iSTANBUL TiCARET ODASI IMF iLE NEREYE KADAR? Doç. Dr. Sadi Uzunoğlu YAYlN NO: 2004-43 istanbul, 2004 © Bu eserin yayın hakları Istanbul Ticaret Odası'na (ITO) aittir. Eser üzerinde 5846 sayılı FSEK tarafından sa!jlanan tüm haklar koşuluyla eserden normal ölçüde alıntı yapılabilir. ITO'nun yazılı sınırlıdır. ITO'nun ve yazarın adı belirtilmek izni olmadan eserin tamamı veya bir bölümü fotokopi, faksimile veya başka bir araçla elektronik ortamlarda ticari ya da başka bir amaçla kullanılamaz. ço!jaltılamaz, da!jıtılamaz, istanbul Ticaret Odası: 03 UZU Uzunoğlu, Sadi IMF lle Nereye Kadar? istanbul, 2004, 145 sayfa. 1.EKONOMi I.IMF ll. PARA POLITiKASI lll. DÖViZ KURLARI IV.STAND-BY ANLAŞMASI V. ENFLASYON VI. iTO ISBN NO: 975-512-877-8 Türkçe Reşadiye Cad. Eminönü/istanbul ITO BILGi HATTI (212) 4556161 , www.ito.org.tr iTO yayınları için ayrıntılı bilgi Bilgi ve Doküman Yönetimi Şubesi'nden alınabilir. Tel: (212) 455 63 29 Faks: (212) 512 06 41 E. Posta: [email protected] Web: www.ito.org.tr TASARlM ÇAGDAŞSANAT Tel: (212) 274 66 56 BASKI KURTiŞ MATBAACILIK SAN. TiC. LTD.ŞTi. Tel: (212) 613 68 94 Faks: (212) 613 68 96 www.kurtismatbaa.com ÖNSÖZ IL Dünya Savaşı sonrası yeniden inşa edilen dünya para düzeni içinde uluslar arası ödemelerde ve döviz kurlarında istikrar sağlamak ve bu amaçla gerektiğinde destek sağlamak için 27 Aralık 1945 yılında Washington'da kurulmuş olan IMF'nin müdahaleleri ve bu bakımdan ortaya koyduğu anlayış ve yaklaşımlar daima tartışma konusu olmuştur. Türkiye, IMF ile ilk stand-by anlaşmasına 1958 yılında yapmış ve aradan geçen yarım asra yakın sürede tam 18 stand-by anlaşmasına imza atmıştır. Ancak bu anlaşmalar çerçevesinde uygulamaya konan ekonomik programlar maalesef şu veya bu nedenlerle sürdürülmemiş veya başarılı olamamıştır. 1970'li yıllarda başlayan ve yaklaşık 30 yıl süren kronikleşmiş bütçe açığı ve yüksek enflasyon sorununu çözmek ve kamu borcunun milli gelire oranını AB/ Maastricht kriteri olan yüzde 60'ın altına çekmek için Türkiye ile IMF ile arasında son dönemde yapılan stand-by anlaşmaları ise özellikle uygulanabilirliği açısından ülke ekonomisini tehdit ettiği yönünde de eleştirilere uğramıştır. 1999 yılında imzalanan stand-by programı ciddi bir uluslararası destek ile başlamış, fakat 2000 yılı Kasım ayında yaşanan kriz ve akabinde 2001 yılı Şubat ayı devalüasyonu, bu programı başarısızlıkla neticelendirmiştir. Türkiye'nin IMF reçetesini aynen uyguladığı programın başarısızlığı aynı zamanda döviz çıpası olarak adlandırılan sabit kur benzeri sistem uygulamasını da sona erdirmiştir. Şubat ayı devalüasyonundan üç sonra, yine IMF desteği ile uygulanmaya konan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programıyla bu kez bir önceki programdan farklı olarak dalgalı kur sistemine geçilmiştir. Döviz kuru ve fıyat artışlarında istikrarı sağlamaya yönelik olarak likiditenin kontrolü sorunu üzerinde yoğunlaşan bu program 2001 yılı sonunda ll Eylül ve uluslararası konjonktür neden gösterilerek sona erdirilmiş ve 2002 yılı başında yeni bir üç yıllık stand-by anlaşması yapılmıştır. 2005 yılı Şubat ayı başında sona erecek olan bu mevcut stand-by düzenlemesinin yerini alacak yeni bir düzenleme için de halen Uluslararası Para Fonu ile temaslar sürdürülmektedir. Türk toplumunun ortak dileği izlenen ekonomik politikaların artık başanya ulaşmasıdır. Odamız bu ortak hedefe ulaşma yolunda dikkate alınması gereken hususlara ışık tutmak amacıyla sunulan bu çalışmayı hazırlatmıştır. Çalışma, Türkiye'nin 2000 yılı başından bu yana uyguladığı IMF destekli programların analizini yapmak suretiyle şu sorunun yanıtı aramaktadır: Mevcut program ve 3 bundan sonra yapılması hedeflenen üç yıllık IMF destekli program başarılı olabilir mi ve başarılı olabilmesi için nelerin yerine getirilmesi gerekiyor? Kolay okunup izlenebilir şekilde sunulan "IMF lle Nereye Kadar?" adlı yayınımızın üyelerimize, karar alıcılara, araştırmacılara ve tüm ilgililere faydalı olmasını diler, çalışmayı hazırlayan Doç. Dr. Sadi Uzunoğlu'na teşekkür ederim. Dr. Cengiz Ersun Genel Sekreter 4 İÇİNDEKİLER BAŞLANGlÇ: TÜRKİYE VE DÜNYA EKONOMİSİNDEKİ TRENDLER VE IMF ANLAŞMALARININ KORONOLOJİSİ .....••......... ll BÖLÜM 1. 2000 Yılı İstikrar Programını Doğuran Nedenler ve Programa Başlarken Türkiye Ekonomisindeki Trendler .•.•...•.•. 19 1. Türkiye Ekonomisi ve Politik Yapısındaki Değişmeler .............. 2ı 2. Asya Krizi, Dünya Ekonomisi ve Politik Yapısındaki Trendler ....... 26 BÖLÜM 2. 2000 Yılında Başlayan IMF Programının Analizi: Neden ve N asıl Uygulandı? .•...•.....•.............................. 29 ı. 2000 Yılı İstikrar Programının Hedefleri ve Uygulanacak Politikaların Ana Hatları ................................ 29 2. Program Neden Başarısız Oldu? ............................... 38 BÖLÜM 3. 2001 Şubat Krizinin Ardından Devreye Giren Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ve Sonuçlarının Değerlendirilmesi .... 59 1. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programının Temel Özellikleri ............ 2. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programının Sonu, ı 1 Eylül İkiz Kule Saldırısı ve 2002'de Yeniden Üç Yıllık Program .............. 2.1. 2002 Yılı Başında IMF'ye Verilen Niyet Mektubunun Hedef, Strateji ve Politikalarına Genel Bakış ...................... 2.2. 2002 Yılında Başlayan ve Üç Yıl uygulanması Hedeflenen Program Başarılı oldu mu? .............................. 59 72 74 86 BÖLÜM 4. IMF ile Sürdürülen ve 2005 Yılında YapılacakYeni Program Başarılı Olabilir mi: Nasıl ve Hangi Koşullarda? ...................•..... 91 1. Türkiye'nin kendi içinde politik risk oluşturacak "streslerden" uzak durması ve geniş toplumsal uzlaşmanın sağlanması ...... 92 5 ülkelerle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi, ortak ve Türkiye'nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) içindeki yeri ve fonksiyonunun bir risk oluşturmaması .................... 95 3. Dünyadaki yapısal sorunların değişmesi, belirsizlik yaratacak ekonomik ve politik sıkıntıların olmaması, rekabet koşullarının sağlanması ve büyüme trendinin devam etmesi ... 99 4. Büyümenin Sürekliliği İçin Yapısal Reformların Hayata Geçirilmesi .......................................... ı 09 5. Her yıl yüklü (7-8 milyar dolar) direk yabancı sermayenin çekilmesi, gelen sermayenin yalnızca iç talebi karşılamak için değil ihracat amacıyla da gelmesi ve istihdama katkıda bulunması. ......................... ll ı 6. Türk Lirasının daha fazla aşırı değerli hale gelmemesi .............. ı ı ı 7. İç ve dış borçlanınada vadenin uzaması ve maliyederin düşmesi. ..... ı2ı 8. !stikrarlı büyüyen ekonomide sosyal gereksinimleri zorlamadan faiz dışı fazlanın verilmesi ............................... ı2ı SONUÇ .................................................... ı27 KAYNAKÇA ................................................. ı42 2. Komşu paydaların genişletilmesi 6 GİRİŞ yaklaşık 30 yıl boyunca yüksek ve kronik enflasyon ile buna eşlik eden istikrarsız büyüme deneyimleri yaşadı. ı970'li yılların başından itibaren başla­ yan bu sürecin nedenleri arasında birçok iç-dış faktör ve şok sayılabilir; Kıbrıs Barış Harekatı ve bunun sonrasında ortaya çıkan ambargo süreci, rekabete hazır olmayan sanayi yapısı, tarım kesiminin ekonomideki ağırlığı ve dönüşümün­ de yaşanan sorunlar, demografik yapı, ı980 sonrasında altyapısı hazırlanmadan başlayan serbestleşme uygulamaları, dış fınansman ile gerçekleştirilen alt yapı yatırımlarının enflasyonİst etkileri, kamu açıkları ve fınansman biçimleri, popülist politikalar, sıcak para ile cari açığın fınansmanında ısrarcı olunması vbz ... Türkiye ı999 yılı sonunda Türkiye; kronikleşmiş bütçe açığı ve yüksek enflasyon sorununu çözmek ve kamu borcunun milli gelire oranını yüzde 60'ın altına (AB Kriteri) çekmek için IMF ile yeni bir Stand-by anlaşması sağladı. Program arkasında ciddi bir uluslar arası destek ile başladı ancak 2000 yılının Kasım ayında başlayan kriz 200 ı yılı Şubat ayında devalüasyonla sonuçlandı. Bu döviz çı pası olarak adlandırılan sabit kur benzeri sistemin sonu anlamına geliyordu. Şubat devalüasyonunun ardından dalgalı kur sistemine geçildi. IMF desteğinde uygulanmaya baş­ layan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı kur ve faizde istikrarı sağlamaya yönelik olarak likidite sorunu üzerinde yoğunlaştı ancak program 2001 yılı sonunda ı 1 eylül ve uluslar arası konjonktür neden gösterilerek 2002 yılı başında yeni bir üç yıllık Stand-by anlaşması ile sonuçlandı. 2002 yılının Şubat ayı başından itibaren 2005 yılının ilk aylarına kadar sürecek olan mevcut program uygulanmaya başla­ dı. Program "çeşitli kesimler" tarafından başarılı olarak ilan edilirken, IMF de bu başarıda kendi "emeklerinin" çok olduğunu dikkate alacak, ki 23 milyar dolarlık bir destek sağlanmıştı, her vesile ile "işlerin yolunda gittiğini ilan etti. Ancak 2004 yılının ortasına gelindiğinde ekonomiye ilişkin veriler ve bunlara iliş­ kin yorumları değerlendirmenin gerçekten kamu oyunda ciddi bir kafa karışıklı­ ğına yol açtığını kabul etmemiz gerekiyor. Ancak Ağustos ayında ekonomi kurmayları arasında yapılan tartışma bir şeylerin iyi gitmediğini ortaya koyuyor. Eğer her şey iyiye gidiyorsa ekonomi kurmayları arasındaki panik havasını nasıl açıkla­ yabiliyoruz? IMF heyetini 2005 yılında yeniden anlaşma yapmak üzere "teknik altyapı çalışmaları gerekçe" gösterilerek neden ivedilikle Türkiye'ye çağırıyoruz? Neden özellikle mali kesim "uzmanları" IMF ile yeni bir üç yıllık anlaşmanın kaçınıl­ maz olduğunu dile getiriyor?. İş dünyasının en ünlüleri "IMF ile anlaşma yaparsak faiz oranları en az dört puan düşer" yollu açıklamalar yapabiliyor? 2004 yılının daha ilk yarısında cari açık ı omilyar dolara dayanmış durumda. Üç 7 yıl vadeli sosyal ağırlıklı yeni bir program hazırladıklarını söyleyen ekonomi bakanı; dış ticaret ve cari açığın azaltılmasına ilişkin önlemlerin bütçe üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle 2004 yılı 8. Gözden Geçirme ve yeni bir programla gündeme gelecek uygulamaların sosyal içerikli bir program hazırlanmasının önünde en büyük tehdidi oluşturduğunu niye kamuoyu önünde kabul edemiyor? Enerji başta olmak üzere kamu ürünlerine zam yapmalarının faiz dışı fazla hedefini tutturmak için gerekli olduğunu ve bunun da enflasyon hedefleriyle çeliştiğini kamuoyu önünde tartışamıyor? IMF'nin sıklıkla dile getirdiği kırılgan yapı devam ediyorsa, Türkiye Brezilya ile birlikte dünyada en yüksek reel faizi ödeyen bir ülke ise ve panik içinde IMF ile yeniden anlaşma zemini aranıyorsa ve en önemlisi yeniden üç yıllık bir anlaşma­ ya gereksinim var ise; ekonomi bu program çerçevesinde iyiye mi gidiyor yoksa program aslında başarısız mı oldu tartışması açıkça yapılamıyor? IMF desteği ve AB müzakere süreci neden bu kadar gündemde tutuluyor ve adeta AB bir çıpa olarak kullanılıyor? Yabancı sermayenin gelmeyişi de yalnızca AB ile müzakere sürecinin başlamasına bağlanıyor? Türkiye sorunlarını çözme yerine neden beklenti yönetimi yapmayı tercih ediyor? Tüm bu sorular ekonomi gündemini halen ve bundan sonra da meşgul etmeye devam edecek. Bu çalışma Türkiye'nin 2000 yılı başından bu yana uyguladığı IMF destekli programların analizini yapmaya odaklanıyar ve şunun yanıtını arıyor: Mevcut programın ve bundan sonra yapılması hedeflenen üç yıllık IMF destekli program başarılı olabilir mi ve başarılı olabilmesi için hangi varsayımların (koşulla­ rın) yerine getirilmesi gerekiyor? *** Çalışma öncelikle Türkiye ve dünya ekonomisindeki ekonomik ve politik trendler ile IMF ve Türkiye llişkileri üzerine bir kronoloji ile başlıyor ve kronoloji 1999 yılı sonunda başlayan yeni program ile sona eriyor. Birinci bölümde; 2000 yılı istikrar programını hazırlayan nedenler Türkiye ve dünya ekonomisinde yaşanan ekonomik ve politik trendler ışığında tartışılıyor. Asya krizi ve sonrasında ortaya çıkan dünya konjonktürünün ve Türkiye'ye bu süreçten sonra verilen önemin ortaya konduğu bölümde; Türkiye ekonomisinin temel sorunları ve çıkmazları tartışılıyor. İkinci Bölümde ise 2000 yılında döviz çıpası tercilıli IMF programının ana hatları ortaya konuyor. Diğer taraftan ise programın neden başarısız olduğu tartı­ şılıyor. Türkiye'de 2000 yılı programının çöküşünün yalnızca "anayasa kitapçı- 8 ğı" ile açıklanamayacak kadar derin sorunlar nedeniyle ortaya çıktığı; makro ekonomik dengesizlikler ve mali sistemdeki kırılganlığın yapısal reformları uygulamadaki isteksizlik ve kararsıziılda birleştiğinde nasıl devalüasyon tercihi yapılmak zorunda kalındığı gösteriliyor. Üçüncü bölüm; 2001 Şubat devalüasyonunun ardından uygulanmaya başlayan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programını ve bunun ardından 2002 yılı Şubat ayında uygulanmaya başlayan üç yıl sürecek programı tanıtıyor ve bu programların uygulama sorunlarını tartışıyor. Ayrıca, 2004 yılında yeniden tartışılmaya başlayan IMF ile 2005 yılı başından itibaren uygulanması düşünülen programa neden gereksinim duyulduğunun zeminini ortaya koyuyor. Dördüncü bölümde ise IMF ile 2002 yılı başından itibaren sürdürülen ve 2005 yılı başından itibaren yeniden başlaması hedeflenen yeni üç yıllık programın başarılı olabilmesi gerekli koşulların neler olduğu ortaya konuyor. Çalışma sonuç değerlendirmesi ile tamamlanıyor. *** Çalışmaya destek veren İstanbul Ticaret Odası Başkanı Mehmet Yıldırım'a, Genel Sekreter Cengiz Ersun'a ve onların nezdinde İstanbul Ticaret Odası camiasma öncelikle teşekkür ediyorum. Uğur Civelek çalışmaya gerek tartışarak gerek uyarılarda bulunarak destek verdi, desteğineteşekkür ediyorum. Ayrıca Sermin Güngör' e, Serkan Yürük'e, Şa­ fak Korkut ve Abdurrahman Erzaime; gölgesini sürekli hissettiğim Veysi Seviğ hocam ve Erdoğan Çankaya'ya da teşekkür ediyorum. Çalışmada; var ise eksik ve hataların bana ait olduğunu da belirtmek istiyorum. Çalışmanın dili özellikle çalışmayı okuyacak kitlenin zorlanmaması kaygısıyla tercih edildi ve amacım ekonomi teorileri ve kavramıarına yabancı olanlar tarafından da anlaşılmaktı.Bunun da altını çizmek istiyorum. Doç. Dr. Sadi Uzunoğlu 2004 Temmuz Sonu 9 BAŞLANGlÇ KRONOLOJi: TÜRKiYE VE DÜNYA EKONOMiSiNDEKi TRENDLER VE IMF ANLAŞMALARININ KORONOLOJiSi Temmuz 1944 IMF ve Dünya Bankası'nın Anasözleşmelerinin Bretton-Woods'daki konfe1946 ransta hazırlanması. lik çok partili seçim. 7 Eylüll----------l kararları ile Türk Lirası'nın devalüe edilmesi. Aralık 1945 Eylül 1946 Anasözleşmenin 29 üye ülIMF'e üyelik hazırlıkları: kenin imzasıyla yürürlüğe Recep Peker (CHP) Hükügirmesi meti'nden ilk devalüasyon; Mayıs 1946 oranı %53,6 12 lcra Direktöründen oluşan kurulun Washington'daki açılış toplantısı Eylül-Ekim 1946 IMF ve Dünya Bankası'nın Guvernörler Kurulu top- 1944 Bretton-Woods Konferansı, Uluslar arası para sisteminin şe­ killenmesi, IMF ve Dünya Bankası'nın oluşturulması 1945 ll. Dünya Savaşı'nın sona ermesi Mart 1947 Truman Doktrini Haziran 1947 Marshal Planı'nın uygulanmaya konulması lantısı 4 Nisan 1949 1----------+----------1 Kuzey Atiantik Paktı NATO'nun Nisan 1947 Mart 1947 IMF'in operasyonlarına Türkiye'nin kesin başlaması kuruluşu üyeliğe girişi Mayıs 1947 lik kota: 43 milyon dolar IMF'ten ilk kaynak ku Ilanan ülke Fransa 1950-59 Dünyaya Ağustos 1952 Almanya ve Japonya'nın üye olması Ağustos 1958 1----------ı Ekim 1952 1950 14 Mayıs 1950 Stand-by düzenlemelerinin IMF'in artan baskısı. Tüm Kore Savaşı, A.B.D. EkonomiGenel Seçim: DP Iktidarda lcra Direktörleri Kurulunda döviz alımlarında dolar ba- sinde hızlı büyüme yılları şına ek 6,22 TL vergi koyul1----------ı onaylanması du. Uygulamada %69 ora20 Eylül 1951 nında devalüasyon gerçekTürkiye'nin NATO'ya üyelileşmiş oldu. ği açılma çabaları 1954 Genel Seçim: DP devam iktidarına ll Mart 19S7 Roma Anlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET)'nun kurulması 1957 Genel Seçim: DP oylarında­ ki gerilerneye rağmen iktidarını korudu. 1958 Kıbrıs'ta Ingiliz askerleri Türklere karşı ilk defa silah kullandı. 1960 Amerikan Doları 9 TL oldu. 1 Ocak 1961 1960-1970 IMF ile yoğun IMF ile ilk stand-by anlaşması: Kabul edilen 21 ,S milyon SOR yıllar Çekilen miktar 16,S milyon 1960 SOR r3~0~M"-:-art-1 96-2---~ Spekülatörleri n altına hü- Stand-by anlaşması: Kabul edilen: 31 milyon SOR Çekilen miktar 1S milyon SOR 15 Mart 1963 Ekim 1961 Ocak 1962 Stand-by anlaşması: Genel Seçim: CHP-AP Ko- Telafi edici fon kolaylığının Kabul edilen: 21,S milyon alisyonu (Compensatory Financing SOR f - - - - - - - - - - 1 Facility CFF) oluşturulması Çekilen miktar 21,S milyon SOR Eylül1963 15 Şubat 1964 AET'ye giriş sürecini başla­ Stand-by anlaşması: tan Ankara Anlaşması. Bir Kabul edilen: 21,S milyon yıl sonra Türkiye Ortak PaSOR zar'a girdi. Çekilen miktar 19 milyon SOR 1 Şubat 196S Stand-by anlaşması: Kabul edilen: 21,S milyon SOR Çekilen miktar yok Ekim 1965 1 Şubat 1966 Genel Seçim: AP Iktidarda, Stand-by anlaşması: Demirel ilk kez başbakan Kabul edilen: 21 milyon SOR Çekilen miktar 21 ,S milyon SOR 1960 Askeri ihtilal Temmuz 1961 Yeni Anayasanın kabulü 1967 Ünlü 'triumvira" gmrevde; Eylül1967 özal DPT Müsteşarı, Talu Guvernörler Kurulunda Merkez Bankası Başkanı, SOR'nin oluşturulmasının Cantürk Hazine Genel Sek- onaylanması reteri cumu dolayısıyla Londra Altın Fonu'nun kurulması 1960'1ı yılların ikinci yarısı Amerikan doları uluslar arası finansal piyasalarda ba*ı altında 15 Şubat 1967 Kasım 1967 Stand-by anlaşması: Sterlinin devalüe edilmesi Kabul edilen: 21 milyon 1968 SOR Altın Fonu'nun dağılması Çekilen miktar 27 milyon SOR 12 1 Nisan 1968Stand-by anlaşması: Kabul edilen: 27 milyon SDR Çekilen miktar 27 milyon SDR 1967 Dövize Çevrilebilir Mevduat (DÇM) uygulamasının başlaması Ağustos Haziran 1969 Tampon Stok Finansman Kolaylığı (Buffer Stock Financing Facility BSFF)ku- 1969 Fransız frangının devalüe edilmesi rulması 1970 ilk SDR tahsilatı TL %40 oranında devalüe edildi 17 Ağustos 1970 Stand-by anlaşması: Kabul edilen: 90 milyon SDR Çekilen miktar 90 milyon SDR Aralık 1971 %9 oranında devalüe edilmesi ve altın konvertibilitesinin kaldırılması, SmithAğustos 1971 A.B.D.'nin IMF'e dolar-al- 1970-74 sonian anlaşması uyarınca tın konvertibilitesini dur- IMF ile ilişkilerde, Türki- ulusal paraların dalgalanma 1971 durduğunu bildirmesi ye'deki siyasal belirsizliğe marjlarının genişletilmesi Askeri muhtıra ve Erim Aralık 1971 bağlı donukluk Mart 1972 AET Ülkelerinin "tüneldeki yı­ Hükümeti Smithsonian Anlaşması lan' Ekim 1973 Temmuz 1972 Genel Seçim: Koalisyonlar "Komite 20" olarak biliOPEC Petrol Krizi dönemi nen uluslar arası para sisteMart 1973 Ocak-Eylül 1974 minin reformu komitesinin Bretton-Woods sisteminin CHP-MSP Hükümeti rulması Temmuz-Ağustos 1974 r,:.:.~:;:-=:;:,:..::.:;;,_----1 çöküşü Kur rejimlerinde karma uyKıbrıs Harekatları ve 1974 A.B.D. Ambargosu Revalüasyon: TL'nin Dolar Mart 1975 karşısında % 11 değer ka1. MC Hükümeti Faci- zanması Doların Jamaika toplantısı ve SDR sisteminin yürürlüğe girmesi 1977-78 Gelişmekte olan ülkelerde dış borç darboğazı ve krizler Bağış Fonunun kurulması 1977 Genel Seçim: II.MC Hükü- Ağustos 1977 CFF (Contingency Fund Fameti cility)'nin kurulması 13 Nisan 197 S-Haziran 1977 Sekiz mini devalüasyon sonucunda dolar kurunun 13 lira 70 kuruş'tan 17,5 TL'na yükselmesi Eylül1977 %1 O oranında devalüas- Ocak 1978 CHP Iktidarda: Ecevit ikinci Eylül1978 IMF kotalarının %50 artırıl­ kez başbakan masıyla genel kaynakların Ağustos 1978 Amerikan askeri ambargo- 58,6 milyar SDR'a ulaşması sunun kaldırılması Şubat 1979 Iran Islam Devrimi ve ikinci petrol krizi Mart 1979 AET ülkeleri arasında, sabit-ayarlanabilir bir kur rejimi olan Avrupa Para Sistemi (EMS)'nin kurulması Aralık 1979 Programın askıya alınması ve Türkiye'nin 1979 S.S.C.B.'nin Afganistan'ı Mart'ına kadar taze kay- işgal i nak arayışına girmesi %30 oranında devalüasyon 24 Nis.ıın 1978 Stand-by anlaşması: Kabul edilen 300 milyon SOR Çekilen miktar 90 milyon SOR Aralık 1978 19 Temmuz 1979 Stand-by anlaşması: Ekim 1979 Şubat 1979 Kabul edilen 250 milyon AP azınlık hükümeti iş ba- Ek Finansman Kolaylığı'nın SOR şında uygulanmaya başlaması miktar 230 milyon Nisan 1980 24 Ocak 1980 Sık aralıklarla kur ayarla24 Ocak Kararları: Liberal ması rejimine geçilmesi, ekonomiye geçişin ilk işareti Aralık 1980 devalüasyonlar %5'i geçTemmuz 1980 Toplam kota miktarının 60 meyecek Faiz oranları serbest bıra- milyar SDR'a çıkarılması 18 Haziran 1980 kıldı Stand-by anlaşması: 12 Eylül 1980 Kabul edilen 1.250 milyon SOR Askeri darbe, demokrasi Çekilen miktar 1.250 milaskıda. özal hükümette yon SOR 1981 1981 Katlı kur uygulamasına SOR hesaplanmasının ba- son, sürünen kur rejimine giriş: Kurlar günlük olarak sitleştirilmesi açıklanacak 1981-87 4 Nisan 1983 Gelişmiş ülkelerde enflasMeksika başta olmak üzeHaziran 1982 Stand-by anlaşması: Bankerler krizi, Özal'ın isti- re dış borç krizi yaşayan ül- Kabul edilen 225 milyon yonla mücadele ve durgunluk kelere destek fası SOR Ağustos 1982 14 Kasım 1982 Yeni anayasanın kabulü Aralık 1982 Faizler yeniden MB kontrolünde Kasım 1983 Genel Seçim: ANAP iktidarda, Özal başbakan Nisan 1987 AT' na tam üyelik başvurusu Eylül1987 Siyasi yasakların kalkması için referandum, eski si malar yeniden sahnede Kasım 1987 Genel Seçim: ANAP iktidarına devam Kasım 1988 Faiz oranları serbest bıra­ kıldı Kasım 1983 Çekilen miktar 112.5 mil- 1982-84 yon SDR Gelişmekte olan ülkelerde 24 Haziran 1983 döviz krizleri, Latin Ameri1995'e kadar yapılacak ka moratoryumu son Stand-by anlaşması: Kabul edilen 225 milyon SDR Çekilen miktar 52.25 milyon SDR Kotaların artırılması Mart 1986 Uyum Yapısal Kolaylığı (SAF)'nın kurulması Aralık Güçlendirilmiş Uyum Ekim 1987 Kara Pazartesi: Newyork Borsası (NYSE-Newyork Stock Exchange) çöktü. Gelişmiş ekonomiler krizle tanıştı. Piyasalaşma ve deregülasyon hız kazandı. 1987 Yapısal Kolaylığı (ESAF)'nın oluşturulması Ağustos 1988 Telafi Edici Olağanüstü Finansman Kolaylığı (CCFF)'nın 1-:-;;--:----:-o:=----+=o.:..:lu"'şt:.::u.:..:ru.:..:lm.:..:a:.::sı.:..:._____1 IMF'siz yıllar Ağustos 1989 TCMB'nin 32 Sayılı Kararı'yla kambiyo rejimine ve sermaye hareketlerine tam serbestlik tanındı Eylül1989 Anayasa değişikliği referandumu Kasım 1989 Özal cumhurbaşkanı Türkiye uluslar arası alanda 1989 dış finansman imkanlarını Soğuk savaşın A.B.D. ve kolaylıkla buluyor müttefiklerince kazanılma­ sı, sosyalist blokta çözülme, liberal demokrasi ve piyasa ekonomisi yükselen değerler ;j.ggg!2.9oôEJif<'f~ı~~~1~'. •§iyasl~t()pl~ırı~aj is(i.~r~~şı ;~~zv;ıll~»~~0;{~~~1~itJi~ Haziran 1991 ANAP Kongresini kazanan Mesut Yılmaz başbakan Ekim 1991 Genel Seçim: DYP-SHP koalisyonu Mart 1992 Terör had safhada, Nevruz kutlamaları sırasında büyük olaylar Nisan-Haziran 1993 Özal öldü, Demirel cumhurbaşkanı, Tansu Çiller 1990 %50 artırılarak 1990 135 milyon SDR'a çıkarıl- TL'nin konvertibilitesinin ması IMF'ce onaylanması, lira Nisan-Mayıs 1992 uluslar arası para Eski sosyalist blok ülkelerinin çoğunun üyeliğe kabulü Haziran 1992 Rusya resmen IMF üyesi Ağustos 1992 Rusya ile 719 milyon SDR tutarında stand-by anlaş- başbakan ması Mayıs Kotaların ıs 1990-91 Körfez Savaşı, yeni dünya düzeninin ilanı 1991 S.S.C.B.'nin tarihe karışması Şubat 1992 Maastricht AB'ye ilk adım Anlaşması, Mayıs 1993 Sistem Değişimi Kolaylığı (STF)'ndan ilk yararlanan ülke Kırgızistan Nisan 1994 TL'nin fiilen %30 devalüe edilmesi Ocak-Şubat 1994 Ekonomik kriz; TL iki ayda Temmuz 1994 %60 değer kaybetti, haziIMF'ten 160,5 milyon SDR ne bonosu faizleri %400 çekilmesi; performans kriS Nisan 1994 Haziran 1994 teri konsolide bütçe açığı 5 Nisan Kararları ve istikrar üç başkan yardımcılığı ma- 8 Temmuz 1994 programı karnının ihdası 14 ay süreli Stand-by an- 1994 Cari işlemler dengesi 2,6 milyar dolar fazla verdi ama büyüme hızı -6,1 laşması: Kabul edilen 590,2 milyon SDR Kasım 1994 75 milyon SOR'ın çekilmesi; performans kriteri KlT'Iere bütçe dışı borçlanmanın sınırlanması Şubat 1995 Mart 1995 Krize giden Meksika'ya AB ile Gümrük Birliği 12,1 milyar SOR'lik standAralık 1995 Genel Seçim: RP birinci by kredisi verildi parti, tek parti çoğunluğu yok Kasım 1995 ve Şubat 1996 Bütçe ve parasal perfor- Şubat 1995 mans kriterlerinin tutmaMeksika Krizi ve Latin Ameri· ması nedeniyle 75'er mil· yon SOR'lik son iki dilimin ka'da "Tekila etkisi • ile krizin çekilememesi, kullanılan yayılması toplam tutar 460,5 milyon SDR Şubat 1996 ANA YOL Koalisyonu Temmuz 1996 REFAHYOL Koalisyonu: Dönüşümlü olarak ilk baş­ bakan Erbakan, Çiller dış Mart 1996 IMF tarihinin en yüksek miktarlı EFF kredisi Rusya'ya 6,9 milyar SDR verilmesi işleri bakanı 28 Şubat 1997 MHK'nda siyasi kriz, hükümete örtülü muhtıra Temmuz 1997 ANASOL-D azınlık hükümeti Kasım 1997 Endonezya'ya 1O milyar SDR tutarında stand-by kredisi verildi Aralık 1997 IMF tarihinin bugüne kadarki en büyük finansal desteği: Güney Kore'ye 15,5 milvar SDR tutarında kredi Aralık 1998 Nisan 1997 IMF ile yıllık olağan konsüitasyon görüşmeleri Ekim 1997 IMF heyetinin Türkiye'ye gelerek ekonomik geliş· meleri değerlendirmesi 1997 Asya Krizi dünyayı sarsıyor, Bretton-Woods sonrası en büyük ve yaygın kriz Ağustos 1998 Haziran 1998 TSMF'na dev- Brezilya ile 13 milyar SDR Yakın Izleme Anlaşması Rusya krizde, dış borçlar için riyle fondaki banka sayısı tutarında stand-by anlaşması (St ff M 't d P 90 günlük morataryum ilan a onı ore rogram ) 3'e çıktı edildi yürürlüğe girdi Ocak 1998 lnterbank'ın 16 Ocak 1999 DSP azınlık hükümeti Nisan 1"999 Genel Seçim: DSP-MHPANAP Koalisyonu Ağustos-Kasım 1999 Türkive deoremlerle sarsıldı Temmuz 1999 Rusya ile 17 ay süreli ve 3,3 milyar SDR tutarında standby anlaşması Ekim 1999 Ekim 1998 Depremin zararlarını telafi etmek amacıyla Türkiye'ye Rusya Krizi Latin Ameri361,5 milyon SDR tutarın­ ka'ya yayılıyor, global reda acil yardım desteği sağ­ sesyon tehlikesi landı Aralık Aralık 1999 Beş bankaya daha el kondu, sektör sarsıntıda ekonomi %6 daraldı ' 1999 Türkiye'nin enflasyonla mücadele programı çerçevesindeki niyet mektubuna binaen 2,9 milyar SDR tutarında stand-by anlaşması onaylandı. ilk dilim 221.7 milyon SDR. Döviz kurları 18 aylık süre için önceden belirlendi. 17 Ocak 1999 Euro AB üyesi 11 ülkede tek para birimi olarak devrede Aralık 1999 Dünya yeni milenyuma hazırlanıyor, 2000 yılı sorunu bilişim sektörünün korkulu rüyası BÖLÜM 1 2000 Yılı istikrar Programını Doğuran Nedenler ve Programa Başlarken Türkiye Ve Dünya Ekonomisindeki Trendler Türkiye ı 970'li yılların başından itibaren kronik enflasyon sürecini yaşayan ülkelerden biri hatta bu konuda en istikrarlısıydı(!) Kronik enflasyonla yaşayan diğer ülkelerde olduğu gibi mali sistem ciddi yaralar almış, bunun yanı sıra enflasyon ulusal paradan kaçışı da beraberinde getirmişti. Vergi ödemeleri gibi zorunlu olanlar dışında tasarruf sahipleri satın alma güçlerini korumak için altın, döviz ve/veya gayrimenkul başta olmak üzere mala yönelmişlerdi. Böylece ülke tasarrufları bir anlamda verimsiz alanlara kaymıştı. Geleceğe ilişkin beklentiler ise büyük ölçüde geçmişte yaşananlara endekslenmişti, adeta enflasyon yapışkan hale geliyordu. Endeksleme, enflasyonu kimi zaman yüzde 30'lu kimi zaman yüzde SO'li düzeylerde, kimi zaman da daha yüksek düzeylerde seyretmesine yani platolar biçiminde devam etmesine neden oldu. Grafik1. Türkiye'nin Enflasyon Serüveni (TEFE, TÜFE %) 160 140 120 100 80 ~ ~ 60 40 20 o rıll .1 • ll ll 1 :ı 1975 1977 ; ..... llı 1979 lllLdl lll 1981 1983 ! d· ll rll 1985 1987 1 ·• Illi 1989 1991 1993 1995 1997 1999 • Iii 2001 2003 Yüksek kamu açıkları ve fınansman yöntemleri enflasyonun en önemli nedenlerinden biriydi. Kaynakların etkin kullanılamaması, enflasyon ile örtülmüş verimsizlik kronik enflasyon yaşayan ülkelerin temel sorunuydu. Türkiye ekonomisi de uzun yıllar verimsiz ve kaynakların etkin kullanılmadığı bir yapı içinde çalıştı. Bütçe açıkları nedeniyle ortaya çıkan yüksek faiz bu dengesizliği daha da artırmış ve ı 989 yılından itibaren yaşanan finansal serbestleşme süreci ekonomiyi faiz ve kur riski ile de karşı karşıya bırakmıştı. ı9 Grafik 2. Türkiye'de istikrarsız Büyüme Süreci (%) 10 -s~r--------------------------------------,~~--------~•--4~~--- -10+-~~~~~~--F-~~~~~-T~~--~~~~~~~~~~~~~~ 1976 1978 1980 1982 1984 1986 1988 1990 1992 1994 1996 1998 2000 2002 Türkiye ekonomisine uzun yıllar fıyat istikrarsızlığının hakim olması belirsizliği artırırken, gelir dağılımını da bozuyordu. Bu gelişmeler verimsizlik ve kaynak israfı ile birleşince istikrarsız bir büyürneyi de beraberinde getiriyordu. Türkiye ekonomisinde yatırım tasarruf dengesinin bozulması ve yüksek kamu açıkları doğal olarak döviz dengesinin de bozulmasına neden oluyordu. Türkiye ekonomisi döviz açıklarını kapatmaya zorlandığı dönemlerde dengesizlikler daha da artıyor ve faizler hızla yükselme trendine giriyordu. Türkiye ekonomisi ne zaman dış kaynak bulmada zorlansa aynı sonuç ortaya çıkıyordu. Çünkü içerideki büyük kamu açıklarını kapatacak düzeyde tasarruf yapmak mümkün değildi. Bu kısırdöngünün kırılması gerekiyordu. Yüksek enflasyon ve istikrarsız büyüme belirsizliği artırıyordu ve artan kamu açıkları ve borçların sürdürülebilirliği en önemli sorun haline gelmişti. Türkiye artık yolun sonundaydı. ı997 yılının ortasından itibaren ekonomi yönetimi artık bir şeyler yapmak gerektiğini açıkça görmüş ve bunu dile getirmeye başlamıştı. ı 998 yılı ortasında (Uluslar arası Para Fonu) IMF ile Yakın İzleme anlaşması yapıldı. Ancak ardından gelen seçim programı kesintiye uğrattı. Fakat geri dönüş yoktu ve ı 999 yılı sonunda IMF ile Stand-by düzenlemesi gerçekleştirildi. IMF ile başlayan yeni sürecin iyi anlaşılabilmesi ve 2000 yılı başından itibaren uygulanmaya başlayan enflasyon ile mücadele programının başarısızlığının nedenlerini ortaya koyabilmek için o dönemin iç ve dış gelişmelerini gözden geçirmemiz gerekiyor. 20 1. Türkiye Ekonomisi ve Politik Yapısındaki Değişmeler Türkiye Bu yapı ı994 krizinin ardından net dış borç ödeyicisi bir ülke konumundaydı. sıcak paraya artan bir bağımlılığı da beraberinde getiriyordu. Sonraki yıllarda da görülebileceği gibi politikalar genelde adeta "sıcak para" girişine bağlanmış ve Türkiye'nin kaderi genelde sıcak para girişine bırakılmıştı. Türkiye ı996 yılına girerken Gümrük Birliği'ni kabul etmiş ve dış ticaret açığı açılmaya başlamıştı. Ancak aşırı dış açığın piyasalarda tedirginlik yaratmaması için bavul ticareti hesaplara dahil ediliyordu. Ekonomi büyüme trendine girmişti ve Türkiye dış kaynak bulma konusunda ciddi bir sorun ile karşı karşıya değildi. Politik belirsizliğe rağmen dış kaynak ve büyümenin etkisiyle faiz oranları tempolu olarak gerilemişti. 1997 yılına bu konjonktür içinde girildi. Refah Yol Dönemi başladı. O dönemin ekonomi yönetimi borçlanma stratejisini değiştirmiş, vergi toplamaya yönelmiş, bonolara ilk kez stopaj uygulanmış ama en önemlisi Türk Lirası borçlanma yerine döviz cinsinden borçlanma ön plana çıkmıştı. Bu borçlanmanın maliyetini düşürücü bir girişimdi. Ancak politik belirsizlik ciddi boyutlardaydı. Bedelsiz ithalat girimieri dahil kaynak paketi girişimlerinin etkisi bu açıdan zayıflıyordu. Döviz cinsinden borçlanma ve yeni kaynakla bulunan fınansman ile iç borç itfaları yapılıyordu. Bileşik faiz oranları yüzde ı20'li düzeylerden yüzde 80'li düzeylere geriledi. Hiç kuşkusuz bu düşüş ekonomiye güvenden değil, Merkez Bankası'nın da döviz alması ile birlikte ekonominin likiditeye boğulmasından kaynaklanıyordu. Merkez Bankası döviz alıp piyasaya Türk Lirası vermişti, rezervleri dövizdeki bir aynaklığa izin vermeyecek kadar güçlenmişti. Borç stoğunun artış hızı zayıflamaya başladı ancak bu temel sorunları çözmüyordu. Yalnızca kısa vadede zaman kazandırmıştı. Ancak bu zamanın iyi kullanıldığı şüpheliydi: Ekonomide 1994 krizinin ardından yakalanan büyüme İvınesi iyi ama dış denge kötüydü. ı995, ı996 ve ı 997 yıllarında da mal ve hizmet hareketlerinden kaynaklanan döviz dengesini gösteren Cari İşlemler Dengesi 2 milyar doların üzerinde açık veriyordu. İç denge yani kamu kesimi dengesi dönemin ekonomi yönetiminin iddia ettiği gibi denk bütçeye doğru gitmiyordu. Ekonomi net tüketici konumundaydı ve katma değer yaratmada zorlanıyordu. Borç faiz ödemelerinin iyileşmesinin yarattığı avantaj kullanılıyordu. Yapısal sorunlar devam ediyordu. Yapısal reform uygulamaları ise söz konusu değildi. Mali kesimde de sorunlar ağır dı. ı 994 krizi ile birlikte bankacılık sistemi ciddi 2ı Tablo1. Türkiye'nin Döviz Dengesi (Milyon $) Yıllar DışTicaret 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 Dengesi -14.160 -4,216 -13.212 -10.582 -15.358 -14.220 -10.443 Cari işlemlerDengesi -6.433 2.631 -2.339 -2.437 -2.638 1.984 -1.360 Kaynak: TCMB yemiş; sermaye yeterliliği ve aktif kalitesi bozulmuştu. Banka mevduatıarına verilen güvence ile krizin etkisinin azalması Türkiye' deki banka sayısının hızla artmasına yol açtı. Denetimin yetersiz ve/veya etkisiz olduğu dönem bankalardaki çarpık büyürneyi de beraberinde getirdi. Merkez Bankası'nın dövizin artışına izin vermemesi ve/veya izin vermeyecek kadar rezervlerinin güçlü olması mali sistemdeki kur riskini teşvik ediyordu. Orta ve küçük ölçekteki bankalar önderliğinde dövize yüksek faizler verilerek döviz toplanıyor, ancak bu dövizler daha sonra Türk Lirasına çevrilerek (açık pozisyon) plase ediliyordu. Ağırlıkla da kamu kesimine borç veriliyordu. ı997 yılına işte bu konjonktürde girildi. Ancak mali sistemin içinde de yurt dışında da beklentiler "bu işin böyle gitmeyeceği" yönündeydi. ı997 yılının Ocak-Şubat ayı başında bir bankanın 200-250 milyon dolarlık bono portföyünü boşaltması faiz oranlarını yüzde 80'lerden yüzde ı lO'lara yeniden çıkardı. En önemli sorun bu kadarlık satışı bile piyasanın kalduabilecek derinliği yoktu. Piyasanın likiditesi konusunda ciddi sorun vardı. darbe Bu arada politik risk de artmıştı; 28 Şubat süreci başlamıştı. Ekonominin devam ettiği dönemde yaşanan bu gelişme belirsizliği daha da artırmış ve faiz oranları yükselme trendine girmişti. 28 Şubat artık seçimin göründüğüne de işaret ediyordu. Artık seçim ekonomisi uygulanmaya başlamıştı: taban fiyatları yüksek açıklanmış, ek zamlar ile tüm memurlara kaynak akıtılmaya başlanmıştı. Oysa kamu kesiminin ı 997 yılı Mart ve Haziran örneğinde görüldüğü gibi memur maaşlarını ödeme konusunda bile sorunları vardı. Hükümet istifa etti ve yeni azınlık hükümeti kuruldu. kırılganlığının 22 Yapısal Reformların Öneminin Fark Edilmesi Azınlık hükümetinin kuruluşu ile birlikte yapısal reformlardan söz edilmeye başlandı. Hazine'nin yönetimi değişti ve ı 997 yılının Ağustos ayında Hazine ile Merkez Bankası arasında yapılan bir protokol ile mümkün olduğunca Hazine'nin Merkez Bankası'ından kısa vadeli avans kullanmamaya özen göstermesi kararlaştırıldı. Kamu bankalarının da aynı şekilde Hazine finansmanında yer almaması gereğinin üzerinde duruldu. Piyasa yapıcılığı gündeme getirilerek bir taraftan şeffaflık konusunda adım atılması diğer taraftan piyasanın derinleştirilmesi hedeflendi. Mali sistemin yeniden yapılandırılmasının gerekliliği yine bu dönemde tartışılmaya başladı. Ancak Kasım ayında bu sürecin kesintiye uğradığı biçiminde izienimler alındı. Ancak daha önce bir taraftan faizlerin düşürülmesi diğer taraftan enflasyonla mücadele için öncelikle piyasadan daha fazla borçlamhp Merkez Bankası'ndan kullanılan avans kapatıldı, Temmuz ayında akaryakıt fiyatları artırıldı. Bunun enflasyon üzerinde etkisi olacaktı. Ama kamu kesiminde bir düzeltme yaratması bekleniyordu. Önce enflasyon artacak ancak daha sonra kademelİ olarak düşecekti. Ancak faiz oranlarının yükselmesi öncelikle bono sahiplerini etkileyecekti. Ekonomide tedirginlik artıyordu. Bilinçli olarak enflasyon önce artırılacak daha sonra da kademelİ olarak düşürülecekti. ı 998 yılı başında KİT ürünlerine zam yapılmayacağı açıklandı. Böylece ı 998 yılında enflasyon belirgin biçimde düşecekti. Ancak ı998 yılına girerken yapısal reformlar konusunda adım atılmadığı görüldü. Bu nedenle Hazine Müsteşarı da istifasını vermişti. Mali sistem risk almaya devam ediyordu. Yüksek reel faiz açık pozisyonu teşvik etmişti. ı 998 yılının ikinci yarısında ekonomi yönetiminin Merkez Bankası'nı daha fazla faizleri aşağı çekmeye yönlendirmesi açık pozisyon kazançlarını artırmıştı. Çünkü faiz oranlarının gerilemesi menkul kıymetlerin değerini yükseltecekti. Ellerinde Türk Lirası cinsinden menkul kıyınet tutan bankaların bu durumdan kazançlı çıkacakları açıktı. Ancak bankacılık sistemi bu süreçte ciddi risk aldı ki açık pozisyon başlı başına risk anlamına geliyordu. Yapılandırılmış finansman olarak tanımlanan bir yöntemle yurtdışından fon sağlamaya devam etti: Yabancı bankalara bono-tahvil teminat olarak verilerek teminatların birkaç katı büyüklüğünde kredi temin ediliyordu. Bu yöntemle Türkiye'ye ı 998 yılının ikinci çeyreğinde ciddi bir döviz girişi (sıcak para) sağlandı. Piyasadaki likidite genişlemesi gecelik faizleri yüzde 60'lı seviyelerden yüzde 40'lı seviyelere çekerken, bono bileşik faizleri de yüzde ıso'lerden yüzde 70'lere gerilemişti. Gelen sıcak para piyasada iyimserliği artırmıştı. Ancak 23 bunların karşılığında açık pozisyonlar tarihi rekorlar kırmaya devam etti. Oysa dünya kriz ile karşı karşıyaydı. Asya' da patlayan krizin Çin' e adamasından korkuluyordu. Japonya ve ABD piyasalara müdahale ederek paniği önlemeye çalışırken Rusya krize girdi. Rusya gelişen piyasalar içinde önemli bir ülkeydi ve Türkiye ile aynı kategoride değerlendiriliyordu. Rusya Krizinin bizi etkilernesi kaçınılmazdı. Mali sistemde büyük riskler söz konusuydu. Yapılandırılmış finansman yöntemi ile ciddi bir döviz girişi sağlanmış ve teminat olarak menkul kıyınet verilmişti. Rusya krizi Türkiye' den sermaye çıkışına neden olabilir, dolayısıyla menkul kıymetlerin fiyatı bu çıkış süresince yaşanacak yüksek faiz nedeniyle düşebilirdi. Bu durumda teminata verilen menkul kıymetlerin değeri de düşecek ve sonuçta teminat karşılığı kredi veren uluslar arası finans kurumları ek teminat talebinde bulunacaklardı. Ancak finans sistemi bu riski taşımaya devam etti. Rusya krizi sonrası korkulan oldu ciddi sermaye çıkışı gerçekleşti faiz oraları da bankalar arası piyasada yüzde 70'lerden yeniden yüzde ıso seviyelerine tırmandı. Mali kesimde işler böylesine çarpık gelişirken reel kesimde de belirli alışkanlıklarını terk edemiyordu. Enflasyon ile yaşamayı alışkanlık haline getirmiş olan reel kesim, yüksek stok ve yüksek borç yapısı ile katı bir pozisyon taşıyordu. Fakat Asya ve Rusya krizi ile gelişen deflasyonist dalga reel kesimin bilanço yapısını büyük ölçüde tahrip etti. Bu arada Türkiye "mali milat" tartışmaya başlamıştı. Zamansız bir uygulamaydı ama Türkiye açısından gerekliydi. Büyük bütçe açıkları veriliyordu. Bu açıkların kapatılması gerekiyordu, daha fazla vergiye gereksinim vardı. Ama tek başına uygulanacak olan mali milat işe yaramayacaktı. Kapsamlı bir reformun parçası olarak uygulanması gerekiyordu. Ancak uygulama yalnızca reformun bir parçasıydı. Türkiye' den çıkan paranın bu nedenle olduğu da tartışıldı. Türkiye' den çıkan sermayenin bu nedenle kaçtığı tartışıldı. Ancak gerçek boyut Rusya' da yaşanan krizdi. Çıkan sermaye faiz oranlarını yükseltmiş ve bankalar tuttukları menkul kıymetleri yüzde ıso'lere varan repolar ile fonlamaya başlamıştı. Yabancı çıkışında ve yabancıların teminattaki menkul kıymetleri satışında panik yaratmamak için menkul kıymetler de satın alındı. Amaç faiz oranlarının daha fazla yükselip bankalar zarar yazmamasıydı. Sonuçta mali sistem ı 998 yılında ciddi bir darbe yedi. Sermaye yeterlilikleri bozulmuştu, maliyetler yüksek olmasına rağmen aktifleri yeterince sağlıklı değildi. Kredilerin sağlam olup olmadığı konusunda şüpheler vardı, menkul kıymetlerin değeri ise düşmüştü. 