limran - Umran Dergisi

advertisement
Bekleyin, geliyoruz.*.
M
clüsüiK'o • kiiliüı • .sivusıM
lim ran
Ü m ran, kendinden emin ve kararlı adımhrlıı 1 1 yıldır yürüvü-şünü
sürdürtiyor. Üstelik de, pek çokkınnın konjdnkrürlcıin estirdiği
ayartıcı, baştan çıkarcı ama yanıltıcı / yanılsatıcı karabasan rüzgar'
lannın önünde patır patır döküldüğü bir zaman diliminde yalpala'
Sahibi
Ümran Yayıncılık
Turizm San. ve Tie. Ltd. Şti. Adına
Abdullah Yıldız
m ad an , sen d elem ed en , daha bir g ü ç le n e re k ve da h a bir tazelenc'
rek yürüyüşüne devam ediyor. Norm alde zaman geçtikçe gü çten
kuvvetten düşm esi beklenen bu zaman aşımı sürecinde, Üm ran, bu
“doğal” kabul edilen “kural’’a meydan okurcasuıa daha bir gençle­
şiyor, dirileşiyor ve heyecan üretiyor; böylelikle yepyeni bir atılım
Yayın Danışmanı
Yusuf Kaplan
ve açılım gerçek leştirm ek gibi bir kaygı güttüğünü, gösterdiği per­
Yazı İşleri Müdürü
Veli Kahraman
süren bu atılım ve açılım süreci, U m ran ’a d ü şü n c e ve kültür haya­
formansla ortaya koymaya çalışıyor.
Dört yıl önce başlayan ve geçen yılın nisan ayında ivme kazanarak
tımızda özgün bir yer kazandırdı. U m ran ’ın bu noktaya gelmesin­
de emeği geçen ve bu süreçte bizim heyecanımızı paylaşan herkese
Yayın Kurulu
Uğur Altun, Yusuf Kaplan,
Cevat Özkaya, Abdullah Yıldız
ve okuyucularımıza teşekkür ediyoruz.
Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar
mızda da sürdürüyoruz. Bu sayımızda, estirilen luirabasan havası­
Dört sayı önce başlattığımız, dünyanm ve İslâm dünyasının sorun­
larını, zaaflarını ve imkânlarını anlamlandırma çabamızı bu sayı­
A li Bıılaç, Hakan Çopur,
nın bir toz bulutundan ibaret olduğunu; birazcık gayret gösterildi­
Dilaver Demirağ, TeN-fik Emin, Sibel Eraslan, Nuri
ğinde bu **toz bulııtu^nun **toz olup gidebileceğini^^ ve İslâm’ın sa­
Gündeş, Zehra Sevim can, Atasoy Müftüoğlu, A hm et
dece Müslüman toplumlara değil tüm dünyaya asıl şimdi esaslı
H .Öz, M ehm et Ö ’ay, Mustafa Ö zcan, Rasim Özdenören,
şeyler söylemeye aday olduğunu göstermeye çalışıyoruz. Kapak
N ecm ettin Turinay, Kani Torun, ,H asanali Yıldırım
dosyamızda yazılarını yayımladığımız yerli yabancı, müslim, gayr-ı
müslim tüm yazarlarımızın farklı şekillerde altını çizdikleri gibi, B a­
İdare Merkezi
Kıztaşı Cad. No: 56/1 Fatih-İstanbul
Tel: (0212) 532 51 76-631 13 85
Fax: 534 88 88
ğa adalet, barış ve kardeşlik ilkelerine dayalı evrensel bir ufu k ve
w\vvv.umran.org
nokta burasıydı. Bundan sonraki süreç, tüm insanlığı esas itibariyle
tı medeniyeti, gü ce dayandığı ve g ü c ü putlaştırıldığı için insanlı­
gelecek vadedebilm e potansiyelini yitirmiştir. İnsanlığın ortak tec­
rübesinden bir kopma olan Batı m edeniyetinin gelebileceği nihâi
[email protected]
vahye dayalı kadim medeniyetler ekseninde buluşturabilecek bir
“yolculuk” olacak. İşte insanlığı böylesi bir yolculuğa çıkarabilecek
Temsilcilikler
Ankara: (0312) 435 94 48 İzmit: (0542)
250 75 77 Trabzon: (0462) 321 95 44
Abone Şartları
■
Yıllık (12 sayı): 30.000.000 TL.
Yurtdışı Yıllık: 60 Euro ' 50 $
Ümran Yayıncılık
Turizm San. ve Tie. Ltd. Şti. Posta Çeki
No: 1605252
Haşan Ak
Türkiye İş Bankası Fatih Şb. Hesap
No: 1020 138 6804
tek evrensel aktör’ün Müslümanlık olduğu yavaş yavaş anlaşılmaya
başlanmıştır. Bu gerçek şu an B atı’da farkedilmiştir; o yüzden İslâm
dünyası ve bizatihi İslâm hn dinam izm i, Batıldan en fazla meşgul
eden tem el sorun olarak konumlandınlmıştır.
A ncak bu gerçek İslâm dünyasında henüz Batıda farkedildiği kadar
farkedilebilmiş değil. Ama önümüzdeki dönemde bu süreç, İslâm
dünyasında da tam olarak farkedilecek ve müslüman toplumlar İs­
lâm’ın imkânlarını keşfedecekler ve Ö zne olarak yeniden tarihin
yapımında kilit rol oynamaya başlayacaklar. Bu sayıda yayımladığı­
mız yazıların bu bağlamda bir hayli ufuk ve zihin açıcı görüşler içer­
diğini düşünüyoruz.
Daha önce küçük bir bölümünü yayımladığımız N asr röportajı, bu
Avrupa İçin Hesap No
Sedat Yıldız
Commen Bank BLZ: 10040000
KontoNo: 8082596
Fiyatı: 2.500.000 TL.
Dizgi, İçdüzen: Ümran
Kapak Tasarım: Sezer Erdoğan
Uygulama; Ümran
Film Çıkış; Saydam Grafik
Baskı: Yıldızlar Matbaacılık A.Ş.
sayımızın en yetkin metinlerinden. Bu röportajın gerçekleştirilme­
sine katkılarından ötürü Ahmet Kot’a teşekkür ediyoruz.
Gündem sayfalarımızda Ortadoğu’daki tsrail vahşetini konu edi­
nen doyurucu analiz yazılarımız yer alıyor. Kültür-Sanat sayfaları­
mızda M eh m et 0?;ay’ın Peyami Safa rom anlarından hareketle ka­
dın im gesinin temsili bağlamında m o d em lik -gelen ek gerilim ine
ilişkin yazdığı inceleme metni bu sayımızın sürprizlerinden.
Daha diri, daha taze ve daha heyecanlı U m ran’larda buluşmayı
ümit ediyor, Filistin’deki vahşetin bir an önce sona ermesi için Filistin’li kardeşlerimize dualarınızı ve >ıardımlarınızı esirgememeni­
zi hatırlatıyoruz.
Ayda bir yayımlanır.
Ümran‘ Nisan ‘ 2002 1
GÜND EM
4
İnsanlığın Onuru:
Filistin Destanı
YUSUF KAPLAN
içindekiler
21. YÜZYILI İSLAM
BELİRLEYECEK
67
27
6
Ortadoğu’da
İki Diplomatik Fiyasko
MUSTAFA ÖZCAN
İslam’ın Gelecek Yürüyüşü
S. Hüseyin N asr’la Röportaj
Şiddet, Modernlik
ve İslam’ın İmkanları
İBRAHİM GHARAYBAH
Konuşan: Yusuf Kaplan
79
‘Ruhunu Değiştir;
Tarihin Değişir’
12
ABDULLAH YILDIZ
Güvenlik İstiyorsanız Önce
İşgali Durdurun
44
MERWAN BARĞUTI
YUSUF KAPLAN
14
Türkiye'AB İlişkilerinde
Sona Doğru
NECMETTİN TURİNAY
2 1 . Yüzyılı İslâm Belirleyecek
49
‘Ortadoğu’nun Konumlandırılış
Hikayesi ve İslâm’ın Meydan
Okuyuşu
HAŞAN HANEFİ
85
İslâm Konferansı Örgütü
ve Ötesi
MUHAMMED ALİ ET-TAŞKİRİ
20
Susurluk Davası Ve Hikmet-i
Hükümet Anlayışı
54
CEVAT ÖZKAYA
Yaban Atı Evcilleştirmek:
İslâmi Modernlik(mi)?
22
DİLAVER DEMİRAĞ
İnternet İslâm’ın Ü çüncü
Dalgası mı; Uygarlığın Sonu
mu?
Saçlarımı Hiç Çözmeden...
SİBEL ERASLAN
58
92
,
JON W. ANDERSON
Küresel Zamanda İslâm’ın
İmkanları
ALİ BULAÇ
25
Şaşırtıcı Ama Gerçek
NURİ GÜNDEŞ
2 Üm ran-Nisan-2002 ,
98
Müslümanca Düşünme
Açısından İslâm Ve Demokrasi
RASİM ÖZDENÖREN
YAZARLAR
KAPAK
Jon W . Anderson: Washington, DC,
21.
Jon W . Anderson
Ali Bulaç
D ilaver Demirağ
İbrahim Gharaybah
Haşan Hanefi
Yusuf Kaplan
S. Hüseyin Nasr
Muhammed Ali Et-Taşkiri
Abdullah Yıldız
ymviii
Islarii
Belirleyecek
Kapak İllüstrasyon: S ezer Erdoğan
Amerika Katolik Üniversitesinde
Doçent, Ortadoğu
Çalışmaları
Bülteni, Kmey Amerika Ortadoğu
Çalışmaları Birliği gazetesi editö­
rüdür.
Merwan Barğuti: FKÖ’ye bağlı El-Fetih Örgütü’ııün lideri
Ertuğrul Bayramoğlu: Eğitimci, tarih
araştırmacısı.
Alı Buloç: Teorisyen.
Nazmi Ç ağan: İTU ’de öğrenci
KÜLTÜR SANAT
Hal<an Ç opur; Bilgi Univ. öğrenci
Dilaver Demirağ: Ekoloji felsefesi, din­
EDEBİYAT
İZLENİM
104
113
Türk Romanında Bir Kadın
Sierra Leone N otlan
İmgesi İşığında Düşünümsellik:
KANİ TORUN
ler medeniyetler, düşünce tarihi
ile ilgileniyor.
Sibel Eraslan: Akit gazetesi yazan,
avukat.
İbrahim G haraybah: Ürdüıtlü akade­
Modernlik'Gelenek Çatışması
misyen, yazar.
MEHMET ÖZAY
Fatih G üzel: Bilgi Ünv. öğrenci
'
Haşan H anefi: Düşünür, Kahire Ünv.
Felsefe bölüm başkanı.
Yusuf K a p b n : İletişimci, yayıncı, ya­
zar, çevirmen.
DERGİ
Atdso)! Müftüoğlu: Düşünce adamı,
109
116
Güzelliğin Dilini Yeniden İnşa
Hile, Bu Kıskaç Bir Makas
HASANALİ YILDIRIM
AHMET H. OZ
yazar.
Seyyid Hüseyin Nasr: Düşünür; Geor­
getown Üniversitesi’nde İslam dü­
DERGAH
şüncesi ve medeniyeti profesörü.
M ehmet Ö zay: Marmara Ünv. sosyo­
loji ve antropoloji masteri yapıyor.
M ustafa Özcan: Yeni Asya’da dış po­
litika yazan.
Rasim Özdenören: Öykücü, düşünür
YANSIMALAR
118
C evat Özl<aya: Siyaset yorumcusu, ya­
yıncı.
DENEME
*' Ömrü Kendi Aleyhinde Delil
Zehra Sevimcan: Bilgi Üniv. öğıenci.
111
Olacaklara Yazıklar Olsun"
M uhamm ed Ali Et-Taşidri: İran İslami
Yeni Bir Duyarlılık Gerekiyor
ERTUĞRUL BAYRAMOĞLU
ATASOY MÜFTÜOĞLU
Kültür ve İlişkiler Bölümü Başkanı
Necmettin Turinay: Yazar, bürokrat;
siyaset yorumcusu.
Kani Torun: Seyyah, Doctors World'■Hvide’ın yöneticisi.
Hasanali Yıldırım: Öykücü, yazar; ede­
biyat, sinema, müzik eleştirmeni.
Abdulluh Yıldız: Araştırmacı, yazar.
Ümran‘ Nisan ’ 2002 3
halkına kan kusturuyor! Filistinli­
ler, İsrail vahşeti altında inim
Bir Çöküş’ün ve B ir Zafer’in Sembolü
inim inliyorlar! Şaron’un eli kanlı
İNSANLIĞIN ONURU:
FİLİSTİN DESTANI
askerleri, tüm Filistin kentlerini
birer birer işgal ediyor! Filistinli
gençleri yaka-paça toplayıp adı-sanı belirsiz yerlere götürüyor ve
YU SU F KAPLAN
kimbilir, ne valışî işkenceler yapı­
yor bu masum insanlara! Bugüne
kadar İsraillilerin de, Amerikalıla­
“Ataların ocağı"m yaşatmak,
rail’e karşı öfke uyandırdığından
rın da bulabilecekleri en iyi mütte­
külleri korumakla değil,
eminim! Ama tüm insanlığın gözü
fik Arafat’a bile nefes aldırmak is­
ateşi yakmakla mümkün olabilir
önünde sahnelenen bu alçaklığa
temiyor kasap Şaron!
ancak.
ve küstahlığa karşı dünyanın bir
insanın tüylerini diken
sı, son derece düşündürücü ve ür­
Ve dünya sadece seyrediyor bu
diken
fotoğrafa
kütücüdür! İşte bu durum, ne den­
vahşeti! Devlet başkanları, etkili
tüm dünya dehşetle bak­
li iki yüzlü, açgözlü ve menfaatpe­
ve yetkililer sadece demeçler ya­
mış olmalı! İsrail askerlerinin Ara­
rest bir dünyada / bir dünya düze­
yınlamakla yetiniyor! Uluslararası
fat’ın muhafızlarının kafalarına
ninde yaşıyor olduğumuzun en so­
kuruluşlar, sadece İsrail’i kınayan
kurşun sıkarak öldürmeden önce
mut göstergesidir!
yeni bir karar daha alıyorlar! İnsan
şeyler yapmıyor, yapamıyor olma­
O
eden
Bu nasıl bir kin, bu nasıl bir
nefret, bu nasıl bir vahşet böyle!
Arafat’ın karargahının duvarına
Tüm dünyanın gözü önünde
hakları örgütleri, derhal bölgeye
“işerken” verdikleri o alçakça po­
insanın, insanlığın onuru, haysiye-
damlayıp, İsrail’in vahşetine “dur”
za!
diyeceklerine, tüm olan bitenleri
Bu ne vahşet, bu ne aşağılık,
kınamakla geçiştiriyorlar!
bu ne küstahlık böyle!
Bu ne duyarsızlık, bu ne vur­
dumduymazlık, bu ne onursuzluk
ve haysiyetsizlik böyle!
“Belhüm Edall” ,
Bu Olsa G erek!
T ü m Dünya Suçlu!
Kur’an’ın “belhüm edall” (hay­
vandan da aşağı) dediği şey bu ol­
Oysa Filistin’de yapılanlar, sadece
sa gerek!
Filistinlilerin onurlarıyla, haysi­
Sadece bu poz, bu fotoğraf bile
ti ile oynanıyor ve dünya bir şey
yetleriyle oynandığı anlamına gel­
insanlığı, tüm dünyayı İsrail’e kar­
yapamıyor! Bu ne ürkütücü, ne
miyor! İsrail, tüm insanlığın onu­
şı ayağa kaldırmaya, harekete ge­
dehşet verici bir şey böyle!
ruyla, haysiyetiyle oynuyor! Çün­
çirmeye yermeliydi!
“Beyrut kasabı” Şaron, adına
kü İsrail vahşeti, tüm dünyanın
gözü önünde cereyan ediyor! Ama
Çünkü bu fotoğraf, sadece Fi­
yaraşır bir şekilde Filistin’i kan gö­
listinlilerin, sadece müslümanların
lüne çeviriyor! Sözümona “ulusla­
kimse bir şey yapmıyor! Bugüne
değil; tüm insanlığın haysiyetinin,
rarası anlaşmalar”ı ayaklarının al­
kadar, insan haklan, özgürlükler,
onurunun ayaklar altına alındığı­
tına alarak dünyanın gözü önünde
demokrasi bezirganlığı yapan; ken­
nın resmidir!
çoluk-çocuk, kadın-erkek, genç-
di çıkarları tehlikeye girdiği zaman
ihtiyar demeden masum Filistin
istediği yere, istediği şekilde bom-
Bu fotoğrafın, tüm dünyada İs­
4
Ümran • Misan •2002
FİLİSTİN DESTANI / KAPLAN
balar yağdırmaktan çekinmeyen
Amerika bu kez İsrail’i bombala­
mayı aklının ucundan bile' geçir­
miyor! (Ama hâlâ hummalı bir şe­
kilde Irak’ı bombalama planlarıyla
uğraşıp duruyor!) İsrail’i bombala­
mak şöyle dursım, İsrail’in dünya­
nın gözü önünde işlediği vahşeti
“İsrail’in kendini meşru müdafaa
hakkı” olarak değerlendiriyor ve
İsrail’e “tam gaz ileri!” diyor! Ve
böylelikle İsrail’in insan onurunu,
haysiyetini ayaklar altına alan ci­
nayetlere açık çek vermekte bir sa­
kınca görmüyor! Oysa bu cinayet­
Söz’ün Bittiği Y er!
ler ve vahşet karşısında susmak, bu
cinayetlere ve vahşete ortak ol­
mak demektir!
Suçlu sadece İsrail mi? Sadece
kasap Şaron mu? Hayır! Suçlu, ay­
nı zamanda, böylesine iğrenç, al­
çakça, küstahça bir vahşet manza­
rası karşısında susan herkestir!
Özellikle de, İsrail’i azdıran, az­
manlaştıran dünya sisteminin elebaşlarıdır, korsanlarıdır! Suçlu,
dünya sistemi denen lanet olası
asıl şer eksenidir! Suçlu, Avru­
pa’dır! Suçlu, Amerika’dır! Suçlu,
İşte sözün bittiği yer burası!
Sözün bittiğini söylemek, çok
ürkütücü elbette ki! İnsanın tüyle­
rini diken diken eden bir şeydir,
sözün bittiğini söylemek!
Ama söz bitti artık! Oysa sözün
bitmesi, insanlığın bitmesi demek­
tir! Nerede söz bitmişse, bilin ki,
orada insanlık bitmiş demektir!
Söz bitti, diyorum; çünkü kim­
senin laftan arıladığı yok! Cafcaflı
laflar etmenin, bin dereden su ge­
tirerek dil dökmenin, şık teoriler
geliştirmenin hiçbir alemi ve anla­
dünya sisteminin gönüllü kölelili-
mı yok artık!
Söz bitmişse, eylem başlamış;
harekete geçme zamanı gelip çat­
ğini yapan, müslüman toplumların
mış demektir!
İslam dünyasında yarım asırdır
kaynaklarını Batılı aöçgözlülere
peşkeş çeken; bencil çıkarlarını,
Filistinliler, İnsanm O nurunu
süflî iktidarlarını korumak için
Koruyorlar!
yık gören, kendi toplumlarının
önünü kesen köle ruhlu seküler /
zorba bezirganlardır!
Suçlu, bütün insanlıktır! Suçlu
hepimiziz! İnsan onurunun, haysi­
yetinin ayaklar altına alınması
demek olduğunu, ne anlam ifade
ettiğini hatırlatırdım ona.
Şehadet, bir anlamda, “ölme­
den önce ölmek” demek! Şehadet,
zorbalığa, hukuksuzluğa, adaletsiz­
liğe, şirretliğe, vahşete isyan et­
mek ve tüm insanları zorbalığa,
hukuksuzluğa, adaletsizliğe, şirret­
liğe, vahşete tanık olmaya çağır­
mak ve böylelikle tarihe kayıt düş­
mek ve dolayısıyla metaforik ola­
rak insanı, tüm insanlığı, onurunu,
haysiyetini asla ayaklar altına aldırmamaya çağırmak demektir!
Filistinliler, kendilerine karşı
işlenen haksızlıklara, adaletsizlik­
lere, vahşete ve cinayete dikkat
çekerek; tüm bu olan biten vahşet
karşısında susan dünya sisteminin
çöktüğünü kanıtlıyorlar!
Evet, dünya sistemi bu vahşeti
Üniversitede bir Marksist hocamız
vardı. Handiyse her dersten sonra
durdurmak için hiçbir şey yapma­
makla, sembolik olarak da, fiilen
de çökmüş; dünya sisteminin, do­
“Yusuf, bu şehadet nasıl bir şey?
İnsanlar, nasıl olur da güle oynaya
layısıyla güç’ten başka bir put tanı­
mayan dünya sisteminin kurucu
ölüme koşarlar? Anlatsana bana!”
der dururdu. Ben de her seferinde
ona Bedr’i anlatırdım, Çanakka­
ve kollayıcısı Batı uygarlığının in­
kendi halklarına yaşadıklarına bin
pişman ettirecek eza ve cefayı la­
kale’nin yanısıra, Filistin’i anlatır;
Filistin’de ölümün, şehadetin ne
karşısında hiçbir şey yapamayan
le’yi hatırlatırdım.
Bu hocamız bu soruyu şimdi de
biz zavallı dünyalılar!
soruyor olsaydı, Bedr’in ve Çanak­
sanlığa vereceği hiçbir şey kalma­
mıştır!
Aslında Filistinliler, yarım
asırdır, sadece kendilerinin ve
müslümanların değil, bütün insan­
Umraıi’ Nisan -2002 5
lığın onurunu, haysiyetini koruyor
ve böylelikle insanlığın haysiyet"
destanını yazıyorlar! Filistinliler,
yarım asırdır verdikleri mücade­
“
ORTADOĞU’DA
İKİ DİPLOMATİK FİYASKO
leyle, insanlığın onuruna, haysiyc'
tine kasteden dünya sistemine,
dünya sisteminin iki yüzlü, açgöz­
lü, menfaatperest korsanlarına sa­
dece Müslümanların direnebile­
ceklerini hatırlatıyor ve onları ih­
tar ediyorlar! Dünya sisteminin
korsanlarını korkutan şey, işte Fi­
listinlilerin ve dolayısıyla Müslü­
M U STA FA Ö ZCA N
O
rtadoğu’da bir ay içinde,
Arafat’la görüşebileceğini söyledi
iki diplomatik girişim ve
ama bu temenniden ibaret kaldı.
iki fiyasko yaşandı. Giri­
Neticede, Şaron’dan başka İrak
manların haksızlığa, adaletsizliğe,
hukuksuzluğa, insan onurunu ve
şimler başarısızlığa mahkum oldu.
operasyonuna bölge ülkelerinden
haysiyetini hiçe sayan zorbalıklara
Birincisi, Bush’un yardımcısı Dick
destek çıkmadı. Buna mukabil,
boyun eğmemesi; aksine destansı
Cheney’nin 12 ülkeyi
kapsayan
Araplar da toplu halde İrak seçe­
bir direniş mücadelesi vermesidir!
Filistinlilerin tüm dünyanın gözü
temaslarıydı. Cheney renk verme­
neğini boykot ettiler. Kuveyt bile,
di ama turu başarısız geçmişti. Ne­
Filistinlilere soğuk olmasına ve
önünde vahşice cezalandırılmala­
rının, katledilmelerinin en temel
nedeni bu! Köleliğe boyun eğme­
mek! Her hal ve şartta haysiyetini,
redeyse bütün başkentlerden ‘ha­
can düşmanı Saddam olmasına
yır’ cevabı almıştı. Tabii ki, İngil­
rağmen Amerikalılara ‘evet’ diye­
tere ve İsrail’i saymaz isek. Belki
medi. Hatta Savunma Bakanı ve
iddialı
Araplar,
diğer yetkililer, A BD ’nin Kuveyt’e
Amerikan planını bloke etmiş, bu­
200 bin kişilik kuvvet sevkedece-
Dünya sisteminin korsanları,
Filistinlilere karşı işlenen vahşî ci­
nayetlere sessiz ve seyirci kalmak­
na mukabil İsrail ve A BD de en
ği, yığınak yapacağı dedikoduları­
azından fiiliyatta Suudi barış pla­
nı dehşet içinde ve hafakanla kar­
nını bloke etmişlerdir. Burada, şu
şıladılar. Bu tür söylentilerin ken­
la, sadece Filistinlileri değil, tüm
soru sorulabilir: Peki İsrail ve
dilerini yıprattığını, Kuveyt’in za­
müslümanları cezalandırmış, sade­
ce Filistinlilere değil bütün müslü-
A BD barış istemiyor mu? Evet, is­
rarına ve Irak rejiminin yararına
tiyorlar ama kendi şartlarında.
olduğunu söylediler. Kendilerinin
manlara “bizim hegemonyamıza
boyun eğmemek, direnmeye kal­
kışmak neymiş görün ve ayağınızı
denk alın!” demek istiyorlar! Ama
Araplar da İsrail şartlarındaki barı­
bu şartlarda ve aşamada, Saddam
şa ‘selam değil istislam’ yani barış
rejiminin devrilmesi harekatına
değil, teslimiyet diyorlar. Bu iti­
katkıda bulunmak istemediklerini
barla, iki tarafı bir araya getirmek
bilmiyorlar ki, yeri ve zamanı gel­
diğinde, her.müslüman bir “Filis­
açıkladılar. Dolayısıyla, böyle bir
zor hatta imkansız oluyor. Cheney
harekat için hayati önem arzeden
İsrail’in dışında Ortadoğu’yu tur­
civar ülkelerden hiçbirisi ABD
larken hep bir nasihat ve telkin al­
planına destek vermedi. Ürdün ve
dı: Irak’ı unut, Filistin e bak. C he­
Türkiye aynı gerekçeyi kullandı.
onurunu ve özgürlüğünü koru­
mak!
tinli”, müslümanların yaşadığı her
coğrafya bir “Filistin”dir! Ve müslümanlar, hayatları pahasına da
olsa, haysiyetlerini, onurlarını ve
özgürlüklerini asla yitinnezler!
İşte asıl zafer budur!
Aslında tüm insanlık, Filistin­
lilere, insanın, insanlığın onurunu
ve haysiyetini koruma konusunda
verdikleri kararlı mücadeleden,
destansı direnişten ötürü teşekkür
borçludur!
■
6 Ümran’ Nisan .2002
gelebilir
ama
ney de suçu Arafat’ın üzerine yıka­
Amerikalı muhataba, ‘önce Filistin
rak Ortadoğu’nun ana ve temel
meselesi halledilsin, dendi. Kuveyt
meselesi olan Filistin-İsrail ihtila­
ise yeni bir macera istemiyordu.
fını es geçti. Şimon Peres’i bile
Suudlular Amerikalılara üst verse­
dışlayacak kadar Şaron’la derin
ler bile üstleri kullandırtmaktan
muhabbete dalan Cheney, Ara­
imtina ediyorlardı. Söylentilere
fat’a yüz.vermedi. Tenet Planını
bakılacak olursa, Suudi Arabistan
ve ateşkesi yürürlüğe koyması ha­
kraliyet ailesinden Fahd ve Prens
linde dönüş rotasında M ısır’da
Sultan Afganistan için A BD ’ye üs
ORTADOĞU’DA DİPLOMATİK HİYASKO / ÖZCAN
vermeye yanaşmışlar ama Abdul'
“Abdullah Planı” Ölü Doğdu
yönlendirmişti. Ehud Barak, ‘Ben­
den sonra tufan’ edebiyatı üzerine
lah önlerini kesmiş. Irak bahsinde
Gelelim diplomatik girişimlerin
kurulu bir politika yapıyordu. Şa-
Lübnan zirvesi belki de en fazla
ikinci ayağına. Suud Veliaht Pren­
ron’un iktidarı beklendiği gibi, Or­
Irak’a yaradı. Hem Kuveyt’e saldır­
si Abdullalı’ın planı da Filistin’de
tadoğu için bir çıkmaz (impassa)
mama garantisi verdi ve anlaştı
çatışmaların yoğunlaşması ve Şa-
oldu ve barış planını sekteye uğrat­
hem de İzzettin İbrahim, Suudlu-
ron’un inadı yüzünden ölü doğmuş
tı. Şaron, Oslo sürecini tek başına
larla ortamı biraz daha yumuşattı.
oldu. Planın başarısızlığıyla ilgili
öldürmedi; Rabin’in haleflerini de
Gelinen noktada, kurulu düzenlere
tahlile bir soruyla başlamak yerin­
yanına çekerek hep beraber barış
asıl tehlikenin A BD ’nin bölgesel
de olur : Şaron olmasaydı bu barış
sürecinin canına okudular. Bu da
emellerinden geldiğine dair genel
planının uygulanma şansı olur
gösteriyor ki, aslında İsrail’de Şa­
bir anlayış birliği var. ABD direnci
muydu? Hayır... Nedenine gelince:
ron krizi değil basbayağı bir liderlik
gördü. Dolayısıyla, ısrarlı ise, hare­
Arafat’ın deyimiyle ‘cesur barışse­
ve siyasetçi krizi yaşanmaktadır.
katı tek başına yapmak zorunda
verler (Selam’üş-şüc’an)’ şayet ba­
Bu da, İsrail’i duvara toslatmıştır.
kalabilir. Kapalı kapıların ardında
rış sürecine sahip çıkabilseydiler
Aslında diğer taraftan Sar^n’un
zaten ortalık Şaron’a kalmazdı. Ba­
politikaları ABD’nin bölgesel çı­
rış denemeleri başarısızlığa mah­
karlarını da tehdit ediyor. Sözgeli­
kum olduğ için, bugün iktidarda
mi
Şaron var. Bugün barış havarisi ke­
ABD, Saddam’a karşı kendisine
pilen, İşçi Partisi eski lideri ve Dı­
daha rahat müttefikler bulabilirdi.
de durum bundan farksız.
verildiği iddia edilen sözlere gelin­
ce; bunun eskisi kadar önemi yok.
Bu işte kimse de gönüllü değil.
Meçhule atılarak, rahatını kaçır­
mak istemiyor. Doğrudan A BD ’ye
hayır diyemeseler bile ayak sürü­
dükleri kesin. Sonra A B D ’nin
haklı bir gerekçesi de yok. Ameri­
kan müttefiklerini asıl korkutan
şey
ise,
konjonktürel
olarak
A B D ’nin düşmanlarının sürekli
değişmesi. Saddam’ın da bir za­
manlar A B D ’nin dostu olduğunu
unutmuyorlar. Bundan dolayı, son
sıralarda, mecbur kalırsa A BD ’nin
Irak’a karşı tek başına harekata gi­
Şaron’suz bir
Ortadoğu’da
şişleri Bakanı Şimon Peres’in; an­
sızın Rabin’in öldürülmesi üzerine
Planm Yankıları
sadaret mührünü alınca 1986 yı­
lında Gana’da nasıl katliam yaptı­
Hatırlanacağı gibi İkinci İntifada
ğını ve şaronlaştığını hep birlikte
28 Eylül 2000 tarihinde başlayan
görmüştük. Ne değişti? Dolayısıyla
28 Şubat 2002 tarihinden itibaren
İsrail’de popülizmin ibresi veya si­
de şiddetini artırmıştı.
yasi müzayede barışa değil, savaşa
11 Eylül 2001 tarihinden önce
dönük. Bundan dolayı, bugün İsra­
A BD ’nin Ortadoğu ve Filistin po­
il siyasetine güvenlikçilerin, eski
litikalarına karşı çıkan Suudi Ara­
generallerin hakim olması tesadüf
bistan’ın fiili lideri Abdullah, söz-
değildir. Şaron iktidara geldiğinde
konusu hadisenin akabinde, basın
rişebileceğine dair haber-yorumla-
yorumcular iki kümeye ayrılmışlar­
yoluyla terbiye edildikten sonra bi­
rın niceliği arttı.
dı. Bazıları ‘çıkmaz candan ümit
raz daha hizaya sokulmasının neti­
kesilmez’
Şaron’u,
cesi, hem de Filistinlilerin yalnızlı­
kan ve önünü kesen ise, Filistin-İs-
Gamp David anlaşmasına Sedat’la
ğını gidermek ve İsrail’in mezali­
rail sorunu. Filistin meselesi etra­
birlikte imza atan başka bir Likut-
mini hafifletmek maksadıyla bir
fında; yeniden şekillenen Arap-İs-
A B D ’yi asıl zor durumda bıra­
fehvasıyla
çu olan Menahem Begin’e benzet­
girişim başlatmıştır. Bu girişime
rail cepheleşmesini çözmedikçe
mişlerdi. Bazıları da ‘Kırk yıllık ka­
görünürde Arap dünyasının büyük
ABD Irak’a zor saldırır. 1990-91
ni olur mu yani’ diyerek Şaron’un
kısmı (açık muhalefet yok), A B ve
yılında ise muvakkaten Filistin-îs-
umutsuz ve akut bir vaka olduğuııu
A BD destek çıkmıştır. İsrail’de ise
rail cepheleşmesi Kuveyt’in işgali
dile getirmişlerdi. Şaron’un şerir
Şaron ipe un sermiş ve tepki ver­
nedeniyle Arap-Arap cepheleşme­
tabiatına ümit bağlanamayacağını
mek yerine tepkileri,görmeyi ve
si haline dönmüştü. ‘İstisnai şartlar
öngörenler, tamamen haklı çıktı.
dinlemeyi yeğlemiştir. Meseleyi
kalkınca eski statü avdet eder’ ku­
Zaten Ehud Barak onu Filistinli­
nadasa terketmiştir.
ralı gereği yine Ortadoğu’da eski
lerden ve Arafat’tan intikam ve
tas eski hamam.
hınç alması için Harem-i Şerife
Abdullah’ın planı, aslında Şa­
ron’un izlediği politikalarla taban
Ümran‘ Nisan ‘ 2002 7
GÜNllEM
kadar gelmiş geçmiş planlar ara­
tabana zıt düşmekte idi. Zira A b­
dullah’ın planı, bir nevi Şaron ön­
sında en kapsamlı ve ileri teklif.
cesine dönüş manasına geliyor.
ABD , Irak’a kilitlendiğinden do­
Toprak karşılığı barışı öngörüyor.
layı, Filistin-İsrail meselesinde in-
Halbuki Şaron, barışı değil güven­
siyatifi Suudilere kaptırmıştır. Ve­
liği önceliyor. Şaron’un planı ise:
ya Suudlular için, bir bakıma
Önce güvenlik sonra barış, şeklin­
A BD namı hesabına girişimde bu­
de. Toprak konusunda da hiç tavi­
lunuyorlar da denebilir. A BD ’nin
ze niyeti yok. Aksine yeni yerle-
devredışı kalmasında, Clinton fi­
^şim merkezleri kurmaya devam
yaskosunun önemli bir payının ol­
ediyor. Bundan dolayı, Şaron sü­
duğu da elbette söylenebilir. Ama
rekli olarak Arafat’tan öncelikli
yine de ABD, yumuşak karnı olan
olarak “şiddeti” durdurmasını ve
Filistin-İsrail çatışmasından uzak
dindirmesini istiyordu. Müzakere­
durdukça, mesele üzerine üzerine
ler ise, istim gibi arkadan gelecek­
ti. En sonunda Şaron çatışmalarla
birlikte müzakerelerin yapılabile­
ceğini kabul ettiğinde; artık iş iş­
ten geçmişti. ‘G eçti Bor’un pazarı,
sür eşeğini Niğde’ye’ dedikleri gibi
kıvam kaybedilmişti.
Abdullah’ın barış planının en
önemli özelliği topyekün geri çe­
nedeni Harem-i Şerifin gelecek­
teki statüsünün tayiniydi. Zaten
Şaron da Harem-i Şerif bize attir
mesajı vermek için sırf Harem-i
Şerif e girmiş ve hürmetini ihlal
etmiş ve İkinci İntifada’yı tetiklemişti. Şaron gibiler, Gazze ve Batı
Şeria’dan vazgeçmeyi stratejik de­
geliyor. Meseleyi dondurarak kur­
tulmak istedikçe alevleri bölgeyi
ve hatta dünyayı sarıyor. Bundan
dolayı bazı Amerikan gazeteleri:
‘Yuh olsun, Suudlulann bile planı
var, bizim yok’ şeklinde tepki gös­
teriyorlar. Evet, ortalıkta bir A m e­
rikan planı yok. Aslında Amerika­
lıların, mezkur planın neresini ve­
kilmeye karşılık topyekün barışı
rinliği kaybetme olarak görüyorlar.
ve İsrail’i tanımayı içermesiydi.
Teknik olarak haksız da sayılmaz­
muamma. ABD, Arapların mutlak
Planın hayata geçirilmesi halinde,
lar. Burada, Şaron’un geri adım at­
surette İsrail’i tanımalarını istiyor.
İsrail’in normalleşmesinin önü
ması varlık nedenine ters düşerdi.
Bu konudaki çağrılarını da sürekli
açılacaktı. Zaten İsrail’in barıştan
Suriye’de Golan Tepelerinin du­
olarak yineliyor. Lâkin, Şaron’un
bütün beklentisi de buydu. Arap-
rumu netleşmeden toyekün barışa
karşı çıktığı topyekün çekilme ko­
lar bu beklentiyi tamamen karşıla­
prensipte onay verse de çekincele­
nusunda ne düşünüyor, bu konuda
maya hazırdılar. İstedikleri de
ri mahfuz idi. Taslak plan daha
fazla renk vermiyor. Camp David
1967 sonrasında işgal edilen top­
telaıik olarak masaya yatırılmadan
I l’nin başarısızlığı, Clinton idaresi
rakların sahiplerine ladesiydi. Şa­
siyasi olarak fiyaskoya maruz kaldı.
ve ardından Bush yönetimi tara­
ron ve yanındakiler Arapların
Gerçekte ilk defa Suudi Ara­
kendilerini tanımasına ‘evet’ diyor
bistan gibi ağırlığı olan ve İsrail’e
Abdullah’ın planı, bu konuda ye­
ama mukabilinde toprak takasına
mesafeli duran bir ülke böyle bir
niden topu İsrail’in sahasına atma­
karşı çıkıyordu.
projeye imza atıyordu. Belki de
ya matuf. Ama henüz top karşı sa­
Aslında Abdullah planında
projenin en önemli özelliği de bu.
haya gönderilmeden işler yine ça­
Arapların topyekün tanıma va­
Barış karşılığı toprak takasına da­
tallaştı ve karıştı. Abdullah’ın pla­
adinden başka bir yenilik yok. Za­
yalı olarak, 5 Haziran 1967’de iş­
nı, belki de İsrail kamuoyunu ve
ten tıkanmanın ardında buna ben­
gal edilen topraklar geri isteniyor.
yönetimini sarsmak ve İsrail’deki
zer teklifler yatmaktaydı. İsrailliler
Ürdün gazetesi ed-Dustur'un da
ikinci cepheyi harekete geçirmek
1967’de ele geçirdikleri toprakları
vurguladığı gibi, teklifin ilginç ya­
ve ayağa kaldırmak içindi. İsra­
sahiplerine iade edecek olsalardı,
nı, Şaron ve aşın İsrail sağının ik­
il’deki aşırılarla ılımlıları saflaştır­
ya ne kadarını destekledikleri de
fından
A rafat’a hamledilmişti.
barışın şimdiye kadar çoktan sağ­
tidarda olduğu bir dönemde yapıl­
mak istiyordu. Sözgelimi, Şimdi
lanması gerekirdi. Hatırlanacağı
mış olmasıdır 1. Topyekün çekil­
Banş, İşçi Partisi ve işgal altındaki
gibi. Camp David ll’nin tıkanma
meye karşı topyekün barış bugüne
topraklarda görev yapmak isteme­
8 Ümran‘ N isan-2002
ORTATOĞU'DA DİPLOMATİK FİYASKO / ÖZCAN
il’in yok olması demektir ve bu
yen yedekleri barış noktasında ce­
saretlendirmek istiyordu. Edward
taktirde varolma şansımızı yitiri­
Said de son sıralarda barışçı İsrail
riz...”3 Güvensizlik bu kadar derin
muhalefetine daha bir önem veri­
olunca planlar da kar etmiyor.
yor. Onları dikkate alıyor. Bu un­
Dolayısıyla bu planla birlikte, İs­
surların kıymetlendirilmesi gerek­
rail sağında yine kuşku ve güven­
tiğine inanıyor.
sizlik hakim iken, solunda da ümit
tomurcukları yeşermiştir. Ama
açmaya fırsat bulamadan.
Plan Nasıl Doğdu?
Bugün Arap dünyasında İsra­
Prens Abdullah, Beyrut’taki Arap
il’i tanıyan iki ülke var. Mısır ve
Zirvesi sırasında planını açıklama­
Ürdün. İşin ilginç yanı Abdul­
ya hazırlanırken olayların tırman­
lah’ın barış planının müzakere
ması sırasında Pulitzer ödüllü Mu­
edildiği ve onaylandığı zirveye
sevi asıllı gazeteci Thomas Friedm an’ın ziyaretini fırsat bilerek pla­
nını kamuoyuna duyumr. Islamiyetin l)rotestanlaştınlması projesinin
mimarlarından olan Thomas Fri­
edman, Suudi Arabistan’da krallar
gibi karşılanır ve ağırlanır, kendi­
sine özel bir uçak tahsis edilir.
Böylece Yahudilere yönelik bir ba­
rış planı, ilk elden bir Yahudi gaze­
teci vasıtasıyla dünyaya duyurulur.
Şimon Peres, Abdullah planı­
nın hareket noktasına karşı çık­
makla birlikte geliştirilebilir oldu­
ğu noktasında iyimser görüşler serdetmiştir. Avrupa turu sırasında
verilmesi taraftarı olmuş ve Ara­
fat’ın Beyrut zirvesine katılmasını
savunmuştur. Ama Binyamin Eli­
zer’in bu desteği yeterli olmamış­
tır. Dolayısıyla Abdullah’ın hitap
ettiği İsrail’deki barışçı kitle plan­
la birlikte ayağa kalkamamıştır.
Independent gazetesine göre. Bush
plana aktif destek vermiş ve Arap
liderleri arayarak: "Fırsatı kaçır­
mayın, Abdullah’ın barış planını
kabul edin’ diye telkinde bulun­
muştur. Buna rağmen, İsrail doğ­
rultusunda plana yine de çekince
koymuştur. ‘Mültecilerin dönüş hak­
her iki ülkenin liderleri de (Mü­
barek-Abdullah)
katılmamıştır.
Zirve öncesi biraraya gelen Arap
Ligi dışişleri bakanları 18 aylık intifada'ya olan desteklerini teyid et­
mişlerdir.
Amerikan Kongresi Dış İlişki­
ler komitesi üyelerinden Musevi
asıllı senatör Henry Siegman New
York Times gazetesinde ‘Will Isra­
el take a chanced’ başlıklı bir makele yazmıştır. Deneyimli siyasetçi
Siegman İsrail sağının bu fırsatı da
elinin teirsiyle iteceğini öngörmektedir^.
Abdullah’ın planında, detay-
Peres Avrupalılardan da planının
kı’ meselesi gibi. Mültecilerin dö­
landınlmasa bile, Ağlama Duva-
geliştirilmesine katkı sağlamaları­
nüş haldcını duyunca İsrailli lider­
rı’nın İsrail hükümranlığına bıra­
nı istemiştir^. Bu plan üzerine,
leri hafakanlar basıyor. Saçları di­
kılması da var. Keza Yahudi ma­
geçmişte Sedat’la yaşandığı gibi İs­
ken diken oluyor. Filistinliler ara­
hallelerinin İsrail’e terkedilmesi
rail cumhurbaşkanı Moşe Katsav,
sında da bu mesele realistlerle ide­
de müsellem bir kaziyye. Buna rağ­
Abdullah’ı Kudüs’e davet etmiş ya
alistler arasında çekişme meselesi­
men, içlerinden biri olarak Sieg-
da kendisinin istenmesi halinde
ne dönüşmüştür. Nesibe gibi bazı­
man’ın da işaret etitği gibi, Şa­
derhal Riyad’a gideceğini duyur­
ları bu hakdan feragat edilmesini
ron’un barış fırsatlarıyla işi yok.
muştur. Şaron bile planın Suudi
istedikleri için afaroz edildiler.
Kabine üyelerinin ciddiyetinin
Arabistan’dan gelmesinin olumlu
Abdullah’ın bu planıyla birlik­
sorgulanması maksadıyla Abdul­
bir nokta olduğunu inkar edeme­
te, sanıldığının aksine Arapların
lah’ın İsrail’e davet edilmesi tekli­
miştir. Detayları görmek isteyen
ve Müslümanların barışçıl olduk­
fiyle bile ilgilenmemiştir. Katsav
Şaron’un bürosundan ise farklı bir
larını ispata çalıştığı belirtiliyor.
kadar olamamıştır. Siegman’a gö­
açıklama yapılmıştır. Buna göre
Şaron ise hiçbir tevile gerek kal­
re, Şaron’un ‘önce şiddet dursun’
plan, bir deneme balonundan iba­
mayacak
Washington
şartı, aslında Gazze ve Batı Şeria’yı
rettir. İşçi Partili Savunma Bakanı
Post’a açık ve net konuşmuştur:
elde tutmanın bahanesinden baş­
Elizer ise baştan beri plana şans
“1967 öncesi sınırlara dönüş, İsra­
ka bir şey değil.
şekilde
ümran-Nisan -2002 9
GÜNDEM
Arap Tarafının İstekleri
sinden mi, yoksa suikast söylenti­
lerinden mi veya İsrail ve A BD ’ye
Gelir ama dönemeyebilir’ demişti.
Arafat ve Arap Birliği Genel Sek­
tepkisinden mi kaynaklandığı, tam
Ne ilginçtir, aynı senaryoyu bu de­
reteri Amr Musa ta baştan Abdul­
anlaşılamamıştır. Belki de, hepsi­
fa Şaron, Arafat’a karşı sahnele-
lah planına açıktan destek verdi­
nin de rolü vardır. İH A’nın ekip­
miştir. ‘Beyrut’a gidebilir ama dön­
ler. Amr Musa, planı: ‘Arapların
manıyla Arafat’ın telekonferansla
mesine izin vermeyebiliriz’ sözle­
İsrail’e açık mesajı’ olarak değer­
zirveye katılması girişimi Lübnan­
riyle Arafat’ın Beyrut’a gidişinin
lendirmiştir. Musa, barış için üzer­
lıların müdahalesiyle kesilmiş ve
önünü kesmiştir. Mübarek de Şa­
lerine düşeni yapmak istediklerini
bu tepkilere neden olmuştur. Bu­
ron’un kötü niyetinden dolayı
ve İsrail’in koyduğu engelleri kal­
nun üzerine geçici olarak Filistin
Arafat’ı uyarmış ve ‘ayağını denk
dırmak istediklerini söylemiştir.
heyeti ile Suud heyeti salonu ter-
al’ demiştir. Associated Press’e
ketmiş, Suud istihbarat şefi de bay­
açıklama yapan Filistin tanıtma
gınlık geçirmiştir. Dolayısıyla zorlu
Bakanı Yasir Abid Rabbuh kararla
Arapların yitirilmiş haklarına ye­
niden kavuşmaları karşılığında ba­
rışa hazır olduklarını yinelemiştir.
Bu bağlamda Filistin, Lübnan ve
Suriye’nin işgal altındaki toprakla­
rına vurguda bulunmuştur(5).
Haaretz gibi İsrail basını planı,
Filistinlileri Şaron’dan kurtarmaya
matuf bir girişim olarak değerlen­
dirmiştir. Zirvenin başarılı geçmesi
ve gergin bir zirve yaşanmış ve so­
nuçta dağ fare doğurmuştur. Filis­
tinliler buna rağmen Abdullah
planını, 1991 Madrid Konferan­
sından sonra en önemli girişim
olarak selamlamaktadırlar.
Fiyaskoya Dönüşen Zirve
var. Gelmesi ona, gitmesi bize ait.
ilgili açıklamasında: "Filistin hü­
kümeti ve lideri Yaser Arafat Filis­
tin’de kalarak halkıyla birlikte İs­
rail saldırılarına karşı koymaya ka­
rar verdi. İsrail’in Arafat’ın Bey­
rut’a giderek tekrar Filistin’e dön­
mesini engellemesine şans veril­
meyecektir..." demiştir.
için Suud istihbaratı aktif olarak
Şaron da Arafat’ın Beyrut’a git­
devreye girmiş ve mekik ziyaretle­
mesi için şartların olgunlaşmadığı­
rinden birini Mısır’a yapan istih­
İsrail’deki kargaşa ve Şaron’un
uzun gölgesi, zirvenin sonuçları
nı gerekçe göstermiştir. Şaron bu­
nunla da kalmamış A BD ’nin ona­
barat şefi Prens Nevvaf Bin Abdu-
üzerinde etkili olmuştur. Şaron
laziz, Mübarek’le zirveyi ve planı
alay edercesine Arafat’ın yerine
yıyla tabi -Arafat’a suikast dışında-
önceden müzakere etmiştir. Bu­
zirveye kendisinin katılmak istedi­
Filistinliler üzerinde her türlü pla­
. nunla birlikte. Mübarek süıpriz bir
ğini dile getirmiştir. Arap Birliği
nı ve silahı denemiştir. Önce AB
şekilde zirveyi boykot etmesine
Genel Sekreteri Amr Musa’nın
ve A BD ’nin baskıları üzerine, Ra-
mani olamamıştır. Bunui"!, insiya-
buna cevabı biraz mizahi olmuştur
mallah’a hapsettiği Arafat’ı serbest
tifi Suudlulara kaptırmak endişe­
ve; "Geleceği varsa, göreceği de
bırakmış, ama direniş eylemlerinin
10 Ümran‘ N isan-2002
ORTADOĞU’DA DİPLOMATİK FİYASKO /ÖZCAN
devamı üzerine amansız bir şekilde
şünceyi paylaşanlara göre, netice­
de dikkate alınarak Filistinliler
bu defa mengeneyi daha da sıkmış,
de İsrail planı onaylamadığı için
için Kudüs’ün öngörülen bölümü
Arafat’ı eskisinden beter şartlarda
ABD de yan çizmiştir. Lübnan’da
bu kez açıkça telaffuz ediliyor ve
hapsetmiştir. Bunun üzerine Ara­
yayınlanan el-Mustakbel gazetesi
Doğu Kudüs diye adı konuluyor.
fat; “İsrail’in eline düşmektense şe-
yayın yönetmeni Michel Nofel ise,
Arafat’ın
hadeti yeğlerim” şeklinde mesajlar
tam tersine. Mübarek’in zirveye
Kuds’üş-Şerif ibaresi yok. Liderler
sık
sık
kullandığı
katılmamakla aslında İsrail ve
katılmasa da ilk defa Arapların
Arapların zirveye yaklaşımları­
A BD ’ye tepki koyduğunu düşünü­
ılımlılarıyla radikalleri bir anlaşma
na gelince. Zaten, Suudi Arabis­
yor. Sonuç, Şaron’un fazla umu­
. çerçevesinde buluşmuş oldular. Bu
tan’ın diplomatik ağırlığından do­
runda da olmadı.
vermeye başlamıştır.
da, Filistin meselesinin karmaşıklı­
layı aralarındaki mutabakat biraz­
Böylece Suudlulardan ve Ara­
ğını ve zorluğunu gösteriyor. İsrail
cık da zoraki idi. İsrail’in de istek­
fat’tan gayrı kimsenin dört elle sa­
ise Beyrut bildirgesini soğuk bir şe­
siz tavrı, iyice işin keyfini kaçırdı.
tılmadığı barış planı ortada kalma
kilde karşıladı. Planın kabulüyle il­
Bundan dolayı, zirveye katılım
pahasına Beyrut zirvesinde kabul
gili belki söylenebilecek en uygun
beklenen seviyenin altında ger­
edilmiş oldu. Araplar, Beyrut zir­
tanım şu olsa gerektir: İsrail ile
çekleşti. Saddam gibi liderler zaten
vesiyle birlikte tarihte ilk defa top-
Araplar birbirlerini uzaktan da ol­
hep yardımcılarını gönderiyorlar.
rak-barış takası karşılığında İsrail’i
sa karşılıklı selamlamış oldular.
En fazla gelmesi umulan Mübarek
tanımaya hazır olduklarını ilan et­
Planın sahibi Suudi Arabistan
ve Ürdün Kralı II. Abdullah ise or­
tiler. Ama muhatap bulamadan...
Veliaht Prensi Abdullah, zirve
talarda görünmediler. Bu liderler
Şimdi bu kabul edilmiş plana bir
sonrasında, Arap Birliği zirvesinde
kayıplara karışınca zirvenin ağırlı­
salıip bir de muhatap aranıyor.
onaylanan barış planının, “İsrail
Başbakanı Ariel Şaron’a rağmen”
ğı da kalmadı. Körfez ülkelerinden
İsrailliler de planın bir müzake­
emir-kral seviyesinde sadece Bay-
re ve müzakereci taraflar içermedi­
reyn kralı zirvede hazır bulundu.
ğini hatırlatıyorlar. Suudi Dışişleri
“Şaron aklını kaybetmiş” diyen
Batı basını da Mübarek’in yoklu­
Bakanı Suud el-Faysal, zirvede ka­
Abdullah, Şaron’un, Filistin lideri
ğunu zirvenin parlak geçmemesine
bul edilen paketin tam paket oldu­
Yaser Arafat’ın Ramallah’taki ka­
kanıt olarak sundu (6). Müba­
ğunu ve tecezzi kabul etmeyeceği­
rargahına saldırma kararının, barış
rek’in yokluğu zirvenin şansını
ni bildirmiştir. Halbuki İsrail te­
planını “raydan çıkaramayacağını”
azaltırken hem de Suudluları hayal
cezzi istiyor. ‘Toprak bedeline lü­
da ileri sürdü. Abdullah, ABD Baş­
kırıklığına uğratı. Bu kayıplar, psi­
zum yok, sadece siz bizi tanıyın’
kolojik yönden zirvenin ehemmi­
anlamına gelen şeyler söylüyor.
yetini ve başarısını gölgelemiştir.
Zaten Şimon Peres bile planı ön-
Dolayısıyla plan her ne kadar oy­
şartlı buluyordu. Böylece belki de
birliğiyle kabul edilse de, ölü ola­
tarihte ilk defa, kimsenin sahip
rak doğmuştur. Ayrıca planın zir­
çıkmadığı ve muhatabı olmayan
veden çok önce Friedman’a açık­
bir barış belgesi oybirliği jle kabul
lanması ve dolayısıyla tartılşılarak
edilmiş oldu. Tam bir garebet.
yıpranması da, şansının azalmasına
Ancak buna, ‘yaşasın Suudi diplo­
ileriye götürüleceğini vadetti.
kanı George Bush’u, Ortadoğu kri­
zi çerçevesinde “adaletli davran­
maya” çağırdı ve “Umarım Bush,
adil davranan insanlar arasında yer
alır” demekle yetindi.
Zirvenin asıl görünmeyen so­
nucu, belki de Irak’ın bir daha Ku­
veyt’i işgal etmeyeceğine dair yazı­
lı garanti vermesidir.
yol açmıştır. Adnan Kaşıkçı’nın
masisi’ denebilir.. Beyrut bildirge­
yakınlarından Arab News’in genel
sinde mülteciler için adil bir çö­
1-er-Riv^-' gazetesi, 22 Şubat 2002
yayın yönetmeni Cemal Kaşıkçı,
züm bulunmasına da vurgu yapılı­
2-eş-Şarkul’l Avsal, 22 Şubat 2002
Mübarek’in zirveye katılmamasını,
yor. Onaylanan plana göre, Filistin
ve bunun zirveyi gölgelemesini
devletinin sınırlan Gazze ve Batı
Amerikalıların baskılarına dayan­
Şeria ile birlikte Doğu Kudüs’ü de
dırmaktadır. Ona ve benzeri dü­
kapsayacaktır. İsrail’in hassasiyeti
■
DİPNOTLAR
3-el-Vatan gazetesi, 23 Şubat 2002
4'Sat(d( Gazette, 23 Şubat 2002
5'Arab News, 20 Şubat 2002
6'L Herald Tribune gazetesi, 27 Mart
2002
Um ran-Nisan -2002 1 1
da olacağı hayalini unutmalı. Bu
GÜVENLİK İSTİYORSANIZ
ÖNCE İŞGALİ DURDURUN
hiçbir zaman ve dünyanın hiçbir
yerinde mümkün olmayacak bir
şeydir. Çünkü bu tür bir beraberlik
ancak köle ve efendisi arasında
mümkündür. İsrail gerçekten bir
M ERW AN BARĞ UTÎ
Türkçesi: Nazmi Ç ağan
güvenlik sorunu yaşıyorsa, bunun
nedeninin, Filistinin özgürlüğü­
nün yok edilmesi gerçeği olduğu
artık görülmelidir. Ne zaman ki, İs­
rail, Filistin’deki kuşatmaya ve kan
^ iliştin Başkanı Yaser Ara­
F
yapmaya ve kan dökmeye başladı.
gölüne son verirse, o zaman barış
fat’ın 18 Aralık’taki ateşkes
Şaron barbar ve illegal ölçüler­
ve güvenlikten sözetmek mümkün
çağrısından sonra İsrail’in
deki tavırlarına “her şeyi İsrail gü­
olabilecektir. Bu işin başka bir yo­
yüzlerce Filistinli’yi öldürmesine
venliği için yapıyorum” diyerek
lu yok: İsrail, güvenlik ve barış is­
rağmen, bu süre zarfında İsrail hal­
yaptığı cinayetleri meşrulaştırmaya
tiyorsa, işgali derhal sona erdirmek
kından hiçbir kayıp olmamıştı. Ve
çalışıyordu. Fakat diğerleri gibi İs­
zorundadır.
bu olay, dünya yönetimlerinde ve
rail’in suikast adayı olarak ben İs­
Ö nce İsrail ve sonra da tüm
uluslararası basında, “şiddet içeren
rail halkına sadece şunu söyleyebi­
dünya şu temel gerçeği anlamalıda­
olaylarda geçici bir durulma” ola­
lirim: Ne bana yapılması planla­
ki, eğer kuşatma ortadan kalkarsa,
rak değerlendirilmişti. Fakat bu
nan suikast gerçekleştiğinde, ne de
Filistinlilerin özgürlük içinde yaşa­
durulma aslında İsrail Başkanı Ari­
15 ay içindeki diğer 82 suikast, İs­
malarına izin verilirse, ekonomik
el Şaron’un yapabileceği bir şey
rail halkını bekledikleri ve istedik­
ve kültürel bağlarla barışçıl bir ge­
değildi. O, kriz zamanında seçil­
leri güvenliğe ulaştırmayacak.
lecek için görüşmeler yapıldığı
mişti ve biliyordu ki, kendi kural­
İsrail’in güvenliğine kavuşabil­
larını sadece kriz zamanında de­
mesinin tek ve aslında oldukça ba­
vam ettirilebilirdi. Ve o, siyasi ha­
sit bir yolu var: Filistin üzerindeki
Biz Filistinliler tarihî Filistin
yatının devamı için elinden geleni
35 yıllık işgali sona erdirmek. İsra­
topraklarının % 78’ini işgal eden
ne pahasına olursa olsun yapacak,
il artık barış ve kuşatmanın bir ara­
İsrail’in varlığını kabul ettik, ama
huzursuzluğu artırmak ve
barış görüşmelerinden uzak
taktirde gelecek daha güzel olacak­
tır.
İsrail, 1967’den beri işgal
'
altındaki % 22’lik kısımda
durmak için hep bir baha­
bile,
ne arayacak.
hakkını kabul etmeyi red­
Mülteci
Filistin’in
yaşama
konumunda
dediyor. Gerçekler tüm
olan 600 Filistinli, Gaz-
çıplaklığıyla ortada olma­
ze’deki evlerinin Şaron’un
sına rağmen, Filistinliler
buldozerleri tarafından yer­
hâlâ uzlaşmamakla suçla­
le bir edilmesinden dolayı,
nıyor. Açıkça söylemeli­
tekrar mülteci konumuna
yim ki, uluslararası an­
sokuldular. Birgün sonra da
laşmaların yürürlüğe ko­
işgal altındaki Doğu Ku­
yulmasını beklerken da­
düs’te Filistin evleri yıkıldı.
ima olayın sorumlusu ola­
Daha sonra Filistinlilerin
rak bizim gösterilmemiz­
yeterince tahrik edildiğini
den artık bıktık.
ve şiddet döngüsünün tek­
Ve artık Am erika’ya
rar başlamasını garanti al­
hiçbir güvenimiz kalmadı.
tına almak için Şaron’un
Çünkü Amerika, İsrail’in
İsrail’i aralıksız suikastler
12 Ümran • Nisan • 2002
ÖNCE İŞGALİ DURDUKUN / BERĞUTİ
illegal kolonilerinin gelişmesi için
her yıl milyarlarca dolarlık yardım
yapıyor İsrail’e. Çünkü “terörizm
savaşçısı” olarak lanse edilen sa­
vunmasız bir halka karşı kullan^
ması için F -lö ’lan, helikopterleri
ve diğer silalıları sağlayan, 1982
deki Filistinli mültecilerin katli­
amından sorumlu olan, savaş su­
çuyla yargılanmayla yüz yüze ge­
len Şaron’un üstüne titreyen tek
ülke Amerika hâlâ. Filistin’in öz­
gürlüğünü inkar demek olan şid­
detin gerçek sorumlularına hiçbir
gönderme yapılmazken dünyanın
süper güçlerinin İsrail’in cinayet­
leri karşısında sadece “şiddeti dur­
durun” diyerek tüm cinayetlere
seyirci kalmaları, dünyamızın ge­
leceği hakkında bir hayli kötüm­
ser yapıyor insanı.
Geçen 17 ay zarfında, İsrail
900’den fazla Filistinliyi öldürdü.
Ve bunların % 25’ini 18 yaşın al­
tındaki çocuklar oluşturuyor. Ve
Ben ne teröristim ne de bir ba­
cak 1994’ten beri ne zaman ki İs­
ABD, hâlâ Birleşmiş Milletler’in
rış karşıtıyım. Ben tüm diğer zulüm
rail’in bu işgali bitirmekte ciddi ol­
bölgedeki savaşı durdurmak için
gören insanların doğal olarak sa­
duğuna inandım; adalet ve eşitlik
evrensel koruma güçlerini gönder­
vunacakları (başka yerden yardım
üzerine kurulu bir barışın yorgun
me planını veto etme küstahlığını
alamayanların kendini savunma
göstermeye devam ediyor.
bir savunucusu oldum. Filistin de­
hakkı gibi) şeyleri savunan Filistin
legasyonlarının İsrailli Parlamen­
Bu yüzden biz Filistinliler ola­
rak kendi başımızın çaresine bak­
mak ve kendimizi korumak zorun­
dayız. Kimse bizden üzerimize ya­
ğan kurşunları seyretmemizi bekle­
i
organlarıma sopayla vuruldu. A n ­
sahibiz.
mesin! Eğer İsrail kendisini, F16’larla ve helikopterlerle bizi
bombalamak hakkına sahip görü­
yorsa, Filistinlilerin bunları düşür­
mek için savunma silahlan arama­
sokaklarında kurşun yağmurları ve
İsrail tanklarının
gölgesi altında
yaşama ve varolma mücadelesi ve­
ren sıradan bir insanım.
Bu işgal ve cinayetlere karşı be­
nim direnmekte kararlı olmam,
benim öldürülmeme sebebiyet ve­
rebilir. Bu yüzden ölümümün dün­
yaca, İsrail’in “terörle mücadele”
terlerle karşılıklı uzlaşma ve işbirli­
ğini geliştirmek için görüşmelerine
sıcak baktım. BM önergesine uy­
gun bir çözüm ve 1967’de işgal edi­
len Filistin topraklarından tama­
men çekilmeye dayalı eşit ve ba­
ğımsız iki ülkenin (İsrail ve Filis­
tin’in) barışçıl birlikteliğinin yol­
larını aramaya başladım. Ben İsra­
sı süpriz olmamalı. Ben ve ait oldu­
sinde! bir istatistikten ibaret oldu­
ğum Fetih hareketi, gelecekteki
ğunun düşünülmemesi için bu ya­
illi yıkmak, parçalamak istemiyo­
komşumuz olan İsrail’in içindeki
zıyı kaleme alma ihtiyacı hisset­
rum; sadece benim ülkeme yapılan
sivilleri hedef almaya ve saldırılara
tim. Yaklaşık 6 yıl İsrail hapisha­
işgali bitirmek istiyorum.
şiddetle karşı olmamıza rağmen
nelerinde siyasi mahkum olarak
kendimizi korumak, ülkemizi işgal
hapsedildim. Buralarda akla hayale
Yazar, El-Fetih Örgütü'nün G enel
eden İsraillilere direnmek ve öz­
gelmeyecek işkencelere maruz kal­
Sekreteri ve Filistin Yasama Kon-
gürlüğümüz için savaşmak hakkına
dım. Gözlerim bağlanaralc üreme
seyi’nin üyesidir.
■
Unvan ■Nisan -2002 13
Mart’tan Aralık’a
TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİNDE
SONA DOĞRU
N E C M E T T İN T U R İN A Y
G
eçtiğimiz Mart ayının; siya­
si tarihimiz ve Türk dış po­
litikası açısından taşıdığı
önemi öyle sanıyorum ki, ileride da­
ha iyi kavrama imkanı bulacağız.
Türkiye- Avrupa Birliği, Kuzey Irak
ve Kıbrıs, ABD Başkan Yardımcısı
Cheney’nin bir hayli bozuk bir şekil­
de Türkiye’den ayrılması, Afganis­
tan komutanlığı ve AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu komi­
seri Gunter Werheugen’in Kıbrıs ve
ABD konusundaki açıklamaları!..
Tabi bir de. Başbakan Yardımcısı
Mesut Yılmaz etrafındaki bin bir
spekülasyonun yanı sıra, Devlet
Bahçeli ile İsmail Cem ve Meclis
Başkanı Ömer İzgi’nin AB konusun­
daki son derece manidar tavırları!..
Bütün tavırları bir arada mütalea
edince, yani ayrıntıdan bütüne yük­
selerek daha tepeden bir değerlen­
dirmeye tabi tutunca; ister istemez
Türkiye’de önemli bazı şeyler mi
oluyor diye düşünmek durumunda
kalıyoruz.
Evet, herhalde önemli bir şeyler
oluyor. Hem de sırf Türkiye ile sı­
nırlı değil. Türkiye’nin yeri, konumu
ve uluslararası düzlemde işgal edece­
ği yeni mevki husûsunda, ciddi bazı
pazarlıkların yapıldığı bir süreci ya­
şıyoruz. Dikkat edelim, burada sırf
Türkiye’nin kendi özgün iradesiyle
geliştirdiği bir tercihten söz etmiyo­
ruz. Bilâkis tam aksine, Avrupa Bir­
liği ile Birleşik Amerika’nın, hemen
hemen aynı tarihlere denk düşecek
biçimde, Türkiye’nin konumunu ta­
1 4 Ümran • Nisan >2002
yin noktasında yeni bir tavır değişik­
liğinin içine girdiklerinden söz et­
mek istiyoruz. Dolayısıyla bir vakit­
tir derinlerde seyreden ve geçtiğimiz
marttan itibaren de hem ABD, hem
Avrupa Birliği cenahında açıktan
açığa tezahür ettirilmeye başlanan
menhus bazı tavırları, yeni baştan
değerlendirmeye tabi tutmamız icap
ediyor.
Türkiye’de kamuoyunu kontrol
altında tutan iç ve dış etki odakları,
maalesef toplumun sağlıklı bilgilen­
dirilmesinin önünde sağlam bir du­
var oluşturabildikleri için, ülke ola­
rak maruz kaldığımız yeni süreci ye­
terince izleyemiyoruz. Milli Güven­
lik Kurulu Genel Sekreterliği’nin
açıklamasında böyle olduğu gibi,
Mesut Yılmaz’ın AB konusundaki
kamplaşmacı tutumunu da aynen
böyle, özünü yitirmiş iç politika mal­
zemeleri seviyesinde değerlendiriyo­
ruz. Sanki AB meselesi, sırf Türki­
ye’nin yandaşlık ve muhaliflik tutu­
muyla izah edilebilir bir sorunmuş
gibi!..
— --------------------Bu bakımdan kendimizi, mevcut
kördöğüşünün biraz olsun dışına çe­
kerek, içerideki ve dışarıdaki geliş­
melere bu çerçevede bakmayı dene­
yelim. Zaten Türkiye’nin mevcut
yerine ve konumuna, uluslararası ve
bölgesel düzlemdeki istikamet kırıl­
malarına veya yeni istikametlere ye­
terince vakıf olabilirsek; yani gele­
ceğimize ilişkin bir takım öngörüler
üretebilirsek, Türkiye iç politikaları­
nın bundan etkilenmemesi söz ko­
nusu olamaz. Türkiye’deki bir takım
basın ve köşe madrabazlarının ya da
ideoloji ve siyaset bezirgânlarının
anlamak istemediği hususlar da bu­
ralarda yatmaktadır.
Bu bakımdan yukarıda söylediği­
miz hususları, geçtiğimiz Mart ayan­
daki önemli gelişmelerle bire bir eş­
leştirmeye çalışalım.
Önce Cheney’nin Ankara Ziyareti:
Şaşkm ve Bozuk Bir Psikoloji
Kuşkusuz geçen ayın en mühim ha­
disesi ABD Başkan yardımcısı Dıck
Cheney’nin Ankara ziyareti oldu.
Bu ziyaret dolayısıyla, asla unutul­
maması gereken iki hususa işaret et­
mek gerekiyor. Bu hususlar Che­
ney’nin Ecevit’le 14 dakika; Genel­
kurmay başkanı Kıvrıkoğlu ile bir sa­
at civarında görüşmesi; Türkiye veya
ABD açısından bu görüşmenin alı­
şılmış dişiliği; “muhatabınız hükü­
mettir” gibi bir sözün söylenip söy­
lenmediği ile ilgili değildir. Tam ter­
sine, ABD Başkan Yardımcısı Dıck
Cheney’nin Genelkurmay başkanı
ile yaptığı uzun müzakerenin ardın­
dan, daha önceden ilân edilmiş ba­
sın toplantısı fikrinden vazgeçmesi
hadisesidir. Bizim edindiğimiz du­
yum ve intihalara göre, bu müzake­
relerden ABD tarafı hoşnut kalma­
dığı gibi, umduğunu da bulamamış­
tır. Basında çok tartışıldığı şekliyle,
buradaki tatminsizliğin asıl sebebi
sırf Irak’a müdahale ile sınırlı değil­
dir .“Çünkü bu konuda Türkiye’nin
politikası zaten bilinmektedir ve ge­
rek Başbakan, gerekse Genelkurmay
başkanı tarafından muhtelif vesile­
lerle izah edilmiş bulunmaktadır.
Dolayısıyla ABD Başkan yardımcısı­
nın bir nevi gizli protestosunun al­
tında, daha başka sebepler bulunma­
lıdır diye düşünüyoruz.
Bir basın toplantısının iptalinin,
bu derece önemli olup olmadığı kuş­
kusuz tartışılabilir. Ancak şunu
unutmayalım: Dick Cheney, Türki­
TÜKKİYE-AB İLİŞKİLERİ /TURİNAY
ye öncesinde tam on bir ülke ziyaret
etti. Ve bu ülkelerde yaptığı görüş­
melerin akabinde de behemehal bir
basın toplantısı yaptı. İlgili ülkelerin
görüşleri, ABD’nin beklentileri hu­
suslarında açıklamalarda bulundu.
Tabii olarak, Türkiye’de de böyle ya­
pılması icap ediyordu. Nitekim ba­
sın toplantısı programa bunun için
konmuştu.
ABD Basınının Ambargosu
İşte onun için iptal hadisesinin üze­
rinde çok duruldu; Türkiye’den kay­
naklanmayan bin bir sebep dolayı­
sıyla da asıl nedenlere asla inilmek
istenmedi. Şimdi buraya bir “mim”
koyalım da ikinci dikkati çeken hu­
susa eğilelim: Meğer Cheney’in
Türkiye ziyaretine ve Türkiye’nin
görüşlerine Amerikan basınında
beklenen alaka hiç mi hiç gösteril­
memiş!.. Ziyaret öncesinde değil, zi­
yaret sonrasında da!.. Bu ilgi azlığını,
belki de normal karşılamak gereke­
bilir.
Fakat konunun ilgilileri hiç de
böyle düşünmüyorlar. Cheney’in
ufak tefek Körfez ülkelerine, Mısır’a
ve Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaret­
ler ABD basınında çarşaf çarşaf yer
bulmamış mı? Yani Türkiye ziyareti­
nin üç beş misli genişliğinde veril­
miş bu haberler. Halbuki yaptığı 12
ziyaret içerisinde, en sona bıraktığı
ülke Türkiye değil miydi? En sona
bıraktığı ülke, ABD politikaları açı­
sından en miıhimi sayılmıyor muy­
du? Burada toplu bir değerlendirme
yapılmayacak mıydı? İrak dışında,
Afganistan, Kafkasya, Orta Asya po­
litikalarını da buna eklerseniz (tabi
bir de Avrupa Ordusu konusu var),
Dick Cheney açısından Türkiye zi­
yareti, hepsinden dalıa önemli değil
miydi? İşte bu önemli ziyaret, ABD
basınında alabildiğine küçük görül­
müş; üstüne üstlük bir de programda
ilân edilen basın toplantısını ABD
tarafı iptal ediverince, ziyaret haber­
leri bilinçli bir güdümleme ile alabil­
diğine hafife alınmaya başlamış.
Bütün bunlardan çıkan sonuç,
Türkiye-ABD ilişkilerinde, henüz
daha kamuoyuna yeterince yansıtıl­
mayan ciddi bazı açmazlarla yüz yüze
gelindiği gerçeğidir. Eğer bu mesele­
yi sırf Saddam’a veya Irak’ın gelece­
ğine indirgerseniz, işte en büyük ya­
nılma bu olur, diye düşünüyoruz.
Cevap Kime?
A B ’ye mi, ABD ’ye mi?
Peki öyleyse Türkiye ile ABD ara­
sında derinden seyreden soğukluk
nereden ileri gelmektedir?
Meselenin ilk uç verişi, daha
doğrusu kamuoyu önündeki ilk so­
mut tezahürü. Harp Akademilerinde
düzenlenen "Bölgesel Banş” ihtiyaç
ve arayışından kaynaklanan toplantı
ve orada Milli Güvenlik Kurulu ge­
nel sekreteri Tuncer Kılınç’ın yaptı­
ğı AB eleştirisine dayalı konuşması
oldu. Türkiye kamuoyu ve basın, il­
gili mesajı, sırf AB ile sınırlı görmek­
te ısrar etti. Bu tabiî ki bütünüyle
yanlış sayılmaz. Fakat Bölgesel Barış
Türkiye için bir ihtiyaç olsa bile; bu
önermeden AB’den ziyade ABD ta­
rafının daha çok rahatsız olduğu an­
laşılmakta gecikmedi.
ABD’nin Güney Kore ile birlikte
"şer üçgeni’’ olarak saydığı İran ve
daha ötede Kafkas politikalarının
sonunu getirecek Rusya’nın bir ara­
da zikredilmesi, ABD’nin kafasını
alabildiğine karıştırmış gözüküyor.
Yani sizin anlayacağınız, Tuncer Kılınç’ın üç cümlelik mesajı; sırf AB’ye
yönelik bir tavır olarak değil de; tek­
lif muhtevası bakımından dalıa zi­
yade ABD’ye müteveccih bir karşı
önerme olarak anlam kazanmakta­
dır.
Yeni ABD Dayatması;
İsrail-Hindistan-Türkiye İşbirliği
Umran’ın dikkatli okuyucuları hatır­
layacaklardır. Geçen sayıların birin­
de, "Soğuk Savaş Bitti/Şimdi Sıcak Sa­
vaş Zamar^ıdır” başlıklı geniş bir ana­
liz yayınlamıştık. Orada Körfezlirak
savaşı, Yugoslavya ve Afganistan
müdahalelerini topluca ele alarak,
Yeni Dünya Düzeni’nin ve ABD
müdahalelerinin gelecek bakımın­
dan ne anlama geldiği sorusuna ce­
vap aramıştık. Ayrıca da Hindis­
tan’ın, ABD’nin Çin politikaları
açısından yeni bir müttefik değerine
yükseleceği; 11. Dünya Savaşının so­
nundan itibaren bu rolü ABD açı­
sından güvenle yürüten Pakistan’ın
Ümran-Nisan -2002 15
GÜNDEM
sırf bu yüzden büyük bir boşluğa dü­
şeceği ve hatta ileride Pakistan’ın,
tabiî ki Afganistan’la birlikte parça­
lanmak istenebileceği gibi hususlar
üzerinde durmuştuk.
Hatta bir adım daha atarak,
ABD istihbarat kuruluşları ile dış
politika yapımcıları tarafından hazu'lanan 2015 Dünya Raporu’nda
(bkz: Ümran 90-91 sayı ek) Türkiye
hakkındaki değerlendirmelere eğile­
rek, ABD’nin önümüzdeki zamanlar
için (Türkiye-İsrail-Hindistan) ara­
sında askerî/siyasî bir ittifak arayışı-
da, yepyeni bir alana tahvil etmenin
tam da zamanı diye düşünüldüğü an­
laşılmıyor mu?
Dünya 2015 Raporu'nda, daha
geçen yıl kurgulandığı anlaşılan bu
projeye göre, ABD’nin Türkiye’yi
AB içinde mütâlea etmediği bir ger­
çek. Yani ABD’nin Türkive’vi. asga­
riden dış politika imkân ve açılımla­
rı bakımından. AB’den daha bağım­
sız kullanmak düşüncesinde olduğu
anlaşılıyor. Burada iki şık üzerinde
durmak gerekir. A B’nin tamamen
dışında bir Türkiye, va da (15+1)
Dünya 2015 Raporu*ndsif ABD^nin Türkiye^yi AB
içinde mütâlea etmediği bir gerçek. ABD^nin Türkiye^yi, asgariden dış politika imkân ve açılımları bakı­
mından, AB Men daha bağımsız kullanmak düşünce­
sinde olduğu anlaşılıyor.
na girmek istediğinden söz etmiştik.
Bu ittifakın anlamı, ister istemez, İs­
rail ve Türkiye ile Hindistan arasın­
da kalan muhtelif İslâm ülkelerini
(Pakistan, İran, Irak, Suriye ve tabiî
ki Körfez ülkelerini) kıskaç içine al­
mak değil de nedir diye sormuştuk.
İşte geleceğe yönelik bu ABD ta­
savvurundan yola çıkarak sözkonusu
analizimizde, ABD’nin, Türkiye’nin
yerini Avrupa Birliği içinde düşünmeyebileceğini ileri sürmüştük. Şu­
nun şurasında daha ne oldu ki? Bi­
zim bir varsayım olarak, ama hayati
derecede bir vurgu ile üzerinde dur­
duğumuz bu husus, meğer ABD ile
Türkiye arasında cereyan eden son
müzakerelerde eni konu tartışılma­
mış mı?
İlk elde Cheney’nin ziyareti ön­
cesinde, ABD’li dış politika uzman­
ları tarafından gündeme getirilen ve
özellikle de Türkiye’ye empoze edil­
meye çalışılan siyasi yapılanma; yö­
nünü AB’ye döndürmüş Ankara üze­
rinde meğer soğuk bir duş tesiri bı­
rakmış. Türkiye’nin AB karşısındaki
tedirgin tutumunu; Batı bloğu dışın­
1 6 Um ran ■Nisan •2002
veya (27+1) gibi AB ile özel şartlar­
la ilgili bambaşka bir Türkiye!..
