T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI KELAM BİLİM DALI MÜSLÜMAN KELAMINDA PEYGAMBERİN GÖREVİ DOKTORA TEZİ Mustafa KAHRAMAN Ankara-2007 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI KELAM BİLİM DALI MÜSLÜMAN KELAMINDA PEYGAMBERİN GÖREVİ DOKTORA TEZİ Mustafa KAHRAMAN DANIŞMAN Prof. Dr. Ahmet AKBULUT Ankara-2007 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ................................................................................................................... 3 KISALTMALAR .................................................................................................... 5 GİRİŞ ...................................................................................................................... 6 I. BÖLÜM ......................................................................................................... 25 ELÇİ VE GÖREVİ ........................................................................................... 25 A-NÜBÜVVET VE RİSALET KAVRAMLARI ....................................... 25 1-Nebi ....................................................................................................... 25 2- Resul ..................................................................................................... 27 3. Nebi ve Resul arasındaki fark ............................................................... 29 B. PEYGAMBERLERİN İNSANLARDAN SEÇİLMESİ .......................... 33 1. Peygamberin Örnekliği ......................................................................... 40 2. Peygamberlikte Cinsiyet Sorunu........................................................... 47 3. Cinlerin Peygamberliği Sorunu............................................................. 50 C. PEYGAMBERİN GÖREVİ ..................................................................... 58 1- ELÇİ OLMASI ..................................................................................... 58 a. Tebliğ ................................................................................................ 62 b. Beyan ................................................................................................ 73 2. PEYGAMBERİN VEKİL OLMAMASI .............................................. 76 3. ŞARİ OLMASI ..................................................................................... 80 a. Şari Ne Demektir? ............................................................................. 80 b. Allah’ın Şari Olması ......................................................................... 81 c. Peygamberin Şari Olması.................................................................. 83 d. İnsanların Şari Olması..................................................................... 100 II. BÖLÜM ..................................................................................................... 103 PEYGAMBERLİKLE İLGİLİ YANLIŞ ANLAYIŞLAR ............................. 103 A. PEYGAMBERE İTAAT........................................................................ 103 B. HZ. PEYGAMBER’İN MUCİZE GÖSTERMESİ ................................ 113 1 C. PEYGAMBERLER ARASINDAKİ ÜSTÜNLÜK ............................... 132 D. PEYGAMBERİN GAYBI BİLMESİ SORUNU ................................... 144 E. PEYGAMBER VE İKRAH ................................................................... 156 F. PEYGAMBERİN KORUYUCULUĞU ................................................. 158 SONUÇ ............................................................................................................... 162 KAYNAKÇA ...................................................................................................... 166 2 ÖNSÖZ Tarih boyunca farklı zaman ve bölgelerde ilahi mesajlara muhatap olan insanlar Tanrı’yı hep aynı şekilde tasavvur etmemişlerdir. İlahi mesajlarda belirtilen nitelikleriyle Tanrı’yı olması gerektiği gibi yaratılmışlardan tamamen farklı bir varlık olarak tasavvur edenler olduğu gibi O’nu insana benzer biçimde somutlaştırarak tasavvur edeler de olagelmiştir. O’nun somut niteliklere sahip insan biçiminde tasavvur edilmesi, çoğunlukla ilahi mesajların özgünlüğünü yitirmesi ya da ilahi mesajların muhataplarına ulaşmaması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Tanrı’nın şu ya da bu şekilde tasavvur edilmesi bir yana, sonuçta insanların büyük çoğunluğunun yüce bir yaratıcı fikrine sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Teistik dinler başta olmak üzere belli başlı büyük dinler, birbirinden farklı yaklaşımlara sahip olsalar da Tanrı’ya Peygamber’e ve Ahiret’e imanı temel inanç ilkeleri olarak kabul etmede ortaktırlar. Tanrı düşüncesinin en ilkel toplumlardan en modern toplumlara kadar bir şekilde var olduğu görülmektedir. Buradaki en temel sorun Peygamberlik olmaktadır. Çünkü bir kimsenin ahirete inanabilmesi için, önce ahiret inancı ile ilgili temel bilgileri kendisine ulaştıran kişinin, peygamber olduğuna inanması lazımdır ki O’nun ahiret hakkında getirmiş olduğu bilgilere inansın. Müslümanlar çeşitli sebeplerle Kur’an’da ortaya konan peygamberlik anlayışından farklı bir peygamberlik tasavvuru oluşturmuşlardır. Peygamberlik çok önemli görüldüğünden, tez konusunu onunla ilgili seçtik. Bu çalışmada peygamberliğin ne olduğundan ziyade nasıl anlaşıldığı ve nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde durulacaktır. Peygamberliğin neliği konusuna ana hatlarıyla değinilecektir. 3 Kur’an’da, İslam’ın temel prensipleri yer ve zamana bağlı kalınmadan kendi sistemi içerisinde açıklanmaktadır. İlahi mesajın bütünlüğü içerisinde ele alınan konular, Kur’an’ın gelişindeki temel hedef, gaye ve prensiplere aykırılık teşkil edemez. Eğer Kur’an’a bütüncül ve her zaman ve zeminde genel geçer prensipleri çerçevesinde yaklaşılmaz da, parçacı bir yaklaşımla yaklaşılırsa herkes kendi düşüncesine Kur’an’dan destek bulabilir. Böyle olursa da aynı ilahi kitabı referans alan adı İslam olan, ama içerik, anlayış ve yaşayışta farklı farklı din anlayışları ortaya çıkar. İşte bu sebeple Müslümanların peygamberi nasıl tanımladıkları ve algıladıkları ve peygamberlikle ilgili yanlış tasavvurların neler olduğunu ortaya konulmaya çalışılacaktır. Müslüman Kelamında Peygamberin Görevi ismini taşıyan bu araştırmamız giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Girişte Müslümanların peygamberi neden yücelttikleri, bunu nasıl yaptıkları ve bu konuda yanlış anlamalara ve algılamalara değinilmiştir. Birinci bölümde nebi ve resul kavramları, nebi ile resul arasındaki fark, peygamberlerin insan olması, cinsiyeti ve cinlerden peygamber gelip gelmediği ve Allah’ın peygamberi ne ile görevlendirdiği irdelenmektedir. İkinci bölümde ise peygamberlikle ilgili yanlış konuları anlayışlar incelenmektedir. Bu araştırma süresince, bana her türlü desteği esirgemeyen, karşılaştığım tüm problemlerde moral verip, yol gösteren, çalışmamda büyük katkıları olan kıymetli hocam sayın Prof. Dr. Ahmet AKBULUT’a şükranlarımı sunarım. Değerli katkıları için saygı değer hocalarım Prof. Dr. İlhami GÜLER’e, Prof. Dr. Şaban Ali DÜZGÜN’e, Prof. Dr. Recep KILIÇ’a, Doç. Dr. Muhit MERT’e ve burada ismini zikredemediğim diğer hocalarıma teşekkür ederim. Ankara-2007 Mustafa KAHRAMAN 4 KISALTMALAR Age : Adı geçen eser Agm : Adı geçen müellif A.Ü.İ.F.D. :Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Bkz. : Bakınız b. : İbn (Oğlu) Bdt. : Basılmamış doktora tezi c. : Cilt çev : Çeviren DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi h. : Hicri Hz. : Hazreti İA : İslam Ansiklopedisi İİED : Ankara Üni. İlahiyat F. İslami İlimler Enstitüsü Dergisi ktb. : kütüphanesi m. : Miladi mad. : Maddesi s. : Sayfa sy : Sayı ty. : Yayın tarihi belli değil vr. : Varak vb. : Ve benzeri vd. : Ve diğerleri yy. : Basım yeri belli değil 5 GİRİŞ Peygamberlik konusu İslam’ın en önemli inanç esaslarından birini hatta bir bakıma en önemlisini oluşturur. Zira peygamberliği anlama ve algılama biçimi dini anlayışların temelini oluşturur. İslam dünyasındaki en temel sorunların başında Müslümanların peygamberlik anlayışları gelmektedir. Çünkü İslam dünyasındaki en önemli sapma, Peygamberlik konusunda olmuştur. Hz. Peygamberin hayatı bütün detayları ile ortada dururken, Müslümanlar çeşitli nedenlerle Hz. Peygamber hakkında farklı anlayışlara sahip olmuşlardır. Peygamberlikle ilgili yanlış algılamalar, özellikle Hz. Peygamber’in vefatından sonra asırlar ilerledikçe katlanarak büyümüştür. Hz. Peygamber hayatta iken bazı yanlış algılamalar olmuşsa da O, şahsı ile ilgili yanlış algılamaları gördüğü zaman hemen müdahale edip onları düzeltmiştir.1 Yine aynı şekilde Hz. Peygamberin vefatında sonra da Peygamberi yakından tanıyan sahabeler, Hz. Peygamberle ilgili herhangi yanlış algılama olduğu zaman hemen müdahale etmişler ve bu yanlışları düzeltmişlerdir.2 Ancak ilk dönemden uzaklaşıldıkça ve Müslümanlar yeni kültür ve dinlerle karşılaştıkça İslam dininin aslında olmayan bazı fikirler İslam’a girmeye başlamıştır. Bunun sonucunda da saf İslam inancında bazı bozulmalar meydana getirmiştir. İşte bu bozulmaların başında da Müslümanların peygamberlik anlayışları gelmektedir. Hz. Muhammed’e duyulan aşırı sevgi ve idealleştirme, onu diğer peygamberlerden üstün ve olduğundan farklı bir şekilde görmeye götürmüştür. Bu sebeple Müslümanlar Hz. Peygamberi yüceltme yarışı içerisine girmişler ve bu konuda sınır tanımamışlardır. 1 2 Müslim, İmam ebi’l-Huseyn Müslim b. El-Haccac, Sahihi Müslim, İstanbul, 1992, Fedail, 150; İbn Mace, Sünen, Et’ıme, 30; Şatıbi, Ebu İshak İbrahim b. Musa el-Lahmi, el-Muvafakat fi Usuli’ş-Şeria, Mısır, ty, III, 64; Ahmed b. Hanbel, Müsned, İstanbul, 1992, II, s. 17, 22, 102; Darimi, Ebu Muhammed Abdullah Abdurrahman, Sünen, İstanbul, 1992, İsti’zan, 24. İbn Sa’d, Ebu Abdullah Muhammed, et-Tabakatü’l-Kübra, Kahire, 1358, III, s.145; Müslim, Sahih, Hac, 338-341; Tirmizi, Sünen, İstanbul, 1992, Tefsir, 6; Müslim, Sahih, İman, 287. 6 Aslında Peygamberi olduğundan farklı görme yaklaşımları farkında olmadan onu hayatın dışına atmaya neden olmakta, onu sağlıklı bir şekilde anlamaya engel olmaktadır. Konu ile alakalı bazı örnekler ele alınarak bu tür düşünce sahiplerinin yaklaşımlarının ortaya konulması yararlı olacaktır. Yüceltme anlayışıyla ilgili ilk örnek Hz. Muhammed (sav)’in öldükten sonra yeniden dirildiği ve halen aramızda yaşadığı fikridir.3 Bu düşüncenin temel hareket noktasını, hemen her konuda Hz Muhammed’in diğer peygamberlerden üstün olduğu anlayışı oluşturmaktadır. Bu düşünce sahipleri Hz. Muhammed’i Hz. İsa ile yarıştırmışlardır. Bu yarışın sonucunda da Hz Muhammed’i birkaç adım daha öne geçirerek kendilerince onun az olan şanını yükseltme gayreti içinde olmuşlardır. Yüceltme anlayışına sahip olan bilginlerden biri olan Suyuti, Hz. Muhammed’in öldükten sonra yeniden dirildiğini ve halen hayatta aramızda olduğunu iddia etmektedir. O’nun bu konuyla ilgili değerlendirmeleri şöyledir: “Peygamberlerin ruhları alındıktan sonra geri iade olunur. Onlar aynen şehitler gibi yaşamaya devam etmektedirler… Allah, yer yüzüne peygamberlerin etlerini yemeyi haram kıldı. Günümüzdeki ve geçmişte yaşamış olan bazı evliyalar Hz. Muhammed vefat ettikten sonra O’nu canlı olarak görmüşlerdir.”4 Hz. Muhammed’in öldükten sonra yeniden dirildiği ve halen aramızda yaşadığı yönündeki iddia, Hıristiyanların İsa hakkındaki anlayışları ile paralellik taşımaktadır. İşte burada Hz. Muhammed, Hz. İsa’dan bir adım öne çıkarılmış 3 4 Suyuti, Abdurrahman Celaleddin, Tenviru’l-Halek fi İmkani Ru’yeti’n-Nebiyyi ve’l-Melek, İstanbul, 1994, (el-Mihnetü’l-Vehbiyye li Reddi’l-Vehhabiyye içerisinde Beşinci Risale), s. 56. Suyuti, Tenvir, s. 5-6. Hıristiyanlık inancına göre Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürülmüş, bir mezara defnedilmiş, daha sonra dirilmiş, önce annesiyle buluşmuş, akabinde havarileriyle görüşmeler yapmış, en sonunda onların gözleri önünde, daha sonra aşağı inmek üzere göğe kaldırılmıştır. Anlatıldığına göre İsa (as) tebliğ görevini yaptığı için Yahudiler ve Romalı askerler tarafından tutuklanmıştır. Önce Baş kahin tarafından yargılanmış, sonra Vali Pilatus’a yargılanmak üzere teslim edilmiştir. Vali onu suçsuz bulmasına rağmen, Yahudilerin ısrarlı talepleri doğrultusunda ölüme mahkum edilmiş, daha sonra da çarmıha gerilerek öldürülmüş ve bir havarisi tarafından gömülmüştür. Ertesi gün annesi Hz. Meryem mezarın başına varınca İsa’nın cesedini bulamamıştır. Fakat az sonra arkasında İsa belirmiş, onunla konuşmuş, Havarileriyle değişik yerlerde üç defa buluşmuştur. (İncil, Yuhanna , Bölüm 1821, İstanbul, 1991, s.238-249;) Bu dirilişinden kırk gün sonra öğrencilerinin gözleri önünde onlara bir kısım öğüt verdikten sonra göğe yükseltilmiştir. Bu durum İncil’de şöyle anlatılır. “İsa bunları söyledikten sonra onların gözleri önünde yukarı alındı. Bir bulut O’nu alıp gözlerinin önünden uzaklaştırdı. İsa giderken onlar gözlerini dikmiş bakıyorlardı. Tam o sırada , beyaz giysiler içinde iki adam yanlarında beliriverdi. ‘Ey Celileliler! Neden göğe bakıp duruyorsunuz?’ diye sordular. ‘Sizden göğe alınan bu İsa, göğe çıktığını nasıl gördünüzse, aynı şekilde geri gelecektir.” (İncil, Resullerin İşleri, 1; 9-11) 7 olmaktadır. Çünkü bu düşünce sahiplerine göre Hz. İsa şu an itibarıyla göktedir, fakat Hz. Muhammed hala yaşamaya devam etmektedir. Yüceltmeci anlayışa göre peygamberler ruh ve ceset olarak diridir. Melekut aleminde ve dünyada istediği gibi dolaşmaktadırlar.5 Allah, Peygamberi görmeyi ikram ettiği kullarına O’nu göstermek istediği zaman perdeyi kaldırır; onlar da Peygamberi gerçek kimliği ile görürler. Bu kimseler Allah’ın veli kullarıdır.6 Suyuti’ye göre, nasıl Muhammed sağ iken Musa’yı gördü ise, Muhammed de öldükten sonra semadan yeryüzünü görmektedir.7 Geleneksel Müslüman kültüründe Hz. Muhammed’in belirli şahısların suretinde görüldüğü de iddia edilmiştir.8 Kaynaklarda Abdullah İbn Sebe’ye ait olduğu söylenen şu söz Peygamberi bu tarzda algılayan Müslümanların bu konudaki düşüncelerinin arka planını ele vermektedir. “İsa’nın döneceğini iddia eden ve Muhammed’in döneceğine inanmayan kimseye şaşılır. Zira Yüce Allah şöyle buyurmuştur. ‘Okumayı sana farz kılan Allah, seni döneceğin yere döndürecektir.’9 Muhammed dönüşe İsa’dan daha layıktır.”10 Konu ile ilgili bir başka örnek de Hz. Muhammed’in sırtında iki gözünün olduğu iddiasıdır. Hz. Muhammed’in “Saflarınızı düz ve sık tutunuz. Çünkü ben arkamdan sizi görüyorum”11 sözü bu iddialarına delil olarak getirilmiş peşinden de peygamberin sırtındaki gözü ile arkasını gördüğü iddia edilmiştir. 12 5 6 7 8 9 10 11 12 Suyuti, Tenvir, s. 6; Hadimi, Ebu Said Muhammed b. Muhammed, el-Berikatü’lMuhammediyye fi Şerhi’t-Tarikati’l-Muhammediyye, İstanbul, 1266, I, 143. Ebu Abdullah el-Kuraşi Şam’a gelince Peygamber onu karşılamış, onunla konuşmuş ve onun için dua etmiştir. ( Suyuti , Age, s. 6.) Suyuti , Age, s. 6. “Hz. Muhammed Şibli’nin suretine de girmiştir. Şibli öğrencisine “Şehadet ederim ki ben Allah’ın elçisiyim demiştir. Öğrencisi ise keşf sahibi birisi idi. O’nu tanıdı ve: Ben de şehadet ederim ki sen Allah’ın resulüsün, dedi. Bu inkar edilemeyecek bir iştir. Çünkü Hz. Muhammed’in girmek istediği her surete girmeye kudreti vardır.” Cili, Abdülkerim b. İbrahim, el-İnsanü’l-Kamil fi Ma’rifeti’l-Evahır ve’l-Evail, Beyrut, 1997, 210-211. Kasas, 28/85. Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Tarihu’l-Ümem ve’l-Müluk, Beyrut, ty, IV, s. 340; İbn Asakir, Ebi’l-Kasım Ali b. El-Hasen, Tarihu Medineti Dımeşk, Beyrut, 1995, XXIX, s. 4; Osman, Abdürrauf Muhammed, Muhabbetü’r-Rasül beyne’l-İttibba ve’l-İbtida, Riyad, 1414, s. 152. Buhari, İmam Ebi Abdullah Muhammed b. İsmail, Sahih, İstanbul, 1992, Ezan, 71, 72, 76, 88, Salat, 40; Müslim, Sahih, Salat, 125. Buhari şarihlerinden İbn Hacer el-Askalani, Hz. Muhammed’in “Saflarınızı düz ve sık tutunuz. Çünkü ben arkamdan sizi görüyorum” ( Buhari, Sahih, Ezan, 71, 72, 76, 88, Salat, 40; Müslim, Sahih, Salat, 125) hadisini şerhederken çeşitli görüşleri sıraladıktan sonra Hz. Muhammed’in sırtında iki kürek kemiği arasında iğne deliği büyüklüğünde iki gözü olduğunu ve o iki gözle arkasını gördüğünü, sırtındaki elbiselerin de arkasını görmeyi engellemediğini 8 Hz. Muhammed’in safların düzeniyle ilgili olarak söylediği bir söz, daha sonra sınır tanımayan bir yüceltme anlayışı doğrultusunda gerçekmiş gibi nakledilmiştir.13 Bir başka örnek ise Peygamber’in okuma yazma bilmezken mucizevi bir şekilde yazmayı öğrendiği iddiasıdır.14 Müslümanların geleneksel peygamber anlayışını şekillendiren Hadis kaynakları Hz. Muhammed’i insan üstü bir varlık olarak sunma eğilimi göstermektedir. Bu bağlamda insan bedeninin doğal yapısına ve işleyişine ilişkin bir takım hususlar Hz. Muhammed söz konusu olduğunda doğallığından çıkarılarak olağanüstülük atfedilmiştir. Örneğin onun terinin ve idrarının insanlardan farklı olarak temiz olduğu ve olağanüstülük taşıdığı iddia edilmiştir.15 13 14 15 nakletmektedir. (İbn Hacer el-Askalani, Ahmed b. Ali, Fethu’l-Bari bi Şerhi Sahihi’l-Buhari, Beyrut, 1996-1997, II, 76) Ayni ve diğerleri de aynı iddiayı seslendirmişlerdir. (Ayni, Bedrüddin Ebu Muhammed Mahmud b. Ahmed, Umdetü’l-Kari Şerhu’ Sahihi’l-Buhari, İstanbul, 1308, II, s. 333; Aliyyü’l-Kari, Ali b. Sultan Muhammed, Mirkatü’l-Mefatih Şerhu Mişkati’l-Mesabih, Beyrut, 1994, II, 155; Suyuti, Celaleddin, Şerhu Süneni’n-Nesai, Beyrut, 1986, II, 91; Şami, Mahmud b. Yusuf es-Salihi, Sübülü’-Hüda ve’r-Reşad fi Sireti Hayri’lIbad, Beyrut, 1993, X, 450) Ayni ve İbn Hacer aynı hadisten yola çıkarak Hz. Muhammed’in gecenin zifiri karanlığında gündüzün aydınlığında gördüğü gibi gördüğünü de iddia etmekte ve sırtındaki gözüyle arkasını görmesinin Hz. Muhammed’in harikulade hallerinden biri olduğunu iddia etmektedirler. ( İbn Hacer el-Askalani, Fethu’l-Bari, II, 77; Ayni, Umde, II, 334, 879) Şifa’nın şarihlerinden Şumunni, İbn Hacer’in “Hz Muhammed’in sırtında iğne deliği büyüklüğünde iki gözü olduğunu ve elbiselerin de görmeye engel olmadığı” şeklindeki rivayetinden naklin zayıf olduğu anlamına gelen “denildi ki” kısmını bir tarafa atarak haberi nakletmiş ve bu haberin gerçek olduğunu iddia etmiştir. Şumunni ayrıca konu ile alakalı olmayan “secde edenler arasında dolandığını da” (Şuara, 26/219) ayetini bağlamından kopararak yanlış bir şekilde yorumlamıştır. Bu ayet bir önceki ayetle beraber değerlendirildiğinde ayette failin yani görenin Allah olduğu açık bir şekilde görülmektedir. (Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, ty, VI, s. 119) Şumunni’nin yaklaşımında ise ayetin anlamı ters yüz edilmiştir. Ayette görenin Peygamber olduğu iddia edilmiştir. (Şumunni, Ahmed b. Muhammed b. Muhammed, Muzilü’l-Hafa an Elfazı’ş-Şifa, Beyrut, 1988, I, s. 67.) İbn Hacer’in naklettiği yukarıdaki hadisteki görme olayı Tecridi Sarih’te de şu şekilde yorumlanmıştır. “Bir de ‘Çünkü ben arkamdan sizi görüyorum’ kelam-ı sadıkı, hasaisi celileyi Muhammediyye’den (sav) birini haber veriyor ki, bu rü’yet her halde kör gibi bir aleti mu’tadeye muhtaç olmaksızın vaki olan bir ru’yet idi” (Naim, Ahmed-Miras, Kamil, Sahihi Buhari Muhtasarı ve Tecridi Sarih ve Tercemesi, Ankara, 1976, II, s. 689) Bu satırlar bize bazı Müslümanların Peygambere bakış açılarını göstermesi açısından oldukça önemlidir. Ayni, Hudeybiye anlaşmasındaki olayı naklederek Peygamberin mucizevi bir şekilde yazmayı öğrendiğini iddia etmektedir. (Ayni, Umdetü’l-Kari, VIII, s. 328) Kadı Iyad, Hz. Muhammed’in teri, idrarı ve dışkısının temiz olduğunu iddia etmiştir. (Kadı Iyad, Ebu’l-Fadl Iyad b. Musa b. Iyad el-Yahsubi, eş-Şifa bi Ta’rifi Hukuki’l-Mustafa, ty, yy, I, s. 52-53 ) Suyuti de, Hasais isimli eserinde bununla yetinmeyip, bir kısım rivayetlere dayanarak Hz. Muhammed’in dışkısının ve idrarının mucize olduğunu iddia etmiştir. Hz Aişe’den: “Peygamber tuvalete çıktığı zaman onun arkasından ben de giderdim fakat geride bir şey bulamayınca peygambere bu durumu sordum. O da: Ey Aişe! Sen yerin 9 Hz. Muhammed’in yüceltilmesi öyle bir noktaya taşınmıştır ki, isimleri Muhammed olan kimselerin sadece bu ismi taşımaları sebebiyle herhangi bir sorgulamaya tabi tutulmaksızın cennete girecekleri iddia edilmiştir.16 16 peygamberlerin dışkılarını yuttuğunu bilmiyor musun dedi.” (Suyuti, Ebu’l-Fadl Abdurrahman Celaleddin b. Ebi Bekr, el-Hasaisü’l-Kübra, Haydarabad, 1319 h, I, s. 70) Suyuti, bu nakli yaptıktan sonra şöyle demiştir: “Beyhaki bu rivayetin İbn Halvan’ın uydurma hadislerinden olduğunu belirtmiştir. Hayır kesinlikle böyle bir şey yoktur. Hadis ona aittir. Hadisin başka rivayetleri de vardır.” Suyuti böyle demekle kendini haklı çıkarmaya çalışmıştır. Ancak bu rivayet sahih kabul edilen hiçbir eserde yer almamıştır. Aynı rivayeti eserine alan Kadı Iyad’da bu durumun farkındadır ve bu konuda yukarıdaki rivayeti yaptıktan sonra şöyle demektedir. “Her ne kadar bu haber meşhur değilse de ilim ehlinden bir gurup peygamberin idrar ve gaitasının temiz olduğunu söylemişlerdir” ( Kadı Iyad, Şifa, I, s. 53) Ama bu durum aynı düşüncelere sahip kimseler için aslında hiç de önemli değildir. Çünkü bu vb kişiler peygamberi her ne pahasına olursa olsun, dinin hangi temellerini yıktığına bakmasızın onu yüceltme anlayışı ile eserlerini kaleme aldığından bu vb ifadelerin sahih kabul edilen eserlerde geçip geçmemesinin onlar için bir önemi yoktur. Aynı şekilde İbn Sa’d da Tabakat’ında aynı rivayete yer vermiştir. (İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, I, s.171) Konuyla ilgili bir başka örnekte ise kan aldıran Peygamber, bu kanı Abdullah b. Zübeyr’e vermiş; Bunu al, insanların, yırtıcı kuşların ve köpeklerin ulaşamayacağı bir yere dök diye emretmiştir. Abdullah b. Zübeyr ise bunu yapmayıp tam tersine kanı içmiştir. Bunun üzerine Abdullah’ın bu sebeple güçlü kuvvetli olduğu iddia edilmiştir. (Kadı Iyad, Şifa, I, s. 53-54; Suyuti, Hasais, I, s. 68; Heysemi, Nuruddin Ali b. Ebi Bekr, Mecmeu’z-Zevaid ve Menbeu’lFevaid, Beyrut, 1986, VIII, s. 273). Buradaki bu örnek bırakın insan kanının içilmesini hiçbir canlının kanının içilmesi dinen caiz değilken, (Allah size ancak ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Bakara, 2/173) hacamat için kan aldıran Hz. Peygamberin, kanını içtiği iddia edilen Abdullah b. Zübeyr’e, bu hareketinin yanlış olduğunu ifade eden sözlerinin bile olaya bakanın bakış açısı yanlış olunca ne tür değerlendirmeler yapılabileceğinin garip ve açık bir örneğidir. Ayrıca hadisin devamına ilave edilen “Vay senin yüzünden insanların başına geleceklere ve vay insanların yüzünden senin başına geleceklere. Bu kanı içmesi ile Abdullah’taki kuvvet görülmüştür.” (Suyuti, Hasais, I, s. 68) sözü ile bir taşla iki kuş vurulmuştur. Bununla bir yandan Hz. Muhammed’in kanının içilmesi normal ve hatta insana güç kuvvet veren mucizevi bir davranışmış gibi gösterilmekte ve bu yüzden Abdullah b. Zübeyr’in bundan sonra çok güçlü olduğu vurgulanmakta, diğer taraftan Emevilere karşı isyan bayrağı açan ve bu sebeple hem Kabe’nin iki defa taşlanmasına yol açan olaylar, hem de Abdullah b. Zübeyr’in Haccac tarafından hunharca başı kesilerek öldürülüp başının Şam’a gönderilmesi ve kesik başlı cesedin günlerce darağacında bekletilmesi (Yıldız, Hakkı Dursun, “Abdullah b. Zübeyr” DİA, İstanbul, 1988, I, s. 145-146) olayları temize çıkarılmış olmaktadır. Ayrıca yine bu hadis olduğu iddia edilen sözle Emevilerin bu konudaki suçsuzluğu, onlarca müslümanı öldürmesi ve Kabe’yi yıkmasının ilahi kader olduğu dolaylı olarak kotarılmış olmaktadır. “Kıyamet günü bir münadi çağıracak, “ Size söylüyorum Adı Muhammed olan kimse kalksın! O peygamberin adının kerametinden dolayı cennete girsin” (Kadı Iyad, Şifa, I, s. 139). Yıllarca İslam dünyasında elden ele dolaşan ve büyük kıymet atfedilen bir kitabın, müslümaların zihni yapısının oluşmasında ne tür yanlışlara sebep olabileceğini, yukarıdaki sözden daha iyi başka bir şey gösteremez. Bu sözün mefhumu muhalifinden, eğer bir kimsenin adı Muhammed ise, o kimsenin dinin her türlü yasağını işlemesi ve her türlü emrini ise yapmaması, o kimse için çok normal bir davranış olması lazımdır. Çünkü sonuçta herkes yaptıklarından dolayı yargılanıp bir kısmı cehenneme gidip, diğer bir kısmı da cennete gidecekken, ismi Muhammed olanlar ne kadar günah işlemiş olurlarsa olsunlar doğrudan cennete gireceklerinden dolayı, bu isme sahip olanlar kendilerinde her türlü günahı işleme hakkını göreceklerdir. Zaten bu anlayış konu ile ilgili bir başka uydurma hadisde kendisini göstermiştir. “İki kul Allah’ın huzurunda duracaklar, Allah onlara cennete girmelerini emredecektir. O kişiler: Ey Rabbimiz! Biz cenneti hak edecek hiçbir amel işlemediğimiz 10 Geleneksel Müslüman kültüründe oluşturulan Peygamber imajının Kur’an’daki peygamber imajından ayrıldığı temel noktalardan biri de Hz. Muhammed’in insani kapasitesinin zorlanmasıdır. Bu bağlamda Kur’an’da öznesi sadece Allah olan olgu ve olaylara Hz. Muhammed’in ortak edilmesidir. Örneğin Kıyametin ne zaman kopacağı ve ruhun ne olduğuna dair bilginin Hz. Muhammed’e verildiği ancak Allah’ın, O’ndan bunu gizlemesini istediği ifade edilmiştir.17 Böyle bir anlayışı dinin hiçbir yerine koyma imkanı yoktur. Çünkü konuyla ilgili açık ayetler varken, böyle bir düşünceyi akıldan geçirebilmenin imkanı yoktur. Zira müşrikler defalarca Hz. Muhammed’i zor durumda bırakmak için Kıyametin ne zaman kopacağını sormuşlar,18 Peygamber de O’nun ancak Allah tarafından bilinebileceğini ifade etmiştir. Bu urum Kur’an’da açık bir şekilde ifade edilmiştir.19 17 18 19 halde sen bizi neden cennetine koyuyorsun, derler. Allah cevaben: Ey iki kulum! Ben ismi Ahmet yada Muhammed olan hiçbir kimseyi cehenneme koymayacağımı kendi üzerime vacip kıldım, der.” Aynı yerde bir başka rivayette Peygamber’in şöyle dediği iddia edilmiştir: “Her kimin bir çocuğu olurda onun adını benim sevgimden ve benim ismimin mübarekliğinden dolayı Muhammed ismini verirse, kendisi ve çocuğu cennette olur.” (İbn Iraki el-Kinani, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed, Tenzihü’ş-Şeriati’l-Merfua ani’l-Ahbari’ş-Şeniati’l-Mevzua, Beyrut, 1981, I, 173-174; Münavi, Muhammed Abdurrauf, Feyzü’l-Kadir bi Şerhı’l-Camii’sSağır, Mısır, 1357, V, 453) Bu anlayışın benzerini belki de bu anlayıştan yola çıkarak seyyid ya da şeriflik meselesinde görmekteyiz. Bir şekilde kendilerinin seyyid yada şerif olduklarını kabul ettiren kimseler, diğerlerinin gözleri önünde dinin yasaklamış olduğu her türlü işleri yapmış olsalar da, yine onlara aynı saygı ve hürmet gösterilmektedir. Aynı anlayışa şeyhmürid ilişkisi içinde de rastlanılmaktadır. Bütün bu anlayış ve yaklaşımlar ise “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür” (Zilzal, 99/78) ilahi prensibine taban tabana zıttır. Onları bu tür düşüncelere sevk eden amillerin başında onların yanlış peygamber anlayışları gelmektedir. Nebhani “Huccetullahi ale’l-Alemin” isimli eserinde bu konuda şöyle demektedir. “Beş şey hariç her şeyin ilmi Hz. Muhammed’e verilmiştir. Denildi ki bu beş şeyin ilmi de ona verilmiştir. Ruhun ne olduğu ve kıyametin ne zaman kopacağının bilgisi Hz.Muhammed’e verilmiştir. Ama Allah ondan bu bilgiyi gizlemesini emretmiştir.” (Nebhani, Yusuf b. İsmail, Huccetullahi Ale’l-Alemin fi Mucizati Seyyidi’l-Mürselin, yy, ty, s. 61) Müellif, yukarıda ifade ettiği bu beş şeyle Lokman suresi otuz dördüncü ayetinde belirtilen kıyametin ne zaman kopacağı, yağmurun ne zaman yağacağı, rahimlerde bulunanı, kişinin yarın ne kazanacağını ve nerede öleceğini bilmediğini bildiren ayetten yola çıkılarak oluşturulan ve Müslüman literatürüne “Muğayyebatı hamse” olarak giren bu beş şeyin Allah’tan başka kimse tarafından bilinemeyeceğine işaret etmiştir. Ancak müellif daha sonra “kıle”, “denildi ki” diyerek Kıyametin bilgisinin Hz. Muhammed’e verildiğini, ama bunu gizlemekle görevli olduğunu söylemiştir. Zikredilen ayette şöyle buyurulmuştur. “Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir, rahimlerde bulunanı O bilir, kimse yarin ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır.” Lokman, 31/34. Elmalılı, Hak Dini, IV, s. 183-184; Nesefi, Ebu’l-Berekat, Medarikü’t-Tenzil, II, s. 88. “Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O'ndan başkası açıklayamaz. O göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Onun bilgisi 11 Yüceltmeciliğe diğer bir örnek ise “Beni rüyasında gören, uyanıklık halinde de görecektir. Çünkü şeytan benim suretime giremez”20 ifadesidir. Bu ifadeden yola çıkılarak, sünnete uyan herkesin peygamberi hayattayken göreceği ve bunun da daha ziyade ölümden önceki bir zamanda gerçekleşeceği iddia edilmiştir. Çünkü bu Peygamber’in vaadidir ve mutlaka gerçekleşecektir. Bu vaad eğer kişi hayatta iken gerçekleşmezse, hayatın son anı olan ölümden önce muhakkak gerçekleşecektir ve Peygamber’i görmeden ruh cesedi terk etmeyecektir.21 Yukarıdaki iddiaya paralel olarak “Kim beni rüyasında görürse, o kişi cehenneme girmez”22 hadisine dayanılarak Peygamber’i rüyada gören kimselerin cehenneme girmeyeceği ifade edilmiştir. Konuyla ilgili bir başka örnek ise hayatında Peygamberi, Sahabeyi veya Tabiun’u gören Müslüman kimselerin cehenneme girmeyeceğinin ifade edilmesidir. Bu düşünce sahiplerine göre Peygamber şöyle buyurmuştur. “ Beni gören, beni göreni gören ve beni göreni göreni gören Müslüman kimse cehenneme girmez.”23 Yüceltmeciliğin sınır tanımazlığına verilebilecek en çarpıcı örnek Hz. Muhammed’in cinsel gücü hakkındaki değerlendirmelerdir. Konu hakkındaki rivayetlerin, sağlamlığı ve güvenilirliği ile tanınan hadis eserlerinde yer alması dikkat çekicidir. Katade’nin rivayetinde Enes b. Malik şöyle demiştir: Hz. Muhammed gece ve gündüz bir saatte bütün hanımlarını dolaşırdı. Onların sayısı on bir idi. Katade Enes’e: Buna güç yetirebiliyor muydu? diye sordu. O cevaben: 20 21 22 23 ancak Allah'ın katındadır; ama insanların çoğu bilmezler.” (A’raf, 7/187) “Sana kıyameti sorarlar: Gelip çatması ne zamandır? derler. Sen onu nereden bilip bildireceksin! Onun nihaî ilmi yalnız Rabbine aittir.” (Naziat, 79/42-44) “Ey Muhammed! De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem.” (En’am, 6/50) De ki: "Ben, Allah'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim." (A’raf, 7/188) De ki: Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. (Neml, 27/65) Konuyla ilgili diğer ayetler için bkz. Nahl, 16/77; Ahzab, 33/63; 43/85; 79/42-46. Buhari, Sahih, Ta’bir, 10. Hadisin pek çok değişik rivayeti vardır. Diğer rivayetler için bkz. Buhari, Sahih, İlim, 38, Edeb, 109; Müslim, Sahih, Rü’ya, 10-11; Ebu Davud, Süleyman b. Eş’as, Sünen, İstanbul, 1992, Edeb, 88; Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa b. Sevra, Sünen, İstanbul, 1992, Rü’ya, 4; İbn Mace, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid, Sünen, İstanbul, 1992, Sünen, Rü’ya, 2; Darimi, Sünen, Rü’ya, 4; Ahmed, Müsned, I, 279, 361. Suyuti, Tenvir, s. 3. İbn Asakir, Tarihu Medineti Dımeşk, XXIII, s. 385. Taberani, Ebi’l-Kasım Süleyman b. Ahmed, el-Mu’cemu’l-Kebir, Kahire, 1404-1414, XVII, s. 357; Taberani, Ebi’l-Kasım Süleyman b. Ahmed, el- Mu’cemu’l-Evsat, Riyad, 1985-1995, II, s. 25. 12 Biz aramızda Hz. Muhammed’e otuz erkeklik gücü verildiğini konuşurduk, dedi.24 Bu hadisi zihinsel bir eleştiriye tabi tutmadan bu durumdan Hz. Muhammed’e üstünlük çıkarmak Müslümanların zihin yapısını ortaya koymaktadır.25 Bu eserler Müslümanların zihin yapılarının oluşmasında önemli bir yer tutmuştur. Bu sebeple Müslümanlar hadis ile ilgili zihniyetlerini ciddi manada sorgulamalıdırlar. Yüceltmeci anlayışa göre otuz erkeklik gücü az gelmiş olmalı ki İbn Sa’d da Tabakat’ında “Cima kuvveti konusunda peygambere verilenlerin zikri babı” diye bir bölüm ayırmış ve bu bölümde Hz. Muhammed’e kırk erkeklik gücü verildiğini bildirmiş, başkaları da benzer rivayetleri eserlerine taşımıştır. Safvan bin Süleym’den rivayet edilen bir haberde Peygamber’in, “Cebrail bana bir tencere getirdi. Ben ondaki yiyeceği yedim. Bunun akabinde bana cima kuvveti olarak kırk erkeklik güç verildi” diye söylediği yer almıştır.26 İbn Abbas’tan yapılan rivayette de Cebrail tarafından Hz. Muhammed’e herise isimli yiyeceğin cennetten getirildiği, Peygamberin bu yiyeceği yediği ve bunun akabinde Peygambere kırk erkeklik gücü verildiği ifade edilmiştir27 Enes’den yapılan bir başka rivayette de Peygamberin şöyle dediği iddia edilmiştir: “Tüm 24 25 26 27 Buhari, Sahih, Gusül, 12. Bu rivayet ve benzerleri başka pek çok kaynak tarafından da nakledilmiştir. Ahmed, Müsned, III, 291; İbn Hacer el-Askalani, Fethu’l-Bari, I, 503; Beyhaki, Ebu Bekir Ahmed b. El-Hüseyn, Es-Sünenü’l-Kübra, Haydarabad, 1344, VII, 54; Ebu Ya’la el- Mevsılı, Ahmed b. Ali b. El-Mesna et-Temimi, Müsned, Beyrut, 1992, V, 318319; İbn Receb, Zeyneddi Ebu’l-Ferec el-Hanbeli, Fethu’l-Bari Şerhu Sahihi’l-Buhari, 1996, Medine, I, 298-301; Alaaddin Ali b. Balaban b. El-Farisi, Sahihi İbn Hıbban bi Tertibi Balaban, Beyrut, 1993, IV, 9-10; İbn Huzeyme, Ebu Bekir Muhammed b. Muhammed b. İshak es-Sülemi en-Nisaburi, Sahih, Riyad, 1981, I, 115-116; İbd Udey el-Cürcani, Ebu Ahmed Abdullah, el-Kamil fi Duafai’r-Rical, Beyrut, 1997, I, 9; Zehebi, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyeru Alami’n-Nübela, Beyrut, 1986, XVI, 99-100. Aynı rivayet Sübül’l-Hüda isimli eserde de yer almış ancak burada Enes’in rivayetinden başka Mücahid ve Tavus’tan da aynı şeyin nakledildiği bildirilmektedir. (Şami, Sübülü’-Hüda, X, 449) Tecridi sarihte bu hadisin şerhinde, Peygamberin bünye bakımından herkesten üstün ve erkeklik gücü bakımından insanların en kuvvetlisi olduğu vurgusu yapılmış ve buradan da Hz. Muhammed’e üstünlük çıkarılmaya çalışılmıştır. (Naim-Miras, Tecrid, I, s. 209) İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, II, s. 135-136. Diğer rivayetler için bkz. Hindi, Alaaddin Ali el-Müttaki b. Hüsameddin el-Hindi el-Burhanfuri, Kenzü’l-Ummal fi Süneni’l-Akval ve’lEf’al, Beyrut, 1974, XI, s. 406; Acluni, İsmail b. Muhammed, Keşfu’l-Hafa ve Muzilu’l-Elbas amma İştehera mine’l-Hadis, Beyrut, 1351-1352 h, I, 175; Şami, Sübülü’l-Hüda, X, 450. Bazı İslam bilginler bu sözün mevzu olduğunu ifade etmişse de (Elbani, Muhammed Nasıruddin, Silsiletü’l-Ehadisi’d-Daife ve’l-Mevzua ve Esereha’s-Seyyi’ fi’l-Ümem, Riyad, 1988, IV, 179180) bu vb rivayetler halk arasında kulaktan kulağa doğruymuş gibi yaygınlaşmakta ve insanlar arasında yerleşme eğilimi göstermiş belli bir zaman sonra reddedilemez bir gerçekmiş gibi addedilmeye başlamıştır. İbn Udey el-Cürcani, Kamil, IV, 328. 13 insanlara karşı dört şey hususunda üstün kılındım. Bunlar herkese karşı müsamahalı olmak, kahramanlığım, düşmanları ele geçirmem ve çokça cima yapmamdır.”28 İslam kültüründe bu anlayışa sahip olanlar hiçbir sınır tanımamışlar, yukarıdaki rakamları da az görmüş olduklarından peygambere kırk küsur ve yetmiş küsur erkeklik gücü verildiğini iddia etmişlerdir.29 Bu sayı da az gelmiş, Hz. Süleyman’ın yüz ya da bin erkeklik gücünde olduğu rivayetinden etkilenerek; Hz. Süleyman’a yüz yada bin erkeklik gücü verilmişken nasıl olurda Hz. Muhammed’e kırk erkeklik gücü verilebilir? diyerek, bir formülle Hz. Muhammed’e dört bin erkeklik gücü verildiğini iddia etmekten çekinmemişlerdir.30 Bu örnekler, Müslümanların Peygamberi yüceltmek isterken İslam’a ne kadar zarar verdiklerinin farkında olmadıklarını göstermesi açısından oldukça ilginç örneklerdir. Bu konuyla ilgili rivayetleri eserlerine alan bilginler bu olayı daha çok Hz. Muhammed’in cünüpken başka hanımlarıyla beraber olduğu, ayrı ayrı gusül abdesti almadığı, Hz. Muhammed’in üstünlüğü ve erkeklik gücünün çok olduğu bağlamında ele almışlardır. Şerhlere ve yorumlara bakıldığında bu açık bir şekilde görülmektedir. Bunu bazı rivayetlerde bir seferden sonra şehre geldiği zaman yaptığına yani hanımlarını bir saat içinde ziyaret ettiğine dair rivayetler ortaya koymaktadır.31 İslam bilginleri buradan hemen hepsiyle bir saat içerisinde cima ettiği anlamını çıkarmışlardır.32 Peygamberin bir saat içinde bazı rivayetlerde 28 29 30 31 32 Aliyyü’l-Kari, Mirkatü’l-Mefatih, II, 155; Şami, Sübülü’l-Hüda, X, 449; İbn Hacer elAskalani, Fethu’l-Bari, I, 503. Şami, Sübülü’l-Hüda, X, 450. Hz. Muhammed’e dört bin erkeklik gücü verildiği şu şekilde izah edilmeye çalışılmıştır. Haris b. Üsame Mücahid’den nakletmektedir: Hz. Muhammed’e cennet ehlinin kırk küsur erkeklik gücü verildi. Her bir erkeklik gücü de cennet ehlinin erkeklik gücüne denkti. Cennet ehlinin erkeklik gücü dünya insanlarının erkeklik gücünün yüz katıdır. Buna göre kırkı yüz ile çarparsak dört bin eder.Bu durumda Hz. Muhammed’in erkeklik gücü dörtbin olmuş olur. Buna göre bazılarının sorun olarak gördüğü: Hz. Süleyman’a yüz yada bin erkeklik gücü verilmişken nasıl olurda Hz. Muhammed’e kırk erkeklik gücü verilmiş olabilir sorusuna cevap verilmiş olmaktadır. (Şami, Age, IX, 75, X, 450). Bkz. İbn Hacer el-Askalani, Fethu’lBari, I, 503; Ayni, Umdetü’l-Kari, I, 34; Aliyyü’l-Kari, Mirkatü’l-Mefatih, II, 155. İbn Hacer el-Askalani, Fethu’l-Bari, I, 503; Alaaddin Ali b. Balaban, Sahihi İbn Hıbban, IV, 10; Zehebi, Siyer, XVI, 99-100. Hadis kitaplarına ve şerhlerine bakıldığında muhaddsilerin “ Cünüpken eşe yaklaşmak” veya benzeri başlıkları attıkları görülmektedir. Muhammed Eşref, Ebu Abdurrahman Şerefü’l-Hak, 14 dokuz diğer bazı rivayetlerde ise on bir hanımıyla hem beraber olup, hem de gusletmesinin mümkün olmadığını belirtmişlerdir.33 Bu nakli duyanlar Peygamberin bir saatte bu kadar hanımıyla cima yapıp yapamayacağını sormuşlar raviler bu işi açıklayabilmek için Hz. Muhammed’e otuz, kırk, yetmiş ve hatta dört bin erkeklik gücü verildiğini iddia etmeye kadar sözü götürmüşlerdir. Bu rivayetlerden Hz. Muhammed’in uzun bir seferden şehre gelince bütün hanımlarının hatırını sormak için onları beşer-onar dakika ziyaret edip hallerini hatırlarını sorduğu anlaşılmaktadır. Bu durum ister gece ister gündüz olsun fark etmemektedir.34 Bakış açısı yanlış olunca olayların nerelere kadar varabileceğine bu olay açık bir örnektir. Doğrusu bu örnekler Hz. Muhammed’in yanlış anlaşılmasına sebep olmuştur. Yüceltmeci anlayışın bir başka tezahürü ise Kur’an’ın muhtelif yerlerinde peygamberin değişik olaylara takındığı tavırların akabinde Allah’ın, elçisini uyaran ifadelerinin göz ardı edilerek ve tarihi hakikatler ters yüz edilerek peygamberin bir bütün olarak insani zaaf ve hatalardan arınmış olduğunu ortaya koymaktır.35 Konu ile ilgili olaylardan36 Abdullah İbn Ümmi Mektum37 ve Bedir esirleri olaylarını örnek vererek bu olaylar karşısında takınılan yanlış bakış 33 34 35 36 Avnu’l-Ma’bud Haşiyetü Süneni Ebi Davud, Beyrut, ts, I, 87; Mübarekfuri, Ebu’l-Meali Muhammed Abdurrahman b. Abdürrahim, Tuhfetü’l-Ahvezi bi Şerhi Camii’t-Tirmizi, 1979, yy, I, 431-433; İbn Abdilber, Ebu Ömer Yusuf b. Abdillah b. Muhammed, el-İstizkar el-Cami li Mezahibi Fukahai’l-Emsar ve Ulemai’l-Ektar fima Tedammenehu’l-Muvatta min Meani’rRe’yi ve’l-Asar ve Şerhu Zalike Küllehu bi’l-İcaz ve’l-İhtisar, Kahire, 1993, III, 138; Münavi, Feyzü’l-Kadir, V, 228; Sindi, Nureddin b. Abdulhadi, Haşiyetü Sindi ala Süneni’n-Nesai, Beyrut, 1986, I, 143. İbn Receb, Zeyneddi Ebu’l-Ferec el-Hanbeli, Fethu’l-Bari Şerhu Sahihi’l-Buhari, 1996, Medine, I, 298-299. Mübarekfuri, Tuhfetü’l-Ahvezi, I, 432; İbn Abdilber, el-İstizkar, III, 138; Münavi, Feyzü’lKadir, V, 228; Sindi, Haşiyetü Sindi ala Süneni’n-Nesai, I, 143; Suyuti, Şerhu Süneni’nNesai, I, 144. Bu tür aşırı yüceltmeci anlayışa sahip olanlar, açık bir şekilde peygamberin uyarıldığı ayetlerden bile ayeti tersyüz etme pahasına olsa da, Peygambere bir ayrıcalık ve üstünlük çıkarma yoluna girmişlerdir. Bunlardan birisi de Fahreddin er-Razi’dir. O, ilgisiz bir kısım deliller getirerek Abese suresinin 1-10 ayetlerinde uyarılanın Hz. Muhammed olmadığını iddia etmektedir. (Razi, Fahruddin Muhammed b. Ömer b. Hasan b. Hüseyin, İsmetü’lEnbiya, yy, 1355, s. 104-105). Bu olaylar şunlardır. Bedir esirlerine yapılacak muamele, (Enfal 8/67-69); Peygamber’in savaşta münafıklara izin vermesi, (Tevbe 9/41-49); Peygamberin helal olan şeyleri kendisine haram kılması, (Tahrim, 66/1-3); Peygamber’in münafıklara istiğfarı, (Tevbe, 9/80-84; Münafikun, 63/6). Bu vb. için bkz. Razi, İsmetü’l-Enbiya, s. 87-110; Akgül, Muhittin, Kur’an’da Hz. Muhammed’in (SAV) Özellikleri, İzmir, 2002, s. 31-68. 15 açılarına işaret etmek istiyoruz. Hz. Muhammed Mekke müşriklerinin ileri gelenlerinden Utbe bin Rebia, Ebu Cehil bin Hısam, Ümeyye bin Halef ve Abbas bin Halef ile konuştuğu bir sırada yanlarına gözleri görmeyen Abdullah İbn Ümmi Mektum gelir ve “Ya Rasulellah! Allah’ın sana öğrettiğinden bana öğret” der ve bunu tekrar eder. Peygamber ona aldırmaz ve yüzünü buruşturup döner. Peygamber konuşmasını tamamlayıp kalkacağı sırada vahiy gelir. Bu tecrübeyi yaşadıktan ve Allah’ın uyarısına maruz kaldıktan sonra Hz. Muhammed onunla karşılaştığında ona ikram eder, meclisine geldiği zaman elbisesini onun altına serer ve “Merhaba, hakkında Rabbimin beni azarladığı kişi” derdi.38 Razi bu olayda uyarılan kişinin Hz. Muhammed olmadığını iddia etmektedir.39 Başkaları ise buradaki “Abese ve tevella”nın muhatabının o anda orada bulunan Mekke müşriklerinin ileri gelenleri olduğunu iddia etmektedirler.40 Bu olayda uyarılan kimsenin Hz. Muhammed olmadığını iddia edenler peygamberi kurtardıklarını düşünmektedirler. Ayetler bir bütün olarak ve dikkatlice analiz edildiğinde ilahi ikaza maruz kalan kişinin Hz. Muhammed olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde Kurtubi de Bedir esirleri konusunda ayetin muhatabının ayette azarlanan kişinin Hz. Muhammed değil onun ashabı olduğunu ifade ederek Hz. Muhammed’i kurtardığını düşünmektedir. O bu konuda şöyle demektedir : “Bu ayet Hz. Muhammed’in ashabını azarlamak için Bedir günü inmiştir. Bu durumda ayetin manası şöyle olmaktadır: Ey Peygamberin Ashabı! Yeryüzüne hakim olmadan önce Peygamberin esir almasına sebep olmanız size yakışmaz.”41 37 38 39 40 41 Bu ayetlerde Allah, yanlış bir davranışından dolayı Peygamberini çok ciddi bir şekilde ikaz etmiştir. Ayetlerde durum şöyle yer almıştır. “Yanına kör bir kimse geldi diye kaşlarını çattı, yüzünü ekşitti ve geri döndü. Ne bilirsin belki de arınacak; Yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine yarayacak. Ama sen kendisini öğüt almaktan üstün gören kimseyi karşına alıp ilgileniyorsun. Arınmak istememesinden sana ne? Allah’a saygı duyup sana koşarak gelen kimseye sen aldırmıyorsun.” Abese, 1-10. Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu’l-Beyan fi Te’vili’l-Kur’an, Beyrut, 1999, XII, s. 443-445; Elmalılı, Hak Dini, VIII, s.525; Beyzavi, Nasıruddin Ebi Said Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şirazi, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vil , Beyrut, 1988, II, s. 568; Nesefi, Ebu’l-Berekat, Abdullah b. Ahmed b. Mahmud, Medarikü’t-Tenzil ve Hakaiku’t-Te’vil, Beyrut, 1988, IV, s.332. Sabuni, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefasir, Beyrut, 1980, III, s. 518520. Razi, İsmetü’l-Enbiya, s. 104. Muhammed b. Alevi el-Maliki Haseni, Muhammed: el-İnsanü’l-Kamil, Cidde, 1984, s. 104; Hadidi, Muhammed Ebunnur, İsmetü’l-Enbiya, Mısır, 1979, s. 441; Akgül, Hz. Muhammed, s. 40. Kurtubi, Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensari, el-Cami’ li Ahkami’l-Kur’an, 1988, Beyrut, VIII, s. 30. 16 Böyle zorlama bir yoruma gitmek herhalde önyargının dışa vurumundan başka bir şey olmasa gerektir. Çünkü ayette muhatabın Hz. Muhammed olduğu yoruma mahal bırakmayacak şekilde açıktır. Ayette şöyle buyurulmaktadır. “Küfrün belini kırıncaya kadar, hiçbir peygamberin esirlerinin bulunması yakışık almaz.”42 Kurtubi devamla esirlere ne yapılacağı konusunda Peygamberin ashabıyla istişaresi öncesinde Cebrail’in gelip esirlere ne yapılması gerektiği hususunda Peygamberi serbest bıraktığını iddia ederek yine Hz. Muhammed’i dolaylı olarak kurtardığını sanmaktadır.43 Müslüman bilginler bu tür yorumlarla Hz. Peygamberi ikazdan kurtardıklarını düşünmektedirler. Ancak onlar farkında olmadan bu ve benzeri yorumlarla İslam toplumunda yanlış peygamber anlayışının oluşmasına ve yaygınlaşmasına sebep olmuşlardır. Çünkü bu ayette hitap kesinlikle peygamberedir. Onlar bu tür yorumlarıyla Peygamberi olduğundan farklı göstermişlerdir. Buradaki amaç Peygamberi Allah’a azarlatmak değil, yüceltmeci bakış açısıyla bakıldığı zaman ortaya nasıl yanlış bir peygamber tasavvurunun çıktığını göstermektir. Allah’ın kendi son mesajını insanlara ulaştırmakla görevlendirdiği peygamberini zaman zaman uyarmasından, bir kısım hatalarında onu ikaz edip doğruyu göstermesinden daha doğal ne olabilir. Hz. Muhammed’i yüceltme ve o’na üstünlük tanıma girişimlerinden biri de, Hz. Muhammed’in Hz. Adem yaratılmazdan önce peygamber olduğu iddiasıdır. Çeşitli kaynaklarda Hz. Muhammed’e “Ya Resulellah! Sana peygamberlik ne zaman geldi” diye sorulduğunda, O’nun “Adem daha ruh ile ceset arasında olduğu bir halde iken ben peygamber idim” diye cevap verdiği 42 43 Enfal, 8/67. Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, VIII, s. 32. Abdurrezzak ve ondan rivayette bulunan Suyuti de Ebu Ubeyde’den rivayet ettikleri bir haberde yukarıdaki görüşün bir benzerini aksettirmişlerdir. “Bedir günü Cebrail Peygambere geldi ve ona dedi ki: Allah sana esirleri ister öldürmeni, istersen de fidye karşılığı serbest bırakabileceğini bildirmektedir.” (Suyuti, Abdurrahman Celaleddin, ed-Dürrü’l-Mensür fi’t-Tefsiri’l-Me’sür, Beyrut, 1993, IV, s. 106; Bkz. İbn Seyyidünnas, Ebi’l-Feth Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Seyyidünnas el-Yağmuri, Uyunü’l-Eser fi Fünuni’l-Meğazi ve’ş-Şemail ve’s-Siyer, Medine, 1996, I, s. 434.) Ancak bu durumda Enfal suresi altmışyedinci ayetin nazil olmasını açıklamak mümkün değildir. 17 ifade edilmiştir.44 Bu rivayette Hz. Muhammed, ilk insan ve ilk peygamber olan Adem’den daha önce peygamber kılınmakla bütün peygamberlerin önüne geçirilmiş olmaktadır. Hz. Muhammed’e ait olduğu iddia edilen bu ve benzer ifadeler Kur’an’ın ilk insan ve peygamber olarak sunduğu Hz. Adem hakkındaki değerlendirmelerine aykırılık teşkil etmektedir. Hz. Adem’in yaratılışı ile ilgili onlarca ayet45 ters yüz edilerek, Hz. Muhammed Hz. Adem’in önüne geçirilmiş olmaktadır. Bir başka rivayette ise Hz. Muhammed’in “Ben yaratılışta insanların ilkiyim, diriltilmede ise insanların sonuncusuyum”46 dediği ifade edilmektedir. Çoğunlukla zayıf ve uydurma hadisleri içeren kaynaklarda yer alan ve Hz. Muhammed’e atfedilen “Ey Habibim! Sen olmasaydın iki cihanı yaratmazdım”47 şeklindeki söz de Peygamberi olağanüstü bir varlık gibi göstermeye ve o’nu yüceltmeye yönelik girişimlerden biridir. Hiçbir ayette, böyle bir ifade, hatta bu anlayışa götürecek en küçük bir işaret olmazken, Müslümanların nasıl böyle bir anlayışa sahip oldukları geçekten bir bilmecedir.48 44 45 46 47 48 İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, I, s. 129-130; Tirmizi, Sünen, Menakıb,1; Ahmed, Müsned, IV, 66, V, 59, 379; Cürcani, Seyyid Şerif Ali b. Muhammed, Şerhu’l-Mevakıf, Mısır, 1907, VIII, s. 226. (Cürcani’nin rivayetinde su ile toprak arasında ifadesi yer almaktadır.) Bu ayetlerden bir kaçı şunlardır. Bakara, 2/30-39; Nisa, 4/1; A’raf, 7/11-12, 189; Hicr, 15/2835; İsra, 17/61. İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, I, s. 131. Bu söz ana hadis kaynaklarında yer almayıp, daha ziyade zayıf ve mevzu hadisleri ihtiva eden eserlerde ve bezerlerinde yer almaktadır. Bkz. Aliyyü’l-Kari, Mevzuatü Kübra, İstanbul, ty, s. 67-68; Nişancızade, Mehmet b. Ahmet b. Mehmet, Mir’atü Kainat, ty, yy, I, 402; Acluni, Keşfu’l-Hafa, II, s.164. Acluni, yukarıdaki sözü rivayet ettikten sonra şöyle bir açıklamada bulunmaktadır: “Sağani bu sözün mevzu olduğunu söyledi. Ben de derim ki: Bu söz hadis olmasa da manası sahihtir. Aliyyü’l-Kari de benzer ifadeleri kullanmaktadır.” (Acluni, Age, II, s.164; Aliyyü’l-Kari, Mevzuat , s. 67-68 ) Peygamberin doğumu sırasında cereyan ettiği söylenen olaylar, Şam seyahatinde bir bulutun onu daima gölgelediğinin iddia edilmesi, nübüvvet mührünün sırtında olması ve bunu bir papazın bir defada bulması, onun doğumundan 12 yaşlarına kadar daima gözetleyen, başta dedesi Abdulmuttalip veya onu daima gözetleyip koruyan amcası Ebu Talib ve diğer yakınlarının görmemiş olması gibi anlayışlar, hep yüceltmeci düşüncenin ürünleri olsa gerektir. İbn Hişam, Abdülmelik b. Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, Beyrut, 1995, I, s. 218220; Cevdet Paşa, Ahmed, Kısası Enbiya ve Tevarihi Hulefa, İstanbul, 1966, I, s. 56-73; Cevdet Paşa, Ahmed, Hz. Muhammed’in Hayatı, İstanbul, 1981, s.16-33; Erul, Bünyamin, “Hz. Peygamber’in Risalet Öncesi Hayatına Farklı Bir Yaklaşım”, Peygamberimiz Hz. Muhammed, Özel Sayı, Diyanet İlmi Dergi, Ankara, 2000, s. 49. Bu ve benzeri eserlerde Peygamberimizin doğumundan, nübüvvetine kadar geçen sürede vuku bulduğu iddia edilen olağanüstü olaylardan bahsedilmektedir. Kur’an’da İbrahim, İsmail, Yusuf, Yahya, Musa, İsa gibi pek çok peygamberin doğumu veya peygamberlik öncesi hayatından örnekler verilmiştir. Ama Hz. Muhammed’in hayatının nübüvvet öncesine Kur’an’da değinilmemiştir. Fakat müslümanlar kendilerince görmüş oldukları bu boşluğu biraz olağanüstü olaylar da ekleyerek doldurmaları yüceltmeciliğin başka bir ürünü olsa gerektir. Konu ile ilgili bilimsel bir 18 Yüceltmeliğin bir başka tezahürü ise, bir kısım sıradan, normal, peygamberliğin gereği olan meleklerin yardım etmesi,49 Makamı Mahmud’un verilmesi,50 ganimetlerin helal kılınması,51 peygambere itaatin emredilmiş olması,52 hayatına ve beldesine yemin edilmesi,53 Kevser’in verilmesi,54 Cenabı Hak tarafından savunulması55 vb olayların abartılmasıdır. Bir başka ve akıl almaz iddia ise oğlu İbrahim öldükten sonra, Peygamberin “Eğer İbrahim yaşasaydı sıddık bir nebi olacaktı”56 dediğinin iddia edilmesidir. Bu tür rivayetleri eserlerine alanlar konu ile ilgili ayet ortada dururken,57 Hz. Muhammed’i ve oğlunu yüceltmek için, o peygamberin getirmiş olduğu ilahi mesaja aykırı düşündüklerinin farkına varamamış olmalarını anlamak mümkün değildir. Yüceltmeci anlayış kendi kendinin edebiyatını da oluşturmuştur. Bunlar a‘lam, delail, hasais, şemail, fezail58 şeklinde ortaya çıkan eserlerdir. Peygamber’in “Bilerek bana yalan atfeden kimse cehennemdeki yerini hazırlasın” 59 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 hadisi en sağlam hadislerden birisidir. Ancak bazı kimseler helal-haram hüküm makalede bu gerçek ortaya konmaktadır. Bkz. Erul, Bünyamin, “Hz. Peygamber’in Risalet öncesi Hayatına Farklı Bir Yaklaşım”, Peygamberimiz Hz. Muhammed, Özel Sayı, Diyanet İlmi Dergi, Ankara, 2000, s.33-66. Enfal, 8/9-12. Ahzab, 33/9-15. Tevbe 9/25-26. İsra, 17/79. Enfal, 8/1, 41; Haşr, 59/7. Konu ile ilgili çok ayet vardır. Bunlardan bir kaçı şunlardır. A’raf, 7/158; Ali İmran, 3/31-32; Nisa, 4/80. Hıcr, 15/72; Beled, 90/1-2. Kevser, 112/1. A’raf, 7/66-67; Hakka, 69/38-43; Tekvir, 81/22. İbn Mace, Sünen, Cenaiz, 27; Ahmed, Müsned, III, 281; Suyuti, Hasais, II, s. 265. İbn Sa’d’da ki rivayette ise bu söz Enes b. Malik’in sözü olarak rivayet edilmektedir. ( İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, I, s. 122 ) Bu tür rivayetleri bile eserlerine sorgusuz sualsiz alan eski ulemanın mantığı ve bu mantıktan hareketle kendilerine yön veren günümüz insanının geçmişe bakışı yeniden gözden geçirilmelidir. “Muhammed sizden hiçbirinizin babası değildir, Ancak Allah’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur.” Ahzab, 33/40. A’lam, delail, hasais, şemail ve fezail kelimeleri Hz. Muhammed’in vefatından sonra O’nun belli başlı özelliklerini ihtiva eden eserlerin özel ismi haline gelmiştir. A’lam, alametler; Delail, deliller; Hasais, özellikler; Şemail, fiziki özellikler ve fezail de faziletler anlamına gelmektedir. Bu kelimeler Hz. Muhammed hakkında kullanıldığı zaman Hz. Muhammed’in peygamber olacağını bildiren alametler, deliller, Hz. Muhammed’e mahsus özellikler, Hz. Muhammed’in fiziki özellikleri ve Hz. Muhammed’in faziletleri anlamına gelmektedir. Hadis değişik varyantlarıyla yaklaşık elli ayrı yerde geçmektedir. Buhari, Sahih, İlim, 38 , Cenaiz, 33, Enbiya, 50, Edeb, 109; Müslim, Sahih, Zühd, 72; Ebu Davud, Sünen, İlim, 4; Tirmizi, Sünen, Fiten, 70, İlim, 8, 13; İbn Mace, Sünen, Mukaddime, 4; Darimi, Sünen, Mukaddime, 25, 46; Ahmed, Müsned, II, 49. 19 bildiren konuların dışında kalan başta ahlak60 ve peygamberin şahsı ile ilgili konularda zayıf hadis kullanılabileceğini ifade etmişlerdir.61 Bu sebeple özellikle özendirme ve korkutma konularında İslam dininin temellerini sarsan, dinin gönderiliş gayesini tamamen ters yüz eden eserler ve düşünceler ortaya çıkmıştır. “Hz. Peygamberin vefatından itibaren başlayan ve her asırda birçok inanç, kültür ve medeniyetlerle karşılaşan Müslümanların sahabe asrından uzaklaştıkça, Kur’an’i bir peygamber anlayışından da uzaklaştıkları görülmektedir. İster rahmet elçisine olan aşk, muhabbet ve hasret sebebi ile olsun, isterse farklı din ve kültürlerden etkilenerek olsun, ilerleyen asırlarda ümmet, duygusal, muhayyile gücüne dayalı efsanevi, esrarengiz, neredeyse beşeri hüviyetinden tecrit edilmiş, adeta melekleştirilmiş bir peygamber anlayışı sergilemişlerdir. Zaman içerisinde bu anlayışların rivayetlere dönüşmesi de fazla gecikmemiştir. Neredeyse her asırda, her bölgede Hz. peygamber hakkında farklı bir siret, farklı bir edebiyat, farklı bir kültür oluşmuştur. O kadar ki, sahabedeki saf peygamber anlayışı ile tabiun dönemi peygamber anlayışı bile birbirinden farklılık arz etmektedir. Aynı şekilde ikinci asrın peygamber anlayışı başka, üçüncü asrınki daha başkadır. Günümüzde yazılı veya görsel bir çok yayınlarda, fevkalade zengin olan kültür, edebiyat ve tasavvuf tarihimizdeki büyük-küçük pek çok şahsiyetin dahi menkıbelerini, kerametlerini ve faziletlerini anlatma adına, onların beşeri özelliklerinin göz ardı edilip, adeta beşer üstü kutsal bir varlık gibi takdim edildikleri görülmektedir. Dolayısıyla bugün temel eğitimden itibaren yetişen nesillerimiz, Kur’an’ın bizzat anlattığı peygamberi değil; kültür ve edebiyatımızın takdim ettiği neredeyse her şeyi bilen her şeyi gören, her şeyi işiten, her an mucizeler göstererek her derde deva olan, her müşkülatı çözen bir peygamberi öğrenmektedirler.”62 Hz. Muhammed henüz Peygamber hayatta iken peygamberlikle ilgili yanlış anlamalara karşı çıkmıştır. O kendisinin yüceltilmesine karşı çıkmış, böyle 60 61 62 Hz. Peygamber’in şu hadisi bu durumu gayet iyi açıklamaktadır. “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” Malik b. Enes, el-Muvatta, İstanbul, 1992, Husnü’l-Huluk, 8; Ahmed, Müsned, II, 381; Benzer hadisler için bkz. Ebu Davud, Sünen, Sünne, 14; Ahmed, Müsned, II; 185, 369; Buhari, Sahih, Fedailü’s-Sahabe, 27; Tirmizi, Sünen, İman, 6; İbn Mace, Sünen, Zühd, 31; Darimi, Sünen, Rikak, 74. Tuleydi, eş-Şeyh Abdullah, Tehzibü el-Hasaisü’n-Nebeviyyetü’l-Kübra li’s-Suyuti, Beyrut, 1410 h, s. 6-7. Erul, Bünyamin, Sahabenin Sünnet Anlayışı, Ankara, 2000, s. 149-150. 