270-293 Gık“e

advertisement
270
GÖKÇE DALGIÇ/SO⁄UK SAVAfiTAN BUGÜNE ABD VE...
SOĞUK SAVAŞ’TAN BUGÜNE ABD VE
‘PETROLCÜ’ MÜTTEFİKLERİ
Gökçe DALGIÇ*
The Middle Eastern region, one of the most important regions in
the world due to its energy sources and geographical position,
attracted mostly the attention of great powers. Within this
framework, especially in the aftermath of the Cold War era, the
U.S conducted an active policy in the region. The American
foreign policy’s general characteristic is based upon building
alliances, and therefore the U.S adopted the same method in
forming its foreign policy in the Middle East. That is why,
regarding America’s Middle East policy, the alliances that the
U.S established are of vital importance. This essay, particularly,
aims to study the relationship between the U.S and its alliances
within this region.
S
ahip olduğu doğal kaynaklar ve zaman zaman yaşanan
istikrarsızlıklar nedeniyle neredeyse sürekli olarak dünya gündeminde yer alan Basra Körfezi, Hint Okyanusu’nun uzantısı
olan ve Arap Yarımadası’nın doğusu ile İran’ın güneybatısı arasındaki
deniz alanını ifâde etmektedir. Kuzeybatıda Şatt-ül Arap’tan güneydoğuda da Hürmüz Boğazı ile Umman Körfezi’ne kadar uzanan deniz
alanı bölge olarak düşünüldüğünde ise, Basra Körfezi’ne kıyısı olan
İran, Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn, Katar ve Umman topraklarını içine alan ve Körfez Bölgesi olarak adlandırılan alanı ifâde etmektedir.
Tamamını Müslüman ülkelerin oluşturduğu Körfez Bölgesi’nde İran
dışında tüm ülkelerde nüfusun çoğunluğunu Araplar oluşturmaktadır.
Bu anlamda bir değerlendirme yapıldığında, Körfez ülkelerinde siyasal
istikrarın temel kaynaklarından birisinin din olduğunu belirtmek gerekmektedir. Ülke yönetiminde dinî kurallar esas alınmakta, bu şekilde
halkın yönetime bağlılığı sağlanmaktadır. Ancak tabii ki bu tek etken
değildir ve Irak örneğinde olduğu gibi istisnâlar da söz konusudur.
Dinin kolaylaştırdığı siyasal istikrara (anti-demokratik yollarla olsa da)
yine bölgenin tamamında etkisini hissettiren aşiret ve aile yapısı da
katkı sağlamaktadır. Her iki düzeyde de geçerli olan hiyerarşik düzen
dinî bütünlükle de birleşerek mevcut düzenin sürmesine kolaylık
sağlamaktadır.
*
ASAM, Orta Do¤u Araflt›rmalar› Masas›, Asistan. E-posta: gdalg›[email protected]
Avrasya Dosyas›, Jeopolitik Özel, K›fl 2002, Cilt: 8, Say›: 4, s. 270-293.
AVRASYA DOSYASI
271
Kendi iç yapılarında böyle hiyerarşik bir yapılanma ve buna
dayalı bir bütünlük için çaba gösteriliyor olsa da, Körfez ülkelerinin ikili ve çoklu ilişkileri bu
esaslara dayansa da, sağlam bir
siyasi yapı görmek mümkün
değildir. Bu ülkelerin birçoğu özellikle güvenlik konusunda bölge
dışı aktörlerle ilişki içinde olmayı
tercih etmektedirler. Esasen,
bunun temel sebebi bu ülkelerin
birbirlerinden algıladıkları tehdittir. Özellikle, İran ve Irak’tan algılanan tehdit, diğer bölge aktörlerini her zaman alternatif ittifaklara yöneltmiştir. Bu çerçevede İran’ın
devrim sonrası benimsediği politikalar ve Irak’ın Kuveyt’i işgali ile belirginleşen yayılmacı hedefleri bu iki bölge gücüne göre oldukça az bir
güce sahip olan diğer Körfez ülkelerinde endişe yaratmaktadır. Bu noktada yapılan diğer bir yorum ise, Körfez’deki bu anarşik yapıyı bölge
ülkelerinin kendilerini meşru birer devlet ve bu devletlerin meşru halkları olarak tanımlamamış olmalarına, yani tam bir kimlik belirleyememiş olmalarına bağlamaktadır.1 Bu yoruma göre, kendi kimliklerini
belirleyememiş bu ülkelerin bölgedeki diğer devletlerle uzlaşmaları
oldukça güçtür.
Bu noktada yapılan diğer
bir yorum ise, Körfez’deki
bu anarşik yapıyı bölge
ülkelerinin kendilerini
meşru birer devlet ve bu
devletlerin meşru halkları
olarak tanımlamamış
olmalarına, yani tam bir
kimlik belirleyememiş
olmalarına
bağlamaktadır.
Esas itibariyle dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %60’ına sahip
olması ve coğrafi konumu nedeniyle bu bölgede herhangi bir karışıklık
olmaması ve istikrarın sürmesi bir çok devletin çıkarınadır. Ancak ABD,
bir süper güç olarak bölgeye çok çeşitli nedenlerle ilgi göstermektedir.
Ancak bu konudaki açıklamalara geçmeden önce çalışmanın
yapılmasındaki temel amaç ve çalışmada izlenecek yöntem hakkında
bilgi vermek doğru olacaktır. Orta Doğu haritasını gözümüzün önüne
getirdiğimizde, ABD politikalarında endişe kaynağı olarak değerlendirilen İran, Irak ve İsrail-Filistin sorununun etkili olduğu topraklar
haricinde neredeyse tüm topraklar Körfez bölgesini oluşturmaktadır.
Bu anlamda ABD’nin hem bölgede fiili varlığını kolaylaştırmak
açısından, hem de daha geniş anlamda bu bölgeyi çevreleyen alanlardaki etkinliğini kolaylaştırmak açısından Körfez ülkeleri özel bir önem
1
Ramazan K›l›nç, ‘So¤uk Savafl Sonras›nda Basra Körfezi’nde Güvenlik: Yap›lanma, Alg›lamalar, Politikalar’,
Avrasya Dosyas›, Cilt 6, Say› 1, ‹lkbahar 2000; ayr›ca bkz., Kenneth Katzman, ‘Searching for Stable Peace in
the Persian Gulf’, US Army War College, Strategic Studies Institute, 1998, s. 3.
272
GÖKÇE DALGIÇ/SO⁄UK SAVAfiTAN BUGÜNE ABD VE...
arz etmektedir. İçinde bulunduğumuz günlerde sık sık dile getirilen
olası Irak müdahalesi bu önemi bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Elbette ki, bu durum son dönemde ortaya çıkmış bir özellik değildir.
Ancak bu koşullar altında bir kez daha ele alınması gerektiği düşüncesiyle bu çalışma yapılmıştır. Soğuk Savaş yılları boyunca ve sonrasında
ABD bölgeye ilgisini sürdürmüş ve bu ilgi çerçevesinde bir takım uygulamalarda bulunmuştur. Çalışmada, ABD’nin bölgeye bakışı üç düzeyde
ele alınmaya çalışılacaktır. İlk olarak, artık küresel anlamda bir süper
güç olan ABD’nin bu sıfatı çerçevesinde bölgeye bakışı değerlendirilmeye çalışılacaktır. Sonrasında biraz daha özele inilecek ve Soğuk Savaş
yıllarından itibaren bölgeye uygulanan politikalar ve bu politikalarda
etkili olan faktörler tarihî süreç içerisinde ortaya koyulacaktır. Üçüncü
bölümde ise ikili ilişkiler düzeyinde bazı bilgiler verilmeye çalışılacaktır.
I. Küresel Hegemon ABD ve Basra Körfezi
Soğuk Savaş yılları boyunca, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
(SSCB) önderliğindeki Doğu Bloku’na karşı mücadele eden, mevcut
‘kötü’ye karşı kendi ‘iyi’sinin doğruluğunu kanıtlama çabasını yürüten
ABD, 1990’ların başından itibaren, SSCB ve Doğu Bloku’nun parçalanmasıyla sahnede yalnız kalmıştır. O dönemde ABD için iki seçenek söz
konusudur: Bunlardan ilki global politikalarını devam ettirerek tek
süper güç olmak, diğeri de kendi kıtasına dönmek ve bu sayede de çok
sayıda bölgesel gücün ortaya çıkmasına izin vermektir. Başlangıçta yeni
konumunu belirlemekte güçlük çeken ABD ilk seçeneği tercih etmiş,
güçlüye karşı zayıfı koruyacak adalet ve dürüstlük ilkelerini içeren Yeni
Dünya Düzeni’ni Körfez Savaşı sonrasında dile getirmiştir.2
Bu noktadan sonra, ABD’nin ulusal güvenlik stratejilerine genel
olarak bakıldığında çeşitli başlıklar altında tüm dünyaya yayılan
oldukça kapsamlı ulusal çıkar alanları belirlediği özellikle dikkat çekmektedir. Bu belirlenen çıkar alanları çerçevesinde ABD dünyanın her
yerinde olmaktan ziyâde söz konusu noktalara ağırlık verme yoluna gitmeye başlamıştır.
Dış politikasını ticaret politikasına paralel bir şekilde düzenleyen
küresel hegemon ABD, küreselleşmeyi de kendi değerlerine uygun
olarak yorumlamaktadır.3 Bu yoruma göre, küreselleşme süreci
demokrasi, serbest pazar ekonomisi, insan hakları gibi Amerikan
değerleriyle örtüşen bir süreçtir ve bu süreç Amerikalılar için yeni fırsat2
3
Richard K. Herrman, ‘The Middle East and the New World Order’, America’s Strategy in a Changing World
(ed. by Sean Lynn Jones, Steven Miller), (Cambridge, MIT Press, 1993), ss. 301-302.
Ça¤r› Erhan, ‘ABD’nin Ulusal Güvenlik Anlay›fl›’, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 56, Say› 4, ss. 86-87.