A BD ve Türkiye Politikalarında
Kırılma Noktası
İşte, daha Dick Cheney Ankara’ya
gelmeden önce, MGK Genel Sekre­
teri Tuncer Kılınç’ın yaptığı son ko­
nuşmanın muhtevası ile; ABD’li dış
politika uzmanlan (tabiî ki daha ön­
ce) ve Cheney’nin önermeleri ara­
sındaki benzerlik ve farklılıklar bu
bakımdan dikkat çekici olmaktadır.
Bir defa her iki önerme de, Tür­
kiye için AB dışında, daha yeni bir
konumlanma arayışını ifade etmek­
tedir, Bir defa ABD diyor ki: (Türki­
ye-İsrail-Hindistan) arasında yeni bir
işbirliği!.. İlk elde bu önermenin iki
anlamı bulunuyor: Çin’e ve Batı Av­
rupa’ya karşı bir duruş!.. İkincisi de
(İran, Pakistan, Irak, Suriye, Ürdün,
Filistin, S.Arabistan ve Körfez ülkele­
rini) kıskaç altına almak!.. İsrail do­
layısıyla Ortadoğu İslam ülkelerini,
Hindistan dolayısıyla Pakistan’ı ve
Türkiye dolayısıyla da İran’ı baskı ve
kıskaç altına almak.
Buna karşılık Tuncer Kılınç Paşa’nın ağzından çıktığı şekliyle:
(Türkiye-îran-Rusya) dayanışması
ki, ABD önermesinden daha bir
farklı. Temel özelliği de Bölgesel bir
işbirliği arayışına dayanması. Böyle
bir işbirliğinden, iyi düşünülecek
olursa, Avrupa Birliği’nden ziyade
ABD tarafı rahatsız olur. Irak ve
Kafkasya, hatta Karadeniz bölgesi
için daha müşterek politikalar vs.
Daha önemlisi de Türkiye’nin, İsrail
ekseninin dışında, yeni yeni alanlara
açılma imkanı bulması.
Ankara’da bazı Meclis Dışişleri
Komisyonu üyeleri ile yaptığımız gö­
rüşmelerden edindiğimiz intihalara
göre Türkiye, ABD önermesine rıza
göstermemiştir. Vâki ısrarlar karşı­
sında, İran ve Pakistan’ın, bir adım
ötede de Rusya’nın böyle bir ittifak
içinde yer almasında fayda gördüğü­
nü dile getirmiş. Bu hususlar Cheney
ile yapılan müzakerelerde de tekrar
tekrar ele alınmış. Daha ileride ABD
Başkan yardımcısının. Genelkurmay
başkanı ile gömşmek ısrarı da bura­
lardan kaynaklanıyormuş. Fakat bu­
na rağmen ABD tarafı herhangi bir
mesafe alamamış. Cheney’nin ba­
sın toplantısını iptali ve Türkiye zi­
yaretinin sisler arasında kaybolması
da işte buralardan kaynaklanıyor­
muş.
Dolayısıyla Kılınç Paşa’nın Harp
Akademileri’ndeki konuşması, bu
izahlar çerçevesinde daha bir anlam­
lı hale geliyor. Bu konuşma, AB kar­
şısında kuşkusuz Türkiye’nin rahat­
sızlığını dile getirmektedir. Bir adım
ötede de, AB dışında kalma ihtimali
yüksek görünen Türkiye’nin, içine
düştüğü bir arayış ihtiyacını!.. Fakat
bütün bunlara ve piyasadaki yaygın
yorumlara rağmen, biz Türkiye’nin
bilinçli bir şekilde AB dışında kal­
mayı tercih ettiği düşüncesini taşı­
mıyoruz. Burada asıl önemli olan,
MGK Genel Sekreterinin yaptığı
konuşmanın, Dick Cheney’nin ziya­
TÜRKİYE-AB İLİŞKİLKRİ /TURİNAY
retine tekaddüm ettirilmesindeki za­
manlama inceliği olmaktadır.
Böyle düşünüldüğü taktirde vâki
konuşma; Avrupa Birliği’nden ziya­
de ABD’ye, yani Dick Cheney’e mü­
teveccih durmaktadır. Yüzde 30-40
AB’ ye, yüzde 60-70 de ABD’ ye mü­
teveccih bir duruş sizin anlayacağı­
nız.
Avrupa Birliği
Türkiye’yi İtmeye Başladı
konuşmaya başlamaktadır.
2. İkincisi de AB parlamentosu­
nun, Ermeni soykırımına ilişkin al­
dığı son karardır. Bir adım ötede
Türkiye, bu kararı tanımaya davet
edilecektir. Dikkat lütfen, Türk ba­
sını bu kararı örtebilmek için akla
karayı seçmiştir. Sadece iki gazetede
manşet olabildi bu karar. Kuşkusuz
bu tutum sadece basının iradesiyle
de izah edilemez. Devlet içindeki
gizli bir lobinin varlığı dikkati çeki­
yor burada.
3. AB parlamentosuna sunulan
müktesebatına uymayan ülkelerle mü­
zakere, Avrupa Birliği’nin geleceği açı­
sından tehlikelidir.” vs.
ABD ve AB tarafında ortaya çı­
kan bu yeni gelişmelerin, geçtiğimiz
Mart ayı içerisinde tezahür ettiğini
akılda tutmak icap ediyor. Biz şah­
sen Türkiye’de AB’a girmek veya
girmemek tarafları olan çevrelerin
hilafına; bizatihi A B’nin kendi bün­
yesinde, Türkiye’ye ilişkin yeni ve
dışlayıcı bir politikanın, kararlı bir
biçimde öne çıkarılmaya başlandığı
sonucuna ulaşıyoruz. Özellikle de
Şimdi, Türkiye’nin konumunu doğ­
rudan ilgilendiren ABD menşeli bu
gelişmeler karşısında, Avrupa BirliA B ülkeleri, Türkiye Men bilinçli olarak uzak duru­
ği’nin takındığı tavrın da yakından
yor ve Türkiye’yi adeta itiyorlar. Son aylarda uç
izlenmesi gerekmektedir. Bu husus­
vermeye başlayan bu yeni tutum, kendiliğinden de­
ların derin planda, AB tarafından iz­
lenmediğini düşünmek mümkün
ğil de; doğrudan doğruya ABD ile müştereken geliş­
müdür? Nitekim AB tarafından ge­
tirilmiş bir strateji olabilir.
len açıklamalar ve Türkiye’ye ilişkin
sergilenen son tavırlar (Bunların he­
Werheugen’in Atina’da yaptığı ko­
ve 29 parlamenter tarafından imza­
men hemen hepsi 2002 Mart ayında
nuşma ile ABD’yi de ilzam eden söz­
lanan Ayasofya’nın kiliseye döndü­
cereyan etmiştir.) Birleşik Ameri­
leri bize son derece manidar geldi:
rülmesi teklifi!.. Bu tür tekliflerin
ka’nın tutumu ile tam bir paralellik
"ABD, Türkiye'nin AB üyeliği için
kabul edilip edilmemesi değil önem­
arz etmektedir. Şöyle ki:
baskı yapmıyor, yapmaz d a !...” Yani
1.
Geçtiğimiz Mart ayı içerisin­li olan. Bütün bu gelişmelerin anla­
anlayın artık! Biz ABD ile bu mevmı, Türkiye’yi AB politikalarından
de, A B’nin genişlemeden sorumlu
zuyu yani Türkiye’nin yerini veya
caydırmak değil de nedir?
komiseri Werheugen, aynı arida
4.
Bir de terör örgütleri sorunukonumunu konuştuk ve bir mutaba­
Kıbrıs Rum Kesimi’ni ve Yunanis­
kata verdik demek istiyor...
var. Birlik organları PKK gibi bazı
tan’ı ziyareti sırasında durduk yerde
Aksi halde Avrupa Birliği’nin,
bazı konuşmalar yapmaya başlamış­
örgütleri terör listesine dahil etmek
Türkiye’yi dışlamayı ve Türkiye ka­
tır.
istemiyorlar. Son günlerde PKK’nın
muoyunu tahriki esas alan bir tavır
Avrupa Birliği’nin dış politika
adının değiştirilmesi ve gene
sergilememesi
icab ederdi diye düşü­
sorumluluğunu da üstlenen Werhe­
PKK’nın, sigara kaçakçılığı ile ilişkinüyoruz.
Bize
göre
hadisenin özü şu­
ugen, Kıhns müzakerelerini sabote et­
lendirilmesine de özellikle dildcat et­
rada yatıyor: Avrupa Birliği ülkeleri,
mek istercesine tahrikçi bir tutum ta­
mek gerekmektedir.
kuşkusuz Türkiye’yi içine alıp alma­
kınmaya başlamış ve Rum kesiminin
makta ciddi bir tereddüdün içinde­
2004’te kesin üyeliğinin kabul edile­
ABD ve AB Türkiye Konusunda
dirler.
Burası açık!.. Fakat AB gele­
ceğini; Türkiye’nin bunu kabul et­
Anlaştı mı Yoksa?
cekte, ABD karşısında bağımsız bir
mediği tekdirde AB üyeliğini unut­
varlık ve bağımsız bir dış politika ic­
5. Burada Werheugen’ in Atina’da
ması gerektiğini; bir adım ötede de;
ra etmek istiyorsa; birlik politikaları­
yaptığı bir konuşma daha da mani­
"Türkiye eğer Kuzey Kıbrıs’ı ilhalca
nı özellikle Ortadoğu ülkelerine de
dar kaçıyor. Werheugen aynen şöyle
kalkışırsa, bunun doği'udan doğruya,
şâmil kılmak istiyorsa; ya da
diyordu. “ABD, Türkiye’nin AB üye­
AB üyesi bir ülkenin tol?raklarını ilhak
ABD’nin bu bölgelerdeki nüfuzun­
liği için baskı yapmıyor, yapmaz da.
etmiş duruma düşeceğini" kaba ve
dan
rahatsız ve bunu bertaraf etmek
ABD,
Avrupa
Birliği’nin
stratejik
ve
tahrikçi bir dil ile tekrar etmeye baş­
istiyorsa; bunun için evvel emirde
siyasi öncelikler çerçevesinde üye kabul
lamıştır. Dikkat edilirse bu dil, hiç
etmediğini gayet iyi biliyor. AB bu ko­ Türkiye üzerinde; AB’nin bir ihtira­
de diplomatik değildir. Ayrıca da bir
sının bulunması icap etmez miydi?
nuda esnek değildir. Birlik şartlarına ve
AB yetkilisi, ilk defa böyle bir dil ile
Ümran • Nisan -2002 1 7
GÜNDEM
Mesela Türkiye AB bünyesinde
yer almış olsa idi, ABD’nin Basra
Körfezi bölgesindeki hükümranlığı
tamamen boşa çıkartılabilirdi. Kör­
fez petrollerinin yandan çok fazlası
(İran ve Irak), Türkiye üzerinden
Akdeniz’e boşaltılabilir, AB ülkeleri
de, ABD’ninı petrol kaynakları ve
petrol yolları üzerindeki ipoteğinden
kurtulmuş olurlardı. Böylece de baş­
ta İran ve Irak olmak üzere, Suriye
ve Kafkasya ülkelerinin yüzü bütü­
nüyle batıya dönük hale gelirdi.
Böyle bir gelişme karşısında da
ABD’nin, Körfezdeki varlığı anla­
mını tamamen yitirmiş olurdu.
Kuşkusuz bütün bunları A B’nin
stratejistleri bilmez değildir. Fakat
öyle anlaşılıyor ki AB ülkeleri, Tür­
kiye’den bilinçli olarak uzak duruyor
ve Türkiye’yi adeta itiyorlar. Son
aylarda uç vermeye başlayan bu yeni
tutumun, kendiliğinden değil de;
doğrudan doğruya ABD ile müştere­
ken geliştirilmiş bir strateji olabile­
ceğini, bunun için vurgulamak ihti­
yacını duyuyoruz. Ayrıca da, henüz
vuzûha kavuşmamış gözüken bu
manzaranın, önümüzdeki aylarda bir
hayli netleşeceğini. Aralık 2002 ve­
ya Ocak 2003 döneminde de dananm kuyruğunun kopabileceğini şim­
diden söylemek istiyoruz.
Dikkat edilirse bu değerlendir­
memizde, Türkiye iç politikasındaki
AB taraftarı ve karşıtları üzerinde
hemen hemen hiç durulmadı. Bu
kesimler maalesef meseleyi çok hafi­
fe alıyor ve Türkiye kamuoyunun
şöyle veya böyle bir tercihi seviyesi­
ne indirgiyorlar. Unutmamak gere­
kir ki, Türkiye’nin NATO’ya girişi
de son derece sancılı olmuştu. Şimdi
ise durum daha bir farklı gelişiyor.
Daha doğrusu çapraz bir tutumla ku­
şatılmış durumda Türkiye!..
Örtülü A B Muhalifleri
ya da En Kırılgan Tutumlar
Peki, ya Türkiye’nin tutum ve tercihi?
18 Ümran ■Nisan •2002
Aslına bakılırsa, bu noktada vuzûhlu bir hüküm vermek o kadar da
kolay değil. Belki paradoks gibi gele­
cek size ama; herşeye rağmen ve gü­
dümlü AB taraftarlığı yapan sınıfla­
rın, bu hususta samimi olduğu dü­
şüncesinde değiliz. Bu sınıfların ta­
mamına yakını, daha önceden aşırı
bir AB muhalifi idiler. Onlar bili­
yorsunuz, yıllardan beri Türkiye’nin
yerini Avrupa’da değil de ABD’nin
yanında mütâlea etmekteydiler.
Körfez savaşından taa Clinton’un
Türkiye’yi ziyaretine kadar, (Avrupa
mı, ABD mi?) diye diye, Türki­
ye’nin başında boza pişirmişti bu sı­
nıflar. Bir zamanlar en aşırı AB mu­
halifi onlardı. Sonra biliyorsunuz, bu
husustaki ABD politikaları değişik­
lik gösterince, tam bir sürü psikolo­
jisi ile, bu sınıfların bütünü Avrupa
Birliği taraftarı kesiliverdiler. Şimdi
de AB karşısında en aşırı taviz taraf­
tarı .-ve Türkiye’nin menfaatlerini
kollayan her tutumu AB karşıtlığı
ile damgalayanlar, nedense hep bu
sınıflar oluyor. Bunu bildiğimiz için,
bizler bu sınıfların samimiyetine
hiçbir zaman inanmadık.
İleride Türkiye’nin yeni konumu
noktasında ABD politikaları vuzûha
kavuştukça, bu güdümlü sınıflardaki
rol ve tavır değişikliğini izlemek, hiç
de zor olmayacaktır diye düşünüyo­
ruz. Dolayısıyla bu aşırı tavizci sınıf­
lara, içimizdeki “Derin Amerika”nm
suflörleri ve psikolojik harp taraftar­
ları nazarıyla bakmak hiç de yanlış
olmayacaktır. Aşırı İran karşıtları,
Türkiye’nin elsiz ayaksız ABD ile
birlikte, Irak’a saldırmasından yana
olanlar da gene bu sınıflardır. Hem
AB’ye verilecek tavizlerden yana bir
tutum takınmak; hem de İran ve
İrak konusunda AB’nin dış politika
tutumunu es geçerek, daha ziyade
ABD ve İsrail çizgisine denk düşen
bir yaklaşım sergilemek!.. Çelişkiyi
görüyorsunuz sanırım.
Buradaki kastımız elbette sırf bu
sınıflar değil; bilakis derin, gizli ve
ağırlıklı bir konum ihraz eden, dışa
bağımlı oligarşik bir yapıya yönelik­
tir. İşte bu sınıflar, yani bugün aşırı
AB taraftarı bir tavır takınan bu sı­
nıflar; yarın Türkiye’nin (İsrail-Hindistan) ekseninde yer almasının da
gönüllü sözcüleri olabileceklerdir.
Gene bu sınıflar. Mavi Aktm’ın en
aşırı muhalifleri olmamışlar mıydı?
Batıda Olmak veya Dışarıda
Kalmak: İlcisinin de Bir Bedeli Var
Bu analizi okuyanlara, belki gene bir
paradoks gibi gözükse de; AB konu­
sundaki samimi taraftarları, yine de
diğer kesimler arasında aramak ve
bulmak icap ediyor. Görünüşte
A B’a karşı ihtiyatlı davranan, yerine
göre direnen ve eleştiren sınıflar
arasında yani!..
Çünkü iki bloklu dünyanın sona
erdiği ve globalizmin hakim olduğu
bu aşamada, Türkiye’nin yerini ta­
yin hususu giderek güçleşmektedir.
Aynen İkinci Dünya Savaşı yıllarında
Türkiye’nin, derinden yaşadığı ter­
cih sıkıntılarında olduğu gibi!.. Bu
aşamada her tercihin bir güçlüğü ve
külfeti içerdiği unutulabilir mi? Zira
bir buçuk asırlık tecrübesi ile Türki­
ye, Batı Bloğu dışında kalmanın ne
anlama geldiğini bilmez değildir.
Bütün Balkanların AB bünyesine
dahil edildiği bir durumda. Batı kar­
şısında olmak ve Batı’nın tazyikine
maruz kalmak ne demektir, bunu el­
bette Türkiye bilmez değildir.
İkinci olarak. Batı Avrupa’dan
dışlanan bir Türkiye’nin, ABD taz­
yiki karşısında ne tür zorluklarla kar­
şılaşacağı da malumdur. Bu tazyikin
en ağırına Türkiye, 28 Şubat döne­
minde maruz kaldı, ve 1996-97’den
beri de Türkiye İsrail parantezinin
dışına çıkamamaktadır. Dolayısıyla
Avrupa Birliği meselesine Türki­
ye’nin, hafif meşrep sınıflardan daha
ileride, ağırbaşlı ve tarihî bir sorum­
luluk bilinci ile yaklaşması kadar ta­
bii bir şey düşünülemez.
TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ /TURİNAY
Dolayısıyla da Türkiye’nin, belki
1952’den beri, yani NATO’ya girdi­
ğimiz yıllardan beri ihmal ettiğimiz
Bölgesel Ban§ ihtiyacını yeni yeni
duymaya başlaması, son derece isa­
betli bir gelişmedir. Fakat hangi kül­
türel politikalarla? Yıllık ihracatının
ancak yüzde on’unu komşu ülkelere
yapabilen bir Türkiye, nasıl olur da
Bölgesel {jolitika uygulayabilir, düşün­
meye değmez mi? Fakat fikir olarak
da asla yanlış bulmuyoruz. Aynı şe­
kilde (Türkiye-Rusya ve İran) türü
yaklaşımları da!.. Daha ötede biz bu
tür önermeleri şimdilik, A B’ye gir­
memek için icad edilmiş bahaneler
olarak ınütâlea etmek taraftan da
değiliz. Tam aksine, AB karşısında
Türkiye’nin yeni bir pazarlık arayışı,
konumunu güçlendirme denemesi
vs. olarak görmek istiyoruz. Ya da,
AB ile ilişkilerin kopması ihtimali­
ne karşılık, şimdiden bir hazırlık
arayışı vs!.. Tabii bu tutumun,
ABD’ye karşı üretilmiş bir alternatif
tutum olarak da ayrı bir değeri bu­
lunmaktadır.
Çünkü Türkiye; Körfez savaşın­
da Irak’ın, Afgan savaşı sırasında da
Pakistan’ın, (ABD’nin müttefiki ol­
dukları halde) nasıl itilip kakılabildiğini herhalde unutamaz. İkincisi
de Türkiye için ne idam, ne de Kürt­
çe meselesi önemli bir somn teşkil
eder. Ne var ki Türkiye, A B’a giriş
garantisini almadan, bu tür uygula­
malara girişmek taraftarı da gözük­
müyor. AB kriterlerini yerine getir­
diğinde Birlik bünyesine kabul edi­
leceği garantisini henüz daha alabil­
miş değil. Türkiye mevcut kriterle­
rin dışında, ikide bir Emeni Tasalı­
sı, Ayasofya vs gibi olmadık baha­
nelerle önünün kesileceği ihtimali
ile de, bilinçli olarak yoğurdu üfle­
yerek yiyor. Birliğe giriş garantisini
alan bir Türkiye’nin Kürtçe ve idam
gibi problemleri üç gün içinde aşa­
cağından kimsenin şüphesi bulun­
mamalıdır.
Mesut Yılmaz’sız
Peki!.. Ya A B ’ye
Yeni Bir Devinim
Türkiye Girmez ise?..
Nitekim Verheugen aracılığıyla AB
ve Ceheney ile uzmanları (Henry
Barey, Dr. Philip Gordon, Randy
Schunemann ve Richard Perle) ta­
rafından iletilen ABD şantajlarına
muttali olan Türkiye; Mart ayının
son on gününde yeni bir atılımın
içine girmiş bulunmaktadır. Bunun
ilk sinyalini de, çok gariptir Devlet
Bahçeli verdi. Önümüzdeki Aralık
itibariyle, Türkiye’nin adaylık müza­
kerelerinin sonuçlandırılması gerek­
tirdiğini şart olarak ileri sürüverdi.
Çünkü öncelikli hedeflerin tümünü
yerine getirmiş bulunuyor Türkiye
ve bunlar adaylık müzakerelerinin
başlaması için yeterli şartlar. Ardın­
dan İsmail Cem’in bir adım daha
ileri giderek, Verheugen’e cevap ol­
mak üzere, "sömürgeci ve baskıcı tutu­
mu bir yana bırakın da, daha ciddi
olun” demesi de manidardı. Bütün
bunlar Türkiye’nin, AB karşısında
daha atak ve baskıcı bir tutumu be­
nimsediğini ortaya koymuyor mu?
Daha da önemlisi, Meclis Başka­
nı Ömer İzgi’nin açıklamaları değil
midir? Ömer İzgi, Türkiye’nin dahil
olmadığı bir A B’nin, Alman hege­
monyası altında ezileceğini ve bun­
dan ilk olarak İngiltere’nin rahatsız
olacağını söyledi. Kuşkusuz bu sözle­
rin muhatabı Almanya olmalıydı.
Dolayısıyla kademe kademe,
önümüzdeki Aralık ayına doğru yak­
laşacağız. Ve bu arada Haziran ayın­
da Kıbrıs müzakereleri sona erecek.
Türkiye sonuçta (Karadağ-Sırbistan)
modelinde ısrar edecek. Bakın siz
cayırtıya o zaman!.. Hele bir de
ABD Irak’a müdahale ederse, AB
politikaları bundan acayip derecede
etkilenecek sizin anlayacağınız. Aşı­
rı AB taraftarlarının aklı varsa, daha
doğrusu Türkiye’nin A B’ye girmesi­
ni samimi olarak istiyorlarsa; elle­
rinden geldiği kadar İrak müdahale­
sine karşı çıkmaları gerekmiyor mu?
Bütün bunlardan sonra, Türkiye
eğer AB ile anlaşamazsa, yani Kıbrıs
ve Ege’de arzu ettiği sonuçları elde
edemez ve Avrupa Ordusu’nda layık
olduğu bir seviye ile kabul görmezse
ne olur? Nitekim Milli Güvenlik
Kurulu Genel Sekreteri Tuncer Kılınç ve Ege Ordu Komutanı Cumhur
Asparuk’un konuşmasından ve tabiî
ki Dick Cheney’nin Türkiye ziyare­
tinden sonra, Batı Kulübü üyeleri bu
ihtimalin üzerinde kapalı kapılar ar­
dında geniş geniş durmaktadırlar.
Kimler kendisine fısıldadı ve not et­
tirdi ise, Akşam’dan Şakir Süter, bu
çevrelerin yaptığı değerlendirmeleri,
sütununa aktardı. Virgülüne dokun­
madan, Süter’in 24.03.2002 tarilıli
yazısından aynen aktarıyoruz:
“Gelelim asıl meseleye. Yani AB
üyesi bazı ülkelerin kapalı kapılar ar­
dından da Türkiye ile ilgili değer­
lendirmelerine:
-Türkiye’nin Batı’yı terketmesi
bizim açımızdan (Avrupa devletleri)
çok tehlikelidir. Ciddi bir macera­
nın içine girmemiz demektir. Bu ne­
denle ayrılışlarını göze alamayız, bir
şekilde yanımızda kalmalıdırlar.
-Yeni bir ittifak arayışına girme­
leri, bizlere soğuk bakmaları Ortado­
ğu, Balkanlar ve Kafkaslar üçgenin­
de tehlike işaretidir.
-Türkiye bu yola girerse, Av­
rupa’ya alternatif olabilecek yeni bir
Bölgesel Yapı’nın merkezi durumuna
gelir.
-Türkiye Kıbrıs ve Ege sorun­
larının çözümü ile ilgili tamamen
kendi istekleri doğrultusunda dav­
ranmaya başlar. Hiçbir şekilde öner­
ilerimizi dikkate almaz. Hatta iç
siyaset açısından popülist politikalar
izleyebilir.
-Gerek insan hakları ihlalleri,
gerekse etnik gruplar gibi sorunlarla
ilgili olarak elimiz kolumuz bağlanır.
Müdahale gücümüz sınırlanır.”
■
Unvan‘ Nisan ‘ 2002 19
cezalandırılmalıdır. Şayet böyle
yapılmayacaksa. Eken ve arkadaş­
SUSURLUK DAVASI VE
HİKMETj HÜKÜMET ANLAYIŞI
larının mahkumiyeti, emir veren­
lere dokunulamadan, emir alanla­
rın mahkum edildiği haksız bir ce­
za olacaktır. Aynı zamanda da bazı
görevlileri feda ederek, benzeri
C E V A T Ö ZK A YA
suçlular üretmeye dönük olarak
yapılandırılmış bir mekanizma ve
anlayışın yerinde kalmasını sağ­
mekli generallerin Korkut
mahkeme heyeti raporunda şu ifa­
Eken’in ceza evine girmesi
deler yer alıyordu: “Silahlı teşek­
üzerine verdikleri beyanat­
külün ancak bir bölümü yargılan­
lar, Susurluk davasını yeniden ka­
mıştır: Devletin koruma kalkanı
muoyunun
getirdi.
bazılarını korumakta ve bu hu-
Eken’in Güneydoğu’da görev yap­
kukn üstünlüğü ilkesine zarar ver­
tığı dönemde, onun amiri duru­
mektedir; bu çerçevede yasadışı
E
gündemine
layacaktır; Sadece Eken ve arka­
daşlarının cezalandırılması, batak­
lığı yerinde bırakıp (la teşbih) siv­
risineklerin öldürülmesi anlamına
gelir. Bu ise, Susurluk davası etra­
fında meydana gelmiş olan temiz
toplum, temiz siyaset isteklerinin
bdşa gitmesi demektir.
munda bulunan generaller bir nevi
uygulamalar ve keyfilik vardır. Suç
Eken’e kefil oldular. Onun emirle­
işleyen yüksek bürokrat ve siyaset­
re uygun davrandığını ve süreç
çilerde yargı önüne çıkarılmalıdır
içinde yapılanların kontrolleri al­
ama bunu engellemek için siyasi
Susurluk davasında yüksek seviye
tında olduğunu söylediler.
ve yasal düzenlemeler ve manevra­
bürokrat ve siyasilerin de, şayet
lar yapılmaktadır.”
suçları var ise cezalandırılmaları,
Susurluk kazasıyla ortaya çıkan
Batakhk Nasıl Oluştu?
çeteleşmenin sorumlularından ka­
Bütün bu ifadeler birlikte düşü­
münferit olarak değerlendirildi­
bul edilen. Eken ve Mehmet Ağar
nüldüğünde Susurluk kazasıyla or­
ğinde bizim sorunumuzu çözmeye­
da, emirsiz iş yapmadıklarını, bü­
taya çıkan durumun, üç beş görev­
cektir. Önemli olan bu davayı, ku­
tün yaptıklarının yetkililerin bilgi­
linin görevini kötüye kullanması­
rumlaşmış bir hükümet etme, bir
si dahilinde olduğunu söylüyorlar.
nın ötesinde daha derin bir anlam
yönetme biçimi ortadan kaldırma­
Bu arada Susurluk çetesi davasına
ifade ettiği görülmektedir. Buda,
ya vesile olacak şekilde örnek bir
ilişkin Yargıtay’ın gerekçeli kara­
devlet içinde çeteleşmenin arızi
dava olarak görmek ve buna göre
rında ise, “Terörle mücadele adı
olmayıp, hiyerarşi içinde kararlaş­
yönetmektir.
altında da olsa, bir hukuk dışı ör­
tırılmış bir politika olduğudur.
Bizim devlet geleneğimizde,
gütlenmeyle, devletin meşru güç­
Nitekim Eken’in mahkumiye­
leri gibi güç kullanarak yürürlükte­
tine sebep olan suç, ordudan ayrıl­
ki yasalar yerine, kendi güç ve ku­
dıktan sonra işlenmiş olmasına
rallarıyla sözde yasalar oluşturmak,
rağmen, emekli paşaların “Eken’e
da, insan haklarının da gelip da­
devleti hukuk devleti olmaktan çı­
emirleri biz verdik” diyerek sahip
yandığı aşılmaz bir duvar gibidir.
karır” hükmüne yer veriliyor.
hikmet-i hükümet anlayışının etkin
bir yeri vardır.
Hikmet-i hükümet, hukukun
çıkıyor oluşları, yukarıdaki mahke­
Hikmet-i hükümeti bütün devlet­
Yine gerekçeli kararda, hak­
me raporlarını doğrular mahiyette­
lerin bir biçimde kullandıkları bir
larında mahkumiyet kararı verilen
dir. Paşaların açıklamaları yeni bir
argümandır. Ancak bazı devletler
sanıkların dışında kimi görevliler
delil kabul edilerek mahkemenin
bu mazerete çok üst seviyede ve az
ve bunlara yardım edenlerin yargı
yeniden açılması gerekir. Gerçeğin
başvururlar. Bizde ise neredeyse
önüne çıkarılmaları görevinin de
bütün açıklığıyla ortaya çıkarıla­
devamlı başvurulan ve en alt sevi­
devletin yetkili organlarına düştü­
bilmesi için, yüksek seviye bürok­
ye yönetenlerinde kullandıkları
ğü belirtilmektedir. Ayrıca Susur­
rat ve siyasetçilerin de bilgilerine
bir mazeret olagelmiştir. Özgürlük­
luk çete davasında hüküm veren
baş vurulmalı ve suçlu bulunanlar
çü yönetimlerde arızi olarak kulla­
2 0 Ümran.Nisan •2002
HİKMETİ HÜKÜMET / ÖZKAYA
nılan bu hükmetme biçimi, bizde
meden önlemeye dönük mekeniz-
Kürt realitesini tanımayı ve ona
neredeyse devamlı hale getirilmiş­
maları işletebilecek maharete sa­
göre politikalar üretmeyi gerekti­
tir. Osmanlı’nın son dönemlerinde
hip değillerdir maalasef. Bununda
rirdi. Nihai olarak söylemek istedi­
Ermeni tehciri sırasında devletin
en önemli delili Türkiye’nin esaslı
ğim şudur: Vizyonsuz devlet seç­
memurlarını korumak için çıkardı­
düzenlemelerinin neredeyse tama­
kinlerinin büyüttüğü Kürt sorunu­
ğı "Memurin Muhakemat Yasası”
mının çoğunlukla dış baskılarla,
nun oluşturduğu yangını söndür­
benzeri bugün de devam eden ya­
bazen de bir savaş sonrasında yapıl­
mek için görevlendirilen kişilerin
salar, hikmet-i hükümet felsefesi­
mış ve yapılıyor oluşudur.
işledikleri suçu cezalandırmak doğ­
ne hayat alanı sağlamaktadırlar.
Türkiye’nin yakın tarihinde üç
rudur. Ancak sorunu kangren hale
Ayrıca bizim son dönem devlet
önemli tanzimat (düzenleme) ger­
getiren politikaları üreten seçkin­
geleneğimizde, halkı ikna etmek ve
çekleştirilmiştir. Birinci Tanzimat
leri ve sistemi sorgulama dışında
halk ile beraber iş yapmak gibi bir
1839, İkincisi Cumhuriyet 1923,
tutmak, yeni suçların ve suçluların
usul yoktur. Türk modernleşmesi­
üçüncüsü de bugünlerde gerçekleş­
üretilmesine zemin hazırlamak de­
nin başladığı dönemden bu yana
tirilen T anzimat’tır.Cumhuriyeti
mektir. Susurluk davası bu bağlam­
millet olarak hayatımız doğruyu bi­
hariç tutarsak 1839 tanzimatı ve
da yeniden açılmalıdır.
leni !) ve onu uygulama hakkma sa-
bugün yapılan Üçüncü tanzimat
Burada çelişkiye düştüğümüz
hip(!) elitlerin halkı, halka rağmen
dış güçlerüı baskılarıyla yapılmış ve
sorunlara sebep olan güçlerin ma-
doğru bildikleri yöne götürme mü­
yapılmaktadır.Bugün IMF’in teh­
nipüle edebileceği mekanizmalar­
cadelesi ile geçtirmiştir. Bu işi hal­
dit ve direktifleri doğrultusunda
dan çözüm beklediğimin farkında­
ka rağmen yaptıklarına göre, halkı
düzenlemeler yaptığımız aşikardır.
yım. Temiz toplum ve temiz siyase­
istedikleri yöne götürmek için güç
Bu durum ise hükmetme ve yönet­
tin, güçler dengesinde hiç yeri ol­
kullanmaktan başka bir yöntemleri
me gücünü elinde bulunduran dev­
mayan kimselerin talebiyle gerçek­
de maalesef yoktur. Halka karşı so­
let seçkinlerinin, olabilecekleri ön­
leşmeyeceğini de biliyorum. Buna
rumlu olmak, mücadeleye halkı da
ceden kestirip, ona göre politikalar
rağmen, taleplerini yetkinlikle ifa­
aktif bir biçimde katmak gibi yön­
üretebilen ve önlemler alan yet­
de edebilecek bir yapılanmaya ve­
temler
kinlikte olmadıklarını gösterir.
sile olur diyerek düşüncelerimi ifa­
uygulanmamıştır.
Halk
kendisine karşı sorumlu olunan bir
Nitekim bu yoksunluk, mesele­
de etmek lüzümunu hissettim.
iradi güç olarak değil, elitlerin po­
lerimizi, kangren haline geldikten
Temiz toplum, temiz siyaset iste­
litikalarına tabi olması gereken bir
sonra, güvenlik güçleri marifetiyle
ğinin sloganlardan ibaret kalma­
yığın olarak düşünülmüştür. Halkı
çözme aıişkanlığımızı varetmiştir.
ması için yapılması gerekeni Prof.
cilalayan bütün sözlerin ve söylem­
Eğer mevcut devlet seçkinleri viz­
Naci Bostancı çok yetkinlikle ifade
lerin arkasındaki görüntü budur.
yon sahibi, ileri görüşlü, olaylara
etmektedir:
Durum böyle olunca, halkın,
zamanında müdahil olma ehliyeti­
“Eğer köle-efendi zıtlığına son
menfaatlerini korumaya dönük,
ne sahip insanlar olmuş olsalardı
verecek bir ideal toplum kurulamı­
herhangi bir örgütlü güç oluştur­
kuvvetle, muhtemeldir ki, bu bo­
yorsa, en azından herkesi kendi
masına izin verilmemiştir. Dolayı­
yutta bir kürt sorunumuz varolma­
toplumsal-siyasal hayatınm efendi­
sıyla halkın, menfaatini, devlet seç­
yacaktı. Sorunu çözmek ve ortadan
si kılacak bir ortam oluşturularak
kinlerinin gösterdiği yönün dışında
kaldırmak yerine bir ırkı teorik ola­
geride köle bırakılmamalıdır. Bu
bir başka yerde araması ise, tek ör­
rak yoketmeye gayret etmek, bizi
yüzden örgütlenme ve gerçek bir
gütlü güç olan devlet tarafından
yara haline gelmiş bir sorunla karşı
fail olarak güçler mücadelesinde
şiddetle cezalandırılmıştır. Ülke­
karşıya getirmiştir.
yer almak önemlidir.”
mizde, devlet görevlilerinin uygu­
“Kürt 3ioktur”dan “Kürt realitesi­
Güçler mücadelesinde yer ala­
ladıkları şiddetin kaynağı, büyük
ni tanıyoruz”â gelene kadar geçen
cak bir örgütlenme yapılamadığı
ölçüde bu anlayıştır.
olaylar sorunu bir yara haline getir­
sürece gerçekleşme ihtimali düşük
Bir başka husus ise, Türkiye’nin
miştir. Öngörü ve vizyon sahibi ol­
temennilerle yenilenecektir ma­
devlet seçkinleri sorunları büyü­
mak o bir sürü kan akmadan önce
alesef.
■
Umrem •Nisan -2002 21
kat 28 Şubat 1997’den bu yana
“örtü”nün de dini ve öz anlamın­
SAÇLARIMI HİÇ ÇÖZMEDEN...
dan başka sembolik, siyasal, ayırt
edici ve belirleyici içeriklerinin
pekiştirildiğini söyleyebiliriz.
S ÎB E L ER A S L A N
Örtünün siyasal içerik kazan­
mış hali yeni bir mesele mi?
Kanaatimce örtü, aslında en
başından beri de siyasal anlamı
olan bir tavır olarak vardı. Yani
H
er birimize defalarca so'
linde kadın kimliğini yine kadın
“Allah rızası” kavramını, örtün­
rulan bir soruyu ben de
vücudu, bedeni ve giyinik olup
medeki din-özü orijini olarak be­
sık sık kendime sorarım:
olamaması ile ilintilendiren bir ba­
lirleyip de son zamanlarda ve çağı­
kış açısıyla karşı karşıyayız.
mızda yaşadığımız politik mücade­
“Bu kızlar niçin örtünüyor?” ya
da “niçin örtünüyorum?”
Kadın bedeni ve giysileri top­
le çerçevesindekileri -bizim yaşadı­
ğımız öyküleri- modernizm darbesi
Özelde 2 8 Şubat 1 9 9 7 ’den bu
lumsal değişim ölçütü halinial dı-
yana dapdaracık bir kuşatma alanı
ğından beri de, örtülülük ve karşıtı
olarak sunulan; fakat genelde,
manasında örtüsüzlük, pek tabiidir
“batılılaşma” hareketleri başlığın­
ki siyasal anlam karşılığı olan eyle­
da, toplumsal değişim taleplerinin
me dönüşmüş durumda. En azın­
hep içinde, ama asla ilk sırada zik'
dan “örtüsüzlük”, devlet feminiz­
sal bir anlamı da var olduğunu ve
redilmeyen; ilk sırada zikredilme-
mi eşliğinde resmi ideoloji haline
sembolleri, anlamların sadece boş
diği halde 1876’dan -değişim ta­
dönüştürülmesi noktasında olum­
birer kalıplarıymışçasına dışlama­
leplerinin yasal evrak olarak tan­
suz ve evrensel olmayan bir siyasal­
nın kolaycılık olduğunu düşünüyo­
zim tarihi- bu yana da, süreçler ha­
laşma anlamlarını barındırıyor. Fa­
rum. Zira örtü bir ibadet olarak
almış, içi boş bir siyasal yalıtılmışlığa itelemek elbette haksızlık.
Örtünmenin baştan beri, dinözü ve Allah rızası çıkışının teme­
linde ve yanında, sembolik ve siya­
sembol olabilir, fakat ibadet ‘kendi­
sine ibadet edilen'i işaret etmesi
noktasında oldukça önemlidir.
"Gerçekten sizin Rabbiniz, altı
günde gökleri ve yeri yaratan, sonra
ar§a istiva eden Allah’tır.Gündüzü
durmaksızın kendisini kovalayan ge­
ceyle örten,.güneşe, aya ve yıldızlara
kendi buyruğuyla baş eğdirendir. H a­
beriniz olsun, yaratmak da emir de
yalnızca O ’nundur." (Araf/54)
Yukarıdaki ayette geçen “ken­
di buyruğuyla baş eğdiren”betimlemesi Yüce A llah’ın “Yaratıcı ve
Emir V eren” olması ile birlikte
düşünülünce, varoluşa dair, tam
egemenlik ve sınırsız tasarruf yet­
kisinin sadece Allah’a münhasır
olduğu gerçeğiyle karşılaşırız. D r.
2 2 Um ran-Nisan -ZOOl
SAÇLARIMI HİÇ ÇÖZMEDEN.. / ERASLAN
Abdülkadir Hamid, ayette geçen
“Yalnıca sana ibadet eder, yalnız­
modernist oldukları şeklindeki tar­
“em ir” kavramının “on tolo jik”
ca senden yardım dileriz” (Fatiha 4)
tışmaları, haksız buluyorum. Bu­
manada bir emir olduğunu, tüm
ayeti ise, ibadetin, kulluğun ve kul
gün imam-hatip okulları ve üni­
varlıkların ister istemez 'irade dışi'
olma bilincinin iman bilinciyle ne
versiteler önünde direnen çocuk­
bu emre uyduğunu, yaradılışın ge­
kadar da sımsıkı bağlı olduğunu
ları, kot pantolonlu oluşları ya da
rekçesi olan bu emrin bizatihi A l­
öğretir bizlere.
örtülerinin şekli, küçüklüğü veya
lah tarafından verildiğini anlatır.
ibadet sözün tutulma azmidir.
renkleri konusunda eleştirenler
(M ekke Döneminde Siyasi Düğünce
Bu bağlamda örtülü kızlar, el­
bilmelidirler ki, kimse başını zorla
bette ki kulluğa dair elest bez-
örtmez; tıpkı zorla namaz kıldımıa-
siyasetten
mi’nde verdikleri K âlü B e lâ sözü­
nın, zorla oruç tutturmanın da asla
arındırılmış olmayı pekiştirmek
nü tutmak üzere örtünmeye devam
mümkün olmayacağı gibi... Bir kız
adına zikrettiğimiz “Sırf Allah rı­
etmektedirler.
örtülüyse, pek çok hatası hatta gü­
M etodobjisi, Ekin yay.)
Dolayısıyla sanki
zasını
kazanmak
için
örtün-
mek”cümlesinin altında”Allah’ın
‘
Örtü, Rab ile yapılmış akdi
sürdürmeye dair bir azimdir.
nahı da olsa, muhakakki Allah’ı
sevdiği, O ’na inandığı ve Emir Ve­
ren olduğunu onayladığı için örtü­
emirlerine uymak” ve”emir veren
Kısacası, insanlar nasıl namaz
ve verebilecek olanın Allah oldu­
kılarlarken Allah’tan başka İlah
ğunu” onamak gibi... karşılıklarını
olmadığını haykırıyorlarsa, oruç
Kendime ve bu kız çocuklarına
siyasal manada da anlamlandırabi-
tutarlarken nasıl Allah’tan başka
zaman tanıyorum. Düzelebilmek
leceğimiz sonuçlar çıkar.
İlah olmadığını söylüyorlarsa... ve
için, daha iyi ve dinin daha olum-
Aslında diğer ibadetlerde de ol­
hacca giderken, zekat verirken ve
ladığı bireyler olabilmek için, za­
duğu gibi, örtünmek eyleminde de,
diğer tüm kulluk vazifelerini de ifa
mana, duaya, gayrete ihtiyacımız
Allah’ın emirlerine uymak genel
ederken... tevhid akidesini, çıkış
var. Allah hepimize hidayet ver­
başlığında, kişilerin fetva, yorum
orijini olarak belirliyorlarsa... örtü­
sin...
ve anlayışlarına göre eğip bükeme-
nürken de aynı kelimelerle Yüce
yecekleri bir Rabbani mukavemet
Allah’ı takdis ve tenzih ediyorlar.
söz konusudur. Ö rtü, Allah’m em­
Bu noktada son zamanlarda ör­
ridir, ve biz, Allah öyle emrettiği
tülü çocuklar üzerinden gerçekleş­
için örtünüyoruz.
tirilen, İslamcı kadınların giderek
lüdür.
Bu arada, Allah’ın “Emir V e­
ren ve Yaratan”olduğunun siyasal
anlamları üzerinde düşünmeyenle­
re de elbette sitemlerim var.
Örtü, en çok da hür kadınla­
Um ra n • Nisa n • 2002 23
GÜNDEM
rın simgesi. Ne acı tesadüf/tevafuk
bugünün siyasi zaviyesinde bir
yaşadığı da düşünülebilir. Zaten
ki, aslında örtü düşmanlığı yapan­
“karşı çıkma” olarak adlandırılma­
Türkiye üzerinde fiili olarak mev­
lar, hürriyeti de kavram olarak yok
sı da bu yüzdendir. B u kızların ör­
cut kalabilmiş tek ve gerçek kavga­
etmeye azmettiklerinin farkında
tüsü, evet hepimize Allah’ı hatır-
mızın da “örtü” olduğunu düşüne­
değiller. İslam kadınlarının, el bir-
tatmaktadır ve bu hatıra da bütün
cek olursak; örtünün, islami/sekü-
ligiyle örtüsüzlüğe; bir bakıma san­
din karşıtı zihhniyetleri rahatsız
1er karşılaşmada, göstergesel mana­
ki köleleştirilmeye tabi tutuldukla­
etmektedir.
sını da kavramış olabiliriz. Sakla­
rını da düşünebiliriz pekala. Haya­
Ciddi bir hakimiyet tartışması­
nacak yeri olmadığı için ya da elde
tımın son on beş yılı, pek çok ka­
nın ortasında örtü... En saklayama-
kalan son gösterge-sembol olduğu
dının ise neredeyse yarım asırlık
yacağımız, en eğip bükemeyeceği-
için, örtü’ye omuz vermek, onun
hayatları, bu köleleştirme saldırısı­
miz, kazaya, özre ve sonraya terk ya
direnişine destek olmak, hiç değil­
na karşı durmayla geçti. Elbette,
da tehir de edilemeyecek oluşu iti­
se saygı göstermek zorundayız...
bu direnci bir şeref olarak zikret­
bariyle, diğer dini ritüellere göre
Örtüyü bir ibadet olarak tevhid
meye hakkımız olduğunu düşünü­
bazı şanssızlıkları da yaşamıyor de­
bilincinin ayrılmaz parçası olarak
yoruz. Çünkü A llah Emir Ve-
ğil. Söz gelimi, namazlarınızı bir
düşünmenin yanı sıra, örtüyü gele-
ren’dir. “Y o h a onlar (siz), hiçbir şey
şekilde gizlemenin, orucunuzu bir
"neğin içindeki manası haline geti­
olmaksızın mı yaraüldılar?Yoksa ya­
şekilde saklayabilmenizin, saka-
rilen “namus” anlayışı ile ilintilen-
ratıcıları kendileri mi?” (Tur-35) di­
1 zaten sünnettir, farz değil diyerek
dirmeyi şüphecilikle karşıladığımı
ye somyor Yaradan. Bu kızların ör­
kesebilmenizin falan... yollarını
da düşünüyorum. Bu şüphecilikte,
tüsü , bu suale verilmiş bir cevap­
bulabilirsiniz de, örtünüzü asla sak­
geleneğin din gibi zannedilerek di­
tır: „Bizi ve herşeyi Sen yaractın, Sen
layabilecek bir usul, üslup bula­
nin yerine ikame edilmek gibi bir
îlah'sın, Sen’den başka îlah da tanı­
mazsınız. Örtü adına şanssızlık gibi
kaderi yaşıyor oluşuna duyduğum
mıyoruz”anlam larını çağrıştırıyor
duran bu “gizleyememenin” islami
tepki de etkili olabilir. Bununla
örtülerimiz...
ritüellerin modern dayatmalara
birlikte, belki günün birinde yani
Örtünmenin bir ibadet olarak
karşı hep beraberce yitirdikleri ir­
kavganın bittiği bir zaman gelir
temelinde yatan tevhid anlamının,
tifa düşünülünce, aslında bir şansı
belki bilinmez... Örtüsü yüzünden
24 Ümran ■Nisan • 2002
kız çocuklarının dövülmediği, iti­
lip kakılmadığı, kelepçelenmediği,
memleketlerinden sürülmediği bir
ŞAŞIRTICI AMA GERÇEK
zaman gelir belki... İşte o zaman
namus’u konuşabiliriz.
Söz gelimi, Fuzuli’nin Hadi'
N U R) G Ü N D EŞ
katü*S'Süeda’sında Hz. Hüseyin
ve eşi Ümmü Gülsüm arasında
geçtiği zikredilen şu Kerbela veda­
laşmasının... ve içindeki örtü vasi­
yetinin de... duygusal anlamları
üzerinde yazmak isterim o zaman.
Aşk’ın vasiyetini, “örtünü sakın
ha kimseye çözme” sözüyle bağla­
yan bir yiğidin, "haysiyetsiz bir
hayatı sürmektense, şerefli bir
ölümü tercih ederim** sözündeki”onur”dan neyi kastettiğini de
belki anlar günün birinde adamla-,
rımız, belki anlar...
“Ey Azizim... dedi. Bir tuhaf ha­
li izledim ve garip bir arıza gördüm,
bu çölün topraklarından gönlüme bir
korku düştü.
Hz. imam Hüseyin onu teselli
etti. Ve Şehr-i Banu’ya: Ey gönül
okşayan sevgilim. Ey aricadaşım ve
sırdaşım. Beni bu yerde yarak vücut­
la kana ve toprağa bulanmış görürsen
sana vasiyetim şudur: Sakın çığlıklar
atarak düşmanın sevincini arttırma.
Ve misk kolcan saçlarını dağıtıp yüzü­
nün gül bahçesin, o felakete sevinen
A BD Başkanı George W.
Bush, Arbusto petrol firması­
nın kurucularından.
Salem Bin Laden (Usame’nin
kardeşi), Arbusto petrol firma­
sının ilk yatırımcılarından.
A BD Başkan yardımcısı Dick
Cheney, Halliburton enerji fir­
masının eski CEO ’su.
A BD Başkan yardımcısı Dick
Cheney, Kazakistan Petrolleri
Danışmanlık Kumlunun eski
üyesi.
Halliburton firmasının bir ara­
lar Unocal petrol firmasının iş­
birliği ile, Burma’ya petrol hat­
tı kuHTia projesi vardı.
A BD ulusal güvenlik danışmani Condoleeza Rice, Chevron
petrol firmasının eski direktö­
rü.
Halliburton firmasının en çok
iş yaptığı firmalar arasında
Unocal, Chevron, Exxon,
Shell gibi diğer petrol firmaları
var.
■ Afganistan geçici hükümet
başkanı Hamid Karzai, Unocal
petrol firmasının eski danış­
manlarından.
■ ABD ’nin yeni atadığı Afganis­
tan elçisi Zalmay Khalilzad,
Unocal petrol firmasının eski
danışmanlarından.
■ Unocal yönetim kurulu üyele­
rinden Charles R. Larson,
ABD ordusunun Pasifik kolu­
nun eski komutanı.
■ Unocal yönetim kurulu üyele­
rinden Donald Rice, ABD ha­
va kuvvetlerinin eski sekreteri.
■ Unocal’ın uluslararası ilişkile­
rinden sorumlu başkan yar­
dımcısı John Maresco, Avru­
pa’da Güvenlik ve İsşbirliği
Kurulu’nda ABD için elçilik
yapmış.
■ A BD ’nin eski Pakistan elçisi
Robert Oakley daha sonraları
U nocal’da çalışmış. Robert
Oakley Pakistan’daki elçiliği
süresinde C lA ’nin Afgan mü-
kimselerin göz süzdüğü, temaşa etti­
ği yer etm e. . . ”
Bu kızlar da... -ki çocukları­
mız, kardeşlerimiz, eşlerimiz, an­
nelerimiz olan bu kadınlarımız
da- saçlarını hiç çözmeden, hiç
çığlık atmadan ama ağlayarak
ayakta dimdik durabiliyorlarsa,
şüphesiz ki bu vasiyettendir. Biz
saçlarımızı hiç çözmedik ki...
Umran-Nisan -2002 25
GÜNDEM
cahitlerine yardımında önemli
rol oynamış.
■ Eski A BD Devlet Bakanı
Henry Kissinger Unocal için
danışmanlık yapmış.
■ Savaşlar A BD başta olmak üzc'
re bir çok ülkenin savunma
harcamalarını artırıyor.
■ A BD Başkanı George W.
Bush’un babası, diğer George
Bush, Carlyle Group isimli çok
büyük bir özel yatırım firması­
nın yönetim kurulunda yer almış.Baba Bush eski ABD Baskanı. Ayrıca eskiden C IA baş­
kanlığı da yapmış.
■ Cariyle Group’un en çok yatı­
rım yaptığı alanlardan birisi sa­
vunma sanayii.
■ Cariyle Group’un başkanı
Frank Carlucci, eski Amerikan
savunma bakanı. Ayni zaman­
da C IA ’da üst düzey yöneticilik
yapmış.
■ Cariyle Group’un başkanı Frank
Carlucci, şimdiki A BD savun­
ma bakanı Donald Rumsfeld’in
üniversite yıllarından oda arka­
daşı.
B Cariyle Group 160’tan fazla fir­
maya hissedar. Eski A BD ordu­
su komutanı General John
Shalikashvili, Cariyle G ro­
up’un sahip olduğu firmalardan
birisinin başkanı.
26 Ümran-Nisan-2002
Eski A BD devlet bakanların­
dan James Baker, Cariyle Group’da üst düzey müşavir olarak
çalışıyor.
A BD ’nin en yakın müttefiki
İngiltere’nin eski başbakanı
John Major, Carlyle Group’un
Avrupa kolunun başkanı.
ABD savunma bakanı Donald
Rumsfeld bir zamanlar Enron
enerji firmasının hissedarları
arasındaydı.
Enron enerji firması Aralık
200 rd e iflas bayrağını çekti.
Bir önceki yılki satışı 100 mil­
yar doların üstünde olan bu fir­
manın iflası Amerikan iş dün­
yasının en büyüğü. İflasın arka­
sındaki usulsüzlükler araştırılı­
yor.
bilgi alışverişini teşvik eden bir
kuruluş. Kuruluşun eski başkanlarından birisi George Bush
(baba Bush). Kuruluşta görev
almış (veya hala alıyor) olan
diğer isimler ise şöyle: Donald
Rumsfeld (şimdiki ABD savun­
ma bakanı), Süleyman Demirel
(eski Türkiye Cumhurbaşka­
nı),
K enneth
Derr
(Chev-
ron’un başkanı ve CEO ’ su),
John F. imle (U nocal’ın başka­
nı), Kenneth Lay
(Enron’un
başkanı ve C E O ’su).
Cariyle Group’a yatırım yapan­
lar arasında Bin Laden ailesi­
nin üyeleri de var.
ABD devlet bakanı eski gene­
ral Collin Powell 2000 yılında
Carlyle Group tarafından sözcü
ABD ordusunun sekreteri T h o­
mas W hite, Pentagon’da çalış­
maya başlamadan önce Enron’da başkan yarddımcısıymış
ve milyonlarca dolarlık Enron
hissesi sahibiymiş.
A BD hükümetinin ekonomi
danışmanı i Larry Lindsay ve ti­
caret müşaviri Robert Zoellick
daha önce Enron için çalışıyor­
lardı.
leşmesi olarak bilinen AOL ile
Time Warner firmalarının bir­
leşmesini onaylayan ABD Ulu­
Eisenhower Exchange Fellows­
hip isimli kuruluş değişik alan­
larda dünya liderleri arasında
sal Haberleşme Komisyonu’
nun başkanı Collin Powell’in
oğlu Michael Powell idi.
■
olarak işe alındı. Firmaya söz­
cülük yapan diğer bir tanınmış
isim ise AO L Tim e Warner’in
Başkanı Steve Chase idi.
Collin Powell’in milyonlarca
dolarlık A O L hisseleri vardı.
Dünyanın en büyük medya bir­
21.
YÜZYILI
İSLAM
BELİRLEYECEK
s. HÜSEYİN NASR İLE RÖPORTAJ
ŞİDDET, MODERNLİK
VE İSLÂM’IN İMKANLARI
Konuşan: Yusuf Kaplan
11 Eylül saldınsmın onuncu günü. A B D ’nin siyasî-
jik bir çökertme operasyonu; hem de diplomatik ve
askerî gücünün sembolü Pentagon ile dünya üzerinde
siyasi bir savaş başlatmış durumda: Amerika, dünya
kurduğu ekonomik hegemonyasının sembolü İkiz Kule­
üzerinde kurduğu haksız, hukuksuz, iki yüzlü hege­
lerin son derece sofistike, ustalıklı, ‘^estetik** ama
monyaya direnen, itaat etmeyen tek aktör olduğunu
ürkütücü bir şekilde vurulması dolayısıyla estirilen irkil­
gördüğü Müslümanları, İslâmî söylemleri sindirmek için
tici ve postmodern Amerikan terörü ve propaganda­
her tür yolu denemekte İcararh görünüyor.
sı havası hemen hemen dünyanın her yerine hakim ol­
Ancak Müslüman toplumlar, son 200 yıldır yaşadık­
muş durumda. Bu sanal mı, gerçek mi olduğu pek ayırt
ları travmatik deneyimi aşabileceklerine, küresel siste­
edilemeyen postmodern, **hiper-gerçek** ve dolayısıyla
me, küresel sistemin karikatürleri yerli temsilcilerine ve
esrarengiz saldırının dünyanın her bir bölgesini, ülkesini
uzantılarına teslim olmayacaklarına, tarihe dün olduğu
yeni çatışmaların eşiğine doğru sürükleyeceği gözleni­
gibi yann da Özne olarak müdahale etmek niyetinde ol­
yor.
duklarına dair önemli işaretler veriyorlar.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bütün tele­
İslâm dünyasının en parlak ve en derinlikli düşünür­
vizyonlar ve gazeteler “Amerika*nın sesi**, yeni Ro-
lerinden Seyyid Hüseyin N asr’la işte böylesi bir ortamda
marnın gönüllü lejyonerleri gibi yayın yapıyorlar.
bu röportajı yapıyoruz. N asr’ı, tüm bu olan bitenlerden
Amerilia’da başlatılan "Müslüman avı”, İslam dünya­
ötürü bir hayli tedirgin olmıış gördüm. N asr’ın tedirgin­
sında Müslümanları “şamar oğlanı” yapacak önlemler
liği konuşmasına, jestlerine, mimiklerine kadar yansıyor.
alınmasına yol açıyor. Müslümanlar, çok yönlü bir küre­
Ama Nasr, karizmatik biri. Satıh düşünürlerde pek
sel kuşatma ile karşı İcarşıyalar: Kendi ülkelerinde, kendi
rastlamadığım güçlü bir iradeye, etkileyici ve ken­
geleceklerini kendilerinin belirleme talepleri hile “tehlike­
dinden son derece emin bir kişiliğe sahip. 40 küsur
li” görülüyor.
yıldır Batı’da yaşayan, hem Batı düşüncesini, hem de İs­
Amerilian yönetiminin 11 Eylül olayından sonra
lâm düşüncesini çok iyi özümsemiş bir düşünür olan
Müslüman toplumlann kendi kaderlerini M üslüman­
Nasr, İslâm’ın insanlık tarihinin bundan sonraki sürecin­
lık ekseninde kendilerinin belirleme girişimlerini etki­
de sadece Müslüman toplumlara değil, bütün bir insanlı­
siz hale getirmek için elindeki her tür aracı sonuna kadar
ğa verebilecek çok önemli ve hayatı “şeyler”i olduğımu ve
kullanmakta }<ararb olduğu gözleniyor: Televizyonlar,
insanlığın İslâm’ın kuşatıcı, kucaklayıcı, sanp sarmalayı-
“kan emici”, “terörist Müslüman” görüntülerinden geçil­
cı değer sistemine, anlam haritalarına şiddetle ihtiyaç his­
miyor. Amerika, Müslüman toplumlann İslâm’la yeni­
settiği bir zcıman diliminde yaşadığımızı söylüyor ve
den sahih, sahici ve özgürleştirici ilişkiler kurmamaları
Müslümanları zorlu ama gönendirici bir geleceğin
için hem medya yoluyla psikolojik bir savaş, psikolo­
beklediğini hatırlatıyor bize.
Um ran-Nisan -2002 27
21. YÜZYILI İSLAM BELİRLEYECEK
Yusuf Kaplan: Profesör Nasr, ilk sorum, ABD’de yaşa­
çekleştirenler, ister Hıristiyan, ister Müslüman, ister
nan terör olayına ilişkin olacak. Burada cevaplandırma"
Yahudi, isterse ateist olmuş olsunlar, kim olursa olsun
nızı istediğim iki soru var: Birincisi, İslâm’ın ve dolayı­
açık ve kesin bir dille kınanmalıdır; bu kişiler, kesinlik­
sıyla Müslümanların bu tür korkunç bir terör olayına
le çılgın ve gayrı insani kişilerdir ve kesinlikle kınan-
ilişkin yaklaşımı nedir; ne olabilir veya ne olmalıdır?
malıdırlar. Bu eylem, İslam’ın 1400 yıllık tarihi boyun­
İkincisi, çeyrek asırdan fazla bir süredir Batı’da, Ameri­
ca savunduğu her şeye, bütün ilkelere, ortaya koyduğu
ka’da yaşayan, dersler, konferanslar veren bir Müslü­
tüm uygulamalara temelden aykırı bir eylemdir. Müslü­
man düşünür olarak bu olayı kişisel deneyimlerinize,
manların girmek zorunda kaldığı savaşlarda bile, müslü­
gözlemlerinize bakarak şahsen siz nasıl değerlendiriyor
man askerlerin masum insanları, yaşlıları, kadınları ve
ve yorumluyorsunuz?
çocukları öldürmeleri şiddetle yasaklanmıştır.
İkinci olarak, bir olaydan sözettiğimizde, bu olayı
İslâm, Masum İnsanların
Katledilmelerini Yasaklamıştır
Seyyid Hüseyin Nasr: Bismillahirrahmanirrahim. Her
şeyden önce, sorduğunuz soruların oldukça kapsamlı so­
rular olduğunu belirtmeliyim. Sorunuzun ilk kısmından
başlayacak olursam... Hem manevî, hem de düşünselbakımdan otantik İslâm geleneği içinde, İslâm vahyine
göre yaşayan müslümanların bu bağlamda, açıkça kabul
ve ilan etmeleri gereken temel hakikat şudur: İslam hu­
anlayabilmek ve çözümleyebilmek için, bunun neden­
lerini anlamaya çalışmak son derece önem arzeder. El­
bette ki, masum insanların katledilmeleri öfkeye ve nef­
rete yolaçar. Bu, elbette ki, anlaşılabilir bir şeydir. O
yüzden herkesten önce terör olayına kurban giden kişi­
lerin aileleri adaletin yerine getirilmesini talep ediyor­
lar. Burada adaletin gözetilmesi tek taraflı olamaz; çift
taraflı olduğu zaman adalet yerine getirilmiş olur. Böyle
bir olayın Amerika’da, Türkiye’de, İran’da veya dünya­
kukuna, Kur’an-ı Kerim’e, peygamberimizin hadislerine
nın başka bir yerinde yaşanması, insanların öfke ve nef­
göre masum insanların katledilmeleri haramdır; yasak­
ret duygularıyla dolmalarını engellemez. Ama her ne
lanmıştır. Kur’an’da bir ayet’te, “bir insanı öldüren, bü­
suretle olursa olsun, hiçbir zaman adaleti elden bırak­
tün insanlığı öldürmüş gibidir” buyurulmaktadır. Ken­
mamak, hiç kimsenin adalet duygusunu asla yoketme-
disini müslüman olarak tanımlayan hiç kimse bu ayeti
mek kaçınılmazdır. Bu olayda da adaletin mutlaka göze­
kerimeyi reddemez; bu ayet-i kerimeye aykırı davrana­
tilmesi, yerine getirilmesi gerekir. Herkes, adaletin yeri­
maz. Bu korkunç eylemi gerçekleştirenlerin kimler ol­
ne getirilmesini istiyor. Burada adalet derken, total bir
duğunu henüz kesinkes bilemiyoruz ama bu eylemi ger-
adaletten sözediyorum.
28 Ümran •Nisan -2002
İSLÂM'IN İMKANLARI / NASR
Total Adalet Şart
bir mazeret teşkil etmez. İkinci olaraksa Amerika’daki
müslümanlar, bu yaşanan elim olayı İslam’ı ve İslam
Kaplan: “Total adalet” kavramıyla neyi kastediyorsu­
dünyasını Batı’ya, Batı’yı da İslam dünyasına anlatmak
nuz? Biraz açar mısınız bunu?
için bir fırsat olarak değerlendirmeli ve İslam dünyası­
Nasr: Total adalet kavramını, bir hadisenin, bir te­
rör olayının vuku bulmasına yol açan bütün unsurların
nın bütünüyle “beyaz”; Batı’nın ise “siyah” olmadığını
anlatmalılar...
dikkate alınması, insanları bu tiır olaylara sürükleyen
Kaplan: Ya da tam tersi... Yani Batı’nın bütünüyle
bütün nedenlerin araştırılması ve ondan sonra kesin bir
“bembeyaz”, İslam dünyasının ise “kapkaranlık” olma­
karara ve hükme varılması anlamında kullanıyorum.
dığını...
Korkunç bir suç işleyen, bir eylem gerçekleştiren kişiyi
adil bir şekilde yargılamak gerekir. Bir insanı suç işle­
Batı’daki Müslümanlar,
meye iten gayr-ı adil nedenler varsa, bu nedenlerin de
Yanlış Politikalan Düzeltebilirler
mutlaka ortadan kaldırılması gerekir. Ancak bundan
sonradır ki, bu tür olayların yaşanması veya tekrarlan­
Nasr: Evet., ya da tam tersi. Burada son derece karma­
ması önlenebilir. Nedenleri tedavi etmeden, ortadan
şık tarihsel faktörlerin varlığını gözardı edemeyiz elbet­
kaldırmadan, sonuçları tedavi edebilmek, yani adil so­
te ki. Ama isterseniz bu konuya girmeyelim. Benim so-
nuçlara ve çözümlere ulaşabilmek imkansızdır.
mnuzun ikinci bölümü ile ilgili olarak burada vurgula­
Sorunuzdaki ikinci önemli noktaya, yani Batı’da,
mak istediğim önemli bir nokta var. Batı’da yaşayan
özellikle de Amerika’da yaşayan müslümanların bu sal­
•müslümanların Batı’yı, Amerika’yı hem kendilerini,
dırı konusunda nasıl bir tavır takınmaları, bu olayı na­
hem de bütün dünyayı ilgilendiren sorunların çözüme
sıl değerlendirmeleri gerektiği meselesine gelince... Ba-
kavuşturulabilmesi için yeni düşünce biçimlerinin,
tı’da, özellikle de Amerika’da yaşayan müslümanlar,
olaylara yeni açılardan yaklaşma biçimlerinin varoldu­
otantik (sahih) İslami düşüncenin, varoluşun, güçlü ve
ğu konusunda uyarmaları, onları aydınlatmaları artık
güven verici müslüman şahsiyetin sesi ve vicdanı; dola­
kaçmılmaz hale gelmiştir. Sadece İslam dünyasında de­
yısıyla hem İslam dünyasının Batı’ya açılan, hem de Ba-
ğil, tüm dünya genelinde Amerika’nın politikalarından
tı’nın İslam dünyasına açılan penceresi olmak mecbu­
hoşlananlar da, rahatsız olanlar da var. Amerika, uygu­
riyetindeler. Batı’da yaşayan müslümanlar, Batı’nın İs­
ladığı politikaların nerelerde, kimleri ve niçin rahatsız
lam dünyasında, İslam’ın ve İslam dünyasının da Ba-
ettiğini; bunların nedenlerini, kökenlerini araştırmak
tı’da gerçek ve tüm yönleriyle daha iyi anlaşılması için
ve her şeyi silbaştan yeniden gözden geçirmek zorunda­
çaba göstermeliler. Her iki tarafın da çok iyi bilmesi ge­
dır. Amerika’daki müslümanlar, bu rahatsızlıklarm. dile
reken nokta şu: İki tarafta da hem iyi, hem de kötü;
getirilmesi, iletilmesi konusunda üzerlerine düşen görev
hem adil, hem de gayr-ı adil insanlar olabilir. Bu iş, si-
ve sorumluluğu yerine getirdikleri zaman pek çok şey
yah-beyaz meselesine indirgenmemelidir. Elbette ki, şu
köklü bir şekilde değişebilir. İslam dünyasında yaşanan
an Batı dünyası ile İslam dünyası arasında bir güç eşitli­
ve Amerika’nın izlediği politikaların doğrudan ve do­
ği olmadığı doğnj. Dün böyle değildi tabii ki. Dün, 300­
laylı şekillerde yol açtığı sorunların, acıların, sıkıntıla­
350 yıl önce İstanbul’un payitaht olduğu Muhteşem Sü­
rın nedenlerinin ortadan kaldırılmasına katkıda bulun­
leyman’ın başında bulunduğu ve o vakitler Avrupa’nın
mak bu şekilde mümkün olabilir. Müslüman halklara
en büyük imparatorluklarından bir olan Osmanlı döne­
gerçekten acı veren, onların haklı olarak öfkelenmele­
minde, Osmanlı ile Avrupa arasındaki güç dengeleri az
rine yol açan büyük ölçekli sorunların neler olduğunu
çok eşitti. Bazen bir taraf, bazen de diğer taraf savaşlar­
artık dünyada herkes biliyor. Filistin sorunu, Keşmir so­
da galip geliyordu.
runu, Çeçenistan sorunu, Moro sorunu; ve tabii Avru­
K aplan: Tabi, şu an İslam Dünyası ile Batı arasında­
ki güç eşitliği, dengesi bozulmuş durumda.
pa’nın göbeğinde küçük bir müslüman ülkenin nüfusu­
nun onda birinin katledilmesine yolaçan o korkunç
Nasr: Evet... Bu denge kayboldu. Ve müslüman top­
Bosna trajedisi ve benzer katliamların hala aralıklarla
lumlar, şu an zayıflamış dürümdalar ve baskı altında ya­
da olsa sürdürüldüğü Kosova ve özellikle de Makedonya
şıyorlar. Elbette ki bu durum, birincisi, müslümanların,
sorunları adil bir şekilde çözümlenmelidir. Bu liste el­
İslam’ın şiddetle karşı çıktığı eylemler içine girmelerine
bette ki uzatılabilir. Ama şu gerçek tüm açıklığıyla or­
Umraıu Nisan .2002 2 9
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
taya çıkmıştır: Bugün müslüman
nuşmamızın başında da söyledim:
toplumların büyük acılar yaşama­
Bir müslümanın terörü meşrulaş­
sına, büyük sorunlarla boğuşması­
tırması mümkün değildir. Ama
na yol açan bu problemler, tüm
burada asıl önemli olan insanla­
yönleriyle ve nedenleriyle masaya
rın köşeye kıstırılmışlık, çaresizlik
yatırılmalı ve artık çözümlenmeli­
durumuna ve psikolojisine itil­
dir. Çünkü bu acılar ve problemler
memeleri gerekiyor. Onun için
müslümanların Batı’ya karşı haklı
de teröre yol açan haksızlıkların,
olarak öfke duymasına, nefret duy­
adaletsizliklerin, acıların, trajedi­
gularıyla dolu olmasına, §u ya da
lerin de mutlaka ortadan kaldırıl­
bu şekilde şiddete sürüklenmeleri­
ması kaçındmazdır.
ne neden olmaktadır. Şiddetle
K aplan : Konuşmamızın bu
hiçbir şeyi nihai olarak çözüme ka­
bölümünde biraz şiddet kavramı
vuşturmak mümkün değildir. Bu­
üzerinde yoğunlaşalım, istiyorum.
nun kesin olarak bilinmesi gereki­
Şiddetin zuhuruna yol açan siya­
yor. Kaldı ki, bu tür yollara başvu­
si, ekonomik ve tarihsel neden­
ranlar, İslam dünyasında çok kü­
ler, problemler üzerinde durduk.
çük bir azınlıktan ibarettir. Bunla­
Biraz da şiddetin felsefi temelleri,
rın bütün müslümanları temsil et­
kökenleri üzerinde duralım. Çün­
tiğini düşünmek yanlıştır. Ama bu
kü şiddetin felsefi temelleri üze­
tür şiddet olaylarını önlemenin
tek yolu var: Bu insanların acılarına, sıkıntılarına, de­
rinde kafa yormanın çok daha
önemli olduğu kanaatindeyim. Şiddet, modern dönem­
vasa sorunlarma sırt çevirmemek ve bu sorunların nere­
de hayatımızın her alanına sinmiş durumda. O yüzden
den kaynaklandığı meselesine gereken önemi ve hassa­
ben yaşadığımız şiddet fenomeninin modem bir feno­
siyeti göstermek. Amerika’daki bu korkunç terör olayı,
men olduğunu, modernliğin dünya, insan, eşya ve Tan­
bu acıların, trajedilerin, çözümlenemez gibi görünen
rı tasavvuruyla ilişkilendirilmesi gerektiğini düşünüyo­
devasa sorunların gündeme getirilmesi, bunlara dikkat
rum. İslam dünyasının yaşayan en büyük düşünürlerin­
çekilmesi açısından önemli bir fırsat olarak değerlendi­
den biri olarak sizin bu konuda önemli ve ufuk aÇıcı
rilmelidir. Bu konuda Batı’da, özellikle de Amerika’da
şeyler söyleyeceğinizi sanıyorum. Sorumu şöyle formüle
yaşayan müslümanlara çok önemli görevler düşüyor. Bu
edeyim: Heidegger, modernliğin, insanı “her şeyin ölçü­
sadece bir görev değil, aynı zamanda Allah’ın üzerimize
tü ve merkezi haline getirdiğini” söyler. Modernlik, in­
yüklediği bir sorumluluktur. Burada sadece şu an yaşa­
sanı, hayatın ve her şeyin merkezine yerleştirmekle, in­
nan sorunların; şiddete, terörizme neden olan problem­
sanı tanrılaştırdı. Fizik gerçeklikle, fizikötesi gerçekliği
lerin nasıl çözümlenebileceği, dolayısıyla terörle nasıl
birbirinden ayırdı. Böylelikle insan, Tanrı, doğa ve di­
mücadele edilebileceği meselesi üzerinde üzerinde yo-
ğer varlıklar arasındaki harmonik ilişkiyi ve dengeyi
ğunlaşılmakla kalınmamalı; aynı zamanda, bundan da­
bozdu. Bu, hem kozmik düzlemde, hem varlıklar arasın­
ha da önemlisi, adaletsizliklerin, haksızlıkların oluşma­
da, hem de insanla doğa ve insanla Tanrı arasında şid­
sına neden olan uzun vadeli sorunlar üzerinde de yo­
det üreten bir pratikler yumağının oluşmasına zemin
ğunlaş ılmalıdır. Trajedilerin, acıların yaşanmasına yol
hazırladı. Zamanla “ip”leri eline alan insan; aklı, bilimi
açan adaletsizlikler, haksızlıklar ortadan kaldırılmadığı,
ve teknolojiyi mutlaklaştırdı; doğayı, teknolojiyi, diğer
bu tür uzun vadeli sorunlar çözüme kavuşturulmadığı
toplumları ve kültürleri kontrol etmeye başladı; ama so­
sürece, bu tür terör ve şiddet olaylarının tekrar tekrar
nunda akıl, bilim ve teknoloji tarafından kontrol edilen
yaşanmasını önleyebilmek imkansızlaşacaktır. Köşeye
bir nesne’ye dönüşmekten kurtulamadı. Sonuçta bu du­
sıkıştırıldığını düşünen insanlarm, şu ya da bu şekilde
rum, modem insanın hem iç, hem de dış dünyasında fır­
patlayabileceklerini bilmek. gerekiyor. Her ne suretle
tınalar esmesiyle sonuçlandı: Modern insan, bir yandan
olursa olsun müslümanlar, şiddete, teröre şiddetle karşı­
bir anda, bir düğmeye basmakla dünyayı yok edebilecek
dırlar; karşı olmak ve kınamak durumundadırlar. Ko­
kitlesel imha silahlan, kimyasal, biyolojik silahlar icat
30 Ümran • Nisan •2002
İSLÂM'IN İM KANI^Rl / NASR
etti. Öte yandan da, egoistleşti;
Nasr: Tabii.. Ben, Heideg­
her şeyi izafileştirdi; her şeyi kate-
ger’in fikirlerinin çoğuna katıl­
gorize ederek parçaladı ve bu du­
mam. Ama sizin yaptığınız alıntı­
rum modern insanın ruhunu, iç
da Heidegger, doğru bir saptama
dünyasını alt etti. Ben, modern
yapıyor. Bunu, değişik zamanlar­
dönemde şiddet ve terörün köken­
da ve değişik şekillerde ben de di­
lerinin bu parçalı insan, Tanrı,
le getirdim ve uzun uzadıya tartış­
gerçeklik, doğa tasavvurunda gizli
tım. İnsanı, Tanrı’nın yerine yer-
olduğunu düşünüyorum. Şiddet ve
leştiraıek; hem insanı mutlaklaş­
terör sorununu tartışırken bu asli
tırmak, hem de insanın sahip ol­
sorun hep atlanıyor. Oysa asıl so­
duğu sınırlılıkları mutlaklaştır­
run burada saklı. Siz bu konuda
mak demektir. Hümanizm dediği­
felsefi olarak ne tür bir açılım ge­
miz şey, bu işte. Dahası, burada
tirmek istersiniz?
şiddetin kendisi de mutlaklaştırıl-
Nasr: Güzel bir soru... Öyle bir
maktadır. Burada büyük bir çeliş­
soru ki bu, ancak ciltler dolusu ki­
ki, daha doğrusu büyük bir iki
tapla cevap verilebilir buna. Ama
yüzlülük var. Şöyle bir şey bu: Bir
olabildiği ölçüde özetleyerek ce­
yandan insanı sevmekten, insan
vap vereyim. Bir kere, sorunuzda
sevgisinden sözetmek; ama öte
parmak bastığınız birkaç önemli
yandan da insanı, insan egosunu
ve farklı nokta var. İsterseniz, ön­
her şeyin merkezine ve bizzat in­
ce şiddet sorununun kendisinden başlayalım. En derin,
sanın üstüne yerleştirmek. İşte bu, şiddet üretmekte ve
yani metafizik anlamda bizatihi varoluş, şiddet ima
şiddeti doğallaştırarak meşru hale getirmektedir. Burada
eden bir şeydir. Şiddetin kökeninde, Tanrı’dan kopma
karşımıza çeşitli şiddet biçimleri çıkmaktadır: Her şey­
eylemi vardır. Bu nedenle bizim kutsal antroplojimizde,
den önce Öteki’ne, komşuya karşı şiddet; hatta bizzat
yani İslam’da (ve tabii Hıristiyanlık ve Yahudilik’te de)
kendi kültürleri içinde ötekiler icat ederek şiddet bi­
Adem aleyhisselam’ın iki oğlunun, Habil ile Kabil’in,
çimleri geliştirmek. İnsan, bu durumda, “ben istiyorum,
birbirlerine şiddet uyguladıklarına inanılır. Bunun, di­
yalnızca ben istiyoaım” diyor ve insan ego’su her şeyin
ğer dinlerde de geçerli olduğunu görüyoruz. Meseleye
merkezi haline geliyor.
bu noktadan bakılınca, şiddet sorununun, modernlikle
İkincisi: Doğa’ya karşı şiddet. Herkes, dünyada ba­
veya modern teknolojiyle birlikte başlamadığı söylene­
rıştan filan sözediyor; ama dünyayı katlettiğimiz gerçe­
bilir. Şiddet’in daha derin kökenleri vardır. Zira, yalnız­
ğini hep gözardı ediyor, ikinci plana itiyoruz. Doğayı,
ca Allah, es-Selam’dır, yani barış ve esenliktir; şiddet­
ağaçlan, nehirleri, okyanusları, balıkları, denizaltındaki
ten münezzehtir. Tanrı’dan kopma, varlığın (being)
varlıkları katlediyor, yokediyoruz. Havayı kirletiyoruz;
ezeli dengesinin “bozulması” anlamında, bilfiil bir şid­
neredeyse havayı bile soluyamaz hale gelmedik mi?
det eylemidir. Burada şiddetin metafizik boyutu üzerin­
Böyle bir dikıyada barıştan dem vuran insanlar, hangi
de daha fazla durmayacağım. Bu kadarı kafi, sanırım.
barıştan sözediyorlar acaba?
