Gençlik - MİHDER

advertisement
MİHDER
Muğla İmam Hatip Lisesi
Mezunları ve Mensupları
Derneği yayınıdır.
Yıl 1 Sayı 1
Ekim 2016
Ücretsizdir
Gençlik:
Diriliş bilincinde
ümmetin
ön safında
SEÇKİN İSLÂM KLASİKLERİ
SEÇKİN İSLÂM KLASİKLERİ
Yıl 1 Sayı 1 Ekim 2016
Röportaj: ÖNDER Genel Başkanı
Halit BEKİROĞLU
İmanı, Heyecanı,Kimliği ve Hedefleriyle
GENÇ ADAM
Röportaj: Muğla İHL Müdürü
Ramazan TORAMAN
26
30
51
02
03
04
06
10
12
14
18
20
24
34
36
36
40
42
48
54
56
62
Başkan’dan
Sen Değilmisin o?
İslam’ı Parçalamak ve Çoğul Okuma
Kudüs Seni Çağırıyor
Diriliş Beyannamesi
İmam Hatip Okullarımızın Kuruluşunun
65. Yılı Kutlu Olsun
Nasıl Bir Gençlik?
Gölgesi İslam Coğrafyasına Düşen Bir
Dağ Gibiydi
Cevdet Said’i Tanıyabilmek
Hayat ve Kavram
İmam Hatip Liseleri İçin Önder’in
Tavsiye Ettiği 100 Ktap
İmam Hatip Ortaokulları İçin Önder’in
Tavsiye Ettiği 100 Ktap
Dini İçin Yaşayan Bir Topluluk: AMİŞLER
Gençlik, Sezai Karakoç ve
15 Temmuz Ruhu
Kerim Abdul Cabbar:
Amerika’da Müslüman Olmak
Resûlüllah’ın Yanında
Sadık Bir Şekilde Duranlar
Tarih Şuurumuza Dair Birkaç Kelâm
MİHDER Faaliyetleri
Mezunlarımız
Yayın Sahibi: Muğla İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği
Yayın Yönetmeni: Muhammet Furkan GÜMÜŞ
Editör: İsa GÖKGEDİK
Yayın Kurulu: A.Talha ARSLAN / Özgür ASLAN
Emin ÖZLER / Ramazan AKKIR
Grafik Tasarım: İhsan ÇANAKCI
Baskı: Yazmat Ofset Matbaacılık
www.iz.com.tr • [email protected] •
facebook.com/izyayincilik •
twitter.com/izyayincilik •
instagram.com/izyayincilik •
youtube.com/izyayincilik
MİHDER
Muğla İmam Hatip Lisesi Mezunları ve
Mensupları Derneği’nin yayınıdır.
www.iz.com.tr • [email protected] •
facebook.com/izyayincilik •
twitter.com/izyayincilik •
instagram.com/izyayincilik •
youtube.com/izyayincilik
Kurşunlu Caddesi Girgin İşhanı Kat 2 No: 27
Menteşe (Merkez) 48800 / Muğla - Türkiye
Tel: 0532 727 04 99 [email protected]
www.mihder.org - [email protected] - [email protected]
mihdermugla
BAŞKAN’DAN
Sen değil misin o?
Gözüm,
Sancağı daha
yükseğe
taşımak
için…
Kıymetli arkadaşlarımız, iman ve Kur’an davasının,
İmam Hatip sevdasının gayretli neferleri, sizleri
Muğla İmam Hatip Mensupları ve Mezunları Derneği’mizin (MİHDER) yayını olan Sancak Dergimizin ilk
sayısıyla selamlıyoruz.
Binlerce yıllık kadim medeniyetimizin temel harcı,
mayası İslam’dır, Kur’an’dır, Hz.Peygamber ahlakıdır. Bizi bugün dünyanın zirvesine taşıyan, bu
yüksek ahlakla şekillenen medeniyetimiz, değerlerimizdir. İşte bu topraklarda bu büyük medeniyetin
gelişmesinin yegâne kaynağı da tarihten bu güne
inanç ve imanla yoğrulmuş, Kur’an ve Peygamber
sevgisiyle davasına baş koymuş inançlı nesillerdir.
İmam Hatip nesli, kötülüğe karşı iyiyi, zulme karşı adaleti, insanlığa merhameti dert edinmiştir. Bu
nesil kuvvetini önce Allah’tan, sonra milletinden almıştır ve almaya da devam edecektir. Bugün daha
da büyüyen, eğitimin modern imkânlarıyla donanan İmam Hatip okullarımızda ülkesinin geleceği
için çalışan, milli manevi değerlerine sahip çıkan
yeni nesiller yetişiyor.
MİHDER olarak İmam Hatip neslinde bu bilinci
yaşatmak, milletin bize emaneti olan İmam Hatip
okullarımızın taşıdığı mukaddes bayrağı daha da
yükseltmek gayesiyle hazırladığımız Sancak dergimizi sizlerle paylaşıyoruz. Yakın zamanda MİHDER
çatısı altında Gençlik Kampı, MİHDER Gençlik Spor
Kulübü ve Aynı Sırayı Paylaşanlar Söyleşi Dizisi başta
olmak üzere faaliyetlerimize hız kazandıracağız.
Muğla İmam Hatip Lisesi’nin tüm idareci, eğitimci,
öğrenci ve mezunlarının desteğiyle hazırladığımız
Sancak dergimizin, sonraki sayılarında hem öğretmenlerimiz hem de öğrencilerimizin katkılarıyla
daha da zenginleşeceğine inanıyoruz. Dergimizde
yer almasını istediğiniz yazı, haber, yorum ve dosya
gibi her türlü içerik için bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Dergimize destek veren Küre, Pınar, Düşün, İlke,
Hayat ve İz Yayınları ile Ziya Er, Seyitnur Gün ve
Yılmaz Göçer’e kalbi şükranlarımızı iletiriz.
Etrafına bakıyorsun da, sen değil misin o?
Sen yani, acı çekse de, canı yansa da her zaman
hakkı söylemek, hakkı konuşmak zorunda olan
Müslüman?
Sen değil misin o?
Bu dünyada, fitne yeryüzünden silininceye kadar,
savaşmak ve kavga etmekle görevlendirilen?
Sen değil misin o?
Bu dünyada kim olursa olsun, mazlumdan yana,
kim olursa olsun zalime karşı dimdik durması
gereken onurlu Müslüman?
Sen değil misin o?
Kendisinin, ailesinin, çocuklarının aleyhine de olsa,
adaletten yana tavır alması gereken adil Müslüman?
Sen değil misin o?
Yol arkadaşına, dava arkadaşına, Müslüman
kardeşine, dostuna asla ama asla ihanet etmemesi
gereken?
Sen değil misin o?
Geceleri soğuk, rutubetli öğrenci evlerinde masum
hayallerle uyuyan ve bir gün, bu dünyada ezilen tüm
insanların hesabını sormaya yemin eden?
Sen değil misin o?
Çocukluğunda babasından Filistin davasını,
anasından başörtüsü zulmünü, dedesinden
Sarıkamış hikayelerini dinleyen ve bir gün tüm
bunlar için kavga vermek için yemin eden?
Sen değil misin o?
Öğrenci harçlığı ile geçinen ama yine de Somali’ye,
Afganistan’a, Filistin’e yardım eden, para gönderen,
infak eden?
Sen değil misin o?
Beyazıt’ta polis dayağı yerken, sorgularda titrerken,
fişlenmiş ve dışlanmışken bile, asla davandan
vazgeçmeyeceğini haykıran?
Sen değil misin o?
Sabıkalı olduğun için iş bulamayan, tüm kapılar
yüzüne kapanan, kirasını ödeyemeyen ve
borçla çocuk büyüten ama yine de tevekkülden
vazgeçmeyen?
Sen değil misin, baldırı çıplakların başlattığı davanın
son temsilcisi?
Sen değil misin, merhamet ve sevgi abidesi
Peygamber’in (sav) neferi?
Sen değil misin, emin, adil, dürüst olmasıyla
düşmanını bile kendine hayran bırakan
Peygamber’in ümmeti?
Sen değil misin, Ebuzer gibi serdengeçti, Ömer
gibi adil, Ebubekir gibi eli açık, Ali gibi ilmin kapısı
olacak?
Sen değil misin gözüm?
Tüm bunlar senin için değil miydi?
Ve sen, o ağır yükü yüklenmeye aday olmuş,
meydana çıkmış, söz vermiş insan, sen değil miydin?
Peki bu halin nicedir?
Sen değil misin o?
Hesap verecek olan sen değil misin yoksa iki
gözüm?
Adalet, Hürriyet ve İttihad-ı İslam bayrağını daha da
yükseklere hep birlikte taşıyabilmek temennisiyle…
Muhammet Furkan Gümüş
MİHDER Başkanı
Ali Nur Kutlu
3
MAKALE
Prof.Dr. Ergün YILDIRIM
İslam’ı parçalamak
ve çoğul okuma
N
İslamlar içinde bir türlü bir araya gelmeleri mümkün
e kadar çok İslam var!.. Post-modern İsolmayacak bir Müslümanlık tahayyülü üretiliyor.
lam, Protestan İslam, Şii İslam, Sünni İsBuna karşın Batılı sosyologlardan “İngiliz Hristiyanlam, gösterişçi İslam, plaza İslam’ı, Kürt
lığı” ya da “Fransız Hristiyanlığı” diye bir kavram
İslamcılar, Türk İslamcılar, feminist İslam…
duymuyoruz. Oysa bizim sosyologlar ve ilahiyatçılar
Tam bir şizofreni durumudur bu. Nihilist terörizmle
bu parçalayıcı okumaya koşuyorlar adeta.
karşı karşıyayız. Çünkü bu okumalar dini kaygan,
parçalı, belirsiz, sonsuz yorumlar,
İslam’ı böyle okumanın çoğulele avuca sığmayan önermeler
culukla ilgili olmadığını düşüve özden yoksun açıklamalara
nüyorum. İslam, özünde tektir.
Bugün İslam
yol veren bir paradigma içinde
Allah’ın dini İslam, bir tanedir.
ele alıyorlar. En namussuz soru
toplumları
Kur’an’da va’z edilen, Hz. Muda “hangi İslam?” sorusudur.
hammed ile gönderilen din,
paramparça.
Aslında bu sorularla İslam pabirdir. Bunun önüne hiçbir sıfat
ramparça ediliyor, MüslümanBunun nedeni
eklenemez. Öz, temelde her zaların kaotik ve değişen dünya
dini
algılamalarda
man birdir. Değişmezdir, mutlakiçinde değişmeyen öz ilkelerini
tır. Bundan dolayı bütün olgusal,
kaybetmeleri arzulanıyor. Müsnihilist ve anarşist
nesnel ve beşeri dünyanın ötelümanların kafası karışık, ruhları
kültürlerin
sindedir. İslam’ın vahiyle gelen
parçalanmış, kimlikleri dağılmış
bir din olması bunu açıkça izhar
ve dünya görüşlerinden mahrum
yayılarak artan
eder. Peki o zaman neden bu kakalmış bohem, nihilist, şizofren
nüfuzlarıdır.
dar tarikat, mezhep, meşrep vs.
ve trans-varlıklar haline gelmeleortaya çıktı?
rinin dili üretiliyor.
Bu yaklaşımlar büyük ölçüde Batı düşüncesinin nihilist, post-modern, anarşist teorilerinden besleniyor.
Burada İslamiyet, modernitenin tekil hakikatine karşı özgürleşme çabasında olan post modernlik ve nihilizm arayışlarıyla okunuyor. Böylece bu kadar çok
4
İslam bizim bilincimizde ve dünyanın nesnel gerçekliğinde yorumlandığı zaman farklı yaklaşımlar
olarak ortaya çıkar. Ancak bu yaklaşımlar hiçbir
zaman eşittir İslam olmaz. Sadece İslamın yorumu,
yansıması ve açıklamasıdır. Bundan dolayı mezhep-
ler, tarikatlar ve meşrepler İslam adını kullanmadılar.
Hanefi, Hanbeli, Nakşilik, Kadirilik isimlerini tercih
ettiler. Çünkü bunlar İslam’dan ilham alarak ortaya
çıkan beşeri bilinç ve beşeri nesnel varlığın ortaya
koyduğu tecrübelerdi. Örneğin sudaki çubuğun
kırık gözükmesi çubuğun bulunduğu ortam ile ilgili. Yoksa ne çubuk kırıktır ne de bizim bilincimiz
çubuğu kırık görmektedir. İslam da çeşitli tarihler,
sosyolojiler ve coğrafyalar içinde çeşitli yorumlara
dönüşebiliyor. Buna İslam’ın çoğulcu perspektifi diyoruz. İslam dininin yeryüzünde ilham verdiği
ilimlerin, ekollerin ve düşüncelerin çoğul var oluşları
anlatılıyor. Ancak bu çoğulculuk bizzat dinin özünde meydana gelmemektedir.
İmam-ı Azam İslamı demiyoruz, Hanefilik diyoruz.
Mezhebin kişi adıyla anıldığı bir durum ortaya çıkıyor. Aynı şey tarikatlar için de geçerli. Nakşibend
Hazretleri’nin adından mülhem Nakşilik deniyor,
Abdülkadir Geylani’nin adından mülhem olarak da
Kadirilik. Ama yine de Nakşilik İslamı ya da Kadirilik
İslamı demiyoruz. İslam geleneğinde bu terkipler
kullanılmadı. Bütün bunlar İslam’ın belli şahısların,
ekollerin ve sosyolojilerin çerçevesinde yaşama aktarılması, yorumlanması ve sistemleştirilmesidir.
Öz’ün (tek hakikat İslam) hayata geçirilme çabasıdır.
Bugün İslam toplumları paramparça. Bunun nedeni
dini algılamalarda nihilist ve anarşist kültürlerin yayılarak artan nüfuzlarıdır. Osmanlı’nın parçalanma şafağında ortaya çıkan İttihat-ı İslam (İslamlaşma hareketi ve düşüncesi) bile bugün ırklar, milliyetçilikler
ve ideolojiler etrafında parçalanmaya davet ediliyor.
Bunun son örneği Türkiye’de geliştirilen Türk İslamcılığı ve Kürt İslamcılığı ayırımıdır. Halbuki yeniden
İttihat-ı İslam düşüncesine ve ruhuna ihtiyacımız
vardır. İslam’ı kavme, ırka, ideolojiye, mezheplere indirgeyen ve bunları İslam’a sıfat yapan bütün
tutumlardan uzak durmalıyız. İslamiyet’in tek/özsel
şemsiyesi altında toplanmalıyız.
Parçalanmadan, şizofreniden kurtulmanın yolu budur.
Kudüs
seni çagırıyor
Mücahit CİVRİZ
A
llah’ın insanları doğru yola iletmeleri
için görevlendirdiği Peygamberlerin hak
mücadelesi verdiği, Peygamberimizin
miraç hadisesinin gerçekleştiği, Müslümanların ilk Kıblesi, ikinci Mescidi, üçüncü Haremi
olan Mescid-i Aksa’yı içinde barındıran mübarek
ve mukaddes şehir; Kudüs’teyiz.
İnsanlık tarihi kadar eski bir şehir olan Kudüs, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Davud, Musa, Süleyman, Harun, İsa Peygamberin (hepsine binlerce
selam olsun) tebliğ görevini yürüttükleri, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s) yeryüzünden semaya kutsal yolculuğuna ev sahipliği yapan, Hazreti Ömer ve Selahattin Eyyubi’nin fetih ruhunun
alınan her nefeste hissedildiği, Osmanlının nakış
nakış vurduğu mühre şahit olabildiğiniz ve Osmanlının bu diyarı terk edişinden beri Müslüman
kalplerin kendisine yönelmesini, taşları üzerinde
insanların özgürce ve pür neşe hareket etmesini
bekleyen kutsal bir belde burası.
Kudüs’ün her yeri tarih, her yeri kadim medeniyetin bir nişanı adeta. Ama biz Mescid-i Aksa’ya
bir an önce ulaşabilmenin heyecanını taşıyoruz
sînelerimizde. Kudüs’ün sokaklarından yüzyıllar
öncesine tarihî bir seyahat ediyormuş ve uyanmak
istemeyeceğiniz bir rüyada imişsiniz gibi yoğun bir
his girdabıyla yöneliyoruz Mescid-i Aksa’ya. Girince Mescid-i Aksa bahçesine, buranın her zerresi ile
size “Hoş Geldiniz” diye mukabele ettiğine, zeytin
ve selvi ağaçlarının gelişinize mukabele edercesine
dallarını salladığına şahit oluyorsunuz. Hele o taşlar… Evet konuşan o taşlar… Gözünüzün ve yüreğinizin hasretine bir an önce son vermek için sanki
yürüyen bir merdivende koşuyormuşsunuz hissi
uyandıran taşlar… Hani Şair buraları görmeden
diyordu ya, “Yürü kardeşim ayaklarına bir Aksa
gücü gelsin” diye! O gücü tüm bedeninizde hissettiren o taşlara basmaya kıyamadan koşar adım
giriyorsunuz bu girdaba. İşgal altındaki bu beldede
boynu bükük, kolu kırık, mahzun bir şekilde karşılanacağınızı tahmin ediyorsanız yanılıyorsunuz;
sanılanın aksine tüm ihtişamı ile karşılıyor sizi bu
mübarek mekân.
Kudüs; Gücümüzün Sembolü
Bir Şehirdir
Kudüs, o toprakları ellerinde bulunduranların gücünün bir sembolü ve buralarda yaşanan işgal ve
sıkıntılar, ne sadece Arapların ne de sadece Filistinlilerin meselesi aslında. Nuri PAKDİL, “Kudüs sevilmedikçe insanlığa girilmez” diyordu. Peki soruyu
Müslümanlık için sorsak! Kudüs sevgisini, aşkını
yeniden yeşertemezsek gönüllerimiz ve düşünce
ufkumuzda, nice olur halimiz? Bu beldenin aziz ve
pak hatırasına dönük ihanetler, ruhuna yapılan tecavüzler karşısındaki duruşumuz ve tepkimiz peki?
Cahit Zarifoğlu; “Filistin bir sınav kâğıdı her mümin kulun önünde” diyordu ve bu sınav Osmanlı’nın bu coğrafyadan terk-i diyarından beri devam
etmekte. Peki sonuçlarına dair bir cevabımız var
6
mı? Kudüs bugün kimlerin elinde ve kimin gücüne
şahitlik ediyor, düşünülmesi gereken bir konudur
bu aslında.
Yürek haritamızda Kudüs mevziisinin hali nasıl bu
asırda? Her inananın yüreğinde Kudüs sevdası var
mı acaba? Gönlümüzde yer almıyorsa Kudüs, gönlümüz kimler tarafından işgal altındadır hiç düşündük mü? Bakınız Kudüs ve İslam tarihine; Kudüs
aslında bayraktarıdır bu hâkimiyetin! Ne zaman bu
belde esirdir, inananlar da esirdir bu dünya sürgününde.
“Sarılış ve Kopuş”u Yeniden Değerlendirilmeliyiz
Osmanlı Devletinin yıkılmasının ardından elimizde
kalan son kara parçasına sımsıkı “sarılışımız”, belki
de bir zorunluluktu. Ancak bu “sarılış”, beraberinde bir “kopuşu” da getiriyordu. Oluşturulan yapay
algı ile artık bizler “Türk’ten başka dostu olmayan
/ kalmayan” ve “bazı Araplar tarafından arkadan
hançerlenen” bir millet olmuştuk ve bu topraklar
elimizde tutabildiğimiz son kara parçaları idi. Bu
sarılma ile tarihi köklerimiz, gönül bağlarımız, can
damarlarımızla birlikte bu bilinç de sökülüp atılmaya çalışıldı ve bunda büyük ölçüde de başarı
sağlandı. Belki de hepsinden önemlisi, ufkumuz
daraltılarak karanlık zindanlarda müebbet bir hapse atıldı.
Hâlbuki yaşanan tüm bu savruluşlara rağmen biliyor ve inanıyoruz ki; Türkiye sadece Edirne’den
Karsa, Sinop’tan Mersin’e bir harita değil. Olmadı,
olamazdı. Türkiye; Mekke, Medine ve Kudüs, Bağdat ve Şam, Üsküp ve Saraybosna, Semerkant ve
Buhara da demek. Bu toprakların ve coğrafyanın
7
hafızası, duymak istemesek de, bize bunu haykırıyor. Bu gerçekliğe kulak tıkamaz, gözlerimizi kapamaz isek, yıkılanın bir imparatorluk değil; yakıp
yıkılan ve yok edilmeye çalışılanın ortak bir hafıza
ve ufuk olduğunu görmemiz gerekir.
Kudüs Yalnız Bırakılmamalı, Zira;
İsrail Kudüs’ü yahudileştirmek ve Mescid-i Aksa’yı
yıkarak Süleyman Mabedini inşa etmek istemekte. Bunu başarabilmek için de sistematik bir tecrit
politikası uyguluyor.
2002 yılında yapımına başlanan “Utanç
Duvarı” ile şehirlerarasında bağlantılar
kesiliyor, Mescid-i
Aksa civarında yer
alan müslüman yerleşim yerleri yıkılıyor,
insanlar zorla yurtlarından / evlerinden
ediliyor. Direnen halka ise çeşitli fiziksel
ve psikolojik yıldırma
teknikleri ile müdahale edilirken, evlerini satın almak için milyonlarca dolar paralar teklif
ediyor. O nedenle maddi destekler ile bu topraklara sahip çıkılması ve ziyaretler ile varlığımızın orda
gösterilmesi büyük önem arz ediyor.
İçine kapanan Bir
Türkiye uzun yıllar
doğu sınırının ötesine geçecek bir ufuk
geliştiremedi. Hem
gündemimiz
hem
de ziyaretler anlamımda bir fasit daire
demekti bu. Ama
son yıllarda yaşanan
zihinsel
devrimle
Türkiye’den
ziyaretler de her geçen
gün artıyor bu topraklara ve yapılan bu
ziyaretler İsrail’i pek
de sevindirmiyor. Şuan yılda yaklaşık 25 bin Türk
bu toprakları ziyaret ediyor ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın aldığı “Kudüs bağlantılı Umre Kararı”
sonrasında bu sayının daha da artarak köprülerin
yeniden kurulması bekleniyor. Sayıca artışın bu
topraklarda yapılan keyfi baskı ve yıldırmaları da
hafifletmesi, çok güçlü ihtimaller arasında.
8
Mescid-i Aksa’da Futbol Maçı Yapmaya Var Mısınız?
Adımınızı attığınız andan itibaren sizi bambaşka bir
zamana ve his dünyasına taşıyan, namaz mahalleri, medrese ve kubbeler, şadırvan ve çeşmelerden
oluşan, zeytin ve selvi ağaçlarının sizleri büyük bir
muhabbetle karşıladığı bu alan sadece ve sadece
bir ibadet mekanı değil, bir yaşam alanı, bir rehabilitasyon merkezi aslında… Mescid-i Aksa’nın avlusu tüm engelleme
çabalarına rağmen
bir kenarında koşuşturan bir yanında
uçurtma uçuran çocuklar, zeytin dallarının altında piknik
yapan, sohbet eden
farklı coğrafyalardan
insanların varlığı ile
tam bir cümbüş alanı! Biz de namazın
ardından yanımızda
getirdiğimiz kahveyi
tarifi zor bir lezzetle
yudumladıktan sonra Filistinli çocuklarla
korkusuzca, özgürce bir futbol maçına başlıyoruz.
Türkiye’den gelmiş abi ve kardeşleri ile maç yapan
Filistinli çocukların keyfine diyecek yok ama biz
zorlanıyoruz. Özellikle omuz omuza mücadeleleri, buradaki direnişin
doğal bir sonucu
olsa gerek, çok güçlü. Maçın sonunda
yeniliyoruz: ama ne
biz çok üzgünüz ne
de onlar çok mutlular. Ortak düşünce
bu topraklara daha
fazla gelin, ziyaretlerinizi artırın, bizleri
yalnız bırakmayın.
Haklılar zira özellikle
Mescid-i Aksa avlusunda ne kadar fazla
sayıda ziyaretçi olursa onların müdahaleleri daha aza iniyor, oradaki
Müslümanlar daha rahat nefes alabiliyorlar.
Peki, Ne Yapmalı?
Omuzlarımız ve belki de daha da önemli bir biçimde gönüllerimizin üzerinde duran sorumluluklarımızın farkına vararak ve “Sen bir devsin, yükü ağır-
dır devin! / Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!”
mısralarıyla vurguladığı gibi Şairin bu bilinç düzeyine erişebilmek, atılan, yakılıp yıkılan bu köprülerin
yeniden inşasına gayret göstermek gerekiyor. Şair,
“Ben Kudus’ü kol saati gibi taşıyorum. Ayarlanmadan Kudüs’e boşuna vakit geçirirsin.” diyordu ya
hani! Zaman ve mekân bilincimizde bu topraklara,
bu coğrafyaya alan açmak gerekiyor. “Kalbimizin
üstünde ince bir tül gibi duran Kudüs’ü” alınyazımız olarak görmek” gerekiyor. “Eskiden buralar
hep bizimmiş” veyahut “arkadan hançerlendik”
söylemini aşarak, tarihi ve dini sorumluluklarımızın
farkına vararak hareket etmek gerekiyor.
Kudüs’e gitmek, bu çağrıya cevap
vermek gerek.
Günün her anında, gökyüzünün her renginde
tarifine kelimelerin kifayette zorlandığı, şairlerin
dizelerine sığdıramadıkları, yazarların cümlelerle
anlatamadığı bu güzelliğe, dünya gözüyle şahit
olmak gerek.
Abdullah İbn-i Abbas “Kudüs peygamberler tarafından kurulmuş ve onların oturdukları, yaşadıkları yerdir. Burada bir karış toprak parçası yoktur ki
orada peygamberler dua etmemiş, melekler inmemiş olsunlar.” buyuruyordu. Öyleyse bu melekler
şehrine kanat açmak için Vira Bismillah diyelim…
Kudüs Bizi Çağırıyor ve şimdi o çağrıya güçlü bir
şekilde cevap vermek gerekiyor.
Diriliş
Beyannâmesi
İmam Hatiipn
Neslin
Hüseyin Yahya ŞEKERCİ
S
avrulmuyoruz. Durduğumuz yerde duruyoruz hâlâ. Her gün manifestolar yazacak heyecandayız. Önümüzden giden her bilgenin
bıraktığı mirası hatırlayarak yürüyoruz. Aliya
“düşmanlarımıza adalet borçluyuz” diyordu kulağımızda küpedir, Hoca “heyecan heyecan heyecan”
dedi giderayak, hafızamızda, “izzet” dedi Seyyid
Kutup, aklımızdan çıkarmıyoruz.
Dünya var oldu olalı yürüyoruz biz. Koca bir Millet-i İslam’ın mensuplarıyız. Ayaklarımızı vura vura
fethettiğimiz şehirler, üzerinde gezindiğimiz yollar
bereketli ayaklarımıza meftundur. Hicret’tir menzilimiz. Yesrib’e yürür gibi yürüyoruz. Dilimizde Ashab-ı Uhud’dan tevarüs eden “hasbunallah” sloganı, elimizde kalemler, zihnimizde ayetler, yürüyoruz.
Zorluklar, badireler mücadele ruhumuzu perçinleyen unsurlar olabilir ancak. Ölürüz bazı asırlar,
diriliriz sonra. Sonra yeniden, yenilenerek, yepyeni
çağları kurarız. Tarihi biz yazarız biz, başkaları değil.
Asırları biz aşarız. Slogan atıyoruz evet.
Slogan gençliğiyiz biz. Bir fikrimiz olduğu için slogan atıyoruz. Diplomat gibi, bürokrat gibi çalışmadığı için kafalarımız… Afiş asmaya yerimizden fırlarcasına koştuğumuz için, yürüyüş yapmayı erdem
saydığımız için böyleyiz. “Susan sussun biz onlar
adına da bağırırız” dediğimiz için…
Kınayıcıların kınamasından korkmayız.
Yokları var edene
itimat var serde,
alınlarımız
secde-
de. Üzülmeyiz, gevşemeyiz inanıyoruz zira; galip
gelecek olan ancak bizleriz. “O eksik bu yok” diyenlere cevabımız çağlar ötesinden: Hasbunallah.
Hasbunallah evet. Allah bize yeter! O ne güzel vekildir.
Fas’tayız, Mısır’dayız, Arakan’da, Türkistan’da, Filistin’de, Kürdistan’da, Afrika’da, Akdeniz kıyılarına
vuran evlatlarımızın bedenlerinde.
