kendi özel hayatı olan bir birey değilmişim de, varoluş sebebi onların hayatını, yine onların uygun gördükleri şekilde süslemek olan bir oyuncakmışım gibi… Kurbağa Kermit’in meşhur bir repliği vardır: “Yeşil olmak kolay değil.” der. Bir de Amerika’da Müslüman olmayı deneyin. Pew Research Center tarafından yapılan, başlıca dini gruplara yönelik tutumları değerlendirme amaçlı bir ankete göre, İslam, ABD’deki en büyük üçüncü din olduğu halde Amerikan kamuoyunun en az saygı duyduğu kesim ise Müslümanlar. Öyle ki bu oran, ateistlere duyulan saygıdan da düşük. @kaj33 Ömer Döngeloğlu Resûlüllah’ın yanında sadık bir şekilde duranlar A shâb-ı Kiram her işkencenin, her hakaretin ardından en mutlu sığınak olan Resûlüllah’ın yanına yaralarını sarmaya geliyorlardı. Erkam’ın evinde, Resûlüllah kanatlarını açmış civcivlerini kanatları altında korumaya çalışan bir anne merhameti ile ashâbını topluyordu. Ya Resûlüllah! Ashâbını kanatlarının altında koruduğun gibi, bizlerde Senin o merhametli kanatlarının altında korunmaya ne kadar muhtacız. Mekke’de işkence tüm hızıyla devam ediyordu. Zayıf olan, tanıdığı arkası olmayanlara baskılar daha da fazlaydı. Habbab bin Eret (Radıyallâhu Anh) bu işkencelere çokça maruz kalanlardandı. Sırtına ateşte kızdırılmış taşlar yapıştırılır, sırt yağları eriyinceye kadarda kaldırılmazdı, tüm bu işkencelere rağmen yine imanında sebat ederdi. Demirciydi Habbab bin Eret.. Bir keresinde sırtında ateş yakıp, kızdırılmış demiri eritmiş ve söndürmüşlerdi, o da can acısıyla Resülûllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e koştu. Renkten renge girmiş, dili damağı kurumuş bir şekilde Efendimize gelip dedi ki: - Ya Resûlellah! Biz hak din üzere değil miyiz? 48 halde) bu canımızı acıtan, yüreğimizi sızlatan bu işkenceler ne zaman bitecek ya resülûllah? Ve Hz. Habbab sırtını dönüp gömleğini sıyırdığında, Resülûllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) belki at nalı büyüklüğünde büyükçe bir yerin, hala yarasının fokur fokur kaynadığını, Hz. Habbab’ın sırtında dağlanmış ateşlerin söndürüldüğünü ve etinin kemiklerine kadar eritildiğini görünce; O Rahmet Peygamberinin gözleri yaşla doldu. O nemli gözlerle buyurdu ki: - Ey Habbab sabret! Sizden önce de bunlar olmuştu. Hatta sizin başınıza gelenlerden daha ağırlarını gördü bu insanlık. Öyle ki; sizden önceki ümmetlerde bir adamın derileri demir tarakla taranır, sinirleri kemiğinden sıyrılırdı da bu işkence onu dininden döndürmezdi. Testere başının saç ayrımına konur ve iki parçaya bölünürdü; bu da o adamı dininden döndürmezdi. Allah-u Teâlâ muhakkak bu dini tamamlayacaktır. San’a’dan kalkan yolcu Hadramevt’e kadar içinde Allah korkusundan başka hiç bir korku olmadan gidebilecek. - Evet! Biz Hak Din üzereyiz. Hz. Habbab acının tesiriyle, teselli olmak için geldiği peygamber kucağında aldığı bu öğütle teselli oluyordu. - Peki ya Resûlellah! Bu zulümler bu işkenceler (biz onlara hiç bir kötülük etmediğimiz halde, ne mallarına, ne makamlarına, ne de namuslarına göz dikmediğimiz, onların canlarına kasdetmediğimiz Hz. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’in etrafında halkalar kurmuş bu gençler; işte Habbab’lar, Bilâl’ler, Musab’lar, Medine yüzü görünceye kadar ne çileler ne acılar çekmiştiler. Habeşistan dönüşü sonrasında yapılan işkencelerden Mus’ab bin Umeyr’de nasibini alanlardandı. Diğerlerine yaptıkları gibi hakaret etmeler, aşağılamalar, zaman zaman tartaklamalar, o güzel yüzlere, nur simalara utanmadan tükürmeler; Mus’ab’da o çileleri çekiyordu. Peygamberimizin “Mus’ab’dan daha güzel saçlı, daha güzel yüzlüsü yok” dediği Mus’ab’a da yapıyorlardı bunları. Kıymetli okurlarım! Senin benim başıma gelenler, senin benim başıma isabet edenler acaba çile midir? En ufak bir şeyde “bunaldım, daraldım artık yaşayamıyorum. Sıkıldım, bu dünyada yaşamak istemiyorum” diyenler, Mus’ab bin Umeyr’den daha çoğunu mu çekti Allah aşkına.. Hem sonra ne derdimiz var ki? caksın; o zorda kalmış, darda kalmış, rûhunu inim inim inleten günahların altında ezilen ümmetine Mus’ab bin Umeyr’e sarıldığın gibi mânen sarılıyorsun, buna gönülden inanıyoruz Ya Resûlellah! Rabbimizin “Harisun Aliykum” “size çok düşkün bir peygamber” dediği, bize delicesine aşık olmuş, bizi gözü kara sevda dediğimiz şekilde seven en günahkâra bile şefaat-i uzmasını saklamış Nebiy-i Zişan… Geçen yazımızda Hz. Mus’ab’ı anlatmıştık, en çok etkilendiklerimizden birisidir o… Bilâli Habeşî (Radıyallâhu Anh)’ı, Hz. Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh) efendimiz satın alıp da, hürriyetine kavuşturunca, Hz. Bilâl yerin altından adeta gün yüzüne çıkmıştı. Yani Bilâli Habeşî’ye İslâmiyet hem şeref kazandırmış, bununla beraber hem de hürriyetini kazandırmıştı. Oysa Mus’ab bin Ümeyr’e Hayatı paradan ibaret görenler; hayatı makam ve İslâm şeref kazandırmış, imân kazandırmıştı ama sandalyeden, şehvetten ve şöhretten ibaret göbütün varlığı, dünyanın bütün zenginliği de onrenler; üç kuruş dünyalık menfaati kesilince, bundan göçüp gitmişti. Dolayısıylardan, bu oyuncaklardan biri la buna bakarak ben derim ki; elinden alınınca onun bütün “Mus’ab bin Umeyr’in imtihanı, dünyası gitmiş gibi olur, ama Ashâb-ı Kiram her Hz. Bilâl’in imtihanından daha Mus’ab; “değil mi ki tüm bunlaişkencenin ardından, az değildir, kim bilir belki daha rı ben Müslüman olduğum için, her hakaretin ağırdır.” Varlıktan sonra, yokluk; ben Hz. Muhammed (Sallallâhu süslü ve pahalı elbiselerle gezerAleyhi ve Sellem)’i sevdiğim için ardından en mutlu ken, eski püskü elbiseler içinde yapıyorlar, bu bana Allah katınsığınak Peygamber gezmek… Mekke döneminde da verilmiş bir ödüldür, bundan (Sallallâhu Aleyhi Peygamberimiz (Sallallâhu Aleyhi dolayı üzülmüyorum!” diyordu. ve Sellem)’in yanına ve Sellem) onu Medinelilerin yaVe inanıyordu ki bir gün herkes yaralarını sarmaya, nına katıp göndermeden önce, yaptığından dolayı utanacak, birgün Mekke sokaklarında görkirli yüzlerini silecek ve güllerin Onun cübbesinin düğünü anlatıyor. Mekke sokakefendisi Hz. Muhammed Mustaaltında dinlenmeye larında Hz. Mus’ab bin Umeyr fa (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’in geliyorlardı. yanına koşacak. açlıktan susuzluktan yarı baygın vaziyette, eski ve yırtık elbiseler Ashâb-ı Kiram her işkencenin içerisinde ayakları yerlerde sürüardından, her hakaretin ardından en mutlu sığınak nürcesine yürüdüğünü görünce, Resülûllah (AleyPeygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’in yanına hisselâm) Hz. Mus’ab’a hiç belli etmeden ona hiç yaralarını sarmaya, Onun cübbesinin altında dinseslenmeden, sessiz gözyaşları dökerek diyordu ki; lenmeye geliyorlardı. Erkam’ın evinde, Resülûllah “Allah’ım şu Mus’ab Mekke’de en pahalı elbiseleri kanatlarını