Burada varılması gereken sonuç, şiddetin sadece mo­
Üçüncüsü: Modern teknoloji, şiddetin, tahayyül bi­
dern döneme özgü bir icat olmadığıdır. Burada modern
le edilemeyecek boyutlarda ve alanlarda uygulanmasını
olan, şiddetin fiilen telaffuz edilmesi ve hayata geçiril­
mümkün kıldı. Tarihin önceki dönemlerinde çok bü-
mesidir. Başka bir deyişle, bir yandan şiddete başvur­
'^öik çaplı işgallerin ve yıkımların yaşandığını biliyoruz.
mak; ama öte yandansa şiddet gerçeğini inkar etmektir.
Örneğin tarihte insanlığın tanık olduğu en büyük tah­
ribatı gerçekleştiren Moğollar, 13. yüzyılın ilk yarısında
Teknoloji Felsefesi
İslam dünyasının önemli bir kısmını. Batı Asya’yı baş­
K aplan: Bu saptamanız önemli. Bunu biraz açmanızı is­
Moğollar bile, işgal ettikleri yerlerdeki ormanları, ne­
tesem...
hirleri, doğayı tahrip etmemişlerdi. Oysa teknolojinin
tan aşağı işgal etmiş ve herkesi katletmişlerdi. Ama
Ümran - Nisan . 2002 31
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
hakim olduğu günümüzde yapılan tahribat, tahayyül
şiddeti hayatımızda en asgari düzeye indirmenin ve
edilemeyecek kadar total, külli bir tahribattır. Böylelik'
kontrol altına almanın yolları, yöntemleri üzerinde ka­
le modern dönemde şiddet yeni bir boyut kazanmıştır.
fa yormak gerekiyor. Bu da mevcut kategorik, her şeyi
Böyle bir ortamda kimileri, barıştan, sevgiden filan sö-
atomize eden Batılı zihin yapısının dışında, yepyeni dü­
zedip duruyor. Bu, hiç de derin ve esaslı bir felsefe de­
şünme biçimleri geliştirmekle mümkün olabilir ancak.
ğil; çünkü bir yandan diğer varlıklara, doğaya ve diğer
O halde burada öncelikli olarak yapılması gereken
kültürlere şiddet uygulayan, şiddeti her bakımdan mer­
şey, şiddeti tümüyle ortadan kaldırmak gibi asla sonuç
keze alan bir hayat sürdüreceksiniz; öte yandan da kal­
vermeyecek ve imkansız bir çaba içine girmek değil; (ki,
kıp barıştan, sevgiden, özgürlüklerden sözedeceksiniz.
böyle bir şeyi ancak Allah’la manevi bir rabıta kuran ve
Bu en hafif ifadeyle son derece komik, insanı ve hayatı
Allah dostu olan veliler başarabilir ancak) yapılması
karikatürize eden bir haleti ruhiye ve davranış biçimi­
gereken şey, şiddeti en asgari düzeye indirmenin yolla­
dir. Sadece ekonomik şiddetin boyutlarına ve sonuçla­
rını bulmaktır. Tarih boyunca şiddeti en asgari düzeye
rına bakmak bile, ne ka­
indirmeyi,
dar şiddet yüklü, adalet
din/ler başarabilmiştir.
duygusundan yoksun bir
dünyada yaşamaya mah­
kum edildiğimizi göster­
mek için yeterli olabi­
lir... Küreselleşme ça­
ğında ekonomik şidde­
Sadece ekonomik şiddetin boyutlarına ve
sonuçlarına bakmak bile, ne kadar şiddet
yüklü, adalet duygusundan yoksun bir dün­
yada yaşamaya mahkum edildiğimizi gös­
termek için yeterli olabilir,..
tin ve ekonomik şidde­
yalnızca
Dinden nefret eden mo­
dern / seküler kişiler,
dinden sözedildiğinde,
hemen din’i tarihteki
savaşlarla, çatışmalarla
vesaire özdeşleştirirler.
Ancak bugün olan bi­
tin yol açtığı adaletsizliklerin, haksızlıkların, yoksulluk­
tenlerle karşılaştırıldığında bu savaşların bir hiç olduğu,
ların, açlık sorunlarının hangi boyutlarda seyrettiğini
devede kulak misali kaldığı ve adeta bahçede çelik ço­
herkes az çok biliyor. Ekonomik şiddet nedeniyle dün­
maklarla oynayan çocukların oyunlarını andırdığı görü­
ya nüfusunun büyük bir bölüğünün gerçekten onur kırı­
lecektir. Burada önemli olan nokta şu: Dinler, istisnasız
cı şartlarda varolma, ölüm-kalım ve en azından insanca
bütün dinler, açgözlülükle mücadele ederler. Sadece ib-
yaşama mücadelesi verdiği bir dünyada, birilerinin ba­
rahimi dinler değil, Çin dini, Japon dini ve tüm diğer
rıştan, sevgiden, özgürlüklerden, şiddete karşı mücade­
dinler de dahil, hangi din, “açgözlülük, iyidir” der ki?
leden sözetmeleri bana hem komik, hem de alaycı, ki­
Hiçbir din açgözlülüğü kutsamaz. Aksine, başkalarına
birli ve hatta insan onurunu ve varlığını hiçe sayıcı bir
yardım etmeyi, kanaatkar olmayı, fedakarlığı, diğergam-
yaklaşım olarak görünüyor. O yüzden ben bu kişileri,
lığı salık verir. Bütün dinler, bağlılarından “komşunuza
akımları ciddiye bile almıyorum.
iyi davranın” ilkesini hayata geçirmelerini ister. Örne­
ğin Hıristiyanlık böyle bir dindir. Her ne kadar Hıristi­
Şiddetin Kaynağı: Modern Batı Düşüncesi
yan Avrupalılar, komşularına, dünyadaki diğer insanla­
Kaplan: Peki, sizin burada önerdiğiniz köklü ve kalıcı
Hıristiyanlık, “komşunuza iyi davranın” ilkesini hiç ol­
ra ve toplamlara her zaman iyi davranmamışlarsa da,
bir çözüm yolu var mı?
mazsa motto olarak benimsemiştir. Oysa 1990’larda
Nasr: Her şeyden önce buradaki çelişkiyi ve ikiyüz­
“açgözlülük, iyidir” ilkesi motto olarak kabul edilmiştir.
lülüğü görmemiz gerekiyor. Biraz önce bu noktaya dik­
Camilerde, kiliselerde, sinagoglarda, diğer dinlere men­
kat çekmiştim. Burada köklü, kalıcı ve uzun vadeli çö­
sup tapınaklarda hep bu temel hayati öğretiler tekrar
züm önerileri üzerinde kafa yorulmalı. Mesela sadece
tekrar öğretilmiştir. İşte burada, dinlerde, Tanrı mevcut
barıştan, sevgiden, ne olduğu bir türlü açıklanamayan
ve merkezi bir yer işgal ettiği için, insan, hiçbir zaman
ve tanımlanamayan özgürlüklerden sözetmek, dolayı­
nihai ve mutlak bir konumda olmamıştı/r. Her şeyden
sıyla şiddet gerçeğini inkar etmek ve şiddeti tümüyle or­
önce modern bilim, modern insandan öte dünya inan­
tadan kaldırmak gibi gerçekleştirilmesi mümkün olma­
cını çekip almıştır. Ve sonuçta insanın önünde kala ka­
yacak ütopik ve romantik bir yaklaşım geliştirmek yeri­
la yalnızca bu dünya kalmıştır. Artık istediğimiz her şey
ne, şiddet gerçeğini kabul etmek ve en geniş anlamıyla
sadece bu dünyada ve bu dünyaya özgü şeylerden ibaret­
32 Ümran’ Nisan -2002
İSLÂM'IN İMKANLARI / NASR
tir. Tüm bunlara bir de modem tasavvurun bütünüyle,
ların hem büyük ölçüde yok edildiğini ve zincirlere vu­
evet bütünüyle yanlış anladığı ve yanlış tanımladığı in­
rularak Amerika’lara ve Avrupalara zorla getirildiğini
san ve insan doğası anlayışı da eklenince, kaçınılmaz
ve bun insanların hatırı sayılır bir bölümünün telef ol­
olarak bugün içinde bulunduğumuz kaos ve katastrof
duğunu veya katledildiğini artık herkes biliyor. Öte
(en geniş anlamıyla felaket) ortamında bulduk kendi'
yandan engizisyonları, cadı kazanlarını, yüzyıl savaşları­
mizi: Buna göre, artık tek istediğim şey, ihtiyaç hissetti­
nı, birinci ve ikinci dünya savaşlarında öldürülen insan­
ğim şeydir. İstemek / talep etmek, ihtiyaç hissetmektir.
ların sayısını ise burada zikretmeye bile gerek yok. Ama
Talep, yalnızca ve yalnızca ihtiyaca indirgenmiştir. İşte
ortada tam tersi bir kanaat var; Çünkü yüzyıllardır, özel­
bundan sonrası önemli; çünkü meselenin püf noktası
likle de son onyıllardır medya marifetiyle bilinçli bir şe­
burada gizli: Bir ihtiyacı yerine getirebilmeniz için, şid­
kilde böylesine yanlış ve çarpık bir imaj oluşturulmuş
dete başvurmak zorundasınız. Bu nedenledir ki, tüketim
durumda.
toplumu, şiddet toplumudur. Başka bir deyişle tüketim
Oysa bu İslâm’a ilişkin geliştirilen veya icat edilen
sığ bir algılama biçimi­
toplumunun varolabil­
mesi ve varlığını sürdü­
rebilmesi için, şiddete
başvurulmak zorunda­
dır. Tüm bu faktörler -ki
bu faktörler daha da ar­
tırılabilir- bir araya geti­
rilip de soruna bir bütün
İslâm’ı öteki olarak konumlandırmak; son­
ra da Islâm’ı şiddetle, şer-şeytanla, özdeşleş­
tirmek; Batı’yı ise iyi ve güzel olan ne varsa
onunla özdeşleştirmek. Artık dünyanın bu
sığlığı, bu yüzeyselliği aşması zorunludur.
olarak bakıldığında, şid­
nin bir ürünü; İslâm’ı
öteki olarak konumlan­
dırmak; sonra da İslâm’ı
şiddetle,
şer-şeytanla,
özdeşleştirmek; Batı’yı
ise iyi ve güzel olan ne
varsa onunla özdeşleştir­
mek. Artık dünyanın bu
det soruııunun yeni bir boyut kazandığı açıkça görüle­
sığlığı, bu yüzeyselliği aşması zorunludur. Zorunludur di­
cektir. 19. yüzyıldaki savaşlar, hatta 20. yüzyılda yaşa­
yorum; çünkü bu, yeryüzündeki insan varlığının ve va­
nan iki büyük dünya savaşı bile, bugünkü nükleer silah­
roluşunun geleceğini tehdit ediyor. Öteki’ne karşı, (ki,
larla, kimyasal ve biyolojik silahlarla karşılaştırıldığında
bu öteki kim olursa olsun farketmez), böylesine hasma-
birer çocuk oyunu gibidir. İşte tüm bu nedenlerden ötü­
ne, önyargılı, tabansız bir tavır geliştirmek, imaj üret­
rü, şiddet sorununu sadece belli ve sınırlı boyutlarıyla
mek, insanlığın geleceği için çok tehlikelidir.
'
tartışmaktan yana değilim. Şiddet sorununu gerçekten
Burada son olarak şunu söylemek isterim: New
anlayabilmek için, bu sorunu tüm boyutlarıyla birlikte
York’ta yaşanan trajedi, Batılıların, sıradan insanların
ve derinlikli bir şekilde ele almak ve tartışmak zorunlu­
Sanayi Devrimi’nden bu yana yaşadıkları, karşı karşıya
dur. Şiddet sorununu tartışırken, barış sorununu da, sa­
kaldıkları en büyük trajedidir. Artık yeni tanrı teknolo­
vaş sorununu da tüm boyutlarıyla tartışmadığımız süre­
jinin, hiçbir sorunu kalıcı olarak halledemeyeceği; tek­
ce şiddet sorununu anlayabilmemiz imkansızdır.
nolojik güce sahip olmanın, güvenliğin garantisi olma­
İslâm “Savaş Dini”, Hıristiyanlık “Barış Dini” mi?
dığı ve olamayacağı anlaşılmıştır. Dolayısıyla insanın
Öte yandan, Ortaçağ’daki tecrübe dolayısıyla barış
güvenliğini garanti altına alacak başka bir şeye ihtiyacı
sorunu da, savaş sorunu da Avrupa’da tümüyle yanlış al­
olduğu tüm çıplaklığıyla gün ışığına çıkmıştır.
gılanmış, yanlış temellendirilmiş ve dolayısıyla İslâm
daima “savaş dini”, Hıristiyanlık ise “barış dini” olarak
Modern Teknoloji, Şiddet ve Zorbalığm Kaynağı
sunulagelmiştir. Oysa bu, bence, insanlık tarihinin ta­
nık olduğu en büyük paradokslardan / çelişkilerden bi­
Kaplan: Peki, nedir bu başka şey dediğiniz şey? Ayrıca
ridir; çünkü hangi medeniyetin daha çok insanın ölü­
bu soruya cevap vermeden önce size cevaplandırmanızı
müne yol açtığını araştırdığınızda ve bunun için Batılı
istediğim bir başka soru sormak istiyorum: Batı’da geliş­
istatistiklere bile baktığınızda gerçek tablonun nasıl te­
tirilen teknolojiyi, metaforik olarak, Dr. Frankenstein
zahür ettiğini görmeniz hiç de zor olmayacaktır. Burada
figürü ile özdeşleştirebilir miyiz?
daha fazla söz söylemeyi gerekli görmüyorum; çünkü sö­
Nasr: İsterseniz, ilkin, son sorudan başlayayım..
mürgecilik ve kölelik tecrübesi ortada: Amerika yerlile­
Teknolojiyi elbette ki Dr. Frankenstein figürü ile özdeş-
rinin neredeyse tümünün tarihsten silindiğini, Afrikalı­
leştirebiliriz. Hatta ben daha da ileri gidebileceğimizi,
Ümran-Nisan -2002 33
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
Mumford, Ivan Illich, özellikle de Illich bu bağlamda
önemli bilimsel, felsefi ve sosyolojik kanıtlar ve argü­
manlar geliştirmiştir. Ama insanlar bu düşünürlerin
söylediklerine pek fazla kulak kabartmak istemiyorlar.
Genel durum böyle. Üstelik bu durum, son 20-25 yıldan
bu yana daha da kötüleşti: Hiç kimse bu düşünürlerin yaygın deyişle- “kafalarını ütülemelerine” tahammül
edebilecek durumda değil! Oysa 1960’lı yıllarda küçük
de olsa önemli bir pencere, önemli bir çıkış yolu açıl­
maya başlamıştı.
Karşi'Kültür Hareketi: Kaçırılmış Bir Fırsat
K aplan : Karşı-kültür akımının temsilcilerini, Roszak’ları, Aldous Huxley’leri filan da dahil ediyor musu­
teknolojiyi daha esaslı bir figürle özdeşleştirebileceğimi-
nuz bu düşünürler, bilge kişiler arasına?
zi düşünüyorum. Hem Müslüman düşünürler, hem de
Nasr: Tabii ki... Bu karşı-kültür hareketi içinde yer
bazı Batdı düşünürler, modern teknolojiyi çok daha de­
alan Theodor Roszak gibi kişiler, ben “İnsan ve Tabiat”
rinlikli bir dille ve şekilde eleştirmişlerdir. Sözgelişi,
başlıklı kitabımda dünyayı büyük bir çevre felaketinin
Goethe, modern bilimi, “Faust’yen bilim” olarak adlan­
beklediğini söylediğim sıralarda ortaya çıkmışlardı. Bil­
dırmıştır. Pandora’nın kutusunu açtığınız zaman, Fa­
diğiniz gibi bu kitabım, benim Türkçe’ye çevrilen ilk ki­
ust’yen bilimle karşılaştığınızı görürsünüz. Goethe’nin
tabimdi. O vakitler, gerçekten de bir vizyon değişikliği­
son dönem şiirlerinde de tasvir edildiği gibi modem bi­
ne ilişkine önemli işaretler vardı Batı’daki bu düşünür­
lim, kontrolden çıkan ve insanı kontrolü altına alan bir
ler kuşağı arasında. İyi ve dikkate alınması gereken fi­
bilimdir. Zararsız olduğu, insan için son derece faydalı
kirleri olan bu düşünürler, entelektüel ilgileri kalmayan
olduğu durumlarda bile bu durumun geçerli olduğu ar­
ve ahlakî kaygıları olmayan genç kuşaklar tarafından es
tık anlaşılmıştır. Aksi kanıtlanamamıştır. Modern bili­
geçildi. Artık bu saatten sonra bu tür düşünürlere, bilge
mi sözümona ileri ve gelişmiş yapan şey, hükümetlerin
kişilere kulak kabartan kuşaklar olduğunu hiç zannet­
veya askeri elitlerin askeri veya ekonomik gücü ele ge­
miyorum. Postmodernizm, Batı’daki genç kuşakları in­
çirmek amacıyla astronomik miktarlarda para harcama­
sanlığın, dünyanın sorunlarına karşı duyarsızlaştırdı.
larıdır. Dolayısıyla Francis Bacon’ın yüzyıllar önce “bil­
Genç kuşaklar artık heyecan, hız ve haz peşindeler. Bu
gi, güçtür” diyerek bilim ile güç arasında kurduğu ilişki,
tür sapkın duygular, bugün bilim ve teknolojinin dün­
bugün de geçerliliğini sürdürmekte; hatta gittikçe daha
yasına da hakim olmaya başlamıştır. İnsanlar, bir düğ­
da geçerli hale gelmektedir. Sonuçta günümüzde bilim,
meye basarak tüm insanlığı yok edebilecek akıllı ve şık
dolayısıyla teknoloji, daha fazla hakimiyet ve güç elde
silahlar icat etmekten müthiş haz ve keyif alıyorlar! Oy­
etmenin yegane aracı konumuna gelmiş durumdadır.
sa bu, insani duyarlığın infilak etmesi, iptal olması de­
Öte yandan bu gücü eline geçiren ve her fırsatta tahak­
mektir. Ve geleceğimiz açısından çok tehlikeli bir şey­
küm aracı olarak kullanan Batılı insan, artık Ortaçağ
dir. Artık şu an burada konuştuklarımızı bile birilerinin
dönemindeki “günahkâr, masum” insan değil. Bu insan,
izleyebilediği, kaydedebildiği bir “teknolojik gelişmişlik
artık kendisini her şeyden, Tann’dan bile güçlü gören,
düzeyi” ile karşı karşıyayız. Ama bunun son kertede hiç
her şeyi kendi kontrolüne aldığını düşünen bir Fran­
insanlığmı yararına ve hayrına bir gelişme olmadığını
kenstein figürüdür. Ama bu gerçeği görmemeyi, gözardı
kavrayamıyoruz. Yarın, kötü niyetli, sapkın birileri artık
etmeyi yeğliyor bu insan. Ne ki, artık bu azmanlaşmış,
oyuncak haline gelen bu aygıtları, kendi bencil çıkarla­
kendisini her şeye gücü yeten bir varlık olarak gören
rı için kullanabilecek durumdadır. Mesele bu kadar ba­
Batı’daki bu insan figürü ve dolayısıyla modem tekno­
sit. Ama bu elbette ki çok tehlikeli bir durum. Belki de,
loji, Batılı düşünürler tarafından da sert ve derinlikli bir
tam da bu durum, insanlığın her şeyi silbaştan yeniden
dille eleştirilmeye başlanmıştır. Jacques Ellul, Lewis
düşünmesini icbar edecektir. Dolayısıyla dünyayı daha
3 4 Ümran-Nisan -2002
İSLÂM'IN İMKAN1,AKI /N A S R
başka şekillerde de görme biçimlerinin olduğu belki de
bu müthiş ve yakm tehlike nedeniyle mümkün hale gC'
lebilecektir. Çünkü dünyanm büyük bir bölümü sefale'
tin ve açlığın pençesinde kıvranırken biz ekonomik, as­
kerî ve teknolojik olarak ne kadar güçlü olduğumuzu
söyleyerek böbürlenemeyiz. Bu insanın, insanlığından
çıkması, insanlığını yitirmesiyle eş anlamlı bir davranış
olur. 11 Eylül trajedisi, güçsüz ve savunmasız insanların
da fena halde yara alacağını, korku ve panik içine düşe­
ceğini kanıtlamıştır. Ki, eğer çıkarmasını bilirsek, bura­
dan çıkarılabilecek çok önemli dersler var.
ABD, Müslümanların Rolünü Farketti
K aplan: Bu ders çıkarma meselesi konusunda bir soru
sormak istiyorum. Önde gelen bir müslüman düşünür
kalı-Protestan) olarak adlandırılmakta ve ülkedeki en
olarak bu bağlamda siz, Amerikalı yetkililere. Ameri­
kilit makamları işgal etmekteydiler. Aradan buca za­
kan yönetimine ne tür tavsiyerlerde bulunurdunuz?
man geçmesine rağmen bugün bile bu durum doğal ola­
Nasr: Birileri bana bir şey sormadığı sürece tavsiye
rak kabul edilebilmektedir. Katoliklerden sonra Yunan
vermem mümkün değil. Kendimi bu tür pozisyonlara it­
Ortodokslar, ardından Yahudiler ve son olarak Müslü­
meyi hiç de uygun bulmuyorum. Ama elbette ki. Was-
man göçmenler geldiler Amerika’ya. Bunların hepsi
hington’da yaşıyorum ve Amerika’da kimi etkin çevre­
birden Amerikan toplumunu oluşturmakta ve hepsi de
lerde az-çok tanınan ve görüşlerine zaman zaman baş­
Amerikan toplumunun bir parçasıdır. En son gelen
vurulan biriyim. İslâmî bir mesele olduğu zaman, tele­
gmp, daha önce gelen gruplara oranla daha az tanın­
fonlarım hiç susmuyor. Amerikalı kimi yetkililer bu tür
maktadır Amerika’da. 19. yzüyılda New York’a konser
durumlarda ne düşündüğümü soruyorlar. Benim söyle­
vermek için davet edilen Yahudiler, 20. yüzyılda Yahu­
diklerimi gerçekten dikkate alıp almadıklarını ben bile­
di geleneklerini, yiyeceklerini de getirdiler. Çünkü
mem. Çünkü Amerika’da çok farklı sesler, görüşler ve
Amerika’da Yahudilerin yiyebilecekleri yiyecekler yok­
kesimler var. 11 Eylül trajedisi dolayısıyla Amerikan
tu. Dolayısıyla bir eyalette çeşitli konserler verebilmek
yetkililerine ve hükümetine tavsiyelerimi şöyle özetle­
için bir Yahudi’nin hem geleneklerini, hem de yiyecek­
yebilirim: Gerçek suçlular bulunmadan, ortaya çıkarıl­
lerini beraberinde getirmesi gerekiyordu. Tabii bu an­
madan olur olmaz yere kimseye suçlamaya kalkışmasın­
lattığım olay, 70-80 yıl öncesi için geçerliydi. Müslü­
lar. Kanıtlar kesin olarak bulunduktan ve tüm dünya da
man Cemaat’in Amerika’daki tarihi 30-40 yıldan daha
bu kanıtların doğruluğuna kesin kanaat getirdikten
öncesine pek gitmez. Ama son 20 yıl içinde Amerika’da
sonra suçlular cezalandırılmalı. Ayrıca ceza, suça göre
müslümanlar Amerikan toplumunun aktif bir parçası
olmalı. Abartılı cezanın veya masum insanları cezalan­
olmayı başardılar.
dırmanın kesinlikle geri tepeceği bilinmeli.
Kaplan: Peki, bu ne anlam ifade ediyor? Müslüman
İkinci olarak, Amerikan halkına bazı tavsiyelerim
Azınlık hangi anlamda Amerikan toplumunun bir par­
olacak. Amerika, farklı etnik gruplardan oluşan olduk­
çası olmayı başardılar? Mesela Amerika siyasetinde,
ça kompleks bir mozayik. Çok uzun bir süre öncesine
toplumsal hayatında, kültürel hayatında bir varlık gös­
kadar Amerika, yalnızca Protestan’dı. Sonra Katolikler
terebilecek duruma geldiler mi?
geldi. Uzun bir süre Protestanlar, Katolikler’e hiç de iyi
Nasr: Amerika’daki mazisi Müslümanlık’tan daha
birgözle bakmadılar ve iyi davranmadılar. Aradan yüz­
eski olan Budizm ve Hinduizm’in Amerika’da gelecek­
yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen Boston gibi bü­
te ne tür bir rol oynayabileceği henüz pek belli değil;
yük kentlerdeki polislerin çoğu Katolik orijinli İrlan-
ama MüslüiTmn,lığın nasıl bir rol oynayabileceği az çok
da’lı ve İtalyanlardan oluşuyor. Çok az sayıda Protestan
belirginlik kaz&ımaya başladı. Somut bir örnekle söyle­
polis var. Tüm Protestan aileler, WASP (Beyaz-Ameri-
diğim şeyi açıklamaya çalışayım. Uzun bir süre önce
Ümran‘ Nisan ‘ 2002 35
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
Amerika’da siyasi gücün sembolü Beyaz Saray’ın önün­
bir sonucu mu?-----------------------------------------------------
de bir Noel (Christmas) ağacı vardı. Yaklaşık 20 yıl ön­
Nasr: Hayır, bence bunun postmodernlikle bir ilgi­
ce bu ağaca bir minare eklendi. Beş yıl önce de bir yıl­
si yok. Bu, postmodernizm denen şeyi bir tarafa bırak­
dız ile bir hilâl ilave edildi. Dolayısıyla Permsyllvenia
mamız gerektiği sonucuna götürür bizi. Çünkü bu,
Meydanı’ndan geçtiğinizde Hıristiyanlık, Yahudilik ve
ABD’deki terör olayının bizi götürmesi gereken sonuç­
İslâm’dan oluşan üç dinin sembolleri gözünüze çarpar
lardan biridir. Bu trajik olaydan sonra hemen bütün
hemencecik. Amerikan Ordusu ve Hava Kuvvetle-
Avrupa hükümetlerinin yetkilileri, bakanları, bu olayı,
ri’nde başlangıçta yalnızca Kiliseler ve papazlar vardı;
“barbalığın uygarlığa karşı savaşı” olarak nitelediler. Bu
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sinagoglar ve hahamlar
açıklamaları, hepimiz duyduk. Dolayısıyla ABD’de fark­
da yer almaya başladı; son 20 yıldan bu yana da camiler
lı dinlere ve bu arada İslam’a gösterilen ilginin postmo-
ve imamlar var. Bugün Pentagon’da (Savunma Bakan­
demizmle, postmodern durumla bir ilgisi filan yok.
lığı) bir cami var. Beyaz Saray’da ve diğer büyük resmî
Postmodemizmi ben ciddiye almıyorum. Derrida, Lyo­
binalar ve bakanlıklar­
da da birer cami var.
İbadet etmek için tah­
sis edilen odalardan fi­
lan sözetmiyorum. Na­
maz vakti geldiğinde
ezan okunan ve ibadet
edilen camilerden sözediyorum.
tard gibi postmodern
Derrida, Lyotard gibi postmodern düşünürle­
rin ipe sapa gelmez görüşlerine önem atfetmi­
yorum, atfedilmesini de yadırgıyorum. Hiçbi­
rinin söylediklerinin bence hiçbir kıymeti
harbiyesi yok. Hepsinin canı cehenneme!
Bunlar,
düşünürlerin ipe sapa
gelmez
görüşlerine
önem atfetmiyorum,
atfedilmesini de ya­
dırgıyorum. Hiç biri­
nin
söylediklerinin
bence hiçbir kıymeti
harbiyesi yok. Hepsi­
ABD Başkanları tarafından resmen törenle açılan ca­
nin canı cehenneme! Ben müslüman aydınların sanki
milerdir. Amerikan Kongresi’nde her sabah, sabah na­
postmodemizmde bir şey varmış gibi postmodemizmi
mazı ezanı okunmaya başlanmıştır. 19. yüzyılda Ameri­
ciddiye almalarına, postmodemizmi sanki büyük bir
kan Kongresi’nde sadece Protestanlar için ibadet yapı­
akımmış gibi görmelerine bir anlam veremiyorum. Post­
lan yerler vardı. Ama Katolikler geldiğinde Katolikler
modernizm, geçici bir moda. Kendi ülkesi Fransa da bi­
için, Yahudiler geldiğinde Yahudiler için ve nihayet
le Derrida’yı takan, ciddiye alan yok. Ama postmoder-
Müslümanlar geldiğinde de Müslümanlar için ibadet
nizm, Amerika’da şu an en gözde moda akımlardan bi­
edilecek uygun mabedler açılmıştır. Amerikan Kongre-
ri. Türkiye’deki, İran’daki aydınlar, düşünürler postmo-
si’nin Başkanları “artık ibadetinizi yapabilirsiniz” dedik­
demizmden sözedip duruyorlar. Bu kadar üzerinde du­
leri zaman, sadece kiliseyi ve sinagogu ziktermiyorlar;
rulmaya değer bir şey değil postmodernizm.
camiyi de zikrediyorlar. Dolayısıyla Amerika’nın resmî
Kaplan: Dünyadaki bütün belli başlı düşünürler,
yapısı, İslâm’ı artık bir Amerikan dini, Amerika’da ta­
Amerika’yı postmodern bir ülke, dolayısıyla melezlikler
nınan bir din olarak kabul ediyor. Tıpkı Hıristiyanlık
ülkesi olarak tanımlıyorlar. Postmodernlikle melezlik,
gibi. Hıristiyanlık Amerika’da ortaya çıkmış bir din de­
melezleşme arasında çok belirgin bir ilişki var. Siz bu
ğil; Filistin’de ortaya çıkmış, Avrupa’ya ve Amerika’ya
görüşe katılmıyorsunuz, anlaşılan..
sonradan gelmiş bir din. O yüzden Amerikalılar İslâm’ı
tanımakta zorlanmıyorlar.
Nasr: Amerika’daki bu melezliğin postmodernlikle
bir ilişkisi yok. Çünkü bu durum, yeni ortaya çıkmış bir
durum değil. Melezlik, 19. yüzyıldan itibaren varolan
Postmodernizmin Canı Cehenneme!
Kaplan: Peki, bunun, postmodernlikle, postmodernli-
bir vakıa Amerika’da.
Amerika, Postmcdernlik, Melezlik ve İslâm
ğin melezlik söyleminin ve fenomeninin ortaya çıkma­
sıyla bir ilgisi yok mu? Başka türlü sormam gerekirse, bu,
Kaplan: Peki, Amerika’nın dışlayıcılıktan, kuşatıcılığa
postmodern durumun bir sonucu veya göstergesi mi;
doğru dönüş yaptığını söyleyebilir miyiz?
yoksa başka bir şey mi? Mesela, Amerika’nın tıpkı Ro­
Nasr: Amerika, böylesi bir şeyi başından bu yana
ma veya Osmanh gibi bir dünya devleti olma kaygısının
yapan ama bu konuda gerilimler yaşayan bir ülke. Her
36 Ümran-Nisan >2002
İSLÂM'IN İMKANLARI / NASR
şeyden önce, Amerikalı Kızılderililer, katledildi; bu bir
dokslardır bunlar) ve Yahudilerden sonra İslam ve Müs-
gerçek. Bunu biliyorz. Avrupalılar, Amerika’ya göç et­
lümanlar için de sözkonusu olmaya başlamıştır. Burada
tikleri zaman, Kuzey’e yerleşen Avrupalılar ve Pennsyll'
hem kabul etme süreci, hem de gerilimli ilişki süreci ay­
venia’ya yerleşen Quackerlar vesaire gibi gruplar, Avru­
nı anda yaşanıyor. Şu an tam böylesi bir sürecin ortasın-
pa’da barınamayan püritenlerdi. Burada Amerika’nın
dayız. Ama İslâm, Amerika’da hayatın ana akımların­
tarihine girmek istemiyorum ama hiç olmazsa belli baş­
dan, ana damarlarından biri, bir parçası olmaya başla­
lı bazı noktaların altını çizmem gerekiyor. Avrupa’dan
mış durumdadır. İşte bu nedenledir ki, tam da şu an,
Amerika’ya gelip yerleşenlerin hepsi de protestandı;
Müslüman entelijensiya’nın Amerika’daki rolü son de­
farklı eğilimlere, fraksiyonlara sahip olsalar da durum
rece önem kazanmaktadır; önemli hale gelmiştir. Gerek
böyleydi. Avrupalılar, başlangıçta birbirlerini sevmiyor­
Amerika’da, gerekse Ortadoğu’da, İslâm dünyasında bu
lar, birbirlerini dışlıyorlar ve birbirleriyle anlaşamıyor­
durumdan yararlanmaya çalışan, Müslümanları, spesifik
lar ve sürekli savaşıyorlardı. Bu grupların hepsi de bir­
olarak da Arapları karalamaya, kötülemeye çalışan çe­
birlerine karşı dışlayıcı
tavırlar takınmışlardı.
Ama zamanla protestan
gruplar,
Quacker’lar,
Anglikanlar,
ton’daki
Bos­
protestanlar
birbirlerini kabul etme­
ye, birbirlerine karşı da­
şitli güçler var. A l­
Modernizmin bu inkarcı, tekbenci felsefesi­
nin sadece Islâm dünyası üzerinde değil, tüm
dünya üzerinde yolaçtığı kriz, Moğolların 13.
yüzyılda Islâm medeniyeti üzerinde yaptıkla­
rı tahribattan daha köklü tahribat yapmıştır.
ha hoşgörülü tavırlar
lah’tan ki. Amerikan
hükümeti bunun hiç
de doğru bir şey olma­
dığını kavramış du­
rumdadır.
Ameri­
ka’daki Müslümanla­
rın medyada hiçbir
güçleri yok. Medyada,
geliştirmeye başladılar. Ama Katolikler de Amerika’ya
siyasette de hiç bir varlık gösteremiyor Müslümanlar.
geldiğinde bir gerilim oldu. Protestanlarla Katolikler,
Ama küçümsenemeyecek bir ekonomik güçleri var. Pek
birbirlerini ve birlikte yaşamaya kabul etmediler, böyle
çok müslüman işadamı büyük şirketlere sahip Ameri­
bir şeye yanaşmadılar. Bugün bile, aradan yaklaşık 200
ka’da. Üstelik bu kişiler, mesleklerinin en zirve nokta­
küsur yıl geçmesine rağmen bazı çılgın mezhepler ve
sında yer alan kişiler. Tabii bu durum, Avrupa’dakin-
gruplar var: Papa’yı Şeytan olarak gören fanatik Hıristi­
den oldukça farklı bir durum. Avrupa’daki müslüman
yan mezhepler veya gruplar bunlar. Bunlar, bu akımlar
azınlıklar, büyük ölçüde profesyonellerden filan oluş­
veya gruplar hâlâ varlıklarını sürdürüyorlar; ortadan
muyor; daha çok işçilerden filan oluşuyor. Oysa Ameri­
kalkmış filan değiller. Dikkat ederseniz Amerika’da ku-
ka’daki müslümanların % 90’ı toplumun en zirve nok-
şatıcılığın varolduğunu söylerken bu kuşatıcılığın bir
talarındalar; hem ekonomik olarak, hem de entellektü-
hayli gerilimleri olan bir kuşatıcılık olduğunu söyledim.
el olarak. Doktorlar, mühendisler, öğretmenler, üniver­
Amerika’daki durumun farklılığını daha iyi görebilmek
site hocaları, hukukçular olarak iş yapıyor ve yaşıyorlar
için Amerika’yı Batı Avrupa ile karşılaştırmak gerekir.
burada. Amerikan yetkililerinin bu gerçeği artık göre­
Amerika, Batı Avrupa ile karşılaştırıldığında Amerikan
ceklerinden eminim. Amerika’da Müslümanların göre­
toplumunun daha açık bir toplum olduğunu görürüz.
vi, çifte pencere olmaktır: Batı’ya açılan İslâm’ın pen­
Aslında dışlayıcı olan Batı Avrupa’dır. Eğer son 200 yıl­
ceresi ve İslâm dünyasına açılan Batı’nın penceresi.
lık Fransa’nın tarihine bakarsanız bunu çok net olarak
Amerika’daki müslümanlar, kimilerinin bilinçli bir şe­
görebilirsiniz. Örneğin, Fransızlar, yabancılara “pis ya­
kilde gündemde tutmaya ve provoke etmeye çalıştığı şu
bancılar” (dirty foreigners” diye bakmışlardır. Fransız
medeniyetler çatışması söylemini önlemeye çalışabilir­
toplumunun yabancıları “insan gibi” kabul etmeleri çok
ler. Çünkü böyle bir çatışma, hem Müslüman toplumlar
zor olmuştur; işte bu yüzdendir ki, bugün Fransa’daki
için, hem de Batı toplumları için, hem de dünyanın tü­
Mağrip kökenli müslümanlara çok kötü muamele yap­
mü için son derece yıkıcı ve tehlikelidir.
maktadır Fransızlar. Oysa Amerikan toplumu çok daha
açık bir toplumdur. İşte Amerika’daki bu kuşatıcılık /
Medeniyetler Çatışması ve Amerika
kucaklayıcılık süreci, Katolikler, Protestanlar ve Ortodokslardan (ki, ağırlıklı olarak Yunan kökenli Orto-
K aplan: Amerika’da çeşitli güç odaklarının varlığını bi­
Umran-Misan -2002 37
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECKK
liyoruz. Ama Amerika’nın resmi söyle­
yim: Modernliğin meydan okumasıyla
mi, tutumu, stratejisi sizce bu medeni-
birlikte, müslüman zihninde, müslü­
yetier çatışması tezine karşı mı?
man toplumların ve aydınların zihinle­
rinde epistemolojik ve ontolojik kırıl­
Nüsr: Amerikan yönetimi, esas iti­
bariyle böyle bir şeye bütünüyle karşı.
ma olarak adlandırabileceğimiz bir bu­
K aplan: Dışardan pek öyle gözükmü­
nalım, köklü bir sorun, bir tür “fetret
yor ama. Bir de güç odakları, çeşitli ikti­
dönemi” yaşandığını gözlemliyoruz. İs­
dar seçkinleri var. Bu tür çatışmacı söy­
lam tarihinde daha önceki müslüman­
lemleri körükleyen medya, hatta teorik
ların, müslüman toplumların pek yaşa­
ve stratejik malzeme üreten ve sunan
madıkları bir “zihin kayması” bu. Sade­
akademinin büyük ölçüde Amerika’daki
ce ortalama müslümanların değil, müs­
Yah udiler in kontrolünde olduğu artık
lüman toplumlardaki hemen tüm ay­
herkes biliyor. Bunların geliştridikleri
dınların hem Batı kültürü ve düşünce­
şiddet yüklü, çatışmacı ve provoke edici
siyle, hem de İslâm kültürü ve düşünce­
dilin ve söylemin iktidar seçkinlerince
siyle ilişkilerini problemleştiren, her iki
paylaşılmadığını söylemek mümkün mü?
kültürü ve düşünce / dünya tasavuuru-
Nasr: Saptamalarınız doğru. Ama
nun tam olarak anlaşılabilmesini, kav­
burada medya ile akademiyi ayırarak konuşmak gereki­
ranabilmesini handiyse imkânsızlaştıran bir bir sorun,
yor. Medya, provoke edici yayınlar yaparak hem siyasi,
bir kafa karşıklığı var karşımızda. Siz burada açımlama­
hem de akademik elitleri topa tutuyor sürekli olarak.
ya çalıştığım saptama ve argümanlardan yola çıkarak bu
Akademi dünyası ile medyanın dünyası çok farklı. Aka­
sorunu nasıl değerlendiriyor ve anlamlandırıyorsunuz?
deminin medyanın tam tersi bir tutum takındığını bile
İkinci sorum da yine bununla yakından irtibatlı bir so­
söyleyebiliriz. Çünkü akademide insanların büyük ço­
ru: Sizce, müslüman toplumların, dolayısıyla çağdaş İs­
ğunluğu sakin olmaya, sabrı elden bırakmamaya, gaza
lâm düşüncesinin temel sorunları neler?
ve oyuna gelmemeye çağırıyor ve en önemli seyın barış
Nasr: Burada kitaplar dolusu tutacak iki önemli ve
olduğunu söylüyor. “Hemen arkadan vurmaya kalkış­
temel soru sordunuz. Ben bu tür sorulara cevap vermeyi
mayın” diye çağrılar yapıyorlar. Biliyorsunuz, Amerikan
daha çok seviyorum. Onun için size burada teşekkür et­
kovboy filmlerinde aktörler, diğer aktörleri hemen ar­
mek isterim. İlk soruııuza şöyle cevap vermeye çalışa­
kadan vurmazlar. Onlarla yüzleşir ve sonra tetiğe basar­
yım... Ben sizin modernite (modernlik) dediğiniz şey­
lar. Önemli olan karşı karşıya gelmek ve bir kaç saniye­
den değil, modernizm’den yola çıkarak ilk sorunuzu ce­
liğine de olsa yüzleşmektir. İşte Amerika’daki pek çok
vaplamayı yeğlerim. Çünkü modernlik bir durum; mo-
akademisyen bu çatışmacı söyleme karşı, akl-ı selime
dernizm ise bu durumun felsefesi...
davet eden, bilgece makaleler yazmışlardır. Bunlardan
bir kısmı ABD’deki sol tandanslı entellektüellerdir.
Kadim Medeniyetlerin Ortak Dinamizmi
Noam Chomsky, Edward Said bu akademisyenlerden
bir kaçıdır. ABD’deki siyasi spektrumun ortasında, mer-
Kaplan: Ama Batı’da modernizm, daha çok bir sanat
kez’inde yer alan kimi akademisyenler de zaman zaman
akımmın adı olarak biliniyor: 20. yüzyılın başlarında
bu tür yazılar yazıyorlar. Tabii bir de sağ cenahta olan
özellikle resimde, romanda, müzikte, mimaride, hatta
akademisyenler var; ki bunlar ise büyük ölçüde İslâm’ı
tiyatroda ve sinemada ortaya çıkan ve modernliğin eleş­
şeytanlaştıran,
ama
tirisini yapan bir akım olarak görülüyor: Modernliğin
ABD’de genelde bu sağ cenahtaki akademisyenlerin
vaatlerini yerine getiremediğini, hayatın her alanında
pek rağbet görmediğini söyleyebilirim.
şiddet ve şiddete / güce dayalı ilişki ve söylem biçimle­
karalayan yazılar yazıyorlar;
Kaplan: Profesör Nasr, sohbetimizin bundan sonra­
ri ürettiğini söyleyen ve modernliği modernliğin için­
ki bölümünde müslüman toplumların, çağdaş İslâm dü­
den eleştiren bir akım. Bu yüzden modernizm’le post-
şüncesinin karşı karşıya kaldığı sorunları sizinle tartış­
modemizm arasında modernliğin eleştirisini yapmaları
mak, bu sorunları sizin nasıl gördüğünüzü ve anlamlan­
bakımından çok örtüşen yanlar olduğu biliniyor.
dırdığınız sormak istiyorum. Sorumu şöyle formüle ede­
3 8 Um ran • Nisan • 2002
N asr: Söylediğiniz şeylere katılıyorum. Ama ben,
İSLÂM’IN 1MK.^NLAR1 j NASR
modernizmi, modernliğin felsefesi ola­
Nasr: Yerinde bir müdahale.. Şöyle
rak ele almak ve o yüzden modernlik ek­
açıklamaya çalışayım: Bir kere modern
senli konuşmak yerine modemizm kav­
Batı medeniyetinin dışındaki tüm diğer
ramı ekseninde konuşmaktan yanayım.
medeniyetlerin ortak bir adı var: Gele­
Buradan kalkarak, modemizmin çok ge­
neksel veya kadim medeniyetler. İkin­
rilere, Rönesans’a kadar götürülebilece­
cisi de, bu kadim medeniyetlerin hepsi­
ğini düşünüyorum. Batıda yüzlerce yaza­
nin “kutsal / İlâhî hakikat” (divine re­
rın bu bağlamda yazdıklarını görüyoruz.
ality) olarak adlandıracağımız bir teme­
Dolayısıyla modern dönem, Orta Çağl-
le, bir ortak payda’ya dayanıyor olmala­
şar’ın sona ermesinden sonra başlatılan
rıdır. Bu merkezî hakikat’in temelinde
bir süreç. Modemizmin müslümanların
Allah, dharma, brahman gibi ilahi ha­
zihinlerinde yolaçtığı kriz, yalnızca İs­
kikatler vardır. Oysa modernizmlc bir­
lâm dünyasına özgü bir kriz değil. Tüm
likte Batı uygarlığı, dünyanın tüm diğer
Batı-dışı toplumlar, modemizmle karşı­
medeniyetlerinin bir şekilde buluştuk­
laştıkları andan itibaren bu zihinsel kri­
ları bu ortak dünya tasavvurunun da­
zi yaşamaya başladılar. Çünkü Batı me­
yandığı kurucu temelleri olumsuzladı /
deniyetinin dışındaki İslam Medeniyeti,
inkâr etti. Modemizmin bu inkarcı,
Çin Medeniyeti, Hint Medeniyeti, Japon Medeniyeti,
tekbenci (Batı’yı merkeze alan) felsefesinin sadece İs­
Kore Medeniyeti gibi dünyadaki tüm diğer medeniyet­
lâm dünyası üzerinde değil, tüm dünya üzerinde yolaçtı-
ler, tarih boyunca birbirleriyle sürekli olarak irtibat ve
ğı kriz, Moğolların 13. yüzyılda İslâm medeniyeti üze­
ilişki halindeydiler. Bu irtibat, bu ilişki modenıizmin
rinde yaptıkları tahribattan dalıa büyük ve dalıa köklü
meydan okuması veya müdahalesiyle birlikte birdenbi­
tahribat yapmıştır. O zaman Moğol orduları vardı karşı­
re koptu. Bu medeniyetler, elbette ki zaman zaman bir
mızda. Şimdi karşımızda ordu filan yok; çok daha belir­
birleriyle savaştılar, hegemonya kurma mücadelesi için­
siz, çok daha nüfuz edici bir aktör, deyim yerindeyse, bir
de oldular, birbirleriyle sürekli olarak ticaret yaptılar.
virüs var. Bildiğiniz gibi bu konuları, Türkçe’ye de çev­
Ama bu tür negatif ilişkiler, birbirleriyle daha köklü,
rilen Traditional Islam in the Modem World (Modern
daha sağlıklı, daha anlamlı ilişkiler kurmalarını, birbir­
Dünyada Geleneksel İslam) başlıklı kitabımda ayrıntılı
lerinden çok önemli kültürel, düşünsel, sanatsal ve bi­
olarak işledim ve tartıştım. Sanırım, bu kitabı tam da şu
limsel alışverişler yapmalarını, birbirlerinden etkilen­
sıralarda yeniden okumak gerekiyor. Modemizmin İs­
melerini, birbirlerinden yararlanmalarını engellemedi.
lâm dünyası üzerindeki ilk büyük etkileri, Napolyon’un
Hatta bu medeniyetler arasındaki bu tür pozitif ilişkile­
Mısır’ı işgal etmesiyle birlikte [görülmeye / ortaya çık­
rin, biraz önce sözünü ettiğim anlamdaki negatif ilişki­
maya] başlamıştır. Bu olay, müslüman toplumların zi­
lerden çok daha fazla ve çok daha belirleyici olduğunu
hinsel kriz ve dönüşüm yaşamaya başladıkları bir süre­
bilmemiz ve bu noktanın altını özellikle çizmemiz gere­
cin başlangıç noktasıdır. Oysa Batılılar, mesela, Sumat-
kiyor.
ra’yı işgal ettiklerinde ya da İngiliz Çay Kumpanyası
K aplan: Bu saptamanız önemli. Tek bir medeniye­
Kalküta’dan Delhi’ye kadar yüıüdüğünde, İslâm dünya­
tin, yeryüzünde tek başına hakimiyet kurmaya çalıştığı
sına ekonomik olarak nüfuz ettiğinde İslâm dünyasını
bir zaman diliminde bu tür bir gerçeğe dikkat çekmeni­
derinden etkilememişti. Çünkü Endonezya-Malezya-
zi önemsememiz gerekir diye düşünüyorum. Çünkü
Hindistan hattından ibaret olan bu eksen, İslâm dünya­
Toynbee, tarih boyunca araştırdığı, analiz ettiği ve fel­
sının merkezî ekseni değildi; merkezî ekseninden olduk­
sefesini yaptığı 26 medeniyetten 25’inin 20. yüzyılın
ça uzaktı; İslâm dünyasının periferisinde kalıyordu; o
başlarına gelindiğinde Batıklar tarafından şu ya da bu
yüzden İslâm dünyasını bir bütün olarak derinden sars-
şekilde yok edildiğini ve tarih sahnesinden çekildiğini
mamıştı. Ama Mısır’ın Napolyon tarafından işgalinin
söyler. O halde burada cevaplandırılması gereken soru
etkileri çok daha derin ve uzun vadeli olacaktı. Başlan­
şu galiba; Sizce, bu medeniyetler arasında pozitif ilişki­
gıçta, 19. yüzyılın başlarında Mısır’lı modernistler, bu
lerin ve karşılıklı etkileşim ve alışverişlerin daha belir­
işgale sevinmişlerdi. Milliyetçilerse aradan 200 yıl ge­
gin olmasını sağlayan, mümkün kılan şey/ler ne/ler!
çince önceden sevinçle karşılanan Napolyon’un işgal
Ümran-Nisan ‘ 2002 3 9
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
yıldönümünü kutlamayı yasaklamak zorunda kalacak­
sürdüregeldi ve birbirleriyle sürekli olarak kavga ettiler.
lardı. Çünkü bu işgal, Mısır’ın modernleştirilmesi, Batı-
Ama İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra
lılaştıniması çabalarından sonra mümkün olmuştu. Bu
tüm bu olup bitenler yeniden tanımlanmaya, yeniden
olay, aynı zamanda sizin sorunuzda sözünü ettiğiniz an­
şekillenmeye başladı. Müslüman toplumlar, bağımsız­
lamda yaşanan zihinsel krizin de başlangıcıydı.
lıklarını kazanmışlar ve İslam dünyasındaki bu hareket­
ler de, mücadelelerini kültürel bağımsızlık ekseni üze­
Siyasi Bağımsızlık, Daha Fazla Bağımlılık Getirdi
rinde yeniden-kurgulamaya ve inşa etmeye başlamışlar­
dı. Çünkü müslüman toplumların siyâsî bağımsızlıkları­
Kaplan: Bu süreçle birlikte yaşanmaya başlanan krizin
nı kazanmaları, gerçek anlamda bağımsızlıklarını kazan­
tezahürlerini biraz açar mısınız? Meselâ Napolyon işga­
dıkları anlamına gelmemişti. Aksine sözde siyâsî bağım­
line ne tür tepkiler gösterildi ve tepkilerin zihinsel kriz­
sızlıklarını kazandıktan sonra Batılı ülkelere daha fazla
le ilişkisini nasıl kuruyorsunuz?
bağımlı hale gelmişlerdi. Bu yeni ve daha tehlikeli bir
durumdu. Bu süreçten
Nasr: Burada gösterilebilecek üç mümkün
tepki sözkonusuydu; bu
üç tepki de gösterildi.
Üstelik bu bağlamda
gösterilen tepkiler, sa­
dece Mısır’la sınırlı kal­
madı; benzer tepkiler İs­
Bu kültürel şok, yani sözde bağımsız olup,
gerçekte bağımsız olamama, Batı’ya daha
fazla bağımlı olma durumu, yepyeni tepki
biçimlerinin geliştirilmesine, ortaya çık­
masına yol açtı.
sonra zihinsel kriz, daha
da belirginleşmeye, ay­
dınlar arasında da, müs­
lüman toplumlarda da
daha ürkütücü bir kafa
karışıklığı, kavram karf»aşası yaşanmaya baş­
landı. Sık sık verdiğim
lâm dünyasının diğer
bölgelerinde de ortaya çıktı. Bu tepkilerden ilki, moder-
bir örnek vardır. Onu burada da zikredeyim. Faslılar,
nistlerin tepkileriydi. Bunlar, modernizm, doğru bir çı­
Fransız sömürgesi altında yaşarlarken bütün Faslılar, ge­
kış yoludur; İslâm 7. yüzyıla aittir; orada kalmıştır; o
leneksel giysilerini giyiyor; geleneksel müziklerini dinli­
yüzden İslâm’ı değiştirmemiz (modify yapmamız), yani
yor ve geleneksel Fas mutfağının yemeklerini, örneğin
çağa uydurmamız gerekiyor, dediler. Bu, modernistlerin
kuskus’u filan yiyorlardı. Ne zaman ki, Fransız sömürge­
benimsedikleri pozisyondu; Batı’yı hazmetmek, taklit
ciler, Faslılara sözde siyâsî bağımsızlık verdiler, işte o za­
etmek istiyorlardı. İkinci pozisyon ise selefilerin-vehha-
man her şey altüst oldu, birbirine karıştı.
bilerin pozisyonuydu: Bunlar da, “biz İslâm’ı tam olarak
Bugün artık Fas gençliğini Fransız gençlerinden
(pür bir şekilde) yaşayamadığımız için Batı bizi yenilgi­
ayırt edebilmek handiyse imkânsız hale gelmiştir: Fas
ye uğrattı. O halde İslâm’ın ilk dönemlerine, İslâm’ın
gençlerinin üçte ikisi artık blue-jean giyiyor, biftek yi­
sade / basit bir şekilde yaşandığı dönemlere dönmemiz
yor ve Fransız müziği dinliyor. Kimse de bundan rahat­
gerekir” diyorlardı. Üçüncü pozisyon ise Mehdicilerin-
sızlık duymuyor! İşte bu kültürel şok, yani sözde bağım­
Eskatolojistlerin pozisyonuydu. Bunlar da, “artık Batılı
sız olup, gerçekte bağımsız olamama, Batı’ya daha fazla
kâfirler, İslam dünyasının anakarasını işgal ettiler. Bu,
bağımlı olma durumu, yepyeni tepki biçimlerinin geliş­
dünyanın sona ermekte olduğunun işareti, kıyametin
tirilmesine, ortaya çıkmasına yol açtı. Örneğin Mark­
yaklaştığının alâmetidir” diyorlardı. Bu üç hareket de,
sizm gibi yeni modernizm biçimleri zuhur etti. Oysa 19.
19. yüzyılın başlarında doğmuş ve tüm İslâm dünyasın­
yüzyılda Marksizm diye bir hareket yoktu İslâm dünya-
da şekillenmeye başlamıştı. Bu üç hareket de, İran’dan
smda; böyle bir hareketin çıkması da çok zordu. Ama
Sudan’a ve Afganistan’a, Nijerya’dan Fas’a ve Hindis­
İkinci Dünya savaşından sonraki süreçte İran’da, Türki­
tan’a kadar kısa bir süre içinde yayılmıştı. Elbette farklı
ye’de, Arap dünyasının bazı bölgelerinde, örneğin Suri­
formları ortaya çıktı bu hareketlerin. Mesela Sudan’da­
ye kökenli Kürtler arasında çeşitli Marksist hareketler
ki Mehdiizm ile İran’daki Bahaizm, kendine özgü hare­
boyvermeye başladı. Bu arada yeni selefi, püriten veya
ketlerdi. Tabii bu arada çeşitli küçük ve kısa ömürlü ha­
hiç de sevimli bir anlamda kullanılmayan fundamenta-
reketler de zuhur etti. Diğer iki hareketin aksine Meh-
lizt hareketler ortaya çıktı.
diizm, uzun ömürlü olmamış ve bir süre sonra hemen
Ve nihayet yeni Mehdici harketler de zuhur etti.
hemen silinip gitmiştir. Ama diğer iki hareket, Moder­
Mesela 1970’lerin sonlarında Kâbe baskınını düzenle­
nizm ile Selefilik-Vehhabilik varlıklarını ve etkilerini
yen grup gibi.
40 Ümran • Nisan •2002
İSLÂM’IN İMKANLARI / NASR
Yeni Müslüman Düşünür Tipi
ler”i de içine alan, dinamik ve velûd bir entellektüel
hareketin temsilciliğini yapmaktadır. Bunlar arasında
Ancak bu süreçte daha önceki dönemlerde varolmayan
İngiliz, Amerika’lı, Fransız, Alman düşünürler vardır.
yeni dördüncü bir hareket ilk kez ortaya çıktı: Benim
Örneğin Martin Lings (Muhammed Esed) bunlardan
geleneksel (tradisyonel) İslâm olarak adlandırdığım, ge­
biridir; ve milyonlarca Saudi, Martin Lings’in İslâm’a,
leneksel tasavvufu, geleneksel ulema’yı eksene alan ye­
İslâm düşüncesine yaptığı katkının onda birini bile ya­
ni bir hareket... Bu hareket, önceki dönemde de az çok
pamamıştır. İşte bu müslüman düşünürler grubu, 11 Ey­
varlığını hissettirmişti. Örneğin İtalyanların Libya’dan
lül olayından sonra çok önemli ve zorlu bir görev üst­
ve Kuzey Afrika’dan silip süpüren Senûsî hareketi, siyâ­
lenmek zorunda gibi görünüyor: Çünkü bu grup, hem
sî bir veçhe de kazanan süfî bir hareketti. Ama İkinci
İslâm dünyasını, hem de Batı’yı derinlikli olarak bilen,
Dünya Savaşı’ndan sonra belirginleşen tradisyonel İs­
kavrayan tek yetkin gruptur. Çift yönlü bir pencere ro­
lâm hareketi pek çok bakımdan yeni bir hareketti: Bu
lü oynayabilir bu entellektüel grup: Bir yandan İslâm’ın
Batı’da icât edilen yanlış
hareket, geleneksel İslâmi değerlerin, anlamla­
rın, metafiziğin, kozmo­
lojinin, dünya tasavvu­
runun, sanat idrakinin
yeniden canlandırılma­
sını, telaffuz edilmesini
ve icat edilmesini gün­
Asıl savaş, asıl mücadele, düşünce alanın­
da verilmesi gereken mücadeledir. İşte bu­
rada çok güçlüyüz ama, henüz gücümüzün
farkında değiliz. Elbette ki, katedecek çok
mesafemiz, yapacak çok şeyimiz var.
/sakat imajını düzeltebi­
lir; İslâm’ın mesajını,
derinlikli bir şekile Batı’ya aktarabilir: Batı,
bugüne kadar yaptığı
yanlışlığı, önyargılı tutu­
mu anlatabilir ve bunun
Batı’ya da, dünyaya da
deme getiren bir hare­
kettir; ki, böyle bir hareket 19. yüzyılda hiç bir şekilde
çok kötüye ve pahalıya patladığını ortaya koyabilir. Öte
varolmamıştı. Bu hareket, her şeyden önce yeni bir
yandan Batı’yı da İslâm dünyasına tüm veçheleriyle an­
alim, yeni bir düşünür tipi geliştirmiş olması bakımın­
latabilir.
dan önemli bir harekettir. Bu yeni alim / düşünür tipi­
11
Eylül olayının sonuçlarındaıı biri şu olacak gibi
nin diğerlerinden ayrılan çok önemli bir özelliği var: Bu
geliyor bana: Bundan sonraki süreçte dışlayıcı (exclusi-
figür, hem gelenesel İslâm düşüncesini, hem de çağdaş
vist) İslâm düşüncesinin zaafları daha belirgin bir şekil­
Batı düşüncesini aynı anda çok iyi bilen bir alim /düşü­
de ortaya çıkacak ve dışlayıcı yaklaşımın sığ, yüzeysel,
nür tipidir. Böyle bir figür, ilk kez ortaya çıkmış oluyor.
indirgemeci söylemi yavaş yavaş etkisini yitirmeye baş­
Bu figür, geleneksel İslâm düşüncesini, düşünürlerini,
layacak. Çünkü bu dışlayıcı yaklaşım, kendisini moder-
örneğin Mevlânâ’yı, Davud el-Kayserî’yi tanımayan,
nizme, modemizmin yıkıcılığına karşı savunma kaygı­
bunlar hakkında tek bir kelime bile edemeyen moder­
sıyla, sonuçta İslâm’ın sığ, basit, yüzeysel ve indirgeme­
nist figürden de; Batı düşüncesini, Heidegger gibi
ci bir yorumunu üretmekten başka bir şey yapamamış­
önemli Batı düşünürlerini tanımayan selefî-vehhabî,
tır. Felsefeyi reddetmiş, tasavvufu reddetmiş, tarih bi­
püriten ulemadan da farklıdır. Bu figür, hem İslâm dü­
lincini reddetmiş, müslümanların zengin tarihsel bir-
şüncesine, hem de Batı düşüncesine aynı anda, aynı de­
kimlerini reddetmiş, her şeyi köklere dönmeye indirge­
recede vâkıftır. Artık bu yeni alim / düşünür tipi, şu an
yecek kadar basitleştirmiş ve böylece İslâm’ın sadece dış
İslâm dünyasının en büyük ve en güçlü entellektüel bi­
dünyaya ilişkin yorumu üzerinde yoğunlaşmış, İslâm’ı
rikimini oluşturmaya adaydır. Bu alim / düşünür tipi,
sıradan bir ideolojiye indirgeyerek siyasallaştırmıştır.
Avrupa’da, özellikle de Amerika’da da etkili bir varlık
Ki, İslam dünyasında genel olarak bu eğilimin temsilci­
göstermektedir; ki, bunların pek çoğu, bildiğiniz gibi,
si selefi hareketler olmuştur. Selefi hareketlerin İslam
benim öğrencilerimden oluşmaktadır. Benim, İslâm
dünyası üzerindeki etkilerinin zayıflaması, uzun vadede
dünyasında bu tür bir hareketin ilk temsilcisi olmamı,
İslam dünyası için hayırlı olacaktır, diye düşünüyorum.
Allah’ın bana bir lütfü olarak kabul ediyorum. Bu tür
“müslüman düşünür” tipi, aradan geçen 40 yıldan sonra
Yenilgi Psikolojisini Aşmak...
artık tüm İslâm dünyasında ortaya çıkmıştır; ki Türkiye
de bu ülkelerden biridir. Ayrıca bu müslüman düşünür
Kaplan: İslam dünyasında ortaya çıkan düşünsel hare­
tipi aynı zaman da “Batı kökenli müslüman düşünür­
ketlerin dominant özelliklerinden biri yenilgi psikoloji
U m ra ıu Nisan >2002 41
21. W ZYILl İSLÂM BKI.İRLEYKCEK
ile hareket ediyor olmaları. Oysa basit ret mantığına
lam medeniyettir. Bu gerçek artık Batı’da da, özellikle
dayanan bu yenilgi psikolojsi, İslâm dünyasının enerji­
akademide de kavranmış durumdadır. Zaten bugün İs­
Sİ
sini ve dinamizimini hem yanlış yöne kanalize ediyor
lâm dünyasının büyük sorunlarla karşı karşıya kalması­
hem de yok ediyor, en azından etkisizleştiriyor, basit
nın bazı temel nedenleri de burada gizlidir.
tepkicilikle tüketiyor. Sizce bu yenilgi psikolojisini ye­
nebilmenin, yenilgiye uğratabilmenin yolu veya yolları
neler olabila ?
Apoloji Geliştirmek Değil,
İmkanlar Üzerinde Yoğunlaşmak
Nosr: Benim buraya kadar anlattığım şeyleri siz da­
ha başka bir şekilde ve güzel özetlediniz.
Kaplan: Bu söylediğiniz şeyleri önemsi­
Sizin de belirttiğiniz gibi, yenilgi psiko­
yorum; ama burada şu ya da bu şekilde
lojisi İslâmi hareketlere, entellektüel
de olsa bir tür apology (savunma psiko­
söylemlere fazlasıyla hakim olan bir psi­
lojisi) geliştirmiş ya da en azından böy-
koloji. Oysa yenilgi psikolojisi ile uzun
lesi bir tuzağa düşmüş olmuyor muyuz?
bir yolculuğa çıkılamaz; dolayısıyla bir
Nasr: Ne için apoloji geliştirecek
yere varılamaz. Ancak diğer üç oluşu­
mişiz ki? Neden apoloji olsun ki, bu.
mun dışındaki bu dördüncü oluşumu
Burada iki iki daha dörttür der gibi bir
temsil eden grup, sözünü ettiğiniz “ye­
totoloji yapmıyoruz ki! Ama açıklama­
nilgi psikolojisi” ile hareket etmeyen;
larımın savunma psikolojisini çağrıştı-
tam tersine, müslümanlar olarak bizim
rabileceğini hatırlatmanız elbette ki,
imkânlarımız, gücümüz, sahip olduğu­
önemli. En azından benim söyledikleri­
muz ama bir türlü farkedemediğimiz ve­
min sizin formüle ettiğiniz anlamda bir
ya harekete geçiremediğimiz potansiyel­
savunma psikolojisine dayanmadığını
leri merkeze alarak, gücümüzü, imkan­
açık yüreklilikle vurgulamalıyım. Bu­
larımızı ve potansiyellerimizi keşfederek
bir şeyler söylemeye ve yapmaya çalışan
tek grup. Bunlar, diğerlerinin aksine bir
yenilgi psikolojisine sahip değiller. İs­
lâm dünyası, kendi geleneğini, kendi di­
namiklerini savunabilmesi ve hayata
geçirebilmesi için bu tür düşünürlerin
yazdıklarından yola çıkmalı. Yenilgi
psikolojisinin bir başka formu veya sonucu olan “aşağı­
lık kopleksi”nden çok, gücümüzü, imkanlarımızı ve po­
tansiyellerimizi eksene almak zorundayız. Başka çıkış
yolumuz yok. Artık savaşı, silahlarla, denizaltılarla,
uçaksavarlarla kazanamayacağımızı bilelim. Böyle bir
nun için apoloji kavramına biraz yakın­
dan bakmakta yarar var, diye düşünüyo­
rum. Apoloji kavramının Hıristiyan­
lık’tan geldiğini ve iki anlamı olduğunu
belirtmeliyim. Her şeyden önce “apolo­
gia”, dinin açıklanması, izah edilmesi
demektir. İlk anlamı budur. İkinci anla­
mı ise, özür dilemek, art arda mazeretler
sıralamak, kendimiz bir şey yapmadığı­
mız veya yapamadığımız halde, bizden öncekilerin yap­
tıklarını temelsiz, dayanaksız ve yüzeysel gerekçelerle
haklı çıkarmaya, meşrulaştırmaya çalışmak; bizden ön­
cekilerin yapıp ettikleri üzerinden kendimizi aklamaya
çalışmaktır. Örneğin günde beş vakit namazı meşrulaş­
savaşı kazansak bile, bunun sonucunda elde edeceğimiz
tırmak için, “günde beş kez namaz kılmak, kaslarımızın
zaferin gerçek anlamda bir zafer olmadığını, güce daya­
gelişmesi, sağlıklı bir bedene ve dolayısıyla sağlıklı bir
lı bir galibiyet ve dolayısıyla uzun vadeli olmayan bir
hayata kavuşmamız için önemli bir egzersizdir” demek,
galibiyet olduğunu bilelim. Asıl savaş, asıl mücadcIe,
bu ikinci türden mazeretçi bir apoloji çabasıdır; ki, böy­
düşünce alanında verilmesi gereken mücadeledir. İşte
le bir çabanın hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur. Yine
burada çok güçlüyüz ama ne yazık ki, henüz gücümüzün
Kur’an ayetlerini bilime, bilimsel bulgulara doğrulat­
farkında değiliz. Elbette ki, katedecek çok mesafemiz,
mak, “aslında Kur’an’da şu şu bilimsel buluşlar daha ön­
yapacak çok şeyimiz var. Ama artık şu gerçek tüm çı-
ceden belirtilmiştir, bildirilmiştir” demek de bu tür bir
paklığıyla ortaya çıkmış durumdadır: Bugün, İslâm, İs­
apoloji çabasıdır. Böyle bir çaba Kur’an’ı değil, bilimi
lâm medeniyeti, entellektüel / düşünsel ve spiritüel /
onaylamak; dolayısıyla bilimi Kur’an’a onaylatmak de­
manevî temelleri açısından dünyadaki en güçlü, en sağ­
mektir; ki, bu, zihinsel sığlığın, tembelliğin bir gösterge­
42 Um ran‘ N isan‘ 2002
İSLÂM'IN İMKANLARI / NASR
sidir. Yine abdest İçin de aynı gerekçeler aramak; mese­
kuşatıcı ve İslâm geleneğinin tüm farklı ve zengin dina­
la “Pasteıır’den asırlarca önce Kıır’an bu konuya dikkat
miklerini aynı anda ve bir bütün olarak ciddiye almayı,
çekmiştir” demek vesaire de bu tür hastalıklı ve saçma
dikkate almayı önceleyen bir yaklaşımı kalkış noktası
(non-sense) bir zihin yapısının ürünüdür. Bu tür Kur’an
olarak almak zorundayız. Mevlânâ’ların, Davud el-Kay-
yorumlan olduğunu, özellikle 19. yüzyılın sonlan ile 20.
serîlerin ve diğer büyük düşünür ve bilgelerin yöntemi
yüzyılın başlarında bu tür tefsirlerin Hindistan’da, İran’­
buydu; o yüzden bu bilge kişilerin söyledikleri son dere­
da, Türkiye’de ve spesifik olarak da Arap dünyasında,
ce canlı ve taze. Teologların filozofları, ulemanın sufile-
Mısır’da bir ara yaygınlık kazandığını biliyoruz. Ama bu
ri reddetmediği, birbirlerinin tecrübelerinden, dina­
çabaların hepsi, aşağılık duygusunun
mizmlerinden aynı anda yararlanmanın
ve sizin sevdiğiniz ifadeyle “yenilgi psi-
yollarını araştırdıkları kuşatıcı ve kucak­
kolojisi”nin ürünü olduğunu unutma­
layıcı bir ruh geliştirebilmeliyiz.
Şiilerin Süruıilere saldırmaları, Sün-
mak ve bunların bizim için de, gelecek
kuşaklar için de hiç bir anlam ifade et­
■ \
nilerin Şiilere saldırmaları, bizim gele­
meyeceğini vurgulamak gerekiyor. Ta­
'
neğimizde dominant olan bir durum de-
bii artık tüm bu sığ eğilimler sona er­
^
ğildir; çok istisnai bir durumdur. Aynı
miş, bitmiş durumda. Artık kimse bu
şekilde Taliban gibi dışlayıcı hareketler
tür şeyleri ciddiye almıyor.
de modern döneme özgü ve bizim
Bizim ihtiyacını hissettiğimiz şey,
geleneğimizde, tarihsel tecrübemizde
açık, net, berrak ve metafizik temelli
benzerlerine pek rastlayamadiğimiz ve
açıklamalar, yorumlar ve düşünceler­
mutlaka aşılması gereken hareketlerdir.
dir. Bütün bir İslâm düşünce ve mane­
Elbette ki şu an ilerde başlarına gelecek­
viyat geleneğinin birbirinden farklı ve
ler için üzülüyorum. Bizim bu tür İslam
zengin birikimini, dinamizmini güçlü
yorumlarına ihtiyacımız yok ve daha da
bir entellektüel dille yeniden-okuya-
önemlisi bu tür İslâm yorumlarıyla dün­
bilmek ve hayatiyet kazandırmaktır.
yaya bir şeyler söyleyebilmemiz ve
Eğer “yenilgi psikolojisi”ni eksene alır­
verebilmemiz mümkün değildir. O yüz­
sak bu tür velCıd bir okuma yapamayız.
den bu tür dışlayıcı, reaksiyoner İslam
Ayaklarımızı referans çerçevemize, İs­
yorumlarının bundan sonraki süreçte
lâmî geleneğimize sağlam basmalı, böy­
yavaş yavaş ortadan kalkacağını tahmin
lelikle kendimizden emin olmalı, şüp­
ediyorum. İşte o zaman müslümanlar,
he duymamalı, her şeyi kesin, sahih ve
yeniden tüm dünyaya güçlü değerlerini,
kavramlarını, insanın hem aklına, hem
sahici bir dille ve özgüen duygusuyla
anlamaya, kavramaya, izah etmeye ve anlamlandırmaya
de kalbine; hem dış dünyasına, hem de iç dünyasına
çalışmalıyız. Burada başvuracağımız yöntem, aslâ dışla­
hitap eden sarıp sarmalayıcı dinamiklerini armağan
yıcı bir yöntem olmamalı; aksine kuşatıcı, kucaklayıcı,
edeceklerdir. Ben yaşadığımız 200 küsur yıllık trav-
sarıp sarmalayıcı, ümit ve özgüven vadededici, dolayı­
matik tecrübeye bakınca, bu zorlu tecrübeden gerekli
sıyla evrensel temele dayalı bir yöntem olmalı.
dersleri çıkarmayı başaracaklarını ve dolayısıyla müs-
' Oysa son zamanlarda gittikçe dalıa fazla dışlayıcı bir
lümanlann geleceklerinin çok parlak olacağını ve dün­
yöntemi öne çıkardığımızı gözlemliyorum. Bu hiç de iyi
yaya çok esaslı şeyler sunabileceklerini görebiliyorum,
bir gelişme değil. Bu yöntem, İslâm’ın ruhuna da, mesa­
Allah’ın inayeti ve izniyle..
jına da terstir. Oysa biz hem vahyî geleneğin tümünün
mirasçısıyız; hem de beşerî birikime asla kayıtsız kalan
bir ümmet değiliz. Hz. Peygamber’den bu yana ortaya
Kaplan: Profesör Nasr bu samimi sohbetiniz ve
derinlikli açıklamalarınız için size teşekkür ediyorum.
konan tecrübe de bu gerçeği doğrulayan bir tecrübedir.
Fakat son yıllarda dışlayıcı mantık, yaygınlaşmaya baş­
Nasr: Ben de samimi ama kışkırtıcı sorular sorarak
lamıştır. Oysa sizin dedeleriniz, benim dedem, daha ku­
bana bazı önemli konularda açıklama yapmama, görüş­
şatıcı, daha kendinden emindi. Bizden daha şeksiz ve
lerimi beyan etmeme imkan sağladığınız için size teşek­
şüphesiz bir imana salıipti. Dolayısıyla cihanşümulcü,
kür ediyorum.
■
Ü m ra n -N isa n -2002 4 3
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
21. YÜZYILI İSLAM BELİRLEYECEK
YUSUF KAPLAN
^ vet, 2L yüzyılı İslâm belirleyecek ve 22. yüzyıl
E
vadeli konjonktürel değişimlerin yönünü de belirle­
İslâm’ın yüzyılı olacak. Peki, bu bir temenni
yen ama öyle kolay değişmeyen, varlığını ve etkisini
^ mi, boş bir iddia mı, boş ve hoş bir ham-hayal
örtük şekillerde ama derinden sürdüren temel zihin
mı;
O
kalıplarına, anlam haritalarına ve anlamlandırma
halde, bunun bir temenni, boş bir iddia ve ham- dizgelerine yakından bakmak kaçınılmazdır. Kısa va­
hayal olmadığını “gösterebilmek” için, esaslı bir tarih
felsefesi yapmamız gerekiyor.
deli, konjonktürel değişimler veya değişkenler, bu
uzun vadeli, derinden varlığını ve etkisini sürdüren
kollektif bilinçaltı veya kollektif hafızada gizlenen ku­
B ir Tarih Felsefesi Denemesi
rucu / aslî dinamikleri ve süreçleri yok edemezler.
Bu kurucu dinamikler ve bunların ürettiği süreçler.
Bir tarih felsefesi denemesine girişebilmenin asgari
her medeniyetin kök-paradigmaları tarafından belirle­
şartı veya usmI’ü; osıl’la, aslî /kurucu dinamiklerle sa­
nir ve hayatiyetlerini sürdürürler. Bu kök-paradigma-
hih ve sahici ilişkiler kurmaktan; yani toplumların,
lar, kısa vadeli değişimler / değişkenler tarafından yok
kültürlerin ve bunların kurucu aktörü insanın -Bra-
edilemezler, sadece tezahürleri değiştirilebilir bunla­
udel’in deyişiyle- “uzun süreli” serüvenini karşılaştır­
rın.
malı olarak analiz etmek ve anlamlandırmaktan geçi­
İnsanlık tarihi, bize, dinlerin bu “medeniyet tecrü­
yor. Tarih felsefecileri, toplumların, kültürlerin ve do­
besi” dediğimiz fenomenin kimi zaman adı; ama her
layısıyla insanın “uzun süreli” -en az bir kaç yüzyılı
zaman “temel motoriği
kapsayan- serüveninin anlaşılabilir, tanımlanabilir en
yor.
büyük birimine “medeniyet tecrübesV^ adını veriyor­
lar.
/ kaynağı” olduğunu
gösteri­
Bugün yei7 üzünde üç temel medeniyet ekseni var:
Batı medeniyeti. Doğu medeniyetleri ve İslam mede­
Braudel, bir toplumun temel sorunlarını tespit ede­
niyeti. Omurgasını Avrupa ve Amerika’nın oluşturdu­
bilmek, hal yoluna koyabilmek ve nereye gidebileceği­
ğu Batı medeniyeti, esas itibariyle fizik gerçekliği ek­
ni anlayabilmek / kestirebilmek için yapılacak kısa ve
sene alan bir medeniyet. Budizm, Hinduizm, Taoizm,
orta vadeli analizlerin / okumaların, bizi yanlış sonuç­
Şintoizm gibi Doğu dinlerinin oluşturduğu Doğu me­
lara götüreceğini söyler. Hele de ulusal siyasi, ekono­
deniyetleri ise, fizik'ötesi gerçekliği eksene alan me­
mik ve kültürel sınırları ve sınırlamaları tartışmalı ha­
deniyetler. İslâm medeniyeti ise fizik gerçeklikle fizik'
le getiren küreselleşme çağında bir toplumun gelece­
ötesi gerçekliği mezceden bir medeniyet.
ğini kısa ölçekli, konjonktürel değişkenlere ve deği­
Buradan yola çıkarak İslâm’ın neden ve nasıl 21.
şimlere bakarak okuyabilmek artık handiyse imkânsız
yüzyılı belirleyebileceğini az-çok kestirebiliriz. Ancak
hale gelmiştir; çünkü Braudel’in deyişiyle “kullanılan
bu önermenin doğru olup olmadığını sınayabilmek ve
ölçü değişince, manzara da değişecektir”.
gösterebilmek için önce, sadece Batı toplumlarının
O
halde, bir toplumun imkânlarını ve zaaflarını iyi değil, bütün insanlığın son 200 yılını belirleyen Batı
saptayabilmek ve geleceğini iyi okuyabilmek için, kısa
4 4 Um ran ♦Nisan • 2002
medeniyetinin tarihsel serüvenini özetlememiz, da­
İSLÂM’IN İMKANLARI /NASR
yandığı temel kök-paradigmalan açıklığa kavuşturma'
mız gerekiyor.
parçası değil; hâkimidir: İnsan artık Heidegger’in de­
yişiyle kesinkes her şeyin merkezine yerleşmiş ve Tan­
Batı medeniyetinin aslî / temel kurucu kök-para-
rı rolünü oynamaya başlamıştır. İnsanın her şeyin
digması, antik Yunan’dan bu yana fizik gerçekliği / bu
merkezine yerleşmesi, elbette ki, insanın yetilerini ve
dünyayı eksene alan insan'merkezciliktir (anthropo'
yaratıcılığını sonuna kadar kullanmasını mümkün kıl­
cenrism). Batı medeniyetinin 2500 yıldan bu yana ya­
mıştır. Ama bu tecrübe aynı zamanda, insanın yıkıcılı­
şadığı tüm dalgalanmalara / seyrüseferlere rağmen, in-
ğını da beraberinde getirmiştir. Böylelikle Batılı insan,
san-merkezcilik kök-paradigması belirleyiciliğini yitir­
sadece doğaya ve kozmik dünyaya hakim olmakla kal­
memiş, aksine her farklı durumla, her yeni dalgalan­
mamış, Tanrı’ya ve bizatihi kendisine, diğer insanlara
mayla birlikte pekişerek bugüne kadar varlığını ve et­
ve toplumlara da hakim olmaya başlamıştır. Sömürge­
kisini sürdüregelmiştir. İnsan-merkezcilik kök-para-
cilik deneyimi, bunun en ürkütücü ama kaçınılmaz so­
digması, Hıristiyanlığı da dönüştürmüştür: Hz> İsa, bir
nucudur.
insari'peygamberken, Insan-T ann olup çıkıvermiştir.