Mazlum, mağdur kim varsa yanında değiliz sadece,
onların yükünü sırtımıza alacak kudretteyiz. Bazen
elimizde poşetlerle fukaraya koşarak, bazen elimiz
kalem tutarak, işgallere karşı isyan ederek bazen,
ayaklanarak…
Gayemiz; “Her türlü ilmi ve ahlaki
donanıma sahip, batıyı da doğuyu da bilen, o ilmin nuruyla etrafını
aydınlatan, basiret ve feraset sahibi
hayırlı çığırlar açan öncü nesiller yetiştirmek”tir.
Biz Ümmet-i Muhammed’iz. ‘Anti’ değil merkeziz.
Biz varsak döner dünya adalet içre. Yok olmayız
O’nun vaadiyle, yok da olmayacağız. Malcolm’un
dediği gibi hazırolda değildik, rahat da durmayacağız.
Toprağımız yok, kainat bizim. Yeryüzü mescid. Sınırları kalbimizden de zihnimizden söküp atmışız.
Bu yüzden bize yakışır ancak böyle asil yürümek.
Aynı aşkı taşıyoruz belleklerimizde, aynı imanı. Birimiz ötekinden başka değiliz.
Birimiz “biz” dediği zaman te’vile mahal bırakmaksızın anlarız gerçek “bizi” anlattığını. Gerçek bizi,
yani İslam olanları.
Kardeşler arasına suizan düştüğünde yürümüyoruz,
koşuyoruz. Zalime öfkemizi de kardeşimize şefkatimizi de yitirmiyoruz. Zira Ümmet-i Muhammed’iz
biz.
Ademoğluyuz, Adem’den beri yürüyoruz, bağırıyoruz. Bu yüzdendir korkuları, bu sebepten endişe içindeler. Kalplerimiz inşirahla taşıyor her daim.
Kalplerimizde Muhammed Aleyhisselam. Yeryüzünü ıslah, imar ve ihya için yapıyoruz ne yapıyorsak.
Ümmet-i Muhammed’iz biz. Savrulmuyoruz.
Buradayız hâlâ. İnna fetehna leke fethen mubina.
10
Celalettin Ökten
M.Emin Saraç
İmam Hatip Okullarının açılması
hususunda hem tedirginlik hem de
umut içindeydik. Nihayet bu ülkede
İmam Hatip Okulları açılmaya başlandı ve işte biz o zaman dünya fethedilmiş gibi sevindik.
İmam Hatip
Okullarımızın
Kuruluşunun
M
edreselerin kapatılmasının ardından
din eğitimi alanında doğan boşluğu
doldurabilmek için milletimizin talebi,
ısrarı ve mücadelesi ile tarihte bugün
13 Ekim 1951’de İstanbul başta olmak üzere 7 değişik ilde İmam Hatip Okulları açıldı.
Ö
Celaleddin
kutlu
olsun
adaşları
kten ve Ark
Milletin, sahiplenip teveccüh göstermesiyle ve bizzat inşa etmesiyle her geçen gün bu okulların ve
öğrencilerinin sayısı artmıştır. Zaman zaman engellemelere rağmen “milletin çimentosu” olan bu
okullar her dönemde bir bütünün parçası olarak
eğitimde temel ihtiyaç olarak var olmuş, edebiyattan sanata, spordan siyasete birçok alanda yetiştirmiş olduğu ilmiyle amil başarılı insanlarla ülkemize
ve milletimize yeni ufuklar açmıştır.
Son dönemlerdeki gelişmelerle yeniden cazip hale
gelen okullarımızın kurulmasında, açılmasında ve geliştirilmesinde emeği olan başta
Merhum M. Celaleddin Ökten’i (Celal Hoca’yı) zamanın Milli Eğitim Bakanı Merhum
Tevfik İleri’yi ve bu güzide okulların temelini atan İlim Yayma Cemiyeti’nin 68 kurucusunu, okulların yapımında bizzat çalışan,
ihtiyaçları için çocuğunun nafakasından keserek bu eğitim yuvalarına harcayan, kızının
çeyiz parasını, kendisinin kefen parasını bu
okullar var olsun diye bağışlayan analarımızı,
sırtında erzak taşıyarak Asım’ın Nesli olacak
bu okulların öğrencilerini destekleyen bütün
ÖNDER ve öncülerimizi minnetle yâd ediyor
vefat edenleri rahmetle anıyoruz.
Zor dönemlerde bu güzide eğitim yuvalarını
sahiplenen, yeniden can suyu vererek okullarımızı ayağa kaldıran tüm İmam Hatip sevdalılarını saygı ve şükranlarımızla anıyoruz. Yaşayanlara
sağlık, sıhhat ve afiyet diliyoruz.
Değişen dünya şartları karşısında sadece maddeyi
esas alıp manayı terk eden ve bu sebeple değerlerini, kendini unutan insanlığın bu okullara bugün her
zamankinden daha çok muhtaç olduğunun bilinciyle ülkemizi ve dünyamızı, madde ve manayı kuşatan
müfredatı ile örnek olan bu okullarımızla buluşturmayı, insanoğlunun kendini bilmesi ve Rabbini bulması adına önemsiyor, bu okulların mezunu, mensubu ve hadimi olmaktan kıvanç duyuyoruz.
65. yılını kutladığımız İmam Hatip okullarımızın kıyamete kadar nice asırları Kur’an’ın ve İslam’ın nuruyla aydınlatmasını ve insanlığın ruhunu ve gönlünü bu aşkla kuşatabilmesini Rabbimizden niyaz
ediyoruz.
1951 yılında ilk bina
Milletin imanını ve ruhunu
yıkayacak hocanın kalmadığı bir
dönemde İmam Hatipler, milletin
ruhuna bir cemre gibi düştü.
12
1955 istanbul İHO temel atma
töreni
13
Yusuf Kaplan
Nasıl Bir Gençlik?
Sömürgeci Eğitim Sistemiyle Nereye Kadar...
T
ürkiye, genç kuşağını kaybediyor: sömürgeci eğitim sistemi, yoz, yozlaştırıcı kültür
hayatı, kültürel dinamiklerimizi dinamitleyen, yerle bir eden sığ, sığlaştırıcı ve her şeyi
çözücü medya rejimi, çocuklarımızı elimizden alıyor.
Nasıl bir gençlik?
Müslüman bir toplumda yaşıyoruz ama çocuklarımızı korumakta zorlanıyor, çocuklarımızı kaybediyoruz!
Rahmet Elçisi’nin yolunu yolu bilecek, başka bütün
yolları elinin tersiyle iterek hakikatin izini sürecek bir
gençlik...
Genç kuşaklarını ihmal eden toplumlar, geleceklerini
imha ederler.
Nasıl bir gençlik?
O yüzden en hayatî meselemiz genç kuşaklarımızı
korumak, koruyabilmek. Şunu aslâ unutamayız: insanlığın önünü açacak, fikir, sanat, ahlâkta büyük
öncüler yetiştiremeyen toplumlar, bırakınız büyük
atılımlara imza atmayı, varlıklarını bile sürdürmezler!
Bu mesele en hayatî meselemiz: Eğer önümüzdeki
10 yılda kültür, eğitim, sanat ve medyada kendi medeniyet dinamiklerimiz doğrultusunda devrim yapamazsak, yok olmaktan kurtulamayız.
Bir kaç hafta boyunca bu meselelerin üzerine gideceğim ve önerilerimi sizlerle paylaşacağım derinlemesine.
Bu yazıda manifesto niteliğinde “Nasıl bir gençlik?”
diye sorarak cevaplarımı sizlerle paylaşıyorum.
İlâhî Şiarlarla yoğrulan, Nebevî Şuurla donanan, Hakikat Ağacı’nı Beşerî Şiire durdurmak için Yola koyulan bir gençlik...
Hz. Ebûbekir olacak, bütün varlığa, insanlığa kol kanat gerecek, “cehennemi öyle daralt ki Yarab, başka
kimseyi almasın” diyecek yüce gönüllü bir gençlik...
Hz. Ömer olacak, zifirî karanlıkta kapkaranlık bir kayada haksızlığa uğrayan kara bir karıncanın hakkını
arayacak bir gençlik...
Hz. Osman olacak, iki yanından nûr akacak, hayası
insanlara insanlığını hatırlatacak numûne-i imtisal
olacak bir gençlik...
Dünyanın ayartıcı nimetlerini elinin tersiyle iten, hayatını, hakikate gebe insanlığın “susuzluğu”nu giderecek “ırmakları” akıtmaya vakfeden bir gençlik...
tirilemedi; ama sömürge kafalı, Jakoben, modernleştirici, sekülerleştirici elitler tarafından içeriden
sömürgeleştirildi.
Nasıl bir gençlik?
Özetle Türkiye, dışarıdan / Batılılar tarafından teslim
alınamadı; ama Batılılaştırıcı, sekülerleştirici elitler
tarafından içeriden teslim alındı!
Bu dünyaya var olmaya, konmaya değil, Hak ateşinde yanmaya, kor olmaya geldiğinin şuuruyla nefes
alıp veren bir gençlik...
Bir eline güneşi, bir eline dünyayı verseler, davasından, iddiasından ve hakikatten aslâ vazgeçmeyecek
şuurda bir gençlik!
Varoluş alanını bu daracık dünyayla sınırlamayacak,
gemisinde bütün insanlığa yer açacak, kucak açacak, Ötelerin ötesine kanat çırpacak bir gençlik.
Nasıl bir gençlik?
Yakıcı soru şu burada: Eğer Türkiye, Batılılar tarafından sömürgeleştirilseydi Batılıların yapacakları
yıkımları neden kendisi yaptı ve neden adına “Kurtuluş Savaşı” denen bir savaş yaşandı?
Kültürel İnkâr’dan Kültürel İntihar’a
İnsanlığın sorunlarını mesele edinen, hakikatten süt
emen, fikir, oluş ve varoluş çilesi çeken bir gençlik!
Türkiye Cumhuriyeti, seküler bir devlet olarak kuruldu; medeniyet iddialarını terketmesiyle sonuçlandı
bu.
Kendisi için ve bu dünya için değil, ilkeleri için, ilkelerinin ülkü’lere dönüşmesi için, ülkü’lerinin ülke”sini
bulması, dünyasını kurması için yaşayan bir gençlik.
Türkiye’nin medeniyet iddialarını terketmesi, Lozan’da “resmen” ilan edildi.
İnsanlığın sorunlarıyla hemderd olan, Müslümanların sorunlarıyla hemdost olan, Ülkesinin sorunlarıyla
hemhâl olan bir gençlik.
Nasıl bir gençlik?
Çağrı’sının Çağ’ını kurmasını, Hakikat Ağacı’nın
gölgesinde herkesin serinlemesini, sükûn bulmasını
sağlayacak, çağlaya çağlaya akacak, Çağlayan olacak bir gençlik.
Çağ’ın ağ’larını ve bağ’larını aşarak, insanın önündeki bütün putları kırarak ümmîleşecek / arıncak, insanca, hakça, kardeşçe dünya kuracak bir gençlik...
Hz. Ali olacak, müşriklerin öldürmek için karar verdikleri Efendimiz’in yatağına girecek kadar Peygamber sevgisi sınır tanımayan bir gençlik...
Sömürgeci Eğitim Sistemiyle Nereye
Kadar…
Nasıl bir gençlik?
Türkiye’nin en temel meselesi, bütün sorunlarının
gerisinde yatan ana-meselesi, eğitim meselesi.
Nâr’ın da, nûr’un da ateş olduğunu bilen, nûr’un aydınlığının bütün nâr’ları söndüreceği idrakiyle Hakk
ateşinde yanan, pişen ve olgunlaşan bir gençlik..
Ve bütün bu operasyonlar, öncelikle ve özellikle eğitim sistemi silbaştan sekülerleştirilerek / İslâm’dan
arındırılarak yapıldı!
Türkiye’de, sömürgeci bir eğitim sistemi hükmünü
icra ediyor yaklaşık bir asırdır.
“Kurtuluş Savaşı”nı Niçin Yaptık
Peki?
Türkiye, dünyanın sömürgeleştirilemeyen tek ülkesi; ama özellikle de eğitim sistemi aracılığıyla kendi
kendini sömürgeleştiren tek ülkesi dünyanın: İşte
Türkiye’nin trajedisi!
Türkiye, niçin bütün iddialarını terketmişti, peki?
Bunun iki temel nedeni var/dı. Birincisi şu/ydu: Türkiye, iddialarını terkettiğini ilan etmezse, Türkiye’yi
-tıpkı Osmanlı gibi- tarihten silebilirdi Batılılar!
İkinci nedene gelince: Cumhuriyet’in kurucu seküler
kadrosu, “Batı uygarlığı, özellikle bilimi eksene aldığı
için güçlendi, ‘ilerledi’; bizse, bilimi ıskaladığımız için
‘geri kaldık’, ayrıca İslâm çağa ayak uyduramadığı
için geri bıraktırdı bizi” diye düşünüyordu.
O yüzden, modern Türkiye, İslâm’ı, önce devlet’ten,
sonra da toplumdan uzaklaştıracak bir sekülerleşme
projesini adım adım hayata geçirmeye karar verdi.
Medeniyet dinamiklerimizi dinamitledik. Tarih bilincimizi linç ettik. Dilimizi sekülerleştirdik: dilimizin
İslâmî ruhunu ve omurgasını yok ettik. Müziğimizi,
ezanı bile yasaklama yoluna gittik.
Bütün bunları, öncelikli olarak eğitim sisteminin temel felsefesi hâline getirdik. Çocuklarımızı, kendi
ellerimizle sömürgeleştirdik, zihinlerini felçleştirdik,
çocuklarımızın özgüvenlerini yerle bir ettik.
Neydi bu? “Kültürel inkâr”dı Tanpınar’ın deyişiyle.
Kültürel inkâr’ın varacağı yer, kültürel intihar olacaktı, elbette.
Yaklaşık bir asırdır kültürel olarak intihar ediyoruz
adım adım... Çocuklarımızı aşağılık kompleksinin
eşiğine sürüklüyoruz.
Türkiye, Batılılar tarafından / dışarıdan sömürgeleş-
14
15
Dünyanın Tek Sömürgeci Eğitim
Sistemi!
Geldiğimiz nokta gerçekten ürpertici: Türkiye’de,
Batı’yı hiç bir zaman anlayamayan, hatta çarpık anlayan ve kutsayan aşağılık kompleksiyle malûl; tarih bilincini, özgüvenini, ideallerini, ruhunu yitirmiş;
daha da kötüsü, İslâm’la ilişkisi sürgit sıfırlanan celladına âşık bir kuşak var karşımızda.
Dünyanın belki de tek ve son pozitivist eğitim sisteminin bizi getirip bıraktığı yer, genç kuşaklarımızın
toplu intiharından, dolayısıyla bu ülkenin geleceğini
kendi elleriyle yok etmesinden ve kendi ayağına kurşun sıkmasından başka bir şey değil!
Batı’nın bilim üzerinden güçlendiği doğru ama bunun adı “ilerleme” değil! Bilimin Batı’ya kazandırdığı tek şey, güçlenmesi; felsefî açıdan daha felâket
olan nokta da, gücü, güç üreten araçları kutsaması,
araçların amaçların önüne geçmesi, çağdaş insanın
amacını yitirmesi, hayatın çölleşmesi.
Sonuç: Orman kanunlarının dünyada tek geçer
akçe hâline gelmesi!
Herbert Spencer’ın “güçlü olan haklıdır; güçsüz
olan haksızdır ve yok olmalıdır” cümlesiyle özetlediği “sosyal Darwinizm” anlayışının neredeyse hemen her alanda tek kural hâline geldiği bir dünyada,
bilim, bir ilerleme değil, insana, tabiata ve hakikate
ontolojik bir saldırıdır.
Türkiye’deki eğitim sistemi, aşağılık kompleksiyle malûl olduğu için çocuklarımıza Batı’da bilimin
ürettiği bu ontolojik saldırıyı gösteremeyecek kadar
sömürge kafalı, çocuklarımızın zihnini felç eden, özgüvenlerini yerle bir eden, tarih bilinçlerini linç eden
sömürgeci tek eğitim sistemi dünyanın.
İslâm, Tek Varlık Nedenimiz, Yegâne
Güvencemiz
Bu durum böyle gidemez.
Mevcut eğitim sistemi, Hz. Mevlânâ’nın pergel metaforu ekseninde bizim medeniyet dinamiklerimiz
çerçevesinde silbaştan yeniden yapılandırılamazsa,
iki kuşaklık zaman dilimi içinde bu toplumun genç
kuşaklarının İslâm’la ilişkisi biter, bu ülke sömürgecilerin savaşmadan ele geçirdikleri bir yokoluşun eşiğine sürüklenir.
Oysa İslâm bu toplumun tek varlık nedeni. Varlığının
sürdürebilmesinin yegâne güvencesi.
Bu toplumun İslâm’la ilişkisinin sıfırlanması, tarihten
silinmesiyle sonuçlanacaktır o yüzden.
Aklımızı başımıza devşirelim lütfen.
16
Eğitim sistemimizi çocuklarımıza özgüven duygusu
kazandıracak, atılım ruhu sunacak, pergelin sâbit
ayağını buraya basacak, hareketli ayağıyla da bütün
dünyalara açılacak şekilde bizim medeniyet dinamiklerimiz doğrultusunda yeniden inşa etmek zorundayız. Yoksa yok olmaktan kurtulamayız.
Medresesiz ve Tekkesiz Bir Yere
Gidemeyiz!
Fatih’e toz kondurmayız ama Fatih’i Fatih yapan ruhun ne olduğunu bilmeyiz.
Bizim trajedimiz bu!
de- varlığını sürdürüyor ama hiçbir yaratıcı atılıma,
öncü açılıma öncülük edebilecek çapa ve niteliğe
niteliğe sahip değil.
Medeniyetin çökmesi, medresenin de çökmesini beraberinde getirdi. Tersi de doğru: Medresenin çökmesi, medeniyetin temellerini sarstı ve çökmesiyle
sonuçlandı.
Ulema gitti, “film koptu”: Medeniyet gökkubbemiz
çöktü, üzerimize yıkıldı: “Baş’’la “gövde” birbirinden
ayrıldı. Müslümanca biliş, duyuş, düşünüş, zevk ve
beğeni biçimlerimiz yokoldu. Çöl’e mahkûm olduk...
Fatih, medresenin karşısına tekkeyi boşuna yerleştirmemişti, değil mi?
Asıl yakıcı mesele şu, burada: Müslüman toplumlar,
medreseye yeniden diriltici bir ruh üfleyemezlerse,
yeniden esaslı bir medeniyet hamlesi gerçekleştiremezler. Müslümanca duyuş, düşünüş ve varoluş
biçimini, ancak İslâmî bir maarif modeli geliştirebildiğimiz takdirde yeşertebiliriz yeniden.
Batıdaki Üniversitenin Gerisinde
Medrese Var!
Medrese Ruhu Ve Ufku, Batı’da
Yaşıyor!
Ezberler bizi ezer, yok eder, kölesi hâline getirir. Ezberler çöpe, diyorum ve bu yazıda ezberlerimizi altüst edeceğimi ifade ediyorum.
Türkiye’deki entelijansiyanın ve uzantısı kapıkulu
medyanın ezberini bozacak bir gerçeğe dikkat çekmek istiyorum burada.
Bugün, geliştirilmiş en insânî ve imajinatif “eğitim”
sistemi medresedir. O yüzden, Batı’da, özellikle de
ABD’de eğitimin zirvesi doktora programının gerisinde medrese vardır. Bizden alınmış, adapte edilmiştir.
Bugün Türkiye’de de, İslâm dünyasında da medrese
ölü; medrese ruhu, bir şekilde, Batı’da yaşıyor aslında! Batı’daki en yüksek eğitim kurumlarının başvurduğu ve yaşattığı bir eğitim biçimi ve ruhu bu.
Sağında Akşemseddin / tekke, solunda Molla Gûrânî
/ medrese olmasaydı, Fatih, Fatih olabilir miydi?
Bütün medeniyetler arasındaki ilişkiler bu alış-verişlerle gerçekleşir.
Türkiye’deki -özellikle zihin-özürlü entelijansiya tarafından- çarpık anlaşılan konulardan biri medrese
konusu.
Medrese, yaklaşık bin küsur yıl İslâm medeniyetinin
temellerini atan maarif kurumunun adı. Ve İslâm
medeniyetinin geliştirdiği, medeniyeti yeşerten, filizlendiren, yeni ufuklara eriştiren, bütün insanlık
birikimini kendine maleden özgün bir eğitim modeli.
Yalnızca insanlık birikimini kendine maleden, yorumlayan ve aşan yolculuklar, insanlığın önünü açar.
Medrese, Bourdieu’nun deyişiyle, tastamam bir habitus’tur: Bir kültürel ekoloji kaynağıdır.
Talebenin, bir medeniyetin hayatının ve hakikatinin,
hassasiyet ve dikkatlerinin, idrak ve varoluş biçimlerinin geliştirdiği ve yaydığı havayı da, bu havanın
ürettiği ritmleri de öğrendiği, soluduğu, duyduğu ve
başkalarına da duyurma coşkusu ve heyecanıyla dolduğu bir habitus, bir ilim, irfan ve hikmet muhit’idir.
Medresede, talebe, ilim öğrenmez sadece. Karakterini, kişiliğini, duyarlıklarını da tahkim eder. Bir geleneği yaşar ve yaşatacak bir ruhla, idealle ve vecdle
dolar ve kendini aşar.
Ayrıca medresede hem multi-disipliner, hem de inter-disipliner bir eğitim modeli, geçişken ve disiplinlerin birbirini karşılıklı olarak besleyen imajinatif -tastamam çağdaş- bir eğitim programı geliştirilmiştir.
İşte bu medrese modeli, bugün Batı’da -özellikle de
Amerika’da- doktora programlarında adapte edilerek bir şekilde uygulanan bir modeldir. Lapidus, bu
meseleyi etraflıca anlatır.
Böyle bir şeyin olması doğaldır. Çünkü Batı’daki -modern Batı’yı kuran- Paris, Oxford, Padua, Bologna,
Palermo, Marburg üniversitelerinin modeli, Bağdat,
Kurtuba, Ezher ve Mağrip’teki medrese modelidir.
Medrese’de yüksek fikir, alanında zirve’yi temsil
eden âlimin dizinin dibine oturarak geliştirilir.
Yeni Gazalî’ler, İbn Arabî’ler ve Itrî’ler
Olmadan Asla!
Bir meseleye yoğunlaşan ‘’talebe’’, o meselede zirve
noktayı temsil eden âlimin izini sürer ve örneğin Kurtuba’da yaşayan bu ‘’talebe’’, sözkonusu zirve âlim
Bağdat’ta, Kahire’de, Basra’da ya da Tunus’da bile
olsa o âlimi bulur, onun rahle-i tedrisinden geçer.
Özetle, bizim tarihte geliştirdiğimiz eğitim modeli,
esas itibariyle medrese ve tekke modelidir.
Tabii bunun için, bir dolu yolu aşması, zorunlu icazetleri alması zarûrîdir.
Medrese: Habıtus, Kültürel Ekoloji
ya da Muhit
Medresenin Çökmesi:
Medeniyetin Çökmesi
Ayrıca Lapidus’un -İletişim Yayınları’ndan Yasin Aktay’ın çevirisiyle yayımlanan- İslâm Toplumları Tarihi başlıklı özgün çalışmasında da enfes bir şekilde
gösterdiği gibi, talebe-hoca ilişkisi, yalnızca bir bilgi
alma-bilgi aktarma ilişkisi değil; kendi terimlerimle
ifade edecek olursam, bir geleneği tevarüs etme
(öğrenme), temellük etme (özümseme) ve temessül
etme (örnekleyerek başkalarına iletme) ilişkisidir.
Bugün medrese’nin -Türkiye’de- yaşamıyor olmasının nedeni, İslâm medeniyetinin çökmesidir. Türkiye’nin dışında İslâm dünyasında medrese -bir şekil-
Zirve bir âlimin dizinin dibine oturan parlak bir talebe, medresede, sadece ilim tahsil etmez; o ilmi vareden ruh âlemini, hayat iklimini, zihin, davranış ve
İşte bu nedenledir ki, Müslüman medreseleri, Batı
üniversitelerine de kaynaklık etmiş, dünyanın birikiminin Batı’ya ulaşmasını sağlamıştır.
yaşayış biçimlerini de tahsil ve tevarüs, temellük ve
temessül eder.
Müslüman toplumlar, eğer yeniden toparlanacaklarsa ve tarihe tarihi yapacak bir aktör olarak gireceklerse, bunun öncelikli yolunun, “entelektüel”
tipinden değil, âlim, ârif ve hakîm şahsiyetlerinin,
yeni Gazâlî’lerin, İbn Sina’ların, Mevlânâ’ların, İbn
Arabî’lerin, Ebu Hanife’lerin, Itrî’lerin, Şeyh Galip’lerin, Bediüzzaman’ların yetiştirilmesinden geçtiğini
iyi bilmeliler.
Başka türlü bir arpa bile yol alamayacağımızı, yalnızca bu ülkenin enerjisini su gibi harcamış olacağımızı, sürgünümüzü uzatacağımızı iyi bilelim, aklımızı
başımıza devşirelim, kendimize gelelim; sözün özü,
“evimiz”e dönelim önce, “kendi”mize, diyorum.
17
Gölgesi İslam Coğrafyasına
Düşen Bir Dağ Gibiydi
Prof.Dr. Necmettin Erbakan
29 Ekim 1926 – 27 Şubat 2011
O, savaşın sonuna doğru ufukta görünen ve muharebenin seyrini değiştiren İslam süvarisiydi. Elindeki
hakikat mızrağıyla inkar bendlerini yara yara ilerledi.
Medeniyet sarayımızın kapısına vurulan mührü ilk o
kırdı. İlk o girdi mukaddesatımızın defnedildiği odaya. İlk onun sesi geldi: “Her şey Allah’ın vaat ettiği
gibi... Medeniyet ölmedi, ölmeyecek de, eğer hazırsanız kölelikten kulluğa yürüyüş destanını yeniden
başlatıyoruz” dedi.
Yıllar sonra hayatın içinde ilk o açtı Mushaf-ı Şerif’i ve
ilk o okudu cihad ayetlerini. Damar damar, tabaka tabaka Anadolu’ya iman ve umut taşıdı. Gölgesi coğrafyamızın tamamına düşen azametli bir dağ gibiydi.
Gazze’ye, Arakan’a cesaret muştulayan bir dağ.
Güneş görmeyen bitkiler gibi mahzenlerde büyüyen
Muhammed’lere, Zeynep’lere evliya nefeslerinden
nurlar taşıdı. Devrim yobazlarının kirlettiği alınları Allah Resulü’ne teslimiyetle aydınlattı.
Onun haritasında Buhara, Şam, Bağdat ve İstanbul
aynı ülkenin şehirleriydi.
Ulu Hocalar, “Kumandan bu olmalı” dedi. Anadolu’nun muazzez evlatları da ardına düşüp, “İşte fetih ordusu, işte kumandan” diyerek yürüdü. Allah’a
inanmanın ve her şeyi yalnız ondan beklemenin ders
olarak okutulduğu iman ve umut ocaklarını yeniden
o açtı.
Ulu Hocaların söyleyemediğini -onlar adına- o söyledi. Yüzyılın en onurlu konuşmalarını o yaptı. Dev
dalgalara karşı kollarını gerdiğinde yanında birkaç
kişi vardı fakat tereddüt etmedi. “Allah Azze ve Celle
imanımıza göre imkanlar yaratacaktır” dedi.
Abdulhamid’ten sonra siyaset kürsülerinde küresel
güçlere, “Haddinizi bilin” dediğinde marka Müslümanlarının yürekleri ağızlarına geldi. Ahiretle tehdit
edildiğinde, “Ölümü düğün gecesi olarak görene
ölüm ne yapabilir ki?” diye karşılık verdi. Ümmetin
yıkıldığı her cepheye ilk o koştu.
18
İhsan Şenocak
Allah’tan bahsetmenin yasak olduğunu bir yazıyla
bütün bir Anadolu’ya bildiren başvekâlette, yıllar
sonra bir başvekil olarak ilk toplantısına, “Allah’ın
adıyla” başladı. Saman pazarında asılan bütün Ulucanlar adına bir Ramazan günü ulu hocaları başvekâlette bir iftar sofrasında ağırlayarak devlet namına
onlara iade-i itibarda bulundu.
