Bekleyin, geliyoruz.*. M clüsüiK'o • kiiliüı • .sivusıM lim ran Ü m ran, kendinden emin ve kararlı adımhrlıı 1 1 yıldır yürüvü-şünü sürdürtiyor. Üstelik de, pek çokkınnın konjdnkrürlcıin estirdiği ayartıcı, baştan çıkarcı ama yanıltıcı / yanılsatıcı karabasan rüzgar' lannın önünde patır patır döküldüğü bir zaman diliminde yalpala' Sahibi Ümran Yayıncılık Turizm San. ve Tie. Ltd. Şti. Adına Abdullah Yıldız m ad an , sen d elem ed en , daha bir g ü ç le n e re k ve da h a bir tazelenc' rek yürüyüşüne devam ediyor. Norm alde zaman geçtikçe gü çten kuvvetten düşm esi beklenen bu zaman aşımı sürecinde, Üm ran, bu “doğal” kabul edilen “kural’’a meydan okurcasuıa daha bir gençle­ şiyor, dirileşiyor ve heyecan üretiyor; böylelikle yepyeni bir atılım Yayın Danışmanı Yusuf Kaplan ve açılım gerçek leştirm ek gibi bir kaygı güttüğünü, gösterdiği per­ Yazı İşleri Müdürü Veli Kahraman süren bu atılım ve açılım süreci, U m ran ’a d ü şü n c e ve kültür haya­ formansla ortaya koymaya çalışıyor. Dört yıl önce başlayan ve geçen yılın nisan ayında ivme kazanarak tımızda özgün bir yer kazandırdı. U m ran ’ın bu noktaya gelmesin­ de emeği geçen ve bu süreçte bizim heyecanımızı paylaşan herkese Yayın Kurulu Uğur Altun, Yusuf Kaplan, Cevat Özkaya, Abdullah Yıldız ve okuyucularımıza teşekkür ediyoruz. Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar mızda da sürdürüyoruz. Bu sayımızda, estirilen luirabasan havası­ Dört sayı önce başlattığımız, dünyanm ve İslâm dünyasının sorun­ larını, zaaflarını ve imkânlarını anlamlandırma çabamızı bu sayı­ A li Bıılaç, Hakan Çopur, nın bir toz bulutundan ibaret olduğunu; birazcık gayret gösterildi­ Dilaver Demirağ, TeN-fik Emin, Sibel Eraslan, Nuri ğinde bu **toz bulııtu^nun **toz olup gidebileceğini^^ ve İslâm’ın sa­ Gündeş, Zehra Sevim can, Atasoy Müftüoğlu, A hm et dece Müslüman toplumlara değil tüm dünyaya asıl şimdi esaslı H .Öz, M ehm et Ö ’ay, Mustafa Ö zcan, Rasim Özdenören, şeyler söylemeye aday olduğunu göstermeye çalışıyoruz. Kapak N ecm ettin Turinay, Kani Torun, ,H asanali Yıldırım dosyamızda yazılarını yayımladığımız yerli yabancı, müslim, gayr-ı müslim tüm yazarlarımızın farklı şekillerde altını çizdikleri gibi, B a­ İdare Merkezi Kıztaşı Cad. No: 56/1 Fatih-İstanbul Tel: (0212) 532 51 76-631 13 85 Fax: 534 88 88 ğa adalet, barış ve kardeşlik ilkelerine dayalı evrensel bir ufu k ve w\vvv.umran.org nokta burasıydı. Bundan sonraki süreç, tüm insanlığı esas itibariyle tı medeniyeti, gü ce dayandığı ve g ü c ü putlaştırıldığı için insanlı­ gelecek vadedebilm e potansiyelini yitirmiştir. İnsanlığın ortak tec­ rübesinden bir kopma olan Batı m edeniyetinin gelebileceği nihâi [email protected] vahye dayalı kadim medeniyetler ekseninde buluşturabilecek bir “yolculuk” olacak. İşte insanlığı böylesi bir yolculuğa çıkarabilecek Temsilcilikler Ankara: (0312) 435 94 48 İzmit: (0542) 250 75 77 Trabzon: (0462) 321 95 44 Abone Şartları ■ Yıllık (12 sayı): 30.000.000 TL. Yurtdışı Yıllık: 60 Euro ' 50 $ Ümran Yayıncılık Turizm San. ve Tie. Ltd. Şti. Posta Çeki No: 1605252 Haşan Ak Türkiye İş Bankası Fatih Şb. Hesap No: 1020 138 6804 tek evrensel aktör’ün Müslümanlık olduğu yavaş yavaş anlaşılmaya başlanmıştır. Bu gerçek şu an B atı’da farkedilmiştir; o yüzden İslâm dünyası ve bizatihi İslâm hn dinam izm i, Batıldan en fazla meşgul eden tem el sorun olarak konumlandınlmıştır. A ncak bu gerçek İslâm dünyasında henüz Batıda farkedildiği kadar farkedilebilmiş değil. Ama önümüzdeki dönemde bu süreç, İslâm dünyasında da tam olarak farkedilecek ve müslüman toplumlar İs­ lâm’ın imkânlarını keşfedecekler ve Ö zne olarak yeniden tarihin yapımında kilit rol oynamaya başlayacaklar. Bu sayıda yayımladığı­ mız yazıların bu bağlamda bir hayli ufuk ve zihin açıcı görüşler içer­ diğini düşünüyoruz. Daha önce küçük bir bölümünü yayımladığımız N asr röportajı, bu Avrupa İçin Hesap No Sedat Yıldız Commen Bank BLZ: 10040000 KontoNo: 8082596 Fiyatı: 2.500.000 TL. Dizgi, İçdüzen: Ümran Kapak Tasarım: Sezer Erdoğan Uygulama; Ümran Film Çıkış; Saydam Grafik Baskı: Yıldızlar Matbaacılık A.Ş. sayımızın en yetkin metinlerinden. Bu röportajın gerçekleştirilme­ sine katkılarından ötürü Ahmet Kot’a teşekkür ediyoruz. Gündem sayfalarımızda Ortadoğu’daki tsrail vahşetini konu edi­ nen doyurucu analiz yazılarımız yer alıyor. Kültür-Sanat sayfaları­ mızda M eh m et 0?;ay’ın Peyami Safa rom anlarından hareketle ka­ dın im gesinin temsili bağlamında m o d em lik -gelen ek gerilim ine ilişkin yazdığı inceleme metni bu sayımızın sürprizlerinden. Daha diri, daha taze ve daha heyecanlı U m ran’larda buluşmayı ümit ediyor, Filistin’deki vahşetin bir an önce sona ermesi için Filistin’li kardeşlerimize dualarınızı ve >ıardımlarınızı esirgememeni­ zi hatırlatıyoruz. Ayda bir yayımlanır. Ümran‘ Nisan ‘ 2002 1 GÜND EM 4 İnsanlığın Onuru: Filistin Destanı YUSUF KAPLAN içindekiler 21. YÜZYILI İSLAM BELİRLEYECEK 67 27 6 Ortadoğu’da İki Diplomatik Fiyasko MUSTAFA ÖZCAN İslam’ın Gelecek Yürüyüşü S. Hüseyin N asr’la Röportaj Şiddet, Modernlik ve İslam’ın İmkanları İBRAHİM GHARAYBAH Konuşan: Yusuf Kaplan 79 ‘Ruhunu Değiştir; Tarihin Değişir’ 12 ABDULLAH YILDIZ Güvenlik İstiyorsanız Önce İşgali Durdurun 44 MERWAN BARĞUTI YUSUF KAPLAN 14 Türkiye'AB İlişkilerinde Sona Doğru NECMETTİN TURİNAY 2 1 . Yüzyılı İslâm Belirleyecek 49 ‘Ortadoğu’nun Konumlandırılış Hikayesi ve İslâm’ın Meydan Okuyuşu HAŞAN HANEFİ 85 İslâm Konferansı Örgütü ve Ötesi MUHAMMED ALİ ET-TAŞKİRİ 20 Susurluk Davası Ve Hikmet-i Hükümet Anlayışı 54 CEVAT ÖZKAYA Yaban Atı Evcilleştirmek: İslâmi Modernlik(mi)? 22 DİLAVER DEMİRAĞ İnternet İslâm’ın Ü çüncü Dalgası mı; Uygarlığın Sonu mu? Saçlarımı Hiç Çözmeden... SİBEL ERASLAN 58 92 , JON W. ANDERSON Küresel Zamanda İslâm’ın İmkanları ALİ BULAÇ 25 Şaşırtıcı Ama Gerçek NURİ GÜNDEŞ 2 Üm ran-Nisan-2002 , 98 Müslümanca Düşünme Açısından İslâm Ve Demokrasi RASİM ÖZDENÖREN YAZARLAR KAPAK Jon W . Anderson: Washington, DC, 21. Jon W . Anderson Ali Bulaç D ilaver Demirağ İbrahim Gharaybah Haşan Hanefi Yusuf Kaplan S. Hüseyin Nasr Muhammed Ali Et-Taşkiri Abdullah Yıldız ymviii Islarii Belirleyecek Kapak İllüstrasyon: S ezer Erdoğan Amerika Katolik Üniversitesinde Doçent, Ortadoğu Çalışmaları Bülteni, Kmey Amerika Ortadoğu Çalışmaları Birliği gazetesi editö­ rüdür. Merwan Barğuti: FKÖ’ye bağlı El-Fetih Örgütü’ııün lideri Ertuğrul Bayramoğlu: Eğitimci, tarih araştırmacısı. Alı Buloç: Teorisyen. Nazmi Ç ağan: İTU ’de öğrenci KÜLTÜR SANAT Hal<an Ç opur; Bilgi Univ. öğrenci Dilaver Demirağ: Ekoloji felsefesi, din­ EDEBİYAT İZLENİM 104 113 Türk Romanında Bir Kadın Sierra Leone N otlan İmgesi İşığında Düşünümsellik: KANİ TORUN ler medeniyetler, düşünce tarihi ile ilgileniyor. Sibel Eraslan: Akit gazetesi yazan, avukat. İbrahim G haraybah: Ürdüıtlü akade­ Modernlik'Gelenek Çatışması misyen, yazar. MEHMET ÖZAY Fatih G üzel: Bilgi Ünv. öğrenci ' Haşan H anefi: Düşünür, Kahire Ünv. Felsefe bölüm başkanı. Yusuf K a p b n : İletişimci, yayıncı, ya­ zar, çevirmen. DERGİ Atdso)! Müftüoğlu: Düşünce adamı, 109 116 Güzelliğin Dilini Yeniden İnşa Hile, Bu Kıskaç Bir Makas HASANALİ YILDIRIM AHMET H. OZ yazar. Seyyid Hüseyin Nasr: Düşünür; Geor­ getown Üniversitesi’nde İslam dü­ DERGAH şüncesi ve medeniyeti profesörü. M ehmet Ö zay: Marmara Ünv. sosyo­ loji ve antropoloji masteri yapıyor. M ustafa Özcan: Yeni Asya’da dış po­ litika yazan. Rasim Özdenören: Öykücü, düşünür YANSIMALAR 118 C evat Özl<aya: Siyaset yorumcusu, ya­ yıncı. DENEME *' Ömrü Kendi Aleyhinde Delil Zehra Sevimcan: Bilgi Üniv. öğıenci. 111 Olacaklara Yazıklar Olsun" M uhamm ed Ali Et-Taşidri: İran İslami Yeni Bir Duyarlılık Gerekiyor ERTUĞRUL BAYRAMOĞLU ATASOY MÜFTÜOĞLU Kültür ve İlişkiler Bölümü Başkanı Necmettin Turinay: Yazar, bürokrat; siyaset yorumcusu. Kani Torun: Seyyah, Doctors World'■Hvide’ın yöneticisi. Hasanali Yıldırım: Öykücü, yazar; ede­ biyat, sinema, müzik eleştirmeni. Abdulluh Yıldız: Araştırmacı, yazar. Ümran‘ Nisan ’ 2002 3 halkına kan kusturuyor! Filistinli­ ler, İsrail vahşeti altında inim Bir Çöküş’ün ve B ir Zafer’in Sembolü inim inliyorlar! Şaron’un eli kanlı İNSANLIĞIN ONURU: FİLİSTİN DESTANI askerleri, tüm Filistin kentlerini birer birer işgal ediyor! Filistinli gençleri yaka-paça toplayıp adı-sanı belirsiz yerlere götürüyor ve YU SU F KAPLAN kimbilir, ne valışî işkenceler yapı­ yor bu masum insanlara! Bugüne kadar İsraillilerin de, Amerikalıla­ “Ataların ocağı"m yaşatmak, rail’e karşı öfke uyandırdığından rın da bulabilecekleri en iyi mütte­ külleri korumakla değil, eminim! Ama tüm insanlığın gözü fik Arafat’a bile nefes aldırmak is­ ateşi yakmakla mümkün olabilir önünde sahnelenen bu alçaklığa temiyor kasap Şaron! ancak. ve küstahlığa karşı dünyanın bir insanın tüylerini diken sı, son derece düşündürücü ve ür­ Ve dünya sadece seyrediyor bu diken fotoğrafa kütücüdür! İşte bu durum, ne den­ vahşeti! Devlet başkanları, etkili tüm dünya dehşetle bak­ li iki yüzlü, açgözlü ve menfaatpe­ ve yetkililer sadece demeçler ya­ mış olmalı! İsrail askerlerinin Ara­ rest bir dünyada / bir dünya düze­ yınlamakla yetiniyor! Uluslararası fat’ın muhafızlarının kafalarına ninde yaşıyor olduğumuzun en so­ kuruluşlar, sadece İsrail’i kınayan kurşun sıkarak öldürmeden önce mut göstergesidir! yeni bir karar daha alıyorlar! İnsan şeyler yapmıyor, yapamıyor olma­ O eden Bu nasıl bir kin, bu nasıl bir nefret, bu nasıl bir vahşet böyle! Arafat’ın karargahının duvarına Tüm dünyanın gözü önünde hakları örgütleri, derhal bölgeye “işerken” verdikleri o alçakça po­ insanın, insanlığın onuru, haysiye- damlayıp, İsrail’in vahşetine “dur” za! diyeceklerine, tüm olan bitenleri Bu ne vahşet, bu ne aşağılık, kınamakla geçiştiriyorlar! bu ne küstahlık böyle! Bu ne duyarsızlık, bu ne vur­ dumduymazlık, bu ne onursuzluk ve haysiyetsizlik böyle! “Belhüm Edall” , Bu Olsa G erek! T ü m Dünya Suçlu! Kur’an’ın “belhüm edall” (hay­ vandan da aşağı) dediği şey bu ol­ Oysa Filistin’de yapılanlar, sadece sa gerek! Filistinlilerin onurlarıyla, haysi­ Sadece bu poz, bu fotoğraf bile ti ile oynanıyor ve dünya bir şey yetleriyle oynandığı anlamına gel­ insanlığı, tüm dünyayı İsrail’e kar­ yapamıyor! Bu ne ürkütücü, ne miyor! İsrail, tüm insanlığın onu­ şı ayağa kaldırmaya, harekete ge­ dehşet verici bir şey böyle! ruyla, haysiyetiyle oynuyor! Çün­ çirmeye yermeliydi! “Beyrut kasabı” Şaron, adına kü İsrail vahşeti, tüm dünyanın gözü önünde cereyan ediyor! Ama Çünkü bu fotoğraf, sadece Fi­ yaraşır bir şekilde Filistin’i kan gö­ listinlilerin, sadece müslümanların lüne çeviriyor! Sözümona “ulusla­ kimse bir şey yapmıyor! Bugüne değil; tüm insanlığın haysiyetinin, rarası anlaşmalar”ı ayaklarının al­ kadar, insan haklan, özgürlükler, onurunun ayaklar altına alındığı­ tına alarak dünyanın gözü önünde demokrasi bezirganlığı yapan; ken­ nın resmidir! çoluk-çocuk, kadın-erkek, genç- di çıkarları tehlikeye girdiği zaman ihtiyar demeden masum Filistin istediği yere, istediği şekilde bom- Bu fotoğrafın, tüm dünyada İs­ 4 Ümran • Misan •2002 FİLİSTİN DESTANI / KAPLAN balar yağdırmaktan çekinmeyen Amerika bu kez İsrail’i bombala­ mayı aklının ucundan bile' geçir­ miyor! (Ama hâlâ hummalı bir şe­ kilde Irak’ı bombalama planlarıyla uğraşıp duruyor!) İsrail’i bombala­ mak şöyle dursım, İsrail’in dünya­ nın gözü önünde işlediği vahşeti “İsrail’in kendini meşru müdafaa hakkı” olarak değerlendiriyor ve İsrail’e “tam gaz ileri!” diyor! Ve böylelikle İsrail’in insan onurunu, haysiyetini ayaklar altına alan ci­ nayetlere açık çek vermekte bir sa­ kınca görmüyor! Oysa bu cinayet­ Söz’ün Bittiği Y er! ler ve vahşet karşısında susmak, bu cinayetlere ve vahşete ortak ol­ mak demektir! Suçlu sadece İsrail mi? Sadece kasap Şaron mu? Hayır! Suçlu, ay­ nı zamanda, böylesine iğrenç, al­ çakça, küstahça bir vahşet manza­ rası karşısında susan herkestir! Özellikle de, İsrail’i azdıran, az­ manlaştıran dünya sisteminin elebaşlarıdır, korsanlarıdır! Suçlu, dünya sistemi denen lanet olası asıl şer eksenidir! Suçlu, Avru­ pa’dır! Suçlu, Amerika’dır! Suçlu, İşte sözün bittiği yer burası! Sözün bittiğini söylemek, çok ürkütücü elbette ki! İnsanın tüyle­ rini diken diken eden bir şeydir, sözün bittiğini söylemek! Ama söz bitti artık! Oysa sözün bitmesi, insanlığın bitmesi demek­ tir! Nerede söz bitmişse, bilin ki, orada insanlık bitmiş demektir! Söz bitti, diyorum; çünkü kim­ senin laftan arıladığı yok! Cafcaflı laflar etmenin, bin dereden su ge­ tirerek dil dökmenin, şık teoriler geliştirmenin hiçbir alemi ve anla­ dünya sisteminin gönüllü kölelili- mı yok artık! Söz bitmişse, eylem başlamış; harekete geçme zamanı gelip çat­ ğini yapan, müslüman toplumların mış demektir! İslam dünyasında yarım asırdır kaynaklarını Batılı aöçgözlülere peşkeş çeken; bencil çıkarlarını, Filistinliler, İnsanm O nurunu süflî iktidarlarını korumak için Koruyorlar! yık gören, kendi toplumlarının önünü kesen köle ruhlu seküler / zorba bezirganlardır! Suçlu, bütün insanlıktır! Suçlu hepimiziz! İnsan onurunun, haysi­ yetinin ayaklar altına alınması demek olduğunu, ne anlam ifade ettiğini hatırlatırdım ona. Şehadet, bir anlamda, “ölme­ den önce ölmek” demek! Şehadet, zorbalığa, hukuksuzluğa, adaletsiz­ liğe, şirretliğe, vahşete isyan et­ mek ve tüm insanları zorbalığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe, şirret­ liğe, vahşete tanık olmaya çağır­ mak ve böylelikle tarihe kayıt düş­ mek ve dolayısıyla metaforik ola­ rak insanı, tüm insanlığı, onurunu, haysiyetini asla ayaklar altına aldırmamaya çağırmak demektir! Filistinliler, kendilerine karşı işlenen haksızlıklara, adaletsizlik­ lere, vahşete ve cinayete dikkat çekerek; tüm bu olan biten vahşet karşısında susan dünya sisteminin çöktüğünü kanıtlıyorlar! Evet, dünya sistemi bu vahşeti Üniversitede bir Marksist hocamız vardı. Handiyse her dersten sonra durdurmak için hiçbir şey yapma­ makla, sembolik olarak da, fiilen de çökmüş; dünya sisteminin, do­ “Yusuf, bu şehadet nasıl bir şey? İnsanlar, nasıl olur da güle oynaya layısıyla güç’ten başka bir put tanı­ mayan dünya sisteminin kurucu ölüme koşarlar? Anlatsana bana!” der dururdu. Ben de her seferinde ona Bedr’i anlatırdım, Çanakka­ ve kollayıcısı Batı uygarlığının in­ kendi halklarına yaşadıklarına bin pişman ettirecek eza ve cefayı la­ kale’nin yanısıra, Filistin’i anlatır; Filistin’de ölümün, şehadetin ne karşısında hiçbir şey yapamayan le’yi hatırlatırdım. Bu hocamız bu soruyu şimdi de biz zavallı dünyalılar! soruyor olsaydı, Bedr’in ve Çanak­ sanlığa vereceği hiçbir şey kalma­ mıştır! Aslında Filistinliler, yarım asırdır, sadece kendilerinin ve müslümanların değil, bütün insan­ Umraıi’ Nisan -2002 5 lığın onurunu, haysiyetini koruyor ve böylelikle insanlığın haysiyet" destanını yazıyorlar! Filistinliler, yarım asırdır verdikleri mücade­ “ ORTADOĞU’DA İKİ DİPLOMATİK FİYASKO leyle, insanlığın onuruna, haysiyc' tine kasteden dünya sistemine, dünya sisteminin iki yüzlü, açgöz­ lü, menfaatperest korsanlarına sa­ dece Müslümanların direnebile­ ceklerini hatırlatıyor ve onları ih­ tar ediyorlar! Dünya sisteminin korsanlarını korkutan şey, işte Fi­ listinlilerin ve dolayısıyla Müslü­ M U STA FA Ö ZCA N O rtadoğu’da bir ay içinde, Arafat’la görüşebileceğini söyledi iki diplomatik girişim ve ama bu temenniden ibaret kaldı. iki fiyasko yaşandı. Giri­ Neticede, Şaron’dan başka İrak manların haksızlığa, adaletsizliğe, hukuksuzluğa, insan onurunu ve şimler başarısızlığa mahkum oldu. operasyonuna bölge ülkelerinden haysiyetini hiçe sayan zorbalıklara Birincisi, Bush’un yardımcısı Dick destek çıkmadı. Buna mukabil, boyun eğmemesi; aksine destansı Cheney’nin 12 ülkeyi kapsayan Araplar da toplu halde İrak seçe­ bir direniş mücadelesi vermesidir! Filistinlilerin tüm dünyanın gözü temaslarıydı. Cheney renk verme­ neğini boykot ettiler. Kuveyt bile, di ama turu başarısız geçmişti. Ne­ Filistinlilere soğuk olmasına ve önünde vahşice cezalandırılmala­ rının, katledilmelerinin en temel nedeni bu! Köleliğe boyun eğme­ mek! Her hal ve şartta haysiyetini, redeyse bütün başkentlerden ‘ha­ can düşmanı Saddam olmasına yır’ cevabı almıştı. Tabii ki, İngil­ rağmen Amerikalılara ‘evet’ diye­ tere ve İsrail’i saymaz isek. Belki medi. Hatta Savunma Bakanı ve iddialı Araplar, diğer yetkililer, A BD ’nin Kuveyt’e Amerikan planını bloke etmiş, bu­ 200 bin kişilik kuvvet sevkedece- Dünya sisteminin korsanları, Filistinlilere karşı işlenen vahşî ci­ nayetlere sessiz ve seyirci kalmak­ na mukabil İsrail ve A BD de en ği, yığınak yapacağı dedikoduları­ azından fiiliyatta Suudi barış pla­ nı dehşet içinde ve hafakanla kar­ nını bloke etmişlerdir. Burada, şu şıladılar. Bu tür söylentilerin ken­ la, sadece Filistinlileri değil, tüm soru sorulabilir: Peki İsrail ve dilerini yıprattığını, Kuveyt’in za­ müslümanları cezalandırmış, sade­ ce Filistinlilere değil bütün müslü- A BD barış istemiyor mu? Evet, is­ rarına ve Irak rejiminin yararına tiyorlar ama kendi şartlarında. olduğunu söylediler. Kendilerinin manlara “bizim hegemonyamıza boyun eğmemek, direnmeye kal­ kışmak neymiş görün ve ayağınızı denk alın!” demek istiyorlar! Ama Araplar da İsrail şartlarındaki barı­ bu şartlarda ve aşamada, Saddam şa ‘selam değil istislam’ yani barış rejiminin devrilmesi harekatına değil, teslimiyet diyorlar. Bu iti­ katkıda bulunmak istemediklerini barla, iki tarafı bir araya getirmek bilmiyorlar ki, yeri ve zamanı gel­ diğinde, her.müslüman bir “Filis­ açıkladılar. Dolayısıyla, böyle bir zor hatta imkansız oluyor. Cheney harekat için hayati önem arzeden İsrail’in dışında Ortadoğu’yu tur­ civar ülkelerden hiçbirisi ABD larken hep bir nasihat ve telkin al­ planına destek vermedi. Ürdün ve dı: Irak’ı unut, Filistin e bak. C he­ Türkiye aynı gerekçeyi kullandı. onurunu ve özgürlüğünü koru­ mak! tinli”, müslümanların yaşadığı her coğrafya bir “Filistin”dir! Ve müslümanlar, hayatları pahasına da olsa, haysiyetlerini, onurlarını ve özgürlüklerini asla yitinnezler! İşte asıl zafer budur! Aslında tüm insanlık, Filistin­ lilere, insanın, insanlığın onurunu ve haysiyetini koruma konusunda verdikleri kararlı mücadeleden, destansı direnişten ötürü teşekkür borçludur! ■ 6 Ümran’ Nisan .2002 gelebilir ama ney de suçu Arafat’ın üzerine yıka­ Amerikalı muhataba, ‘önce Filistin rak Ortadoğu’nun ana ve temel meselesi halledilsin, dendi. Kuveyt meselesi olan Filistin-İsrail ihtila­ ise yeni bir macera istemiyordu. fını es geçti. Şimon Peres’i bile Suudlular Amerikalılara üst verse­ dışlayacak kadar Şaron’la derin ler bile üstleri kullandırtmaktan muhabbete dalan Cheney, Ara­ imtina ediyorlardı. Söylentilere fat’a yüz.vermedi. Tenet Planını bakılacak olursa, Suudi Arabistan ve ateşkesi yürürlüğe koyması ha­ kraliyet ailesinden Fahd ve Prens linde dönüş rotasında M ısır’da Sultan Afganistan için A BD ’ye üs ORTADOĞU’DA DİPLOMATİK HİYASKO / ÖZCAN vermeye yanaşmışlar ama Abdul' “Abdullah Planı” Ölü Doğdu yönlendirmişti. Ehud Barak, ‘Ben­ den sonra tufan’ edebiyatı üzerine lah önlerini kesmiş. Irak bahsinde Gelelim diplomatik girişimlerin kurulu bir politika yapıyordu. Şa- Lübnan zirvesi belki de en fazla ikinci ayağına. Suud Veliaht Pren­ ron’un iktidarı beklendiği gibi, Or­ Irak’a yaradı. Hem Kuveyt’e saldır­ si Abdullalı’ın planı da Filistin’de tadoğu için bir çıkmaz (impassa) mama garantisi verdi ve anlaştı çatışmaların yoğunlaşması ve Şa- oldu ve barış planını sekteye uğrat­ hem de İzzettin İbrahim, Suudlu- ron’un inadı yüzünden ölü doğmuş tı. Şaron, Oslo sürecini tek başına larla ortamı biraz daha yumuşattı. oldu. Planın başarısızlığıyla ilgili öldürmedi; Rabin’in haleflerini de Gelinen noktada, kurulu düzenlere tahlile bir soruyla başlamak yerin­ yanına çekerek hep beraber barış asıl tehlikenin A BD ’nin bölgesel de olur : Şaron olmasaydı bu barış sürecinin canına okudular. Bu da emellerinden geldiğine dair genel planının uygulanma şansı olur gösteriyor ki, aslında İsrail’de Şa­ bir anlayış birliği var. ABD direnci muydu? Hayır... Nedenine gelince: ron krizi değil basbayağı bir liderlik gördü. Dolayısıyla, ısrarlı ise, hare­ Arafat’ın deyimiyle ‘cesur barışse­ ve siyasetçi krizi yaşanmaktadır. katı tek başına yapmak zorunda verler (Selam’üş-şüc’an)’ şayet ba­ Bu da, İsrail’i duvara toslatmıştır. kalabilir. Kapalı kapıların ardında rış sürecine sahip çıkabilseydiler Aslında diğer taraftan Sar^n’un zaten ortalık Şaron’a kalmazdı. Ba­ politikaları ABD’nin bölgesel çı­ rış denemeleri başarısızlığa mah­ karlarını da tehdit ediyor. Sözgeli­ kum olduğ için, bugün iktidarda mi Şaron var. Bugün barış havarisi ke­ ABD, Saddam’a karşı kendisine pilen, İşçi Partisi eski lideri ve Dı­ daha rahat müttefikler bulabilirdi. de durum bundan farksız. verildiği iddia edilen sözlere gelin­ ce; bunun eskisi kadar önemi yok. Bu işte kimse de gönüllü değil. Meçhule atılarak, rahatını kaçır­ mak istemiyor. Doğrudan A BD ’ye hayır diyemeseler bile ayak sürü­ dükleri kesin. Sonra A B D ’nin haklı bir gerekçesi de yok. Ameri­ kan müttefiklerini asıl korkutan şey ise, konjonktürel olarak A B D ’nin düşmanlarının sürekli değişmesi. Saddam’ın da bir za­ manlar A B D ’nin dostu olduğunu unutmuyorlar. Bundan dolayı, son sıralarda, mecbur kalırsa A BD ’nin Irak’a karşı tek başına harekata gi­ Şaron’suz bir Ortadoğu’da şişleri Bakanı Şimon Peres’in; an­ sızın Rabin’in öldürülmesi üzerine Planm Yankıları sadaret mührünü alınca 1986 yı­ lında Gana’da nasıl katliam yaptı­ Hatırlanacağı gibi İkinci İntifada ğını ve şaronlaştığını hep birlikte 28 Eylül 2000 tarihinde başlayan görmüştük. Ne değişti? Dolayısıyla 28 Şubat 2002 tarihinden itibaren İsrail’de popülizmin ibresi veya si­ de şiddetini artırmıştı. yasi müzayede barışa değil, savaşa 11 Eylül 2001 tarihinden önce dönük. Bundan dolayı, bugün İsra­ A BD ’nin Ortadoğu ve Filistin po­ il siyasetine güvenlikçilerin, eski litikalarına karşı çıkan Suudi Ara­ generallerin hakim olması tesadüf bistan’ın fiili lideri Abdullah, söz- değildir. Şaron iktidara geldiğinde konusu hadisenin akabinde, basın rişebileceğine dair haber-yorumla- yorumcular iki kümeye ayrılmışlar­ yoluyla terbiye edildikten sonra bi­ rın niceliği arttı. dı. Bazıları ‘çıkmaz candan ümit raz daha hizaya sokulmasının neti­ kesilmez’ Şaron’u, cesi, hem de Filistinlilerin yalnızlı­ kan ve önünü kesen ise, Filistin-İs- Gamp David anlaşmasına Sedat’la ğını gidermek ve İsrail’in mezali­ rail sorunu. Filistin meselesi etra­ birlikte imza atan başka bir Likut- mini hafifletmek maksadıyla bir fında; yeniden şekillenen Arap-İs- A B D ’yi asıl zor durumda bıra­ fehvasıyla çu olan Menahem Begin’e benzet­ girişim başlatmıştır. Bu girişime rail cepheleşmesini çözmedikçe mişlerdi. Bazıları da ‘Kırk yıllık ka­ görünürde Arap dünyasının büyük ABD Irak’a zor saldırır. 1990-91 ni olur mu yani’ diyerek Şaron’un kısmı (açık muhalefet yok), A B ve yılında ise muvakkaten Filistin-îs- umutsuz ve akut bir vaka olduğuııu A BD destek çıkmıştır. İsrail’de ise rail cepheleşmesi Kuveyt’in işgali dile getirmişlerdi. Şaron’un şerir Şaron ipe un sermiş ve tepki ver­ nedeniyle Arap-Arap cepheleşme­ tabiatına ümit bağlanamayacağını mek yerine tepkileri,görmeyi ve si haline dönmüştü. ‘İstisnai şartlar öngörenler, tamamen haklı çıktı. dinlemeyi yeğlemiştir. Meseleyi kalkınca eski statü avdet eder’ ku­ Zaten Ehud Barak onu Filistinli­ nadasa terketmiştir. ralı gereği yine Ortadoğu’da eski lerden ve Arafat’tan intikam ve tas eski hamam. hınç alması için Harem-i Şerife Abdullah’ın planı, aslında Şa­ ron’un izlediği politikalarla taban Ümran‘ Nisan ‘ 2002 7 GÜNllEM kadar gelmiş geçmiş planlar ara­ tabana zıt düşmekte idi. Zira A b­ dullah’ın planı, bir nevi Şaron ön­ sında en kapsamlı ve ileri teklif. cesine dönüş manasına geliyor. ABD , Irak’a kilitlendiğinden do­ Toprak karşılığı barışı öngörüyor. layı, Filistin-İsrail meselesinde in- Halbuki Şaron, barışı değil güven­ siyatifi Suudilere kaptırmıştır. Ve­ liği önceliyor. Şaron’un planı ise: ya Suudlular için, bir bakıma Önce güvenlik sonra barış, şeklin­ A BD namı hesabına girişimde bu­ de. Toprak konusunda da hiç tavi­ lunuyorlar da denebilir. A BD ’nin ze niyeti yok. Aksine yeni yerle- devredışı kalmasında, Clinton fi­ ^şim merkezleri kurmaya devam yaskosunun önemli bir payının ol­ ediyor. Bundan dolayı, Şaron sü­ duğu da elbette söylenebilir. Ama rekli olarak Arafat’tan öncelikli yine de ABD, yumuşak karnı olan olarak “şiddeti” durdurmasını ve Filistin-İsrail çatışmasından uzak dindirmesini istiyordu. Müzakere­ durdukça, mesele üzerine üzerine ler ise, istim gibi arkadan gelecek­ ti. En sonunda Şaron çatışmalarla birlikte müzakerelerin yapılabile­ ceğini kabul ettiğinde; artık iş iş­ ten geçmişti. ‘G eçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye’ dedikleri gibi kıvam kaybedilmişti. Abdullah’ın barış planının en önemli özelliği topyekün geri çe­ nedeni Harem-i Şerifin gelecek­ teki statüsünün tayiniydi. Zaten Şaron da Harem-i Şerif bize attir mesajı vermek için sırf Harem-i Şerif e girmiş ve hürmetini ihlal etmiş ve İkinci İntifada’yı tetiklemişti. Şaron gibiler, Gazze ve Batı Şeria’dan vazgeçmeyi stratejik de­ geliyor. Meseleyi dondurarak kur­ tulmak istedikçe alevleri bölgeyi ve hatta dünyayı sarıyor. Bundan dolayı bazı Amerikan gazeteleri: ‘Yuh olsun, Suudlulann bile planı var, bizim yok’ şeklinde tepki gös­ teriyorlar. Evet, ortalıkta bir A m e­ rikan planı yok. Aslında Amerika­ lıların, mezkur planın neresini ve­ kilmeye karşılık topyekün barışı rinliği kaybetme olarak görüyorlar. ve İsrail’i tanımayı içermesiydi. Teknik olarak haksız da sayılmaz­ muamma. ABD, Arapların mutlak Planın hayata geçirilmesi halinde, lar. Burada, Şaron’un geri adım at­ surette İsrail’i tanımalarını istiyor. İsrail’in normalleşmesinin önü ması varlık nedenine ters düşerdi. Bu konudaki çağrılarını da sürekli açılacaktı. Zaten İsrail’in barıştan Suriye’de Golan Tepelerinin du­ olarak yineliyor. Lâkin, Şaron’un bütün beklentisi de buydu. Arap- rumu netleşmeden toyekün barışa karşı çıktığı topyekün çekilme ko­ lar bu beklentiyi tamamen karşıla­ prensipte onay verse de çekincele­ nusunda ne düşünüyor, bu konuda maya hazırdılar. İstedikleri de ri mahfuz idi. Taslak plan daha fazla renk vermiyor. Camp David 1967 sonrasında işgal edilen top­ telaıik olarak masaya yatırılmadan I l’nin başarısızlığı, Clinton idaresi rakların sahiplerine ladesiydi. Şa­ siyasi olarak fiyaskoya maruz kaldı. ve ardından Bush yönetimi tara­ ron ve yanındakiler Arapların Gerçekte ilk defa Suudi Ara­ kendilerini tanımasına ‘evet’ diyor bistan gibi ağırlığı olan ve İsrail’e Abdullah’ın planı, bu konuda ye­ ama mukabilinde toprak takasına mesafeli duran bir ülke böyle bir niden topu İsrail’in sahasına atma­ karşı çıkıyordu. projeye imza atıyordu. Belki de ya matuf. Ama henüz top karşı sa­ Aslında Abdullah planında projenin en önemli özelliği de bu. haya gönderilmeden işler yine ça­ Arapların topyekün tanıma va­ Barış karşılığı toprak takasına da­ tallaştı ve karıştı. Abdullah’ın pla­ adinden başka bir yenilik yok. Za­ yalı olarak, 5 Haziran 1967’de iş­ nı, belki de İsrail kamuoyunu ve ten tıkanmanın ardında buna ben­ gal edilen topraklar geri isteniyor. yönetimini sarsmak ve İsrail’deki zer teklifler yatmaktaydı. İsrailliler Ürdün gazetesi ed-Dustur'un da ikinci cepheyi harekete geçirmek 1967’de ele geçirdikleri toprakları vurguladığı gibi, teklifin ilginç ya­ ve ayağa kaldırmak içindi. İsra­ sahiplerine iade edecek olsalardı, nı, Şaron ve aşın İsrail sağının ik­ il’deki aşırılarla ılımlıları saflaştır­ ya ne kadarını destekledikleri de fından A rafat’a hamledilmişti. barışın şimdiye kadar çoktan sağ­ tidarda olduğu bir dönemde yapıl­ mak istiyordu. Sözgelimi, Şimdi lanması gerekirdi. Hatırlanacağı mış olmasıdır 1. Topyekün çekil­ Banş, İşçi Partisi ve işgal altındaki gibi. Camp David ll’nin tıkanma meye karşı topyekün barış bugüne topraklarda görev yapmak isteme­ 8 Ümran‘ N isan-2002 ORTATOĞU'DA DİPLOMATİK FİYASKO / ÖZCAN il’in yok olması demektir ve bu yen yedekleri barış noktasında ce­ saretlendirmek istiyordu. Edward taktirde varolma şansımızı yitiri­ Said de son sıralarda barışçı İsrail riz...”3 Güvensizlik bu kadar derin muhalefetine daha bir önem veri­ olunca planlar da kar etmiyor. yor. Onları dikkate alıyor. Bu un­ Dolayısıyla bu planla birlikte, İs­ surların kıymetlendirilmesi gerek­ rail sağında yine kuşku ve güven­ tiğine inanıyor. sizlik hakim iken, solunda da ümit tomurcukları yeşermiştir. Ama açmaya fırsat bulamadan. Plan Nasıl Doğdu? Bugün Arap dünyasında İsra­ Prens Abdullah, Beyrut’taki Arap il’i tanıyan iki ülke var. Mısır ve Zirvesi sırasında planını açıklama­ Ürdün. İşin ilginç yanı Abdul­ ya hazırlanırken olayların tırman­ lah’ın barış planının müzakere ması sırasında Pulitzer ödüllü Mu­ edildiği ve onaylandığı zirveye sevi asıllı gazeteci Thomas Friedm an’ın ziyaretini fırsat bilerek pla­ nını kamuoyuna duyumr. Islamiyetin l)rotestanlaştınlması projesinin mimarlarından olan Thomas Fri­ edman, Suudi Arabistan’da krallar gibi karşılanır ve ağırlanır, kendi­ sine özel bir uçak tahsis edilir. Böylece Yahudilere yönelik bir ba­ rış planı, ilk elden bir Yahudi gaze­ teci vasıtasıyla dünyaya duyurulur. Şimon Peres, Abdullah planı­ nın hareket noktasına karşı çık­ makla birlikte geliştirilebilir oldu­ ğu noktasında iyimser görüşler serdetmiştir. Avrupa turu sırasında verilmesi taraftarı olmuş ve Ara­ fat’ın Beyrut zirvesine katılmasını savunmuştur. Ama Binyamin Eli­ zer’in bu desteği yeterli olmamış­ tır. Dolayısıyla Abdullah’ın hitap ettiği İsrail’deki barışçı kitle plan­ la birlikte ayağa kalkamamıştır. Independent gazetesine göre. Bush plana aktif destek vermiş ve Arap liderleri arayarak: "Fırsatı kaçır­ mayın, Abdullah’ın barış planını kabul edin’ diye telkinde bulun­ muştur. Buna rağmen, İsrail doğ­ rultusunda plana yine de çekince koymuştur. ‘Mültecilerin dönüş hak­ her iki ülkenin liderleri de (Mü­ barek-Abdullah) katılmamıştır. Zirve öncesi biraraya gelen Arap Ligi dışişleri bakanları 18 aylık intifada'ya olan desteklerini teyid et­ mişlerdir. Amerikan Kongresi Dış İlişki­ ler komitesi üyelerinden Musevi asıllı senatör Henry Siegman New York Times gazetesinde ‘Will Isra­ el take a chanced’ başlıklı bir makele yazmıştır. Deneyimli siyasetçi Siegman İsrail sağının bu fırsatı da elinin teirsiyle iteceğini öngörmektedir^. Abdullah’ın planında, detay- Peres Avrupalılardan da planının kı’ meselesi gibi. Mültecilerin dö­ landınlmasa bile, Ağlama Duva- geliştirilmesine katkı sağlamaları­ nüş haldcını duyunca İsrailli lider­ rı’nın İsrail hükümranlığına bıra­ nı istemiştir^. Bu plan üzerine, leri hafakanlar basıyor. Saçları di­ kılması da var. Keza Yahudi ma­ geçmişte Sedat’la yaşandığı gibi İs­ ken diken oluyor. Filistinliler ara­ hallelerinin İsrail’e terkedilmesi rail cumhurbaşkanı Moşe Katsav, sında da bu mesele realistlerle ide­ de müsellem bir kaziyye. Buna rağ­ Abdullah’ı Kudüs’e davet etmiş ya alistler arasında çekişme meselesi­ men, içlerinden biri olarak Sieg- da kendisinin istenmesi halinde ne dönüşmüştür. Nesibe gibi bazı­ man’ın da işaret etitği gibi, Şa­ derhal Riyad’a gideceğini duyur­ ları bu hakdan feragat edilmesini ron’un barış fırsatlarıyla işi yok. muştur. Şaron bile planın Suudi istedikleri için afaroz edildiler. Kabine üyelerinin ciddiyetinin Arabistan’dan gelmesinin olumlu Abdullah’ın bu planıyla birlik­ sorgulanması maksadıyla Abdul­ bir nokta olduğunu inkar edeme­ te, sanıldığının aksine Arapların lah’ın İsrail’e davet edilmesi tekli­ miştir. Detayları görmek isteyen ve Müslümanların barışçıl olduk­ fiyle bile ilgilenmemiştir. Katsav Şaron’un bürosundan ise farklı bir larını ispata çalıştığı belirtiliyor. kadar olamamıştır. Siegman’a gö­ açıklama yapılmıştır. Buna göre Şaron ise hiçbir tevile gerek kal­ re, Şaron’un ‘önce şiddet dursun’ plan, bir deneme balonundan iba­ mayacak Washington şartı, aslında Gazze ve Batı Şeria’yı rettir. İşçi Partili Savunma Bakanı Post’a açık ve net konuşmuştur: elde tutmanın bahanesinden baş­ Elizer ise baştan beri plana şans “1967 öncesi sınırlara dönüş, İsra­ ka bir şey değil. şekilde ümran-Nisan -2002 9 GÜNDEM Arap Tarafının İstekleri sinden mi, yoksa suikast söylenti­ lerinden mi veya İsrail ve A BD ’ye Gelir ama dönemeyebilir’ demişti. Arafat ve Arap Birliği Genel Sek­ tepkisinden mi kaynaklandığı, tam Ne ilginçtir, aynı senaryoyu bu de­ reteri Amr Musa ta baştan Abdul­ anlaşılamamıştır. Belki de, hepsi­ fa Şaron, Arafat’a karşı sahnele- lah planına açıktan destek verdi­ nin de rolü vardır. İH A’nın ekip­ miştir. ‘Beyrut’a gidebilir ama dön­ ler. Amr Musa, planı: ‘Arapların manıyla Arafat’ın telekonferansla mesine izin vermeyebiliriz’ sözle­ İsrail’e açık mesajı’ olarak değer­ zirveye katılması girişimi Lübnan­ riyle Arafat’ın Beyrut’a gidişinin lendirmiştir. Musa, barış için üzer­ lıların müdahalesiyle kesilmiş ve önünü kesmiştir. Mübarek de Şa­ lerine düşeni yapmak istediklerini bu tepkilere neden olmuştur. Bu­ ron’un kötü niyetinden dolayı ve İsrail’in koyduğu engelleri kal­ nun üzerine geçici olarak Filistin Arafat’ı uyarmış ve ‘ayağını denk dırmak istediklerini söylemiştir. heyeti ile Suud heyeti salonu ter- al’ demiştir. Associated Press’e ketmiş, Suud istihbarat şefi de bay­ açıklama yapan Filistin tanıtma gınlık geçirmiştir. Dolayısıyla zorlu Bakanı Yasir Abid Rabbuh kararla Arapların yitirilmiş haklarına ye­ niden kavuşmaları karşılığında ba­ rışa hazır olduklarını yinelemiştir. Bu bağlamda Filistin, Lübnan ve Suriye’nin işgal altındaki toprakla­ rına vurguda bulunmuştur(5). Haaretz gibi İsrail basını planı, Filistinlileri Şaron’dan kurtarmaya matuf bir girişim olarak değerlen­ dirmiştir. Zirvenin başarılı geçmesi ve gergin bir zirve yaşanmış ve so­ nuçta dağ fare doğurmuştur. Filis­ tinliler buna rağmen Abdullah planını, 1991 Madrid Konferan­ sından sonra en önemli girişim olarak selamlamaktadırlar. Fiyaskoya Dönüşen Zirve var. Gelmesi ona, gitmesi bize ait. ilgili açıklamasında: "Filistin hü­ kümeti ve lideri Yaser Arafat Filis­ tin’de kalarak halkıyla birlikte İs­ rail saldırılarına karşı koymaya ka­ rar verdi. İsrail’in Arafat’ın Bey­ rut’a giderek tekrar Filistin’e dön­ mesini engellemesine şans veril­ meyecektir..." demiştir. için Suud istihbaratı aktif olarak Şaron da Arafat’ın Beyrut’a git­ devreye girmiş ve mekik ziyaretle­ mesi için şartların olgunlaşmadığı­ rinden birini Mısır’a yapan istih­ İsrail’deki kargaşa ve Şaron’un uzun gölgesi, zirvenin sonuçları nı gerekçe göstermiştir. Şaron bu­ nunla da kalmamış A BD ’nin ona­ barat şefi Prens Nevvaf Bin Abdu- üzerinde etkili olmuştur. Şaron laziz, Mübarek’le zirveyi ve planı alay edercesine Arafat’ın yerine yıyla tabi -Arafat’a suikast dışında- önceden müzakere etmiştir. Bu­ zirveye kendisinin katılmak istedi­ Filistinliler üzerinde her türlü pla­ . nunla birlikte. Mübarek süıpriz bir ğini dile getirmiştir. Arap Birliği nı ve silahı denemiştir. Önce AB şekilde zirveyi boykot etmesine Genel Sekreteri Amr Musa’nın ve A BD ’nin baskıları üzerine, Ra- mani olamamıştır. Bunui"!, insiya- buna cevabı biraz mizahi olmuştur mallah’a hapsettiği Arafat’ı serbest tifi Suudlulara kaptırmak endişe­ ve; "Geleceği varsa, göreceği de bırakmış, ama direniş eylemlerinin 10 Ümran‘ N isan-2002 ORTADOĞU’DA DİPLOMATİK FİYASKO /ÖZCAN devamı üzerine amansız bir şekilde şünceyi paylaşanlara göre, netice­ de dikkate alınarak Filistinliler bu defa mengeneyi daha da sıkmış, de İsrail planı onaylamadığı için için Kudüs’ün öngörülen bölümü Arafat’ı eskisinden beter şartlarda ABD de yan çizmiştir. Lübnan’da bu kez açıkça telaffuz ediliyor ve hapsetmiştir. Bunun üzerine Ara­ yayınlanan el-Mustakbel gazetesi Doğu Kudüs diye adı konuluyor. fat; “İsrail’in eline düşmektense şe- yayın yönetmeni Michel Nofel ise, Arafat’ın hadeti yeğlerim” şeklinde mesajlar tam tersine. Mübarek’in zirveye Kuds’üş-Şerif ibaresi yok. Liderler sık sık kullandığı katılmamakla aslında İsrail ve katılmasa da ilk defa Arapların Arapların zirveye yaklaşımları­ A BD ’ye tepki koyduğunu düşünü­ ılımlılarıyla radikalleri bir anlaşma na gelince. Zaten, Suudi Arabis­ yor. Sonuç, Şaron’un fazla umu­ . çerçevesinde buluşmuş oldular. Bu tan’ın diplomatik ağırlığından do­ runda da olmadı. vermeye başlamıştır. da, Filistin meselesinin karmaşıklı­ layı aralarındaki mutabakat biraz­ Böylece Suudlulardan ve Ara­ ğını ve zorluğunu gösteriyor. İsrail cık da zoraki idi. İsrail’in de istek­ fat’tan gayrı kimsenin dört elle sa­ ise Beyrut bildirgesini soğuk bir şe­ siz tavrı, iyice işin keyfini kaçırdı. tılmadığı barış planı ortada kalma kilde karşıladı. Planın kabulüyle il­ Bundan dolayı, zirveye katılım pahasına Beyrut zirvesinde kabul gili belki söylenebilecek en uygun beklenen seviyenin altında ger­ edilmiş oldu. Araplar, Beyrut zir­ tanım şu olsa gerektir: İsrail ile çekleşti. Saddam gibi liderler zaten vesiyle birlikte tarihte ilk defa top- Araplar birbirlerini uzaktan da ol­ hep yardımcılarını gönderiyorlar. rak-barış takası karşılığında İsrail’i sa karşılıklı selamlamış oldular. En fazla gelmesi umulan Mübarek tanımaya hazır olduklarını ilan et­ Planın sahibi Suudi Arabistan ve Ürdün Kralı II. Abdullah ise or­ tiler. Ama muhatap bulamadan... Veliaht Prensi Abdullah, zirve talarda görünmediler. Bu liderler Şimdi bu kabul edilmiş plana bir sonrasında, Arap Birliği zirvesinde kayıplara karışınca zirvenin ağırlı­ salıip bir de muhatap aranıyor. onaylanan barış planının, “İsrail Başbakanı Ariel Şaron’a rağmen” ğı da kalmadı. Körfez ülkelerinden İsrailliler de planın bir müzake­ emir-kral seviyesinde sadece Bay- re ve müzakereci taraflar içermedi­ reyn kralı zirvede hazır bulundu. ğini hatırlatıyorlar. Suudi Dışişleri “Şaron aklını kaybetmiş” diyen Batı basını da Mübarek’in yoklu­ Bakanı Suud el-Faysal, zirvede ka­ Abdullah, Şaron’un, Filistin lideri ğunu zirvenin parlak geçmemesine bul edilen paketin tam paket oldu­ Yaser Arafat’ın Ramallah’taki ka­ kanıt olarak sundu (6). Müba­ ğunu ve tecezzi kabul etmeyeceği­ rargahına saldırma kararının, barış rek’in yokluğu zirvenin şansını ni bildirmiştir. Halbuki İsrail te­ planını “raydan çıkaramayacağını” azaltırken hem de Suudluları hayal cezzi istiyor. ‘Toprak bedeline lü­ da ileri sürdü. Abdullah, ABD Baş­ kırıklığına uğratı. Bu kayıplar, psi­ zum yok, sadece siz bizi tanıyın’ kolojik yönden zirvenin ehemmi­ anlamına gelen şeyler söylüyor. yetini ve başarısını gölgelemiştir. Zaten Şimon Peres bile planı ön- Dolayısıyla plan her ne kadar oy­ şartlı buluyordu. Böylece belki de birliğiyle kabul edilse de, ölü ola­ tarihte ilk defa, kimsenin sahip rak doğmuştur. Ayrıca planın zir­ çıkmadığı ve muhatabı olmayan veden çok önce Friedman’a açık­ bir barış belgesi oybirliği jle kabul lanması ve dolayısıyla tartılşılarak edilmiş oldu. Tam bir garebet. yıpranması da, şansının azalmasına Ancak buna, ‘yaşasın Suudi diplo­ ileriye götürüleceğini vadetti. kanı George Bush’u, Ortadoğu kri­ zi çerçevesinde “adaletli davran­ maya” çağırdı ve “Umarım Bush, adil davranan insanlar arasında yer alır” demekle yetindi. Zirvenin asıl görünmeyen so­ nucu, belki de Irak’ın bir daha Ku­ veyt’i işgal etmeyeceğine dair yazı­ lı garanti vermesidir. yol açmıştır. Adnan Kaşıkçı’nın masisi’ denebilir.. Beyrut bildirge­ yakınlarından Arab News’in genel sinde mülteciler için adil bir çö­ 1-er-Riv^-' gazetesi, 22 Şubat 2002 yayın yönetmeni Cemal Kaşıkçı, züm bulunmasına da vurgu yapılı­ 2-eş-Şarkul’l Avsal, 22 Şubat 2002 Mübarek’in zirveye katılmamasını, yor. Onaylanan plana göre, Filistin ve bunun zirveyi gölgelemesini devletinin sınırlan Gazze ve Batı Amerikalıların baskılarına dayan­ Şeria ile birlikte Doğu Kudüs’ü de dırmaktadır. Ona ve benzeri dü­ kapsayacaktır. İsrail’in hassasiyeti ■ DİPNOTLAR 3-el-Vatan gazetesi, 23 Şubat 2002 4'Sat(d( Gazette, 23 Şubat 2002 5'Arab News, 20 Şubat 2002 6'L Herald Tribune gazetesi, 27 Mart 2002 Um ran-Nisan -2002 1 1 da olacağı hayalini unutmalı. Bu GÜVENLİK İSTİYORSANIZ ÖNCE İŞGALİ DURDURUN hiçbir zaman ve dünyanın hiçbir yerinde mümkün olmayacak bir şeydir. Çünkü bu tür bir beraberlik ancak köle ve efendisi arasında mümkündür. İsrail gerçekten bir M ERW AN BARĞ UTÎ Türkçesi: Nazmi Ç ağan güvenlik sorunu yaşıyorsa, bunun nedeninin, Filistinin özgürlüğü­ nün yok edilmesi gerçeği olduğu artık görülmelidir. Ne zaman ki, İs­ rail, Filistin’deki kuşatmaya ve kan ^ iliştin Başkanı Yaser Ara­ F yapmaya ve kan dökmeye başladı. gölüne son verirse, o zaman barış fat’ın 18 Aralık’taki ateşkes Şaron barbar ve illegal ölçüler­ ve güvenlikten sözetmek mümkün çağrısından sonra İsrail’in deki tavırlarına “her şeyi İsrail gü­ olabilecektir. Bu işin başka bir yo­ yüzlerce Filistinli’yi öldürmesine venliği için yapıyorum” diyerek lu yok: İsrail, güvenlik ve barış is­ rağmen, bu süre zarfında İsrail hal­ yaptığı cinayetleri meşrulaştırmaya tiyorsa, işgali derhal sona erdirmek kından hiçbir kayıp olmamıştı. Ve çalışıyordu. Fakat diğerleri gibi İs­ zorundadır. bu olay, dünya yönetimlerinde ve rail’in suikast adayı olarak ben İs­ Ö nce İsrail ve sonra da tüm uluslararası basında, “şiddet içeren rail halkına sadece şunu söyleyebi­ dünya şu temel gerçeği anlamalıda­ olaylarda geçici bir durulma” ola­ lirim: Ne bana yapılması planla­ ki, eğer kuşatma ortadan kalkarsa, rak değerlendirilmişti. Fakat bu nan suikast gerçekleştiğinde, ne de Filistinlilerin özgürlük içinde yaşa­ durulma aslında İsrail Başkanı Ari­ 15 ay içindeki diğer 82 suikast, İs­ malarına izin verilirse, ekonomik el Şaron’un yapabileceği bir şey rail halkını bekledikleri ve istedik­ ve kültürel bağlarla barışçıl bir ge­ değildi. O, kriz zamanında seçil­ leri güvenliğe ulaştırmayacak. lecek için görüşmeler yapıldığı mişti ve biliyordu ki, kendi kural­ İsrail’in güvenliğine kavuşabil­ larını sadece kriz zamanında de­ mesinin tek ve aslında oldukça ba­ vam ettirilebilirdi. Ve o, siyasi ha­ sit bir yolu var: Filistin üzerindeki Biz Filistinliler tarihî Filistin yatının devamı için elinden geleni 35 yıllık işgali sona erdirmek. İsra­ topraklarının % 78’ini işgal eden ne pahasına olursa olsun yapacak, il artık barış ve kuşatmanın bir ara­ İsrail’in varlığını kabul ettik, ama huzursuzluğu artırmak ve barış görüşmelerinden uzak taktirde gelecek daha güzel olacak­ tır. İsrail, 1967’den beri işgal ' altındaki % 22’lik kısımda durmak için hep bir baha­ bile, ne arayacak. hakkını kabul etmeyi red­ Mülteci Filistin’in yaşama konumunda dediyor. Gerçekler tüm olan 600 Filistinli, Gaz- çıplaklığıyla ortada olma­ ze’deki evlerinin Şaron’un sına rağmen, Filistinliler buldozerleri tarafından yer­ hâlâ uzlaşmamakla suçla­ le bir edilmesinden dolayı, nıyor. Açıkça söylemeli­ tekrar mülteci konumuna yim ki, uluslararası an­ sokuldular. Birgün sonra da laşmaların yürürlüğe ko­ işgal altındaki Doğu Ku­ yulmasını beklerken da­ düs’te Filistin evleri yıkıldı. ima olayın sorumlusu ola­ Daha sonra Filistinlilerin rak bizim gösterilmemiz­ yeterince tahrik edildiğini den artık bıktık. ve şiddet döngüsünün tek­ Ve artık Am erika’ya rar başlamasını garanti al­ hiçbir güvenimiz kalmadı. tına almak için Şaron’un Çünkü Amerika, İsrail’in İsrail’i aralıksız suikastler 12 Ümran • Nisan • 2002 ÖNCE İŞGALİ DURDUKUN / BERĞUTİ illegal kolonilerinin gelişmesi için her yıl milyarlarca dolarlık yardım yapıyor İsrail’e. Çünkü “terörizm savaşçısı” olarak lanse edilen sa­ vunmasız bir halka karşı kullan^ ması için F -lö ’lan, helikopterleri ve diğer silalıları sağlayan, 1982 deki Filistinli mültecilerin katli­ amından sorumlu olan, savaş su­ çuyla yargılanmayla yüz yüze ge­ len Şaron’un üstüne titreyen tek ülke Amerika hâlâ. Filistin’in öz­ gürlüğünü inkar demek olan şid­ detin gerçek sorumlularına hiçbir gönderme yapılmazken dünyanın süper güçlerinin İsrail’in cinayet­ leri karşısında sadece “şiddeti dur­ durun” diyerek tüm cinayetlere seyirci kalmaları, dünyamızın ge­ leceği hakkında bir hayli kötüm­ ser yapıyor insanı. Geçen 17 ay zarfında, İsrail 900’den fazla Filistinliyi öldürdü. Ve bunların % 25’ini 18 yaşın al­ tındaki çocuklar oluşturuyor. Ve Ben ne teröristim ne de bir ba­ cak 1994’ten beri ne zaman ki İs­ ABD, hâlâ Birleşmiş Milletler’in rış karşıtıyım. Ben tüm diğer zulüm rail’in bu işgali bitirmekte ciddi ol­ bölgedeki savaşı durdurmak için gören insanların doğal olarak sa­ duğuna inandım; adalet ve eşitlik evrensel koruma güçlerini gönder­ vunacakları (başka yerden yardım üzerine kurulu bir barışın yorgun me planını veto etme küstahlığını alamayanların kendini savunma göstermeye devam ediyor. bir savunucusu oldum. Filistin de­ hakkı gibi) şeyleri savunan Filistin legasyonlarının İsrailli Parlamen­ Bu yüzden biz Filistinliler ola­ rak kendi başımızın çaresine bak­ mak ve kendimizi korumak zorun­ dayız. Kimse bizden üzerimize ya­ ğan kurşunları seyretmemizi bekle­ i organlarıma sopayla vuruldu. A n ­ sahibiz. mesin! Eğer İsrail kendisini, F16’larla ve helikopterlerle bizi bombalamak hakkına sahip görü­ yorsa, Filistinlilerin bunları düşür­ mek için savunma silahlan arama­ sokaklarında kurşun yağmurları ve İsrail tanklarının gölgesi altında yaşama ve varolma mücadelesi ve­ ren sıradan bir insanım. Bu işgal ve cinayetlere karşı be­ nim direnmekte kararlı olmam, benim öldürülmeme sebebiyet ve­ rebilir. Bu yüzden ölümümün dün­ yaca, İsrail’in “terörle mücadele” terlerle karşılıklı uzlaşma ve işbirli­ ğini geliştirmek için görüşmelerine sıcak baktım. BM önergesine uy­ gun bir çözüm ve 1967’de işgal edi­ len Filistin topraklarından tama­ men çekilmeye dayalı eşit ve ba­ ğımsız iki ülkenin (İsrail ve Filis­ tin’in) barışçıl birlikteliğinin yol­ larını aramaya başladım. Ben İsra­ sı süpriz olmamalı. Ben ve ait oldu­ sinde! bir istatistikten ibaret oldu­ ğum Fetih hareketi, gelecekteki ğunun düşünülmemesi için bu ya­ illi yıkmak, parçalamak istemiyo­ komşumuz olan İsrail’in içindeki zıyı kaleme alma ihtiyacı hisset­ rum; sadece benim ülkeme yapılan sivilleri hedef almaya ve saldırılara tim. Yaklaşık 6 yıl İsrail hapisha­ işgali bitirmek istiyorum. şiddetle karşı olmamıza rağmen nelerinde siyasi mahkum olarak kendimizi korumak, ülkemizi işgal hapsedildim. Buralarda akla hayale Yazar, El-Fetih Örgütü'nün G enel eden İsraillilere direnmek ve öz­ gelmeyecek işkencelere maruz kal­ Sekreteri ve Filistin Yasama Kon- gürlüğümüz için savaşmak hakkına dım. Gözlerim bağlanaralc üreme seyi’nin üyesidir. ■ Unvan ■Nisan -2002 13 Mart’tan Aralık’a TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİNDE SONA DOĞRU N E C M E T T İN T U R İN A Y G eçtiğimiz Mart ayının; siya­ si tarihimiz ve Türk dış po­ litikası açısından taşıdığı önemi öyle sanıyorum ki, ileride da­ ha iyi kavrama imkanı bulacağız. Türkiye- Avrupa Birliği, Kuzey Irak ve Kıbrıs, ABD Başkan Yardımcısı Cheney’nin bir hayli bozuk bir şekil­ de Türkiye’den ayrılması, Afganis­ tan komutanlığı ve AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu komi­ seri Gunter Werheugen’in Kıbrıs ve ABD konusundaki açıklamaları!.. Tabi bir de. Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz etrafındaki bin bir spekülasyonun yanı sıra, Devlet Bahçeli ile İsmail Cem ve Meclis Başkanı Ömer İzgi’nin AB konusun­ daki son derece manidar tavırları!.. Bütün tavırları bir arada mütalea edince, yani ayrıntıdan bütüne yük­ selerek daha tepeden bir değerlen­ dirmeye tabi tutunca; ister istemez Türkiye’de önemli bazı şeyler mi oluyor diye düşünmek durumunda kalıyoruz. Evet, herhalde önemli bir şeyler oluyor. Hem de sırf Türkiye ile sı­ nırlı değil. Türkiye’nin yeri, konumu ve uluslararası düzlemde işgal edece­ ği yeni mevki husûsunda, ciddi bazı pazarlıkların yapıldığı bir süreci ya­ şıyoruz. Dikkat edelim, burada sırf Türkiye’nin kendi özgün iradesiyle geliştirdiği bir tercihten söz etmiyo­ ruz. Bilâkis tam aksine, Avrupa Bir­ liği ile Birleşik Amerika’nın, hemen hemen aynı tarihlere denk düşecek biçimde, Türkiye’nin konumunu ta­ 1 4 Ümran • Nisan >2002 yin noktasında yeni bir tavır değişik­ liğinin içine girdiklerinden söz et­ mek istiyoruz. Dolayısıyla bir vakit­ tir derinlerde seyreden ve geçtiğimiz marttan itibaren de hem ABD, hem Avrupa Birliği cenahında açıktan açığa tezahür ettirilmeye başlanan menhus bazı tavırları, yeni baştan değerlendirmeye tabi tutmamız icap ediyor. Türkiye’de kamuoyunu kontrol altında tutan iç ve dış etki odakları, maalesef toplumun sağlıklı bilgilen­ dirilmesinin önünde sağlam bir du­ var oluşturabildikleri için, ülke ola­ rak maruz kaldığımız yeni süreci ye­ terince izleyemiyoruz. Milli Güven­ lik Kurulu Genel Sekreterliği’nin açıklamasında böyle olduğu gibi, Mesut Yılmaz’ın AB konusundaki kamplaşmacı tutumunu da aynen böyle, özünü yitirmiş iç politika mal­ zemeleri seviyesinde değerlendiriyo­ ruz. Sanki AB meselesi, sırf Türki­ ye’nin yandaşlık ve muhaliflik tutu­ muyla izah edilebilir bir sorunmuş gibi!.. — --------------------Bu bakımdan kendimizi, mevcut kördöğüşünün biraz olsun dışına çe­ kerek, içerideki ve dışarıdaki geliş­ melere bu çerçevede bakmayı dene­ yelim. Zaten Türkiye’nin mevcut yerine ve konumuna, uluslararası ve bölgesel düzlemdeki istikamet kırıl­ malarına veya yeni istikametlere ye­ terince vakıf olabilirsek; yani gele­ ceğimize ilişkin bir takım öngörüler üretebilirsek, Türkiye iç politikaları­ nın bundan etkilenmemesi söz ko­ nusu olamaz. Türkiye’deki bir takım basın ve köşe madrabazlarının ya da ideoloji ve siyaset bezirgânlarının anlamak istemediği hususlar da bu­ ralarda yatmaktadır. Bu bakımdan yukarıda söylediği­ miz hususları, geçtiğimiz Mart ayan­ daki önemli gelişmelerle bire bir eş­ leştirmeye çalışalım. Önce Cheney’nin Ankara Ziyareti: Şaşkm ve Bozuk Bir Psikoloji Kuşkusuz geçen ayın en mühim ha­ disesi ABD Başkan yardımcısı Dıck Cheney’nin Ankara ziyareti oldu. Bu ziyaret dolayısıyla, asla unutul­ maması gereken iki hususa işaret et­ mek gerekiyor. Bu hususlar Che­ ney’nin Ecevit’le 14 dakika; Genel­ kurmay başkanı Kıvrıkoğlu ile bir sa­ at civarında görüşmesi; Türkiye veya ABD açısından bu görüşmenin alı­ şılmış dişiliği; “muhatabınız hükü­ mettir” gibi bir sözün söylenip söy­ lenmediği ile ilgili değildir. Tam ter­ sine, ABD Başkan Yardımcısı Dıck Cheney’nin Genelkurmay başkanı ile yaptığı uzun müzakerenin ardın­ dan, daha önceden ilân edilmiş ba­ sın toplantısı fikrinden vazgeçmesi hadisesidir. Bizim edindiğimiz du­ yum ve intihalara göre, bu müzake­ relerden ABD tarafı hoşnut kalma­ dığı gibi, umduğunu da bulamamış­ tır. Basında çok tartışıldığı şekliyle, buradaki tatminsizliğin asıl sebebi sırf Irak’a müdahale ile sınırlı değil­ dir .“Çünkü bu konuda Türkiye’nin politikası zaten bilinmektedir ve ge­ rek Başbakan, gerekse Genelkurmay başkanı tarafından muhtelif vesile­ lerle izah edilmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla ABD Başkan yardımcısı­ nın bir nevi gizli protestosunun al­ tında, daha başka sebepler bulunma­ lıdır diye düşünüyoruz. Bir basın toplantısının iptalinin, bu derece önemli olup olmadığı kuş­ kusuz tartışılabilir. Ancak şunu unutmayalım: Dick Cheney, Türki­ TÜKKİYE-AB İLİŞKİLERİ /TURİNAY ye öncesinde tam on bir ülke ziyaret etti. Ve bu ülkelerde yaptığı görüş­ melerin akabinde de behemehal bir basın toplantısı yaptı. İlgili ülkelerin görüşleri, ABD’nin beklentileri hu­ suslarında açıklamalarda bulundu. Tabii olarak, Türkiye’de de böyle ya­ pılması icap ediyordu. Nitekim ba­ sın toplantısı programa bunun için konmuştu. ABD Basınının Ambargosu İşte onun için iptal hadisesinin üze­ rinde çok duruldu; Türkiye’den kay­ naklanmayan bin bir sebep dolayı­ sıyla da asıl nedenlere asla inilmek istenmedi. Şimdi buraya bir “mim” koyalım da ikinci dikkati çeken hu­ susa eğilelim: Meğer Cheney’in Türkiye ziyaretine ve Türkiye’nin görüşlerine Amerikan basınında beklenen alaka hiç mi hiç gösteril­ memiş!.. Ziyaret öncesinde değil, zi­ yaret sonrasında da!.. Bu ilgi azlığını, belki de normal karşılamak gereke­ bilir. Fakat konunun ilgilileri hiç de böyle düşünmüyorlar. Cheney’in ufak tefek Körfez ülkelerine, Mısır’a ve Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaret­ ler ABD basınında çarşaf çarşaf yer bulmamış mı? Yani Türkiye ziyareti­ nin üç beş misli genişliğinde veril­ miş bu haberler. Halbuki yaptığı 12 ziyaret içerisinde, en sona bıraktığı ülke Türkiye değil miydi? En sona bıraktığı ülke, ABD politikaları açı­ sından en miıhimi sayılmıyor muy­ du? Burada toplu bir değerlendirme yapılmayacak mıydı? İrak dışında, Afganistan, Kafkasya, Orta Asya po­ litikalarını da buna eklerseniz (tabi bir de Avrupa Ordusu konusu var), Dick Cheney açısından Türkiye zi­ yareti, hepsinden dalıa önemli değil miydi? İşte bu önemli ziyaret, ABD basınında alabildiğine küçük görül­ müş; üstüne üstlük bir de programda ilân edilen basın toplantısını ABD tarafı iptal ediverince, ziyaret haber­ leri bilinçli bir güdümleme ile alabil­ diğine hafife alınmaya başlamış. Bütün bunlardan çıkan sonuç, Türkiye-ABD ilişkilerinde, henüz daha kamuoyuna yeterince yansıtıl­ mayan ciddi bazı açmazlarla yüz yüze gelindiği gerçeğidir. Eğer bu mesele­ yi sırf Saddam’a veya Irak’ın gelece­ ğine indirgerseniz, işte en büyük ya­ nılma bu olur, diye düşünüyoruz. Cevap Kime? A B ’ye mi, ABD ’ye mi? Peki öyleyse Türkiye ile ABD ara­ sında derinden seyreden soğukluk nereden ileri gelmektedir? Meselenin ilk uç verişi, daha doğrusu kamuoyu önündeki ilk so­ mut tezahürü. Harp Akademilerinde düzenlenen "Bölgesel Banş” ihtiyaç ve arayışından kaynaklanan toplantı ve orada Milli Güvenlik Kurulu ge­ nel sekreteri Tuncer Kılınç’ın yaptı­ ğı AB eleştirisine dayalı konuşması oldu. Türkiye kamuoyu ve basın, il­ gili mesajı, sırf AB ile sınırlı görmek­ te ısrar etti. Bu tabiî ki bütünüyle yanlış sayılmaz. Fakat Bölgesel Barış Türkiye için bir ihtiyaç olsa bile; bu önermeden AB’den ziyade ABD ta­ rafının daha çok rahatsız olduğu an­ laşılmakta gecikmedi. ABD’nin Güney Kore ile birlikte "şer üçgeni’’ olarak saydığı İran ve daha ötede Kafkas politikalarının sonunu getirecek Rusya’nın bir ara­ da zikredilmesi, ABD’nin kafasını alabildiğine karıştırmış gözüküyor. Yani sizin anlayacağınız, Tuncer Kılınç’ın üç cümlelik mesajı; sırf AB’ye yönelik bir tavır olarak değil de; tek­ lif muhtevası bakımından dalıa zi­ yade ABD’ye müteveccih bir karşı önerme olarak anlam kazanmakta­ dır. Yeni ABD Dayatması; İsrail-Hindistan-Türkiye İşbirliği Umran’ın dikkatli okuyucuları hatır­ layacaklardır. Geçen sayıların birin­ de, "Soğuk Savaş Bitti/Şimdi Sıcak Sa­ vaş Zamar^ıdır” başlıklı geniş bir ana­ liz yayınlamıştık. Orada Körfezlirak savaşı, Yugoslavya ve Afganistan müdahalelerini topluca ele alarak, Yeni Dünya Düzeni’nin ve ABD müdahalelerinin gelecek bakımın­ dan ne anlama geldiği sorusuna ce­ vap aramıştık. Ayrıca da Hindis­ tan’ın, ABD’nin Çin politikaları açısından yeni bir müttefik değerine yükseleceği; 11. Dünya Savaşının so­ nundan itibaren bu rolü ABD açı­ sından güvenle yürüten Pakistan’ın Ümran-Nisan -2002 15 GÜNDEM sırf bu yüzden büyük bir boşluğa dü­ şeceği ve hatta ileride Pakistan’ın, tabiî ki Afganistan’la birlikte parça­ lanmak istenebileceği gibi hususlar üzerinde durmuştuk. Hatta bir adım daha atarak, ABD istihbarat kuruluşları ile dış politika yapımcıları tarafından hazu'lanan 2015 Dünya Raporu’nda (bkz: Ümran 90-91 sayı ek) Türkiye hakkındaki değerlendirmelere eğile­ rek, ABD’nin önümüzdeki zamanlar için (Türkiye-İsrail-Hindistan) ara­ sında askerî/siyasî bir ittifak arayışı- da, yepyeni bir alana tahvil etmenin tam da zamanı diye düşünüldüğü an­ laşılmıyor mu? Dünya 2015 Raporu'nda, daha geçen yıl kurgulandığı anlaşılan bu projeye göre, ABD’nin Türkiye’yi AB içinde mütâlea etmediği bir ger­ çek. Yani ABD’nin Türkive’vi. asga­ riden dış politika imkân ve açılımla­ rı bakımından. AB’den daha bağım­ sız kullanmak düşüncesinde olduğu anlaşılıyor. Burada iki şık üzerinde durmak gerekir. A B’nin tamamen dışında bir Türkiye, va da (15+1) Dünya 2015 Raporu*ndsif ABD^nin Türkiye^yi AB içinde mütâlea etmediği bir gerçek. ABD^nin Türkiye^yi, asgariden dış politika imkân ve açılımları bakı­ mından, AB Men daha bağımsız kullanmak düşünce­ sinde olduğu anlaşılıyor. na girmek istediğinden söz etmiştik. Bu ittifakın anlamı, ister istemez, İs­ rail ve Türkiye ile Hindistan arasın­ da kalan muhtelif İslâm ülkelerini (Pakistan, İran, Irak, Suriye ve tabiî ki Körfez ülkelerini) kıskaç içine al­ mak değil de nedir diye sormuştuk. İşte geleceğe yönelik bu ABD ta­ savvurundan yola çıkarak sözkonusu analizimizde, ABD’nin, Türkiye’nin yerini Avrupa Birliği içinde düşünmeyebileceğini ileri sürmüştük. Şu­ nun şurasında daha ne oldu ki? Bi­ zim bir varsayım olarak, ama hayati derecede bir vurgu ile üzerinde dur­ duğumuz bu husus, meğer ABD ile Türkiye arasında cereyan eden son müzakerelerde eni konu tartışılma­ mış mı? İlk elde Cheney’nin ziyareti ön­ cesinde, ABD’li dış politika uzman­ ları tarafından gündeme getirilen ve özellikle de Türkiye’ye empoze edil­ meye çalışılan siyasi yapılanma; yö­ nünü AB’ye döndürmüş Ankara üze­ rinde meğer soğuk bir duş tesiri bı­ rakmış. Türkiye’nin AB karşısındaki tedirgin tutumunu; Batı bloğu dışın­ 1 6 Um ran ■Nisan •2002 veya (27+1) gibi AB ile özel şartlar­ la ilgili bambaşka bir Türkiye!.. A BD ve Türkiye Politikalarında Kırılma Noktası İşte, daha Dick Cheney Ankara’ya gelmeden önce, MGK Genel Sekre­ teri Tuncer Kılınç’ın yaptığı son ko­ nuşmanın muhtevası ile; ABD’li dış politika uzmanlan (tabiî ki daha ön­ ce) ve Cheney’nin önermeleri ara­ sındaki benzerlik ve farklılıklar bu bakımdan dikkat çekici olmaktadır. Bir defa her iki önerme de, Tür­ kiye için AB dışında, daha yeni bir konumlanma arayışını ifade etmek­ tedir, Bir defa ABD diyor ki: (Türki­ ye-İsrail-Hindistan) arasında yeni bir işbirliği!.. İlk elde bu önermenin iki anlamı bulunuyor: Çin’e ve Batı Av­ rupa’ya karşı bir duruş!.. İkincisi de (İran, Pakistan, Irak, Suriye, Ürdün, Filistin, S.Arabistan ve Körfez ülkele­ rini) kıskaç altına almak!.. İsrail do­ layısıyla Ortadoğu İslam ülkelerini, Hindistan dolayısıyla Pakistan’ı ve Türkiye dolayısıyla da İran’ı baskı ve kıskaç altına almak. Buna karşılık Tuncer Kılınç Paşa’nın ağzından çıktığı şekliyle: (Türkiye-îran-Rusya) dayanışması ki, ABD önermesinden daha bir farklı. Temel özelliği de Bölgesel bir işbirliği arayışına dayanması. Böyle bir işbirliğinden, iyi düşünülecek olursa, Avrupa Birliği’nden ziyade ABD tarafı rahatsız olur. Irak ve Kafkasya, hatta Karadeniz bölgesi için daha müşterek politikalar vs. Daha önemlisi de Türkiye’nin, İsrail ekseninin dışında, yeni yeni alanlara açılma imkanı bulması. Ankara’da bazı Meclis Dışişleri Komisyonu üyeleri ile yaptığımız gö­ rüşmelerden edindiğimiz intihalara göre Türkiye, ABD önermesine rıza göstermemiştir. Vâki ısrarlar karşı­ sında, İran ve Pakistan’ın, bir adım ötede de Rusya’nın böyle bir ittifak içinde yer almasında fayda gördüğü­ nü dile getirmiş. Bu hususlar Cheney ile yapılan müzakerelerde de tekrar tekrar ele alınmış. Daha ileride ABD Başkan yardımcısının. Genelkurmay başkanı ile gömşmek ısrarı da bura­ lardan kaynaklanıyormuş. Fakat bu­ na rağmen ABD tarafı herhangi bir mesafe alamamış. Cheney’nin ba­ sın toplantısını iptali ve Türkiye zi­ yaretinin sisler arasında kaybolması da işte buralardan kaynaklanıyor­ muş. Dolayısıyla Kılınç Paşa’nın Harp Akademileri’ndeki konuşması, bu izahlar çerçevesinde daha bir anlam­ lı hale geliyor. Bu konuşma, AB kar­ şısında kuşkusuz Türkiye’nin rahat­ sızlığını dile getirmektedir. Bir adım ötede de, AB dışında kalma ihtimali yüksek görünen Türkiye’nin, içine düştüğü bir arayış ihtiyacını!.. Fakat bütün bunlara ve piyasadaki yaygın yorumlara rağmen, biz Türkiye’nin bilinçli bir şekilde AB dışında kal­ mayı tercih ettiği düşüncesini taşı­ mıyoruz. Burada asıl önemli olan, MGK Genel Sekreterinin yaptığı konuşmanın, Dick Cheney’nin ziya­ TÜRKİYE-AB İLİŞKİLKRİ /TURİNAY retine tekaddüm ettirilmesindeki za­ manlama inceliği olmaktadır. Böyle düşünüldüğü taktirde vâki konuşma; Avrupa Birliği’nden ziya­ de ABD’ye, yani Dick Cheney’e mü­ teveccih durmaktadır. Yüzde 30-40 AB’ ye, yüzde 60-70 de ABD’ ye mü­ teveccih bir duruş sizin anlayacağı­ nız. Avrupa Birliği Türkiye’yi İtmeye Başladı konuşmaya başlamaktadır. 