ISSN : 1302 - 504X E-ISSN : 2147-7973 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ İktİsadİ ve İdarİ Bİlİmler Fakültesİ DERGİSİ DOKUZ EYLUL UNIVERSITY FACULTY of ECONOMICS and ADMINISTRATIVE SCIENCES JOURNAL Cilt / Volume : 31 Sayı / Number : 2 Yıl / Year : 2016 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ DERGİSİ Cilt: 31 Sayı: 2 Yıl: 2016 Yayın No: 09.1600.0000.000/BY.016.100.862 ISSN: 1302-504X E-ISSN : 2147-7973 1. Baskı Derginin Sahibi Sorumlu Müdür Yönetim Yeri Yayının Türü : Dokuz Eylül Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi adına Prof. Dr. Pınar SÜRAL ÖZER : Prof. Dr. Ali ÖZDEMİR : T.C. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Buca 35160 İZMİR : Süreli - 6 ayda bir yayınlanır. Hakemli bir dergidir. Editör Alan Editörleri : Prof. Dr. Ali ÖZDEMİR : Doç. Dr. Kadir ERTAŞ, Doç. Dr. Dilek DİLEYİCİ BAŞARAN, Yrd. Doç. Dr. Gülçin GÜREŞÇİ PEHLİVAN, Yrd. Doç. Dr. Levent YILMAZ Yayın Kurulu : Prof. Dr. Ali ÖZDEMİR, Doç. Dr. Kadir ERTAŞ, Doç. Dr. Dilek DİLEYİCİ BAŞARAN, Yrd. Doç. Dr. Gülçin GÜREŞÇİ PEHLİVAN, Yrd. Doç. Dr. Levent YILMAZ, Dr. Aslı ÖNAY AKÇAY, Araş. Gör. Efe SARIBAY, Araş. Gör. Sedef Gülsüm AKSU, Araş. Gör. Muhammed KABAK. Dergi Sekreteryası : Ali Ozan ÜNLÜ, Bilg. Müh. Uzm. Ömer AYDIN Yazışma Adresi Dizgi : Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Dokuzçeşmeler Yerleşkesi, Buca 35160 İZMİR Tel: 0 (232) 420 41 80 / 206 73 Fax: 0 (232) 420 17 89 dergi.iibf.deu.edu.tr - e-posta: [email protected] : Araş. Gör. Sedef Gülsüm AKSU, Araş. Gör. Efe SARIBAY, Dr. Aslı ÖNAY AKÇAY, Bilg. Müh. Uzm. Ömer AYDIN Basım Tarihi : 13.01. 2017 Baskı Adedi : 300 adet Basım Yeri ve Adresi : Dokuz Eylül Üniversitesi Matbaası DEÜ Tınaztepe Kampüsü 35390 Buca - İzmir Tel : 0(232) 301 93 00 - Fax : 0(232) 301 93 13 Danışma Kurulu Prof. Dr. A. Alpay Dikmen Prof. Dr. Alaeddin Tileylioğlu Prof. Dr. Ali Nazım Sözer Prof. Dr. Anja Luthy Prof. Dr. Atilla Yaprak Prof. Dr. Azmi Yalçın Prof. Dr. Banu Durukan Salı Prof. Dr. Bedriye Saraçoğlu Prof. Dr. C Berna Kocaman Prof. Dr. Cengiz Yılmaz Prof. Dr. Claude Albagli Prof. Dr. Dan Top Prof. Dr. Danıel Labaronne Prof. Dr. Erinç Yeldan Prof. Dr. Erkan Işığıçok Prof. Dr. Fatih Saygılı Prof. Dr. Filiz Giray Prof. Dr. G. Cenk Akkaya Prof. Dr. Gönül Budak Prof. Dr. H. Altan Çabuk Prof. Dr. Hakan Yetkiner Prof. Dr. Harun Arıkan Prof. Dr. Hasan Durucasu Prof. Dr. Hilmi Yüksel Prof. Dr. İpek Deveci Prof. Dr. İsmail Mazgit Prof. Dr. Jülide Kesken Prof. Dr. Kaan Yaralıoğlu Prof. Dr. Kamil Tüğen Prof. Dr. Leon Olszewski Prof. Dr. M. Kemal Oktem Prof. Dr. Michel Offerle Ankara Üniversitesi Çankaya Üniversitesi Yaşar Üniversitesi Salzburg Üniversitesi Wayne State Üniversitesi Çukurova Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Gazi Üniversitesi Ankara Üniversitesi Orta Doğu Teknik Üniversitesi Panthéon-Assas (Paris-II) Uni. Valahıa Targovıste Uni. Bordeaux IV Üniversitesi Bilkent Üniversitesi Uludağ Üniversitesi Ege Üniversitesi Uludağ Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Çukurova Üniversitesi İzmir Ekonomi Üniversitesi Çukurova Üniversitesi Anadolu Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Ege Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Wroclaw Üniversitesi Hacettepe Üniversitesi École Normale Supérieure Prof. Dr. Murat Demircioğlu Prof. Dr. Münevver Turanlı Prof. Dr. N. Oğuzhan Altay Prof. Dr. Neşe Songür Prof. Dr. Onur Ender Aslan Prof. Dr. Özlem Önder Prof. Dr. Paul Barrett Prof. Dr. Sabri Erdem Prof. Dr. Sebahat Kök Prof. Dr. Selahattin Güriş Prof. Dr. Semra Öncü Prof. Dr. Sumru Altuğ Prof. Dr. Şenay Üçdoğruk Prof. Dr. Şevkinaz Gümüşoğlu Prof. Dr. Tunç Demirbilek Prof. Dr. Utku Utkulu Prof. Dr. Vahap Tecim Prof. Dr. Vassilios Kondylıs Prof. Dr. Vinko Kandzıja Prof. Dr. Yaşar Özcan Prof. Dr. Yaşar Uysal Prof. Dr. Yılmaz Esmer Prof. Dr. Yusuf Kıldiş Prof. Dr. Yvon Gasse Prof. Dr. Zeki Erdut Prof. Dr. Zerrin T. Karaman Doç. Dr. Burak Ekşioğlu Doç. Dr. H. Seçil Fettahlıoğlu Doç. Dr. Engin Özgül Doç. Dr. Mine Tükenmez Doç. Dr. Nilgün Kutay Doç. Dr.Yunus Emre Özer Yıldız Teknik Üniversitesi İstanbul Ticaret Üniversitesi Ege Üniversitesi TODAİE TODAİE Ege Üniversitesi Longwood Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Pamukkale Üniversitesi Marmara Üniversitesi Celal Bayar Üniversitesi Koç Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Yaşar Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Athens Üniversitesi Rijeka Üniversitesi Virginia Commonwealth U. Dokuz Eylül Üniversitesi Bahçeşehir Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Laval Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Clemson Üniversitesi K.Sütçü İmam Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi bilimsel/özgün araştırma makaleleri yayınlayan ve yılda iki kez yayınlanan hakemli bir dergidir. Bu dergide yayınlanan makalelerin bilim ve dil bakımından sorumluluğu yazarlarına aittir. Dergide yayınlanan makaleler kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Dergimiz aşağıdaki dizinlerde taranmaktadır : ULAKBİM Sosyal Bilimler Veri Tabanı - DOAJ (Directory of Open Access Journals) - Index Copernicus International - JournalTOCs ULRICHSWEB - EconLit - CiteFactor - EconBib - DRJI ( Directory of Research Journals Indexing ) Arastirmax (Sosyal Bilimler İndeksi) - ASOS (Sosyal Bilimler indeksi) - Akademik Dizin © Tüm Hakları Saklıdır. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Dokuz Eylul University Faculty of Economics and Administrative Sciences Journal Cilt:31 Sayı:2 Yıl:2016 Volume:31 Number:2 Year:2016 Makaleler / Articles Türkiye Ekonomisinde Sektörel Enerji Tüketiminin Ayrıştırma Yöntemiyle Analizi The Decomposition Method of Energy Sector Analysis in the Turkish Economy Alper YILMAZ, Serap ÜRÜT KELLECİ, Aziz BOSTAN 1 Kredi Kanalı İle Aktarım: Bireysel Krediler Üzerine Bir Uygulama Transmission Via The Credit Channel : An Application on Individual Credits Oğuz KARA, Neslihan AKIN ÖZDEMİR 29 Kamu Yatırımlarının Özel Sektör Yatırımlarını Dışlama Etkisi: Türkiye Örneği Crowding Out Effect of Public Investments on Private Sector Investments: The Turkey Example C. Yenal KESBİÇ, Özlem DÜNDAR, Ata DEVRİM 59 Dış Ticaret Haddi’nin Dış Ticaret Dengesine Etkisi: Türkiye’deki Endüstriler İçin “S Eğrisi Yaklaşımı”nın Geçerliliği The Effect of Terms of Foreign Trade on The Balance of Foreign Trade: The Validity of “S-Curve Approach” for The Industries in Turkey Seval AKBULUT BEKAR, Harun TERZİ 95 Temettü Ödemelerinin Belirleyicileri ve Firma Değeri: Kavramsal Bir Model ve Tahminlemesi Determinants of Dividend Payments and Firm Value: A Conceptual Model and Its Estimation Şaban ÇELİK, Sedat YENİCE, Osman Kürşat ONAT 115 Devletlerin Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Politikalarının Oluşumu: Küresel Yönetişim ve Mali Eylem Görev Gücü Etkisi The Formation of States’ Policies of Prevention of Terrorism Financing: Global Governance and The Influence of Financial Action Task Forc Ahmet BARBAK 147 Türkiye Bisküvi, Çikolatalı ve Şekerli Mamuller Sektörü: Firma Yoğunlaşma Analizi Turkish Biscuits, Chocolate and Sugar Products Sector: Firm Concentration Analysis Kübra ÖNDER 179 Yapay Sinir Ağları ile Çok Aşamalı Fiyat Tahmini: BIST30 Senetleri Üzerine Bir Araştırma Multi-Step-Ahead Stock Price Forecasting with Artificial Neural Networks: A Research on BIST30 Stocks Mehmet ÖZÇALICI 209 Etik Liderliğin Sosyal Sermaye Üzerindeki Etkisi Üzerine Bir Araştırma A Study on the Impact of Ethical Leadership on Social Capital Tayfun YILDIZ, Zafer AYKANAT, Samet TÜZEMEN 229 Endüstriyel İşletmelerde Franchising Model Önerisi: Hazır Beton Sektöründe Bir Uygulama A Franchising Model Proposal In Industrial Business : An Application In Ready Mixed Concrete Industry İpek KAZANÇOĞLU, Özden ÖKTEM 251 Sağlık ile Kalkınma Arasındaki İlişkinin Asimetrik Nedensellik Analizi Asymmetric Causality Analysis of Relationship between Health and Development İbrahim ARSLAN, Mehmet Vahit EREN, Selahattin KAYNAK 287 Yayın Geliş Tarihi: 14.10.2015 Yayın Kabul Tarihi: 18.03.2016 Online Yayın Tarihi: 22.12.2016 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27 Türkiye Ekonomisinde Sektörel Enerji Tüketiminin Ayrıştırma Yöntemiyle Analizi Alper YILMAZ1 Serap ÜRÜT KELLECİ2 Aziz BOSTAN3 Öz Çalışmada, 1970-2013 dönemi için Türkiye ekonomisinde sektörel enerji tüketimi toplamsal tipte ayrıştırma analizi yöntemiyle analiz edilmiştir. Analiz sonuçları, sektörel enerji tüketiminin çıktı ve yapısal etki nedeniyle arttığnıı, yoğunluk etkisi nedeniyle ise düştüğünü göstermektedir. Çıktı etkisinin sektörel enerji tüketimi üzerinde daha fazla etkili olduğu ve sektörel enerji tüketiminin üretim artışı ile oldukça yakın ilişkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Benzer şekilde yapısal etkinin, Türkiye ekonomisindeki enerji yoğun sektörlerinin ağırlığının artmasına bağlı olarak sektörel enerji tüketimini arttırıcı yönde etki yaptığı görülmüştür. Ancak yoğunluk etkisine bakıldığında, 1980 sonrasında Türkiye ekonomisinde enerji yoğunluğunun yavaş bir düşme eğilimi içinde olduğu ve enerji tüketimini düşürücü etki yaptığı söylenebilir. Anahtar Kelimeler: Sektörel enerji tüketimi, Ayrıştırma Analizi, Türkiye Ekonomisi JEL Sınıflandırma Kodları: C25, Q20, L60 The Decomposition Method of Energy Sector Analysis in the Turkish Economy Abstract This paper aims to investigate the sectoral energy use in Turkish economy for the 1970 to 2013 periods. For this purpose we employ Logarithmic Mean Divisia Index method. The results indicate that, the primary energy consumption has been increased as a result of production and structural effect but decreased as for intensity effect. Also production effect has the strongest influence on primary energy consumption in accordance with other two effects. Structure effect has been come to conclusion as positive correlation with energy consumption because of increase in relative share of energy intensive sectors in GDP. However results for intensity effect shows that after 1980 period, there has been moderate decrease in energy intensity in Turkish economy and so have negative effect on sektorial energy consumption. Keywords: Sectoral Energy Consumption, Decomposition Method, Turkish Economy JEL Classification Codes: C25, Q20, L60 1 Yrd. Doç. Dr., Adnan Menderes Üniversitesi, Söke İşletme Fakültesi, Uluslararası Ticaret ve İşletmecilik Bölümü, [email protected] 2 Yrd. Doç. Dr., Aksaray Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Maliye Bölümü, [email protected] 3 Yrd. Doç. Dr., Adnan Menderes Üniversitesi, Söke İşletme Fakültesi, İktisat Bölümü, [email protected] A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN 1. GİRİŞ Türkiye ekonomisi, 76 milyonluk genç ve büyüyen nüfusuyla yeni endüstrileşmiş yükselen piyasa ekonomileri içinde yer almaktadır. 2014 yıl sonu itibariyle milli geliri 832 milyar $’a kişi başı geliri 10.079 $’a çıkmıştır. Ancak 2009 yılında yaşanan küresel finansal kriz Türkiye ekonomisini de olumsuz etkilemiş ve ekonomi %4,7 küçülmüştür. IMF’nin Dünya Ekonomik Görünüm (WEO) 2010 raporuna göre, krizin ilk şok dalgasının atlatılmasıyla Türkiye ekonomisi kademeli olarak iyileşmeye başlamış ve 2011 itibariyle ekonomik büyüme %8,9 olarak gerçekleşmiştir. Şu anda AB’ye göre Türkiye, önümüzdeki yıllarda iyi bir büyüme trendi yakalayacak ülkeler arasında sayılmaktadır. Yine OECD’ye göre 2011-2017 yılları arasında yıllık ortalama %6,8 büyüme oranıyla OECD ülkeleri içindeTürkiye’ninen hızlı büyüyen ülkelerden biri olması beklenmektedir (RME-Turkey Economic Outlook, 26-27). Bu bağlamda dinamik ekonomisiyle Türkiye,dünyada enerji tüketimi en hızlı artan ülkelerden biridir ve enerji sektörü önemli bir gelişme potansiyeli barındırmaktadır. Şekil 1. TürkiyeEkonomisinde Kaynaklara Göre Enerji Tüketimi (Mtep) (ETKB, Enerji Dengesi Tabloları, 1970-2013) Şekil 1’de Türkiye’nin birincil enerji tüketimi gösterilmiştir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın verilerine göre, 1970 yılında 18.872 Btep olan tüketim 2013 yılında 120.291 Btep’ye, kişi başı tüketim ise 534 kep’den 1.603 kep’ye 2 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27 çıkmıştır. Fakat bu seviye hala gelişmiş ülkelerin gerisindedir. Kriz yılları hariç (1994, 2001 ve 2008) tüketim seviyesi sürekli yükselmiş ve dönem başından günümüze ortalama %4,6 oranında artmıştır. Özellikle son dönemlerde Türkiye ekonomisinde meydana gelen olumlu gelişmelerle, 2002-2007 arasında enerji tüketimartışı ortalama %6,13 olarak gerçekleşmiştir. Tüketim demetine bakıldığında 1970 yılında katı yakıtlar (taş kömürü, linyit, asfaltit, petrol koku, odun, hayvan ve bitki artıkları) %56,3 ile ilk sıradadır. Onu %42,2 ile petrol ve %1,5 ile hidro ve yenilenebilir enerji kaynakları takip etmektedir. Ancak bu yapı yıllar itibariyle önemli değişikliklere uğramıştır. 2013 yılına gelindiğinde son üç dönem boyunca katı yakıtların ve petrolün payı azalarak sırasıyla %32,4 ve %28,2’ye gerilediği gözlenmiştir. Diğer yandan doğal gazın payı 1986 yılında %1’iken 2013 yılında %31,3 olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca hidrolik enerji ve yenilenebilir enerjinin payı da 7 puan artarak %8,1’e çıkmıştır. Kısacası, katı yakıtlar ve petrolün tüketim içindeki payı giderek azalmaktadır. Buna karşılık henüz yeni olmasına rağmen doğal gazın payı hızla artmıştır. Önümüzdeki dönemlerde de yenilenebilir enerji kaynakları ile birlikte daha da artması beklenmektedir. Kömür ise daha çok elektrik üretiminde kullanılmıştır. Bu nedenle birincil enerji tüketimi içindeki payı %34’tür. Ancak tüketilen kömürün yarısı ithal kaynaklardan karşılanmaktadır (Deloitte and Investment Promotion Agency, 2010:3). Türkiye ekonomisi, enerji konusunda yurt içi üretimin yetersizliği nedeniyle dış enerji kaynaklarına her geçen yıl daha çok bağlanmaktadır. 2010 verilerine göre tüketilen ham petrolün ancak %10,5’i ve doğal gazın da %2,2’si yerli kaynaklardan karşılanmakta, kalanı ise ithal edilmektedir. Zaman içinde yurt içi tüketimin yerli üretimi geçmesiyle Türkiye ekonomisinin enerjiaçısından dışa bağımlılığı artmıştır. 3 A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN Şekil 2. Türkiye Ekonomisinin Enerjide Dışa Bağımlılığı (Btep) (ETKB, Enerji Dengesi Tabloları, 1970-2013) Şekil 2’den de görüldüğü gibi, Türkiye ekonomisinde birincil enerji tüketimi 1970 yılında 18.872 Btep’den 2013 yılında 120.291 Btep’e çıkmıştır. Buna karşın yerli üretim 1970 yılında 14.516 Btep’ten 2013 yılında ancak 31.944 Btep’ye çıkartılabilmiştir. Tüm periyotta tüketim dört kat artarken üretim sadece 1,2 kat arttırılabilmiştir. Dolayısıyla toplam tüketim içinde ithal enerjinin payı 1970 yılında %24,6’dan 2013 yılında da %79,8’e çıkmıştır (Ediger vd, 2006: 383). Enerjide dışa bağımlılığın en önemli nedenleri yerli kaynakların yetersiz olması, yetersiz üretim ve fosil tabanlı yakıtların yoğun kullanımıdır. Dışa bağımlılık özellikle petrol ve doğal gaz kaynaklarında söz konusudur. 2009 itibariyle Türkiye’nin üretilebilir petrol rezervi 299 milyon varildir. Doğal gaz rezervi ise 6,2 milyar m3 tür. Diğer yandan günlük petrol tüketimi 0,6-0,7 milyar varil ve doğalgaz tüketimi 0,105 milyar m3 tür. 2010 yılında 2,5 milyon ton petrol ve 726 milyon m³ doğal gaz üretilmiştir. Bunun yanında tüketime bakıldığında aynı yıl doğal gaz tüketiminin rekor seviyeye ulaştığı görülmektedir. Petrol tüketiminde ise 2009 yılından beri düşüş eğilimi devam etmektedir. 2010 yılında Türkiye’nin petrol tüketimi 29,2 Mtep ve doğal gaz tüketimi 38,2 milyar m3 olmuştur. Dolayısıyla bu üretim/tüketim oranları Türkiye ekonomisini söz konusu kaynaklarda dışa bağımlı kılmaktadır. Türkiye tükettiği petrolün %91’ini, doğal gazın %82’sini ve kullandığı taş kömürünün %82’sini ithal etmektedir (TPAO, 4 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27 2010). Bu sonuçlardan hareketle, Türkiye ekonomisinin tüketimdeki dışa bağımlılığı arz güvenliğini kırılgan hale getirdiği söylenebilmektedir. Şekil 3. Sektörel Enerji Tüketimi (Mtep) (ETKB Enerji Dengesi Tabloları 1970-2013) Türkiye ekonomisindeki gelişimin her aşamasında sektörel enerji tüketiminin konjonktürel dalgalanmalardan, enerji politikalarından ve özelleştirme politikalarından etkilendiği görülmüştür. Sektörel enerji tüketiminde hizmetler sektörü en büyük paya sahiptir. Hizmetler sektörünü sanayi sekörü takip etmektedir. Ancak 1970’lerden günümüze gelirken hizmetler sektörünün sektörel enerji tüketimindeki payının azaldığı, sanayi sektörünün payının arttığı görülmektedir.1970 öncesinde enerji politikalarında öncelik, sanayi sektörünün ihtiyacını karşılamak ve elektrik tüketimini tüm yurda yaymak şeklinde belirlenmiştir. Enerji daha çok ısıtmada kullanılmış dolayısıyla hizmetler sektörü enerji tüketiminde ilk sırayı almıştır. Çünkü bu dönemlerde sanayi sektörü zayıf, şehirleşme oranı ise düşüktür. Fakat sanayi sektörünün milli gelir içindeki payının artmasına paralel olarak enerji tüketimi içindeki payı da artmış hizmetler sektörünün payı ise gerilemiştir (DTM, 2006:1-5).. Şekil 3’ten de görüldüğü gibi, sektörel enerji tüketimi (çevrim ve enerji sektörü hariç) 1970 yılında 16.496 Btep’den 2013 yılında 85.911 Btep’ye çıkmıştır. Sektörel bazda incelendiğinde, 1970 yılında hizmetler sektöründe enerji tüketimi 11.684 Tep iken 2013 yılında 54.173 Btep olarak görülmektedir. Sanayi sektöründe enerji tüketimi 1970 yılında 4122 Btep iken 2013 yılında 30.138 Btep’ye olarak gerçekleşmiştir. Tarım sektöründe ise enerji tüketimi 1970’te 510 Btep iken 2013 5 A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN yılında ancak 1.633 Btep olmuştur. Özellikle hizmetler ve sanayi sektörlerinde enerji tüketiminin önemli ölçüde arttığı görülmektedir. Bununla birlikte, hizmetler sektörünün payı %77’den %55’e gerilerken sanayi sektörünün payı %25’ten %38’e ve tarım sektörünün payı %3’ten %6’ya çıkmıştır. 2013 yılında ise tarım sektörünün payında hızlı bir düşüş yaşanmıştır. Kriz yılları hariç sanayi sektörünün milli gelir içindeki payı sürekli artmıştır. Bu yüzden sanayi sektörü enerji tüketimi 2013 yılı itibariyle 30.138 Tep’ye ulaşmıştır. Tarım sektörü incelendiğinde, milli gelir içindeki payının görece küçük olması, yetersiz ölçek büyüklüğü ve modern tarım tekniklerinin yoksunluğu gibi nedenlerle tarım sektöründe enerji kullanımının sınırlı kaldığı görülmektedir. Birincil enerji tüketimindeki hızlı artış, dış kaynaklara olan yüksek bağımlılık ve sanayi sektörünün payının hızla artması ile birlikte enerji alanında yapılan çalışmalar gittikçe artmaktadır. Bu çalışmaların, enerji politikalarının etkin bir şekilde belirlenmesinde yardımcı olabilmesi hedeflenmektedir. Bu noktada çalışmada da, Türkiye ekonomisi için ilk önce dönemler itibariyle genel ekonomideki enerji tüketimi daha sonra ise sektörel enerji tüketimi ayrıştırma yöntemiyle analiz edilecektir. Böylelikle enerji kullanımındaki etkiler ortaya konulmaya çalışılacaktır. Bu doğrultudada, enerji politikalarında öneriler geliştirilecektir. 2. LİTERATÜR TARAMASI Ayrıştırma analizi özellikle 1973 petrol krizinden sonra, batılı ülkelerde daha etkin, verimli, enerji krizi dönemlerinde krizi yönetebilecek enerji politikalarına ihtiyaç duyulmasından sonra geliştirilmiştir. Son yıllarda küresel ısınmanın etkilerinin iyice hissedilmesiyle ayrıştırma analizi, sera gazı emisyonlarının analizinde ve küresel ısınmaya karşı daha etkin politikaların geliştirilmesinde kullanılmaya başlanmıştır. Günümüzde ise enerji fiyatlarındaki hızlı artış, fosil tabanlı yakıtların giderek azalan rezervleri, enerji tüketimi-ekonomik büyüme ilişkisinin etkileri gibi nedenlerle ayrıştırma analizi, enerji ile ilgili araştırmalarda kullanılmaya devam edilmektedir (Granel, 2003: 6-8). 6 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27 Greening ve diğerleri (1997), 1970-1992 döneminde 10 OECD ülkesi için enerji yoğunluğunu altı farklı ayrıştırma yöntemiyle incelemiştir. Sonuçlara göre, Average Weighting Divisia (AWD) ve Divisia (rolling year simple average) yöntemleri en iyi sonuçları verdiği tespit edilmiştir. Ampirik bulgulara göre, genel enerji yoğunluğu her bir alt sektörde enerji yoğunluklarında meydana gelen düşüşe bağlı olarak azalmıştır. Norveç gibi bazı ülkelerin daha enerji yoğun sektörlere yönelmeleri genel enerji yoğunluğundaki düşüş trendini olumsuz etkilemiştir. Halbuki Japonya, ABD, Almanya gibi ülkelerin daha az enerji yoğun endüstrilere yönelmeleri ise enerji yoğunluğundaki düşüşü desteklemiştir. Cornillie ve Frankhauser (2004) çalışmasında,1992-1998 yılları için Orta ve Doğu Avrupa ile eski Sovyet bloku ülkelerinde enerji yoğunluklarını incelemiştir. Komünist blokun çözülmesinden sonra bu ülkelerde enerji yoğunluklarının azaldığı gözlemlenmiştir. Ancak gelinen seviyenin halaOECD ülkeleri ortalamasından yüksek olduğu belirtilmiştir. Macaristan, Slovenya, Litvanya gibi ilk grup ülkelerde yapılan hızlı özelleştirme, fiyat liberalizasyonu ve kurumsal yeniden yapılandırma nedeniyle enerji yoğunluğu hızla düşmüştür. Polonya, Romanya ve Slovakya gibi ikinci grup ülkelerde, milli gelir içinde ağır sanayinin önemli bir yer tutması,teknolojik gerilik ve politik aktörlerin ekonominin yeniden yapılandırılması için zayıf irade göstermesi gibi nedenlerle enerji yoğunluğunun aynı kaldığı fakat ekonominin diğer sektörleri için gelişme sağlandığı belirlenmiştir. Üçüncü gruptaki ülkeler için ilk iki grubun tersine geçiş döneminde, özelleştirmelerin yapılamaması ve sanayi sektöründe yeniden yapılandırmanın gecikmesi gibi nedenlerleenerji yoğunluğunun daha da arttığı tespit edilmiştir. Ediger ve Huvaz (2005), 1980-2010 dönemi için Türkiye ekonomisinde sektörel enerji tüketimini LDMI yöntemiyle incelemişlerdir. Sonuçlara göre enerji tüketimindeki artışın temel nedeni üretimdeki artıştır. Çıktı ve yapısal etkinin sektörel enerji tüketimini arttırdığı, yoğunluk etkisinin ise düşürdüğü görülmüştür. Çıktı etkisi sanayi ve hizmetler sektörlerinde daha baskın, tarım sektöründe ise zayıftır. Yine çıktı etkisi, 1989 öncesi dönemde hizmetler sektöründe, 1989 sonrasında ise sanayi sektöründe daha büyüktür. Yapısal etkiye bakıldığında en çok 7 A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN hizmetler ve tarım sektöründe etkili olduğu görülmektedir. Yoğunluk etkisi ise yapısal etkinin tersine hizmetler sektöründe diğer iki sektörde olduğundan daha etkilidir. Ayrıştırma sonuçlarına göre Türkiye ekonomisi 1983-1987, 1990-1993 ve 1995-1997 olmak üzere üç istikrarlı döneme ayrılabilir. Tüm bu dönemlerde çıktı ve yapısal etki pozitifken yoğunluk etkisi negatiftir. İkinci olarak sektörel enerji tüketimindeki önemli değişiklikler 1982, 1988-1989 ve bu iki dönem arasında meydana geldiği tespit edilmiştir. 1994 ve 1998-2000 dönemlerindeki değişim ise daha çok ekonomik krizlerle ilgilidir. Enerjinin sektörel kullanımın zaman içinde yapısal değişikliğe uğramasında hızlı şehirleşmenin, hızlı ekonomik büyümenin, hızlı nüfus artışının ve milli gelir içinde tarım sektörünün payının azalıp, sanayi sektörünün payının artmasının etkili olduğu vurgulanmıştır. Steenhof (2006), Çin sanayisi elektrik talebini 1998-2002 yılları arasında LasPeyers yöntemiyle incelemiştir. Sonuçlara göre elektrik tüketimi 1998-2002 yılları arasında çıktı etkisi nedeniyle artmıştır. Bunun yanında elektrik talebinde meydana gelen azalmanın enerji yoğunluklarındaki değişimden ve yapısal değişimden kaynaklanabileceği belirtilmiştir. Yani hızlı sanayileşmenin elektrik talebinde meydana getirdiği arttırıcı etki, verimlilik artışları ve yapısal etki tarafından dengelenmiştir. Üretimdeki artış beraberinde enerji talebinde artış meydana getirmiştir. Ancak ağır sanayi dallarında enerji verimliliğinde görülen iyileşmenin alt sektörel düzeyde enerji yoğunluğunu düşürdüğü görülmüştür. Zamani (2006), İran ekonomisi için 1967-2003 dönemi endüstriyel ve tarımsal çıktı ile enerji tüketimleri arasındaki eş bütünleşme ve nedensellik ilişkisini incelemiştir. Sonuçlara göre uzun dönemde endüstriyel üretimden endüstride kullanılan doğal gaz tüketimi, petrol tüketimi ve elektrik tüketimine doğru granger nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir. Aynı şekilde tarımsal çıktıdan, tarım sektöründeki doğal gaz tüketimine ve petrol tüketimine doğru nedensellik ilişkisi görülmüştür. Kısa dönemde ise milli gelirden genel enerji tüketimine ve endüstriyel katma değerden endüstriyel enerji tüketimine doğru nedensellik tespit edilmiştir. 8 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27 Ma ve Stern (2007), 1980-2003 yılları arası Çin ekonomisinde enerji yoğunluğundaki değişimi Logaritmik Ortalama Divisia İndeksi (logaritmic mean divisia index-LMDI) yöntemiyle incelemiştir. Analiz sonucunda, teknolojik ilerlemenin enerji yoğunluğundaki düşüşün en önemli nedeni olduğu tespit edilmiştir. Çalışmada, endüstriyel ve alt endüstriyel düzeyde meydana gelen değişmelerin enerji yoğunluğunu arttırdığı görülmüştür. Alt sektörler arasındaki üretim değişimine dayalı yapısal değişmenin ise genel enerji verimliliğini düşürdüğü sonucuna ulaşılmıştır. 2000 yılından beri gerçekte görülen enerji yoğunluğu artışı ise negatif teknolojik ilerlemeyle açıklanmaktadır. Son olarak sektörler arası yakıt karmasında meydana gelen değişimlerin enerji yoğunluğundaki değişime katkısının az olduğu belirlenmiştir. Jobert ve Karanfil (2007), çalışmalarında Türkiye ekonomisi için 1960-2003 dönemi enerji tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki nedensellik ilişkisini iki farklı şekilde incelemişlerdir. Ilk olarak enerji tüketimi endüstriyel, evsel ve genel şeklinde ayrılarak incelenmiş, ikincisinde ise enerji tüketimindeki artışın farklı nedenleri dikkate alınarak enerji tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki uzun dönem ilişkiler incelenmiştir. Yapılan eş bütünleşme analizi ve granger nedensellik testi sonuçlarına göre enerji tüketimi ve ekonomik büyüme arasında eş bütünleşme ilişkisi tespit edilememiş ancak her iki değişken arasında granger nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir. İkinci olarak endüstride yaratılan katma değer ve endüstriyel enerji tüketimi arasında aynı analizler yapılmış ve aynı şekilde eş bütünleşme ilişkisi tespit edilememiştir. Ancak enerji tüketiminden endüstriyel katma değere doğru nedensellik ilişkisi belirlenmiştir. Lise ve Montfort (2007), Türkiye ekonomisi için enerji tüketimi ve ekonomik büyüme arasında uzun dönemli bir eş bütünleşme ilişkisi tespit edilmiştir. Ayrıca nedensellik ilişkisinin milli gelirden enerji tüketimine doğru olduğu belirtilmiştir. Yılmaz ve Atak (2010), Türkiye ekonomisi için 1980-2005 dönemi enerji tüketimini ayrıştırma yöntemi ile incelemişlerdir. Çalışmada enerji tüketimi tarım, sanayi, ulaştırma ve hizmetler olmak üzere dört alt gruba ayrılmıştır. Sonuçlara 9 A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN göre çıktı etkisi söz konusu sektörlerde enerji tüketimini arttırıcı etki yaparken, yoğunluk etkisinin tüketimi düşürücü etki yaptığı tespit edilmiştir. Korkmaz ve Develi (2012), Türkiye ekonomisi için birincil enerji tüketimi ile GSYİH arasındaki nedensellik ilişkisi Türkiye’nin 1960-2009 dönemi yıllık verileri kullanılarak incelenmiştir. Çalışmada Johansen eşbütünleşme ve Granger nedensellik testleri kullanılmıştır. Johansen eşbütünleşme testi sonuçlarına göre ele alınandönem için değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişkinin varlığı tespit edilmiştir. Ayrıca enerji tüketimi ile GSYİH arasında iki yönlü nedenselliğin varlığı gözlenmiştir. Çınar ve Yılmazer (2015) enerji tüketimi ve ekonomik büyüme ilişkisini arz ve talep yönlü olmak üzere iki farklı yaklaşımla panel veri analizi yöntemini kullanarak ele almışlardır. 1990-2013 yıllarını kapsayan dönem için, Brezilya, Hindistan, Çin, Türkiye, Meksika, Güney Afrika, Şili ve Endonezya gibi yüksek büyüme performansı gösteren ülkeler baz alınmıştır. Arz yönlü yaklaşımda, yenilenebilirve yenilenemez enerji tüketiminin ekonomik büyümeye etkisi geleneksel üretim fonksiyonuile araştırılırken,talep yönlü yaklaşımda yenilenebilir enerji tüketimi, ekonomikbüyüme, karbondioksit emisyonu ve enerji fiyatları arasındaki ilişki incelenmiştir. Çalışmada, yenilenebilir enerji kaynaklarının ekonomik büyüme üzerindeki etkisi ve bukaynakların tüketimini belirleyen değişkenler incelenmeye çalışılmaktadır. Arz yönlü model yardımıyla, yenilenebilirkaynakların ekonomik büyüme üzerindeki etkisi; talep yönlü model yardımıyla yenilebilirenerji kaynaklarının belirleyicileri araştırılmıştır. Sonuçlara göre gelişmekte olan ülkelerde 1990-2013 dönemi için sürdürülebilir büyümeningerçekleşmesinde yenilenebilir enerji kaynaklarının belirleyici bir rol oynadığı tespit edilmiştir. 3. METOT ve VERİ 1970’li yıllarda yaşanan enerji şokları sonucunda, ayrıştırma analizi teknikleri, enerji verimliliği ile ilgili çalışmalarda kullanılmıştır. Bu tekniğin kullanıldığı çalışmalarda, sanayi değişimlerinin enerji kullanımı ve enerji verimliliği üzerindeki 10 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27 değişikliklerin incelenmesi amaçlanmıştır. Bunun yanında, ayrıştırma analizi teknikleri özellikle ekonomik büyümenin, üretim faktörlerinin sektörler arası değişiminin ve teknolojik değişimin çevresel ve sosyo-ekonomik göstergeler üzerindeki etkisinin belirlenmesi amacıyla kullanılmıştır (Hoekstra, Berg, 2003: 40). Analize göre değişime uğrayan bir faktörün temel yıldaki (genellikle T0 olarak sembolize edilir) değeri ile daha sonraki yıl veya yıllardaki değeri (genellikle T1….n olarak sembolize edilir)karşılaştırılır. Bu noktada araştırmacı isterse baz yıl esaslı modeli (periodwise approach) isterse de zaman serisine dayalı modeli (time series) kullanabilir (Stenhof, 2006:377). Ayrıştırma analizi iki temel kategoriye ayrılabilir; yapısal ayrıştırma analizi (SDA) ve endeks ayrıştırma analizi (IDA). SDA girdi çıktı katsayılarına ve girdi çıktı tablolarından üretilen nihai mal talebine bağlı iken, girdi çıktı modelinin aksine SDA yöntemi sabit katsayı varsayımı nedeniyle daha az kısıtlanmıştır. (Jungnitz, 2008:17). IDA yöntemi ise sektörel düzeydeki verilere dayanarak sadece dolaysız etkileri ölçmektedir. IDA tekniğinin asıl amacı sektörel düzeyde V değişkeninde meydana gelen değişikliği etkileyen temel sebep-sonuç ilişkilerini anlamaktır. Bunun da yolu V değişkeninde meydana gelen değişikliğin, değişikliğe neden olan parametreler cinsinden ifade edilmesindedir. IDA teknikleri enerji alanında ilk kez 1973 ve 1979 petrol krizlerinden sonra enerji tüketiminde meydana gelen değişiklikleri analiz edebilmek amacıyla kullanılmıştır. Basitliği ve esnekliği sayesinde uygulama alanları zamanla genişlemiştir (Granel, 2003: 7-9). Literatürde çeşitli IDA yöntemleri vardır. Bu çalışmada toplamsal tipteki LMDI yöntemi seçilmiştir. Ang, Liu ve Chung (2004) ve Ang (2004-2005) yaptıkları çalışmalarda, daha küçük artık değer vermesi, içinde sıfır değerine sahip olan serileri de işleyebilmesi, toplamsal tutarlılık, kolay uygulanabilmesi ve yorumlanabilmesi nedeniyle LMDI yöntemini diğer yöntemlere tercih edilebileceğini belirtmişlerdir. Bu model Türkiye’de sektörel enerji tüketimini enerji yoğunluğu, yapısal değişim ve ekonomik çıktıdaki eğilimlere göre ayrıştırmaktadır. Model şöyledir; ΔEtot=ΔEact+ΔEstr+ΔEint+ΔErsd (1) 11 A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN Bu formülasyona göre 0 yılından t (Etot) yılına toplam birincil enerji tüketimindeki değişim, talepteki değişimin nedenleri olarak çıktı etkisi (Eact), yapısal etki (Estr), yoğunluk etkisi (Eint) ve artık değer (Ersd) şeklinde dört kısıma ayrılabilir. Böylelikle her bir sektör için bu etkiler hesaplanabilir. Çıktı, yapısal ve yoğunluk etkileri için kullanılan modeller aşağıdaki gibidir; Eact Eit Ei0 Qt ln( 0 ) t 0 ln Ei ln Ei Q (2) E str Eit Ei0 St ln( i0 ) t 0 ln Ei ln Ei Si (3) E it E i0 I it ln( ) I i0 ln E it ln E i0 (4) i i E int i Burada Ei tep cinsinden i sektörü için toplam birincil enerji tüketimini, Q0 ve Qt i sektöründeki 0 ve t yıllarındaki milyon TL cinsinden toplam üretimini, Sit and Si0 , i sektörünün 0 ve t yıllarında toplam üretim içindeki paylarını, Iit and Ii0 , i sektörünün 0 ve t yıllarındaki enerji yoğunluklarını Tep/Milyon TL cinsinden verir. Çalışmada kullanılan veriler Türkiye İstatistik Kurumu ile Enerji ve Tabii Kaynaklar bakanlığının internet sitesinden temin edilmiştir.Enerji tüketimi milyon ton eşdeğer petrol cinsinden gösterilirken, sektörlerin payları yüzde cinsinden, enerji yoğunlukları tep/TL cinsinden yani çıktı başı tüketilen enerji miktarı cinsinden verilmiştir. Ekonomi hizmetler, sanayi ve tarım olmak üzereüç temel sektöre ayrılmıştır. Hizmetler sektörü ulaştırma, konut ve hizmetler ile diğer enerji tüketimlerini kapsamaktadır. Sanayi sektörü kimya-petrokimya, petrokimyasal hammadde, çimento, gübre, demir-çelik, şeker, demir dışı metaller ve diğer sanayi şeklinde yedi alt kısma ayrılmıştır. Tarım sektöründe ise alt ayrım yoktur. Son olarak enerji tüketimi içinde çevrim sektörü ve enerji dışı alanlar için kullanılan tüketim hariç tutulmuştur. 12 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27 4. AMPİRİK SONUÇLAR Bu bölümde, daha önce belirtilen eşitlik 2, 3, ve 4 veri setine uygulanmış ve her bir etkinin enerji tüketimini nasıl etkilediği incelenmiştir. Analiz iki başlıkta yapılmıştır. İlk önce Türkiye ekonomisinin enerji tüketimindeki artış dönemlere ayrılarak incelenmiştir. İkinci olarak sektörel analiz yapılarak her bir etki tespit edilmeye çalışılmıştır. 4.1. Genel Ekonomideki Enerji Tüketiminin Dönemlere Göre Analizi İlk olarak 1970-2013 dönemi için her bir etki hesaplanmış ve sonuçlar Tablo 1’de verilmiştir. Tablo 1. Genel Ekonomideki Enerji Tüketiminin Dönemlere Göre Ayrıştırması (19702013, Btep) Çıktı Yapısal Yoğunluk Etkisi Etki Etkisi 1970-1979 9.761 3.054 -3.584 9.231 1980-1989 12.642 3.482 -2.324 13.800 1990-1999 17.700 466 -4.599 13.567 2000-2013 42.515 2.307 -12.002 32.820 Toplam 82.618 9.309 -22.509 69.418 Dönem Toplam Analiz sonuçlarına göre Türkiye’nin toplam enerji tüketimi tüm dönem itibariyle 69.418 Btep artmıştır. Bu artışa en önemli katkının çıktı etkisinden geldiği görülmektedir. Yapmış olduğu 82.618 Btep’lik katkı ile toplam artışın %118’ine kaynaklık etmiştir.Yapısal etkinin enerji tüketimini 9.309 Btep arttırdığı ve %13,4’lük bir katkı yaptığı,buna karşılık yoğunluk etkisinin ise azaltıcı rol oynadığı ve sektörel enerji tüketimine 22.509 Btep’lik düşürücü etki yaptığı tespit edilmiştir. Dönemsel olarak enerji tüketimi değerlendirildiğinde tüketimin artan eğilim içinde olduğu görülmektedir. İthal ikameci dönemde (1970-1979) toplam tüketim, ekonominin ölçek olarak sınırlı büyümesi, 1973 ve 1979 krizlerinde enerji 13 A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN fiyatlarında yaşanan dalgalanmalar, makroekonomik dengesizlikler ve politik istikrarsızlıklar gibi nedenlerle 9.231 Btep artmıştır. 1980 yılından itibaren ihracata dayalı kalkınma politikalarının başlamasıyla Türkiye ekonomisinin dışa açılması, ihracatın artması, kapasite kullanımının artması, hızlı kentleşme ve nüfus artışı ekonomik büyümeyi hızlandırmıştır. Dolayısıyla 1980 sonrasında enerji tüketimi artışı daha fazla olmuştur. Toplam nihai enerji tüketimi 1980-1989 döneminde 13.800 Tep, 1990-1999 döneminde 13.567 Btep ve 2000-2013 döneminde 32.820 Btep artmıştır. Tablo 1 incelendiğinde, toplam tüketimdeki değişime en büyük katkının çıktı etkisinden geldiği görülmektedir. Diğer iki etkinin katkısı ise sınırlı olmuştur. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş için çabalamaktadır. Kalkınma yolunda gelmiş olduğu nokta itibariyle de hizmetler sektörünün milli gelir içindeki payı gelişmiş ülkelerdeki kadar yüksek değildir. Ayrıca Türkiye ekonomisinde enerji verimliliği ve etkin enerji kullanımı yeterli seviyede değildir. Dolayısıyla enerji tüketimindeki artışın asıl kaynağı çıktı etkisidir. Genel ekonomideki enerji tüketiminin ayrıştırılmasının 1970 yılından 2013 yılına kadarki dönemde yıllar itibariyle incelemesi Ek-1’de tablo olarak verilmiştir. Ek-1 tablo incelendiğinde, çıktı etkisinin 1990 yılından önceki seyrinin daha dalgalı olduğu görülmektedir. Enerji tüketiminin dalgalı olmasında özellikle 1980 yılından sonra ihracata dayalı kalkınma politikalarının benimsenmesi, dış rekabet, ekonomik büyümenin dalgalı seyri, enerji tüketimindeki artış, enerji piyasalarının da liberalizasyondan etkilenmesi ve çeşitli yıllarda yaşanan (1993, 1999, 2001 ve 2009) ekonomik krizler etkili olmuştur. Ayrıca çıktı etkisinin göreli büyüklüğü 1980 öncesi döneme göre daha fazla gerçekleşmiştir. Çünkü yeni dönemde ekonomik büyümenin hızlanması enerji ihtiyacını arttırmıştır. Yapısal etki, tıpkı çıktı etkisi gibi pozitiftir ancak büyüklük olarak çıktı etkisinden oldukça küçüktür. Bu etki, tüm dönem boyunca genellikle düşük değerler almış ve istikrarlı seyretmiştir. Çıktı etkisi ile birlikte enerji tüketimini 14 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27 artırıcı etkide bulunmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında tarımın milli gelir içindeki payı oldukça fazladır. Kullanılan tarım teknikleri ise modern değildir. Bu dönemde sanayinin gelişimi sınırlı olmuş milli gelir içindeki payı düşük kalmıştır. Bu yüzden Türkiye sanayisini güçlendirecek politikalar izlenmiş, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş hızlandırılmaya çalışılmıştır. Bu politikaların sonucunda da sanayinin milli gelir içindeki payı artmış, tarımın payı ise azalmıştır. Dolayısıyla bu yöndeki yapısal bir değişimin, yapısal etkinin enerji tüketimini arttırıcı yönde etki yaptığı tespit edilmiştir. Ekonomik çıktıdaki artış, enerji girdisindeki artıştan büyükse yoğunluk etkisi azalmaktadır. Bu durum, daha az enerji ile daha çok çıktı üretiliyor anlamını taşımaktadır. Tablo 1 incelendiğinde, çıktı ve yapısal etkinin tersine yoğunluk etkisinin negatif bölgede seyrettiği ve enerji tüketimini düşürücü etkide bulunduğu görülmektedir. 1970-1979 döneminde yoğunluk etkisinin enerji tüketimini 3584 Btep azalttığı sonucuna ulaşılmıştır.Özellikle 1980 yılından sonra ihracata dayalı kalkınmapolitikaları sonucunda yoğunluk etkisi düşme eğilimi içine girmiştir. Tıpkı çıktı etkisi gibi yoğunluk etkisi de 1980 yılından önce daha az dalgalı bir seyir izlemiştir (Ek-Tablo 1). Ekonomi büyüdükçe ve dışa açıldıkça, enerji tüketimi arttıkça yoğunluk etkisi de daha inişli çıkışlı bir seyir izlemeye başlamıştır. 1970-1979 döneminde ithal ikameci politikalar, ekonomide korumacılık anlayışı, hükümet müdahaleleri ve ekonomik faaliyetlerin sübvansiyonlarla desteklenmesi neticesinde enerji verimliliği ikinci plana itilmiş, üretimi arttırmak önem kazanmıştır. Ancak 1973 ve 1979 petrol krizleriyle fiyatlarda büyük dalgalanmalar yaşanmıştır. 1980 dönüşümüyle serbest piyasa ekonomisine geçiş, ihracatın artması, ekonomik büyümenin hızlanması, ekonominin dış rekabete açılması, ar-ge harcamalarının artması ve 1979 petrol krizi ile ham petrol fiyatlarının artması Türkiye ekonomisinde enerji verimliliğine ve enerji koruma politikalarına daha çok önem verilmesine neden olmuştur. 1980-1989 döneminde yoğunluk etkisi nedeniyle enerji tüketimi 2.324 Btep azalmıştır. Bu yeni dönemde ekonomi daha rekabetçi ve daha piyasa odaklı olarak çalışmıştır. İşte bu yeni ekonomik yapıda 15 A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN enerji yoğunluğu kademeli olarak düşmeye başlamıştır. Ayrıca rekabetçi piyasa yapısında firmaların daha kar odaklı davranması ve ekonomik büyümenin hızlanması da enerji yoğunluğunun azalmasında etkili olduğu söylenebilir. 1990’lı yıllarda özellikle bilişim teknolojilerinde yaşanan hızlı gelişmeler sayesinde hizmetler sektöründe enerji tüketimi pek değişmemiştir. Dolayısıyla toplamda çıktı artışına karşın enerji tüketiminin oransal olarak artmaması bu dönemde yoğunluk etkisinin negatif değerler almasını getirmiştir. 1990-1999 döneminde yoğunluk etkisiyle enerji tüketimi 4.599 Btep azalmıştır. 2000-2013 döneminde ise rakam12.002 Btep olarak gerçekleşmiştir. 2000’li yıllarda da bilişim sektöründe ortaya çıkan yenilikler, teknolojinin gelişmesi yoğunluk etkisi sonucu enerji tüketimini azaltıcı bir etki yaratmıştır. 4.2. Türkiye Ekonomisinde Sektörel Enerji Tüketimine Her Bir Etkinin Katkısı Analizin bu bölümünde, Türkiye ekonomisindeki enerji tüketiminde her bir etkinin katkısı sektörel bazda incelenecektir.Sektörel bazda çıktı, yapısal ve yoğunluk etkisinin katkısı Tablo 2’de verilmiştir. Tablo 2. Türkiye Ekonomisinde Sektörel Enerji Tüketimine Her Bir Etkinin Katkısı (19702013, Tep) Hizmetler Sanayi Tarım Toplam Çıktı etkisi 48.687 28.568 3.850 81.105 Yoğunluk Etkisi -13.814 -8.664 -31 -22.509 Yapısal Etki 7.443 4.672 -2.860 9.255 Toplam 42.316 24.576 959 67.850 Tablo 2’de,sektörel enerji tüketiminin her bir etki bazında analiz edilmesi sonucu ulaşılan değerler verilmiştir. Tablo 2 incelendiğinde, çıktı etkisinin her sektör için pozitif çıktığı görülmektedir. Yani tüm sektörlerde üretimin artması kullanılan enerji miktarını arttırmıştır. Tablo 2’den görüldüğü üzere, çıktı etkisi tüm dönemde enerji tüketimini hizmetler sektöründe 48.687 Btep, sanayi 16 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27 sektöründe 28.568 Btep ve tarım sektöründe 3.850 Btep arttırmıştır. Benzer sonuçlar yapısal etki içinde elde edilmiştir. Tarım sektörü hariç yapısal etki enerji tüketimini arttırıcı etki yapmıştır. Yapısal etki enerji tüketimini hizmetler sektöründe 7.443 Btep ve sanayi sektründe 4.672 Btep arttırırken, tarım sektöründe 2.860 Btep azalttığı tespit edilmiştir. Daha önce de belirtildiği gibi hizmetler ve sanayi sektörünün milli gelir içindeki payının artması yapısal etkiyi pozitif hale getirmiştir. Ancak tarım sektörünün payının azalması yapısal etkinin tarım sektöründe enerji tüketimini 1970-2013 dönemi için 2.860 Btep düşürmesine neden olmuştur. Yapısal ve çıktı etkisinin aksine yoğunluk etkisi hizmetler ve sanayi sektöründe enerji tüketimini düşürürken tarım sektöründe arttırmıştır. Tablo 2’de de görüldüğü gibi, yoğunluk etkisi enerji tüketimini hizmetler sektöründe 13.814 BTep, sanayi sektöründe 8664 Btep ve tarım sektöründe de 31 Btep düşürmüştür. Türkiye İstatistik Kurumuile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın verilerine göre, hizmetler ve sanayi sektörlerinde milli gelir 1970 yılından 2013 yılına sırasıyla %476 ve %706 büyürken enerji tüketimleri %272 ve %643 oranında artmıştır. Halbuki tarım sektöründe milli gelir aynı dönemde sadece %69 artarken enerji tüketimi %897 oranında artmıştır. Yoğunluk etkisinin hizmetler ve sanayi sektörlerinde enerji tüketimini azalttığını, tarım sektöründe ise arttırdığını bu bulgular göstermektedir. Sonuçta yoğunluk etkisinin tüm sektörler itibariyle enerji tüketimini 9.683 Btep düşürdüğü söylenebilmektedir. Tablo 2’de sektörel enerji tüketiminin her bir etki bazında analiz edilmesi sonucu ulaşılan değerlerin verildiği belirtilmişti. Analizin devamında ise bu her bir sektör için çıktı, yapısal ve yoğunluk etkisinin seyri yıllar itibariyle incelenecektir. Bu bağlamda Şekil 4’te, hizmetler sektörü için çıktı etkisi, yapısal etki ve yoğunluk etkisi yıllık bazda gösterilmiştir. 17 A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN Şekil 4. Hizmetler Sektöründe Ayrıştırma Analizi (Btep) Buna göre Türkiye ekonomisinin hizmetler sektöründe enerji tüketimindeki artışta en önemli faktörün çıktı etkisi olduğu söylenebilmektedir. Tüm periyod düşünüldüğünde, çıktı etkisi hizmetler sektörü için 1980, 1994, 1999, 2001 ve 2009 yılları hariç pozitiftir. Çıktı etkisi açısından değerlendirildiğinde, hizmetler sektöründeki enerji tüketimi artışı 48.687 Btep olmuştur. 1980 öncesinde hizmetler sektöründe tüketim seviyesinin daha düşük olduğu görülmektedir. Örneğin 19701979 arasında çıktı etkisi tüketimi 6901 Btep arttırırken, 1980-1989 arasında 8.221 Btep, 1990-1999 arasında 10.361 Btep ve 2000-2013 arasında 23.204 Btep arttırıcı etki yapmıştır. Benzer şekilde yapısal etki de hizmetler sektöründe birincil enerji tüketimini 7443 Btep artırmıştır. 1974, 1978, 1980, 1986, 1988, 1991, 1994, 1998, 1999, 2001, 2002, 2006 ve 2009 yılları hariç yapısal etki pozitiftir. Buna karşılık yoğunluk etkisinin önceki iki etkinin tersine tüm dönem itibariyle hizmetler sektöründe enerji tüketimini 10.367 Btep düşürdüğü görülmüştür. 1974, 1976, 1980, 1982, 1986, 1988, 1991, 1994, 1995, 1999, 2001, 2003, 2007, 2008 ve 2009 hariç hep negatiftir. Türkiye ekonomisi için sanayi sektöründeki çıktı, yapısal ve yoğunluk etkisi de yıllar itibariyle Şekil 5’te gösterilmiştir. 18 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27 Şekil 5. Sanayi Sektörü Ayrıştırma Sonuçları (Tep) Sanayi sektöründe de çıktı etkisi 1979, 1980, 1994, 1999, 2001 ve 2009 yılları hariç pozitiftir. Özellikle 1980 yılından sonra ekonomik büyüme hızlandıkça enerji tüketimi de artmıştır. Çıktı etkisi 1970-1979 dönemi için enerji tüketimini 2567 Btep; 1980-1989 dönemi için 3.838 Btep; 1990-1999 dönemi için 6.463 Btep ve 2000-2013 dönemi için 17.159 Btep arttırdığı görülmüştür. Toplamda ise çıktı etkisi sanayi sektöründe enerji tüketimini 28.568 Btep arttırmıştır. Benzer şekilde yapısal etki de sanayi sektöründe enerji tüketimini 4.672 Btep arttırıcı etki yapmıştır. Ancak bu etki çıktı etkisi kadar çok olmamıştır. 1974, 1977, 1978, 1980, 1983, 1984, 1990, 1992, 1995, 1996, 1998, 2000, 2001, 2002, 2010, 2012 ve 2013 yılları hariç pozitif olmuştur. Halbuki yoğunluk etkisinin tıpkı hizmetler sektöründe olduğu gibi sanayi sektöründe de 8.664 Btep’lik tasarrufa neden olduğu tespit edilmiştir. 1980 öncesinde sanayi sektörü enerji tüketimini 139 Btep ile düşük miktarda tasarruf etkisi yapmıştır. 24 Ocak kararlarıyla uygulamaya konulan programdan sonra yoğunluk etkisi, sanayi sektörü enerji tüketimini 1980-1989 dönemi için 1.127 Btep, 1990-1999 dönemi için 336 Btep’lik arttırmıştır. 20002013 dönemi için ise 7.733 Btep düşürmüştür. Şekil 6’da ise tarım sektörü için çıktı, yapısal ve yoğunluk etkisinin 1971-2013 yılları arasındaki seyri görülmektedir. 19 A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN Şekil 6. Tarım Sektörü Ayrıştırma Analizi Sonuçları (Tep) Şekil 6’dadagörüldüğü üzere,tarım sektörü, sanayi ve hizmetler sektöründen farklı bir yapı arz etmektedir. Milli gelir ve birincil enerji tüketimi içindeki sınırlı payı dolayısıyla her üç etkinin büyüklüğü diğer iki sektörde olduğundan daha azdır. Çıktı etkisi çoğunlukla pozitif değerler almıştır. Enerji tüketiminin 1970-1979 dönemi için 323 Btep, 1980-1989 dönemi için 584 Btep, 1990-1999 dönemi için 876 Btep ve 2000-2013 dönemi için 2.152 Btep arttırdığı tespit edilmiştir. Tüm dönem itibariyle neden olduğu artış ise 3.850 Btep’dir. Hizmetler ve sanayi sektörlerinin aksine tarım sektöründeki enerji tüketimi artışının asıl kaynağı yoğunluk etkisidir. Yoğunluk etkisinin diğer sektörlerin aksine tarım sektöründe tüketimi arttırıcıbir rol üstlendiği söylenebilir. 1973, 1974, 1975, 1979, 1990, 1992, 1995, 1996, 1998, 2003, 2009, 2010, 2012 ve 2013 yılları hariç pozitiftir. Tüm dönem itibariyle sektörel enerji tüketimini 31 Btep düşürmüştür. Yapısal etkiye bakılırsa, hizmetler ve sanayi sektörünün aksine tarım sektöründe enerji tüketimini azaltıcı rol oynamıştır. Tüm dönem boyunca iseenerji tüketimini 2.806 Btep düşürdüğü belirlenmiştir. 5. SONUÇ Endüstri devriminden beri enerji, ekonomik kalkınma ve büyümenin önemli kaynaklarından biri olmuştur. Dünya üzerinde insan yaşamı bir şekilde enerjiye 20 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27 bağımlıdır. Modern dünyada ulaştırmadan lojistiğe, iletişimden güvenliğe ve sağlığa kadar tüm alanlar da enerji en önemli girdilerden biri olmuştur. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler söz konusu olunca enerjinin önemi daha da artmaktadır. Çünkü 2013 yılı itibariyle dünya birincil enerji tüketiminin %56’sını gelişmekte olan ülkeler gerçekleştirmiştir ve bu oranın önümüzdeki dönemlerde de artması beklenmektedir. Enerji alanındaki pek çok çalışma göstermektedir ki yeterli miktar ve kalitede enerjiye hem düşük maliyetlerle ulaşılmalı hem de bunun çevreye verebileceği zarar minimize edilmelidir. Ayrıştırma analizi sonuçları, sektörel enerji tüketimi ile üretim artışının yakından ilerlediğini göstermektedir. Ekonomik kriz yılları hariç üretim arttıkça kullanılan enerji miktarı artmaktadır. Çalışmada, çıktı etkisinin (tüketimdeki toplam büyümenin %104’ü) Türkiye ekonomisindeki enerji tüketim artışının en önemli nedeni olduğu tespit edilmiştir. Ekonomideki enerji yoğun sektörlerin (çimento, kağıt, demir-çelik, rafineri) daha az enerji yoğun sektörlere göre (bilgi teknolojileri, yazılım sanayi gibi) önemli bir yer tutmasından dolayı toplam etkiye en büyük katkı çıktı etkisinden geldiği, diğer iki etkinin katkısının ise sınırlı kaldığı görülmüştür. Ekonomik büyüme ile daha az enerji yoğun sektörlerin ve hizmetler sektörünün milli gelir içindeki payının ve buna bağlı olarak yoğunluk etkisi ile yapısal etkinin katkısının artması beklenmektedir. Diğer yandan çıktı etkisinin bu derece etkin olması enerji arz güvenliği açısından risk oluşturmaktadır. Çünkü Türkiye ekonomisinin dış enerji kaynaklarına bağımlılığı yüksektir. Enerji arzında bir kesinti olduğu takdirde toplam çıktıda aksaklık meydana gelmesi kaçınılmazdır. Bu bağlamda enerji politikalarında arz güvenliğine önem vermek, enerji kaynaklarını ülke ve kaynak çeşidi bakımından zenginleştirmek önemlidir. Ayrıştırma analizi sonuçlarına göre yoğunluk etkisinin tüm dönem boyunca iki farklı eğilim izlediği tespit edilmiştir. 24 Ocak kararlarından önce artan eğilimdeyken, 1980 sonrasında uygulamaya konulan yeni ekonomik programla birlikte düşme eğilimine girmiştir. Tüm dönem sonunda ise enerji tüketimini 9683 Tep düşürmüştür. Bu eğilim Türkiye ekonomisinde sanayi ve hizmetler sektörlerinde etkin enerji yönetiminden ve enerji verimliliği tekniklerinden 21 A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN yararlanıldığını göstermektedir. Türkiye buna rağmen enerji verimliliği ve enerji yoğunluğunda Avrupa ülkelerinin gerisindedir. Enerji yoğunluğundaki düşüş eğilimi de daha yavaştır. Bu yüzden Türkiye enerji koruma politikalarına ve enerji verimliliği tekniklerine daha çok önem vermelidir. Özellikle hizmetler sektöründeulaşım modlarının dağılımında denge sağlanmalı ve maliyetler düşürülmelidir. Halbuki karayolları, Türkiye’de ulaştırma sektöründe en büyük paya sahiptir. Demiryollarının, havayollarının ve denizyollarının uzun yıllar ihmal edilmesi neticesinde karayolları temel ulaşım tipi olmuştur. Karayollarının yolcu ve yük taşımacılığındaki payı %90’ın üzerindedir. Son olarak Türkiye ekonomisinde, bilgi teknolojileri gibi enerji yoğunluğu az olan sektörlere önem verilmelidir.Böylelikle hem enerji talebi üzerindeki baskı azalacak hem de daha az enerji kullanarak daha çok katma değer yaratılabilecektir. Diğer yandan nihai kullanıcıların günlük hayatlarında enerji verimliliğine dikkat etmeleri konusundaki bilinç arttırılmalıdır. Ayrıca, doğal gaz, petrol ve elektrik dağıtım ve iletim sistemlerindeki kayıp ve kaçaklar mümkün olan en az orana indirilmelivegerekli rehabilitasyon yatırımları yapılmalıdır. Enerjinin korunması ve verimli kullanılmasında ısı ve güç-kojenerasyon sistemleri, merkezi ısınma, atık ısı ve gaz geri dönüşümü gibi enerji tasarruf tekniklerine gerekli yatırımlar yapılmalıdır. Analiz sonuçları Türkiye ekonomisinde yapısal etkinin sanayi ve hizmetler sektöründe enerji tüketimini arttırdığını, tarım sektöründe ise düşürdüğünü göstermiştir. Nihai olarak toplamda enerji tüketimini 9.309 Btep arttırmıştır. Daha önce de değinildiği gibi sanayi ve hizmetler sektörünün milli gelir içindeki payının artması yapısal etkisini pozitife döndürmüş ve ilgili sektörlerde enerji tüketiminde artışa yol açmıştır. Tersine tarım sektörünün milli gelir içindeki payının azalması tarım sektöründe yapısal etkinin, enerji tüketiminde düşürücü etki göstermesine yol açmıştır. Halbuki daha az enerji yoğun sektörlerin milli gelir içindeki payının artarak yapısal etkinin enerji tüketiminde düşürücü etki göstermesi beklenir. Örneğin gelişmekte olan ülkelerde ileri malzemeler sektörü veya bilgi teknolojileri gibi enerji yoğunluğu az sektörlerin gelişimi gelişmiş ülkelerde olduğundan daha 22 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27 azdır. Böylelikle yapısal etki sadece enerji tüketimini düşürme eğilimi içine girmeyecek aynı zamanda enerji yoğunluğu daha hızlı düşecektir. 1980 dönüşümünden sonra dışa açılmanın hızlanması, hızlı nüfus artışı ve artan şehirleşme, ekonomik büyüme ve kalkınma gibi faktörlerin etkisiyle enerji tüketiminin önemli derecede değişim gösterdiği belirlenmiştir. Halbuki çıktı etkisi hala Türkiye ekonomisi enerji tüketim artışı üzerindeki en önemli faktördür ve enerji yoğunluğundaki düşüş eğilimi gelişmiş ülkelerdeki kadar hızlı değildir. Ayrıca Türkiye ekonomisinin dış enerji kaynaklarına bağımlılığı risk oluşturacak kadar yüksektir. Bu yüzden Türkiye ekonomisi kendi enerji kaynaklarını geliştirmeli, enerji arz güvenliğine daha çok önem vermeli, enerji yoğunluğu az olan sektörlerin milli gelir içindeki payını arttırmalıdır. Ayrıca yeni enerji santrallerine, dağıtım ve iletim şebekelerine, enerji üretimine daha çok yatırım yapmalı, sahip olduğu zengin yenilenebilir enerji potansiyelinden daha fazla yararlanmalıdır. Tüm bunların yanı sıra kullanıcılar enerji koruma politikaları ve enerji verimliliği konusunda daha çok bilinçlendirmelidir. KAYNAKÇA ANG B.W., LIU F. L., CHUNG H. S. (2004), “A Generalized Fischer Index Approach to Energy Decomposition Analysis”, Energy Economics 26, 757-763. ANG B. W. (2004), “Decomposition Analysis for Policy Making in Energy: Which Is Preferred Method?”, Energy Policy, Volume 32. ANG B. W. (2005), “The LMDI Approach to Decomposition Analysis; A Practical Guide?”, Energy Policy, Volume 33. CORNILLIE J., FRANKHAUSER S. (2004), “The Energy Intensity of Transition Countries”, Energy Economics 26 (2004), 283-295. ÇINAR, S., YILMAZER, M. (2015), “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Belirleyicileri ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Gelişmekte Olan Ülkeler Örneği”, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:30, Sayı:1, Yıl:2015, ss. 55-78 DELLOITE (2010), Deloitte and Republic of Prime Ministry Investment Support and Promotion Agency (August 2010), Turkish Energy Industry Report, httpwww.invest.gov.tren-USinfocenterpublicationsDocuments energy.industry.pdf. 23 A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN DTM-Dış Ticaret Müsteşarlığı (2006), Türkiye’de Enerji Üretim ve Tüketimi http://www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/EAD/KonjokturIzlemeDb/teut.doc (07.10.2014). EDIGER, V., AKAR S., UĞURLU B. (2006), Forecasting Production of Fosil Fuel Sources, in Turkey Using a Comperative Regression and ARIMA Model, Energy Policy 34 (2006), 3836-3846. EDIGER V. HUVAZ Ö. (2006), Examining the Sectoral Energy Use in Turkish Economy (1980–2000) With the Help of Decomposition Analysis, Energy Conversation and Management, Volume 47. ETKB (Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı) Enerji Dengesi Tabloları, 1970-2013. GRANEL, F. (2003), A Comperative Analysis of Index Decomposition Methods, Master Thesis, National University of Singapore, Department of Industrial and Systems Engineering, Singapore. GREENING L.A., WILLIAM B.D., Schipper L., Khrushch M. (1997), Comparison of Six Decomposition Methods: Application to Aggregate Energy Intensity for Manufacturing in 10 OECD Countries, Energy Economics 19 (1997) 375-390. JOBERT T., and KARANFİL, F. (2007) Sectoral Energy Consumption by Source and Economic Growth: The case of Turkey, January 2007, Energy and Environmental Modeling 2007 24000019, EcoMod. KORKMAZ, Ö. ve DEVELİ A. (2012), Türkiye’de Birincil Enerji Kullanımı, Üretimi ve Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) Arasındaki İlişki, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:27, Sayı:2, Yıl:2012, ss.1-25. LISE W., and MONTFORT K., V. (2007) Energy Consumption and GDP in Turkey: Is There a Co‐Integration Relationship?Energy Economics 29 (2007) 1166–1178. MA C., STERN D. I. (2008), China’s Changing Energy Intensity Trend; A Decomposition Analysis, Energy Economics 30 (2008) 1037–1053, Volume 30. RME - Republic of Ministry of Economy, Turkey Economic Outlook, http://www.tcp.gov.tr/english/turkey/pdfView.cfm?subID=2 (12.09.2015). 24 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27 STEENHOF, P. A. (2006), Decomposition of Electricity Demand in China’s Industrial Sector, Science Direct Energy Economics, Energy Economics, Volume 28. TPAO (2010), Oil and Natural Gas Sector Report 2010 http://www.tpao.gov.tr/tpfilesuserfilesfilesCrude_Oil_and_Natural_Gas_Sector_R eport-Updated.pdf, (22 Eylül 2014). YILMAZ, M., and ATAK, M. (2010)Decomposition Analysis of Sectoral Energy Consumption in Turkey, Energy Sources, Part B: Economics, Planning, and Policy, 5:2, 224-231,DOI: 10.1080/15567240802533203. ZAMANI, M. (2007) Energy Consumption and Economic Activities in Iran, Energy Economics 29 (2007) 1135–1140. 25 Yapısal Etki 435.37 737.42 79.83 -591.17 156.26 846.29 307.68 -197.73 1,280.01 235.43 725.64 558.08 386.64 -138.59 479.86 244.74 Çıktı Etkisi 972.47 1,399.26 661.94 1,209.56 1,671.94 2,701.61 914.88 419.63 -159.94 -640.13 1,280.74 979.78 1,419.22 1,965.24 1,305.92 2,218.41 Yıllar 1971 1972 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 -816.14 -834.78 -411.65 -1,212.86 389.14 -1,955.38 1,628.71 -2,779.08 -375.90 996.43 -1,424.91 -126.21 491.60 487.22 -187.67 -665.83 Yoğunluk Etkisi 1,647 951 1,415 593 1,927 51 1,224 -1,659 -154 2,219 2,123 1,702 1,11 1,229 1,949 742 Toplam Etki 26 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 1997 1996 1995 1994 1993 Yıllar Ek-1. Yıllar İtibariyle Enerji Tüketiminin Her Bir Etki Bazında Ayrıştırılması 502.98 3,457.07 4,723.69 5,457.93 5,803.08 3,091.36 3,349.63 -3,342.42 3,689.87 -1,840.36 1,675.82 3,942.78 3,436.78 3,211.86 -2,527.63 3,434.05 Çıktı Etkisi -61.85 404.64 294.40 305.58 342.58 293.39 -228.32 417.95 368.34 657.97 -583.16 858.00 -652.99 -78.91 298.32 -343.42 Yapısal Etki A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN -,538.12 1,178.28 -246.09 -4,090.51 -2,207.67 1,827.24 148.69 -2,304.54 2,456.79 -113.61 -2,327.66 -2,152.78 1,633.20 1,464.05 86.31 337.37 Yoğunluk Etkisi -3,097 5,04 4,772 1,673 3,938 5,212 3,27 -5,229 6,515 -1,296 -1,235 2,648 4,417 4,597 -2,143 3,428 Toplam Etki 538.24 226.68 225.47 -437.57 724.66 23.31 3,214.99 799.47 98.39 3,545.72 377.90 2,443.27 1987 1988 1989 1990 1991 1992 -1,134.59 -306.56 -2,085.15 488.14 249.85 150.77 1,332 796 1,023 812 1,276 3,904 27 2013 2012 2011 2010 2009 4,110.00 1,750.56 6,828.03 6,842.83 -3,750.07 63.89 -111.47 74.88 460.15 -317.06 -2,847.50 468.92 -4,304.91 -3,811.98 5,270.13 1,326 2,108 2,598 3,491 1,203 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27 Yayın Geliş Tarihi: 30.11.2015 Yayın Kabul Tarihi: 22.05.2016 Online Yayın Tarihi: 22.12.2016 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58 Kredi Kanalı İle Aktarım: Bireysel Krediler Üzerine Bir Uygulama Oğuz KARA1 Neslihan Akın ÖZDEMİR2 Öz Bu çalışmanın amacı, para politikalarının bireysel kredi arzı üzerindeki etkisini Türkiye örnekleminden hareketle kamu ve özel bankalar düzeyinde analiz etmektir. Türkiye’de faaliyet göstermekte olan kamu ve özel sermayeli mevduat banklarının tamamı analize dahil edilerek 2003:01-2013:10 dönemini kapsayacak şekilde ARDL sınır testi ve VAR metodolojisi ile analiz edilmiştir. Analiz sonuçlarına bağlı olarak kamu ve özel sermayeli mevduat bankalarının kredi arzlarının para politikası aracı olan borç verme faiz oranlarından uzun dönemde negatif yönde etkilendiği sonucuna ulaşılmıştır. Para politikası değişimlerinin kamu bankalarının bireysel kredi arzlarında 9 ay gibi bir süre ile etki ettiği bu sürenin özel sermayeli bankalarda daha kısa süreli olduğu görülmektedir. Anahtar Kelimeler: Parasal Aktarım Mekanizması, Bireysel Kredi Kanalı, ARDL Sınır Testi, VAR Analizi JEL Sınıflandırma Kodları: E42, E44, E51, E52 Transmission Via The Credit Channel : An Application on Individual Credits Abstract The aim of this study is to analyse the effects of the money policies on individual credit supply on the level of private and public banks by considering the Turkey example. The public and private deposit banks which are operating in Turkey completely included in the analyse and, examined with ARDL bound test and VAR methodology covering the 2003:012013:10 period. Based on the results of the analysis, in longterm, it has been concluded that credit supply of public and private capital deposit banks have been negatively affected from lending interest rates as a monetary policy tool. It can be seen that the changes on the monetary policies effect the credit supplies of public banks for 9 months period and that duration is less on the private banks. Keywords: Monetary Transfer Mechanism, IndividualCredit Channel, ARDL Bound Test, VAR Analyse JEL Classification Codes: E42, E44, E51, E52 1 Yrd. Doç. Dr., Düzce Üniversitesi, İşletme Fakültesi, İşletme Bölümü, [email protected] 2 Neslihan AKIN ÖZDEMİR, Düzce Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme ABD. Yüksek Lisans Öğrencisi , [email protected] O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR 1. GİRİŞ Finansal sistemin gelişmesine bağlı olarak parasal aktarım mekanizmaları ve bu mekanizmaların reel ekonomi üzerindeki etkilerinin belirlenmesi önem kazanmıştır. Merkez bankaları açısından uygulanan politikaların ekonomi üzerindeki etkilerini doğru değerlendirebilmek, etkin para politikası araçlarını seçebilme ve hedefleri gerçekleştirme konusunda belirleyici bir rol oynamaktadır. Parasal aktarım mekanizmaları, firma ve hane halkının tüketim kararları, yatırım kararları ve finansal aracıları etkilemek suretiyle toplam talebi ve fiyatlar genel düzeyini etkileyen para politikası kanallarıdır (Dabla vd,, 2006: 4). Bu kanallar geleneksel faiz oranı kanalı, varlık fiyatları kanalı (hisse senedi kanalı ve döviz kuru kanalı), kredi kanalı ve beklentiler kanalı olarak sıralanabilir (Mishkin, 2006:597-601). Para politikası değişiklikleri, özellikle ticari bankaların kredi arzını etkilemektedir. Kredi arzındaki değişiklikler ise karar birimlerinin dış finansman primi üzerinde belirleyici rol oynamaktadır. Banka kredi arzının herhangi bir nedenle kesintiye uğraması halinde, bankaya bağımlı borçlular fon ihtiyaçlarını karşılamak için yeni bir kreditör bulmak vb. maliyetlere katlanmak zorunda kalmaktadırlar (Gündüz, 2001: 16). Türkiye’de bankacılık sektörünün derinliği ve aracılık fonksiyonunun önemi, banka kredileri kanalıyla aktarım mekanizmasının incelenmesini gerekli kılmaktadır. Türkiye özelinde bireysel kredilerin artış oranı ve finansal istikrar üzerindeki olası etkileri 2014 yılı başından itibaren önem kazanmıştır. Bu nedenle TCMB tarafından alınan ihtiyati önlemler bireysel krediler üzerine yoğunlaşmıştır. Parasal aktarım mekanizması konusunda yapılan teorik ve uygulamalı çalışmaların büyük bir çoğunluğu, toplam banka kredileri büyüklüğünün ve bu büyüklüğün reel ekonomi üzerindeki etkilerini incelenmesinden oluşmaktadır. Bu çalışma, banka kredi kanalıyla parasal aktarım mekanizmasını daha spesifik bir 30 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58 boyutta ele alarak yalnız bireysel kredi arzını ele almaktadır. Para politikası araçlarından olan borç verme faiz oranındaki değişimlerin bankaların bireysel kredi arzlarına etki edip etmediği, bu etkinin süresi ve kamu - özel banka ayrımının etkili olup olmadığını belirlenerek literatürdeki uygulamalı çalışmalara katkı sağlamak amaçlanmıştır. Uygulamalı literatür çalışmalarının çok büyük bir kısmının toplam krediler veya ticari kredileri üzerinde yoğunlaşmış olması dikkate alındığında çalışmanın uygulamalı literatürün çeşitliğini artırma konusunda katkı sağlayacağı düşünülmektedir. 2. TEORİK ÇERÇEVE: BANKA KREDİLERİ KANALI İLE AKTARIM Kredi kanalı teorisi, para politikasının faiz oranları üzerindeki doğrudan etkisi ile firmaların dış kaynak maliyeti ile iç kaynak maliyeti arasındaki fark olan dış finansman priminde meydana getireceği endojen değişikler üzerine yoğunlaşmaktadır. Dış finansman priminin büyüklüğü, borç verenlerin elde edecekleri beklenen getiriler ile potansiyel borçluların katlanacakları maliyetler arasında dengesizlik yaratarak, kredi piyasasında aksaklıklara yol açmaktadır. Kredi kanalı yaklaşımına göre açık piyasa faiz oranlarını yükselten ya da düşüren para politikasındaki bir değişim, dış finansman primini de aynı yönde değiştirme eğilimindedir. Para politikasının dış finansman primi üzerindeki bu etkisinden dolayı para politikasının borçlanma maliyeti üzerindeki etkisi ve sonuç olarak reel harcamalar ve aktiviteler üzerindeki etkisi artmaktadır (Bernanke ve Gertler, 1995:27-28). Merkez bankası tarafından alınan tedbirlerin, kredi piyasalarındaki dış finansman primi üzerinde nasıl etkili olduğu iki olası mekanizma ile açıklanabilir. Bunlardan ilki bilanço kanalı iken diğeri banka kredi kanalıdır. Bilanço kanalı; para politikası değişikliklerinin borçluların net değer, nakit akışı ve likit varlıklar gibi değişkenleri de içeren bilanço ve gelir tablosu üzerindeki olası etkilerini açıklamaktadır. Banka kredi kanalı ise para politikası faaliyetlerinin bankaların (mevduat olarak para yatırılabilen işletmeler) kredi arzı üzerindeki olası etkilerine odaklanmaktadır (Bernanke ve Gertler, 1995:29). 31 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR Parasal aktarımın banka kredi kanalı aşağıdaki gibi çalışmaktadır. Genişletici para politikası banka rezervleri ve mevduatlarını artırarak bankaların verebilecekleri kredilerinin miktarını arttırır. Kredilerdeki bu artış ise başta yatırım olmak üzere toplam harcamaları arttırmaktadır (Mishkin, 1996: 9). ↑→ ↑→ ↑→ ↑→ ↑ Banka kredi kanalının önemi iki faktöre göre belirlenir. Bunlar para politikasının bankaların kredi arzını etkileme gücü ve borçluların banka kredilerine bağımlılığıdır. Para politikasının bankaların kredi arzı üzerindeki etkisi bankacılık sektörünün karakteristiğine bağlıdır. Zayıf bir bankacılık sistemine sahip olan ve doğrudan sermaye erişimi zayıf olan ülkelerde para politikasındaki değişimlere piyasa daha büyük hassasiyet göstermektedir. Buna karşılık büyük ölçekli ve sağlıklı bankalara ve gelişmiş sermaye piyasalarına sahip ülkelerde ise para politikasındaki değişikliklere piyasalar daha az duyarlıdırlar. Dolayısıyla banka ölçeği, piyasa yoğunlaşması, sermaye büyüklüğü ve toplam aktifler arasındaki likit aktiflerin payı para politikasının kredi arzı üzerindeki etkisini belirlemede önemli değişkenlerdir.(Cecchetti, 1999:2; Juks, 2004:12). Düşük sermaye piyasası kapitalizasyonu banka aktifleri ve kredileri ile kıyaslandığında daha yüksek banka bağımlılığı ve daha güçlü banka kredi kanalı anlamına gelmektedir. (Benkovskis, 2008:7). Banka kredi kanalını Bernanke ve Blinder’ın (1988) CC-LM modeli ile ifade etmek mümkündür. Bernanke ve Blinder’in tam ikame ilişkisi ve kredi tayınlamasını terk ederek geliştirdikleri modellerinde, para, tahvil ve kredi olmak üzere üç varlık bulunur. Bu modelde IS eğrisinin yerini CC (mal ve kredi) eğrisi almaktadır. CC eğrisi de IS eğrisi gibi negatif eğimlidir ancak IS eğrisinden farklı olarak para politikası ve kredi piyasasındaki şoklar karşısında yer değiştirir. Bu analizde IS-LM analizinden farklı olarak LM ile birlikte CC eğrisi de kaymakta ve bunun sonucunda da para politikasının etkisi artmaktadır (Bernanke ve Blinder, 1988:436-437). 32 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58 Şekil 1. Daraltıcı Para Politikası Kaynak: Bajec ve Lambsdorff, 2006:5. Yukarıdaki şekilde ekonomi başlangıçta A noktasında dengede iken daraltıcı bir para politikası sonucunda CC0 eğrisi sola kayarak CC1 eğrisi halini, LM0 eğrisi de aynı şekilde sola kayarak LM1 eğrisi halini alır. Bu durumda yeni denge noktası B noktası olacaktır. Yeni denge noktasında GSYH ycc olacaktır. CC0 eğrisini IS eğrisi olarak düşünürsek para politikasındaki değişiklik LM0 eğrisini şekilde sola kaydırarak LM1 eğrisi halini almasını sağlayacak fakat IS eğrisinin yerini değiştirmeyecektir. Bu durumda denge noktası, A noktasından C noktasına kayacaktır. Yeni denge noktasında GSYH yıs kadar olacaktır. Sonuç olarak IS-LM modeli ile kıyaslandığında daraltıcı bir para politikası neticesinde GSYH, IS-LM modeline göre daha fazla azalmaktadır (Bajec ve Lambsdorff, 2006:4-5). Kashyap ve Stein’e (1993:8-9) göre Bernanke ve Blinder tarafından geliştirilen bu modelin parasal aktarım mekanizmasının kredi kanalı olarak geçerli olabilmesi için aşağıdaki üç şartı taşıması gerekmektedir: Bazı firmaların bilançolarının pasifinde yer alan aracılık kredileri ile açık piyasa tahvilleri arasında tam ikame olmamalıdır. Böylece bu firmalar 33 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR kamu sektöründe yer alan hane halkı sektöründen doğrudan borçlanarak kredi arzında meydana gelebilecek bir azalmayı telafi edemeyeceklerdir. Merkez bankası aracılık kredilerinin arzını, bankacılık sistemi içindeki mevcut rezervlerin miktarını değiştirerek etkileyebilmelidir. Eğer bu şart sağlanmazsa aracı kurumlar arbitraj yapacaklardır. Fiyat yapışkanlığı olmalıdır. Eğer fiyat yapışkanlığı olmazsa nominal rezervlerdeki değişiklik fiyatlarda da aynı oranda bir değişikliğe neden olarak banka ve firmaların bilançolarında reel anlamda bir değişikliğe neden olmaz. Bu durumda hem kredi kanalında hem de geleneksel para kanalında para politikalarının reel bir etkisi olmayacaktır. 3. LİTERATÜR Banka kredi kanalı ile parasal aktarım mekanizmasına yönelik olarak yerli ve yabancı uygulamalı literatürde çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Ancak bu çalışmaların çok büyük bir kısmı para politikalarının bankaların toplam kredileri veya ticari kredi arzları üzerindeki etkilerine yöneliktir. Farklı ülke ve ülke gruplarına ait seçilmiş uygulamalı çalışmaların bir kısmı aşağıda sıralanmıştır. Yabancı literatür incelendiğinde çalışmaların büyük bir kısmında banka kredi kanalıyla aktarım mekanizmasının çalıştığı, para politikasının mevduat hacmini daralttığı, bankaların kısa vadede mevduat hacmindeki azalmaya menkul kıymet satarak tepki gösterdikleri bulgularına ulaşılmıştır (Bernanke ve Blinder 1992; Hülsewig vd., 2001; Takeda vd., 2005; Alfaro vd., 2003; Westerlund 2003; Holtemöller 2002; Ahmed ve Islam 2004; Hsing 2014; Fuinhas 2006;; Aban 2013; Erdoğan ve Beşballı 2009; Sun vd., 2010; Juks 2004). Ayrıca çalışmaların büyük bir kısmında likidite ve sermayesi düşük bankalar arasında kredi kanalı ile aktarımın daha belirgin olduğu vurgulanmıştır. Yerli literatür incelendiğinde daraltıcı para politikalarının bankaların kredi arzlarını azalttığı ve bu azalmanın menkul kıymet portföylerine oranla daha belirgin olduğu sonuçlarına ulaşılmıştır ( Gündüz, 2001; Cengiz ve Duman 2008; 34 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58 Adanur Aklan ve Nargeleçekenler 2008; Erdoğan ve Beşballı, 2009; Alper ve diğerleri 2012) Bunun yanı sıra Türkiye ekonomisi için banka kredi kanalının varlığına ilişkin herhangi bir potansiyel bulguya ulaşılamadığına yönelik çalışmalarda mevcuttur (Çavuşoğlu, 2002; Örnek 2009) 4. YÖNTEM Kredi kanalıyla aktarım mekanizmasının hesaplanılmasına yönelik olarak teorik ve uygulamalı literatürden hareketle iki alt model kurgulanmıştır. İlk modelde para politikalarının kredi kanalıyla reel ekonomiye geçişini temsilen kamu bankaları referans alınmış iken ikinci modelde söz konusu aktarımın özel sermayeli mevduat bankaları üzerinden nasıl gerçekleşeceği kurgulanmıştır. İki model ile banka kredileri kanalı ile aktarımın sürecinde, para politikalarının banka türleri üzerinde farklı etkileri olup olmadığı belirlenmesi amaçlanmıştır. Kurgulanan modeller aşağıdaki gibidir: Ltkközel Ltkkkamu β β β1 Rt β1 Rt ε (1) ε (2) Yukarıda kurulan modeller ARDL sınır testi ve VAR sistem yaklaşımı yöntemleri ile analiz edilmişlerdir. Söz konusu test yöntemlerinin temel çalışma algoritmaları kısaca şu şekilde açıklanabilir. Zaman serisi ekonometrisi yaklaşımında ele alınan modellerde değişkenlerin durağan olduğu varsayılır. Bu, etkin ve tutarlı tahminler için gerekli bir varsayımdır (Kara vd., 2012: 84). Zaman serilerinin ortalaması, varyansı ve kovaryansı zamana bağlı olarak değişmemekle birlikte serinin dağılımı da zaman içinde değişmiyorsa zaman serisi güçlü durağan olarak ifade edilir (Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2007: 59). Seriler arası uzun dönemli ilişkinin varlığını test etmek için geliştirilen Engle ve Granger (1987) yöntemi ve Johansen ve Juselius (1990) koentegrasyon testinde kullanılacak tüm serilerin aynı düzeyde durağan olmasını gerektirmektedir. 35 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR Kullanılan seriler farklı durağanlık derecelerinde ise bu testler güvenirliğini yitirmektedir (Özşahin, 2012:394). Pesaran ve Shin (1995) ve Pesaran vd. (2001) bütünleşme dereceleri farklı olan serilere koentegrasyon yönteminin uygulanabilmesine olanak sağlayan ARDL yaklaşımını geliştirmişlerdir. Bu yaklaşım modeldeki serilerin I(2) olması dışında, bütünüyle I(0) veya I(1) olup olmadığına bakılmaksızın uygulanabilmektedir. Ayrıca, sınır testi küçük örneklemler için de oldukça etkindir (Altıntaş, 2013:273). Sınır testi için Olağan En Küçük Kareler (OEKK) yöntemi ile bir kısıtlanmamış hata düzeltme modelinin (Unrestricted Error Correction Model, UECM) tahmin edilmesi gerekir (Uluyol vd., 2014:76). Bu mekanizmanın çalışmamızda kamu sermayeli bankalara uyarlanmış şekli trendsiz (eşitlik 3) ve trendli (eşitlik 4) olmak üzere aşağıdaki gibidir: m ΔLtkkkamut = β0 β1i ΔLtkkkamut-i β2i ∆Rt-i β3 Ltkkkamut-1 i=1 β4 Rt-1 (3) ut m ΔLtkkkamut = β0 + β1 β2i ΔLtkkkamut-i i=1 β4 Ltkkkamut-1 β5 Rt-1 β3i ∆Rt-i (4) ut Yukarıdaki denklemlerde m optimum gecikme uzunluğunu ifade etmektedir. Sınır testinin uygulanabilmesi için öncelikle, OEKK yöntemiyle yukarıda yer alan UECM’ler tahmin edilirken gecikme uzunluğunun belirlenmesi gerekir (Şahinoğlu vd., 2010:36). Ayrıca sınır testinin geçerliliği için hata terimleri arasında ardışık bağımlılık olmaması gerekir (Pesaran vd., 2001:311). Değişkenler arasındaki koentegrasyon ilişkisinin varlığını test etmek için bağımsız ve bağımlı değişkenlerin tahmininde yer alan birinci dönem gecikmelerine Wald testi uygulanır. Bu test için sıfır hipotezi 36 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58 Eşitlik 3 için 0 (5) Eşitlik 4 içinse 0 (6) şeklinde kurulur. Wald testi sonucunda elde edilen F istatistiği Pesaran vd. (2001) tarafından oluşturulan tablodaki alt ve üst kritik değerleri ile karşılaştırılır. Hesaplanan F istatistiği kritik değerler arasında yer alıyorsa herhangi bir kesin yorum yapılamaz. Eğer hesaplanan F istatistiği kritik alt sınır değerinden küçükse değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişkinin olmadığını ifade eden sıfır hipotezi reddedilemez..Son olarak, hesaplanan F istatistiği kritik üst sınır değerinden büyükse sıfır hipotezi reddedilerek değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişkinin varlığı kabul edilir (İrhan vd., 2011:52). Değişkenler arasında koentegrasyon ilişki tespit edilirse uzun ve kısa dönemli ilişkileri belirlemek için ARDL modeli kurulmaktadır (Uluyol vd., 2014:77). Çalışmamıza uyarlanmış uzun dönem denklemleri aşağıdaki gibidir: Eşitlik 3 için Uzun Dönem Denklemi m Ltkkkamut = β0 + n β1i Ltkkkamut-i i=1 β2i Rt-i ut (7) i=0 Eşitlik 4 için Uzun Dönem Denklemi m Ltkkkamut = β0 + β1 β2i Ltkkkamut-i β3i Rt-i ut (8) i=1 ARDL yönteminde uzun dönemli katsayıların tahmininde (p+1)k sayıda regresyon her bir değişkenin optimal gecikme uzunluğunun belirlenmesi için tahmin edilir. Burada p maksimum gecikme uzunluğunu k ise denklemdeki değişken sayısını göstermektedir (Hossain, 2008:307). Kısa dönem dinamiklerinin 37 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR ARDL özellikleri ise aşağıdaki biçimde bir hata düzeltme modeli oluşturularak elde edilebilir (Duasa, 2007:26): Eşitlik 3 İçin Hata Düzeltme Denklemi m ΔLtkkkamut = β0 + β1 ECMt-1 n β2i ΔLtkkkamut-i i=1 β3i ΔRt-i ut (9) i=0 Eşitlik 4 İçin Hata Düzeltme Denklemi m ΔLtkkkamut = β0 + β1 β2 ECMt-1 β3i ΔLtkkkamut-i i=1 β4i ∆ Rt-i (10) ut Eşitlik 3 ve 4 için hata düzeltme denklemlerinde yer alan ECMt-1 değişkeni uzun dönem ilişkisinden elde edilen hata terimlerinin bir dönem gecikmeli değeridir. Bu değişkenin katsayısının negatif olması beklenir. (Hasan ve Nasir, 2008:510; Budha, 2012:4). ARDL modelinin uygunluğunu belirlemek için tanısal testler ve istikrar testleri yapılır. Bu tanısal testlerle modelle ilgili otokorelasyon, fonksiyonel biçim, normallik ve değişen varyans durumu incelenir. İstikrar testleri ardışık hataların kümülatif toplamı (CUSUM) ve ardışık hata karelerinin kümülatif toplamı (CUSUMQ) kullanılarak yapılır (Shahbaz vd., 2008:188; Ghafoor vd., 2014:90). Modelde kullanılan diğer bir yöntemde VAR analizidir. İktisadi değişkenler, karşılıklı olarak sürekli bir etkileşim halinde olduklarından değişkenleri tek denklemli modellerle incelemek yeterli olmayabilir. Bu durum değişkenlerin eş anlı denklem sistemleri ile incelenmesi gereğini ortaya koymaktadır (Bozkurt, 2013:77).Fakat eşanlı denklemlerde, içsel-dışsal değişken problemi yaşanmaktadır. Sims (1980) tarafından geliştirilen VAR modelleri, bu problemi ortadan kaldırmaktadır (Keating, 1990’dan aktaran: Göçer, 2013:228). 