açmış civcivlerini kanatları altında üşütgiyen biriydi. memeye çalışan bir anne merhameti ile topluyordu. “Bizde ne kadar muhtacız ya resülûllah! Ashâbını Şu Mus’ab bin Umeyr Mekke’de en pahalı kokuları kanatlarının altında dinlendirdiğin ve koruduğun sürünen biriydi o bunların hepsini Senin dinin için, Senin adın için, terk etti ya rabbi!” ve Hz. Mus’ab’a gibi, bizlerde Senin o merhametli kanatlarının altında korunmaya ne kadar muhtacız. Ama biz inanıduâlar ediyordu. Mus’ab bin Umeyr’in imtihanı az yoruz ve biliyoruz ki, bir Müslüman Sana “Salât-ü mı zannediyorsunuz? Bir hac mevsiminde Resülûllah (Aleyhisselâm) hacı çadırlarını gezerken altı tane Selâm” gönderdiğinde sen gene kanatlarını aça- 49 RÖPORTA J Medineli, iman edip Müslüman olmuştu. Ertesi sene onlar on iki kişi olarak geldiler. Peygamberimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’e; “Ya Resûlellah! Bize dinimizi öğretecek birini gönderir misin?” dediler. Efendimiz onlara İslâm’ı anlatmak ve öğretmek üzere kimi gönderecek? Medine’ye gidecek ve Resülûllah’ı temsil edecek elçi kim olmalı? Ve ashâbı içinden Mus’ab bin Umeyr’i seçiyor ve Medine’ye onu gönderiyor. Halbuki şöyle bir baktığımızda ashâbın içinde daha âlim olanları var, daha çok Resülûllah ile beraber olmuş olanlar var, ama güzel konuşmak, meseleyi etraflıca izah edip muhatabını ikna etmek, ilk intibah, ilk diyaloglar çok önemli şeyler… Bir insanla ilk görüşmenizde, tanışırken yüzüne bakarsın, yüzde doksan göze bakarsın, işte Mus’ab bin Umeyr’i Allah Resûlünün seçme hikmetlerinden birisi de, onun güzel yüzlü oluşu. Ümmet-i Muhammed’in Yusuf yüzlü güzeliydi O… Hele Mus’ab bin Umeyr’in gözleri bakanlara adeta can katardı. Keşke yüzüne bir kere bakabilseydik ey Mus’ab, rüyalarımıza gelmez misin? Nice gençler var; senin adını duyup da, senin hatıralarını dinleyip de yüreği ya- nan, burnunun direği sızlayan nice aşıklar var, onlar hatırına rüyalarımıza misafir olmaz mısın? Rabbim bizleri de Mus’ab bin Umeyr’i görmeye layık eyleyip, onu görenlerden eylesin! Zira Cennete kadar beklemek insana zor geliyor. O zaman kadar beklemek, bu hasret ağır geliyor da kimisi Çeçen dağlarında Mus’ab bin Umeyr oluyorlar, kimisi Filistin’de Mus’ab’ın rolüne daha dünyada soyunuyorlar. Mus’ab bin Umeyr (Radıyallâhu Anh) kiminin hayatına geliyor demek ki. Bazen “bırak şu dünyayı, oyun oynamayı da yürü Allah’a” derler adama. İşte Bayram Hocamız, mekanı cennet olsun bazen de böyle geliyor demek ki. Mus’ab bin Umeyr’i böyle kısaca anlatmak mümkün değil, İslâm adına çok şeylere katlanan, Medineyi İslâm’a hazırlayan, Peygamber (Aleyhisselâm)ın ardından gözyaşı döktüğü bir kahramandır. Bütün gençlerin yüreğinde bir bayraktır, bir bayrak olmalıdır Mus’ab bin Umeyr. Allah-u Teâlâ, Mus’ab bin Umeyr’in sîmâlarıyla dirilmiş Medine’liler gibi, güzel öğütler almayı bizlere nasib eylesin. Amin! Muğla İmam Hatip Lisesi Müdürü Ramazan Toraman Hocam öncelikle kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? 1964 yılında Muğla Dalaman Çöğmen Köyü doğumluyum. İlkokulu köyümde, ortaokulu Muğla İmam Hatip Lisesi Ortaokulu’nda, liseyi de Burdur İmam Hatip Lisesi’nde 1986 yılında bitirdim. Aynı yıl Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni kazanarak 1991 yılında mezun oldum. Aynı yıl girmiş olduğum öğretmenlik sınavını kazanarak Kırıkkale’nin Keskin ilçesi, Keskin Lisesi’nde Din Kültürü Ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak göreve başladım ve 2 yıl idarecilik yaptım. 1995 yılında Bartın İmam Hatip Lisesi’ne, 2000 yılında da Muğla’ya tayin oldum. İlk önce Endüstri Meslek Lisesi’nde, 2001 yılında da Muğla Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde göreve başladım. 2014 yılından itibaren müdür olarak göreve devam etmekteyim. Muğla İHL okulumuzun tarihi ile ilgili biraz bilgi verir misiniz? Kuruluşu, güncel öğrenci öğretmen sayıları, fiziki şartları, derslik, bina vb. kapasitesi nelerdir? Okulumuz, Muğla İmam Hatip adı ile 4 yıl orta kısım, 3 yıl lise kısmı olmak üzere 7 yıllık öğretim süreli olarak 01.10.1969 tarihinde Muğla Merkez Şeyh Camii avlusunda eskiden Erkek Kur’an Kursu olarak kullanılan bugünkü Kız Kur’an Kursu binasında hizmete başlamıştır. 75 Öğrencisi ile tedrisata başlayan İmam Hatip Okulu, öğrenci talebinin artması üzerine 1969 1970 yılı sonunda Muğla Merkez Cumhuriyet İlkokulu’nun bahçesinde bulunan Ticaret Lisesi’nden boşaltılan barakalara taşınmıştır. 1970-1971 eğitim öğretim yılına barakalarda başlayan İmam Hatip Okulu 8. 51 MUĞLA ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ MUĞLA HALK KÜLTÜRÜNÜN DEĞERLER EĞİTİMİ AÇISINDAN İNCELENMESİ Burak ALTAŞ,Halit ÖZSOY Danışman Öğretmen:Hanife YABANLI SAYGI SEVGİ Bilmece Örneği Atasözü Örneği (Altınsoy, H. İ. 2004) (Altınsoy, H. İ. 2004) Tekerleme Örneği Bilmece Örneği Ne keser gibi ol Hep bana hep bana Ne rende gibi ol Hep sana hep sana Olursan testere gibi ol Bir sana bir bana Aç gurt kırk fırın dele Delese gide ekmekle İki gönül birlik olusa Samandan olu döşekle Mini mini mantar Gabarır kalkar Ustası gelince Boynunu kırkar KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI ADALET Küçüccük bir kutudu Bütün dünya yurdudu Hep gonuşu dinlimez Mayası ilim yoğurdu. KİŞİLER ARASI İLİŞKİLER Deyim Örneği Ebih ende nahal laf. (O nasıl söz, bundan hiç haberim yoktu) (Altınsoy, H. İ., 2004) (Altınsoy, H. İ., 2004) (ÇINAR, A. A. 2007) DÜRÜSTLÜK 1994’te Anadolu bölümü ile Anadolu İmam Hatip Lisesi açılmıştır. 28 Şubat sürecinde kapatılan orta kısımları 2012 yılında tekrar açılmıştır. Halen İmam hatip Ortaokulu ile İmam Hatip Lisesi aynı binada öğrenimlerine devam etmektedirler. 2016-2017 eğitim öğretim yılına yaklaşık 325 lise ve 125 ortaokul olmak üzere 450 civarında öğrenci ile başlayacaktır. Okulumuz 19 derslikli olup derslik sıkıntısı vardır. Okulumuzun kız ve erkek olarak ayırma çalışmaları devam etmektedir. Okulumuzun öğrenciler için sağladığı sosyal imkânlardan bahseder misiniz? Okulumuzun binası 1970li yıllardan kalma olduğu için günümüz eğitim şartlarına göre yetersiz kalmaktadır. Spor ve çok amaçlı salonların olması gerekirken bu imkânlardan yararlanılmıyor. Bu tür aktiviteleri diğer kurumlardan sağlıyoruz. Müftülük, İl Gençlik Merkezleri vb. kurumlar gibi. 52 Okulumuz ve öğrencilerimiz bölgenin en büyük İHL kurumu. Bu size nasıl bir misyon yüklüyor, ne tür eğitsel, sosyal çalışmalar yapıyorsunuz? Okulumuz ilimizin ilk İmam Hatip Lisesi olması hasebiyle ilk mezunlarını verdiği 1976 yılından beri birçok mezun vermiştir. Değişik meslek dallarında birçok mezunlarımız bulunmaktadır. Bu mezunlarımızın bulunduğu konum bizleri bulunduğumuz yerin daha üzerinde olmayı gerektiriyor. Bize misyon olarak her yıl daha iyiye ulaşmayı aşılamaktadır. Bu