2. İkincisi de AB parlamentosu­ nun, Ermeni soykırımına ilişkin al­ dığı son karardır. Bir adım ötede Türkiye, bu kararı tanımaya davet edilecektir. Dikkat lütfen, Türk ba­ sını bu kararı örtebilmek için akla karayı seçmiştir. Sadece iki gazetede manşet olabildi bu karar. Kuşkusuz bu tutum sadece basının iradesiyle de izah edilemez. Devlet içindeki gizli bir lobinin varlığı dikkati çeki­ yor burada. 3. AB parlamentosuna sunulan müktesebatına uymayan ülkelerle mü­ zakere, Avrupa Birliği’nin geleceği açı­ sından tehlikelidir.” vs. ABD ve AB tarafında ortaya çı­ kan bu yeni gelişmelerin, geçtiğimiz Mart ayı içerisinde tezahür ettiğini akılda tutmak icap ediyor. Biz şah­ sen Türkiye’de AB’a girmek veya girmemek tarafları olan çevrelerin hilafına; bizatihi A B’nin kendi bün­ yesinde, Türkiye’ye ilişkin yeni ve dışlayıcı bir politikanın, kararlı bir biçimde öne çıkarılmaya başlandığı sonucuna ulaşıyoruz. Özellikle de Şimdi, Türkiye’nin konumunu doğ­ rudan ilgilendiren ABD menşeli bu gelişmeler karşısında, Avrupa BirliA B ülkeleri, Türkiye Men bilinçli olarak uzak duru­ ği’nin takındığı tavrın da yakından yor ve Türkiye’yi adeta itiyorlar. Son aylarda uç izlenmesi gerekmektedir. Bu husus­ vermeye başlayan bu yeni tutum, kendiliğinden de­ ların derin planda, AB tarafından iz­ lenmediğini düşünmek mümkün ğil de; doğrudan doğruya ABD ile müştereken geliş­ müdür? Nitekim AB tarafından ge­ tirilmiş bir strateji olabilir. len açıklamalar ve Türkiye’ye ilişkin sergilenen son tavırlar (Bunların he­ Werheugen’in Atina’da yaptığı ko­ ve 29 parlamenter tarafından imza­ men hemen hepsi 2002 Mart ayında nuşma ile ABD’yi de ilzam eden söz­ lanan Ayasofya’nın kiliseye döndü­ cereyan etmiştir.) Birleşik Ameri­ leri bize son derece manidar geldi: rülmesi teklifi!.. Bu tür tekliflerin ka’nın tutumu ile tam bir paralellik "ABD, Türkiye'nin AB üyeliği için kabul edilip edilmemesi değil önem­ arz etmektedir. Şöyle ki: baskı yapmıyor, yapmaz d a !...” Yani 1. Geçtiğimiz Mart ayı içerisin­li olan. Bütün bu gelişmelerin anla­ anlayın artık! Biz ABD ile bu mevmı, Türkiye’yi AB politikalarından de, A B’nin genişlemeden sorumlu zuyu yani Türkiye’nin yerini veya caydırmak değil de nedir? komiseri Werheugen, aynı arida 4. Bir de terör örgütleri sorunukonumunu konuştuk ve bir mutaba­ Kıbrıs Rum Kesimi’ni ve Yunanis­ kata verdik demek istiyor... var. Birlik organları PKK gibi bazı tan’ı ziyareti sırasında durduk yerde Aksi halde Avrupa Birliği’nin, bazı konuşmalar yapmaya başlamış­ örgütleri terör listesine dahil etmek Türkiye’yi dışlamayı ve Türkiye ka­ tır. istemiyorlar. Son günlerde PKK’nın muoyunu tahriki esas alan bir tavır Avrupa Birliği’nin dış politika adının değiştirilmesi ve gene sergilememesi icab ederdi diye düşü­ sorumluluğunu da üstlenen Werhe­ PKK’nın, sigara kaçakçılığı ile ilişkinüyoruz. Bize göre hadisenin özü şu­ ugen, Kıhns müzakerelerini sabote et­ lendirilmesine de özellikle dildcat et­ rada yatıyor: Avrupa Birliği ülkeleri, mek istercesine tahrikçi bir tutum ta­ mek gerekmektedir. kuşkusuz Türkiye’yi içine alıp alma­ kınmaya başlamış ve Rum kesiminin makta ciddi bir tereddüdün içinde­ 2004’te kesin üyeliğinin kabul edile­ ABD ve AB Türkiye Konusunda dirler. Burası açık!.. Fakat AB gele­ ceğini; Türkiye’nin bunu kabul et­ Anlaştı mı Yoksa? cekte, ABD karşısında bağımsız bir mediği tekdirde AB üyeliğini unut­ varlık ve bağımsız bir dış politika ic­ 5. Burada Werheugen’ in Atina’da ması gerektiğini; bir adım ötede de; ra etmek istiyorsa; birlik politikaları­ yaptığı bir konuşma daha da mani­ "Türkiye eğer Kuzey Kıbrıs’ı ilhalca nı özellikle Ortadoğu ülkelerine de dar kaçıyor. Werheugen aynen şöyle kalkışırsa, bunun doği'udan doğruya, şâmil kılmak istiyorsa; ya da diyordu. “ABD, Türkiye’nin AB üye­ AB üyesi bir ülkenin tol?raklarını ilhak ABD’nin bu bölgelerdeki nüfuzun­ liği için baskı yapmıyor, yapmaz da. etmiş duruma düşeceğini" kaba ve dan rahatsız ve bunu bertaraf etmek ABD, Avrupa Birliği’nin stratejik ve tahrikçi bir dil ile tekrar etmeye baş­ istiyorsa; bunun için evvel emirde siyasi öncelikler çerçevesinde üye kabul lamıştır. Dikkat edilirse bu dil, hiç etmediğini gayet iyi biliyor. AB bu ko­ Türkiye üzerinde; AB’nin bir ihtira­ de diplomatik değildir. Ayrıca da bir sının bulunması icap etmez miydi? nuda esnek değildir. Birlik şartlarına ve AB yetkilisi, ilk defa böyle bir dil ile Ümran • Nisan -2002 1 7 GÜNDEM Mesela Türkiye AB bünyesinde yer almış olsa idi, ABD’nin Basra Körfezi bölgesindeki hükümranlığı tamamen boşa çıkartılabilirdi. Kör­ fez petrollerinin yandan çok fazlası (İran ve Irak), Türkiye üzerinden Akdeniz’e boşaltılabilir, AB ülkeleri de, ABD’ninı petrol kaynakları ve petrol yolları üzerindeki ipoteğinden kurtulmuş olurlardı. Böylece de baş­ ta İran ve Irak olmak üzere, Suriye ve Kafkasya ülkelerinin yüzü bütü­ nüyle batıya dönük hale gelirdi. Böyle bir gelişme karşısında da ABD’nin, Körfezdeki varlığı anla­ mını tamamen yitirmiş olurdu. Kuşkusuz bütün bunları A B’nin stratejistleri bilmez değildir. Fakat öyle anlaşılıyor ki AB ülkeleri, Tür­ kiye’den bilinçli olarak uzak duruyor ve Türkiye’yi adeta itiyorlar. Son aylarda uç vermeye başlayan bu yeni tutumun, kendiliğinden değil de; doğrudan doğruya ABD ile müştere­ ken geliştirilmiş bir strateji olabile­ ceğini, bunun için vurgulamak ihti­ yacını duyuyoruz. Ayrıca da, henüz vuzûha kavuşmamış gözüken bu manzaranın, önümüzdeki aylarda bir hayli netleşeceğini. Aralık 2002 ve­ ya Ocak 2003 döneminde de dananm kuyruğunun kopabileceğini şim­ diden söylemek istiyoruz. Dikkat edilirse bu değerlendir­ memizde, Türkiye iç politikasındaki AB taraftarı ve karşıtları üzerinde hemen hemen hiç durulmadı. Bu kesimler maalesef meseleyi çok hafi­ fe alıyor ve Türkiye kamuoyunun şöyle veya böyle bir tercihi seviyesi­ ne indirgiyorlar. Unutmamak gere­ kir ki, Türkiye’nin NATO’ya girişi de son derece sancılı olmuştu. Şimdi ise durum daha bir farklı gelişiyor. Daha doğrusu çapraz bir tutumla ku­ şatılmış durumda Türkiye!.. Örtülü A B Muhalifleri ya da En Kırılgan Tutumlar Peki, ya Türkiye’nin tutum ve tercihi? 18 Ümran ■Nisan •2002 Aslına bakılırsa, bu noktada vuzûhlu bir hüküm vermek o kadar da kolay değil. Belki paradoks gibi gele­ cek size ama; herşeye rağmen ve gü­ dümlü AB taraftarlığı yapan sınıfla­ rın, bu hususta samimi olduğu dü­ şüncesinde değiliz. Bu sınıfların ta­ mamına yakını, daha önceden aşırı bir AB muhalifi idiler. Onlar bili­ yorsunuz, yıllardan beri Türkiye’nin yerini Avrupa’da değil de ABD’nin yanında mütâlea etmekteydiler. Körfez savaşından taa Clinton’un Türkiye’yi ziyaretine kadar, (Avrupa mı, ABD mi?) diye diye, Türki­ ye’nin başında boza pişirmişti bu sı­ nıflar. Bir zamanlar en aşırı AB mu­ halifi onlardı. Sonra biliyorsunuz, bu husustaki ABD politikaları değişik­ lik gösterince, tam bir sürü psikolo­ jisi ile, bu sınıfların bütünü Avrupa Birliği taraftarı kesiliverdiler. Şimdi de AB karşısında en aşırı taviz taraf­ tarı .-ve Türkiye’nin menfaatlerini kollayan her tutumu AB karşıtlığı ile damgalayanlar, nedense hep bu sınıflar oluyor. Bunu bildiğimiz için, bizler bu sınıfların samimiyetine hiçbir zaman inanmadık. İleride Türkiye’nin yeni konumu noktasında ABD politikaları vuzûha kavuştukça, bu güdümlü sınıflardaki rol ve tavır değişikliğini izlemek, hiç de zor olmayacaktır diye düşünüyo­ ruz. Dolayısıyla bu aşırı tavizci sınıf­ lara, içimizdeki “Derin Amerika”nm suflörleri ve psikolojik harp taraftar­ ları nazarıyla bakmak hiç de yanlış olmayacaktır. Aşırı İran karşıtları, Türkiye’nin elsiz ayaksız ABD ile birlikte, Irak’a saldırmasından yana olanlar da gene bu sınıflardır. Hem AB’ye verilecek tavizlerden yana bir tutum takınmak; hem de İran ve İrak konusunda AB’nin dış politika tutumunu es geçerek, daha ziyade ABD ve İsrail çizgisine denk düşen bir yaklaşım sergilemek!.. Çelişkiyi görüyorsunuz sanırım. Buradaki kastımız elbette sırf bu sınıflar değil; bilakis derin, gizli ve ağırlıklı bir konum ihraz eden, dışa bağımlı oligarşik bir yapıya yönelik­ tir. İşte bu sınıflar, yani bugün aşırı AB taraftarı bir tavır takınan bu sı­ nıflar; yarın Türkiye’nin (İsrail-Hindistan) ekseninde yer almasının da gönüllü sözcüleri olabileceklerdir. Gene bu sınıflar. Mavi Aktm’ın en aşırı muhalifleri olmamışlar mıydı? Batıda Olmak veya Dışarıda Kalmak: İlcisinin de Bir Bedeli Var Bu analizi okuyanlara, belki gene bir paradoks gibi gözükse de; AB konu­ sundaki samimi taraftarları, yine de diğer kesimler arasında aramak ve bulmak icap ediyor. Görünüşte A B’a karşı ihtiyatlı davranan, yerine göre direnen ve eleştiren sınıflar arasında yani!.. Çünkü iki bloklu dünyanın sona erdiği ve globalizmin hakim olduğu bu aşamada, Türkiye’nin yerini ta­ yin hususu giderek güçleşmektedir. Aynen İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’nin, derinden yaşadığı ter­ cih sıkıntılarında olduğu gibi!.. Bu aşamada her tercihin bir güçlüğü ve külfeti içerdiği unutulabilir mi? Zira bir buçuk asırlık tecrübesi ile Türki­ ye, Batı Bloğu dışında kalmanın ne anlama geldiğini bilmez değildir. Bütün Balkanların AB bünyesine dahil edildiği bir durumda. Batı kar­ şısında olmak ve Batı’nın tazyikine maruz kalmak ne demektir, bunu el­ bette Türkiye bilmez değildir. İkinci olarak. Batı Avrupa’dan dışlanan bir Türkiye’nin, ABD taz­ yiki karşısında ne tür zorluklarla kar­ şılaşacağı da malumdur. Bu tazyikin en ağırına Türkiye, 28 Şubat döne­ minde maruz kaldı, ve 1996-97’den beri de Türkiye İsrail parantezinin dışına çıkamamaktadır. Dolayısıyla Avrupa Birliği meselesine Türki­ ye’nin, hafif meşrep sınıflardan daha ileride, ağırbaşlı ve tarihî bir sorum­ luluk bilinci ile yaklaşması kadar ta­ bii bir şey düşünülemez. TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ /TURİNAY Dolayısıyla da Türkiye’nin, belki 1952’den beri, yani NATO’ya girdi­ ğimiz yıllardan beri ihmal ettiğimiz Bölgesel Ban§ ihtiyacını yeni yeni duymaya başlaması, son derece isa­ betli bir gelişmedir. Fakat hangi kül­ türel politikalarla? Yıllık ihracatının ancak yüzde on’unu komşu ülkelere yapabilen bir Türkiye, nasıl olur da Bölgesel {jolitika uygulayabilir, düşün­ meye değmez mi? Fakat fikir olarak da asla yanlış bulmuyoruz. Aynı şe­ kilde (Türkiye-Rusya ve İran) türü yaklaşımları da!.. Daha ötede biz bu tür önermeleri şimdilik, A B’ye gir­ memek için icad edilmiş bahaneler olarak ınütâlea etmek taraftan da değiliz. Tam aksine, AB karşısında Türkiye’nin yeni bir pazarlık arayışı, konumunu güçlendirme denemesi vs. olarak görmek istiyoruz. Ya da, AB ile ilişkilerin kopması ihtimali­ ne karşılık, şimdiden bir hazırlık arayışı vs!.. Tabii bu tutumun, ABD’ye karşı üretilmiş bir alternatif tutum olarak da ayrı bir değeri bu­ lunmaktadır. Çünkü Türkiye; Körfez savaşın­ da Irak’ın, Afgan savaşı sırasında da Pakistan’ın, (ABD’nin müttefiki ol­ dukları halde) nasıl itilip kakılabildiğini herhalde unutamaz. İkincisi de Türkiye için ne idam, ne de Kürt­ çe meselesi önemli bir somn teşkil eder. Ne var ki Türkiye, A B’a giriş garantisini almadan, bu tür uygula­ malara girişmek taraftarı da gözük­ müyor. AB kriterlerini yerine getir­ diğinde Birlik bünyesine kabul edi­ leceği garantisini henüz daha alabil­ miş değil. Türkiye mevcut kriterle­ rin dışında, ikide bir Emeni Tasalı­ sı, Ayasofya vs gibi olmadık baha­ nelerle önünün kesileceği ihtimali ile de, bilinçli olarak yoğurdu üfle­ yerek yiyor. Birliğe giriş garantisini alan bir Türkiye’nin Kürtçe ve idam gibi problemleri üç gün içinde aşa­ cağından kimsenin şüphesi bulun­ mamalıdır. Mesut Yılmaz’sız Peki!.. Ya A B ’ye Yeni Bir Devinim Türkiye Girmez ise?.. Nitekim Verheugen aracılığıyla AB ve Ceheney ile uzmanları (Henry Barey, Dr. Philip Gordon, Randy Schunemann ve Richard Perle) ta­ rafından iletilen ABD şantajlarına muttali olan Türkiye; Mart ayının son on gününde yeni bir atılımın içine girmiş bulunmaktadır. Bunun ilk sinyalini de, çok gariptir Devlet Bahçeli verdi. Önümüzdeki Aralık itibariyle, Türkiye’nin adaylık müza­ kerelerinin sonuçlandırılması gerek­ tirdiğini şart olarak ileri sürüverdi. Çünkü öncelikli hedeflerin tümünü yerine getirmiş bulunuyor Türkiye ve bunlar adaylık müzakerelerinin başlaması için yeterli şartlar. Ardın­ dan İsmail Cem’in bir adım daha ileri giderek, Verheugen’e cevap ol­ mak üzere, "sömürgeci ve baskıcı tutu­ mu bir yana bırakın da, daha ciddi olun” demesi de manidardı. Bütün bunlar Türkiye’nin, AB karşısında daha atak ve baskıcı bir tutumu be­ nimsediğini ortaya koymuyor mu? Daha da önemlisi, Meclis Başka­ nı Ömer İzgi’nin açıklamaları değil midir? Ömer İzgi, Türkiye’nin dahil olmadığı bir A B’nin, Alman hege­ monyası altında ezileceğini ve bun­ dan ilk olarak İngiltere’nin rahatsız olacağını söyledi. Kuşkusuz bu sözle­ rin muhatabı Almanya olmalıydı. Dolayısıyla kademe kademe, önümüzdeki Aralık ayına doğru yak­ laşacağız. Ve bu arada Haziran ayın­ da Kıbrıs müzakereleri sona erecek. Türkiye sonuçta (Karadağ-Sırbistan) modelinde ısrar edecek. Bakın siz cayırtıya o zaman!.. Hele bir de ABD Irak’a müdahale ederse, AB politikaları bundan acayip derecede etkilenecek sizin anlayacağınız. Aşı­ rı AB taraftarlarının aklı varsa, daha doğrusu Türkiye’nin A B’ye girmesi­ ni samimi olarak istiyorlarsa; elle­ rinden geldiği kadar İrak müdahale­ sine karşı çıkmaları gerekmiyor mu? Bütün bunlardan sonra, Türkiye eğer AB ile anlaşamazsa, yani Kıbrıs ve Ege’de arzu ettiği sonuçları elde edemez ve Avrupa Ordusu’nda layık olduğu bir seviye ile kabul görmezse ne olur? Nitekim Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Tuncer Kılınç ve Ege Ordu Komutanı Cumhur Asparuk’un konuşmasından ve tabiî ki Dick Cheney’nin Türkiye ziyare­ tinden sonra, Batı Kulübü üyeleri bu ihtimalin üzerinde kapalı kapılar ar­ dında geniş geniş durmaktadırlar. Kimler kendisine fısıldadı ve not et­ tirdi ise, Akşam’dan Şakir Süter, bu çevrelerin yaptığı değerlendirmeleri, sütununa aktardı. Virgülüne dokun­ madan, Süter’in 24.03.2002 tarilıli yazısından aynen aktarıyoruz: “Gelelim asıl meseleye. Yani AB üyesi bazı ülkelerin kapalı kapılar ar­ dından da Türkiye ile ilgili değer­ lendirmelerine: -Türkiye’nin Batı’yı terketmesi bizim açımızdan (Avrupa devletleri) çok tehlikelidir. Ciddi bir macera­ nın içine girmemiz demektir. Bu ne­ denle ayrılışlarını göze alamayız, bir şekilde yanımızda kalmalıdırlar. -Yeni bir ittifak arayışına girme­ leri, bizlere soğuk bakmaları Ortado­ ğu, Balkanlar ve Kafkaslar üçgenin­ de tehlike işaretidir. -Türkiye bu yola girerse, Av­ rupa’ya alternatif olabilecek yeni bir Bölgesel Yapı’nın merkezi durumuna gelir. -Türkiye Kıbrıs ve Ege sorun­ larının çözümü ile ilgili tamamen kendi istekleri doğrultusunda dav­ ranmaya başlar. Hiçbir şekilde öner­ ilerimizi dikkate almaz. Hatta iç siyaset açısından popülist politikalar izleyebilir. -Gerek insan hakları ihlalleri, gerekse etnik gruplar gibi sorunlarla ilgili olarak elimiz kolumuz bağlanır. Müdahale gücümüz sınırlanır.” ■ Unvan‘ Nisan ‘ 2002 19 cezalandırılmalıdır. Şayet böyle yapılmayacaksa. Eken ve arkadaş­ SUSURLUK DAVASI VE HİKMETj HÜKÜMET ANLAYIŞI larının mahkumiyeti, emir veren­ lere dokunulamadan, emir alanla­ rın mahkum edildiği haksız bir ce­ za olacaktır. Aynı zamanda da bazı görevlileri feda ederek, benzeri C E V A T Ö ZK A YA suçlular üretmeye dönük olarak yapılandırılmış bir mekanizma ve anlayışın yerinde kalmasını sağ­ mekli generallerin Korkut mahkeme heyeti raporunda şu ifa­ Eken’in ceza evine girmesi deler yer alıyordu: “Silahlı teşek­ üzerine verdikleri beyanat­ külün ancak bir bölümü yargılan­ lar, Susurluk davasını yeniden ka­ mıştır: Devletin koruma kalkanı muoyunun getirdi. bazılarını korumakta ve bu hu- Eken’in Güneydoğu’da görev yap­ kukn üstünlüğü ilkesine zarar ver­ tığı dönemde, onun amiri duru­ mektedir; bu çerçevede yasadışı E gündemine layacaktır; Sadece Eken ve arka­ daşlarının cezalandırılması, batak­ lığı yerinde bırakıp (la teşbih) siv­ risineklerin öldürülmesi anlamına gelir. Bu ise, Susurluk davası etra­ fında meydana gelmiş olan temiz toplum, temiz siyaset isteklerinin bdşa gitmesi demektir. munda bulunan generaller bir nevi uygulamalar ve keyfilik vardır. Suç Eken’e kefil oldular. Onun emirle­ işleyen yüksek bürokrat ve siyaset­ re uygun davrandığını ve süreç çilerde yargı önüne çıkarılmalıdır içinde yapılanların kontrolleri al­ ama bunu engellemek için siyasi Susurluk davasında yüksek seviye tında olduğunu söylediler. ve yasal düzenlemeler ve manevra­ bürokrat ve siyasilerin de, şayet lar yapılmaktadır.” suçları var ise cezalandırılmaları, Susurluk kazasıyla ortaya çıkan Batakhk Nasıl Oluştu? çeteleşmenin sorumlularından ka­ Bütün bu ifadeler birlikte düşü­ münferit olarak değerlendirildi­ bul edilen. Eken ve Mehmet Ağar nüldüğünde Susurluk kazasıyla or­ ğinde bizim sorunumuzu çözmeye­ da, emirsiz iş yapmadıklarını, bü­ taya çıkan durumun, üç beş görev­ cektir. Önemli olan bu davayı, ku­ tün yaptıklarının yetkililerin bilgi­ linin görevini kötüye kullanması­ rumlaşmış bir hükümet etme, bir si dahilinde olduğunu söylüyorlar. nın ötesinde daha derin bir anlam yönetme biçimi ortadan kaldırma­ Bu arada Susurluk çetesi davasına ifade ettiği görülmektedir. Buda, ya vesile olacak şekilde örnek bir ilişkin Yargıtay’ın gerekçeli kara­ devlet içinde çeteleşmenin arızi dava olarak görmek ve buna göre rında ise, “Terörle mücadele adı olmayıp, hiyerarşi içinde kararlaş­ yönetmektir. altında da olsa, bir hukuk dışı ör­ tırılmış bir politika olduğudur. Bizim devlet geleneğimizde, gütlenmeyle, devletin meşru güç­ Nitekim Eken’in mahkumiye­ leri gibi güç kullanarak yürürlükte­ tine sebep olan suç, ordudan ayrıl­ ki yasalar yerine, kendi güç ve ku­ dıktan sonra işlenmiş olmasına rallarıyla sözde yasalar oluşturmak, rağmen, emekli paşaların “Eken’e da, insan haklarının da gelip da­ devleti hukuk devleti olmaktan çı­ emirleri biz verdik” diyerek sahip yandığı aşılmaz bir duvar gibidir. karır” hükmüne yer veriliyor. hikmet-i hükümet anlayışının etkin bir yeri vardır. Hikmet-i hükümet, hukukun çıkıyor oluşları, yukarıdaki mahke­ Hikmet-i hükümeti bütün devlet­ Yine gerekçeli kararda, hak­ me raporlarını doğrular mahiyette­ lerin bir biçimde kullandıkları bir larında mahkumiyet kararı verilen dir. Paşaların açıklamaları yeni bir argümandır. Ancak bazı devletler sanıkların dışında kimi görevliler delil kabul edilerek mahkemenin bu mazerete çok üst seviyede ve az ve bunlara yardım edenlerin yargı yeniden açılması gerekir. Gerçeğin başvururlar. Bizde ise neredeyse önüne çıkarılmaları görevinin de bütün açıklığıyla ortaya çıkarıla­ devamlı başvurulan ve en alt sevi­ devletin yetkili organlarına düştü­ bilmesi için, yüksek seviye bürok­ ye yönetenlerinde kullandıkları ğü belirtilmektedir. Ayrıca Susur­ rat ve siyasetçilerin de bilgilerine bir mazeret olagelmiştir. Özgürlük­ luk çete davasında hüküm veren baş vurulmalı ve suçlu bulunanlar çü yönetimlerde arızi olarak kulla­ 2 0 Ümran.Nisan •2002 HİKMETİ HÜKÜMET / ÖZKAYA nılan bu hükmetme biçimi, bizde meden önlemeye dönük mekeniz- Kürt realitesini tanımayı ve ona neredeyse devamlı hale getirilmiş­ maları işletebilecek maharete sa­ göre politikalar üretmeyi gerekti­ tir. Osmanlı’nın son dönemlerinde hip değillerdir maalasef. Bununda rirdi. Nihai olarak söylemek istedi­ Ermeni tehciri sırasında devletin en önemli delili Türkiye’nin esaslı ğim şudur: Vizyonsuz devlet seç­ memurlarını korumak için çıkardı­ düzenlemelerinin neredeyse tama­ kinlerinin büyüttüğü Kürt sorunu­ ğı "Memurin Muhakemat Yasası” mının çoğunlukla dış baskılarla, nun oluşturduğu yangını söndür­ benzeri bugün de devam eden ya­ bazen de bir savaş sonrasında yapıl­ mek için görevlendirilen kişilerin salar, hikmet-i hükümet felsefesi­ mış ve yapılıyor oluşudur. işledikleri suçu cezalandırmak doğ­ ne hayat alanı sağlamaktadırlar. Türkiye’nin yakın tarihinde üç rudur. Ancak sorunu kangren hale Ayrıca bizim son dönem devlet önemli tanzimat (düzenleme) ger­ getiren politikaları üreten seçkin­ geleneğimizde, halkı ikna etmek ve çekleştirilmiştir. Birinci Tanzimat leri ve sistemi sorgulama dışında halk ile beraber iş yapmak gibi bir 1839, İkincisi Cumhuriyet 1923, tutmak, yeni suçların ve suçluların usul yoktur. Türk modernleşmesi­ üçüncüsü de bugünlerde gerçekleş­ üretilmesine zemin hazırlamak de­ nin başladığı dönemden bu yana tirilen T anzimat’tır.Cumhuriyeti mektir. Susurluk davası bu bağlam­ millet olarak hayatımız doğruyu bi­ hariç tutarsak 1839 tanzimatı ve da yeniden açılmalıdır. leni !) ve onu uygulama hakkma sa- bugün yapılan Üçüncü tanzimat Burada çelişkiye düştüğümüz hip(!) elitlerin halkı, halka rağmen dış güçlerüı baskılarıyla yapılmış ve sorunlara sebep olan güçlerin ma- doğru bildikleri yöne götürme mü­ yapılmaktadır.Bugün IMF’in teh­ nipüle edebileceği mekanizmalar­ cadelesi ile geçtirmiştir. Bu işi hal­ dit ve direktifleri doğrultusunda dan çözüm beklediğimin farkında­ ka rağmen yaptıklarına göre, halkı düzenlemeler yaptığımız aşikardır. yım. Temiz toplum ve temiz siyase­ istedikleri yöne götürmek için güç Bu durum ise hükmetme ve yönet­ tin, güçler dengesinde hiç yeri ol­ kullanmaktan başka bir yöntemleri me gücünü elinde bulunduran dev­ mayan kimselerin talebiyle gerçek­ de maalesef yoktur. Halka karşı so­ let seçkinlerinin, olabilecekleri ön­ leşmeyeceğini de biliyorum. Buna rumlu olmak, mücadeleye halkı da ceden kestirip, ona göre politikalar rağmen, taleplerini yetkinlikle ifa­ aktif bir biçimde katmak gibi yön­ üretebilen ve önlemler alan yet­ de edebilecek bir yapılanmaya ve­ temler kinlikte olmadıklarını gösterir. sile olur diyerek düşüncelerimi ifa­ uygulanmamıştır. Halk kendisine karşı sorumlu olunan bir Nitekim bu yoksunluk, mesele­ de etmek lüzümunu hissettim. iradi güç olarak değil, elitlerin po­ lerimizi, kangren haline geldikten Temiz toplum, temiz siyaset iste­ litikalarına tabi olması gereken bir sonra, güvenlik güçleri marifetiyle ğinin sloganlardan ibaret kalma­ yığın olarak düşünülmüştür. Halkı çözme aıişkanlığımızı varetmiştir. ması için yapılması gerekeni Prof. cilalayan bütün sözlerin ve söylem­ Eğer mevcut devlet seçkinleri viz­ Naci Bostancı çok yetkinlikle ifade lerin arkasındaki görüntü budur. yon sahibi, ileri görüşlü, olaylara etmektedir: Durum böyle olunca, halkın, zamanında müdahil olma ehliyeti­ “Eğer köle-efendi zıtlığına son menfaatlerini korumaya dönük, ne sahip insanlar olmuş olsalardı verecek bir ideal toplum kurulamı­ herhangi bir örgütlü güç oluştur­ kuvvetle, muhtemeldir ki, bu bo­ yorsa, en azından herkesi kendi masına izin verilmemiştir. Dolayı­ yutta bir kürt sorunumuz varolma­ toplumsal-siyasal hayatınm efendi­ sıyla halkın, menfaatini, devlet seç­ yacaktı. Sorunu çözmek ve ortadan si kılacak bir ortam oluşturularak kinlerinin gösterdiği yönün dışında kaldırmak yerine bir ırkı teorik ola­ geride köle bırakılmamalıdır. Bu bir başka yerde araması ise, tek ör­ rak yoketmeye gayret etmek, bizi yüzden örgütlenme ve gerçek bir gütlü güç olan devlet tarafından yara haline gelmiş bir sorunla karşı fail olarak güçler mücadelesinde şiddetle cezalandırılmıştır. Ülke­ karşıya getirmiştir. yer almak önemlidir.” mizde, devlet görevlilerinin uygu­ “Kürt 3ioktur”dan “Kürt realitesi­ Güçler mücadelesinde yer ala­ ladıkları şiddetin kaynağı, büyük ni tanıyoruz”â gelene kadar geçen cak bir örgütlenme yapılamadığı ölçüde bu anlayıştır. olaylar sorunu bir yara haline getir­ sürece gerçekleşme ihtimali düşük Bir başka husus ise, Türkiye’nin miştir. Öngörü ve vizyon sahibi ol­ temennilerle yenilenecektir ma­ devlet seçkinleri sorunları büyü­ mak o bir sürü kan akmadan önce alesef. ■ Umrem •Nisan -2002 21 kat 28 Şubat 1997’den bu yana “örtü”nün de dini ve öz anlamın­ SAÇLARIMI HİÇ ÇÖZMEDEN... dan başka sembolik, siyasal, ayırt edici ve belirleyici içeriklerinin pekiştirildiğini söyleyebiliriz. S ÎB E L ER A S L A N Örtünün siyasal içerik kazan­ mış hali yeni bir mesele mi? Kanaatimce örtü, aslında en başından beri de siyasal anlamı olan bir tavır olarak vardı. Yani H er birimize defalarca so' linde kadın kimliğini yine kadın “Allah rızası” kavramını, örtün­ rulan bir soruyu ben de vücudu, bedeni ve giyinik olup medeki din-özü orijini olarak be­ sık sık kendime sorarım: olamaması ile ilintilendiren bir ba­ lirleyip de son zamanlarda ve çağı­ kış açısıyla karşı karşıyayız. mızda yaşadığımız politik mücade­ “Bu kızlar niçin örtünüyor?” ya da “niçin örtünüyorum?” Kadın bedeni ve giysileri top­ le çerçevesindekileri -bizim yaşadı­ ğımız öyküleri- modernizm darbesi Özelde 2 8 Şubat 1 9 9 7 ’den bu lumsal değişim ölçütü halinial dı- yana dapdaracık bir kuşatma alanı ğından beri de, örtülülük ve karşıtı olarak sunulan; fakat genelde, manasında örtüsüzlük, pek tabiidir “batılılaşma” hareketleri başlığın­ ki siyasal anlam karşılığı olan eyle­ da, toplumsal değişim taleplerinin me dönüşmüş durumda. En azın­ hep içinde, ama asla ilk sırada zik' dan “örtüsüzlük”, devlet feminiz­ sal bir anlamı da var olduğunu ve redilmeyen; ilk sırada zikredilme- mi eşliğinde resmi ideoloji haline sembolleri, anlamların sadece boş diği halde 1876’dan -değişim ta­ dönüştürülmesi noktasında olum­ birer kalıplarıymışçasına dışlama­ leplerinin yasal evrak olarak tan­ suz ve evrensel olmayan bir siyasal­ nın kolaycılık olduğunu düşünüyo­ zim tarihi- bu yana da, süreçler ha­ laşma anlamlarını barındırıyor. Fa­ rum. Zira örtü bir ibadet olarak almış, içi boş bir siyasal yalıtılmışlığa itelemek elbette haksızlık. Örtünmenin baştan beri, dinözü ve Allah rızası çıkışının teme­ linde ve yanında, sembolik ve siya­ sembol olabilir, fakat ibadet ‘kendi­ sine ibadet edilen'i işaret etmesi noktasında oldukça önemlidir. "Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra ar§a istiva eden Allah’tır.Gündüzü durmaksızın kendisini kovalayan ge­ ceyle örten,.güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. H a­ beriniz olsun, yaratmak da emir de yalnızca O ’nundur." (Araf/54) Yukarıdaki ayette geçen “ken­ di buyruğuyla baş eğdiren”betimlemesi Yüce A llah’ın “Yaratıcı ve Emir V eren” olması ile birlikte düşünülünce, varoluşa dair, tam egemenlik ve sınırsız tasarruf yet­ kisinin sadece Allah’a münhasır olduğu gerçeğiyle karşılaşırız. D r. 2 2 Um ran-Nisan -ZOOl SAÇLARIMI HİÇ ÇÖZMEDEN.. / ERASLAN Abdülkadir Hamid, ayette geçen “Yalnıca sana ibadet eder, yalnız­ modernist oldukları şeklindeki tar­ “em ir” kavramının “on tolo jik” ca senden yardım dileriz” (Fatiha 4) tışmaları, haksız buluyorum. Bu­ manada bir emir olduğunu, tüm ayeti ise, ibadetin, kulluğun ve kul gün imam-hatip okulları ve üni­ varlıkların ister istemez 'irade dışi' olma bilincinin iman bilinciyle ne versiteler önünde direnen çocuk­ bu emre uyduğunu, yaradılışın ge­ kadar da sımsıkı bağlı olduğunu ları, kot pantolonlu oluşları ya da rekçesi olan bu emrin bizatihi A l­ öğretir bizlere. örtülerinin şekli, küçüklüğü veya lah tarafından verildiğini anlatır. ibadet sözün tutulma azmidir. renkleri konusunda eleştirenler (M ekke Döneminde Siyasi Düğünce Bu bağlamda örtülü kızlar, el­ bilmelidirler ki, kimse başını zorla bette ki kulluğa dair elest bez- örtmez; tıpkı zorla namaz kıldımıa- siyasetten mi’nde verdikleri K âlü B e lâ sözü­ nın, zorla oruç tutturmanın da asla arındırılmış olmayı pekiştirmek nü tutmak üzere örtünmeye devam mümkün olmayacağı gibi... Bir kız adına zikrettiğimiz “Sırf Allah rı­ etmektedirler. örtülüyse, pek çok hatası hatta gü­ M etodobjisi, Ekin yay.) Dolayısıyla sanki zasını kazanmak için örtün- mek”cümlesinin altında”Allah’ın ‘ Örtü, Rab ile yapılmış akdi sürdürmeye dair bir azimdir. nahı da olsa, muhakakki Allah’ı sevdiği, O ’na inandığı ve Emir Ve­ ren olduğunu onayladığı için örtü­ emirlerine uymak” ve”emir veren Kısacası, insanlar nasıl namaz ve verebilecek olanın Allah oldu­ kılarlarken Allah’tan başka İlah ğunu” onamak gibi... karşılıklarını olmadığını haykırıyorlarsa, oruç Kendime ve bu kız çocuklarına siyasal manada da anlamlandırabi- tutarlarken nasıl Allah’tan başka zaman tanıyorum. Düzelebilmek leceğimiz sonuçlar çıkar. İlah olmadığını söylüyorlarsa... ve için, daha iyi ve dinin daha olum- Aslında diğer ibadetlerde de ol­ hacca giderken, zekat verirken ve ladığı bireyler olabilmek için, za­ duğu gibi, örtünmek eyleminde de, diğer tüm kulluk vazifelerini de ifa mana, duaya, gayrete ihtiyacımız Allah’ın emirlerine uymak genel ederken... tevhid akidesini, çıkış var. Allah hepimize hidayet ver­ başlığında, kişilerin fetva, yorum orijini olarak belirliyorlarsa... örtü­ sin... ve anlayışlarına göre eğip bükeme- nürken de aynı kelimelerle Yüce yecekleri bir Rabbani mukavemet Allah’ı takdis ve tenzih ediyorlar. söz konusudur. Ö rtü, Allah’m em­ Bu noktada son zamanlarda ör­ ridir, ve biz, Allah öyle emrettiği tülü çocuklar üzerinden gerçekleş­ için örtünüyoruz. tirilen, İslamcı kadınların giderek lüdür. Bu arada, Allah’ın “Emir V e­ ren ve Yaratan”olduğunun siyasal anlamları üzerinde düşünmeyenle­ re de elbette sitemlerim var. Örtü, en çok da hür kadınla­ Um ra n • Nisa n • 2002 23 GÜNDEM rın simgesi. Ne acı tesadüf/tevafuk bugünün siyasi zaviyesinde bir yaşadığı da düşünülebilir. Zaten ki, aslında örtü düşmanlığı yapan­ “karşı çıkma” olarak adlandırılma­ Türkiye üzerinde fiili olarak mev­ lar, hürriyeti de kavram olarak yok sı da bu yüzdendir. B u kızların ör­ cut kalabilmiş tek ve gerçek kavga­ etmeye azmettiklerinin farkında tüsü, evet hepimize Allah’ı hatır- mızın da “örtü” olduğunu düşüne­ değiller. İslam kadınlarının, el bir- tatmaktadır ve bu hatıra da bütün cek olursak; örtünün, islami/sekü- ligiyle örtüsüzlüğe; bir bakıma san­ din karşıtı zihhniyetleri rahatsız 1er karşılaşmada, göstergesel mana­ ki köleleştirilmeye tabi tutuldukla­ etmektedir. sını da kavramış olabiliriz. Sakla­ rını da düşünebiliriz pekala. Haya­ Ciddi bir hakimiyet tartışması­ nacak yeri olmadığı için ya da elde tımın son on beş yılı, pek çok ka­ nın ortasında örtü... En saklayama- kalan son gösterge-sembol olduğu dının ise neredeyse yarım asırlık yacağımız, en eğip bükemeyeceği- için, örtü’ye omuz vermek, onun hayatları, bu köleleştirme saldırısı­ miz, kazaya, özre ve sonraya terk ya direnişine destek olmak, hiç değil­ na karşı durmayla geçti. Elbette, da tehir de edilemeyecek oluşu iti­ se saygı göstermek zorundayız... bu direnci bir şeref olarak zikret­ bariyle, diğer dini ritüellere göre Örtüyü bir ibadet olarak tevhid meye hakkımız olduğunu düşünü­ bazı şanssızlıkları da yaşamıyor de­ bilincinin ayrılmaz parçası olarak yoruz. Çünkü A llah Emir Ve- ğil. Söz gelimi, namazlarınızı bir düşünmenin yanı sıra, örtüyü gele- ren’dir. “Y o h a onlar (siz), hiçbir şey şekilde gizlemenin, orucunuzu bir "neğin içindeki manası haline geti­ olmaksızın mı yaraüldılar?Yoksa ya­ şekilde saklayabilmenizin, saka- rilen “namus” anlayışı ile ilintilen- ratıcıları kendileri mi?” (Tur-35) di­ 1 zaten sünnettir, farz değil diyerek dirmeyi şüphecilikle karşıladığımı ye somyor Yaradan. Bu kızların ör­ kesebilmenizin falan... yollarını da düşünüyorum. Bu şüphecilikte, tüsü , bu suale verilmiş bir cevap­ bulabilirsiniz de, örtünüzü asla sak­ geleneğin din gibi zannedilerek di­ tır: „Bizi ve herşeyi Sen yaractın, Sen layabilecek bir usul, üslup bula­ nin yerine ikame edilmek gibi bir îlah'sın, Sen’den başka îlah da tanı­ mazsınız. Örtü adına şanssızlık gibi kaderi yaşıyor oluşuna duyduğum mıyoruz”anlam larını çağrıştırıyor duran bu “gizleyememenin” islami tepki de etkili olabilir. Bununla örtülerimiz... ritüellerin modern dayatmalara birlikte, belki günün birinde yani Örtünmenin bir ibadet olarak karşı hep beraberce yitirdikleri ir­ kavganın bittiği bir zaman gelir temelinde yatan tevhid anlamının, tifa düşünülünce, aslında bir şansı belki bilinmez... Örtüsü yüzünden 24 Ümran ■Nisan • 2002 kız çocuklarının dövülmediği, iti­ lip kakılmadığı, kelepçelenmediği, memleketlerinden sürülmediği bir ŞAŞIRTICI AMA GERÇEK zaman gelir belki... İşte o zaman namus’u konuşabiliriz. Söz gelimi, Fuzuli’nin Hadi' N U R) G Ü N D EŞ katü*S'Süeda’sında Hz. Hüseyin ve eşi Ümmü Gülsüm arasında geçtiği zikredilen şu Kerbela veda­ laşmasının... ve içindeki örtü vasi­ yetinin de... duygusal anlamları üzerinde yazmak isterim o zaman. Aşk’ın vasiyetini, “örtünü sakın ha kimseye çözme” sözüyle bağla­ yan bir yiğidin, "haysiyetsiz bir hayatı sürmektense, şerefli bir ölümü tercih ederim** sözündeki”onur”dan neyi kastettiğini de belki anlar günün birinde adamla-, rımız, belki anlar... “Ey Azizim... dedi. Bir tuhaf ha­ li izledim ve garip bir arıza gördüm, bu çölün topraklarından gönlüme bir korku düştü. Hz. imam Hüseyin onu teselli etti. Ve Şehr-i Banu’ya: Ey gönül okşayan sevgilim. Ey aricadaşım ve sırdaşım. Beni bu yerde yarak vücut­ la kana ve toprağa bulanmış görürsen sana vasiyetim şudur: Sakın çığlıklar atarak düşmanın sevincini arttırma. Ve misk kolcan saçlarını dağıtıp yüzü­ nün gül bahçesin, o felakete sevinen A BD Başkanı George W. Bush, Arbusto petrol firması­ nın kurucularından. Salem Bin Laden (Usame’nin kardeşi), Arbusto petrol firma­ sının ilk yatırımcılarından. A BD Başkan yardımcısı Dick Cheney, Halliburton enerji fir­ masının eski CEO ’su. A BD Başkan yardımcısı Dick Cheney, Kazakistan Petrolleri Danışmanlık Kumlunun eski üyesi. Halliburton firmasının bir ara­ lar Unocal petrol firmasının iş­ birliği ile, Burma’ya petrol hat­ tı kuHTia projesi vardı. A BD ulusal güvenlik danışmani Condoleeza Rice, Chevron petrol firmasının eski direktö­ rü. Halliburton firmasının en çok iş yaptığı firmalar arasında Unocal, Chevron, Exxon, Shell gibi diğer petrol firmaları var. ■ Afganistan geçici hükümet başkanı Hamid Karzai, Unocal petrol firmasının eski danış­ manlarından. ■ ABD ’nin yeni atadığı Afganis­ tan elçisi Zalmay Khalilzad, Unocal petrol firmasının eski danışmanlarından. ■ Unocal yönetim kurulu üyele­ rinden Charles R. Larson, ABD ordusunun Pasifik kolu­ nun eski komutanı. ■ Unocal yönetim kurulu üyele­ rinden Donald Rice, ABD ha­ va kuvvetlerinin eski sekreteri. ■ Unocal’ın uluslararası ilişkile­ rinden sorumlu başkan yar­ dımcısı John Maresco, Avru­ pa’da Güvenlik ve İsşbirliği Kurulu’nda ABD için elçilik yapmış. ■ A BD ’nin eski Pakistan elçisi Robert Oakley daha sonraları U nocal’da çalışmış. Robert Oakley Pakistan’daki elçiliği süresinde C lA ’nin Afgan mü- kimselerin göz süzdüğü, temaşa etti­ ği yer etm e. . . ” Bu kızlar da... -ki çocukları­ mız, kardeşlerimiz, eşlerimiz, an­ nelerimiz olan bu kadınlarımız da- saçlarını hiç çözmeden, hiç çığlık atmadan ama ağlayarak ayakta dimdik durabiliyorlarsa, şüphesiz ki bu vasiyettendir. Biz saçlarımızı hiç çözmedik ki... Umran-Nisan -2002 25 GÜNDEM cahitlerine yardımında önemli rol oynamış. ■ Eski A BD Devlet Bakanı Henry Kissinger Unocal için danışmanlık yapmış. ■ Savaşlar A BD başta olmak üzc' re bir çok ülkenin savunma harcamalarını artırıyor. ■ A BD Başkanı George W. Bush’un babası, diğer George Bush, Carlyle Group isimli çok büyük bir özel yatırım firması­ nın yönetim kurulunda yer almış.Baba Bush eski ABD Baskanı. Ayrıca eskiden C IA baş­ kanlığı da yapmış. ■ Cariyle Group’un en çok yatı­ rım yaptığı alanlardan birisi sa­ vunma sanayii. ■ Cariyle Group’un başkanı Frank Carlucci, eski Amerikan savunma bakanı. Ayni zaman­ da C IA ’da üst düzey yöneticilik yapmış. ■ Cariyle Group’un başkanı Frank Carlucci, şimdiki A BD savun­ ma bakanı Donald Rumsfeld’in üniversite yıllarından oda arka­ daşı. B Cariyle Group 160’tan fazla fir­ maya hissedar. Eski A BD ordu­ su komutanı General John Shalikashvili, Cariyle G ro­ up’un sahip olduğu firmalardan birisinin başkanı. 26 Ümran-Nisan-2002 Eski A BD devlet bakanların­ dan James Baker, Cariyle Group’da üst düzey müşavir olarak çalışıyor. A BD ’nin en yakın müttefiki İngiltere’nin eski başbakanı John Major, Carlyle Group’un Avrupa kolunun başkanı. ABD savunma bakanı Donald Rumsfeld bir zamanlar Enron enerji firmasının hissedarları arasındaydı. Enron enerji firması Aralık 200 rd e iflas bayrağını çekti. Bir önceki yılki satışı 100 mil­ yar doların üstünde olan bu fir­ manın iflası Amerikan iş dün­ yasının en büyüğü. İflasın arka­ sındaki usulsüzlükler araştırılı­ yor. bilgi alışverişini teşvik eden bir kuruluş. Kuruluşun eski başkanlarından birisi George Bush (baba Bush). Kuruluşta görev almış (veya hala alıyor) olan diğer isimler ise şöyle: Donald Rumsfeld (şimdiki ABD savun­ ma bakanı), Süleyman Demirel (eski Türkiye Cumhurbaşka­ nı), K enneth Derr (Chev- ron’un başkanı ve CEO ’ su), John F. imle (U nocal’ın başka­ nı), Kenneth Lay (Enron’un başkanı ve C E O ’su). Cariyle Group’a yatırım yapan­ lar arasında Bin Laden ailesi­ nin üyeleri de var. ABD devlet bakanı eski gene­ ral Collin Powell 2000 yılında Carlyle Group tarafından sözcü ABD ordusunun sekreteri T h o­ mas W hite, Pentagon’da çalış­ maya başlamadan önce Enron’da başkan yarddımcısıymış ve milyonlarca dolarlık Enron hissesi sahibiymiş. A BD hükümetinin ekonomi danışmanı i Larry Lindsay ve ti­ caret müşaviri Robert Zoellick daha önce Enron için çalışıyor­ lardı. leşmesi olarak bilinen AOL ile Time Warner firmalarının bir­ leşmesini onaylayan ABD Ulu­ Eisenhower Exchange Fellows­ hip isimli kuruluş değişik alan­ larda dünya liderleri arasında sal Haberleşme Komisyonu’ nun başkanı Collin Powell’in oğlu Michael Powell idi. ■ olarak işe alındı. Firmaya söz­ cülük yapan diğer bir tanınmış isim ise AO L Tim e Warner’in Başkanı Steve Chase idi. Collin Powell’in milyonlarca dolarlık A O L hisseleri vardı. Dünyanın en büyük medya bir­ 21. YÜZYILI İSLAM BELİRLEYECEK s. HÜSEYİN NASR İLE RÖPORTAJ ŞİDDET, MODERNLİK VE İSLÂM’IN İMKANLARI Konuşan: Yusuf Kaplan 11 Eylül saldınsmın onuncu günü. A B D ’nin siyasî- jik bir çökertme operasyonu; hem de diplomatik ve askerî gücünün sembolü Pentagon ile dünya üzerinde siyasi bir savaş başlatmış durumda: Amerika, dünya kurduğu ekonomik hegemonyasının sembolü İkiz Kule­ üzerinde kurduğu haksız, hukuksuz, iki yüzlü hege­ lerin son derece sofistike, ustalıklı, ‘^estetik** ama monyaya direnen, itaat etmeyen tek aktör olduğunu ürkütücü bir şekilde vurulması dolayısıyla estirilen irkil­ gördüğü Müslümanları, İslâmî söylemleri sindirmek için tici ve postmodern Amerikan terörü ve propaganda­ her tür yolu denemekte İcararh görünüyor. sı havası hemen hemen dünyanın her yerine hakim ol­ Ancak Müslüman toplumlar, son 200 yıldır yaşadık­ muş durumda. Bu sanal mı, gerçek mi olduğu pek ayırt ları travmatik deneyimi aşabileceklerine, küresel siste­ edilemeyen postmodern, **hiper-gerçek** ve dolayısıyla me, küresel sistemin karikatürleri yerli temsilcilerine ve esrarengiz saldırının dünyanın her bir bölgesini, ülkesini uzantılarına teslim olmayacaklarına, tarihe dün olduğu yeni çatışmaların eşiğine doğru sürükleyeceği gözleni­ gibi yann da Özne olarak müdahale etmek niyetinde ol­ yor. duklarına dair önemli işaretler veriyorlar. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bütün tele­ İslâm dünyasının en parlak ve en derinlikli düşünür­ vizyonlar ve gazeteler “Amerika*nın sesi**, yeni Ro- lerinden Seyyid Hüseyin N asr’la işte böylesi bir ortamda marnın gönüllü lejyonerleri gibi yayın yapıyorlar. bu röportajı yapıyoruz. N asr’ı, tüm bu olan bitenlerden Amerilia’da başlatılan "Müslüman avı”, İslam dünya­ ötürü bir hayli tedirgin olmıış gördüm. N asr’ın tedirgin­ sında Müslümanları “şamar oğlanı” yapacak önlemler liği konuşmasına, jestlerine, mimiklerine kadar yansıyor. alınmasına yol açıyor. Müslümanlar, çok yönlü bir küre­ Ama Nasr, karizmatik biri. Satıh düşünürlerde pek sel kuşatma ile karşı İcarşıyalar: Kendi ülkelerinde, kendi rastlamadığım güçlü bir iradeye, etkileyici ve ken­ geleceklerini kendilerinin belirleme talepleri hile “tehlike­ dinden son derece emin bir kişiliğe sahip. 40 küsur li” görülüyor. yıldır Batı’da yaşayan, hem Batı düşüncesini, hem de İs­ Amerilian yönetiminin 11 Eylül olayından sonra lâm düşüncesini çok iyi özümsemiş bir düşünür olan Müslüman toplumlann kendi kaderlerini M üslüman­ Nasr, İslâm’ın insanlık tarihinin bundan sonraki sürecin­ lık ekseninde kendilerinin belirleme girişimlerini etki­ de sadece Müslüman toplumlara değil, bütün bir insanlı­ siz hale getirmek için elindeki her tür aracı sonuna kadar ğa verebilecek çok önemli ve hayatı “şeyler”i olduğımu ve kullanmakta }<ararb olduğu gözleniyor: Televizyonlar, insanlığın İslâm’ın kuşatıcı, kucaklayıcı, sanp sarmalayı- “kan emici”, “terörist Müslüman” görüntülerinden geçil­ cı değer sistemine, anlam haritalarına şiddetle ihtiyaç his­ miyor. Amerika, Müslüman toplumlann İslâm’la yeni­ settiği bir zcıman diliminde yaşadığımızı söylüyor ve den sahih, sahici ve özgürleştirici ilişkiler kurmamaları Müslümanları zorlu ama gönendirici bir geleceğin için hem medya yoluyla psikolojik bir savaş, psikolo­ beklediğini hatırlatıyor bize. Um ran-Nisan -2002 27 21. YÜZYILI İSLAM BELİRLEYECEK Yusuf Kaplan: Profesör Nasr, ilk sorum, ABD’de yaşa­ çekleştirenler, ister Hıristiyan, ister Müslüman, ister nan terör olayına ilişkin olacak. Burada cevaplandırma" Yahudi, isterse ateist olmuş olsunlar, kim olursa olsun nızı istediğim iki soru var: Birincisi, İslâm’ın ve dolayı­ açık ve kesin bir dille kınanmalıdır; bu kişiler, kesinlik­ sıyla Müslümanların bu tür korkunç bir terör olayına le çılgın ve gayrı insani kişilerdir ve kesinlikle kınan- ilişkin yaklaşımı nedir; ne olabilir veya ne olmalıdır? malıdırlar. Bu eylem, İslam’ın 1400 yıllık tarihi boyun­ İkincisi, çeyrek asırdan fazla bir süredir Batı’da, Ameri­ ca savunduğu her şeye, bütün ilkelere, ortaya koyduğu ka’da yaşayan, dersler, konferanslar veren bir Müslü­ tüm uygulamalara temelden aykırı bir eylemdir. Müslü­ man düşünür olarak bu olayı kişisel deneyimlerinize, manların girmek zorunda kaldığı savaşlarda bile, müslü­ gözlemlerinize bakarak şahsen siz nasıl değerlendiriyor man askerlerin masum insanları, yaşlıları, kadınları ve ve yorumluyorsunuz? çocukları öldürmeleri şiddetle yasaklanmıştır. İkinci olarak, bir olaydan sözettiğimizde, bu olayı İslâm, Masum İnsanların Katledilmelerini Yasaklamıştır Seyyid Hüseyin Nasr: Bismillahirrahmanirrahim. Her şeyden önce, sorduğunuz soruların oldukça kapsamlı so­ rular olduğunu belirtmeliyim. Sorunuzun ilk kısmından başlayacak olursam... Hem manevî, hem de düşünselbakımdan otantik İslâm geleneği içinde, İslâm vahyine göre yaşayan müslümanların bu bağlamda, açıkça kabul ve ilan etmeleri gereken temel hakikat şudur: İslam hu­ anlayabilmek ve çözümleyebilmek için, bunun neden­ lerini anlamaya çalışmak son derece önem arzeder. El­ bette ki, masum insanların katledilmeleri öfkeye ve nef­ rete yolaçar. Bu, elbette ki, anlaşılabilir bir şeydir. O yüzden herkesten önce terör olayına kurban giden kişi­ lerin aileleri adaletin yerine getirilmesini talep ediyor­ lar. Burada adaletin gözetilmesi tek taraflı olamaz; çift taraflı olduğu zaman adalet yerine getirilmiş olur. Böyle bir olayın Amerika’da, Türkiye’de, İran’da veya dünya­ kukuna, Kur’an-ı Kerim’e, peygamberimizin hadislerine nın başka bir yerinde yaşanması, insanların öfke ve nef­ göre masum insanların katledilmeleri haramdır; yasak­ ret duygularıyla dolmalarını engellemez. Ama her ne lanmıştır. Kur’an’da bir ayet’te, “bir insanı öldüren, bü­ suretle olursa olsun, hiçbir zaman adaleti elden bırak­ tün insanlığı öldürmüş gibidir” buyurulmaktadır. Ken­ mamak, hiç kimsenin adalet duygusunu asla yoketme- disini müslüman olarak tanımlayan hiç kimse bu ayeti mek kaçınılmazdır. Bu olayda da adaletin mutlaka göze­ kerimeyi reddemez; bu ayet-i kerimeye aykırı davrana­ tilmesi, yerine getirilmesi gerekir. Herkes, adaletin yeri­ maz. Bu korkunç eylemi gerçekleştirenlerin kimler ol­ ne getirilmesini istiyor. Burada adalet derken, total bir duğunu henüz kesinkes bilemiyoruz ama bu eylemi ger- adaletten sözediyorum. 28 Ümran •Nisan -2002 İSLÂM'IN İMKANLARI / NASR Total Adalet Şart bir mazeret teşkil etmez. İkinci olaraksa Amerika’daki müslümanlar, bu yaşanan elim olayı İslam’ı ve İslam Kaplan: “Total adalet” kavramıyla neyi kastediyorsu­ dünyasını Batı’ya, Batı’yı da İslam dünyasına anlatmak nuz? Biraz açar mısınız bunu? için bir fırsat olarak değerlendirmeli ve İslam dünyası­ Nasr: Total adalet kavramını, bir hadisenin, bir te­ rör olayının vuku bulmasına yol açan bütün unsurların nın bütünüyle “beyaz”; Batı’nın ise “siyah” olmadığını anlatmalılar... dikkate alınması, insanları bu tiır olaylara sürükleyen Kaplan: Ya da tam tersi... Yani Batı’nın bütünüyle bütün nedenlerin araştırılması ve ondan sonra kesin bir “bembeyaz”, İslam dünyasının ise “kapkaranlık” olma­ karara ve hükme varılması anlamında kullanıyorum. dığını... Korkunç bir suç işleyen, bir eylem gerçekleştiren kişiyi adil bir şekilde yargılamak gerekir. Bir insanı suç işle­ Batı’daki Müslümanlar, meye iten gayr-ı adil nedenler varsa, bu nedenlerin de Yanlış Politikalan Düzeltebilirler mutlaka ortadan kaldırılması gerekir. Ancak bundan sonradır ki, bu tür olayların yaşanması veya tekrarlan­ Nasr: Evet., ya da tam tersi. Burada son derece karma­ ması önlenebilir. Nedenleri tedavi etmeden, ortadan şık tarihsel faktörlerin varlığını gözardı edemeyiz elbet­ kaldırmadan, sonuçları tedavi edebilmek, yani adil so­ te ki. Ama isterseniz bu konuya girmeyelim. Benim so- nuçlara ve çözümlere ulaşabilmek imkansızdır. mnuzun ikinci bölümü ile ilgili olarak burada vurgula­ Sorunuzdaki ikinci önemli noktaya, yani Batı’da, mak istediğim önemli bir nokta var. Batı’da yaşayan özellikle de Amerika’da yaşayan müslümanların bu sal­ •müslümanların Batı’yı, Amerika’yı hem kendilerini, dırı konusunda nasıl bir tavır takınmaları, bu olayı na­ hem de bütün dünyayı ilgilendiren sorunların çözüme sıl değerlendirmeleri gerektiği meselesine gelince... Ba- kavuşturulabilmesi için yeni düşünce biçimlerinin, tı’da, özellikle de Amerika’da yaşayan müslümanlar, olaylara yeni açılardan yaklaşma biçimlerinin varoldu­ otantik (sahih) İslami düşüncenin, varoluşun, güçlü ve ğu konusunda uyarmaları, onları aydınlatmaları artık güven verici müslüman şahsiyetin sesi ve vicdanı; dola­ kaçmılmaz hale gelmiştir. Sadece İslam dünyasında de­ yısıyla hem İslam dünyasının Batı’ya açılan, hem de Ba- ğil, tüm dünya genelinde Amerika’nın politikalarından tı’nın İslam dünyasına açılan penceresi olmak mecbu­ hoşlananlar da, rahatsız olanlar da var. Amerika, uygu­ riyetindeler. Batı’da yaşayan müslümanlar, Batı’nın İs­ ladığı politikaların nerelerde, kimleri ve niçin rahatsız lam dünyasında, İslam’ın ve İslam dünyasının da Ba- ettiğini; bunların nedenlerini, kökenlerini araştırmak tı’da gerçek ve tüm yönleriyle daha iyi anlaşılması için ve her şeyi silbaştan yeniden gözden geçirmek zorunda­ çaba göstermeliler. Her iki tarafın da çok iyi bilmesi ge­ dır. Amerika’daki müslümanlar, bu rahatsızlıklarm. dile reken nokta şu: İki tarafta da hem iyi, hem de kötü; getirilmesi, iletilmesi konusunda üzerlerine düşen görev hem adil, hem de gayr-ı adil insanlar olabilir. Bu iş, si- ve sorumluluğu yerine getirdikleri zaman pek çok şey yah-beyaz meselesine indirgenmemelidir. Elbette ki, şu köklü bir şekilde değişebilir. İslam dünyasında yaşanan an Batı dünyası ile İslam dünyası arasında bir güç eşitli­ ve Amerika’nın izlediği politikaların doğrudan ve do­ ği olmadığı doğnj. Dün böyle değildi tabii ki. Dün, 300­ laylı şekillerde yol açtığı sorunların, acıların, sıkıntıla­ 350 yıl önce İstanbul’un payitaht olduğu Muhteşem Sü­ rın nedenlerinin ortadan kaldırılmasına katkıda bulun­ leyman’ın başında bulunduğu ve o vakitler Avrupa’nın mak bu şekilde mümkün olabilir. Müslüman halklara en büyük imparatorluklarından bir olan Osmanlı döne­ gerçekten acı veren, onların haklı olarak öfkelenmele­ minde, Osmanlı ile Avrupa arasındaki güç dengeleri az rine yol açan büyük ölçekli sorunların neler olduğunu çok eşitti. Bazen bir taraf, bazen de diğer taraf savaşlar­ artık dünyada herkes biliyor. Filistin sorunu, Keşmir so­ da galip geliyordu. runu, Çeçenistan sorunu, Moro sorunu; ve tabii Avru­ K aplan: Tabi, şu an İslam Dünyası ile Batı arasında­ ki güç eşitliği, dengesi bozulmuş durumda. pa’nın göbeğinde küçük bir müslüman ülkenin nüfusu­ nun onda birinin katledilmesine yolaçan o korkunç Nasr: Evet... Bu denge kayboldu. Ve müslüman top­ Bosna trajedisi ve benzer katliamların hala aralıklarla lumlar, şu an zayıflamış dürümdalar ve baskı altında ya­ da olsa sürdürüldüğü Kosova ve özellikle de Makedonya şıyorlar. Elbette ki bu durum, birincisi, müslümanların, sorunları adil bir şekilde çözümlenmelidir. Bu liste el­ İslam’ın şiddetle karşı çıktığı eylemler içine girmelerine bette ki uzatılabilir. Ama şu gerçek tüm açıklığıyla or­ Umraıu Nisan .2002 2 9 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK taya çıkmıştır: Bugün müslüman nuşmamızın başında da söyledim: toplumların büyük acılar yaşama­ Bir müslümanın terörü meşrulaş­ sına, büyük sorunlarla boğuşması­ tırması mümkün değildir. Ama na yol açan bu problemler, tüm burada asıl önemli olan insanla­ yönleriyle ve nedenleriyle masaya rın köşeye kıstırılmışlık, çaresizlik yatırılmalı ve artık çözümlenmeli­ durumuna ve psikolojisine itil­ dir. Çünkü bu acılar ve problemler memeleri gerekiyor. Onun için müslümanların Batı’ya karşı haklı de teröre yol açan haksızlıkların, olarak öfke duymasına, nefret duy­ adaletsizliklerin, acıların, trajedi­ gularıyla dolu olmasına, §u ya da lerin de mutlaka ortadan kaldırıl­ bu şekilde şiddete sürüklenmeleri­ ması kaçındmazdır. ne neden olmaktadır. Şiddetle K aplan : Konuşmamızın bu hiçbir şeyi nihai olarak çözüme ka­ bölümünde biraz şiddet kavramı vuşturmak mümkün değildir. Bu­ üzerinde yoğunlaşalım, istiyorum. nun kesin olarak bilinmesi gereki­ Şiddetin zuhuruna yol açan siya­ yor. Kaldı ki, bu tür yollara başvu­ si, ekonomik ve tarihsel neden­ ranlar, İslam dünyasında çok kü­ ler, problemler üzerinde durduk. çük bir azınlıktan ibarettir. Bunla­ Biraz da şiddetin felsefi temelleri, rın bütün müslümanları temsil et­ kökenleri üzerinde duralım. Çün­ tiğini düşünmek yanlıştır. Ama bu kü şiddetin felsefi temelleri üze­ tür şiddet olaylarını önlemenin tek yolu var: Bu insanların acılarına, sıkıntılarına, de­ rinde kafa yormanın çok daha önemli olduğu kanaatindeyim. Şiddet, modern dönem­ vasa sorunlarma sırt çevirmemek ve bu sorunların nere­ de hayatımızın her alanına sinmiş durumda. O yüzden den kaynaklandığı meselesine gereken önemi ve hassa­ ben yaşadığımız şiddet fenomeninin modem bir feno­ siyeti göstermek. Amerika’daki bu korkunç terör olayı, men olduğunu, modernliğin dünya, insan, eşya ve Tan­ bu acıların, trajedilerin, çözümlenemez gibi görünen rı tasavvuruyla ilişkilendirilmesi gerektiğini düşünüyo­ devasa sorunların gündeme getirilmesi, bunlara dikkat rum. İslam dünyasının yaşayan en büyük düşünürlerin­ çekilmesi açısından önemli bir fırsat olarak değerlendi­ den biri olarak sizin bu konuda önemli ve ufuk aÇıcı rilmelidir. Bu konuda Batı’da, özellikle de Amerika’da şeyler söyleyeceğinizi sanıyorum. Sorumu şöyle formüle yaşayan müslümanlara çok önemli görevler düşüyor. Bu edeyim: Heidegger, modernliğin, insanı “her şeyin ölçü­ sadece bir görev değil, aynı zamanda Allah’ın üzerimize tü ve merkezi haline getirdiğini” söyler. Modernlik, in­ yüklediği bir sorumluluktur. Burada sadece şu an yaşa­ sanı, hayatın ve her şeyin merkezine yerleştirmekle, in­ nan sorunların; şiddete, terörizme neden olan problem­ sanı tanrılaştırdı. Fizik gerçeklikle, fizikötesi gerçekliği lerin nasıl çözümlenebileceği, dolayısıyla terörle nasıl birbirinden ayırdı. Böylelikle insan, Tanrı, doğa ve di­ mücadele edilebileceği meselesi üzerinde üzerinde yo- ğer varlıklar arasındaki harmonik ilişkiyi ve dengeyi ğunlaşılmakla kalınmamalı; aynı zamanda, bundan da­ bozdu. Bu, hem kozmik düzlemde, hem varlıklar arasın­ ha da önemlisi, adaletsizliklerin, haksızlıkların oluşma­ da, hem de insanla doğa ve insanla Tanrı arasında şid­ sına neden olan uzun vadeli sorunlar üzerinde de yo­ det üreten bir pratikler yumağının oluşmasına zemin ğunlaş ılmalıdır. Trajedilerin, acıların yaşanmasına yol hazırladı. Zamanla “ip”leri eline alan insan; aklı, bilimi açan adaletsizlikler, haksızlıklar ortadan kaldırılmadığı, ve teknolojiyi mutlaklaştırdı; doğayı, teknolojiyi, diğer bu tür uzun vadeli sorunlar çözüme kavuşturulmadığı toplumları ve kültürleri kontrol etmeye başladı; ama so­ sürece, bu tür terör ve şiddet olaylarının tekrar tekrar nunda akıl, bilim ve teknoloji tarafından kontrol edilen yaşanmasını önleyebilmek imkansızlaşacaktır. Köşeye bir nesne’ye dönüşmekten kurtulamadı. Sonuçta bu du­ sıkıştırıldığını düşünen insanlarm, şu ya da bu şekilde rum, modem insanın hem iç, hem de dış dünyasında fır­ patlayabileceklerini bilmek. gerekiyor. Her ne suretle tınalar esmesiyle sonuçlandı: Modern insan, bir yandan olursa olsun müslümanlar, şiddete, teröre şiddetle karşı­ bir anda, bir düğmeye basmakla dünyayı yok edebilecek dırlar; karşı olmak ve kınamak durumundadırlar. Ko­ kitlesel imha silahlan, kimyasal, biyolojik silahlar icat 30 Ümran • Nisan •2002 İSLÂM'IN İM KANI^Rl / NASR etti. Öte yandan da, egoistleşti; Nasr: Tabii.. Ben, Heideg­ her şeyi izafileştirdi; her şeyi kate- ger’in fikirlerinin çoğuna katıl­ gorize ederek parçaladı ve bu du­ mam. Ama sizin yaptığınız alıntı­ rum modern insanın ruhunu, iç da Heidegger, doğru bir saptama dünyasını alt etti. Ben, modern yapıyor. Bunu, değişik zamanlar­ dönemde şiddet ve terörün köken­ da ve değişik şekillerde ben de di­ lerinin bu parçalı insan, Tanrı, le getirdim ve uzun uzadıya tartış­ gerçeklik, doğa tasavvurunda gizli tım. İnsanı, Tanrı’nın yerine yer- olduğunu düşünüyorum. Şiddet ve leştiraıek; hem insanı mutlaklaş­ terör sorununu tartışırken bu asli tırmak, hem de insanın sahip ol­ sorun hep atlanıyor. Oysa asıl so­ duğu sınırlılıkları mutlaklaştır­ run burada saklı. Siz bu konuda mak demektir. Hümanizm dediği­ felsefi olarak ne tür bir açılım ge­ miz şey, bu işte. Dahası, burada tirmek istersiniz? şiddetin kendisi de mutlaklaştırıl- Nasr: Güzel bir soru... Öyle bir maktadır. Burada büyük bir çeliş­ soru ki bu, ancak ciltler dolusu ki­ ki, daha doğrusu büyük bir iki tapla cevap verilebilir buna. Ama yüzlülük var. Şöyle bir şey bu: Bir olabildiği ölçüde özetleyerek ce­ yandan insanı sevmekten, insan vap vereyim. Bir kere, sorunuzda sevgisinden sözetmek; ama öte parmak bastığınız birkaç önemli yandan da insanı, insan egosunu ve farklı nokta var. İsterseniz, ön­ her şeyin merkezine ve bizzat in­ ce şiddet sorununun kendisinden başlayalım. En derin, sanın üstüne yerleştirmek. İşte bu, şiddet üretmekte ve yani metafizik anlamda bizatihi varoluş, şiddet ima şiddeti doğallaştırarak meşru hale getirmektedir. Burada eden bir şeydir. Şiddetin kökeninde, Tanrı’dan kopma karşımıza çeşitli şiddet biçimleri çıkmaktadır: Her şey­ eylemi vardır. Bu nedenle bizim kutsal antroplojimizde, den önce Öteki’ne, komşuya karşı şiddet; hatta bizzat yani İslam’da (ve tabii Hıristiyanlık ve Yahudilik’te de) kendi kültürleri içinde ötekiler icat ederek şiddet bi­ Adem aleyhisselam’ın iki oğlunun, Habil ile Kabil’in, çimleri geliştirmek. İnsan, bu durumda, “ben istiyorum, birbirlerine şiddet uyguladıklarına inanılır. Bunun, di­ yalnızca ben istiyoaım” diyor ve insan ego’su her şeyin ğer dinlerde de geçerli olduğunu görüyoruz. Meseleye merkezi haline geliyor. bu noktadan bakılınca, şiddet sorununun, modernlikle İkincisi: Doğa’ya karşı şiddet. Herkes, dünyada ba­ veya modern teknolojiyle birlikte başlamadığı söylene­ rıştan filan sözediyor; ama dünyayı katlettiğimiz gerçe­ bilir. Şiddet’in daha derin kökenleri vardır. Zira, yalnız­ ğini hep gözardı ediyor, ikinci plana itiyoruz. Doğayı, ca Allah, es-Selam’dır, yani barış ve esenliktir; şiddet­ ağaçlan, nehirleri, okyanusları, balıkları, denizaltındaki ten münezzehtir. Tanrı’dan kopma, varlığın (being) varlıkları katlediyor, yokediyoruz. Havayı kirletiyoruz; ezeli dengesinin “bozulması” anlamında, bilfiil bir şid­ neredeyse havayı bile soluyamaz hale gelmedik mi? det eylemidir. Burada şiddetin metafizik boyutu üzerin­ Böyle bir dikıyada barıştan dem vuran insanlar, hangi de daha fazla durmayacağım. Bu kadarı kafi, sanırım. barıştan sözediyorlar acaba? Burada varılması gereken sonuç, şiddetin sadece mo­ Üçüncüsü: Modern teknoloji, şiddetin, tahayyül bi­ dern döneme özgü bir icat olmadığıdır. Burada modern le edilemeyecek boyutlarda ve alanlarda uygulanmasını olan, şiddetin fiilen telaffuz edilmesi ve hayata geçiril­ mümkün kıldı. Tarihin önceki dönemlerinde çok bü- mesidir. Başka bir deyişle, bir yandan şiddete başvur­ '^öik çaplı işgallerin ve yıkımların yaşandığını biliyoruz. mak; ama öte yandansa şiddet gerçeğini inkar etmektir. Örneğin tarihte insanlığın tanık olduğu en büyük tah­ ribatı gerçekleştiren Moğollar, 13. yüzyılın ilk yarısında Teknoloji Felsefesi İslam dünyasının önemli bir kısmını. Batı Asya’yı baş­ K aplan: Bu saptamanız önemli. Bunu biraz açmanızı is­ Moğollar bile, işgal ettikleri yerlerdeki ormanları, ne­ tesem... hirleri, doğayı tahrip etmemişlerdi. Oysa teknolojinin tan aşağı işgal etmiş ve herkesi katletmişlerdi. Ama Ümran - Nisan . 