38 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58 VAR modeli, kesin bir biçimde içsel ve dışsal değişken ayrımı yapmadan seçilen tüm değişkenleri birlikte ele alarak bir sistem bütünlüğü içinde inceler (Özgen ve Güloğlu, 2004:95). İki değişkenli standart bir VAR modeli aşağıdaki gibidir; p p yt = α1 + β1i yt-i i=1 i=1 p p xt = Υ1 + β2i xt-i υ1t (11) δ2i xt-i υ2t (12) δ1i yt-i i=1 i=1 Yukarıdaki denklemlerde xtve yt birbiriyle etkileşimli değişkenleri, p gecikme uzunluklarını, ise ortalaması sıfır, oto korelasyonsuz ve varyansları sabit, normal dağılıma sahip rassal hata terimlerini ifade etmektedir (Çelik vd., 2013:172). Değişkenler arasında uzun dönemde anlamlı bir ilişkisinin olup olmadığı koentegrasyon testi ile incelenmektedir. Johansen (1988) ve Johansen-Juselius (1990) tarafından geliştirilmiş olan Johansen koentegrasyon analizi aynı dereceden durağan olan serilerin denklem sistemi, sistem içindeki her değişkenin düzey ve gecikmeli değerlerinin yer aldığı VAR analizine dayanmaktadır (Tarı ve Yıldırım, 2009:100; Sandalcılar, 2012:7-8). Seriler arasında uzun dönemli bir ilişki tespit edildikten sonra kısa dönemli bir ilişkinin var olup olmadığı Granger nedensellik testiyle incelenebilir (Mucuk ve Alptekin, 2008:167). Bu test aşağıdaki gibi bir VAR modelinin tahminine dayanmaktadır (Şentürk ve Dücan, 2014:73). n Yt = α0 + m ai Yt-i i=1 j=1 n m Xt = β0 + ci Xt-i i=1 j=1 39 bj Xt-j εt (13) dj Yt-j μt (14) O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR Burada α0 ve β0 parametreleri sabit terimleri ifade etmektedir. Nedensellik, yukarıdaki eşitliklerin tahmin edilmesi ve aşağıdaki sıfır hipotezinin alternatif hipotez karşısında test edilmesiyle belirlenebilir (Afzal ve Hussain, 2010:135). H0 j dj 0 (15) H1 bj dj 0 (16) Yukarıdaki eşitliklerin kullanılmasıyla üç çeşit nedensellik ilişkisi ortaya çıkabilir: Eğer bj ya da dj istatistiki olarak anlamlıysa X’den Y’ye ya da Y’den X’e doğru tek yönlü nedensellik vardır. Eğer hem bj hem de dj istatistiki olarak anlamlıysa iki yönlü nedensellik vardır. Eğer hem bj hem de dj istatistiki olarak anlamlı değilse X ve Y birbirinin nedeni değildir sonucuna ulaşılır (Afzal ve Hussain, 2010:135). 5. VERİ SETİ VE TANIMLARI Banka kredi kanalı ile aktarım mekanizmasını ölçmeye yönelik olarak kamu ve özel bankaların bireysel kredi arzları değişkenleri ve TCMB gecelik borç verme faiz oranı değişkenleri kullanılmıştır. Tüm değişkenleri ikincil veri tabanı kullanılarak elde edilmiştir. Çalışmada kullanılan değişken tanımları şu şekilde ifade edilebilir. Kamu bankalarının verdiği bireysel krediler (Ltkkamu) ve Özel bankalarının verdiği bireysel krediler (Ltközel) değişkeni tüketici kredileri (dövize endeksli tüketici kredileri dahil) ile bireysel kredi kartları toplanarak elde edilmiştir. Tüketici kredilerinin içinde taşıt, konut, ihtiyaç ve diğer tüketici kredileri yer almaktadır. Bireysel krediler değişkeni BDDK interaktif bülteninden, ve TÜİK banka istatistiklerinden elde edilmiştir. Bireysel krediler TÜFE (Tüketici Fiyat Endeksi) endeksi ile reel hale dönüştürülmüştür. TÜFE endeksi TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu)’ten elde edilmiştir. 40 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58 Çalışmada kullanılan bir değişken TCMB gecelik borç verme faiz oranı (R) (üst limit) değişkenidir. Borç verme faiz oranı nominal değişken olup para politikası araç değişkeni olarak seçilmiştir. Gecelik borç verme faiz oranı değişkeni Kalkınma Bakanlığı istatistiklerinden ve TCMB istatistiklerinden elde edilmiştir. Değişkenler kamu ve özel sermayeli mevduat bankaları için 2003:01 – 2013:10 dönemi aylık verilerini kapsamaktadır. İnceleme dönemi aralığı söz konusu veri setinin yayınlanma süreleri referans alınarak belirlenmiştir. Bireysel kredi ve borç verme faiz oranı değişkenlerin zaman içerisindeki yapısal kırılmaları Bai-Perron Multiple breakpoint testi ile tespit edilmiş ve analiz aşamasında kırılma dönemlerini dikkate alan kukla değişkenler eklenmiştir. Her bir kırlma dönemini gösterek kukla değişkenler kırılma öncesi 0 kırılma sonraı1 olacak şekilde modele dahil edilmiştir. 6. UYGULAMA SONUÇLARI Banka kredileri kanalıyla aktarım mekanizması çerçevesinde kamu ve özel sermayeli mevduat bankalarının bireysel kredi arzları ile para politikası değişiklikleri arasındaki ilişkiyi belirlemeye yönelik kurgulanan iki model VAR ve ARDL sınır testi yaklaşımlarıyla analiz edilmiştir. Kamu ve özel sermayeli mevduat bankalarına ilişkin analiz sonuçları aşağıda ayrı ayrı raporlanmıştır. 6.1. Kamu Sermayeli Mevduat Bankalarına İlişkin Uygulama Sonuçları Merkez bankası borç verme faiz oranı ile kamu sermayeli mevduat bankalarının bireysel kredileri arasındaki ilişki belirlenmeden önce serilerin durağan olup olmadıkları araştırılmıştır. Kullanılacak değişkenlerin durağanlık durumlarının incelenmesi için ADF birim kök testi kullanılmış olup test sonuçları aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. 41 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR Tablo 1. Kamu Sermayeli Mevduat Bankaları İçin ADF Birim Kök Testi Sonuçları ADF- t istatistiği (Düzey) Trendsiz Trendli -4.1141 -3.13059 (4) (4) -4.37687 -4.153003 (1) (1) -3.48331 -4.03311 Değişkenler Ltkkkamu R Anlamlılık Düzeyi 1% ADF- t istatistiği (Birinci Fark) Trendsiz Trendli -4.090418 -5.33752 (3) (3) -7.58184 -8.08888 (0) (0) -3.483312 -4.03311 Bütünleşme Dereceleri I(1) I(0) 5% -2.88467 -3.44617 -2.884665 -3.44617 10% -2.57918 -3.14805 -2.57918 -3.14805 Not: Parantez içindeki değerler AIC’ye göre belirlenen optimal gecikme uzunluklarıdır. Tablo 1’de görüldüğü üzere Ltkkkamu değişkeni birinci dereceden I(1) bütünleşikken R ise sıfırıncı dereceden I(0) bütünleşiktir. Seriler aynı dereceden durağan olmadıklarından koentegrasyon ilişkisi için Pesaran vd. (2001) tarafından geliştirilen ARDL sınır testi yaklaşımı kullanılmıştır. ARDL denklemi kurulmadan önce Kamu sermayeli mevduat bankaları için kurulan modelin SIC’e göre uygun gecikme uzunluğu 1 olarak belirlenmiştir. Bu gecikme uzunluğunda % 5 anlamlılık düzeyinde otokorelasyona (Breusch-Godfrey Otokorelasyon testine göre) rastlanmamıştır. Uygun gecikme uzunluğu belirlendikten sonra sınır testi yaklaşımıyla değişkenler arasındaki koentegrasyon ilişkisi araştırılmıştır Tablo 2. Kamu Sermayeli Mevduat Bankaları İçin Eşitlik 4’e Ait Sınır Testi Sonuçları K F İstatistiği %10 Anlamlılık Düzeyi İçin Kritik Değerler Alt Sınır Üst Sınır 1 6.804012 5.59 6.26 Not: k Modeldeki bağımsız değişken sayısıdır. Kritik değerler Pesaran vd. (2001)’deki Tablo C1(v) Case V’den alınmıştır. Tablo 2’de görüldüğü üzere hesaplanan F istatistiği %10 anlamlılık düzeyinde Pesaran’ın üst kritik değerini aştığı için değişkenler arasında koentegrasyon ilişkisinin varlığı tespit edilmiştir. Değişkenler arasındaki koentegrasyon ilişkileri 42 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58 tespit edildiği için uzun ve kısa dönem ilişkilerin belirlenmesi için ARDL modeli kurulmuştur. Değişkenler arasındaki uzun dönem ilişkinin incelenmesi için kurulan ARDL model sonuçları aşağıdaki gibidir. Tablo 3. Kamu Sermayeli Mevduat Bankaları İçin Eşitlik 4’ün ARDL(5,7,6) Tahmin Sonuçları Değişkenler Tahmin Edilen Katsayı Standart Hata t İstatistiği Olasılık Ltkkkamu 1(-1) 1.1905 0.096025 12.3975 0.000 Ltkkkamu 1(-2) -0.010151 0.13115 -0.774 0.441 Ltkkkamu 1(-3) -0.087579 0.13083 -0.6694 0.505 Ltkkkamu 1(-4) -0.32115 0.13104 -2.4507 0.016 Ltkkkamu 1(-5) 0.21853 0.082403 2.652 0.009 R 1.0743 0.24476 4.3892 0.000 R(-1) -0.71006 0.42233 -1.6813 0.096 R(-2) -0.62098 0.4734 -1.3117 0.193 R(-3) -0.3637 0.47026 -0.77341 0.441 R(-4) 0.71049 0.44065 1.6124 0.11 R(-5) 0.65292 0.43645 1.496 0.138 R(-6) -1.9861 0.44911 -4.4224 0.000 R(-7) 1.0395 0.31542 3.2955 0.001 RD2 -0.19956 0.13816 -1.4445 0.152 RD2(-1) 0.11511 0.17281 0.66609 0.507 RD2(-2) 0.27013 0.17024 1.5867 0.116 RD2(-3) -0.13668 0.16712 -0.81787 0.415 RD2(-4) -0.23442 0.16625 -1.41 0.162 RD2(-5) 0.56973 0.16766 3.3981 0.001 RD2(-6) -0.24164 0.13072 -1.8485 0.068 C 0.43847 0.14133 3.1024 0.003 T 0.001412 4.86E-04 2.9064 0.005 43 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR Tanısal Test Sonuçları R2 0.99931 DW R¯2 0.99916 Ardışık Bağımlılık S.E 0.020473 RamseyReset AIC 279.1406 Normallik F(21,95) 6545 Değişen Varyans 2.0705 9.7018 [0.642] 2.1069 [0.147] 278.605 [0.000] 2.2756 [0.131] Yukarıdaki ARDL modelinde değişen varyans sorunuyla karşılaşılmış ve bu sorun RD2 değişkeninin modele eklenmesiyle çözülmüştür. RD2 kukla değişken olup çoklu yapısal kırılma testi sonucunda belirlenen (2003:01-2006:06 ayları için 0, 2006:07-2013:10 ayları içinse 1) değerlerini almaktadır. RD2 ise D2 kukla değişkeninin faiz oranı değişkeni olan R ile çarpılmasıyla elde edilmiştir. Yapısal kırılma hakkında bilgi edinmek için CUSUM ve CUSUM Q grafiklerine başvurulmuştur. 44 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58 Şekil 2. ARDL(5,7,6) Modelinin Yapısal Kırılmalarına İlişkin CUSUM Grafikleri Şekil 2’de Cusum ve CusumQ grafiklerinin istatistikleri % 5 anlamlılık seviyesinin kritik sınırları içinde kalmaktadır. CusumQ grafiğinde çok ufak bir sapma gözlenmekle birlikte seri güven aralığına dönme eğiliminde olduğundan bu sapma göz ardı edilebilir düzeyde olduğu anlaşılmaktadır. Değişkenlerde bir kırılma gözlenmemesi nedeniyle model, kırılmayı ifade eden herhangi bir yapay değişken kullanılmadan tahmin edilecektir. Tablo 3’te yer alan ARDL (5,7,6) modelinin tahmin sonuçlarına göre hesaplanan uzun dönem katsayılarına Tablo 4’da yer verilmiştir. Tablo 4’daki sonuçlar faiz oranı ile kamu sermayeli mevduat bankalarının verdiği bireysel krediler arasında uzun dönemde anlamlı bir ilişki olduğu göstermektedir. Faiz oranı değişkeninin katsayısı negatif işaretli ve istatistiksel olarak anlamlıdır. Tablo 4. Kamu Sermayeli Mevduat Bankaları İçin Eşitlik 4’e Göre Faiz Oranı Üzerindeki Artışın Bireysel Krediler Üzerine Uzun Dönem Etkileri Değişkenler Uzun Dönem Katsayısı Standart Hata t İstatistiği Olasılık R -2.0125 0.87995 -2.2870 0.024 RD2 1.4093 0.39546 3.5638 0.001 C 4.3312 0.21399 20.2406 0.000 T 0.013948 0.0015261 9.1398 0.000 45 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR Değişkenler arasındaki kısa dönemli ilişkinin araştırılması için ARDL yaklaşımına dayalı hata düzeltme modeli sonuçları aşağıdaki gibidir: Tablo 5. Kamu Sermayeli Mevduat Bankaları İçin Eşitlik 4’e Göre Faiz Oranı Üzerindeki Artışın Bireysel Krediler Üzerine Kısa Dönem Etkileri Değişkenler Kısa Dönem Katsayısı Standart Hata t İstatistiği Olasılık Δ Ltkkkamu 11 0.29171 0.085017 3.4312 0.001 Δ Ltkkkamu 12 0.1902 0.083304 2.2832 0.025 Δ Ltkkkamu 13 0.10262 0.086104 1.1918 0.236 Δ Ltkkkamu 14 -0.21853 0.082403 -2.652 0.009 ΔR 1.0743 0.24476 4.3892 0.000 ΔR1 0.56795 0.35409 1.6039 0.112 ΔR2 -0.053032 0.35154 -0.15086 0.88 ΔR3 -0.41674 0.34305 -1.2148 0.227 ΔR4 0.29376 0.315 0.93255 0.353 ΔR5 0.94667 0.31047 3.0491 0.003 ΔR6 -1.0395 0.31542 -3.2955 0.001 ΔRD2 -0.19956 0.13816 -1.4445 0.152 ΔRD21 -0.22713 0.14259 -1.5929 0.114 ΔRD22 0.043004 0.14164 0.30362 0.762 ΔRD23 -0.093681 0.13409 -0.69866 0.486 ΔRD24 -0.3281 0.12998 -2.5241 0.013 ΔRD25 0.24164 0.13072 1.8485 0.068 ΔC 0.43847 0.14133 3.1024 0.003 ΔT 0.001412 4.86E-04 2.9064 0.005 ecm(-1) -0.10123 0.03266 -3.0997 0.003 ecm = Ltkkkamu1 + 2.0125*R -1.4093*RD2 -4.3312*C -.013948*T R2 0.6255 AIC 279.1406 R¯2 0.54272 F(19,97) 8.3513 S.E 0.020473 DW 2.0705 Tablo 5’de hata düzeltme teriminin (ecm) işareti beklendiği gibi negatif ve istatistiksel olarak anlamlı çıkmış olup çok yüksek bir değere sahip değildir. Kamu 46 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58 sermayeli mevduat bankaları için eşitlik 4’e göre, faiz oranın %1’lik artışı kamu sermayeli mevduat bankalarının verdiği bireysel kredileri bir önceki dönemin dengeden uzak değerinin %10.123’ü ölçüsünde dengeye yaklaştıracaktır. Eşitlik 4’te 1 / 0.10123= 9.8784 sonucu değerlendirildiğinde herhangi bir dengeden sapma durumunun yaklaşık 10 ay gibi bir süre sonra düzelebileceğini söylemek mümkündür. Bu sonuçlara göre Merkez Bankası’nın belirlediği borç verme faiz oranları ile kamu sermayeli mevduat bankalarının verdiği bireysel krediler arasında negatif yönlü bir ilişki olduğu sonucuna ulaşılmıştır. 6.2. Özel Sermayeli Mevduat Bankalarına İlişkin Uygulama Sonuçları Çalışmada kullanılan zaman serilerinin durağanlık sınamaları Dickey ve Fuller (1981) tarafından geliştirilen ADF birim kök testi ile yapılmıştır. Tablo 6. Özel Sermayeli Mevduat Bankaları İçin ADF Birim Kök Testi Sonuçları ADF- t istatistiği ADF- t istatistiği (Düzey) (Birinci Fark) Değişkenler Ltkközel R Anlamlılık Düzeyi Trendsiz Trendli -4.40255 (2) -3.972 (1) Trendsiz Bütünleşme Dereceleri Trendli -3.10061 (2) -3.98025 (2) I(0) -4.37687 (1) -4.153003 (1) -7.58184 (0) -8.08888 (0) I(0) 1% -3.48245 -4.031 -3.48288 -4.0325 5% -2.88429 -3.445 -2.88448 -3.44588 10% -2.57898 -3.148 -2.57908 -3.14788 Not: Parantez içindeki değerler AIC’ye göre belirlenen optimal gecikme uzunluklarıdır. Özel sermayeli mevduat bankaları için her bir değişkene ait bütünleşme dereceleri ve birim kök test değerleri Tablo 6’de yer almaktadır. Her iki değişken sıfırıncı dereceden I(0) bütünleşiktir. Bu nedenle ikinci modelde söz konusu değişkenler arasındaki ilişkiyi belirlemek için Johansen koentegrasyon metodolojisi kullanılmıştır. VAR modelinin tahmin edilebilmesi için önce modelin optimal gecikme uzunluğunun 2 olduğuna karar verilmiştir. 2 gecikmeli VAR modeli tahmin 47 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR edilerek modelin istikrarlı olup olmadığı birim çember analizi çerçevesinde değerlendirilmiştir. Elde edilen sonuç Şekil 3’te gösterilmektedir. 1.5 1.0 0.5 0.0 -0.5 -1.0 -1.5 -1.5 -1.0 -0.5 0.0 0.5 1.0 1.5 Şekil 3. AR Karakteristik Polinomun Ters Köklerinin Birim Çember İçerisindeki Konumu AR karakteristik polinomunun ters köklerinin hiçbirinin birim çember dışında yer almaması kurulan VAR modelinin durağanlık açısından herhangi bir sorun taşımadığını göstermektedir. Değişkenler arasındaki koentegrasyon ilişkisi Johensen koentegrasyon testi belirlenmiştir. Tablo 7. Johansen Koentegrasyon Testi Sonuçları Kısıtlanmamış CointegrationRank Test (Trace) Hipotez Özdeğer Trace (İz)İstatistiği 0.05 Kritik Değer Mac Kinnon Olasılık r≤0 0.290681 52.49626 25.87211 0.0000 r≤1 0.067519 8.878148 12.51798 0.1880 Ltkközel, R Tablo 7 incelendiğinde modelde trace (iz) istatistik değeri kritik değerden (52.49626>25.87211) büyük olduğundan değişkenler arasında bir koentegre edici vektör bulunmuştur. Elde edilen sonuçlara göre %5 anlamlılık düzeyinde borç verme faiz oranı ile özel bankaların bireysel kredileri arasında uzun dönemli bir ilişkinin var olduğu görülmektedir. 48 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58 Seriler arasında uzun dönemli bir ilişki tespit edildikten sonra kısa dönemli ilişkiyi incelemek için Granger nedensellik analizine başvurulmuştur. Tablo 8’de Granger nedensellik analizi sonuçları gösterilmektedir. Tablo 8. Granger Nedensellik Analizi Sonuçları Granger Nedensellik Testi Nedenselliğin Yönü Gözlem Faiz Oranı, Bireysel Kredilerin Nedeni Değildir Bireysel Krediler, Faiz Oranının Nedeni Değildir 128 F İstatistiği Olasılık Karar 2.88962 0.0594 Reddedilmiştir 0.40888 0.6653 Reddedilemez Tablo 8’daki sonuçlar incelendiğinde borç verme faiz oranından bireysel kredilere doğru tek yönlü bir nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir. Diğer bir ifadeyle faiz oranındaki değişimler bireysel kredileri etkilemektedir. Borç verme faiz oranına verilen bir standart hatalık şoka karşın bireysel kredilerin verdiği tepki ile bireysel kredilere verilen bir standart hatalık şoka karşın borç verme faiz oranın verdiği tepkiyi belirlemek üzere etki–tepki fonksiyonları kullanılmıştır. Etki-tepki analizlerine ilişkin sonuçlar aşağıda Şekil 4’te gösterilmektedir. Şekil 4. Etki-Tepki Analiz Sonuçları Faiz oranlarındaki bir birimlik şoka bireysel kredilerin vereceği tepki etkisini ikinci aydan itibaren negatif yönlü olarak göstermektedir. Ayrıca faiz oranlarındaki bir birimlik sistematik şokun bireysel krediler üzerindeki etkisinin kalıcı olduğu görülmektedir. Bu sonuç parasal aktarım mekanizmasının da geçerli olduğunu 49 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR göstermektedir. Buna karşılık bireysel kredilerdeki bir birimlik şokun faiz oranları üzerinde yapısal bir etkisinin olmadığı gözlenmektedir. Etki-Tepki analizinden sonra varyans ayrıştırmasına ilişkin sonuçlar Tablo 9’de yer almaktadır. Tablo 9. Varyans Ayrıştırma Sonuçları Bireysel Krediler Değişkeni İçin Varyans Ayrıştırması Period Standart Hata Ltkközel R 1 0.019682 1.000.000 0 2 0.032581 9.996.802 0.031982 3 0.042619 9.977.684 0.223157 4 0.05063 9.933.493 0.665072 5 0.057231 9.861.342 1.386.584 6 0.062837 9.762.547 2.374.530 Faiz Oranı Değişkeni İçin Varyans Ayrıştırması Period Standart Hata LTKKözel R 1 0.009455 1.175.260 9.882.474 2 0.014945 0.615317 9.938.468 3 0.018983 0.390705 9.960.930 4 0.02208 0.288806 9.971.119 5 0.024537 0.234966 9.976.503 6 0.026536 0.202253 9.979.775 Varyans ayrıştırma tablosu incelendiğinde bireysel krediler değişkeninin varyansının önemli bir kısmı kendisi tarafından açıklanmaktadır. Bireysel kredilerdeki değişimin 1. dönemde % 100’ü kendisinden kaynaklanmakta iken bu etki ilerleyen dönemlerde giderek azalmıştır. 10. döneme gelindiğinde bireysel kredilerdeki değişimin %91.78020’si kendisinden kaynaklanırken %8.219796’sı ise faiz oranından kaynaklanmaktadır. Bireysel kredilerdeki değişmenin özellikle 4. dönemden sonra çok büyük ölçüde olmasa da faiz oranı değişkeninden etkilenmeye başlanmış olup, bu etkinin derecesinin ilerleyen dönemlerde giderek arttığı gözlenmiştir. Faiz oranlarındaki değişmenin tamamına yakın kısmının 50 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58 kendisi tarafından açıklandığı söylenebilir. 1. dönemden sonra %99 seviyelerinde sabitlenmiş olup giderek artmaktadır. Yani bu değişkenin dışsal bir değişken olduğunu söylemek mümkündür. 7. SONUÇ VE ÖNERİLER Türkiye’de banka kredi kanalı ile aktarım mekanizmasının bireysel krediler özelinde geçerli olduğu kamu ve özel sermayeli mevduat bankaları örnekleminden hareketle belirlenmiştir. Merkez bankası gecelik borç verme faiz oranı ile kamu sermayeli mevduat bankalarının verdikleri bireysel krediler arasında uzun dönemde anlamlı bir ilişki olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca faiz oranı değişkeninin teorik ve uygulamalı literatür sonuçlarıyla uyumlu olacak şekilde bankaların bireysel kredi arzları ile negatif yönde etkileşim halinde oldukları tespit edilmiştir. Kamu sermayeli mevduat bankalarına ilişkin modelin kısa dönem analiz sonuçları incelendiğinde ise hata düzeltme terimlerinin (ECM) işareti beklendiği gibi negatif ve istatistiksel olarak anlamlıdır. Kamu sermayeli mevduat bankaları için herhangi bir dengeden sapma durumu 9 ay gibi bir süre sonra düzelebilmektedir. Özel sermayeli mevduat bankaları incelendiğinde, borç verme faiz oranı ile özel sermayeli mevduat bankalarının bireysel kredi arzları arasında uzun dönemli bir ilişkinin olduğu sonucuna varılmıştır. Granger nedensellik analizi sonuçlarına göre borç verme faiz oranından bireysel kredilere doğru tek yönlü bir nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir. Diğer bir ifadeyle faiz oranındaki değişimler bireysel kredileri etkilediği görülmüştür. Faiz oranlarındaki bir birimlik şoka bireysel kredilerin vereceği tepki, etkisini ikinci aydan itibaren negatif yönlü olarak göstermektedir. Ayrıca faiz oranlarındaki bir birimlik sistematik şokun bireysel krediler üzerindeki etkisinin kalıcı olduğu görülmektedir. Buna karşılık bireysel kredilerdeki bir birimlik şokun faiz oranları üzerinde yapısal bir etkisinin olmadığı gözlenmiştir. Bireysel kredilerdeki değişmenin özellikle 4. dönemden sonra çok büyük ölçüde olmasa da faiz oranı değişkeninden etkilenmeye başlanmış olup bu etkinin 51 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR derecesinin ilerleyen dönemlerde giderek arttığı gözlenmiştir. Faiz oranlarındaki değişmenin tamamına yakın kısmının kendisi tarafından açıklandığı söylenebilir. Elde edilen sonuçlar birlikte değerlendirildiğinde Türkiye’de ele alınan dönem içerisinde bireysel kredi kanalıyla aktarım mekanizması çalışmaktadır. Para politikası yapıcıları açısından başta fiyat istikrarı olmak üzere makro hedeflere ulaşmak için para politikası araçları ile bireysel kredilere yönelik sınırlamaların uygulanabilir bir para politikası aracı olarak kullanılabileceği tespit edilmiştir. Tüketim harcamalarındaki artışın enflasyon üzerinde belirleyici etkileri bulunmaktadır. Merkez bankası tüketim harcamalarını kontrol altına almak amacıyla bir çok araç kullanmaktadır. Çalışmadan elde edilen sonuca bağlı olarak bankaların bireysel kredibilite yeteneklerinin para politikası araçlarıyla (borç verme faiz oranlarıyla) etkilenebileceği ve bu etkinin piyasada yaklaşık 10 ay kadar hissediliebilir olduğunu söylemek mümkündür. Bireysel kredi talebini etkileyen diğer faktörlerin para piyasası uygulamalarından ne ölçüde etkileneceğinin de belirlenmesi MB’nın bu aracı kullanma konusundaki esnekliğini arttıracaktır. Bunun yanı sıra bireysel banka kredilerili kanalı halkın nakit tercih oranını etkilediğinden para çarpanı üzerindeki etkisinin de ihmal edilmemesi gerekmektedir. Merkez bankasının borç verme faiz oranı aracı ile bireysel krediler üzerinde etkili olması ve bu etkinin kamu sermayeli mevduat bankalarında ortalama 9 ay gibi bir gecikme ile piyasalara yansıması, politika yapıcıları açısından selektif karar sürecine etki edecek bir sonuç olduğu düşünülmektedir. Bankalar kredi arzlarında para politikası araçlarına bağımlı olduğundan olası finansal istikrarsızlık durumunda kredi arzlarının sürdürülebilirliği azalabilecektir. Bankaların finansman yapısındaki MB’na bağımlılığını azaltıcı tedbirler uygulaması finansal istikrarsızlık dönemlerinde kredi arzının sürdürülebilmesine imkan sağlayacaktır. 52 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58 Parasal aktarım mekanizmalarının incelendiği uygulamalı literatürde bireysel kredi kanalı ile aktarım süreci çok az çalışılmış bir konudur. Elde edilen sonuçlar başta Türkiye ekonomisi üzerine yapılan uygulamalı çalışmalara katkı vermesi, uygulamalı çalışma sayısını arttırması ve yeni çalışmaların yapılmasına kaynak teşkil etmesi açısından değerlendirildiğinde önemli olduğu düşünülmektedir. KAYNAKÇA ABAN, M. J. A. C. (2013), “Transmission of Monetary Policy through the Bank Lending Channel in the Philippines”, International Journal of Trade, Economicsand Finance, 4(1), 37-42. ADANUR A. N., NARGELEÇEKENLER, M. (2008), “Para Politikalarının Banka Kredi Kanalı Üzerindeki Etkileri”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, (39), 109-132. AFZAL, M.,HUSSAIN, I. (2010),” Export-Led Growth Hypothesis: Evidence from Pakistan”, Journal of Quantitative Economics, 8(1), 130-147. AHMED, S., ISLAM, M. D. E. (2004), “The Monetary Transmission Mechanism in Bangladesh Bank Lendingand Exchange Rate Channels”, The Bangladesh Development Studies, XXX(3&4),31-87. ALFARO, R., H. FRAKEN, C. GARCIA ve A. JARA (2003), “Bank Lending Channel and the Monetary Transmission Mechanism: the Case of Chile”, Working Paper. Central Bank of Chile, No: 223. ALPER, K., T. HÜLAGÜ ve G. KELEŞ (2012), “An Empirical Study on Liquidityand Bank Lending”, Working Paper, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, No: 12/04. ALTINTAŞ, H. (2013), “Türkiye’de Birincil Enerji Tüketimi, Karbondioksit Emisyonu ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Koentegrasyon ve Nedensellik Analizi”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 8(1), 263-294. BAJEC, L., LAMBSDORFF J.G. (2006), “There is No Bank Lending Channel!”, Discussion Paper, University of Passau, No: V-46-06. 53 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR BENKOVSKIS, K. (2008), “Is There A Bank Lending Channel of MonetaryPolicy in Latvia? Evidence from Bank Level Data”, WorkingPaper, Latvijas Banka, No: 1/2008. BERNANKE, B. S., BLINDER, A. S. (1988), “Credit, Money and Aggregate Demand”, The American Economic Review, 78(2), 435-439. BERNANKE, B. S., BLİNDER, A. S.(1992), “The Federal Funds Rate and the Channels of Monetary Transmission”, The American Economic Review, 82(4), 901-921. BERNANKE, B. S., GERTLER, M. (1995), “Inside the Black Box: TheCredit Channel of Monetary Policy Transmission”, Journal of Economic Perspectives, 9(4),27-48. BOZKURT, H. Y. (2013), Zaman Serileri Analizi, Ekin Yayınevi, Bursa. BUDHA, B. B. (2012). “Demand for Money in Nepal: An ARDL Bounds Testing Approach”, Working Paper, Nepal Rastra Bank, No: 12. CECCHETTI, S. G. (1999). “Legal Structure, Financial Structure, and the Monetary Policy Transmission Mechanism”, WorkingPaper, NationalBureau of Economic Research, No: 7151. CENGİZ, V., DUMAN, M. (2008), “Türkiye’de Banka Kredi Kanalının Önemi Üzerine Etki Tepki Fonksiyonlarına Dayalı Bir Değerlendirme (1990-2006)”, Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 26(2), 81-104. ÇAVUŞOĞLU, T. A. (2002). “Credit Transmission Mechanism in Turkey an Empirical Investigation”, Working Paper, METU Economic Research Center, No: 02/03. ÇELİK, İ., KAYA, M., TUNÇ, H. (2013), “Uluslararası Portföy Çeşitlendirmesi Açısından Gelişmekte Olan Ülke Borsaları Arasındaki Eş hareketlilik: BrezilyaTürkiye Üzerine Bir Uygulama”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 18(1), 167-180. 54 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58 DABLA N. E., FLOERKEMEIER, H. (2006), “Transmission Mechanisms of Monetary Policy in Armenia: Evidencefrom VAR Analysis”, Working Paper, International Monetary Fun,. No. 06/248. DUASA, J. (2007), “Determinants of MalaysianTradeBalance: An ARDL Bound Testing Approach”, Journal of Economic Cooperationamong Islamic Countries, 28(3), 21-40. ENGLE, R. F., GRANGER, C. W. J. (1987). “Co-integration and Error Correction: Representation, Estimation and Testing”, Econometrica: Journal of the Econometric Society, Vol. 55, pp. 251–76. ERDOĞAN, S., BEŞBALLI, S. G. (2009), “Türkiye’de Banka Kredileri Kanalının İşleyişi Üzerine Ampirik Bir Analiz”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, 11(1), 28-41. FUINHAS, J.A. (2006). “MonetaryTransmissionand Bank Lending in Portugal: A Sectoral Approach”, Discussion Paper, Universidade da BeiraInterior, No: 01/2006. GHAFOOR, A., KHAN, M. A., SHAH, S. A., KHAN, H. H. (2014), “Inflation and Dividend Behavior of Pakistani Firms: An Empirical Investigation Using ARDL”, International Journal of Business and Management, 9(9), 86-95. GÖÇER, İ. (2013), “Türkiye’de Cari Açığın Nedenleri, Finansman Kalitesi ve Sürdürülebilirliği: Ekonometrik Bir Analiz”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,8(1), 213-242. GÜNDÜZ, L. (2001), “Türkiye’de Parasal Aktarım Mekanizması ve Banka Kredi Kanalı”, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Dergisi, (18), 13-30. HASAN, A., NASIR, Z. M. (2008), “Macroeconomic Factorsand Equity Prices: An Empirical Investigation by Using ARDL Approach”, The Pakistan Development Review, 47(4), 501-513. 55 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR HOLTEMÖLLER, O. (2002), “Further VAR Evidence forthe Effectiveness of a Credit Channel in Germany”, Discussion Paper. Humboldt University Berlin, No: 66/2002. HOSSAIN, A. A. (2008), “Responses of Agricultural Prices, Industrial Pricesandthe Agricultural Terms of Tradeto Money Supply Shocks in Bangladesh, 1973M1-2006M6”, Indian Economic Review, XXXXIII(2), 287-316. HSING, Y. (2014), “Test of the Bank Lending Channel: The Case of Hungary”, Theoretical and Applied Economics, XXI(1(590)), 115-120. HULSEWIG, O., WINKER, P., WORMS, A. (2001), “Bank Lending in the Transmission of Monetary Policy: A VECM Analysis for Germany”. WorkingPaper, International University in Germany, No. 08/2001. İRHAN, H.B., ALACAHAN, N. D., KORAP, L. (2011), “An Empirical Model for The Turkish Trade Balance: New Evidence from ARDL Bounds Testing Analyses”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi, (14), 38-61,http://eidergisi.istanbul.edu.tr/sayi14/iueis14m3.pdf, (02.03.2014). JOHANSEN S., JUSELIUS, K. (1990), “Maximum Likelihood Estimation and Inference on Cointegration– with Applications to the Demand for Money”, Oxford Bulletin of Economics and Statistics, Vol. 52, No. 2, pp. 169–210. JUKS, R. (2004), “The Importance of the Bank-Lending Channel in Estonia: Evidence from Micro Economic Data”, WorkingPaper, EestiPank, No.6 KARA, O., ÇÖMLEKÇİ, İ., KAYA, V. (2012), “Turizm Gelirlerinin Çeşitli Makro ekonomik Göstergeler İle İlişkisi: Türkiye Örneği (1992-2011)”, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 8(1), 75-100. KASHYAP, A. K., STEIN, J. C. (1994), “Monetary Policyand Bank Lending”, Working Paper, National Bureau of Economic Research, No: 4317. MISHKIN, F. S. (1996), “The Channels of Monetary Transmission: Lessonsfor Monetary Policy”, Working Paper, National Bureau of Economic Research, No: 5464. 56 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58 MISHKIN, F. S. (2006), Para, Bankacılık ve Finansal Piyasalar İktisadı,(Çev. S. Şahin, S. Çiçek & Ç. Boz), Akademi Yayıncılık, Ankara. MUCUK, M., ALPTEKİN, V. (2008), “Türkiye’de Vergi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: VAR Analizi (1975-2006)”, Maliye Dergisi, (155), 159-174. ÖRNEK, İ. (2009), “Türkiye’de Parasal Aktarım Mekanizması Kanallarının İşleyişi”, Maliye Dergisi, (156), 104-125. ÖZGEN, F. B., GÜLOĞLU, B. (2004), “Türkiye’de İç Borçların İktisadi Etkilerinin VAR Tekniğiyle Analizi”, METU Studies in Development, 31(1), 93114. ÖZŞAHİN, Ş. (2012), “Türkiye Ekonomisinde Finansal Liberalizasyon ve Ekonomik Büyüme Etkileşiminin ARDL Yöntemi İle Analizi”, Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, (23), 379-413. PESARAN, M. H., SHIN, Y., SMITH, R. J.(2001), “Bounds Testing Approaches To The Analysis Of Level Relationships”, Journal of Applied Econometrics, 16(3), 289-326. SANDALCILAR, A. R. (2012), “Türkiye’de Kâğıt Tüketimi ile Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişki: Koentegrasyon ve Nedensellik Analizi”, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 13(2), 1-15. SEVÜKTEKİN, M., Nargeleçekenler, M. (2007), Ekonometrik Zaman Serileri Analizi Eviews Uygulamalı, Nobel Yayıncılık, Ankara. SHAHBAZ, M., AHMED, N., ALİ, L. (2008), “Stock Market Development and Economic Growth: Ardl Causality in Pakistan”, International Research Journal of Finance and Economics, (14), 82-195. SIMS, C.A. (1980), “Macroeconomics and Reality”, Econometrica: Journal of the Econometric Society, 1-48. 57 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR SUN, S., GAN, C., HU, B. (2010), “Bank Lending Channel in China’s Monetary Policy TransmissionMechanism: A VECM Approach”, Investment Management and Financial Innovations, 7(2), 59-71. ŞAHİNOĞLU, T., ÖZDEN, K., BAŞAR, S., AKSU, H. (2010), “Türkiye’de Enflasyonun Oluşumu: ARDL Yaklaşımı”, Sosyoekonomi Dergisi, (1), 27-46. ŞENTÜRK, M., DÜCAN, E. (2014), “Türkiye’de Döviz Kuru-Faiz Oranı ve Borsa Getirisi İlişkisi: Ampirik Bir Analiz”, Business and Economics Research Journal, 5(3), 67-80, http://www.berjournal.com/wp-content/plugins/downloadsmanager/upload/BERJ5(3)14Article4pp.67-80.pdf, (13.10.2014). TAKEDA, T., ROCHA, F., NAKANE, M. I. (2005), “The Reaction of Bank Lendingto Monetary Policy in Brazil”, Revista Brasileira de Economia, 59(1), 107126. TARI, R., YILDIRIM, D. Ç. (2009), “Döviz Kuru Belirsizliğinin İhracata Etkisi: Türkiye İçin Bir Uygulama”, Celal Bayar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yönetim ve Ekonomi Dergisi, 16(2), 95-105. TCMB (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası), (2013), Parasal Aktarım Mekanizması, TCMB, Ankara. ULUYOL, O., LEBE, F., AKBAŞ, Y. E. (2014), “Firmaların Finansal Kaldıraç Oranları ile Öz Sermaye Karlılığı Arasındaki İlişki: Hisseleri Borsa İstanbul (BİST)’da İşlem Gören Şirketler Üzerinde Sektörler Bazında Bir Araştırma”, İşletme Araştırmaları Dergisi, 6(1), 70-89, http://isarder.org/full-issues/2014-vol.6issue.1-full-issues.pdf, (30.10.2014). WESTERLUND, J. (2003), “A Panel Data Test of the Bank Lending Channel in Sweden”, WorkingPaper. Department of Economics, Lund University, No: 16. 58 Yayın Geliş Tarihi: 07.12.2015 Yayın Kabul Tarihi: 11.04.2016 Online Yayın Tarihi: 22.12.2016 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94 Kamu Yatırımlarının Özel Sektör Yatırımlarını Dışlama Etkisi: Türkiye Örneği C. Yenal KESBİÇ1 Özlem DÜNDAR2 Ata DEVRİM3 Öz Devletin ekonomik istikrar, ekonomik büyüme ve gelir dağılımında adaleti sağlamak amacıyla kamu yatırım harcamalarını arttırarak ekonomiye müdahale etmesi sonucuoluşan bütçe açıklarını finanse etmek için vergi gelirlerinin yetersiz kalması durumunda, borçlanmaya gidilmekte, böylece kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarını dışlama etkisi oluşmaktadır. Türkiye’de kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarını dışlama etkisi, 1986- 2014 dönemi için Johansen eşbütünleşme testi, en küçük kareler yöntemi ve Engle Granger nedensellik testi ile analiz edilmiştir. Analiz sonuçlarına göre; kamu sabit sermaye yatırımlarının özel sektör sabit sermaye yatırımlarını dışladığı, kamu yatırımlarının özel sektöryatırımlarının, özel sektör yatırımlarının da kamu yatırımlarının granger nedeni olmadığı görülmüştür. Anahtar Kelimeler: Kamu Yatırımları, Özel Sektör Yatırımları, Dışlama Etkisi, Johansen Eşbütünleşme Testi, Granger Nedensellik Testi JEL Sınıflandırma Kodları:E00, E62, H5 Crowding Out Effect of Public Investments on Private Sector Investments: The Turkey Example Abstract In the event of tax revenues falling short of financing the budget deficits which occur as the result of state’s intervention to economy for the purposes of economic stability, economic growth and of ensuring justice in income distribution by increasing public investment expenditures, borrowing is opted, thus crowding out effect occurs.The crowding out effect of public investments on private sector investments in Turkey, for the period of 1986-2014 is analayzed with Johansen Cointegration Test, Least Squares Method and Engle Granger Causality Test. According to the analysis results; it is observed that public fixed capital investments crowd out private sector fixed capital investments, public investments are not the granger cause of private sector investments and private sector investments are not the granger cause of public investments. Keywords: Public Investments, Private Sector Investments, Crowding Out, Engle Granger Causality Test, Johansen Cointegration Test JEL Classification Codes: E00,E62, H5 1 Prof. Dr. Celal Bayar Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü, c.yenalkesbic@gmail 2 Doktora Öğrencisi, Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Ana Bilim Dalı, [email protected] 3 Doktora Öğrencisi, Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Ana Bilim Dalı, [email protected] C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM 1. GİRİŞ Dışlama etkisi (crowding out) genel olarak genişletici maliye politikası sonucu görülen bir olgudur. Vergi ya da borçlanma yoluyla finansmanı gerçekleştirilen kamu yatırımları, ekonomi üzerinde beklenen canlanmayı yaratamadığında, özel sektörün dışlandığı kabul edilmektedir (Carlson ve Spencer, 1975: 3). Kamu yatırımları arttığında faiz oranları artmakta, dolayısıyla sermayenin daha pahalı gelmesi sonucunda özel yatırımlar azalmaktadır. Söz konusu görüşün tam tersine, bir ekonomide kaynaklar tam olarak kullanılmadığında, kamu yatırımları özel yatırımlar üzerinde bir “çekme” etkisi (crowding in) yaratmaktadır (Ahmed ve Miller, 2000: 124-125). Kamu yatırımlarının özel yatırımlarla olan ilişkisi çok yönlü açıklanabilmektedir. Bu ilişkiye yönelik bir açıklama, kıt kaynaklar açısından kamu sektörünün özel sektör ile rekabet halinde olduğu, dolayısıyla kısa dönemde kamu yatırımlarının özel yatırımlar üzerinde olumsuz etkisi olabileceği, kamu yatırımlarının altyapı yatırımları ile özel yatırımları desteklediği, şeklindedir. Bir başka açıklama, kamu yatırımlarının özel sektörün ürettiği mallara yönelik talebi arttırdığı yönündedir. Söz konusu ilişkiye yönelik son bir açıklama ise, kamu yatırımlarının çıktıyı ve tasarrufları arttırarak, dışlama etkisinden kaynaklanan kaybı gidereceği doğrultusundadır (Sundararajan ve Thakur, 1980: 815). Çalışmada dışlama etkisi; öncelikle iktisadi düşünce sistemlerine göre teorik olarak genel çerçevede analiz edildikten sonra, çalışmada kullanılan değişkenlerin 1986- 2014 dönemini içeren Türkiye’ye ait verilerinin analizi gerçekleştirilmiş, izleyen aşamada konuyla ilgili yapılmış çalışmalarda kullanılan modellerin değerlendirilmesiyle ampirik olarak analiz gerçekleştirilmiş, son olarak 1986- 2014 dönemine ait verilerle, Türkiye için ekonometrik analiz yapılmıştır. Çalışmada iktisadi düşünce sistemlerinin dışlama etkisi ile ilgili görüşlerinde, farklılık olduğu görülmüştür. Dışlama etkisine yönelik yapılmış yerli ve yabancı ampirik çalışmalarda, kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarına etkisine ilişkin, görüş birliği sağlanamadığı belirlenmiştir. Türkiye ile ilgili yapılan çalışmaların 60 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94 çoğunluğunda ise, kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarını dışladığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu çalışmada, Türkiye’de kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarını dışlama etkisi 1986- 2014 dönemi için, Johansen eşbütünleşme testi, en küçük kareler yöntemi (EKKY) ve Engle Granger nedensellik testi ile analiz edilmiştir. Türkiye’de kamu açıklarının özellikle 1987 yılından sonra hızla büyümesi ve çalışmada kullanılan değişkenlerin tümüne ait verilerin 2015 yılına kadar elde edilmesi nedeniyle, Türkiye için 1986- 2014 dönemine ait verilerle analiz gerçekleştirilmiştir. Çalışmada GSMH değişkenine ait verilere 2006 yılından sonra ulaşılamaması nedeniyle, GSYİH verilerinden yararlanılarak, bazı değişkenlerin GSYİH’ye oranı kullanılmıştır. 2. DIŞLAMA ETKİSİNİN TEORİK ANALİZİ Dışlama etkisi; Klasik iktisat, Neo-klasik iktisat, Monetarist iktisat ve Keynesyen iktisat gibi iktisadi düşünce sistemlerine göre, söz konusu iktisadi sistemlerin önemli düşünürlerinin görüşlerine kısaca yer verilerek, teorik olarak genel çerçevede analiz edilmektedir. Klasik İktisat düşünürlerinden Adam Smith, kamusal emeği “üretken-olmayan emek” olarak görmüş, kaynakların vergi ya da borçlanma yoluyla özel sektörden kamu sektörüne aktarılmasına karşı çıkmıştır. John Stuart Mill ve Jean Baptiste Say de özel yatırımların özel tasarrufları en iyi biçimde değerlendirdiğinden, hükümet harcamalarının ekonomik açıdan zorunluluk olmadığı görüşündedir. Özetle klasik iktisadi görüşe göre, kamu yatırımlarında meydana gelecek artış borçla veya vergilerle finanse edildiğinde mal ve hizmet talebi artmakta, böylece faiz oranları yükselmekte ve sermaye daha pahalı hale geleceği için özel sektör yatırımları azalmaktadır (Ahmed ve Miller, 2000: 124). Neo-Klasik İktisatta da aynı görüş savunulmuştur. Hawtrey, kamu yatırımlarının özel yatırımların yerini alamayacağını, kamu borçlanmasının faiz oranlarını yükselterek, özel sektörün kredi kullanımını engelleyeceğini belirtmiştir. 61 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM Monetarist iktisada göre de, kamu yatırımları vergi ya da borçlanmayla finanse edildiğinde kaynaklar özel sektörden kamu sektörüne aktarılmakta, “dışlama etkisi” meydana gelmektedir. Monetarist iktisat, parasal genişlemenin kamu yatırımlarında artış olmaksızın ekonomiyi canlandırabileceğini savunmaktadır. Keynesyen teoriye göre ise, vergiler ya da borçlanmayla finansmanı gerçekleştirilen kamu yatırımlarının, ekonomide genişletici etkisi bulunmaktadır. Keynes’e göre ekonomi politikasının finansman biçiminin, faiz oranlarını yükselterek yatırımlar üzerinde geciktirici bir etkisi olabilmektedir. Bu durumda özel yatırımcı için sermaye mallarının maliyetinin yükselmemesi için para otoritelerinin müdahalesi ile faiz oranlarının düşürülmesi gerekmektedir. Keynes, dışlama etkisi durumunda hükümet programı, yarattığı güvene karşın, likidite tercihini yükseltebilir ya da sermayenin marjinal verimliliğini azaltabilmektedir (Spencer ve Yohe, 1970: 14-7; Carlson ve Spencer, 1975: 5). Literatürde üç çeşit dışlama etkisinden söz edilmektedir. Birincisi, kamu yatırımlarındaki artış, özel sektörün kamu mallarını özel mallarla ikame etmesine yol açmaktadır. İkincisi, çıktı miktarındaki artış para talebini ve dolayısıyla faiz oranlarını arttırarak, özel sektör yatırımlarının dışlanmasına neden olmaktadır. Üçüncüsü ise, bütçe açıkları nedeniyle kamu borç stoku faiz oranlarını arttırarak, özel sektör yatırımlarının dışlanmasına yol açmaktadır. Friedman (1972: 917-921), birinci tür dışlama etkisini, “ilk tur” etkileri olarak isimlendirmektedir. Bunlar politikanın uygulanması ile birlikte ortaya çıkmakta ve zamana bağlı olmamaktadır. “İzleyen tur” olarak adlandırılan üçüncü tür dışlama etkisi ise, kamu borç stokunun artış hızına bağlıdır. Friedman’a göre bütçe açığıyla finansmanı yapılan kamu yatırımları, istihdam üzerinde ilk aşamada olumlu etkide bulunabilir, ancak izleyen aşamanın faiz oranları ve yatırımlar üzerindeki etkileri, bu olumlu etkiyi ortadan kaldırmaktadır. Blinder ve Solow (1973), eğer bütçe uzun vadede ve istikrarlı olarak dengedeyse, ilk aşamada oluşan söz konusu olumlu etkilerin, tamamen dışlanmayacağını savunmaktadır (Floyd ve Hynes, 1978: 97). 62 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94 3. ÇALIŞMADA KULLANILAN DEĞİŞKENLERİN VERİSEL ANALİZİ Çalışmada özel sabit sermaye yatırımları, kamu sabit sermaye yatırımları, iç borç stoku ve iç borç faiz oranı değişkenlerine ait 1986- 2014 dönemini içeren Türkiye verileri, yıllara göre gösterdikleri değişim dikkate alınarak, analiz edilmiştir. Böylece, ilerleyen aşamalarda Türkiye için 1986- 2014 dönemi için yapılacak ampirik analizden önce, ön analiz yapılması hedeflenmiştir. Aşağıda tablo 1’de görüldüğü üzere, özel sabit sermaye yatırımlarında yıllar itibariyle artış ve azalışlar görülmüş, söz konusu yatırımların en düşük seviyesi, 2002 ve 2003 yıllarında gerçekleşmiştir. Kamu sabit sermaye yatırımlarında da özel sabit sermaye yatırımlarında olduğu gibi artış ve azalışlar görülmüş, söz konusu yatırımların, 2008 yılı ve sonrasında neredeyse aynı oranda olduğu belirlenmiştir. Yine iç borç stokunda da, yıllara göre artış ve azalışlar görüşmüş, söz konusu değişken 2001 yılında en yüksek seviyesine ulaşmışken, 2001 yılından 2008 yılına kadar iç borç stokunda sürekli bir düşüş görülmüştür. İç borç faiz oranında da aynı şekilde, yıllara göre artış ve azalışlar gerçekleşmiştir. İç borç faizi en yüksek seviyesine 1994 yılında ulaşmış, 2009 yılından sonra da neredeyse aynı oranda seyretmiştir. Tablo 1. Çalışmada Kullanılan Değişkenlerin Verisel Analizi Özel Sabit Sermaye Yatırımları Kamu Sabit Sermaye Yatırımları İç Borç Stoku İç Borç Faiz Oranı 1986 9,392228 7,605244 15,31243 47,12 1987 10,96226 7,44689 17,14179 56,6 1988 12,82947 6,592042 16,38253 67,6 1989 11,28676 5,676432 13,72279 59,8 1990 11,77358 5,239517 10,82197 54,0 1991 12,10946 5,617852 11,52814 80,5 1992 12,05038 5,531194 13,21554 87,7 1993 14,32104 5,404307 13,41334 87,6 1994 14,62024 3,693224 15,37098 164,4 1995 14,88932 3,148904 13,04315 121,9 Yıllar 63 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM 1996 15,07952 3,844528 15,85804 135,2 1997 15,33872 4,599029 16,21006 127,2 1998 13,76402 4,785305 16,54183 122,5 1999 11,62188 4,945537 21,91304 109,5 2000 11,9837 5,16153 21,85351 38,0 2001 9,229026 4,703962 50,85138 96,2 2002 8,609609 4,938332 42,76174 63,8 2003 8,825279 3,801288 42,74296 45,0 2004 10,87677 3,215743 40,15557 25,7 2005 11,25988 3,787504 37,72074 16,9 2006 12,28378 4,009758 33,15837 18,2 2007 17,89547 3,857408 30,27947 18,8 2008 16,09963 4,109339 28,91293 19,3 2009 13,10296 4,112361 34,64402 12,7 2010 14,9551 4,277713 32,11152 8,5 2011 18,00904 4,103108 28,41756 8,7 2012 16,31883 4,242542 27,28276 8,8 2013 15,59784 4,987296 25,71363 7,7 2014 15,78682 4,878056 23,69718 9,8 Çalışmada kullanılan değişkenlere ait verilerin yıllara göre değişimi, aşağıda şekillerle de gösterilmiştir. Özel sabit sermaye yatırımlarında, aşağıda Şekil 1’de görüldüğü üzere, hem artış hem de düşüşler görülmüş, söz konusu yatırımlarda en düşük seviye, 2002 ve 2003 yıllarında gerçekleşmiştir. Özel Sabit Sermaye Yatırımları 20 15 10 5 0 1986 1988 1990 1992 1994 1996 1998 2000 2002 2004 2006 2008 2010 2012 2014 Şekil 1. Özel Sabit Sermaye Yatırımları (1986- 2014) 64 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94 Kamu sabit sermaye yatırımlarında da, özel sabit sermaye yatırımlarında olduğu gibi, aşağıda Şekil 2’de görüldüğü üzere, artış ve azalışlar görülmüştür. Özel sabit sermaye yatırımlarındaki düşüş ve artış oranlarının, kamu sabit sermaye yatırımlarındaki artış ve düşüş oranlarından daha belirgin olduğu söylenebilmektedir. Kamu Sabit Sermaye Yatırımları 8 6 4 2 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 0 Şekil 2.Kamu Sabit Sermaye Yatırımları (1986- 2014) İç borç stokunda, aşağıda Şekil 3’te görüldüğü üzere, 2000 yılına kadar belirgin bir artış ya da azalış görülmemiş, 2000- 2001 yılları arasında diğer yıllara kıyasla yüksek oranda bir artış görülürken, hemen ardından 2001- 2009 yılları arasında ağırlıklı olarak azalış görülmüştür. İç Borç Stoku 60 50 40 30 20 10 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 0 Şekil 3. İç Borç Stoku (1986- 2014) Son olarak iç borç faiz oranının, aşağıda Şekil 4’te görüldüğü üzere, yıllara göre atış ve azalışlar gösterdiği söylenebilmektedir. Özellikle 2009 yılı sonrasında iç 65 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM borç faizinde çok küçük oranda değişimler görülmesi nedeniyle, söz konusu değişken neredeyse yatay bir seyir izlemektedir. İç Borç Faiz Oranı 200 150 100 50 0 Şekil 4. İç Borç Faiz Oranı (1986- 2014) 4. DIŞLAMA ETKİSİ İLE İLGİLİ AMPİRİK ÇALIŞMALARIN ANALİZİ Dışlama etkisi ile ilgili, geçmişten günümüze yapılmış yerli ve yabancı çalışmaların çoğuna bu çalışmada yer verilmeye çalışılarak, söz konusu çalışmalar, kullandıkları modeller ve bu modeller doğrultusunda ulaştıkları sonuçlar açısından analiz edilmiştir. Blinder ve Solow (1973) çalışmalarında Monetaristlerin eleştirileri doğrultusunda Keynesyen çarpan düzeneğini yeniden ele alarak, maliye politikasının etkinliğini kanıtlamayı amaçlamışlardır. Keynes gibi, bütçe açığı harcamalarına parasal genişleme eşlik etmediğinde faiz oranlarının yükseleceğini ve faize karşı duyarlı özel yatırımların azalacağını belirtmektedirler. Kısmi olarak gerçekleşen bu dışlama etkisi nedeniyle harcama çarpanı teorik olarak beklenenden düşük olmakta, para talebinin faize olan duyarlılığının son derece düşük olması durumunda ise, maliye politikaları etkisiz olmaktadır. Monetaristler, ampirik olarak bu durumun tersi olan kanıtları görmezden gelmekte ve maliye politikasının tamamen etkisiz olduğunu savunmaktadırlar. Ne var ki, kamu borçlanması birtakım borç araçlarının yaratılmasını gerektirmekte, bu borç araçları özel serveti arttırarak, “servet etkisi”ne yol açmaktadır. Dışlama etkisinde “üçüncü tur” ile ilgili argüman bu servet etkisi üzerinden geliştirilecektir. 66 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94 Servet etkisi, tüketimin artmasıyla toplam harcamaların artmasına yol açmakta, IS eğrisini sağa kaydırarak, bilinen çarpan etkisinin artmasını sağlamaktadır. Servetteki bu artış, finans piyasalarını etkileyerek, para talebi arttırmakta, böylece LM eğrisi de kaymaktadır. Tamamen dışlama etkisinin görüleceğini savunan Monetaristler için IS ve LM’de görülen bu kaymalar, daraltıcı bir sonuç doğurmaktadır. Blinder ve Solow, maliye politikasının sonuçlarını tartışabilmek için, aşağıdaki denklem (1) - (8)’den oluşan bir modelden yola çıkmaktadırlar: (Mal piyasası dengesi) Y=C+I+G (1) (Tüketim fonksiyonu) C = C(Y - T, W) (2) (Net yatırım fonksiyonu) I = I(r) (3) (Vergi fonksiyonu) T = T(Y) (4) (Reel balans talebi) Md / P = L(r, Y, W) (5) (Egzojen para arzı) Ms = M (6) (Para piyasası dengesi) Ms = Md (7) (Servet tanımı) W = K + M / P + V(r )/ P (8) Yukarıda, denklem (8)’de, V(r), kamu tahvillerinin nominal piyasa değerini, K ise, sermaye stoğunu göstermektedir. Bu denklem setine, kamu bütçe kısıtı eklenmektedir: P[G + B - T] = B / r + M (9) Yukarıda, denklem (9)’da B, cari piyasa fiyatı üzerinden tahvil miktarındaki değişmeyi, B/r ise, tahvil stoğunun piyasa değerindeki değişmeyi göstermektedir. Denklem sistemi üç denkleme indirgenebilir. Y = [(C ( Y + B -T (Y + B ) , (M + ( B / r) + K )) + I ( r ) + G] (10) M = L ( r , Y, ( M + B/r + K ) (11) M+B/r=G+B-T(Y+B) (12) Yukarıdaki, denklem (10) ve (11), statik IS ve LM denklemleridir. Denklem (12) ise, servet stoğundaki değişmelere bağlı olarak modeli, bir dengeden diğerine götürmektedir. Modelin durağan durum için çözümü, M = B = 0 eşitliğini gerektirmektedir. Bu eşitliğin anlamı G = T(Y) eşitliğidir, diğer bir deyişle bütçe 67 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM dengesi sağlanmalıdır. Daha yüksek vergi oranları ile finansmanı gerçekleştirilmeyen durağan durum çarpanı, aşağıda, denklem (13)’te verilmiştir. dY / dG = 1 / T(Y) (13) Durağan durum çarpanı, finansman türünden bağımsızdır. Bir başka ifadeyle, sistem istikrarlı olduğu sürece, uzun dönemde tahville finansmanı sağlanan harcamalar da, en az para ile finansmanı sağlanan harcamalar kadar genişletici niteliktedir. Sistemin istikrarı, açıkların finansmanın gerçekleştirilme şekline bağlı olabilir. Parametrelerin değerlerine göre parasal finansman, sistemi istikrarlı kılabilir ya da tahville yapılan finansman, sistemi istikrarsızlığa götürebilir. Y(t) = f(M, B, K; G) (14) r(t) = g(M, B, K; G) (15) Yukarıdaki denklem (14) ve (15) deki Y, t ve G veri kabul edilerek, M, B ve K’nin fonksiyonu türünde yazıldığında ve bunların kısmi türevleri alındığında, para çarpanının pozitif olduğu, tahvil çarpanının ise, belirsiz bir değer sergilediği görülmektedir (Kısmi türevler alındığında M ve B’deki değişimin Y’de ne kadar değişikliğe yol açtığı görülmektedir). Denklemler (14) ve (15) aracılığıyla, denklemler (10) - (12)’de verilen dinamik sistem, doğrusal olmayan bir denklem olarak ifade edilebilmektedir. M = G + B - T[F(M, B, K) + B] parasal finansman için B = H(M, B, K){G + B - T[F(M, B, K) + B]} tahville finansman için (16) (17) Yukarıdaki, denklem (16)’nın türevi alındığında istikrarlılık koşulu (-T' Fm< 0) sistemde gerçekleşmektedir. Yukarıdaki, denklem (17)’nin türevi alındığında (Fb> 1- T '/ T') ise, istikrarlılık sorununun teorik değil, ampirik bir sorun olduğu görülmektedir (Kesbiç, 1998). Sundararajan ve Thakur (1980) Kore ve Hindistan üzerine yaptıkları çalışmada kamu yatırımlarının rolünü aydınlatabilmek için bir büyüme modelinden yararlanmışlardır. Modelde özel yatırımların, tasarrufların ve büyümenin durumları analiz edilmektedir. Temel olarak Jorgenson’un (1971) neo-klasik yatırım modeli 68 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94 dikkate alınmıştır. Jorgenson’un modelinde sermaye-çıktı oranı, sermaye girdisinin nispi fiyatına bağlı olarak değişmektedir. Neo-Klasik teoriye göre özel yatırımın beklenen çıktı düzeyi ile pozitif, sermayenin nispi fiyatı ile negatif bir ilişkisi bulunmaktadır. Neo-Klasik modelin kullanımı, tasarruf olanaklarının yatırım üzerinde bir kısıt olarak işlev göstermesini sağlamaktadır. Gelişmiş ülkelerde de sabit sermaye yatırımları tasarruf hacmi tarafından kısıtlanmaktadır. Modelde faiz oranlarının yatırım ve tasarruf üzerindeki etkileri de ele alınmaktadır. Çalışma, özel yatırımların, kamu sektörünün sermaye stokuna ve özel yatırıma yönelik fonlara bağlı olduğunu göstermeyi amaçlamıştır. Kamu yatırımlarının olumlu etkisi, özel sektörün çıktı üretim maliyetlerini düşürmesidir. Kamu sektörünün sermaye stoğundaki artış, özel sektörün çıktılarına yönelik talep artışına ilişkin beklentileri uyarmaktadır. Kamu sektörünün reel sabit yatırımlarındaki artış, kamu sektörü çıktısını, özel sektörün beklenen ve gerçekleşen çıktısı ise, toplam iç tasarrufları arttırırken, kamu yatırımının finansmanı için tasarrufların bir kısmının kullanımını gerektirmektedir. Kamu yatırımlarının özel sektör için gerekli olan tasarrufları kullanması durumunda, dışlama etkisi meydana gelmekte, özel sabit yatırımlar azalmaktadır. Yapılan ampirik testte Hindistan’a göre Kore’de kamu sektörünün sermaye stoğunun, özel sektörün çıktı beklentileri üzerindeki etkisi büyüktür. Faiz oranlarının, Hindistan’da tasarruflar üzerinde etkili olduğu, Kore’de ise anlamlı bir etkisinin olmadığı saptanmıştır. Faiz oranları, Hindistan’da tasarruflar üzerinde olumlu etkide bulunurken, yatırımlar üzerinde olumsuz etkide bulunmaktadır. Uygulanan simülasyonlarda Hindistan için kamu yatırımlarındaki artış, ilk aşamada özel yatırımların azalmasına neden olmuştur. İzleyen dönemlerde ise, kamu yatırımı tarafından oluşturulan ek kaynaklar özel yatırımları arttırmaktadır. Bu artışlar, ilk dönemde meydana gelen dışlama etkisini ancak uzun dönemde dengeleyebilmektedir. Yine de ilk dönem dışlama etkisinin kısmi olduğu, artan kamu yatırımının ortalama olarak yatırımı arttırdığı gözlenmektedir. Kore için ise, kamu yatırımları hem ilk dönemde hem de izleyen dönemlerde olumlu etkide bulunmaktadır. 69 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM Wai ve Wong (1982) çalışmalarında esnek hızlandıran yatırım modelinden faydalanmışlardır. Modelde özel yatırım; arzulanan özel sermaye ile geçmiş dönem özel sermaye stoğunun farkı ve geçmiş dönem özel sermaye stoğuna göre değişen yenileme yatırımlarının toplamının fonksiyonudur. Malezya, Yunanistan, Tayland, Meksika ve Kore için, en küçük kareler yöntemiyle, aşağıdaki, denklem (18) ve (19), test edilmiştir.4 IPt = a0 + a1QPt + a2ΔDCPt + a3CMPt + a4KPt-1 + u3t (18) IPt = b0 + b1IGt + b2ΔDCPt + b3CMPt + b4KPt-1 + u4t (19) Denklem (18) ve (19) da; IP özel yatırımları, QP özel sektör çıktısını, DCP banka sisteminin özel sektörden alacaklarını, CMP özel sektöre yönelen net sermaye akımlarını, IG kamu yatırımlarını ve KP özel sektör sermaye stoğunu göstermektedir. Çalışmada Yunanistan, Kore ve Malezya’da kamu yatırımlarının özel yatırımlara olumlu etkisi olduğu, Tayland ve Meksika’da ise, kamu yatırımlarının dışlama etkisine yol açtığı belirlenmiştir. Blejer ve Khan (1984) çalışmalarında esnek hızlandıran modelinden yararlanarak oluşturdukları modelde, altyapı yatırımları ve diğer kamu yatırımları arasında ayrıma gitmişler, özel yatırımlar üzerinde kamu yatırımlarının, devresel etmenlerin, banka kredilerindeki değişimlerin, reel net özel sermaye akımlarının ve beklenen çıktının etkilerini test etmişlerdir. 24 gelişmekte olan ülke için 1971-1979 dönemi verileri kullanılarak yapılan test sonucunda, kamu yatırımları hacmindeki değişimin dışlama etkisine yol açtığı görülmüştür. Khan (1988) çalışmasında esnek hızlandıran yatırım modelini temel almıştır. Modelde arzu edilen sermaye stoğu ile beklenen çıktı düzeyi arasında ilişki bulunmaktadır. Gerçekleşen özel sermaye stoğu, ilgili dönemde arzulanan stok ile 4 Yunanistan ve Kore için test edilen denklemler, yedek akçeleri (RE) de içermektedir. Denklem (19) makalede ayrıca aşağıdaki gibi denklem (20) olarak ifade edilmektedir. IPt = c0 + c1IGt + c2FPt + c3KPt-1 + u5t (20) Maliyetleri açısından bir fark olmadığında, özel sektöre verilen krediler ve net sermaye akımları arasında yatırımcı açısından bir fark yoktur. Bu nedenle denklem (20)’de bu iki değişkenin toplamı FP olarak ifade edilmektedir. 70 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94 geçmiş dönemde gerçekleşen stok farkına göre belirlenmektedir. Aşağıda, denklem (21)’de görüldüğü gibi, özel yatırım (IP) ile özel sermaye stoğundaki değişim ve belirli bir oranda (δ) yıpranan geçmiş dönem sermaye stoku arasında fonksiyonel bir ilişki bulunmaktadır. IPt = ΔKt + δ Kt-1 (21) Gecikme operatörünün (L), Kt ile çarpımı sonucu Kt-1’in elde edileceği kabul edilerek, denklem (21), aşağıdaki gibi denklem (22) olarak da ifade edilebilmektedir. IPt = αβ[1 - (1 - δ)L]K*t (22) Aşağıda, denklem (23)’te görüldüğü gibi, modelde gerçekleşen özel yatırımdaki değişim ile arzulanan özel yatırım ile geçmiş dönemde gerçekleşen özel yatırım farkı arasında fonksiyonel bir ilişki söz konusudur. ΔIPt =β [IP*t - IPt-1] (23) β katsayısı, özel yatırımcıların arzulanan ve gerçekleşen yatırımlar arasındaki tepkilerini göstermektedir. Özel yatırımcıların tepkisi; piyasa koşullarına, banka sisteminin sunduğu kredi olanaklarına ve kamu sektörü yatırım düzeyine bağlıdır. Çalışmanın ampirik kısmında, Pakistan için 1959-1986 dönemi verileriyle, doğrusal en küçük kareler yöntemi ile bu üç etmenin özel yatırımlar üzerindeki etkisi test edilmiştir. Piyasa koşullarının etkisinin ölçülmesinde GSYİH’nın gerçekleşen ve trend düzeyi arasındaki fark dikkate alınmıştır.5 Piyasa koşullarının, özel yatırımlar üzerinde önemli ölçüde etkili olduğu görülmüştür. Kredilerin de önemli ölçüde etkili olması, para politikalarının özel yatırımlar üzerindeki etkisini göstermektedir. Kamu yatırımlarının özel yatırımlar üzerinde çekme etkisi yarattığı sonucuna ulaşılmıştır. 5 Çalışmada GSYİH trend düzeyi, tam kapasite düzeyi olarak kabul edilmiştir. Gerçekleşen GSYİH trend düzeyini geçtiğinde arzulanan ve gerçekleşen yatırım arasındaki açığa yatırımcıların tepkisi görece yavaş, gerçekleşen GSYİH trend düzeyinin altında kaldığında ise görece hızlı olmaktadır. 71 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM Aschauer (1988) çalışmasında kamu yatırımlarının özel sermayenin verimliliğine etkisini analiz için geliştirilmiş neo-klasik üretim fonksiyonunu ele almıştır. Fonksiyon, özel sermayenin marjinal ürününü, nüfusun kamu sermaye stoğuna oranını ve nüfusun özel sermaye stoğuna oranını içermektedir. İstatistik açısından nüfus ele alınmakla birlikte, söz konusu oranlar, teorik olarak sermayeemek oranlarıdır. Fonksiyon, Amerika için 1953-1985 dönemi verileri kullanılarak, doğrusal en küçük kareler, birinci sıra otoregresyon ve araçsal değişkenler yöntemleriyle test edilmiştir. Sonuçlara göre, kamu sermaye stoğu, özel sermayenin getiri oranını arttırmakta ve çekme etkisi oluşmaktadır. Easterly’in (1989) çalışmasında Solow’un (1956) modelindeki gibi kamu ve özel yatırımlar, sektörlerin tasarruf eğilimlerinin ve borçlanma eğilimlerinin bir fonksiyonudur. Kamu kesimi, vergi gelirlerinin bir kısmını sabit oranda tasarruf etmektedir. Yıpranma ve borç faizi ise, kamu sermaye birikimi üzerinde negatif etkide bulunmaktadır. Yeni borçlanma, büyüme hızı ile borç-çıktı oranının çarpımına eşittir. Bu da yine borç-sermaye oranı ile kamu sermaye oranının çarpımına eşit olmaktadır. Özel sermaye birikimi için de aynı fonksiyonel ilişkiler söz konusu olmakta; özel gelir, toplam çıktı ile vergi gelirleri arasındaki fark olarak ifade edilmektedir. Durağan aşamada özel sermaye ve kamu sermaye stoğu artış hızları, büyüme hızına eşit olmalıdır. Modelde kurulan simülasyonda ulaşılan ilk sonuçlardan biri, vergi oranı ile vergi geliri arasında Laffer Eğrisi’nde özetlenen ilişkinin varlığıdır. Vergi oranı, sıfırdan itibaren yükseldiğinde vergi geliri yükselmekte, vergi oranındaki artış vergi miktarındaki düşüşü karşılamaktadır. Vergi oranındaki artışa bağlı olarak, kamu sermaye stoğu arttığından büyüme hızı artmaktadır. Vergi oranlarındaki artış bir noktadan sonra, kamu gelirinin ve kamu sermayesini arttırmakla birlikte, büyüme hızını yavaşlatmaktadır. Bu noktadan sonra vergi oranlarındaki artış, özel sektör üzerinde dışlama etkisinde bulunduğundan, kamu gelirlerinin ve kamu sermayesinin azalmasına neden olmaktadır. Vergilerdeki artışın, kamu sermaye artışında ve dolayısıyla büyüme üzerinde olumlu etkide bulunabilmesi, kamu vergi gelirlerinin ne ölçüde tasarrufa yönlendirildiğine bağlıdır. Kamu kesiminin hiç 72 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94 tasarrufa gitmemesi durumunda vergi oranındaki her artış, büyüme hızını yavaşlatmaktadır. Ramirez (1994) çalışmasında geliştirilmiş neo-klasik üretim fonksiyonundan yararlanarak oluşturduğu modelde istihdamın, özel sermaye stoğunun ve kamu sermaye stoğunun reel çıktı düzeyine etkisini analiz etmiştir. Çalışmada esnek hızlandıran yatırım modelinden faydalanılmıştır. Ampirik testte kullanılan aşağıdaki denklem (24)’de IP özel yatırımı, σ geçmiş dönem sermaye stoğundaki yıpranmayı, GAP çıktı açığını, ΔRCP özel sektörün kullanabildiği reel kredi akımını, RGI kamu yatırımını, EX reel döviz kurunu ve Y* arzulanan reel çıktı düzeyini göstermektedir. L gecikme operatörü ve D kukla değişkendir. IPt = αβ[1 - (1 - σ)L]Y*t + βα1GAP + βα2ΔRCPt + βα3RGIt +βα4EXt + βα5Dt + (1 - β)IPt-1 (24) Denklem (24), Meksika için 1950-1988 dönemi verileriyle test edilmiştir. Sonuç olarak, reel kredi akımı ve kamu yatırımlarının, özel yatırımlara pozitif etkisi olduğu, reel döviz kurunun ise, özel yatırımlara negatif etkisi olduğu görülmüştür. Oshikoya (1994) çalışmasında kurduğu modelde, özel yatırımın GSYİH’ya oranı ile reel GSYİH’daki yüzdesel değişimin, kamu yatırımlarının GSYİH’ya oranının, özel sektöre verilen kredilerdeki değişimin, tüketici fiyat endeksindeki yüzdesel değişimin, reel döviz kurunun, geçmiş dış borçların ihracata oranının ve geçmiş özel yatırımın GSYİH’ya oranının fonksiyonel ilişkilerini analiz etmişlerdir. Afrika için yapılan çalışmada kamu yatırımlarının özel yatırımlar üzerinde çekme etkisine yol açtığı görülmüştür. Looney (1995) çalışmasında Pakistan için Granger nedensellik testiyle, altyapı yatırımlarını kapsamayan kamu yatırımlarının imalat sektöründe dışlama etkisine yol açtığı, imalat sektörü dışındaki diğer sektörler için finansal ya da reel dışlama etkisinin olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Serven (1996) çalışmasında kullandığı modelinde ekonomi, kamu sektörü ve özel sektör olmak üzere iki sektörden oluşmaktadır. Kamu sektörü, iki mal üretmektedir. Bu mallardan birincisi, kısaca “altyapı hizmetleri” denilen, özel 73 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM sektörün kullanabildiği ara mal niteliğindeki üretken girdilerdir, bunların üretimi için yalnızca altyapı sermayesi gerekmektedir. Bu mallardan diğeri ise, herhangi bir altyapı hizmeti sunmamakta ve bu malın üretimi için sermaye ve emek kullanılmaktadır. Özel sektör, emek, sermaye ve altyapı hizmetlerini kullanarak, tek bir nihai mal üretmektedir. Kamu ve özel sektörün ürettiği nihai mallar, tam ikame mallardır, dolayısıyla bu malların özel tüketimleri açısından kamu sektörü ve özel sektör rekabet içerisindedir. Modelde kamu sektörünün nihai mal için ayırdığı sermayenin arttığı, dolayısıyla çıktının arttığı ve kamu nihai malının nispi fiyatının düştüğü varsayılmaktadır. Fiyattaki bu düşüş, özel nihai mala yönelik talebin, kamu nihai malına yönelmesine yol açacağından kamu sektöründeki istihdam artmaktadır. Ayrıca, kamu nihai malının fiyatı düştüğünde, kamu firmaları çıktısı cinsinden reel ücret yükseleceğinden, kamu istihdamı azalmaktadır. Net sonuç, iki etmenden birinin diğerine üstün gelmesiyle belirlenmektedir. Altyapı sermaye stoğu arttığında ise, özel sektörde emek ve sermayenin verimliliği, dolayısıyla özel firmaların çıktıları artmakta ve özel nihai malın nispi fiyatı düşmektedir. Çalışmanın ampirik kısmında, fonksiyonel ilişkinin gösterildiği aşağıdaki, denklem (25)’te kpr özel sektör yatırımlarını, kg kamu sektörü yatırımlarını, z altyapı stoğunu, pk sermaye mallarının nispi fiyatını ve crpr özel sektör için reel kredi stoğunu göstermektedir. Analizde altyapı stoğunun ve reel kredi stoğunun pozitif, sermaye mallarının nispi fiyatının ise, negatif etkisi olacağı beklenirken, kamu sektörü yatırımlarının net etkisi belirli değildir. kpr = φ (kg, z, pk, crpr) (25) Gelişmekte olan ülkelerde kamu kesiminin altyapı yatırımları yanında, özel sektörün ticari ve sınai yatırımları da gerçekleşmektedir. Çalışmada Hindistan için alt yapı yatırımlarının uzun dönemde özel yatırımlar üzerinde çekme etkisine, ticari ve sınai yatırımların ise, dışlama etkisine yol açtığı sonucuna ulaşmıştır. Her iki tür yatırımın da kısa dönemde, dışlama etkisi oluşturduğu görülmüştür. 74 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94 Argimon vd. (1997) çalışmalarında oluşturdukları modelde, ekonomik birimlerin iki dönem yaşadıkları varsayılmaktadır. Bu birimler, yalnızca ilk dönemde emek arz etmekte ve ücret ile geçinmektedir. Birimlerin tüketim düzeyleri, ücret ile vergi ve tasarrufların arasındaki farka eşittir. İkinci dönemde ise, vergi ödeme yükümlülüğü olmayan birimler, tasarrufları yoluyla geçimlerini sürdürmektedir. Tasarruf hacmi, faiz oranına bağlı olarak değişmektedir. Kamu vergilerle, ekonomik birimlerin fayda fonksiyonunda yer alan kamu mallarını ve özel sektör üretiminde kullanılan üretken girdileri üretmektedir. Modelde birimler, özel sektör mallarını, kamu mallarına belirli bir katsayı üzerinden tercih etmektedir. Kamu ve özel sektör malları bir dönem içerisinde tamamen değer yitirmekte, ikinci dönemde sermaye, birinci dönemde yapılan tasarrufa eşit olmaktadır. Kamu tüketim harcamalarının özel yatırımlar üzerindeki etkisi, vergilerin tasarruflar üzerindeki etkisine ve kamu hizmetlerinin ne ölçüde özel tüketimin tamamlayıcısı ya da ikamesi olmasına göre değişmektedir. Vergilerin tasarruflar üzerindeki negatif etkisi nedeniyle kamu yatırımlarındaki artış, özel yatırımlar üzerinde dışlama etkisine yol açmaktadır. Buna karşın, kamu sermayesi, özel sermayenin verimliliğini arttırdığında, kamu yatırımları, özel yatırımlar üzerinde bir çekme etkisine neden olmaktadır. Çalışmanın ampirik kısmında kullanılan aşağıdaki, denklem (26) ve (27)’de, t zamanı, j ülkeyi, i özel yatırımları, ig kamu yatırımlarını, cg kamu tüketimini, fk özel sermayenin marjinal verimliliğini, k özel sermaye stoğunu ve kg altyapı sermayesini göstermektedir. ijt = a1jt + a2jtfkjt + a3jtigt + a4jtcgjt + e1jt (26) ln fkjt = b1jt + b2jt ln kjt + b3jt ln kgjt + e2jt (27) Çalışmada 14 OECD ülkesinde panel veri yöntemiyle kamu yatırımları ve özel yatırımlar arasındaki ilişki test edilmiştir. Sonuç olarak, kamu yatırımlarının özel yatırımlara olumlu etkisinin olduğu, yatırımlar dışındaki kamu yatırımlarının dışlama etkisine neden olduğu belirlenmiştir. 75 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM Nazmi ve Ramirez (1997) Solow’un (1956) modelinden yararlanarak oluşturdukları modelde emek gücünün, özel sermaye stoğunun, kamu sermaye stoğunun ve diğer etmenlerin reel çıktı düzeyine etkisini, Meksika için analiz etmektedirler. Çalışmada verimlilik artışı, emeğin çıktı esnekliği, kamu ve özel sermayenin marjinal verimliliği ile kamu tüketim harcamalarının ve ihracatın çıktı esnekliğinin, çıktı büyüme hızına etkisini ele almışlardır. Kamu tüketim harcamaları ve ihracat verileri, ikinci aşamada modelden çıkarılmıştır. Kamu yatırımlarının özel yatırımlar üzerindeki etkisine modelde yer verebilmek amacıyla özel yatırımlar ile geçmiş dönem kamu ve özel yatırımları, geçmiş dönem büyüme hızı, faiz oranları, kamu tüketimi ve ihracat arasında fonksiyonel bir ilişki kurulmuştur. Çalışmada Meksika için 1950- 1990 dönemi verileri kullanılarak, Phillips-Perron testi ve iki aşamalı en küçük kareler yöntemi uygulanmıştır. Analiz sonucunda, özel ve kamu yatırımlarının büyüme üzerinde önemli etkileri olduğu, önceki çalışmalardan farklı olarak emek gücünün büyüme sürecinde önemli rolü olduğu, çıktı ve faiz oranlarının özel yatırımlar üzerinde etkili olduğu görülmüştür. Kamu yatırımlarının, özel yatırımlar üzerinde dışlama etkisi oluşturmasına karşın, bu yatırımların büyüme üzerinde olumlu etkileri olduğu belirlenmiştir. Kesbiç (1998) Blinder-Solow modelinden yararlandığı çalışmasında, Türkiye’de özellikle 1987 yılı sonrasında kamu açıklarının finansmanı için kamunun önemli ölçüde fon talep etttiğini, dolayısıyla mali piyasalarda özel sektörün kullanabileceği fon arzının azaldığını belirtmektedir. Sonuç olarak, iç borçlanmanın daraltıcı değil, genişletici etkide bulunduğu, ancak genişlemenin reel değil, nominal nitelikte olduğu belirlenmiştir. Bahmani-Oskooee (1999) çalışmasında oluşturduğu modelde reel gelirin, faiz oranının ve bütçenin özel yatırımlar üzerindeki etkilerini, ABD için 1947- 1992 dönemi verilerini kullanarak, Johansen-Juselius eşbütünleşme tekniğiyle araştırmıştır. Sonuç olarak, bütçe açıklarının uzun vadede özel yatırımlar üzerinde çekme etkisine yol açtığı belirlenmiştir. 76 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94 Ahmed ve Miller (2000) çalışmalarında iki denklemden yararlanmışlardır. Birinci denklemde; vergilerin, kamu yatırımlarının, dış ticaretin (ithalat ve ihracat toplamı) GSYİH içerisindeki payı ile özel yatırımların GSYİH içerisindeki payı arasında bir fonksiyonel ilişki kurulmaktadır. İkinci denklemde; kamu yatırım harcamaları toplu olarak değil, savunma harcamaları, eğitim harcamaları, sağlık harcamaları, sosyal güvenlik harcamaları ve ulaşım ve iletişim harcamaları olarak, alt kategorilere ayrılmıştır. Çalışmada 1975-1984 dönemi verileriyle, 23 gelişmekte olan ve 16 gelişmiş ülke için, doğrusal en küçük kareler yöntemine başvurulmuştur. Sonuç olarak, vergi ile finansmanı yapılan kamu yatırımlarının, borçla finansmanı yapılan kamu yatırımlarından daha çok dışlama etkisine yol açtığı; sosyal güvenlik harcamalarının bütün ülkelerde özel yatırımları azaltırken, gelişmekte olan ülkelerde ulaşım ve iletişim harcamalarının özel yatırımları olumlu etkilediği görülmüştür. Hyder (2001) çalışmasında geliştirilmiş neo-klasik üretim fonksiyonundan yararlanmış, Pakistan için 1964-2001 dönemi verilerini kullanarak, multivariate time series yöntemiyle dışlama etkisini incelemiştir. Sonuç olarak, uzun dönemde özel yatırımlar ve kamu yatırımların büyümeye etkisinin olumlu olduğu, kamu yatırımları ve özel yatırımlar arasında ise, tamamlayıcılık ilişkisi olduğu görülmüştür. Naqvi (2001) çalışmasında Pakistan için 1964- 2000 dönemi verileriyle, eşbütünleşme tekniğini kullanarak, ekonomik büyüme, kamu yatırımları ve özel yatırımlar arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Analiz sonucunda kamu yatırımlarının özel yatırımlar üzerinde çekme etkisi oluşturduğu gözlenmiştir. Yavuz (2001) çalışmasında Türkiye için 1990-2001 dönemi verilerini kullanarak, hata düzeltme modeline başvurmuştur. Sonuç olarak, kamu yatırım harcamalarının ve faiz oranlarının özel yatırımları dışladığı görülmüştür. Naqvi ve Tsoukis (2003) çalışmalarında esnek hızlandıran yatırım modelinden yararlanarak, reel GSYİH’daki değişimlerin ve kamu yatırımlarının özel yatırımlara etkisini 1971-2000 dönemi verilerini kullanarak, beş Asya ülkesi için 77 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM test etmişlerdir. Sonuç olarak, kamu yatırımlarının Pakistan’da çekme etkisine, Tayland’da ise, dışlama etkisine yol açtığı görülmüştür. Bengladeş’te kamu yatırımlarının hacmi özel sektör tarafından belirlenirken, Hindistan ve Malezya için, kamu yatırımları ve özel yatırımlar arasında nedensellik ilişkisi belirlenmemiştir. Berber (2003) çalışmasında Türkiye için 1963-1999 dönemi verilerini kullanarak, eşbütünleşme yöntemi ve hata düzeltme modeline başvurmuştur. Sonuç olarak, büyüme ile kamu ve özel yatırımları arasında karşılıklı nedensellik ilişkisi olduğu ve büyüme üzerinde özel yatırımların daha etkili olduğu görülmüştür. Şimşek (2003) çalışmasında genişletilmiş basit yatırım hızlandıran modelini kullanmış, Türkiye için 1970- 2001 verileriyle, çeşitli kamu yatırımlarının özel yatırımlara etkisini analiz etmiştir. Sonuç olarak, kamu altyapı yatırımlarının ve faiz ödemelerini içeren kamu yatırımlarının özel yatırımlar üzerinde dışlama etkisine yol açtığı görülmüştür. Kar ve Taban (2003) çalışmalarında çeşitli kamu yatırım harcamalarının büyüme üzerindeki etkisini, Türkiye için 1971- 2000 dönemi verilerini kullanarak, eşbütünleşme tekniğiyle analiz etmişlerdir. Sonuç olarak, eğitim ve sosyal güvenlik harcamalarının büyümeyi olumlu, sağlık harcamalarının ise, büyümeyi olumsuz etkilediği ve altyapı harcamalarının istatiksel olarak anlamlı olmadığı belirlenmiştir. Uysal ve Mucuk (2003) çalışmalarında kamu yatırımlarının özel yatırımlara etkisini, Türkiye için 1975-2000 dönemi verilerini kullanarak, en küçük kareler yöntemi ile test etmişlerdir. Sonuç olarak, kamu yatırım harcamalarının özel yatırımları dışladığı görülmüştür. Ertan (2004) çalışmasında Türkiye için 1989- 2003 dönemi verilerini kullanarak, zaman serilerinde çoklu regresyon analiziyle, kamu yatırımları, iç borç stoğu ve özel sektöre bankalar tarafından verilen borçların özel yatırımlara etkisini test etmiştir. Analiz sonucunda, özel yatırımların, kamu yatırımları ve iç borç stoğundan olumsuz etkilendiği görülmüştür. 