AVRASYA DOSYASI
273
lar yaratmaktadır. Bu sürece yönelik bir tehdit Amerikan halkına zarar
vereceği için ulusal düzenlemelerin ötesinde, tüm dünyada serbest
pazar ekonomisi ve uluslararası normlara bağlılık, uluslararası suçlarla
ve çevre kirliliği ile mücadele gibi ilkelere uyulması ABD’nin en temel
çıkarıdır.
Tüm bu genel çerçeve içerisinde küresel hegemon olarak, ABD’nin
Basra Körfezi’ne yaklaşımını değerlendirdiğimizde tabii ki ekonomik
endişelerin öne çıktığı görülmektedir. ABD’nin 2025 yılına kadar enerji
tüketimini büyük ölçüde Atlantik havzasından karşılayacağı tahminleri
yapılmaktadır.4 Körfez petrolüne bağımlılığını düşürse bile petrolün
bölgeden uluslararası piyasalara sorunsuz akışını sağlamak ABD için
hayatî bir çıkar olmaya devam edecektir. Akışı engelleyecek ya da durduracak önemli bir kriz petrol fiyatlarında doğrudan bir etki doğuracaktır. Amerikan ekonomisi istikrarlı ve sağlam bir küresel ekonomiye
dayanmaktadır. Bu nedenle kendisi bu bölgeye bağımlı olmaktan kurtulsa bile, örneğin Suudi Arabistan’da ortaya çıkacak bir karışıklık ve
bu çevrede petrol akışında meydana gelecek bir aksama ABD’nin
önemli ticari ortaklarının ekonomisini doğrudan etkileyebilecektir.
ABD’nin küresel ilgi alanı olarak Basra Körfezi’ni göz önünde bulundurmasını gerekli kılan bir neden de, bölgede radikal İslam’ın hâkim
olma çabasıdır. ABD için bu söylemin önem taşımasının nedeni, radikal
İslam’ın anti-hegemonik bir düşünce yapısına dayanmasıdır. Doğal
olarak da bu düşünceyi savunan kesim ABD’nin sahip olduğu bu hakim
role karşıdırlar. ABD, zaman zaman şiddete de dönüşen bu muhalif seslerin yukarıda da belirtildiği üzere Amerikan halkının çıkarlarına zarar
vermesi gerekçesiyle bastırılması gerekliliği çerçevesinde bölgeye özen
göstermek durumundadır.
Hem genel olarak ABD-İsrail ilişkilerinin niteliği, hem de özelde
radikal İslam’ın İsrail için yarattığı tehdit noktasından bakıldığında da,
Körfez bölgesinin ABD için önemi anlaşılabilir.
Bölgede Müslüman olmayan tek ülkesi ve ABD’nin Orta Doğu’daki
en yakın partneri olarak İsrail, Filistin ile olan sorunlarının da etkisiyle
bahsedilen radikal İslamcı hareketin hali hazırdaki en yakın hedeflerinden biridir. Kendi toplum yapısı ve değerleriyle en çok örtüşen
ülke olarak bu açık hedefin korunması endişesi de ABD’nin bölgeye
bakışında göz ardı edilemeyecek bir husustur.
4
Jacquelyn Davis, Michael Sweency, ‘Regional Trends-The Middle East’, Strategic Paradigms 2025: US
Security Planning for a New Era, Institute for Foreign Policy Analysis, s.160.
274
GÖKÇE DALGIÇ/SO⁄UK SAVAfiTAN BUGÜNE ABD VE...
II. Soğuk Savaş’tan Bugüne Bölgeye Yönelik ABD Politikaları
Buraya kadar küresel ölçekte Amerikan dış politikasında Körfez bölgesinin ne ifade ettiğine dâir genel bir çerçeve çizilmeye çalışıldıktan
sonra bu bölümde tarihi süreç içerisinde Basra Körfezi’ne yönelik
olarak uygulanan politikalar hakkında bilgi vermek yararlı olacaktır.
Öncelikle, ABD’nin Orta Doğu politikasını şekillendiren unsurları
belirtmek gerekmektedir. Bu noktada bazı temel unsurlardan bahsetmek mümkündür. Bunlar, enerji güvenliği, ‘dost rejimler’in korunması
suretiyle sağlanacak istikrar ve İsrail’in güvenliğidir.5
ABD, II. Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren oluşturulan doktrinler
doğrultusunda fiilen Orta Doğu’da varolmaya başlamıştır. 1947 yılında
yayınlanan Truman Doktrini ile birlikte ABD, Orta Doğu’da İngiltere’nin
boşaltacağı yeri dolduracağının ilk işaretlerini vermiştir. Yani bu tarihten itibaren ABD ve SSCB bölgede doğrudan doğruya karşı karşıya
gelmeye başlamışlardır. Truman Doktirini çerçevesinde ‘kuzey kuşak’
ülkelerine yapılan yardım yanında yine 1947’de ABD ile Suudi
Arabistan arasında üs ve ABD ile Bahreyn arasında liman kolaylığı
öngören anlaşmalar yapılmıştır.6
Bu tarihten sonra, uzun yıllar boyunca temelinde bölgeye yönelik
endişelerinin ilk sırasında yer alacak olan SSCB’yi dengeleme amacıyla,
1957 yılında Einsenhower Doktrini ilân edilmiştir. Bu doktrinle birlikte
ABD, açık olarak ifade edilmese de, SSCB’ye karşı bölgenin korumasını
üstlenmekteydi.
Bu iki doktrinin ardından, bölgeye
ilişkin politikalarda genel
ABD’nin 1990’lara kadar
olarak ABD’nin öne çıkan bölge
öne çıkan bölge
güçlerini, diğerlerine ve özellikle
güçlerini, diğerlerine ve
SSCB tehdidinin yayılmasına karşı
özellikle SSCB tehdidinin desteklediği görülmektedir. Bu
yayılmasına karşı
çerçevede ABD 1960’lar ve
desteklediği
70’lerde Irak’a karşı İran’ın,
1980’lerde İran’a karşı Irak’ın
görülmektedir.
yanında yer almış, 1990’larda ise
her ikisini de kontrol altında
tutabilmek amacıyla ‘çifte kuşatma’ politikasını uygulamaya
çalışmıştır.7
5
6
7
Jon B. Alterman, ‘The Gulf States and the American Umbrella’, Middle East Review of International Affairs,
Cilt 4, No 4, Aral›k 2000, s. 1; ayr›ca bkz., Graham E. Fuller, Ian O. Lesser, ‘Persian Gulf Myths’, Foreign
Affairs, May›s/Haziran 1997, Cilt 76, No 3, ss. 43-45.
Tayyar Ar›, 2000’li Y›llarda Basra Körfezi’nde Güç Dengesi, (Ankara, Alfa Yay›nc›l›k, 1999), s. 67.
Alterman, ‘The Gulf….’, s. 1.
AVRASYA DOSYASI
275
Ancak, 1960’lardan 1990’lara kadar ABD’nin uyguladığı İran ve
Irak’ı birbirlerine karşı destekleme politikası bir takım eleştirilere de
konu olmaktadır. Bu kapsamda bir yoruma göre, iki potansiyel bölgesel
güç arasında istikrarsız bir güç dengesi olarak tanımlanan Körfez
Güvenlik Sistemi, bölgede ABD gibi dış güçlerin bulunmasını, kendi
Körfez egemenliklerine engel olarak gördükleri için istemeyen yönetimlerin iktidara gelmelerine yardım eden bir yapıya yol açmıştır.8
Nixon Doktrini
Eisenhower Doktrini’nin ardından bölgeye yönelik politikalara ilişkin
ilk açıklanan doktrin, 1969 yılında ortaya koyulan Nixon Doktrini’dir.
1967 yılında İngiltere’nin bölgeyi terk etmesinin en büyük adımlarından biri olan Süveyş Kanalı’ndan çekildiğinde ABD bölgede barış ve
istikrarı sağlamak için İran ve Suudi Arabistan’a dayalı bir politika izlemekteydi.9 Aynı yıllarda ABD, Vietnam Savaşı’na odaklanmış durumdaydı. Bu savaşın yarattığı yoğun baskının da etkisiyle 1969 yılında
Başkan Nixon, sistemdeki yumuşamayı da ileri sürerek kendi adıyla
anılan Nixon Doktrini’ni ortaya koydu.10 Bu doktrinin temel politikası
ABD’nin doğrudan bir müdahalesi olmaksızın bölgesel ‘ortaklar’/müttefiker vasıtasıyla çıkarlarını koruyabilmesiydi.11 Nixon’a göre iki kutuplu sistem artık sona ermişti ve barışçı bir yapının oluşturulması amacı
çerçevesinde müttefiklerin ve dost rejimlerin bu ortak çaba için sorumluluk üstlenmesi gerekmekteydi. Ancak, bu ABD’nin ekonomik ve
askerî yardımda bulunmayacağı anlamına gelmiyordu.
ABD’nin benimsediği bu politikayı uygulamak için desteklediği ülkeler yukarıda da belirtildiği gibi İran ve Suudi Arabistan’dı. 196070’lerde Irak’ın ABD ile yakın bir ilişkiye istekli olmaması, aksine
1968’de iktidara gelen Baas Partisi’nin Moskova ile sıkı bağlara sahip
olması, hatta 1972 yılında SSCB ile Dostluk Antlaşması imzalaması ve
1973 Arap–İsrail Savaşı’ndaki tutumu, Arap terörist örgütleri desteklemesi gibi nedenlerle, Irak ABD’nin çıkarlarına uygun bir oyuncu
değildi.
Oysa İran’da yönetimde olan Şah anti-komünistti ve oluşturmak istediği büyük ordu için ABD’nin malzeme ve eğitim desteğine ihtiyaç duy8
9
10
11
Bu de¤erlendirme ile ilgili olarak bkz., Kenneth, ‘Searching……’, s.3.