20 durumlarda hemen müdahalede bulunmuştur. Bir gün bir adam, Peygamber’e “Ey yeryüzünün en hayırlısı dedi. Peygamber adama cevaben: O dediğin kişi İbrahim (as)’dır, dedi.63 Kendisini ilk defa gören bir bedevinin kendisini görünce tir tir titrediğini fark eden Hz. Muhammed, adamı yanına çağırdı. Ona “ Ey adam benden korkma. Rahat ol. Ben kral değilim. Ben de senin gibi kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum”64 dedi. Yine Peygamber bir meclise geldiği vakit sahabe ayağa kalkmaz, o boş olan bir yere otururdu.65 O bu konuda şöyle buyurmuştur. “Bir kişi başka bir kişi için oturduğu yerden ayağa kalkıp ona yer vermesin. Oturduğu yerde otursun. Ancak o kişiye yer açın, yerinizi genişletin.”66 Bir başka rivayette de o şöyle buyurmuştur. Ebu Ümame’den: Peygamber bir asaya dayanıyor olduğu halde bize doğru geldi. Biz onu görünce hepimiz ayağa kalktık. Bunun üzerine o: Acemlerin yaptıkları gibi yapmayın. Çünkü onların bazısı bazıları için ayağa kalkarlar” dedi.67 Peygamber değişik durumlarda yine kendisine fazlaca iltifat edildiği zaman hemen duruma müdahale ederdi68. Dünya hayatı ile ilgili konularda “Ben ancak bir beşerim, size dininizden bir şey emredersem onu alınız; ancak kendi tarafımdan bir şey emredersem, bende bir beşerim”69 diyerek dinle ilgili olmayan konularda insan olduğundan dolayı yanılabileceğini ifade ederdi. Allah Teâla da Peygamberin diğer insanlardan tek farkının vahiy alması olduğunu açıkça beyan etmektedir. “Ey Muhammed! de ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım; ancak bana İlahınızın tek bir İlah olduğu vahyolunuyor.”70 Hz. Peygamber ne kendisinin, ne de çocuklarının yüceltilmesine müsaade etmemiştir. Oğlu İbrahim küçük yaşta ölünce peygamberimiz çok hüzünlenmişti. Aynı gün ise güneş tutulması meydana gelmişti. Bunun üzerine halkın bir kısmı güneşin tutulmakla İbrahim’in ölümü üzerine yas tuttuğunu ve Peygamber’in 63 64 65 66 67 68 69 70 Müslim, Sahih, Fedail, 150; Beyhaki, Ebu Bekir Ahmed b. El-Hüseyn, Delailü’n-Nübüvve, Kahire, 1988, V, 497. İbn Mace, Sünen, Et’ıme, 30. Şatıbi, Muvafakat, ty, III, 64. Ahmed, Müsned, II, s. 17, 22, 102; Darimi, Sünen, İsti’zan, 24. Taberani, el-Mu’cemu’l-Kebir, VIII, s. 279. Müslim, Sahih, Fedail, 150. Müslim, Sahih, Fedail, 140. Kehf, 18/110; Fussılet, 41/6. 21 üzüntüsüne iştirak ettiğini söylüyorlardı. Bu haber kendisine ulaşan Hz. Muhammed, üzüntüsünü bir kenara bırakıp ashabını topladı ve o üzüntülü halinde onlara şu tarihi uyarıyı yaptı: Güneş ve ay Allah’ın ayetlerinden birer ayettirler. Allah ne bir kimsenin doğumu ve ne de Muhammed’in oğlunun ölümü üzerine ayetlerini değiştirir.”71 Hz. Peygamber nasıl kendisinin yüceltilmesine karşı çıkmış ise, O’nun vefatından sonra sahabenin ileri gelenleri de aynı şekilde onun yanlış anlaşılmasına sebep olabilecek yüceltme anlayışına karşı çıkmışlardır. Bunların başında Hz. Aişe, Hz. Ömer, Abdullah b. Abbas ve İbn Mes’ud gibi sahabeler gelmektedirler. Hz. Aişe’nin Peygamber ile ilgili olarak yüceltme vesilesi yapılabilecek olan şu hususlardaki yaklaşımı çok büyük önem arz etmektedir. İbn Mesruk şöyle demiştir: Bir gün Aişe’nin yanında yaslanarak oturuyordum. Aişe dedi ki: Ey Aişe’nin babası; Her kim şu üç şeyden birini iddia ederse Allah’a en büyük iftirayı atmış olur. Her kim Muhammed rabbini gördü derse, her kim Muhammed Allah’tan aldığı bir vahyi gizledi derse ve yine her kim Muhammed yarın ne olacağını biliyordu derse Allah’a en büyük iftirayı atmış olur.”72 Bu olay Hz. Aişe’nin Peygamber anlayışını bizlere açıkça göstermektedir. Hz. Ömer’de aynen Hz. Aişe gibi peygamberin yanlış anlaşılmasına ve onun davranışlarının yüceltilmesine karşı çıkmıştır. Bunlardan biri Şeceretü Rıdvan olayıdır. Peygamber hicretin beşinci yılında bin dört yüz73 arkadaşı ile beraber umre yapmak üzere Mekke’ye yönelmişti. Savaş istemediğini göstermek için yanlarına sadece birer kılıç ve kurbanlıklarını almış, ihrama girmişti.74 Durumu haber alan Kureyş, O’nu Mekke’ye sokmamak için savaş hazırlığına başlamış ve Urve bin Mes’ud’u göndererek Hz. Muhammed’i fikrinden vazgeçirmek istemişti. Peygamber Hudeybiye’de konaklamış ve orada bulunan bir ağacın altında gölgelenmişti. Konuyla ilgili Mekke’li müşriklerle görüşmek 71 72 73 74 Buhari, Sahih, Küsuf, 1, 15; Ahmed, Müsned, IV, s. 245; Heykel, Muhammed, Hz. Muhammed Mustafa, çev. Ömer Rıza Doğrul, İstanbul, 1985, s. 427-429. Müslim, Sahih, İman, 287; Tirmizi, Sünen, Tefsir, 6. İbn Hişam bir rivayete göre sayının 700 olduğunu beyan etmektedir. (İbn Hişam, Siret, III, s. 337) İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, III, s. 139. İbn Sa’d İbn Hişam’dan farklı olarak tarihin Hicretin altıncı senesinde Zilkadenin ikisi olduğunu beyan etmektedir. 22 üzere Hz. Muhammed Osman b. Affan’ı elçi olarak Mekke’ye göndermişti. Müslümanlara Osman’ın öldürüldüğü şeklinde doğru olmayan bir haber ulaşmıştı. Bu haber üzerine Peygamber müslümanları gölgelendiği ağacın altına topladı. Ashabından “şu müşrik kavmin işini bitirmedikçe ayrılmayacağız” diye biat aldı. Daha sonra Osman’ın öldürülmediği haberi geldi. Bunun sonucunda Kureyş’den Amr b. Süheyl ile Hudeybiye barışı yapıldı.75 İşte bu olaydan sonra Müslümanların bir kısmı buraya bir kutsallık atfetmeye başlamışlardı. Hudeybiye’den yolu geçenler burada durur, sevap kazanmak için orada namaz kılarlardı. Durum Halife Ömer’e ulaşınca hemen bir adam gönderip o ağacı kökünden kestirdi.76 Eğer o ağaç günümüze kadar gelseydi de günümüzdeki değişik örneklerde olduğu gibi müslümanlar ona tapınır gibi hal ve hareketlerde bulunsa ve bir yetkili Hz. Ömer’in yaptığı gibi yapıp o ağacı kesemezdi Konuyla ilgili Hz. Ömer’in şu ikazı da Peygamber’in nasıl anlaşılması gerektiğine dair iyi bir örnektir. Bir yolculuk sırasında insanların sıraya girip bir yerde namaz kılmak istediklerini gören Hz. Ömer, hemen duruma müdahale etmiştir. O, bu kimselere şöyle demiştir. Kim namaz kılmak istiyorsa kılsın, kılmayacaksa çekip gitsin. Ehl-i Kitap peygamberlerinin uğrak yerlerini sinagog, kilise haline getirdiklerinden dolayı helak olmuştur.”77 Hz. Aişe’nin Peygamber’i ve hadisi yorumlayışı bizim için gerçekten çok önemlidir. Ebu Hüreyre’nin “ Kadın, at ve ev uğursuzdur” diye Peygamberden hadis rivayet ettiği ona haber verilince, çok kızmıştı. Aişe bunun üzerine “ Kur’an’ı Ebu’l-Kasım’a indiren Allah’a yemin olsun ki, o asla böyle bir şey demez” demiş ve Hadid suresinin yirmi ikinci ayetini delil olarak göstermiştir. Ona göre peygamber cahiliyye toplumunun bu üç şeyde uğursuzluk olduğuna inandığını söylemiş, ancak bu sözü duyanlar eksik işitip nakletmişlerdir.78 Yine o, Ebu Hüreyre’nin “Kadın, merkep ve köpek namaz kılan kişinin önünden geçerse o kişinin namazı bozulur”79 diye hadis naklettiğini duyunca yine hiddetlenmişti: 75 76 77 78 79 İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra , III, s. 141; İbn Hişam, Siret, III, s. 336-352; Cevdet Paşa, Kısası Enbiya, I, s. 222-237. İbn Sa’d, Age, III, s.145. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, II, s. 147. Zerkeşi, Bedrüddin, el-İcabe li İradi ma İstedrekethu Aişetü ale’s-Sahabe, Dımeşk, 1985, s. 103-104. Müslim, Sahih, Salat, 266. 23 “Bizi eşeklere ve köpeklere benzetmeniz ne kadar kötü bir şey. Kadın kötü bir hayvan mı? Resulüllah namaz kılarken ben sere serpe onun önünde cenaze gibi yatardım, o namaz kılardı,” demiştir.80 Ebu Hüreyre’nin “ Ölüyü yıkayan gusül abdesti alsın, taşıyan namaz abdesti alsın” diye hadis rivayet ettiğini duyunca Hz. Aişe yine kızmış, “Müslümanların ölüsü pis mi? Peki bir kişi odun taşırsa ona ne gerekir” diye mukabelede bulunmuştur.81 Hz. Ömer ve Hz. Aişe’nin yaklaşımı82 doğru Peygamber anlayışının oluşmasına olumlu katkı sağlayacak niteliktedir. 80 81 82 Buhari, Sahih, Salat, 102; Müslim, Sahih, salat, 267-274. Zerkeşi, İcabe, s. 110-111. Hz. Aişe’nin bir kısım sahabeye itirazları ile ilgili olarak geniş bilgi için Bkz. Zerkeşi, Bedrüddin, el-İcabe li İradi ma İstedrekethu Aişetü ale’s-Sahabe, Dımeşk, 1985. Konuyla ilgili olarak Zekiyyüddin Şaban şöyle demektedir. Ebu Bekir ve Ömer b. Hattab gibi sahabeler Peygamberin vefatından sonra rivayet edilen hadisleri kalpleri mutmain olmadıkça yada o hadisi Peygamberden işittiğine şahitlik eden iki kişi olmadıkça rivayet edilen hadisleri kabul etmiyorlardı. Şaban, Zekiyyüddin, Usulü’l-Fıkhı’l-İslami, Bingazi, 1995, s. 65-69; Sahabenin bu güzel tavrı daha sonraki nesiller tarafından devam ettirilememiş, İslam dünyasını rivayet kültürü özellikle de hadis adı altında esaret altına almıştır. Sahabenin hadise bakış açısıyla ilgili olarak bkz. Keskioğlu, Osman, Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku, Ankara, 1999, s. 58-62. 24 I. BÖLÜM ELÇİ VE GÖREVİ İlahi dinlerde her dininin kaynağı nübüvvettir. Bu bölümde nübüvvetle ilgili nebi ve resul kavramları irdelendikten sonra peygamberlerin insan olması, cinlerden ve kadınlardan peygamber gelip gelmediği daha sonra da peygamberin görevinin ne olduğu konuları ele alınacaktır. A-NÜBÜVVET VE RİSALET KAVRAMLARI İslam terminolojisinde Allah’ın seçip, görevlendirdiği insanlar için çeşitli isimler kullanılmıştır. Bunların arasında en çok kullanılanları Nebi ve Resul kelimeleri olmuştur. Bu bölümde öncelikle Nebi ve Resul kavramları açıklanacak daha sonra ikisi arasındaki farka değinilecektir. 1-Nebi Nebi kelimesinin Arapça’da iki türlü okunuşu vardır. Bunlardan birincisi, sonu hemzeli olarak en-Nebiü, ikincisi ise sonu hemzesiz ve şeddeli olarak enNebiyyü şeklindedir. Kök anlamı itibarı ile bu iki kelimeden farklı iki anlam çıkmaktadır. Kelimenin sonunun hemzeli olduğunu düşünenlere göre Nebi kelimesinin kökü n-b-e olup, “büyük fayda sağlayan haber” anlamına gelmektedir. Nitekim Isfahani, kendisi ile kesin ilim veya zannı galip hasıl olan çok faydalı haberi nebe diye adlandırır.83 Bunun çoğulu enba’dır. Habere üç koşulla nebe denir. 1- Doğru olmak 2-Bilgi vermek 3- Faydalı olmak.84 Buradan anlaşılmaktadır ki bu üç şartı 83 84 Isfehani, Rağıb, Müfredatü Elfazı’l-Kur’an, Beyrut, 1992, s. 788. Zebidi, Muhammed Murtaza el-Hüseyni el-Vasıti el- Hanefi, Tacu’l-Arus min Cevahiri’lKamus, Beyrut, 1994, I, s. 255. 25 bir arada taşımayan habere nebe denilmemektedir. İbn Manzur ise “Allah’tan haber getirdiklerinden” dolayı peygamberlerin “Nebi” diye isimlendirildiklerini beyan etmektedir.85 Arap dili otoritelerinden biri olan Sibeveyh, Mekke’liler dışında herkesin bu kelimeyi hemzesiz ve şeddeli, yani en-Nebiyyü şeklinde okuduğunu ifade etmektedir.86 Nebi kelimesi hemzesiz olarak okunduğunda kökü nebve, nübüvve yada nebavet olup çoğulu ise nübea’dır. Bu kelime en-Nebiyyü şeklinde okunur ve “yerden yüksek olma durumu, yaratıklar arasındaki en şerefli kişi” anlamına gelir.87 Buna göre peygamber en yüksek makama sahip olduğundan dolayı yaratıkların en yücesi ve şereflisidir. Nübüvvet makamı kaynağı ve sonuçları itibarı ile üstünlük ifade eder. Çünkü nübüvvetin kaynağı Allah’tır.88 Bu sebeple nebi kelimesinin peygamberler dışında, haber getiren yada üstün meziyet ve makamlara sahip olan diğer kimseler için kullanılması mümkün değildir.89 Nebi kelimesi ister şeddeli ve hemzesiz, isterse de hemzeli kökten hangisinden türemiş olursa olsun anlam itibarı ile her ikisini de kapsamaktadır. Ancak Hz. Peygamber, kendisini “Ya Nebiallah” diye çağıran kimseyi uyarmış ve “Ya Nebiyyallah” şeklinde hitap etmesi gerektiğini bildirmiştir.90 Bu sebeple enNebiyyü kullanımı yaygınlık kazanmıştır. Literatürde nebi kelimesi hem ismi fail yani haber veren hem de ismi meful yani haber alan anlamlarında kullanılır.91 Bu tanım peygamberin görevi açısından doğru bir tanımdır. Çünkü peygamber Allah’tan haber almakta ve aldığı haberi insanlara vermektedir. 85 86 87 88 89 90 91 İbn Manzur, Ebi’l-Fadl Cemaleddin Mükerrem b. Mükerrem el-Efrikı el-Mısri, Lisanü’lArab, Beyrut, ty, I, s. 162. İbn Manzur, Lisan, I, s. 162; Zebidi, Tac, I, s. 255. İbn Manzur, Lisan, I, s. 163; Zebidi, Tac, I, s. 256. İbnü’l-Esir, Mecdüddin Ebi’s-Saadati’l-Mübarek İbn Muhammed el-Cezeri, en-Nihaye fi Garibi’l-Hadis ve’l-Eser, yy, 1311 h, IV, s. 120, 123; Bağdadi, Ebu Mansur Abdulkahir b. Tahir b. Muhammed, Usulü’d-Din, Beyrut, 1981, s.153-154; Ici, Ici, Adudiddin Abdurrahman b. Ahmed, el-Mevakıf fi İlmi’l-Kelam, Kahire, ty, s. 337. Kadı Abdulcebbar, Ebu’l-Hasen Abdulcebbar b. Ahmed el-Hemedani, el-Muğni fi Ebvabi’tTevhıd ve’l-Adl, Kahire, 1965, XV, s.14. Isfehani, Müfredat, s. 790; İbn Manzur, Lisan, I, s. 162; Zebidi, Tac, I, s. 256-257; Firuzabadi, Mecdüddin Muhammed bin Yakup, el-Kamusu’l-Muhit, Beyrut, 1996, s. 67 . İbn Humam, Kemal, el-Müsayere, İstanbul, 1979, s.187. 26 Nübüvvetin terim anlamı konusunda genel olarak bir ihtilaf yoktur. Nebi, Allah’tan bir melek aracılığı ile vahiy alan kişi demektir.92 Bir başka tarife göre ise Nebi, Allah Teâla’nın kulları arasından bir kimseyi seçerek tüm insanlığa tebliğ görevi ile görevlendirdiği kimseye denir.93 Nebi kelimesini Eş’ari, özel bir yöntemle Allah’tan kullara mesaj getiren kimse,94 Maturidi ise, İnsanların istek ve soruları üzerine Allah’tan haber getiren kişi95 olarak tanımlar. Zemahşeri ise nebi kelimesini, Allah’tan kullara mesaj ulaştıran fakat kendisine özel bir kitap indirilmemiş peygamber96 olarak tanımlar. Bağdadi ise, kendisine Yüce Allah’tan, meleklerinin birinin diliyle vahy inen ve olağan şeylerin dışında cereyan eden olaylardan herhangi biri ile desteklenen herkesin nebi olduğunu ileri sürer. İbn Teymiye’ye göre nebi, Allah’ın kendisine vahyettiğinden insanları haberdar eden kimsedir. Bu kimse kendisine ait müstakil bir şeriatı olmayıp kendinden önce gönderilen peygamberin şeriatını insanlara bildirendir.97 Yukarıdaki tanımlara göre Nebi, vahye muhatap olan ancak yeni bir şeriat getirmeyen, daha önceki peygamberlerin şeriatını tebliğle görevli olan kimsedir. Sonuç olarak nebi, Allah’tan aldığı vahyi insanlara tebliğ etmekle görevlendirilen kişidir.98 2- Resul Resul kelimesi Arapça r-s-l kökünden türemiş olup lügatte, gönderenin emri üzerine elçilik görevini yerine getirmek için bir şeyi teslim etmek veya 92 93 94 95 96 97 98 Bağdadi, Ebu Mansur Abdulkahir b. Tahir b. Muhammed, el-Fark Beyne’l-Fırak, Mısır, ty, s. 332; Cürcani, Seyyid Şerif Ali b. Muhammed, et-Ta’rifat, İstanbul, 1300, s.162. Amidi, Seyfeddin, el-Mübin fi Şerhi elfazı’l-Hukema ve’l-Mütekellimin, Kahire, 1983, s.121122; Tehanevi, Muhammed Ali b. Ali, Keşşafü Istılahati’l-Fünun, İstanbul, 1984, II, s.13581359. İbn Furek, Ebu Bekr, Mücerredü Makalati’ş-Şeyh Ebi’l-Hasen el-Eş’ari, Beyrut, 1987, s.174. Maturidi, Ebi Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud, Te’vilatü Ehli’s-Sünne, Beyrut, 2004, II, 295. Zemahşeri, Muhammed b. Ömer, el-Keşşaf an Hakaiki Gavamizi’t-Tenzil ve Uyuni’l-Ekavil fi Vücuhi’t-Te’vil, Kahire, 1946, III, s. 146. İbn Teymiye, Ebu’l- Abbas Takıyüddin Ahmed, Kitabü’n-Nübüvvat, ty, 1346 h, s. 172-173 Seffarini, Muhammed b. Ahmed, Levaihu’l-Envari’l-Behiyye ve Sevatiu’l-Esrari’l-Eseriyye, Mısır, 1323 h, I, s. 42-43; İbn Humam, Müsayere, s. 198; İbn Ebi’l İz, Ali b. Ali b. Muhammed el-Hanefi, Şerhu’l-Akıdeti’t-Tahaviyye, Beyrut, 1399, s. 167; Hüseyin Efendi, elHusunü’l-Hamidiyye li Muhafazati’l-Akaid’l-İslamiyye, Mısır, 1955, s. 37; Reşid Rıza, Muhammed, el-Vahyu’l-Muhammedi, Mısır, 1935, s. 41; Tabbara, Afif Abdülfettah, Maa’lEnbiya fi’l-Kur’ani’l-Kerim, Beyrut, 1989, s. 11. 27 almak üzere bir yere gönderilen kimseye denir.99 Aynı kökten türeyen irsal yöneltmek, tevcih etmek ve göndermek anlamlarına gelmektedir.100 İbn Furek resul kelimesi ile mürsel kelimesinin aynı anlama geldiğini ifade etmektedir.101 İbn Manzur ise resul kelimesini kendisini gönderen kimseden aldığı sözlere, haberlere uyan kimse şeklinde tanımlamaktadır.102 Kur’an’da peygamberler için resul103 kelimesi kullanıldığı gibi mürsel104 kelimesi de kullanılmıştır. Risalet ise gönderilen mesaj, peygamberlik görevi anlamına gelmektedir.105 Resul kelimesi, hem tekil, hem çoğul olarak kullanıldığı gibi, hem müzekker, hem de müennes olarak da kullanılmaktadır. Resul’ün çoğulu rusul, ersul, rusl ve rusela’dır.106 Resul kelimesi sadece insan cinsinden gönderilen peygamberlere mahsus bir isim değildir. Cebrail ve diğer melekler için de resul kelimesi kullanılmıştır. Kur’an’da bunun örneklerine sıkça rastlanılmaktadır.107 Pek çok Arapça kelimede olduğu gibi resul kelimesi de İslamiyetle birlikte özel bir anlam kazanmıştır. Yukarıda Kur’an’ın pek çok ayetinde resul kelimesi melekler için kullanıldığı ifade edilmiş olsa da, terim olarak resul ile peygamberler kastedilmiştir. Cürcani resul kelimesinin Allah’ın hükümlerini insanlara ulaştırmakla 108 etmektedir. görevlendirdiği kimse anlamına geldiğini ifade Ancak o, nebi ile resul kelimelerine farklı anlamlar verir. Ona göre nebi, kendisine bir melek aracılığıyla vahiy gelendir. Resul ise; kendisine özel bir vahiy gelen ve Allah’tan bir kitap indirilerek vahyedilen kimsedir.109 İmam Maturidi ise resul’ü, insanlar ister kendisinden talep etsin, isterse karşı çıksın, risaleti tebliğ etmekle görevli kişi olarak tarif etmiştir.110 Eş’ari ise, Allah’ın peygamberlik görevi ile kullarına gönderdiği ve kendisine tebliğ edeceği ibadetler, va’d, vaid, sevap ve ceza ile ilgili hükümleri bildirdiği kişi111 diye tarif 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 Cürcani, Ta’rifat, 75. Zebidi, Tac, XIV, s. 281. İbn Furek, Mücerred, s. 174. İbn Manzur, Lisan, XI, 284. Bakara, 2/ 87,101, 143, 214, 285; Ali İmran, 3/ 32, 53,81, 86. A’raf, 7/75; Rad, 13/43. İbn Manzur, Lisan, XI, s. 283-284. İbn Manzur, Age, XI, s. 283. Bkz. Hud, 11/69; Ankebut,29/31; Hakka,69/40; Mürselat, 77/1; Tekvir, 81/19. Cürcani, Ta’rifat, s. 75. Cürcani, Age, s. 162. Maturidi, Tevilat, II, 295. İbn Furek, Mücerred, s. 174. 28 eder. Pezdevi de Resul’ü, şeriatı olan, Allah’ın Cebrail’i kendisine gönderdiği, kavmini İslam’a çağıran ve onlara İslam’ı öğreten kimsedir şeklinde tanımlamıştır.112 3. Nebi ve Resul arasındaki fark Nebi önceki peygamberlerin şeriatını devam ettiren, kendisine yeni bir şeriat verilmeyen kişi olarak tanımlanırken113 Resul, kendisine yeni bir şeriatın verildiği ve önceki peygamberlerin getirmiş olduğu şeriatların bir kısmını kaldıran kişi114 olarak tanımlanmıştır. Ancak ister kendisine yeni bir şeriat verilmiş olsun, isterse verilmemiş olsun, peygamberlikteki esas nokta ilahi emirleri insanlara ulaştırmaktır. Bu da her peygamberin olmazsa olmaz görevidir. Buradan çıkarmamız gereken sonuç, ister nebi, isterse resul olarak isimlendirilsin, Allah’ın insanlar arasından seçtiği bu kişilerin en önemli ve tek ayırıcı özelliği, kendilerine iletilmiş olan mesajı diğer insanlara ulaştırma görevi ile görevlendirilmiş olmalarıdır. Kur’an’da Hz. Muhammed’e hem nebi , hem de resul olarak hitap edilmektedir.115 Aynı şekilde Kur’an’da Hz. Musa ve Hz. İsmail hakkında resul, nebi kelimeleri kullanılmaktadır.116 Yukarıdaki ayrımın doğruluğunu kabul edersek, Hz. İsmail’e resul olarak hitap edilmemesi gerekirdi. Çünkü Kur’an kaynaklı bilgilerimize göre, o’na yeni bir kitap ve yeni bir şeriat verilmemiştir. Ancak Kuran’da İsmail’in resul olduğu bildirilmiştir.117 Öyle anlaşılıyor ki bu kelimeler birbirinin yerine kullanılabilen eşanlamlı kelimelerdir. 112 113 114 115 116 117 Pezdevi, Ebu’l-Yusr Muhammed, Kitabu Usuli’d-Din, Kahire, 1963, s. 222. Bağdadi, Age, s. 154; Agm, el-Fark, s. 332; Pezdevi, Usulü’d-Din, s. 222. Bağdadi, Usulü’d-Din, s. 154; Agm, el-Fark, s. 332; Pezdevi, Usulü’d-Din, s. 222. “Muhammed ancak bir resul’dür. Ondan önce de resuller gelip geçmiştir.” Ali İmran, 3/144. Kur’an’da pek çok ayette Hz. Muhammed kastedilerek “Allah’a ve Resule itaat edin” ayetlerinde Hz Muhammed’den resul diye bahsedilmiştir. Nisa 4/13, Enfal 8/20, 46; Nur, 24/52; Ahzab 33/71; Fetih, 48/13, 17 vb. Hz Muhammed’e sadece nebi olarak hitab eden ayetlerden bir kaçı şunlardır. Enfal 8/64,65,67,70, Tevbe, 9/61,73,113,117Ahzab, 33/1,6,28, vd., Hucurat, 49/2; Mümtehıne 60/12; Talak 65/1; Tahrim, 66/1,3,8,9 . Şu ayetlerde de Hz.Muhammed’e hem nebi hem de resul olarak hitap edilmiştir. A’raf, 7/157-158, Meryem, 19/51, 54. Meryem 19/54 29 Geleneksel Müslüman kültüründe yaygın olarak dile getirilen her resul nebidir, fakat her nebi resul değildir118 şeklindeki görüş de bu konuyu izah etmek için yeterli olmamaktadır. Çünkü bu farkı iddia edenlere göre nebi, kendisine yeni bir şeriat verilmemiş kimsedir. Ancak yukarıda da ifade edildiği gibi Hz. Muhammed’e yeni bir şeriat verildiğine göre, O’nun nebi olduğunu açıklamak kolay olmayacaktır. Aynı şekilde Kur’an-ı Kerim’de, kendisine yeni bir kitap verilen Hz. Musa’nın hem nebi, hem de resul olduğu bildirilmektedir.119 Ayrıca bu iki örneğin tam zıddı olarak, Kur’an’ın bütününden kendisine yeni bir kitap ve şeriat verilmediği anlaşılan Hz. İsmail’e hem nebi hem de resul olarak hitap edilmesi120 nebi ile resul arasında fark olmadığını göstermektedir. Yine Hz. Musa’dan sonra Yahudilere gönderilen bir kısım peygamberlerden bahsedilirken bazı ayetlerde nebi,121 bazılarında ise resul122 isimleri kullanılmıştır. Yani aynı kişiler için bir yerde nebi olduklarından bahsedilirken, başka bir yerde ise resul olduklarından bahsedilmektedir. Bu durum resul ile nebi’nin eş anlamlı kelimeler olduklarını göstermektedir.123 Kadı Abdulcebbar da bunların eş anlamlı kelimeler olduklarını ifade etmektedir.124 Nebi ve resul arasındaki bir başka ayırım ise tebliğ ile görevli olup olmama meselesidir. Bazı kimselere göre resul tebliğ ile görevli iken, nebi tebliğ ile görevli olmayabilir.125 Bu da doğru bir ayırım olmasa gerektir. Çünkü Allah’ın bir kimseye bir kısım emir ve yasakları bildirip sadece ona has kılması ya da kendinden önceki peygamberin buyruklarını alan bir nebinin o buyrukları başkalarına ulaştırmaması öncelikle Allah’ın hikmetine uygun düşmemektedir. Nebi’nin tebliğ görevi olmaması düşünülemez. Zira bu Allah’ın vahyini gizlemek 118 119 120 121 122 123 124 125 Pezdevi, Usulü’d-Din, s. 222; Bağdadi, Usulü’d-Din, s.154; İbnü’l-Esir, Nihaye, IV, 120. “Kitap’ta Musa’yı da an. Gerçekten o ihlas sahibi idi ve resul nebi idi.” Meryem, 19/51 “Kitap’ta İsmail’i de an. Gerçekten o sözüne sadıktı ve resul nebi idi.” Meryem 19/54 Bakara, 2/87; Ali İmran 3/21,112; Nisa; 4/155. Bakara, 2/87; Ali İmran, 3/183; Maide, 5/70. İbn Humam, Müsayere, s.198; Devvani, Celalüdddin Muhammed b. Es’ad, Şerhu’l-Akaidi’lAdudiyye, 1317, yy, I, s. 12; Harputi, Abdullatif, Tenkıhu’l-Kelam fi Akaidi Ehli’l-İslam, yy, 1327, s. 326. Kadı Abdulcebbar, Şerhu’l-Usuli’l-Hamse, Kahire, 1965, s. 576-578. İbn Humam, Müsayere, s.198; Seffarini, Levaihu’l-Envar, I, s. 42-43; İbn Ebi’l İz, Şerhu’lAkıdeti’t-Tahaviyye, s. 167; Hüseyin Efendi, el-Husunü’l-Hamidiyye, s. 37; Reşid Rıza, elVahyu’l-Muhammedi, s. 41; Tabbara, Maa’l-Enbiya, s. 11. 30 olur.126 Diğer yönden Kur’an’da bunu doğrulayabilecek bir örnek yoktur. Kaldı ki Kur’an, nebi olarak isimlendirilen peygamberlerin tebliğ görevi ile görevli olduklarını bildirmektedir. Nebi ile resul arasında fark olarak takdim edilen başka bir konu ise; nebinin önceki peygamberlerin şeriatını devam ettirmesi, resulun ise yeni bir şeriatla görevli olması ve kendinden önceki şeriatın ya tamamını ya da bir kısmını nesh etmesi meselesidir.127 Bir kısım peygamberlere yeni bir kitap verilmemesi doğal bir durumdur. Çünkü Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün dinlerin ortak adı İslam’dır ve inanç esasları arasında herhangi bir fark yoktur. Kur’an’dan öğrenebildiğimiz kadarı ile usulu’d-din aynı olduğu gibi furuu’d-din’de de benzerlikler vardır. Namaz, oruç, zekat, iyilik, ana- babaya iyi davranma, adalet, eşitlik, yalan söylememe, yalan yere şahitlik etmeme, yeryüzünde böbürlenerek yürümeme, tevazu, iyiliği emredip kötülükten sakındırma ve takva sahibi olma gibi. İşte bütün bunlar peygamberlerin iman esaslarından sonra telkin ettikleri ortak ilkelerdir. Ancak bir peygamberin şeriatı insanlar tarafında değiştirilir veya çeşitli etkiler sebebiyle ortadan kaybolursa bu durumda yeni bir peygamberin gelip değişen o yönleri düzeltmesi, unutulanları hatırlatması olması gereken bir şeydir. Bu da önceki bir şeriatı nesih değildir. Olsa olsa bir hatırlatma, yenileme ve insanların değiştirmiş olduğu kısmı düzeltmedir. Çünkü nesihte önce var olanı kaldırıp onun yerine ondan farklı bir şeyi ikame etme vardır. Yukarıda da ifade edildiği gibi tüm peygamberlerin getirmiş olduğu ana ilkeler hepsinde aynıdır. Eğer insanlar bu inançlarda bir bozma yapmış ise, yeni gelen peygamber önceki peygamberin şeriatını nesh etmiş olmamakta, tam tersine önceki peygamberin şeriatını ihya etmektedir. Başka bir ifadeyle, bu durum, bir zincirin halkalarının koptuğu yerden yeniden eklenmesinden başka bir şey değildir. Peygamberlerin peş peşe gönderilmesindeki esrar da budur. Peygamberler bir bütünün 126 127 Can, Mustafa, Maturidi’ye Kadar Nübüvvete Karşı Çıkanlar ve Maturidi’de Nübüvvet Anlayışı, İstanbul, 1997, Bdt, s. 34. Taftazani, Sadettin Mes’ud b. Ömer, Şerhu’l-Mekasıd, Beyrut, 1989, II, s.173; Bağdadi, Usulü’d-Din, s.154; Bağdadi, el-Fark, s.332; Sabuni, Muhammed Ali, en-Nübüvvetü ve’lEnbiya, Beyrut, 1985, s.15. 31 parçalarıdır.128 Nitekim İbn Teymiye de resulü, vahiy ile tebliğe memur kılınmış, Allah’ın emirlerine muhalefet edenlere bilmedikleri bir risaleti veya tamamen unutulmuş bir şeriatı getiren, yahut da geçmiş şeriatların unutup kaybettikleri kısımları ihya ederek tebliğ eden kimsedir129 şeklinde tanımlamıştır. Nebi ile Resul arasında fark olduğunu öne sürenlerin getirdikleri delillerin başında Hac suresi elli ikinci ayet gelmektedir.130 Bu ayette resul ve nebiden bahsedilirken atıf yapılmıştır. Arapça kuralları gereği matuf ile matufun aleyh bir olamayacağından dolayı nebi ve resul farklı farklı şeylerdir.131 Aynı ayetten hareket eden Kadı Abdulcebbar, bu iki kelimenin eş anlamlı olduklarını ifade etmekte ve şöyle demektedir. Nebi ve resul kelimelerinin aynı ayette kullanılması birbirlerinden farklı olduğunu göstermez. Allah bizim nebimizi diğer nebilerden ayırmıştır. Bu bizim nebimizin nebilerden biri olmadığı anlamına gelmez. Istılahta bu iki kavram arasında fark yoktur. Nebi ile resul kelimelerinin isimlendirme farklılıklarını dışarıda bırakmamak için nebi ve resul kelimelerinin peş peşe zikredilmesi kuvvetle muhtemeldir. Hz. Muhammed’e “Ey nebi” diye hitap edilmiş olması da bunu göstermektedir.132 Nebi ile resul arasında fark olduğunu iddia edenlerin konu hakkında ileri sürdükleri kanıtlardan biri de resulün kendisine şeriat verilen, bunu tebliğ eden, bunu yaparken muhalefet edenlere savaş ilan eden ve bir nevi devlet idaresi vazifesini elinde bulunduran ve kanunları fiilen tatbik eden kimse olduğunu belirtirler. Nebinin ise tebliğ ettiği hususlara karşı koyanlarla savaşmayan, sadece tebliğ ve ikaz ile yetinen kimse olduğunu ileri sürerler.133 Bu iki terim arasında iddia edilen anlamda bir fark olduğu kabul edildiği takdirde bu durum Kur’an’da kendilerine kitap verildiği ifade edilen Hz. Davud, Hz. Musa ve Hz. Muhammed için doğru bir yaklaşım olsa da, Kuran’da kendisine yeni bir kitap verildiği bilinen Hz. İsa için aynı şeyin söylenmesi mümkün değildir. Bu bakımdan bu 128 129 130 131 132 133 Razi, Fahreddin, Mefatihu’l-Gayb, İstanbul, 1308, I, s. 425-426. İbn Teymiye, Kitabü’n-Nübüvvat, s.172-173. “Ey Muhammed Biz senden önce hiçbir nebi ve resul göndermedik ki, o, bir temenni de bulunduğunda, şeytan onun dileğine illede vesvese katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi ayetlerini sağlam olarak yerleştirir. Allah hakkıyla bilendir. Hüküm ve hikmet sahibidir.” Hac, 22/52. Bahçeci, Muhittin, Peygamberlik ve Peygamberler, İstanbul, 1977, s.76; Ata, Mürsel, Kur’anı Kerimde Hz. Peygamberin Risaleti, Bdt, Konya, 1998, s. 23. Kadı Abdulcebbar, Şerhu’l-Usulü’l-Hamse, s.567-568. Bahçeci, Peygamberlik, s.79. 32 yaklaşımında doğru olması mümkün gözükmemektedir. Çünkü Kur’an’dan Hz. İsa’ya yeni bir kitap ve şeriat verildiğini bilmemize rağmen, onun muhaliflerine herhangi bir savaş açtığını ya da devlet yönettiğini bilmemekteyiz. Aksine onun çok kısa olan peygamberlik döneminde insanlardan saklanarak, gizlenerek, her an öldürülme korkusu ile çok sıkıntılı bir yaşam sürdüğünü bilmekteyiz.134 Görülüyor ki, nebi ile resul kelimeleri arasında bir anlam farklılığı bulunmadığı anlaşılmaktadır. B. PEYGAMBERLERİN İNSANLARDAN SEÇİLMESİ Peygamberlerin insan oluşları konusu inkarcılar tarafından tuhaf karşılanmışlardır.135 Allah’ın bir insanla vahiy yoluyla irtibat kurup insanları hidayete çağırmalarını kavrayamamışlardır. Bu kimseler peygamberlerin insan üstü birer varlık olmaları gerektiğini iddia ederek, onların birer melek ile desteklenmesi gerektiğini öne sürmüşlerdir. Bunu göremeyince de peygamberlere karşı gelmişlerdir.136 İnkarcılar peygamberlerin insan üstü bir varlık olması gerektiğini düşünmüşlerdir. Onlar bu düşüncelerini pek çok peygambere karşı açıklamışlardır.137 Peygamberlerin yemeleri, içmeleri, gezmeleri yani normal birer insan olmaları dahi onlar tarafından yadırganmıştır.138 Aynı şekilde Mekke müşrikleri de Hz. Muhammed’in beşer oluşunu normal karşılamamışlardır. Onlar da geçmiş milletlerin peygamberlerine yaptıkları itirazları139 Hz. Muhammed’e karşı yapmışladır.140 Peygamberlerin beşer oluşları ile ilgili inkarcıların itirazlarına Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetinde yer verilmiştir.141 134 135 136 137 138 139 140 141 Ali İmran, 3/44-57; Nisa, 4/156-158; “ O azabın sebebi şu ki, onlara peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi, fakat onlar: Bir beşer mi bizi doğru yola götürecekmiş? dediler, inkâr ettiler ve yüz çevirdiler.”Teğabün, 64/6“Zaten, kendilerine hidayet rehberi geldiğinde, insanların buna inanmalarını sırf, "Allah, peygamber olarak bir beşeri mi gönderdi?" demeleri engellemiştir.” İsra, 17/94 Bkz. En’am, 6/8; Hud, 11/12; Furkan, 25/7. Haşimi, M Ali, Kur’an’da Resulullah, çev. Nureddin Yıldız, İstanbul, 1987, s.12. Derveze, Muhammed İzzet, Siretu’r-Resul, Kahire, 1984, I, s. 24-27. “Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: "Biz seni sadece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz."”Hud, 11/27. “Onlar şöyle dediler: Bu ne biçim peygamber; yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor! Ona bir melek indirilmeli, kendisiyle birlikte o da uyarıcı olmalıydı!” Furkan, 25/7 Benzer ayetler için bakınız. Mü’minün, 23/34;Kamer, 54/24;İbrahim, 14/10. 33 Kur’an’da peygamberlerin birer melek olmadıkları tam tersine onların birer insan oldukları özellikle vurgulanmıştır.142 Hatta meleklerden bir peygamber gönderilseydi, Allah’ın onu insan kılığına sokacağı bildirilmiştir. Ayrıca Allah, şayet yeryüzünde yaşayanlar melek olsaydı ancak o zaman melek cinsinden bir peygamber göndereceğini belirtmiş, peygamberlerin sadece gönderilen topluluğun cinsinden olacağını beyan etmiştir.143 Aslında peygamberlerin insan cinsinden oluşları aklın kavrayamayacağı bir şey değil, aksine mesajın doğru anlaşılması açısından makul bir şeydir. İnsanlara kendi cinslerinden peygamber gönderilmesinin bir kısım yararları vardır. Bunların başında kendilerine peygamber gönderilen topluluk ile peygamberin anlaşabilmesi meselesi gelmektedir. Allah bütün kulları ile konuşmaz. Allah’ın resuller göndermesi ve kullarına elçilerin lisanı ile emretmesi övgüye değerdir.144 Peygamber ile kendilerine gönderildiği toplumların anlaşabilmeleri için aynı dili konuşmaları gereklidir. Bu sebeple her kavme kendi dilini konuşan peygamber ve kendi dilinde kitap gelmiştir. “Allah'ın emirlerini onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik.”145 Gönderilen peygamber insanlardan farklı bir varlık olsaydı, yada gönderildiği toplumla aynı dili konuşamasaydı anlaşmaları mümkün olmazdı. 142 143 144 145 Müşrikler Hz. Muhammed’in beşer oluşunu eleştirmişler, ona destekçi olarak melek indirilmesi gerektiğini, ona hazineler, bağ bahçe gibi bazı şeylerin verilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Allah’da müşriklerin bu taleplerine şu şekilde cevap vermiştir. “Resûlüm! Senin hakkında bak ne biçim temsiller getirdiler! Artık onlar sapmışlardır ve hidayete hiçbir yol da bulamazlar. Dilerse sana bunlardan daha iyisini, altlarından ırmaklar akan cennetleri verecek ve sana saraylar ihsan edecek olan Allah'ın şanı yücedir. Onlar üstelik kıyameti de yalan saydılar. Biz ise, kıyameti inkâr edenler için alevli bir ateş hazırladık. (Furkan, 25/9-11) “Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, yoldan çıkmalarından dolayı onlar azap çekeceklerdir. De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım.” (En’am, 6/4950); “Ey kavmim! Ben onları kovarsam, beni Allah'tan kim korur? Düşünmüyor musunuz? Ben size: "Allah'ın hazineleri benim yanımdadır" demiyorum, gaybı da bilmem. "Ben bir meleğim" de demiyorum, sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için, "Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir" diyemem. Onların kalplerinde olanı, Allah daha iyi bilir. Onları kovduğum takdirde ben gerçekten zalimlerden olurum." Dediler ki: Ey Nuh! Bizimle mücadele ettin ve bize karşı mücadelede çok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen, kendisiyle bizi tehdit ettiğini azabı bize getir!” (Hud, 11/30-32.) “Eğer peygamberi bir melek kılsaydık muhakkak ki onu insan sûretine sokardık.” En’am, 6/9. “Şunu söyle: Eğer yeryüzünde yerleşmiş gezip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten, peygamber olarak bir melek gönderirdik.” İsra, 17/95. Pezdevi, Usulü’d-Din, s.92. İbrahim, 14/4, Bkz. Nahl, 16/102-103; Şuara, 26/192-195 34 İmam Maturidi insanlara gönderilen peygamberlerin kendi cinslerinden gönderilmesinin faydasını “Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir,”146 ayetinden hareketle şöyle tefsir etmiştir: Allah’tan gelen emir ve nehiylerin ve bunların içerdiği hikmetlerin, insanların zihinlerinde her hangi bir karışıklığa, şüphe ve karmaşaya meydan vermeyecek şekilde insanlara ulaştırılması yönünden de peygamberlerin insanlardan gönderilmesi zorunludur. Çünkü onlar içerisinde yaşadıkları toplumları ve o toplumda yaşayan fertlerin eşyanın hakikatini bilme ve kavramadaki kudret ve yeteneklerinin derecesini en iyi bilen özel kimselerdir. Buna ilaveten her yaratık diğer cinslerden ziyade kendi cinsine meyleder. Bunu tüm yaratıklarda görmek mümkündür. Bu yaratılışın bir gereğidir. İşte bu sebeple Allah Teâla peygamberleri, daha çok faydalı olabilmeleri, sorumlu oldukları görevlerini daha iyi bir şekilde yapabilmeleri ve böylece gönderildikleri toplumların da kendilerine karşı gereken saygı ve hürmeti gösterebilmeleri, davetini her hangi bir şüphe ve tereddüde düşmeksizin kabul edebilmeleri için hem cinslerinden olan insanlardan göndermiştir.147 Ayrıca Allah’ın insanlara kendi cinslerinden peygamber göndermesi onlar için bir lütuftur. Bu durum “Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler”148 ayetinden kolayca anlaşılmaktadır. İslam kelamcıları insanlara gönderilen peygamberlerin beşer olması konusunda herhangi bir ihtilafa düşmemişlerdir. Onlar bu konuyla ilgili farklı iddialarda bulunan Sabiiler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Berahime’ye cevap vermişlerdir. Bakıllani, Berahime’nin peygamberlerin beşer oluşlarıyla ilgili şu itirazlarda bulunduğunu bildirmektedir: “Peygamberler hem realite gereği, hem de 146 147 148 Tevbe, 9/128. Maturidi, Te’vilat, II, 459-460. Ali İmran, 3/164. 35 aklen, kendilerini gönderen varlık ile aynı türden olmaları gerekir. Fakat kadim varlık zatı gereği yaratılmışların türünden olamaz. Onlara bir elçi göndermesi de düşünülemez. İnsanlardan birini peygamber seçerek diğerlerine üstün tutmak Allah’ın hikmeti ile bağdaşmaz. Dolayısı ile insan türünden peygamber gönderildiği iddiası doğru olamaz.”149 Şehristani de Sabii’lerin de Peygamberlikle ilgili şu itirazlarda bulunduklarını bildirmektedir: “Allah’ı bilmede ve O’na itaat etmede, elçiye ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak bu elçi cismani değil, ruhani olması gerekir. Zira, ruhani varlıklar arınmış olup Allah’a yakındırlar. Cismani varlıklar ise bizim gibi beşerdirler, bize benzerler, bizim yiyip içtiğimizden yiyip içerler. Onlar nefsani arzular ve kızgınlıklardan uzak kalamazlar. Bu sebeple bu gibi insanlara ait özelliklere sahip olanlar vahiy alamazlar. Söz konusu nedenlerden dolayı insanlardan peygamberler gelemez.”150 Peygamberler, vahy almakla elbette taltif edilmişlerdir, fakat onlar beşer statüsünden çıkarılmamışlardır. Tebliğ ettikleri dini uygulama yönünden de diğer insanlar gibi sorumlu tutulmuşlardır.151 Yani onlar da diğer insanlar gibi Allah’ın emir ve yasaklarına muhataptırlar.152 Allah’ın insanlardan bazılarını peygamber olarak seçmesi, onlara beşer sıfatlarının üstünde bir sıfat kazandırmaz. Peygamberler uluhiyyet sıfatlarından hiç birisine sahip değildirler. Vahiy alma ve risalet görevi onlara uluhiyyete ait hiçbir şey kazandırmaz.153 Ancak Yahudiler Uzeyr’e, Hıristiyanlar da İsa’ya uluhiyyet sıfatları yüklemişlerdir. Onların bu 149 150 151 152 153 Bakıllani, Ebu Bekr Muhammed b. Tayip, et-Temhid fi’r-Red ale’l-Mulhıdetü’l-Muattıla ve’rRafıda ve’l-Havaric ve’l-Mutezile, Beyrut, 1993. Şehristani, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdulkerim, Kitabü’l-Milel ve’n-Nihal, Mısır, 1317 h. II, s. 70-71. “Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz!” (A’raf, 7/6). Konu ile ilgili olarak A’raf suresi 6-10. ayetlerde şöyle buyurulmaktadır. “Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz. Ve onlara olup bitenleri tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız. Biz, onlardan uzak değiliz. O gün tartı haktır. Kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kimin de tartıları hafif gelirse, işte onlar, âyetlerimize karşı haksızlık ettiklerinden dolayı kendilerini ziyana sokanlardır. Doğrusu biz sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçim vasıtaları verdik. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!” Bahçeci, Peygamberlik, s. 81; Gölcük, Şerafettin-Toprak Süleyman, Kelam, Konya, 1988, s.276. 36 davranışları Allah tarafından Kur’an’da yerilmiş ve bu inançları sebebiyle onların küfre düştükleri ifade edilmiştir.154 Yahudilerin Uzeyr’i, Hıristiyanların ise Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu,155 onun bir parçası olarak görmelerine kısaca değinmek gerekir. Çünkü bu konu Hıristiyan inancının temel taşını oluşturmaktadır. Kur’an ise bu konuda onların bir yanılgı içerisinde olduklarını ortaya açıklamaktadır. Hıristiyanlık kadar olmasa da Yahudilik’te de Allah’a oğul isnadı yapılmıştır. Tevrat’ta, Tanrı’nın peygamberlere “oğlum” diye hitap ettiği, aynı zamanda kendini baba olarak sunduğu yer alır.156 Kur’an’da da Yahudilerin Uzeyr’i Allah’ın oğlu olarak kabul ettikleri ifade edilmektedir.157 Kaynakların bildirdiğine göre Uzeyr’e Allah’ın oğlu denmesinin sebebi şudur. Buhtunnasar İsrail oğullarına galebe çalmış, alimlerinin çoğunu öldürmüş, Tevrat’ı da yakmıştır. Kutsal levhaların bulunduğu sanduka da kaybolmuş, Uzeyr yüz sene uyuduktan sonra uyanıp,158 Tevrat’ı yeniden yazmıştır. Tevrat’ı yeniden yazması 154 155 156 157 158 Bkz. Tevbe, 9/30-31; Maide, 5/17, 72. “Yahudiler, Uzeyr Allah'ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesîh Allah'ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. Sözlerini daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da döndürülüyorlar! Yahudiler Allah'ı bırakıp bilginlerini, hahamlarını; hıristiyanlar da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.” Tevbe, 9/30-31. Bkz. Maide, 5/17, 72 Zebur (Mezmurlar), İstanbul, 1996, 2/7. Tevbe, 9/30 Yahudilerin Allah’ın oğlu olarak kabul ettikleri ve Tevrat ortadan kaybolduktan sonra onu yeniden yazdığını iddia ettikleri kişi Uzeyir aleyhisselam’dır. İslam’a göre Uzeyir’in peygamber olup olmadığı kesin değildir. Ancak o, iyi bir insandır. İslam bilginlerine göre Bakara 259. ayette hikayesi anlatılan kişi ile Yahudilerin Tevrat’ı yeniden yazıp Allah’ın oğlu dedikleri kişi aynı kişidir. Bu da Uzeyir’dir. Bakara suresi 259. ayetin tefsirlerine bakıldığı zaman ayette hikayesi anlatılan ancak ismi belirtilmeyen kişinin Uzeyir olduğu hakkında ortak kanaat mevcuttur. Bu ayete göre Uzeyir, harap bir köye girmiş, oranın harap haline bakmış ve “Ölümünden sonra bunları Allah nasıl diriltir” demiştir. Allah da onu yüz sene uyutmuş daha sonra uyandırmış yemeği bozulmadığı halde eşeğinin kemikleri paramparça olmuş daha sonra Allah Uzeyir’in gözleri önünde ona yeniden hayat vermiştir. (Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 219; Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, I, s. 131; Mahalli, Celaleddin Muhammed b. Ahmed- Suyuti, Celaleddin Abdurrahman b. Ebi Bekr, Tefsiru’lKur’ani’l-Azım, İstanbul, ty, s. 41; Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, I, 165) Bakara suresi 259. ayetinin tümü şöyledir. “Yahut, altı üstüne gelmiş ıpıssız bir şehre uğrayıp: "Allah, bunu bu ölümünden sonra nasıl diriltecek?" diyen kimseyi görmedin mi? Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl öldürdü, sonra diriltti ve: "Ne kadar kaldın?" diye sordu. O: "Bir gün veya bir günden eksik kaldım." dedi. Allah: "Hayır, yüz yıl kaldın. Öyle iken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış. Bir de eşeğine bak! Bunlar, seni insanlara karşı gücümüzün bir canlı delili yapmamız içindir. Hele o kemiklere bak, onları nasıl birbirinin üzerine kaldırıyor, sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?" Bu şekilde hak kendisine apaçık belli olduğunda: "Allah'ın her şeye gücü yettiğini şimdi biliyorum." dedi.” 37 sebebi ile Yahudiler, hayret ve taaccüplerini ifade etmek için: Bu olsa olsa Allah’ın oğlu olur, dediler. Ayrıca Medine’de ki Yahudiler bu ayet inince bunu yalanlamadılar.159 Hıristiyanlığa gelince, onların itikadının ana noktasını baba-oğul-kutsal ruh üçlemesi oluşturmaktadır. Baba ile Allah, oğul ile Hz. İsa kastedilmektedir. Bu ifadelere, kabul edilen dört İncil’de de rastlamaktayız.160 İncil’deki bu örneklerden birinde baba-oğul ifadeleri şu şekilde yer almıştır: “İsa bundan sonra şöyle dedi: "Baba, göğün ve yerin Rabbi! Bu gerçekleri bilge ve akıllı kişilerden gizleyip küçük çocuklara açtığın için sana şükrederim. Evet Baba, bunun böyle olması senin isteğindi. Babam her şeyi bana emanet etti. Oğul’u babadan başka kimse tanımaz. Oğul’dan ve oğul’un babayı tanıtmayı dilediği kişilerden başkası da babayı tanımaz."” 161 Hıristiyanların bu tavrı Kur’an’da İsa’nın dilinden yalanlanmıştır.162 Pek çok ayette Allah’ın çocuk ve eş sahibi olmadığı,163 doğmadığı ve doğurmadığı164 159 160 161 162 163 Şeyhzade, Muhammed b. Muslihiddin, Haşiyetü Şeyhzade ala Tefsiri’l-Kadi el-Beyzavi, İstanbul, 1990, II, s.429-430; Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, I, s. 531. Elmalılı’ya göre; Hıristiyanların Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu olarak kabul ettikleri gibi, İslam’ın doğuşuna kadar Yahudilerde Uzeyr’i Allah’ın oğlu olarak kabul etmişlerdir. Yahudiler “oğul” kelimesini nesil ve evlat anlamında kullanıyorlardı. Sonra içlerinden bazıları bunu, “Beytullah” ifadesinde olduğu gibi, sırf şeref ve itibar manasına bir izafet, bir mecaz olduğunu iddia etmeye başlamışlardır. (Elmalılı, Hak Dini, IV, s.316) Matta, 7/11; 8/29;Markos, 1/1; Luka, 1/35; Yuhanna, 1/13, 34. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Matta, 11/25-27. “Allah İsa’ya, "Ey Meryem oğlu Isa! Sen mi insanlara Beni ve annemi Allah'tan başka iki tanrı olarak benimseyin dedin?" diye sormuştu da, O, "Haşa, hak olmayan sözü söylemek bana yakışmaz; eğer söylemişsem, şüphesiz Sen onu bilirsin; Sen, benim içimde olanı bilirsin; ben Senin içinde olanı bilmem; doğrusu gizli olan şeyleri bilen ancak Sensin" diye cevap vermiştir. İsa cevabına şöyle devam etmişti. "Ben onlara sadece 'Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin' diye bana emrettiğini söyledim. Aralarında bulunduğum müddetçe onlar hakkında şahit idim, beni aralarından aldığında onları gözetleyen yalnızca sensin. Sen her şeyi hakkıyla görensin.” (Maide, 5/116-117). “Çocuk şöyle dedi: "Ben, Allah'ın kuluyum. O, bana Kitab'ı verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün esenlik banadır." İşte, hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa -hak söz olarak- budur.”( Meryem, 19/30-34) “Hakikat şu ki, Rabbimizin şânı çok yücedir. O, ne eş ne de çocuk edinmiştir.” Cin, 72/3. “O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. O'nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyla bilen O'dur.” En’am, 6/101. “ "Allah çocuk edindi" dediler. Hâşâ! O, bundan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur, hepsi O'na boyun eğmiştir.” Bakara, 2/116. Bkz. Yunus, 10/76; Yusuf, 12/21; Luka, 6/13; Vahiy, 21/14; Cilacı, Osman, “Havari” DİA, İstanbul, 1997, XVI, 513-516. 38 çok net bir şekilde ortaya konulmuştur. İnciller Hz. İsa’nın ölümünden çok sonraki dönemlerde yazıldığından dolayı orijinal İncil ile bugünkü İnciller farklıdır.165 Genel kabul gören görüşe göre İsa’nın çarmıha gerilmediğini bilen kişilerin sayısı azdır. Onlar da havarilerdir. Havarilerden biri olan Yahuda Esharyuti Hz. İsa’nın ve arkadaşlarının yerini zamanın yöneticisine bildirmiş, Allah da ceza olarak Esharyuti’yi Hz İsa’nın kılığına sokmuş, Yahudler de Esharyuti’yi Hz. İsa diye çarmıha germişlerdir.166 Hz. İsa ve arkadaşları bundan sonra yakalanma korkusu ile saklanarak hayatlarını devam ettirmişlerdir. Çarmıhta öldürülen kişinin Hz. İsa olduğunun zannedilmesi, olayın gerçeğini bilenlerin de korktuklarından dolayı bunu açıklayamamaları sebebi ile İsa hakkındaki yanlış bilgiler halk arasında yayılmıştır. Roma İmparatorlarının 313 senesinde Milan fermanıyla Hıristiyanlığı serbest bırakmasına kadar Hıristiyanlık gizli bir şekilde yayılmaya devam etmiştir. Bu fermandan sonra İnciller rahatlıkla yazılabilir hale gelmiştir. Ancak aradan yaklaşık üç asır geçmiştir. Ayrıca orijinali ortada olmadığından dolayı başta Hz. İsa’nın ve havarilerinin hayatları olmak üzere İsa’dan sonraki pek çok olay İncil’e dahil edilmiştir. İznik konsilinde tersi kanaatler de olmasına karşın, İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu iddiası çoğunluk tarafından kabul edilmiştir.167 Belli düşüncedeki Müslüman bilginler, hasais, delail ve şemail türü eserler meydana getirmişler ve bu eserlerinde beşer olan Hz. Muhammed’i genellikle beşer üstü gösterme yoluna gitmişlerdir. Müslümanlar, peygamberlerin bir yandan beşer oluşlarına çok büyük önem atfedip, bu konuda Yahudi ve Hıristiyanların nasıl bir yanılgı içerisinde olduklarını vurgularlarken, diğer taraftan bir kısmı Hz. Muhammed’i yüceltme adına benzer hatalara düşmüşlerdir.168 164 165 166 167 168 “ De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur.” İhlas, 112/1-4. Atay, Hüseyin, İslamın İnanç Esasları,Ankara, 1992, s.170-172; Harman, Ömer Faruk, İncil, DİA, İstanbul, 2000, XXII, 270-276. Zemahşeri, Keşşaf, I, s. 587; Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 398-399; Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, I, s. 317; Elmalılı, Hak Dini, III, s. 119-120. Harman, Ömer Faruk, DİA, “İsa” XXII, s. 468-469; Sinanoğlu, Mustafa, DİA, “İznik Konsili” İstanbul, 2001, XXIII, s. 549-551. Bu konuya çalışmamızın giriş bölümünde ana hatları ile değindik. Burada ayrıca tekrar etmeyeceğiz. Ayrıca bu tür eserlerde Hz. Muhammed’i beşer üstü gösteren rivayetleri tenkitçi bir yaklaşımla ele alan bir değerlendirme için bkz. Bağcı, H.Musa, Hz. Peygamberin Beşeri Yönü, Bdt, Ankara, 1999, s.187-301, Biler, Sehilan, Psikoloji Açısından Hz. Peygamberin Şahsiyeti, Ankara, 1998, Bdt, s. 116-167. 39 1. Peygamberin Örnekliği Üsve kelimesi hüzün, ilaç, tedavi anlamına gelen Arapça e-s-v veya e-s-e kökünden gelmektedir. Fiil olarak ise tedavi etti, iyi etti anlamındadır. Âsi kelimesi doktor anlamına gelip çoğulu ise âsiyedir. İsâ ise kendi kendine tedavi etmektir.169 Üsve kelimesi üsve, isve ve esve olarak kullanılmaktadır. Üsve ve kudve aynı anlamdadırlar. İsim olarak kendisine uyulan örnek anlamındadır. E-sy den gelen üsve hüzün manasındadır. “İ’tesi bih”, “benzeri ol” anlamına gelmektedir.170 Kelimenin kökü hakkında Münziri Ebu Talip’ten şunu rivayet etmektedir. Müâsât’ın kökü hakkında iki farklı görüş vardır. Birincisi: Âsâ-Yüâsi kökünden gelen üsve, kudve yani örnek anlamına gelmektedir. Esâhu, ye’sûhü kökünden gelen üsve ise tedavi etti anlamındadır.171 Terim anlamı olarak üsve, ister zarar versin, ister sevindirsin, ister kötü, isterse de iyi olsun bir insanın başka bir insana tabi olması anlamına gelmektedir.172 Elmalılı, üsve kelimesinin, hemzenin ötre ve esresiyle üsve ve isve uymak ve boyun eğmek manasına masdar olduğunu belirtmektedir. Üsve kendisine uyulan özelliğe de, şahsın kendisine de denir ki, takip edilmesi gereken numune, şahid ve örnek demektir, şeklinde açıklamaktadır.173 Kelime ve terim olarak örnek anlamındaki üsve kelimesi Kur’an’da üç yerde kullanılmıştır. Bunlardan biri Hz. Muhammed hakkında, diğer ikisi ise Hz. İbrahim ve ona inananlar hakkındadır. Mümtehıne suresinde Hz. İbrahim ve ona inanan mü’minlerin örnek oluşları şu şekilde ifade edilmiştir: “İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.’ Şu kadar var ki, İbrahim babasına: ‘Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez’ demişti. O müminler şöyle dediler: Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana 169 170 171 172 173 Zebidi, Tac, XIX, s.156; İbn Manzur, Lisan, XIV, s. 34. Zebidi, Tac, XIX, s.157; İbn Manzur, Lisan, XIV, s. 35. İbn Manzur, Lisan, XIV, s. 36. Rağıb, Müfredat, s. 76; Ebyari, İbrahim-Merzuk, Abdussabur, el-Mevsuatü’l-Kur’aniyye, ts, ys, III, 725. Elmalılı, Hak Dini, VII, s. 546. 40 yöneldik. Dönüş de ancak sanadır. Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için deneme konusu kılma, bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegâne galip ve hikmet sahibi, ancak sensin. Andolsun, onlar sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü arzu edenler için güzel bir örnektir.”174 Hz. İbrahim’in hem sözlerinde ve hem de eylemlerinde örnek vardır175 Elmalılı, Hz İbrahim’in inkarcılara karşı söylediği bu sözlerle güzel bir örnek olduğunu söylemektedir.176 Sabuni de bu ayeti, “Ey mü’minler topluluğu, Allah’ın sevdiği İbrahim’de ve onunla beraber olan mü’minlerde sizler için güzel örnek vardır” diye açıklamıştır.177 Hz. Muhammed’in güzel örnek olduğunu belirten ayette şöyle buyurulmaktadır. “Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”178 Müslümanların peygamber tasavvurlarının oluşmasında etkili olan bu ayetin yorumunda Müslüman bilginler birbirine benzer açıklamalarda bulunmuşlardır. Beyzavi ve Ebu’s-Suud Peygamberin savaşta zorluklara karşı direnme gibi konularda ve kendi şahsında insanlığa örnek olduğunu ifade etmektedir.179 Zemahşeri ise Peygamberin bizzat kendisinin örnek olduğunu ve onda güzel örneklerin var olduğunu belirtmektedir.180 Elmalılı’ya göre bu ayet Hz. Muhammed’in yalnız sözleriyle değil, fiil ve hareketleriyle de kendisine uyulan bir peygamber olduğunu ifade etmektedir.181 Muhammed Esed de Hz. Muhammed’in örnek olmasını açıklarken aynı surenin yani Ahzab 182 ilişkilendirmekte 174 175 176 177 178 179 180 181 182 suresinin dokuz, on ve on birinci ayetleriyle ve özellikle de, mü’minlerin Hendek savaşının en kritik Mümtehıne, 60/4-6. Mahalli, Suyuti, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azım, s. 218. Elmalılı, Hak Dini, VII, s. 546. Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, III, s. 362 Ahzab, 33/21. Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, III, 368. Zemahşeri, Keşşaf, III, s. 531. Elmalılı, Hak Dini, VI, s. 303-304. Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi. Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan üzerinize yürüdükleri zaman; gözler yıldığı, yürekler gırtlağa geldiği ve siz Allah hakkında türlü türlü şeyler 41 günlerinde karşılaştıkları sıkıntıları anlatan “İşte orada ve o anda mü’minler sınandı ve şiddetli bir şok ile sarsıldılar” ayetiyle ilgili olarak: “Bu ayet ilk bakışta, Hz. Peygamberin imanını, cesaretini ve kararlılığını örnek almaları tavsiye edilen, Medine’nin o ilk savunucularına seslendiği halde, aslında bütün durumlar ve şartlar için geçerli olan zaman üstü bir muhtevaya sahiptir.”183 Konuyla ilgili ayetin tefsirinde Abdullah b. Ömer’e isnad edilen bazı hadisleri sıralayan Suyuti, Hz. Muhammed’in her konuda örnek alınması gerektiğini belirtmektedir.184 İbn Kesir ise, bu ayet, Peygambere sözlerinde, fiillerinde ve takrirlerinde uymada büyük bir ilkedir. Bundan dolayı Allah insanlara Hendek savaşında Peygambere uymayı emretti, diye açıklamaktadır.185 Aynı şekilde Kurtubi de, bütün hallerinde ve fiillerinde Peygambere uyulur demektedir.186 Yine o Mümtehıne suresinde İbrahim Peygamberin güzel örnek olduğunu belirten ayeti açıklarken, “Bizler mutlak olarak Hz. Muhammed’in her dediğine uymakla emrolunduk” demektedir.187 Şevkani ayetin kastedilen anlamının Hendek savaşına katılmayanlara ikaz, Peygamberin tavrına övgü olduğunu, ayetin iniş sebebinin özel bir olguya işaret etmesine rağmen genel bir anlam taşıdığını ifade etmektedir.188 Sabuni de buradaki güzel örneği; hiçbir şeyi hevasından yapmadığı ve söylemediği için bütün hallerinde, fiillerinde ve sözlerinde Peygambere uyulması zorunludur, şeklinde açıklamıştır.189 Hz. Muhammed’in güzel örnek olduğunu belirten ayet sebebiyle Üsve kelimesi İslam kültüründe geniş bir şekilde yer almıştır. Ayrıca ayetin açıklanmasına ve Hz. Muhammed’in güzel örnek olmasına belli ön kabullerle yaklaşılmıştır. Bu ön kabul “Peygamberin en güzel örnek olduğudur”. Yukarıda 183 184 185 186 187 188 189 düşündüğünüz zaman; İşte orada iman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı. (Ahzab, 33/9-11) Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı, meal-tefsir, İstanbul, 1999, II, 854. Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, VI, s. 583-585. İbn Kesir, Ebi’l-Fida İsmail b. Ömer el-Kuraşi ed-Dımeşki, Tefsiru’l-Kur’an’i’l-Azim, Riyad, 1997, VI, s. 391. Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, XIV, s. 102. Kurtubi ayrıca, hendek kazma esnasında müslümanlar çok aç kaldıklarını belirtmekte ve bundan dolayı sahabenin karınlarına taş bağlamak zorunda kaldıklarına işaret etmektedir. Peygambere durumlarını ilettiler. O da karnını açarak iki taş bağladığını gösterdi. Bundan dolayı Peygamber örnek gösterildi demektedir. (Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, XIV, s. 102) Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, XVIII, s. 38. Şevkani, Muhammed b. Ali b. Muhammed, Fethu’l-Kadir el-Cami’ beyne Fenneyi’r-Rivayeti ve’d-Dirayeti min Ilmi’t-Tefsir, ys, 1997, IV, s. 356 Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, II, s. 520 42 ayetin tefsirinde ortaya atılan görüşlerden bu durum kolaylıkla anlaşılmaktadır. Halbuki üsve kelimesinin Türkçe’deki karşılığı “en güzel örnek” değil, “güzel örnek”tir. Yani üsve kelimesi isim olarak kullanılmıştır.190 Elmalılı da Mümtehıne suresi dördüncü ayeti tefsir ederken üsve kelimesinin aslında masdar olduğunu ancak burada özellik kastedildiği zaman, zarfiyyet, mevsufun sıfatına mahalliyet kabilinden olur demektedir.191 Yani sıfata mahalliyet kesbetmiş, isim olarak kullanılmıştır. Bu ayetten yola çıkarak Hz. Muhammed’in en güzel örnek olduğunun ifade edilmesi, İslam kültüründeki Hz. Muhammed’i üstün görme ve gösterme anlayışının bir sonucudur. Bu anlayış müslümanları yeni ve güzel örnekler üretememeye neden olmaktadır. Bu anlayış sebebiyle onlar geçmişe hayranlıkla bakıp ileriye bakamamakta ve yeni güzel örnekler üretememektedirler. Hz. Muhammed’in örnekliği meselesi İslam dünyasında yanlış algılanan konulardan birisidir. Peygamber’in örnekliği onu her haliyle taklit etme olarak anlaşılmıştır. Bunun sonucunda da onun örnekliği iki şekilde günümüze taşınmıştır. Bunlardan birincisi Peygamber ne yaptı, ne düşündü, ne söyledi ve nasıl bir icraat gerçekleştirdi ise onun aynısını yapmak en doğru yoldur. Bu düşünce sahipleri Peygamberin söz ve eylemlerine, kısaca sünnetine kesinlikle uyulması gerektiğini ifade etmişlerdir. Bunlardan ikincisi ise Peygamberin giyimini, kuşamını, yemek yeme şeklini, saç, sakal ve bıyığını kesip kesmemesi, hatta hacetini gidermek gibi insan olması nedeniyle zorunlu olarak yapıp etmek mecburiyetinde kaldığı şeyleri bile yapmayı örneklik olarak algılamışlardır.192 190 191 192 Beğavi, İmam Muhyi’s-Sünne Ebi Muhammed el-Hüseyn b. Mes’ud, Tefsiru’l-Beğavi Mealimü’t-Tenzil, Riyad, 1993, VI, s.335; Şevkani, Fethu’l-Kadir, IV, s. 356. Üsve kelimesi İsmi tafdil değildir. Bu kelime ismi tafdil olmuş olsaydı işte o zaman “en güzel örnek” olarak Türkçeye çevirilebilir. Elmalılı, Hak Dini, VII, s. 546. Enes b. Sirin’in Abdullah b. Ömer hakkında anlattığı şu olay, Peygamberi taklit etme, onu örnek alma, ona tabi olma arzusunun kişiyi hangi noktalara götürebileceğini göstermesi açısından çok ilginç bir örnektir. Enes b. Sirin şöyle demiştir: “Abdullah b. Ömer ile birlikte Arafat’ta bulunuyordum. O yürümeye başlayınca ben de yürüdüm. Öğle ve ikindi namazlarını imamla beraber kıldık. İmam Müzdelife’ye hareket edinceye kadar İbn Ömer bekledi. Ben ve yanımdaki arkadaşım da bekledik. Derken imam hareket etti, biz de hareket ettik. Müzdelife ile Arafat arsında bulunan Me’zimeyn boğazına gelince İbn Ömer devesini çöktürdü. Biz de çöktürdük. Arkadaşımla ben; “Herhalde İbn Ömer burada namaz kılmak istiyor” dedik. İbn 43 Peygamberi örnek almak demek onu taklit etmek anlamına kesinlikle gelmez. Bu kelime Türkçe’de de kolayca anlaşılacağı gibi bir şeyi anlatmada olası durumlardan birini göstermek demektir. Örnek o şeyin aynısı yada bütünü değildir. Veya ondan başkası yapılamaz anlamına gelmemektedir. Örnek bütünden bir parçadır. Örneklerden sadece bir örneği teşkil eder. Buradan da kolayca anlaşılacağı gibi Peygamberin örnekliği de bu şekilde algılanmalıdır. Yani Peygamberin örnekliği bir şeyi peygamber nasıl yaptı ise onu aynen yapmak, ne dedi ise onu aynen uygulamak ya da onun gibi giyinmek demek değildir. Örnek almada temel ilke örneklikteki gayeyi anlamak ona göre hareket etmek olmalıdır. Mesela Allah Müslümanlara şöyle buyurmaktadır: “Ey inananlar! Siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve cihad için atlar hazırlayın ki, onlarla hem Allah'ın düşmanlarını, hem de kendi düşmanlarınızı, ayrıca Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz daha başkalarını korkutasınız.”193 Savaşa hazırlık ile ilgili bir örneği taklit etme olarak anlarsak Müslümanların bugün tank, top, uçak yerine yine atlar hazırlamaları gerekmektedir. Eğer örnekliği taklit etmek değil de mesajı kavramaya çalışmak olarak anlarsak, o zaman bu ayetten düşman saldırılarına karşı hazırlıklı olmak için illa da atlar hazırlamak değil, zamanın gereği olan silahlar ne ise onun en mükemmelini, düşmanın elindekinden daha üstününü hazırlamak anlamı çıkar. Peygamberin örnekliğindeki taklit ile gayeyi anlamada bir başka örnek Peygamberin Uhud savaşında Ayneyn geçidine Abdullah b. Cübeyr komutasında elli kadar okçu yerleştirmesidir.194 Hz. Muhammed’in oraya okçuları yerleştirmesi bizim için bir örnektir. Bugün bir savaş esnasında ordunun arka kısmına okçu 193 194 Ömer’in devesinin yularını tutan kölesi bize; “Hayır. Namaz kılmayacak. O, Peygamberin burada hacetini giderdiğini hatırlayınca inip hacetini gidermeyi istedi. Onun için burada devesinden indi” dedi.( Ahmed, Müsned, II, 131) Bir tane olay üzerinden bir genelleme yapmak doğru olmasa da, bu olay bize hareket noktası yanlış olanların doğru hedefe varamayacaklarını açık bir şekilde göstermektedir. Ancak İslam dünyasında “Peygamberi örnek almak bu şekilde olmalıdır” diye düşünenlerin sayısı hiç de az değildir. Böyle düşünenler bu çeşit düşüncelerinin akabinde o günkü tarzda yaşmanın, yemenin ve giyinmenin Peygamberi örnek almak olduğunu iddia etmektedirler. Enfal, 8/60. İbn Hişam, Siret, III, s. 73-74; İbn Hacer el-Askalani, Ahmed b. Ali, el-İsabe fi Temyizi’sSahabe, Beyrut, 1995, IV, s. 31; İbnü’l-Esir, İzzeddin Ebi’l-Hasen Ali b. Muahmmed elCezeri, Üsdü’l-Ğabe fi Ma’rifeti’s-Sahabe, Beyrut, 1995, III, s. 89;Yıldız, Hakkı Dursun başkanlığında bir heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İstanbul, 1989. 44 birliği yerleştirmek Hz. Muhammed’i örnek almak değil, taklit etmek anlamına gelmektedir. O’nun örnekliği düşmanların arkadan yapabilecekleri saldırılara karşı tedbir alınması gerektiğini bildiren bir ölçü olmalıdır. Hz. Muhammed’i örnek alma ile ilgili olarak Bedir esirlerine yapılan muamele örnek olarak verilebilir. Bedir savaşından sonra ele geçirilen esirlere yapılacak muamele konusu Müslümanlar arasında tartışılmıştır. Başta Hz. Ömer olmak üzere sahabelerden bazısı esirlerin öldürülmelerini önermiştir. Hz. Ebu Bekir’in başını çektiği diğer bir gurup ise fidye karşılığında serbest bırakılmalarını önermiştir. Peygamber, Ebu Bekir’in görüşünü benimsemiş, bazısını fidye, okuma yazma bilenleri de on Müslümana okuma-yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakmıştır. Burada Hz. Muhammed’in örnekliği hangi şart altında olursa olsun savaşta ele geçen esirlerin okuma yazma karşılığında serbest bırakılması değil, eğitim ve öğretime verdiği önemdir.195 Peygamberin örnekliği onu sadece taklit etmek anlamına gelmemektedir. Peygamberi örnek alma ile peygamberi taklit etme birbirleriyle karıştırılmamalıdır. O, güzel örneklerden sadece bir örnektir. Müslümanlar onu model alarak yeni ve güzel örnekler oluşturmalıdırlar. Aynı şekilde Hz. İbrahim ve ona inananlar tek bir Allah’a olan imanlarını o müşrikler topluluğuna karşı korkmadan haykırmışlar, Allah da onların bu davranışlarını güzel örnek olarak nitelendirmiştir. Bu her devirde her peygamberin ve her mü’minin sergilediği bir davranış tarzıdır. Öldürülme, eza ve cefaya uğrama, yer ve yurtlarından kovulma şeklinde cereyan eden bu tür davranışlara başta Hz. Muhammed ve ümmeti olmak üzere pek çok peygamber ve ümmeti muhatap olmuşlardır. Ancak onlar imanlarından asla vazgeçmemişlerdir. Bu sebeple Hz. İbrahim ve ona inananlar gibi aynı şekilde Hz. Muhammed ve ümmeti ve diğer peygamberler ve ümmetlerinin bu tür davranışları bizler için bu konuda güzel birer örnektir. Örneklik bakımından peygamberlerin aralarında bir fark yoktur. Hz. Muhammed’in güzel örnek olduğunu bildiren ayetten hareketle Hz. Muhammed’in en güzel örnek olduğu anlamını çıkarmak mümkün değildir. Hz. 195 İbn Hişam, Siret, II, s. 288; İbn Kesir, Tefsir, IV, s. 88-89; Zemahşeri, Keşşaf, II, 236-237; Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, IV, s. 104-105; Fayda, Mustafa, DİA, “Bedir Gazvesi”, İstanbul, 1992, V, s. 326. 45 Muhammed Hendek savaşında kendinden beklenen güzel bir davranış sergilemiş, Allah da vahiyle bu durumu tespit etmiş ve mü’minlere bildirmiştir. Kur’an’da Hz. Muhammed’in güzel örnek olduğunu bildiren sadece bir tane ayet vardır. Bu da yukarıda meali verilen ahzab suresi yirmi birinci ayetidir. Müslümanlar Peygamber’i anlarken din sadece bu ayetten ibaretmiş gibi anlamışlar ve Peygamberi örnek almayla ilgili bütün yorumlarını ve düşünce sistemlerini bu ayetin üzerinden şekillendirmişlerdir. Bu ayette “Peygamber tek bir örnektir” denmemektedir. “Allah’ın elçisinde sizin için güzel örnek vardır” denmektedir. Ayrıca herhangi bir ayette “Peygamberin örnekliğinden başka örneklik oluşturulamaz” da denmemektedir. Bazı müfessirler Hz. İbrahim’in güzel örnek olduğunu bildiren ayette “ona iman edenler” ifadesiyle daha sonra gelen peygamberlerin kastedildiğini iddia etmişlerdir.196 Söz konusu ifadenin böyle anlamlandırılmasını doğru bulmamaktayız. Çünkü buradan açıkça Hz. İbrahim ve ona inananlar kastedilmektedir.197 Ayetin açık manasını farklı bir şekilde yorumlamaya götüren bir neden yoktur. Altıncı ayette “dediler” şeklinde çoğul kullanılmakta ve buradan İbrahim ve ona inananların kastedildiği ortadadır. Bu durumda ayetin açık anlamından hareketle sadece Hz. İbrahim ve Hz. Muhammed’in değil iyi insanların da diğerlerine güzel örnek olabileceği anlamı çıkmaktadır. Yine aynı şekilde Üsvetün hasenetün ibaresi Kur’an’da Hz. İbrahim, ona inananlar ve Hz. Muhammed hakkında inmiş, diğer peygamberlerin bu yönüne işaret edilmemiş olsa da tüm peygamberler ayırım yapılmaksızın toplumları için elbetteki birer güzel örnektirler. Çünkü peygamberlik yasaları istisnasız her peygamber için geçerlidir. 196 197 Taberi, Camiu’l-Beyan, XII, s. 59; Şevkani, Fethu’l-Kadir, V, s. 282, Kurtubi, Ahkamu’lKur’an, XVIII, s. 38. Zemahşeri, Keşşaf, IV, s. 524; Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, XVIII, s. 38; İbn Kesir, Tefsir, VIII, s. 87; Ebu’s-Suud Efendi, Kitabü’t-Tefsir Allame Ebi’s-Suud, 1927, Mısır, V, s. 713; Zeccac, Ebi İshak İbrahim b. Es-Seri, Meani’l-Kur’an ve İğrabüh, Beyrut, 1988, V, s. 156; Ferra, Ebu Zekeriyya Yahya b. Ziyad, Meani’l-Kur’an, ts., Beyrut, III, s. 149; Şevkani, Fethu’l-Kadir, V, s. 282. 46 2. Peygamberlikte Cinsiyet Sorunu Peygamberlerin beşer oluşları ile alakalı olarak tartışılan hususlardan bir tanesi de kadınlardan peygamber gelip gelmediği konusudur. Kur’an’da peygamber olarak zikredilen kimselerin tamamının erkek olduğu konusunda İslam kelamcıları arasında ittifak vardır.198 Ancak kadınlardan da peygamber gelip gelmediği hususu tartışmalı konulardandır.199 Maturidiler ve Eş’arilerin çoğunluğu ve Mutezili olan Zemahşeri’ye göre kadınlardan peygamber gelmemiştir. Zeyneddin Kasım el-Hanefi, Eş’ari hariç Ehli Sünnet’in tamamının erkek olmayı peygamberliğin şartlarından biri olarak belirlediğini ifade etmiştir. Bu konuda ittifakın olduğunu dile getirmiştir.200 Eş’ariy’e göre nebi ve resul arasında fark vardır. “Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik”201 ayetine göre kadınlardan resul gelmemiştir fakat nebi gelmiştir. Bunların sayısı ise dörttür.202 Çünkü Eş’ari’ye göre nebiye vahiy gelmekle beraber onu tebliğ etme zorunluluğu yoktur.203 Nebi olan kadınlara da vahiy gelmiş ancak, onlar tebliğle görevli olmadıklarından gelen vahiyleri tebliğ etmemişlerdir. Eş’ariler, Hz. Musa’nın annesine vahyedilmesi204 ve Hz. Meryem’le205 ilgili ayetlerden hareketle kadınların da peygamber olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Peygamberlikleri söz konusu altı kadın Hz. Havva, Hz. Sare, Hz. Hacer, Hz. Musa’nın annesi, Firavun’un eşi Asiye ve Hz. Meryem’dir.206 İmam Eş’ari gibi İbn Hazm da, kadınların resul olarak değil, nebi olarak gönderildiklerini iddia 198 199 200 201 202 203 204 205 206 İbn Humam, Müsayere, s.194-198; Bahçeci, Peygamberlik, s.87. Gölcük-Toprak, Kelam, s. 277; Topaloğlu, Bekir, Kelam ilmi Giriş, İstanbul, 1988, s.147. Zeyneddin Kasım el-Hanefi, Haşiye ale’l-Müsayere, İstanbul, 1979, (Müsayere ile beraber) s.197. Yusuf, 12/109. Bkz. Nahl, 16/43; Enbiya 21/7. İbn Furek, Mücerred, s. 174. İbn Hümam, Müsayere, s. 197. “Musa'nın anasına: Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız, diye bildirdik.” Kasas, 28/6. “ Hani melekler demişlerdi: Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti.” Ali İmran, 3/42. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, VII, 110-111; Mubarekfuri, Tuhfetü’l-Ahvezi, V, 564; Aliyyülkari, Mirkat, IX, 713; Gölcük-Toprak, Kelam, s. 278; İzmirli, İsmail Hakkı, Yeni İlmi Kelam, Ankara, 1981, s.72; Yavuz, Salih Sabri, İslam Düşüncesinde Nübüvvet, İstanbul, ty, s.80. 47 etmektedir. O da nebi kelimesinin lügat manasından hareketle Allah’ın vahyini alan herkesin nebi olmasından dolayı, Firavun’un hanımı Asiye binti Müzahım ve Meryem binti İmran gibi kadınların nebi olduklarını söylemektedir.207 Eş’ari kelamcıları arasında kadınlardan da peygamber olduğu konusunda ittifak yoktur. Onların önde gelenlerinden bir çoğuna göre kadınlardan peygamber gelmemiştir. Eş’ari olan İbn Kesir şunu ifade etmektedir. Allah, melek vasıtası ile Meryem’e, Musa’nın annesine ve İbrahim’in eşine208 hitap ettiğinden dolayı, bazıları bu durumun onların nebi sayılmaları için yeterli olduğunu söylemektedirler. Fakat bu hitaplar, onların nebi sayılmalarını gerektirmez. Allah kadınlardan değil erkeklerden peygamber göndermiştir.209 Yine Eş’ari kelamcılarından biri olan Razi de, Yusuf suresi yüz dokuzuncu ayeti açıklarken kadınlardan peygamberler gelmediğini söylemiştir.210 Eş’ariler olan Beyzavi bu ayeti açıklarken, peygamberlerin melek türünden değil insan türünden geldiğini beyan etmek kastı ile “rical” kelimesinin kullanıldığını ifade etmektedir. Beyzavi devamla, bir gurubun bu ayetle kadınların peygamber olmalarının nefyedildiğini iddia ettiklerini de söylemektedir.211 Yani Beyzavi’ye göre de kadınlardan peygamber gelmemiştir. Kirmani’de aynı görüştedir.212 İmam Maturidi konu ile ilgili ayetin213 tefsirinde “rical” kelimesini öncelikle beşer yani insan cinsi anlamında açıklamış, buna bağlı olarak da, Allah’ın melek ve cinlerden değil, insanlardan peygamber gönderdiğini belirtmiştir. Peşinden aynı kelimeyi “erkekler” şeklinde değerlendirerek, kadınlardan peygamber gönderilmediğini ifade etmiştir.214 Maturidi kelamcılarından Pezdevi de, gerçekte Allah kadınlardan peygamber göndermemiştir,215 diyerek kadın peygamber gelmediğini belirtmiştir. 207 208 209 210 211 212 213 214 215 İbn İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed, Kitabü’l-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehva ve’n-Nihal, Mısır, 1317 h, V, s. 17-19. Zariyat, 51/29-30. İbn Kesir, Tefsir, IV, s. 421. Razi, Fahreddin, Mefatihu’l-Gayb, V, s. 179. Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 498. Mübarekfuri, Tuhfetü’l-Ahvezi, V, 564. Yusuf, 12/109. Maturidi, Te’vilat, II, s. 609. Pezdevi, Usulü’d-Din, s. 95. 48 Ebu’l-Berekat en-Nesefi de ilgili ayetteki “rical” kelimesini, peygamberin ya melek olmadığını ve insan cinsinden olduğunu ispat etmek, ya da içlerinden kadın olmadığını beyan etmek için gelmiştir,216 diye açıklamaktadır. Sabuni’ye göre, nübüvvette erkek olma peygamberliğin şartlarındandır. Peygamberlik hak dine davetle ortaya atılmayı gerektirir, kadın oluş ise perde gerisinde kalmayı gerektirir, bunların arasında tezat vardır, bundan dolayı da kadınlardan peygamber gelmemiştir.217 İbn Humam da, Müsayere’de Sabuni ile aynı şeyleri savunmakta, aynı sebeplerden dolayı kadınlardan peygamber gelmediğini ifade etmektedir.218 Zemahşeri ise konu ile ilgili ayeti tefsir ederken “rical” kelimesi ile öncelikle melek değil insan cinsinin kastedildiğini, ikinci olarak da İbn Abbas’tan gelen bir rivayete dayanarak kadınlardan peygamber gelmediğini nakletmiş, kendisi de peygamberlerin erkek olduğunu beyan etmiştir.219 Elmalılı, Hz. Muhammed’den önceki peygamberler melek de değildi, kadın da değildi. Onlar Hz. Muhammed gibi erkek, mert ve yiğit adamlardan ibaret idi,220 diyerek bütün peygamberlerin medeni, kültürlü ve erkek olduğuna vurgu yapmıştır. Sonuç olarak, kadınlardan peygamber gelip gelmediği konusu İslam kelamcıları arasında tartışmalı konulardan biri olmuştur. Çünkü Kur’an’da Hz. Meryem’e, Hz. Musa’nın annesine ve Hz. İbrahim’in eşine vahyedildiği bildirilmiş olmasına rağmen, onların peygamber oldukları açıkça belirtilmemiştir. Peygamberlerin erkeklerden geldiğinin ifade edildiği üç ayette de rical kelimesinin beşer cinsini ifade etmek için mi, yoksa kadınları istisna etmek için mi geldiği tam olarak açık değildir. Bu konuda yapılacak yorumlar da spekülasyondan öteye gitmeyecektir. 216 217 218 219 220 Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, II, s.240. Sabuni, Nureddin, Bidaye, s.46. İbn Humam, Müsayere, s.198. Zemahşeri, Keşşaf, II, s. 509. Elmalılı, Hak Dini, V, s.105. 49 3. Cinlerin Peygamberliği Sorunu Cinlerden peygamber gelip gelmediği konusu kelam ilmindeki tartışmalı konulardan biridir. Konunun peygamberlerin beşer oluşları ile alakası ise Hz. Muhammed’in insanların ve cinlerin peygamberi olduğuyla alakalı tartışmalardan kaynaklanmaktadır. İslam bilginlerinden bir kısmı Hz. Muhammed’in insanların ve cinlerin peygamberi olduğunu iddia etmişlerdir. Aynı şekilde onlar cinlere kendi cinslerinden peygamberler gelmediğini ifade etmişlerdir. Cin kelimesi bir şeyi örtmek, bir şeyin başka bir şeyi örtmesi, kaplaması, karartması, masdar olarak ise örtü anlamına gelmektedir.221 Kur’an’da da örtme, kaplama anlamında kullanılmıştır.222 Terim anlamı olarak ise; duyularla idrak edilemeyen, insanlar gibi şuur ve iradeye sahip bulunan, ilahi emirlere uymakla yükümlü tutulan ve mü’min ile kafir guruplarından oluşan varlık türü olarak tanımlanmıştır.223 Cinlerin var 224 anlaşılmaktadır. olduğu Kur’an’ın değişik ayetlerinden açıkça Kur’an’daki bir surenin adı Cin suresidir. Cinlerin yaratılış gayesi de insanlar gibi Allah’ı tanımak, O’na iman225 ve ibadet etmektir.226 Onların da iyileri ve kötüleri vardır,227 iman edenlerinin imanları eksiltilmez ve kendilerine haksızlık yapılmaz.228 Onlar da insanlar gibi Ahirette yapıp ettiklerinden dolayı hesaba çekileceklerdir.229 Bu hesap sonucunda asileri cezalarını çekecekler230 ve cehennemde odun olacaklardır.231 İyi cinlerin iyilikleri karşılığında cennete gitmeyecekleri, hayvanlarla beraber yok edilecekleri şeklinde düşünenler olsa da232 iyi cinlerin iyilikleri karşılığında kurtuluşa erecekleri, 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 İsfehani, Müfredat, s.203. En’am, 6/76. Şahin, M. Süreyya, “Cin”, DİA, İstanbul, 1993, VIII, s. 5. En’am, 6/100, 112, 128; İsra, 17/88; Diğerleri için bkz, M. Fuad Abdulbaki, el-Mu’cemu’lMüfehres li Elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim, İstanbul, 1990, Cin mad, s. 179-180. Ahkaf, 46/29-31; Cin, 72/1-2. Ahkaf, 46/29-31; Zariyat, 51/56; Cin, 72/1-2. Cin, 72/11. Cin, 72/12. En’am, 6/130. A’raf, 7/38, 179; Ahkaf, 46/18-20. Cin, 72/15. Yukarıda ayet numaralarını verdiğimiz surelerdeki ayetlere bakıldığında açıkça görülebileceği gibi (A’raf, 7/38, 179; Ahkaf, 46/18-20; cin, 72/15) Allah’ın emirlerine uymayan cinlerin, cezalarını çekmek üzere cehenneme girecekleri çok açıktır. Ancak iyi cinlerin cennete gireceğine dair açık bir ayet yoktur. Fakat onların hesaba çekilip kötülerinin cehenneme 50 cennete girecekleri ifade edilmektedir.233 İbn Hacer el-Askalani, cinlerin var olduğunu sevap ve ceza ile mükellef olduklarını beyan etmekte ve İslam bilginlerinin çoğunun da bu kanaatte olduklarını, cinlerin de cennete gireceklerini söylediklerini ifade etmektedir.234 Kur’an’daki cinlerle ilgili bütün bu bilgilere rağmen cinlerin mahiyyetleri yani ne tür bir yaratık oldukları insanlar tarafından bilenememektedir. Kur’an’daki bir ayette cinlere cinlerden, insanlara insanlardan peygamberler gönderildiği bildirilmektedir. Ayette şöyle buyurulmaktadır. “Hesap gününde Allah insanlara ve cinlere şöyle seslenecektir: “Ey cin ve insan topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bu hesap gününüzün gelip çatacağı hususunda sizi uyaran sizden peygamberler gelmedi mi?” Onlar şöyle cevap verecekler: “Biz kendi aleyhimize şahitlik ederiz.” Dünya hayatı onları aldattı ve kafir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.”235 Aslında bu ayeti kerime yorum gerektirmeyecek kadar açıktır. Bu ayete bakıldığı zaman cinlere kendi cinslerinden, insanlara da yine insan cinsinden peygamber gönderildiği anlaşılmaktadır. Fakat tarihi süreci içerisinde başta bazı ön kabuller, çeşitli din ve kültürlerden etkilenme sebebi ile bazı açık konular müslümanlar tarafından tartışmalı hale getirilmiştir.236 233 234 235 236 atılacaklarından dolayı, bunun mefhumu muhalifinden, iyi cinler cennete girebilir denebilirse de, bu çok kesin bir durum arzetmemektedir. Alusi, Ebu’l-Fadl Şihabüddin es-Seyyid Mahmud el-Bağdadi, Ruhu’l-Meani fi Tefsiri’lKur’ani’l-Azım, Bulak, 1301 h, IX, s. 191; İbn Kesir, Tefsir, VIII, s. 242; Beyzavi, Envaru’tTenzil, IV, s. 333-334; Cebeci, Lütfullah, Kur’an-ı Kerime Göre Cin-Şeytan, Konya, 1989, s. 117-118. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, VI, 499-500. İbn Hacer, İbn Ebi Leyla ve Malik’in cinlerin cennete gireceğini söylediklerini ifade etmektedir. Malik bu konuda Kur’an’daki “Rabbine karşı gelmekten korkan kimselere iki cennet vardır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?”( Rahman, 55/46-47) ayetini delil getirmiş ve hitap, insanlar ve cinler içindir. Onların mü’minlerinin olduğu sabit olduğuna göre mü’minler de cennete girer, demiştir. En’am 6/130. Hz. Adem’in eşi hakkındaki hikaye bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Kur’an’da ismi Havva olarak bile geçmeyen, Adem’in eşinin yaratılışı ile ilgili ayette, Adem’in eşinin Adem’le aynı nefisten, mahiyyetten yaratıldığı açık bir şekilde belirtilmiştir. (Nisa, 4/1) Müfessirlerden bazıları ayeti çoğunluğun anladığı gibi anlamamış, Havva’nın da Adem’in yaratıldığı aynı mahiyetten yaratıldığını ifade etmişlerdir. Bunlara göre Havva da Adem gibi aynı nefisten yaratılmıştır. (Taberi, Camiu’l-Beyan, III, 566; Savi, Ahmed es-Savi el-Maliki, Haşiyetü’l-Allameti’s-Savi ala Tefsiri’l-Celaleyn, Beyrut, 1993, I, s. 266; Bayraklı, Bayraktar, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2002, V, 21-23; Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı, I, s. 132-133) Bu açık ayete rağmen İslam kültürü Tevrat’taki Hz. Havva’nın yaratılışıyla ilgili bilgilerden etkilenerek oradaki bilgileri tefsir adı altında biraz da hadis 51 Yukarıda da ifade edildiği gibi cinlerden peygamber gelip gelmediği konusu tartışmalı konular arasında yer almıştır. Fahreddin er-Razi bu konunun tartışmalı konular arasında bulunduğunu söylemektedir. O bu konuyla ilgili olarak İslam alimlerinden Dahhak’ın şu görüşte olduğunu ifade etmektedir: “Her millet içinde mutlaka bir uyarıcı peygamber gelip geçmiştir.”237 “Eğer peygamberi bir melek kılsaydık muhakkak ki onu insan sûretine sokardık,”238 ayetleri cinlerden de kendi cinslerine peygamberler geldiğini göstermektedir. Melekler ile insanlar arasında tabiat farklılıkları vardır, birbirleriyle anlaşamazlar, birbirlerinden istifade edemezler. Bu sebeple her birine kendi cinslerinden peygamberler gönderilmesi gereklidir. Aynı şey, Allah’ın hikmetinin gereği cinler için de geçerlidir. Cinlere cinlerden peygamberler gönderilmiştir. Razi devamla, alimlerin çoğunun, cinlerden peygamberler gelmediğini, bu konuda icma hasıl olduğunu iddia ettiklerini belirtmektedir. Ancak o, bu konuyla ilgili olarak ortada bir ihtilaf varken icmanın olamayacağına işaret etmiştir. Daha sonra kendisi de cinlerden peygamber gelmediğini ifade etmiş ve bu düşüncesini delilleri ile ortaya koymaya çalışmıştır. Razi, Dahhak’ın, “cinlerden de peygamberler gelmiştir” iddiasına üç yönden cevap vermiştir. 1- Allah “Ey cin ve insan topluluğu! Sizden 237 238 kapısını kullanarak İslam’a sokmaya çalışmışlar ve bunda da başarılı olmuşlardır. Bunun sonucunda da Tevrat’taki Havva’nın Adem’in eğe kemiğinden yaratıldığı ile alakalı bilgiler İslamileştirilmiş, israiliyyat kültürü İslam inancı haline getirilmiştir. Olay Tevrat’ta şu şekilde anlatılmaktadır. “Ve Rab Allah adamın üzerine derin uyku getirdi, ve o uyudu; ve onun kaburga kemiklerinden birini aldı, ve yerini etle kapadı. Ve Rab Allah adamdan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve onu adama getirdi. Ve adam dedi ki: Şimdi bu benim kemiklerinden kemik, ve etimden ettir, buna Nisa denilecek, çünkü o insandan alındı” (Kitab-ı Mukaddes, Tevrat, İstanbul, 1969, Tekvin, 2/21-23) Havva’nın Adem’in kaburga kemiklerinden yaratıldığı ile ilgili olarak hem hadis hem de tefsir kaynaklarında israiliyyattan geçen bilgiler geniş bir şekilde hemen hemen bütün tefsir ve hadis kitaplarında ve şerhlerinde yer almıştır. Burada bir kaçı verilmekle yetinilecektir. Buhari, Sahih, Nikah, 45, Enbiya, 1; Müslim, Sahih, Rada, 61-62; Darimi, Sünen, Nikah, 35; İbn Mace, Sünen, Tahare, 77; Ahmed, Müsned, II, 428, 449, 530, V, 151, 164, VI, 279; Mübarekfuri, Tuhfetü’l-Ahvezi, IV, 367, VIII, 462; İbn Hacer, Fethu’l-Bari, VII, 12; Nevevi, Muhyiddin, el-Minhac Şerhu Sahihi Müslim el-Haccac, Beyrut, 1997, IX-X, 300-301; Zemahşeri, Keşşaf, I, 461; Ebu’s-Suud, Tefsir, I, 476; Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, II, 423; Hazin, Alaaddin Ali b. Muhammed b. İbrahim, Lübabü’t-Te’vil fi Meani’t-Tenzil, Mısır, 1318, I, 313. Konuya farklı yönlerden yaklaşan bilgi için bkz. Atay, Hüseyin, Kur’an’a Göre Araştırmalar I-III, Ankara, 1997, 77-86; Harman, Ömer Faruk, DİA, Havva, İstanbul, 1997, XVI, 542-544. Fatır 35/24. En’am 6/9. 52 peygamberler gelmedi mi!”239 buyurdu. Bu insanlar ve cinlerin peygamberlerinin, bütünün parçalarından bir parçasının olmasını gerektirir. Bu ayetin zahirinden yola çıkarak cinlerden peygamber geldiğini ispat etmek mümkün değildir. 2Peygamberler insanlardandı, denmesi zor değildir. Cinlerden bir gurup, Peygamber’in kelamını işitiyorlar, kavimlerine geliyorlar, Peygamber’den işittiklerini onlara haber veriyorlar, böylece cinleri uyarıyorlardı. Allah’ın “Hani cinlerden bir gurubu, Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur'an'ı dinlemeye hazır olunca birbirlerine "Susun" demişler, Kur'an'ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi”240 buyurdu. 3- Bu konudaki üçüncü yorum ise Vahidi’nin sözüdür. Vahidi şöyle demektedir. “İkisinden inci ve mercan çıkar.”241 ayeti ile ikisinden biri yani tatlı su değil tuzlu su kastedildiği gibi burada da durum böyledir. “Sizden peygamberler” ayetiyle Allah Teâla “sizin ikinizin bir tanesinden” demek istemiştir. O bir tane de cin değil insandır. Razi, devamla, kendi görüşü olarak şunu ifade etmektedir. Yukarıdaki ilk iki durumda ayetin zahirini terk etmeye gerek yoktur. Ancak üçüncü durumda ayetin zahirini terk etme zorunluluğu vardır. Ayrı her hangi bir delil olmadan buna varılması mümkün değildir.242 Nesefi de ilgili ayetin tefsirinde Razi’nin genişçe açıkladığı konuyu kısa bir şekilde açıklamış ve şöyle demiştir: “Dahhak, insanlara kendi cinslerinden peygamber gönderildiği gibi cinlere de kendi cinslerinden peygamber gönderilmiştir. Çünkü cinler cinlerle kolay anlaşırlar. Ayetin zahiri de bunu ifade etmektedir. Diğerleri sadece insanlardan peygamber geldi demektedir. Ayetteki hitapta insanlarla cinler bir arada ifade edilmiştir. ‘O ikisinden inci ve mercan çıkar’ ayetinde olduğu gibi insan ve cin cinsinin sadece birinden peygamber gelmiştir. Yada cin peygamberler Hz. Muhammed’in elçileri konumundadır.”243 Beyzavi, “Sadece insanlardan peygamberler gelmiştir. Bir gurup ayetin zahirine takılarak her cins yaratığa kendi cinsinden peygamber gönderilmiştir demektedir. Ama bu düşünce doğru değildir. Cinlerin peygamberleri ancak insan 239 240 241 242 243 En’am, 6/130. Ahkaf, 46/29. Rahman, 55/22. Razi, Fahreddin, Mefatihu’l-Gayb, IV, s. 156. Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, II, s.33-34. 53 peygamberlerin elçileri konumundadırlar”244 diyerek konuyla ilgili görüşünü ifade etmektedir. Mutezili olan Zemahşeri de bu ayetle ilgili olarak şunları beyan etmektedir: “Cinlerden peygamberler gelip gelmediği tartışmalıdır. Ayetin zahirine tutunanlar ülfet ve ünsiyet sağlayacağından dolayı her guruba kendi cinsinden peygamber gönderilir, dediler. Diğer gurup ise sadece insan cinsinden peygamber gönderilir, dedi. Bir başka gurup ise ‘kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler’245 ayetini delil göstererek, cinlerin insan peygamberlerin elçileri olabileceğini iddia ettiler. Kelbi ise Hz. Muhammed’den önce peygamberler sadece insanlara gönderiliyordu. Hz. Muhammed ise insanlara ve cinlere gönderilmiştir, demektedir.”246 Elmalılı da, sadece insan cinsinden peygamber geldiğini, Hz. Muhammed’in de Resulüssekaleyn yani insanların ve cinlerin peygamberi olduğunu ifade etmektedir.247 Açık bir delil olmamasına rağmen İslam kültürü Hz. Muhammed’in üstünlüğünü ispat edebilmek için de Hz. Muhammed’in insanların ve cinlerin peygamberi olduğu düşüncesini öne çıkarmıştır.248 Akıdetü’t-Tahaviyye’nin şarihi İbn Ebi’l-İzz de, birkaç kişi hariç, alimlerin çoğunun cinlerden peygamber gönderilmediğini sadece insanlardan peygamberler gönderildiğini kabul ettiklerini beyan etmektedir.249 Öncelikle insanlar ve cinler bir bütünün parçaları değillerdir. İnsanlar ve cinler hem yaratılışları hem de yaşadıkları boyutlar olarak farklı farklı yaratıklardır. Bu çok basit bir bakış ve kavrayışla görülebilecek bir gerçektir. Bu sebeple bütünün parçalarından bir parçasına peygamber göndermekle diğerlerine de peygamber gönderilmiştir yaklaşımı doğru değildir. Razi konuyu şöyle açıklamaktadır. “Cinlerden bir gurup gelip Kur’an’ı dinliyorlar, sonra kavimlerine dönüp onlara aktarıyorlardı” şeklindeki görüş doğru 244 245 246 247 248 249 Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, II, s. 397-398. Ahkaf, 46/29. Zemahşeri, Keşşaf, II, s. 66. Elmamlılı, Hak Dini, II, s. 518. Konuyla ilgili olarak özellikle çeşitli ayetlerin tefsiri yapılırken yukarıdaki örneklerde ve diğerlerinde Hz. Muhammed’in Rasülüssekaleyn olduğu iddia edilmiştir. İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan, 1306, yy, IV, s. 487; İbn Hacer; İbn Abdilber, İbn Hazm, Cüveyni ve İbn Teymiye’nin Hz. Muhammed’in hem insanlara ve hem de cinlere gönderildiğini söylediklerini iddia etmişlerdir. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, VI, 498 İbn Ebi’l-İz, Şerhu’l-Akıdeti’t-Tahaviyye, s. 177. 54 değildir. Çünkü bu konuyla ilgili ayetlerde bu durumun süreklilik arz ettiği yani hep bu şekilde devam ettiği anlamı çıkmamaktadır. Yani bahse konu olan Ahkaf suresi yirmi dokuzuncu ayetten; Ne zaman peygamberlere bir ayet gelse, cinlerden bir gurup yada cinlerin peygamberleri gelip o ayetleri dinliyor, o ayetleri alıp kavimlerine dönüyorlar ve aynısını kendi kavimlerine bildiriyorlardı, anlamının çıkması mümkün değildir. Böyle bir şey olabileceği bir anlık kabul edilse bile, bu durumda sadece insanları ilgilendiren, insanlarla alakalı ayetlerin ne olacağı ile ilgili problemler ortaya çıkacaktır. Böyle bir durumda cinler Kur’an’ın ne kadarını alıp da kavimlerine götürecekler, ne kadarını bırakacaklar, bunun sınırı ne olacak ve bu sınırını kim belirleyecektir. Eğer bunları Allah belirleyecekse bu durumda Allah’ın onlara da kendi cinslerinden bir peygamber seçip, emir ve yasaklarını doğrudan onlara bildirmesine engel teşkil edecek durum nedir? Bu sebeplerle bu şekilde düşünen bilginlerin “cinlerin gelip Hz. Muhammed’i dinleyip duydukları vahyi kendi kavimlerine aktardıkları” şeklindeki yaklaşımları doğru değildir. Dahhak da cinlerin insan peygamberlerin elçileri oluşları ile ilgili şu itirazı yapmaktadır. Allah, insanlara ve cinlere kendi cinslerinden peygamber gönderdiğini bildirmiştir. Şayet cin peygamberlerin insan peygamberlerin elçileri olduğu kabul edilirse bu durumda bunun aksinin de caiz olması gerekir. Bu da yanlış bir görüştür. Bu sebeple cinlere kendi peygamberleri kendi cinslerinden gönderilmiştir. Onlar da insan peygamberlerin elçisi değildirler. Allah’ın elçileridirler.250 Ayrıca cinlerin, “ Doğrusu biz Kur’an-ı dinleyince, ona iman ettik”251 demeleri de onlara kendilerinden bir peygamber gönderilmesine ve o peygambere içinde İlahi emir ve yasakları taşıyan bir kitabın verilmesine engel teşkil eden bir durum değildir. Bu olsa olsa, onların yanındaki kutsal bilgilerle, Kur’an’ın içerdiği bilgilerin aynı olduğunu, yani Kur’an’ın doğru olduğunu gösterir. Bu sebeple, Razi’nin bu yaklaşımı da doğru değildir. Üçüncü şıkka, yani “sizin ikinizin bir tanesinden peygamber gönderdik” açıklamasına gelince; Razi, kendisi de, ayrı bir delil olmadan böyle bir hükme 250 251 İbn Hacer, Fethu’l-Bari, VI, 498. Cin, 72/13 55 varılamayacağını, dolayısıyla böyle ayrı bir delilin de olmadığını ifade etmekle, üçüncü şık da geçersiz olmuş olmaktadır. Bazı kelamcılar “Resulü’r-Resul” yani “elçinin elçisi” ifadesiyle, cinlerin insan türünden peygamberlerin elçileri olabileceklerini, doğrudan Allah’ın peygamberleri olamayacaklarını iddia etmektedirler. Onların bu çeşit düşünceye varmalarının sebebi herhalde şu nedenlerden biri olsa gerektir: Ya cinler peygamberliğe layık değildir yada bu konu Hz. Muhammed’i insanların ve cinlerin peygamberi yaparak onu yüceltme için kullanılan bir malzeme haline getirilmiştir.252 Konu ile ilgili ortada yoruma mahal bırakmayacak şekilde açık bir ayet varken, İslam bilginlerinin bazısının cinlerden peygamber gelmediğine dair düşüncelerini başka bir şekilde açıklamak mümkün değildir. Ayrıca cinlerden kendi topluluklarına peygamber gelmiş olabileceğini kabul etmekle İslam’a ne gibi bir eksikliğin gelebileceğini anlamak zor olsa gerektir. Cinlerden peygamberler gelmiş olması, İslam inancına hiçbir zarar vermez. Kendilerine kendi cinslerinden peygamber gönderilmesi, insanlar gibi onların da Allah’ın emir ve yasaklarını kendi peygamberlerinden öğrenmelerinde İslam’ın bütünlüğüne her hangi bir eksiklik getirmez. Ayrıca Cin suresi birinci ayetinde belirtilen253 cinlerin gelip Hz. Muhammed’i dinlemeleri ve yine Ahkaf suresinde cinlerin gelip peygamberi dinleyip, daha sonra kendi kavimlerine uyarıcılar olarak dönmeleri onlara kendi cinslerinden peygamberler gönderilmediğine işaret etmez. Çünkü bu iki yaratık türü yani insan ve cinler farklı türden varlıklardır. Onların Kur’an’ı dinledikleri bildirilen Ahkaf suresi 29 ve 30. ayetlerinden, biz onların sadece Kur’an’ı 252 253 İbn Abdilber, “Hz. Muhammed insanlara ve cinlere gönderilmiştir. Bu durum da Hz. Muhammed’in diğer peygamberlere olan üstünlüğü konularından bir tanesidir” demektedir. (İbn Hacer, Fethu’l-Bari, VI, 498) Beyhaki de Delail’de, Hz. Muhammed’in resulüssekaleyn olduğunu, bu sebeple diğer peygamberlerden üstün olduğunu iddia etmiştir. (Beyhaki, Delail, V, 499) Yukarıda verdiğimiz örneklerin dışında da Müslüman bilginlerin çoğunluğu hem bazı hadislerin şerhinde ve hem de yeri geldikçe pek çok ayetin ve özellikle de Enbiya suresi yüz yedinci, Hakka suresi yirmi dokuzuncu ve Cin Suresi ilk ayetlerinin tefsirinde Hz. Muhammed’in insanların ve cinlerin peygamberi olduğunu iddia etmekten geri kalmamışlardır. Bunlardan bir kaçı şunlardır. ( İbn Kesir, Tefsir, III, 340; Kurtubi, Ahkamu’lKur’an, VII, 57; İbn Hacer, Fethu’l-Bari, VI, 498; Zemahşeri, Keşşaf, II, 66; Elmalılı, Hak Dini, III, 518; Sabuni, Muhammed Ali, Muhtasaru Tefsiri İbn Kesir, 1981, Beyrut, I, s. 11) “Resûlüm! De ki: Cinlerden bir topluluğun benim okuduğum Kur'an'ı dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur: Gerçekten biz, hârikulâde güzel bir Kur'an dinledik .Doğru yola iletiyor, ona iman ettik. Artık kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız.” Cin, 72/1-2. 56 dinlediklerini değil, aynı zamanda cinlerin Hz. Musa’ya indirilen Tevrat’tan da bir şekilde haberdar olduklarını öğrenmekteyiz.254 Yine onların insanoğlu ile beraber varlıklarını sürdüren ve hatta ataları olan Cann’ın insanlardan önce yaratıldıklarını bilmekteyiz.255 İnsanlardan önce var iseler bu durumda onların hesaba çekilebilmeleri için onlara sorumluluklarını anlatan, onlara örnek olan bir uyarıcıya yani bir peygambere ihtiyaçları olduğu açıktır. Onun için İslam kültüründe Hz. Muhammed’e biraz daha kutsallık atfetmek için, O’nun insin ve cinin peygamberi olduğu şeklindeki düşünce doğru değildir. Hz. Muhammed sadece insanların peygamberidir. Hz. Muhammed’in hem insanlara hem de cinlere Peygamber olarak gönderildiğini kabul edersek, bu durumda varlıkları Hz. Muhammed’den ve hatta insanların atası Hz. Adem’den öncesine dayanan cinlerin sorumlu tutulabilmelerini açıklamak mümkün olmayacaktır. Varlıkları ve hesaba çekilecekleri çok açık olan cinlerin bir hesaba tabi tutulabilmeleri için onların bir takım emir ve yasaklara tabi tutulmaları gerekir. Bu durum da yukarıdaki ayette açık bir şekilde belirtilmiştir. Cinlerin yapıp ettiklerinden hesaba çekilebilmeleri için kendilerine kendileriyle alakalı ilahi önerileri ulaştıracak bir elçinin gelmesi gerekmektedir. İşte bu konu İslam bilginleri arasında tartışılmış, bu tartışmalar sonucunda daha ziyade geleneğin de ağır basması sonucu cinlere, cinlerden peygamber gelmediği görüşü ortaya çıkmıştır. Onun yerine cinlerin ancak insan peygamberlerin elçileri olabileceği fikri kabul görmüştür. Sonuç olarak Allah cinlere kendi cinslerinden peygamberler göndermiştir. Bu düşünce İslam dininin bütünlüğüne bir halel getirmez. Ayrıca bu düşünce Kur’an’ın ruhuna da uygundur. 254 255 “ Ey kavmimiz! dediler, doğrusu biz Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik.” Ahkaf, 46/30. Elmalılı, Hak Dini, V, s.207; Kılavuz, Ahmet Saim, “Cin”, DİA, İstanbul, 1993, VIII, s. 8. 57 C. PEYGAMBERİN GÖREVİ 1- ELÇİ OLMASI Elçinin Arapça karşılığı resul’dür. Resul kelimesi r-s-l kökünden türemiş olup, gönderilmiş, elçi, belli bir mesaj ve sözü taşıyan, belli bir görev verilerek bir yere gönderilen kimseye denir.256 Aynı kökten türeyen irsal, yöneltmek, tevcih etmek ve göndermek anlamına gelmektedir.257 Resul, birisine teslim etmek üzere mektup verilen kişi anlamına da gelmektedir.258 Kur’an’da peygamberler için resul259 kelimesi kullanıldığı gibi mürsel260 kelimesi de kullanılmıştır. Risalet ise gönderilen mesaj, peygamberlik görevi anlamına gelmektedir.261 Elçi, günümüzde terim anlamı olarak bir hükümdarın ya da bir devletin başka bir hükümdara ya da devlete gönderdiği temsilci,262 başka bir tarife göre bir devlet tarafından diğerine gönderilen ve orada kendi devletini temsil eden kimse anlamına gelmektedir.263 Cürcani resulü, Allah’ın hükümlerini insanlara ulaştırmakla görevlendirdiği kişi şeklinde tanımlamıştır.264 Taftazani risaleti, insanlarla Allah arasında elçilik yapmak265 olarak açıklamıştır. Buradan çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır ki, resulun yani peygamberin görevi Allah’tan aldığı vahyi insanlara ulaştırmasıdır. Isfahani resulü, bir yerde sözü yüklenen, başka bir yerde peygamberliği ve sözü yüklenen şeklinde açıklamıştır. O, “Allah’ın resulü” ile bazen meleklerin, bazen de peygamberlerin kastedildiğini belirtmektedir.266 R-s-l kökünden türeyen kelimeler Kur’an’da beş yüz on üç yerde geçmektedir.267 Bu kökten türeyen kelimelerden yetmiş bir tanesi peygamberlikle alakalı olmayıp değişik anlamlarda kullanılmıştır. Bunlardan bir kısmı 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 Cürcani, Ta’rifat, s. 75. Zebidi, Tac, XIV, s. 281. İbn Fürek, Mücerred, s.174. Bakara, 2/87, 101, 143, 214, 285; Ali İmran 3/32, 53,81, 86. A’raf, 7/75; Rad, 13/43. İbn Manzur, Lisan, XI, s. 283-284. Büyük Larousse, İstanbul, ts., VII, s. 3605, Elçi mad. Örneklerle Türkçe Sözlük, MEB, Ankara, 1995, I, s. 817. Cürcani, Ta’rifat, s. 75. Taftazani, Sadeddin Mes’ud b. Ömer, Şerhu’l-Akaidi’n-Nesefi, ty, yy, s. 61. Isfehani, Müfredat, s. 353. M. Fuad Abdulbaki, el-Mu’cemu’l-Müfehres, rsl mad. s.312-320 58 meleklerden olan elçiler,268 başka bir kısmı insanlardan her hangi bir iş için görevlendirilen kişiler,269 diğer bir kısmı da rüzgar,270 sel,271 ses,272 tufan, çekirge ve haşere273 gibi bir kısım milletleri cezalandırmak için gönderilenler için kullanılmıştır. İşte bu kullanımlardan bir kısmı peygamberlerin görevlerinin elçilik olduğunu beyan ederken onların elçilik yönlerine vurgu yapmaktadır. Peygamberlerin elçilik yönlerine vurgu yapan ayetlerden bazıları şunlardır. “Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab'ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir elçi gönderdik.”274 “Hud: "Ey kavmim! ben beyinsiz değilim; fakat ben âlemlerin Rabbinin gönderdiği bir elçiyim" dedi.”275 “Musa dedi ki :"Ey Firavun! Ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim.”276 “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”277 “ Muhammed Allah'ın elçisidir. ”278 İşte yukarıda anlamlarını verdiğimiz ayetlerde ve diğerlerinde279 öne çıkan vurgu peygamberlerin elçi oluşlarıdır. Ayetlerde hem Hz. Muhammed, hem de Kur’an’da zikredilen Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb, Musa ve İsa gibi peygamberlerin peygamber oldukları vurgusu yapılmaktadır. Peygamberlerin ilk 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 Elçi kelimesinin Kur’an’da melekler için kullanıldığı yerlere şu ayetler örnek verilebilir. Meryem’e çocuk hibe etmek için gelen melek (Meryem 19/19), vahiy meleği Cebrail (Hakka 69/40,Tekvir 81/31),ruhları alan melek Azrail (En’am, 6/61; A’raf, 7/37), insanların yaptıklarını kaydeden kiramen katibin melekleri (Yunus 10/21; Zuhruf, 43/80), Lut’a yardım için gelen melekler (Hud, 11/81; Hıcr, 15/ 61), İbrahime çocuğu olacağını müjdelemek için gelen melekler. (Hicr, 15/57; Zariyat 51/31) Sebe melikesinin Süleyman’a gönderdiği elçi. (Neml,27/35) İsra, 17/69; Zariyat 51/41; Hakka, 69/6; Rum, 30/51; Ahzab, 33/9; Fussilet 41/16; Ankebut, 29/40 ve Kamer 54/19, vd. Sebe, 34/16. Ankebut, 29/40; Kamer 54/31. A’raf, 7/133. Bakara, 2/151. A’raf, 7/67. A’raf 7/104. Ahzab, 33/40. Fetih, 48/28. Bkz. Bakara, 2/129; Ali imran, 3/49,164; Nisa, 4/79; A’raf, 7/67; İsra, 17/93; Ta-Ha, 20/134; Mü’minun, 23/32; Kasas, 28/47; Hucurat, 49/3,7, Zariyat, 51/52, Münafikun, 63/1,5; Hakka, 69/10,40; Müzzemmil, 73/15-16; Tekvir, 81/19; Şems, 91/13; Beyyine, 98/2; Şuara, 26/16, 105-110, 124-129, 160-164, 176-180, Saf, 61/5, Saf, 61/6, Duhan, 44/13, 17-18; Zuhruf, 43/46, A’raf 7/158. 59 olarak üzerinde durdukları şeyin başında, kendilerinin, sadece birer elçi olduklarını beyan edişleri gelmektedir. Buradan da açık bir şekilde anlaşılmaktadır ki, peygamberlerin görevleri elçiliktir. Yani peygamberler Allah ile insanlar arasında birer elçidirler. Elçi olmaları nedeni ile Allah’tan aldıkları vahyi insanlara herhangi bir değişikliğe uğratmadan aynısı ile ulaştırmaları söz konusudur. Nitekim Kur’an’da: “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır”280 buyurulmaktadır. Yukarıdaki ayette görüldüğü üzere Peygamberler elçilik görevi gereği tebliğ yapmazlarsa Allah’ın elçiliğini yapmamış olacakları bildirilmiştir. Bu sebeple elçi, kendisini elçilik görevi ile görevlendiren kimsenin emrinin dışına çıkamaz. Eğer çıkarsa bu durumda elçilik görevini yapmamış olur. Peygamberler için çeşitli olaylar karşısında ikaz edilme durumu gerçekleşmiş,281 ancak özel bir görevle görevlendirildikleri için ve kendilerine yapılan ikazlara hemen uydukları için azledilme durumu gerçekleşmemiştir. Ancak Yunus peygamber örneğinde olduğu gibi cezaya çarptırılmış ve sonra bağışlanmıştır.282 Yunus’un halkı Yunus şehirden ayrıldıktan sonra durumun ciddiyetini anlamışlar, geçmiş milletlerde olduğu gibi başlarına toptan yok edilmeyle sonuçlanacak bir cezanın gelebileceğini düşünerek hepsi birden Allah’a iman etmişlerdir.283 Yunus geri döndüğünde onları Allah’a inanır halde bulmuştur.284 280 281 282 283 Maide, 5/67. Hz. Adem’in Allah’ın emrini ihmal edip çiğnediği için cennetten çıkarılması (Bakara, 2/36), Hz. Nuh’un oğlunun boğulması sonucunda Allah’a “Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vâdin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin.” (Hud, 11/45)şeklindeki yakarışı ile ilgili olarak “Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim” denilerek ikaz edilmesi (Hud, 11/46-47), Hz. Yunus’un kavmine kızıp onlardan ayrıldıktan sonra gemiye binmesi sonucunda denize atılıp balığın yutması ile bir nevi cezaya çarptırılması (Saffat, 37/139-148), Hz. Muhammed’in Abdullah ibn Ümmi Mektum (Abese, 80/1-10), Bedir esirleri (Enfal, 8/67) gibi konularda uyarılması, bunlara örnek teşkil etmektedir. Saffat, 37/139-148; Enbiya, 21/87; Elmalılı, HakDini, VI, 451-454; Sabuni, M. Ali, Safvet, III, 44. “Yunus'un kavmi müstesna, halkını yok ettiğimiz ülkelerden herhangi bir ülke halkı, keşke kendilerine azap gelmeden iman etse de bu imanları kendilerine fayda verseydi! Yunus'un kavmi iman edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık ve onları bir süre dünya nimetlerinden faydalandırdık.” (Yunus, 10/98) 60 Bir örnek bile olsa yukarıdaki olay peygamberlerin elçilik görevlerini yapmadıkları zaman bir şekilde cezalandırılacağını şüpheye mahal bırakmayacak bir şekilde göstermektedir. Elçilik görevinde elçi verilen görevin dışına çıkamaz, aldığı göreve her hangi bir ilave yapamadığı gibi herhangi bir eksiklik de yapamaz. Yani peygamberler Allah’tan almış oldukları vahye, ne herhangi bir ilave yapabilirler ve nede eksiltme yapabilirler. Bu duruma şu ayette açık bir şekilde vurgu yapılmaktadır. “ Belki de sen müşriklerin: "Ona bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi!" demelerinden ötürü sana vahyolunan âyetlerin bir kısmını duyurmayı terk edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. İyi bil ki sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekîldir.”285 Peygamberler, elçilik konum ve görevleri sebebi ile aldıkları vahyi insanlara getirirler. Bu durum şu ayetlerde çok açık bir şekilde tüm insanlığa bildirilmiştir. “Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber bir ayet getiremez.”286 Şu ayette de aynı duruma işaret edilmiştir. “Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana kıssalarını anlattığımız kimseler de var, durumlarını sana bildirmediğimiz kimseler de var. Hiçbir peygamber Allah'ın izni olmaksızın herhangi bir âyeti kendiliğinden getiremez.”287 Peygamberler, Allah’ın kendilerine tebliğ edilmesini emrettiği şeyin tersini yapamazlar. Bu onlar için muhal bir durumdur. Bu hususa da şu ayette işaret edilmiştir. “Hiçbir insanın, Allah'ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra kalkıp insanlara: Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis şöyle demesi gerekir: Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz.”288 284 285 286 287 288 Kur’an’da olay şöyle yer almıştır: “Doğrusu Yunus da gönderilen peygamberlerdendi. Hani o, dolu bir gemiye binip kaçmıştı. Gemide olanlarla karşılıklı kur'a çektiler de kaybedenlerden oldu. Yunus kendini kınayıp dururken onu bir balık yuttu. Eğer Allah'ı tesbih edenlerden olmasaydı, Tekrar diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı. Halsiz bir vaziyette kendisini dışarı çıkardık. Ve üstüne gölge yapması için kabak türünden geniş yapraklı bir nebat bitirdik. Onu, yüz bin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik. Sonunda ona iman ettiler, bunun üzerine biz de onları bir süreye kadar yaşattık.” (Saffat, 37/139-148) Hud, 11/12. Ra’d, 13/38-39. Mü’min, 40/78. Ali İmran 3/79. 61 Peygamberler sadece elçi olduklarından dolayı diğer insanlardan farklıdırlar. Başka yönlerden hiçbir farklılıkları yoktur. Çünkü onlar da yer içer, yaşar ve ölürler. Bu husus da Kur’an’da hem inanmayanlar, hem de peygamberler tarafından şu şekilde ifade edilmektedir. “Onlar şöyle dediler: Bu ne biçim peygamber; yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor!”289 “Peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? Halbuki O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak için sizi hak dine çağırıyor. Onlar dediler ki: Siz de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir delil getirin! Peygamberleri onlara dediler ki: "Evet biz sizin gibi bir insandan başkası değiliz."”290 Peygamberlerin diğer insanlardan en büyük farkları, elçi olmaları sebebi ile vahiy almalarıdır. “De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. Şu var ki bana, İlâh'ınızın, sadece bir İlâh olduğu vahyolunuyor.”291 Benzer bir ayette de aynı durum şu şekilde beyan olunmaktadır. “Resûlüm! Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. De ki: Bana sadece, sizin ilâhınızın ancak bir tek Allah olduğu vahyedildi. Hâla müslüman olmayacak mısınız? Eğer yüz çevirirlerse de ki: Bana emrolunanı hepinize açıkladım. Artık size vâdolunan şeyin yakın mı uzak mı olduğunu bilmiyorum.”292 a. Tebliğ Elçi olmaları nedeniyle peygamberlerin en başta gelen görevleri tebliğdir. Peygamberler Allah’ın elçisi olduklarına göre Allah elçisinden ne istemektedir? Bu konuda Kur’an ne demektedir? Her şeyden önce Allah elçisinden gönderdiği mesajı insanlara bildirmesini istemektedir.293 Sözlük anlamı olarak tebliğ, ulaştırmak,294 bildirmek, açıklamak demektir.295 Bu kelime b-l-ğ kökünden tef’ıl babının masdarıdır. Masdarları 289 290 291 292 293 294 Furkan,25/7. İbrahim, 14/10-11. Bkz. Kehf, 18/110;Enbiya, 21/3; Mü’minün, 23/24;Yasin, 36/15. vd. Kehf 18/110. Enbiya, 21/107-109. Akbulut, Ahmet, Nübüvvet Meselesi Üzerine, Ankara, 1992, s.59. Firuzabadi, Kamus, s. 1007. 62 Büluğ ve belağ olan b-l-ğ ise, ister zaman, ister mekan, isterse de yapılması takdir edilen işlerden bir işin maksadı ve varılacak yeri bakımından en son noktasına ulaşmak, varmak; başka bir anlamda ise, iş nihayetlenmese de o işle şereflenmek anlamına gelmektedir.296 Zebidi ve İbn Manzur b-l-ğ’yı ulaştı, nihayetlendi, ulaştırdı olarak tanımlamışlardır.297 Belağ ise iblağ ve tebliğden isim olup ulaştırma,298 muradına ulaşma,299 tebliğ ve kifayet etme, yani yeterli olma manasına gelmektedir.300 Baliğ ise hem ulaştıran anlamına gelmekte, hem de ister erkek ister kız olsun buluğa eren çocuk için kullanılmaktadır.301 “Şüphesiz Allah emrini ulaştırandır”302 ayetinde baliğ ulaştırma anlamında kullanılmıştır. Tebliğ, terim anlamı olarak; peygamberlerin, Allah tarafından tebliğine memur oldukları şeyleri ümmetlerine eksiksiz, tam olarak ulaştırmalarıdır.303 Başka bir ifade ile Allah’ın mesajlarını bildirme işidir.304 Peygamber, peygamber olması nedeniyle Allah ile kullar arasında elçidir. Elçinin en temel görevi ise tebliğdir. Kur’an’da peygamberlerin görevinin, yüklenmiş oldukları peygamberlik görevi sebebi ile sadece ve sadece insanlara tebliğ olduğu aşağıdaki şu ayetlerde açıkça bildirilmektedir. “Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan gelen vahiy ile biliyorum. Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.”305 “Ey Muhammed! Âd kavminin kardeşi Hud'u hatırla. Zira o, kendinden önce ve sonra uyarıcıların da gelip geçtiği Ahkaf bölgesindeki kavmine: Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Ben sizin büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum, demişti. "Sen bizi tanrılarımızdan çevirmek için mi bize geldin? 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 Gölcük-Toprak, Kelam, s. 283. Isfehani, Müfredat, s. 144; Firuzabadi, Kamus, 1007. İbn Manzur, Lisan, VIII, s. 419; Zebidi, Tac, XII, s. 7. Zebidi, Tac, XII, s. 8. İbn Manzur, Lisan, VIII, s. 419. Isfehani, Müfredat, s. 144; Firuzabadi, Kamus, 1007; Zebidi, Tac, XII, s. 8; İbn Manzur, Lisan, VIII, s. 419. Firuzabadi, Kamus, 1007; Zebidi, Tac, XII, s. 7; İbn Manzur, Lisan, VIII, s. 420. Talak, 65/3. Bilmen, Ömer Nasuhi, Muvazzah İlmi Kelam, İstanbul, 1342 h., s.201. Gölcük-Toprak, Kelam, s. 283. A’raf, 7/62, 68. 63 Hadi, doğru söyleyenlerden isen, bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir" dediler. Hûd da! Onun bilgisi ancak Allah'ın katındadır. Ben size, bana gönderilen şeyi tebliğ ediyorum. Fakat sizin cahil bir kavim olduğunuzu görüyorum, dedi.” 306 Tebliğ görevi doğrudan doğruya peygamberlere tevdi edilmiştir. Onlar yüklenmiş oldukları bu sorumluluğun ağırlığını en iyi şekilde bilmişler ve ilahi emanetin gereğini ne pahasına olursa olsun yerine getirmişlerdir. Bu sorumluluk bütün insanlığın hayat ve ölümünü, saadet ve ızdırabını mükafat ve cezasını ilgilendiren bir sorumluluktur.307 İşte peygamberler bu sorumluluklarını yerine getirirlerken pek çok sıkıntıya katlanmışlar bir çoğu öldürülmüş,308 bir çoğuna işkence yapılmıştır.309 Ancak bütün bunlara rağmen onlar tebliğ görevlerinden asla geri durmamışlardır. Allah’tan başka kimseden korkmamışlardır. Bu gerçek de şu ayette ifadesini bulmuştur. “O peygamberler ki Allah'ın gönderdiği emirleri duyururlar, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar.”310 Peygamberlerin yapmış olduğu tebliğ, diğer bir kısım insanların değişik amaç ve gayeler için yaptıkları işe asla benzemez. Onlar hiç kimseden karşılık beklemeksizin sadece Allah’a güvenerek davalarını duyurmuşlardır. İşte bütün bunlar onların peygamberliğinin hak olduğunun kanıtıdır. Peygamberlerin tebliğ vazifelerini yapmaları, onların Allah tarafından gönderilip, doğruluklarını gösteren bir delildir.311 Şu ayeti kerimede de tebliğ görevi peygambere emir siygasıyla bildirilmiştir. “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu 306 307 308 309 310 311 Ahkaf 46/21-23. Ata, Peygamberin Risaleti, s.92. “ "Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz" diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Onların bu dediklerini, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki: Tadın o yakıcı azabı!” Ali İmran, 3/181. Bkz. Bakara, 2/61, 91; Ali İmran, 3/112; Nisa, 4/155. Başta Hz. Muhammed olmak üzere peygamberlerin büyük çoğunluğu hiçbir ücret istemeden, sadece ve sadece insanların dünya ve ahirette mutluluğa erişmeleri için Allah’ın dinini tebliğ ettiklerinden dolayı çok büyük sıkıntılara maruz kalmışlardır. Hz. Muhammed’in Mekke döneminde on üç yıl boyunca özellikle boykot yılarında, Taif’te ve Uhud’da çekmiş olduğu sıkıntılar çok büyük olmuştur. (Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul, 1980, c.1, s.122-127, 253-258; Cevdet Paşa, Kısası Enbiya, I, s. 100-101, 161-191; Cevdet Paşa, Hz. Muhammed’in Hayatı, s. 61, 122-150; Sıbai, Mustafa, Hz. Muhammed’in Hayatı, çev, Hüseyin Sevme, İstanbul, 1991, s. 49-50, 60; en-Nedvi, Ebu’l-Hasen Ali elHaseni, Sireti Hetemennnebiyin, çev. İsmet Ersöz, İstanbul, 1981, s. 50-55.) Diğer peygamberlerin hayatları ve çekmiş olduğu sıkıntılar için bkz. Aydemir, Abdullah, İslami Kaynaklara göre Peygamberler, Ankara, ty, yy.; Sabuni, Muhammed Ali, en-Nübüvvetü ve’lEnbiya, Beyrut, 1985; Köksal, M. Asım, Peygamberler Tarihi, I-II, Ankara, 2004. Ahzab, 33/39. Said Havva, er-Resul, Beyrut, 1979, s. 86. 64 yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.”312 Beyzavi bu ayeti; “indirilenin tümünü tebliğ et eğer bir kısmını tebliğ etmezsen tamamını tebliğ etmemiş olursun” şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü bir kısmını gizlemekle tamamını gizlemek arasında çok fark yoktur. Her iki durum da azabı gerektirir.313 Ayeti kerimede görüldüğü üzere peygamber, peygamber olması hasebi ile tebliğ görevini yapmamazlık edemez. O, vahyin bir kısmını ya da tamamını gizleyemez. Bir ayette şöyle buyurulmaktadır. “Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti.”314 İmam Maturidi Allah’ın bu ayetle Hz. Muhammed’i ikaz ettiğini belirterek O’nun karşılaştığı sıkıntıları en iyi şekilde bildiğini, daha önceki peygamberlerin de benzer muamelelere maruz kaldıklarını, onların sabrettiklerini, fakat sonunda kendi yardımının onlara ulaştığını, dolayısıyla bu durumda tebliğden vazgeçerse bunda mazur sayılamayacağını ifade etmektedir.315 Peygamberler tebliğ görevlerini yerine getirirlerken kendi arzularına, heva ve heveslerine göre bir din oluşturamazlar. Vahyi alır ve onu tebliğ ederler. Nitekim bu durum Kur’an’da “O peygamberler ki Allah'ın gönderdiği emirleri duyururlar, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah yeter”316 ayetiyle ifadesini bulmuştur. Peygamberlerin, insanların itikatlarına aykırı düşen şeyleri emretmeleri, alışageldikleri şeyleri onlardan yasaklamaları sebebiyle tebliğ vazifesinin cesaret gerektirdiğine işaret edilmiştir.317 Tebliğ görevini yerine getirdikten sonra peygamberin sorumluluğu biter. tebliğiyle memur oldukları toplumdaki kişilerin inanıp inanmamaları peygamberin değil kendilerinin sorunudur. Peygamber çok istese de kişilerin inanıp inanamamasına bir müdahalesi olamaz. Peygamberler onları kendi özel 312 313 314 315 316 317 Maide 5/67. Beyzavi, Envaru’t-Tenzil , I, s. 275-276. Enam, 6/34. Maturidi, Te’vilat, II, s. 112. Ahzab, 33/39. Eşkar, Ömer Süleyman, er-Rusül ve’r-Risalat, Kuveyt, 1985, s.43, 65 gayretiyle imana getiremez.318 İmanın ve küfrün kişilerin kendi tercihleri olduğu Kur’an’da değişik ayetlerde beyan edilmiştir.319 Başta Eş’ari olmak üzere bazı kelamcıların nebilerin tebliğ görevi ile görevli olmayabileceklerini ileri sürmüşlerdir. Nebi ve resul kelimeleri arasında bir fark olmadığı, bunların birbirlerinin yerine kullanılabilen kelimeler olduğu ifade edilmişti. İşte bu sebeple klasik yaklaşımla kendilerine ister nebi, isterse de resul densin, bütün peygamberlerin görevlerinin tebliğ olduğu aşikardır. Bu gerçek bütün peygamberlerin diliyle ifade edilmiş ve onların görevleri bakımından ortak noktalarının tebliğ olduğu açıklanmıştır. Nuh “Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size öğüt veriyorum”320 dedi. “Salih o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: Ey kavmim! Andolsun ki ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz.”321, “ Şuayb, onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: Ey kavmim! Ben size Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım!”322, “Hud dedi ki "Eğer yüz çevirirseniz şüphesiz ki benimle size gönderileni ben size bildirdim."”323 Hz. Muhammed ile ilgili olarak da şöyle buyurulmaktadır. “Ey Resulüm! Yine de yüz çevirirlerse, artık sana düşen ancak açık bir tebliğden ibarettir.”324 Kendilerine peygamber gelen millet ve topluluklar gelen mesaja inanmayıp ondan yüz çevirirlerse, bu durumda peygambere düşen görevin sadece tebliğden ibaret olduğu şu ayette ortaya konulmuştur. “Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: "Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim." Ehl-i 318 319 320 321 322 323 324 “Bu yeni Kitab'a inanmazlarsa ve bu yüzden helâk olurlarsa arkalarından üzüntüyle neredeyse kendini harap edeceksin.” Kehf 18/6 “O halde onlar için üzülerek kendini helak etme.” Fatır, 35/8. “Yahudiler peygamberlerle alay ederek "Kalplerimiz perdelidir" dediler. Hayır; küfür ve isyanları sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir.” Bakara, 2/88; “Kim imanı küfre değişirse, şüphesiz dosdoğru yoldan sapmış olur.” Bakara, 2/108; “Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar.” Bakara, 2/217. “Allah zalim kimseleri hidayete erdirmez.” Bakara 2/258. “Allah, kâfirleri doğru yola iletmez.” Bakara 2/264. “Allah, fasıklar topluluğuna hidayet etmez.” Maide 5/108. “Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, yoldan çıkmalarından dolayı onlar azap çekeceklerdir.” (En’am, 6/49) Bkz. Nisa, 4/175; Maide, 5/1516; En’am, 6/122,125; Fatır, 35/8; Muhammed, 47/4-6. A’raf, 7/62. A’raf, 7/79. A’raf, 7/93. Hud, 11/57. Nahl, 16/82. 