Özetle söylemek gerekirse, insan-merkezcilik para­
İnsan-merkezcilik paradigmasının asıl büyük so­
digması, Batılı insanın doğayı tahrip etmesine, Tan-
nuçları, 15. yüzyılda Rönesans ve Reformasyon tecrü­
rı’yı hayattan kovmasına, diğer toplumları kendi çıkar­
beleriyle birlikte alınmaya başlanmıştır. MS 15. yüzyıl
larını eksene alacak şekilde kendine bağımlı hale ge­
sadece Batı medeniyeti tarihi açısından değil, bütün
tirme çabası içine girmesine ve dünyanın doğal kay­
bir insanlık tarihi açısından en büyük dönüm noktala­
naklarını sadece kendi çıkarları doğrultusunda kullan­
rından, dönüşümlerden biridir. Peki nasıl bir dönüşüm
mak için kontrol etmesine yol açan ben-merkezci pa­
bu?
tolojik bir tecrübe üretmesine imkân tanımıştır. QüBurada, nasıl bir dönüşümle karşı karşıya olduğu­
cü, güç üreten araçları, teknolojiyi, en sofistike si­
muzu anlayabilmemiz için 15. yüzyılda yaşanan bu dö­
lahlan kontrol etme fobisi, Batılıların u patolojik tec­
nüşümü genel insanlık / medeniyetler tarihi çerçevesi
rübe ile dünya üzerinde hakimiyet kurmalarını ve bu
içine oturtarak anlamlandırmamız gerekiyor.
hakimiyeti koruyabilmelerinin ve sürdürebilmelerinin
M.O. 15. yüzyılla, M.S. 15 yüzyıl, insanlık tarihin­
yegane it/ici gücü olmuştur.
deki taban tabana zıt / asimetrik iki farklı tecrübenin
Bu patolojik tecrübe, ben-merkezci olduğu için, in­
yaşandığı “dönüşüm anları”dır. M.O. 15. yüzyılda
sanlığa adalet, barış, kardeşlik değil; sadece yoksulluk,
Hint Medeniyeti’nden yerli Amerika Medeniyetle-
savaş, şiddet, adaletsizlikler, haksızlıklar ve hukuksuz­
ri’ne, Mezopotamya medeniyetlerinden Mısır Medeni-
luklar armağan etmiştir.
yeti’ne kadar bütün dünyadaki medeniyetler, gerçek
Bu yüzdendir ki, insan-merkezcilikten kaçınılmaz
anlamda medeniyetlerarası diyalog olarak adlandıra­
olarak Batı’nın çıkarlarının öncelikli hale geldiği ben-
bileceğimiz ortak bir tecrübe üretirler: Bu tecrübeyi
merkezciliğe dönüşen patolojik ve gayr-ı İnsanî bir tec­
tek bir cümleyle şöyle özetleyebiliriz: İnsan, doğa*ya
rübe ürettiği için Batı medeniyeti, insanlık tarihinde
ve kozmik dünyaya ait olan bir varlıktır; doğayla ve
insanlığın ortak tecrübesinden kopan, marjinal bir
kozmik dünya ile harmonik bir ilişki içindedir. İlk b i­
tecrübedir. Bu tecrübe, diğer medeniyetlere, ancak
limlerin astronomi, geometri ve matematik olmasının
kendisine itaat ettiği, kendi çıkarlarını korumaya kat­
ve bu bilimlerin bütün medeniyetlerin ortak bilimsel
kıda bulunduğu sürece hayat hakkı tanıyor. Ki, bu Ba­
faaliyet alanları olarak öne çıkmasının nedenleri bura­
tı medeniyetinin dışındaki diğer medeniyetlerin varlı­
da gizlidir. Bu tecrübe, Girit’te ortaya çıkan ve antik
ğının yok sayılması ve yok edilmesi anlamına gelmiş­
Yunan ve Roma tecrübelerinin tevarüs ettikleri Minos
tir.
ve Miken Medeniyetleri hariç, üç bin yıl boyunca b ü ­
Oysa bu, kabul edilebilecek bir şey değildir ve Ba-
tün insanlığın farklı şekillerde yaşadıkları ortak tec­
udrillard'm deyişiyle "asıl şiddet, asıl terör, asıl çıl­
rübedir.
gınlık budur”.
İşte Rönesans ve Reformasyon, bu ortak insanlık
Bugün bu çılgınlığa “dur” diyebilecek ve insanlığa
tecrübesine “fatal” (ölümcül ve öldürücü) darbeyi vu­
yeniden doğayla, kozmik dünyayla, Taiırı’yla harmo­
ran bir dönüşümün kesin ve keskin başlangıç noktası­
nik, barışçıl bir ilişki kurmayı vadedebilen tek “gele­
dır: Artık insan, doğa*nın ve kozmik dünyanın bir
nek” İslâm’dır. Doğu dinleri, direniş güçlerini yitirdiUmran>Nisan ’ 2002 45
21. YÜZYILI İSLÂM BF.LİRLEYECEK
1er; insan-merkezci ve şiddete, güce dayalı Batı mede-
tine sunabilecek bir özgüvene, ontolojik güvenlik duy­
niyetinin kodları tarafından hadım edilerek etkisiz ha­
gusuna sahip tek din ve dünya tasavuruduv. Şu an
le getirildiler.
yeryüzünde, İslâm dışında, bu potansiyele ve özgüvene
İnsanlığı kadim geleneklerle buluşturacak tek ak­
tör Islâm olduğu için, bugün İslâm ilkin terörle, funda-
sahip başka bir gelenek, din ve dünya tasavvuru kal­
mamıştır.
mentalizmle özdeşleştirilmekte; sonra da sekülerleşti-
Bu teorik hakikatin, dün olduğu gibi bugün ve ya­
rilmeye / protestanlaştırılmaya çalışılmakta ve böyle­
rın da tahakkuk ettirilebilmesi, hayata geçirilebilmesi
likle İslâm’ın önce direnme ve ardından da Özne ola­
mümkün mü?
rak yeniden tarih sahnesine çıkma gücü ve dinamizmi
kırılmaya çalışılmaktadır.
Evet, mümkün. Bunun nasıl mümkün olabileceği­
ni kısaca şöyle özetleyebilirim: İslam dünyası bugüne
Ancak bu iki strateji de orta ve uzun vadede geri
kadar Batı’dan gelen her tür saldırıya direndi. O yüz­
tepecek ve insanlığın kadim geleneklerinin (yani or­
den, diğer doğu dinleri ve kültürleri gibi. Batı kültürü­
tak tecrübesinin) tek
mirasçısı ve kendine
özgü şekillerde yeniden
üreticisi ve temsilcisi
yegane aktör olan İs­
lâm, insanlığı yeniden
kadim gelenekler ekse­
ninde
buluşturacak
nün massedici, düzleşti­
Batı medeniyeti, insanlık tarihinde insan­
lığın ortak tecrübesinden kopan, m arji­
nal bir tecrübedir. Bu tecrübe, diğer me­
deniyetlere, ancak itaat ettiği, çıkarlarını
koruduğu sürece hayat hakkı tanıyor.
özgün, herkesi özne-
rici kodlan tarafından
tüketilemedi;
hadım
edilemedi ve etkisiz ha­
le getirilemedi. Otantik
kaynaklarını korudu.
Ö te yandan bugün
yeryüzünde (en başta
Kur’ân
olmak
üzere)
leştirici, kendileştirici nev-i şahsına münhasır ama
otantik kaynaklarını koruyabilen; dolayısıyla bu yüz­
evrensel iddia, söz ve dinamikleriyle yeniden tarih
den insanlığın ortak tecrübesi olan kadim medeniyet­
sahnesine Özne olarak çıkmayı ve 21. yüzyılı belirle­
lerin bir şekilde mirasçısı olduğunu iddia edebilecek
meyi başaracaktır.
tek din ve dünya tasavvuru İslâm’dır. Batı medeniyeti
Peki, bu nasıl gerçekleşecek? Bunun nasıl gerçekle­
şebileceğinin göstergeleri neler?
de, Doğu medeniyetleri de, kurucu / aslî otantik (=birincil) kaynaklarını ya aşındırmış; ya başkalaştırmış; ya
da tümüyle yok etmiş / kaybetmiş dürümdalar.
İslâm, 2 1 . Yüzyılı Nasıl Belirleyecek?
Müslüman toplumlar, otantik kaynaklarıyla her za­
man yeniden ve yeni şekillerde ilişki kurma imkânına
Islâm, her şeyden önce dışlayıcı (exclusivist), dolasyı-
sahip oldukları için, bu kaynakların sunduğu ruh ve di­
sıyla insan-merkezci ve hele de ben-merkezci değildir;
namizm ile sömürgeciliğe karşı destansı bir direniş mü­
tam tersine kucaklayıcı / kuşatıcıdır (inclusivist): Bir
cadelesi verdiler. Görece de olsa siyâsî bağımsızlıkları­
yandan Hz. Adem’den bu yana ortaya konan vahyî bi­
nı kazandılar. Dahası, İslâm dünyasında uygulanan Ba­
rikimin mirasçısıdır; öte yandansa Hz. Adem’den bu
tı kaynaklı seküler ideolojiler / projeler, müslüman
yana ortaya konan beşerî birikimle yüzleşmeyi asla
toplumların müslümanlıkla ilişkilerini bozamadı; yok
gözardı etmez; İslam’ın ilk 50-100 yıllık başlangıç süre­
edemedi; aksine bu yabancı / ithal projelerin, episte-
cinde hızlı yükselişi sırasında karşılaştığı Bizans, Mısır,
molojik, ontolojik ve fenomenolojik açıdan müslü-
Hint, Çin ve Pers medeniyetleriyle yüzleşmeyi, bu me­
manlık kadar güçlü ve derinlikli olmadığı ve müslü­
deniyetlerin birikimlerinden azamî ölçüde yararlan­
man toplumlarda hiçbir karşılıklarının bulunmadığı
mayı başardığını görüyoruz. Dolayısıyla İslâm, şu an,
anlaşıldı; Batı kökenli beşerî ideolojilerin ve projele­
insanlığın bugüne kadar geliştirdiği beşerî birikimi -
rin, müslüman toplumlarda sadece kavga, çatışma,
Batılıların yaptığı gibi- öteki olarak konumlandırmak
baskı, adaletsizlikler, yolsuzluklar ürettiği suyüzüne
ve sonra da -asimilasyon ve eliminasyon’a başvurarak-
çıktı. Sonuçta Batılı ideolojilerin aksine, insanın hem
yok etmek veya yok saymak yerine, olduğu gibi yaşata­
iç, hem de dış dünyasına aynı anda hitap edebilen İs­
rak ve kendi kök-paradigmalan doğrultusunda içsel­
lâm, müslümanların yeniden Özne olarak tarih sahne­
leştirerek canlandırabilecek ve tüm insanlığın hizme­
sine çıkmalarına imkân sağlayacak yegâne referans
46
Vmmn • N isan . 2002
İSLÂM'IN İMKANL,\R1 / NASR
çerçevesi ve dinamik olma dinamizmine sahip olduğu'
maya hazır olması, müslümanların önce müslümanlık-
nu kanıtladı. Başka bir deyişle, müslüman toplumlar,
la, sonra da diğer vahyî ve beşeri gelenek veya birikim­
Batı kökenli seküler ideolojilerin ve projelerin müslü'
lerle ilişkilerini her zaman canlı tutmalarını mümkün
manlık karşısında asla tutunamayacak kadar patolojik,
kılmıştır.
sığ ve fatal (ölümcül ve öldürücü) olduğunu hem biZ'
İşte bu gerçek, müslümanların, müslümanlıkla iliş­
zat gördüler; hem de bu süreçte İslâm’ın imkânlarını
kilerini zedeleyecek, koparacak tüm girişimleri veya
farkettiler ve yeni şekillerde yeniden keşfetmeye başla-
ortamları etkisiz hale getirmelerine imkan tanımakta­
ddar.
dır. Müslümanların, Batı hegemonyası, kültürü ve
kodları karşısında teslim bayrağı çekmemelerinin; Ba­
Ozneleşme Süreci
tıl ıların hegemonyalarına her zaman direnme biçimle­
ri geliştirebilmelerinin nedenleri burada gizlidir.
Bu süreci, ben, müslümanların yeniden Özne olarak
Buradan müslümanların özneleşme sürecinde, dış
tarih sahnesine çıkma
etmenlerin, nasıl ter­
tecrübesi, kısacası özne-
sinden bir rol oynadığı
leşme süreci olarak ad'
landırıyorum. Özneleş"
me sürecinin hem dünya sistemiyle ilintili dı§
etmenleri, hem de bizzat
müslüman toplumların
Müslüman toplumlar, Batı kökenli seküler
ideolojilerin ve projelerin müslümanlık
karşısında asla tutunamayacak kadar pato­
lojik, sığ ve fatal (ölümcül ve öldürücü) olduğunu bizzat gördüler.
(yani müslümanlar le­
hine, Batdılar aleyhine
işlediği) meselesine ge­
çebiliriz. Müslümanla­
rın
dünya
sistemine
teslim bayrağı çekme­
meleri; aksine her yeni
kendi dinamikleriyle ve
dinamizmleriyle (deneyimleriyle) ilintili iç etmenleri
durumla birlikte İslâmî anlam haritalarını eksene alan
var. Müslümanların özneleşme süreci, bu iki ana etme-
direniş ve varoluş biçimleri geliştirmeleri, Batılıların,
nin de katkısıyla imkan dahiline giren bir süreçtir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, müslümanlığın,
Müslümanların özneleşme süreci, her şeyden önce,
müslüman toplumlar üzerindeki belirleyici ve yönlen­
İslâm’ın özgün ve dinamik otantik kaynaklarının var-
dirici etkisini kırmaya dönük (İslâm’ı sekülerleştirme /
lığını, canlılığını, etkisini ve dinamizmini koruyabili'
protestanlaştırma gibi) strateji ve projeler geliştirmele­
yor olmasıyla imkân dahiline girmiştir. Otantik kay­
rine yol açmıştır. Böylelikle Batıklar, asıl büyük proje­
nakların korunabiliyor ve her daim bizimle var olabi­
lerini, dünya üzerindeki hegemonyalarının önünde
liyor olması, müslümanların yaşadıkları kültürel şokla­
“takoz” gibi duran müslümanların direniş güçlerini kır­
rı, travmaları, epistemolojik ve ontolojikkınim a’yı aş­
manın yollarını araştırarak hayata geçirmeye çalış­
malarını kolaylaştırmıştır.
maktadırlar. Dikkat edilirse, burada İslam ve dolayısıy­
Bunun en temel nedeni şudur: Otantisite ile özne
la müslümanlar, Batıklar tarafından Özne olarak ko-
olmak arasında zorunlu ilişkiler veya bağıntılar vardır.
numlandırılmakta; Batı-İslam ilişkilerinde belirleyici
Otantisite, Arapça’da “asale” yani asalet demektir.
aktör İslam olmaktadır: Bu, yeni bir durumdur ve ta­
Otantik olan ise sahih ve sahici olan demektir. Sahih
rihin, müslümanlar lehine işlemeye başlayan esaslı bir
kaynaklara sahip olmak, yapılan yanlışlıkları tashih
dönüm noktasıdır.
edebilmeyi; karşılaşılan sorunları sahih kaynaklara, re-
Bundan sonraki süreçte, müslümanlar, İslâm’ın im­
ferens çerçevesine başvurarak anlamlandırabilmeyi ve
kânlarının nasıl hayata geçirebileceğinin yollarını keş­
aşabilmeyi kolaylaştırmaktadır. Dolayısıyla otantik
fedecek veya icat edecekler: Bunun usûlü, asıl ile, aslî
kaynakların korunması, müslümanların, özneleşme,
dinamiklerle yaratıcı ilişkiler / irtibatlar kurmaktan
kendileşme ve özgürleşme imkânlarını her zaman
geçiyor. Asıl’la kurulacak ilişki, msûI’ü de zaten göste­
canlı tutmuştur. Müslümanlığın, bir yandan otantik
riyor veya ele veriyor; Nesne değil Özne olmak; Reak-
kaynaklarının varlığını sürdürüyor olması; öte yandan
siyoner değil, Aksiyoner olmak; Asalak değil. Şahsiyet
da, bütün vahyî geleneğin mirasçısı olması ve beşerî
ve Asalet sahibi (otantik / özgür ve özgün) olmak.
birikimlere ise her zaman açık ve onlarla her zaman
(Burada asıl ve usûl sözcüklerinin aynı etimolojik kö­
buluşmaya, yüzleşmeye, onlardan her zaman yararlan­
kene sahip olduğunu; ve asıl’la ilişki kurulmadan
Ümran-Nisan -2002 4 7
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
usûl un bulunamayacağını vurgulamakta yarar görüyo­
yoruz: 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı’nın tarihe
rum).
karışmasıyla birlikte “İslam medeniyeti” “geri çekil­
İşte şu an bu sürece girilmiş durumda. Bu sürece gi­
miş”, müslüman toplumlarsa fiilen nesne konumuna
rildiği içindir ki, müslüman toplumlar zorlu bir gele­
düşmüştü. Ama 20. yüzyılın son çeyreğinde İslâm, do­
cekle, engellerle, sıkmtılarla karşı karşıyalar: Kendi ge­
laylı Özne konumuna geçmeye başladı; göstergeleri
leceklerini kendileri belirlemek, kendi kaynaklarını
dikkatle okuyup analiz ettiğimizde İslâm’ın 21. yüzyı­
başkalarına peşkeş çekmeye son vermek ve adil, kar­
lın ilk çeyreğinden itibaren doğrudan Özne konumu­
deşçe, hak'hukuk ve hakikatin tahakkuk edeceği bir
na geçmeye başlayacağını söyleyebiliriz.
“dünya” kurmak istiyorlar. En azından İslâm dünyasın­
daki İslâmî söylemlerin temel kaygıları bu. Bu kaygı,
zamanla müslüman toplumlarm ana kaygısı haline ge­
lecek.
Bu yeni sürecin veya dönüşümün başat göstergele­
rini kısaca şöyle özetleyebiliriz:
1-Gücü eksene alan ve araçsal bir akıl üreten (ara­
cı; anlam, değer ve güç üretiminin yegane motoriği ha­
line getiren) modem / seküler 'Batı medeniyeti tecrü'
Sonuç; İslâm’ın Öncülüğünde Kadim Medeniyetler
besi, geldiği son evre olan ve insanm ilkel dürtülerini
Ekseninde Yeni Bir Yolculuğa Doğru...
ve güdülerini kutsallaştıran postmodemizm’le birlikte
çözülme sürecine girmiş; ins».'.lığa kuşatıcı, barışçıl,
İnsanoğlunun bilebildiğimiz yazılı / kayıtlı tarihinin
adil ve evrensel ufku olan bir dünya ve tasavvur vaade-
son 6 bin-8 büı yıllık hikâyesinin ilk evresinde domi­
demeyecek bir duruma gelmiştir.
nant olarak “mabed toplumlan” olarak adlandırılan
medeniyetler var. M.Ö. 2500’lü yıllarda mabed toplumlarının yanısıra Girit’te ^‘saray toplumları” ortaya
çıkmaya başlıyor. Girit’teki saray toplumları tecrübesi
Minos ve Miken medeniyet tecrübelerinden sonra ye­
rini M.Ö. sekizinci yüzyıldan itibaren “site / şehir”
toplumlarına devrediyor; ama Antik Yunan ve Roma
medeniyeti ile birlikte başlayan, insanlığın kadim me­
deniyetlere dayalı ortak tecrübesinden kopuş süreci
Avrupa ve yeni-Roma Amerika deneyimleriyle birlik­
te tamamlanıyor. Gerek buraya kadar yaptığım analiz­
ler, gerekse mevcut göstergeler, 20. yüzyılın ikinci ya­
rısına kadar süren bu kopuş süreci deneyiminin, 21.
yüzyılın ilk yarısından itibaren ömrünü tamamlayaca­
ğını; insanlığın büyük ölçüde İslâm’ın öncülüğüyle ye­
niden kadim medeniyetlerin ortak tecrübesiyle buluşa­
rak yeni bir yolculuğa çıkacağını gösteriyor.
2-Buna mukabil İslâm’ın, otantisitesini kommayı
başardığı için insanlığa kuşatıcı, barışçıl, adil ve evren­
sel ufku olan bir dünya vadedebilecek tek güçlü değer­
ler sistemine ve anlam haritalarına sahip olan bir din
ve dünya tasavvum olduğu suyüzüne çıkmıştır.
3 -Küreselleşme sürecinin ikinci raundu, ulusal si­
yasi, ekonomik ve yapay ırkçı kültürel sınırların orta­
dan kalkmasıyla sonuçlanacak; bu, müslüman toplumların kendi kaderlerini kendilerinin belirlemelerini,
her bakımdan özgürlüklerine kavuşmalarını icbar ede­
cek ve kolaylaştıracak; böylelikle bu süreçte müslüman
toplumlar, büyük ölçekli siyasi, kültürel, ekonomik,
toplumsal, askeri ve stratejik ittifaklar kurmaya başla­
yacaklar.
4-Müslüman
toplumlardaki İslâmî söylemler, özne-
leştirici, özgürleştirici, kendileştirici söylemlerin ana
Teorik olarak önce Antik Yunan, ardından da Rö­
ekseni haline gelecek; ve hem İslam medeniyetinin
nesans ve Reformasyon’la birlikte başlayan ve pratik
hem de Batı medeniyeti de dahil olmak üzere tüm di­
olaraksa sanayi devrimleri, İngiliz Çevrimleri, Ameri­
ğer medeniyetlerin birikimlerini İslâmî referans çerçe­
kan ve Fransız devrimleriyle nihai şeklini alan modem
vesi ekseninde silbaştan yeniden okuyacak ve yeni-
/seküler Batı medeniyeti, tüm dünyaya son 200 yıldan
den-kurgulayacak güçlü düşünsel / akademik bir
bu yana tek başına Özne olarak yön ve şekil veriyor.
birikim ortaya koyacaklar. Bu birikim, yeni kültürel,
Son 200 yıldan önceki dönemlerde birden fazla mede­
toplumsal, siyasal, ekonomik ve sanatsal pratiklerin ve
niyet aynı anda Özne konumundaydı. Şu an yalnızca
kurumların icat ve inşa edilmesinde kilit rol oy­
Batı medeniyeti doğrudan Özne, İslam ve Doğu mede­
nayacak ve böylelikle İslâm dünyasının müslümanlık
niyetleri ise kısmen dolaylı Özne; ama büyük ölçüde
ekseninde dönüşmesi ve İslâm’ın, tüm insanlığı, kadim
Nesne konumundalar.
medeniyetlerin ortak tecrübeleriyle yeniden ama yeni
Ancak bu durumun İkinci Dünya Savaşı’ndan son­
ra belirgin bir şekilde değişmeye başladığını gözlemli­
48 Ümran ■Nisan •2002
şekillerde buluşturması imkân dahiline girmeye baş­
layacaktır.
■
“ORTADOĞU”NUN KONUMLANDIRILIŞ HİKAYESİ VE
İSLÂM’IN MEYDAN OKUYUŞU
HAŞAN HANEFÎ
Türkçesi: Mehmet Özay
1
. Ortadoğu kelimesi, İngilizlerin Doğu’yu bir-
lik bin Nebi gibi kimi modemistler söz konusu bu
biriyle ilişkili iki kavram olan orta ya da yakın
coğrafi bölgeyi, müslüman olmamakla beraber, aynı
ve uzak şeklinde algılamasına dayanan eski bir
bağımsızlık ve ilerleme ideallerine sahip olan ülkele­
tanımlamadır. Bu tanım, çevrenin merkezle ilişkisini
rin de içinde yer aldığı Afro-Asya Dünyasıyla özdeş­
ortaya koyan bir güç ilişkisi olan klasik oryantalizm­
leştirmiştir. Bu dünyanın kimliğini din değil, aksine
de olduğu gibi öteki’nin ben’le ilişkisini anlamlandır­
sosyo-politik yapı oluşturmaktadır.
mada içerden değil dışardan kaynaklanan bir projek­
siyondur.
4. Akdeniz’in kuzey ve güney kıyıları; Batı ve
Greko-Romen idaresi, İslam idaresi, ortaçağ haçlıla­
2. Küreselleşme de, Doğu Avrupa ve eski Sovyet-
rı veya modern sömürgecilik ya da gerçek kuzey-gü-
1er Birliği’ndeki sosyalist rejimlerin yıkılmasından
ney diyaloğuyla ortak bir mirasa sahip Batı ve İslam
sonra Doğu ve Batı arasındaki güç ilişkisini ifade
arasındaki gerilimler! azaltmak için küreselleşme dö­
eden aynı türden bir tanımlamadır. Küreselleşme za­
neminde yapılarî kimi modem tanımlamalar, Arap
ruri bir kavram değil, fakat varoluşsal bir kavramdır;
Ulusunu/Dünyasını kendi kimliğinden soyutlamak
önemli bir faktör değildir, fakat rastlantısal bir gerçe­
amacıyla Arap Dünyasını Avrupa’yla birlikte ele
ği ifade etmektedir. Kimi zaman siyaset bilimciler
alan Akdeniz ülkeleri tanımlamasıyla sunulmaktadır.
bizzat disiplinin kendine zarar vermek ve batıl bir
Ortadoğu İngilizlerin coğrafi tanımlamasından farklı
inanç gibi bilimden ideolojiye, siyasal analizden siya­
olarak, her ikisi de Ortadoğu’da yer alan Arapları, İs­
sal duruma dönmek suretiyle bir gerçekliği bir kavra­
rail’i ve aynı zamanda, Yunanistan’ı, İran’ı ve belki
ma; bir gerçeği (fact) bir öze; bir zaman-mekân duru­
de Türkiye’yi de içine alacak şekilde yeni bir siyasal
munu (ilişkisini) her zaman için geçerli bir zihinsel
bütünlük olarak belirmeye başladı. Ortadoğu ağırlık­
duruma; de /acto’yu de jure'ye dönüştürmektedirler.
lı olarak Arap’lardan müteşekkil değildir, aynı za­
Ortadoğu ifadesi nasıl İngiliz zihninin bir ürünüyse,
manda, İranlıİar da bulunmaktadır; sadece Müslü-
küreselleşme de Amerikan gizli servisleri araştırma
manlar değil, Yahudiler de yer almaktadır. Modern­
merkezlerinin bir ürünüdür.
3. Ortadoğu kelimesi, içerden, bizzat bölge halk­
ları ve kültürleri tarafından algılandığı şekliyle bir ta­
leşme rolü’nü Mısır yerine İsrail’in oynayacağı gele­
cekteki bir Ortadoğu için küreselleşme, uluslar değil;
çıkarlar ortaklığma dayanacaktır.
nımlamaya sahiptir. Ortadoğu kelimesi, “Arap Ulu-
5. j^üreselleşme daima bir Dünya sistemi olmuştu.
su”na atıfta bulunan bir Arap milliyetçisi için tat­
Güçlüler küresel, zayıflar yereldi. Küresel merkezdi,
minkâr olmadığından coğrafi bir tanımlarna olan
yerel çevreydi. Kadim Ç in antik haritacılık bilgileri­
Arap Dünyası olarak adlandırılmaktadır. Bu coğrafi
ne göre dünyanın merkeziydi. Pers ve Roma, dünya­
bölge, bir pan-îslamcı için daha tatminkâr bir tanım
nın merkezi olmak için büyük mücadele vermişlerdi.
olan ve daha geniş bir çerçeveyi ortaya koyan İslam
Daha sonra İslam yeni bir güç olarak Batı’nın ve Do-
Dünyası olarak da adlandırılmaktadır. Cezayirli Ma­
ğu’nun güçlerini devraldı ve Batı’dan gelen Haçlı ile
Ümran •Nisan .2 0 0 2 4 9
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
Doğu’dan gelen Tatar ve Moğol
nemi bırakmıştır: Birincisi, zirve
saldırılarına
dünyanın
noktasına Hicri 4. yüzyılda ulaştığı
merkezine yerleşti. Batı dünyasının
ve İbn-i Haldun’un “Mukaddime”
gerçek hedefi Hindistan’a ulaşmak
isimli eserinde doğru bir şekilde ta­
iken, Atlantiği aşarak Batı yarım­
nımladığı, İnançta Eş’ari’liğin ve
küreye ulaştıktan sonra merkeze
Fıkıh’da Şafiiliğin yer almasıyla
oturdu/yerleşti. Avrupa, Batı’nın
Yöneticiye (Halifeye) güç ideoloji­
rağmen
si veren Gazali’nin rasyonel bilime
modern zamanlarından, modern
■n
zamanların sonuna kadar dünyanın
eleştiriler getirmesiyle sona eren
merkezinde yer alırken Afrika, As­
altm döneme damgasını vuran kla­
ya ve Latin Amerika çevreyi oluş­
sik kültür. İkincisi, İbn-i H al­
turuyordu. Küreselleşme Sovyetler
dun’dan -H ic ri V III. yüzyıldan
Birliğinin ve -Küba ve Çin hariç-
XIV. yüzyıla- geçen yüzyıla kadar
sosyalist bloğunun bütünüyle çök­
devam eden bir sonraki yedi yüzyıl­
mesi sonucu ortaya çıkan yeni bir
lık dönem. Bu dönem, geçen yüz­
olgu değildir. Küreselleşme, modem Avrupa tarihin­
yıldan beri kendisinden ya da ötekinden bilgi trans­
de bir ‘an’ değildir; aksine güç arzusunu, merkez ve
feri yapmak suretiyle aklın ürettiklerini kağıda geçir­
çevre arasındaki güç dengesini dile getirmek suretiy­
diği; kendisini yorumladığı ve özetlediği sonraki yedi
le her zaman varlığım sürdürmüş, varolagelmişti/r.
yüzyıllık dönemdir. Arap/İslam Dünyası, günümüzde
6. Küreselleşme, özel bir tarih bilincinin kendine
kendi ortaçağını sona erdirdiği ve kendi reform ve
özgü bir yönelimini, yani Batı’nın yönelimini ifade
rönesansına başladığı üçüncü tarihi döneme başla­
etmektedir. Modem zamanların başlangıcında, A v­
maktadır. İşte bu yüzden, günümüzdeki bütün zorluk­
rupa, Endülüs’teki Müslüman Gırnata’nın 1492 yı­
lara rağmen, sosyalist rejimlerin yıkılmasından ve
lında yıkılmasından yaklaşık iki yüzyıl sonra A tlan­
küreselleşmenin galebe çalan gücünden önce ve son­
tik Okyanusu’nu geçerek batıya doğru; Doğu Avru­
ra pek çok çağdaş düşünürün yazılarında daha bir
pa’da Osmanlı imparatorluğuna karşı koymak için
umutlu ve iyimser İslam ortaya çıkmaktadır. Arap/İs­
doğuya doğru ve Moğol İmparatorluğuna son vermek
lam Dünyası, öteki’nin tarihî yönelimi olan küresel­
suretiyle Hindistan’dan girerek Asya’nın en uzak
leşme döneminde yaşamıyor, aksine kendi tarihî yö­
bölgelerine kadar yayılma gösterdi. Avrupa 19. yüz­
nelimini oluşturan üçüncü tarihi dönemin başlangı­
yılda Asya, Afrika ve Amerika’yı çevreye itip kendi­
cında bulunmaktadır.
si dünyanın merkezine konuşlandığında genişlemesi­
8.
Mikro analiz, bize, geçen yüzyıldan bu yana
nin zirvesine ulaşmıştı. Sömürgecilik işte tastamam
Arap/İslam Dünyasmın dış kaynaklı sömürgeciliğe
bu durumun bir sonucudur. Askeri sömürgecilik bir­
ve iç kaynaklı baskıcı ortama karşı geliştirilen büyük
kaç istisna dışında sona ermiş durumdadır; ekonomik
bir reform hareketi denediğini göstermektedir.
sömürgecilik, bilimsel bağımlılık ve kültürel hego-
özgürlükçü hareketler, özellikle Kuzey Afrika reform
monya ise hâlâ devam etmektedir. Küreselleşme,
çalışmalarında ortaya çıkmıştır. Batılı liberalizm söz
En
sanki zaman ve mekânın donduğu, Sovyetler Birli-
konusu özgürlük hareketlerine model teşkil ettiğin­
ği’nin çöküşünden ve sosyalist rejiminin yıkılışından
den dînî reformun bir sonucunu oluşturuyordu. Din­
sonra Batı hegomonyasının bir türünü oluşturmakta­
den bağımsızlaşma doğal bilimler temeline dayalı se-
dır.
küler liberalizmi doğurdu. Söz konusu bu liberal mo­
7. Arap Dünyası, tarihte bir başka tarihsel yöne­
del 20. yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte Arap askeri
lime sahiptir. Makro düzeyde yapılan analizde,
devrimleriyle sona erdi. Bu model, liberalizmden fe­
Arap/İslam Dünyası geçen yüzyıldaki reform ve röne-
odalizm, elitizm ve Batı yanlısı ittifaklar olarak ad­
sans hareketiyle Memlûklülerin ve Türklerin (Os-
landırılan yapılara dönüştü. Böylece, sömürgeciliğin
manlı) hüküm sürdüğü ortaçağı sona erdirmeye çalış­
sona erdirilmesi hareketi ve modem ulus devletlerin
maktadır. Arap/İslam Dünyası, ardında iki tarihi dö­
yapılanması başlamış oldu. 1950’li ve 1960’lı yıllar
50 .Ümran ■Nisan •2002
İSLÂM'IN MEYDAN OKUYUŞU / HANEFİ
Arap Birliği’nin, üçüncü dünya-
toplumsal cinsiyet, çevre, tarihin
nın, Bandung-’un, A fro-Asya’nın
sonu, medeniyetler çatışması, öz­
dayanışması ve tarafsızlar hareket­
gürlük, demokrasi vb. diğer ilişkili
lerinin görüldüğü romantik ve gör-
kavramlar yardıma yetişti. Birlikler
kemli bir dönem oldu. 1970’li ve
ve N G O ’lar tarafından yönetilen
1980’li yıllar -ve belki de günümüz-
sivil toplum, devlete alternatif ola­
de hâlâ geçerli sosyalist ideal- 1967
rak sunulmaktadır. Özgür bir top­
yenilgisinden ve Nasır’m 1970 yı­
lum, herhangi bir devlet müdaha­
lında vefatından sonra yıkıldı. Ba­
lesi olmaksızın bu kavramın tarihi
ğımsız devlet, bağımlı hale geldi;
bağlamını, din karşıtı ve devlet
sosyalizm kapitalizme dönüştü ve
karşıtı yan anlamlarını göz önüne
kamu sektörü özelleşti. Arap/İslam
almaksızm serbest ekonomi için bir
Dünyasının tarihi yönelimi sömür­
gecilikten, sömürgeciliğin sona er­
mesine oradan yeniden sömürgeci­
'•
ön şartı oluşturmaktadır. Ümmet,
.
Aşhira, Kavim, Ehil, Şaa’b, Kabile,
Raht, Nass vb diğer geleneksel kav-
liğe evrildi. Bunun küreselleşmeyle ve Batı’nın tarihi
ramlarca söz konusu bu kavramın önü kapatılmıştır.
yönelimiyle bir ilgisi yoktur. Sadece eş zamanlı ola­
Yönetim, ulus devlet yerine, iş idaresine öncelik ta­
rak, Batı’nın tarihi yönelimdeki küreselleşme döne­
nımakta ve yönetim biçimi, ulus egemenliğinden zi­
mi Arap/İslam Dünyasının tarihi yönelimindeki ye­
yade idare anlamına gelmektedir. Söz konusu bu ida­
niden sömürgeleş(tir)me tecrübesine tekabül etmek­
re ulusal değil, uluslararası uzmanlar tarafından yöne­
tedir.
tilmektedir. Değer olgusu toplum değil, bireydir. V e­
9. K ü reselleşm e, bir g erçek lik değil, yapay o la ­
rilen savaş halklar için değil, insan haklarına yöne­
ra k üretilm iş bir kavram dır. Bu kavram, eski mit
liktir. Toplum devletin mirasçısıdır, birey de toplu­
ideolojin in sonu ve bir başka mit tekn olojin in baş'
mun. Devlet topluma, toplum da bireye indirgen­
langıcına rağmen bir ideolojidir. Dünyanın küresel
mektedir. Birey, toplumsal cinsiyet aduıa erkek-ka-
bir köy, bilgi devrimi, internet, e-mail, uydular ve
dın dikotomisine (ikiliğine / zıtlaşmasına / karşıtlığı­
bütün modern iletişim araçları ve kitle medyasının
na) bile ayrışmaktadır. Kadın özgürleşmesine, birey
yaygınlaşması nedeniyle uluslar, halklar, kültürler,
özgürleşmesi ve devletin otonom bir yapı kazanma­
gelenekler, detay ve değer sistemleri olarak adlandı­
sından daha öncelik verilmektedir. Feminizm, sivil
rılan davranış kalıplan arasındaki bütün sınırlar artık
toplumun bir unsurudur. Özgürlük ve eşitlik adına
ortadan kalkmıştır. Bundan maksat 1991 yılında sos­
verilen mücadele sosyo-politik mücadeleyle değil,
yalist rejimlerin çöküşünün serbest piyasa ekonomi­
toplumsal cinsiyet mücadelesiyle başlamaktadır. Öz­
sinin insan çabasına en uygun bir durum olduğımun
gürlük ve demokrasi mücadelesi tek başına doğal
kanıtlanmasından sonra serbest piyasa ekonomisine
hakkın bir parçası olarak özgürlük ve demokrasi için
geçmek ve ekonomik plânlamayla devlet ekonomisi­
verilen mücadele değil, aksine serbest ekonominin
ni sona erdirmektir. Bu ekonomi, çok uluslu şirketler
ön şartı olarak verilen mücadeledir. Yeşiller Hareke­
yardımıyla dünya çapında uygulanmaktadır. D-8’ler,
ti ve diğer çevreci hareketler, Afrika’nın çölleşmesi­
G A T T , Dünya Bankası, IMF ve bütün uluslararası fi-
ni engellemek için değil, aksine nükleer atıklan
nans merkezleri, yerel değil küresel bir faaliyet sergi­
Üçüncü Dünya ülkelerine stoklayarak Batı’daki çev­
lemektedirler. Bu durumda ortada iki alternatif bu­
reyi korumak amacıyla Batı’daki kirlenmeye karşı ve­
lunmaktadır: rekabet etmek ya da pes etmek; üret­
rilen mücadelelerdir. Sosyalist rejimlerin yıkılması
mek ya da tüketmek; yaratmak ya da taklit etmek;
kapitalizmin ve serbest piyasa ekonomisinin zaferi
icad etmek ya da özümsemek; vermek ya da almak;
anlamına geldi. Tarih sona erdi, kehanet gerçekleşti,
ihraç etmek ya da ithal etmek; merkezde olmak ya da
Mesih göründü ve süreç tamamlandı. Geleneksel
çevrede yer almak.
toplumlann yaşadıkları çevre bağlamında, medeni­
10. Bu arada sivil toplum, yönetim, insan hakları,
yetler çatışması sanki merkez ve çevre arasında yaşa­
Umran-Nisan >2002 51
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
nan gerginliklerin sosyo-ekonomik çatışmayı içeren
vil savaşlarla, gericilikle, halk çoğunluğunun yoksul­
bir güç çatışması değil de, medeniyetler çatışmasının
luğu ve elitlerin inanılmaz zenginliğiyle, cehaletle,
gerçek sosyo'politik ve ekonomik hegemonyayı ört
kuraklıkla, açlıkla, insan hakları ihlalleriyle, işken­
bas ettiği uygarlaştırıcı bir etkileşimmiş gibi gelenek­
ceyle, hapisle, kadınlara karşı ön yargılarla, toplum­
sel toplumların kaderini oluşturmaktadır
sal baskıyla, siyasal diktatörlükle, ölüm cezasıyla, ge-
11. Şayet küreselleşme merkez (deki ülkeler)in
lenekselcilikle, entellektüellere-yazarlara ve sanatçı­
yetkisindeyse, çevre (deki ülkeler) için plânlanan/
lara yapılan baskılarla ilişkilendirilmektedir. İslam,
tasarlanan şey, parçalanmadır. Bütünün gücü, parça-
müslümanların gelenekleri ve başörtüsü, camiler, dil,
ların zayıflığını gerektirmektedir. Arap/İslam Dünya­
eğitim, azınlık grupları, Almanya’daki Türkler, H ol­
sındaki bölünmeler medya tarafından ele alınmakta
landa’daki Paslılar, Fransa’daki Kuzey Afrikalılar, İn­
ve hatta teşvik edilmektedir- Kuzey Afrika’daki
giltere’deki Asyalılar, Amerika’daki Siyah Müslü­
Araplar ve Berberiler; Irak’taki ve Türkiye’deki Kürt-
manlar gibi alt kültürler sergiledikleri alışkanlıklar
1er ve Araplar; Güney Sudan’daki Araplar ve Afrika­
ve davranışlarla Avrupa kimliği için bir tehdit unsu­
lılar; Mısır’daki Müslümanlar ve Kiptiler; genelde
ru teşkil etmektedir.
Basra Körfezi’ndeki özelde Kuzey Irak’taki, Bah­
13.
Bir diğer yeni dünya düzeni olarak tek kutup­
reyn’deki, Kuveyt’teki Sünniler ve Şiiler; Suriye’deki
lu dünya anlamına gelen küreselleşme, potansiyel
Dürzi, Alevi ve Müslüman Kardeşler gibi azınlıklara,
olarak dahi gelecekte küresel dünyanın bir parçası
etnik dini hareketlere ve mezheplere yönelik pek çok
olmaya direniş gösterme ya da hatta isteksizlik sergi­
çalışma bulunmakta, türlü planlar yapılmaktadır. Bü­
leme karşısında hiçbir şekilde tolerans göstermemek­
tün bu parçalı yapı 15 yılı âşkın bir süre iç savaşın ya­
tedir. Elbette ki, iki kutuplu dünya artık sona ermiş­
şandığı Lübnan’da mevcuttur. Siyasal bölünmeler, -
tir. Ancak iki kutupluluk sadece tarihte yerini al­
genellikle Cezayir’deki FIS ve Ordu, Afganistan’daki
makla kalmamakta, aynı zamanda gelecekte oluşacak
Taliban ve yönetim arasındaki sivil savaş gibi- böy-
tarihin de yapısını oluşturmaktadır. Küreselleşmeye
lesi parçalanmışlıklarm sonucudur. Merkez(deki ül­
meydan okuma Asya’dan çıkmayabilir. Yeni endüst­
keler), bütünleşen bütünleşmekte olan bir nitelik arz
ri toplumları, Asya rüyasını gerçekleştirmekle meş­
etmektedir; çevre (deki ülkeler) ise Rusya’nm: Çeçe-
guldürler. Bu Uzak Asya toplumlarınm dirilişi, varlı­
nistan ve Gürcistan, Yugoslavya, Bosna ve Hersek,
ğı ve ayakta durması, Batı sermayesine, Batı borsası-
Kosova vb.; Afrika’daki, Etiyopya ve Eritre arasında­
na ve serbest ticaret ekonomisine bağlıdır. Özellikle
ki smır çatışmalarının; Ruanda’daki kabile soykırım­
Endonezya’daki, Malezya’daki ve hatta Güney Kore
larının, Kongo’daki kitlesel katliamların vb. içinde
ve Japonya’daki devalüasyonlardan sonra yaşanan kı­
yer aldığı parçalı bir yapı arz etmektedir. Avrupa Bir­
rılgan bir tecrübedir. Dünyadaki küresel ekonomi
liği olumlu bir yankı bulur, takdir edilir ve uygulama­
halkların ve kültürlerin ötesine geçmektedir. Özgür­
ya konulurken Arap/İslam Dünyasındaki parçalan­
lük teolojisinin ve bağımsızlık teorisinin doğduğu yer
mışlık onaylanmakta ve hatta teşvik edilmektedir.
olan Che Guevara’nm ülkesi Latin Amerika şimdi­
Bu nedenledir ki, bugün Arap Birliği ya da İslam Bir­
lerde açlığın, uyuşturucunun, yoksulluğun ve baskı­
liği gerçek dışı bir nitelik arz etmektedir. Bölgesel iş­
nın egemen olmasıyla yatışmış durumdadır. 1960’lı
birliği oldukça zayıftır. Arap zirveleri sonuçları bakı­
yıllar hoş bir rüyaydı. Güney Afrika’daki ırk ayrımcı­
mından etkisizdir. Arap ortak pazarı, yarım yüzyıldan
lığı sona ermesine rağmen, Afrika bugün sivil savaş­
bu yana bir çıkmazı yaşamaktadır.
lar, sınır çatışmaları, kuraklık, açlık, soykırım, dikta­
12. İslam, Batı medyasında 1991 yılında sosyalist
törlük ve A ID S darbesine maruz kalmıştır. Arap/İs­
rejimlerin yıkılmasından önce komünizmin ve Do-
lam Dünyası hâlâ Amerika Birleşik Devletleri’ne ba­
ğu’dan gelecek kızıl tehlikenin yerini almıştır. Batı,
ğımlılığına ve İsrail’i tanımasına rağmen kendi kül­
sahip olduğu güç kullanımmı haklı gerekçelere da­
türel kimliği ve küresel dünyadaki otonomisini sa­
yandırmak, doğrudan ve dolaylı saldırılarına yasal bir
vunma mücadelesi vermektedir. İşte bu yüzdendir ki,
kılıf uydurmak amacıyla bir düşmana ihtiyaç duy­
Arap/İslam Dünyasına diş bilenmekte ve tehdit edil­
maktadır. İslam şiddetle, terörizmle, kan içicilikle, si­
mektedir: Irak’a uygulanan ambargo, Libya’nın bloke
52 Ümran •Nisan -2002
İSLÂM’IN MEYDAN OKIATJŞU / HANEFİ
edilmesi, Sudan ve İran’ın tehdit altında tutulması,
nemezcilik ve hatta nihilizme uygun şekilde çoğulcu­
Mısır’ın marjinalleştirilmesi, İsrail’in desteklenmesi,
luğa dayalı merkez kültürünün küreselleşmeyi; birlik­
sahip olduğu mufazakârlıktan ötürü İslam fundamen-
çi (unitarian), tek katmanlı (unilateral) ve monoli-
talizminin teşvik edilmesi ve Batı karşıtlığından ötü­
tik dünya görüşünü savunması ve eski sosyalist rejim­
rü kendisine savaş açılması vb. Arap/İslam Dünyası
lerle aynı konumdaki totaliterciliğin yerini aldığının
tek kutuplu dünyada sahip olduğu tarihi derinlik ve
tahayyül edilmesi olanaksızdır. Bu çifte standart sa­
kültürel nitelikler, yabancı müdahalesine karşı verdi­
dece merkezin içinde ve dışında değil, aynı zamanda,
ği uzun süreli mücadele ve sahip olduğu maddi ve
merkezin bizatihi kendindedir. Dogmatizm daima
moral potansiyeller göz önüne alındığında muhtemel
>“oryantal/doğu despotizmi” olarak, tek yanlıcılık
bir karşı çıkışı temsil edebilecek gücü bünyesinde ba­
(unilateralism) ve özgürlüğe olanak tanımamakla
rındırmaktadır. İslami hareketler giderek daha da güç
(monolitikcilik) suçlanmış olan çevre (deki ülkeler
kazanmaktadır. İslam bir protesto a ra cı ve sosyo^po-
ve dinamikler), artık günümüzde çok kutuplu ve kar­
litik h aksızlıkların d ile g etirilm esi o la ra k ken d in i
şılıklı olarak birbirine bağımlı dünyayı savunmakta­
b ir a lte r n a tif o la ra k sunmxtk suretiyle h a şarıy a u la ­
dır. Kendi ulusal egemenliğini ve bağımsızlık arzusu­
ş a ca k tır,
nu yitirmeksizin küresel bir dünyada yaşayan Çin,
14. Kendi tarihi yönelimine sahip Arap/İslam
Dünyası kendini küreselleşmekte olan dünyadan yalıtmamaktadır. Ben ve öteki arasında yaratıcı bir et­
Malezya ve İran bu karşılıklı bağımlı dünya için ör­
nek olarak verilebilir.
16.
Küreselleşmekte olan dünyada Ortadoğu,
kileşim var etmek suretiyle Arap/İslam kültürü kadar
dünya tarihinde yeni bir sayfa açmak için dil ve tari­
kendini dünyaya bu denli açan bir başka kültür yok­
he son veren (axed) klasik oryantalizmden uzak yeni
tur. Arap/İslam kültürü kadar yerli kültürlere saygı
bir dünya kurma teşebbüsünün başlangıcı olabilir.
duyan; sağlıklı, barışçıl ve yaratıcı ilişkiler kurabilen
Genelde Zeitgeist (Zamanın Ruhu), özelde Hegel, Ba-
bir başka kültür yoktur. Aristo ilk hocaydı. Eflatun
tı’nın tekelinde değil, aksine dünya tarihinde kendi­
gücün ve ışığın sahibiydi, Sokrates insanların en bil­
lerine bir yer edinebilmek için bütün uluslara, halk­
gesiydi, Gailen bütün kadim ve modern zamanların
lara ve kültürlere açıktır. Klasik oryantalizm, dil ve
en iyisiydi. Yunan, Roma, Pers, Babil ve Hint kültür­
kültürden edebiyata, tarihten tarih felsefesine, özne-
leri yeni kültüre dönüştürüldü, yorumlandı, asimile
nesne ve gözlemci-gözlemlenen ilişkisinden herkes
edildi ve yeniden inşa edildi. Tarihsel olarak,
tarafından paylaşılan, aynı anda hem özne hem nes­
Arap/İslam kültürü kadim Doğu ve Batı kültürlerinin
ne olan özneler arası tecrübeye dönüşebilir. Dünya­
buluşma noktasında yer almak suretiyle merkezi oluş­
nın ruhu, tarihin hareketi ve birbiriyle örtüşen ka­
turuyordu. Coğrafi olarak ise, Arap/İslam kültürü ay­
derler, her kültürün içinde yer aldığı küresel bir dün­
nı zamanda Doğu ve Batı, Kuzey ve Güney arasında
ya olabilir. Bu özellik (challenge) gelecek yönelimi­
da bir merkez niteliğine sahiptir. Bu kültür coğrafya­
ni bilmek zorundadır. Merkezdeki küresel dünya,
sı küreselleşmekte olan dünyanın tam ortasında yer
modern zamanlarını Cogito’dan (Descartes) Cogita-
almaktadır. Belgelenmesi ve belirlenmesi istenen
tum‘a (Husserl); Discours a la methode (Descar­
şey, bu coğrafi bölgenin kimin dünyasında yer aldığı­
tes)’den Karşı yöntem’e (Feyerabend). Saf Aklın
dır; eski dünyanın merkezi midir, yoksa yeni dünya­
Eleştirisi’den (Kant) Akla Veda’ya (Feyerabend) bü­
nın çeperinde mi bulunmaktadır; ötekinin dünyası
yük restorasyondan (Bacon) yapıbozumculuğa (Der­
mıdır, yoksa ben’in dünyası mıdır; tek kutuplu dün­
rida) kadar modem zamanların başlangıcını, modem
yanın egemenliğindeki bir dünya mıdır yoksa çok ku­
zamanların sonuna yaklaştırabilir. Avrupa-merkez-
tuplu dünya tarafından mı yaratılmıştır?
cilik döngüsü tamamlanmış olabilir. Yeni Zeitgeist
15. Tek kutuplu dünya adına küreselleşmekte
Batı’dan Doğu’ya, Kuzey’den Güney’e dönebilir. Bir
olan dünya ve merkezin gücünün dile getirilmesi ye­
önsezi ya da bir gerçeklik, bir işaret ya da bir tarih
rine niçin çevrenin üstesinden geldiği, gücü dile ge­
yasası, bir önsezi ya da dünyanın sonuna dair bir olgu
tiren çok kutuplu dünyanın adma karşılıklı bağımlı
(eskatoloji), bir vaad, belki de gerçekleştirilebilecek
bir dünya algılanmıyor? Şüphecilik, rölativizm, bili­
bir hakikat; kim bilir?
■
Ümran-Nisan -2002 53
21, YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
YABAN ATI EVCİLLEŞTİRMEK;
İSLÂMİ MODERNLİK ( M F
DÎLAVER DEMÎRAĞ
I
'Y mran’da yazmaya başladığımdan bu yana,
olarak tecessüm ettirirken, diğeri k e n d in i siyasal ve
ısrarla İslâm dünyasında, düşmanın hedef
felsefi eleştiride temellendiriyor. D olay ısıy la m o­
saparak yanlış bir noktaya odaklandığını,
dernleşme denilen olgu aslında aklın araçsallaşm a
modernlik adına bilinci rahatsız eden her şeyin aslın^
da yaratıcı ama bir o kadar da tahripkar bir sistem
serüveninden başka bir şey değil.
Eğer İslam, 21. yüzyılda bir a lte rn a tif medeniyet
olan Kapitalizm’de cisimleştiğini, ete kemiğe bürün­
olarak varolacak ve bu anlamda bir c a z ib e merkezi
düğünü elden geldiğince vurgulamaya çalıştım.
haline gelecekse bunu kendi k ö k lerin d en ortaya ç ı ­
Haşan Hanefi’nin röportajının yayınlandığı ge­
kardığı kavramlar ve medeniyet üslûbuyla yapmalı­
çen sayıda üstadın çok güzel vurguladığı tıkanmışlık
dır. Bunun için elbette ki bir eleştirel a k ı l biçimine
sorununa bulunan çözüm modernleşmek olarak gös­
ihtiyaç var. Buna sahip olunması demek, müslüman­
terilmiş. Bu, müslüman dünyada yaşanan kafa ha-
ların kendi geçmişleri üzerine eleştirel b ir bakışla ba­
rışıklığının ve batının düşünsel çekim cazibesinden
kabilmeleri, başlarına gelen olumsuzluklardan tek
hala tam bağımsızlaşılmadığınm gayet canlı bir te­
başına düşmanın sorumlu tutulam ayacağını anlama­
zahürüydü. Ustad, her ne kadar, bu kavrama geliş­
ları demek.
mişlik anlamını kastederek bir nebze farklı bir anlam
Bu nedenle ben bu yazıda batı aklı o la ra k rasyo­
yükleme çabasında olsa da, sonuçta toplumsal geliş­
nalizm ile İslâm’ın olağanüstü ile bağlamdı a k ıl anlayı­
me bile modernlik adıyla refere edilmeden tarif edi-
şını kıyaslayarak bu iki uygarlığın y o lların ın asla bir-
lemiyorsa, bu, batının zihinsel olarak İslâm dünya­
leşebilmesinin mümkün olamayacağını, ü stelik müs­
sında ne denli güçlü olduğunu ortaya koyuyor.
lümanların modem vahşeti evcilleştirm ek gibi so­
Oysa üstad bence meramını yanlış kavramlarla
ifade ediyor, çünkü modernleşmek hiçte masum ve
rumlulukları olmadığını ortaya koyamaya
çalışaca­
ğım.
tarafsız bir kavram değil, dolayısıyla farklı niyetlerle
de olsa Hanefi gibi bir entellektüelin bu kavramı seç­
2 1 . Yüzyıl İslam an mı O lacak ?—
_____
mesi yol alınacak çok mesafe olduğunu gösteriyor.
Modernleşmek, Hanefi ve diğer gelenekçi olma­
Bu soruya yanıt vermeden önce sormak gerek: Bir 21.
yan aydınlar için “eleştirel akıV’ modernleşmek ola­
yüzyıl yaşanacak mı? Çünkü geçen sayılarda Mustafa
rak anlaşılıyor. Halbuki Frankfurt Okulu filozofları­
Özel’in de vurguladığı gibi, batıda cisimce büyük ama
nı Adorno ve Horkheimer’İ iyi okumamış olsaydım
ruhça çocuk kalmış bir anlayış, bir sistem, bir mede­
bu kavramı anlayabilirdim. Ancak bu ikilinin Aydın­
niyet var. Ve bu çocuğun hiç bir sorumluluğu olama­
lanmanın Diyalektiği'nde ve Horkheimer’in Akıl
makla birlikte yine de bu durumuyla orantılı olma­
Tutulması adlı eserinde ya da Marcuse’nin T ek Bo-
yan müthiş bir güç var ortada. Bu dünyanın vahşi sı­
yotlu In sa n ’ında ısrarla vurguladıkları gibi araçsal
ğır çobanı (kovboy) olarak embesil Bush efendinin
akıl ile diyalektik bir gerilim üzerine kurulu eleştirel
Amerikası, “şer mihveri”ne karşı taktik nükleer güç
akıl, farklı akıl anlayışları. Birisi, kendini teknik akıl
kullanmaktan bahsedecek denli mağrur, küstah ve
5 4 Ümran-Nisan -2002
İSLÂM’IN MEYDAN OKUYUŞU / HANEFİ
gözü dönmüş bir durumda. Hal böyleyken ben bir 21.
olarak algılanıyor olmasıdır. Bunlar, halihazırda,
yüzyıl olabileceğinden kuşkuluyum.
onun bir alternatif medeniyet olma noktasında önü­
Ama eğer olursa, bunun da ancak kadim medeni­
ne dikelen haiıdikaplar.
yetlerin bilgeliği tarafından emzirilmiş, onlarm süzül­
Bugün anti-kapitalist küreselleşme hareketi ekse­
müş ve incelmiş medeniyet pratiklerini arındırıcı sü­
ninde bir “şenlik” kurulmuş durumda. Bu şenlik, çok­
reçlerinden geçmiş bir öğreti olabileceği, olması ge­
luklar ekseninde yapılan bir şenlik ve doğal olarak
rektiği kanısındayım.
kimseye şenliğin dışında kalması için herhangi bir
Marx’in anlamlı bulduğum bir sözü vardır: “İn­
sanlık önüne çözebileceği sorunlai'i koyar”. Dolayı­
sıyla da bugün önümüzdeki en önemli sorun, burjuva
modern medeniyet ve onun ürettiği her biri, birbirin­
den belalı sorunları çözmek.
Sorduğumuz soru ekseninde cevap verirsek “21.
Yüzyıl İslam’ın mı Olacak?” sorusu “hangi İslâm?”
sorusuna verilecek cevapla yakından ilgili. Dünyanın
bugün bir şekilde Roma İmparatorluğu koşullarını
yaşadığını düşünürsek bu medeniyetin yol açtığı te­
mel sorunların "yeni bir tür isevilikle^^ çözülebilir
şey dayatılmıyor. Sonuçta ne denli çoğulcu ve farklı­
lıkları önemseyen bir toplumsal hareket olursa olsun
alternatif küreselleşme harektenin de kendi içinde
kimi rezervleri var. İslami bir terminoloji içerisinde
ifade edersek kimi öğeler alternatif küreselleşme ha­
reketinin “hadlerini” oluşturuyor. Bu hadlerin en ba­
şında kan dökmeye dayalı bir şiddet politikası var.
Buna bir de her türden dayatmacı, baskıcı ve otoriter
öğretilere karşı duyulan müthiş soğukluk eklendiğin­
de İslam adına ortaya çıkan kimi anlayışların ve yo­
rumların tüm itirazlara rağmen bir inancı belirliyor
olması, İslam’ı veya müslümanları çok değerli bir
olabileceğini düşünebiliriz. Bu anlamda buna uygun
müttefikten yoksun bırakıyor; hatta uzun vadede İs­
düşen halihazırda iki aday var: Birincisi Budizm, di­
lâm’ın bu yapılanmayı etkileyecek bir inanç sistemi
ğeriyse İslam. Bugün batıda en hızlı yayılan dinler, bu
olmasının önünde ciddi bir set oluşturuyor. Belki ki­
iki din. Budizm’i tercihe yönelten şey, tam bir mistik
mileri bu hareketle kurulacak stratejik ittifakların
din olması ve bireysiliğini dönüştürmeden bu dinin
çok da önemli olmadığını düşünebilir ve İslâm’ın İs­
yaşanabilmesi. Buna karşılık İslam, ne Budizm gibi
lâm’a yeterli olacağını düşünebilirler. Ancak bugün
mistik bir sistem, ne de modernlik gibi saldırgan ve
Ramallah’ta mazlum Filistin halkı ile dayanışan, on­
yıkıcı bir pratik öngörür. Ancak İslâm’ı dezavantajlı
ları İsrail’in mermilerine karşı bir tür kalkan olarak
kılan kimi etkenler var; ki, bunların başında İslâm’ın
kommaya çalışan, vahşeti dünya kamuoyunun önün­
ortadoğu coğrafyası dışında terörizm imajı ile tanını­
de teşhir eden Jose Bovi ve onun gibi bir avuç “çıl­
yor olması, ayrıca İslam’ın otoriter, baskıcı bir din
gın” alternatif küreselleşme’cileri gözardı etemek zo­
Umran-Nisan >2002 5 5
21. YÜZYILI İSLÂM RELİRLEYECEK
rundayız.
sına ulaşan öznellik mantığı, aklı, sadece insana ait
Dolayısıyla İslâm’ın bir medeniyet olarak bu yüzyı­
la damgasını vurabilmesi, bu anlayışlarla yüzleşmesine
ve kendi içindeki otoriter yüklerden kurtulabilmesine
bir yeti haline getirerek, bütünlüğün değil, ayrışma­
nın ve parçalanmanın mantığına dönüştürdü.
Bugün akıl dediğimizde Logos’u anlamadığımız
gibi, eleştirel bir tavrı da değil, sadece kartezyen yön­
bağlı.
Dev M akina Olarak Akıl
temin mantığı olan teknik ve iktisadi aklı anlıyoruz.
Bu nedenle kapitalizmi eleştirmek aynı zamanda ak­
Modernlik öncesinde hiç kuşkusuz bir akılcılaşma ve
lın içine düştüğü bu zavallı durumu da eleştirmektir.
akıl kavramı vardı; ancak modernliğin farkı aklı bel'
Teknik ve iktisadi akıl, ölçülebilir olanı temel
li bir etkiye indirgeyerek onu hayatın tüm alanların­
alan, sayma ve hesaplamayı öne alan bir akıl biçimi.
da kullanılabilir hale getirmesinde yatar. Akıl, mo-
Bu nedenle de rasyonalizasyon yani akılcılaştırma
demlik için tüm toplumsal gelişmesinin kaynağı ol­
tüm toplumun dev bir makinanın nicelleştirilebilir
duğu gibi aynı zamanda modem insanın da özgürleşi-
birimleri anlamına geliyor.
minin temeli olarak görülür. Oysa bu koca bir yalan­
Çok basit ve özet bir biçimiyle, hatı a k lı konu­
dan başka bir şey değil, çünkü modernleşme olarak
sunda söyleyeceklerimiz bunlar. Aklın içinde bulun­
kapitalizm, aklı, insanların özgürleş iminde değil,
duğu bu zavallı duruma karşılık İslam dünyasında
kendi teknik gelişiminde kullandı. Hatta akıl, koca
onun yeri bambaşka bir konumda. O aşkın olan ile
bir akılsızlığın kaynağı oldu.
irtibat temelinde olan bir akıl.
Akla dayalı bir toplum düşüncesinin kaynağını
oluşturan aydınlanma için akıl insanın reşit oluşu­
Algıyı Köke Bağlamak: İslâmî Akıl
nun, kendi ayakları üzerinde duruşunun da temeliy­
di. İnsanın reşit olmama durumu,- kendi aklını kul­
Modern batı, zihni ayrımın bilgisi ve tekbencilik de
lanmaktan korkma, otoritelere özellikle de dinsel
diyebileceğimiz bir tavırla özne’yi merkeze alan bir
akıl anlayışı üretti.
otoriteye teslim olmaktan kaynaklanıyordu. Bu ne­
denle insan Kant’ın dediği gibi “bilmeye cüret
et”meliydi.
Oysa İslâm için akıl, rabıtanın bir unsurudur; do­
layısıyla algıyı ilahi kaynağa döndüren, asli köklere
Bu hedefler, üzerinden bir yüzyıl bile geçmeden,
tersine döndü. Aklın doğasını, bilginin ışığı ile ay­
bağlayan, unutulmuş olanı hatırlatan bir anlayış üze­
re bina edilmiştir..
dınlatmak olarak Ay­
A kıl lafzı, köken
dınlanma düşüncesinin
kendisi bir hurafeye,
bir efsaneye dönüştü,
eleştiriden, korunaklı
bir otorite haline geldi.
Aydınlanma’ya bizzat
onun öznesi olan ay­
Aydınlanma, modernliğe dönüştü. Akıl
Logos’tan Rasyo’ya dönüştüyse, bunun ne­
deni, onun efsaneden, dinsellikten arındı­
rılarak bir sekülerlik bilincine dönüşmesi,
bir zeka, bir bilinç haline gelmesiydi.
dınlar ihanet ettiler.
ilinden
A klın
türetilmiştir.
sözsel kökeni
olan “akale” “bir hay­
vanı bağlamak, zaptet­
mek, tutmak; ya da kı­
sastan vazgeçerek so­
rumluluk
Aklın bilime ve tekni­
ğe dönüşmesi onun araçsallaşmasına ve her türlü
olarak “bağlamak” fi­
yüklenerek
kan bedeli ödemek”
anlamlarına geliyor.
eleştiriden muaf bir efsaneye dönüşmesine yol açtı.
Kur’an, sık sık ayetlerinin bir hatırlatma olduğu­
Aydınlanma, modernliğe dönüştü. Bu süreci hazırla­
nu vurgular, bu nedenle İslâmi algı, akıl olarak aşkın
yan, aslında bizzat aydınlanmanın kendisi oldu. Çün­
hakikati, mesajın kesintisiz süreğenliğini hatırlatmak
kü akıl Logos’tan Rasyo’ya dönüştüyse, bunun nede­
temelinde bir anlayışa dayanır. Bu akıl, aynı zaman­
ni, onun efsaneden, dinsellikten arındırılarak bir se-
da Allah’ın sayısız lütuf ve inayetlerini hatırlamaya
külerlik bilincine dönüşmesi, bir zeka, bir bilinç ha­
ve hatırlatmaya, kavramaya ve yaratıcı kelamın dile
line gelmesiydi. Oysa aydınlanma öncesi akıl, sadece
getirdiklerine rızayı, boyun eğmeyi, itaati sağlayan
insana ait olmayan tüm varlık dünyasına içkin olan
bütüncül bilgiye dayanır. Tam da bundan dolayı akıl,
bir güçtü; Descartes’la başlayıp Kant’la doruk nokta­
“duygusal/sezgisel boyut”undan soyutlanmış değildir;
5 6 Ümran •Nisan -2002
İSLÂM'IN MEYDAM OKUYUŞU / HANEFİ
tersine ilahi bilgiyi kavrayış esas olarak mantıksal bir
mişlik düzeyini” yeniden kurabilir. Ancak modern­
etkinliği barındırmaz. Akıl, mîsâk’ı yani yaradılıştan
leşmeden endüstriyel gelişmeyi, hayatın bütün alan­
ruhlarla yaptığı sözleşmeyi, ahdi hatırlayan, bu ahd-
larının demokratikleşmesi, ekonomik gelişmişlik se­
den doğan sorumluluğun hatırlanması olduğu kadar,
viyesine ulaşmayı anlıyorsak ve bunlar için önümüz­
yaratıcının lütuf ve inayetleri karşısında şaşırıp kal­
deki örnek olan batıyı farklı bir anlayışla da -kölece
mayı, hayranlık ve huşu içinde olmayı, bunu içselleş-
değil kendi olmaktan vazgeçmeden- örnek almayı
tirmeyi de içerir. Duygusallığı ve sezgiselliği de, bu
düşünüyorsak o zaman hem modernleşerek hem de
boyuttan kaynaklanır. Bu nedenle de aklın merkezi
kendi olmanın nasıl başarılacağını, bu tezi ortaya
kafa değil, kalptir; İslâm ^^akleden kalbtir**;
atan aydınların ikna edici bir biçimde ortaya koyma­
İlâhi
sı gerekir.
N ur’la yıkanmış, onun
tecellilerine mazhar ol­
muş olduğu için de, ill<,
yaradılışında tertemiz
ve paktır.
Akıl daima olağa­
nüstü ile olan irtibaa te­
melinde varolabilir. Kı­
Alternatif küreselleşme hareketi Avrupamerkezci olmayan bir tavırla gerçek bir ev­
renselleşmeyi oluşturmaya çalışıyor. Rene
Dubos’un anlamlı sözü ile ifade dersek Qlobal düşünüp yerel davranmak mümkün.
Çünkü modernleş­
mek nötr bir kavram
değil. Bizim kültürü­
müzdeki karşılığı ile
asrileşmek yani çağın
ruhunu
yakalamak
olarak anlaşılsa bile
akıl,
bütün bunlar sorgulan­
hem idrak, hem seziştir.
maya ihtiyaç duyulan
sacası
İslâm’da
Böyle olduğu için mantıksal, bilişsel olan duygusal ve
kavramlar. Çünkü asrileşmek bile bir biçimde batıyı
sezişsel olandan ayrılmaz.
örnek almayı içeriyor.
Akıl bunların her ikisini birden birleştiren, insan
Oysa bugün önümüzde batıyı örnek almadan asri­
bilincini ilahi olana bağlayan bir yetidir. Batılı akıl,
leşmek için önemli bir fırsat var. Benim kendi adıma
olağanüstü ve aşkın olanla irtibatını keserken, İslâm
müthiş önemsediğim alternatif küreselleşme hareke­
medeniyeti aklı her zaman aşkın olana bağladı.
ti Avrupa-merkezci olmayan bir tavırla gerçek bir
Aklın bir de tasavvufi bir boyutu vardır ki buna
evrenselleşmeyi oluşturmaya çalışıyor. Rene Du-
müdrike yahut intellect de diyebiliriz. Bu kavramların
bos’un anlamlı sözü ile ifade dersek Qlobal düşünüp
tasavvufi sembolizmdeki karşılığı “kalp gözü^^dür.
yerel davranmak mümkün. Bu anlamda 21. yüzyıl,
Nasıl vücuttaki merkezi organ kalp ise duyumlar
insanların kapitalist olamayan bir insani gelişme mo­
içinde de en baskın olanı göz sayılabilir. Manevi or­
delinin araştırıldığı, her türlü tahakkümün reddedil­
gan olarak kalp gözü de, ilalıi hakikati tüm saflığıyla
diği, gerçekten eşitler arası diyalog temelinde oluşan,
kavrayan bir idralctir.
medeniyetler çokluğuna dayalı bir tür medeniyetler,
“Kalp gözü, kalbin bir kudretidir ki kuds nuruyla
kültürler, cemaatler temelinde oluşmuş dünya fede­
aydınlanır ve eşyanın hakikatleri, iç sırları onunla
rasyonu mümkün gözüküyor, Bugün bunun en başlı­
görülür. Eşyanın dış yüzünü görmeye yarayan basar
ca engelini etnik merkezcilikler, çeşitli “kabilesel
mesabesinde olup iç alemin gözüdür.”
dinsel tahakkümler” ve tabi ki kapitalizm oluşturu­
yor. İslam bu karşı engeller değil de bu farklı evren­
İslâm Modernleşmeli mi?
selliğin yanında yer alabilirse, o zaman kendi mede­
Bu sorunun yanıtı modernleşmekten ne anlaşıldığı
katkılar yapabilir ve modem tahakkümden çok çek­
niyetinden devşirdikleriyle bu harekete çok olumlu
ile yakından ilgili. Eğer modernleşmekten anladığı­
miş bir medeniyet olarak bambaşka bir evrenselliğin
mız medeniyet ve insani gelişme ise, yani niceliği de­
motoru olabilir. İşte o zaman 21. yüzyıl İslam’ın yüz­
ğil niteliği temel alan ve niceliğe ancak nitelikle
yılı olur. Bunun için öncelikle kendi “tahakkümcü fı­
olan bağlantısı temelinde bir yer veren anlayış ise, İs­
kıh anlayışlarımız”ı, artık taşlaşmaya başladığı için
lâm zaten moderndir. Sadece içinde bulunduğu kötü
“asrileşme”ye engel olah geleneğin tıkalı kanallarını
durumdan kurtulmak için silkinmek ve kendisini bu
açacak bir içtihat süreciyle kendimizle hesplaşmamız
hale düşüren yeteneksiz ve basiretsiz yöneticilerden
ve içimizdeki farklı düzeydeki batıcılıkları reddet­
kurtulmakla, üzerindeki ölü toprağını atmakla “geliş­
memiz gerekli.
■
Um ran •Nisan • 2002 57
KÜRESEL ZAMANDA
İSLÂM’IN İMKANLARI
ALİ BULAÇ
İslâm Dünyası: Sorunlar
Küreselleşme fikrinin kendisiyle beraber bölgesel­
leşme ve bölgesel entegrasyon fikrini de canlı tuttuğu­
eni gelişmekte olan Dünya Düzeni fikri, kendi­
na yukarıda değinmiştik. Bunun ne anlama geldiğini
siyle birlikte yeni iki kavramı da gündeme ge­
kavramak için, son yıllarda gözlenen yeni ekonomik
tirmiş oldu. Bunlardan biri “küreselleşme”, di­
ve siyasi entegrasyonları hatırlamak gerekir. A B başta
ğeri buna bağlı olarak gelişen “bölgeselleşme”. Bölge-
olmak üzere, BDT, Uzak Doğuda, Amerikan kıtasının
Y
selleşme’den kastettiğimiz bölgesel entegrasyon fikri­
Kuzeyinde (N AFTA) ve Güneyinde cereyan etmekte
dir.
olan entegrasyonlar hayli önemlidir. Bütün bunlar ye­
Dünya üzerinde hegemonik niyeti ve amacı olan
her büyük siyasi hareketin, bütün bir yeryüzünü içine
ni bölgesel güçlerin ortaya çıktığı gerçeğine işaret
eden önemli gelişmelerdir.
alan genel ve evrensel bir vizyona sahip olması gere­
Belirli sosyal ve kültürel havzalarda yapıları benzer
kir. Geçmişte birer dünya düzeni olarak Büyük İsken­
birimlerin bir araya gelip entegrasyon kurmaları yeni
der’in Yunanistan’dan Afganistan’a kadar uzanan as­
düzenin önemli enstrümanlarından biridir. Eğer bu
kerî seferleri, Roma İmparatorluğu’nun Pax Roma-
böyleyse, şu soru anlamlıdır:
na’sı, Emevi ve Abbasiler döneminde Ispanya’dan
Dünyada temel yapıları birbirine benzer ve yakın
Çin sınırına kadar uzanan İslâm kuşağı ile en son üç
ülkeler genel bir entegrasyona doğru giderlerken, ni­
kıta üzerinde Nizam-ı Alem kurma düşüncesinde olan
çin İslâm dünyasında bu yönde herhangi bir eğilimin
Osmanlı devletinin bu türden geniş ve evrensel viz­
varlığına rastlanmamaktadır? İslâm dünyası kendini
yonları vardı. Şimdi dünya üzerinde askerî, ekonomik,
bu genel trendin dışında tutabilir mi? Yakından bakd-
kültürel ve siyasi alanlarda hakimiyet kurma teşebbü­
dığında, asıl yeni bölgeselleşme fikri etrafında İslâm
sünde olan Amerika ve Avrupa’nın da bu yönde ge­
ülkelerinin yeni bir birlik teşkil etmeye son derece el­
niş, global vizyonlar geliştirdiklerine şahit oluyoruz.
verişli ve hatta zorunlu oldukları görülür.
Gözlenebilir belirgin karakteristiği ve yöneldiği
hedefler ile vaadettikleri bakımından, “yeni dünya
düzeni fikri”nin gerçekleşmesinin mümkün olup ol­
madığına, böyle bir düzenin son tahlilde Batı’nın he-
Ana batlarıyla İslâm dünyasının şu temel sorunlar­
la karşı karşıya olduğu söylenebilir.
1.
Bir dinamik olmakla birlikte, iyi kullanılamadı­
ğı takdirde ortaya çıkan hızlı nüfus artışı, çarpık kent­
gemonik varlığını -bu mevcut statüko korunarak-
leşme ile bir araya geldiğinde içinden çıkılması güç so­
hangi ölçeklerde sürdürme amacına yöneldiğine bak­
runlara yol açmaktadır. Müslüman dünyanın geçerli
makta yarar vardır.
kültüründe nüfus artışı, kendi başına bir problem ala­
Yeni dünya düzeni ve arkasından formüle edilen
nı teşkil etmez, ancak kentleşme oldukça yanlış istika­
küreselleşme aktörleri belirli değilse bile, belli bir be­
metlerde hormonal bir nüfus yapısına sebep olmakta,
lirsizliğin eşliğinde sermayenin, malların ve stratejik
bu yollarla artan nüfus aksi yönde kentleşmeye ve yo­
olmayan bilginin serbest dolaşımının önündeki ulusal
ğun sorunlara elverişli zeminler hazırlamaktadır. Bu
engellerin ortadan kaldırılmasını tazammun eder.
durumun İslâm dünyası üzerinde olumsuz etkiler bı­
5 8 Ümran-Nisan -2002
İSLÂM’IN İMKANLARI/BULAÇ
raktığında hiç şüphe yok.
olduğunu öne sürmek mümkün değildir. Nüfusları hız­
İslâm dünyasında, 1990 verilerine göre, nüfusu
la düşüş kaybeden refah toplumlan için nüfus artışı sa­
184,3 milyon olan Endonezya gibi ülkeler var. Ekono­
dece arzulanabilir bir şeydir; aynı toplumlar İslam
mik büyüme hızı 6,6 olan bu ülkede fert başına düşen
dünyasmdaki nüfus artışı kendi başına bir tehdittir; bu
millî gelir ancak 550 doları bulmaktadır. Diğer ülkele­
öyle olmakla beraber İslam’uı tek ve en güvenilir ya­
rin nüfusu da şöyle sıralanmaktadır: Türkiye: 55,9;
tırımı nüfus olamaz.
İran: 54,6; Pakistan: 122,6; Mısır: 52,4; Cezayir: 24,9;
2.
Hemen hemen bütün İslâm ülkelerinde millî
Nijerya: 108.5; Bangladeş: 115,6; Suriye: 12,5 milyon.
gelirin hızla bozulduğuna şahid olmak mümkün. Millî
Aynı ülkelerin kentleşme nisbetlerine baktığımız
gelir dağılımında ortaya çıkan dengesizlik, müslüman
zaman, bu nüfus artışı ile kent nüfusu arasında doğru­
toplumlarda genel hayat seviyesinin hızla düşmesine
dan bir ilişki olduğunu görürüz. Endonezya’da nüfusun
yol açan önemli bir faktördür. Bunun en trajik sonuç­
% 30.5’i, Türkiye’de % 61.3’ü, İran’da % 56.7’si, Pa­
larından biri, bu ülkelerde orta sınıfların neredeyse si­
kistan’da % 32’si, Mısır’da % 53.3’ü, Cezayir’de %
linmek gibi trajik bir durumla karşı karşıya gelmeleri
51.7’si, Nijerya’da % 35.2’si, Bangladeş’te % 16,4’ü ve
olgusudur.