Jay E. Hines, ‘From Desert One to Southern Watch: The Evolution of US Central Command’, JFQ, ‹lkbahar
2000, ss. 42.
Ar›, 2000’li….., s. 72.
Richard Nixon döneminde Amerikan d›fl politikas› ve Nixon Doktrini ile ilgili ayr›nt›l› bilgi için bkz.
http://odur.let.rug.nl/~usa/P/rn37/writings/index.htm, bu konuyla ilgili olarak ayr›ca bkz., Katzman,
‘Searching…..’, s. 3.
276
GÖKÇE DALGIÇ/SO⁄UK SAVAfiTAN BUGÜNE ABD VE...
maktaydı. Ayrıca İran, İsrail’in güvenliği için bölgede Arap olmayan
ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi için de oldukça uygundu.12
İki ayaklı (twin pillar) bu politikanın diğer ayağını teşkil eden Suudi
Arabistan ise ileride daha ayrıntılı olarak ele alınacağı üzere, ABD ile
zaten uzun yıllar öncesinden beri yakın ilişki içerisindeydi ve o
dönemde hakim olan Irak ve Mısır’ın milliyetçi söylemlerinden duyduğu
rahatsızlık nedeniyle zaten ABD ile böyle bir ilişkiye istekliydi. Hem
ayrıca bu sayede bölgede birbirlerini tehdit olarak algılayan bu iki ülke
arasındaki ilişkilerde de belli ölçüde bir yumuşama sağlanabilmiş olacaktı.
Ancak, ABD’nin Şah yönetimindeki İran’a yönelik bu politikası istenmeyen sonuçları da beraberinde getirmiştir. Ülkede artan Amerikan
varlığı özellikle İran’da muhalif seslerin yükselmesine yol açmış ve hatta Şubat 1979’da Humeyni önderliğindeki muhaliflerin gerçekleştirdiği
devrimle Şah’ın iktidardan düşmesinde de etkili olmuştur. Bu olayla
beraber ABD, iki ayaklı Körfez stratejisinde bölgenin jandarması olarak
tasarlanan ayağını kaybetmiş oldu. Bundan sonra, İran İslam
Cumhuriyeti’nin yeni yönetimi anti-Amerikancı, anti-Siyonist bir söylem
içine girmiş, tüm bölgede İslam Devrimi’nin yayılması için çalışmaya
başlamıştır. İran İslam Devrimi ve ardından yaşanan rehine kriziyle birlikte, iki ülke arasındaki tüm askeri ve ekonomik ilişkilere son verilmiştir.
İran’da bu olaylar yaşanırken, Irak’ta da kayda değer bir takım olaylar gerçekleşmiştir. Baas iktidarının Devrim Komite Konseyi’nde başkan
yardımcısı olarak görev yapmakta olan Saddam Hüseyin 1970’ler
boyunca, Irak Devlet Başkanı Hasan el Bekr’in, giderek artan Şah
hegemonyasını durdurmak için çok zayıf olduğunu ileri sürerek, iktidarı
ele geçirmek için zemin hazırlamış ve 1979 yılında da yönetimi ele
geçirmiştir. Ayrıca 1973 yılında büyüyen İran gücünden duyduğu
endişe ile Saddam Hüseyin Irak petrol gelirlerini kitle imha silahları
elde etme çabalarında kullanmaya başlamıştır.13
1979 yılında gerçekleşen ve bölgede köklü etkiler doğuran bir diğer
olay da SSCB’nin Afganistan’ı işgal etmesidir. Körfez Bölgesi ile SSCB
arasında tampon niteliği taşıyan İran ve Afganistan’da yaşanan bu
gelişmeler, bölgedeki dost Arap ülkelerde ve İsrail’de ABD’nin taahhütlerini yerine getirebilme yeteneğine yönelik endişelerin, ABD cephesin12
13
14
Katzman, ‘Searching……’, s. 4.
Katzman, ‘Searching……’, ss. 4-5.
Carter Doktrini ile ilgili olarak ayr›ca bkz., http://www.airpower.maxwell.af.mil/airchronicles/aureview/1983/jan-feb/grinter.html
277
AVRASYA DOSYASI
Carter Doktrini’yle
birlikte ABD bölgede
savunma alanında
düzenleyici, silah
destekçisi ve de stratejik
açıdan SSCB’ye karşı
caydırıcı olarak hareket
etmeye başlamıştır.
de ise enerji kaynaklarının güvenliği endişesinin başlamasına
neden olmuş ve 1980’lerle birlikte ABD’yi yeni politika arayışlarına
yöneltmiştir.
Carter Doktrini
Aranan yeni politika 1980
yılında Carter Doktrini adı altında
ilan edilmiştir.14 Temelinde Washington’un Körfez ülkelerini istikrasızlaştırmayı ve petrol akışına zarar
vermeyi amaçlayan herhangi bir güce karşı koyacağını ifade eden bu
politika, eski politikayla karşılaştırıldığında oldukça belirgin değişimler
içermekteydi.15 Öncelikle, Başkan Jimmy Carter bölgede kontrolü ele
geçirmek amacıyla gerçekleştirilen herhangi bir teşebbüsün Amerikan
ulusal çıkarlarına saldırı olarak algılanacağını ifade etmekteydi.16 Bu
önem vurgulandıktan sonra, böyle bir saldırı gerçekleşirse askerî güç
de dahil olmak üzere karşı koyulacağı belirtilmekteydi. Bu kadar net bir
uyarı yapıldıktan sonra elbette ki Nixon Doktrini çerçevesinde kabul
edilen bölge devletlerinin savunmalarında sorumluluğu kendilerinin
üstlenmesi ilkesi devam ettirilemezdi. Hayatî çıkarını koruyabilmek için
ABD’nin fiilen bölgede bulunması ve sorumluluğu üzerine alması gerekmekteydi. ABD bölgede savunma alanında düzenleyici, silah destekçisi
ve de stratejik açıdan SSCB’ye karşı caydırıcı olarak hareket etmeye
başlamıştır.
Savunma harcamalarını artıran, benimsenen ilkeler doğrultusunda
bölge ülkeleri ile ikili ilişkileri güçlendirme çalışmalarına başlayan
ABD’nin bu doktrin çerçevesinde attığı en önemli adımlardan birisi de,
Mart 1980’de kurulan RDJTF’dir (Rapid Deployment Joint Task Force).17
Hızlı Konuşlandırma Birliği (Rapid Deployment Joint Task
Force - RDJTF)
RDJTF, önce MacDill Hava üssünde bulunan ve U.S Strike
Command’a (STRICOM) yardımcı olan U.S Readiness Command’a (REDCOM) bağlıydı. Ortak operasyon planlamakla görevli olan bu birimin
15
16
17
Joseph Kostiner, ‘The United States and the Gulf States: Alliance In Need’, Middle East Review of
International Affairs, Cilt 2, Say› 4, Aral›k 1998, s.55.
Hines, ‘From….’, s. 42.
Bu konuda ayr›nt›l› bilgi için bkz., Lawrence Freedman, Efraim Karsh, The Gulf Conflict, (Londra, 1993), s. 5
278
GÖKÇE DALGIÇ/SO⁄UK SAVAfiTAN BUGÜNE ABD VE...
görev alanı Orta Doğu, Afrika (Sahra’nın Güneyi) ve Güney Asya’dan
oluşmaktaydı. Ancak bu geniş alan nedeniyle herhangi bir operasyon
durumunda US European Command’dan (EUCOM) destek almak durumunda kalmaktaydı. Bu görev alanı REDCOM’un STRICOM’un yerini
almasıyla sona ermiştir. Nixon Doktrini’nin Üçüncü Dünya’daki
çatışmalara karışmama ilkesi çerçevesinde gerçekleştirilen bu uygulamayla beraber bu sorumluluk alanı EUCOM ve US Pacific Command
(PACOM) arasında bölünmüştür. PACOM görev alanı başlangıçta
Pakistan ve Hint Okyanusunun kuzeyini içermekteydi. Basra Köfezi ve
Kızıl Deniz bu alana dahil edilmemişti. Ancak 1976’da tüm Hint
Okyanusu bu alana dahil edilmiştir. 1973 Arap İsrail Savaşı patlak verince uzaktaki krizlere müdahale etmek için mobil ortak görev gücü
kurulması önerilmiştir. Carter döneminde, 1977 yılında bu öneri benimsense de, herhangi bir oluşum gerçekleştirilmemiştir. Ulusal
Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski o dönemde Somali’den
Pakistan’a kadar uzanan kriz hilâlini vurgulamaktaydı.
1979 yılına gelindiğinde İran’da Şah’ın devrilmesi, Humeyni’nin
yönetimi ele geçirmesi ve SSCB’nin Afganistan’ı işgal etmesi durumu
tamamen değiştirmiş ve birkaç ay içinde RDJTF kurulmuştur. Uzun
iletişim hatları bölgesel üslerin yokluğu, koşulların yeterince anlaşılmaması, yetersiz güç, para ve de çakışan komuta sorumlulukları gibi
çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalan RDJTF Reagan’ın yönetime gelmesiyle birlikte çeşitli değişikliklere uğramıştır. Carter döneminde alınan
savunma harcamalarının ve bölgedeki askerî varlığın artırılması gibi
kararları daha da sıkılaştıran Reagan yönetimi RDJTF’yi REDCOM’dan
ayrı bir ortak görev gücü haline dönüştürmüştür. Görev alanı ise Mısır,
Sudan, Dijibuti, Etiyopya, Kenya, Somali, Afganistan, Bahreyn, İran,
Irak, Kuveyt, Umman, Pakistan, Yemen Halk Cumhuriyeti, Katar, Suudi
Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Yemen Halk Cumhuriyeti
olarak tanımlanmıştır. Bu değişiklikle birlikte, RDJTF adı CENTCOM
(Central Command) şeklinde değiştirilmiştir.18
CENTCOM, RDJTF’den oluşturulmuş olsa da aralarında temel bir fark
söz konusuydu. Şöyle ki ortak görev güçleri esasında Savunma
Bakanlığı tarafından oluşturulan geçici örgütlerdi. RDJTF de ABD güçlerinin Orta Doğu ve Doğu Afrika’ya girişi için geçici bir çözümdü.