İslam’ın devlet nazariyesini, “Baş Yücelik” başlığı altında Üstad Necip Fazıl telif etti o da siyasi hayata taşıdı. Kendisiyle birlikte yürüyenlere şeref verdi. Çağın
Ebû Cehil’lerine İslam’ın izzetiyle karşı koydu. Yoruldu, yıkıldı fakat nefesi durana kadar cihad meydanından çekilmedi. Bir Şubat günü o durunca zaman da
durdu. Gökler sevindi. Bosna, Kahire, Şam, Bağdat,
Doğu Türkistan ağladı. Çad’da çobanların, Gazze’de
mücahitlerin, Çeçenya’da Kafkas kartallarının gözleri
doldu. Göklerin kapısı açıldı ve yarım asır küfre karşı
direnen süvari geride bir kabir, hafızalarda silinmez
izler, yüz binlerce talebe ve bir halef bırakarak sonsuza gitti.
Cevdet
Said’i
tanıyabilmek
Doç.Dr. Fethi Güngör
“Hem eğer dilemiş olsaydık, (geçmişte olduğu gibi) elbette her topluma
(ayrı) bir uyarıcı gönderirdik. Madem öyle, artık sen inkârcılara uyma ve onlarla bu (Kur’an vahyi) sayesinde tüm gayretini sarf ederek büyük bir cihada
giriş.” (Furkân 25/51-52)
Âlem-i İslam’ın sorunlarına çözüm üretebilmek için
uzun soluklu çabalar ortaya koyan mütefekkirlerimizden birisi de şüphesiz Cevdet Said’dir. Üç yıldır
‘Suriyeli misafir’ olarak İstanbul Beykoz’da ikamet
eden üstadın, mütercimi olarak iştirak ettiğim sohbetlerindeki vurguları çerçevesinde temel görüşlerini kendi ağzından özetle paylaşmayı -sorunun
dirayetle tespitine ve isabetli çözüm önerisi geliştirebilmeye örnek teşkil etmesi açısından- gerekli
görüyorum.
Cevdet Said’in Şahsiyeti Ve Eserleri
1931 yılında Suriye’nin Kunaytıra bölgesinde Golan
tepesinin eteğinde yer alan Bi’ru Acem köyünde
doğan, çocuk yaşta Mısır’a gidip tahsil gören ve
şiddet karşıtı görüşleriyle dikkat çeken büyük mütefekkir Cevdet Said, Cezayirli ünlü düşünür Malik
Binnebi’nin seçkin takipçisi olarak tüm dünyada ta-
20
nınmaktadır.
Hafız Esed döneminde beş kez tutuklanan ve nihayetinde öğretmenlik görevinden uzaklaştırılan
Cevdet Said köyüne dönerek odunculuk, arıcılık
ve süt inekçiliği yaparak geçimini temin etti. Aralık 2012’de köyünün bombalanması ve kendisi gibi
Ezher mezunu kardeşinin yaralı bir muhalif askere
ilk yardım hizmeti verirken Esed’in keskin nişancıları
tarafından şehid edilmesi üzerine evini barkını terk
ederek Türkiye’ye geldi.
İlk kez hapse düştüğü 1963 yılından bugüne kadar
on kitap ve çok sayıda makale yazdı, dünyanın çeşitli ülkelerinde yüzlerce konferans verdi. Mütevazı
bir hayat sürmeyi tercih eden Cevdet Said’in sekiz
eseri Türkçe’ye çevrilmiş durumda. “İslam’dan Bu
Kadar Korku Neden!” isimli eski bir eserini Türkçe’ye
tercüme etmeye karar verdiğimiz üstadın Pınar Ya-
yınları arasında çıkan yedi eserini
de redakte ederek takım halinde
yeniden yayınlamak üzere yayıneviyle mutabakat sağladık.
Cevdet Said’in Etkilendiği Şahsiyetler
Üstadın etkilendiği şahsiyetleri,
sohbetlerine yansıdığı şekliyle
kendi ağzından aktarmak daha
uygun olacaktır:
Allah ondan razı olsun,
Cezayirli Malik B.
Nebi’nin kitaplarını
okuduğumda
uyandım. Olayları
görüp anlayabilirsek
durumumuz
değişecek. Zira,
düşüncelerimizi
değiştirmediğimiz
müddetçe
durumumuzu
değiştirmeyeceğini
haber veriyor
Allah Teala.
“Allah ondan razı olsun, Cezayirli
Malik b. Nebi’nin kitaplarını okuduğumda uyandım. Olayları görüp anlayabilirsek durumumuz
değişecek. Zira, düşüncelerimizi
değiştirmediğimiz müddetçe durumumuzu değiştirmeyeceğini
haber veriyor Allah Teala. Yirmi
yıl emek vererek okuduğum Malik b. Nebi’nin kitaplarını daha iyi
kavrayabilmek için onun atıfta bulunduğu kaynakları da okudum.
Malik b. Nebi temel sorunumuzun ‘el-qâbiliyye
li’l-isti’mar; sömürülmeye elverişlilik’ olduğunu tespit etmişti. Fransa’da karşılaştırmalı dinler tarihi ve
sosyoloji tahsili gören, aklı kullanmanın ve adaleti
savunmanın önemine vurgu yapan Ali Şeriati ise
temel problemimizi, Malik b. Nebi’nin kavramsallaştırmasındaki bir harfi değiştirerek ‘el-qâbiliyye
li’l-istihmar; eşekleşmeye elverişlilik’ olarak tespit
etmişti...
Ebu’l-Hasan en-Nedevi ölüm döşeğinde Muhammed İkbal’i ziyaret ettiğinde, ‘Şiirlerim dünyanın
birçok ülkesine çevrilecek, ama fikirlerimin Müslümanlar tarafından anlaşılmasını daha çok önemsiyorum’ demişti. Bir de, ‘Türkiye’yi takip edin, onlar
ilerleyecek’ demişti. Nitekim Türkiye diğer İslam
ülkelerine demokratik yöntemi kullanma açısından
fark atmıştır. Yönetim seçimle el değiştiriyor, şairler,
yazarlar, sanatçılar yetiştiriyor...
Toynbee medeniyetlerin nasıl kurulduğunu ve nasıl
çöktüğünü, tarihin keşfedebildiği yasalarını anlatıyor eserlerinde. Herbert Wells, Kısa İnsanlık Tarihi
adlı eserinde, kavmiyetçilik ve ulusdevletçilik değerlendirmelerini yaparken, ‘Kültürel değerleri ve en-
telektüelleri olmayan kavimler,
diğer kavimler arasında çıplak
gibi kalıyor’ der.
Farklı kavimden yüzbinlerce insan, hac zamanında, aynı yerde, kefen gibi beyaz sade bir
kıyafetle ittihad yapıyor. Keza,
Kâbe’nin etrafında eşit bir şekilde saf tutuyorlar. Celal Nuri’nin
İttihadu’l-Müslimîn adlı eserini
Abdurrahman Azzam Arapça’ya
tercüme etmişti. O yıllarda kitap sahibi olmak zordu. Ben de
elimle istinsah ederek kendime
bir nüsha edinmiştim. İslam âleminin neresinde bir uyanış var
diye merak ediyordum, onun için
farklı bölgelerden eserler okumaya gayret ediyordum. Daha o
karanlık günlerde bu zat, ‘Torunlarım gasp edilmiş hakkımızı geri
alacak’ demişti. Yine, Ebcediyyetu’l-Ma’rife (Bilginin ABC’si) adlı eserinde Celal Nuri,
‘Arafat dağı elmas olsa Müslümanlar için bu kadar
kıymetli olamazdı. Zira o, ittihadın, birliğin timsali
oldu’ diye yazmıştı.
Mısır’a öğrenim için gittiğimde Şeyhülislam Mustafa Sabri ile vekili Zahidu’l-Kevseri’yi tanımıştım. Bayramlarda gidip ellerini öperdik. Sürgündeki Şeyhülislam Mustafa Sabri Said Nursi’ye mektup yazmış.
Mektup ulaştığında hasta yatağında hürmetle doğrulup okuduğunda ‘Bu kadar takipçin olduğu halde
neden toplumu ve devleti değiştirmiyorsun?’ diye
sorduğunu görmüş. Said Nursi de Mustafa Sabri’ye
cevaben bir mektup yazmış, dönem iman kurtarma
dönemi demiş. Şeyhülislam da aynı şekilde ölüm
döşeğinde mektubu aldığında kendisine hak vermiş. Mezarından bile korktukları için Said Nursi’nin
naaşını gizlice bilinmeyen bir yere gömdüler. Ben
onun kitaplarından çok yararlandım.”
Cihad, Kur’an’ın Hakikatlerini
Yaymaktır
Üstad Cevdet Said’in Türkiye’deki ders, sohbet ve
söyleşilerinde sıkça vurguladığı hakikatleri, yorum
katmadan, kendi ifadeleriyle seçki tarzında özetle
takdim ediyorum:
21
“Furkân Sûresi’nin son kısmında Rahman’ın kulları
anlatılır. Bu sûrede ‘we câhidhum bihi cihaden kebira: Onlarla Kur’an yoluyla en büyük cihadını gerçekleştir’ (25/52) buyurulur ve ‘büyük cihad’ın silahla
değil, Kur’an’ın yüce mânâ ve hakikatlerini insanlara
anlatmak ile olduğu anlatılır. Oysa insanlar bu âyeti
bu şekilde anlamamış, silah yoluyla cihadın doğru
bir yöntem olduğunu zannetmiştir. Oysa cihad,
asla ‘insanları öldürmek’ değildir! Cihad, Kur’an’ın
anlaşılması ve mesajının yayılması için mücadele etmektir. Bu her iki yöntemle İslam’a girenleri karşılaştırırsanız, sonucu siz kendiniz değerlendirebilirsiniz.
Cihad, sadece insanların dini tercih etme haklarının
engellenmesi durumunda caiz olabilir. Yani, herkes
hür iradesiyle dinini tercih edebilmelidir. Nur Sûresi’nde aydınlık olarak takdim edilen bu din, zorlamayla değil hür iradeyle tercih edilmelidir. Allah
hiç kimseyi kendi dinini seçmeye zorlamıyor, bilakis
herkese hür iradesiyle tercih yapabilme hakkını tanıyor.
İnsanı ikna edebildiğinizde sizin için her şeyi yapar.
Ancak, zor kullanarak belki istediklerinizi yaptırabilirsiniz, ama, ilk fırsatta mutlaka intikamını alacaktır.
Peygamberler zor değil ikna yöntemini kullanmıştır.
Nitekim, hiçbirinin ne ordusu ne de serveti vardı.
Mekke’den gizlice ayrılıp Medine’ye gittiğinde Peygamberimizi marşlarla karşılamışlardı. Oraya giderken hiçbir güç ve baskı kullanımı söz konusu değildi. Allah, ‘Hak geldi, bâtıl zail oldu’ buyuruyor,
yoksa ‘Bâtılı öldürün’ buyurmuyor. Işık doğarsa,
karanlık kendiliğinden yok olacaktır.”
Meşru Savaşın Gerekçesi ve Çarpık
Cihad Anlayışı
“Harp, ancak, baskı altındaki insanların üzerindeki
baskıyı kaldırmak için caiz olur. Savaşmak için ortada bir zulüm, bir baskı olması, insanlara bir inancın
dayatılması gerekir. İnsanlara ‘lâilahe illallah’ı bile
dayatmak caiz değildir. Kur’an’ın bu hakikatini yeterince anlamazsak, yanlış düşünceler üzerine bina
edeceğimiz her inanış ve davranış da yanlış olacaktır. IŞİD vb. hareketler yanlış bir düşünce üzerine
davranışlarını bina ettiği için, doğru bir iş yaptıklarını
zannediyorlar, ama yanlış yapıyorlar. Kur’an’da izin
verilen savaş, inanç baskısı ya da yurdundan sürme
suçunu işleyenleri engellemeye yönelik savaştır.
Allah Rasulü Veda Haccı’nda, ‘Cahiliyede olduğu
gibi benden sonra yeniden birbirinizin boynunu
vurmaya başlamayın’ diye uyarmıştı. Ama, maalesef 3. ve 4. Halife Müslümanlar tarafından suikastle
öldürüldü. Ne hazindir ki, Allah’ın ve Rasulü’nün
22
mesajı erken kayboldu. İktidar ilkeye ve seçime
göre değil, babadan oğula ve kılıç zoruyla el değiştirmeye başladı yeniden. Yani, saltanat sistemine
geri dönüldü. Emeviler türlü zulümler yaptılar. Abbasiler de onlardan geri kalmadı. Günümüzde de
Müslümanlar birbirini boğazlamaya devam ediyor!
Şii-Sünni diye savaşıyor, ‘Hilafetime biat edin’ diye
savaşıyor... Müslümanlar savaşmak için gerekçe bulmada hiç zorlanmıyor maalesef!
Sorunun silahla çözüleceğini zannedenler ve silahlı
mücadeleyi çözüme götürecek bir yöntem olarak
benimseyenler derin bir yanılgı içindedir. Oynanan
oyunun hakikatini görüp şiddetten uzak durmamız
gerekir. Zira, düşmanlarımız, Müslümanları silah ve
savaş girdabına sokarak IŞİD gibi hareketler üzerinden İslam’a büyük bir darbe vurmayı arzu ediyor.
İman da ahlak da yanlış olabilir, ortada iman ve ahlak var diye bunların doğru olma garantisi yoktur.
Müslüman asla yalan söylememeli mesela. İman ve
ahlak bir arada ve doğru anlaşılmalı. Yoksa imanlı
ve ahlaklı bir insan kendisine bomba bağlayıp insanları patlatarak iyi bir şey yaptığını düşünebiliyor.
Allah ona rahmet etsin, Hz. Ali’nin Hariciler hakkındaki görüşü ne kadar manidardır: ‘Hakkı talep edip
yanılan, batılı talep edip isabet eden gibi değildir.’
Kur’an’ın maksat ve hedeflerini kavramış o büyük
insan, Haricilere karşı nasıl muamele edilmesi gerektiği sorulduğunda şu cevabı vermişti: ‘Haram
yere kan dökmedikleri sürece savaşı başlatan siz
olmayın!’
Kur’an’da beyan buyurulduğu üzere, inançları sebebiyle baskı gören, inancı yüzünden öldürülen,
bu yüzden yurtlarından sürülen insanlara savaşma
izni verilmiştir. Ameliyat olduğumda ziyaretime
geldiğinde Said Ramazan el-Bûtî’ye cihadın doğru anlaşılmasına hizmet edecek bir eser yazmasını
rica etmiştim, o da bu konuda bir eser yazmıştı. O
eserinde Bûtî, ‘bidûn hirâb cihad caiz olmaz’ diye
yazmıştı. Harpler genel olarak ve çoğunlukla zalimdir. Adil savaş sadece baskıyı ortadan kaldırandır.
Ne var ki, günümüz dünyasında böyle adil bir savaş
yok...
Çok üzücü bir durumdur ki, genel olarak Müslümanların, silahı ve atalarını taparcasına yücelttiğini
görüyoruz. Oysa, İbrahim Aleyhisselam, babasına
ve toplumuna ‘Kendi ellerinizle yonttuklarınıza mı
tapıyorsunuz?’ diye itiraz etmişti. Atom bombasını
biz yapıyoruz, ondan biz medet umuyoruz, ondan
yine biz korkuyoruz. Bizim hayat anlayışımız maalesef çok kirlenmiş. Silah bu kadar önemli ve güçlüyse
Sovyet rejiminin yıkılışını neden engelleyemedi?”
Baskı ve Şiddetin Sorun Çözme Kabiliyeti Yoktur
ikna ile değiştirebilir, onu istediğin yola ikna ederek
getirebilirsin.
“Eşyaya, yani varlıklara kanunlarına uygun davranmamız gerektiği gibi, insana da kanununa uygun
davranmamız gerekir. İnsana onun fıtratına, yapısına, yani kanununa uygun şekilde davranırsak bize
dost olur, onun üzerinde baskı kurarsak bize düşman kesilir. Zira, baskı, zor, zorbalık insan fıtratının
asla kabul edemeyeceği anormal bir durumdur.
Savaş zorun, zorbalığın ve baskının zirvesidir. Bu
yüzden hep söylediğim odur ki; savaş ölmüştür. Savaşın sorun çözme yeteneği kesinlikle kalmamıştır.
Peygamberimizden rivayet edilen bir hadiste, şiddetin bereketsiz olduğu ifade edilmiştir. Şiddet asla bir
sorun çözme yöntemi olamaz. Savaş ölmüştür. Artık suçlular ve onların sömürdükleri cahiller dışında
kimse savaşı sorun çözme yöntemi olarak kullanmıyor dünyada...”
Her gün defalarca okuduğumuz ‘Âyetelkürsi’nin hemen peşinden gelen ‘lâ ikrahe fiddîn’ ayeti, ikrahı,
baskıyı, zorbalığı yasaklamıştır. Yüzü ekşitmekten
atom bombasına kadar geniş bir yelpazeye yayılabilecek mahiyette olan ‘ikrah’ın, baskının hiçbir türü
caiz değildir. Nitekim insanı güç ve baskı ile değil,
Altmış yıldır İslam dünyasını büyük bir dikkat ve
yüksek bir umutla izleyen ve ümmetin sorunlarına
çare bulma çabası içinde olan, Kur’an’ın hakikatleri
anlama ve yayma yoluyla ‘en büyük cihad’ emrine
imtisal eden, Türkiye’nin elde ettiği kazanımları muhafaza etmenin ve daha ileriye götürmenin Âlem-i
İslam için ne kadar önemli olduğunu yeri geldikçe
vurgulayan muhterem üstadım Cevdet Said’e Rabbimizden sağlıklı uzun ömürler niyaz ediyorum. Bu
yazının devamını inşaallah gelecek hafta yayımlayacağız.
HAYAT VE KAVRAM
24
4
5
25
ÖNDER Genel Başkanı Halit Bekiroğlu:
Dünya
coğrafyasında
iz bırakacağız
ÖNDER İmam Hatipliler Derneği Genel Başkanı Halit Bekiroğlu, “Yeni
imam hatiplilerin hem ülkemizde
hem de diğer coğrafyalarda iz bırakacak işlere imza atacaklarına inanıyorum” dedi.
13 Haziran 2015’de yapılan ÖNDER’in 53. Genel
Kurulunda Genel Başkanlığa seçilen Halit Bekiroğlu,
imam hatip okullarının bugünün Yeni Türkiyesinin
yeni ve öncü neslini yetiştiren kurumlar olarak eskisinden daha önemli bir misyon yüklendiğini belirtiyor. Halit Bekiroğlu ile Türkiye’den dünyaya geniş
bir perspektifte imam hatipleri konuştuk.
İmam Hatip okulları ne ifade ediyor; bu
okulları diğer okullardan farklı kılan nedir? Ülkemizde imam hatip okulları ne kadar etkili ve
ülkenin geleceğinde bu okullara nasıl bir rol
biçiyorsunuz?
İmam hatipler, Türkiye’nin siyasi ve sosyal tarihinde
değişime çok ciddi katkı sunmuş ve değişimin öncüsü olmuş okullardır. Bundan sonra da böyle devam edeceğini düşünüyorum. Bir yönü bu. İkinci bir
yönü ise, Türkiye’de cumhuriyetle beraber din eğitimi yasaklandığından dolayı temel dini ihtiyaçlarla
ilgili sorunlar yaşanmaya başlandı. Öyle ki insanlar
cenazelerinde namaz kıldıracak imam bile bulamaz
hale geldiler. Böyle bir aşamada imam hatipler bu
toplumun temel ihtiyacı olan din eğitimini karşılamış oldu. Şimdi artık biz yeni bir evreye geçiyoruz.
Bu temel ihtiyaç diye adlandırdığımız ihtiyacın da
ötesinde, artık bütün alanlarda din yaygınlaştığı
takdirde ülkemizdeki ve inşallah İslam dünyasında
eğitimi bilen ama farklı mesleklerde, farklı alanlarda hem Türkiye’ye hem de inşallah İslam dünyasına
26
hizmet edecek imam hatiplere ihtiyacımız var. Yani
imam hatiplerle ilgili yeni bir evreye geçtiğimiz kanaatindeyim. Artık bir dönem nasıl imam hatipler
farklı alanlarda, bu ülkede önemli noktalara geldiler
ve ne işler yaptılarsa bundan 10-20 yıl sonra yetişecek olan bu imam hatipli gençler İslam dünyasına
yön verecek ve bütün İslam dünyasını etkileyecek
noktaya gelecekler. Bu yönüyle imam hatiplerin
öncülük tarafını, önderlik tarafını önemsiyorum.
İmam hatipten yetişecek gençler hem manevi birikimleriyle hem maddi donanımlarıyla, yani uzmanlık alanlarıyla ülkemize ve İslam dünyasına öncülük
edecek bir rol üstlenecekler. Üçüncü bir boyut ise
son dönemlerde toplumumuzda maalesef ayrışmalar ve İslam dünyasında ise aşırılıklar oluşmaya başladı. İmam hatiplerin bu anlamda ölçülü bir yerde
durduğuna ve bu yönüyle imam hatip modelinin
mutedil bir model olduğuna inanıyorum. Bu model
yaygınlaştığı takdirde ülkemizdeki ve inşallah İslam
dünyasındaki ihtilafların, ayrışmaların da azalmasına katkıda bulunacağı kanaatindeyim.
lamda başarı gösterir, bir öğrencimiz sporda başarı
gösterir, diğeri sanatta başarı gösterir, diğeri sosyal faaliyetlerde başarı gösterir. Her bir öğrencimizin başarılı olmasını, başarı duygusunu tatmasını
önemsiyoruz. Bu yönüyle imam hatipler, sosyal ve
toplumsal tarafı etkili olan okullardır. Öğrencilerimizin bundan sonraki dönemlerde sadece Türkiye
değil, ülkemiz dışında da etkili olacağını düşünüyorum. Ama şunu belirtmem lazım, imam hatip öğrencileriyle ilgili bir kesinti yaşandı. 28 Şubat sürecinden bu yana imam hatip öğrencileri çok sağlıklı
bir şekilde eğitim hayatına ve sonraki yaşama yönelemediler. Fakat bundan sonra imam hatiplilerin
hem ülkemizde hem de diğer coğrafyalarda iz bırakacak işlere imza atacaklarına inanıyorum.
Geçmiş dönemlere baktığımızda, imam hatip mezunlarının devletin birçok bölümünde
siyasi anlamda başrolü oynadığını görüyoruz,
en büyük örneği Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan. Peki, yeni mezunlarda bu
tarz misyonlarda görev alabilecek, daha ileriye taşıyabilecek arkadaşlarımızı ve mezunlarımızı görebiliyor musunuz? Geleceğe nasıl
bakıyorsunuz?
Bahsettiğiniz gibi Sayın Cumhurbaşkanımız imam
hatip mezunu ve aynı zamanda ÖNDER Derneğimizin de üyesi. Çok sayıda siyasetçi de imam hatip
mezunu ama sadece siyaset alanında değil; bürokraside, iş hayatında, sosyal hayatta, kültürel hayatta
ve hatta sporda imam hatip mezunu olan etkili insanlar var. Ama günümüzde siyaset biraz daha ön
plana çıktığı için daha çok siyaseti konuşuyoruz. Burada imam hatiplilerin bir karakteristik özelliğinden
bahsetmem lazım; İmam hatip okullarındaki öğrencilerin sosyal ve toplumsal tarafı çok daha güçlü.
Bence imam hatip mezunlarının siyasette bu kadar
etkili olmalarının bir sebebi de budur. Bu konuyla
ilgili ciddi akademik çalışmalar da var. Ona dayanarak bunu söylüyorum, nitekim bizim gözlemlerimiz
de bu yönde.
Biz akademik başarıyı çok önemsemekle beraber
öğrencilerimize sadece akademik başarı merkezli
bakmak istemiyoruz. Bir öğrencimiz akademik an-
“Nitelikli yenilik”
2015 Haziran ayında yapılan genel kurulda
“nitelikli yenilik” temasını kullandınız. Bu ifadenin gençliğe, gençlik çalışmalarına bakan
yönünü açıklar mısınız?
Biz ÖNDER olarak imam hatiplerle alakalı bir çalışma alanı belirlemiş durumdayız. İmam hatipli gençlerimizin sayısının artmasıyla birlikte niteliğinin de
aynı oranda artmasını önemsiyoruz. Bu çerçevede
genel kurulumuzda nitelikli yenilik temasını işledik.
Gençlerimizin çok yönlü olarak niteliklerinin artması hedefimiz. Akademik, sosyal, kültürel ve din
eğitimi anlamında daha nitelikli olmaları yönünde
bu dönem çalışma yapacağız. Geleceğimizin daha
nitelikli şekillenmesi için gençlerimizin, özellikle de
imam hatipli gençlerimizin daha donanımlı bir şekilde yetişmesi gerekiyor.
27
Birçok kavram gibi kimlik kavramı da içerik
bakımından değişti. Günümüz gençliği için
kimlik neyi ifade ediyor? Mesela Y kuşağı, Z
kuşağı neyi ifade ediyor? Bu ifadelendirmeler,
karşılığı olan birer hakikat mi, yoksa gençliği
yönlendirmek için kullanılan kavramlar mı?
Zamanın değişmesiyle birlikte şartların da değişmesi Mecelle’de bir kural olarak belirtiliyor. Aynı
zamanda Hz Ali’nin çok güzel bir tavsiyesi var,
“Çocuklarınızı kendi bulunduğunuz çağa göre değil,
onların bulunduğu çağa
göre yetiştirin.” der. Biz bu
çerçevede baktığımız zaman kuşakların farklılığını
kesinlikle kabul etmemiz
gerekiyor. Her kuşağın aynı
şekilde aynı davranış biçimini göstereceğini düşünemeyiz. Özellikle son elli yılda
dünyadaki değişim önceki
yıllara göre daha hızlı gerçekleşti. Bu değişimin insanlara yansımaması mümkün
değil. Gençlerle ilgilenen
bizim gibi sivil toplum kuruluşlarının bu değişimi hesaba katarak hareket etmesi
gerekiyor. Basit bir örnek verecek olursak internet
imkânlarının bu kadar kolay olmadığı 15-20 yıl
önceki genç profili ile bugünkü genç profili farklı.
Bugün adeta bütün dünyayı kendi avucunun içindeki telefonda taşıyan bir gençlikle karşı karşıyayız.
Bizim onların anlayacağı dilden ve anlayacağı üslup
ile konuşmamız çok önemli. Aksi halde Hz Ali’nin
söylediği gibi kendi çağımızla yeni bir çağı yönetmeye çalışmış oluruz.
Bir de işin bir diğer boyutu var. Mevlana’nın pergel
metaforunda olduğu gibi ayağımızın sabit durması
gereken boyutu. Yani bir boyut sürekli değişiyor.
Farklı yerlere farklı noktalara gidiyor, ama pergelin
diğer ayağı sabit duruyor, sabit durması gerekiyor.
O sabit duran kısım da bizim temel değerlerimiz.
Temel değerlerimizi eğer doğru bir şekilde merkeze
koyar ve bunu da gençlerimize anlatabilirsek gençlerimizdeki değişim ve kuşak farklılığı aslında bizim
o temel değerlerimize de ciddi bir katkı sunacaktır
diye düşünüyorum.
Şu an imam hatip okullarının hızlı artışına yönelik eleştiriler oluyor. Siz bu artışı çok
görüyor musunuz, yeterli mi yoksa eksik mi?
Daha da üstüne katılması gerekiyor mu sizce?
28
Siz medya alanıyla ilgileniyorsunuz, iyi bilirsiniz ki
eleştiri söz konusu olunca olumsuzluklar, olumlu
duruma göre medyada daha fazla ön plana çıkar.
Ama aslında az önce de belirttiğim gibi aileler ihtiyaç söz konusu olduğu için çocuklarını imam hatiplere isteyerek gönderiyor. Hem din eğitimi için hem
de ahlak bakımından ihtiyaç duydukları için. Yani
tamamen ihtiyaçtan kaynaklanan bir durumla karşı
karşıyayız. Dolayısıyla çok fazla imam hatip var demek çok sağlıklı bir yorum olmaz.
İmam hatip okullarının sayısının son yıllarda hızla arttığı
iddia ediliyor; son 3-4 yılda
imam hatiplerin sayısı diğer
yıllara nispeten elbette arttı.