2002 31 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK hakim olduğu günümüzde yapılan tahribat, tahayyül şiddeti hayatımızda en asgari düzeye indirmenin ve edilemeyecek kadar total, külli bir tahribattır. Böylelik' kontrol altına almanın yolları, yöntemleri üzerinde ka­ le modern dönemde şiddet yeni bir boyut kazanmıştır. fa yormak gerekiyor. Bu da mevcut kategorik, her şeyi Böyle bir ortamda kimileri, barıştan, sevgiden filan sö- atomize eden Batılı zihin yapısının dışında, yepyeni dü­ zedip duruyor. Bu, hiç de derin ve esaslı bir felsefe de­ şünme biçimleri geliştirmekle mümkün olabilir ancak. ğil; çünkü bir yandan diğer varlıklara, doğaya ve diğer O halde burada öncelikli olarak yapılması gereken kültürlere şiddet uygulayan, şiddeti her bakımdan mer­ şey, şiddeti tümüyle ortadan kaldırmak gibi asla sonuç keze alan bir hayat sürdüreceksiniz; öte yandan da kal­ vermeyecek ve imkansız bir çaba içine girmek değil; (ki, kıp barıştan, sevgiden, özgürlüklerden sözedeceksiniz. böyle bir şeyi ancak Allah’la manevi bir rabıta kuran ve Bu en hafif ifadeyle son derece komik, insanı ve hayatı Allah dostu olan veliler başarabilir ancak) yapılması karikatürize eden bir haleti ruhiye ve davranış biçimi­ gereken şey, şiddeti en asgari düzeye indirmenin yolla­ dir. Sadece ekonomik şiddetin boyutlarına ve sonuçla­ rını bulmaktır. Tarih boyunca şiddeti en asgari düzeye rına bakmak bile, ne ka­ indirmeyi, dar şiddet yüklü, adalet din/ler başarabilmiştir. duygusundan yoksun bir dünyada yaşamaya mah­ kum edildiğimizi göster­ mek için yeterli olabi­ lir... Küreselleşme ça­ ğında ekonomik şidde­ Sadece ekonomik şiddetin boyutlarına ve sonuçlarına bakmak bile, ne kadar şiddet yüklü, adalet duygusundan yoksun bir dün­ yada yaşamaya mahkum edildiğimizi gös­ termek için yeterli olabilir,.. tin ve ekonomik şidde­ yalnızca Dinden nefret eden mo­ dern / seküler kişiler, dinden sözedildiğinde, hemen din’i tarihteki savaşlarla, çatışmalarla vesaire özdeşleştirirler. Ancak bugün olan bi­ tin yol açtığı adaletsizliklerin, haksızlıkların, yoksulluk­ tenlerle karşılaştırıldığında bu savaşların bir hiç olduğu, ların, açlık sorunlarının hangi boyutlarda seyrettiğini devede kulak misali kaldığı ve adeta bahçede çelik ço­ herkes az çok biliyor. Ekonomik şiddet nedeniyle dün­ maklarla oynayan çocukların oyunlarını andırdığı görü­ ya nüfusunun büyük bir bölüğünün gerçekten onur kırı­ lecektir. Burada önemli olan nokta şu: Dinler, istisnasız cı şartlarda varolma, ölüm-kalım ve en azından insanca bütün dinler, açgözlülükle mücadele ederler. Sadece ib- yaşama mücadelesi verdiği bir dünyada, birilerinin ba­ rahimi dinler değil, Çin dini, Japon dini ve tüm diğer rıştan, sevgiden, özgürlüklerden, şiddete karşı mücade­ dinler de dahil, hangi din, “açgözlülük, iyidir” der ki? leden sözetmeleri bana hem komik, hem de alaycı, ki­ Hiçbir din açgözlülüğü kutsamaz. Aksine, başkalarına birli ve hatta insan onurunu ve varlığını hiçe sayıcı bir yardım etmeyi, kanaatkar olmayı, fedakarlığı, diğergam- yaklaşım olarak görünüyor. O yüzden ben bu kişileri, lığı salık verir. Bütün dinler, bağlılarından “komşunuza akımları ciddiye bile almıyorum. iyi davranın” ilkesini hayata geçirmelerini ister. Örne­ ğin Hıristiyanlık böyle bir dindir. Her ne kadar Hıristi­ Şiddetin Kaynağı: Modern Batı Düşüncesi yan Avrupalılar, komşularına, dünyadaki diğer insanla­ Kaplan: Peki, sizin burada önerdiğiniz köklü ve kalıcı Hıristiyanlık, “komşunuza iyi davranın” ilkesini hiç ol­ ra ve toplamlara her zaman iyi davranmamışlarsa da, bir çözüm yolu var mı? mazsa motto olarak benimsemiştir. Oysa 1990’larda Nasr: Her şeyden önce buradaki çelişkiyi ve ikiyüz­ “açgözlülük, iyidir” ilkesi motto olarak kabul edilmiştir. lülüğü görmemiz gerekiyor. Biraz önce bu noktaya dik­ Camilerde, kiliselerde, sinagoglarda, diğer dinlere men­ kat çekmiştim. Burada köklü, kalıcı ve uzun vadeli çö­ sup tapınaklarda hep bu temel hayati öğretiler tekrar züm önerileri üzerinde kafa yorulmalı. Mesela sadece tekrar öğretilmiştir. İşte burada, dinlerde, Tanrı mevcut barıştan, sevgiden, ne olduğu bir türlü açıklanamayan ve merkezi bir yer işgal ettiği için, insan, hiçbir zaman ve tanımlanamayan özgürlüklerden sözetmek, dolayı­ nihai ve mutlak bir konumda olmamıştı/r. Her şeyden sıyla şiddet gerçeğini inkar etmek ve şiddeti tümüyle or­ önce modern bilim, modern insandan öte dünya inan­ tadan kaldırmak gibi gerçekleştirilmesi mümkün olma­ cını çekip almıştır. Ve sonuçta insanın önünde kala ka­ yacak ütopik ve romantik bir yaklaşım geliştirmek yeri­ la yalnızca bu dünya kalmıştır. Artık istediğimiz her şey ne, şiddet gerçeğini kabul etmek ve en geniş anlamıyla sadece bu dünyada ve bu dünyaya özgü şeylerden ibaret­ 32 Ümran’ Nisan -2002 İSLÂM'IN İMKANLARI / NASR tir. Tüm bunlara bir de modem tasavvurun bütünüyle, ların hem büyük ölçüde yok edildiğini ve zincirlere vu­ evet bütünüyle yanlış anladığı ve yanlış tanımladığı in­ rularak Amerika’lara ve Avrupalara zorla getirildiğini san ve insan doğası anlayışı da eklenince, kaçınılmaz ve bun insanların hatırı sayılır bir bölümünün telef ol­ olarak bugün içinde bulunduğumuz kaos ve katastrof duğunu veya katledildiğini artık herkes biliyor. Öte (en geniş anlamıyla felaket) ortamında bulduk kendi' yandan engizisyonları, cadı kazanlarını, yüzyıl savaşları­ mizi: Buna göre, artık tek istediğim şey, ihtiyaç hissetti­ nı, birinci ve ikinci dünya savaşlarında öldürülen insan­ ğim şeydir. İstemek / talep etmek, ihtiyaç hissetmektir. ların sayısını ise burada zikretmeye bile gerek yok. Ama Talep, yalnızca ve yalnızca ihtiyaca indirgenmiştir. İşte ortada tam tersi bir kanaat var; Çünkü yüzyıllardır, özel­ bundan sonrası önemli; çünkü meselenin püf noktası likle de son onyıllardır medya marifetiyle bilinçli bir şe­ burada gizli: Bir ihtiyacı yerine getirebilmeniz için, şid­ kilde böylesine yanlış ve çarpık bir imaj oluşturulmuş dete başvurmak zorundasınız. Bu nedenledir ki, tüketim durumda. toplumu, şiddet toplumudur. Başka bir deyişle tüketim Oysa bu İslâm’a ilişkin geliştirilen veya icat edilen sığ bir algılama biçimi­ toplumunun varolabil­ mesi ve varlığını sürdü­ rebilmesi için, şiddete başvurulmak zorunda­ dır. Tüm bu faktörler -ki bu faktörler daha da ar­ tırılabilir- bir araya geti­ rilip de soruna bir bütün İslâm’ı öteki olarak konumlandırmak; son­ ra da Islâm’ı şiddetle, şer-şeytanla, özdeşleş­ tirmek; Batı’yı ise iyi ve güzel olan ne varsa onunla özdeşleştirmek. Artık dünyanın bu sığlığı, bu yüzeyselliği aşması zorunludur. olarak bakıldığında, şid­ nin bir ürünü; İslâm’ı öteki olarak konumlan­ dırmak; sonra da İslâm’ı şiddetle, şer-şeytanla, özdeşleştirmek; Batı’yı ise iyi ve güzel olan ne varsa onunla özdeşleştir­ mek. Artık dünyanın bu det soruııunun yeni bir boyut kazandığı açıkça görüle­ sığlığı, bu yüzeyselliği aşması zorunludur. Zorunludur di­ cektir. 19. yüzyıldaki savaşlar, hatta 20. yüzyılda yaşa­ yorum; çünkü bu, yeryüzündeki insan varlığının ve va­ nan iki büyük dünya savaşı bile, bugünkü nükleer silah­ roluşunun geleceğini tehdit ediyor. Öteki’ne karşı, (ki, larla, kimyasal ve biyolojik silahlarla karşılaştırıldığında bu öteki kim olursa olsun farketmez), böylesine hasma- birer çocuk oyunu gibidir. İşte tüm bu nedenlerden ötü­ ne, önyargılı, tabansız bir tavır geliştirmek, imaj üret­ rü, şiddet sorununu sadece belli ve sınırlı boyutlarıyla mek, insanlığın geleceği için çok tehlikelidir. ' tartışmaktan yana değilim. Şiddet sorununu gerçekten Burada son olarak şunu söylemek isterim: New anlayabilmek için, bu sorunu tüm boyutlarıyla birlikte York’ta yaşanan trajedi, Batılıların, sıradan insanların ve derinlikli bir şekilde ele almak ve tartışmak zorunlu­ Sanayi Devrimi’nden bu yana yaşadıkları, karşı karşıya dur. Şiddet sorununu tartışırken, barış sorununu da, sa­ kaldıkları en büyük trajedidir. Artık yeni tanrı teknolo­ vaş sorununu da tüm boyutlarıyla tartışmadığımız süre­ jinin, hiçbir sorunu kalıcı olarak halledemeyeceği; tek­ ce şiddet sorununu anlayabilmemiz imkansızdır. nolojik güce sahip olmanın, güvenliğin garantisi olma­ İslâm “Savaş Dini”, Hıristiyanlık “Barış Dini” mi? dığı ve olamayacağı anlaşılmıştır. Dolayısıyla insanın Öte yandan, Ortaçağ’daki tecrübe dolayısıyla barış güvenliğini garanti altına alacak başka bir şeye ihtiyacı sorunu da, savaş sorunu da Avrupa’da tümüyle yanlış al­ olduğu tüm çıplaklığıyla gün ışığına çıkmıştır. gılanmış, yanlış temellendirilmiş ve dolayısıyla İslâm daima “savaş dini”, Hıristiyanlık ise “barış dini” olarak Modern Teknoloji, Şiddet ve Zorbalığm Kaynağı sunulagelmiştir. Oysa bu, bence, insanlık tarihinin ta­ nık olduğu en büyük paradokslardan / çelişkilerden bi­ Kaplan: Peki, nedir bu başka şey dediğiniz şey? Ayrıca ridir; çünkü hangi medeniyetin daha çok insanın ölü­ bu soruya cevap vermeden önce size cevaplandırmanızı müne yol açtığını araştırdığınızda ve bunun için Batılı istediğim bir başka soru sormak istiyorum: Batı’da geliş­ istatistiklere bile baktığınızda gerçek tablonun nasıl te­ tirilen teknolojiyi, metaforik olarak, Dr. Frankenstein zahür ettiğini görmeniz hiç de zor olmayacaktır. Burada figürü ile özdeşleştirebilir miyiz? daha fazla söz söylemeyi gerekli görmüyorum; çünkü sö­ Nasr: İsterseniz, ilkin, son sorudan başlayayım.. mürgecilik ve kölelik tecrübesi ortada: Amerika yerlile­ Teknolojiyi elbette ki Dr. Frankenstein figürü ile özdeş- rinin neredeyse tümünün tarihsten silindiğini, Afrikalı­ leştirebiliriz. Hatta ben daha da ileri gidebileceğimizi, Ümran-Nisan -2002 33 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK Mumford, Ivan Illich, özellikle de Illich bu bağlamda önemli bilimsel, felsefi ve sosyolojik kanıtlar ve argü­ manlar geliştirmiştir. Ama insanlar bu düşünürlerin söylediklerine pek fazla kulak kabartmak istemiyorlar. Genel durum böyle. Üstelik bu durum, son 20-25 yıldan bu yana daha da kötüleşti: Hiç kimse bu düşünürlerin yaygın deyişle- “kafalarını ütülemelerine” tahammül edebilecek durumda değil! Oysa 1960’lı yıllarda küçük de olsa önemli bir pencere, önemli bir çıkış yolu açıl­ maya başlamıştı. Karşi'Kültür Hareketi: Kaçırılmış Bir Fırsat K aplan : Karşı-kültür akımının temsilcilerini, Roszak’ları, Aldous Huxley’leri filan da dahil ediyor musu­ teknolojiyi daha esaslı bir figürle özdeşleştirebileceğimi- nuz bu düşünürler, bilge kişiler arasına? zi düşünüyorum. Hem Müslüman düşünürler, hem de Nasr: Tabii ki... Bu karşı-kültür hareketi içinde yer bazı Batdı düşünürler, modern teknolojiyi çok daha de­ alan Theodor Roszak gibi kişiler, ben “İnsan ve Tabiat” rinlikli bir dille ve şekilde eleştirmişlerdir. Sözgelişi, başlıklı kitabımda dünyayı büyük bir çevre felaketinin Goethe, modern bilimi, “Faust’yen bilim” olarak adlan­ beklediğini söylediğim sıralarda ortaya çıkmışlardı. Bil­ dırmıştır. Pandora’nın kutusunu açtığınız zaman, Fa­ diğiniz gibi bu kitabım, benim Türkçe’ye çevrilen ilk ki­ ust’yen bilimle karşılaştığınızı görürsünüz. Goethe’nin tabimdi. O vakitler, gerçekten de bir vizyon değişikliği­ son dönem şiirlerinde de tasvir edildiği gibi modem bi­ ne ilişkine önemli işaretler vardı Batı’daki bu düşünür­ lim, kontrolden çıkan ve insanı kontrolü altına alan bir ler kuşağı arasında. İyi ve dikkate alınması gereken fi­ bilimdir. Zararsız olduğu, insan için son derece faydalı kirleri olan bu düşünürler, entelektüel ilgileri kalmayan olduğu durumlarda bile bu durumun geçerli olduğu ar­ ve ahlakî kaygıları olmayan genç kuşaklar tarafından es tık anlaşılmıştır. Aksi kanıtlanamamıştır. Modern bili­ geçildi. Artık bu saatten sonra bu tür düşünürlere, bilge mi sözümona ileri ve gelişmiş yapan şey, hükümetlerin kişilere kulak kabartan kuşaklar olduğunu hiç zannet­ veya askeri elitlerin askeri veya ekonomik gücü ele ge­ miyorum. Postmodernizm, Batı’daki genç kuşakları in­ çirmek amacıyla astronomik miktarlarda para harcama­ sanlığın, dünyanın sorunlarına karşı duyarsızlaştırdı. larıdır. Dolayısıyla Francis Bacon’ın yüzyıllar önce “bil­ Genç kuşaklar artık heyecan, hız ve haz peşindeler. Bu gi, güçtür” diyerek bilim ile güç arasında kurduğu ilişki, tür sapkın duygular, bugün bilim ve teknolojinin dün­ bugün de geçerliliğini sürdürmekte; hatta gittikçe daha yasına da hakim olmaya başlamıştır. İnsanlar, bir düğ­ da geçerli hale gelmektedir. Sonuçta günümüzde bilim, meye basarak tüm insanlığı yok edebilecek akıllı ve şık dolayısıyla teknoloji, daha fazla hakimiyet ve güç elde silahlar icat etmekten müthiş haz ve keyif alıyorlar! Oy­ etmenin yegane aracı konumuna gelmiş durumdadır. sa bu, insani duyarlığın infilak etmesi, iptal olması de­ Öte yandan bu gücü eline geçiren ve her fırsatta tahak­ mektir. Ve geleceğimiz açısından çok tehlikeli bir şey­ küm aracı olarak kullanan Batılı insan, artık Ortaçağ dir. Artık şu an burada konuştuklarımızı bile birilerinin dönemindeki “günahkâr, masum” insan değil. Bu insan, izleyebilediği, kaydedebildiği bir “teknolojik gelişmişlik artık kendisini her şeyden, Tann’dan bile güçlü gören, düzeyi” ile karşı karşıyayız. Ama bunun son kertede hiç her şeyi kendi kontrolüne aldığını düşünen bir Fran­ insanlığmı yararına ve hayrına bir gelişme olmadığını kenstein figürüdür. Ama bu gerçeği görmemeyi, gözardı kavrayamıyoruz. Yarın, kötü niyetli, sapkın birileri artık etmeyi yeğliyor bu insan. Ne ki, artık bu azmanlaşmış, oyuncak haline gelen bu aygıtları, kendi bencil çıkarla­ kendisini her şeye gücü yeten bir varlık olarak gören rı için kullanabilecek durumdadır. Mesele bu kadar ba­ Batı’daki bu insan figürü ve dolayısıyla modem tekno­ sit. Ama bu elbette ki çok tehlikeli bir durum. Belki de, loji, Batılı düşünürler tarafından da sert ve derinlikli bir tam da bu durum, insanlığın her şeyi silbaştan yeniden dille eleştirilmeye başlanmıştır. Jacques Ellul, Lewis düşünmesini icbar edecektir. Dolayısıyla dünyayı daha 3 4 Ümran-Nisan -2002 İSLÂM'IN İMKAN1,AKI /N A S R başka şekillerde de görme biçimlerinin olduğu belki de bu müthiş ve yakm tehlike nedeniyle mümkün hale gC' lebilecektir. Çünkü dünyanm büyük bir bölümü sefale' tin ve açlığın pençesinde kıvranırken biz ekonomik, as­ kerî ve teknolojik olarak ne kadar güçlü olduğumuzu söyleyerek böbürlenemeyiz. Bu insanın, insanlığından çıkması, insanlığını yitirmesiyle eş anlamlı bir davranış olur. 11 Eylül trajedisi, güçsüz ve savunmasız insanların da fena halde yara alacağını, korku ve panik içine düşe­ ceğini kanıtlamıştır. Ki, eğer çıkarmasını bilirsek, bura­ dan çıkarılabilecek çok önemli dersler var. ABD, Müslümanların Rolünü Farketti K aplan: Bu ders çıkarma meselesi konusunda bir soru sormak istiyorum. Önde gelen bir müslüman düşünür kalı-Protestan) olarak adlandırılmakta ve ülkedeki en olarak bu bağlamda siz, Amerikalı yetkililere. Ameri­ kilit makamları işgal etmekteydiler. Aradan buca za­ kan yönetimine ne tür tavsiyerlerde bulunurdunuz? man geçmesine rağmen bugün bile bu durum doğal ola­ Nasr: Birileri bana bir şey sormadığı sürece tavsiye rak kabul edilebilmektedir. Katoliklerden sonra Yunan vermem mümkün değil. Kendimi bu tür pozisyonlara it­ Ortodokslar, ardından Yahudiler ve son olarak Müslü­ meyi hiç de uygun bulmuyorum. Ama elbette ki. Was- man göçmenler geldiler Amerika’ya. Bunların hepsi hington’da yaşıyorum ve Amerika’da kimi etkin çevre­ birden Amerikan toplumunu oluşturmakta ve hepsi de lerde az-çok tanınan ve görüşlerine zaman zaman baş­ Amerikan toplumunun bir parçasıdır. En son gelen vurulan biriyim. İslâmî bir mesele olduğu zaman, tele­ gmp, daha önce gelen gruplara oranla daha az tanın­ fonlarım hiç susmuyor. Amerikalı kimi yetkililer bu tür maktadır Amerika’da. 19. yzüyılda New York’a konser durumlarda ne düşündüğümü soruyorlar. Benim söyle­ vermek için davet edilen Yahudiler, 20. yüzyılda Yahu­ diklerimi gerçekten dikkate alıp almadıklarını ben bile­ di geleneklerini, yiyeceklerini de getirdiler. Çünkü mem. Çünkü Amerika’da çok farklı sesler, görüşler ve Amerika’da Yahudilerin yiyebilecekleri yiyecekler yok­ kesimler var. 11 Eylül trajedisi dolayısıyla Amerikan tu. Dolayısıyla bir eyalette çeşitli konserler verebilmek yetkililerine ve hükümetine tavsiyelerimi şöyle özetle­ için bir Yahudi’nin hem geleneklerini, hem de yiyecek­ yebilirim: Gerçek suçlular bulunmadan, ortaya çıkarıl­ lerini beraberinde getirmesi gerekiyordu. Tabii bu an­ madan olur olmaz yere kimseye suçlamaya kalkışmasın­ lattığım olay, 70-80 yıl öncesi için geçerliydi. Müslü­ lar. Kanıtlar kesin olarak bulunduktan ve tüm dünya da man Cemaat’in Amerika’daki tarihi 30-40 yıldan daha bu kanıtların doğruluğuna kesin kanaat getirdikten öncesine pek gitmez. Ama son 20 yıl içinde Amerika’da sonra suçlular cezalandırılmalı. Ayrıca ceza, suça göre müslümanlar Amerikan toplumunun aktif bir parçası olmalı. Abartılı cezanın veya masum insanları cezalan­ olmayı başardılar. dırmanın kesinlikle geri tepeceği bilinmeli. Kaplan: Peki, bu ne anlam ifade ediyor? Müslüman İkinci olarak, Amerikan halkına bazı tavsiyelerim Azınlık hangi anlamda Amerikan toplumunun bir par­ olacak. Amerika, farklı etnik gruplardan oluşan olduk­ çası olmayı başardılar? Mesela Amerika siyasetinde, ça kompleks bir mozayik. Çok uzun bir süre öncesine toplumsal hayatında, kültürel hayatında bir varlık gös­ kadar Amerika, yalnızca Protestan’dı. Sonra Katolikler terebilecek duruma geldiler mi? geldi. Uzun bir süre Protestanlar, Katolikler’e hiç de iyi Nasr: Amerika’daki mazisi Müslümanlık’tan daha birgözle bakmadılar ve iyi davranmadılar. Aradan yüz­ eski olan Budizm ve Hinduizm’in Amerika’da gelecek­ yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen Boston gibi bü­ te ne tür bir rol oynayabileceği henüz pek belli değil; yük kentlerdeki polislerin çoğu Katolik orijinli İrlan- ama MüslüiTmn,lığın nasıl bir rol oynayabileceği az çok da’lı ve İtalyanlardan oluşuyor. Çok az sayıda Protestan belirginlik kaz&ımaya başladı. Somut bir örnekle söyle­ polis var. Tüm Protestan aileler, WASP (Beyaz-Ameri- diğim şeyi açıklamaya çalışayım. Uzun bir süre önce Ümran‘ Nisan ‘ 2002 35 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK Amerika’da siyasi gücün sembolü Beyaz Saray’ın önün­ bir sonucu mu?----------------------------------------------------- de bir Noel (Christmas) ağacı vardı. Yaklaşık 20 yıl ön­ Nasr: Hayır, bence bunun postmodernlikle bir ilgi­ ce bu ağaca bir minare eklendi. Beş yıl önce de bir yıl­ si yok. Bu, postmodernizm denen şeyi bir tarafa bırak­ dız ile bir hilâl ilave edildi. Dolayısıyla Permsyllvenia mamız gerektiği sonucuna götürür bizi. Çünkü bu, Meydanı’ndan geçtiğinizde Hıristiyanlık, Yahudilik ve ABD’deki terör olayının bizi götürmesi gereken sonuç­ İslâm’dan oluşan üç dinin sembolleri gözünüze çarpar lardan biridir. Bu trajik olaydan sonra hemen bütün hemencecik. Amerikan Ordusu ve Hava Kuvvetle- Avrupa hükümetlerinin yetkilileri, bakanları, bu olayı, ri’nde başlangıçta yalnızca Kiliseler ve papazlar vardı; “barbalığın uygarlığa karşı savaşı” olarak nitelediler. Bu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sinagoglar ve hahamlar açıklamaları, hepimiz duyduk. Dolayısıyla ABD’de fark­ da yer almaya başladı; son 20 yıldan bu yana da camiler lı dinlere ve bu arada İslam’a gösterilen ilginin postmo- ve imamlar var. Bugün Pentagon’da (Savunma Bakan­ demizmle, postmodern durumla bir ilgisi filan yok. lığı) bir cami var. Beyaz Saray’da ve diğer büyük resmî Postmodemizmi ben ciddiye almıyorum. Derrida, Lyo­ binalar ve bakanlıklar­ da da birer cami var. İbadet etmek için tah­ sis edilen odalardan fi­ lan sözetmiyorum. Na­ maz vakti geldiğinde ezan okunan ve ibadet edilen camilerden sözediyorum. tard gibi postmodern Derrida, Lyotard gibi postmodern düşünürle­ rin ipe sapa gelmez görüşlerine önem atfetmi­ yorum, atfedilmesini de yadırgıyorum. Hiçbi­ rinin söylediklerinin bence hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Hepsinin canı cehenneme! Bunlar, düşünürlerin ipe sapa gelmez görüşlerine önem atfetmiyorum, atfedilmesini de ya­ dırgıyorum. Hiç biri­ nin söylediklerinin bence hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Hepsi­ ABD Başkanları tarafından resmen törenle açılan ca­ nin canı cehenneme! Ben müslüman aydınların sanki milerdir. Amerikan Kongresi’nde her sabah, sabah na­ postmodemizmde bir şey varmış gibi postmodemizmi mazı ezanı okunmaya başlanmıştır. 19. yüzyılda Ameri­ ciddiye almalarına, postmodemizmi sanki büyük bir kan Kongresi’nde sadece Protestanlar için ibadet yapı­ akımmış gibi görmelerine bir anlam veremiyorum. Post­ lan yerler vardı. Ama Katolikler geldiğinde Katolikler modernizm, geçici bir moda. Kendi ülkesi Fransa da bi­ için, Yahudiler geldiğinde Yahudiler için ve nihayet le Derrida’yı takan, ciddiye alan yok. Ama postmoder- Müslümanlar geldiğinde de Müslümanlar için ibadet nizm, Amerika’da şu an en gözde moda akımlardan bi­ edilecek uygun mabedler açılmıştır. Amerikan Kongre- ri. Türkiye’deki, İran’daki aydınlar, düşünürler postmo- si’nin Başkanları “artık ibadetinizi yapabilirsiniz” dedik­ demizmden sözedip duruyorlar. Bu kadar üzerinde du­ leri zaman, sadece kiliseyi ve sinagogu ziktermiyorlar; rulmaya değer bir şey değil postmodernizm. camiyi de zikrediyorlar. Dolayısıyla Amerika’nın resmî Kaplan: Dünyadaki bütün belli başlı düşünürler, yapısı, İslâm’ı artık bir Amerikan dini, Amerika’da ta­ Amerika’yı postmodern bir ülke, dolayısıyla melezlikler nınan bir din olarak kabul ediyor. Tıpkı Hıristiyanlık ülkesi olarak tanımlıyorlar. Postmodernlikle melezlik, gibi. Hıristiyanlık Amerika’da ortaya çıkmış bir din de­ melezleşme arasında çok belirgin bir ilişki var. Siz bu ğil; Filistin’de ortaya çıkmış, Avrupa’ya ve Amerika’ya görüşe katılmıyorsunuz, anlaşılan.. sonradan gelmiş bir din. O yüzden Amerikalılar İslâm’ı tanımakta zorlanmıyorlar. Nasr: Amerika’daki bu melezliğin postmodernlikle bir ilişkisi yok. Çünkü bu durum, yeni ortaya çıkmış bir durum değil. Melezlik, 19. yüzyıldan itibaren varolan Postmodernizmin Canı Cehenneme! Kaplan: Peki, bunun, postmodernlikle, postmodernli- bir vakıa Amerika’da. Amerika, Postmcdernlik, Melezlik ve İslâm ğin melezlik söyleminin ve fenomeninin ortaya çıkma­ sıyla bir ilgisi yok mu? Başka türlü sormam gerekirse, bu, Kaplan: Peki, Amerika’nın dışlayıcılıktan, kuşatıcılığa postmodern durumun bir sonucu veya göstergesi mi; doğru dönüş yaptığını söyleyebilir miyiz? yoksa başka bir şey mi? Mesela, Amerika’nın tıpkı Ro­ Nasr: Amerika, böylesi bir şeyi başından bu yana ma veya Osmanh gibi bir dünya devleti olma kaygısının yapan ama bu konuda gerilimler yaşayan bir ülke. Her 36 Ümran-Nisan >2002 İSLÂM'IN İMKANLARI / NASR şeyden önce, Amerikalı Kızılderililer, katledildi; bu bir dokslardır bunlar) ve Yahudilerden sonra İslam ve Müs- gerçek. Bunu biliyorz. Avrupalılar, Amerika’ya göç et­ lümanlar için de sözkonusu olmaya başlamıştır. Burada tikleri zaman, Kuzey’e yerleşen Avrupalılar ve Pennsyll' hem kabul etme süreci, hem de gerilimli ilişki süreci ay­ venia’ya yerleşen Quackerlar vesaire gibi gruplar, Avru­ nı anda yaşanıyor. Şu an tam böylesi bir sürecin ortasın- pa’da barınamayan püritenlerdi. Burada Amerika’nın dayız. Ama İslâm, Amerika’da hayatın ana akımların­ tarihine girmek istemiyorum ama hiç olmazsa belli baş­ dan, ana damarlarından biri, bir parçası olmaya başla­ lı bazı noktaların altını çizmem gerekiyor. Avrupa’dan mış durumdadır. İşte bu nedenledir ki, tam da şu an, Amerika’ya gelip yerleşenlerin hepsi de protestandı; Müslüman entelijensiya’nın Amerika’daki rolü son de­ farklı eğilimlere, fraksiyonlara sahip olsalar da durum rece önem kazanmaktadır; önemli hale gelmiştir. Gerek böyleydi. Avrupalılar, başlangıçta birbirlerini sevmiyor­ Amerika’da, gerekse Ortadoğu’da, İslâm dünyasında bu lar, birbirlerini dışlıyorlar ve birbirleriyle anlaşamıyor­ durumdan yararlanmaya çalışan, Müslümanları, spesifik lar ve sürekli savaşıyorlardı. Bu grupların hepsi de bir­ olarak da Arapları karalamaya, kötülemeye çalışan çe­ birlerine karşı dışlayıcı tavırlar takınmışlardı. Ama zamanla protestan gruplar, Quacker’lar, Anglikanlar, ton’daki Bos­ protestanlar birbirlerini kabul etme­ ye, birbirlerine karşı da­ şitli güçler var. A l­ Modernizmin bu inkarcı, tekbenci felsefesi­ nin sadece Islâm dünyası üzerinde değil, tüm dünya üzerinde yolaçtığı kriz, Moğolların 13. yüzyılda Islâm medeniyeti üzerinde yaptıkla­ rı tahribattan daha köklü tahribat yapmıştır. ha hoşgörülü tavırlar lah’tan ki. Amerikan hükümeti bunun hiç de doğru bir şey olma­ dığını kavramış du­ rumdadır. Ameri­ ka’daki Müslümanla­ rın medyada hiçbir güçleri yok. Medyada, geliştirmeye başladılar. Ama Katolikler de Amerika’ya siyasette de hiç bir varlık gösteremiyor Müslümanlar. geldiğinde bir gerilim oldu. Protestanlarla Katolikler, Ama küçümsenemeyecek bir ekonomik güçleri var. Pek birbirlerini ve birlikte yaşamaya kabul etmediler, böyle çok müslüman işadamı büyük şirketlere sahip Ameri­ bir şeye yanaşmadılar. Bugün bile, aradan yaklaşık 200 ka’da. Üstelik bu kişiler, mesleklerinin en zirve nokta­ küsur yıl geçmesine rağmen bazı çılgın mezhepler ve sında yer alan kişiler. Tabii bu durum, Avrupa’dakin- gruplar var: Papa’yı Şeytan olarak gören fanatik Hıristi­ den oldukça farklı bir durum. Avrupa’daki müslüman yan mezhepler veya gruplar bunlar. Bunlar, bu akımlar azınlıklar, büyük ölçüde profesyonellerden filan oluş­ veya gruplar hâlâ varlıklarını sürdürüyorlar; ortadan muyor; daha çok işçilerden filan oluşuyor. Oysa Ameri­ kalkmış filan değiller. Dikkat ederseniz Amerika’da ku- ka’daki müslümanların % 90’ı toplumun en zirve nok- şatıcılığın varolduğunu söylerken bu kuşatıcılığın bir talarındalar; hem ekonomik olarak, hem de entellektü- hayli gerilimleri olan bir kuşatıcılık olduğunu söyledim. el olarak. Doktorlar, mühendisler, öğretmenler, üniver­ Amerika’daki durumun farklılığını daha iyi görebilmek site hocaları, hukukçular olarak iş yapıyor ve yaşıyorlar için Amerika’yı Batı Avrupa ile karşılaştırmak gerekir. burada. Amerikan yetkililerinin bu gerçeği artık göre­ Amerika, Batı Avrupa ile karşılaştırıldığında Amerikan ceklerinden eminim. Amerika’da Müslümanların göre­ toplumunun daha açık bir toplum olduğunu görürüz. vi, çifte pencere olmaktır: Batı’ya açılan İslâm’ın pen­ Aslında dışlayıcı olan Batı Avrupa’dır. Eğer son 200 yıl­ ceresi ve İslâm dünyasına açılan Batı’nın penceresi. lık Fransa’nın tarihine bakarsanız bunu çok net olarak Amerika’daki müslümanlar, kimilerinin bilinçli bir şe­ görebilirsiniz. Örneğin, Fransızlar, yabancılara “pis ya­ kilde gündemde tutmaya ve provoke etmeye çalıştığı şu bancılar” (dirty foreigners” diye bakmışlardır. Fransız medeniyetler çatışması söylemini önlemeye çalışabilir­ toplumunun yabancıları “insan gibi” kabul etmeleri çok ler. Çünkü böyle bir çatışma, hem Müslüman toplumlar zor olmuştur; işte bu yüzdendir ki, bugün Fransa’daki için, hem de Batı toplumları için, hem de dünyanın tü­ Mağrip kökenli müslümanlara çok kötü muamele yap­ mü için son derece yıkıcı ve tehlikelidir. maktadır Fransızlar. Oysa Amerikan toplumu çok daha açık bir toplumdur. İşte Amerika’daki bu kuşatıcılık / Medeniyetler Çatışması ve Amerika kucaklayıcılık süreci, Katolikler, Protestanlar ve Ortodokslardan (ki, ağırlıklı olarak Yunan kökenli Orto- K aplan: Amerika’da çeşitli güç odaklarının varlığını bi­ Umran-Misan -2002 37 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECKK liyoruz. Ama Amerika’nın resmi söyle­ yim: Modernliğin meydan okumasıyla mi, tutumu, stratejisi sizce bu medeni- birlikte, müslüman zihninde, müslü­ yetier çatışması tezine karşı mı? man toplumların ve aydınların zihinle­ rinde epistemolojik ve ontolojik kırıl­ Nüsr: Amerikan yönetimi, esas iti­ bariyle böyle bir şeye bütünüyle karşı. ma olarak adlandırabileceğimiz bir bu­ K aplan: Dışardan pek öyle gözükmü­ nalım, köklü bir sorun, bir tür “fetret yor ama. Bir de güç odakları, çeşitli ikti­ dönemi” yaşandığını gözlemliyoruz. İs­ dar seçkinleri var. Bu tür çatışmacı söy­ lam tarihinde daha önceki müslüman­ lemleri körükleyen medya, hatta teorik ların, müslüman toplumların pek yaşa­ ve stratejik malzeme üreten ve sunan madıkları bir “zihin kayması” bu. Sade­ akademinin büyük ölçüde Amerika’daki ce ortalama müslümanların değil, müs­ Yah udiler in kontrolünde olduğu artık lüman toplumlardaki hemen tüm ay­ herkes biliyor. Bunların geliştridikleri dınların hem Batı kültürü ve düşünce­ şiddet yüklü, çatışmacı ve provoke edici siyle, hem de İslâm kültürü ve düşünce­ dilin ve söylemin iktidar seçkinlerince siyle ilişkilerini problemleştiren, her iki paylaşılmadığını söylemek mümkün mü? kültürü ve düşünce / dünya tasavuuru- Nasr: Saptamalarınız doğru. Ama nun tam olarak anlaşılabilmesini, kav­ burada medya ile akademiyi ayırarak konuşmak gereki­ ranabilmesini handiyse imkânsızlaştıran bir bir sorun, yor. Medya, provoke edici yayınlar yaparak hem siyasi, bir kafa karşıklığı var karşımızda. Siz burada açımlama­ hem de akademik elitleri topa tutuyor sürekli olarak. ya çalıştığım saptama ve argümanlardan yola çıkarak bu Akademi dünyası ile medyanın dünyası çok farklı. Aka­ sorunu nasıl değerlendiriyor ve anlamlandırıyorsunuz? deminin medyanın tam tersi bir tutum takındığını bile İkinci sorum da yine bununla yakından irtibatlı bir so­ söyleyebiliriz. Çünkü akademide insanların büyük ço­ ru: Sizce, müslüman toplumların, dolayısıyla çağdaş İs­ ğunluğu sakin olmaya, sabrı elden bırakmamaya, gaza lâm düşüncesinin temel sorunları neler? ve oyuna gelmemeye çağırıyor ve en önemli seyın barış Nasr: Burada kitaplar dolusu tutacak iki önemli ve olduğunu söylüyor. “Hemen arkadan vurmaya kalkış­ temel soru sordunuz. Ben bu tür sorulara cevap vermeyi mayın” diye çağrılar yapıyorlar. Biliyorsunuz, Amerikan daha çok seviyorum. Onun için size burada teşekkür et­ kovboy filmlerinde aktörler, diğer aktörleri hemen ar­ mek isterim. İlk soruııuza şöyle cevap vermeye çalışa­ kadan vurmazlar. Onlarla yüzleşir ve sonra tetiğe basar­ yım... Ben sizin modernite (modernlik) dediğiniz şey­ lar. Önemli olan karşı karşıya gelmek ve bir kaç saniye­ den değil, modernizm’den yola çıkarak ilk sorunuzu ce­ liğine de olsa yüzleşmektir. İşte Amerika’daki pek çok vaplamayı yeğlerim. Çünkü modernlik bir durum; mo- akademisyen bu çatışmacı söyleme karşı, akl-ı selime dernizm ise bu durumun felsefesi... davet eden, bilgece makaleler yazmışlardır. Bunlardan bir kısmı ABD’deki sol tandanslı entellektüellerdir. Kadim Medeniyetlerin Ortak Dinamizmi Noam Chomsky, Edward Said bu akademisyenlerden bir kaçıdır. ABD’deki siyasi spektrumun ortasında, mer- Kaplan: Ama Batı’da modernizm, daha çok bir sanat kez’inde yer alan kimi akademisyenler de zaman zaman akımmın adı olarak biliniyor: 20. yüzyılın başlarında bu tür yazılar yazıyorlar. Tabii bir de sağ cenahta olan özellikle resimde, romanda, müzikte, mimaride, hatta akademisyenler var; ki bunlar ise büyük ölçüde İslâm’ı tiyatroda ve sinemada ortaya çıkan ve modernliğin eleş­ şeytanlaştıran, ama tirisini yapan bir akım olarak görülüyor: Modernliğin ABD’de genelde bu sağ cenahtaki akademisyenlerin vaatlerini yerine getiremediğini, hayatın her alanında pek rağbet görmediğini söyleyebilirim. şiddet ve şiddete / güce dayalı ilişki ve söylem biçimle­ karalayan yazılar yazıyorlar; Kaplan: Profesör Nasr, sohbetimizin bundan sonra­ ri ürettiğini söyleyen ve modernliği modernliğin için­ ki bölümünde müslüman toplumların, çağdaş İslâm dü­ den eleştiren bir akım. Bu yüzden modernizm’le post- şüncesinin karşı karşıya kaldığı sorunları sizinle tartış­ modemizm arasında modernliğin eleştirisini yapmaları mak, bu sorunları sizin nasıl gördüğünüzü ve anlamlan­ bakımından çok örtüşen yanlar olduğu biliniyor. dırdığınız sormak istiyorum. Sorumu şöyle formüle ede­ 3 8 Um ran • Nisan • 2002 N asr: Söylediğiniz şeylere katılıyorum. Ama ben, İSLÂM’IN 1MK.^NLAR1 j NASR modernizmi, modernliğin felsefesi ola­ Nasr: Yerinde bir müdahale.. Şöyle rak ele almak ve o yüzden modernlik ek­ açıklamaya çalışayım: Bir kere modern senli konuşmak yerine modemizm kav­ Batı medeniyetinin dışındaki tüm diğer ramı ekseninde konuşmaktan yanayım. medeniyetlerin ortak bir adı var: Gele­ Buradan kalkarak, modemizmin çok ge­ neksel veya kadim medeniyetler. İkin­ rilere, Rönesans’a kadar götürülebilece­ cisi de, bu kadim medeniyetlerin hepsi­ ğini düşünüyorum. Batıda yüzlerce yaza­ nin “kutsal / İlâhî hakikat” (divine re­ rın bu bağlamda yazdıklarını görüyoruz. ality) olarak adlandıracağımız bir teme­ Dolayısıyla modern dönem, Orta Çağl- le, bir ortak payda’ya dayanıyor olmala­ şar’ın sona ermesinden sonra başlatılan rıdır. Bu merkezî hakikat’in temelinde bir süreç. Modemizmin müslümanların Allah, dharma, brahman gibi ilahi ha­ zihinlerinde yolaçtığı kriz, yalnızca İs­ kikatler vardır. Oysa modernizmlc bir­ lâm dünyasına özgü bir kriz değil. Tüm likte Batı uygarlığı, dünyanın tüm diğer Batı-dışı toplumlar, modemizmle karşı­ medeniyetlerinin bir şekilde buluştuk­ laştıkları andan itibaren bu zihinsel kri­ ları bu ortak dünya tasavvurunun da­ zi yaşamaya başladılar. Çünkü Batı me­ yandığı kurucu temelleri olumsuzladı / deniyetinin dışındaki İslam Medeniyeti, inkâr etti. Modemizmin bu inkarcı, Çin Medeniyeti, Hint Medeniyeti, Japon Medeniyeti, tekbenci (Batı’yı merkeze alan) felsefesinin sadece İs­ Kore Medeniyeti gibi dünyadaki tüm diğer medeniyet­ lâm dünyası üzerinde değil, tüm dünya üzerinde yolaçtı- ler, tarih boyunca birbirleriyle sürekli olarak irtibat ve ğı kriz, Moğolların 13. yüzyılda İslâm medeniyeti üze­ ilişki halindeydiler. Bu irtibat, bu ilişki modenıizmin rinde yaptıkları tahribattan dalıa büyük ve dalıa köklü meydan okuması veya müdahalesiyle birlikte birdenbi­ tahribat yapmıştır. O zaman Moğol orduları vardı karşı­ re koptu. Bu medeniyetler, elbette ki zaman zaman bir mızda. Şimdi karşımızda ordu filan yok; çok daha belir­ birleriyle savaştılar, hegemonya kurma mücadelesi için­ siz, çok daha nüfuz edici bir aktör, deyim yerindeyse, bir de oldular, birbirleriyle sürekli olarak ticaret yaptılar. virüs var. Bildiğiniz gibi bu konuları, Türkçe’ye de çev­ Ama bu tür negatif ilişkiler, birbirleriyle daha köklü, rilen Traditional Islam in the Modem World (Modern daha sağlıklı, daha anlamlı ilişkiler kurmalarını, birbir­ Dünyada Geleneksel İslam) başlıklı kitabımda ayrıntılı lerinden çok önemli kültürel, düşünsel, sanatsal ve bi­ olarak işledim ve tartıştım. Sanırım, bu kitabı tam da şu limsel alışverişler yapmalarını, birbirlerinden etkilen­ sıralarda yeniden okumak gerekiyor. Modemizmin İs­ melerini, birbirlerinden yararlanmalarını engellemedi. lâm dünyası üzerindeki ilk büyük etkileri, Napolyon’un Hatta bu medeniyetler arasındaki bu tür pozitif ilişkile­ Mısır’ı işgal etmesiyle birlikte [görülmeye / ortaya çık­ rin, biraz önce sözünü ettiğim anlamdaki negatif ilişki­ maya] başlamıştır. Bu olay, müslüman toplumların zi­ lerden çok daha fazla ve çok daha belirleyici olduğunu hinsel kriz ve dönüşüm yaşamaya başladıkları bir süre­ bilmemiz ve bu noktanın altını özellikle çizmemiz gere­ cin başlangıç noktasıdır. Oysa Batılılar, mesela, Sumat- kiyor. ra’yı işgal ettiklerinde ya da İngiliz Çay Kumpanyası K aplan: Bu saptamanız önemli. Tek bir medeniye­ Kalküta’dan Delhi’ye kadar yüıüdüğünde, İslâm dünya­ tin, yeryüzünde tek başına hakimiyet kurmaya çalıştığı sına ekonomik olarak nüfuz ettiğinde İslâm dünyasını bir zaman diliminde bu tür bir gerçeğe dikkat çekmeni­ derinden etkilememişti. Çünkü Endonezya-Malezya- zi önemsememiz gerekir diye düşünüyorum. Çünkü Hindistan hattından ibaret olan bu eksen, İslâm dünya­ Toynbee, tarih boyunca araştırdığı, analiz ettiği ve fel­ sının merkezî ekseni değildi; merkezî ekseninden olduk­ sefesini yaptığı 26 medeniyetten 25’inin 20. yüzyılın ça uzaktı; İslâm dünyasının periferisinde kalıyordu; o başlarına gelindiğinde Batıklar tarafından şu ya da bu yüzden İslâm dünyasını bir bütün olarak derinden sars- şekilde yok edildiğini ve tarih sahnesinden çekildiğini mamıştı. Ama Mısır’ın Napolyon tarafından işgalinin söyler. O halde burada cevaplandırılması gereken soru etkileri çok daha derin ve uzun vadeli olacaktı. Başlan­ şu galiba; Sizce, bu medeniyetler arasında pozitif ilişki­ gıçta, 19. yüzyılın başlarında Mısır’lı modernistler, bu lerin ve karşılıklı etkileşim ve alışverişlerin daha belir­ işgale sevinmişlerdi. Milliyetçilerse aradan 200 yıl ge­ gin olmasını sağlayan, mümkün kılan şey/ler ne/ler! çince önceden sevinçle karşılanan Napolyon’un işgal Ümran-Nisan ‘ 2002 3 9 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK yıldönümünü kutlamayı yasaklamak zorunda kalacak­ sürdüregeldi ve birbirleriyle sürekli olarak kavga ettiler. lardı. Çünkü bu işgal, Mısır’ın modernleştirilmesi, Batı- Ama İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra lılaştıniması çabalarından sonra mümkün olmuştu. Bu tüm bu olup bitenler yeniden tanımlanmaya, yeniden olay, aynı zamanda sizin sorunuzda sözünü ettiğiniz an­ şekillenmeye başladı. Müslüman toplumlar, bağımsız­ lamda yaşanan zihinsel krizin de başlangıcıydı. lıklarını kazanmışlar ve İslam dünyasındaki bu hareket­ ler de, mücadelelerini kültürel bağımsızlık ekseni üze­ Siyasi Bağımsızlık, Daha Fazla Bağımlılık Getirdi rinde yeniden-kurgulamaya ve inşa etmeye başlamışlar­ dı. Çünkü müslüman toplumların siyâsî bağımsızlıkları­ Kaplan: Bu süreçle birlikte yaşanmaya başlanan krizin nı kazanmaları, gerçek anlamda bağımsızlıklarını kazan­ tezahürlerini biraz açar mısınız? Meselâ Napolyon işga­ dıkları anlamına gelmemişti. Aksine sözde siyâsî bağım­ line ne tür tepkiler gösterildi ve tepkilerin zihinsel kriz­ sızlıklarını kazandıktan sonra Batılı ülkelere daha fazla le ilişkisini nasıl kuruyorsunuz? bağımlı hale gelmişlerdi. Bu yeni ve daha tehlikeli bir durumdu. Bu süreçten Nasr: Burada gösterilebilecek üç mümkün tepki sözkonusuydu; bu üç tepki de gösterildi. Üstelik bu bağlamda gösterilen tepkiler, sa­ dece Mısır’la sınırlı kal­ madı; benzer tepkiler İs­ Bu kültürel şok, yani sözde bağımsız olup, gerçekte bağımsız olamama, Batı’ya daha fazla bağımlı olma durumu, yepyeni tepki biçimlerinin geliştirilmesine, ortaya çık­ masına yol açtı. sonra zihinsel kriz, daha da belirginleşmeye, ay­ dınlar arasında da, müs­ lüman toplumlarda da daha ürkütücü bir kafa karışıklığı, kavram karf»aşası yaşanmaya baş­ landı. Sık sık verdiğim lâm dünyasının diğer bölgelerinde de ortaya çıktı. Bu tepkilerden ilki, moder- bir örnek vardır. Onu burada da zikredeyim. Faslılar, nistlerin tepkileriydi. Bunlar, modernizm, doğru bir çı­ Fransız sömürgesi altında yaşarlarken bütün Faslılar, ge­ kış yoludur; İslâm 7. yüzyıla aittir; orada kalmıştır; o leneksel giysilerini giyiyor; geleneksel müziklerini dinli­ yüzden İslâm’ı değiştirmemiz (modify yapmamız), yani yor ve geleneksel Fas mutfağının yemeklerini, örneğin çağa uydurmamız gerekiyor, dediler. Bu, modernistlerin kuskus’u filan yiyorlardı. Ne zaman ki, Fransız sömürge­ benimsedikleri pozisyondu; Batı’yı hazmetmek, taklit ciler, Faslılara sözde siyâsî bağımsızlık verdiler, işte o za­ etmek istiyorlardı. İkinci pozisyon ise selefilerin-vehha- man her şey altüst oldu, birbirine karıştı. bilerin pozisyonuydu: Bunlar da, “biz İslâm’ı tam olarak Bugün artık Fas gençliğini Fransız gençlerinden (pür bir şekilde) yaşayamadığımız için Batı bizi yenilgi­ ayırt edebilmek handiyse imkânsız hale gelmiştir: Fas ye uğrattı. O halde İslâm’ın ilk dönemlerine, İslâm’ın gençlerinin üçte ikisi artık blue-jean giyiyor, biftek yi­ sade / basit bir şekilde yaşandığı dönemlere dönmemiz yor ve Fransız müziği dinliyor. Kimse de bundan rahat­ gerekir” diyorlardı. Üçüncü pozisyon ise Mehdicilerin- sızlık duymuyor! İşte bu kültürel şok, yani sözde bağım­ Eskatolojistlerin pozisyonuydu. Bunlar da, “artık Batılı sız olup, gerçekte bağımsız olamama, Batı’ya daha fazla kâfirler, İslam dünyasının anakarasını işgal ettiler. Bu, bağımlı olma durumu, yepyeni tepki biçimlerinin geliş­ dünyanın sona ermekte olduğunun işareti, kıyametin tirilmesine, ortaya çıkmasına yol açtı. Örneğin Mark­ yaklaştığının alâmetidir” diyorlardı. Bu üç hareket de, sizm gibi yeni modernizm biçimleri zuhur etti. Oysa 19. 19. yüzyılın başlarında doğmuş ve tüm İslâm dünyasın­ yüzyılda Marksizm diye bir hareket yoktu İslâm dünya- da şekillenmeye başlamıştı. Bu üç hareket de, İran’dan smda; böyle bir hareketin çıkması da çok zordu. Ama Sudan’a ve Afganistan’a, Nijerya’dan Fas’a ve Hindis­ İkinci Dünya savaşından sonraki süreçte İran’da, Türki­ tan’a kadar kısa bir süre içinde yayılmıştı. Elbette farklı ye’de, Arap dünyasının bazı bölgelerinde, örneğin Suri­ formları ortaya çıktı bu hareketlerin. Mesela Sudan’da­ ye kökenli Kürtler arasında çeşitli Marksist hareketler ki Mehdiizm ile İran’daki Bahaizm, kendine özgü hare­ boyvermeye başladı. Bu arada yeni selefi, püriten veya ketlerdi. Tabii bu arada çeşitli küçük ve kısa ömürlü ha­ hiç de sevimli bir anlamda kullanılmayan fundamenta- reketler de zuhur etti. Diğer iki hareketin aksine Meh- lizt hareketler ortaya çıktı. diizm, uzun ömürlü olmamış ve bir süre sonra hemen Ve nihayet yeni Mehdici harketler de zuhur etti. hemen silinip gitmiştir. Ama diğer iki hareket, Moder­ Mesela 1970’lerin sonlarında Kâbe baskınını düzenle­ nizm ile Selefilik-Vehhabilik varlıklarını ve etkilerini yen grup gibi. 40 Ümran • Nisan •2002 İSLÂM’IN İMKANLARI / NASR Yeni Müslüman Düşünür Tipi ler”i de içine alan, dinamik ve velûd bir entellektüel hareketin temsilciliğini yapmaktadır. Bunlar arasında Ancak bu süreçte daha önceki dönemlerde varolmayan İngiliz, Amerika’lı, Fransız, Alman düşünürler vardır. yeni dördüncü bir hareket ilk kez ortaya çıktı: Benim Örneğin Martin Lings (Muhammed Esed) bunlardan geleneksel (tradisyonel) İslâm olarak adlandırdığım, ge­ biridir; ve milyonlarca Saudi, Martin Lings’in İslâm’a, leneksel tasavvufu, geleneksel ulema’yı eksene alan ye­ İslâm düşüncesine yaptığı katkının onda birini bile ya­ ni bir hareket... Bu hareket, önceki dönemde de az çok pamamıştır. İşte bu müslüman düşünürler grubu, 11 Ey­ varlığını hissettirmişti. Örneğin İtalyanların Libya’dan lül olayından sonra çok önemli ve zorlu bir görev üst­ ve Kuzey Afrika’dan silip süpüren Senûsî hareketi, siyâ­ lenmek zorunda gibi görünüyor: Çünkü bu grup, hem sî bir veçhe de kazanan süfî bir hareketti. Ama İkinci İslâm dünyasını, hem de Batı’yı derinlikli olarak bilen, Dünya Savaşı’ndan sonra belirginleşen tradisyonel İs­ kavrayan tek yetkin gruptur. Çift yönlü bir pencere ro­ lâm hareketi pek çok bakımdan yeni bir hareketti: Bu lü oynayabilir bu entellektüel grup: Bir yandan İslâm’ın Batı’da icât edilen yanlış hareket, geleneksel İslâmi değerlerin, anlamla­ rın, metafiziğin, kozmo­ lojinin, dünya tasavvu­ runun, sanat idrakinin yeniden canlandırılma­ sını, telaffuz edilmesini ve icat edilmesini gün­ Asıl savaş, asıl mücadele, düşünce alanın­ da verilmesi gereken mücadeledir. İşte bu­ rada çok güçlüyüz ama, henüz gücümüzün farkında değiliz. Elbette ki, katedecek çok mesafemiz, yapacak çok şeyimiz var. /sakat imajını düzeltebi­ lir; İslâm’ın mesajını, derinlikli bir şekile Batı’ya aktarabilir: Batı, bugüne kadar yaptığı yanlışlığı, önyargılı tutu­ mu anlatabilir ve bunun Batı’ya da, dünyaya da deme getiren bir hare­ kettir; ki, böyle bir hareket 19. yüzyılda hiç bir şekilde çok kötüye ve pahalıya patladığını ortaya koyabilir. Öte varolmamıştı. Bu hareket, her şeyden önce yeni bir yandan Batı’yı da İslâm dünyasına tüm veçheleriyle an­ alim, yeni bir düşünür tipi geliştirmiş olması bakımın­ latabilir. dan önemli bir harekettir. Bu yeni alim / düşünür tipi­ 11 Eylül olayının sonuçlarındaıı biri şu olacak gibi nin diğerlerinden ayrılan çok önemli bir özelliği var: Bu geliyor bana: Bundan sonraki süreçte dışlayıcı (exclusi- figür, hem gelenesel İslâm düşüncesini, hem de çağdaş vist) İslâm düşüncesinin zaafları daha belirgin bir şekil­ Batı düşüncesini aynı anda çok iyi bilen bir alim /düşü­ de ortaya çıkacak ve dışlayıcı yaklaşımın sığ, yüzeysel, nür tipidir. Böyle bir figür, ilk kez ortaya çıkmış oluyor. indirgemeci söylemi yavaş yavaş etkisini yitirmeye baş­ Bu figür, geleneksel İslâm düşüncesini, düşünürlerini, layacak. Çünkü bu dışlayıcı yaklaşım, kendisini moder- örneğin Mevlânâ’yı, Davud el-Kayserî’yi tanımayan, nizme, modemizmin yıkıcılığına karşı savunma kaygı­ bunlar hakkında tek bir kelime bile edemeyen moder­ sıyla, sonuçta İslâm’ın sığ, basit, yüzeysel ve indirgeme­ nist figürden de; Batı düşüncesini, Heidegger gibi ci bir yorumunu üretmekten başka bir şey yapamamış­ önemli Batı düşünürlerini tanımayan selefî-vehhabî, tır. Felsefeyi reddetmiş, tasavvufu reddetmiş, tarih bi­ püriten ulemadan da farklıdır. Bu figür, hem İslâm dü­ lincini reddetmiş, müslümanların zengin tarihsel bir- şüncesine, hem de Batı düşüncesine aynı anda, aynı de­ kimlerini reddetmiş, her şeyi köklere dönmeye indirge­ recede vâkıftır. Artık bu yeni alim / düşünür tipi, şu an yecek kadar basitleştirmiş ve böylece İslâm’ın sadece dış İslâm dünyasının en büyük ve en güçlü entellektüel bi­ dünyaya ilişkin yorumu üzerinde yoğunlaşmış, İslâm’ı rikimini oluşturmaya adaydır. Bu alim / düşünür tipi, sıradan bir ideolojiye indirgeyerek siyasallaştırmıştır. Avrupa’da, özellikle de Amerika’da da etkili bir varlık Ki, İslam dünyasında genel olarak bu eğilimin temsilci­ göstermektedir; ki, bunların pek çoğu, bildiğiniz gibi, si selefi hareketler olmuştur. Selefi hareketlerin İslam benim öğrencilerimden oluşmaktadır. Benim, İslâm dünyası üzerindeki etkilerinin zayıflaması, uzun vadede dünyasında bu tür bir hareketin ilk temsilcisi olmamı, İslam dünyası için hayırlı olacaktır, diye düşünüyorum. Allah’ın bana bir lütfü olarak kabul ediyorum. Bu tür “müslüman düşünür” tipi, aradan geçen 40 yıldan sonra Yenilgi Psikolojisini Aşmak... artık tüm İslâm dünyasında ortaya çıkmıştır; ki Türkiye de bu ülkelerden biridir. Ayrıca bu müslüman düşünür Kaplan: İslam dünyasında ortaya çıkan düşünsel hare­ tipi aynı zaman da “Batı kökenli müslüman düşünür­ ketlerin dominant özelliklerinden biri yenilgi psikoloji U m ra ıu Nisan >2002 41 21. W ZYILl İSLÂM BKI.İRLEYKCEK ile hareket ediyor olmaları. Oysa basit ret mantığına lam medeniyettir. Bu gerçek artık Batı’da da, özellikle dayanan bu yenilgi psikolojsi, İslâm dünyasının enerji­ akademide de kavranmış durumdadır. Zaten bugün İs­ Sİ sini ve dinamizimini hem yanlış yöne kanalize ediyor lâm dünyasının büyük sorunlarla karşı karşıya kalması­ hem de yok ediyor, en azından etkisizleştiriyor, basit nın bazı temel nedenleri de burada gizlidir. tepkicilikle tüketiyor. Sizce bu yenilgi psikolojisini ye­ nebilmenin, yenilgiye uğratabilmenin yolu veya yolları neler olabila ? Apoloji Geliştirmek Değil, İmkanlar Üzerinde Yoğunlaşmak Nosr: Benim buraya kadar anlattığım şeyleri siz da­ ha başka bir şekilde ve güzel özetlediniz. Kaplan: Bu söylediğiniz şeyleri önemsi­ Sizin de belirttiğiniz gibi, yenilgi psiko­ yorum; ama burada şu ya da bu şekilde lojisi İslâmi hareketlere, entellektüel de olsa bir tür apology (savunma psiko­ söylemlere fazlasıyla hakim olan bir psi­ lojisi) geliştirmiş ya da en azından böy- koloji. Oysa yenilgi psikolojisi ile uzun lesi bir tuzağa düşmüş olmuyor muyuz? bir yolculuğa çıkılamaz; dolayısıyla bir Nasr: Ne için apoloji geliştirecek yere varılamaz. Ancak diğer üç oluşu­ mişiz ki? Neden apoloji olsun ki, bu. mun dışındaki bu dördüncü oluşumu Burada iki iki daha dörttür der gibi bir temsil eden grup, sözünü ettiğiniz “ye­ totoloji yapmıyoruz ki! Ama açıklama­ nilgi psikolojisi” ile hareket etmeyen; larımın savunma psikolojisini çağrıştı- tam tersine, müslümanlar olarak bizim rabileceğini hatırlatmanız elbette ki, imkânlarımız, gücümüz, sahip olduğu­ önemli. En azından benim söyledikleri­ muz ama bir türlü farkedemediğimiz ve­ min sizin formüle ettiğiniz anlamda bir ya harekete geçiremediğimiz potansiyel­ savunma psikolojisine dayanmadığını leri merkeze alarak, gücümüzü, imkan­ açık yüreklilikle vurgulamalıyım. Bu­ larımızı ve potansiyellerimizi keşfederek bir şeyler söylemeye ve yapmaya çalışan tek grup. Bunlar, diğerlerinin aksine bir yenilgi psikolojisine sahip değiller. İs­ lâm dünyası, kendi geleneğini, kendi di­ namiklerini savunabilmesi ve hayata geçirebilmesi için bu tür düşünürlerin yazdıklarından yola çıkmalı. Yenilgi psikolojisinin bir başka formu veya sonucu olan “aşağı­ lık kopleksi”nden çok, gücümüzü, imkanlarımızı ve po­ tansiyellerimizi eksene almak zorundayız. Başka çıkış yolumuz yok. Artık savaşı, silahlarla, denizaltılarla, uçaksavarlarla kazanamayacağımızı bilelim. Böyle bir nun için apoloji kavramına biraz yakın­ dan bakmakta yarar var, diye düşünüyo­ rum. Apoloji kavramının Hıristiyan­ lık’tan geldiğini ve iki anlamı olduğunu belirtmeliyim. Her şeyden önce “apolo­ gia”, dinin açıklanması, izah edilmesi demektir. İlk anlamı budur. İkinci anla­ mı ise, özür dilemek, art arda mazeretler sıralamak, kendimiz bir şey yapmadığı­ mız veya yapamadığımız halde, bizden öncekilerin yap­ tıklarını temelsiz, dayanaksız ve yüzeysel gerekçelerle haklı çıkarmaya, meşrulaştırmaya çalışmak; bizden ön­ cekilerin yapıp ettikleri üzerinden kendimizi aklamaya çalışmaktır. Örneğin günde beş vakit namazı meşrulaş­ savaşı kazansak bile, bunun sonucunda elde edeceğimiz tırmak için, “günde beş kez namaz kılmak, kaslarımızın zaferin gerçek anlamda bir zafer olmadığını, güce daya­ gelişmesi, sağlıklı bir bedene ve dolayısıyla sağlıklı bir lı bir galibiyet ve dolayısıyla uzun vadeli olmayan bir hayata kavuşmamız için önemli bir egzersizdir” demek, galibiyet olduğunu bilelim. Asıl savaş, asıl mücadcIe, bu ikinci türden mazeretçi bir apoloji çabasıdır; ki, böy­ düşünce alanında verilmesi gereken mücadeledir. İşte le bir çabanın hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur. Yine burada çok güçlüyüz ama ne yazık ki, henüz gücümüzün Kur’an ayetlerini bilime, bilimsel bulgulara doğrulat­ farkında değiliz. Elbette ki, katedecek çok mesafemiz, mak, “aslında Kur’an’da şu şu bilimsel buluşlar daha ön­ yapacak çok şeyimiz var. Ama artık şu gerçek tüm çı- ceden belirtilmiştir, bildirilmiştir” demek de bu tür bir paklığıyla ortaya çıkmış durumdadır: Bugün, İslâm, İs­ apoloji çabasıdır. Böyle bir çaba Kur’an’ı değil, bilimi lâm medeniyeti, entellektüel / düşünsel ve spiritüel / onaylamak; dolayısıyla bilimi Kur’an’a onaylatmak de­ manevî temelleri açısından dünyadaki en güçlü, en sağ­ mektir; ki, bu, zihinsel sığlığın, tembelliğin bir gösterge­ 42 Um ran‘ N isan‘ 2002 İSLÂM'IN İMKANLARI / NASR sidir. Yine abdest İçin de aynı gerekçeler aramak; mese­ kuşatıcı ve İslâm geleneğinin tüm farklı ve zengin dina­ la “Pasteıır’den asırlarca önce Kıır’an bu konuya dikkat miklerini aynı anda ve bir bütün olarak ciddiye almayı, çekmiştir” demek vesaire de bu tür hastalıklı ve saçma dikkate almayı önceleyen bir yaklaşımı kalkış noktası (non-sense) bir zihin yapısının ürünüdür. Bu tür Kur’an olarak almak zorundayız. Mevlânâ’ların, Davud el-Kay- yorumlan olduğunu, özellikle 19. yüzyılın sonlan ile 20. serîlerin ve diğer büyük düşünür ve bilgelerin yöntemi yüzyılın başlarında bu tür tefsirlerin Hindistan’da, İran’­ buydu; o yüzden bu bilge kişilerin söyledikleri son dere­ da, Türkiye’de ve spesifik olarak da Arap dünyasında, ce canlı ve taze. Teologların filozofları, ulemanın sufile- Mısır’da bir ara yaygınlık kazandığını biliyoruz. Ama bu ri reddetmediği, birbirlerinin tecrübelerinden, dina­ çabaların hepsi, aşağılık duygusunun mizmlerinden aynı anda yararlanmanın ve sizin sevdiğiniz ifadeyle “yenilgi psi- yollarını araştırdıkları kuşatıcı ve kucak­ kolojisi”nin ürünü olduğunu unutma­ layıcı bir ruh geliştirebilmeliyiz. Şiilerin Süruıilere saldırmaları, Sün- mak ve bunların bizim için de, gelecek kuşaklar için de hiç bir anlam ifade et­ ■ \ nilerin Şiilere saldırmaları, bizim gele­ meyeceğini vurgulamak gerekiyor. Ta­ ' neğimizde dominant olan bir durum de- bii artık tüm bu sığ eğilimler sona er­ ^ ğildir; çok istisnai bir durumdur. Aynı miş, bitmiş durumda. Artık kimse bu şekilde Taliban gibi dışlayıcı hareketler tür şeyleri ciddiye almıyor. de modern döneme özgü ve bizim Bizim ihtiyacını hissettiğimiz şey, geleneğimizde, tarihsel tecrübemizde açık, net, berrak ve metafizik temelli benzerlerine pek rastlayamadiğimiz ve açıklamalar, yorumlar ve düşünceler­ mutlaka aşılması gereken hareketlerdir. dir. Bütün bir İslâm düşünce ve mane­ Elbette ki şu an ilerde başlarına gelecek­ viyat geleneğinin birbirinden farklı ve ler için üzülüyorum. Bizim bu tür İslam zengin birikimini, dinamizmini güçlü yorumlarına ihtiyacımız yok ve daha da bir entellektüel dille yeniden-okuya- önemlisi bu tür İslâm yorumlarıyla dün­ bilmek ve hayatiyet kazandırmaktır. yaya bir şeyler söyleyebilmemiz ve Eğer “yenilgi psikolojisi”ni eksene alır­ verebilmemiz mümkün değildir. O yüz­ sak bu tür velCıd bir okuma yapamayız. den bu tür dışlayıcı, reaksiyoner İslam Ayaklarımızı referans çerçevemize, İs­ yorumlarının bundan sonraki süreçte lâmî geleneğimize sağlam basmalı, böy­ yavaş yavaş ortadan kalkacağını tahmin lelikle kendimizden emin olmalı, şüp­ ediyorum. İşte o zaman müslümanlar, he duymamalı, her şeyi kesin, sahih ve yeniden tüm dünyaya güçlü değerlerini, kavramlarını, insanın hem aklına, hem sahici bir dille ve özgüen duygusuyla anlamaya, kavramaya, izah etmeye ve anlamlandırmaya de kalbine; hem dış dünyasına, hem de iç dünyasına çalışmalıyız. Burada başvuracağımız yöntem, aslâ dışla­ hitap eden sarıp sarmalayıcı dinamiklerini armağan yıcı bir yöntem olmamalı; aksine kuşatıcı, kucaklayıcı, edeceklerdir. Ben yaşadığımız 200 küsur yıllık trav- sarıp sarmalayıcı, ümit ve özgüven vadededici, dolayı­ matik tecrübeye bakınca, bu zorlu tecrübeden gerekli sıyla evrensel temele dayalı bir yöntem olmalı. dersleri çıkarmayı başaracaklarını ve dolayısıyla müs- ' Oysa son zamanlarda gittikçe dalıa fazla dışlayıcı bir lümanlann geleceklerinin çok parlak olacağını ve dün­ yöntemi öne çıkardığımızı gözlemliyorum. Bu hiç de iyi yaya çok esaslı şeyler sunabileceklerini görebiliyorum, bir gelişme değil. Bu yöntem, İslâm’ın ruhuna da, mesa­ Allah’ın inayeti ve izniyle.. jına da terstir. Oysa biz hem vahyî geleneğin tümünün mirasçısıyız; hem de beşerî birikime asla kayıtsız kalan bir ümmet değiliz. Hz. Peygamber’den bu yana ortaya Kaplan: Profesör Nasr bu samimi sohbetiniz ve derinlikli açıklamalarınız için size teşekkür ediyorum. konan tecrübe de bu gerçeği doğrulayan bir tecrübedir. Fakat son yıllarda dışlayıcı mantık, yaygınlaşmaya baş­ Nasr: Ben de samimi ama kışkırtıcı sorular sorarak lamıştır. Oysa sizin dedeleriniz, benim dedem, daha ku­ bana bazı önemli konularda açıklama yapmama, görüş­ şatıcı, daha kendinden emindi. Bizden daha şeksiz ve lerimi beyan etmeme imkan sağladığınız için size teşek­ şüphesiz bir imana salıipti. Dolayısıyla cihanşümulcü, kür ediyorum. ■ Ü m ra n -N isa n -2002 4 3 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK 21. YÜZYILI İSLAM BELİRLEYECEK YUSUF KAPLAN ^ vet, 2L yüzyılı İslâm belirleyecek ve 22. yüzyıl E vadeli konjonktürel değişimlerin yönünü de belirle­ İslâm’ın yüzyılı olacak. Peki, bu bir temenni yen ama öyle kolay değişmeyen, varlığını ve etkisini ^ mi, boş bir iddia mı, boş ve hoş bir ham-hayal örtük şekillerde ama derinden sürdüren temel zihin mı; O kalıplarına, anlam haritalarına ve anlamlandırma halde, bunun bir temenni, boş bir iddia ve ham- dizgelerine yakından bakmak kaçınılmazdır. Kısa va­ hayal olmadığını “gösterebilmek” için, esaslı bir tarih felsefesi yapmamız gerekiyor. deli, konjonktürel değişimler veya değişkenler, bu uzun vadeli, derinden varlığını ve etkisini sürdüren kollektif bilinçaltı veya kollektif hafızada gizlenen ku­ B ir Tarih Felsefesi Denemesi rucu / aslî dinamikleri ve süreçleri yok edemezler. Bu kurucu dinamikler ve bunların ürettiği süreçler. Bir tarih felsefesi denemesine girişebilmenin asgari her medeniyetin kök-paradigmaları tarafından belirle­ şartı veya usmI’ü; osıl’la, aslî /kurucu dinamiklerle sa­ nir ve hayatiyetlerini sürdürürler. Bu kök-paradigma- hih ve sahici ilişkiler kurmaktan; yani toplumların, lar, kısa vadeli değişimler / değişkenler tarafından yok kültürlerin ve bunların kurucu aktörü insanın -Bra- edilemezler, sadece tezahürleri değiştirilebilir bunla­ udel’in deyişiyle- “uzun süreli” serüvenini karşılaştır­ rın. malı olarak analiz etmek ve anlamlandırmaktan geçi­ İnsanlık tarihi, bize, dinlerin bu “medeniyet tecrü­ yor. Tarih felsefecileri, toplumların, kültürlerin ve do­ besi” dediğimiz fenomenin kimi zaman adı; ama her layısıyla insanın “uzun süreli” -en az bir kaç yüzyılı zaman “temel motoriği kapsayan- serüveninin anlaşılabilir, tanımlanabilir en yor. büyük birimine “medeniyet tecrübesV^ adını veriyor­ lar. / kaynağı” olduğunu gösteri­ Bugün yei7 üzünde üç temel medeniyet ekseni var: Batı medeniyeti. Doğu medeniyetleri ve İslam mede­ Braudel, bir toplumun temel sorunlarını tespit ede­ niyeti. Omurgasını Avrupa ve Amerika’nın oluşturdu­ bilmek, hal yoluna koyabilmek ve nereye gidebileceği­ ğu Batı medeniyeti, esas itibariyle fizik gerçekliği ek­ ni anlayabilmek / kestirebilmek için yapılacak kısa ve sene alan bir medeniyet. Budizm, Hinduizm, Taoizm, orta vadeli analizlerin / okumaların, bizi yanlış sonuç­ Şintoizm gibi Doğu dinlerinin oluşturduğu Doğu me­ lara götüreceğini söyler. Hele de ulusal siyasi, ekono­ deniyetleri ise, fizik'ötesi gerçekliği eksene alan me­ mik ve kültürel sınırları ve sınırlamaları tartışmalı ha­ deniyetler. İslâm medeniyeti ise fizik gerçeklikle fizik' le getiren küreselleşme çağında bir toplumun gelece­ ötesi gerçekliği mezceden bir medeniyet. ğini kısa ölçekli, konjonktürel değişkenlere ve deği­ Buradan yola çıkarak İslâm’ın neden ve nasıl 21. şimlere bakarak okuyabilmek artık handiyse imkânsız yüzyılı belirleyebileceğini az-çok kestirebiliriz. Ancak hale gelmiştir; çünkü Braudel’in deyişiyle “kullanılan bu önermenin doğru olup olmadığını sınayabilmek ve ölçü değişince, manzara da değişecektir”. gösterebilmek için önce, sadece Batı toplumlarının O halde, bir toplumun imkânlarını ve zaaflarını iyi değil, bütün insanlığın son 200 yılını belirleyen Batı saptayabilmek ve geleceğini iyi okuyabilmek için, kısa 4 4 Um ran ♦Nisan • 2002 medeniyetinin tarihsel serüvenini özetlememiz, da­ İSLÂM’IN İMKANLARI /NASR yandığı temel kök-paradigmalan açıklığa kavuşturma' mız gerekiyor. parçası değil; hâkimidir: İnsan artık Heidegger’in de­ yişiyle kesinkes her şeyin merkezine yerleşmiş ve Tan­ Batı medeniyetinin aslî / temel kurucu kök-para- rı rolünü oynamaya başlamıştır. İnsanın her şeyin digması, antik Yunan’dan bu yana fizik gerçekliği / bu merkezine yerleşmesi, elbette ki, insanın yetilerini ve dünyayı eksene alan insan'merkezciliktir (anthropo' yaratıcılığını sonuna kadar kullanmasını mümkün kıl­ cenrism). Batı medeniyetinin 2500 yıldan bu yana ya­ mıştır. Ama bu tecrübe aynı zamanda, insanın yıkıcılı­ şadığı tüm dalgalanmalara / seyrüseferlere rağmen, in- ğını da beraberinde getirmiştir. Böylelikle Batılı insan, san-merkezcilik kök-paradigması belirleyiciliğini yitir­ sadece doğaya ve kozmik dünyaya hakim olmakla kal­ memiş, aksine her farklı durumla, her yeni dalgalan­ mamış, Tanrı’ya ve bizatihi kendisine, diğer insanlara mayla birlikte pekişerek bugüne kadar varlığını ve et­ ve toplumlara da hakim olmaya başlamıştır. Sömürge­ kisini sürdüregelmiştir. İnsan-merkezcilik kök-para- cilik deneyimi, bunun en ürkütücü ama kaçınılmaz so­ digması, Hıristiyanlığı da dönüştürmüştür: Hz> İsa, bir nucudur. insari'peygamberken, Insan-T ann olup çıkıvermiştir. Özetle söylemek gerekirse, insan-merkezcilik para­ İnsan-merkezcilik paradigmasının asıl büyük so­ digması, Batılı insanın doğayı tahrip etmesine, Tan- nuçları, 15. yüzyılda Rönesans ve Reformasyon tecrü­ rı’yı hayattan kovmasına, diğer toplumları kendi çıkar­ beleriyle birlikte alınmaya başlanmıştır. MS 15. yüzyıl larını eksene alacak şekilde kendine bağımlı hale ge­ sadece Batı medeniyeti tarihi açısından değil, bütün tirme çabası içine girmesine ve dünyanın doğal kay­ bir insanlık tarihi açısından en büyük dönüm noktala­ naklarını sadece kendi çıkarları doğrultusunda kullan­ rından, dönüşümlerden biridir. Peki nasıl bir dönüşüm mak için kontrol etmesine yol açan ben-merkezci pa­ bu? tolojik bir tecrübe üretmesine imkân tanımıştır. QüBurada, nasıl bir dönüşümle karşı karşıya olduğu­ cü, güç üreten araçları, teknolojiyi, en sofistike si­ muzu anlayabilmemiz için 15. yüzyılda yaşanan bu dö­ lahlan kontrol etme fobisi, Batılıların u patolojik tec­ nüşümü genel insanlık / medeniyetler tarihi çerçevesi rübe ile dünya üzerinde hakimiyet kurmalarını ve bu içine oturtarak anlamlandırmamız gerekiyor. hakimiyeti koruyabilmelerinin ve sürdürebilmelerinin M.O. 15. yüzyılla, M.S. 15 yüzyıl, insanlık tarihin­ yegane it/ici gücü olmuştur. deki taban tabana zıt / asimetrik iki farklı tecrübenin Bu patolojik tecrübe, ben-merkezci olduğu için, in­ yaşandığı “dönüşüm anları”dır. M.O. 15. yüzyılda sanlığa adalet, barış, kardeşlik değil; sadece yoksulluk, Hint Medeniyeti’nden yerli Amerika Medeniyetle- savaş, şiddet, adaletsizlikler, haksızlıklar ve hukuksuz­ ri’ne, Mezopotamya medeniyetlerinden Mısır Medeni- luklar armağan etmiştir. yeti’ne kadar bütün dünyadaki medeniyetler, gerçek Bu yüzdendir ki, insan-merkezcilikten kaçınılmaz anlamda medeniyetlerarası diyalog olarak adlandıra­ olarak Batı’nın çıkarlarının öncelikli hale geldiği ben- bileceğimiz ortak bir tecrübe üretirler: Bu tecrübeyi merkezciliğe dönüşen patolojik ve gayr-ı İnsanî bir tec­ tek bir cümleyle şöyle özetleyebiliriz: İnsan, doğa*ya rübe ürettiği için Batı medeniyeti, insanlık tarihinde ve kozmik dünyaya ait olan bir varlıktır; doğayla ve insanlığın ortak tecrübesinden kopan, marjinal bir kozmik dünya ile harmonik bir ilişki içindedir. İlk b i­ tecrübedir. Bu tecrübe, diğer medeniyetlere, ancak limlerin astronomi, geometri ve matematik olmasının kendisine itaat ettiği, kendi çıkarlarını korumaya kat­ ve bu bilimlerin bütün medeniyetlerin ortak bilimsel kıda bulunduğu sürece hayat hakkı tanıyor. Ki, bu Ba­ faaliyet alanları olarak öne çıkmasının nedenleri bura­ tı medeniyetinin dışındaki diğer medeniyetlerin varlı­ da gizlidir. Bu tecrübe, Girit’te ortaya çıkan ve antik ğının yok sayılması ve yok edilmesi anlamına gelmiş­ Yunan ve Roma tecrübelerinin tevarüs ettikleri Minos tir. ve Miken Medeniyetleri hariç, üç bin yıl boyunca b ü ­ Oysa bu, kabul edilebilecek bir şey değildir ve Ba- tün insanlığın farklı şekillerde yaşadıkları ortak tec­ udrillard'm deyişiyle "asıl şiddet, asıl terör, asıl çıl­ rübedir. gınlık budur”. İşte Rönesans ve Reformasyon, bu ortak insanlık Bugün bu çılgınlığa “dur” diyebilecek ve insanlığa tecrübesine “fatal” (ölümcül ve öldürücü) darbeyi vu­ yeniden doğayla, kozmik dünyayla, Taiırı’yla harmo­ ran bir dönüşümün kesin ve keskin başlangıç noktası­ nik, barışçıl bir ilişki kurmayı vadedebilen tek “gele­ dır: Artık insan, doğa*nın ve kozmik dünyanın bir nek” İslâm’dır. Doğu dinleri, direniş güçlerini yitirdiUmran>Nisan ’ 2002 45 21. YÜZYILI İSLÂM BF.LİRLEYECEK 1er; insan-merkezci ve şiddete, güce dayalı Batı mede- tine sunabilecek bir özgüvene, ontolojik güvenlik duy­ niyetinin kodları tarafından hadım edilerek etkisiz ha­ gusuna sahip tek din ve dünya tasavuruduv. Şu an le getirildiler. yeryüzünde, İslâm dışında, bu potansiyele ve özgüvene İnsanlığı kadim geleneklerle buluşturacak tek ak­ tör Islâm olduğu için, bugün İslâm ilkin terörle, funda- sahip başka bir gelenek, din ve dünya tasavvuru kal­ mamıştır. mentalizmle özdeşleştirilmekte; sonra da sekülerleşti- Bu teorik hakikatin, dün olduğu gibi bugün ve ya­ rilmeye / protestanlaştırılmaya çalışılmakta ve böyle­ rın da tahakkuk ettirilebilmesi, hayata geçirilebilmesi likle İslâm’ın önce direnme ve ardından da Özne ola­ mümkün mü? rak yeniden tarih sahnesine çıkma gücü ve dinamizmi kırılmaya çalışılmaktadır. Evet, mümkün. Bunun nasıl mümkün olabileceği­ ni kısaca şöyle özetleyebilirim: İslam dünyası bugüne Ancak bu iki strateji de orta ve uzun vadede geri kadar Batı’dan gelen her tür saldırıya direndi. O yüz­ tepecek ve insanlığın kadim geleneklerinin (yani or­ den, diğer doğu dinleri ve kültürleri gibi. Batı kültürü­ tak tecrübesinin) tek mirasçısı ve kendine özgü şekillerde yeniden üreticisi ve temsilcisi yegane aktör olan İs­ lâm, insanlığı yeniden kadim gelenekler ekse­ ninde buluşturacak nün massedici, düzleşti­ Batı medeniyeti, insanlık tarihinde insan­ lığın ortak tecrübesinden kopan, m arji­ nal bir tecrübedir. Bu tecrübe, diğer me­ deniyetlere, ancak itaat ettiği, çıkarlarını koruduğu sürece hayat hakkı tanıyor. özgün, herkesi özne- rici kodlan tarafından tüketilemedi; hadım edilemedi ve etkisiz ha­ le getirilemedi. Otantik kaynaklarını korudu. Ö te yandan bugün yeryüzünde (en başta Kur’ân olmak üzere) leştirici, kendileştirici nev-i şahsına münhasır ama otantik kaynaklarını koruyabilen; dolayısıyla bu yüz­ evrensel iddia, söz ve dinamikleriyle yeniden tarih den insanlığın ortak tecrübesi olan kadim medeniyet­ sahnesine Özne olarak çıkmayı ve 21. yüzyılı belirle­ lerin bir şekilde mirasçısı olduğunu iddia edebilecek meyi başaracaktır. tek din ve dünya tasavvuru İslâm’dır. Batı medeniyeti Peki, bu nasıl gerçekleşecek? Bunun nasıl gerçekle­ şebileceğinin göstergeleri neler? de, Doğu medeniyetleri de, kurucu / aslî otantik (=birincil) kaynaklarını ya aşındırmış; ya başkalaştırmış; ya da tümüyle yok etmiş / kaybetmiş dürümdalar. İslâm, 2 1 . Yüzyılı Nasıl Belirleyecek? Müslüman toplumlar, otantik kaynaklarıyla her za­ man yeniden ve yeni şekillerde ilişki kurma imkânına Islâm, her şeyden önce dışlayıcı (exclusivist), dolasyı- sahip oldukları için, bu kaynakların sunduğu ruh ve di­ sıyla insan-merkezci ve hele de ben-merkezci değildir; namizm ile sömürgeciliğe karşı destansı bir direniş mü­ tam tersine kucaklayıcı / kuşatıcıdır (inclusivist): Bir cadelesi verdiler. Görece de olsa siyâsî bağımsızlıkları­ yandan Hz. Adem’den bu yana ortaya konan vahyî bi­ nı kazandılar. Dahası, İslâm dünyasında uygulanan Ba­ rikimin mirasçısıdır; öte yandansa Hz. Adem’den bu tı kaynaklı seküler ideolojiler / projeler, müslüman yana ortaya konan beşerî birikimle yüzleşmeyi asla toplumların müslümanlıkla ilişkilerini bozamadı; yok gözardı etmez; İslam’ın ilk 50-100 yıllık başlangıç süre­ edemedi; aksine bu yabancı / ithal projelerin, episte- cinde hızlı yükselişi sırasında karşılaştığı Bizans, Mısır, molojik, ontolojik ve fenomenolojik açıdan müslü- Hint, Çin ve Pers medeniyetleriyle yüzleşmeyi, bu me­ manlık kadar güçlü ve derinlikli olmadığı ve müslü­ deniyetlerin birikimlerinden azamî ölçüde yararlan­ man toplumlarda hiçbir karşılıklarının bulunmadığı mayı başardığını görüyoruz. Dolayısıyla İslâm, şu an, anlaşıldı; Batı kökenli beşerî ideolojilerin ve projele­ insanlığın bugüne kadar geliştirdiği beşerî birikimi - rin, müslüman toplumlarda sadece kavga, çatışma, Batılıların yaptığı gibi- öteki olarak konumlandırmak baskı, adaletsizlikler, yolsuzluklar ürettiği suyüzüne ve sonra da -asimilasyon ve eliminasyon’a başvurarak- çıktı. Sonuçta Batılı ideolojilerin aksine, insanın hem yok etmek veya yok saymak yerine, olduğu gibi yaşata­ iç, hem de dış dünyasına aynı anda hitap edebilen İs­ rak ve kendi kök-paradigmalan doğrultusunda içsel­ lâm, müslümanların yeniden Özne olarak tarih sahne­ leştirerek canlandırabilecek ve tüm insanlığın hizme­ sine çıkmalarına imkân sağlayacak yegâne referans 46 Vmmn • N isan . 