Ancak şimdi bütünleştirilmiş sürekli bir güç haline dönüştürülmesi
öngörülmekteydi. Ocak 1983’te etkinlik kazanan CENTCOM’un faaliyet
alanına Ürdün, Kızıl Deniz, Basra Körfezi dahil edilmiştir. Bu gücün
bölgede sadece Amerikan çıkarları doğrultusunda faaliyet göstermek
18
CENTCOM ile ilgili daha ayr›nt›l› bilgi için bkz., http://www.centcom.mil/, ayr›ca konuyla ilgili olarak bkz., ‘The
Greater Middle East’, JFQ Forum, ‹lkbahar 1995, ss. 31-39.
AVRASYA DOSYASI
279
için oluşturulmuş bir müdahale gücü olduğu ve bölge ülkeleriyle herhangi bir danışma ya da bu ülkelerin katılımın olmadığını ve
CENTCOM’un bölge ülkelerinin çıkarlarına karşı olmadığını göstermek
için CENTCOM komutanı bölge liderlerini, kendi çıkarlarıyla çelişecek
faaliyetlere zorla dahil etmeden önemli güçleri desteklemeye çabaladıklarına inandırmaya çabalamıştır. Orada bulunma nedenlerini ise bu
ülkelere kendi ayakları üzerinde durabilmelerini sağlayacak imkânları
sağlamak ve eğer gerekirse çıkarlarını tehdit eden herhangi bir yerel
veya bölgesel güce karşı toprak bütünlüklerini savunmak olarak vurgulamıştır. Ayrıca ABD’nin tehditlere yanıt vermede onların sahip
olduğunun ötesinde bir yeteneğe sahip olduğuna inandırmaya çabalamıştır.19
Bu ara açıklamanın ardından bölgedeki gelişmelere geri döndüğümüzde İran’daki olayların Irak’ın durumunda da bir takım değişikliklere
neden olduğunu görmekteyiz. İran’da yaşananların ardından ABD İran’ı
çevrelemek amacıyla hareket etmeye başlamıştır. Çünkü yayılmacı
söylem içerisine giren bu ülkenin bölgeye hakim olması ABD çıkarlarına
tamamen aykırıydı. Irak’ın desteklenmesi de bunun bir parçasıdır.
Çünkü Saddam Hüseyin, komşu ülkelerle karşılaştırıldığında laik bir liderdi. Yönetim Sünniler’in elinde olsa bile ülkede çoğunluğu Şiiler’in
oluşturması nedeniyle İran İslam Devrimi’nin bu ülkede de büyük
rahatsızlık yarattığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu çerçevede
Saddam Hüseyin ‘ılımlı’ hale dönüştürülmüştür. Kimyasal silah kullanımı, Körfezdeki tankerlere yönelik saldırıları, insan hakları ihlâlleri
gibi uygulamaları görmezden gelinmemiş ancak savunma amaçlı olarak
yorumlanmıştır.20 Ayrıca Irak ile SSCB arasında dostluk antlaşması
olmasına rağmen Saddam Hüseyin ülkedeki komünistlere karşı sert
politikalar uygulamaya ve açıkça SSCB’nin bazı uygulamalarını
kınamaya başlamıştır. Bunda etkili olan bir başka unsur da petrol fiyatlarında meydana gelen artışla beraber Irak’ın silah alabileceği alternatiflerini çeşitlendirmiş olmasıdır. O dönemde Saddam Hüseyin’i ılımlı
hale getiren bir diğer neden de İsrail’e karşı katı bir tutum içinde olmamasıdır. Bu iki ılımlı nokta ABD için İran’dan boşalan yeri Irak’ın
almasını makulleştirmiştir.
Pan-Arap söylemlerle Arap Ülkeleri arasında da öne çıkan, hatta
Arapların Bismark’ı olarak görülen21 Saddam Hüseyin, komşusundan
kendi ülkesine yayılabilecek bir Şii ayaklanmayı önleyebilmek ve belki
de bu sayede Humeyni’yi yönetimden indirmek için çeşitli sebepler öne
19
20
21
Hines, ‘From……’, ss. 43-45.
Herrman, ‘The Middle…..’, s. 301.
Herrman, ‘The Middle……..’, s. 303.
280
GÖKÇE DALGIÇ/SO⁄UK SAVAfiTAN BUGÜNE ABD VE...
sürerek İran’la silahlı mücadeleye girmeyi kararlaştırmıştır.22 Eylül
1980’de Irak’ın İran’a saldırmasıyla başlayan savaşın belirtilen sebepleri şu şekilde sıralana bilir: 1975 Cezayir Antlaşması ile İran’a bırakılan
toprakları geri alarak Şatt’ül Arap Nehri üzerinde hakimiyet elde etmek,
İran’ın Irak’taki Kürt halkın yönetime karşı hareketlerine destek vermesini önlemek, İran’da Araplar’ın yoğun olarak bulunduğu ve petrol
açısından zengin Kuzistan Bölgesi’ni ele geçirerek kendi petrol zenginliğini artırıp İran’ın zenginliğini azaltmak ve tabii ki bölgenin hakim
gücü olmak.23
8 yıl devam eden savaş boyunca hiçbir ülke, bölge hegemonyasına
oynamaları nedeniyle, ne İran ne de Irak’ın savaşta galip gelmesini istememiştir. ABD de savaş boyunca her iki tarafa da silah yardımında
bulunmuştur. ABD için İran’ın parçalanmasıyla sonuçlanacak bir savaş
hem SSCB’nin hem de bölgeyi hakimiyeti altına alacak olan Irak’ın
işine yarayacağı için kabul edilemezdi. Aynı şekilde devrim ihraç politikası izleyen İran’ın bu düşünceyi tüm bölgeye yayması ve böylece
ortaya çıkabilecek anti-Amerikan duruş da ABD açısından kabul edilemezdi. Dolayısıyla savaştan çıkabilecek en ideal sonuç savaş öncesi
duruma en yakın koşullara geri dönüşü sağlayabilecek olan sonuçtu.
İran-Irak Savaşı devam ederken diğer Körfez ülkeleri arasında önemli bir oluşum gerçekleştirilmiştir. Nüfus ve askeri güç bakımından zayıf
olan ve bu nedenle de İran, Irak,
KİK ülkeleri de doğrudan diğer bazı Arap Devletleri ve aynı
şekilde SSCB’nin olumsuz tepkiAmerikan varlığının KİK
lerinden çekinen bu nedenle bölülkelerine karşı tehditleri geye ilişkin her konuda mümkün
provake edeceğini
olduğunca barışçı yolların uygudüşünerek RDF’nin ‘ufuk
lanmasını tercih eden Körfez
ülkeleri (Suudi Arabistan, Kuveyt,
ötesinde’ yerleşmiş
BAE, Bahreyn, Katar, Umman)
olmasından memnuniyet
1981 yılında Körfez İşbirliği
duymaktaydılar.
Konseyi’ni (KİK) kurmuşlardır.
Körfez ülkelerinin kendilerini
savunma ihtiyaçlarını ortaya koyan bu örgüt ABD dahil herhangi bir
büyük güçten bağımsız bir oluşumdu. ABD askeri yardımına ancak son
çare olarak değer vermekteydi. Dolayısıyla bu ülkelerle ABD arasında
resmi bir savuma anlaşması yoktu. Kendilerine yönelik tehditlerle öncelikli olarak diplomatik araçlarla ya da Araplar arası bir birlikle mücadele
etmeyi tercih etmişlerdir. Bir Suudi’nin Amerikan varlığını ‘Sizin rüzgâr
22
23
Alterman, ‘The Gulf……’, s.2.
Ar›, 2000’li….., ss. 189-199.
AVRASYA DOSYASI
281
gibi olmanızı istiyoruz. Yani sizi hissetmek istiyoruz ama görmek
istemiyoruz’24 şeklinde özetlemesine uygun olarak KİK ülkeleri de
doğrudan Amerikan varlığının KİK ülkelerine karşı tehditleri provake
edeceğini düşünerek RDF’nin ‘ufuk ötesinde’ yerleşmiş olmasından
memnuniyet duymaktaydılar.25
İran-Irak Savaşı’nın sonu Körfez Bölgesi’nde çok önemli bir dönüm
noktasını ortaya koymuştur. Saddam Hüseyin oluşan güvenlik yapısının
bir güç boşluğunu hoş görmeyeceğini, aynı şekilde ABD’nin de burada
güç boşluğunu uygun göremeyeceğini düşünmüştür. Savaşta ABD’nin
gizli olarak kendisini, İran’a karşı desteklemiş olmasından hareketle
ABD’nin kendisini bölgedeki yeni yardımcı olarak kabul edeceğine
inanmıştır.26
Bu inançla, 1990 yılında Kuveyt’i işgal etmiş ve bu olay bölgede
köklü değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Kuveyt’le arasında sınır
anlaşmazlıkları olan Irak 2 Ağustos 1990’da Kuveyt topraklarına karşı
harekete geçmiştir.27 Her ne kadar Irak bu davranışın gerekçelerini
Kuveyt’ten kaynaklanan bir takım sorunlara bağlasa da temelinde
Irak’ın bölgede sağlamak istediği hakimiyet asıl neden olarak
görülebilir. Kuveyt’in petrol zenginliklerine de sahip olarak hem Suudi
Arabistan’dan sonra dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip ikinci
ülke olacak hem Basra Körfezi’nde daha uzun bir kıyıya sahip olacak
hem de İran’ı daha kolay kontrol altında tutabilecektir.28 Yukarıda da
belirtildiği üzere ABD ile arasındaki ılımlı hava Saddam Hüseyin’de
büyük bir tepkiyle karşılaşmayacağı düşüncesini uyandırmıştır. O’na
göre böyle bir durum ABD’nin çıkarlarını tehdit etmeyecek, dolayısıyla
Kuveyt belki de bir savaşa bile gerek kalmadan Irak topraklarına
katılabilecekti.29 Sahip olduğu silahlarla birlikte amaçlarını gerçekleştirmiş bir Irak hem enerji güvenliği hem İsrail’in güvenliği hem de bölge
istikrarı açısından kabul edilemez bir durumdu. Bu nedenle işler
Saddam Hüseyin’in tasarladığı kadar kolay olmamıştır. BM kararları
doğrultusunda oluşturulan ABD önderliğindeki çok uluslu gücün müdahalesiyle Irak Şubat 1991’de Kuveyt’ten çekilmiştir. Ancak bu, krizin
askeri boyutta son bulmasıdır.