78 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94 Kuştepeli (2005) çalışmasında Dickey Fuller birim kök testi ve Johansen eşbütünleşme yöntemini kullanarak, iki model kurmuştur. Birinci modelde; özel yatırım üzerinde reel faiz oranının, reel gelirin (GSMH) ve reel kamu yatırımlarının etkileri, Türkiye için 1967- 2003 dönemi verileriyle test edilmiştir. İkinci modelde; özel yatırımlar üzerinde reel faiz oranının, reel gelirin ve reel bütçe açığının etkileri, Türkiye için 1963- 2003 dönemi verileriyle test edilmiştir. Sonuç olarak, özel yatırımlar ile reel faiz oranları arasında negatif, özel yatırımlar ile reel gelir arasında pozitif ilişki olduğu, bütçe açıklarındaki artışın özel sektör üzerinde uzun dönemde dışlama etkisine yol açtığı görülmüştür. Yavuz (2005) çalışmasında kamu yatırımlarının ve faiz oranının özel yatırımlara etkisini, Türkiye için 1980-2003 dönemi verilerine göre test etmiştir. Sonuç olarak, kamu yatırımlarının özel yatırımlar üzerinde çekme etkisine yol açtığı sonucuna ulaşılmıştır. Erden (2005) çalışmasında Türkiye için 1968-1998 dönemine ait verilerle, esnek hızlandıran yatırım modeli ve vektör hata düzeltme modelini kullanmıştır. Sonuç olarak, reel GSMH’nın özel yatırımlar üzerinde olumlu etkisi olduğu, reel kamu yatırımlarının ise, dışlama etkisine yol açtığı görülmüştür. Saeed vd. (2006) çalışmalarında geliştirilmiş neo-klasik üretim fonksiyonundan yararlanarak, VAR modeliyle, Pakistan için kamu yatırımlarının özel yatırımlar üzerindeki etkisini analiz etmişlerdir. Sonuç olarak, tarım sektörü açısından çekme etkisinin, imalat sektörü açısından ise, dışlama etkisinin olduğu görülmüştür. Mitra (2006) çalışmasında yapısal vektör otoregresyon (SVAR) modeliyle, Hindistan için 1969- 2005 dönemi verilerini kullanarak, kısa dönemde kamu yatırım harcamalarının özel harcamalar üzerinde dışlama etkisine yol açtığı sonucuna ulaşmıştır. Başar ve Temurlenk (2007) çalışmalarında yapısal VAR modelini kullanarak, Türkiye için 1980 sonrası dönemde kamu yatırımlarının özel yatırımlar üzerindeki dışlama etkisini analiz etmişlerdir. Sonuç olarak, dışlama etkisinin düşük düzeyde olduğu görülmüştür. 79 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM Altay ve Altın (2008) çalışmalarında Türkiye için 1980-2005 dönemi verileriyle, toplam kamu yatırımlarının büyüme ve toplam yatırımlar üzerindeki etkisini, Pati Ram’ın geliştirdiği iki sektörlü üretim fonksiyonu ve en küçük kareler yöntemini kullanarak, analiz etmişlerdir. Sonuç olarak, kısa dönemde kamu yatırımlarının toplam yatırımlar üzerinde olumlu etkisi olduğu, uzun dönemde ise, kamu büyüklüğündeki artış nedeniyle dışlama etkisinin meydana geldiği görülmüştür. Hatano (2010) çalışmasında Japonya için 1957-2004 dönemi verilerini kullanarak, Johansen eşbütünleşme analizi ve Granger nedensellik testini uygulayarak, kamu yatırımlarının ilk yıl özel sektör yatırımlarını dışladığı ancak devam eden yıllarda tamamladığı bulgusuna ulaşmıştır. Dianne ve Lee (2011) çalışmalarında Endonezya için 1997-2010 dönemi çeyrek dönemlik verilerini kullanarak, kamu yatırımları ile özel sektör yatırımları arasındaki ilişkiyi vektör hata düzeltme modeliyle araştırmışlardır. Kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarını dışladığı sonucuna ulaşmışlardır. Hassan vd. (2011) çalışmalarında Malezya için 1976- 2006 dönemi verilerini kullanarak tarım, ticaret ve imalat, ulaştırma ve haberleşme ile sektörlerindeki tamamlama ve dışlama etkisini, panel veri inşaat yöntemiyle araştırmışlardır. Söz konusu sektörlerdeki kamu yatırımlarının aynı sektörlerdeki özel sektöryatırımlarını pozitif yönde etkilediği sonucuna ulaşmışlardır. Birian vd. (2012) çalışmalarında Zimbabve için 1967- 2004 dönemi verilerini kullanarak, vektör hata düzeltme modelinin (VECM) uygulanmasıyla, kamu yatırımlarındaki kısa dönemli değişikliklerin özel sektör yatırımlar üzerinde tamamlayıcı etkisi olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Altunöz (2013) çalışmasında Türkiye için 1989-2004 dönemi verilerini kullanarak, RDL yöntemi ile, kamu iç borçlanmasının özel yatırımları dışlama etkisini test etmiştir. Sonuç olarak, ilgili dönemde dışlama etkisi olduğu belirlenmiştir. 80 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94 Tülümce ve Buyrukoğlu (2013) çalışmalarında Türkiye için 1980- 2010 dönemi verilerini kullanarak, Johansen eşbütünleşme ve Granger nedensellik testleriyle, özel yatırımlar ile kamu yatırımları arasındaki ilişkiyi analiz etmişlerdir. Sonuç olarak, özel yatırımlardan kamu yatırımlarına doğru nedensellik ilişkisi olduğu ve uzun dönemde faiz oranlarının özel yatırımları olumsuz etkilediği görülmüştür. 5. DIŞLAMA ETKİSİNİN TÜRKİYE İÇİN ANALİZİ Çalışmada Türkiye’de 1986- 2014 dönemi için kamu yatırımlarının özel yatırımları dışlama etkisi araştırılmıştır. Türkiye için yapılan analizde, cari fiyatlar ile özel sabit sermaye yatırımları, cari fiyatlar ile kamu sabit sermaye yatırımları ve cari fiyatlar ile iç borç stoku yıllık verileri; Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Elektronik Veri Dağıtım Sisteminden (EVDS) elde edilen İstanbul Ticaret Odası 1968 yılı Toptan Eşya Fiyat Endeksi (TEFE) yıllık verileri kullanılarak, reel hale getirilmiştir. Böylece çalışmada söz konusu reel hale getirilmiş veriler ve iç borç faiz oranı yıllık verileri kullanılmıştır. Ayrıca, özel sabit sermaye yatırımlarının, kamu sabit sermaye yatırımlarının ve iç borç stokunun GSYİH’ye oranı, analizde bu değişkenlerin GSYİH içerisindeki paylarının kullanılması temel alındığı için tarafımızca belirlenmiştir. Özel sabit sermaye yatırımları, kamu sabit sermaye yatırımları, iç borç faiz oranı ve GSYİH değişkeni kalkınma bakanlığından, iç borç stoku değişkeni ise, hazine müsteşarlığından elde edilmiştir. Analizde değişkenlerin isimleri, kolaylık olması nedeniyle kısaltılmış, her bir değişkenin GSYİH’ye oranı, değişkenlerin altına GSYİH yazılarak, ifade edilmiştir. Özel sabit sermaye yatırımları (ÖY), kamu sabit sermaye yatırımları (KY), iç borç stoku (İBS) ve iç borç faiz oranı (İBF) şeklinde gösterilmiştir. Değişkenler arasında ekonometrik olarak anlamlı ilişkiler elde edilebilmesi için, analiz yapılan serilerin durağan seriler olması gerekmektedir (Gujarati, 2003: 817). Çalışmada zaman serilerinin durağanlığını belirlemek için son dönemlerde geliştirilen Ng-Perron birim kök testinin kullanılması tercih edilmiştir. Ng-Perron birim kök testleri, özellikle Phillips-Perron (PP) testlerinde ortaya çıkan hata 81 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM teriminin hacmindeki boyut dağılımı çarpıklığını düzeltmek için M-testleri olarak geliştirilen yeni birim kök testleridir. Bu testler, Phillips-Perron Za ve Zt testlerinin değiştirilmiş (modifiye edilmis) hali olan MZa ve MZt testleri, Bhargava testinin değiştirilmiş (modifiye edilmis) hali olan MSB testi ve ADF-GLS testinin değiştirilmiş (modifiye edilmis) hali olan MPT testi olmak üzere, dört farklı birim kök testini kapsamaktadır. Bu nedenlerle çalışmada Ng-Perron birim kök testi kullanılmış, söz konusu teste göre değişkenlerin birinci farkları alındığında durağan oldukları tespit edilmiştir (Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2007: 365). Johansen eşbütünleşme testiyle, değişkenlerin eşbütünleşik olma durumlarının araştırılabilmesi için zaman serilerinin durağan olmaları gerekmekte, seriler birinci farkları alındığında durağan oldukları için söz konusu test uygulanabilmiştir. Johansen eşbütünleşme testi uygulandıktan sonra, EKKY uygulanmıştır. Son olarak, çalışmada kullanılan değişkenler arasındaki nedensellik ilişkisinin yönünü belirlemek için Granger nedensellik testi uygulanmıştır. 5.1. Ng- Perron Birim Kök Testi Sonuçları Aşağıdaki tablolarda Ng- Perron Birim Kök testinin sonuçları yer almaktadır. Modelde kullanılan değişkenlerin % 5 seviyesinde düzey değerinde durağan olmadıkları, ancak birinci farkları alındığında durağan oldukları görülmüştür. Aşağıda tablo 2’de yer alan düzeyde NG- birim kök testi sonuçları, çalışmada kullanılan değişkenlerin düzey değerlerinde durağan olmadıklarını göstermektedir. % 5 anlamlılık seviyesinde MZa ve MZt testleri için hesaplanan istatistik değerleri, Ng- Perron (2001) tarafından hesaplanan kritik değerlerden küçük olduğu için temel hipotez olan birim kökün varlığı hipotezi reddedilememektedir. MSB ve MPT testleri için hesaplanan istatistik değerleri ise, Ng ve Perron (2001) tarafından hesaplanan kritik değerlerden büyük olduğu için, temel hipotez olan birim kökün yokluğu hipotezi reddedilmektedir. MZa ve MZt ile MSB ve MPT testleri, temel hipotez açısından farklılık göstermektedir. Bu durumda birim kökün var olduğu ortaya çıkmaktadır. Değişkenlerin % 5 anlamlılık seviyesinde düzey değerinde durağan olmadıkları görülmüştür. 82 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94 Tablo 2. Sabit Terimli Olma Durumuna Göre Ng- Perron Birim Kök Testi Değişken ÖYGSYİH MZa -4.99455 MZt -1.45791 MSB 0.29190 MPT 5.18124 Kritik Değer -8.10000 -1.98000 0.23300 3.17000 -2.12555 -8.10000 -0.99952 -1.98000 0.47024 0.23300 11.2405 3.17000 -3.78500 -8.10000 -1.37319 -1.98000 0.36280 0.23300 6.47394 3.17000 Kritik Değer -1.77143 -8.10000 -0.84379 -1.98000 0.47633 0.23300 12.4435 3.17000 Değişken MZa MZt MSB MPT ÖYGSYİH -13.3365** -2.58002** 0.19346 1.84572 Kritik Değer -8.10000 -1.98000 0.23300 3.17000 KYGSYİH -12.6507** -2.51501** 0.19881 1.93668 Kritik Değer -8.10000 -1.98000 0.23300 3.17000 İBSGSYİH -12.9780** -2.53916** 0.19565 1.91902 Kritik Değer -8.10000 -1.98000 0.23300 3.17000 İBFGSYİH -11.5657** -2.40476** 0.20792 2.11833 Kritik Değer -8.10000 -1.98000 0.23300 3.17000 KYGSYİH Düzey Kritik Değer İBSGSYİH Kritik Değer İBFGSYİH Birinci Farklar Yukarıda tablo 2’de yer alan (**) değerleri birinci farklara göre NG- birim kök testi sonuçları, çalışmada kullanılan değişkenlerin birinci farkları alındığında durağan olduklarını göstermektedir. % 5 anlamlılık seviyesinde MZa ve MZt testleri için hesaplanan istatistik değerleri, Ng ve Perron (2001) tarafından hesaplanan kritik değerlerinden büyük olduğu için temel hipotez olan birim kökün varlığı hipotezi reddedilmektedir. MSB ve MPT testleri için hesaplanan istatistik değerleri ise, Ng ve Perron (2001) tarafından hesaplanan kritik değerlerden küçük olduğu için temel hipotez olan birim kökün yokluğu hipotezi reddedilememektedir. 83 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM Değişkenler % 5 anlamlılık seviyesinde birinci farkları alındığında durağan hale gelmektedir. 5.2. Johansen Eşbütünleşme Testi Sonuçları Çalışmada Ng-Perron birim kök testi kullanılarak, serilerin durağanlığının sağlanması amacıyla farklarının alınması, serilerde bilgi kaybına neden olabilmekte, bu durum seriler arasındaki ilişkileri yok edebilmektedir. Söz konusu ilişkinin yok olup olmadığı Johansen eşbütünleşme analizi ile belirlenebilmektedir. Çünkü Johansen (1988) tarafından geliştirilen eş-bütünleşme analizi, seriler arasında durağan bir ilişki olması durumunda, söz konusu serilerin uzun dönemli denge ilişkisinin var olup olmadığının araştırılmasını mümkün kılmaktadır. Seriler arasında uzun dönem denge ilişkisinin var olması, bir diğer ifadeyle, serilerin eşbütünleşik olmaları, her bir serinin ortak bir stokastik trendin etkisi altında kaldığını göstermekte, bu durumda kurulan regresyon, sahte regresyon olmaktan ziyade, anlamlı bir regresyon olmaktadır. Ng- Perron testi sonucunda serilerin birinci farkları alındığında durağan oldukları görülmüştür, böylece değişkenlerin eşbütünleşik olup olmadıklarının araştırılması mümkün olmuştur. Johansen eşbütünleşme testinin uygulanması sonucu ulaşılan sonuçlar, aşağıda tablo 3 ve tablo 4’te görülmektedir. Tablo 3. Kısıtlanmış Eş-Bütünleşme Derecesi Testi (İz) Unrestricted Cointegration Rank Test (Trace) Ho Hipotezi Eigenvalue Trace Statistic 0.05 Critical Value Prob. (Özdeğer) (İz istatistiği) (Kritik Değer) (Olasılık) Hiç Yok * 0.772654 63.69343 47.85613 0.0008 En Çok 1 Tane 0.361591 23.69876 29.79707 0.2135 En Çok 2 Tane 0.280568 11.58182 15.49471 0.1781 En Çok 3 Tane 0.094858 2.690899 3.841466 0.1009 Sonuç 1 eşbütünleşme vektörü vardır. 84 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94 Eşbütünleşme analizi doğrultusunda, % 5 anlamlılık düzeyinde iz testi sonuçlarına göre, 1 adet koentegre vektörünün var olduğu, maksimum öz değer testi sonuçlarına göre de 1 adet koentegre vektörünün varlığı tespit edilmiştir. Bu durum, seriler arasında uzun dönemli bir ilişkinin varlığını mevcut kılmaktadır. Tablo 4. Kısıtlanmamış Eş-Bütünleşme Derecesi Testi (Maksimum Özdeğer) Unrestricted Cointegration Rank Test (Maximum Eigenvalue) Ho Hipotezi Max-Eigen 0.05 Eigenvalue Statistic(Özdeğer Value(Kritik Prob. (Özdeğer) İstatistiği) Değer) (Olasılık) Critical Hiç Yok 0.772654 39.99467 27.58434 0.0008 En Çok 1 Tane * 0.361591 12.11694 21.13162 0.5361 En Çok 2 Tane 0.280568 8.890924 14.26460 0.2953 En Çok 3 Tane 0.094858 2.690899 3.841466 0.1009 Sonuç 1 eşbütünleşme vektörü vardır. 5.3. En Küçük Kareler Yöntemi (EKKY) Sonuçları Çalışmada aşağıda görülen denklem (28) kullanılarak, EKKY göre analiz gerçekleştirilmiştir. Denklem (28), kamu sabit sermaye yatırımlarının GSYİH’ye oranının (KYGSYİH), iç borç stokunun GSYİH’ye oranının (IBGSYİH) ve iç borçlanma faiz oranının (IBF), özel sabit sermaye yatırımlarının GSYİH’ye oranı (ÖYGSYİH) üzerindeki etkisini göstermektedir. Johansen eşbütünleşme sonuçlarına göre, seriler arasında uzun dönemli bir ilişkinin varlığı tespit edildikten sonra, EKKY ile değişkenler arasında ilişki kuran katsayılar tahmin edilmiş ve bu katsayıların ekonometrik olarak anlamlı olup olmadıkları belirlenmiştir. ÖYGSYİH = ± KYGSYİH - IBSGSYİH - IBF (28) İç borç stokundaki artış, kamunun kullandığı fonların artışı dolayısıyla özel sektörün erişebildiği kaynakların azaldığı anlamına gelmektedir. İç borç faiz 85 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM oranlarındaki artış ise, girişimciler için maliyetleri arttırdığından özel yatırımları azaltmaktadır. Aşağıda denklem (29)’da verilen analiz sonuçlarına göre, Kamu sabit sermaye yatırımları özel sabit sermaye yatırımlarını dışlamaktadır. Kamu yatırımları, iç borç stoku ve iç borç faizi değişkenlerinin özel yatırımlar üzerindeki etkisi, negatif yönde olmaktadır. Kamu sabit sermaye yatırımlarında, iç borç stokunda ve iç borç faiz oranında görülen bir birimlik artış, özel sabit sermaye yatırımlarında sırasıyla 1.641885, -0.181155 ve -0.025750 oranında bir azalış oluşturmaktadır. Kamu sabit sermaye yatırımları, iç borç stoku ve iç borç faiz oranı değişkenlerine ait katsayılar, 0.05 düzeyinde istatistiksel olarak anlamlıdır. Model de, F istatistik değerinin 0.000466 olması nedeniyle anlamlıdır. Modelin açıklayıcı gücü (R2), orta düzeydedir. ÖYGSYİH = - KYGSYİH- IBSGSYİH - IBF (29) ÖYGSYİH = -1.641885 KYGSYİH -0.181155 IBSGSYİH -0.025750 IBF R2 = 0,50F (0, 000466). Tablo 5. EKKY Sonuçları Değişkenler KY IBS IBF Katsayılar Standart Sapma t İstatistik Değerleri P Olasılık Değerleri -1.641885 0.382020 -4.297902 0.0002 -0.181155 0.042457 -4.266829 0.0002 -0.025750 0.009234 -2.788763 0.0100 5.4. Engle Granger Nedensellik Testi Sonuçları Engle Granger Nedensellik Testine göre oluşturulan hipotezlere göre; Ho: Granger nedeni değildir. H1: Granger nedenir. Aşağıda tablo 6’da Granger nedensellik testi sonuçları verilmektedir. Test sonuçlarına göre; kamu yatırımları ile özel yatırımlar, iç borç stoku ile özel yatırımlar, iç borç faiz oranı ile özel yatırımlar, iç borç stoku ile kamu yatırımları 86 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94 ve iç borç faiz oranı ile iç borç stoku arasında nedensellik ilişkisi bulunmamakta, her iki değişken birbirinin 0,05 anlamlılık seviyesinde granger nedenini oluşturmamakta ve her iki değişken birbirini etkilememektedir. Tablo 6. Granger Nedensellik Testi Sonuçları Nedensellik Yönü KYGSYİHÖYGSYİH Obs F-Statistic 27 0.39780 0.6765 1.13272 0.3402 0.32432 0.7264 0.12068 0.8869 1.03133 0.3731 1.80454 0.1881 2.74320 0.0864 0.50472 0.6105 0.22886 0.7973 0.96329 0.3972 8.36049 0.0020 4.16390 0.0293 ÖYGSYİH KYGSYİH IBSGSYİH ÖYGSYİH 27 ÖYGSYİH IBSGSYİH IBF ÖYGSYİH 27 ÖYGSYİH IBF IBSGSYİH KYGSYİH 27 KYGSYİH IBSGSYİH IBF KYGSYİH 27 KYGSYİH IBF IBF IBSGSYİH 27 IBSGSYİHIBF Prob. İç borç faiz oranı ile iç borç stoku arasında çift yönlü nedensellik ilişkisi bulunmakta, her iki değişken birbirinin 0,05 anlamlılık seviyesinde granger nedenini oluşturmakta ve her iki değişken birbirini etkilemektedir. 6. SONUÇ Çalışmada kamu yatırımlarının borçlanma ile finanse edilmesinin dışlama etkisi yoluyla ekonomide yol açtığı etkiler konusunda; Klasik iktisat, Neo-klasik iktisat ve Monetarist iktisadın hemen hemen aynı yönde görüşe sahip olduğu, Keynesyen iktisadın ise, diğer iktisadi sistemlerden daha farklı bir görüşe sahip olduğu 87 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM belirlenmiştir. Keynesyen iktisada göre, kamu yatırım harcamalarındaki artışın meydana getireceği milli geliri arttırıcı etki, özel sektörün dışlanma etkisinden daha fazla oranda olmakta, bir başka ifadeyle kısmi bir dışlama etkisi oluşmakta, bu nedenle uygulanan genişletici maliye politikaları ekonomide olumlu bir etki oluşturmaktadır. Diğer iktisadi düşünce sistemlerinde söz konusu etki, olumsuz yönde olmaktadır. Özetle, konuyla ilgili teorik analiz yapıldığında, dışlama etkisinin var olduğu konusunda iktisadi düşünce sistemlerine göre farklı görüşler olsa dahi, sonuç olarak dışlama etkisinin kısmen de olsa var olduğu görüşü, tüm iktisadi düşünce sistemleri tarafından savunulmuştur. Dışlama etkisi üzerine yapılan teorik tartışmaları, ampirik çalışmalar gecikmeli olarak izlemiştir. 1970’li yıllarda değişen ekonomik koşullar ile birlikte kamu kesiminin ekonomideki yerinin sorgulanmaya başlanmasıyla, ampirik çalışmalar yoğunluk kazanmıştır. Dışlama etkisi ampirik olarak analiz edildiğinde; kamu yatırımlarının özel sektör yatırımları üzerinde dışlama etkisi oluşturup oluşturmadığı doğrultusunda görüş birliğine ulaşılmadığı görülmüştür. Türkiye ile ilgili yapılan çalışmaların çoğunluğunda ise, kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarını dışladığı yönünde sonuca ulaşılsa da, kamu yatırımlarının özel sektör yatırımları üzerinde çekme etkisi oluşturduğu yönünde sonuca ulaşılan çalışmalar da mevcuttur. Dünya’da konuyla ilgili yapılmış son çalışmalardan Birian, Chiwira, Chiranga ve Enowbi (2012), çalışmalarında kamu yatırımlarındaki kısa dönemli değişikliklerin özel sektör yatırımlarında tamamlayıcılık etkisi oluşturduğu yönünde sonuca ulaşırken; Dianne ve Lee (2011), kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarını dışladığı yönünde sonuca ulaşmışlardır. Bu durum, Dünya’da konuyla ilgili en son yapılan çalışmalarda da önceki çalışmalar gibi görüş birliğine ulaşılmadığının bir göstergesi olabilir. Türkiye için konuyla ilgili yapılan son çalışmalardan biri, Tülümce ve Buyrukoğlu’nun 2013 yılında yaptıkları çalışmadır. Tümlüce ve Buyrukoğlu (2013:61), gelişmekte olan ülkelerde yapılan çalışmalarda kamu yatırımları ve özel 88 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94 yatırımlar arasında genellikle tamamlayıcılık etkisi olduğu yönünde bulgulara ulaşıldığını, bu durumun beklentilerle aynı doğrultuda olduğunu öne sürmüşlerdir. Bu durumun nedeni olarak, gelişmekte olan ülkelerde kamu yatırımlarının özel sektörü teşvik etmede ve kalkınmanın sağlanmasında önemli bir faktör olduğu; kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarını kolaylaştırıcı olduğu gibi karlılığı da artırarak, sermaye birikimine katkıda bulunduğunu ifade etmişlerdir. Dünya’da yapılan ampirik çalışmalarda, gelişmekte olan ülkeler için genelde söz konusu yönde sonuçlara ulaşılmıştır. Ancak, gelişmekte olan bir ülke konumunda olan Türkiye’de yapılan ampirik çalışmalarda beklenilenin tersine, genellikle kamu yatırımları ve özel yatırımlar arasında dışlayıcı bir etkinin olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu çalışmada söz konusu durumda bir değişikliğin olup olmadığı araştırılmak istenmiştir. 2013 yılından sonra Türkiye için konuyla ilgili çalışma yapıldığına pek rastlanılamamıştır. Bu nedenle bu çalışmada Türkiye’de 19862014 dönemi için dışlama etkisinin var olup olmadığı, genel olarak teoriyle ve Türkiye için yapılan çalışmaların çoğunda ulaşılan sonuçlarla aynı yönde bir sonucun elde edilip edilemeyeceği kapsamında, Johansen eşbütünleşme testi, EKKY ve Engle Granger nedensellik testi ile analiz edilmiştir. Johansen eşbütünleşme testi ve EKKY sonuçlarına göre; kamu sabit sermaye yatırımlarının özel sektör sabit sermaye yatırımlarını dışladığı belirlenmiştir. İç borç faizi ve iç borç stokunun özel sektör yatırımlarını negatif yönde etkilediği görülmüştür. Kamu sabit sermaye yatırımları, iç borç stoku ve iç borç faiz oranı değişkenlerine ait katsayılar, 0.05 düzeyinde istatistiksel olarak anlamlıdır. Model de, F istatistik değerinin 0.00466 olması nedeniyle anlamlıdır. Modelin açıklayıcı gücünün (R2), orta düzeyde olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Granger nedensellik testi sonuçlarına göre ise, kamu yatırımları ile özel yatırımlar, iç borç stoku ile özel yatırımlar, iç borç faiz oranı ile özel yatırımlar, iç borç stoku ile kamu yatırımları ve iç borç faiz oranı ile iç borç stoku arasında nedensellik ilişkisi bulunmamakta, her iki değişken birbirinin 0,05 anlamlılık seviyesinde granger nedenini oluşturmamakta ve her iki değişken birbirini etkilememektedir. İç borç faiz oranı ile iç borç stoku arasında çift yönlü nedensellik ilişkisi bulunmakta, her iki 89 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM değişken birbirinin 0,05 anlamlılık seviyesinde granger nedenini oluşturmakta ve her iki değişken birbirini etkilemektedir. Çalışmada ulaşılan sonuçların, dışlama etkisi konusunda iktisadi sistemlerin teorik görüşlerinden Keynesyen görüşün yaklaşımını desteklemediği, diğer iktisadi görüşleri destekler nitelikte olduğu söylenebilmektedir. Söz konusu sonuçların, Türkiye için yapılan ampirik çalışmaların çoğunda ulaşılan sonuçlarla, aynı yönde olduğu görülmüştür. Bu doğrultuda, Türkiye’de kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarını dışladığı söylenebilmektedir. Çalışmada Türkiye için dışlama etkisi olduğu yönünde bir sonuca ulaşılması nedeniyle, ileride gerçekleştireceğimiz çalışmada, dışlama etkisi söz konusu olsa dahi, büyümeye katkısı olan kamu yatırım harcama türlerinin var olup olmadığı, diğer bir deyişle, kamu yatırımlarının büyüme ile ilişkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu çalışmanın, ileride ifade edilen yönde gerçekleştirilecek olan bir çalışmaya temel oluşturacağı düşünülmektedir. Kamu yatırımları sonucu oluşan bütçe açıklarının finansmanında, iç borçlanmaya gidilmesi yerine, kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması sonucunda vergi gelirlerini arttırma yoluna gidilebilir. Kamunun, özel sektör ile rekabet halinde yatırımlar yerine, özel sektör üzerinde çekme etkisi yaratabilecek yatırımlar gerçekleştirmesi, kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarını dışlama etkisini azaltabileceği düşünülebilir. Bunların yanı sıra kamunun, özel sektör yatırımlarını artırmak için özel sektöre yönelik teşvikler sağlaması, özel sektör yatırımlarını arttırıcı etki yaratabilir. KAYNAKÇA AHMED, H. , MILLER, S. M. (2000), “Crowding-Out and Crowding-In Effects of the Components of Government Expenditure”, Contemporary Economic Policy, 18(1), 124-133. ARGIMON, I. , GONZALEZ-PARAMO, J. M. , ROLDAN, J. M. (1997), “Evidence of Public Spending Crowding-out from a Panel of OECD Countries”, Applied Economics, 29(8),1001-1010. 90 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94 ASCHAUER, D. A. (1988), “Government Spending and the Falling Rate of Profit”, Economic Perspectives, 6, 11-17. ALTAY, O. , ALTIN, O. (2008), “Türkiye’de Kamu Harcamalarının Ekonomik Büyüme ve Yatırımlar Üzerine Etkilerinin Analizi (1980-2005)”, Ege Akademik Bakış, 8(1), 267-285. ALTUNÖZ, U. (2013), “Kamu Kesimi İç Borçlanmasının Özel Yatırım Harcamaları Üzerinde Etkisi: Türkiye Örneği”, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 32(2), 25-53. BAHMANI-OSKOOEE, M. (1999), “Do Federal Budget Deficits Crowd Out or Crowd In Private Investment?”, Journal of Policy Modeling, 21, 633-640. BAŞAR, S. , TEMURLENK, S. M. (2007), “Investigating Crowding-Out Effect of Government Spending for Turkey: A Structural Var Approach”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 21(2), 95-104. BERBER, M. (2003), “Türkiye’de Özel ve Kamu Yatırım Harcamaları - Ekonomik Büyüme İlişkisi Uzun Dönem Analizi”, İktisat, İşletme ve Finans, 18(209), 58-70. BIRIAN, M. , CHIWIRA, O. , CHIRANGA, N. , ENOWBI, B. M. (2012), “The Causal Relationship between Private and Public Investment in Zimbabwe”, British Journal of Economics, Management & Trade, 2(3), 239-264. BLEJER, M.I. , KHAN, M. S.(1984), “Government Policy and Private Investment in Developing Countries”, Staff Papers - International Monetary Fund, 31(2), 379403. BURNEY, N. A. , YASMEEN, A. (1989), “Government Budget Deficits and Interest Rates: An Empirical Analysis for Pakistan”, The Pakistan Development Review, 28(4), 971-980. CARLSON, K. M. , SPENCER, R. W.(1975), “Crowding Out and its Critics”, Federal Reserve Bank of St. Louis, 2-17. CASHIN, P. (1995), “Government Spending, Taxes, and Economic Growth”, IMF Staff Papers, 42(2), 237-269. DIANNE, A. , LEE, C. G. (2011), “Dynamic Interactions between Public Investment, Private Domestic Investment and Foreign Direct Investment: Evidence from Indonesia”, International Research Journal of Finance and Economics, 77, 2011, 67-73. EASTERLY, W. (1989), “Policy Distortions, Size of Government and Growth”, NBER Working Paper, No. 3214, 1-44. 91 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM ERDEN, L. (2005), “Public and Private Investment in a Vector Error Correction Model: Empirical Evidence from Turkey”, Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 23(1), 17-27. ERTAN, G. (2004), “Crowding Out Mechanism Ongoing in Turkey”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. FRIEDMAN, M. (1966), “Interest Rates and the Demand for Money”, Journal of Law and Economics, 9, 71-85. FRIEDMAN, M. (1972), “Comments on the Critics”, Journal of Political Economy, 80(5), 906-950. FLOYD, J. E. , HYNES, A. J. (1978), “Deficit Finance and 'First-Round' Crowding out: A Clarification”, The Canadian Journal of Economics / Revue canadienne d'Economique, 11(1), 97-105. GUJARATI, D. , N. (2003), Basic Econometrics, McGraw-Hill Higher Education, USA. HASSAN, S. , OTHMAN, Z. , KARIM, M. Z. A. (2011), “Private and Public Investment in Malaysia: A Panel Time-Series Analysis”, International Journal of Economics and Financial Issues, (1)4, 199-210. HATANO, T. , (2010), “Crowding-in Effect of Public Investment on Private Investment”, Public Policy Review, 6(1), Policy Research Institute, Ministry of Finance Japan, 105-120. HYDER, K. (2001), “Crowding-out Hypothesis in a Vector Error Correction Framework: A Case Study of Pakistan”, The Pakistan Development Review, 40(4), 633-650. JOHANSEN, S. (1988), “Statistical Analysis of Cointegration Vectors”, Journal of Economic Dynamics and Control, 12(2-3), 231-254. JORGENSON, D. W. (1971), “Econometric Studies of Investment Behavior: A Survey”, Journal of Economic Literature, 9(4), 1111-1147. KAR, M. , TABAN, S. (2003), “Kamu Harcama Çeşitlerinin Ekonomik Büyüme Üzerine Etkileri”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 58(3), 145-169. KESBİÇ, C. Y. (1998), “1980 Sonrası Dönemde Kamu Kesiminin Özel Kesimi Dışlama Etkisi: Bir Model Analizi”, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 13(2), 147-161. 92 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94 KHAN, A. H. (1988), “Macroeconomic Policy and Private Investment in Pakistan”, The Pakistan Development Review, 27(3), 277-291. KHAN, M. S. , REINHART, C. M. (1989), “Private Investment and Economic Growth in Developing Countries”, IMF Working Paper 0440, 1-15. KUŞTEPELİ, Y. (2005), “Effectiveness of Fiscal Spending: Crowding Out and/or Crowding In?”, Yönetim ve Ekonomi,12(1), 185-192. LOONEY, R. E. (1995), “Public Sector Deficits and Private Investment: A Test of the Crowding-out Hypothesis in Pakistan’s Manufacturing Industry”, The Pakistan Development Review, 34(3), 277-297. MITRA, P. (2006), “Has Government Investment Crowded out Private Investment in India?”, The American Economic Review, 96(2), 337-341. NAQVI, N. H. (2002), “Crowding-in or Crowding-out? Modelling the Relationship between Public and Private Fixed Capital Formation Using Co-integration Analysis: The Case of Pakistan 1964-2000”, The Pakistan Development Review, 41(3), 255-275. NAQVI, N. H. , TSOUKIS, C. (2003), “Does Public Investment Crowd Out Private Investment? Evidence on Investment and Growth in Asia, 1971-2000”, European Research Studies, 6(1-2), 58-72. NAZMİ, N. , RAMIREZ, M. D. (1997), “Public and Private Investment and Economic Growth in Mexico”, Contemporary Economic Policy, 15, 65-75. OSHIKOYA, T. W. (1994), “Macroeconomic Determinants of Domestic Private Investment in Africa: An Empirical Analysis”, Economic Development and Cultural Change, 42(3), 573-596. ÖZKER, N. (2003), “Dışlama (Crowding-Out) Etkisi Açısından Kamu Harcamaları Politikası ve Türkiye Örnekleminde Ekonomik Büyüme İlişkisi”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakülte Dergisi, 17(3-4), 95-114. RAMIREZ, M. D. (1994), “Public and Private Investment in Mexico, 1950-90: An Empirical Analysis”, Southern Economic Journal, 61(1), 1-17. SAEED, N. , BUKHARİ, S. K. H. , ALİ, A. , AHMAD, E. (2006), “The Impact of Public Investment on Private Investment: A Disaggregated Analysis”, The Pakistan Development Review, 45(4), 639-663. SERVEN, L. (1996), “Does Public Capital Crowd Out Private Capital? Evidence from India”, The World Bank Policy Research, Working Paper 1613, 1-36. 93 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM SEVÜKTEKİN, M. , NARGELEÇEKENLER, M. (2007), Ekonometrik Zaman Serileri Analizi, Nobel Yayınları, İkinci baskı, Ankara. SOLOW, R. M. (1956), “A Contribution to the Theory of Economic Growth”, The Quarterly Journal of Economics, 70(1), 65-94. SPENCER, R. W. , YOHE, W. P. (1970), “The 'Crowding Out' of Private Expenditures by Fiscal Policy Actions”, Federal Reserve Bank of St. Louis Review,12-24. SUNDARARAJAN, V. , THAKUR, S. (1980), “Public Investment, Crowding out, and Growth: A Dynamic Model Applied to India and Korea”, Staff Papers International Monetary Fund, 27(4), 814-855. ŞİMŞEK, M. (2003), “Kamu Harcamalarının Özel Yatırımlara Etkileri, 19702001”, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 4(2), 1-20. TÜLÜMCE, S. Y. , BUYRUKOĞLU, S. (2013), “Türkiye’de Kamu ve Özel Yatırımlar Arasındaki İlişkinin Ampirik Analizi: Dışlama Etkisi (1980-2010)”, Mali Çözüm, 59-77. UYSAL, D. , MUCUK, M. (2003), “Crowding-Out (Dışlama) Etkisi: Türkiye Örneği (1975-2000)”, S.Ü. İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 1(5), 159-171. WAI, T. U. , WONG, C. (1982), “Determinants of Private Investment in Developing Countries”, The Journal of Development Studies, 19(1), 19-36. YAVUZ, N. Ç. (2001), “Türkiye’de Kamu Yatırım Harcamalarının Özel Sektör Yatırım Harcamalarını Dışlama Etkisi Üzerine Ekonometrik Bir Analiz (1990-1 / 2000-IV)”, Kamu-İş, 6(2), 47-64. YAVUZ, N. (2005), “Türkiye’de Kamu Harcamalarının Özel Sektör Yatırım Harcamalarını Dışlama Etkisinin Testi (1980-2003)”, Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 20(1), 269-284. 94 Yayın Geliş Tarihi: 21.12.2015 Yayın Kabul Tarihi: 18.03.2016 Online Yayın Tarihi: 22.12.2016 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114 Dış Ticaret Haddi’nin Dış Ticaret Dengesine Etkisi: Türkiye’deki Endüstriler İçin “S Eğrisi Yaklaşımı”nın Geçerliliği Seval AKBULUT BEKAR1 Harun TERZİ2 Öz Bu çalışmada, Türkiye’nin Uluslararası Standart Ticaret Sınıflamasına (SITC Rev. 3, 1. düzeyde) göre 1 kodlu içki ve tütün, 2 kodlu akaryakıt hariç yenilmeyen hammaddeler, 3 kodlu mineral yakıtlar, yağlar ve alkali ürünleri, 4 kodlu hayvansal, bitkisel katı ve sıvı yağlar, mumlar, 5 kodlu başka yerde belirtilmeyen kimya sanayi ve buna bağlı sanayi ürünleri, 6 kodlu başlıca sınıflara ayrılan işlenmiş mallar, 7 kodlu makinalar ve ulaştırma araçları ile 8 kodlu çeşitli mamul eşya endüstrileri için “S Eğrisi etkisi”nin geçerliliği 2002:01-2014:12 dönemi aylık verilerle araştırılmıştır. Çapraz korelasyon analizleri 1, 2, 4, 5 ve 8 kodlu endüstrilerinde S Eğrisi etkisinin geçerli olduğunu göstermektedir. Anahtar Kelimeler: S Eğrisi, Çapraz Korelasyon Fonksiyonu, Portmanteau χ2 Testi JEL Sınıflandırma Kodları: C32, C58, F31, F41 The Effect of Terms of Foreign Trade on The Balance of Foreign Trade: The Validity of “S-Curve Approach” for The Industries in Turkey Abstract In this study, the validity of S Curve effect for the period of 2002:01-2014:12 is investigated in the following industries of Turkey, classified by the Standard International Trade Classification (SITC Rev. 3, 1 level)); section 1- beverages and tobacco; section 2crude materials, inedible, except fuels; section 3- mineral fuels, lubricants and related materials; section 4- animal and vegetable oils, fats and waxes; section 5- chemicals and related products, n.e.s.; section 6: manufactured goods classified chiefly by material; section 7- machinery and transport equipment; section 8- miscellaneous manufactured articles. Cross correlation analyses indicate that S Curve effect is found in the sections 1, 2, 4, 5 and 8. Keywords: S-Curve, Cross Correlation Function, Portmanteau χ2 Test JEL Classification Codes: C32, C58, F31, F4 1 Öğr. Gör.Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi, Vakfıkebir Meslek Yüksek Okulu, [email protected] 2 Prof. Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü, [email protected] S. A. BEKAR. – H. TERZİ 1. GİRİŞ Uluslararası iktisat literatüründe, döviz kurunda veya dış ticaret haddinde yaşanan değişmelerin, dış ticaret dengesinde sebep olduğu kısa ve uzun dönemli etkiler, yıllardır tartışılan konular arasında yer almaktadır. Döviz kurundaki değişmelerin, dış ticaret dengesine etkisini, ihracatın yurtdışı ve ithalatın yurtiçi talep esneklikleriyle açıklayan Esneklik yaklaşımı (Marshall-Lerner Koşulu); toplam gelir ve toplam harcamalar ile ilişkilendiren Toplam Harcama (Massetme) yaklaşımı; parasal denge ile ortaya koyan Parasalcı yaklaşımlar gibi geleneksel yaklaşımların yanında zaman boyutunu dahil ederek dinamik etkiler açısından açıklayan “J ve S Eğrileri” ile “Harberger Lauresen Metzler-HLM” Etkileri yaklaşımları da yer almaktadır. J Eğrisi yaklaşımı, Magee (1973) tarafından teorik olarak ortaya konulan ve döviz kuru veya dış ticaret haddinin dış ticaret dengesi üzerindeki etkilerini kısa dönemde fiyat ve miktar gecikmelerinden dolayı olduğunu ileri süren yaklaşımdır. Backus, Kehoe ve Kydland (1994) tarafından literatüre kazandırılan S Eğrisi yaklaşımı, dış ticaret dengesi ile dış ticaret haddi arasındaki kısa dönemli ilişkiyi, S şekilli çapraz korelasyon fonksiyonu ile açıklamaktadır. Bu yaklaşıma göre, dış ticaret dengesi, dış ticaret haddinin cari ve gelecekteki hareketleri ile negatif yönde, dış ticaret haddinin geçmiş hareketleri ile ise pozitif yönde ilişkilidir. HLM etkisi yaklaşımı ise; dış ticaret haddinde yaşanan pozitif (negatif) değişimlerin, diğer şartlar sabit kalmak şartıyla, dış ticaret dengesinde pozitif (negatif) değişimlere sebep olduğunu ileriye süren yaklaşımdır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda; reel döviz kuru veya dış ticaret haddi ile dış ticaret dengesi arasındaki ilişkiler J ve S Eğrileri ile HLM etkileri çerçevesinde araştırılmaktadır. Ülkeler arasındaki ticari ilişkilerde dinamik etkilerin farklı olması da, J ve S Eğrileri ile HLM etkileri ile yapılan çalışmaların sayısını giderek arttırmaktadır. Literatürde J Eğrisi ve HLM etkileri ile ilgili çalışmalar mevcut iken, S Eğrisi etkisinin Türkiye ekonomisi açısından araştırıldığı çalışmaların sayısı oldukça azdır. Bu bağlamda çalışmanın amacı, Türkiye’de “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzey 96 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114 endüstrilerin dış ticaretinde S Eğrisi etkisinin var olup olmadığını araştırmak ve uygulanacak olan döviz kuru politikaları konusunda öngörüde bulunmaktır. 2. TEORİ VE LİTERATÜR S Eğrisi etkisini teorik olarak inceleyen ve S Eğrisi kavramını ilk defa tanımlayan Backus, Kehoe ve Kydland (1994) tarafından yapılan “Dynamics of the Trade Balance and the Terms of Trade: The J Curve?” adlı çalışmada; çapraz korelasyon fonksiyonu yardımıyla dış ticaret haddindeki geçmiş hareketlerin, dış ticaret dengesi ile pozitif; cari ve gelecek hareketlerin ise negatif korelasyon ilişkisi içinde olduğu tespit edilmiş ve bu ilişkinin yatay gösteriminin asimetrik şekli S harfine benzetilerek “S Eğrisi Yaklaşımı” olarak tanımlanmıştır (Backus vd., 1994: 84). Dış ticaret dengesindeki kısa dönemli dalgalanmaların özelliklerini araştıran ve dış ticaret dengesi ile dış ticaret haddi arasındaki ilişkiyi inceleyen Backus ve diğerlerinin çalışmasında; dinamik genel denge çerçevesinde bir ekonomide iki ülkenin girdi olarak sadece emek ve sermayenin yer aldığı ikamesi olmayan mallar ürettiği, kamu harcamaları ve toplam verimlilikten oluşan sürekli şokların dalgalanmalara sebep olduğu varsayılmıştır. Bu varsayımlara dayanarak ters çevrimsel dış ticaret dengesi ve S Eğrisi varlığını bulmuşlardır. Her iki özelliği üretim şoklarındaki dinamik tepkiler çerçevesinde açıklamışlardır (Backus vd., 1994: 84-85). Çalışmada yer alan büyüme modelindeki sonuçlar; yurtiçi üretimdeki pozitif şoklar tarafından ortaya çıkan S Eğrisini üreten mekanizmanın, birbirini izleyen beş nedene dayalı olduğunu göstermektedir: Pozitif yurt içi üretim şoku yurtiçi çıktıda artışa neden olmaktadır. Artan yurtiçi çıktı dış ticaret haddinin düzelmesine neden olur. Fakat tüketim ve yatırım bu dönemde çıktıdaki artıştan daha fazla artığı için başlangıçta ticaret açığı devam eder, zaman geçtikçe yatırım patlaması yayılır ve tüketimdeki artış çıktıdaki artıştan daha az olduğu için ticaret dengesi fazlaya döner ve dış ticaret dengesi ile dış ticaret haddi arasındaki çapraz korelasyon fonksiyonunun S şekline benzediği sonucuna ulaşılır (Korkmaz ve Korkmaz, 2012: 628). 97 S. A. BEKAR. – H. TERZİ J Eğrisi yaklaşımına benzeyen S Eğrisi yaklaşımında; ticaret dengesi döviz kurunun sadece geçmiş değil, gelecek dönemlerini de etkilemektedir. S Eğrisi yaklaşımında, dış ticaret haddi (veya reel efektif döviz kuru) ile dış ticaret dengesi arasındaki dinamik ilişkiyi yansıtan geçmiş ve gelecek korelasyonlara odaklanılmaktadır. Diğer bir ifadeyle; J Eğrisi yaklaşımı, devalüasyon sonrasında ticaret dengesinde meydana gelen değişmeyi analiz ederken; S Eğrisi yaklaşımında ise devalüasyon öncesi ve sonrası analiz edilmektedir (Beşer, 2011: 59-61; Akkay, 2012: 176-186). Literatürde, S Eğrisi etkisi, Backus, Kehoe ve Kydland (1994) tarafından yapılan çalışma ile ortaya atılmıştır. Bahmani-Oskooee ve Ratha (2004) ve Bahmani-Oskooee ve Hegerty (2010), S Eğri etkisi ile ilgili çalışmaları; genel ve iki taraflı ticaret verileriyle analiz eden çalışmalar olarak sınıflandırmışlardır. Tablo 1’de, S Eğrisi etkisi ile ilgili yapılan bazı çalışmalara yer verilmiştir. Tablo 1. S Eğrisi Etkisi ile İlgili Literatür Yazar(lar) Backus, Kehoe ve Kydland (1994) Yöntem Sınırlar/Sınırlılıklar ÇKF 11 Gelişmiş Ülke Senhadji (1998) ÇKF 30 Az Gelişmiş Ülke 1960-1993 30 az gelişmiş ülkenin büyük çoğunluğunda S Eğrisi etkisi var. Parikh ve Shibata (2004) ÇKF 59 Az Gelişmiş Ülke, 1970-1999 59 az gelişmiş ülkenin büyük çoğunluğunda S Eğrisi etkisi vardır. ÇKF ABD ile 24 ticaret ortağı, 1973:I:-2000:IV ABD ile ticari ortakları arasında S Eğrisi etkisi var. ÇKF Japonya ile 12 ticaret ortağı, 1973:I-2005:I ÇKF 20 Afrika Ülkesi 1971-2004 BahmaniOskooee ve Ratha (2007a) BahmaniOskooee ve Rahta (2007b) BahmaniOskooee vd. (2008) 98 Bulgular S Eğrisi etkisi var. Japonya ile 6 ülke (Kanada, Fransa, İtalya, Almanya, Filipinler ve İsviçre) arasında S Eğrisi etkisi var. Burundi, Côte d’IVOIRE, Mısır, Gabon, Nijer, Senegal, Güney Afrika ve Tanzanya ülkelerinde S Eğrisi etkisi var. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114 BahmaniOskooee ve Ratha (2008) BahmaniOskoee vd. (2008) BahmaniOskooee ve Ratha (2009) BahmaniOskooee ve Ratha (2010a) BahmaniOskooee ve Ratha (2010b) BahmaniOskooee ve Xu (2010) FerreiraLopes ve Sequeira (2010) BahmaniOskooee ve Ratha (2011a) BahmaniOskooee ve Ratha (2011b) ÇKF ABD ve İngiltere 52 endüstri ürünü 1962-2003 36 endüstri ürünü için S Eğrisi etkisi var. Ayrıca tüketici fiyat endeksi yerine üretici fiyat endeksi baz alınarak oluşturulan yeni döviz kuru tanımına göre yapılan analizde 52 endüstrinin 42’sinde S Eğrisi etkisi var. ÇKF Hırvatistan, Bulgaristan, Polonya, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Türkiye, Macaristan, Kıbrıs, Romanya ve Rusya, 1990:1-2005:6 Hırvatistan, Bulgaristan, Polonya, Slovakya için S Eğrisi etkisi güçlü iken, Türkiye, Çek Cumhuriyeti, Macaristan için S Eğrisi etkisi zayıftır. ÇKF ABD ile Kanada 60 endüstri ürünü, 19732004 41 endüstri ürünü için S Eğrisi etkisi var. ÇKF ABD ile Hindistan 27 endüstri ürünü, 1973-2004 15 endüstri ürünü için S Eğrisi etkisi var. ÇKF Çin ile ABD 100 endüstri ürünü, 1978-2002 42 endüstri ürününde S Eğrisi etkisi etkisi var. ÇKF Hong-Kong ile ABD 104 endüstri ürünü, 1978-2006 34 endüstri ürününde S Eğrisi etkisi var. ÇKF ÇKF ÇKF 10 Merkez ve Doğu Avrupa ülkeleri, 1992:12008:2 İsveç ile 17 Gelişmiş Ülke, 1980:I-2005:I Avustralya ile ABD 146 endüstri, 1970-2006 99 Slovenya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan ülkelerinin dış ticaret dengesinde sürekli teknolojik şokların etkisinden dolayı S Eğrisi etkisinin var olduğu; Litvanya, Polonya, Romanya ve Slovekya ülkelerinde ise bu etkinin zayıf olduğu sonucuna ulaşılmıştır. İsveç’in, 17 gelişmiş ülke ile olan ticaretinde ve 12 gelişmiş ülke ile olan karşılıklı ticari ilişkilerinde S Eğrisi etkisi var. 89 endüstri ürünü için S etkisi var. S. A. BEKAR. – H. TERZİ Beşer (2011) BahmaniOskooee ve Dan Xi (2012) Cao-Alvira ve PalaciosCha (2012) ÇKF Türkiye’nin G7+Rusya ülkeleri, 2002-2011 Türkiye’nin İngiltere ve Japonya ile arasındaki ticari ilişkilerde zayıf bir S Eğrisi etkisi var. ÇKF Çin ile Almanya, 62 endüstri, 1979-2009 22 endüstri için S Eğrisi etkisi var. ÇKF Kolombiya ile ABD ve Venezuela, 1994:I-2009:IV Kolombiya ile ABD ve Venezuela arasındaki karşılıklı ticari ilişkilerde S Eğrisi etkisi var. Türkiye’nin ile 16 ticaret ortağı arasındaki iki yanlı ticari ilişkilerde S Eğrisi etkisi yok. ÇKF Türkiye ile 16 ticaret ortağı, 1980-2010 ÇKF ABD ile Meksika 223 endüstri, 1989-2008 VAR Türkiye, 2003:01-2014:12 Akkay (2015) ÇKF Türkiye ile 20 Ülke, 2003:01-2012:04 Türkiye açısından S-eğrisi ilişkisinin 14 ülke için geçerli olduğu gözlemlenmiştir. BahmaniOskooee ve Dan Xi (2015) ÇKF Brezilya ile ABD, 95 endüstri ürünü, 1971-2010 52 endüstri için S Eğrisi etkisi var. Bilman (2012) BahmaniOskooee ve Xu (2013) Küçükaksoy ve Çifçi (2014) ABD ile Meksika arasındaki karşılıklı ticari ilişkilerde 90 endüstri için S Eğrisi etkisi var. S Eğrisi etkisi var. Literatürde S Eğrisi etkisinin, Türkiye ekonomisi açısından incelendiği az sayıda çalışmada genellikle toplam ve karşılıklı ticari ilişkiler açısından S Eğrisi etkisi araştırılmıştır. Çapraz korelasyon fonksiyonları ile Türkiye’nin dış ticaretinde S Eğrisi etkisini 2002:01-2014:12 dönemi için analiz eden bu çalışmada amaç, özellikle S Eğrisi etkisini “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzey endüstrilerinde incelemek ve mevcut literatürün gelişmesine katkı sağlamaktır. 3.VERİ, YÖNTEM VE BULGULAR Türkiye’nin dış ticaret dengesi ile dış ticaret haddi arasındaki ilişki; “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzey endüstrilere ait 2002:01-2014:12 dönemi aylık dış ticaret dengesi (dtd) ile dış ticaret haddi (dth) verileri kullanılarak araştırılmıştır. Endüstrilere ait dış ticaret dengesi, endüstrinin ABD doları cinsinden toplam 100 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114 ihracatının toplam ithalatından çıkarılması sonucu elde edilen net ihracatın, ithalat fiyat endeksi kullanılarak deflate edilmiş halidir. Endüstrilere ait dış ticaret haddi, uluslararası iktisat teorisi literatüründe kabul edilen ihraç fiyatlarının ithal fiyatlarına oranı olarakkullanılmıştır. ABD doları cinsinden ihracat fiyat endeksinin (2010=100) ithalat fiyat endeksine (2010=100) bölümünün 100 ile çarpımından elde edilmiştir (Ek 1’de verilmiştir). Türkiye’de “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzey endüstrilere ait dış ticaret dengesi ile dış ticaret haddi arasındaki ilişki çapraz korelasyon fonksiyonu kullanılarak araştırılmıştır. Çapraz korelasyon fonksiyonu, uygulaması kolay ve hesaplanması hızlı bir yöntemdir. Bu yöntem, endüstrilere ait dış ticaret dengesi ile dış ticaret haddi değişkenleri arasındaki çapraz korelasyon katsayılarının hesaplanması için kullanılmaktadır. Hesaplanan çapraz korelasyon katsayıları ile endüstrilerde S Eğrisi etkisinin varlığı araştırılmıştır. Veriler, analizler yapılmadan önce mevsimsellikten arındırılarak “Hodrick-Prescott-HP” filtresi yardımıyla trend bileşenlerinden ayrılmış ve düzgünleştirilerek sahte sonuçların elde edilmesinin önüne geçilmiştir. Ayrıca S Eğrisi etkilerinin geçerli olduğu endüstrilerin k>0, k=0 ve k<0 dönemlerine ait çapraz korelasyon katsayılarının istatistiksel olarak anlamlı olup olmadığı Portmanteau χ2 testi ile sınanmıştır. 3.1. Hodrick- Prescott Filtre Yöntemi HP filtresi, serilerin uzun dönemli trend bileşeninin düzgün (smooth) bir tahminini elde etmek amacıyla yaygın biçimde kullanılan bir düzgünleştirme yöntemidir. Bu yöntem ilk olarak, ABD’nin savaş sonrası konjonktür dalgalanmalarını analiz etmek için Hodrick ve Prescott (1997) tarafından kullanılmıştır. HP filtresi, teorik olarak, y gibi bir seri içerisinden, düzgünleştirilmiş bir seri (s) hesaplanmasını, y’nin s etrafındaki varyansını minimize ederek ve s’nin ikinci farkını kısıtlandırarak sağlayan iki taraflı doğrusal bir filtredir. Buna göre, HP filtresi s’yi (1.1) no’lu denklemdeki gibi minimize etmektedir. ∑ y s ∑ s s s 101 s (1.1) S. A. BEKAR. – H. TERZİ (1.1) no’lu formüldeki¸ katsayısı, serinin düzgünlük derecesini göstermektedir. ne kadar büyürse; seri de aynı ölçüde düzgünleşmiş olacaktır. Yani, sonsuza yaklaştığında, s’de doğrusal bir trende yaklaşmaktadır. ’nın belirlenmesi için çeşitli öneriler getirilmiştir. Hodrick ve Prescott (1997), değerinin, yıllık veri için 100, çeyreklik veri için 1600 ve aylık veri için de 14400 olmasını önermektedir (Bilman, 2012:237). Bu çalışmada aylık veriler kullanıldığından, Hodrick ve Prescott (1997) izlenerek, değeri 14400 olarak alınmıştır. 3.2. Çapraz Korelasyon Fonksiyonu S Eğrisi etkisinin araştırılmasına olanak sağlayan çapraz korelasyon fonksiyonunda korelasyon katsayıları hesaplanmakta ve hesaplanan bu katsayılar ile değişkenler arasındaki ilişkinin yönü hakkında bilgi elde edilerek analiz yapılmaktadır. Değişkenler arasında doğrusal yönde bir ilişkinin veya birlikteliğin ölçümü, pozitif bir değer olarak tanımlanır; ters yöndeki bir ilişkinin veya birlikteliğin ölçümü ise negatif bir değerdir. Eğer iki değişken arasında bir birliktelik yoksa istatistiksel olarak bağımsızdırlar (Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2010:243). Korelasyon katsayısı X’teki bir standart sapma değişme ile Y’deki bir standart sapma değişmenin birlikteliğinin ölçüsüdür. Dolayısıyla korelasyon katsayısı, Cov(X,Y)’e X ve Y’nin standart sapmalarının çarpımlarının bölümüne eşittir. Yani, (1.2) no’lu denklemdeki gibi formüle edilmektedir (Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2010:246). Bu tanımlamada; X ve Y gibi değişkenler arasındaki kovaryans (1.3) no’lu denklemdeki gibi hesaplanmaktadır (Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2010: 246). X ve Y ise sırasıyla X ve Y’nin standart sapmalarıdır. Denklem (1.3), (1.4) ve (1.5), korelasyon katsayısı olan denklem (1.2)’de yerine yazılarak (1.6) no’lu denklemdeki gibi yeniden düzenlenebilir (Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2010:247). ρ , , Cov X, Y ∑ , X X Y (1.2) Y (1.3) 102 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114 σ σ ∑ (1.4) ∑ ∑ ρ (1.5) ∑ (1.6) (1.6) no’lu denklem kullanılarak değişkenler arasındaki geçmiş ve gelecek dönemlere ait çapraz korelasyon katsayıları da hesaplanmaktadır. Bu nedenle, çalışmada, değişkenler arasındaki dinamik ilişkinin ortaya konulmasında kullanılan çapraz korelasyon fonksiyonunda ilişkinin analiz edilebilmesi için çapraz korelasyon katsayılarının hesaplanması gerekmektedir. Buna göre, dış ticaret dengesi (dtd) ve dış ticaret haddi (dth) arasındaki çapraz korelasyon katsayıları, (1.6) no’lu denkleme göre yeniden düzenlendiğinde (ρdtd,dth (k)) (1.7) no’lu denklemdeki gibi hesaplanacaktır3. 3 dtd ve dth arasındaki çapraz korelasyon fonksiyonunu gösterebilmek için, t=1,2,3,...,N zamanlarında gözlemlenen bu iki serinin kovaryans (eşdegişirlik) durağan oldukları varsayılmaktadır. Genelde bu iki seri uygulamalı çalışmalarda trend bileşeninden arındırılarak ya da farkları alınaran düzgünleştirilmekte ya da dönüştürülmektedir. Çapraz , tarafından tahmin edildiği varsayılsın. kovaryans fonksiyonunun , , Buradaki ifadesi, herhangi bir k gecikmesi için dtdt+k ile dtht arasındaki , ise (1) no’lu denklemde tanımlanmaktadır. kovaryansı temsil etmektedir. , ∑ 0 dtd dtd dth dth , (1) , ∑ 0 dtd dtd dth dth , Buna göre; çapraz korelasyon fonksiyonunun ρ , k sıradan tahmincisi olan rdtd,dth(k), (2) no’lu denklemde gösterilmiştir. 0 , (2) no’lu denklemde, 0 0 , , ∑ dth 0, 1, 2, … (2) dth ∑ olduğu için 0 dtd dtd çapraz korelasyon ve , tahmincisi (3) no’lu denkleme göre yeniden düzenlenmektedir (Bilman, 2012: 238). r , k ∑ ∑ (3) ∑ r , k ,çapraz korelasyon tahmincisi, dtdt ile dtht üzerindeki makul (reasonable) koşullar altında, tutarlı ve asimptotik (yanasık) olarak normal kabul edilmektedir (Bilman, 2012: 238). 103 S. A. BEKAR. – H. TERZİ ρ , k ∑ ∑ (1.7) ∑ Denklemde dtdt+k, dış ticaret dengesinin cari-gelecek ve geçmiş t dönem değerlerini; dtht, dış ticaret haddinin t dönemi değerini temsil etmektedir. dtd ve dth , dış ticaret dengesi ve dış ticaret haddi değişkenlerine ait ortalamaları ifade etmektedir. k ise gecikme ve öncü uzunluğunu temsil etmektedir. Sözkonusu denklemde; k=0 olduğunda dtd ve dth arasındaki anlık korelasyon, k=±1 olduğunda dtdt±1 ve dtht arasındaki çapraz korelasyon elde edilmektedir. k’nın pozitif olduğu gelecek dönemler öncü etkileri gösteren çapraz korelasyonu, k’nın negatif olduğu geçmiş dönemler gecikmeli etkileri gösteren çapraz korelasyonu vermektedir. Böylece bu yöntem yardımıyla dış ticaret dengesi ile dış ticaret haddi değişkenleri arasındaki anlık korelasyonların yanında gecikmeli (lag) ve öncü (lead) etkileri ortaya koyan çapraz korelasyonlarda hesaplanabilmektedir. Bu çalışmada kısa dönemli etkiler, 2002:01-2014:12 dönemi aylık veriler kullanılarak araştırıldığı için 156 gözlem bulunmaktadır; dtd ve dth değişkenleri sırasıyla (dtd1, dtd2, dtd3,...,dtd156) ve (dth1, dth2, dth3,...,dth156) vektörleri olarak ele alınmaktadır. Denklemde, k=0 olduğunda dtdt ve dtht arasındaki anlık veya eşanlı çapraz korelasyon; ρ(0) elde edilecektir. k=1 olduğunda dtd’nin bir dönem sonraki (öncü) değeri dtdt+1 ile dtht arasındaki çapraz korelasyon; ρ (1) hesaplanmaktadır. Bu durumda iki değişkenin vektörleri sırasıyla (dtd2, dtd3, dtd4,...,dtd156) ve (dth1, dth2, dth3,...,dth155) olarak 156 gözlem yerine 155 gözlemle tanımlanmıştır. k=2 olduğunda dtd’nin iki dönem sonraki değeri dtdt+2 ile dtht arasındaki çapraz korelasyon; ρ (2) hesaplanmaktadır. Bu durumda iki değişkenin vektörleri, (dtd3, dtd4, dtd5,...,dtd156) ve (dth1, dth2, dth3,...,dth154) şeklini almıştır. Gözlem sayısı 154’e düşmüştür. S Eğrisi etkisinin ortaya çıkması için k’nın negatif değerlerinin de ele alınması gerekir. k=- 1 olduğunda dtd’nin bir dönem geçmişteki (gecikmeli) değeri dtdt-1 ile dtht arasındaki çapraz korelasyon; ρ (-1) hesaplanmaktadır. Bu durumda iki değişkenin vektörleri, (dtd1, dtd2, dtd3,...,dtd155) ve (dth2, dth3, 104 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114 dth4,...,dth156) şeklini almıştır. 156 gözlem yerine yine 155 gözlemle tanımlanması gerekmektedir (Bahmani-Oskooee ve Hegerty, 2010: 586; Bilman, 2012: 240). Analizde, her bir k değeri için ayrı bir ρdeğeri hesaplanmaktadır. Ayrıca dikey eksende çapraz korelasyon fonksiyonuyla hesaplanan ρ değerleri (çapraz korelasyon katsayıları) yatay eksende k değerleri (cari, öncü ve gecikmeli uzunluk değerleri) olmak üzere çizilen grafik, dtdt±k ve dtht arasındaki çapraz korelasyon fonksiyonu grafiğini vermektedir. Bu grafik yardımıyla, S Eğrisi etkisi görsel olarak da analiz edilebilmektedir. Çalışmada, S Eğrisi etkisinin var olduğunun ortaya koyulabilmesi için dış ticaret haddi ile geçmiş dönem dış ticaret dengesi arasındaki çapraz korelasyon katsayısının pozitif, gelecek dönem dış ticaret dengesi arasındaki çapraz korelasyon katsayısının negatif olması gerekmektedir (Bilman, 2012: 244). (1.7) no’lu denklem yardımıyla hesaplanan gecikmeli çapraz korelasyonların pozitif; öncü çapraz korelasyonların negatif olması durumunda S Eğrisi etkisinin geçerli olduğu ileriye sürülmektedir ((1.8) ve (1.9) no’lu ifadelerdeki gibi). Özetle, bu çalışmada dış ticaret dengesi ile dış ticaret haddi arasındaki ilişki için hesaplanan çapraz korelasyonun k dönem öncesi pozitif, k dönem sonrası negatif katsayılarının şekil üzerinde S Harfine benzemesi ile S Eğrisi etkisi araştırılmaktadır. ρdtd t+k, dtht ρdtd >0, k<0 (1.8) <0, k≥0 (1.9) t+k, dtht 3.3. Korelasyon Katsayılarının Anlamlılık Testi Ekonometrik açıdan, doğrudan S Eğrisini test etmek için kullanılan geleneksel çapraz korelasyon analizinde, daha önceki çalışmalarda istatistiksel anlamlılığı test eden yöntem uygulanmadığından, hesaplanan çapraz korelasyon katsayılarının istatistiksel anlamlılığı ihmal edilmiştir (Korkmaz ve Korkmaz, 2012: 628). Çapraz korelasyon katsayılarının istatistiksel olarak anlamlı olması, S Eğrisi etkisinin varlığına dair kanıtları kuvvetlendirmektedir. Bu nedenle bu çalışmada, S Eğrisi etkisinin geçerli olduğu endüstrilerin k>0, k=0 ve k<0 dönemlerine ait çapraz 105 S. A. BEKAR. – H. TERZİ korelasyon katsayılarının istatistiksel olarak anlamlı olup olmadığı test edilmiştir. S Eğrisi etkisinin var olduğu endüstrilerde, dış ticaret dengesi ve dış ticaret haddi arasında hesaplanan çapraz korelasyon katsayılarının istatistiksel olarak grup anlamlılığını sınamak için Portmanteau χ2 testi kullanılmıştır. Bu test, (1.10) no’lu denklem yardımıyla yapılmıştır. (1.10) no’lu denklemden yararlanılarak bulunan değer, χ² testi tablo kritik değeri ile karşılaştırılır. S ∗ χ ise çapraz korelasyon katsayılarının istatistiksel olarak anlamlı olduğu kabul edilir (Korkmaz ve Korkmaz, 2012: 630). S ∗ =N ∑ N |k| , k (1.10) 3.4. Ampirik Bulgular Çalışmada kullanılan “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzey endüstrilerin dış ticaret dengesi ile dış ticaret haddi değişkenlerinden oluşan veri seti, mevsimsel dalgalanmaların etkisini ortadan kaldırmak için mevsimsellikten arındırılmış, HP filtresinden geçirilip filtrelenerek analizde kullanılmıştır. Endüstrilere ait dış ticaret dengesi ve dış ticaret haddi değişkenleri arasındaki çapraz korelasyon katsayıları hesaplanmıştır (Ek 2’de verilmiştir). “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzeyde yer alan 9 endüstriye ait dış ticaret dengesi ve dış ticaret haddi değişkenleri arasında hesaplanan gecikmeli çapraz korelasyonların pozitif, öncü çapraz korelasyonların negatif olduğu durumda ortaya çıkan S Eğrisi etkisinin belirli endüstrilerde var olduğu tespit edilmiştir. Şekil 1’de, “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzey 9 endüstrinin 5’inde S Eğrisi etkisinin var olduğu görülmektedir. S Eğrisi etkisinin var olduğu endüstriler için (1.10) no’lu denklemdeki Portmanteau χ² testinden yararlanılarak hesaplanan S ∗ değerleri ve χ² testi tablo kritik değeri Tablo 2’de gösterilmektedir. 106 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114 Tablo 2. S Eğrisinin Geçerli Olduğu Endüstriler İçin Hesaplanan s*m Değerleri *t (s.d.,) s*m Veriler 1-İçki-Tütün 69,93 (13,0.10)=19,81 2-Akaryakıt Hariç Yenilmeyen Hammaddeler 171,83 (41,0.10)=51,81 4-Hayvansal, Bitkisel Katı ve Sıvı Yağlar, Mumlar 59,52 (33,0.10)=43,75 5-Başka Yerde Belirtilmeyen Kimya Sanayi ve Buna Bağlı Sanayi Ürünleri 70,78 (33,0.10)=43,75 8-Çeşitli Mamül Eşya 61,99 (25,0.10)=34,38 Panel 1: 1-İçki ve Tütün 0,4 0,3 0,3 0,2 0,2 0,1 0,1 0 0 -0,1 -5 -0,2 -2 1 4 7 (k) dth1t, dtd1t±k -0,3 0,2 -0,1 -0,2 Panel 2: 2-Akaryakıt Hariç Yenilmeyen Hammaddeler -18 -12 -6 0 6 12 dth2t, dtd2t±k 18 (k) -0,3 -0,4 Panel 3:4- Hayvansal, Bitkisel Katı ve Sıvı Yağlar, Mumlar 0,3 0,2 0,1 Panel 4: 5- Başka Yerde Belirtilmeyen Kimya Sanayi ve Buna Bağlı Sanayi Ürünleri 0,1 0 0 -21 -18 -15 -12 -9 -6 -3 0 -0,1 3 6 (k) 9 -0,1 -12 -9 -6 -3 -0,2 dth4t, dtd4t±k 0 3 6 9 12 15 18 dth5t, dtd5t±k (k) -0,3 -0,2 0,3 Panel 5: 8-Çeşitli Mamül Eşya 0,2 0,1 0 -0,1 -0,2 -12 -9 -6 -3 0 3 6 dth8t, dtd8t±k 9 12 (k) -0,3 Şekil 1. S Eğrisi Etkisinin Geçerli Olduğu Endüstriler (k: Gecikme sayısı) 107 S. A. BEKAR. – H. TERZİ S∗ χ olduğu endüstrilere ait çapraz korelasyon katsayılarının istatistiksel olarak anlamlı olduğu tespit edilmiştir. Tablo 2’de görüldüğü gibi, “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzeyde yer alan 1, 2, 4, 5, 8 kodlu endüstriler için hesaplanan S ∗ değerlerinin χ² testi tablo kritik değerinden büyük olması nedeniyle çapraz korelasyon katsayılarının istatistiksel olarak anlamlı olması, S Eğrisinin geçerliliğini desteklemektedir. Tüm bulgular birlikte değerlendirildiğinde, “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzeyde yer alan 1, 2, 4, 5, 8 kodlu endüstrilere ait k<0 durumunda gecikmeli etkileri gösteren dış ticaret haddi ve geçmiş dönem dış ticaret dengesi arasındaki çapraz korelasyon katsayılarının pozitif, k>0 durumunda öncü etkileri gösteren endüstrilere ait dış ticaret haddi ve gelecek dönem dış ticaret dengesi arasındaki çapraz korelasyon katsayılarının negatif olduğu (S Eğrisi etkisinin var olduğu) ve bu endüstrilere ait çapraz korelasyon katsayılarının istatistiksel olarak anlamlı olduğu sonucuna ulaşılmıştır. S Eğrisinin geçerli olduğu ve katsayılarının grup olarak istatistiksel anlamlı olduğu endüstriler, 1 kodlu içki- tütün, 2 kodlu akaryakıt hariç yenilmeyen hammaddeler, 4 kodlu hayvansal, bitkisel katı ve sıvı yağlar, mumlar, 5 kodlu başka yerde belirtilmeyen kimya sanayi ve buna bağlı sanayi ürünleri ve 8 kodlu çeşitli mamül eşyalardır. 4. SONUÇ VE ÖNERİLER 2002-2014 dönemi, Türkiye’de “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzey endüstrilerin dış ticaretinde S Eğrisi etkisinin varlığı çapraz korelasyon fonksiyonu ile araştırılmıştır. Çapraz korelasyon fonksiyonu ile “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzeyde yer alan 1, 2, 4, 5, 8 kodlu endüstrilere ait k<0 durumunda gecikmeli etkileri gösteren dış ticaret haddi ve geçmiş dönem dış ticaret dengesi arasındaki çapraz korelasyon katsayılarının pozitif; k>0 durumunda öncü etkileri gösteren endüstrilere ait dış ticaret haddi ve gelecek dönem dış ticaret dengesi arasındaki çapraz korelasyon katsayılarının negatif olmasıyla, S Eğrisi etkisinin varlığı tespit edilmiştir. Ayrıca bu endüstrilere ait çapraz korelasyon katsayılarının istatistiksel olarak anlamlı olduğu sonucuna ulaşılmıştır. S Eğrisinin geçerli olduğu ve 108 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114 katsayılarının grup olarak istatistiksel anlamlı olduğu endüstriler, 1 kodlu içkitütün; 2 kodlu akaryakıt hariç yenilmeyen hammaddeler; 4 kodlu hayvansal, bitkisel katı ve sıvı yağlar, mumlar; 5 kodlu başka yerde belirtilmeyen kimya sanayi ve buna bağlı sanayi ürünleri ile 8 kodlu çeşitli mamül eşyalardır. Yapılan analiz sonucu elde edilen bulgularla; S Eğrisi etkisinin geçerli olduğu endüstrilerin dış ticaret haddinin, dış ticaret dengesinin cari ve gelecekteki hareketleri ile negatif yönde; geçmiş hareketleri ile ise pozitif yönde ilişkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte, Türkiye’nin, “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzeyde yer alan bazı endüstrilerinde bu etkilerin geçerli olması, söz konusu endüstrilerin dış ticaret dengesinde dış ticaret haddi değişmelerinin etkili olduğu ve dış ticaret haddinde yaşanan değişmelerin ticaret dengesini önce bozduğu belirli dönem sonra iyileştirdiği şeklinde yorumlanabilir. “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzeyde yer alan endüstriler için 2002-2014 dönemi yapılan analizlerden elde edilen bulgularda, 2003-2014 dönemini kapsayan Küçükaksoy ve Çifçi (2014) ile 20032012 dönemini kapsayan Akkay (2015)’ın çalışmalarında olduğu gibi, Türkiye için S Eğrisi etkisinin geçerli olduğu tespit edilmiştir. Teorik olarak ortaya konulan bu etkinin ülkelerin dış ticaretinde olup olmaması, ülkelerin veya endüstrilerin dış ticaret yapısındaki durumlara bağlı olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü ampirik bulguların uygulamaya geçmesi ve başarılı olması için ülkenin dış ticaretindeki dezavantajlı durumların giderilmesi gereklidir. Bu bağlamda, Türkiye’nin dış ticaret yapısındaki dezavantajlı durumlar giderilmedikçe, ampirik olarak ortaya çıkan bu bulguların, uygulanacak olan döviz kuru politikalarının başarısını sınırlandırabileceği politika yapıcıları göz önünde bulundurulmalıdır. Sonuç olarak, gerek genel gerekse endüstri açısından yaşanan değişmelerin, dış ticaret üzerinde yarattığı etkilerin göz önünde bulundurulması önemlidir. Ancak dışa bağımlı ekonomisi olan Türkiye’de döviz kuru politikaları uygulamaları ile dış ticaret haddindeki değişmelerin, dış ticaret dengesini sağlamada, tek başına yeterli olmadığı, diğer politikalar ile birlikte uygulanması gerekliliği de göz önünde bulundurulmalıdır. 109 S. A. BEKAR. – H. TERZİ Bu çalışmada iki yanlı verilerin kullanılmamasından dolayı, ülkeler baz alınarak karşılaştırma yapılamamıştır. Ancak ileride araştırmacılar tarafından yapılacak çalışmalara yardımcı olması açısından, Türkiye ile seçilmiş ülkeler arasındaki iki yanlı ticari ilişkilerde, endüstri bazında bu etki araştırılabilir. KAYNAKÇA AKBULUT BEKAR, S. (2014). “Dış Ticaret Dengesi-Dış Ticaret Haddi İlişkisi: Türkiye Örneği(2002-2012 Dönemi)”, Yayınlanmamış Doktora tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Trabzon. AKKAY, R. C. (2012), “Reel Kur Değişimlerinin Dış Ticaret Dengesine Olan Etkisini Değerlendirmede Güncel Bir Yaklaşım: S Eğrisi Hipotezi”, İstanbul Üniversitesi Dergisi, 173-190, http://journals.istanbul.edu.tr/iuifm/article/download /10230178 43/1023017098, (06.05.2013). AKKAY, R. C. (2015), “S-Curve Dynamics of Trade Between Turkey and Her Trading Partner", International Journal of Economic and Administrative Studies, 15(8): 180-192, http://dergipark.ulakbilim.gov.tr/ulikidince/article/download/ 5000 124176/5000114417 (17.11.2015). BACKUS, D. K., KEHOE, P. J., KYDLAND, F. E. (1994),“Dynamics of the Trade Balance and the Terms of Trade: The J-Curve?”, The American Economic Review, 84(1): 84-103. BAHMANİ-OSKOOEE, M., ARTATRANA, R. (2004), “The J-Curve: A Literature Review”, Applied Economics, 36(13): 1377-1396. BAHMANİ-OSKOOEE. M., ARTATRANA, R. (2007a), “The S-Curve Dynamics of US Bilateral Trade”, Review of International Economics, 15(2): 430-439. BAHMANİ-OSKOOEE, M., ARTATRANA, R. (2007b), “Bilateral S-Curve Between Japan and Her Trading Partners”, Japan and the World Economy, 19: 483-489. BAHMANİ-OSKOOEE, M., ARTATRANA, R. (2008), “S-Curve at the Industry Level: Evidence from US-UK Commodity Trade”, Empirical Economics, 35(1): 141-152. BAHMANİ-OSKOOEE, M., ARTATRANA, R. (2009), “S-Curve Dynamics of Trade: Evidence from US-Canada Commodity Trade”, Economic Issues, 14(1): 116. 110 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114 BAHMANİ-OSKOOEE, M., ARTATRANA, R. (2010a), “S-Curve at the Commodity Level: Evidence from US-India Trade”, The International Trade Journal, 24(1): 84-95. BAHMANİ-OSKOOEE, M., ARTATRANA, R. (2010b), “S-Curve Dynamics of Trade Between U.S. and China”, China Economic Review, 21(2): 212-223. BAHMANİ-OSKOOEE, M., ARTATRANA, R. (2011a), “S-Curve Dynamics of Trade Between Sweden and Her Trading Partners”, Economic Systems, 35(3): 355362. BAHMANİ-OSKOOEE, M., ARTATRANA, R. (2011b), “The S-Curve at the Industry Level: Evidence from US-Australia Trade”, Economic Papers, 30(4): 497521. BAHMANİ-OSKOOEE, M., KUTAN, A. M., RATHA, A. (2008), “The S-Curve in Emerging Markets”, Comparative Economic Studies, 50(2): 341-351. BAHMANİ-OSKOOEE, M., GELAN, A., RATHA, A., (2008), “S-Curve Dynamics of Trade in Africa”, African Development Bank, 335-342. BAHMANİ-OSKOOEE, M., HEGERTY, S. W. (2010), “The J-and S-Curves: A Survey of the Recent Literature”, Journal of Economic Studies, 37(6): 580-596. BAHMANİ-OSKOOEE, M., XU, J. (2010), “The S-Curve Dynamics of US- Hong Kong Commodity Trade: Perspectives on East Asian Economies and Industries”, Global Economic Review, 39(2): 117-128. BAHMANİ-OSKOOEE, M., XU, J. (2013), “The S-Curve Dynamics of USMexico Commodity Trade”, Journal of Applied Economics, 16(1): 33-48. BAHMANİ-OSKOOEE, M., XI, D. (2012), “China-Germany Commodity Trade and S Curve”, Journal of CEFTS, 5(1): 20-28. BAHMANİ-OSKOOEE, M., XI, D. (2015), “A Note on the S-Curve Dynamics of Commodity Trade between Brazil and the United States”, LAJE, 5(2): 79-94. BEŞER, M. K. (2011), Türkiye Dış Ticaretinde J Eğrisi ve S Eğrisi Dinamik Etkileri, Bursa: Ekin Basım Yayın Dağıtımı. BİLMAN, M. E. (2012), “Türkiye’nin İki Yanlı Ticaretindeki J ve S Eğrisi ve Harberger-Lauresen-Metzler Etkileri Analizi”, Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir. CAO-ALVİRA, J. J., PALACİOS-CHACON, L. A. (2012), “Emprical Evidence of S Curve in the Colombian Bilateral Trade Balances”, Ecos De Economia, 34(16): 111-126. 111 S. A. BEKAR. – H. TERZİ FERREİRA- L. A., SEQUEİRA T. N., (2010), “The Dynamics of the Trade Balance and the Terms of Trade in Central and Eastern European Countries” ERCEconomics Research Center, Lisbon University Institute, 3 (10), 1-21. HODRİCK, R. J., PRESCOTT, E. C. (1997), “Postwar U.S. Business Cycles: An Empirical Investigation”, Journal of Money, Credit, and Banking, 29: 1-16. KORKMAZ, A., KORKMAZ, S. (2013), “An Alternative Consideration for the Testing Procedure of the S-Curve Hypothesis”, Empirical Economics, 45: 627-634. KÜÇÜKAKSOY, İ., ÇİFÇİ, İ. (2014), “Dış Ticaret Hadlerinin Dış Ticaret Dengesine Etkisi: Harberger-Laursen-Metzler Hipotezinin Türkiye Uygulaması”, Optimum Ekonomi ve Yönetim Bilimleri Dergisi, 1(2): 103-129. MAGEE, S. P. (1973), “Currency Contracts, Pass-Through and Devaluation”, Brookings Papers on Economic Activity, 1: 303-325. PARİKH, A., SHİBATA, M. (2004), “Dynamics of the Relationship Between the Terms of Trade and the Trade Balance in Developing Countries of Asia, Africa and Latin America”, Journal of Quantitative Economics, 2(2): 104-121. SENHADJİ, A. (1998), “Dynamics of the Trade Balance and the Terms of Trade in LDCS: The S-Curve”, Journal of International Economics, 46(1): 105-131. SEVÜKTEKİN, M., NARGELEÇEKENLER, M. (2010), Ekonometrik Zaman Serileri Analizi Eviews Uygulamalı, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Ek-1. Veri Seti Değişkenin adı Kısaltma 0-Canlı hayvanlar ve gıda maddeleri reel dış ticaret dengesi dtd0 1- İçki ve tütün reel dış ticaret dengesi dtd1 2- Akaryakıt hariç yenilmeyen hammaddeler reel dış ticaret dengesi dtd2 3- Mineral yakıtlar, yağlar ve alkali ürünler reel dış ticaret dengesi 4- Hayvansal, bitkisel katı ve sıvı yağlar, mumlar reel dış ticaret dengesi dtd3 dtd4 5- Başka yerde belirtilmeyen kimya sanayi ve buna bağlı sanayi ürünleri reel dış ticaret dengesi 6- Başlıca sınıflara ayrılan işlenmiş mallar reel dış ticaret dengesi dtd5 7- Makinalar ve taşıt araçları reel dış ticaret dengesi dtd7 8- Çeşitli mamül eşya reel dış ticaret dengesi dtd8 0-Canlı hayvanlar ve gıda maddeleri dış ticaret haddi dth0 112 dtd6 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114 1- İçki ve tütün dış ticaret haddi dth1 2- Akaryakıt hariç yenilmeyen hammaddeler dış ticaret haddi dth2 3- Mineral yakıtlar, yağlar ve alkali ürünler dış ticaret haddi dth3 4- Hayvansal, bitkisel katı ve sıvı yağlar, mumlar dış ticaret haddi 5- Başka yerde belirtilmeyen kimya sanayi ve buna bağlı sanayi ürünleri dış ticaret haddi 6- Başlıca sınıflara ayrılan işlenmiş mallar dış ticaret haddi dth4 dth5 7- Makinalar ve taşıt araçları dış ticaret haddi dth7 8- Çeşitli mamül eşya dış ticaret haddi dth8 dth6 Not: Ağırlıklı olarak parasal olmayan altın kaleminden oluşan “SITC”’da sınıflandırılmamış eşyalar ana grubu (“SITC” 1.düzey 9 kodlu) için ihracat fiyat endeksi 2010 yılından önce yayınlanmadığından dolayı dış ticaret haddi hesaplanamadığı için analize dahil edilmemiştir. Veriler TÜİK’ten derlenmiştir. EK-2. “SITC” Rev. 3 Bazlı 1. Düzey Endüstrilere Ait Veriler İçin Hesaplanan Çapraz Korelasyon Katsayıları ( ρdtht,dtdt±k) k 0 1 2 3 4 5 6 7 8 -24 0.05 0.04 -0.08 0.10 -0.01 -0.26 -0.05 -0.11 -0.10 -23 0.05 0.11 -0.10 0.04 0.01 -0.22 0.15 -0.09 -0.14 -22 -0.01 0.05 -0.05 0.09 0.00 -0.16 0.08 -0.04 -0.07 -21 -0.07 -0.08 -0.01 0.02 0.01 -0.28 0.01 -0.02 -0.10 -20 -0.06 -0.18 -0.05 0.02 0.04 -0.16 -0.06 0.02 -0.11 -19 -0.08 -0.14 0.00 0.04 0.05 -0.23 0.09 0.05 0.01 -18 -0.14 -0.20 0.04 0.02 0.08 -0.23 0.00 0.03 -0.09 -17 -0.18 -0.13 0.06 0.00 0.03 0.06 0.11 0.06 0.04 -16 -0.23 -0.07 0.14 -0.06 0.08 -0.07 0.02 -0.03 0.00 -15 -0.31 0.06 0.12 -0.04 0.09 -0.04 0.03 0.08 0.02 -14 -0.31 0.06 0.07 -0.08 0.06 0.00 0.02 0.05 -0.02 -13 -0.32 0.02 0.15 -0.11 0.08 -0.03 0.10 0.04 0.05 -12 -0.27 0.17 0.14 -0.10 0.05 0.02 -0.01 0.00 -0.01 -11 -0.20 0.18 0.13 -0.01 0.12 0.10 -0.03 0.01 0.15 -10 -0.16 0.02 0.18 -0.02 0.15 0.09 0.05 -0.08 0.10 -9 -0.07 -0.13 0.16 0.00 0.10 0.14 -0.06 -0.05 0.18 -8 -0.01 -0.03 0.21 -0.02 0.09 0.18 -0.04 -0.06 0.12 -7 0.00 -0.08 0.22 0.07 0.05 0.14 -0.05 -0.02 0.26 113 S. A. BEKAR. – H. TERZİ -6 0.01 -0.05 0.13 0.09 0.01 0.23 -0.14 -0.08 0.11 -5 0.03 0.01 0.15 0.06 0.01 0.14 -0.01 0.05 0.21 -4 0.04 0.11 0.18 -0.01 -0.08 0.19 -0.09 -0.05 0.08 -3 0.08 0.19 0.18 -0.05 -0.09 0.19 0.00 -0.08 0.08 -2 0.17 0.11 0.23 -0.13 -0.17 0.12 0.03 -0.19 -0.07 -1 0.20 0.24 0.27 -0.21 -0.14 0.15 -0.03 -0.13 0.01 0 0.33 0.36 0.12 -0.13 -0.13 0.13 0.07 -0.11 0.06 1 0.27 0.09 0.03 0.02 -0.17 0.11 0.09 -0.12 0.09 2 0.26 -0.11 -0.03 0.10 -0.12 0.09 0.02 -0.14 -0.02 3 0.22 -0.15 -0.10 0.08 -0.13 0.04 0.08 -0.03 -0.05 4 0.20 -0.27 -0.09 0.12 -0.12 -0.02 0.06 -0.06 -0.11 5 0.14 -0.22 -0.10 0.10 -0.15 -0.05 -0.02 0.04 -0.15 6 0.14 -0.18 -0.26 0.03 -0.17 -0.02 0.06 0.11 -0.20 7 0.10 -0.03 -0.23 0.00 -0.14 0.00 -0.10 0.13 -0.17 8 0.04 0.07 -0.22 -0.02 -0.18 -0.06 0.02 0.13 -0.15 9 0.01 -0.08 -0.33 -0.08 -0.09 -0.06 -0.02 0.21 -0.11 10 0.00 -0.04 -0.17 -0.19 -0.02 -0.03 -0.03 0.32 -0.05 11 -0.02 0.13 -0.17 -0.16 0.00 0.02 -0.02 0.27 -0.01 12 -0.01 0.08 -0.21 -0.11 0.08 -0.01 0.01 0.29 -0.06 13 -0.03 -0.11 -0.15 -0.02 0.09 -0.05 0.01 0.34 0.11 14 -0.02 -0.09 -0.17 -0.04 0.12 -0.14 0.01 0.25 -0.01 15 0.01 -0.13 -0.17 0.09 0.10 -0.07 0.01 0.21 0.03 16 0.06 -0.10 -0.10 0.12 0.07 -0.15 0.00 0.18 0.10 17 0.07 -0.12 -0.08 0.14 0.10 -0.18 0.00 0.22 -0.03 18 0.12 0.04 -0.12 0.08 0.01 -0.09 -0.01 0.14 0.12 19 0.14 0.20 -0.09 0.08 0.00 -0.15 0.00 0.19 0.10 20 0.14 0.06 -0.05 0.06 -0.07 -0.07 -0.01 0.18 0.07 21 0.18 0.03 -0.09 -0.02 -0.13 0.09 0.00 0.17 -0.01 22 0.16 0.20 -0.03 -0.02 -0.05 -0.04 -0.01 0.03 0.01 23 0.15 0.17 0.05 -0.04 -0.10 -0.04 -0.01 -0.01 -0.03 24 0.09 0.02 0.03 0.02 -0.06 -0.10 0.00 -0.17 0.03 114 Yayın Geliş Tarihi: 16.01.2016 Yayın Kabul Tarihi: 12.05.2016 Online Yayın Tarihi: 22.12.2016 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146 Temettü Ödemelerinin Belirleyicileri ve Firma Değeri: Kavramsal Bir Model ve Tahminlemesi* Şaban ÇELİK1 Sedat YENİCE2 Osman Kürşat ONAT3 Öz Bu çalışmanın amacı temettü politikalarının belirleyicileri ile firma değeri arasındaki ilişkiyi kavramsal bir model çerçevesinde açıklayıp tahminlemesini yapmaktır. Bu kapsamda üç temel hipotez grubu oluşturulup test edilmiştir. Birinci ve ikinci hipotez gruplarının test sonuçları, temettü politikalarının, risk ile negatif, kurumsal yönetimle de pozitif bir ilişkisi olduğunu göstermektedir. Buna karşın, üçüncü hipotez grubu testleri, temettü politikası ile firma değeri arasındaki ilişkiyi kullanılan firma değeri değişkenine göre (bir yıllık getiri ve beş yıllık getiri) farklı (ilişkisiz ve pozitif) göstermiştir. Anahtar Kelimeler: Temettü Politikaları, Risk, Kurumsal Yönetim, Firma Değeri JEL Sınıflandırma Kodları: G30, G32, G34, G35 Determinants of Dividend Payments and Firm Value: A Conceptual Model and Its Estimation Abstract The purpose of present study is to explain the linkage between the determinants of dividend policies and firm value and to conduct its estimation within a conceptual model. In this context it has been created and tested three main hypotheses group. The results regarding to the first two hypotheses indicate that dividend policies have a negative relationship with risk but a positive relationship with corporate governance. On the other hand, the results regarding to the third hypothesis indicate different results (irrelevant and positive) according to the variable used for firm value (one-year return and five-year return). Keywords: Dividend Policies, Risk, Corporate Governance, Firm Value JEL Classification Codes: G30, G32, G34, G35 * Bu çalışma, 19. Ulusal Finans Sempozyumunda bildiri olarak sunulmuştur. Hem sempozyum katılımcılarının hem de editör ile dergi hakemlerinin eleştirileri kapsamında düzenlenmiştir. Yapıcı eleştirilerinden ötürü sempozyum katılımcılarına, dergi editör ve hakemlerine teşekkür ederiz. 1 Yrd. Doç. Dr., Yaşar Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası Ticaret ve Finansman Bölümü, [email protected] 2 Yrd. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu, [email protected] 3 Yrd. Doç. Dr., Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Sağlık Yönetimi Bölümü, [email protected] Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT 1. GİRİŞ Temettü politikalarının belirleyicilerinin analizi modern finansın temel konularından birisidir. Temettü politikaları ülkeler arasında farklılıklar gösterir. Geleneksel olarak bu farklılıklar ülkelerdeki vergi sistemi ve bilgi asimetrisi farklılıkları ile açıklanmaya çalışılmıştır (La Porta vd., 2000). Yakın zamanda yapılan çalışmalar ise kültürel özelliklerin de ülkeler arasındaki temettü ödeme politika farklılıklarını açıklayan bir faktör olduğu öne sürülmüştür (Shao vd., 2010; Bae vd., 2012). Bununla beraber, firmaların yatırımcı talebini canlı tutmak için uyguladıkları politikalar sonucunda yatırımcı rasyonalitesinde görülen davranışsal sapmaların da söz konusu temettü politikalarındaki farklılıklara sebep olabileceği belirtilmektedir (Baker ve Wurgler, 2004; Becker vd., 2011). Finans yazınında temettü politikalarına ilişkin geliştirilen bu yaklaşımlarının görgül analiz sonuçları farklılıklar göstermekle beraber çalışmalarda kullanılan analiz yöntemi, veri seti, zaman aralığı, sektör tercihi, ülke türü ve dolayısıyla kültür etkisi gibi faktörler de sonuçları etkileyebilmektedir. Bu çalışmada akademik yazında önerilen bu yaklaşımlardan farklı olarak risk ve kurumsal yönetim faktörlerinin temettü ödemelerinde belirleyici faktörler olduğu önermesi yapılarak söz konusu temettü politikaları ile firma değeri ilişkisi modellenmiştir. Yazında riskin temettü politikalarını etkilediği belirtilse de (Bhattacharya, 1979) bu çalışmada ilk defa bütüncül bir yaklaşımla sistematik bir analiz ortaya konulmuştur. Bununla beraber kurumsal yönetim faktörünün temettü politikaları belirleyicisi olarak daha önce yapılmış çalışmalardan farklı bir yaklaşımla bu faktörün temettü politikaları ile sentetik bağları temellendirilip modellenmiştir. Söz konusu modelin test edilebilmesi için oluşturulan örneklem Borsa İstanbul’da işlem gören üretim firmalarının 2007 ile 2011 yılları verilerinden oluşmaktadır. Araştırma modelinin birinci kısmının tahminlenmesi için oluşturulan ekonometrik model ise bağımlı değişken olan temettü ödemesinin kategorik yapıda olması sebebiyle logit ve probit regresyon yapısındadır. İkinci kısım için ise doğrusal regresyon ve bağımsız örneklem t-testi kullanılmıştır. 