66 kitaba ve ümmîlere de: "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok eğer yüz çevirdilerse sana düşen, sadece duyurmaktır.”325 Benzeri bir ifade bu sefer doğrudan Allah’ın beyanı olarak ifade edilmiş ve elçiye düşen görevin apaçık bir tebliğ olduğu belirtilmiştir. “Allah'a itaat edin, Resûle de itaat edin ve kötülüklerden sakının. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki Resûlümüzün vazifesi apaçık duyurmak ve bildirmektir.”326 Yine başka bir ayette “Peygambere düşen görev sadece ve sadece tebliğ etmektir”327 buyurulmaktadır. İnkar etmekten kaynaklanan hesabın ve yaptırımların Allah’a ait olduğunu, peygamberlere düşen görevin ise sadece tebliğ olduğu bizlere hatırlatılmaktadır. “Biz, onlara vaat ettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de veya ondan önce seni öldürürsek de sana ancak tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir.”328 Allah, insanlara verdiği çeşit çeşit nimetlerini saydıktan sonra insanların iman etmelerini istemektedir. Hz. Muhammed’e hitaben, o’na düşen görevin sadece tebliğ olduğunu belirtmektedir. “ Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi. Göğün boşluğunda emre boyun eğdirilmiş olarak uçuşan kuşları görmediler mi? Onları orada Allah'tan başkası tutamaz. Kuşkusuz bunda inanan bir toplum için ibretler vardır. Allah, evlerinizi sizin için bir huzur ve sükûn yeri yaptı ve sizin için davar derilerinden gerek göç gününüzde, gerekse konaklama gününüzde, kolayca taşıyacağınız evler; yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar faydalanacağınız bir ev eşyası ve bir ticaret malı meydana getirdi. Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı. Dağlarda da sizin için barınaklar yarattı. Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar yarattı. İşte böylece Allah, müslüman olmanız için üzerinize nimetini tamamlıyor. Ey Resûlüm! Yine de yüz çevirirlerse, artık sana düşen ancak açık bir tebliğden ibarettir.” 329 325 326 327 328 329 Ali İmran, 3/20. Maide, 5/92. Maide, 5/99. Ra’d, 13/40. Nahl, 16/78-82. 67 Allah, inkarcıların inkarlarının sebebi olarak Allah’ı göstermelerine cevaben geçmiş milletlerin de aynı mazereti ileri sürdüklerini beyan ettikten sonra Peygambere tebliğden başka bir görev düşmeyeceğini açıklamaktadır: “Ortak koşanlar dediler ki: "Allah dileseydi ne biz ne de babalarımız ondan başkasına tapardık. Onun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Peygamberlerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi!”330 Ayrıca Türkçe karşılığı ancak ve ancak anlamına gelen istisna edatı kullanılarak peygamberlerin görevinin sadece tebliğden ibaret olduğunu şu ayeti kerimelerden öğrenmekteyiz: “ De ki: Allah'a itaat edin; Peygamber'e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber'in sorumluluğu kendisine yüklenen tebliğ görevini yapmak, sizin sorumluluğunuz da size yüklenen görevleri yerine getirmenizdir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygamber'e düşen, sadece açık-seçik duyurmaktır. ”331 “ Eğer size tebliğ edileni yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de kendilerine tebliğ edileni yalan saymışlardır. Peygamber'e düşen, yalnız açık bir tebliğdir.”332 “Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır.”333 “Allah'a itaat edin, Peygamber'e de itaat edin. Yüz çevirirseniz bilin ki, elçimize düşen apaçık bir duyurmadır.” 334 “Ey Muhammed! De ki: Gerçekten Allah bana bir kötülük dilerse Allah'a karşı beni kimse himaye edemez, O'ndan başka sığınacak kimse de bulamam. Benim yaptığım ancak Allah katından olanı, O'nun gönderdiklerini tebliğdir. Artık kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, bilsin ki ona, içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır.”335 Tebliğin temel amacı, insanların Allah’a karşı bir huccetlerinin olmaması ve kendilerini savunma imkanlarının ellerinden alınmasıdır. Hiç kimse tebliğden sonra özür beyan edemez. Çünkü din bütün açıklık ve kemaliyle insanlara tebliğ 330 331 332 333 334 335 Nahl, 16/35. Nur, 24/54. Ankebut, 29/18. Şura, 42/48. Teğabün, 64/12. Cin, 72/22-23. 68 edilmiştir.336 “Yerine göre müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki insanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın!”337 Peygamberler tebliğ görevlerini yaptıklarından dolayı toplumlarından bir ücret istemezler. İnsanlar yaratılışları itibarı ile başka birisine yaptıkları bir iş ya da yardımdan dolayı bir ücret beklerler. Bu da olmazsa bu davranışlarına karşılık olarak en azından bir teşekkür beklerler. Fakat insanların mutluluğu için hayatlarını tehlikeye atarak yaptıkları bu işe karşılık olarak, peygamberlerden hiçbir tanesi tebliğ görevlerini yerine getirirlerken, yaptıkları bu işten dolayı toplumlarından her hangi bir ücret talep etmemişlerdir. Onlar bunun karşılığını yüce Allah’tan beklerler. Yegane arzuları Allah’ın rızasıdır. Onlardan her birinin yegane sözü “Ey kavmim! Ben, peygamberliğe karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Hâla aklınızı kullanmıyor musunuz?”338 olmuştur. İşte böylece peygamberler bir ücret ve maddi bir kazanç temin etme gayesi olmaksızın tebliğ görevlerini yerine getirirler. Peygamberlerin tebliğ görevleri bakımından onlarla ilgili bir başka husus ise, onların mübelliğ olmalarının yanında aynı zamanda birer müjdeci ve uyarıcı olmalarıdır.339 “Doğrusu biz seni Hak Kur'an ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin.”340 “İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi.” 341 Peygamberlerin müjdeleyici ve uyarıcı olmalarının yanında aynı zamanda insanlar için birer şahit olduklarını da şu ayetler ifade etmektedir. “Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.” 342 “Ey Mekkeliler! Nasıl Firavun'a bir elçi göndermiş idiysek doğrusu size de, hakkınızda şahitlik edecek bir peygamber gönderdik.”343 Bu ayetler yukarıda da ifade edildiği gibi, peygamberlerin ümmetleri hakkında, onların yapıp ettikleri 336 337 338 339 340 341 342 343 Gölcük-Toprak, Kelam, s.284. Nisa, 4/165. Hud, 11/51. Bkz. Yunus, 10/72; Hud, 11/29; Şuara, 26/109, 127, 145, 164, 180; Sebe, 34/47. Akbulut, Nübüvvet, s. 60. Bakara, 2/119. Bakara, 2/213. Bkz. Maide, 5/19; En’am, 6/48; A’raf, 7/188; Hud, 11/2; Yusuf, 12/96; İsra, 17/105; Sebe, 34/28; Fatır, 35/24; Fussılet, 41/4. Ahzab, 33/45. Bkz. Fetih, 48/8. Müzzemmil, 73/15. 69 konusunda onların lehlerinde ya da aleyhlerinde birer şahit olduklarını beyan etmektedir. Tebliğ edilen şeyler hususunda, peygamberin, tebliğ ile memur olduğu toplumdan farklı olarak sırf ona mahsus bir kısım ilave emirlere de muhataptır.344 Ümmeti için yapılması ya da yapılmaması konusunda emrolunduğu neler varsa, oda bu şeylerle sorumludur. “Ey Muhammed! Kur'an'a uymayı sana farz kılan Allah, elbette seni döneceğin yere döndürecektir.”345 “Bu, kendisiyle insanları uyarman, inananlara öğüt vermen için sana indirilen bir kitaptır. Artık bu hususta kalbinde bir şüphe olmasın. Rabbinizden size indirilen Kur'an'a uyun. O'nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!”346 “ Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline, Kur'an'a tâbi olun.” 347 Bu emirler insanlaradır. Bunlarda Hz. Muhammed’i ayırıcı bir hitap olmadığından dolayı bu emirlere uyma zorunluluğu elbette ki Hz. Peygamber için geçerlidir. Şu ayetlerde Allah, direkt olarak Hz. Muhammed’e kendine verilen Kur’an’a ve din’e uymasını açık bir şekilde emretmektedir: “Ey Peygamber! Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır. Rabbinden sana vahyedilene uy. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Allah'a güven. Vekîl olarak Allah yeter.”348 “De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden Hak olan Kur'an gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim. Sadece tebliğ etmekle görevliyim. Resûlüm! Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye 344 345 346 347 348 Bunlardan iki tanesi Peygamber’in teheccüd namazı kılmak ve kurban kesmekle emrolunmasıdır. Teheccüd namazını kılmak Müslümanlar için kılınması zorunlu bir namaz değildir. Ama Hz.Peygamber için kılınması zorunlu sadece ona mahsus bir namazdır. Bu durum şu ayetle belirtilmiştir. “Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a ulaştırsın” (İsra, 17/79) Yine kurban kesme işi Müslümanların üzerine farz değilken Kevser suretindeki ayetle Kurban kesmesi Hz. Peygamber için bir emirdir. Ayette şöyle buyurulmuştur. “Muhakkak biz, sana kevseri verdik. Öyleyse Rabb’in için namaz kıl ve kurban kes” (Kevser, 104/2-3) Kasas, 28/85. A’raf, 7/2-3. Zümer, 39/55. Ahzab, 33/1-3. 70 kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır.”349 “Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma” 350 Peygamberlerin, Allah tarafından emir buyurulan şeylerin tümünü toplumlarına tebliğ etmeleri vaciptir. Bunun zıddı olan o emirlerden bazılarını gizlemek onlar hakkında müstahildir. Gönderilmelerindeki hikmete aykırıdır.351 Çünkü tebliğine memur oldukları bir hakikatı gizlemek veya değiştirmek isteselerdi vazifelerine hıyanet etmiş olurlardı. Böylece gönderilmelerinden beklenen hüküm ve maslahatlar yerine gelmezdi.352 a.a. Tebliğde Müslümanların Konumu Tebliğ görevi ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem’den başlayıp isimlerini bildiğimiz ya da bilmediğimiz pek çok peygamber vasıtasıyla son peygamber Hz. Muhammed’e kadar devam etmiştir. Peki Hz. Muhammed’in vefatından sonra durum ne olacaktır. Çünkü artık yeni bir peygamber gelmeyeceğine göre tebliği kim yapacaktır? Tebliğ görevi bitmiş midir? yoksa hala devam etmekte midir? Devam ediyorsa bu görevi kimler üstlenecektir? Aşağıdaki şu ayetten tebliğ görevinin bitmediği, halen devam ettiği anlaşılmaktadır. “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”353 Ayrıca başka ayetlerde de354 hem Hz. Muhammed’in ümmetinin, hem de onun ümmetinden önceki kavimlerdeki müminlerin vasıflarından bahsedilirken, onların Allah’a iman ettikleri, namazlarını kıldıkları, zekatlarını verdikleri, iyiliği emredip, kötülükleri yasak ettiklerinden bahsedilmektedir. “Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar.”355 Bu ayeti ve 349 350 351 352 353 354 355 Yunus, 10/108-109. Casiye, 45/18. Yüksel, Emrullah, Kelam Dersleri, Erzurum, 1986, s.52. Bilmen, Muvazzah İlmi Kelam, s.198, 201. Ali İmran, 3/104 “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız” (Ali İmran, 3/110) “Hepsi bir değildir; ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar. Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar iyi insanlardandır. Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takvâ sahiplerini çok iyi bilir.” (Ali İmran 3/113-115) Tevbe, 9/71. 71 diğerlerini yukarıdaki emir ifade eden ayet ile bir arada değerlendirip yorumladığımız zaman tebliğ, yani insanlara dini anlatma, ulaştırma, onların anlayışlarına sunma görevinin hala devam ettiği ortaya çıkmaktadır. Tebliğ görevini kim yapacaktır? Bu görev kimindir? Esas cevap verilmesi gereken soru budur. Hz. Muhammed’in vefatından sonra tebliğ görevi Müslümanların görevi haline gelmiştir. Çünkü dinin insanlara doğru bir şekilde aktarılma işi sıradan bir iş değildir. Herkes kendine göre dilediği şekilde hüküm vermeye kalkamaz. İslam’da ruhbanlık yoktur. Bu doğrudur. Kimseye yorum konusunda sınırlama getirilemez. Ama burada olmazsa olmaz tek şart yorumda bulunacak kişinin yorumda bulunmaya yetecek kadar bilgiye sahip olması gerekir. Yani herkes aynı seviyede dini en ince noktalarına kadar bilememektedir. Bu sebeple öncelikle müslümanlar arasında, zamanın değişen şartlarına, değişen olaylarına ve yeni çıkan problemlerine cevap verebilecek, dini doğru bir şekilde yorumlayabilecek bir gurubun olması zorunluluktur. Yukarıdaki ayette “Sizden bir gurup olsun” derken de bu anlaşılmalıdır. Çünkü dini derinlemesine anlayıp ondan yorum çıkarıp insanlığın faydasına sunmak basit bir iş değildir. Üzerinde çok çalışılması gereken bir durumdur. Bu sebeple dini öğrenip başkalarına anlatmak müslümanlar üzerine Farz-ı kifayedir. Dini insanlara anlatma görevi toplumun kuracağı kurumlar eliyle ve belli bir birliktelik içerisinde yürütülmek zorundadır. Çünkü İslam dininde ruhbanlık olmadığından herkes anlayışı ve bilgisi ölçüsünde dini konularda yorum yapabilir. Bu durumda da farklı farklı dini yorumların ortaya çıkması normaldir. Tarihen de bu böyle olmuş, fıkıhta ve akaidde çeşitli mezhepler ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak tebliğ peygamberlerin yegane peygamberlik görevleridir. Ancak son peygamber Hz. Muhammed’den sonra peygamber gelmeyeceğinden dolayı insanlara dini anlatma görevini birilerinin yapması gerekmektedir. Bu görevinde tüm müslümanlar üzerine farz-ı kifaye olduğu açıktır. Bunu da müslüman bilginlerinden oluşan kurumların yapması gerekmektedir. 72 b. Beyan Beyan, yani almış oldukları vahyi açıklama, başka bir ifadeyle gizlememe peygamberlerin görevlerinden bir tanesidir. B-Y-N kökünden türeyen beyan, kelime anlamı itibarıyla açıklamak, açık olmak, ortaya çıkarmak, bilmek anlamına gelmektedir.356 Kendisiyle bir şeyin açıklandığı şeye beyan denmektedir.357 Cem’u’l-Cevami şerhinde beyan; bir şeyi şekiller aleminden tecelli alanına çıkarmaktır şeklinde açıklanmıştır.358 Aynı kökten gelen tibyan ile beyan arasında fark vardır. Beyan bir mananın açıklanması ve ortaya konması anlamına gelirken, tibyan mananın anlaşılması anlamına gelmektedir. Beyan kişiden diğerine açıklama olurken, tibyan ise kişinin kendi nefsine açıklaması anlamına gelmektedir. Tebyin beyan anlamına gelmektedir.359 “Tebeyyenet el emru” “üzerinde düşünmek” anlamına gelir. Kelime anlamı bu şekilde olan beyan terim olarak ise; konuşmacının dinleyene muradını anlatabilmesi, başka bir tarife göre ise fasih konuşma anlamına gelmektedir. Başka bir tanımda ise beyan; mananın ve daha önce gizli olan bir şeyin ortaya konulması ve açıklanması anlamına gelmektedir.360 Bu tanımlamalardan da anlaşılacağı üzere beyan; açıklamak, ortaya koymak anlamına gelmekte olup gizlemenin zıddıdır.361 Peygamberlerin görevlerinden bir diğeri de, onların almış oldukları vahyi beyan etmeleridir. Buna göre peygamberler almış oldukları vahyi gizleme hakkına sahip değillerdir. Kur’an’ın değişik ayetlerinde Allah Teâla elçisinden Kur’an’ı açıklamasını yani gizli tutmamasını istemekte, bunun onun görevi olduğunu ifade etmekte, eğer bu görevini yerine getirmezse peygamberlik görevini yerine getirmemiş olacağını bildirmektedir. İlahi mesajı açıklamak yani gizlememek peygamberliğin yasalarından biridir. “Ey Muhammed! İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik”362 Eğer peygamber almış olduğu mesajın tamamını veya bir kısmını gizlerse bu durumda 356 357 358 359 360 361 362 Zebidi, Tac, XVIII, s. 78, İbn Manzur, Lisan, XIII, s. 68. İbn Manzur, Lisan, XIII, s. 68. Zebidi, Tac, XVIII, s. 82. Zebidi, Tac, XVIII, s. 82-83. Cürcani, Tarifat, 32. İbn Manzur, Lisan, XIII, s. 506. Nahl, 16/44. 73 peygamberlik görevini yapmamış olur. Hiçbir peygamber de böyle bir şey yapamaz. Peygamberler Allah’ın emirlerini açıklamak için gönderilmişlerdir. Bu husus da şu ayette ifadesini bulmuştur. “Allah'ın emirlerini onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik.”363 Aşağıdaki şu ayette de Kur’an’ın kendisinin bir beyan yani açıklama olduğu ifade edilmektedir. “Bu Kur'an, bütün insanlığa bir açıklamadır”364 Peygamberlerin, Allah tarafından gönderilen vahyin tamamını toplumlarına ulaştırmaları onların olmazsa olmaz görevleridir. Bunun zıddı olan o emirlerden bazılarını gizlemek onlar hakkında muhaldir. Gönderilmelerindeki hikmete aykırıdır.365 Çünkü tebliğine memur oldukları bir hakikati gizlemek veya değiştirmek isteselerdi vazifelerine ihanet etmiş olurlardı. Böylece 366 gönderilmelerinden beklenen hüküm ve maslahatlar yerine gelmezdi. Aşağıdaki ayette de Allah Teâla mesajı açıklamayıp gizleyenlerin kendisi ve lanet edebilecek lanetçiler tarafından lanetleneceğini bildirmiştir. Bundan peygamberler de istisna tutulmamışlardır. Yani eğer insanlar mesajı açıklamayıp gizledikleri zaman lanetleneceği bildirilmişse bunu peygamberler de yaparsa aynı şeye onlar da muhatap olurlar. “İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.”367 Yüce Allah, ehli kitabı, kendilerine gelen mesajı gizlediklerinden dolayı şiddetli bir şekilde ikaz etmiştir. “Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!”368 Hz. Peygamber’in beyan göreviyle bağdaşmayan bir iddia onun bazı bilgileri bir kısım sahabeye verdiği iddiasıdır. Peygamber, peygamber olması nedeniyle vahyin bir kısmını ya da tamamını gizleyemez. Hz. Aişe tabiun’un önde gelenlerinden olan Mesruk’a: Her 363 364 365 366 367 368 İbrahim, 14/4. Al-i İmran, 3/138. Yüksel, Emrullah, Kelam Dersleri, Erzurum, 1986, s.52. Bilmen, Muvazzah İlmi Kelam, s.198, 201. Bakara, 2/159. Ali İmran, 3/187. 74 kim Peygamber Allah’ın kitabından bir şeyi gizledi derse Allah’a en büyük iftirayı atmış olur, diyerek peygamberin her hangi bir şeyi gizlemediğini bildirmektedir.369 Peygamberin vahyin bir kısmını gizlice birilerine verdiği anlayışı kabul edilmiş olursa bu durumda “mesajın gizli kalan bir kısmı vardır” denmiş olacaktır. Böyle bir anlayışı kabul etmek veya buna katılmak mümkün değildir. Tasavvuf ehli Hz. Muhammed’in Hicret esnasında Sevr mağarasında iken kulağına eğilerek bazı gizli bilgileri Hz. Ebu Bekir’e verdiğini iddia etmektedirler.370 Şia da Peygamberin bazı hususi vahiyleri sadece ehli beyte tebliğ ettiğini iddia etmektedir.371 Gizleme açıklamanın zıddıdır.372 Bazılarının Hz. Muhammed’in Hz. Ebu Bekir’e veya ehli beyte vermiş olduğunu iddia ettikleri gizli bilgi düşüncesi O’nun beyan göreviyle çelişir. Yani böyle bir düşünce Allah’ın Hz Muhammed’den açıklamasını istediği Kur’an’ın bir kısmını gizlediği, belli şahıslara bildirdiği anlamına gelir ki, bu hem Kur’an’ın ruhuna, hem peygamberlik anlayışına ve hem de peygamberin mesajı açıklama ilkesine terstir. Böyle bir düşünceyi Kur’an’dan yola çıkarak savunmak mümkün değildir.373 Eğer tasavvuf ehlinin ve Şia’nın iddia ettiği gibi Hz. Muhammed’in Ebu Bekir’e, Ehli Beyt’e veya başkalarına gizli bazı bilgiler verdiğini kabul edersek, o zaman bu ifade Kur’an’ın eksik olduğu anlamına gelir. Yani buna göre Hz. 369 370 371 372 373 Müslim, Sahih, İman, 287; Tirmizi, Sünen, Tefsir, 6. Ayni, Mehmet Ali, İslam Tasavvuf Tarihi, İstanbul, 1985, s. 65. Nehani, Lokman suresi otuz dördüncü ayetinde belirtilen kıyametin ne zaman kopacağı, yağmurun ne zaman yağacağı, rahimlerde bulunanı, kişinin yarın ne kazanacağını ve nerede öleceğini bilmediğini bildiren ayetten yola çıkılarak oluşturulan ve Müslüman literatürüne “Muğayyebatı hamse” olarak giren bu beş şeyin Allah’tan başka kimse tarafından bilinemeyeceğine işaret etmiştir. Ancak müellif daha sonra “kıle”, “denildi ki” diyerek Kıyametin bilgisinin Hz. Muhammed’e verildiğini, ama bunu gizlemekle görevli olduğunu söylemiştir. Zikredilen ayette şöyle buyurulmuştur. “Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir, rahimlerde bulunanı O bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır.” Lokman, 31/34. Nebhani, Yusuf b. İsmail, Huccetullahi Ale’l-Alemin fi Mucizati Seyyidi’l-Mürselin, yy, ty, 61. Ayni, Umdetü’l-Kari, I, 563-564; İbn Hacer el-Askalani, Fethu’l-Bari, IV, 570; Aliyyü’lKari, Mirkatü’l-Mefatih, VII, 21-22; Hatiboğlu, Mehmed, Hazreti Peygamberin Vefatından Emevilerin Sonuna Kadar Siyasi-İctimai Hadiselerle Hadis Münasebetleri, Basılmamış Doçentlik Tezi, Ankara, 1967, s. 7-8 İbn Manzur, Lisan, XIII, s. 506. Sahabeden Ebu Cuhayfe Vehb b. Abdillah Hz. Ali’ye bu iddiayı kastederek şöyle sormaktadır: Sizde Allah’ın kitabına girmemiş vahiy var mı? Hz. Ali bu soruya cevab olarak: Hayır vallahi böyle bir şey yoktur, demektedir. Buhari, Sahih, İlim, 39. 75 Muhammed Allah’tan aldığı bazı ayetleri sadece Ebu Bekir’e veya birkaç kişiye söylemiştir. Bu durumda bu ayetler Kur’an’da yer almamıştır, anlamına gelir. Bu düşünceyi seslendirenler farkında olmadan ilahi mesajın eksik olduğunu söylemiş olmaktadırlar. Eğer Hz. Muhammed’in Ebu Bekir’e ya da başkalarına bir kısım gizli bilgileri verdiğini kabul edersek, bu, Muhammed tebliğ görevini yapmamıştır, demek anlamına gelir. Bu da bir peygamberin yapabileceği bir şey değildir. Allah Hz. Muhammed’in kafirlerin yalanlamaları ve alaya almaları karşısındaki ruh halini şu şekilde açıklamıştır. “Belki de sen müşriklerin: "Ona gökten bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi!" demelerinden ötürü sana vahyolunan âyetlerin bir kısmını duyurmayı terk edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. İyi bil ki sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekîldir.374 Sonuç olarak aldıkları mesajı açıklama yani gizlememe peygamberlerin peygamberlik görevlerindendir. Hz. Muhammed de bu görevini en iyi şekilde yerine getirmiştir. 2. PEYGAMBERİN VEKİL OLMAMASI Vekil kelimesi v-k-l kökünden gelmekte olup, bir işi tamamen birine sipariş edip ısmarlamak, bir işi bir başkasına bırakmak, teslim etmek375 anlamına gelmektedir. V-k-l aczin itirafı ve başkasına itimat etmek376 bir işin görülmesini bir başkasına bırakmak, tevdi etmek377 anlamına gelmektedir. İşin kendisine tevdi edildiği ve başkasına ait bu işi görmeyi taahhüt eden kimseye vekil denilmektedir.378 Başka bir tarifle vekil, bir kimsenin işini görmesi, onun adına davranması ya da söz alması için yerine bıraktığı ya da yetki verdiği kimsedir. Bir yerde asıl memurun yerine geçici olarak çalışan kimsedir. Hukukta ise vekalet sözleşmesine dayanarak başkası adına ve hesabına iş yapan kişi379 anlamına 374 375 376 377 378 379 Hud, 11/12. İbrahim Mustafa, Hamid Abdülkadir, Ahmed Hasan ez-Ziyad, Muhammed Ali en-Neccar, elMu’cemu’l-Vesıt, İstanbul, 1986, s.1054 İbn Manzur, Lisan, XI, s.736; Zebidi, Tac, XV, s. 786. İbn Manzur, Lisan , XI, s.736; Zebidi, Tac, XV, s. 785. İbn Manzur, Lisan, XI, s.735-736; Zebidi, Tac, XV, s. 785. Büyük Larousse, XXIII, s. 12133; TDK Okul Sözlüğü, Ankara, 1994, s. 807. 76 gelmektedir. Vekile tevdi edilen işin sahibine müvekkil denir.380 Buna göre vekalet, müvekkilin kendi işini vekile tevdi etmesi anlamına geldiği gibi, vekilin o işi müvekkil adına görmesini de ifade etmektedir.381 Başka bir ifadeyle vekalet, tevkil anlamında bir masdar olup, Tevkil ise “ bir kimseyi vekil tayin etmek” veya “kendi işini göremeyen bir kimsenin, bu işini, yeterliliğine güvendiği bir başkasına aktarması manalarına gelmektedir.382 Vekalet terim olarak vekil kelimesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Hanefiler vekaleti “kişinin, belli bir tasarrufta, başkasını kendi yerine koyması”,383 diye tarif etmişlerdir. Şafiiler ise, “bir kimsenin yapılması kendisine ait bulunan niyabete elverişli bir işi, hayatta iken yapılmak üzere bir başkasına yaptırmasıdır,384 demişlerdir. Hanbeliler, “tasarrufu caiz olanın, kendisi gibi birini, niyabete elverişli bir hususta naib tayin etmesi”385 diye tarif ederlerken, Malikiler de, “imaret ve ibadet dışında bir hakka sahip kimsenin, ölümünü şart koşmaksızın başkasını bu hakka naib yapması”386 şeklinde tanımlamışlardır. V-k-l kökünden türeyen kelimeler Kur’an’da türevleri ile beraber yetmiş yerde geçmekte olup bunlardan yirmi dört tanesinde vekil kelimesi kullanılmıştır.387 Kur’an’da vekil kelimesi Allah’ın isimlerinden biri olarak da geçmektedir. Bu kullanımlarda vekilin Allah olduğu, peygamberlerin ise vekil olmadığı, tam tersine elçi olduğu belirtilmiştir. Allah Kur’an’da bazı ayetlerde kendisinin vekil olduğunu beyan etmiştir. “İşte Rabbiniz Allah O'dur. O'ndan başka tanrı yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O'na kulluk edin, O her şeye vekildir, güvenilip dayanılacak tek varlık O'dur.”388 “Allah ise her şeye vekîldir.”389 “Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 İbn Manzur, Lisan, XI, s. 736; Zebidi, Tac, XV, s. 785. İbn Manzur, Lisan, XI, s. 736; Zebidi, Tac, XV, s. 785. İbn Manzur, Lisan, XI, s.736; Zebidi, Tac, XV, s. 786. Baberti, Kemaleddin Muhammed b. Mahmud, el-İnaye fi Şerhı’l-Hidaye, 1319, Mısır, VI, 552-554. Şirbini, Muğni’l-Muhtac, III, s. 217. Mansur b. İdris el-Hanbeli, Keşşafü’l-Ğına an Metni’l-İkna, 1319 h, yy, II, s. 231; Bühuti, Mansur b. Yunus el-Hanbeli, Şerhu Münteha’l-İradat, 1319 h, yy, II, s. 164. Huraşi, Ebu Abdullah Muhammed b. Abdullah, el-Huraşi ala Muhtasarı Seydi Halil, Beyrut, ty, VI, 68. Abdulbaki, Müfehres, v-k-l mad. s. 762-763. En’am, 6/102. Hud, 11/12. 77 şeye vekîldir.390 Elmalılı Hamdi Yazır En’am suresi yüz ikinci ayeti şu şekilde açıklamaktadır. “Her hususta ve her şeye karşı ona dayanılır ve tevekkül olunur ve her iş O’nun tasarrufu ve idaresine teslim edilir….. Zira hiçbir şey, hatta insan ve melekten resuller de yaratıcının yerini tutacak vekil olamaz. Fakat yaratıcı hepsinin üzerinde Rab ve malik olduğu gibi, her şeye karşı vekildir de”391 Şu ayetlerde ise insanların, Allah’ı vekil edinmesi emredilmektedir. “Musa’ya da kitap verdik ve beni bırakıp başkasını vekil edinmeyiniz diye onu İsrailoğullarına bir hidayet rehberi yaptık.”392 “O, doğunun da batının da Rabbidir. O'ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse yalnız O’nu vekil edin”393 Allah, vekil olarak sadece kendisinin yeteceğini şu ayetlerde açıklamıştır. “"Başüstüne" derler, ama yanından ayrılınca onlardan bir kısmı, senin dediğinden başkasını gizlice kurar. Allah da onların gizlice kurduklarını yazar. Sen onlara aldırma ve Allah'a dayan; sana vekil olarak Allah yeter.”394 İsra suresi elli dördüncü ayetinde ve diğerlerinde de peygamberin vekil olarak gönderilmediği çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. “Rabbiniz, sizi en iyi bilendir. Dilerse size merhamet eder; dilerse sizi cezalandırır. Biz, seni onların üstüne bir vekil olarak göndermedik.”395 “ Şüphesiz biz bu Kitab'ı sana, insanlar için hak olarak indirdik. Artık kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Sen onların üzerinde vekil değilsin.”396 “Allah'tan başka dostlar edinenleri Allah daima gözetlemektedir. Sen onlara vekil değilsin.”397 “Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bir bekçi kılmadık. Sen onların vekili de değilsin.”398 Elmalılı bu ayetin tefsirinde şöyle demektedir “ Biz seni onların üzerine bekçi de tayin etmedik. Şu halde ne onları ortak koşmaktan, ne başlarına gelecek felaketten koruyabilirsin, ne de bundan dolayı sorumlu olursun. Ve sen onlar üzerine vekil de değilsin. Onlar tarafından vekil değilsin ki iyilik veya kötülüklerine, işleri idare etmek için onlara 390 391 392 393 394 395 396 397 398 Zümer, 39/62. Elmalılı, Hak Dini, III, 488. İsra, 17/2. Müzzemmil, 73/9. Nisa, 4/81. Diğer ayetler için bkz. Nisa, 4/132, 171; İsra, 17/65; Ahzab, 33/3, 48. İsra, 17/54. Zümer 39 /41. Şura 42/6. En’am, 6/107. 78 bakasın. Allah’ın vekili de değilsin ki, şirklerinden dolayı üzerlerine çullanıp Allah’ın onlara yapacağı azarlama ve cezayı veya düzeltmeleri yapmak yetkisi taşıyasın. Kısaca sen ancak Allah’ın emirlerini ve hükümlerini tebliğ ve haber vermekle yükümlü bir elçisin.”399 Şu ayette de Allah’ın her şeye vekil olduğu vurgulanmaktadır.“ Belki de sen müşriklerin: "Ona gökten bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi!" demelerinden ötürü sana vahyolunan âyetlerin bir kısmını terk edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. İyi bil ki sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekildir.”400 Bu ayetin tefsiri de şu şekilde yapılmıştır. “Müşrikler, zaman zaman, Hz. Peygamber’den, gökten hazineler indirmesi, kendilerine bir melek gönderilmesi gibi, olağanüstü şeyler isterlerdi. Fakat ey Muhammed! Sen sıkılma ve bırakma. Sana ne vahyolunuyorsa onlara tebliğ et. Onların ileri geri konuşmalarına hiç önem verme. Sen ancak bir uyarıcısın. Allah da her şeye karşı vekildir. Her hususta ona tevekkül et ve güven. O seni korur. Dilerse hazine de gönderir, melek de gönderir. Ve nitekim Bedir’de de bir tane değil binlerce melek gönderdi ve melek neymiş onlara gösterdi.”401 Başka ayetlerde de şöyle buyurulmaktadır. “De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden Hak gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim.”402 “Kur'an hak olduğu halde kavmin onu yalanladı. De ki: Ben size vekil değilim. Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Yakında siz de gerçeği bileceksiniz.”403 Elmalılı bu ayeti de şöyle izah etmektedir. Allah’ın kudreti bana tevdi ve havale edilmiş değildir. Şu halde ne onun size yapacağı azabı yapabilirim, ne de sizi ondan muhafaza edebilirim. Ben ancak bir resulüm, bir elçi, bir haberciyim. Allah’ın vahyettiği emirleri, haberleri ve hükümleri O’nun adına nispet ederek haber verir, tebliğ ederim. Her haber verilen şeyin 399 Elmalılı, Hak Dini, III, 493. Hud, 11/12. 401 Elmalılı, Hak Dini, IV, 528. 402 Yunus, 10/108. 403 En’am, 6/66-67. 400 79 kararlaştırıldığı bir zaman vardır. Sizin azabınız da bu cümledendir. Siz de başınıza geleceği yakında bilirsiniz.404 Kur’an’ın ifadesi ile vekil olan ancak Allah’tır. Peygamber vekil değildir. Yani Allah’ın adına iş görüyor değildir, O’nun elçisi olup, görevi olan tebliği yerine getiriyordur. Sonuç, peygamberin Allah’ın yeryüzündeki vekili olmadığı yani yaptığı iş, eylem ve söylemleri, Allah adına yapmadığı beyan edilmiştir. Bununla işaret edilmek istenen peygamberin yapmış olduğu iş ve eylemleri kendi adına yaptığıdır. Çünkü Allah, Peygambere vekillik görevi vermemiştir. 3. ŞARİ OLMASI Hz. Peygamberin şari olup olmadığı meselesi Kelam eserlerinde ele alınmamıştır. Usulü fıkıh ise, konuya peygamberden sonra zamanın değişen şartlarına göre yeni hükümler koyma bağlamında yaklaşmamıştır. Usulü Fıkıh bu olayı ele alırken şarinin kim olduğundan hareketle konuya yaklaşmıştır. a. Şari Ne Demektir? Şari’ ş-r-a kökünden türemiştir. Ş-r-a kelime anlamı olarak suyu ağzı ile almak, suya girmek, başlamak, su içirmek için hayvanları suya götürmek, su kaynağı yolu anlamlarına gelmektedir.405 Şari, insanların topluca gezdikleri geniş yola denir. Ayrıca ip anlamına da gelmektedir.406 Cürcani de şer’i, açıklamak ve ortaya koymak olarak izah etmektedir.407 Firuzabadi ise şer’i deriyi soyup çıkarmak, bir nesneyi çok yukarı kaldırmak, bir kimseye mızrak doğrultmak ve kafi yani yeterli anlamlarına geldiğini beyan etmektedir.408 Firuzabadi ise Şer’i: “şeriat örfünde emir ve nehiy gibi hükümleri ihtiva eden ayin ve adet koymaktır, bunu yapacak olan ise Allah’tır” derken, şari’i: “şeriat koyan yüce zattır ki o da Allah’tır ve bu lafız peygamber ve Allah’a içten 404 405 406 407 408 Elmalılı, Hak Dini, III, 442. İbn Manzur, Lisan, VIII, s. 175-176. İbn Manzur, Age, VIII, s. 176-177. Cürcani, Ta’rifat, s. 85. Firuzabadi, Kamus, s. 946. 80 ibadet eden alim, ilmi ile amel eden muallim için de kullanılır” diye tanımlamaktadır.409 İbn Arabi de ş-r-a yı ortaya çıkarmak olarak tanımlamaktadır. Firuzabadi gibi o da Şari’i, Allah’a içten ibadet eden alim, ilmi ile amel eden muallim olarak tanımlamıştır.410 Zebidi de yukarıdaki tariflerin benzeri bir tarif yapmıştır.411 b. Allah’ın Şari Olması Şari terimi, Kelam ilminden çok Usulü Fıkıh’ın konusu olmuştur. Çünkü bu terim Usulü Fıkıh’ta Allah’ın ve Peygamber’in bir kısım şeyleri helal-haram kılması yönünden ve ibadetlerin şekli ve miktarını belirlemesi açısından ele alınmıştır. Bu sebeple öncelikle Şari teriminin Usulü Fıkıh’ta nasıl anlaşıldığına bakılacaktır. Şari, terim anlamı olarak kanun koyan demektir.412 Bu anlam Usul’ü Fıkıh’ta Şari kelimesinden ziyade Hakim kelimesi ile izah edilmiştir. Hakim ile Şari biri diğerinin yerine eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Hakim ile de Allah Teâla kastedilmiştir.413 Bu anlayışa göre “Allah’tan başka hüküm koyucu yoktur. O’nun koyduğu hükümden başka da hüküm yoktur.”414 Usulcülerin bu sözlerinden “Allah’ın koyduğu hükümden başka hiçbir hüküm yoktur” sözü meşhur olmuştur.415 Usulcüler bu görüşlerine şu ayetleri delil olarak göstermişlerdir. “Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”416 “Bilesiniz ki hüküm yalnız O'nundur ”417 “Artık hüküm, yücelerin yücesi Allah'ındır.”418 409 410 411 412 413 414 415 416 Firuzabadi, Kamus, s. 946. İbn Manzur, Lisan, VIII, s. 176 . Zebidi, Tac, XI, s. 240. Abdulbasıt, Bedrulmütevella, Teysiru Usuli’l-Fıkh, Kahire, ty, s. 53 Yusuf Kasım, Usulü Ahkamı’ş-Şer’iyye, Kahire, 1991, s. 247. Amidi, Seyfeddin, el-İhkam fi Usuli’l-Ahkam, ty., yy., I, s. 76; Yusuf Kasım, Usul, s. 247; Abdulbasıt, Teysiru Usuli’l-Fıkh, s.53. Abdulbasıt, Age, s.53. En’am, 6/57. Usulcüler En’am suresi 57. ayeti Allah’tan başka kimsenin hüküm koyamacağı konusunda delil olarak gösterirlerken ayetin bir kısmını almışlar diğer kısmını almamışlardır. Ayetin tamamı şu şekildedir. “De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz azap benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır. De ki : Acele istediğiniz şey benim elimde olsaydı, elbette benimle sizin aranızda iş bitirilmişti. Allah zalimleri daha iyi bilir.” Bu ayette ifade olunan hüküm ile Allah’ın bir 81 Bu ayetlerde ifade edilen hüküm, ayetlerin siyak ve sibakına bakıldığı zaman görüleceği gibi, genel anlamda bir hükümdür. Bununla kainattaki düzeni sağlama, kainatı idare etme, onunla ilgili kurallar koyma, ölümü yaratma ve bu dünyanın peşinden ahirette insanları hesaba çekerek yaptıklarına karşılık mükafat veya ceza verme ve orada cereyan edecek kanunların sahibinin Allah olduğunu beyan etme anlaşılması gerekmektedir. “Allah’tan başka hüküm sahibi olmamasının anlamı” bire bir dünyada insanlar arası ilişkileri düzenleyen kurallar ya da bir kısım konuların helal ve haramlığı ile alakası yoktur. Böyle bir durum vakıaya da ters düşmektedir. Çünkü Allah Kur’an’da insanları ilgilerinden tüm konularda hüküm belirtmemiş, sadece belli bir kısım konularda419 veya bir kısım problemlere çözüm olmak üzere ilkeler 417 418 419 kısım şeyleri helal ve bir kısım şeyleri haram kılması ile ilgili olarak kullanılan hüküm kelimesi arasında bir benzerlik yoktur. Ayette çok açık bir şekilde bir kavmin yok edilmesinden bahsedilmektedir. Yine hükmün sadece Allah’a ait olduğuyla ilgili delil olduğu iddia edilen “Bilesiniz ki hüküm yalnız O'nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur.” (En’am, 6/62) ayetinden de hükmün sadece Allah’a ait olduğundan dinin teferruatı olarak kabul edilen helal ve haramlar anlaşılamaz. Bu ayetteki “hükmün yalnızca Allah’a ait olması” ile: kahretme, yok etme, bir şeye karar verme ve kainatla ilgili genel kanunlar koyup, dilediği sürece onların o şekilde kalmasını sağlama kasdedilmektedir. Allah’tan başka hüküm koyan olamayacağı ile ilgili olarak delil gösterilen yukarıdaki ayetin tümü şu şekildedir. “Onlar: Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha çıkmaya yol var mıdır? derler. Onlara denir ki: İşte bunun sebebi şudur: Tek Allah'a ibadete çağrıldığı zaman inkâr edersiniz. O'na ortak koşulunca bunu tasdik edersiniz. Artık hüküm, yücelerin yücesi Allah'ındır.” (Mü’min, 40/11-12) Aynı şekilde konu ile ilgili delil olarak gösterilen Yusuf suresindeki diğer iki ayette de farklı bir durum yoktur. Bu ayetlerde şöyle buyurulmaktadır. “Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı? Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taptığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf, 12/39-40) “Sonra şöyle dedi: Oğullarım! Şehre hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah'tan gelecek hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah'tan başkasının değildir. Onun için ben yalnız O'na dayandım. Tevekkül edenler yalnız O'na dayansınlar.” (Yusuf, 12/67) Ali-İmran 55. ayettede şöyle buyurulmuştur. “Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim”. İnsanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen pek çok kural vardır. Kur’anda bunların bir kısmına değinilmiştir. Mesela hırsızlık yapana uygulanacak ceza belirtilirken (Maide, 5/38), içki içene verilecek bir cezadan bahsedilmemiştir. 82 belirtmiştir.420 Fakat Allah hüküm vermenin genel kurallarını açıklamış ve bunun ilk şartının ise adalet olduğunu beyan etmiştir.421 Buradan insanların kendileriyle alakalı kanunları yapacakları anlamı çıkmaktadır. Ama bu kanunların ortak noktası adalet olacaktır. Sonuç olarak, Allah tek başına hüküm sahibidir. Bu işlerde onun hiçbir ortağı yoktur. c. Peygamberin Şari Olması Hz. Peygamber’in peygamber olması nedeniyle teşri yetkisi var mıdır? Var ise bunun sınırları nelerdir? Peygamberin bir kısım konulardaki yasaklamaları daha sonra onlara izin vermesiyle ilgili uygulamaları nasıl değerlendirilmelidir? Peygamberin doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için bu soruların cevaplandırılması gerekmektedir. Dinin şarii, vazıı Allah’tır. Kur’an’da bu husus şu ayetle beyan edilmektedir. “ "Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı.”422 Aynı konu ile ilgili başka bir ayette de şöyle buyurulmaktadır. “ Resulüm, Şüphesiz kitabı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah’a has kılarak kulluk et. Dikkat et halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp kendilerine bir takım dost edinenler : Onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz derler. Doğrusu Allah ayrılığa düştükleri 420 421 422 Mesela mülaane ayeti belli bir sorunu ortadan kaldırmak üzere inmiştir. Sahabeden Hilal b. Ümeyye hanımını bir kişi ile zina ederken yakaladığını iddia etmiş, iddiasını kanıtlamak için yanında da dört şahit getiremediğinden dolayı kendisine kazf cezası uygulanmak istenince “Gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum, Allah biliyor ki ben doğruyum, ancak hakkı söyledim, Herhalde Allah’ın buna açıklık getireceğini umuyorum” deyince tikel bir olayla alakalı olarak bir hüküm gelmiş ve karısına zina isnadında bulunan kimseye bir ayrıcalık getirilmiş, kişi eşini başka biri ile zina ederken yakalarsa, bunu da iddia eder karısı da bu iddiayı reddederse, kocaya kazf cezası uygulanmamış, birbirleri ile lanetleşip ayrılmaları hükmü getirilmiştir. Ancak bu tikel olay daha sonra benzer durumlar için genel bir hükme dönüşmüştür. (Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, II, s. 116-117; Elmalılı, Hak Dini, V, s. 553-555) “Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.” (Nisa, 4/58) Konu ile ilgili ayetler için bkz. Maide, 5/8, 42; En’am, 6/152; Nahl, 16/76, 90; Şura, 42/15; Hucurat, 49/9. Şura, 42/13 83 şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola iletmez.”423 Kur’an’da geçen hüküm kelimesi iki şeklide anlaşılmaktadır. Birinci olarak insanların dünyada yaptıkları işler sonucunda Allah’ın onlar hakkında ahirette son kararı vermesi olarak anlaşılırken,424 ikinci olarak Kur’an’da beyan edilen emir ve yasaklar şeklinde anlaşılmaktadır.425 Pek çok ayette dinden bahsedilirken, “Allah’ın dini”426 diye bahsolunmaktadır. Dinin asıl geliş gayesi, insanların iki dünya saadetini kazandırmaktır.427 Bu sebeple insanların dinin temel esaslarına aykırı olmamak kaydı ile insanlığın refah ve huzuru için yeni kurallar koymaları, Tanrılık iddia etmek değildir. Tam tersine konulan bu kanunlar insanların refah ve mutluluğu için konulduğundan dolayı Allah’ın gösterdiği yolda doğru bir şekilde yürümek demektir. Usulü Fıkıh bilginleri bir taraftan “Allah’tan başka hüküm sahibi olamayacağını”428 iddia ederlerken diğer yandan Hz. Peygamberin sünnetine uymanın, onun verdiği hükümlere tabi olmanın gerekliliğini iddia etmektedirler.429 Yalnız bu konu ile alakalı olarak Huciyyetü’s-Sünne vb isimlerle 423 424 425 426 427 428 429 Zümer, 39/2-3. Bakara, 2/113; Nisa, 4/141;Hac, 22/69. Mümtehıne, 60/10. “Göklerdeki ve yerdeki herkes ister istemez ona boyun eğmişken ve ona döndürülüp götürülecekken onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar?” (Ali İmran, 3/83) Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. (Nasr, 110/1-2) Bkz. Nahl, 16/52; Nur, 24/2, Zümer, 39/3. Elmalılı, Hak Dini, II, 66-67; Tümer, Günay, “Din”, DİA, İstanbul, 1994, IX, s. 314-315. Amidi, Seyfeddin, İhkam, I, s. 76; Yusuf Kasım, Usul, s. 247; Abdulbasıt, Bedrulmütevella, Teysiru Usuli’l-Fıkh, s. 53. Bu konu Usulü Fıkıh eserlerinde daha ziyade el-Ahkamü’ş-Şer’iyye bölümlerinde sünnet başlığı altında veya peygamberin fiilleri, sünnete tabi olma, sünnetin kısımları gibi bölümlerde ele alınmıştır. Bunların ilklerinden biri olan er-Risale isimli eserinde İmam Şafii Peygambere iman ile ilgili ayetleri yorumlarken bundan peygamberin sünnetine tabi olmak farzdır anlamını çıkartmış ve ‘Allah’ın kitabında peygamberin sünnetine uymayı farz kılışı’ isimli bir bölüm ayırmış, buna da “Allah'a ve peygamberlerine iman edin. "Tanrı üçtür" demeyin, sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek Allah'tır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir” (Nisa, 4/171) ve “Müminler, ancak Allah'a ve Resûlüne gönülden inanmış kimselerdir. Onlar, o Peygamber ile ortak bir iş üzerindeyken ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler” (Nur, 24/62) ayetlerini delil olarak getirmiş, akabinde de bu ayetlerin yorumunu; Allah, insanlara gönderdiği vahye ve peygamberin sünnetlerine uymayı farz kılmıştır, şeklinde izah ederek peygamberin sünnetine uymayı farz olarak telakki etmiştir. (Şafii, Muhammed b. İdris, er-Risale, Beyrut, ty, s.73-76) Bu ve benzeri ayetlerin hiç birinden peygamberin sünnetine uymanın farz olduğunu çıkarmak mümkün değildir. İmam Şafii, ‘Peygambere itaati emreden ayetler’ isimli bölümde de daha önce peygambere iman ile ilgili ayetleri, peygamberin sünnetine tabi olmak şeklinde anladığı gibi, 84 burada da Nisa sekseninci ayeti delil getirerek buradaki peygambere itaati peygamberin emrine uyma olarak anlamlandırmıştır. (Şafii, Risale, s.82-85) Bu yaklaşım tarzı genel olarak usulu fıkıh bilginlerinin çoğunda böyle olduğu gibi müfessirler ve muhaddisler tarfından da böyle anlaşılagelmiştir. Yani peygambere tabi olmayı, peygamberin sünnetine tabi olmak şeklinde anlamışlar ve algılamışlardır. Bu ise doğru bir anlayış tarzı değildir. Ancak hicri 8. asırda yaşamış Maliki alimlerinden Karafi, el- İhkam fi Temyizi’l-Fetava ani’l-Ehkam ve Tasarrufati’l-Kâdî ve’l-İmam isimli eserinde peygamberin fiillerini beş kısma ayırmış, burada peygamberin eylemlerini alışageldiğimiz kılasik tarzın dışında farklı bir anlayışla ele almıştır. O, Peygamberin eylemlerini, tümünü toptancı bir yaklaşımla ele almamış, tersine onun eylemlerinin birbirinden farklı yönlerinin olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Karafi, peygamberin fiillerini beş kısma ayırmıştır. Bunlar Peygamberin rasül olarak, nebi olarak, devlet başkanı olarak, müftü olarak ve hakim olarak verdiği hükümler ve yaptığı uygulamalardır. Karafi’ye göre peygamberin fiili o fiili hangi vasıf altında işledi ise ona göre hüküm ya da şekil almaktadır, farklı farklı sonuçları doğurmaktadır. Yani onun fiillerinin hepsi bir değildir. Peygamber risalet görevinde Allah’tan kendisine ulaşanları halka nakleder. Burada sadece ve sadece tebliğ işi vardır. Nübüvvet ise Allah’ın bazı kullarına o kimseyle has kıldığı bir hükmü bildirmek için vahyetmesidir. Nübüvvet vahyin geldiği kimseyle alakalıdır. Başka bir kimseyle alakası yoktur. Vahiy nübüvvet için tek başına yeterli değildir. Çünkü kendisine vahiy gelmiş ama nebi olmayan kimseler vardır. Bunlardan biri Meryem’dir. Karafi, Müddessir suresi ilk ayetleri gelene kadar Peygamber nebi idi, insanları inzar emri gelince rasül oldu, demektedir. Peygamberin hüküm ile ilgili tasarruflarına gelince bu risalet ve fetvadan farklıdır. Çünkü risalet ve tebliğ sadece bir tebliğ ve tam bir tabi olma durumudur. Hüküm ise sebepler ve delillerden bulduğu şey gereğince peygamber tarafından yeni bir hükmün konması, bu ortaya konulan hükmünde bağlayıcı olmasıdır. Hüküm verilirken delillere ve onların iyi ifade edilmelerine bağlı olarak hüküm verilir. Çünkü davada haklı olan delilini sunamayabilir, haksız olan güzel konuşup karşısındakileri aldatabilir. Peygamber bu durumu beyan edip “Ben kardeşinin hakkından kimin lehine bir şeye hükmedersem, o kimse için ateşten bir parça kesip ona sunmuşumdur. Artık onu ister alsın, ister bıraksın” demiştir. (Buhari, Sahih, Mezalim, 16) Peygamber bu makamda hüküm koyan, fetva ve risalette ise tabi olan ve tebliğ eden konumundadır. Yine peygamber hüküm vermesi konusunda da delillere ve sebeplere uygun olarak hüküm vermesi itibarıyla Allah’ın emrine uymaktadır. Bu hükmü Allah’tan naklediyor değildir. Çünkü Allah’ın kendisine vermiş olduğu hükmetme yetkisi ile hükmettiği zaman Allah’tan nakledilmiş olmaz. Peygamberin devlet başkanlığı ile ilgili tasarruflarına gelince bu nübüvvet, risalet, fetva ve kaza’nın ötesinde bir şeydir. Çünkü devlet başkanı halkın genel siyaseti, iyi şeylerin akdedilmesi, kötü şeylerin giderilmesi, canilerin kökünün kazılması, orduların hazırlanması, vatandaşlara ülkelerinde mekan güvenliğinin sağlanması gibi işlerin kendisine yüklendiği kimsedir. Bu sebeple bu görevin peygamberlikle alakası yoktur. Tarihen de peygamberlerin çok azının devlet başkanı olduğu görülmektedir. Bu bakımdan yukarıda da ifade edildiği gibi peygamberin hakim, müftü, rasül, nebi ve devlet başkanı olarak söylediği sözler farklı hükümleri doğurmaktadır. Mesela peygamberin Huneyn savaşında söylediği , “Kim savaşta bir kafiri öldürür ve bunu da ispatlarsa, öldürdüğü kimsenin üzerindeki bütün her şey onun olur” (Ebu Davud, Sünen, Cihad, 136; Müslim, Sahih, Cihad, 42) sözü, fetva ile ilgili bir söz olursa farklı bir sonuç, devlet başkanlığı ile ilgili olursa daha farklı bir sonuç doğurur. Bu söz fetva ile ilgili bir söz olursa, bu durumda bu söz istisnasız bütün savaşlar için geçerli olup, yapılan her savaşta herkes öldürdüğü kimselerin zırh, silah vb diğer eşyalarını alabilir demektir. Bu durumda bir kısım sıkıntılar ortaya çıkar. Öncelikle bu durum ganimetlerin dağıtımını belirleyen ayete ters düşer. Ayrıca kişi düşmanın zırhını almak için güçlü biri karşısına çıkar ve ölürse mal için ölmüş olacağından hem can, hem de din elden gider. Karafi’ye göre bu hüküm devlet başkanlığı ile ilgili bir tasarruftur. Devlet başkanı uygun gördüğü bir durumda bunu tekrar devreye sokar, uygun görmediği durumlarda uygulamaz. Ama İmam Malik’e göre bu hadis fetva ile ilgili olup her savaş için geçerlilik arzetmektedir. (Karafi, el- İhkam fi Temyizi’l-Fetava ani’l-Ehkam ve Tasarrufati’l-Kâdî ve’l-İmam , 1938, yy, s. 88-109.) 85 müstakil eserler veya makaleler kaleme almışlardır.430 Onlar, bu tür eserlerinde bu konu ile ilgili ifadelerinde kendi içlerinde çelişkiye düşmüşlerdir. Çünkü hükmün sadece Allah’a ait olmadığını, tam tersine peygamberlere ve müslümanlara da hükmetme yetkisinin verildiğini Kur’an’ın kendisi beyan etmektedir. Peygamberlere hükmetme yetkisinin verildiği şu ayetlerde açıkça belirtilmektedir. “İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.”431 “ Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kur'an'ı gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiği yol ve şerîatlarda sizi denemek için böyle yaptı. Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık size, üzerinde ayrılığa 430 431 Karafi’nin yapmış olduğu bu ayırımdan şöyle bir netice çıkmaktadır. Peygamber bu hükmü verirken verdiği bu hükmü Allah adına değil, Allah’ın kendisine vermiş olduğu yetki ile kendi adına vermektedir. Olayın bir başka ve önemli yönü ise peygamber hüküm koyan konumundadır. Vermiş olduğu hüküm yanlış bile olsa bağlayıcıdır. Burası çok önemlidir. Peygamber kendi gördüğü bir lüzum veya maslahat üzerine hüküm vermiş olmasıdır. Bu durum çok önemli olan bir husustur. Bu Peygamber tarafından ayetin neshi değil, Kur’an’ın hükmünün belli bir kısım maslahatlar gereği, belli bir durumda ya da belli bir süre için uygulanmamasından ibaret bir durumdur. Aynı hali daha fazla örnekleri ile İslam Tarihinde Hz. Ömer’in bir kısım uygulamalarında görmekteyiz. Bunlardan bir kaçı şöyledir. Hz. Ömer’in Müellefei Kulub’a zekattan pay vermemesi, Fethedilen Irak topraklarını gazilere ganimet olarak taksim etmeyip esas sahiplerinde bırakması, Hz. Ebu Bekir’in köleleştirmiş olduğu Müseylemetü’l-Kezzab’ın ele geçen taraftarlarını kölelikten azad etmesi, kıtlık yıllarında açlık sebebi ile hırsızlık yapanlara had cezası uygulamaması. Konu ile alakalı çok sayıda eser vardır. Özellikle günümüzde daha ziyade hadis ve dolayısıyla sünnetle alakalı olarak çoğunlukla savunmacı bir yaklaşımla ele alınmış çok sayıda çalışma mevcuttur. Ana konumuz bu konu ile alakalı eserleri ortaya koymak olmadığından bu meseleyi bu alanla ilgili olarak çalışanlara bırakarak kısa bir araştırma sonucunda bunlardan ulaşabildiğimiz bir kaçını burada vermekle yetineceğiz. 1- Celaleddin es-Suyuti, Miftahu’lCenne fi’l-İhticac bi’s-Sünne, ty, yy, 2- Abdülgani Abdülhalık, er-Red ala men Yünkiru Hucciyyete’s-Sünne, Beyrut, 1411/1991. 3- Mustafa Sıbai, es-Sünne ve Mekanetüha fi’tTeşrii’l-islami, Beyrut, 1985 4- Abdulgani, Abdülhalık, Hucciyyetü’s-Sünne, Stutgart, 1986. 5-İsmail, Yahya, Menhecü’s-Sünne fi’l-Alakati beyne’l- Hakim ve’l-Mahkum, yy. , 1986. 6Aynur Uraler, Sahabe Uygulaması Olarak Sünnete Bağlılık, İstanbul, 2000. 7-Kamil Çakın, İslamda Hadis ve Sünnetin Yeri, Ankara, 1997. 8- Hayrettin Karaman başkanlığında bir heyet, Sünnetin Dindeki Yeri, İstanbul, 1997. Bakara, 2/213 86 düştüğünüz şeylerin gerçek tarafını O haber verecektir. Sana şu talîmatı verdik: Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer hükümden yüz çevirirlerse bil ki bununla Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına belâ etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır.”432 “Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Peygamber'e çağırıldıklarında, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler.”433 Bu ayetlerde çok açık bir şekilde görüldüğü gibi Hz. Muhammed’e hüküm verme yetkisi verilmiştir. Yani Peygamberin teşri yetkisi vardır. Kur’an’a bakıldığı zaman diğer Peygamberlerin de hükümler verdiği görülmektedir.434 Hz. Muhammed’den de elinde bulunan kitaba uyması istenmiş,435 hükmetmenin tek ve vazgeçilmez şartının ise adil olmak olduğu vurgulanmıştır. Buradaki en temel nokta budur. “Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler. Sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hükmet. Allah âdil olanları sever.436 “Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azab vardır.”437 “Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle 432 433 434 435 436 437 Maide, 5/48-49 Nur, 24/48. Kaynaklarımız tarandığı zaman görülecektir ki, Hz. Peygamber özellikle Medine devrinde hem Müslümanların davalarına, hem de o toplumda yaşayan diğer din mensuplarının davalarına bakmış, ayrıca Müslümanlara uymaları gereken çeşitli kuralları bildirmiştir. Bkz Tirmizi, Sünen, Hudud, 1, Edahi, 13-14; Müslim, Sahih, Hudud, 27; Ebu Davud, Sünen, Hudud, 24; Buhari, Sahih, Mezalim, 16 Ey Peygamber! Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır. Rabbinden sana vahyedilene uy. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Allah'a güven. Vekîl olarak Allah yeter. (Ahzab, 33/1-3) De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden Hak olan Kur'an gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim. Sadece tebliğ etmekle görevliyim. Resûlüm! Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır. (Yunus, 10/108-109) Maide, 5/42. Ayrıca bkz. Nisa, 4/65 ; Maide, 5/48-49 A’raf, 7/29; Yunus, 10/47; Hucurat, 49/9. Sad, 38/26. 87 hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.”438 Hz. Peygamberin bir kısım konularda hükümler koyduğu, daha sonra bunların bir kısmını kaldırdığı kaynaklarımızda belirtilmiş, bir defasında da Kur’an’daki bir hükmün aksine hüküm verdiği görülmüştür. Hz. Peygamber Huneyn savaşında “Kim bir kafiri öldürür ve bunu da ispatlarsa, öldürdüğü kimsenin üzerindeki bütün her şey onundur ”439 buyurmuştur. Bu sözde ilk bakışta ciddi bir problem var gibi görünmektedir. Çünkü Huneyn savaşı hicretin sekizinci yılında yapılmıştır.440 Ganimetlerin nasıl dağıtılacağını belirten ayetler ise bundan altı yıl önce yani hicretin ikinci yılında nazil olmuştur. Bu ayetlerde şöyle buyurulmaktadır. “Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah ve Peygamber'e aittir. O halde, siz müminler iseniz Allah'tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin.”441 “Eğer Allah'a ve hak ile bâtılın ayrıldığı gün, iki ordunun birbiri ile karşılaştığı gün kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Resulüne, onun akrabalarına yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.”442 İslam bilginlerinin ortak kanaatine göre bu ayet Bedir savaşından hemen sonra inmiş ve bedir savaşındaki ganimetler bu ayete göre paylaştırılmıştır.443 Bu ayetin hükmü, yoruma mahal 438 439 440 441 442 443 Nisa, 4/58. Yukarıdaki ayetlerde belirtilen emanet ve adalete riayet emri İslam’ın vazgeçilmez prensipleridir. Hz.Peygamber (s.a.) Mekke’yi fethedince, Kabe’nin anahtarlarını elinde bulunduran Osman b. Talha b. Abdüddar kapıyı kilitlemiş, Kabe’nin üzerine çıkmış ve anahtarı vermeyi reddederek: “ Senin peygamber olduğunu bilseydim onu verirdim” demişti. Bu durum üzerine Hz. Ali, Osman’ın kolunu bükerek zorla ondan Kabe’nin anahtarını almış ve kapıyı açmıştır. Akabinde Hz.Peygamber içeri girerek iki rekat namaz kılmış, çıkınca amcası Abbas, anahtarı ve şerefli bir görev olan Kabe bakıcılığı görevinin kendisine verilmesini istemişti. Bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil olmuştur. Bu ayetin akabinde Hz. Peygamber, Hz.Ali’ye “anahtarı eski vazifeliye vermesini ve ondan özür dilemesini” emretmiştir. Bu olay üzerine Osman b. Talha müslüman olmuştur. (Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 220; Elmalılı, Hak Dini, III, s.12-13) Bu olayda dikkati çeken en önemli husus işi ehline verme hususunda dindaş olma koşulunun aranmamış olmasıdır. Kabenin anahtarlarının bir müşrike verilmesini emreden bir ayetin inmesi çok anlamlıdır. Ebu Davud, Sünen, Cihad, 136; Müslim, Sahih, Cihad, 42; Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, VIII, 5-8; İbn Hişam, Siret, IV, s. 98-99. İbn Hişam, Age, IV, s. 87-88; Taberi, Tarih, III, s.70-82. Enfal, 8/1. Enfal, 8/41. İbn Hişam, Siret, II, s. 278; Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, VII, 229-230, VIII, 15; Suyuti, Abdurrahman Celaleddin, ed-Dürrü’l-Mensür fi’t-Tefsiri’l-Me’sür, Beyrut, 1993, IV, 71-72; Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, 384; İbn Kesir, Tefsir, IV, 5-7, 65-66; Elmalılı, Hak Dini, IV, s. 199; Buhari, Sahih, Tefsiru’l-Kur’an, 1. 