24
25
26
27
28
29
Alterman, ‘The Gulf……’, s. 3.
Kostiner, ‘The United…..’, s. 55.
Katzman, ‘Searching…..’, s. 5.
Konuyla ilgili daha ayr›nt›l› bilgi için bkz., Phyllis Bennis, Michael Moushabeck (ed. by), Beyond the Storm,
Olive Branch Press, 1991.
Irak’›n Kuveyt’I iflgaline iliflkin ayr›nt›l› bir çal›flma için bkz., Hamdi A. Hassan, The Iraqi Invasion of Kuwait,
(Londra, 1999).
Herrman, ‘The Middle…….’, s. 305.
282
GÖKÇE DALGIÇ/SO⁄UK SAVAfiTAN BUGÜNE ABD VE...
ABD açısından bakıldığında 1990’lara gelindiğinde bölgedeki rakibi
SSCB artık ortadan kalkmıştı ancak şimdi karşısında İran ve Irak gibi
radikal söylemlere sahip iki düşman vardı ve tabi bu durum ABD için
bölgeye yönelik yeni bir politika oluşumuna gitme zorunluluğunu
beraberinde getirmiştir.
Çifte Kuşatma Stratejisi
George Bush döneminde resmen bir strateji açıklama yoluna gitmeyen Amerikan yönetimi Bill Clinton döneminde 1993 yılında ‘çifte
kuşatma’ adı verilen yeni stratejisini ortaya koymuştur.30 Bu strateji
çerçevesinde ABD, hangisinin daha büyük tehdit teşkil ettiğine göre
İran’a karşı Irak’ı ya da Irak’a karşı
İran’ı desteklemek ve bölgedeki
Soğuk Savaş’ın sona
güç dengesini bu sayede korumak
ermiş ve iki kutuplu
yerine her iki ülkeyle de aynı anda
sistemin sona erişiyle
mücadele etme kararı almıştır.
birlikte bölgede ABD
Aslında Soğuk Savaş’ın sona
ermiş ve iki kutuplu sistemin sona
karşısında bir rakibin
erişiyle birlikte bölgede ABD
kalmamış olması Çifte
karşısında bir rakibin kalmamış
Kuşatma stratejisini
olması bu stratejiyi uygulanabiliruygulanabilirleştirmiştir.
leştirmiştir. ABD eski ulusal güvenlik danışmanı Antony Lake’in
de ifade ettiği gibi; ABD’nin, güç dengesi sağlamak amacıyla bölgede
desteklediği ülke karşısında diğerini destekleyerek Basra Körfezi’nde
kendisine etki alanı sağlama amacı güden SSCB’den artık korkması
gerekmemektedir. İran ve Irak’ın stratejik değeri azalmıştır ve bu iki
ülkenin süper güçleri kendi çıkarları doğrultusunda birbirlerine karşı
kullanma imkanları da artık ortadan kalkmıştır.31 ABD artık Irak ya da
İran’ı anti-hegemon rolüyle görevlendirmek yerine bu iki gücün bölgeye
yönelik emellerini engellemek için kendisi faaliyet gösterecektir bu
sayede İran ve Irak’tan oluşan iki taraflı sistem şimdi İran, Irak ve ABD
(ve ABD’nin KİK müttefikleri)’den ulaşan üç taraflı bir sisteme
dönüşmüştür. Ancak sistemin niteliğinde bir değişiklik söz konusu
değildir, bu strateji ile oluşan sistem de işbirliğine değil rekabete dayanmaktadır. Çifte kuşatma stratejisinde, önceki politikalardan edinilen
deneyimler çerçevesinde Körfez’de temel güç dengesizliklerine neden
olduğu düşünülen birtakım noktalarda bazı düzeltmeler yapılmıştır.
30
31
Bu konuyla ilgili olarak bkz., Brent J. Talbot, Jeffey J. Hicks, ‘The US Role in Preserving Gulf Security’,
Aerospace Power Journal, Sonbahar 2000, Cilt 14, No 3, ss. 77-95.
Alterman, ‘The Gulf…..’, s. 4.
AVRASYA DOSYASI
283
Buna göre bölgede bir ABD yardımcısı üzerinden politika belirlemek,
içinde bulunulan dönemde bu sıfatı taşıyan ülkenin bölgede hegemonya oluşturmaya yönelik hareketlerinin ABD tarafından kabul
edilmesi anlamına gelmekteydi ve bunu kontrol etmek hiç kolay
değildi. Bunun en güzel örneği, ABD’ye Saddam Hüseyin’den daha
yakın bir müttefik olan İran Şahı’nın 1972 yılında Körfez’de oldukça
büyük bir stratejik değer taşıyan üç adayı kuvvet kullanarak ele
geçirmesine, bölgedeki en yakın müttefik olması gerekçesiyle, herhangi bir itirazda dahi bulunulamamasıdır. Ama İran ya da Irak’ın hegemonyasına karşı çıktığı çifte kuşatma stratejisinde ABD, Körfez’de bu
iki ülkenin yayılmacılığına neden olabilecek istenmeyen bir işaret ya da
teşvikten kaçınmaya özen göstermektedir.32
ABD’nin askerî ve ekonomik ambargolar yoluyla Irak’ta Saddam
Hüseyin’i iktidardan indirerek yeni bir yönetim oluşturmayı ve İran’ın
komşularına karşı saldırganlıktan uzak dostane bir dış politika benimsemesini sağlamayı amaçlayan çifte kuşatma stratejisinin ayrıntılarına
baktığımızda iki ülkeye birebir aynı politikanın uygulanmadığını
görmekteyiz.
İran’a yönelik çevreleme tek taraflı bir uygulamadır. İran’ın terörü
destekleme, kitle imha silahları geliştirme ve Arap-İsrail barış sürecini
bozmaya yönelik davranışlarını değiştirmek amacıyla uygulanan
yaptırımların kaynağı Amerikan yasalarıdır. Bu yasalar çerçevesinde
Amerikan vatandaşlarının ve şirketlerinin İran’la çeşitli şekillerde iş yapmaları yasaklanmaktadır. Amerikan şirketleri yanında İran’a büyük
yatırımlar yapan başka ülke şirketlerine yönelik yasaklar da getirilse de
bunlar çok etkili olmamıştır.33
İran’a yönelik bu tek taraflı uygulamaya karşılık Irak’a, Kuveyt’i
işgalinin ardından BM Güvenlik Konseyince belirlenen yaptırımlar uygulanmaktadır. Yâni, Irak’ı çevreleme politikası çok taraflı önlemlere
dayalı bir uygulamadır. ABD, Irak BM kararlarını tam olarak yerine
getirene kadar yaptırımların sona ermesi konusunda BM Güvenlik
Konseyi’nde veto hakkını kullanabilecektir.34 Ancak temel çerçevesi bu
şekilde belirlenmiş olan stratejinin uygulanabilir olmadığına ilişkin
eleştiriler yöneltilmektedir. Örneğin Avrupa ülkelerinin ve bazı Körfez
ülkelerinin İran’la ticari ve diğer ekonomik bağlantılarını sürdürmeleri
ve hatta 1990’ların ortasında bu konudaki kanunlar sıkıştırılıncaya
32
33
34
Katzman, ‘Searching……’, s. 7.
Edward Shirley, ‘The Iran Policy Trap’, Foreign Policy, Sonbahar 1994, Say› 96, ss. 75-93.
Alterman, ‘The Gulf……’, ss. 4-5.
284
GÖKÇE DALGIÇ/SO⁄UK SAVAfiTAN BUGÜNE ABD VE...
kadar Amerikan petrol şirketlerinin bile Avrupa’daki temsilcileri
vasıtasıyla İran’la ticarete devam etmeleri bu politikanın ne kadar
doğru olduğunu düşünmek için geçerli bir nedendi.35
Körfez Savaşı’nın ardından ABD’nin bölgeye yönelik politikası
yanında bölgedeki varlığında da değişim olmuştur. İran-Irak Savaşı
devam ederken ABD, KİK ülkelerine ait tankerleri savaşan ülkelerin
saldırılarına karşı korumak için Körfez’de gemilerini görevlendirerek
doğrudan bir askeri faaliyette bulunmuştu. Ancak bu ‘ufuk ötesi’ politikasında bir değişiklik anlamına gelmemekteydi. Birleşmiş Milletler’in
bu uygulamayı yasaklamasıyla birlikte ABD’den bu yardımı alan Körfez
ülkeleri (öncelikle Kuveyt) bu faaliyeti politik bir davranış olarak ya da
ABD’nin KİK ülkelerini savunması gibi bir davranış olarak tanımlamamaya özen göstermişlerdir. Bu uygulama KİK ülkelerinin minimum
düzeydeki yardımları ile gerçekleştirilmekteydi ve KİK ülkelerinin limanlarını kullanmayı da gerektirmemekteydi. Keza KİK ülkeleri de ABD
müttefiki ya da Amerikan kuvvetlerine topraklarını açan ülke olarak
görünmek istemiyorlardı. Ama Ağustos 1990’da ABD aniden koruyucu
rolüyle karşı karşıya kalmıştır. Irak’ın Kuveyt’ten çekilmesi ve Suudi
Arabistan’a yönelik tehdidin ortadan kaldırılması için ABD liderliğindeki uluslararası güç aktif rol oynamıştır.36 Körfez Krizi, KİK ülkeleri için
göstermiştir ki savunma konusunda radikal Arap ülkelerle işbirliği yapmak fayda sağlamamaktadır. İran’la savaşı sırasında KİK ülkelerinin
çoğu ve tabi Kuveyt tarafından desteklenen Irak şimdi Kuveyt’i işgal
etmiştir. Mart 1991’de, KİK ülkeleri Suriye ve Mısır tarafından da
desteklenen ‘Şam Deklarasyonu’nu imzalamıştır. ‘Altı Artı İki Antlaşması’ olarak da anılan bu deklarasyon çerçevesinde KİK ülkeleri kara
savunmasını Mısır ve Suriye kuvvetlerine emanet etmiştir. ABD’de bu
girişimi desteklediğini tüm Körfez savunmasına hakim olmaktan ziyade
hava savunmasına ağırlık vererek göstermiştir. Ancak tüm bunlara
rağmen KİK ülkeleri durumdan hoşnut değildi. Askeri ve politik açıdan
Mısır ve Suriye’ye güven duymuyorlardı ve deklarasyonu uygulamadılar.