24 ı997 yılında TÜPE yüzde 9ı, TEPE ise yüzde 99.ı olarak gerçekleşirken, ı998 yılında TEPE yüzde 54.3, TÜPE ise yüzde 69.7 oldu. Deflasyonist bir dönem yaşanıyordu, büyüme hızı gerilemiş dolayısıyla Türk Lirası aşırı değerli olmasına rağmen ithalatta düşüş yaşanmıştı. İhracatta da sorun yaşanıyordu. Ancak mali sistemin açık pozisyonda olması kur konusunda adım atılmasını engelliyordu. Dolayısıyla reel kesim de zor durumdaydı. Mali sistem kar yapınamasına rağmen istikrarsız büyüme devam ediyordu. Bankacılık hizmet gelirleri neredeyse sıfırlanmıştı, bankaların önemli bir bölümü guruplarını fonlamaya çalışıyordu. Büyük maliyerlerle toplanan fonlar krediler yoluyla belli gruplara aktarılmıştı. Asya' daki bankacılık sisteminde yaşanan ahlaki riziko bizim sisteme de bulaştı. Bankaların topladığı mevduatlara verilen tam güvence bunun dayanağını oluşturmuştu. Bankaların bir bölümünün hedefi hatırılamayacak kadar büyük olmaktı ve bu hedef kar maksimizasyonunun yerini almıştı. 2000 Kasım ayında yaşanan finansal krizin temeli de böylece atılmış oldu. Sistem zaten ı998 yılında kriz derinleşmiş, aktifkalitesi ve sermaye yeterliliği bozulmuştu. Oysa bu döneme kadar bankalar grupları başta olmak üzere reel kesime kısmen kredi aktarabiliyor, diğer taraftan da Hazine'yi fonlayabiliyorlardı. Ancak yolun sonuna gelinmişti. ı998 yılı ilginçti; Rusya krizi, mali milat, hükümetin Ekim ayında üst üste gelmeye devam etti. ı998 yılının ikinci yarısında "bazı kasetlerin" yayınlanması ile birlikte bazı operasyonlar başlatılmıştı. ı 998 yılının ikinci yarısında PKK ile ciddi çatışmalar yaşanıyordu, Suriye ilişkileri ise gergindi. ı998 yılı sonunda "görünmez bir el" devreye girmişti, Türkiye'nin dış desteği olağanüstü biçimde artıyordu; Suriye'ye karşı tavır alındı, PKK'nın Irak topraklarını terk etmesi ve liderinin de Türkiye'ye verilmesi talep edildi. Suriye "Apo"yu ülke dışına gönderdi. Rusya ilk durağıydı ama Rusya'nın zaten Kafkaslarda sorunu büyüktü. Apo İtalya'ya gönderildi. ABD desteği devam etti, İtalya' da da barınamayan Apo Afrika' dan yeni hükümet kurmuş olan Ecevit Azınlık Hükümeti'ne teslim edilmişti. Artık ı999 yılı başıydı ve rüzgar Türkiye'den yana esiyordu. her açıdan düşmesi ... İlginç gelişmeler Ancak ekonomide işler yolunda değildi. ı 989 yılından itibaren koalisyon hükümetleri devreye girmiş ve oy maksimizasyonu her şeyi belirler hale gelmişti. Borçlanma konusunda ı 999 yılının ilk ayları oldukça belirsizlik içeriyordu. Ancak Şubat ayında ilginç gelişmeler yaşandı. Apo'nun teslim edilmesiyle birlikte ciddi bir iyimserlik rüzgarı esmeye başladı. Türkiye ı 8 Nisan' da seçime gidiyordu ama öncesinde piyasaya para girişi gerçekleşti. Seçime giderken faizler düştü, borsa endeksi ise yükselmeye başladı. Oysa 25 Türkiye'nin yapması gereken çok şey vardı. Fakat fınans ekonomiye etkin Yılın ortasında gelen deprem ekonomide ciddi yaralar açılmasına neden oldu. oldu. ve üretim Ekonomik büyüme negatife dönüştü. Çünkü sanayi fay hattındaydı sekteye uğramıştı. Ancak ı 7 Ağustos depremi nedeniyle uluslar arası dayanışma ön plana çıktı, Yunanistan ile yumuşama aynı süreçte yaşandı. Aynı süreç içinde zaten AB Türkiye'nin aday üye olmasına da kabul etmişti. IMF ve Dünya Bankası deprem nedeniyle desteklerini artıracaklarını belirttiler. Türkiye 2000 yılına girerken G-20 içine alınmış, AB'ne aday üye olmuş, AGiT zirvesi Türkiye'de toplanmış ve IMF ile stand-by anlaşması yapmıştı. Türkiye'nin uluslar arası arenada önemi artmıştı. Artık siyaset özellikle dünya siyaseti gündemi belirlemeye başlamıştı. Bakü - Ceyhan hattı yine bu dönemde konuşulmaya başladı. Türkiye enerji konusunda Tahkim' i kabul etti ve gerekirse Bakü- Ceyhan hattının fınansmanını sağlayabileceğini belirtti. Böylece pahalı olduğu gerekçesi ile buna sıcak bakmayan petrol şirketlerinin tezi ortadan kaldırılmış oldu. Bölgede terör var biçimindeki tez ise Apo'nun teslim edilmesi, Suriye'nin geri adım atması ve bölgede büyük devletlerin tercihlerinin değişmesi terörün gerilemesinde etkili oldu. Petrol fıyatlarının çok düşük olması bu bölgedeki ülkeleri rahatsız ediyordu. Amerikan uçakları İncirlikten kalkarak Yumurtalık-Kerkük boru hattını vurdu. Bu, günde 2 milyonluk üretim düşüşü anlamına geliyordu. OPEC ülkelerinden gelen açıklama ile 4.5 milyon varillik üretim düşüş kararı alındı. Petrol fıyatları varil başı 8 dolar düzeyinden ı 7 doların üzerine yükseldi. 2. Asya Krizi, Dünya Ekonomisi ve Politik Yapısındaki Trendler Türkiye ekonomisi ve politik yapısındaki değişimleri bir de dünya ekonomisi ve politik yapısındaki değişmeler açısından analiz edip paralellikleri saptamaya çalışalım. Bunun için ı996 yılından başlayalım ... ı 996 yılı Amerika açısından kritik bir yıl dı. Çünkü Amerikan seçimlerini ikinci kez B. Clinton seçildi. Clinton'un ilk uygulaması bütçe açıklarının kapatılmasıyla ilgiliydi. Bu çerçevede devreye girecek olan program doğal olarak Amerikan dolarını güçlendirecekti. Sonuçta ı997 yılı boyunca ABD doları değer kazanmaya devam etti. ı996 yılı sonunda bir ABD doları ı.47 Alman Markı (DM) iken ı997 yılında 1.89 DM'ye kadar yükselmişti. Ancak bu gelişmeler parasına ABD dolarına bağlamış olan başta Asya Kaplanı olmak üzere benzer ülkelerin rekabet gücünü olumsuz yönde etkilemişti. 26 Piyasalarda belirsizlik artmaya, risk alma eğilimleri zayıflamaya başlamıştı. Asya kaplanı benzeri ülkelere giren yabancı sermayede tedirginlik giderek arttı. Yabancı sermaye bu ülkeleri terk etmeye başladı. Ancak Tayland'ın yabancı sermaye çıkışına karşı döviz rezervleri yetersiz kaldı. Merkez Bankası döviz rezervlerinin bitmesi sonucu Tayland parasını (Baht) dalgalanmaya bıraktı. Malezya, Endonezya, Kore ve Hong Kong' da da benzer gelişmeler arka arkaya yaşandı. Asya Krizi tüm dünyaya dalga dalga yayıldı. Dünyada sorunların artacağına ilişkin sinyaller artık alınmıştı. İhracata bağlı birçok ekonomide kapasiteler hızla artırılmıştı, bıınların bir bölümü de yabancı kaynak ile finanse edilmişti. Verimsiz alanlara yatırımlar büyük ölçüde sıcak para ile fonlanmıştı. Ürettikleri her şeyi satabilecekleri varsayımıyla hareket eden bu ülkeler sermaye girişleriyle kapasite artırıcı yatırımların yanı sıra gayrimenkuller yani likiditesi zor olan yatırımlar da devreye sokuldu. Ancak ihracat kapasitelerine talep hızlı artmamıştı. Paralarının dolara bağlı olması dolar değer kazandıkça bu ülkelerin rekabet gücünü olumsuz yönde etkiledi. Mali sistem başta olmak üzere alınan riskler sermaye çıkışı ve kur artışı ile birlikte fırmaların nakit akışlarını bozdu ve çark dönmemeye başladı. Kriz tüm dünyaya yayılmaya başladı. Asya krizi ile birlikte bizim gibi gelişmekte olan piyasalara yönelik sermaye hareketlerinin dengesi bozuldu. Asya' da başlayan deflasyonist süreç tüm dünyayı etkiliyordu. Asya'nın düşen satın alma gücü ve tüketim düzeyi hammadde talebi başta olmak üzere global talebi olumsuz yönde etkiledi. Türkiye bu dönemde enflayonist bir süreç yaşamaya devam etti. Türkiye 1998 yılının ikinci çeyreğinde ciddi miktarda döviz girişine (sıcak para) sahne olmuştu. Ancak bu döviz girişi ihracat ve turizm gibi sağlam kaynaklardan değil kısa vadeli borç olarak sağlanmıştı. Bir anlamda Türkiye sıcak para cenneti oldu. Asya Krizinin Çin'e sıçramasından korkulurken kriz Japonya ve ABD'nin müdahalelerine rağmen Rusya'ya sıçradı. Global talepteki gerileme ile birlikte başta enerji olmak üzere hammadde talebinin düşmesi bu girdilerin fıyatlarında da gerilernelere yol açmıştı. Rusya'nın 10-12 milyar dolarlık rezervine karşın ödemesi gereken 16 milyar dolarlık borcu vardı. Bunun yarısı da yabancılara borçlardan oluşuyordu. Yabancıların "Rusya' nın 10-12 milyar dolara gereksinimi var" biçiminde çıkardığı söylenti faizlerin yükselmesine neden olmuştu. Düşen döviz girişi ve yükselen faiz oranları Rusya'nın paniklemesine yol açmıştı. G7'lerin toplantısından Rusya'nın IMF ile anlaşması ve Rusya'ya IMF' den destek verilmesi tavsiyesi çıktı. Ancak Rusya ile IMF yapılan ilk görüşmelerden sonuç 27 alamadı. G7'lerin bastırması ile ilk etapta 4.9 milyar dolarlık ödeme olmak üzere IMF Rusya'ya 22.6 milyar dolar kredi açmaya razı oldu. Rusya'nın gelen krediyi gerektiği gibi kullanamayacağı yönündeki beklentiler, Soros'un Financial Times' e yazdığı bir mektup ile paniğe dönüştü ve 8 Ağustos'ta Rusya devalüsyon yapıp konsolidasyon (erteleme) ve morotoryumu (ödememe) gündeme aldı. Asya ve Rusya krizinde en az veya neredeyse hiç kaybetmeyen taraf ABD oldu. ABD kaybetmemekle kalmadı daha da güçlenmeye başladı. Avrupa 1999 yılında EURO'yu gündeme sokarak alternatif bir güç olmak istiyor ancak ABD bu gelişimden rahatsız oluyordu. Enerji konusunda petrol yollarının bombalanması dahil hassasiyeti büyüktü. Enerji yollarının kontrol edilmesi, enerji fıyatlarının belirlenmesi hiç kuşkusuz dünya lideri olmak isteyen ABD'nin en fazla istediği şeydi. Bakü-Ceyhan hattı konusundaki desteği de bunun en önemli göstergesiydi. Katkas petrollerinin gözetimi için bu girişim gerekliydi. Avrupa gerek ekonomik gerekse politik açıdan tam bir kaos yaşıyordu. Avrupa kentlerinde Apo'nun yakalanmasıyla birlikte karışıklıklar oluyordu. Euro ile birlikte Brezilya Krizi de gündeme gelmişti. Apo krizi, Brezilya krizi Euro'ya değer kaybettirmişti. Yeni dünya düzeni işlemeye başlamıştı. 23 Temmuz 1999 tarihindeki Kosova'nın finansmanı ile ilgili toplantı dönüm noktası oldu. Bu toplantının ardından ABD ile Avrupa arasındaki gerginliğin sona erdiği biçiminde bir izienim ortaya çıktı. Avrupa özellikle faiz oranlarının düşürülmesinde geciktikleri için Avrupalılara sitemlerini belirtmişti. Oysa yeni dünya düzeninde bu türden aykırılıklara yer yoktu ! Japonya ise 1990 yılından itibaren girdiği sorunların pençesinden kurtulamıyordu. Asya' da ciddi kaybı vardı, bankacılık sistemi sorunluydu ve bankalardaki mevduatların tamamı kamunun garantisi altındaydı. Japonya'nın ABD karşısında durma şansı yoktu. 1999 yılının ikinci yarısından itibaren şaşırtıcı olaylar gündeme geldi. Türkiye'nin G-20 içine alınması, AGİK'in AGİT'e dönüşüp İstanbul'da toplanması, Türkiye'nin Helsinki'de AB'ye üye adayı yapılması ... Oysa 1997 Şubat ayından itibaren Türkiye'nin aday üye yapılması konusunda ABD'nin de desteği vardı. Ancak 1998 yılının ortasında AB'den gelen yanıt olumlu değildi. Fakat ne olduysa ki daha sonra açıklanacaktı, ABD Türkiye'nin aday üye olması için bastırmış ancak Lüksemburg' da ret yanıtı almıştı, bir yıl sonra Türkiye'ye yeşil ışık yakılmıştı. Yeni dünya düzeni işlemeye başlamıştı. 2000 yılına Türkiye böyle bir konjonktür içinde giriyordu. 28 BÖLÜM 2 2000 Yılında Başlayan IMF Programının Analizi: Neden ve Nasıl Uygulandı? 1. 2000 Yılı istikrar Programının Hedefleri ve Uygulanacak Politikaların Ana Hatları Hazine Müsteşarlığı 9 aralık 1999 tarihinde IMF Başkanı Michel Camdessus'a hitaben yazdığı "mektup" ile 2000 yılı başından itibaren uygulanacak programın gerekçe ve uygulamalarını aşağıdaki sıralama ile bildirdi. Mektubun içeriği aşağıda sırasıyla açıklanıyor; Programın hedefi, " Türkiye'yi enflasyondan kurtarmak, büyüme ve toplumun tüm kesimleri için daha iyi yaşam standardı beklentilerini artırmak" olarak belirlendi ve şu saptamalar yapıldı; • Son 25 yıldır enflasyon ekonomik büyürnede istikrarsızlık yarattı, sürdürülebilir istikrarlı bir büyüme gerçekleştirilemedi. AB başta olmak üzere büyürnede gelişmekte olan ülkelerin performansıarına ulaşılamadı. • Enflasyon Türk Lirasına olan güveni sarsarak yüksek ve istikrarsız neminal ve reel yüksek faizlerin oluşmasına neden oldu. Spekülatif ve arbitraja yönelik faaliyetlerin artması ile mali sistemin sağlıklı işleyişi bozuldu. Kamu kesiminin ödediği yüzde 30 civarındaki reel faiz kaynakların bu kesime kaymasına ve kredi sürecinin bozulmasına yol açtı. • Yüksek reel faiz zaten açık veren zayıf bir bütçeye sahip kamu kesiminin finansmanını zorlamaya başladı. 1998 yılında Kamu Borcunun Milli Gelire Enflasyon Hedefi • 2000 yılı enflasyon hedefi yılsonu itibariyle TÜFE'de yüzde 25, TEFE'de ise yüzde 20. • TEFE ve TÜFE enflasyonu 2001 yılında yüzde 10-12. • 2002 yılında sırasıyla yüzde 5-7. Büyüme Hedefi • 2000 yılı büyüme hızı yüzde 5-5.5, • 2001 ve 2002 yıllarında yüzde 5-6 aralığında. 29 Cari Denge Hedefi • 2000 yılı cari işlemler açığı GSMH'nın yüzde 1.5-2 "si aralığında, • 2001 ve 2002 yılları için de hedeflendi. aynı açık oranı oranı yüzde 44 iken bu oran 1999 yılı sonunda yüzde 58'lere yükseldi. • Ağırlaşan yapısal sorunlar yalnız enflasyonu değil büyürneyi de çok olumsuz etkiler hale gelmişti. Programın Hedefleri Sözkonusu sürecin etkilerinin silinmesi için aşağıdaki temel hedefler belirlendi; Program hedeflerin gerçekleştirilmesi için üç temel unsura dayandırıldı: " Programın başlangıcında kamu temel fazlasının mümkün olduğunca yüksek tutulması, yapısal reformlar ve tutarlı gelir politikaları ile desteklenmiş sıkı döviz taahhütleri". Enflasyonun nedeni yüksek kamu açıkları olarak saptanmış bu nedenle yapısal reformların devreye sokularak kamu kesiminde kalıcı iyileşmenin sağlanması hedeflenmişti. Gerek yapısal reformlar gerekse özelleştirme ile kamu borcunun azaltılacağı saptaması yapılmıştı. Diğer taraftan sıkı döviz kuru taahhüdü (döviz çıpası)ve tutarlı gelir politikası enflasyonla mücadelenin bir parçası olarak düşünülmüştü. Bu çerçevede programın detayları ayrıntılı olarak verildi; Maliye Politikası finansmanın gerçekleştirilmesi için sürdürülebilmesi ve enflasyonda kalıcı çozumün önemli ölçüde faiz dışı fazla yaratılması ve özelleştirme hedefleniyordu. Bu çerçevede maliye politikasının da çerçevesi belirlendi; • 1999 yılında kamu temel dengesi GSMH'nın yüzde 2.8'i kadar açık vermişti. 2000 yılında bu pozitife çevrilecek ve özelleştirme gelirleri, faiz gelirleri ve Merkez Bankası'ndan kar transferleri ile deprem harcamaları hariç GSMH'nın yüzde 3.7'sine yükseltilecekti. Kamu borcunun azaltılması için bu yeterliydi ancak enflasyon oranları düştükçe daha önce sabit faizle yapılmış borçlanmaların reel faiz yükü yükseleceğinden tek başına kamu temel fazlası yetmeyecek borcun azaltılması için ek olarak özelleştirmeye gereksinim duyulacaktı. Oysa özelleştirmenin gelir yaratma amacıyla yapılıyor olması ne kadar sağlıklıydı? Bu soru hiç tartışılmadı. .. • Özelleştirme gelirleri hedefi 2000 yılı programının iddialı hedefleri arasında yer almıştı. GSMH'nın yüzde 3.5'i kadar yani 7.6 milyar dolarlık özelleştirme hedeflenmişti. Telekomünikasyon ve enerji sektörlerinden elde edilecek 4.5-5.5 milyar dolarlık özelleştirme gelirinin doğrudan bütçeye aktarılması Kamu kararlaştırılmıştı. 30 Grafik 3. iç Borç stoku (GSMH) 33.0 31.0+---------------------------------------------------------~ 29.0+---------------------------------------------------27.0 + - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - 25.0+-----------------------------------------------------23.0+---------------------------------------------------21.0 +-------------------------==------19.0 +-------------------17 .O +-----------15.0 +-----13.0 oO) O) ı.n N O) O) O) O) 00 O) O) (*)Tahmin Kamu Temel Fazlası Nedir? Programda tanıtılan konsolide kamu sektörü Genel ve Katma Bütçeli İdarelerin gelirleri ile giderlerine gösteren konsolide bütçeyi, dört temel bütçe dışı fonu, sekiz kamu iktisadi teşebbüsünü, işsizlik sigortası ile üç sosyal güvenlik kurumunu içeriyor. Kamu Temel fazlası ise bu kurumların genel olarak GSMH'nın yüzde 3.7'si kadar temel fazla vermeleri hedefleniyordu. Örneğin konsolide bütçe için kamu temel fazlası faiz dışı fazla olarak da adlandırılıyor. Faiz dışı fazla, konsolide bütçe gelirlerinden faiz dışı harcamaların çıkarılması ile bulunuyor. Böylece faiz dışı fazla veren konsolide bütçe ile faiz ödemelerinin bir kısmı yaratılmış olan bu faiz dışı fazladan karşılanıyor. Eğer faiz dışı fazla verilmez ise konsolide bütçenin harcama ve borçlanmasından sorumlu Hazine, hem ana para hem de bu ana paranın faizi kadar borçlanmış oluyor. Bu da kamu borcunu kartopu etkisiyle artırıyor, Kamu Borcunun Milli Gelire oranını düşürmek mümkün olmuyor. 31 • Bütçe hedeflerinin tutturulabilmesi için vergi paketine de gereksinim vardı. Yeni vergi paketi yürürlüğe girecekti; " Vergi paketi, ek gelir ve kurumlar vergisi ödemeleri, ek yıllık motorlu taşıtlar ve emlak vergisi ödemeleri, cep telefonu üzerine uygulanacak bir vergi ve düzenleyici kurumların (İMKB, SPK gibi) yaratacakları gelir fazlalarından yapılan aktarırnların artırılmasını" içeriyordu. Ayrıca bedelli askerlik devreyesokulmuş ve 1 Aralık 1999 tarihinden itibaren ihraç edilmiş olan kamu borçlanma senetlerinin üzerine stopaj konulmuştu. Böylece GSMH'nın yüzde 2'si kadar bir ek gelir yaratılmış olacaktı. Vergiler bunlarla sınırlı kalmadı: Gayrimenkul sermaye iratları ve serbest meslek kazançları üzerine uygulanan stopaj oranları, faiz ve repo gelirlerine uygulanan stopaj oranları artırılacaktı. Dolaylı vergiler yani KDV iki puan artırılacak, akaryakıt tüketim vergisi fıyat hareketlerinden etkilenmeyecek biçimde düzenlenecekti. Grafik 4. Konsolide Bütçe Dengesi ve Faiz Dışı Fazla (GSMH'ya oranı) 6 4 2 o -2 -4 -6 -8 -1 o -12 1994 1995 1996 1997 1998 1999 • Bütçe harcamalarında ise personel harcamalarındaki azalma dahil yatırım dışı kamu harcamalarında kesintililere gidilecekti. • Sosyal Güvenlik ve tarım reformlarının devreye girmesi harcamaların kısılmasında etkili olacaktı. Böylece harcamalar disiplin altına alınacaktı. • Sonuçta 1999 yılı sonunda yüzde 58 olan Kamu Borcunun Milli Gelire oranı aşağı çekilmiş olacaktı ve böylece AB'nin aday üyesi olarak AB kriteri olan maksimum yüzde 60'lık oranın da altında kahnmış olacaktı. Özelleştirme ve Kamu Borcunun düşürülmesine ilişkin hedefler 2001 ve 2002 yıllarında da devam edecekti; 32 Tablo 2. Özelleştirme ve Kamu Borcu 2000 2001 2002 Para ve Döviz Kuru Özelleştirme Geliri 1 GSMH (%) Kamu Borcu 1 GSMH (%) 3.5 3.25 2 57.0 56.5 54.75 Politikaları Para ve döviz kuru politikalarının temel hatları programda şöyle tanımlanıyordu: "enflasyonun indirilmesi ve faiz oranlarında hızlı düşüş, para ve döviz kuru gelişmelerinin daha önceden tahmin edilebilir hale getirilerek, yerli ve yabancılar için finansal yatırımın değeri üzerindeki belirsizliğin azaltılmasını gerektirmektedir. Bu döviz kuru politikasında daha fazla ileri dönük taahhütlere doğru bir değişikliği gerektirmektedir. Program çerçevesinde maliye politikasının güçlendirilmesi, uluslar arası toplumdan sağlanan mali destek ile birlikte, uluslar arası rezerv seviyemiz, söz konusu taahhüdün uygulamaya sokulmasını mümkün kılmaktadır ... bu döviz kuru rejiminden şeffaf ve önceden ilan edilmiş bir çıkış stratejisine ihtiyaç bulunmaktadır." Tablo 3. Döviz Sepeti ve Dövizde 2000 Yılı Hedefler Ay Sonu Sepet değeri (1 USD+ 0.77 EUR) Aralık 1999 Ocak 2000 ~ubat Mart Nisan Mayıs Haziran Temmuz Ağustos Eylül Ekim Kasım Aralık 2000 Sepet Aylık Artış Kümülatif Oranı(%) Oranı(%) 959,020.46 979,159.89 999,722.25 1,020,716.42 1,038,068. 59 1,055, 715.76 1,073,662.93 1,087,620.55 1'1 01,759.61 1,116,082.49 1,127,243.51 1,138,515.75 1,149,900.90 2.1 2.1 2.1 1.7 1.7 1.7 1.3 1.3 1.3 1.0 1.0 1.0 33 Değişi mleri Artış 2.100 4.244 6.433 8.243 10.083 11.954 13.41 o 14.884 16.377 17.541 18.717 19.904 Günlük Artış Oranı(%) 0.067 0.072 0.067 0.056 0.054 0.056 0.042 0.042 0.043 0.032 0.033 0.032 Yukarıdaki doğrultuda 2000 yılı programı döviz çıpasına yani döviz kurlarının öngörülebilirliğine dayandırılmıştı. Döviz kurunun izleyeceği yol açıklanmıştı: bir ABD Doları ve 0.77 Euro'dan oluşan Türk Linisı sepeti 2000 yılında yüzde 20 değer yitirecekti yani kur artışı sepet bazında yüzde 20 olarak belirlenmişti. Üç ayda bir kur artışı ilan edilerek taahhüt ediliyordu ve bir bant söz konusu değildi. 18 aylık sürenin sonunda 1 Temmuz 2001 tarihinden itibaren bant içinde dalgalanan sisteme geçilecekti. Bu bandın genişliği 2001 Temmuz'u ile Aralık ayları arasında yüzde 7.5, 2002 yılının Ocak-Haziran ayları arasında yüzde 15, Temmuz-Aralık döneminde de yüzde 22.5'e çıkacaktı. Net İç Varlıklara (NİV) tavan hedefi konulmuş ve 2000 yılı içinde de Mart, Haziran, Eylül ve Aralık sonu itibariyle 1999 yılı aralık ayı sonundaki eksi 1.2 katrilyon liralık sınırı aşamayacaktı. Dönemler içinde ise kısa vadeli olarak artı/eksi yüzde 5'lik değişimlere izin verilebilecekti. Bunun yanı sıra bankaların zorunlu karşılık oranı Türk Lirası için yüzde 8' den 6'ya çekilirken disponibilite yani DİBS olarak tutulacak kısım 2 puan artırılacaktı. Merkez Bankasına Net Döviz Rezervleri ile ilgili de taban performans kriteri konulmuştu. 30 Eylül1999 tarihi itibariyle 17. 900 milyon dolar olan Net Uluslar arası Rezervler (NUR); 31 aralık 1999 itibariyle 12.000, 31 Mart 2000 itibariyle 12.000, 30 Haziran itibariyle 12.750, 30 Eylül itibariyle 12.750 ve 2000 yılı aralık itibariyle de en fazla 13.500 milyon dolara gerileyebilecekti. Böylece Merkez Bankası'nın rezervlerinin belli bir düzeyin altına düşmemesi hedeflenmişti. Kısa dönemli dalgalanmalar dışında Para Tabanı (tanımlar için Merkez Bankası bilançosu ve 2000 yılı programı başlığı altındaki kutuya bakılabilir) yani Merkez Bankası'nın Türk lirası yükümlülükleri bankanın döviz alımı yoluyla yaratılabilecekti. Bunda da ödemeler dengesi yani ülkeye giren ve çıkan döviz miktarı etkili olacaktı. Merkez Bankası'nın kamuyu ve/veya piyasayı fonlamasının veya likidite vermesinin Net İç Varlıklar kaleminin eksi 1.2 katrilyon lira ile sabitleurnesi sonucu önü kesilmişti. Merkez Bankası yalnızca döviz alarak TL yaratabilecekti. Ancak Piyasa aktörlerinin döviz alması da piyasada TL miktarını daraltacak ancak Merkez Bankası döviz alarak TL yaratabildiği için piyasanın likiditeye sıkıştığı dönemde piyasaya TL veremeyecekti. Faiz oranlarının belirlenmesi piyasaya bırakılmıştı. Piyasa oyuncularının dikkat etmesi gereken nokta açıktı: Program kur riskini ortadan kaldırırken faiz riskini ortadan kaldıracak hiçbir önlem almayacaktı, alamayacaktı. Piyasadaki tüm aktörler bu gerçek ışığında hareket etmeliydi. Merkez Bankası döviz aldığında TL yaratacağı için faizler çok düşebilirdi. Eğer faiz oranları yüzde 20'nin altına düşerse piyasa aktörleri döviz tercih edecekler 34 ve bunun sonucu piyasadaki TL miktarı daralacak faiz oranları yeniden yükselmeye başlayacaktı. Faizler yüzde 20'lerin üzerinde seyrettiğinde ise aktörler dövizi TL ile değiştirecek ve faizler yeniden aşağıya gelecek ve piyasada denge faiz bu koşullar altında belirlenecekti. Faiz bir anlamda programda parasal şoklara karşı direnç sağlayacak en önemli değişken, bir başka ifade ile sistemin emniyetini oluşturuyordu. Merkez Bankası Bilançosu ve 2000 Yılı Programı IMF Stand-by anlaşması çerçevesinde Merkez bankası'nın bilançosu yeniden tanımlandı. Bilanço daha fazla netleşmeyi içeriyor ve kalemler arasındaki ilişkiler daha net olarak görülebiliyor. Bilindiği gibi Merkez Bankası'nın Analitik Bilançosu yani analiz edilebilir hale getirilmiş bilançosunun aktif ve pasifi yani varlıkları ve yükümlülükleri iki kısma ayrılmıştı. Aktifte; döviz cinsinden varlıkların (altın, döviz gibi) yer aldığı Dış Varlıklar kalemi ile Türk Lirası cinsinden varlıkların (Devlet iç Borçlanma Senetleri, Bankalara açılan Reeskont Kredileri, Mevduat Sigorta Fonuna kullandırılan kredi gibi) yer aldığı İç Varlıklar Kalemi bulunuyordu. Pasifte ise Merkez Bankası'nın yurtiçi ve yurtdışına döviz yükümlülüklerinin yer aldığı Toplam Döviz Yükümlülükleri ve Türk Lirası cinsinden yükümlülüklerin (Emisyon, Bankalar Mevduatı, Fon ve Banka Dışı Kesim Mevduatı, Kamu Mevduatı, Açık Piyasa İşlemleri gibi) yer aldığı Merkez Bankası Parası. IMF tanımlı yeni bilançoda ise netleştirmeler sonucu Aktif yani varlık bölümü iki kalemden oluşturuldu: Net Dış varlıklar ve Net İç Varlıklar. Pasifte ise Para Tabanı. Merkez Bankası'nın aktifinde bulunan Net Dış Varlıklar, Merkez Bankası'nın sahip olduğu döviz cinsinden varlıklarından Türkiye' de yerleşik olmayanlara olan döviz yükümlülüklerinin ve bankalara olan döviz yükümlülüklerinin çıkarılması sonucu bulunuyor. Net İç Varlıklar ise Merkez bankası'nın kamu kesimine ve bankacılık kesimine açtığı kredilerden (Açık Piyasa İşlemleri dahil) kamu kesiminin Merkez bankasındaki mevduatları düşülerek bulunuyor. Kabaca, pasifteki döviz yükümlülükleri aktifteki dış (döviz cinsi) varlıklardan düşüldüğü için pasifte tek kalem kalmış oluyor: Para Tabanı. Para Tabanı da emisyon ile bankaların Merkez Bankası'nda tutuğu zorunlu TL karşılık ile Tl cinsi serbest mevduatlarından oluşuyor. Döviz çıpasının uygulandığı ülkelerde IMF; Merkez Bankası'nın Net İç Varlıklarını belli tarihlerde belli sınırları aşmaması ancak Net Dış Varlıklarını ise belirli bir düzeyin altına düşürmemesi koşulunu getiriyor. 35 Yapısal Reformlar Yapısal reformlar programın en önemli bölümüydü. Çünkü kalıcı iyileşmenin sağlanması, makro ekonomik dengelerin istikrarlı biçimde sürdürülmesi, kamuda şeffaflık ve etkinliğin artırılması ve dolayısıyla kamu borç yükünün hafifletilmesi yapısal reformlardan taviz verilmeden uygulanmasına bağlıydı. Hiç kuşkusuz yapısal reformlar yalnızca kamu kesimini değil özel kesimi de içeriyordu. Kamu kesimindeki yapısal reformlar; tarım, sosyal güvenlik, vergi politikası ve idaresi ile kamu mali yönetimi ve şeffaflık başlığı altında toplanıyordu. GSMH'nın yüzde 3'ü oranında Hazine'ye yük getiren tarım desteklemelerinin daha etkin hale getirilmesi gerekiyordu. Taban fiyatı uygulaması ile piyasadaki fiyat mekanizmasının bozulduğu belirtilmiş ve fakir çiftçiyi destekleyecek yeni sisteme geçilecekti. 2000 yılı için pilot bölge uygulamasına geçilerek Doğrudan Gelir Desteği adı altında özetlenen yeni bir destekleme sistemi uygulamaya konulacaktı. Geçiş döneminde destekleme fiyatları devam edecek ancak yeni yapıya geçiş için de yeni uygulamalar devreye sokulacaktı. 2000 yılı hububat destekleme fiyatları tahmin edilen dünya c.i.f. fiyatlarının yüzde 35'ini aşamayacak 2001 yılında da bu fark daha da azaltılacaktı. Şeker pancarı için de benzer uygulamalar gündeme gelecekti. Tarım satış kooperatİferi ve bunların kurdukları birlikler bu ilkeler çerçevesinde işleyecekti. Çiftçilere verilen kredi sübvansiyonları belirli bir süre içinde kaldırılacak, Ziraat ve Halk Bankası'nın verdiği GSMH'nın yüzde 1.2'si olan sübvansiyon yüzde 0.6'ya çekilecekti. Gübre ve diğer girdi sübvansiyonları 2000 ve 2001 yılında sabit tutulacaktı. Sosyal Güvenlik Sistemi 1992 yılında emeklilik yaşının düşürülmesi ile birlikte açık vermeye başlamıştı. Bütçeden Bağkur, SSK ve Emekli Sandığına yapılan katkılar 1998 yılında GSMH'nın yüzde 2'si, 1999 yılında ise yüzde 2.8'i olmuştu. Sistemin toplam açığı ise 1998 yılında GSMH'nın yüzde 2.3'ü, 1999 yılında ise yüzde 3'ü olarak gerçekleşmişti. Önlem alınmaz ise 2050 yılında bu açık GSMH'nın yüzde 16'sı gibi yüksek bir orana çıkacaktı. 1999 yılının Eylül ayında Mecliste sosyal güvenlik sisteminin açıklarını kapatmaya yönelik ilk adımlar atılmış ve asgari emeklilik yaşı sisteme yeni dahil olanlar için 58/60, halihazır sisteme dahil olanlar için ise 10 yıllık bir geçiş dönemi ile 52/56 olarak belirlenmişti. Asgari prim ödeme süresi artırılmış ortalama aylık bağlama oranı yüzde 80'den yüzde 65'e çekilmiş, emeklilik maaşı 36 TÜFE'ye bağlanarak . prim esas ücret tavanı yükseltilmişti. Özel emeklilik fonları da devreye hızla sokulacaktı. Reform Eylül ayında meclisten çıkan kararların taviz verilmeden uygulanması biçiminde çerçeve kazanmıştı. Kamu Mali Yönetimi ve Şeffaflık konusunda atılacak adımlar ise bütçenin hazırlanmasından etkinliğinin sağlanmasına ve bütçe disiplininin sağlanmasından şeffaflık ve güvenilirliğinin artırılınasına kadar geçen tüm süreçleri içeriyor. Bu amaçla bütçe dışında faaliyet gösteren 6ı bütçe fonundan 20'sinin 2000 yılı Şubat ayı sonuna kadar, 25'i ise Ağustos ayına kadar kapatılacaktı. Kalan fonlar da 200 ı yılının Haziran ayına kadar kap atılarak, 200 ı yılında konsolide bütçeye tabi kuruluşlar için taahhüt bazında muhasebe ve raporlama sistemi devreye sokulacaktı. Ayrıca hedef; 200ı yılında Hazine tek hesabına ve büyük defter esasına dayalı bir entegre finansal bilgi sistemi uygulamaya konulacaktı. Bütçe ve işlemlerinin şeffaflığı açısında bu reform önem taşıyordu. Kamu bankalarında kredi sübvansiyonları ve bunların maliyetlerini içeren "Görev Zararları" borç stoğuna aktarılacak ve kamu verdiği tüm garantili borçları ayrıntılı biçimde açıklayıp kamu borç stoğu içerisinde göstermeye başlayacaktı. Sonuçta 200 ı yılı bütçesinde yeni garantilerin verilmesi üzerine açık limitler getirilecekti. Böylece sistem bütçe dışındaki fonları bütçe içine dahil ederken kamunun garantisi ile borçlanmalara sınırlamalar getirilmesini içeriyordu. Vergi sisteminin daha etkin ve adaletli hale getirmek amacıyla vergi sistemini iyileştirmek, net ve basit hale getirmek, geniş tabana yayılmış düşük bir vergi oranları uygulamasına geçmek programın yapısal reformlarının en önemli bölümünü oluşturuyordu.Tam otomasyon sistemine geçerek vergi idaresinin etkin hale getirilmesi vergi reformunu tamamlayan unsurdu. Özelleştirme programın en önemli ayağıydı. Telekomünikasyon ile ilgili düzenleyici bir kurum oluşturulacak, Türk Telekom satılarak geliri Hazine'ye devredilecekti. 2000 yılı özelleştirme programı 7.6 milyar dolar gibi büyük bir özelleştirme hedefine sahipti. İki GSM ve Türk Telekomun yüzde 20'lik hissesinin satılması, elektrik dağıtım ve enerji santrallerinin işletme haklarının satışı gibi alanlardan önemli gelir bekleniyordu.Petrol Ofisi'nin yüzde 5 ı hissesinin satışı, TÜPRAŞ'ın yüzde ı5 hissesinin halka arz edilerek satılması performans kriterleri arasında yer alıyordu. İç borç yönetiminin iyileştirilmesi için piyasa yapıcılığı sistemi getiriliyordu. Piyasa yapıcıları; ihalelere katılacaklar ve iç borç senetleri için alım-satım fiyatı kote ederek ikinci el piyasasına likidite ve derinlik sağlamak için faaliyette bulunacaklar dı. 37 Bankacılık sisteminin güçlendirilmesi ve düzenlenmesi de kamu reformları gereken adımların en önemlisiydi. Faiz düşüşü ve ekonomik etkinliği artırmak için mali sisteme çeki düzen vermek gerekiyordu. Bankaların açık pozisyonlarına ilişkin yasal düzenlemeye göre bankalar öz kaynaklarının en fazla yüzde 20'si kadar açık pozisyon yapabileceklerdi ama bu konuda şüpheler vardı. ı 999 yılının Haziran ayında çıkan bankacılık yasasında Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun (BDDK) kurulması kararlaştırılmış böylece sistem bu özerk kurum tarafından gözlenecekti. BDDK bankalada ilgili her türlü kararı alıcı ve uygulayıcı/uygulatıcı merci oluyordu. Ödeme kabiliyetini yitirmiş bankaların Mevduat Sigorta Fonu'na (TMSF) devredilmesi de BDDK'nın görevleri arasında yer alıyordu. TMSF'na devredilmiş bankaların yeniden yapılandırılarak satılınaları sağlanacak, yolsuzlukla ilgili takipler hemen devreye sokulacaktı. Bankaların yasal sınırlar içinde çalışması, şeffaf biçimde çalışıp raporlarının yayınlanması ve sermayelerinin güçlendirilmesi için gerekli düzenlemeleri yine aynı kurum alacak ve uygulatacaktı. 2000 yılının Mart ayı sonuna kadar BDDK üyelerinin belirlenmesi gerekiyordu. dışında atılması Özel sektörün ücret ve fıyat politikalarının rasyonel olması da programın başarısı açısından hayati önem taşıyordu. Hükümet, enflasyon hedefiyle uyumlu ücret ve fıyat artışlarının sağlanmasını teşvik etmek amacıyla sosyal kesimler arasındaki müzakerelerde aktif bir rol üstlenecekti. İşverenler ve işçi sendikaları ile yoğun bir diyalog oluşturulacak, Ekonomik ve Sosyal Konsey Yasası'nın Nisan ayında kabul edilmesi ile diyalog sürekli devam ettirilecekti. 2. Program Neden Başarısız oldu? Türkiye tarihinin en kapsamlı programını 2000 yılında yapmıştı. İddialı hedefler ortaya konmuştu. ı998 yılının ortasında IMF ile Yakın İzleme Anlaşması (StaffMonitoring Agreement) yapılmış ve yapısal reform istekleri bu programda da ele alınmıştı ama ı 999 yılının İlkbaharında alınan seçim kararı programın hayata geçirilmesini olumsuz yönde etkilemişti. Ancak yeni gelen koalisyon hükümeti ı999 yılı sonunda yeni ve kapsamlı bir programın kaçınılmaz olduğuna karar vererek yukarıda belirttiğimiz çerçevede IMF ile bir Stand-by Anlaşması imzaladı. Uluslararası kamuoyu da Türkiye'ye kapsamlı bir yeni program için diretmişti (!) Önceki bölümde bu konudaki gelişmeleri göstermiştik. Geçmişte IMF ile birlikte uygulanmaya çalışılmış toplam ı 6 tane istikrar programı vardı. Bu kez farklı mı olacaktı. Zaman gösterecekti. Program özellikle yasal düzenlernelerin gerçekleştirilmesi açısından hızlı başladı. 2000 yılı nisan ayına kadar yasal altyapı önemli ölçüde tamamlanmıştı. Bu açıdan 38 parlamento iyi bir sınav vermişti. Ama önemli olan geçirilmesiydi ... Bilindiği gibi programın bazı temel amaçları vardı; programın hayata • Kamu fınansman açıkları ve bunların fınansman yöntemleri Türkiye' deki enflasyonun temel sorumlusu olarak saptanmış ve mali disipline dayalı bir maliye politikası ile bu fınansman gereksiniminin düşürülmesi hedeflenmişti. Böylece bir taraftan enflasyon diğer taraftan da kamu finansman gereksiniminin azaltılması ile birlikte yüksek nominal ve reel faizler düşürülecekti. • Kamu fınansman gereksiniminin kalıcı biçimde düşürülmesi için gerekli yapısal reformlar (sosyal güvenlik reformu, tarım reformu, kamu reformu, özelleştirme, mali kesim reformu gibi) ivedilikle devreye sokulacaktı. • Yüksek faiz ve enflasyon oranının düşürülmesine paralel olarak kamu temel hedefi azalan kamu finansman gereksinimi ile birlikte Kamu Borcu'nun GSMH'ya oranını da aşağı çekecekti. fazlası Grafik 5. Toptan Eşya Fiyatları ve Kur Sepeti Yüzde Dağılımı) 100.0 (Yıllık 90.0 ........ 80.0 / /~', ~' 70.0 2000 Yılı ~ 60.0 1$+77 Euro ' so.o· 40.0 _/ .--=- - ~ -- &-'" --~ ....... .... '~ \. 30.0 20.0 f-- 10.0 f-- -- %20 Hedefi\ TEFE (94= 100) ----SEPET . 0.0 00 0"1 00 0"1 00 0"1 .,u t., ., >. ~ o ~ ~ 00 0"1 E Q) t- 00 0"1 :::ı >. w 00 0"1 0"1 0"1 VI ~ ., ::..:: 0"1 0"1 ,_ .,u ., o ~ 0"1 0"1 ., >. ~ 39 0"1 0"1 E Q) t- 0"1 0"1 :::ı >. w 0"1 0"1 ., VI ::..:: o o o o,_ o o ~ ., o o E ~ t- .,u ., ~ o >. Q) o o >. w o o ., VI ::..:: • Enflasyonun düşürülmesi için Merkez Bankası döviz çıpası uygulamasına geçiyordu. Böylece yıllardır kur artışı ile birlikte hareket eden enflasyon (Aşağıdaki grafikten de izlenebilir) ve beklentiler yönlendirilecek , sonuçta enflasyon düşürülecekti. • Yeni program ile ekonomik birimlerin geçmişe yönelik endeksleme ve kur bazlı tasarruf tercihleri de etkilenecekti. Peki bu kadar istenen bu program neden çöktü ve döviz çıpası terk edilip dalgalı kur sistemi bazlı yeni bir program uygulanmaya başlandı? Bu sorunun yanıtını bu bölümde vermeye çalışacağız. Genel Değerlendirme Programın başlangıcında en önemli sorun toplumuro tüm kesimlerine bu programın tam anlamıyla anlatılmamasıydı. Oldukça teknik olan bu programın tüm detaylarıyla toplumun tüm menfaat çevreleri tarafından tartışılması ve bu konuda toplumsal uzlaşma gerekiyordu. Ancak öyle olmadı: Her kes programı kendi istediği biçimde yorumladı. .. çıpası dediğimiz sistemde kur riskinin ortadan kalkması ile faiz oranlarının ilk aşamada düşmesi kaçınılmazdı. Faiz oranlarındaki bu düşüş başta mali kesim olmak üzere ekonomi yönetimi tarafından yanlış olarak değerlendirildi: Demek ki döviz çıpası ile birlikte faizler sürekli düşecekti. Bu eğilimin kalıcı olabilmesi için ise nelerin yapılmaması gerektiği konusunda kafa yorulmadığı gibi toplum da bu konuda bilinçlendirilmedi. Asıl hata mali sistemden ve bu kesimin girişimlerine adeta "çanak tutan" kamu kesimindeydi. Döviz Mali kesim sözkonusu programı; (bankalar ve diğer finansal aracı kuruluşlar) "kur riski zaten ortadan kalktı, faiz oranları da aşağı doğru hareket edeceğine göre pozisyonlarımızı buna göre ayarlanmalıyız" gibi spekülatif bir mantık üzerine kurdu. Oysa programda faiz düşüşünün kalıcı olması için net sermaye girişinin olması gerekiyordu. Aksi takdirde programın başarısızlıkla sonuçlanması kaçınılmazdı. Ancak mali kesim bu gerçeği algılamadan oyununu oynamaya başladı: Kısa vadeli olarak fon toplanmalı, vatandaş dövizde tutulmalı ancak kendileri aktiflerini uzun vadeli hale getirmeli (ki tüketici kredilerine ve DİBS portföyüne yönelme bu nedenledir) ve açık pozisyona gitmeliydiler .. Bu şekilde düşen faiz ortamında kur riski de olmadığına göre ciddi karlar yakalanabilecekti. Erimiş olan sermayeleri bu şekilde yeniden (belki) tesis edilebilirdi. Ekonomi yönetimi de aynı varsayımdan hareket ediyordu. Faiz oranları düşerken Hazine daha düşük maliyetle borçlanabilecek, ekonomide düşen faiz ile 40 birlikte büyüyeceğine göre kamu borcunun milli gelire oranı yapısal reformlara ve sıkı bütçe uygulamalarına gerek duyulmadan sağlanabilecekti. Ekonomi büyüdükçe, borçları uygun maliyetle çevirdikçe sorun olmadığı varsayımından hareket edildi. Durumun sürdürülebilirliği konusunda kafa yorulmadı. Faiz oranlarındaki düşüşün ekonomiyi canlandırması kaçınılmazdı. Tüketim, tüketici kredileri destekli olarak gittikçe artmaya başladı. Tasarruf oranı düşüyordu. Ekonomi iç talebe dayalı büyüdükçe ithalatın ve dolayısıyla dış ticaret açığının artması kaçınılmazdı. Ekonominin canlanması enflasyonun kur artışının üzerinde kalması sonucunu doğuracak ve Türk Lirası değerlenme sürecine girecekti. Bu olgu ile birlikte dış açık arttı. Türkiye net sermaye girişi beklerken, sıcak para girişi ile açığı finanse etmek zorunda kaldı. Belirsizlik ve kırılganlık sıcak para olgusu ile birlikte artmaya başladı. .. Oysa sıcak paranın ne zaman ve hangi koşulda çıkacağı belli olmazdı. Nitekim öyle de oldu ... Net sermaye çıkışı kaçınılmaz hale gelince her şey kabusa dönüştü ... 