2002 İSLÂM'IN İMKANL,\R1 / NASR çerçevesi ve dinamik olma dinamizmine sahip olduğu' maya hazır olması, müslümanların önce müslümanlık- nu kanıtladı. Başka bir deyişle, müslüman toplumlar, la, sonra da diğer vahyî ve beşeri gelenek veya birikim­ Batı kökenli seküler ideolojilerin ve projelerin müslü' lerle ilişkilerini her zaman canlı tutmalarını mümkün manlık karşısında asla tutunamayacak kadar patolojik, kılmıştır. sığ ve fatal (ölümcül ve öldürücü) olduğunu hem biZ' İşte bu gerçek, müslümanların, müslümanlıkla iliş­ zat gördüler; hem de bu süreçte İslâm’ın imkânlarını kilerini zedeleyecek, koparacak tüm girişimleri veya farkettiler ve yeni şekillerde yeniden keşfetmeye başla- ortamları etkisiz hale getirmelerine imkan tanımakta­ ddar. dır. Müslümanların, Batı hegemonyası, kültürü ve kodları karşısında teslim bayrağı çekmemelerinin; Ba­ Ozneleşme Süreci tıl ıların hegemonyalarına her zaman direnme biçimle­ ri geliştirebilmelerinin nedenleri burada gizlidir. Bu süreci, ben, müslümanların yeniden Özne olarak Buradan müslümanların özneleşme sürecinde, dış tarih sahnesine çıkma etmenlerin, nasıl ter­ tecrübesi, kısacası özne- sinden bir rol oynadığı leşme süreci olarak ad' landırıyorum. Özneleş" me sürecinin hem dünya sistemiyle ilintili dı§ etmenleri, hem de bizzat müslüman toplumların Müslüman toplumlar, Batı kökenli seküler ideolojilerin ve projelerin müslümanlık karşısında asla tutunamayacak kadar pato­ lojik, sığ ve fatal (ölümcül ve öldürücü) olduğunu bizzat gördüler. (yani müslümanlar le­ hine, Batdılar aleyhine işlediği) meselesine ge­ çebiliriz. Müslümanla­ rın dünya sistemine teslim bayrağı çekme­ meleri; aksine her yeni kendi dinamikleriyle ve dinamizmleriyle (deneyimleriyle) ilintili iç etmenleri durumla birlikte İslâmî anlam haritalarını eksene alan var. Müslümanların özneleşme süreci, bu iki ana etme- direniş ve varoluş biçimleri geliştirmeleri, Batılıların, nin de katkısıyla imkan dahiline giren bir süreçtir. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, müslümanlığın, Müslümanların özneleşme süreci, her şeyden önce, müslüman toplumlar üzerindeki belirleyici ve yönlen­ İslâm’ın özgün ve dinamik otantik kaynaklarının var- dirici etkisini kırmaya dönük (İslâm’ı sekülerleştirme / lığını, canlılığını, etkisini ve dinamizmini koruyabili' protestanlaştırma gibi) strateji ve projeler geliştirmele­ yor olmasıyla imkân dahiline girmiştir. Otantik kay­ rine yol açmıştır. Böylelikle Batıklar, asıl büyük proje­ nakların korunabiliyor ve her daim bizimle var olabi­ lerini, dünya üzerindeki hegemonyalarının önünde liyor olması, müslümanların yaşadıkları kültürel şokla­ “takoz” gibi duran müslümanların direniş güçlerini kır­ rı, travmaları, epistemolojik ve ontolojikkınim a’yı aş­ manın yollarını araştırarak hayata geçirmeye çalış­ malarını kolaylaştırmıştır. maktadırlar. Dikkat edilirse, burada İslam ve dolayısıy­ Bunun en temel nedeni şudur: Otantisite ile özne la müslümanlar, Batıklar tarafından Özne olarak ko- olmak arasında zorunlu ilişkiler veya bağıntılar vardır. numlandırılmakta; Batı-İslam ilişkilerinde belirleyici Otantisite, Arapça’da “asale” yani asalet demektir. aktör İslam olmaktadır: Bu, yeni bir durumdur ve ta­ Otantik olan ise sahih ve sahici olan demektir. Sahih rihin, müslümanlar lehine işlemeye başlayan esaslı bir kaynaklara sahip olmak, yapılan yanlışlıkları tashih dönüm noktasıdır. edebilmeyi; karşılaşılan sorunları sahih kaynaklara, re- Bundan sonraki süreçte, müslümanlar, İslâm’ın im­ ferens çerçevesine başvurarak anlamlandırabilmeyi ve kânlarının nasıl hayata geçirebileceğinin yollarını keş­ aşabilmeyi kolaylaştırmaktadır. Dolayısıyla otantik fedecek veya icat edecekler: Bunun usûlü, asıl ile, aslî kaynakların korunması, müslümanların, özneleşme, dinamiklerle yaratıcı ilişkiler / irtibatlar kurmaktan kendileşme ve özgürleşme imkânlarını her zaman geçiyor. Asıl’la kurulacak ilişki, msûI’ü de zaten göste­ canlı tutmuştur. Müslümanlığın, bir yandan otantik riyor veya ele veriyor; Nesne değil Özne olmak; Reak- kaynaklarının varlığını sürdürüyor olması; öte yandan siyoner değil, Aksiyoner olmak; Asalak değil. Şahsiyet da, bütün vahyî geleneğin mirasçısı olması ve beşerî ve Asalet sahibi (otantik / özgür ve özgün) olmak. birikimlere ise her zaman açık ve onlarla her zaman (Burada asıl ve usûl sözcüklerinin aynı etimolojik kö­ buluşmaya, yüzleşmeye, onlardan her zaman yararlan­ kene sahip olduğunu; ve asıl’la ilişki kurulmadan Ümran-Nisan -2002 4 7 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK usûl un bulunamayacağını vurgulamakta yarar görüyo­ yoruz: 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı’nın tarihe rum). karışmasıyla birlikte “İslam medeniyeti” “geri çekil­ İşte şu an bu sürece girilmiş durumda. Bu sürece gi­ miş”, müslüman toplumlarsa fiilen nesne konumuna rildiği içindir ki, müslüman toplumlar zorlu bir gele­ düşmüştü. Ama 20. yüzyılın son çeyreğinde İslâm, do­ cekle, engellerle, sıkmtılarla karşı karşıyalar: Kendi ge­ laylı Özne konumuna geçmeye başladı; göstergeleri leceklerini kendileri belirlemek, kendi kaynaklarını dikkatle okuyup analiz ettiğimizde İslâm’ın 21. yüzyı­ başkalarına peşkeş çekmeye son vermek ve adil, kar­ lın ilk çeyreğinden itibaren doğrudan Özne konumu­ deşçe, hak'hukuk ve hakikatin tahakkuk edeceği bir na geçmeye başlayacağını söyleyebiliriz. “dünya” kurmak istiyorlar. En azından İslâm dünyasın­ daki İslâmî söylemlerin temel kaygıları bu. Bu kaygı, zamanla müslüman toplumlarm ana kaygısı haline ge­ lecek. Bu yeni sürecin veya dönüşümün başat göstergele­ rini kısaca şöyle özetleyebiliriz: 1-Gücü eksene alan ve araçsal bir akıl üreten (ara­ cı; anlam, değer ve güç üretiminin yegane motoriği ha­ line getiren) modem / seküler 'Batı medeniyeti tecrü' Sonuç; İslâm’ın Öncülüğünde Kadim Medeniyetler besi, geldiği son evre olan ve insanm ilkel dürtülerini Ekseninde Yeni Bir Yolculuğa Doğru... ve güdülerini kutsallaştıran postmodemizm’le birlikte çözülme sürecine girmiş; ins».'.lığa kuşatıcı, barışçıl, İnsanoğlunun bilebildiğimiz yazılı / kayıtlı tarihinin adil ve evrensel ufku olan bir dünya ve tasavvur vaade- son 6 bin-8 büı yıllık hikâyesinin ilk evresinde domi­ demeyecek bir duruma gelmiştir. nant olarak “mabed toplumlan” olarak adlandırılan medeniyetler var. M.Ö. 2500’lü yıllarda mabed toplumlarının yanısıra Girit’te ^‘saray toplumları” ortaya çıkmaya başlıyor. Girit’teki saray toplumları tecrübesi Minos ve Miken medeniyet tecrübelerinden sonra ye­ rini M.Ö. sekizinci yüzyıldan itibaren “site / şehir” toplumlarına devrediyor; ama Antik Yunan ve Roma medeniyeti ile birlikte başlayan, insanlığın kadim me­ deniyetlere dayalı ortak tecrübesinden kopuş süreci Avrupa ve yeni-Roma Amerika deneyimleriyle birlik­ te tamamlanıyor. Gerek buraya kadar yaptığım analiz­ ler, gerekse mevcut göstergeler, 20. yüzyılın ikinci ya­ rısına kadar süren bu kopuş süreci deneyiminin, 21. yüzyılın ilk yarısından itibaren ömrünü tamamlayaca­ ğını; insanlığın büyük ölçüde İslâm’ın öncülüğüyle ye­ niden kadim medeniyetlerin ortak tecrübesiyle buluşa­ rak yeni bir yolculuğa çıkacağını gösteriyor. 2-Buna mukabil İslâm’ın, otantisitesini kommayı başardığı için insanlığa kuşatıcı, barışçıl, adil ve evren­ sel ufku olan bir dünya vadedebilecek tek güçlü değer­ ler sistemine ve anlam haritalarına sahip olan bir din ve dünya tasavvum olduğu suyüzüne çıkmıştır. 3 -Küreselleşme sürecinin ikinci raundu, ulusal si­ yasi, ekonomik ve yapay ırkçı kültürel sınırların orta­ dan kalkmasıyla sonuçlanacak; bu, müslüman toplumların kendi kaderlerini kendilerinin belirlemelerini, her bakımdan özgürlüklerine kavuşmalarını icbar ede­ cek ve kolaylaştıracak; böylelikle bu süreçte müslüman toplumlar, büyük ölçekli siyasi, kültürel, ekonomik, toplumsal, askeri ve stratejik ittifaklar kurmaya başla­ yacaklar. 4-Müslüman toplumlardaki İslâmî söylemler, özne- leştirici, özgürleştirici, kendileştirici söylemlerin ana Teorik olarak önce Antik Yunan, ardından da Rö­ ekseni haline gelecek; ve hem İslam medeniyetinin nesans ve Reformasyon’la birlikte başlayan ve pratik hem de Batı medeniyeti de dahil olmak üzere tüm di­ olaraksa sanayi devrimleri, İngiliz Çevrimleri, Ameri­ ğer medeniyetlerin birikimlerini İslâmî referans çerçe­ kan ve Fransız devrimleriyle nihai şeklini alan modem vesi ekseninde silbaştan yeniden okuyacak ve yeni- /seküler Batı medeniyeti, tüm dünyaya son 200 yıldan den-kurgulayacak güçlü düşünsel / akademik bir bu yana tek başına Özne olarak yön ve şekil veriyor. birikim ortaya koyacaklar. Bu birikim, yeni kültürel, Son 200 yıldan önceki dönemlerde birden fazla mede­ toplumsal, siyasal, ekonomik ve sanatsal pratiklerin ve niyet aynı anda Özne konumundaydı. Şu an yalnızca kurumların icat ve inşa edilmesinde kilit rol oy­ Batı medeniyeti doğrudan Özne, İslam ve Doğu mede­ nayacak ve böylelikle İslâm dünyasının müslümanlık niyetleri ise kısmen dolaylı Özne; ama büyük ölçüde ekseninde dönüşmesi ve İslâm’ın, tüm insanlığı, kadim Nesne konumundalar. medeniyetlerin ortak tecrübeleriyle yeniden ama yeni Ancak bu durumun İkinci Dünya Savaşı’ndan son­ ra belirgin bir şekilde değişmeye başladığını gözlemli­ 48 Ümran ■Nisan •2002 şekillerde buluşturması imkân dahiline girmeye baş­ layacaktır. ■ “ORTADOĞU”NUN KONUMLANDIRILIŞ HİKAYESİ VE İSLÂM’IN MEYDAN OKUYUŞU HAŞAN HANEFÎ Türkçesi: Mehmet Özay 1 . Ortadoğu kelimesi, İngilizlerin Doğu’yu bir- lik bin Nebi gibi kimi modemistler söz konusu bu biriyle ilişkili iki kavram olan orta ya da yakın coğrafi bölgeyi, müslüman olmamakla beraber, aynı ve uzak şeklinde algılamasına dayanan eski bir bağımsızlık ve ilerleme ideallerine sahip olan ülkele­ tanımlamadır. Bu tanım, çevrenin merkezle ilişkisini rin de içinde yer aldığı Afro-Asya Dünyasıyla özdeş­ ortaya koyan bir güç ilişkisi olan klasik oryantalizm­ leştirmiştir. Bu dünyanın kimliğini din değil, aksine de olduğu gibi öteki’nin ben’le ilişkisini anlamlandır­ sosyo-politik yapı oluşturmaktadır. mada içerden değil dışardan kaynaklanan bir projek­ siyondur. 4. Akdeniz’in kuzey ve güney kıyıları; Batı ve Greko-Romen idaresi, İslam idaresi, ortaçağ haçlıla­ 2. Küreselleşme de, Doğu Avrupa ve eski Sovyet- rı veya modern sömürgecilik ya da gerçek kuzey-gü- 1er Birliği’ndeki sosyalist rejimlerin yıkılmasından ney diyaloğuyla ortak bir mirasa sahip Batı ve İslam sonra Doğu ve Batı arasındaki güç ilişkisini ifade arasındaki gerilimler! azaltmak için küreselleşme dö­ eden aynı türden bir tanımlamadır. Küreselleşme za­ neminde yapılarî kimi modem tanımlamalar, Arap ruri bir kavram değil, fakat varoluşsal bir kavramdır; Ulusunu/Dünyasını kendi kimliğinden soyutlamak önemli bir faktör değildir, fakat rastlantısal bir gerçe­ amacıyla Arap Dünyasını Avrupa’yla birlikte ele ği ifade etmektedir. Kimi zaman siyaset bilimciler alan Akdeniz ülkeleri tanımlamasıyla sunulmaktadır. bizzat disiplinin kendine zarar vermek ve batıl bir Ortadoğu İngilizlerin coğrafi tanımlamasından farklı inanç gibi bilimden ideolojiye, siyasal analizden siya­ olarak, her ikisi de Ortadoğu’da yer alan Arapları, İs­ sal duruma dönmek suretiyle bir gerçekliği bir kavra­ rail’i ve aynı zamanda, Yunanistan’ı, İran’ı ve belki ma; bir gerçeği (fact) bir öze; bir zaman-mekân duru­ de Türkiye’yi de içine alacak şekilde yeni bir siyasal munu (ilişkisini) her zaman için geçerli bir zihinsel bütünlük olarak belirmeye başladı. Ortadoğu ağırlık­ duruma; de /acto’yu de jure'ye dönüştürmektedirler. lı olarak Arap’lardan müteşekkil değildir, aynı za­ Ortadoğu ifadesi nasıl İngiliz zihninin bir ürünüyse, manda, İranlıİar da bulunmaktadır; sadece Müslü- küreselleşme de Amerikan gizli servisleri araştırma manlar değil, Yahudiler de yer almaktadır. Modern­ merkezlerinin bir ürünüdür. 3. Ortadoğu kelimesi, içerden, bizzat bölge halk­ ları ve kültürleri tarafından algılandığı şekliyle bir ta­ leşme rolü’nü Mısır yerine İsrail’in oynayacağı gele­ cekteki bir Ortadoğu için küreselleşme, uluslar değil; çıkarlar ortaklığma dayanacaktır. nımlamaya sahiptir. Ortadoğu kelimesi, “Arap Ulu- 5. j^üreselleşme daima bir Dünya sistemi olmuştu. su”na atıfta bulunan bir Arap milliyetçisi için tat­ Güçlüler küresel, zayıflar yereldi. Küresel merkezdi, minkâr olmadığından coğrafi bir tanımlarna olan yerel çevreydi. Kadim Ç in antik haritacılık bilgileri­ Arap Dünyası olarak adlandırılmaktadır. Bu coğrafi ne göre dünyanın merkeziydi. Pers ve Roma, dünya­ bölge, bir pan-îslamcı için daha tatminkâr bir tanım nın merkezi olmak için büyük mücadele vermişlerdi. olan ve daha geniş bir çerçeveyi ortaya koyan İslam Daha sonra İslam yeni bir güç olarak Batı’nın ve Do- Dünyası olarak da adlandırılmaktadır. Cezayirli Ma­ ğu’nun güçlerini devraldı ve Batı’dan gelen Haçlı ile Ümran •Nisan .2 0 0 2 4 9 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK Doğu’dan gelen Tatar ve Moğol nemi bırakmıştır: Birincisi, zirve saldırılarına dünyanın noktasına Hicri 4. yüzyılda ulaştığı merkezine yerleşti. Batı dünyasının ve İbn-i Haldun’un “Mukaddime” gerçek hedefi Hindistan’a ulaşmak isimli eserinde doğru bir şekilde ta­ iken, Atlantiği aşarak Batı yarım­ nımladığı, İnançta Eş’ari’liğin ve küreye ulaştıktan sonra merkeze Fıkıh’da Şafiiliğin yer almasıyla oturdu/yerleşti. Avrupa, Batı’nın Yöneticiye (Halifeye) güç ideoloji­ rağmen si veren Gazali’nin rasyonel bilime modern zamanlarından, modern ■n zamanların sonuna kadar dünyanın eleştiriler getirmesiyle sona eren merkezinde yer alırken Afrika, As­ altm döneme damgasını vuran kla­ ya ve Latin Amerika çevreyi oluş­ sik kültür. İkincisi, İbn-i H al­ turuyordu. Küreselleşme Sovyetler dun’dan -H ic ri V III. yüzyıldan Birliğinin ve -Küba ve Çin hariç- XIV. yüzyıla- geçen yüzyıla kadar sosyalist bloğunun bütünüyle çök­ devam eden bir sonraki yedi yüzyıl­ mesi sonucu ortaya çıkan yeni bir lık dönem. Bu dönem, geçen yüz­ olgu değildir. Küreselleşme, modem Avrupa tarihin­ yıldan beri kendisinden ya da ötekinden bilgi trans­ de bir ‘an’ değildir; aksine güç arzusunu, merkez ve feri yapmak suretiyle aklın ürettiklerini kağıda geçir­ çevre arasındaki güç dengesini dile getirmek suretiy­ diği; kendisini yorumladığı ve özetlediği sonraki yedi le her zaman varlığım sürdürmüş, varolagelmişti/r. yüzyıllık dönemdir. Arap/İslam Dünyası, günümüzde 6. Küreselleşme, özel bir tarih bilincinin kendine kendi ortaçağını sona erdirdiği ve kendi reform ve özgü bir yönelimini, yani Batı’nın yönelimini ifade rönesansına başladığı üçüncü tarihi döneme başla­ etmektedir. Modem zamanların başlangıcında, A v­ maktadır. İşte bu yüzden, günümüzdeki bütün zorluk­ rupa, Endülüs’teki Müslüman Gırnata’nın 1492 yı­ lara rağmen, sosyalist rejimlerin yıkılmasından ve lında yıkılmasından yaklaşık iki yüzyıl sonra A tlan­ küreselleşmenin galebe çalan gücünden önce ve son­ tik Okyanusu’nu geçerek batıya doğru; Doğu Avru­ ra pek çok çağdaş düşünürün yazılarında daha bir pa’da Osmanlı imparatorluğuna karşı koymak için umutlu ve iyimser İslam ortaya çıkmaktadır. Arap/İs­ doğuya doğru ve Moğol İmparatorluğuna son vermek lam Dünyası, öteki’nin tarihî yönelimi olan küresel­ suretiyle Hindistan’dan girerek Asya’nın en uzak leşme döneminde yaşamıyor, aksine kendi tarihî yö­ bölgelerine kadar yayılma gösterdi. Avrupa 19. yüz­ nelimini oluşturan üçüncü tarihi dönemin başlangı­ yılda Asya, Afrika ve Amerika’yı çevreye itip kendi­ cında bulunmaktadır. si dünyanın merkezine konuşlandığında genişlemesi­ 8. Mikro analiz, bize, geçen yüzyıldan bu yana nin zirvesine ulaşmıştı. Sömürgecilik işte tastamam Arap/İslam Dünyasmın dış kaynaklı sömürgeciliğe bu durumun bir sonucudur. Askeri sömürgecilik bir­ ve iç kaynaklı baskıcı ortama karşı geliştirilen büyük kaç istisna dışında sona ermiş durumdadır; ekonomik bir reform hareketi denediğini göstermektedir. sömürgecilik, bilimsel bağımlılık ve kültürel hego- özgürlükçü hareketler, özellikle Kuzey Afrika reform monya ise hâlâ devam etmektedir. Küreselleşme, çalışmalarında ortaya çıkmıştır. Batılı liberalizm söz En sanki zaman ve mekânın donduğu, Sovyetler Birli- konusu özgürlük hareketlerine model teşkil ettiğin­ ği’nin çöküşünden ve sosyalist rejiminin yıkılışından den dînî reformun bir sonucunu oluşturuyordu. Din­ sonra Batı hegomonyasının bir türünü oluşturmakta­ den bağımsızlaşma doğal bilimler temeline dayalı se- dır. küler liberalizmi doğurdu. Söz konusu bu liberal mo­ 7. Arap Dünyası, tarihte bir başka tarihsel yöne­ del 20. yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte Arap askeri lime sahiptir. Makro düzeyde yapılan analizde, devrimleriyle sona erdi. Bu model, liberalizmden fe­ Arap/İslam Dünyası geçen yüzyıldaki reform ve röne- odalizm, elitizm ve Batı yanlısı ittifaklar olarak ad­ sans hareketiyle Memlûklülerin ve Türklerin (Os- landırılan yapılara dönüştü. Böylece, sömürgeciliğin manlı) hüküm sürdüğü ortaçağı sona erdirmeye çalış­ sona erdirilmesi hareketi ve modem ulus devletlerin maktadır. Arap/İslam Dünyası, ardında iki tarihi dö­ yapılanması başlamış oldu. 1950’li ve 1960’lı yıllar 50 .Ümran ■Nisan •2002 İSLÂM'IN MEYDAN OKUYUŞU / HANEFİ Arap Birliği’nin, üçüncü dünya- toplumsal cinsiyet, çevre, tarihin nın, Bandung-’un, A fro-Asya’nın sonu, medeniyetler çatışması, öz­ dayanışması ve tarafsızlar hareket­ gürlük, demokrasi vb. diğer ilişkili lerinin görüldüğü romantik ve gör- kavramlar yardıma yetişti. Birlikler kemli bir dönem oldu. 1970’li ve ve N G O ’lar tarafından yönetilen 1980’li yıllar -ve belki de günümüz- sivil toplum, devlete alternatif ola­ de hâlâ geçerli sosyalist ideal- 1967 rak sunulmaktadır. Özgür bir top­ yenilgisinden ve Nasır’m 1970 yı­ lum, herhangi bir devlet müdaha­ lında vefatından sonra yıkıldı. Ba­ lesi olmaksızın bu kavramın tarihi ğımsız devlet, bağımlı hale geldi; bağlamını, din karşıtı ve devlet sosyalizm kapitalizme dönüştü ve karşıtı yan anlamlarını göz önüne kamu sektörü özelleşti. Arap/İslam almaksızm serbest ekonomi için bir Dünyasının tarihi yönelimi sömür­ gecilikten, sömürgeciliğin sona er­ mesine oradan yeniden sömürgeci­ '• ön şartı oluşturmaktadır. Ümmet, . Aşhira, Kavim, Ehil, Şaa’b, Kabile, Raht, Nass vb diğer geleneksel kav- liğe evrildi. Bunun küreselleşmeyle ve Batı’nın tarihi ramlarca söz konusu bu kavramın önü kapatılmıştır. yönelimiyle bir ilgisi yoktur. Sadece eş zamanlı ola­ Yönetim, ulus devlet yerine, iş idaresine öncelik ta­ rak, Batı’nın tarihi yönelimdeki küreselleşme döne­ nımakta ve yönetim biçimi, ulus egemenliğinden zi­ mi Arap/İslam Dünyasının tarihi yönelimindeki ye­ yade idare anlamına gelmektedir. Söz konusu bu ida­ niden sömürgeleş(tir)me tecrübesine tekabül etmek­ re ulusal değil, uluslararası uzmanlar tarafından yöne­ tedir. tilmektedir. Değer olgusu toplum değil, bireydir. V e­ 9. K ü reselleşm e, bir g erçek lik değil, yapay o la ­ rilen savaş halklar için değil, insan haklarına yöne­ ra k üretilm iş bir kavram dır. Bu kavram, eski mit liktir. Toplum devletin mirasçısıdır, birey de toplu­ ideolojin in sonu ve bir başka mit tekn olojin in baş' mun. Devlet topluma, toplum da bireye indirgen­ langıcına rağmen bir ideolojidir. Dünyanın küresel mektedir. Birey, toplumsal cinsiyet aduıa erkek-ka- bir köy, bilgi devrimi, internet, e-mail, uydular ve dın dikotomisine (ikiliğine / zıtlaşmasına / karşıtlığı­ bütün modern iletişim araçları ve kitle medyasının na) bile ayrışmaktadır. Kadın özgürleşmesine, birey yaygınlaşması nedeniyle uluslar, halklar, kültürler, özgürleşmesi ve devletin otonom bir yapı kazanma­ gelenekler, detay ve değer sistemleri olarak adlandı­ sından daha öncelik verilmektedir. Feminizm, sivil rılan davranış kalıplan arasındaki bütün sınırlar artık toplumun bir unsurudur. Özgürlük ve eşitlik adına ortadan kalkmıştır. Bundan maksat 1991 yılında sos­ verilen mücadele sosyo-politik mücadeleyle değil, yalist rejimlerin çöküşünün serbest piyasa ekonomi­ toplumsal cinsiyet mücadelesiyle başlamaktadır. Öz­ sinin insan çabasına en uygun bir durum olduğımun gürlük ve demokrasi mücadelesi tek başına doğal kanıtlanmasından sonra serbest piyasa ekonomisine hakkın bir parçası olarak özgürlük ve demokrasi için geçmek ve ekonomik plânlamayla devlet ekonomisi­ verilen mücadele değil, aksine serbest ekonominin ni sona erdirmektir. Bu ekonomi, çok uluslu şirketler ön şartı olarak verilen mücadeledir. Yeşiller Hareke­ yardımıyla dünya çapında uygulanmaktadır. D-8’ler, ti ve diğer çevreci hareketler, Afrika’nın çölleşmesi­ G A T T , Dünya Bankası, IMF ve bütün uluslararası fi- ni engellemek için değil, aksine nükleer atıklan nans merkezleri, yerel değil küresel bir faaliyet sergi­ Üçüncü Dünya ülkelerine stoklayarak Batı’daki çev­ lemektedirler. Bu durumda ortada iki alternatif bu­ reyi korumak amacıyla Batı’daki kirlenmeye karşı ve­ lunmaktadır: rekabet etmek ya da pes etmek; üret­ rilen mücadelelerdir. Sosyalist rejimlerin yıkılması mek ya da tüketmek; yaratmak ya da taklit etmek; kapitalizmin ve serbest piyasa ekonomisinin zaferi icad etmek ya da özümsemek; vermek ya da almak; anlamına geldi. Tarih sona erdi, kehanet gerçekleşti, ihraç etmek ya da ithal etmek; merkezde olmak ya da Mesih göründü ve süreç tamamlandı. Geleneksel çevrede yer almak. toplumlann yaşadıkları çevre bağlamında, medeni­ 10. Bu arada sivil toplum, yönetim, insan hakları, yetler çatışması sanki merkez ve çevre arasında yaşa­ Umran-Nisan >2002 51 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK nan gerginliklerin sosyo-ekonomik çatışmayı içeren vil savaşlarla, gericilikle, halk çoğunluğunun yoksul­ bir güç çatışması değil de, medeniyetler çatışmasının luğu ve elitlerin inanılmaz zenginliğiyle, cehaletle, gerçek sosyo'politik ve ekonomik hegemonyayı ört kuraklıkla, açlıkla, insan hakları ihlalleriyle, işken­ bas ettiği uygarlaştırıcı bir etkileşimmiş gibi gelenek­ ceyle, hapisle, kadınlara karşı ön yargılarla, toplum­ sel toplumların kaderini oluşturmaktadır sal baskıyla, siyasal diktatörlükle, ölüm cezasıyla, ge- 11. Şayet küreselleşme merkez (deki ülkeler)in lenekselcilikle, entellektüellere-yazarlara ve sanatçı­ yetkisindeyse, çevre (deki ülkeler) için plânlanan/ lara yapılan baskılarla ilişkilendirilmektedir. İslam, tasarlanan şey, parçalanmadır. Bütünün gücü, parça- müslümanların gelenekleri ve başörtüsü, camiler, dil, ların zayıflığını gerektirmektedir. Arap/İslam Dünya­ eğitim, azınlık grupları, Almanya’daki Türkler, H ol­ sındaki bölünmeler medya tarafından ele alınmakta landa’daki Paslılar, Fransa’daki Kuzey Afrikalılar, İn­ ve hatta teşvik edilmektedir- Kuzey Afrika’daki giltere’deki Asyalılar, Amerika’daki Siyah Müslü­ Araplar ve Berberiler; Irak’taki ve Türkiye’deki Kürt- manlar gibi alt kültürler sergiledikleri alışkanlıklar 1er ve Araplar; Güney Sudan’daki Araplar ve Afrika­ ve davranışlarla Avrupa kimliği için bir tehdit unsu­ lılar; Mısır’daki Müslümanlar ve Kiptiler; genelde ru teşkil etmektedir. Basra Körfezi’ndeki özelde Kuzey Irak’taki, Bah­ 13. Bir diğer yeni dünya düzeni olarak tek kutup­ reyn’deki, Kuveyt’teki Sünniler ve Şiiler; Suriye’deki lu dünya anlamına gelen küreselleşme, potansiyel Dürzi, Alevi ve Müslüman Kardeşler gibi azınlıklara, olarak dahi gelecekte küresel dünyanın bir parçası etnik dini hareketlere ve mezheplere yönelik pek çok olmaya direniş gösterme ya da hatta isteksizlik sergi­ çalışma bulunmakta, türlü planlar yapılmaktadır. Bü­ leme karşısında hiçbir şekilde tolerans göstermemek­ tün bu parçalı yapı 15 yılı âşkın bir süre iç savaşın ya­ tedir. Elbette ki, iki kutuplu dünya artık sona ermiş­ şandığı Lübnan’da mevcuttur. Siyasal bölünmeler, - tir. Ancak iki kutupluluk sadece tarihte yerini al­ genellikle Cezayir’deki FIS ve Ordu, Afganistan’daki makla kalmamakta, aynı zamanda gelecekte oluşacak Taliban ve yönetim arasındaki sivil savaş gibi- böy- tarihin de yapısını oluşturmaktadır. Küreselleşmeye lesi parçalanmışlıklarm sonucudur. Merkez(deki ül­ meydan okuma Asya’dan çıkmayabilir. Yeni endüst­ keler), bütünleşen bütünleşmekte olan bir nitelik arz ri toplumları, Asya rüyasını gerçekleştirmekle meş­ etmektedir; çevre (deki ülkeler) ise Rusya’nm: Çeçe- guldürler. Bu Uzak Asya toplumlarınm dirilişi, varlı­ nistan ve Gürcistan, Yugoslavya, Bosna ve Hersek, ğı ve ayakta durması, Batı sermayesine, Batı borsası- Kosova vb.; Afrika’daki, Etiyopya ve Eritre arasında­ na ve serbest ticaret ekonomisine bağlıdır. Özellikle ki smır çatışmalarının; Ruanda’daki kabile soykırım­ Endonezya’daki, Malezya’daki ve hatta Güney Kore larının, Kongo’daki kitlesel katliamların vb. içinde ve Japonya’daki devalüasyonlardan sonra yaşanan kı­ yer aldığı parçalı bir yapı arz etmektedir. Avrupa Bir­ rılgan bir tecrübedir. Dünyadaki küresel ekonomi liği olumlu bir yankı bulur, takdir edilir ve uygulama­ halkların ve kültürlerin ötesine geçmektedir. Özgür­ ya konulurken Arap/İslam Dünyasındaki parçalan­ lük teolojisinin ve bağımsızlık teorisinin doğduğu yer mışlık onaylanmakta ve hatta teşvik edilmektedir. olan Che Guevara’nm ülkesi Latin Amerika şimdi­ Bu nedenledir ki, bugün Arap Birliği ya da İslam Bir­ lerde açlığın, uyuşturucunun, yoksulluğun ve baskı­ liği gerçek dışı bir nitelik arz etmektedir. Bölgesel iş­ nın egemen olmasıyla yatışmış durumdadır. 1960’lı birliği oldukça zayıftır. Arap zirveleri sonuçları bakı­ yıllar hoş bir rüyaydı. Güney Afrika’daki ırk ayrımcı­ mından etkisizdir. Arap ortak pazarı, yarım yüzyıldan lığı sona ermesine rağmen, Afrika bugün sivil savaş­ bu yana bir çıkmazı yaşamaktadır. lar, sınır çatışmaları, kuraklık, açlık, soykırım, dikta­ 12. İslam, Batı medyasında 1991 yılında sosyalist törlük ve A ID S darbesine maruz kalmıştır. Arap/İs­ rejimlerin yıkılmasından önce komünizmin ve Do- lam Dünyası hâlâ Amerika Birleşik Devletleri’ne ba­ ğu’dan gelecek kızıl tehlikenin yerini almıştır. Batı, ğımlılığına ve İsrail’i tanımasına rağmen kendi kül­ sahip olduğu güç kullanımmı haklı gerekçelere da­ türel kimliği ve küresel dünyadaki otonomisini sa­ yandırmak, doğrudan ve dolaylı saldırılarına yasal bir vunma mücadelesi vermektedir. İşte bu yüzdendir ki, kılıf uydurmak amacıyla bir düşmana ihtiyaç duy­ Arap/İslam Dünyasına diş bilenmekte ve tehdit edil­ maktadır. İslam şiddetle, terörizmle, kan içicilikle, si­ mektedir: Irak’a uygulanan ambargo, Libya’nın bloke 52 Ümran •Nisan -2002 İSLÂM’IN MEYDAN OKIATJŞU / HANEFİ edilmesi, Sudan ve İran’ın tehdit altında tutulması, nemezcilik ve hatta nihilizme uygun şekilde çoğulcu­ Mısır’ın marjinalleştirilmesi, İsrail’in desteklenmesi, luğa dayalı merkez kültürünün küreselleşmeyi; birlik­ sahip olduğu mufazakârlıktan ötürü İslam fundamen- çi (unitarian), tek katmanlı (unilateral) ve monoli- talizminin teşvik edilmesi ve Batı karşıtlığından ötü­ tik dünya görüşünü savunması ve eski sosyalist rejim­ rü kendisine savaş açılması vb. Arap/İslam Dünyası lerle aynı konumdaki totaliterciliğin yerini aldığının tek kutuplu dünyada sahip olduğu tarihi derinlik ve tahayyül edilmesi olanaksızdır. Bu çifte standart sa­ kültürel nitelikler, yabancı müdahalesine karşı verdi­ dece merkezin içinde ve dışında değil, aynı zamanda, ği uzun süreli mücadele ve sahip olduğu maddi ve merkezin bizatihi kendindedir. Dogmatizm daima moral potansiyeller göz önüne alındığında muhtemel >“oryantal/doğu despotizmi” olarak, tek yanlıcılık bir karşı çıkışı temsil edebilecek gücü bünyesinde ba­ (unilateralism) ve özgürlüğe olanak tanımamakla rındırmaktadır. İslami hareketler giderek daha da güç (monolitikcilik) suçlanmış olan çevre (deki ülkeler kazanmaktadır. İslam bir protesto a ra cı ve sosyo^po- ve dinamikler), artık günümüzde çok kutuplu ve kar­ litik h aksızlıkların d ile g etirilm esi o la ra k ken d in i şılıklı olarak birbirine bağımlı dünyayı savunmakta­ b ir a lte r n a tif o la ra k sunmxtk suretiyle h a şarıy a u la ­ dır. Kendi ulusal egemenliğini ve bağımsızlık arzusu­ ş a ca k tır, nu yitirmeksizin küresel bir dünyada yaşayan Çin, 14. Kendi tarihi yönelimine sahip Arap/İslam Dünyası kendini küreselleşmekte olan dünyadan yalıtmamaktadır. Ben ve öteki arasında yaratıcı bir et­ Malezya ve İran bu karşılıklı bağımlı dünya için ör­ nek olarak verilebilir. 16. Küreselleşmekte olan dünyada Ortadoğu, kileşim var etmek suretiyle Arap/İslam kültürü kadar dünya tarihinde yeni bir sayfa açmak için dil ve tari­ kendini dünyaya bu denli açan bir başka kültür yok­ he son veren (axed) klasik oryantalizmden uzak yeni tur. Arap/İslam kültürü kadar yerli kültürlere saygı bir dünya kurma teşebbüsünün başlangıcı olabilir. duyan; sağlıklı, barışçıl ve yaratıcı ilişkiler kurabilen Genelde Zeitgeist (Zamanın Ruhu), özelde Hegel, Ba- bir başka kültür yoktur. Aristo ilk hocaydı. Eflatun tı’nın tekelinde değil, aksine dünya tarihinde kendi­ gücün ve ışığın sahibiydi, Sokrates insanların en bil­ lerine bir yer edinebilmek için bütün uluslara, halk­ gesiydi, Gailen bütün kadim ve modern zamanların lara ve kültürlere açıktır. Klasik oryantalizm, dil ve en iyisiydi. Yunan, Roma, Pers, Babil ve Hint kültür­ kültürden edebiyata, tarihten tarih felsefesine, özne- leri yeni kültüre dönüştürüldü, yorumlandı, asimile nesne ve gözlemci-gözlemlenen ilişkisinden herkes edildi ve yeniden inşa edildi. Tarihsel olarak, tarafından paylaşılan, aynı anda hem özne hem nes­ Arap/İslam kültürü kadim Doğu ve Batı kültürlerinin ne olan özneler arası tecrübeye dönüşebilir. Dünya­ buluşma noktasında yer almak suretiyle merkezi oluş­ nın ruhu, tarihin hareketi ve birbiriyle örtüşen ka­ turuyordu. Coğrafi olarak ise, Arap/İslam kültürü ay­ derler, her kültürün içinde yer aldığı küresel bir dün­ nı zamanda Doğu ve Batı, Kuzey ve Güney arasında ya olabilir. Bu özellik (challenge) gelecek yönelimi­ da bir merkez niteliğine sahiptir. Bu kültür coğrafya­ ni bilmek zorundadır. Merkezdeki küresel dünya, sı küreselleşmekte olan dünyanın tam ortasında yer modern zamanlarını Cogito’dan (Descartes) Cogita- almaktadır. Belgelenmesi ve belirlenmesi istenen tum‘a (Husserl); Discours a la methode (Descar­ şey, bu coğrafi bölgenin kimin dünyasında yer aldığı­ tes)’den Karşı yöntem’e (Feyerabend). Saf Aklın dır; eski dünyanın merkezi midir, yoksa yeni dünya­ Eleştirisi’den (Kant) Akla Veda’ya (Feyerabend) bü­ nın çeperinde mi bulunmaktadır; ötekinin dünyası yük restorasyondan (Bacon) yapıbozumculuğa (Der­ mıdır, yoksa ben’in dünyası mıdır; tek kutuplu dün­ rida) kadar modem zamanların başlangıcını, modem yanın egemenliğindeki bir dünya mıdır yoksa çok ku­ zamanların sonuna yaklaştırabilir. Avrupa-merkez- tuplu dünya tarafından mı yaratılmıştır? cilik döngüsü tamamlanmış olabilir. Yeni Zeitgeist 15. Tek kutuplu dünya adına küreselleşmekte Batı’dan Doğu’ya, Kuzey’den Güney’e dönebilir. Bir olan dünya ve merkezin gücünün dile getirilmesi ye­ önsezi ya da bir gerçeklik, bir işaret ya da bir tarih rine niçin çevrenin üstesinden geldiği, gücü dile ge­ yasası, bir önsezi ya da dünyanın sonuna dair bir olgu tiren çok kutuplu dünyanın adma karşılıklı bağımlı (eskatoloji), bir vaad, belki de gerçekleştirilebilecek bir dünya algılanmıyor? Şüphecilik, rölativizm, bili­ bir hakikat; kim bilir? ■ Ümran-Nisan -2002 53 21, YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK YABAN ATI EVCİLLEŞTİRMEK; İSLÂMİ MODERNLİK ( M F DÎLAVER DEMÎRAĞ I 'Y mran’da yazmaya başladığımdan bu yana, olarak tecessüm ettirirken, diğeri k e n d in i siyasal ve ısrarla İslâm dünyasında, düşmanın hedef felsefi eleştiride temellendiriyor. D olay ısıy la m o­ saparak yanlış bir noktaya odaklandığını, dernleşme denilen olgu aslında aklın araçsallaşm a modernlik adına bilinci rahatsız eden her şeyin aslın^ da yaratıcı ama bir o kadar da tahripkar bir sistem serüveninden başka bir şey değil. Eğer İslam, 21. yüzyılda bir a lte rn a tif medeniyet olan Kapitalizm’de cisimleştiğini, ete kemiğe bürün­ olarak varolacak ve bu anlamda bir c a z ib e merkezi düğünü elden geldiğince vurgulamaya çalıştım. haline gelecekse bunu kendi k ö k lerin d en ortaya ç ı ­ Haşan Hanefi’nin röportajının yayınlandığı ge­ kardığı kavramlar ve medeniyet üslûbuyla yapmalı­ çen sayıda üstadın çok güzel vurguladığı tıkanmışlık dır. Bunun için elbette ki bir eleştirel a k ı l biçimine sorununa bulunan çözüm modernleşmek olarak gös­ ihtiyaç var. Buna sahip olunması demek, müslüman­ terilmiş. Bu, müslüman dünyada yaşanan kafa ha- ların kendi geçmişleri üzerine eleştirel b ir bakışla ba­ rışıklığının ve batının düşünsel çekim cazibesinden kabilmeleri, başlarına gelen olumsuzluklardan tek hala tam bağımsızlaşılmadığınm gayet canlı bir te­ başına düşmanın sorumlu tutulam ayacağını anlama­ zahürüydü. Ustad, her ne kadar, bu kavrama geliş­ ları demek. mişlik anlamını kastederek bir nebze farklı bir anlam Bu nedenle ben bu yazıda batı aklı o la ra k rasyo­ yükleme çabasında olsa da, sonuçta toplumsal geliş­ nalizm ile İslâm’ın olağanüstü ile bağlamdı a k ıl anlayı­ me bile modernlik adıyla refere edilmeden tarif edi- şını kıyaslayarak bu iki uygarlığın y o lların ın asla bir- lemiyorsa, bu, batının zihinsel olarak İslâm dünya­ leşebilmesinin mümkün olamayacağını, ü stelik müs­ sında ne denli güçlü olduğunu ortaya koyuyor. lümanların modem vahşeti evcilleştirm ek gibi so­ Oysa üstad bence meramını yanlış kavramlarla ifade ediyor, çünkü modernleşmek hiçte masum ve rumlulukları olmadığını ortaya koyamaya çalışaca­ ğım. tarafsız bir kavram değil, dolayısıyla farklı niyetlerle de olsa Hanefi gibi bir entellektüelin bu kavramı seç­ 2 1 . Yüzyıl İslam an mı O lacak ?— _____ mesi yol alınacak çok mesafe olduğunu gösteriyor. Modernleşmek, Hanefi ve diğer gelenekçi olma­ Bu soruya yanıt vermeden önce sormak gerek: Bir 21. yan aydınlar için “eleştirel akıV’ modernleşmek ola­ yüzyıl yaşanacak mı? Çünkü geçen sayılarda Mustafa rak anlaşılıyor. Halbuki Frankfurt Okulu filozofları­ Özel’in de vurguladığı gibi, batıda cisimce büyük ama nı Adorno ve Horkheimer’İ iyi okumamış olsaydım ruhça çocuk kalmış bir anlayış, bir sistem, bir mede­ bu kavramı anlayabilirdim. Ancak bu ikilinin Aydın­ niyet var. Ve bu çocuğun hiç bir sorumluluğu olama­ lanmanın Diyalektiği'nde ve Horkheimer’in Akıl makla birlikte yine de bu durumuyla orantılı olma­ Tutulması adlı eserinde ya da Marcuse’nin T ek Bo- yan müthiş bir güç var ortada. Bu dünyanın vahşi sı­ yotlu In sa n ’ında ısrarla vurguladıkları gibi araçsal ğır çobanı (kovboy) olarak embesil Bush efendinin akıl ile diyalektik bir gerilim üzerine kurulu eleştirel Amerikası, “şer mihveri”ne karşı taktik nükleer güç akıl, farklı akıl anlayışları. Birisi, kendini teknik akıl kullanmaktan bahsedecek denli mağrur, küstah ve 5 4 Ümran-Nisan -2002 İSLÂM’IN MEYDAN OKUYUŞU / HANEFİ gözü dönmüş bir durumda. Hal böyleyken ben bir 21. olarak algılanıyor olmasıdır. Bunlar, halihazırda, yüzyıl olabileceğinden kuşkuluyum. onun bir alternatif medeniyet olma noktasında önü­ Ama eğer olursa, bunun da ancak kadim medeni­ ne dikelen haiıdikaplar. yetlerin bilgeliği tarafından emzirilmiş, onlarm süzül­ Bugün anti-kapitalist küreselleşme hareketi ekse­ müş ve incelmiş medeniyet pratiklerini arındırıcı sü­ ninde bir “şenlik” kurulmuş durumda. Bu şenlik, çok­ reçlerinden geçmiş bir öğreti olabileceği, olması ge­ luklar ekseninde yapılan bir şenlik ve doğal olarak rektiği kanısındayım. kimseye şenliğin dışında kalması için herhangi bir Marx’in anlamlı bulduğum bir sözü vardır: “İn­ sanlık önüne çözebileceği sorunlai'i koyar”. Dolayı­ sıyla da bugün önümüzdeki en önemli sorun, burjuva modern medeniyet ve onun ürettiği her biri, birbirin­ den belalı sorunları çözmek. Sorduğumuz soru ekseninde cevap verirsek “21. Yüzyıl İslam’ın mı Olacak?” sorusu “hangi İslâm?” sorusuna verilecek cevapla yakından ilgili. Dünyanın bugün bir şekilde Roma İmparatorluğu koşullarını yaşadığını düşünürsek bu medeniyetin yol açtığı te­ mel sorunların "yeni bir tür isevilikle^^ çözülebilir şey dayatılmıyor. Sonuçta ne denli çoğulcu ve farklı­ lıkları önemseyen bir toplumsal hareket olursa olsun alternatif küreselleşme harektenin de kendi içinde kimi rezervleri var. İslami bir terminoloji içerisinde ifade edersek kimi öğeler alternatif küreselleşme ha­ reketinin “hadlerini” oluşturuyor. Bu hadlerin en ba­ şında kan dökmeye dayalı bir şiddet politikası var. Buna bir de her türden dayatmacı, baskıcı ve otoriter öğretilere karşı duyulan müthiş soğukluk eklendiğin­ de İslam adına ortaya çıkan kimi anlayışların ve yo­ rumların tüm itirazlara rağmen bir inancı belirliyor olması, İslam’ı veya müslümanları çok değerli bir olabileceğini düşünebiliriz. Bu anlamda buna uygun müttefikten yoksun bırakıyor; hatta uzun vadede İs­ düşen halihazırda iki aday var: Birincisi Budizm, di­ lâm’ın bu yapılanmayı etkileyecek bir inanç sistemi ğeriyse İslam. Bugün batıda en hızlı yayılan dinler, bu olmasının önünde ciddi bir set oluşturuyor. Belki ki­ iki din. Budizm’i tercihe yönelten şey, tam bir mistik mileri bu hareketle kurulacak stratejik ittifakların din olması ve bireysiliğini dönüştürmeden bu dinin çok da önemli olmadığını düşünebilir ve İslâm’ın İs­ yaşanabilmesi. Buna karşılık İslam, ne Budizm gibi lâm’a yeterli olacağını düşünebilirler. Ancak bugün mistik bir sistem, ne de modernlik gibi saldırgan ve Ramallah’ta mazlum Filistin halkı ile dayanışan, on­ yıkıcı bir pratik öngörür. Ancak İslâm’ı dezavantajlı ları İsrail’in mermilerine karşı bir tür kalkan olarak kılan kimi etkenler var; ki, bunların başında İslâm’ın kommaya çalışan, vahşeti dünya kamuoyunun önün­ ortadoğu coğrafyası dışında terörizm imajı ile tanını­ de teşhir eden Jose Bovi ve onun gibi bir avuç “çıl­ yor olması, ayrıca İslam’ın otoriter, baskıcı bir din gın” alternatif küreselleşme’cileri gözardı etemek zo­ Umran-Nisan >2002 5 5 21. YÜZYILI İSLÂM RELİRLEYECEK rundayız. sına ulaşan öznellik mantığı, aklı, sadece insana ait Dolayısıyla İslâm’ın bir medeniyet olarak bu yüzyı­ la damgasını vurabilmesi, bu anlayışlarla yüzleşmesine ve kendi içindeki otoriter yüklerden kurtulabilmesine bir yeti haline getirerek, bütünlüğün değil, ayrışma­ nın ve parçalanmanın mantığına dönüştürdü. Bugün akıl dediğimizde Logos’u anlamadığımız gibi, eleştirel bir tavrı da değil, sadece kartezyen yön­ bağlı. Dev M akina Olarak Akıl temin mantığı olan teknik ve iktisadi aklı anlıyoruz. Bu nedenle kapitalizmi eleştirmek aynı zamanda ak­ Modernlik öncesinde hiç kuşkusuz bir akılcılaşma ve lın içine düştüğü bu zavallı durumu da eleştirmektir. akıl kavramı vardı; ancak modernliğin farkı aklı bel' Teknik ve iktisadi akıl, ölçülebilir olanı temel li bir etkiye indirgeyerek onu hayatın tüm alanların­ alan, sayma ve hesaplamayı öne alan bir akıl biçimi. da kullanılabilir hale getirmesinde yatar. Akıl, mo- Bu nedenle de rasyonalizasyon yani akılcılaştırma demlik için tüm toplumsal gelişmesinin kaynağı ol­ tüm toplumun dev bir makinanın nicelleştirilebilir duğu gibi aynı zamanda modem insanın da özgürleşi- birimleri anlamına geliyor. minin temeli olarak görülür. Oysa bu koca bir yalan­ Çok basit ve özet bir biçimiyle, hatı a k lı konu­ dan başka bir şey değil, çünkü modernleşme olarak sunda söyleyeceklerimiz bunlar. Aklın içinde bulun­ kapitalizm, aklı, insanların özgürleş iminde değil, duğu bu zavallı duruma karşılık İslam dünyasında kendi teknik gelişiminde kullandı. Hatta akıl, koca onun yeri bambaşka bir konumda. O aşkın olan ile bir akılsızlığın kaynağı oldu. irtibat temelinde olan bir akıl. Akla dayalı bir toplum düşüncesinin kaynağını oluşturan aydınlanma için akıl insanın reşit oluşu­ Algıyı Köke Bağlamak: İslâmî Akıl nun, kendi ayakları üzerinde duruşunun da temeliy­ di. İnsanın reşit olmama durumu,- kendi aklını kul­ Modern batı, zihni ayrımın bilgisi ve tekbencilik de lanmaktan korkma, otoritelere özellikle de dinsel diyebileceğimiz bir tavırla özne’yi merkeze alan bir akıl anlayışı üretti. otoriteye teslim olmaktan kaynaklanıyordu. Bu ne­ denle insan Kant’ın dediği gibi “bilmeye cüret et”meliydi. Oysa İslâm için akıl, rabıtanın bir unsurudur; do­ layısıyla algıyı ilahi kaynağa döndüren, asli köklere Bu hedefler, üzerinden bir yüzyıl bile geçmeden, tersine döndü. Aklın doğasını, bilginin ışığı ile ay­ bağlayan, unutulmuş olanı hatırlatan bir anlayış üze­ re bina edilmiştir.. dınlatmak olarak Ay­ A kıl lafzı, köken dınlanma düşüncesinin kendisi bir hurafeye, bir efsaneye dönüştü, eleştiriden, korunaklı bir otorite haline geldi. Aydınlanma’ya bizzat onun öznesi olan ay­ Aydınlanma, modernliğe dönüştü. Akıl Logos’tan Rasyo’ya dönüştüyse, bunun ne­ deni, onun efsaneden, dinsellikten arındı­ rılarak bir sekülerlik bilincine dönüşmesi, bir zeka, bir bilinç haline gelmesiydi. dınlar ihanet ettiler. ilinden A klın türetilmiştir. sözsel kökeni olan “akale” “bir hay­ vanı bağlamak, zaptet­ mek, tutmak; ya da kı­ sastan vazgeçerek so­ rumluluk Aklın bilime ve tekni­ ğe dönüşmesi onun araçsallaşmasına ve her türlü olarak “bağlamak” fi­ yüklenerek kan bedeli ödemek” anlamlarına geliyor. eleştiriden muaf bir efsaneye dönüşmesine yol açtı. Kur’an, sık sık ayetlerinin bir hatırlatma olduğu­ Aydınlanma, modernliğe dönüştü. Bu süreci hazırla­ nu vurgular, bu nedenle İslâmi algı, akıl olarak aşkın yan, aslında bizzat aydınlanmanın kendisi oldu. Çün­ hakikati, mesajın kesintisiz süreğenliğini hatırlatmak kü akıl Logos’tan Rasyo’ya dönüştüyse, bunun nede­ temelinde bir anlayışa dayanır. Bu akıl, aynı zaman­ ni, onun efsaneden, dinsellikten arındırılarak bir se- da Allah’ın sayısız lütuf ve inayetlerini hatırlamaya külerlik bilincine dönüşmesi, bir zeka, bir bilinç ha­ ve hatırlatmaya, kavramaya ve yaratıcı kelamın dile line gelmesiydi. Oysa aydınlanma öncesi akıl, sadece getirdiklerine rızayı, boyun eğmeyi, itaati sağlayan insana ait olmayan tüm varlık dünyasına içkin olan bütüncül bilgiye dayanır. Tam da bundan dolayı akıl, bir güçtü; Descartes’la başlayıp Kant’la doruk nokta­ “duygusal/sezgisel boyut”undan soyutlanmış değildir; 5 6 Ümran •Nisan -2002 İSLÂM'IN MEYDAM OKUYUŞU / HANEFİ tersine ilahi bilgiyi kavrayış esas olarak mantıksal bir mişlik düzeyini” yeniden kurabilir. Ancak modern­ etkinliği barındırmaz. Akıl, mîsâk’ı yani yaradılıştan leşmeden endüstriyel gelişmeyi, hayatın bütün alan­ ruhlarla yaptığı sözleşmeyi, ahdi hatırlayan, bu ahd- larının demokratikleşmesi, ekonomik gelişmişlik se­ den doğan sorumluluğun hatırlanması olduğu kadar, viyesine ulaşmayı anlıyorsak ve bunlar için önümüz­ yaratıcının lütuf ve inayetleri karşısında şaşırıp kal­ deki örnek olan batıyı farklı bir anlayışla da -kölece mayı, hayranlık ve huşu içinde olmayı, bunu içselleş- değil kendi olmaktan vazgeçmeden- örnek almayı tirmeyi de içerir. Duygusallığı ve sezgiselliği de, bu düşünüyorsak o zaman hem modernleşerek hem de boyuttan kaynaklanır. Bu nedenle de aklın merkezi kendi olmanın nasıl başarılacağını, bu tezi ortaya kafa değil, kalptir; İslâm ^^akleden kalbtir**; atan aydınların ikna edici bir biçimde ortaya koyma­ İlâhi sı gerekir. N ur’la yıkanmış, onun tecellilerine mazhar ol­ muş olduğu için de, ill<, yaradılışında tertemiz ve paktır. Akıl daima olağa­ nüstü ile olan irtibaa te­ melinde varolabilir. Kı­ Alternatif küreselleşme hareketi Avrupamerkezci olmayan bir tavırla gerçek bir ev­ renselleşmeyi oluşturmaya çalışıyor. Rene Dubos’un anlamlı sözü ile ifade dersek Qlobal düşünüp yerel davranmak mümkün. Çünkü modernleş­ mek nötr bir kavram değil. Bizim kültürü­ müzdeki karşılığı ile asrileşmek yani çağın ruhunu yakalamak olarak anlaşılsa bile akıl, bütün bunlar sorgulan­ hem idrak, hem seziştir. maya ihtiyaç duyulan sacası İslâm’da Böyle olduğu için mantıksal, bilişsel olan duygusal ve kavramlar. Çünkü asrileşmek bile bir biçimde batıyı sezişsel olandan ayrılmaz. örnek almayı içeriyor. Akıl bunların her ikisini birden birleştiren, insan Oysa bugün önümüzde batıyı örnek almadan asri­ bilincini ilahi olana bağlayan bir yetidir. Batılı akıl, leşmek için önemli bir fırsat var. Benim kendi adıma olağanüstü ve aşkın olanla irtibatını keserken, İslâm müthiş önemsediğim alternatif küreselleşme hareke­ medeniyeti aklı her zaman aşkın olana bağladı. ti Avrupa-merkezci olmayan bir tavırla gerçek bir Aklın bir de tasavvufi bir boyutu vardır ki buna evrenselleşmeyi oluşturmaya çalışıyor. Rene Du- müdrike yahut intellect de diyebiliriz. Bu kavramların bos’un anlamlı sözü ile ifade dersek Qlobal düşünüp tasavvufi sembolizmdeki karşılığı “kalp gözü^^dür. yerel davranmak mümkün. Bu anlamda 21. yüzyıl, Nasıl vücuttaki merkezi organ kalp ise duyumlar insanların kapitalist olamayan bir insani gelişme mo­ içinde de en baskın olanı göz sayılabilir. Manevi or­ delinin araştırıldığı, her türlü tahakkümün reddedil­ gan olarak kalp gözü de, ilalıi hakikati tüm saflığıyla diği, gerçekten eşitler arası diyalog temelinde oluşan, kavrayan bir idralctir. medeniyetler çokluğuna dayalı bir tür medeniyetler, “Kalp gözü, kalbin bir kudretidir ki kuds nuruyla kültürler, cemaatler temelinde oluşmuş dünya fede­ aydınlanır ve eşyanın hakikatleri, iç sırları onunla rasyonu mümkün gözüküyor, Bugün bunun en başlı­ görülür. Eşyanın dış yüzünü görmeye yarayan basar ca engelini etnik merkezcilikler, çeşitli “kabilesel mesabesinde olup iç alemin gözüdür.” dinsel tahakkümler” ve tabi ki kapitalizm oluşturu­ yor. İslam bu karşı engeller değil de bu farklı evren­ İslâm Modernleşmeli mi? selliğin yanında yer alabilirse, o zaman kendi mede­ Bu sorunun yanıtı modernleşmekten ne anlaşıldığı katkılar yapabilir ve modem tahakkümden çok çek­ niyetinden devşirdikleriyle bu harekete çok olumlu ile yakından ilgili. Eğer modernleşmekten anladığı­ miş bir medeniyet olarak bambaşka bir evrenselliğin mız medeniyet ve insani gelişme ise, yani niceliği de­ motoru olabilir. İşte o zaman 21. yüzyıl İslam’ın yüz­ ğil niteliği temel alan ve niceliğe ancak nitelikle yılı olur. Bunun için öncelikle kendi “tahakkümcü fı­ olan bağlantısı temelinde bir yer veren anlayış ise, İs­ kıh anlayışlarımız”ı, artık taşlaşmaya başladığı için lâm zaten moderndir. Sadece içinde bulunduğu kötü “asrileşme”ye engel olah geleneğin tıkalı kanallarını durumdan kurtulmak için silkinmek ve kendisini bu açacak bir içtihat süreciyle kendimizle hesplaşmamız hale düşüren yeteneksiz ve basiretsiz yöneticilerden ve içimizdeki farklı düzeydeki batıcılıkları reddet­ kurtulmakla, üzerindeki ölü toprağını atmakla “geliş­ memiz gerekli. ■ Um ran •Nisan • 2002 57 KÜRESEL ZAMANDA İSLÂM’IN İMKANLARI ALİ BULAÇ İslâm Dünyası: Sorunlar Küreselleşme fikrinin kendisiyle beraber bölgesel­ leşme ve bölgesel entegrasyon fikrini de canlı tuttuğu­ eni gelişmekte olan Dünya Düzeni fikri, kendi­ na yukarıda değinmiştik. Bunun ne anlama geldiğini siyle birlikte yeni iki kavramı da gündeme ge­ kavramak için, son yıllarda gözlenen yeni ekonomik tirmiş oldu. Bunlardan biri “küreselleşme”, di­ ve siyasi entegrasyonları hatırlamak gerekir. A B başta ğeri buna bağlı olarak gelişen “bölgeselleşme”. Bölge- olmak üzere, BDT, Uzak Doğuda, Amerikan kıtasının Y selleşme’den kastettiğimiz bölgesel entegrasyon fikri­ Kuzeyinde (N AFTA) ve Güneyinde cereyan etmekte dir. olan entegrasyonlar hayli önemlidir. Bütün bunlar ye­ Dünya üzerinde hegemonik niyeti ve amacı olan her büyük siyasi hareketin, bütün bir yeryüzünü içine ni bölgesel güçlerin ortaya çıktığı gerçeğine işaret eden önemli gelişmelerdir. alan genel ve evrensel bir vizyona sahip olması gere­ Belirli sosyal ve kültürel havzalarda yapıları benzer kir. Geçmişte birer dünya düzeni olarak Büyük İsken­ birimlerin bir araya gelip entegrasyon kurmaları yeni der’in Yunanistan’dan Afganistan’a kadar uzanan as­ düzenin önemli enstrümanlarından biridir. Eğer bu kerî seferleri, Roma İmparatorluğu’nun Pax Roma- böyleyse, şu soru anlamlıdır: na’sı, Emevi ve Abbasiler döneminde Ispanya’dan Dünyada temel yapıları birbirine benzer ve yakın Çin sınırına kadar uzanan İslâm kuşağı ile en son üç ülkeler genel bir entegrasyona doğru giderlerken, ni­ kıta üzerinde Nizam-ı Alem kurma düşüncesinde olan çin İslâm dünyasında bu yönde herhangi bir eğilimin Osmanlı devletinin bu türden geniş ve evrensel viz­ varlığına rastlanmamaktadır? İslâm dünyası kendini yonları vardı. Şimdi dünya üzerinde askerî, ekonomik, bu genel trendin dışında tutabilir mi? Yakından bakd- kültürel ve siyasi alanlarda hakimiyet kurma teşebbü­ dığında, asıl yeni bölgeselleşme fikri etrafında İslâm sünde olan Amerika ve Avrupa’nın da bu yönde ge­ ülkelerinin yeni bir birlik teşkil etmeye son derece el­ niş, global vizyonlar geliştirdiklerine şahit oluyoruz. verişli ve hatta zorunlu oldukları görülür. Gözlenebilir belirgin karakteristiği ve yöneldiği hedefler ile vaadettikleri bakımından, “yeni dünya düzeni fikri”nin gerçekleşmesinin mümkün olup ol­ madığına, böyle bir düzenin son tahlilde Batı’nın he- Ana batlarıyla İslâm dünyasının şu temel sorunlar­ la karşı karşıya olduğu söylenebilir. 1. Bir dinamik olmakla birlikte, iyi kullanılamadı­ ğı takdirde ortaya çıkan hızlı nüfus artışı, çarpık kent­ gemonik varlığını -bu mevcut statüko korunarak- leşme ile bir araya geldiğinde içinden çıkılması güç so­ hangi ölçeklerde sürdürme amacına yöneldiğine bak­ runlara yol açmaktadır. Müslüman dünyanın geçerli makta yarar vardır. kültüründe nüfus artışı, kendi başına bir problem ala­ Yeni dünya düzeni ve arkasından formüle edilen nı teşkil etmez, ancak kentleşme oldukça yanlış istika­ küreselleşme aktörleri belirli değilse bile, belli bir be­ metlerde hormonal bir nüfus yapısına sebep olmakta, lirsizliğin eşliğinde sermayenin, malların ve stratejik bu yollarla artan nüfus aksi yönde kentleşmeye ve yo­ olmayan bilginin serbest dolaşımının önündeki ulusal ğun sorunlara elverişli zeminler hazırlamaktadır. Bu engellerin ortadan kaldırılmasını tazammun eder. durumun İslâm dünyası üzerinde olumsuz etkiler bı­ 5 8 Ümran-Nisan -2002 İSLÂM’IN İMKANLARI/BULAÇ raktığında hiç şüphe yok. olduğunu öne sürmek mümkün değildir. Nüfusları hız­ İslâm dünyasında, 1990 verilerine göre, nüfusu la düşüş kaybeden refah toplumlan için nüfus artışı sa­ 184,3 milyon olan Endonezya gibi ülkeler var. Ekono­ dece arzulanabilir bir şeydir; aynı toplumlar İslam mik büyüme hızı 6,6 olan bu ülkede fert başına düşen dünyasmdaki nüfus artışı kendi başına bir tehdittir; bu millî gelir ancak 550 doları bulmaktadır. Diğer ülkele­ öyle olmakla beraber İslam’uı tek ve en güvenilir ya­ rin nüfusu da şöyle sıralanmaktadır: Türkiye: 55,9; tırımı nüfus olamaz. İran: 54,6; Pakistan: 122,6; Mısır: 52,4; Cezayir: 24,9; 2. Hemen hemen bütün İslâm ülkelerinde millî Nijerya: 108.5; Bangladeş: 115,6; Suriye: 12,5 milyon. gelirin hızla bozulduğuna şahid olmak mümkün. Millî Aynı ülkelerin kentleşme nisbetlerine baktığımız gelir dağılımında ortaya çıkan dengesizlik, müslüman zaman, bu nüfus artışı ile kent nüfusu arasında doğru­ toplumlarda genel hayat seviyesinin hızla düşmesine dan bir ilişki olduğunu görürüz. Endonezya’da nüfusun yol açan önemli bir faktördür. Bunun en trajik sonuç­ % 30.5’i, Türkiye’de % 61.3’ü, İran’da % 56.7’si, Pa­ larından biri, bu ülkelerde orta sınıfların neredeyse si­ kistan’da % 32’si, Mısır’da % 53.3’ü, Cezayir’de % linmek gibi trajik bir durumla karşı karşıya gelmeleri 51.7’si, Nijerya’da % 35.2’si, Bangladeş’te % 16,4’ü ve olgusudur. Suriye’de % 50.4’ü şehirlerde yaşamaktadır. İslâm dünyasının genelinde Türkiye ve İran dışın­ Yukarıda kentleşme ile nüfus arasındaki ilişkiye da orta sınıflar oldukça zayıf bir bünye teşkil eder. değindiğimiz zaman, bunun bazı avantajlara sahip ola­ 80’lerden önca Irak’ta da iyi kötü bir orta sınıf varken, bileceğine işaret etmiştik. Kentli nüfus artışı, kültürel bu ülkenin 90’lardan bu yana içinde yaşadığı savaş du- gelişmenin önemli faktörlerinden biridir; ve bu İs­ mmu ve maruz kaldığı amborgu orta sınıfını çökme lam’a ilişkin bireysel ve toplumsal algı biçimlerinin noktasına getirmiş oldu. teşekkülünde de önemli rol oynar. Geleneksel olarak Benzer bir dengesizlik, bütün müslümanların or­ yaşanmış ve nesilden nesile aktarılmış bulunan şifahi tak yaran gözetilerek hazırlanması gereken projelerin kültür kentleşmeyle birlikte yazılı kültümn dönüştü­ tespitinde bu amacın gözetilmemesi ve bunun sonu­ rücü enstrümanlarıyla karşılaşmakta, bu da resmi-ör- cunda doğal kaynakların heba edilmesinde görülmek­ gün ve yazılı kültür karşısında kimi zaman var olmak, tedir. Kaynak dağılımında, tabiî sebeplerle dengesizli­ kimi zaman meydan okumak dürtüsüyle yüksek kültü­ ğin olması kaçınılmazdır; bir ülkede petrol, doğal gaz rün oluşmasına uygun zemin hazırlamaktadır. vb. zengin tabiî yataklar olabilir. Ancak geçerli İslâm İslam dünyasında kentleşme modernleşmenin et­ hukukuna göre bu kaynaklar bütün müslümanların or­ kili ve taşıyıcı araçlarından biridir; iktidar seçkinleri tak kullanımına açıktır. Söz gelimi Hz. Ömer, Kadisi- tarafından aksi amaçlanmış olsa da İslami ideal ve ye savaşıyla Irak topraklarını fethettiği zaman, bura­ söylemin teşekkülü bu süreçle doğrudan bağlantılıdır. daki toprakları yer altı ve yer üstü kaynaklarıyla kıya­ Bu bağlamda bütün İslâm dünyasında büyük İslâmî mete kadar gelecek olan bütün müslüman nesillerin hareketlerin kent-merkezli oluşları boşuna değildir. ortak malı şeklinde özel bir statüye (fey) bağlamıştı. Ne var ki merkezî yönetimlerin bu ülkelere empoze Öyle ki, bundan haberi olmayan “San’a’daki çobanın ettikleri modernleşme politikaları ve çoğu kaynakla­ bile bu topraklarda hakkı var” demişti. Bunun gibi rın israfına yol açan kalkınma planları, somnları daha Türkiye’nin elindeki su kaynakları da İslâm dünyası­ da ağırlaştırmaktadır. Deneysel örneklerin ortaya koy­ nın genel kullanımına açık tutulmalıdır. Hz. Peygam­ duğu modellerden hareketle, nüfus artışının bir prob­ ber (s.a.): “Su, ateş ve otlakların ortak mal” oldukları­ lem alanı yaratmasının gerisinde yatan iki düşünce­ nı söylemiştir. Ebu Hanife’nin içtihadına göre, “petrol den biri, sınırlı kaynakların dağıtımında gözlenen adil de su hükmündedir”. Şu halde suyun veya petrolün olmayan bölüşümün yol açtığı derin ekonomik, sosyal müslümanlar arasında bir çatışma ve savaş konusu ol­ ve siyasi sorunların tehdit edici boyutlara varması ise, masının müslümanların birliği, yardımlaşma mhu ve diğeri büyük kentlere göç eden kalabalık nüfusun İsla­ dayanışma mecburiyetleri açısından makul bir temeli mi kimlik etrafında geliştirdiği yeni tür müslümanlaş- yoktur. İslâm’ın hayat verici kaynakları açısından, manın eleştirel formlara dönüşmesi ve bunun yol aç­ petrol ve su eğer ümmetin adalet ve haldcaniyet ölçü­ tığı paradigmatik sorunlardır. lerine göre ortak paylaşunını öngörüyorsa, bu iki tabiî Şu var ki kendi bağlamında nüfusun salt kurtarıcı kaynak, yani petrol ve su üzerinde herhangi bir çatışUınran^ Nisan -2002 5 9 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK getirecek gücünü koruyabilmiştir. Bu tablonun tek is­ tisnası, İran’ın Kum merkezli medrese sistemidir. Bu geleneksel eğitim kurumu 60 bin öğrencisiyle hala canlılığını korumaya devam etmektedir. Tasfiye edil­ mek istenen eski kurumların yerine yenilerinin ikame edilmemesi, bu sorunun temelinde yatan önemli bir nedendir. Ülkelere göre okuma yazma oranı önümüze şu tabloyu çıkarmaktadır. Endonezya’da okuma yazma oranı % 77; Türki­ ye’de % 80,7; İran’da % 54; Pakistan’da % 35; Mı­ sır’da % 50,4; Cezayir’de % 57,4; Nijerya’da % 49,7; Bangladeş’te % 35,3 ve Suriye’de % 64,5’tir. Endonezya ve Türkiye’deki nisbetler olumlu yön­ de gözükse bile, İslâm ülkelerinin genelinde hayli olumsuzdur. Buraya almadığımız bazı ülkelerde bu nis­ betler bazan 20’ler seviyesine düşüş kaydeder. 