88 bırakmayacak bir şekilde açık ve kesindir. Bu durumda yukarıdaki hadis bu ayetin hükmüne aykırı hüküm içermektedir. Bu ayetle bu hadisin bir arada değerlendirilmesine gelince, ayetteki hüküm kesindir. Bunda bir şüphe yoktur. Ayete göre ganimetlerin beşte biri yukarıda ayette belirtilen yerlere ait olup, kalan beşte dördü gazilere paylaştırılmaktadır. Ancak bu hadise göre ise, hangi Müslüman asker hangi müşriki öldürür ve onu öldürdüğünü ispat ederse öldürdüğü kimsenin üzerinde olan para, zırh, silah, giyecek vb her şey onu öldürene ait olmakla, ayette belirtilen hükme muhalif bir hüküm uygulanmış olmaktadır. Buradaki problem nesh yada başka bir şey olmayıp peygamberin kendi görmüş olduğu bir lüzumdan dolayı kendi reyine dayanarak Kur’an’ın ganimetlerle ilgili bu hükmünü belli bir süre uygulamamış olmasıdır. Çünkü bu uygulamayı Peygamberin bundan sonraki savaşlarında görmemekteyiz. Vurgu yapmak istediğimiz şey hemen hemen sahih kabul edilen hadis kaynaklarının hepsinde444 ve konu ile ilgili ayetlerin tefsirinde yer alan445 bu olayda Hz. Peygamberin, açık bir ayet hükmünün tersine bir hüküm vermiş olmasıdır. Bu bizim için çok önemli bir noktadır. Burada Peygamber Allah’a rağmen, yada onun hükmüne rağmen, veya Allah’a karşı veya onun hükmüne karşı bir hüküm koyuyor değildir. Acaba bu hadis bu ayeti nesh etmiş mi olmaktadır. Kur’an’ın bir ayetinin bırakın hadisle başka bir ayetle bile neshi mümkün değildir.446 Peki bu durumda bu olay nasıl 444 445 446 Ebu Davud, Sünen, Cihad, 136; Müslim, Sahih, Cihad, 42; Buhari, Sahih, Megazi, 45; Tirmizi, Sünen, Siyer, 13; İbn Mace, Sünen, Cihad, 29; Malik, Muvatta, Cihad, 18; Ahmed, Müsned, V, 12. Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, VIII, 5-8, 15; Cessas, Ebi Bekir Ahmed er-Razi, Ahkamu’lKur’an, Beyrut, 1993, III, s. 81-87 Nesh konusu Usulu Fıkıh, Usulü Hadis, Usulü Tefsir ve Tefsir kaynaklarımızda yer almıştır. Müslüman bilginlerin çoğunluğuna göre de nesh vardır. Neshin olduğunu iddia edenler kendi içlerinde farklı düşünmekle beraber Kur’an da ve Hadis de neshin var olduğu konusunda hem fikirdirler. Ancak hangi ayetlerin mensuh olduğu ve Sünnetin Kur’an’ı neshi konusunda fikir birliği yoktur. Ancak bir kısım bilginler Hadisin Kur’an ayetini nesh edebileceğini iddia edebilecek kadar ileri gitmişler, bu görüşlerine de “La vasiyyete li varisin, Mirascıya vasiyet yoktur” (Buhari, Sahih, Vasaya, 6; Ebu Davud, Sünen, Vasaya, 6, Büyu, 88; Tirmizi, Sünen, Vesaya, 5; Nesai, Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb, Sünen, İstanbul, 1992, Vesaya, 5; İbn Mace, Sünen, Vesaya, 6; Darimi, Sünen, Vesaya, 28; Ahmed, Müsned, IV, 186-187) ve “ Vay o topukların cehennemdeki haline” (Müslim, Sahih, Taharet, 29; Ahmed, Müsned, II, 201 ) hadislerini delil getirmişler, birinci ile mirasçıya vasiyet olamayacağını bu hadisin “Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur.” (Bakara, 2/183) ayetini, ikinci ile de abdestin farz kılındığı Maide suresi altıncı ayetteki “topuklara kadar” kısmını neshettiği ve bu hadisle topukların da yıkanması gereken bölgeler içine dahil edildiği iddia edilmektedir. 89 açıklanabilir. Hz. Peygamber bu olayda kendi görmüş olduğu bir lüzumdan dolayı sadece o zaman ve şartlara göre Kur’an’ın bu hükmünü uygulamamış, onun yerine kendisinin uygun görmüş olduğu bir hükmü uygulamıştır. Yapmış olduğu bu eylem ise Allah tarafından yanlış olarak addedilmemiştir. Eğer Abdullah ibn Ümmi Mektum yada Bedir esirleri olayında olduğu gibi Peygamberin yapmış olduğu bu uygulama da Allah tarafından yanlış olarak addedilseydi o olaylarda olduğu gibi Allah Peygamber’i hemen ikaz ederdi. Hz. Muhammed de yapmış olduğu bu uygulamadan vazgeçerdi. Böyle bir ikazın olmaması da Peygamberin yapmış olduğu bu uygulamanın Allah tarafından dolaylı olarak uygun görülmüş olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamber çeşitli şartlar, zaman ve zeminlerde aynı konuda farklı hükümler vermiştir. Bunlardan bazıları şunlardır. Peygamber toplumda fakirler çok olduğu için Kurban etlerini evlerde üç günden fazla bekletilmemesini emretmiş ve “Sizden hiç biriniz Kurban etini üç günden fazla bekletmesin,”447 demiştir. Fakat daha sonra toplumda refah artınca bu kendisinin koymuş olduğu yasağı kaldırmış ve “ İmkanı olmayan fakirler faydalansınlar diye ben daha önce size kurban etlerini üç günden fazla bekletmemenizi emretmiştim. Artık kalan etleri yiyebilir, yedirebilir ve biriktirebilirsiniz”448 demiştir. İkinci örnek ise şudur. Hz. Peygamber önce kabir ziyaretini ve Nebiz isimli içeceğin içilmesini şu hadislerle yasaklamıştır. Enes b. Malik ve Ali b. Ebi Talib’den gelen rivayetlerde şu ifadeler yer almaktadır. “Peygamber kabir ziyaretini yasakladı”449 Nebiz de Ebu Said el-Hudri ve başkaları tarafından rivayet 447 448 449 (Hudari Bey, Muhammed, Usulü’l-Fıkh, Mısır, 1969, s. 261-263; Şaban, Usulü’l-Fıkh, s. 81, 396-406; Ebu Zehra, Muhammed, Usulü’l-Fıkh, Kahire, 1958, s. 148, 154-156; Koçkuzu, Ali Osman, Hadiste Nasih Mensuh Meselesi, İstanbul, 1985, s. 157; Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, Ankara, 1991, s. 122-128; Koçyiğit, Talat, Hadis Usulü, Ankara, 1993, s. 145-147) Muhammed Ebu Zehra’ya göre “ Fakihlerin Cumhuruna göre, Kur’an ayeti, Kur’an’ın başka bir ayetiyle neshedilebileceği gibi, sünnet ile de neshedilebilir; ancak sünnetin mütevatir olması gerekir; Kur’an sened bakımından kat’idir. Onu neshedecek olan sünnetin de aynı şekilde sened yönünden kat’i olması icab eder.” (Ebu Zehra, Usulü’l-Fıkh, s. 155 ) Tirmizi, Sünen, Edahi, 13. Tirmizi, Age, Edahi, 14. Ahmed, Müsned, I, s. 145, III, s. 237. 90 edilen şu hadisle yasaklanmıştır. “Peygamber kuru üzüm, kuru hurma, yaş hurma ve koruk hurmadan yapılan nebizi yasakladı.450 Hz. Peygamber, daha sonra bu konularla ilgili görmüş olduğu mahzurlar ortadan kalkınca yasakları da kaldırmıştır. İbn Mes’ud ve Enes b. Malik’den rivayet edilen hadiste bu durum şöyle beyan edilmiştir. “Sizi kabirleri ziyaret etmekten menetmiştim. Artık onları ziyaret edebilirsiniz. Çünkü kabirleri ziyaret etmek kalbi yufkalaştırır, göz yaşını akıtır, dünyada zühd sahibi olmayı sağlar ve ahireti hatırlatır.”451 Bu cevazın öncesinde kabir ziyaretini yasaklayan pek çok hadisin yanında İbn Abbas’tan gelen “Hz. Peygamber, kabirleri ziyaret eden ve kabirleri mescid edinen ve orada kandil yakan kadınları lanetlemiştir”452 şeklindeki bu rivayette, kabir ziyaretinin yasaklanma sebebi açık bir şekilde görülmektedir. Peygamber, günümüzde de sıkça görüldüğü üzere kabirlerdeki ölülerden medet uman, oralarda ibadet edercesine davranan ve mum yakmak vb şekillerde birazda başka din mensuplarının adetlerine benzeyen davranışlarda bulunan kimseleri bu saydığımız sebeplerle kabir ziyaretinden menetmişti. Daha sonra Hz. Peygamber insanlara ahireti ve ölümü hatırlatacağı ve ağlayan kişinin kalbini yumuşatacağı453 sebebi ile kabir ziyaretini serbest bıraktığını beyan etmiştir. Konu ile ilgili olarak Tecridi Sarih’te şu bilgiler yer almaktadır. Yahudi ve Hıristiyanlar aziz addettikleri kimselerin kabirlerini secdegah haline getirmişlerdir. Cahiliyye arapları da kabirlere secde ediyorlardı. Bu sebeple Peygamber, Tevhid inancı ile taban tabana zıd bu tür cahiliyye adetlerinden ümmetini uzak tutmak için kabir ziyaretlerini önce yasaklamış, sonra bu yasağı kaldırmıştır. Yasağın kaldırılması sonrasında hem kendisi, hem de başta Hz. Aişe ve Fatıma olmak üzere sahabenin çoğu kabir ziyaretinde bulunmuşlardır.454 450 451 452 453 454 Ahmed, Age, I, s. 71, 134, 140, V, s. 340, VI, s. 18; Müslim, Sahih, Eşribe, 17; Tirmizi, Sünen, Eşribe, 9; Darimi, Sünen, Eşribe, 8. İbn Mace, Sünen, Cenaiz, 47, Ahmed, Müsned, I, s. 145, III, s. 237. Ebu Davud, Sünen, Cenaiz, 82. İbn Hacer el-Askalani, Fethu’l-Bari, Beyrut, 1996-1997, III, s. 493. Tirmizi’de ki rivayette “Kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü kabirler ölümü hatırlatır” buyurulmaktadır. (Tirmizi, Sünen, Cenaiz, 47) Naim-Miras, Tecrid, IV, s.371-375. 91 Nebiz455 ile ilgili olarak da şu hadis rivayet edilmiştir. “Sizi tulumlarda olanların dışındaki nebizden menetmiştim. Artık sarhoşluk verici olmadığı müddetçe bütün kaplardaki nebizleri içebilirsiniz. Sarhoşluk verici hale gelenleri içmeyiniz.”456 Bu hadis de bize sebepler ortadan kalktığı zaman peygamberin zaman zaman verdiği hükümlerden farklı hükümler verdiğini, haram kıldığı bir şeyi daha sonra helale dönüştürdüğünü göstermektedir. Nebizle ilgili haram kılınma sebebi olarak, tulumlarda bekleyen nebizin zamanla sirkeye dönüştüğü, ama tulum dışındaki toprak vb kaplarda bekleyen nebizin ise zamanla sarhoşluk verici hale geldiği, bu sürenin ise, bulunulan yere, iklime ve kabın çeşidine göre değişiklik arz etmekle beraber üç gün olduğu, üç güne kadar ki kaplardaki nebizden içilebileceği, üç günden sonra ise sarhoşluk verici hale geldiğinden dolayı içilemeyeceği belirtilmiştir. Bu olayda Peygamber, sarhoşluk verici her şey yasak olduğundan, tulum dışındaki diğer kaplardaki nebiz sarhoşluk verici hale geldiğinden nebizi önce tümden yasaklamıştır. Daha sonra herkesin evinde tulum olmadığından, evlerdeki saklama kaplarının çoğunun toprak vb olduğunun kendisine söylenmesinden sonra sarhoşluk verici hale gelmemiş olması kaydı ile diğer kaplardaki nebize izin vermiştir. Peygamber’in at etinin yasaklığı ile ilgili hem hadis, hem tefsir ve hem de İslam fıkhı kaynaklarında farklı kanaatler vardır. Çünkü bir kısım hadislerde at etinin yenmesinin yasak olduğu bildirilmiştir: “Resulüllah, at, eşek ve katır eti yemeyi yasak etti.”457 Şu rivayetlerde de helal olduğu bildirilmiştir. “Resulüllah, Hayber’de ehli eşek etini yasak etmiş, at etine izin vermiştir”.458 455 456 457 Nebiz kuru üzüm, hurma, bal, arpa, buğday vb. şeylerin suda bekletilerek onu tatlandırılması yolu ile elde edilen bir içecektir. Testilerde ve tulumlarda yapılır. Sarhoş edici olsun olmasın nebiz diye isimlendirilir. Sarhoş edici olursa içilmesi haram, olmazsa haram değildir. (İbn Manzur, Lisan, III, s. 511). Nebizin hangi kapta kaç günde sarhoşluk verici hale geldiği ile alakalı olarak bkz. Şamil İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1991-1994, Nebiz md. V, s. 64-66. Nebizin yasaklanması ve daha sonra ruhsat verilmesi ile alakalı olarak bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, X, s. 181-188. Bizim amacımız nebizin ne olduğu ya da helalliği veya haramlığı değildir. Burada bizim ortaya koymaya çalıştığımız şey peygamberin aynı konu ile alakalı olarak değişik şart ve durumlarda farklı hükümler vermiş olmasıdır. Nebiz de bunlardan biridir. Nebizin fıkhi boyutu ile alakalı olarak Bkz Merğınani, Burhaneddin Ebu’l-Hüseyn Ali b. Ebi Bekr b. Abdulcelil, el-Hidaye şerhu Bidayeti’l-Mübtedi, Beyrut, 1990, IV, s. 110-113; Cezeri, Abdurrahman, Kitabü’l-Fıkh ala Mezahibi’l-Erbea, İstanbul, 1990, II, s. 6-9. Ahmed, Müsned, V, s.350. İbn Mace, Sünen, Zebaih, 14 “Esma binti Ebi Bekir dedi ki: Biz Peygamber zamanında at eti yiyorduk” (Buhari, Sahih, Zebaih, 9) İslam Hukuk bilginlerinden İmam Muhammed, İmam Ebu Yusuf, İmam Şafii, (Nevevi , Ebu Zekeriya Muhyiddin b. Şeref, Kitabü’l-Mecmu, ty, yy, 92 Hz. Peygamberin bütün bu yasaklarının ve daha sonraki izinlerinin hepsinin muhakkak surette dini bir boyutu vardı. Yani insanlar yasak sürerken bu emirlerin zıddına hareket etmiş olsalardı kişisel bazda sorumlulukları olurdu. Bunlar birer teşri olayıdır. Peygamberin yasak kılma sebepleri ortadan kalkınca daha sonra o yasakları kaldırmıştır. Ele alınan bu örnekler peygamberin kendi zamanında yapmış olduğu bir kısım yasakların kendisi tarafından kaldırılması ile ilgilidir. Ama bir kısım konular da vardır ki Peygamber sağlığında bunları yasaklamış, fakat Hz. Peygamber yasak kıldığı bazı şeyleri kendisi hayatta iken yasak kılma sebepleri ortadan kalkmadığı için bu yasakları kaldırmamıştır. Bu olaylardan bir tanesi olan resim konusudur. 458 IX, s.6; Şirbini, Şemseddin Muhammed b. Muhammed, Muğni’l-Muhtac ila Ma’rifeti Meani Elfazi’l-Minhac, Beyrut, 1994, VI, s. 147) ve Hanbeliler (İbn Kudame, Ebi Muhammed Muvaffiku’d-Din Abdullah el-Makdisi, el-Kafi fi Fıkhı’l- İmami’l-Mücebbel Ahmed b. Hanbel , yy, 1988, I, s. 488) at etinin helal olduğunun bildirildiği rivayetlere dayanarak ve Nahl suresi beş ve sekizinci ayetlerini de delil getirerek at etini yemeyi mübah görmüşlerdir. İmam Malik ve İmam Azam ise at etinin yenmesini mübah görmemiştir.( İbn Rüşd, Ebi’l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Rüşd el-Kurtubi el-Endelüsi, BidayetülMüçtehid ve Nihayetü’l-Muktesıd, Mısır, 1975, I, s. 469; İbn Hübeyre, el-Vezir Avnüddin Ebi’l-Muzaffer Yahya b. Muhammed, el-İfsah an Meani’s-Sıhah, Beyrut, 1996, II, s. 256) İmamı Azam’dan bir rivayete göre at eti tenzihen, diğer bir rivayete göre ise tahrimen mekruhtur. Ebu Hanife bu görüşe varırken şöyle bir yaklaşımda bulunmuştur: At sayısı azdır. At savaşta silah olarak kullanılmaktadır. Cihad aleti olan atın sayısını azaltmak doğru değildir. At etinin kendisi haram olduğundan dolayı değil, sırf savaşta silah olduğundan dolayı at etinin yenmesi nehyedilmiştir.( İbn Humam, Kemaleddin es-Sivasi el-Hanefi, Fethu’l-Kadir, Kahire, 1315, IX, s. 512-513; Öğüt, Salim, “At”, DİA, İstanbul, 1991, IV, s. 32) Aynı şekilde Müfessirler de Nahl suresi beş ve sekizinci ayetlerini yorumlarken bu farklı yaklaşıma sahib olmuşlar, bir kısmı at etini mübah görürken, (Vahıdi, Ebi’l-Hasen Ali b. Ahmed en-Nisaburi, el-Vasit fi Tefsiri’l-Kur’ani’l-Mecid , Beyrut, 1994, III, s. 56-57; Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 538) diğerleri at etinin yenmesini mübah görmemişlerdir. Beyzaviye göre bu ayetten haramlık çıkarmak mümkün değildir. Çünkü ayet Mekki’dir. At etinin yenemeyeceğini söyleyenlere göre Allah Nahl suresi beşinci ayette “ Hayvanları da yarattı. Onlardan sizin için ısınma ve bir çok faydalar vardır. Hem de onlardan yersiniz” buyurmuş ama bu üç hayvanı saydıktan sonra yenilebileceğinden bahsetmemiş tam tersine binmek ve süs için yaratıldıklarından bahsedilerek etlerinin yenemeyeceğine işaret edilmiştir. (Cessas, Ahkamu’l-Kur’an, III, s.270-272; Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, II, s. 281) Bir başka görüşe göre bu hayvanlar taşımacılıkta kullanıldığı için etlerinin yenmesi yasaklanmıştır. Peygambere “Ey Allah’ın Rasülü! Eşekler yenildi, eşekler bitti, denildi, Bunun üzerine peygamber yasakladı. ( İbnü’l-Arabi, Ebi Bekir Muhammed b. Abdullah, Ahkamu’l-Kur’an, ty, Beyrut, III, s.1144-1146) Kurtubi’ye göre de at etinin yenmesi caiz değildir. Çünkü bu ayette at, katır ve eşekten ne şekilde yararlanılabileceği belirtilmiştir. Allah onları taşıma aracı ve zinet olmak üzere yaratmıştır. Yemek için değil. (Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, V, s. 51.) Buhari, Sahih, Zebaih, 27 93 “Peygamber evde resim bulundurulmasını yasakladı.”459 Bu hadis ile peygamberin resmi yasakladığı aşikardır. Bu durum İslam’ın resme tamamen karşı olduğunu göstermemektedir. Bu konu ile alakalı hadislerin farklı rivayetleri vardır. Bunlardan birinde “İçinde köpek ve resim bulunan eve melekler girmez. Bununla peygamber ruh taşıyan varlıkların heykelini kastetti”460 denilirken aslında resmin yasaklanma sebebini ravi bir şekilde izah etmiş olmaktadır. Buhari şarihi İbn Hacer de, bu hadisin şerhinde resmin yasaklanması ile alakalı olarak çeşitli kimselerin görüşlerini verdikten sonra “Cinler Süleyman için dilediği biçimde kaleler, heykeller, havuz gibi çanaklar ve sabit kazanlar yapıyorlardı”461 ayetini ele almış, konuyla ilgili çeşitli görüşlere yer vermiştir. İslam’ın geldiği Arap toplumunun çok büyük çoğunluğu puta tapan insanlardan oluştuğundan, kolayca eski adetlerine dönebileceklerinden dolayı Hz. Peygamber resim ve heykeli yasaklanmıştır. Yoksa bizatihi resim ve heykelin kendileri kötü olduğu için yasaklanmamıştır.462 Bugün bu yasağın sebepleri Müslümanlar için ortadan kalkmıştır. Müslümanlar resme ve heykele tapmamaktadırlar. Bu örnekte Peygamber’in hayatta iken koymuş olduğu resim ile ilgili bir yasağın asırlar sonra da olsa, o yasağın sebeplerinin ortadan kalkması sonucunda peygamberin koymuş olduğu bir yasağın belli şartlar muvacehesinde kalkmış olmasına örnektir. İşte örnekleme yöntemi ile463 ele alınan bu örneklerde de görüldüğü üzere Peygamber, kendi rey’ine dayanarak ve gördüğü lüzumdan dolayı bir kısım konularda yasaklar koymuş, daha sonrada yine kendi gördüğü bir lüzumdan dolayı bu yasakların bir kısmını kaldırmıştır. Bunlar Kur’an’da hükmü beyan edilen durumlar değildir. Bu durum ise Peygamberin teşride bulunduğunu göstermektedir. Çünkü yukarıda örnekleri ile ortaya konulduğu üzere peygamber bir kısım konularda haram ve helaller koymuştur. Ancak O, koymuş olduğu bu yasakların bir kısmını zamanla kaldırmıştır. Bu da onun bu yasakları koyarken 459 460 461 462 463 Tirmizi, Sünen, Libas, 18. Resmin yasaklığı ile ilgili çok sayıda hadis vardır. Bunlar için bkz. Wensinck, A.J. Mensing, J.P. Brugman, J. , el-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfazı’l-Hadisi’nNebevi, İstanbul, 1988; S-V-R md. III, s. 440 Buhari, Sahih, Meğazi, 12. Sebe, 34/13. Bardakoğlu, Ali, “Helaller ve Haramlar”, TDV İlmihal, İstanbul, 1999, II, s. 105, Bu konu ile ilgili örnekler çoğaltılabilir. Ancak çalışmamızı ana ekseninden koparacağı ve teferruata boğacağı için birkaç örnek vermekle yetindik. 94 kendi görüşüne istinaden ve değişik şart ve durumlara göre karar verdiğini göstermektedir. Eğer Peygamberin koymuş olduğu emir ve yasakların Allah’ın bildirmesi ile olduğunu ve dinin teferruatı ile alakalı konularda her şeyi kesin ve değişmez çizgilerle çizildiğini iddia edersek bu durumda din donuklaşır. Hayata cevap veremez hale gelir, bu sebeple de din hayatın dışında kalır. Günümüzde yaşanan din ve dini algılama ve yaşama ile ilgili sıkıntıların en önemli sebeplerinden biri budur. Konunun diğer bir yönü ise Peygamber hayatta iken fetvalarında nesh olur ama onun vefatından sonra onun fetvaları nesh kabul etmez464 görüşü de doğru değildir. Ne zaman şartlar oluşursa ve yasak gerekli olursa yasak konulur, ne zaman da yasağın kaldırılması gerekiyorsa yasak kaldırılır. Dini konularda hal böyle iken ağaçların aşılanması meselesinde olduğu gibi465 dini olmayan konularda da onun görüşünün doğru olmayabileceği ortaya çıkmaktadır. Ayrıca bu uygulamayı yapan sahabenin de bunu ilahi bir emir olarak algıladıklarından aşılama işini terk edince hurmalar iyi olmayınca O, bunun sadece kendi rey’i olduğunu beyan etmiştir. Hz. Peygamberin bu ifadelerini bugün bazıları “ O, arzusuna göre de konuşmaz. O bildirdikleri vahyedilenden başkası değildir”466 ayetini yanlış bir şekilde yorumlamaktadırlar. Onlar, Peygamber’in arzusuna göre konuşmadığını bildiren ayeti Kuran ile sınırlandırmayıp Hz. Muhammed’in söylediği her şeyin Allah 464 465 466 467 tarafından vahyi gayri metluv467 anlayışı ile vahyedildiğini Karafi, İhkam, s. 90; Zeydan, Abdulkerim, Haletü’d-Darure fi’ş-Şeriati’l-İslamiyye, Beyrut, 1988, s. 72, Ebu Zehra, Usulü’l-Fıkh, s. 151. Peygamber Medine’ye geldiğinde insanların hurmaları aşıladıklarını görmüş, öyle ne yapıyorsunuz diye sormuş, onlar da : Biz bunu daima yaparız demişler, O’da bunun üzerine : Keşke böyle yapmasanız, bu daha hayırlı olurdu, demiştir. Bunun üzerine onlar hurma aşılama işini terk ettiler. Aşılama işini terk edince hurmalar az oldu. Bunu peygambere haber verdiler. O’da: Ben muhakkak ki bir beşerim. Ben size dininizle ilgili bir şey emredersem onu hemen yapın, Şayet kendi görüşümle alakalı bir şey emredersem, ben de bir insanım, yanılabilirim, dedi (Müslim, Sahih, Fedail, 140) Necm, 53/3-4. Gayri metluv vahiy kavramı, İslam kültürünün oluşturmuş olduğu yanlış bir kavramdır. Bu düşünce sahipleri Sünneti sünnet olmaktan çıkarıp onu vahiy gibi anlamaya başlamışlardır. Böylece Sünnet, Kur’an’ın yanında Kur’an gibi bir kaynak olarak algılanmıştır. Müslünalar bu ifadeleri ile vahyi tilavet olunan ve olunmayan şeklinde iki kısma ayırmışlardır. Tilavet olunan vahiyle Kur’an’ı, tilavet olunmayan vahiyle de Kur’an dışında bir vahiy olduğunu iddia etmişler, buna da Necm suresindeki 3 ve 4. ayetleri delil getirmişlerdir. Ancak bu doğru bir yaklaşım değildir. Böyle bir anlayışın doğru olduğu kabul edilirse o zaman isteyen herkes istediği her düşünceyi; “bu gayri metluv bir vahiydir” deyip İslam’a sokmaya çalışabilir. Bu 95 söylemektedirler. 468 Böyle bir anlayış kabul edilemez. Şayet Hz. Muhammed’in sözlerinin vahiy olduğu kabul edilirse, bu durumda kendisi ile beraber olan sahabenin peygamberin yapmış olduğu bir kısım uygulamalardan sonra; “Ey Allah’ın Resulü! Bu Allah’tan sana gelen bir emir mi? Yoksa senin kendi rey’inle verdiğin bir karar mı?” diye sorduklarında Peygamber “benim rey’im” diye cevap verince sahabenin; “o zaman şöyle olsa daha iyi olur” şeklinde fikirlerini beyan etmeleri anlaşılamaz hale gelir. Sahabe, yukarıdaki ayeti bazılarının anladığı gibi anlasaydı o zaman Peygamber ne derse hiçbir fikir yürütmeden dediğini yaparlardı. Ama onlar bunun tam tersine yapılan işin vahiy yolu ile bildirilen bir durum olmadığını öğrenince hemen kendi fikirlerini beyan etmişlerdir. Bunun sonucunda da bedir kuyuları örneğinde olduğu gibi peygamber kendi fikrinden vazgeçmiş, diğer düşünceye uymuş469 ve bunun akabinde de bu görüşe uymanın faydasını savaş alanında görmüştür.470 Aynı şekilde Peygamber Hendek savaşında İranlı sahabi Selman-ı Farisi’nin görüşlerine uymuş şehrin etrafına Hendek kazmak suretiyle çok az bir 468 469 470 durumda Kur’an’a ek Kur’an gibi ikinci bir kaynak daha kabul edilmiş olur. Bu da Hadis kaynaklarıdır. Bu kabul edilebilecek bir şey değildir. Bu sebeple Müslümanlar tilavet olunmayan vahiy anlayışını tamamen bir kenara atmalıdırlar. Çünkü peygambere vahyolunan, tilavet olunan vahiy yani Kur’an Müslümanlar için yeterlidir. Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, III, 272; Sıbai, Mustafa, es-Sünnetü ve Mekanetüha fi’tTeşriı’l-İslami, Beyrut, 1985, s.150. Bu ayetin öncesine ve sonrasına baktığımız zaman da burada peygamberin konuşmasından peygamberin hadisleri ya da sünnetinin kasdedilmediği çok açık bir şekilde görülecektir. “Battığı zaman yıldıza andolsun ki; Arkadaşınız Muhammed sapmadı ve bâtıla inanmadı. O, arzusuna göre de konuşmaz. O bildirdikleri vahyedilenden başkası değildir. Çünkü onu güçlü kuvvetli biri Cebrail öğretti. Ve üstün yaratılışlı melek, doğruldu: Kendisi en yüksek ufukta iken. Sonra Muhammed'e yaklaştı ve sarktı. O kadar ki iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu. Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi.” (Necm, 53/1-10) Ayetlerde de görüldüğü üzere peygamberin hevasından konuşmadığı şey hiç bir yoruma mahal bırakmayacak bir şekilde açık olup, bu da Kur’an’ın kendisidir, Vahyin kendisidir. Nesefi, Beyzavi ve Elmalılı’da ayeti bu şekilde anlamışlardır. Bkz. Nesefi, Ebu’lBerekat, Medarikü’t-Tenzil, IV, s.194; Beyzavi, Envaru’t-Tenzil , II, 438-439; Elmalılı, Hak Dini, VII, s. 4571-4572. Bedirde Hubab b. Münzirin, (İbn Hişam, Siret, II, s. 232, Kurtubi, Ebi Ömer Yusuf b. Abdullah b. Muhammed b. Abdülber, el-İstiab fi Ma’rifeti’l-Ashab, Beyrut, 1995, I s. 388; İbn Hibban, Ebu Hatim Muhammed b. Hibban b. Ahmed, es-Siretü’n-Nebeviyye ve Ahbaru’lHulefa, Beyrut, 1987, s. 166-167; Kettani, Muhammed Abdülhay b. Abdülkebir, etTeratibü’l-İdariyye, Beyrut, ty, II, s. 384 ) Hendek savaşında evs ve Hazrec liderleri olan Sa’d b. Muaz ve Sa’d b. Ubade’nin ifadeleri (Vakıdi, Muhammed b. Ömer, Kitabü’l-Meğazi li’lVakıdi, Beyrut, 1985, II, s. 477-480; Belazuri, Ahmed b. Yahya b. Cabir, Kitabü’l-Cümel min Ensabi’l-Eşraf, Beyrut, 1996, I, 430-431; Muhammed Ali, Mevlana, Peygamberimizin Hayatı, Siretü’n-Nebi, çev. Ali Genceli, Ankara, ty. s. 209-210 ) buna örnek gösterilebilir. Uslu, Recep, “Bedir”, DİA, İstanbul, 1992, V, s. 325-327. 96 ziyanla savaştan galip çıkmıştır.471 Uhud savaşında Hz. Muhammed çoğunluğu Bedir savaşına katılmayan genç sahabilerin görüşüne uymuş, kendi görüşünün tersine olsa da savaşı şehrin dışında yapmayı kabul etmiştir. Ancak savaş sonunda başta Hz. Hamza olmak üzere yetmiş kadar sahabe şehit olmuş, Peygamber’in azı dişi kırılmış, yüzü yaralanmış ve çok büyük sıkıntılar çekmiştir.472 Bütün bu örnekler açıkça göstermektedir ki Peygamber kendisine vahiyle belirtilmeyen hususlarda bazen kendi şahsi görüşüne göre, bazen de sahabenin görüşüne göre hareket ediyordu. Bütün bunlar Hz. Muhammed’in Kur’an dışında söylediği sözlerin vahiy olmadığını açıkça göstermektedir. Yukarıda Allah’ın şari olması bölümünde ifade edildiği gibi Şari-i Mutlak Cenabı Allah’tır. Ancak Peygamberler ve diğer insanlar da kanun koyma yetkisine sahiptirler. Bunu belli bir düzen ve intizam içinde olması gerekmektedir. Tarihen de bu böyle devam ede gelmiştir. Hz. Muhammed bazı konularda henüz vahiy gelmediği durumlarda önceki peygamberlerin şeriatını uygulamış,473 onda da yok ise kendi rey’ine başvurarak kararlar almıştır.474 471 472 473 Belazuri, Ensab, I, s. 427; Hamidullah, İslam Peygamberi, I, s. 267-268; Agm, “Hendek”, DİA, İstanbul, 1997, XVII, s. 194-195. İbn Hişam, Siret, III, s. 71-72; İbn İshak, Muhammed b. İshak b. Yesar, Kitabü’l-Meğazi, Konya, 1981, s.303-304; (Siretü İbn İshak içinde) ; Yakut el-Hamevi, Şihabüddin Ebi Abdillah Yakut b. Abdillah el-Hamevi er-Rumi el-Bağdadi, Mu’cemu’l-Büldan, Beyrut, ts., I, s. 135. Peygamberin her hangi bir konu ile ilgili ortada açık bir ayet yokken daha önceki şeriatlarin bir kısım hükümlerini uygulamasına örnek olarak Recm olayı gösterilebilir. Tevrat’a göre recm mevcuttur. "Eğer bir adam başka bir adamın karısıyla zina ederken bulunursa, zina eden adam ve kadın ölecekler... erkeği taşla taşlayacaksınız ve ölecekler ve kötülüğü aranızdan kaldıracaksınız." (Tesniye, 22/22-24; bkz. Levililer, 20/13-14 ve 21/9). Kur’an’da ise kesinlikle böyle bir hüküm mevcut değildir. Ana hadis kaynaklarının bildirdiğine göre peygamberin on senelik Medine döneminde uygulamış olduğu recm cezası bir kaçı geçmemektedir. Bunlardan iki tanesi zina ettiklerini iddia eden iki Yahudi hakkındadır ki bu da kendi ilahi kitaplarına göre –ki yukarıda zinanın cezasının Tevrat’a göre ölüm olduğu anlaşılmaktadır- yargılanmalarının bir sonucu olarak recm edilmişlerdir. Bunların dışında kaynaklarda yer alan ve recm edildikleri bilinen diğer en meşhur iki kişi ise Ğamidiyyeli bir kadın ile Maız b. Malik isimli bir kişidir. (Müslim, Sahih, Hudud, 22-24) Bunlardan birincisi olan Ğamidiyyeli kadın Hz. Peygamber’e gelmiş ve ona büyük bir günah işlediğini, karnında zina ürünü bir çocuğu taşıdığını bildirmişti. Hz. Muhammed olayın üzerine gitmektense kadını duymazdan gelmiştir. Kadının ısrarı üzerine Peygamber hamile olan kadının çocuğunu doğurması için cezayı uygulamadan göndermiştir. Kadın çocuğunu doğurup onu kucağına alıp getirmiş ve: “İşte bu o çocuk, cezayı şimdi uygula” demiştir. Peygamber kadını çocuğu emzirip büyütmesini söylemiş ve kadını yine cezayı uygulamadan göndermiştir. Kadın aradan biraz zaman geçince çocuk büyüyüp çocukla beraber gelip cezayı uygulaması konusunda ısrar edince bu sefer recm cezasını uygulamak durumunda kalmıştır. Eğer kadın ceza uygulanmayan durumlarda oralardan çekip gitseydi Peygamber onu takip ettirmezdi. Çünkü diğer olayda Maız : “Beni temizle Ya Resulellah” deyince O: “git tevbe et” demiş, bu olay üç defa tekrar etmiş, dördüncüde : “seni neden temizleyeyim” diye sormuş, 97 daha sonra Maız zina ettiğini söyleyince ona evli –ki bir kısım rivayetlerde peygamberin ona evli olup olmadığını sorduğundan bahsedilmemektedir - deli yada sarhoş olup olmadığını sormuş, Maız, evli olduğunu ve deli ya da sarhoş olmadığını söyleyince recm’e hükmetmiştir. (Müslim, Sahih, Hudud, 22-24) Ancak daha sonra Recmin uygulanması sırasında canı yanan Maiz kaçmaya çalışınca recmi uygulayanlar onu yakalayıp taşlayarak öldürmüşlerdir. Bu haberi duyan Hz. Muhammed: “Keşke onu bıraksaydınız” demiştir. (Ebu Davud, Sünen, Hudud, 24; Tirmizi, Sünen, Hudud, 5) Müslüman olan bu iki kişiye uygulanan recm cezası Peygamberin “Şer’u men Kablena” yani “Daha önceki peygamberlerin şeriatı” hükmünde olan uygulamalarından olup Tevrat’ın hükmünün uygulanmasından ibarettir. Bunun böyle olduğunu hem Buhari hem de Müslim’in Sahih’lerinde yer alan şu hadis bize işaret etmektedir. “ Ebi İshak eş-Şeybani’den: Abdullah b. Ebi Evfa’ya : Peygamber recm cezası uyguladı mı? diye sordum, O’da evet dedi. Ben bunun üzerine Nur suresi indirildikten önce mi yoksa sonra mı diye sordum, o da bilmiyorum dedi.” (Müslim, Sahih, Hudud, 29; Buhari, Sahih, Muharibin, 21). Aslında recm konusu ile ilgili yüzyıllardır İslam dünyasında süren tartışma bu sorunun cevabında vardır. O’ da Abdullah b. Ebi Evfa her ne kadar bilmiyorum dese de Peygamberin Nur suresindeki ayet indikten sonra recm cezası uygulamadığıdır. Fakat Müslümanlar Peygamberi yeterince doğru anlamadıklarından dolayı farklı bir yolu tercih etmişler ve recmin İslam’da mevcut olduğunu savunmuşlardır ki bu kesinlikle doğru değildir. Yoksa recm bazılarının iddia ettikleri gibi metni kaldırılmış hükmü devam eden ayetlerden biri değildir. İlk dönem bilginlerimizden bir kısmı doğru olup olmadığına bakmadan nerede ne buldularsa eserlerine almışlardır. Aldıkları bu bilgilerin İslam’a ne kadar zarar verebileceğini düşünmemişlerdir yani getirisini götürüsünü hesaba katmamışlardır. İşte bu rivayetlerden biri “eş-Şeyhu ve’ş-Şeyhatü iza zeneya fercümühüma elbettete” şeklindeki recm ile ilgili bir ayetin bulunduğu ancak bu ayetin Kur’an’a yazılmadığı iddiasıdır. Bunu iddia ederken kendilerini haklı çıkarabilmek için bahsettikleri bu rivayeti İslam hakkındaki derin yorum kabiliyeti ve vukufiyeti bulunan Hz. Ömer’e atfetmekten geri durmamışlardır. Olay kaynaklarda şu şekilde yer almıştır: “Abdullah b. Abbas, Hz. Ömer'in minberde şöyle dediğini rivâyet etmiştir. "Cenab-ı Allah Muhammed'i hak ile göndermiş ve O'na Kitab'ı indirmiştir. Recm ayeti de O'na indirilen ayetlerden idi. Biz bu ayeti okuduk, ezberledik ve anladık. Resulullah recmi uyguladı, ondan sonra biz de uyguladık". Korkarım, zaman geçince birileri çıkıp "Biz Allah'ın kitabında recmi bulamıyoruz" der ve Allah'ın indirdiği bir farzı terk ederek sapıklığa düşerler. Şüphesiz recm, Allah'ın kitabında, evli olmak, şahit, gebelik veya ikrar bulunmak şartıyla, zina eden kimse aleyhine bir haktır" (Müslim, Sahih, Hudûd, 15). Hz. Ömer'e atfedilen, metninin kaldırıldığı ama hükmünün devam ettiği iddia edilen ifadenin Türkçesi şu şekildedir: “İhtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ederlerse, onları taşlayarak öldürün” (Mâlik, Muvatta, Hudûd 10; İbn Mâce, Hudûd, 9; Ahmed, Müsned, V, 132, 183). Hz. Ömer'in recmi, Medine minberinden ilân etmesi, içlerinde bir çok sahabe bulunan cemaatten hiç birinin buna karşı çıkmaması, recmin sabit olduğunu gösterir (Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, , İstanbul 1978, VIII, 350). Serahsi, Hz. Ömer’in şöyle dediğini nakleder: "Eğer insanlar, Ömer Allah'ın Kitabına ilave yaptı demeyecek olsalar, "ihtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ettikleri..." ifadesini Mushaf'ın haşiyesine yazardım" (Serahsi, Şemseddin, Kitabü’l-Mebsût, Beyrut, 1978, IX, 37). Burada ayet olduğu iddia edilen bu ibarenin farklı kaynaklarda farklı şekillerde geçtiği göz önüne alınırsa yani metninde farklılıklar olduğu düşünülürse bunun ayet olamayacağı çok açıktır. Bugün dünyanın neresine gidilirse gidilsin müslümanım diyen herkesin elindeki Kur’an aynıdır. Ama ayet olduğu iddia edilen bu rivayet farklı kaynaklarda farklı şekilde yer almıştır. Bunlardan bir tanesinde “iza zeneya” ibaresi yoktur. (Malik, Muvatta, Hudud, 10) Bir diğerinde “eşŞeyhu ve’ş-Şeyhatü” yerine “es-Seyyibü ve’s-Seyyibetü” olabileceği ifade edilmiştir. (Malik, Muvatta, Hudud, 10) Bir başkasında sonuna “ Nekalen minellah. Vallahü alimün hakim” (Ahmed, Müsned, V, 132) ibaresi eklenmiştir. Bütün bunlar bu ifadenin ayet olamayacağını açıkça göstermektedir. Kanaatimizce bütün bu rivayetler ön kabullerin sonucu olarak üretilmiş sözlerdir. Bu ön kabul de recmin İslam’da var olduğu iddiasıdır. Bu ifade kabul görsün diye Hz. Ömer’e atfedilmiştir. Bu ifade ona atfedilirken de karşı çıkanları susturmak için tedbir alınmış ve “Korkarım, zaman geçince birileri çıkıp "Biz Allah'ın kitabında recmi bulamıyoruz" der ve 98 Peygamberin yapmış olduğu bu işlerin tamamı kanun koyma kapsamına girmektedir. Bu durumda da peygamber Şari olmaktadır. Buradaki tek fark sadece isimlendirme farkı olsa gerektir. Genel olarak hem usulü fıkıh bilginleri, hem tefsir ve hem de hadis bilginleri Hz. Peygamber’in sünnetine uymanın zorunluluğundan, hatta sünnetin Kur’an’ı bile nesh edebileceğini iddia ederlerken ve İmam Şafii örneğinde olduğu gibi sünnete uymanın iman esası gibi addedilmesi ortada iken, Hz. Muhammed’in şari olduğunu söylememelerini anlamak oldukça zor olsa gerektir. Hz. Peygamber de şaridir. O kendi zamanının ihtiyaçlarına göre çeşitli konularda yasaklar ve kurallar getirmiş, ihtiyaçlar kalkınca bu yasağından vazgeçmiştir. Bu durum ise Peygamber’in teşri yetkisinin var olduğunu göstermektedir. Bu da hem ayetle hem de hadisle sabittir. Ancak Peygamber’in uygulamaları tamamen kesinleşmiş ve değişmez birer hüküm değildir. Tam tersine bunlar zaman ve şartlara göre değişebilir. 474 Allah'ın indirdiği bir farzı terk ederek sapıklığa düşerler” denilerek recme karşı çıkanlar susturulmak istenmiştir. Müslüman bilim adamlarının böyle bir iddiayı dillendirebilmeleri ve eserlerine alabilmeleri yanlış bir tutumdur. Bir Müslüman bunu iddia edebilirse, başka biri de başka bir ayetin eksik yada fazla olduğunu iddia edebilir. Süleyman Ateş, Kunut dualarının Kur’an’dan bir sure olduğunu ama Müslümanların bunu Kur’an’a almadıklarını ve dolaylı olarak da olsa felak ve Nas surelerinin Kur’an’dan olamayabileceğini iddia etmektedir. O tefsirinde konu ile ilgili şunu söylemektedir. “Abdullah ibn Mes’ud ve Übeyy ibn Ka’b’ın Mushaflarında Felak ve Nas sureleri yoktur. Yalnız Übeyy mushafında Vitr namazlarında okunan Kunut Duası, Hul Suresi adıyla Kur’an’dan bir sure olarak yer almıştır. (Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul, 1988-1991, XI, s. 213) Böyle bir iddiayı seslendirmek “Kur’an tahrif edilmiştir” demekle eş anlamlıdır. Başka bir ifade ile Kur’an’ı tahrif etme girişimidir. Böyle bir iddiayı eserine alıp “şimdi bu eksik sureyi yazıyoruz” demek yanlış bir yaklaşımdır. Böyle bir yaklaşımı anlamak mümkün değildir. Müslümanların ve hatta insaflı batılıların orijinalliği hususunda ihtilaf etmediği Kur’an hakkında zihin bulandırmaktan başka bir şey değildir. Burada esas konuya dönülecek olursa; zina edenlere verilecek ceza ile ilgili ayet daha indirilmediğinden dolayı Hz. Muhammed Tevrat’taki recm cezasını uygulamıştır. Daha sonra ayet nazil olunca bu ceza yüz değneğe dönüşmüştür. Hz. Muhammed’in Eşek etini haram kılması (İbnü’l-Arabi, Ahkamu’l-Kur’an, s.1144-1146) ve Mekke’de iken Kabe’ye doğru namaz kılarken Medine’ye gelince Kıble olarak Mescidi Aksa’yı tercih etmesi (Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 92; Elmalılı, Hak Dini, I, 434) kendi tercihi ile karar verdiği olaylara örnek gösterilebilir. Peygamber eşek etini yemeyi kendi rey’ine dayanarak haram kılmıştır. Aynı şekilde o kıblenin tahvili olayında önce ortada bir ayet yokken kendi gördüğü gereklilikten dolayı kendi rey’ine dayanarak namazlarını kılarken Beytü’l-Makdis’e doğru yönelmiş, daha sonra gelen ayetler (Bakara, 2/142-150) ile Kabei Muazzama’ya yönelerek namaz kılmaya devam etmiştir. Beyzavi Hz. Peygamberin mescidi aksaya yönelerek namaz kılmasının sebebini şöyle açıklamaktadır. Bir rivayete göre, peygamber Yahudilerin gönüllerini almak ve onların bu sebeple İslam’a girmelerini sağlamak amacıyla Medine’ye gelince Mescidi Aksa’ya yönelerek namazlarını kılmaya başlamıştır. Daha sonra gelen ayet üzerine Kabe’ye yönelerek namazlarını kılmıştır. (Beyzavi, Envaru’tTenzil, I, s. 92). Elmalılı’da aynı bilgileri vermektedir. (Elmalılı, Hak Dini, I, 434) Bu durum Ebu Zehra’ya göre her ne kadar nesh olsa da (Ebu Zehra, Usulü’l-Fıkh, s. 147-148) doğrusu Hz. Muhammed’in kendi rey’ine dayanarak vermiş olduğu bir karardan gelen ayet ile vazgeçmesine bir örnektir. 99 Sonuç olarak, Kur’an’da ki ayetler ve peygamberin uygulamalarından açıkça görülmektedir ki Peygamber, esas ve vazgeçilmez görevinin yanında aynı zamanda şaridir. Ancak O’nun koymuş olduğu kurallar değişmez kurallar değildir. Bunlar toplumların ihtiyaçlarına, zamana yada şartlara göre dinin genel prensipleri çerçevesinde yeniden konabilir. d. İnsanların Şari Olması İnsanlar dini bakımdan kanun yapma hakkına sahip midirler? Böyle bir hakka sahipseler bunun sınırları var mıdır, varsa bu sınırlar nelerdir? Onların koymuş olduğu kanunların dini boyutu var mıdır? Yine insanların koymuş olduğu kanunlar insanlar tarafından ihlal edildiği durumlarda bu ihlali yapan kimseler dinen de sorumlu mudurlar? Kur’an’da ki şu ayeti kerimeden insanlara hükmetme yetkisinin verildiği çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. “Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.”475 Bu ayet müslümanlara genel olarak hüküm verdikleri zaman adaletle hüküm vermelerini emretmektedir. Ayette beyan edilen bu duruma sadece Hz. Muhammed değil, tüm müslümanlar muhataptır. Yani insanlar da kendi aralarında hüküm verebilirler, ancak Allah, kendilerine hükmetme yetkisi verdiği peygamberlere ve insanlara, hüküm verdikleri zaman adaletle hüküm vermelerini476 ve şahitlik hususunda kişilerin kendileri, ana babaları ve yakınları aleyhine de olsa adaletten ayrılmamalarını emretmiştir. “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. Haklarında şahitlik ettikleriniz zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, şahitliği eğer, büker, yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız biliniz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”477 Bu ayetlerde açıkça görüldüğü üzere insanlara hüküm verme yetkisi verilmiştir. Bu hüküm verme işinde kendilerinden istenen ise sadece adaletten ayrılmamaları olmaktadır. 475 476 477 Nisa, 4/58. Maide, 5/42. Ayrıca bkz. Nisa, 4/65 ; Maide, 5/48-49; A’raf, 7/29; Yunus, 10/47; Hucurat, 49/9. Nisa, 4/135. 100 Hz. Peygamberin değişik zaman, zemin ve şartlar gereği değişik hükümler verdiği gibi, insanlar da değişik durum ve şartlara göre kanunlar yapabilir ve bunları değiştirebilirler. Yine insanlar, Hz. Ömer’in dinin genel maslahatlarını gözeterek gerekli durumlarda Kur’an’ın bazı hükümlerini bir kısım durumlarda uygulamadığı gibi,478 aynı ya da benzeri durumlarda dinin genel maslahatını göz önünde bulundurarak zamana ve şartlara göre dinin bir kısım kurallarını uygulamayabilirler. Genel anlamı itibarı ile yani kanun koyma yönünden Allah’tan başka şari olamayacağını, Hz. Muhammed’in bile şari olmadığını iddia etmek doğru değildir. Sonuç itibarı ile Allah şaridir. İnsanlara neye inanacakları ve nasıl ibadet edecekleri hususunda ve toplumda birbirleri ile olan münasebetlerini düzenlerken uyacakları kurallar hususunda Allah’ın şari olduğu çok açıktır. Aynı şekilde peygamberler de şaridirler. Buna ilaveten yukarıda da ifade edildiği gibi ümmet de peygamberler gibi şaridir. 478 Hz. Ömer’in yapmış olduğu bazı uygulamalar şunlardır. Kıtlık olan bir senede hırsızın elini kesmemesi, müellefei kuluba zekattan pay vermemesi ve Irak topraklarını gaziler arasında paylaştırmamasıdır. Birinci örnekte Hz. Ömer her hırsızlık yapanı eşit görmemiş, açlık sebebi ile bu işi yapanla böyle bir durum ortada yok iken hırsızlık yapanı ayırmış, açlık yılında hırsızlık yapana had cezası uygulamamıştır (Musa, M Yusuf, Tarihu’l-Fıkhı’l- İslami, Kahire, 1958, s.71-72; Zeydan, Haletü’d-Darure, s. 70-72) Halbuki Kuranda hırsızın elinin kesileceğine dair ayet bulunmaktadır. ( Maide, 5/38.) Hz. Ömer’in konu ile ilgili bir diğer uygulaması ise müellefei kuluba zekattan pay vermemesidir. ( Musa, Tarihu’l-Fıkhı’l- İslami , s. 62-65) Zekatın verileceği yerler Kur’an’da tek tek sayılmış, bunlardan birinde müellefei kulub olduğu beyan edilmiştir. (Tevbe, 9/60) Konu ile ilintili bir diğer örnek de yine Hz. Ömer’in bir başka uygulaması olup, o da Müslümanlar Irak topraklarını fethedince o toprakların gaziler arasında paylaştırılmamasıdır. Hz. Ömer ve ordusu 638 yılında Sasanilerle yapılan savaşta Sasanileri yenmiş ve topraklarını ele geçirmişti. Bu topraklardan bir kısmı da Mezopotomya ismi ile bilinen Nil ve Fırat arasında yer alan o bölgenin tarıma en elverişli arazileri idi. Savaş sonunda normal olarak her zaman olduğu gibi ganimetler dağıtıldı. Fakat bu topraklar savaşa katılanlar arasında paylaştırılmadı. Gaziler savaşta elde edilen bu toprakların da kendilerine paylaştırılmasını istediler. Fakat Hz. Ömer bu toprakları ganimet olarak askerler arasında paylaştırmadı. (Ebu Yusuf, Yakub b. İbrahim, Kitabu’l-Harac, Beyrut, ty, s. 23-27; Musa, Tarihu’l-Fıkhı’l- İslami s. 65-69) Arazileri esas sahiplerinde bıraktı. Bunun yerine onlardan fey aldı. ( Ebu Yusuf, Kitabu’l-Harac, s. 27. Fey ile ilgili bir çalışma için bkz. Fayda, Mustafa, Hz. Ömer ve Fey, İİED, Ankara, 1982, V, s. 193-202. Hz. Ömer’in uygulamaları için bkz. Fazlurrahman, Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu, Ankara, 1997, s. 161-174) Burada Hz. Ömer hükmetme yetkisini kullanarak Kur’an’da ki açık hükümlere ve bu konudaki Peygamberin uygulamalarına rağmen kendi gerekçelerinden dolayı bu hükümleri uygulamamış, kendi uygun gördüğü farklı hükümleri uygulamıştır. 101 Bütün bu sayılan sebeplerden dolayı her dönemde dinin temel prensiplerine uymak kaydı ile müslümanlar da maslahat ya da günün şartları gereği Hz. Ömer gibi yeni kurallar koyma hakkına sahiptirler. Aslında bu durum aynı zamanda onlar için bir görev ve sorumluluktur. 102 II. BÖLÜM PEYGAMBERLİKLE İLGİLİ YANLIŞ ANLAYIŞLAR Tarihi süreç içinde Müslümanlar peygambere bazı görevler atfetmişlerdir. Bu sebeplerle peygamberlik anlayışları olması gerekenden farklı hale gelmiştir. Kur’an’da peygamberle alakalı bazı özellikleri ön kabullerle farklı şekle sokmuşlardır. Bütün bunları irdelemek yararlı olacaktır. Bunlar Peygambere itaat, Peygamberler arasındaki fark ya da Peygamberlerin birbirlerine olan üstünlüğü, Peygamberin koruyucu kabul edilmesi, Peygamberin zorlayıcı olmaması, Peygamberin mucize göstermesi ve Peygamberin gaybı bilmesi konularıdır. Bu bölümde bunların ne olduğu ortaya konmaya çalışılacak ve Müslümanlar tarafından nasıl anlaşıldığı üzerinde durularak Müslümanların din anlayışları sorgulanacaktır. A. PEYGAMBERE İTAAT İtaat kelimesi t-v-a kökünden masdar olup sözlükte, kabul etmek, boyun eğmek, emre uyup muhalefet etmemek, muvafakat etmek, isteyerek yapmak, yapmaya çalışmak ve alışmak anlamına gelmektedir.479 Yaygın olarak “verilen emri yerine getirmek” anlamında kullanılmaktadır.480 Terim olarak ise emirde vacib ya da mendup, nehiyde haram yada mekruh farkı gözetmeksizin481 emredileni yapmak, nehyedilenden kaçınmak anlamına gelmektedir.482 Kelime ve terim anlamı bu olan İtaat, Kur’an’da türevleri ile beraber yetmiş dört yerde geçmekte olup bunlardan otuz yedi tanesi peygambere itaat ile alakalıdır.483 479 480 481 482 483 Cevheri, İsmail b. Hammad, es-Sıhah Tacü’l-Lüğa ve Sıhahü’l-Arabiyye, Kahire, 1979-1982, III, 1255-1256; İbnü’l-Esir, Nihaye, III, 142; İbn Manzur, Lisan, VIII, 240-241; Rağıb, Müfredat, s. 310. Ragıb, Age, s. 310. Tehanevi, Keşşaf, II, s. 915 İbn Hacer, Fethu'l-Bari, XV, s. 4; Ayni, Umde, XI, s. 374. Abdulbaki, el-Mu’cemu’l-Müfehres, t-v-a md. s. 429-430. 103 İtaatle ilgili ayetlerin bir kısmında peygambere itaat emredilmiştir.484 Diğer bir kısmında ise Allah’tan korkulması ve resulüne itaat edilmesi emredilmiştir.485 Başka bir kısım ayetlerde de resule itaat edenlerin çeşitli şekillerde ödüllendirileceği beyan edilmiştir.486 Başka bir ayette de resule itaat Allah’a itaat olarak ifade edilmiştir. “Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!”487 Bu ayetin son kısmında yer alan “yüz çevirene gelince seni onların başına bekçi göndermedik” ifadesi ile itaat edilmesi gereken şeyin Kur’an olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü buradaki yüz çevirme Muhammed’in şahsına değil yani ona sırtını çevirip gitme olmayıp onun peygamberliğine ve vahye yüz çevirmedir.488 Nesefi söz konusu ayeti tefsir ederken peygambere itaatin Allah’a itaat olmasını şu şekilde izah etmektedir: “Çünkü peygamber sadece Allah’ın kendisine yapılmasını ve kaçınılmasını emrettiği şeyden başka bir şeyi ne emreder, ne de yasaklar. Bundan dolayı resulün emirlerine ve yasaklarına itaat Allah’a itaat olmaktadır”.489 Nesefi burada itaatin gerekçesini vahiy almak olarak belirlemektedir. Çünkü peygamberin peygamberliği vahiy ile kaimdir. Bir başka ayette ise Allah’a ve resulüne isyan edenlerin cehenneme gireceği beyan edilmiştir. “Kim Allah'a ve resulüne karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.”490 Bu ayetten de peygambere isyanın Allah’a isyan ile beraber zikredilmesinden bunun gerçek anlamda vahye ve peygamberliğe isyan olduğu görülmektedir. Peygambere itaat ile onun sünnetine itaat ve peygambere isyan ile onun dediklerine ve yaptıklarına karşı çıkmak anlaşılmış olsaydı bu karşı çıkan gurubun 484 485 486 487 488 489 490 “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Resulüne itaat edin.” Muhammed, 47/33-34. Diğer ayetler için bkz.Ali İmran 3/133; Nisa, 4/59; Maide, 5/92; Enfal, 8/1, 20, 46; Ta-ha, 20/90 vd. “Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin.”Ali İmran 3/50. Bkz. Şuara, 36/108, 110, 126, 131, 144, 150, 163, 179; Zuhruf, 43/63; Nuh, 71/3. “Kim Allah'a ve resulüne itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur.” Nisa, 4/13. Bkz. Nisa, 4/69, 80; Nur, 24/52; Ahzab, 33/71; Fetih, 48/17. Nisa, 4/80. Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 226. Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, I, s. 238. Nisa, 4/14. 104 içine bir kısım önde gelen sahabenin de girmiş olması gerekirdi. O halde peygambere itaatten Kur’an’a itaat, peygambere isyandan da vahye yani Kurân’a isyan anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca Peygambere itaati emreden otuz yedi ayetin yirmi beşinde Allah’a da itaat edilmesi, on ikisinde ise Allah’tan korkulması gerektiğine işaret edilmiştir. Bu durum ise yine peygambere itaatten kastın, Allah’ın emirlerine itaat olduğunu göstermektedir. Buna ek olarak bu ayetlerin hiç birinde bazı kimselerin anladığı gibi Hz. Muhammed’in sözlerine itaat işaret edilmemiş, resule yani elçiye itaat edin buyurulmuştur. Burada üzerinde vurgu yapılmak istenen nokta, İslam dünyasında Peygamber’e itaatle sadece onun Allah’tan aldığı vahye değil onun yanında Hz. Muhammed’in sünnetine ve Hadis’e de itaat anlaşılmıştır. Hadis ise içerisine insani bir kısım hataları, zamana bağlı olarak verilen kararları çeşitli siyasal olayları, savaşları, mezhepsel ve kabilesel tartışmalarla yoğrulmuş kültürü içine almaktadır. İslam dünyasında sapmaların başladığı ilk nokta peygamberlik konusu olmuştur. Peygamberlikle alakalı en önemli sapma da peygambere itaattir. On dört asırlık bu süreç zarfında peygambere itaat sahabenin anladığı şekilden çıkıp sünnete ve hadise itaat şekline dönüşmüştür. Bu dönüştürmeyi gerçekleştirenlerden biri de bize ulaşan ilk Fıkıh Usulü eseri er-Risale’yi yazan İmam Şafii’dir.491 O, Allah’ın emirlerini kabul etmeyi Resulüllah’ın sünnetini de kabul etmek olarak anlamış ve bu hususta şöyle demiştir: “Peygamberin sünnetindeki her şey, Allah’ın kitabındaki hükümler hakkında bir beyandır. Allah’ın kitabında yer alan farzları, Allah’ın emri olarak kabul eden, peygamberin sünnetini de kabul etmiştir, çünkü Allah kullarına, peygamberine itaatı farz kılmış ve onun hükmüne başvurmalarını istemiştir. Kim peygamberin hükmünü kabul ederse, Allah’ın emrini kabul etmiş olur, zira Allah ona itaatı farz kılmıştır.”492 İmam Şafii’nin bu yaklaşımı tarihi süreç içerisinde yaygınlaşarak ve kökleşerek Müslüman geleneğini ve düşüncesini belirleyen en temel unsur olmuştur. İmam Şafii eserinin sünnet ile alakalı kısmında bu konuyla ilgili görüşlerini şöyle sürdürmüştür. “Allah, insanlara gönderdiği vahye ve 491 492 Ebu Zehra, Usulü’l-Fıkh, s. 10-11. Şafii, Risale, s.32-33. 105 Peygamberinin sünnetlerine uymayı farz kılmıştır.”493 Devamında Ahzab otuz dördüncü ayeti ele almış ve ayette geçen hikmet kelimesini Peygamberin sünneti olarak izah etmiş ve “Allah peygamberine itaatı farz kılmış, O’nun emrine insanların kesin olarak uymaları gerektiğini bildirmiştir”494 demiştir. Şafii gibi düşünenler Peygamberi sevmeyi ve ona itaat etmeyi sünnetine tabi olmak olarak algılamışlar ve: Allah’a muhabbetin alametlerinden biri de sünnete yani Hz. Muhammed’e tabi olmaktır. Çünkü o konuştuğu zaman hevasından konuşmaz. Onun bildirdikleri vahyedilenden başkası değildir.495 Bütün bunlar sevgi iddiasının doğruluğuna delildir. Allah şöyle buyurmuştur. “Ey Muhammed de ki: Şayet Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin”496 demektedirler.497 Kadı Iyad “Peygambere itaat etmek, sünnetine sarılmakla olur”498 diyerek peygambere itaatı sünnete itaat olarak algılamıştır. Müfessirlerde peygambere itaat ile ilgili ayetleri yorumlarken bir kısmı peygambere itaatı onun sünnetine tabi olmak şeklinde açıklamışlardır.499 Bunlardan biri olan Kasımi, Nisa suresi elli dokuzuncu ayetteki “ Allah’a ve peygambere itaat edin” kısmını tefsir ederken şu görüşlere yer vermiştir: “Allah’a, size hükmettiği şeyler konusunda itaat edin. Peygambere de Kur’an’dan size açıkladığı hususlar ve sünnetten size nass kıldığı hususlarda itaat edin. Bunun manası, Tilaveti ile ibadet edilen vahiyden size emredilen hususlarda Allah’a itaat edin, tilaveti ile ibadet edilmeyen vahiy olan peygamberin size olan emirleri hususunda Peygambere itaat edin.”500 Bu yanlış anlayış yani gayri metluv vahiy anlayışı yaygınlaşarak ve etkisini arttırarak günümüze kadar ulaşmıştır. Bu anlayışa sahip olanlardan biri Pakistanlı bilginlerinden Mevdudi olmuştur. O bu konuda şöyle demektedir. “Her hangi bir şahsın Allah’ın gerçek peygamberi olduğunu anlayınca sözlerini dinlemek, O’na itaat etmek ve yolunda yürümek farz olur. Bir şahsı peygamber olarak 493 494 495 496 497 498 499 500 Şafii, Risale, s. 76. Agm, Age, s. 78. Necm, 53/3-4 Ali İmran, 3/31. Hadimi, Berika, I, 160. Kadı Iyad, Şifa, II, s. 8-9. Merağı, Ahmed, Mustafa, Tefsiru’l-Merağı, 1946, Mısır, V, s. 73; Kasımi, Muhammed Cemaleddin, Tefsiru’l-Kasımi-Mehasinü’t-Te’vil, Beyrut, 1978, V, 255-256. Kasımi, Tefsiru’l-Kasımi, V, 255. 106 tanıyacaksınız, sonra da sözlerini dinlemeyeceksiniz, bu hiç de uygun bir davranış değildir. Zira birini peygamber olarak tanıdınızsa, O’nun söylediklerinin Allah’ın sözleri olduğunu ve onun hareketlerinin Allah’ın emrine uygun olduğunu kabul etmişsiniz demektir. Yani söyledikleri ve yaptıklarına aykırı hareket etmeniz bizzat Allah’ın emrine itaatsizlik olur.”501 Günümüz bilginlerinden Subhi Salih de peygambere itaatı, sünnetine yapışmak, hadisi ile amel etmek, dini meselelerde ona baş vurmak ve onu, dinin Kur’an-ı Kerim’den sonra gelen ikinci kaynağı olarak kabul etmek502 şeklinde anlamaktadır. Sıbai de hayatta iken ve vefatından sonra peygambere itaat etmenin vacip olduğunu ifade etmektedir.503 Bu tür anlayış tarzına göre istisnasız olarak Peygamberin söylediği her söz vahiydir. Sıbai bu konuda peygamberin bütün konuşmalarının vahiy eseri olduğunu beyan etmekte, hadisin, vahyi gayri metluv olduğunu iddia ederek itaatın bütün sünneti kapsadığını belirtmektedir.504 Konu ile ilgili başka bir örnek ise şudur “Peygambere itaat resulüllahın söz ve hareketlerini yerine getirmektir.”505 Bir başka örnekte ise peygambere itaat şöyle anlaşılmaktadır. “Hz. Peygambere uymanın farz oluşu, sünnetine sarılmanın, getirdiği şeylerde onu örnek almanın da farz olduğunu ortaya koyar.”506 Yine başka bir örnekte de “Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber (sav)’e itaat etmemiz emredilmiştir. Hatta bu çoğu kere Allah’a itaatla birlikte zikredilmiş ve Resulüllaha itaat etmenin Allah’a itaat etmek olduğu vurgulanmıştır. Şüphesiz Resulüllaha itaat sağlığında olduğu gibi, hükmü kıyamete kadar baki olduğu için, ölümünden sonra da farzdır. Ona itaat ise hayatı bütünüyle ihata eden sözlerine, fiillerine ve tasvip ve takrir buyurduğu her şeye gönülden tasdik ederek uymak demektir.”507 Burada Allah’ın elçisine itaatı emrettiği vurgulanırken resulün de vahiy alması sebebi ile öne çıktığı ve bu sebeple bu vasfı aldığı ortada iken hala, Resulüllaha itaat etmenin vahye değil, onun sünnetine ve hadislerine uymak olduğunun iddia edilebilmesini anlamak oldukça zordur. 501 502 503 504 505 506 507 Mevdudi, Ebu’l-Ala, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, çev. Ahmet Asrar, İstanbul, 2002, s.45 Salih, Suphi, Ulumü’l-Hadis ve Mustalahuhu, Beyrut, 1996, s. 291. Sıbai, Sünne, s. 49-56. Sıbai, Age, s. 150. Akgül, Hz. Muhammed, s.123 Bayraktar, İbrahim, Değişik Yönleri ile Hz. Peygamber, İzmir, 1994, s. 108. Ata, Peygamberin Risaleti, s.202. 107 Resulüllaha itaat, hayatında olduğu gibi ölümünden sonra da onun resul olması sebebi ile getirmiş olduğu Kur’an’a itaattır. Kur’an’a uyulmakla Rasülüllaha uyulmuş olmaktadır. Yoksa Resulüllaha uymakla içinde sahihi, haseni, zayıfı, mevzusu ve hatta zaman zaman Kur’an’ın açık ayetlerine taban tabana zıt rivayetleri ihtiva eden, aynı konu ile alakalı zıt rivayetleri içinde çokça barındıran bir hadis külliyatına uymak kastedilmemektedir. Peygambere itaate dayanak kabul edilen ayetlerden biri de, “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının”508 ayetidir. Bu ayeti yanlış bir şekilde yorumlayanlar konu ile alakalı bir hadisi509 görüşlerine destek olarak getirmişlerdir. Bu düşünce sahiplerine göre yukarıdaki ayetteki “Peygamber’in verdiği şey” onun emirlerine uyup, yasaklarından kaçınma, gerek hayatta iken, gerek vefatından sonra genel manada da “sünnetine uymak” ve “şeriatına tabi olmak” tır. Çünkü Peygamber’e itaatı emreden ayetlerin hükmünün kıyamete kadar baki olduğunda şüphe yoktur. Hal böyle olunca peygambere vefatından sonra itaatın sünnetine uymaktan başka bir şey olmadığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.510 Bu şekildeki bir yaklaşım bir ön yargının dışa vurumundan ve Kur’an’ı kişilerin kendi arzu, heva ve heveslerine göre yorumlamalarından başka bir şey değildir. Çünkü konu ile ilgili ayetteki “ne verdiyse” ve “ne yasakladıysa” ifadesi ile sünnet ve hadis külliyatının kastedildiğini iddia etmek doğru değildir. Bahse konu ayetin siyak ve sibakı da yukarıdaki gibi bir anlam vermeye kesinlikle imkan tanımamaktadır. Bahse konu ayetin siyak ve sibakı şu şekildedir. “Allah'ın, onların mallarından Peygamberine verdiği ganimetler için siz at ve deve koşturmuş değilsiniz. Fakat Allah, peygamberlerini dilediği kimselere karşı üstün kılar. Allah her şeye kadirdir. Allah'ın, fethedilen ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da 508 509 510 Haşr, 59/7. Ebu Hüreyre Peygamberin şöyle dediğini işitti. “Sizi nehyettiğim şeylerden sakının, size emrettiğim şeylerden de gücünüz yettiğince yapın. Sizden önceki kavimler peygamberlerine çok soru sormalarından ve peygamberlerine muhalefet etmelerinden dolayı helak oldu” Müslim, Sahih, Fedail, 130. Ağırman, Cemal, Sünnette itaat, Bdt., İstanbul, 1995, s.167. 