amaçla öğrencilerimizi hem mesleki hem de sosyal alanda daha etkin olabilmeleri için kültürel ve sportif faaliyetlere önem vermekteyiz. Okulumuz 2014 Yılında İzmir’de yapılan DOESEF bilimsel proje yarışmasında “Bitkilerden Kâğıt Üretimi” projesiyle dördüncü oldu. 2015 öğretim yılında da “Kültür Balıkçılığının Atık Sularından Tarımda Faydalanılması”, “Suyun Arıtılmasında Çam Kozalağının, Yaprağının ve Kabuklarından Yararlanma” adlı iki projemiz İstanbul İNSPO proje yarışmalarına katılmış olup birinci projemiz Kenya’da yapılacak Uluslararası “GOLDEN CLİMATA” proje yarışmasında ülkemizi temsil edecek. İkinci projemiz de Tunus’ta yapılacak uluslararası “ATAST” proje yarışmasında ülkemizi temsil edecektir. Bir projemiz de TÜBİTAK proje yarışmasında Ege bölge üçüncüsü olmuştur. Okulumuzun bu yıl ve önümüzdeki yıllar içinde bilimsel proje çalışmaları devam etmektedir. İHL kurumlarında bundan 15-20 yıl öncesine göre büyük bir değişim göze çarpıyor. Sizin döneminizle bugünü kıyasladığınızda neler gözlemliyorsunuz? Yeni eğitim öğretim yılı münasebetiyle öğrencilerimize, öğretmen ve idarecilerimize, tüm İHL camiamıza mesajlarınızı alabilir miyiz? Göreve başlayalı yaklaşık iki yıl oldu. Bu dönemde okul pansiyonunda ve okulda fiziki anlamda iyileştirmelere gidildi. Öğrenci pansiyonunda sosyal alan açısında büyük iyileştirmeler yapıldı. Asıl değişim eğitim alanında olmaya başladı. Öğrencilerimizin bilimsel ve kültürel alandaki yarışmalara iştirakiyle Yeni Eğitim öğretim Yılında tüm öğrenci, öğretmen, idareci ve yardımcı personelimize hayırlı olmasını dilerken daha başarılı bir yıl geçirmeyi temenni ediyorum. (USLU, M., 1978) KUYRUKSUZ TİLKİ Bakalım nineciğin masalına: Köyün birinde çok fakir bir kadıncağız varmış, Onun da bir ineciği varmış. İneğinin sütünü satarak geçimini sağlarmış. Bir gün sağdığı sütü kurnaz tilki içivermiş. Kadıncağız da öfkelenmiş, tilkinin kuyruğunu tahra ile kesmiş. Kuyruksuz kalan tilki meşe ağacına yalvarmış: “Meşe ağacı meşe ağacı bana dallarından bir kucak ver de, yaşlı kadına vereyim. Oda sığırına versin, sığır da ona süt versin, bende kuyruğumu geri alayım” demiş. Meşe iyi kalpli, yardımsever bir ağaçmış. Dallarından yeteri kadar tilkiye vermiş. Tilkide dalları sığıra vermiş. Bunu gören yaşlı kadın tilkinin kuyruğunu geri vermiş. Tilkiyle yaşlı kadıncağız barışmışlar. Masal demişler buna Güle güle okumalı Tadından tatmalı Kardeşlerimize de; Ballandıra ballandıra Anlatmalı. (DİRLİK, Ü. Ş. 2005) Öneriler: Projenin Amacı: Bu araştırmada Muğla’nın halk kültüründeki değerlerin (atasözleri, deyimler, bilmeceler, tekerlemeler, çocuk oyunları, maniler, türküler, efsaneler ve masallar) ortaya konulması amaçlanmıştır. Projenin Yöntemi: Bu çalışma nitel bir çalışma olup tarama modelinde yapılmıştır. Tarama modeli geçmişte ya da günümüzde var olan bir durumu var olduğu şekliyle betimlemeyi amaçlayan araştırma yaklaşımlarıdır. Araştırmada öncelikle konu ile ilgili eserler ve bu eserlerin bulunduğu kütüphaneler (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Kütüphanesi, Muğla İl Halk Kütüphanesi, Google Akademik) belirlenmiş ve uygun kaynaklar temin edilmiştir. Kaynak taramalarında Muğla halk kültürü alanında çalışmalarının olduğu gözlemlenilen Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi sayın Prof. Dr. Mehmet Naci Önal ile görüşmeler yapılarak fikir alışverişinde bulunulmuştur. Muğla halk kültürüne ait eserler (masal, atasözü, deyim, efsane, mani, bilmece, tekerleme, türkü, çocuk oyunları) kaynak taraması ile tek tek incelenmiş, bu incelenen eserlerin hangi değere karşılık geldiği çözümlenerek ortaya konulmuştur. *Değerler eğitimi, ayrı bir ders olarak okutulmalı ve bu derse ait ayrı bir eğitim programı hazırlanmalıdır. *Her şehrin kültürel değerleri de yine ders kapsamında okutulup, öğrencilere tanıtılmalıdır. Ne yazık ki öğrencilerimizin çoğu yaşadıkları şehirleri tanımamaktadırlar. *Çalışmamızda Muğla’mıza ait kültürel değerlerin sınırlı bir kısmı birer örnekle incelenmiştir. Farklı değerlerle bu incelemeler genişletilebilir. Kaynaklar: Altınsoy, H. İ. (2004) Muğla Manileri, ÇELİK Ü., KURT İ.(2012) Fethiye Türküleri, ÇINAR, A. A. (2007) Muğla ve Çevresi Sözlü Kültürü ve Toplumsal Değerleri, DİRLİK, Ü. Ş.(1996) , Fethiye Bilmeceleri, DİRLİK, Ü. Ş.(2005) Masallarımız, ÖNAL, M. N., (2005) Muğla Efsaneleri, ÖNAL, M. N., (2007) Muğla Manilerinde Günlük Yaşam, ŞAHİN, R. (2002) Fethiye Dili ve Deyimleri, USLU M, (1978) Bodrum Türküleri Manileri, Tekerlemeleri ve Marşlar, UYGUN, S. (2013) Değerler Eğitimi Program Tasarılarının Değerlendirilmesi (Antalya Örneği), YAZICI, K. (2006). Değerler Eğitimi’ne Genel Bir Bakış, GÜÇLÜ, M.(2015) Türkiye’de Değerler Eğitimi Konusunda Yapılan Araştırmalar KÜLTÜR BALIKÇILIĞI ATIK SULARININ TARIMDA KULLANILABİLİRLİĞİNİN ARAŞTIRMASI Yusuf Salih GÜLLÜ, Ömer Faruk TAŞ Danışman: Banu SAHRANÇ Giriş A TI BS E BE OR DER Su ürünleri yetiştiricilik tesislerinin çevreye etkileri incelendiğinde en büyük rolü, yem ve yeme bağlı atıkların oynadığı görülmektedir. Üretim işletmelerinde balık türü göz önüne alınmaksızın suya bırakılan atıklar başlıca üç grup altında toplanabilir. Bunlar: 1‐Tüketilmeyen yemler 2‐ Sindirilemeyen yem bileşenleri 3‐ Çözünmüş boşaltım ürünleridir Su zamanla bu üç etki altında kirlenir. BALIK ATIK LA R IY LA Nİ TR A Yüzyılımızın en önemli sorunlarından biri kullanılabilir su miktarının ve kalitesinin azalması ve su kıtlığıdır. Nüfus artışına bağlı olarak gelişen hızlı ve plansız kentleşme, sanayileşme, yoğun tarım faaliyetleri, yanlış arazi kullanımları ve küresel ısınma bu durumun temel sebebidir. Ancak asıl sorun, alternatifi olmayan doğal bir kaynak olan suyun daha planlı ve ekonomik kullanılması, su kaynaklarını tehdit eden sorunların belirlenmesi ve önlenmesi, su ve suya bağlı ekosistemlerin korunması, sürdürülebilir bir ekonomik büyümenin sağlanması, vb. hedeflerle geliştirilen “su kaynakları yönetimi” ile ilgilidir Akuaponik Sistem Nedir En temel düzeyde akuaponik sistem, hidroponik (toprak olmadan suda bitki yetiştirme)ile su ürünleri yetiştiriciliğinin (akuakültür - balık yetiştiriciliği) entegre bir sistemde birleştirilmesi olarak tanımlanabilir. Akuakültürde kirlenen su, hidroponik sistemde yetişen ürünlere, sistemi tıkayacak partiküller filtrelenip gönderilerek, bitkinin ihtiyaç duyduğu hayati besin maddelerini almasına, aynı zamanda akuakültürde yetişen canlıların suyunun temizlenerek kapalı devre simbiyotikyaşamın oluşmasını sağlar. Yöntem Akuaponik sistemin hazırlanması için gerekli olan materyallerin listesi çıkarıldı. Bunlar; *1 adet 300 lt fiber tank *Filtrasyon için bir miktar zeolit *1 adet su basma motoru (tanktan saksıya su basmak için ) *6 adet Tilapia (Oreochromis mossambicus) balığı *15 adet Pırasa (Allium ampeloprasum var. Porrum(L.) J.Gay) bitkisi *Strafor 60,00 Nitrat, Sıcaklık, %Ç.O. Ölçümleri 8,0 7,5 50,00 7,0 6,5 45,00 6,0 40,00 5,5 *Bu çalışmada pırasa bitkisinin 7 günde hasada gelmiş olması akuaponik sistemde kısa sürede bitki üretiminin yapılabileceği anlaşılmıştır. Aynı zamanda bitki yetiştiriciliği açısından Nitrit, Nitrat, Fosfat oranlarının oldukça uygun olması sistemin uygulanabilirliğini ortaya çıkarmıştır. *Bu çalışma akuaponik sistemlerin su ürünleri işletmelerine entegrasyonu ile bitkisel üretim yapılabileceğini göstermiştir. Aynı zamanda balık atıklarının doğal yöntemlerle ortadan kaldırılarak bitki yetiştiriciliğinde kullanılabilirliğine açıklık getirmiştir.Böylelikle çevre dostu bir sistem ortaya çıkarılmış ve uygulanabilirliği kanıtlanmıştır. 