2. ı. Türkiye' de uzun yıllardır yaşanan yüksek enflasyon ve yüksek faiz olgusu hastalıkları da beraberinde getirmişti: geçmişe endeksleme alışkanlığı vardı. Yetersiz tasarruf açığı sıcak para olgusu ile kapatılmaya çalışılıyordu.Bu durumda borç yükü artıyor ve reel faiz de yüksek seyrediyordu. Kamu neredeyse tüm tasarrufları kullanan kesim oldu. ı 990'lı yılların başından itibaren sıcak para ile para kazanmaya alışmış bir mali sistem vardı ve bu alışkanlığını kolay kolay bırakmaya niyetli değildi. Mali kesimin sıcak paradan para kazanma alışkanlığı toplumdaki tasarrufların da yanlış yönlenmesine neden olmuştu. Ciddi bir para ikamesi söz konusuydu. Yüksek enflasyon olgusu bu süreci hızlandırıyordu. Çünkü ülke parasına olan güven sorunu da vardı. Bu durum mali kesim tarafından kullanıldı. Vatandaş dövizde kalacak ancak mali sistem mümkün olduğunca vatandaşın bankalara yatırdığı döviz mevduatlarını Türk Lirası plasmana dönüştürecekti. Açık pozisyon olarak adlandırılan bu olgu program süresince de devam etti. Kısırdöngü kırılamadı. Değişim ve yeniden yapılanma tüm kesimler için "lafta kalmaya" mahkum oldu. 2.2. Kur riskinin olduğu ortamda ulusal paradan yüksek getiri talep edilmesi Türkiye'de Para ikamesinin Düzeyi: Türkiye'de para ikamesi program öncesi ciddi boyutlara ulaşmıştı: ı 999 yılının sonunda geniş anlamda para arzını ifade eden ve Piyasada Dolaşan Türk Lirası (Banknot + Madeni Para) artı Vadeli Vadesiz Türk Lirası Mevduatları ve Döviz Tevdiat Hesaplarını (DTH) ifade eden M2Y'nin dağılımı oldukça çarpıcıydı. ı 999 yılı sonu itibariyle M2Y'nin yüzde 56.ı'i DTH'dan oluşuyordu. 2000 yılı Eylül itibariyle bu oran yüzde 51.3'e gerilemiş ancak 2000 yılı sonunda bu oran yeniden yüzde 57.4'e çıkmıştı. 41 doğaldı. Bu durum kamu açıkları ve fınansmanıyla da birleştiğinde yüksek nominal faiz ortaya çıkarıyordu. 2.3. Döviz çıpası sistemi ile birlikte kur riski ortadan kalkıyordu. Merkez Bankası daha önceki bölümde belirttiğimiz gibi uygulayacağı para ve kur politikası ile sepet (1 ABD doları+ 0.77 Euro) bazında 2000 yılı için yüzde 20'lik kur artışını taahhüt ediyordu. Bununla birlikte kapsamlı bir program devreye sokuluyordu. Bu kararın faiz oranlarına yansıması doğaldı. Kur riski ortadan kalktığına göre nominal faiz oranlarının hızla düşmesi gerekiyordu. Çünkü TL faiz oranlarını belirleyen en önemli risk ortadan kalkmıştı. 2.4. Burada unutulmaması gereken bir nokta vardı. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu ekonomilerde Merkez Bankası dövizi taahhüt ediyorsa faizi serbest bırakacaktı. Aynı şekilde dövizi serbest bıraktığında da faizi tutabilecekti. imkansız Üçleme adı verilen bu yaklaşıma ekonomideki tüm birimlerin dikkat etmesi gerekiyordu. Merkez Bankası dövizi taahhüt etmiş ancak faizin piyasa koşulları tarafından belirleneceğini açıkça ilan etmişti. 2.5. Programın temel amacının yüksek nominal ve reel faizi süratle aşağı çekmek ve düşük düzeyde tutniak olması belki faizin piyasada belirlenmesi ile çelişki gibi görünüyor. Oysa faiz oranlarının kalıcı düşüşünün sağlanması için ödemeler dengesinde bir sorunun olmaması ve direkt yabancı sermaye girişinin sağlanmasına bağlıydı. Çünkü Merkez Bankası'na IMF tarafından Net İç Varlıklar tavanı konulmuştu ve bir önceki bölümde belirttiğimiz gibi tavanın aşılmaması önem taşıyordu. Bu durumda Merkez Bankası faizleri düşürmek için piyasaya likidite veremezdi. Faizler ancak ödemeler dengesinin iyileşmesi ve net dış kaynak girişi ile düşebilirdi. Merkez Bankası'nın piyasadan döviz alması sonucu likidite bollaşır ve faiz oranları da düşmeye başlardı. Bu süreç katı bir disiplini de gerektiriyordu. Aksi takdirde faiz düşüşü tüketimi artırabilir, gelirden fazla tüketim sorunu ortaya çıkabilirdi. Gelirler yapısal önlemler çerçevesinde düşecekti ama tüketimin de bu süreçte kontrol edilmesi gerekiyordu. Programın özünde tasarruf vardı. 2.6. Programın uygulanmaya başlaması ile birlikte faiz oranlarının düşmesi kaçınılmazdı (Bkn. 2.3) Faiz oranlarındaki düşüş tüketim 1 tasarruf dengesi üzerindeki etkili olacaktı. Nitekim geçmiş enflasyon ve faiz oranlarının belleklerden silinememesinin sonucu, ki daha programın başındaydık, nominal faiz oranlarındaki düşüş tüketimi artırırken tasarruflarını da düşürmeye başladı. 42 Grafik 6. Tasarrufun Düşmesi Cari Işlemler Açığını Büyütüyor (GSMH'ya Oran) 25.00 20.00 ..... ..... 15.00 - 10.00 5.00 0.00 -5.00 - 1996 -- 1997 1998 1~0 -10.00 1-+- Yurtiçi Tasarruf - - Cari Denge 2.7. Programın belki de iyi anlaşılınayan ve iyi anlatılınayan bölümü Türkiye'nin tasarrufa gereksinimi olmasıydı. Bu konuda toplumun aydınlatılması ve özellikle 2001 yılı uygulamalarıyla birlikte; "işlerin ağırlaşarak devam edeceği, gelecek dönemde işsizliğin ortaya çıkabileceği ve birikimlerin bu süreçte gerekebileceği" sinyalinin verilmesiydi. Faizler düşerken tasarruf yapmak ve yaptırmak zordu ama bu toplumun geniş kesimlerine açıkça anlatılabilmeliydi. Oysa uygulama tersi oldu. 1999 yılında küçülen ekonominin 2000 yılında hızla tüketim kaynaklı ve kredi teşvikli büyümesi ekonomi yönetimini rahatsız etmedi tam tersi "övünç" olarak görüldü. 2.8. 1999 yılında GSMH yüzde 6.1, GSYİH ise 4.7 oranında küçülmüştü. Ancak programın uygulanmaya başlaması ile birlikte ekonomi canlanmaya başlamıştı: 2000 yılında GSYİ H yüzde 7.2, GSMH yüzde 6. 1 olarak gerçekleşti. Yine dönemler itibariyle bakıldığında; 2000 yılının ilk çeyreğinde reel büyüme yüzde 4.2, ikinci çeyrekte yüzde 5.4, üçüncü çeyrekte yüzde 7.2, son çeyrekte de yüzde 7.8 olarak gerçekleşti. Büyümenin kaynakları ise yüzde 3.8 ile yatırım ve yüzde 5.3 ile tüketim harcamalarıydı. 2.9. Ekonominin canlanması ve özellikle tüketim kaynaklı büyümenin enflasyon üzerindeki etkisi de kaçınılmaz olacakt:. 2000 yılı programında TÜFE yüzde 25, TEPE ise yüzde 20 olarak hedeflenmişti. Ekonomideki ısınma fıyatlar üzerinde baskı yaratmıştı. TÜFE yıl sonu itibariyle yüzde 39, TEPE ise yine yıl sonu itibariyle yüzde 32.7 olarak gerçekleşti. TEPE'nin daha düşük gerçekleşmesi kur 43 artışının yüzde 20 ile sınırlanmasından kaynaklanmıştı. !thal girdiler yaklaşık yüzde 20 maliyetle sağlanıyordu. Talepteki kontrol edilemeyen artış programın tehlike sinyaliydi. Kredi stoğu reel olarak yüzde 20 artış göstermişti. Tüketici kredileri başta olmak üzere kredi stoğundaki artış tüketimi ciddi boyutlarda destekliyordu. Ancak ekonominin tüketim kaynaklı büyüme süreci ekonomi yönetimi tarafından olumlu olarak algılanıyordu. Yüksek Enflasyon, Türk Lirası'nın Değerlenmesi ve Ödemeler Dengesi Üzerine Etkisi 2.ıo. Enflasyonun hedeflenen rakamların üzerinde çıkması Türk Lirasının değerlenınesi sorununu da gündeme getirmişti. Program 2000 yılında uygulanmaya başlarken Merkez Bankası'nın verilerine göre ı995 yılına göre Türk Lirası TÜFE'ye göre yüzde 25, TEPE'ye göre ise yüzde 10 değerli görünüyordu. Programa başlarken belirli bir kur artışı yapılmamıştı. Türk Lirası programa değerli girmişti. Bunda IMF'ye verilen reform ve programdan taviz vermeyeceği sözleri ile ABD'nin "Türkiye ile anlaşın" biçimindeki yönlendirme ve davranışları yani siyaset etkili oldu. Oysa 2000 yılı kur artış hedefi yüzde 20'ydi ve enflasyon rakamları da ortadaydı. 2000 yılında ı995 yılına göre değerlilik TÜFE'ye göre yüzde 48'e, TEPE'ye göre ise yüzde ı8'e yükseldi. Türk Lirası aşırı değerli hali gelmişti. Bunun doğal yansıması Ödemeler Dengesinde yeni dış dengede ortaya çıkacaktı. 2. ı ı. Ulusal paranın aşırı değerli hale gelmesi Dış Açığı olumsuz yönde etkiledi: ı999 yılında ihracat (FOB) 26.5 iken 2000 yılında 27.0 olarak gerçekleşmiş ancak ithalat ise CIF değeri itibariyle 40.6 milyar dolardan 54.5 milyar dolara tırmandı. ı 999 yılında ı 0,4 milyar dolar olan dış ticaret açığı 2000 yılında 22.3 milyar dolara yükseldi. Dış ticaret açığı turizm başta olmak üzere işçi döviz girişi gibi hizmet gelirlerinden kapatılamayacak kadar büyüktü. ı 999 yılında cari denge 1.3 milyar dolar açık verirken, 2000 yılında açık 9.8 milyar dolar gibi GSMH'nın yüzde 4.9'u gibi rekor düzeylere ulaştı. Şimdi sorun bu açığın nasıl kapatılacağıydı. 2.ı2. Cari İşlemler Dengesi açık ise bunun finansmanı için seçenekler belliydi: dış kaynak (borç) ve/veya uluslar arası rezervlerden bu açığın karşılanması gerekiyordu. 2000 yılındaki 9.8ı9 milyar dolarlık açığın karşılanabilmesi için ı ı2 milyon doları doğrudan yatırım, 1.022 milyar doları portföy yatırımı olmak üzere kısa ve orta,uzun vadeli borçlanma yoluyla toplam 9.445 milyar dolarlık dış kaynak sağlandı. Bu arada 2000 yılında IMF'den toplam 3.35ı milyar dolar 44 kredi sağlanmıştı. Toplam dış kaynak girişi 12.796 olmuştu ancak bu girişin 9.819 milyon doları dış açığın kapatılmasında kullanılırken, yalnızca 354 milyon doları uluslararası rezervlere eklenebildi. Geriye kalan 2.623 milyon dolar (Net Hata Noksan) tedirginlik sonucu sistem dışına çıktı. Kamu Kesimi Açıkları ve Finansmanının Sürdürülebilirliği 2.13. Ödemeler dengesinde ortaya çıkan bozulmanın nedenleri yalnızca; tüketim artışı, yurtiçi tasarruflardaki gerileme ve Türk Lirasındaki aşırı değerlilik olarak özetlemek yetersiz olacaktır. Ödemeler dengesindeki bozulmanın en önemli nedenlerinden biri de yüksek kamu açıklarıdır. Yurtiçi tasarrufların yüksek kamu açıklarını karşılayamamasının doğal sonucu dış dengedeki açıklar olarak karşımıza çıkıyor. Faiz oranlarının hızla düştüğü ortamda tasarruf eğiliminin daha da gerilemesi, kamu kesimi açıklarının kapatılması için gerekli mekanizmanın bozulmasına yol açıyor. Grafik 7. Kamu Açığının ve Borç Stoğunun Durumu {GSMH'ya Oranı) 70 60~---------------------------------------- 50 40 I.A--- 30 20 ıA---_j 10 om-.• -1 o -20 IA---------------------------- -30~------~------pa------pa----~~----~------~ 1995 1996 ı o Konsolide Bütçe Açığı 1997 1998 • Kamu Kesimi Borçlanma Gereği 1999 lll 2000 Kamu Borcu/GSMH ı açıklarının küçültülmesine yönelik olarak başlayan 2000 yılı programının sıkı bir mali disipline dayalı olup olmadığını öncelikle konsolide 2. 14. Kamu bütçe harcama ve gelirlerinin GSMH içindeki payı açısından değerlendirmek gerekiyor. Konsolide bütçe harcamalarının GSMH içindeki payı 1999 yılında yüzde 33.8 iken 2000 yılında bu rakam yüzde 37.3'e yükselmiş. Konsolide Bütçe gelirlerinin de payında artış var. 1999 yılında gelirlerin payı yüzde 22 iken bu oran 2000 yılında yüzde 27'ye yükselmiş. Yani 2000 yılında kamu büyümeye devam etmiş gibi görünüyor. Ancak açıklarını kapatmak için daha fazla gelir 45 toplamaya çalışmış. Sonuç aslında çok parlak değil: ı999 yılında Genel ve Katma Bütçeli idarelerin gelir ve giderleri arasındaki farkı ifade eden Konsolide Bütçe Açığının GSMH'ya oranı yüzde ıı.8 iken bu oran 2000 yılında yüzde ıo.3'e gerilemiş. Ancak sosyal güvenlik kurumları, KİT'ler, yerel yönetimler, fonlar başta olmak üzere tüm kamu kesiminin açığını ifade eden Toplam kamu açığı ise "felaket" durumda. ı999 yılında Toplam Kamu Açığının GSMH'ya oranı yüzde 22.3'lere yükselmiş ancak 2000 yılında da radikal bir toparlanma göze çarpmıyor oran ı9.2 olarak gerçekleşiyor. Kamu açıklarının ulaştığı düzey ürkütücü boyutta. 2.ı5. AB'nin Maastrich Kriterleri Bütçe Açığının Milli Gelire oranının yüzde 3'ün, Kamu Borcunun Milli Gelire oranının ise yüzde 60'ın altına çekilmesi yönünde. Bu oranların gerçekleştirilmesinde AB ülkelerinin de sorunu var ama bizim sorunumuz daha büyük. Birincisi bütçenin radikal biçimde değiştirilememesi bütçe açıklarının milli gelire oranının uzun süre yüksek seyretmeye devam edeceğini gösteriyor. Kamu borcunun azaltılması ve sürdürülebilirliği ise zaten programın temel hedeflerinden biri. 2000 Yılı Programı Kamu Borcu'nun Düşürülmesinde Başarılı mı? 2.ı6. Bu noktada kamunun borç stoğuna genel olarak bakmak gerekiyor. ı999 yılı sonunda Kamu Borcunun GSMH'ya oranı yüzde 7l.ı olarak gerçekleşmiş. 2000 yılında ise oran 68.6'ya gerilemiş görünüyor. Ancak gerçek biraz farklı: Birincisi ı 999 yılı ekonominin küçüldüğü bir yıl. İkincisi de kamu bankalarındaki görev zararı henüz 2000 yılı rakamlarına dahil edilmemiş. Aynı şekilde daha önceki yıllara da görev zararları yansımış değil. Ancak 2000 yılı koşullarında borç rakamı daha da artış gösterdi. Örneğin 2000 yılı Mart ayı itibariyle görev zararı 13.5 katrilyon lira iken bu rakam 2000 yılı sonunda ı 7.279 trilyon liraya 200ı yılında ise 7.759 trilyon liralık net artış göstererek 25.038 trilyon liraya yükselmiş. Dolayısıyla 2000 yılında kamu borcunun Milli Gelire oranında gerçekte bir azalma söz konusu değil. 2.ı7. İç borçlanma ı999 yılında 22.9 katrilyon lira ile milli gelirin yüzde 29.3'üne ulaşmış gibi görünüyor. 2000 yılında ise iç borçlanma 36.4 katrilyon ile görev zararı hariç milli gelirin yüzde 29'una tekabül ediyor. Kısaca 2000 yılı programı kamu borcunun düşürülmesi hedefi açısından başarısız olmuş. 46 Tablo 4. Iç Borçların Gelişimi ( Görev Zararları hariç, Trilyon TL) 1996 3.149 1997 6.283 1998 11.613 1999 22.920 2000 36.420 2.18. İç Borç Stoğunun vade yapısı ve kapsamı da en az stoğun miktarı kadar önemli. 2000 yılı Aralık ayına gelindiğinde Dövize endeksli borçlanma toplam iç borcun yüzde 8'i, değişken faizli borçlanma yüzde 35'i ve sabit faizli borçlanma ise yüzde 56'sını oluşturuyor. Enflasyonun düşürülmesinin hedeflendiği dönemde sabit faizli borçlanmanın payı oldukça büyük. Bu koşullar altında Hazine'nin yüksek reel faiz ödemesi kaçınılmaz. Dolayısıyla kamu borcunun milli gelire oranının düşürülmesi hedefi ile borçlanmanın türü birbiri ile çelişiyar. Borcun vadesi ise 2000 yılında 1999 yılına göre daha kısa ama ortalamada bir yılın üzerinde. Grafik 8. istikrar Programı öncesi ve Uygulama Sonrası Faiz Oranlarının Seyri (%) 500~--------------------~--------------------------~ 450+----------------------------------------*----------~ T\ 400+------------------------------------/IT\--------~ 350+---------------------------------------~----------~ 300+---------------------------------------+-~--------~ f \ 250+-----------------------------------~r-+'~'~------~ ıoo~~------------------------------~--/~,~~~f-7!,\T,~------~ 150 ~-.t.-.t.--~ A- __._ A .. !i .. \ i ......~ ı ___________~~~----~~·~~,,~---~-~~~~~-~~~~~~~~-t/~~~~~~------~~~ 100 -ı,. ,., ~ 50+-----------------------------------------------------~ o " ?J~ ,o; '? 1-+- DiBS Faizi Kaynak: 2002 • Mevduat Faizi .....,._ !nterbank Faizi Yılı Programı. Açıklama : Mevduat Faizleri basit faiz cinsinden ve 3 ay vadeli mevduata verilen faizi gösteriyor. DI BS faizleri ise bileşik faiz cinsindendir. Bankalar arası para piyasası (!nterbank) faizleri bileşik faiz cinsindendir ancak 2000 yılı Kasım ayı ve 2001 yılı Şubat ayı faiz oranları grafiğin daha hassas görülebilmesi için basit faiz cinsinden gösterilmiştir. Oysa 2000 Kasım ayında !nterbank faizi bileşik faiz cinsinden yüzde 627,3, 2001 Şubat ayında ise yüzde 7525,7 olarak gerçekleşmiştir. 47 2.19. Kamu kesiminin 1999 yılına göre 2000 yılında iyileşme yönünde belirli bir adım attığını da kabul etmemiz gerekiyor. Gerçekten yılın ilk yarısındaki reform çabaları, kamu temel fazlası hedefi ve programa sağlanan dış destek ile birlikte (30 ve 10 yıllık tahvil ihraçları gibi) faiz oranlarındaki düşüşün bütçe üzerindeki baskısının azalması göreceli olarak bir iyileşme yarattı. Ancak önemli olan bu durumun sürdürülebilirliğiydi. Bunun için de yapısal reformlardan taviz verilmemesi ve ülke koşullarını dikkate alarak bu reformların hayata geçirilmesi gerekiyordu. Sosyal Güvenlik Sistemi'nin açıklarının artmaya devam etmesi ve tarım reformunun genelde üretici yerine üretim dışındaki kesimleri desteklemeye yönelik uygulaması reformların sağlıklılığını 2000 yılı ve sonrasında tartışılır hale getirmeye başladı. Diğer taraftan kamu açıklarının disiplin altına alınması ve Bütçe açığı başta olmak üzere toplam kamu açığının kabul edilebilir düzeylere çekilmesi için ciddi bir süreye gereksinim vardı ve bu sürede de ekonomi bir taraftan büyümeli, bir taraftan reel faizler aşağıya çekilmeli diğer taraftan da kamu yüksek oranlı temel fazla (özelleştirme deprem harcamaları hariç yüzde 3.6 oranında) vermeye devam etmeliydi. Peki ekonomi bu süreyi kriz olmaksızın geçirebilecek ve hedeflenenler yapılabilecekmiydi? 2.20. Reform uygulamalarının içeriğinin kamuoyu tarafından ayrıntılı biçimde tartışılması uygulanabilirliğini de olumlu yönde etkileyecekti. Ancak 2000 yılındaki reform adımları ve bunlara bağlı yapısal düzenlemeler Dünya Bankası ve IMF odaklı hazırlanmış, toplumun ilgili kesimleri arasında tartışılmadan "oldu bittiye" getirilmeye çalışılmıştı. Örneğin yılın ikinci yarısında Hükümet ile Cumhurbaşkanı arasında kamu bankalarının özelleştirilmesi ile ilgili yasal düzenlemelerde sorunlar çıkmaya başlamıştı. Programın en önemli ayağını oluşturan mali kesim reformu ve bu bağlamda BDDK'nın göreve başlamasında ciddi gecikmeler ortaya çıktı. BDDK Ağustos ayının sonunda göreve başlayabildi. Toplumdaki beklentiler, Telekom ve kamu bankaları tartışmalar ile olumludan olumsuza dönmeye başlamıştı. İddialı 7.6 milyar dolarlık özelleştirmenin yarısının bile gerçekleştirilemeyeceği yönündeki beklentiler ağırlık kazanmaya başladı. Nitekim 2000 yılında özelleştirme 3 milyar doların altında gerçekleşti. Oldukça önemli bir rakam gerçekleştirilmişti ama bü hedeflenenin yarısı bile değildi. Oysa programın kamu kesimi ayağı harcama kısılması, gelir artırılması ve özelleştirmeye dayanıyordu. 2.21. Faiz oranlarındaki düşüşün tüketim ve dolayısıyla enflasyon üzerindeki olumsuz etkilerinin ortadan kaldırılması daha önce belirttiğimiz gibi programın topluma anlatılması ve tüm kurumların da bu çerçevede hareket etmesine bağlıydı. Tüketimin patlayıp, enflasyonun düşürülememesi programın en zayıf 48 yönüydü. Çünkü Türk Lirası yüzde 20 kur artış taahhüdünün bulunduğu ortamda değedenebilir bu da cari açık üzerinde olumsuz olabilirdi. Bu konuda korku IMF tarafından dile getirildi: iç talep artışını sınırlandıran adımların atılması gerekiyordu. Buna yönelik olarak tüketici kredileri üzerinden alınan Kaynak kullanım Destekleme Fonu (KKDF) oranı yüzde 4'den 8'e çıkarıldı. Lüks otomobil talebini kırmaya yönelik KDV oranı yükseltildi. Ancak Eylül ayından itibaren piyasalardaki eğilim değişmeye başlamıştı. Önlemler geeikti ve IMF üçüncü dilim krediyi serbest bırakınayıp aralık ayına erteledi. Mali Sistemi Etkileyen Gelişmeler ve Likidite Krizinin Ortaya Çıkışı 2.22. Burada mali sistemi dolayısıyla da bankacılık sistemini analiz etmemiz gerekiyor. 2000 yılı başından itibaren bankacılık sistemine yönelik çeşitli yasal düzenlemeler gündeme geldi. Yeni mevzuat ile uluslararası düzenlemelere ve tavsiyelere uygun bir bankacılık sisteminin yaratılması hedeflenmişti. Risk yönetimi ve konsolide bazda mali tabloların hazırlanması zorunluluk haline getirilmişti. Bankaların mali bünyelerinin bozulması durumunda düzenleyici otoriteye önemli yetkiler verilmiş, banka kurma ve şube açma zorlaştırılmıştı. 2.23. ı999 yılı sonunda TMSF 5 özel ticaret bankasını devralmış, bir kalkınma veyatım bankasının faaliyetine son vermişti. Böylece fondaki banka sayısı 8'e yükselmiş oldu. 2000 yılında yaşanan gelişmeler ile birlikte üç özel ticaret bankası daha fona devredilir ek fondaki banka sayısı ı ı' e yükseldi. İki kalkınma ve yatırım bankasının da faaliyetleri bu süreçte durduruldu. 2.24. Bankacılık sisteminin ı989 yılındaki finansal serbestleşme ile birlikte risk alma eğiliminde girdiğini, kaynakları içinde yabancı paranın payının hızla arttığını ve off-shore bankacılığın bu dönemde başladığını biliyoruz. Sistemin ı 994 krizi ile birlikte ciddi darbe yediğini ve açık pozisyona (döviz borçlanıp bu kaynağı Türk Lirasına çevirerek plasman yapma) yakalanan bankaların ciddi kayıplada karşı karşıya kaldığını biliyoruz. ı 994 yılında bankalardan para çekişini önlemek için mevduata güvence virmiş ve böylece Hazine bankaların riskini üstlenmişti. Bu dönemden sonra bankaların "mantar gibi" çoğaldıklarını görüyoruz. Tablo 5. Bankacılık Banka Sayısı jube Sayısı Personel Sayısı Sisteminin Niceliksel Görünümü 1995 68 6.244 144.793 1999 81 7.691 173.988 49 2000 79 7.837 170.401 2.25. Banka ve şube sayılarının hızlı artışının temelinde bankalardaki mevduata gelen sınırsız güvence önemli yer tutuyor. Banka kurma çabalarındaki artışın temelinde daha sonra da açıkça ortaya çıkacağı gibi "ahlaki riziko" yatıyor. Bankacılık sistemi özellikle krediler aracılığıyla boşaltılıyor. Tüm mevduta güvence verilen ülkelerde aynı gelişmeler yaşanmış. En güzel örneklerinden biri de Japonya. 2.26. Yüksek maliyetle toplanan kaynakların geri ödenmesinde sorun yaşanacağı açık. Ancak kamu otoritesinin tüm bu gelişmelere göz yumduğunu veya "hasır altı" ettiğini de kabul etmemiz gerekiyor. Aktif kalitesinin ciddi boyutlarda bozulduğu özel sermayeli ticaret bankaları, "genelde" bir taraftan DİBS alarak kamu kesimini fonlayarak gelir temin etmeye çalışıyordu diğer taraftan da krediler ağırlıklı olarak "kendi" kurumlarınca "sermaye" olarak kullanılır hale gelmişti. Kredilerin kalitesinden söz etmek mümkün değildi. Bankalar ciddi boyutlarda kur riski alarak yani açık pozisyon yaparak kar yapmaya çalışıyorlardı. Aksi takdirde yüksek maliyetle topladıkları fonların maliyetlerini karşılamaları mümkün değildi. Kamu otoritesi bu kadar banka sayısının Türkiye'nin yarattığı tasarruftarla çeliştiği gerçeğini kabul etmiyordu. Nedeni de açıktı: kamu otoritesi, kendisinin borçlarını çevİrıneye yardımcı olan bu kurumlara sıcak bakıyordu. Yapılacak çok fazla bir şey yoktu. Küçük bir adımda "kuleler" yıkılabilirdi. BDDK Cephesinden 2000 Kasım Krizi Öncesi Mali Sistemin Görünümü Bankalar - Likidite sorunları -Kamu bankalarının 14 milyar dolara ulaşan gecelik yükümlülükleri - Özel bankaların yüksek açık pozisyonları - Kamu kağıtlarının banka bilançolarındaki yüksek payı - Düşük aktif kalitesi - Yetersiz risk değerlendirme ve risk yönetimi sistemleri -İyi bir kurumsal yönetişimin olmaması Sektörü Çevreleyen Faktörler - Ciddi Ekonomik istikrarsızlıklar -Yüksek Kamu Açikları - Kamu Bankalarının ve sorunlu bankaların neden olduğu sistemik çarpıklıklar Kaynak: BDDK so 2.27. 2000 yılına girerken bankacılık sektörünün özkaynakları erimeye başlamış, sermaye yeterliliği konusu sektörün en önemli sorunlarından biri haline gelmişti. 2000 yılında da benzer gelişmeler yaşandı. Öz kaynak karlılığının enflasyonun altında kalması öz kaynakların reel olarak eridiğini ifade ediyordu. Açıklanan karların reel olup olmadığı konusunda ciddi şüpheler bulunduğu tartışılsa dahi aşağıdaki tablo, enflasyon ile öz kaynak karlılığı arasın belirli bir görüş oluşturmaya yetiyor. Tablo 6. Bankaların Öz kaynak Karlılığı'nın (Net Kar 1 ÖzKaynaklar) Enflasyon ile Karşılaştırılması(%) Özel Sermayeli Ticaret Bankaları Kamu Bankaları Toplam Bankacılık Sistemi TÜFE TEFE 1998 60.9 16.2 37.5 69.7 54.3 1999 52.0 38.1 -10.9 68.8 62.9 2000 11.5 -18.6 -68.4 39 32.7 2.28. Yüksek enflasyon ve yüksek faiz ortamında bankaların büyük bölümünün verimsizliklerini; fiyatlara yansıtmaları ve/veya açık pozisyon karları ile ayakta durmaları kaçınılmaz görülüyor. Örneğin; bankaların faaliyet giderlerinin toplam aktife oranı ı 995- ı 999 yılları arasında yıllık ortalamada yüzde 4.8 iken bu oran genelde dünyada maksimum yüzde 2.8 olarak kabul ediliyordu. Bu konuda IMF ı 999 yılında yayınladığı ülke raporunda Türkiye'nin bankacılık sistemini diğer ülke bankaları ile karşılaştırmış ve Türk bankalarının verimsiz çalıştığını eğer yüksek faiz ve enflasyon ortamının ortadan kalkması durumunda söz konusu verimsizlik ve maliyetlerle bankaların ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacağını belirtmişti. Bankaların diğer sorunu da "yapılandırılmış finansman" sorun uydu. 2.29. Kısa vadeli faiz oranlarının yüksek olması ve 1998 yılından itibaren kur artışının kontrollü biçimde artıyor olması bankaları ve risk almak istemeyen yabancıları değişik bir fınansman türüne yönlendirmişti. Böylece repoya alternatif yeni bir yöntem ortaya çıkmıştı. Yurtdışından devlet borçlanma senetleri teminat gösterilerek kredi temin edilmeye başlanmıştı. Bu krediler yurtiçinde düşen faiz ortamında genelde iki şekilde kullanılıyordu: DİBS alımı ve Tüketici Kredisi. Kaynakların bir bölümü ile de bankalararası piyasa aracılığı ile kamu bankalarına sunulmuştu. Ancak sağlanan kredilerin en önemli koşulu 5ı teminatların "piyasa" fıyatının düşmesi durumunda yeni teminat taleplerinin bankalar tarafından geciktirilmeden karşılanmasıydı. Aksi takdirde teminatlar nakde çevrilebilecek ve verilen krediler vade koşulu aranmaksızın geri çağrılabilecekti. Likidite krizi de buradan patladı. 2.30. 2000 yılı başında uygulanmaya başlayan istikrar programı hızlı başlamıştı. Yasal düzenlemeler hızla yapıldı. Ancak uygulama konusunda yılın ortasından itibaren şüpheler artmaya başladı. Kamu bankalarıyla ilgili kararname, Telekom konusunda yapılan tartışmalar yoğunlaşarak devam ediyordu. Tüketim çılgınca artıyor, tüketici kredileri ile desteklenen tüketim harcamaları ile gelecek gelirler ipotek altına alınıyordu. Tüketimin artıp tasarrufların düşmesi yüksek kamu açıklarıyla birleşince cari işlemler açığının beklenenin üzerinde gerçekleşeceği anlaşıldı. Fon bankalarının fonlanması sorunu büyüyordu. Görev zararları kamu bankalarının aktiflerinde ciddi boyutlara ulaşmıştı. 2000 yılı Eylül ayı öncesinde yabancılar durumu saptamaya başlamışlardı. Aşırı değerli hale gelen Türk Lirası ciddi bir cari açığa neden olacaktı. Ayrıca bankaların bilanço içi döviz pozisyon açıkları 18 milyar dolara ulaşmıştı. Özel kesim ve diğer fınans kurumlarındaki açık pozisyonların boyutu ise saptanamıyordu. Bu koşullar altında Merkez Bankası'nın kur taahhüdünü yerine getiremernesi söz konusu olabilirdi. Yabancılar önce eurobond satışına başladı. Uluslar arası piyasalarda Eurobond fıyatları düşmeye başladı. Bu içeride de DİBS satışını gündeme getiriyordu. Teminatların piyasa değeri düşünce yabancıların teminat tamamlama talepleri artıyordu. Bankalar yükümlülüklerini yerine getirmek amacıyla aktiflerini likithale getirip ellerindeki Türk Lirası ile döviz alıp teminat tamamlayacaklardı. Ancak kamu bankalarına verilen paraların geri dönmesi mümkün olmadı çünkü görev zararı fonlanıyordu. Tüketici kredilerini geri çağırmak olanaksızdı. Diğer krediler geri çağrılacak veya artan faiz oranlarına bu kurumlar razı olacaklardı. Kredilerin kalitesi zaten sorunluydu. Buradan da kısa vadede fon temin edilerneyeceği açıktı. Geriye DİBS satışı gündeme geliyordu. Ancak bu durumdaki banka sayısı yalnızca bir değildi. Birçok özel ticaret bankası aynı durumdaydı. DİBS piyasası bir anlamda kilitlendi DİBS'leri likit hale getirmek zorlaşmıştı. Alıcı yoktu veya çok sınırlıydı. Örneğin Demirbank iç borç senetlerinin yüzde 1O'unu portföyünde taşıyordu ve en önemli piyasa yapıcısıydı. Bankalar repoya "bir anlamda" saldırdılar. Repo oranları hızla yükselmeye başladı. Yabancılar ellerindeki Türk Liralarını dövize çeviriyorlar, bankalar da topladıkları TL ile döviz toplayıp teminatlarını tamamlamaya çalışıyordu. Merkez Bankası döviz taahhüdünde bulunduğu için piyasaya talep edilen dövizi satmak zorunda kalıyordu. Uluslar arası rezervler Kasım ayında 52 6.3 milyar dolar azalmıştı. Net Uluslararası Rezervlerde yıl sonu taban hedefi 13.5 milyar dolardı ve bu kritik düzeyin altı çoktan görülmüştü. Yabancı kredi kurumları teminat yatırmakta zorlanan Türk Bankalarını zorlamaya başladı. Artık teminatın tamamlanması değil kredilerin kapatılması talep ediliyordu. Teminat yatırmakta zorlanan bankalar kredileri nasıl kapatacaklardı? Yükselen faiz nedeniyle aktiflerindeki DİBS'lerin piyasa değeri üçte bire gerilemişti. Sorun büyüktü. Likidite yetersizliği bankaların maliyet yapılarını da hızla bozuyordu, bir taraftan da yabancılar kredilerin kapatılması için bankaları sıkıştırıyordu. Demirbank'ın fona devri gündeme geldi. Kasım paniğini atıatmak için Hazine yurtdışından sağlanan kredilere de garanti vermek zorunda kaldı. Artık bankaların tüm yükümlülükleri Hazine'nin güvencesi altındaydı. Merkez Bankası Likidite Krizini önleyebilir miydi? 2.3 1. Bu sorunun yanıtı kolayca "evet" olabilir. Tabii ki Merkez Bankası piyasaya likidite verip piyasayı Türk Lirasına boğabilir veya piyasanın gereksinimi olan likiditeyi bankacılık sektörüne verebilirdi. Ancak burada bir saptama yapmak gerekiyor. Merkez Bankası'nın piyasaya kredi vermesi birinci bölümde ayrıntısı ile anlattığımız Net İç Varlıklar hedefinin (- 1.2 katrilyon tavan hedefi) aşılması ve para programının bitmesi anlamına geliyordu. Bankanın hedefinden şaşması başta yabancılar olmak üzere kamuoyunda Merkez Bankası'nın güvenilirliği tartışılmaya başlayacak ve kur taahhüdünün tutturulamadığı beklentisi gündeme gelecekti. Programın en zayıfhalkası Merkez Bankası'na olan güvenin yitirilmesiydi. 2.32. Programın en önemli riskinin faiz riski olduğu, programın özünden kaynaklanan faiz riski bulunduğunu öncelikle piyasanın bilmesi ve davranış ve beklentilerini buna göre yönlendirmesi gerekiyordu. Yine piyasa oyuncularının Merkez Bankası'nın faiz yükselişi karşısında piyasaya likidite veremeyeceğini de iyi "okumaları" gerekiyordu. Bu konuda Merkez Bankası'nı suçlamadan önce piyasanın yaptığı "inanılmaz" hataya dikkat çekmemiz gerekiyor. 2.33. Programa kur artışı yapmadan başlamanın ve piyasa oyuncularını (genelde de bankaları) disiplin altına alacak BD DK' nın geç faaliyete geçmesi, adeta krizin kucağında doğması, özelleştirme konusundaki yavaşlama ve yapısal reformların hayata geçirilmesi konusundaki tartışmaların neden olduğu doğal bir sonuç yaşandı. Bankacılık sisteminin açtığı krediler ile faiz düşüşü birleştiğinde tüketim hızla artarken, kur artışı enflasyonun altında kalmış ve Türk Lirası'nın aşırı değer kazanması yabancı yatırımcıları (genelde sıcak para olarak da 53 değerlendirilebilir) tedirgin etmeye başlamıştı. Cari İşlemler Dengesi açık veriyordu ve milli gelirin yüzde 5'i olarak kabul edilen kritik seviyeye de ulaşacaktı. Merkez Bankası'nın piyasaya likidite vermesi, para programına göre bankaya döviz getirilmesine bağlıydı. Türkiye'ye bir taraftan yabancı kaynaklı sermaye girişi diğer taraftan fınans sistemi başta olmak üzere tüm kesimlerin pozisyon açarak döviz satmaları piyasaya likidite çıkmasına ve faizlerin düşmesine yol açıyordu. Peki ya tersi durumda ne olacaktı? 2.34. Yabancıların cari açıktaki artış ve programın geleceği konusunda endişeye kapılması tersi duruma yol açabilirdi. Nitekim öyle oldu. Yabancılar gerek ellerinde bulunan TL ve döviz cinsinden kağıtları satarak likit hale gelmeye ve döviz alıp Türkiye' den çıkmaya çalışıyorlardı. Bankaların daha önce belirttiğimiz kredi temin etmek amacıyla yabancılara verdikleri teminatların satılması da benzer bir sonuç yaratıyordu. Ödemeler Dengesinin finansmanı için 1O milyar dolara gereksinim vardı. Bu koşullar altında Türkiye'ye döviz girişinden değil çıkışından söz etmek gerekiyordu ve bunun doğal sonucu da piyasada Türk Lirası sıkışıklığı ve fazierin yükselmesiydi. Merkez Bankası'nın bu koşullarda piyasaya likidite vermesi belki fınans kesimini rahatlatabilirdi ancak unutulmaması gereken konu verilen likiditenin ya harcamalara kayması olasılığıydı ki bunun sonucu Türkiye hiper enflasyonla karşı karşıya kalabilirdi ya da doğrudan dövize kayma tehlikesiydi.Dövizde talep fazisı olması durumunda,Merkez Bankası rezervlerinin ermesi ve para piyasasında likiditenin daralarak faizleri yükseltmesi kaçınılmazdı. 2.35. Merkez Bankası, Demirbank'ın fona alınması ile birlikte (22 Kasım) piyasaya yoğun olarak likidite aktarmaya başladı ve Net İç Varlıklar (NİV) hedefi de aşılmış oldu Ancak aktarılan likiditenin dövize yönlenmesi sonucu banka ciddi boyutlarda döviz kaybetti ve Net Uluslar arası Rezervlerdeki (NUR) 13.5 milyar dolarlık taban hedefinin altına düşüldü. (performans ile ilgili kriterler önceki bölümde para ve kur politikaları başlığı altında anlatıldı). 30 Kasım 2000 tarihi itibariyle Net iç Varlıklar Kaleminin dondurulacağı Merkez Bankası tarafından açıklandı. Faiz oranlarının yüksek seyretmesine rağmen dövize talep durmamıştı. Aralık ayının 6'sında ek önlemler paketi açıklandı ve IMF Stand-by anlaşması çerçevesinde 10.4 milyar dolarlık ek rezerv kolaylığı sağlayacağını açıkladı. Piyasalar kısmen rahatlamış gibi görünüyordu ama döviz talebi de devam ediyordu. Şubat ayına kadar da bu talep devam etti. Merkez Bankası bu süreç içinde milyarlarca dolarlık dövizi "ucuza satmak" zorunda kaldı. 54 Tablo 7. TCMB Performans Kriterleri ve Gerçekleşmeleri 31 31 30 30 31 NiV Tavan Hedefi (Trilyon TL) -1.200 Aralık 1999 -1.200 Mart 2000 -1.200 Haziran 2000 -1.200 Eylül 2000 -1.200 Aralık 2000 Kaynak: TCMB Yıllık NiV Gerçekleşme (Trilyon TL) -1.437 -1.260 -1.295 -1.307 1.060 NUR Taban Hedefi (Milyon$) 12.000 12.000 12.750 12.750 13.500 NUR Gerçekleşme (Milyon $) 16.757 16.657 17.339 17.874 12.488 Rapor 2000 Belki de bu noktada tartışılması gereken temel konu Kasım ayında bu süreç ile birlikte döviz çıpası sisteminin terk edilmesiydi. Çünkü tedirginlik bir kez başladı mı veya başka bir ifade ile piyasadaki aktörler Merkez Bankası'nın kur taahhüdünü yerine getiremeyeceğine veya Kamu borçlarının çevrilemeyeceğine inandıklarında piyasanın "ateşini söndürmek" oldukça zordu. Birçok ülke deneyimi bunu gösteriyordu. Merkez Bankası güvenilirliğini yitirirse eninde sonunda devalüasyon kaçınılmaz olacaktı. Nitekim öyle de oldu: Kurlar 200 ı yılının Şubat ayında serbest bırakıldı. 200 ı yılının Ocak ayı sonunda Amerikan Doları 679.ı62 TL iken Şubat ayı sonunda 906.ı64 TL'ye, aynı dönemde Euro ise 624.353 TL' den 830.590 TL'ye yükseldi. 2.37. 2000 yılının Kasım ayında yaşanan likidite krizi ile birlikte IMF "serbest kur" tavsiyesinde bulunmuştu. Çünkü uluslar arası rezervlerin dövizdeki talep karşısında erimesi ve talebi karşılaması mümkün değildi. Ancak dönemin ekonomi yönetimi ek önlemler alınacağı ve reformlara devam edileceği yönünde güvence verince IMF' de serbest kurda ısrarcı olmadı. Ancak ekonomi "sis" içindeydi. Reel ekonomide talep azalmış, üretim hızla düşmeye başlamıştı ve işsizlik artıyordu. Para ekonomide dönmüyordu. Borçlular borcunu ödememeye çalışırken, alacaklarını tahsil etmek için çaba han::amaya başlamışlardı. Şubat 200 ı devalüasyon u 2000 Kasım Krizinin devamıydı. Ancak kur artışı yüksek faiz karşılığında ertelenmişti. Yüksek faiz ve paranın devir hızının düşmesi nakit akışlarının bozulmasına yol açmıştı. Hazine dahil toplumun tüm kesimleri Merkez Bankası'nın devalüasyon yapacağına inanmaya başlamıştı ve sonuç devalüasyondu. Türkiye'de yeni dönem bu şekilde başladı. Türkiye artık dalgalı kur sistemini tercih etmek zorunda kalmıştı. Ancak bu konuda toplumun geniş kesimlerinin herhangi bir deneyimi bulunmuyordu. Türkiye ilk kez dalgalı kur sistemi uygulayacaktı. Kemal Derviş'in Türkiye'ye gönderilmesi ve/veya getirilmesi de bu sürecin devamıydı. 2.36. yaşanan 55 Bankacılık sektörü başta olmak üzere bir dizi önlernin alınması gerekiyordu. Yapısal reformlar IMF ile yola devam etmenin ön koşuluydu. Kamunun finansmanı sürdürülebilir olmalıydı. Aksi takdirde "radikal" önlemlerle aynı hedefler yakalanacaktı. 2000 Yılında Ekonomiyi Etkileyen Önemli Olayların Seyri • ı Ocak 2000 İstikrar Programı uygulanmaya başladı. • ll ocak 2000 Hazine uluslar arası piyasalara 30 yıl vadeli 1.5 milyar dolarlık tahvil ihracı gerçekleştirdi. • 2ı Ocak 2000 Uluslar arası tahkimin geriye doğru işlemesi kabul edildi. • 26 ocak 2000 Hazine uluslar arasıpiyasalara ıo yıl vadeli ı milyar Euro'luk tahvil ihraç etti. • ı O Mart 2000 IMF'ye ı. Ek Niyet Mektubu verildi. • ı2 Nisan 2000 Üçüncü GSM ihalesine KDV hariç 2.525 milyon dolarlık teklif geldi. • 25 Nisan 2000 Uluslar arası derecelendirme kurumu Standart&Poor's Türkiye'nin notunu yükseltti. • 5 Mayıs 2000 Bankaların döviz pozisyon aşııniarına disponibilite zorunluluğu getirildi. • 8 Mayıs 2000 Piyasa yapıcılığı sistemi başladı ve ı 9 bankanın başvurusu kabul edildi. • ı Haziran 2000 Net Döviz pozisyon hesaplamalarına ilişkin mevzuat yürürlüğe girerken, bankaların tasarruf mevduatıarına verilen güvence ıoo milyara çekildi, 200 ı yılında da 50 milyara çekileceği açıklandı. • 22 Haziran 2000 IMF'ye 2. Ek Niyet Mektubu verildi. • 3ı Ağustos 2000 BDDK göreve başladı. • 4 Eylül 2000 Türk Telekom'un yüzde 20'sinin satışına teklif gelmedi. • 26 Eylül 2000 Kamu bankalarının özelleştirilmesine ilişkin kararname Cumhurbaşkanı'ndan geri döndü. • 29 Eylül 2000 IMF Türkiye'ye verilecek kredinin 3. dilimini erteledi. 