108 sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir. Allah'ın verdiği bu ganimet malları, yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır. Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”511 Elmalılı da ayeti şöyle açıklamıştır: “Bununla beraber Peygamber size her ne verdiyse onu alın yani ganimetten her ne hisse verdiyse onu alın”512 Burada dağıtılan ganimetler daha önceki ganimetlerde olduğu gibi savaşa katılanların tümüne değil, ayette de belirtildiği gibi “Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışların ve yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir muhacirlerindir.”513 Peygamber de bu ayet gereğince Beni Nadir topraklarını kendisi ve fakir muhacirler arasında paylaştırmıştır.514 Açıkça anlaşılmaktadır ki ayet, ganimetin söz konusu kişilere verilmesi ve buna itiraz edilmemesini önermektedir. Bu sebeple bu ayetler burada sayılan kişiler arasında ganimetin bölüştürülmesi ve ganimet verilmeyen kişilerin ise itiraz etmemesi için nazil olmuştur. Zira sonraki ayette “Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir”515 buyrularak 511 512 513 514 515 Haşr, 59/6-9. Bu ayetin öncesine ve sonrasına ve ayrıca iniş nedenine bakıldığı zaman buradaki “ne” ifadesi ile sünnet ve hadis külliyatının tamamının anlaşılamayacağı açıkça görülecektir. Bu ayetler Medine’deki Beni Nadir kabilesinin Hz. Muhammed ile yapmış oldukları antlaşmaya hıyanet etmeleri sebebi ile onların topraklarının ele geçirilip kendilerinin de sürülmeleri hakkında inmiştir. (Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, IV, s.238; Elmalılı, Hak Dini, VII, s.480, 484, 487) Ayrıca ayetin öncesinden ve sonrasından buradaki “ne” ifadesi ile kastedilenin Beni Nadir’den elde edilen ganimetler olduğu hususu şüpheye mahal bırakmayacak kadar açıktır. Elmalılı, Hak Dini, VII. S. 497 Haşr, 59/7. Belazuri, Ahmed b. Yahya b. Cabir, Fütühu’l-Büldan, Beyrut, 1987, s. 327-30. Haşr, 59/9. 109 kendilerine ganimetten pay verilmeyen Ensar övülmüştür.516 Hz. Ebu Bekir’de Ensarın bu davranışını “Ey Ensar Topluluğu! Allah sizleri hayır ile mükafatlandırsın” diye takdir etmiştir.517 Bir ayetten yola çıkarak, ayeti, siyak ve sibakından koparıp, ayetin sadece bir kısmını ele alarak “ne” ifadesi ile buraya sünneti ve bütün hadis külliyatını dahil etmek mümkün gözükmemektedir. Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür. Böyle bir anlayış tarzı ise İslam dünyasında düşünsel bazda peygambere itaat ile ilgili konulardaki yanlış anlayışın yaygınlaşmasına ve halk arasında kabul görmesine neden olmuştur. Burada Peygamberi sevme, sayma, koruma ve kollama içgüdüsü ile hareket edilirken aslında kendi tarihi süreci içerisinde büyük bir devrim gerçekleştiren peygamberin518 o zaman ve şartlar gereği yaptıklarını ihya adı altında günümüze taşıma gibi imkansızı önerme vardır. Bu tür bir anlayış tarzı imkansızı talep etmek olduğundan başarı şansı bulunmamaktadır. Bu tür düşünce tarzı ileriye bakmaktan ziyade geçmişte olan şeylere önem atfederek ve geçmişle övünerek geçmişte takılıp kalmaya, günümüze gelememeye sebep olmaktadır. Bu durum Müslümanların yaşamın her alanında ilerlemesine imkan tanımamaktadır. Tarih, övünmek için değil, ibret ve ders almak için vardır. Aslında peygamberin sünnetini ihya etme yada ona tabi olma, ne dediğine, nasıl yaptığına, ne şekilde hareket ettiğine519 nasıl yeyip nasıl içtiğine bakmak yani onu taklit etmek değildir. Eğer itaat böyle anlaşılırsa bu durumda peygambere itaat ile din donuklaştırılmış ve belli bir zamana hapsedilmiş olur. Ancak peygambere itaat Kur’an’a itaat olarak anlaşılmış olursa ve Peygamber’in nerede ne yapıp ettiğinden, nasıl oturup kalktığından, nasıl yeyip içtiğinden, ne dediğinden ziyade o’nun yaptığı ve söylediği şeyleri niçin yaptığına ve neyi gözeterek söylediğine yani mantığını anlamaya çalışarak yaklaşılırsa işte o zaman gerçekten peygambere tabi olunmuş olur.520 516 517 518 519 520 Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, II, s. 481. Belazuri, Fütühu’l-Büldan, , s. 31. Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, s.123. Ahmed, Müsned, II, 131; Heysemi, Mecmeu’z-Zevaid, I, s. 179-180. Bir örnek vermek gerekirse, Peygamber bir gün hutbede Enfal suresi altmışıncı ayetini okuyordu. Ayetin “veeıddu mestetağtüm” kısmını okuyunca dedi ki” Size haber vereyim mi? Kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır, dedi. (Müslim, Sahih, İmara, 167) 110 Peygambere itaat ile Allah’a itaat anlaşılmasının gerektiğinin bir başka yönü de şudur. Peygamber olmadan ilahi vahiy insanlara ulaşamamaktadır. Allah ve onun vahyi ancak peygamber vasıtası ile bilinebilmektedir.521 Çünkü müşrikler de dahil insanların ekseriyeti Allah’a inanıyorlar,522 kendilerince O’na bir kısım şekiller ile ibadette bulunuyorlardı. Allah’a en doğru şekliyle itaat ancak resule itaat ile mü’min olmaktadır. Çünkü Kur’an’a bakıldığında açıkça görülebileceği gibi Allah, insanlara Hz. Adem’den beri kendi cinslerinden birini seçerek vahyini bildirmiştir. İşte bu sebeple resule itaat Allah’a itaat yani onun vahyine itaat demektir. Buhari şerhlerinden Tecridi Sarih’te geçen konu ile ilgili şu ifade Peygambere itaat probleminin ne hale geldiğini görme ve bu sorunu kavrama bakımından dikkate değer bir örnektir. “ İslam dininin ikinci önemli prensibi peygambere itaat ve bağlılıktır. Bu itaat peygamberliğin bir gereğinden de öte Allah’a ibadet ve itaat etmenin tek çıkar yoludur. Çünkü O, Allah’tan gelecek emirlerin elde edilebileceği tek kaynaktır. O’na olan itaatımız Allah’adır; O’na olan isyanımız da yine Allah’adır. Peygambere itaat etmeyen cehennemdedir.” 523 Peygambere itaat konusunda örnek alınabilecek kimseler sahabedir. Çünkü onlar vahye tanıklık etmişlerdir. Onların peygamberin bazı uygulamalarını eleştirdiklerine şahit oluyoruz.524 Şüphesiz bu eleştirileri yapan Müslümanlar Hz. Muhammed’in peygamberliğini değil, peygamberin ictihadlarını eleştiriyorlardı. Bundan daha önemlisi onların böyle bir hakkı kendilerinde görmüş olmalarıdır.525 521 522 523 524 525 Buradaki atmaktan kasıt ok, mızrak vb. şeyleri atmaktır. Bunun sebebi ise çok açıktır. Bu da ihtiyaç duyulduğu anlarda yani düşmanla savaşırken düşmana karşı galip gelebilmek için yetenekli okçular yetiştirmektir. Bugün Müslümanlar ordularına peygamberin sünnetini tatbik ediyoruz diye pilotluğu, gemi kaptanlığını, füze yapmayı değil de ok atmayı öğretmeye kalkarsa, içinde bulunduğumuz durumdan çıkmak hiç de kolay olmayacaktır. Bu verdiğimiz örnek uç bir örnek gibi gelebilir ancak, bu gün Müslümanların çoğunun zihninde peygambere tabi olma dendiği zaman bu tür bir peygamber tasavvuru bulunmaktadır. Çünkü İslam dünyasına bakıldığı zaman sünnet diye yere oturup eliyle yemek yemeyi, onun o zaman bölgesel, iklimsel ve kültürel şartlar gereği giydiği elbiselerin benzerini giymeyi sünnete tabi olma olarak anlayanların sayısının hiç de azımsanamayacak miktarda olduğu görülecektir. Ayrıca bu iki anlayış tarzı için bkz. Görmez, Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, Ankara, 2000, s. 46-50. Ağırman, Sünnette İtaat, s. 162-163. Zümer, 39/3. Naim-Miras, Tecrid, XII, s. 302. Sahabenin peygamberi hangi konularda eleştirdiği için bkz. Bağcı, Hz. Peygamberin Beşeri Yönü, s. 349-357; Akbulut, Nübüvvet, s. 69-79. Akbulut, Age, s. 79-80. 111 Kur’an’ın pek çok ayetinde peygambere itaat emredilmektedir. Ancak Peygamber’e itaati emreden ayetlerin istisnasız hemen hepsinde dikkati çeken nokta, Allah’a itaat ile beraber resule itaatin emredilmesidir. Resul ise, daha önce açıklandığı gibi Allah’tan vahiy aldığı için resul olmuştur. Elmalılı: “Bilindiği gibi elçiye itaat elçiyi gönderene itaattir. Bunun için ‘Her kim Allah’ın elçisine itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Her kim de nefsine uyar, itaatten yüz çevirirse onu kötülüklerden koruyacağım diye uğraşma. Çünkü biz seni onların başına bir koruyucu olarak göndermedik. Elçi olarak gönderdik.’526 Artık onlar kötülük kaynağı olan nefislerdir, elbette kötülükleri yapacaklardır. Sen onları kötülüklerden, kötülüklerin cezasından koruyamazsın,”527 demekle resule itaatin gerçekte Allah’a itaat olduğunu vurgulamaktadır. Bu konuda gözden kaçırılan en önemli nokta şurasıdır. Resule itaatı emreden bu ayetlerin hiç birinde Muhammed’e ya da Muhammed’in söylediği her şeye itaat edin denmemektedir. Onun için bu ayetlerden yola çıkılarak “resule itaat edin” ifadesinden, Hz. Muhammed’in sünnetine ve hadislerine itaat edin emrinin çıkarılabilmesi mümkün değildir. Bu ayırımın çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Çünkü İslam dünyasındaki zihinsel anlamdaki gerçek kırılma noktalarından bir tanesini peygambere itaat konusu oluşturmuştur. Günümüz İslam bilginlerinden Hüseyin Atay İslam’ın İnanç Esasları isimli eserinde “Peygambere itaat Allah’a yani onun emirlerine itaat demektir”528 diyerek Peygambere itaatin nasıl olması gerektiğine vurgu yapmıştır. Çünkü peygambere itaat ile alakalı olarak yukarıda ele aldığımız ayetlerin istisnasız hepsinde Resulüllah’a yani Allah’ın elçisine itaat edin emri verilmektedir. Bir kimseye bu sıfatı yani Allah’ın elçisi sıfatını vermek kişinin Allah’tan vahiy alması sebebiyle verilen bir sıfattır. Sonuç olarak İslam kültür tarihinde peygambere itaat konusu peygamberi sevme, ona tabi olma, onun şefaatini kazanma vb. çeşitli etkilerle elçiye itaatten Hz. Muhammed’in sünnetine ve bir adım daha ileri gidilerek peygamberin vefatından yaklaşık üç-dört asır sonra devasa bir şekilde ortaya çıkan hadis 526 527 528 Nisa, 4/80. Elmalılı, Hak Dini, III, 34. Atay, İslamın İnanç Esasları, s.191-192. 112 külliyatına itaat olarak anlaşılmıştır. Bu ise doğru bir yaklaşım tarzı değildir. Esas doğru olan ise Kur’an’ı esas alıp peygamberin uygulamalarını kendi zaman ve şartları dairesinde değerlendirip yeni şeyler üretebilmek olmalıdır. Çünkü Elmalılı’nın da belirttiği gibi, elçiye itaat elçiyi gönderene itaattir.529 B. HZ. PEYGAMBER’İN MUCİZE GÖSTERMESİ Güç yetirememek, yapamamak, başkalarını aciz bırakmak, öne geçmek, engel olmak, bir şeyin sonu ve arkası anlamındaki a-c-z530 kökünden türemiş olan mucize, kudretin zıddı bir ismi fail olup “ kişiyi aciz bırakan adet dışı olay” anlamına gelmektedir531 Nesefi mucizeyi “Nübüvvet iddiasında bulunan kişinin doğruluğunu ortaya koymak için dünyada532 karşıtlarının bir benzerini getiremedikleri bir işin, adet dışı olarak meydana gelmesidir”533 şeklinde tarif ederken, Sabuni de benzer bir tarif yapmaktadır.534 Cürcani ise, “Mucize, kendisinin Allah’ın elçisi olduğunu iddia eden kişinin doğruluğunu isbat etmek için peygamberlik iddiasıyla beraber ortaya çıkan, iyilik ve mutluluğa çağıran adet dışı bir iştir”535 diye tanımlamaktadır. Taftazani mucizeyi, “İnkarcıların benzerini getirmekten aciz kalacakları şekilde, inkarcıların meydan okumaları halinde, peygamberlik iddiasında bulunan zattan adetin tersine olarak ortaya çıkan bir iştir”536 biçiminde tarif etmektedir. Kelam bilginleri aralarında bir kısım küçük farklılıklarla beraber birbirine benzeyen yukarıdaki bu tariflerden yola çıkarak bir şeyin mucize olabilmesi için şu şartları taşıması gerektiğini bildirmişlerdir. 529 530 531 532 533 534 535 536 Elmalılı, Hak Dini, III, s. 34. İbn Manzur, Lisan, V, s. 369; Isfehani, Müfredat, s.547; Cevheri, Sıhah, III, s. 883; Zebidi, Tac, VIII, s. 89. Taftazani, Şerhu’l-Mekasıd, V, s. 11; Nesefi, Ebu’l-Muın, Tabsıratü’l-Edille fi Usi’d-Din, Ankara, 2003-2004, II, s. 29-30. Nesefi “Allah’ın ahirette adet dışı olarak yaratacağı şeylerin mucize sayılamayacağını beyan etmek için dünyada kaydını koyduk” demektedir. Nesefi, Ebu’l-Muın, Tabsıra, II, s.30. Nesefi, Ebu’l-Muın, Age, II, s.30. Sabuni, Nureddin, Bidaye, s. 46-47. Cürcani, Ta’rifat, s. 148. Taftazani, Şerhu’l-Akaid, 61. 113 Allah’ın fiili olmalıdır. Nesnenin normal düzenine aykırı, yani hariku’lade olmalıdır. Nübüvvet iddiasında bulunan kişide sadır olmalıdır. Peygamberin iddiasına uygun olarak meydana gelmelidir. Nübüvvet iddiasında bulunan kimsenin iddiasından önce değil, iddiasının akabinde olmalıdır.537 1. Mucizede Peygamberlerin Konumu Mucizelerde peygamberler etken değil edilgen konumundadırlar. Mucizenin ilk şartı, ortaya çıkan olayın Allah’ın fiili olmasıdır. Peygamberler istedikleri anda kendi kudretleri ile mucize gösteremezler. Kur’an’da peygamberlerin Allah’ın izni olmadıkça mucize gösteremeyecekleri ifade edilmiştir. Mucizeler peygamberlerin istedikleri anda gösterdikleri olaylar değil, ancak Allah’ın dilemesi, izni ve kudreti ile olan olaylardır.538 Allah Teala bir ayette Hz. Muhammed’in dilinden kendisi çok istese bile mucize getiremeyeceğini belirtmiş ve mucize göstermenin sadece kendisinin gücü ve kudretinde olduğunu bildirmiştir.539 Hz. Muhammed müşriklerin iman etmelerini çok arzulamış, onlar da ısrarlı bir şekilde ondan mucize getirmesini istemişlerdir. Hz. Muhammed hissi mucize gösterildiği takdirde müşrikler belki müslüman olurlar ümidiyle Allah’ın kendisine hissi mucize vermesini arzulamıştır. Ancak Allah, Hz. Muhammed’in bu isteğini yerine getirmemiş ve Allah, böyle bir şeyin olamayacağını açık bir şekilde bildirmiştir. Allah bunu bildirirken de mucize isteği konusunda ısrarcı 537 538 539 Cürcani, Şerhu’l-Mevakıf, VIII, s. 222-225; Bağdadi, Usulu’d-Din, s. 170-171; Kadı Abdulcebbar, Muğni, XV, s. 200-209; Cüveyni, İmammü’l-Harameyn Ebu’l-Meali, Abdulmelik b. Abdullah b. Yusuf, el-Akıdetü’n-Nizamiyye fi’l-Erkani’l-İslamiyye, yy., ty, s. 67; Bakıllani, Ebu Bekr Muhammed b. Tayip, el-Beyan ani’l-Fark beyne’l-Mucizat ve’lKeramat ve’l-Hıyel ve’l-Kehane ve’s-Sihr ve’n-Narincat, Beyrut, 1958, s. 45-47; Cüveyni, İmammü’l-Harameyn Ebu’l-Meali, Abdulmelik b. Abdullah b. Yusuf, Kitabü’l-İrşad, Beyrut, 1992, s.262-266. “Allah'ın izni olmadan herhangi bir mucize getirmek ise hiçbir peygamberin haddi değildir.” Ra’d, 13/38. “Andolsun ki biz senin önünden nice peygamberler göndermişizdir. Onlardan kimini sana anlatmışız, kimini de anlatmamışızdır. Hiçbir peygamber, Allah'ın izni olmaksızın bir mucize getiremez. Allah'ın emri gelince de hak yerine getirilir. Batıl bir dava peşinde koşanlar, işte bu noktada hüsrana uğrarlar.” Mü’min, 40/78. “Peygamberleri onlara dediler ki: "Evet, biz ancak sizin gibi bir insanız, ama Allah kullarından dilediğine nimetini lütfeder. Ve Allah'ın izni olmadıkça bizim size bir mucize getirmemize imkan yoktur. Müminler ancak Allah'a dayansınlar.” İbrahim, 14/11. Taberi, Camiu’l-Beyan, VIII, s. 149. 114 olmamasını Hz. Muhammed’den istemiş ve “sakın cahillerden olma” diyerek onu açık bir şekilde uyarmıştır.540 Sonuçta mucize Allah’ın fiilidir. Peygamberler istediği zaman istediği mucizeyi gösteremezler. Mucize Allah’ın fiili olduğundan, ayeti kerimede Hz. Muhammed’e hitaben hiçbir peygamberin Allah’ın izni olmadan mucize getirmesinin mümkün olamayacağının belirtilmesi, peygamberlerin mucizede edilgen durumda olduğunu gösterir. 2. Hz. Muhammed’e Hissi Mucizeler Verilmesi Sorunu İslam kültüründe çeşitli etkenlerden dolayı Hz. Muhammed’e hissi mucize atfedilmiştir. Bu konu hem klasik kelam eserlerinde, hem de hadis literatüründe ve tabakat kitaplarında yer almıştır. Bu haberlerde Hz. Muhammed’in, “istediği zaman istediği mucizeyi gösterdiği” gibi bir anlayış vardır. Ancak yukarıda da değinildiği gibi peygamberler mucize gösterme hususunda etken değil edilgen konumdadırlar. Yani peygamberler istedikleri zaman istedikleri mucizeleri gösteremezler. Ancak İslam tarihi boyunca konuyla bir şekilde bağı olan bilginler yukarıda verilen ayetleri göz ardı ederek Hz. Muhammed’e mucize atfetme yarışı içerisinde olmuşlardır. Bu tür bir düşünceye sahip olan bilginler böyle bir yaklaşımın sonucunda “Hz. Muhammed’in sayılamayacak kadar hissi mucizesi olduğunu” ifade etmekten geri durmamışlardır.541 Böyle bir ön kabulün sonunda da mucize üretmekten geri durmamışlardır. Bunu yaparken de hadis kapısını sonuna kadar kullanmışlardır. Çünkü Hz. Muhammed’e atfedilen hissi mucizeler hadis yoluyla ile kaynaklara intikal etmiş ve günümüze ulaşmıştır. 540 541 “Onlar: "Sen, dediler, bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Veya senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı; öyle ki, içlerinden gürül gürül ırmaklar akıtmalısın. Yahut, iddia ettiğin gibi, üzerimize gökten parçalar yağdırmalısın veya Allah'ı ve melekleri gözümüzün önüne getirmelisin. Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece çıktığına da asla inanmayız." De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer bir elçiyim. Zaten, kendilerine hidayet rehberi geldiğinde, insanların buna inanmalarını sırf, "Allah, peygamber olarak bir beşeri mi gönderdi?" demeleri engellemiştir.”540 Taberi bu ayeti şöyle açıklamıştır. “Ben de diğer insanlar gibi bir insanım. Sizin istediğiniz bu mucizeleri getirmeye güç yetiremem. Buna ancak bizleri yaratan Allah güç yetirir. Ben sadece Allah’ın mesajını tebliğ etmekle yükümlüyüm.”En’am, 6/33-35. Cüveyni, İrşad, s. 296. 115 a. Kur’an’da Hz. Muhammed’e Hissi Mucize Verilmesi Sorunu Peygamber’e hissi mucize verildiği iddia eden kimseler Kur’an’daki birkaç olayı kendilerine göre mucize olarak addetmişler, bunları diğer yanlış görüşlerine destek olarak kullanmışlardır. Bunlar İsra ve İnşikak-ı Kamer olaylarıdır. a.a. İsra ve Miraç Olayı Miraca dayanak yapılan İsra olayını Yüce Allah aynı isimle anılan surenin ilk ayetinde haber vermiştir. Allah Teâla İsra suresinin birinci ayetinde Hz. Muhammed’i bir gece Mescidi Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürdüğünü bildirmektedir. Ayette şöyle buyurulmaktadır. “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulu Muhammed’i Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.”542 İsra ile ilgili olarak inen tek ayet budur. Miraç ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de bir ayet yoktur. Ancak bazı İslam bilginleri Necm suresinin 8-11 ayetlerini delil getirerek Mirac’ın vuku bulduğunu iddia etmişlerdir.543 Ancak bu surede Miraca dayanak gösterilen yani Hz. Muhammed’in Allah ile karşı karşıya gelip konuştuğuna delil olduğu iddia edilen bu ayetlerden böyle bir hüküm çıkarmak mümkün değildir. Ayetlerde olay şöyle anlatılmaktadır. “Kur’an’ı ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü Cebrail öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken aslî sûretine girip doğruldu. Sonra ona yaklaştı, derken sarkıp daha da yakın oldu. Peygambere olan mesafesi iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu. Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti. Kalp, gözün gördüğünü yalanlamadı. Şimdi siz gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz? Andolsun ki, o, Cebrail’i bir başka inişte daha aslî suretiyle görmüştü. Sidretü’l Müntehâ’nın yanında.”544 Bu ayette Peygambere iki yay 542 543 544 İsra, 17/1. Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 563-564, II, s. 439; Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, III, 274; Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, IV; 194; Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 145 Necm, 53/5-14. 116 kadar yaklaşan kişi bazı bilginlerin iddia ettiği gibi Allah değil545 Cebraildir.546 Bu sebeple bu ayetler miracın gerçekleştiğine delil olarak gösterilemez. İslam bilginleri arasında isra ve miraç547 hakkında farklı görüşler mevcuttur. İsra’nın ruhen mi, yoksa ruh ile birlikte bedenen mi gerçekleştiği, miraç olayının gerçekleşip gerçekleşmediği ve vuku bulduğu varsayılan miraç’ta Hz. Muhammed’in Allah’ı gözleri ile mi yoksa kalbiyle mi gördüğü konusunda bilginler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.548 Taftazani’nin konu ile ilgili şu ifadeleri Müslüman bilginlerin içinde bulundukları açmazı göstermektedir: “Peygamberin miracı kitap, sünnet ve ümmetin icmaı ile sabit olmuştur. Ancak mirac’ın uykuda iken mi, yoksa uyanıklık halinde mi; sadece ruh ile mi, yoksa bedenle mi; sadece Mescidi Aksa’ya kadar mı, yoksa semaya kadar mı olduğu hususunda ihtilaf vardır. Doğru olan Hz. Muhammed uyanık halde, bedensel olarak Mescidi Aksa’ya kadar gittiğini Kur’an belirtmektedir. Semaya kadar gittiğine de İkinci asrın ve ondan sonra gelenlerin icması ve meşhur hadisler bildirmektedir.”549 545 546 547 548 549 Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 563-564, II, s. 439; Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, III, 274; Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, IV; 194; Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 145. Elmalılı, Hak Dini, VII, 293. Gerçi Elmalılı her ne kadar bu ayette Hz. Muhammed’e iki yay kadar yaklaşan kişinin Cebrail olsuğunu söylese de, bu yorumunun hemen peşinden Miracın vuku bulduğunu iddia etmektedir. Elmalılı, Hak Dini, VII, 294. İsra ve Miraç olayı tarihçilere göre Hz. Muhammed, çok sevdiği ve destekçisi olan eşi Hatice’yi ve inanmamış olsa da Mekke’li müşriklere karşı kol kanat gerip ona gelebilecek her türlü maddi zarara karşı kalkan görevi yapan, onu büyüten amcası Ebu Talib’i aynı yıl içinde peş peşe kaybettiği, ardından Mekke’de umduğunu bulamayıp belki inanırlar diye Taif’e yönelip oradan da olumlu bir sonuç alamadan kanlar içinde dönmesi sebebiyle ruhen çok sıkıntılı olduğu bir dönemde vuku bulmuştur. (Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 128-129.) İbn Hibban, Siret, s. 112-118; Tahavi, Ebu Ca’fer Ahmed b. Selameti’l-Ezdi, Usulü’lAkıdeti’l-İslamiyye, Beyrut, 1987, 84-86; ; Beyadi, Kemalüddin Ahmed b. Hasan, İşaratü’lMeram min Ibarati’l-İmam, Mısır, 1949, s. 316; Mustafa Sabri, Mevkıfü’l-Akl ve’l-İlm ve’lAlim min Rabbi’l-Alemin ve Ibadihi’l-Mürselin, yy, 1950, IV, s. 200-201; Taftazani, Şerhu’lMekasıd, V, s. 49; Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 153; Taftazani, Şerhu’l-Mekasıd, V, s. 49; Elmalılı, Hak Dini, VII, 295-297; Bahçeci, Peygamberlik, 237-238; Hamidullah, İslam Peygamberi, I, s.138-159; Akbulut, Nübüvvet, s. 32-35; Nesefi, Ebu’l-Muin Meymun b. Muhammed, Bahru’l-Kelam fi Akaidi Ehli’l-İslam, Konya, 1327, s. 35-36. Taftazani, Şerhu’l-Mekasıd, V, s. 49. Aslında yukarıdaki ifadeler Taftazani vb geçmiş dönem bilginlerinin kendi kendileriyle nasıl çeliştiklerini göstermektedir. Taftazani, “hem bu konuda ihtilaf vardır” deyip hem de peşinden, “Miracın gerçekleştiği konusunda ikinci asırda ümmetin ittifakı vardır” derken, aslında ilk asırda bu konuda ihtilafın olduğunu itiraf etmektetir. Bu cümlenin peşinden Taftazani’nin “bunu inkar eden bidatçıdır” demesi kendi kendisini inkardır. Bu durum ise ön fikirli olmanın bir sonucudur. Çünkü yukarıdaki ifadeye göre ilk dönemde Mirac konusunda ihtilaflar vardır. Esasında esas alınması gereken dönem kaynağa yakın olması nedeniyle ilk dönem olmalıdır. Ama Taftazani bunu bırakıp ikinci asırdaki ittifak ve meşhur hadislerle miracın gerçekleşmiş olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadır. Bu da doğru bir yaklaşım tarzı değildir. 117 Olaya kısaca göz atıldığı zaman İsra gece yürüyüşü550 olduğundan dolayı, yukarıda verilen kaynakların istisnasız hepsinde bu olayın gece vuku bulduğu beyan edilmektedir. Bu olayın gerçekleşmesi öncesinde müşrikler tarafından Hz. Muhammed’e gece yürüyüşü yapıp yapamayacağına dair herhangi bir meydan okuma olmamıştır. Ayrıca Peygamber’in gece yürüyüşüne şahitlik eden hiç kimse olmamıştır. Sonuç olarak miraç gerçekleşmemiştir. Olayın şekli hakkında farklı anlayışlar olsa da İsra olayı gerçekleşmiştir. Ama olayın şekline bakınca mucize olarak değerlendirilemeyeceği görülmektedir. İsra, Peygamber’e her konuda destek olan çok sevdiği eşini ve amcasını aynı yıl kaybetmesi ve akabinde belki Müslüman olurlar diye gittiği Taif’te umduğunu bulamayıp kanlar içerisinde bir halde şehri terk etmek zorunda kaldığı bir dönemde551 Allah’ın, sıkıntılar içerisinde olan Peygamber’ini, bir nevi rahatlatması olarak algılanması gereken bir olaydır. a.b. İnşikak-ı Kamer Olayı Hz. Muhammed’in mucizesi olarak bildirilen konulardan biri de ayın yarılması olayıdır. Olay Kur’an’da şu şekilde anlatılmaktadır. “Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı. Onlar bir mucize görürlerse hemen yüz çevirirler ve: Eskiden beri devam ede gelen bir büyüdür, derler. Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Halbuki her işin ulaşacağı yeri vardır. Andolsun onlara, kötülükten önleyecek nice önemli haberler gelmiştir. Bu büyük bir hikmettir. Fakat yüz çevirene uyarılar ne fayda verir! Çağıranın görülmemiş bir şeye çağırdığı gün, sen de onlardan yüz çevir. Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan bir halde kabirlerden çıkarlar. Dâvetçiye koşarlarken o esnada kâfirler: Bu, çok çetin bir gündür! derler.”552 Müfessirlerin çoğuna ve muhaddislere göre bu ayette beyan edildiği gibi ayın yarılması hadisesi gerçekleşmiştir.553 550 551 552 553 Mahalli-Suyuti, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azım, s.229. Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 128-129. Kıyame, 54/1-8. Zemahşeri, Keşşaf, IV, s.437; Alusi, Ruhu’l-Meani, VIII, s. 270; Elmalılı, Hak Dini, VII, s.328, 333-348; Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, IV, s.201; Mahalli-Suyuti, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azım, s. 200; Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, II, s. 445. 118 Ayın yarılması olayının bazı kaynaklarda müşriklerin talepleri,554 bazılarında Yahudilerin talepleri,555 bazılarında da Hz. Hamza’nın Müslüman olduktan sonra Peygamber’den talebi üzerine556 gerçekleştiğine yönelik iddialar söz konusudur. Başka bir rivayette de Mekke’de ay tutulması olmuş, müşrikler Peygamber’in sihir yaptığını söylemişler, bunun üzerine bu ayetler inmiştir.557 İnşikak-ı kamerin vuku bulduğunu iddia edenler bile ilgili ayetlerin sebebi nüzulü hakkında fikir birliği içinde değillerdir. Kur’an’dan kendilerine mucize arayanlar inşikak-ı kamer olayına sarılmışlardır. Mucizelerde mucize gösterildikten sonra sünnetüllah gereği inanmayanlara hemen cezaları verilmiştir.558 Eğer inşikak-ı kamer olayı hadis kaynaklarında geçtiği gibi559 doğru olsaydı bu durumda Mekke müşriklerine de azabın hemen gelmesi gerekirdi. Fakat inşikak-ı kameri anlatan rivayetlerin hiç birinde bu olayın akabinde bir cezanın geldiğinden bahs olunmamaktadır. Aynı şeyi Nazzam da ifade etmektedir: “Ayın yarılması olayı gerçekleşmemiştir. Eğer gerçekleşmiş olsaydı toplumun tümü tarafından bilinirdi. Hiçbir şair bunu şiir haline getirmemiştir. Bu olay üzerine hiçbir kafir Müslüman olmamıştır. Her hangi bir müslüman her hangi bir dinden dönmüş kişiye karşı bunu delil olarak getirmemiştir.”560 Nazzam yukarıdaki görüşlerinde haklıdır. Çünkü bu olayı gördükleri iddia edilen müşriklerin çoğu daha sonraki dönemlerde Müslüman olmuşlardır. Ama onların hiçbirinden bu olay nakledilmemiştir. Olay sadece yedi 554 555 556 557 558 559 560 Taberi, Camiu’l-Beyan, XI, s. 544; Alusi, Ruhu’l-Meani, VIII, s. 270; Razi, Fahreddin, Mefatihu’l-Gayb, VII, 750; Tabatabai, Muhammed Hüseyin, el-Mizan fi Tefsiri’l-Kur’an, Beyrut, 1997, XIX, s. 57; Ebi Neım el-Isbehani, Delailü’n-Nübüvve, Beyrut, 1991, I, s. 280. Ebi Neım el-Isbehani, Age, I, s. 279-280; Alusi, Ruhu’l-Meani, VIII, s. 270. Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, XVII, s. 126. İbn Kesir, Tefsir, VII, s. 472-475; Alusi, Ruhu’l-Meani, VIII, s. 270. Nuh (Hud, 11/28-44) Hud (A’raf, 7/65-72) Salih (Hud, 11/61-68), Lut (Ankebut, 29/28-30, Hud, 11/77-83), Şuayb (A’raf, 7/85-93) ve Musa (A’raf, 7/103-136) peygamberlerin kavimleri, onların yalanlamaları ve Allah’a meydan okumaları sonucunda ve de gösterilen mucizeleri de inkar etmeleri sebebi ile sünnetullah gereği çeşitli şekillerde toptan yok edilmişlerdir. Müslim, Sahih, Sıfatü’l-Münafıkın, 47, 48; Tirmizi, Sünen, Tefsir, 54, Fiten, 20; Buhari, Sahih, Menakıbı Ensar 36, Tefsir, 54, Ahmed, Müsned, I , 377, 413, 447, III, 165, 275, 278, IV, 82. İbn Kuteybe, Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim, Te’vilü Muhtelifi’l-Hadis, Beyrut, 1972, s. 21. 119 kişiye atfedilmiş, bunlardan üç tanesi olayın geçtiği iddia edilen dönemde ya doğmamış ya da çocuk denecek yaşta olan kimselerdir.561 Doğru olan Kamer suresi birinci ayetini “Kıyamet kopar ve kıyamet gününde ay yarılır” şeklinde anlamaktır.562 İlk dönem alimlerinden Ata b. Ebi Rebah, Osman b. Ata, Belhi ve Hasan Basri bu kanaattedirler.563 Yeni yorumlar da bu görüşe destek vermektedir.564 Daha önce de ifade edildiği gibi burada da bir meydan okumaya mukabil olan bir olay yoktur. Ayrıca müşriklerin inkarı çok açık bir şekilde bilindiği ve çoğunluğunun Mekke’nin fethine kadar da inkarlarında devam ettikleri halde başlarına bir yok edilmenin gelmemesi de inşikak-ı kamer’in vuku bulmadığını göstermektedir. b. Hadislerde Hz. Muhammed’e Hissi Mucize Atfedilmesi Sorunu Hz. Muhammed’le alakalı olarak kendilerine Kur’an’dan yeterince mucize bulamayan Müslümanlar ona bazı hissi mucizeler atfetmişler, bunu da çoğunlukla hadis kapısını kullanarak yapmışlardır. Müslümanların Peygamber’e mucize atfetmelerinin bazı sebepleri vardır. Bu sebeplerden biri Kur’an’da Hz. Muhammed’le ilgili olarak her hangi bir hissi mucizenin yer almaması gelmektedir. Hz. Muhammed’e hissi mucize atfedilmesinin bir diğer sebebi Müslümanların peygamberleri yarıştırma 561 562 563 564 Çelebi, İlyas, “İnşikaku’l-Kamer”, DİA, İstanbul, 2000, XXII, s. 344-345; Elmalılı, Hak Dini, VII, s.333. DİA’da da bu şahışlarla alakalı olarak yazılan maddelerde Abdullah ibn Ömer ve Enes ibn Malik’in hicretten on sene önce, Abdullah ibn Abbas’ın ise hicretten üç sene önce doğduğu bildirilmektedir. (Kandemir, M. Yaşar, “Abdullah b. Ömer”, DİA, İstanbul, 1988, I, s. 127; Eroğlu, Muhammed-Çakan, İsmail L., “Abdullah b. Abbas”, DİA, İstanbul, 1988, I, s. 76; Canan, İbrahim, “Enes b. Malik”, DİA, İstanbul, 1995, XI, s. 234-235) Aynı şekilde bu surenin Mekke döneminin ilk yıllarında nazil olduğunu da bu eserden öğrenebilmekteyiz. (Yaşaroğlu, Kamil, “Kamer Suresi”, DİA, İstanbul, 2001, XXIV, s. 276) Bu sebeple bu kişilerin bu olaya tanıklık etmeleri ihtimali oldukça azdır. Zemahşeri, Keşşaf, IV, 431; Semerkandi, Ebu’l-Leys Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrahim, Tefsiru’s-Semerkandi, Beyrut, 1993, III, 297; Savi, Haşiyetü’l-Allameti’s-Savi ala Tefsiri’l-Celaleyn, IV, s. 187. İbnü’l-Cevzi, Ebu’l-Ferec Abdurrahman el Kuraşi el-Bağdadi, Zadü’l-Mesir fi Ilmi’t-Tefsir, Beyrut, 1967, VIII, s. 88; Vahıdi, el-Vasıt, IV, s. 207; Tabatabai, Mizan, XIX, s. 57; Elmalılı, Hak Dini, VII, s. 338. Gerçi Elmalılı Hasan Basri ve Ata b. Ebi Rebah’ın görüşlerini kendine göre yorumlamış ve onlar “ Ay gelecekte yarılacak” demekle geçmişte yarıldığını inkar etmemişlerdir, bundan ay geçmişte yarılmadı anlamı çıkmamaktadır diye onların aslında inşikak-ı kamerin vuku bulduğunu inkar etmediklerini ifade etmektedir. Ama bu yorum bize göre doğru bir yorum değildir. Çelebi, İlyas, Yakın ve Uzak Gelecekle İlgili Haberler, İstanbul, 1996, s. 153-160; Esed, Kur’an Mesajı, III, s.1087-1088; Ateş, Tefsir, IX, s. 150-155; Afzalurrahman, Siret Ansiklopedisi, (çev. Kenan Dönmez), 1996, İstanbul, VI, s. 164-165. 120 düşünceleri ve Hz. Muhammed’i diğer peygamberlerden üstün görme anlayışlarıdır. Müslümanlar, diğer peygamberlere hangi mucizeler verildi ise bunun aynısı veya daha üstünün Hz. Muhammed’e verildiğini iddia etmişlerdir. Bu hem sayıca en üstün, hem de muhteva bakımından en üstün olarak anlaşılmıştır.565 Hz. Muhammed’e hissi mucize atfetmekle ilgili bu örnekler, Müslümanların neden bu tür bir düşünceye sahip olduklarını ve niçin bu kadar mucizeyi Hz. Muhammed’e atfetme yarışının içinde olduklarının ciddi ipuçlarını vermektedir. Sırf bu düşünceyi isbat etmek için kaleme alınmış olan Ebu İshak’ın, Peygamberlerin Mucizelerine Mukabil Peygamberimizin Mucizeleri566 ismi ile Türkçe’ye çevrilmiş olan eseri bu konuda Müslümanların zihinlerinde yer alan düşünceleri ele vermektedir. Ebu İshak eserinin önsözünde: “Geçmiş kitaplara baktım. İncelememde, Kur’an’da zikredilen peygamberlerin mucizelerini toplu halde içine alan bir kitabın olmadığını gördüm. Bu sebeple bütün peygamberlerin mucizelerini bir araya toplamak ve onların mucizelerine karşılık peygamberimizin mucizelerinin bulunduğunu göstermek amacı ile bu kitabı tertip eyledim. Çünkü insanoğlunun ilk babası Adem (as) ve ahir zaman peygamberi Peygamberimizin ve bu ikisi arasında gelen her peygamberin mucizeleri mevcuttur. Onların mucizelerine karşı peygamberimizin de mucizeleri vardır. Yani, Hak Teâla hazretleri bütün peygamberlerin mucizelerini Peygamberimiz efendimiz hazretlerine ihsan buyurmuştur. Onlardan fazla olarak da, ayın ikiye yarılması ve miraç gibi daha nice mucizeler vermiştir”567 diyerek eserin yazılış amacını ortaya koymuştur. 568 565 566 567 Suyuti, alimlerin; “ Her peygambere verilen mucize ve üstün özelliklerin ya benzeri ya da daha üstünü kesinlikle bizim peygamberimize de verilmiştir” (Suyuti, Hasais, II, s.179) dediklerini belirtmektedir. Kadı Iyad da “Tüm peygamberler içerisinde sayıca en çok mucizesi olan bizim peygamberimizdi” (Kadı Iyad, Şifa, I, s. 212) demektedir. Suyuti Hasais isimli eserinde, Kur’an’da ismi geçen on dört peygamberin ve peygamber olduğu iddia edilen Yuşa’nın hepsine verilen mucizeleri sıralamış, peşinden de onlara verildiği ifade edilen mucizelerin bir benzerinin Hz. Muhammed’e verildiğini iddia etmiştir.( Suyuti, Hasais, II, s. 179-184) Ayrıca Hz. Muhammed’e binin üzerinde mucize verildiği iddia edilmiştir.( Zemahşeri, Keşşaf, I, s. 297-298) Ebu İshak, İbrahim b. Muhammed b. Half b. Hamdan, Peygamberlerin Mucizelerine Mukabil Peygamberimizin Mucizeleri, Sadeleştirip Yayına hazırlayanlar: Bekir Uslu, İsmail Coşar, Ankara, 1986. Ebu İshak, Age, s. 6. 121 Müslümanlar Kur’an’da diğer peygamberlere verilen hissi mucizelerin yer aldığını ama Hz. Muhammed ile alakalı herhangi bir hissi mucizenin yer almadığını görünce Müslümanların bu etkilenmeleridir. Hz. Muhammed’e şekilde Çünkü hissi düşünmelerinin Müslümanlar mucizeler nedeni diğer atfetmişlerdir. diğer kültürlerden kültürlerle karşılaşınca peygamberlerin üstünlüğü konusunda tartışmalar çıkmış, bunun sonucunda da konuyla ilgili hadis üretimi başlamıştır. Hadis külliyatı da buna müsait bir alandır. Fazlurrahman Hz. Peygambere atfedilen hissi mucizelerin bir kısım sebeplerle daha sonraki devirlerde ortaya çıkmış olduklarını ifade etmekte ve şöyle demektedir : “Hz. Peygamberin sözde tabiat üstü mucizelerini hikaye eden bir çok hadis, diğer toplumların kendi dini kurucuları ve önderleri hakkında beyan ettikleri hikayelerle yarış için müslümanlar tarafından icad edilmiş olmalıdır.”569 Hz. Muhammed’e mucize atfetme yarışı içerisinde olanlar önce Kur’an’da kendilerine dayanak olabilecek bazı olayları ele almış ve başta İsra ve ayın yarılması olaylarının mucize olduğunu iddia etmişlerdir. Bununla da yetinmeyen ve bu kadar mucizeyi az bulan bu düşünce sahipleri hadis kanalıyla da ona pek çok mucize atfetmekten geri durmamışlar, Hz. Muhammed’in binlerce mucizesi olduğunu iddia etmişlerdir. Ancak Kur’an’a bakıldığı zaman ne isra olayının ve nede ayın yarılması olayının mucize olduğunun iddia edilebilmesi mümkün değildir. Hele hele hadis yoluyla Hz. Muhammed’e atfedilen ve mucize diye adlandırılan olayların hem gerçekleşme şekli, hem bu konudaki Kur’an ayetleri ve hem de olayın gerçekleştiği anda yüzlerce kişinin bu olayları gördüğünün iddia edilmesi, ancak bu olayların eserlere haberi vahid yani tek kişilerin rivayetleri ile girmiş 568 569 Ebu İshak eserinde bir kısmı Kur’an’da yer alan, fakat bir kısmı da Kur’an’da yer almayan önceki peygamberlere ait olduğunu iddia ettiği mucizeleri önce zikrettikten sonra her hangi bir kaynak verme lüzumunu da hissetmeden, bazen olayın yeri ve şahıslarını da anmadan, aynı olayın bir benzerinin Hz. Muhammed’in elinde de zuhur ettiğini iddia etmiştir. Aslında baştan varılacak hedef belli olduktan sonra oraya varmak için her türlü yol mübah sayılmış ve buna göre hareket edilmiş oluğundan dolayı o olaylar için malzeme bulmak ya da başka bir ifadeyle malzeme yoksa da icad etmek hiç de zor olmamıştır. Eserde Kur’an’da Hz. Muhammed hariç yirmi peygamberin yetmiş yedi mucizesi önce ifade edilmiş daha sonra da bunlara mukabil Hz. Muhammed’in mucizeleri ele alınmıştır. Fazlurrahman, İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıp, Ankara, 1977, çev. A. Çiftçi, A.B. Baloğlu, s.52. 122 olduklarından dolayı bu olayların da mucize olduklarının iddia edilmesi doğru bir yaklaşım değildir.570 Kur’an’a, Hz. Muhammed’e hissi mucize verilip verilmediği penceresinden bakıldığı zaman Hz. Muhammed’e hissi mucize verildiği iddialarının aksine farklı bir durumla karşılaşılmaktadır. Kur’an’da geçmiş peygamberlerden bir kısmına571 verilmiş olan hissi mucizeler detaylı bir şekilde ele alınmış, konu ile ilgili pek çok ayet nazil olmuştur.572 Bu ayetlerde kendilerine peygamber gönderilen bir kısım kavimlerin, peygamberlerine inanmadıkları, inanmaları için peygamberlerinden mucize göstermelerini talep ettikleri bildirilmektedir. Ancak, mucize gösterilmesine rağmen onların çok azı hariç büyük çoğunluğunun yine inkara devam ettikleri açıklanmıştır. İnkarcılar daha da ileriye giderek, peygamberleri alaya alarak, kendisiyle korkuttuğu azabı getirmesi hususunda peygamberlerine ve dolayısıyla Allah’a meydan okumuşlardır. Peygamberler de kavimleri ile mücadele edecek güçleri kalmayınca, Allah’tan onları yok etmesi için yardım talep etmişlerdir. Sonunda Allah’ın kudreti ile peygamberler mucizeler gösterince hala inkara devam edenler şiddetli bir şekilde cezalandırılmışlardır. Onlar böylece tarih sahnesinden silinip yok olmuşlardır.573 570 571 572 573 Hz. Muhammed’e atfedilen hissi mucizeler konusu ayrı bir tez çalışması olabilecek genişlikte bir konudur. Çalışmamızın sınırlarını zorlayacağından bu konuya detaylı olarak girmeyi uygun bulmadık. Ancak konuya örnek olması açısından bazı örnekleri vermekle yetineceğiz. Kur’an bir tarih kitabı olmadığından geçmiş milletlere gönderilen peygamberlerin tümünden bahsetmediği gibi peygamber olduğunu haber verdiği her peygamberin mucizelerini de ayrıntısına kadar anlatmamıştır. Çünkü Kur’an’ın belli bir geliş gayesi, belli bir hedefi vardır. Allah Teâla kendince uygun gördüğü sebeplerden dolayı, daha önceki peygamberlere vermiş olduğu hissi mucizeleri kendi uygun gördüğü miktarlarda Kur’an’da anlatmıştır Bu konuda pek çok örnek vardır. Kendilerine mucize verilen peygamberler şunlardır. Nuh, (Hud, 11/28-44) Hud, (Hakka, 69/6-7) Salih, (Hud, 11/61-68) Lut, (Hud, 11/77-83; Ankebut, 29/28-30) Şuayb, (Araf, 7/85-93) Musa, (Araf, 7/103-136) İbrahim, (Enbiya, 21/51-71) ve İsa (Maide, 5/49; Meryem, 19/29-33) peygamberlere bir takım hissi mucizeler verildiği bildirilmektedir. Kur’an’da, hayatlarından bahsedilen peygamberlerin bir kısmından inkarcıların mucize isteğinde bulundukları belirtilmiştir. Bunlar Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb, Musa, ve son olarak da Hz. Muhammed’dir. Bu örneklerden anladığımız kadarı ile insanoğlunun tabiatından olsa gerek, hayatlarının detaylarından veya o yönünden bahsedilmeyen diğer peygamberlerden de kavimleri bu tür taleplerde bulunmuş olabilirler. Çünkü daha önce de ifade edildiği gibi Kur’an bir tarih kitabı değildir. Her birinin değişik yönlerinden ibret alınsın diye peygamberlerin hayatlarının değişik yönleri anlatılmıştır. Bu örneklerden bir kaçı şunlardır. Hz. Nuh’u başta oğlu olmak üzere kavmi yalanlamış, o’da Allah’ın emriyle gemi yapmış, kavmi onunla ve ona inananlarla alay etmiş, sonunda inanmayanların hepsi yağan yağmurla yok edilmişlerdir. (Hud, 11/28-44) Aynı şekilde Nuh’un kavminin yerine getirilen Hud 123 c. Hz. Muhammed’den Hissi Mucize Göstermesinin İstenmesi Hemen hemen gönderilen her peygamber örneğinde olduğu gibi Hz. Muhammed de peygamberlikle görevlendirildiği zaman mesajı kavmine tebliğ etmiş ancak Mekkeli müşriklerin çoğu ona inanmamışlardır. O, yaklaşık on üç sene süren Mekke devrinde pek çok sıkıntı, eza ve cefa ile karşılaşmıştır. Bütün bunlara rağmen Hz. Muhammed davasından asla geri dönmemiş, her fırsatta tebliğ görevini yerine getirmeye çalışmıştır. Diğer peygamberler örneğinde olduğu gibi inanmayanlar Hz. Muhammed’den de mucize talebinde bulunmuşlardır. Onların bu taleplerini Kur’an şöyle ifade etmektedir. “Onlar: "Sen, dediler, bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Veya senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı; öyle ki, içlerinden gürül gürül ırmaklar akıtmalısın. Yahut, iddia ettiğin gibi, üzerimize gökten parçalar yağdırmalısın veya Allah'ı ve melekleri gözümüzün önüne getirmelisin. Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece çıktığına da asla inanmayız." De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer bir elçiyim. Zaten, kendilerine hidayet rehberi geldiğinde, insanların buna inanmalarını sırf, "Allah, peygamber olarak bir beşeri mi gönderdi?" demeleri engellemiştir. Şunu söyle: Eğer yeryüzünde yerleşmiş gezip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten, peygamber olarak bir melek gönderirdik.”574 c.a. Hz. Muhammed’in Hissi Mucize Beklentisi İçinde Olması Müşriklerin ısrarlı mucize talepleri karşısında Hz. Muhammed’in de Allah’tan mucize talebinde bulunur bir halde olduğu Kur’an’daki bazı ayetlerden anlaşılmaktadır. Burada Hz. Muhammed’in hissi mucize beklemesinin en önemli nedeni diğer peygamberlerde olduğu gibi halkının bu gösterilecek mucizeler sebebi ile imana girmelerini istemesidir. Çünkü Hz. Muhammed’in müşriklerin 574 kavmi’de peygamberlerini yalanlamışlar, “Eğer doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğin azabı bize getir” diye meydan okumuşlar, (A’raf, 7/65-72) Allah’da, art arda yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat ettiği uğultulu, kasıp kavuran bir fırtına ile mahvetmiştir. (Hakka, 69/-7) Aynı şekilde Salih (Hud, 11/61-68), Lut (Ankebut, 29/28-30, Hud, 11/77-83), Şuayb (A’raf, 7/85-93) ve Musa (A’raf, 7/103-136) peygamberlerin kavimleri, onların yalanlamaları ve Allah’a meydan okumaları sonucunda ve de gösterilen mucizeleri de inkar etmeleri sebebi ile yok edilmişlerdir. İsra, 17/90-95. 124 inkarından dolayı üzüldüğü, onların iman etmelerini aşırı bir şekilde arzuladığı ve bu sebeple neredeyse kendini parçaladığı şu ayetten anlaşılmaktadır. “Resulüm! Onlar iman etmiyorlar diye adeta kendine kıyacaksın! Biz dilersek onların üzerlerine gökten bir mucize indiririz de, ona boyunları eğile kalır.”575 Bu ayet bize Hz. Muhammed’in hissi mucize beklentisi içerisinde olduğunu göstermektedir. Şu ayetler de Hz. Muhammed’in hissi mucize beklentisi içerisinde olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak Allah, önceki peygamberlerin hissi mucize gösterdikleri halde yalanlanmaları dolayısıyla hissi mucize vermeyeceğini bildirmektedir. Bu konuda Allah Hz. Muhammed’i ikaz etmiştir. Akabinde de sakın cahillerden olma diye Peygamber’i uyarmış ve hissi mucize vermeyeceğini ifade etmiştir. Ayetler de bu gerçek şöyle ifade edilmiştir. “Onların söylediklerinin seni üzdüğünü elbette biliyoruz. Onlar aslında seni yalanlamıyorlar, fakat, o zalimler Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar. Senden önce de peygamberler yalanlanmıştı. Kendilerine yardımımız gelinceye kadar yalanlanmaya ve eziyet olunmaya sabrettiler. Allah'ın sözlerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz ki sana, peygamberlerin haberlerinden bir kısmı gelmiştir. Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse, haydi gücün yetiyorsa yerin içine inebileceğin bir delik, ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplardı. O halde cahillerden olma! Daveti ancak dinleyenler kabul ederler. Ölülere gelince, Allah onları diriltir, sonra O'na döndürülürler. Dediler ki: "Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi? "De ki: "Şüphesiz ki Allah, bir mucize indirmeye kâdirdir, fakat çokları bilmezler".576 Aslında diğer ayetlerden ve peygamberin müşriklerin iman etmeleri hususunda çok haris olmasından ve bu çeşit bir hissi mucize gösterdiği zaman onların inanacaklarını düşündüğünden dolayı peygamberin kendisi de böyle hissi bir mucize göstermeyi arzu ediyordu. Fakat Allah tarafından Hz. Muhammed’e "De ki: "Şüphesiz ki Allah, bir mucize indirmeye kâdirdir, fakat çokları 575 576 Şuara, 26/3-4. En’am, 6/33-37. 125 bilmezler"577 şeklinde bir cevap vermesi emredilmektedir. Bu ayetle Hz. Muhammed’in hissi mucize beklentisi içerisinde olduğu ayetin “sakın cahillerden olma” kısmından da anlaşılmaktadır. Allah bu ifadeyle, Hz. Muhammed’e hissi mucize gösterilmesi hususunda ısrarlı bir yaklaşım içinde olmanın bir peygamber için uygun bir davranış olmadığını bildirmekte ve “sakın cahillerden olma” diye uyarmaktadır. Yukarıda mealleri verilen ayetlerde de açıkça görüldüğü üzere müşrikler Hz. Muhammed’den çeşitli hissi mucizeler getirmesini, ancak o zaman kendisinin peygamber olduğuna inanacaklarını beyan etmektedirler. Ayetin bundan sonraki kısmı daha da ilginçtir. Çünkü ayetin devamındaki ifade, Hz. Muhammed’in onların bu talebi üzerine kendi söylediği söz değildir. Allah’ın peygamberine müşriklere söylemesini emrettiği sözdür. Yani ayette Hz. Muhammed’e şu sözü söyle diye emredilmektedir: Bana ne oluyor ki ben sadece bir beşerim, yani size mucize gösteremem de, diye söylemesi gerektiği belirtilmektedir. c.b. Hissi Mucize Beklentisine Cevap Hissi mucize beklentisi içerisinde olan Hz. Muhammed’e Allah Teâla çeşitli ayetlerde cevaplar vermiştir. Bu ayetlerde çeşitli nedenlerden en başta da geçmiş milletlerin çoğunun gösterilen mucizelere rağmen inkarlarına devam ettiğinden dolayı Hz. Muhammed’e hissi mucize vermeyeceğini bildirmektedir. “Bizi, mucizeler göndermekten alıkoyan şey, ancak öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır. Semûd'a, açık bir mucize olarak o dişi deveyi vermiştik de ona zulmetmişlerdi. Oysa biz, o mucizeleri ancak korkutmak için göndeririz.”578 Bu ayette açıkça görüldüğü üzere Allah, Hz. Muhammed’in müşriklerin tavırları, sözleri ve yalanlamaları karşısında onun bu halini çok iyi bildiğini, diğer peygamberlerin yalanlanmaları sebebi ile Hz. Muhammed’e hissi mucize vermediğini çok açık bir şekilde ifade etmektedir. Allah, kendisini Hz. Muhammed’e mucizeler göndermekten alıkoyan şeyin daha önceki ümmetlerin çoğunun gelen mucizelere rağmen inanmamaları olduğunu bildirmektedir. 577 578 En’am, 6/37. İsra, 17/59. 126 Arkasından da Salih’in kavminin mucizeye rağmen inanmadıklarını örnek göstermektedir. Geçmiş milletlerin gösterilen mucizelere rağmen inanmadıkları şu ayetle de desteklenmiş ve hissi mucize verilen kavimlerin iman etmedikleri bildirilmiştir. “Peygamber: "Benim Rabbim gökte ve yerde söylenen her sözü bilir. O, her şeyi işitir, her şeyi bilir" dedi. Onlar: "Hayır, bunlar karışık rüyalardır; yok, onu kendisi uydurdu, yok o bir şairdir. Böyle değilse önceki peygamberler gibi, o da bize bir mucize getirsin" dediler. Onlardan önce yok ettiğimiz hiçbir memleket halkı iman etmedi. Şimdi bunlar mı iman edecekler?”579 Yüce Allah Hz. Muhammed onlarla beraberken müşriklere azap etmeyeceğini beyan etmektedir. Çünkü Mekke’li müşriklere eğer açık hissi bir mucize gösterilmiş olsaydı, onlarda yalanlamaya devam etseydi sünnetullah gereği onların yok edilmeleri gerekirdi. Çünkü bu durum Hz İsa’nın havarilerine olan hitapta çok açık bir şekilde beyan edilmiştir. “Havariler:" Ey Meryemoğlu İsa, Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?" dediler. İsa da: "İnanıyorsanız Allah'tan korkun" dedi. Havâriler: "İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz iyice yatışsın, senin bize doğru söylediğini bilelim ve bunu bizzat görenlerden olalım" dediler. Meryemoğlu İsa da: "Allah'ım, Rabbimiz, bizim üzerimize gökten bir sofra indir ki, bizim için, önce ve sonra gelenlerimiz için bir bayram ve senden bir mucize olsun. Bizi rızıklandır, sen rızık verenlerin en hayırlısısın!" dedi. Allah buyurdu ki:" Ben onu size indireceğim. Fakat bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, ben ona âlemlerden hiç kimseye yapmayacağım bir azabı yaparım".580 Yukarıdaki azabın bir benzerinin gelmesi kesin olduğundan dolayı Allah Hz. Muhammed’e hissi mucize vermemiştir. “Hani bir vakitler, o kâfirler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı da, onlar tuzak kurarken Allah da karşılığında tuzak kuruyordu. Öyle ya, Allah tuzakların en hayırlısını kurar. Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman, "işittik, dilersek bunun gibisini biz de söyleriz, bu, eskilerin efsanelerinden başka bir şey değildir" diyorlardı. Bir vakit de, "Ey Allah, eğer bu Senin katından gelmiş bir 579 580 Enbiya, 21/4-6. Maide, 5/112-115. 127 hak kitap ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize daha acı bir azap ver" demişlerdi. Halbuki sen içlerinde iken Allah, onlara azap edecek değildi.”581 Yukarıdaki diğer ayetlerle beraber değerlendirildiği zaman bu ayetten de çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır ki Allah Hz. Muhammed’e hissi mucize vermemiştir. Mucize isteyen kimselere karşı Allah, elçisi Hz. Muhammed’e, Kur’an’ın yeterli olduğunu da şu ayetlerle bildirmektedir. “Hayır, o Kur'an, kendilerine ilim verilenlerin sînelerinde yer eden apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi, ancak zalimler bile bile inkâr eder. "Ona Rabbinden başkaca mucizeler indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunmakta olan Kitab'ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır.”582 Bu ayetler bizlere çok açık bir şekilde Hz. Muhammed’e Kur’an’ın dışında mucize verilmediğini bildirmektedir. Aynı şekilde onlara Kur’an’ın yeteceği ifade edilmektedir. “Müşrikler, kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka iman edeceklerine dair en ağır yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: "Mucizeler ancak Allah katındadır". Onlara mucizeler geldiğinde de iman etmeyeceklerini siz nerden bileceksiniz? Biz onların kalplerini ve gözlerini çeviririz de, onlar, ilkin iman etmedikleri gibi, gene de iman etmezler. Biz de onları taşkınlıkları içerisinde kör ve şaşkın bırakırız. Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler de kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah'ın diledikleri hariç, yine de inanacak değillerdi, fakat çokları bunu bilmezler.”583 “Eğer sana kâğıt üzerine yazılmış bir kitap indirseydik de onlar elleriyle onu tutmuş olsalardı, yine de inkâr ediciler: Bu, apaçık büyüden başka bir şey değildir, derlerdi. Muhammed'e görebileceğimiz bir melek indirilseydi ya! dediler. Eğer biz öyle bir melek indirseydik elbette iş bitirilmiş olur, artık kendilerine göz bile açtırılmazdı.”584 “Kur’an’a iman etmezler, halbuki öncekiler inanmadıkları için başlarına gelenler gelip geçmiştir. Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı 581 582 583 584 Enfal, 8/30-33. Ankebut, 29/49-51 En’am, 6/109. En’am, 6/7-8. 128 çıksalar, "Gözlerimiz perdelendi, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır" derler.”585 “Bir Kur'ân ki, onunla dağlar yürütülse veya onunla yer parçalansa veya onunla ölüler konuşturulsa onlar yine de inanmazlardı. Fakat emir bütünüyle Allah'ındır. İman edenler, kâfirlerden ümit kesip daha anlamadılar mı ki, Allah dileseydi, elbette insanların hepsine toptan hidayet buyururdu. O küfürde direnenlerin kendi sanatlarıyla başlarına musibet inip duracak, ya da yurtlarının yakınına konacak. Nihayet Allah'ın vaadi gelecek. Muhakkak ki, Allah vaad ettiği zamanı şaşırmaz. Andolsun ki, senden önceki peygamberlerle de alay edildi. Ben de o kâfirlere bir süre için meydan verdim. Sonra da tuttum onları cezalandırdım. O vakit azabım nasıl imiş gördüler. ”586 “Doğrusu, aleyhlerinde Rabbinin hükmü kesinleşmiş olanlar imana gelmezler. Onlara bütün mucizeler hep birden gelse, yine de o acıklı azabı görünceye kadar inanmazlar. ” 587 “Fakat onlara tarafımızdan o hak peygamber gelince, "Musa'ya verilen mucizeler gibi ona da verilmeli değil miydi?" dediler. Peki daha önce Musa'ya verileni de inkâr etmemişler miydi? "Birbirini destekleyen iki sihirbaz" demişler ve şunu söylemişlerdi: "Doğrusu biz hiçbirine inanmıyoruz." Resulüm! De ki: "Eğer doğru sözlüler iseniz, Allah katından bu ikisinden, bana ve Musa'ya inen kitaplardan daha doğru bir kitap getirin de ben ona uyayım!" ”588 “İşte o ülkeler ki, sana onların haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz Andolsun ki, peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte o kâfirlerin kalplerini Allah böyle mühürler. ”589 Bütün bu ayetlerde görüldüğü üzere müşrikler Hz. Muhammed’den bir kısım hissi mucizeler göstermesini istemişler, ancak Allah, böyle bir şeyin olamayacağını peygamberin lisanıyla bildirmiştir. Ayrıca Allah, daha önceki ümmetlerin gelen mucizelere rağmen inanmadıklarını hatırlatarak, Hz. Muhammed’e mucize verilmeyeceğini açıklamış, Kur’an’ın mucize olarak yeteceğini başkaca mucizeler vermeyeceğini bildirmiştir. Bütün bunlar Hz. Muhammed’e hissi mucizeler verilmediğini göstermektedir. Ancak İslam kültürü 585 586 587 588 589 Hıcr, 15/13-15. Ra’d, 13/31-32. Yunus, 10/96-97. Kasas, 28/48-49. A’raf, 7/101 129 Hz. Muhammed’e mucize atfetme yarışına kalkışmış, onun sayılamayacak kadar hissi mucizesi olduğunu590 Müslüman bilginler eserlerinde belirtmişlerdir. Bunu yaparken de hadis kapısını sonuna kadar kullanmışlardır. Çünkü peygambere atfedilen hissi mucizeler hadis kanalıyla günümüze ulaşmıştır. Kur’an’a rağmen Müslümanlar hadis kapısını kullanarak Hz. Muhammed’e hissi mucize atfetme yarışı içerisinde olmaları ancak cehaletten öte bir şey olmasa gerektir. d. Hz. Muhammed’e Verilen Mucize: İslam bilginleri peygamberlere verilen mucizeleri genel olarak akli ve hissi mucizeler şeklinde tasnif etmişlerdir.591 Hissi mucizeler insanların duyularına hitap eden harikulade olaylardır.592 Akli mucizeler ise, insanların akıl ve idraklerine hitap eden, onları düşünmeye ve gerçekleri kavramaya sevk eden ve bu şekilde peygamberliğin doğruluğunu kanıtlayan en güçlü delillerdir.593 İşte Hz. Muhammed’e verilen mucize bu son cinsten olup akli mucizeler kısmına girmektedir. Müslüman kelamcılar, Kur’an’ın mucize oluşunu çok çeşitli yönlerden ele almışlar ve bunları genel hatları ile şu şekilde ortaya koymuşlardır. Maturidi’ye göre Kur’an, peygamberin akli mucizesidir. Çünkü onda meydan okuma vardır. Kimse onun meydan okumasına cevap verememiştir. 594 Pezdevi’ye göre de, Kur’an, Peygamberin en büyük mucizesidir. Bütün Araplar en güzel Arapça konuşmalarına rağmen Kur’an’ın benzerini getirmekten aciz kalmışlardır.595 Cüveyni de Kur’an’ın Hz. Muhammed’in en büyük mucizesi olduğunu, onunla fesahat düşkünü ve belağatın zirvesine tırmanan Araplara meydan okuduğunu belirtmektedir.596 Nesefi ise, Kur’an en açık bir mucize olup kıyamete kadar baki kalacak ve her tarafa yayılacaktır,597 şeklinde durumu ortaya 590 591 592 593 594 595 596 597 Cüveyni, İrşad, s. 296. Maturidi, Ebu Mansur, Kitabu’t-Tevhid, İstanbul, 1979, s. 202; Taftazani, Şerhu’l-Akaid, s. 62; Nesefi, Ebu’l-Muın, Tabsıra, II, s. 52; Isfehani, Rağıb, el-İtikadat, Beyrut, 1988, s. 128129, Sabuni, Nureddin, Bidaye, s. 47-51, Kasımi, Muhammed Cemaleddin, Delailü’t-Tevhıd, Şam, 1326, s. 144. Bulut, Halil İbrahim, “Mucize”, DİA,İstanbul, 2005, XXX, s. 350. Bulut, Kur’an Işığında Mucize ve Peygamber, İstanbul, 2002, s. 60. Maturidi, Tevhid, s. 204. Pezdevi, Usulü’d-Din, s. 97. Cüveyni, İrşad, s. 291-292. Nesefi, Ebu’l-Muın, Tabsıra, II, s. 77. 