5,0 35,00 4,5 30,00 4,0 25,00 3,5 3,0 20,00 2,5 15,00 2,0 1,5 10,00 1,0 5,00 0,00 Başlangıç T.%Ç.O 42,90 S.%Ç.O 42,90 T. Sıcaklık 23,5 S. Sıcaklık 23,5 T. Nitrat 29,0 S. Nitrat 29,0 Nitrit, Fosfat Ve Amonyak Ölçümleri 8,5 55,00 R KARI I ÇI Milli Eğitim Şurası’nda alınan bir karar gereğince ortaokula dayalı hale getirilerek orta kısımları kapatılmış ve lisesi 4 yıla çıkartılarak 1971-1972 yılından itibaren İmam Hatip Lisesi olarak değiştirilmiştir. Daha sonra pansiyon binası ve tatbikat camii yapılarak kullanıma sunulmuştur. Güverte de gezer iken, aman gunduram kaydı İpekli mandilimi, aman özger(örüzger) aldı Çakır da gözlü Güssün'ümü, kerkez Gaymakam aldı Burası da Aspat değil Halil'im, aman Bitez yalısı Ciyerime ateş saldı, amman gurşun yarası Oyun açık alanda erkek çocuklar tarafından en az 2 yada 3 kişi tarafından oynanır. Zeminin çivi sapalanacak kadar ıslak olması gerekir. Ortaya “Y” harfi çizilir. Oyuna ilk başlayan oyuncu “Y” harfinin yukarı bakan kollarının en üst noktasından aşağıya doğru gidebilecek şekilde çiviyi saplar. Çiviyi harfin çizgilerine en yakın şekilde saplamaya çalışırlar ki diğer oyuncuların işi zorlaşsın (Amaç bir diğerini hapsetmektir.) Birinci oyuncu çiviyi her seferinde en son sapladığı noktadan daha aşağıya doğru ama çizgiye değdirmeden saplamalıdır. Çiviyi sapladığı noktalar her seferinde sırayla birleştirilir. Oyuncu yanıncaya kadar harfin etrafında çiviyi saplamaya devam eder. Yanınca sıra diğer oyuncuya gelir. İkinci oyuncu oyuna birinci oyuncunun başladığı noktadan ama daha soldan yani birinci oyuncunun çizdiği çizgiyle “Y” harfinin çizgileri arasındaki alandan başlamak zorundadır. Bu alana saplayamazsa yanar. O da diğer çizgilere isabet ettirirse yanar. Yanıncaya kadar harfin etrafını dolaşır ve çiviyi sapladığı tüm noktaları birleştirir. Yanınca oyun sıradaki oyuncuya geçer. “Y” harfinin etrafını en çabuk kim dolaşırsa oyunu o kazanır. (ÇINAR, A. A. 2007) Ğ YA ON Okulumuzun katıldığı etkinlikler ve yarışmalardaki başarılarından bahseder misiniz? Masal Örneği ÇİVİ Çökertmeden çıktım da Halil'im, aman basım selamet Bitez de yalısına varmadan Halil'im, aman koptu kıyamet Arkadeşim İbram Çavış Allahına emanet Burası da aspat değil Halil'im, aman Bitez Yalısı Ciyerime ateş saldı amman gurşun yarası AM 2016-2017 eğitim ve öğretim yılında sosyal ve kültürel alanda değişik çalışmalar planlıyoruz. İmam Hatip liseleri arasında yapılan kültürel yarışmalara hazırlanmak, diğer yandan geçen yıllarda bilimsel yarışmalarda yaptığımız ve kazandığımız başarıları daha ileriye götürmek, öğrencilerin sosyal yönlerini geliştirmek için çeşitli panel, söyleşi, tanıtım günleri, geziler, kamplar düzenlemek istiyoruz. Çocuk Oyunları Örneği Türkü Örneği ÇÖKERTME ŞAHİDİ İLE R Yeni eğitim yılında eğitsel ve sosyal anlamda yeni projeler ve kurumsal çalışmalarınız olacak mı? 2016-2017 hedefleriniz neler? SORUMLULUK VATANSEVERLİK Efsane Örneği Şahidi’nin anne ve babası niyetlenip hacca gitmişler. İstanbul’a varmışlar. Bir başka varyanta göre de Şam’a varmışla. Çocuk emzikliymiş. Diğer rivayete göre Şahidi yolda dünyaya gelir. Fakir bir aileye rastlamışlar. Bu çocuğu yani Şahidi’yi bu fakir aileye emanet etmişler. Kalkıp hacca gitmişler. Şahidi yoksulluk içindeki ailenin evine girince, bolluk olmuş. Çok darlık gördük, Allah bolluk verdi bu çocuk sayesinde, diye sevinmişler. Bu çocuğu vermeyelim, diye düşünmüşler. Çocuğun ana babası hacdan dönmüş. Aile, onlara bir çocuk vermiş. Babası bakmış: “Bu bizim çocuk değil” demiş. “Yok, katiyen bırakmayız” derken bunlar mahkemelik olmuşlar. Kadı demiş ki: “Sen nereden ispat edeceksin kendi çocuğun olduğunu?” Babası: “Benim çocuğum şahitliğini kendi yapar, sorun kadı efendi çocuk kundağın içinde” demiş. Kadı: “Çocuk kimsin, şahadet yapar mısın?” demiş. Çocuk: 1- “Ben Muğlalıyım, şahadetimi kendim yaparım” 2- “Ben şahitlik yaparım. Menteşeliyim, Muğlalıyım” demiş. 3- “Parmağı ile babasını göstermiş”. Şaşırmışlar: “Allah Allah kundaktaki çocuk aşk olsun, konuştu” demişler ve çocuğu babasına BİTK bu alanda hatırı sayılır başarılar elde edilmiştir. Bu konuda çalışmalar devam etmektedir. Üniversiteye yerleşen öğrencilerimizin sayıları arttı. İlahiyat fakültelerine yerleşenler çoğunlukta iken son yıllarda değişik fakültelere gidenler çoğaldı. Uzun yıllardan sonra bu yıl hukuk fakültesine iki öğrenci yerleştirdik. İleride bu öğrencilerin sayılarının artmasını bekliyoruz. YARDIMLAŞMA VE YARDIMSEVERLİK DEĞERİ 0,5 1.Hafta 53,30 50,50 23,5 23,6 24,5 25,6 2.Hafta 46,50 45,00 24,1 24,3 36,8 42,0 3.Hafta 58,30 54,60 22,5 22,5 58,5 59,0 0,0 Başlangıç T. Tuzluluk 0,29 S. Tuzluluk 0,29 T. pH 8,30 S. pH 8,30 T. Ç.O.(mg/L) 3,61 S. Ç.O.(mg/L) 3,61 4.Hafta 48,10 50,00 20,2 20,3 54,6 57,4 5,8 5,6 5,4 5,2 5,0 4,8 4,6 4,4 4,2 4,0 3,8 3,6 3,4 3,2 3,0 2,8 2,6 2,4 2,2 2,0 1,8 1,6 1,4 1,2 1,0 0,8 0,6 0,4 0,2 0,0 Başlangıç T. Nitrit 2,36 S. Nitrit 2,36 T. Fosfat 4,09 S. Fosfat 4,09 T. Amonyak 1,19 S. Amonyak 1,19 2.Hafta 0,29 0,29 7,73 7,53 3,89 3,76 1.Hafta 0,26 0,29 7,73 7,53 3,89 3,76 3.Hafta 0,30 0,27 7,44 7,42 5,04 4,68 4.Hafta 0,37 0,39 6,09 6,21 4,35 4,47 Nitrit, Fosfot Ve Amonyak Ölçümleri *Akuaponik sistemlerin su ürünleri işletmelerinde kurulması su kaynaklarının yönetimine ve su kalitesinin iyileşmesine katkı sağlayacaktır. Bununla birlikte su tüketimini minimize ederek üretimin verimliliğinin artırılmasına olanak sağlayacaktır. *Aynı zamanda bu sistemler küçük bir alanda büyük kapasiteli üretim yapılmasını ve tek bir sistemde çift yönlü üretim yapılarak birçok üretim faktöründen tasarruf edilmesini sağlayacaktır. KAYNAKÇA 1.Hafta 2,49 2,51 4,33 3,23 0,20 0,07 2.Hafta 0,14 0,15 3,03 2,94 0,13 0,16 3.Hafta 0,06 0,06 5,10 5,57 0,18 0,11 Atar, H. H.,&Alçiçek, Z. (2009). Su ürünleri sektöründe sürdürülebilirlik.Biyoloji Bilimleri Araştırma Dergisi, 2(2), 35-40. Ayık, Ö.,Atamanalp, M., Kocaman, M., Kocaman, B., 2006. Sapaca Deresi (Erzurum, Uzundere)Üzerinde kurulan alabalık üretim çiftliklerinin dere suyu ve çevreye etkileri üzerine bir Araştırma. 