56 Aralık ayına • 27 Ekim 2000 BDDK, Etibank ve Bank Kapital'in TMSF'na devredildiğini açıkladı. • 3 Kasım 2000 BDDK fondaki 8 bankanın rehabilitasyonu için Hazine'nin 6.1 milyar dolarlık özel tertip DİBS"in TMSF'na verileceğini açıkladı. • 21 Kasım 2000 BDDK, 2001 yılı başında mevduat zorunlu karşılıklarının 6' dan 4' e düşürüleceğini açıkladı. • 22 Kasım 2000 TCMB piyasadaki likidite sıkışıklığını gidermek için piyasaya 1.688 trilyon liralık fon sağladı ancak Net İç Varlıklar hedefinden desapılmış oldu. • 27 Kasım 2000 TCMB bankalara disponibilite konusunda kolaylık sağladı. • 29 Kasım 2000 TCMB'nın Net Uluslar arası Rezervler kalemi yıl sonu için beklenen 13.5 milyar dolarlık tabanın altına geriledi. • 30 Kasım 2000 TCMB Net İç Varlıklar kaleminin Kasım itibariyle sabitleneceğini ve likidite yaratımının da yeniden döviz karşılığı olacağını açıkladı. • 6 Aralık 2000 Demirbank TMSF'na devredilirken, Park Yatırım'ın bankacılık yapma izni iptal edildi. • 6 Aralık 2000 Başbakan Telekom'un ve THY'nın satılacağını (belli oranlarda) açıkladı ve IMF aynı tarihte 7.5 milyar doları Ek Rezerv Kolaylığı ile birlikte toplam 10.4 milyar dolarlık finansman sağladığını açıkladı. • 18 aralık 2000 IMF'ye 3. Ek Niyet Mektubu verildi. Kaynak: TCMB Belki de bu noktada tartışılması gereken temel konu Kasım ayında yaşanan bu süreç ile birlikte döviz çıpası sisteminin terk edilmesiydi. Çünkü tedirginlik bir kez başladı mı veya başka bir ifade ile piyasadaki aktörler Merkez Bankası'nın kur taahhüdünü yerine getiremeyeceğine veya Kamu borçlarının çevrilemeyeceğine inandıklarında piyasanın "ateşini söndürmek" oldukça zordu. Birçok ülke deneyimi bunu gösteriyordu. Merkez Bankası güvenilirliğini yitirirse eninde sonunda devalüasyon kaçınılmaz olacaktı. Nitekim öyle de oldu: Kurlar 2001 yılının Şubat ayında serbest bırakıldı. 2001 yılının Ocak ayı sonunda Amerikan Doları 679.162 TL iken Şubat ayı sonunda 906.164 TL'ye, aynı dönemde Euro ise 624.353 TL' den 830.590 TL' ye yükseldi. 57 Belki de bu noktada tartışılması gereken temel konu Kasım ayında yaşanan bu süreç ile birlikte döviz çıpası sisteminin terk edilmesiydi. Çünkü tedirginlik bir kez başladı mı veya başka bir ifade ile piyasadaki aktörler Merkez Bankası'nın kur taahhüdünü yerine getiremeyeceğine veya Kamu borçlarının çevrilemeyeceğine inandıklarında piyasanın "ateşini söndürmek" oldukça zordu. Birçok ülke deneyimi bunu gösteriyordu. Merkez Bankası güvenilirliğini yitirirse eninde sonunda devalüasyon kaçınılmaz olacaktı. Nitekim öyle de oldu: Kurlar 200 ı yılının Şubat ayında serbest bırakıldı. 200 ı yılının Ocak ayı sonunda Amerikan Doları 679.ı62 TL iken Şubat ayı sonunda 906.ı64 TL'ye, aynı dönemde Euro ise 624.353 TL' den 830.590 TL'ye yükseldi. 2.37. 2000 yılının Kasım ayında yaşanan likidite krizi ile birlikte IMF "serbest kur" tavsiyesinde bulunmuştu. Çünkü uluslar arası rezervlerin dövizdeki talep karşısında erimesi ve talebi karşılaması mümkün değildi. Ancak dönemin ekonomi yönetimi ek önlemler alınacağı ve reformlara devam edileceği yönünde güvence verince IMF' de serbest kurda ısrarcı olmadı. Ancak ekonomi "sis" içindeydi. Reel ekonomide talep azalmış, üretim hızla düşmeye başlamıştı ve işsizlik artıyordu. Para ekonomide dönmüyordu. Borçlular borcunu ödememeye çalışırken, alacaklarını tahsil etmek için çaba harcamaya başlamışlardı. Şubat 200 ı devalüasyon u 2000 Kasım Krizinin devamıydı. Ancak kur artışı yüksek faiz karşılığında ertelenmişti. Yüksek faiz ve paranın devir hızının düşmesi nakit akışlarının bozulmasına yol açmıştı. Hazine dahil toplumun tüm kesimleri Merkez Bankası'nın devalüasyon yapacağına inanmaya başlamıştı ve sonuç devalüasyondu. Türkiye' de yeni dönem bu şekilde başladı. Türkiye artık dalgalı kur sistemini tercih etmek zorunda kalmıştı. Ancak bu konuda toplumun geniş kesimlerinin herhangi bir deneyimi bulunmuyordu. Türkiye ilk kez dalgalı kur sistemi uygulayacaktı.. 58 BÖLÜM 3 2001 Şubat Krizinin Ardından Devreye Giren Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ve Sonuçlarının Değerlendirilmesi 1. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programının Temel Özellikleri Türk Lirası'nın 22 Şubat 2001 tarihinden itibaren dalgalanmaya bırakılmasının ardından Mayıs ayı başında IMF ile yeni bir Niyet Mektubu imzalandı. Amaçlar aynıydı ancak sorunlar 2000 yılı başından daha ağırdı: enflasyonla mücadele sürecek, mali hesapların güçlenmesi sağlanacak, büyüme istikrarlı bir temele oturtulacak ve AB'nin ön koşulu olan ülkenin yeniden yapılandırılması temel hedefler olarak benimsenecekti. Bu yeni programa destek sağlamak amacıyla IMF' den 6.3 milyar SDR'lik ek kaynak talep ediliyordu. Buna karşılık NİV başta olmak üzere Türk Telekom'un özelleştirilmesi ve Elektrik Piyasası Kanunu'nun onaylanmasına kadar bir çok konuda yeni politikalar benimseniyordu. Dalgalı kur sistemi ekonomi politikalarının ve kısa vadeli hedeflerin yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılıyordu. Ekonomi krizin etkisindeydi ve makro ekonomik dengelerde ciddi bozulma göze çarpıyordu: Ekonomi negatif büyüme trendine girmiş ve ekonomi yönetimi yüzde 3 küçülme bekliyordu. Türk Lirasının değer kaybının enflasyon oranları­ na yansıması kaçınılmazdı. Bankacılık sektörü gerek kredilerin geriye dönüşü açısından gerekse sahip oldukları büyük DİBS portföyünün likiditesini yitirmesi gerekse fıyatının düşmesi sonucu ciddi bir darbe yemişti. Sermayesi erozyona uğramış ve sermaye yetersizliği gündemi gelmişti. Bu sorun yalnızca fona alın­ mış bankalar için değil özel ve kamu genelde fon dışındaki bankalar için de geçerliydi. Kamu ve özel bankaların şeffaflığı sağlanmalı ve mali yapısı yeniden yapılandırılmalıydı. istikrarsızlık kamu kesimi dengesini iyice bozmuş ve 2000 yılı başında düşürülmesi hedeflenen kamu borcunun milli gelire oranı aksine büyümüştü. Finansal Enflasyonla mücadelenin devam etmesi ve mali disiplinin yeniden sağlanması ve yeniden yapılandırılması için uygun para ve maliye politikaları uygulanmalıydı. Bu çerçevede yeni bir program inşa edildi. Bu bölümde sözkonusu programın temel yapı taşlarını, politika hedef ve uygulamalarını ele alacağız. 59 PROGRAMIN HEDEFLERi VE HEDEFLERE ULAŞMAK iÇiN UYGULANMASI GEREKEN STRATEJiLER HEDEFLER: a. Ortaya Çıkan Güven Bunalımı ve istikrarsızlığı Ortadan Kaldırmak b.Yeni ve Çağdaş Kurumsal Yapıları Oluşturmak c. İktisadi Etkinliği Artıracak Yapısal Reformları Gerçekleştirmek d. Makro Ekonomik Politikaları, Enflasyonla Mücadelede Etkin Kullanmak e. Sürdürülebilir Bir Büyüme Ortamını Temin Etmek f. Kişiler ve Bölgeler Arasındaki Gelir Dağılımını Düzenlemek HEDEFLERE ULAŞMAK iÇiN YAPILMASI GEREKENLER: a. Bankacılık Sisteminin Yeniden Yapılanması b. Borçlanma Sisteminin Yapılandırılması Kur Rejimi Çerçevesinde Para Politikasında Enflasyon Hedefierne sine Geçilmesi d. Enflasyon Hedefine Uygun Gelirler Politikası c. Dalgalı e. Şeffaf ve Yolsuzluk Üretmeyen Yasal Altyapı ile Kamu Kesiminin Yapılandırılması f. Dış Finansman Desteğinin Sağlanması 1.1. Yapısal Yenilenme ve Yasal Düzenlemeler a. Mali Sektörün Yeniden Yapılandırılması: Bu çerçevede; Bankacılık Sistemini ve Merkez Bankası'nı içeren yasal düzenlernelerin yapılması gerekiyordu. Kamu bankaları etkin çalışacak, bir daha bu bankalara görev zararı ortaya çıkaracak girişimlerde bulunulmayacak, kamu bankaları özerkleştirilerek özelleştirmeye hazır hale getirilecek, Emlakbank'ın Ziraat Bankası ile birleştirilmesine devam edilecek, Fon bankaları birkaç bankanın çatısı altında birleştirilecek, Demirbank en kısa sürede elden çıkarılacak ve özel kesim bankalarının bozulan sermaye yapı­ larının güçlendirilmesi için gerekli düzenlemeler yapılacaktı. 60 t - Bankaların mali bünyelerinin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması mali piyasaların ve reel sektörün istikrarı bakımından büyük önem taşıyordu. Bu kapsamda öncelikli olarak Bankalar Kanunu'nda değişiklikler öngören yasal süreç başlatıldı. - Bankalardaki mevduat ve bankaların diğer yükümlülüklerine yönelik olarak ilan edilen garanti uygulamasına devam edildi. -Kamu ve TMSF bünyesindeki bankaların yüksek tutarlı nakit açıklarını gidermek amacıyla günlük olarak piyasalara fon ihtiyacı için başvurmaları, hem piyasaların dengesini hem de mali bünyelerini bozmuştu. Bu olumsuzluğun giderilmesi için kamu bankalarına Hazine' den alacaklarına karşılık olarak piyasa koşullarına uygun faizli Hazine kağıdı verilerek, görev zararından doğan Hazine borçlarının tamamının kapatılması hedeflenmişti. Kamu ve fon bankaları, belirli bir program dahilinde, bu kağıtlar karşılığında Merkez Bankası'ndan repo veya satış karşılığı temin edecekleri likidite ile diğer bankalara ve banka dışı kesime olan gecelik yükümlülüklerini azaltacaklardı. Merkez Bankası likidite fazlasını ters repo ve !nterbank işlemleri yoluyla piyasadan çekecekti. 2001 yılı içinde Hazine, kamu ve fon bankalarına mali durumlarını güçlendirmek amacıyla aşağıdaki tablodan da görüleceği gibi ciddi tutarda DİBS verdi. Merkez Bankası da Hazine'nin kamu ve fon bankalarına verdiği kağıtları önce repo ihalesiyle daha sonra da kesin alış yaparak mülkiyetini tamamen üslenecekti. Bunun karşılı­ ğında da kamu ve fon bankaları yükümlülüklerini yerine getirecekti.Net İç Varlık artışına dayalı ve önemli boyuta ulaşan parasal genişleme döviz kuru, enflasyon ve faizlerde yenidege düzeyini etkileyecekti. Tablo 8. Kamu ve Fon Bankalarına Aktarılan 1. Kamu Bankaları - 2000 sonu itibariyle Görev Zararları - 2001 yılında oluşan Görev Zararı Artışı - 2001 yılında sağlanan sermaye desteği 2. Hazine'nin TMSF'na Kağıt ihracları Kaynaklar Trilyon TL 28.858 17.279 7.759 3.550 21.581 GSYiH içindeki payı(%) 15.8 9.5 4.3 2.0 :. 11.9 Kaynak: BDDK b. Devlette şeffaflığın güçlendirilmesi artırılması ve kamu finansmanının - Bu çerçevede en önemli düzenleme borçlanma yasasının çıkarılmasıydı.Kanun ile devlette şeffaflığın ve hesap verilebilirliğin sağlanması hedeflenmekteydi. Bu61 - ~~----~~~ ----------- güne kadar başta bütçe kanunları olmak üzere değişik yasal metinlerle düzenlenen iç ve dış borçlanma ile devletin garanti verme sistemi tek bir kanunla düzenlenerek kamu borç yönetiminin sınırları belirlenmiş, açık ve saydam kurallara bağlanmış olacaktı. Ayrıca, borçlanma ve borç yönetimi politikası esnek, çabuk karar verebilen ve kararlarını çabuk uygulayabilen bir alt yapıya kavuşturu­ lacaktı. Yapılan borçlanmalada ve verilen garantilerle ilgili olarak her üç ayda bir TBMM bilgilendirilecek ve borç yönetim raporu Meclise sunulacaktı. - Devlet ihale Kanununun değiştirilmesi ile daha rekabetçi ve etkin bir ihale sisteminin oluşturulması ve uluslararası standartiara uyum sağlanması amaçlanmaktaydı. Bu yasa ile devlet ihalelerinde, uygulama projesine dayalı anahtar teslimi ihale yapılarak hem daha etkin ve rekabete açık bir ihale yöntemi izlenmesini, hem de ihale edilen projelerde maliyet artışı önlerneyi hedefliyordu. -Halen kapatılmış bulunan 46 bütçe ve 6 bütçe dışı fona ek olarak 15 bütçe ve 2 bütçe dışı fonun daha kapatılarak fon sisteminde nihai bir konsolidasyon sağ­ lanması ve böylelikle mali disiplin ve şeffaflığın temini amaçlanmaktaydı. - Kamulaştırma Yasası da değişecekti. Anayasada ve Kanunda öngörülen bedelin nakden ve peşin olarak ödenmesi ilkesi, uygulamada amacından saptırılmak­ taydı. İdareler, kamulaştırma kararlarının alınmasında ve kıyınet takdirlerinde mali disiplin anlayışından uzaklaşmaktaydı. Yeni kanunla yeterli ödeneği temin edilmeden kamulaştırma işlemine başlanılmayacaktı. Öncelikle satın alma ve trampa usulünün uygulanması yoluna gidilecekti. Anlaşma sağlanamaması halinde kamulaştırma bedeli mahkemece tespit edilecekti. c. Ekonomide Rekabet ve Etkinliğin Artırılması Ekonomide rekabet ortamının güçlendirilmesi ve etkinliğin artırılmasına yönelik olarak geniş kesimleri etkileyecek yasal düzenlemeler gündeme geliyordu;- Şeker Kanunu : Şeker üretiminde, fıyatlandırmasında ve pazarlamasında usul ve esaslar getirerek piyasadaki istikrarın sağlanması amaçlanmaktaydı. 2002-03 üretim döneminden itibaren Devlet tarafından fıyat açıklanmayacaktı. Şeker piyasası, Şeker Kurulu tarafından düzenlenecek, gereksinim fazlası şeker üretimine son verilerek devletin zarara uğraması engellenecekti. Üretici ekim öncesinde fiyatı bilerek ekim kararı verecekti. Tüm çiftçilere doğrudan gelir desteği verilerek gelir kaybı giderilecekti. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin de önü açılacaktı. - Tütün Kanunu : Tütün mamülleri ve alkollü içkilerin fıyatlandırılması, dağı­ ve kontrolü ile ilgili usul ve esaslar Tütün Mamülleri ve Alkollü içki- tımı, satışı 62 ler Piyasası Düzenleme Kurulu tarafından düzenlenecekti. 2002 üretim döneminden itibaren devlet nam ve hesabına alım yapılmayacaktı ve Tekel'in üretim ve pazarlama birimlerinin özelleştirmesinin altyapısı hazırlanmış olacaktı. Fazla üretilen tütünün çürümesi ve yakılması uygulamasına son verilecekti. Sözleşme ve açık artırma sistemiyle üreticinin önündeki belirsizlikler kalkacak, tütün üreticisinin de alternatif ürün projesi ve doğrudan gelir desteği ile desteklenmesi gerçekleştirilecekti. - Doğalgaz Kanunu : Doğalgazın kaliteli, sürekli, ucuz, rekabete dayalı esaslar çerçevesinde ve çevreye zarar vermeyecek şekilde tüketicil erin kullanımına sunulması için doğalgaz piyasasının serbestleştirilmesi kanunun ana amacını oluş­ turuyordu. Yeni Kanun ile BOTAŞ'ın doğalgazın ithalatı, iletimi ve dağıtımın­ daki tekel hakkı kaldırılacak tüm aşamalarda özel sektörün katılımı sağlanacak­ tı. Bu şekilde oluşacak piyasa mali açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaf bir yapıya oturtulacaktı. Doğalgaz piyasası, elektrik piyasası için oluşturulan Kurul ile birleştirilerek bağımsız bir kurul tarafından düzenlenecekti. -Türk Telekom'un Özelleştirilmesi: Türk Telekom'un özelleştirilmesini hızlan­ dırmak için; Kamu yararı ve ulusal güvenlik amacıyla tutulan Altın Hisse dışın­ daki hisselerin stratejik ortağa blok satış, halka arz ve çalışanlara satış yollarıyla özelleştirilmesine, sabit telefon hizmetlerinde kamu tekelinin özelleştirme sonrası kaldırılmasına, lisans verme yetkisinin Telekominikasyon Kurumuna verilmesine, sektörün yönetiminde etkinliği artıracak ve bu ilkeler doğrultusunda özelleştirmeyi hızla gerçekleştirecek İcraatın başlamasına, yabanoya blok satış oranının %50'nin altında olmasına, olanak sağlayan yasal süreç başlatıldı. - Sivil Havacılık Kanunu : Hava yollarının iç hat uçuş fiyatlarının serbestçe belirlenmesine, Türk Havayollarının ve diğer havayolu şirketlerinin ücret tarifelerini serbestçe tespit edebilmeleri, bu ücretleri gün ve saat itibariyle farkıılaştır­ mak suretiyle mevcut uçak kapasitesini etkin bir biçimde kullanmaları sağlana­ caktı. Ayrıca, bu düzenleme sektörde rekabeti artıracağından orta ve uzun vadede istihdam artışına katkıda bulunacaktı. Sektörün daha da gelişmesi hem turizm için yararlı olacak hem de yurtdışındaki vatandaşlarımız da dahil bu sektöre kaynak yatırılması özendirilecekti. d. Sosyal dayanışmanın Güçlendirilmesi - İş Güvencesi Yasası: Avrupa Birliği Ulusal Programında kısa vadeli öncelikler arasına alındı ve yasa hazırlığı için işçi ve işveren temsilcileri ve onların birlikte oluşturdukları kurul ile çalışmalar yürütülmeye başladı. 63 -Ekonomik ve Sosyal Konsey Yasası: Ekonomik ve sosyal politikaların oluştu­ rulmasında toplum kesimleri arasında uzlaşma ve işbirliğinin geliştirilmesi amaçlanıyor. Kamu kesimi, işçi, işveren ve diğer sivil toplum örgütlerini biraraya getiren konseyle ilgili yasa çıkarılmıştı v söz konusu yasa çerçevesinde oluşan kurulun toplanması ve ekonomideki gelişmelerin bu kurul içinde değerlendiril­ mesi ve toplumsal uzlaşma konusunda adım atılması hedeflendi. e. Reel ekonomiye yönelik önlemler - İhracatın artırılınasına yönelik ilave tedbirler alınması hedeflenmiş ve bu çerçevede; • Bütçeden ve diğer kaynaklardan sağlanacak fınansmanlar çerçevesinde Eximbank' ın kredi imkanları artırılacak, • İhracatta KDV ödemeleri hızlandırılacak, • Desteklerle ilgili uygulamalarda bürokratik işlemler azaltılacaktı. -Doğrudan yabancı sermayenin Türkiye'ye girişini hızlandırmak amacıyla daha önce Anayasa' da yapılan değişiklikle getirilen uluslararası tahkim imkanı ile ilgili gereken kanun çıkarılacaktı. Bunun yanısıra doğrudan yatırımın önündeki idari ve bürokratik engelleri ortadan kaldıracak bir eylem planı çalışmaları baş­ latılmıştı. - Esnaf, sanatkar, KOBİ'ler ve tarım kesiminin krizden asgari seviyede etkilenmelerini temin etmek amacıyla Ziraat ve Halk Bankasından kullanmış oldukları kredilerin faizlerine maliyetierin yansıtılmasını sınırlamak amacıyla bütçeye 400 trilyon lira tutarında ödenek konuldu. 1.2. Makro Ekonomik Hedefler 2000 Kasım ve 2001 Şubat ayında yaşanan krizler bankacılık kesimi başta olmak üzere tüm kesimler üzerinde ciddi bir tahribata yol açmış ve kamu maliyesi üzerine büyük yükler getirmişti. Faiz oranlarındaki yükselme ve dalgalı kur sistemine geçiş ile birlikte kurlarda ortaya çıkan belirsizlik ekonomik birimlerin geleceğe ilişkin güvenlerini sarsmış, reel ekonomiyi olumsuz yönde etkilemiş, ekonomi daralma sürecine girmiş, işsizlik oranları ciddi boyutlarda artış göstermişti. Türk Lirasının değer kaybıyla birlikte enflasyonda da bir sıçrama gözlenmişti. Dönemin ekonomi yönetimi kurlardaki artış ile birlikte Türkiye'nin rekabet gücünün yükseldiği saptamasım yaparak ekonominin içinde bulunduğu koşullar- 64 dan çıkışın artan rekabet gücü ile mümkün olabileceği saptamasım yapmıştı. Gerçekten de Türk Lirası'nın değer kaybetmesi ile birlikte Türkiye'nin rekabet gücünde bir artış sözkonusu idi ancak hala yüksek faiz başta olmak üzere birçok yük üretim maliyetlerini olumsuz yönde etkilerneye devam ediyordu. Buradan hareketle ekonomi yönetimi 2001 yılının ilk yarısında devam eden daralma sürecinin ikinci yanda pozitife doğru döneceğini ancak yılın tamamı için büyümenin aşağıdaki tabloda da görülebileceği gibi eksi yüzde 3 olacağı tahmin edilmiş­ ti. Buna karşın kurlardaki artışın fiyatlan etkilernesinin kaçınılmaz olduğu 2001 hedeflerine de yansıdı. 2001 yılında Nominal Milli Gelirdeki artış içinde fiyatlardan kaynaklanan artışı ifade eden deflatörün yüzde 49.4 oranında artacağı, TEPE'nin yüzde 57.6, TÜFE'nin ise yüzde 52.5 oranında artış göstereceği beklenmekteydi. 2002 yılından itibaren de ekonomide canlanma yeniden başlaya­ cak ve enflasyon oranlan da kademeli olarak gerileyecekti. Tablo 9. makro Ekonomik Hedefler Büyüme Deflatör TEFE (Yılsonu) TÜFE (Yılsonu) 1999 -6.1 55.8 62.9 68.8 Güçlü ekonomiye 2000 6.1 51.6 32.7 39.0 2001P -3.0 49.4 57.6 52.5 Geçiş Programında Maliye 2002P 5.0 28.3 16.6 20.0 2003P 6.0 16.5 12.4 15.0 Politikası 2000 yılı istikrar programına başlarken hedeflerden biri yüksek enflasyon sorununu çözmek ki bunun en önemli nedeninin de yüksek kamu açıklan olduğu saptaması yapılmıştı, ikincisi de hızla yükselen kamu açığının milli gelire oranı­ nı aşağı çekmek ve sürdürülebilir bir borç dinamiği oluşturmaktı. Bu nedenle daha önceki bölümde de belirttiğimiz gibi kamu açıklannın kapatılması, kamu temel fazlasının artırılması, kamunun borçlanma gereğinin azaltılması ve dolayısıyla reel faizlerin aşağı çekilmesi üzerine odaklanılmıştı. Yüksek kamu açıklannın yanısıra 1994 yılından sonra kamu kesiminin net dış borç ödeyici durumunda olması, yeterince derin olmayan yurtiçi mali piyasalar üzerinde baskı oluşturmuş ve reel faiz oranlannın yüksek seviyede kalmasına yol açmıştı. Bu dönemde yüksek ve değişken enflasyon ortamı risk primini artırmak suretiyle reel faiz oranlannın yüksek seyretmesinde etken oluyordu. 1992-1999 döneminde yıllık ortalama GSMH büyüme hızı yüzde dördün altında kalırken, iç borçlanma reel faiz oranı yüzde 32 olarak gerçekleşmişti. Yüksek reel faizler 65 kamu kesiminin borçlanma ihtiyacını daha da artırmış ve hergün Türkiye'yi da- · ha zor bir duruma götüren bir borç-faiz kısır döngüsünü ortaya çıkarmıştı. Borç stokundaki artışla birlikte bu durumun sürdürülemez olduğu konusunda kaygılar artmaya başlamıştı. Ancak 2000 yılı programının başarısızlığa uğraması kamu açıkları ve kamu borcu konusundaki kaygıları daha da artırmıştı. Güçlü ekonomiye geçiş programı öncelikle borcun çevrilebilmesi üzerinde yoğunlaşacaktı. Temel hedef buydu: Maliye politikası uygulamaları da öncelikle bu hedefe yoğunlaşacaktı. Tablo 1O. Konsolide Bütçe Gelişmeleri ve 2001 66 yılı Hedefi 2000 yılında yüzde 3 civarında olan Toplam Kamu Kesimi Faiz Dışı Fazlasının GSMH oranı 2001 yılında yüzde 5,5'e, 2002 ve 2003 yılında yüzde 6.5'e yükseltilmesi hedeflendi. Bu çerçevede; Konsolide Bütçe Faiz Dışı Fazlasının GSMH'ya oranının 2000 yılındaki yüzde 4,6'lık seviyesinden 2001 yılında yüzde 5,1 seviyesine yükseltilmesi (yukarıdaki tabloda görülebileceği gibi) ve toplam kamu kesiminin diğer kurumlarını da içeren başta KİT'ler olmak üzere diğer kamu hesaplarında 2000 yılında yüzde 1,8 olan faiz dışı açığın, 2001 yılında yüzde 0,4 fazlaya dönüştürülmesi hedefi IMF tarafından programın uygulanması açısın­ dan kritik gösterge olarak tanımlandı. Grafik 9. Faiz Dışı Fazla 1 GSMH Oranının seyri ve 2001 ve 2002 Hedefi(%) 8 6 4 2 o 2 4 1999 2001 2000 2002 Güçlü ekonomiye Geçiş Programında Harcama Kısıcı Önlemler nominal artışın, GSMH'nın nominal artışının özen gösterilecektir. Bu çerçevede 2001 yılında 2000 yılı­ na kıyasla harcamalarda yüzde 9 oranında reel bir azalma hedeflenmektedir. (i) Faiz dışı harcamalarındaki altında tutulmasına (ii) Kamu harcamaları disiplin altına alınarak azami tasarruf sağlanacaktır. Bu amaçla, Kamu Tasarruf Genelgesi titizlikle uygulanacaktır. Maliye Bakanlı­ ğı'nın uygun gördüğü ödenek kalemlerinde blokaj uygulanacaktır. (iii) Diğer cari, yatırım ve bazı transfer harcamalarındaki artış kur ve fıyat artışlarının altında tutularak GSMH'nın yüzde 1,5'i kadar tasarruf sağlanacaktır 67 (iv) Bu önlemlerin yanısıra bütçenin diğer cari transferler kaleminde yapıla­ cak kesintiler ile GSMH'nın yüzde 0,3'ü oranında tasarruf sağlanacaktır. (v) Kamu bankalarının faiz farkı ödemelerini karşılamak üzere bütçeye GSMH' nın yüzde 0,2'si oranında ödenek konmuştur. Ödenek aşımına yol açacak yükümlülükler verilmeyecektir. (vi) Sağlık, eğitim ve güvenlik hizmetleri hariç kamucia yeni personel alımı ancak çok olağanüstü ve kuruluşların etkinliği açısından mutlaka gerekli durumlarda yapılacaktır. Toplam memur sayısında artış olmayacaktır. (vii) Tüm kesimleri ilgilendirmeyen ve ücret adaletini hedefierneyen münferİt maaş ve ücret artış talepleri kesinlikle dikkate alınmayacaktır. (viii) Çok zorunlu haller dışında yatırım programına yeni proje alınmayacak ve yıllara sari ihalelere gidilmeyecektir. (ix) Gider artışına yol açacak teşkilat genişlemesi ve yeni kadro ihdası dahil, kaynağı olmayan harcama artırıcı hiç bir öneri gündeme getirilmeyecektir. (x) KİT'lerin etkin çalışmalarını sağlayacak düzenlemeler yapılmaktadır. Bu çerçevede personel sayısı artırılmayacak, fazla mesai, ikramiye ve prim gibi ödemelerde kısıntıya gidilecek, cari harcamalar kontrol altına alınacak ve yatırım harcamaları rasyonalize edilecektir. (xi) Tarımsal destekleme fiyatları öngörülen enflasyonu aşmayacak şekilde artırılacak ve kuruluşların finansman imkanları dikkate alınarak miktar kısıtla­ masına gidilecektir. (xii) Sosyal güvenlik kurumlarının sağlık harcamaları disiplin altına alınacak­ tır. (xiii) Kamucia taşıt kullanımı çimde uygulanacaktır. Gelir Artırıcı Düzenlemeler sınırlandırılacak ve Taşıt Kanunu etkin bir bi- (i) Vergi gelirlerinin artırılınasına yönelik olarak 2000 yılı sonunda alınan ted- birlerin titizlikle uygulanmasına devam edilecektir. (ii) Akaryakıttaki otomatik fiyatiandırma mekanizmasına devam edilecek ve Akaryakıt Tüketim Vergisi (ATV) en az hedeflenen enflasyon ölçüsünde ayarlanacak ve ATV tahsilatının GSMH içindeki payı yüzde 2,8 olacaktır. (iii) Başta enerji ve petrol sektörü olmak üzere ithale 68 dayalı ürünlerin fiyatla- rı kurdaki değişiklikleri, artan maliyetleri ve ekonomik gerçekleri yansıtacak şe­ kilde geciktirilmeden uygulanacaktır. (iv) Vergi tabanının yaygınlaştırılması amacıyla vergi kimlik numaralarının kullanımı genişletilecektir. (v) Vergi kayıp ve kaçağının en aza indirilmesi amacıyla vergi denetimleri artı­ rılacaktır. (vi) Vergi tahsilatının artırılması için vergi gecikme faiz ve cezaları enflasyonla uyumlu bir biçimde artırılmıştır. (vii) Bireysel yatırımcıların kamu kağıtlarından elde ettikleri gelirlerin beyanname dışı tutulması suretiyle kamu kağıtlarına olan bireysel talep artırılacaktır. Tablo 11. Kur ve Para Politikası PARA TABANI (*) iÇiN GÖSTERGE NITELiGiNDE BELIRLENEN TAVAN DÜZEYLER AŞAGIDADIR: 2001 YILI TAVAN DEGERLER (Trilyon TL) 31 Mayıs 5.900 30 Haziran 6.050 31 Ağustos 6.300 (7.125) 31 Ekim 6.800 (7.550) 31 Aralık 7.300 (7.750) (*)Para Tabam = Emisyon +Bankalar Zor.Karşlflğl +Bankalar Ser. Mevduati Parantez içindeki rakamlar 31 Temmuz 2001 revizyonudur. 1.1 Para tabanındaki artış oranı, Hazine Finansmanı için ayrılan net kaynak hariç, Net Iç Varlıklar (NiV) büyüklüğüne ilişkin öngörü ile tutarlı olacaktı. 1.2 Bu çerçevede Para Tabanı 2001 yılında yüzde 25.8 oranında artmış olacak ancak bayram günleri ve munzam indirimleri dikkate alındığında artış yüzde 47 oranında gerçekleşmiş olacaktı. 1.3 Faiz ve enflasyon oranlarındaki değişmeler para tabanı büyüklüğünün gözden geçirilme nedeni olarak kabul edilmişti. 69 NET IÇ VARLIKLAR (*)iÇiN TAVAN DEGERLER AŞAGIDA VERiLMiŞTiR: TAVAN DEGERLER (Trilyon TL) 2001 YILI 31 Mayıs (performans kriteri) 9. 750 30 Haziran (performans kriteri) 13.250 31 Ağustos (performans kriteri) 15.850 (17 .250) 30 Ekim (performans kriteri) 19.500 (21.150) 31 Aralık (gösterge) 21.000 (22.400) (*) NiV = Kamu Sektörüne Açılan Nakit Krediler (Net) (Kamu Borç Yönetimi Destek Hesabı dahil) (+,-), Fon Hs (-), BD Kesim Mevduatı (-), Bankacılık Sektörüne Açılan Nakit Krediler(+), API (+,-), Değerleme Hs (+,-),IMF Acil Yardım Takip Hs (+),Diğer Kalemler(+,-), TCMB Tarafından Verilen Döviz Depoları (+) Parantez içindeki rakamlar 31 Temmuz 2001 revizyonudur. 2.1 NIV değişkeni TCMB tarafından verilen döviz depoları ve hazine borç yönetim desteği için kullandırılacak ek finansman kadar arttırılacaktı. 2.2 Böylece NIV tavanı ile piyasaya ve kamuya kullandırılacak kredi sınırlandırılıyotdu. TCMB'NiN NET DIŞ VARllKLARlNlN BiR ALT KALEMI OLAN NET ULUSLAR ARASI REZERVLER (*)IÇIN BELIRLENEN TABAN DEGERLER: 2001 YILI Belirtilen Dönemlerdeki Değişimierin Taban Değerleri (Milyon $) Mayıs (performans kriteri) 1.500 Haziran (performans kriteri) 2.900 Tem -Ağustos (performans kriteri) -2.000 Eylül-Ekim (performans kriteri) -2.600 Kasım-Aralık (gösterge) -600 (*) NUR= Brüt uluslar arası Rezervler(+), Brüt Uluslar arası Yükümlülükler(-), Vadeli işlemler (Net) (+, -) 3.1 NUR azalış miktarlarının en fazla ne kadar olabileceği yukarıdaki tabloda gösteriliyordu. 3.2 NUR'lere ilişkin belirlenen limitler, bir önceki dönemdeki limite göre kullanılmayan miktar veya cari dönemdeki limit değerinin yüzde 25'i kadar (hangi değer daha düşükse) artırılabile­ cekti. 70 Güçlü Ekonomiye Geçiş ve Dış Finansman Güçlü Ekonomiye geçiş programının en önemli özelliklerinden biri özellikle IMF v Dünya Bankası'ndan sağlanan dış finansman desteğinesahip olmasıydı. Bütçede 10 milyar dolar civarında faiz dışı fazla verilmesi hedeflenmesine rağ­ men GSMH'nın yüzde 15.l'i gibi rekor düzeye ulaşan açığın finansmanı oldukça zordu. 2001 yılında tahmini olarak 105 katrilyon liraya ulaşacak olan (bir yıl öncesi 36 katrilyon liraydı) iç borç stoğu ve yaklaşık 78 katrilyon lira olan iç borç servisi (ana para artı faizi) kamu kesiminin finansmanının maliyetini yani borçlanma maliyetlerini yükseltiyordu. Ayrıca dış borç ve ödemeleri de vardı. İç ve dış borç servislerinin yalnızca iç piyasalardan karşılanması mevcut makroekonomik öngörülerle tutarlı olmayacaktı. Bu nedenle ek dış finansman bulunması gerekiyordu. Bu konuda yoğun temaslar sürdürülüyorrlu ve imdada IMF yetişecekti çünkü radikal bir yaklaşım söz konusu değildi. Borçlar yeni borçlanınayla hem de yurtdışından borçlanma ile çevrilmeye çalışılacaktı. Türk lirasının değer kaybetmesinin ihracat üzerinde olumlu ithalat üzerinde ise olumsuz etkileri görülecek, dolayısıyla dış ticaret açığı da azalacaktı. Buna paralel olarak ülkeye mal ve hizmet hareketlerinden gelen giden döviz dengesini gösteren Cari işlemler dengesinde' de bir iyileşme bekleniyordu. Cari dengedeki iyileşmeye ek olarak dış finansman desteği programın başarısı için gerekliydi. Ocak-Aralık döneminde IMF ve Dünya Bankası kaynaklı 15.7 Milyar dolar bekleniyordu. IMF'den sağlanan kısmın brüt 3.7, net ise 2.4 milyar doları Merkez Bankası'na rezerv desteği için verilecekti. Böylece Hazine'nin bu desteği (borcu) sağlaması durumunda yurtiçi mali piyasalardaki baskısı daha da azalacaktı. Güçlü Ekonomiye Geçiş ve Gelirler Politikası Programın en önemli ayaklarından biri de hedeflenen enflasyonla uyumlu gelirpolitikasının uygulanmasıydı. Memur maaşları enflasyonla uyumlu olarak ler artırılacak, kamu işçilerinin ücretleri 1999-2000 dönemini kapsayan toplu iş sözleşmeleriyle sağlanmış olan reel artışlar, kamu dengesi ve kamu kesimi çalı­ şanları arasında ücret adaleti gözetecek şekilde ayarlanacaktı. Her kesimin bu- büyüme ve istihdam açısından krizin maliyetini düşürecek ve yılın ikinci yarısında büyüme ortamına girişi hızlandıracaktı. Aynı şe­ kilde düşük gelirli çiftçilerin doğrudan gelir desteği sistemi ile güçlendirilmesi ve devletin destekleme alım fiyatlarının kuruluşların finansman olanakları dikkate alınarak ve hedeflenen enflasyonu aşmayacak şekilde artırılması öngörülmekteydi. Böylece programa desteğinsabit gelirlilerden ve üretici çiftçiden sağlana­ cağı programda açıkça belirtilmiş oldu. 71 gün göstereceği fedakarlık 2. Güçlü ekonomiye Geçiş Programının Sonu, 11 Eylül ikiz Kule Saldırısı ve 2002'de Yeniden Üç Yıllık Program 2000 ve 2001 yılı Türkiye'nin IMF gözetiminde olduğu halde kriz yaşadığı bir dönem olarak tarihe geçti. 2000 yılında tercih edilen "döviz çıpası" sisteminin başarısızlıkla sonuçlanması "dalgalı kur" sistemini gündeme getirdi. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı adı altında yapılan uygulamalar genelde sorunun "kökten çözümüne yönelik" değil, IMF finansınanına dayanan "sorun ertelemesi" üzerine kuruldu. Parasal destek ile piyasalarda likidite krizinin çözümüne yönelik adımlar atılırken, kamu bankalarının Merkez Bankası tarafından fonlanması sonucunda faizlerde bir gerileme yaşandı. Ancak görev zararları karşılığı kamu bankalarına verilen DİBS portföyü, bankacılık operasyonları sonucunda sözkonusu bankalara aktarılan DİBS'ler ile kamu borç stoku daha da büyümüş oldu. Faiz yükü bütçenin önemli bir bölümünü oluşturur hale geldi. Vergiler neredeyse faiz ödemesi için toplanmaya başladı. Mali sistem artan kur ve yüksek faiz ortamında sermayesini büyük ölçüde yitirmişti. Sermaye yeterliliği konusunda ciddi sorunlar yaşanıyordu. Radikal adım­ ların atılamadığı dönemde likidite krizinin aşılması, piyasaya Hazine borçlanma senetlerini satın alma yoluyla verilen likidite ile Merkez Bankası tarafından yapı­ lıyordu. Para politikası ile yapılan düzenlemeler likidite krizinin çözümüne yardımcı oluyordu ancak sorunları kökten çözmeye yeterli değildi. Yapısal reformların uygulanması konusunda sorunlar yaşanıyordu, diğer taraftan bütçede köklü değişiklikler yapacak adımlar atılamamıştı. Kamu borçlanmasını çevİrıneye yönelik bütçe ile diğer yıllardan farklı bir uygulama söz konusu değildLSonuç aslında başarısıziıktı ama çeşitli gerekçeler bulunmaya çalışılıyordu. ll Eylül2001 terörü de gerekçe olarak kullanıldı. Makro ekonomik dengelerin IMF'den alın­ mış olan yüklü krediye rağmen kurulamadığı açıktı. Kamu kesimi dengesi ciddi biçimdealarm veriyordu. Bütçe Açığının Milli Gelire oranı yüzde lS'ler düzeyini aşmış, kamu borcunun milli gelire oranı da yüzde 90'ların üstüne taşmıştı. IMF'ye verilen yeni Niyet Mektubunda (18.1.2002) sorunların çözümünde ne noktada olunduğuna dair mesaj ve gerekçe olarak da ll Eylül gösteriliyordu: "1990'lı yıllardan beri süregelen yüksek kronik enflasyonu ve bununla bağlantılı olarak büyürneyi kısıtlamakta olan makroekonomik istikrarsızlığı yenmek, Türkiye'nin ekonomik reform programının başından beri en temel iki hedefi olmuş­ tur. 1999 yılının Aralık ayında uygulamaya konulan üç yıllık orjinal programın, 2001 yılının Şubat ayında ortaya çıkan kriz de dahil olmak üzere çeşitli olaylar sebebi ile yeniden gözden geçirilmesi ve güçlendirilmesi gerekmiş olmakla birlikte, 72 program kapsamında önemli ilerleme sağlanmıştır. Kamu borcunun sürdürülebilirliğine yardımcı olmak üzere, çok geniş kapsamlı bir mali uyum gerçekleşti­ rilmiştir. Kamu bankalarının operasyonel ve finansal yeniden yapılandırmaları ile özel sektör bankalarının denetlenmesi ve düzenlenmesinin güçlendirilmesini kapsayan bir bankacılık sektörü reformu yapılmıştır. Aynı zamanda enflasyonla mücadele, gerek program kapsamında ilk uygulanan bir döviz sepetine bağlı olarak TL'nin önceden belirlenmiş değerinin esas alındığı döviz kuru rejimi sırasın­ da, gerekse de Şubat 200l'de geçilen dalgalı döviz kuru rejimi sırasında sürdürülmüştür. Son olarak, özelleştirmeyi kolaylaştıracak reformlar da dahil olmak üzere çeşitli vesilelerle özel sektörün ekonomideki rolü geliştirilmiştir. Mayıs 200 ı' de uygulamaya alınan yenilenmiş program, iki krizle karşı karşıya sonra zayıflayan yatırımcı güveninin yeniden tesis edilmesi amacını gerçekleştirme yolunda ilerlerken ı ı Eylül olaylarının etkisi ortaya çıkmıştır. Ağustos ayının başlarından itibaren, piyasalardaki güven arttıkça, faiz oranları düşmeye başlamış ve Türk Lirası istikrar kazanmıştır. Ülkemizin borçluluk durumu ve coğrafık konumu gözönünde bulundurulduğunda, ı ı Eylül olaylarının Türkiye üzerindeki etkisi nisbeten daha şiddetli olmuştur. Bu şiddetli dış şok Türk ekonomisini, sanayileşmiş ülkelerdeki talebin zayıflaması, turizm gelirlerinin azalması, uluslararası finans piyasalarına erişimin azalması, özelleştirme ve yabancı doğrudan yatırım imkanlarının zayıflaması gibi bir kaç kanaldan etkilemektedir. Bu durum, 2002 yılında yaklaşık olarak ı o milyar ABD Doları olarak öngörülen bir dış finansman açığının ortaya çıkmasına ve ekonominin kısa dönemde büyümeye geçiş imkanlarının zayıflamasına sebep olmuştur. kalındıktan ı ı Eylül olaylarının etkileri ve ülkemizin süregelen ekonomik sorunları karşısın­ da, orta vadeli ekonomik programımız, daha önce hayata geçirilen reformların üzerine inşa edilmek suretiyle, derinleştirilmiş ve kapsamı genişletilmiştiL Bugüne kadar gerçekleştirilen reformlar sayesinde Türk ekonomisi 2002 yılına daha güçlü girmektedir. Ancak, halen çok önemli zorlu hedeflerle karşı karşıyadır. Bunların başlıcaları, enflasyonun hedeflenen seviye olan yüzde 35 düzeyine indirilmesi, ihracata dayalı olması gereken büyümenin yeniden başlaması ve büyümenin sağladığı getirilerin düşük gelir gruplarına daha hızlı yayılmasıdır. Maliye politikalarımızın başarısı, rekabet gücü sağlayan döviz kuru ve bir çok yapı­ sal reformun hayata geçirilmesi sayesinde 200ı yılı sonunda ortaya çıkan olumlu sonuçların artırılması konusunda kararlıyız. Bugüne kadar sağlanan ileriemelere rağmen, önemli miktardaki bir borç yükü, yüksek enflasyon, bankacılık sektörü sorunları ve devletin ekonominin içinde yoğun bir biçimde yer alması dahil olmak üzere ülkemiz zorlu makroekonomik ve yapısal politika sorunları ile 73 karşı karşıya kalmaya devam etmektedir. Bu sorunların aşılabilmesi ve aynı zamanda ll Eylül olaylarının etkilerinin giderilmesi için güçlendirilmiş orta vadeli bir ekonomik programının uygulanmasına karar verilmiştir. Bu Niyet Mektubu, 2002-04 yıllarında uygulanacak ekonomi programımızı detaylı olarak anlatmakta ve programın desteklenmesini teminen yeni bir standby düzenlenmesini talep etmektedir. Ödemeler Dengesi ihtiyacımız ve izleyen bölümlerde yer verilen güçlendirilmiş politikalarımız doğrultusunda, Ocak 2002 -Aralık 2004 dönemini kapsayacak şekilde ve toplam 12,821.2 milyon SDR tutarında yeni bir stand-by düzenlemesinin onaylanması talep edilmektedir. Yeni düzenlemenin onayıanmasını mütakiben, mevcut stand-by düzenlemesi (2000-2002 dönemini kapsayan) iptal edilecektir. Yeni anlaşma ile onaylanan tutarın 4,916.4 milyon SDR'lık kısmı, Ek Rezerv Kolaylığı altında temin edilen kaynakların geri ödenmesinde kullanılacaktır. " (Niyet Mektubu 18.1.2002 www.hazine.gov. tr) Yeni niyet mektubu "halen çok önemli zorlu hedeflerin bulunduğunu; enflasyonun düşürülmesi, ihracata dayalı büyümenin yeniden başlaması ve büyümenin sağladığı gelir artışının düşük gelir guruplarına daha hızlı yayılması gerektiğine özellikle vurgu yapıyordu. Peki bu temel hedefler gerçekleştirilebildi mi? Bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için neler yapılması gerekiyordu? Öncelikle hedeflerin gerçekleştirilmesi için yeni programın ana hatlarının ortaya konması gerekiyor: 2.1 2002 Yılı Başında IMF'ye Verilen Niyet Mektubunun Hedef, Strateji ve Politikalarına Genel Bakış A. 2002-04 Dönemine ilişkin Strateji ve Hedefler • Program ekonomiyi olası kriziere karşı güvenceye almayı ve enflasyonİst olmayan sürdürülebilir bir büyümenin temellerini atmayı hedeflemektedir. İlk olarak, program ekonominin şoklara karşı dayanıklılığını artıracak ve olası krizlere karşı kırılganlığını azaltacaktır. Bunu sağlamak için: i) dalgalı döviz kuru rejimi uygulamasına devam edilecek ve enflasyonda önemli bir düşüş sağlanması için enflasyon hedeflernesi uygulanacaktır, ii) banka yeniden yapılandırmaları­ na hız verilecektir, ve iii) sağlıklı bir kamu borç pozisyonu sağlanacaktır. İkinci olarak, program, Türkiye'nin büyüme potansiyelini artırmaya yönelik temel yapısal refomlar içerecektir. Bu amaçları gerçekleştirmek, aynı zamanda Türkiye'nin AB üyeliği hedefine yaklaşmasına da yardım edecekti(. 74 • 2002 yılı için öncelik, finansal ve makroekonomik istikrarı sağlamak ve yapısal reformlarda daha da ilerleme kaydetmektir. Bu amaca yönelik olarak, GSMH'nın o/o6.5'i düzeyindeki iddialı faiz dışı fazla hedefine ulaşılması temin edilecektir. Sağlanılacak faiz dışı fazla ile birlikte, uygulanacak aktif ve esnek borç yönetimi stratejisi, kamu borcunun çevrilebilmesini kolaylaştıracaktır. Yapısal reformlarda da bugüne kadarki uygulamalardan alınan önemli sonuçlar üzerine inşa edilecek daha da kapsamlı uygulamalara geçilecektir. Şubat ayında Türk Lirası'nın dalgalanmaya bırakılması sonrası 200ı yılında yaşanan yüksek devalüasyon ve ı ı Eylül şoku bu yılki TÜFE enflasyonunu %68.5 seviyesine yükseltmiş olmakla birlikte, 2002 yılında para politikası, o/o35 enflasyon hedefi ile uyumlu olacaktır. Reel GSMH'nın 200ı yılında o/o8.5 azalacağı tahmin edilmesine rağmen, yılın üçüncü çeyreğinde hafif bir ekonomik düzelme başlamış olup, bunun 2002 yılında da devam etmesi beklenmektedir. Son olayların turizm ve ihracat üzerindeki olumsuz etkisi ve enflasyonla mücadele etmeye olan kararlılığımız doğrultusunda, 2002 yılı için reel GSMH artışının muhafazakar bir tahmin ile o/o 3 seviyesinde gerçekleşmesi öngörülmektedir. Ancak, GSMH artışının potansiyel olarak daha yüksek gerçekleşme ihtimali olduğu düşünül­ mektedir. Dış cari hesaba ilişkin olarak ise, ı ı Eylül şokunun, ekonomik toparlanmanın ve reel döviz kurundaki hafif miktardaki reel bir değerlenmenin, 200 ı yılında tahmini 2 milyar ABD Doları civarında bir fazlanın ardından, 2002 yı­ lında aynı seviyede bir açık verilmesine sebep olması beklenmektedir. • 2003-2004 yılları ve sonraki dönemde, temel hedeflerimiz sürdürülebilir büyüme ile birlikte enflasyonla mücadele ve sağlıklı bir borç pozisyonudur.