Aynı şekilde Umman Sultanı’nın 100.000 kişilik Körfez ordusu kurma
önerisini de uygulamadılar. Çünkü ne birbirlerinin politik amaçlarına ne
de kendi vatandaşlarının askeri becerilerine güven duyuyorlardı. Bir
yoruma göre KİK ülkeleri bu deklarasyonu imzalarken ABD veya diğer
batılı güçler potansiyel işgalciyi bastırana kadar Mısır ve Suriye güçlerini gelecek Irak saldırısını caydırmak ya da durdurmak için bir tarafta
35
36
Kostiner, ‘The United……’, s. 57, ayr›ca Çifte Kuflatma Stratejisine iliflkin di¤er elefltiriler için bkz., Stephen
Hubbell, ‘The Containment Myth’, Middle East Report, Sonbahar 1998; Anthony Lake, ‘Confronting
Blacklash States’, Foreign Affairs, Mart/Nisan 1994, Cilt 73, Say› 2, ss. 45-56.
Bu konuda ayr›nt›l› bilgi için bkz., Hines, ‘From…..’, s. 83.
AVRASYA DOSYASI
Bölgede bu kadar etkin
bir hale gelen ABD varlığı
elbette ki Körfez
ülkelerinde birtakım
sorunları da beraberinde
getirmiştir.
285
tutmayı umuyorlardı.37 Ayrıca bu
ülkelerin kendi aralarında da ikili
düzeyde anlaşmazlıkları söz
konusuydu.38 Tüm bunlardan
dolayı ABD askeri rolü ‘Çöl
Fırtınası sonrası’ Körfez İşbirliği
Konseyi’nin tercih ettiği seçenek
haline gelmiştir.39 Tabii bu
Körfezde ABD askeri varlığının
artırılmasını gerektirmiştir.
Bu noktada vurgulanması gereken husus Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte bölgedeki temel varlık nedeni olan Sovyet tehdidi ortadan
kalkan ABD için Körfez Krizi’nin ne kadar uygun bir fırsat olduğu ve
Saddam tehdidinin Sovyet tehdidi yerine koyulabilecek en uygun tehdit
olduğudur. Bu sayede ABD, bölgedeki varlığını meşru bir zemine oturtabilmiştir. Ancak ABD ile KİK arasında bir pakt oluşturulmamıştır, aynı
şekilde Washington ve KİK ülkelerinin paylaştığı bir stratejik konsept
yoktur. İlişkiler daha sonra ele alınacağı üzere, çoğunlukla ikili düzeyde
yürütülmektedir. O günden bu güne KİK ülkelerine karşı, Kuveyt
örneğindeki gibi bir saldırı önlenmiş olsa da Irak’ın BM kararlarına tam
olarak uyması ya da İran’ın oluşturduğu tehdidin ortadan kalkması
sağlanamamıştır. Yukarıda da belirtildiği gibi ABD’nin bölgedeki askeri
varlığının temelini teşkil eden CENTCOM, Irak’a ilişkin bu amacın
gerçekleştirilmesi için çeşitli operasyonlar gerçekleştirmiştir. Savaşa
gerek kalmaksızın bu tür bir korumanın çok daha ucuza mâl olduğu
düşüncesiyle hareket eden CENTCOM yetkilileri bugün bu birimin yetki
alanına Sovyetler Birliği’nin beş eski cumhuriyetini de dahil etmişlerdir:
Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan.40
Bölgede bu kadar etkin bir hale gelen ABD varlığı elbette ki Körfez
ülkelerinde birtakım sorunları da beraberinde getirmiştir. KİK ülkelerine bakıldığında bu ülkelerin güvenlik sorunlarının çoğunun ülkelerin
kendi içlerinde ortaya çıktığı görülmektedir ve bunlar temel olarak ABD
ile güçlendirilen işbirliğinden kaynaklanmaktadır. Hatta Amerikan
varlığına yönelik bu tepki 1995 ve 1996 yıllarında Suudi Arabistan’da
bombalama olaylarına kadar ulaşmıştır. Ancak bu olayın ardından
Suudi Savunma Bakanı ve ABD Savunma Bakanın yaptığı anlaşma
37
38
39
40
Talbot ve Hicks, ‘The US…….’, ss. 77-95.
Graham E. Fuller, Ian O. Lesser, ‘Persian Gulf Myths’, Foreign Affairs, May›s/Haziran 1997, Cilt 76, No 3, ss.
46.
Kostiner, ‘The United…..’, s. 58.
Hines, ‘From Desert…..’, s. 48.
286
GÖKÇE DALGIÇ/SO⁄UK SAVAfiTAN BUGÜNE ABD VE...
çerçevesinde Riyad ve Tahran’dan al Harj’a kadar olan bölgede yine
CENTCOM operasyon düzenlemiştir.41 Çifte kuşatma stratejisinin
ayrılmaz parçası olan askeri varlık bölge ülkelerinde özgürlük ve
bağımsızlığın sınırlandırılmasının gözle görülür simgeleri olarak
algılanmış ve bu çerçevede KİK rejimlerine karşı iç tehdidi şiddetlendirebileceği yorumları yapılmıştır.42
Körfez Savaşı’ndan 11 Eylül 2001’de gerçekleştirilen saldırılara
kadar geçen on yıllık dönemde çifte kuşatma stratejisi içerdiği zorluklarla beraber bu tarihe kadar uygulanmıştır. George W. Bush dönemine
gelindiğinde artık bu stratejinin sona ermesi beklenmekteydi. 11 Eylül
olaylarıyla birlikte küresel terörizmle mücadeleye başlayan ABD’nin
uzun süreli bir operasyon yürütebilmek için Basra Körfezi’ne yönelik
politikalarını gözden geçirmesi gerektiği söylenebilir. Bu çerçevede
uzun dönemli bir ileri varlık için üç alternatif ileri sürülmektedir: Aşağı
Körfez bölgesine azaltılmış kara ve hava varlığıyla uzun dönemli erişim;
yatak bölgelerin çeşitlendirilmesiyle oluşan 1990’dan önceki gibi ufuk
ötesi bir askeri varlık ve diğer bölgesel ortaklar ve ABD’nin kabiliyetlerine dayanan bir kombinasyon.43
11 Eylül saldırılarından sorumlu olduğu iddia edilen kişilerin Körfez
ülkeleriyle bağlantısının olduğunun ortaya çıkmasına karşılık KİK
ülkeleri Amerikanın mücadelesine sempatiyle bakmamışlardır. ABD liderliğindeki askeri harekatı desteklemekten özellikle kaçınmışlar ve
desteklerini ABD çabalarından ziyade ‘global’ düzeyde tutmaya özen
göstermişlerdir. Körfez ülkeleri terörist saldırıları kınamakla beraber
temel olarak üzerinde durdukları nokta işgal altındaki İsrail’in Filistin
topraklarında gerçekleştirdiği terörist saldırıların da sona erdirilmesi
olmuştur. 11 Eylül saldırılarının sorumlularının yakalanıp yargı önüne
getirilmesi gerektiği konusunda hem fikir olan ülkeler aynı şekilde
İsrail’in uyguladığı terörden zarar gören Filistin halkının unutulmaması
gerektiği konusunda da fikir birliği sağlamışlardır.44 Yani Körfez ülkeleri
açısından çözülmesi gereken sorunların başında ABD’den farklı olarak
İsrail-Filistin uyuşmazlığı gelmektedir ve ABD’nin bu konudaki tutumu
Körfezdeki etkisini azaltmakta ve Körfez ülkelerinin hassasiyetini daha
41
42
43
44
Hines, ‘From…..’, s. 47.
Gregory F. Gause III, ‘The Gulf Conundrum: Economic Change, Population Growth and Political Stability in
the GCC States’, Washington Quarterly, Cilt 20, No 1, K›fl 1997, s. 153; ayr›ca bkz., Talbot ve Hicks, ‘The
US…..’, ss. 77-95.
‘Beyond Containment: Defending US Interests in the Persian Gulf’, Institute for National Strategic Studies
Special Report, Eylül 2002, s. 1.
Simon Henderson, ‘The War Against Terror: The Caution of the Conservative Arab States of the Persian
Gulf’, The Washington Institute Policywatch, Say› 563, 26 Eylül 2001, s. 2.