Suriye’de % 50.4’ü şehirlerde yaşamaktadır.
İslâm dünyasının genelinde Türkiye ve İran dışın­
Yukarıda kentleşme ile nüfus arasındaki ilişkiye
da orta sınıflar oldukça zayıf bir bünye teşkil eder.
değindiğimiz zaman, bunun bazı avantajlara sahip ola­
80’lerden önca Irak’ta da iyi kötü bir orta sınıf varken,
bileceğine işaret etmiştik. Kentli nüfus artışı, kültürel
bu ülkenin 90’lardan bu yana içinde yaşadığı savaş du-
gelişmenin önemli faktörlerinden biridir; ve bu İs­
mmu ve maruz kaldığı amborgu orta sınıfını çökme
lam’a ilişkin bireysel ve toplumsal algı biçimlerinin
noktasına getirmiş oldu.
teşekkülünde de önemli rol oynar. Geleneksel olarak
Benzer bir dengesizlik, bütün müslümanların or­
yaşanmış ve nesilden nesile aktarılmış bulunan şifahi
tak yaran gözetilerek hazırlanması gereken projelerin
kültür kentleşmeyle birlikte yazılı kültümn dönüştü­
tespitinde bu amacın gözetilmemesi ve bunun sonu­
rücü enstrümanlarıyla karşılaşmakta, bu da resmi-ör-
cunda doğal kaynakların heba edilmesinde görülmek­
gün ve yazılı kültür karşısında kimi zaman var olmak,
tedir. Kaynak dağılımında, tabiî sebeplerle dengesizli­
kimi zaman meydan okumak dürtüsüyle yüksek kültü­
ğin olması kaçınılmazdır; bir ülkede petrol, doğal gaz
rün oluşmasına uygun zemin hazırlamaktadır.
vb. zengin tabiî yataklar olabilir. Ancak geçerli İslâm
İslam dünyasında kentleşme modernleşmenin et­
hukukuna göre bu kaynaklar bütün müslümanların or­
kili ve taşıyıcı araçlarından biridir; iktidar seçkinleri
tak kullanımına açıktır. Söz gelimi Hz. Ömer, Kadisi-
tarafından aksi amaçlanmış olsa da İslami ideal ve
ye savaşıyla Irak topraklarını fethettiği zaman, bura­
söylemin teşekkülü bu süreçle doğrudan bağlantılıdır.
daki toprakları yer altı ve yer üstü kaynaklarıyla kıya­
Bu bağlamda bütün İslâm dünyasında büyük İslâmî
mete kadar gelecek olan bütün müslüman nesillerin
hareketlerin kent-merkezli oluşları boşuna değildir.
ortak malı şeklinde özel bir statüye (fey) bağlamıştı.
Ne var ki merkezî yönetimlerin bu ülkelere empoze
Öyle ki, bundan haberi olmayan “San’a’daki çobanın
ettikleri modernleşme politikaları ve çoğu kaynakla­
bile bu topraklarda hakkı var” demişti. Bunun gibi
rın israfına yol açan kalkınma planları, somnları daha
Türkiye’nin elindeki su kaynakları da İslâm dünyası­
da ağırlaştırmaktadır. Deneysel örneklerin ortaya koy­
nın genel kullanımına açık tutulmalıdır. Hz. Peygam­
duğu modellerden hareketle, nüfus artışının bir prob­
ber (s.a.): “Su, ateş ve otlakların ortak mal” oldukları­
lem alanı yaratmasının gerisinde yatan iki düşünce­
nı söylemiştir. Ebu Hanife’nin içtihadına göre, “petrol
den biri, sınırlı kaynakların dağıtımında gözlenen adil
de su hükmündedir”. Şu halde suyun veya petrolün
olmayan bölüşümün yol açtığı derin ekonomik, sosyal
müslümanlar arasında bir çatışma ve savaş konusu ol­
ve siyasi sorunların tehdit edici boyutlara varması ise,
masının müslümanların birliği, yardımlaşma mhu ve
diğeri büyük kentlere göç eden kalabalık nüfusun İsla­
dayanışma mecburiyetleri açısından makul bir temeli
mi kimlik etrafında geliştirdiği yeni tür müslümanlaş-
yoktur. İslâm’ın hayat verici kaynakları açısından,
manın eleştirel formlara dönüşmesi ve bunun yol aç­
petrol ve su eğer ümmetin adalet ve haldcaniyet ölçü­
tığı paradigmatik sorunlardır.
lerine göre ortak paylaşunını öngörüyorsa, bu iki tabiî
Şu var ki kendi bağlamında nüfusun salt kurtarıcı
kaynak, yani petrol ve su üzerinde herhangi bir çatışUınran^ Nisan -2002 5 9
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
getirecek gücünü koruyabilmiştir. Bu tablonun tek is­
tisnası, İran’ın Kum merkezli medrese sistemidir. Bu
geleneksel eğitim kurumu 60 bin öğrencisiyle hala
canlılığını korumaya devam etmektedir. Tasfiye edil­
mek istenen eski kurumların yerine yenilerinin ikame
edilmemesi, bu sorunun temelinde yatan önemli bir
nedendir. Ülkelere göre okuma yazma oranı önümüze
şu tabloyu çıkarmaktadır.
Endonezya’da okuma yazma oranı % 77; Türki­
ye’de % 80,7; İran’da % 54; Pakistan’da % 35; Mı­
sır’da % 50,4; Cezayir’de % 57,4; Nijerya’da % 49,7;
Bangladeş’te % 35,3 ve Suriye’de % 64,5’tir.
Endonezya ve Türkiye’deki nisbetler olumlu yön­
de gözükse bile, İslâm ülkelerinin genelinde hayli
olumsuzdur. Buraya almadığımız bazı ülkelerde bu nis­
betler bazan 20’ler seviyesine düşüş kaydeder.
4. İslâm dünyasındaki siyasi hayatın hiç de iç açı­
ma sebebinin olmaması gerekir. Karşılıklı alışveriş ve
cı olmadığı hususuna yukarıda değinmiştik. Demokra­
mübadelede tabii kaynaklar hayat verici ve yoksullu­
si ve seçim sisteminin geçerli olduğu ülkeler dahil ol­
ğu giderici fonksiyonlar görebilirler.
mak üzere, bütün İslâm dünyasındaki rejimlerin ana
Bugünkü dünya konjonktüründe, uluslar bazında
karakteri baskıcı ve totaliterdir. Türkiye ve Pakistan
görülen dengesizliğin bir izdüşümü ülkeler arasında da
gibi ülkelerde neredeyse periyodik zamanlarda askeri
görülür. Mesela, fert başına düşen millî gelir esas alın­
müdahaleler olmakta, diğer ülkelerde ise sürgit müda­
dığında, İslâm dünyasında sadece 16 milyon Arap re­
hale rejimleri bulunmaktadır. İran’ın yeni denemek­
fah toplumu içinde yer almaktadır. Oysa Islâm dünya­
te olduğu siyasal modelle ne türden sonuçlar alacağı­
sının bu 16 milyon Arap’tan ibaret olmadığını biliyo­
nı ancak orta gelecekte ve deneysel olarak anlamak
ruz. Açıktır ki, İslâm dünyası önünde acil çözüm bek­
mümkün olacaktır. Şu var ki İran’da devlet, “Modem”
leyen can yakıcı problemlerden biri, giderek yaygınlık
yapısını ve kurumsal özelliklerini korumaya devam et­
kazanmakta olan yoksulluk, hatta bazı ülkelerde göz­
mektedir.
lenen kitlesel açlık tehlikesidir. Baz aldığımız ülkele­
Bu bağlamda şunu söylemek mümkün: İslâm dün­
rin fert başına düşen millî gelirlerine göz attığımız za­
yasındaki rejimlerin baskıcı ve katılıma kapalı karak­
man durumun vehameti açıkça ortaya çıkar. Söz geli-
teri, her türlü bireysel ve toplumsal gelişmenin önün­
mi, Endonezya’da fert başına düşen millî gelir 550 do­
de duran engellerin başında gelmektedir.
lar, Türkiye’de 2500, İran’da 3853, Pakistan’da 370,
5. Kaynakların kullanımında ortaya çıkan sorun­
Mısır’da 630, Cezayir’de 2110, Nijerya’da 270, Bang­
lar: Yukarıda İslâm dünyasında ekonomik alandaki
ladeş’te 185 ve Suriye’de 1020 dolardır.
eşitsizliğe değinmiştik. Bunun altı çizilmesi gereken
Bu nisbet İran, Türkiye, Suriye ve Cezayir’de göre­
bazı sebepleri var:
ce bir artış gösterir, ama bu bile insanca yaşamak için
a. Batılı güç merkezlerinin, şimdi büyük küresel
yeterli olmaktan uzaktır. Oysa İslâm dünyasının kay­
şirketlerin öngörüleri doğrultusunda yapılan yatırım­
nakları ortak projelerle ve uygun yollarla kullanılacak
lar ve bu yatırımların topluma herhangi bir katkı sağ­
olsa, bu yoksulluk geniş ölçüde sorun olmaktan çıkar.
lamaması.
___ 3. Bütün İslâm dünyasında ve özellikle Arap ülke­
b. Modernleşme çabasının bir sonucu olarak göste­
lerinde eğitim seviyesi oldukça düşük bir seyir izle­
rişe dönük projeler için yapılan harcamalar. Söz geli-
mektedir. Örneğin Arap aleminde kadınların ancak
mi toplumun iktisadi hayatının iyileşmesiyle doğru­
% 23’ü okuma yazma bilmektedirler. Genelde ne mo­
dan ilgisi olmayan büyük hava limanlarının inşası,
dern eğitim kurumlan eğitim seviyesini yükseltebilmiş
kültür merkezleri, spor tesisleri, saraylar, beş yıldızlı
ne de geleneksel medrese sistemi fonksiyonunu yerine
oteller, turizm tesisleri vs..
60 Um ran. Nisan . 2002
İSLÂM'IN İMKANLARI / BULAÇ
c.
Ağır sanayi gibi emek yoğun, çevreyi kirleten,
hantal ve kâr marjı hayli düşük sanayi politikalarında
ısrar edilmesi. Bu, Batınm gelişmiş sanayiine ara mal
üretmek gibi uluslararası manipülasyonlara açık ve el­
verişli olduğundan, bilhassa Batı ve sanayileşmiş ülke­
ler tarafından adeta dikte ettirilmektedir.
Bunun doğal sonucu olarak,
ö.Batının desteğinde kurulan ve ayakta duran re­
jimlerin petrol, doğal gaz ve diğer yeraltı ve yerüstü
servetler, kaynaklar yok pahasına sanayileşmiş ülkele­
rin kullanımına sunulmakta ; böylelikle kaynaklardan
yoksul müslüman toplumlar değil, refah toplumları
yararlanmaktadır. Bunun en açık örneği petrol fiyatla­
rında gözleniyor. 1979 yılında petrol fiyatları 35 do­
lardı. 100 dolar ve üstünde olması gerekirken bazan
20 doların altına düşmektedir. Oysa 1979’dan bu ya­
na Batının ürettiği mamül madde ve ürünlerin fiyatla­
rında astronomik artışlar olmuştur.
Belki buna, yanlış tespit edilen ve özellikle uygula­
yürütülmesi işinin, toplumun en dejenere, sorumsuz
ve köksüz zümrelerine ihale edilmesidir. Devletler ba­
tılılaşma veya modernleşme uğruna, toplumun tarihi,
maya konan sosyal politikaları da eklemek gerekir. Bu
kültürü ve değerler sistemiyle hiçbir olumlu ve barışık
politikalar da modernleşme projeleriyle yakından ilgi­
bağı olmayan bu zümreleri mali, ekonomik ve bürok­
lidirler.
ratik yollarla desteklemektedirler. Çoğu ülkede uygu­
İslâm dünyasının genelinde modem ve kalkınmış
lanmakta olan devletçi politikalar bu esasa matuf tes-
bir hayat tutturulduğunu göstermek için, üretmediği­
bit edilmişlerdir. Devletler, sistemli olarak toplumun
ni tüketmeye alışmış toplum biçimleri ve bilinçsiz,
bir bölümüne kaynak transfer ederken, aynı zamanda
sonradan görme kitlelerle karşı karşıyayız. Önerilen
bu zümrelerin ideoloji, kimlik ve belli bir yaşama biçi­
bu gösterişe dönük yaşama tarzının gerekli kıldığı
minin de üstlenmesi misyonunu yüklenmelerini iste­
standartlar, İslâm dünyasının bilinen maddi ve tabiî
mektedirler. Cabiri’nin deyimiyle geleneksel toplum­
kaynaklarını fazlasıyla aşmaktadır. Ancak hükümetler
daki ‘ganimet’e dayalı sistem modern formlara bürü­
bu politikalarda ısrarlı davrandıklarından, her sene
nerek devam ediyor.
açık veren ödemeler dengesi borçlanmalar yoluyla ka­
Devletin kaynak kontrolünden hangi kesimlerin
patılmak istenmekte, bu da haliyle siyasi ve askerî ba­
yararlandığını, bugünkü devlet zenginlerine ve devle­
ğımlılığı beraberinde getirmektedir. Kamu harcamala­
te sırtını dayamış zümrelere bakarak anlamak müm­
rının çoğu askeri alanlara gitmekte, savurganlık, yol­
kündür. İslam dünyasında bu durum aynı zamanda si­
suzluk ve usulsüzlük siyasi ve ideolojik gerekçeler do­
yasal yabancılaşmanın, devletler ile halk arasında ya­
layısıyla denetimden uzak tutulmaktadır.
şanmakta olan gerilimin ana sebepleri arasında yer
İslâm ülkelerinin sırtındaki dış borç kamburundan
birkaç örnek verelim:
alır.
Çünkü açık ki, servetini ve sosyal statüsünü devle­
Endonezya’nın 1990 yılı verilerine göre toplam dış
te ve devletin kendisine tahsis ettiği kaynaklara borç­
borcu 53,1 milyar dolar; İran’ın 6; Pakistan’ın 18,5;
lu olan bu zümreler, siyasi, bürokratik ve askerî güçler­
Mısır’ın 48,8; Cezayir’in 26,1; Nijerya’nın 32,8; Bang­
le sürekli bir ittifak içinde olmak ve dolayısıyla halka
ladeş’in 10,7; Suriye’nin 5,2- milyar ve 1996’da T ü rk i­
karşı durmak zorundadırlar. Bu, aynı zamanda bu züm­
ye’nin 75 milyar dolardı. 2002 yılında Türkiye’n in iç
releri dış güçlerle iş birlikçi konumuna düşüren trajik
ve dış borcu bir yıllık toplam milli gelir hasılası sevi­
bir durumdur da.
yesine, yani 200 milyar dolara ulaşmış bulunmaktadır.
Bir başka ciddi sorun, tamamen siyasi ve ideolojik
nedenlerle tercih edilen bu kalkınma programlarının
7.
Sunî ulus devletlerin doğurduğu sorunlar: Bu so­
runların başında bir İslâm Birliği fikrinin devamlı su­
rette ve sistemli bir şekilde bastırılması ve bunun
Ümran’ Nisan >2002 61
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
mümkün olmayan ütopya şeklinde insanlarm bilinci­
ne aktarılmasıdır.
siz olduğunu gösterirken, Körfez Savaşı, uluslararası
ilişkilerin düzenlenmesi ve geçerli bir istikrarın kurul­
Bilindiği gibi ulus devletlerin kuruluşundan sonra,
ması alanında Amerika’nın tek başına veya en azın­
bu devletlerin sunî sınırları içinde kalan topraklar
dan lider ülke konumunda sorumluluk almaya aday
üzerinde etnik ve mezhebi çatışmalar başlamış, bu ça­
olduğunu gösteriyordu. 11 Eylül ve Afganistan’a yapı­
tışmalar günümüze kadar devam edegelmiştir. Bunun
lan müdahale bütün bu tezlerin bir teyidi oldu.
böyle bir sonuca yol açması kaçınılmazdı; çünkü fark­
Bu şu demektir: Yeni dünya düzeninde bütün alan­
lı etnik grupları veya mezhepleri asimile edip yekpare
lar tek bir kutbun (ABD’nin) öngörüleri doğrultusun­
bir toplum oluşturma düşüncesi ulus kavramını kuru­
da serbest piyasa ekonomisi ve parlamenter demokra­
cu ideoloji alan devletin tabiatından kaynaklanan
sinin parametrelerini esas alarak örgütlenecektir. Bu,
zorlayıcı bir eğilimdir.
kuşkusuz uluslararası siyasi coğrafyanın bugünkü sınır­
Bütün bunlara bağlı, ulus devletlerin ortaya çık­
larını zorlayan önemli bir gelişmedir.
masından sonra, tarihte birer ticaret ve kültür merke­
Doğaldır ki, insanoğlunun aktif bir özne olarak rol
zi olan çok sayıda şehir, sınırda kalması dolayısıyla
aldığı hiçbir olay, önceden planlandığı gibi gelişemez.
canlılığını kaybetti, bu da yoksulluğun görece yayıl­
Her zaman ihtimal hesapları içinde yer almayan fark­
masına, tarım ve hayvancılığın zayıflayıp zamanla yok
lı faktörlerin etkili olduğu gelişmeler beklenir. Yeni
olmasına ve bu arada göç ve hormonal kentleşmelere
dünya düzeninin veya bu çerçevede kavramsallaştırıl-
yol açtı.
makta olan küresileşmenin işlevsel alanlarını tespit
8.
Kimlik krizi: Son olarak yaygın ve köklü bir edenler, bu türden gelişmelere ihtimal hesaplarında
kimlik krizinden söz edebiliriz. Bu sorunun öellikle
ne oranda pay ayırdıklarını bilmiyoruz; ancak herkes
analitik bir çerçevede ele alınması ve doğurduğu so­
gibi şunu gözlüyoruz ki, yeni dünya düzeni beklendiği­
nuçlar itibariyle teşrih masasına yatırılmasında zaruret
nin aksine çok daha sancılı ve acılı süreçlerden geçe­
var. Çünkü birçok toplumsal rahatsızlığın ve patolojik
cektir. Nitekim hızla sürüp giden çatışmalar bunu
davranış biçiminin gerisinde bu sorunun varlığı yat-
doğrulamaktadır.
maktadır.Her alanda gözlenen bu yaygın kimlik krizi,
genel bir yetersizlik hali, entellektüel cesaretsizlik ve
bilimsel performans eksikliğine yol açmaktadır. Nere­
Bu bağlamda akla gelen iki soruya tatminkâr ce­
vaplar bulmalı:
1.
Acaba I989’a kadar dünyanm iki kutbundan bi­
deyse iki yüzyıldan beri, İslâm dünyasının bilim, sa­
ri olan Batı’nın önemli ortağı olan Avrupa ve bu ara­
nat, düşünce alanında evrensel ölçeklerde bir değer
da şimdilerde elde ettiği üstün ekonomik performansı
ortaya koyamaması ve hep başkalarını taklid etme ya
ve Balkanlar’a uzanan hinterlandı ile öne çıkan A l­
da Batının ürettiği kültür, bilim ve düşünceyi tüket­
manya, bu tek kutuplu dünyada, ABD’nin koruyucu
mekle yetinmesi bunun başlıca göstergesidir.
şemsiyesi altında ve kendisine uygun görülen rolle ye­
tinecek mi? Avrupa Birliği’nin Fransa ve Alman­
D ünya Kurulurken İslam Dünyası da Kurulur
ya’dan başlayarak ortak bir ordu ve Avrupa’ya özgü
bir savunma sistemi geliştirme yönündeki girişimleri
İlk defa 1980 yılında ve Lizbon’da işlevsel alanları
bu konuda ciddi istifhamlara yol açmaktadır. Her ne
tespit edilen Yeni Dünya Düzeni, 1990’lara gelindi­
kadar Avrupa ile Amerika “Batı” çatısı altında topla­
ğinde global anlamda geniş ve kapsamlı bir değişimi
nan ortak bir kültür, medeniyet ve sosyo-ekonomik
öngören radikal bir kavram olarak gündelik dilde ye­
sistemlere sahip iseler de, Avrupa’nın genelinde
rini almış oldu.
Amerika’nın süren askerî vesayetinden kurtulma eği­
1989’da Sovyet sisteminin çöküşü ile Doğu Blo-
limlerinin giderek güçlendiğine tanık olunabilir. Hat­
ku’nun dağılması ve 1991’de ABD’nin şemsiyesi altın­
ta bu eğilimler Amerikan kültürü ve hayat tarzına kar­
da toplanan 28 ülkenin Körfez krizine yaptıkları aske­
şı ilke düzeyinde kurumsal öngörüleri güçlü olan kül­
rî müdahale, bu kavramın siyasi içeriğine işaret eden
türel alanlarda bile gözlenmektedir.
iki önemli olaydır. Sovyet sisteminin çökmesi ile Do­
Belki Almanya ile ABD arasında baş gösteren re­
ğu Bloku’nun dağılması artık ideoloji ve toplumsal sis­
kabeti de bu eksene oturtmak mümkün. Almanya
tem arayışında liberalizmin kendi başına ve alternatif­
Körfez Savaşı’na A BD ’nin şemsiyesi altında toplanan
62 Ümran’ N isan‘ 2002
İSLÂM’IN İMKANLARI / BULAÇ
koalisyona katılmamak ve Orta Avrupa ile Balkanlar­
nasıl süreceği, ifade edilip barışçı bir temelde katılım­
da sergilediği farklı tutumuyla A BD’nin önderliğinin
da bulunacağı konusunda susmaktadır.
ve tek kutuplu eksende kurulmak istenen yeni dünya
Öyle görünüyor ki, ulus devletleri çatlatıp küresel­
düzenine ilişkin önemli rezervleri olduğunu dolaylı
leşme sürecine sokmayı amaçlayan Yeni Dünya Düze­
yollardan belli etmiştir. Bu durum; BM Güvenlik
ni, daha uzun süre bu etnik çatışma ve kabaran, hatta
Konseyi’nin daimî üyeliğine kendini aday gösterme'
kışkırtılan milliyetçilik savaşları karşısında sadece se­
siyle iyice belirginleştiğine göre, bundan sonraki geliş­
yirci kalmakla yetinecek ve fakat geçici pragmatik çı­
melerde ABD yanında yepyeni bir Almanya faktörü­
karlar ve kısa vadeli politik ve stratejik hesapları ön
nü hesaba katmamızı gerektirmektedir.
plana çıkararak manipülasyon yolunu seçecektir. Bu
2.
Yeni Dünya Düzeninin global politikalarını çi­ ise, giderek daha çok sayıda insan kanının dökülmesi­
zenlerin, Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’nin dağıl­
ne yol açan etnik çatışmaları durdurması bir yana, ak­
masından sonra kuşkusuz baş gösterecek etnik çatış­
sine daha da hızlandırıp şiddetlendirecektir.
maların ihtimal hesaplarını yapmışlardır. Ne var ki
90’lı yılların ilk çeyreğini dolduran ve giderek şiddet­
İslâm Dünyası İçin B ir Proje
lenen bu çatışmaların hemen sona ermeyeceği anlaşıl­
maktadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra totaliter ve
Yeni Dünya Düzeni kavramına bağlı olarak gelişen
baskı rejimleri altında susturulan, tarihsel farklılıkla­
küreselleşmeye paralel geniş ölçekli bölgeselleşme ol­
rı bastırılan etnik topluluklar, şimdi oldukça geniş
gusu da ön plana çıkmaktadır. Buna yeterince değin­
alanlara yayılan talepleriyle yeni istikrarsızlıklara se­
dik. Küreselleşme, politik ve ekonomik anlamda tek
bep olmaktadırlar. Yeni dünya düzeni kavramının bu
kutuplu olarak tasarlanan yeni dünyanın özellikle
çatışmalara hangi yatıştırıcı faktörleri harekete geçüre-
Amerika’nın önderliğinde tek bir pazara doğru mal,
rek son vereceği, birbiriyle kesin olarak çelişen talep­
sermaye, bilgi ve teknolojinin serbest dolaşımına açık
leri hangi ortak paydada toplayacağı konusunda ciddi
tutulmasıdır. Bu hemen gerçekleşmesi mümkün olan
ve kaygı verici belirsizlikler var.
bir hedef olmadığından, uzun vadeli, güvenli ve rasyo­
Geçmişte tehcir ve tenkil politikalarıyla yerlerin­
nel işleyen bir süreci gerektirir. Bu süreç; doğal ve ka­
den edilen geniş ve kalabalık topluluklar ile bunların
çınılmaz olarak bölgeselleşme fikrini gerekli kılmakta­
asıl yurtlarında yaşayanlar arasında baş gösteren çatış­
dır. Bölgeselleşmenin yakın ve orta gelecekte yeni ku­
malara şimdi birtakım ulus devletlerden kopup başka
tuplara yol açmayacağından şimdiden emüı olamayız.
ulus devletlere bağlanmak isteyenler veya kendi baş­
Şu var ki AB, BDT, Uzak Doğu, Kuzey ve Güney
larına federe ya da ulus devlet olmak arzusunda olan­
Amerika’da mal, sermaye ve ticaretin serbest akışını
lar eklenmiştir. Elbette her etnik grubun bir ulus dev­
öngören ve zaman içinde gümrük duvarlarını sıfırla­
let olması halinde BM’ye üye devlet sayısını bir anda
mayı amaçlayan yeni ekonomik ve ticari örgütlenme­
binlerle ifade edilebilecek bir seviyeye çıkaracaktır.
lere doğru dikkat çekici bir gidiş gözleniyor.
Bu, tarihte asla mümkün olamamış ve bundan sonra
Şüphesiz bölgeselleşme fikrinin arkaplanında tica­
da mümkün olamıyacak bir durumdur. Ne var ki, mo-
ret ve ekonominin belirleyici faktörler olarak kendi
demitenin ürünü olan ulus devlet böyle bir sorunu ya­
başlarına yattığı veya yeni entegrasyonların sadece
rattı ve şimdi bizzat ulus devletin kendisi büyük bir
maddi ve ekonomik temelde gerçekleştiği düşünüle­
güçsüzlükle karşı karşıya gelmiş oldu.
mez. Yeni ekonomik pazarlar etrafında toplanan ülke­
Yeni dünya düzeni ise globalleşmeye paralel çö­
lerin tarihsel, coğrafi, kültürel ve sosyal özellikleri de
züm olarak demokrasiyi önermektedir. Oysa temelde
hayli önemlidir. Bu, yeni coğrafi geniş mekânlar üze­
bir çoğunluk rejimi olan ve halen kültürel ve toplum­
rinde kültürel ve sosyal yapıların söz konusu entegras­
sal çoğulculuğa karşı direnç gösteren Batılı demokrasi
yonlardaki payı ekonomi ve ticaret kadar önemli, hat­
modeli bu soruna köklü ve kalıcı bir çözüm olmaktan
ta daha belirleyicidir. Şu halde, eğer gelecekte yeni
çok, herkese kendi sayısal çokluğuna göre katılım im­
dünya düzeninin öngördüğü tek kutuplu homojen ev­
kânı tanıyan misyonuyla etnik kimliklere legalite ka­
rensel devlet fikri başarısız kalacaksa, bugünkü bölge-
zandırmakla yetinmekte ve fakat farklı etnik ve dinî
selleşmeyi doğuran ülkelerin benzer kültür, sosyal ve
kimliklerin başkaları tarafından asimile edilmeden
ekonomik yapıları yeni ve çok kutuplu bir dünyanın
Ümran-Nisan -2002 6 3
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
profilini şimdiden çizmektedir. Bu du­
coğrafyasında yer alan kimi topluluklar
rum, her ülkenin bölgeselleşmeye
da bu ortak paydanın dışında düşünüle­
doğru giderken, kendi kültürel ve ta-
mez. Yunanistan, Bulgaristan vb. Lüb­
rihsel havzasını doğru seçmesini ge­
nan hıristiyanları kadar bu coğrafyanın
rektiren stratejik bir konudur. Bugün­
kültürel çerçevesinin çizdiği yeni böl-
den yerini veya kümesini yanlış seç­
geselleşmenin ortaklarıdırlar. Aradan
miş bir ülke, yarın dünyanın yeniden
geçen uzun zamanlara rağmen Yunan
bölünmeye uğrayacağı bir süreçte ya
halk kültürü ve örfünün, Anadolu halk
tamamen işlevsiz bir konuma düşebilir
kültürü ve örfüyle halen gösterdiği
veya tarih dışına itilebilir. Bu, bugün
benzerlik bunun yaşayan canlı kanıtı­
bölgesini yanlış seçmiş ülkenin ölüm
dır. Bu da gösteriyor ki, İslâm havzasın­
fermanını kendi eliyle imzalaması de­
da yer alan gayr-ı müslim cemaat ve
mektir.
toplulukların uzun vadeli çıkarları Batı
ile değil bu bölgede yaşayan müslüman
Bu perspektiften, ortak ve benzer
halklarla örtüşmektedir.
kültürel ve sosyal yapılara sahip olma­
Bu havzadaki gayr-ı müslimlerle
yan Karadeniz çevresinde yer alan ül­
kelerin bir araya gelip bir pazar oluş­
müslümanların ortak noktaları bu sevi­
turmaları mümkün görünmemektedir.
yede benzerlik gösterirken, müslüman
halk ve toplulukların kültürel, sosyal
Nasıl Türkiye’nin tarihî mirasını red­
dedip, A B ’ye katılması irrasyonel bir girişim ise, bu­
yapıları ve ekonomik çıkarları yönünden tamamiyle
nun gibi Rusya ve Türkiye’nin ortak bir pazar etrafın­
örtüşmesi elbette şaşırtıcı değildir.
da toplanması da irrasyonel bir girişimdir. Tarihsel
İslâm havzasınm engin coğrafyasında farklı etnik
olarak Rusya ve Osmanlı’nın devamı olan Türkiye iki
kökene mensup müslümanların birbirlerini din teme­
ayrı kutuptur ve bu iki ayrı kutbun otantik kökleri ve
linde kardeş görmeleri ve bu temelde ortak kültürel
farklılıkları vardır. Aynı şey Türkiye ve Avrupa için
değerlerin sosyal yapıları benzeştirmesi önemli bir ol­
de söz konusudur.
gudur. Bu, birbirine bağlı ve bağımlı müslüman bölge­
Bu hiç bir şekilde Türkiye ile Rusya veya Türkiye
lerin doğrudan veya dolaylı birleşmeleriyle ortaya çı­
ile Avrupa ülkeleri veya A B arasında çok yönlü ve or­
kacak bir İslâm Birliği’nin önemi küçümsenemeyecek
ganik ilişkilerin olmayacağı; siyasi, iktisadi ve kültürel
manevi kökünü teşkil etmektedir. Ancak, bu sağlam
birleşmelerin gerçekleşmeyeceği anlamına gelmez.
manevi kök üzerinde politik ve ekonomik çıkar birli­
Bu bağlamda A B ile B D T’dan Rusya, Ukrayna,
ği sağlanabilir. Bu “çokluk içinde birlik (Kesrette
Gürcistan, Ermenistan ve Beyaz Rusya’nın doğru se­
Vahdet)”tir ve birlik (ittihad) hiçbir zaman farklı
çimlerde bulundukları söylenebilir. Uzak Doğu’nun
mezhep ve etnik kimliklerin yok sayılması veya hakim
Kaplan Ülkeleri ile Kuzey ve Güney Amerika’daki ye­
bir kimliğin içinde eritilip oirtadan silinmesi anlamına
ni pazara taraf ülkeleri de bu doğru seçimde bulunmuş
gelmez.
ülkeler kategorisine dahil edebiliriz.
Ancak İslâm dünyasına sıra geldiğinde, oldukça
İslâm âlemini, cennette kökü yukarıda, dalları aşa­
ğıda bir hayat ağacına benzetirsek, kökleri kutsal ve
ciddi sorunlar ve buna bağlı tedirginlik verici belirsiz­
manevi değerleri, gövdesi ümmet, ana dalları bölgeler,
likler ortaya çıkmaktadır. İslâm dünyası 1,5 milyara
bu ana dallardan çıkan ara dallar etnik kimlikler, mez­
varan nüfusu ile Endonezya ve Malezya hariç. Doğu
hepler, diller ve yaprakları her biri kendi dalından
Türkistan’dan Bosna’ya uzanan bir kuşak üzerinde
gövdeye ve köküne bağlı müslüman büreylerdir.
coğrafi bakımdan birbiriyle irtibatlı ve kültürel ba­
Eğer bu metafor vakıayı anlatmaya uygunsa,
kımdan kendine özgü yekpare bir havza teşkil eder.
Kur’an ve Sünnet’ten (kök/asi) neşet eden gövde
Böyle bir havza hesaba katılmadan ne küreselleşme ne
(ümmet)nin şimdilik altı ana dala ayrıldığını veya İs­
bölgeselleşme politikaları çizilebilir. Bu havzanın or­
lâm havzasının altı ana bölgeden teşekkül ettiğini söy­
tak paydasını İslâm tarihsel ve kültürel anlamda oluş­
leyebiliriz. Bu bölgelerin her birisi geniş kapsamlı bir
turmaktadır. Din olarak farklılık arzeden, ancak İslâm
konfederasyon olarak düşünülebilir:
6 4 Ümran-Misan -2002
İSLÂM’IN İMKANLARI / BULAÇ
1.
Cakarta: Endonezya ve Malez­
Uluslararası konjontür, küreselleş­
meye paralel olarak bölgeselleşme fik­
ya bölgesi,
2.
Buhara: Orta Asya İslâm cum­
rini önplana çıkarmakta, bu da İslâm
havzasmda yer alan ülke ve topluluk­
huriyetleri ve Doğu Türkistan,
3.
Islamabad: Pakistan, Bangla-
ların gelecekte nasıl harmanlanacağı
sorusunu gündeme getirmektedir. Bu­
deş, Afganistan ve Kuzey Hindistan,
4.
günkü realitemiz, var olan statükonun
Tahran: İran, Azerbaycan ve
daha uzun süre devam ederıiiyeceğini
Basra,
5.
Kahire; Afrika,
6.
İstanbul: Balkanlar, Kafkasya
ve Ortadoğu.
yeterince anlatıyor. Tarihsel tecrübe­
miz, Ortadoğu’daki müslüman halkla­
rın sınırları masa üzerinde çizilmiş
^
Bu kutsal ağacm her bir ana dalı,
devletler tarafından değil, eyaletleri
ana dallara ayrıldığı için havzayı oluştu­
içeren büyük devletler ve imparator­
ran her bir konfederasyon kendi içinde
luklar tarafından yönetildiğini göste­
alt bölgelere veya federe parçalara bölü­
riyor. Yeni Dünya Düzeni kurulurken,
müslüman halkların katliamlar sevi­
nebilir.
yesinde uğradığı mağduriyetlere dün­
Söz gelimi İstanbul’un merkez oldu­
yanın duyarsız davrandığını açıkça or­
ğu Konfederasyonun çatısı altında Saraybosna, Tiran, Ankara, Diyarbakır (Musul), Şam,
taya koyuyor.
Kudüs, Cidde, vb. federe bölgeler toplanabilir. Ve
Bütün bu olaylar ve gelişmeler İslâm dünyasını bir­
eğer bu ümmetin bir manevi merkezi olacaksa -ki el­
lik olmaya zorluyor. İslâm Birliği’nin üzerinde yükse­
bette olacaktır- bu merkez Medine olmalıdır. Çünkü
leceği bu projede, Yahudilere, Ermenilere, Hıristiyan-
bu, katılım temelinde çoğulcu bir ümmet projesi oldu­
lara ve başka dinden olan herkese de yer var. Kendi
ğundan, tarihte ilk defa bu projeyi ortaya çıkarıp ha­
kök-paradigmalarına bağlı kaldıkları sürece Müslü-
yata geçiren bu ümmetin ebedî lideri Hz. Muhammed
manlar tarihte hiç bir zaman dinî ve etnik arındırma
(s.a.v.) olmuştur ve o dinin evrensel bir medeniyete
türünden yüzkızartıcı politikalara başvurmadı; bugün
örnek mekân (yatak) olması anlamında Yesrib’e Me­
ve yarın da başvurmayı aklından geçirmez. Tarihsel
dine ismini vermiştir. Mekke’yi fethettikten sonra yi­
tecrübemizin demokratik katılım çerçevesinde zen­
ne bu şehre dönüp, buradan ebedî âleme irtihal etmiş­
ginleşmesi, bizim insanın siyasi kültürüne katabilece­
tir.
ğimiz en büyük zenginliktir. Bu çerçevede gayrı müsİletişim ve ulaşımın baş döndürücü bir hızla geliş­
limlerin müslümanlarla eşit haklara sahip insanlar
tiği çağımızda federe bölgelerden seçilen temsilcilerin
olarak bir arada yaşamamaları için hiç bir sebep yok­
konfederasyon merkezini dönüşümlü olarak yönettik­
tur.
leri gibi, ana merkez de konfederasyondan seçilen
Belki birçok kişi bütün bu anlattıklarımı bir “ütop­
temsilciler tarafından dönüşümlü olarak yönetilebilir.
ya” olarak görebilir. Ütopya olması onun gelecekte or­
Konfederasyon merkezleri ise, sahip oldukları coğ­
taya çıkması muhtemel resme engel teşkil etmez. Bu­
rafi, maddi ve uluslararası özellik ve potansiyel imkân­
rada işaret ettiğimiz var olan, hepimizin içinde büyük
larına göre siyasi, ticari, kültürel merkezler olabilir;
acılarla yaşadığımız İslâm ülkesi, yani Daru’l-İslâm’dır.
hangi yerin hangi alanın cazibe merkezi olacağını za­
Bu ülke somuttur, nesneldir ve Roger Garaudy’nin
man ve gelişmelerin kendisi tayin edecektir.
deyimiyle milyonlarca mü’min erkek ve mü’min
Bu proje (aynı zamanda ütopya), somut bütün
kadının kalbinde kutsal bir ideal olarak yatmaktadır.
önerileriyle tartışmaya, geliştirilmeye ve eleştiriye
Medine Vesikası’yla tarihte ilk defa bu dinin Peygam­
açık olmasına rağmen, bugünkü uluslararası konjon-
beri bu idealin somut ve pratik örneklerini gösterdi;
türel değişim, içinden geçmekte olduğumuz krizin
dünyanın yöneldiği istikamet bu idealin sadece müm­
önümüze koyduğu realite ve bağlı olduğumuz temel
kün değil, fakat zaruri olduğuna da işaret etmektedir. ı
dinî varsayımlara uygundur. Ama parametreleri tarih­
sel tecrübemizle örtüştüğü halde onu aşan niteliktedir.
1 Bu yazı, “O rta d o ğ u ’d an İslam D ü n y a sın a ” (1st., 1 9 9 6 ) ad lı
k itabım ızın son bölü m ü tem el alm arak yazılm ıştır.
Ümran •Nisan >2002 65
M AVIFAW^TCi
Büyükreşitpaşa Caddesi, No. 22/39 Vezneciler-İstanbul tel. 0212. 528 52 32 faks 0212. 519 41 92 (İstanbul Kitap Kültür Merkezi)
c />
Cem Karaca
Bir kazm a ve bir küreli çalsın
Cenaze marşımı
İstemem çelenk falan filan
Dostlar şayet varsalar da gelmesinler.
Nem e lazım, yağmurlu olur hava...
muhtar cem karaca
Cem Karaca
X
MAW
G E N E L
D A Ğ I T I M
ARTI
CAĞALOĞLU
0212.
0212.
KADIKÖY
0216.
0216.
526 70 13
512 09 14 (Faks)
418 35 43
349 58 55 (Faks)
İSLÂM’IN GELECEK YÜRÜYÜŞÜ
İBRAHİM GHARAYBAH
Türkçesi: Tevfik Emin
İ
slam ümmetinin gelecekte oynayacağı kültürel rol
İslam Ümmetinin Genel Görünümü
büyük önem taşıyor. Toplumları ve devletleri yeni
temeller üzerine oturtan hızlı ve etkili değişimler
İslam ümmeti belki de geçtiğimiz yüzyılda, tarihlerinde­
gerçekleşiyor. Bu yeni dönüşümler İslam ümmetinin,
ki en kötü durumu yaşadı: Zayıflık, cehalet, entelektüel
kurumlarının ve bireylerin rollerinin yeniden belirlen­
saldırılar ve askeri işgaller. Ancak ümmet kendisini as­
mesini ve de ortaya çıkan yeni imkan ve zaafların de­
keri işgallerden kurtarmasını ve belli oranda bağımsızlı­
ğerlendirilmesini gerekli kılıyor. Bu mesele, Islami mü­
ğını kazanmayı başardı. Entelektüel saldırı trendi gerile­
cadelenin davet ve diriliş yönünü yeniden gözden geçir­
di ve kapsamlı bir İslami uyanış gerçekleşti.
me fırsatı verdiğinden son derece önemlidir. Bu, kaza-
İslam ümmeti bir yüzyıl önce erişmeyi hayal ettiği
nımların ve başarıların zaaf ve sağlamlıklarını da göz
birçok şeye bugün ulaşmış görünüyor. İslam ümmetinin
önüne alarak konumlarının yeniden tayin edilmesine;
hareket ve projelerin gerekli hedefler ve önceliklere gö­
re yeniden düzenlenmesine yardımcı olacaktır. Aynı za­
manda projelerin kesintisiz, hatasız olmasını ve birbiri­
ni tekrar etmemesini ve en az çaba ve harcama ile ger­
çekleşmesini sağlayacaktır.
Hicri on dördüncü yüzyılı geride bırakırken, İslam
ümmeti rönesans ve yeniden yapılanma yolunda önem­
li adımlar attı; ve yine Önemli başarılar elde etti. On be­
şinci yüzyılın başlarındaki İslam ümmeti bir yüzyıl ön­
cesine göre çok daha iyi gömnüyor. Ancak hala gerçek­
gerçekleştirdiği ilerleme bunun kanıtı niteliğinde. Bu
ilerleme önceleri alimler ve yeniden yapılanma önder­
leri tarafından yürütülen yeniden yapılanmaya dönük
projeler ve girişimler ardından da Müslüman gençliğin
genel eğitimini ve yüksek eğitimli Müslümanlar yetiş­
tirmeyi amaçlayan İslami hareketler sayesinde vuku
buldu. İslam ümmetinin bugün dünyanın her yerinde
güçlü ve dürüst bir biçimde çalışan birçok bilimsel, sos­
yal ve siyasal kurumu mevcut. Şu kesinlikle söylenebi­
lir ki; İslam, İslami kimlik ve İslam ümmetinin kültürü
üzerindeki şüphe dalgası bozguna uğrayarak geri çekil­
miştir. İslam ümmeti, yeni bir yeniden yapılanma ve
leştirilmesi gereken diğer birçok hedef, aşılması gereken
uyanış dönemine girmesini sağlayacak olan dine yüksek
birçok aşama ve karşılanması gereken birçok tehditkar
derecede sadakat, İslam’a tam bir güven ve dayanma, İs-
ve zayıflatıcı tehlike ve problemler mevcut.
lami kültür ve kimliğe sımsıkı sarılma gibi özelliklere sa­
Bu çalışma özetle İslam ümmetinin yeniden yapı­
lanma ve yeniden diriliş yürüyüşünün haritasını gözden
hip.
Bugün mevcut olan birçok kurum İslami uyanışı
geçirmeyi hedefliyor. Sonrasında ise, yâzarın İslam üm­
temsil ediyor ve davet ve yeniden yapılanma yolunda
metinin insanlığa tanıklık eden rolünü yeniden kazan­
hayati rol oynuyor. Bunların örnekleri; uluslararası ve
ması ve diğer milletler arasındaki gerçek yerini alması
yerel İslami organizasyonlar, İslami bankalar, merkezler,
için gerekli olan uyanışı konusunda ulaştığı fikirler ve
birlikler ve topluluklar, şirketler ve üniversiteler, araş­
yaptığı öneriler ışığında bir sonraki haritayı ve medeni­
tırma merkezleri, gazete ve dergiler, kaset ve İslami gi­
yetlerde ve toplumlarda meydana gelen değişimleri an­
yim mağazaları, gençlerle dolu camiler, Kur’an çalışma
lamlandırmaya yardımcı olmayı hedefliyor.
ve hıfzetme dersleri, Hacc ve Umre seyahatleri, gelişme
Ümran-Nisan ‘ 2002 67
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
kuruluşları, bağış ve yardım çalışmaları, yetimlere ve fa­
den yapılanma durumunu gösteren en berbat gösterge­
kirlere maddi destekler ve ismini burada zikredemeye-
ler düşük eğitim seviyeleri, yiyecek, ilaç, teknoloji, gü­
ceğimiz daha birçok faaliyet. İslam ümmetinin her ülke­
venlik ve savunma gibi ana stratejik alanlarda dışarıya
sinde ve İslami dünyanın dışındaki her Müslüman top­
bağımlılık; yaşam ve tüketim biçimleri ve gelişme ve tü­
lulukta, bu tür çabaları organize eden kurumlar mevcut.
ketim yönetimi konulandır.
Bireysellikten birlikteliğe ve kurumsallaşmaya doğ­
ru olan bu dönüşüm, İslam ümmetinin kurumsal ve en­
İslam Ümmetinin Oynaması Gereken Rol
telektüel deneyim kazanmasını sağladı. İslami uyanış,
yalnızca ritüelleri ve ibadetleri gerçekleştiren kaba bir
İslam ümmetinin oynayacağı rol üzerinde konuşuyoruz,
sofuluktan İslam ümmetine ve insanlığa yarar sağlaya­
öyle bir rol ki, özel gruplar, hareketler, hükümetler ya
cak olumlu girişim ve projeler haline geliyor.
da kurumlar gibi İslam ümmetinin yalnızca bir kısmının
Arap ülkelerinde şu an beş yüzden fazla üniversite
gayretleri ile gerçekleştirilecek bir rol değil. Biz kurum-
bulunuyor, hemen hemen bir o kadar da Arap olmayan
ların ve bireylerin gelişme ve yeniden yapılanma için
diğer Müslüman ülkelerde var. Bu üniversiteler okullar­
kurulacak ağın birer parçası olduğu bütün bir İslam üm­
da eğitim, camilerde davet, toplumsal hareketlere bi­
meti amaçlıyoruz. Gerekli olan yalnızca değişik kurum-
linç ve feraset karakteri
ların çalışma ve planla­
verebilecek etkili ve ka­
ma girişimleri değil, aynı
liteli mezunlar veriyor.
Evkaf bakanlıkları İslam
coğrafyasında hizmet ve­
ren çok sayıda cami ima­
mı, vaizler, davetçiler ve
diğer görevlileri yöneti­
İslami uyanış, yalnızca ritüelleri ve iba­
detleri gerçekleştiren kaba bir sofuluktan
İslam ümmetine ve insanlığa yarar sağla­
yacak olumlu girişimler ve projeler haline
geliyor.
yor. Ülkeleri geçimleri­
ni, eğitim ve öğretimlerini karşılarken onlar da tam gün
zamanda şunlar da gerek­
li:
1-Bütün İslam üm­
metinin yeni bir kültürel
ve sosyal diyalog ortamı­
na sokulması. Grupların,
hükümetlerin, kurumla-
rın ve bireylerin çalışmalarının başarısındaki kriter İs­
çalışıyorlar. Resmi İslami çalışma alanları radyo ve tele­
lam ümmetinin dirilişine ve değişimine olan etkinin ve
vizyon istasyonları, okullar, askerlik ve güvenlik ku-
yardımın boyutlarıdır.
rumlarına kadar yayılmış durumda. Bütün bunlar işgücü
2-
Yeniden yapılanma ve diriliş hareketinde güçlü
ve finansman ürettikleri için İslam ümmetindeki dini
bir ağ kurabilmek için bireylerin, hükümetlerin, sivil ve
bağlılığı ve yeniden yapılanma hareketlerini destekli­
sosyal kuruluşların yani bütün tarafların çabalarını ve
yor.
hareketlerini birleştirmeleri gereklidir. Dolayısıyla, bu
Tabii ki, İslam ümmeti içerisinde hala geri kalmışlık
çabalar dağınık, çelişkili ve kapalı olmamalıdır. Aksi
ve zayıflık manifestoları görülüyor. Bunlar, yeniden di­
taktirde, verimli sonuçlar almaya dönük olan bu hare­
riliş ve yeniden yapılanma gayretlerinin finansmanını,
ket ve projeler ayrılık ve yıkım gibi ters sonuçlara yol
iş dağılımının planlamasını ve öncelikler ve hedeflerin
açabilir {ve onlar doğru yolda olduklarını zannederleri El-
belirlenmesini oldukça zor ve karmaşık bir hale soku­
Kehf: 104).
yorlar. Kimi zaman yanlışlar düzeltilemeyecek kadar
fazla oluyor.
Müslümanlar artık bir tek milletten ibaret değil, bir­
Dolayısıyla, bu durumda iki ana hedef gerçekleştirilmelidir:
Bu çalışmaların hedeflediği durum nedir?
çok ülkeye bölünmüş dürümdalar ve genellikle araların­
Bu ağın birer parçası olan hareketler ve görevler na­
da anlaşmazlıklar var. İslam Konferansı Örgütü ve Arap
sıl daha aktif, kapsamlı hale getirilebilir ve bunların or­
Birliği’ni zavallı bir konuma sokan anlaşmazlıklar ve çı­
taya çıkaracakları olumlu etkiler ve iyi sonuçları ikiye
kar çatışmaları mevcut.
katlanabilir?
İslam ülkeleri, bağımsızlıklarını kazanmalarının üze­
Diğerleri onları seyrederken ve beklerken ya da on­
rinden on yıllar geçmiş olmasına ve geniş insani ve do­
lara engel olurken İslam ümmeti içerisinden yalnızca
ğal kaynaklara sahip olmalarına rağmen insani gelişme
bir grubun bu rönesans yükünü tek başına omuzlaması
endeksinde hala arka sıralardalar. Gelişmişlik ve yeni­
hem imkansız hem de gereksizdir. Diriliş ve yeniden ya­
6 8 Ümran‘ Nisan >2002
İSLÂM’IN GELECEK YÜRÜYÜŞÜ /GHARAYBAH
pılanma hareketini gerçekleştirmek ve kendi kültürel
tanıklık rolünü üstlenebilmek için bütün ümmeti hare­
gorta şirketleridir.
Diğer taraftan, amacı İslami uyanışı desteklemek,
buna yol göstermek ve katkıda bulunmak olmayan bir
kete geçirmemiz gerekiyor.
başka fenomen var. Bu fenomen tahrif edilmiş bir din­
Seçkincilikten Toplumsal Çalışmaya
darlık ve İslam adına yapılan terörist hareketler şeklin­
Hiyerarşiden Ağ Çalışmasma
deki aşırılıklardır. Bu sorunların boyutlarını yanlış tah­
min etmek istemeyiz, ancak bu aşırı gruplar kendi ülke­
İslami diriliş mücadelesi bireysellikten kurumsal bir ya­
lerine birer düşman olmak ve yeniden diriliş ve gelişme­
pı haline dönüşürken, bu çabaların seçkinci bir azınlık
ye engel olmaktan ziyade üretkenlik, yeniden yapılan­
etrafında toplanmasından çok bütün bir İslam ümmeti­
ma ve istikrar gibi unsurların birer ayağı olabilirler.
ne yayılması gerekiyor. Buradaki sorun şu; kurumlar ve
İslami grupların ve dini cemaatlerin üyelerinin bü­
hükümetler deneyimlerini topluma aktarmalı ki İslam
yük çoğunluğu eğitimli, kültürlü ve kendi ülkelerinde
ümmeti sorumlulukları, rolleri ve hareketleri paylaşa­
ya da Batıdaki üniversitelerden mezun insanlardan olu­
bilsin. Dolayısıyla, kurulacak ağ bireysel çabaları birbi­
şuyor. Onlar İslami daveti, toplumu yeniden yapılanma
rine bağlayacak ve düzenleyecek, eksikleri kapatacak ve
ve gelişme için motive edecek bir yol olarak görüyorlar.
Son derece istekli olduk­
zayıf alanları güçlendire-
________________________
cek bir işlev görecektir.
Camiler insanlarla dolu, ibadetlere ve çe­
şitli derslere devam edenlerse yirmi yıl
önce İslami uyanışın yeni başladığı dö­
nemlerde devam eden belli bir azınlıktan
ibaret değil artık.
________________________
Bugün davet, yeni­
den yapılanma ve top­
lumsal duyarlılık gibi ko­
nuların bir grup elitten
bütün bir İslam ümmeti­
ne aktarılması imkanına
ları konularda yeniden
yapılanma
programları
hazırlıyorlar.
İslam’a olan
bağlılıkları
içten
onlara
bu
projelerinde itici bir güç
sağlıyor ve dolayısıyla
masraflarını en aza indi­
işaret eden birçok feno­
men ve başarı mevcut. Camiler insanlarla dolu, ibadet­
riyor ve vicdanları ile ihtirasları arasında bir uyumluluk
lere ve çeşitli derslere devam edenlerse yinni yıl önce
yaratıyor.
İslami uyanışın yeni başladığı dönemlerde devam eden
Hükümetler ve kurumlar İslami davette büyük bir
belli bir azınlıktan ibaret değil artık. Camilerde olan
kaynak bulabilirler. Eğer bu kaynaklar iyi birer yatırıma
devamlılık aynı zamanda toplumsal bir manifesto hali­
dönüştürülebilirse, harcanan para ve çabalar kısılabilir.
ni de aldı. Aynı şey bir grup elitist tarafından başlatılan
Ayrıca verimli yatırımlar, hedeflere ulaşma konusunda
ve organize İslami gruplar tarafından desteklenen Hacc
daha etkili ve başarılı olmamızı sağlayacaktır. Örnek
ve Umre seyahatleri, hicâb, İslami kasetler ve diğer
vermek gerekirse, bu yatırımlar suçlar, uyuşturucu ve
medya unsurları gibi konular için de geçerli. Bu tür or­
aile kurumundaki çözülmeler ile mücadelede; gönüllü
ganizasyonlar daha sonra genel bir toplumsal manifesto
çalışma programlarının, sürdürülebilir bir eğitimin, ai­
halini aldı.
lelerin rehabilite edilmesinin, yerel toplulukların, bele­
İslami uyanış bugün herhangi bir organize İslami
diyelerin gelişme programlarının ve sendikaların des­
grubun olmadığı ülkelere kadar yayılmış durumda. Bu
teklenmesinde kullanılabilir. Bütün bunlarla birlikte en
uyanış hareketi herhangi bir İslami grup tarafından et­
iyi sonuçlar en az masraflarla elde edilmiş olacaktır.
kilenmeyen bazı değişik toplumsal kesimleri de içine
alıyor. Bazı Arap-İslam şehirlerinin zengin bölgelerinde
Kültür: Yeniden Diriliş ve Canlılık için
tam tesettürlü olmayan hanımların camilerde ibadetle­
Temel İtici Güç
rine ve çeşitli derslere devam ettiği şeklinde anekdotlar
aktarılıyor.
Batıda gelişme üzerine çalışmalar ve UNESCO ile Bir­
İnsanların İslam hukukunu uygulama istekleri sonu­
leşmiş Milletler tarafından hazırlanan yıllık rapor. Ro­
cunda hükümetle ya da herhangi bir grupla ilgisi olma­
ma Kulübü ve Dünyanın Durumu gibi raporlar gelişme
yan çeşitli yatırımcı ve ticari kurumlar faaliyete geçiyor.
için gerekli olan en önemli faktörün kültür olduğu nok­
Bunların en iyi bilinen örnekleri İslami bankalar ve si­
tasında birleşiyor. Hepsi gelişmenin yalnızca ekonomik
Ümran-Nisan -2002 69
21. YÜZYILI ÎSLÂM BELİRLEYECEK
refah ve büyüme amaçlarına
Afrika ülkesinde insanlar yiye­
dönük olarak sağlanamayacağı
cek ve giyecek bulamıyorlar?”
felsefesini savunuyorlar. Bugün
Yazar ekonomiyi yalnızca
birçok ulusal ve uluslar arası
sermaye, işgücü ve üretim araç­
kurum kültürün araçsal ve bir
larından ibaret saymanın saflık
eksen teşkil eden role sahip ol­
ve anlayışsızlık olduğu sonucuna
duğu yeni bir gelişme. Jikrini
varıyor. Din, ahlaki itki, etik ve
oturtuyorlar. Birçok ekonomist
kültür gibi maddi olmayan et­
sağlık, beslenme ve eğitim gibi
kenlerin milletlerin davranışla­
hayat standartlarını sosyal, kül­
rını geliştirdiği ve yatırım ve üre­
türel ve dini değerlerle ilişki-
tim gibi maddi eksenlerin yönü­
lendiriyor. Bu değerleri hareke­
nü belirlediği kesin olarak kabul
te geçirmek ve korumak ekono­
ediliyor.
mik zenginlikten çok daha bü­
Harvard Üniversitesi’nden
yük bir etkiye sahip.
bir profesör kültürel gelişimin
Daha önce birçoklarının
genel anlamda gelişmenin te­
yaptığı gibi, İslami davet ekse­
mel/ ayrılmaz bir parçası olduğu­
ninde çalışanlar bunu gerçek­
nu söylüyor. Eğer insanlar yaratı­
leştireceklerdir. Ancak îslam
cı imkanlarının farkına varmak­
dünyasındaki eğitim ve üretime
tan ve geliştirmekten mahrum
yönelik planlar ve projeler bu
bırakılırsa, bu gelişmeyi engelle­
gerçeği şu ana kadar reddettik­
yecektir... Kültür şeyleri, hedef­
leri için bu projeler verimsizlik,
leri ve çalışma ve üretim araçla­
finansal atık ve büyük kayıplarla neticelendi.
Ekonomik büyüme bir araç ya da vasıtadır. Bunu
rını anlamak ve anlamlandırmakta hayati bir rol oynu­
yor.
başka türlü değerlendirmemiz durumunda iyi bir hayat
Buradaki esas soru şu: Çabaların yeniden diriliş için
standardını yakalayamadan büyük kaynak kayıplarına
yönlendirileceği ve hedefleneceği kültür hangi kültür
yol açabilir. Üretimde muazzam artışlar gerçekleşti, yi­
olmalı? İslam ümmeti gelişme için uygun hangi kültürel
yecek ve ilaçta bolluk arttı ancak her beş kişiden dör­
ve sosyal değerlere sahip?
dünden fazlası ahlaki yozlaşmanın ve anlayışsızlıkların
îslam ümmeti diğer bütün milletlerin sahip oldu­
kuşatması altında bulunuyor. îslam dünyasında yüksek
ğundan daha büyük bir mirasa sahip. Eğer bu miras ak­
bir hayat standardına sahip toplulukların oranı tüm nü­
tif bir biçimde yatırıma dönüştürülürse bugün kaynakla­
fusun yüzde 20’sini geçmiyor. Savaşlar, suçlar ve diğer
rın boş yere heba olunduğu birçok gelişme hedeflerine
başıbozukluklar gelişmiş ve zengin ülkelerde dahi insan­
ulaşabiliriz.
ların hayatının bir parçası haline gelmiş durumda.
îslam çalışmaya ve üretime güçlü bir destek veriyor.
Bir Fransız düşünür “Deneyimsizltoy maddiyatçılığımız
Müslüman Kıyamet Günü’ne değin, bir ağacı toprağa
neleri yok etti?” başlıklı yazıda şunları yazıyordu: “Japon­
dikmek için yarışır: “Son Saat gelip çattığında sizden biri­
ya endüstrileşme için gerekli olan hammadde ve enerji­
niz elinizde bir fidan tutuyorsa ve onu ekecek liadar vakti
den yoksun olmasına rağmen neden böylesine hızlı bir
yoksa dahi onu eksin" (Hadis). Bir Müslüman herhangi
şekilde endüstriyel bir ülke haline geldi? Neden mine­
bir kimsenin veya bir şeyin yararına çalışır: “Bir Müslü­
raller ve diğer kaynaklar bakımından en zengin, bol su
man herhangi bir şey ektiğinde ya da diktiğinde ondan bir
rezervleri ve verimli arazilere sahip olan ve kendi ken­
kuş, bir insan veya bir sığır yerse ona oruîan sevap var­
dine yetebilen ülkelerde hala açlık görülüyor? Aynı
dır”(Hadis). Böyle bir Müslüman mecburen çalışkan ol­
coğrafi ve doğal şartlara sahip olmasına rağmen nasıl
malı ve yaptığı işten gurur, yapmadığından ise utanç
oluyor da kilometre kareye 375 insanın düştüğü Güney
duymalıdır.
Hindistan’da insanlar geçimliklerini sağlayabildikleri
Burada îslam’m öğretilerinden olan bilginin, çalış­
halde kilometre kareye dört insan düşen bir ekvatoral
manın, temizliğin, çevreyi korumanın, birlikte çalışma­
7 0 Ümran-Nisan’ 2002
ISLÂM’IN GELECEK YÜRÜYÜŞÜ /GHARAYBAH
nın, cehaletle, yoksullukla ve
Dikkate alınması gereken
ahlaki yozlaşmayla mücadelenin
en önemli meseleler arasında,
gereklerini uzun uzun izaha gerek
insanları bu gibi projelere ve
yok. Ancak, İslam kültüründen
programlara yönlendirecek ve
çıkarılan ve esas olarak yeniden
başarıyı sağlayacak olan moti­
diriliş için elverişli olan gelişme­
vasyon, memnuniyet ve kültür
ye yönelik bazı fikirler ve pratik
gibi unsurlar yer alır. Elbette,
öneriler sunacağız. Vereceğimiz
insanlar bu projelerin geliştiril­
örnekler gerekli ve mümkün
mesinde planlamalarıyla, dü­
olan bütün fikirleri içermeyebi­
şünceleriyle, maddi destekle­
lir.
riyle ve yöneticilikleriyle rol
alacak ve ancak bu yolla başarı
sağlanacaktır. Kamusal projele­
Gelişmede Ortakhk(lar)
rin ve kuruluşların başarısızlık­
Hükümet ve devletlerin dünya
larının nedenleri arasında en
genelinde vatandaşlara temel
başta geleni “kamu yararı" kav­
hizmetleri vermeyi bıraktığı, re­
ramının, yanlış bir biçimde, ka­
fah devletlerinin sonunun geldi­
mu hizmetlerinin saygı ile ko­
ği bir dönemde gelecek için en
runması gereken kutsal şeyler­
iyi alternatif ortaklık; projeleri
miş gibi anlaşılmış olması gel­
ve programları olacaktır. Artık
mektedir. Ancak, birçok Arap
yer yer vatandaşlarının üçte iki­
ülkesinde insanlar kamu malla­
rının ve işlerinin kötüye kulla­
sinin devlete bağımlı olduğu “En
büyük İşverenin Devlet” olduğu bir fenomen daha fazla
nılmasının serbest olduğu şeklinde karşı bir düşünceye
varolmayacak. Küreselleşme ve özelleştirme vatandaşla­
de sahip. Aile içinde, kişinin kamusal imkanları kendi
rın, özellikle de alt ve orta sınıfın sahip olduğu temel
hizmetinde kullanmıyor olması bir zayıflık olarak görü­
hizmetlerin gerilemesine neden oldu.
lüyor.
Öngörülen alternatif; sağlık, eğitim, sosyal güvenlik
Arap İslam kültürü diğer iki alternatif olan kamusal
ve konut gibi gerekli temel hizmetleri sağlamak amacıy­
ya da özel sektör projelerine nazaran ortaklık projeleri
la projeler, programlar ve kurumlar ortaya koymaktır.
ile daha bir uyum arz ediyor. Ortaklık projelerinin daha
Bunlar ne kar amaçlı şirketler tarafından desteklenen
başarılı ve aktif olmasından ötürü, Ürdün’de, işveren
yatırımlar, ne hükümet destekli ücretsiz hizmetler ne de
kuruluşları ile sendikalar tarafından kurulan birbirine
destekleyen kurumlanıl olağanüstü zarar ettiği proje ve
paralel gönüllü kuruluşlar büyük miktarlarda “tasarruf
programlar olacaktır.
fonları” oluşmasını sağladı. Bu kuruluşlar kamusal sos­
Bu fikir bir anda ve bir yerde ortaya çıkan yeni bir
şey değil; birçok zaman ve mekanda başarıyla uygulan­
mış bir fikir. Ancak şu an gerekli olan şey bu program­
yal refaha paralel biçimde çalışıyor ve aynı zamanda
emekli maaşlarını ve sağlık güvencelerini karşılıyorlar.
Bir Çin atasözüne göre bir kimseye balık vermeme­
ların insanlara hizmetin birincil kaynağı olması ve te­
lisiniz, onun yerine bir olta vermelisiniz. Ancak Pey­
mel ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde yaygınlaşması ve
gamberi Sünnet diyor ki: “Bir kimseye ne balık ne de olta
genişlemesidir.
veriniz; ona balık tutmasını öğretiniz”. Günlerden birinde
Ümmet bu projelere çeşitli kuruluşlar, sendikalar ve
bir dilenci Peygamberimizden(selam üzerine olsun) pa­
finansal destek sağlayacak topluluklar kurarak katılabi­
ra istemeye geldiğinde efendimiz bakar ki gelen adam
lir. Hükümetler, belediyeler, sendikalar, ortaklıklar ve
çalışmak için yeterince güce sahip durumda. Ona her­
sivil kuruluşlara kaynak ve hizmet sağlamak amacıyla
hangi bir eşyasının bulunup bulunmadığını sorar ve
yasalar çıkaracak, kamu hizmetlerinden yararlandıracak
adamın getirdiği eşyaları iki dirheme satar. Peygamber
ve arazi, vergi muafiyeti gibi kolaylıklarda bulunacak­
bir dirhemi harcaması için adama verir, diğeri ile de
lar.
adaı;na odunculuk yapması için bir balta alır. Daha son­
Umran-Nisan -2002 71
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
ra Peygamberimizin(selam üzerine olsun) yanına tekrar
şartları nedeniyle az bir pahaya satıldı. Projeyi yöneten
gelen adam, “Bana yol gösterdiğin için Allah da senden
topluluk ise projedeki hisselerini dahi geri alamadı.
razı olsun” diyerek efendimizin yanından uzaklaşır. Pey­
gamber efendimiz adama baltayı dahi vermemişti; an­
Asli Kaynaklara Dönerek Gelişme
cak kendi kaynaklarını kullanabilmesi ve neyi yapabile­
ceğinin farkına varması için “tecrübe ve organizasyon”
Uluslararası çevreler ve organizasyonlar yeni trendleri,
vermişti.
gelişmenin, yaşamanın, çevreyi ve yeryüzünü koruma­
Ben kişisel olarak iki projeye katıldım. Bunlardan
nın eski medeniyetlerin kullandığı ve bildiği yöntem­
biri tam bir başarıyla diğeri ise tam bir başarısızlıkla ne­
lerle mümkün olabileceğine işaret ederek bunlara uy­
ticelendi. İki durumda da sebep ortaklık ve memnuni­
gun yeni trendleri kabul ediyorlar. Bu trendler daha da
yet idi. Kuyu sularının boş yere vadiye sızdığı bir köyde­
yaygın hale geliyor ve yeni teknolojiler ve ileri projeler
ki sulama kaynaklarının geliştirilmesi için bir proje ha­
ile çalışan hükümetler, üniversiteler ve kurumlar tara­
zırlamak üzere bir yar­
dım kuruluşuyla ortak
bir girişim başlattık. Su­
yun, vadinin her iki ta­
rafına yapılacak beton
kanallarla ovalara ve
ekilebilir alanlara taşın­
ması için bir proje hazır­
fından yüksek oranlarda
İslam ümmeti, yeni bir yeniden yapılanma
ve uyanış dönemine girmesini sağlayacak
olan dine sadakat, İslam’a tam bir güven
ve dayanma, Islami kültür ve kimliğe sım­
sıkı sarılma gibi özelliklere sahip.
ladık. Proje masrafları­
nın üçte birini aileler, üçte ikisini ise yardım kuruluşu
değerlendiriliyor.
Bu
kurumlar birçok modern
tekniğin hayat standar­
dını -özellikle de ‘Üçün­
cü Dünya’da yükseltme­
mesine rağmen yeryüzü­
nün doğal kaynaklarının
tükenmesine
ve
çevrenin tahrip olmasına yol açtığını keşfettiler.
karşılayacaktı. Projeyi hazırladığımda ve yardım kurulu­
Tıbbi tedavi için kimyasal ilaçların yerine şifalı bit­
şuna sunduğumda ekilebilir alanların yüzde 60 ila 75
kilerin kullanılması üzerine bilimsel konferanslar veril­
arasında bir oranla artacağını öne sürmüştüm. Tahmin­
di. ABD geleneksel konutlar ve geleneksel ilaçlar için
lerimde biraz abarttığımı düşünüyordum; ancak bunun
yapılan birçok projeye maddi destek verdi. Yiyecek ve
maddi destek sağlayan tarafı cesaretlendireceğini sanı­
Tarım Organizasyonu(FAO), dünyanın her çevresinde
yordum. Şaşırtıcı bir şekilde, ekilebilir alanlar yüzde
yetişmeyen yiyeceklerin ortak yiyecek şekline dönüş­
500 gibi bir oranla arttı. Aileler projeyi, daha önce hiç
memesi için her ülkenin mevcut kaynaklarına yönel­
ekilmemiş ya da ekilebilir sayılamayan alanlara uygula­
mesini destekliyor. Daha önce buğdaya ihtiyaç duyma­
dılar. Bununla birlikte, projeyi kendileri yaptıkları için
yan Doğu Asya ülkeleri, şimdi pirincin yerine ekmek yi­
insanlara yeni bir güven ve heyecan geldi. Müteahhit
yorlar. Bu ülkeler buğdayı ithal etmek zorundalar ve do­
proje için elde olan miktarın beş katı kadar fiyat biçti.
layısıyla buğday üretim kaynakları üzerinde baskı mey­
Ancak proje yerel ekspertizler ve yevmiyeli işçiler ile
dana geliyor. Pirinç yemeyen ve buğdaya bağımlı olan
tamamlandığında eldeki paranın bir kısmı da artmıştı.
Orta Doğu ülkelerinde buğday artık vazgeçilmez bir yi­
Bu parayla ailelere. Sosyal Gelişmeden Sorumlu Baka­
yecek.
nın da katıldığı bir yemek verildi. Bugün, projenin ya­
Batılı ülkelerde ilaçlanmamış tarımsal ürün kullanı­
pımından altı yıl sonra daha önce hiç ağaç olmayan va­
mı giderek artıyor. Çevreye ve yaşayan canlılara zarar
di şimdilerde on binden fazla zeytin ve meyve ağacı ile
verecek tüm ürünleri boykot etme eğilimleri ortaya çı­
kereste için uygun ağaçlara sahip durumda.
kıyor.
Böylesine bir başarı bizi sığır yetiştirme üzerine yeni
Dünya İzleme Kuruluşu tarafından yayınlanan Dün­
bir projeye başlamaya itti. Proje maddi olarak bir İngiliz
yanın Durumu adlı rapor şaşırtıcı bilgiler ve ilginç bir
kuruluşu tarafından destekleniyordu. Ancak, aileler as­
anlayışı ortaya koyuyor. Uzmanlar binlerce yıldır aynı
lında bu projeyi istemiyorlardı. Onlar yalnızca proje için
hayat biçimi ve doğal kaynaklar ile hala yaşamaya çalı­
ayrılan parayı talep ediyorlardı. Böylelikle proje için
şan yerli insanlar üzerinde çalışıyorlar. Bu insanlar çev­
tahsis edilen parayı nakit olarak elde ettiler. Sığırların
re ve kaynakların korunması üzerine bugünkü araştırma
büyük bir kısmı telef oldu, kalanlar ise projenin kısıtlı
merkezlerinde yapılan çalışmalardan ve hazırlanan ra­
72 Unvan•Nisan -2002
İSLÂM’IN OELECEK YÜRÜYÜŞÜ /GHARAYBAH
porlardan çok daha iyi yazısız tecrübeye sahipler. Çev­
mizlenmesi ve mikropların öldürülmesi için kendiliğin­
resel bozulma bu gibi yerli insanların yok olmasına ya
den sahip olduğu bağışıklık sistemi ve nehir yatakları
da modem medeniyet içinde erimesine yol açtı. Doğayı
tüketiliyor. Ekilebilir alanların verimliği barajların
ve nesli tükenmek üzere olan hayvanları korumak için
alüvyonları toplaması nedeniyle azalıyor. Nehir yatak­
harcanan onca çaba ve paradan sonra doğayı koruma
larının sağladığı alüvyonlar sayesinde denize karşı katı
organizasyonları korumanın en iyi yolunun doğayı bu
bir korumaya sahip olan deniz kıyıları aşınıyor. Bu gibi
yerli insanlara yeniden teslim etmek olduğuna karar
toprakların sunduğu besin kaynaklarının tükenmesiyle
verdiler. Afrika, Amazon Havzası ve Latin Amerika’da­
denizdeki birçok balık türü kıyıları terk ediyor. Mı­
ki ormanların birçok bölgesinde durum böyleydi.
sır’da, Yüksek Baraj’ın yapımı ile birlikte balıkçılıktaki
K olom biyalI bir
antropolog şöyle diyordu: “Yerli
kayıp yıllık 18 bin ton sardalye balığına kadar yükseldi.
Hindistanlılar ile Avrupalılar arasındaki fark şu: H in­
Yeni gelişme modeli, gelişmenin toplumlar ve dev­
distanlılar çocuklarına ormanları bırakmak, Avrupaiı-
letler için ortaya çıkardığı gerçek bedelleri ve kayıpları
hesaba katmıyor. Çün­
1ar ise çocuklarına para
_________________________
bırakmak istiyorlar.” O,
KolombiyalI bir antropolog şöyle diyordu:
“Yerli Hindistanlılar ile Avrupalılar ara^
sındaki fark şu: Hindistanlılar çocuklarına
ormanları bırakmak, Avrupalılar ise ço^
çoklarına para bırakmak istiyorlar.”
_________________________
Hindistanlıların hayat
biçimlerinin bir hayat
kaynağı olan ormanların
korunması ile ne kadar
bağlantılı olduğunu göS'
termek istiyordu.
letlerin yükünü azalt­
mak için birçok büyük
işin toplumların kendi­
lerine onaylatılması ile
ortak hale geliyor.
Yapı sanatında ithal
modellerin uygulanma­
Batılı bilim adamları
yerliler tarafından bilinen doğal tecrübeleri anlayama­
kü bu sorumluluk, dev­
sı, doğal çevrenin yok olmasına ve büyük kaynakların
dılar; çünkü bu yerlilerin bilgilerini kaydettikleri ve ak­
tüketilmesine neden oluyor. İnsanların yerel kültürleri
tardıkları metodun kültürel yapısı farklıydı. Nesiller bo­
etkileniyor ve insanlar kendilerine uygun ev bulama­
yu gelişen hayat biçimleri, doğayı korumanın bu yerler­
maktan yakınıyorlar.
deki atalardan miras kalan bir uygulamalar, inançlar ve
İnsanlar tarih boyunca yaptıkları gibi, etraflarındaki
tabular sistemine dönüşmemesi halinde bugünlere akta­
çevreyi kullanarak kendilerine ev inşa edebilirler. Fakir
rılamazdı.
ülkelerdeki insanlar hala önemsenmeyecek derecede az
Viktorya gölünün güneyindeki Sokoma kabilesi, o t­
pahalara geniş, ferah evler yapabiliyor. Aynısı İskandi­
latma sürecine 30 ila 50 yıllık bir dönem içerisinde yön
navya ülkeleri gibi zengin ve ileri ülkeler için de geçer­
veriyorlar. Nijerya’nın Zaghawy kabilesi yağmur sezo­
li. Ancak, İslam dünyasında birçok ülke devletin ve
nunda develerini ve koyunlarını Büyük Sahra çölünün
toplumun kaldıramayacağı büyüklükte bedelleri olması­
yeşil arazilerine kaydırıyorlar, bunu birbirinden bağım­
na rağmen ev ve bölge planlamasında modern örnekle­
sız paralel yollardan yaparak geriye dönüşte sürülmemiş
re geçiş yaptı. Ürdün, GSMH’in yüzde 40’ını yapılaş­
arazi bırakmayı hedefliyorlar.
maya harcamasına rağmen halkının ev bulamamaktan
İran ve Afganistan yerlileri yerçekimine dayalı bir
en çok şikayetçi olduğu ülke konumunu sürdürüyor. Or­
sulama sistemine sahipler. Dağlardan ve ovalardan kay­
talama bir vatandaş ev bulamazken, yüksek pahalar bi­
nağını alan su karmaşık oyuklardan geçerek elde edili­
çilen yüzlerce ev boş duruyor.
yor ve bu sistem yüz yıllardır devam ediyor.
Oldukça lüks, gelişmiş bölgelerde insanlar evlerine
Karşılaştırılacak olursa, kapitalist ekonomi ve mo­
milyonlar harcarken, devlette de kamu binaları ve hiz­
dern tekniklerin ortaya koydukları projelerin birçok gö­
metleri için yüz milyonlar harcıyor. Yine de, doğa ve
rünmeyen zararı var. Bununla birlikte. Roma Kulübü
coğrafya ile tam bir uyum arz etmemeleri nedeniyle kro­
gibi organizasyonlar, büyük barajların inşaatının proje
nik sorunlar ve tam bir başarısızlık hali yaşanıyor. T ıb ­
plan aşamasında beklenmeyen, ciddi zararlara yol aça­
bi atık sistemi büyük oranda çalışmıyor; dolayısıyla da
bileceği konusunda uyarıyorlar. Bu barajlar geniş tarım
sokaklar kirli tıbbi atıklarla doluyor. Evler, yollar ve
ve yerleşim arazileri üzerine kuruluyor; topraktaki tuz ve
bölgeler arazinin coğrafi yapısı dikkate alınmadan vadi­
zehirli elementler suya karışıyor. Dolayısıyla, suyun te­
lere, dağ tepelerine ve ekilebilir araziler üzerine yapıldı­
Umran-Nisan -2002 73
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
ğı İçin yağmur ve seller evleri yok ediyor ve içindekilc'
Ürdün bu bileşikler ve ürünlerin ithalatı için yıllık
rin ölümüne sebep oluyor.
Bu yerleşim merkezleri ve şehirler, suyun nasıl veri'
sekiz milyon dolar harcarken Arap dünyasının bu bile­
leceği ya da toprağın tarıma mı inşaata mı uygun oldu­
du. Burada Arap dünyasının sağlık gereksinimlerinin
ğu dikkate alınmadan her yere kuruluyor. Sonrasında
yüzde 88’ini ithal ettiğini belirtmeliyiz.