4. İslâm dünyasındaki siyasi hayatın hiç de iç açı­ ma sebebinin olmaması gerekir. Karşılıklı alışveriş ve cı olmadığı hususuna yukarıda değinmiştik. Demokra­ mübadelede tabii kaynaklar hayat verici ve yoksullu­ si ve seçim sisteminin geçerli olduğu ülkeler dahil ol­ ğu giderici fonksiyonlar görebilirler. mak üzere, bütün İslâm dünyasındaki rejimlerin ana Bugünkü dünya konjonktüründe, uluslar bazında karakteri baskıcı ve totaliterdir. Türkiye ve Pakistan görülen dengesizliğin bir izdüşümü ülkeler arasında da gibi ülkelerde neredeyse periyodik zamanlarda askeri görülür. Mesela, fert başına düşen millî gelir esas alın­ müdahaleler olmakta, diğer ülkelerde ise sürgit müda­ dığında, İslâm dünyasında sadece 16 milyon Arap re­ hale rejimleri bulunmaktadır. İran’ın yeni denemek­ fah toplumu içinde yer almaktadır. Oysa Islâm dünya­ te olduğu siyasal modelle ne türden sonuçlar alacağı­ sının bu 16 milyon Arap’tan ibaret olmadığını biliyo­ nı ancak orta gelecekte ve deneysel olarak anlamak ruz. Açıktır ki, İslâm dünyası önünde acil çözüm bek­ mümkün olacaktır. Şu var ki İran’da devlet, “Modem” leyen can yakıcı problemlerden biri, giderek yaygınlık yapısını ve kurumsal özelliklerini korumaya devam et­ kazanmakta olan yoksulluk, hatta bazı ülkelerde göz­ mektedir. lenen kitlesel açlık tehlikesidir. Baz aldığımız ülkele­ Bu bağlamda şunu söylemek mümkün: İslâm dün­ rin fert başına düşen millî gelirlerine göz attığımız za­ yasındaki rejimlerin baskıcı ve katılıma kapalı karak­ man durumun vehameti açıkça ortaya çıkar. Söz geli- teri, her türlü bireysel ve toplumsal gelişmenin önün­ mi, Endonezya’da fert başına düşen millî gelir 550 do­ de duran engellerin başında gelmektedir. lar, Türkiye’de 2500, İran’da 3853, Pakistan’da 370, 5. Kaynakların kullanımında ortaya çıkan sorun­ Mısır’da 630, Cezayir’de 2110, Nijerya’da 270, Bang­ lar: Yukarıda İslâm dünyasında ekonomik alandaki ladeş’te 185 ve Suriye’de 1020 dolardır. eşitsizliğe değinmiştik. Bunun altı çizilmesi gereken Bu nisbet İran, Türkiye, Suriye ve Cezayir’de göre­ bazı sebepleri var: ce bir artış gösterir, ama bu bile insanca yaşamak için a. Batılı güç merkezlerinin, şimdi büyük küresel yeterli olmaktan uzaktır. Oysa İslâm dünyasının kay­ şirketlerin öngörüleri doğrultusunda yapılan yatırım­ nakları ortak projelerle ve uygun yollarla kullanılacak lar ve bu yatırımların topluma herhangi bir katkı sağ­ olsa, bu yoksulluk geniş ölçüde sorun olmaktan çıkar. lamaması. ___ 3. Bütün İslâm dünyasında ve özellikle Arap ülke­ b. Modernleşme çabasının bir sonucu olarak göste­ lerinde eğitim seviyesi oldukça düşük bir seyir izle­ rişe dönük projeler için yapılan harcamalar. Söz geli- mektedir. Örneğin Arap aleminde kadınların ancak mi toplumun iktisadi hayatının iyileşmesiyle doğru­ % 23’ü okuma yazma bilmektedirler. Genelde ne mo­ dan ilgisi olmayan büyük hava limanlarının inşası, dern eğitim kurumlan eğitim seviyesini yükseltebilmiş kültür merkezleri, spor tesisleri, saraylar, beş yıldızlı ne de geleneksel medrese sistemi fonksiyonunu yerine oteller, turizm tesisleri vs.. 60 Um ran. Nisan . 2002 İSLÂM'IN İMKANLARI / BULAÇ c. Ağır sanayi gibi emek yoğun, çevreyi kirleten, hantal ve kâr marjı hayli düşük sanayi politikalarında ısrar edilmesi. Bu, Batınm gelişmiş sanayiine ara mal üretmek gibi uluslararası manipülasyonlara açık ve el­ verişli olduğundan, bilhassa Batı ve sanayileşmiş ülke­ ler tarafından adeta dikte ettirilmektedir. Bunun doğal sonucu olarak, ö.Batının desteğinde kurulan ve ayakta duran re­ jimlerin petrol, doğal gaz ve diğer yeraltı ve yerüstü servetler, kaynaklar yok pahasına sanayileşmiş ülkele­ rin kullanımına sunulmakta ; böylelikle kaynaklardan yoksul müslüman toplumlar değil, refah toplumları yararlanmaktadır. Bunun en açık örneği petrol fiyatla­ rında gözleniyor. 1979 yılında petrol fiyatları 35 do­ lardı. 100 dolar ve üstünde olması gerekirken bazan 20 doların altına düşmektedir. Oysa 1979’dan bu ya­ na Batının ürettiği mamül madde ve ürünlerin fiyatla­ rında astronomik artışlar olmuştur. Belki buna, yanlış tespit edilen ve özellikle uygula­ yürütülmesi işinin, toplumun en dejenere, sorumsuz ve köksüz zümrelerine ihale edilmesidir. Devletler ba­ tılılaşma veya modernleşme uğruna, toplumun tarihi, maya konan sosyal politikaları da eklemek gerekir. Bu kültürü ve değerler sistemiyle hiçbir olumlu ve barışık politikalar da modernleşme projeleriyle yakından ilgi­ bağı olmayan bu zümreleri mali, ekonomik ve bürok­ lidirler. ratik yollarla desteklemektedirler. Çoğu ülkede uygu­ İslâm dünyasının genelinde modem ve kalkınmış lanmakta olan devletçi politikalar bu esasa matuf tes- bir hayat tutturulduğunu göstermek için, üretmediği­ bit edilmişlerdir. Devletler, sistemli olarak toplumun ni tüketmeye alışmış toplum biçimleri ve bilinçsiz, bir bölümüne kaynak transfer ederken, aynı zamanda sonradan görme kitlelerle karşı karşıyayız. Önerilen bu zümrelerin ideoloji, kimlik ve belli bir yaşama biçi­ bu gösterişe dönük yaşama tarzının gerekli kıldığı minin de üstlenmesi misyonunu yüklenmelerini iste­ standartlar, İslâm dünyasının bilinen maddi ve tabiî mektedirler. Cabiri’nin deyimiyle geleneksel toplum­ kaynaklarını fazlasıyla aşmaktadır. Ancak hükümetler daki ‘ganimet’e dayalı sistem modern formlara bürü­ bu politikalarda ısrarlı davrandıklarından, her sene nerek devam ediyor. açık veren ödemeler dengesi borçlanmalar yoluyla ka­ Devletin kaynak kontrolünden hangi kesimlerin patılmak istenmekte, bu da haliyle siyasi ve askerî ba­ yararlandığını, bugünkü devlet zenginlerine ve devle­ ğımlılığı beraberinde getirmektedir. Kamu harcamala­ te sırtını dayamış zümrelere bakarak anlamak müm­ rının çoğu askeri alanlara gitmekte, savurganlık, yol­ kündür. İslam dünyasında bu durum aynı zamanda si­ suzluk ve usulsüzlük siyasi ve ideolojik gerekçeler do­ yasal yabancılaşmanın, devletler ile halk arasında ya­ layısıyla denetimden uzak tutulmaktadır. şanmakta olan gerilimin ana sebepleri arasında yer İslâm ülkelerinin sırtındaki dış borç kamburundan birkaç örnek verelim: alır. Çünkü açık ki, servetini ve sosyal statüsünü devle­ Endonezya’nın 1990 yılı verilerine göre toplam dış te ve devletin kendisine tahsis ettiği kaynaklara borç­ borcu 53,1 milyar dolar; İran’ın 6; Pakistan’ın 18,5; lu olan bu zümreler, siyasi, bürokratik ve askerî güçler­ Mısır’ın 48,8; Cezayir’in 26,1; Nijerya’nın 32,8; Bang­ le sürekli bir ittifak içinde olmak ve dolayısıyla halka ladeş’in 10,7; Suriye’nin 5,2- milyar ve 1996’da T ü rk i­ karşı durmak zorundadırlar. Bu, aynı zamanda bu züm­ ye’nin 75 milyar dolardı. 2002 yılında Türkiye’n in iç releri dış güçlerle iş birlikçi konumuna düşüren trajik ve dış borcu bir yıllık toplam milli gelir hasılası sevi­ bir durumdur da. yesine, yani 200 milyar dolara ulaşmış bulunmaktadır. Bir başka ciddi sorun, tamamen siyasi ve ideolojik nedenlerle tercih edilen bu kalkınma programlarının 7. Sunî ulus devletlerin doğurduğu sorunlar: Bu so­ runların başında bir İslâm Birliği fikrinin devamlı su­ rette ve sistemli bir şekilde bastırılması ve bunun Ümran’ Nisan >2002 61 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK mümkün olmayan ütopya şeklinde insanlarm bilinci­ ne aktarılmasıdır. siz olduğunu gösterirken, Körfez Savaşı, uluslararası ilişkilerin düzenlenmesi ve geçerli bir istikrarın kurul­ Bilindiği gibi ulus devletlerin kuruluşundan sonra, ması alanında Amerika’nın tek başına veya en azın­ bu devletlerin sunî sınırları içinde kalan topraklar dan lider ülke konumunda sorumluluk almaya aday üzerinde etnik ve mezhebi çatışmalar başlamış, bu ça­ olduğunu gösteriyordu. 11 Eylül ve Afganistan’a yapı­ tışmalar günümüze kadar devam edegelmiştir. Bunun lan müdahale bütün bu tezlerin bir teyidi oldu. böyle bir sonuca yol açması kaçınılmazdı; çünkü fark­ Bu şu demektir: Yeni dünya düzeninde bütün alan­ lı etnik grupları veya mezhepleri asimile edip yekpare lar tek bir kutbun (ABD’nin) öngörüleri doğrultusun­ bir toplum oluşturma düşüncesi ulus kavramını kuru­ da serbest piyasa ekonomisi ve parlamenter demokra­ cu ideoloji alan devletin tabiatından kaynaklanan sinin parametrelerini esas alarak örgütlenecektir. Bu, zorlayıcı bir eğilimdir. kuşkusuz uluslararası siyasi coğrafyanın bugünkü sınır­ Bütün bunlara bağlı, ulus devletlerin ortaya çık­ larını zorlayan önemli bir gelişmedir. masından sonra, tarihte birer ticaret ve kültür merke­ Doğaldır ki, insanoğlunun aktif bir özne olarak rol zi olan çok sayıda şehir, sınırda kalması dolayısıyla aldığı hiçbir olay, önceden planlandığı gibi gelişemez. canlılığını kaybetti, bu da yoksulluğun görece yayıl­ Her zaman ihtimal hesapları içinde yer almayan fark­ masına, tarım ve hayvancılığın zayıflayıp zamanla yok lı faktörlerin etkili olduğu gelişmeler beklenir. Yeni olmasına ve bu arada göç ve hormonal kentleşmelere dünya düzeninin veya bu çerçevede kavramsallaştırıl- yol açtı. makta olan küresileşmenin işlevsel alanlarını tespit 8. Kimlik krizi: Son olarak yaygın ve köklü bir edenler, bu türden gelişmelere ihtimal hesaplarında kimlik krizinden söz edebiliriz. Bu sorunun öellikle ne oranda pay ayırdıklarını bilmiyoruz; ancak herkes analitik bir çerçevede ele alınması ve doğurduğu so­ gibi şunu gözlüyoruz ki, yeni dünya düzeni beklendiği­ nuçlar itibariyle teşrih masasına yatırılmasında zaruret nin aksine çok daha sancılı ve acılı süreçlerden geçe­ var. Çünkü birçok toplumsal rahatsızlığın ve patolojik cektir. Nitekim hızla sürüp giden çatışmalar bunu davranış biçiminin gerisinde bu sorunun varlığı yat- doğrulamaktadır. maktadır.Her alanda gözlenen bu yaygın kimlik krizi, genel bir yetersizlik hali, entellektüel cesaretsizlik ve bilimsel performans eksikliğine yol açmaktadır. Nere­ Bu bağlamda akla gelen iki soruya tatminkâr ce­ vaplar bulmalı: 1. Acaba I989’a kadar dünyanm iki kutbundan bi­ deyse iki yüzyıldan beri, İslâm dünyasının bilim, sa­ ri olan Batı’nın önemli ortağı olan Avrupa ve bu ara­ nat, düşünce alanında evrensel ölçeklerde bir değer da şimdilerde elde ettiği üstün ekonomik performansı ortaya koyamaması ve hep başkalarını taklid etme ya ve Balkanlar’a uzanan hinterlandı ile öne çıkan A l­ da Batının ürettiği kültür, bilim ve düşünceyi tüket­ manya, bu tek kutuplu dünyada, ABD’nin koruyucu mekle yetinmesi bunun başlıca göstergesidir. şemsiyesi altında ve kendisine uygun görülen rolle ye­ tinecek mi? Avrupa Birliği’nin Fransa ve Alman­ D ünya Kurulurken İslam Dünyası da Kurulur ya’dan başlayarak ortak bir ordu ve Avrupa’ya özgü bir savunma sistemi geliştirme yönündeki girişimleri İlk defa 1980 yılında ve Lizbon’da işlevsel alanları bu konuda ciddi istifhamlara yol açmaktadır. Her ne tespit edilen Yeni Dünya Düzeni, 1990’lara gelindi­ kadar Avrupa ile Amerika “Batı” çatısı altında topla­ ğinde global anlamda geniş ve kapsamlı bir değişimi nan ortak bir kültür, medeniyet ve sosyo-ekonomik öngören radikal bir kavram olarak gündelik dilde ye­ sistemlere sahip iseler de, Avrupa’nın genelinde rini almış oldu. Amerika’nın süren askerî vesayetinden kurtulma eği­ 1989’da Sovyet sisteminin çöküşü ile Doğu Blo- limlerinin giderek güçlendiğine tanık olunabilir. Hat­ ku’nun dağılması ve 1991’de ABD’nin şemsiyesi altın­ ta bu eğilimler Amerikan kültürü ve hayat tarzına kar­ da toplanan 28 ülkenin Körfez krizine yaptıkları aske­ şı ilke düzeyinde kurumsal öngörüleri güçlü olan kül­ rî müdahale, bu kavramın siyasi içeriğine işaret eden türel alanlarda bile gözlenmektedir. iki önemli olaydır. Sovyet sisteminin çökmesi ile Do­ Belki Almanya ile ABD arasında baş gösteren re­ ğu Bloku’nun dağılması artık ideoloji ve toplumsal sis­ kabeti de bu eksene oturtmak mümkün. Almanya tem arayışında liberalizmin kendi başına ve alternatif­ Körfez Savaşı’na A BD ’nin şemsiyesi altında toplanan 62 Ümran’ N isan‘ 2002 İSLÂM’IN İMKANLARI / BULAÇ koalisyona katılmamak ve Orta Avrupa ile Balkanlar­ nasıl süreceği, ifade edilip barışçı bir temelde katılım­ da sergilediği farklı tutumuyla A BD’nin önderliğinin da bulunacağı konusunda susmaktadır. ve tek kutuplu eksende kurulmak istenen yeni dünya Öyle görünüyor ki, ulus devletleri çatlatıp küresel­ düzenine ilişkin önemli rezervleri olduğunu dolaylı leşme sürecine sokmayı amaçlayan Yeni Dünya Düze­ yollardan belli etmiştir. Bu durum; BM Güvenlik ni, daha uzun süre bu etnik çatışma ve kabaran, hatta Konseyi’nin daimî üyeliğine kendini aday gösterme' kışkırtılan milliyetçilik savaşları karşısında sadece se­ siyle iyice belirginleştiğine göre, bundan sonraki geliş­ yirci kalmakla yetinecek ve fakat geçici pragmatik çı­ melerde ABD yanında yepyeni bir Almanya faktörü­ karlar ve kısa vadeli politik ve stratejik hesapları ön nü hesaba katmamızı gerektirmektedir. plana çıkararak manipülasyon yolunu seçecektir. Bu 2. Yeni Dünya Düzeninin global politikalarını çi­ ise, giderek daha çok sayıda insan kanının dökülmesi­ zenlerin, Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’nin dağıl­ ne yol açan etnik çatışmaları durdurması bir yana, ak­ masından sonra kuşkusuz baş gösterecek etnik çatış­ sine daha da hızlandırıp şiddetlendirecektir. maların ihtimal hesaplarını yapmışlardır. Ne var ki 90’lı yılların ilk çeyreğini dolduran ve giderek şiddet­ İslâm Dünyası İçin B ir Proje lenen bu çatışmaların hemen sona ermeyeceği anlaşıl­ maktadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra totaliter ve Yeni Dünya Düzeni kavramına bağlı olarak gelişen baskı rejimleri altında susturulan, tarihsel farklılıkla­ küreselleşmeye paralel geniş ölçekli bölgeselleşme ol­ rı bastırılan etnik topluluklar, şimdi oldukça geniş gusu da ön plana çıkmaktadır. Buna yeterince değin­ alanlara yayılan talepleriyle yeni istikrarsızlıklara se­ dik. Küreselleşme, politik ve ekonomik anlamda tek bep olmaktadırlar. Yeni dünya düzeni kavramının bu kutuplu olarak tasarlanan yeni dünyanın özellikle çatışmalara hangi yatıştırıcı faktörleri harekete geçüre- Amerika’nın önderliğinde tek bir pazara doğru mal, rek son vereceği, birbiriyle kesin olarak çelişen talep­ sermaye, bilgi ve teknolojinin serbest dolaşımına açık leri hangi ortak paydada toplayacağı konusunda ciddi tutulmasıdır. Bu hemen gerçekleşmesi mümkün olan ve kaygı verici belirsizlikler var. bir hedef olmadığından, uzun vadeli, güvenli ve rasyo­ Geçmişte tehcir ve tenkil politikalarıyla yerlerin­ nel işleyen bir süreci gerektirir. Bu süreç; doğal ve ka­ den edilen geniş ve kalabalık topluluklar ile bunların çınılmaz olarak bölgeselleşme fikrini gerekli kılmakta­ asıl yurtlarında yaşayanlar arasında baş gösteren çatış­ dır. Bölgeselleşmenin yakın ve orta gelecekte yeni ku­ malara şimdi birtakım ulus devletlerden kopup başka tuplara yol açmayacağından şimdiden emüı olamayız. ulus devletlere bağlanmak isteyenler veya kendi baş­ Şu var ki AB, BDT, Uzak Doğu, Kuzey ve Güney larına federe ya da ulus devlet olmak arzusunda olan­ Amerika’da mal, sermaye ve ticaretin serbest akışını lar eklenmiştir. Elbette her etnik grubun bir ulus dev­ öngören ve zaman içinde gümrük duvarlarını sıfırla­ let olması halinde BM’ye üye devlet sayısını bir anda mayı amaçlayan yeni ekonomik ve ticari örgütlenme­ binlerle ifade edilebilecek bir seviyeye çıkaracaktır. lere doğru dikkat çekici bir gidiş gözleniyor. Bu, tarihte asla mümkün olamamış ve bundan sonra Şüphesiz bölgeselleşme fikrinin arkaplanında tica­ da mümkün olamıyacak bir durumdur. Ne var ki, mo- ret ve ekonominin belirleyici faktörler olarak kendi demitenin ürünü olan ulus devlet böyle bir sorunu ya­ başlarına yattığı veya yeni entegrasyonların sadece rattı ve şimdi bizzat ulus devletin kendisi büyük bir maddi ve ekonomik temelde gerçekleştiği düşünüle­ güçsüzlükle karşı karşıya gelmiş oldu. mez. Yeni ekonomik pazarlar etrafında toplanan ülke­ Yeni dünya düzeni ise globalleşmeye paralel çö­ lerin tarihsel, coğrafi, kültürel ve sosyal özellikleri de züm olarak demokrasiyi önermektedir. Oysa temelde hayli önemlidir. Bu, yeni coğrafi geniş mekânlar üze­ bir çoğunluk rejimi olan ve halen kültürel ve toplum­ rinde kültürel ve sosyal yapıların söz konusu entegras­ sal çoğulculuğa karşı direnç gösteren Batılı demokrasi yonlardaki payı ekonomi ve ticaret kadar önemli, hat­ modeli bu soruna köklü ve kalıcı bir çözüm olmaktan ta daha belirleyicidir. Şu halde, eğer gelecekte yeni çok, herkese kendi sayısal çokluğuna göre katılım im­ dünya düzeninin öngördüğü tek kutuplu homojen ev­ kânı tanıyan misyonuyla etnik kimliklere legalite ka­ rensel devlet fikri başarısız kalacaksa, bugünkü bölge- zandırmakla yetinmekte ve fakat farklı etnik ve dinî selleşmeyi doğuran ülkelerin benzer kültür, sosyal ve kimliklerin başkaları tarafından asimile edilmeden ekonomik yapıları yeni ve çok kutuplu bir dünyanın Ümran-Nisan -2002 6 3 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK profilini şimdiden çizmektedir. Bu du­ coğrafyasında yer alan kimi topluluklar rum, her ülkenin bölgeselleşmeye da bu ortak paydanın dışında düşünüle­ doğru giderken, kendi kültürel ve ta- mez. Yunanistan, Bulgaristan vb. Lüb­ rihsel havzasını doğru seçmesini ge­ nan hıristiyanları kadar bu coğrafyanın rektiren stratejik bir konudur. Bugün­ kültürel çerçevesinin çizdiği yeni böl- den yerini veya kümesini yanlış seç­ geselleşmenin ortaklarıdırlar. Aradan miş bir ülke, yarın dünyanın yeniden geçen uzun zamanlara rağmen Yunan bölünmeye uğrayacağı bir süreçte ya halk kültürü ve örfünün, Anadolu halk tamamen işlevsiz bir konuma düşebilir kültürü ve örfüyle halen gösterdiği veya tarih dışına itilebilir. Bu, bugün benzerlik bunun yaşayan canlı kanıtı­ bölgesini yanlış seçmiş ülkenin ölüm dır. Bu da gösteriyor ki, İslâm havzasın­ fermanını kendi eliyle imzalaması de­ da yer alan gayr-ı müslim cemaat ve mektir. toplulukların uzun vadeli çıkarları Batı ile değil bu bölgede yaşayan müslüman Bu perspektiften, ortak ve benzer halklarla örtüşmektedir. kültürel ve sosyal yapılara sahip olma­ Bu havzadaki gayr-ı müslimlerle yan Karadeniz çevresinde yer alan ül­ kelerin bir araya gelip bir pazar oluş­ müslümanların ortak noktaları bu sevi­ turmaları mümkün görünmemektedir. yede benzerlik gösterirken, müslüman halk ve toplulukların kültürel, sosyal Nasıl Türkiye’nin tarihî mirasını red­ dedip, A B ’ye katılması irrasyonel bir girişim ise, bu­ yapıları ve ekonomik çıkarları yönünden tamamiyle nun gibi Rusya ve Türkiye’nin ortak bir pazar etrafın­ örtüşmesi elbette şaşırtıcı değildir. da toplanması da irrasyonel bir girişimdir. Tarihsel İslâm havzasınm engin coğrafyasında farklı etnik olarak Rusya ve Osmanlı’nın devamı olan Türkiye iki kökene mensup müslümanların birbirlerini din teme­ ayrı kutuptur ve bu iki ayrı kutbun otantik kökleri ve linde kardeş görmeleri ve bu temelde ortak kültürel farklılıkları vardır. Aynı şey Türkiye ve Avrupa için değerlerin sosyal yapıları benzeştirmesi önemli bir ol­ de söz konusudur. gudur. Bu, birbirine bağlı ve bağımlı müslüman bölge­ Bu hiç bir şekilde Türkiye ile Rusya veya Türkiye lerin doğrudan veya dolaylı birleşmeleriyle ortaya çı­ ile Avrupa ülkeleri veya A B arasında çok yönlü ve or­ kacak bir İslâm Birliği’nin önemi küçümsenemeyecek ganik ilişkilerin olmayacağı; siyasi, iktisadi ve kültürel manevi kökünü teşkil etmektedir. Ancak, bu sağlam birleşmelerin gerçekleşmeyeceği anlamına gelmez. manevi kök üzerinde politik ve ekonomik çıkar birli­ Bu bağlamda A B ile B D T’dan Rusya, Ukrayna, ği sağlanabilir. Bu “çokluk içinde birlik (Kesrette Gürcistan, Ermenistan ve Beyaz Rusya’nın doğru se­ Vahdet)”tir ve birlik (ittihad) hiçbir zaman farklı çimlerde bulundukları söylenebilir. Uzak Doğu’nun mezhep ve etnik kimliklerin yok sayılması veya hakim Kaplan Ülkeleri ile Kuzey ve Güney Amerika’daki ye­ bir kimliğin içinde eritilip oirtadan silinmesi anlamına ni pazara taraf ülkeleri de bu doğru seçimde bulunmuş gelmez. ülkeler kategorisine dahil edebiliriz. Ancak İslâm dünyasına sıra geldiğinde, oldukça İslâm âlemini, cennette kökü yukarıda, dalları aşa­ ğıda bir hayat ağacına benzetirsek, kökleri kutsal ve ciddi sorunlar ve buna bağlı tedirginlik verici belirsiz­ manevi değerleri, gövdesi ümmet, ana dalları bölgeler, likler ortaya çıkmaktadır. İslâm dünyası 1,5 milyara bu ana dallardan çıkan ara dallar etnik kimlikler, mez­ varan nüfusu ile Endonezya ve Malezya hariç. Doğu hepler, diller ve yaprakları her biri kendi dalından Türkistan’dan Bosna’ya uzanan bir kuşak üzerinde gövdeye ve köküne bağlı müslüman büreylerdir. coğrafi bakımdan birbiriyle irtibatlı ve kültürel ba­ Eğer bu metafor vakıayı anlatmaya uygunsa, kımdan kendine özgü yekpare bir havza teşkil eder. Kur’an ve Sünnet’ten (kök/asi) neşet eden gövde Böyle bir havza hesaba katılmadan ne küreselleşme ne (ümmet)nin şimdilik altı ana dala ayrıldığını veya İs­ bölgeselleşme politikaları çizilebilir. Bu havzanın or­ lâm havzasının altı ana bölgeden teşekkül ettiğini söy­ tak paydasını İslâm tarihsel ve kültürel anlamda oluş­ leyebiliriz. Bu bölgelerin her birisi geniş kapsamlı bir turmaktadır. Din olarak farklılık arzeden, ancak İslâm konfederasyon olarak düşünülebilir: 6 4 Ümran-Misan -2002 İSLÂM’IN İMKANLARI / BULAÇ 1. Cakarta: Endonezya ve Malez­ Uluslararası konjontür, küreselleş­ meye paralel olarak bölgeselleşme fik­ ya bölgesi, 2. Buhara: Orta Asya İslâm cum­ rini önplana çıkarmakta, bu da İslâm havzasmda yer alan ülke ve topluluk­ huriyetleri ve Doğu Türkistan, 3. Islamabad: Pakistan, Bangla- ların gelecekte nasıl harmanlanacağı sorusunu gündeme getirmektedir. Bu­ deş, Afganistan ve Kuzey Hindistan, 4. günkü realitemiz, var olan statükonun Tahran: İran, Azerbaycan ve daha uzun süre devam ederıiiyeceğini Basra, 5. Kahire; Afrika, 6. İstanbul: Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu. yeterince anlatıyor. Tarihsel tecrübe­ miz, Ortadoğu’daki müslüman halkla­ rın sınırları masa üzerinde çizilmiş ^ Bu kutsal ağacm her bir ana dalı, devletler tarafından değil, eyaletleri ana dallara ayrıldığı için havzayı oluştu­ içeren büyük devletler ve imparator­ ran her bir konfederasyon kendi içinde luklar tarafından yönetildiğini göste­ alt bölgelere veya federe parçalara bölü­ riyor. Yeni Dünya Düzeni kurulurken, müslüman halkların katliamlar sevi­ nebilir. yesinde uğradığı mağduriyetlere dün­ Söz gelimi İstanbul’un merkez oldu­ yanın duyarsız davrandığını açıkça or­ ğu Konfederasyonun çatısı altında Saraybosna, Tiran, Ankara, Diyarbakır (Musul), Şam, taya koyuyor. Kudüs, Cidde, vb. federe bölgeler toplanabilir. Ve Bütün bu olaylar ve gelişmeler İslâm dünyasını bir­ eğer bu ümmetin bir manevi merkezi olacaksa -ki el­ lik olmaya zorluyor. İslâm Birliği’nin üzerinde yükse­ bette olacaktır- bu merkez Medine olmalıdır. Çünkü leceği bu projede, Yahudilere, Ermenilere, Hıristiyan- bu, katılım temelinde çoğulcu bir ümmet projesi oldu­ lara ve başka dinden olan herkese de yer var. Kendi ğundan, tarihte ilk defa bu projeyi ortaya çıkarıp ha­ kök-paradigmalarına bağlı kaldıkları sürece Müslü- yata geçiren bu ümmetin ebedî lideri Hz. Muhammed manlar tarihte hiç bir zaman dinî ve etnik arındırma (s.a.v.) olmuştur ve o dinin evrensel bir medeniyete türünden yüzkızartıcı politikalara başvurmadı; bugün örnek mekân (yatak) olması anlamında Yesrib’e Me­ ve yarın da başvurmayı aklından geçirmez. Tarihsel dine ismini vermiştir. Mekke’yi fethettikten sonra yi­ tecrübemizin demokratik katılım çerçevesinde zen­ ne bu şehre dönüp, buradan ebedî âleme irtihal etmiş­ ginleşmesi, bizim insanın siyasi kültürüne katabilece­ tir. ğimiz en büyük zenginliktir. Bu çerçevede gayrı müsİletişim ve ulaşımın baş döndürücü bir hızla geliş­ limlerin müslümanlarla eşit haklara sahip insanlar tiği çağımızda federe bölgelerden seçilen temsilcilerin olarak bir arada yaşamamaları için hiç bir sebep yok­ konfederasyon merkezini dönüşümlü olarak yönettik­ tur. leri gibi, ana merkez de konfederasyondan seçilen Belki birçok kişi bütün bu anlattıklarımı bir “ütop­ temsilciler tarafından dönüşümlü olarak yönetilebilir. ya” olarak görebilir. Ütopya olması onun gelecekte or­ Konfederasyon merkezleri ise, sahip oldukları coğ­ taya çıkması muhtemel resme engel teşkil etmez. Bu­ rafi, maddi ve uluslararası özellik ve potansiyel imkân­ rada işaret ettiğimiz var olan, hepimizin içinde büyük larına göre siyasi, ticari, kültürel merkezler olabilir; acılarla yaşadığımız İslâm ülkesi, yani Daru’l-İslâm’dır. hangi yerin hangi alanın cazibe merkezi olacağını za­ Bu ülke somuttur, nesneldir ve Roger Garaudy’nin man ve gelişmelerin kendisi tayin edecektir. deyimiyle milyonlarca mü’min erkek ve mü’min Bu proje (aynı zamanda ütopya), somut bütün kadının kalbinde kutsal bir ideal olarak yatmaktadır. önerileriyle tartışmaya, geliştirilmeye ve eleştiriye Medine Vesikası’yla tarihte ilk defa bu dinin Peygam­ açık olmasına rağmen, bugünkü uluslararası konjon- beri bu idealin somut ve pratik örneklerini gösterdi; türel değişim, içinden geçmekte olduğumuz krizin dünyanın yöneldiği istikamet bu idealin sadece müm­ önümüze koyduğu realite ve bağlı olduğumuz temel kün değil, fakat zaruri olduğuna da işaret etmektedir. ı dinî varsayımlara uygundur. Ama parametreleri tarih­ sel tecrübemizle örtüştüğü halde onu aşan niteliktedir. 1 Bu yazı, “O rta d o ğ u ’d an İslam D ü n y a sın a ” (1st., 1 9 9 6 ) ad lı k itabım ızın son bölü m ü tem el alm arak yazılm ıştır. Ümran •Nisan >2002 65 M AVIFAW^TCi Büyükreşitpaşa Caddesi, No. 22/39 Vezneciler-İstanbul tel. 0212. 528 52 32 faks 0212. 519 41 92 (İstanbul Kitap Kültür Merkezi) c /> Cem Karaca Bir kazm a ve bir küreli çalsın Cenaze marşımı İstemem çelenk falan filan Dostlar şayet varsalar da gelmesinler. Nem e lazım, yağmurlu olur hava... muhtar cem karaca Cem Karaca X MAW G E N E L D A Ğ I T I M ARTI CAĞALOĞLU 0212. 0212. KADIKÖY 0216. 0216. 526 70 13 512 09 14 (Faks) 418 35 43 349 58 55 (Faks) İSLÂM’IN GELECEK YÜRÜYÜŞÜ İBRAHİM GHARAYBAH Türkçesi: Tevfik Emin İ slam ümmetinin gelecekte oynayacağı kültürel rol İslam Ümmetinin Genel Görünümü büyük önem taşıyor. Toplumları ve devletleri yeni temeller üzerine oturtan hızlı ve etkili değişimler İslam ümmeti belki de geçtiğimiz yüzyılda, tarihlerinde­ gerçekleşiyor. Bu yeni dönüşümler İslam ümmetinin, ki en kötü durumu yaşadı: Zayıflık, cehalet, entelektüel kurumlarının ve bireylerin rollerinin yeniden belirlen­ saldırılar ve askeri işgaller. Ancak ümmet kendisini as­ mesini ve de ortaya çıkan yeni imkan ve zaafların de­ keri işgallerden kurtarmasını ve belli oranda bağımsızlı­ ğerlendirilmesini gerekli kılıyor. Bu mesele, Islami mü­ ğını kazanmayı başardı. Entelektüel saldırı trendi gerile­ cadelenin davet ve diriliş yönünü yeniden gözden geçir­ di ve kapsamlı bir İslami uyanış gerçekleşti. me fırsatı verdiğinden son derece önemlidir. Bu, kaza- İslam ümmeti bir yüzyıl önce erişmeyi hayal ettiği nımların ve başarıların zaaf ve sağlamlıklarını da göz birçok şeye bugün ulaşmış görünüyor. İslam ümmetinin önüne alarak konumlarının yeniden tayin edilmesine; hareket ve projelerin gerekli hedefler ve önceliklere gö­ re yeniden düzenlenmesine yardımcı olacaktır. Aynı za­ manda projelerin kesintisiz, hatasız olmasını ve birbiri­ ni tekrar etmemesini ve en az çaba ve harcama ile ger­ çekleşmesini sağlayacaktır. Hicri on dördüncü yüzyılı geride bırakırken, İslam ümmeti rönesans ve yeniden yapılanma yolunda önem­ li adımlar attı; ve yine Önemli başarılar elde etti. On be­ şinci yüzyılın başlarındaki İslam ümmeti bir yüzyıl ön­ cesine göre çok daha iyi gömnüyor. Ancak hala gerçek­ gerçekleştirdiği ilerleme bunun kanıtı niteliğinde. Bu ilerleme önceleri alimler ve yeniden yapılanma önder­ leri tarafından yürütülen yeniden yapılanmaya dönük projeler ve girişimler ardından da Müslüman gençliğin genel eğitimini ve yüksek eğitimli Müslümanlar yetiş­ tirmeyi amaçlayan İslami hareketler sayesinde vuku buldu. İslam ümmetinin bugün dünyanın her yerinde güçlü ve dürüst bir biçimde çalışan birçok bilimsel, sos­ yal ve siyasal kurumu mevcut. Şu kesinlikle söylenebi­ lir ki; İslam, İslami kimlik ve İslam ümmetinin kültürü üzerindeki şüphe dalgası bozguna uğrayarak geri çekil­ miştir. İslam ümmeti, yeni bir yeniden yapılanma ve leştirilmesi gereken diğer birçok hedef, aşılması gereken uyanış dönemine girmesini sağlayacak olan dine yüksek birçok aşama ve karşılanması gereken birçok tehditkar derecede sadakat, İslam’a tam bir güven ve dayanma, İs- ve zayıflatıcı tehlike ve problemler mevcut. lami kültür ve kimliğe sımsıkı sarılma gibi özelliklere sa­ Bu çalışma özetle İslam ümmetinin yeniden yapı­ lanma ve yeniden diriliş yürüyüşünün haritasını gözden hip. Bugün mevcut olan birçok kurum İslami uyanışı geçirmeyi hedefliyor. Sonrasında ise, yâzarın İslam üm­ temsil ediyor ve davet ve yeniden yapılanma yolunda metinin insanlığa tanıklık eden rolünü yeniden kazan­ hayati rol oynuyor. Bunların örnekleri; uluslararası ve ması ve diğer milletler arasındaki gerçek yerini alması yerel İslami organizasyonlar, İslami bankalar, merkezler, için gerekli olan uyanışı konusunda ulaştığı fikirler ve birlikler ve topluluklar, şirketler ve üniversiteler, araş­ yaptığı öneriler ışığında bir sonraki haritayı ve medeni­ tırma merkezleri, gazete ve dergiler, kaset ve İslami gi­ yetlerde ve toplumlarda meydana gelen değişimleri an­ yim mağazaları, gençlerle dolu camiler, Kur’an çalışma lamlandırmaya yardımcı olmayı hedefliyor. ve hıfzetme dersleri, Hacc ve Umre seyahatleri, gelişme Ümran-Nisan ‘ 2002 67 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK kuruluşları, bağış ve yardım çalışmaları, yetimlere ve fa­ den yapılanma durumunu gösteren en berbat gösterge­ kirlere maddi destekler ve ismini burada zikredemeye- ler düşük eğitim seviyeleri, yiyecek, ilaç, teknoloji, gü­ ceğimiz daha birçok faaliyet. İslam ümmetinin her ülke­ venlik ve savunma gibi ana stratejik alanlarda dışarıya sinde ve İslami dünyanın dışındaki her Müslüman top­ bağımlılık; yaşam ve tüketim biçimleri ve gelişme ve tü­ lulukta, bu tür çabaları organize eden kurumlar mevcut. ketim yönetimi konulandır. Bireysellikten birlikteliğe ve kurumsallaşmaya doğ­ ru olan bu dönüşüm, İslam ümmetinin kurumsal ve en­ İslam Ümmetinin Oynaması Gereken Rol telektüel deneyim kazanmasını sağladı. İslami uyanış, yalnızca ritüelleri ve ibadetleri gerçekleştiren kaba bir İslam ümmetinin oynayacağı rol üzerinde konuşuyoruz, sofuluktan İslam ümmetine ve insanlığa yarar sağlaya­ öyle bir rol ki, özel gruplar, hareketler, hükümetler ya cak olumlu girişim ve projeler haline geliyor. da kurumlar gibi İslam ümmetinin yalnızca bir kısmının Arap ülkelerinde şu an beş yüzden fazla üniversite gayretleri ile gerçekleştirilecek bir rol değil. Biz kurum- bulunuyor, hemen hemen bir o kadar da Arap olmayan ların ve bireylerin gelişme ve yeniden yapılanma için diğer Müslüman ülkelerde var. Bu üniversiteler okullar­ kurulacak ağın birer parçası olduğu bütün bir İslam üm­ da eğitim, camilerde davet, toplumsal hareketlere bi­ meti amaçlıyoruz. Gerekli olan yalnızca değişik kurum- linç ve feraset karakteri ların çalışma ve planla­ verebilecek etkili ve ka­ ma girişimleri değil, aynı liteli mezunlar veriyor. Evkaf bakanlıkları İslam coğrafyasında hizmet ve­ ren çok sayıda cami ima­ mı, vaizler, davetçiler ve diğer görevlileri yöneti­ İslami uyanış, yalnızca ritüelleri ve iba­ detleri gerçekleştiren kaba bir sofuluktan İslam ümmetine ve insanlığa yarar sağla­ yacak olumlu girişimler ve projeler haline geliyor. yor. Ülkeleri geçimleri­ ni, eğitim ve öğretimlerini karşılarken onlar da tam gün zamanda şunlar da gerek­ li: 1-Bütün İslam üm­ metinin yeni bir kültürel ve sosyal diyalog ortamı­ na sokulması. Grupların, hükümetlerin, kurumla- rın ve bireylerin çalışmalarının başarısındaki kriter İs­ çalışıyorlar. Resmi İslami çalışma alanları radyo ve tele­ lam ümmetinin dirilişine ve değişimine olan etkinin ve vizyon istasyonları, okullar, askerlik ve güvenlik ku- yardımın boyutlarıdır. rumlarına kadar yayılmış durumda. Bütün bunlar işgücü 2- Yeniden yapılanma ve diriliş hareketinde güçlü ve finansman ürettikleri için İslam ümmetindeki dini bir ağ kurabilmek için bireylerin, hükümetlerin, sivil ve bağlılığı ve yeniden yapılanma hareketlerini destekli­ sosyal kuruluşların yani bütün tarafların çabalarını ve yor. hareketlerini birleştirmeleri gereklidir. Dolayısıyla, bu Tabii ki, İslam ümmeti içerisinde hala geri kalmışlık çabalar dağınık, çelişkili ve kapalı olmamalıdır. Aksi ve zayıflık manifestoları görülüyor. Bunlar, yeniden di­ taktirde, verimli sonuçlar almaya dönük olan bu hare­ riliş ve yeniden yapılanma gayretlerinin finansmanını, ket ve projeler ayrılık ve yıkım gibi ters sonuçlara yol iş dağılımının planlamasını ve öncelikler ve hedeflerin açabilir {ve onlar doğru yolda olduklarını zannederleri El- belirlenmesini oldukça zor ve karmaşık bir hale soku­ Kehf: 104). yorlar. Kimi zaman yanlışlar düzeltilemeyecek kadar fazla oluyor. Müslümanlar artık bir tek milletten ibaret değil, bir­ Dolayısıyla, bu durumda iki ana hedef gerçekleştirilmelidir: Bu çalışmaların hedeflediği durum nedir? çok ülkeye bölünmüş dürümdalar ve genellikle araların­ Bu ağın birer parçası olan hareketler ve görevler na­ da anlaşmazlıklar var. İslam Konferansı Örgütü ve Arap sıl daha aktif, kapsamlı hale getirilebilir ve bunların or­ Birliği’ni zavallı bir konuma sokan anlaşmazlıklar ve çı­ taya çıkaracakları olumlu etkiler ve iyi sonuçları ikiye kar çatışmaları mevcut. katlanabilir? İslam ülkeleri, bağımsızlıklarını kazanmalarının üze­ Diğerleri onları seyrederken ve beklerken ya da on­ rinden on yıllar geçmiş olmasına ve geniş insani ve do­ lara engel olurken İslam ümmeti içerisinden yalnızca ğal kaynaklara sahip olmalarına rağmen insani gelişme bir grubun bu rönesans yükünü tek başına omuzlaması endeksinde hala arka sıralardalar. Gelişmişlik ve yeni­ hem imkansız hem de gereksizdir. Diriliş ve yeniden ya­ 6 8 Ümran‘ Nisan >2002 İSLÂM’IN GELECEK YÜRÜYÜŞÜ /GHARAYBAH pılanma hareketini gerçekleştirmek ve kendi kültürel tanıklık rolünü üstlenebilmek için bütün ümmeti hare­ gorta şirketleridir. Diğer taraftan, amacı İslami uyanışı desteklemek, buna yol göstermek ve katkıda bulunmak olmayan bir kete geçirmemiz gerekiyor. başka fenomen var. Bu fenomen tahrif edilmiş bir din­ Seçkincilikten Toplumsal Çalışmaya darlık ve İslam adına yapılan terörist hareketler şeklin­ Hiyerarşiden Ağ Çalışmasma deki aşırılıklardır. Bu sorunların boyutlarını yanlış tah­ min etmek istemeyiz, ancak bu aşırı gruplar kendi ülke­ İslami diriliş mücadelesi bireysellikten kurumsal bir ya­ lerine birer düşman olmak ve yeniden diriliş ve gelişme­ pı haline dönüşürken, bu çabaların seçkinci bir azınlık ye engel olmaktan ziyade üretkenlik, yeniden yapılan­ etrafında toplanmasından çok bütün bir İslam ümmeti­ ma ve istikrar gibi unsurların birer ayağı olabilirler. ne yayılması gerekiyor. Buradaki sorun şu; kurumlar ve İslami grupların ve dini cemaatlerin üyelerinin bü­ hükümetler deneyimlerini topluma aktarmalı ki İslam yük çoğunluğu eğitimli, kültürlü ve kendi ülkelerinde ümmeti sorumlulukları, rolleri ve hareketleri paylaşa­ ya da Batıdaki üniversitelerden mezun insanlardan olu­ bilsin. Dolayısıyla, kurulacak ağ bireysel çabaları birbi­ şuyor. Onlar İslami daveti, toplumu yeniden yapılanma rine bağlayacak ve düzenleyecek, eksikleri kapatacak ve ve gelişme için motive edecek bir yol olarak görüyorlar. Son derece istekli olduk­ zayıf alanları güçlendire- ________________________ cek bir işlev görecektir. Camiler insanlarla dolu, ibadetlere ve çe­ şitli derslere devam edenlerse yirmi yıl önce İslami uyanışın yeni başladığı dö­ nemlerde devam eden belli bir azınlıktan ibaret değil artık. ________________________ Bugün davet, yeni­ den yapılanma ve top­ lumsal duyarlılık gibi ko­ nuların bir grup elitten bütün bir İslam ümmeti­ ne aktarılması imkanına ları konularda yeniden yapılanma programları hazırlıyorlar. İslam’a olan bağlılıkları içten onlara bu projelerinde itici bir güç sağlıyor ve dolayısıyla masraflarını en aza indi­ işaret eden birçok feno­ men ve başarı mevcut. Camiler insanlarla dolu, ibadet­ riyor ve vicdanları ile ihtirasları arasında bir uyumluluk lere ve çeşitli derslere devam edenlerse yinni yıl önce yaratıyor. İslami uyanışın yeni başladığı dönemlerde devam eden Hükümetler ve kurumlar İslami davette büyük bir belli bir azınlıktan ibaret değil artık. Camilerde olan kaynak bulabilirler. Eğer bu kaynaklar iyi birer yatırıma devamlılık aynı zamanda toplumsal bir manifesto hali­ dönüştürülebilirse, harcanan para ve çabalar kısılabilir. ni de aldı. Aynı şey bir grup elitist tarafından başlatılan Ayrıca verimli yatırımlar, hedeflere ulaşma konusunda ve organize İslami gruplar tarafından desteklenen Hacc daha etkili ve başarılı olmamızı sağlayacaktır. Örnek ve Umre seyahatleri, hicâb, İslami kasetler ve diğer vermek gerekirse, bu yatırımlar suçlar, uyuşturucu ve medya unsurları gibi konular için de geçerli. Bu tür or­ aile kurumundaki çözülmeler ile mücadelede; gönüllü ganizasyonlar daha sonra genel bir toplumsal manifesto çalışma programlarının, sürdürülebilir bir eğitimin, ai­ halini aldı. lelerin rehabilite edilmesinin, yerel toplulukların, bele­ İslami uyanış bugün herhangi bir organize İslami diyelerin gelişme programlarının ve sendikaların des­ grubun olmadığı ülkelere kadar yayılmış durumda. Bu teklenmesinde kullanılabilir. Bütün bunlarla birlikte en uyanış hareketi herhangi bir İslami grup tarafından et­ iyi sonuçlar en az masraflarla elde edilmiş olacaktır. kilenmeyen bazı değişik toplumsal kesimleri de içine alıyor. Bazı Arap-İslam şehirlerinin zengin bölgelerinde Kültür: Yeniden Diriliş ve Canlılık için tam tesettürlü olmayan hanımların camilerde ibadetle­ Temel İtici Güç rine ve çeşitli derslere devam ettiği şeklinde anekdotlar aktarılıyor. Batıda gelişme üzerine çalışmalar ve UNESCO ile Bir­ İnsanların İslam hukukunu uygulama istekleri sonu­ leşmiş Milletler tarafından hazırlanan yıllık rapor. Ro­ cunda hükümetle ya da herhangi bir grupla ilgisi olma­ ma Kulübü ve Dünyanın Durumu gibi raporlar gelişme yan çeşitli yatırımcı ve ticari kurumlar faaliyete geçiyor. için gerekli olan en önemli faktörün kültür olduğu nok­ Bunların en iyi bilinen örnekleri İslami bankalar ve si­ tasında birleşiyor. Hepsi gelişmenin yalnızca ekonomik Ümran-Nisan -2002 69 21. YÜZYILI ÎSLÂM BELİRLEYECEK refah ve büyüme amaçlarına Afrika ülkesinde insanlar yiye­ dönük olarak sağlanamayacağı cek ve giyecek bulamıyorlar?” felsefesini savunuyorlar. Bugün Yazar ekonomiyi yalnızca birçok ulusal ve uluslar arası sermaye, işgücü ve üretim araç­ kurum kültürün araçsal ve bir larından ibaret saymanın saflık eksen teşkil eden role sahip ol­ ve anlayışsızlık olduğu sonucuna duğu yeni bir gelişme. Jikrini varıyor. Din, ahlaki itki, etik ve oturtuyorlar. Birçok ekonomist kültür gibi maddi olmayan et­ sağlık, beslenme ve eğitim gibi kenlerin milletlerin davranışla­ hayat standartlarını sosyal, kül­ rını geliştirdiği ve yatırım ve üre­ türel ve dini değerlerle ilişki- tim gibi maddi eksenlerin yönü­ lendiriyor. Bu değerleri hareke­ nü belirlediği kesin olarak kabul te geçirmek ve korumak ekono­ ediliyor. mik zenginlikten çok daha bü­ Harvard Üniversitesi’nden yük bir etkiye sahip. bir profesör kültürel gelişimin Daha önce birçoklarının genel anlamda gelişmenin te­ yaptığı gibi, İslami davet ekse­ mel/ ayrılmaz bir parçası olduğu­ ninde çalışanlar bunu gerçek­ nu söylüyor. Eğer insanlar yaratı­ leştireceklerdir. Ancak îslam cı imkanlarının farkına varmak­ dünyasındaki eğitim ve üretime tan ve geliştirmekten mahrum yönelik planlar ve projeler bu bırakılırsa, bu gelişmeyi engelle­ gerçeği şu ana kadar reddettik­ yecektir... Kültür şeyleri, hedef­ leri için bu projeler verimsizlik, leri ve çalışma ve üretim araçla­ finansal atık ve büyük kayıplarla neticelendi. Ekonomik büyüme bir araç ya da vasıtadır. Bunu rını anlamak ve anlamlandırmakta hayati bir rol oynu­ yor. başka türlü değerlendirmemiz durumunda iyi bir hayat Buradaki esas soru şu: Çabaların yeniden diriliş için standardını yakalayamadan büyük kaynak kayıplarına yönlendirileceği ve hedefleneceği kültür hangi kültür yol açabilir. Üretimde muazzam artışlar gerçekleşti, yi­ olmalı? İslam ümmeti gelişme için uygun hangi kültürel yecek ve ilaçta bolluk arttı ancak her beş kişiden dör­ ve sosyal değerlere sahip? dünden fazlası ahlaki yozlaşmanın ve anlayışsızlıkların îslam ümmeti diğer bütün milletlerin sahip oldu­ kuşatması altında bulunuyor. îslam dünyasında yüksek ğundan daha büyük bir mirasa sahip. Eğer bu miras ak­ bir hayat standardına sahip toplulukların oranı tüm nü­ tif bir biçimde yatırıma dönüştürülürse bugün kaynakla­ fusun yüzde 20’sini geçmiyor. Savaşlar, suçlar ve diğer rın boş yere heba olunduğu birçok gelişme hedeflerine başıbozukluklar gelişmiş ve zengin ülkelerde dahi insan­ ulaşabiliriz. ların hayatının bir parçası haline gelmiş durumda. îslam çalışmaya ve üretime güçlü bir destek veriyor. Bir Fransız düşünür “Deneyimsizltoy maddiyatçılığımız Müslüman Kıyamet Günü’ne değin, bir ağacı toprağa neleri yok etti?” başlıklı yazıda şunları yazıyordu: “Japon­ dikmek için yarışır: “Son Saat gelip çattığında sizden biri­ ya endüstrileşme için gerekli olan hammadde ve enerji­ niz elinizde bir fidan tutuyorsa ve onu ekecek liadar vakti den yoksun olmasına rağmen neden böylesine hızlı bir yoksa dahi onu eksin" (Hadis). Bir Müslüman herhangi şekilde endüstriyel bir ülke haline geldi? Neden mine­ bir kimsenin veya bir şeyin yararına çalışır: “Bir Müslü­ raller ve diğer kaynaklar bakımından en zengin, bol su man herhangi bir şey ektiğinde ya da diktiğinde ondan bir rezervleri ve verimli arazilere sahip olan ve kendi ken­ kuş, bir insan veya bir sığır yerse ona oruîan sevap var­ dine yetebilen ülkelerde hala açlık görülüyor? Aynı dır”(Hadis). Böyle bir Müslüman mecburen çalışkan ol­ coğrafi ve doğal şartlara sahip olmasına rağmen nasıl malı ve yaptığı işten gurur, yapmadığından ise utanç oluyor da kilometre kareye 375 insanın düştüğü Güney duymalıdır. Hindistan’da insanlar geçimliklerini sağlayabildikleri Burada îslam’m öğretilerinden olan bilginin, çalış­ halde kilometre kareye dört insan düşen bir ekvatoral manın, temizliğin, çevreyi korumanın, birlikte çalışma­ 7 0 Ümran-Nisan’ 2002 ISLÂM’IN GELECEK YÜRÜYÜŞÜ /GHARAYBAH nın, cehaletle, yoksullukla ve Dikkate alınması gereken ahlaki yozlaşmayla mücadelenin en önemli meseleler arasında, gereklerini uzun uzun izaha gerek insanları bu gibi projelere ve yok. Ancak, İslam kültüründen programlara yönlendirecek ve çıkarılan ve esas olarak yeniden başarıyı sağlayacak olan moti­ diriliş için elverişli olan gelişme­ vasyon, memnuniyet ve kültür ye yönelik bazı fikirler ve pratik gibi unsurlar yer alır. Elbette, öneriler sunacağız. Vereceğimiz insanlar bu projelerin geliştiril­ örnekler gerekli ve mümkün mesinde planlamalarıyla, dü­ olan bütün fikirleri içermeyebi­ şünceleriyle, maddi destekle­ lir. riyle ve yöneticilikleriyle rol alacak ve ancak bu yolla başarı sağlanacaktır. Kamusal projele­ Gelişmede Ortakhk(lar) rin ve kuruluşların başarısızlık­ Hükümet ve devletlerin dünya larının nedenleri arasında en genelinde vatandaşlara temel başta geleni “kamu yararı" kav­ hizmetleri vermeyi bıraktığı, re­ ramının, yanlış bir biçimde, ka­ fah devletlerinin sonunun geldi­ mu hizmetlerinin saygı ile ko­ ği bir dönemde gelecek için en runması gereken kutsal şeyler­ iyi alternatif ortaklık; projeleri miş gibi anlaşılmış olması gel­ ve programları olacaktır. Artık mektedir. Ancak, birçok Arap yer yer vatandaşlarının üçte iki­ ülkesinde insanlar kamu malla­ rının ve işlerinin kötüye kulla­ sinin devlete bağımlı olduğu “En büyük İşverenin Devlet” olduğu bir fenomen daha fazla nılmasının serbest olduğu şeklinde karşı bir düşünceye varolmayacak. Küreselleşme ve özelleştirme vatandaşla­ de sahip. Aile içinde, kişinin kamusal imkanları kendi rın, özellikle de alt ve orta sınıfın sahip olduğu temel hizmetinde kullanmıyor olması bir zayıflık olarak görü­ hizmetlerin gerilemesine neden oldu. lüyor. Öngörülen alternatif; sağlık, eğitim, sosyal güvenlik Arap İslam kültürü diğer iki alternatif olan kamusal ve konut gibi gerekli temel hizmetleri sağlamak amacıy­ ya da özel sektör projelerine nazaran ortaklık projeleri la projeler, programlar ve kurumlar ortaya koymaktır. ile daha bir uyum arz ediyor. Ortaklık projelerinin daha Bunlar ne kar amaçlı şirketler tarafından desteklenen başarılı ve aktif olmasından ötürü, Ürdün’de, işveren yatırımlar, ne hükümet destekli ücretsiz hizmetler ne de kuruluşları ile sendikalar tarafından kurulan birbirine destekleyen kurumlanıl olağanüstü zarar ettiği proje ve paralel gönüllü kuruluşlar büyük miktarlarda “tasarruf programlar olacaktır. fonları” oluşmasını sağladı. Bu kuruluşlar kamusal sos­ Bu fikir bir anda ve bir yerde ortaya çıkan yeni bir şey değil; birçok zaman ve mekanda başarıyla uygulan­ mış bir fikir. Ancak şu an gerekli olan şey bu program­ yal refaha paralel biçimde çalışıyor ve aynı zamanda emekli maaşlarını ve sağlık güvencelerini karşılıyorlar. Bir Çin atasözüne göre bir kimseye balık vermeme­ ların insanlara hizmetin birincil kaynağı olması ve te­ lisiniz, onun yerine bir olta vermelisiniz. Ancak Pey­ mel ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde yaygınlaşması ve gamberi Sünnet diyor ki: “Bir kimseye ne balık ne de olta genişlemesidir. veriniz; ona balık tutmasını öğretiniz”. Günlerden birinde Ümmet bu projelere çeşitli kuruluşlar, sendikalar ve bir dilenci Peygamberimizden(selam üzerine olsun) pa­ finansal destek sağlayacak topluluklar kurarak katılabi­ ra istemeye geldiğinde efendimiz bakar ki gelen adam lir. Hükümetler, belediyeler, sendikalar, ortaklıklar ve çalışmak için yeterince güce sahip durumda. Ona her­ sivil kuruluşlara kaynak ve hizmet sağlamak amacıyla hangi bir eşyasının bulunup bulunmadığını sorar ve yasalar çıkaracak, kamu hizmetlerinden yararlandıracak adamın getirdiği eşyaları iki dirheme satar. Peygamber ve arazi, vergi muafiyeti gibi kolaylıklarda bulunacak­ bir dirhemi harcaması için adama verir, diğeri ile de lar. adaı;na odunculuk yapması için bir balta alır. Daha son­ Umran-Nisan -2002 71 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK ra Peygamberimizin(selam üzerine olsun) yanına tekrar şartları nedeniyle az bir pahaya satıldı. Projeyi yöneten gelen adam, “Bana yol gösterdiğin için Allah da senden topluluk ise projedeki hisselerini dahi geri alamadı. razı olsun” diyerek efendimizin yanından uzaklaşır. Pey­ gamber efendimiz adama baltayı dahi vermemişti; an­ Asli Kaynaklara Dönerek Gelişme cak kendi kaynaklarını kullanabilmesi ve neyi yapabile­ ceğinin farkına varması için “tecrübe ve organizasyon” Uluslararası çevreler ve organizasyonlar yeni trendleri, vermişti. gelişmenin, yaşamanın, çevreyi ve yeryüzünü koruma­ Ben kişisel olarak iki projeye katıldım. Bunlardan nın eski medeniyetlerin kullandığı ve bildiği yöntem­ biri tam bir başarıyla diğeri ise tam bir başarısızlıkla ne­ lerle mümkün olabileceğine işaret ederek bunlara uy­ ticelendi. İki durumda da sebep ortaklık ve memnuni­ gun yeni trendleri kabul ediyorlar. Bu trendler daha da yet idi. Kuyu sularının boş yere vadiye sızdığı bir köyde­ yaygın hale geliyor ve yeni teknolojiler ve ileri projeler ki sulama kaynaklarının geliştirilmesi için bir proje ha­ ile çalışan hükümetler, üniversiteler ve kurumlar tara­ zırlamak üzere bir yar­ dım kuruluşuyla ortak bir girişim başlattık. Su­ yun, vadinin her iki ta­ rafına yapılacak beton kanallarla ovalara ve ekilebilir alanlara taşın­ ması için bir proje hazır­ fından yüksek oranlarda İslam ümmeti, yeni bir yeniden yapılanma ve uyanış dönemine girmesini sağlayacak olan dine sadakat, İslam’a tam bir güven ve dayanma, Islami kültür ve kimliğe sım­ sıkı sarılma gibi özelliklere sahip. ladık. Proje masrafları­ nın üçte birini aileler, üçte ikisini ise yardım kuruluşu değerlendiriliyor. Bu kurumlar birçok modern tekniğin hayat standar­ dını -özellikle de ‘Üçün­ cü Dünya’da yükseltme­ mesine rağmen yeryüzü­ nün doğal kaynaklarının tükenmesine ve çevrenin tahrip olmasına yol açtığını keşfettiler. karşılayacaktı. Projeyi hazırladığımda ve yardım kurulu­ Tıbbi tedavi için kimyasal ilaçların yerine şifalı bit­ şuna sunduğumda ekilebilir alanların yüzde 60 ila 75 kilerin kullanılması üzerine bilimsel konferanslar veril­ arasında bir oranla artacağını öne sürmüştüm. Tahmin­ di. ABD geleneksel konutlar ve geleneksel ilaçlar için lerimde biraz abarttığımı düşünüyordum; ancak bunun yapılan birçok projeye maddi destek verdi. Yiyecek ve maddi destek sağlayan tarafı cesaretlendireceğini sanı­ Tarım Organizasyonu(FAO), dünyanın her çevresinde yordum. Şaşırtıcı bir şekilde, ekilebilir alanlar yüzde yetişmeyen yiyeceklerin ortak yiyecek şekline dönüş­ 500 gibi bir oranla arttı. Aileler projeyi, daha önce hiç memesi için her ülkenin mevcut kaynaklarına yönel­ ekilmemiş ya da ekilebilir sayılamayan alanlara uygula­ mesini destekliyor. Daha önce buğdaya ihtiyaç duyma­ dılar. Bununla birlikte, projeyi kendileri yaptıkları için yan Doğu Asya ülkeleri, şimdi pirincin yerine ekmek yi­ insanlara yeni bir güven ve heyecan geldi. Müteahhit yorlar. Bu ülkeler buğdayı ithal etmek zorundalar ve do­ proje için elde olan miktarın beş katı kadar fiyat biçti. layısıyla buğday üretim kaynakları üzerinde baskı mey­ Ancak proje yerel ekspertizler ve yevmiyeli işçiler ile dana geliyor. Pirinç yemeyen ve buğdaya bağımlı olan tamamlandığında eldeki paranın bir kısmı da artmıştı. Orta Doğu ülkelerinde buğday artık vazgeçilmez bir yi­ Bu parayla ailelere. Sosyal Gelişmeden Sorumlu Baka­ yecek. nın da katıldığı bir yemek verildi. Bugün, projenin ya­ Batılı ülkelerde ilaçlanmamış tarımsal ürün kullanı­ pımından altı yıl sonra daha önce hiç ağaç olmayan va­ mı giderek artıyor. Çevreye ve yaşayan canlılara zarar di şimdilerde on binden fazla zeytin ve meyve ağacı ile verecek tüm ürünleri boykot etme eğilimleri ortaya çı­ kereste için uygun ağaçlara sahip durumda. kıyor. Böylesine bir başarı bizi sığır yetiştirme üzerine yeni Dünya İzleme Kuruluşu tarafından yayınlanan Dün­ bir projeye başlamaya itti. Proje maddi olarak bir İngiliz yanın Durumu adlı rapor şaşırtıcı bilgiler ve ilginç bir kuruluşu tarafından destekleniyordu. Ancak, aileler as­ anlayışı ortaya koyuyor. Uzmanlar binlerce yıldır aynı lında bu projeyi istemiyorlardı. Onlar yalnızca proje için hayat biçimi ve doğal kaynaklar ile hala yaşamaya çalı­ ayrılan parayı talep ediyorlardı. Böylelikle proje için şan yerli insanlar üzerinde çalışıyorlar. Bu insanlar çev­ tahsis edilen parayı nakit olarak elde ettiler. Sığırların re ve kaynakların korunması üzerine bugünkü araştırma büyük bir kısmı telef oldu, kalanlar ise projenin kısıtlı merkezlerinde yapılan çalışmalardan ve hazırlanan ra­ 72 Unvan•Nisan -2002 İSLÂM’IN OELECEK YÜRÜYÜŞÜ /GHARAYBAH porlardan çok daha iyi yazısız tecrübeye sahipler. Çev­ mizlenmesi ve mikropların öldürülmesi için kendiliğin­ resel bozulma bu gibi yerli insanların yok olmasına ya den sahip olduğu bağışıklık sistemi ve nehir yatakları da modem medeniyet içinde erimesine yol açtı. Doğayı tüketiliyor. Ekilebilir alanların verimliği barajların ve nesli tükenmek üzere olan hayvanları korumak için alüvyonları toplaması nedeniyle azalıyor. Nehir yatak­ harcanan onca çaba ve paradan sonra doğayı koruma larının sağladığı alüvyonlar sayesinde denize karşı katı organizasyonları korumanın en iyi yolunun doğayı bu bir korumaya sahip olan deniz kıyıları aşınıyor. Bu gibi yerli insanlara yeniden teslim etmek olduğuna karar toprakların sunduğu besin kaynaklarının tükenmesiyle verdiler. Afrika, Amazon Havzası ve Latin Amerika’da­ denizdeki birçok balık türü kıyıları terk ediyor. Mı­ ki ormanların birçok bölgesinde durum böyleydi. sır’da, Yüksek Baraj’ın yapımı ile birlikte balıkçılıktaki K olom biyalI bir antropolog şöyle diyordu: “Yerli kayıp yıllık 18 bin ton sardalye balığına kadar yükseldi. Hindistanlılar ile Avrupalılar arasındaki fark şu: H in­ Yeni gelişme modeli, gelişmenin toplumlar ve dev­ distanlılar çocuklarına ormanları bırakmak, Avrupaiı- letler için ortaya çıkardığı gerçek bedelleri ve kayıpları hesaba katmıyor. Çün­ 1ar ise çocuklarına para _________________________ bırakmak istiyorlar.” O, KolombiyalI bir antropolog şöyle diyordu: “Yerli Hindistanlılar ile Avrupalılar ara^ sındaki fark şu: Hindistanlılar çocuklarına ormanları bırakmak, Avrupalılar ise ço^ çoklarına para bırakmak istiyorlar.” _________________________ Hindistanlıların hayat biçimlerinin bir hayat kaynağı olan ormanların korunması ile ne kadar bağlantılı olduğunu göS' termek istiyordu. letlerin yükünü azalt­ mak için birçok büyük işin toplumların kendi­ lerine onaylatılması ile ortak hale geliyor. Yapı sanatında ithal modellerin uygulanma­ Batılı bilim adamları yerliler tarafından bilinen doğal tecrübeleri anlayama­ kü bu sorumluluk, dev­ sı, doğal çevrenin yok olmasına ve büyük kaynakların dılar; çünkü bu yerlilerin bilgilerini kaydettikleri ve ak­ tüketilmesine neden oluyor. İnsanların yerel kültürleri tardıkları metodun kültürel yapısı farklıydı. Nesiller bo­ etkileniyor ve insanlar kendilerine uygun ev bulama­ yu gelişen hayat biçimleri, doğayı korumanın bu yerler­ maktan yakınıyorlar. deki atalardan miras kalan bir uygulamalar, inançlar ve İnsanlar tarih boyunca yaptıkları gibi, etraflarındaki tabular sistemine dönüşmemesi halinde bugünlere akta­ çevreyi kullanarak kendilerine ev inşa edebilirler. Fakir rılamazdı. ülkelerdeki insanlar hala önemsenmeyecek derecede az Viktorya gölünün güneyindeki Sokoma kabilesi, o t­ pahalara geniş, ferah evler yapabiliyor. Aynısı İskandi­ latma sürecine 30 ila 50 yıllık bir dönem içerisinde yön navya ülkeleri gibi zengin ve ileri ülkeler için de geçer­ veriyorlar. Nijerya’nın Zaghawy kabilesi yağmur sezo­ li. Ancak, İslam dünyasında birçok ülke devletin ve nunda develerini ve koyunlarını Büyük Sahra çölünün toplumun kaldıramayacağı büyüklükte bedelleri olması­ yeşil arazilerine kaydırıyorlar, bunu birbirinden bağım­ na rağmen ev ve bölge planlamasında modern örnekle­ sız paralel yollardan yaparak geriye dönüşte sürülmemiş re geçiş yaptı. Ürdün, GSMH’in yüzde 40’ını yapılaş­ arazi bırakmayı hedefliyorlar. maya harcamasına rağmen halkının ev bulamamaktan İran ve Afganistan yerlileri yerçekimine dayalı bir en çok şikayetçi olduğu ülke konumunu sürdürüyor. Or­ sulama sistemine sahipler. Dağlardan ve ovalardan kay­ talama bir vatandaş ev bulamazken, yüksek pahalar bi­ nağını alan su karmaşık oyuklardan geçerek elde edili­ çilen yüzlerce ev boş duruyor. yor ve bu sistem yüz yıllardır devam ediyor. Oldukça lüks, gelişmiş bölgelerde insanlar evlerine Karşılaştırılacak olursa, kapitalist ekonomi ve mo­ milyonlar harcarken, devlette de kamu binaları ve hiz­ dern tekniklerin ortaya koydukları projelerin birçok gö­ metleri için yüz milyonlar harcıyor. Yine de, doğa ve rünmeyen zararı var. Bununla birlikte. Roma Kulübü coğrafya ile tam bir uyum arz etmemeleri nedeniyle kro­ gibi organizasyonlar, büyük barajların inşaatının proje nik sorunlar ve tam bir başarısızlık hali yaşanıyor. T ıb ­ plan aşamasında beklenmeyen, ciddi zararlara yol aça­ bi atık sistemi büyük oranda çalışmıyor; dolayısıyla da bileceği konusunda uyarıyorlar. Bu barajlar geniş tarım sokaklar kirli tıbbi atıklarla doluyor. Evler, yollar ve ve yerleşim arazileri üzerine kuruluyor; topraktaki tuz ve bölgeler arazinin coğrafi yapısı dikkate alınmadan vadi­ zehirli elementler suya karışıyor. Dolayısıyla, suyun te­ lere, dağ tepelerine ve ekilebilir araziler üzerine yapıldı­ Umran-Nisan -2002 73 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK ğı İçin yağmur ve seller evleri yok ediyor ve içindekilc' Ürdün bu bileşikler ve ürünlerin ithalatı için yıllık rin ölümüne sebep oluyor. Bu yerleşim merkezleri ve şehirler, suyun nasıl veri' sekiz milyon dolar harcarken Arap dünyasının bu bile­ leceği ya da toprağın tarıma mı inşaata mı uygun oldu­ du. Burada Arap dünyasının sağlık gereksinimlerinin ğu dikkate alınmadan her yere kuruluyor. Sonrasında yüzde 88’ini ithal ettiğini belirtmeliyiz. şikleri ithalat miktarı ise beş yüz milyon doları buluyor­ ise devlet, su kaynaklarının da bu arazilerle birlikte tes­ Dr. El-Kudeh ve ekibinin tecrübesinde yeni olansa limine ve yok olmasına; dolayısıyla yerli yerleşimcilerin mevcut imkanların kullanılması ve sınırlı başarıların el­ hayatlarının olumsuz yönde etkilenmesine neden olu­ de edilmesidir. Doktora göre bu çalışma büyük mucize­ yor. Suyun pompalanması için muazzam miktarda para ler için yapılan bir araştırma değil, çünkü o teknoloji­ harcanıyor ve dağıtımı için olağanüstü şebekeler kuru­ nin bir kurumlar ağı, bütün bir toplum ve hükümet ta­ luyor. Örneğin, Ürdün’de devlet su pompalama ekip­ rafından desteklenmesi gerekli olan gelişmeci, eğitsel manı için gerekli olan yakıta otuz milyon dolardan faz­ ve deneysel bir süreç olduğunu düşünüyor. la harcadı. Su işleri, neredeyse suyun yüzde 60’ının kay­ Basında Amerikan destekli bir Ürdün/Amerikan bına neden olan erozyon yüzünden yaklaşık beş yüz mil­ şirketi tarafından hazırlanan bir eğitim ilanı bana cazip yon doları sistemin tamirine harcadı. Kuyular, göller ve geldi. Eğitim kampanyasının hedefi mesleklerin, en­ kanallar gibi geleneksel su kaynakları boru sistemleri­ düstrilerin ve becerilerin geliştirilmesi ve mükemmel­ nin daha rahat alternatifler olduğu düşüncesiyle göz ar­ leştirilmesi idi. Sloganı Peygamber’ in bir hadisi idi: dı edildi. İnsanlar kendi geleneksel metotlarını unuttu­ “Allah hir işi mükemmel yapmanızı sever.” lar, modem borularsa İhtiyaçlarmı karşılamaya yetmedi Tanıtım “Gelin bunlardan birini bilin” başlığı altın­ ve su hem hükümet hem de kamuoyu için ürkütücü bir da yapılıyor ve elli yıl önce babasından öğrendiği giysi konu haline geldi. yamama işinde uzmanlaşan Fuad Ağa adlı bir vatanda­ şın hayat hikayesi yer alıyordu. Bugün bu mesleği oğul­ Teknoloji N e Bir Gaye N e De Bir Mucizedir larına ve ortakları olan kardeşlerine öğretiyor. Dahası tanıtımda bu ailenin mükemmeliyet, samimiyet ve ça­ Üniversitelerde ve bilimsel kuruluşlarda görev yapan lışma aşkı sayesinde fark edilip bu endüstride isim ve on beş Ürdünlü bilim adamı ülkelerinde tıbbi bileşikler şöhret yapmak için nasıl uğraştıkları da anlatılıyordu. üretecek bir firma kurdu. Bilim ve Teknoloji Yüksek Bunlar Japon aileler ile Suriyeli ve Mısırlı ve daha bir­ Kurulu tarafından desteklenen firma, diyabet, gebelik çok Arap/İslam dünyasındaki tüccar aileler tarafından ve kandaki mineral ve antikorların oranı ile ilgili araş­ bilinen teknik ve eğitim gelenekleridir. Bu gelenek sen­ tırmalarda kullanılan 127 bileşiğin üretiminde ISO dikalar ve şirketlerin güçlerini artırmaları ve korumala­ rı için bir temel teşkil 9002 belgesini aldı. Bu bileşikler tamamıyla ye­ rel hammaddelerden üretilerek Ürdün ve da­ ha birçok ülkede satışa sunuldii. Bu bilim adamların­ dan birisi Britanya’daki Ümmet bugün büyük bir imkana sahip, ancak ne gibi bir imkana sahip olduğunu, ne istediğini ve bunları toplumun ve kurumların hareketleri doğrultusunda basit bir sıraya tabi tutmasını bilmelidir. Manchester Üniversite- edebilir. Bu kültürel kampan­ yada sunulan portreler arasında en önemlisi üniversitede sosyoloji bölümünden mezun ol­ muş genç bir bayanın tecrübesi idi. O çalışma­ si’nden mezun olan Dr. Abdülhamid el-Kudeh idi. Dr. larının kazandırdığı eğitsel ve sosyal kültür ile ataların­ El-Kudeh, Ürdün’de yetişen “El-Batam ve El-Balân” dan kalan marangozluk tecrübesini birleştirmeyi başar­ adlı ağaçlardan diyabet tedavisinde kullanılan bir ürün dı. Bugün, okullara ve eğitim kurumlarına çocukların üzerinde araştırmalarda bulunmuş ve bunları yayınla­ kullanımı için sert tahtadan mamul ucuz eğitsel araçlar mıştı. Bu araştırmalar yayınlandığında, Katar’dan El- sağlıyor. Bu araçların yapımı için diğer tahta parçalar Ümmet dergisi doktor ile kaynakların ve tıbbi teknolo­ ile birlikte atılan fazla tahta parçalarmı ve farklı mad­ jideki yerel imkanların yerinde kullanılması üstüne deleri de topluyor. Yaratıcılık ve pedagojik, tıbbi ve psi­ uzun bir röportaj yaptı. kolojik uzmanlıkları bir araya getirme konularında üni- 7 4 Ümran •Nisan >2002 1SL^M'1N GELECEK YÜRÜYÜŞÜ / GHARAYBAH versitede yaptığı çalışmaları eğitsel tekniklerin evren­ dahalesi ile özelleştirme arasında bir denge noktasında selleşmesi ve uygulanması için kullanıyor. sağlayamaya çalışan endüstriyi teşvik etmelidir. Böyle­ Eğer başkalarının başarı öykülerinden de faydalana­ likle, özel sektör ve yerel yönetim kamusal ve ortak hiz­ bilirsek teknolojik gelişme açısından pek çok şey başa­ metlerde beraberce çalışarak idari ve yasal yapılanmayı rılabilir. Biraz daha gayretle, bunlar genellenebilir; bu sağlayacaktır. Zamanla, bu ortak çalışmalar teknik far­ sayede ulusal endüstriler ithal ürünler ile boy ölçüşebi­ kın kapanmasını ve toplumların daha ileri ve sofistike lir ve onlardan daha iyi olabilir ya da en azından bu projeleri sindirebilmesini beraberinde getirecektir. ürünlere alternatifler üretmek için mevcut kaynaklan ve imkanları kullanabilirler. İlaç ve yiyecek üretim alanlarında Arap İs­ lam gerçeği gerçekten de berbat ve bu durum cid­ di bir krizle sonuçlanabi­ lir. Yine de, bu gibi ge­ reksinimlerin birçoğunu üretecek pratik ve müm- Ümmet bugün büyük bir imkana/ fırsata sahip, an­ cak ne gibi bir imkana sahip olduğunu, ne istediğini, ________________________ neyi İslam ümmeti bugün iletişim araçlarmı bir yıkım ve yozlaşma aracı olmaktan çok ye­ niden diriliş ve yapılanma bağlamında ha­ rekete geçirecek bir enformasyon sistemi­ ne ihtiyaç duyuyor. _________________________ __________ ____ gerektiğini, neyi gerçek­ leştirebileceğini ve ger­ çekleştirebilecekleri ile gerçekleştiremeyecekle­ rini ayırt etmesini ve bu kabiliyetleri toplumun, kurumların ve şirketle­ rin hareketleri doğrul­ kün olan çözümler mev­ cut. İşe ileri teknoloji ve sofistike vasıflar gerektiren fa­ gerçekleştirmesi tusunda basit bir sıraya tabi tutmasını bilmelidir. aliyetler ile başlamak gerekmez. Mevcut kaynaklar ithal Kitle İletişim; Yeniden Diriliş ürünlerin birçoğunu üretmemize yetecektir. Arap üniversiteleri hızlı bir biçimde büyüyor. 