İhtiyatlı finansal ve yapısal reformlara devam edilmesi, 2003 yılında ve izleyen yıllarda yıl­ lık bazda en az o/oS seviyesinde gerçekleşmesi beklenen yüksek oranlı GSMH artışlarına zemin hazırlayacaktır. Enflasyon hedeflernesi uygulamasına geçiş, enflasyonla mücadele çabalarımızın temelini oluşturacaktır. Dünya talebinin toparlanması ve yapısal reformların ekonomimizin rekabet gücü üzerindeki etkisi cari hesabı destekleyecektiL Bu kapsamda, kamu borcunun GSMH'ya oranının önemli bir azalış eğilimi göstermesi ve döviz rezervlerinin güvenli seviyelerde kalması sağlanırken, dış cari hesabın tamamen finanse edilmesi beklenmektedir. • Özel sektörün ekonomideki rolü geliştirilecektir. Bu amaca yönelik olarak, özelleştirme hızlandırılacak, şirket borçlarının yeniden yapılandırılmaları kolaylaştırılacak, iş ortamı (Yatırımcı Konseyi'nin de oluşturulması dahil olmak üzere) geliştirilecek, ve yerli ve doğrudan yabancı yatırım teşvik edilecektir. Program süreci sonunda, tüm büyük KİT'lerin yeniden yapılandırmalarının tamamlanması ve bir çoğunun özelleştirilmesi öngörülmektedir. 75 -- • Kamu sektörü reformu tamamlanacaktır. ~ -~--------------~--- Kamu sektörü reformu, kamu kay- naklarının idaresinin ve etkinliğinin kalıcı bir şekilde artırılınasını amaçlamaktadır. Bu alanda odaklanılacak konular, kamu hizmetinin reforma tabi tutulması, kamu mali hesaplarının birleştirilmesine ların ve şeffaflığın geliştirilmesi olacaktır. devam edilmesi, ve mali raporlama- B. Kamu Borç Yönetimi • Son bir kaç ay içinde, Hazine, iç borcun vadesini uzatmayı ve yatırımcı katılı­ daha geniş bir tabana yaymayı, dünya piyasalarındaki dalgalı koşullara rağ­ men başarmıştır. Hazine tahvillerinin ortalama vadesi Kasım ayında yaklaşık olarak 6 aya çıkarılmıştır ki bu vade, Mayıs ayından bu yana en uzun vade olup, artan piyasa güvenini göstermektedir. Vergi muafiyet sınırının yükseltilmesi ve iç piyasa koşullarının düzelmesi ile bireysel yatırımcıların elindeki kağıtlar artış göstermiştir. Sigorta şirketleri ve yabancı yatırımcıların artan talebi ile, bu durum yatırımcı tabanının genişlemesini sağlamıştır. Aynı zamanda, Hazine, yılın son çeyreğinde uluslararası piyasalarda 1.5 milyar ABD doları tutarında tahvil ihraç ederek, uluslararası piyasalardaki zorlu koşullara rağmen, beklentileri aşmıştır. • 2002 yılında, ilave dış fınansman ve kamu bankalarının güçlü finansal durumu, özel sektörden sağlanacak iç borç ihtiyacının rahat seviyelerle sınırlı kalmasını ve kamu borcunun rahatlıkla çevrilebilmesini sağlayacaktır. Bunun dışında, 2002 yılında, borçlanma programının piyasa zayıflıklarının ortaya çıktığı dönemlerde daha güçlü kılınması, borcun çevrilebilirliğine ilişkin diğer piyasa endişelerinin ortadan kaldırılması, ve yatırımcı tabanının çeşitlendirilmesi amacıyla yeni bazı borç yönetim girişimleri başlatılacaktır. Hazine'nin bono ihraçlarında ve halka arzlarında, talep elverdiğince vadenin uzatılınasına ve daha çeşit­ li bir yelpazede yatırımcı talebinin teşvik edilmesine devam edilecektir. Bu, piyasadan sağlanacak brüt fınansman ihtiyacını ve dolayısıyla da, özel sektörün borç çevrim rasyosunu (oranını) daha da küçültecektir. Aynı zamanda, kamu borcunun fınansmanında bankaların önemli bir rol oynamaya devam etmesini sağlayacak yeni bir piyasa yapısı ve borç enstrümanları oluşturulacaktır. Buna uygun olarak, yeni iç borç ihraçlarında, bankaların döviz riski ve faiz oranı risklerini güvence altına alma ihtiyaçlarına özel önem verilecektir. mını • 2002 yılının Ocak ayında, uygulamasına 2000 yılı Kasım ayında ara verilen, Değişken Faizli Kağıt ihraçları programı tekrar uygulamaya alınacaktır. Bu program, Hazine borçlarının vadesini uzatmak suretiyle, Hazine'nin brüt borçlanma gereğini düşürecek, aynı zamanda da, bankaların faiz oranı riski ve liki76 diteye ilişkin endişelerine cevap verecek bir enstrüman sağlayacaktır. • İç borç piyasasındaki likiditenin daha da artırılınasını teminen, 2002 yılı Eylül ayı sonuna kadar piyasa yapıcılan programı yeniden başlatılmış olacaktır (yapı­ sal kriter). • Kamu kağıtları piyasalarındaki likidite, diğer finansal enstrüman piyasaların­ daki likidite ile desteklenecektir. Böylelikle, bankalararası para piyasasının derinleştirilmesi ve aşağıda 25inci paragrafta anlatıldığı şekilde bir Türkiye Bankalararası Fiyat Teklif Oranının (Turkish !nterbank Offer Rate) oluşturulması, borç yönetimini destekleyecektir. • Piyasa koşullan elverdikçe, uluslararası piyasalara ihraç edilen tahvillerin yanı­ sıra, iç piyasaya döviz cinsi veya dövize endeksli kağıt ihraç edilmesine, bir yandan gerek yatırımcı tabanının gerekse de enstrümanıann çeşitliliğini muhafaza ederken, diğer yandan da brüt iç borçlanma gereğinin daha da düşürülmesini sağlamak amacıyla, devam edilecektir. C. Para Politikası ·Para politikasının başlıca hedefi enflasyonu 2002 sonuna kadar yüzde 35 seviyesine düşürmek olacaktır. • 2001 yılı Mayıs ayında, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'na fiyat istikrarı hedefini sürdürebilmesini teminen tam operasyonel bağımsızlık tanınması suretiyle, enflasyon hedefiernesine geçilmesinde ilk önemli adım atılmış bulunmaktadır. • Enflasyon hedeflernesi rejimine başarılı bir geçiş yapılabilmesini teminen, diğer gerekli koşullan da sağlamak amacıyla önemli adımlar atılmaktadır. ilk olarak, kamu kesimi faiz dışı fazlasının arttırılması ve borç yönetiminin iyileştirilmesine yönelik çabalarımız sürdürülmektedir. Söz konusu çabalar, kamu maliyesinin, zamanla para politikasına enflasyonu düşürme yolunda daha fazla bağımsızlık tanıyacak şekilde, belirgin olarak daha iyi bir yapıya kavuşmasını sağlamıştır. İkinci olarak, bankacılık sektörünün kuvvetlendirilmesine devam edilecek olması ilave bir yarar sağlayarak para politikasının karşı karşıya kaldığı baskılan büyük ölçüde azaltacaktır. Üçüncü olarak, güçlendirilmiş ekonomik programımızın, son günlerde finansal piyasalardaki koşullarda gözlenen iyileşmeyi, Türk Lirası'na yönelik olarak artmakta olan güveni ve döviz kuru istikrarını sürdüreceği­ ne inanılmaktadır. Programın para arzı hedeflerine olan bağlılığıınııla birlikte aylık enflasyonun önümüzdeki aylarda keskin bir şekilde düşmesi ve buna para- 77 lel olarak yılın kalanına yönelik enflasyon beklentilerinin de aşağı çekilmesi beklenmektedir. Dördüncü olarak, enflasyon hedefiernesine geçilmesine yönelik teknik çalışmalarımız devam edecektir. Söz konusu dört adımın, enflasyon hedeflernesi rejimine başarılı bir geçiş yapılmasına ilişkin tüm ön koşulların yıl ortasına kadar sağlanmasında önemli bir rol oynayacağı düşünülmektedir. • Enflasyon hedeflernesi rejimine erken geçilmesini desteklemek amacıyla, gelirler politikası kuvvetlendirilmekte ve ekonomideki geriye dönük endekslemenin azaltılmasına yönelik adımlar atılmaktadır. • Uygulanan para politikasında ve enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesinde temel unsur olan dalgalı kur rejiminin uygulanmasına devam edecektir. • Aynı zamanda, para ve döviz kuru piyasalarının işleyişinin geliştirilmesine yö· nelik reformlar hayata geçirilmektedir: • Para piyasasının geliştirilmesi ·Vadeli işlem piyasalarının (forward and futures markets) geliştirilmesi. • Kamu İktisadi Teşebbüslerinin döviz işlemleri. Dalgalı döviz kurundaki deği­ şimle tutarlı olarak, Özelleştirme İdaresi, 2002 yılı Ocak ayında portföyündeki kuruluşlara döviz işlemlerini Merkez Bankası resmi kuru yerine piyasa döviz kuru üzerinden gerçekleştirme yetkisi verecektir. Petrol ve doğal gaz şirketleri (TÜPRAŞ ve BOTAŞ) döviz uygulamalarını geliştirmek ve dolayısıyla döviz piyasasındaki yüklü döviz işlemlerini en aza indirmek amacıyla kamu bankalarıy­ la işbirliği yapacaktır. Buna ilişkin olarak, Hazine Müsteşarlığı halihazırda BOTAŞ'a sözkonusu talimatı vermiş olup, bu kuruluşdan başlıca piyasa katılımcı­ larından piyasa kotasyonu sormasının beklenınesi uygulaması (ve böylelikle, kurumun döviz ihtiyacını belli etmesi) sona ermiştir. • Para politikasının uygulanması, parasal taban ve Net Uluslararası Rezervler (NUR) üzerindeki performans kriterleri ve Net İç Varlıkları (NIV) üzerindeki gösterge niteliğindeki sınırlar vasıtasıyla izlenecektir. D. Bankacılık Reformu • Program, bankacılık sektörünün ve 1999 yılından beri devam etmekte olan gözetim sisteminin güçlendirilmesine devam edilmesini amaçlamaktadır. • 2001 yılında kamu bankalarının finansal olarak yeniden yapılandırılmaları tamamlanmıştır ve 2002 yılına yönelik hedefimiz, sözkonusu bankaların operasyonel yeniden yapılandı.rılmalarının sonuçlandırılmasıdır. • Özel bankacılık sisteminin, daha da güçlendirilerek reel sektöre mali aracılık 78 yapma konusundaki hayati rolünü yerine getirebilmesini teminen, kapsamlı bir plan hayata geçirilmektedir. • Bankaların kredi portföylerinin özenli bir biçimde değerlendirilmesi yeni destek programının önemli bir unsuru olup, yatırımcıların ve Hükümetin gerekli yeni sermayeyi bankacılık sistemine enjekte etmeleri imkanını verecek açık bir temel sağlayacaktır. BDDK değerlendirmelere esas olacak ilkeleri, standart kriterlerin kullanılmasını da içerecek bir şekilde, 2002 yılının Ocak ayında belirlemiş olacaktır (ön koşul). Kredi portföylerinin, teminatların ve diğer bazı riskierin hedefe yönelik olarak değerlendirilmeye tabi tutulması bankaların mevcut dış denetçileri tarafından gerçekleştirilecek olup, 2002 yılının Mart ayı sonuna kadar tamamlanacaktır. Belirlenen ilkelerin uygulandığını teyit etmek ve sürecin doğru işlemesini sağlamak amacıyla üçüncü taraf olarak denetim fırmaları BDDK tarafından 2002 yılı Mart ayı sonuna kadar atanacaktır (yapısal kriter). BDDK, denetleme sonuçlarının nihai değerlendirmelerini 2002 yılı Nisan ayı sonuna kadar tamamlayacak ve bu değerlendirme sonuçlarının ışığında bankalara yapılması gereken işlemleri yazılı olarak 15 Mayıs 2002 tarihine kadar bildirecektir (bahsedilen ikinci husus ikinci gözden geçirme için ön koşuldur). Denetlemeler sonucunda herhangi bir zarar ortaya çıkması halinde, bu zararlar tamamen mevcut hisselere yansıtılacaktır. Denetleme sonuçları bankaların 2002 Haziran sonu bilançolarına yansıtılacaktır. • Kamu sermaye desteği, banka sahiplerinin sermayelerini belirli seviyeye yükseltıneye hazır olduğu sıhhatli özel bankalara sağlanacaktır. • TMSF, tahsil edilemeyen kredileri ve teminatları çözüme kavuşturmak amacıy­ la büyük gayret gösterecektir. • Yasal çerçeve ve düzenlemenin daha da kuvvetlendirilmesille yönelik bir dizi tedbir alınacaktır: • Kredi sınıflandırılması, tahsil edilemeyen kredi karşılıkları ve teminatların değerlendirilmesine ilişkin yasalar ve düzenlemeler, 2002 yılı Haziran ayı sonuna kadar portföylerin gözden geçirilmesinin ardından gerektiği şekilde değiştirile­ cektir. İlk adım olarak, tahsil edilemeyen kredi karşılıklarına ilişkin halihazırda yürürlükte bulunan dört yıllık geçiş kuralını derhal ortadan kaldıracak yasal değişiklik ön koşul olarak, 2002 Ocak ayında Meclis'ten geçirilecektir. • 1 Ocak 2002 itibariyle sermaye yeterlilik oranının hesaplanması dahil piyasa risklerine ilişkin banka bazında sermaye ihtiyaçları ile iç kontrol ve risk yönetimi sistemlerinin izlenmesine ilişkin iki önemli düzenleme yürürlüğe girmiştir. Da79 hası, Uluslararası Muhasebe Standartları (IAS) ile uyumlu, yeni bir muhasebe sisteminin deneme mahiyetinde uygulanmasına 2002 yılı Ocak ayında başlanıla­ caktır (ön koşul). Bilanço-dışı repo işlemlerinin bankaların bilançolarına dahil edilmesi 200 ı yılı Aralık ayında ilan edilmiş olup, ı Şubat 2002 tarihi itibariyle yürürlüğe girecektir. ı Temmuz 2002 tarihinde yürürlükte olacak şekilde, piyasa risklerine ilişkin sermaye ihtiyaçları, sermaye yeterlilik oranı hesaplanırken konsolide bazda dahil edilecektir. Buna ilaveten, deneme uygulamasının ardından BDDK uygulama sonuçlarını değerlendirecek ve bankaların 2002 sonu bilançolarını Uluslararası Muhasebe Standartları'yla uyumlu olarak oluşturabilmelerini teminen, 2002 Haziran sonuna kadar yeni muhasebe standartlarına ilişkin gözden geçirilmiş bir düzenleme yayımlayacaktır. ( yapısal performans kriteri) . E. Şirket Borçlarının Yeniden Yapılandırması • Şirket borçlarının yeniden yapılandırılmasına ilişkin çerçeve, bankacılık sektöründeki yeniden yapılandırmaları tamamlamak amacıyla güçlendirilmektedir. Mevcut yasal, yargısal ve kurumsal çerçeve gerekli yapılandırmaların boyutları­ na göre yetersiz kalmaktadır. İlk adım olarak, şirketlerin birden çok sayıdaki orta ve büyük ölçekli kreditörlere olan yükümlülüklerinin, her bir şirket için ayrı ayrı değerlendirilmesi için Ocak 2002'de serbest piyasa temelli gönüllü bir yaklaşım ("İstanbul Yaklaşımı") uygulanmaya başlanılacaktır. • Şirket borçlarının yeniden yapılandırılmalarının kolaylaştırılması için iflas ve tasfiye çerçevesi kapsamlı biçimde gözden geçirilmekte olup, gerektiği gibi yeniden düzenlenecektir. Bu çalışma halihazırda devam eden, Medeni Kanun ve Ticaret Hukuku mevzuatının AB kural ve direktifleri ile uyumlandırılmak üzere modernize edilmesi çalışmalarını tamamlayacaktır. • Şirketlerin, özellikle de büyük şirket gruplarının, mali raporlamaları iyileştirile­ cek ve şirket yönetişim standartları güçlendirilecektir. Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) enflasyon muhasebesine ilişkin hükümler de dahil olmak üzere uluslararası muhasebe standartlarını ı Ocak 2003 tarihine kadar uygulamaya koyacaktır. SPK, 2002 yılı Mart ayı sonundan itibaren şirket gruplarının konsolide mali raporlarını sunmalarını zorunlu kılacak olup, bu grupların mali durumlarını takip etmek üzere bu konuya odaklanacak bir birim oluşturacaktır. Aynı tarihten itibaren, SPK ayrıca, finansal iştirakleri olan şirket gruplarının konsolide grup raporlarını sunmalarını da zorunlu kılacak olup, bu raporları BDDK'ya iletecektir. 80 F. Kamu Sektörü Reformu • Konsolide bütçenin mali yapısı iddialı kamu sektörü reform programımızın uygulanmasıyla önemli ölçüde güçlendirilecektir. Özellikle, harcamaların etkinliğinin artırılması hedeftenecek (daha az kaynakla daha fazla iş yapılmasına imkan sağlanacaktır), vergi sistemi (vergi tabanını genişletmek ve daha sürdürülebilir hale getirmek amacıyla) ve kamu hizmetleri (etkinliği artırmak ve kamu hizmetinin kalitesini iyileştirmek amacıyla) reforma tabi tutulacaktır. Bu adım­ ların toplumun en fakir kesimi üzerindeki etkilerini gidermek amacıyla sosyal harcamalar artırılacak ve hedeflere daha iyi yönlendirilmeleri sağlanacaktır. • Konsolide bütçeye ilişkin temel reform çabaları şu hususları içerecektir: • Harcamaların etkinliğini artırmak amacıyla, satın alma yöntemleri geliştirilecek ve kamu yatırım programı rasyonelleştirilecektir. Birleşmiş Milletler standartlan (UNCITRAL) ile uyumlu Kamu ihale Kanunu 4 Ocak 2002 tarihinde Meclis tarafından kabul edilmiştir. Müteakiben sözkonusu Kanun'un 1 Ocak 2003 tarihinden itibaren yürürlüğe girebilmesini teminen, bağımsız bir ihale kurumunun 2002 yılı Mart sonuna kadar oluşturulması (yapısal kriter) ve ilgili kanun ve düzenlemelerin yeni çerçeveyle uyumlu hale getirilmesi amacıyla değiştirilmesi de dahil olmak üzere, gerekli çalışmalara derhal başlanacaktır. Kamu ihalelerinde rekabeti ve şeffaflığı daha da artırmak amacıyla, Kamu ihale Kanunu'nda yapıla­ cak değişikliğin Meclis tarafından 2002 yılı Mayıs ayı sonuna kadar onaylanması beklenmektedir. Bu suretle, (i) Kanun' da öngörülen eşik değerlerin reel olarak uluslararası en iyi uygulamalar ile uyumunun sağlanması ve (ii) eşik değerlerin altındaki seviyeler için asgari tedarik süresinin uzatılınası öngörülmektedir. Kamu yatırımlan 2002 yılı mali çerçevesi içerisinde, (5,047 proje içerisinden) 353 ana projenin ve 649 yan projenin listeden çıkanlması ve hem tahmin edilen maliyetlerin hem de tamamlanma sürecinin %20 oranında kısaltılmasıyla rasyonel hale getirilmiştir. Kaydedilen bu gelişmenin devamında, aşamalı olarak kaldırıla­ cak projelerin kapsamlı bir listesi, 2003 bütçesinde gerekli kararların verilebilmesine imkan verecek bir zaman dilimi içerisinde hazırlanacaktır. • Vergi sistemini reforma tabi tutmak amacıyla Bakanlar Kurulu'nca 2002 Ocak ayında onaylanacak olan üç yıllık iddialı bir plan hazırlanacaktır (ön koşul). Sözkonusu plan, vergi reformunun 2002 yılında hayata geçirilmesineyönelik iki aşamadan oluşacaktır. ilk aşama, gelirleri etkilemeksizin 2002 Nisan sonunda yasalaşacak şekilde (yapısal kriter) dolaylı vergi sisteminin basitleştirilmesi, ve nominal faiz geliri üzerinden alınan vergilerin bozucu etkilerinin azaltılması üzerinde yoğunlaşacaktır. Vergi reformunun ikinci aşaması ise (1 Ocak 2003 ta81 ------~------------ rihinde yürürlüğe girmek üzere) dolaysız vergi sisteminin reformundan oluşa­ caktır. Sözkonusu reformun ikinci aşamasına ilişkin yasal düzenleme, 2002 Ekim ayı sonuna kadar Meclis'e sunulacaktır (yapısal kriter). Dolaysız vergilere yönelik önceliklerimiz şunlar olacaktır : (i) yatırım gelirleri üzerindeki vergilerin uyumlulaştırılması; (ii) vergi sistemindeki dışsal enflasyon ayarlamalarının rasyonelleştirilmesi; (iii) yatırım teşvik sisteminin rasyonel hale getirilmesi; ve (iv) gelir vergisi karşılığında vergi kredisi uygulamasında reforma gidilmesi. Sözkonusu plan aynı zamanda vergi idaresinin (teknik yardım ihtiyacı da dahil olmak üzere) reforma tabi tutulmasını içermektedir. Planın daha etkin uygulanabilmesini teminen vergi idaresi Dünya Bankası ile ortak yürütülen çalışma doğrultusunda yeniden organize edilecektir. Sözkonusu uygulamaya ilişkin koşulsallık programın birinci gözden geçirilmesi esnasında belirlenecektir. ·Kamu hizmetlerini reforma tabi tutmak amacıyla 2002 sonuna kadar Bakanlar Kurulu bir kamu hizmetleri reform stratejisini kabul edecektir. Hazırlık çalış­ malarının bir parçası olarak, kamu işlevlerinin gözden geçirilmesi amacıyla 2002 yılı Mart ayı sonuna kadar bir Bakanlar komitesi oluşturulacak olup, sözkonusu gözden geçirme 2002 yılı Eylül ayı sonuna kadar tamamlanacaktır. Bu tarihe kadar, genel kamu sektörü ve KİT istihdam düzeyini üçer aylık bazda izieyecek bir entegre sistem hayata geçirilecektir (yapısal kriter). • Kamu kaynaklarının kullanımında ve mali durumunda en büyük iyileşmenin, etkin işlemeyen KİTlerde olmak üzere, aşırı istihdam düzeyinin aşağı çekilmesinden kaynaklanması beklenmektedir. Sözkonusu durum, kamu kesimindeki fıyatların büyük ölçüde artırılması ihtiyacını azaltarak enflasyonu düşürmeye yardımcı olacak, kamu teşebbüslerinin etkinliğini artıracak, ve birçok durumda özelleştirmeye yönelik zeminin oluşturulmasına katkı sağlayacaktır. 3 Aralık 2001 tarihli Başbakanlık Genelgesi ile de desteklendiği üzere, kamu işçi­ leri için gönüllü emeklilik planı halihazırda başlatılmış bulunmaktadır. 15,000 çalışan 2002 Ocak ayı ortasına kadar emekli edilmiş ya da emekli edilecekleri tebliğ edilmiş olacaktır (ön koşul). Ayrıca, (Dünya Bankası'nın yardımı aracılı­ ğıyla) Türk Telekom A.Ş.' deki ve Özelleştirme İdaresi portföyünde yer alan şir­ ketlerdeki fazla istihdam belirlenmiş olup, sözkonusu işçilere gönüllü emeklilik teklifi sunulacaktır. Sözkonusu teklifi kabul eden işçilerin en geç 2002 Mart ayı sonuna kadar emekli edilmeleri sağlanacak ve gerekli ödemeler gerçekleştirile­ cektir. Aynı zamanda 2002 Ocak sonuna kadar; (i) KİT'lerdeki tüm fazla istihdam ve kadrolar saptanacak ve (ii) tüm açık, doldurulmamış, atıl kadrolar ortadan kaldırılacaktır. Gönüllü emeklilik teklifleri ve sadece gerekli görüldüğü takdirde işten çıkarmalar vasıtasıyla, Haziran sonuna kadar fazla işçi sayısı üçte bir başta 82 oranında ve 2002 Ekim sonuna kadar kürnülatif olarak üçte iki oranında azaltı­ lacaktır. 2003 Haziran sonuna kadar, kalan fazla istihdam aşamalı olarak azaltı­ lacaktır. Fazla istihdamı azaltmaya yönelik bu hedef uyarınca hiçbir yeni işe alı­ ma izin verilmeyecek ve boşalan ilgili kadrolar süratli bir biçimde iptal edilecektir. KİT'lerin sözkonusu programa bağlı kalmaları üçer aylık periyodlar halinde denetime tabi olacaktır. Sözkonusu hedeflere ulaşınaya yönelik ilerlemeler, aynı zamanda programın ilk gözden geçirmeleri esnasında değerlendirilecek başlıca hususlardan biri olacaktır. Sözkonusu eylem ile uzun dönemli finansal tasarruf sağlanacak olması nedeniyle bu hareket planının net maliyeti (ödenecek kı dem tazrninatlarından ücret ödemelerinin sona ermesiyle elde edilecek tasarrufun çı­ karılması), 1,25 katrilyon TL'ye kadar, 2002 yılına ilişkin faiz dışı fazla hedefı­ rniz kapsamında değerlendirilrneyecektir. • Tüm mali kontrol mekanizması, maliye politikasının yasal çerçevesinin güçlendirilmesi, kamu mali hesapların birleştirilmesi ve mali şeffaflık reformlarının derinleştirilmesi yoluyla geliştirilecektir: • Maliye politikasının yasal çerçevesinin güçlendirilmesi amacıyla (i) Kamu Borçlanma Kanunu kabul edilecek ve bu Kanunu destekler nitelikte iki genelge yayımıanacaktır ve (ii) 2002 yılı Haziran ayı sonuna kadar uluslararası standartlarla uyumlu nitelikleri haiz Mali Yönetim ve İç Kontrol Kanunu Meclis' e sunulacaktır (yapısal kriter). Mali Yönetim ve İç Kontrol Kanunu bütçeleme, muhasebeleştirme, şeffaflık ve iç ve dış kontrolü kapsayacaktır. • Kamu mali hesapların birleştirilmesi sürecine devarn edilmesi amacıyla, 2001 yılı sonu için orijinal olarak belirlenmiş hedefe ulaşılrnasını terninen 2002 yılı Mart ayı sonuna kadar (yapısal kriter) 548 döner sermaye daha (kalan 1981 döner sermaye arasından) kapatılacaktır. Aynı zamanda, 3418 sayılı Kanun kapsamında yer alan harcama ve gelirler Meclis' e sunulacak ve 2003 yılı Bütçe Taslağı'na dahil edilecektir. Bu kanun ve 4306 sayılı Kanun kapsarnındaki tahsisli gelirler de benzer şekilde kaldırılacaktır. Aynı zamanda kalan 4 bütçe dışı fonun (Sosyal Yardırnlaşma ve Dayanışrnayı Teşvik Fonu, Savunma Sanayii Destekleme Fonu, Tanıtma Fonu ve Özelleştirme Fonu) işlemlerine yönelik şeffaflık artırıla­ caktır. 2002 Temmuz ayı itibariyle sözkonusu fonları düzenleyen kanuni hükümler bütçelerinin Meclis tarafından onaylanrnasına, hesaplarının dış denetime tabi olmasına (ve Meclis'e raporlanrnasına), ve sözkonusu fonların hesaplarının konsolide bazda, konsolide bütçe hesaplarıyla birlikte aylık raporlanmasına olanak verecek şekilde değiştirilecektir (yapısal kriter). İleriye yönelik olarak, kalan tek bütçe fonu (Destekleme Fiyat İstikrar Fonu) üç yıl içerisinde Dünya Bankası'nın Tarım Reformu Uygulama Projesi sonuçlandığı zaman kapatılacaktır. 83 • Mali şeffaflığı artırmak amacıyla Meclis' e sunulacak 2003 yılı Bütçe Taslağı'na (i) garantili borçlara ilişkin borç verme eksi geri ödeme ödeneği konulacak ve (ii) muhasebeleştirme ve kodlama reformları tüm konsolide bütçeli kuruluşları kapsayacak ve diğer genel kamu kesimi birimlerinde pilot bazda uygulanacak biçimde genişletilecektir (yapısal kriter). Ayrıca, 2002 yılı Mart ayı sonuna kadar 2001 yılı sonu itibariyle ödenekierin üstündeki taahhütlere ilişkin bir anket tamamlanacaktır (yapısal kriter). • Sosyal harcamalar artırılacak ve sosyal harcamaların hedefini daha iyi bulması sağlanacaktır. 2002 yılında sosyal harcamalar reel bazda zaten ciddi biçimde artırılmaktadır. Ek olarak, kamu sektöründeki istihdam azaltılmasının etkisi, (Dünya Bankası'nca desteklenen Özelleştirme Sosyal Destek Projesi altında yer alan) iş gücünün istihdam alanlarının daha verimli olacak biçimde değiştiril­ mesi ve yeniden istihdam edilmesi programı vasıtasıyla ve ödemeleri 2002 yılın­ da başlayacak olan işsizlik sigortasıyla (böylece yeterli kıdem tazminatına hak kazanamayan işçiler korunmuş olacaktır) giderilmeye çalışılacaktır. Diğer temel öncelikler: (i) çiftçilere verilen doğrudan gelir desteğine ayrılan kaynakların artırılması (bunu desteklemek için 2003 yılında tüm tarımsal prim ödemeleri kaldırılacaktır) ve (ii) Dünya Bankası'nca desteklenen ve en fakir hane halkına giden sosyal güvenlik ağı kaynaklarının artırılınasını amaçlayan Sosyal Riskin Azaltılması Projesi'nin bütünüyle uygulanabilmesi olacaktır. G. Özel Sektörün Rolünün Artırılması • Program, özel sektör gelişiminin teşvik edilmesine özel önem vermektedir. Bu kapsamda, Dünya Bankası'nın yakın işbirliği ile geliştirilen ana öğeler, şirket­ lerin özelleştirilmesini, yerli ve yabancı yatırımların teşvik edilmesini, iyi yönetişimin ve şeffaflığın geliştirilmesini kapsamaktadır. Kamuoyuna ve yatırımcılara ekonominin gerçek anlamda yeni bir yapıya kavuşma sürecinde olduğunun vurgulanması amacıyla iletişim politikası da geliştirilecektir. • Özelleştirme stratejisi, özelleştirme kapsamındaki tüm büyük şirketlerin satıl­ masına ilişkin hazırlık çalışmalarının 2002 yılında tamamlanmasını amaçlamaktadır. Özelleştirilmeleri için teknik hazırlıkları halihazırda tamamlanmış olan TÜPRAŞ ve POAŞ'ın özelleştirilmesinin yanısıra, 2002 yılında Türk Telekom, Tekel, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş., THY, ERDEMİR, EUAŞ, TEDAŞ, BOTAŞ ve kamuya ait arazilerin özelleştirilmesine ilişkin tüm hazırlık çalışmalarının tamamlanmasını taahhüt etmekteyiz. Ayrıntılı olarak; • Kesin zamanlaması piyasa koşullarına bağlı olmakla birlikte, Özelleştirme 84 İdaresi'nin POAŞ'ın halka arzının 2002 yılı Mart ayı sonuna kadar, TÜPRAŞ'ın halka arzının 2002 yılı Haziran ayı sonuna kadar gerçekleştirmesi beklenmektedir. Bu, TÜPRAŞ'ın devlete ait hisselerini %50'nin altına düşürecektir. Özelleştirme İdaresi ayrıca, piyasa koşulları elverdiği anda, THY'nın birincil halka arzını gerçekleştirmeye hazırdır. • Hükümet, Aralık 2001'de Türk Telekom için Özelleştirme ihale Komisyonu atamıştır. Komisyon'un orijinal olarak belirlenen 2001 yıl sonuna kadar revize edilmiş bir özelleştirme planı hazırlaması mümkün olmamasına rağmen, Nisan 2002' de böyle bir planın Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilmesi sağlanacak­ tır. Halihazırda uluslararası danışmanların yardımı ile hazırlanmakta olan şir­ ketleşme planı, özelleştirme planı için altyapı sağlayacaktır. • Tütün Kanunu 3 Ocak 2002 tarihinde Meclis tarafından kabul edilmiştir. Bir sonraki aşama olarak, TEKEL için bir özelleştirme planı hazırlanacak ve Eylül ayı sonuna kadar Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilecektir. • Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.'nin özelleştirilme çalışmaları, ilk adım olarak 2002 Mayıs ayına kadar bir özelleştirme planının kabulü suretiyle sürdürülecektir. Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. ve TEKEL'in başarılı bir şekilde özelleştiril­ mesinin öncesinde büyük çaplı operasyonel yeniden yapılandırma gereklidir, bu kapsamda, Dünya Bankası ile yakın işbirliği içinde çalışılarak operasyonel yeniden yapılandırmalar hayata geçirilecektir. • Elektrik sektöründe, hukuki durumun açıklığa kavuşturulmasına bağlı olarak, devir hakkı sözleşmeleri askıya alınmış tüm projelerin derhal feshedilmesini sağlayacak bir Bakanlar Kurulu Kararı'nın 2002 yılı Ocak ayında kabul edilmesi beklenmektedir. 2002 yılı Mart ayına kadar, Enerji Bakanlığı, hangi elektrik varlıklarının özelleştirileceğini Özelleştirme İdaresi'ne bildirecektir ve 2002 yılı Nisan ayına kadar dağıtım şirketleri için ön yeterlilik ihalesi yapılacak­ işletme tır. • Doğal gaz dağıtım şirketlerinin, Özelleştirme İdaresi'ne devrinin 2002 yılı Mart kadar tamamlanması beklenmektedir. ayına ·Özelleştirme idaresi, lisansları ETi Holding'den devralınır alınmaz, portföyün- de bulunan ETIKrom A.Ş., ETI Elektrometalurji A.Ş., ETI Gümüs A.Ş.' nin satış çalışmalarını başlatmaya hazırdır. • Özelleştirme idaresi, portfoyündeki ERDEMİR ile turizm ve gübre üretim varlıklarının satış çalışmalarına devam edecektir. Özelleştirme idaresi portföyündeki küçük ve orta ölçekli şirketlerin satış çalışmalarına da devam edecektir. 85 • Son olarak, 2001 yılında kamu arazi satışlarının artırılması amacıyla gösterilen çabalar (yasal değişiklikler ve basitleştirilmiş prosedürler de dahil olmak üzere) artırılarak sürdürülecektir. Anayasal sorunların yapılan yasal değişiklikleri öngörülenden daha az etkili kılması nedeniyle, kamu arazi satışlarının önündeki kalan engellerin en iyi hangi şekilde kaldırılabileceğini değerlendirmek üzere bir çalışma başlatmış bulunuyoruz. • Türkiye'nin yerli ve yabancı yatırımcılar için çok daha cazip bir ülke olması amaçlanmaktadır. • İyi yönetişimin ve şeffaflığın geliştirilmesine büyük önem verilmektedir. Bu amaçla, Bakanlar Kurulu, 2002 yılı Ocak ayı sonuna kadar şeffaflığı artıracak ve haksız kazanç sağlamaya yönelik faaliyetlerle mücadele edilmesini sağlayacak bir strateji kabul edecektir (yapısal kriter). 2.2. 2002 Yılında Başlayan ve Üç yıl Uygulanması hedeflenen program başarılı oldu mu? 2002 yılının Şubat ayı başında uygulamaya giren IMF destekli program başarılı oldu mu sorusuna verilecek yanıt bakış açısına göre farklılık arz edebilir. Mali Sektördeki bir türlü azalmayan kırılganlık ve kamu borçlarının çevrilebilirliliğinden hareketle beklenti yönetiminden mucize bekleyenler muhtemelen uygulamanın başarılı olduğunu iddia edebilirler. Kalıcı çözüm için gerekli ve yeterli koşulları tanımlamak yerine, döviz kuru-enflasyon ve faizlerdeki gerilemenin bunun bir kanıtı olduğunu da savunabilirler. Bu kesim olumsuz gelişme v eğilimleri ya görmezden gelerek savuşturmak yada başarı diye pazarlamak dışında bir alternatif üretemiyor. Zira beklentileri yönetememenin maliyetini göze alamıyorlar. Bu durumda karşımıza iki olasılık çıkıyor: ya teknik açıdan elde edilen gerekli ve yeterli koşullar beklenti yönetimi ile güçlendirilmeye çalışılıyor; yada uygulamadaki teknik yetersizlik ve ağırlaşan sorunlara rağmen beklenti yönetimi ile günü kurtarma anlayışı ön plana çıkıyor. IMF destekli bu programı ve sonrasını değerlendirirken hangi olasılığın geçerli olduğunu tanımlamak çok önemli hale geliyor. Teknik açıdan programın yeterli ve uygulamanın başarılı olup olmadığını tanımlamak için öncelikle gerekli ve yeterli koşulların saptanması yanı sıra sorun var ise bunun programdan mı yoksa uygulanmadan mı kaynaklandığının belirlenmesi zorunlu hale geliyor. Kalıcı çözüm için hem ödemeler sisteminin güçlenmesi hem de 86 olması gerekli hedefleri yakalayacak şekilde makro ekonomik dengenin tesis edilmesi gerekiyor. Bunun için bir sistem bütünlüğü yaratarak belirsizliği azaltacak, düşük enflasyon ortamında yüksek oranlı büyürneyi mümkün kılacak yapısal reform uygulamaları önem kazanıyor. Ayrıca hem enflasyon ve büyüme ve de yapısal reform uygulamalarının eş anlı olarak yapılması gerekiyor. Bu yönde bir toplumsal uzlaşı ve buna uygun güçlü bir siyasi irade yanı sıra en üst düzeyde koordinasyon başarı için olmaz ise olmaz koşullar olarak karşımıza çıkıyor. 2002 yılının Şubat ayı başında uygulanmaya başlayan IMF destekli ekonomik program uygulaması ne yazık ki gerekli ve yeterli koşulların sağlanamadığı kanaatini güçlendiriyor. Zira ödemeler sistemindeki kırılganlık azalmaz veya artarken makro dengesizliğin de arttığı dikkat çekiyor. Bu durumda döviz kuruenflasyon ve faiz oranlarında meydana gelebilecek istikrarsızlık ise beklenti yönetimi ile kamufle edilerneye çalışılıyor. Yapay bir fıyat istikrarı görüntüsü yaratılarak her şeyin iyi gittiği mesajı dalaylı olarak veriliyor. Yapay görüntünün, yapısal reform uygulamaları ihmal edildiği sürece ödemeler sistemindeki kırılganlığın ve makro dengesizliğin azalması yönünde bir katkı sağlamayacağı gerçeği ihmal ediliyor. Bu yaklaşımla ancak sorunların ağırlaşabileceği olasılığı hiç gündeme gelmiyor veya getirilmiyor. IMF ve Dünya Bankası gibi uluslar arası kurumlar yanı sıra küresel mali sistem farklı gerekçelerle bu durumu görmezden geliyor; "iyi gidiyorsunuz riskiere dikkat edin" demekle yetiniyor. 2001 yılının ikinci çeyreğinde yapısal reformlara ilişkin yasal düzenlemeler gündeme geldiğinde ortalık karışmış, ilgili kesimler konunun önemine ilişkin nutuklar atmaya başlamıştı. Fakat bugün işler değişmiş gibi görünüyor. Sosyal güvenlik sisteminin açıklan büyüdükçe bütçe üzerindeki yük artmaya devam ediyor. Kapsamlı bir vergi reformu yerine keyfi ve hukuksuz uygulamalar yanı sıra aflarla günlük gereksinimler karşılanmaya çalışılıyor. Tarımsal verimlilik artışını hedeflernesi gereken tarım reformu ise tümüyle ihmal edilmiş durumda; bilinçli bir şekilde üreticiyi destekleyecek yeni yapı için adımlar atılamıyor. Özelleştirme hedefleri ise yine yakalanamamaya devam ediyor; gelir hedefi ön planda olduğu için işler aksıyor. Zorunlu olarak benimsenen zamana yaygın çözüm nedeniyle mali sektör reformunda gerekli ve yeterli mesafe kaydedilemiyor; kırılganlık yüksek düzeyini koruyor. Kamu yönetimine belirli bir disiplin getireceği iddia edilen kamu ihale yasası ise iki kez değiştirilerek amacından uzaklaştırılıyar fakat ilgili kesimler ağzını açamıyor. Kamu yönetimindeki aksaklıklar giderilemiyor. Bu olumsuzluklar nedeniyle bir sistem oluşarnıyar ve çalışmıyor; boşluklar belirsizlik yaratacak keyfi uygulamalarla dolduruluyor. Hal böyle olunca da kıt kaynaklar etkin bir biçimde kullanılamıyor ve doğrudan yatırım ilgisi olması gerekenin tam aksi yönünde olmaya devam ediyor. 87 Sürdürülebilir büyümenin tesısı ıse bu ortamda hayal olmaktan öteye gidemiyor. Temel kriter olarak tanımlanan konsolide kamu sektörü faiz dışı fazlası hedefi bir türlü yakalanmazken, cari açık ve tasarruf açığı büyüyor; kayıt dışılık artıyor. Kamu borç yükünün ağıdaşmaması ise ancak döviz kurunu yönlendirerek mümkün olabiliyor, fakat gündeme gelen yan tesirler orta vadede sağladığı faydadan daha büyük tahribat yaratıyor. Açıklanan büyüme rakamları ise gerçeği yansıtmaktan uzak kalıyor. Türk Lirasının değerlenınesi kısa vadede enflasyon ve faizlerin gerilemesini kolaylaştırarak hem faiz harcamalarını azaltıyor hem de kamu borç yükünün ağıdaşmasını önlüyor; fakat bütçe gelirleri, işsizlik, cari denge, doğrudan yatırım ve büyüme konularını olumsuz yönde etkiliyor; ne kadar kararlı olunur ise olunsun yapısal reform uygulamalarının başarı şansını sınırlıyor. Bazı konularda olumlu gelişme sağlansa bile diğerleri ağırlaştığı için kalıcı alamıyor. Bu aşamada sormak gerekiyor bu program olmasa fakat farklı bir kaynaktan dış kredi sağlanmış olsa durum farklı olur muydu? Hayır olmazdı, aynı eğilimler yaşanırdı. Buradan hareketle IMF ve Dünya Bankası'nın kredi desteği ve beklenti yönetimine katkı dışında fazla bir şey yok. Ayrıca mevcut durumu bir senaryo testinden geçirmeye kalktığımızda gerçeği tespit etmek zor olmuyor; Örneğin döviz kurunu yükselterek olası etkileri irdeleyelim; durum sürdürülebilir değil ise başarıdan bahsetmek mümkün olabilir mi? Bu koşullarda ne programın yeterli, ne de uygulamanın başarılı olduğunu iddia etmek mümkün mü? Burada özellikle ı ı Eylül 200 ı terör saldırısının ardından Türkiye'nin uluslar arası konjonktürde artan öneminin ekonomiye de yansıdığını belirtmemiz gerekiyor. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı'na IMF'nin ABD gölgesinde sağ­ ladığı destek ı ı Eylülden sonra da artarak devam etti. Türkiye IMF'ye borçlu ikinci büyük ülke haline geldi. ABD "teşvikli" kredi desteği Türkiye ekonomisi açısından bir rahatlama anlamına geliyordu. Ancak bu aynı zamanda ciddi bir borç yükü ile Türkiye'nin karşı karşıya kalması demekti. Sonuçta aşağıdaki tablo ortaya çıktı. Türkiye artan borç stoğu ile neredeyse IMF'nin en yüksek faizle kredi verdiği, sözkonusu kurumun gelirlerine en büyük katkıyı yapan ülke konumuna geldi. 88 Tablo 12. 31 Ocak 2004 tarihi itibariyle IMF'nin Arjantin Brezilya Diğer TÜRKiYE verdiği krediler (Milyar Dolar) 15.8 28.2 38.3 23.8 Peki bu durumda yeni bir istikrar programının başarılı gi koşullarda sağlanacağını tartışmamız gerekiyor. 89 olmasının nasıl, ve han- BÖLÜM 4 IMF ile Sürdürülen ve 2005 Yılında Yapılacak Yeni Program Başarılı Olabilir mi: Nasıl ve Hangi Koşullarda ? Mevcut istikrar programının sürdürülmesi ve/veya 2005 yılından itibaren yeniden programa devam edilmesi konusunda IMF ile 2004 yılının Haziran ayı içinde görüşmelere devam ediliyor. IMF'ye 2005 ve 2006 yılı itibariyle vadesi gelen 19.5 milyar doların "ötelenmesi" hiç kuşkusuz bu görüşmelerin temel konusunu oluşturuyor. Bu gelişmeleri çeşitli açılardan analiz etmemiz gerekiyor. Ama öncelikle 6 Şubat 2002 tarihinde TCMB tarafından yayınlanan "Enflasyon Sürecinin Temel Özellikleri, Ocak Ayı Enflasyonu ve İleriye Yönelik Bekleyişler" adlı bilgilendirme notunun 6. sayfasına dikkati çekmemiz gerekiyor. Bilgilendirme notundan aynen aktarıyoruz: " 200ı yılının Ekim ayının ortalarından itibaren 2002 yılında da çok ciddi bir mali disiplin sağlanacağının ve yapısal reformlara devam edileceğinin anlaşılması ve IMF'nin de bu durumu dikkate alarak ek dış fınansman sağlayacağının belli olması, iç borçların sürdürülebilirliği üzerindeki kuşkuları ortadan kaldırmıştır. Böylece, olumsuz iktisadi bekleyişler olumluya çevrilmiştir. Bekleyişlerdeki bu değişiklik nedeniyle faiz oranlarında önemli bir düşüş sağlanmış ve döviz kurunda 200 ı yaz aylarında oluşan köpük patlamıştır" "Ciddi bir mali disiplin sağlanacağının ve yapısal reformlara devam edileceğinin anlaşılması" bölümünü "umut üretme gerekçesi" olarak bir tarafa bırakarak değerlendirmeyi yeniden yapabiliriz: IMF ek fınansman desteğinin faizler ve iç borçların çevrilebilirliği üzerinde olumlu etki yaratmış, değerlendirmeden bunu anlıyoruz. Ancak tarihi gerçeği de unutmamamız gerekiyor. Özellikle ı 990 yılından itibaren yurtiçindeki faiz oranlarının düşmesinin ve iç borçlar üzerindeki baskısının azalması her zaman dış fınansman olanaklarına bağlı oldu. Türkiye ne zaman dış fınansman açısından rahatlasa faiz oranlarının gerilediği gözlendi, tersi durumda da faiz oranlarının hızla yükselmesi sözkonusu oldu. Bu gerçeği öncelikle saptamamız gerekiyor. IMF ile 2005 yılının Şubat ayından itibaren IMF ile hangi ad altında olursa olsun yapılacak yeni bir anlaşma 2002 yılı başından buyana uygulanan bir programın devamı niteliğinde olacak. Çünkü tartışmalar faiz dışı fazlanın yüzde 6.5 ve/veya onun altında olup olmayacağı ve IMF'ye ödenmesi gereken borçların ertelenmesi konusunda yoğunlaşıyor. Bu tartışmalar da "bilinen" programın dışına çıkılmayacağının en önemli göstergesi olarak değerlendirilebilir. 