1. Balıklandırma ve Rezervuar Yönetimi Sempozyumu, 7‐9‐ Şubat 2006, Antalya:501‐507. Bayraktar, K., 1970. Sebze Yetiştirme „Kültür Sebzeleri‟. E.Ü.Zir.Fak., Cilt 2, Yayın No: 169, İzmir. BİLEN, S., & SEZEN, Y. i. AZOT, FOSFOR ve POTASYUM. Fox,R.L.;S.K.Datta;I.M.Wang, 1965. PhosphorusandAluminumUptakebyPlantsFromLotosols in RelationtoLiming Trans, gthInLCongr. SoilSci., 4,595-603. Gül ve ark., 2003. ”Ülkemiz seracılığına uygun topraksız yetiştirme sistemlerinin geliştirilmesi üzerinde araştırmalar”. Türkiye IV. Ulusal Bahçe Bitkileri Kongresi, 416-418. Gül, A., 2005. Bahçe Bitkileri Tarımında Çevre Dostu Üretim Teknikleri. Meta Basım, 140s, İzmir. 4.Hafta 0,06 0,06 5,54 4,05 0,33 0,33 MUĞLA ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ SUDAKİ KROMUN ARITIMINDA KIZILÇAM KOZALAĞI, KABUĞU VE YAPRAĞININ KULLANIMI Danışman: Hanife YABANLI Özet: Bu çalışmada içerisinde standart krom çözeltisi olan 2 litrelik kaplara parçalanmış kızılçam kozalağı, kabuğu ve yaprağı ayrı ayrı konulmuştur. 11 gün süren çalışmada 4, 7 ve 11. günlerde deney grupları ile kontrol grubundaki krom konsantrasyonları spektrofotometrik yöntemle ölçülmüştür. Deney sonunda en fazla krom arıtımının 7. günde kızılçam kozalağı grubunda olduğu (%12.06) belirlenmiştir. Bu çalışma ile organik bitkisel materyaller kullanılarak sudaki ağır metaller gibi tehlikeli kimyasal atıkların çevre dostu, ekonomik ve az iş gücü ile arıtılabilmesinin mümkün olduğu ön görülmüştür. Bulgular 11 gün süren çalışmada kontrol ve deney gruplarının çözeltilerinin absorbansları spektrofotometre ile 4. 7. ve 11. günlerde ölçülmüş ve ardından hazırlanan kalibrasyon eğrisinden krom konsantrasyonları hesaplanmıştır. Deneyde 80 mg/L (ppm)’lik krom çözeltisi kullanılmasının sebebi Carlos ve diğerleri (2001) tarafından kağıt endüstrisi çıkış sularında 80 ppm civarında krom olduğunun belirtilmesidir. Muğla ili sınırları içerisinde Dalaman ilçesinde bir kağıt fabrikası bulunmaktadır. Öğrenci: Yusuf Gümüş Yöntem 1.Kullanılan bitkisel materyaller Bu çalışmada kullanılan bitkisel materyaller kızılçam kozalağı, yaprağı ve kabuğudur. Deneyde yararlanılan kızılçam materyalleri Muğla il merkezinden elde edilmiştir. Kozalak örneklerinin olgun yaprakların da kurumuş olmasına dikkat edilmiştir. 2. Kullanılan kimyasal maddeler Bu çalışmada Cr6+çözeltisi için K2Cr2O7 (Merck 104864), 1.5difenilkarbazid çözeltisi için de 1.5difenilkarbazid (Merck 103091), H2SO4 (Merck 109072) ve aseton (Merck 100014) kullanılmıştır. 3. Cr6+çözeltisininhazırlanması 80 mg L-1’lik (ppm) Cr6+ çözeltisi için, K2Cr2O7 tuzundan hazırlanmıştır. Sonuç ve Tartışma Sonuç olarak özellikle kızılçam kozalağının kromun arıtılmasında kızılçam kabuk ve yaprağına göre daha etkili olduğu tespit edilmiştir. Tüm deney gruplarında kullanılan materyallerinin parçacık boyutları küçültülerek daha fazla absorpsiyon yüzeyi elde edilebilir ve daha verimli krom arıtımı sağlanabilir. Kızılçamdan elde edilen biyomateryaller özellikle kâğıt endüstrisi atıklarındaki kromun ekonomik, çevre dostu ve iş gücü düşük şekilde arıtımında etkili olarak kullanılabilirler. Elde edilen sonuçlar Tablo 1’de gösterilmiştir. Tablo 1. Tespit edilen krom konsantrasyonları. Stok Çözelti Kozalak Yaprak Grubu Kabuk Grubu 4.Gün 80,06 7.Gün 80,02 70,95 72,14 77,07 11.Gün 80,03 78,97 76,75 79,64 75,02 79,98 79,64 Deney sonuçlarına göre en fazla krom arıtımı tüm deney grupları için 7. günde gerçekleşmiştir. Daha sonra tüm bitkisel materyaller absorbe ettikleri kromu tekrar içinde bulundukları ortama vermişlerdir yani desorpsiyon olayı gerçekleşmiştir. Kromu en fazla oranda absorbe eden materyal ise kozalak grubu olmuştur bunu sırasıyla yaprak ve kabuk grupları izlemiştir. En başarılı absorpsiyonun olduğu 4. gün için % Absorsiyon oranları, kızılçam kozalağı için %11,33, yaprak için%9,85 ve kabuk için de %3,69 olarak belirlenmiştir. Kaynakça Aksoy, S. (2008) Farklı Boy Gruplarında FitoplanktonikOrganizmalar Kullanılarak Atıksulardan Cr6+Biyosorpsiyonu. Yüksek Lisans Tezi, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mühendislik ve Fen Bilimleri Enstitüsü, Gebze, 76s. Atilla, P. (2009) Mısır’ın Cr(VI) Biriktirme Kapasitesinin Araştırılması, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Çevre Mühendisliği Anabilim Dalı, Adana, 65s. Carlos, C.,Jesus, C.G., Silvia, D., Felix, G.C., Herminia, L.T., Juan Carlos, T.G. ve Rafael, M.S. (2001) Interactions of ChromiumwithMicroorganismsandPlants. FEMS Microbiol. Rev, 25: 335-347. Çavuşoğlu, K., Kılıç, S. ve Kılıç, M. (2009) EffectsofLead (Pb) PollutionCausedbyVehicles on TheAnatomy of Pine (PinusNigraArn. Subsp. Pallasiana)andCedar (CedrusLibani A. Rich.) Leaves, BioDiCon, 2(3): 92-98. Gupta, V. K.,Gupta, M. ve Sharma, S. (2001) Process Development fortheRemoval of LeadandChromiumfromAqueous Solutions Using RedMud-an AluminiumIndustryWaste, Wat. Res., 35 (5): 1125-1134. Kahvecioğlu, Ö., Kartal, G., Güven, A. ve Timur, S.(2003) Metallerin Çevresel Etkileri-I, İTÜ Metalurji ve Malzeme Mühendisligi Bölümü. Kimbrough, D. E.,Cohen, Y., Winer, A. M., Creelman, L. ve Mabuni, C. A. (1999) Critical Assessment of Chromium in the Environment, Crit. Rev. Env. Sci. Thecnol., 29 (1) :1-46. Malkoç, E. ve Nuhoğlu, Y. (2006) Palamut Meşesi (Quercus İthaburensis) Atığı İle Sabit Yataklı Kolonda Cr(VI) Biyosorpsiyonu(Cr(VI)BiosorptionbyWasteAcorn of QuercusIthaburensıs in FıxedBeds),DEÜ Mühendislik Fakültesi Fen ve Mühendislik Dergisi, 8 (2) : 31-45. McGrath, S.P. ve Smith, S. (1990) Chromiumand Nickel,125-150,Alloway, B.J.,HeavyMetals in Soils, Wiley, New York, 363s. Sağlam, N. ve Cihangir, N. (1995) Ağır Metallerin Biyolojik Süreçlerle Biyosorpsiyonu Çalışmaları, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 11: 157-161. Türkman A., Aslan Ş.ve Ege İ. (2001) Doğal ZeolitlerleAtıksulardan Kurşun Giderimi (LeadRemovalfromWastewatersby Natural Zeolıtes), DEÜ Mühendislik Fakültesi Fen ve Mühendislik Dergisi, 3 (2): 13-19. Yılmazer, P. (2006) Sulu Ortamlardan Ağır Metallerin Mikroorganizmalar Yoluyla Giderimi, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara, 155s. Yücel, E. Hatipoğlu A., Sözen E. ve Güner T. Ş. (2008) TheEffects of TheLead (PbCl2) on Mitotic Cell Division of Anatolian Black Pine (Pinusnigrassp. pallasiana), BioDiCon, 1 (2): 124-129. 