şikleri ithalat miktarı ise beş yüz milyon doları buluyor­
ise devlet, su kaynaklarının da bu arazilerle birlikte tes­
Dr. El-Kudeh ve ekibinin tecrübesinde yeni olansa
limine ve yok olmasına; dolayısıyla yerli yerleşimcilerin
mevcut imkanların kullanılması ve sınırlı başarıların el­
hayatlarının olumsuz yönde etkilenmesine neden olu­
de edilmesidir. Doktora göre bu çalışma büyük mucize­
yor. Suyun pompalanması için muazzam miktarda para
ler için yapılan bir araştırma değil, çünkü o teknoloji­
harcanıyor ve dağıtımı için olağanüstü şebekeler kuru­
nin bir kurumlar ağı, bütün bir toplum ve hükümet ta­
luyor. Örneğin, Ürdün’de devlet su pompalama ekip­
rafından desteklenmesi gerekli olan gelişmeci, eğitsel
manı için gerekli olan yakıta otuz milyon dolardan faz­
ve deneysel bir süreç olduğunu düşünüyor.
la harcadı. Su işleri, neredeyse suyun yüzde 60’ının kay­
Basında Amerikan destekli bir Ürdün/Amerikan
bına neden olan erozyon yüzünden yaklaşık beş yüz mil­
şirketi tarafından hazırlanan bir eğitim ilanı bana cazip
yon doları sistemin tamirine harcadı. Kuyular, göller ve
geldi. Eğitim kampanyasının hedefi mesleklerin, en­
kanallar gibi geleneksel su kaynakları boru sistemleri­
düstrilerin ve becerilerin geliştirilmesi ve mükemmel­
nin daha rahat alternatifler olduğu düşüncesiyle göz ar­
leştirilmesi idi. Sloganı Peygamber’ in bir hadisi idi:
dı edildi. İnsanlar kendi geleneksel metotlarını unuttu­
“Allah hir işi mükemmel yapmanızı sever.”
lar, modem borularsa İhtiyaçlarmı karşılamaya yetmedi
Tanıtım “Gelin bunlardan birini bilin” başlığı altın­
ve su hem hükümet hem de kamuoyu için ürkütücü bir
da yapılıyor ve elli yıl önce babasından öğrendiği giysi
konu haline geldi.
yamama işinde uzmanlaşan Fuad Ağa adlı bir vatanda­
şın hayat hikayesi yer alıyordu. Bugün bu mesleği oğul­
Teknoloji N e Bir Gaye N e De Bir Mucizedir
larına ve ortakları olan kardeşlerine öğretiyor. Dahası
tanıtımda bu ailenin mükemmeliyet, samimiyet ve ça­
Üniversitelerde ve bilimsel kuruluşlarda görev yapan
lışma aşkı sayesinde fark edilip bu endüstride isim ve
on beş Ürdünlü bilim adamı ülkelerinde tıbbi bileşikler
şöhret yapmak için nasıl uğraştıkları da anlatılıyordu.
üretecek bir firma kurdu. Bilim ve Teknoloji Yüksek
Bunlar Japon aileler ile Suriyeli ve Mısırlı ve daha bir­
Kurulu tarafından desteklenen firma, diyabet, gebelik
çok Arap/İslam dünyasındaki tüccar aileler tarafından
ve kandaki mineral ve antikorların oranı ile ilgili araş­
bilinen teknik ve eğitim gelenekleridir. Bu gelenek sen­
tırmalarda kullanılan 127 bileşiğin üretiminde ISO
dikalar ve şirketlerin güçlerini artırmaları ve korumala­
rı için bir temel teşkil
9002 belgesini aldı. Bu
bileşikler tamamıyla ye­
rel
hammaddelerden
üretilerek Ürdün ve da­
ha birçok ülkede satışa
sunuldii.
Bu bilim adamların­
dan birisi Britanya’daki
Ümmet bugün büyük bir imkana sahip,
ancak ne gibi bir imkana sahip olduğunu,
ne istediğini ve bunları toplumun ve kurumların hareketleri doğrultusunda basit
bir sıraya tabi tutmasını bilmelidir.
Manchester Üniversite-
edebilir.
Bu kültürel kampan­
yada sunulan portreler
arasında en önemlisi
üniversitede
sosyoloji
bölümünden mezun ol­
muş genç bir bayanın
tecrübesi idi. O çalışma­
si’nden mezun olan Dr. Abdülhamid el-Kudeh idi. Dr.
larının kazandırdığı eğitsel ve sosyal kültür ile ataların­
El-Kudeh, Ürdün’de yetişen “El-Batam ve El-Balân”
dan kalan marangozluk tecrübesini birleştirmeyi başar­
adlı ağaçlardan diyabet tedavisinde kullanılan bir ürün
dı. Bugün, okullara ve eğitim kurumlarına çocukların
üzerinde araştırmalarda bulunmuş ve bunları yayınla­
kullanımı için sert tahtadan mamul ucuz eğitsel araçlar
mıştı. Bu araştırmalar yayınlandığında, Katar’dan El-
sağlıyor. Bu araçların yapımı için diğer tahta parçalar
Ümmet dergisi doktor ile kaynakların ve tıbbi teknolo­
ile birlikte atılan fazla tahta parçalarmı ve farklı mad­
jideki yerel imkanların yerinde kullanılması üstüne
deleri de topluyor. Yaratıcılık ve pedagojik, tıbbi ve psi­
uzun bir röportaj yaptı.
kolojik uzmanlıkları bir araya getirme konularında üni-
7 4 Ümran •Nisan >2002
1SL^M'1N GELECEK YÜRÜYÜŞÜ / GHARAYBAH
versitede yaptığı çalışmaları eğitsel tekniklerin evren­
dahalesi ile özelleştirme arasında bir denge noktasında
selleşmesi ve uygulanması için kullanıyor.
sağlayamaya çalışan endüstriyi teşvik etmelidir. Böyle­
Eğer başkalarının başarı öykülerinden de faydalana­
likle, özel sektör ve yerel yönetim kamusal ve ortak hiz­
bilirsek teknolojik gelişme açısından pek çok şey başa­
metlerde beraberce çalışarak idari ve yasal yapılanmayı
rılabilir. Biraz daha gayretle, bunlar genellenebilir; bu
sağlayacaktır. Zamanla, bu ortak çalışmalar teknik far­
sayede ulusal endüstriler ithal ürünler ile boy ölçüşebi­
kın kapanmasını ve toplumların daha ileri ve sofistike
lir ve onlardan daha iyi olabilir ya da en azından bu
projeleri sindirebilmesini beraberinde getirecektir.
ürünlere alternatifler üretmek için mevcut kaynaklan
ve imkanları kullanabilirler.
İlaç ve yiyecek üretim alanlarında Arap İs­
lam gerçeği gerçekten de
berbat ve bu durum cid­
di bir krizle sonuçlanabi­
lir. Yine de, bu gibi ge­
reksinimlerin birçoğunu
üretecek pratik ve müm-
Ümmet bugün büyük bir imkana/ fırsata sahip, an­
cak ne gibi bir imkana sahip olduğunu, ne istediğini,
________________________
neyi
İslam ümmeti bugün iletişim araçlarmı bir
yıkım ve yozlaşma aracı olmaktan çok ye­
niden diriliş ve yapılanma bağlamında ha­
rekete geçirecek bir enformasyon sistemi­
ne ihtiyaç duyuyor. _________________________
__________ ____
gerektiğini, neyi gerçek­
leştirebileceğini ve ger­
çekleştirebilecekleri ile
gerçekleştiremeyecekle­
rini ayırt etmesini ve bu
kabiliyetleri toplumun,
kurumların ve şirketle­
rin hareketleri doğrul­
kün olan çözümler mev­
cut. İşe ileri teknoloji ve sofistike vasıflar gerektiren fa­
gerçekleştirmesi
tusunda basit bir sıraya tabi tutmasını bilmelidir.
aliyetler ile başlamak gerekmez. Mevcut kaynaklar ithal
Kitle İletişim; Yeniden Diriliş
ürünlerin birçoğunu üretmemize yetecektir.
Arap üniversiteleri hızlı bir biçimde büyüyor. 90’la-
ve İlerleme için Bir Araç
rın başında sayıları lOO’ün altındaydı. 1994’te bugün sa­
yıları beş yüzü bulan 346 teknik enstitü vardı. Bu ku­
Kitle iletişim araçları son derece önemli. Kitle iletişimi
rumlar, artan öğrencileriyle giderek teknik gelişmenin
bütün kurumlarıyla özellikle uydu ve internet alanların­
merkezi olacaklar. Yine de, Arap araştırmacılar bugün
da muazzam ilerlemeler kaydetti. Bütün bir yeryüzü,
hala diğer ülkelerdeki meslektaşlarının ürettiklerinin
herhangi bir insana ses ve görüntü sistemleri aracılığıy­
yüzde lO’undan az üretiyorlar. Bu yalnızca tesislerin ve
la ulaşabilen ve dolayısıyla konferans müzakereleri ve
kurumların zayıflığıyla açıklanamayacak şaşırtıcı bir
bilgi alış-verişi ve neredeyse herkese eşit bilgi imkanını
mesele. Arap ülkelerinde bilimsel araştırmalara yapılan
sağlayan medya mesajları ve bilgiler ile çepeçevre du­
harcamaların milli gelire oranı son on yılda yüzde
rumda.
0,31’den 0,27’ye gerilerken, aynı dönemde gelişmekte
İslam ümmeti bugün bu kurumlan bir yıkım ve yoz­
olan ülkelerde bu oran yüzde 0,32’den 0,45’e çıktı; kal­
laşma aracı olmaktan çok yeniden diriliş ve yapılanma
dı ki İsrail’de bilimsel araştırmalara milli gelirin yüzde
bağlamında harekete geçirecek bir enformasyon siste­
3’ünden fazlası harcanıyor.
mine ihtiyaç duyuyor. Medya çalışmaları ile İslami da­
Arap dünyasının büyük yatırımlar rüzgarına ve fab­
vet arasında bir bağlantı olmak zorunda ki böylelikle in­
rika yapımlarına ihtiyacı yok; onun yerine enstitülerin,
sanlara, mevcut kaynakları ve kabiliyetleri harekete ge­
mevcut kuramların kazandırdığı veya ailelerden geçen
çirebilmeyi ve tüm enerjilerini yapılanma ve gelişmeye
bilgi ve becerileri değerlendirecek küçük ve orta ölçek­
yönlendirmelerini sağlayacak biçimde etki edecek bir
li girişimlere ihtiyacı var. Hükümetlerin bu gibi girişim­
biçimde davete uygun mesajlar verilebilsin.
leri finanse etmesi ya da endüstriyel üretim ve imkanla­
Kitle iletişim araçlarının yeniden yapılanma ve diri­
rın geliştirilmesi için yerli kaynak arayışında olan şir­
liş ağında doğru bir yere otunnası için aşağıdaki şartlar
ketlere, kredi ve değerlendirme kuruluşlarından akredi-
gerekli:
tasyon sağlanması için yardımcı olması gerekir.
1-Geniş Kapsamlılık:
Büyük umutlarla başlanan birçok proje ileri tekno­
Verilen mesajlarda, medyada ve muhatap dinleyici
lojiyi zorla yakalamak hırsı nedeniyle başarısızlıkla so­
ve seyircilerde geniş kapsamhiık şart. Medya çalışması
nuçlandı. Aynı zamanda, toplum çıkarlarını devlet mü­
formülleri ve çeşitli metotları içine alan entegre bir sis­
Umran-Nisan >2002 75
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
temdir. Ayrıca ekonomi, politika, kültür, gelişme, nü­
fus, vb. alanlarda eğitim, ilgi ve kapsayıcılık geniş ölçü-
9- Geçiş:
a- İşin safhalarını belirlemek ve anlamak ve tedrici
lerde olmalı.
2-Görecelik:
ve üst üste gelen ilişkilerini sindirebilmek,
a' Doğru ve yanlışın göreceliği daha doğrunun, yan­
lışın ve mükemmelin varlığı anlamma gelir. Birçok
leri ile gereklerini belirlemek gerekir.
doğru şey olabilir ve yine yanlış şeyler kendi aralarında
farklı sıralanabilir. Bu, birbirinden ne kadar farklı olur­
sa olsun, değişik fikirlere ve bakış açılarına yer vermeyi
gerekli kılar.
b- Performans, başarı ve mükemmeliyetteki görece­
lik, ulaşılması zor hatta imkansız bir amaç olarak, de­
vamlı bir şekilde en doğru ve mükemmel için araştırma­
b- Her bir safhaya uygun hareket etmek ve öncelik­
1 0 -Denge:
a- İhtiraslar ile imkanlar arasında,
b ' Nelerin değiştirilmesi ya da gerçekleştirilmesi
gerektiği ile nelerin değişebileceği ve gerçekleşebileceği
arasında kurulmalıdır.
11Dost ve taraftar kazanmak için çabalamak, düş­
manları nötralize etmek ya da en azından düşmanlık­
larından sakınmak (bu hükümetler ve toplum düzeyinde
yı ve sürekli en doğruyu ve en iyiyi kovalamayı gerekli
Batıyı da içine alıyor) gerekir.
kılar.
3-
sanması, genellemeden ya da kesin destek veya
12- Konuların ve hadiselerin detaylı bir şekilde kapBirikim, Sindirme ve Yaratıcılık:
Geçmiş ve şimdiki medya programları ve alanları
muhalefetten uzak bir şekilde gereklidir.
13- Hükümetleri, kurumlan ve bireyleri suçlamalar­
hakkında gözlem ve takip yapabilmek için bilgi sahibi
olmalıyız ki; böylelikle kendi medya programlarımızı
üretebilir, bütün medya projesini geliştirebilir, eksiklik­
maktan sakınmalıyız. Bu analiz ve çalışmalarımızda
leri tamamlayabilir, gerekleri karşılayabilir ve diğerle­
eleştiri ve muhalefeti engellemez.
rinden kendimizi ayırt edebiliriz.
4- Entegrasyon ve Koordinasyon:
14' Mümkün olduğunca gerçeklere, tüm kaynaklar­
dan gelen bilgiye ve istatistiğe, özellikle de tarafsız olan­
Diğer kurumların icraatlarını, rollerini ve görev­
la, hakaretlerle ve yaralanmalarla karşı karşıya bırak­
lara dayanmak gerekir.
15-
Bütün dünyayı ilgilendirecek ölçüde önemli
lerini belirlemek ve kitle iletişim araçlarını kamu hiz­
meti bağlamında bir yere oturtmak bizi tekrardan,
konular mevcut. Bu konular geleceğin uluslar arası iliş­
ikilikten ya da bir boşluğun veya eksikliğin ortaya çık­
masından alıkoyacaktır.
kilerini ve hatta savaşları yönlendirebilirler. Çevre,
nüfus, yerleşim, kültürler ve insan kaynaklan bu konu­
5- Uzmanlaşma:
a- Uzmanlaşmanın gereklerini karşılamak için
çabalamak gerekli.
Janerio’daki Yeryüzü Toplantıları(1992), Kahire Nüfus
b- Rollerin ve görevlerin dağılımı yeteneklere ve uz­
manlıklara göre yapılmalı.
6- Sürekli Bir Bilgi, Haber ve Teknoloji Akışının Dik­
lara bazı örnekler teşkil ediyorlar. Bu konularda Rio de
ve Gelişme Konferansı (1994), Kopenhag Sosyal Kalkınma(1995) ve İstanbul Yerleşim ve Konut(1996)
toplantıları gibi dünya çapında toplantı ve konferanslar
yapıldı.
katle Takip Edilmesi:
Bu sürekli değişimlere karşı sürekli bir eğitim ve
uyum çalışmasını ve bu alanlarda doğru ve kapsamlı bil­
Bilgi Çağında Islami Davet
gi sahibi olunmasını gerekli kılar.
7- Gelişmelerin Sürekli Olarak Geleceğe Dönük
Liderler, düşünürler ve diğer pek çok kişi, bilgi ve
Düşünülmesi:
Politika, teknoloji, medeniyet ve toplumlar dikkate
mide, ticarette, hayatta ve değerler sistemlerinde
radikal değişikliklere yol açacak yeni bir döneminin
alınarak insanların hayatlarındaki, ekonomindeki ve
eğitimdeki ya da “bilgi çağı” veya “bilgisel medeniyet”
başında olduğumuzu düşünüyor.
Bu değişiklikleri öngören çalışmalar insanların
denilen dönemdeki değişimlerin değerlendirilmesi
yoğun ilgisiyle karşılaştı. Bunlar arasında en çok bili­
sayesinde mümkün olur.
8- “Öteki”ni, onun düşüncelerini, kurumlarını,
neni Alvin ToffIer’in Üçüncü Dalga’siydi. Bu kitabın
birinci baskısı on milyondan fazla sattı. Yazar insanlığın
programlarını ve davranışlarını onunla düzenli temas
kurarak, tercüme, koordinasyon, sindirme ya da kar­
tarım ve endüstrileşme aşamalarından sonra üçüncü bir
aşamaya doğru ilerlediğine inanıyordu. Bu yeni dönem
şılaşma yoluyla dikkate almak gerekir.
öncekilerden radikal bir biçimde farklı yeni hayat ve
7 6 Ümran •Nisan »2002
haberleşme teknolojisinin güç dengelerinde, ekono­
İSLÂM’IN GELECEK YURLrtTJSLI /GHARAYBAH
topluluk modellerini içine alacak, diyordu.
Japon sosyolog, Younigy Musuda “Bilgi Toplumunun
en karmaşık ve ileri seviyelere kadar bir dizi alanlarda
kendisini gösterdi.
Geleceği” adında bir kitap yayınladı. Musuda, amaçlan
ortaya koyan ve bireyler, toplum ve kurumlar arasın'
ekonomik, sosyal ve bilimsel hayatlarını yeni boyutlara
daki ilişkileri kontrol eden yapısı, sistemleri, kurumlan,
taşıyacak. İnsanların hayatlarının bazı kısımları önemi­
bireylerin ve yöneticilerin rolleri, değerler sistemi ve
ni yitirecek onların yerine yenileri gelecek; örneğin
kriterleri ile yeni bir Japon toplumu öngörüyor.
Kuveyt’te Kültür ve Sanat İşleri Ulusal Konseyi Dr.
Nabîl Ali imzalı “Araplar ve Bilgi Çağı” adlı bir kitap
yayınladı. Ali, İslam ümmetinin bilgi çağında buharlaş-
Bu
yeni
teknolojik
uygulamalar
insanların
yönetim, ilişkiler, değerler, kurumsal ve sosyal yapılar,
yasalar ve sistemler form değişikliğine uğrayacak.
İşin yapısı ve önemi değişime uğrayacak. Örneğin,
ABD’de yirminci yüzyılın başlarında sektörel dağılım
ma ve yok olma tehlikesi yaşayabileceğini ya da iler­
leme ve yeniden diriliş sorunlarıyla karşılaşacağını
şöyleydi: Enformasyon hizmetleri %8, endüstri %16,
düşünüyor.
Şimon Perez İsrailli liderler arasında yeni bir döne­
oranı yüzde 40’a ulaştı( Tarımdan endüstriye geçiş).
min gereklerini en iyi kavrayan lider durumunda. Çalış­
malarından bazıları şunlar: “Yeni Bir Dönem”, “Geriye
Dönüş ve Cahilleri Bağış Yok”, “Ortadoğu Mareşali”,
“21 .yüzyılın Başında İsrail” ve ünlü kitabı “Yeni Or-
tarım %42. 1940’larda endüstri sektöründeki işgücü
1980’de işgücünün sektörel dağılımı endüstriden enfor­
masyon hizmetlerine olan geçişten ötürü enformasyon
hizmetlerinde %45, endüstride %20 ve tarımda %4 idi.
Enformasyon hizmetlerinde yer alan işgücü bil­
tadoğu”. Bu kitabında Ortadoğu’daki hayat ve ilişkiler
gisayar endüstrisi, haberleşme, yayıncılık ve kitle
için son değişikliklere dayalı yeni bir anlayış geliştiril­
mesini öneriyor. Washington Deklarasyonu(Ürdün-İs-
iletişim, planlama ve yazarlık gibi alanlarda iş anlamına
geliyor.
rail Anlaşması)’nun ardından Perez’e “İsrail’in Büyük
İşgücünün dağılımı, değişen işler ve gereklilikler
İsrail projesinden vazgeçip geçmediği” sorulduğunda
için uygun eğitim ve deneyim eğilimlerini etkileyecek­
Perez, İsrail’in yalnızca coğrafi anlamda vazgeçtiğini,
teknik ve ekonomik anlamda vazgeçmediğini belirtmiş­
yüzde 30’u bilgisayar kullanmasını bilmedikleri için ter­
ti.
fi ettirilmediler.
İnsanoğlunun kültürel hareketi avlanma ve otlan­
tir. Örneğin, Avrupa ve Amerika’daki yöneticilerin
Bilgi teknolojisi bilgiye ulaşmayı kolaylaştıran
madan tarım hayatına geçişiyle başladı. Bu istikrara,
olağanüstü bir bilgi akışı ya da “bilgi patlaması”na
köylerin kurulmasına, şehirleşmeye ve medeniyetlerin,
neden oldu. Bir yılda, yüz milyondan fazla sayfa
yasamanın, düşüncenin ve felsefenin ortaya çıkışına yol
açtı. İnsan kuvvetinin eksenini aklı, sezgisi, cesareti ve
basılıyor. Bu her alanda birikmiş büyük bir bilgi yığını
fiziki dayanıklılığı oluşturuyordu. İnsanlık, matbaanın
Siriger, atomun bir parçası olan mesonlar hakkında
ve buhar makinesinin daha sonra da on yedinci yüzyıl­
da endüstri devriminin keşfine kadar yedi bin seneden
yazılanların tamamını okumanın imkansız olduğu
fazla bu şekilde yaşadı. Medeniyet, hayat ve ekonomi
makinenin askeri üstünlüğün ve üretimin ölçüsü olması
anlamına geliyor. Nobel ödüllü bilim adamı Emilio
kanaatine varmıştı.
Bu akım bilimde ve bilgi/enformasyonun diğer alan­
larında öylesine değişikliklere yol açtı ki, bireysel ve
ile birlikte değişim yaşadı.
1948’de ilk bilgisayarın ortaya çıkışundan 80’lerin
kurumsal planda sürekli bir eğitim ve yeniden uyum
sonlarına kadar, yalnızca 40 yıllık bir dönemde, tek­
noloji dönüşümü ve enformasyon devrimleri meydana
Bilginin uydular ve medya ağları yoluyla yaygınlaş­
geldi. Endüstri ve ticaret yeni boyutlar kazandı. Bilgi
endüstrisinin ürünleri olan “bilgisayar, haberleşme ve
süreçlerini mecburi kıldı.
ması ve ulaşılabilirliği sayesinde sansür ve bilgi satışı
son derece zorlaştı hatta imkansızlaştı. Bu belki de, eski
kitle iletişim araçları” tarihte “trilyon”luk bir değere
Sovyetler Birliği’nde ve Doğu Avrupa’da demokrasiye
sahip ilk endüstriyi ortaya çıkardılar.
Bilgi endüstrisinin uygulamalan fabrikalar, evler,
ve açıklığa geçişin de açıklaması olabilir.
idari ofisler, uzay mekikleri, sınıflar ve kumanda odaları
Gelecekte ise, bir sosyal kriter, ilerleme ölçüsü ve,
gibi her alanda ve hayatın her yönünde üstün gelmeye
başladı. Bu uygulamalar en küçük beceri seviyelerinden
ekonomik kaynak halini alacaktır. Bu yüzden, entelek­
çeviri, kartografi, kendi kendine eğitim ve reklam gibi
bilimsel doğruluk gibi değerlere vurgu artıyor.
Bilgi bugün gücün en temel kaynağı durumunda.
tüel haklara saygı, istatistiki bilgilerin korunması ve
■
Ümran-Nisan -2002 7 7
OLUŞUMUNDA |
İSLÂM'IN ROLÜ
Abdurrahman Bedevi ■
Ab. '
^- ^
‘RUHUNU DEĞİŞTİR; TARİHİN DEĞİŞİR’
ABDULLAH YILDIZ
Esas olan: İn sa n ı in ş â e t m e k .
(M onteigne)
İslâm: Tevhid ve Vahdet
sağlıklı bir denge kurar.
İslâm dininin bütün ibadet prensipleri tevhîd ve
slâm, üç çeyrek asırda, Atlas okyanusundan
vahdeti; birlik, kardeşlik ve dayanışmayı âmirdir. Bir
Ç in’e kadar egemen olduğu coğrafyada yepyeni
‘tevhîd eylemi’ olan namazla, günde beş kez, dünyanın
bir hayat tarzı ve bir medeniyet inşa etti. Bu in^
her köşesinde, aynı anda aynı kıbleye yönelen mil­
şa sürecinde dört büyük uygarlığın birikimini bir pO'
yonlarca müminin kalbi hep birlikte çarpar. A llah’ın
tada eritmeyi ve ona kendi damgasını vurmayı başar-
verdiği nimetleri yine Allah için harcayarak arınma­
dı. İslâmiyet, bütün kitabî ve nebevî geleneği kuşa-
yı amaçlayan zekât ve infak kurumu, gelir dağılımın­
I
tan, tashih ve tasdik eden, aralarında hiçbir fark gö-
daki dengesizlikleri asgariye indirerek birlik ve daya­
zetmeden hepsine imanı emreden *tevhîd dinV ola­
nışmayı gerçekleştirir. Yalnız Allah için yapılan bi­
rak her alanda birliği gerçekleştirdi.
reysel bir arınma ve nefis terbiyesi ameliyesi olan
“Deyiniz ki: Biz Allah’a; bize indirilene; İbrahim'e,
oruç ibadeti. Ramazan ayında bütün müslümanların
İsm ail e, îshak’a, Ya’kub’a ve esbât’a indirilene; M u­
iştirakiyle gerçekleşir ve karşılıklı merhamet, sabır ve
sa’ya, İsa’ya ve diğer peygamberlere Rableri tarafından
yardımlaşma duygularmı harekete geçirir. Hac fariza­
verilene iman ettik. Onlardan hiç birini diğerinden farklı
sı, bütün dünya müslümanlarının itminan, heyecan
tutmayız- Biz ancak Allah’a boyun eğen Müslümanlar-
ve coşku dolu bir ortamda gerçekleştirdikleri yıllık
danız.” (2/136 ve 3/84)
müşavere ve muhavere toplantısıdır. Dünyanın dört
İslâmiyet, tevhîd ve vahdet dinidir: Allah’ın aş-
bir yanından gelen Müslüman düşünürler, alimler,
kinliği ve birliği (tevhîd) İslâm dininin en temel esa­
yöneticiler ve sade insanlar açısından renklerin, kül­
sıdır: “Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilahlar ol­
türlerin ve fikirlerin harman olduğu hac mevsimi, ay­
saydı, m uhakkak göklerin de yerin de düzeni bozulurdu. ”
nı eksen (Kâbe) etrafında dönen büyük bir ümmetin
(21/22) V e Kur’ân, “kendini yeterli (müstağni) gören
parçası olma bilincine ermenin de eşsiz bir fırsatıdır.
insanı” (96/6-7) inkârcı sayar. İslamiyet’in aşkınlık-
Hz. Peygamber’in (s) Medine’de inşa ettiği örnek
tan sonra ikinci esası ümmet’tir: İslam, birlik dinidir;
toplum her alanda tevhîd ve vahdet’i esas aldı. Roger
parçalayıcı kavim/ulus anlayışına karşın, birleştirici
Garaudy ‘Medine Toplumu’na yön veren temel
ümmet anlayışmı getirir. B ir olan Allah’ın aynı ga­
prensipleri şöyle formüle eder: ı
ye için yarattığı tüm insanlar birlik olmalıdır.* En
Ekonomi planında: Tek sahip Allah’tır.
genel anlamda “Bütün ihsanlar tek bir ümmetti.”
Siyaset planında: Tek hükmeden Allah’tır.
(2/213) diyen Kur’ân, herkesi “Allah’ın ip f’n e sarıl-
Kültür planında: Tek bilen Allah’tır.
maya(3/103), “iyiliği emreden, kötülüğü men eden ha­
Bu ilkeler, Allah’tan başka ilâh ve rab tanımayan,
yırlı bir ümmet” (3/104,110) olmaya çağırır. Ümmet
özgür, üretken, katılımcı, paylaşımcı, adil, muvahhid
prensibi her türlü ferdiyetçiliği mahkum eder. Üm ­
ve müttehid bir ‘m od el toplum ’a, İslâm ümmetine
metin genel çıkarları ile bireysel çıkarlar arasında
vücut verdi.
Ümran ■Nisan •2002 7 9
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
Kesrete Rağmen Vahdet
nın şehirli medeniyet dairesine girmek için tercih et­
Sonraki nesillere yüzyıllar boyu örneklik teşkîl eden
dinlerin hayat sürdüğü yerlerde bile yayılmakta zor­
A si'i Saadet’in îslâm toplumu, Dört Halife döne^
lanmadan büyük ilerlemeler kaydeden İslâm, esaslı
minde dinamizmini ve vahdetini pekiştirip geliştirdi
medeni-kültürel avantajlara sahip olduğu için 19.
ise de, Sıffin savaşıyla rü^d’ünü yitirmeye başlayarak
yüzyıla kadar hep rakipsiz kaldı. Avrupalıların,
tiği mükemmel bir model oluşturuyordu. Diğer büyük
bölünme sürecine girdi- Ancak, bazı iç sorunlara rağ­
önemli sömürge bölgelerini, örneğin Hint ticaret yo­
men, tek bir devlet çatısı altında büyük oranda birli­
lunu ele geçirirken mücadele ettikleri şey de, yine İs­
ğini koruyan ve medeniyet planında göz kamaştırıcı
lâm’ın gücü ve Eski Dünya idi.4
ürünler ortaya koyan İslam toplumu, birçok devlete
Ü ç büyük Müslüman imparatorluğun (Osmanlı,
bölünmesinden sonra bile, hem ilmi ve kültürel üret­
Safevi, Moğol) egemen ve etkin olduğu 16-18. yüz­
kenliğini sürdürdü hem de ümmet bilinci ve Hilafet
yıl, kuvvetli müesseseler, kendilerine güveni olan bir
kurumunun da etkisiyle îslâm birliği idealini diri
entelektüel hayat ve hepsinden de önemlisi estetik
tuttu. Bernard Lewis’in^ vurguladığı gibi, yaklaşık
yaratıcılık dönemi şeklinde tanımlanır. 1700’le bir­
olarak onüç yüzyıllık varlığı boyunca H ilafet birçok
likte her üç imparatorluğun sosyal ve kurumsal yapı­
iniş ve çıkış yaşadı, ama Müslümanların birliğinin
ları da zayıflar ve bir müddet sonra çöküntü alamet­
güçlü bir sembolü, hatta kimliği olarak hep ayakta
leri görülmeye başlar. Aynı dönemde Batı Avru­
kaldı.
pa’nın gerçekleştirdiği ‘Büyük Modern Dönüşüm’ün
Modem zamanlara kadar İslam medeniyeti şöyle
tesirleri ise, sadece Avrupa’da değil bütün dünyada
veya böyle bir birliğe sahip oldu; çünkü Müslümanlar
görülür. 1800’lerden itibaren dünya hakimiyeti artık
birbirleriyle ve kurucu idealleriyle bağlarını bir bi­
Müslümanlarda değil AvrupalIlardadır. Bu durum
çimde korumaya sürekli gayret ettiler. Çağlar boyun­
Müslüman dünyada yıkıcı etkiler meydana getirir:
ca Müslümanlar ortak bir hareket noktasını, ortak
Müslümanlar için keskin bir manevi yenilgi, Avru-
bir sözcük dağarcığını ve temel meseleleri tartışacak
palılar içinse özgüvenlerini kazanmalarıdır sözkonusu
bir ortak dili hep paylaştılar.^ Asırlar boyunca İsla­
olan.5 Osmanlı elitlerinden başlayarak bütün bir İs­
miyet, dağınık topluluklar arasmda sadece dinî değil,
lâm dünyasını kuşatan bu yenilgi psikolojisi, Osman-
aynı zamanda sosyal bağlar ölçüsü olmayı sürdürdü.
lı İmparatorluğu’nun tarih sahnesinden silinmesi ile
Bu yolla İslam, ortak bir dünya düzeni kurmaya di­
daha bir dramatik hal alır.
ğer ortaçağ toplumlarına göre daha çok yaklaştı. Ü n ­
Hilafetin, “emperyalistler ve yerli modernistlerin
lü seyyah İbn Batuta’nın belirttiğine göre, bu dönem­
çifte saldırısıyla ortadan kaldırılmasının etkileri, bü­
lerde “Müslüman bir fert, Fas’tan Ç in ’e kadar her
tün müslüman âleminde hissedilir.”^ İslam ümmeti,
yerde vatandaş olarak kabul görüyordu.” 11. yüzyıl­
klasik tabirle ‘imamesi kopmuş teşbih taneleri gibi’
dan 19. yüzyıla kadar İslâmiyet, Eski Dünya halkları­
dağılır, parça parça emperyalist güçlere yem olur.
8 0 Ümran‘ Nisan >2002
RUHUNU DEĞIjlTİR /YILDIZ
Ümmeti oluşturan toplulukları birbirinden ayıran
gün -her şeye rağmen- birleşme çabalarını ve müslü-
sun’i sınırlar emperyalistler eliyle çizilip kalınlaştın-
man halklar arasındaki diyaloğu canlı tutabilmekte­
lirken; yine onların marifetiyle İslâm coğrafyasına
dir. Müslümanlar arasındaki dayanışma ve işbirliği
yerleştirilen ulusal'seküler kurumlar hem ümmet bi­
çabalarının hem dini düzlemde, hem de siyaset ve
lincini hem de tevhidi duyarlılığı törpüledikçe törpü­
kültür düzleminde giderek etkili olmaya başladığı
ler.
söylenebilir. Müslümanların hayallerini süsleyen
‘‘barışçıl ve kardeşçe duygular taşıyan otantik Islâmi
Yeniden Birlik Çabaları
bir ümmet imajı”^ günümüzde her zamankinden da­
ha fazla ciddiye alınır olmuştur. Uzun süredir tarih
19. yüzyıl ortalarından itibaren Islâm dünyasına adım
sahnesinin geri planında sürgün tutulan İslâm âlemi,
adım yerleşen sömürgeciliğin iki dünya savaşı arasın­
bugün potansiyel birlik imkanları, dinamizmi ve can­
da tasfiyesinden sonra İslam dünyasının her köşesin­
lılığıyla tarihteki yerini almaya tekrar aday görün­
de % irleşm e refleksi'*nin yeniden harekete geçtiği­
mektedir. İslam ülkeleri arasındaki ayrılıklar ve
ne tanık olunur. Esasen, 1. Dünya Savaşı’na tekad-
ulusal/etnik^* farklılıklar, en az emperyalistlerin
düm eden çeyrek asırda Sultan II. Abdülhamit’in
aralarına çizdiği sınırlar kadar yapay ve aşılabilir tür­
olağanüstü gayretiyle temelleri atılan İslâm Birliği
dendir.
(pan-İslamizm) akımının sadece Hint alt kıtasında
Lewis’in tesbit ettiği gibi, Batı dünyasında, toplu­
değil, Kuzey Afrika’dan Orta Doğu’ya ve Uzak Do-
mun temel birimi, alt birimlerinden biri de din olan
ğu’ya kadar tüm İslâm dünyasında ciddi dalgalanma­
ulus’tur; ancak Müslümanlar, din’i ulus’un alt birimi
lar meydana getirdiği, savaş sonrasında Hilafet’in il­
olarak görmek yerine, ulus’u din’in bir alt birimi ola­
gasının da bu vakıayla doğrudan ilintili olduğu hatır­
rak görürler. Modem döneme kadar yani Avrupa
lanırsa, II. Dünya Savaşı’nın hemen akabinde böyle
kavramları ve kategorilerinin hakim olduğu döneme
bir gelişmenin yaşanmasının tesadüfi olmadığı görü­
kadar, İslam yorumcuları neredeyse her zaman rakip­
lür. Hilafetin tasfiyesinden sonra, Osmanlı coğrafya­
lerine, ülkesel veya etnik durumları gözardı ederek
sında yaşayan toplumlar başta olmak üzere, bütün İs­
‘ka/îr’ diye hitab ederken kendi taraflarına asla Arap
lam dünyası kan, gözyaşı ve baruttan başka bir şey
veya Türk diye hitab etmediler; bilakis kendilerini
görmemiştir.
^Müslüman’ olarak tanımladılar. Dahası İslam dün­
Sömürge döneminin acı tecrübelerinden sonra,
yasındaki zengin tarih yazımı geleneğinde “İslam
aralarındaki işbirliği bağlarını güçlendirmeye her
devletinin ve toplumunun, hanedanların, şehirlerin
şeyden çok ihtiyaç duyan Müslüman devletlerin ön­
tarihleri vardır, ama Arabistan’ın, İran’ın veya Tür­
celikli hedeflerinden biri îslami da^ıanı^ma’dır artık.
kiye’nin tarihleri yoktur.”® Bu nedenledir ki, ümme­
19701i yıllarda varlığını hissettirmeye başlayan İs­
tin birliğini parçalamak amacıyla emperyalistler eliy­
lam Konferansı Örgütü ve ona bağlı kuruluşlar, bu­
le kotarılmaya çalışılan ‘Türle İslâmî’, ^Arap İslâmî’
Ümran-Nisan -2002 81
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
veya *îran İslâmî* gibi zorlama ve sun’i oluşumlar
da boy göstermesini şimdilik ertelemektedir. Ancak,
ümmetin ma’şerî vicdanında ma’kes bulamamakta^
ümmet bilincini tetikleyecek ciddi ve kararlı bir çı­
dır. Hasılı, bugün Müslüman topluluklar arasındaki
kışın, kısa zamanda çok büyük neticeler hasıl etmesi
sun’i sorunlar, sanıldığından daha kolay halledilebi'
kaçınılmazdır. Şu aşamada rafa kaldırılmış gibi gözü­
lir ve birlik yolunda gösterilecek çabalar beklenilen­
ken Türkiye (Erbakan) liderliğindeki D '8 Proje-
den daha hızlı semere verebilir.
si’nin 1996-1997’de İslam dünyasında meydana ge­
Bu bağlamda, Sourdel, Cuayyıt ve Cabiri’nin
tirdiği heyecan dalgasına karşın Batı dünyasında
“Arap Birliği” çabalarının altında yatan kadim üm­
“Osmanlı’nın geri dönüşü” biçiminde algılanması ve
met bilinci ve 'pan-İslamizm.’ eğilimlerine yaptıkları
‘yerel’ - ‘küresel’ 28 Şubat sürecinin bu gelişmelerle
vurgu da önem arzeder: Sourdel’e göre, Osmanlı
ilintisi de bu bağlamda hatırlanmalıdır. Bütün bun­
Devleti’nin 1. Dünya Savaşı ile parçalanmasından
lar, İslâm âleminin potansiyel düzlemde ne kadar
sonra Ortadoğu’da kurulan devletler, Hilafetin de
güçlü bir ümmet birliği refleksine sahip olduğunun
*pan'tslamizrn*in de parçalanmasını ifade ediyordu;
kanıtıdır.
ancak, İslâm’ın sosyal ve siyasal dayanışma duygusu
Ihyâ ve Tecdîd H areketleri
*pan'Arahizm^ içinde yeniden doğuyordu ve bu duy­
guyu ortadan kaldırmak imkansızdı.^ Çağdaş Arap-İslâm Düşüncesinde Yeniden Yapılanma isimli eserinde,
"Ruhunu değiştir; tarihin değişir/* Çağımızın bü­
son yüzyılda ortaya çıkan Araplık'm İslam ile ilişkisi­
yük Müslüman düşünürlerinden üstad Malik Binne-
ni tartışan Cabiri’nin ak­
tardığına göre, sosyalist
Arapçılığıyla
tanınan
Michael Aflak bile (son­
radan müslüman olduğu­
nu, ama medyanın bunu
duyurmadığını belirtir),
“İslâm
olmadan
Arap
bi, bu ‘ulvi kanun’u ha­
Uzun süredir tarih sahnesinin geri pla­
nında sürgün tutulan Islâm âlemi, bugün
potansiyel birlilc imkanları, dinamizmi ve
canlılığıyla tarihteki yerini almaya tekraL
aday görünmektedir.
______________________
________________________
milliyetçiliğinin içi boş
tırlatarak İslam dünya­
sının dirilişinin ve ye­
niden tarihe yön veren
bir ■aktör olarak geri
dönebilmesinin ancak
deruni bir değişimle
g e rç e k le ş e b ile c e ğ in i
vurgular.
O na
göre,
bir kalıp olarak kalacağını” vurgulamış; dahası, “sö­
ümmetin dirilişi, Kur’ân’ın vaz’ ettiği bio-historik
mürgeciler tarafından Arap ülkelerinde gündeme ge­
(biyolojik/tarihsel) formülün uygulama planına kon­
tirilen laikUk’in ümmet geleneğini unutturarak Batı
masıyla mümkün olacaktır:
kültür ve medeniyetini yerleştirme planına hizmet
eden bir aldatmaca” olduğunun altını çizmişti, lo Cu-
“Bir millet kendi derunî hâletini de^ştirmeden Allah
onun hâlini de^ştirmez- ” (13/11)
ayyıt ise, geniş İslam coğrafyasındaki her bir bölgenin
Binnebi, bu değişimin ilk adımının da “İslâmi­
İslâm’ı yaşama tarzının farklı olmasına ve hatta aynı
yet’i Müslümanlara yeniden anlatmak” olduğunu
dili konuşan Arap ülkeleri arasında gözle görülür bir
s ö y le r.
Zira Müslüman toplumlar, hâlâ müstemleke
birlik kurulamamasına rağmen, eski ümmet anlayışı­
dönemlerinin derin travmatik izlerini taşımakta ve
na karşılık gelen bütüncül bir İslâm ideali’n in varlığını
uzun süre sömürge yönetimi altında kalmanın düşün­
sürekli koruduğunu belirtir. Bu bağlamda Filistin so-
ce ve duygularında meydana getirdiği kimlik sorunla­
runu’nun Arap dünyasındaki birleştirici etkisine dik;
rını yaşarnaktaydılar. Bütün bunlar Müslümanları si­
kat çeker: Ona göre, Arap âlemi, Filistin meselesini
yasal planda vahdet’ten; akîde planında da tev-
kendi özel davası haline getirerek dış dünyaya karşı fi­
hid’den hayli uzaklaştırmış bulunmaktaydı.
ilen bütüncül bir cephe oluşturabilmiştit.ıı
19. ve 20. yüzyılda Batılı sömürgeciliğin askeri ve
Buna rağmen, bugün İslam ümmeti idealinin
kültürel saldırıları sonucu birliğini ve bağımsızlığını
kuvveden fiile geçirilebilmesinin önündeki dahili so­
büyük oranda yitiren Müslüman dünya, bir yandan
runlar ve özellikle harici engeller, Müslüman dünya-
bu aşağılayıcı yenilgi ve esaret zincirini kırmaya çalı­
‘ nın önemli bir güç merkezi olarak uluslar arası arena­
şırken, öbür yandan da diriltici ihyâ ve tecdîd çaba­
8 2 Ummn •Nisan •2002
RUHUNU DEĞŞİTİR/YIIDIZ
larını aralıksız sürdürme gereğini duydu. Afganî’den
anlayışlarını, İslâmî ilkelerini, geleneklerini, kendi
Abduh’a ve Reşid Rıza’ya, Bin Badis’ten Ikbal’e ka­
ruhlarını ve ideallerini bütün temizlik ve saflığıyla
dar pekçak sima, İhvan’dan Cemaat-i îslâmi’ye ve
muhafaza ediyor. Onun sayesindedir ki, onarılması
Nahda’ya kadar bir çok hareket sözkonusu tecdid ça­
ve giderilmesi mümkün olmayan bir ahlaki ve top­
balarının güçlü temsilcileri olarak hatırlanabilecek-
lumsal çöküşe hiçbir zaman kendini kaptırmıyor.”
lerden sadece bir kısmıdır. İslam dininin kendi kül­
tür köklerini muhafaza etmek kaydıyla, değişen haya­
Yolların Ayrıhş Noktası ve
ta tekabül edecek biçimde yeniden düzenlenmesi
Rûhun Derinliklerinde Uyanış
(tecdîd) halinde daha saf ve güçlü bir hale geleceği­
ni savunan Abduh; İslam’ın, tarihsel süreç içerisinde
Konuya yine Said Halim Paşa’nın bir mukayesesiyle
devamlı gelişen ve değişen bir topluluğun sürüp gi­
devam edersek: Batı dünyası için “H er yol Roma*ya
den temel dayanağı olduğunu söyleyen İkbaU^ yg
gider**se, İslam dünyası için de "H er yol Mekke*ye
ğerleri; İslâm dininin aynı dinamik ve evrensel ka­
gider**. Yani bu iki dünyânın her birisi başka bir yol,
rakterine vurgu yapıyorlardı: Tevhîd ve vahdet!
başka bir yön, başka bir talih izlemeye ve insanlığın
ve başarısızlıkları söz konusu edilebilir. Mesela, üstad
genel evriminde, her biri başka başka hareketler yap­
maya mecburdur.‘7
Fazlurrahman’ın belirttiği gibi, bazı ‘^yeniden diriliş'
21. yüzyıla girerken, yolların ayrılış ^çizgilerinin
çi** hareketlerin, Müslüman kitleleri şevkle tekrar İs­
daha bir belirgin haîe geldiği. Batı ile Doğu, Avrupa
Elbette ihyâ ve tecdîd çabalarının çeşitli nakısa
medeniyeti ile İslam
lâm’a yöneltmek gibi
önemli bir hizmeti ger­
çekleştirm elerine kar­
şın, İslâm düşüncesine
ve İslami ilimlere ciddi
anlamda
katkılarının
azlığı üzerinde durulabi­
lir. *4 Hatta, bu tür hare­
Bütün bu ihyâ ve tecdîd çabaları, son tah­
lilde aslî kaynaklara ve öze dönüşü,
Kur’ânî ilkeleri çağın şartları muvacehe­
sinde yeniden yorumlayıp hayata geçir­
meyi öngördüler.
________________________
medeniyeti arasındaki
fay hatlarının daha da
derinleştiği söylenebi­
lir. Dahası, artık “me­
deniyetler
çatışması”
bir varsayım olmaktan
çıkmış bulunmaktadır,
A BD’nin başlattığı söz­
ketlerin İslâm’ı bildik­
leri kadar, modern dünyanın gerçekleri hakkında pek
de “teröre karşı savaş”, örtülü bir “medeniyetler sava-
de derinlikli bilgilere sahip olmadıkları söylenebilir.
şı”ndan başka bir şey değildir. Derin bir ‘rûhî boşluk’
Ancak, bütün zaaflarına ve nâkısalarına rağmen, ih­
yaşayan Batı, “araçlar dini”nden ibaret ‘medeni­
yâ ve tecdîd çabalarının İslâm toplumlarında tevhidi
yet’ini ancak savaşla ve güç üstünlüğüyle ayakta tut­
duyarlılığı ve ümmet bilincini bir biçimde diri ve
ma çabası içindedir. İşte burada Batı ile Doğu’nun-İs-
canlı tuttuğunun da altı çizilmelidir. *5
lam’ın yolları bir kez daha ayrılmaktadır: Halil Cib-
Bütün bu ihyâ ve tecdîd çabaları, son tahlilde aslî
ran’ı dinleyelim:^®
kaynaklara ve öze dönüşü, Kur’ânî ilkeleri çağın şart­
'"Medeniyet diye isimlendirilen bu büyük, iri ya­
ları muvacehesinde yeniden yorumlayıp hayata ge­
pı... bu hassasça inşa edilmiş ve planlanmış bina in­
çirmeyi öngördüler. Hepsi de temelde, **Karanlık ge­
san kafa taslarından bir tepe üzerinde kuruludur. (...)
celer gibi işler karıştığı zaman Kur*ân*a sarılın,**
Senin batı’da ilerleme olarak saydığın şey, sadece
emr-i nebevîsini şiar edindiler.
asılsız bir yanılsamanın görüntülerinden biridir: Riyâ
Bu bağlamda, İslâm’ın dinamizmini korumasını
manikür yaptırsa da riyâdır; aldatıcılık teni yumuşa­
sağlayan ictihad kurumuna (fıkh’a) dikkat çeken mü­
cık olsa da aldatıcılıktır; yalan ipek giyse, saraylarda
tefekkir Osmanlı devlet adamlarından Said Halim
otursa da doğru’ya dönüşmez; hile trene binse, balo­
Paşa’nın 1920’lerde yaptığı şu tesbit de hatırlanmaya
na binse de doğruluk haline gelmez; açgözlülük me­
d e ğ e r : “Fıkıh sayesindedir ki, İslâm dünyası, aradan
safeleri ölçse, ‘unsurları’ tartsa da kanaat’e evrilmez;
yüzyıllar geçmiş, yabancı egemenliği altında binlerce
suçlar fabrikalarla laboratuarlar arasında gezse de er­
değişimin saldırısına uğramışken, hâlâ kendi İslâmi
demler durumuna gelmez... Köleliğe gelince; hayata
Ümran’ Nisan -2002 8 3
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
köleliğe, geçmişe köleliğe, öğretilere, kazançlara,
olarak dünyaya sunulabilecek; çağımızı kaosa sürük­
üniformalara köleliğe, ölülere köleliğe gelince; mak­
leyen evrensel sorunlara çözümler öneren ve insanil­
yaj yapsa da, elbiselerini değiştirse de kölelik olarak
ğa gerçek barışı (silm: 2/208) getirmeye aday kuşatı-
kalacaktır. Kölelik kendisini özgürlük olarak isim-
çı ve kapsamlı bir program ortaya koyabilmek^o, İşte
lendirse de kölelik olarak kalır. (...) İcatlar ve keşif­
bütün mesele burada düğümlenmektedir. Böylesine
ler... aklın kendileriyle oyalandığı oyuncaklardan
derinlikli bir proje ise, “İslâm’ın arzu edilen sistema­
başka bir şey değildir. Mesafeleri kısaltmak, dağları,
tik yorumunu yapacak üretken ve özgün kafaların or­
vadileri düzlemek, denizlere ve gökyüzüne egemen
taya çıkması”2i ile ancak gerçekleşecektir. İslâm
olmak; ne gözü memnun edecek, ne kalbi doyuracak,
dünyasının her köşesinde tanık olunan dirilişçi vah­
ne de ruhu yüceltecek içleri dumanla dolu sahte
det ve tevhit eksenli çabalara eşlik eden yoğun fikri-
meyvelerden başka bir şey değildir. Bilimler ve sanat­
entelektüel çalışmalar, İslâm’ı 21. yüzyıla sunabile­
lar olarak isimlendirdikleri muammalara, bilmecele­
cek yeni bir dil-söylem geliştirmeye ve çağa damgası­
re gelince; onlar, insanın, parlaklıklarından ve hal-
nı basacak bütüncül bir proje ortaya koymaya her za­
kalannm çınlamalarından hoşlanarak sürüklediği al­
mankinden daha yakın görünüyor.
■
tın bağlar, zincirlerdir. Hatta insanın, kendisini için­
de hapsedilmiş bir esir olarak bulmadıkça yapımını
bitiremeyeceğini bilmeden, eskiden beri desteklerini,
DİPNOTLAR
tellerini çekiçlediği kafeslerdir. Evet, insanın bu fiil­
1) Roger Garaudy, İslâm ve İnsanlığın Geleceği, 1990-İstanbul,
leri bozuktur, bu maksatlar, gayeler, bu niyetler ve
idealler bozuktur; bozuktur dünya üstündeki her
şey... Hayatın bu bozuk şeyleri arasında ruhun sevgi­
sine, arzusuna, tutkusuna değen bir tek şey vardır...
O ruhtaki uyanıkhktır. Ruhun derinliklerinin deri­
nindeki uyanıklıktır...”
İşte bütün mesele, ruhun derinliklerinde yatan
cevheri açığa çıkarabilmektir. İşte o zaman Müslü­
çev. Cemal Aydın, Pınar y, s. 1 0 4 5
2) Bernard Lewis, İslâm’ın İsyanı, Cosmo-Politik, Kış 2002, s.
49
3) Marshall G.S. Hodgson, Dünya Tarihini Yeniden Düşünmek,
2001-İst, çev: A. Kanlıdere-A. Aydoğan, Yöneliş y. S.
462
4-5) A.g.e., s. 270-280 ve 308-335
6) Lewis, a.g.y., s. 49
7) Ali Merad, Çağdaş İslâm, tarihsiz, çev: Cüneyt Akalın, İle­
tişim y., s.103'105
man dünyanın-Doğu’nun tarihi de, dünyanın tarihi
8) Lewis, a.g.y., s. 49-50
de değişecektir.
9) Dominique Sourdel, İslam, 1985'Istanbui, çev: Davut Dur­
Hodgson’un da belittiği gibi İslâm, “geçmişin
perspektifinde yaratıcı bir şekilde kendi kendini be­
lirleme için tek bir odak noktası olarak güçlü kalma­
ya” devam etmektedir. Bugün “İslam güçlüdür; hatta
sosyal dayanışma prensibi olarak ve tarihi şuurluluk
noktasının harekete getiricisi olarak şiddetli bir şe­
sun, İlim y., s. 124'125
10) Muhammed Abid el-Cabiri, Çağdaş Arap-İslâm Düşünce­
sinde Yeniden Yapılanma, 2001-Ankara, çev. A.İ. PalaM.Ş.Çıkar, Kitabiyât, s. 32-33
11) Hişam Cuayyıt, Avrupa ve /5İâm,1995-İstanbul, çev: Ke­
mal Kahraman vd., İz y., s.190-195
12) Malik Binnebi, İslam ’a Yeniden Doğuş, 1973-İstanbul,
çev: Ergün Göze, Yağmur y., s. 33
kilde güçlüdür.” Ahlaki doktrin olarak da öyledir. İs­
13) Hodgson, a.g.e., s. 349-355)
lam medeniyeti, büyük oranda sorunsal kalmaktaysa
14) Fazlurrahman, İslâm ve Çağdaşlık, 1990-Ankara, çev: A l­
da “ne olursa olsun, Batı medeniyeti onun yerini ala­
parslan Açıkgenç-M.Hayri Kırbaşoğlu, Fecr y., s. 260
mamaktadır.” Bugün, sadece İslam geleneklerinin
15) M. Muhammed Hüseyin, M odemizmin İslâm Dünyasına
modern söylemde yeniden ortaya konma ve yorum­
lanmaya ihtiyacı vardır.
İmdi, günümüz Müslümanlarının önünde duran
en hayati ve öncelikli görev; tüm insanlığın ekono­
mik, sosyal ve siyasi sorunlarının da ötesinde rûhîmanevî problemlerini aşmalarına imkan sağlayacak
bütüncül ve mütekamil bir İslam! proje ortaya koya­
bilmektir, diyebiliriz. Yetkin bir medeniyet örneği
8 4 Um ran. Nisan • 2002
Girişi, 1986-İstanbul, çev: Sezai Özel, İnsan y., s. 49-50
16-17) Sait Halim Paşa, İslam ve Batı Toplum lannda Siyasal
Kurumlar, 1987-İstanbul, sad: Ahmet Özalp, Pınar y., s.
44,18
18) Halil Cibran, Fırtınalar, çev: A. Murat Özel, 1997-İstanbul, Kaknüs y., s. 97-100
19) Hodgson, s. 355-356
20) M.Hüseyin Fadlallah, İslami Söylem ve G elecek, 2000-İstanbul, çev: Abdi Keskinsoy, Pınar y. s. 215-216.
21) Fazlurrahman, a.g.e., s. 190
ÜMMETİN GELECEKTEKİ MEDENİYET İNŞASI ROLÜ
İSLÂM KONFERANSI Ö RG Ü TÜ VE ÖTESİ
MUHAMMED ALÎ ET-TAŞK/Rİ
Türkçesi: Fatih Güzel
İ
slam dünyasının (ümmetin) gelecekteki mede­
ya çıktı. Bu gibi manifestoların en önemlisi, ulusal
niyet inşası rolü üzerine konuşmadan önce onun
bir karakter birliği hissi uyandıran köken, yol ve
bugünkü gerçeğine hızlıca bir bakmamız gereki­
amaç birliği duygusudur. Bu durum için, ister muha­
yor, belki de onun uzun şanlı tarihini inceleyerek
fazakar ister liberal olsun, sosyo-politik İslami hare­
böyle bir gerçeği bulabiliriz. Fakat bir giriş bölümü­
ketlerin görece uzun bir embriyo safhasının ardından
nün doğası gereği bu incelemeyi yakın/son zamanlar­
la sınırlandıracağız. Yaklaşık olarak 20. yy.’a tekabül
eden Hicri 14. yy-’la 15. yy.’ın bir kısmı olan müslü­
man halkların üç ana evreden geçtiği olaylı dönemi
ele alalım.
Birinci Evre: Sömürgecilik ve İşgal
Müslüman ülkeler neredeyse tamamiyle işgal
yeni doğum safhasına geldiği söylenebilir. Bu gibi ha­
reketler anlayışta farklılaşmasına rağmen, hareketin
bütüncül bilinçliliği, yahut baskı ve zulüm hissi veya­
hut da anlayışa ilişkin bir fark sebebiyle, hayata geçi­
rilen tarz ve hedeflerin hepsi bu kutsal bilinçliliği
üreten embriyolojik safhadan doğmuşlardır.
Sömürgeci baskı, ulusal akımların anlamsızlığı,
edilmişti, gerek Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Kuzey
diktatörlük sistemlerinin zulmü, bağımsız Siyonist
Afrika ve diğerleri gibi doğrudan, gerekse sömürgeci­
mevcudiyetinin hayat bulması, bunların hepsi bu bi-
lerin kendi isteklerini resmi kurumların gücünü kul­
linçliliğin yükselmesine yardım eden faktörlerdir.
lanarak empoze edebildikleri Türkiye ve İran örnek­
Belki de Siyonistlerin Mescid-i Aksa’yı kundaklama­
lerindeki gibi dolaylı olarak işgal edilmişti. Bu dö­
sı olayının hemen ardından İslam Konferansı Örgü-
nem 1. Dünya Savaşı’ndan 2. Dünya Savaşı’na kadar
tü’nün kurulması, bir manifesto ve bu bağlamdaki İs­
sürmüştür.
lami duyarlılığı artıran bir faktördü. Kesin olarak,
1979 İran İslam Devrimi’nin başarısı ve aynı şekilde
İkinci Evre: Milliyetçi Akımlar
Ateist-Komünist blokun yıkılması, İslami akımın da­
Hitler Almanyası’nın çökmesinin ardından, İs­
ha çok gelişip yayılmasına temel teşkil etmiştir.
lam dünyasında devletlerin bağımsızlığı ve sömürge­
ciliğin pençelerinden kurtuluş dönemi başlamıştır.
Milliyetçilik yönünde çok güçlü bir akım bu döneme
eşlik etmiştir. Özgür insanlar milliyetçilikte, sömür­
geciliğe karşı en iyi alternatif olarak algıladıkları şeyi
bulmuşlardı.
Biz bu toplumun ekonomik, kültürel ve bilimsel
yönlerini de unutmuyoruz. Bu özelliklerin her biri
toplumun karakterini ifade etmede kendi rolüne sa­
hiptir. Fakat bizim bahsettiğimiz şey, bu gelişimin te­
mel belirleyici unsurunu teşkil etmektedir.
Bu hızlı bakıştan sonra, İslam toplumunun pek
Ü çü n cü E vre: Çok Yönlü İslami Akımlar
çok felaketle acı çekmiş olmasının ardından olağa­
Bu dönem, İslam ve İslami birlik duygusunun/dü­
nüstü bir değişim zamanının eşiğinde olduğunu söy­
şüncesinin gelişmeye başladığı 6 0 ’lann sonlarına
leyebiliriz. İslam toplumu etkili, kesin bir karşılaşma
doğru başlamıştır. Çok yönlü bir İslami bilinçlenme
için sağlam bir planlama gerektiren büyük meydan
imkanı ortaya koyan manifestolar ve etkileriyle orta­
okumaların da farkındadır.
ümran-Nisan ‘ 2002 8 5
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
Yarının Dünyasında Medeniyet İnşası Rolü
3.
G erçek D urum , İh tiy açla r ve İm kan lar
İnsanlık artık bugün milletler arasında bir mede­
Eğer önümüzdeki elementlere baicacak olursak, insanın
niyetler oluşumu rekabetine yönlendiriliyor. Bu, bü­
medenileşmesi yolunda etkili bir rolü, bu ümmetin mede­
tün milletler arasında ‘Medeniyetler Arası 2001 Yılı
ni sorumluluğu ve genişliğine uygun olan bir rolü, adap­
Diyaloğu’nu gerçekleştirmek için İran İslam Cumhu­
te etmenin gerekliliğim açıkça anlayabiliriz.
riyeti Cumhurbaşkanı ve İKÖ 8. Dönem Tur Başka­
nı tarafından önerilmiş olan bir anlaşma içeriğidir.
1 . Islam am B u Ü m m ete Y üklediği
‘Diğer’i tarafındaki medeniyet korumacılığı, bu geze­
M eden iyet K u rm a Ç örevi
gende yaşamamıza imkan verecek İslami medeniyet
Bu, Kuran’da şu şekilde özetlenmiştir: ‘Böylece si­
sorumluluğumuzun arkasında durmamızı gerektiri­
zi (Ey Muhammed Ümmeti!) vasat (orta) bir ümmet
yor. Allah (cc) şöyle buyuruyor: ‘İnanmayanlar bir­
yapmışızdır, insanlara karşı (hakikatin) şahitler(i)
birlerinin müttefikidir, siz de birbirinize böyle olma­
olasınız, bu peygamber
dıkça yeryüzünde fitne
de sizin üzerinize tam
ve büyük bir karışıklık
rine şahitliği Peygam-
İslam insanlığa kendi bütünlüğü içinde ve
tüm zamanlara gönderilmiştir. İslam, in­
sanlığı birleştirici ve onun medeniyet işle­
mini organize etmek için gelmiş ebedi bir
dindir.
ber’in ümmet üzerine
------------------------------------
bir şahit olsun diye.’
(Bakara-143)
Şüphesiz, buradaki
orta ümmetin anlamı,
insanların insanlık üze­
--------------------------------------
şahitliğiyle karşılaştırıl­
dığından beri, medeniyetin en iyi örneği olmasıdır.
Peygamberin ise en iyi örnek, tüm olumlu insan özel­
baş gösterecektir.’
Biz de tam bu nok­
tada şunları söylüyo­
ruz:
-
M
bilim, ekonomi, kül­
tür, inanç, toplum ve
bilgi alanındaki meydan okumalara göğüs germekte­
dir.
likleriyle karakterize edilen mükemmel insan oldu­
- En önemli meydan okuma; tüm dünya politika­
ğunu biliyoruz. İlave olarak, şu bir gerçektir ki, İslam
sını tek bir varlığın/birliğin domine ettiği tek kutup­
insanlığa kendi bütünlüğü içinde ve tüm zamanlara
lu döneme doğru dünyanın hareketi.
gönderilmiştir. İslam, insanlığı birleştirici ve onun
- En önemli bilimsel meydan okuma; Batının
medeniyet işlemini organize etmek için gelmiş ebedi
dünya çapındaki hegemonyasını değişik biçimlerde
bir dindir. Öyleyse İslam’ın bu topluma, tüm zaman­
empoze etmek için kullandığı büyük bilimsel geliş­
me.
larda bir liderlik pozisyonu taşımasına zemin hazırla­
mak için geldiği anlaşılabilir. Bu yazıdaki tartışma
geniş boyutlu olacaktır.
- En önemli ekonomik meydan okuma; bir ülke­
nin kendi ekonomisini kontrol edebilmesinden ziya­
de tüm dünya ekonomisinin şartlarıyla ilişkilendiri-
2 . Ü m m etin Sahip O lduğu M eden iyet-K u ru cu
K abiliy etleri ve İm kan ları
pasitesi diğer küçük ülkelere ortaya çıkma fırsatı ver­
a) İslam’dan hasıl olup insanoğlunun problemle­
memektedir.
rine uygun çözümler üreten ve zamanlar boyunca ye­
tileri kanıtlanmış entelektüel ve sosyal tezler.
b) Uzun ve şanlı tarihinden aktarılmış olan bü­
yük bilimsel ve entelektüel miras.
len ekonomik küreselleşme fikri. Batının devasa ka­
•
- En önemli kültürel ve kuramsal meydan okuma;
Bu ümmetin kimliğine karşı, sekülerizmle birlikte ge­
niş bir biçimde ortaya konan, büyük kültürel, ahlaki
ve kuramsal saldırılar.
c) İşgal ettiği politik, coğrafi ve ekonomik durum,
- En önemli sosyal meydan okuma; Ailenin tanı­
ve dünyanın merkezine doğru uzanan sahip olduğu
mının değişmesi ve onun gerçek sosyal rolünü iptal
etmek maksatlı korkunç plan.
çok hassas bölge, öyle ki onun elleri ve ayakları tüm
yönelimlerinde düşmanları tarafından hareketsiz tu­
tulmaya çalışılan bir dev gibi hareket etmektedir.
d) Daha iyi bir yarın için toplumun sahip olduğu
ve mobilize edilebilecek geniş insan yeteneği.
8 6 Ümran ■Nisan • 2002
- Kötü şöhret merkezli meydan okuma; bugün, İs­
lam dünyası baskın-geniş ‘kötü şöhret’ in dar sınırla­
rıyla sınırlandırılıyor.
Tüm bunlar, daha önce de belirtildiği gibi etkili
İSLÂM KONFERANSI ÖRGÜTÜ /TAŞKİRİ
ve yapıcı karşı duruş için, gerçekçi-samimi bir plan­
ğunu göreceğiz. Bu elbette bizim bakış açımızdır ve
lamayı gerektiriyor. Bunun da ötesinde tüm boyutla­
diğer insanlar kendi görüşlerinde özgürdür.
rıyla resmi-olarak ‘ümmet’i temsil eden İKÖ’ ye bü­
Ekonomik ve politik kayıtların detaylarına inme­
yük sorumluluk düşmektedir; resmi olmayan büyük
den, total olarak İKÖ’ nün bazı politik roller üstlen­
kurumlarsa daha büyük sorumlulukları yerine getir­
diğini fakat değişik sebeplerden dolayı bunların ço­
melidir.
ğunda başarısız olduğunu söyleyebiliriz.
Filistin’le ilgili olarak İKÖ’ nün kararları diğerle­
İslam Konferansı Ö rgütü’ne B ir Bakış
rinden daha iyiydi. Bazı konferans kararları, Filistin
meselesini tüm yönleriyle ele alan çok sayfalı metin­
Örgütün dünya çapındaki rolünü aktive edebilmek
ler üretmiş ve kendi görüşlerini çok samimi bir bi­
için öneriler:
çimde ifade etmiştir.
1969’da Siyonistlerin Mescid-i Aksa’yı kundakla­
malarının
Bununla beraber pratikte bu kararlar pek işe yara­
mamış, uygun ve bek­
ardından
otuz yıl geçti. Müslü­
lenen karşılığı da vere­
tepkileri farklı politik
İslami birlik/bütünlük, Bosna-Hersek me­
selesinde mümkün olan en geniş kapsa­
mıyla fark edilmişti. İKÖ bazı güçlü adım­
lar atabilmiş fakat arzu edilen sonuçlar tam
olarak gerçekleşmemiştir.
güdülerle birlikte İKÖ’
-------------------------------------
man hassasiyeti yüksel­
mişti ve tüm İslam dün­
yası faile karşı kızgındı.
Bu olayın ardından, İs­
lam dünyasının resmi
de
vücut
bulmuştur.
memiştir. Her devlet,
konular üstünde kendi
gündemine bakmış ve
kendi ilişkileri bağla­
mında yalnız olarak
hareket etmiştir. Bu
durum, kararlarda da
kendini
gösterdi ve
Onlar, farklı alanlardaki ümmet İslam milletinin iş­
bugün bulunduğumuz noktaya gelinceye kadar, ilk
lerine rehberlik etmek için İslami dayanışamaya
dönemlerde hep geri çekilmeyle sonuçlandı: küçük
ulaşmayı niyet etmişlerdi.
Uluslararası bir kuruluş olarak bu organizasyon,
düşmenin acısı, pazarlık yapma durumu, tüm baskıla­
dışişleri bakanları düzeyinde 28 konferans, 8 zirve ve
Irak-İran Savaşı’ na ilişkin olarak da, İKÖ bazı
ra teslim olma ve sonra da zalim düşmanı tanıma.
onlarca bölüm ve özel gündem konferansları düzen­
adımlar atmasına rağmen hiçbir şey yapamazdı. Aynı
lemiştir. Ayrıca özel alanlara ilişkin bazı kurumlar
durum Irak’ın Kuveyt’i işgali olayında da geçerlidir.
kurmuş ve bu iş için yüzlerce milyon dolar harcamış­
İslami birlik/bütünlük, Bosna-Hersek meselesin­
de mümkün olan en geniş kapsamıyla fark edilmişti.
tır.
Bu noktada şu soru gündeme gelmektedir: İKÖ
İKÖ bazı güçlü adımlar atabilmiş fakat arzu edilen so­
deklare ettiği kuruluş amaçlarını gerçekleştirebildi
nuçlar tam olarak gerçekleşmemiştir. Şimdiyse Koso-
mi?
Cevaben, İKÖ’ yü en başarılı organizasyonlardan
va’ya müdahale konusunda isteksiz ve Keşmir proble­
biri olarak kabul eden aşırı derece optimistler olacak­
lesinin çözümüne katkıda bulunma konusunda zayıf­
mi ve diğerleri konusunda olduğu gibi Somali mese­
tır; fakat aynı zamanda İKÖ ’ nün işlerini aşırı pesi­
tır. Ekonomik düzeydeyse İKÖ’ nün başarıları, İslam
mist bir biçimde sadece para ve zaman kaybı olarak
Kalkınma Bankası ve diğer bankaların öncülüğünde
umutların önüne geçilmesi ve resmi akımın destek­
İslam dünyasındaki bazı uygun ekonomik projelerle
lenmesi olarak görenler de olacaktır. Fakat gerçekle­
özetlenmiştir. Fakat İKÖ ‘ortak pazar’ projesini haya­
rin üstünde durup onları derinlemesine yansıtmak
ta geçirememiş, ayrıca petrol fiyatlarındaki safi dü­
dürüst olabilmek için gereklidir.
şüşle ilgili hiçbir şey yapamamıştır.
Eğer tüm açılardan durumu değerlendirirsek, pek
Ulaşılmış olan başarıların kapsamını anlamak
çok toplantıda alınmış kararlara ve sonuçlara, ve bu
için İKÖ’ nün kültürel gündemine bakarsak kültürel
sonuçların ardından gelen pratikteki uygulamalara
üretimi iki alanda inceleyebiliriz:
ve de bu uygulamaların sonuçlarına bakarsak, bir ta­
rafta ekonomik ve politik işaretlerle, diğer tarafta
1) Mevcut ve Planlanmış Kültür Merkezleri:
kültürel işaretler arasında çok büyük farkların oldu­
m İslam Üniversiteleri: 1974 Şubatı’nda PakisÜmran‘ Nisan -2002 87
21. YÜZYILI ISLÂM BELİKLEYECEK
d) Gine-Bise’deki İslam Merkezi
e) Uluslararası İslami Kadın ve Onun İslam Toplumundaki Rolü Organizasyonu
f) Hartum’daki İslam Tercüme Enstitüsü
İslam kültürünü yaymayı hedefleyen İslam konfe­
ranslarından biri bu merkezlerin kurulmasını onayla­
mıştır. Bu merkezler ÎKO ve ev sahibi ülkeler arasın­
daki anlaşmalarla desteklenmektedir, fakat hepsi is­
tenen aşamaya gelmemiştir. Elbette bu merkezler
kendi başarılarında farklılık arz etmektedir.
tan’uı Lahor kentinde yapılan 2. İslam Zirvesi’nde
Afrika’da iki, N ijer’de Fransızca konuşulan Afrika ül­
keleri için bir ve Uganda’da İngilizce konuşulan Af­
rika ülkeleri için bir İslam üniversitesi kurulması ka­
rarlaştırılmıştır. Lahor’da iki İslam üniversitesi oldu­
ğu unutulmamalıdır. 1977’de Mekke’de yapılan 1.
Uluslararası İslami Eğitim Konferansı’nda Malez­
ya’da bir İslam üniversitesi kurulması kararlaştırıldı.
Bu konu ilk kez Pakistan’ın önerisi olarak 10. İs­
lami Ekonomik, Kültürel ve Sosyal İşler Komitesi’nde gündeme gelmiştir. 14. ve 15. Dışişleri Bakan­
ları konferansları bu konuyu ele almak üzere özel bir
komitenin kurulmasını tavsiye etmiştir. Komite, ko­
nuyu ele almak üzere 1985 Ekimi’nde İslamabad’da
toplanmış ve sonuçları, Genel Sekreterlik’i bir beyan
taslağı hazırlamak üzere görevlendiren 16. Dışişleri
Bakanları Konferansı’nda sunmuştur. Taslak sekre­
Bunun da ötesinde 1984 Aralıkı’nda Bangladeş’in
terlik tarafından 18. Dışişleri Bakanları Konferan-
Dakka şehrinde yapılan 14- İslam Dışişleri Bakanla­
sı’nda sunulmuştur; bu konuyu ele almak üzere bir
rı Konferansı’nda burada bir İslam üniversitesi kurul­
Uzman Toplantısı’na ev sahipliği yapmak hususunda
ması kararlaştırıldı.
İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanınca sunulan
Bu üniversitelerin durumları birbirinden farklıdır.
Nijer Üniversitesi bazı öğrenciler kabul etmiş fakat
teklif takdirle karşılanmış ve bakanlar konuyu müte­
akip konferanslarda desteklemişlerdir.
mali zorlukların artması ve bu durumun öğrenciler
21. Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda sekreterlik
arasında huzursuzluğa sebebiyet vermesiyle 1991­
İKÖ ’ye ‘İslam toplumunda kadının rolü’ konusuna
] 992 akademik yılın başlangıcında yerel yönetimler
ilişkin bir taslak sunmuştur. Bu taslak neredeyse iptal
üniversiteyi kapatmışlardır. Üniversitenin aktivite-
ediliyordu fakat İran İslam Delegasyonu’nun çabala­
lerini yenilemek için pratikte bazı adımlar atılmıştır.
rıyla çalışma devam etmiştir.
Uganda Üniversitesi 1988’de törenle açılmıştır.
İran İslam Cumhuriyeti önemine inandığı bu ko­
Üç fakültesi ve üç yüz iki öğrencisi olan üniversitesi
nuyu tamamladı. Fakat İKÖ ’ deki bazı güçlü devlet­
mali sıkıntılar dolayısıyla problemler yaşamaktadır.
ler , Tahran’da gerçekleştirilen 8. Zirve’ye kadar ni­
Uluslararası Malezya Üniversitesi şimdiye kadar-
hai karar varma çabalarını engellediler. Tahran’dan
ki en başarılı projedir. Üniversite 1983’de açılmıştır
bir sonuç bekleyen İslam Fıkhı Akademisinin göıliş-
ve bugün 80’den fazla öğretim üyesine ve 500’den
leri hala netleşmemiş olarak beklemekte -4 yıl bu
fazla öğrenciye sahiptir. Bangladeş İslam Üniversite­
meseleleri halletmekle geçti. Gençlik, çocuklar ve
si ise 1.30 öğrenciye sahiptir ve bazı mali problemler
benzeri konularla ilgili sağlam kararlar verebilmek
yaşamaktadır.
için İK Ö ’ nün önünde daha uzun bir yol var.
■
Birleşmiş/Birleşik İslam Merkezleri:
2 ) Qenel Konular
a) Kral Faysal Camii ve Angamina’daki (Çad)
kültürel eğitim kurumlan
b) Timbuktu’daki (Mali) Bölgesel İslami Çalış­
malar ve Araştırmalar Enstitüsü
c) İslamabad’daki (Pakistan) Bölgesel Sürekli
Eğitim Enstitüsü
8 8 Um ran. Nisan .2002
m Tunus’taki Zeytunah Üniversitesi için yeni bir
bina projesi
■ Dini bayramlar, kutlamalar ve günler için ka­
meri aylara göre ortak bir takvimin oluşturulması
■ Bangladeş’te eğitim ve tıbbi araştırma için İsla-
İSLÂM KONFERANSI ÖRGÜTÜ /TAŞKİRİ
mİ bir merkez kurma projesi
■ İslam dünyası için kültürel strateji projesi
■ İnsan haklarma ilişkin İslami düzenlemeler
■ Ahlaki bozulmanın nasıl önleneceğine ilişkin
bir proje
■ Kutsal yerlerin/toprakların ve değerlerin küçük
görülmesini engellemeye yönelik ortak bir tutum ge­
liştirmek
■ Tebliğ alanlarındaki İslami çalışmaların koordi­
ne edilmesine yönelik bir strateji projesi
■ İslam dünyasında çocukların korunması ve ba­
kımı meselesi
Konferans’a sunuldu. Düzenlenmiş metin 3. Zirve’de
■ İşgal altındaki Filistin Üniversitesi ile üye ülke­
sunuldu ama buradan diğer bir komiteye aktarıldı.
lerdeki üniversiteler arasında sıkı bir ilişkinin gelişti­
Dakka’daki 14. Dışişleri Konferansı’nda giriş ve ilk
rilmesi
■ Üye ülkelerde Filistin tarihi ve coğrafyasının
bir komiteye tevdi edildi. Konferanslarda, 1989’ da
madde onaylandı; fakat metnin kalan kısmı üçüncü
anlatılması
■ İşgal altındaki Filistin/Golan’ da eğitim şartları
metnin son halinin hazırlandığı Tahran Toplantı-
■ İşgal altındaki yerlerde üniversite şartlan - im­
tinde Kahire’deki 19. Konferans’ta somutlaştırıldı.
kanların iyileştirilmesi
■ İşgal altındaki topraklarda eğitimin problemle­
rine dair çalışılması
■ Kudüs şehrinin Arap ve İslami kimliğinin ko­
runması
■ Balkanlar ve Kafkaslardaki müslüman gruplara
tarihlerinin ve coğrafyalarının birer parçası olarak
öğretilmesi
■ Kosova ve Sancak müslümanlarına destek ve
yardım sağlanması
■ Bosna-Hersek’teki kültürel mirası ve eğitim ku­
rumlanın koruma
Belli ki bu projeler İslam dünyasında geniş yankı
uyandıracak bütün bir etkiye sahip ve oldukça önem­
li konularla ilgilidir. Her nasılsa, üye ülkeler kuruluş
sürecinde ve de eğitim ile ilgili her konuda farklı tu­
tumlar sergilemişlerdir. Dolayısıyla bu konuların ge­
lişim ve sonuçlarında farklılıklar gündeme geldi; ba21
örnekler vermek gerekirse:
İnsan H akları Hususunda
İslami Düzenlemelere D air Proje
sı’na kadar her seferinde proje vurgulandı ve nihaye­
Bu mesele, son olarak Tahran’da olmak üzere on dı­
şişleri bakanları toplantısına ve üç zirvenin yanı sıra
uzman toplantılarına da konu oldu. Sorumlu üye ya
da vekil başkan olarak diğerleriyle birlikte bu son
toplantıya başkanlık etmek bir onurdu.
Aslında teorik anlamda sonuç mükemmeldi ama
temel problem, bunları İslam dünyasına uygulamada
ortaya çıkıyordu, aynı problem Dünya İnsan Hakları
Deklarasyonu’nda da ortaya çıkmıştı fakat bu tümüy­
le dünya kapsamındaydı. Bazı üye ülkeler yapılan dü­
zenlemeleri sınırlandırmakta ısrar ediyorlardı, çünkü
yerel hukuklarıyla uyum gösterme sorunu vardı, ne
ilginç bir durum!
Farklı metotlarla ciddi bir takip, icranın garanti
edilebilmesi/yapılabilmesi için gerekmektedir. Bu
ancak insan haklarını İslami düzenlemelere göre gös­
teren tarafsız bir komitenin kurulması yoluyla ger­
çekleştirilebilirdi; biz bunu şiddetle arzu ediyoruz.