9ı Bu noktada IMF ile sürdürülen ve 2005 yılında sürdürmeyi düşündüğümüz programın başarılı olup alamayacağına ilişkin olasılıkları, fınansman desteğine dayalı programın başarılı olabilmesi için varsayımların temelde dış bazı temel koşullarının analiz ve bu varsayımların başarı edilmesi ve tartışılması gerekiyor. IMF ile halen uygulanmakta olan ve yine uygulanmakta olan programın devamı niteliğinde olacağına kesin gözüyle bakılan 2005 programının başarı koşulları aşağıda sıralayıp, tartışacağımız varsayımıara bağlı. Söz konusu varsayımlar ortaya konması şöyle sıralanabilir; • Türkiye'nin kendi içinde politik risk oluşturacak "streslerden" uzak durması ve toplumsal uzlaşmanın sağlanması, • Komşu ülkelerle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi, ortak paydaların genişletilmesi ve Türkiye'nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) içindeki yeri ve fonksiyonunun bir risk oluşturmaması, • Dünyadaki yapısal sorunların değişmesi, belirsizlik yaratacak ekonomik ve politik sıkıntıların olmaması, rekabet koşullarının sağlanması ve büyüme trendinin devam etmesi, • Büyümenin sürekliliği için yapısal reformların hayata geçirilmesi, • Her yıl yüklü (7-8 milyar dolar) direk yabancı sermayenin çekilmesi, gelen sermayenin yalnızca iç talebi karşılamak için değil ihracat amacıyla da gelmesi ve istihdama katkıda bulunması • Türk Lirasının daha fazla aşırı değerli hale gelmemesi, ·İç ve dış borçlanınada vadenin uzaması ve maliyetierin düşmesi, • istikrarlı büyüyen ekonomide sosyal gereksinimleri zorlamadan faiz dışı fazlanın verilmesi gerekiyor. Şimdi yukarıda sıraladığımız varsayımları ele alarak, bu varsayımların başarı geniş olasılıklarını tartışalım. 1. Türkiye'nin kendi içinde politik risk oluşturacak "streslerden" uzak durması ve geniş toplumsal uzlaşmanın sağlanması, ve/veya IMF ile yapılacak benzeri bir programın başarı şansının öncelikle politik risk oluşturacak streslerden uzak durulmasına bağlı olduğunu unutmamak gerekiyor. Tanımı ne olursa olsun, kesimler arası olası Mevcut programın 92 çatışmalar yaratıcak riskler ortaya çıkmaması, ekonomik programın başarısı için en önemli faktör. Ancak politik risk yalnızca çok "yüksek düzeyli" kesimler arasındaki risk olarak algılanmamalı. Çıkar çevreleri arasında tesis edilemeyen uzlaşmalar da politik riskin kaynağını oluşturabilir. Reel kesim ile mali sektör ve kamu arasında hızla büyüyen iletişimsizlik Türkiye'nin önündeki ciddi sorunların başında geliyor. Bu durum geleceğe yönelik belirsizliği önemli ölçüde artırıyor. Kamudaki borçluluk oranının yüksekliği ve mali sektördeki özkaynak yetersizliği, reel kesimdeki sorunlara yönelik hassasiyeti önemli ölçüde azaltıyor; başta emek yoğun sektörler olmak üzere reel kesim ayakta durmakta zorlanıyor. Döviz kuru çıkar çatışmasının odağı olmaya devam ediyor. Döviz kurunun yükselmesi veya başka bir deyişle Türk Lirası'nın değer kaybetmesine ne kamunun ne de mali sektörün tahammül gücü bulunmuyor. Böyle bir olasılıkta kamu borç yükü ağırlaşıyor, söz konusu durumun kalıcı olması halinde Hazine'nin iç ve dış borç senetlerinin değer kaybetmesinin, borcu çevirmenin olanaksız duruma gelmesinin kaçınılmaz olacağı biliniyor. Bu olasılığın mali sektör üzerindeki olumsuz etkilerinin ödemeler sistemi üzerindeki yansımasını kimse düşünmek bile istemiyor. Mevcut beklenti yönetimi bu zorunlu ihtiyaçları dikkate alacak şekilde biçimleniyor; kamu ve mali sektörün taşıdığı pozisyonlara uygun piyasa eğilimleri zorlanırken, makro dengesizliğin durumu mecburen dikkate alınmıyor. Dış destekli kamu ve mali kesim aşırı iyimser masallar üretmek konusunda yoğun bir çaba harcıyor. Kısaca Türk Lirasının değerlenmesi, enflasyon ve faizlerin düşmeye devam etmesi gerekiyor. Enflasyon ve faizlerin düşmesine kimsenin itirazı olamaz. Fakat bu uğurda reel kesimin hızla krize sürüklenmesini de kabul etmek mümkün değil. İç talep daralıp, yerli üretimierin rekabet gücü hızla azalmaya devam ettikçe sorunlar artıyor: Başta emek yoğun sektörler olmak üzere faaliyetini sürdüremez noktaya gelen işletmelerin yarattığı boşluğun nasıl doldurulacağı sorunu ortaya çıkıyor. Türk Lirası değerlendikçe kayıtdışılık ve kaçak mal girişindeki artışın nasıl önleneceğine kimse yanıt veremiyor. İşsizlik artarken ve faktör gelirleri gerilerken kamu açıklarının büyümesinin nasıl kontrol altında tutulabileceği konusundaki sıkıntılar devam ediyor. Bu ve benzeri sorular, ne kamu ve mali sektör ne de IMF ve diğer uluslararası kurumlar tarafından dikkate alınmıyor. Türk Lirası değerlenıneye devam ediyor; dolar dış piyasalarda değerlenip içeride yerinde saydıkça reel kesimin sıkıntısı artmaya devam ediyor. Bir yandan dışarıda tempolu bir şekilde yükselen hammadde fiyatlarının, diğer taraftan 93 aşırı değerlenen Türk Lirası ve artan yerli girdi maliyetlerinin reel kesim yıkıcı etkisi ve devamında yaratacağı sosyal ve siyasi problemierin nasıl çözüleceği bilinmiyor. üzerindeki Reel kesim cephesinde yapılabilecek her şeyin denendiğini biliyoruz: gerek işgücü gerekse sermaye verimliliğinde artış sağlandı. Ayakta kalabilmek adına büyük riskler alındı, karsız da olsa maliyeti aşağı çekebilmek için kapasiteler zorlanmaya devam etti. Tüm bu girişimiere rağmen fıyat tutturamıyorlarsa yapacak fazla bir şeyleri kalmadı. Bu kesimin sesi daha öncesine kıyasla daha cılız çıkıyorsa, bu daha iyi olduklarından değil, çok daha güçsüz duruma düşmelerinden kaynaklanıyor. Tükenen umutlar onları çok daha farklı düşünmeye itiyor. Enflasyon ve faizlerin düşüyor olması yaşadıkları olumsuzluğu gideremiyor. Reel kesim krizinin, zaman kazanmak adına finansal kesim krizine tercih edildiği görüşü genel kabul görüyor; bu tercihi yapanlara güvenmiyorlar. Ne Avrupa Birliği'nden müzakere tarihi alınması ne de IMF ile 2004 sonrası için yeni bir anlaşma yapılması reel kesimi ilgilendirmiyor . Sekizinci gözden geçirme öncesinde IMF yetkilileri ilk kez özel kesimi "bu kadar şikayetçi" gördüklerini dile getirebiliyor. Görünen o ki, kamu ve mali kesim aynı gemide yol alırken, diğer kesimler başka bir gemide bulunuyor. Zira reel kesim ile diğerlerinin pozisyonu arasındaki çıkar çatışmasının büyümesi önlenemiyor. Bir istikrar programının vazgeçilmez unsurunu toplumsal uzlaşma oluşturur. İşçi-İşveren, Reel kesim-Finansal kesim, tarım kesimi-sanayi kesimi, kamu-özel sektör gibi stres odaklarının arasındaki çıkar çatışmalarının ekonomiye olumlu olarak yansıması mümkün değil. Örneğin ekonomik programın yükünün yalnızca bir kesime yüklenmesi ve bazı kesimlerin "elini taşın altına koymamaları" toplumsal uzlaşmayı riske atacak unsurlardan biri olabilir. Toplumun tüm kesimlerine yayılamayan "fedakarlık" eninde sonunda toplumsal uzlaşmayı engelleyecektir. Toplumsal uzlaşmanın sağlanamadığı ortam sosyal huzursuzlukların, sosyal dengelerin yara aldığı bir ortamı beraberinde getirir. Çıkar çatışmaları yoğunlaşmaya başlar. Fırsat buldukça güçlü olanlar ekonomik ortamı kendi çıkarları doğrultusunda kullanır. Oysa toplumsal uzlaşma bu çatışmaları en aza indiren en önemli unsur olarak bilinir. Kayıt dışını kayda alma ve fedakarlığın geniş kesimlere yayılması da toplumsal uzlaşmayla sağlanabilir. İşçi işveren arasındaki gelir çekişmesinin önüne de ancak bu uzlaşma yoluyla geçilebilir. Toplumun vergi verme konusunda istekliliği yine aynı çerçevede değerlendirilmelidir. Kısaca, kalıcı istikrar ve verimlilik artışının temelinde toplumsal uzlaşmanın yattığını unutmamak gerekiyor. 94 2. Komşu ülkelerle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi, ortak paydaların genişletilmesi ve Türkiye'nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) içindeki yeri ve fonksiyonunun bir risk oluşturmaması, hemen başında yaşanınaya başlayan "global yeniden yapılanma" sürecinin temelleri 1989 yılında Berlin duvarının yıkılınası ile birlikte başlamıştı. İki kutuplu dengeler üzerinde oturan dünya yeni arayışları gündeme getirdi. ABD'nin tek kutuplu ve "hegemonik" güç haline gelme arayış ve girişimlerine, 1997 yılında yaşanan Asya Krizi ve 2001 yılının Eylül ayında yaşanan terör saldırısı önemli ölçüde yardımcı oldu. Yirmibirinci yüzyılın Asya krizi ile birlikte Asya-Pasifik kaynaklı talebin daralması ve Japon ekonomisinin büyük güç kaybetmesi dünya ticaretinin ve sermaye hareketlerinin daralmasına yol açmıştı. Global talepteki daralma karşısında dünyada neredeyse en önemli talep odağının ABD olması ABD'nin diğer ülkeler karşısındaki gücünü pekiştiriyordu. Hiç kuşkusuz ABD'nin neredeyse en önemli talep odağı olması ABD ekonomisi açısından çok olumlu bir gelişme değildi. Daha sonraki bölümde tartışılacağı gibi ABD ekonomisi bu süreçte büyük açıklada karşılaşacak ve borçlanma oranı hızla artmaya başlayacaktı. Belki yakın bir gelecekte bu açıkların ve borçların sürdürülemez boyutlara ulaştığı tartışmaları gündeme gelecekti. ıı Eylül 200ı saldırısı da ABD'nin güvenlik stratejilerini ciddi ölçüde değiştiren bir gelişme olarak karşımıza çıktı. Ulusal güvenlik için terör ve kitle imha silahları ABD'nin yeni güvenlik stratejisinin hedefini oluşturuyordu. Bu çerçevede önümüzdeki 20 yılda Şekillenecek yeni bir global yapılanma söz konusu olacaktı. Cebelitarık Boğazından başlayarak Kuzey Afrika'yı da içine alan ve Pasifik Denizine kadar uzanan havza, önümüzdeki 20-30 yıl içinde dünya nüfusunun yaklaşık üçte ikisinin yaşayacağı ve enerjinin önemli ölçüde sağlanacağı bir alanı içeriyordu. ABD bu bölgede "aşamalı yeniden yapılanma" girişimini başlattı ki bu genelde "Büyük Ortadoğu Projesi-BOP-" olarak tanımlandı. Yeniden yapılanmanın birinci aşamasına oluşturan BOP; siyaset, güvenlik, enerji ve geniş olarak ekonomi başlıkları altında hazırlanmış bir proje olarak karşımıza çıkıyor. Projeler belirli girişimlerle hayata geçirilmeye çalışılıyor. Orta Doğu Ortaklık Girişimi (Middle East Partnership Initiative- MEPI) siyasi alandaki girişimi oluşturuyor. Daha demokratik yönetimler, din ve devlet ilişikilerinin ayrılması, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması, eğitim, bilgi teknolojilerinin yaygınlaştırılması gibi konulan içeriyor. Global Savunma 95 Yapılanması (Global Defence Posture) ise bölge güvenliğinin azami ölçüde sağlanmasına dayanıyor. Enerji güvenliğinin sağlanması da bu yapılanmanın en önemli ayağı. Polanya'dan Afganistan'a kadar olan alandaki ülkeleri kapsıyor. Millenium Challenge Account isimli fon ile bölge ülkelerinin ekonomik kapasitelerinin geliştirilmesi, piyasa ekonomisinin tesis edilmesi, özel girişimciliğin özendirilmesi, yabancı sermaye yatırımlarının artırılması, dış ticaretin serbestleştirilmesi gibi öncelikli hedeflerin gerçekleştirilmesi hedefleniyor. Bölgede serbest ticaretin sağlanmasına yönelik olarak da Middle East Trade Iniative (MEFTI) ve Middle East Trade Area (MEFTA) girişimi örgütlenmeye çalışılıyor ve Fas ile Bahreyn arsında imzalanan ticaret Tablo 13. Dünya'da Güç Kaynakları ABD 9.269 Japonya 378 Almanya Fransa 357 547 ingiltere Rusya 245 17.075 Çin 9.597 Hindistan 3.288 276 127 83 59 60 146 1.262 1.014 12.070 o o 450 192 22.500 >40 85-90 288.8 41.1 24.7 29.5 34.6 31 12.6 10.7 1.371.5 236.3 332.8 317.3 212.4 1.004.1 2.480.C 9.255 2.950 1.864 1.373 1.290 620 4.800 Kişibaşına 33.900 23.400 22.700 23.300 21.800 4.200 3.800 Gelir (PPP,1999) Teknoloji 637 420 112 69 87 183 Yüzölçümü (000 km2) Nüfus (Milyon) Nükleer Başlık 1999 Bütçe Payı (Milyar $) 1999 Askeri Personel (000) Satınalma 1.173.0 1.805 Gücüyle GSMH (Milyar $) 96 ihracatı (Milyar $) Kaynak: Joseph S. Nye Jr. Amerikan Gücünün paradoksu 2003 Literatür Yayınları s. 47 96 1.800 32 anlaşmasının genişletilerek 21 ülkeyi içeren daha sonra da bu oluşumun Dünya Ticaret Örgütüne Katılmasını destekleyen girişimler bulunuyor. Ulusal enerji Stratejisi (National Energy Strategy ) adı altında da ABD'nin bölge petrolüne olan bağımlılığını 2020 yılına kadar azaltınayı hedefleyen bir girişim söz konusu. Enerji kaynaklarının ve yollarının güvenliği, Doğu Batı enerji koridorunun gerçekleştirilmesi stratejinin temel unsurlarından birkaçını oluşturuyor. BOP özellikle 2004 yılının Haziran ayı sonunda Türkiye'de yapılan NATO toplantılarının en önemli gündem maddesiydi. ABD, BOP için genel bir destek arayışını bu toplantıda net bir biçimde ortaya koydu ve proje geniş ölçüde yürürlüğe girdi. Sözkonusu yeniden yapılanma sürecinde Türkiye'ye önemli görevler düştüğü ortada. Kimi zaman model kimi zaman örnek ülke tanımlaması yapılan Türkiye bölge ile ABD arasında en önemli denge unsurlarından biri. Öyle ki Türkiye'nin BOP'a karşı tavır alması durumunda global dengelerin bozulma olasılığı oldukça yüksek. Diğer taraftan BOP'un bir unsuru olmayı kabul ederse ABD ile siyasi bir ortaklığa yönelmesi gibi bir sonuç ortaya çıkıyor. Türkiye açısından BOP'a karşı çıkması doğal olarak ciddi bir risk. Ancak diğer taraftan BOP'un bir parçası olmak da belki de aynı düzeyde risk oluşturuyor. Çünkü ABD'nin projenin uygulanması sürecinde bölgede "demokrasi" istemlerini ön plana çıkararak ülkeler içindeki belirli gurupları desteklemesi ve/veya belirli grupların ayaklanmasının açık ve/veya örtülü desteklenmesi aşirete dayalı feodal yapıya sahip bölgede kaosu ve terörü artıran en önemli olgu. ABD'nin kaos içinden demokrasi yaratma çabasının bölgede başarısız olma olasılığı Türkiye'nin de en önemli risklerinden birini oluşturuyor. Kısaca; Türkiye'nin BOP'un bir parçası olması durumunda projenin başarısızlığa uğrama olasılığı bölgede Türkiye'yi güç durumda bırakabilir. Yüzdesi ne olursa olsun bunun ciddi bir risk olarak algılanması gerekiyor. Hiç kuşkusuz diğer bir risk ise dünyada gelecek 20-50 yıllık dönemde ABD'nin "hegemonik gücünü" koruyup koruyamayacağı sorusuna verilecek yanıt olarak karşıınııda duruyor. Aşağıdaki tablo dünyadaki dengelerin gelecekte değişme olasılığına dikkat çekiyor. Profesör Nye, aynı çalışmasında ABD'nin 21 .yüzyılda ve hatta sonrasında dünya politikasında lider güç konumunu devam ettirebileceğini ancak bazı varsayımların bulunduğuna işaret ediyor ve varsayımlan şöyle sıralıyor: "Amerikan ekonomisinin uzun vadeli verimlilik planını sürdüreceği, Amerikan toplumunun bozulmayacağı, ABD'nin askeri gücünü koruyacağı ama aşırı 97 militerleşmeyeceği, Amerikalıların devletlerinin sahip olduğu güç nedeniyle ulusun önemli yumuşak güç sermayesinin tükenmesine neden olacak kadar kibirli davranmayacakları, Amerikalıların izolasyonizme yönelmelerine neden olacak büyük yıkıcı olayların gerçekleşmeyeceği ve Amerikalıların ulusal çıkarlarını küresel çıkarları da içine alacak geniş ve uzak görüşlü bir biçimde tanımlamaları ... ) (Nye age. S.2ıO) Amerika'nın geleceği ile ilgili bu kadar iyimser olmayanlar da var. Bunlardan biri de Kolombiya Üniversitesi Ekonomi Profesörü Jeffrey D. Sachs. Makalesinde Amerikanın içinde bulunduğu durum ve geleckte ortaya çıkabilecek riskler şu şekilde sıralanıyor: "Zenginliğine ve askeri gücüne rağmen, önümüzdeki günlerde Amerika'nın siyasi yaptırımı (iyi ya da kötü için) en az beş sebep yüzünden azalacak; • Amerika'nın bütçe sorunu var. Yılda SOO milyar dolar bütçe açığına sebep olan vergi indirimleri ve askeri harcamalar yüzünden Amerika, Bush yeniden seçilse de seçilmese de, vergi oranlarını arttırmak ve bütçe harcamalarını kısmak zorunda kalacak. Bush başa geldiğinden beri ıso milyar dolar artan yıllık askeri bütçe, önümüzdeki senelerde, bütçeyi kontrol altına almak adına, azaltılacak • Amerika yurtdışına borçlanıyor. Asya'nın merkez bankaları, yüz milyarlarca dolarlık Amerikan hisse senedi aldılar. Sadece Japonya'nın yaklaşık 7SO milyar dolarlık döviz rezervi var ve bu rezervlerin çoğu Amerikan hazine bonolarından oluşuyor. Çin, Hong Kong, Hindistan, Kore, Singapur ve Tayvan'ın, nerdeyse toplam 1. ı trilyon dolarlık döviz rezervleri var. Kısacası, Amerika'nın Asya'ya olan borcu gittikçe artıyor. Sadece Asya merkez bankalarının yüksek miktarda hazine bonosu satın alması, doların değer kaybetmesini biraz da olsa yavaşlatmıştır. • Diğer ülkeler aradaki farkı kapatıyor. Amerika'nın teknoloji liderliği, Brezilya, Çin, Hindistan ve gelişmekte olan dünyanın diğer büyük ekonomileri yüzünden zayıftayacak Çin, 2S yıl içinde Amerikan ekonomisinden daha büyük bir ekonomiye sahip olacak, 20SO'ye kadar %SO daha büyük olacak. Hindistan bile, Çin' den daha fakir olmasına rağmen, aradaki zenginlik farkını kapatacak. 20SO yılına kadar, Hindistan ekonomisi, 4 kat fazla nüfusu ve 1/4 oranında kişi başına düşen milli geliriyle, Amerikan ekonomisine eşit olacak • Küçülen ekonomik fark, Amerika'nın jeopolitik gücünü azaltacak. Dünya nüfusunun yaklaşık %40'ını oluşturan Çin ve Hindistan, dünya sahnesinde daha geniş rol oynayacak. Hintli yazılım mühendislerine iş verilmesine yönelik yabancı düşmanlığıki bu Amerika'nın güncel siyasi konusudur-ekonomik 98 liderliği elinde tutmak isteyen Amerikan halkının endişesini göstermektedir. Amerika'nın korumacı yaklaşımı olsa da olmasa da, Asya'nın teknolojik kapasitesi ve geliri artacak. Bu gelişme dünyaya faydalı olacak, çünkü her ne kadar bu süreçte Amerika'nın egosu incinse de, gelirler daha orantılı dağılacak. • Demografik özellikler Amerika'nın dünyaya askeri bakış açısını zayıflatacak. Bush'u destekleyenlerin çoğu fundamentalist beyaz Hıristiyanlar. Bence, bu kişiler, kadınların artan sosyal gücüne, göçmenlere ve diğer diniere karşı artçı savaşlarını sürdüren sosyal bir grup. Bu grup ayrıca modern biyolojinin öğretilmesi ve evrim teorisi gibi laik düşüncelere karşı da savaşmaktadır. Dinci sağın geriye dönük gündemi -ki Marrichean dünya görüşü bunu vurgular- yok olmuştur. Amerikan İstatistik Bürosu verilerine göre, 2050 yılına kadar, Hispanic (Amerikan-Meksikan) olmayan beyaz nüfus, Amerika nüfusunun yarısını oluşturacak. (Bugün, Amerikan nüfusunun %69'unu oluşturuyorlar.) 2050 yılına kadar nüfusun %24'ü Hispanic, %14'ü Afrikan-Amerikalı ve %8'i Asyalı olacak. Amerika, özellikle Latin Amerika, dünyaya benzeyecek. Bu beş koşul altında, birçok sağcı Amerikalının "küresel imparator olma" hayali yıkılacak. Bu olay, Bush Kasım' daki seçimleri kaybederse daha çabuk gerçekleşecek. Sonuç ne olursa olsun, Amerika, dünyaya kıyasla kaçınılmaz düşüşünü sonsuza kadar erteleyemez." (Prof. Jeffrey D. Sachs Ekonomik Forum dergisi Çev: Doç. Dr. Sadi Uzunoğlu) Sachc bölgedeki belirsizliği önümüzdeki dönemde etkileyecek en önemli etkenlerden biri olan ABD'nin BOP'nin geleceği hakkında da doğal olarak oldukça karamsar ve Nye'nin ABD'nin hegemon tek güç olma için varsaydığı birçok faktörü yukarıdaki makalesinde temelden sarsacak iddalarda bulunuyor. Hiç kuşkusuz bu bölge ve Türkiye açısından da önemli bir belirsizliğin işareti. ABD'nin Irak'taki yönetimi "sözde" Iraklılara bırakma girişiminin de bölge halkları tarafından yeterince inandırıcı bulunmadığını da bunlara eklemek gerekiyor. 3. Dünyadaki yapısal sorunların değişmesi, belirsizlik yaratacak ekonomik ve politik sıkıntıların olmaması, rekabet koşullarının sağlanması ve büyüme trendinin devam etmesi Dünya ekonomisi küreselleştikçe ülkelerin içine girdikleri sorunlar ve/veya krizler derecesi ne olursa olsun diğerlerini de etkiliyor. Hiç kuşkusuz yıllardır devam eden açlık, AIDS gibi bulaşıcı hastalıklar, küresel ısınmanın getirdiği 99 çölleşme etkisi ile ortaya çıkan kuraklık ve ülkelerin kendi kendilerine yetemez hale gelmeleri, güney ile kuzey arasındaki gelir dengesizlikleri, bir taraftan günde bir dolar ile geçinmek zorunda olan milyonlarca insan, adaletsiz gelir dağılımı, hızlı teknolojik değişimin getirdiği üretim artışına yeterli talebin bulunamaması, bölgesel savaşların yarattığı yıkıcı etkiler, nüfus artış hızı ile paralel artırılamayan tarımsal üretim, sosyal güvenlik sistemlerinin çökme noktasına gelmesi gibi daha da eklenebilecek bir çok temel sorun dünya ekonomisinin önündeki yapısal sorunlar olmaya devam ediyor. Ancak sorunların çözümüne yönelik adımlar ise güç dengeleri nedeniyle atılamıyor. Ülkeler savaş bütçelerinin ancak küçük bir bölümü kadar yapısal sorunların çözümüne kaynak ayırabiliyor ve/veya böyle bir kaynağa ulaşamıyor. Diğer taraftan dünya ekonomisi ı970'li yılların başından itibaren serbest kur çerçevesinde yeni bir para sisteminin oluşumu ile karşı karşıya kaldı. ı944 yılında kurulan sistem ise kur ve faiz riskinin olmadığı kısmen belirsizliklerin ortadan kalktığı bir dünyaydı. Ancak günümüzde kur ve faiz riski sermaye hareketlerinin geniş ölçüde serbest hale geldiği dünyada ciddi belirsizlikleri de beraberinde getiriyor. Ülke ekonomileri ortaya çıkan belirsizlik ortamında sürdürülebilir büyüme trendini yakalamakta zorlanıyor. Globalleşme trendi "hazır olmayan ülke ve sektörleri" yıkıcı rekabet ile karşı karşıya bırakabiliyor. Diğer taraftan sıklıkla yaşanan krizler uluslar arası sermaye hareketlerinin akışkanlığını tehdit edebiliyor. Bu koşullar altında Türkiye gibi dış kaynağa gereksinim duyan ve/vey'a dış kaynak olmaksızın içeride makro ekonomik dengeleri sürdürerneyen ülkeleri ciddi biçimde zorluyor. Hiç kuşkusuz mevcut ekonomik programın başarısı ıçın dünya konjonktürünün önemi oldukça büyük. 2005 ve 200"6 yılında büyük ağırlığı IMF olmak üzere yüklü dış borç ödemesi bulunan kamu kesimi açısından uluslar arası finansal piyasalardan kaynak bulmak ve bu kaynağın maliyeti oldukça önemli. Peki önümüzdeki dönemde uluslar arası finansal piyasaları etkileyecek bir gelişmenin yaşanınası Türkiye'yi nasıl etkileyebilir. Bunu mevcut dünya konjonktürü içinde değerlendirmek gerekiyor: a. Öncelikle yurtdışındaki gelişmelere dikkat çekelim: Amerikan ekonomisi 200 ı yılında girdiği durgunluğu aşmak için yaklaşık SO yıldan buyana ilk kez kısa vadeli faiz oranlarını yüzde ı 'li seviyeye çekmiş ve vergi oranlarında ciddi indirimiere gitme kararı almış ve bunu da uygulamaya başlamıştı. ABD'de kısa vadeli faizlerin yüzde ı 'ler seviyesine gerilemesi, kurumların kısa vadeli borçlanarak uzun vadeli tahvil ve/veya menkul kıyınet almaya yönlendirmiş ve ıoo kurumlar kısa ve uzun vadeli faiz farklarından yararlanma yarışına girmişti. Ekonomide genel faiz düşüşü yalnızca menkul kıyınet piyasasında değil gayrimenkul piyasasında da işlerin canlanmasına neden oldu. Sonuçta vergi oranlarının gerilemesi ve devasa Amerikan bütçe açıklarıyla faiz düşüşü birleşince ekonomide yeniden hareket başlamış bunun doğal sonucu olarak da enflasyonİst eğilimler artmaya başlamıştı. Enflasyon verileri ABD'de yüzde 3'leri işaret etmeye başladı. b. ABD ekonomisinin en az SOO milyar dolarlık bütçe açığı ve yine aynı miktardaki dış ticaret açığı "ikiz açık" olarak adlandırılırken bunun bir rekor olduğunu da unutmamak gerekiyor. Bu koşullar altında Amerikan Merkez Bankası (FED) faizleri artırahileceği sinyalini piyasalara vermiş bulunuyor. Söz konusu faiz yükseltiminin kaçınılmaz olduğu artık açık:2004 Haaziran ve Ağustos aylarındaki 0.25 lik faiz yükselişlerinin devamı gelecek gibi görünüyor. Diğer konu ise faizler yükseltilecek ama yükseliş kademeleri ve oran kaç olacak? Faiz oranları iki yıl gibi bir süre içinde yüzde 3.5'li düzeylerde mi olacak yoksa yüzde 6.5'li düzeylere yeniden yükselecek mi? Diğer taraftan ABD'nin faiz yükseltmesi diğer ülkelerde de aynı süreci tetikleyecek mi? c. Faiz oranlarının ne oranda yükseleceğine ilişkin soruya yanıt vermek zor. Ancak diğer soruların yanıtlarını en azından piyasalara yansıyan gelişmeler ışığında vermek mümkün. FED faiz oranlarını "yükseltebilirim" türünde bir açıklama yaparak büyük kurumsal yatırımcıları uyararak hazırlıklı olunmasını istemişti. Bu girişim finansal piyasalarda yanıt buldu ve ABD'de 10 yıllık Hazine tahvilinin faiz oranları yükselme eğilimine girdi. Benzer gelişmeler gelişmekte olan ülke euro bondlarında da kendini gösterdi. Başka Brezilya olmak üzere tüm ülke bonolarına satış geldi ve doğal olarak bu gelişme Türkiye'nin bonolarınada yansıdı: Türkiye'nin kredi notunda bir değişim olmadığı halde eurobond getirisi yüzde 8'lerden yüzde 10'lar düzeyine yükseldi. Hiç kuşkusuz bu gelişmelerin eurobondlar ile sınırlı kalmadı. TL cinsinden Devlet İç Borçlanma Senetlerinin (DİBS) faiz oranlan da yükselirken gelen ciddi satış sonrasında dövize yönelen likidite döviz kurlarında yüzde 15'lerin üzerinde bir artışa neden oldu, yani TL değer yitirdi. Böylece ABD' deki faiz sinyali ilk olarak borçlanma maliyetlerine yansıdı. Bundan sonraki aşamada bu borçlanma maliyetlerinin ne olacağı FED'in faiz oranlarını artırma hızı ve düzeyine bağlı olacak. Bu çerçevede karşımıza başka bir soru daha çıkıyor: faiz yükselişi ile ilgili gelişmeler yalnızca borçlanma maliyetini etkilemek ile sınırlı mı kalacak yoksa dış fınansman bulma konusunda da sorunlar yaşanacakını ? 101 d. Dünya ekonomisindeki gelişmeleri etkileyen bir diğer sorun 35-40 dolar aralığında hareket eden petrol fiyatları. Petrol fıyatları başta Çin olmak üzere dünya petrol talebindeki artışlardan etkileniyor. Diğer taraftan da küresel terörizmin tepki hareketlerinin odağında petrol boru hatlarının bulunması ve petrol işi ile uğraşanlara yapılan saldırılar da petrol fıyatları üzerinde baskı yaratmaya devam ediyor. Piyasalar artık 35-40 dolar arasında değişen fıyatları kanıksamış gibi görünüyor. Petrol fıyatlarının yükselmesi yalnızca maliyet baskısı değil aynı zamanda bizim gibi petrol üretmeyen ülkelerden petrol üreten ülkelere bir kaynak akışı yaratıyor. Bu çerçevede Türkiye'nin petrol faturasının yaklaşık 1.4 milyar dolar civarında artış gösterdiği biliniyor. e. Gerek petrol fiyatındaki yükseliş, gerekse faizlerdeki beklentilerin orta vadeli ekonomik sonuçları paralel özellikler taşıyor: Küresel düzeyde gelir dağılımının bozulması, uluslararası ticaret hacminin daralması, işsizlikte artış, bütçe açıklarının büyümesi ve nakit akışlarındaki kırılganlığın tehlikeli sınırlara yaklaşması, menkul ve gayrimenkullerde yaşanacak değer kaybına bağlı kurumsal yapıda tahribat gibi olumsuzluklar ilk akla gelenler olarak dikkat çekiyor. Petrol fiyatı ve faizlerden herhangi birinin yarattığı sorunların diğeri tarafından dengelenmesiyse mevcut koşullarda pek mümkün görünmüyor. Başka bir şekilde ifade etmek İstersek, yüksek petrol fıyatının yaratacağı durgunluk nedeniyle faizlerin yükseltilmesine gerek kalmayacağı yönündeki bir değerlendirme gerçeği yansıtmıyor. Zira talep değil maliyet kökenli bir enflasyonİst baskı yaşanıyor. Petrol fiyatı yükseldikçe, orta vadede faizlerde yaşanacak artışın da daha büyük olacağını dikkate almak gerekiyor. f. Dünya ekonomisindeki bir diğer sorun ise yine başta Çin'in yüzde 9'a ulaşan büyüme hızı ve dünya talebindeki gelişmelerden kaynaklanan hammadde fıyatlarındaki dramatik artış oluşturuyor. Fiyatlardaki bu baskı ülkelerin maliyetlerini tehdit ediyor. Türkiye aşırı değerli durumdaki Türk Lirası sayesinde bu maliyet baskısını çok hissetmiyor. Ancak fıyat düzeyini bir tehdit olarak algılamak gerekiyor. 102 DÜNYA EKONOMiSiNDE MEVCUT DURUM VE GELiŞMELER ABD ekonomisinde ekonomik durum ve eğilimler - Durgunluktan büyürneye geçiş ve bunun sürdürülebilirliliği ABD ekonomisinin karşı karşıya kaldığı en önemli sorun. - iki yıldır ABD'nin 200 milyar dolarlık savaş harcaması belki ekonomiyi büyütüyor ama doların durumu ve artan bütçe açıkları (milli gelirin yüzde S'i kadar) ABD ekonomisinde kriz sinyali olarak algılanıyor. Diğer taraftan bütçe açığı kadar dış ticaret açığı yani ikiz açık ABD ekonomisini zorluyor. ABD'nin açık finansmanı başta Japonya ve Çin olmak üzere diğer ülkeler tarafından yapılıyor. Örneğin Çin'in 2002 yılında yaklaşık 100 milyar dolarlık ABD Hazine borçlanma senedi aldığı biliniyor. - Artan bütçe açıkları, savunma harcamaları ve deniz aşırı operasyonların yükü, kurumsal düzeyde faaliyet dışı gelir artışı, inşaat sektöründe düşük faiz nedeniyle hareketlenme, tasarruf eğiliminin yeniden negatife dönme eğilimi, dolar bazındaki emtia fiyatlarındaki artıştan kaynaklanan maliyet baskısı, paritedeki istikrarsız ve yüksek düzeydeki dalgalanma (volatilite) ABD ekonomisinin temel sorunlarını derinleştiriyor ... - FED'in faiz oranlarını yükseltme eğilimi ve sonrasında yaşanabilecek olası riskler için piyasaların ne kadar hazır oldukları önümüzdeki dönernde görülecek. Çünkü Grenspan faiz artışının sinyallerini verdi ve finans kesimini uyardı. Hiç kuşkusuz bu gelişme başta ABD ve bizim gibi gelişmekte olan ülkeler olmak üzere tüm ülkeleri olumsuz etkileyecek. Çünkü faizlerin artması durumunda tüm menkul kıymetlerin (tahvil, bono, euro bond, hisse senedi vbz ... ) piyasa fiyatı düşecek. Bu trend gayrimenkul piyasasına da yansıyacak. Bu nedenle dünyada bu türden yatırırnlardan çıkış eğilimi güçleniyor ... AB bölgesindeki ekonomik durum ve eğilimler itibaren devarn eden durgunluk, işsizlik ve nüfustaki AB'nin temel sorunları arasında yer alıyor. - Özellikle 2000 yılının ortasında başlayan ve hala devarn eden Alman ekonomisinde iç talep daralması ve global durgunluk AB rakamlarını olumsuz yönde etkiliyor. Çünkü Almanya AB'nin motoru olarak biliniyor. Almanya iki ülke birleşiminin getirdiği sorunları daha aşamamış iken 2000'li yılların - 1990 yılı başından yaşlanrna 103 başından itibaren artan petrol ve diğer hammadde maliyetleri ile zorlanmıştı. İşsizlik oranı Almanya' da 2003 yılında yüzde 9.3 olarak gerçekleşirken, Fransa da yüzde 9.5 işsizlik oranı ile karşı karşıya. - AB'nin 12 ülkesinde Euro'nun 2002 yılından itibaren kullanıma girmesi temel gıda ve diğer tüketim mallarının fiyatları yüzde 30 artış göstermiş, benzer gelişmeler hizmet sektöründe de devam etmişti. Bu da kuşkusuz AB içinde satınalma gücünün düşmesi biçiminde yansıdı. - Özellikle maliyetler nedeniyle sanayi üretiminde devam eden düşüş ve ikame ekonomide durgunluğu artırıyor, işsizlik gittikçe alanların yaratılamaması derinleşiyor. Açıklarının kronikleşerek artış eğilimine girmesi AB kriterlerinin sorgulanmasına kadar gidiyor. Almanya ve Fransa yüzde 4'ün üzerindeki bütçe açığı ile AB kriterlerinin şimdiden dışına çıkmış durumda. Birliğe yeni katılacak üyeler ile birlikte AB kriterlerinin zorlanacağı bekleniyor. - Bütçe - AB' de ABD'ye paralel faizlerin yükseltilmesi sorunu, EURO'nun değer yitirmesi sonucunda maliyet faktörünün Avrupa pazarına da yansıması söz konusu olabilir. - Sonuçta ortaya çıkan stagflasyon eğilimi ve ABD çizgisinde giden iç ve dış politika AB'nin eğilimlerini ve geleceği etkiyor ... Japon ekonomisinde mevcut durum ve gelişmeler - 1990 yılından bu yana durgunluk yaşayan Japonya 1997 Asya Krizi nedeniyle ciddi bir finansal krize girmişti. Asya' da büyük oranda kredi batağı ortaya çıkan Japon bankaları devlet desteği ile ayakta durur hale geldi. - Son birkaç yıldırYen'in değedenmesinden kaynaklanan büyüme eğilimi var. Ancak işsizlik sorunu devam ediyor. (1980 %2, 2003%6) - Bölgesel rekabet gücü nedeniyle sanayi üretiminin zaman içinde zayıflama sorunu devam ediyor. Japonya sanayisi seri üretim üzerine kurulmuştu. Ancak dünya trendi çeşitliliğe, yüksek teknolojiye ve hizmet sektörü ağırlıklı yapıya doğru gitti. - Mali sektördeki sıkıntılar devam ediyor. Bir tarafta batık sorunu ile uğraşan bankalar diğer taraftan da bu bankaları ayakta tutmaya çalışan kamu kesimi. Bilindiği gibi Japon ekonomisinde geleceğe güveni sağlamaya yönelik olarak devlet harcamaları devreye sokulmuştu. Ancak Milli Gelirin yüzde 8'ine kadar 104 yükselen bütçe açıkları nedeniyle kamu ciddi bir borç sarmalına: girmiş durumda. Kamu Borcu'nun Milli Gelire oranı yüzde 140'lara ulaştı. - Yaklaşık4 trilyon dolarlık Milli Geliri ile ABD' den sonra en büyük ekonomi konumundaki Japonya yüzde 85 oranındaki iç pazarı harekete geçirmekte ciddi sorun yaşıyor. Dış ticaret fazlası veren Japonya tüketici güvenini sağlayamadığı için iç talebi harekete geçirmekte ciddi sorun yaşıyor. Faiz oranları negatif düzeyde olan ülkede tasarruf yapmak adeta cezalandırılırken yatırım yapmak ve/veya kredi kullandırmak teşvik edilmiş oluyor. Ancak bu büyük ekonomi tüketici güvenini ve dolayısıyla iç talebi harekete geçirmede zorlanıyor. Dünya ekonomisindeki gelişmeye bağlı olarak yaşamını devam ettiriyor. Global düzeydeki olumsuzluklar anında Japon ekonomisine yansıyor. Çin Ekonomisindeki mevcut durum ve eğilimler - 1978 yılında dışa açılan Çin çeyrek yüzyıldır ortalama yüzde 8 büyüme hızını yakaladı. 2002 yılında dünya ekonomisindeki büyümenin yaklaşık yüzde 16'sı Çin ekonomisinden kaynaklandı. Yüksek teknolojik ürünlerin yanı sıra emeğe dayalı ürünlerin üretiminde kritik bir ülke konumuna geldi. -Dış satım ve içeride artan gelir ile iç talepteartan eğilim sürüyor. -Enflasyon yüzde 3.3 düzeyinde, parası1995 yılından itibaren dolara endeksli. Bu nedenle Doların Euro'ya karşı değer kaybı diren olarak Çin'in parasına da değer kaybettiriyor ve Çin'in rekabet gücü olumlu yönde etkileniyor. (1995 yılında yüzde 30 devalüasyon yaparak Asya krizini atıatmış oldu. Şimdi 1$=8.28 Yuan) - Direk yatırımların gözde ülkesi konumunda. Düşük ücret ve diğer avantajları nedeniyle birçok ülke imalat sanayilerini Çin'e kaptırıyor. Bu nedenle Çin uluslar arası doğrudan yatırımdan ciddi pay alıyor. Arz fazlasına bakmaksızın yatırım eğiliminin artması, yatırım ortamının iyileştirilmiş olması, tüm dünyayı Çin' e yatırım yapmaya zorluyor. - Çin askeri ve siyasi yapısını küresel alanda güçlendiriyor. - 1998 yılında yapılan yatırım hamlesi ile 10 yılda 1 trilyon $'lık yatırım projesi uyguluyor. En az bunun yarısı kadar da yabancı sermaye çekmeyi hedefliyor. - Dünya ticaretinde payı gittikçe artıyor ve büyüme eğilimi ile birlikte hammadde ithalatını artırıyor. Dünya ihracatı içindeki payı 2000 yılında yüzde 3.9 olan Çin 2003 yılında bu payını yüzde 6'nın üzerine taşıdı. Bu 105 ·~----~- gelişme ithalatta da devam ediyor. Örneğin G. Kore ve Tayvan ABD'ye maldan daha fazlasını Çin' e satıyor. - Çin gerçekleştirdiği sanayi ihracatı ile başta ABD olmak üzere enflasyon baskısını azaltıyordu. Ancak Çin'in ithalatındaki akıl almaz büyüme ve ekonomik büyümesindeki gelişme dünyayı Çin kökenli maliyet baskı ile karşı sattıkları karşıya bıraktı. - Çin tehlikelerden korunmak ve fırsatlardan yararlanmak yönünde en başarılı ülke olmaya aday. Dünya' da faiz artırımı bu eğilimi daha da güçlendiriyor ... Amerika'nın Mali Pervasızlığından Çıkarılacak Dersler Jeffrey D. Sachs George W. Bush, Amerika'nın ekonomik politikasına, Amerika tarihindeki diğer devlet başkanların dan, hatta aklı hocası Ronald Regan' dan bile daha çok zarar verdi. Görevde bulunduğu üç yıl içinde, oluşturulması on yıl süren o ince politik birliği yıktı. Bu birliğin yeniden sağlanması için muhtemelen bir on yıl daha gerektirecektir. Bush, Amerika'nın ekonomik gücünü ve sosyal dengesini riske attı. Aslında Amerika'nın kötü yönettiği uzun vadeli bütçe planları tek değil. Bu nedenle diğer ülkeler, Amerika'nın mali hatalarından önemli dersler çıkarmalıdır. Mali politikanın en önemli sorunu; politikacıların, revaçta olmak için yaptıkları geçici düzenlemelerdir. Politikacılar, vergileri indirip kamusal harcamaları arttınrken diğer yandan devleti, ilerki tarihlerde ödenecek ağır borçlar altına sokarlar. Bu oyun ancak birkaç yıl sürer. Bir süre sonra, bütçe açıkları ve büyüyen kamu borçları, zorlu bir politika değişimine neden olur. Üstelik kötü bir politikacı, kriz çıktığında-çoktan emekli olacaktır. Bunca sorumsuzluk hikayesinden sonra seçmenierin bu tip oyunlara karşı tedbirli olması beklenebilir. Ancak bugün Bush aynı oyunu oynamaktadır. Yüksek vergi indirimleri yaparak, askeri harcamayı arttırarak, eğitim ve sağlık giderlerini yükselterek halkın gözünü boyamaktadır. Sonuç, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'nın (GSYİH) yüzde beşine denk gelen bir bütçe açığıdır. Daha da kötü olan, Amerika'nın uzun vadeli bütçe planlarının, Bush'tan önce zaten sorunlu olmasıdır. Amerika'nın nüfusu yaşlanmaktadır, yani sağlık ve emeklilik sistemlerinin maliyetleri birdenbire yükselecektir. İnce hesaplar; 106 emeklilik sistemi, sağlık politikalarından doğacak ve diğer kamu maliyetlerinin, Bush'un vergi gelirlerden onlarca trilyon dolar fazla olacağını göstermektedir. Gün gelecek, vergilerin arttınlmasına ya da kamu harcamalarının kısıtlanmasına ya da ikisine birden gereksinim duyulacaktır. Peki halk neden hala bu politikaları destekliyor? Çünkü halk, kendilerine zarar verecek bu uzun vadeli sonuçları anlamıyor ya da bu sonuçlarla ilgilenmiyor. Vergi ödeyen zengin kesim, vergi indirimi sağladıkları için tabii ki mutlu. Vergi ödeyenierin yüzde 5' i, yaklaşık yüzde 50 oranında indirimden yararlandı. Bu zenginler, ilerde doğacak harcama kısıtlamalarının ve vergi artışlarının yükünün, fakirler ve orta sınıf tarafından omuzlanmasını bekliyorlar. Bu arada, Bush, fakirleri ve orta sınıfı mutlu olmaları gerektiğine ikna etmeye çalışıyor. Tabii onlara güncel vergi indirimlerinin ilerdeki hizmetleri daha büyük ölçüde azahacağını söylemiyor. ( eğer onun politikaları uzun vadede geçerli olursa ) Eğer Amerikalıların politik hafızaları olsaydı, bu dolambaçlı yollardan daha önce de geçtiklerini anlarlardı. 