116 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146 Çalışmanın yapısı beş bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmının ardından ikinci bölümde ilgili akademik yazının sentezi yapılmıştır. Üçüncü bölümde çalışma kapsamında izlenen araştırma yöntemi yer almaktadır. Dördüncü bölümde araştırma kapsamında yapılan araştırma sonuçlarına yer verilmiştir. Beşinci ve son bölümde de araştırma genel olarak sonuçlandırılıp değerlendirilmiştir. 2. YAZIN TARAMASI Araştırmacılar, temettü politikalarını etkileyen faktörleri açıklayabilmek için birçok teori öne sürmüşlerdir. Bu teoriler, İlintisizlik Teorisi, Sinyal Teorisi, Yaşam Döngüsü Teorisi, Temsilci Teorisi, Finansal Hiyerarşi Teorisi, Davranışsal Finans Teorisi şeklinde sıralanabilir. Bunlarla beraber, vergi, hukuksal düzenlemeler, firma büyüklüğü, kaldıraç durumu, kurumsal yönetim yapısı ve risk gibi boyutların da temettü politikalarıyla ilişkili olabileceği öne sürülmüştür (Allen ve Izan, 1992; Frankfurter ve Wood, 2002; DeAngelo ve DeAngelo, 2007). Pek çok araştırmacı ikincil veri analizleri üzerinden teorik ve görgül araştırma modelleriyle (Deshmukh, 2005; Li ve Zhao, 2008) ve bazıları da uygulayıcılar üzerinde anket yöntemiyle (Becker, vd., 2011; Baker ve Smith, 2006; Brav vd., 2005) temettü politikalarını etkileyen faktörleri açıklamaya çalışmışlardır. Miller ve Modigliani (1961) temettü politikaları ile ilgili finans yazınında önemli bir etki yaratan çalışmalarında temettü ödemesinin yapılıp yapılmamasının firmanın değeri üzerinde bir etkiye sahip olmadığını göstermişlerdir. İlintisizlik Teorisi (Irrelevancy Teory) olarak adlandırılan bu ispat piyasaların tam rekabet, vergi etkisi ve iflas maliyetlerinin olmadığı temel varsayımları altında temettü ödemesinin, sermaye kazancının (hisse fiyatlarındaki alım-satım farkından elde edilen kazanç) mükemmel bir alternatifi olarak görülmesi prensibine dayanmaktadır. Başlarda özellikle vergi etkisinin olması sebebiyle eleştiri alan bu yaklaşım, temettü ve sermaye kazancı üzerinden kesilen vergilerin birbirine yaklaşmasına rağmen temettü politikalarında görülen farklılıklar Black (1976) tarafından temettü bilmecesi (dividend puzzle) olarak tanımlanmıştır. Bu bilmecenin çözümü için önerilen bir yaklaşım da bilgi asimetrisi kavramıdır. Buna göre, daha az bilgiye sahip yatırımcılar, temettü ödemelerinin firmanın gelecekteki 117 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT karlılık durumu için bir işaret olabileceğini düşünürler (Bhattacharya, 1979; Miller ve Rock, 1985; Kumar, 1988). İlintisizlik Teorisi’ne en zıt açıklama niteliği taşıyan yaklaşımlardan bir tanesi ‘eldeki kuş hipotezi’dir (bird in hand hypothesis). Buna göre, yüksek temettü ödeme oranı firma değerini artırır. Bu önerme, belirsizlik ve asimetrik bilginin olduğu ortamda daha yakın gelecekteki kazancın daha uzak gelecekteki kazanca tercih edileceği temelinde oluşturulmuştur. Bunun için de eldeki bir kuşun daldaki iki kuştan daha değerli olduğu yaklaşımı eldeki kuş hipotezi denmesine sebep olmuştur. Gordon ve Shapiro (1956), Gordon (1959;1963), Lintner (1962) ve Walter (1963) gibi araştırmacılar eldeki kuş hipotezini destekler nitelikte çalışmalar yapmışlardır. Ancak, bu yaklaşım Modigliani ve Miller (1961) tarafından eleştirilerek firma riskinin gelirin nasıl dağıtılmasından değil faaliyet karının riskliliğinden oluştuğunu belirterek söz konusu hipoteze “eldeki kuş yanılsaması” demişlerdir. Temettü ödemesinin işaret etkisi (signalling theory) yaratacak nitelikte olması daha eskilere dayanan bir açıklamadır. İşaret etkisi ile açıklanmaya çalışılan temettü ödemesi yapan firmaların gelecekteki durumunun iyi olduğu ve bundan dolayı ödeme yaptıklarıdır. Buna karşın olası temettü azalımı veya yapılmaması kötüye giden bir durumun habercisi olduğu düşünülmüştür. Özellikle Lintner (1956) yöneticiler özerinde yaptığı anket sonucunda yöneticilerin temettü azaltımının hisse fiyatları üzerinde olumsuz bir etki yapar korkusu sebebiyle bu yola başvurmak istemediklerini belirtmiştir. Bununla beraber, karlılıktan emin olunmadan temettü artışına gitmedikleri de ortaya konulmuştur. Temettü politikalarını açıklamaya yönelik yaklaşımlardan işaret etkisi açıklamasına ek olarak finans yazınında çokça değinilen bir başka teori de Temsilci (maliyetleri) Teorisi’dir (Agency (cost) problem). Bu teori, serbest nakit akım hipotezi (Jensen, 1986) olarak da bilinmektedir. Serbest nakit akım hipotezi, temsilci maliyetlerini azaltmada temettü ödemelerinin bir araç olarak kullanıldığını iddia eder. Bilindiği üzere, temsilci problemi, hissedarlarla yöneticiler arasındaki 118 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146 çıkar çatışmalarını nitelemek için kullanılan bir durumdur. Burada iddia edilen yöneticilerin her zaman hissedarların çıkarlarını ençoklamak amacı gütmediği ve gereksiz yatırımlar (lüks gökdelen yapımı veya makam aracı tahsisi vb.) yaptıklarıdır (Jensen ve Meckling, 1976). Yöneticiler, bu ve benzeri problemleri azaltmak adına temettü ödemesi yaparak söz konusu problemi azaltma yoluna giderler. Finans yazınında Finansal Hiyerarşi Teorisi (pecking order theory) (Myers, 1984) olarak bilinen yaklaşım ise temettü politikalarını farklı bir açıdan değerlendirmiştir. Bu teoriye göre, firmalar yatırımlarını finanse etmek için önce dağıtılmamış karlarını kullanırlar. Bu durum yeterli gelmiyorsa sermaye piyasalarından borçlanmaya giderler. En son tahlilde de hisse senedi ihracına başvururlar. Myers ve Majluf (1984) bu durumun temel sebebinin bilgi asimetrisinden kaynaklandığını belirtmişlerdir. Buna göre, firmalar piyasaya sunacakları yeni hisse senetlerinin olması gereken değerin altında satılacağını düşündüklerinden yatırım için ihtiyaç duydukları finansman için önceliği iç fonlara verirler. Yaşam Döngüsü Teorisi (life cycle theory) nispeten akademik yazında yeni yer alan yaklaşımlardan biri olmakla beraber daha önce ortaya konan teorilere paralellik gösteren bir açıklamadır. Buna göre, büyük ve olgun firmaların yüksek miktardaki nakit akımlarının kullanabilecekleri yeteri kadar yatırım fırsatı olmadığından söz konusu firmaların genç ve küçük firmalara oranla düzenli temettü ödemeleri gerçekleştirebilirler. Bu da firmanın içinde bulunduğu yaşam döngüsünün temettü politikalarını belirlediğini gösterir. Fama ve French (2001) yaptıkları çalışmada firmanın yaşam döngüsünün özellikle olgun ve genç firmaların temettü ödeme eğilimleri açısından farklılıklar gösterdiğini belirtmişlerdir. Davranışsal finans yazını ise temettü politikalarındaki farklılık için farklı bir açıklama getirmiştir (Shefrin ve Statman, 1984). Buna göre yatırımcılar, temettü ödemesi ile sermaye kazancını mental olarak aynı görmemektedir. Bu açıklama yatırımcıların davranışsal yaşam döngüsü modeli ile temellendirilmiştir (Shefrin ve 119 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT Thaler, 1988). Bu modele göre yatırımcılar, üç farklı hesap algısına sahiptir. Bunlar, şimdiki gelir hesabı, şimdiki varlık hesabı ve gelecekteki gelir hesabıdır. Bundan dolayı, yatırımcıların mental hesaplarını etkileyen farklı faktörlerin varlığı temettü politikalarındaki farklılıkları açıklar. Akademik yazında temettü politikalarını açıklamaya yönelik güncel bazı yaklaşımlar daha bulunmaktadır. Bunlar, risk ve kurumsal yönetim kavramlarıdır. Risk kavramı her ne kadar doğrudan ana faktör olarak ele alınmamış olsa da temettü ödemelerinin yüksek borçluluk düzeyinden kaynaklı olarak ödenememesi (Kalay, 1982) ve bu durumun özellikle sistematik olmayan riskleri yüksek olan firmalarla ilişkili olduğu (Brav vd., 2005) tespitleri yapılmıştır. Kurumsal yönetim kavramı ise temettü ödemeleri için birbirinin tersi iki durum olabileceğini göstermektedir (La Porta vd., 2000). Birinci durum, daha iyi kurumsal yönetim ilkelerine sahip işletmeler hissedarların baskısıyla daha fazla temettü ödeyebilir (bu duruma çıktı modeli (outcome model) denilmektedir). İkinci durum ise daha kötü kurumsal yönetim ilkelerine sahip ve hissedar haklarının zayıf olduğu işletmeler hissedarlara iyi görünmek için yüksek temettü ödemesi yapar (bu duruma ikame modeli (substitution model) denilmektedir). Bu durum özellikle temettü politikaları ile kurumsal yönetim arasında bir ilişkinin olduğu göstermektedir. 3. ARAŞTIRMA YÖNTEMİ Araştırmanın yöntemi bağlamında oluşturulan kavramsal model, örneklem yapısı ve kavramsal modelin tahminlemesi için önerilen ekonometrik model ele alınmıştır. Araştırmanın temel amacı kapsamında oluşturulan araştırma modeli temettü politikalarının iki temel faktör tarafından etkilendiği şeklinde oluşturulmuştur. Bu iki faktör risk ve kurumsal yönetimdir. Bununla beraber, temettü politikalarının firma değeri ile ilişkisi de modellenmiştir. Söz konusu modelin test edilebilmesi için oluşturulan örneklem Borsa İstanbul’da işlem gören üretim firmalarının 2007 ile 2011 yılları verilerinden oluşmaktadır. Araştırma modelinin birinci kısmının tahminlenmesi için oluşturulan ekonometrik model, bağımlı değişken olan temettü ödemesinin kategorik yapıda olması sebebiyle logit 120 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146 ve probit regresyon yapısındadır. İkinci kısım için ise doğrusal regresyon ve bağımsız örneklem t-testi kullanılmıştır. 3.1. Araştırma Modeli Araştırma modeli iki temel faktörün temettü ödemelerinin belirleyicileri olduğunu önerir. Bunlar, risk ile kurumsal yönetim faktörleridir. Bununla beraber temettü politikalarının firma değeri ilişkisini de kapsar. Araştırma kapsamında geliştirilen kavramsal model üç temel hipotez grubunun test edilmesine olanak vermektedir. Birinci hipotez grubu temettü ödemelerini etkileyen birinci faktör grubu olan risk ile ilintilidir. İkinci hipotez grubu ise temettü ödemesini etkileyen ikinci faktör olan kurumsal yönetim ile ilgili olanıdır. Üçüncü ve son hipotez grubu ise temettü politikalarının firma değeri ilişkisi ile ilgilidir (Şekil1). Bir firmanın riski temettü ödeme politikasını (düzeyini) etkiler. Buna karşın temettü politikası (düzeyi) firmanın riskini düşürmez (Bhattacharya, 1979). Risk ile temettü ödemesi arasındaki teorik ilişki ise firmaların daha yüksek belirsizlik durumlarında, özellikle gelecekteki nakit akımlarda oluşabilecek riskin düzeyi arttığında, daha düşük temettü ödeme eğilimleri gösterirler (Friend ve Puchett, 1964). Bu da firma riski ile temettü ödemeleri arasında negatif bir ilişkinin varlığına işarettir (Rozeff, 1982). Başka bir ifade ile firma riski arttıkça temettü ödemeleri azalır (Jensen, Solberg ve Zorn, 1992). Bu önermenin hipotezi ise firma riskinin temettü ödemesi ile ilişkisi şeklinde oluşturulup test edilebilir: H1N: Risk düzeyi ile temettü ödemesi arasında ilişki yoktur H1A: Risk düzeyi ile temettü ödemesi arasında ilişki vardır Oluşturulan boş hipotez (H1N) ile alternatif hipotez (H1A) çalışma kapsamında kullanılan risk sınıflamasına göre sistematik ve sistematik olmayan tüm riskler için test edilecektir. Söz konusu sınıflama riskin sistematik ve sistematik olmayan yapıda ele alındığı şekliyle kullanılacaktır. Sistematik risk göstergesi olarak beta katsayısı kullanılmıştır. Sistematik olmayan risk boyutları ise üretim sektörü özelinde oluşturulan yapıdır. Buna göre; sistematik olmayan risk beş boyutta sınıflandırılabilir. Bunlar, - Nakit Akım Riski, Kısa Dönem Borç Ödeyebilirlilik 121 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT Riski, Uzun Dönem Borç Ödeyebilirlilik Riski, Karlılık Riski ve Varlık Verimliliği Riski şeklindedir (Çelik, 2013). Araştırmada kullanılan risk sınıflaması örneklem yapısıyla ilişkili olarak belirlenmiştir. Örneklemdeki firmaların üretim firması olmaları sebebiyle bu örneklem üzerinden geliştirilmiş boyutlar kullanılmıştır. Bununla beraber farklı bir sektörde benzer boyutların kullanılması anlamlı sonuçlar vermeyebilir. Kurumsal yönetim faktörünün temettü politikaları üzerindeki etki önermesinin hem kavramsal hem de hukuksal dayanakları vardır (La Porta vd., 2000). Kavramsal dayanak olarak temettü ödeme kararının firmaların özellikle piyasada oluşan firma değeri algısı üzerindeki tartışmaları gösterilebilir. Her ne kadar firma değeri temettü ödemesi ilişkisi üzerinde farklı bakış açılarında kavramsallaşma geliştirilmişse de söz konusu tartışma temettü ödemesinin bir yönüyle firma değerini etkileyebildiği ilgili yazında ortaya konmuştur. Bu ilişki, temettü ödemelerinin firma değeri üzerinde pozitif, negatif ve etkisiz şeklinde belirtilmiştir. Kurumsal yönetimin hukuksal dayanağı ise gelişmiş ve gelişmekte olan piyasalarda farklılık göstermelerine rağmen temettü ödemesinin yapılmasını teşvik eden yasal düzenlemelerin bulunmasıdır. Bu noktada gelişmiş piyasalarda söz konusu yasal düzenlemeler daha esnek iken gelişmekte olan piyasalarda özellikle azınlık hisse sahiplerinin haklarını koruma kapsamında temettü ödemesini teşvik eden düzenlemeler bulunmaktadır. Bu iki temel dayanak kurumsal yönetim ile temettü ödemesi arasında bir ilişkinin varlığı önermesini destekler. Bu önermenin hipotezi ise kurumsal yönetimin temettü ödemesi ile ilişkisi şeklinde oluşturulup test edilebilir: H2N: Kurumsal yönetim ile temettü ödemesi arasında ilişki yoktur H2A: Kurumsal yönetim ile temettü ödemesi arasında ilişki vardır Kurumsal yönetim faktörü bağlamında üç değişken belirlenmiştir. Bunlar, firmanın kurumsal yönetim endeksinde olma durumu, ortaklık yoğunlaşması ve kurumsal sosyal sorumluluk değeridir. Bu üç değişkenin seçilme sebepleri arasında kurumsal yönetimi en iyi temsil eden değişkenler olmasıdır. Sözgelimi, bir firma 122 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146 Borsa İstanbul Kurumsal Yönetim Endeksi’ne girebilmesi için belli bir denetimden geçip derecelendirilmesi gerekmektedir. Bununla beraber kurumsal sosyal sorumluluk uygulamaları özellikle ortaklardan ziyade paydaşlara verilen önemi göstermesi açısından önemlidir. Ortaklık yoğunlaşması ise ayrıca yazında ele alınan değişkenlerden birisidir (Chen vd., 2005). Bu değişkenler, araştırmanın kısıtları kapsamında ele alınan değişkenler olmakla beraber daha fazla sayıda değişkenin de ele alınabileceği söylenebilir. Araştırma modelinin üçüncü hipotez grubu ise akademik yazında derinlemesine araştırılan bir konudur. Temettü ödemeleri ile firma değeri ilişkisinin nasıl oluştuğudur. Yazın taraması bölümünde değinilen bazı teorilerin söz konusu ilişkinin olmadığını (ilintisizlik teorisi) veya pozitif anlamda olduğunu (eldeki kuş teorisi) söyleyen yaklaşımlar açıklanmıştı. Bu iki yaklaşım farklı varsayımlar temelinde oluşturuldukları için farklı sonuçlara varmışlardır. Araştırma kapsamında bu hipotez gelişmekte olan bir ülke niteliğindeki Türkiye piyasasında Borsa İstanbul’da işlem gören üretim firmaları üzerinde test edilecektir. Ancak temettü politikalarının firma değeri ilişkisi kısa veya orta vadeli araştırmalarda yanıltıcı sonuçlar verebilir. Bu araştırma döneminin de beş yıl olması sebebiyle ortaya çıkacak sonucun dikkatli yorumlanması gerekmektedir. Benzer zaman dönemlerini kullanan çalışmalarda da söz konusu hipotezin test sonuçlarının dikkatli yorumlanması gerekir. Bu açıdan bakıldığında bu hipotez sonuçlarının akademik yazında farklı sonuçlar vermesi temelde bu ve benzeri faktörlerin etkisinden kaynaklandığı söylenebilir (Miller ve Scholes, 1978,1982; Bernstein, 1996; Baker ve Powell, 1999; Casey ve Dickens, 2000; Fisher, 1961; Baker, Powell ve Veit, 2002). Araştırma modeli kapsamında temettü politikaları ile firma değeri ilişkisi şeklinde oluşturulup test edilebilir: H3N: Temettü ödemesi ile firma değeri arasında ilişki yoktur H3A Temettü ödemesi ile firma değeri arasında ilişki vardır Temettü politikaları bir değişken olarak sınırlı bir çerçevede kategorik bir yapıda yapılandırılmıştır. Buna göre, firmalar temettü ödeyen ve ödemeyen olarak 123 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT iki gruba ayrılmıştır. Ancak bu yapılandırma özellikle zaman döneminin kısa olmasından ötürüdür. Temettü politikaları ikiden fazla grup da oluşturabilir. Söz gelimi, düzenli temettü ödeyenler, düzensiz temettü ödeyenler ve temettü ödemeyenler şeklinde olabilir. Bununla beraber, temettü politikaları temettü verimi değişkeninin hesaplanması suretiyle sürekli bir değişken yapısıyla da incelenebilir. Firma değeri değişkeni için ise araştırma kapsamında iki değişken hesaplanmıştır. Bunlar yıllık ve beş yıllık temettü ve hisse bölünmelerine uyarlanmış hisse senedi getirileridir. Bundaki gerekçe ise değer ve temettü politikası ilişkisi o yıl gerçekleşen değerden ziyade birikimsel bir değerden etkilenebilme olasılığından ileri gelir. 3.2. Değişkenler, Örneklem Yapısı ve Tanımlayıcı İstatistikler Araştırma modelindeki faktörlerin temsil edileceği değişkenler ve ilgili özellikler Tablo 1’de görülmektedir. Risk faktörü, sistematik risk ve sistematik olmayan risk boylamında kavramsallaştırılarak sistematik risk için bir değişken ve sistematik olmayan risk için de beş değişken belirlenmiştir. Sistematik risk, en basit ifade ile tüm firmaları etkileyen risk olarak tanımlanmaktadır (Poyraz, 2011). Bu kavram, Sermaye Varlıkları Fiyatlama Modeli’ndeki (Sharpe,1964) beta katsayısı ile temsil edilmektedir. Beta katsayısı, firma hisse senedinin piyasa portföyü temsilci değişkeni olarak seçilen Borsa İstanbul 100 Endeksi’ne olan hassasiyetini ölçmektedir. Bu noktada beta katsayısını sistematik risk temsilcisi olarak kullanan tüm çalışmalarda varsayılan makroekonomik veya sistematik risk tanımına uyan tüm faktörlerin ilgili çalışmada kullanılan borsalarda fiyatlandığıdır. Söz gelimi, devlet faktörü bir sistematik risk unsuru olabilir ancak piyasa bu faktörü fiyatlıyor ise bu noktada betanın kullanılmasında bir sakınca yoktur. Başka bir ifade ile piyasa sistematik risk faktörlerine göre etkin ise beta katsayısı anlamlılık kazanır. Daha önceki çalışmalarda da beta katsayısının sistematik risk göstergesi olarak kullanılması ve bu çalışmanın kapsamında sistematik risk faktörü olan betanın anlamlılık düzeyinin ölçülmesi (piyasa etkinlik testi (Atan vd., (2009)) olmadığından bir varsayım olarak betanın sistematik risk göstergesi olduğu kabul edilecektir. 124 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146 Şekil 1. Araştırma Modeli Sistematik olmayan risk boyutu için ise Çelik (2013)’in üretim sektörü özelinde belirlediği beş değişken kullanılmıştır. Bu risk, firmanın kendi özelliklerinden kaynaklı riskleri kapsar. Buna göre, sistematik olmayan risk boyutu beş alt boyuttan oluşmaktadır. Bunlar, Nakit Akım, Kısa Dönem Borç Ödeyebilirlilik, Uzun Dönem Borç Ödeyebilirlilik, Karlılık ve Varlık Verimliliği riskleridir. Bu boyutları temsilen seçilen değişkenler de söz konusu boyutlar için akademik yazında en çok kullanılan rasyolar olarak belirlenmiştir. Bazı çalışmalarda, bu boyutları temsilen kullanılan değişkenler farklı amaçlar çerçevesinde kullanılmışlardır. Bununla beraber, pek çok çalışma belli bir araştırma (kavramsal) modeli önermeden belli sayıda değişkeni analiz edip nispeten anlamlı değişkenlerin raporlanmasına gitmektedirler. Bunun bir başka şekli ise geçmiş çalışmalarda kullanılmış değişkenlerden oluşturulan bir değişken seti ile analiz yapılmasıdır. Her iki durumda da anlamlı veya anlamsız çıkan değişkenlerin, kavramsal bir modele erişme noktasındaki rolü eksik kalmaktadır. Kurumsal yönetim faktörüne ilişkin olarak üç değişken belirlenmiştir. Bunlar, bir firmanın kurumsal yönetim ilkelerini ne derece uyguladığını göstermeleri açısından seçilmişlerdir. Bundan dolayı, Borsa İstanbul Kurumsal Yönetim 125 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT Endeksi’nde olma durumu bir değişken olarak alınmıştır. Bu değişken analize tabi olan tüm firmaları kapsamadığından kategorik bir yapıda analize dahil edilmiştir. Bu değişken öncelikli olarak firma iç dinamiklerini yansıtması bakımından önemlidir. Bununla beraber firmaların sosyal sorumluluk düzeyleri özellikle firma dış dinamikleri olan hissedarlar dışındaki paydaşları da kapsadığından ikinci bir değişken olarak analize dahil edilmiştir. Türkiye’de Kurumsal Sosyal Sorumluluk Endeksi olmadığından Çelik ve Güleç (2013) ile Altuner vd. (2015)’nin çalışmalarından yararlanılarak kurumsal sosyal sorumluluk ölçümü yapılmıştır. Bu ölçüm kurumsal sosyal sorumluluk kavramını beş alt boyutta değerlendirerek ölçmektedir. Bu boyutlar, (i) Kurumsal Strateji, Yönetim ve Süreçler (%10), (ii) Ekonomik Etki (%30), (iii) Sosyal Etki (%30), Çevresel Etki (%25) ve Raporlama ve Denetim (%5) şeklindedir (Her bir boyutun endeks içerisindeki ağırlığı farklıdır). Her firmanın bu boyutlarda bir projesi var ise ilgili ağırlığı ile çarpılmak suretiyle endeks puanı hesaplanmaktadır. Kurumsal yönetim boyutunun üçüncü değişkeni ise sermaye yoğunluğudur. Bu değişken de özellikle ilgili yazında üzerinde durulan bir konudur. Bunun temel nedeni ise sermaye yoğunluğunun kurumsal yönetim açısından bir etkiye sahip olduğu düşüncesidir. Araştırma modelindeki temettü politikaları değişkeni ise kategorik bir yapıda ele alınmıştır. Buna göre temettü ödeyen ve ödemeyen firmalar iki farklı grubu temsil ettiği varsayılarak söz konusu grup üyeliğini etkileyen faktörler şeklinde analize dahil edilmişlerdir. Temettü politikaları araştırma modelinde hem bağımlı hem bağımsız değişken olarak kullanılmıştır. Bağımlı değişken olarak kullanılması temettü politikalarını etkileyen değişkenlerin belirlenmesi; bağımsız değişken olarak kullanılması ise firma değeri ile ilişkisinin ortaya konması açılarından uygun görülmüştür. Analiz döneminin beş yıl gibi kısa olması sebebiyle zaman etkisinin göz ardı edilmesinden dolayı temettü politikaları ödeyen ve ödemeyen şeklinde belirlenmiş olup daha uzun süreli analizlerde bu durum düzenli temettü ödeyen, düzensiz temettü ödeyen ve ödemeyen şekline çevrilebilir. Bununla beraber, temettü verimi değişkeninin hesaplanması suretiyle de analizler gerçekleştirilebilir. 126 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146 Araştırmanın firma değeri faktörünü temsilen ise akademik yazında da çokça kullanılan hisse senedi getirileri kullanılmıştır. Bu noktada iki getiri değişkeni hesaplanarak temettü politikaları ile olan ilişkisi incelenmiştir. Birinci değişken yıllık getiri oranıdır. Bu oran ilgili yıldaki temettü politikası ile getiri oranını karşılaştırmaya olanak vermektedir. Bu duruma yazında koşulsuz (unconditional) karşılaştırma denilmektedir. İkinci değişken olan beş yıllık getiri ise koşullu (conditional) karşılaştırmaya olanak vermektedir. Buna göre önceki yıllarda gerçekleşmiş getiri performansı ile karşılaştırmayı sağlar. Buna karşın analizin zaman kısıtından dolayı temettü politikası değişkeni bir araç değişkeni (instrumental variable) olarak incelememiştir. Başka bir ifade ile önceki yıl yapılan temettü ödemesi de bir bağımsız değişken olarak düşünülüp diğer bağımsız değişkenlerle analize dahil edilmemiştir. Yazında bu durum bir önceki yıl yapılan temettü ödemesinin bir sonraki yıl yapılan temettü ödemesini etkilediği düşüncesiyle kullanılmaktadır. Özellikle zaman aralığı genişletilerek bu durumun da etkisi incelenebilir. Her iki getiri değişkeni firmaların temettü ödemeleri ile hisse bölünmelerine uyarlanmış aylık getiriler üzerinden aşağıdaki formül ile hesaplamıştır (Çelik vd., 2009:309): Gi Fi BDL BDZ 1 R BDL T Fi 1 Fi 1 (1) Gi : “i” ayına ait getiri; Fi : “i” ayına ait en son kapanış fiyatı; BDL : Ay içinde alınan bedelli pay; BDZ : Ay içinde alınan bedelsiz pay adedi; R : Rüçhan hakkı kullanma fiyatı; T : Ay içinde 1.000,-TL/1 TL nominal değerli paya ödenen net temettü tutarı; F i-1 : “i” ayından bir önceki aya ait en son kapanış fiyatı. Araştırmada kullanılan faktör ve temsili değişken yapıları Tablo 1’de görülmektedir. 127 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT Tablo 1. Araştırmada Kullanılan Faktör ve Değişken Yapıları Faktör Temsil Değişken Risk (sistematik) Beta Değişkenin Förmülü Nakit Akım Risk (sistematik olmayan) Kısa Dönem Ödeyebilirlilik Uzun Dönem Ödeyebilirlilik Karlılık Borç Borç Varlık Verimliliği Kurumsal Sosyal Sorumluluk Notu Kurumsal Yönetim Temettü Getiri İlk Üç Ortağın Payı Kurumsal Yönetim Endeksinde Olma Temettü Ödemesi Yıllık Beş Yıllık COV (Piyasa Getirisi; Firma X Getirisi)/VAR (Piyasa Getirisi) Faaliyetlerden Kaynaklanan Nakit Akım / Toplam Borçlar Kısa Dönemli Varlıklar / Kısa Dönemli Borçlar Toplam Borçlar / Toplam Varlıklar Net Kar / Toplam Satışlar Analizdeki Kodu SR SOR1 SOR2 SOR3 SOR4 Satışlar / Toplam Varlıklar Kurumsal sosyal sorumluluk endeks değeri İlk üç en büyük ortağın sermaye yapısındaki payı KY1 1 ise endekste; 0 ise değil. KY3 1 ise ödeyen; 0 ise ödemeyen DP Formül 1 SOR5 KY2 R1 R2 Not: COV: Covariance; VAR: Variance. Analiz, 2007 ile 2011 yıllarını kapsadığından ötürü hem yıl bazlı hem de beş yıllık dönemi kapsayan değişkenlere ait gözlem ve ortalama değerleri hesaplanmıştır (Tablo 2). Araştırmanın analiz dönemi kısıtı, analize dahil edilen bazı değişkenlerin (kurumsal sosyal sorumluluk notu, hisse bölünmesi ve temettü ödemeleri içeren getiri serileri gibi) hesaplanma süresinin uzun sürmesi mevcut çalışmanın daha uzun bir dönem aralığında test edilmesine engel olmuştur. Bununla beraber, kullanılan değişken sayısına ilişkin de bir kısıt bulunmaktadır. Örneğin, bir değişken olarak kullanılan kurumsal yönetim endeksinde bulunma durumuna ek olarak ilave kurumsal yönetim değişkenlerinin de ileriki çalışmalarda test edilmesi öngörülmektedir. Temettü politikasının kategorik bir değişken yapısında olması sebebiyle tüm diğer değişkenler temettü ödeyen (269) ve ödemeyen firmalar (467) açısından da gösterilmiştir. Bu gösterimin amacı logit ve probit modellerle yapılmak istenen sınıflama tahmini için ön fikir vermektir. 128 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146 Tablo 2 incelendiğinde SR (sistematik risk değişkeni, beta) değişkeninin tüm dönem düşünüldüğünde temettü ödemeyen firmaların (0,83) temettü ödeyen firmalara (0,77) göre daha yüksek değer aldığı (riskin yüksek olduğu) görülmektedir. Sistematik olmayan değişkenlerden SOR1 (nakit akım riski) değişkeni temettü ödemeyen firmaların (0,13) ödeyen firmalara (0,51) oranla daha düşük değerde çıktığı görülmektedir. SOR1 değişkenin düşüklüğü firmanın nakit akım düzeyinin düşük olduğunu göstermesi açısından düşük değer yüksek risk anlamına gelmektedir. Buna göre temettü ödemeyen firmaların ödeyen firmalara oranla daha fazla nakit akım riskine sahip oldukları görülmektedir. Sistematik olmayan değişkenlerden SOR2 (kısa dönem borç ödeyebilirlilik riski) değişkeni başka bir ifade ile cari rasyo oranı temettü ödemeyen firmaların (1,83) ödeyen firmalara (2,98) oranla daha düşük çıktığı (riskin yüksek olduğu) görülmektedir. Sistematik olmayan değişkenlerden SOR3 (uzun dönem borç ödeyebilirlilik riski) değişkeni temettü ödemeyen firmaların (0,64) ödeyen firmalara (0,37) oranla daha yüksek çıktığı görülmektedir. Buna göre temettü ödeyen firmaların uzun dönem borçluluk durumunun ödemeyen firmalara göre çok daha iyi bir durumda olduğu söylenebilir. Sistematik olmayan değişkenlerden SOR4 (karlılık riski) değişkeni başka bir ifade ile kar marjı temettü ödemeyen firmaların (-0,24) ödeyen firmalara (0,25) oranla daha düşük çıktığı (riskin yüksek olduğu) görülmektedir. Bu da karlılık durumunun çok net bir ifade ile temettü ödemeyen firmalarda ödeyen firmalara göre düşük olduğunu gösterir. Sistematik olmayan değişkenlerden sonuncusu olan SOR5 (varlık verimliliği riski) değişkeni temettü ödemeyen firmaların (0,91) ödeyen firmalara (1,07) oranla daha düşük çıktığı (riskin yüksek olduğu) görülmektedir. Risk göstergelerinin tamamı beş yıllık analiz dönemi içerisinde ödeyen firmalar ile ödemeyen firmalar arasında anlamlı bir şekilde dağılım göstermektedir. Özellikle yazında da yapılan ve önerilen yüksek risk ile düşük temettü ilişkisi bu araştırma kapsamında risk göstergeleri olarak tanımlanan değişkenlerin ortalama değerleri açısından tutarlılık gösterir. Kurumsal yönetim değişkenlerinin analiz dönemi boyunca genel dağılımı incelendiğinde birinci değişken olan KY1 (kurumsal sosyal sorumluluk notu) 129 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT değişkeni temettü ödemeyen firmaların (0,33) ödeyen firmalara (0,61) oranla daha düşük çıktığı görülmektedir. Buna göre, sosyal sorumluluk projeleri temettü ödeyen firmalarda çok daha yoğun bir şekilde gerçekleştiği söylenebilir. Kurumsal yönetim değişkenlerinden ikincisi olan KY2 (ilk üç ortağın payı, ortaklık yoğunluğu) değişkeni temettü ödemeyen firmaların (0,61) ödeyen firmalara (0,68) oranla daha düşük çıktığı görülmektedir. Bu da temettü ödemeyen firmaların ilk üç ortak baz alındığında ortaklık yoğunluğunun daha düşük olduğu söylenebilir. Kurumsal yönetimin üçüncü ve son değişkeni olan kurumsal yönetim endeksinde olma durumu da temettü ödeyen firmalar (33) arasında endekste olmanın ödemeyen firmalara (22) göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Bu da endeksteki firmaların temettü ödeme eğiliminin daha yüksek olduğunu gösterir. Temettü politikalarının firma değeri ilişkisi açısından durumuna bakıldığında temettü ödeyen ve ödemeyen firmaların hem bir yıllık hem de beş yıllık getirileri hesaplanmıştır. Firma değeri değişkenlerinden R1 (bir yıllık getiri) değişkeni temettü ödemeyen firmaların (2,26) ödeyen firmalara (2,02) oranla daha yüksek çıktığı görülmektedir. Buna karşın R2 (beş yıllık getiri) değişkeni temettü ödemeyen firmaların (2,01) ödeyen firmalara (2,45) oranla daha düşük çıkması aynı faktörün iki değişkeninin farklı sonuçlar ortaya koyduğunu gösterir. Ancak, bu durum ortalamalar üzerinden bir karşılaştırma olması ve özellikle temettü ödemeyen firmaların bazı yıllarda anormal yükseklikte getiriler elde edebilmeleri yıllık getiri değişkeninin bu şekilde çıkmasına sebep olmuş olabilir. Bu açıdan bakıldığından beş yıllık dönemi yansıtan getiri oranının daha sağlıklı bir değişken olduğu söylenebilir. 130 86 57 Ödeyen 58 467 269 Ödeyen ,77 ,83 ,77 ,89 ,77 ,85 ,74 ,82 ,75 ,82 ,79 Ort. ,78 ,53 ,13 ,51 ,07 ,18 ,17 ,68 ,13 ,46 ,16 ,67 Ort. ,11 2,75 1,83 2,98 1,98 2,76 1,79 3,36 1,83 3,22 1,58 2,86 Ort. 1,97 ,40 ,64 ,37 ,75 ,36 ,60 ,33 ,62 ,38 ,66 ,34 Ort. ,59 ,24 -,24 ,25 ,00 ,09 -,07 ,05 -,99 ,09 -,11 ,66 Ort. ,01 1,02 ,91 1,07 ,93 1,00 ,81 ,98 ,88 1,13 ,94 1,17 Ort. 1,02 SOR1 SOR2 SOR3 SOR4 SOR5 ,62 ,33 ,61 ,38 ,67 ,34 ,66 ,34 ,59 ,31 ,54 Ort. ,29 KY1 65,26 61,09 68,21 60,49 66,45 61,29 71,04 61,89 68,91 61,69 69,76 48 445 236 91 40 95 39 96 52 83 57 10 22 33 7 10 5 6 5 5 3 2 KY3 Endekste Endekste Ort. olmayan olan 59,96 80 2 KY2 KURUMSAL YÖNETİM ,84 2,26 2,02 ,72 5,38 8,05 6,65 3,73 -3,54 -5,52 2,19 Ort. 3,37 R1 2,26 2,01 2,45 2,29 2,35 2,05 2,35 1,92 1,87 ,91 3,38 Ort. 2,90 R2 GETİRİ 131 Not: SR (Sistematik Risk): Beta; SOR1 (Sistematik Olmayan Risk): Nakit Akım; SOR2: Kısa Dönem Borç Ödeyebilirlilik; SOR3: Uzun Dönem Borç Ödeyebilirlilik; SOR4: Karlılık; SOR5: Varlık Verimliliği; KY1: Kurumsal Sosyal Sorumluluk Notu; KY2: İlk Üç Ortağın Payı; KY3: Kurumsal Yönetim Endeksinde Olma; R1: Yıllık hisse senedi getirisi (temettü ve bölünmeler dahil); R2: Beş Yıllık hisse senedi getirisi (temettü ve bölünmeler dahil). DP: Temettü Ödeme. Ödemeyen 2007DP Ödeyen 2011 98 50 Ödeyen Ödemeyen Ödeyen Ödemeyen 2010 DP 2011 DP 100 45 101 Ödemeyen 2009 DP 59 Ödeyen Ödemeyen 2008 DP Gözlem 82 Ödemeyen Yıl 2007 DP SR RİSK Tablo 2. Araştırmada Kullanılan Faktör ve Değişkenlere Ait Temel Dağılımlar Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT 3.3. Ekonometrik Model Araştırma modelinin tahminlenmesi için önerilen ekonometrik analizler iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısım temettü politikasını etkileyen faktörler olan risk ve kurumsal yönetim ilişkisinin tahminlenmesidir. Bu tahminleme için bağımlı değişkenin kategorik yapıda olması (bir ve sıfır değerlerinden oluşması) sebebiyle birbirine yakın iki regresyon türü uygulanmıştır. Bunlar logit ve probit regresyonlarıdır. Bu regresyonlarda temel olarak bağımsız değişkenlerin iki gruptan oluşan bağımlı değişkeni birbirinden ayırma etkisi ortaya konmaya çalışılır. Baldemir ve Süslü (2008) çalışmalarında temettü politikalarının etki analizi için Logit modelini kullanmışlardır. İkinci kısımda ise temettü politikası ile firma değeri ilişkisinin tahminlenmesidir. Bu durumda bağımlı değişkenin getiri serileri (sürekli değişken) olması sebebiyle doğrusal (linear) regresyon kullanılmıştır. Bu analize ilaveten bağımsız örneklem t-testi ile de getiri ortalamalarının temettü ödeyen ve ödemeyen firmalar arasındaki farklılığı istatistiksel olarak test edilmiştir. Birinci kısımda logit ve probit regresyon analizler için tahminlenen genel model (2)’de görülmektedir. Logit ve probit regresyon arasında tek fark tahminlenen dağılımların farklı olmasıdır. Logit modelde logistik dağılım uygulanırken probit modelde normal dağılım uygulanır. TEMETTU POLITIKASI RISK KURUMSAL YONETIM (2) Logit model için regresyon tahmini logistik dağılımdan gelen formül (3)’deki yapı ile; Pi E DP 1 X i 1 1 e RISK KURUMSAL YONETIM (3) Probit Model için regresyon tahmini normal dağılımdan gelen formül (4)’deki yapı ile; 132 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146 Pi E DP 1 X i 1 2 RISK KURUMSAL YONETIM ez 2 /2 dz (4) gerçekleştirilir. Logit ve probit modelleri doğrusal olmayan regresyon modelleri olduğundan parametre tahminlemesi en küçük kareler (ordinary least square) yöntemiyle değil maksimum olabilirlik (maximum likelihood) tekniğiyle yapılmaktadır. Araştırma kapsamında tahminlenen logit ve probit model katsayıları da bu teknikle hesaplanmıştır. Araştırmanın ikinci kısmında ise temettü politikaları ile firma değeri ilişkisi incelenmiştir. Bu inceleme iki türlü yapılmıştır. Birinci türde, doğrusal regresyon analizi, bağımlı değişkenin sürekli bir yapıda olan getiri değişkenleri ile kategorik değişken olan temettü politikası değişkeni arasında yapılmıştır. Bu ilişki aşağıdaki doğrusal regresyon denkleminde görülmektedir. GETIRI TEMETTU POLITIKASI (5) Denklem (5) ‘ de getiri verisi sürekli bir değişken iken temettü politikası kategorik bir yapıdadır. Bu doğrusal regresyonun katsayıları en küçük kareler yöntemiyle tahmin edilmiştir. İkinci kısımda yapılan ikinci analiz bağımsız örneklem t-testinin uygulandığı aşamadır. Bu analiz iki grup ortalamalarının birbirinden farklılığını test etmek amacıyla yapılmaktadır. Buna göre, temettü ödeyen ve ödemeyen firmalar iki grup oluşturduğundan her iki grubun ortalamaları istatistiksel olarak farklılık testine tabi tutulmuştur. Bağımsız örneklem t-testi bağımlı değişken olan getiri serisinin normal dağılması sebebiyle seçilmiştir. Aksi takdirde normallik varsayımı gerektirmeyen t-testleri de uygulanabilir. Analiz kapsamında uygulanan bağımsız örneklem t-testi aşağıdaki gibi hesaplanır: 133 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT x1 x2 t sP 1 1 n1 n2 (6) Denklem (6)’da, x1 ve x 2 temettü ödeyen ve ödemeyen firmaların getiri ortalamaları sP n1 ve n2 bu n1 1s12 n2 1s22 n1 n2 2 iki grubun gözlem sayısı ve sP ( ) ise tüm gözlemlerin standart sapmasını temsil etmektedir. Bu test istatistiği hesaplandıktan sonra t dağılımında kritik değer ile karşılaştırılarak iki grubun ortalama farklılığı incelenir. Bu testin uygulanabilmesi için değerlerin normal dağılması gerekirken standart sapmaların aynı olması ve olmaması durumunda da uygulanabilir. Analiz kapsamında her iki grup değerlerinin standart sapma farklılığı hesaba katılmıştır. 4. ARAŞTIRMA SONUÇLARI Araştırma kapsamında yapılan logit, probit ve doğrusal regresyon ile t-test analiz sonuçları bu bölümde değerlendirilecektir. Logit ve probit regresyon analizleri öncesi sürekli yapıdaki bağımsız değişkenlerin çoklu bağımlılık (multicollinerity) problemi yaratmamaları açısından ve bu değişkenlerin ilişki yönü ve şiddetini belirlemek için de korelasyon analizi yapılmıştır. Bu durum doğrusal regresyonda tek bağımsız değişken olması sebebiyle geçerli değildir. Korelasyon analizi (parametrik Pearson korelasyonu) sonuçları Tablo 3’te görülmektedir. Bu noktada her bağımsız değişkenin ilişki yönü kavramsal ilişkiyi ile karşılaştırılması açısından önemlidir. Ayrıca korelasyon analizinin bir nedensellik içermediği de dikkate alınmalıdır. Buna göre SR (sistematik risk değişkeni, beta) değişkeninin sistematik olmayan risk değişkenleri (SOR1 (nakit akım riski) ; SOR2 (kısa dönem borç ödeyebilirlilik riski) ; SOR3 (uzun dönem borç ödeyebilirlilik riski) ; SOR4 (karlılık riski); SOR5 (varlık verimliliği riski)) ve diğer faktör değişkenleri ile istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon değerine sahip olmadığı görülmektedir. Bununla beraber sistematik olmayan risk 134 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146 değişkenlerinin kendi aralarındaki korelasyonları incelendiğinde SOR1 ile SOR3 değişkeni anlamlı ve negatif bir ilişkide olduğu görülmektedir. Buna göre, nakit akım durumu iyileşen firmaların uzun dönem borçluluk durumunun da iyileştiği söylenebilir. SOR2 değişkeni, SOR3 ve SOR5 ile negatif ve anlamlı ilişkide iken SOR4 değişkeni ile de pozitif ve anlamlı bir ilişkide görülmektedir. Buna göre, cari rasyodaki iyileşme karlılık ile beraber artmakta iken uzun dönem borç ile varlık verimliliğini azaltmaktadır. Toplam borç göstergesi olan SOR3 değişkeninin karlılık değişkeni olan SOR4 değişkeni ile negatif ve anlamlı bir ilişkisi görülmektedir. Başka bir ifade ile uzun dönem borç düzeyi azaldıkça karlılık düzeyi artmaktadır. Tablo 3. (Parametrik) Korelasyon Analizi SR ,023 SOR1 SOR1 SOR2 -,021 ,060 SOR3 ,008 -,086* -,312** SOR4 ,038 ,022 ,118** -,192** SOR5 -,052 -,008 -,151** ,008 ,047 KY1 -,022 -,013 ,073* -,094* ,048 ,145** KY2 -,007 ,156** ,073* -,164** ,078* ,136** ,181** R1 ,035 -,019 ,033 -,035 ,038 -,046 ,040 ,023 ,020 ,056 ,098** -,157** ,094* -,037 ,116** ,069 R2 SOR2 SOR3 SOR4 SOR5 KY1 KY2 R1 ,422* * Not: SR (Sistematik Risk): Beta; SOR1 (Sistematik Olmayan Risk): Nakit Akım; SOR2: Kısa Dönem Borç Ödeyebilirlilik; SOR3: Uzun Dönem Borç Ödeyebilirlilik; SOR4: Karlılık; SOR5: Varlık Verimliliği; KY1: Kurumsal Sosyal Sorumluluk Notu; KY2: İlk Üç Ortağın Payı; R1: Yıllık hisse senedi getirisi (temettü ve bölünmeler dahil); R2: Beş Yıllık hisse senedi getirisi (temettü ve bölünmeler dahil). Kurumsal yönetim sürekli değişkenlerinden KY1 ve KY2 değişkeni kendi aralarında pozitif ve anlamlı bir ilişkiye sahiptir. Bu da kurumsal sosyal sorumluluk notundaki artışın ortaklık yoğunlaşmasındaki artış ile aynı yönde olduğunu göstermektedir. Bununla beraber KY2 değişkeninin tüm sistematik olmayan değişkenlerle anlamlı bir ilişkiye sahip olduğu görülmektedir. KY2 değişkeni bunlardan sadece SOR3 değişkeni ile işaret yönü negatif iken diğer değişkenlerle 135 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT pozitiftir. KY1 değişkeni ise sadece SOR2 (pozitif) ve SOR3 (negatif) değişkeni ile anlamlı ilişkiye sahiptir. Getiri değişkenleri de kendi aralarında anlamlı ve pozitif bir ilişkiye sahip olduğu görülmektedir. Buna karşın R1 değişkeni hiçbir değişkenle anlamlı bir ilişkiye sahip değilken SOR2, SOR4, KY1 değişkenleri ile pozitif ve anlamlı, SOR3 değişkeni ile de negatif ve anlamlı bir ilişkide olduğu görülmektedir. Tablo 4’de gösterilen sonuçlar çerçevesinde, logit ve probit regresyon modelleri ile hipotez 1 ve 2 test edilmek istenmiştir. Bu iki hipotezin test aşaması öncelikle her iki hipotezin ayrı ayrı olarak test edilmesi ile tüm değişkenlerin aynı anda modele sokularak test edilmesi şeklinde gerçekleştirilmiştir. Buradaki amaç öncelikle risk veya kurumsal yönetimin tek bir faktör değişkenleri gibi modele sokulduğunda nasıl bir etkiye sahip olduklarını görmektir. Bununla beraber, risk faktör değişkenleri modelde iken kurumsal yönetim faktör değişkenlerinin de modeli ilave edilmesi ile modelin açıklama ve sınıflama gücündeki değişimlerin de ortaya çıkarılması istenmiştir. Hipotez 1’in (risk ile temettü politikası ilişkisi) test sonuçları incelendiğinde, temettü ödeme politikasının, SR (sistematik risk değişkeni, beta) değişkeni ile anlamlı ve negatif; SOR1 (nakit akım riski), SOR4 (karlılık riski) ve SOR5 (varlık verimliliği riski) değişkenleri ile anlamlı ve pozitif; SOR3 (uzun dönem borç ödeyebilirlilik riski) değişkeni ile de anlamlı ve negatif bir ilişkiye sahip olduğu görülmektedir. Buna göre, bir firmanın temettü ödeme eğilimlerini sistematik risk ile borçluluk düzeylerinin yüksekliği negatif yönde etkilemektedir. Bu bulgular akademik yazındaki bulgularla paralellik göstermektedir. Li ve Zhao (2008), Patra vd., (2012) ve Chang ve Dutta, (2012) risk ile temettü politikası arasında anlamlı ve negatif bir ilişki bulmuşlardır. Bu ilişkinin sebebi olarak artan risk sebebiyle firmanın ileriki zamanlarda ihtiyacı olabilecek nakdin firmada tutulup temettü olarak ödenmesinin istenmemesi olarak belirtilmiştir. Patra vd.,(2012) ve Fairchild vd., (2014) borç oranı ile temettü ödemesi arasında anlamlı ve negatif bir ilişki bulmuşlardır. Yıldız vd. (2014) çalışmalarında BİST Sanayi sektöründe faaliyet gösteren 118 şirketin finansal kaldıraç oranları ile temettü dağıtım oranı arasında 136 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146 negatif yönlü bir ilişki bulmuşlardır. Buna karşın, firmanın temettü ödeme eğilimini nakit akım, karlılık ve varlık verimliliği düzeylerindeki artış pozitif olarak etkilemektedir. Bu sonuçlardan nakit akım ve karlılık değişkeni akademik yazındaki sonuçlarla paralellik göstermektedir. Fairchild vd., (2014) ve Papadopoulos and Charalambidis (2007) nakit akım ile temettü ödemesi arasında pozitif ve anlamlı bir ilişki bulmuşlardır. La Porta vd., (2000) karlı firmaların temettü ödemesi yaparak kaliteli olduklarının sinyalini verme eğilimde olduklarını belirterek temettü ödemesi ile karlılık arasından pozitif bir ilişki olduğunu iddia etmişlerdir. Patra, vd.,(2012), Breuer vd., (2014) ve Fairchild vd., (2014) araştırmalarında karlılık ile temettü ödemesi arasında pozitif ve anlamlı bir ilişki bulmuşlardır. Fettahoğlu (2015), Borsa İstanbul’da 32 firma üzerinde yaptığı analizde brüt kar marjı ile kar payı dağıtım oranı arasında negatif ve pay başına kar yedeği ile kar payı dağıtım oranı arasında pozitif ilişki saptanmıştır. SOR2 değişkeni olan cari oran ise istatistiksel olarak Hipotez 1 bağımsız testinde anlamlı çıkmamıştır. Buna karşın Patra vd.,(2012) cari oran ile temettü ödemesi arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki bulmuşlardır. Bu sonuçlar göz önüne alındığında bağımsız Hipotez 1 test sonuçları risk ile temettü ödeme politikası arasındaki ilişki yoktur hipotezini ret etmiştir. Bu sonuçlar hem logit hem de probit regresyon sonuçları açısından farklılık göstermemektedir. Hipotez 2’in (kurumsal yönetim ile temettü politikası ilişkisi) test sonuçları incelendiğinde temettü ödeme politikasının, KY1 (kurumsal sosyal sorumluluk notu) değişkeni ile anlamlı ve pozitif; KY2 (ilk üç ortağın payı, ortaklık yoğunluğu) değişkeni ile anlamlı ve pozitif ve KY3 (kurumsal yönetim endeksinde olma) değişkeni ile anlamsız ve pozitif bir ilişkiye sahip olduğu görülmektedir. Kurumsal yönetim değişkenlerinden KY2 değişkenini kullanan bazı çalışmalarda da destekleyici bulgulara rastlanmıştır. Chen vd. (2005), Gupta and Banga, (2010) ve Fairchild vd. (2014) ortaklık yoğunlaşması ile temettü politikaları arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki bulmuşlardır. Bunun sebebi olarak ortaklık yoğunluğu artıkça kontrolü elinde bulunduran ortakların temettü aracılığıyla gelir elde etme eğiliminde olmasına bağlamaktadırlar. Burada özellikle KY3 değişkeni bağımsız 137 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT Hipotez 2 testinde çok az farkla anlamsız görülmektedir. Aynı değişkenin bağımlı Hipotez 1 ve 2 testlerinde anlamlı ve pozitif bir etkisi bulunmaktadır. Bu sonuçlar incelendiğinde bağımsız Hipotez 2 test sonuçları kurumsal yönetim ile temettü ödeme politikası arasındaki ilişki yoktur hipotezini ret etmiştir. Bu sonuçlar, Hipotez 1 test sonuçlarında olduğu gibi hem logit hem de probit regresyon sonuçları açısından farklılık göstermemektedir. Birbirlerine bağımlı olarak Hipotez 1 ve 2 test sonuçları incelendiğinde bağımsız Hipotez 1 ve 2 test sonuçlarından ciddi sapmaların görülmediği ortaya çıkmaktadır. Buna göre risk faktör değişkenlerinin katsayıları ve anlamlılıklarında bir değişiklik olmamakla birlikte sadece SOR4 değişkeninin probit model tahmininde anlamsız çıktığı görülür. Bununla beraber, ifade edildiği üzere, KY3 değişkenin temettü ödeme politikası ile anlamlı ve pozitif bir etkiye sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Bağımlı Hipotez 1 ve 2 test sonuçları göz önüne alındığında risk ve kurumsal yönetimin aynı anda da temettü politikaları ile ilişkili olduğu görülmektedir. Logit ve probit modellerinde bağımlı değişkendeki oynaklığın bağımsız değişkenlerdeki oynaklıkla açıklama göstergesi McFadden R kare istatistiği ile yapılmaktadır. Bu istatistik amaç itibariyle doğrusal regresyonda kullanılan R kare görevi görür. Buna göre, modelin açıklama gücü risk faktörlerine %16’larda iken kurumsal yönetim faktörlerinde bu %11 düzeyindedir. Buna karşın, her iki faktör yaklaşık %24’lük bir açıklama gücüne sahiptir. Buna ilaveten H-L istatistiğinin %10 anlamlı düzeyinden yüksek çıkması verilerin modellere uygun olduğu anlamında değerlendirilir. Logit ve probit modellerin en önemli kullanım amaçlarından birisi de bağımsız değişkenlerin her iki grubu birbirinden ayırabilme, gözlemleri sınıflayabilme başarısıdır. Buna göre, salt risk faktörü kullanılan modelde toplam sınıflama başarısı % 73 iken bu durum salt kurumsal yönetim faktörü kullanılan modelde %69 düzeyindedir. Buna ilaveten her iki faktör değişkenlerinin kullanıldığı modelde toplam model sınıflama başarısı %75-76 düzeyindedir. 138 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146 Tablo 4. Probit ve Logit Regresyon Analizi Hipotez 1 C SR SOR1 SOR2 SOR3 SOR4 SOR5 Hipotez 2 Hipotez 1 ve 2 Probit Model Katsayıları Logit Model Katsayıları Probit Model Katsayıları Logit Model Katsayıları Probit Model Katsayıları 0.355511 0.716892 -1.448479 -2.348469 -0.347035 (0.1720) (0.1165) (0.0000) (0.0000) (0.2975) -0.624756 -1.136652 -0.782097 (0.0018) (0.0008) (0.0003) 0.111495 0.165218 0.102679 (0.0174) (0.0539) (0.0378) 0.005310 -0.002066 0.035187 (0.8539) (0.9689) (0.2368) -1.806349 -3.304845 -1.627791 (0.0000) (0.0000) (0.0000) 0.677906 1.869532 0.373157 (0.0187) (0.0037) 0.953857 (0.2312) 0.538100 (0.0000) 0.412956 (0.0000) KY1 KY2 KY3 (0.0002) Logit Model Katsayıları -0.377363 (0.5208) -1.331531 (0.0002) 0.150782 (0.0759) 0.038152 (0.4836) -3.177658 (0.0000) 1.179158 (0.0997) 0.756391 (0.0001) 1.471534 1.154557 1.896250 0.927538 (0.0000) (0.0000) (0.0000) 0.008364 0.013306 0.004967 (0.0011) 0.289142 (0.0018) 0.486281 (0.0892) 0.668575 1.237580 (0.1191) (0.1134) (0.0015) (0.0008) (0.0000) 0.008072 (0.0991) McFadden R-kare 0.162147 0.171656 0.112546 0.111605 0.233907 0.239148 H-L Statistic (prob.) Hata 1 Oranı (%) 0.1440 0.6830 0.0723 0.1000 0.2727 0.1909 14.35 15.05 17.56 15.85 14.58 13.66 Hata 2 Oranı (%) 47.24 44.88 56.51 56.51 41.34 39.76 Başarı Oranı (%) 73.47 73.91 68.21 69.29 75.51 76.68 Obs with Dep=0 432 432 467 467 432 432 Obs with Dep=1 254 254 269 269 254 254 Not: Bağımlı değişken temettü ödemesidir. Parantez içerisindeki değerler katsayıların anlamlılık değerleridir. Logit ve Probit modeller için kesme oranı %50 alınmıştır. SR 139 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT (Sistematik Risk): Beta; SOR1 (Sistematik Olmayan Risk): Nakit Akım; SOR2: Kısa Dönem Borç Ödeyebilirlilik; SOR3: Uzun Dönem Borç Ödeyebilirlilik; SOR4: Karlılık; SOR5: Varlık Verimliliği; KY1: Kurumsal Sosyal Sorumluluk Notu; KY2: İlk Üç Ortağın Payı; KY3: Kurumsal Yönetim Endeksinde Olma; R1: Yıllık hisse senedi getirisi (temettü ve bölünmeler dahil); R2: Beş Yıllık hisse senedi getirisi (temettü ve bölünmeler dahil). HL Statistic: Hosmer ve Lemeshow Testi. Hipotez 3 (temettü politikası ile firma değeri ilişkisi) testi için geliştirilen doğrusal regresyon ve bağımsız örneklem t-test sonuçları Tablo 5’de görülmektedir. Bu sonuçlara göre, doğrusal regresyon sonuçlarında bağımlı değişkenin R1 (yıllık getiri) olduğu durumda temettü politikası (kategorik değişken) anlamsız çıkmıştır. Buna karşın, bağımlı değişkenin R2 (beş yıllık getiri) olduğu durumda ilişki pozitif ve anlamlı çıkmaktadır. Bu sonuç, özellikle akademik yazında çıkan farklı sonuçlara paralel olarak getiri değişkenin hesaplanma yönteminin, firma değeri üzerindeki temettü politikası etkisinin farklı çıkabileceğini göstermesi bakımından son derece önemlidir. Bu araştırma kapsamında destekleyici bir analiz olarak ortaya konulmaya çalışılan bağımsız örneklem t-test sonuçları da R1 değişkeni için temettü ödeyen ve ödemeyen firma getiri ortalamalarında anlamlı bir farklılık göstermemektedir. Buna karşın, R2 değişkeninin her iki grup için anlamlı ve farklı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Analiz sonuçları kapsamında Hipotez 3 test sonuçları getiri değişkeninin nasıl hesaplandığına bağlı olarak ilişki yoktur hipotezini kısmi olarak ret ettiği söylenebilir. Ancak bu sonuç temettü politikası ile firma değeri arasındaki ilişkinin daha uzun analiz dönemleri itibariyle test edilmesi gerçeğini de ortaya koymaktadır. Söz gelimi, beş yıllık getiri verisinin bir bilgi içerdiği gerçeği ile temettü politikası ve firma değeri arasında anlamlı ve pozitif ilişki çıkmış olabilir. Araştırma sonuçlarının Türkiye’de yapılan çalışmalarla karşılaştırıldığında da farklı sonuçların ortaya konulduğu görülmektedir. Günalp vd. (2010) çalışmalarında nakit temettü bilgisinin hisse senedi getirisi üzerindeki etkisini incelemek amacıyla 2003-2007 yılları arasında Borsa İstanbul’da işlem gören 83 şirketin verilerini inceleyip nakit temettü dağıtılmasının fiyatı etkileyebilecek önemli bir bilgi olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Buna karşın, Pekkaya (2006) kar 140 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146 dağıtım miktarının, bazı şirketlerin değerini olumlu etkilerken, bazılarını negatif yönde etkilediğini göstermiştir. Tablo 5. Doğrusal Regresyon ve T-test Analizi Hipotez 3 Doğrusal Bağımsız Model Örneklem Katsayısı T- Testi R2 R1 2.008544 (0.0000) ,491 0.445582 (,624) (0.0023) 0.012639 Doğrusal Model Katsayısı Bağımlı Değişken C DP R-kare R1 2.256595 (0.0000) -0.233212 (0.6273) 0.000321 Bağımsız Örneklem T- Testi R2 -3,253 (,001) Not: Parantez içerisindeki değerler katsayıların anlamlılık değerleridir. R1: Yıllık hisse senedi getirisi (temettü ve bölünmeler dahil); R2: Beş Yıllık hisse senedi getirisi (temettü ve bölünmeler dahil). DP: Temettü Ödeme. 5. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Bu araştırma kapsamında temettü politikalarının belirleyicileri ile firma değeri arasındaki ilişkinin önerilen kavramsal model ile kurgulanıp ekonometrik testleri yapılmıştır. Bu kapsamda üç temel hipotez grubu oluşturulup test edilmiştir. Birinci hipotez grubu risk faktörü ile temettü politikaları; ikinci hipotez grubu kurumsal yönetim faktörü ile temettü politikaları ve üçüncü hipotez grubu da temettü politikaları ile firma değeri ilişkisi şeklinde oluşturulmuştur. Birinci ve ikinci hipotez gruplarının test sonuçları, risk ve kurumsal yönetimin temettü politikaları arasındaki ilişkinin varlığını, analiz edilen veri seti ve zaman aralığı kısıtları çerçevesinde ret edemediği görülmüştür. Başka bir ifade ile araştırma sonuçları risk ile temettü politikaları arasında negatif; kurumsal yönetim ve temettü politikaları arasında pozitif bir ilişkinin varlığını destekler niteliktedir. Buna karşın üçüncü hipotez grubu olan temettü politikası ve firma değeri ilişkisi kısmi olarak ret edilememiştir. Bunun sebebi, firma değeri göstergesi olarak bir yıllık getiri verisi kullanıldığında temettü politikaları ile firma değeri arasındaki ilişki yoktur hipotezinin ret edilememesi; beş yıllık getiri verisi kullanıldığında ise hipotezin ret edilerek pozitif bir ilişkiyi desteklemesidir. 141 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT Araştırma kapsamında önerilen kavramsal model akademik yazında ilk defa oluşturulup tahmin edilmesine rağmen önceki çalışmalarda ortak bazı değişkenlerin farklı dayanak noktaları gösterilerek kullanıldıkları görülmüştür. Buna karşın analiz sonuçları önceki çalışmalarda raporlanan sonuçlara paralellik göstermiştir. Bu araştırmanın önemli kısıtları bulunmaktadır. Bunlar, analiz döneminin kısalığı (beş yıl), araştırma yapılan sektörün aynı olması (üretim) ve bazı değişkenlerin ilk iki kısıta bağlı olarak hesaplanma yöntemidir (temettü politikasının kategorik değişken, sistematik risk göstergesinin beta değişkeni olması ve sistematik olmayan değişkenlerin üretim sektörü özelinde olup diğer sektörlerde kullanıldığında farklı sonuçlar verebilecek olması). Bu araştırma içerdiği kısıtların kaldırılması şekliyle ilerletilebilmesi ileriki çalışmalar için bir ilk adım olabilir. KAYNAKÇA ALLEN, D. E., IZAN, H. Y. (1992), “Dividend Policy: the Issues”, Managerial Finance, 18, 1–8. ALTUNER, D., ÇELİK, S., GÜLEÇ, T.C. (2015), “The Linkages among Intellectual Capital, Corporate Governance and Corporate Social Responsibility”, Corporate Governance, 15(4). ATAN, S.D., ÖZDEMİR, Z.A., ATAN, M. (2009), “Hisse Senedi Piyasasında Zayıf Formda Etkinlik: İMKB Üzerine Ampirik Bir Çalışma” Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 24(2), 33-48. BAE, S.C., CHANG, K., KANG, E., (2012), “Culture, Corporate Governance, and Dividend Policy: International Evidence”, Journal of Financial Research, 35, 298–316. BAKER, M., WURGLER, J., (2004), “A Catering Theory of Dividends”, Journal of Finance, 59, 1125–1165. BAKER, H. K., POWELL, G.E. (1999), “How Corporate Managers View Dividend Policy”, Quarterly Journal of Business and Economics, 38, 17-35. BAKER, H.K., POWELL, G.E., VEIT, E. T. (2002), “Revisiting Managerial Perspectives on Dividend Policy”, Journal of Economics and Finance, 26, 267283. 142 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146 BAKER, H. K., SMITH, D. M. (2006), “In Search of a Residual Dividend Policy”, Review of Financial Economics, 15, 1–18. BALDEMİR, E., SÜSLÜ, B. (2008), “Firmaların Kısa Vadeli Borçlanmalarının Hisse Senedi Fiyatlarının Değişimine Etkisi: Modigliani-Miller Teoremi” Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 26(2), 259-268. BECKER, B., IVKOCIV, Z., WEISBENNER, S., (2011), Clienteles”, Journal of Finance, 66, 655–684. “Local Dividend BERNSTEIN, P.L., (1996), “ Dividends: The Puzzle”, Journal of Applied Corporate Finance, 9, 16-22. BHATTACHARYA, S., (1979), “Imperfect Information, Dividend Policy, and ‘‘the Bird in the Hand’’ Fallacy”, Bell Journal of Economics, 10, 259–270. BLACK, F. (1976), “The Dividend Puzzle”, Journal of Portfolio Management, 2, 5–8. BRAV, A., GRAHAM, J. R., HARVEY, C. R., MICHAELY, R. (2005), “Payout Policy in the 21st Century”, Journal of Financial Economics, 77, 483–527. BREUER, W., RIEGER, M.O., SOYPAK, K.C. (2014), “The Behavioral Foundations of Corporate Dividend Policy a Cross-Country Analysis”, Journal of Banking & Finance, 42, 247–265. CASEY, K. M., DICKENS, R.N., (2000), “The Effect of Tax and Regulatory Changes in Commercial Bank Dividend Policy”, Quarterly Review of Economics and Finance, 40, 279-293. CELİK, S., MANDACI, P. E., MASOOD, O., AKTAN, B., (2009), “The Linkages between Characteristics of Investors and Stock Returns: An Empirical Inquiry in Istanbul Stock Exchange”, International Conference on Business, Management and Economics Proceedings, Turkey, (October 22) 304-324. CELİK, S. (2013), “Micro Financial Credit Risk Metrics: A Proposed Model For Bankruptcy And Its Estimation”, Yayınlanmamış Doktora Tezi,.DEU SBE. CELİK, S., GÜLEC, T.C. (2013), “Kurumsal Sosyal Sorumluluk Ölçümü ve İşletme Boyutlarıyla İlişkisi: Üretim Sektörü Uygulaması”, 17. Ulusal Finans Sempozyumu Bildiri Kitabı, 154-165, 23-26 Ekim, Muğla. CHANG, B., DUTTA, S. (2012), “Dividends and Corporate Governance:Canadian Evidence, The IUP” Journal of Applied Finance, 18(4), 5-30. 143 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT CHEN, Z., CHEUNG, Y.L., STOURAITIS, A., WONG, A.W.S. (2005), “Ownership Concentration, Firm Performance and Dividend Policy in Hong Kong”, Pacific-Basin Finance Journal, 13, 431–449. DeANGELO, H., DeANGELO, L. (2007), “Payout Policy Pedagogy: What Matters and Why”, European Financial Management, 13, 11–27. DESHMUKH, S. (2005), “The Effect of Asymmetric İnformation on Dividend Policy”, Quarterly Journal of Business and Economics, 44, 107–27. FAMA, E. F., FRENCH, K.R. (2001), “Disappearing Dividends: Changing Firm Characteristics or Lower Propensity to Pay?”, Journal of Financial Economics,60, 3-43. FAIRCHILD, R., GUNEY, Y., THANATAWEE, Y. (2014), “Corporate Dividend Policy in Thailand: Theory and Evidence”, International Review of Financial Analysis, 31, 129–151. FETTAHOĞLU. S., (2015), “İşletmelerde Kar Payı Dağıtım Politikasını Belirleyen Faktörler Üzerine Bir Araştırma”, 14. Ulusal İşletmecilik Kongresi Bildiri Kitabı, Aksaray Üniversitesi İktisadi ve idari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü. ,1039 – 1042. FRANKFURTER, G. M., WOOD, B. G. (2002), “Dividend Policy Theories and Their Empirical Tests”, International Review of Financial Analysis, 11, 111–138. FISHER G.R. (1961), “Some Factors Influencing Share Prices”, Economic Journal,71,121-141. FRIEND, I., PUCKETT, M. (1964), “Dividends and Stock Prices”, American Economic Review, 54(5), 656–682. GORDON, M.J., SHAPIRO, E. (1956), “Capital Equipment Analysis: The Required Rate of Profit”, Management Science, 3, 102-110. GORDON, M.J. (1959), “Dividends, Earnings and Stock Prices”, Review of Economics and Statistics, 41, 99-105. GORDON, M.J. (1963), “Optimal Investment and Financing Policy”, Journal of Finance, 18,264-272. GUPTA, A., BANGA, C. (2010), “The Determinants of Corporate Dividend Policy”, Decision, 37(2), 63-77. 144 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146 GÜNALP. B., KADIOĞLU. E., KILIÇ, S., (2010), “Nakit Temettü Bilgisinin Hisse Senedi Getirisi Üzerinde Önemli Bir Etkisi Olup Olmadığının İMKB’de Test Edilmesi”, H.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 28(2), 47-69. JENSEN, M.C. (1986), “Agency Costs of Free Cash Flow”, Corporate Finance, and Takeovers, American Economic Review, 76, 323-329. JENSEN, M.C., MECKLING, W.H. (1976), “Theory of the Firm: Managerial Behavior”, Agency Costs and Ownership Structure, Journal of Financial Economics, 3, 305-360. JENSEN, G.R., SOLBERG, D.P., ZORN, T.S. (1992), “Simultaneous determination of insider ownership, debt, and dividend policies”, Journal of Financial and Quantitative Analysis, 27(2), 274–263. KALAY, A., (1982), “Stockholder–bondholder conflict and dividend constraints”, Journal of Financial Economics, 10, 211–233. KUMAR, P. (1988), “Shareholder-Manager Conflict And The İnformation Content Of Dividends”, Review of Financial Studies, 1, 111–36. La PORTA, R., LOPEZ-DE-SILANES, F., SHLEIFER, A., VISHNY, R.W., (2000), “Agency Problems and Dividend Policies Around the World”, Journal of Finance, 55, 1 – 33. LI, K., ZHAO, X. (2008), “Asymmetric Information and Dividend Policy”, Financial Management, Winter, 673–94. LINTNER, J. (1956), “Distribution of Incomes of Corporations Among Dividends, Retained Earnings, and Taxes”, American Economic Review, 46, 97-113. LINTNER, J. (1962), “ Dividends, Earnings, Leverage, Stock Prices and Supply of Capital to Corporations”, The Review of Economics and Statistics, 64, 243-269. MILLER, M. H., MODIGLIANI, F. (1961), “Dividend Policy, Growth, And The Valuation of Shares”, Journal of Business, 34, 411–33. MILLER, M., ROCK, K. (1985), “Dividend Policy Under Asymmetric Information”, Journal of Finance, 40, 1031–51. MILLER, M.H., SCHOLES, M.S. (1978), “Dividends and Taxes”, Journal of Financial Economics, 6, 333-264. MILLER, M.H., SCHOLES, M.S. (1982), “Dividend and Taxes: Some Empirical Evidence”, Journal of Political Economy, 90, 1118-1141. 145 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT MYERS, S. C. (1984), “The Capital Structure Puzzle”, Journal of Finance, 39, 575–92. MYERS, S. C., MAJLUF, N. S. (1984), “Corporate Financing and Investment Decisions When Firms Have Information That Investors Do Not Have”, Journal of Financial Economics, 13, 187–221. PAPADOPOULOS, D.L., CHARALAMBIDIS, D.P. (2007), “Focus on Present Status and Determinants of Dividend Payout Policy: Athens Stock Exchange in Perspective”, Journal of Financial Management and Analysis, 20(2), 24-37. PATRA, T., POSHAKWALE, S., OW-YONG, K. (2012), “Determinants of Corporate Dividend Policy in Greece”, Applied Financial Economics, 22, 1079– 1087. PEKKAYA., M. (2006), “Kar Payı Dağıtımının Şirket Değeri Üzerine Etkisi: İMKB 30 Endeks Hisselerine Bir Analiz”, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 2(4), 183– 209. POYRAZ, E. (2011), “Sistematik Riskin Konaklama İşletmelerinin Karlılık Oranları Üzerindeki Etkisinin Ölçülmesi (Marmaris Altınyunus Turistik Tesisleri A.Ş. Örneği)” Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 26(2), 67-75. ROZEFF, M.S. (1982), “Growth Beta and Agency Costs as Determinants of Dividend Payout Ratios”, Journal of Financial Research, 5(3), 249–259. SHAO, Y., KWOK, C., ve GUEDHAMI, O., (2010), “National Culture And Dividend Policy”, Journal of International Business Studies, 41, 1391–1414. SHARPE, W. F. (1964), “Capital Asset Prices: A Theory of Market Equilibrium Under Conditions of Risk”, Journal of Finance, 19(3), 425-42. SHEFRIN, H.M., STATMAN, M., (1984), “Explaining Investor Preference For Cash Dividends”, Journal of Financial Economics, 13, 253–282. SHEFRIN, H.M., THALER, R., (1988), “The behavioral life-cycle hypothesis”, Economic Inquiry, 26, 609–643. WALTER, J.E. (1963), “Dividend Policy: Its Influence on the Value of the Enterprise”, Journal of Finance, 18, 280-291. YILDIZ, B., GÖKBULUT, R. İ., KORKMAZ, T. (2014), “Firmalarda Temettü Politikalarını Etkileyen Unsurlar: Bist Sanayi İşletmeleri Üzerine Bir Panel Veri Uygulaması”, AİBÜ-İİBF Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi. 146 Yayın Geliş Tarihi: 17.01.2016 Yayın Kabul Tarihi: 26.07.2016 Online Yayın Tarihi: 22.12.2016 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177 Devletlerin Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Politikalarının Oluşumu: Küresel Yönetişim ve Mali Eylem Görev Gücü Etkisi Ahmet BARBAK1 Öz Bu makale, terörizmin finansmanının önlenmesi politikasını küresel yönetişim bağlamında incelemektedir. Birleşmiş Milletler tarafından Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesinde düzenlenen bu politika, 2000’li yıllardan itibaren küresel bir politika niteliği kazanmıştır. Bu politikanın küreselleşmesinde ve küresel yönetişimin oluşumunda Mali Eylem Görev Gücü (MEGG)’nün rolü göze çarpmaktadır. MEGG, biçimsel bir uluslararası örgüt olmamasına rağmen devletler karşısında zorlayıcı uyum mekanizmalarına sahiptir. MEGG, bölgesel olarak kurulan MEGG benzeri yapılar yoluyla geniş bir alanı kontrol etmektedir. MEGG’in yapısal ve işlevsel incelenmesiyle, devletlerin küresel yönetişim ile ilişki kurma biçimleri görülebilir. Bu çalışmada alanyazından küresel yönetişimin tanımlayıcı özellikleri çıkarılmaya çalışılmış ve MEGG bu özelliklere göre karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Küresel Yönetişim, Terörizmin Finansmanı, Mali Eylem Görev Gücü JEL Sınıflandırma Kodları: F50, F65, G28 The Formation of States’ Policies of Prevention of Terrorism Financing: Global Governance and The Influence of Financial Action Task Force Abstract This article examines the policy of preventing terrorism financing within the context of global governance. The policy which was organized in International Convention for the Suppression of Financing of Terrorism by United Nations has gained the quality of a global public policy since 2000’s. The role of Financial Action Task Force (FATF) in globalisation of the policy as well as in the formation of global governance draws attention. FATF possesses mechanisms of coercive compliance against states considering that it differs from formal international organizations. FATF controls a wide territory by FATF Style Regional Bodies. By examining FATF’s structural and functional aspects, it can be observed the states’ ways of establishing relationships with global governance. In this study, having extracted the descriptive features of global governance from the literature, FATF was examined according to these features. Keywords: Global Governance, Terrorism Financing, Financial Action Task Force JEL Classification Codes: F50, F65, G28 1 Yrd. Doç. Dr., İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, [email protected] A. BARBAK. 1. GİRİŞ Terörizmin finansmanı, 1990’lardan itibaren uluslararası gündeme taşınan bir sorun alanıdır. Terörizmin finansmanının önlenmesi için uluslararası alanda ortaya çıkan örgütlenmelerin, küresel yönetişim özelliklerini taşıdığı söylenebilir. Bunun için küresel yönetişime ilişkin tanımlayıcı özelliklerin ortaya konulması gerekmektedir. Zira küresel yönetişim, dünyada küreselleşme lehine paradigma değişimlerinin yaşandığı belirli bir döneme ait bir olgu ve kavramdır. Bu dönem, devlet aygıtını devlet dışı aktörler lehine sınırlamayı amaçlayan yönetişim yaklaşımın geliştiği ve devlet dışı aktörlerin çoğaldığı bir dönemdir. 20’nci yüzyılın sonundan itibaren dünyanın genelinde hemen hemen her alanda ortaya çıkan köklü değişim ya da buna yönelik talepler, küreselleşme kavramıyla açıklanmaktadır. Küresel yönetişim ile küreselleşme olguları arasındaki ilişki çeşitli şekillerde açıklanabilir. Küresel yönetişim küreselleşmenin kendisi midir? Yoksa bir nedeni midir? Ya da küreselleşme küresel yönetişimi mi ortaya çıkarmıştır? Bu çalışmada böyle bir tartışmaya girmeksizin, küresel yönetişimin küreselleşme sürecinin kurumlaşma biçimi olduğu savunulmaktadır.2 Terörizmin finansmanının önlenmesine ilişkin uluslararası politika da bir küresel yönetişim örneği oluşturmaktadır. Bu çerçevede makale, terörizmin finansmanının önlenmesi politikasının oluşumunu küresel yönetişim kavramı çerçevesinde incelemektedir. Terörizmin finansmanının önlenmesi, 1990’lardan itibaren uluslararası örgütlerin gündemine girmiştir. BM tarafından Uluslararası Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Sözleşmesinde düzenlenen bu politika, 2000’li yıllardan itibaren küresel bir 2 Küreselleşme, bir yaklaşım, bir süreç ve bir örgütlenme biçimi olarak ele alınabilir. Yaklaşım olarak küreselleşme, siyasal otoritenin devlet dışında örgütlenmesine yönelik bir yaklaşımı ifade etmektedir. Süreç olarak küreselleşme ise, siyasal otoritenin devlet dışında örgütlenmesindeki değişimin zaman içerisinde ortaya çıkması (küresel yönetişim yaklaşımı açısından bir ilerleme) durumu olarak tanımlanabilir. Bu çerçevede, örgütlenme biçimi olarak küreselleşmenin kendisine ait ilke, kural, norm ve örgütleri olan bir kurumlaşma olduğu ileri sürülebilir. 148 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177 politika niteliği kazanmıştır. Bu süreçte, Mali Eylem Görev Gücü (MEGG)’nün rolü göz ardı edilmemelidir. Çünkü MEGG, biçimsel uluslararası örgütlerden farklılık göstermesine rağmen devletlere yönelik doğrudan ve dolaylı zorlayıcı uyum mekanizmalarına sahiptir. Terörizmin önlenmesine ilişkin olarak uluslararası standartlar belirleyen MEGG’in küresel yönetişime özgü bir örgütlenme biçimi olduğu ileri sürülebilir. MEGG’in yapısal ve işlevsel özelliklerinin incelenmesiyle de, devletlerin küresel yönetişimle ilişki kurma biçimlerini görmek mümkündür. Bu kapsamda, çalışmada öncelikle küresel yönetişimin tanımlayıcı özellikleri çıkarılmaya çalışılmış ve MEGG yapısal ve işlevsel olarak incelenmiştir. Daha sonra, küresel yönetişimin tanımlayıcı özellikleri çerçevesinde MEGG ve MEGG’in devletlerle ilişki kurma biçimleri tartışılmıştır. Böylece küresel yönetişimin belirli bir politika alanında örgütlenmesi gösterilmeye çalışılmıştır. 2. KÜRESEL YÖNETİŞİM: SİYASAL OTORİTENİN DEVLET DIŞINDA ÖRGÜTLENMESİ Küresel yönetişim, yönetişim ve küreselleşme olgularının birlikte varlık gösterdiği bu dönemin kendine özgü koşullarında ortaya çıkan; temelde yönetişimin küresel ölçekte uygulamaya geçirilmesine dayanan bir durumu ifade etmektedir. 20’nci yüzyılın sonunda başlayan köklü değişikliklerin nedeni kabul edilen bu iki olguyu bir araya getiren bir kavramın daha fazlasını ifade ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Yönetişim, siyasal otorite ile ilgili bir kavramdır. Bu bağlamda yönetişim, siyasal iktidarın kullanımına devlet dışı aktörlerin (uluslararası örgütler, hükümet dışı örgütler, sivil toplum örgütleri vd.) çeşitli analiz seviyelerinde (ulus altı, ulusal ve uluslararası) katılımını ve siyasal otoritenin devlet ve devlet dışı aktörler arasında bölünme ve yeniden bütünleşmesini ifade etmektedir (Rhodes, 1996; Finkelstein, 1995: 369; Weiss ve Gordenker, 1996: 17; Carayannis vd., 2012). Krahmann (2005) yönetişimi, politika sürecinin farklı aşamalarındaki yatay farklılaşma olarak tanımlamaktadır. Bu durum küresel yönetişimde, politika 149 A. BARBAK. sürecinin farklı aşamalarında devlet ve devlet dışı aktörlerin müdahil ve/veya belirleyici olduğu bir durumu ifade etmektedir (Carayannis vd., 2012). Politika sürecinde eşanlı bölünme ve bütünleşme bir çelişki gibi görünmekle birlikte, buradaki durum, otorite bölündükçe otoritenin bölündüğü aktörler arasında eşgüdüm ve işbirliğine olan ihtiyacın artmasıdır. Küreselleşme kavramı da, belirli bir tanıma sahip olmaktan ziyade, olay ve olguların küreselleşme kavramı altında açıklanması yoluyla anlam kazanmaktadır. Küreselleşme genellikle, ekonomilerin, toplumların ve ulusların arasında artan bir etkileşim ve karşılıklı bağımlılık süreci olarak tanımlanır (Vujakovic, 2010). Bunun yanı sıra küreselleşme, devletlerin uluslararasılaştırılması ve küreselleşen dünyanın kurumları haline getirilmesi (Cox, 1994) ya da siyasal ve ekonomik kazançlar sağlamak üzere geliştirilen söylem, pratik ve ideolojilerden oluşan yapılar (Walck ve Bilimoria, 1995: 3) şeklinde de tanımlanmaktadır. Bu çalışmada küreselleşme, ulusal olanı küresel olana, gelişmekte olanı gelişmiş olana bağlamak ve uyarlamak amacıyla bunlar arasında hiyerarşik bir ilişki kuran ve kendine özgü kurumlarla (küresel yönetişim) bu ilişkiyi yeniden üretmeye ve sürdürmeye çalışan yapılar ve bu yapıların gelişim süreci olarak ele alınmaktadır. Küreselleşmenin ortaya çıktığı yer, politika sürecinin kendisidir. Bir diğer deyişle, küresel olan ile ulusal olan arasındaki bağ ekonomik, siyasal ve toplumsal politika alanlarında gelişmektedir. Bu süreçte, küresel olandan ulusal olana kuram, kavram, ilke, norm, kural ya da standart biçimlerinde bir akış varken ulusal olandan küresel olana da bir taahhüt akışından söz edilebilir.3 Küreselleşme, ulusal olanı küresel olana bağlama ve uyarlama biçiminde ortaya çıkarken bu bağlanma ve uyumun derecesi de belirli bir zamanda ve mekânda 3 Burada taahhüt kavramı ekonomik, siyasal ya da toplumsal bağlamlarda geleceğe dönük bir üstlenmeyi, kabullenmeyi ve uyma davranışını ifade edecek biçimde kullanılmıştır. Genel olarak bu durumu, küresel rıza üretimi süreci olarak da nitelemek mümkündür. Ulus devlet sisteminde devlet-yurttaş ilişkisindeki bu rıza üretimi (Hoare ve Smith, 1992), küreselleşme sürecinde küresel yönetişim ile devlet ve yurttaş arasında ortaya çıkmaktadır. Böyle bir yapıda devletin küresel yönetişim ile yurttaş arasında bir rıza aracı olarak işlev gördüğü de ileri sürülebilir. 150 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177 küreselleşmenin aldığı mesafeye işaret etmektedir. Buna göre, küresel politikalara uyum arttıkça küreselleşme derecesinin de artacağı ileri sürülebilir. Bu bağlamda, küreselleşme zamanın ve mekânın bir fonksiyonu olarak ifade edilebilir. (Harvey, 1989; Giddens, 1998; Scholte, 2007). Yani küreselleşme derecesi zamana ve mekâna bağlı olarak değişebilecektir. Günümüzde küreselleşme, ulusal ve uluslararası yapıları dönüştürerek küresel yönetişim şeklinde belirmektedir (Wendt, 1992; Rosenau, 1997; Zürn, 1998). Küresel Yönetişim Komisyonu, küresel yönetişimi birbiriyle çatışan ya da birbirinden farklı çıkarların bir arada bulunduğu, ancak işbirliğine dayalı eylemin öngörüldüğü devamlı bir süreç olarak tanımlamaktadır (Commission on Global Governance, 1995: 2). Bu tanıma göre, küresel yönetişim işbirliği temelinde yani davranışsal bağlamda ortaya çıkması istenen, değerlerin paylaşımı yerine uygulamada birlikteliği savunan bir siyasal örgütlenme biçimidir. Devletin varlığını sürdürdüğü günümüzde, belirli bir sürede ve/veya kısmen ortaya çıkan değer paylaşımı yerine politika ölçeğinde bir işbirliği küresel yönetişimin inşası açısından temel kabul edilmektedir. Rosenau (1999), küresel yönetişimi dünyadaki herkesi kapsayan bir siyasal otorite olmadığı durumda karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin düzenlenmesi olarak tanımlamaktadır. Keohane (2002), küresel yönetişimi küresel ölçekte kural koyma ve güç uygulama olarak tanımlarken bunun genel bir anlaşmayla yetkilendirilmiş bir kuruluşa dayanmasının gerekli olmadığını da belirtmektedir. Hettne (2002)’ye göre küresel yönetişim, ulus devletin siyasal otoritesinin mutlak kontrolünün ötesinde, küreselleşmiş bir alanda bir takım aktörlerin, sürekli ya da tam anlamıyla örgütlenmiş olmayan karar alma ve eylemde bulunma yetkisini ifade etmektedir. Overbeek (2004) ise, küresel yönetişimi, dünyanın tamamını ve onu oluşturan parçaları potansiyel olarak etkileyen politika alanlarındaki değerlerin çeşitli araçlarla bir yetkeye dayalı dağıtımı olarak tanımlarken küresel yönetişimin neoliberal küreselleşme çağının yönetişim biçimi olduğunu savunmaktadır. Küresel yönetişim, ulus üstü ve ulus aşırı otorite örgütlenmesine dayanmaktadır. Ulus üstü yönetişim, uluslararası normların ve kuralların devletlere 151 A. BARBAK. bir yükümlülük oluşturduğu hatta devletlerin uymaması durumunda yaptırımla karşı karşıya kaldıkları bir durumu ifade etmektedir. Sonuç olarak, siyasal otorite kısmen uluslararası seviyeye doğru yer değiştirmektedir (Kahler ve Lake, 2009: 246). Ulus aşırı yönetişim ise, ulus aşırı aktörlerin devletler tarafından resmi olarak yetkilendirilmeden siyasal nitelikli düzenlemeleri yapmaları ve bunlara ilişkin faaliyetleri gerçekleştirmeleri sürecini ifade etmektedir (Zürn, 2013: 408-411). Küresel yönetişim, bir kontrol mekanizması olarak da nitelenebilir. Buna göre, küresel yönetişimin kurumlaşma derecesine bağlı olarak belirli politika alanlarının ve coğrafyanın kontrol altına alındığı görülmektedir (Finkelstein, 1995; Weiss, 2000). Bu bağlamda, küresel yönetişim devlet dışı yönlendirme, yönetim ya da sevk-idare mekanizmaları oluşturarak, ulusal-uluslararası dikotomisinin ötesinde özerk otorite alanlarının ortaya çıkışıyla kendisini göstermektedir (Dingwerth ve Pattberg, 2006: 196-198). Bu özerk otorite alanları ise küresel politika süreci tasarımları şeklinde ortaya çıkmaktadır. 