Ama 28 Şubat’tan bugüne
kadar da çok ciddi bir kesinti
vardı. Bunu hesaba kattığınızda ve dönüp 28 Şubat
öncesindeki oranla kıyasladığınızda bugün, daha yeni
imam hatip öğrencilerimizin
sayısı 28 Şubat’tan öncesinin oranına ulaşmış durumda. O zaman yüzde 10-12
civarlarındaydı şimdi yine
yaklaşık aynı oranlarda değişiyor. Dolayısıyla burada,
abartılı bir artış söz konusu değil, tam tersine bir
hak iadesi söz konusudur. Özetle, imam hatiplilerin
önü kesilmişti, şimdi 28 Şubat öncesinin oranını yakalamış olduk ve tedricen artış yaşıyoruz.
“En önemli husus gençleri anlamak”
İmam hatip mezunlarının Türkiye ekonomisindeki kalkındırmaya yönelik finansal başarısını nasıl görüyorsunuz?
Bu sorunuza iş adamı kimliğimle cevap vereyim.
İmam hatip mezunuyum, tarih bölümünden mezun oldum ve dış ticaretle uğraşıyorum. Çok sayıda ülkeyle ticaretimiz var. İhracat ağırlıklı faaliyetler
yapıyoruz. Türkiye’mizin gıda üzerine önemli bazı
markalarının yurtdışında temsilciliğini, distribütörlüğünü yürütüyor, ülkemizi ekonomik anlamda da
dışarıda temsil etmiş oluyoruz. Demek ki bir imam
hatipli, iş adamı da olabilir. Finansla ilgili kendi ülkesinde katkıda da bulunabilir, âlim de olabilir, sporcu
da olabilir ve sanatçı da olabilir. Biz bunu söylemeye
çalışıyoruz ama ülkede siyaset daha belirgin olduğu
için imam hatip mezunlarının sadece siyasetçi tarafı
daha bir ön plana çıkıyor. Aksine iş hayatında da,
ekonomik hayatta da ve diğer alanlarda da aktif
imam hatipliler var.
Sancak dergisi aracılığıyla MİHDER ve öğrencilerimiz, velilerimiz, eğitimcilerimiz ve
mezunlarımız dahil, tüm Muğla İli ve İlçelerindeki imam hatip camiasına mesajlarınızı alabilir miyiz?
Akademik başarıyı öncelikle insanlığa bir hizmet
basamağı olarak görmeli, milletimizin her dönem
umudu olmuş imam hatipleri en iyi yerlerde temsil
etmeliyiz.
Şuan imam hatip sıralarında okuyan öğrenciler başta olmak üzere yolu imam hatipten geçmiş veya bu
sevdaya gönül vermiş herkesin imam hatip ruhunu yaşatma gayreti içerisinde olmalarını istiyorum.
Hem ülkemiz hem İslam coğrafyası zor zamanlardan geçiyor. Bu zor zamanları atlatmanın bir yolu
da ayakları yere sağlam basan, ümmetin derdiyle
dertlenen imam hatip neslinin en iyi şekilde yetişmesi ve yetiştirilmesi ile mümkün olacaktır.
Her bir gencimizi ayrı bir dünya olarak ele alıp maneviyatıyla, dersleriyle, sosyalliğiyle, inceliğiyle daha
ileri taşımak için idarecilerimizin, öğretmenlerimizin, derneklerimizin, gönüllülerimizin, velilerimizin
büyük çaba sarf etmesi elzemdir. Nitelikli toplulukları hiç kimse ve hiçbir şey engelleyemez. Bugün
engellenir yarın ortaya çıkar. Burada engellenir bir
başka yerde ortaya çıkar. Özellikle 15 Temmuz’da
bir kez daha gördük ki dindar insanların ilerleyişini
iç ve dış güç odaklarına rağmen engellemeyecekler.
Öğrencilerimizi geleceğe hazırlarken aynı zamanda
ülkemizi dünya sathında temsil edecek kendi alanlarında birer lider yetiştirme bilincinde olmalı ve bu
noktadan hareketle imam hatip okullarımızı nitelikli
hale getirmek için gücümüz nispetince çalışmalar
ortaya koymalıyız.
Umutlu, heyecanlı, ideal sahibi evlatlarımızı, iyi
noktalarda görme hayalimizin yakın olduğunu biliyorum. “Kendisi için istediğini başkasını için de
isteyen” öncü nesli beraber yetiştiriyor olmanın
heyecanı ile tüm imam hatip camiasını yürekten
selamlarım.
İMAM HATİPLİLER YOLUNA
NİTELİKTEN VAZGEÇMEDEN
“İSTİKAMET ÜZERE”
DEVAM EDECEK
Ey doğulular ve batılılar!
Arzın kuzeyinde ve güneyinde kalanlar!
Asrın dolambaçlı yollarında kaybolanlar!
Size müjdeli haberlerimiz var!
Biz, âlemleri var edene çağıran kadîm bir kâmet işittik. Peygamber ihtiyarlatan bir emrin altına girdik.
Göklere ve yere ağır gelen bir emaneti yüklendik.
Sağa ve sola çekilen çizgileri silmek üzrekıyâm ettik.
Ortadaki müstakim yolu istikamet edindik. Rahman
olandan her gün, kırk defa istikamet dilendik.
İstikamet istedik kemiği olmayan dillerimize, tartarken titreyen ellerimize, tereddütle ürperen gönüllerimize. Bir kıyâm; uyku makamındaki gecelerimize,
zalim karşısında dolaşan dizlerimize, karanlık çöken
gündüzlerimize.
Nihayet kurtulduk ayaklarımıza vurulan prangalardan ve yola örülen duvarlardan. Yorulmuştuk nice
zamandır gurbette oturup kalmaktan. Bir mübarek
sefer emri var el-Kayyum olandan. Sığınarak Allah’a
tefritten ve ifrattan, bir aşka niyetlendik: “Ümmetenvasatan!”
Ey doğulular ve batılılar! Arzın güneyinde ve kuzeyinde kalanlar!
Şimdi sesimizin olanca kuvvetiyle; kamet getiriyoruz
kıyıya vuran bebeklere, ağlamayı unutan annelere,
zulme uğrayan her bir Âdeme. Kubbesi çöken mabedlere, ezanı dinen minarelere, sahipsiz kalan beldelere. Ve adalete, el-Âdil olana davete…
Ey şüphe makamının mukimleri ve dua makamının
mü’minleri!
Beklemeyin bizlerden nekeramet nemucize.
Tek teminatımızsinelerimizde veciz bir cümle:
“Festekimkemâümirte!”
*ÖNDER’in Kahramanmaraş’ta düzenlediği “İstikamet Üzere” temalı 13.İmam Hatipler Kurultayı’nda
gösterilen ve çok beğenilen filmin metni…
İMANI, HEYECANI,
KİMLİĞİ VE HEDEFLERİYLE
GENÇ Kimdir veya Kim GENÇtir?
Burada, fizikî açıdan değil, rûhî bakımdan gençlik
bahis konusudur. Doğum senesinin gösterdiği yaşı
kaç olursa olsun; karşılığını Âhirette göreceği bir
hizmet ve iş teklif olunduğunda, tereddüd geçirmeden: “Yaparım İnşaallah” diyen kimse gençtir.
Cinsiyet yani erkek veya hanım oluş, hükmü değiştirmez.
GENÇ
ADAM
Genç:
1) Hizmetten kaçmaz, mazeret üretmez ve yüksünmez.
2) Hizmet için dünyalık düşünmez.
3) “Bir yapan bulunur”, “bana mı düştü”, “ben miyim vatan kurtaran aslan” gibi kaytarma bahaneler
aramaz.
“İnşaallah yaparım” deyip, bütün samimiyeti ve
gücü ile varını yoğunu ortaya koyar. Hizmeti bizzat
yapar, yaptırır ve bu uğurda yıpranmayı, yorulmayı ve hatta gerekirse canını fedâ etmeyi göze alır.
Hizmet esnasında çektiği sıkıntıları ve karşılaştığı
müşkilleri; günahlarına keffaret, sağlık ve dinçliğine
vesile ve yüksek manevi derecelere ulaşma vesileleri
olarak kabul eder.
Prof. Dr. Osman Öztürk
Allah’a hamd ve senâlar,
Rasûlullah Efendimiz’e, Âl ve Ashâbına
Salât ve Selam olsun.
İşte bu anlayışla hareket eden herkes; nüfus cüzdanındaki “yaş” hanesine bakılmaksızın gençtir.
Bu risalenin konusu; yine öncekiler gibi seminer ve
konferanslarda ele alınmış bir projedir.
Hamâsi ve heyecanî olmayıp, tevcîhî (yönlendirici) ve
irşâdî (yol gösterici)dir. Lâf ebeliği (demagoji) yapmak
yerine, tatbiki mümkün, yani uygulanabilir prensiplerden bahsedilmeye çalışılmıştır.
Bazı tenkidî cümleler, birilerine sataşmak maksadıyla
olmayıp, hayalî bir hatadan bahsedilmediğini isbat
içindir.
Önce; “kim gençtir?”, daha sonra; “genç kimdir?” üzerinde durulacaktır. “Adamlık” ve “adam”
mefhûm/kavramları ele alındıktan sonra; “genç
adam” portresi ana hatlarıyla ortaya çıkmış olacaktır.
“Genç adam”ın sahip olması gereken özellikler, ondan beklenenler ve onun “olmazsa olmazları”; konunun bel-kemiğini teşkil edecektir.
Bütün dünyanın, her zamankinden çok daha fazla
hareketliliklere sahne olduğu bir dönemde, bu hareketliliğin temel taşı; “genç adam”dır. Bundan sonra
da o olacaktır. Ona gösterilecek ihtimam ve alâka;
hâlin ve istikbâlin şekillenmesinde nâzım rolü oynayacaktır.
Bu rolün müsbet icrâsında ve hayırlara vesile olmasında nâçiz bir hizmetimizin olması niyazı ile...
ADAM Kime Denir?
İman, milli kültür ve tarih şuurunun oluşturduğu
şahsiyyet ve kimliğe sahip insana; “adam” veya
“adam gibi adam” denir. Burada da yine erkek
tedâi/çağrışımı yanlış olur. Adam olmaz da erkek
olmuş ne kıymet ifade eder? Hanım olur da adam
olur çok şey ifâde eder. Dolayısiyle “adamlık” bir
şahsiyet konusu olup, cinsiyet konusu değildir.
“Genç” ve “adam” mefhûm/kavramlarının anlaşılmasından sonra; “genç adam” konusu da tarifini
bulmuş oldu:
Hizmete ön şartsız ve pazarlıksız tâlip, şahsiyyeti
kıvâmında insana; “genç adam” diyoruz.
Osman Öztürk
24. Rebiulâhir. 1424
24. Haziran. 2003
Aksaray-İSTANBUL
Şimdi sıra geldi; ülkemizin ve daha sonra da dünyanın derd ve sıkıntılarının çaresi olarak gördüğümüz;
“genç adam”da aradıklarımız, bulmak ve görmek
istediklerimize..
Bunları iki ana başlık altında toplayabiliriz:
2) Mahlûkât/yaratıklara şefkat ve hizmet.
Şimdi gelelim; Allah’dan korkan ve yaratıklarına şefkat ve hizmetle yaklaşan “genç adam”, bunları nasıl
ve nice ispat edecek konusuna:
1) GENÇ ADAM Okur
a)Öncelikle Allah’ın gönderdiği son kitab olan
Kur’an-ı Kerîm’i okur. Ehline sorarak; bol dipnotlu
ve izâhatlı bir mealli Kur’an okur. Daha sonra tefsire
yönelir. Bunlara vakit ayıramazsa, bu sebeble sadece Kur’an metni okumaktan da geri kalmaz. Manası
anlaşılmayan Kur’an kırâetinin faydasızlığı gibi uçuk
fikirlere itibar etmez. Mealsiz, mealli veya tefsirli bir
okuyuşu, günlük bir vazife olarak muntazam yapar.
Bazı Âyetleri orijinali ve manasıyla ezberler.
b)Dinimizin ikinci kaynağı olan “Sünnet”i öğrenmek üzere, usûlüne uygun olarak yapılmış çalışmalardan Hadis okur ve öğrenir. Arapça bilmese
de bazı kısa metinleri aslı ve manası ile ezberler.
Hadis ve Siyer kültürünü de yine bu işin ehline sorarak elde etmeye çalışır. Konulara göre derlenmiş
ve terceme edilmiş Hadis mecmuâ/kitaplarını tercih
eder. Tekrardan ve birbiriyle tezad teşkil ediyor görünümünden azâde olan eserleri seçer ve bulur. Bu
bilgilenme de hergün olacaktır.
c)İlm-i hâl kitabı okur. Ehl-i Sünnet akide/inanç sistemini, ibâdetlerini, helâl-haramları, günlük hayatta
karşısına çıkan meselelere müslümanca yaklaşım
tarzını, Allah’a ve kullarına karşı ifâ ile mükellef
olduğu vazifelerini, haklarını kullanmadaki sınır ve
tarzları, İslâm âdabını, ahlâkî konular ve benzerlerini
öğrenir. Tabii ki, yine işin mütehassısına sorarak yapar bu çalışmayı.. Bir program dahilinde ve hergün
olmak üzere..
d)Diğer dinî, ictimâî/sosyal ve tarihî eserleri de bilenlerin tavsiyesiyle okur.
e)Dergi ve gazetelerdeki ilmî ve fikrî yazıları da, aşırı
zaman kaybına sebeb olmayacak tarzda olmak şartıyla ihmal etmez.
f)Yukarıdaki okuma çalışmalarını ciddi bir programa
oturttuktan sonra; zaman zaman aykırı düşünce
sahiplerinin kitap ve makalelerini de okuyabilir. Çok
zaman ayırmamak üzere.. Bunu şöyle de ifâde etmek mümkündür: Öğrenip uygulamak için okunacaklar; Allah’ın adıyla, yani “Bismillahirrahmânirrâhim”le okunabilecek cinsten olanlardır. “Besmele”
çekerek okumaya lâyık görmediklerimiz, bilgilenmek ve bilgi edinmek içindir.
1) Allah korkusu
30
31
2) GENÇ ADAM İbadetlerine Düşkündür
Namaz, Oruç, Zekât ve Hac gibi farz ibadetleri,
mükellef olduğunda ifâ edeceği zaten şüphesizdir.
Bunlara ilaveten “Genç adam”dan beklenenler:
a)Namazı, İtinâlı bir abdestle, vaktinde, cemaatle ve
tadil-i erkânla kılar. Ayrıca; teheccüd, işrak, evvabîn
ve abdest namazlarına itinâ gösterir.
b)Pazartesi, Perşembe veya her Hicrî ayın 13, 14 ve
15’inde oruçlu olmaya gayret eder.
c)Namaz sonrası tesbihlerini ihmal etmediği gibi,
istiğfar, Kelime-i tevhid, salavât ve Resûlullah Efendimizin tavsiye buyurduğu diğer zikir ve tesbihâttan
meydana gelen, günlük virdi vardır. Bunların adedini iştah ve imkânına göre ayarlar.
d)Zekât mükellefi ise de değilse de; kendi çapında
tasaddukda bulunur. Bu, fakire sadaka şeklinde
olabileceği gibi, “emr bil ma’ruf” için harcama da
olabilir. Bu işin ciddiyeti ancak günlük veya haftalık
şekilde yapılacak tasaddukları bir fonda toplamakla
mümkün olur.
Dünyanın yaratıcısı ve gerçek sahibi olan Allah; arzın yönetiminin İlahi irade doğrultusunda olması
vazifesini, insana havale etmiştir. (Enbiya (21)/105).
“İnsanoğlu çok zalim”; (İbrahim (14)/34), “çok cahil”; (Ahzâb (33)/72) “ve çok aceleci”; (İsrâ (17)/11)
olmasına rağmen, “göklerin ve yerin üstlenmekten
korktuğu” (Ahzâb (33)/72) bu görevi kabullenmiştir. Öyleyse verilen söz yerine getirilecek ve arzın
ıslahı için mes’uliyyet sınırı tanımaksızın koşturulacaktır.
Yük ağır, zaman sınırlı ve ömürler kısadır. Boş geçirilecek vakte, işin tahammülü yoktur. İnce düşünülürse, vazifelerin lâyıkıyla ifası için; uyku ve yeme içme
için ayrılan zamandan bile tasarruf gerekecektir.
Öğrenmede, öğretmede ve hatta dinlenmede bile
zamanı çok iktisadî kullanmak mecburiyeti vardır.
Televizyon karşısında, ayak üstü sohbetlerinde ve
çeşidli zaman öldürme celselerinde harcanacak
saatleri; bu ağır sorumluluğun yerine getirilmesine
aktarmak icab edecektir.
3) GENÇ ADAM Haram ve Günahtan
Korunur
5) GENÇ ADAM Muntazamdır
Kesin haramlardan korunduğu gibi, şüphelilerden
ve mekruhlardan da korunur:
Disiplinli bir hayatı vardır. Sabah kalkıştan itibaren
akşam yatışa kadarki bütün saatleri planlıdır.
a)Yolda, okulda, televizyonda ve her yerde göz zinasından sakınır.
Ders çalışması, iş hayatı, sorumluluklarının ifâsı, dinlenmesi ve eğlenmesi hepsi bir program dahilindedir. Ne TV ve internet karşısında saatlerini harcar, ne
de arkadaş gevezeliği ile vaktini boşa geçirir. Başta
zaman isrâfı olmak üzere, her türlü isrâfa karşıdır.
b)Hukûki/meşrû bağ olmaksızın erkek-kadın münasebetlerinden (arkadaşlık manasına gelen) uzak
durur.
c)Sigaranın; Kendisine sıhhî ve malî zararını düşünerek, başkalarını da zaman zaman sıkıntıya soktuğunun idrakinde olarak; bir irâde za’fı olan bu illetten korunur. Dumanda teselli arayacak bir kimse
olmaktansa, adam gibi adam olmayı tercih eder.
d)Gevezelik, gıybet, dedikodu ve kaynağı belirsiz
haberlerle asla alış-verişi yoktur.
4) GENÇ ADAM Sorumluluğunun İdrakindedir
Nefsinden başlayarak, en yakınlarından devam
edip, Türkiye’den ve dünyadan sorumlu bir ağır yük
hamalı olduğunu müdriktir.
32
Allah’ın kendisine “halifetullah yani, “Allah vekili”
olarak baktığının” farkın-dadır. (Bakara (2)/30).
Yemesi-içmesi de prensiplidir.
Düzeni bozacak müdahalelere karşı uygun şekilde
direnir. Fevkalâdelikler hariç program disiplininden
taviz vermez. Arkadaş ve dostlarının yadırgamaları karşısında pes etmediği gibi, onları da böyle bir
planlı programlı hayata alıştırmaya çalışır.
Bu tarz bir yaşayışın ilk dönemleri zor gelirse de
zaman içerisinde çok tabii hale geldiği ve hiç de
kaideler içerisinde kıskaca alınmış bir kimse hissine
kapılmadığı görülecektir.
Biz hocalarımızdan; 60 sene aynı saatte traş olanını,
bir ömür boyu yemekten iki saat sonrasına kadar
ağzına su bile koymayanları tanımış olduk. Bu ör-
nek insanlarla yaptığımız müşterek çalışmalarda da
onların geliş-gidişleri dahil, hiçbir vazifeyi aksatmadıklarına da şâhit olduk.
6) GENÇ ADAMın Hizmet Programı
Vardır
Hizmet programı; elbette yazılı olacaktır. Hatta
ajandayı bu programla zenginleştirmek gerekecektir. Allah için Allah’ın kullarına sunulacak hizmetlerin bir kısmı daimî/sürekli iken diğer bir kısmı da zaman zaman olabilecektir. Bayramları, Ramazanları,
Kandil gecelerini, Hicrî Yılbaşı ve benzeri vesileleri
çok önceden hizmet programına almak lazımdır.
Bu vesileleri çeşitlendirmek ve verimli hale getirmek
için, elbette kafa yorulacak, fikrî üretim yapılacak
ve bilenlere danışılacaktır. Hülâsa; hizmet ajandasız
“genç adam” düşünülemez.
Talebe iken, meslek ve iş sahibi olduktan sonra,
işi başından aşkınken, neşesiz ve yorgun iken de
“genç adam”ın olmazsa olmaz kabul ettiği hizmetler var olacaktır.
Efendimiz aleyhisselâm: “İnsanların hayırlısı onlara
faydası en fazla doku-nanıdır”. (el-Câmiussağîr, II,
8, Kahire-1321 H.) buyurmuştur. “Genç adam”; garazsız ve ivazsız, geleceğe yönelik hesap yapmaksızın ve karşılığını dünyada beklemeksizin, hizmet
nerede ise orada olacaktır. Kendisini hizmet asansörü kabul edecek, ancak kime hizmet ettiğinin hesabını iyi yapacaktır.
Allah için yapacaklarımız, zaman ve zeminle sınırlı
olmayan vazgeçilmezlerimizdir. Bunların hatıra geldikçe ve elimiz erdikçe değil, plan-program dahilinde sürekli ve ihmale uğramaksızın yapılması; rahmet ve bereketi ziyadeleştirecek ve bizi çok yüksek
bir manevi tatmine ulaştıracaktır.
İşe nereden başlayacağını bilmek, “ehem” (daha
önemli), “mühim” (önemli) sıralamasını doğru yapmak, tâli işlerden değil, esasa müteallik meselelerden işe girişmek; ancak programlı ve “hizmet ajandalı” çalışma ile mümkündür.
7) GENÇ ADAM Hayra Motor, Şerre
Kalkandır
“Hayr” namına bildiklerini yayar, “emr bilmaruf” ve
“nehy anilmünker” yapar. Yani iyilik ve güzelliklerin yerleşmesi, kötülüklerin ortadan kaldırılması için
daimî bir çaba sarfeder.
Öğrendiklerini başkalarına da ulaştırır, güzel şeyler
yapanlara takdirlerini bildirir (mektupla, telefonla,
faksla, e-mail vasıtasıyla). Yanlış ve hatalı davranışları da aynı vasıtalarla ikaz eder, gerekirse tel’in
eder.
Orada-burada gördüğü gönül karartan çirkinlikleri,
gücünün yettiği metodlarla temizler, yani çevre temizliği yapar.
Dostlarına; konferans ve sohbetleri haber verir, beğendiği kitap ve makaleleri tavsiye eder. Çoğaltılması gerekenleri çoğaltır ve dağıtır. Bütün bunları
yaparken, yanlış bir düşünce ile; “benim bu küçük
çabamdan ne olacak ki?” demez. Tebliğ görevinin
kendisine, muhasebenin ise Allah’a âid olduğunu
hatırlar (Yusuf (13)/40).
8) GENÇ ADAM Dinî Heyecana Sahiptir
Şüphe yok ki yaptığı işden hislenmek ve heyecan
duymak; külfetin hazza ve zevke dönüşmesine vesile olur. “Din” bir bütün olarak ancak bu haz ve
heyecanla yaşanır. En zor şey; candan ve maldan
vazgeçmektir. Eğer insan heyecan-ı dîniyyeye kendini kaptırırsa; onun için malı da canı da vermek
tabii hâle gelir. Tarih bunun misalleriyle dolu olduğu gibi, yaşadığımız dünyada çok az da olsa bu tür
insanlara rastlarız.
İhtiyaç sahibi birisinin ihtiyacını giderirken, tutulmaya layık elden tutup bir yere yerleştirirken, birisine;
Kur’an, din-iman ve ahlak öğretirken; kendisinden
birşeylerin eksildiğini ve vaktinin uçup gittiğini düşünmez.
Soğuk su ile abdest aldığında, stadyumda devre
arası namaz kıldığında, şehirlerarası yolculukta namaz kılmak için otobüsü durdurduğunda, hostesi
çağırıp uçakta namaz kılacak yer istediğinde; yüksek bir dinî heyecan duyar. Ayak üstü açtığı oruç ve
vasıtada yaptığı iftar sonrasında duyduğu manevi
haz sebebiyle âdetâ kanatlanır.
Yerine göre bir kitap ve CD ile yahut da bir küçük
sakızla tebliğ yaptığında, bir hayrı yayıp, bir şerri
engellediğinde fevkalâde heyecanlanır ve hislenir,
hatta bazan vazifesini yapanların sevinci ile şükür
mâhiyetinde ağlar.
Devamı sonraki sayıda...
33
100
İMAM HATİP LİSELERİ İÇİN ÖNDER’İN TAVSİYE ETTİĞİ
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
34
KİTAP
Sıradışı Bir Ödül Töreni
Mustafa Kutlu
Ya Tahammül Ya Sefer
Mustafa Kutlu
Zafer Yahut Hiç
Mustafa Kutlu
Sır Mustafa Kutlu
Beyhude Ömrüm
Mustafa Kutlu
Yoksulluk Kitabı
Mustafa Kutlu
İsyan Ahlakı
Nurettin Topçu
Yozlaşmadan Uzlaşmak
Hüsrev Hatemi
Beş Şehir
Ahmet Hamdi Tanpınar
Huzur
Ahmet Hamdi Tanpınar
Yarınki Türkiye
Nurettin Topçu
İmân Ve Aksiyon
Necip Fazıl Kısakürek
Çile Necip Fazıl Kısakürek
Aynadaki Yalan
Necip Fazıl Kısakürek
Kanlı Sarık
Necip Fazıl Kısakürek
Diriliş Neslinin Amentüsü
Sezai Karakoç
Ruhun Dirilişi
Sezai Karakoç
Çağdaş Batı Düşüncesinden
Sezai Karakoç
İslamın Dirilişi
Sezai Karakoç
Şeytandan Korunma Yolu
Abdülhamit Bilali
Gerçek Hayattan Hikmetli Kıssalar Abdülhamit Bilali
Kırk Hadis Tercümesi Ve Şerhi
Kazım Sağlam
Davet Ahlakı
Abdülhamit Bilali
Musabbin Umeyr Ve Davet
Ali Haydar Züğürlu
Nebevi Davet Ve Propaganda
Dr Fahri Hoşab
Bilal Habeşi Ve Ahad
Ali Haydar Züğürlu
İnancımız
Ömer Küçükağa
İman Ve Salih Amel
Abdülhamit Bilali
Kötülükten Sakındırma Yolu
Abdülhamit Bilali
Kuranda Cehalet Cahil Cahiliyye Mustafa Akman
Davetçi Eğitimi Ve Ahlakı
Abdülhamit Bilali
Zirvedeki Mankurtlar
Taha İslam
İhlas Çağrısı
Ramazan Kayan
Namaz Çağrısı
Ramazan Kayan
Tevhidi Varoluş
Ramazan Kayan
Kimlik İnşası
Ramazan Kayan
Vahiyle Doğrulmak
Ramazan Kayan
Kardeşlik Çağrısı
Ramazan Kayan
Kulluk Bilinci 1 Abdullah Yusufoğlu
Kulluk Bilinci 2
Abdullah Yusufoğlu
Son Elçi 2. Hamur
Günay Bayburtlu Kesler
Yitik Özgürlük
Serkan Korkmaz
Şehit Hama
Ahmet Pakalın
Müslüman Savaşçı
Sadık Tekin
Hamalı
Ahmet Pakalın
Sürgün Öğretmen
Hüseyin Karatay
47 Selahaddin Eyyubi
48 Ömer Bin Abdulaziz
49 Bir Firavun Bir Mücahit
50 Sevgili Yanlızlığım
51 Yerel İntifada Kurtuluş
52 Hz. Ali
53 Muhammed İkbal
54 İbadet İlkeler
55 Hasan El-Benna
56 Ömer Muhtar 57 Malcolm X 58 Bir Çığır Öyküsüdür:
Şule Yüksel Şenler!