130 koymaktadır. Gazali de, Kur’an’ın, insanların kudretleri dışında kalan bir mucize olduğunu ileri sürmektedir.598 Şatıbi ise, peygamberin pek çok mucizesi bulunduğunu, ancak bunlar içerisinde Kur’an’ın mucizeliğinin hepsinden daha büyük olduğunu “Bana verilen şey, sadece Allah’ın bana indirdiği vahyidir”599 hadisine de dayanarak Hz. Muhammed’in mucizesinin yalnızca Kur’an olduğunu belirtmiştir.600 Müslümanlar Kur’an’ın apaçık bir ayet, bir mucize olduğunu kabul etmişlerdir. Kur’an’ın muciz bir kelam olduğu konusunu ayetlerle delillendirmeye çalışmışlardır.601 Çeşitli ayetlerde602 görüldüğü üzere Kur’an, indirildiği devirde edebiyatta en üst seviyelere ulaşan Arap toplumuna apaçık bir şekilde meydan okumuştur. Ancak müşrikler bu meydan okumaya cevap verememişlerdir. Bu meydan okuma hala devam etmesine rağmen on beş asırdır görülmüştür ki ona inanmayanlar tarafından onun bir benzeri getirilememiştir. İşte muciz bir kelam olan bu Kur’an Hz. Muhammed’in tek ve apaçık mucizesi olup, diğer hissi mucizelerden daha büyük öneme haizdir. Çünkü diğerleri belli bir zamana bağlı olarak gerçekleşip tarihte kalmıştır. Fakat Hz. Muhammed’in tek mucizesi olan Kur’an, mucizliğini devam ettirmekte ve hala insanlara ve çağlara meydan okumayı sürdürmektedir. Hz. Peygamber’in hayatını anlattığı eserinde Heykel, Hz. Muhammed’in mucizeleri ile ilgili olarak şu görüşlere yer vermiştir: “Görülüyor ki Allah’ın kitabında Hz. Peygamberin Kur’an’dan başka bir mucizesi bulunduğu söylenmiyor. Halbuki Kur’an, Hz. Peygamberden önceki elçilerin mucizelerinden söz etmiş, fakat Hz. Peygamber’in tabiat kanunlarına uymayan hiç bir hal ve hareketinden bahsetmemiştir. Allah’ın kitabı böyle buyurduğu halde, acaba eski 598 599 600 601 602 Gazali, Ebu Hamid Muhammed, el-İktisad fi’l -İtikad, Beyrut, 1993, s. 228. Buhari, Sahih, Fedailü’l-Kur’an, 1; Müslim, Sahih, İman, 239. Şatıbi, Muvafakat, III, s. 42. “Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur'an’dan şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz. Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının.” Bakara, 2/23-24. “Yoksa "onu kendi uydurdu" mu diyorlar? O halde sen de onlara de ki: "Haydi siz de onun sureleri gibi uydurulmuş on sûre getirin. Allah’tan başka çağırabileceğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın. Eğer doğru söylüyorsanız" bunu yaparsınız. Yok eğer bunun üzerine size cevap vermedilerse, artık bilin ki, bu Kur'ân ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. O'ndan başka ilâh yoktur. Artık müslüman oluyorsunuz, değil mi? ” Hud, 11/13-14. İsra, 17/88; Ankebut, 29/47-49. 131 müslümanlardan bir kısmını Hz. Peygamber’in maddi bir takım harikalar yapmış olduğunu söylemeye sevk eden sebep nedir? Anlaşılan bunlar Kur’an’ın Hz. Peygamberden önce gelen peygamberlere ait mucizelerden söz ettiğini görmüş, bu gibi harikaların peygamberlik gereklerinden olduğunu sanmış ve onun için bu yoldaki sözlere inanmış, mucizelerin sayısı ne kadar çoğalırsa, peygamberlik de o nispette kemal bulacağına ve insanların peygamberliğe daha fazla inanacaklarına kanmışlardır....Hz. Muhammed’e verilen mucize ise yalnız Kur’an’dır.”603 Muhammed Esed de “ Bizi, öncekiler gibi, bu mesajı da mucizevi belirtilerle birlikte göndermekten alıkoyan tek sebep, önceki toplumların onlara hep yalan gözüyle bakmış olmalarıdır.”604 ayetini şu şekilde yorumlamıştır: “Denebilir ki Hz. Muhammed’in tek mucizesi: açıklığıyla, ahlaki kapsam ve mahiyetiyle kusursuz; insanlık tarihinin her çağına, her gelişim safhasına uyan; insanların hem duygularına hem akıllarına hitab eden; hangi ırktan, hangi toplumsal katmandan gelirse gelsin her insana açık olan ve hem lafzıyla, hem de muhtevasıyla Kıyamet gününe kadar değişmeden kalacak olan Kur’an’ın kendisidir.”605 Sonuç olarak Hz. Muhammed’e Kur’an’dan başka bir mucize verilmemiştir ve Hz. Muhammed’e hissi mucize de verilmemiştir. Hz. Muhammed’e atfedilen hissi mucize denen olaylar yukarıda da ifade edildiği gibi Müslümanların şuur altlarında yatan peygamber yarıştırma ve Hz. Muhammed’in diğer tüm peygamberlerden üstün görme anlayışının sonucudur. C. PEYGAMBERLER ARASINDAKİ ÜSTÜNLÜK Peygamberlikle ilgili tartışmalardan bir tanesi de peygamberlerin üstünlüğü yani efdaliyyet meselesidir. Tafdil konusu kelam ilminin ana konularından biri değildir. Bu mesele kelam ilmine hilafet tartışmaları sebebi ile girmiştir.606 İlk dönem akaid eserlerinde Peygamberler arasında üstünlük konusu yer almazken, Şia’nın imameti iman esaslarından kabul edip, bu görüşlerine de 603 604 605 606 Heykel, Hz. Muhammed, s. 57-58. İsra, 17/59. Esed Muhammed, Kur’an Mesajı, II, s. 571-572. Taftazani, Kelam İlmi ve İslam Akaidi, Haz. Süleyman Uludağ, İstanbul, 1991, s. 323-324. 132 kendilerine göre kitap ve sünnetten deliller getirmeleri sebebi ile bu konu ehli sünnet kelam eserlerine girmiştir. Şia, bu delillerle ilk üç halifeyi dışlayıp, Hz. Ali’nin peygamber’den sonra en üstün ve hilafete de en layık kimse olduğunu iddia etmiştir.607 Buna karşılık Ehli Sünnet kelamcıları Şia’ya bir tepki ve reddiye olarak eserlerinde imamet ile ilgili bahisler açmışlar ve üstünlük sırasının tarihen vuku bulan hilafet sırasına göre olduğunu iddia etmişler, onlar da kendilerine göre bunu ispat etmeye çalışmışlardır.608 Üstünlük konusu kelam ilmine girdikten sonra içeriği zenginleştirilmiştir. Buna göre bu konu melekler ile peygamberler arasındaki üstünlük, meleklerin birbirlerine üstünlüğü, peygamberlerin birbirlerine üstünlüğü, meleklerle insanlar arasında üstünlük, peygamberlerin velilere olan üstünlüğü, peygamberlerle insanlar arasında üstünlük ve insanların birbirleri arasında üstünlük şeklinde çeşitlenmiştir.609 Artmak, fazla olmak, üstün olmak anlamlarına gelen f-d-l kelimesinden türemiş olan efdal kelimesi, ihsan, en üstün olma, bir kimsenin diğerinden üstün olması gibi anlamlara gelmektedir.610 Kelime anlamından da anlaşıldığı gibi bu durumda mesele bir peygamberin tüm peygamberlerin en üstünü olması, ya da bir peygambere bir kısım şeylerin ihsan edilmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. 1. Kur’an’a Göre Peygamberler Arasında Üstünlük İlk bakışta Kur’an’ın bazı ayetlerinin peygamberler arası üstünlüğe işaret ettiği, bazılarının ise herhangi bir üstünlüğün olmadığına delil teşkil ettiği söylenebilir. Çoğu Müslüman bilgin üstünlük olabileceği anlamına gelen ayetleri öne çıkararak peygamberler arasında üstünlük olduğunu ve bunun akabinde de Hz. Muhammed’in diğer peygamberlerden üstün olduğunu iddia etmişlerdir. Bazıları ise konuyla ilgili ayetleri yorumlayarak peygamberler arasında üstünlük olmadığını ifade etmişlerdir. 607 608 609 610 Fığlalı, Ethem Ruhi, İmamiyye Şiası, İstanbul, 1984, s. 209-217; Toplaoğlu, Bekir, Kelam İlmi Giriş, İstanbul, 1988, s. 209. Taftazani, Şerhu’l-Akaid, s. 67-73; Aliyyü’l-Kari, Molla Ali B. Sultan Muhammed el-Kari elHanefi, Şerh ale’l-Fıkhı’l-Ekber, İstanbul, 1955, s. 114-120; Muhyiddin, Muhammed b. Bahaiddin, El-Kavlu’l-Fasl, İstanbul, 1990, s. 289-301. Bağdadi, Usulü’d-Din, s.164-167 İbn Manzur, Lisan, XI, s. 524-525. 133 Peygamberlerden birinin diğerine üstün olduğunu isbat için aşağıdaki ayetler delil olarak getirilmektedir. “O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa'ya açık mucizeler verdik ve onu Rûhu'l-Kudüs ile güçlendirdik.”611 “Biz İbrahim’e İshak ve Yakub'u da armağan ettik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh'u ve O'nun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik; Biz iyi davrananları işte böyle mükâfatlandırırız. Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'ı da. Hepsi de iyilerden idi. İsmail, Elyesa', Yunus ve Lût'u da. Hepsini âlemlere üstün kıldık.”612 “Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilendir. Gerçekten biz, peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık; Davud'a da Zebur'u verdik.”613 “Andolsun ki biz, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. Onlar: Bizi, mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun, dediler. Süleyman Davud'a vâris oldu ve dedi ki: Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur.”614 Şimdi bu ayetler ve yorumları sırasıyla ele alınacaktır. Bakara 253. ayeti Zemahşeri şöyle yorumlamıştır: “Bu ayet ile alakalı olarak dikkat çekilen peygamberlerden biri Allah’ın kendisiyle konuştuğu Musa’dır. Devam eden kısımda “bazılarını derecelerle yükselttik” ifadesinden Hz. Muhammed anlaşılmalıdır. Çünkü ona verilen hiçbir özellik diğerlerine verilmemiştir. Bunlarında en önemlisi, bütün zamanlar boyunca devam edecek olan Kur’an’dır. Hz. Peygamber’in adının burada açıkça söz konusu edilmemesi ise ayetin bizzat Hz. Peygamber’e inişiyle irtibatlı olmasıdır. Ayrıca onun faziletini ve değerini göstermesi bakımından muhataplarınca karıştırılması söz konusu olmayan bir özellikte olmasıdır. Dolayısıyla onun isminin zikredilmemesi, onun biliniyor oluşundan kaynaklanmaktadır. Burada zikredilmeyen başka peygamberler de vardır. Hz. Musa ve Hz. İsa’nın isimleriyle konu edilmesi, onlara diğerlerinden ayrı bir özellik verilmesindendir. Hz. Muhammed (a.s.) ise 611 612 613 614 Bakara, 2/253. En’am 6/84-86. İsra, 17/55. Neml, 27/15-16. 134 başka peygamberlere verilmeyen Kur’an mucizesine sahip olduğuna göre, adı zikredilmeksizin derece bakımından hepsinden üstün olduğu ifade edilmiştir.”615 Reşid Rıza ise ayeti şu şekilde açıklamıştır: “Ayetin üslubu ve bağlamı da burada ifade edilenin Hz. Muhammed (s.a.v) olduğunu göstermektedir. Bu, hem onun ümmetinin, hem şahsının hem de dininin derecesini göstermektedir. Bu ayetin öncesinde, özde bir olmakla birlikte önceki peygamberler dönemindeki ihtilaflara ve savaşlarına atıf yapılmaktadır. Bunlar Hz. Peygamber’e bildirilmek suretiyle dikkat çekilmektedir. Peygamberlerin derecelerini gösteren bu ayette, Hz. İsa’nın adıyla anılması ve Hz. Musa’nın bir özelliğine işaret etmek suretiyle anılması Kur’an’ın üslubunun bir gereğidir. Hz. Peygamber’e yapılan hitapta diğerlerinin adıyla zikredilmesi ise tabiidir. Yine ayette “Onlardan Allah'ın kendilerine hitap ettiği, derecelerle yükselttikleri vardır. Meryem oğlu İsa'ya belgeler verdik”616 derecelerle yükseltilen kısmın Hz. İsa ile Hz. Musa arasında ifade edilmesi, Hz. Muhammed’in dininin ve ümmetinin orta bir ümmet olduğuna işaret etmektedir.”617 Elmalılı bu ayeti yorumlarken, peygamberlerin birbirinden üstün olduğunu savunduktan sonra, burada “bazısını da derecelerle daha yükseklere çıkardı” ifadesindeki “bazısı” 618 belirtmektedir. kavramının Hz. Muhammed’e yönelik olduğunu Beyzavi ise ayeti şöyle yorumlamaktadır: “Allah’ın kendisi ile konuştuğu kimse Musa’dır. Denildi ki bu kişi hem Musa ve hem de Muhammed olabilir. Çünkü Allah Musa ile Tur dağında, Muhammed ile “iki yay arası kadar hatta daha yakın mesafede iken”619 Miraç’ta konuşmuştur.620 Nesefi de hemen hemen aynı şeyleri ifade etmektedir.621 Bütün bu değerlendirmeler insanların ön yargılar yada ön kabullerle olaya yaklaştıkları zaman nasıl bir tavır takınabileceklerinin en açık örneğini oluşturmaktadır. Çünkü bu ayette derecelerle yükseltilen kişinin Hz. Muhammed 615 616 617 618 619 620 621 Zemahşeri, Keşşaf, I, s. 297-298. Bakara, 2/253. Reşid Rıza, Muhammed, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Hakim, Mısır, 1325, III, 3-5. Elmalılı, Hak Dini, II, s.148. Necm, 53/9. Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 133. Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, I, s.127. 135 olduğuna ne direkt ve ne de dolaylı hiçbir işaret yoktur. Ayetin öncesinde ve sonrasında bu anlama götürecek her hangi bir işaret bile yoktur. En’am 84-86. ayetlerinde İshak ,Yakup, Nuh, Davud, Süleyman, Eyyub, Yusuf, Musa, Harun, Zekeriyya, Yahya, İsa, İlyas, İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut peygamberler birkaç ayet önce de İbrahim peygamber bir bir sayılarak bunların hepsinin alemlere üstün kılındığı belirtilmiştir. Burada ifade edilen “feddalna” kelimesi “ihsanda bulunduk” anlamına gelmektedir.622 Doğru olan da budur. Allah bunlardan her birine ayrı ayrı ihsanlarda bulunmuştur. Nesefi buradaki üstünlüğü risalet ve nübüvvet olarak anlamış,623 Beyzavi ise bunu nübüvvet olarak tefsir etmiştir.624 Bu durumda da bundan peygamberlerin birbirlerine üstün olduğu anlamı çıkarılamaz. İsra suresi elli beşinci ayette: “Peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık; Davud'a da Zebur'u verdik”625 buyurulmaktadır. Burada Davud’a verilen Zebur’dan bahsedildiğinden dolayı bu ayetteki “üstün kılma” ihsanda bulunma anlamına gelmektedir. Ancak yine hiç alakası olmadığı halde Nesefi ve Beyzavi bu ayette de Hz. Muhammed’in üstünlüğüne işaret edildiğini iddia etmektedirler.626 Neml suresi 15 ve 16. ayetlerinde Davud'a ve Süleyman'a ilim verilmesi ve Süleyman’a kuş dilinin öğretilmesi bir üstünlük olmayıp bir ihsandır. Bu durumun “apaçık bir lütuf”627 olduğu zaten ayetin sonunda açık bir şekilde bildirilmiştir. Üstünlük düşüncesine katılmamaktayız. Ancak yukarıdaki ayetlerden bir üstünlük çıkarılacaksa bu üstünlük ismen zikredilen İsa’ya, işaret edilen Musa’ya, En’am suresi 83-86. ayetlerde isimleri tek tek zikredilerek “hepsini alemlere üstün kıldık”628 denilen on sekiz peygambere ve “Bizi, mümin kullarının birçoğundan 622 623 624 625 626 627 628 Elmalılı, Bakara ikiyüz elli üç’ü açıklarken “bu çeşit üstünlükler ve yüksek dereceler sırf Allah vergisidir. Bu yükseklik kendi şahıslarında var olan bir özellik değil, ilahi ihsan ile elde ettikleri ilahi bir bağıştır” diyerek üstünlüğü ihsan ve bağış olarak izah etmiştir. Elmalılı, Hak Dini, II, 253. Akbulut’da bu görüşte olup, bu fiille kasdedilen ihsandır demektedir. Akbulut, Nübüvvet, s.117. Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, II, s. 21. Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, 310. İsra, 17/55. Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 574; Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, II, s.317. Neml, 27/15-16. En’am, 6/86. 136 üstün kılan Allah'a hamd olsun”629 diyen Süleyman ve Davud peygamberlere ait olması gerekir. Bize göre bu ayetlerde üstünlük kast edilmemektedir. Hiçbir ayette “Muhammedi diğer peygamberlerden üstün kıldık” denmemektedir. Hz. Muhammed’in “Alemlere rahmet”630 olarak gönderildiğini beyan eden ayet ise bir kısımlarının iddia ettiği gibi631 üstünlük ifade etmemektedir. Üstünlük meselesiyle ilgili hususlardan bir tanesi de Ulu’l-Azm peygamberler konusudur. İslam kültürüne göre Ulu’l-azm peygamberler Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed’dir.632 Kur’an’da Ulu’l-azm peygamberlerden bahseden sadece bir ayet vardır. Bu ayette Ulu’l-Azm peygamberlerin isimlerinden bahsedilmemektedir. Ayetin anlamı şu şekildedir. “Ey Muhammed! O halde, peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret. Onlar hakkında acele etme, onlar vâdedildikleri azabı gördükleri gün sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu, bir tebliğdir. Yoldan çıkmış topluluklardan başkası helâk edilir mi hiç”.633 Bu ayetin anlamı yoruma mahal bırakmayacak kadar açıkken, müslüman bilginler bu ayetten yola çıkarak Hz. Muhammed’in Ulu’l-azm peygamberlerden olduğunu iddia etmişler ve bundan Hz. Peygamber’e bir üstünlük çıkarmaya gayret sarf etmişlerdir.634 Bu durum ise yine doğru ve geçerli bir yol değildir. Çünkü ayette sen Ulu’l-azm peygamberlerdensin denmemektedir.635 Sen de Ulu’l- 629 630 631 632 633 634 635 Neml, 27/15 Enbiya, 21/107. Bahçeci, Peygamberlik, s.164. İslam bilginleri Ahkaf suresi 35. ayette bahsedilen Ulu’l-azm peygamberlerin, Ahzab suresi 7. ayette isimleri sayılan Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed peygamberler olduğunu iddia etmektedirler. (Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, IV, s. 148; Beyzavi, Envaru’tTenzil, II, 398; Elmalılı, Hak Dini, VII, s.121; Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, III, 202) Tabatabai’de bu beş peygamberin Ulu’l-Azm peygamberler olduğunu ifade etmekte, diğerlerinden farklı olarak sadece bu beş peygamberin yeni bir şeriat getirdiklerini, diğerlerinin ise sadece onların getirmiş oldukları şeriatı devam ettirdiklerini ifade etmektedir. (Tabatabai, Seyyid Muhammed Hüseyin, Shi’ite İslam, Albany, 1975, s. 149.) Ahkaf, 46/35. İbn Kesir, Tefsir, VII, s. 305; Bağdadi, Usulü’d-Din, s. 158-159; Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, IV, s. 148; Abdüsselam b. İbrahim, Şerhu Cevheratü’t-Tevhıd, 1304 h. yy, s. 124-125; Sabuni, M Ali, en-Nübüvve, s. 17-18; Bahçeci, Peygamberlik, s.162. Elmalılı ayetin tefsirinde “Ey Muhammed! Sen sabret, Ulu’l-Azm peygamberlerin sabrettiği gibi” ayetin mealini verdikten sonra “ Çünkü sen de onlardansın “ şeklinde yorumda bulunmuştur. (Elmalılı, Hak Dini, VII, s. 121) 137 azm peygamberler gibi sabret denmektedir.636 Başkaları da benzer kanaatleri paylaşmaktadırlar.637 Eğer “min” teb’ıziyye olursa bu durumda bu kısma Hz. Muhammed’in girdiğine bir delil yoktur. Yok beyaniyye için olursa bu durumda da bir üstünlük çıkarmak mümkün gözükmemektedir. Peygamberler arasında herhangi bir üstünlük görmeyenler de kendi görüşlerini Kur’an’a dayandırmaktadırlar. Onlar görüşlerine delil olarak Bakara suresi 285. ayetini delil olarak getirmektedirler. Ayette “ Peygamberler arasında hiçbir ayırım yapmayız” buyurulmaktadır.638 Peygamberler arasında fark olmadığını iddia edenler bu ayeti kendilerine delil olarak getirmişlerdir.639 Ancak üstünlük fikrini savunanlar bu açık ayeti de kendi düşüncelerine göre zorlama yorumlarla tevil etme yoluna gitmişlerdir. Peygamberler arasında fark olduğunu ve Hz. Muhammed’in diğerlerinden üstün olduğunu iddia edenler Hz. Muhammed’e bir üstünlük çıkarabilmek için, “İşte bunlar peygamberlerdir. Bir kısmını bir kısmına üstün kıldık”640 ayetini delil getirmişlerdir. Onlara göre, peygamberler arasında iman edilmeleri yani onların peygamber olarak kabul edilmeleri açısından bir fark yoktur. Ancak bir kısım peygamberler diğerlerine göre daha üstündür. Onların en üstünü Hz. Muhammed’dir.641 Bazı ayetlerden yola çıkarak ve başka kültürlerin etkisi ile Müslümanlar da peygamber yarıştırmasına girişmişler ve sonunda kendi peygamberlerinin diğer peygamberlere göre en üstünü olduğunu iddia etmişlerdir.642 Kur’an’dan yola 636 637 638 639 640 641 642 Elmalılı, Age, VII, s.121. Ayetin açıklamasının devamında Elmalılı, “minerrusul” deki “min”in beyaniyye ve teb’ıziyye olabileceğini, teb’ıziyye olduğu zaman bütünden bir kısmı içine alacağı, beyaniyye olduğunda ise bütün resulleri içine alacağını açıkladıktan sonra ‘bizim fikrimizce Kur’an’da isimleri zikredilen bütün peygamberlerin hepsi ulu’l-azm resullerdir denilmesi doğrudur’ demektedir. Elmalılı, Age, VII, s.121. Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, IV, s. 148; Mahalli, Suyuti, Tefsiru’l-Kur’ani’lAzım, s. 41 Bakara, 2/285. Akbulut, Nübüvvet, s. 115-116. Bakara, 2/253. Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, I, 180-181; Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 133; Elmalılı, Hak Dini, II, 272-273. Üstünlük konusu tefsir ve hadis ilminde genişçe yer almış, Türk kültüründe de çok etkili olmuştur. Kanuni devrinin önde gelen bilginlerinde Molla Kabız kendine göre ayet ve hadislerden deliller getirerek Hz. İsa’nın Hz. Muhammed’den üstün olduğunu iddia etmiş, bu sebeple yargılanarak idam edilmiştir. Olay hakkında detaylı bilgi ve yorum için bkz. Yurdaydın, Hüseyin Gazi, İslam Tarihi Dersleri, Ankara, 1982, s. 111-114; Akbulut, Nübüvvet, s.117-118. Ayrıca Bursa Ulu Camii’nde bir vaizin Bakara suresi iki yüz seksen beşinci ayeti tefsir ederken –ki bu ayette “Biz peygamberler arasında hiçbir fark gözetmeyiz” buyurulmaktadır- peygamberler arasında üstünlük olamayacağını iddia etmesi sebebi ile 138 çıkarak böyle bir sonuca varmak mümkün değildir. Ayrıca peygamberlerden birinin diğerlerinden daha üstün olduğunu iddia etmek peygamberin zatını öne çıkartmaktır ki, bu anlayış daha ziyade Hıristiyanlığın yaklaşımıdır. Benzer anlayış, Yahudilik’te de vardır. Ehli Kitap kültürü, Kur’an’a rağmen, Müslümanların peygamber anlayışına da damgasını vurmuştur.643 2. Hadislere Göre Peygamberler Arasında Üstünlük Hadis kaynaklarında Hz. Muhammed’in diğer peygamberlerden üstün olup olmadığı ile alakalı rivayetler vardır. Hadisler Hz. Muhammed’in diğer peygamberlerden üstün olduğu hususunda delil olarak kullanılmıştır. Ebu Hüreyre’den: Peygamber şöyle dedi: Altı şey hususunda diğer peygamberlerden üstün kılındım. Bana cevamiu’l-kelim verildi. Düşmanlarıma korku salmakla yardım edildim. Ganimetler bana helal kılındı. Yeryüzü bana temiz kılındı. Bütün insanlara gönderildim. Benimle birlikte peygamberlik sona erdi.”644 “Kıyamet gününde ben Adem oğlunun efendisiyim, ama bunda övünme yoktur.”645 “Ben 643 644 645 Süleyman Çelebi “Mevlid” isimli eserini yazmış, bu eser halk arasında şöhret bulmuş, yazıldıktan yaklaşık iki yüz yıl sonra Üçüncü Murad’ın emriyle 1588 tarihinden itibaren resmi törenlerle camilerde okutulmaya başlanmıştır. Pekolcay, A. Necla, “Mevlid”, DİA, Ankara, 2004, XXIX, s. 477, 485-486. İçerisinde dinin temel esaslarına zıt pek çok görüş olmasına rağmen –ki eserin elimizde olan en eski yazmasının baş tarafındaki şu ifadeler “Muhammed’i bütün mevcudatın sebebi, bütün yaratıkların en şereflisi, bütün doğanların en azizi, şefaatı uzma ile nebilerin en faziletlisi …. kılan Allah’a hamdolsun” ( Çelebi, Süleyman, Mevlid, Süleymaniye ktb., Ayasofya, Nr. 3485, vr. 1a ) diye başlayan bu eser -Hz. Muhammed’in üstünlüğünü göstermek için kaleme alınmış ve bu konuda hiçbir sınır tanımamıştır. Eser günümüzde hala revaçtadır. Ne hikmetse alnındaki nuru onunla elli üç yıl aynı şehri paylaşan, bu elli üç yılın önüç yılını da peygamber olduğunu iddia ederek geçiren Hz. Muhammed’in nurunu müşrikler görememiş, yine yaklaşık yirmi üç yıl boyunca onunla her an beraber olan ashabın ileri gelenleri görememiş, ama ondan yaklaşık dokuz asır sonra yaşamış bir şahıs görebilmiştir. Konumuz Süleyman Çelebi’nin Mevlid isimli eseri olmadığından burada uzun uzadıya durmayacağız, ancak halk nazarında bu tür yüceltmeci anlayışın toplumları nerelere kadar sürüklediğine mevlid güzel bir örnek oluşturmaktadır. Çünkü bu gün mevlid toplumun büyük bir kesiminde her derde deva bir ilaç gibi algılanmakta, ölümde, ölüm yıl dönümlerinde, sünnette, cenazede, nişanda ve düğünde her yerde okunmaktadır. Akbulut, Nübüvvet, s.117. İbn Hişam, Siret, II, s. 288; Suyuti, Tefsir, IV, s. 10; Müslim, Sahih, Mesacid, 5. Benzer hadisler için bkz. Agm, Age., aynı yer 3. 4, 6, 7 ve 8. Anlam olarak aynı şeyleri ifade eden bu hadislerin bir kısmında fuddıltü, fuddılna ifadeleri kullanılırken, diğer kısmında nusırtü ve buıstu ifadelerinin kullanılması fuddıltü den üstünlük çıkaranlar için dikkate değer bir ayrıntı olsa gerektir. Tirmizi, Sünen, Tefsirü’l-Kur’an, 18. 139 kıyamette kavmin efendisiyim”646 “Ben kıyamet gününde insanların efendisiyim”647 “Ben Adem oğlunun efendisiyim”648 Şu hadislerde de Peygamber, üstünlük meselesi ile alakalı olarak yasaklamalarda bulunmuştur. Ebu Said el-Hudri’nin rivayet ettiği bir hadiste peygamber şöyle buyurmuştur. “Peygamberler arasında hayır yarıştırması yapmayınız”649 İbn Abbas’ın rivayet ettiği bir hadiste de peygamber “Hiç bir kimseye, ben, Yunus b. Metta’dan daha hayırlıyım demesi yakışmaz”650 buyurmuş, hadisin başka bir rivayetinde ise “Hiç bir peygambere, ben, Yunus b. Metta’dan daha hayırlıyım demesi yakışmaz”651 buyurulmuştur. Bir başka hadiste de kendisine “ Ey yeryüzünün en hayırlısı” diyen bir kişiye, Hz. Peygamber “O dediğin İbrahim’dir”652 demiştir. İbn Abbas’tan gelen başka bir rivayette de “Mescitte peygamberlerin faziletlerinden bahsediyorduk. Çok uzun ibadeti dolayısıyla Nuh’u, Allah ile dostluğu sebebiyle İbrahim’i, Allah ile konuşması sebebiyle Musa’yı, semaya yükseltilmesi sebebiyle İsa’yı zikrettik ve Resulüllahı zikrettik. Bu sırada Hz. Peygamber içeri girdi ve “ne ile meşgulsününüz” dedi. Biz de Peygamberlerin hangisinin daha faziletli olduğunu müzakere ettik dedik ve düşüncelerimizi ifade ettik. Bunun üzerine O: Kimi daha faziletli saydınız? diye sordu. Bizde: Seni en faziletli saydık. Allah seni tüm insanlara gönderdi, geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladı ve sen son peygambersin dedik.” O da şöyle dedi: “Size haber vereyim mi! Hiç kimse ben Yahya b. Zekeriyya’dan daha hayırlıyım demesin.” Biz hangi sebepten dolayı dedik. O da “Allah onu Kur’an’da nasıl vasıfladı duymadınız mı?” dedi ve "Ey Yahya! Kitaba kuvvetle sarıl"653 ve “Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime'yi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler”654 ayetlerini okudu ve “Çünkü o hiç günah işlemedi ve bunu kalbinden bile geçirmedi.” dedi”655 646 647 648 649 650 651 652 653 654 655 Buhari, Sahih, Enbiya, 3. Müslim, Sahih, İman, 327-328. Ebu Davud, Sünen, Enbiya, 13. Ebu Davud, Age, sünne, 13. Ebu Davud, Age, sünne, 13. Ebu Davud, Age, sünne, 13. Ebu Davud, Age, sünne, 13. Meryem, 19/12. Ali İmran, 3/39. Taberani, el-Mu’cemu’l-Kebir, XII, s. 168-169; Zemahşeri, Keşşaf, I, s. 298; Elmalılı, Hak Dini, II, 253. 140 Başka bir rivayette ensardan biri, bir tartışma esnasında bir Yahudi’nin “İnsanlığa seçtiği Musa’ya yemin olsun ki hayır” demesi üzerine ensardan olan şahıs Yahudi’ye bir tokat attı. Yahudi şikayette bulununca Hz. Muhammed “Peygamberler arasında üstünlük yarışı yapmayınız” dedi.656 Bu rivayetlerde de görüldüğü üzere, Hz. Muhammed’in diğerlerinden üstün olduğunu ifade eden ve üstün olmadığını beyan eden hadisleri incelediğimiz zaman, peygamberler arasında üstünlük olmadığını beyan eden hadislerin doğruya daha yakın olduğunu görmekteyiz. Tespit edebildiğimiz kadarıyla, hadislerde Hz Muhammed’in üstün olduğunu beyan eden rivayetler azdır. Bunlardan da Hz. Muhammed’in üstün olduğu anlamı çıkmaz. Bu hadisler üstünlük yarışının yapıldığı dönemde ortaya çıkmış olsa gerektir. Çünkü üstünlük olmadığını beyan eden hadisler Kur’an’ın ruhuna daha uygun görünmekte ve gerçeğe daha yakın durmaktadırlar. Bu durumda piyasada bolca dolaşan ve Hz. Peygamber’in yasakladığı aşırı yüceltmeciliğin sloganı gibi her önüne gelenin hadisi kutsi diyerek kullandığı “Levlake levlak lema halaktü’l-eflak” “Eğer sen olmasaydın, olmasaydın sen, bu alemi yaratmazdım ben!” sözünün hadis olmadığını, sahihiyle zayıfıyla hiçbir hadis külliyatında yer almadığını söylemeye herhalde gerek yoktur.657 Daha önce de ifade edildiği gibi Kur’an yolu ile İslam’a bir şeyler sokmak mümkün olmayınca ister iyi niyetle,658 ister kötü niyetle olsun659 ama her iki durumda da sonuçları itibarı ile kötü sonuçlar doğurmuş olan istismara açık hadis kapısı kullanılarak İslam, gitmesi gerektiği doğru yönden farklı ve yanlış bir yöne doğru sürüklenmiştir.660 “Müslümanlar arasındaki her türlü cereyan, ifadesini 656 657 658 659 660 Buhari, Sahih, Enbiya, 35; Müslim, Sahih, Fedail, 159; Beyhaki, Delail, V, 493-494. İslamoğlu, Mustafa, Üç Muhammed İki Tasavvur Bir Gerçek, İstanbul, 2002, s.66. Nuh İbn Ebi Meryem'e " Kur'an surelerinin faziletleri hakkında İkrime tarikıyle İbn Abbas'tan naklettiğin bu haberleri nereden buluyorsun? Halbuki bunlar İkrime’nin ashabında bile yok " denildiği zaman o: "Halkın Kur'an'dan uzaklaştığını ve Ebu Hanife fıkhı ile İbn İshak'ın Megazisi'ne fazla düştüğünü görünce bu hadisleri uydurdum" diye kendini savunmuş, ( Suyuti, Celaleddin, Tedribü’r-Ravi fi Takribi’n-Nevevi, Riyad, 1994, I, s. 253.) ve hadis uydurduğunu kendi dili ikrar etmiş olmaktadır. İbn Lühey’anın şu haberi bizlerekötü niyetle hadis uydurulduğunun delilidir. O şöyle demektedir: “Haricilerin önde gelenlerinden birinin şöyle dediğini işittim: Hadisler dindir. Dininizi kimden aldığınıza dikkat edin. Biz bir davayı benimsetmek istediğimiz zaman onu hadisleştirirdik.” (Hatıb el-Bağdadi, el-Kifaye fi Ilmi’r-Rivaye, Haydarabad, 1357, 123) Aşağıdaki şu bir tane örnek bile bize sonu kadar açık hadis kapısı kullanılarak isteyen herkesin istediği şeyi İslam’a sokabileceğini göstermektedir. Müslümanların zihin yapılarını 141 hadislerde bulmuştur. Hangi sahada olursa olsun, birbirinden farklı, çeşitli fikirler arasında bu noktada gözetilecek hiçbir tefrik yoktur. Hususiyle siyasi fırkalar mevzuunda öğrenmiş olduklarımız, fıkhi ihtilaflar, nizalı kelami meseleler vs için de aynı değerdedir. Her rey ve her heva her sünnet veya bidat ifadesini hadis şekli altında aramış ve bulmuştur.” demekte Goldziher pek haksız değildir.”661 661 da , tasavvuf, kader, rızık, çalışma, ameli salih yani yaptığı işi en iyi şekilde yapma gayreti içerisinde olma, tevekkül, ecel vb konularda olduğu gibi bu yanlış anlayış şekillendirmiş ve müslümanların bu hale gelmelerine sebep olmuştur. Fakat Müslümanların diğer din mensuplarına göre şansı Kur’ân gibi bozulmamış, Allah tarafından korunan bir kitaba sahip olmalarıdır. Aslında hadis kapısıyla İslam’a sokulan düşünce ve fikirleri gördükçe geçmiş milletlerin dinlerini kendi elleriyle nasıl değiştirdiklerini kavramakta oldukça kolaylaşmaktadır. Aslında bu söz her ne kadar birinci derecedeki ana hadis kaynaklarında yer almasa da, mesela ana hadis kaynaklarında yer alan recm vb konulardaki pek çok rivayetleri İslam’ın neresine konulabileceği hususu düşünen Müslüman beyinlerini oldukça zorlamaktadır. Örnek olarak aldığımız rivayet şudur. İbn Sa’d’da yer alan ve sonunda İbn Sa’d’ın kendisinin de “Bu yanlıştır. Çünkü Peygamber’in annesinin mezarı Mekke’de değil, onun kabri Ebva’dadır” şeklinde anlatılan olayın yanlış olduğunu vurgulaması aslında bize İslam kültürünün yaklaşık dört asırlık bir süreçte oluşturduğu hadis kültürü ve anlayışının ne halde olduğunu göstermesi açısından oldukça ilginçtir. Hadis diye anlatılan olay şöyle gelişmiştir. “ Peygamber Mekke’yi fethedince bir kabre geldi. Oraya oturdu. Diğer insanlar da etrafına oturdu. Daha sonra ağlayarak ayağa kalktı. İnsanların en cesaretlilerinden biri olan Ömer onu karşıladı ve: Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Resulü. Seni ağlatan şey nedir dedi. Peygamber: Bu annemin kabri, Rabbimden onu ziyaret etmek için izin istedim. Bana bu konuda izin verdi. Onun için istiğfarda bulunmak için izin istedim, ama o bu konuda izin vermedi. Annemi hatırladım, kalbim hüzünlendi ve ağladım, diye cevap verdi. Ravi devamla, peygamberin o güne kadar bu kadar çok ağladığı görülmemişti diye rivayetini bitirmektedir. İbn Sa’d da peşinden: Bu yanlıştır. Çünkü peygamberin annesinin kabri Mekke’de değil Ebva’dadır diye kendi görüşünü bildirmektedir. (İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, I, s. 170-171) Her halde bu sözü uyduran kişi Peygamber’in annesinin kabrinin Ebva’da olduğundan haberi yoktu. Ama hadis uydurmakta hiç tereddüt etmedi. Gerekli olan sened zincirini tamamladı ve uyduracağı hadisi uydurdu. İbn Sa’d da bunun yanlış bir söz olduğunu bile bile eserine aldı. İslam’ın ilk dönem bilginlerinin en büyük hatası da bu olmuştur. Neyi buldularsa eserlerine koymak. Buharinin sahihini oluştururken 600.000 hadisten (el-A’zami, M. Mustafa, “Buhari, Muhammed b. İsmail” DİA, İstanbul, 1992, VI, 371) tekrarları hariç yaklaşık dört binini seçmiş olması bunların daha da düşürülebileceğini göstermektedir. Aslında İmam Malik’in hem kaynağa daha yakın olması, hem bir fakih olması ve hem de aynı zaman da kendine göre sahih hadisleri topladığı eseri olan Muvatta’daki hadis sayısının bin yediyüz civarında olması bu konuda bize bir fikir vermektedir. Gerçi bu konuda kemmiyet değil keyfiyet önemlidir. Yukarıdaki Kabeysa b. Ukbe, Amir es-Suvaı, Süfyan b. Said es-Sevri, Alkame b. Mersed, İbn Bürde ve babası rivayet zinciriyle hadis diye peygamberden rivayet edilen bu sözün hangi kaynaklarda yer alıp almadığı akla gelebilir ama bu durum çok da önemli değildir. Çünkü burada önemli olan bu sözün nerede yer alıp almadığından ziyade hadis kapısının nasıl kullanıldığıdır. Bir de bu kapının kullanılmasına dur diyecek Peygamber’in ve sahabelerinin hayatta olmaması da eklenince, sonuç en vahim noktalara kadar gelebilmiştir. Bu bir zihniyet problemidir. Bu problem de müslümanların problemidir. Bu problem artarak günümüze kadar gelmiştir. Bu zihniyet geçmişte olduğu gibi günümüz Müslümanların da zihin yapılarını yanlış bir şekilde oluşturmaktadır. Bu sebeple öncelikle bu zihniyet sorgulanmalıdır. Bu sebeple bu konuda İslam bilginlerine büyük görevler düşmektedir. Hatiboğlu, Siyasi-İctimai, 5. 142 İslam bilginleri üstünlük ile ilgili yorumlarını, ilgili ayet ve hadisler ve onların yorumları ile yapmaktadırlar. Şimdi onlara kısaca değinilecektir. Allah, peygamberler içerisinde Hz. Muhammed’i tüm peygamberlerden üstün tutmuş ve onu insanların efendisi kılmıştır.662 Bunun sebebi ondan başkasına binin üzerinde mucize verilmemiştir. Kur’an’dan başka mucize verilmemiş olsaydı bile, yine o en üstünü olurdu. Çünkü Kur’an zaman üstü bir mucizedir.663 Onun ümmeti en hayırlı ümmet664 olduğundan dolayı bu şerefe de Hz. Muhammed’in ümmeti olmaları sebebiyle kavuştuklarından dolayı Hz. Muhammed peygamberler arasında en üstünüdür.665 Kur’an’da diğer peygamberlere adları ile hitap edilmiştir666 Fakat Hz. Muhammed’e fazlının yüceliği ve kadrinin büyüklüğünü izhar etmek için ismi ile hitap edilmemiştir.667 Bu tür anlayışlar ise yukarıda da ifade edildiği gibi ön kabullerin kişileri yönlendirmesinden başka bir şey olmayıp, zorlama yorumlar668 olduğu görülmektedir. 662 663 664 665 666 667 668 Gazali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, İhyau Ulumi’d-Din, Beyrut, 1997, I, 120. Zemahşeri, Keşşaf, I, s. 297-298. Ali İmran, 3/110. Razi, Fahreddin, Mefatihu’l-Gayb, II, s. 316; Taftazani, Şerhu’l-Akaid, s. 64. Saffat, 104; Hud, 48; A’raf, 144; Maide, 116. Kadı Iyad, Şifa, I, 24-25; Sabuni, M. Ali, en-Nübüvve, 19-21. Bu durumdan bile Peygambere üstünlük çıkarabilmek bu konuda daha fazla bir söze hacet bırakmamaktadır. Bunun mefhumu muhalifinden Allah katında diğer peygamberlerin kadri ve kıymeti yoktur anlamı çıkmaktadır. Yine bu da doğru bir düşünce tarzı olmasa gerektir. Halbuki bu iddianın tersine her ne kadar hitap makamında olmasa da Kur’an’ın üç ayetinde Muhammed ismi geçmektedir. (Ali İmran, 3/144; Ahzab, 33/40; Fetih, 48/29 ) Ancak isimle hitap edilmekten dolayı ne bir aşağılama olmaktadır, ne de isim ile hitap edilmemekten dolayı bir üstünlük çıkmaktadır. Yukarıdaki anlayışı doğru kabul edersek o zaman Allah’ın bir kısım peygamberlere, Ya Nuh, Ya Yahya gibi ifadeler kullanmış olmasının Allah’ın o peygamberleri sevmediği veya onlara değer vermediği, en kötüsü de bu şekilde onlara hitap etmekle Allah’ın bir nevi hayasızlık yaptığı anlamı çıkar ki bu tip bir düşünce tarzı her halde yukarıdaki iddiayı seslendirenler tarafından bile kabul görmeyecektir. Bu sebeple Müslüman bilginler bir kısım şeyleri ifade ederken yada iddia ederken çok daha dikkatli olmaları ve sözlerinin nerelere kadar gidebileceğini düşünmeleri gerekir. Bunun içinde dine parçacı bir yaklaşımla değil bütüncül bir yaklaşımla yaklaşılması lazım gelmektedir. Bunlardan biri olan Kurtubi, Mümtehıne suresinde İbrahim peygamberin güzel örnek olduğunu belirten dördüncü ayeti açıklarken, “Bu ayet Hz. Muhammed’in diğer peygamberlere olan üstünlüğüne de delildir. Çünkü bizim peygamberimize uymamız istenen Haşr yedinci ayette mutlak olarak her konuda Hz. Muhammed’e mutlak olarak uymakla emrolunduk. Ancak bu ayette Hz. İbrahim’e uymamız istenirken,onun babasına olan istiğfarı konusunda istisna tutulmuştur. Bu sebeple bizim peygamberimiz diğerlerinden üstündür” demektedir. (Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, XVIII, s. 38) Ömer Nasuhi Bilmen de kendi zamanına kadar olan bilgileri derlemiş ve şu hususlarda Hz. Peygamberin diğer peygamberlerden üstün olduğunu iddia etmiştir. 1- Alemlere rahmet olarak gönderilmiştir. 2Peygamberlerin sonuncusudur. 3- İslam şeriatı diğer şeriatlardan daha faziletlidir. 4Peygamber efendimizin mucizelerinin en büyüğü olan Kur’an’ı Mübin kıyamete kadar 143 Sonuç olarak yukarıdaki ayetlere ve hadislere ön yargısız olarak bakıldığı zaman buradan hareketle Hz. Muhammed de dahil olmak üzere peygamberlerin arasında bir üstünlük olduğunu iddia etmek doğru değildir. İslam kültürü çeşitli din ve kültürlerle ve özellikle Yahudilik ve Hıristiyanlıkla karşılaşınca bu konudaki tartışmalar sanki daha ziyade, benim peygamberim senin peygamberinden daha üstündür, haline dönüşmüştür. D. PEYGAMBERİN GAYBI BİLMESİ SORUNU Arapça g-y-b kökünden türeyen gayb kelimesi gözden uzak olma, kaybolma, gizlilik ve uzaklaşma anlamlarına gelmektedir.669 Terim olarak gayb duyu organlarıyla hissedilmeyen ve insanın bilgisiyle ulaşılamayan bütün şeyler diye tarif edilmiştir.670 Gayb, beşer idrakinin hudutları dışında kalan alan, levhi mahfuz olup bunun tek sahibinin Allah olduğu ifade edilmiştir.671 Böylece Allah olmuş, olan ve olacak her şeyin ilminin kendisinde olduğunu bildirmiştir. İşte bu gaybdır.672 Elmalılı gayb’ı görülemeyen değil, görülmeyen olarak tanımlayarak, onu ikiye ayırmaktadır. Ona göre bir kısmı hiçbir delili bulunmayan gaibdir ki bunları ancak Allah bilir. “ Gaybın anahtarları onun katındadır, onları ondan başkası bilemez”673 ayetindeki gaybden maksat budur. Diğer kısmı da delili bulunan gaibdir ki “Onlar gaybe inanırlar”674 ayetindeki gaybden kastedilen de bu kısımdır. Ona göre, El-Gayb kelimesinin elif lamı ahd içindir. Yani Allah’tan hakkıyla korkanların inandıkları, tanıdıkları gayb, delili bulunan gaybdır ki, bu da Hak Teâla ve sıfatları, ahiret ve halleri, melekler, peygamberlerin nübüvveti, 669 670 671 672 673 674 bakidir. 5- Diğer peygamberler belli bir ırka, belli bir kavme gönderilmişken bizim peygamberimiz tüm insanlığa gönderilmiştir. 6- Hz. Muhammed’in ümmeti bütün ümmetlerin en hayırlısıdır. 7- O bütün insanlığa gönderildiğinden dolayı, nail olduğu hazine, ilim ve hikmette o nispette geniştir. (Bilmen, Muvazzah İlmi Kelam, s. 259-260) Bu tür yorumlar için bkz. Ayni, Umde, VI, s. 68; Kadı Iyad, Şifa, I, 187-188; Bahçeci, Peygamberlik, 166-167. İbn Manzur, Lisan, I, s. 654-655. Isfehani, Rağıb, Müfredat, s. 616-617. Hatiboğlu, Siyasi-İctimai, 1. “Gaybın anahtarları ondadır. Onları ondan başkası bilemez.” Enam, 6/59 Taberi, Camiu’l-Beyan, V, 211. En’am, 6/59. Bakara, 2/3. 144 kitapları indirme... gibi imana ait temel unsurlardır. Ve bu iman bazılarında tahmini ve keşfi bir geçişle, bazılarında da fikri ve delilli bir intikal ile oluşur.675 1. Kur’an’da Gayb Gayb kelimesi Kur’an’da değişik anlamlarda kullanılmıştır. Bunlar, bilinmeyen676 ve görünmeyen her şey,677 bir olayın içyüzü,678 geçmişte olmuş olan olaylar,679 gizli ve bilinmeyen şeyler,680 başka kimselerin görmediği hal, hareket ve davranışlar681 anlamına gelmektedir. Kur’an’da g-y-b kökünden türeyen gayb kelimesi ve türevleri elli dokuz yerde geçmektedir. Bu kelimelerin bir kısmında mü’minlerin gaybe inandıkları ifade edilirken, diğer bir kısmında Allah, gaybı ben bilirim demekte, üçüncü bir kısmında ise gaybı Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği ifade edilmekte, bir diğer kısmında peygamberlerin dilinden kendilerinin gaybı bilemeyeceği ifade edilmektedir.682 Hz. Adem’in yaratılışının anlatıldığı ayetlerden meleklerin bile gaybı bilmediği ve bilemeyeceği anlaşılmaktadır. 683 Aynı şekilde Kur’an’dan, insanlara göre biraz daha farklı konumda varlıklar olduğunu öğrendiğimiz cinlerin de gaybı bilemediğini öğrenmekteyiz. Ayette şöyle buyurulmaktadır. “Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. Sonunda Süleyman yere yıkılınca anlaşıldı ki cinler eğer gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.”684 Bu ayetin tefsirinde Sabuni, İnsanların cinlerin geleceğe ait gaybı bildiklerine inandıklarını, Hz. Süleyman ancak asasına dayanır vaziyette ölüp, yere yığılıncaya kadar meşekkatli 675 676 677 678 679 680 681 682 683 684 Elmalılı, Hak Dini, I, s. 166-168. A’raf, 7/187-188; Hud, 11/31. En’am, 6/73. Yusuf, 12/81. Kehf, 18/22-26; Ali İmran, 3/44; Yusuf, 12/102. Tevbe 9/78; Ra’d, 13/9-10. Tevbe, 9/94, 105. “Ey Muhammed de ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.” Neml, 27/65Bkz. . En’am, 6/59; Yunus, 10/20; Hud 11/132; Nahl, 16/77; Kehf, 18/26; Hucurat, 49/18. “Allah: ‘Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver.’ dedi. Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle onları haber verince, Allah: ‘Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim" dememiş miydim?’ dedi.” Bakara, 2/33. Sebe, 34/14. 145 işlerde çalışmaya devam edince cinlerin gaybı bilemediğini öğrendiklerini ileri sürmektedir.685 Bazı ayetlerde de gayb ile geçmiş ve geleceğe dair bilgiler kastedilmiştir. Bu bilgiler kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi,686 geçmişte yaşanmış olan Adem ve eşinin yaratılışı ve sonrası ile ilgili bilgiler,687 Nuh kıssası688 ve diğer peygamberlerin başlarına gelen bir kısım olaylar689 ve peygamber olmayıp da Kur’an’da hayatlarından bahsedilen Lokman,690 ashabı kehf,691 imran ailesi692 vb kimse veya gurupların başlarından geçen olayların bilgisi olarak sıralanabilir. Allah Teâla bu vb. olayları peygamberine bildirdikten sonra, “ Ey Muhammed! Bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem’i kim himayesine alıp koruyacak diye kalemlerini attıkları zaman sen yanlarında değildin. Bu konuda tartışırlarken de yanlarında değildin”693 diyerek Hz. Muhammed’in geçmişle ilgili bu haberleri bilmediğini vurgulamaktadır. Yüce Allah, Hz. Nuh ile ilgili kıssayı anlattıktan sonra da yine Hz. Muhammed’e hitaben: “İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin”694 buyurarak Hz. Muhammed’in geçmiş kavimlerin hayatları ile ilgili bilgileri daha önceleri bilmediğini, bunları vahiy yoluyla Allah’ın bildirmesiyle öğrendiğini bildirilmektedir. Hz. Muhammed’in bunları bilmemesi gayet normaldi. Çünkü Peygamberin yetiştiği Arap toplumunda bu bilgileri ihtiva eden herhangi bir kitap bulunmuyordu. Bu bilgilerin esas kaynağı olan Tevrat ve İncili ve onların dilini Hz. Peygamber ve Mekke’li toplum bilmiyor, ayrıca Tevrat ve İncil bugünkü gibi rahatça elden ele dolaşan bir kitap değildi. İşte Allah Teâla vahiy yoluyla Hz. Muhammed’e geçmişle ilgili olayların uygun gördüğü kadarını bildirmiştir. Bu 685 686 687 688 689 690 691 692 693 694 Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, II, s. 548-549. A’raf, 7/187. Bakara, 2/30-39. A’raf, 7/59-64; Hud, 11/25-49; Hakka, 69/11-12; Nuh, 71/1-28. Peygamber kıssaları için bkz. Aydemir, Abdullah, İslami Kaynaklara Göre Peygamberler, Ankara, ty; Sabuni, Muhammed Ali, en-Nübüvvetü ve’l-Enbiya, Beyrut, 1985; Köksal, M. Asım, Peygamberler Tarihi, Ankara, 2004; Tabbara, Afif Abdulfettah, Maa’l-Enbiya fi’lKur’ani’l-Kerim, Beyrut, 1989. Lokman, 31/12-19. Kehf, 18/9-26. Ali İmran, 3/33-37. Ali İmran, 3/44. Hud, 11/49. 146 durum ise geçmiş ile ilgili gayb bilgilerini Allah’ın bildirmesi ile peygamberin bilebileceğini, hayatları hakkında Kur’an’da bilgi verilmeyen peygamberler örneğinde olduğu gibi695 ona bildirilmeyen olaylarda ise peygamberin bir bilgisinin olmadığını göstermektedir. Allah Teala bazı ayetlerde de insanlara gaybı bildirmeyeceğini, ancak dilediği peygamberlere gaybı bildireceğini beyan etmiştir. “O bütün gaybı bilir. Hiç kimseye gaybını bildirmez. Ancak dilediği peygamber bunun dışındadır.”696 “Allah size gaybı bildirecek değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçip gaybı bildirir.”697 Zaten ayetin öncesinde Allah Teâla Hz. Muhammed için sır olan münafıkların durumunu bildirmiştir. O, ancak Allah’ın bildirmesiyle münafıkların durumunu öğrenebilmiştir. Çünkü bunlar gayb bilgilerindendir ve ancak vahiy ile bilinebilir.698 Yukarıdaki ayetlerden de görüleceği üzere Kur’an-ı Kerim’de gaybi olarak Hz. Peygambere bildirilmiş bir haber ya çok önceleri cereyan etmiştir veya Peygamberin hali hayatında vuku bulmuş veya bulmaktadır, yahut da gelecekte vuku bulacaktır. Bunlardan birincisine geçmiş peygamberlerin hayatı ve onların başından geçen bilgiler dahildir. İkincisine ise Hatıb b. Ebi Beltea’nın Mekke’nin fethi öncesinde Mekkelilere yazmış olduğu mektubun vahiyle bildirilmesi girmektedir.699 Üçüncüsüne ise Rumların kısa bir sürede galip geleceğinin bildirilmesi gelmektedir.700 Kur’an-ı Kerim’de birinci guruba giren pek çok haber vardır. Bunlar geçmiş peygamberler ve kavimlerle ilgili haberlerdir. Hz. Peygamberin ve yaşadığı çevrenin bilgisine sahip olmayan, onlara eksik yada yanlış bir şekilde ulaşmış bulunan geçmiş milletlere ait bu haberlere ancak vahiy yoluyla vakıf olunabilmektedir. Bu durum bu guruba giren gayb haberlerinden bazılarının sonlarında bizzat cenabı hak tarafından da belirtilmiş bulunmaktadır.701 695 696 697 698 699 700 701 Mü’min, 40/78; Nisa, 4/164. Cin, 72/26-27. Ali İmran, 3/179. Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, I, s. 246. Mümtehıne, 60/1. Rum, 30/1-3. “İşte bu Yusuf kıssası gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin ki bunları bilesin.” (Yusuf, 12/102). Hatiboğlu, Siyasi-İctimai, 2. 147 Hz. Peygamberin yaşadığı zaman ve mekan içinde sayısız olaylar cereyan etmiştir. İnsan olması nedeniyle Allah bildirmedikçe gıyabında veya huzurunda olan bir işin gizli kısmını bilmesi Hz. Peygamber için mümkün değildir. Kur’an’daki şu ayette Peygamber kendi lisanı ile gaybı bilemeyeceğini ifade etmekte Allah da bunu bizlere bildirmektedir. “ Ben size ‘Allah'ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum ki. Gaybı da bilmem.”702 Allah Teala A’raf suresi yüz seksen sekizinci ayette de Peygamberin gaybı bilmediğini bildirmiştir. Ayetin devamında Peygamber; Eğer gaybı bilmiş olsaydı çok fazla mal kazanacağını bildirmektedir. Çünkü burada ifade edilen gayb ile geleceğe yönelik bilgi kastedilmektedir. Ayetin iniş nedeninde de bu ifadelere yer verilmiştir. İnkarcılardan bazı kimseler Peygamberi sıkıştırmak için: Ey Muhammed! Allah sana malların fiyatlarının ucuz olduğu zamanı haber verse de ucuzken alsan, sonra pahalanınca da satsan, bu şekilde kar elde etsen, demişlerdir.703 Buna cevaben Allah Teala bu ayeti indirmiştir. “De ki, ben kendi kendime Allah'ın dilediğinden başka ne bir menfaat elde etmeye, ne de bir zararı önlemeye malik değilim. Ben eğer gaybı bilseydim daha çok mal biriktirirdim ve kötülülük denilen şey yanıma uğramazdı. Ben iman edecek bir kavme müjde veren ve uyaran bir peygamberden başka biri değilim.”704 Bu ayetin tefsiri yapılırken ayette geçen “hayr” kelimesi Türkçe’de kullanılan hayır, iyilik yapma ve ameli salih olarak anlamlandırılmıştır.705 Bazı Türkçe tefsir ve meallerde de “daha çok iyilik yapma” olarak kullanılmıştır.706 Ancak bu yaklaşım doğru değildir. Hayr kelimesi başka anlamlarının yanında çok mal anlamına da gelmektedir. Zebidi kelimenin bu anlamını belirtmiş707 ve bazı 702 703 704 705 706 707 Hud, 11/31. Bkz. En’am, 6/50. Alusi, Ruhu’l-Meani, III, 180-181; Semerkandi, Tefsir, I, 587; Beğavi, Tefsir, III, 310; İbnü’lCevzi, Zadü’l-Mesir, III, 299. A’raf, /187-188. Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, III, 623; Taberi, Camiu’l-Beyan, VI, 141; Semerkandi, Tefsir, I, 587; İbnü’l-Cevzi, Zadü’l-Mesir, III, 300. Bayraklı, Tefsir, VII, 426; Elmalılı, Hak Dini, IV, 184; Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’an-ı Kerim’in Meali Alisi ve Tefsiri, İstanbul, ts, II, 1135; Özek Ali vd, Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Ankara, 2005, 174; Sadak, Bekir, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlatımı, İstanbul, 1989, 174. Zebidi burada bazılarının mal çok olmadığı zaman ona “hayr” denemeyeceğini söylediklerini, Halid b. Cenbe’nin de; “el-Hayratü mine’n-nisa” ile malı çok olan yüzü ve ahlakı güzel, soyu sopu şerefli olan kadın anlamına geldiğini bildirmektedir. Yine Hz. Ali’ye kölesi: Ey Mü’minlerin Emiri! Vasiyet yapayım mı? diye sordu. O’da hayır. Çünkü Allah “Çok mal 148 ayetleri de delil olarak getirmiştir.708 İbn Manzur da kelimenin bu anlamına işaret etmiştir.709 Burada da bu mana mevcuttur. Ayetin iniş nedeninde de ifade edildiği gibi eğer Peygamber geleceği bilmiş olsa o zaman malların ucuz olduğu zaman alır en pahalı olduğu zaman satar ve çok malı olurdu. Ancak o, Eğer gaybı bilseydim çok mal biriktirirdim, diyerek gaybı bilmediğini beyan etmiştir. Ayetin açıklamasında pek çok müfessir buradaki “hayr” kelimesinin mal anlamına geldiğini beyan etmişlerdir. İsmail Hakkı ayeti, eğer gaybı bilseydim çok mal ve faydalı şeyler elde ederdim de düşmanların hilelerini ve fakirlikle ilgili sıkıntıları bilir, bu durumda zarara uğramazdım, diye tefsir etmiştir.710 Beğavi de, yokluk ve ucuzluk zamanlarını bilseydim çok mal biriktirir ve kıtlık zamanlarında fakirlik, sıkıntı ve açlık çekmezdim, demektedir.711 Diğer tefsirlerde de benzeri yorumlar yapılmış, Peygamberin gaybı bilmediği, eğer gaybı bilseydi fakirlik ve savaşlarda sıkıntı çekmeyeceği, tam tersine savaşlarda önceden tedbir alacağı ve kıtlık zamanlarında sıkıntı çekmeyeceği ifade edilmektedir.712 Bunlardan Nesefi çok daha açık bir şekilde ayeti şöyle tefsir etmektedir. “ Eğer gaybı bilseydim, kötülüklerden korunma ve mal biriktirme hususunda benim halim şu an bulunduğum halin tersine olurdu. Bana hiçbir kötülük dokunmazdı. Savaşlarda bir defasında galipken daha sonra mağlup olmazdım.”713 Aslında sadece bu ayet bile genelde peygamberlerin, özelde de pek tabii olarak Hz. Muhammed’in Allah’ın bildirmesi hariç kendiliklerinden gaybı bilemeyeceklerine dair en açık bir delili oluşturmaktadır.714 708 709 710 711 712 713 714 bırakırsa vasiyet edersin” (Bakara, 2/180) Halbuki senin çok malın yoktur, demiştir. (Zebidi, Tac, VI, 378) Zebidi içinde hayr kelimesini barındıran ve çok mal anlamına gelen Bakara suresi 180, Fussılet suresi 49, Adiyat suresi 8 ve Sad suresi 32. ayetlerinde geçen “hayr” kelimesini delil olarak getirmektedir. İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, IV, 265. İsmail Hakkı, Ruhu’l-Beyan, I, 807. Beğavi, Tefsir, III, 310. Zemahşeri, Keşşaf, II, 185; Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, II, 128; Bikai, Burhaneddin Ebi’lHasen İbrahim b. Ömer, Nazmü’d-Dürer fi Tenasübi’l-Ayati ve’s-Suver, 1995, Beyrut, III, 166-167; Cezairi, Ebu Bekir Cabir, Eyseru’t-Tefasir li Kelami’-l Aliyyi’l-Kebir, Medine, 1995, II, 271; Semerkandi, Tefsir, I, 587;Vahıdi, Ebi’l-Hasen Ali b. Ahmed, el-Veciz fiTefsiri’l-Kitabi’l-Aziz, Beyrut, 1995, I, 425; Alusi, Ruhu’l-Meani, III, 180-181. Nesefi, Medarikü’t-Tenzil, II, 89. Mekke’nin fethi öncesinde cereyan eden şu olay da yine Peygamberin gaybı bilmediğini göstermektedir. Hz. Peygamber Mekke fethine niyetlenip hazırlıklara başlayıp bunun için yola çıktığında bu niyetini Ashabtan ancak bir kaçına söylemiş, diğerlerine Hayber’e gittiğini söylemişti. Esas hedefi bilen sayılı kişlerden biri de Bedir’e iştirak edenlerden Hatıb b. Ebi 149 Yahudiler715 Peygamber’e; ruhun ne olduğu, Ashabı Kehf ve Zülkarneyn kıssaları hakkında soru sormuşlardır.716 Beyzavi, Suyuti, Nesefi ve Zemahşeri’nin rivayetlerine göre Yahudiler Hz. Muhammed’in peygamber olup olmadığını denemek için Müşriklere Peygambere bu üç şey hakkında soru sormasını söylemişlerdir.717 Ancak Yahudiler bu bilgileri biliyorlardı. Çünkü bu haberler kendi kutsal kitaplarında mevcut idi. Peygamberi sıkıştırmak için bu soruları ona sormalarını istemişlerdi. Peygamber de pek tabii olarak o zaman kadar bu olaylardan haberi olmadığı için bu sorular kendine sorulduğu zaman Allah’tan vahiy alacağını umut ederek “size yarın cevap vereyim” demiştir. Ancak cevap gecikmiş, Peygamber sözünü yerine getirememişti. Çünkü Peygamber bu olayların bilgisinin kendisine vahiyle bildirileceğini düşünüyordu. Ama geleceği bilmek ve istediği an vahiy inmesini sağlamak Peygamberin kendi gücünde olmadığı için vahiy hemen gelmedi. Bazı rivayetlerde üç gün,718 bazılarında on beş gün719 ve bazılarında da kırk gün720 boyunca vahiy gelmedi. Peygamber çok 715 716 717 718 719 720 Beltea idi. Bu zat durumu Mekkeli yakınlarına ulaştırma teşebbüsüne girişti. Bunun için bir mektup yazıp bunu Mekke’ye giden Sare isimli bir kadına verdi. Durum vahiyle bildirildikten sonra Peygamber Hz. Ali, Zübeyr ve Mikdat’ı göndermiş, onlar da Hah bostanı denilen yerde kadını yakalamış ve mektubu ondan almış ve Medine’ye dönmüşlerdir. (İbn Hişam, esSiretü’n-Nebeviyye, IV, 46-47; İbn Kesir, Tefsir, VIII, 82-85; Taberi, Camiu’l-Beyan, XII, s. 56-58, Buhari, Sahih, Cihad, 141; Miras-Naim, Tecrid, XI, 196-198.) Allah da Mümtahıne birinci ayetiyle bu durumdan peygamberi haberdar etmiştir. Ayette haber şu şekilde bildirilmiştir. “Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Oysa onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir. Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Peygamber'i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar. Ben, sizin saklı tuttuğunuzu da, açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim. Sizden kim onları dost edinirse doğru yoldan sapmış olur.” (Mümtahıne, 60/1.) Eğer Hz. Muhammed gaybı bilmiş olsaydı Hatıb b. Ebi Beltea’nın yapmış olduğu işi bilir, mektubu taşıyan kadın Medine’den çıkmadan onu yakalatır ve mektubu ondan alırdı. Ancak Peygamber bunu bilmediği için ayet inene kadar bu olaydan haberdar olamamıştır. İbn Kesir, Tefsir, V, 149; Alusi, Ruhu’l-Meani, V, 39; Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, V, 376; Şevkani, Fethu’l-Kadir, III, 385. Razi, Fahreddin, Mefatihu’l-Gayb, XXI, 108; İbn Kesir, Tefsir, V, 149; Alusi, Ruhu’l-Meani, V, 39; İbnü’l-Cevzi, Zadü’l-Mesir, V, 127; Taberi, Camiu’l-Beyan, VIII, 208; Beğavi, Tefsir, V, 162. Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, III, 14; Zemahşeri, Keşşaf, II, 715; Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, V, 376; Nesefi, Medarikü’t-Tenzil, III, 25. Alusi, Ruhu’l-Meani, V, 39. Razi, Fahreddin, Mefatihu’l-Gayb, XXI, 108; Alusi, Ruhu’l-Meani, V, 39; İbnü’l-Cevzi, Zadü’l-Mesir, V, 127; İbn Kesir, Tefsir, V, 149; Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, III, 14; Taberi, Camiu’l-Beyan, VIII, 208. Razi, Fahreddin, Mefatihu’l-Gayb, XXI, 108; Alusi, Ruhu’l-Meani, V, 39. 150 zor durumda kaldı. Bunun üzerine “ Hiçbir şey için ‘Bunu yarın yapacağım’ deme”721 ayeti nazil oldu ve böylece peygamberin gaybı bilemediği belirtilmiştir. Kur’an’da geçen Hud (as)’un aşağıdaki ifadesinden onun kavminin başına gelecek felaketin zamanını bilemediğini öğreniyoruz. O, “Üzerinize Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah'ın hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hususunda benimle tartışıyor musunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!”722 diyerek felaketin zamanını bilmediğini ifade etmiştir. Hz. Muhammed’den kendisinin peygamber olduğunu gösterecek bir mucize indirmesini isteyen inkarcılara verdiği cevap Hud’un cevabına benzemektedir. “ Muhammed'e Rabbinden bir mucize indirilse ya! diyorlar. De ki: Gayb ancak Allah'ındır. Bekleyin bakalım, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”723 Kur’an’da gayb zaman açısından geçmiş, gelecek ve hal olmak üzere üçe, bilinip bilinememe bakımından ise iki kısma ayrılmaktadır.724 İmam Maturidi, gaybı iki kısma ayırmış ve şöyle tarif etmiştir. Gaybın bir kısmını insanların bilmesi mümkün iken, diğer kısmını Allah’tan başka kimse bilmez. Geçmişte olmuş ve gelecekte ebediyete kadar olacak şeyleri bilmek ikinci kısma girer. Yani bunları Allah’tan başkası bilemez.725 Gayb; İnsanlara açıklanmayan, bildirilmeyen, bildirilse bile sadece peygamberlere bildirilen alandır. Buna göre mutlak gaybın iki yönü bulunmaktadır. Birincisi, sadece Allah’ın bildiği mutlak gaybdır. Bu alan tamamıyla “alimü’l-ğaybi ve’ş-şehadeh” olan gaybın yegane sahibi Allah’ın bilgisi dahilinde bulunan ve peygamberler dahil hiç kimseye açıklanmayan alandır. Nitekim ayette şöyle buyuruluyor. “De ki göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilemez.”726 İkincisi ise Allah’ın sadece peygamberlere vahiy yoluyla açıkladığı gaybdır. Meleklerin, cinlerin şeytanların varlığı, ahiret 721 722 723 724 725 726 Kehf, 18/23. A’raf, 7/71. Yunus, 10/20. Çelebi, İlyas, “Gayb” DİA, İstanbul, 1996, XI, 406. Maturid, Te’vilat, III, s. 571. Neml, 27/65. 