20’nci yüzyılın sonunda politika sürecinde ortaya çıkan değişim, politika sürecinin devlet dışı aktörleri içine alacak şekilde genişlemesi ve ulus üstü ölçekte yürütülecek şekilde küreselleşmesidir (Witte vd., 2000). Bu iki olgunun somut görünümü politika ağları şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmada politika ağı, yönetişimin belirli bir biçimi olarak ele alınmaktadır. Küresel yönetişim bir ağ olarak ele alınırsa bu yapıdaki devlet, ağ devleti olarak adlandırılır (Castells, 2006: 87-89). Ağ devleti, egemenliğini ve sorumluluğunu paylaşmakta; bu devletin yurttaşları ve diğer devlet ve devlet dışı aktörlerle olan ilişkileri bu çerçevede öncesinden farklılaşmaktadır. Yönetişim biçimi olarak politika ağları, kamu ya da özel, devlet ya da devlet dışı, ulus altı, ulusal, ulus üstü aktörlerin belirli bir politika alanında kendi amaç ve çıkarları çerçevesinde bir araya geldiği ve etkileşim içerisinde bulunduğu, çeşitli derecelerde kurumsallaşmış yapıları ifade etmektedir. Börzel (1997)’e göre, ortaya çıkan durum, yatay eşgüdüm sağlamaya dönük olarak politika ağları yoluyla 152 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177 yönetişim sağlanmasıdır. Bu çerçevede, politika ağlarının temel kaygısı aktörler arasında eşgüdüm sağlanması ve pazarlık yoluyla kolektif karar alınmasıdır. Politika ağının bir alt politika alanında ya da belirli bir işlevinde merkezi konumda olan bir aktör, politika ağının başka bir alt alanında ya da işlevinde merkez dışı konumda yer alabilmektedir (Sobacı, 2013). Örneğin, terörizmin finansmanının önlenmesinde BM merkezi konumda yer alırken uluslararası finansal sistem ya da yapısal uyarlama politikalarında uluslararası mali kuruluşlar (IMF, DB) veya Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) gibi örgütler öne çıkmaktadır. Görüldüğü üzere, küresel yönetişime ilişkin olarak alanyazında çeşitli tanımlar yapılmakta ve bu kavrama çeşitli özellikler atfedilmektedir. Geliş(tiril)meye devam eden bir kavram ve politika olarak küresel yönetişim, mümkün olduğunca geniş tanımlanmaktadır. Bununla birlikte, küresel yönetişimin tanımlayıcı özelliklerini bütüncül olarak ortaya koymak mümkündür (Tablo-1). Tablo 1. Küresel Yönetişimin Tanımlayıcı Özellikleri Yapısal Tanımlayıcı Özellik Otorite örgütlenmesi Kurumlaşma Yatay farklılaşma Tematik örgütlenme Ağ tipi örgütlenme İşlevsel Esnek örgütlenme Otorite kullanımı Politika uyumu Kontrol mekanizması Yöntem Ulus üstü ve ulus aşırı yetki aktarımı Farklı derecelerde kurumsallaşma Otoritenin bölünmesi (devlet-devlet dışı) Belirli bir (alt) politika alanına bütüncül bakış İşbirliği, eşgüdüm, uzlaşma, uyum; çok kademeli yönetişim En az hiyerarşi; yatay eşgüdüm. Resmi olmayan kuruluşlar; küresel düzenleme; kolektif güç Arabuluculuk ve uzlaşma, küresel kural ve standartlara uyum, ortak çıkar, hak ve yükümlülükler, ortak politika ortak çözümleri Kurallar sistemi, standart, koşul ve politika; uyum izleme ve değerlendirme Tablo-1’e göre, küresel yönetişimin yapısal olarak; siyasal otoritenin örgütlenmesinde ulusal olandan ulus üstü olana, biçimsel olandan biçimsel olmayana, dikey farklılaşmadan yatay farklılaşmaya, işlevsel örgütlenmeden tematik örgütlenmeye doğru bir hareket olduğunu söylemek mümkündür. Küresel 153 A. BARBAK. yönetişime işlevsel olarak bakıldığında ise, temelde bir kontrol mekanizmasının oluşturulmasının öngörüldüğü; bunun için işbirliği, eşgüdüm, uyum, kural koyma, standart belirleme, arabuluculuk ve uzlaşma işlevlerinin yerine getirildiği görülmektedir. Bu tanımlayıcı özelliklerin aynı zamanda küresel yönetişimin kurumlaşma derecesini belirlediği de iddia edilebilir. 3. KÜRESEL YÖNETİŞİM OLARAK ULUSLARARASI TERÖRİZMİN FİNANSMANININ ÖNLENMESİ 3.1. Küresel Yönetişimin Ortaya Çıkışı: Birleşmiş Milletler ve “GüvenlikFinans” İlişkisi Tasarımı Terörizmin finansmanının bir güvenlik sorunu olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Ancak politikanın gövdesini ulusal ve uluslararası finansal sistem oluşturmaktadır. Bir başka deyişle, bu politika adına yapılanlar, her şeyden çok finans sistemiyle ilgilidir. Terörizmin finansmanı, “güvenlik” ve “finans” alanları arasında doğrudan ve küresel ölçekte bir bağ kurarak uluslararası bir politika alanı oluşturmaktadır. Bu olgu, finans alanının güvenlikleştirilmesi ya da güvenlik alanının genişlemesi olarak değerlendirilebilir.4 Politika alanlarından birisi olarak finansın güvenlikleştirilmesi ise, kamusal ve özel finansal sistemin güvenlik politikaları temelinde örgütlenmesi anlamına gelmektedir. Burada, finansal sistemin kontrol ve denetim otoritesinin teröre karşı mücadele (yani güvenlik) gerekçesiyle artırılması söz konusudur. Terörizmin finansmanının önlenmesi de, finansal işlemlerin küresel yönetişim yapısı tarafından izlenmesi, kontrol ve denetimi ile yaptırım (ceza dâhil) uygulanmasına yönelik 4 Güvenlikleştirme, alanyazında Kopenhag Okulu’nun ileri sürdüğü ve 1990’lı yıllardan sonra güvenliğin kapsamının genişlemesi şeklinde ortaya çıkan durumu açıklamak için kullanılan bir yaklaşımı temsil etmektedir. Buzan vd. (1998: 25) güvenlikleştirmeyi, siyasallaşmanın aşırı bir versiyonu olarak nitelemekte ve diğer politika alanlarında güvenlik adına sıra dışı araçların kullanımına imkân veren bir yaklaşım olarak tanımlamaktadır. Güvenlik dışındaki politika süreçlerinin güvenlik politikasının amaç, hedef ve araçlarıyla biçimlendirilmesi ve bu politika alanlarının güvenliğin konusu olması, güvenlikleştirmeyi ifade etmektedir. Buzan vd. (1998), güvenlikleştirmenin meydana gelebileceği beş alan belirtmiştir: Askeri, siyasal, ekonomik, toplumsal, çevresel. 154 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177 uluslararası hukuk ve standartların geliştirilmesine dayanmaktadır. Bu durum, ekonomi alanının güvenlikleştirilmesi çerçevesinde değerlendirilebilir. Finans alanının güvenlikleştirilmesi, 1980’lerden itibaren artan finansal serbestleşmenin aksine bir olgu olarak değerlendirilebilir. Ancak, 1990’lardan itibaren bir taraftan finansal krizlerin önlenmesi için öncelikle finansal kural ve kurumların oluşturulması gerektiği savunulurken (Kaminsky ve Schmukler, 2003; Broner ve Ventura, 2010), diğer taraftan hızla artan finansal işlemlerin izlenmesi, kontrol ve denetim altına alınması bir sorun alanı olarak görülmeye başlamıştır (FATF, 2015a). Terörizmin finansmanının önlenmesine yönelik önlemler 1970’lere kadar götürülebilir. Avrupa’da, ulusal terör örgütlerine karşı tedbirler 1970’lerin sonunda alınırken, 1970’lerin başında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) terörizmin sponsoru olarak nitelediği devletlerin ve örgütlerin finansal transferlerini durdurmaya ve finansal varlıklarını dondurmaya başlamıştır (Giraldo ve Trinkunas, 2007). 1990’larda, bu uygulama bireysel işlemlere kadar genişlemiştir (Levi, 2010: 652). Bu süreçte, terörizmin tanımı konusunda fikir birliği olmadığı da söylenmelidir (The Institute for Economics and Peace, 2015).5 Bu durum, neyin terörizmin finansmanı sayılacağını da muğlak hale getirmektedir. BM Uluslararası Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Sözleşmesinde de, terörizmin finansmanı sayılacak haller belirtildiği ve böylece terörizm ve terörizmin finansmanı konusundaki bu farklılıkların BM sistemi ile aşılmaya çalışıldığı görülmektedir. Terörizmin finansmanının önlenmesi konusunda küresel iktidar örgütlenmesini BM temsil etmektedir. BM, terörizmin finansmanının önlenmesine yönelik ilk 5 Terörizmin ortak bir tanımının yapılamamasında iki temel nedenden söz edilebilir. Bunlardan ilki, kavramsal sorundur. Yani terörizm gibi bir kavramı tanımlamanın bazı uç durumları kapsam dışı bırakacağı ya da ideolojik veya siyasal gerekçelerle yanlı olacağıdır (Gibbs, 1989). Uygulamadaki sorun ise, birisinin teröristi diğerinin özgürlük savaşçısı şeklinde ifade edilen durumdur (Lawless, 2007). Böylece hem devletler arasında hem de uluslararası örgütler ile devletler arasında terörizme ilişkin kavramsal ve pratik farklılıklar bulunmaktadır. 155 A. BARBAK. irade beyanını Aralık 1994’te bir Genel Kurul Kararıyla yapmıştır. Uluslararası terörizme karşı önlemlere ilişkin bu Kararda, devletlerin terörist eylemleri finanse etmekten kaçınması istenmiştir (United Nations, 1994). BM’nin, 1996 yılından itibaren terörizmin finansmanı konusunu daha geniş bir perspektifle ele almaya başladığı ve bu konuya kararlarında daha fazla yer verdiği görülmektedir. 1996 yılında BM Genel Kurulu, üye devletlerin terörizmin finansmanını önlemek için uygun düzenleyici tedbirler almalarını ve bu alanda uluslararası bilgi paylaşımını yoğunlaştırmalarını istemiştir. Peki, burada uygun düzenleyici tedbir nedir? Bu sorunun cevabı, öncelikle BM Genel Kurulu Kararlarında görülebilir. Karar’da, düzenleyici tedbirlerin meşru sermaye hareketlerinin serbestliğine engel olmaması ve bu konudaki bilgi paylaşımının yoğunlaştırılması istenmiştir (United Nations, 1996; United Nations, 1999). Burada, küresel serbest sermaye akışlarının engellenmesi kaygısı vardır. Zira bir taraftan uluslararası finansal serbestleşme sonucu kontrol zorlaşırken diğer taraftan finansal hareketler üzerinde daha fazla kontrol düzenlemeleri (finansal varlıkların dondurulması, bu varlıklara el konulması) öngörülmektedir. Bu sürecin devamı olarak BM, Aralık 1999’da, terörizmin finansmanının önlenmesine ilişkin bir uluslararası sözleşme kabul etmiştir. Bu sözleşme, bir taraftan BM’nin terörizmin finansmanının önlenmesi konusundaki rolünü genişletirken diğer taraftan kurulmak istenen küresel yönetişimin yapısal ve işlevsel çerçevesini çizmektedir. Sözleşme metninde, mevcut çok taraflı hukuki düzenlemelerin açıkça terörizmin finansmanını önlemeye yönelik olmadığı belirtilerek bu konuda uluslararası işbirliğinin güçlendirilmesi istenmiştir.6 Sözleşme, ulusal sınırlar içerisinde yer alan finansal işlemlerin takip edilmesini ve terörizmin finansmanının devletlerin iç hukukunda bir suç olarak düzenlenmesini öngörmektedir (United Nations, 1999). 6 Sözleşmenin uygulanmasında devletler arasında anlaşmazlık çıkması durumunda Uluslararası Tahkim ve Adalet Divanı uygulaması da öngörülmüştür. Ancak uyuşmazlık durumuna ilişkin uygulamalar devletler için zorunlu tutulmamıştır. 156 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177 Sözleşmede, uluslararası terörizmin ve bunun finansmanının tek devletin değil tüm devletlerin ortak sorunu olduğunun belirtilmesi ve bu konuda devletler arasında işbirliğinin güçlendirilmesinin istenmesi, küresel yönetişimin inşası açısından bir ilerleme olarak kabul edilebilir. Ancak, sözleşmede “devletlerin egemenliği”, “toprak bütünlüğü” ve “devletlerin birbirlerinin içişlerine müdahale etmemesi” ilkeleri esas alınmıştır. Bu ilkeler, işbirliğinde ulus devlet ölçeğinin esas alındığını göstermektedir. Sözleşme kapsamındaki aktörler ise, BM Genel Sekreteri, üye devletler, tahkim sistemi ve Uluslararası Adalet Divanı’dır. Dolayısıyla mevcut uluslararası düzen içerisindeki aktörler arasında bir ilişki düzenlemesi yapılmıştır. Özellikle, tahkim ve Uluslararası Adalet Divanı uygulamasının devletlere zorunlu tutulmamış olması ve devletler arasındaki ilişkilerde egemenlik esasının korunacağının vurgulanması, o dönemde küresel yönetişimin Tablo-1’deki tanımlayıcı özelliklere göre gelişme aşamasının başında olduğunu göstermektedir. 3.2. Küresel Yönetişimin Gelişiminde Küresel Düzenleyici Mekanizma Olarak Mali Eylem Görev Gücü 3.2.1. Yapı ve İşlev: Küresel Yönetişimde Düzenleyici Mekanizma İnşası Küresel yönetişim ağının başlıca bileşenini ulusal ölçekte olduğu gibi bir düzenleyici mekanizma oluşturmaktadır. Bu düzenleyici mekanizma ise, küresel yönetişimin tanımlayıcı özelliklerini çeşitli derecelerde gösterecektir. Zira belirli bir politika alanının düzenlenmesi söz konusu olduğunda, küresel yönetişim yapısının düzenleyici bir yapı etrafında yoğunlaştığı görülmektedir.7 Bu çerçevede, küresel düzenleyici mekanizma kavramı ile kastedilen şey, belirli bir politika alanı ile ilgili olarak, devlet egemenliğinden ayrı özerk bir yapı olarak kural koyan, standartları belirleyen, değerlendirme yapan ve düzeltici (uyum sağlayıcı) eyleme yönlendiren örgütlenmelerdir. 7 Bir düzenleyici mekanizma, dış çevredeki değişimlere rağmen iç çevreyi nispeten sabit ve belirli sınırlar içinde tutmaya çalışan bir kontrol sistemini ifade etmektedir. Bu tür mekanizmalar genellikle negatif geri besleme (istenmeyen bir durumun ortaya çıktığına dair bilgi aktarımı) sağlayan; sistemin herhangi bir değişkenindeki değişikliği tespit ederek aksi yönde bir değişiklik yapmaya çalışan mekanizmalardır. 157 A. BARBAK. Terörizmin finansmanına karşı küresel yönetişim kurumlaşması, 11 Eylül 2001 günü ABD’nin Newyork şehrinde bulunan Dünya Ticaret Merkezi binalarına gerçekleştirilen saldırılardan hızlanmış (Giraldo ve Trinkunas, 2007); bu alandaki uluslararası işbirliği ise, saldırının hemen ardından terörizmin finansmanının önlenmesiyle görevlendirilmiş MEGG etrafında yoğunlaşmıştır (OECD, 2001). Bu dönemden itibaren, MEGG’in terörizmin finansmanının önlenmesi konusunda küresel düzenleyici mekanizma olarak işlev gördüğü söylenebilir. Dönemin G-7 ülkeleri tarafından Temmuz 1989’de kurulan MEGG’e, uluslararası kara para aklamayla mücadelede ulusal ve uluslararası eylemleri gözden geçirmek ve uluslararası standartları belirlemek olmak üzere iki ana işlevi yüklenmiştir. MEGG, üye devletlerin Maliye Bakanları ve finansal sektör düzenleyici otoritelerinin (üst kurullar) yetkililerinden oluşan hükümetlerarası bir yapıdır. Hükümetlerarası ilişkilerde devletler, işbirliği yapma veya yapmama konusunda serbesttir ve işbirliği derecesini belirlemektedir (Nugent, 2003: 475). Bu serbestlik veto, yani bir devletin diğer bir devletin önerisini reddedebilmesi şeklinde uygulanmaktadır. Buna göre, hükümetlerarası ilişkiler devletler açısından herhangi bir egemenlik sınırlaması oluşturmamaktadır. Buna karşılık ulus üstü yapılarda devletler karar verme sorumluluğunun bir kısmını ulus üstü kuruluşlara devretmektedir. Burada, devletler veto hakkına sahip olmadıkları için çoğunluk kararına uygun hareket etmek zorunda kalmakta ve böylece kontrolü kısmen kaybetmektedir. Bu nedenle, ulus üstü yapılar ulusal egemenliğin kısmen kaybına yol açmaktadır (Nugent, 2003: 475). MEGG yapısı içindeyse üye devletler, yapısal olarak ayrı ayrı kontrol ve egemenlik özelliklerini korumaktadır. MEGG başlangıcından beri, üye ülkelerin Bakanları tarafından verilen karara göre belirli sürelerle faaliyete devam etmektedir.8 Bir diğer deyişle, MEGG geçici 8 Bakanlar tarafından Nisan 2012 ayında yapılan toplantıda MEGG’in 2012-2020 döneminde de faaliyetine devam etmesine karar verilmiştir. MEGG hâlihazırda, 34 ülke ve iki bölgesel örgütten oluşmaktadır: Arjantin, Avustralya, Avusturya, Belçika, Brezilya, Kanada, Çin, Danimarka, Avrupa Komisyonu, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, 158 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177 bir örgütlenme biçimidir.9 MEGG’in bütçesi, üye devletler tarafından oluşturulmakta; bütçe katkı işlemleri ise OECD üzerinden yürütülmektedir. Bunun dışında üye devletlerin münferit bütçe katkıları olursa, bu katkılar da genel olarak ülkelerin ulusal gelir durumuna göre yapılmaktadır (www.fatf-gafi.org, 2016). MEGG, terörizmin finansmanının önlenmesi için iki temel işlev üstlenmiştir: uluslararası standartlar oluşturmak ve hukuki, düzenleyici ve operasyonel önlemlerin uygulanmasını desteklemek. Standartların içeriğine bakıldığında; MEGG’in yasama organının yetki ve sorumluluk alanına giren hukuki, yürütme organının (ve kamu yönetiminin) yetki ve sorumluluk alanına giren düzenleyici, uygulama alanında ise işlevsel bir etkiye sahip olduğu görülmektedir. Bu, MEGG’in kendisini tanımlama biçiminde de görülebilir. MEGG kendisini, ulusal ölçekte yasama ve düzenleyici reformlar için siyasi istek oluşturmak amacıyla çalışan bir politika yapma kuruluşu olarak tanımlamaktadır (www.fatf-gafi.org, 2016). Ulusal politika sürecinin bir aktörü olduğunu ortaya koyan MEGG, hükümetlerarası niteliğinin ötesinde bir siyasal otorite örgütlenmesi olarak ortaya çıkmakta ve devletlerin egemenlik alanları karşısında belirleyici bir konuma yerleşmektedir. MEGG, tavsiye adı altında uluslararası standart niteliğini taşıyan kurallar geliştirmektedir. Bu standartlar, terörizmin finansmanına karşı, devletler arasında eşgüdüm sağlanması için bir temel oluşturmaktadır. Hedeflenen şey ise, bu standartların evrensel olarak uygulanmasıdır (www.fatf-gafi.org, 2016). MEGG tarafından oluşturulan uluslararası standartların devletler için bir eşgüdüm temeli olarak nitelenmesi, devletler arasındaki ilişkilerin örgütlenmesinde tarafların Körfez İşbirliği Konseyi, Hong Kong, İzlanda, Hindistan, İrlanda, İtalya, Japonya, Kore Cumhuriyeti, Lüksemburg, Meksika, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, Portekiz, Rusya, Singapur, Güney Afrika, İspanya, İsveç, İsviçre, Türkiye, Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletleri. 9 MEGG, dört organa sahiptir: Genel Kurul (Plenary), Başkan, Sevk İdare Grubu, Sekreterya, Karar organı olan Genel Kurul, yılda üç kez toplanmaktadır. MEGG Başkanı, bu karar mekanizması tarafından ve kendi üyeleri arasından bir yıllığına seçilmektedir. Başkan MEGG icra organıdır. Sevk İdare Grubu ise, MEGG faaliyetlerinin uygulanmasında Başkan’a bağlı olarak görev yapmaktadır. Sekreterya hizmeti ise, OECD tarafından sağlanmaktadır. 159 A. BARBAK. belirleyici olduğu bir yapıdan ziyade MEGG’in belirlediği ilişki kurma biçiminin istendiğini göstermektedir. Özellikle MEGG’in işlevlerine bakıldığında bu durumu daha kolaylıkla görmek mümkündür (www.fatf-gafi.org, 2016): Başta üye devletler olmak üzere diğer devletlerin uluslararası standartlara uygunluk durumlarını izlemek, Terörizmin finansmanı tekniklerini gözden geçirmek, Uygun önlemlerin küresel olarak benimsenmesini ve uygulanmasını desteklemek, Diğer uluslararası paydaşlar ile işbirliği içerisinde, uluslararası finansal sistemi korumak için ulusal seviyede güvenlik açıklarını belirlemek. Kerwer ve Huelsse (2011: 51), MEGG’in standart koyucu niteliğinin ötesinde gizli güç haline geldiğini, gönüllülükten ziyade zorlayıcı yanının öne çıktığını ve böylece MEGG gibi standart koyucuların küresel otoriteler olarak işlediğini belirtmektedir. Turner (2014: 548) ise, MEGG’in tavsiye sistemini ve standart koyuculuğunu yumuşak hukuk olarak tanımlamakta ve uluslararası anlaşmalar yanında yumuşak hukukun finansal düzenlemelerde küresel uyumu artırdığını savunmaktadır. Bu iki sav, küresel yönetişimde öngörülen hukuk sistemi ile örgütlenme ve otorite uygulama biçimine işaret etmektedir. Bu çerçevede, MEGG sıklıkla uluslararası finansal sistemin bütünlüğü vurgusu yapmaktadır. MEGG açısından terörizmin finansmanı, uluslararası finansal sistemin bütünlüğü için bir tehdit niteliğindedir (www.fatf-gafi.org, 2016). Terörizmin finansmanının önlenmesine yönelik küresel politika ve yönetişim açısından istenen şeyin ise, ulusal finansal sistemlerin küresel yönetişime uyarlanmaları ve uluslararası kontrol mekanizmasına dâhil olmaları olduğu açıkça görülmektedir. 3.2.2. Üyelik: Küresel Yönetişime Katılım MEGG’in terörizmin finansmanının önlenmesinde kurulacak küresel yönetişime uyum için ilk tavsiyesi, BM’nin terörizmin finansmanının önlenmesine 160 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177 ilişkin uluslararası sözleşmenin devletlerin yasama organları tarafından onaylanmasıdır. Bu ilk tavsiye, doğrudan devletin yasama otoritesinin kullanımına ilişkindir. Bunun küresel yönetişime katılım ve küresel politikaya uyum için temel koşul olması, tavsiye niteliğinin ötesine geçmektedir. MEGG, küresel yönetişim yapısını iki bileşen üzerinden kurmaktadır. İlk bileşen, doğrudan MEGG’in kendi üyeleridir. Bunun dışında, MEGG üyelerinin oluşturduğu coğrafyanın dışında faaliyet gösteren bölgesel MEGG benzeri yapılar da vardır. Bu yapılar bölgesel ölçekte örgütlenmiştir. Mevcut 36 üyesine ilave olarak, kendisi gibi işleve sahip sekiz bölgesel görev gücü10 ile bağlantısı olan MEGG, terörizmin finansmanına karşı küresel ağ içerisinde merkezi konumdadır ve bu bölgeleri küresel politika ağı içerisinde kontrol etmektedir. Bu bölgelerde MEGG’in standartları esas alınmakta; bilgi akışı bölgelerden MEGG merkezine doğru olmaktadır (FATF, 2015b). MEGG, üyelerini belirli koşullarla kabul etmektedir. Koşullar, belirli standartlara işaret etmekte ve üyelik için adayın bu standartlara sahip olması istenmektedir. Bu anlamda, üyelik küresel yönetişime katılmak için uyum sağlama aracı niteliğindedir.11 MEGG kendisine özgü bir üyelik politikası ilan etmiştir. Üyelik süreci (Tablo-2), adaylık süreci ve üyelik süreci olmak üzere iki aşamadan oluşmaktadır (www.fatf-gafi.org, 2016). Statü olarak ilk aşamada gözlemcilik, sonrasında ise üyelik verilmektedir.12 10 Bunların kısaltmaları şöyledir: APG, CFATF, EAG, ESAAMLG, GAFILAT, GIABA, MENAFATF, MONEYVAL. 11 Hindistan Hükümeti, terörizmin finansmanına karşı ulusal kapasiteyi artıracağı gerekçesiyle MEGG Başkanından üyelik talep etmiştir. Hindistan Maliye Bakanı, MEGG’in Hindistan’ı stratejik olarak önemli tanımladığını belirtmiştir. Hindistan Maliye Bakanı’na göre, MEGG üyeliği finansal kurumların örgütlü suçlara karşı hassasiyetini ortadan kaldıracak ve terörist parasının takip edilmesine yönelik kapasite oluşturacaktır. Hindistan’ın üyelik süreci için bkz. http://www.finmin.nic.in/press_room/2011/Press_ Release_FATF_25022011.pdf, (10.06.2016). 12 MEGG üyeleri yanında gözlemci statüsünde olan ülkeler ve uluslararası örgütler de vardır. Bunlar için bkz. http://www.fatf-gafi.org/about/membersandobservers/#d.en.3147, (10.01.2016). 161 A. BARBAK. Tablo-2’de belirtildiği gibi, MEGG’e üye olarak seçilecek ülkenin her şeyden önce stratejik önem sahibi olması istenmektedir.13 Burada stratejik önemin nasıl belirleneceğine bakılmalıdır. Gayrisafi milli hâsıla ve finansal sistemin büyüklüğü o ülkenin küresel gelir toplamı ve finansal büyüklük içerisindeki payı hakkında bilgi verirken nüfus, her türlü varlık ve kaynaklarının kişi başına dağılımı hakkında fikir vermektedir. Niteliksel göstergelerin de ülkenin küreselleşme derecesini gösterdiği söylenebilir. Tablo 2. MEGG Üyelik Süreci Aşama Ölçüt Stratejik önem Adaylık Süreci Birinci Adım: Ülkeyle ilişki, gözlemcilik statüsü Üyelik Süreci İkinci Adım: Müşterek değerlendirme, Yöntem Niceliksel Göstergeler: Gayrisafi Yurtiçi Hâsıla büyüklüğü, bankacılık, sigorta ve menkul kıymetler sektörlerinin büyüklüğü, nüfus. Niteliksel Göstergeler: Küresel finansal sisteme etki, MEGG benzeri yapılara aktif katılım, terörizmin önlenmesi çabalarına bağlılık seviyesi, terörizmin finansmanı riskleri ve risklerle mücadele çabaları. Diğer Göstergeler: Finansal sektör standartlarına bağlılık seviyesi, ilgili diğer uluslararası örgütlere katılım. Siyasal Taahhüt: MEGG tavsiyeleri ve değerlendirme metodolojisi kabulü, müşterek değerlendirme anlaşması, MEGG faaliyetlerine destek ve katılım. MEGG Ülke Ziyareti: Yazılı taahhüttün yerinde incelenmesi, teknik uyumun belirlenmesi, MEGG rejimine ilişkin tavsiyelerin belirlenmesi, ilgili devletin MEGG Genel Kuruluna gözlemci olarak davet edilip edilemeyeceği kararı. Müşterek Değerlendirme Raporu (Uygun): Gözlemci statüsü verilmesi, MEGG İletişim 13 MEGG Başkanı, Haziran 2015 ayında Suudi Arabistan’ı, MEGG üyesi olmaya davet etmiştir. Davet, MEGG heyetinin Suudi Arabistan’ı ziyaretinden sonra gelmiştir. MEGG Başkanı, Suudi Arabistan’ın dünya ekonomisinde stratejik olarak önemli bir ülke olduğunu; terörizmin finansmanının önlenmesi konusunda önemli adımlar attığını ve bu nedenlerle üye olmasının kendisi için de önemli olduğunu belirtmiştir. Bu kapsamda, Suudi Arabistan’ın üye olmak için MEGG Genel Kurulu’na başvuru yapması ve bir finansal sisteminin ayrıntılı bir değerlendirmeden geçmesi gerektiği ifade etmiştir. Bkz. http://www.argaam.com/en/article/articledetail/id/380050, (14.06.2016). 162 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177 eylem planı ve üyelik. Grubu tarafından ülkenin uyum faaliyetleri, üyelik. Müşterek Değerlendirme Raporu (Kısmen Uygun): Siyasal süreli taahhüt, ülke eylem planı, eylem planı uygulanmasının izlenmesi. Ayrıca bu göstergeler, MEGG ile devletler arasında öngörülen ilişki biçimine ve küresel yönetişim bağlamında devletlere ilişkin yeni bir ayrıma işaret etmektedir. Bu göstergeler iki başlık altında toplanabilir: stratejik önem, küresel yönetişime katılım. Dolayısıyla, kısaca şöyle denilebilir: Stratejik önemi olmayan ve küresel yönetişim ile bütünleşmemiş devletler üye olamazlar. Bu göstergeler, devletlerin yeni bir tür sınıflandırması niteliğindedir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkeler gibi ayrımlardan sonra, küresel yönetişimde stratejik olan ya da olmayan ya da nispeten az olan; küresel yönetişime katılım sağlamış olanla nispeten daha az sağlamış olan ya da uyum sağlamış olan ile olmayan şeklinde yeni bir ayrım ortaya çıkmıştır. Üyelikte Müşterek Değerlendirme sürecinin belirleyici olduğu görülmektedir. Müşterek değerlendirme, devletlerin ya da terörizmin finansmanının önlenmesine yönelik küresel politika ağına katılmak isteyen üyelerin küresel politika ve standartlara uyum derecesini belirlemeye yöneliktir. Müşterek Değerlendirme Raporu, bir devletin terörizmin finansmanına karşı ulusal mevzuatındaki boşlukları tanımlamakta ve öneriler getirmektedir. MEGG, Raporun ana bulgularını ve genel değerlendirmesini yayımlamakta ve böylece hangi devletin uluslararası standartlara ne derece uyduğunu ve hangi konularda sorunları olduğunu diğerlerine göstermektedir. Eğer bir üye devlet kısmen uyumlu bulunursa, MEGG bu devletin uyum boşluklarını gidermeye dönük eylemlerini kontrol etmeye devam etmektedir. MEGG’in sıradan üyeleri, her birkaç yılda bir Müşterek Değerlendirme sürecinden geçmektedir (www.fatf-gafi.org, 2016). 3.2.3. Yaptırım: Küresel Yönetişim ve Politikaya Zorlayıcı Uyum MEGG’in, terörizmin finansmanına karşı politikaya uyum sağlamayan üyelere karşı resmi bir yaptırım gücü yoktur. Ancak küresel yönetişim ve politika ağlarının yapısından kaynaklanan zorlayıcı bir uyum gücüne sahip olduğu ileri sürülebilir. 163 A. BARBAK. MEGG’in devletlerle kurduğu ilişki biçimine (www.fatf-gafi.org, 2016) bakılarak zorlayıcı uyum mekanizmalarını çıkarmak mümkündür (Tablo-3). Tablo 3. MEGG’in Zorlayıcı Uyum Mekanizmaları Doğrudan Zorlayıcı Uyum Mekanizması Düzenli değerlendirme Üyelik koşulları Teşhir etme Yöntem Standartlara uyum kontrolü, izleme, sapmaların giderilmesi Uyum olmaması durumunda üyeliğin askıya alınması Değerlendirme sonuçlarının yayımlanması Dolaylı Uyumlu sağlamayan ülkelerin yayımlanması Uluslararası örgütler ile olan ilişkiler Uluslararası mali kuruluşların ülke raporlarını izlemesi ve anlaşma süreçlerinde ölçüt ya da koşul olarak kullanması. Araç Amaç Değerlendirme raporları Yakınsama Koşullu üyelik Düzenli değerlendirmeler Müşterek değerlendirme raporu İşbirliği Yapmayan Ülke veya Bölgeler (NCCT) Listesi Varlıkların dondurulması, varlıklara el konulması, finansal ilişkinin kesilmesi Uyarlama Ceza Caydırıcılık Kaynak bağımlılığı Tablo-3’te gösterilen mekanizmalar, doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki grupta toplanmıştır. Burada doğrudan zorlayıcı uyum mekanizmaları MEGG-Devlet ilişkisinde görülen zorlayıcı uyum mekanizmalarına işaret ederken dolaylı uyum mekanizmaları, küresel yönetişim yapılarının devletler üzerindeki etkisini kullanarak bu devletlerin terörizmin finansmanının önlenmesi politikasına uyumunu sağlamaya çalışmaktadır.14 Tablo-3’teki zorlayıcı uyum mekanizmaları, küresel yönetişimin de tanımlayıcı özelliklerine işaret etmektedir. 14 Örneğin MEGG, Şubat 2008 ayında, terörizmin finansmanına karşı sisteminde eksiklikler olduğu gerekçesiyle Pakistan’ı eleştirmiş ve Pakistan’ın ulusal yasal çerçevesindeki eksikliklerin uluslararası finansal sistemde hassasiyet oluşturduğunu açıklamıştır. MEGG, Pakistan’ın terörizmin finansmanına karşı kanunlarını uluslararası standartlara uygun hale getirmesini ve Asya Pasifik Grubuyla yakın çalışmasını istemiştir. Bkz. http://www.idsa.in/idsastrategiccomments/PakistanCastigatedforDeficienciesinCounterTerr oristFinancingRegime_SKSaini_170308, (14.06.2015). 164 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177 Zorlayıcı uyum denildiğinde, öncelikle Tablo-3’te gösterilen amaçlar üzerinde durulmalıdır. Çünkü zorlayıcı uyum yakınsama, uyarlama, cezalandırma, caydırıcılık ve kaynak bağımlılığı boyutlarıyla ortaya çıkmaktadır.15 Yakınsama, politika amaçlarında, araçlarında, sürecinde ve sonuçlarında giderek artan bir benzeşme anlamına gelirken (Bennett, 1991), uyarlama küresel finans piyasaları ile bütünleşme için devletlerin finansal sistemlerinin regülasyonunu/deregülasyonunu ifade etmektedir. Cezalandırma ve caydırıcılık, birlikte ele alınmalıdır. Ceza, yaptırımın bir uygulama biçimidir. Caydırıcılık ise, cezalandırma yaptırımı öne sürülerek uyumun önceden sağlanmasına yöneliktir. Bu anlamda, caydırıcılık cezalandırmadan önceki aşamayı temsil etmektedir. Kaynak bağımlılığı ise, devletlerin uluslararası finansal sisteme bağ(ım)lılığını ve bu sistemden çıkmamak için bu sistemin kurumlarının belirlediği kurallara uyma zorunluluğunu ifade etmektedir. Bir diğer deyişle, bir devletin kaynaklarını kontrol altında tutan bir uluslararası finansal kuruluşun, o devleti siyasal ve ekonomik olarak kontrol etmesi olasılığı artacaktır (Pfeffer ve Salancik, 1978; Pfeffer ve Salancik, 2003). MEGG üzerinden yapılan incelemeye göre, küresel yönetişim ile küresel yönetişime ve politikaya uyumu sağlamada kullanılan mekanizmaların ilişkisi Şekil-1’deki gibi gösterilebilir. Şekil-1’e göre, düzenleyici mekanizma olarak işleyen MEGG, terörizmin finansmanına karşı küresel yönetişim için yakınsama, uyarlama (yapısal ve işlevsel), cezalandırma, caydırıcılık ve kaynak bağımlılığı sağlamaya çalışmaktadır. Bu amaçlara ulaşmak içinse, küresel yönetişim için zorlayıcı uyum mekanizmaları olarak üyelik koşulları, düzenli değerlendirme, teşhir etme ve uluslararası örgütlerle ilişkileri kullanmaktadır. Küresel yönetişim ise, başta 15 Örneğin, nükleer konusunda varılan anlaşma sonucunda İran’a yönelik yaptırımların hafifleyeceğini belirten MEGG, buna rağmen Şubat 2016 ayı içerisinde üye devletlerini, bankalarını İran ile iş yapma konusundaki riskler konusunda uyarmasını istemiştir. BM, Avrupa Birliği ve ABD tarafından yaptırımların hafifletilmesi kararının hemen ardından MEGG, İran’ı yüksek riskli ülke statüsünde tutmaya devam etmiştir. Uluslararası Para Fonu da, İran’ın MEGG’in terörizmin finansmanına karşı standartlarını uygulaması istemiştir. Bkz. http://breakingenergy.com/2016/03/02/irans-long-road-to-reintegratingwith-the-world-financial-system/, (14.06.2016). 165 A. BARBAK. politika yakınsaması olmak üzere, devletlerin yapısal ve işlevsel uyarlanması, ıraksama meydana geldiğinde cezalandırılması veya caydırılması; temelde de devletlerin uluslararası örgütlere kaynak bağımlılığının oluşturulması amaçlarına ulaşmayı öngörerek bu döngüyü sürdürmektedir. Şekil 1. Küresel Yönetişim-Zorlayıcı Uyum İlişkisi Zorlayıcı uyum mekanizmalarının en etkili olduğu alanın, ülkelerin uluslararası örgütler ile olan ilişkileri olduğu söylenebilir. Bu kapsamda, IMF ve DB, 2001 yılından itibaren MEGG ile birlikte çalışmaya başlamış (IMF ve World Bank, 2004) ve ülkeler ile ilişkilerinde MEGG standartlarına uyumu bir ölçüt ve ön koşul olarak kullanmaya başlamıştır. Buna ilave olarak IMF ve DB, MEGG yöntemini kullanarak ülkelerin MEGG standartlarına uyumunu incelemek için müşterek ülke değerlendirmeleri yapmaktadır (IMF, 2001). IMF ve World Bank (2004), genel olarak yüksek ve orta gelir sahibi ülkelerde uluslararası standartlara uyumun düşük gelirli ülkelere göre daha yüksek oranda olduğunu; terörizmin finansmanına yönelik küresel yönetişimde ise temel sorun alanının finansal bilgilerin gizliliği ve sınırlı paylaşımı nedenleriyle eşgüdüm eksiklikleri olduğunu belirtmişlerdir. MEGG’e ilave olarak, IMF ve World Bank (2004) devletlerin uyum sağlaması gereken koşulları şöyle ortaya koymuştur: BM sözleşmelerinin devletler tarafından imzalanması ve onaylanması, Terörizmin finansmanının iç hukukta bir suç olarak tanımlanması, Terörist varlıkların dondurulması ve bunlara el konulması, 166 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177 Terörizme ilişkin şüpheli finansal işlemlerin ulusal ve uluslararası kuruluşlara rapor edilmesi, Uluslararası işbirliğinin artırılması, Para transferi işlemlerinin izlenmesi. Yukarıda belirtilen sorun alanlarının MEGG standartları ile aynı olduğu görülmektedir. Bu durum bir taraftan küresel yönetişim çerçevesinde bir politika yakınsaması ortaya çıktığını gösterirken diğer taraftan da küresel yönetişime uyum için zorlayıcı bir mekanizma işlevi gördüğünü söylemek mümkündür. 3.2.4. Küresel Yönetişim ve MEGG: Devletlerle İlişki Kurma Biçimi ve Özellikler MEGG’in özelliklerine bakıldığında, terörizmin finansmanına karşı küresel yönetişim ve politika ağı içerisinde diğer aktörlerle ilişki kurma biçimini görmek mümkündür. Bu ilişki kurma biçimine ilişkin bileşenler, Tablo-4 ve Tablo-5’te gösterilmiştir. Bu bileşenlere bakılarak MEGG’in kendisini devletler karşısında nasıl konumlandırdığı tespit edilebilir. MEGG’in kendisini konumlandırma biçiminden, devletlerin bu küresel politikaya uyumunun ve kendi politikalarının oluşumunun nasıl gerçekleştiğini de görmek mümkündür. Tablo 4. MEGG’in Devletlerle İlişki Kurma Biçimi Bileşen Küresel Düzenleyici Mekanizmanın Yönetimi Küresel Yönetişime Katılım Küresel Yönetişim Politika Süreci Mekanizma Genel Kurul Bütçe katkısı Üyelik süreci Uyum sürecinin izlenmesi Tavsiyeler Eğitim Müşterek Değerlendirme Raporlama İşlev Kontrol, değerlendirme, statü verilmesi Masrafların karşılanması Üyelik koşulları yoluyla uyum İzleme ve takip Uyarlama Yönlendirme Uyum derecesi belirleme Geri besleme ve erken uyarı 167 Yöntem Ülke ziyareti, müşterek değerlendirme, genel kurul kararı Üyelik ücreti İzleme, değerlendirme, seçim Sürekli iletişim (İletişim Grubu), düzenli değerlendirme Uluslararası standartlar Rehberler Performans değerlendirmesi Değerlendirme sonuçlarının paylaşımı A. BARBAK. Tablo-4’te gösterildiği üzere, MEGG devletlerle çeşitli şekillerde ilişki kurmaktadır. Burada Genel Kurul kararlarının niteliği öne çıkmaktadır. Çünkü hükümetlerarası bir mekanizma olarak devletler karşısında statü verme yetkisine sahip olması, MEGG’in devletler üstünde bir otorite kullanımına işaret etmektedir. Bu durum, küresel yönetişimin bir yönüne işaret etmektedir. Bu çerçevede, küresel yönetişim bir koşullu üyelik sistemi olarak da nitelenebilir. MEGG’in devletlerle ilişki kurma biçimine bakılarak (Tablo-1 ve Tablo-4 karşılaştırılarak) genel olarak küresel yönetişimde devletlerle öngörülen ilişki kurma biçimleri hakkında da çıkarımlarda bulunulabilir. Tablo 5. Küresel Yönetişim ve MEGG’in Tanımlayıcı Özellikleri Tanımlayıcı Özellik (Küresel Yönetişim) Otorite Örgütlenmesi Resmi ve Resmi Olmayan Unsurlardan Oluşan Örgütlenme Yatay farklılaşma Yapısal Tematik örgütlenme Ağ tipi örgütlenme Çok kademeli yönetişim Esnek örgütlenme İşlevsel Devlet dışı siyasal otorite mekanizması Politika uyum mekanizması Kontrol mekanizması Tanımlayıcı Özellikleri (MEGG) Hükümetlerarası, geçici Siyasi ve idari personel, OECD den yer, bütçe ve sekreterya, tam biçimsel ve kurumsal olmayan yapı Devlet-devlet dışı ve finans-güvenlik aktörleri arasında otorite bölünmesi Terörizmin finansmanının önlenmesi Devlet ve devlet dışı aktörlerle işbirliği, eşgüdüm, uzlaşma ve uyum sağlama Ulus altı, ulusal ve ulus üstü yapılarla işbirliği Değerlendirme metodolojisi ve standartların güncellenmesi Küresel düzenleyicilik, zorlayıcı uyum, kolektif otorite Doğrudan ve dolaylı zorlayıcı uyum mekanizmaları, küresel düzenleyicilik Kurallar sistemi, standartlar, koşullar, politika tasarımı, izleme, değerlendirme Tablo-5’e göre, MEGG’in küresel yönetişimin tanımlayıcı özelliklerini taşıdığı görülmektedir. Burada zamana bağlı olarak değişecek olan şey ise, başta MEGG yapısı olmak üzere MEGG’in küresel yönetişim yapısı içerisindeki statüsü ve küresel yönetişimin kendisinin kurumlaşma derecesi olarak ileri sürülebilir. Çünkü halen uluslararası örgütler gibi biçimsel bir yapıya sahip olmayan MEGG, küresel yönetişimde önde gelen uluslararası örgütlerin (BM, OECD, IMF, DB) desteğiyle 168 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177 işlev göstermektedir. Yani, bu durumdaki zaman içerisindeki değişim kurumlaşma derecesini de değiştirecektir. 4. SONUÇ Uluslararası terörizmin finansmanının önlenmesi, 1990’lardan itibaren gelişmeye başlamış küresel bir politikadır. Bu kapsamda, özellikle 2000’li yıllarda devletlerin terörizmin finansmanının önlenmesine ilişkin politika süreçlerini açıklayabilmek için bu küresel yönetişimin yapısının, işlevlerinin ve devletlerle ilişki kurma biçiminin incelemelerde göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Politika süreci bağlamında ortaya çıkan durum, siyasal otoritenin devlet dışında örgütlenme çabasıdır. Siyasal otorite, devlet ölçeğinde ortaya çıkan ve temsili demokratik sistemden temelini alan bir otorite örgütlenmesidir. Siyasal otorite; anayasa ve yasalar ile yasama, yürütme ve yargı organlarında somutlaşan meşru iktidarı temsil etmektedir. Bu yönüyle, devlet ölçeğinde politika sürecini yürüten; kararlar alan, bu kararları uygulayan ve uygulamayı değerlendiren kurumları ifade etmektedir. Siyasal otoritenin devlet dışına taşınması ise, politika sürecinin belirli derecede devlet dışındaki bir ölçeğe taşınması anlamına gelmektedir. Bu ölçek günümüzde küresel ölçektir. Küresel yönetişim söz konusu olduğunda en sık karşılaşılan kavramlar eşgüdüm, işbirliği, uyum kavramlarıdır. Bunlar aynı zamanda küresel yönetişimin temel siyasal ve yönetsel sorunlarına işaret etmektedir. Eşgüdüm, küresel yönetişim içerisindeki aktörlerin faaliyetlerini birbirlerini bilgilendirerek yapmasını ifade ederken işbirliği, küresel politika için birlikte çalışmak anlamına gelmektedir. Uyum ise, küresel yönetişim açısından belki de en tartışmalı kavramdır. Çünkü uyum, küresel yönetişim-devlet ilişkisinde devletin egemenliğine ilişkin kaygılara çok yakın bir kavramdır. Eşgüdüm ve işbirliği, küresel yönetişim aktörleri arasında yatay bir ilişkiyi temsil ederken uyum, küresel yönetişim ile devlet arasında dikey (hiyerarşik) bir ilişki kurmaktadır. Çünkü uyum, devletlerin küresel politika ağı ve yönetişime yapısal ve işlevsel olarak bütünleşmesi durumudur. Küresel yönetişim bağlamında uyum, devletlerin egemenliğinin sınırlandığına ilişkin tartışmalarda üzerinde durulması gereken temel kavramlardan birisi olarak nitelenebilir. 169 A. BARBAK. MEGG, terörizmin finansmanına karşı politikanın uluslararası alanda uygulamaya geçirilmesi ve takip edilmesi açısından bir operasyonel mekanizma niteliğindedir. BM tarafından 1990’lı yıllarda terörizmin finansmanına karşı üye devletlerin işbirliğinin sağlanması yeterli derecede olmadığından bunu sağlayacak bir mekanizmaya ihtiyaç duyulduğu açıktır. Özellikle, BM’nin bu konuda uygulamaya dönük bir biriminin olmaması, politikanın uygulamaya geçirilmesi açısından başlıca sorun olarak görülebilir. MEGG, 2001 yılından itibaren, terörizmin finansmanına karşı küresel politika ve yönetişim yapısında çeşitli işlevleri yerine getiren bir yapı olarak politika ağının merkezine yerleşmiştir. Buna göre MEGG’in özellikleri, alanyazında küresel yönetişimi tanımlamak için kullanılan tanımlayıcı özellikler ile örtüşmektedir. Bu bağlamda MEGG’in işlevsel özelliklerini ortaya koymak gerekmektedir. MEGG, öncelikle terörizmin finansmanına karşı küresel yönetişimde düzenleyici mekanizma olarak işlev göstermektedir. Düzenleyicilik işlevini, finansal alana ilişkin uluslararası standartlar koyarak ve devlet politikalarına ilişkin çerçeve çizerek gerçekleştiren MEGG finansal alanı düzenlemektedir. MEGG ayrıca, bir yaptırım mekanizması olarak da nitelenebilir. Doğrudan ve dolaylı yaptırım araçlarına sahip olan MEGG, özellikle diğer uluslararası örgütler ile olan işbirliği sayesinde yaptırım gücünü ve alanını genişletmektedir. MEGG’in bir diğer özelliği, uyum sağlayıcı mekanizma olarak işlev görmesidir. MEGG, hem üyelerinin hem de üyelik başvurusu yapan ya da yapmayan devletlerin, kendisinin belirlediği standartlara uymasını beklemektedir. Böylece küresel yönetişim ve politikanın uygulanabilmesi için daha büyük bir finansal alanın ve coğrafyanın kontrol edilmesi mümkün hale gelmektedir. MEGG ayrıca, devletlerin terörizmin finansmanına yönelik politika süreçlerini takip eden bir kontrol mekanizması olarak işlev görmektedir. Devletleri izleme ve değerlendirme süreçleri ile takip ve kontrol eden MEGG, kamuya açık raporlama yaparak doğrudan ve dolaylı kontrol alanını genişletmektedir. 170 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177 Şekil 2. MEGG’in İşlevsel Özellikleri (Döngüsel) Şekil-2’de gösterildiği gibi, MEGG’in işlevsel özellikleri bir döngüsel süreç olarak ortaya çıkmaktadır. Düzenleyicilik işlevi kapsamında geliştirmiş olduğu standartlar ve politika önerileri sayesinde bir kontrol mekanizması işlevi kazanan MEGG, kontrol işlevi aracılığıyla devletlerin finansal alanı üzerinde bir yaptırım gücü kazanmaktadır. MEGG’e yaptırım mekanizması niteliği kazandıran bu durum ise, devletleri terörizmin finansmanına yönelik küresel politika ve yönetişime uyum sağlamaya zorlamaktadır. Ortaya çıkan uyum ise, düzenleyicilik işlevinden beklenen sonuca ulaşılması hatta düzenleyicilik işlevinin daha da güçlenmesi olarak değerlendirilebilir. Terörizmin finansmanına karşı küresel yönetişimin geleceğine yönelik bir öngörü yapılmak istenirse, üzerinde durulması gereken ilk mesele küresel yönetişimin kurumsallaşma ya da kurumlaşma derecesinde ortaya çıkması muhtemel değişimdir. Bir başka deyişle, daha önce bahsedildiği gibi zamanın ve mekânın bir fonksiyonu olan küreselleşme, küresel yönetişim olarak kurumlaşmakta; buna bağlı olarak küresel yönetişimin kurumlaşma derecesi de değişmektedir. Bu kapsamda, MEGG ve MEGG benzeri yapıların gelecekte geçici bir örgütlenme olmaktan çıkarak sürekli bir niteliğe kavuşması beklenmelidir. Bu kurumlaşmanın amacı ise, küresel yönetişim için daha fazla eşgüdüm, uyum ve işbirliği olacaktır. Uluslararası finansal kuruluşların terörizmin finansmanının önlenmesi konusunda daha fazla işlev üstlenmesi sonucunda ise, MEGG’in lağvedilmesinin de gündeme gelmesi beklenebilir. 171 A. BARBAK. Terörizmin finansmanına yönelik küresel yönetişimin kurumlaşma derecesinin artması sonucunda, MEGG’in işlevsel özelliklerinin daha da güçlenmesi söz konusu olacaktır. Bunun yanı sıra, BM’nin özellikle küresel güvenlik politikaları için başat meşruiyet kaynağı olarak devam edeceği görülmektedir. Ayrıca mevcut durum, MEGG ve MEGG benzeri yapıların oluşturduğu ağ tipi ilişki biçiminin korunacağını göstermektedir. Bu yapıların ağ içerisinde daha fazla etkileşim içerisinde olacağı da öngörülebilir. Bu bağlamda, terörizmin finansmanına karşı küresel yönetişim açısından bir ilerleme söz konusudur. KAYNAKÇA BENNETT, C. J. (1991), “What is Policy Convergence and What Causes It?”, British Journal of Political Science, 21(2), 215-233. BÖRZEL, T. A. (1997), “What is so Special About Policy Networks?-An Exploration of the Concept and Its Usefulness in Studying European Governance”, European Integration Online Papers (EIoP), 16, http://eiop.or.at/eiop/texte/1997016a.htm, (09.01.2016). BRONER, F. A., VENTURA, J. (2010), “Rethinking the Effects of Financial Liberalization”, NBER Working Paper, 16640, http://www.nber.org/papers/ w16640.pdf, (18.01.2016). BUZAN, B., WÆVER, O., WILDE, J. (1998), Security: A New Framework for Analysis, Lynne Rienner Publishers, Boulder. CARAYANNIS, E. G., PIRZADEH, A., POPESCU, D. (2012), Institutional Learning and Knowledge Transfer Across Epistemic Communities, Springer Science+Business Media, USA. CASTELLS, M. (2008), “The New Public Sphere: Global Civil Society, Communication Networks, and Global Governance”, The Annals of the American Academy, 616, 78-93. 172 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177 COMMISSION ON GLOBAL GOVERNANCE (1995), Our Global Neighbourhood: The Report of the Commission on Global Governance, Oxford University Press, UK. COX, R. (1994), “Multilateralism and the Democratization of World Order”, 1994 International Symposium on Sources of Innovation in Multilateralism, Switzerland, 1-2. DINGWERTH, K., PATTBERG, P. (2006), “Global Governance As a Perspective on World Politics”, Global Governance, 12(2), 185-203. FATF (2015a), “Emerging Terrorist Financing Risks”, FATF Report, http://www.fatf-gafi.org/media/fatf/documents/reports/Emerging-TerroristFinancing-Risks.pdf, (25.01.2016). FATF (2015b), “Terrorist Financing FATF Report to G20 Leaders Actions Being Taken By The FATF”, FATF Report, http://www.fatf-gafi.org/media/fatf/ documents/reports/Terrorist-financing-actions-taken-by-FATF.pdf, (25.01.2016). FINKELSTEIN, L. S. (1995), “What is Global Governance?”, Global Governance, 1 (3), 367-372. GIBBS, J. P. (1989), “Conceptualization of Terrorism”, American Sociological Review, 54(3), 329-340. GIDDENS, A. (1998), The Third Way, The Renewal of Democracy, Polity Press, Cambridge. GIRALDO, J. K., TRINKUNAS, H. A. (2007), “The Political Economy of Terrorism Financing”, Terrorism Financing and State Responses: A Comparative Perspective, (Ed. J.K.Giraldo, H.A.Trinkunas), Stanford University Press, USA, 720. HARVEY, D. (1989), The Condition of Postmodernity: An Enquiry into the Origins of Cultural Change, Blackwell Publishers, Oxford. 173 A. BARBAK. HETTNE, B. (2002), “In Search of World Order”, Global Governance in the 21st Century: Alternative Perspectives on World Order, (Ed. B.Hettne, B.Odén), Almkvist & Wiksell International, Sweden, 6-25. HOARE, Q., SMITH, G. N. (1992), Selections from The Prison Notebooks of Antonio Gramsci, International Publishers, USA. IMF (2001), “Intensified Fund Involvement in Anti-Money Laundering Work and Combating the Financing of Terrorism”, Task Force Report, https://www.imf.org/external/np/mae/aml/2001/eng/110501.htm, (25.12.2015). IMF, WORLD BANK (2004), “Twelve-Month Pilot Program of Anti-Money Laundering and Combating the Financing of Terrorism (AML/CFT) Assessments”, Joint Report on the Review of The Pilot Program, http://www.imf.org/external/np/ aml/eng/2004/031604.htm, (27.12.2015). KAMINSKY, G. L., SCHMUKLER, S. L. (2003), “Short-Run Pain, Long-Run Gain: The Effects of Financial Liberalization”, IMF Working Paper, WP/03/34, http://www.imf.org/external/pubs/ft/wp/2003/wp0334.pdf, (26.01.2016). KEOHANE, R.O. (2002), Global Governance and Democratic Accountability, London School of Economics, UK. KERWER, D., HUELSSE, R. (2011), “How International Organizations Rule the World: The Case of the Financial Action Task Force on Money Laundering”, Journal of International Organizations Studies, 2(1), 50-67. KRAHMANN, E. (2005), “American Hegemony or Global Governance? Competing Visions of International Security”, International Studies Review, 7(4), 531-545. LAWLESS, M. (2007), “Terrorism: An International Crime”, International Journal, 63(1), 139-159. LEVI, M. (2010), “Combating the Financing of Terrorism: A History and Assessment of the Control of Threat Finance”, British Journal of Criminology, 50(4), 650-669. 174 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177 NUGENT, N. (2003), Government and Politics of the European Union, Palgrave Macmillan, Basingstoke. OECD (2001), “FATF Cracks Down on Terrorist Financing”, PAC/COM/NEWS, 91, http://www.fatf-gafi.org/dataoecd/45/48/34269864.pdf, (27.12.2015). OVERBEEK, H. (2004), “Global Governance, Class, Hegemony: A Historical Materialist Perspective”, Working Papers Political Science, 2004/01, http://www.fsw.vu.nl/en/Images/Global_Governance,_Class,_Hegemony_A_histor ical_materialist_perspective_tcm250-42721.pdf, (28.12.2015). PFEFFER, J., SALANCIK, G. R. (1978), The External Control of Organizations: A Resource Dependence Perspective, Haper & Row, New York. PFEFFER, J., SALANCIK, G. R. (2003), The External Control of Organizations: A Resource Dependence Perspective, Stanford University Press, USA. RHODES, R. A. W. (1996), “The New Governance: Governance Without Government”, Political Studies, XLIV, 652-667. ROSENAU, J. N. (1997), Along the Domestic-Foreign Frontier: Exploring Governance in a Turbulent World, Cambridge University Press, UK. ROSENAU, J. N. (1999), “Toward an Ontology for Global Governance”, Approaches to Global Governance Theory, (Ed. M.Hewson, T.J.Sinclair), State University of New York Press, USA, 287-301. SCHOLTE, J. A. (2007), “Defining Globalization”, Revista económica de CastillaLa Mancha, 10, 15-63. SOBACI, M. Z. (2013), “Politika Ağları: Aktörler Arası İlişkiler Üzerinden Kamu Politikasını Anlamak”, Kamu Politikası: Kuram ve Uygulama, (Der. M.Yıldız, M.Z.Sobacı), Adres Yayınları, Ankara, 130-147. 175 A. BARBAK. THE INSTITUTE FOR ECONOMICS AND PEACE (2015), “Global Terrorism Index 2015: Measuring and Understanding The Impact of Terrorism”, IEP Report, No. 36, http://economicsandpeace.org/wp-content/uploads/2015/11/GlobalTerrorism-Index-2015.pdf, (06.01.2016). TURNER, N. W. (2014), “The Financial Action Task Force: International Regulatory Convergence Through Soft Law”, New York Law School Law Review, 59, 547-559. UNITED NATIONS (1994), “Measures to Eliminate International Terrorism”, A/RES/49/60, http://www.un.org/ documents/ga/res/49/a49r060.htm, (15.11.2015). UNITED NATIONS (1996), “Measures to Eliminate International Terrorism”, A/RES/51/210, http://www.un.org/documents/ga/res/51/a51r210.htm, (15.11.2015). UNITED NATIONS (1999), “International Convention for the Suppression of the Financing of Terrorism Adopted by the General Assembly of the United Nations”, Resolution 54/109, http://www.un.org/law/cod/finterr.htm, (05.01.2016). WALCK, C., BILIMORIA, D. (1995), “Editorial: Challenging Globalization Discourses”, Journal of Organizational Change Management, 8(4), 3-5. VUJAKOVIC, P. (2010), “How to Measure Globalisation? A New Globalisation Index (NGI)”, FIW Working Paper, 46, https://ideas.repec.org/p/wsr/wpaper /y2010i046.html, (18.12.2015). WEISS, T. G. (2000), “Governance, Good Governance and Global Governance: Conceptual and Actual Challenges”, Third World Quarterly, 21(5), 795-814. WEISS, T. G., GORDENKER, L. (1996), NGOs, the UN, and Global Governance, Colorado Lynne Rienner Publishers, USA. WENDT, A. (1992), “Anarchy is What States Make of It: The Social Construction of Power Politics”, International Organization, 46(2), 391-425. 176 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177 WITTE, J. M., REINICKE, W. H., BENNER, T. (2000), “Beyond Multilateralism: Global Public Policy Networks”, International Politics and Society, 2, 176-188. ZÜRN, M. (1998), “The Rise of International Environmental Politics-A Review of Current Research”, World Politics, 50(4), 617-649. ZÜRN, M. (2013), “Globalization and Global Governance”, Handbook of International Relations, (Ed. W.Karsnaes, T.Risse, B.A.Simmons), SAGE Publications, London, 401-425. http://www.fatf-gafi.org/about/membersandobservers/#d.en.3147, (10.01.2016). http://www.fatf-gafi.org/about/, (10.01.2016). http://www.fatf-gafi.org/countries/, (10.01.2016). http://www.fatf-gafi.org/publications/?hf=10&b=0&s=desc(fatf_releasedate), (10.01.2016). http://breakingenergy.com/2016/03/02/irans-long-road-to-reintegrating-with-theworld-financial-system/, (14.06.2016). http://www.idsa.in/idsastrategiccomments/PakistanCastigatedforDeficienciesinCou nterTerroristFinancingRegime_SKSaini_170308, (14.06.2015). http://www.finmin.nic.in/press_room/2011/Press_Release_FATF_25022011.pdf, (10.06.2016). http://www.argaam.com/en/article/articledetail/id/380050, (14.06.2016). 177 Yayın Geliş Tarihi: 31.01.2016 Yayın Kabul Tarihi: 25.04.2016 Online Yayın Tarihi: 22.12.2016 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208 Türkiye Bisküvi, Çikolatalı ve Şekerli Mamuller Sektörü: Firma Yoğunlaşma Analizi Kübra ÖNDER1 Öz Yoğunlaşma kavramı, ürün piyasasında alıcı ve satıcıların sayı ve büyüklük bakımından dağılımı olarak ifade edilmektedir. Yoğunlaşma ile sektördeki firma sayısı ve rekabet arasında ters yönlü bir ilişki vardır; yoğunlaşma arttıkça piyasadaki firma sayısı azalmakta ve buna bağlı olarak rekabet şansı da azalmaktadır. Piyasadaki yoğunlaşma düzeyini ölçmek için kullanılan birçok yöntem bulunmaktadır. Çalışmada N-firma Yoğunlaşma Oranları (CR-4 ve CR-8), Herfindahl-Hirschman, Entropi ve Rosenbluth İndeksleri yardımı ile Türkiye bisküvi, çikolatalı ve şekerli mamuller sektöründeki yoğunlaşma düzeyi 19972014 dönemi verileri kullanılarak analiz edilmiştir. Yapılan analiz sonucunda; CR-4 ve CR-8 yoğunlaşma oranlarına göre sektörde yüksek düzeyde yoğunlaşmanın olduğu; Herfindahl-Hirschman, Entropi ve Rosenbluth indeksi analizi sonuçlarına göre ise sektörün monopolcü rekabet ile oligopol arasında yer aldığı görülmektedir. Anahtar Kelimeler: Bisküvi, Çikolatalı ve Şekerli Mamuller Sektörü, Piyasa Yapısı, Sektörel Yoğunlaşma JEL Sınıflandırma Kodları: D22, D40, Q13, L10 Turkish Biscuits, Chocolate and Sugar Products Sector: Firm Concentration Analysis Abstract The concept of concentration refers to the distribution of customers and sellers in terms of number and size in the goods market. There is a reverse relationship between concentration, and the number of firms and the level of competition; the lower the number of firms, the more concentration ratio and the lower the level of competition. There are various methods to measure concentration level in a certain market. In the study, concentration ratio in Turkish biscuit, chocolate and sugar products sector is analysed by using time series data for the period 1997-2014 through N-Firm Concentration Rates (CR4 and CR-8), Herfindahl-Hirschman, Entropy, Rosenbluth Indices. As a result of the analysis, high level of concentration is determined according to CR-4 and CR-8 concentration ratios in the sector, while according to the Herfindahl-Hirschman, Entropy and Rosenbluth Indices the results reveal that the sector has a structure between monopolistic competition and oligopoly. Keywords: Biscuits, Chocolate and Sugar Products, Market Structure, Sectoral Concentratio JEL Classification Codes: D22, D40, Q13, L10 1 Yrd.Doç.Dr., Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü, [email protected] K. ÖNDER. 1. GİRİŞ Dünyada mal ve hizmet piyasaları incelendiğinde, farklı piyasa türlerinin özelliklerini taşıyan piyasa yapıları ile karşılaşılmaktadır. Bazı piyasalarda üst düzeyde rekabet yaşanırken, bazı piyasalar ise tam rekabetten yoksundur. Günümüzde firmalar piyasa paylarını, karlarını artırmak ve maliyetlerini düşürmek vb. amaçlarla çeşitli faaliyetlerde bulunarak piyasayı rekabet ortamından uzaklaştırıp piyasa başarısızlıklarından biri olan aksak rekabet piyasalarının oluşmasına neden olmaktadır. Bu amaç doğrultusunda firmalar mal farklılaştırmasına gitmek, ölçek ekonomilerini sağlamak, firmalar arası anlaşmalar yapmak ve çeşitli pazarlama teknikleri gibi yöntemleri kullanmaktadırlar. Dolayısıyla piyasalar hakkında öngörüde bulunmak ve üreticilerin hangi piyasa yapısına sahip olduklarını görebilmek zorlaşmaktadır. Piyasa yapısını belirlemek için birçok yöntem kullanılmaktadır. Bu yöntemlerden en çok kullanılanlar YapıDavranış-Performans (Structure-Conduct-Performance SCP) yaklaşımı kapsamında yer alan N-firma Yoğunlaşma Oranı ve Herfindahl-Hirschman İndeksi iken (Polat, 2007: 98) son dönemde Entropi, Rosenbluth, Kapsamlı Yoğunlaşma gibi diğer indekslerin de kullanıldığı görülmektedir. Piyasa yoğunlaşma indeksleri, piyasa gücünün hesaplanmasında yararlı ve pratik göstergeler sağlayarak piyasanın ne kadar rekabetçi olduğuna ilişkin ipuçları vermektedir. Başka verilerle birlikte ele alındığında bu indeksler firmanın piyasadaki gücünün belirlenmesinde çok daha etkin sonuçlar sunmaktadır. Piyasada faaliyet gösteren firma sayısı arttıkça ve firmalar verimlilik ve maliyet açısından birbirine yaklaştıkça yoğunlaşma azalmakta, piyasadaki rekabet artmakta ve firmaların piyasa değişkenlerini etkileme güçleri azalmaktadır (Kaynak ve Ari, 2011: 40-41). Yüksek yoğunlaşma oranları, piyasa başarısızlıklarından biri olan eksik rekabet şartlarının varlığı konusunda önemli bir gösterge olduğu için piyasa yoğunlaşma oranlarının bilinmesi önemlidir. Türkiye’de üretimine 1924 yılında bisküvi üretimi ile başlayan bisküvi, çikolatalı ve şekerli mamuller sektörü bugün, çoğunluğu modern teknoloji ile 180 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208 donatılmış 40’ı aşkın fabrika ile faaliyet göstererek yıllık yaklaşık 1.700 bin ton düzeyindeki üretim kapasitesi ile özellikle Orta Anadolu, Marmara, ve Güney Doğu Anadolu bölgelerinde yoğunlaşmıştır (www.tuik.gov.tr, 26.03.2016). Nüfus artışı, genç nüfusun tüketim kalıbındaki değişim ve ihracata yönelik teşvik uygulamaları ile birlikte sektör ekonomide ilgi odağı olmuş ve sektöre yönelik yatırımlar özellikle de ihracata yönelik yatırımlar artırmıştır. Bu nedenle çalışmada; tahıla dayalı ürünler içinde en yüksek katma değer yaratan, 2015 Ekim ayı itibariyle %10,5 işsizliğin yaşandığı, emek yoğun üretim kalıbı ile iş yaratma fırsatına sahip olan ve Türkiye Kalkınma Bankası tarafından oluşturulan genel performans sıralamasında 110 sektör içinde 22’nci sırada yer alarak gelecek vaat eden sektörlerden biri olan bisküvi, çikolatalı ve şekerli mamuller sektörü incelenmiştir. Tahıla dayalı ürünler içinde en fazla katma değer yaratan bisküvi sektörü ile çikolatalı ve şekerli mamuller sektörünün piyasa yapısını belirlemeyi amaçlayan bu çalışmanın ilk bölümünde, Türkiye’nin bisküvi, çikolata ve şekerli mamuller sektörü incelenmiştir. İkinci bölümde, çeşitli sektörlerde piyasa yapısını inceleyen çalışmalara ait literatüre yer verilmiş; üçüncü bölümde, yoğunlaşma ve yoğunlaşma üzerinde etkili olan unsurlara değinilmiştir. Dördüncü bölümde yoğunlaşma indekslerinden bahsedilmiş ve takip eden beşinci bölümde ise bisküvi, çikolata ve şekerli mamuller sektörü’nün piyasa yapısı analiz edilmiştir. Çalışmanın son bölümünde ise sektörün piyasa yapısı ile ilgili değerlendirme yapılmıştır. 2. TÜRKİYE’DE BİSKÜVİ, ÇİKOLATALI VE ŞEKERLİ MAMULLER SEKTÖRÜ Beslenme açısından önemli bir yere sahip olan bisküvi, 19’uncu yüzyıla kadar lüks bir tüketim maddesi olarak kabul edilirken, modern dünyada hayat tarzlarının değişmesi ile artık herkes tarafından kolaylıkla tüketilebilen bir gıda maddesi olmuştur (http://www.ito.org.tr, 31.03.2016). İş hayatı ve uzun seyahatler nedeniyle aile yemeklerinin hazırlanması için geçen zaman ve enerji kısıntından dolayı işlenmiş yiyecekler, özellikle bisküvi, kurabiye, kek vb. gibi “atıştırılan” 181 K. ÖNDER. yiyeceklerin tüketiminde yaşanan olumlu gelişmeler bisküvi üretimini de artırmıştır. Bisküvi ve gofret üretimi, tarıma dayalı sanayinin ağırlıkta olduğu Orta Anadolu Bölgesinde, özellikle de Karaman ilinde küçük imalathanelerde geleneksel üretim yöntemleri ile başlamıştır. Zaman içerisinde bisküvi ve gofret üretimine çikolata, çiklet, kek, şekerleme de dâhil olmuş ve bu sektör başta Karaman olmak üzere bisküvide Konya, Eskişehir ve Ankara; çikolata üretiminde, Konya, Gaziantep, Bursa, Adana, Eskişehir, İzmir ve Denizli; şekerli mamuller üretiminde ise İstanbul, Ankara, İzmir, Afyon, Konya, Kayseri, Kocaeli, Bursa, Balıkesir, Antalya, Denizli, Adana, Mersin ve Samsun gibi illerde yoğunlaşarak dev bir iş koluna dönüştüğü görülmektedir (www.kalkinma.com.tr, 26.03.2016). Günümüzde modern teknolojiyle donatılan sektör, hem ürün yelpazesini genişletmiş hem de uygulanan ihracat teşviklerinin pozitif bir yansıması olarak firma sayısını ve üretim kapasitesini arttırarak dünyanın birçok ülkesine binlerce ton ürün gönderen bir sanayiye dönüşmüştür. 1989-90 yıllarında fabrikaların üretimi yaklaşık 150-200 tonken bu oran piyasaya girişte yaşanan kolaylık, uygulanan yatırım teşvikleri ve hızla gelişen ihracat olanakları, kentleşme ve genç nüfus oranında görülen artışlar ile farklı ve yeni tatlara açık olan genç nüfus eğiliminin bir sonucu olarak bisküvi üretimi 724 bin tona; çikolata üretimi 554 bin tona ve şekerli mamuller üretimi ise 370 bin tona yükselmiştir (Tablo 1) (www.ekonomi.gov.tr, 2013; www.ankaratb.org.tr, 2008: 3-4). Tablo 1. Türkiye’nin Bisküvi, Çikolatalı ve Şekerli Mamuller Üretimi (Bin Ton) Ürünler 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 Bisküvi (Tatlı Bisküvi Dâhil) 442 464 526 670 614 602 653 669 724 Çikolata (Beyaz Çikolata Hariç) 248 269 288 363 363 409 453 495 554 Şekerli Mamuller 187 208 217 244 239 229 276 305 370 Kaynak: TÜİK, Sanayi Ürünleri Yıllık Üretim ve Satış İstatistikleri, 2005 – 2013, http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1066, (09.01.2016). 182 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208 Tablo 1’de de görüldüğü gibi, Türkiye’de bisküvi (gofret dâhil), çikolatalı ve şekerli mamuller üretimi yıllar itibari ile artış göstermesine rağmen üretilen bu ürünlerin raf ömürlerinin kısa olması ve hacimli oluşları nedeni ile çok büyük kapasiteli depolara ihtiyaç duyulduğu için stoklama imkanları sınırlı tutulmakta ve söz konusu ürünlerin üretim miktarı talep ve satış durumuna göre belirlenmektedir (Sertakan, 2006: 4). Dolayısıyla, tahıla dayalı ürünler içinde en fazla katma değer yarattığı kabul edilen sektör, yatırımların özellikle ihracata yönelik yatırımların odağı olmuştur. 1994-1995’li yıllarda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin dağılmasıyla birlikte kurulan yeni ülkeler sektör için önemli bir pazar konumuna gelmiştir. Son yıllarda özellikle, Eski Doğu Bloku ülkelerinin büyük miktarda ürün talebi de üretim hızını katlayarak artırmıştır (Tablo 2). Tablo 2. Türkiye’nin Bisküvi, Çikolata ve Şekerli Mamuller İhracatı (Miktar, ton; Değer, bin dolar) Ürün Tatlı Bisküvi (Gofret Dahil) Çikolatalı Mamuller Bisküvi Şekerli Mamuller (Beyaz Çikolata Dahil) Yıl Miktar Değer Miktar Değer Miktar Değer Miktar Değer 2002 70.150 46.477 3.456 31.649 41.639 79.104 46.131 98.831 2003 95.034 70.646 4.567 49.931 61.698 129.795 55.645 121.783 2004 111.765 82.088 3.939 50.638 72.059 161.281 67.654 157.157 2005 110.111 85.689 4.245 58.046 81.489 191.844 74.750 177.343 2006 115.621 90.527 4.358 63.734 105.445 241.714 85.672 193.704 2007 136.062 121.033 5.266 82.185 136.135 324.642 94.826 241.377 2008 124.936 149.909 5.473 105.592 128.959 355.512 102.196 287.867 2009 119.254 138.918 5.098 100.092 122.826 328.654 2010 145.241 171.130 5.150 98.536 137.220 364.472 102.992 279.009 2011 180.458 256.445 3.522 66.185 149.398 433.839 120.492 328.888 2012 198.336 265.764 3.186 58.947 157.292 478.895 145.485 403.018 2013 222.578 297.584 3.284 62.213 180.294 542.728 172.519 489.756 2014 231.733 311.015 3.332 61.737 191.532 576.761 187.224 536.918 Kaynak: TradeMap, 256.409 http://www.trademap.org/Country_SelProductCountry_TS.aspx, (22.12.2015). 183 94.288 K. ÖNDER. Bisküvi, çikolata ve şekerli mamuller sektörüne ait ilk önemli ihracat 1980 yılında 2700 ton olarak gerçekleşmiştir. 1997 yılında Rusya ve Orta Asya Cumhuriyetlerini hedef pazar seçen Türkiye’nin ihracatı, 1998 yılında yaşanan küresel krize kadar önemli bir gelişme göstermiştir. Küresel ekonomik kriz yurt içi ve yurt dışı talebi olumsuz yönde etkilemiştir. Yine aynı dönemde özellikle bisküvi sektörünün önemli bir girdisi olan buğdaya Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO)’nin dünya fiyatlarının üzerinde bir fiyat belirlemesinin sonucu olarak sektör maliyetlerinin artması, bu döneme ait üretim miktarının düşmesine neden olmuştur. Sektör bu durumdan kurtulabilmek için yeni pazar arayışına girmiş ve düşük kar marjı ile Afrika ve Balkan ülkeleri pazarından pay elde etmeye çalışmıştır. Türkiye’nin pazar payı elde etme çalışmaları sonuçsuz kalmamış ve sektöre ait ürün ihracatında hızlı bir artış izlenmiştir. Sektörde yaşanan bu artış 2008 finansal krizine kadar devam etmiştir. 2008 yılında sektörün ihracat miktarında bir düşüş yaşanmasına rağmen bu düşüş kriz sonrası süreçte miktar ve değer bakımından telafi edilmiştir (www.ekonomi.gov.tr, 2003). Bisküvi sektöründe ise 2008 yılına kadar ihracat artmış, sektörde yer alan diğer ürünlerin tersine takip eden yıllarda ise giderek azalmıştır. Sektöre ait ürün ihracatı ülke bazında incelediğinde; 2002-2014 döneminde ihraç edilen bazı ürünlerin ülke yelpazesinde ciddi bir değişim yaşandığı görülmektedir (Tablo 3). 2002 yılına kadar sektöre ait ürünlerin ihracatı yapılmayan Irak, 2003 yılından itibaren sektörün en önemli pazarı haline gelmiş ve 2014 yılı itibariyle çikolatalı ve şekerli mamuller ihracatının %17,13’ü (190 milyon dolar), bisküvi ihracatının %27’si (125 milyon dolar) bu ülkeye yapılmıştır. 2002 yılı itibariyle en büyük sektör ihracatçısı olan Suudi Arabistan ile ihracat ise dalgalı bir seyir izlemiştir. 2014 yılında yapılan 51 milyon dolarlık ihracat, Suudi Arabistan’ı çikolatalı ve şekerli mamuller ihracatında dördüncü sıraya, bisküvi ihracatında ise üçüncü sıraya geriletmiştir. İhracat yapılan ülkelerin geneline bakıldığında; ağırlıklı olarak Ortadoğu, Afrika, Orta Asya Cumhuriyeti ile bazı Avrupa Birliği ülkelerine yapıldığı görülmektedir. 184 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208 Türkiye bisküvi, çikolatalı ve şekerli mamuller tüketiminde çoğu dünya ülkesinin gerisinde yer almaktadır. Bu nedenle, Türkiye çikolatalı ve şekerli mamuller ihracatçısı özellikle de tatlı bisküvi ihracatçısı olarak bilinmektedir (http://www.kalkinma.com.tr, 01.04.2016). Ancak son dönemlerde sektör ithalatında küçümsenmeyecek oranlarda artış yaşanmıştır. 2002-2014 dönem verileri incelendiğinde; 2002 yılında 3,6 milyon dolar olan tatlı bisküvi ihracatı %14,2 artarak 25,2 milyon dolara yükselmiş, bisküvi ithalatı %8 artarak 0,3 milyon dolara, çikolatalı mamuller ithalatı % 10 artarak 16,9 milyon dolara ve şekerli mamuller ithalatı ise %8 artarak 98 milyon dolara ulaşmıştır (Tablo 4). Tablo 4. Türkiye’nin Bisküvi, Çikolata ve Şekerli Mamuller İthalatı (Miktar: ton; Değer: bin Dolar) Tatlı Bisküvi (Gofret Dahil) Ürün Yıl Çikolatalı Mamuller Bisküvi Miktar Değer Miktar Değer Miktar Değer Miktar Değer 2002 1.189 3.588 1.809 2.109 5.821 20.274 1.077 2.523 2003 1.270 4.221 2.045 2.785 6.366 24.060 1.295 3.212 2004 1.578 6.041 3.597 7.123 9.264 36.137 1.591 4.166 2005 2.469 9.672 3.975 5.427 9.725 41.544 1.985 4.771 2006 3.116 11.798 4.776 6.653 13.055 58.484 1.488 5.015 2007 3.580 14.298 5.664 9.519 13.276 64.349 1.892 7.394 2008 4.663 18.705 8.286 16.661 15.310 80.343 4.059 16.627 2009 4.930 18.624 8.941 19.460 15.784 77.208 3.462 15.139 2010 5.792 20.526 11.937 27.098 18.516 89.227 2.373 10.074 2011 5.913 21.630 13.145 33.485 19.635 91.693 2.953 13.010 2012 5.632 19.718 15.032 42.180 21.196 100.653 2.542 10.719 2013 7.642 27.047 18.029 47.095 20.750 111.379 3.010 13.623 2014 6.913 25.207 15.716 34.260 16.227 98.108 3.666 16.895 Kaynak: TradeMap, http://www.trademap.org/Country_SelProductCountry_TS.aspx, (10.01.2016). 185 Şekerli Mamuller (Beyaz Çikolata Dahil) 2011 72.457 26.683 19.367 13.045 11.928 11.384 8.766 8.320 8.285 7.873 7.761 7.645 7.645 6.656 Ülke Irak Yemen Suudi Arabistan Almanya Cezayir Azerbaycan Albania Filistin İsrail Libya Senegal Romanya ABD Bulgaristan 4.978 7.918 7.918 3.734 11.643 9.718 7.567 7.178 12.590 12.048 10.952 18.959 20.674 78.160 2012 2013 5.745 11.602 11.602 2.782 8.912 10.400 8.343 8.348 16.542 11.521 11.786 17.247 24.573 89.015 Bisküvi (Tatlı Bisküvi Dahil) 4.747 10.747 10.747 2.730 7.088 5.574 9.439 8.728 18.058 11.363 11.548 21.572 32.074 80.894 2014 186 Kazakistan Bulgaristan Yemen Türkmenistan Tacikistan Azerbaycan İsrail İran Libya Romanya Suudi Arabistan Birleşik Arap Emirlikleri Cezayir Irak Ülke 13.270 12.484 12.950 14.527 15.758 24.316 21.833 23.051 23.721 10.277 26.791 27.324 49.232 128.673 2011 13.581 12.728 17.319 13.151 15.519 25.839 23.526 19.364 39.690 9.073 30.835 24.460 37.144 149.379 2012 Çikolatalı ve Şekerli Mamuller Tablo 3. Ülkeler İtibariyle Türkiye’nin Bisküvi, Çikolatalı ve Şekerli Mamuller İhracatı (Değer, bin dolar) K. ÖNDER. 17.670 14.074 19.621 12.115 11.816 37.131 34.179 21.332 42.257 8.341 36.715 22.944 42.716 188.455 2013 17.707 13.582 22.744 11.677 9.929 35.671 32.696 33.360 34.766 6.036 51.259 27.378 42.291 190.812 2014 72.457 26.683 19.367 13.045 104.815 322.630 Irak Yemen Suudi Arabistan Almanya Diğerleri Toplam 324.711 110.674 10.952 18.959 20.674 78.160 2012 359.797 121.379 11.786 17.247 24.573 89.015 2013 372.752 137.443 11.548 21.572 32.074 80.894 2014 Toplam Diğerleri Suudi Arabistan Birleşik Arap Emirlikleri Cezayir Irak Ülke 762.727 358.520 26.791 27.324 49.232 128.673 2011 187 881.913 450.305 30.835 24.460 37.144 149.379 2012 Çikolatalı ve Şekerli Mamuller Kaynak:TradeMap,http://www.trademap.org/Country_SelProductCountry_TS.aspx,(22.12.2015). 2011 Ülke Bisküvi (Tatlı Bisküvi Dahil) 1.032.484 523.118 36.715 22.944 42.716 188.455 2013 1.113.679 583.771 51.259 27.378 42.291 190.812 2014 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208 K. ÖNDER. Sektör ithalatının ülke ağırlığına bakıldığında ağırlıklı olarak AB ülkelerine yapıldığı ve en fazla ithalat yapılan ilk dört ülkenin bisküvi sektöründe; Belçika, Almanya, Hollanda ve Polonya olduğu; çikolatalı ve şekerli mamuller sektöründe ise Almanya, Hollanda, Belçika ve İtalya’nın olduğu görülmektedir. 2014 yılı için bu dört ülkenin toplam bisküvi sektörü ithalatı içindeki payı % 75, çikolatalı ve şekerli mamuller sektör ithalatı içindeki payı ise %65’dir. Yıllardır çikolatalı ve şekerli mamuller sektörünün lideri olan Almanya, Bisküvi sektöründe 11.664 bin dolarlık ithalatıyla yerini 15.507 bin dolarlık ithalat yapılan Belçika’ya kaptırmıştır (Tablo 5). 3. LİTERATÜR TARAMASI Literatürde yoğunlaşma oranının belirlenmesi konusunda çeşitli sektörleri ele alan yerli ve yabancı birçok çalışma bulunmaktadır. Söz konusu çalışmaların bir kısmının tek denklem, eşanlı denklem sistemi ve panel veri yöntemlerini kullanarak; diğer bir kısmının ise N firma yoğunlaşma oranı, HerfindahlHirschman indeksi gibi nispi ve kapsamlı yoğunlaşma indekslerinden yararlanarak piyasa yoğunlaşma derecesini belirleyip piyasa yapısını değerlendirdiği görülmektedir. Ancak araştırma kapsamında yapılan ulusal ve uluslararası yazında, Bisküvi, Çikolatalı ve Şekerli Mamuller Sektörü’nün bir bütün olarak incelenmediği, piyasa yoğunlaşması açısından analiz edilmediği ve ulusal yazında, sektöre yönelik çalışmaların nicel araştırma yöntemi kullanılarak; marka bağımlılığının veya tüketici eğilimlerinin incelendiği görülmektedir (Özel, 2006; Ondoğan, 2008; Ünal, Deniz ve Can, 2008). Çeşitli sektörler için piyasa yoğunlaşması konusunu inceleyen yerli ve yabancı çalışmalara Tablo 6’da yer verilmiştir. 188 11.191 15.579 5.561 9.189 5.397 2.701 990 857 751 2.899 55.115 Belçika Almanya Hollanda Polonya İtalya Bulgaristan İsviçre Fransa Birleşik Krallık Diğerleri Toplam 61.898 3.335 920 369 814 2.953 5.586 6.263 5.234 21.647 14.777 2012 74.142 6.302 894 403 1.171 3.288 6.712 6.997 9.654 17.878 20.843 2013 59.467 6.206 730 762 741 2.871 5.989 7.076 7.921 11.664 15.507 2014 Toplam Diğerleri Slovenya Bulgaristan Polonya ABD İsviçre İtalya Belçika Hollanda Almanya Ülke 104.703 11.534 7.641 5.200 34.755 2.709 4.657 5.151 9.316 10.563 13.177 2011 189 111.372 9.207 1.341 1.310 25.689 4.204 4.475 21.120 10.940 13.782 19.304 2012 125.002 14.485 605 1.223 14.056 6.203 8.570 19.842 14.564 16.095 29.359 2013 Çikolatalı ve Şekerli Mamuller Kaynak: TradeMap, http://www.trademap.org/Country_SelProductCountry_TS.aspx, (10.01.2016). 2011 Ülke Bisküvi Tablo 5. Ülkeler İtibariyle Türkiye’nin Bisküvi, Çikolatalı ve Şekerli Mamuller İthalatı (Değer, bin dolar) 115.003 16.183 869 1.510 7.025 7.311 7.850 8.981 10.607 19.926 34.741 2014 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208 Polat (2007) Kösekahyaoğlu (2007) Çil Yavuz (2000) Aktaş ve Yurdakul 2001) 190 1980-2015 dönem verileri kullanılarak Türkiye’nin dış ticaretinde ürün ve ülke yoğunlaşma düzeyi incelenmiş ve ürün çeşitlenmesi açısından Türkiye’nin dış ticaretinde olumlu sonuç elde edilmiştir. 2001-2005 dönem verilerini kullanarak Türkiye çimento sektörünün piyasa yapısını belirlemiştir. CR firma yoğunlaşma analizine göre firma yapısı monopolcü rekabet ile oligopol piyasası sınırında yer alırken HH indeksine göre daha rekabetçi bir yapının varlığı belirlenmiştir. Türk bankacılık sistemindeki yabancı girişimcilerin yoğunlaşma düzeyini 1980-1997 dönem verileri kullanılarak analiz edilmiştir. Yurtiçi bankacılık sisteminde yaşanan rekabet ortamının bankacılık sistemi içindeki yabancı girişimcilik yoğunlaşma düzeyini azalttığını ileri sürmüştür. Türkiye’de uygulamaya konulan dış ticaret politikalarının ihracat ve ithalata etkisi 1980 öncesi ve sonrası dönem için incelenmiştir. 1985-1997 yılları arası Türkiye ve Dünya’daki un sanayi sektörü yoğunlaşma açısından incelenmiş ve çok düşük oranda da olsa sektörün yoğunlaştığı tespit edilmiştir. Gini-HH yoğunlaşma indeksi N-firma yoğunlaşma oranı ve HH indeksi Gini-HH yoğunlaşma ind.. HH, N firma yoğunlaşma ind. HirschmanHerfindahl (HH) İndeksi, Rosenbluth indeksi (RI) ve Entropi İndeksi Regresyon analizi 1970-1990 dönemi verileri kullanılarak Türkiye imalat sanayi (kimya, dokuma-giyim, camseramik, demir-çelik ve taşıt araçları) alt sektörleri için ihracat ve yoğunlaşma arasındaki ilişkiyi belirlemiştir. Denizer (1999) Çoklu Regresyon analizi 284 imalat sanayi sektörünün 1958-1981 dönemine ait verilerini kullanarak fiyat-maliyet marjı ile yoğunlaşma arasındaki ilişkiyi analiz etmiştir. Donowitz, Hubbard ve Petersen (1987) Erlat (1991) Yöntem Kapsam Yazar Tablo 6. Yoğunlaşmanın Analiz Edildiği Çeşitli Ampirik Çalışmalar K. ÖNDER. ve Sung (2014) Taru ve Lawal (2011) Nolan, Santos ve Shi (2012) Pehlivanoğlu ve Tekçe (2013) Küçükkiremitçi, Karaca ve Eşiyok (2010) Kaynak ve Ari (2011) Durukan Hamurcu (2009) Akal (2008) Yazar 191 1980-2005 verileri kullanılarak, Türkiye’nin Ortadoğu sınır ülkeleri ile olan dış ticaretindeki yoğunlaşma düzeyi fasıl bazında analiz edilmiş ve yoğunlaşmanın tarımsal fasıldan sanayi fasıllarına doğru kaydığı sonucuna ulaşılmıştır. Türkiye ve Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan ve Özbekistan’ın mobil iletişim piyasalarının yoğunlaşma oranı ve piyasa yapısı 2002-2007 dönemi için analiz edilmiş ve Türkiye, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan’ın rekabetçi olmayan, oligopol bir piyasa yapısına Tacikistan ve Özbekistan’ın ise orta derecede yoğunlaşmış bir oligopol yapısına sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır. 2007 yılı verilerini kullanarak, Türkiye’nin ihracatında ilk beşte yer alan ülkelere yapılan ihracatın sektörel profili ortaya konulmuş ve Türkiye’nin sektörel ve bölgesel yoğunlaşması analiz edilmiştir. 