AVRASYA DOSYASI
287
da artırmaktadır. Körfez ülkelerinde ABD liderliğinde yürütülen bu
mücadele İslam karşıtı bir kampanya olarak algılanmakta bu da büyük
bir sorun oluşturmaktadır. Körfez ülkelerinde ABD ile bağlar yöneticiler
için giderek siyasi bir yükümlülük gibi gözetilmektedir.45 İsrail’in de
parçası olduğu bir koalisyonda yer almamak, Suriye gibi kardeş
ülkelere ve İsrail işgaline karşı mücadele veren Hamas, Hizbullah veya
İslami Cihat gibi gruplara saldırmamak ve benzeri çekinceler ortaya
koyulmuştur. Bu çerçevede, Körfez yönetimlerini terörizmle mücadelenin Washington’u memnun etmek için istemeyerek yapmaları
gereken bir şeyden ziyade kendi varlıkları için çok önemli olduğuna
inandırmanın zorunlu olduğu ifade edilmektedir. Çünkü başta Suudi
Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin, iç tehdit olarak Usame bin
Ladin’in ortaya koyduğu İslami radikalizmle mücadele etmekte isteksiz
görünmeleri kendileri için bir tehlikedir. 11 Eylül olaylarının sorumluları
arasında Suudi vatandaşların sayıca çokluğu da göz önüne alındığında
bugünkü durum geçmiş tecrübeler kadar büyük bir tehdit teşkil etmektedir.46 Elbette bu ABD için göze alınabilecek bir durum değildir.
Bugün, KİK perspektifine göre İran ve Irak’ın bölge güvenliği açısından eskisi kadar acil ve önemli bir tehdit teşkil etmedikleri söylenebilir.
Uygulanan politikalar Irak’ı zayıflatmış, İran’ı ise uslandırmıştır. Bu
düşünceden hareketle KİK hükümetlerinin tercihi Çöl Fırtınası
öncesinde olduğu gibi daha az görünür bir ABD varlığı tarafından
desteklenen ve bölgesel bir güçle oluşturulacak de facto ortaklıkla
gerçekleştirilecek güç dengesinin yeniden inşa edilmesidir. Bu tercihi
gerçekleştirmek için Amerikan politikaları konusunda mevcut iç huzursuzlukları en aza indirgemeleri ve İran ve Irak ile ilişkilerini
iyileştirmeleri gerekecektir. Ancak bugün için böyle bir uygulama
Amerikan politikası ile büyük bir fark yaratacaktır. Zaten İsrail politikası
nedeniyle ABD ile sorunlar yaşayan KİK, ABD politikalarına uzak durup,
işbirliğini de oldukça azaltma yoluna gidebilecektir.47
ABD’nin global askeri stratejisinde bir değişimin olabileceği işaretleri çerçevesinde KİK ülkelerinin alternatif düşünceler üzerinde durmaları bu sorunu daha da anlamlı hale getirmektedir.48
45
46
47
48
‘Beyond…….’, s. 2.
Henderson, ‘The War……’, ss. 3-4.
‘Beyond……’, s. 2.
Örne¤in bkz., Ed Blanche, ‘GCC Security: New Alliances in the Making?’, Current Affairs, May›s 2001, ss. 48.
288
GÖKÇE DALGIÇ/SO⁄UK SAVAfiTAN BUGÜNE ABD VE...
III. KİK Ülkeleri ile İkili İlişkiler
Suudi Arabistan: Suudi Arabistan, ABD ile ilişkileri çok uzun yıllar
öncesinde başlamış bir bölge ülkesidir.49 1930’ların başında petrol
arama ve çıkarma konusunda verilen imtiyazlarla başlamış olmakla
beraber sadece bu konuyla sınırlı kalmamıştır. II. Dünya Savaşı’yla
beraber bölgeye ilgisi artan ABD, 1944 yılında Suudi Arabistan’a ilk
yardımı başlatmış ve bunun karşılığında Dahran’da bir askeri üssün kullanım hakkını elde etmiştir. İkili ilişkilerin temel konuları şu şekilde
sıralanabilir: Arap-İsrail çatışmasında Suudi Arabistan’ın konumu,
Körfez Savaşı sonrası bölge güvenliği, Suudi Arabistan’a silah satışı,
Suudi dış yardım programları, ikili ticaret ilişkileri ve insan hakları ve
demokrasi alanında Suudi politikaları.50
Soğuk Savaş yılları boyunca ABD, Orta Doğu politikasının temel
ayaklarından biri olan Suudi Arabistan’la ilişkiler her dönemde kesintisiz devam etmiştir. Körfez Savaşı
ikili ilişkilerde önemli bir dönemSoğuk Savaş yılları
dir. Irak’ın Kuveyt’i işgali ve onu
boyunca ABD, Orta Doğu izleyen süreçte Suudi Arabistan,
politikasının temel ayaktehdit algılamasında birinci sıraya
larından biri olan Suudi
İran’ı koyması nedeniyle Irak
lehine bir tavır koymuştur. Bu
Arabistan’la ilişkiler her
çerçevede Irak lehine sınır düzendönemde kesintisiz
lemeleri ve mali yardımlar yapıldevam etmiştir.
masını istemiştir.51 Ancak bu tutumunun sorunun çözümünde
fayda sağlamadığını görünce Amerikan kuvvetlerinin topraklarına
konuşlanmasını kabul etmiştir. Suudi halkının büyük bölümü bu
Amerikan varlığını bir tür işgal olarak değerlendirmiş ve bu durum
ülkede bu gün de devam eden rahatsızlıkların kaynaklarından birini
teşkil etmiştir. Irak’ın Kuveyt’ten çekilmesi için gerçekleştirilen
operasyonda oldukça etkin bir rol oynayan Suudi Arabistan 1991’den
sonra Irak’ın güneyinde oluşturulan uçuşa yasak bölgenin denetimini
yapan Amerikan uçaklarına da ev sahipliği yapmıştır. Ancak BM silah
denetimlerine yönelik engellemeleri nedeniyle 1998 yılında gerçekleştirilen hava saldırılarında topraklarını açmamıştır.52
49
50
51
52
‹ki ülke iliflkileri hakk›nda daha ayr›nt›l› bilgi için bkz., Anthony H. Cordesman, ‘Saudi Arabia, the US and the
Structure of Gulf Alliances’, Center for Strategic and International Studies, fiubat 1999.
Alfred B. Prados, ‘Saudi Arabia: Post-War Issues and US Relations’, Congressional Research Service Issue
Brief for Congress, May›s 2001, s. 1.
Gregory Gause, ‘From ‘Over the Horizon’ to ‘Into the Backyard’: The US-Saudi Relationship and the Gulf
War’, The Middle East and the United States (ed. by David W. Lesch), Colorado, Westview Press, 1996,
s.307.
Prados, ‘Saudi Arabia:…….’, s. 1; ayr›ca bkz., Talbot ve Hicks, ‘The US……’, ss. 77-95.
AVRASYA DOSYASI
289
Suudi Arabistan’da ABD için özellikle önem taşıyan iki üs mevcuttur.
Bunlardan biri Dahran’daki kara üssü, diğeri de Prens Sultan Hava
Üssü’dür. Dünyanın en gelişmiş ve en büyük hava üslerinden biri olan
Prens Sultan Üssü sadece Basra Körfezi değil Kuzeydoğu Afrika ve
Afganistan’a yönelik olası operasyonlar için de komuta merkezi olma
niteliğindedir.53
Dünya petrol rezervlerinin %25’ine sahip olan Suudi Arabistan,
ABD’nin petrol ithal ettiği ülkeler sıralamasının başında yer almaktadır.
Buna karşılık ABD’de Suudi Arabistan’ın askeri harcamalarından en
büyük payı alan ülkeler arasındadır. Yani iki ülke arasında özünde ABD
lehine olan bir ticari ilişki söz konusudur. Bunun yanında AsyaPasifik’teki Amerikan müttefikleri için fiyat istikrarı ve petrol arzının
sağlanması krallığı ABD için daha da önemli hale getirmektedir. Bu
düşünceden hareketle kraliyet ailesinin yönetimden devrilmesiyle
oluşacak güç boşluğunun radikal İslamcılar tarafından doldurulması
endişesi bugün için ülkeye yönelik temel korkudur. Bu nedenle
krallıkta ortaya çıkacak herhangi bir değişim işareti endişeyle karşılanmaktadır.54
Birbirinden tamamıyla farklı toplum yapısına sahip olan iki ülke
arasında zaman zaman bu farklılıktan kaynaklanan gerginlikler olsa da
ikili ilişkilerde her iki tarafın da çok önemli çıkarları vardır. Ancak bu
ilişkinin sürekliliği büyük ölçüde Suudi rejiminin iç unsurlarla nasıl
başa çıkacağına bağlıdır.
Kuveyt: Seçimle göreve gelen tek yasama organına sahip olması
dolayısıyla KİK’in en açık politik sisteme sahip üyesi olduğu
söylenebilir. Bu özelliğinin Körfez Savaşı’ndan beri bazı komşularını
sıkıntıya düşüren şiddet ve politik karmaşanın Kuveyt’te yaşanmasını
engellediği düşünülmektedir.55
18 Eylül 1991 yılında ABD ile bu ülke arasında resmi bir savunma
antlaşması yapılmıştır. Ardından İngiltere ve Fransa ile aynı şekilde
antlaşmalar yapılmıştır.56
Afganistan Operasyonu’nun ardından uluslararası terörle mücadele
kapsamında listenin başında Irak’ın yer alması Kuveyt’e yönelik
endişelerin artmasına neden olmuştur. Bu çerçevede Saddam
53
54
55
56
Serhat Erkmen, ‘Suudi Arabistan-ABD ‹liflkileri: Zorunlu Bir ‹ttifak›n Geçmiflten Bugüne Anatomisi’, Stratejik
Analiz, Say› 20, Aral›k 2001, s. 53.
‘Security Issues in the Middle East’, The Institute for Foreign Policy Analysis, Aral›k 2001, s. 5.
Gause III, ‘The Gulf……’, s. 147.
Kostiner, ‘The United…..’, s. 56.
290
GÖKÇE DALGIÇ/SO⁄UK SAVAfiTAN BUGÜNE ABD VE...