59 Devlet
60 Gölgemin Ayak Sesleri
61 İman Ve İnkar Aynasında
İki Kadın Portresi
62 Gül Yetiştiren Adam
63 Müslümanca Yaşamak
64 Eşikte Duran İnsan
65 Açık Mektuplar
66 Bacıdan Bayana
67 Son Direnişçi
68 Anadolu Fatihi Sultan Alp Arslan
69 Suların Gölgesinde
70 Yurdunu Kaybeden Adam
71 Kanatsız Kuşlar Şehri
72 Sokakta
73 Ümmet Coğrafyası
74 Yusufun Üç Gömleği
75 Gelin Müslüman Olalım
76 Tarih Bilinci
77 Hayatı İslamla Yaşamak
78 Hz. Muhammedin Hayatı
79 Hatırla Diye
80 Seyyah 81 Namaz Bir Tevhid Eylemi
82 Tevhid Ve Toplum
83 Müslümanın Yol Azığı
84 Kuranın Gölgesinde Kadın
85 Zorlu Mücadele
86 Üç Mescid
87 Müslüman Olmam Neyi Gerektirir
88 Müslüman Kızlara
89 Gençler Anlayınca
90 İlmi Tevhid
91 Taşları Yemek Yasak
92 Üç Mesele 93 Türkistan Geceleri
94 Güllerin Vedası
95 Direniş Öyküleri
96 Dört Temel Terim
97 Yoldaki İşaretler
98 Er Rasul
99 İslamda Nefis Tezkiyesi
100Allaha İnanmak
Hüseyin Karatay
Adil Akkoyunlu
Yusuf Koç
Mehmet Deveci
Anıl Kurt
Adil Akkoyunlu
Muhammed Han Kayani
Vecdi Akyüz
Ahmet Emin Dağ
Osman Arpaçukuru
Doç. Dr. Recep Şentürk
Demet Tezcan
İbn Haldun
Ahmet Mercan
Muhammet Ali Kutup
Rasim Özdenören
Rasim Özdenören
Rasim Özdenören
Rasim Özdenören
Cihan Aktaş
Vedat Sağlam
Yusuf Dursun
Bekir Büyükarkın
Cengiz Dağcı
Emir Kalkan
Bahaeddin Özkişi
Adem Özköse
Abdullah Yıldız
Mevdudi
Abdullah Yıldız
Ramazan Tamer Büyükküpçü
Celalettin Vatandaş
Demet Tezcan
Adem Özköse
Abdullah Yıldız
Celalettin Vatandaş
Mustafa Meşhur
Prof. Dr. Seyyit Kutup
Sadık Akkıraz
Rabia Berna Tümkor
Fethi Yeken
Hasan El Benna
Abdullah Nasıh Ulvan
Ömer Nasuhi Bilmen
İsmet Özel
İsmet Özel
Necip El Kıyanı
Bahattin Yıldız
Cihad El Recbi
Mevdudi
Seyyid Kutup
Said Havva
Said Havva
Said Havva
35
İMAM HATİP ORTAOKULLARI İÇİN
ÖNDER’İN TAVSİYE ETTİĞİ
100
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
36
Ağlamak Yasak
Sarkaç
Duvarın Öte Yanı
Özlem Yokuşları
Yaralı Dağlar
Yusuf ve Züleyha
Şehit Hama
Mushaflar ve Bombalar
İşte Önderimiz Hz. Muhammed
Atlıhan
Gültekin
Kolsuz Kahraman
Malkoçoğlu
Sarı Benizli Adam
Sencivanoğlu
Elif’in Olağanüstü Düşleri
Elif’in Olağanüstü Düşleri 2
Azap Toprakları
Küçük Dünya
Tutsak
Kanije Muhasarası
Hayvan Çiftliği
Gazi Osman Paşa Plevne’ye
Saplanan Tuğ
Kara Gölge
Efsane Tutsak
Gizemli Adam
Gizli Vadi
Karanlık Yol
Sırlar Adası
Zindandan Kaçış
Çanakkale Yiğidi Seyit Onbaşı
Dağların Kartalı Gökçen Efe
Korkusuz Savaşçı Battal Gazi
Ormandaki Yangın
Plevne Kahramanı
Gazi Osman Paşa
3. Selim Kılıç ve Ney
4. Murat
Bizans Düştü Fatih
Cem Sultan
Fetih
Gardiyan
Genç Osman
KİTAP
Osman Çeviksoy
Yahya Akengin
Osman Çeviksoy
Yahya Akengin
Yahya Akengin
Abdulhakim Koçin
Ahmet Pakalın
Ahmet Pakalın
İhsan Süreyye Sırma
Abdullah Ziya Kozanoğlu
Abdullah Ziya Kozanoğlu
Abdullah Ziya Kozanoğlu
Abdullah Ziya Kozanoğlu
Abdullah Ziya Kozanoğlu
Abdullah Ziya Kozanoğlu
Bilgin Adalı
Bilgin Adalı
Emine Işınsu
Emine Işınsu
Emine Işınsu
Namık Kemal
George Orwel
Sadettin Kaplan
Necib El-Kiylani
Jack Sailor
Jack Sailor
Jack Sailor
Jack Sailor
Jack Sailor
Jack Sailor
İbrahim Ünsal
İbrahim Ünsal
İbrahim Ünsal
Nevzat Yüksel
İbrahim Ünsal
A. Turan Oflazoğlu
A. Turan Oflazoğlu
A. Turan Oflazoğlu
A. Turan Oflazoğlu
A. Turan Oflazoğlu
A. Turan Oflazoğlu
A. Turan Oflazoğlu
43 Esenlik Zamanı
Cemal Şakar
44 Gidenler Gidenler
Cemal Şakar
45 Hikayat
Cemal Şakar
46 Pencere
Cemal Şakar
47 Portakal Bahçeleri
Cemal Şakar
48 Yol Düşleri
Cemal Şakar
49 Gül Yetiştiren Adam
Rasim Özdenören
50 Hastalar ve Işıklar
Rasim Özdenören
51 Hub
Hasan Aycın
52 Esrarname
Hasan Aycın
53 Yollar ve İzler
Mustafa Miyasoğlu
54 Zindan Hatıraları
Zeynep Elgazali
55 Oliver Twist
Charles Dıckens
56 Tom Sawyer
Mark Twain
57 Beyaz Zambaklar Ülkesinde
Gregory Petrov
58 Tatil Rüyası
A.vahap Akbaş
59 Gülün Aklı
A.vahap Akbaş
60 Hop Tirinom
A.vahap Akbaş
61 Herkesin Bir Hikayesi Var
Ahmed Sırrı Arvas
62 Allah’ın Güzel İsimleri
Esma-İ Hüsna-Tek Cilt
Ahmed Temmam
Semir Halebi
Selamet Muhammed Selamet
63 Sönmeyen Yıldızlar
Ahmet Efe
64 Yunus
Ahmet Efe
65 Son Av
Ahmet Efe
66 Anadolu Masalları
Ahmet Efe
67 Tuzaktaki Kaplan
Beydeba Masalları
Ahmet Efe
68 Kirazlı Şemsiye
Bestami Yazgan
69 Çılgın Okul
Duran Çetin
70 Tebessüm Öğretmen Duran Çetin
71 Kırmızı Kar Yağınca
Hasan Karahisar
72 Küçük Prens
Hasan Karahisar
73 Beyaz Kanatlı Kuş
Hasan Lâtif Sarıyüce
74 Karbeyaz
Hasan Lâtif Sarıyüce
75 Yaralı Keklik
Hüseyin Emin Öztürk
76 İki Yıl Okul Tatili
Jules verne
77 On Beş Yaşında Bir Kaptan
Jules verne
78 Bir Ayet Bir Hikâye
Meha Ali
79 Yıldızlarla Uyumak Mehmet Nuri Yardım
80 Arkadaşım Cami
Mustafa Ökkeş Evren
81 Şehitler Tepesi
Mustafa Özçelik
82 Peygamberimizin Anlattığı
Hikayeler
Osman Arpaçukuru
83 Kutlu Peygamberim
Vural Kaya
84 Fatihin Hanatları
Yusuf Dursun
85 Bir İncidir İstanbul
Yusuf Dursun
86 Cennet Kapısı Çanakkale
Yusuf Dursun
87 Anadolu Fatihi Sultan Alp ArslanYusuf Dursun
88 Sönmeyen Yıldızlar
Ahmet Efe
89 Küçük Kara Balık
Samed Behrengi
90 Marka Benim
İmran Aksoy
91 Haydi Namaza
Abdullah Yıldız
92 Cennete Otostop
Adem Özköse
93 Gelin Müslüman Olalım
Mevdudi
94 Tarih Bilinci
Abdullah Yıldız
95 Hatırla Diye
Demet Tezcan
96 Hamalı
Ahmet Pakalın
97 Sürgün Öğretmen
Hüseyin Karatay
98 Selahaddin Eyyubi
Hüseyin Karatay
99 Ömer Bin Abdulaziz
Adil Akkoyunlu
100Hz. Ali
Adil Akkoyunlu
37
yüzyıllarda Avrupa’dan Kuzey Amerika’ya göç etmişlerdir. Günümüze Amişler, Amerika’nın yanı sıra
Kanada, Karayipler, Orta Amerika ve Meksika’da
yaşamaktadır.5
Din-Devlet İlişkisi
Yrd.Doç.Dr. Resul ÇATALBAŞ
Dini İçin Yaşayan Bir Topluluk:
AMİŞLER
Kıymetli İmam Hatip Gençliği,
İçinde bulunduğumuz medeniyet, Mehmet Akif’in
deyimiyle “tek dişi kalmış canavar”1 bize dünyalık
için yaşamayı, makam ve çok para kazanmayı en
büyük hedef olarak göstermektedir. Televizyonlardaki dizilerde lüks içerisinde yaşayan ve gününü
gün eden insanlar, pahalı spor arabalar bizi dünyaya çağırmaktadır. Ancak böyle bir hayat ne Kuran-ı
Kerim’in ne de Peygamber efendimizin (SAV) bize
tavsiye ettiği bir hayattır. Zira Peygamber efendimiz: “zevkleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok
zikredin”2 derken, Kuran-ı Kerim: “dünyayı ahirete
tercih etmeyi”3 en büyük manevi hastalıklarından
birisi olarak niteler ve yaratılış gayemizin “Allah’a
kulluk yapmak”4 olduğunu vurgular. Bu mesaj sadece İslamiyet’in değil, daha önceki hak dinlerin de
ortak bir mesajıydı.
İnsanlık tarihinde her yüzyılda doğru bildiği dini için
yaşayan ve bu uğurda ölümü göze alan topluluklar
var olmuştur. Çalışma alanım “Dinler Tarihi” olduğu
için size bu konuda öne çıkan farklı bir Hıristiyan
gruptan; yani Amişler’den bahsetmek istiyorum.
1
“Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim iman
dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle
bir imanı boğar,“Medeniyet” dediğin tek dişi kalmış canavar?
(Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşı).
2
Hadis-i Şerif, Tirmizi, Zühd: 2; Nesâî, Cenâiz, 3; ibn
Mâce, Zühd, 31; Hâkim, el-Müstedrek, 4/321.
3 “Onlar ki, dünya hayatını (severek) âhirete tercih ederler;
(insanları) Allah yolundan çevirirler ve onun eğrilmesini isterler.
İşte bunlar, çok büyük bir sapıklık içindedirler” (İbrahim Suresi
3. ayet).
4
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye
yarattım” (Zariyat Suresi, 56. ayet).
38
Dini İçin Yaşayan Bir Topluluk:
AMİŞLER
Televizyonlarda Amişler, arabaya binmeyen, teknoloji ve elektrik kullanmayan bir kültürel grup olarak
anlatılır. Ancak teknolojinin beşiği olan Amerika’da
neden böyle bir hayatı tercih ettikleri konusu çok
sorgulanmaz. Neden böyle bir hayatı tercih ediyorlar? Onları böyle bir hayat yaşamaya sevk eden
sebepler nelerdir? Sorularını sorduğumuzda cevap
olarak karşımıza “dini inanç” unsuru çıkar. Evet,
onları bu türlü zorlu şartlar altında yaşamaya sevk
eden sebep; din anlayışlarından başka bir şey değildir.
Amişler’in en temel inancı; dini yaşama konusunda devletin hiçbir söz hakkı olmadığıdır. Bu sebeple sadece dinlerini yaşamaya odaklanmışlardır. Bu
inancın bir yansıması olarak devletin tüm kurum ve
işlevlerine de katılmazlar. Örneğin devlet memuru
olmaz, emeklilik sistemine katılmaz, kamu elektriğini kullanmaz ve devlete vergi vermezler. Aynı
zamanda Amişler, öldürmeye karşı çıktıkları için zorunlu askerlik hizmetini yapmaz, onun yerine hastanede çalışmak gibi alternatif hizmetlere katılırlar.
Ülkemizden çok uzakta olan ve dini yaşamak uğruna birçok zulme maruz kalan böyle bir dini grup,
biz Müslümanlara dini yaşamanın her toplum için
hayati derecede önemli olduğunu hatırlatmaktadır.
Sosyal Hayat
Amişler deyim yerinde ise “bir lokma bir hırka” anlayışı ile yaşarlar. Bu sebeple onlarda gösterişli hayat
yaşamak, moda kıyafetler giymek ve mücevher takmak günahtır. Hatta bazıları, küpe, bilezik ve evlilik
yüzüğünü uygun karşılamazlar. Giyimlerinde sadelik ve basitliği benimserler. Kadınlar makyaj yapmaz,
süslü olmayan tek renk kıyafetler giyer ve başörtüsü
takarlar. Erkekler resimde görüldüğü üzere basit giyinir, hasır şapka takar, sakal bırakır ancak bıyık bırakmazlar. Amişler’in evlerinde televizyon, internet,
cep telefonu ve çamaşır makinesi yoktur. Fotoğraf
çektirmeyi uygun karşılamazlar. Araba yerine resimdeki buggy denen “at arabasına” binerler.
Kısa Tarihi
İsviçre ve güney Almanya’daki Anabaptist hareket
mensupları (Kardeşler) 1693 yılında, fikir ayrılıkları
nedeniyle Amişler ve Mennoitler olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. Kuruldukları yer İsviçre’nin Alsace
şehridir. Amiş ismi kilise lideri Jakob Ammann’dan
(1644-1730) türetilmiştir.
Amişler, din ve devletin ayrımını savunmuşlardır. Bu
sebeple hem Katolik hem de Protestan hükümetler
tarafından yargılanmadan yakılarak, başı kesilerek
ya da suda boğdurulmak suretiyle ölüm cezasına
çarptırılmışlardır. Ancak kendilerine verilen bu cezalar onları inançlarını yaşamaktan alıkoymamıştır.
Geceleri toplumdan uzak mekânlarda gizli bir şekilde, hatta bazen mağaralarda bir araya gelerek ibadetlerini yapmışlardır. Kendilerine yapılan işkence
ve zulüm dayanılmaz hal alınca Amişler, 18. ve 19.
Amişler’de ahlâklı ve erdemli yaşamak çok önemlidir. Bu sebeple yalan söylemek, anne-babaya itaatsizlik, hırsızlık ve zina büyük günahtır. Ayrıca onların çoğunluğu içki içmez ve sigara da kullanmazlar.
Amişler aileye çok önem verirler. Boşanma hoş karşılanmaz. Çocuklar, Tanrı’nın bir hediyesi kabul edildiğinden, kürtaj ve doğum kontrolü yasaktır. Çocuk
sayıları 5 ile 10 arasındadır.
Türkiye’de yaşayan bir misyonere dinini anlatman
ve bu uğurda her türlü hakarete maruz kalman
karşılığında Tanrı’dan beklentin nedir? diye sorulduğunda şu çarpıcı cevabı vermiştir: “Tanrı’nın bana
verdikleri karşısında benim yaptıklarımın hiçbir
değeri yok ki”. Onun insanı derinden etkileyen bu
cevabına karşılık ben de soruyorum: Allah’ın bize
verdiği; akıl, kalp, göz, beden, hayat ve aile nimetleri karşısında onun için veya ebedi hayatımız için
gerçekten ne yapıyoruz?
Amişler çocuklarını ilköğretime gönderirler. 8 yıllık
eğitimden sonra çocukların lise ve üniversite eğitimi
alması yasaklanmıştır. Çünkü onlara göre bir insanı
Tanrı’nın yanında değerli kılacak şey; çok okumak,
diploma ve makam sahibi olmak değil, Tanrı’nın razı
olacağı bir hayat yaşamaktır.
5
Bkz. Resul Çatalbaş, Radikal Reformistler: Hıristiyanlıkta
Anabaptist Hareket, Ankara: Berikan Yayınları, 2015, ss. 90-95.
39
24-25 Eylül tarihlerinde Kahramanmaraş’ta altı oturum şeklinde düzenlenen, imam hatiplerin
akademik ve manevi kalitesini arttırmaya yönelik istişarelerde bulunulan 13. İmam Hatipliler
Kurultayı'nın sonuç bildirisi aşağıdaki gibidir.
Ramazan AKKIR
Gençlik, Sezai Karakoç ve
15 Temmuz Ruhu
G
ençlik; bir toplumun geleceği, bugünün
ve yarınların güvencesidir. Bir toplum, ne
kadar kaliteli ve yetişmiş gençliği sahipse
o denli başarılı ve geleceğinden emin olur.
Bundan dolayı, gençlik ile gelecek arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Sağlıklı bir gelecek inşa
etmenin yolu, gençlikten ve gençlere yatırım yapmaktan geçer.
Türkiye gibi genç nüfusu oldukça yoğun olan bir
ülkede gençliğe sosyal, kültürel ve siyasal yatırım
yapmak zorunludur. “Ak sütün içindeki ak kılı fark
edecek kadar gözü keskin bir genç(lik)” yetiştirmenin yolu, bilinç düzeyi yüksek, akıl ve irfan arasındaki
ahengi yakalamış bir siyasallıktan ve kültürellikten
geçer. Ve bu ülkenin ihtiyacı olan da ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin bir gençtir,
gençliktir.
Diriliş Neslinin Şairi Sezai Karakoç’un ifadesiyle;
“Hayatta en değerli şey gençlik… Her şeye sahip
olsanız da gençlik gittiyse ne fayda… Terazinin bir
kefesine bütün o şeyleri bir kafesine de gençliği koysanız gençlik ağır basar. Gençlik değerlidir; hayaller,
arzular çoktur. Ancak zaman kısıtlı, planlı-programlı
çalışmalı...”
Üstadın düşünce dünyasında gençlik, geleceğe ruh
aşılayan bir kök gibidir. İslam medeniyetini ve irfanını
inşa edecek olan da planlı-programlı çalışan gençlerdir. Evet, medeniyetleri insan kurar. Ancak kuruculuk
vasfına en yakın olanlar akıl ve kalp arasındaki ahengi yakalamış olan gençlerdir. Unutmayalım ki, böylesi
gençler, medeniyet yolundaki işaret taşlarıdır. Aynı
şekilde, toplumları ve büyük medeniyetleri dinamitleyenler de irfan, estetik ve ahlaktan yoksun gençliktir.
Şimdi hızlıca içinde yaşadığımız dünyaya bir göz atalım. Türkiye, 15 Temmuz gecesi Fethullahçı Terör Örgütü(FETÖ) tarafından organize edilen oldukça kanlı
bir darbe girişimine şahitlik etti. FETÖ mensupları
40
kimlerdir ve nasıl bir kafa kâğıdına sahiptir? Bu soru
oldukça önem arz etmektedir. Çünkü FETÖ mensupları, bu toplumun mankurtlarıdır. Aklı ile kalbi arasındaki ahengi kaybetmiş, aklını kiraya vermiş, irfanını
kaybetmiş bir kuşaktır. Altın nesil; dilini, dinini, evini,
yurdunu ve hatta şarkısını kaybetmiş bir gençliktir.
Gençliğinden ve hatta çocukluğundan itibaren aklı
ve vicdanı çalınan bu insanlar, Türkiye’nin en uzun
gecelerinden birisi olan 15 Temmuz gecesinde bu
ülkenin insanlarına kurşun sıkmışlardır. Altın Nesil,
bu ülkenin geleceğini ve gençliğini prangaya alma
operasyonudur. Bununla mücadele etmenin öncelikli
yolu, sadece müminlerin kardeş olduğu gerçeğinden
geçmektedir.
Yapılması gerekeni Üstad Sezai Karakoç şöyle betimliyor; öncelikle “Bir konunun uzmanı olunmalı. Sadece fakülte mezunu olmak değil, imkânı olan yüksek
lisans, doktora yapmalı. Hem kendi hayatına, hem
milletine şimdiye ve geleceğe katkı yapmalı. Bunu
sadece birlikte yaparız. Ortaklık, birliktelik bilincimiz
olmalı. Organize olmayı önemsemeli. Müminler kardeştir. Hayırda yarışırlar. Kıskançlık, haset olmamalı.
Allah’ın nimeti bol hepimize yeter.” Ortaklık bilinci
olmalı; kıskançlık ve haset olmamalı…” Yapılması
gereken budur; akıl ve irfan da bunu gerektirir.
Sessizliğin ve irfanın burçtan kalesine sığınına üstadın veciz ifadesiyle “…Büyük İslam Devleti olmalı. Bu
tek çare tek kurtuluş… Dört Kavrama sahip çıkmalıyız. 1. İslam Milleti, 2. İslam Ülkesi, 3. İslam Devleti, 4.
İslam Medeniyeti ki devleti de bu besler zaten. Çünkü Devleti adalet, adaleti de ahlak eksenli bir medeniyet ayakta tutar. Ve bu bir hayal değil, bir idealdir.”
Geleceği inşa edecek olan gençliğin ideali adalet
olmalıdır, medeniyet olmalıdır. İçinde yaşadığımız
bunalım çağında adaleti ve medeniyeti inşa etmek,
hepimizin ve özellikle gençlerin görevidir, sorumluluğudur. Bunun şuurunda olunmalı…
13. ÖNDER İMAM HATİPLİLER KURULTAYI SONUÇ BİLDİRİSİ
Kahramanmaraş, 2016
Bismillahirrahmanirrahim
İstikamet üzere temasıyla imam hatip öğrencilerimizin, mezunlarımızın ve camiamızın her alanda ve
konumda bilinçli ve şuurlu bir şekilde hareket etmeleri gerektiğine vurgu yapıldı.
Ülkemizin geleceğinde gençlerin çok önemli roller üstleneceğine dikkat çekilerek, önümüzdeki
dönemde Hanımlar, Gençlik ve Spor alanlarını önceleyip, planlı ve programlı bir şekilde atılımlar
gerçekleştirileceği ifade edildi.
ÖNDER ve paydaş STK'ların sivil bir insiyatifle hareket ederek gerektiğinde her türlü siyasetin üstünde
ve ötesinde sivilleşme ve ilerleme yönünde planlama, projelendirme gibi gelecekle ilgili çalışmalara
devam edileceği belirtildi.
15 Temmuz ihanet kalkışmasına karşı şanlı bir direniş gösteren milletimize, devlet büyüklerimize,
gazilerimize, gençlerimize, kadınlarımıza minnettar olduğumuz belirtilerek, aziz şehitlerimiz rahmetle
anıldı.
Ülkemiz adına büyük bir ihanet olarak gördüğümüz 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında özelde
gençlerimizin, genelde vatandaşlarımızın huzur ve refahı için her türlü tehditten ve tehlikeden uzak
eğitimli, erdemli, ahlaklı ve donanımlı bireyler yetiştirilmesi gerektiğine dikkat çekildi.
Türkiye çapında öncülüğünü yaptığımız mezun derneklerimizle bu misyon ve vizyon ile 2016 ve 2017
eğitim ve öğretim döneminin başında kısa, orta ve uzun vadeli olarak planlama yapma ve bu plan
dahilinde muhatap kitlemizin geleceğe hazırlanması hedef olarak belirlendi.
Kemiyetten öte keyfiyetin çok daha önemli olduğu yeni ve bereketli bir döneme geçildiğine dikkat
çekildi. Günümüz Türkiye'sinde Sivil Toplum Kuruluşlarının geliştirilerek kamu hizmetlerinde fikri, ilmi,
maddi ve manevi olarak rol model olmaları gerektiği dile getirildi.
Geçmişte imece usulüyle ve hayır niyetiyle yapılan çalışmaların bugün ne kadar faydalı olduğu ve
burada yetişen insanların ülkemize kamu ve özel sektörde hizmet vermesinin önemi daha iyi anlaşıldı.
Devlet-millet kaynaşmasının, siyaset ve sivil toplum oluşumuyla daha da zengin olacağının,
sonuçlarının da daha bereketli hale geleceğinin altı çizildi.
Sivil toplum sorumluluğunun psikolojik, sosyolojik ve ekonomik yönüyle ele alınarak geri dönüşüm
odaklı bir çalışma sistemi haline gelmesinin önemi vurgulandı. Toplumun her kesimine ulaşabilme,
dinleme, değerlendirme ve neticelendirme şeklinde çalışmalar yapılması gerektiğine vurgu yapıldı.
41
Lew Alcindor olarak doğdum.
Şimdi ise adım Kerim Abdül Cabbar.
Lew iken Kerim olmam – Sean
Combs’ın ismini Puff Daddy,
Diddy ve en son da P. Diddy olarak değiştirmesindeki gibi – artık marka olmuş ünlü bir ismi
değiştirmekten ibaret bir şey
değildi; kalben, aklen ve ruhen
bir dönüşümdü. Eskiden Lew Alcindor’dum. Beyaz Amerika’nın
benden beklediği şeyin soluk bir
yansımasıydım. Şimdi ise Kerim
Abdül Cabbar’ım. Afrikalı geçmişim, kültürüm ve inançlarımın bir
dışavurumuyum.
Çoğu insan için din değiştirmek, esasen yoğun bir
vidan muhasebesi gerektiren, kişisel bir mesele. Fakat ünlü biriyseniz, bu herkesin tartıştığı bir konu
haline geliyor. Az bilinen ya da pek haz edilmeyen
bir dine geçmişseniz, o vakit zekanız, vatanseverliğiniz ve akıl sağlığınız eleştiri oklarının hedefi oluveriyor. Bunu gayet iyi biliyorum. Müslüman olalı 40
yıldan fazla olduğu halde hâlâ bu tercihimi savunmak durumunda kalıyorum.
Kerim Abdul
Cabbar
Kareem
Abdul-Jabbar
Amerika’da
Müslüman Olmak
42
Şöhretin verdiği rahatsızlık duygusu
İslamiyet ile California Üniversitesi’ndeki (UCLA)
ilk yılımda tanıştım. O dönemde artık basketbol
oyuncusu olarak ülke çapında belli bir üne sahip
olsam da, özel hayatımı gizli tutmaya son derece
dikkat ediyordum. Şöhret beni gergin ve huzursuz
biri yapıyordu. Hâlâ gençtim, o yüzden de ilgi odağı
olmaktan neden bu kadar bunaldığımı tam olarak
söze dökemiyordum. Takip eden birkaç yılda ise
bazı şeyleri daha iyi anlamaya başladım.
Beni engelleyen şey, kısmen halkın takdir ettiği kişinin gerçek ben olmadığı hissiydi. Yetişkin bir erkek olma yolundaki bir gencin olağan sıkıntılarını
yaşamanın dışında, ülkenin en
iyi kolej basketbol takımlarından
birinde oynuyor ve okula devam
ediyordum. Buna bir de 196667’de Amerika’da siyah olmanın
ağırlığını ekleyin. O yıllarda Amerikan Medeni Haklar Hareketi’nin
önemli isimlerinden James Meredith, Mississippi’deki yürüyüş sırasında pusuya düşürülmüş; Kara
Panter Partisi (Black Panter Party)
kurulmuş; Thurgood Marshall, ilk
Afro-Amerikan yüksek mahkeme
yargıcı seçilmiş ve Detroit’te çıkan
ırkçılık karşıtı ayaklanmada 43 kişi
hayatını kaybetmiş, 1.189 kişi yaralanmış ve 2 binden fazla bina
hasar görmüştü.
Herkesin alkışladığı Lew Alcindor’un aslında hayal ettikleri kişi olmadığını fark ettim. Hayranlarım
benim ırk eşitliğinin ideal bir örneği olmamı istiyorlardı. Beni – ırkı, dini ya da ekonomik durumu
ne olursa olsun – her altyapıdan insanın Amerikan
rüyasına erişebileceğinin bir simgesi olarak görüyorlardı. Onlara göre ben, ırkçılığın bir efsane olduğunun canlı kanıtıydım.
Fakat işin aslını biliyordum. Bulunduğum noktaya,
fırsat eşitliği sayesinde değil, 2,18 metre boyum ve
atletik yapım sayesinde gelmiştim. Diğer yandan
otorite sahiplerini memnun etmeye çalışma anlayışına dayalı katı bir terbiye ile de mücadele ediyordum. Babam kuralları olan bir polisti. Katolik okulunda okumuştum ve oradaki rahipler ile rahibelerin
de bir sürü kuralları vardı. Oynadığım takımları çalıştıran basketbol koçlarının ise daha da çok… İsyan
etmek gibi bir seçeneğim yoktu.
Yine de durumdan memnun değildim. 1960’larda
yetişmiş biri olarak çok fazla siyah rol model görmemiştim. Özverili cesaretinden dolayı Martin Luther
King Jr.’a, düşmanlarını fena halde benzetip esas
kızı kaptığı için de Shaft’a hayranlık duyuyordum.