2003-2011 dönem verilerinin kullanıldığı çalışmada Türk otomotiv sektörünün piyasa yapısı yoğunlaşma oranı ile incelenmiş ve çalışma sonuçlarına göre, yerli binek araç piyasası ve yerli hafif ticari araç piyasası için orta yoğunluklu monopolcü rekabetçi bir yapı, İthal binek ve ithal hafif ticari araç piyasalarında ise düşük yoğunlaşma derecesi söz konusudur. Nijerya perakende ve toplan patates piyasasındaki yoğunlaşma düzeyi incelenmiş ve piyasanın yüksek yoğunlaşmaya sahip oligopolist bir piyasa olduğuna tespit etmişlerdir. 2002-2009 dönem verileri ile Amerika mısır piyasasının yoğunlaşma düzeyi hesaplanmış ve piyasa yoğunlaşması ile piyasa yenilikleri arasında pozitif bir ilişki bulunmuştur. 1993-2011 dönemleri için İstanbul Ticaret Odası verilerini kullanarak Türkiye Elektrik piyasasının yapısını analiz etmiştir. Analizde; piyasanın güçlü bir oligopolist duruma yakın dolayısıyla da rekabetçi yapıdan uzak olduğu sonucuna ulaşılmıştır 1998-2014 dönemi için 24 OECD ülkesinin 1998-2014 dönem verileri kullanılarak mobil iletişim piyasasındaki yoğunlaşma hesaplanmıştır. Ampirik sonuçlar mobil iletişim piyasasının yoğunluk derecesinin yüksek olduğu desteklemektedir. Kapsam N-firma yoğunlaşma oranı ve HH indeksi Regresyon analizi Gini Katsayısı ve Lorenz Eğrisi N yoğunlaşma N-firma yoğunlaşma oranı ve HH indeksi N-firma yoğunlaşma oranı ve HH indeksi N-firma yoğunlaşma oranı ve HH indeksi Yapısal Analiz Yöntem Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208 K. ÖNDER. 4. YOĞUNLAŞMA VE YOĞUNLAŞMA ÜZERİNDE ETKİLİ OLAN UNSURLAR Piyasa yapısı; sektördeki firma sayısı, ürün farklılaşması, giriş koşulları ve firmaların dikey olarak bütünleşme dereceleri incelenerek açıklanabilir. Piyasa yapısını belirlemek için en sık kullanılan ölçü, piyasa yoğunlaşmasıdır. Yoğunlaşma, alıcı ve satıcıların sayısı ve büyüklük dağılımı ile ilgili bir kavramdır. Yoğunlaşma derecesi, hem satıcıları hem de alıcıları yönetim ve performans yönünden etkilemesine rağmen alıcılar açısından yoğunlaşmayı ölçmenin oldukça zor olması, çalışmaların satıcılar üzerine yönelmesine neden olmaktadır. Satıcılar açısından yoğunlaşma, toplam yoğunlaşma ve piyasa yoğunlaşması olmak üzere ikiye ayrılabilir. Toplam yoğunlaşma; toplam satışlardaki, varlıklardaki, istihdamdaki vb. değişkenlerdeki yoğunlaşmayı yansıtırken; piyasa yoğunlaşması, bazı endüstri veya piyasalardaki en büyük firmaların önemini yansıtmaktadır. Genel anlamda yoğunlaşma kavramı, bir piyasadaki alıcı ve satıcı firmaların sayısı ve büyüklük dağılımı ile ilgilidir. Ayrıca yoğunlaşma, belli bir bütüncüllük düzeyindeki ekonomik faaliyetin büyük bir oranının, bu faaliyete katılan birimler içindeki az sayıda birim tarafından kontrol altında tutulması (Bain, 1968: 78) veya endüstriyel yapı ve performansın ne derece tam rekabetçi, ne derece monopolcü şartlara yaklaştığını belirten bir ölçüttür (Bailey ve Boyle, 1971; Marfels, 1975: 485). Başka bir ifade ile yoğunlaşma, bir piyasada hâkim firma sayısının bir göstergesidir. Buradan hareketle, az sayıda firmanın faaliyet gösterdiği bir piyasada, yoğunlaşmanın yüksek; çok sayıda firmanın faaliyette bulunduğu piyasada ise yoğunlaşmanın düşük olduğu söylenebilir. Ancak piyasadaki firma sayısının tek başına yoğunlaşmanın göstergesi olarak alınması, bazı eksiklikleri içinde barındırmaktadır. Piyasada faaliyet gösteren firma sayısı aynı olmasına rağmen firmaların büyüklükleri ya da piyasa payları birbirlerinden farklı olabilmektedir. Böyle bir durumda yoğunlaşma düzeyinin belirlenebilmesi için firma büyüklüklerinin ortaya konulması gerekmektedir. Piyasada faaliyet gösteren 192 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208 firmaların piyasa payları birbirine ne kadar yakın ise, o piyasada yoğunlaşmanın düşük olduğu, firma piyasa paylarının birbirinden farklılaştığı durumda ise yoğunlaşma oranının yüksek olduğu kabul edilir (Çermikli, 2014: 16-19). Piyasa koşullarına göre farklı piyasa türlerinin görüldüğü ticari hayatta, üretici davranışları piyasadan piyasaya farklılık göstermekte ve buna bağlı olarak da yoğunlaşmaya yol açan nedenler farklılaşmaktadır. Bu unsurların göreli ağırlığı bir endüstriden diğerine farklılık gösterebileceği gibi, zaman içinde de değişebilmektedir. Yoğunlaşmaya yol açan unsurların başında; ölçek ekonomileri, firma birleşmeleri, endüstriye giriş engelleri, ekonominin büyümesi, yeni teknolojinin uygulanması, reklamlar, ekonomi yönetimi ve hukuki düzenlemeler gibi birçok faktör sayılabilir (Hatırlı, 2014: 295). Yoğunlaşmayı etkileyen faktörlerden biri ölçek ekonomileridir. Bir firmanın ortalama maliyeti üretim düzeyi arttıkça; artabilir, azalabilir veya sabit kalabilir. Eğer firmanın üretim hacmi arttıkça, ortalama maliyeti düşüyorsa (artıyorsa/değişmiyorsa) firmanın ölçek ekonomisinin olduğu veya ölçeğe göre artan getiriye (ölçeğe göre azalan getiriye/ ölçeğe göre sabit getiriye) sahip olduğu ifade edilir. Dolayısıyla, ölçek ekonomileri, üretim hacmi arttıkça uzun dönem ortalama maliyetin düşeceğini gösterir. Firmaların ölçek ekonomileri dolayısıyla sağlamış oldukları avantajlar arttıkça maliyetler düşecek, verimlilik artacak ve daha fazla üretebileceklerdir. Bunun sonucu olarak, bu firmaların piyasa paylarında artış yaşanacak ve firmaların piyasa yoğunlaşma derecesi artacaktır (Davut, 2002: 219). Bazen belirli bir piyasada faaliyette bulunan firmaların monopol gücü kazanmak ve karlarını artırmak amacıyla aralarında anlaşma yaparak piyasadaki rekabeti sınırlandırmaları da, yoğunlaşmayı etkileyen bir diğer unsur olarak ortaya çıkmaktadır (Utton, 1970: 31-32; Hannah ve Kay, 1977; Muller, 1976). Yoğunlaşma derecesi üzerinde etkili olan bir başka faktör, endüstriye giriş engelleridir. Endüstriye giriş engelleri; endüstride mevcut firmaların, yeni firma girişini engelleyen minimum uzun dönem ortalama maliyetin üzerinde bir fiyat uygulamalarına olanak vermektedir ve bu durum piyasadaki mevcut firmaların lehine bir rekabet avantajı sağlamaktadır. Piyasaya giriş engellerinin firmalara 193 K. ÖNDER. sağladığı bu şekildeki bir fayda, piyasada bulunan mevcut firmaların karlarının ve piyasa paylarının artmasına yol açmaktadır. Bu durumda giriş engeli, bir endüstrideki bir veya birkaç firmayı rekabette avantajlı duruma getirerek yoğunlaşma derecesinin artması ya da korunması üzerinde etkili olabilmektedir (Bain, 1968: 204). Yoğunlaşma derecesi üzerinde etkili olan bir diğer unsur da ekonominin büyümesi ve piyasaların genişlemesidir. Ekonominin ve piyasaların sürekli büyümesi halinde, firmalar ekonomideki ve piyasadaki büyümeye aynı düzeyde ayak uyduramazlarsa bu durum, yeni firmaların piyasaya girmesine, dolayısıyla firmaların piyasa paylarının azalmasına ve yoğunlaşma derecesinin düşmesine neden olabilmektedir (Bain, 1968: 210; Low, 1970: 111). Araştırma geliştirme (Ar-ge) faaliyetlerinde bulunma ve geliştirilen yeni teknoloji düzeyi, ürün çeşitliliğinde ve üretim miktarında bir artış sağlamakta, üretim maliyetlerinde düşüşe neden olmakta ya da veri girdi miktarı ile daha fazla çıktı elde etme imkanı sağlamakta ve teknolojiyi üretimde rekabet üstünlüğü sağlayan temel girdi konumuna taşımaktadır. Teknolojinin hızla gelişmesi ve uluslararası rekabet, firmaları diğer firmalara göre rekabet açısından daha üstün kılmaktadır. Bu durum, firmaların teknolojik yenilik yapma isteğini artırmakta ve yatırıma yönlendirmektedir. Ancak rekabetçi piyasadaki küçük firmalar yatırım yapabilecek kaynaklara sahip değildir. Piyasadaki güçlü üstün teknoloji, zaman içinde piyasadaki diğer küçük firmaların piyasa dışına çıkmasına ya da bu firmaların kapanmasına yol açmaktadır. Bu durum da, piyasa yoğunlaşma derecesinin yeni teknoloji kullanan firmaların lehine artmasına neden olmaktadır (Taymaz, www.rekabet.gov.tr, 26.03.2016). Yoğunlaşmayı etkileyen unsurlar konusunda ileri sürülen bir başka görüş, temel girdinin kontrolü ve yasal engellerdir. Üretimde kullanılan temel girdinin tek bir firmanın veya hakim firmanın kontrolünde olması yoğunlaşmayı etkilerken; bir malın üretiminin patent ve telif hakları ile tek bir firmaya verilmesi de yoğunlaşmayı etkilemektedir (Hatırlı, 2014: 294). Ayrıca firmalara geniş alıcı 194 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208 kitlelerine ulaşma ve ürününü tanıtma şansı veren reklamlar ve hükümetlerin uyguladıkları etkin olmayan yönetim de piyasa yoğunlaşmasına neden olurken hukuki düzenlemeler, piyasa yoğunlaşma derecesinin azalmasında etkilidir. 5. YOĞUNLAŞMA İNDEKSLERİ Yönetim ve performansı etkileme yönünden alıcılar açısından yoğunlaşma derecesi, satıcılar açısından yoğunlaşma derecesi kadar önemli olmasına rağmen literatürde alıcılar açısından yoğunlaşma derecesi, bilgi toplama ve ölçmede yaşanan güçlükler gibi nedenler dolayısıyla çalışmalara fazla konu olmamıştır (Koch,1980: 172). Satıcılar açısından yoğunlaşma derecesi incelenirken, monopolleşme eğilimi ile bağlantı kurulmuş ve monopolün kaynak dağılımı ve refah üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle konu önem kazanmıştır. Ayrıca, yoğunlaşmayı ölçmenin daha kolay olması da konunun bir çok ampirik çalışmada konu edinilmesinde rol oynamıştır (Devine vd., 1974: 83). Yoğunlaşma derecesinin ölçülmesi konusu üzerinde anlaşılmış temel bir yöntem bulunmamakla birlikte firma büyüklüğünü ölçmek için çeşitli yoğunlaşma ölçütleri bulunmaktadır. Bu ölçüler; mutlak ve göreli olmak üzere iki şekilde sınıflandırılmaktadır. Göreli yoğunlaşma ölçüleri, endüstrideki firmaların büyüklük dağılımındaki eşitsizliği yansıtmaya yönelikken; mutlak yoğunlaşma ölçüleri ise az sayıda büyük firmanın, endüstrideki satışları ne oranda kontrol altında tuttuğunu yansıtmaya yöneliktir (Utton, 1970: 35; Pickering, 1974: 5). Uygulamada en sık kullanılan yoğunlaşma oranı, sektördeki en büyük n firmanın piyasa paylarının toplamıdır ve cebirsel açıdan değerlendirildiğinde lineer bir ölçüm yapmaktadır (Shy, 1995: 172): C S i 1,2,3, … n 1 Eşitlik 1’de yer alan C , “k” sayıdaki firmanın pazar paylarının yoğunlaşma oranını; S , “i”ninci firmanın endüstrideki pazar payını, “n” endüstrideki firma sayısını ifade etmektedir. n-firma yoğunlaşma oranı genelde 4 veya 8 firma için 195 K. ÖNDER. hesaplanmaktadır. Bu oran sıfır ile yüz arasında değerler almaktadır. n-firma yoğunlaşma oranı piyasanın en yüksek payına sahip ilk dört firma için hesaplandığında elde edilen değerdir; eğer 30’dan küçük ise düşük düzeyde yoğunlaşmadan, 30 ile 50 arasında ise orta düzey yoğunlaşmadan, 50 ile 70 arasında ise yüksek düzeyli bir yoğunlaşmadan ve 70’den büyük ise çok yüksek düzeyde yoğunlaşmadan bahsedilir (TÜİK Haber Bülteni, 2010:2). Yoğunlaşma oranı, kısmi yoğunlaşma ölçüsüyken; Hirschman-Herfindahl ve Rosenbluth indeksleri kapsamlı yoğunlaşma ölçüleridir (Davut, 2002: 225). Herfindahl-Hirchman İndeksi (HH), Hirschman’ın 1945’deki çalışması ve ondan bağımsız olarak Herfindahl’ın 1950’deki çalışmasıyla ortaya koyulmuş bir indekstir. 1980 yılından itibaren yoğun olarak kullanılan HH indeksi, endüstrideki tüm firmaların piyasa paylarının karelerinin toplamından oluşmaktadır ve endüstrideki bütün firmalar dikkate alınarak hesaplanmaktadır: HH S 2 HH indeksinde, piyasa payı büyük olan firmalara küçük olanlara göre daha fazla ağırlık verilmektedir. Bu indeks 1000 ile 10000 arasında değerler almaktadır. İndeks değeri 1800 ile 10000 arasında ise yüksek piyasa yoğunlaşmasından (düşük rekabetten), 1000 ile 1800 arasında bir değer alıyor ise orta düzey yoğunlaşma düzeyinden (orta düzey rekabetten) ve 0 ile 1000 arasında bir değer alıyor ise piyasada düşük yoğunlaşma düzeyinden (yüksek rekabetten) bahsedilmektedir (Kalkan, www.rekabet.gov.tr, 26.03.2006). Rosenbluth (1961) tarafından önerilen ve daha sonra Hall ve Tideman (1967) tarafından düzenlenen Rosenbluth indeksinde (RI) 2 ise firmaların endüstrideki payları, büyüklük sıralaması içindeki yerleri ile ölçeklendirilmektedir ve aşağıdaki gibi gösterilmektedir: 2 RI indeksi, 0 ile 1 arasında değerler alır. Değer 1’e yaklaştıkça piyasa tekel durumuna yaklaşır. 196 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208 RI 2∑ 1 iS 1 3 Bir başka yoğunlaşma ölçüsü, Horvath’ın kapsamlı yoğunlaşma indeksidir (CCI) (Horvath, 1970): CCI S S 2 Bu indek, S 4 endüstrideki en büyük firmanın piyasa payı ile diğer firmaların piyasa paylarının ağırlıklı toplamını gösterir. ’nın, kısmi ve kapsamlı yoğunlaşma ölçülerini birlikte kullanan bir indeks olduğu görülmektedir ve en üst sınır değeri bire eşittir (Tirole, 1988: 222). Yoğunlaşma hesaplamak için kullanılan bir başka ölçüm ise, Entropi katsayısıdır (E). Entropi indeksi, firmaların piyasa paylarındaki eşitsizlikleri, firma sayılarını ve büyüklüklerini dikkate alan bir ölçüttür. Entropi katsayısı, ters yoğunluk ölçümü olup E’nin düşük değerlerinde endüstrideki yoğunlaşmanın daha büyük olduğunu göstermektedir. Entropi katsayısı, Herfindahl indeksi gibi piyasada faaliyet gösteren küçük ve büyük bütün firmaları kapsamına almaktadır ayrıca logaritmik değerleri kullandığından Herfindahl indeksine göre hassas ölçmede daha etkindir (Hexter ve Snow, 1970: 240). Entropi indeksi aşağıdaki şekilde gösterilir: E S log 1/S 5 HH, RI ve CCI karşılaştırıldığında, aralarındaki temel farklılığın, firmaların piyasa payına verilen ağırlıklarla ilgili olduğu görülmektedir. HH indeksinde küçük firmaların ağırlığı az, RI indeksinde ise daha fazladır. Logaritmik değerlerle hesaplanan Entropi katsayısı HH yoğunlaşma indeksine göre firmaların görece büyüklüklerine daha duyarlı olmasından dolayı ön plana çıkmaktadır (Su, 2003; 15). Ölçütlendirme yöntemindeki bu farklılık nedeniyle, küçük firmaların piyasa paylarındaki değişmeler de indekslere farklı şekilde yansıyacaktır. 197 K. ÖNDER. Yoğunlaşmanın ölçülmesinde mutlak ve göreli ölçülerden hangisinin daha uygun olduğu hususu tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmada, mutlak ve göreli yoğunlaşma kavramlarından hangisinin daha uygun olduğu konusu önem taşımaktadır. Firma sayısının önem taşıdığını iddia edenler, yoğunlaşma oranı gibi ölçülerin üstünlüğünü savunmaktadırlar. Firmaların büyüklük dağılımındaki eşitsizliğin önem taşıdığını öne sürenler ise, göreli yoğunlaşma ölçülerini savunmaktadırlar (Utton, 1970: 49). Needman (1978: 128-29)’a göre yoğunlaşma indeksleri arasında firmaların piyasa paylarını ağırlıklandırma yöntemi açısından farklılıklar vardır. Bu nedenle, yoğunlaşma indeksleri, firmaların karar alırken rakiplerin sayısı ve büyüklük dağılımına verdikleri ağırlığı farklı şekilde yansıtırlar. Bu nedenle çalışma da, farklı yoğunlaşma indeksleri kullanılarak endüstrinin yoğunlaşma düzeyi hesaplanmıştır. 6. ARAŞTIRMANIN KAPSAMI VE AMPİRİK ÇALIŞMA SONUÇLARI 6.1. Araştırmanın Kapsamı Araştırma konusunu oluşturan bisküvi, çikolatalı ve şekerli mamuller üretimi Kalkınma Bakanlığı sektör sınıflandırmasına göre, tek sektör çatısı altında yer almamaktadır. Bisküvi üretimi, imalat sanayii gıda sektörü içinde un ve unlu mamuller alt ayrımında yer alırken; helva, lokum, çiklet, şekerleme, çikolata ve çikolatalı mamuller gibi diğer ürünler ise Kalkınma Bakanlığı sektör sınıflandırması içinde gıda sektörü¸ şeker ve şekerli mamuller sanayii alt ayrımında yer almaktadır. Bu nedenle, çalışmada yer alan araştırma konusu ürünlere ilişkin ISIC Rev.3 sınıflaması temel alınmıştır. Ayrıca bisküvi, çikolatalı ve şekerli mamuller sektöründe yer alan firmaların ürettikleri ürünlerin büyük oranda iç içe geçmeleri, firmaların kar amacıyla mal farklılaştırmalarına gitmeleri ve sektördeki ürünlerin ikamesi yüksek ürünler olmaları nedeniyle her bir ürünün üretim miktarının ve buna bağlı olarak satış değerlerinin raporlanmasında zorluklar yaşanmaktadır. Dolayısıyla, çalışmada; İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından her yıl belirlenen Türkiye’nin birinci ve ikinci en büyük 500 sanayi firmasının arasında yer alan ve bisküvi, çikolatalı ve şekerlemeli mamuller piyasasında faaliyet 198 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208 gösteren firmaların 1997-2014 yılları arasındaki net satış rakamları kullanılarak, bisküvi (gofret) ve çikolatalı ve şekerli mamuller sektörü bir bütün olarak incelenmiştir. İSO’nun (www.iso.org.tr, 2015) web sayfasından ve yazışma ile İSO’dan temin edilen, birinci ve ikinci en büyük 500 firma verileri içerisinden sektöre ait firmalar, Avrupa Topluluğu Ekonomik Faaliyetlerin İstatistiki Sınıflaması (NACE Rev.2)’nın 10 nolu (Gıda Ürünlerinin İmalatı) koduna ve Birleşik Milletler Tüm Ekonomik Faaliyetlerin Uluslararası Standart Sanayi Sınıflaması (ISIC Rev.2)’nın 311 nolu (Gıda Maddeleri Sanayi) koduna sahip firmalardan derlenmiştir. Sektöre ait piyasa yoğunlaşma değerleri hesaplanırken her firmanın net satış değerleri dikkate alınmıştır (Taymaz, rekabet.gov.tr, 115; İzgi, 2011; Pehlivanoğlu ve Tekçe, 2013: 373). 6.1. Ampirik Çalışma Sonuçları Sektörde faaliyet gösteren firmaların yoğunlaşma dereceleri Yoğunlaşma Oranı, HH, Entropi ve RI indeksleri ile hesaplanmıştır. Yapılan analiz sonucu elde edilen değerler Tablo 7’de verilmiştir. Tablo 7. Türkiye’de Bisküvi, Çikolatalı ve Şekerli Mamuller Sektöründe Yoğunlaşma Oranları Yıllar Firma Sayısı* CR-4 CR-8 HH İndeksi Entropi İndeksi RI CCI 1997 13 0,76 0,91 0,180 0,879 0,171 0,463 1998 15 0,76 0,89 0,188 0,887 0,166 0,474 1999 14 0,77 0,92 0,202 0,854 0,181 0,494 2000 9 0,80 0,98 0,211 0,787 0,175 0,507 2001 9 0,76 0,97 0,201 0,808 0,166 0,494 2002 7 0,83 -- 0,253 0,707 0,199 0,556 2003 9 0,74 0,97 0,173 0,845 0,154 0,452 2004 9 0,73 0,98 0,16 0,860 0,149 0,427 2005 10 0,72 0,96 0,158 0,875 0,147 0,428 2006 10 0,78 0,96 0,211 0,808 0,168 0,505 199 K. ÖNDER. 2007 11 0,75 0,94 0,174 0,867 0,151 0,455 2008 12 0,73 0,94 0,166 0,893 0,144 0,440 2009 14 0,71 0,92 0,158 0,925 0,136 0,426 2010 13 0,70 0,91 0,153 0,926 0,164 0,413 2011 12 0,69 0,92 0,144 0,93 0,152 0,397 2012 12 0,68 0,93 0,145 0,917 0,154 0,401 2013 13 0,70 0,91 0,147 0,935 0,151 0,398 2014 14 0,70 0,90 0,148 0,940 0,149 0,400 * İstanbul Sanayi Odası birinci ve ikinci 500 Büyük Sanayi Kuruluşu verilerinden yazar tarafından hesaplanmıştır. Tablo 7’de Türkiye bisküvi, çikolatalı ve şekerli mamuller üretiminde en büyük paya sahip dört büyük firmanın CR-4 yoğunlaşma oranı incelendiğinde; Sektörün 1997 yılına ait satış toplamının %76’sının dört firmada yoğunlaştığı, 2002’de bu oranın %83’e yükseldiği ve takip eden yıllarda ise oranın giderek azaldığı, 2014 yılında bu oranın %70 olarak gerçekleştiği görülmektedir. Hesaplanan CR-4 değerleri, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’nun CR-4 kriterleri dikkate alınarak incelenecek olursa, net satışlar bazında hesaplanan CR-4 oranının %70’in üzerinde olduğu ve sektörde çok yüksek düzeyde bir yoğunlaşmanın gerçekleştiği dolayısıyla piyasanın oligopolist piyasa yapısı özelliğı taşıdığı görülmektedir. Tabloda bulunan CR-8 değerleri incelendiğinde, yıllar itibariyle %90 seviyesinin üzerinde seyrettiği görülmektedir (2002 yılı için CR-8 yoğunlaşma oranı sektörde faaliyet gösteren sekiz firmanın bulunmaması nedeniyle hesaplanamamıştır). Bunun anlamı, piyasada N-firma yoğunlaşma analizi kapsamında çok yüksek düzeyde bir yoğunlaşma olduğudur. HH indeksi baz alınarak yapılan hesaplama sonucu elde edilen değerler incelendiğinde; analize konu olan sektörde 2002 yılına kadar yüksek piyasa yoğunlaşmasının var olduğu ve piyasadaki rekabet düzeyinin düşük olduğu; 2002 yılından sonra ise (2006 ve 2007 yılları hariç) orta düzey piyasa yoğunlaşmasının mevcut olduğu ve piyasanın orta düzey rekabete sahip olduğu görülmektedir. HH indeksi gibi piyasada faaliyet gösteren tüm firmaları dikkate alan Entropi indeksi 200 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208 değerleri, zamanla artan bir trend göstermektedir. Entropi indeksi değerlerinin artması, yayılma oranının arttığını; bir başka ifade ile entegrasyon düzeyinin yüksek olduğunu ifade etmektedir (Laaser ve Schrader, 2002: 16-18). RI indeks değerleri incelendiğinde; bu değerin de HH indeksi gibi 2002 yılına kadar yüksek seyrederken, takip eden yıllarda azaldığı dikkat çekmektedir. Bu durum, 2002 yılına kadar yoğunlaşmanın yüksek olduğunu ancak yoğunluğun 2014 yılına kadar azaldığını ifade etmektedir. CCI indeksi hesaplarına göre, yoğunlama oranlarının dalgalı bir seyir izlediği ve 2006 yılından itibaren azalan oranda azaldığı görülmektedir. Diğer indeksler gibi piyasanın orta düzey bir rekabete sahip olduğunu göstermektedir. Dünya bisküvi ihracatında dokuzuncu sırada yer alan Türkiye’nin üretim miktarını belirleyen en önemli aktör, yurt dışı tüketimdir (http://www.trademap.org, 10.12.2016). Talebe göre üretimini gerçekleştiren bisküvi, çikolatalı ve şekerlemeli mamuller sektörünün piyasa yapısının monopolcü rekabet ile oligopol arasında yer aldığı görülmektedir. 7. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Çalışmada, İstanbul Sanayi Odası tarafından her yıl belirlenen, Türkiye’nin birinci ve ikinci en büyük 500 sanayi firmasının arasında yer alan ve bisküvi, çikolatalı ve şekerlemeli mamuller piyasasında faaliyet gösteren firmaların 19972014 dönemi net satış verileri kullanılarak sektörün yapısı analiz edilmiştir. Çalışmada kullanılan yöntemlerin kriterleri göz önünde bulundurularak incelendiğinde; Bisküvi, çikolatalı ve şekerli mamuller sektörünün, CR-4 ve CR-8 yoğunlaşma analizlerine göre oligopolist piyasa yapısı özelliğini taşıdığı ancak incelenen dönemin sonlarına doğru monopolcü rekabet yapısına büründüğü, HH analizine göre ise piyasanın orta düzey yoğunlaşmaya sahip olduğu diğer bir ifade ile oligopol bir yapı içinde olduğu söylenebilir. Sektörde ortaya çıkan piyasa yapısı; sektör ürünleri insan sağlığını yakından ilgilendirdiği için ilgili Bakanlık ve resmi kurum ve kuruluşlardan alınması gereken ruhsat ve izinlerin varlığı, sektör yatırımlarının büyük sermaye gerektirmesi, üretim sürecinde kullanılan temel 201 K. ÖNDER. girdilerin dünya fiyatlarının üzerinde olması, taşımacılık maliyetlerinin yüksek olması ve üretim sürecinde kullanılan katkı maddelerinde dışa bağımlı olunmasının (yeni firmaların sektöre girişlerinde büyük külfet getirmesinin bir sonucu olarak) piyasaya yeni girişleri engellenmesine bağlanabilir. Ayrıca sektörde bulunan orta ve küçük kapasiteli işletmelerin büyük ve modern teknolojiye sahip işletmelerle teknolojik açıdan rekabet edememeleri de piyasa yapısının oligopol olmasında diğer bir faktördür. Bu engeller dolayısıyla satılan orta ve küçük kapasiteli işletmeler piyasa içinde bulunan büyük firma grupları tarafından satın alınmakta, bu da piyasa yoğunlaşmasının artmasına ve piyasa yapısının rekabetten uzaklaşarak oligopolist bir yapıya dönüşmesine neden olmaktadır. Bu durumda yapılması gereken, Rekabet Kurumu ve bu kuruluş gibi ulusal ve uluslararası kurumların, ülke içindeki ve dışındaki tüm piyasaları gözetim altında tutmalarıdır. Bunu yerine getirirken konularında uzman kişilerle ve etkili analiz yöntemleriyle piyasa verileri değerlendirilmeli ve elde edilen sonuçlara göre de üretici veya tüketicilerin zarar görmesini engellemek için caydırıcı yaptırımlar uygulanmalıdır. Yurtiçinde piyasa yapısı üzerinde etkin bir dizi önlem alınırken bu önlemlerin sektör ihracatçısı firmaların yurtdışı pazar payını olumsuz yönde etkileyecek kararlar olmamasına dikkat edilmelidir. Ayrıca sadece ülke içerisinde Kobilere yönelik korumacı bir politika güdülmemeli. Sektörün zayıf yanları güçlendirilmeli, güçlü yanları ise desteklenerek sektör, dünya rekabetinde yer alabilecek konuma taşınmalıdır. KAYNAKÇA AKAL, M. (2008), “Ortadoğu Sınır Ülkeleriyle Dış Ticaret Yoğunlaşması ve Yapısal Değişim”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7(2):271-296. AKTAŞ, E., YURDAKUL, O. (2001), “The Analiysis of Flour Mill Industry in Turkey”, Munich Personal RePec Archive, 1-15. Ankara Ticaret Borsası (2008), Bisküvi Sektörü Raporu, http://www.ankaratb.org.tr/lib_upload/52_Bisk%C3%BCvi%20Sekt%C3%B6r%C 3%BC%20Raporu_30_06_2008.pdf, (10.12.2015). 202 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208 BAILEY, D., BOYLE, S.E. (1971), “The Optimal Measure Of Concentration”, Journal of the American Statistical Association, 66, 702-706. BAIN, J. (1968), Industrial Organization, 2.B, John Wiley and Sons, Inc, New York. ÇERMİKLİ, H. (2014), Endüstriyel İktisat, Gazi Kitapevi, Ankara. ÇİL YAVUZ, N. (2000), “Türkiye’nin Dış Ticaretinin Mallar ve Ülkeler Açısından Konsantrasyon Analizi (1975-1998)”, Çimento İşveren Dergisi, 14(5):3-12. DAVUT, L. (2002), Sanayi İktisadı Piyasa Yapısı Unsurları, İmaj Yayınevi, Ankara. DENİZER, C. (1999), “Foreign Entry in Turkey’s Banking Sector, 1980–97”, World Bank Policy Research Working Paper No. 2462 , http://papers.ssrn.com/sol3/Papers.cfm?abstract_id=632532, (27.03.2016). DEVINE P.J., JONES R.M., LEE N., TYSON W.S. (1974), An Introduction to Industrial Economics, George Allen&Unwin Ltd., London. DURUKAN, T., HAMURCU, Ç. (2009), “Mobil İletişimde Pazar Yoğunlaşması”, Journal of Black sea Studies”, 6(22), 75-86. DONOWITZ, I., HUBBARD, R. G. ve PETERSEN, B. C. (1987), “Oligopoly Supergames: Some Empirical Evidence on Prices and Margins”, The Journal of Industrial Economics, 17, 1–17. 203 K. ÖNDER. ERLAT, G. (1991), “İhracat ve Endustriyel Yoğunlaşma Arasındaki İlişkinin İmalat Sanayiinden Seçilmiş Bazı Sektörler Açısından İncelenmesi”, http://arsiv.mmo.org.tr/pdf/10687.pdf, (31.03.2016). GÜNALP, B. (2002), “Yarışabilir Piyasalar Yaklaşımı ve Rekabet Piyasaları”, Gazi Üniversitesi İİBF Dergisi, 4(3), 49-66. HALL, M., TIDEMAN, N. (1967), “Measures of Concentration”, Journal of The American Statistical Association, 62, 162-168. HANNAH, L., KAY, J. (1977), Concentration In Modern Industry, London, Mac Millan. HATIRLI, S.A. (2014), Mikro İktisat, Alter Yayıncılık, Ankara. HEXTER, J.L., SNOW, J.W. (1970), “An Entropy Measure of Relative Aggregate Concentration”, Southern Economic Association, 36(3), 239-243. HORVATH, J. (1970), “Suggestion For A Comprehensive Measure of Concentration”, Southern Economic Journal, 36, 446-452. İstanbul Sanayi Odası, Türkiye'nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu (1997-2014), http://www.iso.org.tr/projeler/turkiyenin-500-buyuk-sanayi-kurulusu/., (11.10.2015). İstanbul Ticaret Odası, Bisküvi-Şekerleme http://www.ito.org.tr/itoyayin/0004524.pdf, (31.03.2016). Sektör Profili, İZGİ, B.B. (2011), “Devlet Yardımları, Sektörel Yoğunlaşma ve Rekabet”, Mevzuat Dergisi, 14 (159), http://mevzuatdergisi.com/2011/03a/01.htm, (27.03.2016). 204 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208 KALKAN, E. (2004), “Yatay Birleşmelerin İncelenmesinde İktisadi Tekniklerin Kullanılması”, Rekabet Kurumu Uzmanlık Tezi, Ankara, http://www.rekabet.gov.tr/File/?path=ROOT%2F1%2FDocuments%2FUzmanl%2 5c4%25b1k%2BTezi%2Ftez64.pdf , (26.03.2016). KAYNAK, S., ARİ, Y.O. (2011), “Türk Otomotiv Sektöründe Yoğunlaşma: Binek ve Hafif Ticari Araçlar Üzerine Bir Uygulama”, Ekonomik Yaklaşım, 22(80), 3958. KÜÇÜKKİREMİTÇİ, O., KARACA, M.E. ve EŞİYOK,B.A. (2010), “Türkiye’nin İhracatında Öne Çıkan Sektörlerde Temel Pazarlar, Rakipler ve Rekabet Gücü”. Türkiye Kalkınma Bankası Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Müdürlüğü, Ankara. KOCH, J.V. (1980), Industrial Organization and Prices, 2. B, Englewood Cliffs, N.J. Prentice Hall, Inc. KÖSEKAHYAOĞLU, L. (2007), “Türkiye Dış Ticaretinde Ürün ve Ülke Bazında Yoğunlaşma: 1980-2005 Dönemi Üzerine Karşılaştırmalı Bir Analiz”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 36, 15-34. LAASER, C.F., SCHRADER, K. (2002), European Integration and Changing Trade Patterns: The Case of the Baltic States, Kiel Institute of World Economics, Kiel Working Paper No. 1088. LOW, R.E. (1970), Modern Economic Organization, Homewood Illinois, Richard D.Irwin, Inc. MARFELS, C. (1975), “A Bird’s Eye View To Measures of Consentration”, Antitrust Bulletin, Sonbahar, 485-563. MULLER, J. (1976), “The Impact of Mergers On Concentration: A Study Of Eleven West German Industries”, Journal of Industrial Economics, 25, 113-132. 205 K. ÖNDER. NEEDMAN, D. (1978), The Economics Of Industrial Structure Conduct and Performance, Holt, Rinehart and Winston. NOLAN, E., SANTOS, P., SHI, G. (2012), “Market Concentration And Productivity in the United States Corn Sector: 2002-2009”, Selected Paper prepared for presentation at the Agricultural & Applied Economics Association 2012 Annual Meeting, Seattle WA, 12-14. ONDOĞAN, E.N. (2008), “Gençlerin Çikolata Tüketiminde Tercihleri Üzerine Bir Alan Araştırması”, e-Journal of New World Sciences Academy, 3(1):158-170. ÖZEL, Ö. (2006), İstanbul İlinde Çikolata Sektöründe Tüketici Eğilimleri ve Markalar Arası Rekabet Gücü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Edirne. PEHLİVANOĞLU, F., TEKÇE, E. (2013), “Türkiye Elektrik Enerjisi Piyasasında Herfindahl- Hirschman ve CRm Endeksleri İle Yoğunlaşma Analizi”, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 13(2), 363-385. PICKERING, J.F. (1974), Industrial Structure And Market Conduct, Robertson ve Co. Ltd. Martin POLAT, Ç. (2007), “Yoğunlaşma ve Piyasa Yapısı İlişkisi Çerçevesinde Türk Çimento Sektörünün Yapısal Analizi”, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7(2), 97-115. SHY, O. (1995), Industrial Organization: Theory and Applications, MIT Press, New York. SERTAKAN, S.G. (2006), Bisküvi ve Kraker Üretiminde Tritikale Ununun Kullanım Olanakları, Trakya Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Gıda Mühendisliği Ana Bilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Edirne. 206 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208 SU, K. T. (2003), Rekabet Hukukunda Teşebbüslerin Hakim Durumunun Belirlenmesinde Pazar Gücünün Ölçülmesi, Rekabet Kurumu (Yayın No: 0094), Ankara. SUNG, N. (2014), “Market Consentration and Competition in OECD Mobile Telecominications Markets”, Applied Economics, 46(25), 3037-3048. TARU, V.B., LAWAL, H. (2011), “Corcertration in the North Eastern Nıgeria’s Yam Market: A Gini Coefficient Analysis”, Journal of Tropical Ariculture, Food, Environment and Extension, 10(2), 49-57. TAYMAZ, E. “Teknolojik Gelişme ve Piyasa Yapısı İmalat Sanayii Üzerine Bir İnceleme”, Perşembe Konferansları, http://www.rekabet.gov.tr/File/?path=ROOT%2F1%2FDocuments%2FPer%25c5 %259fembe%2BKonferans%25c4%25b1%2BYay%25c4%25b1n%2Fperskonfyyn 72.pdf , (26.03.2016). TIROLE, J. (1988), The Theory of Industrial Organization, The MIT Press, Cambridge, London. Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı (2013), Bisküvi, Sektör Raporları, İhracat Genel Müdürlüğü Tarım Ürünleri Daire Başkanlığı, https://www.ekonomi.gov.tr/portal/content/conn/UCM/uuid/dDocName:EK051165, (10.12.2015). Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı (2013), Şekerli ve Çikolatalı Mamuller, Sektör Raporları, İhracat Genel Müdürlüğü Tarım Ürünleri Daire Başkanlığı, https://www.ekonomi.gov.tr/portal/content/conn/UCM/uuid/dDocName:EK051171, (22.12.2015). Türkiye İstatistik Kurumu, Sanayi Ürünleri Yıllık Üretim ve Satış İstatistikleri 2005 – 2013, http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1066, (09.01.2016). Türkiye İstatistik Kurumu, Haber Bülteni http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1036#, (26.03.2016). 207 2010, K. ÖNDER. Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş. (1999), Bisküvi-Gofret ve Şekerli Mamuller, Sektörel Araştırmalar SA/99-6-12, http://www.kalkinma.com.tr/data/file/raporlar/ESA/SA/1999-SA/SA-99-0612_Biskuvi_ve_Sekerli_Mamulleri_Sektoru.pdf, (26.03.2016). TradeMap, http://www.trademap.org/Country_SelProductCountry_TS.aspx, (22.12.2015 ve 10.01.2016). UTTON, M.A. (1970), Industrial Concentration, Middlesex, England, Penguin Books. ÜNAL, S., DENİZ, A., CAN, P. (2008), “Marka Bağlılığı ve Kişisel Değerler Açısından Pazar Bölümleme”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 22(1): 211-237. 208 Yayın Geliş Tarihi: 01.02.2016 Yayın Kabul Tarihi: 14.07.2016 Online Yayın Tarihi: 22.12.2016 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227 Yapay Sinir Ağları ile Çok Aşamalı Fiyat Tahmini: BIST30 Senetleri Üzerine Bir Araştırma Mehmet ÖZÇALICI1 Öz Zaman serileri tahmini literatürde ilgi gören bir konudur. Hisse senedi fiyatları da zaman serisi oluşturmaktadır ve hisse senedi fiyat tahmininin birçok avantajlı tarafı mevcuttur. Literatürde hisse senedi fiyat tahmini üzerine yapılan çalışmalarda genellikle bir gün sonraki fiyatların veya eğilimin tahmin edildiği görülmektedir. Bu çalışmada literatürden farklı olarak 1 gün sonraki, 2 gün sonraki ve 20 gün sonraki hisse senedi kapanış fiyatları tahmin edilmiştir. Veri seti olarak Borsa Istanbul 30 endeksinde listelenen hisse senetlerinin Ocak 2010 ile Kasım 2015 tarihleri arasındaki fiyat ve hacim bilgileri kullanılmış ve girdi olarak teknik göstergeler hesaplanmıştır. Çalışmada tahmin yöntemi olarak yapay sinir ağları kullanılmıştır. Sonuçta hisse senetlerindeki fiyat hareketleri %72.88 e varan oranda 20 gün önceden doğru bir şekilde tahmin edilebilmiştir. Araştırmada elde edilen bulgular, orta dönemli fiyat tahminlerinin de derinlemesine inceleme gerektiren önemli bir potansiyele sahip olduğu sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Anahtar Kelimeler: Çok Aşamalı Fiyat Tahmini, Hisse Senedi Fiyat Tahmini, Yapay Sinir Ağları, Borsa İstanbul JEL Sınıflandırma Kodları: C45, C53, G17 Multi-Step-Ahead Stock Price Forecasting with Artificial Neural Networks: A Research on BIST30 Stocks Abstract Forecasting time series is an attractive field. Stock prices are also time series and forecasting stock prices has many advantages. In previous studies, it is observed that generally one-day ahead stock prices or trends are forecasted. In this study, different from the literature, 1-day ahead, 2-days ahead and 20-days ahead closing prices are forecasted. The dataset belongs to stocks listed in Borsa Istanbul 30 Index between the period January 2010 and November 2015. Several technical indicators are used as input features. The forecasting model used in this study is artificial neural network models. At the end of the study it is observed that hit rate of 20 days ahead forecasting of stock prices reached 72.88%. The results of the study reveal that multi-step ahead forecasting has important potential that deserve a deep examination. Keywords: Multi-step-ahead price forcasting, stock price forecasting, artificial neural networks, Borsa Istanbul JEL Classification Codes: C45, C53, G17 1 Yrd. Doç. Dr., Kilis 7 Aralık Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası Ticaret ve Lojistik Bölümü, [email protected] M. ÖZÇALICI. 1. GİRİŞ Zaman serileri tahmini literatürde uzun zamandan beri çalışılan bir konudur. Özel olarak finansal zaman serilerinin tahmin edilmesini, sürekli gelişmekte olan bir disiplin olarak tanımlamak mümkündür (Aras ve Kocakoç, 2016: 974). Zaman serisi tahmininde tek aşamalı (single-step ahead) ve çok aşamalı (multi-step ahead) tahminleri gerçekleştirmek mümkündür. Tek aşamalı zaman serisi tahmininde, girdi değişkenleri, son gözlemden hemen sonraki gözlemi tahmin etmek için kullanılmaktadır. İki ya da daha fazla zaman sonraki gözlemlerin tahmin edilmesi ise çok aşamalı tahmin olarak adlandırılmaktadır (Bao vd., 2014: 482). Zaman serileri tahminin uygulama alanlarından biri de hisse senedi fiyat tahminidir. Hisse senedi fiyat tahmini sahip olduğu pratik ve akademik faydalar (Atsalakis vd., 2015) nedeniyle oldukça ilgi gören bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne var ki, hisse senedi piyasaları politik, politik ve sosyal kararlardan etkilenebilmektedir. Bu nedenle hisse senedi fiyatlarının belirli bir düzeyde netlik barındırmadığını söylemek mümkündür. Bu durum hisse senedi fiyat tahminindeki başarı oranını düşürmektedir. Eugene Fama üzerinde çok tartışılan Etkin Piyasalar Hipotezini 1970 li yıllarda literatüre sunmuştur (Fama, 1965). Etkin Piyasalar Hipotezine (EPH) göre; hisse senedi fiyatlarını önceden tahmin etmek mümkün değildir çünkü ortaya çıkan bir bilgi, anında fiyatlara yansımaktadır. Bu hipotezin geçerli olduğu ve olmadığı yönünde birçok araştırma yapılmış, kesin bir yargıya varılamamıştır. Örneğin Atan ve arkadaşları 2009 yılında yayınladıkları makalede; IMKB ‘nin zayıf formda etkin olduğu sonucunu ortaya çıkarmışlardır. Bununla birlikte özellikle son zamanlarda geliştirilen yapay sinir ağları, destek vektör makineleri, ANFIS gibi bilgi işlemsel zekâ (computational intelligence) yöntemleri kullanılmak suretiyle hisse senedi fiyat tahmini gerçekleştiren çalışmalarda hisse senedi fiyatları başarı ile tahmin edilebilmektedir. Bu durum EPH ile çelişmektedir. Literatürde yapılan çalışmalar incelendiğinde, hisse senedi fiyat tahmin çalışmalarında genellikle bir gün sonraki kapanış fiyatların tahmin edildiği 210 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227 görülmektedir. Bu çalışmanın literatüre katkısı, çok aşamalı fiyat tahmini gerçekleştirmektir. Çalışmada sadece bir gün sonraki fiyatlar değil, aynı zamanda 2 gün sonraki ve 20 gün sonraki hisse senedi fiyatları teknik göstergeler yardımıyla tahmin edilmiş ve sonuçlar karşılaştırılmıştır. Çalışma 5 bölümden oluşmaktadır. Bu giriş bölümünden sonra, ikinci bölümde konu ile ilgili önceki çalışmalar yer almaktadır. Üçüncü bölümde analiz yöntemi kısaca açıklanmıştır. Dördüncü bölümde çalışmada kullanılan veri seti ve analiz sonuçları raporlanmıştır. Beşinci bölüm ise çalışmanın sonuç ve tartışma kısmını oluşturmaktadır. 2. LİTERATÜR TARAMASI Borsa İstanbul endekslerini veya Borsa İstanbul’da işlem gören hisse senetlerinin fiyatlarını tahmin eden ve tahmin yöntemi olarak yapay sinir ağlarını kullanan çalışmaların bazıların bazılarını şu şekilde özetlemek mümkündür. Tektaş ve Karataş (2004) çalışmalarında Borsa İstanbul’da işlem gören 7 adet hisse senedinin fiyatını yapay sinir ağları ve regresyon yöntemi ile tahmin etmeye çalışmışlardır. Çalışmalarında girdi olarak döviz kuru, enflasyon oranı ve faiz oranı gibi değişkenleri kullanmışlardır. Haftalık ve günlük iki adet tahmin gerçekleştirmişlerdir. Tahmin performansını korelasyon katsayısı ile ölçmüşlerdir. Çalışma sonunda yapay sinir ağlarının başarılı bir şekilde hisse senetlerini doğru tahmin edebildiğini raporlamaktadırlar. Toraman (2008) çalışmasında demir-çelik sektöründe faaliyet gösteren hisse senetlerinin fiyatlarını yapay sinir ağları ile tahmin etmiştir. Çalışmasında finansal oranları girdi olarak kullanmıştır ve performans ölçütü olarak istatistiksel tahmin performans ölçülerini kullanmıştır. Sonuçta yapay sinir ağlarının fiyat tahminini başarılı bir şekilde gerçekleştiği raporlanmaktadır. Avcı (2009) çalışmasında hisse senedi getirilerini yapay sinir ağları ile tahmin etmiştir. BIST30 endeksine kayıtlı 5 adet bankanın hisse senetlerinin beş aylık getirileri tahmin edilmiştir. Çalışma sonunda yazar, yapay sinir ağları modellerinin al ve tut stratejisinden daha yüksek getiri ağladığını raporlamaktadır. Kara ve arkadaşları (2011) çalışmalarında BIST100 endeksini tahmin etmeye çalışmışlardır. Girdi değişkenleri olarak teknik göstergeler 211 M. ÖZÇALICI. kullanmışlar ve gerek yapay sinir ağlarının gerekse de destek vektör makinelerinin parametrelerini veri setinin bir kısmını kullanmak suretiyle belirlemişlerdir. Çalışmalarının sonunda yapay sinir ağlarının destek vektör makinelerinden daha iyi sonuç verdiğini raporlamışlardır. Yakut ve arkadaşları (2014) çalışmalarında yapay sinir ağları ve destek vektör makineleri yöntemleriyle borsa endeksi tahmini gerçekleştirmişlerdir. Çalışmalarında BIST endeksini tahmin etmişler ve girdi olarak döviz kurları, diğer ülkelerin borsaları gibi değişkenleri kullanmışlardır. Sonuçta yapay sinir ağları ve destek vektör makineleri yöntemlerinin borsa indeks tahmininde başarılı bir şekilde kullanılabileceğini raporlamaktadırlar. Çalışkan ve Deniz (2015) çalışmalarında BIST30 endeksinde yer alan senetlerin fiyatlarını tahmin etmişlerdir. Çalışmalarında girdi değişkenleri olarak döviz kurları, altın fiyatları, hisse senetlerinin kapanış fiyatları gibi değişkenleri kullanmışlardır. Çalışma sonunda, yapay sinir ağları modelinin hisse senedi fiyat tahmininde başarılı bir şekilde kullanılabileceğini raporlamaktadırlar. Özçalıcı (2015) doktora tezinde BIST30 endeksinde işlem gören hisse senetlerinin kapanış fiyatlarını tahmin edecek melez bir yöntem geliştirmiştir. Söz konusu tezde, tahmin yöntemi olarak yapay sinir ağlarını kullanmıştır ve ara katmanda yer alması gereken nöron sayısının belirlenmesinde ve değişken seçiminde genetik algoritmalar kullanılmıştır. Çalışma sonunda önerilen melez yöntemin hisse senedi fiyat tahmini başarısını geliştirdiğini raporlamaktadır. Çok aşamalı tahmin yapan çalışmaları ise şu şekilde özetlemek mümkündür. Huck (2010) SP100 indeksinde listelenen hisse senetleri için kısa ve uzun dönemli tahmin gerçekleştirmiştir. Yapay sinir ağları ve çok kriterli karar verme tekniklerinden oluşan melez bir yöntem önermişlerdir. Dört hafta (20 gün) öncesine kadar tahmin işlemini gerçekleştirmişlerdir. Xiong ve arkadaşları (2013) ham petrol fiyatlarını 24 haftaya varan periyodda önceden tahmin etmek için bir model geliştirmişlerdir. Ali ve Pınar (2016) Türkiye’de faaliyet gösteren bir perakende zinciri için, birden fazla zaman dilimini kapsayan bir tahmin çalışması gerçekleştirmiştir. Çalışmalarında 12 ay kadar önceden satış tahmini gerçekleştirmişlerdir. Tahmin performansı MAPE ve MAE gibi istatistiksel 212 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227 yöntemlerle ölçülmüştür. Tahmin etmek için geliştirdikleri yeni yöntemi çalışmalarında anlatmaktadırlar. Önerdikleri modelin uzun dönemli tahminde daha başarılı olduklarını raporlamaktadırlar. Litreratürde yer alan ve yukarıda incelenen çalışmalarda, Borsa İstanbul ‘da işlem gören hisse senetleri için uzun dönemli fiyat tahminin gerçekleştirilmediği görülmektedir. Bu çalışmada bu açığı gidermek amacıyla, Borsa İstanbul’da işlem gören hisse senetlerinin kapanış fiyatlarının çok aşamalı tahmin edilebilirliği araştırılmıştır. 3. METODOLOJİ Bu bölümde çalışmada kullanılan temel analiz yöntemi olan çok katmanlı yapay sinir ağları kısaca tanıtılacaktır. 3.1. Çok Katmanlı Yapay Sinir Ağları Yapay sinir ağları üzerine yapılan çalışmalar insan zihninin bilgi işleme yönteminden ilham almaktadır (Haykin, 1999: 23) Yapay Sinir ağları literatüre tanıtıldığından beri birçok farklı çeşitteki yapay sinir ağları modelleri geliştirilmiştir. Fakat çok katmanlı yapay sinir ağları modeli bu modeller içinde en yaygın kullanılan modeldir ve zaman serilerinin tahmini için idealdir (Palit ve Popovic, 2005: 80). Çok katmanlı yapay sinir ağları genellikle girdi katmanı, ara katman ve çıktı katmanı olmak üzere üç katmandan oluşmaktadır (Şekil 1). Söz konusu katmanlarda nöronlar yer almaktadır ve bu nöronlar birbirleriyle bağlantılıdır. Kısmi bağlantılar içeren modeller de mevcuttur ancak bu çalışmada kullanılan tahmin modelinde her nöronun birbirleriyle bağlantısı vardır. 213 M. ÖZÇALICI. Şekil 1. Çok Katmanlı Yapay Sinir Ağları Modeli Kaynak: Hagan, vd. 1996: 2-9. Çalışmada yapay sinir ağlarının eğitilmesi için Levenberg-Marquardt eğitim algoritması kullanılmıştır. LM algoritması yenilemeler ile çalışmaktadır ve her bir adımda ağırlık değerleri ile eşik değerleri değiştirilmektedir. Ağırlıklar öğrenme parametresi (μ) adı verilen bir parametre ile kontrol edilmektedir. Öğrenme parametresi olan μ değeri eğitim süreci boyunca artmakta veya azalmaktadır (Asadi vd., 2012). Söz konusu μ değeri büyük değerler aldığında LM algoritması speepest descent algoritması gibi davranmaktadır. Bununla beraber μ değeri küçük değerler aldığında ise LM algoritması Gauss-Newton algoritması gibi davranmaktadır. Bu eğitim sürecinden sonra yapay sinir ağları modelindeki ağırlık ve eşik değerleri belirlenmiş olmaktadır. Tek bir katmanı olan yapay sinir ağları modelinin herhangi bir sürekli fonksiyonu modelleyebileceği kanıtlanmıştır (Hornik ve Stinchcombe, 1989). Sahip olduğu bu avantaj ile birlikte, yapay sinir ağları, hisse senedi fiyat tahmini yanı sıra farklı finansal alanlarda da başarıyla kullanılmaktadır. Bankaların finansal başarısızlığının tahmin edilmesinde (Altunöz, 2013), bankacılık sektöründe finansal güç derecelerinin tahmin edilmesi (Boyacıoğlu ve Kara, 2007), enflasyon tahmini (Uslu vd., 2012) ve banka müşterilerinin bölümlendirilmesi (Özçalıcı, 2011) örneklerinde olduğu gibi. 214 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227 4. ANALİZ Bu bölümde sırasıyla çalışmada kullanılan veri setinin içeriğine, çalışmada kullanılan yöntemin parametrelerine ve analiz sonuçlarına yer verilecektir. 4.1. Veri Seti Çalışmada, 2015 yılının son çeyreğinde Borsa Istanbul 30 Endeksinde listelenen 30 adet hisse senedinin tamamı kullanılmıştır. BIST30 Ulusal Endeksinde yer alan hisse senetlerinin kullanılmasının nedeni, bu endekste yer alan senetlerin yüksek işlem hacmine sahip olmasıdır. 30 adet hisse senedi için Ocak 2010 tarihi ile Kasım 2015 tarihleri arasındaki tarihi açılış, kapanış, en yüksek, en düşük fiyat ve işlem hacmi bilgileri Borsa İstanbul Datastore departmanından temin edilmiştir. Bu tarih aralığı, çalışmanın yapıldığı tarihte erişilebilecek en güncel veri setini içermektedir. Çalışmada en güncel 60 adet fiyat test amacıyla kullanılırken geri kalan 2700 adet seans eğitim amacıyla kullanılmıştır. Hisse senedi tahmin çalışmalarında temel veya teknik göstergeler kullanılmaktadır. Temel göstergelere ihracat, ithalat, para arzı, faiz oranı, enflasyon oranı, döviz kurları, işsizlik rakamları ve firmalara ait finansal tablolardan hesaplanan finansal oranlar örnek olarak verilebilir (Atsalakis ve Valavanis, 2009a: 10697). Teknik analiz ise fiyat hareketlerinin birbirlerini takip edeceği görüşüne dayanmaktadır (Edwards ve Magee, 2007). Teknik analizde, geçmiş fiyat ve işlem hacmi bilgilerinden yola çıkmak suretiyle teknik göstergeler hesaplanmaktadır. Çok fazla sayıda teknik gösterge hesaplamak mümkündür. Teknik göstergelerden bazılarına ilişkin formüller ve açıklamalar (Achelis, 2000) çalışmasında yer almaktadır. Eğer tahmin periyodu bir yıl veya daha fazlasını kapsayacaksa temel göstergeler, eğer tahmin periyodu bir yıldan daha az bir süreyi kapsıyorsa, teknik göstergelerin kullanılması gerekmektedir (Atsalakis ve Valavanis, 2009a:10697). Bu çalışmada kısa ve orta düzeyli tahmin gerçekleştirildiğinden dolayı teknik göstergeler kullanılmıştır. Çalışmada, girdi seti oluşturulurken ilk olarak literatürde yer alan ve sıklıkla kullanılan teknik göstergeler bir araya getirilmiştir (Diler, 2003; Kara vd., 2011; Chang vd., 2012). Birbirleriyle yüksek korelasyona sahip olan 215 M. ÖZÇALICI. değişkenlerin bir arada kullanılması çoklu eşdoğrusallık (multicollinearity) problemini ortaya çıkaracaktır. Bu nedenle, eğitim veri setinde değişkenlerin korelasyon katsayısı hesaplanmış ve birbirleriyle düşük korelasyon katsayısına sahip olan üç adet değişken girdi olarak seçilmiştir. Çalışmanın ekinde her bir hisse senedi için girdi değişkenleri arasındaki Pearson Korelasyon katsayısı tablo halinde sunulmuştur. Bu değişkenler ve formülleri Tablo 1 ‘deki gibidir. Hareketli ortalamalar en eski ve en popüler teknik göstergelerden biridir (Achelis, 2000). Stokastik göstergeler bir hisse senedinin kapanış fiyatını, belirli bir dönemdeki fiyat aralığı ile karşılaştırmaktadır (Edwards ve Magee, 2007: 654). Temel gösterge %K göstergesidir. Bu değerin hareketli ortalamasını hesaplamak suretiyle %D göstergesine ulaşılmaktadır. MACD göstergesi ise haraketli ortalamalar arasındaki ilişkiyi göstermektedir (Achelis, 2000). Tablo 1. Çalışmada Kullanılan Girdi Değişkenleri Değişkenin ismi Denklemi 10 günlük hareketli ortalama 10 %D 1 10 100 % MACD kapanış fiyatı, düşük fiyat, %D = Stokastik %K nın 3 günlük hareketli ortalaması 8 2 10 10 son günde en yüksek yüksek fiyat, son günde en düşük 4.2. Çalışma Parametreleri Yapay sinir ağlarının eğitiminde, hisse senedi fiyat tahmin çalışmalarında sıklıkla kullanılan (Atsalakis ve Valavanis, 2009a) Levenberg-Marquardt (LM) eğitim algoritması dezavantajlarından kullanılmıştır. biri Yapay kullanıcının birçok sinir ağlarının parametreye en önemli karar vermesi zorunluluğudur. Çalışmada kullanılan yapay sinir ağlarına ilişkin bazı parametreler şu şekildedir: Epoch sayısı 1000, başlangıç μ 0.001, μ artış faktörü 0.1, μ azalış faktörü 10, en yüksek μ ise 1e10. Yapay sinir ağları eğitilirken eğitim seti, kendi 216 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227 içinde eğitim (%70), doğrulama (%15) ve test (%15) olmak üzere üç gruba ayrılmıştır. Yapay sinir ağları analizi kullanılırken kullanıcının karar vermesi gereken parametrelerden bir diğeri de ara katmanda yer alması gereken nöron sayısıdır. Her problemin zorluk derecesine göre ara katmanda yer alması gereken nöron sayısı da değişecektir. Ara katmanda yer alması gereken nöron sayısının belirlenmesinde hazır bir yöntem söz konusu değildir. Bu nedenle bu çalışmada ara katmanda 3, 7 ve 10 adet nöronun kullanıldığı yapay sinir ağları modelleri oluşturulmuş ve tahmin sonuçları incelenmiştir. 4.3. Tahmin Sonuçları Çalışmada yön tahmini doğru tahmin oranı adı verilen bir performans ölçüsü ile hesaplanmıştır. Söz konusu performans ölçüsü literatürde hisse senedi fiyat tahmini çalışmalarını değerlendirmek için kullanılmaktadır (Kara vd., 2011; Diler, 2003; Altay ve Satman, 2005). Hisse senedi tahmin performansını MAPE, RMSE, MAE gibi istatistiksel performans ölçüleri ile de ölçmek mümkündür. Fakat farklı çalışmalarda kullanılan zaman periyodunun ve kullanılan normalizasyon tekniklerinin farklı olması gibi nedenlerden ötürü istatistiksel performans ölçüleri farklı sonuçlar ortaya çıkarmaktadır ve sağlıklı karşılaştırmaya imkân vermemektedir. Farklı çalışmalarda elde edilen sonuçların performansı doğru tahmin oranı ile karşılaştırılabilir (Atsalakis ve Valavanis, 2009b). Doğru tahmin oranını hesaplamak için, çalışmada tahmin edilen fiyatlar aşağıdaki formül yardımıyla eğilim serisine çevrilmektedir. formülde, 1, 0, eğilim serisini, günündeki fiyatı temsil etmektedir. (1) ifadesi 1günündeki fiyatı ve ise eğilim serisi hem tahmin edilen fiyatlar, hem de gerçek fiyatlar için hesaplanabilir. Tahmin edilen serinin performansı aşağıdaki formül yardımıyla hesaplanabilir. 217 M. ÖZÇALICI. (2) formülde, seans sayısını, bir sonraki gün fiyat artışının doğru bir şekilde tahmin edildiği bir sonraki gün fiyat azalışının doğru bir şekilde tahmin edildiği seans sayısını ve ise test periodunu temsil etmektedir. Tablo 2 ‘de, 30 adet hisse senedi için ara katmanda sırasıyla 3, 7 ve 10 adet nöronun yer aldığı yapay sinir ağları modellerinin ürettiği bir gün sonraki fiyat ve iki gün sonraki fiyat tahminlerinden hesaplanan doğru tahmin oranları yer almaktadır. Tabloda aynı zamanda iki gün sonraki doğru tahmin oranının bir gün sonraki doğru tahmin oranından büyük olduğu senet bilgileri de yer almaktadır. Tablodaki sonuçlar göz önüne alındığında 3, 7 ve 10 nörona sahip yapay sinir ağları modellerinde sırasıyla 9, 12 ve 11 adet hisse senetlerinde iki gün sonraki fiyatların, bir gün sonraki fiyatlardan daha başarılı bir şekilde doğru tahmin edildiği görülmektedir. Bir sonraki gün için doğru tahmin oranının en yüksek gerçekleştiği senet EKGYO kodlu senettir ve ara katmanda 10 adet nöronun kullanıldığı yapay sinir ağları modelinde fiyat hareketlerinin %66.1 oranında bir gün bir gün öncesinden doğru tahmin edilebildiği görülmüştür. İki gün sonraki fiyatın tahmin edildiği modellerde ise en yüksek doğru tahmin oranı ARCLK kodlu senede aittir ve ara katmanda 10 adet nöronun kullanıldığı yapay sinir ağları modelinde fiyat hareketlerinin %66.1 oranında iki gün öncesinden doğru olarak tahmin edilebildiği görülmüştür. Tablo 2. Bir Gün Sonraki Fiyat Tahmini ve 2 Gün Sonraki Fiyat Tahmin Sonuçları Nöron Sayısı AKBNK ARCLK BIMAS 1 gün sonraki tahmin (%) 2 gün sonraki tahmin (%) 2 > 1* 3 7 10 3 7 10 3 7 10 40.68 42.37 42.37 42.37 44.07 44.07 1 1 1 49.15 49.15 42.37 57.63 59.32 66.1 1 1 1 55.93 50.85 52.54 61.02 61.02 61.02 1 1 1 218 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227 CCOLA DOAS EKGYO ENKAI EREGL FROTO GARAN HALKB ISCTR KCHOL KOZAL KRDMD OTKAR PETKM PGSUS SAHOL SISE TAVHL TCELL THYAO TKFEN TOASO TTKOM TUPRS ULKER VAKBN YKBNK 50.85 50.85 50.85 57.63 54.24 61.02 1 1 1 62.71 57.63 59.32 61.02 54.24 59.32 0 0 0 57.63 54.24 66.1 57.63 50.85 47.46 0 0 0 38.98 40.68 40.68 40.68 40.68 42.37 1 0 1 59.32 59.32 59.32 49.15 44.07 47.46 0 0 0 50.85 49.15 52.54 42.37 44.07 38.98 0 0 0 52.54 52.54 50.85 35.59 40.68 37.29 0 0 0 49.15 44.07 47.46 42.37 44.07 45.76 0 0 0 50.85 52.54 50.85 42.37 40.68 40.68 0 0 0 52.54 57.63 50.85 57.63 61.02 55.93 1 1 1 44.07 44.07 44.07 40.68 44.07 38.98 0 0 0 52.54 50.85 52.54 54.24 50.85 52.54 1 0 0 50.85 50.85 52.54 42.37 42.37 44.07 0 0 0 54.24 54.24 47.46 50.85 52.54 42.37 0 0 0 52.54 44.07 54.24 37.29 61.02 57.63 0 1 1 59.32 54.24 57.63 57.63 54.24 55.93 0 0 0 64.41 62.71 61.02 55.93 57.63 55.93 0 0 0 54.24 54.24 44.07 54.24 47.46 42.37 0 0 0 64.41 59.32 64.41 61.02 61.02 62.71 0 1 0 50.85 47.46 49.15 50.85 49.15 55.93 0 1 1 55.93 59.32 55.93 47.46 54.24 45.76 0 0 0 50.85 40.68 50.85 47.46 45.76 52.54 0 1 1 50.85 49.15 47.46 54.24 42.37 50.85 1 0 1 52.54 52.54 50.85 55.93 57.63 54.24 1 1 1 52.54 55.93 54.24 49.15 57.63 49.15 0 1 0 50.85 47.46 47.46 45.76 49.15 45.76 0 1 0 49.15 50.85 52.54 42.37 47.46 47.46 0 0 0 9 12 11 Toplam * 2 gün sonraki doğru tahmin oranı > 1 gün sonraki doğru tahmin oranı Tablo 3 ‘de ise 30 adet hisse senedi için ara katmanda sırasıyla 3, 7 ve 10 adet nöronun yer aldığı yapay sinir ağları modellerinin ürettiği 1 gün sonraki fiyat ve 20 gün sonraki fiyat tahminlerinden hesaplanan doğru tahmin oranları yer almaktadır. 219 M. ÖZÇALICI. Tabloda aynı zamanda 20 gün sonraki doğru tahmin oranının 1 gün sonraki doğru tahmin oranından büyük olduğu senet bilgileri de yer almaktadır. Tablodaki sonuçlar göz önüne alındığında 3, 7 ve 10 adet nörona sahip yapay sinir ağları modellerinde, sırasıyla 16, 13 ve 17 adet hisse senetlerinde 20 gün sonraki fiyatların, 1 gün sonraki fiyatlardan daha başarılı bir şekilde doğru tahmin edildiği görülmektedir. 20 gün sonraki fiyatın tahmin edildiği modellerde en yüksek doğru tahmin oranı TOASO kodlu hisse senedine aittir ve ara katmanda 10 adet nöronun kullanıldığı yapay sinir ağları modelinde fiyat hareketlerinin, %72.88 oranında 20 gün öncesinden doğru olarak tahmin edilebildiği belirlenmiştir. Tablo 3. Bir Gün Sonraki Fiyat Tahmini ve 20 Gün Sonraki Fiyat Tahmin Sonuçları 1 gün sonraki tahmin (%) 20 gün sonraki tahmin (%) 20>1* Nöron Sayısı 3 7 10 3 7 10 AKBNK 40.68 42.37 42.37 52.54 45.76 52.54 3 1 7 1 10 1 ARCLK 49.15 49.15 42.37 57.63 52.54 57.63 1 1 1 BIMAS 55.93 50.85 52.54 61.02 49.15 55.93 1 0 1 CCOLA 50.85 50.85 50.85 62.71 61.02 55.93 1 1 1 DOAS 62.71 57.63 59.32 38.98 42.37 42.37 0 0 0 EKGYO 57.63 54.24 66.1 49.15 50.85 45.76 0 0 0 ENKAI 38.98 40.68 40.68 52.54 49.15 45.76 1 1 1 EREGL 59.32 59.32 59.32 45.76 38.98 44.07 0 0 0 FROTO 50.85 49.15 52.54 52.54 37.29 37.29 1 0 0 GARAN 52.54 52.54 50.85 55.93 50.85 55.93 1 0 1 HALKB 49.15 44.07 47.46 52.54 59.32 50.85 1 1 1 ISCTR 50.85 52.54 50.85 52.54 54.24 54.24 1 1 1 KCHOL 52.54 57.63 50.85 57.63 54.24 57.63 1 0 1 KOZAL 44.07 44.07 44.07 55.93 52.54 50.85 1 1 1 KRDMD 52.54 50.85 52.54 52.54 54.24 54.24 0 1 1 OTKAR 50.85 50.85 52.54 57.63 59.32 47.46 1 1 0 PETKM 54.24 54.24 47.46 49.15 52.54 54.24 0 0 1 PGSUS 52.54 44.07 54.24 59.32 61.02 62.71 1 1 1 SAHOL 59.32 54.24 57.63 59.32 49.15 59.32 0 0 1 220 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227 SISE 64.41 62.71 61.02 64.41 55.93 59.32 TAVHL 54.24 54.24 44.07 50.85 47.46 44.07 TCELL 64.41 59.32 64.41 66.1 55.93 59.32 THYAO 50.85 47.46 49.15 55.93 57.63 57.63 TKFEN 55.93 59.32 55.93 38.98 55.93 37.29 TOASO 50.85 40.68 50.85 42.37 54.24 72.88 TTKOM 50.85 49.15 47.46 52.54 47.46 50.85 TUPRS 52.54 52.54 50.85 42.37 40.68 44.07 ULKER 52.54 55.93 54.24 49.15 55.93 44.07 VAKBN 50.85 47.46 47.46 45.76 54.24 47.46 YKBNK 49.15 50.85 52.54 45.76 45.76 47.46 Toplam * 20 gün sonraki doğru tahmin oranı > 1 gün sonraki doğru tahmin oranı 0 0 0 0 0 0 1 0 0 1 1 1 0 0 0 0 1 1 1 0 1 0 0 0 0 0 0 0 1 0 0 0 0 16 13 17 Çalışmada elde edilen sonuçları görselleştirebilmek için tahmin sonuçları, zaman grafiği halinde görselleştirilmiştir. Şekil 2 ‘de TOASO isimli hisse senedinin kapanış fiyatları zaman grafiği halinde gösterilmiştir. Şekilde aynı zamanda doğru tahmin edilen yönler “o” harfi ile işaretlenmiştir. Başka bir ifade ile her “o” işaretinden sonraki fiyat hareketi, 20 gün önceden doğru bir şekilde tahmin edilebilmiştir. Şekil 2. TOASO Hisse Senedinin Kapanış Fiyatı ve 20 Gün Önceden Doğru Tahmin Edilen Eğilim 221 M. ÖZÇALICI. Tablo 4’de literatürde gerek Borsa İstanbul’da faaliyet gösteren gerekse de BIST endekslerini kullanan benzer çalışmaların doğru tahmin oran sonuçları yer almaktadır. Bu çalışmada yirmi gün sonraki fiyat hareketi literatürde yer alan çalışmaların birçoğundan yüksek çıkmıştır. Bu durum orta dönemli fiyat hareketlerinin yüksek doğrulukla tahmin edileceğini ortaya çıkarmaktadır. Tablo 4. Önceki Çalışma Sonuçları ile Karşılaştırılması Çalışma Doğru Tahmin Oranı Kara vd (2011) %75.74 Bu çalışma (20 gün sonraki doğru tahmin oranı) %72.88 Diler (2003) %60.81 Özçalıcı (2015) %60.00 Çalışkan ve Deniz (2015) %58.00 Altay ve Satman (2005) %57.80 5. SONUÇ VE TARTIŞMA Kişilerin ve firmaların fazla fonlarını değerlendirdikleri hisse senetleri piyasasında, hisse senetlerinin fiyatlarının doğru bir şekilde tahmin edilebilmesi her türlü finansal karar verici için önemli bir konudur. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, borsada doğru kararların alınması ekonominin genel yapısını da etkileyecektir. Bu ve benzeri nedenlerle literatürde son zamanlarda, hisse senetleri fiyatlarının veya fiyatlarındaki yönlerin doğru bir şekilde tahmin edilmesini sağlayacak yöntemler geliştirilmektedir. Literatürde yapılan çalışmalar incelendiğinde, genellikle hisse senedinin bir sonraki gündeki fiyatının veya fiyat eğiliminin tahmin edilmeye çalışıldığı görülmektedir. Bu çalışmada ise 1 gün sonraki, 2 gün sonraki ve 20 gün sonraki fiyatlar tahmin edilmiş ve hangi durumda en yüksek tahmin performansının gerçekleştiği incelenmiştir. Çalışmada, Borsa İstanbul 30 endeksinde yer alan hisse senetleri ve ara katmanında 3, 7 ve 10 adet nöronun yer aldığı yapay sinir ağları modelleri kullanılmıştır. Çalışmada 2 gün sonraki fiyat tahmin oranları ile 1 gün sonraki fiyat tahmin oranları karşılaştırılmıştır. Aynı şekilde 20 gün sonraki fiyat 222 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227 tahmin oranları ve 1 gün sonraki fiyat tahmin oranları karşılaştırılmıştır. Sonuçta, daha fazla hisse senedinde 20 gün sonra fiyattaki eğilimin, 1 gün sonraki fiyat eğiliminden daha doğru oranda tahmin edilebildiği ortaya çıkmıştır. Çalışmada TOASO adlı hisse senedinin fiyatı 20 gün öncesinden %72.88 oranında doğru bir şekilde tahmin edilebilmiştir ve ulaşılan bu değer literatürde yapılan çalışmaların çoğundan yüksektir. Böylelikle orta dönemli fiyat tahminlerinin de derinlemesine inceleme gerektiren önemli bir potansiyele sahip olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Çalışmada elde edilen sonuçlar başarılı olsa da çalışmanın bazı kısıtları söz konusudur. İlk olarak parametrelerin oluşturulmasında herhangi bir optimizasyon yöntemi kullanılmamıştır. Aynı şekilde değişkenlerin seçiminde de özellik seçim algoritması kullanılmamıştır. Bununla birlikte 1, 2 ve 20 gün sonraki fiyat tahminleri gerçekleştirilmiştir. Gelecek çalışmalarda optimizasyon yöntemleri ile birlikte daha yüksek doğrulukta hisse senedi fiyat tahmini gerçekleştirebilmek mümkün olabilecektir. Kısa ve orta dönem daha geniş ölçekte değerlendirilebilir. KAYNAKÇA ACHELIS, S. (2000), Technical Analysis from A to Z, (2. Baskı), McGraw Hill, New York,. ALİ, Ö.G., PINAR, E. (2016), “Multi-Period-Ahead Forecasting with Residual Extrapolation and Information Sharing – Utilizing A Multitude of Retail Series”, International Journal of Forecasting, 32, 502-517. ALTAY, E., SATMAN, M.H. (2005), “Stock market forecasting: Artificial neural network and linear regression comparison in an emerging market”, Journal of Financial Management and Analysis, 18(2), 18-33. ALTUNÖZ, U. (2013), “Bankaların Finansal Başarısızlıklarının Yapay Sinir Ağları Modeli Çerçevesinde Tahmin Edilebilirliği”, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 28(2), 189-217. 223 M. ÖZÇALICI. ARAS, S., KOCAKOÇ, İ.D. (2016), “A New Model Selection Strategy in Time Series Forecasting with Artificial Neural Networks: IHTS”, Neurocomputing, 174, 974-987. ASADİ, S., HADAVANDİ, E., MEHMANPAZİR, F., NAKHOSTİN, M.M. (2012), “Hybridization of Evolutionary Levenberg-Marquardt Neural Networks and Data Pre-Processing for Stock Market Prediction”, Knowledge-Based Systems, 35, 254-258. ATAN, S.D., ÖZDEMİR, Z.A., ATAN, M. (2009), “Hisse Senedi Piyasasında Zayıf Formda Etkinlik: IMKB Üzerine Ampirik Bir Çalışma”, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 24(2), 33-48. ATSALAKIS, G.S., PROTOPAPADAKIS, E.E., VALAVANIS, K.P. (2015), “Stock trend forecasting in turbulent market periods using neuro-fuzzy systems”, Operational Research, DOI:10.1007/s12351-015-0197-6. ATSALAKIS, G.S., VALAVANIS, K.P. (2009a), “Surveying Stock Market Forecasting Techniques – Part II: Soft Computing Methods”, Expert Systems with Applications, 36(3), 5932-5941. ATSALAKIS, G.S., VALAVANIS, K.P. (2009b), “Forecasting Stock Market Short-Term Trends Using A Neuro-Fuzzy Based Methodology”, Expert Systems with Applications, 36, 10696-10707. AVCI, E. (2009), “Stock Return Forecasts with Artificial Neural Network Models”, Marmara Üniversitesi İİBF Dergisi, 26(1), 443-461. BAO, Y., XIONG, T., HU, Z. (2014). “Multi-step-ahead time series prediction using multiple-output support vector regression”, Neurocomputing, 129, 482-493. BOYACIOĞLU, M.A., KARA, Y. (2007), “Türk Bankacılık Sektöründe Finansal Güç Derecelerinin Tahmininde Yapay Sinir Ağları Ve Çok Değişkenli İstatistiksel Analiz Tekniklerinin Performanslarının Karşılaştırılması”, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 22(2), 197-217. 224 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227 CHANG, P.C., WANG, D., ZHOU, C. (2012), “A Novel Model by Evolving Partially Connected Neural Network for Stock Price Trend Forecasting”, Expert Systems with Applications, 39, 611-620. ÇALIŞKAN, M.M.T., DENİZ, D. (2015), “Yapay Sinir Ağlarıyla Hisse Senedi Fiyatları ve Yönlerinin Tahmini”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi, 10(3), 177-194. DİLER, A.İ. (2003), “IMKB Ulusal-100 Endeksinin Yönünün Yapay Sinir Ağları Hata Geriye Yayma Yöntemi İle Tahmin Edilmesi”, IMKB Dergisi, 7(25-26), 6581. EDWARDS, R., VE MAGEE, J. (2007), Technical Analysis of Stock Trends, (9. Baskı), Taylor & Francis Group, LLC, New York,. FAMA, E.F (1965), “The Behavior of Stock-Market Prices”, The Journal of Business, 38(1), 34-105. HAGAN, M.T., DEMUTH, H.B., BEALE, M. (1996), Neural Network Design, PWS Publishing Company, USA. HAYKIN, S. (1999), Neural Networks: A Comprehensive Foundation, Prentice Hall, India. HORNIK, K., STINCHCOMBE, H.W. (1989), “Multilayer Feedforward Networks Are Universal Approximator”, Neural Networks, 2(5), 359-366. HUCK, N. (2010), “Pairs trading and outranking: The multi-step-ahead forecasting case”. European Journal of Operational Research, 207, 1702-1716. KARA, Y., BOYACIOĞLU, M.A., BAYKAN, Ö.K., (2011), “Predicting Direction of Stock Price Index Movement Using Artificial Neural Networks and Support 225 M. ÖZÇALICI. Vector Machines: The Sample of the Istanbul Stock Exchange”, Expert Systems with Applications, 38, 5311-5319. ÖZÇALICI, M. (2015), Hisse Senedi Fiyat Tahminlerinde Bilgi İşlemsel Zeka Yöntemleri: Uzman Bir Sistem Aracılığıyla BIST Uygulaması, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi. ÖZÇALICI, M. (2011), Özdüzenleyici Haritalar Yöntemiyle Banka Müşterilerinin Bölümlendirilmesi. Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi. PALIT, A.K., POPOVIC, D. (2005), Computational Intelligent in Time Series Forecasting: Theory and Engineering Applications, Springer. London. TEKTAŞ, A., KARATAŞ, A. (2004), “Yapay Sinir Ağları Ve Finans Alanına Uygulanması: Hisse Senedi Fiyat Tahminlemesi”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 18(3-4), 337-349. TORAMAN, C. (2008), “Demir-Çelik Sektöründe Yapay Sinir Ağları ile Hisse Senedi Fiyat Tahmini: Erdemir A.Ş. ve Kardemir A.Ş. Üzerine Bir Tahmin Uygulaması”, Muhasebe ve Finansman Dergisi, 39, 44-57. USLU, V.R., YOLCU, U., EĞRİOĞLU, E. ALADAĞ, Ç.H., BAŞARAN, M.A. (2012), “Yüksek Dereceli Bulanık Zaman Serisi Yaklaşımı ile Türkiye Enflasyon Öngörüsü”, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 27(1), 85-95. YAKUT, E., ELMAS, B., YAVUZ, S. (2014), “Yapay Sinir Ağları ve Destek Vektör Makineleri Yöntemleriyle Borsa Endeksi Tahmini”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 19(1), 139-157. XIONG, T., BAO, Y., HU, Z. (2013), “Beyond One-Step-Ahead Forecasting: Evaluation of Alternative Multi-Step-Ahead Forecasting Models For Crude Oil Prices”, Energy Economics, 40, 405-415. 226 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227 Ek-1. Her Bir Hisse Senedi İçin Girdi Değişkenleri Arasındaki Pearson Korelasyon Katsayısı Hisse Senedi AKBNK ARCLK BIMAS CCOLA DOAS EKGYO ENKAI EREGL FROTO GARAN HALKB ISCTR KCHOL KOZAL KRDMD OTKAR PETKM PGSUS SAHOL SISE TAVHL TCELL THYAO TKFEN TOASO TTKOM TUPRS ULKER VAKBN YKBNK Değişkenler Arası Korelasyon Katsayısı %D - SMA(10) %D - MACD MACD – SMA(10) 0,237 0,4315 -0,0003 0,0908 0,4427 -0,0649 0,1694 0,2716 0,035 -0,0017 0,3917 -0,0382 0,1852 0,4116 0,0507 0,5307 0,2714 0,0005 0,2089 0,4584 0,0061 0,0991 0,4733 0,01 0,0896 0,3842 -0,0786 0,2415 0,4531 0,0014 0,3642 0,3787 0,0284 0,2077 0,483 0,0195 0,0988 0,4644 -0,0458 0,1738 0,4256 0,007 0,072 0,467 -0,1102 0,1036 0,3871 -0,1493 0,2466 0,4636 0,0508 0,0879 0,1522 -0,0008 0,1443 0,4562 -0,0282 0,1621 0,446 -0,052 0,1911 0,3848 -0,0747 0,1564 0,424 0,0049 0,1343 0,4837 -0,0091 0,2756 0,4484 0,0192 0,1568 0,4271 -0,0143 0,2881 0,4504 0,0255 0,2023 0,4533 -0,0142 0,0723 0,3883 -0,0593 0,2123 0,4771 0,019 0,2326 0,4659 0,0339 227 Yayın Geliş Tarihi: 18.02.2016 Yayın Kabul Tarihi: 14.10.2016 Online Yayın Tarihi: 22.12.2016 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250 Etik Liderliğin Sosyal Sermaye Üzerindeki Etkisi Üzerine Bir Araştırma Tayfun YILDIZ1 Zafer AYKANAT2 Samet TÜZEMEN3 Öz Bu çalışmanın temel amacı, çalışanların sergiledikleri etik liderlik davranışları ile sosyal sermaye algıları arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Bu amaçla, Ardahan Üniversitesi’nde çalışan toplam 156 öğretim elemanı üzerinde nicel bir araştırma yapılmıştır. Araştırma sonucunda, etik liderlik davranışı ile çalışanların sosyal sermaye algıları arasında olumlu yönde anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Bununla birlikte, en yüksek ilişki ise sosyal sermayenin alt boyutlarından yapısal sosyal sermaye ile etik liderlik davranışı arasında tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Etik, Liderlik, Sosyal Sermaye JEL Sınıflandırma Kodları: M10, M12, M19 A Study on the Impact of Ethical Leadership on Social Capital Abstract The main objective of this study is to put forward the relationship between employees’ ethical leadership behavior and social capital perception. For this purpose, a quantitative survey is administered among 156 scholars currenty working at Ardahan University. Results reveal that there exists a positive statistically significant relationship between ethical leadership behavior and employees’ social capital perception. Besides, the highest relationship value is determined between structural social capital, one of the subdimensions of social capital, and ethical leadership behavior. Keywords: Ethics, Leadership, Social Capital JEL Classification Codes: M10, M12, M19 1 Yrd. Doç. Dr., Ardahan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü, [email protected] 2 Yrd. Doç. Dr., Ardahan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü [email protected] 3 Arş. Gör., Ardahan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü [email protected] T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN 1. GİRİŞ Etik liderlik ve sosyal sermaye kavramlarının her ikisi de sosyal bilimler alanı içerisinde yeni sayılabilecek kavramlardır. Birbirlerinden bağımsız olarak inceledikleri bilimsel çalışmalar oldukça az iken, birlikte ele alınarak değerlendirildikleri araştırmaları literatürde bulmak ise pek mümkün değildir. Etik liderlik ve sosyal sermaye arasındaki ilişkiyi ilk kez doğrudan inceleyen Pastoriza ve Arino (2013), sosyal sermaye oluşumunda etik liderliğin rolünü araştırmışlardır. Yaptıkları anket çalışması sonucunda etik liderliğin sosyal sermayenin oluşumunda etkin bir rol oynadığını ortaya koymuşlardır. Bu çalışmanın amacı da etik liderlik ve sosyal sermaye arasındaki ilişkinin incelenmesi ve bu alandaki literatüre katkı sağlamaktır. Bu amaçla Ardahan Üniversitesi’nde görevli öğretim elemanlarına anket uygulaması yapılmıştır. Yapılan ankette öğretim elemanlarının etik liderlik algısı ve sosyal sermaye stoğu toplam 26 sorudan oluşan ve 5’li likert ölçeğine dayanan soru formuyla tespit edilmeye çalışılmıştır. Çalışmada etik liderliği ölçmek için Brown vd. (2005) tarafından geliştirilen Etik Liderlik Ölçeği kullanılmıştır. Öğretim elemanlarının sosyal sermaye stoğunu alt boyutlarıyla birlikte ölçmek için ise Pastoriza ve Arino (2013)’nun çalışmalarında kullandıkları sorular kullanılmıştır. Yapılan istatistiksel analizler sonucunda görülmüştür ki etik liderlik ile sosyal sermaye arasında da olumlu ve anlamlı bir ilişki mevcuttur. İlk olarak etik liderlik ve sosyal sermaye olguları ayrı ayrı incelenmiş, daha sonra iki kavramın doğrudan veya dolaylı olarak birlikte ele alındığı çalışmalar ortaya konmuştur. Ardından bu çalışmanın metodolojisi, yöntemi ve istatistiksel modeli ortaya konarak araştırma evreni ve örneklem seçimi hakkında bilgi verilmiştir. Son olarak yapılan analizlerden elde edilen bulgular ortaya konmuş ve sonuç ve önerilerle çalışmaya son verilmiştir. 2. ETİK LİDERLİK Liderlik kavramının tanımlaması yakın tarihli bir akademik etkinlik olsa da liderlik fenomeni, insan ilişkilerinde her daim mevcut olmuştur. Lider kavramının 230 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250 kökleri 1300’lü yıllara kadar gitmektedir. Liderlik kavramının geçmişi ise 1800’lü yıllara kadar gitmektedir (Fairholm, 2002: 2). Liderlik kavramı XX. yüzyıl batı dünyasının en popüler kavramlarından biri olmuştur. Bunun en temel nedeni sanayi devriminden sonra gelişen dünya ekonomisinin etkili şekilde yönetilmesi arayışında gizlidir. Sanayi devriminden sonra baş gösteren yönetim ve organizasyon problemleri, çeşitli kişileri sahneye çıkarmıştır. 1990’lı yıllardan sonra bu alandaki gelişmeler zirveye çıkmış ve liderlik alanındaki yaklaşımlar, bu alanı adeta sosyal bilimler içinde geniş bir bilim dalı olmaya kadar taşımıştır (Aykanat, 2010: 3-4). Sosyal bilimlerin gelişmesi, araştırmaların çoğalması ve bilimsel yaklaşımların çok mesafe almış olması, tüm dikkatlerin liderliğe çevrilmesine neden olmuştur. Ancak tüm bu gelişmelere rağmen lider ve liderlik üzerindeki sis perdesi hala kaldırılmamıştır. Bu bağlamda liderlik konusundaki araştırma ve yayınlar artarak devam etmektedir. Liderlik, bir kişinin, grubun veya örgütün hedeflere ulaşmasına yönelik rehberlik sürecini ifade eder. Norm ve değerler lider tarafından başlatılır ve geliştirilir. Liderler, organizasyon tarafından takip edilen davranış örnekleri sergilerler. Onlar eğilim belirleyicileri ve örgüt kültürü kurucularıdır (Haq, 2011: 2793). Etik, yanlışı ve doğruyu birbirinden ayıran ahlaki ilkelerin bütünü olarak tanımlanmıştır. Bu açıdan etik, normatif (kuralları ya da standartları belirleyen) bir alandır. Çünkü etik, bireyin hem yapması gerekeni hem de yapmaması gerekeni ortaya koymaktadır (Beekun, 1996:2) Etik, insan ile insan, insan ile örgüt ve örgüt ile örgüt ilişkilerinde, bireyin tutum, davranış ve kararlarında, herkesi içine alan ya da hiç kimsenin dışında kalamayacağı ilke ve değerlerdir (Aykanat, 2014: 57). 1930’lardan bu yana yaşanan küresel durgunluk ve lider şirketlerde gerçekleşen çeşitli skandallar etik liderlik için adeta bir çağrı oluşturmuştur. Enron, Arthur Andersen, WorldCom, Tyco International, Global Crossing, Adelphia Communications, Parmalat ve HealthSouth gibi gelişmiş ülkelerdeki işletmelerin liderleri aralarında “her ne pahasına olursa olsun kazanmak” amacını 231 T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN gerçekleştirmek ve bu amacın başarılması için uygulanan baskıların da yer aldığı çeşitli nedenler dolayısıyla uygulanan işlemler ve davranışlar etik açısından başarısız olmuştur (Karcıoğlu vd., 2014:77). Lider ve etik arasındaki ilişki çok eskiye dayanmaktadır. Bu ilişki uzun zamandır tartışılmakta; tartışmalar ve yapılan çalışmalar daha yoğun olarak normatif etik kapsamında ele alınmaktadır. Etik liderlik genellikle normatif iş etiği açısından tanımlanmıştır. Normatif etik ile ahlaki isteklerin ve normların betimlenmesinden çok gerekçelendirilerek temellendirilmesi amaçlanmaktadır. Normatif etik, bu işlevi yerine getirirken “en yüksek iyi” ye göndermede bulunur (Karcıoğlu vd., 2014:78). Örgütler açısından oldukça önemli bir konumda bulunan etik liderliğin tanımlaması da bu konuda ilk uygulamalı çalışmalar da çok yenidir. Etik liderlik “bireysel davranışlar ve bireyler arası ilişkiler yoluyla normatif açıdan uygun olan davranışların sergilenmesi ve bu türlü davranışların karar alma ve iki yönlü iletişim süreçleriyle çalışanlar tarafından da sergilenmesinin teşvik edilmesi” (Brown vd., 2005: 120) şeklinde tanımlanmış ve liderliğin pozitif yönleri vurgulanmıştır. Brown ve arkadaşlarının yaptıkları tanımdaki “normatif açıdan uygun davranışlar” kültürel ve toplumsal normlara bağlı olarak farklı şekillerde ortaya çıkabilirler. Liderlerin ahlaki becerileri gelişmiş olmalı ve bu liderler pozitif yönetim davranışları sergilemelidirler (Karcıoğlu vd., 2014:78). 3. SOSYAL SERMAYE Güncel bir kavram olarak sosyal sermaye hakkındaki araştırmalar ve kavramsal olarak tanımlanması çabaları birkaç on yıldan öteye gitmemektedir. Buna rağmen bu görece yeni kavram dünyanın her yerinde ekonomi, siyaset, sağlık, güvenlik, çevre, yoksulluk, refah, kalkınma, verimlilik, kamu yönetimi, yönetişim, sosyoloji, sosyal psikoloji, demokrasi ve örgütlenme gibi neredeyse tüm sosyo ekonomik sorunların ilacı olarak algılanmış ve bu doğrultuda yapılan birçok araştırmanın konusu haline gelmiştir. 