90’la- ve İlerleme için Bir Araç rın başında sayıları lOO’ün altındaydı. 1994’te bugün sa­ yıları beş yüzü bulan 346 teknik enstitü vardı. Bu ku­ Kitle iletişim araçları son derece önemli. Kitle iletişimi rumlar, artan öğrencileriyle giderek teknik gelişmenin bütün kurumlarıyla özellikle uydu ve internet alanların­ merkezi olacaklar. Yine de, Arap araştırmacılar bugün da muazzam ilerlemeler kaydetti. Bütün bir yeryüzü, hala diğer ülkelerdeki meslektaşlarının ürettiklerinin herhangi bir insana ses ve görüntü sistemleri aracılığıy­ yüzde lO’undan az üretiyorlar. Bu yalnızca tesislerin ve la ulaşabilen ve dolayısıyla konferans müzakereleri ve kurumların zayıflığıyla açıklanamayacak şaşırtıcı bir bilgi alış-verişi ve neredeyse herkese eşit bilgi imkanını mesele. Arap ülkelerinde bilimsel araştırmalara yapılan sağlayan medya mesajları ve bilgiler ile çepeçevre du­ harcamaların milli gelire oranı son on yılda yüzde rumda. 0,31’den 0,27’ye gerilerken, aynı dönemde gelişmekte İslam ümmeti bugün bu kurumlan bir yıkım ve yoz­ olan ülkelerde bu oran yüzde 0,32’den 0,45’e çıktı; kal­ laşma aracı olmaktan çok yeniden diriliş ve yapılanma dı ki İsrail’de bilimsel araştırmalara milli gelirin yüzde bağlamında harekete geçirecek bir enformasyon siste­ 3’ünden fazlası harcanıyor. mine ihtiyaç duyuyor. Medya çalışmaları ile İslami da­ Arap dünyasının büyük yatırımlar rüzgarına ve fab­ vet arasında bir bağlantı olmak zorunda ki böylelikle in­ rika yapımlarına ihtiyacı yok; onun yerine enstitülerin, sanlara, mevcut kaynakları ve kabiliyetleri harekete ge­ mevcut kuramların kazandırdığı veya ailelerden geçen çirebilmeyi ve tüm enerjilerini yapılanma ve gelişmeye bilgi ve becerileri değerlendirecek küçük ve orta ölçek­ yönlendirmelerini sağlayacak biçimde etki edecek bir li girişimlere ihtiyacı var. Hükümetlerin bu gibi girişim­ biçimde davete uygun mesajlar verilebilsin. leri finanse etmesi ya da endüstriyel üretim ve imkanla­ Kitle iletişim araçlarının yeniden yapılanma ve diri­ rın geliştirilmesi için yerli kaynak arayışında olan şir­ liş ağında doğru bir yere otunnası için aşağıdaki şartlar ketlere, kredi ve değerlendirme kuruluşlarından akredi- gerekli: tasyon sağlanması için yardımcı olması gerekir. 1-Geniş Kapsamlılık: Büyük umutlarla başlanan birçok proje ileri tekno­ Verilen mesajlarda, medyada ve muhatap dinleyici lojiyi zorla yakalamak hırsı nedeniyle başarısızlıkla so­ ve seyircilerde geniş kapsamhiık şart. Medya çalışması nuçlandı. Aynı zamanda, toplum çıkarlarını devlet mü­ formülleri ve çeşitli metotları içine alan entegre bir sis­ Umran-Nisan >2002 75 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK temdir. Ayrıca ekonomi, politika, kültür, gelişme, nü­ fus, vb. alanlarda eğitim, ilgi ve kapsayıcılık geniş ölçü- 9- Geçiş: a- İşin safhalarını belirlemek ve anlamak ve tedrici lerde olmalı. 2-Görecelik: ve üst üste gelen ilişkilerini sindirebilmek, a' Doğru ve yanlışın göreceliği daha doğrunun, yan­ lışın ve mükemmelin varlığı anlamma gelir. Birçok leri ile gereklerini belirlemek gerekir. doğru şey olabilir ve yine yanlış şeyler kendi aralarında farklı sıralanabilir. Bu, birbirinden ne kadar farklı olur­ sa olsun, değişik fikirlere ve bakış açılarına yer vermeyi gerekli kılar. b- Performans, başarı ve mükemmeliyetteki görece­ lik, ulaşılması zor hatta imkansız bir amaç olarak, de­ vamlı bir şekilde en doğru ve mükemmel için araştırma­ b- Her bir safhaya uygun hareket etmek ve öncelik­ 1 0 -Denge: a- İhtiraslar ile imkanlar arasında, b ' Nelerin değiştirilmesi ya da gerçekleştirilmesi gerektiği ile nelerin değişebileceği ve gerçekleşebileceği arasında kurulmalıdır. 11Dost ve taraftar kazanmak için çabalamak, düş­ manları nötralize etmek ya da en azından düşmanlık­ larından sakınmak (bu hükümetler ve toplum düzeyinde yı ve sürekli en doğruyu ve en iyiyi kovalamayı gerekli Batıyı da içine alıyor) gerekir. kılar. 3- sanması, genellemeden ya da kesin destek veya 12- Konuların ve hadiselerin detaylı bir şekilde kapBirikim, Sindirme ve Yaratıcılık: Geçmiş ve şimdiki medya programları ve alanları muhalefetten uzak bir şekilde gereklidir. 13- Hükümetleri, kurumlan ve bireyleri suçlamalar­ hakkında gözlem ve takip yapabilmek için bilgi sahibi olmalıyız ki; böylelikle kendi medya programlarımızı üretebilir, bütün medya projesini geliştirebilir, eksiklik­ maktan sakınmalıyız. Bu analiz ve çalışmalarımızda leri tamamlayabilir, gerekleri karşılayabilir ve diğerle­ eleştiri ve muhalefeti engellemez. rinden kendimizi ayırt edebiliriz. 4- Entegrasyon ve Koordinasyon: 14' Mümkün olduğunca gerçeklere, tüm kaynaklar­ dan gelen bilgiye ve istatistiğe, özellikle de tarafsız olan­ Diğer kurumların icraatlarını, rollerini ve görev­ la, hakaretlerle ve yaralanmalarla karşı karşıya bırak­ lara dayanmak gerekir. 15- Bütün dünyayı ilgilendirecek ölçüde önemli lerini belirlemek ve kitle iletişim araçlarını kamu hiz­ meti bağlamında bir yere oturtmak bizi tekrardan, konular mevcut. Bu konular geleceğin uluslar arası iliş­ ikilikten ya da bir boşluğun veya eksikliğin ortaya çık­ masından alıkoyacaktır. kilerini ve hatta savaşları yönlendirebilirler. Çevre, nüfus, yerleşim, kültürler ve insan kaynaklan bu konu­ 5- Uzmanlaşma: a- Uzmanlaşmanın gereklerini karşılamak için çabalamak gerekli. Janerio’daki Yeryüzü Toplantıları(1992), Kahire Nüfus b- Rollerin ve görevlerin dağılımı yeteneklere ve uz­ manlıklara göre yapılmalı. 6- Sürekli Bir Bilgi, Haber ve Teknoloji Akışının Dik­ lara bazı örnekler teşkil ediyorlar. Bu konularda Rio de ve Gelişme Konferansı (1994), Kopenhag Sosyal Kalkınma(1995) ve İstanbul Yerleşim ve Konut(1996) toplantıları gibi dünya çapında toplantı ve konferanslar yapıldı. katle Takip Edilmesi: Bu sürekli değişimlere karşı sürekli bir eğitim ve uyum çalışmasını ve bu alanlarda doğru ve kapsamlı bil­ Bilgi Çağında Islami Davet gi sahibi olunmasını gerekli kılar. 7- Gelişmelerin Sürekli Olarak Geleceğe Dönük Liderler, düşünürler ve diğer pek çok kişi, bilgi ve Düşünülmesi: Politika, teknoloji, medeniyet ve toplumlar dikkate mide, ticarette, hayatta ve değerler sistemlerinde radikal değişikliklere yol açacak yeni bir döneminin alınarak insanların hayatlarındaki, ekonomindeki ve eğitimdeki ya da “bilgi çağı” veya “bilgisel medeniyet” başında olduğumuzu düşünüyor. Bu değişiklikleri öngören çalışmalar insanların denilen dönemdeki değişimlerin değerlendirilmesi yoğun ilgisiyle karşılaştı. Bunlar arasında en çok bili­ sayesinde mümkün olur. 8- “Öteki”ni, onun düşüncelerini, kurumlarını, neni Alvin ToffIer’in Üçüncü Dalga’siydi. Bu kitabın birinci baskısı on milyondan fazla sattı. Yazar insanlığın programlarını ve davranışlarını onunla düzenli temas kurarak, tercüme, koordinasyon, sindirme ya da kar­ tarım ve endüstrileşme aşamalarından sonra üçüncü bir aşamaya doğru ilerlediğine inanıyordu. Bu yeni dönem şılaşma yoluyla dikkate almak gerekir. öncekilerden radikal bir biçimde farklı yeni hayat ve 7 6 Ümran •Nisan »2002 haberleşme teknolojisinin güç dengelerinde, ekono­ İSLÂM’IN GELECEK YURLrtTJSLI /GHARAYBAH topluluk modellerini içine alacak, diyordu. Japon sosyolog, Younigy Musuda “Bilgi Toplumunun en karmaşık ve ileri seviyelere kadar bir dizi alanlarda kendisini gösterdi. Geleceği” adında bir kitap yayınladı. Musuda, amaçlan ortaya koyan ve bireyler, toplum ve kurumlar arasın' ekonomik, sosyal ve bilimsel hayatlarını yeni boyutlara daki ilişkileri kontrol eden yapısı, sistemleri, kurumlan, taşıyacak. İnsanların hayatlarının bazı kısımları önemi­ bireylerin ve yöneticilerin rolleri, değerler sistemi ve ni yitirecek onların yerine yenileri gelecek; örneğin kriterleri ile yeni bir Japon toplumu öngörüyor. Kuveyt’te Kültür ve Sanat İşleri Ulusal Konseyi Dr. Nabîl Ali imzalı “Araplar ve Bilgi Çağı” adlı bir kitap yayınladı. Ali, İslam ümmetinin bilgi çağında buharlaş- Bu yeni teknolojik uygulamalar insanların yönetim, ilişkiler, değerler, kurumsal ve sosyal yapılar, yasalar ve sistemler form değişikliğine uğrayacak. İşin yapısı ve önemi değişime uğrayacak. Örneğin, ABD’de yirminci yüzyılın başlarında sektörel dağılım ma ve yok olma tehlikesi yaşayabileceğini ya da iler­ leme ve yeniden diriliş sorunlarıyla karşılaşacağını şöyleydi: Enformasyon hizmetleri %8, endüstri %16, düşünüyor. Şimon Perez İsrailli liderler arasında yeni bir döne­ oranı yüzde 40’a ulaştı( Tarımdan endüstriye geçiş). min gereklerini en iyi kavrayan lider durumunda. Çalış­ malarından bazıları şunlar: “Yeni Bir Dönem”, “Geriye Dönüş ve Cahilleri Bağış Yok”, “Ortadoğu Mareşali”, “21 .yüzyılın Başında İsrail” ve ünlü kitabı “Yeni Or- tarım %42. 1940’larda endüstri sektöründeki işgücü 1980’de işgücünün sektörel dağılımı endüstriden enfor­ masyon hizmetlerine olan geçişten ötürü enformasyon hizmetlerinde %45, endüstride %20 ve tarımda %4 idi. Enformasyon hizmetlerinde yer alan işgücü bil­ tadoğu”. Bu kitabında Ortadoğu’daki hayat ve ilişkiler gisayar endüstrisi, haberleşme, yayıncılık ve kitle için son değişikliklere dayalı yeni bir anlayış geliştiril­ mesini öneriyor. Washington Deklarasyonu(Ürdün-İs- iletişim, planlama ve yazarlık gibi alanlarda iş anlamına geliyor. rail Anlaşması)’nun ardından Perez’e “İsrail’in Büyük İşgücünün dağılımı, değişen işler ve gereklilikler İsrail projesinden vazgeçip geçmediği” sorulduğunda için uygun eğitim ve deneyim eğilimlerini etkileyecek­ Perez, İsrail’in yalnızca coğrafi anlamda vazgeçtiğini, teknik ve ekonomik anlamda vazgeçmediğini belirtmiş­ yüzde 30’u bilgisayar kullanmasını bilmedikleri için ter­ ti. fi ettirilmediler. İnsanoğlunun kültürel hareketi avlanma ve otlan­ tir. Örneğin, Avrupa ve Amerika’daki yöneticilerin Bilgi teknolojisi bilgiye ulaşmayı kolaylaştıran madan tarım hayatına geçişiyle başladı. Bu istikrara, olağanüstü bir bilgi akışı ya da “bilgi patlaması”na köylerin kurulmasına, şehirleşmeye ve medeniyetlerin, neden oldu. Bir yılda, yüz milyondan fazla sayfa yasamanın, düşüncenin ve felsefenin ortaya çıkışına yol açtı. İnsan kuvvetinin eksenini aklı, sezgisi, cesareti ve basılıyor. Bu her alanda birikmiş büyük bir bilgi yığını fiziki dayanıklılığı oluşturuyordu. İnsanlık, matbaanın Siriger, atomun bir parçası olan mesonlar hakkında ve buhar makinesinin daha sonra da on yedinci yüzyıl­ da endüstri devriminin keşfine kadar yedi bin seneden yazılanların tamamını okumanın imkansız olduğu fazla bu şekilde yaşadı. Medeniyet, hayat ve ekonomi makinenin askeri üstünlüğün ve üretimin ölçüsü olması anlamına geliyor. Nobel ödüllü bilim adamı Emilio kanaatine varmıştı. Bu akım bilimde ve bilgi/enformasyonun diğer alan­ larında öylesine değişikliklere yol açtı ki, bireysel ve ile birlikte değişim yaşadı. 1948’de ilk bilgisayarın ortaya çıkışundan 80’lerin kurumsal planda sürekli bir eğitim ve yeniden uyum sonlarına kadar, yalnızca 40 yıllık bir dönemde, tek­ noloji dönüşümü ve enformasyon devrimleri meydana Bilginin uydular ve medya ağları yoluyla yaygınlaş­ geldi. Endüstri ve ticaret yeni boyutlar kazandı. Bilgi endüstrisinin ürünleri olan “bilgisayar, haberleşme ve süreçlerini mecburi kıldı. ması ve ulaşılabilirliği sayesinde sansür ve bilgi satışı son derece zorlaştı hatta imkansızlaştı. Bu belki de, eski kitle iletişim araçları” tarihte “trilyon”luk bir değere Sovyetler Birliği’nde ve Doğu Avrupa’da demokrasiye sahip ilk endüstriyi ortaya çıkardılar. Bilgi endüstrisinin uygulamalan fabrikalar, evler, ve açıklığa geçişin de açıklaması olabilir. idari ofisler, uzay mekikleri, sınıflar ve kumanda odaları Gelecekte ise, bir sosyal kriter, ilerleme ölçüsü ve, gibi her alanda ve hayatın her yönünde üstün gelmeye başladı. Bu uygulamalar en küçük beceri seviyelerinden ekonomik kaynak halini alacaktır. Bu yüzden, entelek­ çeviri, kartografi, kendi kendine eğitim ve reklam gibi bilimsel doğruluk gibi değerlere vurgu artıyor. Bilgi bugün gücün en temel kaynağı durumunda. tüel haklara saygı, istatistiki bilgilerin korunması ve ■ Ümran-Nisan -2002 7 7 OLUŞUMUNDA | İSLÂM'IN ROLÜ Abdurrahman Bedevi ■ Ab. ' ^- ^ ‘RUHUNU DEĞİŞTİR; TARİHİN DEĞİŞİR’ ABDULLAH YILDIZ Esas olan: İn sa n ı in ş â e t m e k . (M onteigne) İslâm: Tevhid ve Vahdet sağlıklı bir denge kurar. İslâm dininin bütün ibadet prensipleri tevhîd ve slâm, üç çeyrek asırda, Atlas okyanusundan vahdeti; birlik, kardeşlik ve dayanışmayı âmirdir. Bir Ç in’e kadar egemen olduğu coğrafyada yepyeni ‘tevhîd eylemi’ olan namazla, günde beş kez, dünyanın bir hayat tarzı ve bir medeniyet inşa etti. Bu in^ her köşesinde, aynı anda aynı kıbleye yönelen mil­ şa sürecinde dört büyük uygarlığın birikimini bir pO' yonlarca müminin kalbi hep birlikte çarpar. A llah’ın tada eritmeyi ve ona kendi damgasını vurmayı başar- verdiği nimetleri yine Allah için harcayarak arınma­ dı. İslâmiyet, bütün kitabî ve nebevî geleneği kuşa- yı amaçlayan zekât ve infak kurumu, gelir dağılımın­ I tan, tashih ve tasdik eden, aralarında hiçbir fark gö- daki dengesizlikleri asgariye indirerek birlik ve daya­ zetmeden hepsine imanı emreden *tevhîd dinV ola­ nışmayı gerçekleştirir. Yalnız Allah için yapılan bi­ rak her alanda birliği gerçekleştirdi. reysel bir arınma ve nefis terbiyesi ameliyesi olan “Deyiniz ki: Biz Allah’a; bize indirilene; İbrahim'e, oruç ibadeti. Ramazan ayında bütün müslümanların İsm ail e, îshak’a, Ya’kub’a ve esbât’a indirilene; M u­ iştirakiyle gerçekleşir ve karşılıklı merhamet, sabır ve sa’ya, İsa’ya ve diğer peygamberlere Rableri tarafından yardımlaşma duygularmı harekete geçirir. Hac fariza­ verilene iman ettik. Onlardan hiç birini diğerinden farklı sı, bütün dünya müslümanlarının itminan, heyecan tutmayız- Biz ancak Allah’a boyun eğen Müslümanlar- ve coşku dolu bir ortamda gerçekleştirdikleri yıllık danız.” (2/136 ve 3/84) müşavere ve muhavere toplantısıdır. Dünyanın dört İslâmiyet, tevhîd ve vahdet dinidir: Allah’ın aş- bir yanından gelen Müslüman düşünürler, alimler, kinliği ve birliği (tevhîd) İslâm dininin en temel esa­ yöneticiler ve sade insanlar açısından renklerin, kül­ sıdır: “Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilahlar ol­ türlerin ve fikirlerin harman olduğu hac mevsimi, ay­ saydı, m uhakkak göklerin de yerin de düzeni bozulurdu. ” nı eksen (Kâbe) etrafında dönen büyük bir ümmetin (21/22) V e Kur’ân, “kendini yeterli (müstağni) gören parçası olma bilincine ermenin de eşsiz bir fırsatıdır. insanı” (96/6-7) inkârcı sayar. İslamiyet’in aşkınlık- Hz. Peygamber’in (s) Medine’de inşa ettiği örnek tan sonra ikinci esası ümmet’tir: İslam, birlik dinidir; toplum her alanda tevhîd ve vahdet’i esas aldı. Roger parçalayıcı kavim/ulus anlayışına karşın, birleştirici Garaudy ‘Medine Toplumu’na yön veren temel ümmet anlayışmı getirir. B ir olan Allah’ın aynı ga­ prensipleri şöyle formüle eder: ı ye için yarattığı tüm insanlar birlik olmalıdır.* En Ekonomi planında: Tek sahip Allah’tır. genel anlamda “Bütün ihsanlar tek bir ümmetti.” Siyaset planında: Tek hükmeden Allah’tır. (2/213) diyen Kur’ân, herkesi “Allah’ın ip f’n e sarıl- Kültür planında: Tek bilen Allah’tır. maya(3/103), “iyiliği emreden, kötülüğü men eden ha­ Bu ilkeler, Allah’tan başka ilâh ve rab tanımayan, yırlı bir ümmet” (3/104,110) olmaya çağırır. Ümmet özgür, üretken, katılımcı, paylaşımcı, adil, muvahhid prensibi her türlü ferdiyetçiliği mahkum eder. Üm ­ ve müttehid bir ‘m od el toplum ’a, İslâm ümmetine metin genel çıkarları ile bireysel çıkarlar arasında vücut verdi. Ümran ■Nisan •2002 7 9 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK Kesrete Rağmen Vahdet nın şehirli medeniyet dairesine girmek için tercih et­ Sonraki nesillere yüzyıllar boyu örneklik teşkîl eden dinlerin hayat sürdüğü yerlerde bile yayılmakta zor­ A si'i Saadet’in îslâm toplumu, Dört Halife döne^ lanmadan büyük ilerlemeler kaydeden İslâm, esaslı minde dinamizmini ve vahdetini pekiştirip geliştirdi medeni-kültürel avantajlara sahip olduğu için 19. ise de, Sıffin savaşıyla rü^d’ünü yitirmeye başlayarak yüzyıla kadar hep rakipsiz kaldı. Avrupalıların, tiği mükemmel bir model oluşturuyordu. Diğer büyük bölünme sürecine girdi- Ancak, bazı iç sorunlara rağ­ önemli sömürge bölgelerini, örneğin Hint ticaret yo­ men, tek bir devlet çatısı altında büyük oranda birli­ lunu ele geçirirken mücadele ettikleri şey de, yine İs­ ğini koruyan ve medeniyet planında göz kamaştırıcı lâm’ın gücü ve Eski Dünya idi.4 ürünler ortaya koyan İslam toplumu, birçok devlete Ü ç büyük Müslüman imparatorluğun (Osmanlı, bölünmesinden sonra bile, hem ilmi ve kültürel üret­ Safevi, Moğol) egemen ve etkin olduğu 16-18. yüz­ kenliğini sürdürdü hem de ümmet bilinci ve Hilafet yıl, kuvvetli müesseseler, kendilerine güveni olan bir kurumunun da etkisiyle îslâm birliği idealini diri entelektüel hayat ve hepsinden de önemlisi estetik tuttu. Bernard Lewis’in^ vurguladığı gibi, yaklaşık yaratıcılık dönemi şeklinde tanımlanır. 1700’le bir­ olarak onüç yüzyıllık varlığı boyunca H ilafet birçok likte her üç imparatorluğun sosyal ve kurumsal yapı­ iniş ve çıkış yaşadı, ama Müslümanların birliğinin ları da zayıflar ve bir müddet sonra çöküntü alamet­ güçlü bir sembolü, hatta kimliği olarak hep ayakta leri görülmeye başlar. Aynı dönemde Batı Avru­ kaldı. pa’nın gerçekleştirdiği ‘Büyük Modern Dönüşüm’ün Modem zamanlara kadar İslam medeniyeti şöyle tesirleri ise, sadece Avrupa’da değil bütün dünyada veya böyle bir birliğe sahip oldu; çünkü Müslümanlar görülür. 1800’lerden itibaren dünya hakimiyeti artık birbirleriyle ve kurucu idealleriyle bağlarını bir bi­ Müslümanlarda değil AvrupalIlardadır. Bu durum çimde korumaya sürekli gayret ettiler. Çağlar boyun­ Müslüman dünyada yıkıcı etkiler meydana getirir: ca Müslümanlar ortak bir hareket noktasını, ortak Müslümanlar için keskin bir manevi yenilgi, Avru- bir sözcük dağarcığını ve temel meseleleri tartışacak palılar içinse özgüvenlerini kazanmalarıdır sözkonusu bir ortak dili hep paylaştılar.^ Asırlar boyunca İsla­ olan.5 Osmanlı elitlerinden başlayarak bütün bir İs­ miyet, dağınık topluluklar arasmda sadece dinî değil, lâm dünyasını kuşatan bu yenilgi psikolojisi, Osman- aynı zamanda sosyal bağlar ölçüsü olmayı sürdürdü. lı İmparatorluğu’nun tarih sahnesinden silinmesi ile Bu yolla İslam, ortak bir dünya düzeni kurmaya di­ daha bir dramatik hal alır. ğer ortaçağ toplumlarına göre daha çok yaklaştı. Ü n ­ Hilafetin, “emperyalistler ve yerli modernistlerin lü seyyah İbn Batuta’nın belirttiğine göre, bu dönem­ çifte saldırısıyla ortadan kaldırılmasının etkileri, bü­ lerde “Müslüman bir fert, Fas’tan Ç in ’e kadar her tün müslüman âleminde hissedilir.”^ İslam ümmeti, yerde vatandaş olarak kabul görüyordu.” 11. yüzyıl­ klasik tabirle ‘imamesi kopmuş teşbih taneleri gibi’ dan 19. yüzyıla kadar İslâmiyet, Eski Dünya halkları­ dağılır, parça parça emperyalist güçlere yem olur. 8 0 Ümran‘ Nisan >2002 RUHUNU DEĞIjlTİR /YILDIZ Ümmeti oluşturan toplulukları birbirinden ayıran gün -her şeye rağmen- birleşme çabalarını ve müslü- sun’i sınırlar emperyalistler eliyle çizilip kalınlaştın- man halklar arasındaki diyaloğu canlı tutabilmekte­ lirken; yine onların marifetiyle İslâm coğrafyasına dir. Müslümanlar arasındaki dayanışma ve işbirliği yerleştirilen ulusal'seküler kurumlar hem ümmet bi­ çabalarının hem dini düzlemde, hem de siyaset ve lincini hem de tevhidi duyarlılığı törpüledikçe törpü­ kültür düzleminde giderek etkili olmaya başladığı ler. söylenebilir. Müslümanların hayallerini süsleyen ‘‘barışçıl ve kardeşçe duygular taşıyan otantik Islâmi Yeniden Birlik Çabaları bir ümmet imajı”^ günümüzde her zamankinden da­ ha fazla ciddiye alınır olmuştur. Uzun süredir tarih 19. yüzyıl ortalarından itibaren Islâm dünyasına adım sahnesinin geri planında sürgün tutulan İslâm âlemi, adım yerleşen sömürgeciliğin iki dünya savaşı arasın­ bugün potansiyel birlik imkanları, dinamizmi ve can­ da tasfiyesinden sonra İslam dünyasının her köşesin­ lılığıyla tarihteki yerini almaya tekrar aday görün­ de % irleşm e refleksi'*nin yeniden harekete geçtiği­ mektedir. İslam ülkeleri arasındaki ayrılıklar ve ne tanık olunur. Esasen, 1. Dünya Savaşı’na tekad- ulusal/etnik^* farklılıklar, en az emperyalistlerin düm eden çeyrek asırda Sultan II. Abdülhamit’in aralarına çizdiği sınırlar kadar yapay ve aşılabilir tür­ olağanüstü gayretiyle temelleri atılan İslâm Birliği dendir. (pan-İslamizm) akımının sadece Hint alt kıtasında Lewis’in tesbit ettiği gibi, Batı dünyasında, toplu­ değil, Kuzey Afrika’dan Orta Doğu’ya ve Uzak Do- mun temel birimi, alt birimlerinden biri de din olan ğu’ya kadar tüm İslâm dünyasında ciddi dalgalanma­ ulus’tur; ancak Müslümanlar, din’i ulus’un alt birimi lar meydana getirdiği, savaş sonrasında Hilafet’in il­ olarak görmek yerine, ulus’u din’in bir alt birimi ola­ gasının da bu vakıayla doğrudan ilintili olduğu hatır­ rak görürler. Modem döneme kadar yani Avrupa lanırsa, II. Dünya Savaşı’nın hemen akabinde böyle kavramları ve kategorilerinin hakim olduğu döneme bir gelişmenin yaşanmasının tesadüfi olmadığı görü­ kadar, İslam yorumcuları neredeyse her zaman rakip­ lür. Hilafetin tasfiyesinden sonra, Osmanlı coğrafya­ lerine, ülkesel veya etnik durumları gözardı ederek sında yaşayan toplumlar başta olmak üzere, bütün İs­ ‘ka/îr’ diye hitab ederken kendi taraflarına asla Arap lam dünyası kan, gözyaşı ve baruttan başka bir şey veya Türk diye hitab etmediler; bilakis kendilerini görmemiştir. ^Müslüman’ olarak tanımladılar. Dahası İslam dün­ Sömürge döneminin acı tecrübelerinden sonra, yasındaki zengin tarih yazımı geleneğinde “İslam aralarındaki işbirliği bağlarını güçlendirmeye her devletinin ve toplumunun, hanedanların, şehirlerin şeyden çok ihtiyaç duyan Müslüman devletlerin ön­ tarihleri vardır, ama Arabistan’ın, İran’ın veya Tür­ celikli hedeflerinden biri îslami da^ıanı^ma’dır artık. kiye’nin tarihleri yoktur.”® Bu nedenledir ki, ümme­ 19701i yıllarda varlığını hissettirmeye başlayan İs­ tin birliğini parçalamak amacıyla emperyalistler eliy­ lam Konferansı Örgütü ve ona bağlı kuruluşlar, bu­ le kotarılmaya çalışılan ‘Türle İslâmî’, ^Arap İslâmî’ Ümran-Nisan -2002 81 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK veya *îran İslâmî* gibi zorlama ve sun’i oluşumlar da boy göstermesini şimdilik ertelemektedir. Ancak, ümmetin ma’şerî vicdanında ma’kes bulamamakta^ ümmet bilincini tetikleyecek ciddi ve kararlı bir çı­ dır. Hasılı, bugün Müslüman topluluklar arasındaki kışın, kısa zamanda çok büyük neticeler hasıl etmesi sun’i sorunlar, sanıldığından daha kolay halledilebi' kaçınılmazdır. Şu aşamada rafa kaldırılmış gibi gözü­ lir ve birlik yolunda gösterilecek çabalar beklenilen­ ken Türkiye (Erbakan) liderliğindeki D '8 Proje- den daha hızlı semere verebilir. si’nin 1996-1997’de İslam dünyasında meydana ge­ Bu bağlamda, Sourdel, Cuayyıt ve Cabiri’nin tirdiği heyecan dalgasına karşın Batı dünyasında “Arap Birliği” çabalarının altında yatan kadim üm­ “Osmanlı’nın geri dönüşü” biçiminde algılanması ve met bilinci ve 'pan-İslamizm.’ eğilimlerine yaptıkları ‘yerel’ - ‘küresel’ 28 Şubat sürecinin bu gelişmelerle vurgu da önem arzeder: Sourdel’e göre, Osmanlı ilintisi de bu bağlamda hatırlanmalıdır. Bütün bun­ Devleti’nin 1. Dünya Savaşı ile parçalanmasından lar, İslâm âleminin potansiyel düzlemde ne kadar sonra Ortadoğu’da kurulan devletler, Hilafetin de güçlü bir ümmet birliği refleksine sahip olduğunun *pan'tslamizrn*in de parçalanmasını ifade ediyordu; kanıtıdır. ancak, İslâm’ın sosyal ve siyasal dayanışma duygusu Ihyâ ve Tecdîd H areketleri *pan'Arahizm^ içinde yeniden doğuyordu ve bu duy­ guyu ortadan kaldırmak imkansızdı.^ Çağdaş Arap-İslâm Düşüncesinde Yeniden Yapılanma isimli eserinde, "Ruhunu değiştir; tarihin değişir/* Çağımızın bü­ son yüzyılda ortaya çıkan Araplık'm İslam ile ilişkisi­ yük Müslüman düşünürlerinden üstad Malik Binne- ni tartışan Cabiri’nin ak­ tardığına göre, sosyalist Arapçılığıyla tanınan Michael Aflak bile (son­ radan müslüman olduğu­ nu, ama medyanın bunu duyurmadığını belirtir), “İslâm olmadan Arap bi, bu ‘ulvi kanun’u ha­ Uzun süredir tarih sahnesinin geri pla­ nında sürgün tutulan Islâm âlemi, bugün potansiyel birlilc imkanları, dinamizmi ve canlılığıyla tarihteki yerini almaya tekraL aday görünmektedir. ______________________ ________________________ milliyetçiliğinin içi boş tırlatarak İslam dünya­ sının dirilişinin ve ye­ niden tarihe yön veren bir ■aktör olarak geri dönebilmesinin ancak deruni bir değişimle g e rç e k le ş e b ile c e ğ in i vurgular. O na göre, bir kalıp olarak kalacağını” vurgulamış; dahası, “sö­ ümmetin dirilişi, Kur’ân’ın vaz’ ettiği bio-historik mürgeciler tarafından Arap ülkelerinde gündeme ge­ (biyolojik/tarihsel) formülün uygulama planına kon­ tirilen laikUk’in ümmet geleneğini unutturarak Batı masıyla mümkün olacaktır: kültür ve medeniyetini yerleştirme planına hizmet eden bir aldatmaca” olduğunun altını çizmişti, lo Cu- “Bir millet kendi derunî hâletini de^ştirmeden Allah onun hâlini de^ştirmez- ” (13/11) ayyıt ise, geniş İslam coğrafyasındaki her bir bölgenin Binnebi, bu değişimin ilk adımının da “İslâmi­ İslâm’ı yaşama tarzının farklı olmasına ve hatta aynı yet’i Müslümanlara yeniden anlatmak” olduğunu dili konuşan Arap ülkeleri arasında gözle görülür bir s ö y le r. Zira Müslüman toplumlar, hâlâ müstemleke birlik kurulamamasına rağmen, eski ümmet anlayışı­ dönemlerinin derin travmatik izlerini taşımakta ve na karşılık gelen bütüncül bir İslâm ideali’n in varlığını uzun süre sömürge yönetimi altında kalmanın düşün­ sürekli koruduğunu belirtir. Bu bağlamda Filistin so- ce ve duygularında meydana getirdiği kimlik sorunla­ runu’nun Arap dünyasındaki birleştirici etkisine dik; rını yaşarnaktaydılar. Bütün bunlar Müslümanları si­ kat çeker: Ona göre, Arap âlemi, Filistin meselesini yasal planda vahdet’ten; akîde planında da tev- kendi özel davası haline getirerek dış dünyaya karşı fi­ hid’den hayli uzaklaştırmış bulunmaktaydı. ilen bütüncül bir cephe oluşturabilmiştit.ıı 19. ve 20. yüzyılda Batılı sömürgeciliğin askeri ve Buna rağmen, bugün İslam ümmeti idealinin kültürel saldırıları sonucu birliğini ve bağımsızlığını kuvveden fiile geçirilebilmesinin önündeki dahili so­ büyük oranda yitiren Müslüman dünya, bir yandan runlar ve özellikle harici engeller, Müslüman dünya- bu aşağılayıcı yenilgi ve esaret zincirini kırmaya çalı­ ‘ nın önemli bir güç merkezi olarak uluslar arası arena­ şırken, öbür yandan da diriltici ihyâ ve tecdîd çaba­ 8 2 Ummn •Nisan •2002 RUHUNU DEĞŞİTİR/YIIDIZ larını aralıksız sürdürme gereğini duydu. Afganî’den anlayışlarını, İslâmî ilkelerini, geleneklerini, kendi Abduh’a ve Reşid Rıza’ya, Bin Badis’ten Ikbal’e ka­ ruhlarını ve ideallerini bütün temizlik ve saflığıyla dar pekçak sima, İhvan’dan Cemaat-i îslâmi’ye ve muhafaza ediyor. Onun sayesindedir ki, onarılması Nahda’ya kadar bir çok hareket sözkonusu tecdid ça­ ve giderilmesi mümkün olmayan bir ahlaki ve top­ balarının güçlü temsilcileri olarak hatırlanabilecek- lumsal çöküşe hiçbir zaman kendini kaptırmıyor.” lerden sadece bir kısmıdır. İslam dininin kendi kül­ tür köklerini muhafaza etmek kaydıyla, değişen haya­ Yolların Ayrıhş Noktası ve ta tekabül edecek biçimde yeniden düzenlenmesi Rûhun Derinliklerinde Uyanış (tecdîd) halinde daha saf ve güçlü bir hale geleceği­ ni savunan Abduh; İslam’ın, tarihsel süreç içerisinde Konuya yine Said Halim Paşa’nın bir mukayesesiyle devamlı gelişen ve değişen bir topluluğun sürüp gi­ devam edersek: Batı dünyası için “H er yol Roma*ya den temel dayanağı olduğunu söyleyen İkbaU^ yg gider**se, İslam dünyası için de "H er yol Mekke*ye ğerleri; İslâm dininin aynı dinamik ve evrensel ka­ gider**. Yani bu iki dünyânın her birisi başka bir yol, rakterine vurgu yapıyorlardı: Tevhîd ve vahdet! başka bir yön, başka bir talih izlemeye ve insanlığın ve başarısızlıkları söz konusu edilebilir. Mesela, üstad genel evriminde, her biri başka başka hareketler yap­ maya mecburdur.‘7 Fazlurrahman’ın belirttiği gibi, bazı ‘^yeniden diriliş' 21. yüzyıla girerken, yolların ayrılış ^çizgilerinin çi** hareketlerin, Müslüman kitleleri şevkle tekrar İs­ daha bir belirgin haîe geldiği. Batı ile Doğu, Avrupa Elbette ihyâ ve tecdîd çabalarının çeşitli nakısa medeniyeti ile İslam lâm’a yöneltmek gibi önemli bir hizmeti ger­ çekleştirm elerine kar­ şın, İslâm düşüncesine ve İslami ilimlere ciddi anlamda katkılarının azlığı üzerinde durulabi­ lir. *4 Hatta, bu tür hare­ Bütün bu ihyâ ve tecdîd çabaları, son tah­ lilde aslî kaynaklara ve öze dönüşü, Kur’ânî ilkeleri çağın şartları muvacehe­ sinde yeniden yorumlayıp hayata geçir­ meyi öngördüler. ________________________ medeniyeti arasındaki fay hatlarının daha da derinleştiği söylenebi­ lir. Dahası, artık “me­ deniyetler çatışması” bir varsayım olmaktan çıkmış bulunmaktadır, A BD’nin başlattığı söz­ ketlerin İslâm’ı bildik­ leri kadar, modern dünyanın gerçekleri hakkında pek de “teröre karşı savaş”, örtülü bir “medeniyetler sava- de derinlikli bilgilere sahip olmadıkları söylenebilir. şı”ndan başka bir şey değildir. Derin bir ‘rûhî boşluk’ Ancak, bütün zaaflarına ve nâkısalarına rağmen, ih­ yaşayan Batı, “araçlar dini”nden ibaret ‘medeni­ yâ ve tecdîd çabalarının İslâm toplumlarında tevhidi yet’ini ancak savaşla ve güç üstünlüğüyle ayakta tut­ duyarlılığı ve ümmet bilincini bir biçimde diri ve ma çabası içindedir. İşte burada Batı ile Doğu’nun-İs- canlı tuttuğunun da altı çizilmelidir. *5 lam’ın yolları bir kez daha ayrılmaktadır: Halil Cib- Bütün bu ihyâ ve tecdîd çabaları, son tahlilde aslî ran’ı dinleyelim:^® kaynaklara ve öze dönüşü, Kur’ânî ilkeleri çağın şart­ '"Medeniyet diye isimlendirilen bu büyük, iri ya­ ları muvacehesinde yeniden yorumlayıp hayata ge­ pı... bu hassasça inşa edilmiş ve planlanmış bina in­ çirmeyi öngördüler. Hepsi de temelde, **Karanlık ge­ san kafa taslarından bir tepe üzerinde kuruludur. (...) celer gibi işler karıştığı zaman Kur*ân*a sarılın,** Senin batı’da ilerleme olarak saydığın şey, sadece emr-i nebevîsini şiar edindiler. asılsız bir yanılsamanın görüntülerinden biridir: Riyâ Bu bağlamda, İslâm’ın dinamizmini korumasını manikür yaptırsa da riyâdır; aldatıcılık teni yumuşa­ sağlayan ictihad kurumuna (fıkh’a) dikkat çeken mü­ cık olsa da aldatıcılıktır; yalan ipek giyse, saraylarda tefekkir Osmanlı devlet adamlarından Said Halim otursa da doğru’ya dönüşmez; hile trene binse, balo­ Paşa’nın 1920’lerde yaptığı şu tesbit de hatırlanmaya na binse de doğruluk haline gelmez; açgözlülük me­ d e ğ e r : “Fıkıh sayesindedir ki, İslâm dünyası, aradan safeleri ölçse, ‘unsurları’ tartsa da kanaat’e evrilmez; yüzyıllar geçmiş, yabancı egemenliği altında binlerce suçlar fabrikalarla laboratuarlar arasında gezse de er­ değişimin saldırısına uğramışken, hâlâ kendi İslâmi demler durumuna gelmez... Köleliğe gelince; hayata Ümran’ Nisan -2002 8 3 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK köleliğe, geçmişe köleliğe, öğretilere, kazançlara, olarak dünyaya sunulabilecek; çağımızı kaosa sürük­ üniformalara köleliğe, ölülere köleliğe gelince; mak­ leyen evrensel sorunlara çözümler öneren ve insanil­ yaj yapsa da, elbiselerini değiştirse de kölelik olarak ğa gerçek barışı (silm: 2/208) getirmeye aday kuşatı- kalacaktır. Kölelik kendisini özgürlük olarak isim- çı ve kapsamlı bir program ortaya koyabilmek^o, İşte lendirse de kölelik olarak kalır. (...) İcatlar ve keşif­ bütün mesele burada düğümlenmektedir. Böylesine ler... aklın kendileriyle oyalandığı oyuncaklardan derinlikli bir proje ise, “İslâm’ın arzu edilen sistema­ başka bir şey değildir. Mesafeleri kısaltmak, dağları, tik yorumunu yapacak üretken ve özgün kafaların or­ vadileri düzlemek, denizlere ve gökyüzüne egemen taya çıkması”2i ile ancak gerçekleşecektir. İslâm olmak; ne gözü memnun edecek, ne kalbi doyuracak, dünyasının her köşesinde tanık olunan dirilişçi vah­ ne de ruhu yüceltecek içleri dumanla dolu sahte det ve tevhit eksenli çabalara eşlik eden yoğun fikri- meyvelerden başka bir şey değildir. Bilimler ve sanat­ entelektüel çalışmalar, İslâm’ı 21. yüzyıla sunabile­ lar olarak isimlendirdikleri muammalara, bilmecele­ cek yeni bir dil-söylem geliştirmeye ve çağa damgası­ re gelince; onlar, insanın, parlaklıklarından ve hal- nı basacak bütüncül bir proje ortaya koymaya her za­ kalannm çınlamalarından hoşlanarak sürüklediği al­ mankinden daha yakın görünüyor. ■ tın bağlar, zincirlerdir. Hatta insanın, kendisini için­ de hapsedilmiş bir esir olarak bulmadıkça yapımını bitiremeyeceğini bilmeden, eskiden beri desteklerini, DİPNOTLAR tellerini çekiçlediği kafeslerdir. Evet, insanın bu fiil­ 1) Roger Garaudy, İslâm ve İnsanlığın Geleceği, 1990-İstanbul, leri bozuktur, bu maksatlar, gayeler, bu niyetler ve idealler bozuktur; bozuktur dünya üstündeki her şey... Hayatın bu bozuk şeyleri arasında ruhun sevgi­ sine, arzusuna, tutkusuna değen bir tek şey vardır... O ruhtaki uyanıkhktır. Ruhun derinliklerinin deri­ nindeki uyanıklıktır...” İşte bütün mesele, ruhun derinliklerinde yatan cevheri açığa çıkarabilmektir. İşte o zaman Müslü­ çev. Cemal Aydın, Pınar y, s. 1 0 4 5 2) Bernard Lewis, İslâm’ın İsyanı, Cosmo-Politik, Kış 2002, s. 49 3) Marshall G.S. Hodgson, Dünya Tarihini Yeniden Düşünmek, 2001-İst, çev: A. Kanlıdere-A. Aydoğan, Yöneliş y. S. 462 4-5) A.g.e., s. 270-280 ve 308-335 6) Lewis, a.g.y., s. 49 7) Ali Merad, Çağdaş İslâm, tarihsiz, çev: Cüneyt Akalın, İle­ tişim y., s.103'105 man dünyanın-Doğu’nun tarihi de, dünyanın tarihi 8) Lewis, a.g.y., s. 49-50 de değişecektir. 9) Dominique Sourdel, İslam, 1985'Istanbui, çev: Davut Dur­ Hodgson’un da belittiği gibi İslâm, “geçmişin perspektifinde yaratıcı bir şekilde kendi kendini be­ lirleme için tek bir odak noktası olarak güçlü kalma­ ya” devam etmektedir. Bugün “İslam güçlüdür; hatta sosyal dayanışma prensibi olarak ve tarihi şuurluluk noktasının harekete getiricisi olarak şiddetli bir şe­ sun, İlim y., s. 124'125 10) Muhammed Abid el-Cabiri, Çağdaş Arap-İslâm Düşünce­ sinde Yeniden Yapılanma, 2001-Ankara, çev. A.İ. PalaM.Ş.Çıkar, Kitabiyât, s. 32-33 11) Hişam Cuayyıt, Avrupa ve /5İâm,1995-İstanbul, çev: Ke­ mal Kahraman vd., İz y., s.190-195 12) Malik Binnebi, İslam ’a Yeniden Doğuş, 1973-İstanbul, çev: Ergün Göze, Yağmur y., s. 33 kilde güçlüdür.” Ahlaki doktrin olarak da öyledir. İs­ 13) Hodgson, a.g.e., s. 349-355) lam medeniyeti, büyük oranda sorunsal kalmaktaysa 14) Fazlurrahman, İslâm ve Çağdaşlık, 1990-Ankara, çev: A l­ da “ne olursa olsun, Batı medeniyeti onun yerini ala­ parslan Açıkgenç-M.Hayri Kırbaşoğlu, Fecr y., s. 260 mamaktadır.” Bugün, sadece İslam geleneklerinin 15) M. Muhammed Hüseyin, M odemizmin İslâm Dünyasına modern söylemde yeniden ortaya konma ve yorum­ lanmaya ihtiyacı vardır. İmdi, günümüz Müslümanlarının önünde duran en hayati ve öncelikli görev; tüm insanlığın ekono­ mik, sosyal ve siyasi sorunlarının da ötesinde rûhîmanevî problemlerini aşmalarına imkan sağlayacak bütüncül ve mütekamil bir İslam! proje ortaya koya­ bilmektir, diyebiliriz. Yetkin bir medeniyet örneği 8 4 Um ran. Nisan • 2002 Girişi, 1986-İstanbul, çev: Sezai Özel, İnsan y., s. 49-50 16-17) Sait Halim Paşa, İslam ve Batı Toplum lannda Siyasal Kurumlar, 1987-İstanbul, sad: Ahmet Özalp, Pınar y., s. 44,18 18) Halil Cibran, Fırtınalar, çev: A. Murat Özel, 1997-İstanbul, Kaknüs y., s. 97-100 19) Hodgson, s. 355-356 20) M.Hüseyin Fadlallah, İslami Söylem ve G elecek, 2000-İstanbul, çev: Abdi Keskinsoy, Pınar y. s. 215-216. 21) Fazlurrahman, a.g.e., s. 190 ÜMMETİN GELECEKTEKİ MEDENİYET İNŞASI ROLÜ İSLÂM KONFERANSI Ö RG Ü TÜ VE ÖTESİ MUHAMMED ALÎ ET-TAŞK/Rİ Türkçesi: Fatih Güzel İ slam dünyasının (ümmetin) gelecekteki mede­ ya çıktı. Bu gibi manifestoların en önemlisi, ulusal niyet inşası rolü üzerine konuşmadan önce onun bir karakter birliği hissi uyandıran köken, yol ve bugünkü gerçeğine hızlıca bir bakmamız gereki­ amaç birliği duygusudur. Bu durum için, ister muha­ yor, belki de onun uzun şanlı tarihini inceleyerek fazakar ister liberal olsun, sosyo-politik İslami hare­ böyle bir gerçeği bulabiliriz. Fakat bir giriş bölümü­ ketlerin görece uzun bir embriyo safhasının ardından nün doğası gereği bu incelemeyi yakın/son zamanlar­ la sınırlandıracağız. Yaklaşık olarak 20. yy.’a tekabül eden Hicri 14. yy-’la 15. yy.’ın bir kısmı olan müslü­ man halkların üç ana evreden geçtiği olaylı dönemi ele alalım. Birinci Evre: Sömürgecilik ve İşgal Müslüman ülkeler neredeyse tamamiyle işgal yeni doğum safhasına geldiği söylenebilir. Bu gibi ha­ reketler anlayışta farklılaşmasına rağmen, hareketin bütüncül bilinçliliği, yahut baskı ve zulüm hissi veya­ hut da anlayışa ilişkin bir fark sebebiyle, hayata geçi­ rilen tarz ve hedeflerin hepsi bu kutsal bilinçliliği üreten embriyolojik safhadan doğmuşlardır. Sömürgeci baskı, ulusal akımların anlamsızlığı, edilmişti, gerek Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Kuzey diktatörlük sistemlerinin zulmü, bağımsız Siyonist Afrika ve diğerleri gibi doğrudan, gerekse sömürgeci­ mevcudiyetinin hayat bulması, bunların hepsi bu bi- lerin kendi isteklerini resmi kurumların gücünü kul­ linçliliğin yükselmesine yardım eden faktörlerdir. lanarak empoze edebildikleri Türkiye ve İran örnek­ Belki de Siyonistlerin Mescid-i Aksa’yı kundaklama­ lerindeki gibi dolaylı olarak işgal edilmişti. Bu dö­ sı olayının hemen ardından İslam Konferansı Örgü- nem 1. Dünya Savaşı’ndan 2. Dünya Savaşı’na kadar tü’nün kurulması, bir manifesto ve bu bağlamdaki İs­ sürmüştür. lami duyarlılığı artıran bir faktördü. Kesin olarak, 1979 İran İslam Devrimi’nin başarısı ve aynı şekilde İkinci Evre: Milliyetçi Akımlar Ateist-Komünist blokun yıkılması, İslami akımın da­ Hitler Almanyası’nın çökmesinin ardından, İs­ ha çok gelişip yayılmasına temel teşkil etmiştir. lam dünyasında devletlerin bağımsızlığı ve sömürge­ ciliğin pençelerinden kurtuluş dönemi başlamıştır. Milliyetçilik yönünde çok güçlü bir akım bu döneme eşlik etmiştir. Özgür insanlar milliyetçilikte, sömür­ geciliğe karşı en iyi alternatif olarak algıladıkları şeyi bulmuşlardı. Biz bu toplumun ekonomik, kültürel ve bilimsel yönlerini de unutmuyoruz. Bu özelliklerin her biri toplumun karakterini ifade etmede kendi rolüne sa­ hiptir. Fakat bizim bahsettiğimiz şey, bu gelişimin te­ mel belirleyici unsurunu teşkil etmektedir. Bu hızlı bakıştan sonra, İslam toplumunun pek Ü çü n cü E vre: Çok Yönlü İslami Akımlar çok felaketle acı çekmiş olmasının ardından olağa­ Bu dönem, İslam ve İslami birlik duygusunun/dü­ nüstü bir değişim zamanının eşiğinde olduğunu söy­ şüncesinin gelişmeye başladığı 6 0 ’lann sonlarına leyebiliriz. İslam toplumu etkili, kesin bir karşılaşma doğru başlamıştır. Çok yönlü bir İslami bilinçlenme için sağlam bir planlama gerektiren büyük meydan imkanı ortaya koyan manifestolar ve etkileriyle orta­ okumaların da farkındadır. ümran-Nisan ‘ 2002 8 5 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK Yarının Dünyasında Medeniyet İnşası Rolü 3. G erçek D urum , İh tiy açla r ve İm kan lar İnsanlık artık bugün milletler arasında bir mede­ Eğer önümüzdeki elementlere baicacak olursak, insanın niyetler oluşumu rekabetine yönlendiriliyor. Bu, bü­ medenileşmesi yolunda etkili bir rolü, bu ümmetin mede­ tün milletler arasında ‘Medeniyetler Arası 2001 Yılı ni sorumluluğu ve genişliğine uygun olan bir rolü, adap­ Diyaloğu’nu gerçekleştirmek için İran İslam Cumhu­ te etmenin gerekliliğim açıkça anlayabiliriz. riyeti Cumhurbaşkanı ve İKÖ 8. Dönem Tur Başka­ nı tarafından önerilmiş olan bir anlaşma içeriğidir. 1 . Islam am B u Ü m m ete Y üklediği ‘Diğer’i tarafındaki medeniyet korumacılığı, bu geze­ M eden iyet K u rm a Ç örevi gende yaşamamıza imkan verecek İslami medeniyet Bu, Kuran’da şu şekilde özetlenmiştir: ‘Böylece si­ sorumluluğumuzun arkasında durmamızı gerektiri­ zi (Ey Muhammed Ümmeti!) vasat (orta) bir ümmet yor. Allah (cc) şöyle buyuruyor: ‘İnanmayanlar bir­ yapmışızdır, insanlara karşı (hakikatin) şahitler(i) birlerinin müttefikidir, siz de birbirinize böyle olma­ olasınız, bu peygamber dıkça yeryüzünde fitne de sizin üzerinize tam ve büyük bir karışıklık rine şahitliği Peygam- İslam insanlığa kendi bütünlüğü içinde ve tüm zamanlara gönderilmiştir. İslam, in­ sanlığı birleştirici ve onun medeniyet işle­ mini organize etmek için gelmiş ebedi bir dindir. ber’in ümmet üzerine ------------------------------------ bir şahit olsun diye.’ (Bakara-143) Şüphesiz, buradaki orta ümmetin anlamı, insanların insanlık üze­ -------------------------------------- şahitliğiyle karşılaştırıl­ dığından beri, medeniyetin en iyi örneği olmasıdır. Peygamberin ise en iyi örnek, tüm olumlu insan özel­ baş gösterecektir.’ Biz de tam bu nok­ tada şunları söylüyo­ ruz: - M bilim, ekonomi, kül­ tür, inanç, toplum ve bilgi alanındaki meydan okumalara göğüs germekte­ dir. likleriyle karakterize edilen mükemmel insan oldu­ - En önemli meydan okuma; tüm dünya politika­ ğunu biliyoruz. İlave olarak, şu bir gerçektir ki, İslam sını tek bir varlığın/birliğin domine ettiği tek kutup­ insanlığa kendi bütünlüğü içinde ve tüm zamanlara lu döneme doğru dünyanın hareketi. gönderilmiştir. İslam, insanlığı birleştirici ve onun - En önemli bilimsel meydan okuma; Batının medeniyet işlemini organize etmek için gelmiş ebedi dünya çapındaki hegemonyasını değişik biçimlerde bir dindir. Öyleyse İslam’ın bu topluma, tüm zaman­ empoze etmek için kullandığı büyük bilimsel geliş­ me. larda bir liderlik pozisyonu taşımasına zemin hazırla­ mak için geldiği anlaşılabilir. Bu yazıdaki tartışma geniş boyutlu olacaktır. - En önemli ekonomik meydan okuma; bir ülke­ nin kendi ekonomisini kontrol edebilmesinden ziya­ de tüm dünya ekonomisinin şartlarıyla ilişkilendiri- 2 . Ü m m etin Sahip O lduğu M eden iyet-K u ru cu K abiliy etleri ve İm kan ları pasitesi diğer küçük ülkelere ortaya çıkma fırsatı ver­ a) İslam’dan hasıl olup insanoğlunun problemle­ memektedir. rine uygun çözümler üreten ve zamanlar boyunca ye­ tileri kanıtlanmış entelektüel ve sosyal tezler. b) Uzun ve şanlı tarihinden aktarılmış olan bü­ yük bilimsel ve entelektüel miras. len ekonomik küreselleşme fikri. Batının devasa ka­ • - En önemli kültürel ve kuramsal meydan okuma; Bu ümmetin kimliğine karşı, sekülerizmle birlikte ge­ niş bir biçimde ortaya konan, büyük kültürel, ahlaki ve kuramsal saldırılar. c) İşgal ettiği politik, coğrafi ve ekonomik durum, - En önemli sosyal meydan okuma; Ailenin tanı­ ve dünyanın merkezine doğru uzanan sahip olduğu mının değişmesi ve onun gerçek sosyal rolünü iptal etmek maksatlı korkunç plan. çok hassas bölge, öyle ki onun elleri ve ayakları tüm yönelimlerinde düşmanları tarafından hareketsiz tu­ tulmaya çalışılan bir dev gibi hareket etmektedir. d) Daha iyi bir yarın için toplumun sahip olduğu ve mobilize edilebilecek geniş insan yeteneği. 8 6 Ümran ■Nisan • 2002 - Kötü şöhret merkezli meydan okuma; bugün, İs­ lam dünyası baskın-geniş ‘kötü şöhret’ in dar sınırla­ rıyla sınırlandırılıyor. Tüm bunlar, daha önce de belirtildiği gibi etkili İSLÂM KONFERANSI ÖRGÜTÜ /TAŞKİRİ ve yapıcı karşı duruş için, gerçekçi-samimi bir plan­ ğunu göreceğiz. Bu elbette bizim bakış açımızdır ve lamayı gerektiriyor. Bunun da ötesinde tüm boyutla­ diğer insanlar kendi görüşlerinde özgürdür. rıyla resmi-olarak ‘ümmet’i temsil eden İKÖ’ ye bü­ Ekonomik ve politik kayıtların detaylarına inme­ yük sorumluluk düşmektedir; resmi olmayan büyük den, total olarak İKÖ’ nün bazı politik roller üstlen­ kurumlarsa daha büyük sorumlulukları yerine getir­ diğini fakat değişik sebeplerden dolayı bunların ço­ melidir. ğunda başarısız olduğunu söyleyebiliriz. Filistin’le ilgili olarak İKÖ’ nün kararları diğerle­ İslam Konferansı Ö rgütü’ne B ir Bakış rinden daha iyiydi. Bazı konferans kararları, Filistin meselesini tüm yönleriyle ele alan çok sayfalı metin­ Örgütün dünya çapındaki rolünü aktive edebilmek ler üretmiş ve kendi görüşlerini çok samimi bir bi­ için öneriler: çimde ifade etmiştir. 1969’da Siyonistlerin Mescid-i Aksa’yı kundakla­ malarının Bununla beraber pratikte bu kararlar pek işe yara­ mamış, uygun ve bek­ ardından otuz yıl geçti. Müslü­ lenen karşılığı da vere­ tepkileri farklı politik İslami birlik/bütünlük, Bosna-Hersek me­ selesinde mümkün olan en geniş kapsa­ mıyla fark edilmişti. İKÖ bazı güçlü adım­ lar atabilmiş fakat arzu edilen sonuçlar tam olarak gerçekleşmemiştir. güdülerle birlikte İKÖ’ ------------------------------------- man hassasiyeti yüksel­ mişti ve tüm İslam dün­ yası faile karşı kızgındı. Bu olayın ardından, İs­ lam dünyasının resmi de vücut bulmuştur. memiştir. Her devlet, konular üstünde kendi gündemine bakmış ve kendi ilişkileri bağla­ mında yalnız olarak hareket etmiştir. Bu durum, kararlarda da kendini gösterdi ve Onlar, farklı alanlardaki ümmet İslam milletinin iş­ bugün bulunduğumuz noktaya gelinceye kadar, ilk lerine rehberlik etmek için İslami dayanışamaya dönemlerde hep geri çekilmeyle sonuçlandı: küçük ulaşmayı niyet etmişlerdi. Uluslararası bir kuruluş olarak bu organizasyon, düşmenin acısı, pazarlık yapma durumu, tüm baskıla­ dışişleri bakanları düzeyinde 28 konferans, 8 zirve ve Irak-İran Savaşı’ na ilişkin olarak da, İKÖ bazı ra teslim olma ve sonra da zalim düşmanı tanıma. onlarca bölüm ve özel gündem konferansları düzen­ adımlar atmasına rağmen hiçbir şey yapamazdı. Aynı lemiştir. Ayrıca özel alanlara ilişkin bazı kurumlar durum Irak’ın Kuveyt’i işgali olayında da geçerlidir. kurmuş ve bu iş için yüzlerce milyon dolar harcamış­ İslami birlik/bütünlük, Bosna-Hersek meselesin­ de mümkün olan en geniş kapsamıyla fark edilmişti. tır. Bu noktada şu soru gündeme gelmektedir: İKÖ İKÖ bazı güçlü adımlar atabilmiş fakat arzu edilen so­ deklare ettiği kuruluş amaçlarını gerçekleştirebildi nuçlar tam olarak gerçekleşmemiştir. Şimdiyse Koso- mi? Cevaben, İKÖ’ yü en başarılı organizasyonlardan va’ya müdahale konusunda isteksiz ve Keşmir proble­ biri olarak kabul eden aşırı derece optimistler olacak­ lesinin çözümüne katkıda bulunma konusunda zayıf­ mi ve diğerleri konusunda olduğu gibi Somali mese­ tır; fakat aynı zamanda İKÖ ’ nün işlerini aşırı pesi­ tır. Ekonomik düzeydeyse İKÖ’ nün başarıları, İslam mist bir biçimde sadece para ve zaman kaybı olarak Kalkınma Bankası ve diğer bankaların öncülüğünde umutların önüne geçilmesi ve resmi akımın destek­ İslam dünyasındaki bazı uygun ekonomik projelerle lenmesi olarak görenler de olacaktır. Fakat gerçekle­ özetlenmiştir. Fakat İKÖ ‘ortak pazar’ projesini haya­ rin üstünde durup onları derinlemesine yansıtmak ta geçirememiş, ayrıca petrol fiyatlarındaki safi dü­ dürüst olabilmek için gereklidir. şüşle ilgili hiçbir şey yapamamıştır. Eğer tüm açılardan durumu değerlendirirsek, pek Ulaşılmış olan başarıların kapsamını anlamak çok toplantıda alınmış kararlara ve sonuçlara, ve bu için İKÖ’ nün kültürel gündemine bakarsak kültürel sonuçların ardından gelen pratikteki uygulamalara üretimi iki alanda inceleyebiliriz: ve de bu uygulamaların sonuçlarına bakarsak, bir ta­ rafta ekonomik ve politik işaretlerle, diğer tarafta 1) Mevcut ve Planlanmış Kültür Merkezleri: kültürel işaretler arasında çok büyük farkların oldu­ m İslam Üniversiteleri: 1974 Şubatı’nda PakisÜmran‘ Nisan -2002 87 21. YÜZYILI ISLÂM BELİKLEYECEK d) Gine-Bise’deki İslam Merkezi e) Uluslararası İslami Kadın ve Onun İslam Toplumundaki Rolü Organizasyonu f) Hartum’daki İslam Tercüme Enstitüsü İslam kültürünü yaymayı hedefleyen İslam konfe­ ranslarından biri bu merkezlerin kurulmasını onayla­ mıştır. Bu merkezler ÎKO ve ev sahibi ülkeler arasın­ daki anlaşmalarla desteklenmektedir, fakat hepsi is­ tenen aşamaya gelmemiştir. Elbette bu merkezler kendi başarılarında farklılık arz etmektedir. tan’uı Lahor kentinde yapılan 2. İslam Zirvesi’nde Afrika’da iki, N ijer’de Fransızca konuşulan Afrika ül­ keleri için bir ve Uganda’da İngilizce konuşulan Af­ rika ülkeleri için bir İslam üniversitesi kurulması ka­ rarlaştırılmıştır. Lahor’da iki İslam üniversitesi oldu­ ğu unutulmamalıdır. 1977’de Mekke’de yapılan 1. Uluslararası İslami Eğitim Konferansı’nda Malez­ ya’da bir İslam üniversitesi kurulması kararlaştırıldı. Bu konu ilk kez Pakistan’ın önerisi olarak 10. İs­ lami Ekonomik, Kültürel ve Sosyal İşler Komitesi’nde gündeme gelmiştir. 14. ve 15. Dışişleri Bakan­ ları konferansları bu konuyu ele almak üzere özel bir komitenin kurulmasını tavsiye etmiştir. Komite, ko­ nuyu ele almak üzere 1985 Ekimi’nde İslamabad’da toplanmış ve sonuçları, Genel Sekreterlik’i bir beyan taslağı hazırlamak üzere görevlendiren 16. Dışişleri Bakanları Konferansı’nda sunmuştur. Taslak sekre­ Bunun da ötesinde 1984 Aralıkı’nda Bangladeş’in terlik tarafından 18. Dışişleri Bakanları Konferan- Dakka şehrinde yapılan 14- İslam Dışişleri Bakanla­ sı’nda sunulmuştur; bu konuyu ele almak üzere bir rı Konferansı’nda burada bir İslam üniversitesi kurul­ Uzman Toplantısı’na ev sahipliği yapmak hususunda ması kararlaştırıldı. İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanınca sunulan Bu üniversitelerin durumları birbirinden farklıdır. Nijer Üniversitesi bazı öğrenciler kabul etmiş fakat teklif takdirle karşılanmış ve bakanlar konuyu müte­ akip konferanslarda desteklemişlerdir. mali zorlukların artması ve bu durumun öğrenciler 21. Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda sekreterlik arasında huzursuzluğa sebebiyet vermesiyle 1991­ İKÖ ’ye ‘İslam toplumunda kadının rolü’ konusuna ] 992 akademik yılın başlangıcında yerel yönetimler ilişkin bir taslak sunmuştur. Bu taslak neredeyse iptal üniversiteyi kapatmışlardır. Üniversitenin aktivite- ediliyordu fakat İran İslam Delegasyonu’nun çabala­ lerini yenilemek için pratikte bazı adımlar atılmıştır. rıyla çalışma devam etmiştir. Uganda Üniversitesi 1988’de törenle açılmıştır. İran İslam Cumhuriyeti önemine inandığı bu ko­ Üç fakültesi ve üç yüz iki öğrencisi olan üniversitesi nuyu tamamladı. Fakat İKÖ ’ deki bazı güçlü devlet­ mali sıkıntılar dolayısıyla problemler yaşamaktadır. ler , Tahran’da gerçekleştirilen 8. Zirve’ye kadar ni­ Uluslararası Malezya Üniversitesi şimdiye kadar- hai karar varma çabalarını engellediler. Tahran’dan ki en başarılı projedir. Üniversite 1983’de açılmıştır bir sonuç bekleyen İslam Fıkhı Akademisinin göıliş- ve bugün 80’den fazla öğretim üyesine ve 500’den leri hala netleşmemiş olarak beklemekte -4 yıl bu fazla öğrenciye sahiptir. Bangladeş İslam Üniversite­ meseleleri halletmekle geçti. Gençlik, çocuklar ve si ise 1.30 öğrenciye sahiptir ve bazı mali problemler benzeri konularla ilgili sağlam kararlar verebilmek yaşamaktadır. için İK Ö ’ nün önünde daha uzun bir yol var. ■ Birleşmiş/Birleşik İslam Merkezleri: 2 ) Qenel Konular a) Kral Faysal Camii ve Angamina’daki (Çad) kültürel eğitim kurumlan b) Timbuktu’daki (Mali) Bölgesel İslami Çalış­ malar ve Araştırmalar Enstitüsü c) İslamabad’daki (Pakistan) Bölgesel Sürekli Eğitim Enstitüsü 8 8 Um ran. Nisan .2002 m Tunus’taki Zeytunah Üniversitesi için yeni bir bina projesi ■ Dini bayramlar, kutlamalar ve günler için ka­ meri aylara göre ortak bir takvimin oluşturulması ■ Bangladeş’te eğitim ve tıbbi araştırma için İsla- İSLÂM KONFERANSI ÖRGÜTÜ /TAŞKİRİ mİ bir merkez kurma projesi ■ İslam dünyası için kültürel strateji projesi ■ İnsan haklarma ilişkin İslami düzenlemeler ■ Ahlaki bozulmanın nasıl önleneceğine ilişkin bir proje ■ Kutsal yerlerin/toprakların ve değerlerin küçük görülmesini engellemeye yönelik ortak bir tutum ge­ liştirmek ■ Tebliğ alanlarındaki İslami çalışmaların koordi­ ne edilmesine yönelik bir strateji projesi ■ İslam dünyasında çocukların korunması ve ba­ kımı meselesi Konferans’a sunuldu. Düzenlenmiş metin 3. Zirve’de ■ İşgal altındaki Filistin Üniversitesi ile üye ülke­ sunuldu ama buradan diğer bir komiteye aktarıldı. lerdeki üniversiteler arasında sıkı bir ilişkinin gelişti­ Dakka’daki 14. Dışişleri Konferansı’nda giriş ve ilk rilmesi ■ Üye ülkelerde Filistin tarihi ve coğrafyasının bir komiteye tevdi edildi. Konferanslarda, 1989’ da madde onaylandı; fakat metnin kalan kısmı üçüncü anlatılması ■ İşgal altındaki Filistin/Golan’ da eğitim şartları metnin son halinin hazırlandığı Tahran Toplantı- ■ İşgal altındaki yerlerde üniversite şartlan - im­ tinde Kahire’deki 19. Konferans’ta somutlaştırıldı. kanların iyileştirilmesi ■ İşgal altındaki topraklarda eğitimin problemle­ rine dair çalışılması ■ Kudüs şehrinin Arap ve İslami kimliğinin ko­ runması ■ Balkanlar ve Kafkaslardaki müslüman gruplara tarihlerinin ve coğrafyalarının birer parçası olarak öğretilmesi ■ Kosova ve Sancak müslümanlarına destek ve yardım sağlanması ■ Bosna-Hersek’teki kültürel mirası ve eğitim ku­ rumlanın koruma Belli ki bu projeler İslam dünyasında geniş yankı uyandıracak bütün bir etkiye sahip ve oldukça önem­ li konularla ilgilidir. Her nasılsa, üye ülkeler kuruluş sürecinde ve de eğitim ile ilgili her konuda farklı tu­ tumlar sergilemişlerdir. Dolayısıyla bu konuların ge­ lişim ve sonuçlarında farklılıklar gündeme geldi; ba21 örnekler vermek gerekirse: İnsan H akları Hususunda İslami Düzenlemelere D air Proje sı’na kadar her seferinde proje vurgulandı ve nihaye­ Bu mesele, son olarak Tahran’da olmak üzere on dı­ şişleri bakanları toplantısına ve üç zirvenin yanı sıra uzman toplantılarına da konu oldu. Sorumlu üye ya da vekil başkan olarak diğerleriyle birlikte bu son toplantıya başkanlık etmek bir onurdu. Aslında teorik anlamda sonuç mükemmeldi ama temel problem, bunları İslam dünyasına uygulamada ortaya çıkıyordu, aynı problem Dünya İnsan Hakları Deklarasyonu’nda da ortaya çıkmıştı fakat bu tümüy­ le dünya kapsamındaydı. Bazı üye ülkeler yapılan dü­ zenlemeleri sınırlandırmakta ısrar ediyorlardı, çünkü yerel hukuklarıyla uyum gösterme sorunu vardı, ne ilginç bir durum! Farklı metotlarla ciddi bir takip, icranın garanti edilebilmesi/yapılabilmesi için gerekmektedir. Bu ancak insan haklarını İslami düzenlemelere göre gös­ teren tarafsız bir komitenin kurulması yoluyla ger­ çekleştirilebilirdi; biz bunu şiddetle arzu ediyoruz. İslam Dünyası İçin Kültürel Strateji Projesi Bu, 3. Zirve Konferansı’nda ortaya konan bir proje­ dir. 1989’da Kuveyt’te yapılan 5. İslam Zirve Konfe­ ransı tarafından onaylanan proje, Senegal tarafından Bu proje 1979’daki başlangıçtan beri pek çok komite sunulan proje içinde, hükümet uzmanlarının şekil­ ve konferansa konu olmuştur. 10. İslam Dışişleri Ba­ lendirdiği bir formasyonla sonuçlandırıldı. 