20 yıl önce Ronald Regan, yüksek vergi indirimleri yapmayı ve askeri harcamayı arttırınayı vadederek başa geçmişti. Sonuç ise ı 980'lerin ortasında ortaya çıkan yüksek bütçe açıklarıydı. Vergi indirimleri, Regan'ı oldukça popüler yaptı ve 1984'te tekrar seçilmesini sağladı. Bütçeyi pozitif sayılara ulaştırmak on yıldan fazla zaman aldı. ( Reagan'ın ikinci dönemini, George Bush, Sr ve Bill Clinton'ın başta olduğu dönemler boyunca ) Tabiki bu daha sonra, vergi artırımları gündeme geldi ve George Bush, Sr'ın tekrar seçilmesine malold u. Böylece ı 990'ların kutuplaşmış politikaları başlamış oldu. Tarih mutlaka tekerrür edecektir. Bush yönetimindeki bazı sağ kanatlı ideolojiler, bugünün bütçe açıklarının sonunda hükümeti sosyal harcamaları sert bir şekilde kesrnek zorunda bırakacağına inanıyorlar. Bu kişiler, sosyal güvenlik ve sağlık gibi programların kaldırılmasını umut ediyorlar. Ama Amerikan halkı bu sosyal programları güçlü bir şekilde destekliyor. Bu suretle, sağ kanat, ilk olarak sosyal programlarda kesintilere yol açmak için vergi indirme stratejisi uygulayacak, bu başarısız strateji ile sonunda vergi oranları yükselrnek zorunda kalacaktır. Bush yönetimindeki diğerleri ise, vergi indirimlerinin Amerikan ekonomisinin durgunluktan çıkması için önemli olduğunu savunuyorlar. Bu ıo7 düşünce de yanlış. Amerikan ekonomisi vergi kesintisi olmadan da düzelebilir, belki de böylesi daha sağlıklı olur. Ne olursa olsun, uzun vadeli vergi politikalarını, kısa vadeli konjonktür dalgalanmalarına göre oluşturmak çok büyük bir hata. Burada diğer ülkeler için iki önemli ders çıkarılabilir. Birincisi; bütçe açığının büyümesi er ya da geç Amerika'nın uluslararası gücünü sınırlayacaktır. Amerika, Irak savaşını sadece savaşı yüksek vergilerle karşılamak zorunda kalmayacağı için destekledi. Amerikalılar yabancı ülkelere maceralar ile yüksek vergi arasında seçim yapmaya zorlanınca, sınırları dışındaki masraflı askeri operasyonları isteksiz de olsa destekleyeceklerdi. Aslında, Amerika kamu vicdanİ ile Bush'tan kalan finansal karışıklık arasında ikiye bölünecekti. İkinci ders ise ülkelerin bütçelerini yaparken yaşlanan nüfusun getireceği yüksek finansal yükü de hesaba katmaları gerektiğidir. Vergi ödeyenler ile parlamento, nadiren uzun vadedeki bütçe şartlarını göz önüne alırlar. Hükümetlerin, bütçede kısa vadeli manipülasyon eğilimlerine engel olmak için, yıllık bütçe taslaklarını uzun vadeli bütçe değerlendirmeleri ile birlikte sunmaları gerekmektedir. Amerika örneği diğer ülkeler için bir erken uyarıdır. Beyaz Saray, diğer ülkeleri, sihirbazların televizyoncia izleyicilerini uyardığı gibi uyarabilir : " Bunu evde denemeyiniz." 108 4. Büyümenin Sürekliliği için Yapısal Reformların Hayata Geçirilmesi, Türkiye' de son yıllarda en çok konuşulan buna karşın hayata geçirilmesi konusunda en fazla direnilen ve önemi kavranmayan konu da yapısal reformlar. Yapısal reformlar istikrarlı, uluslararası rekabete açık ve verimli bir ekonomik yapı için temel koşul olmasına rağmen içerik olarak da pek içi doldurulamayan konu haline geldi. Yapılan girişimler ya eksik yada ülke koşullarına uzak uygulamalara sahne oldu. Türkiye; siyasetin neredeyse "her şeye hakim olduğu", ekonominin siyasi amaçlar (oy maksimizasyonu) doğrultusunda yapılandığı, hukuk siteminin ise yine siyaset tarafından yönlendirilip neredeyse "ayaklar altına alındığı" bir yapı içinde yönetilmeye çalışılıyordu. Oysa olması gereken öncelikle hukukun üstünlüğü ve herkese eşit olarak uygulanması, ekonominin rekabet koşulları içinde örgütlendiği verimli bir yapıya kavuşması ve siyasetin de bu çerçeve içinde yapıldığı bir sistemin kurulmasıydı. Yapısal reformların temel hedefi siyasetin belirleyici olduğu yapıyı hukukun üstünlüğüne dayalı bir yapıya dönüştürmekti. Uygulamadaki temel eksiklik reformların belirli bir bütünsellik içinde uygulanması yerine parça parça ve deneme yanılma yöntemine dayalı olarak uygulanmasıydı. Oysa bütünsellik etkinlik ve dönüşüm açısından son derece önemli bir konuydu. Öncelikle bu konunun altını çizmek gerekiyor. Çerçeveyi çizmek gerekirse; • Öncelikle ciddi bir hukuk reformuna gereksinim var. Etkin ve hızlı işleyen dünyanın değişen koşullarına uygun herkese eşit derecede uzak bağımsız bir hukuk sistemi yapısal reformların olmazsa olmaz koşulunu oluşturuyor. • Siyasetin elinde bulunan tüm konular; yeni tarım sektörü, mali sistem, sosyal güvenlik sistemi, kamu idareleri ve bürokrasi, vergi sistemi, Merkez Bankası, Enerji sektörü, KİT'ler belirli bir reforma çerçevesinde yeniden yapılanacak ve yeniden yapılanmaya uygun bir hukuk sistemi oluşturulacak. • Bu konulardan yalnızca örneğin özelleştirme ve/veya tarım kesimi üzerinde çalışmak yeterli değil. Bir bütünsellik gerekiyor. Söz konusu bütünsellik yapısal reformların önündeki engellerin ortadan kaldırılmasını da içeriyor. Öncelikle yapısal reformların önündeki en büyük engelin yani siyasi anlayışın değişmesi, diğer taraftan da toplumun tüm kesimlerinin eğitilmesi ve 109 toplumsal uzlaşmanın sağlanarak ekonomideki belirsizliklerin ortadan kaldırılması gerekiyor. Tüm bu çalışmalar bir bütünsellik içinde büyümenin nasıl sağlanacağı konusuna kilidenecek ki istihdam, kamu borcu, yetersiz tasarruf-kaynak ve cılız fınans yapısındaki sorunlar aşılabilsin. Ancak tüm bu temel hedeflere Yapısal rağmen 2001 yılının ikinci çeyreğinde yapısal reformlar neden gerekli? • Şeffaflığın sağlanması • Yolsuzluğun azami ölçüde azaltılması • Kıt kaynakların etkin kullanım ve etkin dağılımı için sağlıklı bir rekabet ortamının yaratılması reformlara ilişkin yasal düzenlemeler gündeme geldiğinde ortalık karışmış, ilgili kesimler konunun önemine ilişkin nutuklar atmaya başlamıştı. Fakat bugün IMF'nin yapısal reformlar konusunda 2001 yılında olduğu gibi çok ısrarcı olmadığı dikkat çekiyor. Bunda IMF'ye sosyal konularda yapılan eleştirilerin ve ABD'nin ll Eylül sonrası değişen uluslar arası politika stratejilerinin büyük etkisi olduğunu açık. Oysa sosyal güvenlik sisteminin açıkları büyüdükçe bütçe üzerindeki yük artmaya devam ediyor. Kapsamlı bir vergi reformu yerine keyfi ve hukuksuz uygulamalar yanı sıra aflarla günlük gereksinimler karşılanmaya çalışılıyor. Tarımsal verimlilik artışını hedeflernesi gereken tarım reformu ise tümüyle ihmal edilmiş durumda; bilinçsizce ve Türkiye'nin koşullarından uzak sistemlerle üreticiyi destekleyecek yeni yapı için adımlar atılamıyor. Özelleştirme hedefleri ise yine yakalanamamaya devam ediliyor; gelir hedefi ön planda olduğu için işler aksıyor. Zorunlu olarak benimsenen zamana yaygın çözüm nedeniyle mali sektör reformunda gerekli ve yeterli mesafe kaydedilemiyor; kırliganlık yüksek düzeyini koruyor. Kamu yönetimine belirli bir disiplin getireceği iddia edilen kamu ihale yasası ise iki kez değiştirilerek amacından uzaklaştınlıyor fakat ilgili kesimler ağzını açamıyor. Kamu yönetimindeki aksaklıklar giderilemiyor. Bu olumsuzluklar nedeniyle bir sistem oluşaınıyar ve çalışmıyor; boşluklar belirsizlik yaratacak keyfi uygulamalarla dolduruluyor. Hal böyle olunca da kıt kaynaklar etkin bir biçimde kullanılamıyor ve doğrudan yatırım ilgisi olması gerekenin tam aksi yönde olmaya devam ediyor. Oysa istikrarın kalıcı olabilmesinin yapısal reformlara bağlı olduğunu ve orta vadeli kalıcı iyileşmenin ancak bu şekilde sağlanabileceğini biliyoruz. 110 5. Her yıl yüklü (7-8 milyar dolar) direk yabancı sermayenin çekilmesi, gelen sermayenin yalnızca iç talebi karşılamak için değil ihracat amacıyla da gelmesi ve istihdama katkıda bulunması, Tüketici kredisi itişle iç talep kaynaklı büyümenin cari işlemler dengesi üzerindeki tahribatını tartıştık. Türkiye'nin temel sorunlarından biri bu açığın nasıl finanse edileceği, diğeri ise işsizlik sorununa nasıl çözüm bulunacağı. .. Cari açığın fınansmanında ağırlıklı olarak kısa vadeli borçlanmanın ve net hata noksan kalemi altında giren sıcak paranın bulunduğunu biliyoruz. Örneğin 2003 yılında 6.8 milyar dolarlık cari açığın 4.9 milyar dolarının nedeni bilinmeyen döviz girişinden sağlandığını Merkez Bankası'nın ödemeler dengesi istatistiklerinden saptayabiliyoruz. Oysa nedeni bilinmeyen ve/veya sıcak para ile fonlanan cari açığın orta ve uzun vadede sürdürülebilirliği Asya krizi deneyiminde oldukça tartışmalı. 2004 yılında 10 milyar doların üzerinde cari açığa doğru gidildiğine göre bu açığın da yine sağlam olmayan kaynaklardan kapatılması tedirginliği ve geleceğe ilişkin belirsizliği artırıyor. Uygulanan ve uygulanması düşünülen yeni programın TL' nın değerlenmesine dayandığı gerçeğinden hareketle cari açığın fınansmanında ve Türkiye'nin en önemli sorunu olan istihdam sorununun çözümünde yabancı sermayenin önemi tartışmasız biçimde büyüyor. Gerek şu anda uygulanan gerekse 2005 yılı başından itibaren uygulanması hedeflenen üç yıllık program yabancı sermayenin girişine dayanıyor. Türkiye'nin son iki yıldır AB üyeliği konusunda attığı adımlar ve global trendlere uyum sağlama girişimlerinin ardında yabancı sermayenin geleceği beklentisi yatıyor. 2004 yılının ikinci yarısına kadar 2000 yılında başlayan programın bu konuda başarısız olduğu biliniyor. Ancak buna rağmen bilmemiz gereken bir başka gerçek daha var: Programın doğası gereği cari açığın finansmanı ve istihdam sorununun hafıfletilmesi yabancı sermaye girişine bağlı. Çünkü Türkiye'nin uygulanan program çerçevesinde bunu kendi dinamikleri ile gerçekleştirecek gücü yok. Program da bu dinamikleri ortaya çıkarmak yerine kamu borcunun çevrilmesi için bu dinamikleri feda etmeye devam ediyor. 6. Türk Lirasının daha fazla aşırı değerli hale gelmemesi, 2002 yılında IMF ile yapılan üç yıllık anlaşmada lll daha önce de bu programı analiz ederken belirttiğimiz gibi Türkiye'nin ihracata yönelik büyüme modeli çerçevesinde hareket edeceği belirtilmişti. Öncelikle bu konunun altını çizmek gerekiyor. Çünkü Türkiye'nin yabancı sermayeyi çekmeye zorlandığı bir ortamda en azından rekabet gücünü koruması ve bu çerçevede dış açık konusunda duyarlı davranması gerekiyor. Türkiye'nin 1997 yılında Asya'da başlayan ve Rusya, Brezilya gibi ülkelerle devam eden krizden gereken dersi alması artık kaçınılmaz bulunuyor. Çünkü "sıcak para" ile finanse edilen dış açığın kısa dönemde sürdürülebilir ancak orta ve uzun dönemde sürdürülemez olduğunu, eninde sonunda bir kriz yaşanmasının kaçınılmaz olduğunun anlaşılması gerekiyor. Hiç kuşkusuz bir ülkenin rekabet gücünün artırılması ve dış açık konusunda sorun yaşamaması için yalnızca ülke parasının değer yitirmesi gerekmiyor. Verimlilik artışında sağlanacak başarı da ülke parasının değerliliğinin dış ticaret açığı üzerindeki olumsuz etkisini ortadan kaldırabiliyor ve ülkeye sağlıklı bir rekabet gücü kazandırıyor. Öncelikle Türkiye' de kurdaki değerliliğin ve bunun etkilerinin ortaya konması gerekiyor ve buna bağlı olarak Türkiye'nin rekabet gücünü tartışmak gerekiyor. Grafik 1O: Reel Efektif Döviz Kuru (Türk 160 150 Bazlı - Tüfe - Tefe Bazlı Reel Efektif Kuru (1995-100) Parası Değerli mi?) Reel Efektif Kuru (1995-100) -------------------------------------------- 140 130 120 110 100 90 80 ,.... ,.... ,.... co o o co co "' "'>- a"' -"'"' "'>- a"' -"'"' "'>- a"' -"'"' "'>- a"' -"'"'"' "'"'>- a"'"' -"'o o>u "' :;., o"' ~"' :;., o"'u ~"' :;., o"'u ~"' :;., o"'u ~"' >. o"'u ~"' o"' ~ U"l U"l U"l lO lO lO -"' IJ u.ı u.ı u.ı u.ı u.ı o o a :;., u.ı ;; ;; ;; -"' o"' u >- "' ~ a :;., u.ı N o -"' o"' u N o >- "' ~ N (V) a -"' o :;., u.ı o o"' u (V) o >- "' ~ (V) o a :;., LU Kaynak: TCMB a. Dış ticarette rekabet gücünü gösteren parametrelerden birinin de reel efektif döviz kuru olduğu biliniyor. T.C. Merkez Bankası tarafından 1995 yılı baz alınarak gerek TEPE, gerekse TÜFE için reel efektif döviz kuru hesaplanıyor. 112 o """ """ o -"' o"' u >- "' ~ Kısaca reel yaptığımız efektif döviz kuru Türkiye'nin enflasyon göstergelerini ticaret ve rakip olan ülkelerin enflasyonları ile karşılaştırarak olması gereken kur endeksini hesaplıyor. Bu yaklaşıma göre kabaca olması gereken kur değişiminin diğer ülkelerle Türkiye'nin enflasyonu arasındaki fark kadar olması gerekiyor. Grafikte ıoo ile gösterilen çizgi olması gereken kuru ifade ediyor. Eğer grafik ıOO'ün üzerinde ise Türk Parası'nın değer kazandığını altında ise değer yitirdiğini gösteriyor. Örneğin 200 ı yılı Şubat ayındaki çizgi izlendiğinde Türk parasının TÜPE'ye göre yüzde 48, TEPE'ye göre ise yüzde ı8 oranında değerli olduğu kabul ediliyor, tabii ki ı995 yılındaki kurun doğru olduğu varsıyı ile bu sonuca varılıyor. Bu dönemde dış ticaret açığının arttığı ve cari açığın Milli Gelire oranının yüzde S'e yani 9.8 milyar dolara ulaştığı biliniyor. b. 2004 yılının Haziran ayı itibariyle ise Türk Lirasındaki değerlilik (ı +0. 77 Euro'dan oluşan sepet bazında TEPE ve TÜPE'ye göre yüzde 28 ile 38 arasında değerli görünüyor. c. Türk parasının değerli olmasının direk olarak dış ticaret ile bağlantılı olduğunu biliyoruz ve özellikle değerli Türk Lirasının iç talep artışı ile birleştiğinde ithalatı ciddi biçimde artırdığı biliniyor. İhracat üzerinde de etkisi var ancak iç talep ile uyarılmış ithalat daha belirleyici. Ancak ihracatçıyı olumsuz etkilediğini de belirtmek gerekiyor. Ama bu ilişkiyi maliyetleri dikkate alarak açıklamak gerekiyor. d. İhracatın "motor" güçlerinden birini oluşturan (sanayi ürünleri ihracatının yüzde 30'u) hazır giyim ve konfeksiyon sektörü için yapılan bir araştırmaya dikkat çekelim: Sektörde rekabet koşullarının gittikçe kötüleştiğinin bir göstergesi olarak maliyet (iplik ve kumaş fiyatları) ve kur endeksi aşağıdaki tabloda yer alıyor. "OOı yılının ikinci yarısından itibaren maliyet artışının sürekli kur artışının üzerinde kaldığı gözlemleniyor. Diğer taraftan bu sektörde üretim maliyetleri içinde yüzde 30 ile en önemli paya sahip olan işgücü maliyetlerinin 2004 yılı başında yüzde 40'lık bir artış yaşandığı da biliniyor. Dünyada yaşanan yoğun rekabet sonucu ihracat birim fiyatlarının sürekli gerilediği de dikkate alındığında sanayi ihracatının yüzde 30'unu, istihdamın da yine yüzde 30'unu "taşıyan" sektörün durumu açıkça ortaya çıkıyor. ıl3 Tablo 14: Hazır giyim sektörünün rekabet koşullarındaki gelişmeler (Maliyet ve Kur Endeksi ne göre) Dönemler 2000 1. yarı 2000 2. yarı 20011. yarı 2001 2. yarı 2002 1. yarı 2002 2. yarı 2003 1. yarı 2003 2. yarı 2004 1. yarı Maliyet endeksi 100 116.3 158.1 226.1 256.9 290.8 320.6 337.8 354.6 Euro Endeksi 100 104.3 156.8 231.6 220.8 287.3 309.4 290.9 303.1 Dolar endeksi 100 112.9 168.6 248.7 235.7 277.8 269.2 241.1 236.9 Kaynak: IT KIB Temmuz 2004 'Hazırgiyim ve Konfeksiyon Sektörünün 2004 Ocak-Haziran Ihracat Performans Değerlendirmesi' e. Son yıllarda verimlik artışında yaşanan olumlu gelişmelerin rekabet gücü üzerindeki olumlu etkisinin yükselen maliyetler sonucu azaldığı ve kar marjlarının gerilediği artık iş dünyası tarafindan sıklıkla dile getiriliyor. İhracatta ve özellikle katma değeri yüksek olan ve istihdam üzerinde tartışmasız etkiye sahip sektörlerde kar marjındaki daralma daha dikkat çekici. Diğer taraftan ihracattaki artışa etkisinin büyük olduğunu bildiğimiz otomotiv sektöründe (100 dolarlık ihracat için yaklaşık 75 dolar ithalat yapılan ve katma değeri nisbi olarak düşük olan sektör) dahi azalan kar hadleri ciddi bir sorun oluşturmaya devam ediyor. Oysa kar yeni istihdam yaratacak yatırımların iticini gücünü oluşturuyor. Kar yapmakta zorlanan sektörlere verimlik artışı dışında başka bir seçenek kalmıyor. Ancak artan maliyetler (işgücü, vergi, enerji, diğer hammaddeler) verimlik artışından sağlanmaya çalışılan karların önemli bölümünü de alıp götürüyor. Dolayısıyla burada kurun düzeyi önemli olmaya başlıyor. f. Dış ticaret açığının "tehlikeli boyutlara" ulaşmaması için rekabet gücünün önemini yeniden ifade etmeye gerek yok. Ancak Türkiye' de uygulanan kur sisteminin "dalgalı kur sistemi olduğu ve döviz kurunun piyasada arz ve talep tarafından belirlendiği" yönündeki iddialar da önemli. Öncelikle dalgalı kur sisteminin temel özelliklerini; avantaj ve dezavantajlarını aşağıdaki tabloda özet olarak gösterdim; 114 DALGALI KUR NASIL ÇALlŞlR? Acaba dalgalı kur sisteminde kurlar nasıl oluşuyor? Merkez Bankası dışında da kuru etkileyen faktörler var mı? Aslında dalgalı kur sistemlerinde kurun tahminini yapmak çok zor. Ancak olması gerekeni hesaplayabilirsiniz. Bu hesaplama Satınalma Gücü Paritesi dediğimiz yaklaşımla yapılıyor ... Örneğin, 2002 yılı başında Bir Amerikan Doları bir milyon 430 bin lira civarındaydı. Aynı yıl Türkiye'de enflasyon yüzde 30 gerçekleşirken, Amerikan enflasyonu yüzde 2 oldu. Bu koşullarda 2002 yılı sonunda olması gereken kur nedir dersek, yukarıdaki yönteme göre hesaplandığıncia bir milyon 822 bin lira civarında olması gerekirdi. Ama yıl sonunda bir milyon 630 bin lira oldu. Bu hesaplamaya çeşitli itirazlar olabilir. Euro, Amerikan Dalarına karşı 2002 yılında yüzde 5.5 değer kazandı diyebilirsiniz. Doğru... · O zaman bunun etkisini kaldırın yukarıdaki hesaplama modeline göre bir milyon 700 bin liranın altında olmaması gerekir. Diğer taraftan bir milyon 430 bin liranın da olması gereken kur olup olmadığını da sorgularsınız. Doğrudur ... 2002 başındaki kur daha yukarıda olması gerekirdi ... Bizim işimiz burada bunun doğruluğunu tartışmak değil. Sadece dalgalı kur sisteminde kurların oluşumu ile ilgili yaklaşımları analiz etmek... Şimdi gelelim ikincisine ... İki para arasındaki nispi faiz farklılıkları da döviz kurunun belirlenmesinde etkili oluyor. Örneğin Euro'nun faizi yüzde 3.5 ama Amerikan Dolarının faizi yüzde 1.5 ise piyasa oyuncuları burada devreye giriyor ... Amerikan dolarını yüzde 1.5' dan borçlanan yatırımcı borçlandığı doları Euro'ya çevirip yüzde 3.5 faiz getiri elde etmek için girişimde bulunuyor. Dolar satıcılı, Euro alıcılı olduğu için de Euro Amerikan dalarına karşı değer kazanabiliyor ... Döviz kurlarının oluşumundaki diğer ekonomik faktörler ise ülkelerin ekonomik performansları ile ilgili ... Büyüme oranı, işsizlik oranı, vergiler, ihracat ve ithalat dahil Ödemeler Dengesi'ndeki gelişmeler, Kamu Borçları, Kamu açıkları ve bu açıkların sürdürebilirliği, enflasyon, reel faiz oranı gibi birçok makro ekonomik faktör bir ülke parasının değerinin belirlenmesinde etkili oluyor ... Dalgalı kur sisteminde döviz kurunun oluşumu ile ilgili saydığımız üç ekonomik faktörün yanı sıra; politik yapı ve toplumsal davranışlar gibi birçok ekonomi dışı faktör de döviz kurunu etkiliyor ... 115 Tablo. Dalgalı Kur Sisteminin Avantaj ve Avantajlar • Dışsal/reel şoklara karşı direnç • Dış ticarette rekabet gücü • Bağımsız para politikası (Merkez yalnızca sısa vadeli faz oranlarının belirlenmesi ile uğraşır) Dezavantajları Dezavantajlar • Enflasyon ithali • Ticari ve finansal faaliyetlerin artan risk Bankası karşılığında daralması • Kur riskinin reel ve finansal kesimde yarattığı tahribatı g. Türkiye 2003 yılında ı 4 milyar dolar dış ticaret açığı, 6.8 milyar dolar de cari işlemler açığı veren bir ülke oldu. 2004 yılının ilk beş ayında 8.4 milyar dolar cari açık verirken, altı aylık dış ticaret açığı ise ı6.8 milyar dolara ulaştı. Merkez Bankası'nın bu arada bavul ticaretinin hesaplanmasındaki sorunları da ekiediğimizde cari açığın 2004 yılında "alarm sinyali vermeyecek" durumda tutulması konusunda yaklaşımları da değerlendirmeye dahil etmemiz gerekiyor. h. Dalgalı kur sisteminin en önemli avantajı dış ticarette rekabet kazandırma özelliği. Oysa "şok" denebilecek 2004 yılı gelişmelerine rağmen Türk Lirası'nın değerlenıneye devam etmesi dalgalı kur sistemi ile bağdaşmıyor. Kurların bu açığa tepki göstermesi gerekiyor ama nedense (!) bu tepki ortaya çıkmıyor. Burada kurumların pozisyonları ile beklenti yönetiminin önemli etkisi olduğunu görüyoruz. Örneğin Merkez Bankası 2003 yılının Mart ayından 2004 yılının Mart ayına kadar dövizde "tek alıcının kendileri" olduğunu açıklıyor ama Merkez Bankası bilançosu "tek" alıcı iddiasını doğrulamıyor. Merkez Bankası piyasalara müdahale edip döviz alıyor ama aynı zamanda gereksinimi olanlara da döviz satmaya devam ediyor. Merkez Bankası ve döviz kurları Döviz konusunda yapılan bir diğer tartışma ise Merkez Bankası'nın ne kadar döviz aldığı ile ilgili. Bilindiği gibi Merkez Bankası piyasadan direk veya ihale yöntemi ile döviz alabiliyor. Bugünlerde günlük ihalelerle maksimim 80 milyon dolarlık döviz alımı yapacağını açıkladı. Yine son bir ay içinde piyasaya girerek büyük miktarda (ı milyar doların biraz üzerinde) döviz alımı da gerçekleştirdi. Merkez Bankası başkanı kamuoyunda sık sık "kendilerinden başka döviz alımı yapanın olmadığı" yönünde açıklamalar yapıyor. Ayrıca Merkez Bankası'nın 8-9 milyar dolar civarında döviz alımı yaptığını belirtiyor. 116 Bu türden açıklamalar kamuoyunda doğal olarak farklı algılanıyor. Şirketler, bankalar olmak üzere fınans kurumları ve bireysel yatırımcılar; "madem ki döviz alan yok bu durumda biz niye alalım, tam tersi biz de satalım ve yüksek TL getiriden yararlanalım" biçiminde psikolojik bir algılama içine giriyor. başta Şimdi de Merkez Bankası başkanının sıklıkla dile getirdiği 8-9 milyar dolarlık döviz alımına. Merkez Bankası eğer döviz alıyorsa bunu bizim bankanın bilançosuna bakarak görmemiz gerekiyor. Merkez Bankası'nın Döviz Varlıkları ile Döviz Borçları arasındaki fark bankanın Net Döviz Rezervini gösteriyor. Buradan hareketle bankanın aldığı "net" döviz miktarı saptanabilir. Aşağıdaki tablo bankanın Net Döviz Pozisyonundaki gelişmeyi gösteriyor; Merkez Bankası'nın Net Döviz Pozisyonu (Milyon$) -911 28 Mart 2003 31 Ekim 2003 2.689 54 26 Aralık 2003 13 Şubat 2004 1.191 ABD'nin Irak işgalinde sıcak savaşın sonu olarak kabul edebileceğimiz 28 Mart 2003 tarihinde Merkez Bankası'nın Döviz Varlıkları ile Döviz Yükümlülükleri arasındaki fark yani Net Döviz Pozisyonu 911 milyon dolar açık veriyordu. Yani bankanın döviz varlıkları döviz borçlarının altındaydı. Bu bankanın 911 milyon dolarlık açık pozisyonda olduğunu gösteriyor. Ancak sıcak savaşın sona ermesi ile sistem dışına çıkan dövizlerin yeniden sisteme girmesi, yaz aylarında gelen işçi dövizi ve turizm gelirleriyle artan döviz bolluğu sonucu bankanın döviz alımlarıyla birleştiğinde bankanın açık pozisyonunu kapattığını ve 2 milyar 689 milyon dolarlık döviz pozisyon fazlalığına geçtiği gözleniyor. Yani Merkez Bankası aldığı dövizler ile 911 milyon dolarlık döviz açığını kapattığı gibi 2 milyar 689 milyar dolarlık fazlalığa geçiyor. Böylece geçen yılın Mart ile Ekim ayları arasında bankanın aldığı döviz miktarını saptayabiliyoruz: Banka bu dönemde 3 milyar 600 milyon dolar net döviz almış Ancak Ekim ile Aralık ayı arasında bankanın 2 milyar 635 milyon dolar döviz sattığını gözlemliyoruz. Çünkü Aralık ayı sonunda Merkez Bankası'nın net döviz fazlalığı 54 milyon dolara gerilemiş. Merkez Bankası'nın en son 13 Şubat 2004 tarihli bilançosuna göre; bankanın net döviz pozisyon fazlası bir milyar 191 milyon dolar olmuş. Bu da bankanın 117 yılbaşından 13 Şubata kadar net bir milyar 137 milyon dolar döviz aldığını gösteriyor. Toparlarsak, Merkez sıcak savaşın bittiği 2003 yılının Mart ayından 2004 yılının 13 Şubatına kadar 2 milyar 102 milyar dolar net döviz satın almış. Böylece Merk~z Bankası'nın aldığı net dövizi saptamış olduk. Bu durumda MerkezBankası'nın sıkça dile getirdiği 10 milyar doların üzerinde döviz aldık savunmasının ne kadar doğru olduğunu görebiliyoruz. Banka aldığı dövizin miktarını belirtirken sattığı dövizi veya döviz varlıklarındaki azalmayı dile getirmiyor. Bu da piyasada yanlış bir algılamaya yol açıyor. Kısaca Merkez Bankası beklenti yönetiminde başarılı oluyor. Dövizi bu kadar aşağıda tutan hareketin 2.6 milyar dolarlık bir rakam olduğunu görmemiz gerekiyor. Büyük ölçüde dış destek ve psikolojik nedenlerle oluşan hareket ve TL' nin değerlenınesi kimlerin işine yarıyar acaba? ı. Türk Lirasının değer kazanması öncelikle Hazine'nin işine yarıyor. Çünkü Hazine 2001 yılında bankaların aktifındeki TL cinsinden kağıtları dövize endeksli hale getirerek ve döviz talebini durdurmak için döviz-dövize endeksli borçlanma senedi ihraç ederek yalnızca dış borçlarından kaynaklanan değil, iç borçlarının bir bölümünün de dövize endeksli hale getirilmesi sonucu ciddi kur riski taşıyan bir borç portföyüne sahip. 2004 yılının Mayıs ayı itibariyle analiz edildiğinde; ki önceki dönemlerde döviz cinsinden borçlanmanın ağırlığı çok daha yüksektir, 204 milyar dolarlık toplam borç stoğunun yaklaşık 63 milyar doları dış borçtan, 141 milyar dolar da iç borçtan oluşuyor. Ancak iç borçların yaklaşık 22 milyar doları da döviz endeksli yani Hazine borçlarının yaklaşık 85 milyar doları döviz ve/veya dövize endeksli. Buna karşın Hazine Türk Lirası cinsinden gelir (vergi toplayan) elde eden bir kurum. Dolayısıyla ciddi bir açık pozisyona sahip. Bu durumda kurların yükselmesi Hazine açısından oldukça olumsuz bir tablo ortaya çıkarıyor. Diğer taraftan Hazine'nin borçlanma maliyeti de Türk Lirası'nın değer kazanması ile birlikte azalıyor. Türk Lirası borçlanmaya ciddi faiz ödemeyen Hazine, dövizin aşağı doğru seyretmesi ile birlikte döviz cinsinden borçlanmaya düşük reel faiz ödemiş oluyor ve ortalama borçlanma maliyetini aşağı doğru çekebiliyor. Aşağıdaki tabloda bu durum açıkça görülebiliyor. Dış borcun reel faiz yükü de dahil edildiğinde kurların aşağı doğru seyretmesinin Hazine borçlanması üzerinde ne kadar olumlu etki yaptığını herhalde tartışmaya gerek kalmıyor. 118 i. Döviz kurlarından etkilerrecek diğer kesim ise mali sistem. Döviz kurlarındaki artışın faiz oranlarını tetiklediğini biliyoruz. Faiz oranlarının yükselmesi durumunda bankacılık sistemi başta olmak üzere aktifinde ciddi boyutlarda menkul kıyınet (Devlet iç Borçlanma Senetleri, Eurobond, diğer borçlanma senetleri, hisse senedi vbz.) taşıyan kurumların bundan etkileneceklerini biliyoruz. 2002 ve 2003 yıllarında, ki 2001 yılında bu oran daha yüksektir, bankaların aktifleri içinde menkul kıymetlerin payı yüzde 40'lı seviyelerde bulunuyor. Bir diğer ifade ile bankalar mevduatlarının yaklaşık yüzde 67'sini Devlet İç Borç Senedi (DİBS) olarak tutuyor. Bu oran kamu bankalarında yüzde 83'e yükseliyor. Tablo 17. Bankaların Aktif Yapısı Li KiT AKTIFLER MENKUL DEGERLER CÜZDANI MD -Satılmaya Hazır MD - Vadeye Kadar Elde Tut. MD KREDiLER - Takipteki Krediler - Özel Karşılıklar DURAN AKTiFLER - Iştirakler - Baqlı Ortaklıklar - Maddi Duran Varlıklar - Maddi Olmayan Duran Varlıklar DiGER AKTiFLER TOPLAM AKTiFLER -Alım Satım Amaçlı 2003 (TrHyonTL) 36.284 106.910 30.026 30.668 46.217 74.929 8.629 7.641 19.242 2.386 6.252 10.196 407 17.315 249.750 2003 %ı:ıay_ 14.5 42.8 12.0 12.2 18.5 28.0 3.4 3.0 7.7 1.4 2.5 4.0 0.1 6.9 100.0 2002 % R_ay_ 16.2 40.5 9.8 8.3 22.4 26.5 4.9 3.1 8.5 1.4 2.5 4.5 0.2 8.5 100.0 Kaynak: TBB Istatistiki Raporlar. internet Sitesi'inden derlenmiştir. j. Mali sistemdeki yüklü DİBS portföyünün bulunması, döviz kurlarının artmasıyla birlikte yükselecek faiz oranlarıyla birlikte değer kaybıyla karşı karşıya kalacağı gerçeği biliniyor. Bu durumda bankaların aktif yapılarında ciddi bir bozulmanın ortaya çıkması kaçınılmaz oluyor. Diğer taraftan uzun yıllardır döviz borçlanıp bunu Türk Lirası'na çevirerek yapılan açık pozisyonlar 2000 119 yılındaki gibi yüksek boyutlarda olmasa da yine mali sistem ve mali sistemden döviz borçlanarak bunu TL'ye geçen reel kesimi de zor durumda bırakabilecek k. Türk Lirasının değerli tutulmasının bir diğer sonucunun da artan ithalat ve bununla birlikte ithalden alınan KDV'lerin de artması olduğunu biliyoruz. Ekonomik büyümeye rağmen 2004 yılının ilk yarısında vergi toplamakta zorlanan Maliye Bakanlığı'nın yardımına iç talepteki artış sonucu belirli sektörlerdeki KDV artışı ve ithalattan alınan vergiler koştu. 1. Türk parasının değerlenınesi ile başlayan; tüketici kredisi destekli belirli sektörlerde (otomotiv vbz) iç talebin uyarılması sonucu yakalanan büyüme IMF tarafından başarılı bulunsa da (1 Ağustos 2001 Pazar, Hürriyet Gazetesi, IMF Türkiye Masası Şefi Rıza Moghadam s. 8) cari açıkla ilgili önlemler alınması gereğine dikkat çekiyor. Hiç kuşkusuz bu iç talebin daraltılması zorunluluğunu beraberinde getiriyor; daha sıkı bütçe, daha fazla faiz dışı fazla, KİT ürünlerine zam ve ekonominin soğutulması. .. m. Türk Lirasındaki değerliliğin ortadan kaldırılması Hazine'nin borçlanma yapısı, maliyeti ve mali kurumların portföyleri nedeniyle mümkün görünmüyor. Diğer bir ifade ile Türkiye'nin rekabet gücünün artırılması için döviz kuru "silahının" kullanılmasına Hazine mümkün olduğunda direnecek. Ancak iç talebin kısılmasına yönelik adımların ve cari açığın kapatılması hedefinin ithalat ve iç tüketimden alınan vergileri olumsuz yönde etkileyeceği açık. Bunun sonucunda maliyetleri düşürme konusunda adımların atılamadığı ve/veya adımların atılmasının mümkün olmadığı (örneğin SSK prim yükünün sosyal güvenlik sistemindeki açık nedeniyle düşürülememesi, vergi oranlarının aşağı çekilememesi, enerji fiyatlarındaki yüksek düzeyler.. ) bir ortamda değerli TL'nin rekabet gücü üzerindeki etkisinin olumsuz olacağı ve kaçınılmaz biçimde cari açığın devam edeceğini beklememiz gerekiyor. n. Mali kurumların ve Hazine'nin konumu Türkiye' deki uygulanan kur sisteminin "dalgalı" olup olmadığını da bir kez daha gündeme getiriyor. Merkez Bankası da "dalgalı" kur sistemi sonucu ortaya çıkacak belirsiz ortam ve kurlardaki bir yükseliş karşılığında enflasyonun yeniden yükselme trendine girmesini isterneyeceği açık. Bu nedenle "zaman zaman Merkez Bankası yerinde uyarılarda" bulunsa da değerli TL ve beklenti yönetimi ile temel sorunlarm aşılamayacağını bilmesi ve aşırı değerli tutulan TL ile sağlanan "soluk alma operasyonunun" kalıcılığının ekonomideki kırılganhğı azaltmayacağını kabul etmesi gerekiyor. 120 7. iç ve dış borçlanmada vadenin uzaması ve maliyetierin düşmesi, Türkiye'nin en önemli sorunlarından birini de iç ve dış borçlanınada vade ve borçlanmanın maliyeti oluşturuyor. IMF yetkililerinin de sıklıkla belirttiği gibi Türkiye Brezilya ile birlikte dünyada en yüksek reel faizi ödeyen ülkelerin başında geliyor. Daha önceki bölümde iç ve dış borçlanmanın maliyeti üzerinde ayrıntılı biçimde durulmuştu. Burada altı çizilmesi gereken en önemli nokta; Türkiye'nin borçlanma maliyetini azaltmak için değerli Türk Lirası politikası uygulaması. Değerli tutulan TL ile; borçların önemli bölümünün döviz ve veya dövize endeksli olması nedeniyle maliyet de bastırılmış oluyor. Bu durum ise cari açık ile ilişkilendirdiğimiz bir çok sorunu da beraberinde getiriyor. Türkiye'nin neden yüksek reel faiz ödemek durumunda olduğunu yukarıdaki bölümde ayrıntılı biçimde tartıştığımız için bu konuyu tekrara yer vermemek için daha ayrıntılı tartışmıyoruz. Diğer taraftan Türkiye'nin temel sorunlarından biri de özellikle iç borçlanınada yaklaşık iki yıla sıkışmış bulunan vade. Vadenin kısa olması zaten son derece sığ olan finansal piyasalarda büyük miktardaki borcun çevrilmek zorunda olması. Hiç kuşkusuz bu durum reel faizleri de yukarı iten nedenlerden biri. Dış borçlanınada da IMF ile yapılması düşünülen yeni programın hayata geçmemesi durumunda benzer sorun yaşanacak. Türkiye 2005 yılından itibaren üç yıl içinde IMF'ye olan borcunu kapatmak zorunda kalacak. Cari açığın verildiği dönemde Türkiye'nin net dış borç ödemesi yapmasının çok olduğunu tartışmaya sile gerek yok. Bir ülkede vadenin uzaması tek başına uzun vadeye daha fazla faiz vererek mümkün alamıyor. Her şeyden önce tasarruf sahibinin finansal piyasalara olan güveninin tesis edilmiş olması, makro ekonomik istikrarın sağlanmış ve istikrarlı bir ekonomik ortamın yaratıldığına ikna edilmesi ile mümkün olabiliyor. 8. istikrarlı büyüyen ekonomide sosyal gereksinimleri zorlamadan faiz dışı fazlanın verilmesi Faiz dışı fazla kamu borçlarının çevrilebilmesi açısından kritik bir kavram. Faiz dışı fazla ile kamu borcunun milli gelire oranını AB kriteri olan yüzde 60'ın altına çekilmesi arasında önemli bir ilişki var. Milli gelirin yüzde 6.5'i kadar kamu kesiminin faiz dışı fazla vermesi yalnızca bu oranı aşağı çekmeyecek aynı zamanda borç çevrimini de kolaylaştıracak. Ancak burada temel bir varsayım üzerinde durmamız gerekiyor: kamu borcunun milli gelire oranının aşağı çekilmesi için tek başına faiz dışı fazla verilmesi ve ekonominin büyümesi yeterli değil. Eğer reel faiz yükü bu iki kritik 121 oranı (faiz dışı fazla ve ekonomik büyüme) aşar ise yine borç oranını aşağı çekrnek mümkün olmuyor. Dolayısıyla reel faizlerin kabaca ekonomik büyüme ve faiz dışı fazla toplamının altına çekilmesi gerekiyor. FAİZLER DÜŞERKEN İÇ BORÇ NEDEN ARTIYOR? 2000 yılında istikrar programına başlarken temelde iki hedefimiz vardı: Enflasyonu düşürmek ve Milli Gelirin yüzde 60'ına ulaşan Kamu Borç Stoğunu Avrupa Birliği kriteri olan yüzde 60'ın altına çekmek. .. Üst üste yaşanan krizler bu iki rakarncia da ciddi sapmalara yol açtı. Milli Gelir ciddi boyutlarda küçülrnüştü, borç ise büyüyordu. 2002 yılında kısmi bir toparlanma yaşarnaya başladık. 2003 yılında siyasi istikrarın getirdiği bir "avans" havası ile birlikte "alınan pozisyonlar gereği zorunlu umut üretimi" döviz kurunu aşağı çekti. Bunun getirdiği rahatlama Türk Lirası cinsinden hesaplanan her büyüklüğü yabancı para (dolar) cinsinden şişirdi. Milli Gelir dolar bazında ciddi anlamda büyüyordu ve faiz dışı fazla ve mali disiplin sonucu borç stoğu kontrol altına alınmış, sonuçta borcu çevirme konusunda sorun kalmamıştı..! Bilindiği gibi kamunun (yalnızca Hazine, Merkez Bankası hariç) iç ve dış borç stoğunun 2004 yılı Şubat ayı itibariyle yüzde SS'i Türk Lirası cinsinden yüzde 45'i ise döviz ve dövize endeksli olduğunu biliyoruz. Döviz kurundaki aşağı trend toplam borç stoğunun Türk Lirası cinsinden olan kısmı, dolar cinsinden ifade edildiğinde büyütüyor. Dolayısıyla döviz kurlarında 2003 yılında yaşanan trend ile yüzde ı O civarında dolar bazında borç stoğunun TL kısmında artış olduğu söylenebilir. Ancak borç stoğuna ödenen reel faiz hesaplaması gündeme geldiğinde işler tersine dönüyor. Çünkü döviz kurlarındaki aşağı trende toplam borç stoğunun yarısını oluşturan döviz ve dövize endeksli kısmın reel faiz yükünü yüzde ıs civarında negatife dönüştürüyor. Yani borcun yarısını oluşturan dövizli kısmın reel faiz yükü negatif. Bunun borç stoğu üzerinde negatif "kartopu" etkisini unutmamak gerekiyor ... Borç stoğun u etkileyen diğer olumsuz gelişme ise yaklaşık ı O katrilyon liraya ulaşan imar Bankası'ndan gelen yük oluşturuyor. Bu da Milli Gelirin yüzde 2'sine tekabül ediyor. Piyasalar nedense bu yükü dikkate bile alrnadılar, neyse konumuz şimdilik bu değil. .. Sonuçta borç stoğundaki gelişmelere bakalım: 2002 yılı sonunda kamunun iç ve dış borç anapara stoğu ı48 milyar dolar civarındaydı. Kamu borç stoğu 2003 ı22 yılı sonunda dolar cinsinden yüzde 36 kadar artış göstererek 202.7 milyar dolara ulaştı. Böylece Kamu borcunun milli Gelire oranı hedeflendiği gibi yüzde 70'in altına çekilemedi. Tam tersi oran artarak yüzde 84'lere ulaştı. Bunun 10 puanı kabaca kur ve İmar Bankası'ından kaynaklanmış olsun. Sonuçta oran yine yüksek gerçekleşmiş oldu. Bir de kurlardaki aşağı trendin reel faiz yükünü negatife çektiği de dikkate alınırsa kamu borç stoğunun milli Gelire oranı 2002 yılının da üstünde demektir. Bu Rakamlara Merkez Bankası'nın ve özel kesimin dış borçlannın dahil edilmediğini unutmayalım ... Peki borç stoğu kartopu gibi artarken biz neyi tartışıyoruz? Son günlerde faiz oranlanndaki düşüşe rağmen özellikle iç borç stoğunun artığı yönündeki haberler bir çelişki gibi algılanıyor. Faiz düşüyorsa iç borç neden artıyor? Gelin bu rakamlan analiz edelim; 1. 2000 yılında 36.4 katrilyon lira olan iç borç stoğu, 2001 yılında 122.2 katrilyona, 2002 yılı sonunda 149.9 katrilyona ve 2003 yılı sonunda da 194.4 katrilyon liraya yükseldi. Stok 2004 yılının Mayıs ayı sonunda ise 209 katrilyon liraya ulaştı. 2. Temel sorun Türkiye' de iç borcun ve aynı zamanda kamunun toplam borç stoğunun Milli Gelire oranını düşürmek. Yoksa iç borç stoğunda mutlak değer cinsinden bir azalma olmayacak tam tersi her ay artmaya devam edecek. Hiç kuşkusuz eğer hükümet karar verir de ben bundan sonra bütçe açıklarımı yalnızca dış borç ile karşılayacağım derse bu durumda iç borcun anapara stoğu aynı kalır. Ama bu durumda da dış borç bütçe açığı kadar artmaya devam eder. Kısaca, Türkiye'nin kamu bütçesi fazla vermeden iç ve dış borç anapara miktarının azalması mümkün değil. Biz de bütçe fazlası olmayacağına göre ( ... !) borç stoğu artmaya devam edecek demektir. Yani Hazine hem iç ve dış borç anapara stoğu için borçlanacak hem de bütçe açığı kadar artı borçlanmaya devam edecek ... 3. Peki bu oranı aşağı çekmek için ne yapmalı. Yanıt oranın kendi içinde saklı: Ekonomi' de büyüme sağlanmalı ki Milli Gelir artsın. Diğer taraftan da ne kadar fazla verilebilirse (IMF Milli Gelirin yüzde 6.5'i kadar faiz dışı fazla hedefi veriyor) o kadar faiz dışı fazla verilmeye devam edilmeli. 4. Faiz dışı fazla tanımını biraz açalım: Örneğin 2004 yılında Konsolide Bütçe Geliri'nin 114.5 katrilyon TL olması hedefleniyor. Eğer bütçeden iç ve dış borçlar için hiç faiz ödememiş olsa idin ne keder faiz dışı harcama yapacaktık diye bakıldığında 94.7 katrilyon lira faiz dışı harcamanın yapılacağı anlaşılıyor. 123 Bu koşullar altında (1 ı4.5 eksi 94.7) bütçenin ı9.8 katrilyon lira fazla veriyor demektir. İşte bu rakam faiz dışı fazlayı ifade ediyor. Ama bir gerçek var: Biz 2004 yılı bütçesinden 66.2 katrilyon TL iç ve dış borç faizi ödemek zorundayız ... İşte faiz dışı fazla burada önem kazanıyor biz faiz ödemelerimizin ı9.8 katrilyon lirasını bütçenin gelirlerinden ödeyebiliyoruz demektir. O zaman geriye; 66.2 katrilyon faiz ödemesi eksi ı9.8 katrilyon liralık faiz dışı fazla yani 46.4 katrilyon lira kalıyor. Bu da 2004 yılının bütçe açığı demektir. Hazine bu koşullar altında hem iç ve dış borcun anaparası için borçlanacak (tüm borçlanmanın vadesini ı yıl varsayalım) hem de 46.4 katrilyon liralık faiz kısmı yani bütçe açığı için borçlanacak demektir. Bu da bizim borçlarımızın mutlak değer cinsinden hep artacağını gösterir. 5. Faiz dışı fazlanın önemini ortaya koyduktan sonra bir noktaya daha işaret etmemiz gerekiyor. Örneğin 2004 yılında Milli Gelirin yüzde 6.5'i kadar kamu kesimi faiz dışı fazlası hedefleniyor. Ayrıca da ekonominin yüzde 5 büyüyeceği tahmin ediliyor. Bu koşullarda acaba kamu borcunun Milli Gelire oranı küçültülebilir mi? Yanıt belki olacak ... 6. Çünkü, iki hedefin tutması yeterli değil. Kabaca belirtelim Hazine'nin borçlanma faizinin düzeyi de burada önemli. Eğer reel faiz oranları yine kabaca faiz dışı fazla ve ekonomik büyüme rakamları toplamının altına çekilemez ise yine borçluluk oranı yükselebilir. 