53 DEFTER İsa GÖKGEDİK Tarih şuurumuza dair birkaç kelâm T arih denilince akla gelen “geçmiş” ya da “arkada/geride kalan şey”dir genellikle. Teknik olarak bu durumun doğruluğuna bir şey denemez belki ama içinde bulunduğumuz zamanın öncesiyle arasını keskin bir çizgiyle ayırmak ne derece doğrudur. Tarih işi mahzâ “olmuş bitmiş”le mi alakalıdır? Bunun tahkikatını meseleye daha yakından bakarak yapmamız gerekecektir. Zira “dün”, “şimdi” ve “yarın”ın birbiriyle ilişkisi ve nasıl bir keyfiyet arz ettiği hakkında kendi yaşamımıza baktığımızda dahi birtakım fikirler elde edebiliriz. İnsanoğlunun başından geçen olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bunların sebep ve sonuçlarını, birbirleriyle olan ilişki ve bağlantılarını inceleyen ilim olarak tarif edebiliyoruz tarihi. Geçmişimiz, köklerimiz, ecdadımız, yapıp ettiklerimiz, yapamayıp bıraktıklarımız, inşa ettiklerimiz, kurduklarımız, yetiştirdiklerimiz, adım attığımız yerler, adımızın geçtiği yerler hep tarihimizi ifade eder aslında. Ama yalnızca geride bıraktığımız izler değil gelecek için kurduğumuz hayaller, ileriye dönük hedeflerimiz, ufka doğru bakışlarımız da henüz değilse bile elbet bir gün tarihimiz olacaktır. Peki, şuur nedir ki acaba? Her ne kadar anlayış, kavrayış, idrak yahut bilinç olarak tek kelimeyle karşılanmaya çalışılsa da “insanın kendini bilmesi ve bununla birlikte içinde yaşadığı zamandan ve mekândan haberdar olabilme melekesidir” diyebiliriz şuur için. Buradan hareketle şuurun aslında “bir şeyi tam manasıyla anlamak” demek olduğu sonucuna varıyoruz. Geçmiş zamanda meydana gelmiş her hadise, bunu biz yaşamış olalım veya olmayalım insanoğlu 54 için sonraki hayatını anlamlandırma ve yorumlamada vazgeçilmez bir zenginliktir. Herkes tarafından istifade edilen bu zenginliğin bize katkısı doğrudan olduğu kadar dolaylı da olabilir. Kur’an-ı Kerim’de “And olsun ki, onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır.” (Yusuf, 111) buyrularak dikkat çekilmesi gereken noktaya vurgu yapılmaktadır. Kur’an-ı Kerîm’in neredeyse yarısının tarihi mahiyetteki ayetlerden müteşekkil olması ve çoğunun tarihi hadiselere ayrılması da Kur’an’ın bu konuya verdiği ehemmiyete bir işarettir. Tevhid inancına sahip kimselerin dosdoğru yola ulaşmasını sağlayan Kur’an-ı Kerim kıssaları insanlığın tarihini bir bütün halinde ele alarak Müslümanların dünya tarihine yönelmelerini sağlamıştır. Hangi konuda olursa olsun mahzâ çıkar gözeten faydacı yaklaşımların sakıncalarından bahsetmeye gerek bile yok. Fakat yukarıdaki ayet minvalinde bir tavır takınmak suretiyle tarihten bizim hissemize düşenleri arayıp bulmak lazımdır. Çünkü geçmişini bilerek insanın kendisini keşfetmesini, bulunduğu konumu fark edebilmesini sağlar tarih. Tarihin konuları insan ve zaman; kahramanı ise tek başına insan olduğuna göre o halde zaman var olduğu müddetçe tarih de var olacaktır. Belki zaman içerisinde fiziki, maddi ve çevresel açıdan geçmiş devirlere göre bir değişiklik yahut farklılıktan bahsedilebilir. İmkân ve gelişmişlik bakımından da asırlara göre fert ve toplumlarda seviye farkları olması tabiidir. Fakat tarihi olayların cereyanında başrolü oynayan insan unsuru, sebepler/muharrikler, harici faktörler, olayların mantığı ve süreci gibi noktalar değişmez bir yapı arz etmektedir, ya da en azından ciddi benzerlikler göstermektedir. Nitekim “Allah’ın öteden beri işleyip duran kanunu (budur). Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.” (Fetih, 23) şeklinde buyrulan ayet-i kerimede de aynı nokta üstünde durulmaktadır. İşte bu sayede birbirini anımsatan hadiseler yahut bazı noktalara vurgu yaparak belli bir çerçevede dönüp duran olaylar sayesinde asıl meseleye dikkat kesilebiliriz. Zaten Kur’an-ı Kerim’de kıssaların belli bir kronoloji çerçevesinde verilmeyişi, gereksiz detaylardan kaçınılması, tek bir bütün halinde sunulmayışı ve hatta bazen tekrar etmesi belli maksatlarla takip edilmiş bir metottur. Bu maksatlardan biri ise muhataplarının lüzumsuz noktalara takılmadan asıl kendisini vermesi gerektiği şeye odaklanmasıdır. ne olduğunu ve neler yapabileceğini de gösterir. Bu yüzden bize düşen en mühim vazifelerden biri kişisel bilincin ve kimliğin oluşmasında önemli bir görev üstlenen tarihi iyi okumak, yeniden okumaktır. Bir toplumun genç, zinde ve diri kalabilmesi, harekete geçme ve aksiyon gösterebilme kabiliyeti tarih sayesindedir. Hele ki tarihi yanlış öğretilmiş toplumlar için tarih bir yargı ve test vasıtasıdır ki tarih bilinci sayesinde geçmişini doğru bir şekilde kontrol edebilsin. Ve bu kontrol sayesinde yeni atılımlara kalkabilsin ya da en azından kendi varlığını konumlandırabilsin. Ama hepsinden öte bizim için tarih şuuru demek öğrenmek, bilmek, farkında olmak demek. Nur dağındaki vahyi kılavuz edinip hicreti hayatımızın esası kabul etmek; Hudeybiye’de ölüm kalım için biatlaşıp geri dönmemeyi göze almak, Bedir’de meleklerle savaşmak; Mekke’yi fethederken savaşmadan şehre girebilmek demek. Tarih ancak milletler Tarih ancak milletler vasıtasıyla var olabilmiştir. O yüzden milvasıtasıyla var let olabilmek ile tarih şuurunun olabilmiştir. O yüzden idraki arasında doğru bir orantıdan bahsedebiliriz. Peki, millet millet olabilmek olabilmiş topluluklar mı tarih ve ile tarih şuurunun şuuruna sahiptir yoksa bu bilinç mi o insanları millet seviyesine idraki arasında ulaştırmıştır? İşte bu noktada doğru bir orantıdan daha yeni ahirete uğurladığımız, Raşid Halifelerimizin kumandaOsmanlı tarihçiliğinde yeni disipbahsedebiliriz. sında kıtalar fethetmek, denizlin ve perspektifler geliştirerek lere açılmak demek; Hz. Ali gibi Avrupa merkezci tarih anlayışını yiğitlik ile müsemmâ olmak desarsan, ömrünün sonuna dek mek. Doksan yaşında müjdeye titizliği ve çalışkanlığı ile örneknail olabilmek için surlara dayanmak demek Hz. lik teşkil eden İnalcık “Tarih bir milletin şuurudur.” EbûEyyûb el-Ensârî gibi. Dünyanın kalbi İstanbul’u ifadesiyle neyin önce geldiğini, neyin sebep neyin fethetmek için rüyalara dalmak, düşler kurmak demüsebbep olduğunu izah etmektedir. Yani tarih ğil uykularımızın kaçması demek Fatih Sultan Mehferdî ve şahsî yönünün yanında toplumsal hafızamed Han gibi. yı temsil etmesi bakımından ictimaî ve kollektif bir yapıya da sahiptir. Şuur olgusunun en çok devreye Bosna’da hayatını imanı için siper etmek; Afrika’da girdiği noktanın da bu “birlik” çerçevesi olduğunu vatansız kalmak, esir olmak; Doğu Türkistan’da İssöyleyebiliriz nitekim. lam’ı elinde bir kor gibi tutmak; Filistin’de özgürlüğe susamak demek. Müslümanın tarih şuuru Tarih bilmek kendini bilmektir. Kendini bilmek indemek medeniyet kurabilmek demek; geçmişe sanın ne yapabileceğini bilmesi demektir. Tarih bakarak önümüzü görebilmek; kimliğimizi kaybetbize insanlığın ne yaptığından bahseder, böylece memek demek. 