43
Bunun dışında beyaz kamuoyunun ortak fikri, siyahların pek de iyi olmadıkları yönündeydi. Onlara
göre siyahlar, ya haklarını alabilmek için beyazların
yardımına ihtiyaç duyan mağdur bir kesim ya da beyazların evlerini, işlerini, kızlarını ellerinden almaya
niyetli baş belalarıydı. “Makbul olanlar” gösteri ya
da spor dünyasının mutlu isimleriydi, ki onların da
yakaladıkları talih için minnettar olmaları bekleniyordu. Bu gerçeğin bir şekilde yanlış olduğunu – bir
şeylerin değişmesi gerektiğini – biliyordum. Bilmediğim şey ise bunun benim için ne anlama geldiğiydi.
Baştaki bilinçlenme sürecimde en büyük etkiyi yaratan, üniversitenin ilk yılında Malcolm X’in otobiyografisini okumamdı. Malcolm’ın hikayesi; demir
parmaklıklar ardına düşmeden çok önce kendisini
hapseden kurumsal ırkçılığın bir kurbanı olduğunu
fark edişi beni çok etkilemişti. Ben de aynen o şe-
kilde hissediyordum: İnsanların ben olduğumu sandığı bir imajın içinde hapis gibiydim. Malcolm ilk iş
olarak içinde büyüdüğü Baptist inancını bir kenara
bırakarak İslamiyeti araştırmaya başladı. Ona göre
Hristiyanlık, siyahları köleleştiren ve topluma yayılan ırkçılığı destekleyen beyaz kültürünün temeliydi.
Ailesi ateşli bir şekilde Hristiyanlığı savunan Ku Klux
Klan’ın saldırısına uğramış, evleri bu hareketten ayrılarak kurulan Kara Lejyon isimli bir grup tarafından
yakılmıştı.
Malcolm X’in adi bir suçludan siyasi bir lidere dönüşümü, beni kendi yetiştirilme tarzımı daha yakından
incelemeye ve kimliğim hakkında daha derinlemesine düşünmeye sevk etti. Malcolm X, İslam sayesinde kendi gerçek benliğini bulmuş; bir yandan siyahlardan ve beyazlardan gördüğü düşmanca tavırlarla
yüzleşirken, diğer yandan da toplumsal adalet için
savaşacak gücü kazanmıştı. Bu düşünceler ışığında
ben de Kuran-ı Kerim’i incelemeye başladım.
Karar ve başkaldırı
Bu karar, ruhsal tatmin yönünde dönülmez bir yola
girmemi sağladı. Ama bu kesinlikle pürüzsüz bir
yol değildi. O yolda ilerlerken ciddi hatalar yaptım.
Üstelik belki yolun pürüzsüz de olmaması gerekiyordu; belki de kişinin inançlarını sorgulayıp pekiştirebilmesi için gittiği yolun engeller, sapaklar, yanlış
keşiflerle dolu olması şarttı. Malcolm X’in dediği
gibi, “Şayet bedelini ödemeye hazırsanız, kendinizi
gülünç duruma düşürmeye de hakkınız vardır.”
Ben de bu bedeli ödedim.
Daha önce de söylediğim gibi, kurallara – ve özellikle de öğretmenler, vaizler ve takım koçları gibi kuralları uygulayanlara – saygılı biri olarak yetiştirildim.
Her zaman istisnai bir öğrenci oldum. O yüzden
44
de İslamiyet hakkında daha fazla bilgi edinmeye
karar verdiğimde, Hammas Abdülhalis’i kendime
öğretmen kıldım. Milwaukee Bucks takımında oynadığım yıllarda Hammas’ın İslamiyet yorumu iyi bir
ilham kaynağıydı. Daha sonra 1971 yılında, 24 yaşındayken Müslüman olarak (Allah’ın asil hizmetkarı
anlamına gelen) Kerim Abdül Cabbar adını aldım.
Bana sık sık, niçin Amerikan kültürüne bu denli
yabancı bir dini ve telaffuzu bu kadar zor bir ismi
tercih ettiğim soruluyor. Hatta bu durumu sanki evlerini yakmışım ya da Amerikan bayrağını yırtmışımcasına epey kişisel algılayan hayranlarım dahi oldu.
Aslında ben Amerikan kültürüme yabancı olan dini
reddedip siyah Afrikalı mirasımın bir parçası olan
dini kucaklıyordum. (Afrika’dan getirilen kölelerin
tahminen yüzde 15-30’u Müslümandı.) Hayranlarım, 1930’da Detroit’te kurulan Amerikan İslam hareketi İslam Ümmeti’ne katıldığımı sanıyordu. İslam
Ümmeti lideri olarak Malcolm X’ten çok etkilendiysem de gruba katılmamayı tercih ettim. Çünkü işin
siyasi yönünden ziyade manevi tarafına odaklanmak istiyordum. En nihayetinde Malcolm da grubu
reddetmiş ve hemen sonrasında da üç grup üyesi
tarafından öldürülmüştü.
Ailem din değiştirmemden memnun olmadı. Koyu
Katolik olmasalar da beni Hristiyanlığı mutlak doğru olarak kabul edecek şekilde yetiştirmişlerdi. Fakat
tarih okudukça, Hristiyanlığın insanlara boyun eğdirme konusunda oynadığı rolün daha çok farkına
vardım. Elbette 1965’teki İkinci Vatikan Konseyi’nin
köleliği Tanrı’nın adını lekeleyen, toplumu zehirleyen bir “haysiyetsizlik” ilan ettiğini biliyorum. Fakat
benim açımdan bu çok geç atılmış bir adımdı. Kilisenin, gücünü ve nüfuzunu köleliği bitirmek için
kullanmayıp bunun yerine bir şekilde ilk günahla
bağlantılandırarak haklı göstermesi beni sinirlendiriyordu. Dum Diversas and Romanus Pontifex gibi
papalık fetvaları, yerlilerin köleleştirilmesini ve topraklarının gasp edilmesini tasvip ediyordu.
Pek çok Hristiyanın kölelikle savaşmak için kendi
hayatlarını ve ailelerini riske attığının ve onlar olmasaydı bu sorunun bitmeyeceğinin farkında olmakla
beraber, en kutsal inançlarını doğrudan çiğneyen
böylesine rezil bir davranışa göz yummuş kültürel
kurumlarla aynı çizgide de olamıyordum.
İsim değiştirmek, hayatımda ailemin ve halkımın
köleleştirilmesine dair ne varsa reddetmemin bir
uzantısıydı. Alcindor, Trinidad’da
yaşayan Fransız bir toprak
ağasıydı ve atalarım da
onun kölesiydi. Ailemin kökleri günümüz
Nijerya’sındaki Yoruba
halkına dayanıyor. Ailemin köle efendisinin
adını taşımaya devam
etmek, onların şerefini
lekelemek gibi geliyordu.
Alcindor adı, adeta bir
utanç lekesi gibiydi.
İslamiyete mutlak şekilde
sadıktım. Başka bir kadına
güçlü duygular beslememe
rağmen, Hammas’ın önerdiği
bir kadınla evlenmeyi bile kabul
ettim. Daima takım oyuncusu olan ben, “Koç” Hammas’ın söylediği şekilde
davranıyordum. Ailemi
düğüne
çağırmamam
konusundaki tavsiyesine
de uydum; ki bu hatayı telafi etmem yıllarımı
45
Kurbağa Kermit’in meşhur bir repliği vardır:
“Yeşil olmak kolay değil.” der.
Bir de Amerika’da Müslüman
olmayı deneyin.
Müslüman olduğu iddia eden kimselerin terör eylemleri, saldırılar ve insanlık dışı hareketler yüzünden dünyanın geri kalanı bizden korkar hale geldi.
Dünya genelindeki 1,6 milyar Müslümanın çoğunun
barışçıl pratiklerini gerçek manada bilmeden sadece en kötü örnekler gündeme getiriliyor. Müslüman
oluşumun bir parçası da, başkalarına dinimi öğretme sorumluluğunu kabul etmeyi; onları Müslüman
yapmaktan ziyade karşılıklı saygı, destek ve barış
çerçevesinde onlarla bir arada yaşamayı içeriyor.
Aynı şeyi başkalarından da bekleyerek çok fazla bir
şey istemiş olmuyorum.
Kerim Abdül Cabbar, Amerikan Ulusal Basketbol Ligi’nde (NBA) tüm zamanların en skorer oyuncusu. NBA’de
oynadığı 20 sezon boyunca altı kez
şampiyonluk yaşadı ve altı kez de En
Değerli Oyuncu ödülüne layık görüldü.
O’nu sosyal medyadan takip edebilirsiniz!
www.kareemabduljabbar.com
kaj
alacaktı. Hammas’ın öğretilerinden bazılarıyla ilgili
şüphelerim olsa da, yaşadığım büyük manevi tatmin yüzünden bunları mantığa bürüyordum.
Fakat sonunda özgür ruhum ortaya çıktı. Bütün dini
bilgilerimi tek bir adamdan alma fikrinden memnun
olmadığım için kendi kendimi yetiştirmeye karar
verdim. Kısa süre içinde Hammas’ın Kuran-ı Kerim
ile ilgili bazı öğretilerine katılmadığımı anladım ve
kendisiyle yollarımız ayrıldı. 1973’te Libya ve Suudi Arabistan’a gidip Kuran’ı Kerim’i kendi başıma
inceleyebilmek için Arapça öğrendim. Bu kutsal
yolculuk bittiğinde inançlarım netleşmiş, imanım
tazelenmişti.
O zamandan bu zamana, Müslüman olma kararımdan dolayı ne bir bocalama yaşadım ne de bir pişmanlık duydum. Geriye dönüp baktığımda, keşke
bunu daha gizli, tüm o tantana olmadan yapabilseydim diyorum. Lakin o dönemde köleliği ve bunu
destekleyen dini kurumları kınayarak medeni haklar
hareketine destek veriyordum. Bu da benim açımdan son derece kişisel bir yolculuk olan bu süreci,
istemediğim halde başka bir yöne saptırarak daha
siyasi bir şekle soktu.
Birçok insan, inandığı dinin içine doğar. Onlar için
din, büyük ölçüde bir miras ve kolaylık meselesidir.
İnançları imana; sadece dinin öğretilerine değil, ai-
46
leden ve kültürden gelen o dinin kabulüne de dayalıdır. Din değiştiren biri açısından ise bu bir karar ve
başkaldırı meselesidir. Bizlerin inancı, iman ve mantığın birleşimine dayanıyor, çünkü ailemizin, bağlı
olduğumuz toplumun geleneklerini terk edip her
ikisine de yabancı bir inancı benimseyebilmek için
güçlü bir sebebe ihtiyacımız var. Din değiştirmek
riskli bir iş; zira sonunda ailenizi, arkadaşlarınızı ve
toplumun desteğini kaybedebilirsiniz.
Bazı hayranlarım bana hâlâ Lew diye sesleniyor ve
böyle yaptıklarında onları görmezden gelmeme
bozuluyorlar. Manevi tercihlerime saygı göstermemelerinin bir hakaret olduğunu anlamıyorlar. Sanki
ben kendi özel hayatı olan bir birey değilmişim de,
varoluş sebebi onların hayatını, yine onların uygun
gördükleri şekilde süslemek olan bir oyuncakmışım
gibi…
Kurbağa Kermit’in meşhur bir repliği vardır: “Yeşil
olmak kolay değil.” der. Bir de Amerika’da Müslüman olmayı deneyin. Pew Research Center tarafından yapılan, başlıca dini gruplara yönelik tutumları değerlendirme amaçlı bir ankete göre, İslam,
ABD’deki en büyük üçüncü din olduğu halde Amerikan kamuoyunun en az saygı duyduğu kesim ise
Müslümanlar. Öyle ki bu oran, ateistlere duyulan
saygıdan da düşük.
@kaj33
Ömer Döngeloğlu
Resûlüllah’ın yanında
sadık bir şekilde duranlar
A
shâb-ı Kiram her işkencenin, her hakaretin ardından en mutlu sığınak olan
Resûlüllah’ın yanına yaralarını sarmaya
geliyorlardı. Erkam’ın evinde, Resûlüllah
kanatlarını açmış civcivlerini kanatları altında korumaya çalışan bir anne merhameti ile ashâbını topluyordu.
Ya Resûlüllah! Ashâbını kanatlarının altında koruduğun gibi, bizlerde Senin o merhametli kanatlarının altında korunmaya ne kadar muhtacız.
Mekke’de işkence tüm hızıyla devam ediyordu. Zayıf olan, tanıdığı arkası olmayanlara baskılar daha
da fazlaydı. Habbab bin Eret (Radıyallâhu Anh) bu
işkencelere çokça maruz kalanlardandı. Sırtına ateşte kızdırılmış taşlar yapıştırılır, sırt yağları eriyinceye
kadarda kaldırılmazdı, tüm bu işkencelere rağmen
yine imanında sebat ederdi. Demirciydi Habbab bin
Eret..
Bir keresinde sırtında ateş yakıp, kızdırılmış demiri eritmiş ve söndürmüşlerdi, o da can acısıyla Resülûllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e koştu. Renkten renge girmiş, dili damağı kurumuş bir şekilde
Efendimize gelip dedi ki: - Ya Resûlellah! Biz hak din
üzere değil miyiz?
48
halde) bu canımızı acıtan, yüreğimizi sızlatan bu işkenceler ne zaman bitecek ya resülûllah?
Ve Hz. Habbab sırtını dönüp gömleğini sıyırdığında, Resülûllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) belki at
nalı büyüklüğünde büyükçe bir yerin, hala yarasının fokur fokur kaynadığını, Hz. Habbab’ın sırtında dağlanmış ateşlerin söndürüldüğünü ve etinin
kemiklerine kadar eritildiğini görünce; O Rahmet
Peygamberinin gözleri yaşla doldu. O nemli gözlerle buyurdu ki:
- Ey Habbab sabret! Sizden önce de bunlar olmuştu. Hatta sizin başınıza gelenlerden daha ağırlarını
gördü bu insanlık. Öyle ki; sizden önceki ümmetlerde bir adamın derileri demir tarakla taranır, sinirleri
kemiğinden sıyrılırdı da bu işkence onu dininden
döndürmezdi.
Testere başının saç ayrımına konur ve iki parçaya
bölünürdü; bu da o adamı dininden döndürmezdi.
Allah-u Teâlâ muhakkak bu dini tamamlayacaktır.
San’a’dan kalkan yolcu Hadramevt’e kadar içinde
Allah korkusundan başka hiç bir korku olmadan
gidebilecek.
- Evet! Biz Hak Din üzereyiz.
Hz. Habbab acının tesiriyle, teselli olmak için geldiği peygamber kucağında aldığı bu öğütle teselli
oluyordu.
- Peki ya Resûlellah! Bu zulümler bu işkenceler (biz
onlara hiç bir kötülük etmediğimiz halde, ne mallarına, ne makamlarına, ne de namuslarına göz
dikmediğimiz, onların canlarına kasdetmediğimiz
Hz. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’in etrafında halkalar kurmuş bu gençler; işte Habbab’lar,
Bilâl’ler, Musab’lar, Medine yüzü görünceye kadar
ne çileler ne acılar çekmiştiler.
Habeşistan dönüşü sonrasında yapılan işkencelerden Mus’ab bin Umeyr’de nasibini alanlardandı.
Diğerlerine yaptıkları gibi hakaret etmeler, aşağılamalar, zaman zaman tartaklamalar, o güzel yüzlere,
nur simalara utanmadan tükürmeler; Mus’ab’da o
çileleri çekiyordu.
Peygamberimizin “Mus’ab’dan daha güzel saçlı,
daha güzel yüzlüsü yok” dediği Mus’ab’a da yapıyorlardı bunları. Kıymetli okurlarım! Senin benim
başıma gelenler, senin benim başıma isabet edenler acaba çile midir? En ufak bir şeyde “bunaldım,
daraldım artık yaşayamıyorum. Sıkıldım, bu dünyada yaşamak istemiyorum” diyenler, Mus’ab bin
Umeyr’den daha çoğunu mu çekti Allah aşkına..
Hem sonra ne derdimiz var ki?
caksın; o zorda kalmış, darda kalmış, rûhunu inim
inim inleten günahların altında ezilen ümmetine
Mus’ab bin Umeyr’e sarıldığın gibi mânen sarılıyorsun, buna gönülden inanıyoruz Ya Resûlellah!
Rabbimizin “Harisun Aliykum” “size çok düşkün bir
peygamber” dediği, bize delicesine aşık olmuş, bizi
gözü kara sevda dediğimiz şekilde seven en günahkâra bile şefaat-i uzmasını saklamış Nebiy-i Zişan…
Geçen yazımızda Hz. Mus’ab’ı anlatmıştık, en çok
etkilendiklerimizden birisidir o…
Bilâli Habeşî (Radıyallâhu Anh)’ı, Hz. Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh) efendimiz satın alıp da, hürriyetine
kavuşturunca, Hz. Bilâl yerin altından adeta gün
yüzüne çıkmıştı. Yani Bilâli Habeşî’ye İslâmiyet hem
şeref kazandırmış, bununla beraber hem de hürriyetini kazandırmıştı. Oysa Mus’ab bin Ümeyr’e
Hayatı paradan ibaret görenler; hayatı makam ve
İslâm şeref kazandırmış, imân kazandırmıştı ama
sandalyeden, şehvetten ve şöhretten ibaret göbütün varlığı, dünyanın bütün zenginliği de onrenler; üç kuruş dünyalık menfaati kesilince, bundan göçüp gitmişti. Dolayısıylardan, bu oyuncaklardan biri
la buna bakarak ben derim ki;
elinden alınınca onun bütün
“Mus’ab bin Umeyr’in imtihanı,
dünyası gitmiş gibi olur, ama
Ashâb-ı Kiram her
Hz. Bilâl’in imtihanından daha
Mus’ab; “değil mi ki tüm bunlaişkencenin ardından,
az değildir, kim bilir belki daha
rı ben Müslüman olduğum için,
her hakaretin
ağırdır.” Varlıktan sonra, yokluk;
ben Hz. Muhammed (Sallallâhu
süslü ve pahalı elbiselerle gezerAleyhi ve Sellem)’i sevdiğim için
ardından en mutlu
ken, eski püskü elbiseler içinde
yapıyorlar, bu bana Allah katınsığınak Peygamber
gezmek… Mekke döneminde
da verilmiş bir ödüldür, bundan
(Sallallâhu Aleyhi
Peygamberimiz (Sallallâhu Aleyhi
dolayı üzülmüyorum!” diyordu.
ve Sellem)’in yanına
ve Sellem) onu Medinelilerin yaVe inanıyordu ki bir gün herkes
yaralarını sarmaya,
nına katıp göndermeden önce,
yaptığından dolayı utanacak,
birgün Mekke sokaklarında görkirli yüzlerini silecek ve güllerin
Onun cübbesinin
düğünü anlatıyor. Mekke sokakefendisi Hz. Muhammed Mustaaltında dinlenmeye
larında Hz. Mus’ab bin Umeyr
fa (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’in
geliyorlardı.
yanına koşacak.
açlıktan susuzluktan yarı baygın
vaziyette, eski ve yırtık elbiseler
Ashâb-ı Kiram her işkencenin
içerisinde ayakları yerlerde sürüardından, her hakaretin ardından en mutlu sığınak
nürcesine yürüdüğünü görünce, Resülûllah (AleyPeygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’in yanına
hisselâm) Hz. Mus’ab’a hiç belli etmeden ona hiç
yaralarını sarmaya, Onun cübbesinin altında dinseslenmeden, sessiz gözyaşları dökerek diyordu ki;
lenmeye geliyorlardı. Erkam’ın evinde, Resülûllah
“Allah’ım şu Mus’ab Mekke’de en pahalı elbiseleri
kanatlarını açmış civcivlerini kanatları altında üşütgiyen biriydi.
memeye çalışan bir anne merhameti ile topluyordu.
“Bizde ne kadar muhtacız ya resülûllah! Ashâbını
Şu Mus’ab bin Umeyr Mekke’de en pahalı kokuları
kanatlarının altında dinlendirdiğin ve koruduğun
sürünen biriydi o bunların hepsini Senin dinin için,
Senin adın için, terk etti ya rabbi!” ve Hz. Mus’ab’a
gibi, bizlerde Senin o merhametli kanatlarının altında korunmaya ne kadar muhtacız. Ama biz inanıduâlar ediyordu. Mus’ab bin Umeyr’in imtihanı az
yoruz ve biliyoruz ki, bir Müslüman Sana “Salât-ü
mı zannediyorsunuz? Bir hac mevsiminde Resülûllah (Aleyhisselâm) hacı çadırlarını gezerken altı tane
Selâm” gönderdiğinde sen gene kanatlarını aça-
49
RÖPORTA J
Medineli, iman edip Müslüman olmuştu. Ertesi
sene onlar on iki kişi olarak geldiler. Peygamberimiz
(Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’e; “Ya Resûlellah! Bize
dinimizi öğretecek birini gönderir misin?” dediler.
Efendimiz onlara İslâm’ı anlatmak ve öğretmek üzere kimi gönderecek? Medine’ye gidecek ve Resülûllah’ı temsil edecek elçi kim olmalı?
Ve ashâbı içinden Mus’ab bin Umeyr’i seçiyor ve
Medine’ye onu gönderiyor. Halbuki şöyle bir baktığımızda ashâbın içinde daha âlim olanları var, daha
çok Resülûllah ile beraber olmuş olanlar var, ama
güzel konuşmak, meseleyi etraflıca izah edip muhatabını ikna etmek, ilk intibah, ilk diyaloglar çok
önemli şeyler…
Bir insanla ilk görüşmenizde, tanışırken yüzüne bakarsın, yüzde doksan göze bakarsın, işte Mus’ab
bin Umeyr’i Allah Resûlünün seçme hikmetlerinden
birisi de, onun güzel yüzlü oluşu. Ümmet-i Muhammed’in Yusuf yüzlü güzeliydi O… Hele Mus’ab bin
Umeyr’in gözleri bakanlara adeta can katardı. Keşke yüzüne bir kere bakabilseydik ey Mus’ab, rüyalarımıza gelmez misin? Nice gençler var; senin adını
duyup da, senin hatıralarını dinleyip de yüreği ya-
nan, burnunun direği sızlayan nice aşıklar var, onlar
hatırına rüyalarımıza misafir olmaz mısın?
Rabbim bizleri de Mus’ab bin Umeyr’i görmeye layık eyleyip, onu görenlerden eylesin!
Zira Cennete kadar beklemek insana zor geliyor. O
zaman kadar beklemek, bu hasret ağır geliyor da
kimisi Çeçen dağlarında Mus’ab bin Umeyr oluyorlar, kimisi Filistin’de Mus’ab’ın rolüne daha dünyada
soyunuyorlar. Mus’ab bin Umeyr (Radıyallâhu Anh)
kiminin hayatına geliyor demek ki. Bazen “bırak şu
dünyayı, oyun oynamayı da yürü Allah’a” derler
adama. İşte Bayram Hocamız, mekanı cennet olsun bazen de böyle geliyor demek ki. Mus’ab bin
Umeyr’i böyle kısaca anlatmak mümkün değil, İslâm adına çok şeylere katlanan, Medineyi İslâm’a
hazırlayan, Peygamber (Aleyhisselâm)ın ardından
gözyaşı döktüğü bir kahramandır. Bütün gençlerin
yüreğinde bir bayraktır, bir bayrak olmalıdır Mus’ab
bin Umeyr. Allah-u Teâlâ, Mus’ab bin Umeyr’in
sîmâlarıyla dirilmiş Medine’liler gibi, güzel öğütler
almayı bizlere nasib eylesin.
Amin!
Muğla İmam Hatip Lisesi Müdürü
Ramazan Toraman
Hocam öncelikle kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
1964 yılında Muğla Dalaman Çöğmen Köyü doğumluyum. İlkokulu köyümde, ortaokulu Muğla
İmam Hatip Lisesi Ortaokulu’nda, liseyi de Burdur
İmam Hatip Lisesi’nde 1986 yılında bitirdim. Aynı yıl
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni kazanarak
1991 yılında mezun oldum. Aynı yıl girmiş olduğum
öğretmenlik sınavını kazanarak Kırıkkale’nin Keskin
ilçesi, Keskin Lisesi’nde Din Kültürü Ve Ahlak Bilgisi
öğretmeni olarak göreve başladım ve 2 yıl idarecilik
yaptım. 1995 yılında Bartın İmam Hatip Lisesi’ne,
2000 yılında da Muğla’ya tayin oldum. İlk önce
Endüstri Meslek Lisesi’nde, 2001 yılında da Muğla
Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde göreve başladım.
2014 yılından itibaren müdür olarak göreve devam
etmekteyim.
Muğla İHL okulumuzun tarihi ile ilgili
biraz bilgi verir misiniz? Kuruluşu, güncel
öğrenci öğretmen sayıları, fiziki şartları,
derslik, bina vb. kapasitesi nelerdir?
Okulumuz, Muğla İmam Hatip adı ile 4 yıl orta kısım, 3 yıl lise kısmı olmak üzere 7 yıllık öğretim süreli olarak 01.10.1969 tarihinde Muğla Merkez Şeyh
Camii avlusunda eskiden Erkek Kur’an Kursu olarak
kullanılan bugünkü Kız Kur’an Kursu binasında hizmete başlamıştır.
75 Öğrencisi ile tedrisata başlayan İmam Hatip Okulu, öğrenci talebinin artması üzerine 1969 1970 yılı
sonunda Muğla Merkez Cumhuriyet İlkokulu’nun
bahçesinde bulunan Ticaret Lisesi’nden boşaltılan
barakalara taşınmıştır. 1970-1971 eğitim öğretim
yılına barakalarda başlayan İmam Hatip Okulu 8.
51
MUĞLA ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ
MUĞLA HALK KÜLTÜRÜNÜN DEĞERLER EĞİTİMİ
AÇISINDAN İNCELENMESİ
Burak ALTAŞ,Halit ÖZSOY
Danışman Öğretmen:Hanife YABANLI
SAYGI
SEVGİ
Bilmece Örneği
Atasözü Örneği
(Altınsoy, H. İ. 2004)
(Altınsoy, H. İ. 2004)
Tekerleme Örneği
Bilmece Örneği
Ne keser gibi ol
Hep bana hep bana
Ne rende gibi ol
Hep sana hep sana
Olursan testere gibi ol
Bir sana bir bana
Aç gurt kırk fırın dele
Delese gide ekmekle
İki gönül birlik olusa
Samandan olu döşekle
Mini mini mantar
Gabarır kalkar
Ustası gelince
Boynunu kırkar
KİTLE İLETİŞİM
ARAÇLARI
ADALET
Küçüccük bir kutudu
Bütün dünya yurdudu
Hep gonuşu dinlimez
Mayası ilim yoğurdu.
KİŞİLER ARASI
İLİŞKİLER
Deyim Örneği
Ebih ende nahal laf.
(O nasıl söz, bundan
hiç haberim yoktu)
(Altınsoy, H. İ., 2004)
(Altınsoy, H. İ., 2004)
(ÇINAR, A. A. 2007)
DÜRÜSTLÜK
1994’te Anadolu bölümü ile Anadolu İmam Hatip
Lisesi açılmıştır. 28 Şubat sürecinde kapatılan orta
kısımları 2012 yılında tekrar açılmıştır. Halen İmam
hatip Ortaokulu ile İmam Hatip Lisesi aynı binada
öğrenimlerine devam etmektedirler. 2016-2017
eğitim öğretim yılına yaklaşık 325 lise ve 125 ortaokul olmak üzere 450 civarında öğrenci ile başlayacaktır. Okulumuz 19 derslikli olup derslik sıkıntısı
vardır. Okulumuzun kız ve erkek olarak ayırma çalışmaları devam etmektedir.
Okulumuzun öğrenciler için sağladığı
sosyal imkânlardan bahseder misiniz?
Okulumuzun binası 1970li yıllardan kalma olduğu için günümüz eğitim şartlarına göre yetersiz
kalmaktadır. Spor ve çok amaçlı salonların olması
gerekirken bu imkânlardan yararlanılmıyor. Bu tür
aktiviteleri diğer kurumlardan sağlıyoruz. Müftülük,
İl Gençlik Merkezleri vb. kurumlar gibi.
52
Okulumuz ve öğrencilerimiz bölgenin
en büyük İHL kurumu. Bu size nasıl bir
misyon yüklüyor, ne tür eğitsel, sosyal çalışmalar yapıyorsunuz?