Hüseyin’in Kuveyt’i bir kez daha işgale kalkışması ya da özellikle sivil
hedeflere olmak üzere füze saldırısında bulunması gibi senaryolar ileri
sürülmektedir.
Stratejik konumu, ABD ile arasındaki politik yakınlık ve topraklarında bulunan Amerikan askeri ve sivil personeli göz önünde bulundurulduğunda Kuveyt bu yeni savaşta açık hedeflerden biri haline
dönüşmektedir. Ancak Kuveyt Emiri yaptığı açıklamayla açıkça
Kuveyt’in Amerikan müttefiki olduğunu ve bu mücadelede ABD ile aynı
tarafta olduklarını açıklamıştır.57
Katar: En küçük Körfez ülkelerinden biri olan Katar, diğer ülkeler
gibi Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle birlikte dış politika önceliklerini yeniden
gözden geçirme gereği hissetmiştir. İran-Irak Savaşı’nda Irak’a maddi
destek sağlamış olan Katar, Kuveyt’i işgali ile ortaya çıkan gerginlikte
hemen Irak karşısındaki koalisyonda yerini almıştır. Bir yandan Filistin
Kurtuluş Örgütü’nün politik ve ekonomik destekçisi olan Katar, diğer
taraftan FKÖ ile Saddam Hüseyin arasındaki ittifakı şiddetle kınamıştır.
Önceden batılı ülkelerin deniz kuvvetlerinin Körfezdeki varlıklarına
karşı çıkan Katar’ın bu tutumu da Kuveyt’in işgali ile birlikte değişmiş
başta ABD olmak üzere batılı ülkelerin hava kuvvetlerinin bölgede
bulunması yönünde açık bir istekliliğe dönüşmüştür.
Bölge geneline bakıldığında Katar’ın jeopolitik konumu ve iki yönetici ailenin de Vahabi inanışına bağlı olmalarından dolayı Suudi Arabistan
ile yakın bir ilişki olduğu görülmektedir. Katar bölgesel ve küresel
sorunların bir çoğunda Suudi Arabistan’ı izlemektedir.
ABD ile genelde iyi ilişkiler içinde olsa da 1980’lerin sonunda iki
ülke arasında yaşanan gerginlik sonucu ABD bu ülkeyle askeri ve
ekonomik işbirliğinden kaçınma politikasını benimsemiştir. Ancak
1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesinin de etkisiyle anlaşmazlık sona
etmiştir. ABD, Katar için arzu edilen güvenlik partneri haline dönüşmüştür.58 1992 yılında iki ülke arasında imzalanan savunma işbirliği
antlaşmasıyla birlikte ABD, Katar’ın askeri üslerini kullanma ve ortak
askeri tatbikat yapma imkanı elde etmiştir.
Bahreyn: Körfez Bölgesinin en küçük aynı zamanda tek ada ülkesidir. 1973 yılında kurulan parlamento 1975 yılında Bahreyn Emiri
tarafından kapatılana kadar Kuveyt kadar olmasa da açık bir politik sisteme sahip olduğu söylenebilir. Parlamentonun yeniden kurulması
57
58
‘Security……..’, s. 20.
Helen Chapin Metz, Persian Gulf States Country Studies, Federal Research Division Library of Congress,
1993, ss. 87-88.
AVRASYA DOSYASI
291
bugün ülkedeki muhalif grupların temel isteğidir. Yeni parlamento
seçimleri yapılmış olsa da önemli bir ilerleme kaydedilmemiştir.
Kapatılan bu parlamento diğerlerinden farklı olarak seçimle iş başına
gelmekteydi ve ülkede nüfusun %70’ini oluşturan Şiiler ile Sunniler eşit
temsil hakkına sahipti.59
Nüfusun çoğunu Şiiler oluşturduğu için İran’dan, bölgede hakim
olma isteği nedeniyle de Irak’tan tehdit algılayan Bahreyn gerek bölge
ülkeleriyle (KİK) gerekse bölge dışı güçlerle işbirliğine özen
göstermiştir.
Ekim 1991’de ABD ile Savunma İşbirliği antlaşması imzalanmıştır.
Bu antlaşma çerçevesinde Bahreyn’in askeri üslerini kullanma ve
buralara askeri teçhizatlar kurma izni ABD’ye verilmiştir.60
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE): Kurulduğu tarihten itibaren dış
politikasını büyük ölçüde güvenlik endişelerine göre şekillendiren
BAE’nin temel amacı bölgesel krizlerin ülkeyi etkilemesini engellemek
olmuştur.61 Her ne kadar Filistinlilere yönelik politikası nedeniyle
eleştirilse de bu amaç çerçevesinde ABD ile ilişkilerin gelişmesi bölgesel krizlerden korunmak için bir önlem olarak algılanmıştır. ABD ile
ilişkiler değerlendirilirken İran’la BAE arasındaki sorunlar da göz
önünde bulundurulmalıdır. 1970’lerin başından itibaren Basra Körfezi’ndeki üç ada, iki ülke arasında anlaşmazlık konusu olmuştur. 1992
yılında İran Abu Musa adasından BAE kuvvetlerini çıkarmış ayrıca
Körfez girişindeki Hürmüz Boğazı’nda yer alan Büyük ve Küçük Tunb
adalarının kontrolünü ele geçirmiştir.62 İran’ın bölgedeki Amerikan
varlığına karşı tutumu da göz önünde bulundurulduğunda iki ülke
arasındaki bu sorun BAE ve ABD’nin iyi ilişkiler içinde olmasının diğer
bir nedeni olarak görülebilir.
Bu güvenlik endişeleri içinde BAE, 1992 yılında yapılan antlaşma ile
ABD’ye bazı üsleri geçici olarak kullanma ve topraklarında ön
konuşlanma izni vermiştir.
Umman: Umman’ın gerek ülke içinde gerekse bölgesel açıdan politik istikrar için bölge dışı ülkelere dayandığı söylenebilir. Hürmüz
Boğazı’nın girişinde jeopolitik açıdan önemli bir noktada yer alıyor
olması ve bu boğaza bakan uzun kıyıları da bölge dışı güçler için bu
ülkeyi önemli hale getirmiştir.
59
60
61
62
Gause III, ‘The Gulf……’, s. 148.
Metz, Persian……, ss. 143-145.
Metz, Persian….., ss. 246-249.
Kostiner, ‘The United…….’, s. 56.
292
GÖKÇE DALGIÇ/SO⁄UK SAVAfiTAN BUGÜNE ABD VE...
Son yıllarda ABD için
bölge politikasını yeniden
gözden geçirmesini
gerektirecek ciddi
gelişmeler söz
konusudur.
Umman Sultanı 1970’lerden
itibaren başta petrol olmak üzere
bir çok konuda Amerikalı uzmanlarla birlikte çalışmaya başlamış,
1979 İran Devrimi’nin ardından
bölgesel güvenlik ve ittifakların
devamlılığına daha fazla önem
vermeye başlayan ABD de
Umman’la daha fazla ilgilenmeye
başlamıştır.
1980 yılında yapılan antlaşma ile ABD’ye belirlenen koşullar altında
Umman üslerini kullanma hakkı tanınmıştır. Bu antlaşma aslında
Somali ve Kenya’yı da içeren daha büyük bir bölgesel stratejinin
parçası niteliğindedir. Bu antlaşma çerçevesinde ülkedeki çeşitli hava
üsleri de ABD tarafından yenilenmiştir.63
Sonuç
Sonuç olarak, bugün ABD’nin mevcut politikalarında etkili olabilecek birçok olay yaşanmış olsa da, çalışmanın başında da belirtildiği gibi
ABD, enerji akışının güvenliği ve istikrarı, İsrail’in güvenliği ve bölge
ülkelerindeki dost rejimlerin korunması suretiyle sağlanacak istikrar
olmak üzere 3 temel amacı halen göz önünde tutmaktadır. Ancak, son
yıllarda ABD için bölge politikasını yeniden gözden geçirmesini gerektirecek ciddi gelişmeler söz konusudur.
Öncelikle küresel anlamda ABD’nin bölgeye hakimiyetine yönelik
gelecekte ortaya çıkabilecek bir takım tehditlerden söz edilmektedir.
Bu çerçevede Rusya’nın bölge ülkeleriyle ve özellikle İran’la ilişkileri
göz önünde tutulmalıdır. Ancak yükselen güç niteliğiyle asıl dikkat
çeken ülke Çin’dir. Büyüyen ekonomisiyle beraber enerji ihtiyacının da
atacağı ve sonuçta Körfez’deki etkisinin de bugün olduğundan daha üst
seviyelere çıkacağı uzun vadeli projeksiyonlarda özellikle vurgulanmaktadır. Diğer taraftan bölge düzeyinde değerlendirildiğinde ise yönetimi elinde bulunduran ailelerle ilişkileri iyi olsa bile Körfez halkının
ülke topraklarındaki Amerikan varlığına ve bölgeye yönelik Amerikan
politikalarına karşı göz ardı edilemeyecek bir muhalefeti söz
konusudur. 11 Eylül saldırılarıyla birlikte artık kendi topraklarına da
sıçrayan ABD’ye yönelik nefret, içinde bulunduğumuz günlerde gerçekleşmesi muhtemel Irak operasyonuyla daha da ciddi boyutlara
ulaşacaktır. Bu noktada ABD’nin Arap toplumunun kalbini kazanmak
63
Metz, Persian……., ss. 312-316.
AVRASYA DOSYASI
293
amacıyla bazı adımlar atması beklenebilir. Tabii bu adımlar ABD’nin
İsrail politikası açısından bir takım maliyetler ya da bölgedeki radikal
unsurlar tarafından da bir zafer olarak algılanabilecek nitelikte bir
takım uygulamalar içerebilir. ABD bu konuda bir ikilem içinde görünse
bile, hem bölgedeki varlığını hem de amaçladığı istikrarı koruyabilmek
için Arap muhalefetini de tatmin edecek yeni politikalar içeren bir
strateji uygulamaya koyması gerekmektedir.
Download