55 Yazar Metin Karabaşoğlu’nun katılımıyla “Peygamberimizin (s.a.v.) Bir Günü” başlıklı söyleşi ve imza programı düzenledik. K O N F E R A N S L A R I METİN KARABAŞOĞLU M İ H D E R 19 SÖYLEŞİ & İMZA E KiM C U M A SAAT: 19:30 Peygamberimizin 03 04 Faaliyetlerimizin Bazıları 2012 Mayıs ayında kurulan Muğla İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği (MİHDER) olarak ilk yıllarda güzel çalışmalar yapmışken, sonradan ortaya çıkan bazı durumlardan dolayı dernek faaliyetleri maalesef azalmıştı. Bu yeni eğitim-öğretim yılı itibariyle yine aktif bir döneme girip, güzel ve faydalı işler yapmak istiyoruz. (s.a.v.) facebook.com/Mihder2012 twitter.com/mihder_mugla mihder.blogspot.com w w w . m i h d e r . o r g YER: MUĞLA İL ÖZEL İDARE KONFERANS SALONU Eğitimci-Yazar Doç.Dr. Halit Ertuğrul’un “Aile ve Gençlik Eğitimi” başlıklı söyleşi ve imza programı düzenledik. 02 Cuma İletișim: 23 - 0532 490 45 M. Furkan Gümüș 381 14 31 Çövüt - 0505 Mehmet Șinasi 23 - 0534 332 08 Bayram Bulut 13 - 0505 822 13 Ayhan Balcı Muğla İmam Bayram Bulut Muğla Șube Bașkanı Ensar Vakfı Șube Bașkanı Ayhan Balcı Cemiyeti Muğla Kendini Arayan Adam ve Düzceli Mehmet başta olmak üzere birçok bilinen kitapların yazarı Düzenleyen ne, iyoruz. ve Pilav Günü Bayramlașma ızı ve Gönüldașlarımızı Bekl Tüm Dostlarım Çövüt Müdürü Mehmet Șinasi Hatip Lisesi Okul Y a z a r Doç. Dr. Halit Ertuğrul K a t ı l ı m BULUSMA MİHDER Bașkanı - E ğ i t i m c i 302Ka0sım 12 05 Gümüș Muhammet Furkan EGiTiMi Muğla İl Öze Konferans l İdaresi Salonu Okul tanıtım broşürü hazırladık. Muğla İmam Hatip Lisesi bahçesinde “Büyük Buluşma; Bayramlaşma ve Pilav Günü” düzenlendik. Konfera ns ve İmza Gününe Davet AiLE VE GENÇLiK Saat: 19 :00 Kurulduğumuzdan itibaren yaptığımız bazı çalışma ve etkinlikleri bu sayfadan inceleyebilirsiniz. 01 Bir Günü 06 Ü c r e t s i z d i r T.C. MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI MUĞLA İMAM HATİP LİSESİ www.muglaihl.m eb.k12.tr İletişim: 0252 214 12 53 www.mihder.or g facebook .com/Mihder2012 İlahiyatçı-Yazar Ömer Döngeloğlu Hocamızın konuşmacı olarak katıldığı “Peygamberimizin (SAV) Dostları” başlıklı konferans ve imza programı düzenledik. Kurşunlu Camii’nde İstanbul Süleymaniye Camii İmam Hatibi Ekrem Nalbant Hocanın katıldığı “MİHDER Akşam ve Yatsı Namazı ile Kur’an Ziyafeti Programı”nı düzenledik. ında namaz yatsı bulusalım 28 ŞUBAT PERŞEMBE MUĞLA MERKEZ KURŞUNLU CAMİİ YATSI EZANI SAATİ: 19.22 YATSI NAMAZI VE KUR'AN ZİYAFETİ PROGRAMI İstanbul Süleymaniye Camii İmam Hatibi Hafız Ekrem Nalbant Hocamızın kıldıracağı Yatsı Namazı ile sonrasında gerçekleştireceğimiz Kur’an-ı Kerim Tilaveti programımıza teşriflerinizi bekleriz.. MİHDER (Muğla İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği) İlim Yayma TOS AĞUS SAAT 13:00 SALI RAMAZAN BAYRAMI MUĞLA İMAM www.mihder.org 56 İlim Yayma Cemiyeti Muğla Şubesi ÜÇÜNCÜ GÜNÜ HATİP LİSESİ BAHÇESİ Muğla Şubesi MUĞLA İL MÜFTÜLÜĞÜ www.mihder.org 57 “Sırat-ı Müstakim’de Bir Şair ve İstiklal Kahramanı M.Akif Ersoy Fotoğraf Sergisi”ni Kurşunlu Camii bahçesinde açtık. 07 08 Sırat-ı Müstakim'de Bir Şair ve İstiklal Kahramanı MEHMET AKİF ERSOY İstiklal Marşı'mızın kabulünün 92. yılı ve 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi'nin 98. yıldönümü dolayısıyla düzenlediğimiz Sırat-ı Müstakim'de Bir Şair ve İstiklal Kahramanı Mehmet Akif Ersoy başlıklı fotoğraf sergimize teşriflerinizden onur duyarız. Üstad Mehmet Akif Ersoy'un hayatı, mücadelesi, düşünceleri ve eserlerinden kesitlerin yer aldığı sergimize tüm halkımız davetlidir. MİHDER Muğla MÜSİAD Hanımlar Komisyonu Muğla İl Milli Eğitim Müdürlüğü 14 MART PERŞEMBE 13 30 . YER:KURŞUNLU CAMii YANI Sergi 14-21 Mart tarihleri arasında devam edecektir. MUĞLA ŞUBESİ “Her Öğrenciye Bir Kur’an-ı Kerim Kampanyası” düzenleyerek; 2013 Mayıs sonunda Merkez İmam Hatip ile Ula, Yatağan, Köyceğiz, Dalaman, Ortaca, Marmaris İlçe İmam Hatip Okullarındaki öğrencilerimizin her birine Kur’an-ı Kerim hediye ettik. MUĞLA İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ BİLGİ İÇİN: www.mihder.org facebook.com/mihdermugla facebook.com/musiad48 (0252) 213 21 00 “Sizin en hayırlınız Kur’an-ı Kerim’i öğrenen ve öğreteninizdir.” (Hadis-i Şerif) HER ÖĞRENCİYE BİR KUR’AN-I KERİM KAMPANYASI 11 12 MİHDER olarak ilk planda 500 Kur’an-ı Kerim temin etmek üzere başlattığımız “Her Öğrenciye Bir Kur’an-ı Kerim Kampanyası” kapsamında Kur’an-ı Kerim’leri almamız için maddi destek verebilir, isterseniz Kur’an-ı Kerim alıp bize ulaştırabilirsiniz. Kampanyadan sağlanan bağışlarla başta Muğla Merkez İmam Hatip Okulu’ndaki öğrenciler olmak üzere, çevre ilçelerde yeni açılan İmam Hatip Okulları’ndaki öğrencilere de Kur’an-ı Kerim’ler ulaştırılacaktır. Hayat yolunda yüce kitabımız Kur'an her daim rehberimiz olsun. Kampanyamıza katılıp, öğrencilerimize destek olmak ve ayrıntılı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz. Muhammet Furkan Gümüş MİHDER Başkanı (Muğla İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği) İrtibat İçin: Abdullah Talha Arslan – 0506 274 4391 Emin Özler – 0553 253 9119 Hacer Uslu – 0506 368 5014 MİHDER olarak, üzerinde Ömer Muhtar, Malcom X, Aliyaİzzetbegoviç, Cahit Zarifoğlu ve Necip Fazıl’ın resimlerinin yer aldığı rozetler yaptırarak öğrencilere hediye ettik. Muğla Merkez Kapalı Spor Salonu’nda “Büyük Türkiye Hedefine Karşı Oynanan Oyunlar - İslam Dünyası ve Türkiye” başlıklı konferans ve konser programı düzenledik. Abdurrahman Dilipak ve Cihangir İşbilir’in konuşma yaptığı, Grup Yürüyüş’ün ezgi-marşlar seslendirdiği programda aynı zamanda Suriye için Kermes düzenledik. www.mihder.org 09 10 58 MİHDER Ziyaretleri kapsamında Muğla’daki İmam Hatip’e büyük hizmetleri olmuş değerli büyüklerimizi evlerinde ziyaret ettik.. Hz.Peygamber ve İnsan Onuru, Yusuf’un Üç Gömleği, Ölümsüz Müdafaa, Ensar Neşriyat’ın Kur’an-ı Kerim’e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi, Cevdet Said’in Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları, Erdem Beyazıt, Cahit Zarifoğlu, Nuri Pakdil, Rasim Özdenören’in kitapları dahil olmak üzere yüzlerce kitabı öğrencilerimize hediye ettik. 13 14 ÖNDER, TÜRGEV, Ensar Vakfı, İlim Yayma Vakfı ve İlim Yayma Cemiyeti’nin İstanbul’da düzenlediği 100.Yılında İmam Hatip Liseleri Uluslararası Sempozyumu’na MİHDER olarak katılım sağladık. ÖNDER Genel Başkanı Dr. Hüseyin Korkut’u ÖNDER Genel Merkezi’nde ziyaret ettik. 59 Muğla İl Milli Eğitim Müdürlüğü Rehberlik ve Araştırma Merkezi Konferans Salonu’nda bayanlara özel “Bir Çığır Öyküsüdür; Şule Yüksel Şenler” başlıklı Yazar Demet Tezcan’ın katılımıyla bir söyleşi ve imza programı düzenledik. 15 16 17 Muğla Sivil Toplum Kuruluşları Platformu çatısı altında Mısır Halkına ve Muhammed Mursi’ye Destek Mitingi’ne destek verdik. Muğla Birlik ve Beraberlik Platformu’nun Suriye’li kardeşlerimiz için Muğla Elele Kampanyasına destek olduk. MİHDER üyeleri, öğrenci ve mezunlarımızla bir araya geliyoruz. “Sevgili Peygamberimize Yolculuk” adlı siyer kitabını, Merkez Menteşe İmam Hatip Ortaokulu olmak üzere Yatağan, Dalaman, Ortaca, Köyceğiz İmam Hatip Ortaokul 1.Sınıf öğrencilerine hediye ettik. 