Okulumuz ilimizin ilk İmam Hatip Lisesi olması hasebiyle ilk mezunlarını verdiği 1976 yılından beri
birçok mezun vermiştir. Değişik meslek dallarında
birçok mezunlarımız bulunmaktadır. Bu mezunlarımızın bulunduğu konum bizleri bulunduğumuz yerin daha üzerinde olmayı gerektiriyor. Bize misyon
olarak her yıl daha iyiye ulaşmayı aşılamaktadır. Bu
amaçla öğrencilerimizi hem mesleki hem de sosyal
alanda daha etkin olabilmeleri için kültürel ve sportif faaliyetlere önem vermekteyiz.
Okulumuz 2014 Yılında İzmir’de yapılan DOESEF
bilimsel proje yarışmasında “Bitkilerden Kâğıt Üretimi” projesiyle dördüncü oldu. 2015 öğretim yılında
da “Kültür Balıkçılığının Atık Sularından Tarımda
Faydalanılması”, “Suyun Arıtılmasında Çam Kozalağının, Yaprağının ve Kabuklarından Yararlanma”
adlı iki projemiz İstanbul İNSPO proje yarışmalarına
katılmış olup birinci projemiz Kenya’da yapılacak
Uluslararası “GOLDEN CLİMATA” proje yarışmasında ülkemizi temsil edecek. İkinci projemiz de
Tunus’ta yapılacak uluslararası “ATAST” proje yarışmasında ülkemizi temsil edecektir. Bir projemiz de
TÜBİTAK proje yarışmasında Ege bölge üçüncüsü
olmuştur. Okulumuzun bu yıl ve önümüzdeki yıllar
içinde bilimsel proje çalışmaları devam etmektedir.
İHL kurumlarında bundan 15-20 yıl öncesine göre büyük bir değişim göze çarpıyor. Sizin döneminizle bugünü kıyasladığınızda neler gözlemliyorsunuz?
Yeni eğitim öğretim yılı münasebetiyle
öğrencilerimize, öğretmen ve idarecilerimize, tüm İHL camiamıza mesajlarınızı
alabilir miyiz?
Göreve başlayalı yaklaşık iki yıl oldu. Bu dönemde
okul pansiyonunda ve okulda fiziki anlamda iyileştirmelere gidildi. Öğrenci pansiyonunda sosyal alan
açısında büyük iyileştirmeler yapıldı. Asıl değişim
eğitim alanında olmaya başladı. Öğrencilerimizin
bilimsel ve kültürel alandaki yarışmalara iştirakiyle
Yeni Eğitim öğretim Yılında tüm öğrenci, öğretmen,
idareci ve yardımcı personelimize hayırlı olmasını dilerken daha başarılı bir yıl geçirmeyi temenni ediyorum.
(USLU, M., 1978)
KUYRUKSUZ
TİLKİ
Bakalım nineciğin masalına:
Köyün birinde çok fakir bir
kadıncağız varmış, Onun da bir
ineciği varmış. İneğinin sütünü satarak
geçimini sağlarmış. Bir gün sağdığı sütü
kurnaz tilki içivermiş. Kadıncağız da
öfkelenmiş, tilkinin kuyruğunu tahra ile
kesmiş. Kuyruksuz kalan tilki meşe ağacına
yalvarmış:
“Meşe ağacı meşe ağacı bana dallarından bir
kucak ver de, yaşlı kadına vereyim. Oda
sığırına versin, sığır da ona süt versin, bende
kuyruğumu geri alayım” demiş.
Meşe iyi kalpli, yardımsever bir ağaçmış.
Dallarından yeteri kadar tilkiye vermiş. Tilkide
dalları sığıra vermiş. Bunu gören yaşlı kadın
tilkinin kuyruğunu geri vermiş. Tilkiyle yaşlı
kadıncağız barışmışlar.
Masal demişler buna
Güle güle okumalı
Tadından tatmalı
Kardeşlerimize de;
Ballandıra ballandıra
Anlatmalı. (DİRLİK, Ü. Ş. 2005)
Öneriler:
Projenin Amacı:
Bu araştırmada Muğla’nın halk kültüründeki değerlerin (atasözleri, deyimler, bilmeceler,
tekerlemeler, çocuk oyunları, maniler, türküler, efsaneler ve masallar) ortaya konulması
amaçlanmıştır.
Projenin Yöntemi:
Bu çalışma nitel bir çalışma olup tarama modelinde yapılmıştır. Tarama modeli geçmişte
ya da günümüzde var olan bir durumu var olduğu şekliyle betimlemeyi amaçlayan
araştırma yaklaşımlarıdır. Araştırmada öncelikle konu ile ilgili eserler ve bu eserlerin
bulunduğu kütüphaneler (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Kütüphanesi, Muğla İl Halk
Kütüphanesi, Google Akademik) belirlenmiş ve uygun kaynaklar temin edilmiştir. Kaynak
taramalarında Muğla halk kültürü alanında çalışmalarının olduğu gözlemlenilen Muğla
Sıtkı Koçman Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi sayın Prof. Dr. Mehmet Naci
Önal ile görüşmeler yapılarak fikir alışverişinde bulunulmuştur. Muğla halk kültürüne ait
eserler (masal, atasözü, deyim, efsane, mani, bilmece, tekerleme, türkü, çocuk oyunları)
kaynak taraması ile tek tek incelenmiş, bu incelenen eserlerin hangi değere karşılık
geldiği çözümlenerek ortaya konulmuştur.
*Değerler eğitimi, ayrı bir ders olarak okutulmalı ve bu derse ait ayrı bir eğitim
programı hazırlanmalıdır.
*Her şehrin kültürel değerleri de yine ders kapsamında okutulup, öğrencilere
tanıtılmalıdır. Ne yazık ki öğrencilerimizin çoğu yaşadıkları şehirleri
tanımamaktadırlar.
*Çalışmamızda Muğla’mıza ait kültürel değerlerin sınırlı bir kısmı birer örnekle
incelenmiştir. Farklı değerlerle bu incelemeler genişletilebilir.
Kaynaklar:
Altınsoy, H. İ. (2004) Muğla Manileri,
ÇELİK Ü., KURT İ.(2012) Fethiye Türküleri,
ÇINAR, A. A. (2007) Muğla ve Çevresi Sözlü Kültürü ve Toplumsal Değerleri,
DİRLİK, Ü. Ş.(1996) , Fethiye Bilmeceleri,
DİRLİK, Ü. Ş.(2005) Masallarımız,
ÖNAL, M. N., (2005) Muğla Efsaneleri,
ÖNAL, M. N., (2007) Muğla Manilerinde Günlük Yaşam,
ŞAHİN, R. (2002) Fethiye Dili ve Deyimleri,
USLU M, (1978) Bodrum Türküleri Manileri, Tekerlemeleri ve Marşlar,
UYGUN, S. (2013) Değerler Eğitimi Program Tasarılarının Değerlendirilmesi (Antalya Örneği),
YAZICI, K. (2006). Değerler Eğitimi’ne Genel Bir Bakış,
GÜÇLÜ, M.(2015) Türkiye’de Değerler Eğitimi Konusunda Yapılan Araştırmalar
KÜLTÜR BALIKÇILIĞI ATIK SULARININ
TARIMDA KULLANILABİLİRLİĞİNİN ARAŞTIRMASI
Yusuf Salih GÜLLÜ, Ömer Faruk TAŞ
Danışman: Banu SAHRANÇ
Giriş
A
TI
BS
E
BE
OR
DER
Su ürünleri yetiştiricilik tesislerinin çevreye etkileri incelendiğinde
en büyük rolü, yem ve yeme bağlı atıkların oynadığı görülmektedir.
Üretim işletmelerinde balık türü göz önüne alınmaksızın suya
bırakılan atıklar başlıca üç grup altında toplanabilir. Bunlar:
1‐Tüketilmeyen yemler
2‐ Sindirilemeyen yem bileşenleri
3‐ Çözünmüş boşaltım ürünleridir
Su zamanla bu üç etki altında kirlenir.
BALIK
ATIK
LA
R
IY
LA
Nİ
TR
A
Yüzyılımızın en önemli sorunlarından biri kullanılabilir su miktarının
ve kalitesinin azalması ve su kıtlığıdır. Nüfus artışına bağlı olarak
gelişen hızlı ve plansız kentleşme, sanayileşme, yoğun tarım
faaliyetleri, yanlış arazi kullanımları ve küresel ısınma bu durumun
temel sebebidir. Ancak asıl sorun, alternatifi olmayan doğal bir
kaynak olan suyun daha planlı ve ekonomik kullanılması, su
kaynaklarını tehdit eden sorunların belirlenmesi ve önlenmesi, su
ve suya bağlı ekosistemlerin korunması, sürdürülebilir bir ekonomik
büyümenin sağlanması, vb. hedeflerle geliştirilen “su kaynakları
yönetimi” ile ilgilidir
Akuaponik Sistem Nedir
En temel düzeyde akuaponik sistem, hidroponik (toprak
olmadan suda bitki yetiştirme)ile su ürünleri yetiştiriciliğinin
(akuakültür - balık yetiştiriciliği) entegre bir sistemde birleştirilmesi
olarak tanımlanabilir. Akuakültürde kirlenen su, hidroponik sistemde
yetişen ürünlere, sistemi tıkayacak partiküller filtrelenip gönderilerek,
bitkinin ihtiyaç duyduğu hayati besin maddelerini almasına, aynı zamanda
akuakültürde yetişen canlıların suyunun temizlenerek kapalı devre
simbiyotikyaşamın oluşmasını sağlar.
Yöntem
Akuaponik sistemin hazırlanması için gerekli olan materyallerin
listesi çıkarıldı. Bunlar;
*1 adet 300 lt fiber tank
*Filtrasyon için bir miktar zeolit
*1 adet su basma motoru (tanktan saksıya su basmak için )
*6 adet Tilapia (Oreochromis mossambicus) balığı
*15 adet Pırasa (Allium ampeloprasum var. Porrum(L.) J.Gay) bitkisi
*Strafor
60,00
Nitrat, Sıcaklık, %Ç.O. Ölçümleri
8,0
7,5
50,00
7,0
6,5
45,00
6,0
40,00
5,5
*Bu çalışmada pırasa bitkisinin 7 günde hasada gelmiş olması
akuaponik sistemde kısa sürede bitki üretiminin yapılabileceği
anlaşılmıştır. Aynı zamanda bitki yetiştiriciliği açısından Nitrit,
Nitrat, Fosfat oranlarının oldukça uygun olması sistemin
uygulanabilirliğini ortaya çıkarmıştır.
*Bu çalışma akuaponik sistemlerin su ürünleri işletmelerine
entegrasyonu ile bitkisel üretim yapılabileceğini göstermiştir. Aynı
zamanda balık atıklarının doğal yöntemlerle ortadan kaldırılarak
bitki yetiştiriciliğinde kullanılabilirliğine açıklık getirmiştir.Böylelikle
çevre dostu bir sistem ortaya çıkarılmış ve uygulanabilirliği
kanıtlanmıştır.
5,0
35,00
4,5
30,00
4,0
25,00
3,5
3,0
20,00
2,5
15,00
2,0
1,5
10,00
1,0
5,00
0,00
Başlangıç
T.%Ç.O
42,90
S.%Ç.O
42,90
T. Sıcaklık 23,5
S. Sıcaklık 23,5
T. Nitrat
29,0
S. Nitrat
29,0
Nitrit, Fosfat Ve Amonyak Ölçümleri
8,5
55,00
R
KARI
I ÇI
Milli Eğitim Şurası’nda alınan bir karar gereğince
ortaokula dayalı hale getirilerek orta kısımları kapatılmış ve lisesi 4 yıla çıkartılarak 1971-1972 yılından
itibaren İmam Hatip Lisesi olarak değiştirilmiştir.
Daha sonra pansiyon binası ve tatbikat camii yapılarak kullanıma sunulmuştur.
Güverte de gezer iken, aman gunduram kaydı
İpekli mandilimi, aman özger(örüzger) aldı
Çakır da gözlü Güssün'ümü, kerkez Gaymakam
aldı
Burası da Aspat değil Halil'im, aman Bitez yalısı
Ciyerime ateş saldı, amman gurşun yarası
Oyun açık alanda erkek
çocuklar tarafından en az 2 yada
3 kişi tarafından oynanır. Zeminin
çivi sapalanacak kadar ıslak olması
gerekir. Ortaya “Y” harfi çizilir. Oyuna
ilk başlayan oyuncu “Y” harfinin yukarı bakan
kollarının en üst noktasından aşağıya doğru
gidebilecek şekilde çiviyi saplar. Çiviyi harfin
çizgilerine en yakın şekilde saplamaya
çalışırlar ki diğer oyuncuların işi zorlaşsın
(Amaç bir diğerini hapsetmektir.) Birinci oyuncu
çiviyi her seferinde en son sapladığı noktadan
daha aşağıya doğru ama çizgiye değdirmeden
saplamalıdır. Çiviyi sapladığı noktalar her
seferinde sırayla birleştirilir. Oyuncu yanıncaya
kadar harfin etrafında çiviyi saplamaya devam
eder. Yanınca sıra diğer oyuncuya gelir. İkinci
oyuncu oyuna birinci oyuncunun başladığı
noktadan ama daha soldan yani birinci
oyuncunun çizdiği çizgiyle “Y” harfinin çizgileri
arasındaki alandan başlamak zorundadır. Bu
alana saplayamazsa yanar. O da diğer çizgilere
isabet ettirirse yanar. Yanıncaya kadar harfin
etrafını dolaşır ve çiviyi sapladığı tüm noktaları
birleştirir. Yanınca oyun sıradaki oyuncuya
geçer. “Y” harfinin etrafını en çabuk kim
dolaşırsa oyunu o kazanır. (ÇINAR, A. A. 2007)
Ğ
YA
ON
Okulumuzun katıldığı etkinlikler ve yarışmalardaki başarılarından bahseder misiniz?
Masal Örneği
ÇİVİ
Çökertmeden çıktım da Halil'im,
aman basım selamet
Bitez de yalısına varmadan Halil'im,
aman koptu kıyamet
Arkadeşim İbram Çavış Allahına emanet
Burası da aspat değil Halil'im, aman Bitez Yalısı
Ciyerime ateş saldı amman gurşun yarası
AM
2016-2017 eğitim ve öğretim yılında sosyal ve kültürel alanda değişik çalışmalar planlıyoruz. İmam
Hatip liseleri arasında yapılan kültürel yarışmalara
hazırlanmak, diğer yandan geçen yıllarda bilimsel
yarışmalarda yaptığımız ve kazandığımız başarıları
daha ileriye götürmek, öğrencilerin sosyal yönlerini
geliştirmek için çeşitli panel, söyleşi, tanıtım günleri,
geziler, kamplar düzenlemek istiyoruz.
Çocuk Oyunları Örneği
Türkü Örneği
ÇÖKERTME
ŞAHİDİ
İLE
R
Yeni eğitim yılında eğitsel ve sosyal anlamda yeni projeler ve kurumsal çalışmalarınız olacak mı? 2016-2017 hedefleriniz
neler?
SORUMLULUK
VATANSEVERLİK
Efsane Örneği
Şahidi’nin anne ve babası
niyetlenip hacca gitmişler.
İstanbul’a varmışlar. Bir başka
varyanta göre de Şam’a varmışla.
Çocuk emzikliymiş. Diğer rivayete göre Şahidi
yolda dünyaya gelir. Fakir bir aileye rastlamışlar.
Bu çocuğu yani Şahidi’yi bu fakir aileye emanet
etmişler. Kalkıp hacca gitmişler. Şahidi
yoksulluk içindeki ailenin evine girince, bolluk
olmuş. Çok darlık gördük, Allah bolluk verdi bu
çocuk sayesinde, diye sevinmişler. Bu çocuğu
vermeyelim, diye düşünmüşler. Çocuğun ana
babası hacdan dönmüş. Aile, onlara bir çocuk
vermiş. Babası bakmış: “Bu bizim çocuk değil”
demiş. “Yok, katiyen bırakmayız” derken bunlar
mahkemelik olmuşlar. Kadı demiş ki: “Sen
nereden ispat edeceksin kendi çocuğun
olduğunu?” Babası: “Benim çocuğum şahitliğini
kendi yapar, sorun kadı efendi çocuk kundağın
içinde” demiş. Kadı: “Çocuk kimsin, şahadet
yapar mısın?” demiş. Çocuk:
1- “Ben Muğlalıyım, şahadetimi kendim
yaparım”
2- “Ben şahitlik yaparım. Menteşeliyim,
Muğlalıyım” demiş.
3- “Parmağı ile babasını göstermiş”.
Şaşırmışlar: “Allah Allah kundaktaki çocuk aşk
olsun, konuştu” demişler ve çocuğu babasına
BİTK
bu alanda hatırı sayılır başarılar elde edilmiştir. Bu
konuda çalışmalar devam etmektedir. Üniversiteye
yerleşen öğrencilerimizin sayıları arttı. İlahiyat fakültelerine yerleşenler çoğunlukta iken son yıllarda
değişik fakültelere gidenler çoğaldı. Uzun yıllardan
sonra bu yıl hukuk fakültesine iki öğrenci yerleştirdik. İleride bu öğrencilerin sayılarının artmasını
bekliyoruz.
YARDIMLAŞMA VE
YARDIMSEVERLİK DEĞERİ
0,5
1.Hafta
53,30
50,50
23,5
23,6
24,5
25,6
2.Hafta
46,50
45,00
24,1
24,3
36,8
42,0
3.Hafta
58,30
54,60
22,5
22,5
58,5
59,0
0,0
Başlangıç
T. Tuzluluk
0,29
S. Tuzluluk
0,29
T. pH
8,30
S. pH
8,30
T. Ç.O.(mg/L)
3,61
S. Ç.O.(mg/L) 3,61
4.Hafta
48,10
50,00
20,2
20,3
54,6
57,4
5,8
5,6
5,4
5,2
5,0
4,8
4,6
4,4
4,2
4,0
3,8
3,6
3,4
3,2
3,0
2,8
2,6
2,4
2,2
2,0
1,8
1,6
1,4
1,2
1,0
0,8
0,6
0,4
0,2
0,0
Başlangıç
T. Nitrit
2,36
S. Nitrit
2,36
T. Fosfat
4,09
S. Fosfat
4,09
T. Amonyak 1,19
S. Amonyak 1,19
2.Hafta
0,29
0,29
7,73
7,53
3,89
3,76
1.Hafta
0,26
0,29
7,73
7,53
3,89
3,76
3.Hafta
0,30
0,27
7,44
7,42
5,04
4,68
4.Hafta
0,37
0,39
6,09
6,21
4,35
4,47
Nitrit, Fosfot Ve Amonyak Ölçümleri
*Akuaponik sistemlerin su ürünleri işletmelerinde kurulması su
kaynaklarının yönetimine ve su kalitesinin iyileşmesine katkı
sağlayacaktır. Bununla birlikte su tüketimini minimize ederek
üretimin verimliliğinin artırılmasına olanak sağlayacaktır.
*Aynı zamanda bu sistemler küçük bir alanda büyük kapasiteli
üretim yapılmasını ve tek bir sistemde çift yönlü üretim yapılarak
birçok üretim faktöründen tasarruf edilmesini sağlayacaktır.
KAYNAKÇA
1.Hafta
2,49
2,51
4,33
3,23
0,20
0,07
2.Hafta
0,14
0,15
3,03
2,94
0,13
0,16
3.Hafta
0,06
0,06
5,10
5,57
0,18
0,11
Atar, H. H.,&Alçiçek, Z. (2009). Su ürünleri sektöründe sürdürülebilirlik.Biyoloji Bilimleri Araştırma Dergisi, 2(2), 35-40.
Ayık, Ö.,Atamanalp, M., Kocaman, M., Kocaman, B., 2006. Sapaca Deresi (Erzurum, Uzundere)Üzerinde kurulan alabalık üretim çiftliklerinin dere suyu ve çevreye etkileri üzerine
bir Araştırma. 1. Balıklandırma ve Rezervuar Yönetimi Sempozyumu, 7‐9‐ Şubat 2006, Antalya:501‐507.
Bayraktar, K., 1970. Sebze Yetiştirme „Kültür Sebzeleri‟. E.Ü.Zir.Fak., Cilt 2, Yayın No: 169, İzmir.
BİLEN, S., & SEZEN, Y. i. AZOT, FOSFOR ve POTASYUM.
Fox,R.L.;S.K.Datta;I.M.Wang, 1965. PhosphorusandAluminumUptakebyPlantsFromLotosols in RelationtoLiming Trans, gthInLCongr. SoilSci., 4,595-603.
Gül ve ark., 2003. ”Ülkemiz seracılığına uygun topraksız yetiştirme sistemlerinin geliştirilmesi üzerinde araştırmalar”. Türkiye IV. Ulusal Bahçe Bitkileri Kongresi, 416-418.
Gül, A., 2005. Bahçe Bitkileri Tarımında Çevre Dostu Üretim Teknikleri. Meta Basım, 140s, İzmir.
4.Hafta
0,06
0,06
5,54
4,05
0,33
0,33
MUĞLA ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ
SUDAKİ KROMUN ARITIMINDA KIZILÇAM KOZALAĞI,
KABUĞU VE YAPRAĞININ KULLANIMI
Danışman: Hanife
YABANLI
Özet:
Bu çalışmada içerisinde standart krom çözeltisi olan 2 litrelik kaplara
parçalanmış kızılçam kozalağı, kabuğu ve yaprağı ayrı ayrı
konulmuştur. 11 gün süren çalışmada 4, 7 ve 11. günlerde deney
grupları ile kontrol grubundaki krom konsantrasyonları
spektrofotometrik yöntemle ölçülmüştür. Deney sonunda en fazla
krom arıtımının 7. günde kızılçam kozalağı grubunda olduğu
(%12.06) belirlenmiştir. Bu çalışma ile organik bitkisel materyaller
kullanılarak sudaki ağır metaller gibi tehlikeli kimyasal atıkların çevre
dostu, ekonomik ve az iş gücü ile arıtılabilmesinin mümkün olduğu
ön görülmüştür.
Bulgular
11 gün süren çalışmada kontrol ve deney gruplarının
çözeltilerinin absorbansları spektrofotometre ile 4. 7. ve 11.
günlerde ölçülmüş ve ardından hazırlanan kalibrasyon
eğrisinden krom konsantrasyonları hesaplanmıştır. Deneyde
80 mg/L (ppm)’lik krom çözeltisi kullanılmasının sebebi Carlos
ve diğerleri (2001) tarafından kağıt endüstrisi çıkış sularında 80
ppm civarında krom olduğunun belirtilmesidir. Muğla ili sınırları
içerisinde Dalaman ilçesinde bir kağıt fabrikası bulunmaktadır.
Öğrenci:
Yusuf Gümüş
Yöntem
1.Kullanılan bitkisel materyaller
Bu çalışmada kullanılan bitkisel materyaller kızılçam
kozalağı, yaprağı ve kabuğudur. Deneyde yararlanılan
kızılçam materyalleri Muğla il merkezinden elde edilmiştir.
Kozalak örneklerinin olgun yaprakların da kurumuş olmasına
dikkat edilmiştir.
2. Kullanılan kimyasal maddeler
Bu çalışmada Cr6+çözeltisi için K2Cr2O7 (Merck 104864),
1.5difenilkarbazid çözeltisi için de 1.5difenilkarbazid (Merck
103091), H2SO4 (Merck 109072) ve aseton (Merck 100014)
kullanılmıştır.
3. Cr6+çözeltisininhazırlanması
80 mg L-1’lik (ppm) Cr6+ çözeltisi için, K2Cr2O7 tuzundan
hazırlanmıştır.
Sonuç ve Tartışma
Sonuç olarak özellikle kızılçam kozalağının kromun
arıtılmasında kızılçam kabuk ve yaprağına göre daha etkili
olduğu tespit edilmiştir. Tüm deney gruplarında kullanılan
materyallerinin parçacık boyutları küçültülerek daha fazla
absorpsiyon yüzeyi elde edilebilir ve daha verimli krom arıtımı
sağlanabilir. Kızılçamdan elde edilen biyomateryaller özellikle
kâğıt endüstrisi atıklarındaki kromun ekonomik, çevre dostu ve
iş gücü düşük şekilde arıtımında etkili olarak kullanılabilirler.
Elde edilen sonuçlar Tablo 1’de gösterilmiştir.
Tablo 1. Tespit edilen krom konsantrasyonları.
Stok Çözelti
Kozalak
Yaprak Grubu Kabuk Grubu
4.Gün
80,06
7.Gün
80,02
70,95
72,14
77,07
11.Gün 80,03
78,97
76,75
79,64
75,02
79,98
79,64
Deney sonuçlarına göre en fazla krom arıtımı tüm deney
grupları için 7. günde gerçekleşmiştir. Daha sonra tüm bitkisel
materyaller absorbe ettikleri kromu tekrar içinde bulundukları
ortama vermişlerdir yani desorpsiyon olayı gerçekleşmiştir.
Kromu en fazla oranda absorbe eden materyal ise kozalak
grubu olmuştur bunu sırasıyla yaprak ve kabuk grupları
izlemiştir. En başarılı absorpsiyonun olduğu 4. gün için %
Absorsiyon oranları, kızılçam kozalağı için %11,33, yaprak
için%9,85 ve kabuk için de %3,69 olarak belirlenmiştir.
Kaynakça
Aksoy, S. (2008) Farklı Boy Gruplarında FitoplanktonikOrganizmalar Kullanılarak Atıksulardan Cr6+Biyosorpsiyonu. Yüksek Lisans
Tezi, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mühendislik ve Fen Bilimleri Enstitüsü, Gebze, 76s.
Atilla, P. (2009) Mısır’ın Cr(VI) Biriktirme Kapasitesinin Araştırılması, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Fen Bilimleri
Enstitüsü Çevre Mühendisliği Anabilim Dalı, Adana, 65s.
Carlos, C.,Jesus, C.G., Silvia, D., Felix, G.C., Herminia, L.T., Juan Carlos, T.G. ve
Rafael, M.S. (2001) Interactions of ChromiumwithMicroorganismsandPlants. FEMS Microbiol. Rev, 25: 335-347.
Çavuşoğlu, K., Kılıç, S. ve Kılıç, M. (2009) EffectsofLead (Pb) PollutionCausedbyVehicles on TheAnatomy of Pine (PinusNigraArn.
Subsp. Pallasiana)andCedar (CedrusLibani A. Rich.) Leaves, BioDiCon, 2(3): 92-98.
Gupta, V. K.,Gupta, M. ve Sharma, S. (2001) Process Development fortheRemoval of LeadandChromiumfromAqueous Solutions
Using RedMud-an AluminiumIndustryWaste, Wat. Res., 35 (5): 1125-1134.
Kahvecioğlu, Ö., Kartal, G., Güven, A. ve Timur, S.(2003) Metallerin Çevresel Etkileri-I, İTÜ Metalurji ve Malzeme Mühendisligi
Bölümü.
Kimbrough, D. E.,Cohen, Y., Winer, A. M., Creelman, L. ve Mabuni, C. A. (1999) Critical Assessment of Chromium in the
Environment, Crit. Rev. Env. Sci. Thecnol., 29 (1) :1-46.
Malkoç, E. ve Nuhoğlu, Y. (2006) Palamut Meşesi (Quercus İthaburensis) Atığı İle
Sabit Yataklı Kolonda Cr(VI) Biyosorpsiyonu(Cr(VI)BiosorptionbyWasteAcorn of QuercusIthaburensıs in FıxedBeds),DEÜ
Mühendislik Fakültesi Fen ve Mühendislik Dergisi, 8 (2) : 31-45.
McGrath, S.P. ve Smith, S. (1990) Chromiumand Nickel,125-150,Alloway, B.J.,HeavyMetals in Soils, Wiley, New York, 363s.
Sağlam, N. ve Cihangir, N. (1995) Ağır Metallerin Biyolojik Süreçlerle Biyosorpsiyonu Çalışmaları, Hacettepe Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Dergisi, 11: 157-161.
Türkman A., Aslan Ş.ve Ege İ. (2001) Doğal ZeolitlerleAtıksulardan Kurşun Giderimi (LeadRemovalfromWastewatersby Natural
Zeolıtes), DEÜ Mühendislik Fakültesi Fen ve Mühendislik Dergisi, 3 (2): 13-19.
Yılmazer, P. (2006) Sulu Ortamlardan Ağır Metallerin Mikroorganizmalar Yoluyla Giderimi, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Fen
Bilimleri Enstitüsü, Ankara, 155s.