İslam Dünyası İçin Kültürel Strateji Projesi
Bu, 3. Zirve Konferansı’nda ortaya konan bir proje­
dir. 1989’da Kuveyt’te yapılan 5. İslam Zirve Konfe­
ransı tarafından onaylanan proje, Senegal tarafından
Bu proje 1979’daki başlangıçtan beri pek çok komite
sunulan proje içinde, hükümet uzmanlarının şekil­
ve konferansa konu olmuştur. 10. İslam Dışişleri Ba­
lendirdiği bir formasyonla sonuçlandırıldı. 2. bölüm­
kanları Konferansı’nda düzenlemeleri hazırlamak
de projenin amaçları olarak belirttiğim gibi bazıların­
için bir komitenin kurulmasına karar verildi ve son­
da benim de bulunduğum üç toplantı yapıldı. Komi­
radan kurulan komitenin yasallaşmasını sağlayan 11.
te 1990’da Kahire’de yapılan kendi toplantısında
Üm ran -N isan -2002 89
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
plan üzerinde çalışM. Toplantılar, Dakar’da yapılan
6. Zirve Konferansı’nda ortaya çıkan birleşmiş bir
' Merkez sanatsal ve tarihsel fotoğraf alanlarında
89 sergi düzenledi._________________________
projeye kadar devam etti. Uygulamasını garanti eden
metotlar yürütme planında işe yaradılar fakat henüz
- İstanbul merkezinde 88 bilimsel konferans orga­
nize edildi.
tamamlanmış değiller.
Kazablanka’daki 7. Konferans’ta, Sürekli Bilgi ve
- Uygarlık mirasının korunması için uluslararası
yönetici heyetin istekleri yerine getirildi.
Kültür İşleri Komitesi’nce yapılan bir yürütme planı
- Finansal açıklar sebebiyle sıkıntı çekmesine rağ­
çalışmasıyla CS/DR/15 numaralı taslak kararı imza­
men dikkate alınması gereken önemli merkezlerden­
landı. Ayrıca devletlerin kültür ve eğitim alanların­
dir.
da ulusal bir politika olarak bu stratejiyi adapte et­
İkincisi: İslam Fıkıh Akademisi
mek için gerekli adımları atmaları istendi.
Bu proje hala uygulamaya geçirileceği teorik aşa­
İçinde özgür ruhların bulunduğu, yedi islami dü­
mada beklemektedir, benzer bir durum da İslam İn­
şünce ekolünün ( Hanefi, Hanbeli, Şafi, Maliki, İma-
san Hakları Tüzüğü için söz konusudur.
mi, Zeydi ve İbadi) temsil edildiği ve bütün İslam
devletlerinin katıldığı uluslararası bir hukuk akade­
Ahlaki Çöküşle Mücadele îçin Planlama Projesi
misidir. Her yıl temel güncel meseleler üzerinde çalı­
şır. Ben burada İran Cumhuriyeti’ni hem de bütün
Bu proje, bazı üye ülkelerin gayrı ahlaki davranışlara
dünya üzerinde bulunan İmami mezhep okullarını ve
göz yummalarıyla çatıştığından beri bu devletlerce
bağlılarını temsil ettiğim için gururluyum. Akademi
yaratılan pek çok engelle karşı karşıya kaldı.
bugüne kadar farklı şehirlerde 7 tur düzenledi.
Dışişleri bakanlarının 20. ve 21. konferanslarında
Bu akademinin önemi ve İran Cumhuriyeti’nin
genel başkandan, İslam fıkıh akademisinin hareket
isteği üzerine İslam devrim lideri İran’da akdeminin
programı dahilinde kutsal yerlere ve islami değerlere
denetimi altında ve güncel konuların çalışılmasının
karşı saygınm korunması için uluslararası kanuni bel­
yanında derinlemesine çalışmaların yönetilmesi için
gelerin hazırlanması imkanları üzerine çalışılması is­
“Ehl-i Beyt” ( hanedanın ailesi) hukuk akademisinin
tenilen bir karar yayınlandı.
yapılması için emir verdi. Bu akademi işbirliğine de­
Hemen sonrasında 7. Zirve’nin takip ettiği 22.
vam ettiğimiz en iyi İKÖ projelerinden biridir.
Dışişleri Bakanları Konferansı’nda önceki veriler
onaylandı.
Dördüncü alan: İKO^ ye bağlı özel kuruluşlar
Bunlar İKO’ nün çalışma alanı içinde bulunan
3 ) Bağlı Kuruluşlar
özel kuruluşlardır, fakat üye devletlerin bu kuruluşla­
ÎKO tarafından kurulmuşlardır ve İKO üyeleri bu
ra üye olup olmamaları serbestiyeti içinde bunlara
kuruluşların doğal üyeleridir. Kültür ve eğitim ala­
bütün İslam ülkeleri dahil değildir. En önemli kuru­
nında 7 kuruluş vardır. Farklı ülkelere bağlı bulunan
luşların kısa izahatı aşağıdadır:
bu kuruluşlardan en önemlilerinden ikisinin durumu
aşağıda belirtilmiştir:
İslami eğitim, bilim ve kültür organizasyonu
(ISESC O ):
ISE SC O ’nun kuruluş projesi 10. Dışişleri Konfe-
Birincisii İstanburdaki İslam Tarihi, Sanatı
ransı’nda ortaya çıktı, 11. Konferans’ta temel yapısı
ve Kültürü Araştırma Merkezi
ve 1982’ deki zirve toplantısında da kuruluşu onay­
landı. 1992’de 22 devletin katıldığı kurumsal toplan­
(IR C IC A ) dışişleri bakanlarının 7. konferansın­
tısı düzenlendi. Amaçları:
da yayınlanan bir kararla kuruldu. 9. konferansta te­
mel yapısı, 10. konferansta harekat programı onayla­
a) Üye ülkeler arasındaki eğitim, bilim ve kültür
işbirliğini sağlamlaştırma.
nan merkez 1982’de açıldı. Merkezin yönettiği bir­
çok faaliyet arasında şunlar bulunmaktadır:
b) Varolan çeşitli fikirlerden faydalanarak anlaş­
ma ve huzur ortamı oluşturma.
- Uzmanlık alanında 41 kitap basımı.
c) İslami değerlerin bütün seviyeleri içeren öğre­
- 34 rapor yayını.
tim programlarında somut bir şekilde ortaya konma­
- İslami sanatlar üzerine 2 belgesel bant üretimi.
sı.
9 0 Ümran-Nisan -2002
İSLÂM KONFERANSI ÖRGÜTÜ / TAŞKİRİ
d) Otantik îslami kültürün tekrar canlandırılma­
sı ve şüphe ve kuşkuların ortadan kaldırılması.
e) İslâmî devletlerde yaşamayan müslümanların,
İslami kimliklerinin korunması.
Iran İslam Cumhuriyeti 1992’de katıldı; bu nok­
tada son olarak 39 üyeye ulaşıldı.
İKÖ şu standartların farkına varmalıdır:
Birincisi: Dar görüşlü fayda anlayışını bırakarak
yüksek amaçlara ulaşmak için ekonomik, kültürel ve
politik gündem üzerinde ilerleme sağlayarak içsel bir
huzur sağlama.
İkincisi: Üye devletlerin salıip olduğu muazzam
yeteneklerin bilgisi ve bu büyük kabiliyetlerden ola­
Diğer kuruluşlar:
' Riyad’da İslami Dayanışma Spor Birliği
- Libya, Bingazi’de Uluslararası Hilal İçin İslami
Komite.
- Uluslararası Arap İslami Okulların Dünya Birli­
bildiğine faydalanmak için çalışmak.
Üçüncüsü: Uluslararası olaylarda, özellikle İslam
dünyası ile ilgili olaylara güçle müdahale.
Dördüncüsü: Medeniyetin mevcut problemleri­
ni çözmek için bütün alanlarda uluslararası dayanış­
ma ve geniş bir katılım.
ği
Bu standartların gerçekleştirilmesi bunları takip
Biz düşünüyoruz ki İslami hareketin koordinasyo­
eden hareketler olmadan başarılamaz:
nu için komite ve propagandanın , İKÖ’ nün politik
Mevcut mekanizmaları ve İKÖ faaliyetlerini yö­
ve ekonomik olarak üstün olduğu kültürel alanda bü­
neten sistemlerin tekrar gözden geçirilmesi. Gerekli
yük bir etkisi var. Fakat büyük idealler taşıyan ve
uygulama olanağına sahip olarak yürürlükteki meka­
farklı alanlarda “Ümmet” e teşvik üzere çalışan orga­
nizmaların yetkilendirilmesi. Bu güçlü bir iradeyi ge­
nizasyonda yeterli seviyeye ulaşılamadı. Gerçekten
rektirir.
de dikkatlerin İslami birlik üzerinde otantik İslami
Gerekli finansal olanaklara sahip olmak ek öde­
kavramlarda derinleşmesi gerekir; İslam şeriatının
nek ve hibe beklemeksizin kendi kendine yetmek,
uygulanması; ahlakın yayılması; her seviyede gerekli
gereklidir aksi takdirde bu onların isteklerini ikinci
dengelerin oluşturulması; ahlaki, politik, kültürel ve
plana atacaktır ve bu büyük ideallerin gerçekleşmesi­
ekonomik bütün belirtilerinin yasaklanması; îslami
ni unutturacaktır.
sloganların ruhuna uygun bir şekilde tekrar canlandı­
Sorumluluklarını yerine getirmeyen ülkelere kar­
rılması ve dolayısıyla dindar müslüman bireyleriyle
şı yaptırım uygulamaları amaçların gerçekleşmesinde
ilkeli İslami bir toplumun oluşturulması. Bütün bun­
halkın ve sivil toplum örgütlerinin katılımını sağla­
lar İKÖ’ nün başaramadığı meselelerdir.
Belki İKÖ ’yü engelleyen en önemli faktör, ger­
çekten de yine onun fonksiyonları yani yine kendi
mak hatta hükümetlere genel İslam çizgisine uyması
hususunda baskı yapmak.
İslam şeriatının üye ülkelerinin sosyal hayattaki
gücünü onlardan aldığı üyeleridir. Üyelerin bazıları
alanlarda uygulanmasını yönetmek, İslam dünyasını
kapalı yerel ve parti çıkarlarıyla kontrol altına alın­
bütün batıl belirtilerden temizlemek, her zaman iade
dıkları için politikalarını özgür ve açık bir şekilde or­
edilen fakat gerçekleşmesinde tereddüt bulunan bü­
taya koyamamakta ve İslam’ın yüzeysel nitelikleriyle
yük bir amaç.
tatmin olmaktadırlar.
İKÖ devletlerin anlayış ve düşüncelerine göre ha­
Sonuç olarak demek istiyoruz ki:
Tahran’daki 8. İslam Zirvesi’nde konferansta
reket eder. Bu da organizasyonun İslami hassasiyette,
görülen güçlü tutarlılık, onaylanan yeni kararlar ve
kadın standartlarının yükseltilmesinde veya ahlaki
bu kararların küstah dünya politikalarına karşı mey­
bozulma vs. hususlarında etkileyici bir role sahip ol­
dan okuması, İKÖ hareketinin her şeye rağmen iyi
masını engellemektedir.
bir şekilde ilerlediğini gösterir.
Bu hareket süreci nasıl tamamlanabilir?
Bizim inancımıza rağmen politik ve yasal birlik
İslam dünyası için doğal bir durumdur, şimdiki koşul­
lan düşünmek yeni alternatifleri düşünmeye sevk
ediyor, ki İKÖ bunlar arasındadır. İKÖ üyelerinin
değişim için gerekli olan azmi şartıyla 21. yüzyılda
uluslararası alanda büyük bir rol oynayabilir.
İslam devrim lideri, İran’da yayımlanan konuş­
masında İKÖ’nün dünya çağında uygun bir rolde ol­
ması gerektiğini önerdi.
Rahman ve Rahim olan Allah’tan bizleri bu yol­
da muvaffak etmesini diliyoruz.
O her şeyi duyan ve bilendir.
■
Yazar : İran İslami Kültür ve îlişJdler Bölümü Başkam
Ümran-Nisan -2002 91
İN T ER N ET İSLÂMTN Ü Ç Ü N C Ü DALGASI MI;
UYGARLIG IN SONU MU?
}ON W. ANDERSON
Türkçesi: Zehra Sevimcan
I
rak’ta yayımlanan yeni bir raporda, devlet gaze­
lıklı eserinde belirttiği gibi, sosyal bilimcilerin öteki­
tesi el'Cumhuriyye, interneti “Amerika’nın
lerle olma ve ilişkilenmenin “elektronik olarak aracı-
dünyadaki her bir eve girmesi için bir araç” ve
laşmış” formlarına kadar yayılır. Öte yandan dikta­
“uygarlıkların, kültürlerin, çıkar gruplarının ve etiğin
törler liberal hümanistlerden, özellikle akademisyen
sonu” olarak ilan etti (Assosiated Press, 17 Şubat
ve gazetecilerden, kurumsal yapılarının, değer yargı­
1997). New York Times bu hikayeyi geleneksel tav­
larının, editörlerinin ve basımın eski enformasyon
rıyla, bir önceki, “interneti, özledikleri kültürlerini
rejimlerine bağlı olanlarından (örneğin, Gertrude
ve ilgi alanlarını, sevdikleri eski Irak’ı devam ettir­
Himmerfarb’ın A Neo-Luddite Reflects on The Internet
mek için kullanan Iraklı sürgünler” (Iraklı Sürgünler
adlı çalışması. Yüksek Öğrenimin Kroniği, Kasım,
Eve Uzanıyor Web sitesi, Lisa Napoli. New York T i­
1996, A 56) oluşur. Fakat diktatörler aynı zamanda
mes, Cyber Times. 20 Şubat 1997- erişim bedavadır
hayal kırıklığına uğramış evvelki gayretkeşlerden de
fakat kayıt yaptırmak zorunludur.) örneği ile denge­
oluşur, örneğin Silicon Snake-Oil adlı çalışması ile
leyerek ele aldı. Bir sosyal, politik, ekonomik ve da­
“yeteneksizleşmiş” beyaz-yaka işçileri şeklinde iş-so-
ha geniş olarak kültürel fenomen olan internet içeri­
nu tezinin güçlü bir formunu geliştiren ve bu çalış­
sinde fikirleri karşıt koşullar ve yankılı terimlerle ve­
ması sanayileşmenin meslek ticaretleri üzerinde bı­
ren bu tür bildik gazetecilik örnekleri yanlıştır ki me­
raktığı önceki etkilerine paralel görülen Clifford
seleyi analizden çok uzaklaştırır.
Stoll (örneğin, Scott Lash ve Joseph Urry’nin Örgüt­
Siber-âlem ve internet; sanayi devrimi şartlarını
lenmiş Kapitalizmin Sonu, Londra 1987 adlı eseri). Bir
bir enformasyon çağı/toplumu/ekonomisi ile değişti­
mülakatında Stoll, kesin bir dille bu meselenin geze-
recekleri yeni bir bilgi, enformasyon ve iş paradigma­
neğinin yorum ve mantıkta yattığını belirtti:
sı oluşturma hevesi içerisindedirler. Yeni çağ formü-
"Amerilia Online ya da CompuServe’de ya da her­
lasyonlarının ötesinde, örneğin Nicholas Negropon-
hangi birinde rastgelinen bir veri’nin (datanın) aricasında
te’nin Dijital Olmak başlıklı çalışması, “elektronik
kimse durmaz. Yazar bir tıp doktoru mu yoksa bir boz.o
hudutlar” ve yeni epistemoloji olarak multimedya
mu? Bilmiyorum, ve onlar herhangi isimli bir ekranm ar-
metaforları ile Howard Rheingold’un Sanal Cem aat
dmdalar. Bu on bir yaşmda bir kız çocuğu ya da yetmiş
(The Virtual Community) (New York, 1995) başlık­
yaşında Jcart bir filozof da olabilir. ‘Hey, bu iyi bir şey de­
lı çalışması ve Alvin Tofîler’ın Üçüncü Dalga (The
ğil diyen birinde eksik olan nedir? Editörler Imlitenin ba­
Third Wave) (New York, 1981) başlıklı kitabı, sos­
rometreleri gibi çalışırlar, ve bir editörün zamanının çoğu
yal modeller olarak şebekeleşmiş, ayrışmış (ya da
‘hayır’ demekle geçer. Enformasyon otobanında eksik
merkezsizleşmiş) hesaplamalar daha özgül teşebbüs­
olan şey, kendilerine ödeme yapılan profesyonel muha­
lerdir.
birlerdir.”
Yeni paradigma/cılık, Sherry Turkle’ın “Internet
Burada apaşikâr bir gerçek var; en güncel versiyo­
Çağı’nda Kimlik” altbaşlığıyla yayımlanan Ekrandaki
nu olan Irak, internette değil ama İraklılar oradalar
Hayat (Life On The Screen) (New York, 1995) baş­
ve yaptıklarından biri de Irak’ı, Irak’ın resmi otorite-
9 2 Um ran-N isan‘ 2002
İSLÂM'IN ÜÇÜNCÜ DALGASI / ANDERSON
lei'inden bağımsız yazarlardan oluşan uluslararası bir
pında ve neredeyse ani bir katılımla aynı anda iştirak
“siber--ortam”da tanıtmak ve genişletmektir.
eden insanlarla kendi olanakları ve giriş engelleri
İnternet neredeyse onu geliştiren, geniş bir araŞ'
tırma ve eğitim dünyasına doğuran araştırma labora­
olan ek bir aracının yardımı ile büyük ölçüde yayılan
bir forumdan az bir bilinçtir.
tuarlarından çıktığından beri, bir çok meslek grubu­
Bu modern çağa damgasını vuran etno-linguistik
na kolaylık sağladı. Onu ilk vücuda getirenler çoğun­
ulusçuluğun Benedict Anderson’ın kavramsallaştır-
lukla bilim adamları, mühendisler ve ticari laboratu­
dığı “hayali cemaatler” mefhumunu besleyen, erken
arlardı, bir çok sanat ya da fen dalında eğitim veren
modem Avrupa imparatorluklarının deniz aşırı “me­
okulların ve batılı üniversitelerin ileri teknoloji
lez / etnik” nüfusları arasında etki yaratan, matba­
alanlarında eğitim gören yabancı öğrenciler ya da
anın yaygınlaşması ile karşılaştırılabilir olduğu gibi;
göçmen profesyonellerden oluşan mesleksiz kültürel
yayıncılığa ve kitle iletişimine benzemez. Onların
ve politik gruplardı. New York Times’dan alıntıla­
geç modemitenin elektronik enformasyon çağındaki
nan yukarıdaki hikaye,
tam benzerleri yeni bir
e-maili, arkadaşları ile
yayım teknolojisi tara­
bağlantı kurmak için
başarılı bir şekilde kul­
lanan, bir bülten sayfası
yaratan ve “İrak N et”
adlı dünya çapında bir
web sitesine dönüştür­
müş olan
Dini tebliğin, kültürel sunumların engelle­
nen ve sindirilmiş projelerle mümkün ola­
madığı yerde Müslüman ülkelerden pek
çok insan tartışmak ve yeni şeyler oluştur­
mak için becerilerini kullanmaktadır.
mış “new creoles” (ya­
ni hem Avrupalı hem
Asyalılar)dır. Bu kreolizasyonun bazı yön­
leri vardır:
Birincisi; “karma
İrak a sıllı’
“Detroit’li bir bilgisayar uzmanı” üzerinde durmakta­
fından muktedir kılın­
söylevler” karıştıkları ve ödünç aldıkları dalıa teşki­
dır. Bu gibi insanlar için internet, kamuya açılan bir
latlı formlar arasında arabuluculuk yapmaktadır. Bu
kapıdır. Dini tebliğin, kültürel sunumların ve ulus-
karışım kablolu servis kopyası ya da bir elektronik
yapılanmasının engellenen ve sindirilmiş projelerle
bülten sayfası ve ya e-mail listesi gibi tekrar postalan­
mümkün olamadığı yerde Ortadoğu’dan ve diğer
mış diğer yeni parçaları içerebilir, bilgi istekleri ve
Müslüman ülkelerden pek çok insan bu veni alanda
yorumlarla karışmış olabilir. Örneğin Müslüman Öğ­
bir araya gelmek, tartışmak ve veni şevler oluşturmak
renciler Birliği’nin formatı gibi, telif ve mülkiyet ih­
için becerilerini kullanmaktadır. 1992’den beri ben
lali meseleleri, onları bir araştırma merkezleri, üni­
bu gelişmeyi Ortadoğu Çalışmaları Kurum Bülteni
versiteler ve taraftar gruplarına ve haber kaynakları­
editörü olarak gözlemledim, bazıları Ortadoğu çalış­
na linkler şeklinde yeniden organize olmaya mecbur
malarında Öğretim ve Araştırma Online Kaynakları
edene kadar.
için özetlenmiştir. (Ortadoğu Çalışmaları Birliği,
1995).
İkincisi, belirgin aktivite, “link araştırmak ve işlemek”tir. Bu, ilkin, elektronik mail ile başlayabilir;
Geniş olarak, bu uğraşlar online’da güncel müza­
özel ilgi, mail gruplar şeklinde büyüyebilir ve her bi­
kerelerle geçer, kendi kültürlerini taşıyan diaspora
ri bir sonuç derlemesine dair bilgi elde etmeye yara­
toplulukların ve kendi toplumlarının politik, dini
yan diğerlerine benzeyen linklerin bulunduğu World
konulardaki şikayetlerinin altını çizer, özellikle resmi
Wide W eb anasayfaları şeklinde ortaya çıkabilir.
seslerden daha ileri düzeyde, kültürel profiller, din
Uçüncüsü; bu çabaların bir özelliği, “karma ente­
kurbanları ile ilgili bilgiler, politik haber ve yorumlar
lektüel teknikler” oluşudur. Klasik olarak fakat yal­
sunar. Bu yönüyle internetin en çarpıcı özelliği gayri
nızca dini, politik, mühendislik ve bilimden alınmış
ihtiyari, gayri resmi bir temsil oluşudur. Bu aktivite
organizasyon ve muhakeme usullerinin uygulamala­
çeşitli katılımcıların kendi otoriteleri ve teknolojiyi
rında bulunmayan bir tekniktir bu. Sonuç, konvansi-
kullanma ilgi ve becerileri ile katılabildikleri, kamu
yonel otorite ve geleneksel öğrenimden ziyade uygu­
desteğinin giderek arttığı, ılımlı olmayan (sık sık iti­
lamalı bilimin ve mühendisliğin değer yargılarının
dalsiz) bir temsil oluşuyla ortaya çıkar. İnternet, en
meşrulaştırıldığı bir alan içinde dini ve diğer yandan
uygun ifade ile bir yayım diyarıdır; sayısı ve sırası
popüler politik fikirlerin yeniden entellektüelizasyo-
çokça genişleme etkisi gösteren, neredeyse dünya ça­
nudur.
Ümran.Nisan .2002 9 3
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
Dördüncüsü; ilk katılımcılar inşasında yardımcı
alanını kolaylaştırır; fakat her şeyi yeniden-düşünme
ve kısmen tanımlayıcı oldukları bir ortalama sosyal
sürecine karar vermez; ki yeniden-düşünme süreci,
alanı işgal eden müslüman diınyasımn deniz aşırı ele-
zaten gerçekleşmeye başlamıştır. Fakat etkisi, çeşitli
manian ile Ortadoğu’nun elemanlarıdır. Bunlar ileti­
birleşmelerin, irtibatların beslenmesinden ve Orta­
şim yoluyla, bazıları internete ve onun “sanal cema-
doğu’nun denizaşırı bölgelerinin ana toprakla tekrar
at”ine öncülük eden, diğerleri internetle genişleyen
bağlanmasından farklı olabilir.
ya da onunla zuhur eden cemaatler oluşturan öğren­
Her bir perspektifte başlangıç evresi benzerdir.
ciler, kısa ve uzun dönem göçmenler, politik sürgün­
Internet sosyal organizasyonun, çok sayıda çeşitli da­
ler ve işçi göçmenlerden oluşan diasporik bir nüfusun
ta için güvenli, ekonomik, merkezi olmayan ve açık
parçalarıdırlar.
iletişimin profesyonel değerlerini ona inşa eden, bi­
Tümünü ele alarak konuşursak, bu özellikler teb­
lim adamlarının ve mühendislerin ihtiyaçları ve iş
liğ, topluluklar arası diyalog, cemaatler arası ilişkiler
modellerinden büyür. Katie Hafner ve Matthew
ve ulus yapılandırması projeleri sürecinde yalnızca,
Lyon’un gerçekleştirdikleri internet tarihinin bir
internet teorisyenlerinin bir Üçüncü Dalga diye kut­
tekrar yapılandırması diyor ki, iddia edildiği gibi ori­
ladıkları, etkileri bakımından cilalı taş devri ve sana­
jinal savunma projesini harekete'geçiren termonük­
yi devrimleri ile karşılaştırılabilir nitelikte, ya da in­
leer savaşın devam etmesini sağlama amacı değil, fa­
ternet diktatörlerinin Uygarlığın Sonu diye kötüle­
kat bilim adamlarının değerleri ve çalışma ihtiyaçla­
dikleri yeni bir kamu hayatının parçaları olarak ele
rının oluşturduğu bir alan dizayn edildi internetin
alınamaz. Btına ek olarak, onlar söylev’den (kumm-
içine. Daha sonra, bu ilgi alanlarını paylaşan bilim ve
sal bağlarla önceden ayrı tutulmuş karma mesajlar),
mühendislik toplulukları dışından diğerlerine bir bağ
entelektüel tekniklere (benzer olarak uzman diyarla­
oldu; böylece internet yalnızca teknolojik olarak de­
rı) personele (önceden marjinalleştirilmişlerdir) eri­
ğil aynı zamanda kendi değerlerine ve hallerine uy­
şen bir kreolizasyona işaret ederler.
gun ilgi alanlarını kuşatmak için sosyal olarak da bü­
Süreç içinde katılımı sağlamak ve kendisi için ye­
ni nitelemeler ve kamu söylemi yolunda “yeni sesler,
yüdü, bazen “dar atış” (narrow casting) diye özetle­
nir.
ne önerir, neyi kolaylaştırır ve ne anlama gelir”in da­
Bu hallerin ve değerlerin arasında dikkat çeken­
ha kesin tarifnamesine izin verecek evrelere kırılabi­
ler internette yollarmı çabucak bulan politik ve dini
lir. Bu durumda, Ortadoğu dünyası ve Müslüman
ilgiler ve tartışmalardır. Demarjinalizasyon bir ilk
dünyası arasında bir fark vardır: Önceki, uzun süren,
dürtüydü. Usenet, elektronik münazara grupları için
yaygın kentleşme ve göç periyodundan çıkarken;
oluşturulan teknoloji, Avustralya üniversiteleri tara­
sonraki, başmdan beri uluslarötesi olmuş ve bugün de
fından geliştirildi. Ortadoğulu ve müslüman öğrenci­
öyle olmaya başlıyor. Internet, İslam’ın sosyal etki
ler dünyaya yayılıp, Ortadoğu ülkeleri ve İslam hak-
94 Ümran. Nisan • 2002
İSLÂM’IN ÜÇÜNCÜ DALGASI /ANDERSON
r....
■
İM
---
■y
kında izlenimler için, yurttaki diaspora hayatı ve
basınlardan okul gazetelerine kadar bir çok çeşit ya­
onun meseleleri hakkında konuşmak için, yurttaşlar
yım ve onlarca ek organizasyon vardır.
ve bir araya gelmiş din adamları bulmak için elektro­
Yani, internet tarafından meydana getirilen ileti­
nik yayımcılığın ve münazaranın öncülüğünü yaptı-
şim artışı, bir yandan, ilk örnekte , var olan mesajla­
lar. Bu süreç içerisinde, onlar kendilerini online dün­
rın bir çeşit göçüyken diğer yandan mesajların daha
yalarda takip eden, özellikle profesyoneller arasın­
fazla kamu açılımı bulmak ve böylece neyin kim ta­
dan, genişçe ve kurumlaşmış topluluklarla kesiştiler.
rafından yayınlandığının dengesini değiştirmek için
Bunlar dini ve politik meselelerin tartışımına ilgili
daha sınırlı çerçevelerde aktarılmasını mümkün kı­
insanların ve “alternatif’ organizasyonların bir karı­
lar.
şımının özelliklerini sunar. Benzer çerçeveler yorum
Sonraki süreç birleşmelerden biridir ve burada
stillerinin ve geleneksel otoritelerinin yokluğu ile
deneyim farklılaşır. Bir taraftan, diaspora ortamların­
belirginlik kazanır ve başlangıç duygusu neredeyse
daki uluslar üstü şebekeler, kültürler ve müzakereler,
postmodern değişikliktir:
yüksek öğrenim ve tatbiki bilim gibi meşruiyet ve
Bu günlerde online olan çok az resmi organizas­
otoritenin yeni kaynaklarına karışır ve incelikli bir
yon var, çoğunlukla devletlerin elçilik ve askeri site­
şekilde onları kendi yararına kullanır. Bu durumda
leri: Müslüman Dünyası Ligi ve İslam Konferansı
onlar, her zaman için onun kendi tercihleri ya da
Örgütünün cyberspace’de yerleşik bir varlığı yok, fa­
avantajına olmayan alanlarda İslam’ı diğerleri ara­
kat bazı dokümanları UN, İC R C ve diğer taraftar hi­
sında bir karşılaştırma konusu haline getirmekle
mayesini de içeren uluslar arası organizasyonlar/neza-
Müslüman dünyasını dönüştüren yüksek, kitle eğiti­
retinde bulunabilir.
mine geçişin numunesine rehberlik etmekten çok
Gayri resmi hareketler ve gönüllü organizasyonlar
onu takip ederler. Onun bu dünya versiyonları, ne
en azından parmak uçları kurdular; onların ayırdedi-
yasalcı ve akla yatkın bir İslam için konuşan ulema­
ci özellikleri açıklıkları, tebliğleri ve kendi program­
nın dünyası ne de okuma-yazma bilmeyen kitlelerin
ları için arena sağlamalarıdır, tartışma ve müzakere
“popüler” İslam insanları, internete rast gelir. Onun
için; ve seyircileri genelde bireylerdir; izlenimlerin
yerine daha ortalarda bir İslam nüfusu var olur: ver­
heyecan verici noktalarını karşılamak veya bağlılık
siyonları fundamentalistlerden liberallere uzanan bir
aramak ve propaganda başlıca vurgularıdır.
nüfus. James Piscatori ve Dale Eickelman (Politik İs­
Çoğu kurumsal çabalar müslüman diasporaların-
lam ,1996), İslam’ın yeniden entellektüelizasyon
da zuhur eder, özellikle Batı’daki; aralarında Hern-
formlarını alan ve onu güncel durum algılarına nak­
don’daki Uluslararası Islami Düşünce Enstitüsü, VA,
leden, bu durumlara şekil ve dizimlerine göre karşılık
Akıl Fonu, Müslüman Öğrenciler Birliği (aktivist or­
veren anlam araştırmalarının ifadelerini ve değişik
ganizasyonları listeler), direniş grupları ve popüler
sosyal temellerini belirler.
Ümran-Nisan -2002 95
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
İnternet artık o dizimin bir parçasıdır. Ona, ol­
U SA Today tarzında ve W all Street Journal’in içeri­
dukça “resmi” sesler yalnızca alternatif seslere karşı
ğini hatırlatan politika ve iş haberleri (özellikle dü­
çıkmak için ya da onların karşı çıkışlarıyla buluşmak
zen ve gelişme hakkında) ile beraber bir “kültürel”
için değil; aynı zamanda toplum temelli popüler İs­
karışım ve üretim değerleri ile başlamıştı. Tipik
lam’ın ya da halk İslam’ının ve geleneksel medrese
sponsorları İslami bankalar ve ticari sektör firmaları­
temelli ulema İslam’ının ötesinde inanç propaganda­
dır. Diğer bir deyişle, dikkati Geniş İslam dünyasın­
sı yapmak, inancı savunmak, ve ona şahitlik etmek
dan Ortadoğu ülkelerine taşıyarak, ticareti interneti
için katılırlar. Bu yeni formlar arasında dini pratikler
götüren ve düzenleyen, eğitim dünyası ve araştırma
ve İslami çalışmalar üzerine uluslar arası standartlar­
dünyasındaki gelişmeler zamanında değil de “mezu-
da master derecesi veren bir programı da içeren mo­
niyet”i ve ardından küreselleşmiş finansal ve hizmet
dern eğitim programları vardır. Bu sunum Herndon,
ekonomisi içinde işe başlayacağı bir zamanda ulaştı.
Virginia’daki, özellikle sosyal bilimler ve İslamcılık
Geniş İslam dünyasına kıyasla, Ortadoğu’nun de­
bilgisi üzerine önceki bir proje ile bağı bulunan bir
niz aşırt bölgeleriyle anakarasının internet üzerinde­
Sosyal ve İslami Bilimler Okul’undan gelmektedir.
ki birleşimi çoğunlukla özel girişimin kamu girişimi
Bir diğeri ise, uluslar arası model geniş bir üniversite
ile karşılaştığı ticari diyarlar üzerinedir. Ortado­
olarak İslam Konferansı Örgütü’nün sponsorluğunda
ğu’nun anavatan ile internet üzerinden bağlantılana-
resmi olarak yapılanmış Uluslararası Malezya İslam
bilen diaspora toplulukları üyeleri ilk örnekte özel­
Üniversitesidir. Her ikisi de, geleneksel medrese usu­
likle Londra gibi sürgün cennetlerindeki , bazı yete­
lü programları olan, Batılı benzerleri gibi başvuru is­
nekleri olduğu halde, deniz aşın profesyoneller ya da
teyen, programlarını açıklayan bir şekilde internette
öğrenciler değildir; bunun yerine Ortadoğu’nun va­
varlıklarını kurdular.
tanları ile internet üzerinden bağlantılanan deniz
Bundan başka, internet toplulukları, bir buçuk
asır boyunca denizlerde ilerleyen ve sonradan eve
aşırı üyeleri iş ile meşguldürler, en azından başlangıç
olarak.
dönen askeriye mensupları, mühendisler ve fizikçiler
Bu alanların her biri, internet, söylev stillerini ye­
gibi yeni elitleri barındırır. Bu Ortadoğu ülkelerin­
niden düzenlemek, yeni katılımları kolaylaştırmak
den profesyonelleri, multimedya ve bilgisayar öğren­
ve Müslüman dünyasının ve Ortadoğu’nun deniz aşı­
cileriyle gerçekleşmedi. Ne de bölgesel üniversiteler­
rı üyelerini içermek etkisine sahiptir. Tümü dahil, bu
de alternatif politikalar ve dini söylevler bu medyada
fenomen, genişlemekte olan “sivil” bir sektör ve bir
belirdi. Kuzey Amerika’dakine zıt olarak Ortado­
toplum, politik toplumu (A U G U S T T U S r. Norton,
ğu’da üniversiteler değil ticari sektörler ve resmi gö­
ed. Ortadoğu’da Sivil Toplum. Leiden, .1995,1996)
revliler arasındaki kamusal özel ortaklıklar online’a
tamamlamak için gittikçe artan uluslar arası toplu­
yön verdi.
luklara uzanan yeni ve genişleyen linklerden oluşur.
Mısır’da, R İT SE C kamu için, seçilen araştırma
Tüm bu süreç, teknolojinin sürüklendiği ve içinden
laboratuarları ve uluslar arası organizasyonlar dışında
çıktığı daha geniş yapısal parametrelerden çok tek­
internet erişimini, varlığını ve politikasını oluştur­
nolojinin kendisi tarafından gerçekleştirilen bir de­
maya yönelik vücuda getirilen, mühendislik cemiyet­
vinim üzerine kuruludur. En sınırlı olanları, birincil
lerinin ve ticari firmaların katıldığı bir parlemento
olarak, interneti kendi açık iletişim değerleri ve im­
projesidir. Bu program özellikle interneti, ilk kurucu
geleri üzerine üreten tatbiki bilimler ve mühendislik
olmayan müşterileri kamu ilişkili firmalar olan ticari
dünyasıdır. İkincisi, yüksek kitle eğitimi dünyasının
kamuya taşımak için dizayn edildi. Buna benzer ola­
“mesleksiz” gruplarına sosyal bir bağ olarak gelir.
rak, Körfez ülkelerinde internet servisleri devlet tara­
Üçüncüsü yeni insanların ve yeni kreolize söylevle­
fından sağlandı-ticari olanaklı bilgi ve iş servislerini
rin bulunduğu uluslar arası bir alana yöneltildi, bu
vurgulayarak, çoğunlukla ticari kullanıcıları etkile­
alan ek otorite formları ve kaynaklan getirdi. Yalnız­
yen ve kamu yararını davet eden sponsor sahibi ve
ca alternatif formulasvonlar için depil avnı zamanda
onaylanmış girişimler. Bu, ve Morokko ve Lond­
dini ve politik yorumun sövlevsel ekolojisini değişti­
ra’daki benzerleri, amatör olarak yayınlanan haber
ren katılım ve açıklamalara alternatif meşruiyetler
mektuplarından ve öğrenci kağıtlarından farklı.
kazandırmak için de ekstra otorite form ları ve kay­
9 6 Unvan-Nisan‘ 2002
İSLÂM’IN ÜÇÜNCÜ DALGASI / ANDERSON
naklar çıkardı. Hiçbir form kendi başına yayılmaz:
masyon merkezli ticari dünyada yaygın algılayış gibi,
bunun yerine onlar yeni insanlar ve genişleyen mü­
resmi görevlilerle doğal alternatif hisseler arasındaki
zakere arenaları şeklinde büyüyen uluslar arası arena­
“üçüncü” güç, resmi görevlilerle altyapının ve mes­
ya uyarlanırlar.
leksiz gruplarla teknolojinin emrindedir.
Kendi iletişim mülkiyeti üzerine temellenen eV'
İnternetin etkisi, Müslüman ve Ortadoğu dün­
velki enformasyon çağının “new creoles”(yeni hem
yasının Pazar, medrese ve bilgi, iletişim akışını sağ­
Avrupalı hem Asyalı) halini gönneyi beklemeliyiz.
layan diğer gayri resmi şebekelerinde ya da resmi
Bunlar dünya çapında ya da en azından uluslar arası
uluslar arası konferanslarda, yakın zamana kadar
veya daha kültürel ve tarihi sonuçlara varsın ya da
varmasın, basım kapitalizminin modem zamanlara
geçişte hanedan ve topluluk problematiğinin dini
duyularına meydan okuduğu gibi, onlar evvelki enformasyonel'iletişimsel
rejimlere
bağlı,
güncel
otorite biçimleri ortaya çıkardılar. “Kreole ulus­
çuluğuna” karşılık olarak, bir “resmi ulusçuluk” gibi
kendi topluluğunun araçlarını ve anlamlarını kul­
lanarak büyüdü, böylelikle bir çağdaş benzerlik, diğer
yanda gönüllü çabalar iken yarı sponsorluk ve IIIT
kısıtlı olan iletişimin ulaşım alanını ve etkisini
büyütme; var olan formları küreselleştirme becerisin­
den gelir. Bireylerin ve resmi olmayan yapılan­
maların Unesco’nun devletler arası platformunda
tartışılmış her şeyin ötesinde bir Yeni Enformasyon
Düzeni sunmaya çalışırken, bir çok mesele geçildi,
aşıldı. Örneğin barışçı ve insan hakları, çevreci, kar­
şıt ve direnişçi grupları kendilerini daha kamusal
hale getirerek tartışmalara katılmayı ve tartışmalar
formlarından HUM formlarına kadar geniş bir form-
açmayı başardılar; politik diyaloglar mesafe koru­
1ar bütünü halini alır. Bunlar, devletler arası or­
yarak devam ettirildiği sürece bu tür gruplar inter­
ganizasyonlar olan O IC ve MWL’ ye kıyasla, yeni
nette çoğalmaktadır.
çıkan otorite organizasyonları ve topluluklarını aynı
Bu nedenle, internet ve iletişimin küreselleşmesi
zamanda nüfusları hedef alırlar. O IC ve MWL ulus-
için yapılan zorlayıcı karşılaştırma, geç modernitenin
1ar arası organizasyon diplomasisi dünyasına aittirler,
televizyon ve radyo iletişiminden daha çok erken
ortak yorum tekniklerine dayalı topluluklara değil.
modem dönemde gazetelerin kalkınmasıdır; o bazı
Bu referans çerçevesi içinde internet bir epis-
formlara yeni ulaşım alanları, etkiler ve kavrama
temolojik Üçüncü Dalga’dan çok yakın bir gelecekte
gücü verir. Yayıncılığın asimetrik aranjmanlarma
gerçekleşecek çıkışma işaret edilen, nosyonun tüm
kıyasla, internet üzerindeki engeller gönderici için
birlikleri ve profesyonelleşmiş orta sınıflarıyla, sivil
alıcıdan biraz daha fazladır ve her geçen gün daha da
toplum olarak tanımlanan üçüncü bir güç görün-
azalmaktadır. Bu aynı zamanda, ondan yararlanma
tüsündedir.
pozisyonunda olanların sayısı nispeten azken, mod­
Benedict Anderson’ın tanımladığı baskı ve
gelişen okuryazarlığın kombinasyonu olan basım
kapitalizmini burada hatırlatmak yerinde olur. O r­
tadoğu’nun ticari kaynaklı şebekelerinin ve servis
sağlayıcılarının son günlerdeki ve hızlı çıkışı, bir öl­
çüde resmi sponsorluğa dayalıdır, Örneğin Mısır’da,
Körfez’ de, Ortadoğu ülkeleri içinden ve dışından
acemi servislerden, Ürdün’deki arabia.online’dan
Arap N et’e ve Londra’daki Middle East Business
Review’e kadar. Online olarak, bir yandan elçiliğin
kamu
hizmetlerini
sunarlar
diğer
ern kitle(merkezi) iletişimine değil merkezi olmayan
yüz yüze iletişime benzeyen küresel bir enformasyon
düzeni içinde, stratejik bir konum aldılar demektir.
Ve bu intemet teorisyenleri (ve internet alarmcıları)
tarafından hayal edildiği gibi
tek bir “yeni”
iletişim/enformasyon formu değil, elit kalıbını ve
kurumsal devamlılığı dış göçe doğru çevirmeye baş­
layan bir birleşmeler kalıbına aracılık eden devamlı
formlardır.
■
yandan
Cezayir’deki Müslüman Öğrenciler Birliği ve İslam
Toplumu Hareketi’nin sitelerini. Uluslar arası kon-
Jon W. Anderson, Washington,DC, Amerilm Katolik
teksler geliştirmek için uluslar arası standartlar geliş­
Üniversitesinde Doçenttir ve Ortadoğu Çalışmaları
tiren İslam’ın siber uzay’a geçişi durumunda olduğu
Bülteni, Kuzey AmeriJca Ortadoğu Çalışmaları Bir­
gibi, geleceğin bir parçası olan büyük oranda enfor­
liği gazetesi editörüdür.
Umran^Nisan .2002 97
MÜSLÜMANCA DÜŞÜNME AÇISINDAN İSLÂM
VE
d em o krasi
UZLAŞMAZLIĞI MESELESİ
RASIM ÖZDENÖREN
emokrasi retoriğinin revaçta olduğu bir
gayretine düşmüşlerdir. Böylece İslâm dünyasına ka­
dünyada ve bir dönemde, demokrasi ile Is-
zandırmayı düşündürdükleri kurum ve kavramların
lam’m uzlaşmazlığma ilişkin fikirler derme-
aslında İslâm’a yabancı olmadığını, bilakis bu kav­
yan etmek bazılarımıza bindiği dalı kesmek veya
ramların ve kurumların İslâm’da da bulunduğunu ile­
maslahatın icaplarını görmezlikten gelmek, hatta
ri sürmüşler; iddialarına da samimiyetle inanmış ve
kendini bilmezlik olarak görülebilir. Üstelik bazı ül­
itibar etmişlerdir.
D
kelerde, bazı müslümanların demokratik yönetimle­
Aynı durum şimdi demokrasi konusunda da yaşa­
rin onlara sağlayacağı kolaylıklardan istifade etmek
maktadır. Bazı müslümanlar, demokrasinin tam da
için mücadele verdikleri ve demokrasinin sağlayaca­
İslâmî bir kurum, İslâmî bir yönetim biçimi olduğu­
ğı kolaylıklardan yararlanmak suretiyle İslâmî talep­
nu, nerdeyse iftihar duyarak ileri sürmekte ve bu fik­
lerine daha kolay Bir siyasal/toplumsal ortam sağlaya­
ri benimsemektedirler. Bu görüşte olan müslümanla­
bileceklerini düşündükleri göz önünde bulundurulur­
rın bir kısmında, İslâm’ın hayata geçirilmesinde de­
sa, Islâm’la demokrasi arasındaki uzlaşmazlığın bu­
mokratik ortamın himmetine ihtiyaç duyulacağına
lunduğuna dair fikirler ileri sürmek bozgunculuk bile
dair bir fikir hakim bulunmaktadır. Böylece onlar,
sayılabilir. Ancak yanlışların düzeltilmesi ve doğrula­
demokrasiyi irdeleyenler ve demokrasinin İslâm’daki
rın tekrarlanması hususunda oportünizme riayet edil­
yerini belirlemek isteyenler, karşısında “İslâm’ın gel­
memesi gerektiği de fikrî bir tavır olarak kabul gör­
mesine demokrasi yardımcı olabilecekken bu yar­
melidir. İslâm aleminde yaklaşık ikiyüz yıldır benim­
dımdan niçin kaçınıldığı” hususu ciddi bir soru ola­
senmiş oları bir tavrın da, hakikat adına değiştirilme­
rak, önlerine çıkmaktadır. Bu durum da onları, de­
si gerektiği üzerinde durulmalıdır. Modernleşme t a - ,
mokrasinin İslâm indindeki meşruiyetini ispat etme
leplerinin Batı karşısında boyun eğici ve özür dileyi­
çabasına sevketmektedir.
ci tutum yerine, sorgulayıcı ve hesaplaşmaya davet
Oysa modernleşmeyi, dolayısıyla Batı karşısında
edici bir tutumun konulmasına teşebbüs etmenin
boyun eğici ve özür dileyici tavrı reddedenler soruyu,
belki de tam sırasıdır.
İslâm indinde demokrasinin yeri ve değeri nedir, bi­
Batı uygarlığı ile karşılaştığı anda modernleşmeci
tavrı benimseyen müslümanlar, bu tavrın icabı ola­
çiminde koyuyor.
Söz konusu iki tavır farkı, aynı zamanda, ele alı­
rak bu uygarlığa ait kurumlan ve kavramları benim­
nan kurum ve kavram karşısındaki farklı değerlendir­
semek istemişlerdir. Çünkü bu suretle “kendi geri
melerin belirlenmesine de yol açıyor. Nitekim batıh-
kalmışlıklarını” telafi edebileceklerini düşünmüşler­
laşmanın veya modernleşmenin kaçınılmaz unsurla­
dir. Ancak mensubu oldukları dinden de vazgeçmeyi
rı arasında laikliği ve demokrasiyi vazgeçilmez olarak
göze alamadıklarından, bu kez, bu uygarlığa ait kav­
görenler, bu iki kurumu, vicdan, din ve düşünme öz­
ramların İslâm’da da yar bulunduğunu ispat etme
gürlüklerinin teminatı olarak görme eğilimindedir-
98 Ümran. Nisan • 2002
İSLÂM VE DEMOKRASİ / ÖZDENÖREN
1er. Oysa adı geçen özgürlükler ve benzerleri, siyasi
ce, demokrasinin bir yönetim biçimi olmaktan daha
rejimler tarafından teminat altma alınır veya alın­
önce, bir yaşama biçimi, başka bir ifadeyle bir kültür
mayabilir. Ama bu özgürlükleri teminat altına alan
meselesi olduğunu söylemiş oluyoruz.
.
bir siyasi rejime mutlaka demokratik veya laik deme­
Öyleyse demokrasi nasıl bir kültürün ürünüdür
miz icap etmez. Demokratik veya laik olmayan siyasi
sorusunun cevabını bulmalıyız. Demokrasi ve de­
rejimlerde de, aynı özgürlükler teminat altma alınmış
mokratik yaşama biçimi Batı kültürüne mahsus bir
olabilir. Nitekim aynı özgürlükler İslâm’ın da temi­
olgudur. Demokrasinin bir yaşama tarzı olarak top­
natı altında bulunmaktadır. Fakat İslâmiyet, bir ida­
lumsal ve siyasal hayatın kendisi haline gelmiş olan
re biçimi olarak laik olmadığı gibi, demokratik de de­
bu ülkelerde (ki en genel ifadesiyle Grek filozofisi-
ğildir. Ve bu durum İslâm için nakısa olarak da kabul
nin. Roma hukukunun ve Hıristiyanlığın hasılası
edilemez.
olan bir kültürün yaşandığı ülkelerdir bunlar), de­
mokrasi bir ülkü olarak
İmdi, bu mülahaza­
hedeflenen bir ilke ol­
lardan sonra demokra­
sinin mahiyetüıi belir­
lemek şart haline geli­
yor. Demokrasinin ma­
hiyetini belirlemeliyiz
ki, onun İslâm’la uzla­
şıp uzlaşmadığı konusu­
Çıkartılan kanunların dini metinlerde yer
alıp almamasından bahsetmiyoruz. Fakat o
kanunlar yapılırken esas alınan referans
noktası neresidir? Beşer iradesi mi, yoksa
vahiy mi?
Acaba demokrasi, adının ortaya koyduğu gibi,
bu ülkelerde, uzun bir
tarihi geçmişin hasılası
olan siyasal ve toplum­
sal çatışmaların ve ne­
ticede bu çatışmalar
sonunda elde edilen
na açıklık getirebile­
lim.
mamıştır: demokrasi,
bir uzlaşmanın ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Batı kültürünün temel belirleyicileri olarak bi­
mücerret bir “demos/kratos” (yani halk idaresi) ola­
linen Grek felsefesi. Roma hukuku ve Hıristiyanlık,
rak ortaya çıkan bir yönetim biçiminden mi ibaret­
bir yandan Avrupa insanının kafa yapısını ve yaşama
tir? Eğer böyle olsaydı, halkın kendi kendini yönet­
tarzını biçimlendirirken; aynı insan, bir yandan da
mek üzere tecelli eden her yönetim biçimine veya
bu temel belirleyicileri kendi yaşama tarzına uygun
her siyasal sisteme kolaylıkla demokratik diyebile­
hale dönüştürmüştür. Roma hukuku, Pappini’nin
cektik. Oysa halkın kendi kendini yönetmek üzere
alaycı tesbitiyle, aslında hasis köylülerin hukukuydu.
seçimlere gitmesi, bir seçmen olarak oyunu kullan­
Grek felsefesi ise, son tahlilde, kelime-i t<avhid’in bi­
mak suretiyle kendini yönetecek olanları seçmesi,
linçsizce saptırılmasından elde edilmiştir. Hıristiyan­
her zaman demokrasi anlamına gelmiyor. Belki* böy-
lık aynı şekilde, asli kaynağından kopartılıp beşeri
lesi yöntemlere (yani yönetenlerin yönetilenler tara-'
ifade biçimine dönüştürülmüştür. Başka bir ifadeyle,
fından seçilmesi gibi sonuçlara) ulaşılması demokratik
batı insanı, felsefeyi de, hukuku da, dini de, kendi ya­
yaşama biçiminin bir tezahürü olarak sonradan ortaya
şama tarzına uyarlamak istemiş ve bunu başarmıştır.
çıkıyor. Yani usûlden önce asıl geliyor: önce demok­
Durum böyle olunca, Batı kültürünün temel ırası
ratik yaşama biçimi var oluyor, sonra demokratik ya­
olan sınıflı ve sınıfçı, köleli ve köleci, ayrımcı ve ay­
şama biçimi kendine mahsus usûlü (uygulama yönte­
rılıkçı, sömürücü ve sömürgeci yapısı değişmeden
mini) ortaya koyuyor. Olaya tersinden başlandığın­
kalmıştır. Bugünkü Batı demokrasisi de, zaten, bu te­
da, yani önce yöntem gelsin, yaşama biçimi arkadan
mellerin üstüne bina edilmiştir. Sınıflı, köleli,. ayrı­
gelir diye yola çıkıldığında, aynı sonuca ulaşılamıyor.
lıkçı ve sömürgeci bir toplumsal ve siyasal yapıya sa­
Nitekim demokrasilerde bir sonuç olarak uygulanan
hip olmadan ve bu unsurların belirlediği bir kafa ya­
halkın kendi yöneticilerini seçimle işbaşına getirme­
pısının yönlendirmesi esas alınmadan, bugünkü Batı
si yönteminin sureta uygulandığı ülkelerin hiç birin­
demokrasisinin varlığını açıklayabilmenin imkanını
de demokratik yaşama tarzının hakim kılınamadığını
elde edemeyiz.
ve hayata geçirilemediğini tesbit edebiliyoruz. Böyle-
Demokrasinin, böylece, bir bakıma Batılı insa­
Umran.Nisan .2002 99
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK
nın tabii yaşama biçimi olduğu da ortaya çıkartılm.ış
ırası da bu kritik noktada odaklanm.aktadır. Yoksa
olmaktadır. Demokrasi bir yaşama biçimi olarak sı-
belirtilen ilkeleri esas kabul etmiş olan her rejim,
nıflar arası bir güç dengesinin üzerine kuruludur. De­
kendiliğinden demokratik sayılmıyor. Bu ilkelerin
mokrasilerde öngörülen hukuk böyle bir güç dengesi­
hayata geçirilmesi kanun çıkartmak suretiyle müm­
nin üzerinde yükselmiştir. Uygulanan hukukta deği­
kün kılınabilir. Kanun çıkartmak demek hakimiyet
şiklikler yapma zorunluluğu ortaya çıktığında, söz ko­
(egemenlik) hakkının kullanılması demektir. Kanun
nusu güç dengesi daima hesaba katılınak durumun­
çıkartılırken hakimiyet hakkının kullanılmasında re­
dadır. Kimse kendi çıkarı öyle gerektiriyor diye ve
ferans noktası olarak esas alınan merci neresidir? Ka­
öteki çıkar zümrelerinin çıkarını dışlayarak böyle bir
nunlar kim adına ısdar ediliyor? Kanun çıkartılırken
değişikliğe müracaat edemez. Etmeye kalkıştığında
referans noktası olarak beşer iradesi mi esas alınıyor,
da mukabelesini şiddetle görür. Batı demokrasisinde
yoksa vahiy mi?
siyasal
bir
Burada, elbette
dünya görüşünün fark­
partiler,
dikkat etmemiz gere­
lılaşmasını
ifade et­
mekten önce, iktisadi
çıkarları temsil etmek
üzere
vücut
Böylece
bulur.
demokratik
hukuk düzeninin bir
İslâmî yönetimde nasslara bağlılık mutlak­
tır. Oysa Islâmdışı yönetimlerde veya de­
mokraside anayasaya bağlılığın ırası mut­
lak değildir: İnsanlar isterlerse, bağlı bu­
lundukları
anayasayı değiştirebilirler.
_____ ^
___________________
karşılıklı çıkar dengesi
ken incelikler var. Ç ı­
kartılan kanunların di­
ni metinlerde yer alıp
almamasından bahset­
miyoruz. Bu kanunda
yer almış ilkeler, hatta
kanun metninin kendi­
üzerine kurulu bulunduğunu söylüyoruz. Demokrasi­
si dini metinlerden iktibas edilmiş olabilir. Fakat o
nin bir uzlaşma rejimi olduğunu ileri sürenler de, sa­
kanunlar yapılırken esas alınan referans noktası ne­
nırım, uzlaşmanın değinilen karakterine atıfta bulu­
residir? Beşer iradesi mi, yoksa vahiy mi?
nuyor. Yoksa onların, mücerret faziletleri böyle ge­
Kanunları çıkartanlar, her halükârda insanlar­
rektirdiği için uzlaşmacı bir tavrı benimsediklerini
dır. Fakat insanlar bu kanunları çıkartırken kimin
söylemek insanları gülümsetir.
hatırını güdüyor ya da gütmek istiyor? Kanunun ilke­
İmdi, demokrasi madem bir uzlaşma rejimidir,
si dini metinlerde yer almakla birlikte, kanun çıkar­
öyleyse nelerin üzerinde uzlaşılmış bulunduğunu bil­
tan merci, o kanunu dinin hatırını güderek mi çıkar­
meliyiz. Öncelikle, bu uzlaşmaya taraf olanlar hatır­
tıyor, yoksa maslahat öyle gerektirdiği için mi o ka­
lanmalıdır. Bu uzlaşmaya taraf olanlar, toplumu mey­
nun çıkartılıyor?
dana getiren sınıflardır: Aristokratlar, halk ve dİn
Değindiğimiz gibi, eğer üzerinde mutabakata
adamları. Üzerinde uzlaşmaya varılan ilkelere gelin­
varılan ilkeler bir başına, bir siyasal rejime demokra­
ce, onları da şöylece belirtmek mümkündür sanıyo­
tik dememiz için yeterli olabilseydi, aynı ilkelerin İs­
rum: 1. Herkesin yönetime katılmasının sağlanması,
lâm’da da bulunduğunu ileri sürerek, İslâmî yöneti­
2. Genel ve eşit oy, 3. Çoğunluğun kararlarına toplu­
min de demokratik olduğunu söyleyebilirdik. Ger­
mun uyması ve azınlığın haklarının korunması; baş­
çekten de sözü geçen ilkelerin mevcudiyetini İslâmî
ka bir söyleyişle, çoğunluğun ve azınlığın birbirlerine
yönetimlerde de müşahede etme imkanına sahibiz.
tahakküm etmemelerinin sağlanması ilkesi, 4. Temel
Seçim ve temsil ilkesi dört halife döneminde uygu­
hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, 5. Ya­
lanmıştır. O uygulamaların günün gereklerine göre
salar önünde eşitlik ilkesi---------------------------------------
yeniden düzenlenmesi için herhangi bir engel de söz
Sözü edilen ilkeleri tespit etmek ve üzerinde uz­
konusu değildir. Oylama suretiyle çoğunluğun karar­
laşmış olmak elbette yetmiyor. Bu ilkelerin hayata
larına toplumun uymasını sağlamak da müslümanla­
geçirilmesi gerçekleştirilmelidir asıl. Bu demektir ki,
rın yabancısı olduğu bir uygulama değildir. Bu uygu­
bu ilkeleri hayata geçirecek olan yasaların çıkartıl­
lama zımnında azınlıkta kalanların haklarının ko­
ması gerekmektedir. İşte, demokrasinin belirleyici
runması da esastır. Bu demektir ki, azınlığın ve ço ­
100 Ümran •Nisan -2002
İSLÂM VE DEMOKRASİ / ÖZOENÖREN
ğunluğun birbirleri üstünde tahakküm etmemeleri
Biraz daha ileri giderek diyelim ki, bir ülkede, İs­
hususundaki ilke esasen İslâm’ın öngörüleri arasında
lâm’ın kişilerin ahvaline dair hükümler, mirasa dair
bulunmaktadır. Keza temel haklar ve özgürlükler
hükümler, alacak borç münasebetleri hususundaki
adıyla anılan ilkeler de, İslâmî bir yönetimin esasları
veya eşya hukukundaki hükümler yürürlüğü konul­
arasında yer alır. Yasalar önünde eşitlik ilkesi ise,
muş olsa, bir başına bu duruma bakarak orada İslâmî
üzerinde hiç tereddüt bulunmayan temel bir İslâmî
bir iradenin devrede bulunduğuna kani olabilir mi­
uygulama ve ilkedir. Bütün bunlara rağmen, İslâm
yiz?. İşte burada, müslümanca bir iradenin devrede
yönetimine demokratiktir diyemiyoruz. Niye?
olup olmadığını anlarız. Eğer ortada müslümanca bir
Belirtilen ilkeler aynı zamanda demokratik yö­
irade mevcut değilse, uygulanan kanunların İslâm şe­
netimin veya demokrasinin unsurları olarak da sayıl­
riatından iktibas edilmiş olması, ortada İslâmî bir
maktadır. Fakat nasıl ki, İslâm’ı bu unsurlara indirge-
idarenin bulunduğunu ileri sürmemiz için yeterli ol­
maz.
yemiyor ve yalnızca bu
Demokrasilerde,
unsurlarla izah edemi­
yorsak, demokrasiyi de
yalnızca bu unsurlara
indirgeyemiyoruz. De­
mokrasi, bu unsurların
getirdiği düzenlemeler­
den fazla bir şeydir. O
Demokraside olsun, İslâmî yönetim biçi­
minde olsun “hakimiyetin kayıtsız, şartsız
milletin” olduğu söylendiğinde iki farklı
yönetim biçiminde de bu ifade iki farklı
anlama gelmektedir.
kanunların çıkartılması
referans noktası olarak
beşeri
iradenin
esas
alınması, o kanunları
kendiliğinden seküler
ve profan bir niteliğe
dönüştürür. Dini me­
da, demokrasinin seküler bir yaşama düzeni öngörmesi noktasında ortaya
tinlerden iktibas edilen kanunlar da, bu bağlamda,
çıkar. Demokrasilerde çıkartılan kanunların referans
seküler ve profan bir niteliğe sahip kılınmış olur. İs­
noktasını beşer iradesinde bulması, o kanunların
lâm’daysa, bu durumun tersine, müslümanca bir ira­
kendiliğinden seküler ve profan bir nitelik kazanma­
deyle yürürlüğe konulmuş bir hüküm, dini metinler­
sı için yeterlidir. Durumu şöylece izah edebiliriz. İsra­
de daha önceden yer almamış bile olsa, orada ve o
il devleti 1948 yılında kurulduğunda, medeni kanun
bağlamda, İslâmî bir nitelik ihraz etmiş sayılır. Nite­
olarak Osmanlı Devleti’nin medeni kanunu sayılan
kim kıyas suretiyle veya başka yöntemler uygulana­
M ecelle’yi yürürlüğe koymuştur. Bildiğimiz kadarıyla
rak sonradan ısdar edilmiş olan kanun hükümleri bu
Mecelle 6 0 ’lı yılların sonlarına kadar yürürlükte kal­
cümleden sayılabilir._
mıştır. İmdi, İsrail, medeni kanun olarak M ecelle’yi
Demek ki, burada, kanun çıkartılırken referans
yürürlüğe koyduğu için onun İslâmî bir yönetim biçi­
noktası olarak esas alınan mercie bakıyoruz. Eğer yü­
mini benimsediğini söyleyebilir miyiz? M ecelle’nin
rürlüğe konulan hüküm dini bir metin bile olsa, o
yürürlüğe konulmasının sebebi İslâm şeriatını yürür­
metin, dinin hatırı güdülerek değil, fakat maslahat
lüğe koymaktan farklı bir anlam taşıyor, o da, top­
öyle gerektirdiği için öylece yürürlüğe konulmuşsa, o
lumsal maslahatın icabına riayet etme hususudur.
Aynı şekilde, bazı Avrupa ülkelerinde ve Amerika
Birleşik Devletleri’nde, gerek Müslüman öğrencile­
rin, gerekse farklı kültürlerden gelen insanların kılık
kıyafetlerine müdahale edilmiyor. Veya Cuma günle­
ri, müslümanların Cuma ibadetlerini yerine getire­
bilmeleri hususunda kolaylıklar sağlanabiliyor. İmdi,
bu kolaylıkların biraz daha ilerisine gidilerek, masla­
kanunun seküler ve profan bir nitelik kazandığını
söylüyoruz. Bu durumun tersine, yürürlüğe konulan
kanun, daha önceki dini metinlerde yer almamış ol­
makla birlikte müslümanca bir iradeyle ve İslâm’ın
esaslarına riayet etme hassasiyeti güdülerek yürürlüğe
konulmuşsa, o kanunun İslâmî bir niteliğe büründü­
ğünü ileri sürebiliyoruz.
hat öyle gerektirdiği için İslâm’a ait bazı hükümlerin
İslâm’la demokrasi arasındaki temel farklılığın ve
yürürlüğe konulduğu farz edilse, böyle bir uygulama,
uzlaşmazlığın değinmiş olduğumuz bu noktada teba­
o ülkede İslâm’ın yürürlüğe girdiğine delalet eder mi?
rüz ettiğini söyleyebiliriz. Demokrasilerde dini kayıt­
Umran •[^isan -2002 101
21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYKCEK
lamalara riayet etme hususunda bir kısıtlama ve bir
te bulunmadığı bir zeminde tartışılması farklı bir an­
mecburiyet mevcut değildir. Nasıl ki, bunu tersini
lam ifade edecektir. İslâmdışı bir hukuk düzeninin
gerektiren t i r Icural da yoktur. Yani demokratik irade
yürürlükte bulunduğu bir siyasal ortamda, İslâmî si­
isterse ve maslahat öyle gerektiriyorsa, dinî bir metni
yasal partilerin kurulması tecviz ediliyorsa, bu müsa­
yürürlüğe koymakta da serbesttir. Nitekim Avrupa
adeyi veren rejimin aslında kendi sıhhatini ve haya­
demokrasilerinde yürürlükte olan temel kanunların
tamamı, kısmen de olsa kaynağını dinî metinlerde
bulur. Ancak bu metinler din olduğu için değil, fakat
maslahat öyle gerektirdiği için yürürlüğe konulmuş­
tur. Ve bu durumun laiklik ilkesini zedelediği de
kimsenin aklına gelmez. Çünkü laiklik din ile devle­
tin değil; fakat kilise ile devletin alanlarını ayrıştıran
kurumun adıdır. Yoksa Hıristiyan Batı insanının din
tiyetini teminat altına almak istediğini ileri sürebili­
riz. Böylece, İslâmdışı siyasal ortamda, İslâmî siyasal
partilerin kurulması suretiyle İslâm’ın hayata geçiri­
lebileceğini düşünenler, aslında mevcut düzenin ibkasına hizmet etmekten başka bir şey yapmamış olur­
lar. Öte yandan, müslümanlara değinilen nitelikte
hak tanımakta sakınca görmemiş olan rejimin, aynı
hakkı geri alma hususunu da elinde bulundurduğu
akıldan çıkartılmamalıdır.
ile mübarezesi söz konusu değildir. Mübareze kilise
Son bir noktaya değinerek konuyu bitirmek isti­
ile devlet arasında vuku bulmuş ve orada da uzlaşma
yorum: İslâmî yönetimde, yöneticilerin nasslarla bağ­
sağlanmıştır.
lı olduğunu söyledik. Akla gelebilir ve denilebilir ki,
İmdi, İslâmî bir yönetimin kanun koyarken riayet
İslâmdışı yönetimlerde de, yöneticiler anayasalarla
etmekle mükellef olduğu bazı esaslar söz konusudur.
bağlıdırlar, bu anayasa ister yazılı olsun, ister yazıya
Kendisinin İslâmî olduğunu ileri süren bir idare, di­
raptedilmemiş olsun... Ancak İslâmî yönetimde nass-
nin haram kıldığı hususları helal sayan bir kanun çı-
lara bağlılık mutlaktır. Oysa İslâmdışı yönetimlerde
kartamaz. Oysa hakimiyetin menşeini beşer iradesin­
veya demokraside anayasaya bağlılığın ırası mutlak
de bulan ve maslahata göre karar verebilen demokra­
değildir: İnsanlar isterlerse, bağlı bulundukları ana­
silerde, bu hususta herhangi bir kısıtlama söz konusu
yasayı değiştirebilirler. Bu ihtimal, en azından teorik
değildir. Demek ki, demokratik zeminde İslâm şeri­
olarak vat bulunmaktadır. İslâmî yönetimdeyse nass-
atına uygun düşen bir hukukî uygulamanın, aynı za­
ları değiştirmek kimsenin hakkı ve yetkisi dahilinde
manda İslâmî bir uygulama anlamına gelmeyeceği
değildir. Demokraside olsun, İslâmî yönetim biçi­
anlaşılabilir olmaktadır. Fakat İslâmî bir yönetim bi­
minde olsun “hakimiyetin kayıtsız, şartsız milletin”
çiminde demokrasinin olup olmayacağını bir kere
olduğu söylendiğinde iki farklı yönetim biçiminde de
daha sorabiliriz. Bu bağlamda şu ayrımlara dikkat
bu ifade iki farklı anlama gelmektedir. İslâmî yöne­
edilmesi gerektiğini düşünüyoruz:
tim biçiminde millete olan kayıtsız şartsız bağlılığın
1.
İslam hukuk kurallarının yürürlükte olduğu
ifadesi, son tahlilde, İslâm milletine olan bağlılığı ve­
bir toplumda yöneticilerin belirlenmesi için oy ver­
ya nasslara olan bağlılığı ifade ederken; demokratik
me, seçme ve daha geniş anlamda yönetime katılma
uygulamada aynı kelimelerin seküler ve profan bir
prosesi bir şekilde düzenlenmiş olabilir. Bü prosesle­
içerik taşıdığı, dolayısıyla söz konusu kayıtsız, şartsız
rin nasıl belirleneceği orada yaşayan müslümanlarca
bağlılığın, teorik olarak bile olsa beşer iradesine da­
kararlaştırılır. Durum, bir İslâm toplumunun iç mese­
yandığı ve sonuçta keyfiliğe dönüşebileceği akılda
lesi muvacehesinde siyasi partilerin kurulup kurula­
tutulmalıdır. Bu son durum, her iki yönetim biçimin­
mayacağı gibi hususlar da tartışmaya açılabilir. A n­
de hakların ve özgürlüklerin teminatı bakımından da
cak bütün bu konuların İslâmî hükümlerin yürürlük­
anlam taşır. İslâmî yönetimde zımmilere verilmiş
te bulunduğu bir zeminde cereyan etmekte olduğu
olan hakların ve özgürlüklerin kısıtlanması hiçbir yö­
hususundaki faraziyemizi akıldan çıkartmamamız ge­
netimin elinde değildir; oysa demokrasilerde, yurttaş
rekiyor.
olmayanlara sağlanmış olan hakların ve özgürlükle­
2.
Aynı konuların îsl^m hukukunun yürürlük­
102 Ümran‘ Nisan .2002
rin istendiği takdirde geri alınabileceği aşikardır.
■
Büyükreşitpaşa Caddesi, No., 22/39 Vezneciler-İstanbül tel. 0212. 528 52 32 faks 0212. 519 41 92 (İstanbul Kitap Kültür Merkezi
Merhaba...
Ben aslında bir fil’im. Fil kadın.
Sibel Eraslan
a
O
c.
İbrahim’i ateşe, M usa’y ı nehire,
Yusuf’u kuyuya atmam ışlar mıydı?
İbrahim’i ateşten, M usa’y ı nehirden,
Isa’y ı çarmıhtan, Yusuf’u kuyudan
Allah kurtarmamış mıydı?
S ahalar Allah’ındır çocuklar, üzülmeyelim.
G E N E L
D A Ğ I T I M
ARTI
CAĞALOĞLU
0212.
0212.
KADIKÖY
0216.
0216.
526 70 13
'
512 09 14 (Faks)
418 35 43
349 58 55 (Faks)
S’
OC
yy
Kitap Kulübü’ne
Üye Qlmak
İster misîniz?
3
ÜYELİK İÇİN
m BİR TELEFON YETERLİ!
Aradığınız Kitaba
•^Hem Süratli
Mustafa
Özdemir
■►Hem İndirimli
^ H e m Taksitli
^ H e m Posta ve
Karg o Ü c r e t i
Ö d e m e d e n Ulaşab ili rs ini z
ŞÛLE KİTAP KULÜBÜ ÜYELERİNE
•Yeni çıkan k itapları tanıtan
ücretsiz bültenler...
1 5 . 0 0 0 . 0 0 0 . TL . Y E R İ N E
SADECE
NASIL
ÜYE
7
.5
0 0
.0
0 0
. TL
OLACAKSINIZ?
Telefon veya formla bize başvurduğunuzda üyelik
kartınız ve hediye kitabınız bir kereye mahsus
olmak üzere 7 .5 0 0 .0 0 0 .t l’ ye ödem eli olarak
gönderilecektir.
•1 0 .0 0 0 .0 0 0 .tl. değerinde
hediye kitap
•Kültürel etkinUklere katılm a
ve j^iazarlarla buluşma im kanı...
•Özel basım kimlik kartı veriyor
i
^
ŞÛLE KİTAP KULÜBÜ ÜYEL İK FORMU
Adı Soyadı
Ev Adresi
iş Adresi
^
ŞULE YAYIN DAĞITIM
YENİ
KI TAL ARA
DOĞRU
Alayköşkü Cad. No: 2-4 K: 3 Cağaloğlu/İSTANBUL
Tel: (0212) 528 23 57 - 528 11 46 Faks: (0212) 528 25 89
Tel (iş)
Mesleği
....(Ev).
K İ T A P S İ P A R İ Ş L E R İ N İ Z İ Çİ N
BİR TELEFONUNUZ Y E T E R L İ !
Türk Romanında Bir Kadın İmgesi
Işığında Düşünümsellik:
MODERNLİK^GELENEK ÇATIŞMASI
M E H M E T ÖZAY
"Kadının ebediyeti zekasında değil,
Tahmindedir. Yeni l<adm, yaratıcılığın
merkezini şaşırmıştır. Senin ümitsizli­
ğin buradan geliyor. Pirandello müter­
cimi olarak değil, bir çocuk anası olarak
ebedileşebilirsin.
-Ya erkek?
-Onların içinde de yaratmak için
ruh sancısı çekenler müstesna, baba ol­
mayanlar ana olmayanlardan farlcsızdır."
mümkündür. Bu noktaları yazının
değişik bölümlerinde ele almakla be­
raber, burada kısaca özetlemekte ya­
rar var:
Her ne kadar gelenek-modem/lik
çatışması’nın verildiği söylense de
eserin bizzat başkahramanı da gele­
nekten moderne dönüşümünde bizzat
pay sahibi olmaktadır.
Eserde sık sık yer verilen iç mo­
nologlar, bize psikolojik bir roman
okuyormuşuz havasını da vermekte­
dir. Bu iç monologlar sayesinde özel­
adınların yazarlığa soyun­
likle başkahraman kendisini sigaya
masına olumsuz baktığını
çekmekte, bir kadın olarak toplumu
Berna Moran'dan öğrendi­
ğimiz Peyami Safa, kadına başkadönüştürme görevinde kendi kendi­
siyle hesaplaşmakta, düşünürnselliği
rakter rolünü biçmektedir romanla­
(reflektivite) gündeme getirmekte­
rının bir kısmında. Safa, belki kadı­
dir.
nın iyi bir yazar olamayacağını, an­
Romanın olay örgüsü, hem gele­
cak bir erkek yazarın elinde iyi bir
neğin hem de modernin içine bata
roman kahramanı olabileceğini gös­
çıka bir kimlik örgüsü sunmakta
termek istemektedir; Cumba'dan
olan Cemile etrafında dönmektedir.
Rumba'ya ya da Fatih^Harbiye
Hemen
beraberinde, birlikte yaşadı­
isimli eserlerinde, hem de feminist
ğı annesi ve özellikle de ablası gele­
vurguları içerisinde barındırarak. ,
neğin içinden kişiler olarak yer alır­
Peyami Safa'nın bu romanının
lar. Ablasıyla arasında fazla bir yaş
tema’sı her ne kadar modem karşı­
sında geleneği temsil eden başkahra-. farkı olmamakla beraber, Cemile'nin vurdumduymazlığı ve zaman
manın mücadelesi gibi gözükse de,
zaman hararetlenen isyanı karşısın­
eserin yazıldığı dönemden ve yazarı­
da ablası -Şahende- son derece ale­
nın hedefinden farklı bir şekilde ele
lade bir yaşamın ortasında yüzüp git­
alınabileceğini söyleyebiliriz. Başka
mektedir kendi halinde.
bir deyişle, yazara ve dönemine
Evlilik yaşını aşmış bir genç ka­
bağlı kalmaksızın şu anda okuduğu­
dın olarak gösterilen Cemile roman
muzda bizde bıraktığı izlenimler doğ­
başlangıcındaki daha bu ilk "duru­
rultusunda konuşacak olursak, eseri
birkaç değişik açıdan ele almak
şuyla" romanda geleneği yansıtan
K
1 0 4 Ümran >Nisan -2002
ablasından farklılığı ile dikkat çeker.
Ş.omanın başkahramanı Cemile'yi sürekli sahnede tutan ve Cemi­
le istemese de sürekli yönlendirme­
lerine maruz kaldığı kişi olan Tahsin
Bey isminde Kayseri'li bir iş adamı
tesadüf eseri -Cemile'nin tramvay'da
biletçi ile münakaşası sonrası Karaköy'de cadde ortasında devam eden
tartışma sırasında imdadına yetişir
Tahsin Bey- katılır sahneye. Sanki
bir an için bitip gidecekmiş hissi ve­
ren bir rolü vardır. Ancak romanın
arka planında Cemile'nin gelenek­
ten (Karagümrük) modeme (Be­
yoğlu) ve BoğaziçVndeki (yalılara)
geçiş serüveninin baş mimarıdır.
Cemile her ne kadar Tahsin Bey ta­
rafından yönlendirilse de, vakti gel­
diğinde olayları kendi istediği mec­
raya sürüklemesini bilmekte, bunda
da ne kadar hünerli olduğunu gös­
termektedir.
Modern kelimesinin halk arasın­
da henüz yavaş yavaş yayılmaya baş­
ladığı; halkın modem kelimesinin
telaffuzunda bile zorlandığı bir or­
tamda -ki modern yerine monden,
monderen kullanılırken (s. 19) eser,
Karagümrük'te ikamet eden bir aile­
nin ferdi olan Cemile'nin tesadüfen
karşılaştığı bir iş adamının baloya
davetiyle açılır. Ev halkı ve yakın
komşular balo’nun tesirini derinden
derine hissetmekte ve giyim kuşam
telaşının yanısıra, Cemile'nin dul
kızkardeşi Şahende'nin henüz yedi
aylık olan bebeğinin de baloya götü­
rülüp götürülmeyeceği enine boyuna
tartışma konusu yapılmaktadır. Bile­
ne bilmeyene söz düşer bu arada. Be­
beğin baloya götürülüp götürülme­
yeceği meselesi ciddi bir problemdir;
toplumsal rutinleri kısıtlı, birbirine
candan bağlı bir mahalleliyi birden
harekete geçirir. Bu mevzuda mahal­
leli ikiye ayrılmıştır. Bir yanda, Ka­
dın Birliği mensupları ve Darülfu-
MODERNLİK-CELENEK ÇATIŞMASI /ÖZAY
nun öğrencisi modernizm savunU'
culuğu yaparken, öte yanda mahal'
lenin diğer sakinleri kararı Ocak Re­
isi Hacı Kamil Bey'e bırakırlar. Hacı
Kamil Bey'de de modem dönemin
icaplarına uyma yönünde değişme
görülmektedir: "Kızım, biz şimdi kü­
çük büyük herJiesi asri hayata, hani na­
sıl diyorlar bakayım, moderen hayata
alıştırmak istiyoruz. Avrupa'da nasıl­
sa bizde de öyle olacak yavrum. Baloya
edebini, terbiyesini muhafaza etmek
şartıyla, bakire, seyyide, halime, em­
zikli, emzilisiz, evli, bekar, kundakta
yahut ihtiyar, genç, çoluk-çocuk, büyük-küçük herkes gidebilir" (s.20).
Cemile, bu cevaba "Yedi aylık ço­
cuk edebini, terbiyesini nasıl muhafaza
eder?" diyerek tepki gösterirken, ab­
lası Şahende ise bu görüşü bayağı
ciddiye alarak baloya giderken yanı­
na bebek için yedek çamaşır almak­
tan bahseder. Bununla da kalmaz
Kağıthane ya da Beykoz çayırına
pikniğe gitme usulünü hatırlatan bir
şekilde katedecekleri uzun yol so­
nunda acıkacaklarını var sayarak
zeytinyağlı sarma dolma, kuru köfte
getirilip getirilmeyeceğini danışır
Hacı Kamil Efendi’ye.
İki dünyanın karşı karşıya geldiği
romanda işte böylesi bir tasvir ile
öncelikle karşımıza Karagümrük ya­
kası çıkar. Modern yaşamı destekle­
yenleri, desteklemeyenleri, hakkın­
da bilgi sahibi olmayanları ile gele­
neksel değerlerin serpilip boy attığı
bir semtten görüntülerdir bunlar.