18 19 20 MİHDER olarak 20 Nisan 2016’da Muğla Valimiz Sayın Amir Çiçek’e nezaket ziyaretinde bulunarak, bazı projelerimiz hakkında görüştük. Okulumuzun 21 Nisan 2016 tarihinde okul bahçesinde düzenlediği Kutlu Doğum Programında MİHDER olarak Hasan Aycın’ın 40 Hadis 40 Çizgi Sergisi’ni açtık. S E R G İ / E X H I B I T I O N HADİS/HADITH ÇİZGİ/CARTOON HASAN AYCIN HADİS/HADITH 60 ÇİZGİ/CARTOON Muğla İl Müftülüğü facebook /mihdermugla Muğla İl Müftülüğü 61 MEZUNLARIMIZ İ M A M H A T İ P L İ S E S İ Yrd.Doç.Dr. Resul ÇATALBAŞ Mutlu AKYOL Aslen Muğla Yatağanlı olan Çatalbaş, 1981’de Çankırı’da doğdu. İlköğrenimine Muş Bulanık’ta başladıktan sonra memleketi Muğla’da devam etti. Ortaokulu Muğla İHL’de (1995) lise öğrenimini Denizli İHL’de (1999) tamamladı. 1978 yılında Aydın Bozdoğan İlçesinde doğdu. Ortaokul ve Lise öğrenimini Devlet Parasız Yatılı olarak Muğla İmam Hatip Lisesinde 1995 senesinde tamamladıktan sonra aynı yıl girdiği Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünden 2000 yılında mezun oldu. 2005 yılında girdiği Mülki İdare Amirliği Mesleğinde Trabzon-Tonya, Trabzon-Maçka, Afyonkarahisar-Kızılören, Burdur-Kemer, Erzurum Şenkaya Kaymakamlıkları ile Bingöl Vali Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Halen Uşak-Sivaslı Kaymakamı olarak görev yapmakta olup evli ve 3 kız çocuğu babasıdır. 2003’te Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu ve aynı yıl Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Dinler Tarihi alanında lisansüstü eğitimine başladı. 2006’da Yüksek Lisans eğitimini ve 2011 yılında doktorasını tamamladı. 2012’de Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünü bitirdi. Meslek hayatına 2004 yılında Erzurum’da öğretmen olarak başladıktan sonra Ankara, Çorum, Karaman ve Şanlıurfa’da görev yaptı. 2010 yılında Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi’ne Araştırma Görevlisi olarak atandı. 2011’de aynı fakültede Yrd. Doç. Dr. unvanını aldı. 2014 yılında Erasmus programı kapsamında gittiği Polonya/Wroclaw’daki Evangelical School of Theology’de ders verdi. Aynı yıl YÖK bursu ile doktora sonrası araştırma yapmak üzere Amerika’daki Temple Üniversitesi’ne 3 aylık süre ile gitti. Halen Bozok Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Dinler Tarihi Anabilim Dalı’nda Öğretim Üyesi olarak görev yapan Çatalbaş, evli ve 2 çocuk babasıdır. Çatalbaş’ın Majestleri’nin Kilisesi (2014) ve Radikal Reformistler: Hıristiyanlıkta Anabaptist Hareket (2015) adlı kitaplarının yanı sıra çeşitli dergilerde yayımlanmış bilimsel çeviri ve makaleleri bulunmaktadır. 62 M U Ğ L A Özgür ASLAN 1980 yılında Köyceğiz Otmanlar Köyünde doğdu. 1991 yılında Dalaman Narlı köyünde ilkokulu, Denizli’nin Acıpayam ilçesinde 1995 yılında hafızlığı 1998 yılında da İmam Hatip Ortaokulu bitirdi. 2002 yılında Muğla Anadolu İmam Hatip Lisesi ve 2010 yılında Dokuz Eylül İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 2003-2007 yıllarında Milas, 2007-2014 yıllarında İzmir Bornova ilçesinde Din görevlisi olarak çalıştı. 2014 yılında Denizli Beyağaç vaizliğine başladı ve 2016 Ekim ayı itibariyle Acıpayam’a vaiz olarak atandı. Muğla İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği MİHDER Başkan Yardımcısı olan Özgür Aslan, DEÜ Tefsir Anabilim Dalında Yüksek lisansına devam etmekte, evli iki çocuk sahibidir. İsa GÖKGEDİK Ramazan AKKIR Ula ilçesine bağlı Kıra, nâm-ı diğer Oyri Köyü’nde tahsil hayatına başlayan İsa Gökgedik, 2002 yılında Muğla Anadolu İmam-Hatip Lisesi’nde eğitimine devam etti. 2006 yılındaki mezuniyetin ardından İlahiyat Ön Lisansı başarıyla bitirdi. Dikey Geçiş Sınavı’yla İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne başladı ve 2011’de mezun oldu. Aynı sene Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İslam Tarihi Anabilim Dalı’nda yüksek lisansa kabul edildi ve bu arada Dumlupınar Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne araştırma görevlisi olarak atandı. Muğla İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği MİHDER Yönetim Kurulu Üyesi olan İsa Gökgedik; hâlihazırda 2015 yılında başladığı aynı alandaki doktora eğitimine devam etmekte olup Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde araştırma görevliliği vazifesini sürdürmektedir. 1979 yılında Muğla/Köyceğiz’de doğan Ramazan Akkır, 1991 ile 1997 yılları arasında Muğla Merkez İmam Hatip Lisesinde okumuştur. İmam-Hatip Ortaokulu ve Lisesini yatılı olarak okuyan Akkır, 2003’te Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun olmuştur. 2007 yılında “Türkiye’de Din ve Muhafazakârlık: Turgut Özal Örneği” adlı teziyle, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisansını, 2016’da da “Cumhuriyet Halk Partisi’nin Din Politikaları ve Kendi Tabanının Bakışı” adlı teziyle, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde doktorasını tamamladı. 2012 yılında Bağcılar Belediye Başkanı Lokman Çağırıcı’nın da metin yazarlığı yapan Akkır, Yeni Şafak, Star, Radikal, Milli Gazete gibi farklı yayın organlarında yazılar yazdı. 2010 yılından itibaren Milat gazetesinde köşe yazarlığı yapan Akkır’ın, “Türkiye’de Muhafazakârlık” ve “17-25 Aralık’tan 15 Temmuz’a FETÖ” adıyla yayımlanmış iki kitabı bulunmaktadır. 63 KA M PI GE NÇ LİK Çin bizim, Hicaz bizim, Hindistan bizimdir. Biz Müslümanız, bütün dünya bizimdir. Adımızı yeryüzüne silinmez izlerle kazıdık Sinemizde tevhid emaneti saklıdır. Dünya mabedlerinde Allah’ın ilk evi Kâbe Biz onun hizmetkârı o bizim bekçimizdir Biz kılıçların gölgesinde yetiştik Hilalin hançeri bizim alametimizdir Bir zamanlar bu seli hiç kimse durduramazdı Batı vadileri ezanımızla çınlardı Zulümden asla mı asla korkmayız biz ey dünya Sayende yüzlerce defa zorluklarla sınandık Ey Endülüs’ün gül bahçesi hatırlar mısın Dallarında yuva kurduğumuz o günleri Ey Dicle dalgası, bizi sen de tanırsın Mahzun çağlayışların hala öykümüzü anlatır Uğrunda can verdiğimiz ey kutlu toprağımız Hala damarında dolaşıyor kanımız Bu kutlu kervanın başı o sevgilidir İkbal’in namesi uykudan uyandıran bir çağrıdır Yalnız Allah adına ayarlıdır hayatımız İşte yeniden yola koyuluyor kervanımız M İH DE R Dünya Bizimdir MUHAMMED İKBAL Ayrıntılar için web sitesi ve sosyal medya sayfalarımızı takip edebilirsiniz.. www.mihder.org 64 mihdermugla YENİ SÖYLEŞİ DİZİSİ YAKINDA a r a l t u n o k i k Hayalinizde . . . n u l o p i h sa İNŞ. TAAH. SAN. İÇ ve DIŞ TİC. LTD. ŞTİ. İskele Mah. 96 Sok. No: 5/2 Datça/MUĞLA 0542 798 4806 - 0506 274 4391 www.ozeyminsaat.com