232 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250 Terim olarak sosyal sermaye yeni ve dağınık bir terimdir (Collier, 1998: 1). Bu yargı, üzerinden yaklaşık 20 yıl geçmesine rağmen geçerliliğini korumaktadır. Bununla beraber sosyal sermaye kavramının, olanca hızıyla gelişmesine ve çeşitli alanlara yayılmasına karşın tanımı ve içeriği hakkında ortak bir dile ulaşılamamaktadır. Sosyal sermaye; diğer sermaye türleri gibi sosyo-ekonomik aktiviteleri destekleyen, ancak onlardan farklı olarak ölçülmesi oldukça zor bir sermaye türüdür (Çetin, 2006:1). Sosyal sermayenin kavramsal olarak ne olduğunun tanımlanmasındaki güçlük yine sosyal sermayenin kendi doğasındaki soyut yapıdan kaynaklanır. Zira sosyal sermayenin varlığı, onun sonuçlarının etkisiyle kanıtlanabilmektedir. Yani sosyal sermaye kendini ancak sonuçları ortaya çıktığında açığa vurur. Böylece ortaya çıkan sonuç sosyal sermayenin kendisi haline gelmektedir (Tüzemen, 2013: 5). Sosyal sermayenin günümüzde kullanılan kavramsal haline ulaşmasının 20. yüzyılın başına dayandığına dair ortak kanı mevcuttur. Konuyla ilgili çalışan araştırmacıların hemen hepsi kavramsal olarak sosyal sermaye olgusuna ilk olarak 1916 yılında sosyolog Lyda J. Hanifan’ın yazdığı bir makalede rastlandığına dair fikirbirliğine sahiptir. Amerika Birleşik Devletleri’nin Batı Virjinya eyaletinde okul müfettişi olarak da görev yapan Hanifan, okul performansının artırılmasında toplumun katılımının önemine vurgu yapmış, sosyal sermaye kavramının bu ilişkideki pozitif yönünü şu şekilde açıklamıştır (Hanifan, 1916: 130): “...şu somut esaslar insanların günlük hayatında çok önemli bir yere sahiptir: Bireyler arasında ve sosyal birliği oluşturan aile içindeki iyi niyet, arkadaşlık, sempati ve sosyal ilişki... Eğer bir birey komşusuyla iletişime geçerse ve onlar da diğerleriyle iletişim kurarlarsa, orada bir sosyal sermaye birikimi olacaktır ki bu onların sosyal ihtiyaçlarını anında tatmin edebilecek ve tüm 233 topluluğun yaşam T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN koşullarında sayısız gelişmeyi sağlamaya yetecek sosyal potansiyeli doğurabilecektir.” Sosyal sermaye kavramının kendini tam anlamıyla bulması ve formule edilerek içeriğinin ortaya çıkarılması, Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nun 1970’lerde başlayıp 1986’da “Sermaye’nin Türleri” adlı kitabıyla nihayet tamamladığı bir dizi çalışmanın sonucunda sağlanmıştır. Bourdieu sosyal sermayeyi; “Ortak tanışıklılığın veya tanımanın az ya da çok kurumsallaşmış ilişkisine, güvenilir ağlar (network) yoluyla bağlanan fiili veya potansiyel kaynakların toplamı...” şeklinde tanımlamıştır (Bourdieu, 1986: 247). Önde gelen sosyal sermaye teorisyenlerinden birisi olan James S. Coleman (1988: 98) sosyal sermayenin kendi fonksiyonuyla tanımlandığını, dolayısıyla sadece tek bir öğeden değil, karşılıklı güveni esas alan ilişkiler temelinde birleşen, farklı öğelerin karışımından oluştuğunu ifade etmektedir. Kavramın şekillenmesine öncülük eden ve sosyal sermayenin klasikleri arasında gösterilen Robert D. Putnam ise (1995: 664) sosyal sermayeyi; “katılımcılarını, paylaşılan bir amaca giderken, etkin bir şekilde birlikte hareket etmelerini sağlayan, ağlar (networks), normlar ve güven gibi sosyal hayatın özellikleri” cümlesiyle tanımlamıştır. Fukuyama (2000: 3), sosyal sermayeyi kısaca normlar olarak tanımlarken, bu normların grup içerisinde işbirliğine önderlik etmesi gerektiği dolayısıyla bahsi geçen normların, dürüstlük, ahde vefa, verilen görevde iyi performans, karşılıklılık ve beğenmek gibi geleneksel erdemlerle ilişkili olduğunu ifade etmiştir. “Mesele ne bildiğin değil, kimi tanıdığındır” (Woolcock ve Narayan, 2000: 3). Bu söz, daha önce kavramı tanımlayan tüm teorisyenlerin parmak bastığı ilişkiler ve mütekabiliyetin önemini, tek bir satırda vurgulamaktadır. Buna göre sosyal sermaye olgususun, önemli kulüplere üyeliklerin kulüp içinden birilerini tanımaktan geçmesi veya yüksek rekabet içeren iş başvurularını kazananların çoğunlukla “yüksek yerlerde tanıdıkları” olması gibi tecrübelerden doğduğu söylenebilir. Böylece zor zamanlarda son güvenlik ağının aile ve arkadaşlar 234 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250 olduğunu vurgulayarak sosyal sermayenin temelinin ilişkiler ve bu ilişkilere duyulan güven olduğunun altı çizilmektedir. Bütün bu tanımlamalardan bir özet çıkarmak gerekirse sosyal sermaye; kendine has kuralların çerçevesini çizdiği, güven, katılım ve karşılılığın ana renkleri oluşturduğu, ilişkiler ve sonuçlarının ahenkli uyumuyla tamamlanmış bir resim olarak nitelendirilebilir (Tüzemen, 2013: 19). Sosyal sermaye, iki ve daha fazla birey arasında işbirliğini sağlayan, ani oluşmuş gayri resmi norm olarak tanımlanırsa, ekonomistlerin sosyal sermayenin kökeninin ne olduğuyla ilgili basit bir açıklaması vardır: Sosyal sermaye, tekrarlanan “tutuklular ikilemi” oyununun ürünü olarak kendiliğinden ortaya çıkmıştır (Fukuyama, 2000: 13). Sözü edilen tutuklular ikilemi matematiğin yan alanı olmakla birlikte sosyal bilimlerde de sıkça uygulama alanı bulan oyun teorisinin de bir parçasıdır. Oyun teorisi temelde, karar verme konumunda olan bireylerin, değişik alternatiflerin seçiminde olasılık ve varsayımsal değerleri dikkate almak suretiyle fayda fonksiyonlarını daha üst düzeye taşıma gayreti güdülerinin sonucu olarak yaygınlaşan bir analiz tekniğidir. Oyun teorisinin birçok uygulaması ve örneği bulunmaktadır. Ancak en çok bilineni “Nash Dengesi” adıyla anılan oyun teorisi yaklaşımıdır. Nash dengesi, herhangi bir oyuncunun kendisi için mutlak en iyi seçeneği değil, rakibinin seçmiş olduğu strateji sonucunda kendisine en fazla getiriyi sağlayacak olan stratejiyi seçmesi sonucunda oluşan dengedir (Çolak ve Bekmez, 2007: 5-11). Sosyal sermayenin sınıflandırılması konusunda tıpkı tanımı konusunda olduğu gibi tartışmalar belirli bir noktaya ulaşmakla birlikte son bulmamıştır. Yani sosyal sermayenin tanımındaki çeşitlilik kadar sınıflandırılmasında da çeşitlilik söz konusudur. OECD’ye göre oldukça basit bir yaklaşımla sosyal sermaye (1)Birleştirici, (2)- Köprü Kurucu ve (3)- Bağlayıcı olmak üzere üç gurupta incelenebilir (Keeley, 2007: 103). 235 T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN OECD’nin basitçe üç alt başlıkta yaptığı bu sınıflandırma kimi araştırmacılarca yeterli olarak görülmemektedir. Zira sözü edilen araştırmada yalnızca bağlantı yapısına göre bir sınıflama yapılmıştır. Ancak bunun yanında, sosyal sermayeyi boyutlarına ve düzeylerine göre de sınıflandırmak mümkündür. Boyutlarına göre sosyal sermayeyi kimi araştırmacılar yapısal ve bilişsel olmak üzere iki başlıkta incelerken bazıları ise yapısal, ilişkisel ve bilişsel olarak üç başlıkta incelemiştir (Erbil, 2008: 51). Bu çalışmada ise sosyal sermaye boyutlarına göre üç sınıfta incelenmiştir. Nahapiet ve Ghoshal (1998: 244), entelektüel sermaye oluşumunda sosyal sermayenin rolünü inceledikleri çalışmaları çerçevesinde sosyal sermayeyi; (1)Yapısal, (2)- İlişkisel ve (3)- Bilişsel olmak üzere üç guruba ayırmış ve bu sınıflandırmayı tercih eden araştırmacıların da öncüsü olmuşlardır. Sosyal sermayenin ilk boyutu olarak ele alınan yapısal boyutu, sosyal sistemin ve ilişkiler ağının bir bütün olarak özelliklerine odaklanırken, ikinci boyutu olan ilişkisel boyutu ise bunun aksine insanların davranışlarını da etkileyen, saygı ve arkadaşlık gibi sahip oldukları belirli özelliklerine odaklanır. Son olarak sosyal sermayenin bilişsel boyutu ise taraflar arasındaki paylaşılan simge, yorum ve anlam sistemini sağlayan kaynaklara yapılan bir atıftır. 4. ETİK LİDERLİK VE SOSYAL SERMAYE ARASINDAKİ İLİŞKİ Sosyal sermaye sosyal bilimler alanı içerisinde çok geniş bir yelpazede incelenen güncel bir konudur. Benzer şekilde etik liderlik konusu da günümüz yönetim bilimi araştırmalarında ön plana çıkan bir konu olmuştur. Ancak sosyal sermayenin oluşumunda rol alan çeşitli faktörler arasında etik liderlik faktörünün incelenmesi literatürde oldukça yenidir. Bu çalışmalarda ilk olarak dolaylı ilişki üzerine odaklanılmışken, daha sonra doğrudan ilişkinin ön plana çıktığı görülmektedir. Mele (2003) çalışmasında etik prensipleri ön planda tutan bir kültür yapısına sahip olan toplumların, işbirliği yapabilme kapasitesi olarak da tanımlanan, sosyal sermayenin oluşumuna diğer toplumlara göre olumlu yönde daha fazla katkısı olup 236 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250 olmadığını incelemiştir. Mele, etik toplumun göstergeleri olarak hümanizmi, hümanist işletmeciliği ve bu bağlamda toplumda insana verilen değeri ve gösterilen saygının yanı sıra kamu yararını gözeten yönetim anlayışını da ele almıştır. Sözü edilen bu faktörleri bir bütün olarak “Organizasyonel İnsancıllaşan Kültür” kavramına yerleştiren araştırmacı bu kavramın da sosyal sermaye oluşumuna olumlu yönde katkı yaptığını ileri sürmüştür. Liderliğin etik boyutunu ön plana çıkardıkları çalışmalarında, Brown vd. (2005), bu boyutu sosyal öğrenme perspektifinden incelemişlerdir. Buna göre lider çalışanlarına etik bir yön gösterici olmalıdır. Etik liderliği dürüstlük ve güven gibi sosyal sermayenin de temellerini oluşturan kavramlar ile ilişkilendiren yazarlar, etik liderlik yaklaşımının çalışanlarda işe kendini adama ve problemleri rapor etme konusunda istekli olma gibi yine sosyal sermayenin “işbirliği yapabilme kapasitesi” tanımıyla dolaylı da olsa ilgili olan noktalarda kazanımlar sağladığını ortaya koymuşlardır. Brown vd. (2005)’e benzer şekilde, Brown ve Trevino (2006) da çalışmalarında etik liderlik ile sosyal öğrenme olgularını birlikte ele almışlardır. Bu bağlamda etik lider yönetim biçimiyle rol model olarak çalışanları tarafından takip edilir. Bu durumda çalışanlar liderlerinin davranışlarını örnek alarak kurum içerisinde etik mesajın belirgin hale gelmesini sağlarlar. Çalışma bu noktada sosyal sermayenin ilişkisel boyutuna dolaylı yoldan değinmekte ve etik liderin ilişkiler vasıtasıyla kurumsal sosyal sermaye oluşumuna katkı sağlayabileceğine işaret etmektedir. Otantik liderliğin, çalışanların iş tatminine, işe adanmışlığına ve işten hoşnut olup olmamasına etki edip etmediğini inceledikleri çalışmalarında Jensen ve Luthans (2006), otantik liderliğin sözü edilen çalışan davranış ve tutumlarına doğrudan ve güçlü olarak etki ettiğini bulmuşlardır. Maak (2007), çalışmasında sorumlu liderlik, paydaş katılımı ve sosyal sermaye arasındaki bağı incelemiştir. Maak liderlerin bir topluluktaki paydaşlar arasında devamlı ve ortak faydaya dayanan bir ilişkiyi tesis etmesi gerekliliğini öne sürmüş ve bu ilişkinin kurulması halinde sosyal sermayenin inşa edilebileceğini 237 T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN vurgulamıştır. Bu bağlamda Maak, sorumlu liderlik anlayışının sosyal sermayenin artmasını sağlayacak değer ağları aracılığıyla sürdürülebilir bir işletme ve kamu yararı oluşmasını sağlayacağını iddia etmektedir. Pastoriza vd. 2008 yılında yayınladıkları çalışmalarında kurumsal sosyal sermayenin öncülü olarak etik yönetsel davranışların rolünü ele almışlardır. Buna göre çalışanların iyiliğini gözeten, etik ve motivasyon bakımından gelişmelerini önemseyen yönetsel davranışlar, kurumda sosyal sermayenin oluşmasında önemlidir. Araştırmacılara göre yöneticinin davranışları üç temel prensibe dayanmalıdır; örnek tavır takınmak, çalışanlar arasındaki davranışların önemini ortaya çıkarmak ve çalışanların güvenini boşa çıkarmamak. Pastoriza vd. 2009 yılındaki çalışmalarında ise etik işyeri ortamı oluşturmanın sosyal sermaye oluşumuna neden olacağını ileri sürmüşlerdir. McCallum ve O’Connell (2009), önemli liderlik çalışmalarını inceleyerek sosyal sermayenin kuvvetli bir liderlik oluşumundaki etkisini araştırdıkları çalışmalarında sonuç olarak organizasyon içerisinde sağlıklı ilişkiler kurmak, iyi niyet ve güven tesis etmek gibi unsurlara sahip sosyal sermaye oluşturma becerisinin liderlik becerileri arasında gittikçe artan bir öneme sahip olmaya başladığını ortaya koymuşlardır. 2010 yılında yayınladıkları çalışmalarında Caldwell vd., güven temeline oturan lider-takipçi ilişkisini incelemişlerdir. Yaptıkları ampirik çalışmaya göre lider etik önderlik anlayışıyla takipçileri arasında güvene dayalı bir ilişki oluşturur. Bu da organizasyonun etkinliğini artırmakta önemli bir rol oynar. Tung (2012), Çin’e özgü bir nevi sosyal ağ niteliğindeki Guanxi olgusunu işletmelerde etik davranışlarla birlikte ele almıştır. Sonuç olarak sözü edilen olgunun Çinli organizasyonların başarısı için vazgeçilmez olduğuna ve organizasyon içi etik davranışların da bu olgunun organizasyon içerisinde daha etkin bir şekilde işler hale gelmesini sağladığına işaret etmektedir. Etik liderlik ve sosyal sermaye arasındaki ilişkiyi doğrudan inceledikleri çalışmalarında Pastoriza ve Arino (2013), etik liderliğin sosyal sermaye 238 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250 oluşumundaki rolünü ampirik olarak ele almışlardır. İspanyol, Fransız ve Portekizli toplam 408 yarı-zamanlı işletme yüksek lisans öğrencisine uyguladıkları anket çalışmasından elde ettikleri verileri kullanarak yapısal eşitlik modeli tekniğiyle etik liderliğin sosyal sermayenin üç boyutu üzerine ayrı ayrı etkisini incelemişlerdir. Sonuç olarak etik liderliğin sosyal sermayenin her üç boyutu üzerinde de anlamlı ve olumlu bir etkisinin olduğunu ortaya koymuşlardır. 5. ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ Sosyal sermayenin oluşumunda rol alan çeşitli faktörler arasında etik liderlik faktörünün incelenmesi literatürde oldukça yenidir. Bu bağlamda araştırmanın amacı etik liderlik ve sosyal sermaye arasındaki ilişkileri tespit etmektir. 5.1. Araştırmanın Yöntemi ve Modeli Bu kısımda örneklemin seçimi, veri toplama aracının geliştirilmesi, veri toplama süreci, anketteki ifadelerin niteliği ve veri toplamada kullanılan istatistiksel yöntem ve teknikler açıklanmıştır. Bu veriler SPSS 21 ve AMOS 21 istatistik paket programları kullanılarak analiz edilmiştir. Tüm bu bilgiler ışığında aşağıdaki hipotezler geliştirilmiştir. H1: Etik Liderlik Davranışı ile Yapısal Sosyal Sermaye arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki vardır. H2: Etik Liderlik Davranışı ile İlişkisel Sosyal Sermaye arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki vardır. H3: Etik Liderlik Davranışı ile Bilişsel Sosyal Sermaye arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki vardır. Ayrıca aşağıdaki şekilde araştırmaya konu olacak modelin teorik alt yapısı gösterilmiştir. 239 T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN Yapısal Sosyal Sermaye İlişkisel Sosyal Sermaye Etik Liderlik Bilişsel Sosyal Sermaye Şekil 1. Araştırma Modeli 5.2. Araştırmanın Evreni ve Örneklem Seçimi Araştırmanın amacına uygun olarak, analiz için Ardahan Üniversitesi bünyesinde çalışan öğretim elemanları araştırma evrenini oluşturmaktadır. Araştırma evrenini oluşturan öğretim elemanı sayısı4 aşağıdaki tabloda gösterilmektedir. Tablo 1. Araştırma Evreni Mesleki Unvan Sayı Prof. Dr. 10 Doç. Dr. 7 Yrd. Doç. Dr. 58 5 Arş. Gör . 49 Öğr. Gör. 69 Okutman 18 Toplam 211 4 5 Bu sayı Ardahan Üniversitesi Personel Dairesi Başkanlığından alınmıştır. ÖYP Kadrosunda bulunan 64 personel araştırmaya dahil edilmemiştir. 240 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250 Araştırma evreni için minimum örneklem %5 önem düzeyinde ve %5 hata payı ile anket uygulanacak örnek kitlesinin büyüklüğünü belirlemek için eşitlik (1)’de yer alan; (1) Örnek büyüklüğü hacmi formülünden yararlanılmış ve eşitlik (2)’de hesaplanan değer bulunmuştur. Bu değer minumun örnek sayısını göstermektedir. (2) Araştırma, Ardahan üniversitesinin elektronik anket sistemi üzerinden 2015 mart, nisan ve mayıs tarihleri arasında yapılmıştır. Eksik ve hatalı olmayan 156 anket değerlendirmeye alınmıştır. 5.3. Soru Formlarının Oluşturulması Bu araştırmada, temelde nicel verilere dayalı araştırma ve ölçme yöntemi benimsenmiştir. Araştırmada veri toplama aracı olarak anket yöntemi kullanılmıştır. Anket üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde cinsiyet, medeni durum, mesleki deneyim, kurumdaki pozisyonu, gibi araştırma kapsamındaki çalışanların demografik özelliklerini belirlemeye yönelik kapalı uçlu sorulara yer verilmiştir. Anketin ikinci bölümünde Etik Liderliği ölçmek için Brown ve arkadaşları (2005) tarafından geliştirilmiş olan tek boyutlu Etik Liderlik Ölçeği (KLÖ) kullanılmıştır. Bu ölçek ” Ethical leadership: A social learning perspective for construct development and testing”, adlı makaleden alınmıştır. Ölçekteki ifadelerin tümü 1’in “Kesinlikle katılmıyorum”, 5’in “Kesinlikle katılıyorum” olduğu 5’li Likert Ölçeğine dayandırılmıştır. Anketin üçüncü bölümünde Sosyal Sermaye ölçeğine yer verilmiştir. Bu ölçek Pastoriza ve Arino (2013) tarafından hazırlanan “Does the Ethical Leadership of Supervisors Generate Internal Social Capital?” başlıklı makaleden alınmıştır. Ölçek 241 T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN toplam 16 sorudan ve üç boyuttan oluşmaktadır. Ölçekteki ifadelerin tümü 1’in “Kesinlikle katılmıyorum”, 5’in “Kesinlikle katılıyorum” olduğu 5’li Likert Ölçeğine dayandırılmıştır. 5.4. Bulgular Ankete katılanların % 24,36’sı (n=38) Bayan ve % 75,64’ü (n=118) ise Erkek’tir. . Ayrıca katılımcıların % 74,36’sı evli (n=116), % 25,64’ü bekardır. Katılımcıların mesleki deneyimlerine bakılıdğında ise % 55,13 oranında 0-5 yıl arası (n=86), % 24,36 oranında 6-10 yıl arası (n=38), % 7,69 oranında 11-15 yıl arası (n=12), % 3,85 oranında 16-20 yıl arası (n=6) ve son olarak da % 8,97 oranında (n= 14) 20 yıldan fazla süredir çalıştıklarını belirtmektedirler. Ankete katılanların % 3,85’i Prof.Dr. (n= 6), % 2,56’sı Doç.Dr.(n=4), % 25,64’ü Yrd.Doç.Dr.(n=40), %26,92’si Arş.Gör.(n=42), %37,82’si Öğr.Gör.(n=59) ve %3,21’de okutman (n=5) olarak çalıştıklarını belirtmektedirler. Tablo 2. Demografik Değişkenler f % Bayan 38 24,36 Bay 118 75,64 Evli 116 74,36 Bekar 40 25,64 0-5 yıl arası 86 55,13 6-10 yıl arası 38 24,36 11-15 yıl arası 12 7,69 16-20 yıl arası 6 3,85 20'den fazla yıl 14 8,97 CİNSİYET MEDENİ DURUMU MESLEKİ DENEYİM 242 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250 MESLEKİ UNVAN Prof. Dr. 6 3,85 Doç. Dr. 4 2,56 Yrd. Doç. Dr. 40 25,64 Arş. Gör. 42 26,92 Öğr. Gör. 59 37,82 Okutman 5 3,21 5.5. Geçerlilik ve Güvenilirlik Tablo 3’ten de izlenebileceği gibi faktörlerin geçerlilik ve güvenilirlik analizleri yapılmış ve tüm değişkenlerin faktör yükleri, Cronbach Alfa değerleri ve açıklanan ortalama varyans değerleri oldukça güçlü çıkmıştır. Tablo 3. Geçerlilik ve Güvenilirlik Analizi Faktörler Yapısal Sosyal Sermaye İlişkisel Sosyal Sermaye Bilişsel Sosyal Sermaye İfadeler Standart Cronbach’s Yükler α Yss1 ,074 Yss2 ,073 Yss3 ,072 Yss4 ,073 İss1 ,072 İss2 ,069 İss3 ,078 İss4 ,076 İss5 -,071 İss6 ,069 Bss1 ,077 Bss2 ,077 Bss3 ,079 Bss4 ,077 Bss5 ,075 Bss6 ,079 243 Açıklanan Ortalama Varyans (AVE) 0,92 0,72 0,60 0,74 0,96 0,80 T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN El8 ,919 El6 ,910 El5 ,906 El9 ,896 El7 ,889 El4 ,879 El1 ,872 El10 ,867 El3 ,857 El2 ,824 Etik Liderlik 0,75 0,97 Tablo 4’ten de izlenebileceği gibi yapılan korelasyon analizinde en yüksek ilişki Yapısal Sosyal Sermaye ile Bilişsel Sosyal Sermaye (r=816, p<0,01) arasında bulunmuştur. En düşük ilişki ise Etik Liderlik ve İlişkisel Sosyal Sermaye (r= 630, p<0,01) arasında bulunmuştur. Tablo 4. Korelasyon Analiz Faktörler Ort. Std. Sapma 1 2 3 1.Etik Liderlik 3,2417 1,2322 1 2.Yapısal Sosyal Sermaye 3,0929 1,1263 ,660** 1 3.İlişkisel Sosyal Sermaye 3,1111 ,6992 ,630** ,788** 1 4.Bilişsel Sosyal Sermaye 2,8900 1,1665 ,677** ,785** ,816** 4 1 Tablo 5’te izlenebileceği gibi yapılan doğrulayıcı faktör analizi sonucunda araştırma modelinin uyum iyiliği değerleri (Goodness-of-fit indices) kabul edilebilir düzeylerde çıkmıştır. 244 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250 Tablo 5. Araştırma Modelinin Uyum İyiliği Değerleri df CFI GFI TLI RMSEA PNFI AGFI Kabul Edilebilir Değerler n/a n/a < 3.0 > 0.9 > 0.9 > 0.9 < 0.08 >0.5 >0.9 Modelin Değerleri 408, 9 285 1,435 0,972 0,846 0,969 0,53 0,802 0,810 Şekil 2’de görüldüğü gibi yapılan basit yapısal model analizinde Etik Liderlik Davranışı (β=0,76 p<0,05) Yapısal Sosyal Sermaye (YSS) algısını en çok etkilemektedir. Etik Liderlik Davranışı, İlişkisel Sosyal Sermaye ve Bilişsel Sosyal Sermaye algısını (β=0,73 p<0,05) aynı düzeyde etkilemektedir. Şekil 2. Araştırma Modeli ve AMOS Analiz Tahminleri Tablo 6’da görüldüğü gibi bu veriler ışığında üç hipotez de (H1, H2, H3) kabul edilmiştir. Tablo 6. Değişkenler Arası İlişkiler Yol Analizi H1 Etik Liderlik Sermaye Yapısal Sosyal 245 Estimate SE CR p ,762 ,071 10,253 *** T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN H2 Etik Liderlik Sermaye İlişkisel Sosyal H3 Etik Liderlik Sermaye Bilişsel Sosyal ,734 ,069 9,032 *** ,726 ,071 9,503 *** Not: ***p<0.05 6. SONUÇ Günümüzde üzerine birçok çalışma yapılmaya devam etmesine rağmen liderlik kavramı hala yeni yaklaşımlarla incelenmeye açık bir kavramdır. Liderlik bir durumdan çok bir süreci ifade etmesi bakımından değişim ve dönüşüme açık bir olgudur. Bu bağlamda rehberlik ve önderlik süreci diye de tanımlanabilen liderlik kavramının geçmişi eskiye dayanır. Ancak çeşitli yönleriyle yeniden tanımlanması ve kavramsallaşması devam etmektedir. Liderlik kavramının önüne gelebilen çeşitli sıfatlarla birlikte çeşitli boyutlarda incelenmesi mümkündür. Bu çalışmada da liderlik, etik olgusuyla birlikte ele alınmıştır. Etik, yanlış ile doğruyu birbirinden ayırmaya yarayan ahlaki ilkeler bütünü olarak tanımlanabilir. Etik ve liderlik kavramları birbirlerinden uzak kavramlar olarak değerlendirilemez ancak birlikte ele alınması ve incelenmesi için tarihte bazı dönüm noktalarına ihtiyaç duyulmuştur. Bunlardan en önemlileri özellikle küresel ekonomik kriz dönemlerinde büyük firmalarda ortaya çıkan yönetimsel skandallardır. Bu dönüm noktaları liderin aynı zamanda etik olup olmaması durumunun tartışılması için gereken kıvılcımı sağlamıştır. Bu çalışmada etik liderlik ile, Putnam (1995:664) tarafından “katılımcılarını, paylaşılan bir amaca giderken, etkin bir şekilde birlikte hareket etmelerini sağlayan, ağlar, normlar ve güven gibi sosyal hayatın özellikleri” şeklinde tanımlanan ve temelinde güven olgusunu barındıran sosyal sermaye arasındaki ilişki Ardahan Üniversitesi özelinde incelenmiştir. Bu amaçla Ardahan Üniversitesi’nde görev yapan akademik personele elektronik anket sistemi aracılığıyla etik liderlik algısını ve üç alt boyutuyla sosyal sermaye stoğunu ölçmeye yönelik toplam 26 sorudan oluşan bir anket uygulanmıştır. İstatistik paket programı ile değerlendirilen çalışmanın sonucuna göre etik liderliğin, sosyal 246 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250 sermayenin her üç alt boyutu üzerinde de olumlu ve anlamlı etkisinin olduğu ortaya çıkmıştır. Bilginin yaratıldığı, paylaşıldığı ve kullanıldığı yer olan üniversitelerde sosyal sermayeyi akademik ortamda geliştirme ve etkili kılmada en önemli görev yöneticilerindir. Lider nitelikteki yöneticiler, sosyal sermaye ve boyutlarının öneminin bilincinde olarak hareket ettikleri takdirde sosyal sermayenin bir değer olarak amaca hizmet etmesi mümkün olacaktır. Ardahan üniversitesi açısından bakıldığında lider yöneticilerin beklenen, sosyal sermayenin farkında oldukları ve akademik gelişime uygun zemin hazırladıkları verilerle ortaya konulmuştur. Sosyal sermayenin önemli bileşenleri olan güven ve karşılıklılık Ardahan Üniversitesini uluslararalılaşmada zirve noktaya taşımış ve Kafkasya Üniversiteler Birliğine liderlik etmesini sağlamıştır. Bu sonuçlar daha önce bu konu üzerine yapılmış olan çalışmalardan Pastoriza vd. (2008) ve Pastoriza ve Arino (2013)’nun çalışmalarında elde ettikleri bulgularla benzer şekilde çıkmıştır. Bununla beraber literatürde aksi yönlü bir sonucun ortaya konduğu bir çalışma bulunmamaktadır. Etik liderlik ve sosyal sermaye görece yeni kavramlar olması sebebiyle birbirleri ile olan ilişkinin incelendiği çalışma sayısı oldukça azdır. Bu sebeple araştırmacıların bundan sonraki çalışmalarda bu iki olguyu çeşitli boyutlarıyla ve farklı uygulama yerlerinde incelemeleri faydalı olacaktır. KAYNAKÇA AYKANAT, Z. (2010), Karizmatik Liderlik ve Örgüt Kültürü İlişkisi Üzerine Bir Uygulama, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Karaman. AYKANAT, Z. (2014), Psikolojik Sözleşmenin İhlali Algısında Örgütsel Adaletin Etkisi ve Etik Liderin Aracı Değişken olarak Rolü: Kalkınma Ajanslarında Uygulama, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Erzurum. BEEKUN, R. I. (1996), “Islamic Business Ethics”, International Institute of Islamic Thought, (703) 471-1133, s.1-14, http://www.muslimtents.com/aminahsworld/ethicshm.pdf (17.11.2015). 247 T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN BOURDIEU, P. (1986), “Forms of Capital, Handbook of Theory and Research for the Sociology of Education”, edt: John G. Richardson, Greenwood Press, Westport, CT, 241-258, https://mccti.hugoramos.eu/Biblioteca_(versao_antiga)/Mestrado_CCTI/Bourdieu, %20Pierre/The%20Forms%20of%20Capital.pdf, (02.12.2016). BROWN, M. E., TREVINO, L. K., HARRISON, D. A. (2005), “Ethical Leadership: A Social Learning Perspective For Construct Development And Testing”, Organizational Behavior and Human Decision Processes, 97, 117–134. BROWN, M. E., TREVINO, L. K. (2006), “Ethical Leadership: A Review And Future Directions”, The Leadership Quarterly, 17, 595-616. BROWN, M. E. (2007), “Misconceptions of Ethical Leadership: How to Avoid Potential Pitfalls”, Organizational Dynamics, Vol. 36, No. 2, , ss. 140–155. CALDWELL, C., HAYES, L. A., LONG, D. T. (2010), “Leadership, Trustworthiness, and Ethical Stewardship”, Journal of Business Ethics, 96, 497512 COLEMAN, J. S. (1988), “Social Capital In The Creation Of Human Capital”, The American Journal of Sociology, 94, 95-120. COLLIER, P. (1998), “Social Capital and Poverty”, Social Capital Initiative Working Paper, 4, http://internationalbudget.org/wp-content/uploads/SocialCapital-and-Poverty.pdf, (02.01.2013). ÇETİN, M. (2006), “Bölgesel Kalkınmada Sosyal Ağların Rolü: Silikon Vadisi Örneği”, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:21 Sayı:1, Yıl:2006, ss:1-25. ÇOLAK, Ö. F., BEKMEZ, S. (2007), Kayıt dışı Ekonomi ve Siyasal Tercihler, Nobel Basımevi, Ankara. ERBİL, C. (2008), Sosyal Sermayeye Örgütsel Bir Yaklaşım: Bir Model Önerisi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 248 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250 FAIRHOLM, M. R. (2002), “Defining Leadership: A Review of Past, Present, and Future Ideas”, ss.1-45, http://www.strategicleaders.org/system/files/private/definingleadership-pastpresent.pdf, (13.11.2015). FUKUYAMA, F. (2000), “Social Capital and Civil Society”, IMF Working Paper, 74, http://www.imf.org/external/pubs/ft/seminar/1999/reforms/fukuyama.htm, (03.01.2014). HANIFAN, L. J. (1916), “The Rural School Community Center”, Annals of the American Academy of Political and Social Science, 67, 130-138. HAQ, S. (2011), “Ethics And Leadership Skills In The Public Service”, Procedia Social and Behavioral Sciences, 15, ss. 2792–2796. JENSEN, S. M., LUTHANS, F. (2006), “Entrepreneurs As Authentic Leaders: Impact On Employees Attitudes”, Leadership & Organization Development Journal, 27/8, 646-666. KARCIOĞLU, F. AYKANAT, Z., ÇINAR, O. (2014), “The Impact Of Organizational Justice On The Perception Of Psychological Contract Breach And The Role Of Ethical Leader As A Moderator: An Application On Development Agencıes”, Research Journal of Business&Management-RJBM Vol.1(2), 74-86. KEELEY, B. (2007), “Human Capital How What You Know Shapes Your Life”, OECD Insights, http://www.keepeek.com/Digital-AssetManagement/oecd/education/human-capital_9789264029095-en, (17.12.2013). MAAK, T. (2007), “Responsible Leadership, Stakeholder Engagement, and the Emergence of Social Capital”, Journal of Business Ethics, 74, 329-343. MCCALLUM, S., O’CONNELL, D. (2009), “Social Capital And Leadership Development: Building Stronger Leadership Through Enhanced Relational Skills”, Leadership & Organization Development Journal, 30/2, 152-166. 249 T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN MELE, D. (2003), “Organizational Humanizing Cultures: Do They Generate Social Capital?”, Journal of Business Ethics, 45, 3-14. NAHAPIET, J., GHOSHAL, S. (1998), “Social Capital, Intellectual Capital, and the Organizational Advantage”, The Academy of Management Review, 23 (2), 242266. PASTORIZA, D., ARINO, M. A., RICART, J. E. (2008), “Ethical Managerial Behaviour As An Antecedent of Organizational Social Capital”, Journal of Business Ethics, 78, 329-341. PASTORIZA, D., ARINO, M. A., RICART, J. E. (2009), “Creating an Ethical Work Context: A Pathway to Generate Social Capital in the Firm”, Journal of Business Ethics, 88, 477-489. PASTORIZA, D., ARINO, M. A. (2013), “Does the Ethical Leadership of Supervisors Generate Internal Social Capital?”, Journal of Business Ethics, 118, 1– 12. PIEPER, A. (1999), Etiğe Giriş, Ayrıntı Yayınları, İstanbul. Putnam, R. D. (1995), “Tuning In, Tuning Out: The Strange Disappearance of Social Capital in America”, PS: Political Science and Politics, 28 (4), 664-683. TUNA, M., BİRCAN, H., YEŞİLTAŞ, M. (2012), “Etik Liderlik Ölçeği’nin Geçerlilik Ve Güvenilirlik Çalışması: Antalya Örneği”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 26, Sayı: 2, ss.143-155. TUNG, J. (2012), “Guanxi and Ethics-A Study of Chinese Management Behaviour”, American Journal of Applied Sciences, 9/2, 223-226. TÜZEMEN, S. (2013), Güven ve İlişkiler Bağlamında Sosyal Sermayenin Akademik Verimliliğe Etkisi: Karadeniz Teknik Üniversitesi Örneği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Trabzon. WOOLCOCK, M., NARAYAN, D. (2000), “Social Capital: Implications for Development Theory, Research, and Policy” World Bank Research Observer, 15 (2), 1-26. 250 Yayın Geliş Tarihi: 26.02.2016 Yayın Kabul Tarihi: 26.04.2016 Online Yayın Tarihi: 22.12.2016 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285 Endüstriyel İşletmelerde Franchising Model Önerisi: Hazır Beton Sektöründe Bir Uygulama İpek KAZANÇOĞLU1 Özden ÖKTEM2 Öz Endüstriyel pazarda faaliyet gösteren firmaların daha hızlı büyüyerek, yeni pazarlara açılmasında franchising sistemi yeni bir satış, dağıtım kanalı olarak değerlendirilmektedir. Amaç, hazır beton sektöründe faaliyet gösteren bir firmanın franchising sistemini bir iş modeli olarak benimseme kararını almasında dikkat etmesi gereken unsurları ve karşılaşılan zorlukları incelemektir. Örnek olay çalışması olarak, yöneticilerle derinlemesine görüşme gerçekleştirilmiştir. Bu görüşmelerde amaç, firmanın franchising uygulamalarına ilişkin görüşlerini öğrenmektir. Görüşmeler sonucunda, franchising sisteminin hazır beton sektöründe bir model önerisi olarak uygulanıp/uygulanmayacağı değerlendirilmektir. Bulguların diğer endüstriyel işletmeler için de geliştirilebilecek bir franchising iş modeli kararında etkili olabileceği düşünülmektedir. Çalışma sonuçlarının franchising modeline etki eden faktörlerin anlaşılması yönünden uygulamaya katkı sağlayacağı beklenmektedir. Anahtar Kelimeler: Franchising, Endüstriyel Pazarlama, Hazır Beton Sektörü JEL Sınıflandırma Kodları: M13, M31 A Franchising Model Proposal In Industrial Business : An Application In Ready Mixed Concrete Industry Abstract Franchising system is evaluated as a new sales and distribution channel for the firms operating in the industrial market providing them ways of faster development and entrance into new markets. The purpose of this research is to investigate the elements to be considered and the challenges faced, while adopting the franchising system as a business model for a firm operating in ready mix concrete industry. The study is designed as a case-study, in-depth interviews are carried out with seven managers. Consequently, franchising system is evaluated as whether if this proposal is applicable as a model. Findings of in-depth interviews are useful because they provide understanding regarding the factors affecting the decision on the development of franchising business model by other industrial businesses. Keywords: Franchise, Industrial Marketing, Ready-Mix Concrete JEL Classification Codes: M13, M31 1 Doç. Dr., Ege Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü, [email protected] 2 Batıbeton Sanayii A.Ş. Urla Tesis Şefi, [email protected] İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM 1.GİRİŞ Rekabetin artmasıyla birlikte her firma yeni bir pazarlama stratejisini incelemek ve uygulamak zorunda kalmıştır. Franchising sistemi, pazarını genişletmek isteyen işletmelerde büyüme hedeflerine ulaşmada kullanabilecekleri stratejik yöntemlerden biri iken, küçük firmalara büyük bir firmanın desteği ve güvencesiyle yatırım yapma olanağı sunmaktadır. Literatürde franchising üzerine perakendecilik ve hizmet işletmelerinde çok fazla çalışma yapıldığı, endüstriyel pazarlara yönelik ise sınırlı sayıda akademik çalışmanın yapılmış olduğu görülmektedir. Bu araştırma, franchising sistemini bir model olarak benimsemek isteyen endüstriyel bir firmanın bu kararında etkili olabilecek faktörlerin belirlenmesi için gerçekleştirilmiştir. Ülkemizde, alanında yapılmış çalışmalar incelendiğinde, franchising uluslararası pazarlara açılmada bir büyüme modeli olarak ele alınmış (Aslanoğlu, 2007; Küçük, 2011), daha çok hizmet işletmelerinde perakendecilik sektöründe otel, hazır yemek (fast-food) (Görkem, 2015), kozmetik, giyim, bankacılık ve restoran zincirlerine yönelik gerçekleştirilmiştir (Ünüsan, 1998; Candan, 2000; Nart, 2005; Türksoy vd., 2013; Arıcan ve Zengin, 2015). Endüstriyel pazarda ise, franchising alanında yapılan çalışmaların sınırlı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu çalışmanın literatüre ve bu alanda yatırım yapmak isteyen firmalara katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Çalışmanın birinci bölümünde franchising tanımı, avantaj ve dezavantajları ile dünyadaki ve Türkiye’deki franschising gelişimi incelenmiştir. İkinci bölümde, endüstriyel pazarlarda franchising uygulamaları ele alınmıştır. Üçüncü bölümde ise, franchising hazır beton sektöründe bir model önerisi olarak uygulanıp/uygulanmayacağı yönünden incelenmiş ve yapılan derinlemesine görüşmelerle değerlendirilmiştir. 2. FRANCHİSİNG TANIMI, KAPSAMI VE GELİŞİMİ Literatürde franchising İngilizce olarak kullanılmakta ve köken itibariyle “Franchise” kelimesinden gelmekte olup kelimenin en yakın Türkçe karşılığı, 252 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285 “imtiyaz/ayrıcalık verme” olarak ifade edilmektedir. Franchising, tanınmış, kendi alanlarında başarılı olmuş; ürün veya hizmet üreten firmaların ürün veya hizmetinin ülke içinde ya da dışında ana firmaya benzer şekilde; benzer görünümlü mağazalarda üretilmesini, dağıtılmasını sağlayan bir pazarlama yöntemidir (Keegan ve Green, 2008: 296; Velentzas ve Broni, 2013: 764). Ulusal Franchising Derneği (UFRAD)’ne göre franchising, “bir ürün veya hizmetin imtiyaz hakkına sahip tarafın, belirli bir süre koşul ve sınırlamalar dahilinde işin yönetim ve organizasyonuna ilişkin bilgi ve destek (know-how) sağlamak sureti ile, imtiyaz hakkını ticari işler yürütmek üzere ikinci tarafa verdiği imtiyazdan doğan, uzun dönemli ve sürekli iş ilişkilerinin bütünü” olarak tanımlanmıştır (UFRAD; Nart, 2005:124). Franchising, franchisor (franchise veren) ile franchise alan (franchisee) olarak adlandırılan, birbirinden hukuken bağımsız iki taraf arasında gerçekleştirilen sözleşmeli bir ilişkidir. Franchisor (Franchise veren), kendi alanında başarılı olmuş, belirli bir kalite standardında, tanınmış, bilinen bir markadaki ürün ve/veya hizmetin, işletme sisteminin sahibidir (Nart, 2005:124). Kullanım haklarını verdiği ürün veya hizmet ile ilgili bilgileri, organizasyon gereksinimlerini karşılayacak nitelikte bir planı, işletim sisteminin nasıl kullanılacağı hakkında rehberlik ve destek sağlamak zorundadır (Yan ve Wang, 2012: 1165). Franchisee, franchisor’a yıllık ciro ve kardan, anlaşmayla belirlenen oranlarda royalty adı altında belirlenen bir yüzde olarak lisans bedeli ödemek yükümlülüğündedir. Günümüzde en iyi bilinen iş modeli olan franchising sisteminin gelişimine bakıldığında, hızlı gıda tüketim sektöründe genelde zincir organizasyonlar şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Uluslararası Franchising Birliği (IFA) tarafından hazırlanan raporda “farklı sektörlerde açılan 2015 yılı franchising firmalarının işyeri sayısı, istihdam, üretilen çıktı, GSYİH içindeki oranları incelenmiştir. Rapora göre, otomotiv; taşımacılık, depolama, sigorta acenteleri, araştırma ve güvenlik hizmeti gibi iş hizmetleri; ticari ve konut hizmetleri; otel, hotel vb. konaklama; eğitim, eğlence gibi kişisel hizmetler; hızlı gıda tüketim hizmeti (fast-food gibi); tam hizmet veren restoranlar; emlak; gıda 253 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM perakendecileri; mobilya, sağlık ve kişisel bakım, kitap ve müzik mağazaları vb. perakendeci mağazaları gibi toplam 10 alt sektörün rakamları değerlendirilmiştir. Toplam çıktı miktarına göre, konaklama ve gayrimenkulde % 6,3’lük büyüme yaşanırken; gıda perakendeciliğinde % 3,9’luk bir büyüme görülmüştür. İstihdam açısından, hızlı gıda tüketim hizmeti %3,2’lik büyüme yaşarken, tam hizmet veren restoranlarda % 2,4’lük büyüme yaşanmıştır. Açılan işyeri oranları incelendiğinde; kişisel hizmetlerde %1,9’luk büyüme, gıda perakendeciliğinde %1,1’lik bir büyüme sağlamıştır. 2015 yılı hızlı gıda tüketim hizmeti %20’lik oranla gerek açılan işyeri dağılımına göre, gerek %38’lik oranla istihdam açısından, gerekse de %26’lık oranla toplam çıktı miktarı açısından en büyük paya sahiptir. İkinci en büyük payı alan sektör kişisel hizmetler toplam açılan işyeri sayısı içinde %15’lik oranla küçük işletmelerden oluşurken, istihdama %8’lik, toplam çıktı miktarına ise %11’lik katkı yapmaktadır. En küçük payları ise, işyeri açısından %3’lük konaklama, %4’lük otomotiv işletmeleri almıştır. İstihdam açısından %2’lik oranla otomotiv ve toplam çıktı miktarına göre, %5’lik oranla otomotiv, gıda perakendeciliği almıştır. İş hizmetleri sektörü ise, toplam içinde %19’luk bir payla işyeri başına ve çalışan başına düşen çıktı miktarı açısından en büyük ikinci sektör olduğu” belirlenmiştir (Franchise Business Economic Outlook, 2015). Ülkemizde franchising sistemi 1985 yılında TURYAP ile başlamış, 1986’da Mc Donalds tarafından verilen ilk yabancı franchise ile birlikte sektör büyümeye başlamıştır. Ancak henüz istenen düzeyde geliştiğini söylemek zordur. Türkiye’ye fast food ile giren ve günümüzde gıda ve tekstil başta olmak üzere birçok hizmet sektöründe büyük bir pazar ağına sahip olan franchising, özellikle son yıllarda hızlı bir biçimde yaygınlaşmaya başlamıştır. Sektörde, 2015 yılı itibariyle bin 850 civarında zincir işletme bulunuyorken, yüzde 24’ü yabancı, yüzde 76’sı Türk kökenli marka zincirine bağlı şube sayısı ise, yaklaşık 50 bindir. Franchise zincir mağaza sayısıyla Avrupa birincisi olan Türkiye, sektörel kar marjını giderek arttırmaktadır. 2014 yılı itibariyle franchising sektöründen 40 milyar dolarlık gelir ve 200 bin kişilik istihdam elde 254 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285 edilirken, 2016 yılı için pazar beklentisi 50 milyar dolar olarak tahmin edilmektedir. Frachisor’un başarısı franchising verdiği firmaların başarısına bağlıdır. Bu anlamda, franchisee, önemli stratejik ve operasyonel destek satın alabileceği firmayı seçecektir (Velentzasa ve Broni, 2013: 1165). Franchising sisteminin uygulanabilmesi için iyi oturmuş bir kurum kimliği ve iyi bilinen bir marka isminin var olması gerekmektedir. Türkiye’de bu tanıma uygun firma sayısının azlığı göze çarpmakta ve sahip olanların ise, bilgi birikimlerini paylaşmaktan çekindikleri gözlenmektedir. Ayrıca franchise veren ve alan arasındaki ilişki kalitesinin yeterince sağlanamaması, sistemin ülkemizde gelişememesinin en büyük nedenlerindedir. Sistemin ülkemizde gelişememesinde etken SPK’ya kayıtlı olan firmalar dışında bağımsız denetim kavramının oluşmamış olmasıdır (Nart, 2005:127). Franchising sisteminin muhasebe kayıtları üzerinden işlemesi, kayıt dışı ekonominin önüne geçilmesinde önemli bir etkendir. 3. FRANCHİSİNG SİSTEMİNİN TARAFLARA SAĞLADIĞI AVANTAJ VE DEZAVANTAJLAR Franchising sisteminde tarafların karşılaşabileceği zorluklar incelendiğinde; franchisor tarafında marka değerinin korunup korunmayacağı, verilen işletme modelinin istenildiği şekilde uygulanıp uygulanmayacağı, franchisee tarafında ise hem işletme sermayesi, hem de ödenecek franchising bedelinin firmaya getireceği yük ve her iki taraf açısından hukuki olarak bir sorun oluştuğunda nasıl çözülebileceği ilişkin konulardır. Wang vd. (2006) çalışmasında franchising modelinin düşük maliyet avantajı kazanmaya ve tedarik zincirini bilgi kanalları ile tedarikçileri bağlamada etkili olacağını belirtmiştir. Bundan dolayı tedarik zincirinin yüksek seviyede ilişkisine bağlı olarak üretim, ürün kalitesi, stok seviyesi ve taşıma kapasitesi gibi değişkenlerin kolayca takip edilmesi sağlanacaktır (Yan ve Wang, 2012: 1165). Saleh ve Kleiner (2005) franchising modelinin yeni pazara girişte ve faaliyetleri büyütmede işletmeler için başarılı bir strateji olduğunu belirtmiştir. Rubin (1978) çalışmasında franchise veren firmanın satılan ürünlerin, fiyat, çalışma saatlerinin, fabrika 255 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM koşullarının, sigorta, stokların, çalışanların, muhasebe ve denetim konularını kontrol edebildiğini ifade etmiştir. Franchise veren açısından avantajlar; firma pazar payını maliyetsiz, hızlı bir şekilde büyütebilmekte; sermayenin daha iyi geri dönüşünü sağlayabilmekte; farklı bölgelerde çok rahat etkinliklerini sürdürebilmekte; düşük sermaye ve işgücü ile büyük firmalarla rekabette daha güçlü duruma geçebilmektedir. Dağıtım ağında hızlı genişleme ile firmanın adını ve ününü arttırabilmektedir (Küçük, 2011: 22; Velentzas ve Broni, 2013: 766). Franchise veren açısından dezavantajları; franchisee seçimi zordur, zincirde yer alan franchise alanların aynı standardizasyonu sağlayamaması ve yanlış personel seçimi markaya olumsuz yansıyabilmektedir (Küçük, 2011: 23). Bu sebeple franchise veren firmanın franchise alan firma üzerindeki kontrolü ve tedarikçilerinin denetimi konuları çok önemlidir. Franchise alan firma yeterli sermayeye sahip ve işi benimseyecek yapıda olmalıdır. Aksi takdirde, firma markaya zarar verebilmekte, işi yürütemediğinde o bölgedeki pazar payına olumsuz yansımalar yaratabilmektedir. Franchise alan firma işi öğrendikten sonra, aynı işletme yöntemleriyle ana firmaya rakip olabilmektedir. Bu konuda iyi bir sözleşme yapılması kesinlikle şarttır (Salar ve Salar, 2014; Ulaş, 2015). Franchisee açısından avantajları: Başarısı kanıtlanmış, tanınmış bir marka ile birlikte, ulusal veya uluslararası standarda kaliteye sahip olacak ve tanınmış markalara sürekli müşteri ve iş yapma imkanı sağlayacak, satmak çok daha kolay olacaktır. Belirli ve hazır bir müşteri potansiyeli olan bir marka ile franchise anlaşması yapmak, franchise alan açısından daima daha kolay satış yapmak anlamına gelmektedir. Franchise veren işletme franchisee’ye eğitim hizmetleri ve uzman personel, mali, ticari ve personel konularında desteklemekte, teknik uzmanlık bilgisini kullanarak, teknik işlevlere verip, franchisee’nin başarı şansını arttırılabilmektedir (Cebeci, 2005: 9). Franchisor ile ortak hareket ederek küçük işletmeler kendileri yeni bir işletme kurmak yerine, daha az sermayeye ihtiyaç duyarak, riskleri ve işletmecilik sorunlarını 256 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285 minimize edeceklerdir. Franchisor’un sürekli olarak yaptığı araştırma ve geliştirme çalışmalarından, kaliteli personel bulma, işe alma ve yerleştirme konularında, mali ve hukuk danışmanlarından yararlanabilecektir. İşletmenin kuruluş aşamasında ve kuruluş yerinin seçiminde bilimsel tekniklerin kullanılması, kuruluş aşamasında leasing gibi kaynaklardan yararlanması ve finansal konularda kredi standardını arttırması gibi konularda avantaj; reklam ve tanıtım giderlerinden tasarruf sağlayacaktır (Cebeci, 2005: 9). Franchisor’un daha büyük miktarlarda malzeme, hammadde, yarı mamul ve mamul satın sonucu franchise daha iyi fiyatla satın aşma yapacak ve firmaların karlılığına olumlu etki edecektir. Piyasada hakim olan firmalarla daha kolay rekabet şansına sahip olmaktadırlar (Salar ve Salar, 2014; Ulaş, 2015). Franchisee açısından dezavantajları: Franchising sistemine katılmak için ödenmesi gereken başlangıç bedeli genellikle yüksektir. Bu başlangıç ücretleri; marka değerinin peşin alınması, gerekli yatırım amaçlı tüm ekipman, malzemelerin temini, eğitim masraflarından oluşmaktadır. Sözleşmede; gerekli malzeme ve ekipman, ana firmanın belirlediği mağazalardan alınmakta ya da ana firma tarafından temin edilmektedir. Franchisee kendi bölgesel tedarikçisinden daha ucuza satın alabileceği malzemeleri bile ana firmanın belirlediği yerlerden satın almak zorundadır. Genellikle kar da taraflar arasında paylaşılmaktadır. Franchise alan, sisteme giriş ücretinden başka sürekli olarak, aylık satışların belirli bir yüzdesini yani royalty bedelini (%1-%11) ana firmaya ödemek zorundadır. Royalty’nin çok yüksek istenmesi franchise alanların işletmelerini kapatmak zorunda kalmalarına neden olabilmektedir (Cebeci, 2005: 10). Franchisee’nin hukuken bağımsız bir işletmeci olmasına rağmen, ana firma tarafından ticari faaliyet performansına yönelik çeşitli işletme bilgileri ve mali tabloları devamlı takip edilmekte, sürekli denetlenerek kontrol edilmektedir. Bu anlamda, franchisor firmasına bağımlıdır. Franchisee, standardizasyonun bozulmaması için kendi bölgelerinde sattıkları ürünlerin içeriğinde değişiklik yapamamaktadır. Kendi birimine yakın bir yerde, yeni bir franchise biriminin açılması sonucu 257 franchisor’la aralarında çatışma İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM doğabilmektedir (Cebeci, 2005: 10). Franchise alan diğer firmalardan birinde oluşan bir itibar kaybı, tüm franchise alan firmaları etkileyebilmektedir (Salar ve Salar, 2014; Ulaş, 2015). 4. ENDÜSTRİYEL PAZARLARDA FRANCHİSİNG UYGULAMALARI Endüstriyel pazar, diğer firmalara satılan, kiralanan veya tedarik edilen, diğer ürün ve hizmetlerin üretiminde kullanılmak için, ürün ve hizmetleri satın alan organizasyonları içeren pazar olarak tanımlanmaktadır (Tosun ve Emirza, 2014: 273). Endüstriyel pazarlarda dağıtım kanalı yapısı incelendiğinde, franchising sisteminin çok yaygın olduğu görülmemektedir. Örnek olarak İtalya’da 562 franchise veren firma arasından sadece 6 adet firma (%1) endüstriyel franchise sistemi uygulamaktadır. Çok yaygın olmamakla birlikte endüstriyel franchise uygulamaları, B2B tedarik zincirinin özel bir uygulaması, genellikle bir franchise veren ve birden fazla franchise alandan oluşmaktadır. Endüstriyel franchise uygulamaları bilgi ve teknoloji transferi, internet üzerinden gerçekleşen bir ağ ile tedarik zincirinin ortak kullanılması gibi konularında gelişmektedir. Franchising sisteminde bilgi paylaşım modeli, franchior ve franchisee arasında talep tahmin bilgisinin paylaşılmasıyla, fiyatlama stratejileri, envanter ve ikmale yönelik tasarruf sağlamaktadır (Yan ve Wang, 2012: 1165). Perakendecilik alanındaki franchising uygulamalarına göre, endüstriyel pazarda franchisee firması franchisor tarafından çok daha fazla satış desteği beklemektedir. Bu şekilde franchising, firmalar arasında maliyetleri düşürmek ve verimliliği arttırmak açısından geniş çeşitlilikteki endüstriler ve çeşitli seviyelerdeki operasyonlar için rekabet avantajı sağlayan büyük bir potansiyele sahiptir. B2B pazarında bir grup tedarikçinin diğer bir grup satıcıyla temasa geçmesiyle, geleneksel sipariş sistemini ortadan kaldırmayı başarmıştır. İnternet tabanlı platformda ürünleri veya hizmetleri almak veya satmak için firmalar arasındaki işbirliğini sağlamaktadır (Sherman, 2001:1). 258 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285 5. HAZIR BETON SEKTÖRÜNDE FRANCHİSİNG UYGULAMALARI İnşaat sektörünün en temel kollarından birini oluşturan hazır beton sektörü, diğer ülkelere göre Türkiye’de oldukça genç bir sektör olmasına rağmen, 2014 yılında Avrupa’nın en büyük üreticisi iken, dünyada en büyük 3. üretici konuma gelmiştir. Toplam cirosu 5 milyar USD’a ulaşmıştır. Son 5 yılda %34’lük bir büyüme gerçekleştirmiştir (Hazır Beton İstatistikleri, 2014). 2013 yılında Türkiye’de Hazır Beton Birliği’ne kayıtlı hazır beton firma sayısı 580’dir, toplam tesis sayısı 1040’dır (Hazır Beton İstatistikleri, 2014). Ülkemizdeki artan nüfus artışı ve bunun getirdiği konut ihtiyacıyla birlikte kamu kaynaklı projeler, 3. havaalanı inşaatı, 3. köprü, Avrasya Tüneli, İstanbul-İzmir Otoyol projesi gibi büyük projelerin varlığı, kamu hastaneleri ve kentsel dönüşüm projeleri hazır betona olan ihtiyacı arttırmaktadır. Türkiye’deki hazır beton sektörünün yaşadığı en önemli sorun, standart dışı-kalitesiz üretim ve faturasız satışlarla sektörde haksız rekabete ve tüketicinin mağduriyetine yol açan bazı hazır beton üreticilerinin olmasıdır. İnşaat sektörünün performansına bağlı gelişen hazır beton sektöründe 2015 yılında ERMCO (Avrupa Hazır Beton Birliği) tarafından yayınlanan “2014 Hazır Beton İstatistikleri” raporuna göre, hazır betonun dağıtım yöntemi incelendiğinde; %70 firma üzerinden, % 29 taşeron, %1 müşteri üzerinden gerçekleştiği tespit edilmiştir (Hazır Beton İstatistikleri, 2014). 2012 yılı verilerine göre, coğrafik bölgeler bazında hazır beton üretiminde Ege Bölgesi %10’luk bir paya sahiptir. Türkiye’de hazır beton sektöründe franchising modelini benimseyen firmalar incelendiğinde; Lafarge Türkiye Agrega ve Beton Grubu, 2003 yılında “franchise” yöntemiyle Sakarya’daki İnci Beton ve Ereğli’deki Balcı Beton ile tesis işletmiştir. Türkiye’nin 3. en büyük çimento üreticisi olan Limak Çimento Grubu’da hazır betonda franchising modelini 2013 yılında Çebitaş Beton Bandırma ve Susurluk tesislerinde uygulamaya başlatmıştır. Endüstriyel pazarlarda franchising iş modeli çok fazla yer almamakla birlikte, literatürde hazır beton sektöründe çok fazla uygulama yapılmamıştır. 259 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM Johnson (2010), franchising modelini perakendeci olmayan firmalar için yenilikçi olarak tanımlamış, franchise veren çimento tedarikçilerini düşünerek, hazır beton sektöründe pazarı genişletmek için bir araç olduğunu, maliyetin en önemli rekabetsel faktör olduğunu belirtmiştir. Bu anlamda hazır beton sektöründe de, büyük çimento üreticisi firmalar franchisor konumda iken, küçük hazır beton sağlayıcıları franchisee konumundadır. Bu konuda, Sirichalermpong vd. (2012) ile Sirichalermpong ve Chansa-ngavej (2012 a,b) Tayland’da büyüyen bir pazar haline gelen hazır beton sektöründe franchising uygulamalarını çalışmalarında incelemişlerdir. Tayland Sanayii Bakanlığı verilerine göre, 2012 yılında Tayland’da 1000’den fazla hazır beton üretimi yapan firma bulunmaktadır. Bu hazır beton firmaları iki grupta toplanmıştır. Bunlardan ilk grup, çimento üretimi yapan firmaların sahip oldukları hazır beton tesisleri; ikinci grup ise, çimento ihtiyaçlarını ilk gruptaki firmalardan tedarik eden bağımsız hazır beton üreticileridir. Özellikle ikinci gruptaki firmaların pazarda çok fazla olması nedeniyle, arz fazlası oluşmuş ve fazla üretici tarafından pazar bölünmüştür. Bu aşamada pazar payını ve piyasadaki rekabet gücünü arttırmak amacındaki çimento üreticileri de yeni bir strateji geliştirmişlerdir. Hazır betonda franchising modeli ilk olarak Tayland’daki lider hazır beton üreticisi CPAC tarafından 2000 yılında geliştirmiş olduğu bu sistem 2010 yılına gelindiğinde 140 adet franchise alan firmaya ulaşmıştır. Ülkedeki 2. en büyük hazır beton üreticisi olan INSEE firması 2006 yılında mevcut çimento satış kanalını elinde tutmak amacıyla az sermaye ile daha fazla hazır beton pazar payına ulaşabilmek için bu sisteme geçmiştir. 2010 yılında INSEE firması 60 adet franchise alan firmaya sahip olmuştur. Bu sistem ile her iki firma artan franchise sayısı ve büyüyen pazar payları ile başarılı bir franchise sistemi oluşturduklarını kanıtlamışlardır. Sirichalermpong ve Chansangavej (2012b) çalışmasında hazır beton sektöründe franchise alan firmaya sağladığı algılanan faydalar incelendiğinde; imaj ve itibarı yükselterek, yüksek üretim kalitesi ile daha yüksek bir satış hacmine ulaşma; daha büyük projelere, devlet projelerine hazır beton 260 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285 sağlayabilme olanağı; ulusal ve uluslararası müteahhitlere ulaşma imkanı sağlama; mal satın alırken bağlantılar oluşturması, örneğin daha iyi fiyattan, franchise veren firmanın ikinci el makinelerinden yararlanmak, alternatif tedarikçilere ulaşmaktır. Hazır betonda franchise veren tarafa verilen destekler, ortağın rekabet gücünü ve tedarik zincirini geliştirerek arttıracaktır. Bu destekler; ticari destek olarak ticari eğitim, tedarik zincirinin geliştirilmesi, iş ve kalite geliştirme koçluğu vb.; teknik destek olarak teknik bilgi transferi; tedarikçi desteği, franchise alan firmanın memnuniyet seviyesi, değer sunumu, müşteri ilişkilerinin oluşturulması vb.; problem, iş ve teknik çözüm danışmanlığıdır (Sirichalermpong ve Chansangavej, 2012b: 49). Sirichalermpong ve Chansangavej (2012a) çalışmalarında franchise almak isteyen firmalara anket çalışması yaparak hazır beton sektöründe franchising sisteminin bir iş modeli olarak tercih edilmesi için itme ve çekme olarak iki faktörün etkili olduğunu ortaya koymuştur. Hazır beton sektöründe hayatta kalabilmek için belirsiz çevre koşullarında rekabetçi olmak gerekmektedir. Sektörde franchise alan için potansiyel rekabet şansını geliştirmek ve büyütmek için en iyi çözüm, piyasadaki en iyi ortağı bulmaktır. Bu sektörde franchising ağına katılma kararını etkileyen faktörler itme ve çekme faktörlerdir. Çevresel belirsizlikler olarak ekonomik koşullar, çevresel endişe, pazar koşulları, teknolojik değişimler itme faktörleri olarak tanımlanır ki bunlar bağımsız hazır betoncuları, kendilerini geliştirecek ve büyütecek iyi bir iş ortağı bulmaya yöneltmektedir (Sirichalermpong ve Chansa-ngavej, 2012a: 237). İtme faktörü kontrol edilemeyen bir faktör olarak işletmenin bu şekilde bir işletme modeli oluşturmasına negatif etki etmektedir. Bunlar; ekonomik koşullar - ekonomik kriz baskısı, enflasyon oranı, faiz oranı, petrol fiyatı v.b; çevresel durumlar çevresel yasal düzenlemeler, küresel ısınma endişesi, çevresel konularda toplumsal baskı; piyasa şartları – piyasa talebindeki dalgalanmalar; fiyat duyarlılığı; yüksek rekabet seviyesi, özel ihtiyaç ve istekler v.b’dir. Ayrıca, teknolojik değişimler – yapı teknolojisindeki değişiklikler, hazır beton 261 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM teknolojisindeki değişimler, taşımacılık teknolojisindeki değişiklikler, yeni ürün inovasyonları vb. şeklinde sıralanmaktadır. Çekme faktörler ise, kontrol edilebilen faktörler olarak olumlu etki yaratarak, franchise alan adayın franchise ağına katılması için teşvik eden pozitif faktörlerdir. Bunlar; iş geliştirme desteği- satış kanallarına giriş, kolay kredi, hammadde tedarikçilerine erişim, araç taşeronlarına erişim gibi; satış fırsatını arttırma-iyi bir markanın kullanım hakkını elde etme, büyük projelerde görev alma fırsatı yakalama; teknik ve operasyonel destek - tesis kuruluş ve operasyonel desteği, iş süreçleri desteği, kamyon filosunu yönetme vb.; ürünle ilgili - ürün kalite geliştirme, ürün çeşitliliği, ürün inovasyonu vb.; ilişki ve ağ bağlantıları - franchise ağına katılma, franshise veren ile ilgili ilişkilerin geliştirilmesi, danışmanlık, tedarik zinciri ilişki ağı gibi sıralanmaktadır (Sirichalermpong ve Chansa-ngavej, 2012a : 237). Çekme faktörleri arasında satış fırsatlarının arttırılması, teknik/operasyonel destek, ürünle ilişkili bağlantılar anlamında yüksek değer yaratmıştır. Ayrıca, itme faktörleri arasında teknolojik değişim ve pazar koşullarının, ekonomik koşullara ve çevresel endişelere göre daha etkili olduğu belirlenmiştir. Franchising iş modeli, hazır beton sektöründeki dikey entegrasyon yoluyla kendi yatırımlarıyla karşılaştırıldığında firmanın pazar payını büyütmekte, pazardaki bağımsız hazır beton üreticilerini franchising ağı içerisine alarak birleştirerek, pazardaki yapıyı güçlendirmekte ve düşük sermaye yatırımları ile güvenli çimento kanalı oluşturarak daha hızlı büyüme sağlamaktadır. Sirichalermpong ve Chansangavej (2012a) yaptıkları çalışmanın sonucunda çekme faktörünün, franchising veren firmanın kendi kontrolü altında olduğu için, itme faktörüne göre karar verme sürecinde çok daha etkili olduğu tespit edilmiştir. Sirichalermpong vd. (2012), franchisor firmasının bakış açısıyla çimento üreten firmaların yöneticileri ile görüşmeler yaparak, franchise veren firmanın bir pazara kendi hazır beton tesisi ile girip girmeyeceği veya ilgili bölgede franchise vermesi ya da o bölgeyi bağımsız hazır beton firmasına bırakması konusunu etkileyen iki temel faktör olduğunu ortaya çıkmıştır. Bu faktörler; 262 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285 pazarın çekiciliği ve pazarın gelişmişliğidir. Bu faktörler yoluyla, franchising iş modelini benimseyip/benimsememe kararını verecektir. Bunlar; 1. Pazarın çekiciliği: pazardaki arz ve talebin denge durumu pazarın çekiciliğini belirlemektedir. Buna göre, pazardaki talep yüksek olsa bile, arz talebe göre çok fazla ise, bölgede talebe göre çok fazla bağımsız hazır beton tesisi var ise, bu pazarın çekiciliği düşüktür denilmektedir. 2. Pazarın gelişmişliği: Pazar gelişmişliğinden bahsedebileceğimiz bölgeler büyük projelerin olduğu; daha yüksek binaların ve mega projelerin olduğu, bu işler için zamanında sevkiyat garantisinin verildiği, daha yüksek teknik kapasiteli tesisler ve sevkiyat ağlarının gerektirdiği bölgelerdir. Bu iki faktörün iki seviyesi (düşük-yüksek) Şekil 1’de pazarda dört olası kombinasyon yaratmaktadır. Bu kombinasyonlar incelendiğinde; Şekil 1. Hazır Beton Sektörü için Pazar Genişleme Strateji Matrisi Kaynak: Sirichalermpong ve Chansangavej, 2012a. Petrol sahası (Oil Well): Bu alanda pazarın gelişmişliği ve pazarın çekiciliği yüksek olup, genellikle çok gelişmiş şehir merkezleri bu sahayı oluşturmaktadır. Bu bölgelerde önerilen çimento üreticilerinin kendi tesislerini kurmalarıdır. Kendi güçlü yatırım ağlarıyla bu bölgelerde çok daha yüksek satış ağına ulaşabilecekleri gibi, ufak ve orta çaplı firmaların pazara girişleri için daha güçlü bir engel oluşturabilecektir. Bölgedeki projelerin ihtiyaçları 263 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM incelendiğinde; özel bir karışım, garantili teslimat, tam zamanlı teslimat, şantiyede tesis kurulması, yüksek kaliteli ürünler ve hizmetler, markalaşma (yada itibar), yüksek bina teknolojisi talep etmeleridir. Yeşil alan (Green Field) : Bu alan yüksek pazar çekiciliğine fakat düşük pazar gelişmişliğine sahip alanlardır. Bu pazarlar çok fazla karmaşık olmayan, konut projeleri, az katlı ticari binalar gibi birçok projeyle cazibe kazanmaktadırlar. Bu bölgelerde firma dikey organizasyon oluşturup kendi hazır beton tesisini kurabileceği gibi bazı bölgelerde franchise da verebilir ve bu durum yerel şartlara, arazi kısıtlamalarına, çevresel yönetmeliklere, bölgedeki ilişkilere ve bağlantılara, tedarik zincirinin verimliliğine, çevresel endişelere vs. gibi durumlara bağlıdır. Fidanlık (Plantation): Pazar gelişmişliğinin yüksek, pazar çekiciliğinin düşük olduğu alanlardır. Toplam pazarın büyüklüğünün çok geniş olmaması, çimento üretici firmaları tarafından kendi yatırımını yapmayı düşündürmektedir. Bu alanlarda pazar gelişmişliği yüksek olmasına rağmen, talebe göre çok daha fazla üreticinin olması durumu vardır. Bu tarz pazarlarda, franchising olası bir stratejik seçenek olmaktadır, çünkü bu pazarlar genelde çok fazla oyuncuyla paylaşmaya değecek bir pazar değildir ve çimento üreticileri için marka bilinirliği olmayan bağımsız hazır beton üreticilerinin franchise alan firmalar olması çok daha önemlidir. Yayla (Plateau): Pazar gelişmişliğinin ve pazar çekiciliğinin düşük olduğu bölgelerdir. Bu bölgelerde sanayi gelişmemiş olup, tarım ana endüstridir ve düşük bir hazır beton talebi mevcuttur. Bölgedeki inşaat projeleri ufak ve orta ölçekteki bina, yol, çiftlik betonları gibi projelerdir. Genel olarak gelişmemiş bölgelerdir ve bu bölgeleri bağımsız hazır beton firmalarına bırakmak en doğrusudur. Çimento üreticileri çimentonun satış hacminden marj almaktadırlar (Sirichalermpong vd., 2012:286-287). Hazır beton sektörü arz fazlası olan ve parçalı bir yapısı olduğu için franschising iş modeli rakipleri ortak hale dönüştürerek, sayıyı azaltmakta ve ağ yapısını güçlendirmektedir. 264 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285 6. ENDÜSTRİYEL İŞLETMELERDE FRANCHİSİNG BİR MODEL ÖNERİSİ - HAZIR BETON SEKTÖRÜNDE UYGULAMA 6.1. Araştırmanın Amacı ve Kapsamı Araştırmanın amacı, endüstriyel pazarda faaliyet gösteren firmaların daha hızlı büyüyerek, yeni pazarlara açılmasında franchising sistemini yeni bir satış kanalı olarak değerlendirilip/değerlendirilmeyeceğini ve bu sistemde etkili olan faktörleri incelemek ve bu doğrultuda bir model önerisi geliştirmektir. Bu kapsamda araştırma Ege Bölgesinde en büyük hazır beton firmaları arasında yer alan BATIBETON A.Ş. firmasında yapılmıştır. BATIBETON A.Ş. firması grup şirketlerinden olduğu BATI ANADOLU Grubu’nun ilk çimento fabrikası olan BATIÇİM Batı Anadolu Çimento Sanayii A.Ş. 1966 yılında ve yüzde yüz Türk sermayesi ile kurulmuş ve bugüne kadar bölgede çimento üretimi konusunda lider bir firma olmuştur. BATIÇİM, 1986 yılında inşaat sektörünün artan beton ihtiyacının karşılanması BATIBETON markasını sektörün hizmetine sunmuştur. 1986 yılında İzmir Bornova’da hazır beton üretimine başlayan şirket, İzmir, Manisa, Aydın, Denizli ili ve ilçelerinde 18 hazır beton tesisi, 21 hazır beton santralı ile üretim yapabilmektedir. BATIBETON A.Ş. firmasının dağıtım kanalı yapısı açısından Ege Bölgesinde 42 adet bayi ile inşaat firmalarına hizmet vermektedir. Hazır beton sektöründe bulunduğu pazar itibariyle Ege Bölgesi içerisinde İzmir-Manisa-Aydın ve Denizli illerinde 50’ye yakın firma faaliyet göstermektedir. Ürün ve hizmet kalitesi ile birlikte müşteri memnuniyetini hedefleyen firma, çevreye olan duyarlılığı ve iş sağlığı güvenliği konusunda hassasiyeti ile sürekli yatırım yapmaktadır. BATIBETON A.Ş., tüm çalışanların katılımı ile toplam kalitenin artacağı bilincinde olup çalışanlara sürekli iç ve dış eğitimler verdirmektedir. 6.2. Araştırma Yöntemi Araştırma amacı itibariyle keşfedici niteliktedir. Araştırmada nitel araştırma yöntemlerinden “görüşme tekniği” kullanılmıştır. Görüşme türleri arasında ise, 265 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM karar problemi hakkında bilgi sahibi bireylerin verdikleri bilgiler arasında paralelliği ve farklılığı saptamak, buna göre karşılaştırmalar yapmak amacıyla “yapılandırılmış görüşme tekniğinden” yararlanılmıştır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 120). Görüşmelerde yararlanılan soru formunda toplam 16 soru yer almaktadır. Görüşmeler BATIBETON A.Ş. firması içerisindeki değişik kademelerdeki 7 yönetici (1 müdür, 6 şef düzeyinde) ile 2015 yılı Kasım ayından görüşme gerçekleştirilmiştir. Her görüşme yaklaşık 60 dakikalık bir süre içerisinde gerçekleştirilmiş olup, bilgilerin kaybolmaması için görüşmeler katılımcıların izniyle kaydedilmiştir. 6.3. Araştırma soruları: Franchising sisteminin hazır beton sektöründe uygulanabilir olup/olmadığı? Hazır beton sektöründe franchising sistemi nasıl uygulanmalıdır? Hazır beton sektöründe franchising modeli uygulandığında olumlu yanları nelerdir? Hazır beton sektöründe franchising veren firmanın bu süreçte karşılaşabilecekleri zorluklar nelerdir? Franchising sistemi kurulurken taraflar arasında nasıl bir sözleşme yapılmalıdır? Franchising sisteminin hazır beton sektöründe sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için nasıl bir destek ve denetim mekanizması oluşturulmalıdır? Bu araştırma soruları oluşturulurken; Combs vd. (2004), Aslanoğlu (2007), Sirichalermpong vd. (2012), Sirichalermpong ve Chansa-ngavej (2012 a,b) ile Velentzasa ve Broni (2013) çalışmalarından yararlanılmıştır. 6.4. Araştırma Modeli Araştırma modeli olarak örnek olay çalışması tasarımı kullanılmıştır. Örnek olay incelemesi bir olgunun gerçek yaşam koşullarında derinlemesine 266 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285 incelenmesine dayanmaktadır. Araştırma sürecinde araştırma konusuna ilişkin keşfin yapılabilmesi için “nasıl”, “niçin” soruları yöneltilmektedir (Yin, 2002). Bu bağlamda, BATIBETON A.Ş. firması örnek olay şeklinde incelenerek, endüstriyel pazarda yapılması düşünülen franchising iş modelinin uygulanıp/uygulanamayacağı, başarısında etki eden unsurlar değerlendirilmiştir. 6.5. Araştırmanın Geçerlilik ve Güvenilirliği Çalışmanın geçerliliğini arttırmak için görüşmeden elde edilen veriler ayrıntılı olarak açıklanmıştır. rapor Bu edilmiş, kapsamda, araştırma betimsel sonuçlarına analiz nasıl ulaşıldığı kullanılarak sonuçlar yorumlanmıştır. Araştırmanın iç geçerliliği için elde edilen bulguların anlamlı bir bütün oluşturması sağlanmış, bulguların kendi arasında tutarlı ve anlamlı olmasına dikkat edilmiştir. Araştırmanın dış geçerliliği ise, araştırma sonuçlarının araştırma soruları ile tutarlı olmasına çalışılmıştır. Çalışmanın güvenirliği sağlamak amacıyla, üye kontrolü yöntemi izlenmiş; diğer bir ifadeyle çalışmaya katılan kişilere görüşme notları verilerek, görüşme kayıtlarının yanlışsız ve eksiksiz olduğu doğrulatılmıştır. Dış güvenirliği sağlamak amacıyla ise, verilerin analizinde kullanılan kavramsal çerçeve ve varsayımlar tanımlanmış; veri toplama ve analiz yöntemleri ile ilgili ayrıntılı açıklamalar yapılmıştır. 6.6. Araştırma Verilerinin Analizi Görüşmeler sonucu elde edilen verilerin analizinde, betimsel analiz yöntemi kullanılmıştır. Bu analiz yönteminde, araştırma sorularının ortaya koyduğu temalara göre düzenleme yapılacağı için görüşme sürecinde kullanılan sorular dikkate alınarak değerlendirilmiştir. Bu kapsamda öncelikle; - Betimsel analiz için araştırma soruları temel alınarak bir çerçeve oluşturulmuştur. - Tematik çerçeveye göre veriler işlenmiştir. - Bulguların tanımlanması amacıyla gerekli yerlerde görüşmelerden doğrudan alıntılarla desteklenmiştir. 267 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM - Bulguların yorumlanması yapılmıştır (Yıldırım ve Şimşek, 2008:224). 6.7. Araştırma Bulguları Görüşme yapılan katılımcılara ilişkin demografik bilgiler Tablo 1'de sunulmaktadır. Görüşmelerde kurum içinde 15-25 yıldır çalışan deneyimli olarak nitelendirilebilecek personelin ağırlıklı olduğu görülmektedir. Deneyimli personelin hazır beton sektöründe franschising modelinin uygulanabilirliğine ilişkin bakış açıları da değerlendirilmiştir. Tablo 1. Katılımcılara İlişkin Demografik Bilgiler CİNSİYET YAŞ KURUMDA ÇALIŞMA SÜRESİ POZİSYON KADIN ERKEK 30-40 40-50 1-5 YIL 5-10 YIL 10-15 YIL 15-20 YIL 20-25 YIL YETKİLİ/UZMAN ŞEF MÜDÜR 0 7 3 4 1 2 3 1 1 5 1 Araştırmada öncelikle franchising sisteminin hazır beton sektöründe uygulanabilir olup/olmadığı sorulmuştur. Görüşme yapılan kişilerin franchising modelinin hazırbeton sektöründe uygulanabilirliği konunda bazı çekinceleri olduğu tespit edilmiştir. Buna göre, sektörde üretim ve kalite açısından çok kritik bir unsur olmasından dolayı üzerinde en çok durulan konunun franchise alan firmaya yönelik “sürekli ve sıkı bir denetim ve kontrol mekanizmasının” geliştirilmesi gerektiğidir. Bunun sağlanmasında kalite kontrol personelinin firmaya bağlı çalışması gerektiği üzerinde durulmuştur. Hazır beton sektöründe franchising sisteminin uygulanabilirliği sağlanırken, franchise verilmesi için seçilecek firmanın bölgede tanınan ve işi düzgün yapabileceğine inanılan bir firma olmasının çok önemli olduğu belirtilmiştir. Hazır beton sektöründe kalite kadar önemli diğer bir unsurun firmalara sunulan 268 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285 hizmet olduğudur. Bu anlamda kalite kontrol denetim mekanizmasının çok iyi oluşturulması, teftiş kadrosunun kurulması ve habersiz denetimlerin yapılabileceği bir sistemin oluşturulması gerekmektedir. Görüşülen kişilerin hazır betonda franchising modeli uygulandığında olumlu yanları için verdikleri cevaplar incelediğinde, bu sistem yoluyla katlanılması gerekilen yatırım ve işletme maliyetlerinin bertaraf edileceği belirtilmiştir. Bu sistemin firma açısından yeni tesis açmadan mevcut pazarı büyütme imkanı tanıması ve Ege Bölgesi dışında yeni pazarlara açılması yönünden bir katkı sağlamasıdır. Bu bağlamda, bu durum yeni bir pazarlama kanalı olacağı ifade edilmiştir. Ayrıca franchise veren firma olarak iş güvenliği ve çevre konularında risklerin karşı tarafa verilecek olduğu da belirtilmiştir. Franchise alan firma açısından markayı başka bir firmaya vermenin veya isim hakkını kullandırmanın olumlu etkilerinin neler olabileceği incelendiğinde; bilinen bir markayı kullanmak franchise alan firmanın pazar payını, marka değerini ve satışlarını arttıracağını, müşteri portföyünü geliştireceğini, daha yüksek fiyatla ürünlerini sunmasını sağlayacağını, yeni firmalara ulaşabileceğini ve hizmet kalitesinin gelişmesini sağlanacağı ifade edilmiştir. Franchising veren firma olarak hazır beton firmasının bu süreçte karşılaşabilecekleri zorluklar incelendiğinde; Franchise verilen firmalara işin öğretilmesi ile anlaşma bittiğinde bu firmanın bilgi birikimine sahip olacağı endişesi taşıdıklarını belirtmişlerdir. Ayrıca BATIBETON A.Ş. firmasının hali hazırda iyi bilinen marka isminin olması ve firmaların güvenini sağlamış olması, bu şekilde bir franchising alan firmanın takibinin zor olması nedeniyle, algılanan marka değerine zarar verebileceği düşünülmektedir. Kalitenin en önemli risk unsuru olduğu, uygulama üretim ve kalite standartlarının periyodik kontrolünün sağlandığı takdirde başarılı olabileceği ifade edilmiştir. Ayrıca, franchise alan firmanın sözleşmeyi feshetmesi durumda yeni bir firma ile anlaşmanın zor olabileceği ve o bölgedeki piyasanın bu durumdan olumsuz yönde etkilenebileceği de belirtilmiştir. 269 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM Franchising sisteminin hazır beton sektöründe sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi amacıyla nasıl bir denetim mekanizması oluşturulması gerektiğine ilişkin verilen cevaplar incelendiğinde; franchise alan firmanın başka bir firmadan çimento alıp almadığı ile formülünün sürekli kontrol edilmesi üzerinde durulmuştur. Bu anlamda, sürekli olarak kalite kontrol personelinin firma tarafından franchise verilen firmada istihdam edilmesi gerektiği düşünülmektedir. Ayrıca hazır beton sektöründe fiyatında önemli bir parametre olduğu için, değişen piyasa fiyatlarına ve maliyetlerine çimento fiyatı belirlenerek, firma tarafından sürekli kontrolünün yapılması gerektiği belirtilmiştir. Yapılacak üretim kontrollerinin ürün kontrol planıyla yapılabileceği, ani ve planlı bir şekilde dönemsel olarak gerçekleştirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. İş sağlığı güvenliği, çevre yönetim sistemi ve kalite yönetim sistemi sürekli denetlenmesi gerektiği belirtilmiştir. Hazır beton sektöründe bölge bazında franchising sistemi uygulamaya konulurken öncelikli bölgeleri belirlemek amacıyla verilen cevaplar incelendiğinde, İzmir merkez ili bazında kendi tesislerinin olması gerekirken, hazır beton tesislerinin olmadığı çevre ilçelerde ve hatta şehir dışındaki bölgelerde franchising sisteminin olması gerektiği üzerinde durulmuştur. Ayrıca piyasa fiyatının düşük olduğu bölgelerde franschising verilirse daha iyi olacağı belirtilmiştir. Franchising sistemi kurulurken taraflar arasında yapılacak sözleşme süresinin en az beş yıl olması, çimentonun franchise veren firma dışında herhangi bir firmadan alınmamasına yönelik bir maddenin konulması ve makine-ekipman konusunda minimum istenenler sözleşmede listelenmesi gerektiği üzerinde durulmuştur. Sözleşmenin içeriğinde kalite-çevre ve işgücü şartlarının, denetim ve yaptırım mekanizmalarının tümünün sözleşmede ayrıntılı belirtilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Sözleşme hükümlerine uyulmaması durumda uyarı verilmesi gerektiği, belirsizliklerin kontrol altına alındığı, belirli sayıda uyarıdan sonra sözleşmenin feshedileceği sözleşmede belirtilmesi 270 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285 gerektiği ifade edilmiştir. Ürün ve hizmet kalitesinde oluşacak olumsuz durumlarda firmanın kendini güvence altına almak istediğini ifade etmişlerdir. Franchising sözleşmesinde royalty bedelinin franchise alan firma için fazla gelebileceği, firmayı zorlayabileceği ve alınmadığı durumda grup şirketinden çimentonun alınması gerektiğini belirtilmiştir. Görüşmelerde bazı kişiler markanın kullandırılması nedeniyle bu bedelin alınması gerektiği ifade etmişlerdir. Bazı katılımcılar ise, dökülen betonun m3 başına pay alınması gerektiğini savunmuşlardır. Franchising anlaşmasının yapıldığı firmanın markası ile birlikte firmanın adının (örnek olarak BATIBETON - MEGA İNŞAAT gibi) kullanımı konusunda franchise verilen firma başka bir isim koymaması gerektiği, firmanın marka imajının tek bir isimle anılması gerektiği konusunda görüş belirtmişlerdir. Hazır beton sektöründe BATIBETON markası dışında örnek olarak BETABETON gibi alt marka oluşturarak franchise verilmesi durumuyla ilgili olarak verilen cevaplar incelendiğinde; alt marka oluşturarak böyle bir yapıya geçilmesinin zor olacağı ifade edilmiştir. Bu anlamda, farklı bir marka oluşturularak, kendi markalarının değeri koruyabileceklerini belirtmişlerdir. Bazı kişilerde ise, tanınmış bir marka varken başka bir markanın tercih edilebileceğinin mümkün olamayacağını ifade etmişlerdir. Franchise vermek adına oluşturulacak yeni markanın fiyatının daha düşük, hizmet kalitesi anlamında daha az beklentiye sahip olunması gerektiğini, ilk başta talep edilmese bile zamanla talep edilebileceğini belirtmişlerdir. Görüşmelerden elde edilen bulgular araştırma soruları çerçevesinde oluşturulmuş temalara uygun olarak Tablo 2’de özet olarak gösterilmiştir. Bu şekilde, araştırmaya katılan katılımcıların verdikleri cevaplardan alıntılar yapılarak, ayrıntılı bir şekilde gösterilerek, hangi cevabın ne sıklıkla söylendiği belirlenmiştir. Toplam 7 kişiye dayalı olarak yapılan görüşmelerde, bazı katılımcıların ifadelerinde birkaç alt tema birden geçtiği için, onlar bölünerek, iki ve daha fazla ayrı alt temada gösterilmiştir. 271 HAZIR BETON SEKTÖRÜNDE FRANCHİSİNG MODELİ UYGULANDIĞINDA FİRMAYA KATTIĞI OLUMLU YANLAR “UYGULANABİLİR OLDUĞU” FRANCHİSİNG SİSTEMİNİN HAZIR BETON SEKTÖRÜNDE UYGULANABİLİR OLUP/OLMADIĞI “YENİ BİR PAZARLAMA KANALI” “PAZARI BÜYÜTMEK” AVANTAJI “UYGULANABİLİR OLMADIĞI” ALT TEMALAR TEMALAR 272 “Firmamız için yeni bir pazarlama kanalı olacaktır” (Erkek,48) “Firmamızda franchising uygulanabilir, ama devamlı olarak firmamızdan çimentonun alınması için nasıl bir yol izlenebilir o çok önemli ve ayrıca kalite ve çimento fiyatı konusunda karşı taraf sürekli olarak taleplerde bulunacaktır. Ve ayrıca isim hakkı verildiği için karşı tarafı (franchise alan) kontrol edecek mekanizma çok önemlidir.” (Erkek, 37) “Olabilir, herhangi bir franchise bedeli alınmadan bile yapılabilir. Amaç çimentoyu satmak, bizim tarafımızdan bu iş için konuşlanacak bir ekip sürekli denetlemelidir.”(Erkek,48) “Bu sistemle yeni pazarlara açılma şansımız olacaktır”(Erkek,38) “Belirli riskler kabul edilirse kullanılabilir.”