2. bölüm­ kanları Konferansı’nda düzenlemeleri hazırlamak de projenin amaçları olarak belirttiğim gibi bazıların­ için bir komitenin kurulmasına karar verildi ve son­ da benim de bulunduğum üç toplantı yapıldı. Komi­ radan kurulan komitenin yasallaşmasını sağlayan 11. te 1990’da Kahire’de yapılan kendi toplantısında Üm ran -N isan -2002 89 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK plan üzerinde çalışM. Toplantılar, Dakar’da yapılan 6. Zirve Konferansı’nda ortaya çıkan birleşmiş bir ' Merkez sanatsal ve tarihsel fotoğraf alanlarında 89 sergi düzenledi._________________________ projeye kadar devam etti. Uygulamasını garanti eden metotlar yürütme planında işe yaradılar fakat henüz - İstanbul merkezinde 88 bilimsel konferans orga­ nize edildi. tamamlanmış değiller. Kazablanka’daki 7. Konferans’ta, Sürekli Bilgi ve - Uygarlık mirasının korunması için uluslararası yönetici heyetin istekleri yerine getirildi. Kültür İşleri Komitesi’nce yapılan bir yürütme planı - Finansal açıklar sebebiyle sıkıntı çekmesine rağ­ çalışmasıyla CS/DR/15 numaralı taslak kararı imza­ men dikkate alınması gereken önemli merkezlerden­ landı. Ayrıca devletlerin kültür ve eğitim alanların­ dir. da ulusal bir politika olarak bu stratejiyi adapte et­ İkincisi: İslam Fıkıh Akademisi mek için gerekli adımları atmaları istendi. Bu proje hala uygulamaya geçirileceği teorik aşa­ İçinde özgür ruhların bulunduğu, yedi islami dü­ mada beklemektedir, benzer bir durum da İslam İn­ şünce ekolünün ( Hanefi, Hanbeli, Şafi, Maliki, İma- san Hakları Tüzüğü için söz konusudur. mi, Zeydi ve İbadi) temsil edildiği ve bütün İslam devletlerinin katıldığı uluslararası bir hukuk akade­ Ahlaki Çöküşle Mücadele îçin Planlama Projesi misidir. Her yıl temel güncel meseleler üzerinde çalı­ şır. Ben burada İran Cumhuriyeti’ni hem de bütün Bu proje, bazı üye ülkelerin gayrı ahlaki davranışlara dünya üzerinde bulunan İmami mezhep okullarını ve göz yummalarıyla çatıştığından beri bu devletlerce bağlılarını temsil ettiğim için gururluyum. Akademi yaratılan pek çok engelle karşı karşıya kaldı. bugüne kadar farklı şehirlerde 7 tur düzenledi. Dışişleri bakanlarının 20. ve 21. konferanslarında Bu akademinin önemi ve İran Cumhuriyeti’nin genel başkandan, İslam fıkıh akademisinin hareket isteği üzerine İslam devrim lideri İran’da akdeminin programı dahilinde kutsal yerlere ve islami değerlere denetimi altında ve güncel konuların çalışılmasının karşı saygınm korunması için uluslararası kanuni bel­ yanında derinlemesine çalışmaların yönetilmesi için gelerin hazırlanması imkanları üzerine çalışılması is­ “Ehl-i Beyt” ( hanedanın ailesi) hukuk akademisinin tenilen bir karar yayınlandı. yapılması için emir verdi. Bu akademi işbirliğine de­ Hemen sonrasında 7. Zirve’nin takip ettiği 22. vam ettiğimiz en iyi İKÖ projelerinden biridir. Dışişleri Bakanları Konferansı’nda önceki veriler onaylandı. Dördüncü alan: İKO^ ye bağlı özel kuruluşlar Bunlar İKO’ nün çalışma alanı içinde bulunan 3 ) Bağlı Kuruluşlar özel kuruluşlardır, fakat üye devletlerin bu kuruluşla­ ÎKO tarafından kurulmuşlardır ve İKO üyeleri bu ra üye olup olmamaları serbestiyeti içinde bunlara kuruluşların doğal üyeleridir. Kültür ve eğitim ala­ bütün İslam ülkeleri dahil değildir. En önemli kuru­ nında 7 kuruluş vardır. Farklı ülkelere bağlı bulunan luşların kısa izahatı aşağıdadır: bu kuruluşlardan en önemlilerinden ikisinin durumu aşağıda belirtilmiştir: İslami eğitim, bilim ve kültür organizasyonu (ISESC O ): ISE SC O ’nun kuruluş projesi 10. Dışişleri Konfe- Birincisii İstanburdaki İslam Tarihi, Sanatı ransı’nda ortaya çıktı, 11. Konferans’ta temel yapısı ve Kültürü Araştırma Merkezi ve 1982’ deki zirve toplantısında da kuruluşu onay­ landı. 1992’de 22 devletin katıldığı kurumsal toplan­ (IR C IC A ) dışişleri bakanlarının 7. konferansın­ tısı düzenlendi. Amaçları: da yayınlanan bir kararla kuruldu. 9. konferansta te­ mel yapısı, 10. konferansta harekat programı onayla­ a) Üye ülkeler arasındaki eğitim, bilim ve kültür işbirliğini sağlamlaştırma. nan merkez 1982’de açıldı. Merkezin yönettiği bir­ çok faaliyet arasında şunlar bulunmaktadır: b) Varolan çeşitli fikirlerden faydalanarak anlaş­ ma ve huzur ortamı oluşturma. - Uzmanlık alanında 41 kitap basımı. c) İslami değerlerin bütün seviyeleri içeren öğre­ - 34 rapor yayını. tim programlarında somut bir şekilde ortaya konma­ - İslami sanatlar üzerine 2 belgesel bant üretimi. sı. 9 0 Ümran-Nisan -2002 İSLÂM KONFERANSI ÖRGÜTÜ / TAŞKİRİ d) Otantik îslami kültürün tekrar canlandırılma­ sı ve şüphe ve kuşkuların ortadan kaldırılması. e) İslâmî devletlerde yaşamayan müslümanların, İslami kimliklerinin korunması. Iran İslam Cumhuriyeti 1992’de katıldı; bu nok­ tada son olarak 39 üyeye ulaşıldı. İKÖ şu standartların farkına varmalıdır: Birincisi: Dar görüşlü fayda anlayışını bırakarak yüksek amaçlara ulaşmak için ekonomik, kültürel ve politik gündem üzerinde ilerleme sağlayarak içsel bir huzur sağlama. İkincisi: Üye devletlerin salıip olduğu muazzam yeteneklerin bilgisi ve bu büyük kabiliyetlerden ola­ Diğer kuruluşlar: ' Riyad’da İslami Dayanışma Spor Birliği - Libya, Bingazi’de Uluslararası Hilal İçin İslami Komite. - Uluslararası Arap İslami Okulların Dünya Birli­ bildiğine faydalanmak için çalışmak. Üçüncüsü: Uluslararası olaylarda, özellikle İslam dünyası ile ilgili olaylara güçle müdahale. Dördüncüsü: Medeniyetin mevcut problemleri­ ni çözmek için bütün alanlarda uluslararası dayanış­ ma ve geniş bir katılım. ği Bu standartların gerçekleştirilmesi bunları takip Biz düşünüyoruz ki İslami hareketin koordinasyo­ eden hareketler olmadan başarılamaz: nu için komite ve propagandanın , İKÖ’ nün politik Mevcut mekanizmaları ve İKÖ faaliyetlerini yö­ ve ekonomik olarak üstün olduğu kültürel alanda bü­ neten sistemlerin tekrar gözden geçirilmesi. Gerekli yük bir etkisi var. Fakat büyük idealler taşıyan ve uygulama olanağına sahip olarak yürürlükteki meka­ farklı alanlarda “Ümmet” e teşvik üzere çalışan orga­ nizmaların yetkilendirilmesi. Bu güçlü bir iradeyi ge­ nizasyonda yeterli seviyeye ulaşılamadı. Gerçekten rektirir. de dikkatlerin İslami birlik üzerinde otantik İslami Gerekli finansal olanaklara sahip olmak ek öde­ kavramlarda derinleşmesi gerekir; İslam şeriatının nek ve hibe beklemeksizin kendi kendine yetmek, uygulanması; ahlakın yayılması; her seviyede gerekli gereklidir aksi takdirde bu onların isteklerini ikinci dengelerin oluşturulması; ahlaki, politik, kültürel ve plana atacaktır ve bu büyük ideallerin gerçekleşmesi­ ekonomik bütün belirtilerinin yasaklanması; îslami ni unutturacaktır. sloganların ruhuna uygun bir şekilde tekrar canlandı­ Sorumluluklarını yerine getirmeyen ülkelere kar­ rılması ve dolayısıyla dindar müslüman bireyleriyle şı yaptırım uygulamaları amaçların gerçekleşmesinde ilkeli İslami bir toplumun oluşturulması. Bütün bun­ halkın ve sivil toplum örgütlerinin katılımını sağla­ lar İKÖ’ nün başaramadığı meselelerdir. Belki İKÖ ’yü engelleyen en önemli faktör, ger­ çekten de yine onun fonksiyonları yani yine kendi mak hatta hükümetlere genel İslam çizgisine uyması hususunda baskı yapmak. İslam şeriatının üye ülkelerinin sosyal hayattaki gücünü onlardan aldığı üyeleridir. Üyelerin bazıları alanlarda uygulanmasını yönetmek, İslam dünyasını kapalı yerel ve parti çıkarlarıyla kontrol altına alın­ bütün batıl belirtilerden temizlemek, her zaman iade dıkları için politikalarını özgür ve açık bir şekilde or­ edilen fakat gerçekleşmesinde tereddüt bulunan bü­ taya koyamamakta ve İslam’ın yüzeysel nitelikleriyle yük bir amaç. tatmin olmaktadırlar. İKÖ devletlerin anlayış ve düşüncelerine göre ha­ Sonuç olarak demek istiyoruz ki: Tahran’daki 8. İslam Zirvesi’nde konferansta reket eder. Bu da organizasyonun İslami hassasiyette, görülen güçlü tutarlılık, onaylanan yeni kararlar ve kadın standartlarının yükseltilmesinde veya ahlaki bu kararların küstah dünya politikalarına karşı mey­ bozulma vs. hususlarında etkileyici bir role sahip ol­ dan okuması, İKÖ hareketinin her şeye rağmen iyi masını engellemektedir. bir şekilde ilerlediğini gösterir. Bu hareket süreci nasıl tamamlanabilir? Bizim inancımıza rağmen politik ve yasal birlik İslam dünyası için doğal bir durumdur, şimdiki koşul­ lan düşünmek yeni alternatifleri düşünmeye sevk ediyor, ki İKÖ bunlar arasındadır. İKÖ üyelerinin değişim için gerekli olan azmi şartıyla 21. yüzyılda uluslararası alanda büyük bir rol oynayabilir. İslam devrim lideri, İran’da yayımlanan konuş­ masında İKÖ’nün dünya çağında uygun bir rolde ol­ ması gerektiğini önerdi. Rahman ve Rahim olan Allah’tan bizleri bu yol­ da muvaffak etmesini diliyoruz. O her şeyi duyan ve bilendir. ■ Yazar : İran İslami Kültür ve îlişJdler Bölümü Başkam Ümran-Nisan -2002 91 İN T ER N ET İSLÂMTN Ü Ç Ü N C Ü DALGASI MI; UYGARLIG IN SONU MU? }ON W. ANDERSON Türkçesi: Zehra Sevimcan I rak’ta yayımlanan yeni bir raporda, devlet gaze­ lıklı eserinde belirttiği gibi, sosyal bilimcilerin öteki­ tesi el'Cumhuriyye, interneti “Amerika’nın lerle olma ve ilişkilenmenin “elektronik olarak aracı- dünyadaki her bir eve girmesi için bir araç” ve laşmış” formlarına kadar yayılır. Öte yandan dikta­ “uygarlıkların, kültürlerin, çıkar gruplarının ve etiğin törler liberal hümanistlerden, özellikle akademisyen sonu” olarak ilan etti (Assosiated Press, 17 Şubat ve gazetecilerden, kurumsal yapılarının, değer yargı­ 1997). New York Times bu hikayeyi geleneksel tav­ larının, editörlerinin ve basımın eski enformasyon rıyla, bir önceki, “interneti, özledikleri kültürlerini rejimlerine bağlı olanlarından (örneğin, Gertrude ve ilgi alanlarını, sevdikleri eski Irak’ı devam ettir­ Himmerfarb’ın A Neo-Luddite Reflects on The Internet mek için kullanan Iraklı sürgünler” (Iraklı Sürgünler adlı çalışması. Yüksek Öğrenimin Kroniği, Kasım, Eve Uzanıyor Web sitesi, Lisa Napoli. New York T i­ 1996, A 56) oluşur. Fakat diktatörler aynı zamanda mes, Cyber Times. 20 Şubat 1997- erişim bedavadır hayal kırıklığına uğramış evvelki gayretkeşlerden de fakat kayıt yaptırmak zorunludur.) örneği ile denge­ oluşur, örneğin Silicon Snake-Oil adlı çalışması ile leyerek ele aldı. Bir sosyal, politik, ekonomik ve da­ “yeteneksizleşmiş” beyaz-yaka işçileri şeklinde iş-so- ha geniş olarak kültürel fenomen olan internet içeri­ nu tezinin güçlü bir formunu geliştiren ve bu çalış­ sinde fikirleri karşıt koşullar ve yankılı terimlerle ve­ ması sanayileşmenin meslek ticaretleri üzerinde bı­ ren bu tür bildik gazetecilik örnekleri yanlıştır ki me­ raktığı önceki etkilerine paralel görülen Clifford seleyi analizden çok uzaklaştırır. Stoll (örneğin, Scott Lash ve Joseph Urry’nin Örgüt­ Siber-âlem ve internet; sanayi devrimi şartlarını lenmiş Kapitalizmin Sonu, Londra 1987 adlı eseri). Bir bir enformasyon çağı/toplumu/ekonomisi ile değişti­ mülakatında Stoll, kesin bir dille bu meselenin geze- recekleri yeni bir bilgi, enformasyon ve iş paradigma­ neğinin yorum ve mantıkta yattığını belirtti: sı oluşturma hevesi içerisindedirler. Yeni çağ formü- "Amerilia Online ya da CompuServe’de ya da her­ lasyonlarının ötesinde, örneğin Nicholas Negropon- hangi birinde rastgelinen bir veri’nin (datanın) aricasında te’nin Dijital Olmak başlıklı çalışması, “elektronik kimse durmaz. Yazar bir tıp doktoru mu yoksa bir boz.o hudutlar” ve yeni epistemoloji olarak multimedya mu? Bilmiyorum, ve onlar herhangi isimli bir ekranm ar- metaforları ile Howard Rheingold’un Sanal Cem aat dmdalar. Bu on bir yaşmda bir kız çocuğu ya da yetmiş (The Virtual Community) (New York, 1995) başlık­ yaşında Jcart bir filozof da olabilir. ‘Hey, bu iyi bir şey de­ lı çalışması ve Alvin Tofîler’ın Üçüncü Dalga (The ğil diyen birinde eksik olan nedir? Editörler Imlitenin ba­ Third Wave) (New York, 1981) başlıklı kitabı, sos­ rometreleri gibi çalışırlar, ve bir editörün zamanının çoğu yal modeller olarak şebekeleşmiş, ayrışmış (ya da ‘hayır’ demekle geçer. Enformasyon otobanında eksik merkezsizleşmiş) hesaplamalar daha özgül teşebbüs­ olan şey, kendilerine ödeme yapılan profesyonel muha­ lerdir. birlerdir.” Yeni paradigma/cılık, Sherry Turkle’ın “Internet Burada apaşikâr bir gerçek var; en güncel versiyo­ Çağı’nda Kimlik” altbaşlığıyla yayımlanan Ekrandaki nu olan Irak, internette değil ama İraklılar oradalar Hayat (Life On The Screen) (New York, 1995) baş­ ve yaptıklarından biri de Irak’ı, Irak’ın resmi otorite- 9 2 Um ran-N isan‘ 2002 İSLÂM'IN ÜÇÜNCÜ DALGASI / ANDERSON lei'inden bağımsız yazarlardan oluşan uluslararası bir pında ve neredeyse ani bir katılımla aynı anda iştirak “siber--ortam”da tanıtmak ve genişletmektir. eden insanlarla kendi olanakları ve giriş engelleri İnternet neredeyse onu geliştiren, geniş bir araŞ' tırma ve eğitim dünyasına doğuran araştırma labora­ olan ek bir aracının yardımı ile büyük ölçüde yayılan bir forumdan az bir bilinçtir. tuarlarından çıktığından beri, bir çok meslek grubu­ Bu modern çağa damgasını vuran etno-linguistik na kolaylık sağladı. Onu ilk vücuda getirenler çoğun­ ulusçuluğun Benedict Anderson’ın kavramsallaştır- lukla bilim adamları, mühendisler ve ticari laboratu­ dığı “hayali cemaatler” mefhumunu besleyen, erken arlardı, bir çok sanat ya da fen dalında eğitim veren modem Avrupa imparatorluklarının deniz aşırı “me­ okulların ve batılı üniversitelerin ileri teknoloji lez / etnik” nüfusları arasında etki yaratan, matba­ alanlarında eğitim gören yabancı öğrenciler ya da anın yaygınlaşması ile karşılaştırılabilir olduğu gibi; göçmen profesyonellerden oluşan mesleksiz kültürel yayıncılığa ve kitle iletişimine benzemez. Onların ve politik gruplardı. New York Times’dan alıntıla­ geç modemitenin elektronik enformasyon çağındaki nan yukarıdaki hikaye, tam benzerleri yeni bir e-maili, arkadaşları ile yayım teknolojisi tara­ bağlantı kurmak için başarılı bir şekilde kul­ lanan, bir bülten sayfası yaratan ve “İrak N et” adlı dünya çapında bir web sitesine dönüştür­ müş olan Dini tebliğin, kültürel sunumların engelle­ nen ve sindirilmiş projelerle mümkün ola­ madığı yerde Müslüman ülkelerden pek çok insan tartışmak ve yeni şeyler oluştur­ mak için becerilerini kullanmaktadır. mış “new creoles” (ya­ ni hem Avrupalı hem Asyalılar)dır. Bu kreolizasyonun bazı yön­ leri vardır: Birincisi; “karma İrak a sıllı’ “Detroit’li bir bilgisayar uzmanı” üzerinde durmakta­ fından muktedir kılın­ söylevler” karıştıkları ve ödünç aldıkları dalıa teşki­ dır. Bu gibi insanlar için internet, kamuya açılan bir latlı formlar arasında arabuluculuk yapmaktadır. Bu kapıdır. Dini tebliğin, kültürel sunumların ve ulus- karışım kablolu servis kopyası ya da bir elektronik yapılanmasının engellenen ve sindirilmiş projelerle bülten sayfası ve ya e-mail listesi gibi tekrar postalan­ mümkün olamadığı yerde Ortadoğu’dan ve diğer mış diğer yeni parçaları içerebilir, bilgi istekleri ve Müslüman ülkelerden pek çok insan bu veni alanda yorumlarla karışmış olabilir. Örneğin Müslüman Öğ­ bir araya gelmek, tartışmak ve veni şevler oluşturmak renciler Birliği’nin formatı gibi, telif ve mülkiyet ih­ için becerilerini kullanmaktadır. 1992’den beri ben lali meseleleri, onları bir araştırma merkezleri, üni­ bu gelişmeyi Ortadoğu Çalışmaları Kurum Bülteni versiteler ve taraftar gruplarına ve haber kaynakları­ editörü olarak gözlemledim, bazıları Ortadoğu çalış­ na linkler şeklinde yeniden organize olmaya mecbur malarında Öğretim ve Araştırma Online Kaynakları edene kadar. için özetlenmiştir. (Ortadoğu Çalışmaları Birliği, 1995). İkincisi, belirgin aktivite, “link araştırmak ve işlemek”tir. Bu, ilkin, elektronik mail ile başlayabilir; Geniş olarak, bu uğraşlar online’da güncel müza­ özel ilgi, mail gruplar şeklinde büyüyebilir ve her bi­ kerelerle geçer, kendi kültürlerini taşıyan diaspora ri bir sonuç derlemesine dair bilgi elde etmeye yara­ toplulukların ve kendi toplumlarının politik, dini yan diğerlerine benzeyen linklerin bulunduğu World konulardaki şikayetlerinin altını çizer, özellikle resmi Wide W eb anasayfaları şeklinde ortaya çıkabilir. seslerden daha ileri düzeyde, kültürel profiller, din Uçüncüsü; bu çabaların bir özelliği, “karma ente­ kurbanları ile ilgili bilgiler, politik haber ve yorumlar lektüel teknikler” oluşudur. Klasik olarak fakat yal­ sunar. Bu yönüyle internetin en çarpıcı özelliği gayri nızca dini, politik, mühendislik ve bilimden alınmış ihtiyari, gayri resmi bir temsil oluşudur. Bu aktivite organizasyon ve muhakeme usullerinin uygulamala­ çeşitli katılımcıların kendi otoriteleri ve teknolojiyi rında bulunmayan bir tekniktir bu. Sonuç, konvansi- kullanma ilgi ve becerileri ile katılabildikleri, kamu yonel otorite ve geleneksel öğrenimden ziyade uygu­ desteğinin giderek arttığı, ılımlı olmayan (sık sık iti­ lamalı bilimin ve mühendisliğin değer yargılarının dalsiz) bir temsil oluşuyla ortaya çıkar. İnternet, en meşrulaştırıldığı bir alan içinde dini ve diğer yandan uygun ifade ile bir yayım diyarıdır; sayısı ve sırası popüler politik fikirlerin yeniden entellektüelizasyo- çokça genişleme etkisi gösteren, neredeyse dünya ça­ nudur. Ümran.Nisan .2002 9 3 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK Dördüncüsü; ilk katılımcılar inşasında yardımcı alanını kolaylaştırır; fakat her şeyi yeniden-düşünme ve kısmen tanımlayıcı oldukları bir ortalama sosyal sürecine karar vermez; ki yeniden-düşünme süreci, alanı işgal eden müslüman diınyasımn deniz aşırı ele- zaten gerçekleşmeye başlamıştır. Fakat etkisi, çeşitli manian ile Ortadoğu’nun elemanlarıdır. Bunlar ileti­ birleşmelerin, irtibatların beslenmesinden ve Orta­ şim yoluyla, bazıları internete ve onun “sanal cema- doğu’nun denizaşırı bölgelerinin ana toprakla tekrar at”ine öncülük eden, diğerleri internetle genişleyen bağlanmasından farklı olabilir. ya da onunla zuhur eden cemaatler oluşturan öğren­ Her bir perspektifte başlangıç evresi benzerdir. ciler, kısa ve uzun dönem göçmenler, politik sürgün­ Internet sosyal organizasyonun, çok sayıda çeşitli da­ ler ve işçi göçmenlerden oluşan diasporik bir nüfusun ta için güvenli, ekonomik, merkezi olmayan ve açık parçalarıdırlar. iletişimin profesyonel değerlerini ona inşa eden, bi­ Tümünü ele alarak konuşursak, bu özellikler teb­ lim adamlarının ve mühendislerin ihtiyaçları ve iş liğ, topluluklar arası diyalog, cemaatler arası ilişkiler modellerinden büyür. Katie Hafner ve Matthew ve ulus yapılandırması projeleri sürecinde yalnızca, Lyon’un gerçekleştirdikleri internet tarihinin bir internet teorisyenlerinin bir Üçüncü Dalga diye kut­ tekrar yapılandırması diyor ki, iddia edildiği gibi ori­ ladıkları, etkileri bakımından cilalı taş devri ve sana­ jinal savunma projesini harekete'geçiren termonük­ yi devrimleri ile karşılaştırılabilir nitelikte, ya da in­ leer savaşın devam etmesini sağlama amacı değil, fa­ ternet diktatörlerinin Uygarlığın Sonu diye kötüle­ kat bilim adamlarının değerleri ve çalışma ihtiyaçla­ dikleri yeni bir kamu hayatının parçaları olarak ele rının oluşturduğu bir alan dizayn edildi internetin alınamaz. Btına ek olarak, onlar söylev’den (kumm- içine. Daha sonra, bu ilgi alanlarını paylaşan bilim ve sal bağlarla önceden ayrı tutulmuş karma mesajlar), mühendislik toplulukları dışından diğerlerine bir bağ entelektüel tekniklere (benzer olarak uzman diyarla­ oldu; böylece internet yalnızca teknolojik olarak de­ rı) personele (önceden marjinalleştirilmişlerdir) eri­ ğil aynı zamanda kendi değerlerine ve hallerine uy­ şen bir kreolizasyona işaret ederler. gun ilgi alanlarını kuşatmak için sosyal olarak da bü­ Süreç içinde katılımı sağlamak ve kendisi için ye­ ni nitelemeler ve kamu söylemi yolunda “yeni sesler, yüdü, bazen “dar atış” (narrow casting) diye özetle­ nir. ne önerir, neyi kolaylaştırır ve ne anlama gelir”in da­ Bu hallerin ve değerlerin arasında dikkat çeken­ ha kesin tarifnamesine izin verecek evrelere kırılabi­ ler internette yollarmı çabucak bulan politik ve dini lir. Bu durumda, Ortadoğu dünyası ve Müslüman ilgiler ve tartışmalardır. Demarjinalizasyon bir ilk dünyası arasında bir fark vardır: Önceki, uzun süren, dürtüydü. Usenet, elektronik münazara grupları için yaygın kentleşme ve göç periyodundan çıkarken; oluşturulan teknoloji, Avustralya üniversiteleri tara­ sonraki, başmdan beri uluslarötesi olmuş ve bugün de fından geliştirildi. Ortadoğulu ve müslüman öğrenci­ öyle olmaya başlıyor. Internet, İslam’ın sosyal etki ler dünyaya yayılıp, Ortadoğu ülkeleri ve İslam hak- 94 Ümran. Nisan • 2002 İSLÂM’IN ÜÇÜNCÜ DALGASI /ANDERSON r.... ■ İM --- ■y kında izlenimler için, yurttaki diaspora hayatı ve basınlardan okul gazetelerine kadar bir çok çeşit ya­ onun meseleleri hakkında konuşmak için, yurttaşlar yım ve onlarca ek organizasyon vardır. ve bir araya gelmiş din adamları bulmak için elektro­ Yani, internet tarafından meydana getirilen ileti­ nik yayımcılığın ve münazaranın öncülüğünü yaptı- şim artışı, bir yandan, ilk örnekte , var olan mesajla­ lar. Bu süreç içerisinde, onlar kendilerini online dün­ rın bir çeşit göçüyken diğer yandan mesajların daha yalarda takip eden, özellikle profesyoneller arasın­ fazla kamu açılımı bulmak ve böylece neyin kim ta­ dan, genişçe ve kurumlaşmış topluluklarla kesiştiler. rafından yayınlandığının dengesini değiştirmek için Bunlar dini ve politik meselelerin tartışımına ilgili daha sınırlı çerçevelerde aktarılmasını mümkün kı­ insanların ve “alternatif’ organizasyonların bir karı­ lar. şımının özelliklerini sunar. Benzer çerçeveler yorum Sonraki süreç birleşmelerden biridir ve burada stillerinin ve geleneksel otoritelerinin yokluğu ile deneyim farklılaşır. Bir taraftan, diaspora ortamların­ belirginlik kazanır ve başlangıç duygusu neredeyse daki uluslar üstü şebekeler, kültürler ve müzakereler, postmodern değişikliktir: yüksek öğrenim ve tatbiki bilim gibi meşruiyet ve Bu günlerde online olan çok az resmi organizas­ otoritenin yeni kaynaklarına karışır ve incelikli bir yon var, çoğunlukla devletlerin elçilik ve askeri site­ şekilde onları kendi yararına kullanır. Bu durumda leri: Müslüman Dünyası Ligi ve İslam Konferansı onlar, her zaman için onun kendi tercihleri ya da Örgütünün cyberspace’de yerleşik bir varlığı yok, fa­ avantajına olmayan alanlarda İslam’ı diğerleri ara­ kat bazı dokümanları UN, İC R C ve diğer taraftar hi­ sında bir karşılaştırma konusu haline getirmekle mayesini de içeren uluslar arası organizasyonlar/neza- Müslüman dünyasını dönüştüren yüksek, kitle eğiti­ retinde bulunabilir. mine geçişin numunesine rehberlik etmekten çok Gayri resmi hareketler ve gönüllü organizasyonlar onu takip ederler. Onun bu dünya versiyonları, ne en azından parmak uçları kurdular; onların ayırdedi- yasalcı ve akla yatkın bir İslam için konuşan ulema­ ci özellikleri açıklıkları, tebliğleri ve kendi program­ nın dünyası ne de okuma-yazma bilmeyen kitlelerin ları için arena sağlamalarıdır, tartışma ve müzakere “popüler” İslam insanları, internete rast gelir. Onun için; ve seyircileri genelde bireylerdir; izlenimlerin yerine daha ortalarda bir İslam nüfusu var olur: ver­ heyecan verici noktalarını karşılamak veya bağlılık siyonları fundamentalistlerden liberallere uzanan bir aramak ve propaganda başlıca vurgularıdır. nüfus. James Piscatori ve Dale Eickelman (Politik İs­ Çoğu kurumsal çabalar müslüman diasporaların- lam ,1996), İslam’ın yeniden entellektüelizasyon da zuhur eder, özellikle Batı’daki; aralarında Hern- formlarını alan ve onu güncel durum algılarına nak­ don’daki Uluslararası Islami Düşünce Enstitüsü, VA, leden, bu durumlara şekil ve dizimlerine göre karşılık Akıl Fonu, Müslüman Öğrenciler Birliği (aktivist or­ veren anlam araştırmalarının ifadelerini ve değişik ganizasyonları listeler), direniş grupları ve popüler sosyal temellerini belirler. Ümran-Nisan -2002 95 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK İnternet artık o dizimin bir parçasıdır. Ona, ol­ U SA Today tarzında ve W all Street Journal’in içeri­ dukça “resmi” sesler yalnızca alternatif seslere karşı ğini hatırlatan politika ve iş haberleri (özellikle dü­ çıkmak için ya da onların karşı çıkışlarıyla buluşmak zen ve gelişme hakkında) ile beraber bir “kültürel” için değil; aynı zamanda toplum temelli popüler İs­ karışım ve üretim değerleri ile başlamıştı. Tipik lam’ın ya da halk İslam’ının ve geleneksel medrese sponsorları İslami bankalar ve ticari sektör firmaları­ temelli ulema İslam’ının ötesinde inanç propaganda­ dır. Diğer bir deyişle, dikkati Geniş İslam dünyasın­ sı yapmak, inancı savunmak, ve ona şahitlik etmek dan Ortadoğu ülkelerine taşıyarak, ticareti interneti için katılırlar. Bu yeni formlar arasında dini pratikler götüren ve düzenleyen, eğitim dünyası ve araştırma ve İslami çalışmalar üzerine uluslar arası standartlar­ dünyasındaki gelişmeler zamanında değil de “mezu- da master derecesi veren bir programı da içeren mo­ niyet”i ve ardından küreselleşmiş finansal ve hizmet dern eğitim programları vardır. Bu sunum Herndon, ekonomisi içinde işe başlayacağı bir zamanda ulaştı. Virginia’daki, özellikle sosyal bilimler ve İslamcılık Geniş İslam dünyasına kıyasla, Ortadoğu’nun de­ bilgisi üzerine önceki bir proje ile bağı bulunan bir niz aşırt bölgeleriyle anakarasının internet üzerinde­ Sosyal ve İslami Bilimler Okul’undan gelmektedir. ki birleşimi çoğunlukla özel girişimin kamu girişimi Bir diğeri ise, uluslar arası model geniş bir üniversite ile karşılaştığı ticari diyarlar üzerinedir. Ortado­ olarak İslam Konferansı Örgütü’nün sponsorluğunda ğu’nun anavatan ile internet üzerinden bağlantılana- resmi olarak yapılanmış Uluslararası Malezya İslam bilen diaspora toplulukları üyeleri ilk örnekte özel­ Üniversitesidir. Her ikisi de, geleneksel medrese usu­ likle Londra gibi sürgün cennetlerindeki , bazı yete­ lü programları olan, Batılı benzerleri gibi başvuru is­ nekleri olduğu halde, deniz aşın profesyoneller ya da teyen, programlarını açıklayan bir şekilde internette öğrenciler değildir; bunun yerine Ortadoğu’nun va­ varlıklarını kurdular. tanları ile internet üzerinden bağlantılanan deniz Bundan başka, internet toplulukları, bir buçuk asır boyunca denizlerde ilerleyen ve sonradan eve aşırı üyeleri iş ile meşguldürler, en azından başlangıç olarak. dönen askeriye mensupları, mühendisler ve fizikçiler Bu alanların her biri, internet, söylev stillerini ye­ gibi yeni elitleri barındırır. Bu Ortadoğu ülkelerin­ niden düzenlemek, yeni katılımları kolaylaştırmak den profesyonelleri, multimedya ve bilgisayar öğren­ ve Müslüman dünyasının ve Ortadoğu’nun deniz aşı­ cileriyle gerçekleşmedi. Ne de bölgesel üniversiteler­ rı üyelerini içermek etkisine sahiptir. Tümü dahil, bu de alternatif politikalar ve dini söylevler bu medyada fenomen, genişlemekte olan “sivil” bir sektör ve bir belirdi. Kuzey Amerika’dakine zıt olarak Ortado­ toplum, politik toplumu (A U G U S T T U S r. Norton, ğu’da üniversiteler değil ticari sektörler ve resmi gö­ ed. Ortadoğu’da Sivil Toplum. Leiden, .1995,1996) revliler arasındaki kamusal özel ortaklıklar online’a tamamlamak için gittikçe artan uluslar arası toplu­ yön verdi. luklara uzanan yeni ve genişleyen linklerden oluşur. Mısır’da, R İT SE C kamu için, seçilen araştırma Tüm bu süreç, teknolojinin sürüklendiği ve içinden laboratuarları ve uluslar arası organizasyonlar dışında çıktığı daha geniş yapısal parametrelerden çok tek­ internet erişimini, varlığını ve politikasını oluştur­ nolojinin kendisi tarafından gerçekleştirilen bir de­ maya yönelik vücuda getirilen, mühendislik cemiyet­ vinim üzerine kuruludur. En sınırlı olanları, birincil lerinin ve ticari firmaların katıldığı bir parlemento olarak, interneti kendi açık iletişim değerleri ve im­ projesidir. Bu program özellikle interneti, ilk kurucu geleri üzerine üreten tatbiki bilimler ve mühendislik olmayan müşterileri kamu ilişkili firmalar olan ticari dünyasıdır. İkincisi, yüksek kitle eğitimi dünyasının kamuya taşımak için dizayn edildi. Buna benzer ola­ “mesleksiz” gruplarına sosyal bir bağ olarak gelir. rak, Körfez ülkelerinde internet servisleri devlet tara­ Üçüncüsü yeni insanların ve yeni kreolize söylevle­ fından sağlandı-ticari olanaklı bilgi ve iş servislerini rin bulunduğu uluslar arası bir alana yöneltildi, bu vurgulayarak, çoğunlukla ticari kullanıcıları etkile­ alan ek otorite formları ve kaynaklan getirdi. Yalnız­ yen ve kamu yararını davet eden sponsor sahibi ve ca alternatif formulasvonlar için depil avnı zamanda onaylanmış girişimler. Bu, ve Morokko ve Lond­ dini ve politik yorumun sövlevsel ekolojisini değişti­ ra’daki benzerleri, amatör olarak yayınlanan haber ren katılım ve açıklamalara alternatif meşruiyetler mektuplarından ve öğrenci kağıtlarından farklı. kazandırmak için de ekstra otorite form ları ve kay­ 9 6 Unvan-Nisan‘ 2002 İSLÂM’IN ÜÇÜNCÜ DALGASI / ANDERSON naklar çıkardı. Hiçbir form kendi başına yayılmaz: masyon merkezli ticari dünyada yaygın algılayış gibi, bunun yerine onlar yeni insanlar ve genişleyen mü­ resmi görevlilerle doğal alternatif hisseler arasındaki zakere arenaları şeklinde büyüyen uluslar arası arena­ “üçüncü” güç, resmi görevlilerle altyapının ve mes­ ya uyarlanırlar. leksiz gruplarla teknolojinin emrindedir. Kendi iletişim mülkiyeti üzerine temellenen eV' İnternetin etkisi, Müslüman ve Ortadoğu dün­ velki enformasyon çağının “new creoles”(yeni hem yasının Pazar, medrese ve bilgi, iletişim akışını sağ­ Avrupalı hem Asyalı) halini gönneyi beklemeliyiz. layan diğer gayri resmi şebekelerinde ya da resmi Bunlar dünya çapında ya da en azından uluslar arası uluslar arası konferanslarda, yakın zamana kadar veya daha kültürel ve tarihi sonuçlara varsın ya da varmasın, basım kapitalizminin modem zamanlara geçişte hanedan ve topluluk problematiğinin dini duyularına meydan okuduğu gibi, onlar evvelki enformasyonel'iletişimsel rejimlere bağlı, güncel otorite biçimleri ortaya çıkardılar. “Kreole ulus­ çuluğuna” karşılık olarak, bir “resmi ulusçuluk” gibi kendi topluluğunun araçlarını ve anlamlarını kul­ lanarak büyüdü, böylelikle bir çağdaş benzerlik, diğer yanda gönüllü çabalar iken yarı sponsorluk ve IIIT kısıtlı olan iletişimin ulaşım alanını ve etkisini büyütme; var olan formları küreselleştirme becerisin­ den gelir. Bireylerin ve resmi olmayan yapılan­ maların Unesco’nun devletler arası platformunda tartışılmış her şeyin ötesinde bir Yeni Enformasyon Düzeni sunmaya çalışırken, bir çok mesele geçildi, aşıldı. Örneğin barışçı ve insan hakları, çevreci, kar­ şıt ve direnişçi grupları kendilerini daha kamusal hale getirerek tartışmalara katılmayı ve tartışmalar formlarından HUM formlarına kadar geniş bir form- açmayı başardılar; politik diyaloglar mesafe koru­ 1ar bütünü halini alır. Bunlar, devletler arası or­ yarak devam ettirildiği sürece bu tür gruplar inter­ ganizasyonlar olan O IC ve MWL’ ye kıyasla, yeni nette çoğalmaktadır. çıkan otorite organizasyonları ve topluluklarını aynı Bu nedenle, internet ve iletişimin küreselleşmesi zamanda nüfusları hedef alırlar. O IC ve MWL ulus- için yapılan zorlayıcı karşılaştırma, geç modernitenin 1ar arası organizasyon diplomasisi dünyasına aittirler, televizyon ve radyo iletişiminden daha çok erken ortak yorum tekniklerine dayalı topluluklara değil. modem dönemde gazetelerin kalkınmasıdır; o bazı Bu referans çerçevesi içinde internet bir epis- formlara yeni ulaşım alanları, etkiler ve kavrama temolojik Üçüncü Dalga’dan çok yakın bir gelecekte gücü verir. Yayıncılığın asimetrik aranjmanlarma gerçekleşecek çıkışma işaret edilen, nosyonun tüm kıyasla, internet üzerindeki engeller gönderici için birlikleri ve profesyonelleşmiş orta sınıflarıyla, sivil alıcıdan biraz daha fazladır ve her geçen gün daha da toplum olarak tanımlanan üçüncü bir güç görün- azalmaktadır. Bu aynı zamanda, ondan yararlanma tüsündedir. pozisyonunda olanların sayısı nispeten azken, mod­ Benedict Anderson’ın tanımladığı baskı ve gelişen okuryazarlığın kombinasyonu olan basım kapitalizmini burada hatırlatmak yerinde olur. O r­ tadoğu’nun ticari kaynaklı şebekelerinin ve servis sağlayıcılarının son günlerdeki ve hızlı çıkışı, bir öl­ çüde resmi sponsorluğa dayalıdır, Örneğin Mısır’da, Körfez’ de, Ortadoğu ülkeleri içinden ve dışından acemi servislerden, Ürdün’deki arabia.online’dan Arap N et’e ve Londra’daki Middle East Business Review’e kadar. Online olarak, bir yandan elçiliğin kamu hizmetlerini sunarlar diğer ern kitle(merkezi) iletişimine değil merkezi olmayan yüz yüze iletişime benzeyen küresel bir enformasyon düzeni içinde, stratejik bir konum aldılar demektir. Ve bu intemet teorisyenleri (ve internet alarmcıları) tarafından hayal edildiği gibi tek bir “yeni” iletişim/enformasyon formu değil, elit kalıbını ve kurumsal devamlılığı dış göçe doğru çevirmeye baş­ layan bir birleşmeler kalıbına aracılık eden devamlı formlardır. ■ yandan Cezayir’deki Müslüman Öğrenciler Birliği ve İslam Toplumu Hareketi’nin sitelerini. Uluslar arası kon- Jon W. Anderson, Washington,DC, Amerilm Katolik teksler geliştirmek için uluslar arası standartlar geliş­ Üniversitesinde Doçenttir ve Ortadoğu Çalışmaları tiren İslam’ın siber uzay’a geçişi durumunda olduğu Bülteni, Kuzey AmeriJca Ortadoğu Çalışmaları Bir­ gibi, geleceğin bir parçası olan büyük oranda enfor­ liği gazetesi editörüdür. Umran^Nisan .2002 97 MÜSLÜMANCA DÜŞÜNME AÇISINDAN İSLÂM VE d em o krasi UZLAŞMAZLIĞI MESELESİ RASIM ÖZDENÖREN emokrasi retoriğinin revaçta olduğu bir gayretine düşmüşlerdir. Böylece İslâm dünyasına ka­ dünyada ve bir dönemde, demokrasi ile Is- zandırmayı düşündürdükleri kurum ve kavramların lam’m uzlaşmazlığma ilişkin fikirler derme- aslında İslâm’a yabancı olmadığını, bilakis bu kav­ yan etmek bazılarımıza bindiği dalı kesmek veya ramların ve kurumların İslâm’da da bulunduğunu ile­ maslahatın icaplarını görmezlikten gelmek, hatta ri sürmüşler; iddialarına da samimiyetle inanmış ve kendini bilmezlik olarak görülebilir. Üstelik bazı ül­ itibar etmişlerdir. D kelerde, bazı müslümanların demokratik yönetimle­ Aynı durum şimdi demokrasi konusunda da yaşa­ rin onlara sağlayacağı kolaylıklardan istifade etmek maktadır. Bazı müslümanlar, demokrasinin tam da için mücadele verdikleri ve demokrasinin sağlayaca­ İslâmî bir kurum, İslâmî bir yönetim biçimi olduğu­ ğı kolaylıklardan yararlanmak suretiyle İslâmî talep­ nu, nerdeyse iftihar duyarak ileri sürmekte ve bu fik­ lerine daha kolay Bir siyasal/toplumsal ortam sağlaya­ ri benimsemektedirler. Bu görüşte olan müslümanla­ bileceklerini düşündükleri göz önünde bulundurulur­ rın bir kısmında, İslâm’ın hayata geçirilmesinde de­ sa, Islâm’la demokrasi arasındaki uzlaşmazlığın bu­ mokratik ortamın himmetine ihtiyaç duyulacağına lunduğuna dair fikirler ileri sürmek bozgunculuk bile dair bir fikir hakim bulunmaktadır. Böylece onlar, sayılabilir. Ancak yanlışların düzeltilmesi ve doğrula­ demokrasiyi irdeleyenler ve demokrasinin İslâm’daki rın tekrarlanması hususunda oportünizme riayet edil­ yerini belirlemek isteyenler, karşısında “İslâm’ın gel­ memesi gerektiği de fikrî bir tavır olarak kabul gör­ mesine demokrasi yardımcı olabilecekken bu yar­ melidir. İslâm aleminde yaklaşık ikiyüz yıldır benim­ dımdan niçin kaçınıldığı” hususu ciddi bir soru ola­ senmiş oları bir tavrın da, hakikat adına değiştirilme­ rak, önlerine çıkmaktadır. Bu durum da onları, de­ si gerektiği üzerinde durulmalıdır. Modernleşme t a - , mokrasinin İslâm indindeki meşruiyetini ispat etme leplerinin Batı karşısında boyun eğici ve özür dileyi­ çabasına sevketmektedir. ci tutum yerine, sorgulayıcı ve hesaplaşmaya davet Oysa modernleşmeyi, dolayısıyla Batı karşısında edici bir tutumun konulmasına teşebbüs etmenin boyun eğici ve özür dileyici tavrı reddedenler soruyu, belki de tam sırasıdır. İslâm indinde demokrasinin yeri ve değeri nedir, bi­ Batı uygarlığı ile karşılaştığı anda modernleşmeci tavrı benimseyen müslümanlar, bu tavrın icabı ola­ çiminde koyuyor. Söz konusu iki tavır farkı, aynı zamanda, ele alı­ rak bu uygarlığa ait kurumlan ve kavramları benim­ nan kurum ve kavram karşısındaki farklı değerlendir­ semek istemişlerdir. Çünkü bu suretle “kendi geri melerin belirlenmesine de yol açıyor. Nitekim batıh- kalmışlıklarını” telafi edebileceklerini düşünmüşler­ laşmanın veya modernleşmenin kaçınılmaz unsurla­ dir. Ancak mensubu oldukları dinden de vazgeçmeyi rı arasında laikliği ve demokrasiyi vazgeçilmez olarak göze alamadıklarından, bu kez, bu uygarlığa ait kav­ görenler, bu iki kurumu, vicdan, din ve düşünme öz­ ramların İslâm’da da yar bulunduğunu ispat etme gürlüklerinin teminatı olarak görme eğilimindedir- 98 Ümran. Nisan • 2002 İSLÂM VE DEMOKRASİ / ÖZDENÖREN 1er. Oysa adı geçen özgürlükler ve benzerleri, siyasi ce, demokrasinin bir yönetim biçimi olmaktan daha rejimler tarafından teminat altma alınır veya alın­ önce, bir yaşama biçimi, başka bir ifadeyle bir kültür mayabilir. Ama bu özgürlükleri teminat altına alan meselesi olduğunu söylemiş oluyoruz. . bir siyasi rejime mutlaka demokratik veya laik deme­ Öyleyse demokrasi nasıl bir kültürün ürünüdür miz icap etmez. Demokratik veya laik olmayan siyasi sorusunun cevabını bulmalıyız. Demokrasi ve de­ rejimlerde de, aynı özgürlükler teminat altma alınmış mokratik yaşama biçimi Batı kültürüne mahsus bir olabilir. Nitekim aynı özgürlükler İslâm’ın da temi­ olgudur. Demokrasinin bir yaşama tarzı olarak top­ natı altında bulunmaktadır. Fakat İslâmiyet, bir ida­ lumsal ve siyasal hayatın kendisi haline gelmiş olan re biçimi olarak laik olmadığı gibi, demokratik de de­ bu ülkelerde (ki en genel ifadesiyle Grek filozofisi- ğildir. Ve bu durum İslâm için nakısa olarak da kabul nin. Roma hukukunun ve Hıristiyanlığın hasılası edilemez. olan bir kültürün yaşandığı ülkelerdir bunlar), de­ mokrasi bir ülkü olarak İmdi, bu mülahaza­ hedeflenen bir ilke ol­ lardan sonra demokra­ sinin mahiyetüıi belir­ lemek şart haline geli­ yor. Demokrasinin ma­ hiyetini belirlemeliyiz ki, onun İslâm’la uzla­ şıp uzlaşmadığı konusu­ Çıkartılan kanunların dini metinlerde yer alıp almamasından bahsetmiyoruz. Fakat o kanunlar yapılırken esas alınan referans noktası neresidir? Beşer iradesi mi, yoksa vahiy mi? Acaba demokrasi, adının ortaya koyduğu gibi, bu ülkelerde, uzun bir tarihi geçmişin hasılası olan siyasal ve toplum­ sal çatışmaların ve ne­ ticede bu çatışmalar sonunda elde edilen na açıklık getirebile­ lim. mamıştır: demokrasi, bir uzlaşmanın ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Batı kültürünün temel belirleyicileri olarak bi­ mücerret bir “demos/kratos” (yani halk idaresi) ola­ linen Grek felsefesi. Roma hukuku ve Hıristiyanlık, rak ortaya çıkan bir yönetim biçiminden mi ibaret­ bir yandan Avrupa insanının kafa yapısını ve yaşama tir? Eğer böyle olsaydı, halkın kendi kendini yönet­ tarzını biçimlendirirken; aynı insan, bir yandan da mek üzere tecelli eden her yönetim biçimine veya bu temel belirleyicileri kendi yaşama tarzına uygun her siyasal sisteme kolaylıkla demokratik diyebile­ hale dönüştürmüştür. Roma hukuku, Pappini’nin cektik. Oysa halkın kendi kendini yönetmek üzere alaycı tesbitiyle, aslında hasis köylülerin hukukuydu. seçimlere gitmesi, bir seçmen olarak oyunu kullan­ Grek felsefesi ise, son tahlilde, kelime-i t<avhid’in bi­ mak suretiyle kendini yönetecek olanları seçmesi, linçsizce saptırılmasından elde edilmiştir. Hıristiyan­ her zaman demokrasi anlamına gelmiyor. Belki* böy- lık aynı şekilde, asli kaynağından kopartılıp beşeri lesi yöntemlere (yani yönetenlerin yönetilenler tara-' ifade biçimine dönüştürülmüştür. Başka bir ifadeyle, fından seçilmesi gibi sonuçlara) ulaşılması demokratik batı insanı, felsefeyi de, hukuku da, dini de, kendi ya­ yaşama biçiminin bir tezahürü olarak sonradan ortaya şama tarzına uyarlamak istemiş ve bunu başarmıştır. çıkıyor. Yani usûlden önce asıl geliyor: önce demok­ Durum böyle olunca, Batı kültürünün temel ırası ratik yaşama biçimi var oluyor, sonra demokratik ya­ olan sınıflı ve sınıfçı, köleli ve köleci, ayrımcı ve ay­ şama biçimi kendine mahsus usûlü (uygulama yönte­ rılıkçı, sömürücü ve sömürgeci yapısı değişmeden mini) ortaya koyuyor. Olaya tersinden başlandığın­ kalmıştır. Bugünkü Batı demokrasisi de, zaten, bu te­ da, yani önce yöntem gelsin, yaşama biçimi arkadan mellerin üstüne bina edilmiştir. Sınıflı, köleli,. ayrı­ gelir diye yola çıkıldığında, aynı sonuca ulaşılamıyor. lıkçı ve sömürgeci bir toplumsal ve siyasal yapıya sa­ Nitekim demokrasilerde bir sonuç olarak uygulanan hip olmadan ve bu unsurların belirlediği bir kafa ya­ halkın kendi yöneticilerini seçimle işbaşına getirme­ pısının yönlendirmesi esas alınmadan, bugünkü Batı si yönteminin sureta uygulandığı ülkelerin hiç birin­ demokrasisinin varlığını açıklayabilmenin imkanını de demokratik yaşama tarzının hakim kılınamadığını elde edemeyiz. ve hayata geçirilemediğini tesbit edebiliyoruz. Böyle- Demokrasinin, böylece, bir bakıma Batılı insa­ Umran.Nisan .2002 99 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYECEK nın tabii yaşama biçimi olduğu da ortaya çıkartılm.ış ırası da bu kritik noktada odaklanm.aktadır. Yoksa olmaktadır. Demokrasi bir yaşama biçimi olarak sı- belirtilen ilkeleri esas kabul etmiş olan her rejim, nıflar arası bir güç dengesinin üzerine kuruludur. De­ kendiliğinden demokratik sayılmıyor. Bu ilkelerin mokrasilerde öngörülen hukuk böyle bir güç dengesi­ hayata geçirilmesi kanun çıkartmak suretiyle müm­ nin üzerinde yükselmiştir. Uygulanan hukukta deği­ kün kılınabilir. Kanun çıkartmak demek hakimiyet şiklikler yapma zorunluluğu ortaya çıktığında, söz ko­ (egemenlik) hakkının kullanılması demektir. Kanun nusu güç dengesi daima hesaba katılınak durumun­ çıkartılırken hakimiyet hakkının kullanılmasında re­ dadır. Kimse kendi çıkarı öyle gerektiriyor diye ve ferans noktası olarak esas alınan merci neresidir? Ka­ öteki çıkar zümrelerinin çıkarını dışlayarak böyle bir nunlar kim adına ısdar ediliyor? Kanun çıkartılırken değişikliğe müracaat edemez. Etmeye kalkıştığında referans noktası olarak beşer iradesi mi esas alınıyor, da mukabelesini şiddetle görür. Batı demokrasisinde yoksa vahiy mi? siyasal bir Burada, elbette dünya görüşünün fark­ partiler, dikkat etmemiz gere­ lılaşmasını ifade et­ mekten önce, iktisadi çıkarları temsil etmek üzere vücut Böylece bulur. demokratik hukuk düzeninin bir İslâmî yönetimde nasslara bağlılık mutlak­ tır. Oysa Islâmdışı yönetimlerde veya de­ mokraside anayasaya bağlılığın ırası mut­ lak değildir: İnsanlar isterlerse, bağlı bu­ lundukları anayasayı değiştirebilirler. _____ ^ ___________________ karşılıklı çıkar dengesi ken incelikler var. Ç ı­ kartılan kanunların di­ ni metinlerde yer alıp almamasından bahset­ miyoruz. Bu kanunda yer almış ilkeler, hatta kanun metninin kendi­ üzerine kurulu bulunduğunu söylüyoruz. Demokrasi­ si dini metinlerden iktibas edilmiş olabilir. Fakat o nin bir uzlaşma rejimi olduğunu ileri sürenler de, sa­ kanunlar yapılırken esas alınan referans noktası ne­ nırım, uzlaşmanın değinilen karakterine atıfta bulu­ residir? Beşer iradesi mi, yoksa vahiy mi? nuyor. Yoksa onların, mücerret faziletleri böyle ge­ Kanunları çıkartanlar, her halükârda insanlar­ rektirdiği için uzlaşmacı bir tavrı benimsediklerini dır. Fakat insanlar bu kanunları çıkartırken kimin söylemek insanları gülümsetir. hatırını güdüyor ya da gütmek istiyor? Kanunun ilke­ İmdi, demokrasi madem bir uzlaşma rejimidir, si dini metinlerde yer almakla birlikte, kanun çıkar­ öyleyse nelerin üzerinde uzlaşılmış bulunduğunu bil­ tan merci, o kanunu dinin hatırını güderek mi çıkar­ meliyiz. Öncelikle, bu uzlaşmaya taraf olanlar hatır­ tıyor, yoksa maslahat öyle gerektirdiği için mi o ka­ lanmalıdır. Bu uzlaşmaya taraf olanlar, toplumu mey­ nun çıkartılıyor? dana getiren sınıflardır: Aristokratlar, halk ve dİn Değindiğimiz gibi, eğer üzerinde mutabakata adamları. Üzerinde uzlaşmaya varılan ilkelere gelin­ varılan ilkeler bir başına, bir siyasal rejime demokra­ ce, onları da şöylece belirtmek mümkündür sanıyo­ tik dememiz için yeterli olabilseydi, aynı ilkelerin İs­ rum: 1. Herkesin yönetime katılmasının sağlanması, lâm’da da bulunduğunu ileri sürerek, İslâmî yöneti­ 2. Genel ve eşit oy, 3. Çoğunluğun kararlarına toplu­ min de demokratik olduğunu söyleyebilirdik. Ger­ mun uyması ve azınlığın haklarının korunması; baş­ çekten de sözü geçen ilkelerin mevcudiyetini İslâmî ka bir söyleyişle, çoğunluğun ve azınlığın birbirlerine yönetimlerde de müşahede etme imkanına sahibiz. tahakküm etmemelerinin sağlanması ilkesi, 4. Temel Seçim ve temsil ilkesi dört halife döneminde uygu­ hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, 5. Ya­ lanmıştır. O uygulamaların günün gereklerine göre salar önünde eşitlik ilkesi--------------------------------------- yeniden düzenlenmesi için herhangi bir engel de söz Sözü edilen ilkeleri tespit etmek ve üzerinde uz­ konusu değildir. Oylama suretiyle çoğunluğun karar­ laşmış olmak elbette yetmiyor. Bu ilkelerin hayata larına toplumun uymasını sağlamak da müslümanla­ geçirilmesi gerçekleştirilmelidir asıl. Bu demektir ki, rın yabancısı olduğu bir uygulama değildir. Bu uygu­ bu ilkeleri hayata geçirecek olan yasaların çıkartıl­ lama zımnında azınlıkta kalanların haklarının ko­ ması gerekmektedir. İşte, demokrasinin belirleyici runması da esastır. Bu demektir ki, azınlığın ve ço ­ 100 Ümran •Nisan -2002 İSLÂM VE DEMOKRASİ / ÖZOENÖREN ğunluğun birbirleri üstünde tahakküm etmemeleri Biraz daha ileri giderek diyelim ki, bir ülkede, İs­ hususundaki ilke esasen İslâm’ın öngörüleri arasında lâm’ın kişilerin ahvaline dair hükümler, mirasa dair bulunmaktadır. Keza temel haklar ve özgürlükler hükümler, alacak borç münasebetleri hususundaki adıyla anılan ilkeler de, İslâmî bir yönetimin esasları veya eşya hukukundaki hükümler yürürlüğü konul­ arasında yer alır. Yasalar önünde eşitlik ilkesi ise, muş olsa, bir başına bu duruma bakarak orada İslâmî üzerinde hiç tereddüt bulunmayan temel bir İslâmî bir iradenin devrede bulunduğuna kani olabilir mi­ uygulama ve ilkedir. Bütün bunlara rağmen, İslâm yiz?. İşte burada, müslümanca bir iradenin devrede yönetimine demokratiktir diyemiyoruz. Niye? olup olmadığını anlarız. Eğer ortada müslümanca bir Belirtilen ilkeler aynı zamanda demokratik yö­ irade mevcut değilse, uygulanan kanunların İslâm şe­ netimin veya demokrasinin unsurları olarak da sayıl­ riatından iktibas edilmiş olması, ortada İslâmî bir maktadır. Fakat nasıl ki, İslâm’ı bu unsurlara indirge- idarenin bulunduğunu ileri sürmemiz için yeterli ol­ maz. yemiyor ve yalnızca bu Demokrasilerde, unsurlarla izah edemi­ yorsak, demokrasiyi de yalnızca bu unsurlara indirgeyemiyoruz. De­ mokrasi, bu unsurların getirdiği düzenlemeler­ den fazla bir şeydir. O Demokraside olsun, İslâmî yönetim biçi­ minde olsun “hakimiyetin kayıtsız, şartsız milletin” olduğu söylendiğinde iki farklı yönetim biçiminde de bu ifade iki farklı anlama gelmektedir. kanunların çıkartılması referans noktası olarak beşeri iradenin esas alınması, o kanunları kendiliğinden seküler ve profan bir niteliğe dönüştürür. Dini me­ da, demokrasinin seküler bir yaşama düzeni öngörmesi noktasında ortaya tinlerden iktibas edilen kanunlar da, bu bağlamda, çıkar. Demokrasilerde çıkartılan kanunların referans seküler ve profan bir niteliğe sahip kılınmış olur. İs­ noktasını beşer iradesinde bulması, o kanunların lâm’daysa, bu durumun tersine, müslümanca bir ira­ kendiliğinden seküler ve profan bir nitelik kazanma­ deyle yürürlüğe konulmuş bir hüküm, dini metinler­ sı için yeterlidir. Durumu şöylece izah edebiliriz. İsra­ de daha önceden yer almamış bile olsa, orada ve o il devleti 1948 yılında kurulduğunda, medeni kanun bağlamda, İslâmî bir nitelik ihraz etmiş sayılır. Nite­ olarak Osmanlı Devleti’nin medeni kanunu sayılan kim kıyas suretiyle veya başka yöntemler uygulana­ M ecelle’yi yürürlüğe koymuştur. Bildiğimiz kadarıyla rak sonradan ısdar edilmiş olan kanun hükümleri bu Mecelle 6 0 ’lı yılların sonlarına kadar yürürlükte kal­ cümleden sayılabilir._ mıştır. İmdi, İsrail, medeni kanun olarak M ecelle’yi Demek ki, burada, kanun çıkartılırken referans yürürlüğe koyduğu için onun İslâmî bir yönetim biçi­ noktası olarak esas alınan mercie bakıyoruz. Eğer yü­ mini benimsediğini söyleyebilir miyiz? M ecelle’nin rürlüğe konulan hüküm dini bir metin bile olsa, o yürürlüğe konulmasının sebebi İslâm şeriatını yürür­ metin, dinin hatırı güdülerek değil, fakat maslahat lüğe koymaktan farklı bir anlam taşıyor, o da, top­ öyle gerektirdiği için öylece yürürlüğe konulmuşsa, o lumsal maslahatın icabına riayet etme hususudur. Aynı şekilde, bazı Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletleri’nde, gerek Müslüman öğrencile­ rin, gerekse farklı kültürlerden gelen insanların kılık kıyafetlerine müdahale edilmiyor. Veya Cuma günle­ ri, müslümanların Cuma ibadetlerini yerine getire­ bilmeleri hususunda kolaylıklar sağlanabiliyor. İmdi, bu kolaylıkların biraz daha ilerisine gidilerek, masla­ kanunun seküler ve profan bir nitelik kazandığını söylüyoruz. Bu durumun tersine, yürürlüğe konulan kanun, daha önceki dini metinlerde yer almamış ol­ makla birlikte müslümanca bir iradeyle ve İslâm’ın esaslarına riayet etme hassasiyeti güdülerek yürürlüğe konulmuşsa, o kanunun İslâmî bir niteliğe büründü­ ğünü ileri sürebiliyoruz. hat öyle gerektirdiği için İslâm’a ait bazı hükümlerin İslâm’la demokrasi arasındaki temel farklılığın ve yürürlüğe konulduğu farz edilse, böyle bir uygulama, uzlaşmazlığın değinmiş olduğumuz bu noktada teba­ o ülkede İslâm’ın yürürlüğe girdiğine delalet eder mi? rüz ettiğini söyleyebiliriz. Demokrasilerde dini kayıt­ Umran •[^isan -2002 101 21. YÜZYILI İSLÂM BELİRLEYKCEK lamalara riayet etme hususunda bir kısıtlama ve bir te bulunmadığı bir zeminde tartışılması farklı bir an­ mecburiyet mevcut değildir. Nasıl ki, bunu tersini lam ifade edecektir. İslâmdışı bir hukuk düzeninin gerektiren t i r Icural da yoktur. Yani demokratik irade yürürlükte bulunduğu bir siyasal ortamda, İslâmî si­ isterse ve maslahat öyle gerektiriyorsa, dinî bir metni yasal partilerin kurulması tecviz ediliyorsa, bu müsa­ yürürlüğe koymakta da serbesttir. Nitekim Avrupa adeyi veren rejimin aslında kendi sıhhatini ve haya­ demokrasilerinde yürürlükte olan temel kanunların tamamı, kısmen de olsa kaynağını dinî metinlerde bulur. Ancak bu metinler din olduğu için değil, fakat maslahat öyle gerektirdiği için yürürlüğe konulmuş­ tur. Ve bu durumun laiklik ilkesini zedelediği de kimsenin aklına gelmez. Çünkü laiklik din ile devle­ tin değil; fakat kilise ile devletin alanlarını ayrıştıran kurumun adıdır. Yoksa Hıristiyan Batı insanının din tiyetini teminat altına almak istediğini ileri sürebili­ riz. Böylece, İslâmdışı siyasal ortamda, İslâmî siyasal partilerin kurulması suretiyle İslâm’ın hayata geçiri­ lebileceğini düşünenler, aslında mevcut düzenin ibkasına hizmet etmekten başka bir şey yapmamış olur­ lar. Öte yandan, müslümanlara değinilen nitelikte hak tanımakta sakınca görmemiş olan rejimin, aynı hakkı geri alma hususunu da elinde bulundurduğu akıldan çıkartılmamalıdır. ile mübarezesi söz konusu değildir. Mübareze kilise Son bir noktaya değinerek konuyu bitirmek isti­ ile devlet arasında vuku bulmuş ve orada da uzlaşma yorum: İslâmî yönetimde, yöneticilerin nasslarla bağ­ sağlanmıştır. lı olduğunu söyledik. Akla gelebilir ve denilebilir ki, İmdi, İslâmî bir yönetimin kanun koyarken riayet İslâmdışı yönetimlerde de, yöneticiler anayasalarla etmekle mükellef olduğu bazı esaslar söz konusudur. bağlıdırlar, bu anayasa ister yazılı olsun, ister yazıya Kendisinin İslâmî olduğunu ileri süren bir idare, di­ raptedilmemiş olsun... Ancak İslâmî yönetimde nass- nin haram kıldığı hususları helal sayan bir kanun çı- lara bağlılık mutlaktır. Oysa İslâmdışı yönetimlerde kartamaz. Oysa hakimiyetin menşeini beşer iradesin­ veya demokraside anayasaya bağlılığın ırası mutlak de bulan ve maslahata göre karar verebilen demokra­ değildir: İnsanlar isterlerse, bağlı bulundukları ana­ silerde, bu hususta herhangi bir kısıtlama söz konusu yasayı değiştirebilirler. Bu ihtimal, en azından teorik değildir. Demek ki, demokratik zeminde İslâm şeri­ olarak vat bulunmaktadır. İslâmî yönetimdeyse nass- atına uygun düşen bir hukukî uygulamanın, aynı za­ ları değiştirmek kimsenin hakkı ve yetkisi dahilinde manda İslâmî bir uygulama anlamına gelmeyeceği değildir. Demokraside olsun, İslâmî yönetim biçi­ anlaşılabilir olmaktadır. Fakat İslâmî bir yönetim bi­ minde olsun “hakimiyetin kayıtsız, şartsız milletin” çiminde demokrasinin olup olmayacağını bir kere olduğu söylendiğinde iki farklı yönetim biçiminde de daha sorabiliriz. Bu bağlamda şu ayrımlara dikkat bu ifade iki farklı anlama gelmektedir. İslâmî yöne­ edilmesi gerektiğini düşünüyoruz: tim biçiminde millete olan kayıtsız şartsız bağlılığın 1. İslam hukuk kurallarının yürürlükte olduğu ifadesi, son tahlilde, İslâm milletine olan bağlılığı ve­ bir toplumda yöneticilerin belirlenmesi için oy ver­ ya nasslara olan bağlılığı ifade ederken; demokratik me, seçme ve daha geniş anlamda yönetime katılma uygulamada aynı kelimelerin seküler ve profan bir prosesi bir şekilde düzenlenmiş olabilir. Bü prosesle­ içerik taşıdığı, dolayısıyla söz konusu kayıtsız, şartsız rin nasıl belirleneceği orada yaşayan müslümanlarca bağlılığın, teorik olarak bile olsa beşer iradesine da­ kararlaştırılır. Durum, bir İslâm toplumunun iç mese­ yandığı ve sonuçta keyfiliğe dönüşebileceği akılda lesi muvacehesinde siyasi partilerin kurulup kurula­ tutulmalıdır. Bu son durum, her iki yönetim biçimin­ mayacağı gibi hususlar da tartışmaya açılabilir. A n­ de hakların ve özgürlüklerin teminatı bakımından da cak bütün bu konuların İslâmî hükümlerin yürürlük­ anlam taşır. İslâmî yönetimde zımmilere verilmiş te bulunduğu bir zeminde cereyan etmekte olduğu olan hakların ve özgürlüklerin kısıtlanması hiçbir yö­ hususundaki faraziyemizi akıldan çıkartmamamız ge­ netimin elinde değildir; oysa demokrasilerde, yurttaş rekiyor. olmayanlara sağlanmış olan hakların ve özgürlükle­ 2. Aynı konuların îsl^m hukukunun yürürlük­ 102 Ümran‘ Nisan .2002 rin istendiği takdirde geri alınabileceği aşikardır. ■ Büyükreşitpaşa Caddesi, No., 22/39 Vezneciler-İstanbül tel. 0212. 528 52 32 faks 0212. 519 41 92 (İstanbul Kitap Kültür Merkezi Merhaba... Ben aslında bir fil’im. Fil kadın. Sibel Eraslan a O c. İbrahim’i ateşe, M usa’y ı nehire, Yusuf’u kuyuya atmam ışlar mıydı? İbrahim’i ateşten, M usa’y ı nehirden, Isa’y ı çarmıhtan, Yusuf’u kuyudan Allah kurtarmamış mıydı? S ahalar Allah’ındır çocuklar, üzülmeyelim. G E N E L D A Ğ I T I M ARTI CAĞALOĞLU 0212. 0212. KADIKÖY 0216. 0216. 526 70 13 ' 512 09 14 (Faks) 418 35 43 349 58 55 (Faks) S’ OC yy Kitap Kulübü’ne Üye Qlmak İster misîniz? 3 ÜYELİK İÇİN m BİR TELEFON YETERLİ! Aradığınız Kitaba •^Hem Süratli Mustafa Özdemir ■►Hem İndirimli ^ H e m Taksitli ^ H e m Posta ve Karg o Ü c r e t i Ö d e m e d e n Ulaşab ili rs ini z ŞÛLE KİTAP KULÜBÜ ÜYELERİNE •Yeni çıkan k itapları tanıtan ücretsiz bültenler... 1 5 . 0 0 0 . 0 0 0 . TL . Y E R İ N E SADECE NASIL ÜYE 7 .5 0 0 .0 0 0 . TL OLACAKSINIZ? Telefon veya formla bize başvurduğunuzda üyelik kartınız ve hediye kitabınız bir kereye mahsus olmak üzere 7 .5 0 0 .0 0 0 .t l’ ye ödem eli olarak gönderilecektir. •1 0 .0 0 0 .0 0 0 .tl. değerinde hediye kitap •Kültürel etkinUklere katılm a ve j^iazarlarla buluşma im kanı... •Özel basım kimlik kartı veriyor i ^ ŞÛLE KİTAP KULÜBÜ ÜYEL İK FORMU Adı Soyadı Ev Adresi iş Adresi ^ ŞULE YAYIN DAĞITIM YENİ KI TAL ARA DOĞRU Alayköşkü Cad. No: 2-4 K: 3 Cağaloğlu/İSTANBUL Tel: (0212) 528 23 57 - 528 11 46 Faks: (0212) 528 25 89 Tel (iş) Mesleği ....(Ev). K İ T A P S İ P A R İ Ş L E R İ N İ Z İ Çİ N BİR TELEFONUNUZ Y E T E R L İ ! Türk Romanında Bir Kadın İmgesi Işığında Düşünümsellik: MODERNLİK^GELENEK ÇATIŞMASI M E H M E T ÖZAY "Kadının ebediyeti zekasında değil, Tahmindedir. Yeni l<adm, yaratıcılığın merkezini şaşırmıştır. Senin ümitsizli­ ğin buradan geliyor. Pirandello müter­ cimi olarak değil, bir çocuk anası olarak ebedileşebilirsin. -Ya erkek? -Onların içinde de yaratmak için ruh sancısı çekenler müstesna, baba ol­ mayanlar ana olmayanlardan farlcsızdır." mümkündür. Bu noktaları yazının değişik bölümlerinde ele almakla be­ raber, burada kısaca özetlemekte ya­ rar var: Her ne kadar gelenek-modem/lik çatışması’nın verildiği söylense de eserin bizzat başkahramanı da gele­ nekten moderne dönüşümünde bizzat pay sahibi olmaktadır. Eserde sık sık yer verilen iç mo­ nologlar, bize psikolojik bir roman okuyormuşuz havasını da vermekte­ dir. Bu iç monologlar sayesinde özel­ adınların yazarlığa soyun­ likle başkahraman kendisini sigaya masına olumsuz baktığını çekmekte, bir kadın olarak toplumu Berna Moran'dan öğrendi­ ğimiz Peyami Safa, kadına başkadönüştürme görevinde kendi kendi­ siyle hesaplaşmakta, düşünürnselliği rakter rolünü biçmektedir romanla­ (reflektivite) gündeme getirmekte­ rının bir kısmında. Safa, belki kadı­ dir. nın iyi bir yazar olamayacağını, an­ Romanın olay örgüsü, hem gele­ cak bir erkek yazarın elinde iyi bir neğin hem de modernin içine bata roman kahramanı olabileceğini gös­ çıka bir kimlik örgüsü sunmakta termek istemektedir; Cumba'dan olan Cemile etrafında dönmektedir. Rumba'ya ya da Fatih^Harbiye Hemen beraberinde, birlikte yaşadı­ isimli eserlerinde, hem de feminist ğı annesi ve özellikle de ablası gele­ vurguları içerisinde barındırarak. , neğin içinden kişiler olarak yer alır­ Peyami Safa'nın bu romanının lar. Ablasıyla arasında fazla bir yaş tema’sı her ne kadar modem karşı­ sında geleneği temsil eden başkahra-. farkı olmamakla beraber, Cemile'nin vurdumduymazlığı ve zaman manın mücadelesi gibi gözükse de, zaman hararetlenen isyanı karşısın­ eserin yazıldığı dönemden ve yazarı­ da ablası -Şahende- son derece ale­ nın hedefinden farklı bir şekilde ele lade bir yaşamın ortasında yüzüp git­ alınabileceğini söyleyebiliriz. Başka mektedir kendi halinde. bir deyişle, yazara ve dönemine Evlilik yaşını aşmış bir genç ka­ bağlı kalmaksızın şu anda okuduğu­ dın olarak gösterilen Cemile roman muzda bizde bıraktığı izlenimler doğ­ başlangıcındaki daha bu ilk "duru­ rultusunda konuşacak olursak, eseri birkaç değişik açıdan ele almak şuyla" romanda geleneği yansıtan K 1 0 4 Ümran >Nisan -2002 ablasından farklılığı ile dikkat çeker. Ş.omanın başkahramanı Cemile'yi sürekli sahnede tutan ve Cemi­ le istemese de sürekli yönlendirme­ lerine maruz kaldığı kişi olan Tahsin Bey isminde Kayseri'li bir iş adamı tesadüf eseri -Cemile'nin tramvay'da biletçi ile münakaşası sonrası Karaköy'de cadde ortasında devam eden tartışma sırasında imdadına yetişir Tahsin Bey- katılır sahneye. Sanki bir an için bitip gidecekmiş hissi ve­ ren bir rolü vardır. Ancak romanın arka planında Cemile'nin gelenek­ ten (Karagümrük) modeme (Be­ yoğlu) ve BoğaziçVndeki (yalılara) geçiş serüveninin baş mimarıdır. Cemile her ne kadar Tahsin Bey ta­ rafından yönlendirilse de, vakti gel­ diğinde olayları kendi istediği mec­ raya sürüklemesini bilmekte, bunda da ne kadar hünerli olduğunu gös­ termektedir. Modern kelimesinin halk arasın­ da henüz yavaş yavaş yayılmaya baş­ ladığı; halkın modem kelimesinin telaffuzunda bile zorlandığı bir or­ tamda -ki modern yerine monden, monderen kullanılırken (s. 19) eser, Karagümrük'te ikamet eden bir aile­ nin ferdi olan Cemile'nin tesadüfen karşılaştığı bir iş adamının baloya davetiyle açılır. Ev halkı ve yakın komşular balo’nun tesirini derinden derine hissetmekte ve giyim kuşam telaşının yanısıra, Cemile'nin dul kızkardeşi Şahende'nin henüz yedi aylık olan bebeğinin de baloya götü­ rülüp götürülmeyeceği enine boyuna tartışma konusu yapılmaktadır. Bile­ ne bilmeyene söz düşer bu arada. Be­ beğin baloya götürülüp götürülme­ yeceği meselesi ciddi bir problemdir; toplumsal rutinleri kısıtlı, birbirine candan bağlı bir mahalleliyi birden harekete geçirir. Bu mevzuda mahal­ leli ikiye ayrılmıştır. Bir yanda, Ka­ dın Birliği mensupları ve Darülfu- MODERNLİK-CELENEK ÇATIŞMASI /ÖZAY nun öğrencisi modernizm savunU' culuğu yaparken, öte yanda mahal' lenin diğer sakinleri kararı Ocak Re­ isi Hacı Kamil Bey'e bırakırlar. Hacı Kamil Bey'de de modem dönemin icaplarına uyma yönünde değişme görülmektedir: "Kızım, biz şimdi kü­ çük büyük herJiesi asri hayata, hani na­ sıl diyorlar bakayım, moderen hayata alıştırmak istiyoruz. Avrupa'da nasıl­ sa bizde de öyle olacak yavrum. Baloya edebini, terbiyesini muhafaza etmek şartıyla, bakire, seyyide, halime, em­ zikli, emzilisiz, evli, bekar, kundakta yahut ihtiyar, genç, çoluk-çocuk, büyük-küçük herkes gidebilir" (s.20). Cemile, bu cevaba "Yedi aylık ço­ cuk edebini, terbiyesini nasıl muhafaza eder?" diyerek tepki gösterirken, ab­ lası Şahende ise bu görüşü bayağı ciddiye alarak baloya giderken yanı­ na bebek için yedek çamaşır almak­ tan bahseder. Bununla da kalmaz Kağıthane ya da Beykoz çayırına pikniğe gitme usulünü hatırlatan bir şekilde katedecekleri uzun yol so­ nunda acıkacaklarını var sayarak zeytinyağlı sarma dolma, kuru köfte getirilip getirilmeyeceğini danışır Hacı Kamil Efendi’ye. İki dünyanın karşı karşıya geldiği romanda işte böylesi bir tasvir ile öncelikle karşımıza Karagümrük ya­ kası çıkar. Modern yaşamı destekle­ yenleri, desteklemeyenleri, hakkın­ da bilgi sahibi olmayanları ile gele­ neksel değerlerin serpilip boy attığı bir semtten görüntülerdir bunlar. Eser, okuyucularına iki farklı dünyanın gelenek tarafından ele alı­ nışını verirken, başkahramanın duy­ gusal gelişimini ve eğitimini de konu edinmektedir. Başkahraman, toplu­ mun değişik kesimlerinden karşılaş­ tığı her bireyle girdiği ilişkide kendi köklerine -biraz da bilinçsizcesine, içgüdüsel- sadık, karşıdakini yadsı­ yan ancak etkilenmekten de geri durmayan; kendi iç konuşmalarında, muhasebelerinde bir takım ortak noktalar aramaya çalışmaktadır. Ör­ neğin, Tahsin'i değerlendirirken, kendisinden istifade edeceğini düşü­ nürken, bir yandan da zararını gör­ memiş olması ve hatta koruyucu ka­ natlarını germesiyle onu takdir et­ mektedir. Bu iç monologlar bağla­ mında düşündükte, eserde psikolojik havayı yoğun bir şekilde hissediyo­ ruz. Modern hayatın toplumsal dav­ ranış biçimlerinin yeni yeni kurum­ laşmaya başladığı; toplumun üst ta­ bakasının henüz yeni heyecanlarla yaşadıkları tecrübeler, alt tabaka^ lardaki kalabalıkların sadece uzak' tan iştahını kabartmaktadır. Söz konusu modern yaşamı bire bir tec­ rübe etme uğruna var olduğu her şeyden vazgeçmeye hazır olmasının yanısıra bu minvalde yaşadığı her bir tecrübenin ardından kişisel düşünümsellik sürecini de oldukça canlı bir şekilde yaşayan bir başkarakterle karşı karşıyayız eserde. Yazar, romanının başkahramanı olarak bir kadını seçmiştir. Çünkü kadın modernliğin dönüşümünde öncü bir rol oynamaktadır. Cemile'nin mahrem alanını daraltma ey­ lemi ile kendi kimliğini oluşturmaya başlaması arasında çok sıkı bir ilişki­ nin varlığından söz edebiliriz. Kira­ cıları, Selim'le yaşadığı ilk cinsel tecrübesini, Tahsin Bey’in binbir ri­ ca minneti ve de Cemile'nin Kara­ gümrük'ten kaçış planını gerçekleş­ tirebilmesine olanak tanıyan Beyoğlu'na taşınma serüvenini takip eden poker partileri, balolar "Kadın, cin­ selliği ile 'kendini bulma' eylemi bağla­ mında dünyada yer edinmeye çalışmak­ ta oluşuna tipik bir örnek teşkil et­ mektedir. Böylece, Cemile gelene­ ğin, Karagümrük’ün baskısı altında bir türlü kendisi olamamanın acısı­ nı çıkarmakta, en kolay ve basit yo­ lu seçerek moderne doğru olan dö­ nüşümünü -yayıncının ifadesine rağ­ men- yani kendi kimliğini bulma yo­ lunda ilerlemektedir. Eserin başkahramanı olan Cemile karakter itiba­ riyle, cinselliği, modern uygarlığın "hakikati” olarak görerek modern dönemle özdeşleştiren Giddens'ın görüşünü bize hatırlatmaktadır.