151 hayatı ve orada olacaklar bu alana girmektedir. Allah bunları peygamberine vahiy yoluyla bildirmiştir.727 Peygamberin geleceği bildiğine dair haberlerin muteber kabul edilen eserlerde yer alabilmiş olması bir tutarsızlıktır. Bu durum ise İslam’ı anlaşılamaz bir hale getirmektedir. Çünkü bir tarafta Kur’an’ın ifadesiyle Peygamberin gaybı bilemeyeceği ifade edilirken, diğer tarafta Hz. Muhammed’in geleceği bildiği şeklindeki haberler çelişki oluşturmaktadır. 2. Hadislerde Peygamberin Gaybı Bilmesi Sorunu Kur’an’da yer alan açık ayetlerin aksine, hadis kaynaklarına bakıldığı zaman Hz. Muhammed’in gaybın bilgisine sahip olduğunu iddia eden çok sayıda hadisin olduğu görülecektir. Bu hadisler muteber hadis kitaplarının hemen hepsinde yer almıştır. Mevcut rivayetlerde Hz. Peygambere kendisinden yıllar, hatta asırlar sonra vuku bulacak hadiseler haber verdirtilmekte, haklarında değerlendirmeler yaptırtılmaktadır. Acaba bunun gerçekle ilgisi nedir? Kur’an’ın temel ilkeleri göz önünde bulundurulduğunda Hz. Peygamberin istikbalden haber vermesi imkan dahilinde midir?728 Konuyla ilgili çeşitli kaynak eserlerde Hz. Muhammed’in vefatından çok sonra olacak olayları bildiğine dair pek çok olaydan bahsedilmektedir. Tarih kitaplarına bakıldığı zaman Hz. Muhammed’in bildirdiği iddia edilen halifeliğin 30 sene sürmesi gibi bazı olayların gerçekleşmiş olduğu görülmektedir. Kaynaklarımızda Hz. Muhammed’in vahyin bildirdikleri dışında gelecekle ilgili şu olayları bildiği ve bunları da insanlara bildirdiği ifade olunmaktadır. Hz. Muhammed’in gelecekten haber verdiği iddia edilen olaylar Yemen, Şam ve Irak’ın fethi,729 Müslümanların müşriklerin eziyetlerine uğramadan bir gün San’a’dan Hadramevt’e kadar emin bir şekilde gidecekleri,730 Kisra ve Kayser’in yıkılacağı,731 Haricilerin okun yaydan çıkacağı gibi dinden çıkacağı,732 kendisinin vefatından sonra ailesinden ilk olarak kızı Hz. Fatıma’nın vefat 727 728 729 730 731 732 Albayrak, Halis, Kur’an’da İnsan Gayb İlişkisi, İstanbul, 1996, s.160-170. Hatiboğlu, Mehmed, Siyasi,İctimai, s 1. Buhari, Sahih, Fedailü’l-Medine, 5; Müslim, Sahih, Hac, 496-497. Buhari, Sahih, İkrah, 1; Ahmed, Müsned, V, 111. Müslim, Sahih, Fiten, 75; Buhari, Sahih, Eyman, 3. Buhari, Sahih, Megazi, 61; Müslim, Sahih, Zekat, 142-153. 152 edeceği,733 Hilafetin otuz sene sürüp daha sonra saltanata dönüşeceği734 ve Hz. İsa’nın Şam yakınlarındaki Beyaz minareye iki meleğin kanatları üstünde ineceği şeklindeki haberlerdir.735 Bu haberlerin sayısını çoğaltmak mümkündür. Müslümanların genelde peygamberin gaybı bilemeyeceğini söylemelerine rağmen736 peygamberin sözlerinin birinci derecede kaydedildiği en muteber oldukları bildirilen Hadis kaynaklarında direkt veya dolaylı olarak peygamberin geleceği bildiği öne sürülmüştür. Peygamberin Irak, Şam ve Yemen’in fethedileceğine dair haberler birebir tarih belirtilerek verilen haberler değildir. Bunlar olsa olsa Hz. Muhammed’in Müslümanlara hedef göstermesi olarak algılanması gerekir. “San’a’dan Hadramevt’e kadar” ve “Kisra ve Kayser’in yıkılacağı” hadislerini bu şekilde değerlendirmek gerekir. Haricilerin okun yaydan çıktığı gibi İslam’dan çıkacağının haber verilmesi mezhep taassubuyla ortaya atılmış olan karşı guruptakileri suçlamaya yönelik çabalardan ibarettir. Hilafetin otuz sene süreceği hadisi de Emevilere karşı olanların onların meşru olmadıklarını ortaya koyabilmek için hadis kapısını kullanmalarından başka bir durum olmasa gerektir. Hz. İsa’nın Şam’daki Emevi camisinin minaresinin şerefesine ineceğinin haber verilmesi de Müslümanların Hıristiyanlarla Hz. İsa hakkındaki tartışmalarının sonucunda kendilerini haklı çıkarabilmek için hadis üretiminin 733 734 735 736 Müslim, Sahih, Fedailü’s-Sahabe, 97-99. Ebu Davud, Sünen, Sünne, 8; Tirimzi, Sünen, Fiten, 48. Hadisin Tirmizi’de geçen şekli şudur: “Said b. Cemhan Sefine’den rivayet etti: Peygamber şöyle dedi: Ümmetimde halifelik otuz senedir. Bundan sonrası ise saltanattır. Sonra Sefine bana dedi ki Ebu Bekr’in, Ömer’in ve Osman’ın hilafetine sarıl. Sonra bana yine dedi: Ali’nin hilafetine de sarıl. Birde baktık ki bunların hilafetleri otuz sene oluyor. Dedi. Sonra Said b. Cemhan dedi ki: Beni Ümeyye kendilerinin halife olduklarını sanıyor. Benu Zerka yalan söyledi. Emeviler kraldırlar ve kralların en şerlileridir.” Tirmizi, Ebu İsa’nın peygamberin hilafet hakkında bir şey demediğini beyan ettikten sonra, bu hadisin hasen olduğunu ancak hadisi rivayet eden şahıs olan Said b. Cemhan’ın bilinmeyen bir şahıs olduğunu ,bundan başka hadis rivayet etmediğine işaret etmektedir. Tirmizi, Sünen, Fiten, 59. Yukarıdaki olaylardan başka şu olay da Hz. Muhammed’in geleceği bildiğine dair delil olarak kullanılmıştır. Tebuk gazvesi sırasında Peygamber ve ashabı Tebuk’e gelince orada konakladılar. Peygamber o gece şiddetli bir rüzgarın eseceğini, herkesin develerini bağlamasını ve dışarı çıkmamasını söyledi. Peygamberin emrine uymayan bir kişiyi rüzgar alıp bir dağa fırlattı. Müslim, Sahih, Fedail, 11; Buhari, Sahih, Zekat, 54. Bahçeci, Peygamberlik, s.89-92. 153 sonucu olarak ortaya atıldığını söylemek hiç de zor olmasa gerektir.737 Çünkü Hz. Muhammed’in zamanında ne Şam İslam şehri idi ve nede orada beyaz minare vardı. Kur’an’da gaybın bilgisinin Allah’ın katında olduğu, Peygamberin gaybı bilmediği, hem Hz. Muhammed’in hem de Hz. Nuh’un kendi lisanlarından yoruma mahal bırakmayacak şekilde açıkça ifade edilmiştir.738 Başta Hz. Muhammed olmak üzere hiçbir peygamberin Allah’ın bildirmesi olmadan, kendi başına gaybı bilmesi mümkün değildir. Bunun örnekleri Hz. Muhammed’in başından geçen olaylarda görülmüştür. Bunların başında Kur’an’da geçen ve Beni Mustalık gazvesi sonunda Medine’ye dönülürken Hz. Aişe’nin gerdanlığını düşürüp onu aramak için geri kalınca ortaya çıkan dedikodular sonrasında İfk hadisesi diye bilinen olayda görülmüştür. Hz. Aişe’ye yapılan iftiralar sonucunda Hz. Muhammed, Hz. Aişe ve Hz. Ebu Bekir çok üzülmüşlerdir. Hz. Peygamber eşi Aişe’nin temiz olduğunu bildiren ayet inene kadar Aişe’yi babasının evine göndermiştir. Eğer Peygamber gaybı bilmiş olsaydı yaklaşık bir ay boyunca büyük sıkıntı içinde kalmaz, insanlara kendisi böyle bir olayın olmadığını beyan ederdi. Ancak o gaybı bilmediğinden Hz. Aişe’yi babasının evine yollamış, o konuda beklemeye girmiş, hem Aişe, hem kendisi, hem de peygamberin en yakın dostlarından biri olan Aişe’nin babası Ebubekir ve ailesi bir ay boyunca çok büyük sıkıntılar içinde kalmışlardır.739 Ne zaman ki Hz. Aişe’nin temiz olduğuna dair ayetler gelmiş, işte o zaman Aişe’nin bir günah işlemediği ortaya çıkmıştır.740 Bu durum bize Peygamberin kendisini çokça ilgilendiren, canını yakan, günlerce hüzünlü ve huzursuz kalmasına sebeb olan çok önemli bir olay da bile gaybı bilmediğini göstermektedir. Çünkü o gaybı 737 738 739 740 Harman, Ömer Faruk, “İsa”, DİA, İstanbul, 2000, XXII, s. 469. En’am, 6/50; Hud, 11/31. İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, III, 325-344; Vakıdi, Meğazi, II, s. 426-434; Buhari, Sahih, Meğazi, 34; Ahmed, Müsned, VI, s. 197; Müslim, Sahih, Tevbe, 56. “Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsnüzanda bulunup da: "Bu, apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez miydi? İftiracıların da bu konuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Mademki şahitler getiremediler, öyle ise onlar Allah nezdinde yalancıların ta kendisidirler. Eğer dünyada ve ahirette Allah'ın lütuf ve merhameti üstünüzde olmasaydı, içine daldığınız bu iftiradan dolayı size mutlaka büyük bir azap isabet ederdi. Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük bir suçtur. Onu duyduğunuzda: "Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Hâşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır" demeli değil miydiniz?” Nur, 24/12-16. 154 bilmiş olsaydı bütün bunları yaşamazdı, tam tersine hemen böyle bir olay olmadığını söylerdi. Yine hadis kaynaklarında geçen Ümmü Seleme’nin rivayet ettiği şu hadis de Peygamberin gaybı bilmediğini göstermektedir. Hz. Muhammed kendisine gelen davacılara şöyle demektedir: “Sizler bana aranızda hüküm vermem için davalarınızı getiriyorsunuz. Sizden bazısı davasını anlatmada diğerine göre daha maharetli olabilir. Diğeri de derdini iyi anlatamamış olabilir. Ben de işittiğim şeylere göre karar veriyorum. Ben eldeki delillere göre her kimin hakkını alıp da diğerine veriyorsam onu almasın. Muhakkak ki bu durumda ben, o kimseye ateşten bir parça vermişimdir.”741 Eğer Hz. Muhammed kendi bilgisine göre yıllar sonra olacak olayları biliyorsa, kendi zamanında cereyan eden bu davaların da iç yüzünü bilmesi gerekirdi. Ancak o bunu bilmediğini ifade etmektedir. Muvatta’ın şarihlerinden Zürkani’de bu hadisin şerhinde yukarıdaki görüşe destek vermektedir. O şöyle demektedir. “Bundan kasıt, yaratılışta Hz. Peygamberin diğer insanlarla bir olduğudur. Şahsına ait meziyetlere sahip olsa da o da diğer insanlar gibi bir insandır.”742 Hadis kaynaklarında geçen Abdullah b. Sehl isimli bir sahabinin Hayber’de meçhul kimseler tarafından öldürülmesi sonucu yapılan tüm araştırmalara rağmen katil yada katillerin bulunamaması sonucu peygamberin o şahsın diyetini bizzat kendisinin ödemesi de743 Peygamberin gaybı bilemediğinin açık delilleridir. Bu durum ise Peygamber için bir eksiklik değildir. Çünkü kendisi Kur’an ayetiyle gaybı bilemeyeceğini beyan etmekte olup aksi bir durumu iddia etmemektedir. Aynı şekilde yine, savaşlarda düşmanın durumunu öğrenmek üzere seriyyeler göndermesi,744 Hicret esnasında kendileri mağarada gizlenirken Mekke’de olan biteni öğrenmek için Ebu Bekir’in oğlunu haberci olarak görevlendirmesi,745 yine Peygamberin gaybı bilmediğine delildir. Eğer gayb haberlerine her zaman vakıf olsaydı bir kısım insanları bu işle görevlendirmez gaybi bilgileriyle bu olayları bilir, ona göre hareket ederdi. Yine o gaybı bilmiş 741 742 743 744 745 Buhari, Sahih, Mezalim, 16; Malik, Muvatta, Ekdıye, 1; Müslim, Sahih, Ekdıye, 4. Zürkani, Muhammed, Şerhun ale’l-Muvatta, Mısır 1310, s. III, 176. Buhari, Sahih, Ahkam, 38. Taberi, Tarih, II, 410, 433, 478. Buhari, Sahih, Libas, 16. 155 olsaydı Reci ve Bi’ri Maune facialarına müsaade etmez, Uhud savaşında hunharca şehit edilen amcası Hz. Hamza’nın öldürülmesine seyirci kalmaz kendisini de çok üzen bu olayları olmadan önlerdi.746 Yukarıda da ifade edildiği gibi Peygamber, peygamber olması itibarıyla gaybı bilemez. Onun gayb ile ilgili bilgileri vahyin kendisine bildirdiği ile sınırlıdır. Allah gaybın perdelerini ancak seçtiği bazı peygamberlerine aralamaktadır.747 Seçtiği peygamberlerine dilediği gayb haberlerini bildirmiş, Hz. Peygambere gaybı yani Kur’an’ı indirmiş ve onda gaybi olarak kıyamet günü vuku bulacak olanları bize bildirmiştir748 Buda göstermektedir ki Allah’ın vahiyle bildirdiğinin dışındaki gaybı bilememe bütün peygamberlerin ortak özelliklerindendir. Allah’ın bildirdiği gayb haberleri ancak peygamberlerin aracılığıyla bilinebilmektedir. Gayb ile ilgili haberler bir kitapta bulunmaktadır.749 Bu da Kur’an’dır. Kur’an dışında bir kaynak ile geleceğe dair haber verildiği ve bu bilgilerin doğru olduğu iddia edilemez. O halde Kur’an-ı Kerim’de görmediğimiz bir istikbal haberinin kasdı mahsusla vucud bulmuş olduğunda tereddüdümüz olmayacaktır.750 E. PEYGAMBER VE İKRAH Peygamberlik söz konusu olduğunda üzerinde durulması gereken konulardan biri de Peygamberin insanları dini kabul etmeye ve dinin gereklerini yerine getirmeye zorlayıp zorlayamayacağıdır. Kur’an’da Allah, Hz. Peygamberin insanlar üzerine zorba olmadığını beyan etmektedir. “İnsanlar devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bakmazlar mı? O halde, öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde bir zorba değilsin. Ancak yüz çevirir inkâr ederse, İşte öylesini Allah en büyük azap ile cezalandırır.”751 Bu ayetlerde Allah inkarcılara kainatta yaratmış olduğu yaratıklardan örnekler vermiş, onların bunlara bakıp ibret almalarını, düşünerek 746 747 748 749 750 751 Buhari, Sahih, Meğazi, 28; Taberi, Tarih, II, s. 538-550. Cin, 72/26-27. Taberi, Camiu’l-Beyan, XII, 275-276. Hatiboğlu, Siyasi-İctimai, 6. Agm, Age, 7. Ğaşiye, 88/17-24. 156 imana gelmelerini istemiştir. Burada peygamber’e düşen görevin sadece onlara öğüt vermek olduğu, çünkü peygamberin peygamber olarak öğüt verici olmaktan öte bir şey olmadığı, kalplerine hükmedip dilediği kimseleri iman ettirecek bir yetkiye sahip olmadığı 752 beyan edilmektedir. Hz. Peygamber insanların İslam’a girmeleri hususunda çok istekli753 olsa da sadece ve sadece tebliğ yolunu, yani dini insanlara anlatma yolunu tercih etmiştir. Bu durum kendisinin zayıf olduğu Mekke döneminde böyle olduğu gibi, devlet başkanı olduğu Medine’de de aynı uygulamayı sürdürmüştür. Mekke’nin Fetih günü ona yıllarca eziyet edip, vatan hasreti çektiren kimselerin hepsini birden yok edebilme imkanı varken onları bağışlamıştır.754 “Dinde zorlama yoktur”755 ayeti de yukarıdaki bu gerçeği işaret etmektedir. Gerçi bu ayeti Müslümanların çoğu Müslümanların dışındaki kişiler için olduğunu iddia etse de756 Elmalılı bunun Müslümanları da içine aldığını beyan etmektedir. O bu konuda şöyle demektedir: “Dinde zorlama yoktur. Allah kimseyi zorlamaz. Kişinin kendi tercihi ile dini kabul etmesi gerekir. Dinde zorlama kanunu yoktur. Bunu böyle anlamalıdır. Bu sadece dinde değil her neye olursa olsun, zorlama cinsinden hiçbir şey, hak din olan İslam dininde yoktur. Din çerçevesinde zorlama kaldırılmıştır. Dinin konusu zorunlu fiiller, davranışlar değil; isteğe bağlı fiiller ve davranışlardır. Kısaca kaldırılan veya yasaklanan zorlama, yalnız dinde zorlama değil; her ne olursa olsun, zorlama türünün hepsidir. Yoksa dinde dine zorlama yoktur, ama dünyaya zorlama olabilir demek değildir. Dinin özelliği, zorlamak değil, bilakis zorlamadan korumaktır. Bundan dolayı İslam dininin gerçekten hakim olduğu yerde zorlama bulunmaz veya 752 753 754 755 756 Elmalılı, Hak Dini, IX, s. 178. “Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu iman edecek değillerdir.” Yusuf, 12/103. Hamidullah, İslam Peygamberi, I, s. 107. Bakara, 2/256. Nesefi, İbn Mes’ud’un bu ayetin kıtal ayeti ile nesholuduğunu söylediğini rivayet etmektedir. (Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, I, s.129) Beyzavi de aynı şeyleri ifade etmekte ve: “Bu ya amum ifade eder. Bu durumda bu ayet “Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran.” (Tevbe, 9/73) ayetiyle nesh olunmuştur, ya da bu ayet ehli kitaba hasdır, müşrikleri kapsamamaktadır, demektedir. (Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 135 ) Beyzavi şarihi Şeyhzade de Beyzavi’ye ilaveten bu ayet ehli kitab ve Mecusileri kapsamaktadır ama müşrikleri kapsamamaktadır. Çünkü müşriklerle alakalı olarak ya onlar Müslüman olurlar ya da öldürülürler, (Fetih, 48/16) onlardan cizye alınmaz ama diğerlerinden alınır demektedir. (Şeyhzade, Haşiyetü Şeyhzade, I, s. 570) Ancak biz neshin olduğunu kabul etmediğimizden dolayı bu yoruma katılmamaktayız. Burada da tedricilik olup yeni durumlar ve şartlara binaen yeni ayetler gelmiştir. 157 bulunmamalıdır. Zorbalık ve zorlama olursa onun dışında olur. Şu halde din ‘zorlayınız’ demez, zorlama meşru ve muteber olmaz. Zorlama ile yapılan amelde dinin vaad ettiği sevap bulunmaz, rıza ve iyi niyet bulunmayınca hiçbir amel ibadet olmaz. ‘Ameller ancak niyetlere göredir’ Dinin isteklerinin hepsi, zorlamasız, iyi niyet ve rıza ile yapılmalıdır. Zorlama ile inanç mümkün değildir. Zorlama ile gösterilen iman, gerçek iman değil, zorlama ile kılınan namaz, namaz değildir. Oruç da öyle, hac da öyle, cihad da öyledir.”757 Özellikle kulun içten gelen bir duygu ile Allah’a yönelip ibadet etmesi olan namazı veya diğer herhangi bir ibadeti kişi istemediği halde zor kullanarak yaptırmaya çalışmanın o kişi için bir anlamı olmayacağı çok açıktır. Böyle bir zorlama insanları toplum içinde iki yüzlülüğe iter. Bu ise doğru bir davranış tarzı olmasa gerektir. Çünkü İslamiyet münafık üreten bir sistem yada din değildir. Müslümanlar Kur’an’dan veya Peygamberin hayatından yola çıkarak ister Müslümana, isterse de Müslümanların dışındaki kimselere olsun din adına zorlama yapamaz. F. PEYGAMBERİN KORUYUCULUĞU Peygamberlikle ilgili bir başka konu da Peygamber’in insanlar üzerinde koruyucu yani bekçi olup olmadığıdır. H-f-z kelimesi türevleri ile beraber Kur’an’da kırk dört yerde geçmekte olup bunlardan bir kısmı normal kelime anlamı olan koruma ile alakalıdır. Ayetlerin konumuzla alakalı olan kısmı iki ana başlık altında ele alınacaktır. Bunlar a-) Allah’ın koruyucu olduğunu ifade eden ayetler b-) Peygamber’in insanlar üzerine koruyucu olmadığı ve Allah’ın peygamberleri koruyucu olarak göndermediğini ifade eden ayetlerdir. a-) İnsanlar üzerine koruyucu ve kollayıcının Allah olduğunu ifade eden ayetler. “Yakub dedi ki: Daha önce kardeşi hakkında size ne kadar güvendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! Allah en hayırlı koruyucudur. 757 Elmalılı, Hak Dini, II, 163-164. Hadis için bkz. Buhari, Sahih, Bed’ü’l-Vahy, 1. 158 O, acıyanların en merhametlisidir.”758 Bu ayetten önceki ayetlerde Hz. Yusuf kardeşlerine bir daha ki sefer diğer kardeşlerini getirmezlerse onlara bir daha erzak vermeyeceğini söylemiştir. Bunun üzerine onlara yaşadıkları yere geri dönmüşler, babalarına durumu anlatmışlar ve: Ey babamız! Erzak bize yasaklandı. Kardeşimizi bizimle beraber gönder de onun sayesinde yiyecek alalım. Biz onu mutlaka koruyacağız,759 dediler. Onların bu sözleri üzerine, Hz. Yakub: Allah en hayırlı koruyucudur” demiştir. O bunu söylerken ben Allah’a tevekkül ederim ve işlerimi ona bırakırım760 korursa o korur. Allah korumayı istediği takdirde mutlaka korur ve Allah koruyanların en hayırlısıdır. Korumayı murad edince, nerde olsa, nasıl olsa korur ve en mükemmel, en hayırlı bir şekilde korur. Her türlü tehlikelerden kesinlikle uzak tutar ve korur. Onun için onu Allah’ın korumasına emanet etmek daha hayırlıdır,761 demektedir. “Hud dedi ki “Eğer yüz çevirirseniz şüphesiz ki benimle size gönderileni size bildirdim. Rabbim sizden başka bir kavmi yerinize getirir de O'na hiçbir zarar veremezsiniz. Çünkü benim Rabbim her şeyi gözetip koruyandır.”762 Yani sizin amelleriniz ona gizli değildir.763 Allah hiçbir şeyi gözden kaçırmaz ve yaptıklarınız ona gizli kalmaz. Şu halde ona hiçbir zarar verme ihtimali olmaksızın cezanızı bulursunuz.764 “Andolsun İblis, onlar hakkındaki tahminini doğruya çıkardı. Mü’minlerden bir gurup dışında hepsi ona uydular. Halbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir nüfuzu yoktu. Ancak âhirete inananı, ondan kuşkulanandan ayırt edip bilelim diye ona bu fırsatı verdik. Rabbin gerçekten her şeyi koruyup gözetendir.”765 Burada da yukarıda ki ayetlerin yorumlarında olduğu gibi, Allah’ın koruyucu olduğu, gözetip kolladığı beyan edilmektedir.766 b-) Peygamberlerin insanlar üzerine koruyucu olmadıklarını beyan eden ayetler. 758 759 760 761 762 763 764 765 766 Yusuf, 12/64. Yusuf, 12/59-63. Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 488; Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, II, s.224 Elmalılı, Hak Dini, V, s.68. Hud, 11/57. Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 460; Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, II, s.194. Elmalılı, Hak Dini, IV, 548. Sebe, 34/20-21. Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, II, s. 260; Elmalılı, Hak Dini, VI, s.362. 159 Şu ayetlerde de hem peygamberlerin dilinden kendilerinin bekçi olarak gönderilmedikleri, hem de Allah’ın kelamından onların bekçi, koruyucu olarak gönderilmediği beyan edilmektedir. “Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin! Sizin için ondan başka tanrı yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Ben sizi bolluk içinde görüyorum. Ve ben, gerçekten sizin için kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum. Ve ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın. Eğer mümin iseniz Allah'ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Ben üzerinize bir bekçi değilim.”767 Elmalılı bu ayeti şu şekilde yorumlamıştır. Siz iman edip korunmadıktan sonra ben sizi koruyamam. Velhasıl bu öğütleri iyi tutun, Yoksa karışmam ha!768 Şu ayetlerde de Allah, Hz. Muhammed’e hitaben onu insanların başına bir koruyucu ya da bekçi olarak göndermediğini, tam tersine insanlara elçi olarak gönderdiğini ve görevinin de tebliğ olduğu vurgusunu yapmaktadır. “Sana gelen iyilik Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter. Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!”769 Nesefi bu ayetin tefsirinde “sen onların işleri, onların hesaplarının görülmesi ve cezalandırılmaları üzerine koruyucu değilsin” demektedir.770 Beyzavi de; Seni onlara bekçi olarak göndermedik ayeti ile burada peygamberin elçi olduğuna vurgu yapılmaktadır771 demektedir. Çünkü bir ayet önce Peygamber’in elçi olduğu beyan edilmişti. Elmalılı da “çünkü biz seni onların başına bir koruyucu olarak göndermedik, elçi olarak gönderdik.” Artık onlar, kötülük kaynağı olan nefislerine uymaktadırlar. Elbette kötülükleri yapacaklardır. 767 768 769 770 771 Hud, 11/84-86. Elmalılı, Hak Dini, IV, s.560-561 Nisa, 4/79-80 Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, I, s. 238. Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 226. 160 Sen onları kötülüklerden, kötülüklerin cezasından koruyamazsın”772 şeklinde izah etmektedir. “Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır. Biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinir. Ama elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, işte o zaman insan pek nankördür!”773 “Size Rabbiniz tarafından basiretler verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim. Böylece biz âyetleri geniş geniş açıklıyoruz ki, "Sen ders almışsın" desinler de biz de anlayan toplum için Kur'an'ı iyice açıklayalım. Rabbinden sana vahyolunana uy. O'ndan başka tanrı yoktur. Müşriklerden yüz çevir. Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bir bekçi kılmadık. Sen onların vekili de değilsin.”774 Anlam olarak nisa sekseninci ayete benzerliği dolayısıyla müfessirler bu ayetlerin yorumunda da yukarıdaki düşüncelerinin aynısını tekrar etmişler, yani burada peygamberlerin kavimleri üzerine bekçi, koruyucu olarak gönderilmedikleri, ama elçi olarak gönderildiklerine vurgu yapmaktadırlar.775 Sonuç olarak bu ayetlerde insanların koruyucusunun Allah olduğu, peygamberlerin böyle bir görevi olmadığı ve kavimleri üzerine koruyucu olarak gönderilmedikleri beyan edilmekte, onların elçi olarak gönderildiklerine vurgu yapılmaktadır. 772 773 774 775 Elmalılı, Hak Dini, III, 34. Şura, 42/48. En’am, 6/104-107. Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, IV, s.111, II, 27-28; Elmalılı, Hak Dini, III, 491493. 161 SONUÇ Kelam, İslam’ın inanç ilkelerini Kur’an’dan çıkarıp, onları akıl yoluyla açıklamayı, temellendirmeyi ve diğer görüşlere karşı savunmayı amaç edinen bir ilim olarak ortaya çıkmıştır. Kur’an’ı bir değer olarak kabul etmeyen kimselere karşı Kur’an’ın ayetlerini delil göstermenin bir anlamı olmaz. Bu nedenle ilk kelamcılar, İslam’ın ilkelerini insanlarda ortak payda olan akla hitap edecek bir hale getirdiler. İslam’ı diğer din ve kültürlere karşı savunma işini iki yüz yıl boyunca Müslüman kelamının öncüleri olan Mutezile bilginleri yaptı. Mutezilenin gücünü yitirip onun yerini Sünni kelamının almasıyla birlikte, İslam bilginleri aklı ihmal ederek onun yerine sünneti ve hadisi koymuşlardır. Sünnilik ile Kelam ilminin ana konularında yaklaşım farklılıkları oluşmaya başlamıştır. Bu ilmin ana konularından biri olan Peygamberlik de bu farklılaşma, yanlış anlama, algılama ve tanımlamadan oldukça etkilenmiştir. Kur’an’da belirtildiğine göre, Yüce Allah her topluma peygamber göndermiştir. Buradan da anlaşılmaktadır ki peygamberlik, insanlık tarihi kadar eski bir kurumdur. İlk insan ve ilk peygamber olan Hz Adem ile başlayan peygamberlerin sayıları hakkında kesin bilgiye sahip değiliz. Çünkü Kur’an’da tüm peygamberlerden söz edilmemiştir. Arabistan yarımadası ve çevresine gelen ve o bölge insanlarının bir şekilde haberdar oldukları, özellikle de Tevrat ve İncil’de geçen peygamberlerin kıssalarına yer verilmiştir. Bu kıssalara bakıldığında ise dinlerin ortak yönlerine işaret edildiği görülmektedir. Gönderilen 162 tüm peygamberler de; dinlerin ortak noktası olan iman esaslarını ve ahlaki prensiplerini tebliğ etmişlerdir. Kur’an’dan anlaşıldığı üzere, aynı toplumlara yeni peygamberlerin gönderilmesinin sebebi, gönderilen mesajlarda bozulmaların olmasıdır. Kur’an, Allah tarafından muhafaza altına alınmış olduğundan dolayı Müslümanlar Kur’an’ı değiştirememişler, ancak hadis kapısını kullanarak dinin temel prensipleri ile zıt olan pek çok anlayışı dine sokmuşlardır. Bazı temel konularda daha önceki milletlerin yaptıkları gibi, dinin temel anlayışlarını çeşitli şekillere dönüştürmüşler yada değiştirmişlerdir. Bunların başında da Müslümanların peygamberlik anlayışları ve peygamberlik tasavvurları gelmektedir. Müslüman geleneği Kur’an’da ortaya konan peygamberlik anlayışından farklı bir peygamberlik tasavvuru oluşturmuştur. Bunu oluştururken de çeşitli bozulmalar meydana getirmiştir. Her ne kadar bu düşüncelerin çıkış noktası iyi niyet, yani peygamberi çok sevme, ona aşırı bağlılık, onu yüceltme olsa da sonuçta böyle bir yaklaşım tarzı dinin temel dinamiklerini sarsmıştır. Peygamberlik dinlerin ana eksenini oluşturmaktadır. Müslüman kültür Hz. Muhammed’i sevme, onu diğer peygamberlerden üstün görme adına onu yüceltme yarışı içerisine girmiştir. Bunun için de Hadis kapısı kullanılmış, elçi ve peygamberlik kurumu faklı bir şekle sokulmuştur. Hz. İsa örneğinde olduğu gibi Hz. Muhammed de ona ait olmayan vasıflarla nitelendirilmiştir. Müslümanların şansı Kur’an’ın bozulmadan günümüze kadar ulaşmış olmasıdır. Kur’an’ın insanlar için yeterli olduğu pek çok ayette ifade edilmiştir. Müslümanlar ise, Kur’an’ı yeterli görmediklerinden olsa gerek sünnet ve hadis kavramını geliştirmişler ve bunları da Kur’an’ın tamamlayıcısı olarak kabul etmişlerdir. Müslümanlar her devirde Kur’an yeni nazil oluyormuş gibi anlama ve yorumlama sorumluluğu ile karşı karşıyadırlar. Bu aynı zamanda Kur’an’ın evrenselliğinin de doğal bir sonucudur. İlk dönemden sonra Müslümanlar karşılaştıkları her sorunu çözmede Kur’an yerine önce sünnete bakma yanlışlığına düşmüşlerdir. Sünnetin Kur’an’ı da kapsayacağı yolunda görüşler geliştirmişlerdir. Sünneti Kur’an’ın eşiti-ikizi gibi görerek yeni sorunlar üretmişlerdir. 163 Kur’an’ı doğru anlamadan Peygamberi ve Peygamberlik kurumunu doğru anlamak mümkün değildir. Peygamberi doğru anlamak çok büyük önem arz etmektedir. Kur’an başı sonu belli olan bir kitaptır. Peygambere ve peygamberliğe Kur’an açısından bakmak gerekmektedir. Peygamberin doğru anlaşılabilmesi için Peygamberin görevinin ne olduğu sorusunun cevabını bulmak lazımdır. Klasik kelam geleneğinde Peygamberin görevinin ne olduğu konusunda yeterli bir cevap bulunamamaktadır. Bir insanı peygamberlik göreviyle Allah görevlendirdiğine göre, Peygamberin görevinin ne olduğunu da yine Allah belirlemektedir. Kur’an’a bakıldığı zaman, Peygamberin görevinin Allah’tan almış olduğu vahyi olduğu gibi insanlara ulaştırması, onun hiçbir ayetini gizlememesidir. Bu sebeple bazılarının iddia ettikleri gibi Hz. Muhammed hiç kimseye gizli bir bilgi vermemiştir. Bu peygamberlik görevi ile çelişmektedir. Elçi olmaları nedeniyle Peygamberlerin görevi tebliğdir. Hz. Peygamber, yirmi üç yıllık süre zarfında kendi dönem ve şartları gereği Kur'an'ı anlamış, yorumlamış ve uygulamıştır. Yani peygamber kendi döneminde Müslümanlar için en doğru olanı yaşama geçirmiştir. Ancak Hz. Ömer, onun uygulamalarından farklı bir kısım uygulamalar yapmıştır. Hz. Muhammed’in Kur’an’ı anlama yönteminin, yöntemlerden biri olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Hz. Muhammed’in ölümünden yaklaşık 100-150 yıl sonra oluşmaya başlayan hadis külliyatının tümü sahih olsa bile, Hz. Muhammed’in uygulamalarını ve söylediklerini içermektedir. Bunlar bizler için birer örnektir. Müslümanlar da bu örneklerin benzerini oluşturabilmelidirler. Aslında Peygamber neyi nasıl yaptıysa bizim de aynısını yapmamız Peygamberi örnek almak değil, peygamberi taklit etmektir. Hz. Muhammed’in diğer peygamberlerden üstün görülmesi, ona bir kısım hissi mucizeler atfedilmesi, onun geleceği bildiğinin iddia edilmesi, ahirette müslümanlara şefaat edeceği anlayışının gelişmesi gibi konular peygamberin yanlış anlaşılmasının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu yanlış anlayışlar da müslümanlara yanlış yön göstermiştir. Yönü doğru olmayanın da doğru hedefe varması mümkün değildir. 164 Peygamberlik yasaları her peygamber için geçerlidir. Tüm peygamberlerin mesajı evrenseldir. Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar tüm peygamberlerin mesajları aynıdır. Hepsi tüm insanlığa gönderilmiştir. Hepsi peygamber olma bakımından birbirine eşittir. Birinin diğerine herhangi özel bir üstünlüğü yoktur. 165 KAYNAKÇA A’zami, M. Mustafa, “Buhari, Muhammed b. İsmail” DİA, İstanbul, 1992 Abdulbaki, M. Fuad, el-Mu’cemu’l-Müfehres li Elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim, İstanbul, 1990. Abdulbasıt, Bedrulmütevella, Teysiru Usuli’l-Fıkh, Kahire, ty. Abdüsselam b. İbrahim, Şerhu Cevheratü’t-Tevhıd, 1304 h. yy. Acluni, İsmail b. Muhammed, Keşfu’l-Hafa ve Muzilu’l-Elbas amma İştehera mine’l-Hadis, Beyrut, 1351-1352 h. Afzalurrahman, Siret Ansiklopedisi, (çev. Kenan Dönmez), 1996, İstanbul. Ağırman, Cemal, Sünnette itaat, Bdt., İstanbul, 1995. Ahmed b. Hanbel, Müsned, İstanbul, 1992, Akbulut, Ahmet, Nübüvvet Meselesi Üzerine, Ankara, 1992. Akgül, Muhittin, Kur’an’da Hz. Muhammed’in (SAV) Özellikleri, İzmir, 2002. Alaaddin Ali b. Balaban b. El-Farisi, Sahihi İbn Hıbban bi Tertibi Balaban, Beyrut, 1993. Albayrak, Halis, Kur’an’da İnsan Gayb İlişkisi, İstanbul, 1996. Aliyyü’l-Kari, Molla Ali B. Sultan Muhammed el-Kari el-Hanefi, Mirkatü’lMefatih Şerhu Mişkati’l-Mesabih, Beyrut, 1994. ………….. Mevzuatü Kübra, İstanbul, ty. ………….. Şerh ale’l-Fıkhı’l-Ekber, İstanbul, 1955 Alusi, Ebu’l-Fadl Şihabüddin es-Seyyid Mahmud el-Bağdadi, Ruhu’l-Meani fi Tefsiri’l-Kur’ani’l-Azım, Bulak, 1301 h. 166 Amidi, Seyfeddin, el-İhkam fi Usuli’l-Ahkam, ty., yy. …………… el-Mübin fi Şerhi elfazı’l-Hukema ve’l-Mütekellimin, Kahire, 1983. Ata, Mürsel, Kur’an-ı Kerimde Hz. Peygamberin Risaleti, Bdt, Konya, 1998 Atay, Hüseyin, İslamın İnanç Esasları,Ankara, 1992. …………… Kur’an’a Göre Araştırmalar I-III, Ankara, 1997. Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul, 1988-1991. Ayni, Bedrüddin Ebu Muhammed Mahmud b. Ahmed, Umdetü’l-Kari Şerhu’ Sahihi’l-Buhari, İstanbul, 1308. Ayni, Mehmet Ali, İslam Tasavvuf Tarihi, İstanbul, 1985. Baberti, Kemaleddin Muhammed b. Mahmud, el-İnaye fi Şerhı’l-Hidaye, 1319, Mısır. Bağcı, H.Musa, Hz. Peygamberin Beşeri Yönü, Bdt, Ankara, 1999. Bağdadi, Ebu Mansur Abdulkahir b. Tahir b. Muhammed, el-Fark Beyne’l-Fırak, Mısır, ty. …………… Usulü’d-Din, Beyrut, 1981. Bahçeci, Muhittin, Peygamberlik ve Peygamberler, İstanbul, 1977. Bakıllani, Ebu Bekr Muhammed b. Tayip, el-Beyan ani’l-Fark beyne’l-Mucizat ve’l-Keramat ve’l-Hıyel ve’l-Kehane ve’s-Sihr ve’n-Narincat, Beyrut, 1958. …………… et-Temhid fi’r-Red ale’l-Mulhıdetü’l-Muattıla ve’r-Rafıda ve’lHavaric ve’l-Mutezile, Beyrut, 1993. Bardakoğlu, Ali, “Helaller ve Haramlar”, TDV İlmihal, İstanbul, 1999. Bayraklı, Bayraktar, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2002. Bayraktar, İbrahim, Değişik Yönleri ile Hz. Peygamber, İzmir, 1994. 167 Beğavi, İmam Muhyi’s-Sünne Ebi Muhammed el-Hüseyn b. Mes’ud, Tefsiru’lBeğavi Mealimü’t-Tenzil, Riyad, 1993. Belazuri, Ahmed b. Yahya b. Cabir, Fütühu’l-Büldan, Beyrut, 1987. …………… Kitabü’l-Cümel min Ensabi’l-Eşraf, Beyrut, 1996. Beyadi, Kemalüddin Ahmed b. Hasan, İşaratü’l- Meram min Ibarati’l-İmam, Mısır, 1949. Beyhaki, Ebu Bekir Ahmed b. El-Hüseyn, Delailü’n-Nübüvve, Kahire, 1988. …………… Es-Sünenü’l-Kübra, Haydarabad, 1344. Beyzavi, Nasıruddin Ebi Said Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şirazi, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vil , Beyrut, 1988. Bikai, Burhaneddin Ebi’l-Hasen İbrahim b. Ömer, Nazmü’d-Dürer fi Tenasübi’lAyati ve’s-Suver, 1995, Beyrut. Biler, Sehilan, Psikoloji Açısından Hz. Peygamberin Şahsiyeti, Ankara, Bdt, 1998. Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’an-ı Kerim’in Meali Alisi ve Tefsiri, İstanbul, ts. …………… Muvazzah İlmi Kelam, İstanbul, 1342 h. Buhari, İmam Ebi Abdullah Muhammed b. İsmail, Sahih, İstanbul, 1992. Bulut, Halil İbrahim, “Mucize”, DİA, İstanbul, 2005. …………… Kur’an Işığında Mucize ve Peygamber, İstanbul, 2002. Bühuti, Mansur b. Yunus el-Hanbeli, Şerhu Münteha’l-İradat, 1319 h, yyy Büyük Larousse, İstanbul, ts. Can, Mustafa, Maturidi’ye Kadar Nübüvvete Karşı Çıkanlar ve Maturidi’de Nübüvvet Anlayışı, İstanbul, 1997y Canan, İbrahim, “Enes b. Malik”, DİA, İstanbul, 1995. Cebeci, Lütfullah, Kur’an-ı Kerime Göre Cin-Şeytan, Konya, 1989. 168 Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, Ankara, 1991. Cessas, Ebi Bekir Ahmed er-Razi, Ahkamu’l-Kur’an, Beyrut, 1993. Cevdet Paşa, Ahmed, Hz. Muhammed’in Hayatı, İstanbul, 1981. …………… Kısası Enbiya ve Tevarihi Hulefa, İstanbul, 1966. Cevheri, İsmail b. Hammad, es-Sıhah Tacü’l-Lüğa ve Sıhahü’l-Arabiyye, Kahire, 1979-1982. Cezairi, Ebu Bekir Cabir, Eyseru’t-Tefasir li Kelami’-l Aliyyi’l-Kebir, Medine, 1995. Cezeri, Abdurrahman, Kitabü’l-Fıkh ala Mezahibi’l-Erbea, İstanbul, 1990. Cilacı, Osman, “Havari” DİA, İstanbul, 1997. Cili, Abdülkerim b. İbrahim, el-İnsanü’l-Kamil fi Ma’rifeti’l-Evahır ve’l-Evail, Beyrut, 1997. Cürcani, Seyyid Şerif Ali b. Muhammed, et-Ta’rifat, İstanbul, 1300. …………… Şerhu’l-Mevakıf, Mısır, 1907. Cüveyni, İmammü’l-Harameyn Ebu’l-Meali, Abdulmelik b. Abdullah b. Yusuf, Kitabü’l- İrşad, Beyrut, 1992. ……………el-Akıdetü’n-Nizamiyye fi’l-Erkani’l-İslamiyye, yy., ty. Çelebi, İlyas, Yakın ve Uzak Gelecekle İlgili Haberler, İstanbul, 1996. …………… “Gayb” DİA, İstanbul, 1996. …………… İnşikaku’l-Kamer, DİA, İstanbul, 2000. Darimi, Ebu Muhammed Abdullah Abdurrahman, Sünen, İstanbul, 1992. Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, , İstanbul 1978. Derveze, Muhammed İzzet, Siretu’r-Resul, Kahire, 1984. Devvani, Celalüdddin Muhammed b. Es’ad, Şerhu’l-Akaidi’l-Adudiyye, 1317, yy. 169 Ebi Neım el-Isbehani, Delailü’n-Nübüvve, Beyrut, 1991. Ebu Davud, Süleyman b. Eş’as, Sünen, İstanbul, 1992. Ebu İshak, İbrahim b. Muhammed b. Half b. Hamdan, Peygamberlerin Mucizelerine Mukabil Peygamberimizin Mucizeleri, Sadeleştirip Yayına hazırlayanlar: Bekir Uslu, İsmail Coşar, Ankara, 1986. Ebu Ya’la el- Mevsılı, Ahmed b. Ali b. El-Mesna et-Temimi, Müsned, Beyrut, 1992. Ebu Yusuf, Yakub b. İbrahim, Kitabu’l-Harac, Beyrut, ty. Ebu Zehra, Muhammed, Usulü’l-Fıkh, Kahire, 1958. Ebu’s-Suud Efendi, Kitabü’t-Tefsir Allame Ebi’s-Suud, 1927, Mısır. Ebyari, İbrahim-Merzuk, Abdussabur, el-Mevsuatü’l-Kur’aniyye, ts, ys. Elbani, Muhammed Nasıruddin, Silsiletü’l-Ehadisi’d-Daife ve’l-Mevzua ve Esereha’s-Seyyi’ fi’l-Ümem, Riyad, 1988. Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, ty. Eroğlu, Muhammed-Çakan, İsmail L., “Abdullah b. Abbas”, DİA, İstanbul, 1988. Erul, Bünyamin, “Hz. Peygamber’in Risalet Öncesi Hayatına Farklı Bir Yaklaşım”, Peygamberimiz Hz. Muhammed, Özel Sayı, Diyanet İlmi Dergi, Ankara, 2000. …………… Sahabenin Sünnet Anlayışı, Ankara, 2000. Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı, meal-tefsir, İstanbul, 1999. Eşkar, Ömer Süleyman, er-Rusül ve’r-Risalat, Kuveyt, 1985. Fayda, Mustafa, “Bedir Gazvesi”, DİA, 1992, İstanbul . …………… Hz. Ömer ve Fey, İİED, Ankara, 1982. 170 Fazlurrahman, İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıp, Ankara, 1977, çev. A. Çiftçi, A.B. Baloğlu, …………… Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu, Ankara, 1997. Ferra, Ebu Zekeriyya Yahya b. Ziyad, Meani’l-Kur’an, ts., Beyrut. Fığlalı, Ethem Ruhi, İmamiyye Şiası, İstanbul, 1984. Firuzabadi, Mecdüddin Muhammed bin Yakup, el-Kamusu’l-Muhit, Beyrut, 1996. Gazali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, İhyau Ulumi’d-Din, Beyrut, 1997. …………… el-İktisad fi’l -İtikad, Beyrut, 1993. Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, Kelam, Konya, 1988. Görmez, Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, Ankara, 2000 Hadidi, Muhammed Ebunnur, İsmetü’l-Enbiya, Mısır, 1979. Hadimi, Ebu Said Muhammed b. Muhammed, el-Berikatü’l-Muhammediyye fi Şerhi’t-Tarikati’l-Muhammediyye, İstanbul, 1266. Hamidullah, Muhammed,“Hendek”, DİA, İstanbul, 1997. …………… İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul, 1980. Harman, Ömer Faruk, “İsa”, DİA, İstanbul, 2000. …………… DİA, Havva, İstanbul, 1997. …………… İncil, DİA, İstanbul, 2000. Harputi, Abdullatif, Tenkıhu’l-Kelam fi Akaidi Ehli’l-İslam, yy, 1327. Haşimi, M Ali, Kur’an’da Resulullah, çev. Nureddin Yıldız, İstanbul, 1987. Hatıb el-Bağdadi, el-Kifaye fi Ilmi’r-Rivaye, Haydarabad, 1357. 171 Hatiboğlu, Mehmed, Hazreti Peygamberin Vefatından Emevilerin Sonuna Kadar Siyasi-İctimai Hadiselerle Hadis Münasebetleri, Basılmamış Doçentlik Tezi, Ankara, 1967. Hazin, Alaaddin Ali b. Muhammed b. İbrahim, Lübabü’t-Te’vil fi Meani’t-Tenzil, Mısır, 1318. Heykel, Muhammed, Hz. Muhammed Mustafa, çev. Ömer Rıza Doğrul, İstanbul, 1985. Heysemi, Nuruddin Ali b. Ebi Bekr, Mecmeu’z-Zevaid ve Menbeu’l-Fevaid, Beyrut, 1986. Hindi, Alaaddin Ali el-Müttaki b. Hüsameddin el-Hindi el-Burhanfuri, Kenzü’lUmmal fi Süneni’l-Akval ve’l-Ef’al, Beyrut, 1974. Hudari Bey, Muhammed, Usulü’l-Fıkh, Mısır, 1969. Huraşi, Ebu Abdullah Muhammed b. Abdullah, el-Huraşi ala Muhtasarı Seydi Halil, Beyrut, ty. Hüseyin Efendi, el-Husunü’l-Hamidiyye li Muhafazati’l-Akaid’l-İslamiyye, Mısır, 1955. Ici, Adudiddin Abdurrahman b. Ahmed, el-Mevakıf fi İlmi’l-Kelam, Kahire, ty. Isfehani, Rağıb, el-İtikadat, Beyrut, 1988. …………… Müfredatü Elfazı’l-Kur’an, Beyrut, 1992. İbd Udey el-Cürcani, Ebu Ahmed Abdullah, el-Kamil fi Duafai’r-Rical, Beyrut, 1997. İbn Abdilber, Ebu Ömer Yusuf b. Abdillah b. Muhammed, el-İstizkar el-Cami li Mezahibi Fukahai’l-Emsar ve Ulemai’l-Ektar fima Tedammenehu’l- 172 Muvatta min Meani’r-Re’yi ve’l-Asar ve Şerhu Zalike Küllehu bi’lİcaz ve’l-İhtisar, Kahire, 1993. İbn Asakir, Ebi’l-Kasım Ali b. El-Hasen, Tarihu Medineti Dımeşk, Beyrut, 1995. İbn Ebi’l İz, Ali b. Ali b. Muhammed el-Hanefi, Şerhu’l-Akıdeti’t-Tahaviyye, Beyrut, 1399. İbn Furek, Ebu Bekr, Mücerredü Makalati’ş-Şeyh Ebi’l-Hasen el-Eş’ari, Beyrut, 1987. İbn Hacer el-Askalani, Ahmed b. Ali, el-İsabe fi Temyizi’s-Sahabe, Beyrut, 1995. …………… Fethu’l-Bari bi Şerhi Sahihi’l-Buhari, Beyrut, 1996-1997. İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed, Kitabü’l-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehva ve’n-Nihal, Mısır, 1317 h. İbn Hibban, Ebu Hatim Muhammed b. Hibban b. Ahmed, es-Siretü’n-Nebeviyye ve Ahbaru’l-Hulefa, Beyrut, 1987. İbn Hişam, Abdülmelik b. Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, Beyrut, 1995. İbn Humam, Kemaleddin es-Sivasi el-Hanefi, el-Müsayere, İstanbul, 1979. …………… Fethu’l-Kadir, Kahire, 1315. İbn Huzeyme, Ebu Bekir Muhammed b. Muhammed b. İshak es-Sülemi enNisaburi, Sahih, Riyad, 1981. İbn Hübeyre, el-Vezir Avnüddin Ebi’l-Muzaffer Yahya b. Muhammed, el-İfsah an Meani’s-Sıhah, Beyrut, 1996. İbn Iraki el-Kinani, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed, Tenzihü’ş-Şeriati’l-Merfua ani’l-Ahbari’ş-Şeniati’l-Mevzua, Beyrut, 1981. İbn İshak, Muhammed b. İshak b. Yesar, Kitabü’l-Meğazi, Konya, 1981, (Siretü İbn İshak içinde). 173 İbn Kesir, Ebi’l-Fida İsmail b. Ömer el-Kuraşi ed-Dımeşki, Tefsiru’l-Kur’an’i’lAzim, Riyad, 1997. İbn Kudame, Ebi Muhammed Muvaffiku’d-Din Abdullah el-Makdisi, el-Kafi fi Fıkhı’l- İmami’l-Mücebbel Ahmed b. Hanbel , yy, 1988. İbn Kuteybe, Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim, Te’vilü Muhtelifi’l-Hadis, Beyrut, 1972. İbn Mace, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid, Sünen, İstanbul, 1992. İbn Manzur, Ebi’l-Fadl Cemaleddin Mükerrem b. Mükerrem el-Efrikı el-Mısri, Lisanü’l-Arab, Beyrut, ty. İbn Receb, Zeyneddi Ebu’l-Ferec el-Hanbeli, Fethu’l-Bari Şerhu Sahihi’l-Buhari, 1996, Medine. İbn Rüşd, Ebi’l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Rüşd elKurtubi el-Endelüsi, Bidayetül- Müçtehid ve Nihayetü’l-Muktesıd, Mısır, 1975. İbn Sa’d, Ebu Abdullah Muhammed, et-Tabakatü’l-Kübra, Kahire, 1358. İbn Seyyidünnas, Ebi’l-Feth Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Seyyidünnas el-Yağmuri, Uyunü’l-Eser fi Fünuni’l-Meğazi ve’şŞemail ve’s-Siyer, Medine, 1996. İbn Teymiye, Ebu’l- Abbas Takıyüddin Ahmed, Kitabü’n-Nübüvvat, ty, 1346 h. İbd Udey el-Cürcani, Ebu Ahmed Abdullah, el-Kamil fi Duafai’r-Rical, Beyrut, 1997. İbnü’l-Arabi, Ebi Bekir Muhammed b. Abdullah, Ahkamu’l-Kur’an, ty, Beyrut. İbnü’l-Cevzi, Ebu’l-Ferec Abdurrahman el Kuraşi el-Bağdadi, Zadü’l-Mesir fi Ilmi’t-Tefsir, Beyrut, 1967. 174 İbnü’l-Esir, İzzeddin Ebi’l-Hasen Ali b. Muahmmed el-Cezeri, Üsdü’l-Ğabe fi Ma’rifeti’s-Sahabe, Beyrut, 1995. İbnü’l-Esir, Mecdüddin Ebi’s-Saadati’l-Mübarek İbn Muhammed el-Cezeri, enNihaye fi Garibi’l-Hadis ve’l-Eser, yy, 1311 h. İbrahim Mustafa, Hamid Abdülkadir, Ahmed Hasan ez-Ziyad, Muhammed Ali en-Neccar, el-Mu’cemu’l-Vesıt, İstanbul, 1986. İncil, İstanbul, 1991. İslamoğlu, Mustafa, Üç Muhammed İki Tasavvur Bir Gerçek, İstanbul, 2002. İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan, 1306, yy. İzmirli, İsmail Hakkı, Yeni İlmi Kelam, 1981, Ankara. Kadı Abdulcebbar, Ebu’l-Hasen Abdulcebbar b. Ahmed el-Hemedani, el-Muğni fi Ebvabi’t-Tevhıd ve’l-Adl, Kahire, 1965. …………… Şerhu’l-Usulü’l-Hamse, Kahire, 1965. Kadı Iyad, Ebu’l-Fadl Iyad b. Musa b. Iyad el-Yahsubi, eş-Şifa bi Ta’rifi Hukuki’l-Mustafa, ty, yy. Kandemir, M. Yaşar, “Abdullah b. Ömer”, DİA, İstanbul, 1988. Karafi, Şihabü’d-Din Ahmed b. İdris, el- İhkam fi Temyizi’l-Fetava ani’l-Ehkam ve Tasarrufati’l-Kâdî ve’l-İmam, 1938, yy. Kasımi, Muhammed Cemaleddin, Delailü’t-Tevhıd, Şam, 1326. …………… Tefsiru’l-Kasımi-Mehasinü’t-Te’vil, Beyrut, 1978 Keskioğlu, Osman, Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku, Ankara, 1999. Kettani, Muhammed Abdülhay b. Abdülkebir, et-Teratibü’l-İdariyye, Beyrut, ty. Kılavuz, Ahmet Saim, “Cin”, DİA, İstanbul, 1993. Kitabı Mukaddes, İstanbul, 1969. 175 Koçkuzu, Ali Osman, Hadiste Nasih Mensuh Meselesi, İstanbul, 1985. Koçyiğit, Talat, Hadis Usulü, Ankara, 1993. Kurtubi, Ebi Ömer Yusuf b. Abdullah b. Muhammed b. Abdülber, el-İstiab fi Ma’rifeti’l-Ashab, Beyrut, 1995. Kurtubi, Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensari, el-Cami’ li Ahkami’lKur’an, 1988, Beyrut. Mahalli, Celaleddin Muhammed b. Ahmed-Suyuti, Celaleddin Abdurrahman b. Ebi Bekr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azım, ty, İstanbul. Malik b. Enes, el-Muvatta, İstanbul, 1992 Mansur b. İdris el-Hanbeli, Keşşafü’l-Ğına an Metni’l-İkna, 1319 h, yy Maturidi, Ebi Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud, Te’vilatü Ehli’sSünne, Beyrut, 2004. …………… Kitabü’t-Tevhid, İstanbul, 1979. Merağı, Ahmed Mustafa, Tefsiru’l-Merağı, 1946, Mısır. Merğınani, Burhaneddin Ebu’l-Hüseyn Ali b. Ebi Bekr b. Abdulcelil, el-Hidaye şerhu Bidayeti’l-Mübtedi, Beyrut, 1990. Mevdudi, Ebu’l-Ala, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, çev. Ahmet Asrar, İstanbul, 2002. Muhammed Ali, Mevlana, Peygamberimizin Hayatı, Siretü’n-Nebi, çev. Ali Genceli, Ankara, ty. Muhammed b. Alevi el-Maliki Haseni, Muhammed: el-İnsanü’l-Kamil, Cidde, 1984. Muhammed Eşref, Ebu Abdurrahman Şerefü’l-Hak, Avnu’l-Ma’bud Haşiyetü Süneni Ebi Davud, Beyrut, ts. 176 Muhyiddin, Muhammed b. Bahaiddin, El-Kavlu’l-Fasl, İstanbul, 1990. Musa, M Yusuf, Tarihu’l-Fıkhı’l- İslami, Kahire, 1958. Mustafa Sabri, Mevkıfü’l-Akl ve’l-İlm ve’l-Alim min Rabbi’l-Alemin ve Ibadihi’lMürselin, yy, 1950 Mübarekfuri, Ebu’l-Meali Muhammed Abdurrahman b. Abdürrahim, Tuhfetü’lAhvezi bi Şerhi Camii’t-Tirmizi, 1979, yy. Münavi, Muhammed Abdurrauf, Feyzü’l-Kadir bi Şerhı’l-Camii’s-Sağır, Mısır, 1357. Müslim, İmam ebi’l-Huseyn Müslim b. El-Haccac, Sahihi Müslim, İstanbul, 1992. Naim, Ahmed-Miras, Kamil, Sahihi Buhari Muhtasarı ve Tecridi Sarih ve Tercemesi, Ankara, 1976. Nebhani, Yusuf b. İsmail, Huccetullahi Ale’l-Alemin fi Mucizati Seyyidi’lMürselin, yy, ty. Nedvi, Ebu’l-Hasen Ali el-Haseni, Sireti Hetemennnebiyin, çev. İsmet Ersöz, İstanbul, 1981. Nesai, Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb, Sünen, İstanbul, 1992. Nesefi, Ebu’l-Berekat, Abdullah b. Ahmed b. Mahmud, Medarikü’t-Tenzil ve Hakaiku’t-Te’vil, Beyrut, 1988. Nesefi, Ebu’l-Muın Meymun b. Muhammed, Tabsıratü’l-Edille fi Usuli’d-Din, Ankara, 2003-2004. …………… Bahru’l-Kelam fi Akaidi Ehli’l-İslam, Konya, 1327. Nevevi , Ebu Zekeriya Muhyiddin b. Şeref, Kitabü’l-Mecmu, ty, yy. …………… el-Minhac Şerhu Sahihi Müslim el-Haccac, Beyrut, 1997. 177 Nişancızade, Mehmet b. Ahmet b. Mehmet, Mir’atü Kainat, ty, yy. Osman, Abdürrauf Muhammed, Muhabbetü’r-Rasül beyne’l-İttibba ve’l-İbtida, Riyad, 1414. Öğüt, Salim, “At”, DİA, İstanbul, 1991. Özek Ali vd, Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Ankara, 2005. Pekolcay, A. Necla, “Mevlid”, DİA, Ankara, 2004. Pezdevi, Ebu’l-Yusr Muhammed, Kitabu Usuli’d-Din, Kahire, 1963. Razi, Fahruddin Muhammed b. Ömer b. Hasan b. Hüseyin, İsmetü’l-Enbiya, yy, 1355. …………… Mefatihu’l-Gayb, İstanbul, 1308. Reşid Rıza, Muhammed, el-Vahyu’l-Muhammedi, Mısır, 1935. …………… Tefsiru’l-Kur’ani’l-Hakim, Mısır, 1325. Sabuni, Muhammed Ali, en-Nübüvvetü ve’l-Enbiya, Beyrut, 1985. …………… Muhtasaru Tefsiri İbn Kesir, 1981, Beyrut. …………… Safvetü’t-Tefasir, Beyrut, 1980. Sabuni, Nureddin, Ahmed b. Mahmud b. Ebi Bekr, el-Bidaye fi Usuli’d-Din, Ankara, 2000. Sadak, Bekir, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlatımı, İstanbul, 1989. Said Havva, er-Resul, Beyrut, 1979. Salih, Suphi, Ulumü’l-Hadis ve Mustalahuhu, Beyrut, 1996. Savi, Ahmed es-Savi el-Maliki, Haşiyetü’l-Allameti’s-Savi ala Tefsiri’l-Celaleyn, Beyrut, 1993. Seffarini, Muhammed b. Ahmed, Levaihu’l-Envari’l-Behiyye ve Sevatiu’lEsrari’l-Eseriyye, Mısır, 1323 h. 178 Semerkandi, Ebu’l-Leys Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrahim, Tefsiru’sSemerkandi, Beyrut, 1993. Serahsi, Şemseddin, Kitabü’l-Mebsût, Beyrut, 1978. Sıbai, Mustafa, es-Sünnetü ve Mekanetüha fi’t-Teşriı’l-İslami, Beyrut, 1985. …………… Hz. Muhammed’in Hayatı, çev, Hüseyin Sevme, İstanbul, 1991. Sinanoğlu, Mustafa, “İznik Konsili” DİA, İstanbul, 2001. Sindi, Nureddin b. Abdulhadi, Haşiyetü Sindi ala Süneni’n-Nesai, Beyrut, 1986. Suyuti, Ebu’l-Fadl Abdurrahman Celaleddin b. Ebi Bekr, ed-Dürrü’l-Mensür fi’tTefsiri’l-Me’sür, Beyrut, 1993. …………… Tenviru’l-Halek fi İmkani Ru’yeti’n-Nebiyyi ve’l-Melek, İstanbul, 1994, (el-Mihnetü’l-Vehbiyye li Reddi’l-Vehhabiyye içerisinde Beşinci Risale). …………… Şerhu Süneni’n-Nesai, Beyrut, 1986. …………… Tedribü’r-Ravi fi Takribi’n-Nevevi, Riyad, 1994. …………… el-Hasaisü’l-Kübra, Haydarabad, 1319 h. Şaban, Zekiyyüddin, Usulü’l-Fıkhı’l-İslami, Bingazi, 1995. Şafii, Muhammed b. İdris, er-Risale, Beyrut, ty. Şahin, M. Süreyya, “Cin”, DİA, İstanbul, 1993. Şami, Mahmud b. Yusuf es-Salihi, Sübülü’-Hüda ve’r-Reşad fi Sireti Hayri’lIbad, Beyrut, 1993. Şatıbi, Ebu İshak İbrahim b. Musa el-Lahmi, el-Muvafakat fi Usuli’ş-Şeria, Mısır, ty. Şehristani, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdulkerim, Kitabü’l-Milel ve’n-Nihal, Mısır, 1317 h. 179 Şevkani, Muhammed b. Ali b. Muhammed, Fethu’l-Kadir el-Cami’ beyne Fenneyi’r-Rivayeti ve’d-Dirayeti min Ilmi’t-Tefsir, ys, 1997. Şeyhzade, Muhammed b. Muslihiddin, Haşiyetü Şeyhzade ala Tefsiri’l-Kadi elBeyzavi, İstanbul, 1990. Şirbini, Şemseddin Muhammed b. Muhammed, Muğni’l-Muhtac ila Ma’rifeti Meani Elfazi’l-Minhac, Beyrut, 1994. Şumunni, Ahmed b. Muhammed b. Muhammed, Muzilü’l-Hafa an Elfazı’ş-Şifa, Beyrut, 1988. Tabatabai, Seyyid Muhammed Hüseyin, el-Mizan fi Tefsiri’l-Kur’an, Beyrut, 1997. …………… Shi’ite İslam, Albany, 1975. Tabbara, Afif Abdulfettah, Maa’l-Enbiya fi’l-Kur’ani’l-Kerim, Beyrut, 1989. Taberani, Ebi’l-Kasım Süleyman b. Ahmed, el- Mu’cemu’l-Evsat, Riyad, 19851995. …………… el-Mu’cemu’l-Kebir, Kahire, 1404-1414. Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu’l-Beyan fi Te’vili’l-Kur’an, Beyrut, 1999. …………… Tarihu’l-Ümem ve’l-Müluk, Beyrut, ty. Taftazani, Sadeddin Mes’ud b. Ömer, Şerhu’l-Akaidi’n-Nesefi, ty, yy. ……………Şerhu’l-Mekasıd, Beyrut, 1989. …………… Kelam İlmi ve İslam Akaidi, Haz. Süleyman Uludağ, İstanbul, 1991. Kelam İlmi ve İslam Akaidi, Haz. Süleyman Uludağ, İstanbul, 1991. Tahavi, Ebu Ca’fer Ahmed b. Selameti’l-Ezdi, Usulü’l-Akıdeti’l-İslamiyye, Beyrut, 1987. 180 Tehanevi, Muhammed Ali b. Ali, Keşşafü Istılahati’l-Fünun, İstanbul, 1984, II, s.1358-1359. Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa b. Sevra, Sünen, İstanbul, 1992. Toplaoğlu, Bekir, Kelam İlmi Giriş, İstanbul, 1988. Tuleydi, eş-Şeyh Abdullah, Tehzibü el-Hasaisü’n-Nebeviyyetü’l-Kübra li’sSuyuti, Beyrut, 1410 h. Tümer, Günay, “Din”, DİA, İstanbul, 1994. Uslu, Recep, “Bedir”, DİA, İstanbul, 1992. Vahıdi, Ebi’l-Hasen Ali b. Ahmed en-Nisaburi, el-Vasit fi Tefsiri’l-Kur’ani’lMecid , Beyrut, 1994. …………… el-Veciz fiTefsiri’l-Kitabi’l-Aziz, Beyrut, 1995. Vakıdi, Muhammed b. Ömer, Kitabü’l-Meğazi li’l-Vakıdi, Beyrut, 1985. Wensinck, A.J. Mensing, J.P. Brugman, J. , el-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfazı’lHadisi’n-Nebevi, İstanbul, 1988. Yakut el-Hamevi, Şihabüddin Ebi Abdillah Yakut b. Abdillah el-Hamevi er-Rumi el-Bağdadi, Mu’cemu’l-Büldan, Beyrut, ts. Yaşaroğlu, Kamil, “Kamer Suresi”, DİA, İstanbul, 2001. Yavuz, Salih Sabri, İslam Düşüncesinde Nübüvvet, İstanbul, ty. Yıldız, Hakkı Dursun başkanlığında bir heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İstanbul, 1989. …………… “Abdullah b. Zübeyr” DİA, İstanbul, 1988. Yurdaydın, Hüseyin Gazi, İslam Tarihi Dersleri, Ankara, 1982. Yusuf Kasım, Usulü Ahkamı’ş-Şer’iyye, Kahire, 1991. Yüksel, Emrullah, Kelam Dersleri, Erzurum, 1986. 181 Zebur (Mezmurlar), İstanbul, 1996. Zebidi, Muhammed Murtaza el-Hüseyni el-Vasıti el- Hanefi, Tacu’l-Arus min Cevahiri’l-Kamus, Beyrut, 1994. Zeccac, Ebi İshak İbrahim b. Es-Seri, Meani’l-Kur’an ve İğrabüh, Beyrut, 1988. Zehebi, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyeru Alami’n-Nübela, Beyrut, 1986. Zemahşeri, Muhammed b. Ömer, el-Keşşaf an Hakaiki Gavamizi’t-Tenzil ve Uyuni’l-Ekavil fi Vücuhi’t-Te’vil, Kahire, 1946. Zerkeşi, Bedrüddin, el-İcabe li İradi ma İstedrekethu Aişetü ale’s-Sahabe, Dımeşk, 1985. Zeydan, Abdulkerim, Haletü’d-Darure fi’ş-Şeriati’l-İslamiyye, Beyrut, 1988. Zeyneddin Kasım el-Hanefi, Haşiye ale’l-Müsayere, İstanbul, 1979, (Müsayere ile beraber) . Zürkani, Muhammed, Şerhun ale’l-Muvatta, Mısır 1310. 182 ÖZET Kahraman, Mustafa, Müslüman Kelamında Peygamberin Görevi, Doktora Tezi, Danışman: Prof. Dr. Ahmet Akbulut, 182 s. Bazı yönlerden aralarında fark olsa da Tanrı, Peygamber ve Ahiret inancı dinlerin çoğunun temelini oluşturmaktadır. Bütün peygamberler aynı ilahi prensipleri insanlara tebliğ etmişlerdir. Çeşitli sebeplerle insanlar Tevrat ve İncil örneğinde olduğu gibi kitaplarını bozmuşlardır. Yahudiler Allah’ı sadece kendilerine mahsus kılmışlar, Hıristiyanlar ise Allah ve peygamber hakkında yanlış inanışlara sahip olmuşlardır. İnsanlar dinlerini Allah’ın gönderdiği dinden farklı bir din haline dönüştürmüşlerdir. Allah tarafından korunan bozulmamış İlahi bir kitaba sahip olmalarına rağmen Müslümanlar çeşitli nedenlerle dinin temelini oluşturan peygamberlik hakkında yanlış anlayışlara sahip olmuşlardır. Bu yanlış anlayışların başında Peygamberin görevi ve ona atfedilen başta itaat, mucize, üstünlük, gaybı bilip bilmediği konuları gelmektedir. Kur’an’a bütüncül tarzda bakabilen ve Kuran’ı hareket noktası edinen bir Müslümanın böyle yanlış bir peygamber anlayışına ulaşması mümkün görünmemektedir. Bu tür anlayışlara varılmasının en önemli nedeni Müslümanların hadis anlayışlarıdır. Bu anlayış zamanla diğer İslami ilimlere de hakim olmuştur. Bunun sonucunda da Müslümanların peygamberlik anlayışları olması gerektiğinden farklı bir hale gelmiştir. Peygamberlerin görevi elçi olmaları nedeniyle tebliğden ibarettir. Tebliğ görevini yerine getirirlerken hiçbir vahyi gizleme hakkına sahip değillerdir. Peygamberler aynı zamanda diğer insanlar gibi dinin temel prensiplerine aykırı olmamak şartıyla yeni durumlara göre kanun koyma haklarına sahiptirler. Peygamberlik yasaları her peygamber için geçerlidir. Tüm peygamberlerin mesajı aynıdır ve evrenseldir. Hepsi tüm insanlığa gönderilmiştir. Hepsi peygamber olma bakımından birbirine eşittir. Birinin diğerine herhangi özel bir üstünlüğü yoktur. Onlar Ancak Allah’ın izni ile mucize gösterebilmektedirler. Onların toplulukları üzerinde zor kullanma ve kimseyi Allah’ın azabından koruma hakları yoktur. ABSTRACT Kahraman, Mustafa, The Mission of the Prophet in Islamic Theology, Doctorate Thesis, Advisor: Prof. Dr. Ahmet Akbulut, 182 p. Even if there are some differences in some ways, God, prophet and hereafter makes up the basis in most religions. All the prophets have annaunced the same principals to the mankind. Because of various reasons mankind have changed the books as Torah and Bible. Jews have regarded God only as theirs and for christians they have had wrong beliefs about God and Prophet. Mankind have converted the religion rather different from the religion God had sent. Despite having an unchanged book protected by God, because of various reasons Muslims have wrong beliefs about the basis formation of prophethood in religion. This wrong belief leads up with the mission of the prophet and firstly his attributed obedience, his miracle, his superiority and his knowing the unknown subjects. There isn’t any possibility for a muslim to misunderstand who can look at the Qur’an in a totalitarian style and who can acquire Qur’an as a movement point. The most important reason not to attain this belief is Muslims Hadith Understanding. This belief have dominated into other İslamic sciences throughout time. As a result of this the understanding of prophethood in muslims have been much different than it should had beeen. Prophets mission as envoy consists of communicating while announcement, he doesn’t have the right to hide any divine inspiration. Prophets at the same time, as mankind, have the right to launch laws in order with the basis principals of the religion. Prophethood laws are valid to all the prophets. The message of the prophets are the same and universal. All of them are sent to mankind. All of them are equal as prophets. There isn’t any special superiority among themselves. They can only show miracles with the permission of the God. They don’t have the right both to use force on the community and protect them from Gods torment.