(Erkek,43) “Sürekli ve sıkı bir denetimle uygulanabilir bir model” (Erkek,42) olarak görüşler belirtilmiştir. “Bence uygulama zor. Üretim ve kalite açısından hassas bir ürün olduğu için franchising uygulaması zor”(Erkek,32) “Kalitenin kritikliğinden dolayı zor, çok iyi kontrol edilmesi gerekmektedir. Hatta kalite kontrol personeli bize bağlı olabilir”(Erkek,44) “Pazarı büyütmek en olumlu yanı olacaktır” (Erkek,32) “Başka şehirlerde de hatta Ege Bölgesi dışında da pazarlar yakalamak bu model ile mümkün olacaktır.” (Erkek,42) “Yeni tesis açmadan iyi bir büyüme stratejisi olacaktır” (Erkek,38) İFADELER Tablo 2. Betimsel Analize Dayalı Olarak Belirlenen Temalar ve Temalara Verilen Cevapların Özet Olarak Değerlendirilmesi İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM 1 3 2 KATILIMCI SAYISI 5 FRANCHİSİNG VEREN FİRMA OLARAK HAZIR BETON FİRMASININ BU SÜREÇTE KARŞILAŞABİLECEĞİ ZORLUKLAR “BETON FİYATLARININ VE MALİYETİN KONTROLÜ” “PAZAR PAYINI ETKİLEMESİ” “BİLGİ BİRİKİMİ VE İŞ YAPIŞ ŞEKLİNİN ÖĞRENİLMESİ” “MARKAYI VE MARKA DEĞERİNİ OLUMSUZ ETKİLEMESİ” “RİSKLERDEN KAÇINMA” “MALİYETİ DÜŞÜRME” 273 “Piyasanın beton fiyatının sürekli olarak tarafımızca kontrolü gerekmektedir.” (Erkek,42) “…. Çimento fiyatı belirlenmesinde, maliyet skalası olmalı ve değişen piyasa fiyatlarına ve maliyetlere göre çimento fiyatı belirlenebilir. Bunun için sürekli denetim gereklidir” (Erkek,43) “Franchise alan firmalara iş öğretilecek ve bu firmalarla anlaşma bittiğinde senin bilgi birikimine sahip olacaklar” (Erkek, 37) “Franchise alan firmalar tekil firmalar olabileceği için marka değerimizi düşürebilirler”(Erkek,48) “Markamızı olumsuz etkileyecek durumlar yaşanabilir” (Erkek,38) “Kalite anlamında büyük risk var, marka değerini aşağı çekmemek için bu konuda önlemler alınmalıdır.” (Erkek,43) “Franchise alan firmanın takibi zor olabilir ve marka değerine zarar verebilir ve yapabileceği her kötü uygulama ismimize zarar verebilecektir” (Erkek,32) “Franchise alan firma, uygulama standartları kontrol edilmez ise marka değerimizi düşürür.” (Erkek,42) “Franchise alan firma sözleşmeyi terk ederse yeni bir firma ile anlaşmak zor olabilir bu da bizim o bölgedeki piyasamızı etkiler” (Erkek,44) “Çimentoyu en büyük tüketme kaynağı hazır beton olduğu için yatırım maliyetleri ve işletme maliyetleri bertaraf edilecektir.” (Erkek, 37) “Yeni tesis kurmak için para ve zaman sarf etmekten çok daha kolay olacaktır.” (Erkek,43) “En önemlisi getirisi iş güvenliği ve çevre açısından riskleri karşı tarafın alacak olmasıdır” (Erkek,44) 2 1 1 5 1 2 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285 FRANCHİSİNG SİSTEMİ KURULURKEN TARAFLAR ARASINDA FRANCHİSİNG SİSTEMİNİN HAZIR BETON SEKTÖRÜNDE SAĞLIKLI BİR ŞEKİLDE İŞLEYEBİLMESİ AMACIYLA OLUŞTURULMASI GEREKEN DENETİM SİSTEMİ “ÇİMENTONUN FRANCHİSE ALAN FİRMADAN SATIN ALINMASI” “KALİTE KONTROL PERSONELİNİN SAĞLANMASI” “ÜRETİM VE KALİTE STANDARTLARININ KONTROLÜ ” 274 “Ciddi bir kontrol birimi oluşturulmalıdır. Üretim ve kalite standartlarının periyodik olarak kontrol edilmesi gerekmektedir.” (Erkek,32) “Denetim mekanizması iş sağlığı güvenliği, Çevre yönetim sistemi, kalite yönetim sistemi açısından sürekli olarak denetlenmelidir. Özellikle şantiyelerde denetim şart” (Erkek,44) “Dönemsel kontrol önemli, sürekli kontrol işin riskini de paylaşmak anlamını taşıyabilir. Ani kontroller ve planlı kontroller ile denetlemeler yapılabilir” (Erkek,38) “Bizden başka firmalardan çimento alıp almadığı, formül kontrolü gibi konular sürekli kontrol edilmelidir. Marka değerini korumak amaçlı dizaynların uygulanması ve kontrolü yapılmalıdır…..” (Erkek, 37) “….. Çok iyi bir denetim mekanizması kurmak, teftiş kadrosu kurmak ve habersiz denetimler önemlidir. Özellikle kalite kontrol sonuçlarını, eş zamanlı takip edeceğimiz bir sistem kurulabilir.” (Erkek,48) “…..Sürekli bir personel istihdam edilerek kontrol mekanizması sağlanabilir” (Erkek,42) “…. Hatta sürekli olarak bir kalite kontrol personeli şirketimizce o tesiste istihdam edilebilir” (Erkek, 37) “Çimentoyu franchise alan firma bizden almalıdır, zaten amacımız çimento satmak.” (Erkek, 37) “Detaylı bir sözleşme şart. Sözleşmeye konulmasında yasal bir sakınca yoksa çimentonun bizden başka bir firmadan alınmaması gerektiğine dair bir madde konulmalıdır” (Erkek,43) “Çimento bağlantılı bir sözleşme olabilir, kalite-çevre ve iş güvenliği şartları sözleşmeye konulsun.” (Erkek,44) “Ciddi bir sözleşme kesinlikle gereklidir. En az beş yıllık bir sözleşme yapılmalıdır. Çimentoyu bizden almalı ve makine-ekipman konusunda minimum istenenler sözleşmede listelenmelidir.” (Erkek,32) İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM 4 3 4 HAZIR BETON SEKTÖRÜNDE FRANCHİSİNG SİSTEMİ UYGULAMAYA KONULURKEN ÖNCELİKLİ BÖLGELERİN BELİRLENMESİ YAPILACAK SÖZLEŞMENİN İÇERİĞİ “FİRMANIN SATIŞ YAPMADIĞI BÖLGELER SEÇİLEBİLİR” “ROYALTY BEDELİNİN ALINMASI” “PİYASA FİYATININ DÜŞÜK OLDUĞU YERLER” “İZMİR’İN ÇEVRE İLÇELERİNDE FRANCHİSİNG SİSTEMİ” “ÜRÜN VE HİZMET KALİTESİNE DİKKAT EDİLMESİ” “SÖZLEŞMEDE YAPTIRIM MEKANİZMASININ İŞLEMESİ” 275 “Bizim olmadığımız bölgeler seçilmelidir” (Erkek,38) “Şu anda olmadığımız ve şehir merkezi dışındaki bölgeler için franchise sistemi tercih edilebilir” (Erkek,43) “Şu anda mevcut durumda olmayan tesislerimiz yerine franchise tesisler kurulabilir.” (Erkek,42) “Kesinlikle alınmalı neticede markanızı kullandırıyorsunuz.” (Erkek,38) “Kesinlikle hem franchise bedeli hem de royalty bedeli alınmalıdır.” (Erkek,32) “Sözleşme hükümlerine uyulmadığında uyarı verileceği ve belirli bir sayıda uyarıdan sonra sözleşmenin feshedileceği sözleşmede belirtilmelidir.” (Erkek,42) “Sözleşme çok önemli. Tüm denetim mekanizmaları sözleşmede tarif edilmelidir. Özellikle ….. yaptırımların da ne olacağı sözleşmede belirtilmelidir.” (Erkek,38) “Sözleşmede, ürün kalitesi ve hizmet kalitesinde oluşacak olumsuzluklarda kendimizi güvence altına almalıyız. Bu kapsamda belirsizliklerin kontrolü çok önemli, bu sebeple ayrıntılı bir sözleşme hazırlanmalıdır.” (Erkek,48) “……kalite açısından yapılması gerekenler sözleşmede açık bir şekilde ortaya konmalı ve …..”(Erkek,38) “İzmir merkezde biz olmalıyız, çevre ilçelerde franchising sistemi olabilir” (Erkek, 37) “İl merkezleri haricinde franchising verilebilir” (Erkek,48) “İl merkezlerinde kendi tesislerimiz olmalıdır ve küçük ilçelerde franchising verilebilir. Merkeze uzak illerde de franchise verilebilir.” (Erkek,32) “Piyasa fiyatının düşük olduğu yerlerde kesinlikle franchising verilmelidir.” (Erkek,44) 3 3 1 3 2 2 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285 FRANCHİSİNG ANLAŞMASININ YAPILDIĞI FİRMANIN MARKASI İLE BİRLİKTE FİRMANIN ADININ (ÖRNEK OLARAK BATIBETON - MEGA İNŞAAT GİBİ) KULLANIMI FRANCHİSİNG SÖZLEŞMESİNDE BELİRLENEN ORANLARDA YÜZDE OLARAK ÖDENEN ROYALTY BEDELİ “BAŞKA BİR MARKA İSMİNİN KULLANILMAMASI” “SÖZLEŞMENİN YAPISINA BAĞLI DEĞİŞEBİLİR” “BAŞKA BİR MARKA İSİMİNİN KULLANILMASI” “ROYALTY BEDELİNİN ALINMAMASI” 276 “Hayır olmamalıdır. Franshise verdiğimiz firma başka bir isim koymamalıdır. Firmanın imajı tek bir isimle anıldığında anlamlıdır” (Erkek, 37) “Bu şekilde olması daha yararlıdır. Bizim kendi tesislerimiz ile farkı bu şekilde görülmelidir. Ayrı ayrı olmalıdır” (Erkek,32) “Kullanmamalıdır. Başka bir firmanın adını kullanmak esas marka ismini silik hale getirir. Bu bir tercih meselesi, kendi markanın yanında bazı sorumlulukları karşı tarafa bırakmak gibi olmamalıdır” (Erkek,44) “Kullanılmaması daha doğru olacaktır. Öteki türlü bir şirkette iki ayrı marka algılanabilir.” (Erkek,48) “Olabilir, ancak tek markanın kullanımı daha doğru olacaktır.” (Erkek,38) “Bence sadece markamızı kullanması daha doğru olacaktır, neticede diğer firmayla bir bağlantımız yok.” (Erkek,43) “Franchise tesislerini diğer firmalardan ayırmak için anlamlı olabilir.” (Erkek,42) “Alınmasına gerek olmadığını düşünüyorum, pazarın durumuna göre bu konu değerlendirilebilir.” (Erkek,42) “Royalty bedeli alınmasa da olur, çimentonuzu kullanmaları yeterlidir.” (Erkek,43) “Royalty bedeli franchise alan firma için fazla gelebilir. İlk aşamada firmayı zorlayabilir” (Erkek, 37) “Sözleşmenin yapısına bağlı olarak değişebilir” (Erkek,48) “Dökülen m3 beton başına bir pay alınmalıdır” (Erkek,44) İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM 6 1 1 3 HAZIR BETON SEKTÖRÜNDE BATIBETON MARKASI DIŞINDA ÖRNEK OLARAK BETABETON GİBİ ALT MARKA OLUŞTURARAK FRANCHİSE VERİLMESİ “ALT MARKA OLUŞTURULMAMASI” “ALT MARKA OLUŞTURULMASI” 277 “Farklı bir marka da oluşturulabilir. Diğer markanın değeri korunmuş olur.” (Erkek,44) “İlk başta bir rağbet görmese bile zamanla rağbet görecektir” (Erkek,48) “Evet olabilir. Diğer marka bir süre sonra ikincil bir marka olabilecektir. Fiyat olarak düşük ve hizmet kalitesi olarak da daha az beklentili bir marka oluşturulabilir. Piyasa da bunu bir süre sonra kabul edebilir.” (Erkek,38) “Kendi markamızı korumak adına bu da bir çözüm olabilir” .” (Erkek,43) “Alt marka oluşturmak endüstriyel bir ürün için, markamız ile bile bu sistemi cazip kılmak zor iken alt marka ile bu sistemi kurmak zor olacaktır.” (Erkek, 37) “Rağbet göreceğini sanmıyorum” (Erkek,32) “Tanınmış bir marka dururken başka bir markayı tercih edeceklerini sanmıyorum. Neticede kendi isimlerini taşıyan bir firma kendilerine daha cazip gelebilir.” (Erkek,42) 3 4 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM Derinlemesine görüşme sonucunda ortaya çıkan tespitler Şekil 2’de gösterilmiştir. Şekil 2. Derinlemesine Görüşme Sonucunda Ortaya Çıkan Tespitler Yapılan görüşmelere dayandırılarak yapılan değerlendirmelerde özet olarak çıkan sonuçlar sıralandığında: Franchising sistemi hazır beton sektörü için uygulanabilir bir sistem olduğu düşünülmektedir. Torba–dökme çimento satışı, hazır beton üretimi gibi çimentonun satışına yönelik pazarlama kanallarına bir alternatif olarak franchising modeli uygulanabileceği belirlenmiştir. Oluşturulacak bu franchising modelinin olumlu özellikleri, yeni pazarlara açılabilmeyi, yeni çimento satış kanallarının oluşturabilmeyi ve tüm bunlar yapılırken sıfır işletme ve yatırım maliyeti gerektirdiği tespit edilmiştir. Bu franchising modelinin olumsuz özellikleri ise, marka değeri ile ilgili bir risk oluşturması, franchise alan firmanın denetlenmesi konusunda zorluk yaşanabileceği endişesi, firmaya tarafımızdan tedarik edilecek çimento fiyatının tespiti konusundaki hassasiyetler olarak sıralanmaktadır. 278 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285 İyi bir denetim mekanizması oluşturulması gerektiği ve yapılan görüşmelerde özellikle kalite kontrol ve üretim süreçlerinin denetlenmesi konusunun çok hassas olunduğu belirtilmiştir. İlgili firmanın ayrıca çevre ve iş sağlığı konularında denetlenmesi gerekmektedir. Bu şekilde, piyasadaki hazır beton satış fiyatları, hammadde fiyatlarının takip edilmesi ile çimento fiyatının pazara uyum sağlayacak şekilde ayarlanması sağlanmış olacaktır. Kapsamlı ve detaylı bir sözleşme ile denetim mekanizması ve denetimde rastlanacak uygunsuzlukların sonuçlarına dair net maddelerin bulunması gerekmektedir. Franchise kapsamında ya sadece BATIBETON markasının kullanılması ya da tercihen ikincil bir markanın kullanılması gerektiği ifade edilmiştir. İkincil bir marka kullanıldığı durumda markanın çok fazla talep görmeyeceği konusunda yöneticilerin hassasiyetlerinin olduğu tespit edilmiştir. Doğru bölge ve doğru firma seçimi ve hazır beton üretimdeki tüm süreçlerin (üretim-kalite kontrol-işletme-satınalma–insan kaynakları-satışpazarlama) denetlenebileceği bir denetim sisteminin kurulması ve bu denetim sistemi ile ilgili tüm hassasiyetlerin sözleşmeye yansıtılmasının marka değerini korumak açısından tüm görüşülen yöneticilerin ortak noktada birleştikleri görülmüştür. 7. SONUÇ VE ÖNERİLER Türkiye’deki hazır beton sektörünün yaşadığı en önemli sorun, Nart (2005)’ın çalışmasında da ifade ettiği gibi, standart dışı-kalitesiz üretim ve faturasız satışlarla haksız rekabete yol açan kayıt dışı hazır beton üreticilerinin varlığıdır. İnşaat şantiyelerinde standartlara uyulmadan kurulan beton santralleri denetim dışı üretim yapıp, görüntü ve çevre kirliliğine yol açmaktadır. Aynı zamanda bu durum maddi kaynak israfı da yaratmaktadır. Bu sorunun çözümünde franchising sistemi bir model olarak kullanıldığında kayıt dışı 279 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM haksız kazanç sağlayan firmaların franchising sistemi yoluyla kayıt altına alınarak, franchisor firması tarafından bir denetim mekanizmasının işletilmesinin sektöre önemli bir katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Bu kapsamda araştırmada, Türk pazarında hazır beton sektörü için yeni bir kavram olan franchising sistemi incelenerek, firmanın bakış açısı, olumlu ve olumsuz yönleriyle birlikte ortaya konulmuştur. Bu anlamda gerek literatürde endüstriyel firmalarda franchising uygulamalarına yönelik bir çalışmanın olmayışı, gerekse franchising iş modelini kullanmak isteyen firmalara sunulacak önerilerle çalışmanın sektöre de katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Çalışmada hazır beton sektöründe franchising sisteminin, özellikle gelişmemiş piyasalarda şehir dışında, büyük ilçelerdeki bölgelerde uygulanabilir bir iş modeli olabileceği belirlenmiştir. Planlanabilecek modelde mevcut hazır beton tesisleri aynen korunarak, Johnson (2010) ile Sirichalermpong ve Chansangavej (2012b) çalışmasında belirttiği gibi büyüme stratejisinde pazar payının genişletilmesine yardımcı olacak ve kendi yatırımı ile birlikte franchise tesisi kurabileceklerdir. Kurulması düşünülen franchising sisteminde dikkate alınması gereken unsurlar incelendiğinde; Yer ve bölge seçimi: Yer seçimi olarak özellikle gelişmekte olan bölgelerde kendi hazır beton tesislerini kurmak yararlıyken, daha az gelişmiş bölgelerde franchise sisteminin kurulması daha doğru olacağı tespit edilmiştir. Ege bölgesinde ve yakın diğer il ve ilçelerde, hazır beton tesisi olmayan yerlerde potansiyel franchise tesisi için uygun pazarlar olarak görülmektedir. Bu bulgu Sirichalermpong vd. (2012) çalışması sonuçlarında, özellikle pazar çekiciliğinin yüksek, pazarın gelişmişliğinin düşük olduğu yeşil alan ile pazar çekiciliğinin düşük, pazarın gelişmişliğinin yüksek olduğu bölgeler olan fidanlıklarda franchising modelinin bir alternatif olarak kullanılabileceğini belirterek bu çalışmayı desteklemektedir. Ayrıca, pazarın gelişmişliği ile çekiciliğinin yüksek olduğu şehir merkezi gibi yerler olan petrol sahalarında hazır beton tesislerinin kendi tesisleriyle yer alması gerektiği çalışma sonuçlarıyla uyuşmaktadır. 280 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285 Franchise alan firma seçimi: Firma seçimi yapılmadan önce başvuruda bulunan firma maddi ve iş yapışı açısından çok detaylı bir şekilde incelenmesi, stratejik ve operasyonel destek satın alabileceği firmanın seçilmesi, Velentzasa ve Broni (2013) çalışma sonuçlarını da desteklemektedir. Ayrıca, kurumsal bir firmayla birlikte çalışılması ve uygunluk açısından denetlenmelidir. Ön denetimi geçen firmalarla franchising anlaşması yapılmalıdır. Sistem kurulması ve kontrol noktaları: İş akışındaki tüm süreçler detaylı bir şekilde denetlenmeli ve sistem tüm noktalarda denetlenebilecek şekilde sözleşme hazırlanmalıdır. Franchise alan firmaya verilecek teknik destek ve ilgili firmadan istenecek teknik ekipman yeterliliği sözleşmede belirtilmelidir. Bu bulgu Salar ve Salar (2014) ile Ulaş (2015)’ın çalışmalarında belirttiği gibi franchising sisteminin iyi bir şekilde düzgün işleyebilmesi için iyi bir sözleşmeye dayalı olması bulgusunu desteklemektedir. Satış biriminin müşteriyle ilişkileri, piyasada oluşan rekabet şartlarına uygun fiyatlandırma (Pazarlama-Satış Süreci); alınan işe göre yeterli ekipmanın olup olmadığı; işe uygun iş programın hazırlanması (Planlama Süreci), hammadde ve ürün denetimi (Üretim Süreci), talep edilen ürünün standartlara uygun formülünün yapılması (Tasarım Süreci); ilgili hammaddelerin ve ekipmanların standartta ve piyasa şartlarına uygun olarak seçimi ve tedariği (Satınalma Süreci); tüm çalışanların firmanın marka değerini koruyacak şekilde seçilmesi ve eğitilmesi (İnsan Kaynakları Süreci); bakım ve onarım faaliyetlerinin üretimin devamlılığını sağlayacak şekilde yapılması (Destek Süreci) gibi faaliyetler düzenli olarak denetlenmelidir. Piyasadaki ürün fiyatları düzenli olarak takip edilmeli ve franchise alan firmanın ayakta kalabilmesini sağlayacak çimento fiyatı belirli dönemlerde revize edilmelidir. Ayrıca siparişin standartlara uygun ve kaliteli bir üretime dönüşmesi için siparişin verilmesinden ürünün müşteriye sevk edilmesine kadar geçen her aşamanın kontrol edilmesi gerekmektedir. Hazır betonda siparişin doğru alınması, sipariş ile ilgili doğru formülasyonun oluşturulup, seçilmesi ve hammaddenin sürekli kontrolü, üretimde kullanılan tüm tartım aletlerinin denetimi, üretim süreci sonunda oluşan ürünün 281 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM denetlenmesi ve teslim edilip şantiyede kalıba yerleştirilinceye kadar aynı standardın korunması sağlanmalıdır. Franchise veren firma tarafından bu kontrol sürecinin önemi Rubin (1978)’in çalışmasında da belirtilmiştir. Sözleşme: Tüm kontrol noktaları sözleşmede belirtilmeli, düzenli denetimin sonucunda oluşabilecek uyarı veya sözleşme feshi durumları açıkça ortaya konulmalıdır. Düzenli denetim: Düzenli denetim için bir kontrol birimi kurulmalı ve tüm kontrol noktaları düzenli olarak kontrol edilmelidir. Bu kontrol üretim noktaları dışında tüm fonksiyonel süreçleri-satınalma-pazarlama-insan kaynakları vs. kapsamalıdır. Bu kontroller düzenli ya da ani bir denetim olarak gerçekleştirilecek şekilde sistem kurulmalıdır. Sonuç olarak hazır betonda franchising marka değerinin korunmasının sağlanması durumunda firma için çok daha hızlı ve zahmetsiz bir alternatif büyüme modeli olacaktır. Sistem kurulurken yukarıdaki aşamalar üzerinden sistem kurulmalı ve bu sistemin daha sağlıklı işleyebilmesi açısından ilk önce pilot uygulama olarak bir tesisle franchise sistemine geçilmeli ve buradan elde edilecek tecrübelerle sistemin genele yayılması sağlanmalıdır. Araştırmanın sadece hazır beton sektöründe faaliyet gösteren tek bir firmada yapılmış olması, Ege Bölgesi’ndeki diğer firmaların çalışmaya dahil edilmemiş olması çalışmanın kısıtını oluşturmaktadır. Nitel bir araştırma olduğundan çalışma sonuçları sektör için genellenebilir değildir. Bu bakımdan, çalışmanın sonuçları dikkate alınarak oluşturulacak bir anket çalışmasıyla sektördeki diğer hazır beton firmalarının dahil olabileceği bir nicel çalışma yapılabilir. Bu şekilde, franchising sisteminin sektörde benimsenmesi için hangi unsurların etkili olduğu daha detaylı değerlendirilebilir. KAYNAKÇA ARICAN, E., ZENGİN, S. (2015), “Bankacılıkta Franchising: Dünya Örnekleri ve Türkiye İçin Model Önerisi”, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimleri Dergisi, 14(28), 1-36. 282 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285 ASLANOĞLU, S. (2007), “Bir Büyüme Stratejisi Olarak Franchising Sistem Firmalar Açısından Önemi, Mevzuat Boyutu Ve Muhasebe Uygulaması”, Afyon Kocatepe Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, C.IX, S.1. CANDAN, B. (2000), “Üniversiteli Öğrencilerin Franchising Sistemine Göre İşleyen Fast Food Restoranları Tercih Edip Etmeme Sebepleri Üzerine Bir Saha Araştırması”, Pazarlama Dünyası Dergisi, Y. 14. CEBECİ, R.(2005), Franchising Rehberi, KOSGEB Girişimciliği Geliştirme Merkezi, Ankara. COMBS, J. G., KETCHEN, Jr. D. J., HOOVER, V. L. (2004),“A Strategic Groups Approach to the Franchising – Performance Relationship”, Journal of Business Venturing, 19, (6),877-897. GÖRKEM, O. (2015), “Franchising Sistemi Uygulanan Fast Food İşletmelerinde Örgütsel Bağlılık: Denizli Örneği”, İşletme Araştırmaları Dergisi, 7/1,267-279. Hazır Beton Birliği, Hazır Beton Sektörü İstatistikleri, 2014. http://www.thbb.org/sektor/istatistikler/, (21.12.2015). JOHNSON, MW. (2010), Seizing The White Space: Growth And Renewal Through Business Model Innovation, Harvard Business Press, USA. Boston. ISBN 978-1-4221-2481-9. KEEGAN, W., GREEN, M. C. (2008), Global Marketing, Fifth Edition, Pearson International Edition. KÜÇÜK, B. (2011), “Uluslararası Giriş Stratejilerinde Franchising Sistemi ve Bir Uygulama”, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2, 1729. NART, S. (2005), “Türkiye’de Franchising Sisteminin Gelişimi ve Franchise Alan Girişimcilerin İş Memnuniyeti Belirleyicilerinin Analizi Üzerine Bir Araştırma”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (10) / 2, 123-149. RUBIN, P.H. (1978), “The Theory of The Firm And Structure of The Franchise Contract”, Journal of Law and Economics, 21, 223-33. http://dx.doi.org/10.1086/466918. SALAR, M., SALAR O. (2014), “Determining Pros And Cons Of Franchising By Using SWOT Analysis”, 2nd World Conference on Design, Arts and Education DAE-2013, Procedia - Social and Behavioral Sciences, 122, 515 – 519. 283 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM SALEH, S, KLEINER, BH. (2005), “Effective Franchise Management”, Management Research News, 28(2/3), 74-79. SHERMAN, A. J. (2011), Franchising & Licensing: Two Powerful Ways to Grow Your Business in Any Economy, American Management Association. SIRICHALERMPONG, J., CHANSA-NGAVEJ, C. (2012a), “Factors Influencing the Decision to Join Non-Retail Franchise Business with an Application to Ready-mixed Concrete Industry in Thailand”, Journal of Management Research Makrokthink Institute, 4(3), 232-246. SIRICHALERMPONG, J., CHANSA-NGAVEJ, C. (2012b), “Perceived Benefit and Franchisor Assistance Supporting the Competitiveness of Nonretail Franchise Business with Application to Ready-mixed Concrete Industry in Thailand”, Business Management Dynamics, 1(12), 48-58. SIRICHALERMPONG, J., CHANSA-NGAVEJ, C., NAI, S. (2012), “NonRetail Franchising Business Model: Factors For Strategic Decisions in The Formation Phase”, Asian Journal of Management Research, 3(1), 282-290. TOSUN, F., EMİRZA, E. (2014), “Endüstriyel Pazarlarda Müşteri Sadakati, Müşteri Memnuniyeti Ve Müşteri Değerinin Ölçülmesi “Boyçelik” İşletmesine Yönelik Bir Alan Araştırması”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 19(4), 271-286. TÜRKSOY, S.S., KAYGALAK, S., KOÇAK, N., (2013), “Uluslararası Otel İşletmelerinin Büyüme Stratejileri: Hilton Worldwide Türkiye Örneği”, İşletme Fakültesi Dergisi, 14(2), 89-108. ULAŞ, D. (2015), Franchising Sistemi Kitabı, Nobel Yayın, Ankara. Ülke Bazında Hazır Beton İstatistikleri (2014), http://www.betonvecimento.com/ulke-bazinda-hazir-beton-istatistikleri-2014, (12.12.2015). ÜNÜSAN, Ç. (1998), “Ülkemizde Franchising Sistemleri ile Bağımsız Perakendecilerden Alışveriş Yapan Tüketicilerin Tatmin Düzeylerinin Karşılaştırılması Araştırılması”, Pazarlama Dünyası Dergisi, 12, 72. VELENTZASA, J., BRONI G. (2013), “The Business Franchise Contract As A Distribution Marketing System: Free Competition And Consumer’s Protection”, International Conference On Applied Economics (ICOAE), Procedia Economics and Finance 5, 763 – 770. 284 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285 WANG, E., TAI, J., WEI, H. (2006), “A Virtual Integration Theory Of Improved Supply-Chain Performance”, Journal of Management Information System, 23(2), 41-64. YAN, R., WANG, K.-Y. (2012), “Franchisor–Franchisee Supply Chain Cooperation: Sharing Of Demand Forecast Information in High-Tech Industries” , Industrial Marketing Management, 41, 1164–1173. YILDIRIM, A., ŞİMŞEK, H. (2008), Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, 7. Baskı, Tıpkı Basım, Seçkin Yayıncılık, Ankara. YIN, R.K. (2002), Case Study Research (Design and Methods), Sage Publication, USA. UFRAD Franchising Derneği, http://www.ufrad.org.tr/tr/10sorudafranchise.asp (29.11.2015). 285 Yayın Geliş Tarihi: 29.02.2016 Yayın Kabul Tarihi: 23.05.2016 Online Yayın Tarihi: 22.12.2016 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310 Sağlık ile Kalkınma Arasındaki İlişkinin Asimetrik Nedensellik Analizi* İbrahim ARSLAN1 Mehmet Vahit EREN2 Selahattin KAYNAK3 Öz Bu çalışmanın amacı, ülkelerin refah düzeyinin belirlenmesinde önemli rol oynayan sağlık ile kalkınma arasındaki ilişkiyi analiz etmektir. Beşeri sermayenin en önemli bileşenlerinden olan sağlık ile kalkınma arasında teorik olarak bilinen ilişkinin ekonometrik analizinin yapılması önem arz etmektedir. Bu amaçla 1975-2012 dönemine ait yıllık verilerle Türkiye’deki sağlık alanında görülen gelişmelerin kalkınma üzerindeki etkisi açıklanmaktadır. Kalkınma göstergesi olarak kişi başına düşen gelirdeki artış oranı ve bebek ölüm hızı ele alınarak, iki model kurulmaktadır. Bağımsız değişken olarak da kişi başına düşen toplam sağlık harcamaları, kişi başına düşen yatak sayısı, toplam sağlık kurumu sayısı ve toplam sağlık harcamalarının milli gelir içindeki payı ele alınmaktadır. Çalışmanın analizinde; temel birim kök testlerinden Augmented Dickey-Fuller ve PhillipsPerron ile Hatemi-J (2012) Asimetrik Nedensellik testi uygulanmıştır. Analiz sonucunda sağlık göstergeleri ile kalkınma arasında pozitif bir ilişki tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Kalkınma, Sağlık Hizmetleri, Asimetrik Bilgi, Türkiye JEL Sınıflandırma Kodları: I15, O15 Asymmetric Causality Analysis of Relationship between Health and Development Abstract The main goal of this study is to analysis to relationship between health that play an important role in welfare level of countries and development. One of the most imperative components of human capital, healthcare is theoretically known to have a correlation with development, and yet, it appears to be necessary to carry out the econometric analysis of this relationship. Given that, this work tries to show the effects of improvements in the Turkish healthcare industry on economic development by using the annual data of 19752012. In this context, two models have been constructed with two development indicators, the growth rate of per capita income and infant mortality rate. Per capita healthcare costs, per capita hospital beds, the number of healthcare institutions and the share of total healthcare costs in national income have been appointed as independent variables. The analysis has been conducted with the aid of classical unit root tests Augmented DickeyFuller and Phillips-Perron, as well as Hatemi-J (2012) asymmetric causality test. The result of analysis indicates that the relationship between health indicators and development is positive. Keywords: Development, Healthcare, Asymmetric Information, Turkey JEL Classification Codes: I15, O15 * Bu çalışma, “Sağlıkta Dönüşüm Politikalarının Kalkınmaya Etkisi” konulu Gaziantep Üniversitesi SBE İktisat Anabilim Dalı’nda hazırlanan Doktora tezinden türetilmiştir. 1 Prof. Dr., Gaziantep Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü, [email protected] 2 Yrd. Doç., Dr. Kilis 7 Aralık Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü, [email protected] 3 Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü, [email protected] İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK 1. GİRİŞ Toplumu oluşturan bireylerin refah seviyesini arttırmak politika yapıcılarının temel görevlerinden birisidir. Günümüz modern dünyasında bireyler için yapılan yatırımlar her geçen gün hem önem kazanmakta hem de çeşitlenmektedir. Özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde eğitim ve sağlık harcamaları bu yatırımların başında yer almaktadır. İktisat kuramında bireylerin refah düzeyini artırmak için yapılan yatırımların, orta ve uzun vadede ekonominin kalkınmasına pozitif katkı sağladığı kabul edilmektedir. Zira sağlıklı ve eğitimli bireyler, üretimin dolayısıyla da büyümenin temel unsurlarındandır. Sağlık yatırımlarının yetersizliği, işgücü verimliliğini düşürerek büyüme için olumsuz sonuçların oluşmasına neden olmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin temel sorunları arasında, yetersiz beslenme ve barınma gibi konular yer almaktadır. Bu temel gereksinimlerin karşılanması halinde bireylerin sağlık düzeylerinin iyileştiği bunun da işgücü verimliliğinin artmasına yol açarak kalkınmaya katkı sağladığı iddia edilmektedir. Kalkınma; büyüme, sağlık, kültürel, sosyal ve iktisadi yapıdaki dönüşümü de içerisine alan nitel bir olgudur. Bu bağlamda kalkınma, sadece iktisadi değişkenlerde görülen iyileşmeler dışında sosyal faktörlerdeki ilerlemeleri de dikkate almaktadır. Gelecek nesillerin daha sağlıklı olması ve nitelikli işgücünün piyasada yer alması, kalkınma için önem arz etmektedir. Bir toplumun sağlık standartlarının gelişmesi, sağlık hizmetlerinin ülkede yaşayan vatandaşlara eşit ve adil bir şekilde sunulmasına bağlıdır. İnsanların en tabii hakkı olan sağlık hizmetlerinden faydalanma, eşitsizliklerin giderilmesi ve yoksulluğun azaltılması ülke ekonomilerinin öncelikli politikalarındandır. Sağlık hizmetleri piyasasını diğerlerinden ayıran en temel özelliklerin başında, sağlık hizmetleri talebindeki belirsizlik ve bilgi dengesizliği/asimetrik bilgi gelmektedir. Sağlık hizmeti verenler, tüketenlere göre daha fazla bilgi sahibi olduğundan ve hastanın hastalığı ile ilgili yeterli bilgi vermediğinden veya veremediğinden iki taraf arasında asimetrik bilgi sorunu ortaya çıkmaktadır. Sağlık 288 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310 hizmeti alanlar yani hastalar, doktorların verdiği hizmetin boyutunu sorgulayamamaktadır. Hastalardan tedaviye dair istenen tahlil, ilaç miktarı ve içeriğinin doktorlar tarafından belirlenmesi, sağlık harcamalarının boyutunu yansıtan unsurlardandır. Hükümetin, hasta ile doktor arasındaki özellikle özel hastanelerdeki asimetrik bilgi sorununu, etkin bir sağlık politikası amacı için göz önünde bulundurması gerekmektedir. Hükümetler söz konusu politikaları, kaynak dağılımını da göz önünde bulundurarak eşit bir şekilde uygulamakla mükelleftir. Sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi, sağlık yatırımları ve organizasyonuna dair yapılan çalışmalar, sağlık politikalarının önemli aktörleri arasında yer almaktadır. Bu kapsamda, Türkiye’de cumhuriyetin ilanından itibaren çeşitli sağlık politikaları uygulanmış olup, son olarak 2003 yılında “Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP)” ile sağlık alanında önemli bir dönüşümün içine girilmiştir. Bu yeniden yapılanmayı gerektiren sorunun temelinde, sağlık hizmetlerinin verimli ve etkin hale getirilmesi yatmaktadır. Sağlık ve kalkınma arasındaki ilişkinin varlığı teorik olarak bilinse de bu durumun analizi ampirik bir çalışma gerektirmektedir. Bu doğrultuda 1975 ve 2012 yılları arasında yıllık veriler kullanılarak Türkiye’de sağlık alanındaki gelişmelerin kalkınma üzerindeki etkisi incelenmiştir. Ekonomik kalkınma göstergesi olarak kişi başına düşen gelirdeki artış oranı ve sosyal kalkınma değişkeni olarak ise bebek ölüm hızı ele alınarak iki model kurulmuştur. Bağımsız değişken olarak ise kişi başına düşen toplam sağlık harcamaları, kişi başına düşen yatak sayısı, toplam sağlık kurumu sayısı ve toplam sağlık harcamalarının milli gelir içindeki payı ele alınmıştır. Bu çalışmada, sağlık göstergeleri ile hem ekonomik hem de sosyal kalkınma arasındaki ilişki iki farklı model ile analiz edilmektedir. Bebek ölüm oranı değişkeni, hem sağlıktaki başarının/etkinliğin hem de sosyal kalkınmanın en önemli göstergelerinden biri olması nedeniyle çalışmanın analizine dahil edilerek diğer çalışmalardan farklılık arz etmektedir. 289 İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK 2. LİTERATÜR Literatürde sağlık harcamaları ile ekonomik büyüklük arasında ilişkiyi inceleyen yerli ve yabancı çalışmaların olduğu görülmektedir. Benzer konuları inceleyen yerli çalışmalara (Kar ve Ağır, 2003; Taban, 2006; Tüylüoğlu ve Tekin, 2009; Keskin, 2011; Sülkü ve Caner, 2011; Yardımcıoğlu, 2012; Tıraşoğlu ve Yıldırım, 2012; Ay vd., 2013; Yavuz vd., 2013; Selim vd., 2014) ilgili yazın taramasında rastlamak mümkündür. Kar ve Ağır (2003) yaptıkları çalışmada 1926-1994 dönemine ilişkin yıllık verilerle logaritmik formda Türkiye’de beşeri sermaye ve ekonomik büyüme arasındaki nedensellik ilişkisini analiz etmişlerdir. Analiz sonucunda eğitim harcamalarından ekonomik büyümeye, ekonomik büyümeden sağlık harcamalarına tek yönlü nedensellik ilişkisi olduğu tespit etmişlerdir. Taban (2006), Türkiye’de sağlık göstergeleri ile büyüme arasındaki nedensellik ilişkisini 1968-2003 dönemine ait yıllık verileri kullanarak logaritmik formda analiz etmiştir. Yapılan nedensellik analizi sonuçlarına göre sağlık kurumlarının sayısı ile reel GSYİH arasında herhangi bir nedensellik ilişkisi görülmemesine rağmen diğer sağlık göstergeleri ile reel GSYİH arasında ise çift yönlü nedensellik ilişkisi bulunmuştur. Tüylüoğlu ve Tekin (2009), gelir düzeyi ve sağlık harcamalarının beklenen yaşam süresi ve bebek ölüm oranı üzerindeki etkilerini 176 ülkenin 2003 yılına ait verileriyle çoklu regresyon analizi kullanarak incelemiştir. Analiz sonuçlarına göre, beklenen yaşam süresi ve bebek ölüm oranı üzerinde sağlık harcamalarının gelir düzeyine göre daha fazla etkili olması, sadece gelir düzeyinin artırılmasına güvenilemeyeceğini göstermektedir. Keskin (2011), kalkınma ile beşeri sermaye arasındaki ilişki 177 Birleşmiş Milletler üyesi ülke verileri kullanılarak çoklu regresyon modeliyle analiz etmiştir. Çalışmada kişi başına düşen gelir, ihracatın milli gelire oranı, Ar-Ge de çalışan araştırmacı sayısı, kamunun sağlık harcamalarının milli gelire oranı, kamunun eğitim harcamalarının milli gelire oranı, yetişkin okur-yazar oranı, ortalama ömür, 290 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310 beşeri kalkınma endeksi ve gelir dağılımı değişkenleri kullanılmıştır. Elde edilen regresyon sonuçları kalkınmada okuma yazma oranının ve eğitim düzeyinin, kamunun sağlık harcamalarının ve Ar-Ge harcamalarının önemli etkisinin bulunduğunu ortaya koymaktadır. Yardımcıoğlu (2012) da OECD ülkelerinde sağlık ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi panel veri yöntemine göre 19752008 yıllarını kapsayan yıllık verilerle logaritmik formda incelemiştir. Çalışmada sağlık göstergesi olarak doğumda yaşam beklentisi, büyüme göstergesi olarak da kişi başına düşen gelir verisi kullanılmıştır. Yapılan eş bütünleşme testleri sonuçlarına göre değişkenler arasında uzun dönemde eş bütünleşme ilişkisi tespit edilmiştir. Panel nedensellik sonuçları, sağlık ve ekonomik büyüme arasında uzun dönemde çift yönlü bir nedensellik ilişkisini göstermektedir. Sülkü ve Caner (2011), araştırmasında kişi başına düşen gelir ile sağlık harcamaları arasındaki ilişkiyi 1984-2006 dönemi için yıllık verilerle analiz etmiş; kişi başına düşen gelirdeki %10’luk artış sağlık harcamalarında %8.7’lik bir artışa yol açacağı sonucuna ulamıştır. Tıraşoğlu ve Yıldırım (2012) çalışmalarında yapısal kırılma durumunda sağlık harcamaları ile büyüme arasındaki ilişkiyi 2006:01-2012:03 dönemlerini kapsayan aylık verilerle 2008 dünya ekonomik krizinin etkileri göz önüne alınarak incelemişlerdir. Uzun dönemli ilişkiyi tespit etmek amacıyla Gregory ve Hansen eş bütünleşme testi yapılmıştır. Analiz sonuçlarına göre sağlığın büyüme üzerinde etkili olduğunu sonucuna varılmıştır. Benzer şekilde Ay vd (2013) yaptıkları çalışmada sağlık ile büyüme arasında pozitif bir ilişki olduğu görülmüştür. Yavuz vd. (2013), kişi başına gelirin sağlık harcamalarına etkisini 1975-2007 arası dönem için yıllık verilerle ARDL sınır testi yaklaşımıyla incelemiş; kısa dönemde kişi başına gelirdeki %1’lik artış sağlık harcamalarını %0.75 arttırdığını, uzun dönemde ise bir ilişkinin bulunmadığını ortaya çıkarmıştır. Selim vd. (2014) araştırmalarında büyüme ile sağlık harcamaları arasındaki ilişki 27 AB ülkesi ve Türkiye’ye ait 2001-2011 yılları arası yıllık verilerle analiz etmişlerdir. Çalışmada kullanılan değişkenler; GSYİH ve kişi başına düşen sağlık 291 İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK harcamalarıdır. Westerlund (2007) eş bütünleşme testinin yapılabilmesi için ön şart olan serilerin aynı dereceden durağan olması koşulu sağlanmaktadır. Kişi başına düşen sağlık harcamaları ile büyüme arasında uzun dönemli bir ilişki tespit edilmiştir. Yabancı literatür incelendiğinde sağlık harcamaları ile büyüme arasındaki ilişkiyi inceleyen şu çalışmalara rastlamak mümkündür (Bloom vd, 2001; Bhargava vd, 2001; Rivera ve Currais, 2003; Bloom vd, 2004; Brempong ve Wilson, 2004; Chaabouni ve Abednnadher, 2010; Baltagi ve Moscone, 2010; Tang, 2010; Tang ve Ch’ng, 2011). Bloom vd. (2001), 104 ülkeye ait sağlık ve büyüme arasındaki ilişkiyi 19601990 dönemi için yıllık verilerle panel veriye dayalı regresyon analizi ile incelemiştir. Çalışma sonucuna göre, sağlığın ekonomik büyüme üzerinde istatistiki olarak önemli ve pozitif bir etkiye sahip olduğu ve nüfusun yaşam beklentisindeki bir yıllık gelişmenin büyüme oranında %4’lük bir artışa yol açtığı tespit edilmiştir. Bhargava vd. (2001), 92 ülkenin 1965-1990 yıllarını kapsayan yıllık verileriyle büyüme ve sağlık arasındaki panel veriye dayalı regresyon ilişkisini tetkik etmiştir. Çalışma sonucunda düşük gelirli ülkeler için sağlık göstergesi olarak kullanılan yaşam beklentisinin milli gelir (büyüme oranı) üzerinde pozitif bir etkiye sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Rivera ve Currais (2003), sağlık yatırımlarının büyüme üzerine etkisi nedensellik analiziyle 1960-2000 dönemini kapsayan OECD ülkeleri çerçevesinde incelenmiştir. Kişi başına düşen gelir ve sağlık harcamalarının milli gelire oranı değişkenleri kullanılmıştır. Analiz sonuçlarına göre sağlık, ekonomik büyüme ve verimlilik üzerine pozitif etki oluşturduğu tespit edilmiştir. Bloom vd. (2004), sağlık ile büyüme arasındaki ilişki 1960-1990 yıllarını kapsayan verilerle incelemiştir. Kişi başına düşen gelir, doğumda yaşam beklentisi, okullaşma oranı serileri kullanılmıştır. Üretim fonksiyonu yaklaşımına göre yaşam beklentisindeki bir yıllık iyileşme çıktıda %4’lük bir artışa yol açtığı ve sağlık, büyüme üzerinde pozitif ve istatistiki olarak anlamlı bir etkiye sahip olduğu sonucuna varılmıştır. 292 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310 Brempong ve Wilson (2004), 21 Sahra altı Afrika ve 23 OECD ülkesine için 1975-1994 dönemine ait yıllık verilerle panel veri yöntemiyle sağlık ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi test etmiştir. Ekonomik büyüme göstergesi olarak kişi başına düşen gelirin büyüme oranı; sağlık göstergesi olarak da kamu ve toplam sağlık harcamalarının milli gelire oranı ve doğumda beklenen yaşam süresi kullanılmıştır. Dinamik panel ve sabit etkiler modeli sonuçlarına göre sağlığın büyüme üzerinde istatistiki olarak önemli ve pozitif bir etkiye sahip olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Chaabouni ve Abednnadher (2010), Tunus’da sağlık harcamalarının belirleyicilerini ARDL sınır testi yaklaşımına göre 1961-2008 dönemini kapsayan yıllık verilerle logaritmik formda analiz etmişlerdir. Çalışmada kişi başına düşen sağlık harcamaları, kişi başına düşen gelir, tıbbi yoğunluk, nüfusun yaşlanması ve kişi başına azot emisyonunu temsil eden çevresel kalite değişkenleri kullanılmıştır. Yapılan eş bütünleşme testine göre sağlık hizmetleri lüks maldan ziyade zorunlu mal olduğu, kısa ve uzun dönemde sağlık harcamalarından gelire doğru nedensellik ilişkisinin varlığı tespit edilmiştir. Baltagi ve Moscone (2010) OECD ülkelerinde sağlık harcamaları ile gelir arasındaki ilişkiyi panel veri yöntemiyle 1971-2004 arasındaki dönemi kapsayan yıllık verilerle logaritmik formda incelemişlerdir. Çalışmada kişi başına düşen sağlık harcamaları, kişi başına düşen gelir, sağlık harcamalarının milli gelire oranı, 65 yaş ve üstü nüfusun 15-64 yaş nüfusa oranı değişken olarak kullanılmıştır. Birim kök testi ve hata düzeltme modeli uygulaması yapılmıştır. Analiz sonuçlarına göre, sağlık harcamaları ele alınan 20 OECD ülkesinin gelir esnekliği düşük olduğu bu da sağlık harcamalarının zorunlu mal olduğu sonucuna varılmıştır. Tang (2010) çalışmasında Malezya’daki sağlık-gelir ilişkisini 19702009 dönemini kapsayan yıllık verilerle logaritmik formda analize tabi tutmuştur. Yapılan çalışma sonucunda ARDL eş bütünleşme sonuçlarına göre değişkenler arasında uzun dönemli ilişki bulunmuş ve sağlık harcamalarının Malezya’da lüks mal olduğu tespit edilmiştir. Nedensellik testi sonuçlarında ise, milli gelirden sağlık harcamalarına doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir. Tang ve Ch’ng (2011), Güneydoğu Asya ülkelerinde (Malezya, Filipinler, Endonezya, 293 İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK Singapur ve Tayland) sağlık harcamaları ile gelir arasındaki ilişkiyi 1970-2006 yıllarına ait yıllık verilerle logaritmik formda nedensellik analizi çerçevesinde incelemiştir. Çalışmada kişi başına düşen gelir ve kişi başına düşen sağlık harcamaları kullanılmıştır. Ziwot-Andrews birim kök testi tek yapısal kırılmaya izin verirken Lumsdaine-Papel birim kök testi ise iki yapısal kırılmaya izin vermektedir. Analiz sonucunda sınır testi yaklaşımına göre Endonezya, Singapur ve Tayland için eş bütünleşme tespit edilirken Malezya ve Filipinler için uzun dönemli ilişki bulunamamıştır. Sağlık harcamaları ile gelir arasında uzun dönem esnekliği pozitif ve istatistiki olarak anlamlı olarak bulunmuş ve değişkenler arasındaki nedensellik ilişkisinin yönü gelirden sağlık harcamalarına doğru olduğu sonucuna varılmıştır. 3. VERİ SETİ, MODEL VE YÖNTEM Çalışmada sağlık hizmetlerinin sunumu ile kalkınma göstergesi mevcudiyetine bağlı olarak 1975-2012 dönemine ait yıllık veriler kullanılmıştır. Kullanılan değişkenler, kişi başına düşen gelirdeki büyüme oranı, kişi başına düşen sağlık harcamaları, 100 kişi başına düşen yatak sayısı, toplam sağlık kurumu sayısı, 100 canlıda bebek ölüm oranı, toplam sağlık harcamalarının milli gelire oranı serileridir. Tablo 1. Değişkenler ve Kaynakları Değişkenler KBDGBO Değişkenlerin Açıklaması Kişi Başına Düşen Gelirdeki Büyüme Oranı (%) Kaynaklar World Bank LNKBDTSH Kişi Başına Düşen Toplam Sağlık Harcamaları (SGP-$) OECD KBDYS 100 Kişi Başına Düşen Yatak Sayısı (Adet) TUİK LNTSKS Toplam Sağlık Kurumu Sayısı (Adet) TUİK BÖO 100 Canlıda Bebek Ölüm Oranı (%) OECD TSH/GSYİH Toplam Sağlık Harcamalarının Milli Gelire Oranı (%) OECD Çalışmadaki değişkenlerin çoğu oran olarak analize dahil edildiğinden, TSKS ve KBDTSH serileri doğal logaritmik formda, diğer tüm değişkenler ise düzey değerleri ele alınarak işlemler yapılmıştır. Çalışmada literatürde sıkça denendiği 294 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310 üzere iki model geliştirilmiş (Çalışkan, 2009; Tüylüoğlu ve Tekin, 2009; Yakışık ve Çetin, 2014) ve sonuçları aşağıdaki tablolarda özetlenmiştir. Birinci modelde kişi başına düşen milli gelirdeki büyüme oranı, ikinci modelde ise bebek ölüm oranı bağımlı değişken; her iki model için KBDTSH), KBDYS, TSKS ve TSH/GSYİH açıklayıcı değişken olarak kullanılmıştır. Böylece SDP’nin hem kalkınmaya etkisi hem de sağlık düzeyindeki gelişmeler (etkinlik) test edilmiştir. Belirli bir dönemde (t), belirli bir ülkede (i) kalkınmaya dair modeller şu şekilde kurulmuştur: Model 1: KBDGBOit 1 2KBDTSHit 3KBDYSit 4TSKSit 5TSH / GSYİHit t (1) Model 2: BÖOit 1 2 KBDTSHit 3 KBDYSit 4TSKSit 5TSH / GSYİHit t (2) Nüfusun milli gelirden hızlı artması halinde, toplum fakirleşmekte ve refah düzeyi düşmektedir. Bu nedenle, kişi başına gelir rakamları dikkate alınarak gelişme ve refahın ölçülmesi gerekmektedir. Çukurçayır ve Tezcan (2011), Çeken (2008), Berber (2011), Lucas (1988), Rostow (1966) Keskin (2011) ve Ahluwalia (1976) yaptıkları çalışmalarda, kişi başına düşen milli geliri değişkenini kalkınma göstergesi olarak kabul etmektedir. Yardımcıoğlu (2012), Tang ve Ch’ng (2011), Rivera ve Currais (2003), Brempong ve Wilson (2004), Bloom ve Diğerleri (2004) ise çalışmalarında kişi başına düşen geliri büyüme göstergesi olarak analizlerine dahil etmekte, ancak kalkınmanın büyümeyi de içine alan bir olgu olduğu gerçeği nedeniyle yapılan çalışmalarda kullanılan değişkenin kalkınma göstergesi olarak değerlendirilebileceği düşünülmektedir. Bebek ölüm oranı bir ülkedeki sağlık hizmetlerinin kalitesini gösteren önemli kalkınma göstergelerinden biri olarak kabul edilmektedir (Koç vd., 2010:43). Barlas ve diğerleri (2014), Lorcu ve Bolat (2009), Tüylüoğlu ve Tekin (2009), 295 İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK Hicks ve Streeten (1979) çalışmalarında sözü geçen değişkeni kalkınma göstergesi olarak; Başar (2008), Çoban (2009), Çukur ve Bekmez (2011), Taban ve Kar (2014) ise sağlık düzeyinin göstergesi olarak kullanmaktadır. Lorcu ve Bolat (2009:129) eserinde bebek ölüm oranının, hizmet kalitesinin, sağlık hizmetlerine erişimin ve toplum sağlığının bir göstergesi olduğunu belirtmektedir. Bebek ölüm oranı serisinin hem sağlıktaki başarının hem de kalkınmışlığın en önemli göstergelerinden biri olması nedeniyle çalışmanın analizine dahil edilmektedir. Bebek ölüm oranının düşmesi, SDP’nin bileşenlerinden biri olan etkinliğin sağlandığının bir göstergesidir (Eren, 2015:137-138). Çalışmada iktisadi anlamda bir ilişki, nedensellik testi yapılarak açıklanmaya çalışılacaktır. Bunun için öncelikle Augmented Dickey-Fuller (ADF) ve PhillipsPerron (PP) birim kök testleri ile durağanlık analizleri yapılacaktır. Devamında Hatemi-J (2012) nedensellik analizi ile değişkenler arasındaki etkileşimin yönü tespit edilecektir. 4. BULGULAR 4.1. ADF ve PP Birim Kök Testleri Değişkenler arasındaki nedensellik ilişkilerinin tahmin edilmesinden önce birim kök testlerine başvurulması gerekmektedir. Bu amaçla, özellikle iktisat alanında yapılan çalışmalarda sıklıkla başvurulan Genişletilmiş Dickey-Fuller (1981) ve Phillips ve Perron (1988) birim kök testleri kullanılmıştır. Tablo 2’de sonuçlar görülmektedir. Geliştirilmiş Dickey-Fuller ve Phillips-Perron test sonuçlarına göre sabitli modelde KBDGBO değişkeni dışındaki serilerin tümünün; sabitli ve trendli modelde ise KBDGBO, KBDYS ve KBDTSH değişkenleri haricindeki diğer değişkenlerin tümünün düzeyde durağan olmadıkları görülmektedir. Analizde kullanılan bütün serilerin birinci farkları alındığında [I(1)] sabit ve sabit trendli modellerde her iki birim kök testi için durağan oldukları saptanmıştır. 296 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310 Tablo 2. ADF (1981) ve PP (1988) Birim Kök Testi Sonuçları KBDGBO Sabit KBDTSH KBDYS TSKS Düzey BÖO TSH/GSYİ H KBDGBO Sabit+Trend KBDTSH KBDYS TSKS BÖO TSH/GSYİ H ADF PP -6.06(0) [0.0000]* -0.22(0) [0.9269] -0.16(2) [0.9334] 0.15(0) [0.9660] -2,13(0) [0.2330] -0.83(1) [0.7959] -6.06(0) [0.0000]* -3.63(3) [0.0415]* -3.75(1) [0.0310]* -1.92(0) [0.6227] -0.57(0) [0.9747] -1.68(1) [0.7378] -6.07(3) [0.0000]* -0.22(0) [0.9269] -0.66(14) [0.8428] 0.31(3) [0.9762] -2.06(3) [0.2604] -0.53(3) [0.8735] -6.18(4) [0.0000]* -2.80(2) [0.2047] -3.26(4) [0.0880]** -1.89(2) [0.6374] -0.65(3) [0.9693] -2.06(3) [0.5470] Değişk enler KBDG BO KBDT SH KBDY S TSKS Birinci Farklar Değişkenler BÖO TSH/ GSYİ KBDG BO KBDT SH KBDY S TSKS BÖO TSH/ GSYİ ADF PP -6.77(1) [0.0000] -5.27(4) [0.001]* -6.99(1) [0.000]* -6.02(0) [0.000]* -5.56(0) [0.000]* -4.91(0) [0.000]* -6.67(1) [0.000]* -5.39(4) [0.000]* -6.94(1) [0.000]* -6.21(0) [0.000]* -6.26(0) [0.000]* -4.81(0) [0.002]* -14.96(6) [0.0000]* -6.15(1) [0.0000]* -12.26(35) [0.0000]* -6.03(3) [0.0000]* -5.66(3) [0.000]* -5.01(3) [0.0002]* -13.40(5) [0.0000]* -6.05(1) [0.0001]* -13.84(28) [0.0000]* -6.62(6) [0.0000]* -6.25(3) [0.0000]* -4.93(3) [0.0017]* Not: *.** ve *** değerleri sırasıyla %1, %5 ve %10 anlam seviyelerinde serilerin durağanlıklarını göstermektedir. Parantez içindeki değerler Schwarz bilgi kriterine göre optimal gecikme uzunluğunu göstermektedir. Gecikme uzunluğunun sıfır olması durumunda Dickey-Fuller testini göstermektedir. Köşeli parantez içindeki değerler olasılık değerlerini göstermektedir. 4.2. Hatemi-J Asimetrik Nedensellik Testi Geleneksel Granger (1969) nedensellik testi, bir parametrenin geleceğe dair tahmininin yapılmasında ikinci bir serinin faydalı bilgi sağlayıp sağlamadığı analiz edilmektedir (Özcan, 2015:186). Toda ve Yamamoto (1995), Hacker ve Hatemi (2006) gibi testler pozitif ve negatif şokların etkisini aynı kabul etmekte; ancak sağlık hizmetleri piyasasında, asimetrik bilginin olması ve piyasada yer alan gerçek ve tüzel kişilerin heterojen olması durumunda, katılımcıların aynı büyüklükteki pozitif ve negatif şoklara özdeş tepkileri vermemesi nedeniyle sözü edilen testlerden elde edilen sonuçların yanıltıcı olabileceği iddia edilmektedir (Yılancı ve Bozoklu, 2014:213). Bu bağlamda Hatemi-J asimetrik nedensellik analizi (2012), 297 İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK Hacker ve Hatemi Granger nedensellik testinin (2006) pozitif ve negatif şoklarına ayrıştırılmış halidir (Sungur vd., 2016:181). Hatemi-J testi, değişkenler arasında pozitif ve negatif şoklara karşı etkileşimi vermesi yönüyle güncel bir analiz yapılmasını sağlamıştır. SDP kapsamında her bir değişken için pozitif ve negatif şoklar şu şekilde açıklanmaktadır: Güçlü ekonomiye geçiş programı ile özelleştirmenin teşvik edilmesi sonucu özel hastanelerin kurulması, 2003 yılında bireylerin de sağlık sigortalarıyla söz konusu hastanelerden ve tıp merkezlerinden hizmet almasının sağlanmasıyla KBDTSH artış göstermektedir. KBDTSH için pozitif şoklar kapsamında söz konusu gelişmeler değerlendirilebilmektedir. Sağlık harcamalarını belirleyen en önemli etkenlerden biri gelir düzeyidir. 2000-2001 krizleri ve seçim sonrası, canlanan ekonominin etkisiyle gelir düzeyinin yükselmesi, sağlık harcamalarını artırmaktadır. Özetle 2000 sonrası ekonomik ve siyasi gelişmeler KBDTSH için negatif şoklar kapsamında ele alınabilmektedir. KBDGBO için negatif şoklar açısından 2002 genel seçimlerinin önemli bir dönüm noktası olduğu düşünülmektedir. Seçim öncesinde 1998 Rusya krizi, 1999 Marmara depremi ardından 2000-2001 krizlerinin yaşanması Türkiye ekonomisini olumsuz etkilemiştir. KBDGBO için pozitif şoklar açısından 2000-2001 krizleri ve 2002 genel seçimlerinden sonra güçlü ekonomiye geçiş programı ile ekonominin toparlanma sürecine girmesi üretimi artırmakta, dolayısıyla milli gelir artışı ile sonuçlanmaktadır. 2006 yılından itibaren değişkendeki düşme eğilimi hızlanarak devam etmekte; 2008 küresel kriz sonrası negatif büyüme gerçekleşmektedir. KBDYS için negatif şoklar bakımından 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan krizler nedeniyle ekonominin daralması, bütçeden sağlığa ayrılan payın azalması, sağlık yatırımlarının olumsuz etkilenmesi düşünülmektedir. 298 söz konusu değişkeni etkilediği Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310 KBDYS için pozitif şoklar açısından özelleştirmelerin özel sağlık kurumlarının teşvik edilmesiyle yatak sayılarındaki ilerlemeler kaydedilmesi, “Misafir Anne” Projesi, yenidoğan merkezi, personeli, altyapısı alanında gelişmelerin gerçekleştirilmesi serinin etkilendiği sonucunu verebilmektedir. TSKS için negatif şoklar bakımından aile hekimliği modeline geçiş ile ASM’lerin ticari işletme statüsüne kavuşturulması, hastanelerin SB’na bağlı kurullar tarafından yönetilmesi ve çalışanların sözleşmeli olarak görev yapacak olması, değişkenin olumsuz etkilendiği faktörler olarak düşünülmektedir. TSKS için pozitif şoklar açısından aile hekimliği modeline geçiş ile özelleştirme sonrası sağlık kurumu sayısının artış göstermesi değişkeni etkileyen faktörler olduğu öngörülebilmektedir. BÖO için negatif şoklar bakımından GSS öncesi yardımcı üreme yöntemi tedavileri, finansman kurumları tarafından ödenmemektedir. Ayrıca aile hekimliği modeli tüm yurda yaygınlaştırılmadığından hamilelerin takibinin iyi yapılamaması, değişkeni etkileyen etmenler olduğu düşünülmektedir. BÖO için pozitif şoklar açısından GSS sonrasında yardımcı üreme yöntemi tedavileri, SGK tarafından ödenmektedir. Ayrıca aile hekimliği modeli 2010 yılında tüm yurda yaygınlaştırıldığından hamilelerin takibinin iyi yapılması değişkeni etkileyen faktörlerdendir. TSH/GSYİH için pozitif şoklar açısından 8. BYKP kapsamında sağlık hizmet sunumunda özelleştirmenin teşvik edilmesi, sağlık hizmeti sunumu ve finansmanının birbirinden ayrılması, herkese sağlık sigortası çerçevesinde yararlanma hakkının sağlanması gibi hedeflerden bahsi geçen değişkenin etkilendiğini söylemek mümkündür. TSH/GSYİH için negatif şoklar 2002 yılında yaşanan kriz ve seçimin yol açtığı endişe durumu üretimi de etkilemekte; bütçeden sağlığa ayrılan pay da tesir altında kalmaktadır. 299 İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK Tablo 3. Hatemi-J Asimetrik Nedensellik Testi Sonuçları (Model 1) Nedenselliğin MWALD Yönü %1 %5 %10 Nedenselliğin Yönü MWALD %1 %5 %1 0 (KBDGBO)+ 0.374 ≠> (KBDYS)+ (0.541) 9.535 5.226 3.111 (KBDYS)+≠> (KBDGBO)+ 0.157 (0.692) 11.216 4.738 3.235 (KBDGBO)+ 0.612 ≠> (KBDYS)- (0.434) 12.703 5.641 4.016 (KBDYS)+≠> (KBDGBO)- 1.750 (0.186) 13.831 5.900 3.844 (KBDGBO)- 0.965 ≠> (KBDYS)- (0.326) 18.746 6.741 3.756 (KBDYS)-≠> (KBDGBO)- 0.119 (0.731) 14.754 6.047 3.833 (KBDGBO)- 0.455 ≠> (KBDYS)+ (0.500) 12.508 5.667 3.409 (KBDYS)-≠> (KBDGBO)+ 0.358 (0.550) 14.266 5.511 3.270 15.130 (0.004)* 249.061 84.571 38.257 2.275 (0.131) 13.314 6.006 38.603 (0.000)* 541.078 81.491 41.276 0.045 (0.831) 24.334 6.261 3.314 (KBDGBO)+ ≠> (TSH/ GSYİH)+ (KBDGBO)+ ≠> (TSH/ GSYİH)(KBDGBO)≠> (TSH/ GSYİH)(KBDGBO)≠> (TSH/ GSYİH)+ (KBDGBO)+ ≠> (KBDTSH)+ (KBDGBO)+ ≠> (KBDTSH)(KBDGBO)≠> (KBDTSH)(KBDGBO)≠> (KBDTSH)+ (KBDGBO)+ ≠> (TSKS)+ (TSH/GSYİH)+ ≠> (KBDGBO)+ (TSH/GSYİH)+ ≠> (KBDGBO)(TSH/GSYİH)≠> (KBDGBO)(TSH/GSYİH)≠> (KBDGBO)+ 17.245 (0.002)* 302.25 56.147 28.148 4 3.443 (0.487) 368.12 69.796 30.931 2 2.314 (0.678) 307.69 66.756 33.415 6 17.817 (0.001)* 480.66 97.353 36.856 3 1.842 (0.175) 10.365 4.912 3.426 (KBDTSH)+≠> (KBDGBO)+ 0.610 (0.435) 11.811 6.236 4.200 4.370 (0.358) 368.25 67.285 32.475 8 (KBDTSH)+≠> (KBDGBO)- 0.987 (0.321) 13.735 5.484 3.484 0.801 (0.938) 297.70 70.896 32.824 5 (KBDTSH)-≠> (KBDGBO)- 117.436 (0.000)* 380.922 72.745 34.505 1857.8 (0.000)* 421.96 68.991 35.245 8 (KBDTSH)-≠> (KBDGBO)+ 0.000 (0.999) 17.583 6.891 3.346 0.352 (0.553) 11.010 5.142 3.438 (TSKS)+≠> (KBDGBO)+ 0.022 (0.882) 14.516 5.509 3.649 10.689 4.977 3.398 5.983 3.677 3.973 22.532 6.561 3.375 8.979 3.028 6.378 (0.012)** 0.210 (0.647) 0.278 (0.598) 15.375 20.127 6.697 (TSKS)+≠> (KBDGBO)(TSKS)-≠> (KBDGBO)(TSKS)-≠> (KBDGBO)+ 17.143 5.661 3.381 (KBDGBO)+ 2.531 ≠> (TSKS)- (0.112) (KBDGBO)- 0.673 ≠> (TSKS)- (0.412) (KBDGBO)- 0.001 ≠> (TSKS)+ (0.971) 4.499 3.351 Not: ≠> notasyonu nedenselliğin olmadığı sıfır hipotezini göstermektedir. Parantez içindeki değerler asimtotik olarak olasılık değerlerini göstermektedir. *, ** ve *** değerleri sırasıyla %1, %5 ve %10 anlam seviyelerinde değişkenler arasında nedensellik ilişkisini göstermektedir. Tablo 3’te gösterilen pozitif ve negatif şokları ayırabilme fonksiyonuna sahip Hatemi-J asimetrik nedensellik testi sonuçlarına göre, sağlık göstergelerinden 300 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310 KBDYS değişkeninden kalkınma göstergesi olarak kullanılan KBDGBO değişkenine doğru çift yönlü pozitif ve negatif şoklarda nedensellik ilişkisinin olmadığı hipotezi reddedilememektedir. Başka bir deyişle, asimptotik olasılık değerleri %10 anlamlılık düzeyinde 0.10’dan büyük olduğundan bahsi geçen değişkenler arasında çift yönlü nedensellik ilişkisi tespit edilmemiştir. Bu bağlamda, söz konusu değişkenler arasında nedensellik ilişkisi yoktur. Bir diğer sağlık göstergesi olan TSH/GSYİH değişkeni ile kalkınma göstergesi olarak kullanılan KBDGBO değişkeni arasında çift yönlü pozitif ve negatif şoklarda nedensellik ilişkisinin olmadığı hipotezi reddedilmektedir. Başka bir deyişle, asimptotik olasılık değerleri %1 anlamlılık düzeyinde 0.01’den küçük olduğundan bahsi geçen değişkenler arasında çift yönlü nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir. Bu bağlamda, toplam sağlık harcamalarının milli gelire oranında meydana gelen pozitif ve negatif şok durumunda kalkınma sırasıyla pozitif ve negatif bir tepki vermektedir. Başka bir deyişle, sağlık göstergesinden kalkınma göstergesine doğru nedensellik ilişkisi, kalkınmayı olumlu manada etkilemektedir. Sağlık göstergelerinden KBDTSH değişkeni ile kalkınma göstergesi olarak kullanılan KBDGBO değişkeni arasında çift yönlü pozitif ve negatif şoklarda nedensellik ilişkisinin olmadığı hipotezi reddedilmektedir. Başka bir deyişle, asimptotik olasılık değerleri %1 anlamlılık düzeyinde 0.01’den küçük olduğundan bahsi geçen değişkenler arasında çift yönlü nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir. Bu bağlamda, kişi başına düşen toplam sağlık harcamalarında oluşan negatif bir şok durumunda kalkınma negatif bir tepki vermektedir. Dolayısıyla sağlık göstergesinden kalkınma göstergesine doğru nedensellik ilişkisi, kalkınmayı olumlu manada etkilemektedir. TSKS değişkeninden KBDGBO değişkenine doğru tek yönlü pozitif ve negatif şoklarda nedensellik ilişkisinin olmadığı hipotezi reddedilmektedir. Başka bir deyişle, asimptotik olasılık değerleri %5 anlamlılık düzeyinde 0.05’den küçük olduğundan bahsi geçen değişkenler arasında tek yönlü nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir. Bu bağlamda, toplam sağlık kurumu sayısında ortaya çıkan pozitif bir 301 İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK şok halinde kalkınma negatif bir tepki vermektedir. Dolayısıyla TSKS göstergesindeki pozitif şoka KBDGBO negatif bir şokla tepki vermektedir. Tablo 4. Hatemi-J Asimetrik Nedensellik Testi Sonuçları (Model 2) Nedenselliğin Yönü MWALD %1 %5 %10 Nedenselliğin Yönü MWALD %1 %5 %10 (BOO)+≠> (KBDTSH)+ 15.383 19.867 (0.000)* 9.024 6.267 (KBDTSH)+ ≠> (BOO)+ 1.353 (0.508) 22.705 9.433 5.996 (BOO)+≠> (KBDTSH)- 0.614 (0.433) 10.383 5.147 3.490 (KBDTSH)+ ≠> (BOO)- 0.018 (0.999) 3.490 2.061 1.245 (BOO)-≠> (KBDTSH)- 0.304 (0.582) 18.531 5.568 3.066 (KBDTSH)≠> (BOO)- 7.852 (0.005)* 16.467 6.143 3.669 (BOO)-≠> (KBDTSH)+ 2.276 (0.131) 9.371 5.283 3.456 (KBDTSH)≠> (BOO)+ 0.057 (0.996) 117.622 31.749 16.546 (BOO)+≠> (KBDYS)+ 0.018 (0.894) 27.400 6.129 3.748 (KBDYS)+ ≠> (BOO)+ 0.000 (0.995) 14.122 5.319 3.175 (BOO)+≠> (KBDYS)- 0.086 (0.770) 9.560 5.041 3.165 (KBDYS)+ ≠> (BOO)- 6.119 (0.047)** 18.801 7.528 5.477 (BOO)-≠> (KBDYS)- 1.465 (0.226) 10.284 4.709 3.005 (KBDYS)≠> (BOO)- 3.294 (0.070)*** 11.730 5.793 3.526 (BOO)-≠> (KBDYS)+ 0.146 (0.703 11.148 5.583 3.532 (KBDYS)≠> (BOO)+ 8.968 (0.011)** 22.197 12.026 7.913 (BOO)+≠> (TSKS)+ 1.403 (0.236) 10.175 5.266 3.684 (TSKS)+ ≠> (BOO)+ 0.382 (0.536) 11.229 6.041 3.790 (BOO)+≠> (TSKS)- 0.375 (0.540) 10.636 4.941 3.344 (TSKS)+ ≠> (BOO)- 0.990 (0.609) 29.139 9.157 5.714 (BOO)-≠> (TSKS)- 0.078 (0.779) 13.116 6.380 3.603 (TSKS)≠>(BOO)- 15.907 (0.000)* 11.794 5.352 3.567 (BOO)-≠> (TSKS)+ 1.171 (0.279) 12.917 5.635 3.630 (TSKS)≠> (BOO)+ 2097 (0.000)* 73.602 11.340 7.447 (BOO)+≠> 12.105 18.337 10.587 (TSH/GSYİH)+ (0.002)* 6.567 (TSH/GSYİH)+ ≠> (BOO)+ 1.484 (0.476) 17.891 8.738 5.629 (BOO)+≠> (TSH/GSYİH)- 0.460 (0.498) 10.280 5.242 3.514 (TSH/GSYİH)+ 5.699 ≠> (BOO)- (0.058)*** 30.613 8.926 5.790 (BOO)-≠> (TSH/GSYİH)- 0.166 (0.684) 12.694 5.590 3.023 (TSH/GSYİH)≠> (BOO)- 14.748 (0.000)* 15.866 6.236 3.745 (BOO)-≠> (TSH/GSYİH)+ 1.103 (0.294) 11.917 5.616 3.649 (TSH/GSYİH)≠> (BOO)+ 3761 (0.000)* 51.445 15.445 8.995 Not: ≠> notasyonu nedenselliğin olmadığı sıfır hipotezini göstermektedir. Parantez içindeki değerler asimtotik olarak olasılık değerlerini göstermektedir. *, ** ve *** değerleri sırasıyla %1, %5 ve %10 anlam seviyelerinde değişkenler arasında nedensellik ilişkisini göstermektedir. Tablo 4’te gösterilen pozitif ve negatif şokları ayırabilme fonksiyonuna sahip Hatemi-J asimetrik nedensellik testi sonuçlarına göre, sağlık göstergelerinden 302 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310 KBDTSH değişkeni ile kalkınma göstergesi olarak kullanılan BÖO değişkeni arasında çift yönlü pozitif ve negatif şoklarda nedensellik ilişkisinin olmadığı hipotezi reddedilmektedir. Başka bir deyişle, asimptotik olasılık değerleri %1 anlamlılık düzeyinde 0.01’den küçük olduğundan bahsi geçen değişkenler arasında çift yönlü nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir. Bu bağlamda, bebek ölüm oranında meydana gelen pozitif bir şok durumunda kişi başına düşen toplam sağlık harcamaları pozitif bir tepki vermektedir. Aynı zamanda kişi başına düşen toplam sağlık harcamalarında oluşan negatif bir şok halinde kalkınma negatif bir tepki vermektedir. Sağlık harcamalarının artış göstermesi ile bebek ölüm oranlarının düşmesi sonucunu vermesi teorik olarak bilinmekte ve elde edilen veriler bu teoriyi desteklemektedir. KBDTSH, kalkınmaya olumlu katkı sağlamaktadır. Bir başka sağlık göstergesi olan KBDYS değişkeninden kalkınma göstergesi olarak kullanılan BÖO değişkenine doğru tek yönlü pozitif ve negatif şoklarda nedensellik ilişkisinin olmadığı hipotezi reddedilmektedir. Başka bir deyişle, asimptotik olasılık değerleri %5 ve %10 anlamlılık düzeyinde sırasıyla 0.05 ve 0.10’dan küçük olduğundan bahsi geçen değişkenler arasında tek yönlü nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir. Bu bağlamda, kişi başına düşen yatak sayısında meydana gelen pozitif bir şok halinde kalkınma negatif bir tepki ve kişi başına düşen yatak sayısında meydana gelen negatif bir şok halinde kalkınma pozitif bir tepki vermektedir. Ayrıca, %10 anlamlılık düzeyinde kişi başına düşen yatak sayısında meydana gelen negatif bir şok halinde kalkınma negatif bir tepki vermektedir. Sağlık alanındaki yatırımların yapılıp, faaliyete girmesi, bireylerin bilinçlenmesi, sağlık teknolojilerinin gelişmesi gibi nedenler, sağlık çıktılarına etkilerini uzun vadede göstermektedir. Dolayısıyla, KBDYS değişkeni, kalkınmaya olumlu katkı sağlamaktadır. TSKS değişkeninden BÖO değişkenine doğru tek yönlü pozitif ve negatif şoklarda nedensellik ilişkisinin olmadığı hipotezi reddedilmektedir. Başka bir deyişle, asimptotik olasılık değerleri %1 anlamlılık düzeyinde 0.01’den küçük olduğundan bahsi geçen değişkenler arasında tek yönlü nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir. Bu bağlamda, toplam sağlık kurumu sayısında ortaya çıkan negatif bir 303 İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK şok halinde kalkınma negatif bir tepki ve toplam sağlık kurumu sayısında ortaya çıkan negatif bir şok halinde kalkınma pozitif bir tepki vermektedir. TSKS değişkeni, kalkınmaya olumlu katkı sağlamaktadır. TSH/GSYİH ile BÖO değişkeni arasında çift yönlü pozitif ve negatif şoklarda nedensellik ilişkisinin olmadığı hipotezi reddedilmektedir. Başka bir deyişle, asimptotik olasılık değerleri %1 ve %10 anlamlılık düzeyinde sırasıyla 0.01 ve 0.1’den küçük olduğundan bahsi geçen değişkenler arasında çift yönlü nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir. Bu bağlamda, toplam sağlık harcamalarının milli gelire oranında oluşan negatif bir şok durumunda kalkınma negatif bir tepki ve toplam sağlık harcamalarının milli gelire oranında oluşan negatif bir şok durumunda kalkınma pozitif bir tepki vermekte; kalkınmada meydana gelen pozitif bir şok halinde ise toplam sağlık harcamalarının milli gelire oranı pozitif bir tepki vermektedir. Ayrıca, %10 anlamlılık düzeyinde toplam sağlık harcamalarının milli gelire oranında oluşan pozitif bir şok durumunda kalkınma negatif bir tepki vermektedir. Dolayısıyla, TSH/GSYİH değişkeni, kalkınmaya olumlu katkı sağlamaktadır. 5. SONUÇ Her bireyin sağlık hizmetleri ile karşılaşma ihtimalinin yüksek olması, sağlık hizmetlerine ayrılan kaynakların toplumsal refah için kullanılan kaynakların önemli bir bölümünü teşkil etmesi ve dışsallıkları çok yüksek olan bir sektör olması nedeniyle bu sektörün araştırılması önem arz etmektedir. Çalışmada 1975-2012 yıllarını kapsayan, kalkınma göstergeleri ile sağlık göstergesi arasındaki ilişkiler ekonometrik olarak test edilmeye çalışılmıştır. Analiz için birim kök testleri ve nedensellik testi uygulanmıştır. Serilerin durağanlık analizleri için ADF ve PP birim kök testleri uygulanmıştır. ADF ve PP birim kök testleri sonuçlarına göre sabitli modelde KBDGBO değişkeni dışındaki serilerin tümünün; sabitli ve trendli modelde ise, KBDGBO, KBDYS ve KBDTSH değişkenleri haricindeki diğer değişkenlerin düzeyde durağan olmadıkları; analizde kullanılacak bütün serilerin birinci farkları 304 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310 alındığında [I(1)] sabit ve sabit trendli modellerde her iki birim kök testi için durağan oldukları görülmüştür. Model 1 sonuçlarına göre, KBDYS değişkeninden kalkınma göstergesine doğru nedensellik ilişkisi tespit edilememiştir. Toplam sağlık kurumu sayısında ortaya çıkan pozitif bir şok halinde kalkınma (KBDGBO) negatif bir tepki vermiştir. TSKS ile KBDTSH serisinden kalkınmaya doğru nedensellik ilişkisi bulunmuştur. Toplam sağlık harcamalarının milli gelire oranında meydana gelen pozitif ve negatif şok durumunda kalkınma sırasıyla pozitif ve negatif bir tepki verdiği görülmüştür. Dolayısıyla, TSH/GSYİH değişkeninden kalkınmaya doğru nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir. Model 2 sonuçlarına göre, kişi başına düşen yatak sayısında meydana gelen pozitif bir şok halinde kalkınma negatif bir tepki verirken kişi başına düşen yatak sayısında meydana gelen negatif bir şok halinde ise pozitif bir tepki vermiştir. Kişi başına düşen yatak sayısında meydana gelen negatif bir şok halinde de %10 anlamlılık düzeyinde kalkınma negatif bir tepki verdiği görülmüştür. Bu bağlamda, KBDYS değişkeninden kalkınma göstergesine doğru nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir. Bebek ölüm oranında meydana gelen pozitif bir şok durumunda kişi başına düşen toplam sağlık harcamaları pozitif bir tepki vermiştir. Aynı zamanda kişi başına düşen toplam sağlık harcamalarında oluşan negatif bir şok halinde kalkınma negatif bir tepki vermiştir. Başka bir deyişle, KBDTSH değişkeninden kalkınmaya doğru nedensellik ilişkisi bulunmaktadır. Toplam sağlık kurumu sayısında ortaya çıkan negatif bir şok halinde kalkınma negatif bir tepki ve toplam sağlık kurumu sayısında ortaya çıkan negatif bir şok halinde kalkınma pozitif bir tepki vermektedir. Dolayısıyla, TSKS serisinden kalkınmaya doğru nedensellik ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Toplam sağlık harcamalarının milli gelire oranında oluşan negatif bir şok durumunda kalkınma negatif bir tepki ve toplam sağlık harcamalarının milli gelire oranında oluşan negatif bir şok durumunda kalkınma pozitif bir tepki vermekte; kalkınmada meydana gelen pozitif bir şok halinde ise toplam sağlık harcamalarının milli gelire oranı pozitif bir tepki vermektedir. Ayrıca, %10 anlamlılık düzeyinde toplam sağlık harcamalarının milli gelire 305 İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK oranında oluşan pozitif bir şok durumunda kalkınma negatif bir tepki vermektedir. Başka bir ifade ile, TSH/GSYİH değişkeninden kalkınmaya doğru nedensellik ilişkisi tespit edilmektedir. Sonuç olarak 1975-2012 yılları arasında Türkiye’de sağlık ile kalkınma arasında pozitif bir ilişkinin olduğu, söz konusu ilişkinin yapılan reformlarla arttırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Ayrıca bu çalışmanın, incelenen konunun güncel analiz tekniği ile test edilmesi nedeniyle literatüre bir katkı sağlayacağı ve Türkiye’deki politika uygulayıcılarının dikkatini çekmesi beklenmektedir. KAYNAKÇA AHLUWALIA, M. S. (1976), “Inequality, Poverty and Development”, Journal of Development Economics 3, 307-342. AY, A., KIZILKAYA, O., KOÇAK, E. (2013), “Sağlık Göstergeleri ile Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişki: Türkiye Örneği”, Niğde Üniversitesi İİBF Dergisi, 6(1), 163-172. BALTAGI, B. H., MOSCONE, F. (2010), “Health Care Expenditure and Income in the OECD Reconsidered: Evidence from Panel Data”, IZA Discussion Paper, (4851), 1-22. BARLAS, E., ŞANTAŞ, F., KAR, A. (2014), “Türkiye’de Bölgesel Bebek Ölüm Hızlarının Sağlık Ekonomisi Perspektifinden Karşılaştırmalı Analizi”, Uluslar arası Avrasya Ekonomileri Konferansı, Makedonya, 1-10. BAŞAR, D. (2008), Sağlık Düzeyinin Sosyo-Ekonomik Belirleyicileri: OECD Ülkeleri İçin Sağlık Üretim Fonksiyonuna Dayanan Bir Uygulama, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat ABD, Ankara. BERBER, M. (2011), İktisadi Büyüme ve Kalkınma, Derya Kitabevi, Trabzon. BHARGAVA, A., JAMISON, D. T., LAU, L. J., MURRAY, C. J. L. (2001), “Modeling the Effcets of Health on Economic Growth”, Journal of Health Economics, (20), 423-440. 306 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310 BLOOM, D. E., CANNING, D., SEVILLA, J. (2001), “The Effect of Health on Economic Growth: Theory and Evidence”, NBER Working Paper, (858), 1-26. BLOOM, D. E., CANNING, D., SEVILLA, J. (2004), “The Effect of Health on Economic Growth: A Production Function Approach”, World Development, 32(1), 1-13. BREMPONG, K. G., WILSON, M. (2004), “Health Human Capital and Economic Growth in Sub-Saharan African and Oecd Countries”, The Quarterly Review of Economics and Finance, (44), 296-320. CHAABOUNI, S., ABEDNNADHER, C. (2010), “The Determinants of Health Expenditures in Tunisia: An ARDL Bounds Testing Approach”, http://iutcaen.unicaen.fr/recherche/mrsh/sites/default/files/public/ tepp2012/B73ChaabouniABEDNNADHERdef.pdf, (05.07.2014). ÇALIŞKAN, Z. (2009), “OECD Ülkelerinde Sağlık Harcamaları: Panel Veri Analizi”, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, (34), 117-137. ÇEKEN, H. (2008), “Turizmin Bölgesel Kalkınmaya Etkisi Üzerine Teorik Bir İnceleme”, Afyon Kocatepe Üniversitesi İİBF Dergisi, X(II), 293-306. ÇOBAN, H. (2009), Sağlık Ekonomisi ve Türkiye’de Sağlık Hizmetlerinin Yeniden Yapılandırılması, Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Maliye ABD, İzmir. ÇUKUR, A., BEKMEZ, S. (2011), “Türkiye’de Gelir, Gelir Eşitsizliği ve Sağlık İlişkisi: Panel Veri Analizi Bulguları”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10(1), 21-40. ÇUKURÇAYIR, S., TEZCAN, K. (2011), “Demokratikleşme ve Ekonomik Kalkınma: Etkileşim Analizi”, Bilgi Ekonomisi ve Yönetimi Dergisi, VI(II), 48-76. DICKEY, D. A., FULLER, W. A. (1981), “Likelihood Ratio statistics For Autoregressive Time Series with A Unit Root”, Econometrica, 49(4), 1057-1072. 307 İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK EREN, M. V. (2015), Sağlıkta Dönüşüm Politikalarının Kalkınmaya Etkisi, Doktora Tezi, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat ABD, Gaziantep. GRANGER, C.W.J. (1969), “Investigating Causal Relation by Econometric Models and Cross-Spectral Methods”, Econometrica, 37(3), 424-438. HACKER, R.S., HATEMI-J, A. (2006), “Testing for Causality between Integrated Variables Using Asymptotic and Bootstrap Distributions: Theory and Application”, Applied Economics, 38(13), 1489-1500. HATEMI-J, A. (2012), “Asymmetric Causality Tests with An Application”, Empirical Economics, (43), 447-456. HICKS, N., STREETEN, P. (1979), “Indicators of Development: The Search For a Basic Needs Yardstick”, World Development, 7, 567-580. KAR, M., AĞIR, H. (2003), “Türkiye’de Beşeri Sermaye ve Ekonomik Büyüme: Nedensellik Testi (Neo-Klasik Büyüme Teorisi)”, 2.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi Bildiriler Kitabı, Kocaeli Üniversitesi, http://www.elelebizbize.com/e-kutuphane/muhsinkar/turkiyede beserisermaye.pdf (05.06.2014). KESKİN, A. (2011), “Ekonomik Kalkınmada Beşeri Sermayenin Rolü ve Türkiye”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 25(3-4), 125-153. KOÇ, İ., ERYURT, M. A., ADALI, T., SEÇKİNER, P. (2010), “Türkiye’nin Demografik Dönüşümü”, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Ankara. LORCU, F., BOLAT, B. A. (2009), “Yaşlara Göre Ölüm Oranları ile Sosyoekonomik Göstergeler Arasındaki İlişkinin İncelenmesi”, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Dergisi, 38(2), 124-133. LUCAS, R. E. (1988), “On The Mechanics of Economic Development”, Journal of Monetary Economics, (22), 3-42. 308 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310 OECD (2014), Health Statistics 2014, www.oecd.org (09.03.2015). ÖZCAN, C. C. (2015), “Turizm Gelirleri-Ekonomik Büyüme İlişkisinin Simetrik ve Asimetrik Nedensellik Yaklaşımı ile Analizi: Türkiye Örneği”, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, (46), 177-199. PHILLIPS, P.C.B., PERRON, P. (1988), “Testing for A Unit Root in time Series Regression”, Biometrika, 75(2), 335-346. RIVERA, B., CURRAIS, L. (2003), “The Effect of Health Investment on Growth: A Causality Analysis”, International Advances in Economics Research, 9(4), 312323. ROSTOW, W.W. (1966), “Kendini Besleyen Gelişmeye Götüren Kalkış”, (Çev:Yorgi Demirgil), İktisadi Kalkınma (Der: Metin BERK, Fikret GÖRÜN ve Selim İLKİN), ODTU İdari Bilimler Fakültesi Yayın No:6, Ankara. SELİM, S., UYSAL, D., ERYİĞİT, P. (2014), “Türkiye’de Sağlık Harcamalarının Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkisinin Ekonometrik Analizi”, Niğde Üniversitesi İktisadi ve İdair Bİimler Fakültesi Dergisi, 7(3), 13-24. SUNGUR, O., AYDIN, H. İ., EREN, M. V. (2016), “Türkiye’de Ar-ge, İnovasyon, İhracat ve Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişki: Asimetrik Nedensellik Analizi”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 21(1), 173-192. SÜLKÜ, S. N., CANER, A. (2011), “Health Care Expenditures And Gross Domestic Product: The Turkish Case”, The European Journal of Health Economics, 12(1), 29-38. TABAN, S. (2006), “Türkiye’de Sağlık ve Ekonomik Büyüme Arasındaki Nedensellik İlişkisi”, Sosyo Ekonomi Dergisi, Sayı:2, 31-46. TABAN, S., KAR, M. (2014), Kalkınma Ekonomisi, Ekin Yayınevi, Bursa. 309 İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK TANG, C. F. (2010), “Revisiting the Health-Income Nexus in Malaysia: ARDL Cointegration and Rao’s F-Test for Causality”, MPRA, Paper No:27287, 1-9. TANG, C. F., CH’NG, K. S. (2011), “The Granger Causality Between Health Expenditure and Income in Southeast Asia Economies”, African Journal of Business Management, 5(16), 6814-6824. TIRAŞOĞLU, M., YILDIRIM, B. (2012), “Yapısal Kırılma Durumunda Sağlık Harcamaları ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Üzerine bir Uygulama”, Elektronik Meslek Yüksekokulları Dergisi, 2(2), 111-117. TODA, H. Y., YAMAMOTO, T. (1995), “Statistical Inference in Vector Autoregressions With Possibly Integrated Processes”, Journal of Econometrics, 66(2), 225-250. TÜYLÜOĞLU, Ş., TEKİN, M. (2009), “Gelir Düzeyi ve Sağlık Harcamalarının Beklenen Yaşam Süresi ve Bebek Ölüm Oranı Üzerindeki Etkileri”, Çukurova Üniversitesi İİBF Dergisi, 13(1), 1-31. YAKIŞIK, H., ÇETİN, A. (2014), “Eğitim, Sağlık ve Teknoloji Düzeyinin Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkisi: ARDL Sınır Testi Yaklaşımı”, Sosyo Ekonomi Dergisi, 10(21), 167-186. YARDIMCIOĞLU, F. (2012), “OECD Ülkelerinde Sağlık ve Ekonomik Büyüme İlişkisinin Ekonometrik Bir İncelemesi”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 13(2), 27-47. YAVUZ, N. Ç., YILANCI, V., ÖZTÜRK, Z. A. (2013), “Is Health Care A Luxury or A Necessity or Both? Evidence From Turkey”, The European Journal of Health Economics, 14(1), 5-10. YILANCI, V., BOZOKLU, Ş. (2014), “Türk Sermaye Piyasasında Fiyat ve İşlem Hacmi İlişkisi: Zamanla Değişen Asimetrik Nedensellik Analizi”, Ege Akademik Bakış Dergisi, 14(2), 211-220. www.tuik.gov.tr (12.12.2014). www.worldbank.org (07.04.2015). 310