^ Bu çerçevede, başkahraman olarak bir kadının seçilmesi ve cinsel öğelerin ön plana çıkartılması, modem top­ lumsal yaşam pratiklerinin en iyi ka­ dın eliyle gerçekleştirilebileceğini bize göstermesi açısından bir ömek teşkil etmektedir. Cemile geleneğin dar kalıpları' na sığmayan, içersinde yer aldığı toplumsal kesimin sınırları dışına açılma özlemi içersindeki bir kadın sembolüdür. Ancak bu, gerçekleşti­ rilmesi o kadar da kolay bir tecrübe değildir. Birey her ne kadar eylemlerinde düşünümselliği (yapıp ettikleri üs­ tüne düşünmeyi) gündeme getirse de, gelenek, kurduğu sağlam yapısı ile bireyin mevcut toplumsal kalıp­ ları birden değiştirmesine, sınırları ansızın sarsmasına el vermez. Birey bir yandan geleneğin sağlam yapısı­ na yaslanırken, bir yandan da girdiği toplumsal ilişkilerdeki eylemlerinde sürekli bir düşünümselliği gündeme getirmektedir. Böylesi bir diyalojik ilişkinin yaratabileceği her türlü sar­ sıntıyı roman kahramanı Cemile'nin bireysel yaşamında görmek müm­ kündür. Cemile “geleneksel toplum”un bir ferdi olarak sergilediği tavır ve davranışlarıyla yeşerme sürecindeki modern toplum yapılaşmasında rol almaya ve modem yaşamın nimetle­ Umran-Nisan-2002 105 EDEBİYAT rinden alabildiğine faydalanmaya başlayan bireyleri -bir başka deyişle mutlu azınlığı- etkilediği gibi kendisi de söz konusu bu çevrenin dilinden, tavrından ve hayat görüşünden de etkilenmekte ve böylece diyalojik bir ilişkinin varlığı ortaya çıkmakta­ dır. Örneğin, Büyükdere'de, Mısırlı Prenses'in yalısında balonun verildi­ ği akşam Karagümrük’te çıkan yan­ gını haber alıp eski yaşam alanına döndüğünde görenler lüks bir araba­ nın içinden inen ve göz kamaştırıcı bir giysiye bürünmüş olan Cemile'yi tanıyamazlar. Kendisini savunmak zorunda kalan Cemile Kavaf m oğlu Ihsan'a çıkışarak: "Ne liaçıyorsun? Beyoğlu kızı değilim ben ... Gönül eğ­ lendirmeye gelmedim buraya.. der (s. 334). Karagümrük’teki yangın, Cemile'nin iki dünya arasındaki gidiş ge­ lişlerini ortaya koyan önemli sahne­ lerden biridir: "... Cemilenin yamk tahta kokularına lianşan lavanta koku­ su içinde güzel gözlerinin hu gözlerle karşılaşması îhsan'ı şaşırtmış, utandır­ mış ve önüne haktırmıştı.. (s.334) Yazar, Cemile'yi toplumun gele­ neksel kesimine mensup birisi olarak göstermek amacıyla seçtiği semt ka­ dar, başkarakterin sergilediği tavır ve davranışlar da geleneğin bir ifa­ desidir. Ancak roman boyunca Cemile'nin -eylemlerine haktığmıızda geleneğin sağlam kulplarına tutunulduğunu söylemek son derece zor. Bunurila beraber, başkarakterin, bir zamanların İmparatorluk başkenti­ 1 0 6 Ümran-Nisan‘ 2002 nin eğitim ve hayat standardı bakı­ mından ortanın altındaki halkın ya­ şadığı bir semtten gelmesinin ötesin­ de ciddi anlamda geleneği temsil vasfı taşıdığını söylemek son derece güç. Başkarakter, kısır bir yaşam döngüsünün ortasında, fakirliğin ve eğitimsizliğin batağında, yeni moda hayatlara gezilerde tanık olmanın, bu hayat tarzlarına imrenmenin ve ne olursa olsun bu bataktan bir an evvel -cinsel cazibesinin yardımıylakurtulmanın hedef olarak çizildiği bir karakterdir (s. 11). Yazarın, başkarakteri gelenek yanlısı olarak kur­ gulamasının ardında karaktere biçi­ len naiflik rol oynayabilir. Öylesi bir naiflik ki, kızdığında -adı üzerinde Karagümrüklü Deli Cemile- dobra dobra herşeyi ortaya döken, ancak ardından da bu söylediklerine piş­ man olan bir tip’tir. Cemile, Cumhuriyet sçnrasmda toplumu dönüştürme projesinin kap­ samında, kadının kendi eylemi üze­ rinde düşünümselliği devreye soka­ rak, giderek daha fazla kamusal ala­ na katılmasının, şehir mekânlarında dolaşmasının. Nilüfer Göle'nin de­ yimiyle "toplumsal görünürlük''^ kazanmasının bir örneğini vermek­ tedir. Cemile'nin toplumsal alana çıkışım bir tesadüf eseri karşılaştığı Talisin Bey sayesinde gerçekleşir. 'Cin gibi adam' dediğimiz türden bir tip olan Tahsin Bey, İstanbul'un eğ­ lence abidesi Beyoğlu, zevk ve sefa diyarı Boğa2 İçi’yle tanıştırır Cemi­ le'yi. Başkarakter, şehrin kıyısındaki kendi halinde Karagümrük'ten, şeh­ rin merkezine inmeye başlar yavaş yavaş. Bu iniş öylesine süratli olur ki, kimi zaman iç monologlarla ken­ disini hesaba çeker Cemile. Mekan­ sal genişlemeye koşut olarak Cemi­ le'nin mahrem alanının daraldığını da bize göstermektedir. Zaten roma­ nın hemen başlarında Cemile bunu açık açık dile getirmektedir: "...Ni­ şantaşı'nda bir apartman tutup da hu evi satmazsa, ben ya onun mücevheri­ ni çalıp satacağım. ... süslenip püslenip zengin koca bulacağım. ... yahut Kay­ serili'nin parasını yiyeceğim, birinin mantinotası olacağım, gönlümün sevdi­ ği bir gençle de gizli gizli eğleneceğim. .. " (s. 16) Cemile moderne özgü giyim ku­ şama bürünmesiyle dönüşümü baş­ latan bir simge olarak karşımızdadır. Cemile, kendi bilinciyle kazandığı bu konumuyla toplumun dönüşü­ münde, yeniden yapılanmasında ör­ nek biri vasfını taşımakta ve simge­ sel anlamda kadınların baş aktör ol­ ma özelliğini vurgulamaktadır. Ce­ mile, gelenekte sahip olduğu geniş mahrem alanını daraltma veya ta­ mamen ortadan kaldırma hamlesine girişmiştir. Bu hamlede cinselliğini bir enstrüman olarak kullanmakta­ dır. Cemile, geleneğin kendisine devrettiği mahremiyet olgusunu dö­ nüştürme uğraşı verirken kendi ey­ lemlerini gözlemleyerek ve irdeleye­ rek, yaptığı iç monologlarla bu dö­ nüştürme işine mantıklı nedenler aramaktadır. Kadın -eserde Cemiletoplumsal cinsiyeti erkeklere naza­ ran daha çarpıcı bir değişimi, özdüşünümselliği yakalamış, tek tek ak­ törler olarak toplumdaki dönüşüm ve düşünümlerin yaşanmasına da aracılık etmektedir. Bu bağlamda kadı-nın cinsel özgürlüğü, modernitenin dönüşümünün hızlanmasında bir işlev yerine getirmiştir. Kadınlar, bunu bir yandan aile-içi ve yakın çevreden başlatarak topluma yay­ makta, öte yandan erkek cinsiyeti­ MÜDERNI.İK-GELENEK ÇATIŞMASI /ÖZAY nin de benzer bir dönüşümü yaşama' sına neden olmaktadırlar. Temelde cinsiyet bağlamında görülen bu dö­ nüşüm diğer toplumsal kurumlan et­ kileyebilmektedir.^ Cemile, beraber yaşadığı ablası ve nisbeten annesi­ nin yanısıra Karagümrük'teki kom­ şularının da az da olsa benzer bir tec­ rübeyi yaşamalarına yol açmakta; bununla da kalmamakta, bir şekilde ilişkiye girdiği Tahsin Bey ve kiracı­ larının oğlu Selim'in düşünce dün­ yalarında da kadın imgesinin değiş­ mesine neden olmaktadır. Dolayı­ sıyla modern projenin mimarı /ca­ dın, erkeğe de öncü olmaktadır. Cemile'nin modern yaşamla kar­ şılaşmasını sağlayan Tahsin Bey'dir. Ancak bu karşılaşmalar büyük bir çatışmayı, şaşkınlığı, hayreti ve me­ rakı da beraberinde getirir. Bir balo münasebetiyle Cemile'ye alınan dekolte bir elbisenin na­ sıl giyileceği konusunda tartışmalar yaşanır. Cemile'nin çarşaflı annesi ve ye­ di aylık yeğeni de beraberlerinde ol­ mak üzere baloya “teşrif ederler”. Aslında bütün mahalleli büyük bir istekle baloda yer almak üzere hazır­ lık içindedir, ancak Cemile rezil ol­ mamak adına hepsini başından sa­ var. Fakat modern yaşamın ne olupolmadığı noktasında sahip oldukları bilgisizlik bu grubu komik duruma düşürür. Cemile modem bir toplu­ lukta içine düştükleri durumu anla­ yarak ve daha fazla kınanmamak için kendisini ablası ve annesinden soyutlamaya çalışır. Cemile, yanındaki annesinden ve ablasından bir şekilde soyutlar kendisini. Sahip olduğu fiziki güzel­ liğini bir kat daha artıran üstündeki kıyafetiyle, fazladan bir çaba sarfetmeden zaten diğerlerinden farkını bir şekilde ortaya koymaktadır. Er­ keklerin gözdesi haline gelmesi, arzu ettiği bir yaşamın minik hülyaları içinde kırpıştırmaya başlar. Yazarın modernliğe karşı gele­ neği temsil ettiği varsayılan bir tip' lemeyi savunuyormuş gibi gözükme­ sine rağmen, ortada savunulan her­ hangi bir değer belirgin bir şekilde görülmemektedir. Eserde, Karagümrük gibi geleneksel değerleri simge-sel olaralc temsil eden bir mekandan ve halkın kulaktan dolma bilgilerle yoğrulduğu bir semtten öte gelenek Peyami Safa'nın bu romanının tema’sı her ne kadar modern karşısında geleneği temsil eden başkahramanın mücadelesi gibi gözükse de, eserin yazıldığı dö­ nemden ve yazarının hedefin­ den farklı bir şekilde ele alınabi­ leceğini söyleyebiliriz._________ kültürüne özgü tutarlı bir değer sa­ vunusu görülmemektedir. Tabii bu­ rada, söz konusu eserin bir fikir kita­ bı değil de, halka ulaşmayı hedefle­ yen bir edebi eser olduğunu da gözardı etmemek gerekiyor. Başkarakterin karşısında ise topr yekun modern yaşam nimetlerinden faydalanan bir üst tabaka vardır. Romanda bu “yenilikçi’lere ilk ör­ nek eserin sonlarına doğru Anado­ lu'dan geldiğini öğrendiğimiz, Cemi­ le'nin . tasviriyle "...kabuğu ısmimış çavdar ekmesi suratlı, dasdaracık alınlı; müşevveş bakışlı, katmer gerdanlı, ko­ ca göbekli pastırma aşıklısı..." (s. 68) (^Tahsin Bey'dir. Tahsin Bey, günü­ müzün kasaba tüccarı mesabesinde­ dir. Yaşadığı toprakları bir şekilde terk etmiş ve böylece geçmişiyle bağlarını da büyük ölçüde kopar­ mış ve geçmişiyle arasındaki tek bağ kullandığı -belki de kurtulamadığıAnadolu şivesi olan, paranın ve eğ­ lencenin tutkunu haline gelen Tah­ sin Bey'in aksine Cemile, İstan­ bul'da alt tabakaya mensup insanla­ rın yaşam sürdüğü bir semtte yetişen ve bu hayatı -ekonomik sıkıntıların had safhaya vardığı, dıUıya nimetle­ rinden faydalanılamadığı bir hayatı- kıyasıya eleştiren bir karakter olarak karşımızdadır. Yayınevi imzasıyla yazılmış ön­ sözde Cem ile'ye "erkek gibi kadın, işte kendini savunan Türk kadını" nitelemesinde bulunulur. Cemile' okumuş yazmış bir karakter olmasa da, geleneğin pişirdiği bir kadındır ve Batı modernleşmesinin ivme ka­ zanıp halk nezdinde kabul bulmaya başladığı bir dönemin gelenek savu­ nuculuğunu üstlenir. Yayınevinin bu tespitine rağ­ men, yazar sanki bunun tam aksini ifade etmek istermiş gibi, kahramanı Cemile'yi salt alafranga^ya karşı alaturka'nin her türlü olumsuzluğu­ na rağmen savunucusu kılmanın ya­ nında cinsel kimliğini de son derece açık ve net bir şekilde ortaya ser­ mektedir. Eserin henüz başlarında, her zamanki gibi mahallelinin bir dolu gürültüsüyle uyanan Cemile, yaşadığı mekan ve insan ilişkileriyle kendisini özdeşleştirememenin bir nevi intikamını alır; aynanın karşısı­ na geçip, kendi güzelliğini methet­ meye başlayarak: "Bu gözlere yazık değil mi? Bu zencefilli akide kırmızısı dudaklar kimde var? Bu iki yumruk gi­ bi kalkan göğsü, Şişli aşifteleri askısız böyle durdursunlar... Göreyim baka­ yım. Budala herifler, budala!.... C e­ mile bu salaşpur evde başını demire çarparak paralasın da siz Beyoğullannda saçlarını çocuk kalçası rengine boya­ yan şıllıklara para yedirin....... Şu yu­ muşacık yaylı belin inceliğine bakın, şu omuzların kırılıp dökülüşüne bakın!" (s. 11) Cemile, bu tavrıyla hem gele­ neksel kesimdeki kadınlardan farkı­ nı cinselliğini ortaya koyarak göster­ mekte hem de alafranga hemcinsle­ rine, sahip olduğu cinsel cazibesiyle meydan okumaktadır. Eserin dili hakkında ise şunları söyleyebiliriz: Yazar, Cemile'nin deli dolu konuşmaları, Tahsin Bey'in Kayseri şivesini olduğu gibi aktarma­ sı ve okumuş yazmış takımının -özel­ likle Üniversite öğrencisi Selim'in, Unvan-Nisan .2002 107 EDEBİYAT Beyoğlu'na taşınıldıktan sonra gidi­ len balolarda karşılaşılan zengin ve okumuş kesimin ağdalı, gramatik, Cemile'nin tabiriyle mektepli ağzıy­ la- konuşmaları romandaki dil kulla­ nımına bir genişlik kazandırdığı gibi bu karakterler vasıtasıyla değişik toplumsal kesimler romanda temsil imkanı da bulmuş olur. Romanda geçen her bir karakte­ rin yetiştiği kültür ve toplumsal dü­ zeyi yansıtacak ve canlı kanlı diyebi­ leceğimiz bir romanın oluşumunda etkin olduğu söylenebilecek bir dil kullanılmıştır. Karakterlerin birebir konuşmalarının haricinde anlatıcı­ nın dil kullanımda bir estetik kaygi' nm varlığı da söz konusudur. Öi-dpğin şu alıntıda olduğu gibi: "Dişleri­ ni o Icadar sıkmıştı ki, parmağı kanadı. Nedense bu kırmızı renk birdenbire ho­ şuna gidiyordu. Kanın diş yerlerinden benek benek sızarak parmağın üstün­ den avuç tarafına doğru böcek sinsili­ ğiyle yürüyüşüne baktı, kızıl rengin içindeki vahşi teselliyi diliyle tatmak iftiyormuş gibi parmağını yaladı." (s. 188) Eserde, Türk modernleşme tari­ hinin gelenekle mücadelenin impa­ ratorluk sonrasındaki devamı olarak resmi anlamda da koptuğu tarih dili­ minin akabinde gelişen olaylar gele­ neğe galebe çalma yolunda hızla ilerlemektedir. “Modern hayatın ni­ metleri” yavaş yavaş halk tabakasına yayılmaktadır. Geleneksel kesime mensup kadının eğlence maksatlı “şanlı” Beyoğlu ve civarındaki gezi­ lerinde, özellikle bu bölgede yoğun olarak boy gösteren yerli zenginlerle azınlık ve yabancı kadınların mo­ dern tavır ve hareketlerini süsleyen giyim kuşamlarına içten içe imrenil­ mektedir. Cumba'dan R um baya isimli roman, kahramanın iki dünya arasında oynadığı rol, yazarın kahra­ mana biçtiği söylem ve eserin bitişi dikkate alındığında didaktik bir ro­ manla karşı karşıya kaldığımızı dü­ şündürtmektedir bize. Cemile, bir milli kahraman ola­ rak sınanmakta, kadın olarak seçil­ 1 0 8 Ümran •Nisan -2002 mesi kahramanın, yazarın feminist bir yaklaşımından ziyade kadının modem dönüşümünün birincil nes­ nesi olmasından kaynaklanmakta­ dır. Cemile sınanmaktadır; eylemleri ile hem kendisi hem de mensubu ol­ duğu toplumsal kesim sınama işlemi­ ne tabi tutulmaktadır. İsminin Ce­ mile ya da Neriman -Fatih-Harbiye romanındaki başkarakter- olması fark etmez, çünkü işlev kim olursa olsun aynıdır. Yani, başkahramanların işlevleri romanların kurgusunda biricik öneme sahiptir. İşlevlerin di­ zilişi de romanlarda aynı sırayı takip etmektedir. Eserin değerlendirmesini madde­ ler halinde,, kapsamlı bir şekilde ele alacak olursak: a. Cemile'nin eserde yaşanan modernleşme sürecine katkısını gü­ nümüz sosyal teorisyenlerinden Anthony Giddens'in diliyle ifade edecek olursak, mekan bakımından farklı boyutlarda olan aktörler -ki, eserde Karagümrük gibi geleneğin topyekun hissedildiği bir mekandan gelen bir aktör olarak Cemile, Be­ yoğlu ve Şişli sakinlerinin modern kalıpların yerleşmesine katkılarına eşlik etmektedir- benzer eylem ka­ lıplarını sergileyerek modern top' lumsal davranılın yerleşmesinde pay sahibi olmaktadırlar.^ b. Cemile, yaşadığı toplumsal ke­ sime ve özellikle de kendine dair düşünümsel bir tavır geliştirerek Giddens'ın "yüksek modernlik"deki^ aktör vasfını sergilemektedir. c. Cemile, Türk toplumunda "mahremiyetin dönüşümü”nü orta­ ya koyan mikro bir örnek olarak kar­ şımızda durmaktadır. Bu bağlamda kadının -eserde Cemile'nin- cinsel özgürlüğü modernitenin dönüşümü­ nün hızlanmasında bir işlev yerine getirmiştir. Temelde cinsiyet bağla­ mında görülen bu dönüşüm, kadın aktörün cinsel hayatındaki, Cemile örneğinde eşini seçme özgürlüğü ve cinselliğini bir koz olarak kullanma en yakın çevresinden başlayarak eserde ablası Şahende'nin kendi is­ teğiyle Tahsin Bey'le ilgilenmesi ve nihayetinde evlenmeleri- diğer top­ lumsal kurumlan da etkileyebilmektedir.6 d. Cemile'nin cinsellik planın­ daki dönüşümü, cinselliğini rahatça ortaya koyabileceği giysilerle başlar. Baloda giyeceği dekolte giysi bunun ipucudur. Hatta öylesine yabancı bir alanda bir tecrübedir ki, üç kadın da -Cemile, ablası Şahende ve komşu­ ları Hafize- elbiseyi Cemile'nin sırtı­ na geçirene kadar akla karayı seçer­ ler. Sırtı bele kadar açık olduğun­ dan, elbiseyi ters giydirdiklerini zan­ nederler. İkinci denemede bu sefer göğüsler açıkta kalır. Sonunda "Balo elbisesi böyle olacakmış. ArJca, omuz­ lar, kollar, göğüs dekolte!" (s. 86) de­ nilerek sırtı bele kadar açık dekolte giydirilir. Aile içindeki kadınlar ara­ sında bile böylesi bir giysinin yerinin olmadığı geleneğe muhalif tavrı, Ce­ mile'nin önderliğinde ablası da tec­ rübe etmek ister. "Ben ne yapaca­ ğım?", der. "Beyaz krepdişin buluzumdan başka elbisem yok. Onun da göğsü kapah, kollan uzun!" Hafize akıl ve­ rir: "Kollan yukarı kıvmver! Maksat kollan göstermek değil mi?" "Doğru ama göğsümü ne yapayım?" (s. 87) e. Cemile, gelenekte yoksun ol­ duğu, genelin içinde eridiği bir ko­ numdan 'kendisi' olabileceği, farkedilebileceği yeni kimlik arayışını, yani 'kendini bulma'yla,'^ kendi kim­ liğini bulma iİe bir tutmakta ve dün­ yada yer edinmeyi cinselliği ile ya' kalamaktadır. m Not; Yazıda, esas alınan / incelenen metin: Peyami Safa! Cumba'dan Rum baya / Ötüken Y a y ./4 l4 sy f. 1 Özay, M ehm et, A n th o n y G id d en s ve S o s ­ y o lo jisi, İstan b u l; A ç ılım k ita p , (b ask ıd a), s. 126. 2 G ö le , N ilüfer, M odern M ahrem , s. 70. 3 Özay, a. g. t., s. 122. 4 Özay, a. g. t., s.68. 5 A .g. t., s. 72.. 6 A .g .t., s. 120. 7 A .g .t.,s . 126. 2002 odemiteyle birlikte yaşa­ nan anlam kaymalarının da katkısıyla önceleri, an­ cak öteki zihin etkinlikleriyle uğraşanlarca ilgilenilen edebiyat, bir ye­ ni muhatap buldu kendisine: orta sı­ nıf; özellikle de bu sınıfın kadınları. Çoğun kentte doğup büyüyen ve es­ ki soylular kadar olmasa da onlara yakın bir eğitimden geçen ve böyle­ likle de zevkleri atalarınınkine göre epey incelen kentli erkeklerin, ken­ dilerinden daha yukarıdaki sınıflara uyum sağlamak için çırpınan eşleri, sosyeteleşmenin bir ön aşaması ola­ rak ilginç partiler tertiplemek, güzel dans etmek, piyano çalmak, hoşsoh­ bet tadı katacak bir genel kültür dü­ zeyine ulaşmak durumundaydılar. Bunun için, o sıralarda gündemdeki dedikodu konularının yanında gözde olan müzik parçalarını, gösterimdeki oyunun kulisinde gerçekleşenlerle M birlikte sahnelenen oyun hakkındaki genel geçer yargıları başkalarına aktaracak ön donanıma ya da yakın­ larda verilecek konserin ara bölüm­ lerini ayırt edebilecek düzeyde olsun bir müzik bilgisini edinmek zorun­ daydılar. İşte bu zorunluluk, bugün kentsoylu kültürü denilen ve ne pas­ toral kültürle, ne de onun tam karşı­ tı soylu kültürüyle örtüşen yeni bir kültür türü doğurdu. Doğan bu yeni kültürün berabe­ rinde getirdikleri arasında edebiyata özgü yeni türlerle birlikte yeni bir edebiyat ilgilisi türü de var. Bu yeni ilgililer, önceki edebiyatseverler ya da edebiyatçılardan birçok bakım­ dan ayrılmaktaydılar. Edebiyat Ne İşe Yarar? Bu benzemezliklerin başında, edebi­ yata zaman zaman muhatap olan ve onu kendi meramını daha sağlıklı aktarabilmek için uygun bir araç gi­ bi kullanmaya niyetlenen anlayış gelmekteydi. Belki de şaşılmaması GÜZELLİĞİN DİLİNİ YENİDEN İNŞA H A SA N A L! YILDIRIM Ne i§e mi yarar sanat? Sanat ürününe bakıp "Ne mutlu bana! Böylesi şeyler yakamıyorum” dedirtmeye. Alberto Somitera gereken bir durum olarak ülkemizde günümüze değin geçerliliğini koru­ yan bu anlayışa göre edebiyat, ancak bir başka işe yaradığında, örneğin bi­ limsel bilgilerimizi çekidüzenli bir biçimde ifade etmemize veya felsefi düşünceleri ya da derin toplum çö­ zümlemelerimizi dillendirmemize katkı sağladığınca değerliydi. Bu il­ kel anlayışa göre edebiyat, ancak işe yaradığında önemliydi. İşte bu anlayışta olmayan, edebi­ yata kendi hatırı için yakınlaşan, bu­ na karşın birinciden pek de farklı ol­ mayan bir değer düzeyinde başka bir edebiyat anlayışı var ki o da edebiya­ tı yalnızca anlatılandan ibaretmiş gi­ bi saymak. Bu anlayışa göre edebi­ yat, neyi nasıl söylediği görmezden gelinecek, neyi niye anlattığıyla önemsenecek bir etkinliktir. O yüz­ den de bu anlayış, edebiyatı içeriği­ ne indirger ve onun dışındaki öğele­ meyen nitelik... Ancak başka öğe­ lerle birlikte meramı güzel ifade bir araya geldiğinde edebiyatın varlığı sorgulanabilir. Yeni Okur Tipi: Kadın Bir sonraki yüzyılda artık kadın bes­ tecilerin bir bir sökün etmesi bek­ lentisiyle kadınlar tüm 18. yüzyıl bo­ yunca, neredeyse o güne değin er­ keklerin bile yaşamadığı denli sıkı bir müzik eğitiminden geçtiği halde, ününü hak eden bir çok kadın virtü­ öz yetişmesine karşın müzik tarihine malolacak bir tek kadın bestecinin çıkmamış olmasına benzer bir şekil­ de, edebiyata da çift elle sarıldılar ve o güne değin erkeklerin entelektüel etkinlikle yorulan zihinlerini din­ lendirmek için tercih ettikleri yol­ lardan biri durumundaki bu ‘söz sa­ ri, en hafifletilmiş ifadesiyle süs dü­ natına’ yeni bir kullanım alanı ka­ zandırdılar: dedikodu. Artık başta zeyinde görür. roman olmak üzere edebiyat, kadın­ Bu kabulle kimi bakımlardan ör­ tüşen, bazı açılardansa karşısına alan üçüncü kabul ise edebiyatı yalnızca lar için yeni bir tüketim alanıydı. Bu anlayışa göre edebiyatın biricik ama­ meramı güzel ifade etme olarak an­ cı vardı: sürükleyici maceralar anlat­ mak. Böylelikle artık birbirine ben­ lar. Edebiyat ilgililerinin handiyse zeyen dedikoduların yitirdiği sürük- tümünün içine girdiği bu anlayış, ilk bakışta sanki zaten edebiyatın asıl leyiciliği, edebiyatın düşkurdurtucu niteliğiyle gidermeye çalıştılar. ereğiymiş gibi de görünebilir. Ne ki bu belirgin bir yanılsamadır çünkü ve çoktan toplumun en alt katman­ Üç yüz yıl önce Batı’da yaşanan meramı güzel ifade etme edebiyatın larına inen bu anlayışın benzerlerini yeter şartı değil gerek şartıdır. Yani günümüz Türkiyesi’nde anlı şanlı edebiyatın olmazsa olmazı ama ol­ edebiyat uzmanlarının tutumunda masında da edebiyatı gerçekleştir­ görmeyi nasıl açıklamalı? Bizdeki Ümran’ Nisan-2002 109 EDEIÎİYAT edebiyat tutumu, neredeyse kuram çalışmalarından, dahası kimi sakın­ calar barındırmasına karşın eleştiri tarihinden habersiz kalmayı marifet sayar. Böyle bir tavır, edebiyatı yal­ nızca konuya indirgemekten başka bir sonuç doğurabilir miydi? Bunda edebiyat kuramları üzerinde çalışmaktansa yalnızca edebiyat tarihi üzerinde odaklaşmanın payı büyük ama ya gerisi? Bizdeki edebiyat anla­ lerinden belki haberdar olan ama bunun tekniğini yeterince kavraya­ mamış bir yazarın ürünü olduğu an­ lamını taşır. Çünkü edebiyat, ne za­ man bilgi aktarım öğesine dönüşürse o zaman asli amacından saptırılıyor demektir. Hele modern edebiyat söz konusu olunca bu en başta metnin tekanlamlılığı dışlamasıyla çoktan dışarıda bırakılan bir nitelik haline gelmiş durumda. yışı, (edebiyat üretimi bir yana) he­ nüz ancak sosyal bilimlerin ışığında ele alınabilme aşamasına ulaşmış du­ rumda; o da yine konu düzleminde. Kadın okur tipinde somutlaşan bu edebiyat ilgisinin özünde, edebiyatı bir tür ‘bilgilenme’ aracı görmek yat­ makta. Öbür yandan edebiyat moderniteyle birlikte meramı anlatmanın handiyse dışında, bizzat meramı kendi konusu kılma, başka bir ifa­ deyle, meramın aracı sayılan dili amaç edinme yolunu çoktan tutmuş­ tu bile. Bildirmek Değil Sezdirmek Ne ki edebiyatın alanına girmeyen handiyse tek şey bilgi. Eğer bir ede­ biyat eserinde kimi bilgi kırıntıları ya da düpedüz bilgiyle karşılaşılmışsa bu o eserdeki bilgi değerinin düzeyi­ ne değil, o bilgi üzerinden meramın aktarılmasında başvurulan bir yar­ dımcı öğeye işaret sayılmalı. Bu durum, modern edebiyatın merkezinde yer alan dil ya da daha açık ifadesiyle zihin sorunsalı için de aynı oranda geçerli. Modem yazar, dil'zihin doğrultusunda kimi bilgile­ ri aktaran bir bilgin konumunda de­ ğil, belki bu sorunsalı kimileyin kah­ ramanlarına ‘giydirerek’, kimileyin de onların eylemlerinden yansıtarak aktarır okuruna. Dil-zihin sorunları"nın resmi geçidine rastladığınız her türlü kurmaca, modern yazma bilgi­ 110 Um ran. Nisan. 2002 Nedir Edebiyatın Asıl Amacı? Bir başka zihin etkinliğinin gerçek­ leştiremeyeceği bir tarzda ‘insan’ı kendine konu kılma ve bu konu kı­ lışta da insanı ‘hal’ içinde yakalaya­ rak bu ‘hal’i başkalarına da aktarıla­ bilir kılma... ‘Hal’den yola çıkarak anlatılan bir insanla, ‘hal’den yola çıkarak anlaşılabilir bir insan yarat­ ma... Bilimin olguları ve nesneleri ölçüp biçerek elde ettiği kesinliği edebiyat, ‘insan’ın hallerini keskin­ leştirerek yakalar. O yüzden, bütün zamanlar için geçerli bir bilgi iddiası değil de bir ‘an’ın bütün zamanlar için geçerli kılınma çabası amaçlanır edebiyatta. Böylelikle edebiyata mu­ hatap olan kişi, bilime muhatap ol­ duğu gibi kesinlik kazanmış bazı bil­ gileri bilebileceği ve bildiklerini baş­ kalarına aktarabileceği kimi dona­ nımlar edinmek yerine, insanın hal­ lerine dair kimi edinimleri ‘sezinler’ ve bunları bir başkasına aktarmak­ tan çok kendisi için içselleştirir. Burada hemen akla gelmesi olası bir başka soru da bilgiye göre edebi­ yatın ne diye daha zayıf bir konum­ da durduğu. Öyle ya, biri tüm za­ manlar için geçerli (ve gerekli) bir bilgi aktarıyorken öbürü ne zaman işe yarayacağı, dahası işe yarayıp ya­ ramayacağı bile kuşkulu bir edinim sunmakla yetiniyorsa bu edebiyattan değil bilimden yana olmamızı gerek­ tirmez mi? Burada hatırlanması gereken şu: insan, nesnelerden ve olgulardan önce kendini ve hemcinsini tanı­ mak istemez mi? Kişisel bilgiden çırpınırcasına kaçan bilimin bıraktığı ‘kişisel’ boşluğu, edebiyattan daha iyi ne doldurabilir? Çünkü biliyoruz ki edebiyat, kişiyi ‘kendi’ kılmaya en çok yardımcı olan zihin etkinliği. Çünkü biliyoruz ki bilim ve felsefe türündeki etkinliklerle edinilen bil­ giler, yan tutmayan ve genel geçer bir tutum izlemek zorundayken ede­ biyat bu ikisinin tersine, taraf olmak tavrını sergileyen ve tavrı muhatabı­ na da aşılayan bir tutum içerisinde. Üstelik bilim, kendinde başlayıp bi­ ten yalınkat bir bilgi sunarken ede­ biyat anlatımı, içiçe geçirilmiş an­ lam katmanlarıyla muhatabına aynı ‘an’da birden çok bilgiyi sezinletme kudretinde. Böylelikle tir kişiden yola çıkarak ifade edilen son derece kişisel bir bilgi, bir başka kişi için onsuz edilemeyecek bir öneme kavu­ şabilir. Evet, sonuçta söz konusu olan kişisel bir değerlendirmedir ama kişiler arası iletişimin ve insana E N E M E dair maluem bLlgilerin bir nesilden öbürüne aktarılmasının en emin yo­ lu da bu değil midir? Burada bilimin elini kolunu bağ­ layan, yapısı gereği kendisinde bulunmast zorunlu kimi nitelikler: de­ netlenebilirlik, sınanabilirlik, ölçülebilirlik, yinelenebilirlik, tüm za­ manlar için geçerlilik gibi. Bu nite­ likler bilimi bütün zamanlar için ge­ çerliliğini savunduğu bir konuma yükseltirken aynı zamanda edinilen bu bilgilerin kendinde başlayıp biten özellikte olmasını da kesinler. Hal­ buki edebiyat, insanı bir nesne ola­ rak ele almaz; onun bir varlık oldu­ ğunu hiçbir an göz ardı etmediği için de sonuçta söz konusu olan bilgi, bi­ limde, dahası felsefede olduğu gibi kapalı devre bir gerçeklik değil, in­ san doğasına özgü bir doğallık barın­ dırır. Araç Dil, Amaç Dil Burada dilin kullanımı da önemli. Bilimlerin ve felsefenin kendine özgü, bir anlamda ‘teloıik’ sayılabile­ cek ve ancak o jargondan haberdar­ larca gereğince anlaşılabilen bir dil kullanmasına karşın edebiyat, bizzat kendisi ‘dil’ olduğu için kendisine muhatap olanı bu dille yüzleştirir. Zaten edebiyata muhatap olan kişi, o dili o ana değin edinmiş olan değil, ®:;:1 o anda edinendir. Bilimde kişiden kişiye değişme­ yen kesinlik hedeflenirken edebiyat­ ta kişiyi değiştirecek keskinlik he­ deflenir. Peki nasıl yakalanır insanı değiş­ tirecek bilgi? Sakın, moderniteyle iyice unut­ tuğumuz güzelliğin dilinin yeniden inşaı biricik çözüm yolu olmasın!. Şu artık gelenekte kalan ve Batı’nın hiç bilmediği güzellik dilinin... ■ YENİ BİR DUYARLILIK GEREKİYOR A TA SO YM Ü FTÜ O Ğ LU G ünümüzde düşünsel, kül­ lumları aşağılayacak biçimde eti­ türel, entellektüel haya­ ketleyerek yapay ve rencide edici ta hakim olan kavram- hiyerarşiler oluşturdu. sallaştırmalar, insani, ahlaki, ilmi İçerisinde yaşadığımız dünyayı temellerden yoksun, ideolojik, po­ Batının kavramsal ufkuna göre dü­ litik çerçevesi olan kavramsallaş- şünmek, görmek zorunda değiliz, tırmalardır. Aynı şekilde, düşün­ içerisinde yaşadığımız dünya sel, kültürel, sosyal, toplumsal de­ Amerikan tercihlerinden ibaret. ğerlere hitap eden modern değer­ Amerikan tercihleriyle sınırlı bir ler de, saldırgan , kibirli, ırkçı, ay­ dünya değildir. Polemiğe dayalı rımcı değerlerdir. Modern kav- bir dil ve yaklaşımla gerçeğe bü­ ramsallaştırmalar ve değerler, bi­ tüncül anlamda ulaşamayız. Bir limsel ve teknik başarıların kimi aşırılığa ve duygusallığa düşme­ ırklara göre özgün bir özellik oldu­ mek, ucuz karşıtlıklara yaslanma­ ğu, kimi halkların ilerlemeye-ge- mak için, modernin geleneksel lişmeye fıtraten kapalı bulunduk­ olana geleneksel olanın modern l­ ları ve modernleşmenin yalnızca olana anlayışla yaklaşması, ideolo­ Batı’ya özgü bir süreç olduğu ya­ jik bir karşıtlığa meydan vermeksi­ i nılgısı ve saplantısı içerisindedir. zin her iki anlayışın birbirlerinin Bu nedenledir ki, modern tarih kabul edilebilir yanlarına yer ver­ boyunca hiç değişmeyen sömürge meleri gerekir. Batılı kibirli kav­ mantığına dayalı uluslar arası iliş­ ramları hiçbir şekilde değiştirme­ kiler, bu gün de aynı yaklaşımla yen kalıp/paket kavramlar halin­ sürdüıiilüyor. Bu mantık. Batılı ol­ de, evrensel geçerliliği olan kav­ mayan toplumları uygarlaştırılması ramlar olarak kabul edemeyiz. gereken barbarlar olarak görüyor. Batı dünyası farklı değerleri, Modernleşme, Batılı olmayan değer ve anlam sistemlerini anla­ toplumlara ideolojik bir içerikle mak ve bunlarla bir şekilde uzlaş­ Batı bilim ve endüsti'ileşme anla­ mak yolunda bir çaba harcamadığı yışı kutsanarak ihraç ediliyor. İde­ için insanlık sürekli bir çatışma olojik içerikle ihraç edilen mo­ durumu yaşıyor. Modern Dünya dernleşme siyasetleri batılı top- Islami değer dünyası karşısında Uınran-Nisan ‘ 2002 111 i■ DENEME çok açık bir körlük içerisindedir. vb. alanlarda kendi özgün modem- Ne modemite, ne de geleneksellik Tiklerini gerçekleştirmişlerdir. nihai bir tarz olarak kabul edile­ Yeni bir varoluş mücadelesi ye­ mez. Modern standartlar gelenek­ ni bir duyarlılık ister. sel anlayış biçimlerini, geleneksel Yeni bir varoluş mücadelesi anlayış biçimleri de modem stan­ ufukları genişletmeyi ve büyütme­ dartları dışlayıcı ucuz etiketlerle yi gerekli kılar. dışlamamalıdır. Geçmiş özlemi merkezinde yo­ Yeni olanı meşru, eski olanı ğunlaşan ve günümüzün belirleyici gayri meşru telakki eden bir anla­ güçlerine, dinamiklerine yabancı yış temelsiz olduğu gibi, eski olanı kalan bir kültür yeni bir duyarlılık meşru, yeni olanı gayri meşru te­ gerçekleştiremez. lakki eden bir anlayış da aynı şe­ Dünya hakkında kapsamlı ve kilde temelsizdir. Yeni olanın bar­ gerekli bilgiye sahip olmayan, barca dayatılması, geleneksel ola­ dünya çapında iletişime ilgi ve ih­ nın barbarca inkarı aşırı ve hasta­ tiyaç duymayan toplumlar dünya­ lıklı bir saplantıdan ibarettir. Tek nın dışına sürüklenirler. boyutlu olmayan bir modernlik ge­ leneksel kurumlardan ve yapılar­ dan yararlanabileceği gibi, tek bo­ yutlu olmayan bir geleneksellik de modernliğe açık olabilir. T ek bo­ yutlu bir geleneksellik ne kadar tehlikeli ise, tek boyutlu modern­ lik de bir o kadar tehlikelidir. Na­ sıl tek boyutlu ve tek yanlı seküler bir anlayış insanlığın dili olamı­ yorsa; bunun gibi tek boyutlu, tek yanlı bütünlükten yoksun bir din anlayışı da insanlığın dili olamaz. Modern tarihte seküler anlayış ev­ rensel değer yargılarına kapalı, bir Hakikati temsil eden bütüncül demek, eski ilişki biçimlerine, eski yapılara, eskiye dönmek olarak yo­ rumlanamaz. Dini anlamları ve de­ ğerleri içerecek şekilde siyaset yap­ mak, bir anlam ve değerler siste­ mine bağlı olarak bir siyaset zemi­ ni ve ufku açmak anlamına gelir. Dini yanlızca geçmişe özgü bir ger­ çeklik ve batıl inanç olarak gör­ mek, modernizme özgü bir bağnaz­ lıktır. Kendimizi, imkanlarımızı, biri­ kimimizi, kavramlarımızı, kurumlarımızı yeniden tasarlayabilmeli- anlam içermeyen siyasal bir söy­ yiz. Kavramsal kuraklığı aşabilme­ lem oluşturmuştur. liyiz. Bunları yapamadığımız tak­ ve derinlikli düşünce bütün yolları açar ve bütün engelleri aşar. Alışkanlıklarımızı rahatsız etse de, yeni düşünsel ufuklar üzerinde yoğunlaşabilmeliyiz. îslam ve Müslümanlar, tarihi inşa ederken, evrensel bir uygarlık kurarken, yalnız tevekküle, sabfa, duaya ve beklemeye dayalı bir ha­ yat anlayışına sahip değildi. îslam, insanlık hayatının bütün boyutla­ rına yönelik eylemler, araştırmalar ilgiler, ilişkiler, yapılar üreten bir anlayışla tarihe egemen oldu. A k­ la, bilgiye, araştırmaya, üretmeye ilgi ve saygının azalmasıyla birlikte biçim lerini tirde, bu günün tarihi karşısında meşru, dini değerler içeren siyaset daha zayıf bir konuma itilebiliriz. bekleme, tevekkül dönemine gir­ arayışlarını gayri meşru telakki Tıkanan, durgunluğa maruz kalan, diler. eden anlayış, ideolojik/politik re­ kendisini tekrar eden, her söy­ kabetten kaynaklanan bir anlayış­ lem/kültür yeni ilişkiler, yeni çer­ çevremizi yaşanılır kılmaktan çı­ tır. Bir iktidar söylemi olan mo­ çeveler, yeni yapılar, kavramlar ve k a r^ , modern, seküler araçsalcı dern siyasal söylem, modern siya-_ kurumlar suretiyle dünya görüşlerinin ufkumuzu ka­ set biçimlerini, güvence/koruma kendi özgün modernliklerini ger­ patmasına izin vermemeliyiz. Çün­ altına alabilmek için, rakip siyaset çekleştirebilir. N itekim Müslü- kü her şeye rağmen, İslam düşün­ biçimlerini tarihin dışına sürmeye manlar İslam’ın ilk yüzyılı içerisin­ cesinin, kültür ve uygarlığının bü­ çalışıyor. Dini anlamları/değerleri de bilimlerde, sanatlarda, estetik­ tün bir insanlığa önereceği çok şey de içerecek şekilde siyaset yapmak te, mimaride, felsefede, siyasette var. Modern siyaset 1 1 2 Ümran • Nisan • 2002 oluşturmak İslam toplumları bir durgunluk, İnsanı insanlıktan çıkaran, B ir gün Manchester’da tele­ fonum çaldı ve telefondaki ses zor anlaşılır bir İngiliz­ SİERRA LEONE NOTLARI ceyle Sierra Leone'den aradığını ve bu ülkedeki hastanelerin acil ihtiyaçları KANİ TO RU N olduğunu belirterek yardım talep ediyordu. Tam da operasyonlarımızı Afrika’ya kay­ dırma kararı verdiğimiz günlerde bu bir sürpriz olmuştu. Telefonda­ ki ses o kadar ısrarcı idi ki, dalıa önce Uganda ve Nijerya’dan davet sini ele geçirmişler ve yıllarca yasa 1ar ile hıristiyanlar arasında bir geldiği halde, önceliği Sierra Le- dışı elmas ticareti yapıp savaşı fi­ gerginlik yok. Ancak şu anda ülke­ one’ye vermeye karar verip Mart nanse etmişler. Bugiın artık gü­ de çalışsın yabancı yardım örgütle­ başında bu ülkeye gittim. venliği Birleşmiş Milletler askerle­ rinin tamamı hıristiyan ve gizli- Şimdi diyeceksiniz ki orası da ri sağlıyor. Mayısta seçimler var, açık hıristiyan propagandası yapı­ nere? Sierra Leone Batı Afrika’da herşey normale yavaş yavaş dönü­ yorlar. Gine ile Liberya arasında Atlas yor. Bizi davet eden zat Şeyh Ha­ okyanusuna bakan şirin, küçük bir Sierra Leone dünyanın en fakir mid Kanneh Kuveyt’te okumuş ülke. 4.5 milyon nüfusu var. Nüfu­ ülkelerinden biri. Özellikle sağlık uyanık bir müslüman (bizi de in­ sun %70 i Müslüman, %20 si Hı­ göstergeleri çok kötü. Bebek ölüm ternetten bulmuş). Burada dini ristiyan, geri kalanı Animist. Yerli hızı binde 315 ile dünyada en yük­ tedrisat gören herkese Şeyh diyor­ dillerine ilaveten İngilizceyle karı­ sek ülkeler arasında (bu oran Tür­ lar (bizdeki hoca karşılığı). IIYL şık bir dil konuşuyorlar(pıgeon kiye’de 30, İngiltere’de 7). (Uluslarası Müslüman G ençlik English); resmi dil ise İngilizce. Ülke zaten eski bir İngiliz sömür­ gesi. 1990’dan beri devam eden iç savaş yaklaşık 100 bin kişinin ha­ yatına malolmuş. Binlerce insanın Şu andaki devlet başkanı ElHac Ahmet Kabbah bir müslü­ man, isminden de anlaşılacağı gibi Birliği) adlı merkezi Kuveyt’te olan bir teşkilatın bölge başkanı. Uçağımız Londra’dan gece aynı zamanda hacı. Kabine’nin ya­ kalktı ve yaklaşık 6.5 saatlik bir rısı hıristiyan. Ülkede müslüman- y o lc u lu k ta n sonra S ie r r a Le kolu, ayağı isyancılar tarafından kesilmiş.Birleşik Devrimci Cephe (RUF) adlı Liberya’nın hıristiyan devlet başkanı Charles Taylor ta­ rafından desteklenen isyancılar herşeyi iınlıa etmişler. Milyonlarca insan kendi ülkesinde göçebe ol­ muş, daha güvenli bölgelere göç etmiş. 2000 yılında imzalanan ba­ rıştan sonra insanlar yavaş yavaş köylerine dönmeye başlamış. Sier­ ra Leone zengin elmas yataklarına sahip. Zaten savaşın sebebi de bu­ ralara sahip olmak. İsyancılar, ül­ kenin elmas çıkarıhm doğu bölgeUmrem.Nisan ‘ 2002 1 1 3 İZLENİM karde.şlerinin ülkeye yatırım, yap­ ması dileklerini iletti. Bize de ül­ kenin doğusunda bulunan elmas yataklarını olduğu bölgede çalış­ mamızı tavsiye etti, şu anda orada çalışan yok; hastanenin dummu bir facia (hiç bir malzemesi yok). Burada ki en önemli ziyaretim­ de tabii Cuma günüydü. Cuma na­ mazından önce bizim şeyhin adamları camiye benim geleceğimi haber vereceklerini söylediler; ta­ bii ben itiraz ettim; ne gereği var, one’nin başkentine yakın Lungi yonları andırıyordu. Tek lüksü ak­ havaalanına sabah 4 .3 0 ’da indik. şamları klima çalışıyor olması. Fi­ Havaalanı dedimse sahiden büyük yatı, mübalağa etmiyorum, İstan­ birşey zannetmeyin. Varış salonu bul’daki 4 yıldızlı otel fiyatların­ ve pasaport kontrolünün yapıldığı dan bile yüksekti. yer bir hangar. Mübalağa etmiyo­ Orada bulunduğumuz süre için­ rum, bizim Karayolları hangarları­ de özellikle hastaneleri gezdim. nın bir benzeri. Personel ayaküstü Doğrusu içler acısı, üstelik bu has­ pasaport kontrolü ve tabii ki sağlık taneler bazı uluslararası kuruluşlar kontrolü yapıyor (Buraya gelirken tarafından desteklenen hastaneler. 4 çeşit aşı oldum, ayrıca sıtmaya Şehirlerarası yollar çok kötü. İkin­ karşı koruyucu hap almaya başla­ ci gün 30-35 km uzaklıktaki bir dım). Tabii sıcaklık farkını da be­ şehre gittim yol iki saat tuttu üste­ lirtmem gerek, 8 derece sıcaklık­ lik tan 30 derece sıcaklığa geliyorsun (U N H C R ’ın 4x4 Toyota Land ve Arabistan’daki gibi her yer kli­ Cruıserı ile olduğu halde). Bu gezi­ ma değil. Havaalanında klima yok lerde bir şeyi farkediyorsunuz; ülke de midem ağzıma, geldi Allah’ın evi, herkes gider, fakat bunun gelenekleri olduğunu be­ lirttiler; yabancı misafir geldiğinde namazdan önce imamı haberdar ediyorlar. Cumaya hep beraber git­ tik. İmam hutbeyi yerli diliyle oku­ yordu, müezzin de onun konuştuk­ larını İngilizceyle karışık dile çevi­ riyordu (arada İngilizce kelimeler geçse de anlaşılması çok zor). Bir şey dikkatimi çekti; imamın kıra­ ati çok düzgündü. Farzı kıldırdık­ tan sonra yanıma geldi ve cemaata birkaç dakika konuşmamı istedi. Doğrusu hazırlıksızdım; ben İngi­ lizce olarak orada hangi sebeple bulunduğumu anlattım. Müslü­ (gidiş salonu nispeten daha düz-* gerçekten çok güzel cennet gibi, gün en azından bina görüntüsünde yemyeşil, her yer palmiye ağaçları, manların renk, ırk ve etnik köken ama orada da yok). Zaten olması fakat gel gör ki, insanlar cehenne­ gözetmeksizin birbirleriyle kaynaş­ çok zor çünkü elektrik yok. Mer­ me çevirmiş. Bu gezide kabile şef­ tığını, orada bulunmaktan duydu­ kezi elektrik istasyonu isyancılar leri ile görüştüm. Artık devir de­ ğum memnuniyeti dile getiren kısa tarafında imha edildiğinden her­ ğişmiş, onlar da çağa uymuş, batık­ bir konuşma yaptım; yanımda ge­ kes kendi başının çaresine bakıyor. lar gibi giyinip mercedese biniyor­ len Muhammed de konuşmamı Parası olan jeneratör alıyor, olma­ lar (eski model de olsa). tercüme etti. Üçüncü gün sağlık bakanını zi­ Namazdan sonra imamla ko­ şam olunca ay ışığında oturuyor. yarete gittim. Bakan müslüman, nuştuk. Katar’da Şeriat fakültesini Bakanlıklar bile jeneratörle çalışı­ üst düzey bürokratları da müslü- bitirmiş genç bir imamdı. Tabii fa­ __________ -man. Bakanlık binası ve bakanın kir bir ülkede imamlık yapmanın yan (büyük çoğunluğun yok) ak­ yor. zorlukları çok. Cami yakınlarında Sabahın 4.30’u olmasına rağ­ odası ülkenin fakirliğinin aynası men bir araba adam bizi karşılama­ sanki. Mübalağa etmiyorum, her­ Birleşmiş Milletler gücünde bulu­ ya gelmişti. Otelimiz (oranın en halde bizim Hakkari sağlık müdü­ nan Bangladeşli askerlerin yardı­ lüks otellerinden) bizdeki sahil ka­ rünün odası bakanın odasından mıyla bir Islamı okul yapmaya baş­ sabalarında bulunan 3. sınıf pansi­ daha lükstür. Bakan müslüman lamışlar. Tabii ki çok yardıma ihtı- 1 1 4 Ümran’ Nisan -2002 SlERKA LEONK NOTLARI /TO R U N yaçları var. İmam daha sonra beni muştu. Burada bu fakirliğe rağmen tarafından yapıldığını belirterek). otelde ziyaret etti ve Türkiye müS' öyle bir durum yok. Bunda insan­ Toplantıya lümanlanndan okul için yardım ların kanaatkârlığının büyük rolü Harry Enfield ise Saddam’ın batılı- talep etti. Ben de bu talebi Ümran var, elbette. katılan komedyen 1ar tarafından yaratılmış bir cana­ aracılığıyla size iletiyorum. Yar­ Sierra Leone notlarını burada var olduğunu, önce İran’a karşı dımda bulunmak isteyenler Ümran bitiriyorum. Gelecek aylarda İngil­ kullanıldığını, sonra kendileri için aracılığıyla bana ulaşabilirler. Ay- tere’den mektup’larla yine birlikte tehlikeli olunca yok etmeye kalk­ rica IHH’daki dostlara da bu ülke' olacağız, inşaallah. tıklarını söyledi. Ve Saddam’la Sharon arasında fark olmadığını de çalışmak için buradan çağrıda bulunuyorum, ÎHH’nın adı buraya İngiltere’den Kısa Bir-İki Not belirtti. Müthiş alkış aldı. Anlaya­ cağınız burada hafiften de olsa bir kadar gelmiş. Şeyh bana IHH dan Burada son zamanlarda İrak’a mü­ anti-Amerikan anti-Siyonist dalga yardım istedi. Türkiye deyince in­ dahale konusu televizyonlarda çok­ gelişiyor. Son kamuoyu yoklama­ sanların aklına fazla bir şey gelmi­ ça tartışılmaya başlandı. Bir hafta ları hükümetin Irak’a müdahale yor. Biraz futbolla ilgilenenler G a­ önce BBC -1’de yayınlanan Ques­ için kamuoyu desteğini kaybettiği­ latasaray’ı biliyor. İslam dünyası tion Time programında yine bu ni gösteriyor. hakkında biraz bilgi sahibi olanlar konu tartışıldı. Seyircilerden bir İkinci konu ise; İngiltere Afga­ kadın dedi ki: “Niçin Saddam’a nistan’a savaşmak için 1700 asker uygulanan muamele Sharon’a uy­ gönderiyor, ama parlamentoda tar­ gulanmıyor. Ne farkları var?” Ç a­ tışılan en önemli konu değil. İşçi lışma Nick Partisi öyle manipülasyon yapıyor Brown hemen kıvırtmaya başladı ki, tam bu sırada herkes tilki avı­ {aleni gay olduğu için normal kar­ nın yasaklanması meselesini tartı­ şıladım); Muhafazakar gölge sağlık şıyor. Ancak eğer İngiltere’ye as­ bakanı Liam Fox Amerika’yı sa­ ker tabutları dönmeye başlarsa, vunmaya kalktı, madara ettiler. En Tony çok alkışı programa katılan ünlü (Zaten son yoklamalarda popülar­ bahsetti ve onlara ulaşmak için da tabii ki Erbakan hocayı biliyor, o kadar. Bu ülkede hıristiyanlık özellik­ le misyoner okulları kanalıyla ya­ yılmış, maalesef müslüman okulla­ rı çok az. Fethullah hoca cemaatı burada okul açarsa, çok yararlı ola­ cağına eminim. Başkent Fre- etown’da 17 bin kişilik bir Lüb­ nanlı Şİİ nüfus var. Çok içlerine kapanıklar; sadece kendilerine ça­ lışıyorlar; buradaki müslümanlarla ilişkileri de iyi değil. Bunda ülke­ nin Sünni olmasının etkisi olmak­ bakan yardımcısı kaçacak yer arayacak. Marxist Tariq A li aldı (Dünyadaki itesi gittikçe düşüyor). Tek şansı tek nükleer silah kullanımının karşısında doğru dürüst bir Saddam gibi bir diktatör tarafın­ muhalefet olmaması. Bu aylık bu dan değil, demokratik{!) Amerika kadar. Allah’a emanet olun. ■ la beraber, ticaret yoluyla iyi para kazanmalarına rağmen buraya ya­ tırım yapmadıkları için sevilmi­ yorlar. Bir noktayı daha belirtmekte yarar var: İnsanlar öyle günde üç öğün yemek yemiyorlar. Akşama kadar beraber oluyorsun, kimse ye­ mek lafı etmiyor; daha doğrusu yi­ yecek yemekleri yok. Günde bir defa doğru dürüst bir şey yiyorlar. Buna rağmen sokaklarda fazla di­ lenci görmedim. Bir iki yerde ço­ cuklar para istedi, o kadar. Son ekonomik krizden sonra İstanbul sokakları dilenciden yürünmez ol­ Ümran •Nisan ‘ 2002 1 1 5 Akay’ ın “Çankırı Hapisanesinden Mektuplar 2’ şiirinin ışığında Nazım HİLE, BU KISKAÇ BİR MAKAS A H M E T ÖZ Hikmet ve Gazali” başlıklı yazısı, N. Hikmet’in şiirini “metinler arası bağlamda retorik bir incelemeye ta­ bi tutuyor”. Onun “Çankırı Hapisanesinden Mektuplar 2” şiirinde Ah­ met el' Gazali’nin (ö. 1126) iki rübaisini kendi şiir metnine almasını, bunları “kendine has bir dünya tasa­ ^ debiyatın, sanatın siyasi eko­ E çıkmıştır. nomik kıskaç altına alınması N. Hikmet’ in doğumunun yü­ okur yüreğine ayrı bir ağırlık züncü yılı aracı kılınarak çeşitli et­ ayrı bir sıkıntı vermektedir. Bu kıs­ kinlikler düzenlendi. Sergiler açıldı, kaç bir makas gibi keskin yüzünü toplantılar düzenledi, piyesleri sah­ gösterdiğinde ise kültür şeridi kesil­ nelendi. Edebiyat-sanat dergileri de mekte, okur zihni bağımsız parçalara onun için özel sayılar hazırladı. Hür­ bölünmektedir ki bu da genel oku­ riyet GÖSTERİ dergisinde “ Nazım yucunun karakteristiğini her zaman yeniden başlamak zorunda olmanın getirdiği karamsarlığı ortaya çıkar­ maktadır. Hileli görüntünün hayal kırıklığı yaşanınca yeniden rımı içinde yeniden konumlandır­ ması” yani “yeniden üretmesi” olarak yorumluyor. H. Akay. Yazıda N. Hikmet’in metni ile bu metnin içinde yapılandırdığı Gazali’nin “bu bahçe” rübaisi arasında nasıl bir iliş­ ki ve çelişki ağı var. Akay’a göre, şa­ irin rübaileri “ asıl bağlamından sö­ küp yeni bir biçimde konumlandır­ ması” kendine mâl etmesi, geleneğe DERGÂH ÎD E B İ Y A T S A N A T K Ü L T Ü R DERGİS “kendi okuyuşuna göre kimlik ka­ zandırması” anlamına geliyor. H. Akay, N. Hikmet’in şiirsel bir düz­ başla­ lemde farklı okumalar, farklı bakış­ mak arzusu kalır mı insanda? larla üretilebilen, çoğaltılabilen şiiri Ya Nazım Hikmet’in edebiyat ve anlamını kurmaca bir oyuna ben­ mahfellerinde gündeme gelmesine zetiyor. Böylece hem yapısal hem de ne demeli? Soğuk Savaş yıllarının içerik açısından bir bütünlük gözler komünist şairinden iki binli yılların önüne seriliyor. H. Akay’ın anlam memleket şairliğine evrilen, Nazım kuramlarının uyguluma alanı buldu­ Hikmet için ne demeli? Bu onun da­ ğu metninde eleştiri kültürü içinde ha büyük bir şair olduğunu anlama­ farklı bir damar yalcalanıyor. mıza mı yarayacak, bilmediğimiz yönlerinin ortaya çıkmasıyla kariz- İslamcı Söylemin matik kişiliğine güç mü katacak? Hikmet’i bugüne getiren şairliği mi, Gerçeklik Değeri Onun üzerinden dünya görüşünün komünistliği mi” başlığı altında de­ çığırtkanlığının yapılmasına mı ya­ ğerlendirmeler yer aldı. Dağan Hız­ Dergah’ın Mart 2002 sayısında İsma­ il Kara “İslamcı söylemin kaynakları rayacak? Bununla beraber kaçırılma­ lan, “ Nazım Hikmet’in düzyazıla­ ması gereken artık N. Hikmet’in bir rında şiire ve edebiyatçılara bakı- ve-gerçeklik değeri üzerine birkaç tehlike olarak görülmemesidir. Ger­ şı”nı; Özdemir İnce “Nazım Hikmet not” adlı yazısında Mehmet Akifin çi birileri “keser döner sap döner” ‘in Poetikası”nı; Göksel Aymaz bir şiirinden hareketle İslamcı söyle­ hesabı fırsatı da değerlendirmeye ça­ onun popüler kültüre nasıl dahil min hangi etkenlerle şekillendiği lışıyor ama şimdilik N.Hikmet’in edildiğini yazıyorlar. Dergide en ha­ üzerine dikkat çekici notlar düşüyor. varoluş sebepleri tehlike olmaktan cimli yeri tutan -15 sayfa - Haşan Tarihi arka planı kalkış noktası ol- 1 1 6 Um ran • Nisan . 2002 HILfi, BU KISKAÇ BİR MAKAS /ÖZ mak üzere İslamcı söylemin savun­ lojik temellerini macı bir karakter taşıdığı vurgula­ anlayışını okumaya çalışıyor. Orhan oluşturan estetik nan yazıda şöyle deniyor: “İslamcıla­ Pamuk ve Kar romanı üzerine yazan rın heyecanla ve aktif olarak savu- Hilmi Yavuz, Kar romanının nite­ nageldikleri, etrafında bir dil örme­ liksiz okurla buluşmasının kitabın ye çalıştıkları hususlar, kendilerine niteliğine etki edeceğini söylüyor. ait veya üst düzeyde kendilerine mal O. Pamuk’un kalıcılığı konusunda edebildikleri şeyler değildirler. 19. Yavuz, temkinli ve şüpheli bir yakla­ yüzyılda pozitivist ( akılcı- bilimci- şım içinde. ilerlemeci), 20. yüzyılın ikinci yarı­ “Kar” romanı Milliyet-sanat der­ sından itibaren sosyalist-maksist gisinde de kendine yer buluyordu. (dayanışmacı- cemaatçı- enternas- Necmiye Alpay romanın grotesk yonalist, devrimci ) şimdi de post­ (kaba, mizahi, iğneliyle i) bir ve kur­ modernist (herşeyci) ve demokrat guyla oluşturulmasını incelerken (laik, bireyci, hoşgörücü, birarada Yazgülü Aldoğan’ın yazısında Türk yaşamacı ve sivil toplumcu) bir dil kullanmak, sadece bu dilleri kullan­ mak İslamcıların bir söyleme sahip olduklarını göstermez, belki çok şi­ kayet ettikleri “taklit”in içinde bo­ ğulduklarını modadaki söylemler­ den birine iradi veya gayriiradi ya­ pıştıklarını gösterir”. İsmail Kara, İslamcı söylemin hedeflenen şeyi -terakki, galibiyet, iktidar, ahlaki yücelme- gerçekleşti­ yetçi” bir karakter arz ettiğinin ve İs­ aydınının(!) en tipik karakteristiğiy­ lamcı siyasi söylemin kendi kavram le karşılaşıyoruz. İçinde yaşadığı top­ ve kurumlarmın modadaki söylem­ luma yabancılaşma, toplumu mey­ lere uygun olarak yorumlandığının dana getiren kök paradigmaları, ta­ altını çiziyor. rihi, gelen-îği, din bil(e)meme. Y. Dergah’ın Mart 2002 sayısında Aldoğan Kar romanında siyasal İsla- sinamacılar dikkat çekiyordu. “Ha­ mın temeline başörtüsünün oturtul­ lit Refiğ, Düşlerden Düşüncelere masından şikayet ederek O. Pa- Söyleşiler” kitabını hazırlayan İbra­ muk’u dincilerin(î) safında yer al­ him Türk’le kitaptan hareketle Türk makla suçluyor. “Ramazan ayında sineması üzerine bir sohbet yer alı­ kazara Anadolu kentlerine giderse remiyor olmasıyla birlikte kendi zi­ yor. Dergah ayrıca Ayşe Şasa hin altyapısından şüpheye düşmesi, aç kalacağı” korkusunu dillendiren Oran’ın “Bir dosta mektuplar” baş­ Y. Aldoğan kendine demokrat tav­ lıklı yazılarının yayınlanıcağı müj­ rıyla sübjektif, hakaret dolu yazısın­ desini veriyor. da bilimsellikten, analitik eğitimden modernleşme döneminde otosansür -kendi kendini tasfiye- denilebile­ cek bir mekanizmayı işletmesi gibi Sinemaya eğilen bir başka dergi özelliklerini ortaya çıkararak bu sa­ de “E” oldu. “Türkiye Sineması’nda vunmacı psikolojinin sebeplerini Entelektüelizm” dosyasında özellikle açıklamaya çalışıyor. Oryantalistik Türk soluna uygulanan sansür çerçe­ dilin inşa ettiği düşünce yapısı İs­ vesinde, Türk sinemasının ellili yıl­ lamcı söylemin yerliliği, sosyal mü­ ların ortalarından itibaren sinema tekabiliyeti ve değeri problemini yoluyla gerçekleşen “kültür transfe­ tartışırken de gözden ırak tutulma­ rinin” açtığı yaralar üzerinde durul­ ması gereken bir konu olarak öne çı­ muş ancak “moral değerlerin yitiril- karılıyor. İslamcı söylemin ahlak mesi”ne karşılık ne yapıldığı, ne üre­ meseleleriyle ilgili yönünün, kadim tildiği eksik bırakılmış. Derginin Kar romanı O. Pamuk aleyhinde ahlak anlayışının oryantalistik bir “Makine ve Kozmos” başlıklı Ahmet getirilen eleştirilerle yazarının hava­ dille tenkit edilerek şekillendiğini Hamit Yıldız’ın yazısında ise N.Hik- sını dağıtır mı bilinmez ama kültür- belirten Kara, İslamcı söylemin din met’in “doğu duyarlığı” olarak ad­ sanat gündeminin konjönktür gereği ve İslâm algılamasının modernist landırılarak ideolojik söyleminin ar­ kurgulandığına, siyasete malzeme düşüncenin ana temayüllerine uy­ ka planını ve fütürist söyleminin ge­ temini için oluşturulduğuna iyi bir gun olarak “tektipçi” ve “merkezi- leneği dönüştüraıeye yönelik psiko­ örnek olacağa benziyor. dem vuruyor. Ömer Laçiner “Kar’ m perdelediği” başlığı altında roma­ nı siyasi, toplumsal bağlamda değer­ lendirerek, “Orhan Pamuk’un roma­ nı dil ve anlatım tekniklerinin yet­ kinliğine karşın eksenindeki problematik Türkiye’ye özgü olanı yansıta­ bilecek bir derinlik ve güçte değil” yorumunu yapıyor. ■ Umrem • N^isan • 2002 1 1 7 Y A N S I M A L A R dırmadığı, isyanın kendisini A l' lah’a itaatten alıkoymayan HZ. ALİ’DEN ÖĞÜTLER öl- dükten sonra pişmanlık duyma­ yan kullarından eylesin. O , dualan işitir, hayırlar onun elinde- E R T U Ğ R U L B A YRA M O G LU dir ve o dilediği gibi tasarruf eder. Bilmediğimi Nerden Bilirsin! z. A li bir gün minberde: tini yenendir. Çünkü ölüm anı A llah ’ın kulları gücü­ kendisinden saklanmıştır. Kurun­ 111. Mustafa’nın hocası Şeyhülis­ tuları kendisini aldatmakta, şey­ lam Feyzullah Efendi birgün yük­ nun, O ’nun himayesine girin ve tan ayrılmam akta, sekten atıp tutup kendisini m et­ O ’ndan korkun! Sayha (çığlık) “ilerde tevbe edersin” diye kendi­ hederken mecliste bulunan Na- ile uyarılan insanlar gibi olun ve sini kandırmakta ve isyanı kendi­ ima sabredemez: bilin ki dünya bir mesken değil. sine süslemektedir. Böylece ku­ “Be hey h oca efendi, kendini­ zi dünyanın en akıllısı, etrafınız- H nüz yettiği kadar koru­ yanından Ölüm için hazırlanın! Ne yazık ki runtuları kendisini bastırır ve bu­ dünya sizi kendisine çekti. Yıkıl­ lunduğu halinden habersiz kılar. ması bir an meselesi olan bu dün­ Unutmayın! Sizinle ahiret ara­ ya, kendisine fazla meyil gösteril- sında ölümden başka bir şey yok­ memeye layıktır. A llah katında tur. Ömrü kendi aleyhinde delil müttaki, kendi kendine Öğüt ve­ olacaklara yazıklar olsun! A llah rip tevbesini takdim eden, şehve­ sizi ve bizi, nim etin kendisini az- dakileri de dünyanın en aptalı sa­ nırsınız, bu ne gaflettir.” deyince Feyzullah Efendi kızar, köpürür ve: “Bu ne küstahlıktır ne edep­ sizliktir! Alim lere böyle mi de­ nir? Alim lere hürmet vacip değül müdür? Sultan Murad bir pa­ dişah iken Yahya Efendi’nin eli­ ni öpmedi mi? Sen tarihçisin, bunları bilmezsin” diye bağırma­ ya başlayınca Naima: “Be hocam bunlar malum şeyler. Am a dünya m alına fazla göz diken, servet hırsı ile şöhret bulan alimin ilmi de faydasızdır. Ezelden beri, fitne ve kavgaların sebebi devlet, servet, mevki ve mal yüzünden doğan kıskançlık ve düşmanlıktır. Siz alimsiniz ama bunları da siz bilmezsiniz.” “Bilm ediğim i nerden b ilir­ ?” sin: “Bütün bunları yapmanızdan bilirim .” 1 1 8 Ü m ran.N isan.2002 YANSIMALAR / BAYRAMOĞLU Hacı ve Çoban Rahman’m Kulları “Rahm an olan A llah ’ın kulları yeryü­ zünde mülayemetle yürürler. C ahiller kendilerine takıldıkları zaman, onlara Bir adam, h acca giderken baş toklu! süt mahsulü kendinin o l­ - Bir! mak üzere, bir çobana on üç - Yanı sıra beş toklu! güzel sözler söylerler. O nlar gecelerini koyun bırakır. Avdetinde - A k ı! Rableri için kıyama durarak ve secdeye çobana. - Üçünü verdim kasaba! vararak geçirirler. O nlar “Rabbimiz, bizden cehennem azabını uzaklaştır; - Koyunlann hesabına ba­ - Dokuz! ' Ü çü de gelmez hesaba! kalım! doğrusu onun azabı daimi ve acıdır, Dedikçe çoban, - Etti oniki! H ani biri? orası şüphesiz kötü bir yer ve kötü du­ - Şimdi işim var. Bir aralık - Birinin de çocuk kulağı­ raktır” derler. O nlar sarfettikleri za­ na çıngırak takmış, ne sana bakarız! man, ne israf ederler, ne de cimrilik; Diyerek başından savar­ ikisi arasında orta bir yol tutarlar. O n ­ mış. Bir gün çobana, iki ça­ Der demez h acı, yoğurt lar, A lla h ’ın yanında başka tanrı tutup nak yoğurtla bir yere gider­ kaselerini kaptığı gibi çoba­ ona yalvarmazlar. A llah ’ın haram kıl­ ken rastgelip: nın başına geçirmiş. Yoğurt­ dığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Bunları yapan günaha girmiş - M utlaka şimdi koyunla- verir, ne bana! lar çobanın yüzüne bulaşın­ ca, eliyle yüzünü sıvazlaya­ rın hesabını görmeliyiz! rak şöyle demiş; olur. Kıyamet günü azabı kat kat olur. Diye sıkıştırınca, çoban Orada alçaltılarak daimi kalır. A n cak çaresiz kalır, “P eki!” der. Bir - Elham dülillah! Hesabı tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyen tarafa otururlar. Ç oban der doğru verenin yüzü işte böy­ kimselerin, işte A llah onların kötülük­ ki: le ak olur!.. lerini iyiliklere çevirir. A llah bağışlar - H acı baba! Ben söyle- ve merhamet eder. Kim tevbe edip ya­ yim, sen say: Kayadan uçtu rarlı iş işlerse, şüphesiz o, A llah ’a layıkı veçhile teveccüh etmiş olur. O nlar, ya­ İbadullaha Zahmet Çektirmek, Lâyık-ı Devlet Değildir lan yere şehadet etmezler. Faydasız bir şeye rastladıkları zaman, yüz çevirip ve- III. Selim bir gün tebdil-i kıyafet edip gördükleri karşısında karla geçerler. Kendilerine rablerinin ümitsizliğe düşerek sadrazama şöyle der; “Vezirim, bugün ayeti hatırlatıldığı zaman, onlara karşı tebdil gezerken Divan Yolu’ndan geçtim. Bir fırının önün­ kör ve sağır davranmazlar. O nlar; de halkm toplandığım gördüm. Adamlardan biri, “Ne gün­ “Rabbimiz, eşlerimiz ve çocuklarımız lere kaldık Ya Rabbi, yiyecek ekmek bulamıyoruz” diyordu. hususunda gözümüzü aydın kıl, bizi, Doğrusu kalbim sızladı. Gözlerim yaşardı, yüzüm kızardı, A llah ’a karşı gelmekten sakınanlara mükedder oldum. Şunun bir çaresinebakasın. İbadullah’a rehber yap” derler. İşte onlar, sabrettik­ zahmet çektirmek layık-ı devlet değüldür. Biz onlar ile hü­ lerinden ötürü cen n etin en yüksek de­ kümran oluruz. Bilirsiz ki reayasız ne taht ne de saltanat receleri ile mükafatlandırılırlar. Orada olur. Onlar bizim velinimetimizdir. esenlik ve dirlik dilekleriyle karşılanır­ lar. Orada daimidirler. Ne güzel bir yer ve ne güzel bir duraktır o. Ey Muhammed, de ki; İbadetiniz olmasa Rabbim size ne diye kıymet versin? Ey inkarcı­ lar, yalanladığınız için azab yakanızı barakmayacaktır” (25- Furkan; 6 3 -7 7 ) Düzelti M art 2 0 0 2 sayımızın 110. sayfasında (3. sütun, son­ dan 5. satır) yer alan “cennet” yerine "cehennem ” ifadesi yer almıştır. Düzeltir, özür dileriz. Ümran‘Nisan-2002 119