Yücel, E. Hatipoğlu A., Sözen E. ve Güner T. Ş. (2008) TheEffects of TheLead (PbCl2) on Mitotic Cell Division of Anatolian Black Pine
(Pinusnigrassp. pallasiana), BioDiCon, 1 (2): 124-129.
53
DEFTER
İsa GÖKGEDİK
Tarih şuurumuza dair
birkaç kelâm
T
arih denilince akla gelen “geçmiş” ya da
“arkada/geride kalan şey”dir genellikle.
Teknik olarak bu durumun doğruluğuna
bir şey denemez belki ama içinde bulunduğumuz zamanın öncesiyle arasını keskin bir çizgiyle ayırmak ne derece doğrudur. Tarih işi mahzâ
“olmuş bitmiş”le mi alakalıdır? Bunun tahkikatını
meseleye daha yakından bakarak yapmamız gerekecektir. Zira “dün”, “şimdi” ve “yarın”ın birbiriyle
ilişkisi ve nasıl bir keyfiyet arz ettiği hakkında kendi
yaşamımıza baktığımızda dahi birtakım fikirler elde
edebiliriz.
İnsanoğlunun başından geçen olayları zaman ve
yer göstererek anlatan, bunların sebep ve sonuçlarını, birbirleriyle olan ilişki ve bağlantılarını inceleyen ilim olarak tarif edebiliyoruz tarihi. Geçmişimiz,
köklerimiz, ecdadımız, yapıp ettiklerimiz, yapamayıp bıraktıklarımız, inşa ettiklerimiz, kurduklarımız,
yetiştirdiklerimiz, adım attığımız yerler, adımızın
geçtiği yerler hep tarihimizi ifade eder aslında.
Ama yalnızca geride bıraktığımız izler değil gelecek
için kurduğumuz hayaller, ileriye dönük hedeflerimiz, ufka doğru bakışlarımız da henüz değilse bile
elbet bir gün tarihimiz olacaktır.
Peki, şuur nedir ki acaba? Her ne kadar anlayış,
kavrayış, idrak yahut bilinç olarak tek kelimeyle
karşılanmaya çalışılsa da “insanın kendini bilmesi
ve bununla birlikte içinde yaşadığı zamandan ve
mekândan haberdar olabilme melekesidir” diyebiliriz şuur için. Buradan hareketle şuurun aslında
“bir şeyi tam manasıyla anlamak” demek olduğu
sonucuna varıyoruz.
Geçmiş zamanda meydana gelmiş her hadise,
bunu biz yaşamış olalım veya olmayalım insanoğlu
54
için sonraki hayatını anlamlandırma ve yorumlamada vazgeçilmez bir zenginliktir. Herkes tarafından
istifade edilen bu zenginliğin bize katkısı doğrudan
olduğu kadar dolaylı da olabilir. Kur’an-ı Kerim’de
“And olsun ki, onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır.” (Yusuf, 111) buyrularak dikkat
çekilmesi gereken noktaya vurgu yapılmaktadır.
Kur’an-ı Kerîm’in neredeyse yarısının tarihi mahiyetteki ayetlerden müteşekkil olması ve çoğunun
tarihi hadiselere ayrılması da Kur’an’ın bu konuya
verdiği ehemmiyete bir işarettir. Tevhid inancına sahip kimselerin dosdoğru yola ulaşmasını sağlayan
Kur’an-ı Kerim kıssaları insanlığın tarihini bir bütün
halinde ele alarak Müslümanların dünya tarihine
yönelmelerini sağlamıştır.
Hangi konuda olursa olsun mahzâ çıkar gözeten
faydacı yaklaşımların sakıncalarından bahsetmeye
gerek bile yok. Fakat yukarıdaki ayet minvalinde bir
tavır takınmak suretiyle tarihten bizim hissemize
düşenleri arayıp bulmak lazımdır. Çünkü geçmişini
bilerek insanın kendisini keşfetmesini, bulunduğu
konumu fark edebilmesini sağlar tarih.
Tarihin konuları insan ve zaman; kahramanı ise tek
başına insan olduğuna göre o halde zaman var olduğu müddetçe tarih de var olacaktır. Belki zaman
içerisinde fiziki, maddi ve çevresel açıdan geçmiş
devirlere göre bir değişiklik yahut farklılıktan bahsedilebilir. İmkân ve gelişmişlik bakımından da asırlara göre fert ve toplumlarda seviye farkları olması
tabiidir. Fakat tarihi olayların cereyanında başrolü
oynayan insan unsuru, sebepler/muharrikler, harici faktörler, olayların mantığı ve süreci gibi noktalar değişmez bir yapı arz etmektedir, ya da en
azından ciddi benzerlikler göstermektedir. Nitekim
“Allah’ın öteden beri işleyip duran kanunu (budur).
Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.”
(Fetih, 23) şeklinde buyrulan ayet-i kerimede de
aynı nokta üstünde durulmaktadır. İşte bu sayede
birbirini anımsatan hadiseler yahut bazı noktalara
vurgu yaparak belli bir çerçevede dönüp duran
olaylar sayesinde asıl meseleye dikkat kesilebiliriz.
Zaten Kur’an-ı Kerim’de kıssaların belli bir kronoloji çerçevesinde verilmeyişi, gereksiz detaylardan
kaçınılması, tek bir bütün halinde sunulmayışı ve
hatta bazen tekrar etmesi belli maksatlarla takip
edilmiş bir metottur. Bu maksatlardan biri ise muhataplarının lüzumsuz noktalara
takılmadan asıl kendisini vermesi
gerektiği şeye odaklanmasıdır.
ne olduğunu ve neler yapabileceğini de gösterir.
Bu yüzden bize düşen en mühim vazifelerden biri
kişisel bilincin ve kimliğin oluşmasında önemli bir
görev üstlenen tarihi iyi okumak, yeniden okumaktır. Bir toplumun genç, zinde ve diri kalabilmesi,
harekete geçme ve aksiyon gösterebilme kabiliyeti
tarih sayesindedir. Hele ki tarihi yanlış öğretilmiş
toplumlar için tarih bir yargı ve test vasıtasıdır ki
tarih bilinci sayesinde geçmişini doğru bir şekilde
kontrol edebilsin. Ve bu kontrol sayesinde yeni atılımlara kalkabilsin ya da en azından kendi varlığını
konumlandırabilsin.
Ama hepsinden öte bizim için
tarih şuuru demek öğrenmek,
bilmek, farkında olmak demek.
Nur dağındaki vahyi kılavuz edinip hicreti hayatımızın esası kabul etmek; Hudeybiye’de ölüm
kalım için biatlaşıp geri dönmemeyi göze almak, Bedir’de
meleklerle savaşmak; Mekke’yi
fethederken savaşmadan şehre
girebilmek demek.
Tarih ancak milletler
Tarih ancak milletler vasıtasıyla
var olabilmiştir. O yüzden milvasıtasıyla var
let olabilmek ile tarih şuurunun
olabilmiştir. O yüzden
idraki arasında doğru bir orantıdan bahsedebiliriz. Peki, millet
millet olabilmek
olabilmiş topluluklar mı tarih ve
ile tarih şuurunun
şuuruna sahiptir yoksa bu bilinç
mi o insanları millet seviyesine
idraki arasında
ulaştırmıştır? İşte bu noktada
doğru bir orantıdan
daha yeni ahirete uğurladığımız,
Raşid Halifelerimizin kumandaOsmanlı tarihçiliğinde yeni disipbahsedebiliriz.
sında kıtalar fethetmek, denizlin ve perspektifler geliştirerek
lere açılmak demek; Hz. Ali gibi
Avrupa merkezci tarih anlayışını
yiğitlik ile müsemmâ olmak desarsan, ömrünün sonuna dek
mek. Doksan yaşında müjdeye
titizliği ve çalışkanlığı ile örneknail olabilmek için surlara dayanmak demek Hz.
lik teşkil eden İnalcık “Tarih bir milletin şuurudur.”
EbûEyyûb el-Ensârî gibi. Dünyanın kalbi İstanbul’u
ifadesiyle neyin önce geldiğini, neyin sebep neyin
fethetmek için rüyalara dalmak, düşler kurmak demüsebbep olduğunu izah etmektedir. Yani tarih
ğil uykularımızın kaçması demek Fatih Sultan Mehferdî ve şahsî yönünün yanında toplumsal hafızamed Han gibi.
yı temsil etmesi bakımından ictimaî ve kollektif bir
yapıya da sahiptir. Şuur olgusunun en çok devreye
Bosna’da hayatını imanı için siper etmek; Afrika’da
girdiği noktanın da bu “birlik” çerçevesi olduğunu
vatansız kalmak, esir olmak; Doğu Türkistan’da İssöyleyebiliriz nitekim.
lam’ı elinde bir kor gibi tutmak; Filistin’de özgürlüğe susamak demek. Müslümanın tarih şuuru
Tarih bilmek kendini bilmektir. Kendini bilmek indemek medeniyet kurabilmek demek; geçmişe
sanın ne yapabileceğini bilmesi demektir. Tarih
bakarak önümüzü görebilmek; kimliğimizi kaybetbize insanlığın ne yaptığından bahseder, böylece
memek demek.
55
Yazar Metin Karabaşoğlu’nun
katılımıyla “Peygamberimizin
(s.a.v.) Bir Günü” başlıklı
söyleşi ve imza programı
düzenledik.
K O N F E R A N S L A R I
METİN KARABAŞOĞLU
M İ H D E R
19
SÖYLEŞİ & İMZA
E
KiM
C U M A
SAAT: 19:30
Peygamberimizin
03
04
Faaliyetlerimizin Bazıları
2012 Mayıs ayında kurulan Muğla İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği
(MİHDER) olarak ilk yıllarda güzel çalışmalar yapmışken, sonradan ortaya çıkan bazı
durumlardan dolayı dernek faaliyetleri maalesef azalmıştı. Bu yeni eğitim-öğretim yılı
itibariyle yine aktif bir döneme girip, güzel ve faydalı işler yapmak istiyoruz.
(s.a.v.)
facebook.com/Mihder2012
twitter.com/mihder_mugla
mihder.blogspot.com
w w w . m i h d e r . o r g
YER: MUĞLA İL ÖZEL İDARE KONFERANS SALONU
Eğitimci-Yazar
Doç.Dr. Halit Ertuğrul’un
“Aile ve Gençlik Eğitimi”
başlıklı söyleşi ve
imza programı düzenledik.
02
Cuma
İletișim:
23
- 0532 490 45
M. Furkan Gümüș
381 14 31
Çövüt - 0505
Mehmet Șinasi
23
- 0534 332 08
Bayram Bulut
13
- 0505 822 13
Ayhan Balcı
Muğla İmam
Bayram Bulut
Muğla Șube Bașkanı
Ensar Vakfı
Șube Bașkanı
Ayhan Balcı
Cemiyeti Muğla
Kendini Arayan Adam ve Düzceli Mehmet başta
olmak üzere birçok bilinen kitapların yazarı
Düzenleyen
ne,
iyoruz.
ve Pilav Günü
Bayramlașma ızı ve Gönüldașlarımızı Bekl
Tüm Dostlarım
Çövüt Müdürü
Mehmet Șinasi
Hatip Lisesi Okul
Y a z a r
Doç. Dr. Halit Ertuğrul
K a t ı l ı m
BULUSMA
MİHDER Bașkanı
-
E ğ i t i m c i
302Ka0sım
12
05
Gümüș
Muhammet Furkan
EGiTiMi
Muğla İl Öze
Konferans l İdaresi
Salonu
Okul tanıtım
broşürü
hazırladık.
Muğla İmam Hatip Lisesi
bahçesinde “Büyük
Buluşma; Bayramlaşma
ve Pilav Günü”
düzenlendik.
Konfera ns ve İmza Gününe Davet
AiLE VE GENÇLiK
Saat: 19
:00
Kurulduğumuzdan itibaren yaptığımız bazı çalışma ve etkinlikleri bu sayfadan
inceleyebilirsiniz.
01
Bir Günü
06
Ü c r e t s
i z d i r
T.C.
MİLLİ EĞİTİM
BAKANLIĞI
MUĞLA İMAM
HATİP LİSESİ
www.muglaihl.m
eb.k12.tr
İletişim: 0252
214 12 53
www.mihder.or
g
facebook
.com/Mihder2012
İlahiyatçı-Yazar
Ömer Döngeloğlu
Hocamızın konuşmacı
olarak katıldığı
“Peygamberimizin
(SAV) Dostları” başlıklı
konferans ve
imza programı
düzenledik.
Kurşunlu Camii’nde
İstanbul Süleymaniye Camii
İmam Hatibi Ekrem Nalbant
Hocanın katıldığı “MİHDER
Akşam ve Yatsı Namazı
ile Kur’an Ziyafeti
Programı”nı düzenledik.
ında
namaz
yatsı
bulusalım
28
ŞUBAT
PERŞEMBE
MUĞLA MERKEZ KURŞUNLU CAMİİ
YATSI EZANI SAATİ: 19.22
YATSI NAMAZI VE
KUR'AN ZİYAFETİ
PROGRAMI
İstanbul Süleymaniye Camii İmam Hatibi Hafız
Ekrem Nalbant Hocamızın kıldıracağı Yatsı Namazı ile
sonrasında gerçekleştireceğimiz Kur’an-ı Kerim Tilaveti
programımıza teşriflerinizi bekleriz..
MİHDER
(Muğla İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği)
İlim Yayma
TOS
AĞUS
SAAT 13:00
SALI
RAMAZAN BAYRAMI
MUĞLA İMAM
www.mihder.org
56
İlim Yayma Cemiyeti
Muğla Şubesi
ÜÇÜNCÜ GÜNÜ
HATİP LİSESİ
BAHÇESİ
Muğla Şubesi
MUĞLA İL MÜFTÜLÜĞÜ
www.mihder.org
57
“Sırat-ı Müstakim’de
Bir Şair ve İstiklal
Kahramanı M.Akif Ersoy
Fotoğraf Sergisi”ni
Kurşunlu Camii
bahçesinde açtık.
07
08
Sırat-ı Müstakim'de Bir Şair ve İstiklal Kahramanı
MEHMET AKİF ERSOY
İstiklal Marşı'mızın kabulünün 92. yılı ve 18 Mart Çanakkale
Deniz Zaferi'nin 98. yıldönümü dolayısıyla düzenlediğimiz Sırat-ı
Müstakim'de Bir Şair ve İstiklal Kahramanı Mehmet Akif Ersoy
başlıklı fotoğraf sergimize teşriflerinizden onur duyarız.
Üstad Mehmet Akif Ersoy'un hayatı, mücadelesi, düşünceleri
ve eserlerinden kesitlerin yer aldığı sergimize tüm halkımız
davetlidir.
MİHDER
Muğla MÜSİAD Hanımlar Komisyonu
Muğla İl Milli Eğitim Müdürlüğü
14 MART
PERŞEMBE
13 30
.
YER:KURŞUNLU CAMii YANI
Sergi 14-21 Mart tarihleri arasında devam edecektir.
MUĞLA ŞUBESİ
“Her Öğrenciye Bir Kur’an-ı
Kerim Kampanyası”
düzenleyerek; 2013 Mayıs
sonunda Merkez İmam Hatip
ile Ula, Yatağan, Köyceğiz,
Dalaman, Ortaca, Marmaris İlçe
İmam Hatip Okullarındaki
öğrencilerimizin her birine
Kur’an-ı Kerim hediye ettik.
MUĞLA İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ
BİLGİ İÇİN:
www.mihder.org
facebook.com/mihdermugla
facebook.com/musiad48
(0252) 213 21 00
“Sizin en hayırlınız Kur’an-ı Kerim’i öğrenen ve
öğreteninizdir.” (Hadis-i Şerif)
HER ÖĞRENCİYE
BİR KUR’AN-I KERİM
KAMPANYASI
11
12
MİHDER olarak ilk planda 500 Kur’an-ı Kerim temin etmek üzere başlattığımız “Her Öğrenciye Bir
Kur’an-ı Kerim Kampanyası” kapsamında Kur’an-ı Kerim’leri almamız için maddi destek verebilir,
isterseniz Kur’an-ı Kerim alıp bize ulaştırabilirsiniz. Kampanyadan sağlanan bağışlarla başta
Muğla Merkez İmam Hatip Okulu’ndaki öğrenciler olmak üzere, çevre ilçelerde yeni açılan İmam
Hatip Okulları’ndaki öğrencilere de Kur’an-ı Kerim’ler ulaştırılacaktır.
Hayat yolunda yüce kitabımız Kur'an her daim rehberimiz olsun. Kampanyamıza katılıp, öğrencilerimize
destek olmak ve ayrıntılı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Muhammet Furkan Gümüş
MİHDER Başkanı
(Muğla İmam Hatip Lisesi
Mezunları ve Mensupları Derneği)
İrtibat İçin:
Abdullah Talha Arslan – 0506 274 4391
Emin Özler – 0553 253 9119
Hacer Uslu – 0506 368 5014
MİHDER olarak, üzerinde
Ömer Muhtar, Malcom X,
Aliyaİzzetbegoviç, Cahit
Zarifoğlu ve Necip Fazıl’ın
resimlerinin yer aldığı
rozetler yaptırarak
öğrencilere hediye ettik.
Muğla Merkez Kapalı Spor Salonu’nda
“Büyük Türkiye Hedefine Karşı
Oynanan Oyunlar - İslam Dünyası
ve Türkiye” başlıklı konferans ve
konser programı düzenledik.
Abdurrahman Dilipak ve Cihangir
İşbilir’in konuşma yaptığı, Grup
Yürüyüş’ün ezgi-marşlar seslendirdiği
programda aynı zamanda Suriye için
Kermes düzenledik.
www.mihder.org
09
10
58
MİHDER Ziyaretleri kapsamında
Muğla’daki İmam Hatip’e
büyük hizmetleri olmuş değerli
büyüklerimizi evlerinde
ziyaret ettik..
Hz.Peygamber ve İnsan Onuru,
Yusuf’un Üç Gömleği, Ölümsüz
Müdafaa, Ensar Neşriyat’ın Kur’an-ı
Kerim’e Göre Peygamberler ve Tevhid
Mücadelesi, Cevdet Said’in Bireysel ve
Toplumsal Değişmenin Yasaları, Erdem
Beyazıt, Cahit Zarifoğlu, Nuri Pakdil,
Rasim Özdenören’in kitapları dahil
olmak üzere yüzlerce kitabı
öğrencilerimize hediye ettik.
13
14
ÖNDER, TÜRGEV, Ensar
Vakfı, İlim Yayma Vakfı ve
İlim Yayma Cemiyeti’nin
İstanbul’da düzenlediği
100.Yılında İmam Hatip
Liseleri Uluslararası
Sempozyumu’na MİHDER
olarak katılım sağladık.
ÖNDER Genel Başkanı
Dr. Hüseyin Korkut’u ÖNDER
Genel Merkezi’nde ziyaret ettik.
59
Muğla İl Milli Eğitim Müdürlüğü
Rehberlik ve Araştırma Merkezi
Konferans Salonu’nda
bayanlara özel “Bir Çığır
Öyküsüdür; Şule Yüksel
Şenler” başlıklı Yazar Demet
Tezcan’ın katılımıyla bir söyleşi
ve imza programı düzenledik.
15
16
17
Muğla Sivil Toplum Kuruluşları
Platformu çatısı altında Mısır
Halkına ve Muhammed Mursi’ye
Destek Mitingi’ne destek verdik.
Muğla Birlik ve Beraberlik
Platformu’nun Suriye’li
kardeşlerimiz için Muğla Elele
Kampanyasına destek olduk.
MİHDER üyeleri, öğrenci ve
mezunlarımızla bir araya geliyoruz.
“Sevgili Peygamberimize
Yolculuk” adlı siyer kitabını, Merkez
Menteşe İmam Hatip Ortaokulu olmak
üzere Yatağan, Dalaman, Ortaca,
Köyceğiz İmam Hatip Ortaokul 1.Sınıf
öğrencilerine hediye ettik.
18
19
20
MİHDER olarak 20 Nisan
2016’da Muğla Valimiz Sayın
Amir Çiçek’e nezaket
ziyaretinde bulunarak,
bazı projelerimiz hakkında
görüştük.
Okulumuzun 21 Nisan 2016 tarihinde
okul bahçesinde düzenlediği
Kutlu Doğum Programında
MİHDER olarak Hasan Aycın’ın
40 Hadis 40 Çizgi Sergisi’ni açtık.
S E R G İ / E X H I B I T I O N
HADİS/HADITH
ÇİZGİ/CARTOON
HASAN AYCIN
HADİS/HADITH
60
ÇİZGİ/CARTOON
Muğla İl Müftülüğü
facebook /mihdermugla
Muğla İl Müftülüğü
61
MEZUNLARIMIZ
İ M A M
H A T İ P
L İ S E S İ
Yrd.Doç.Dr. Resul ÇATALBAŞ
Mutlu AKYOL
Aslen Muğla Yatağanlı olan Çatalbaş, 1981’de Çankırı’da doğdu. İlköğrenimine Muş Bulanık’ta başladıktan sonra memleketi Muğla’da devam
etti. Ortaokulu Muğla İHL’de (1995) lise öğrenimini Denizli İHL’de (1999)
tamamladı.
1978 yılında Aydın Bozdoğan İlçesinde doğdu. Ortaokul ve Lise öğrenimini Devlet Parasız Yatılı olarak Muğla İmam Hatip Lisesinde 1995 senesinde
tamamladıktan sonra aynı yıl girdiği Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünden 2000 yılında mezun oldu.
2005 yılında girdiği Mülki İdare Amirliği Mesleğinde Trabzon-Tonya, Trabzon-Maçka, Afyonkarahisar-Kızılören, Burdur-Kemer, Erzurum Şenkaya
Kaymakamlıkları ile Bingöl Vali Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Halen
Uşak-Sivaslı Kaymakamı olarak görev yapmakta olup evli ve 3 kız çocuğu
babasıdır.
2003’te Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu ve aynı yıl
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Dinler Tarihi alanında lisansüstü eğitimine başladı. 2006’da Yüksek Lisans eğitimini ve 2011 yılında doktorasını tamamladı. 2012’de Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi
Kamu Yönetimi bölümünü bitirdi.
Meslek hayatına 2004 yılında Erzurum’da öğretmen olarak başladıktan
sonra Ankara, Çorum, Karaman ve Şanlıurfa’da görev yaptı. 2010 yılında
Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi’ne Araştırma Görevlisi olarak atandı. 2011’de aynı fakültede Yrd. Doç. Dr. unvanını aldı. 2014 yılında
Erasmus programı kapsamında gittiği Polonya/Wroclaw’daki Evangelical
School of Theology’de ders verdi. Aynı yıl YÖK bursu ile doktora sonrası
araştırma yapmak üzere Amerika’daki Temple Üniversitesi’ne 3 aylık süre
ile gitti. Halen Bozok Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Dinler Tarihi Anabilim Dalı’nda Öğretim Üyesi olarak görev yapan Çatalbaş, evli ve 2 çocuk
babasıdır. Çatalbaş’ın Majestleri’nin Kilisesi (2014) ve Radikal Reformistler:
Hıristiyanlıkta Anabaptist Hareket (2015) adlı kitaplarının yanı sıra çeşitli
dergilerde yayımlanmış bilimsel çeviri ve makaleleri bulunmaktadır.
62
M U Ğ L A
Özgür ASLAN
1980 yılında Köyceğiz Otmanlar Köyünde doğdu. 1991 yılında Dalaman
Narlı köyünde ilkokulu, Denizli’nin Acıpayam ilçesinde 1995 yılında hafızlığı 1998 yılında da İmam Hatip Ortaokulu bitirdi. 2002 yılında Muğla
Anadolu İmam Hatip Lisesi ve 2010 yılında Dokuz Eylül İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 2003-2007 yıllarında Milas, 2007-2014 yıllarında İzmir
Bornova ilçesinde Din görevlisi olarak çalıştı. 2014 yılında Denizli Beyağaç
vaizliğine başladı ve 2016 Ekim ayı itibariyle Acıpayam’a vaiz olarak atandı. Muğla İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği MİHDER
Başkan Yardımcısı olan Özgür Aslan, DEÜ Tefsir Anabilim Dalında Yüksek
lisansına devam etmekte, evli iki çocuk sahibidir.
İsa GÖKGEDİK
Ramazan AKKIR
Ula ilçesine bağlı Kıra, nâm-ı diğer Oyri Köyü’nde tahsil hayatına başlayan
İsa Gökgedik, 2002 yılında Muğla Anadolu İmam-Hatip Lisesi’nde eğitimine devam etti. 2006 yılındaki mezuniyetin ardından İlahiyat Ön Lisansı
başarıyla bitirdi. Dikey Geçiş Sınavı’yla İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne başladı ve 2011’de mezun oldu. Aynı sene Marmara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İslam Tarihi Anabilim Dalı’nda yüksek lisansa kabul edildi ve bu arada Dumlupınar Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne
araştırma görevlisi olarak atandı. Muğla İmam Hatip Lisesi Mezunları ve
Mensupları Derneği MİHDER Yönetim Kurulu Üyesi olan İsa Gökgedik;
hâlihazırda 2015 yılında başladığı aynı alandaki doktora eğitimine devam
etmekte olup Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde araştırma görevliliği vazifesini sürdürmektedir.
1979 yılında Muğla/Köyceğiz’de doğan Ramazan Akkır, 1991 ile 1997 yılları arasında Muğla Merkez İmam Hatip Lisesinde okumuştur. İmam-Hatip
Ortaokulu ve Lisesini yatılı olarak okuyan Akkır, 2003’te Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun olmuştur. 2007 yılında “Türkiye’de
Din ve Muhafazakârlık: Turgut Özal Örneği” adlı teziyle, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisansını, 2016’da da “Cumhuriyet Halk Partisi’nin Din Politikaları ve Kendi Tabanının Bakışı” adlı teziyle,
Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde doktorasını tamamladı.
2012 yılında Bağcılar Belediye Başkanı Lokman Çağırıcı’nın da metin yazarlığı yapan Akkır, Yeni Şafak, Star, Radikal, Milli Gazete gibi farklı yayın
organlarında yazılar yazdı. 2010 yılından itibaren Milat gazetesinde köşe
yazarlığı yapan Akkır’ın, “Türkiye’de Muhafazakârlık” ve “17-25 Aralık’tan
15 Temmuz’a FETÖ” adıyla yayımlanmış iki kitabı bulunmaktadır.
63
KA
M
PI
GE
NÇ
LİK
Çin bizim, Hicaz bizim, Hindistan bizimdir.
Biz Müslümanız, bütün dünya bizimdir.
Adımızı yeryüzüne silinmez izlerle kazıdık
Sinemizde tevhid emaneti saklıdır.
Dünya mabedlerinde Allah’ın ilk evi Kâbe
Biz onun hizmetkârı o bizim bekçimizdir
Biz kılıçların gölgesinde yetiştik
Hilalin hançeri bizim alametimizdir
Bir zamanlar bu seli hiç kimse durduramazdı
Batı vadileri ezanımızla çınlardı
Zulümden asla mı asla korkmayız biz ey dünya
Sayende yüzlerce defa zorluklarla sınandık
Ey Endülüs’ün gül bahçesi hatırlar mısın
Dallarında yuva kurduğumuz o günleri
Ey Dicle dalgası, bizi sen de tanırsın
Mahzun çağlayışların hala öykümüzü anlatır
Uğrunda can verdiğimiz ey kutlu toprağımız
Hala damarında dolaşıyor kanımız
Bu kutlu kervanın başı o sevgilidir
İkbal’in namesi uykudan uyandıran bir çağrıdır
Yalnız Allah adına ayarlıdır hayatımız
İşte yeniden yola koyuluyor kervanımız
M
İH
DE
R
Dünya Bizimdir
MUHAMMED İKBAL
Ayrıntılar için web sitesi ve
sosyal medya sayfalarımızı
takip edebilirsiniz..
www.mihder.org
64
mihdermugla
YENİ
SÖYLEŞİ
DİZİSİ
YAKINDA
a
r
a
l
t
u
n
o
k
i
k
Hayalinizde
.
.
.
n
u
l
o
p
i
h
sa
İNŞ. TAAH. SAN. İÇ ve DIŞ TİC. LTD. ŞTİ.
İskele Mah. 96 Sok. No: 5/2 Datça/MUĞLA
0542 798 4806 - 0506 274 4391
www.ozeyminsaat.com
Download