Eser, okuyucularına iki farklı
dünyanın gelenek tarafından ele alı­
nışını verirken, başkahramanın duy­
gusal gelişimini ve eğitimini de konu
edinmektedir. Başkahraman, toplu­
mun değişik kesimlerinden karşılaş­
tığı her bireyle girdiği ilişkide kendi
köklerine -biraz da bilinçsizcesine,
içgüdüsel- sadık, karşıdakini yadsı­
yan ancak etkilenmekten de geri
durmayan; kendi iç konuşmalarında,
muhasebelerinde bir takım ortak
noktalar aramaya çalışmaktadır. Ör­
neğin, Tahsin'i değerlendirirken,
kendisinden istifade edeceğini düşü­
nürken, bir yandan da zararını gör­
memiş olması ve hatta koruyucu ka­
natlarını germesiyle onu takdir et­
mektedir. Bu iç monologlar bağla­
mında düşündükte, eserde psikolojik
havayı yoğun bir şekilde hissediyo­
ruz.
Modern hayatın toplumsal dav­
ranış biçimlerinin yeni yeni kurum­
laşmaya başladığı; toplumun üst ta­
bakasının henüz yeni heyecanlarla
yaşadıkları tecrübeler, alt tabaka^
lardaki kalabalıkların sadece uzak'
tan iştahını kabartmaktadır. Söz
konusu modern yaşamı bire bir tec­
rübe etme uğruna var olduğu her
şeyden vazgeçmeye hazır olmasının
yanısıra bu minvalde yaşadığı her bir
tecrübenin ardından kişisel düşünümsellik sürecini de oldukça canlı
bir şekilde yaşayan bir başkarakterle
karşı karşıyayız eserde.
Yazar, romanının başkahramanı
olarak bir kadını seçmiştir. Çünkü
kadın modernliğin dönüşümünde
öncü bir rol oynamaktadır. Cemile'nin mahrem alanını daraltma ey­
lemi ile kendi kimliğini oluşturmaya
başlaması arasında çok sıkı bir ilişki­
nin varlığından söz edebiliriz. Kira­
cıları, Selim'le yaşadığı ilk cinsel
tecrübesini, Tahsin Bey’in binbir ri­
ca minneti ve de Cemile'nin Kara­
gümrük'ten kaçış planını gerçekleş­
tirebilmesine olanak tanıyan Beyoğlu'na taşınma serüvenini takip eden
poker partileri, balolar "Kadın, cin­
selliği ile 'kendini bulma' eylemi bağla­
mında dünyada yer edinmeye çalışmak­
ta oluşuna tipik bir örnek teşkil et­
mektedir. Böylece, Cemile gelene­
ğin, Karagümrük’ün baskısı altında
bir türlü kendisi olamamanın acısı­
nı çıkarmakta, en kolay ve basit yo­
lu seçerek moderne doğru olan dö­
nüşümünü -yayıncının ifadesine rağ­
men- yani kendi kimliğini bulma yo­
lunda ilerlemektedir. Eserin başkahramanı olan Cemile karakter itiba­
riyle, cinselliği, modern uygarlığın
"hakikati” olarak görerek modern
dönemle özdeşleştiren Giddens'ın
görüşünü bize hatırlatmaktadır.^ Bu
çerçevede, başkahraman olarak bir
kadının seçilmesi ve cinsel öğelerin
ön plana çıkartılması, modem top­
lumsal yaşam pratiklerinin en iyi ka­
dın eliyle gerçekleştirilebileceğini
bize göstermesi açısından bir ömek
teşkil etmektedir.
Cemile geleneğin dar kalıpları'
na sığmayan, içersinde yer aldığı
toplumsal kesimin sınırları dışına
açılma özlemi içersindeki bir kadın
sembolüdür. Ancak bu, gerçekleşti­
rilmesi o kadar da kolay bir tecrübe
değildir.
Birey her ne kadar eylemlerinde
düşünümselliği (yapıp ettikleri üs­
tüne düşünmeyi) gündeme getirse
de, gelenek, kurduğu sağlam yapısı
ile bireyin mevcut toplumsal kalıp­
ları birden değiştirmesine, sınırları
ansızın sarsmasına el vermez. Birey
bir yandan geleneğin sağlam yapısı­
na yaslanırken, bir yandan da girdiği
toplumsal ilişkilerdeki eylemlerinde
sürekli bir düşünümselliği gündeme
getirmektedir. Böylesi bir diyalojik
ilişkinin yaratabileceği her türlü sar­
sıntıyı roman kahramanı Cemile'nin
bireysel yaşamında görmek müm­
kündür.
Cemile “geleneksel toplum”un
bir ferdi olarak sergilediği tavır ve
davranışlarıyla yeşerme sürecindeki
modern toplum yapılaşmasında rol
almaya ve modem yaşamın nimetle­
Umran-Nisan-2002 105
EDEBİYAT
rinden alabildiğine faydalanmaya
başlayan bireyleri -bir başka deyişle
mutlu azınlığı- etkilediği gibi kendisi
de söz konusu bu çevrenin dilinden,
tavrından ve hayat görüşünden de
etkilenmekte ve böylece diyalojik
bir ilişkinin varlığı ortaya çıkmakta­
dır. Örneğin, Büyükdere'de, Mısırlı
Prenses'in yalısında balonun verildi­
ği akşam Karagümrük’te çıkan yan­
gını haber alıp eski yaşam alanına
döndüğünde görenler lüks bir araba­
nın içinden inen ve göz kamaştırıcı
bir giysiye bürünmüş olan Cemile'yi
tanıyamazlar. Kendisini savunmak
zorunda kalan Cemile Kavaf m oğlu
Ihsan'a çıkışarak: "Ne liaçıyorsun?
Beyoğlu kızı değilim ben ... Gönül eğ­
lendirmeye gelmedim buraya.. der (s.
334).
Karagümrük’teki yangın, Cemile'nin iki dünya arasındaki gidiş ge­
lişlerini ortaya koyan önemli sahne­
lerden biridir: "... Cemilenin yamk
tahta kokularına lianşan lavanta koku­
su içinde güzel gözlerinin hu gözlerle
karşılaşması îhsan'ı şaşırtmış, utandır­
mış ve önüne haktırmıştı.. (s.334)
Yazar, Cemile'yi toplumun gele­
neksel kesimine mensup birisi olarak
göstermek amacıyla seçtiği semt ka­
dar, başkarakterin sergilediği tavır
ve davranışlar da geleneğin bir ifa­
desidir. Ancak roman boyunca Cemile'nin -eylemlerine haktığmıızda
geleneğin sağlam kulplarına tutunulduğunu söylemek son derece zor.
Bunurila beraber, başkarakterin, bir
zamanların İmparatorluk başkenti­
1 0 6 Ümran-Nisan‘ 2002
nin eğitim ve hayat standardı bakı­
mından ortanın altındaki halkın ya­
şadığı bir semtten gelmesinin ötesin­
de ciddi anlamda geleneği temsil
vasfı taşıdığını söylemek son derece
güç. Başkarakter, kısır bir yaşam
döngüsünün ortasında, fakirliğin ve
eğitimsizliğin batağında, yeni moda
hayatlara gezilerde tanık olmanın,
bu hayat tarzlarına imrenmenin ve
ne olursa olsun bu bataktan bir an
evvel -cinsel cazibesinin yardımıylakurtulmanın hedef olarak çizildiği
bir karakterdir (s. 11). Yazarın, başkarakteri gelenek yanlısı olarak kur­
gulamasının ardında karaktere biçi­
len naiflik rol oynayabilir. Öylesi bir
naiflik ki, kızdığında -adı üzerinde
Karagümrüklü Deli Cemile- dobra
dobra herşeyi ortaya döken, ancak
ardından da bu söylediklerine piş­
man olan bir tip’tir.
Cemile, Cumhuriyet sçnrasmda
toplumu dönüştürme projesinin kap­
samında, kadının kendi eylemi üze­
rinde düşünümselliği devreye soka­
rak, giderek daha fazla kamusal ala­
na katılmasının, şehir mekânlarında
dolaşmasının. Nilüfer Göle'nin de­
yimiyle "toplumsal görünürlük''^
kazanmasının bir örneğini vermek­
tedir. Cemile'nin toplumsal alana
çıkışım bir tesadüf eseri karşılaştığı
Talisin Bey sayesinde gerçekleşir.
'Cin gibi adam' dediğimiz türden bir
tip olan Tahsin Bey, İstanbul'un eğ­
lence abidesi Beyoğlu, zevk ve sefa
diyarı Boğa2 İçi’yle tanıştırır Cemi­
le'yi. Başkarakter, şehrin kıyısındaki
kendi halinde Karagümrük'ten, şeh­
rin merkezine inmeye başlar yavaş
yavaş. Bu iniş öylesine süratli olur
ki, kimi zaman iç monologlarla ken­
disini hesaba çeker Cemile. Mekan­
sal genişlemeye koşut olarak Cemi­
le'nin mahrem alanının daraldığını
da bize göstermektedir. Zaten roma­
nın hemen başlarında Cemile bunu
açık açık dile getirmektedir: "...Ni­
şantaşı'nda bir apartman tutup da hu
evi satmazsa, ben ya onun mücevheri­
ni çalıp satacağım. ... süslenip püslenip
zengin koca bulacağım. ... yahut Kay­
serili'nin parasını yiyeceğim, birinin
mantinotası olacağım, gönlümün sevdi­
ği bir gençle de gizli gizli eğleneceğim. ..
" (s. 16)
Cemile moderne özgü giyim ku­
şama bürünmesiyle dönüşümü baş­
latan bir simge olarak karşımızdadır.
Cemile, kendi bilinciyle kazandığı
bu konumuyla toplumun dönüşü­
münde, yeniden yapılanmasında ör­
nek biri vasfını taşımakta ve simge­
sel anlamda kadınların baş aktör ol­
ma özelliğini vurgulamaktadır. Ce­
mile, gelenekte sahip olduğu geniş
mahrem alanını daraltma veya ta­
mamen ortadan kaldırma hamlesine
girişmiştir. Bu hamlede cinselliğini
bir enstrüman olarak kullanmakta­
dır.
Cemile, geleneğin kendisine
devrettiği mahremiyet olgusunu dö­
nüştürme uğraşı verirken kendi ey­
lemlerini gözlemleyerek ve irdeleye­
rek, yaptığı iç monologlarla bu dö­
nüştürme işine mantıklı nedenler
aramaktadır. Kadın -eserde Cemiletoplumsal cinsiyeti erkeklere naza­
ran daha çarpıcı bir değişimi, özdüşünümselliği yakalamış, tek tek ak­
törler olarak toplumdaki dönüşüm
ve düşünümlerin yaşanmasına da
aracılık etmektedir. Bu bağlamda
kadı-nın cinsel özgürlüğü, modernitenin dönüşümünün hızlanmasında
bir işlev yerine getirmiştir. Kadınlar,
bunu bir yandan aile-içi ve yakın
çevreden başlatarak topluma yay­
makta, öte yandan erkek cinsiyeti­
MÜDERNI.İK-GELENEK ÇATIŞMASI /ÖZAY
nin de benzer bir dönüşümü yaşama'
sına neden olmaktadırlar. Temelde
cinsiyet bağlamında görülen bu dö­
nüşüm diğer toplumsal kurumlan et­
kileyebilmektedir.^ Cemile, beraber
yaşadığı ablası ve nisbeten annesi­
nin yanısıra Karagümrük'teki kom­
şularının da az da olsa benzer bir tec­
rübeyi yaşamalarına yol açmakta;
bununla da kalmamakta, bir şekilde
ilişkiye girdiği Tahsin Bey ve kiracı­
larının oğlu Selim'in düşünce dün­
yalarında da kadın imgesinin değiş­
mesine neden olmaktadır. Dolayı­
sıyla modern projenin mimarı /ca­
dın, erkeğe de öncü olmaktadır.
Cemile'nin modern yaşamla kar­
şılaşmasını sağlayan Tahsin Bey'dir.
Ancak bu karşılaşmalar büyük bir
çatışmayı, şaşkınlığı, hayreti ve me­
rakı da beraberinde getirir.
Bir balo münasebetiyle Cemile'ye alınan dekolte bir elbisenin na­
sıl giyileceği konusunda tartışmalar
yaşanır.
Cemile'nin çarşaflı annesi ve ye­
di aylık yeğeni de beraberlerinde ol­
mak üzere baloya “teşrif ederler”.
Aslında bütün mahalleli büyük bir
istekle baloda yer almak üzere hazır­
lık içindedir, ancak Cemile rezil ol­
mamak adına hepsini başından sa­
var. Fakat modern yaşamın ne olupolmadığı noktasında sahip oldukları
bilgisizlik bu grubu komik duruma
düşürür. Cemile modem bir toplu­
lukta içine düştükleri durumu anla­
yarak ve daha fazla kınanmamak
için kendisini ablası ve annesinden
soyutlamaya çalışır.
Cemile, yanındaki annesinden
ve ablasından bir şekilde soyutlar
kendisini. Sahip olduğu fiziki güzel­
liğini bir kat daha artıran üstündeki
kıyafetiyle, fazladan bir çaba sarfetmeden zaten diğerlerinden farkını
bir şekilde ortaya koymaktadır. Er­
keklerin gözdesi haline gelmesi, arzu
ettiği bir yaşamın minik hülyaları
içinde kırpıştırmaya başlar.
Yazarın modernliğe karşı gele­
neği temsil ettiği varsayılan bir tip'
lemeyi savunuyormuş gibi gözükme­
sine rağmen, ortada savunulan her­
hangi bir değer belirgin bir şekilde
görülmemektedir. Eserde, Karagümrük gibi geleneksel değerleri simge-sel olaralc temsil eden bir mekandan
ve halkın kulaktan dolma bilgilerle
yoğrulduğu bir semtten öte gelenek
Peyami Safa'nın bu romanının
tema’sı her ne kadar modern
karşısında geleneği temsil eden
başkahramanın mücadelesi gibi
gözükse de, eserin yazıldığı dö­
nemden ve yazarının hedefin­
den farklı bir şekilde ele alınabi­
leceğini söyleyebiliriz._________
kültürüne özgü tutarlı bir değer sa­
vunusu görülmemektedir. Tabii bu­
rada, söz konusu eserin bir fikir kita­
bı değil de, halka ulaşmayı hedefle­
yen bir edebi eser olduğunu da gözardı etmemek gerekiyor.
Başkarakterin karşısında ise topr
yekun modern yaşam nimetlerinden
faydalanan bir üst tabaka vardır.
Romanda bu “yenilikçi’lere ilk ör­
nek eserin sonlarına doğru Anado­
lu'dan geldiğini öğrendiğimiz, Cemi­
le'nin . tasviriyle "...kabuğu ısmimış
çavdar ekmesi suratlı, dasdaracık alınlı;
müşevveş bakışlı, katmer gerdanlı, ko­
ca göbekli pastırma aşıklısı..." (s. 68)
(^Tahsin Bey'dir. Tahsin Bey, günü­
müzün kasaba tüccarı mesabesinde­
dir. Yaşadığı toprakları bir şekilde
terk etmiş ve böylece geçmişiyle
bağlarını da büyük ölçüde kopar­
mış ve geçmişiyle arasındaki tek bağ
kullandığı -belki de kurtulamadığıAnadolu şivesi olan, paranın ve eğ­
lencenin tutkunu haline gelen Tah­
sin Bey'in aksine Cemile, İstan­
bul'da alt tabakaya mensup insanla­
rın yaşam sürdüğü bir semtte yetişen
ve bu hayatı -ekonomik sıkıntıların
had safhaya vardığı, dıUıya nimetle­
rinden faydalanılamadığı bir hayatı-
kıyasıya eleştiren bir karakter olarak
karşımızdadır.
Yayınevi imzasıyla yazılmış ön­
sözde Cem ile'ye "erkek gibi kadın,
işte kendini savunan Türk kadını"
nitelemesinde bulunulur. Cemile'
okumuş yazmış bir karakter olmasa
da, geleneğin pişirdiği bir kadındır
ve Batı modernleşmesinin ivme ka­
zanıp halk nezdinde kabul bulmaya
başladığı bir dönemin gelenek savu­
nuculuğunu üstlenir.
Yayınevinin bu tespitine rağ­
men, yazar sanki bunun tam aksini
ifade etmek istermiş gibi, kahramanı
Cemile'yi salt alafranga^ya karşı
alaturka'nin her türlü olumsuzluğu­
na rağmen savunucusu kılmanın ya­
nında cinsel kimliğini de son derece
açık ve net bir şekilde ortaya ser­
mektedir. Eserin henüz başlarında,
her zamanki gibi mahallelinin bir
dolu gürültüsüyle uyanan Cemile,
yaşadığı mekan ve insan ilişkileriyle
kendisini özdeşleştirememenin bir
nevi intikamını alır; aynanın karşısı­
na geçip, kendi güzelliğini methet­
meye başlayarak: "Bu gözlere yazık
değil mi? Bu zencefilli akide kırmızısı
dudaklar kimde var? Bu iki yumruk gi­
bi kalkan göğsü, Şişli aşifteleri askısız
böyle durdursunlar... Göreyim baka­
yım. Budala herifler, budala!.... C e­
mile bu salaşpur evde başını demire
çarparak paralasın da siz Beyoğullannda saçlarını çocuk kalçası rengine boya­
yan şıllıklara para yedirin....... Şu yu­
muşacık yaylı belin inceliğine bakın, şu
omuzların kırılıp dökülüşüne bakın!"
(s. 11) Cemile, bu tavrıyla hem gele­
neksel kesimdeki kadınlardan farkı­
nı cinselliğini ortaya koyarak göster­
mekte hem de alafranga hemcinsle­
rine, sahip olduğu cinsel cazibesiyle
meydan okumaktadır.
Eserin dili hakkında ise şunları
söyleyebiliriz: Yazar, Cemile'nin deli
dolu konuşmaları, Tahsin Bey'in
Kayseri şivesini olduğu gibi aktarma­
sı ve okumuş yazmış takımının -özel­
likle Üniversite öğrencisi Selim'in,
Unvan-Nisan .2002 107
EDEBİYAT
Beyoğlu'na taşınıldıktan sonra gidi­
len balolarda karşılaşılan zengin ve
okumuş kesimin ağdalı, gramatik,
Cemile'nin tabiriyle mektepli ağzıy­
la- konuşmaları romandaki dil kulla­
nımına bir genişlik kazandırdığı gibi
bu karakterler vasıtasıyla değişik
toplumsal kesimler romanda temsil
imkanı da bulmuş olur.
Romanda geçen her bir karakte­
rin yetiştiği kültür ve toplumsal dü­
zeyi yansıtacak ve canlı kanlı diyebi­
leceğimiz bir romanın oluşumunda
etkin olduğu söylenebilecek bir dil
kullanılmıştır. Karakterlerin birebir
konuşmalarının haricinde anlatıcı­
nın dil kullanımda bir estetik kaygi'
nm varlığı da söz konusudur. Öi-dpğin şu alıntıda olduğu gibi: "Dişleri­
ni o Icadar sıkmıştı ki, parmağı kanadı.
Nedense bu kırmızı renk birdenbire ho­
şuna gidiyordu. Kanın diş yerlerinden
benek benek sızarak parmağın üstün­
den avuç tarafına doğru böcek sinsili­
ğiyle yürüyüşüne baktı, kızıl rengin
içindeki vahşi teselliyi diliyle tatmak iftiyormuş gibi parmağını yaladı." (s.
188)
Eserde, Türk modernleşme tari­
hinin gelenekle mücadelenin impa­
ratorluk sonrasındaki devamı olarak
resmi anlamda da koptuğu tarih dili­
minin akabinde gelişen olaylar gele­
neğe galebe çalma yolunda hızla
ilerlemektedir. “Modern hayatın ni­
metleri” yavaş yavaş halk tabakasına
yayılmaktadır. Geleneksel kesime
mensup kadının eğlence maksatlı
“şanlı” Beyoğlu ve civarındaki gezi­
lerinde, özellikle bu bölgede yoğun
olarak boy gösteren yerli zenginlerle
azınlık ve yabancı kadınların mo­
dern tavır ve hareketlerini süsleyen
giyim kuşamlarına içten içe imrenil­
mektedir. Cumba'dan R um baya
isimli roman, kahramanın iki dünya
arasında oynadığı rol, yazarın kahra­
mana biçtiği söylem ve eserin bitişi
dikkate alındığında didaktik bir ro­
manla karşı karşıya kaldığımızı dü­
şündürtmektedir bize.
Cemile, bir milli kahraman ola­
rak sınanmakta, kadın olarak seçil­
1 0 8 Ümran •Nisan -2002
mesi kahramanın, yazarın feminist
bir yaklaşımından ziyade kadının
modem dönüşümünün birincil nes­
nesi olmasından kaynaklanmakta­
dır.
Cemile sınanmaktadır; eylemleri
ile hem kendisi hem de mensubu ol­
duğu toplumsal kesim sınama işlemi­
ne tabi tutulmaktadır. İsminin Ce­
mile ya da Neriman -Fatih-Harbiye
romanındaki başkarakter- olması
fark etmez, çünkü işlev kim olursa
olsun aynıdır. Yani, başkahramanların işlevleri romanların kurgusunda
biricik öneme sahiptir. İşlevlerin di­
zilişi de romanlarda aynı sırayı takip
etmektedir.
Eserin değerlendirmesini madde­
ler halinde,, kapsamlı bir şekilde ele
alacak olursak:
a. Cemile'nin eserde yaşanan
modernleşme sürecine katkısını gü­
nümüz sosyal teorisyenlerinden
Anthony Giddens'in diliyle ifade
edecek olursak, mekan bakımından
farklı boyutlarda olan aktörler -ki,
eserde Karagümrük gibi geleneğin
topyekun hissedildiği bir mekandan
gelen bir aktör olarak Cemile, Be­
yoğlu ve Şişli sakinlerinin modern
kalıpların yerleşmesine katkılarına
eşlik etmektedir- benzer eylem ka­
lıplarını sergileyerek modern top'
lumsal davranılın yerleşmesinde
pay sahibi olmaktadırlar.^
b. Cemile, yaşadığı toplumsal ke­
sime ve özellikle de kendine dair düşünümsel bir tavır geliştirerek Giddens'ın "yüksek modernlik"deki^
aktör vasfını sergilemektedir.
c. Cemile, Türk toplumunda
"mahremiyetin dönüşümü”nü orta­
ya koyan mikro bir örnek olarak kar­
şımızda durmaktadır. Bu bağlamda
kadının -eserde Cemile'nin- cinsel
özgürlüğü modernitenin dönüşümü­
nün hızlanmasında bir işlev yerine
getirmiştir. Temelde cinsiyet bağla­
mında görülen bu dönüşüm, kadın
aktörün cinsel hayatındaki, Cemile
örneğinde eşini seçme özgürlüğü ve
cinselliğini bir koz olarak kullanma
en yakın çevresinden başlayarak eserde ablası Şahende'nin kendi is­
teğiyle Tahsin Bey'le ilgilenmesi ve
nihayetinde evlenmeleri- diğer top­
lumsal kurumlan da etkileyebilmektedir.6
d. Cemile'nin cinsellik planın­
daki dönüşümü, cinselliğini rahatça
ortaya koyabileceği giysilerle başlar.
Baloda giyeceği dekolte giysi bunun
ipucudur. Hatta öylesine yabancı bir
alanda bir tecrübedir ki, üç kadın da
-Cemile, ablası Şahende ve komşu­
ları Hafize- elbiseyi Cemile'nin sırtı­
na geçirene kadar akla karayı seçer­
ler. Sırtı bele kadar açık olduğun­
dan, elbiseyi ters giydirdiklerini zan­
nederler. İkinci denemede bu sefer
göğüsler açıkta kalır. Sonunda "Balo
elbisesi böyle olacakmış. ArJca, omuz­
lar, kollar, göğüs dekolte!" (s. 86) de­
nilerek sırtı bele kadar açık dekolte
giydirilir. Aile içindeki kadınlar ara­
sında bile böylesi bir giysinin yerinin
olmadığı geleneğe muhalif tavrı, Ce­
mile'nin önderliğinde ablası da tec­
rübe etmek ister. "Ben ne yapaca­
ğım?", der. "Beyaz krepdişin buluzumdan başka elbisem yok. Onun da göğsü
kapah, kollan uzun!" Hafize akıl ve­
rir: "Kollan yukarı kıvmver! Maksat
kollan göstermek değil mi?" "Doğru
ama göğsümü ne yapayım?" (s. 87)
e. Cemile, gelenekte yoksun ol­
duğu, genelin içinde eridiği bir ko­
numdan 'kendisi' olabileceği, farkedilebileceği yeni kimlik arayışını,
yani 'kendini bulma'yla,'^ kendi kim­
liğini bulma iİe bir tutmakta ve dün­
yada yer edinmeyi cinselliği ile ya'
kalamaktadır.
m
Not; Yazıda, esas alınan / incelenen metin: Peyami Safa! Cumba'dan Rum baya / Ötüken
Y a y ./4 l4 sy f.
1 Özay, M ehm et, A n th o n y G id d en s ve S o s ­
y o lo jisi,
İstan b u l;
A ç ılım k ita p ,
(b ask ıd a), s. 126.
2 G ö le , N ilüfer, M odern M ahrem , s. 70.
3 Özay, a. g. t., s. 122.
4 Özay, a. g. t., s.68.
5 A .g. t., s. 72..
6 A .g .t., s. 120.
7 A .g .t.,s . 126.
2002
odemiteyle birlikte yaşa­
nan anlam kaymalarının
da katkısıyla önceleri, an­
cak öteki zihin etkinlikleriyle uğraşanlarca ilgilenilen edebiyat, bir ye­
ni muhatap buldu kendisine: orta sı­
nıf; özellikle de bu sınıfın kadınları.
Çoğun kentte doğup büyüyen ve es­
ki soylular kadar olmasa da onlara
yakın bir eğitimden geçen ve böyle­
likle de zevkleri atalarınınkine göre
epey incelen kentli erkeklerin, ken­
dilerinden daha yukarıdaki sınıflara
uyum sağlamak için çırpınan eşleri,
sosyeteleşmenin bir ön aşaması ola­
rak ilginç partiler tertiplemek, güzel
dans etmek, piyano çalmak, hoşsoh­
bet tadı katacak bir genel kültür dü­
zeyine ulaşmak durumundaydılar.
Bunun için, o sıralarda gündemdeki
dedikodu konularının yanında gözde
olan müzik parçalarını, gösterimdeki
oyunun kulisinde gerçekleşenlerle
M
birlikte sahnelenen oyun hakkındaki genel geçer yargıları başkalarına
aktaracak ön donanıma ya da yakın­
larda verilecek konserin ara bölüm­
lerini ayırt edebilecek düzeyde olsun
bir müzik bilgisini edinmek zorun­
daydılar. İşte bu zorunluluk, bugün
kentsoylu kültürü denilen ve ne pas­
toral kültürle, ne de onun tam karşı­
tı soylu kültürüyle örtüşen yeni bir
kültür türü doğurdu.
Doğan bu yeni kültürün berabe­
rinde getirdikleri arasında edebiyata
özgü yeni türlerle birlikte yeni bir
edebiyat ilgilisi türü de var. Bu yeni
ilgililer, önceki edebiyatseverler ya
da edebiyatçılardan birçok bakım­
dan ayrılmaktaydılar.
Edebiyat Ne İşe Yarar?
Bu benzemezliklerin başında, edebi­
yata zaman zaman muhatap olan ve
onu kendi meramını daha sağlıklı
aktarabilmek için uygun bir araç gi­
bi kullanmaya niyetlenen anlayış
gelmekteydi. Belki de şaşılmaması
GÜZELLİĞİN DİLİNİ YENİDEN İNŞA
H A SA N A L! YILDIRIM
Ne i§e mi yarar sanat? Sanat ürününe bakıp
"Ne mutlu bana! Böylesi şeyler yakamıyorum” dedirtmeye.
Alberto Somitera
gereken bir durum olarak ülkemizde
günümüze değin geçerliliğini koru­
yan bu anlayışa göre edebiyat, ancak
bir başka işe yaradığında, örneğin bi­
limsel bilgilerimizi çekidüzenli bir
biçimde ifade etmemize veya felsefi
düşünceleri ya da derin toplum çö­
zümlemelerimizi dillendirmemize
katkı sağladığınca değerliydi. Bu il­
kel anlayışa göre edebiyat, ancak işe
yaradığında önemliydi.
İşte bu anlayışta olmayan, edebi­
yata kendi hatırı için yakınlaşan, bu­
na karşın birinciden pek de farklı ol­
mayan bir değer düzeyinde başka bir
edebiyat anlayışı var ki o da edebiya­
tı yalnızca anlatılandan ibaretmiş gi­
bi saymak. Bu anlayışa göre edebi­
yat, neyi nasıl söylediği görmezden
gelinecek, neyi niye anlattığıyla
önemsenecek bir etkinliktir. O yüz­
den de bu anlayış, edebiyatı içeriği­
ne indirger ve onun dışındaki öğele­
meyen nitelik... Ancak başka öğe­
lerle birlikte meramı güzel ifade bir
araya geldiğinde edebiyatın varlığı
sorgulanabilir.
Yeni Okur Tipi: Kadın
Bir sonraki yüzyılda artık kadın bes­
tecilerin bir bir sökün etmesi bek­
lentisiyle kadınlar tüm 18. yüzyıl bo­
yunca, neredeyse o güne değin er­
keklerin bile yaşamadığı denli sıkı
bir müzik eğitiminden geçtiği halde,
ününü hak eden bir çok kadın virtü­
öz yetişmesine karşın müzik tarihine
malolacak bir tek kadın bestecinin
çıkmamış olmasına benzer bir şekil­
de, edebiyata da çift elle sarıldılar ve
o güne değin erkeklerin entelektüel
etkinlikle yorulan zihinlerini din­
lendirmek için tercih ettikleri yol­
lardan biri durumundaki bu ‘söz sa­
ri, en hafifletilmiş ifadesiyle süs dü­
natına’ yeni bir kullanım alanı ka­
zandırdılar: dedikodu. Artık başta
zeyinde görür.
roman olmak üzere edebiyat, kadın­
Bu kabulle kimi bakımlardan ör­
tüşen, bazı açılardansa karşısına alan
üçüncü kabul ise edebiyatı yalnızca
lar için yeni bir tüketim alanıydı. Bu
anlayışa göre edebiyatın biricik ama­
meramı güzel ifade etme olarak an­
cı vardı: sürükleyici maceralar anlat­
mak. Böylelikle artık birbirine ben­
lar. Edebiyat ilgililerinin handiyse
zeyen dedikoduların yitirdiği sürük-
tümünün içine girdiği bu anlayış, ilk
bakışta sanki zaten edebiyatın asıl
leyiciliği, edebiyatın düşkurdurtucu
niteliğiyle gidermeye çalıştılar.
ereğiymiş gibi de görünebilir. Ne ki
bu belirgin bir yanılsamadır çünkü
ve çoktan toplumun en alt katman­
Üç yüz yıl önce Batı’da yaşanan
meramı güzel ifade etme edebiyatın
larına inen bu anlayışın benzerlerini
yeter şartı değil gerek şartıdır. Yani
günümüz Türkiyesi’nde anlı şanlı
edebiyatın olmazsa olmazı ama ol­
edebiyat uzmanlarının tutumunda
masında da edebiyatı gerçekleştir­
görmeyi nasıl açıklamalı? Bizdeki
Ümran’ Nisan-2002 109
EDEIÎİYAT
edebiyat tutumu, neredeyse kuram
çalışmalarından, dahası kimi sakın­
calar barındırmasına karşın eleştiri
tarihinden habersiz kalmayı marifet
sayar. Böyle bir tavır, edebiyatı yal­
nızca konuya indirgemekten başka
bir sonuç doğurabilir miydi? Bunda
edebiyat kuramları üzerinde çalışmaktansa yalnızca edebiyat tarihi
üzerinde odaklaşmanın payı büyük
ama ya gerisi? Bizdeki edebiyat anla­
lerinden belki haberdar olan ama
bunun tekniğini yeterince kavraya­
mamış bir yazarın ürünü olduğu an­
lamını taşır. Çünkü edebiyat, ne za­
man bilgi aktarım öğesine dönüşürse
o zaman asli amacından saptırılıyor
demektir. Hele modern edebiyat söz
konusu olunca bu en başta metnin
tekanlamlılığı dışlamasıyla çoktan
dışarıda bırakılan bir nitelik haline
gelmiş durumda.
yışı, (edebiyat üretimi bir yana) he­
nüz ancak sosyal bilimlerin ışığında
ele alınabilme aşamasına ulaşmış du­
rumda; o da yine konu düzleminde.
Kadın okur tipinde somutlaşan bu
edebiyat ilgisinin özünde, edebiyatı
bir tür ‘bilgilenme’ aracı görmek yat­
makta.
Öbür yandan edebiyat moderniteyle birlikte meramı anlatmanın
handiyse dışında, bizzat meramı
kendi konusu kılma, başka bir ifa­
deyle, meramın aracı sayılan dili
amaç edinme yolunu çoktan tutmuş­
tu bile.
Bildirmek Değil Sezdirmek
Ne ki edebiyatın alanına girmeyen
handiyse tek şey bilgi. Eğer bir ede­
biyat eserinde kimi bilgi kırıntıları
ya da düpedüz bilgiyle karşılaşılmışsa
bu o eserdeki bilgi değerinin düzeyi­
ne değil, o bilgi üzerinden meramın
aktarılmasında başvurulan bir yar­
dımcı öğeye işaret sayılmalı.
Bu durum, modern edebiyatın
merkezinde yer alan dil ya da daha
açık ifadesiyle zihin sorunsalı için de
aynı oranda geçerli. Modem yazar,
dil'zihin doğrultusunda kimi bilgile­
ri aktaran bir bilgin konumunda de­
ğil, belki bu sorunsalı kimileyin kah­
ramanlarına ‘giydirerek’, kimileyin
de onların eylemlerinden yansıtarak
aktarır okuruna. Dil-zihin sorunları"nın resmi geçidine rastladığınız her
türlü kurmaca, modern yazma bilgi­
110 Um ran. Nisan. 2002
Nedir Edebiyatın Asıl Amacı?
Bir başka zihin etkinliğinin gerçek­
leştiremeyeceği bir tarzda ‘insan’ı
kendine konu kılma ve bu konu kı­
lışta da insanı ‘hal’ içinde yakalaya­
rak bu ‘hal’i başkalarına da aktarıla­
bilir kılma... ‘Hal’den yola çıkarak
anlatılan bir insanla, ‘hal’den yola
çıkarak anlaşılabilir bir insan yarat­
ma... Bilimin olguları ve nesneleri
ölçüp biçerek elde ettiği kesinliği
edebiyat, ‘insan’ın hallerini keskin­
leştirerek yakalar. O yüzden, bütün
zamanlar için geçerli bir bilgi iddiası
değil de bir ‘an’ın bütün zamanlar
için geçerli kılınma çabası amaçlanır
edebiyatta. Böylelikle edebiyata mu­
hatap olan kişi, bilime muhatap ol­
duğu gibi kesinlik kazanmış bazı bil­
gileri bilebileceği ve bildiklerini baş­
kalarına aktarabileceği kimi dona­
nımlar edinmek yerine, insanın hal­
lerine dair kimi edinimleri ‘sezinler’
ve bunları bir başkasına aktarmak­
tan çok kendisi için içselleştirir.
Burada hemen akla gelmesi olası
bir başka soru da bilgiye göre edebi­
yatın ne diye daha zayıf bir konum­
da durduğu. Öyle ya, biri tüm za­
manlar için geçerli (ve gerekli) bir
bilgi aktarıyorken öbürü ne zaman
işe yarayacağı, dahası işe yarayıp ya­
ramayacağı bile kuşkulu bir edinim
sunmakla yetiniyorsa bu edebiyattan
değil bilimden yana olmamızı gerek­
tirmez mi?
Burada hatırlanması gereken şu:
insan, nesnelerden ve olgulardan
önce kendini ve hemcinsini tanı­
mak istemez mi? Kişisel bilgiden çırpınırcasına kaçan bilimin bıraktığı
‘kişisel’ boşluğu, edebiyattan daha
iyi ne doldurabilir? Çünkü biliyoruz
ki edebiyat, kişiyi ‘kendi’ kılmaya en
çok yardımcı olan zihin etkinliği.
Çünkü biliyoruz ki bilim ve felsefe
türündeki etkinliklerle edinilen bil­
giler, yan tutmayan ve genel geçer
bir tutum izlemek zorundayken ede­
biyat bu ikisinin tersine, taraf olmak
tavrını sergileyen ve tavrı muhatabı­
na da aşılayan bir tutum içerisinde.
Üstelik bilim, kendinde başlayıp bi­
ten yalınkat bir bilgi sunarken ede­
biyat anlatımı, içiçe geçirilmiş an­
lam katmanlarıyla muhatabına aynı
‘an’da birden çok bilgiyi sezinletme
kudretinde. Böylelikle tir kişiden
yola çıkarak ifade edilen son derece
kişisel bir bilgi, bir başka kişi için
onsuz edilemeyecek bir öneme kavu­
şabilir. Evet, sonuçta söz konusu
olan kişisel bir değerlendirmedir
ama kişiler arası iletişimin ve insana
E N E M E
dair maluem bLlgilerin bir nesilden
öbürüne aktarılmasının en emin yo­
lu da bu değil midir?
Burada bilimin elini kolunu bağ­
layan, yapısı gereği kendisinde bulunmast zorunlu kimi nitelikler: de­
netlenebilirlik, sınanabilirlik, ölçülebilirlik, yinelenebilirlik, tüm za­
manlar için geçerlilik gibi. Bu nite­
likler bilimi bütün zamanlar için ge­
çerliliğini savunduğu bir konuma
yükseltirken aynı zamanda edinilen
bu bilgilerin kendinde başlayıp biten
özellikte olmasını da kesinler. Hal­
buki edebiyat, insanı bir nesne ola­
rak ele almaz; onun bir varlık oldu­
ğunu hiçbir an göz ardı etmediği için
de sonuçta söz konusu olan bilgi, bi­
limde, dahası felsefede olduğu gibi
kapalı devre bir gerçeklik değil, in­
san doğasına özgü bir doğallık barın­
dırır.
Araç Dil, Amaç Dil
Burada dilin kullanımı da önemli.
Bilimlerin ve felsefenin kendine
özgü, bir anlamda ‘teloıik’ sayılabile­
cek ve ancak o jargondan haberdar­
larca gereğince anlaşılabilen bir dil
kullanmasına karşın edebiyat, bizzat
kendisi ‘dil’ olduğu için kendisine
muhatap olanı bu dille yüzleştirir.
Zaten edebiyata muhatap olan kişi,
o dili o ana değin edinmiş olan değil,
®:;:1
o anda edinendir.
Bilimde kişiden kişiye değişme­
yen kesinlik hedeflenirken edebiyat­
ta kişiyi değiştirecek keskinlik he­
deflenir.
Peki nasıl yakalanır insanı değiş­
tirecek bilgi?
Sakın, moderniteyle iyice unut­
tuğumuz güzelliğin dilinin yeniden
inşaı biricik çözüm yolu olmasın!. Şu
artık gelenekte kalan ve Batı’nın hiç
bilmediği güzellik dilinin...
■
YENİ BİR DUYARLILIK
GEREKİYOR
A TA SO YM Ü FTÜ O Ğ LU
G
ünümüzde düşünsel, kül­
lumları aşağılayacak biçimde eti­
türel, entellektüel haya­
ketleyerek yapay ve rencide edici
ta hakim olan kavram-
hiyerarşiler oluşturdu.
sallaştırmalar, insani, ahlaki, ilmi
İçerisinde yaşadığımız dünyayı
temellerden yoksun, ideolojik, po­
Batının kavramsal ufkuna göre dü­
litik çerçevesi olan kavramsallaş-
şünmek, görmek zorunda değiliz,
tırmalardır. Aynı şekilde, düşün­
içerisinde
yaşadığımız
dünya
sel, kültürel, sosyal, toplumsal de­
Amerikan tercihlerinden ibaret.
ğerlere hitap eden modern değer­
Amerikan tercihleriyle sınırlı bir
ler de, saldırgan , kibirli, ırkçı, ay­
dünya değildir. Polemiğe dayalı
rımcı değerlerdir. Modern kav-
bir dil ve yaklaşımla gerçeğe bü­
ramsallaştırmalar ve değerler, bi­
tüncül anlamda ulaşamayız. Bir
limsel ve teknik başarıların kimi
aşırılığa ve duygusallığa düşme­
ırklara göre özgün bir özellik oldu­
mek, ucuz karşıtlıklara yaslanma­
ğu, kimi halkların ilerlemeye-ge-
mak için, modernin geleneksel
lişmeye fıtraten kapalı bulunduk­
olana geleneksel olanın modern
l­
ları ve modernleşmenin yalnızca
olana anlayışla yaklaşması, ideolo­
Batı’ya özgü bir süreç olduğu ya­
jik bir karşıtlığa meydan vermeksi­
i
nılgısı ve saplantısı içerisindedir.
zin her iki anlayışın birbirlerinin
Bu nedenledir ki, modern tarih
kabul edilebilir yanlarına yer ver­
boyunca hiç değişmeyen sömürge
meleri gerekir. Batılı kibirli kav­
mantığına dayalı uluslar arası iliş­
ramları hiçbir şekilde değiştirme­
kiler, bu gün de aynı yaklaşımla
yen kalıp/paket kavramlar halin­
sürdüıiilüyor. Bu mantık. Batılı ol­
de, evrensel geçerliliği olan kav­
mayan toplumları uygarlaştırılması
ramlar olarak kabul edemeyiz.
gereken barbarlar olarak görüyor.
Batı dünyası farklı değerleri,
Modernleşme, Batılı olmayan
değer ve anlam sistemlerini anla­
toplumlara ideolojik bir içerikle
mak ve bunlarla bir şekilde uzlaş­
Batı bilim ve endüsti'ileşme anla­
mak yolunda bir çaba harcamadığı
yışı kutsanarak ihraç ediliyor. İde­
için insanlık sürekli bir çatışma
olojik içerikle ihraç edilen mo­
durumu yaşıyor. Modern Dünya
dernleşme siyasetleri batılı top-
Islami değer dünyası karşısında
Uınran-Nisan ‘ 2002 111
i■
DENEME
çok açık bir körlük içerisindedir.
vb. alanlarda kendi özgün modem-
Ne modemite, ne de geleneksellik
Tiklerini gerçekleştirmişlerdir.
nihai bir tarz olarak kabul edile­
Yeni bir varoluş mücadelesi ye­
mez. Modern standartlar gelenek­
ni bir duyarlılık ister.
sel anlayış biçimlerini, geleneksel
Yeni bir varoluş mücadelesi
anlayış biçimleri de modem stan­
ufukları genişletmeyi ve büyütme­
dartları dışlayıcı ucuz etiketlerle
yi gerekli kılar.
dışlamamalıdır.
Geçmiş özlemi merkezinde yo­
Yeni olanı meşru, eski olanı
ğunlaşan ve günümüzün belirleyici
gayri meşru telakki eden bir anla­
güçlerine, dinamiklerine yabancı
yış temelsiz olduğu gibi, eski olanı
kalan bir kültür yeni bir duyarlılık
meşru, yeni olanı gayri meşru te­
gerçekleştiremez.
lakki eden bir anlayış da aynı şe­
Dünya hakkında kapsamlı ve
kilde temelsizdir. Yeni olanın bar­
gerekli bilgiye sahip olmayan,
barca dayatılması, geleneksel ola­
dünya çapında iletişime ilgi ve ih­
nın barbarca inkarı aşırı ve hasta­
tiyaç duymayan toplumlar dünya­
lıklı bir saplantıdan ibarettir. Tek
nın dışına sürüklenirler.
boyutlu olmayan bir modernlik ge­
leneksel kurumlardan ve yapılar­
dan yararlanabileceği gibi, tek bo­
yutlu olmayan bir geleneksellik de
modernliğe açık olabilir. T ek bo­
yutlu bir geleneksellik ne kadar
tehlikeli ise, tek boyutlu modern­
lik de bir o kadar tehlikelidir. Na­
sıl tek boyutlu ve tek yanlı seküler
bir anlayış insanlığın dili olamı­
yorsa; bunun gibi tek boyutlu, tek
yanlı bütünlükten yoksun bir din
anlayışı da insanlığın dili olamaz.
Modern tarihte seküler anlayış ev­
rensel değer yargılarına kapalı, bir
Hakikati temsil eden bütüncül
demek, eski ilişki biçimlerine, eski
yapılara, eskiye dönmek olarak yo­
rumlanamaz. Dini anlamları ve de­
ğerleri içerecek şekilde siyaset yap­
mak, bir anlam ve değerler siste­
mine bağlı olarak bir siyaset zemi­
ni ve ufku açmak anlamına gelir.
Dini yanlızca geçmişe özgü bir ger­
çeklik ve batıl inanç olarak gör­
mek, modernizme özgü bir bağnaz­
lıktır.
Kendimizi, imkanlarımızı, biri­
kimimizi, kavramlarımızı, kurumlarımızı yeniden tasarlayabilmeli-
anlam içermeyen siyasal bir söy­
yiz. Kavramsal kuraklığı aşabilme­
lem oluşturmuştur.
liyiz. Bunları yapamadığımız tak­
ve derinlikli düşünce bütün yolları
açar ve bütün engelleri aşar.
Alışkanlıklarımızı rahatsız etse
de, yeni düşünsel ufuklar üzerinde
yoğunlaşabilmeliyiz.
îslam ve Müslümanlar, tarihi
inşa ederken, evrensel bir uygarlık
kurarken, yalnız tevekküle, sabfa,
duaya ve beklemeye dayalı bir ha­
yat anlayışına sahip değildi. îslam,
insanlık hayatının bütün boyutla­
rına yönelik eylemler, araştırmalar
ilgiler, ilişkiler, yapılar üreten bir
anlayışla tarihe egemen oldu. A k­
la, bilgiye, araştırmaya, üretmeye
ilgi ve saygının azalmasıyla birlikte
biçim lerini
tirde, bu günün tarihi karşısında
meşru, dini değerler içeren siyaset
daha zayıf bir konuma itilebiliriz.
bekleme, tevekkül dönemine gir­
arayışlarını gayri meşru telakki
Tıkanan, durgunluğa maruz kalan,
diler.
eden anlayış, ideolojik/politik re­
kendisini tekrar eden, her söy­
kabetten kaynaklanan bir anlayış­
lem/kültür yeni ilişkiler, yeni çer­
çevremizi yaşanılır kılmaktan çı­
tır. Bir iktidar söylemi olan mo­
çeveler, yeni yapılar, kavramlar ve
k a r^ , modern, seküler araçsalcı
dern siyasal söylem, modern siya-_
kurumlar
suretiyle
dünya görüşlerinin ufkumuzu ka­
set biçimlerini, güvence/koruma
kendi özgün modernliklerini ger­
patmasına izin vermemeliyiz. Çün­
altına alabilmek için, rakip siyaset
çekleştirebilir. N itekim Müslü-
kü her şeye rağmen, İslam düşün­
biçimlerini tarihin dışına sürmeye
manlar İslam’ın ilk yüzyılı içerisin­
cesinin, kültür ve uygarlığının bü­
çalışıyor. Dini anlamları/değerleri
de bilimlerde, sanatlarda, estetik­
tün bir insanlığa önereceği çok şey
de içerecek şekilde siyaset yapmak
te, mimaride, felsefede, siyasette
var.
Modern
siyaset
1 1 2 Ümran • Nisan • 2002
oluşturmak
İslam toplumları bir durgunluk,
İnsanı
insanlıktan
çıkaran,
B
ir gün Manchester’da tele­
fonum çaldı ve telefondaki
ses zor anlaşılır bir İngiliz­
SİERRA LEONE NOTLARI
ceyle Sierra Leone'den aradığını
ve bu ülkedeki hastanelerin acil
ihtiyaçları
KANİ TO RU N
olduğunu belirterek
yardım talep ediyordu. Tam da
operasyonlarımızı Afrika’ya kay­
dırma kararı verdiğimiz günlerde
bu bir sürpriz olmuştu. Telefonda­
ki ses o kadar ısrarcı idi ki, dalıa
önce Uganda ve Nijerya’dan davet
sini ele geçirmişler ve yıllarca yasa
1ar ile hıristiyanlar arasında bir
geldiği halde, önceliği Sierra Le-
dışı elmas ticareti yapıp savaşı fi­
gerginlik yok. Ancak şu anda ülke­
one’ye vermeye karar verip Mart
nanse etmişler. Bugiın artık gü­
de çalışsın yabancı yardım örgütle­
başında bu ülkeye gittim.
venliği Birleşmiş Milletler askerle­
rinin tamamı hıristiyan ve gizli-
Şimdi diyeceksiniz ki orası da
ri sağlıyor. Mayısta seçimler var,
açık hıristiyan propagandası yapı­
nere? Sierra Leone Batı Afrika’da
herşey normale yavaş yavaş dönü­
yorlar.
Gine ile Liberya arasında Atlas
yor.
Bizi davet eden zat Şeyh Ha­
okyanusuna bakan şirin, küçük bir
Sierra Leone dünyanın en fakir
mid Kanneh Kuveyt’te okumuş
ülke. 4.5 milyon nüfusu var. Nüfu­
ülkelerinden biri. Özellikle sağlık
uyanık bir müslüman (bizi de in­
sun %70 i Müslüman, %20 si Hı­
göstergeleri çok kötü. Bebek ölüm
ternetten bulmuş). Burada dini
ristiyan, geri kalanı Animist. Yerli
hızı binde 315 ile dünyada en yük­
tedrisat gören herkese Şeyh diyor­
dillerine ilaveten İngilizceyle karı­
sek ülkeler arasında (bu oran Tür­
lar (bizdeki hoca karşılığı). IIYL
şık bir dil konuşuyorlar(pıgeon
kiye’de 30, İngiltere’de 7).
(Uluslarası Müslüman G ençlik
English); resmi dil ise İngilizce.
Ülke zaten eski bir İngiliz sömür­
gesi. 1990’dan beri devam eden iç
savaş yaklaşık 100 bin kişinin ha­
yatına malolmuş. Binlerce insanın
Şu andaki devlet başkanı ElHac Ahmet Kabbah bir müslü­
man, isminden de anlaşılacağı gibi
Birliği) adlı merkezi Kuveyt’te
olan bir teşkilatın bölge başkanı.
Uçağımız
Londra’dan
gece
aynı zamanda hacı. Kabine’nin ya­
kalktı ve yaklaşık 6.5 saatlik bir
rısı hıristiyan. Ülkede müslüman-
y o lc u lu k ta n sonra S ie r r a Le
kolu, ayağı isyancılar tarafından
kesilmiş.Birleşik Devrimci Cephe
(RUF) adlı Liberya’nın hıristiyan
devlet başkanı Charles Taylor ta­
rafından desteklenen isyancılar
herşeyi iınlıa etmişler. Milyonlarca
insan kendi ülkesinde göçebe ol­
muş, daha güvenli bölgelere göç
etmiş. 2000 yılında imzalanan ba­
rıştan sonra insanlar yavaş yavaş
köylerine dönmeye başlamış. Sier­
ra Leone zengin elmas yataklarına
sahip. Zaten savaşın sebebi de bu­
ralara sahip olmak. İsyancılar, ül­
kenin elmas çıkarıhm doğu bölgeUmrem.Nisan ‘ 2002 1 1 3
İZLENİM
karde.şlerinin ülkeye yatırım, yap­
ması dileklerini iletti. Bize de ül­
kenin doğusunda bulunan elmas
yataklarını olduğu bölgede çalış­
mamızı tavsiye etti, şu anda orada
çalışan yok; hastanenin dummu
bir facia (hiç bir malzemesi yok).
Burada ki en önemli ziyaretim­
de tabii Cuma günüydü. Cuma na­
mazından
önce
bizim
şeyhin
adamları camiye benim geleceğimi
haber vereceklerini söylediler; ta­
bii ben itiraz ettim; ne gereği var,
one’nin başkentine yakın Lungi
yonları andırıyordu. Tek lüksü ak­
havaalanına sabah 4 .3 0 ’da indik.
şamları klima çalışıyor olması. Fi­
Havaalanı dedimse sahiden büyük
yatı, mübalağa etmiyorum, İstan­
birşey zannetmeyin. Varış salonu
bul’daki 4 yıldızlı otel fiyatların­
ve pasaport kontrolünün yapıldığı
dan bile yüksekti.
yer bir hangar. Mübalağa etmiyo­
Orada bulunduğumuz süre için­
rum, bizim Karayolları hangarları­
de özellikle hastaneleri gezdim.
nın bir benzeri. Personel ayaküstü
Doğrusu içler acısı, üstelik bu has­
pasaport kontrolü ve tabii ki sağlık
taneler bazı uluslararası kuruluşlar
kontrolü yapıyor (Buraya gelirken
tarafından desteklenen hastaneler.
4 çeşit aşı oldum, ayrıca sıtmaya
Şehirlerarası yollar çok kötü. İkin­
karşı koruyucu hap almaya başla­
ci gün 30-35 km uzaklıktaki bir
dım). Tabii sıcaklık farkını da be­
şehre gittim yol iki saat tuttu üste­
lirtmem gerek, 8 derece sıcaklık­
lik
tan 30 derece sıcaklığa geliyorsun
(U N H C R ’ın 4x4 Toyota Land
ve Arabistan’daki gibi her yer kli­
Cruıserı ile olduğu halde). Bu gezi­
ma değil. Havaalanında klima yok
lerde bir şeyi farkediyorsunuz; ülke
de
midem
ağzıma, geldi
Allah’ın evi, herkes gider, fakat
bunun gelenekleri olduğunu be­
lirttiler; yabancı misafir geldiğinde
namazdan önce imamı haberdar
ediyorlar. Cumaya hep beraber git­
tik.
İmam hutbeyi yerli diliyle oku­
yordu, müezzin de onun konuştuk­
larını İngilizceyle karışık dile çevi­
riyordu (arada İngilizce kelimeler
geçse de anlaşılması çok zor). Bir
şey dikkatimi çekti; imamın kıra­
ati çok düzgündü. Farzı kıldırdık­
tan sonra yanıma geldi ve cemaata
birkaç dakika konuşmamı istedi.
Doğrusu hazırlıksızdım; ben İngi­
lizce olarak orada hangi sebeple
bulunduğumu anlattım. Müslü­
(gidiş salonu nispeten daha düz-*
gerçekten çok güzel cennet gibi,
gün en azından bina görüntüsünde
yemyeşil, her yer palmiye ağaçları,
manların renk, ırk ve etnik köken
ama orada da yok). Zaten olması
fakat gel gör ki, insanlar cehenne­
gözetmeksizin birbirleriyle kaynaş­
çok zor çünkü elektrik yok. Mer­
me çevirmiş. Bu gezide kabile şef­
tığını, orada bulunmaktan duydu­
kezi elektrik istasyonu isyancılar
leri ile görüştüm. Artık devir de­
ğum memnuniyeti dile getiren kısa
tarafında imha edildiğinden her­
ğişmiş, onlar da çağa uymuş, batık­
bir konuşma yaptım; yanımda ge­
kes kendi başının çaresine bakıyor.
lar gibi giyinip mercedese biniyor­
len Muhammed de konuşmamı
Parası olan jeneratör alıyor, olma­
lar (eski model de olsa).
tercüme etti.
Üçüncü gün sağlık bakanını zi­
Namazdan sonra imamla ko­
şam olunca ay ışığında oturuyor.
yarete gittim. Bakan müslüman,
nuştuk. Katar’da Şeriat fakültesini
Bakanlıklar bile jeneratörle çalışı­
üst düzey bürokratları da müslü-
bitirmiş genç bir imamdı. Tabii fa­
__________ -man. Bakanlık binası ve bakanın
kir bir ülkede imamlık yapmanın
yan (büyük çoğunluğun yok) ak­
yor.
zorlukları çok. Cami yakınlarında
Sabahın 4.30’u olmasına rağ­
odası ülkenin fakirliğinin aynası
men bir araba adam bizi karşılama­
sanki. Mübalağa etmiyorum, her­
Birleşmiş Milletler gücünde bulu­
ya gelmişti. Otelimiz (oranın en
halde bizim Hakkari sağlık müdü­
nan Bangladeşli askerlerin yardı­
lüks otellerinden) bizdeki sahil ka­
rünün odası bakanın odasından
mıyla bir Islamı okul yapmaya baş­
sabalarında bulunan 3. sınıf pansi­
daha lükstür. Bakan müslüman
lamışlar. Tabii ki çok yardıma ihtı-
1 1 4 Ümran’ Nisan -2002
SlERKA LEONK NOTLARI /TO R U N
yaçları var. İmam daha sonra beni
muştu. Burada bu fakirliğe rağmen
tarafından yapıldığını belirterek).
otelde ziyaret etti ve Türkiye müS'
öyle bir durum yok. Bunda insan­
Toplantıya
lümanlanndan okul için yardım
ların kanaatkârlığının büyük rolü
Harry Enfield ise Saddam’ın batılı-
talep etti. Ben de bu talebi Ümran
var, elbette.
katılan
komedyen
1ar tarafından yaratılmış bir cana­
aracılığıyla size iletiyorum. Yar­
Sierra Leone notlarını burada
var olduğunu, önce İran’a karşı
dımda bulunmak isteyenler Ümran
bitiriyorum. Gelecek aylarda İngil­
kullanıldığını, sonra kendileri için
aracılığıyla bana ulaşabilirler. Ay-
tere’den mektup’larla yine birlikte
tehlikeli olunca yok etmeye kalk­
rica IHH’daki dostlara da bu ülke'
olacağız, inşaallah.
tıklarını söyledi. Ve Saddam’la
Sharon arasında fark olmadığını
de çalışmak için buradan çağrıda
bulunuyorum, ÎHH’nın adı buraya
İngiltere’den Kısa Bir-İki Not
belirtti. Müthiş alkış aldı. Anlaya­
cağınız burada hafiften de olsa bir
kadar gelmiş. Şeyh bana IHH dan
Burada son zamanlarda İrak’a mü­
anti-Amerikan anti-Siyonist dalga
yardım istedi. Türkiye deyince in­
dahale konusu televizyonlarda çok­
gelişiyor. Son kamuoyu yoklama­
sanların aklına fazla bir şey gelmi­
ça tartışılmaya başlandı. Bir hafta
ları hükümetin Irak’a müdahale
yor. Biraz futbolla ilgilenenler G a­
önce BBC -1’de yayınlanan Ques­
için kamuoyu desteğini kaybettiği­
latasaray’ı biliyor. İslam dünyası
tion Time programında yine bu
ni gösteriyor.
hakkında biraz bilgi sahibi olanlar
konu tartışıldı. Seyircilerden bir
İkinci konu ise; İngiltere Afga­
kadın dedi ki: “Niçin Saddam’a
nistan’a savaşmak için 1700 asker
uygulanan muamele Sharon’a uy­
gönderiyor, ama parlamentoda tar­
gulanmıyor. Ne farkları var?” Ç a­
tışılan en önemli konu değil. İşçi
lışma
Nick
Partisi öyle manipülasyon yapıyor
Brown hemen kıvırtmaya başladı
ki, tam bu sırada herkes tilki avı­
{aleni gay olduğu için normal kar­
nın yasaklanması meselesini tartı­
şıladım); Muhafazakar gölge sağlık
şıyor. Ancak eğer İngiltere’ye as­
bakanı Liam Fox Amerika’yı sa­
ker tabutları dönmeye başlarsa,
vunmaya kalktı, madara ettiler. En
Tony
çok alkışı programa katılan ünlü
(Zaten son yoklamalarda popülar­
bahsetti ve onlara ulaşmak için
da tabii ki Erbakan hocayı biliyor,
o kadar.
Bu ülkede hıristiyanlık özellik­
le misyoner okulları kanalıyla ya­
yılmış, maalesef müslüman okulla­
rı çok az. Fethullah hoca cemaatı
burada okul açarsa, çok yararlı ola­
cağına
eminim.
Başkent
Fre-
etown’da 17 bin kişilik bir Lüb­
nanlı
Şİİ
nüfus var. Çok içlerine
kapanıklar; sadece kendilerine ça­
lışıyorlar; buradaki müslümanlarla
ilişkileri de iyi değil. Bunda ülke­
nin Sünni olmasının etkisi olmak­
bakan
yardımcısı
kaçacak
yer
arayacak.
Marxist Tariq A li aldı (Dünyadaki
itesi gittikçe düşüyor). Tek şansı
tek nükleer silah kullanımının
karşısında
doğru
dürüst
bir
Saddam gibi bir diktatör tarafın­
muhalefet olmaması. Bu aylık bu
dan değil, demokratik{!) Amerika
kadar. Allah’a emanet olun.
■
la beraber, ticaret yoluyla iyi para
kazanmalarına rağmen buraya ya­
tırım yapmadıkları için sevilmi­
yorlar.
Bir noktayı daha belirtmekte
yarar var: İnsanlar öyle günde üç
öğün yemek yemiyorlar. Akşama
kadar beraber oluyorsun, kimse ye­
mek lafı etmiyor; daha doğrusu yi­
yecek yemekleri yok. Günde bir
defa doğru dürüst bir şey yiyorlar.
Buna rağmen sokaklarda fazla di­
lenci görmedim. Bir iki yerde ço­
cuklar para istedi, o kadar. Son
ekonomik krizden sonra İstanbul
sokakları dilenciden yürünmez ol­
Ümran •Nisan ‘ 2002 1 1 5
Akay’ ın “Çankırı Hapisanesinden
Mektuplar 2’ şiirinin ışığında Nazım
HİLE, BU KISKAÇ BİR MAKAS
A H M E T ÖZ
Hikmet ve Gazali” başlıklı yazısı, N.
Hikmet’in şiirini “metinler arası
bağlamda retorik bir incelemeye ta­
bi tutuyor”. Onun “Çankırı Hapisanesinden Mektuplar 2” şiirinde Ah­
met el' Gazali’nin (ö. 1126) iki rübaisini kendi şiir metnine almasını,
bunları “kendine has bir dünya tasa­
^ debiyatın, sanatın siyasi eko­
E
çıkmıştır.
nomik kıskaç altına alınması
N. Hikmet’ in doğumunun yü­
okur yüreğine ayrı bir ağırlık
züncü yılı aracı kılınarak çeşitli et­
ayrı bir sıkıntı vermektedir. Bu kıs­
kinlikler düzenlendi. Sergiler açıldı,
kaç bir makas gibi keskin yüzünü
toplantılar düzenledi, piyesleri sah­
gösterdiğinde ise kültür şeridi kesil­
nelendi. Edebiyat-sanat dergileri de
mekte, okur zihni bağımsız parçalara
onun için özel sayılar hazırladı. Hür­
bölünmektedir ki bu da genel oku­
riyet GÖSTERİ dergisinde “ Nazım
yucunun karakteristiğini her zaman
yeniden başlamak zorunda olmanın
getirdiği karamsarlığı ortaya çıkar­
maktadır. Hileli görüntünün hayal
kırıklığı yaşanınca yeniden
rımı içinde yeniden konumlandır­
ması” yani
“yeniden
üretmesi”
olarak yorumluyor. H. Akay. Yazıda
N. Hikmet’in metni ile bu metnin
içinde yapılandırdığı Gazali’nin “bu
bahçe” rübaisi arasında nasıl bir iliş­
ki ve çelişki ağı var. Akay’a göre, şa­
irin rübaileri “ asıl bağlamından sö­
küp yeni bir biçimde konumlandır­
ması” kendine mâl etmesi, geleneğe
DERGÂH
ÎD E B İ Y A T S A N A T K Ü L T Ü R DERGİS
“kendi okuyuşuna göre kimlik ka­
zandırması” anlamına geliyor. H.
Akay, N. Hikmet’in şiirsel bir düz­
başla­
lemde farklı okumalar, farklı bakış­
mak arzusu kalır mı insanda?
larla üretilebilen, çoğaltılabilen şiiri
Ya Nazım Hikmet’in edebiyat
ve anlamını kurmaca bir oyuna ben­
mahfellerinde gündeme gelmesine
zetiyor. Böylece hem yapısal hem de
ne demeli? Soğuk Savaş yıllarının
içerik açısından bir bütünlük gözler
komünist şairinden iki binli yılların
önüne seriliyor. H. Akay’ın anlam
memleket şairliğine evrilen, Nazım
kuramlarının uyguluma alanı buldu­
Hikmet için ne demeli? Bu onun da­
ğu metninde eleştiri kültürü içinde
ha büyük bir şair olduğunu anlama­
farklı bir damar yalcalanıyor.
mıza mı yarayacak, bilmediğimiz
yönlerinin ortaya çıkmasıyla kariz-
İslamcı Söylemin
matik kişiliğine güç mü katacak?
Hikmet’i bugüne getiren şairliği mi,
Gerçeklik Değeri
Onun üzerinden dünya görüşünün
komünistliği mi” başlığı altında de­
çığırtkanlığının yapılmasına mı ya­
ğerlendirmeler yer aldı. Dağan Hız­
Dergah’ın Mart 2002 sayısında İsma­
il Kara “İslamcı söylemin kaynakları
rayacak? Bununla beraber kaçırılma­
lan, “ Nazım Hikmet’in düzyazıla­
ması gereken artık N. Hikmet’in bir
rında şiire ve edebiyatçılara bakı-
ve-gerçeklik değeri üzerine birkaç
tehlike olarak görülmemesidir. Ger­
şı”nı; Özdemir İnce “Nazım Hikmet
not” adlı yazısında Mehmet Akifin
çi birileri “keser döner sap döner”
‘in Poetikası”nı; Göksel Aymaz
bir şiirinden hareketle İslamcı söyle­
hesabı fırsatı da değerlendirmeye ça­
onun popüler kültüre nasıl dahil
min hangi etkenlerle şekillendiği
lışıyor ama şimdilik N.Hikmet’in
edildiğini yazıyorlar. Dergide en ha­
üzerine dikkat çekici notlar düşüyor.
varoluş sebepleri tehlike olmaktan
cimli yeri tutan -15 sayfa - Haşan
Tarihi arka planı kalkış noktası ol-
1 1 6 Um ran • Nisan . 2002
HILfi, BU KISKAÇ BİR MAKAS /ÖZ
mak üzere İslamcı söylemin savun­
lojik temellerini
macı bir karakter taşıdığı vurgula­
anlayışını okumaya çalışıyor. Orhan
oluşturan estetik
nan yazıda şöyle deniyor: “İslamcıla­
Pamuk ve Kar romanı üzerine yazan
rın heyecanla ve aktif olarak savu-
Hilmi Yavuz, Kar romanının nite­
nageldikleri, etrafında bir dil örme­
liksiz okurla buluşmasının kitabın
ye çalıştıkları hususlar, kendilerine
niteliğine etki edeceğini söylüyor.
ait veya üst düzeyde kendilerine mal
O. Pamuk’un kalıcılığı konusunda
edebildikleri şeyler değildirler. 19.
Yavuz, temkinli ve şüpheli bir yakla­
yüzyılda pozitivist ( akılcı- bilimci-
şım içinde.
ilerlemeci), 20. yüzyılın ikinci yarı­
“Kar” romanı Milliyet-sanat der­
sından itibaren sosyalist-maksist
gisinde de kendine yer buluyordu.
(dayanışmacı- cemaatçı- enternas-
Necmiye Alpay romanın grotesk
yonalist, devrimci ) şimdi de post­
(kaba, mizahi, iğneliyle i) bir ve kur­
modernist (herşeyci) ve demokrat
guyla oluşturulmasını incelerken
(laik, bireyci, hoşgörücü, birarada
Yazgülü Aldoğan’ın yazısında Türk
yaşamacı ve sivil toplumcu) bir dil
kullanmak, sadece bu dilleri kullan­
mak İslamcıların bir söyleme sahip
olduklarını göstermez, belki çok şi­
kayet ettikleri “taklit”in içinde bo­
ğulduklarını modadaki söylemler­
den birine iradi veya gayriiradi ya­
pıştıklarını gösterir”.
İsmail Kara, İslamcı söylemin
hedeflenen şeyi -terakki, galibiyet,
iktidar, ahlaki yücelme- gerçekleşti­
yetçi” bir karakter arz ettiğinin ve İs­
aydınının(!) en tipik karakteristiğiy­
lamcı siyasi söylemin kendi kavram
le karşılaşıyoruz. İçinde yaşadığı top­
ve kurumlarmın modadaki söylem­
luma yabancılaşma, toplumu mey­
lere uygun olarak yorumlandığının
dana getiren kök paradigmaları, ta­
altını çiziyor.
rihi, gelen-îği, din bil(e)meme. Y.
Dergah’ın Mart 2002 sayısında
Aldoğan Kar romanında siyasal İsla-
sinamacılar dikkat çekiyordu. “Ha­
mın temeline başörtüsünün oturtul­
lit Refiğ, Düşlerden Düşüncelere
masından şikayet ederek O. Pa-
Söyleşiler” kitabını hazırlayan İbra­
muk’u dincilerin(î) safında yer al­
him Türk’le kitaptan hareketle Türk
makla suçluyor. “Ramazan ayında
sineması üzerine bir sohbet yer alı­
kazara Anadolu kentlerine giderse
remiyor olmasıyla birlikte kendi zi­
yor. Dergah ayrıca
Ayşe Şasa
hin altyapısından şüpheye düşmesi,
aç kalacağı” korkusunu dillendiren
Oran’ın “Bir dosta mektuplar” baş­
Y. Aldoğan kendine demokrat tav­
lıklı yazılarının yayınlanıcağı müj­
rıyla sübjektif, hakaret dolu yazısın­
desini veriyor.
da bilimsellikten, analitik eğitimden
modernleşme döneminde otosansür
-kendi kendini tasfiye- denilebile­
cek bir mekanizmayı işletmesi gibi
Sinemaya eğilen bir başka dergi
özelliklerini ortaya çıkararak bu sa­
de “E” oldu. “Türkiye Sineması’nda
vunmacı psikolojinin sebeplerini
Entelektüelizm” dosyasında özellikle
açıklamaya çalışıyor. Oryantalistik
Türk soluna uygulanan sansür çerçe­
dilin inşa ettiği düşünce yapısı İs­
vesinde, Türk sinemasının ellili yıl­
lamcı söylemin yerliliği, sosyal mü­
ların ortalarından itibaren sinema
tekabiliyeti ve değeri problemini
yoluyla gerçekleşen “kültür transfe­
tartışırken de gözden ırak tutulma­
rinin” açtığı yaralar üzerinde durul­
ması gereken bir konu olarak öne çı­
muş ancak “moral değerlerin yitiril-
karılıyor. İslamcı söylemin ahlak
mesi”ne karşılık ne yapıldığı, ne üre­
meseleleriyle ilgili yönünün, kadim
tildiği eksik bırakılmış. Derginin
Kar romanı O. Pamuk aleyhinde
ahlak anlayışının oryantalistik bir
“Makine ve Kozmos” başlıklı Ahmet
getirilen eleştirilerle yazarının hava­
dille tenkit edilerek şekillendiğini
Hamit Yıldız’ın yazısında ise N.Hik-
sını dağıtır mı bilinmez ama kültür-
belirten Kara, İslamcı söylemin din
met’in “doğu duyarlığı” olarak ad­
sanat gündeminin konjönktür gereği
ve İslâm algılamasının modernist
landırılarak ideolojik söyleminin ar­
kurgulandığına, siyasete malzeme
düşüncenin ana temayüllerine uy­
ka planını ve fütürist söyleminin ge­
temini için oluşturulduğuna iyi bir
gun olarak “tektipçi” ve “merkezi-
leneği dönüştüraıeye yönelik psiko­
örnek olacağa benziyor.
dem vuruyor.
Ömer Laçiner “Kar’
m perdelediği” başlığı altında roma­
nı siyasi, toplumsal bağlamda değer­
lendirerek, “Orhan Pamuk’un roma­
nı dil ve anlatım tekniklerinin yet­
kinliğine karşın eksenindeki problematik Türkiye’ye özgü olanı yansıta­
bilecek bir derinlik ve güçte değil”
yorumunu yapıyor.
■
Umrem • N^isan • 2002 1 1 7
Y A N S I M A L A R
dırmadığı, isyanın kendisini A l'
lah’a itaatten alıkoymayan
HZ. ALİ’DEN ÖĞÜTLER
öl-
dükten sonra pişmanlık duyma­
yan kullarından eylesin. O , dualan işitir, hayırlar onun elinde-
E R T U Ğ R U L B A YRA M O G LU
dir ve o dilediği gibi tasarruf eder.
Bilmediğimi Nerden
Bilirsin!
z. A li bir gün minberde:
tini yenendir. Çünkü ölüm anı
A llah ’ın kulları gücü­
kendisinden saklanmıştır. Kurun­
111. Mustafa’nın hocası Şeyhülis­
tuları kendisini aldatmakta, şey­
lam Feyzullah Efendi birgün yük­
nun, O ’nun himayesine girin ve
tan
ayrılmam akta,
sekten atıp tutup kendisini m et­
O ’ndan korkun! Sayha (çığlık)
“ilerde tevbe edersin” diye kendi­
hederken mecliste bulunan Na-
ile uyarılan insanlar gibi olun ve
sini kandırmakta ve isyanı kendi­
ima sabredemez:
bilin ki dünya bir mesken değil.
sine süslemektedir. Böylece ku­
“Be hey h oca efendi, kendini­
zi dünyanın en akıllısı, etrafınız-
H
nüz yettiği kadar koru­
yanından
Ölüm için hazırlanın! Ne yazık ki
runtuları kendisini bastırır ve bu­
dünya sizi kendisine çekti. Yıkıl­
lunduğu halinden habersiz kılar.
ması bir an meselesi olan bu dün­
Unutmayın! Sizinle ahiret ara­
ya, kendisine fazla meyil gösteril-
sında ölümden başka bir şey yok­
memeye layıktır. A llah katında
tur. Ömrü kendi aleyhinde delil
müttaki, kendi kendine Öğüt ve­
olacaklara yazıklar olsun! A llah
rip tevbesini takdim eden, şehve­
sizi ve bizi, nim etin kendisini az-
dakileri de dünyanın en aptalı sa­
nırsınız, bu ne gaflettir.” deyince
Feyzullah Efendi kızar, köpürür
ve:
“Bu ne küstahlıktır ne edep­
sizliktir! Alim lere böyle mi de­
nir? Alim lere hürmet vacip değül müdür? Sultan Murad bir pa­
dişah iken Yahya Efendi’nin eli­
ni öpmedi mi? Sen tarihçisin,
bunları bilmezsin” diye bağırma­
ya başlayınca Naima:
“Be hocam
bunlar malum
şeyler. Am a dünya m alına fazla
göz diken, servet hırsı ile şöhret
bulan alimin ilmi de faydasızdır.
Ezelden beri, fitne ve kavgaların
sebebi devlet, servet, mevki ve
mal yüzünden doğan kıskançlık
ve düşmanlıktır. Siz alimsiniz
ama bunları da siz bilmezsiniz.”
“Bilm ediğim i nerden b ilir­
?”
sin:
“Bütün bunları yapmanızdan
bilirim .”
1 1 8 Ü m ran.N isan.2002
YANSIMALAR / BAYRAMOĞLU
Hacı ve Çoban
Rahman’m Kulları
“Rahm an olan A llah ’ın kulları yeryü­
zünde mülayemetle yürürler. C ahiller
kendilerine takıldıkları zaman, onlara
Bir adam, h acca giderken
baş toklu!
süt mahsulü kendinin o l­
- Bir!
mak üzere, bir çobana on üç
- Yanı sıra beş toklu!
güzel sözler söylerler. O nlar gecelerini
koyun bırakır. Avdetinde
- A k ı!
Rableri için kıyama durarak ve secdeye
çobana.
- Üçünü verdim kasaba!
vararak geçirirler. O nlar “Rabbimiz,
bizden cehennem azabını uzaklaştır;
- Koyunlann hesabına ba­
- Dokuz!
' Ü çü de gelmez hesaba!
kalım!
doğrusu onun azabı daimi ve acıdır,
Dedikçe çoban,
- Etti oniki! H ani biri?
orası şüphesiz kötü bir yer ve kötü du­
- Şimdi işim var. Bir aralık
- Birinin de çocuk kulağı­
raktır” derler. O nlar sarfettikleri za­
na çıngırak takmış, ne sana
bakarız!
man, ne israf ederler, ne de cimrilik;
Diyerek başından savar­
ikisi arasında orta bir yol tutarlar. O n ­
mış. Bir gün çobana, iki ça­
Der demez h acı, yoğurt
lar, A lla h ’ın yanında başka tanrı tutup
nak yoğurtla bir yere gider­
kaselerini kaptığı gibi çoba­
ona yalvarmazlar. A llah ’ın haram kıl­
ken rastgelip:
nın başına geçirmiş. Yoğurt­
dığı cana haksız yere kıymazlar. Zina
etmezler. Bunları yapan günaha girmiş
- M utlaka şimdi koyunla-
verir, ne bana!
lar çobanın yüzüne bulaşın­
ca, eliyle yüzünü sıvazlaya­
rın hesabını görmeliyiz!
rak şöyle demiş;
olur. Kıyamet günü azabı kat kat olur.
Diye sıkıştırınca, çoban
Orada alçaltılarak daimi kalır. A n cak
çaresiz kalır, “P eki!” der. Bir
- Elham dülillah! Hesabı
tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyen
tarafa otururlar. Ç oban der
doğru verenin yüzü işte böy­
kimselerin, işte A llah onların kötülük­
ki:
le ak olur!..
lerini iyiliklere çevirir. A llah bağışlar
- H acı baba! Ben söyle-
ve merhamet eder. Kim tevbe edip ya­
yim, sen say: Kayadan uçtu
rarlı iş işlerse, şüphesiz o, A llah ’a layıkı
veçhile teveccüh etmiş olur. O nlar, ya­
İbadullaha Zahmet Çektirmek, Lâyık-ı Devlet Değildir
lan yere şehadet etmezler. Faydasız bir
şeye rastladıkları zaman, yüz çevirip ve-
III. Selim bir gün tebdil-i kıyafet edip gördükleri karşısında
karla geçerler. Kendilerine rablerinin
ümitsizliğe düşerek sadrazama şöyle der; “Vezirim, bugün
ayeti hatırlatıldığı zaman, onlara karşı
tebdil gezerken Divan Yolu’ndan geçtim. Bir fırının önün­
kör ve sağır davranmazlar. O nlar;
de halkm toplandığım gördüm. Adamlardan biri, “Ne gün­
“Rabbimiz, eşlerimiz ve çocuklarımız
lere kaldık Ya Rabbi, yiyecek ekmek bulamıyoruz” diyordu.
hususunda gözümüzü aydın kıl, bizi,
Doğrusu kalbim sızladı. Gözlerim yaşardı, yüzüm kızardı,
A llah ’a karşı gelmekten sakınanlara
mükedder oldum. Şunun bir çaresinebakasın. İbadullah’a
rehber yap” derler. İşte onlar, sabrettik­
zahmet çektirmek layık-ı devlet değüldür. Biz onlar ile hü­
lerinden ötürü cen n etin en yüksek de­
kümran oluruz. Bilirsiz ki reayasız ne taht ne de saltanat
receleri ile mükafatlandırılırlar. Orada
olur. Onlar bizim velinimetimizdir.
esenlik ve dirlik dilekleriyle karşılanır­
lar. Orada daimidirler. Ne güzel bir yer
ve ne güzel bir duraktır o. Ey Muhammed, de ki; İbadetiniz olmasa Rabbim
size ne diye kıymet versin? Ey inkarcı­
lar, yalanladığınız için azab yakanızı
barakmayacaktır” (25- Furkan; 6 3 -7 7 )
Düzelti
M art 2 0 0 2 sayımızın 110. sayfasında (3. sütun, son­
dan 5. satır) yer alan “cennet” yerine "cehennem ”
ifadesi yer almıştır. Düzeltir, özür dileriz.
Ümran‘Nisan-2002 119
Download