7. Enflasyon düştükçe faizler düşüyor doğru ama bu düşen faiz nominal faiz. Nominal faizdeki düşüş kadar önemli olan reel faizlerdeki düşüşün de gerçekleşmesi. Bu yılın Ocak-Şubat döneminde Hazine'nin 24.4 nominal faizle borçlandığını biliyoruz. TEPE'yi dikkate alırsak rakamlar 9.ı'lik enflasyonu işaret ediyor. Bu durumda enflasyonu arındırırsak reel faiz yüzde ı4'lerde kalıyor. Bu oran yani reel faiz 2003 yılı için yüzde ı4.5, 2002 yılı için ise yüzde 6.5 civarında olduğu gözleniyor. 2004 yılı için konuşur isek İç Borcun reel faiz yükü yüzde 14. Bu oran faiz dışı fazla ve büyüme toplamının üzerinde ... 8. Bu durumda borçluluk oranını aşağı çekemeyiz diyebilirsiniz. Ama bir gerçek var: İç Borç stoğu toplam kamu borcunun yaklaşık yüzde 70'i. Bunun bir bölümü de döviz endeksli borçlanma. Geriye kalan yüzde 30 dış borçtan oluşuyor. Aşağıdaki tablodan izlenebilir ... 9. İç borcun TL kısmının reel faiz yükü yüzde ı 4 ama dövizle borçlanmanın reel faiz yükü negatif. Bu durumda toplam borcun reel faiz yükü büyüme ve 124 faiz dışı fazla toplamının altında kalıyor. Bu da borçluluk oranını çekerken borcun çevrilmesini de kolaylaştırıyor. aşağı doğru Tablo 18. Hazine'nin iç ve Dış Borç Stoğu (Milyar $) 2004 iç Borç Kamu Piyasa Dı~ Borç Kredi IMF Tahvil TOPLAM Mayıs 141.3 57.5 83.7 63.0 36.5 17.0 26.5 204.3 2002 91.7 48.4 43.3 56.8 33.7 13.9 23.1 148.5 2003 139.3 66.4 72.9 63.4 36.6 16.7 26.8 202.7 GSMH'ya Oranı 2002 50.5 26.6 23.8 31.3 18.5 7.6 12.7 81.7 GSMH'ya Oranı 2003 58.5 27.9 30.6 26.6 15.4 7.0 11.3 85.1 Kaynak: Hazine 10. Piyasalarda döviz kurlarının düzeyi tartışmasını yaparken bu gerçeği göz önüne almamız gerekiyor. Hazine'nin kura destek verme isteği veya üzülerek ( ... !) izlediği Türk Lirasının değerlenıneye devam etmesi süreci timsah gözyaşları altında devam ediyor. Piyasaların veya en azından piyasaları yönlendirenlerin bu anlattığımız gerçeği bildiklerini biliyoruz. Sonuç açık borç stoğu faiz düşmesine rağmen artamaya devam edecek. Ama borcun çevrilebilmesi için kurun yükselmemesi gerekiyor ... 2002 yılı verileriyle hazırlanmış ve IMF tarafından da performans hedefi olarak belirlenmiş olan yüzde 6.5 oranındaki faiz dışı fazlanın 2007 yılına kadar sürdürülmesi halinde kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 60'ın altına çekilmiş olacak. Burada vade sorununun da dikkate alınması gerekiyor. Kısa vadeli iç borçlanmanın finansal piyasalarda daha büyük oranlarda çevrilmesi reel faizi artıran önemli faktörlerden biri olduğu biliniyor. Hiç kuşkusuz reel faizi etkileyen daha birçok etmen var ama öncelikle faiz dışı fazlanın nasıl hesaplandığını rakamlar ile göstermeye çalışalım; 125 Tablo 19. Konsolide Bütçe ve Faiz Dışı Fazla (Trilyon TL) 2003 GELiRLER FAiZ DIŞI GiDERLER FAIZ DIŞI FAZLA FAIZ ÖDEMELERi BÜTÇE AÇIGI GSMH Konsolide Bütçe Faiz dışı Fazlası/ Gerçekleşme 100.238 -81.444 18.794 -58.609 -39.815 357.045 5.3 GSMH 2004 Program 104.109 83.895 20.214 66.050 -45.836 419.692 4.8 Hiç kuşkusuz IMF'nin Toplam Kamu Temel Fazlası olarak bilinen oranı yüzde 6.5. Oysa tablodan da görülebileceği gibi yüzde 6.5'in örneğin 2004 yılında yüzde 4.8'i konsolide bütçeden sağlanacak. Geriye kalan kısım ise 25 KİT ve 3 fon tarafından faiz ödemelerinin yapılabilmesi için bütçeye aktarılacak IMF ile yapılması düşünülen anlaşmanın en önemli koşullarından birinin faiz dışı fazla olacağına kuşku yok. Bu nedenle IMF ile ekonomi yönetimi arasında çeşitli sorunların yaşanınası da olasılık dahilinde. Çünkü ekonomi yönetiminin temel hedefi faiz oranlarının düşürülmesi ve enflasyonun hedeflenen seviyelere çekilmesi. Oysa IMF öncelikle faiz dışı fazla kon us un da ısrarlı olacak. Çünkü IMF sürdürülebilir borç çevirmenin ve reel faizlerin düşürülmesinin yolunun faiz dışı fazlanın verilmesine bağlı olduğuna inanıyor. Bu da ekonomi yönetiminin harcamalar konusunda elini bağlayan en önemli konuyu oluşturuyor. Yetersiz karlılık ve kaynak sorunu nedeniyle istihdam yaratacak yatırımların yapılamamasının doğal sonucu olarak karşımıza çıkan işsizlik ekonomi yönetimini ciddi biçimde zorlamaya devam edecek gibi görünüyor. Çünkü IMF'nin hedefi ile ekonomi yönetiminin hedef sorunu derinleşirken; IMf ve ekonomi yönetimi ile Türkiye ekonomisinin temel sorunları da derinleşerek artıyor: Büyüyen ama bunu ekonomideki geniş kesimlerin hissetınediği (işsizlik oranı artıyor), enflasyon düşerken bunun geniş kesimlere yansımadığı, TL' nin değerliliğine dayalı bir büyüme ve borç çevirme anlayışının reel kesimde faaliyet gelirlerine yansımadığı ve maliyenin de vergi gelirlerini artıramadığı "ilginç" ancak sürdürülebilirliği konusunda ciddi kaygıların bulunduğu bir "iyileşme" ... Kısaca faiz dışı fazla istikrar programının özünü oluşturuyor. Ancak faiz dışı fazlanın sosyal dengeleri zorladığı açık. Diğer taraftan hedeflerin tutturulabilmesi için de KİT'lerin gerektiğinde zam yapmak zorunda olduğu gerçeği. Bu da enflasyon hedefi ile çelişiyor ... 126 SONUÇ IMF iLE YAPILACAK YENi BiR ANLAŞMANIN BAŞARI KOŞULLARI Tek haneli enflasyon rakamlarını yakalayan, kapasite kullanımının sınırlarının rakamsal olarak zorlayan ve bunun yanı sıra verimlilik konusunda ciddi atılımlar yapan Türkiye ekonomisi 200 ı yılında yaşamaya başladığı krizi atlatmış gibi görünüyor. Hiç kuşkusuz bu kanının sürdürülebilir olabilmesi ve gerek yerli gerekse yabancı yatırımcıya güven verilebilmesi için söz konusu gelişmelerin kalıcı olması ve gelecekle ilgili belirsizliklerin büyük ölçüde ortadan kaldırılması gerekiyor. Yukarıdaki bölümde Türkiye'nin IMF ile sürdürdüğü mevcut programın ve 2005 yılının başından itibaren uygulanmaya başlayacak yeni programın başarı koşullarını tartıştık. Türkiye ekonomisinde yaşanan "olumlu" gelişmelerin sürdürülebilmesi için bu başarı koşullarının tamamının aynı anda sağlanması gerekiyor. Eğer bu başarı koşullarından bir ve/veya birkaçında ortaya çıkabilecek aksaklıklar sözkonusu olur ise gelecekte yeni "krizlerin" yaşanınası da kaçınılmaz olacak. Dolayısıyla Türkiye ekonomisinin kısa vadede geleceğini ve "yakalanmış gibi görünen" istikrarın sürekliliğini tartışmak için yurtiçi ve yurtdışındaki gelişmeleri yeniden kısaca gözden geçirmek ve bu gelişmelerin (aşağıda bir kutu içinde de belirttik) başarı koşulları üzerindeki etkilerini ortaya koymamız gerekiyor. Dış konjonktür ve Türkiye'nin dış finansman gereksinimi a. Öncelikle yurtdışındaki gelişmelere dikkat çekelim: Amerikan ekonomisi 2001 yılında girdiği durgunluğu aşmak için yaklaşık 50 yıldan buyana ilk kez kısa vadeli faiz oranlarını yüzde 1'li seviyeye çekmiş ve vergi oranlarında ciddi indirimler e gitme kararı almış ve bunu da uygulamaya başlamıştı. ABD' de kısa vadeli faizlerin yüzde ı 'ler seviyesine gerilemesi, kurumların kısa vadeli borçlanarak uzun vadeli tahvil ve/veya menkul kıyınet almaya yönlendirmiş ve kurumlar kısa ve uzun vadeli faiz farklarından yararlanma yarışına girmişti. Ekonomide genel faiz düşüşü yalnızca menkul kıyınet piyasasında değil gayrimenkul piyasasında da işlerin canlanmasına neden oldu. Sonuçta; Bush yönetiminin vergi kesintileri, diğer taraftan savaşın finansmanı sonucu ortaya çıkan devasa Amerikan bütçe açıklarıyla faiz düşüşü birleşince ekonomide 127 yeniden hareket başlamış bunun doğal sonucu olarak da enflasyonİst eğilimler artmaya başlamıştı. Enflasyon verileri ABD'de yüzde 3'leri işaret etmeye başladı. b. ABD ekonomisinin 500 milyar dolara ulaşan bütçe açığı ve yine aynı miktardaki dış ticaret açığı "ikiz açık" olarak adlandırılırken bunun bir rekor olduğunu da unutmamak gerekiyor. Bu koşullar altında Amerikan Merkez Bankası'na (FED) faizleri kademeli olarak yükseltmek kalıyor. FED faizlerde yüzde 0.25 oranında artışa giderken (çalışma hazırlanırken FED faiz oranlarını yüzde 1.25'e yükseltmişti), faizleri daha fazla artırabiieceği sinyalini depiyasalara vermiş bulunuyor. Söz konusu faiz yükseltiminin kaçınılmaz olduğu artık herkes tarafından kabul ediliyor. Ancak tartışılan temel konular; faiz oranlarının daha fazla yükseltimi için 2004 yılı Kasım ayında yapılacak ABD Başkanlık seçiminin sonuçlanması mı beklenecek yoksa daha kısa sürede mi faizler yükseltilecek? Diğer konu ise faizler yükseltilecek ama hangi kademelerde yükseliş gelecek ve bu oran kaç olacak? Faiz oranları iki yıl gibi bir süre içinde yüzde 3.5'li düzeylerde mi olacak yoksa yüzde 6.5'li düzeylere yeniden yükselecek mi? Diğer taraftan ABD'nin faiz yükseltmesi diğer ülkelerde de aynı süreci tetikleyecek mi? c. FED'in faiz oranlarını artırırken temkinli olması dikkat çekiyor.Faiz oranlarını "daha fazla yükseltebilirim" türünde açıklamalar yaparak büyük kurumsal yatırımcıları uyarıyor. FED'in finansalpiyasalara yaptığı bu temkinli açıklamaların ardında yatan korku; faizlerin yükseleceği beklentisi ile gerek menkul kıyınet (hisse sen edin, tah vi, bono vbz.) gerekse gayrimenkul piyasasında ortaya çıkabilecek büyük boyutlu satışlar. Yatırımcılar faizlerin yükselmesi halinde ellerindeki menkul ve gayrimenkullerin değerinin düşüceği beklentisine girerse satışlar gelebilir, servetierin erimesi kaçınılmaz olabilir. FED'in ılımlı girişimi finansal piyasalarda şimdilik yanıt buluyor. Çünkü ABD'nin özellikle Ortadoğu' daki gelişmeler ışığında finansal bir krize tahammülü yok. Bu aynı zaman da tüm ülkeler için de geçerli. Ancak tüm bu temkinli hareketlere rağmen FED'in faiz oranlarını yükseltme girişimi öncelikle bizim gibi gelişen ülkelerde etkisini göstermeye başladı bile. d. Gelişmekte olan ülke eurobondları (uluslar arası borçlanma senetleri) değer kaybetme eğilimini sürdürüyor. Başka Brezilya olmak üzere tüm ülke bonolarına satış geliyor ve doğal olarak bu gelişme Türkiye'nin bonolarına da yansıyor: Türkiye'nin kredi notunda bir değişim olmadığı halde, FED'in yüzde 0.25'lik faiz yükseltimi ile birlikte gelen satışlar nedeniyle eurobond getirisi yüzde 8'lerden yüzde lO'lar düzeyine yükseldi. Hiç kuşkusuz bu gelişmelerin eurobondlar ile sınırlı kalmadı. TL cinsinden Devlet İç Borçlanma Senetlerinin 128 (DİBS) faiz oranları da yükselirken gelen ciddi satış sonrasında dövize yönelen likidite döviz kurlarında yüzde 15'lerin üzerinde bir artışa neden oldu, yani TL 2004 yılı Nisan ayında değer yitirdi. Böylece ABD' deki faiz artışı ve artışın devam edeceğine ilişkin beklentiler yalnızca mevcut eurobondların değerinin düşmesine değil, borçlanma maliyetlerine de yansıdı. Bundan sonraki aşamada bu borçlanma maliyetlerinin ne olacağı FED'in faiz oranlarını artırma hızı ve düzeyine bağlı olacak. Bu çerçevede karşımıza başka bir soru daha çıkıyor: faiz yükselişi ile ilgili gelişmeler yalnızca borçlanma maliyetini etkilemek ile sınırlı mı kalacak yoksa dış finansman bulma konusunda da sorunlar da yaşanacak mı? e. Dünya ekonomisindeki gelişmeleri etkileyen bir diğer sorun 35-50 dolar aralığında hareket eden petrol fiyatları. Petrol fiyatları başta Çin olmak üzere büyürneyi yakalayan ülkelerdeki petrol talebindeki artışlardan etkileniyor. Diğer taraftan da küresel terörizmin tepki hareketlerinin odağında petrol boru hatlarının bulunması ve petrol işi ile uğraşanlara yapılan saldırılar da petrol fiyatları üzerinde baskı yaratmaya devam ediyor. Piyasalar artık 35-50 dolar arasında değişen fiyatları kanıksamış gibi görünüyor. Petrol fiyatlarının yükselmesi yalnızca maliyet baskısı değil aynı zamanda bizim gibi petrol üretmeyen ülkelerden petrol üreten ülkelere bir kaynak akışı yaratıyor. Bu çerçevede Türkiye'nin petrol faturasının yaklaşık 1.4 milyar dolar civarında artış gösterdiği biliniyor. f. Dünya ekonomisindeki bir diğer sorun ise yine başta Çin'nin yüzde 9'a ulaşan büyüme hızı ve dünya talebindeki gelişmelerden kaynaklanan hammadde fiyatlarındaki dramatik artış oluşturuyor. Fiyatlardaki bu baskı da ülkelerin maliyetlerini dolayısıyla enflasyon hedeflerini tehdit ediyor. Türkiye aşırı değerli durumdaki Türk Lirası sayesinde bu maliyet baskısını çok hissetmiyar gibi görünüyor. Ancak hammadde fiyatlarının düzeyini bir tehdit olarak algılamak gerekiyor. Türkiye Ekonomisindeki mevcut gelişmeler g. Dünya ekonomisindeki gelişmeleri analiz ettikten sonra Türkiye'nin içinde ve gelişmeleri de bu çerçevede değerlendirmemiz gerekiyor: Verimlilik ve üretim artışı konusunda 2001 krizine kıyasla belli bir yol alındığı gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor. 2002 ve 2003 yılında sırasıyla ortaya çıkan yüzde 7.9 ve 5.9 GSMH büyüme hızının kaynağını dış talebin diğer bir ifade ile ihracatın oluşturduğunu biliyoruz. Diğer taraftan iç talepteki kıpırdama eğilimi 2003 yılında ortaya çıkıyor ve genelde "sınırlı sayıdaki bulunduğu koşulları 129 -örneğin, otomobil ve dayanıklı tüketim malları sektörü- sektör" mailarına talep geliyor. Ancak 2003 yılının son çeyreğinde tüketici kredileri ile başlayan iç talep patlaması büyüme içinde artık ihracatın yerini iç talebin aldığını gösteriyor. Tarım kesimi ciddi darbe yerken (2001, 2003 ve 2004 yılının ilk çeyreklerinde negatif büyüme) inşaat sektöründe 2004 yılının ilk çeyreğinde bir hareketlenme gözleniyor. Kampanyalı satışlar, tüketici kredileri ile gelecekteki gelirin bugünden harcanması özellikle otomotiv ve dayanıklı tüketim mallarında kendini gösteriyor. Diğer taraftan faiz ve kur düşüşünün etkisiyle hareketlerren özel kesim yatırımları iç talebin diğer bir unsurunu oluşturuyor. İç talebe dayanmaya başlayan büyümenin ithalattaki patlama ile dış açığı artırması ise kaçınılmaz oluyor. Bu da sıcak para ve kısa vadeli sermaye hareketleri ile kapatılmaya çalışılan cari açığı gündeme getiriyor. Burada özellikle sözel ve yazılı basının sürekli ihracattaki başarıdan söz ederken ithalattaki patlamadan ve bunun sonucunda oluşan tarihi cari açıktan pek söz etmemesi dikkat çekiyor. Aşağıdaki kutuda dış ticaret gelişmelerinin ayrıntıları tartışılıyor ve bu konudaki tehlikelere dikkat çekilmeye çalışılıyor. DIŞ TiCARETiN ANALiZi VE DÖViZ KURUNA ETKiSi DİE, dış ticaret rakamlarını açıkladı. Buna göre; Mayıs ayında ihracat geçen yılın aynı ayına göre %23.4 artarak 4.8 milyar dolar, ithalat ise aynı dönemde yüzde 44.1 artarak 8 milyar dolar oldu. İthalattaki artış dış ticaret açığı rakamını büyüttü ve 2003 yılının Mayıs ayında 1.7 milyar dolar olan dış ticaret açığı bu yılın Mayıs ayında 3.2 milyar dolara yükseldi. Yılın ilk beş aylık döneminde ise ihracat 2003 yılının aynı dönemine göre yüzde 29.3 artışla 23.1 milyar dolara, ithalat yüzde 47.2 artışla 37 milyar dolara artış gösterdi. 2003 yılının Ocak-Mayıs döneminde 7.2 milyar dolarlık dış ticaret açığı2004 yılının aynı döneminde yüzde 91.6 artış ile 13.8 milyar dolara yükseldi. Dış ticaret ile ilgili ayrıntılar; 1. İhracat verileri detaylı olarak incelendiğinde, ihracattaki artışın toplam ihracatın yaklaşık yüzde 95'ini oluşturan imalat sanayi mallarındaki ihracat artışından kaynaklandı. Özellikle kara taşıtları ve bunların yan sanayi ürünlerindeki artış dikkat çekici. Yılın ilk beş aylık verileri, bu dönemde ihracat artışına en büyük katkıyı kara taşıtları ihracatındaki artışın yaptığını gösteriyor. İhracattaki artışa önemli katkıda bulunan diğer iki sektör ise demir-çelik ile elektrikli makina ve cihazlar sektörleri oldu. 2. Irak'a yapılan ihracatın toplam artışa önemli katkısı bulunduğu dikkat çekti. 130 AYLlK iHRACAT VE iTHALAT Milyar ABD Doları 9.5,-----------------------------------------------~-------------~ 8.5~----~------------------------------------------------------~,~ ·~ 7.5~----------------------------------------------------------~~~~ ,. 1 • .. ı 6.5~------------------------~------------------------------~~~~ ı',''· ..... 5.5~------------------------------~.-----------------..~.~~----~--~ -',.," . ,.. 4.5~~--~-=.~·~~------------~~~--~------------~~~~·----~~~ ..., - 3.5 j ~·, .,.. ,., • r-' 1 1...~ 1 ... " 2.5~----~~~=-~~~---.~--~--~~~~~-=~----------------~ 1.5~~~-r~-,~~,_,-,-,-,-,-,-,--,~_,~-,-.--,-,-,-,-,-,-~-,-r ~~o-~~o-~~o-~~o-~~o-~~0~ 00 m m -m m m O o o o o N N Yılın N o o N M o o N ilk beş aylık döneminde Irak'a yapılan ihracat 600 milyon dolara yükseldi. Böylece Irak Türkiye'nin en çok ihracat yaptığı ülkeler arasında 10. sıraya yükseldi. Bunun yanısıra, en önemli ihracat pazarlarımız arasında bulunan İngiltere, Fransa ve İspanya'ya ihracatın yüzde 40-45 gibi önemli oranlarda arttığı gözlendi. Bir diğer önemli nokta ise Birleşik Arap Emirlikleri'ne yapılan ihracatın yılın ilk beş ayında yüzde 83 oranında artması ve bu ülkenin en çok ihracat yaptığımız ülkeler sıralamasında 8. sıraya yü.l<selmesiydi. Dolayısıyla, Irak ve Birleşik Arap Emirlikleri gelişen ihracat pazarları olarak dikkat çekti. 3. İthalat verileri incelendiğinde ise, ihracatta olduğu gibi kara taşıtları ithalatındaki artışın geçtiğimiz aylarda olduğu gibi, Mayıs ayında da yüzde 180 gibi çok yüksek bir oranda artış gösterdiği görülüyor. 2004 yılının Ocak-Mayıs döneminde de, ara malları ithalatındaki artışın yüzde 31 olmasına rağmen, gerek tüketim malları, gerekse sermaye malları ithalatının çok daha yüksek artış hızları sergilemesinin etkisiyle toplam ithalat artışı yüzde 47 oldu. 4. İthalatta ham petrol fıyatlarındaki artışın etkisi de önemliydi. Ham petrol ithalatının Mayıs ayında yüzde 50 oranında arttığı dikkat çekiyor. 5. İhracatın ithalatı karşılama oran1 2003 yılının ocak-Mayıs döneminde yüzde 70'ler civarında iken, 2004 yılının aynı döneminde bu oranın yüzde 62'ye gerilediği, Mayıs ayı itibariyle ise oranın yüzde 59' a düşmesi ciddi bir tehlike 131 ~ o o N olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Çünkü genelde bu oranın yüzde 60 civarında olması kritik bir seviye olarak değerlendirildiği biliniyor. 6. Bir diğer tartışma ise ithalattaki artışın büyüme ile bağlantılı olması konusu. Üretimin dışa bağımlı olduğu ülkemizde büyümenin ithalatı artırması doğal. Ancak burada kurun etkisinin de unutulmaması gerekiyor. Birçok girdi malının TL'nin değerli olması nedeniyle yurtdışından ucuz ithal edilebildiğini biliyoruz. (Tabii ki içerideki aynı mala kıyasla: Örneğin ara mal olarak ithal edilen granit. Bağdat caddesi Çin'den gelen ucuz granitlerle düzenleniyor. Bizim granitimiz maalesef Çin graniti ile fıyat rekabeti yapamıyor). Dolayısıyla ithalat üzerinde en önemli etkenin büyüme olduğunu biliyoruz ancak TL'nin değerli olduğunu da kabul etmemiz gerekiyor. 7. Bir diğer gelişme ise ağırlıklı olarak ihracatın otomobil üretimindeki artıştan ki ihracatta en fazla artış bu sektörde sağlanıyor. Ancak bu sektörün aynı zamanda ithalata bağımlı olması (tahminen yüzde 75) katma değerin ciddi biçimde sorun olduğunu gösteriyor. Kısaca ihracat artıyor ancak ithalata dayalı ihracatta büyük artış var ve bu da ülkemize ciddi bir katma değer bırakmıyor. İhracatta TİM'in yaptığı araştırmaya göre kar marjı düşmeye devam ediyor. Oysa özel sektör yatırımlarını özendiren, istihdam artışını teşvik eden asıl gücün kar olduğu unutulmamalı. kaynaklandığı görüşü 8. İhracatta TL'nin aşırı değerlenmiş olması ve girdi maliyetlerinin yüksekliği ciddi bir sorun. Bu sorun şimdilik parite etkisi (Euro'nun dolara karşı değer kazanması) ve verimlilik artışı ile hertaraf edilmeye çalışılıyor. Aşağıda ihracat fıyat endeksi ve parite karşılaştırmasına bakıldığında ihracat fıyatlarının arttığı biçiminde bir sonuç çıkıyor ancak bu yanıltıcı olabilir. Çünkü ihracat fıyatları dolar bazında değerlendiriliyor oysa ihracatın yüzde 55'i Euro cinsinden yapılıyor. Oyla rakamlar dolar cinsinden açıklanıyor. 9. İthalat fıyatlarındaki artış başta petrol olmak üzere dünya emtia fıyatlarındaki artışa dikkat çekiyor. Bu ciddi bir sorun. 41 dolara kadar çıkan ham petrol fıyatları ve dolar değer yitirdikçe artan emtia fıyatları bizim gibi üretimi dışa bağımlı ülkelerin maliyetlerini ciddi biçimde tehdit etmeye devam ediyor. 10. Diğer taraftan ithalattaki artışın ithalat vergisindeki artışla büyürneyi olumlu etkilernesi de söz konusu. Devletin en önemli gelirlerinden biri ithalden alınan vergiler oluşturuyor. Bir taraftan artan tüketici kredileri ile ithal otomobil artarken iç piyasadaki tüketici kredisi etkisi kamu gelirlerini olumlu yönde etkiledi. Bir taraftan ithalden alınan vergi ve iç piyasadan tahsil edilen KDV en önemli vergi gelirini oluşturdu. 1 1. ithalden alınan KDV'nin Haziran ayında 1 milyar dolar civarında 132 gerçekleşmesi ithalatın Haziran ayında 8.5 milyar doları aşacağını gösteriyor. Bu açığın süreceği konusundaki endişeleri artırıyor. Tüm önlemlere karşın ithalat artışı devam ediyor 12. Dış ticaret haddi tablosu parite etkisi bir tarafa bırakıldığında ihracat fiyatlarındaki artışın ithalat fiyatlarındaki artışa kıyasla daha az yükseldiğini gösteriyor. (Tablodaki grafik lOO'e yaklaştıkça ihracat ve ithalat fiyatlarının aynı oranda arttığı anlaşılmalı) Hiç kuşkusuz ihracattaki fiyat artışının Euro'nun güçlenmesinden artığını belirtmek gerekiyor. Dış ticaret ve sonuçları üzerine kısa notlar • Beş ayda 13.8 milyar dolara dış ticaret açığının yıl sonunda bu trend ile gitmesi halinde 30 milyar dolara ulaşması kaçınılmaz görünüyor. • Diğer taraftan turizm gelirlerinin yılın Mart-Haziran döneminde artış göstermesi; (geçen yıla kıyasla yüzde 44 olduğu tahmin ediliyor) dış ticaret açığının turizm başta olmak üzere diğer döviz getirici işlemler ile büyük ölçüde kapatılsa bile ülkenin mal ve hizmet hareketlerinden kaynaklanan döviz giriş ve çıkışlarını gösteren cari işlemler dengesi açığının ciddi biçimde zorlanacağını gösteriyor. • Ocak- Mayıs döneminde 8.8 milyar dolar olan cari açığın Mayıs ve Haziran ayında da artacağı artık açık. En büyük korku cari açığın milli gelirin yüzde S'ini aşması ki bu 13 milyar doların üzerinde bir açık anlamına geliyor. Gelişmeler dış açığın; büyüme ve TL' deki "aşırı" değerlenmenin devam etmesi halinde bu tehlikeli düzeye ulaşacağını gösteriyor. • Bu açık şimdilik kısa vadeli sermaye hareketleri ile sağlanıyor. Doğrudan yabancı sermaye girişi gibi sağlam döviz girişi söz konusu değil. Sıcak para ile finanse edilen cari açığın bıçak sırtı bir denge oluşturduğu unutulmamalı. • Diğer bir önemli sonuç ise bu kadar ciddi döviz açığı veren bir ülkede bir de dalgalı kur sistemi uygulanmasına rağmen TL' nin değerlenıneye devam etmesi. Bu durumun uzun süreli olarak sıcak para ile sürdürülmesinin mümkün olmadığını unutmamak gerekiyor. • Bu nedenle de zaten AB çıpa olarak kullanılmaya devam ediliyor ve ancak bu durumda yabancı sermayenin çekileceği beklentisi yaratılıyor. Oysa yatırım ortamının iyileştirilmesi ve maliyetierin düşürülmesi yabancı sermayenin gelmesi için ön koşulları oluşturuyor. Bu iki koşul sağlanamadığı için AB çıpa olarak kullanılarak beklenti yaratılmaya devam ediliyor. Bu koşullar altında başka ne yapılabilir ki? 133 Diğer taraftan da enflasyonun tek haneli rakamlara taşınması ile göreceli bir başarının sağlandığı görülüyor. Hiç kuşkusuz sağlanan başarının kalıcı olması gerekiyor. Oysa büyümenin istihdama yansımaması, büyüme sürecinin temel dinamiklerinin belli bazı kesimleri ve şehir merkezlerini etkilediği büyüme rakamlarından göze çarpıyor. Çarpık ve 2000 yılını anımsatan büyümenin geniş h. kesimlere refah artışı olarak yansımadığı da anlaşılıyor. İşsizlik oranlarındaki artış ve verimlik artışının reel ücretiere genelde yansımaması geniş kesimlerin hala 2000 yılındaki satınalma gücüne ulaşamadıklarını gösteriyor. Tarımdaki olumsuz trend de dikkate alındığında genelde satınalma gücündeki gerileme, kurdaki "baskı" ile birleşince enflasyon da gerileme trendine devam ediyor. Oysa enflasyonda kalıcı düşüşün sağlanması içen Türkiye'nin sorunlarının yapısal olarak da çözülmüş ve kırılganlığın azalmış olması gerekiyor. i. IMF Avrupa sorumlusu Michael Deppler 8. Gözden Geçirme için Türkiye'yi ziyaret ettiğinde bazı notalara dikkat çekiyor: Türkiye ekonomisinin en önemli sorunu hala AB aday ülkelerin iki katı olan kamu borçları ve dünyada Brezilya dışarıda tutulduğunda en fazla yüzde 7 olan reel faizin Türkiye'de yüzde 15'ler düzeyinde olması. .. Tablo 20. Borç Stoğundaki Gelişmeler iç Borç (Katrilyon TL) Toplam Kamu Borcu (Milyar $) Türkiye'nin Dış Borcu (Milyar $) 2002 149.8 148.5 130.9 2003 194.3 202.7 147.2 2004 Mayıs Sonu 209.0 204.3 j. Konsolide Bütçe yani yalnızca Hazine'nin iç ve dış borçlarının gelişimi oldukça çarpıcı. 2002 yılı sonunda 148.5 milyar dolar olan iç ve dış borç stoğu 2003 yılı sonunda 202.7 milyar dolara, 2004 yılı Mayıs ayında da 204.3 milyar dolara yükselmiş durumda. Burada Türk Lirası'nın dolar karşısındaki değerini gerçekçi olup olmadığı bir tarafa bırakılırsa borç stoğu daha önceki bölümde tartıştığımız gibi dramatik olarak artmaya devam ediyor. Bu borca Merkez Bankası'nın borcu dahil değil, yalnızca konsolide bütçenin borcunu ele alıyoruz. Kabul edilmesi gereken olumlu gelişme 2001 yılına kıyasla Kamu Borcunun Milli Gelire oranının gerilemesi. Ancak oranın hala Türkiye'nin koşullarına uygun olmadığını da belirtmemiz gerekiyor. Kamu Borcunun Milli Gelire oranı AB kriteri olan maksimum yüzde 60'ın üzerinde. Ancak bu oranın yüzde 60'ın altına çekilmesi yeterli mi sorusunu da kendimize sormamız gerekiyor. Çünkü, finansal piyasalardaki gelişmişlik düzeyleri karşılaştırıldığında Türkiye'nin cılız 134 bir fınans piyasası ile bu büyüklükte bir borcu çevirmesi her zaman bir sorun olarak ekonomiyi tehdit etmeye devam edecek görünüyor. Burada bazı para arzı kavramıarına da dikkat çekmek gerekiyor: Aşağıdaki tablo Türkiye' deki para arzı ile iç borç arasındaki ilişkiyi gösteriyor. Türkiye' de M2 olarak tanımladığımız cebimizdeki nakit Türk Lirası (banknot + madeni para) ile vadeli ve vadesiz TL mevduatlarından oluşan M2 rakamının GSMH'ya oranı yüzde 25 civarında bulunuyor. Ancak diğer ülkelerde M2'nin GSMH içindeki payı oldukça yüksek: Çin'de yüzde ı90, Tayland'da yüzde ı60, İsrail'de yüzde ıoo, G. Kore'de yüzde ı60, Endonezya'da yüzde 85, Macaristan'da yüzde 70, Çek Cumhuriyetinde yüzde 80. Eğer Türkiye borç yükünü ve oranını diğer ülkelerle kıyaslamak istiyorsa öncelikle bu yapı ile kıyaslaması gerekiyor. k. Yine para arzını geniş olarak düşünüp döviz mevduatlarını ve repolar ile yatırım fonlarını da katarsak toplamda geniş anlamda para arzının dahi iç borçlardan daha küçük olduğu görülebiliyor. Özellikle iç borçta vade yapısının kısa olması (Örneğin 2004 yılında Hazine iç piyasaya ı75 katrilyon liralık anapara artı faiz ödemeyi hedefliyor) ve diğer taraftan da para arzının ve/veya finansal aktiflerin son derece sığ olması ciddi sorun yaratıyor ve sonuçta borçları çevirmek için yüksek reel faiz ödemek zorunda kalmıyor. Tablo 21. Türkiye'de Para Arzı ve iç Borç (Katrilyon TL) PARA ARZI M1 =Nakit (Cebimizdeki nakit)+ Vadesiz TL M2 = M 1 + Vadeli TL Mevduatı M2Y = M2 + Döviz Mevduatları M2YRF = M2Y + Repo+ Yatırım Fonları Iç Borç 2004 Mevduatı Mayıs Sonu 24.0 95.1 164.5 190.0 209.0 Kaynak: TCMB ve Hazine gerçeğin altının iyi çizilmesi gerekiyor: Son IMF'nin 8. Gözden Geçirme toplantılarında belirttiği gibi "IMF'nin parasını bırakın, size duygusal yatırım yaptık" türünden açıklamaları bir tarafa, verdiği desteğin özellikle faiz oranlarındaki gerilernede çok etkili olduğunu unutmamamız gerekiyor. Dış piyasalardan özellikle Mart ayına kadar rahat borçlanma yapabildiğimiz gibi IMF'nin sağladığı finansmanın kamu borcunun çevrilmesi yanında maliyetierin gerilemesinde de etkili olduğunu biliyoruz. Bütçe Açığının Milli Gelire oranının yüzde ı ı 'ler düzeyinde olduğu bir ekonomide kamu; hem mevcut borçlarını çevirmek hem de verdiği açığı 1. Kamu borcu konusunda bir yıllarda 135 borçlanma yoluyla kapatmak zorunda. Sorun bizim gibi sığ finansal piyasalara sahip olan bir ülkede borçlanmanın ne kadarını içeriden ne kadarını da dışarıdan yapacağı konusunda düğümleniyor. Dış finansmanın yani dış borcun bulunamadığı bir dönemde açıkların ve borç çevriminin iç borçlanma yoluyla karşılanması gerekiyor. IMF'nin "her koşulda verdiği" destek ile şimdiye kadar dış borçlanma konusunda ciddi bir sıkıntı oluşmadı. Ancak dünya ekonomisindeki gelişmelere dikkat çektiğimiz bölümde belirttiğimiz faiz yükselişinin beklendiği konjonktür Türkiye ekonomisini ciddi biçimde etkileyecek gibi görünüyor. m. Zor dönemece girilirken, genelde kamunun borçlarının çevrilebilirliği üzerine kurulu olan programı önümüzdeki dönemde tehdit edecek en önemli konu ekonomik büyürnede yaşanacak durgunluk oluşturacak. Yılın ilk beş ayındaki gerçekleşmelere bakıldığında; 2003 yılının ilk beş ayında 2003 yılı harcama hedefinin yüzde 42.l'i gerçekleşmiş iken bu yılın ilk beş ayında gerçekleşme oranı yüzde 36 olmuş. Yani harcama hedefinin oldukça gerisinde olduğumuz saptamasım yapabiliriz. Ancak konsolide bütçe harcamaları; faiz dışı harcama ve faiz harcaması olarak ikiye ayrıldığında faiz dışı harcamada geçen yılın aynı oranı ile karşılaşırken, faiz harcamalarında ekonomide faiz düşüşüne paralel olarak faiz harcamasında azalma izleniyor. Yani harcamaların hedefın altında kalmasının temel nedeni faiz harcamalarındaki düşüş ile özellikle mal hizmet alımlarındaki ve yatırımlardaki gerilemeler. Faizlerin yeniden yükselmesi bu koşullarda faiz harcamalarının önümüzdeki dönemde artacağının bir işareti olarak algılanmalı. n. Diğer taraftan geliriere bakıldığında konsolide bütçe gelirlerinin ilk beş ayda performansı oldukça iyi görünüyor. Geçen yılın ilk beş ayında hedeflenen gelirin yüzde 36.7'si gerçeJdeştirilirken, bu yılın ilk beş ayında bu oran yüzde 40.9'a yükselmiş. Bu olumlu gelişme ama bunun ayrıntısına da bakmak gerekiyor. Kurumlar ve gelir geçici vergilerin tahsil edildiği Mayıs ayında kurumların yılın ilk çeyreğinde gerçekleştirdiği yüksek karlılık dikkate alındığında vergi gelirlerindeki olumlu gelişmeyi algılayabiliyoruz. Ancak vergi gelirleri toplam gelirler içinde düşük bir paya sahip. Gelirlerin yarısı dolaylı vergilerden elde ediliyor. Akaryakıt tüketim vergisi ve ithalat vergisi oldukça önemli paya sahip. Ekonomik büyüme ve ithalat arttıkça bu gelirler artacaktır. Ancak önümüzdeki dönemde ithalattaki artışın sınırlandırılması için belirli adımların atılması ve akaryakıt fıyatlarındaki artışın yansıtılmaması durumunda vergi gelirlerinde sıkıntılar yaşanabileceğine dikkat çekmemiz gerekiyor. Diğer taraftan yatırım ve mal-hizmet alımlarının yılın ikinci yarısına aktarılması da yine harcama artışının ikinci yarıda artabileceğine işaret ediyor. 136 o. Kamu açıklarının milli gelire oranının hala yüksek oranda seyretrnesi ve yapısal reformlar konusunda hala ülke koşullarını dikkate almayan adımların atılması ve/veya reformlardaki gecikmeler kamu kesiminde kalıcı iyileşmeye henüz işaret etmiyor. p. Finansal kesimde de benzeri gelişmelere bakıldığında programın borç çevrimine dayandığı daha da açığa çıkıyor. Temmuz ayında rnevduata verilecek güvencenin sınırlandırılrnası öncesi ekonomideki tasarruflar kamu bankalarına akınaya devarn ediyor. Kurumsal kredilerin reel olarak gerilediği ortamda kamu bankaları topladıkları her 100 TL'lik mevduatın yaklaşık yüzde 84'ünü DİBS olarak tutmaya devarn ediyor. Özel kesimin finansman olanaklarını kısıtlayan ortarn hala devarn ediyor. Tüketici kredileri ile belirli sektörlerde görülen rahatlama reel kesimin tamamına yansırnıyor. q. Ekonomide yüzde 5'in üzerinde olduğu söylenen büyümenin istihdam üzerindeki etkisi ise olumsuz. 2002 yılı itibariyle yüzde 10.2 olan işsizlik oranının 2003 yılı sonunda yüzde 10,5'e, 2004 yılının ilk çeyreğinde de yüzde 12.4'e tırmandığı gerçeğini DİE açıkladı. Burada belirli saptamalar yapmak da mümkün: yapılan teknolojik yatırılrnan istihdamı azaltmış, diğer taraftan da kayıt dışına daha çok kaçış gözlenmesi de söz konusu olabilir. Ancak nedeni ne olursa olsun yıllık istihdarna 750 bin kişinin eldenıneye başladığı bir ülke istihdam yaratacak yatırırnlar olmaksızın sosyal sorunlarını çözrnesi mümkün olamaz. Bunun ekonomik istikrarı da olumsuz yönde etkilediğini unutmamak gerek. Sonuç Yerine IMF heyetinde yer alan Michael Deppler aslında gelişmeleri "olağanüstü" değerlendiriyor: Türkiye'nin kamu borcunun oldukça yüksek olması ve reel faiz yükünün büyüklüğü hala endişe veriyor diyerek kırılganlığın bitrnediğine işaret ediyor. Yaklaşık 4 yıldır sürdürülen ve toplurnun geniş kesimlerinin fedakarlığına dayanan prograrn dış finansman desteği ile sürdürülüyor ve 2005 yılından sonra IMF ile yeni bir anlaşma olmadığı takdirde, uluslar arası finans piyasalarındaki olumsuzluk göz önüne alındığında söz konusu borç sürdürülebilirliğinin de bir anlam taşımadığı görülecek. Ekonominin dış finansmana "aşırı bağımlı" hale gelmesi de ciddi bir sorun. IMF ve onun arkasındaki "güçlere" bağımlılık da o denli artıyor. Türkiye kendi ayakları üzerinde duran bir ülke konurnundan gittikçe uzaklaşıyor. 2005 yılında Hazine'nin 14.5, Merkez Bankası'nın 2.9 milyar dolar, özel kesimin 7.3 milyar dolar, toplarnda 26.3 milyar dolar dış borç anapara ve faiz ödemesi bulunuyor. 2006 yılı da farklı değil. 137 Türk Lirasının aşırı değerli tutulduğu, tüketici kredisi destekli iç talebe dayalı büyüme sağlanan bunun yanısıra iç tasarrufların artırılamadığı bir ekonomide dış açıkların yani döviz açığının kaçınılmaz olduğu bir gerçek. Hiç kuşkusuz bu açıkların da finansmanı için ek kaynağa gereksinim var. Sürekli sıcak para ile (yüksek TL faizi düşük kur) bu açıkların kapatılması ve "morfin" haline gelen dış borçlanma ile borç çevriminin yapılması ne kadar sürdürülebilir? Ülkenin geniş kesimleri çektiği sıkıntılara ve işsizliğe ne ölçüde dayanabilir? Aşırı değerli TL ile Türkiye'nin rekabet gücü ne kadar artırılabilir? Milli Gelirin yüzde ll 'i düzeyinde açık veren bir bütçeye sahip olan kamu kesimi özel kesimin rekabet gücünü olumsuz etkileyen maliyetleri (vergi, SSK primi, enerji vbz) ne kadar aşağı çekebilir? Bu kadar yüksek maliyetlerle kayıt dışı ekonominin ne kadar önüne geçilebilir? Kayıt dışından alınamayan vergi gelirlerini aynı kesimlerden daha fazla ve "zorla" alma politikasına kayıt içindeki reel kesim daha ne kadar dayanabilir? Rekabet gücü düşük olan, gerek maliyet gerekse yatırım ortamı açısından olumsuz olun bir ülkeye yabancı yatırımcı nasıl gelir? Bütün bu sorunlara açıklıkla yanıtlar verilmesi gerekiyor. Çünkü kısa vadede uluslar arası destekle oluşturulan basın "teşvikli" "moral" tek başına yeterli değil. Artık bu umutların somut olarak yaşama yansıması gerekiyor. Geniş kesimlerin hissedebildiği sürdürülebilir büyüme ile bütünleşmeyen uygulamaların kısa vadede borçların sürdürülebilirliği üzerinde etkisi olumlu olabilir. Ancak bu kırılganlığın ortadan kalktığı anlamına gelmez. Sorunlar yalnızca ertelenmiş olur ... 138 UYGULANMAKTA OLAN VE 2005 YILINDA UYGULANMASI BEKLENEN EKONOMiK PROGRAMIN BAŞARINI ETKiLEYECEK KOŞULLAR IMF ile halen uygulanmakta olan ve yine uygulanmakta olan programın devamı niteliğinde olacağına kesin gözüyle bakılan 2005 programının başarılı olabilmesi aşağıda belirtilen varsayımıara bağlı. Ekonomideki gelişmeleri izleyen tüm kesimlerin programın başarılı olup olmayacağına ilişkin görüş oluştururken ve/veya programı etkileyecek risklerinin neler olacağıni saptarken mutlaka aşağıda belirtilen varsayımları dikkate almaları gerekiyor. • Türkiye'nin kendi içinde politik risk oluşturacak "streslerden" uzak durması ve geniş toplumsal uzlaşmanın sağlanması, • Komşu ülkelerle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi, ortak paydaların genişletilmesi ve Türkiye'nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) içindeki yeri ve fonksiyonunun bir risk oluşturmaması, • Dünyadaki yapısal sorunların değişmesi, belirsizlik yaratacak ekonomik ve politik sıkıntıların olmaması, rekabet koşullarının sağlanması ve büyüme trendinin devam etmesi, • Büyümenin sürekliliği için yapısal reformların hayata geçirilmesi, • Her yıl yüklü (7-8 milyar dolar) direk yabancı sermayenin çekilmesi, ·gelen sermayenin yalnızca iç talebi karşılamak için değil ihracat amacıyla da gelmesi ve istihdama katkıda bulunması, • Türk Lirasının daha fazla aşırı değerli hale gelmemesi, • İç ve dış borçlanınada vadenin uzaması ve maliyetierin düşmesi, • istikrarlı büyüyen ekonomide sosyal gereksinimleri zorlamadan faiz dışı fazlanın verilmesi gerekiyor. Ekonomik programın geleceğinin tartışılması için öncelikle bu varsayımıara gerçekçi yanıtlar verilmeli ve önceki bölümde ifade ettiğimiz gibi bu varsayımların ayrıntıları analiz edilmeli. Tabii ki kendimizi kandırmak istemiyorsak ... Çalışmamızın çeşitli bölümlerinde ifade ettiğimiz gibi; IMF ile sürdürülen mevcut ve 2005 yılından itibaren uygulanacak üç yıllık yeni programın başarısı dış desteğin devamına bağlı. Dolayısıyla dünyada yapısal sorunların değişmesi, belirsizlik yaratacak ekonomik ve politik sıkıntıların olmaması, rekabet 139 koşullarının sağlanması ve büyüme trendinin devam etmesi varsayımı Türkiye' deki programın olmaz ise olmaz koşulunu oluşturuyor ... Oysa dünya ekonomisindeki mevcut trend analiz edildiğinde varsayımın temellerinin sarsıldığı göze çarpıyor. Amerikan ekonomisi yukarıdaki bölümlerde Prof. Sachs'ında belirttiği gibi ciddi sorunlarla karşı karşıya; 500 milyar dolarlık bütçe ve 500 milyar dolarlık dış ticaret açığı ürkütücü boyutlarda. Bir tarafta düşen faiz oranı ile menkul ve gayrimenkul değerlerinin "aşırı şişkinliği" sözkonusu. Kimse büyüme ve servetlerinin ulaştığı düzeyden fedakarlık yapmak istemiyor. Ancak artan hammadde ve özellikle petrol fıyatları gelişmiş ülkeler için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Maliyetler enflasyonİst bir baskı yaratıyor. Petrolün varilini 28 dolarlar seviyesinde tutmaya çalışan Amerikan politikasının en azından şimdilik işlemediği ortada. Irak ve Venezüella başta olmak üzere petrol fıyatlarını belirleyen üretici ülkelerdeki gelişmeler amerikanın petrol politikasını tehdit etmeye devam ediyor. Bu durumda alternatif enerji kaynak arayışları olsa da tüm ülkelerin buna yönelmesi bu alternatiflerin maliyetlerini de etkileyecek ve bunların fıyatlarında da önlenemez yükselişler görülebilecek. Kısaca dünyada rekabet ve piyasa ekonomisinin işlediği temelden bozulmaya devam ediyor. Başta Amerika olmak üzere gelişmiş ülkeler bu gelişmelere karşı önlemler almaya çalışıyor. Ama sonuç şimdiye kadar başarılı değil. Bölüşümün gittikçe bozulduğu dünya ekonomisi artık belirsizliklerin gölgesinde. ABD faiz oranlarını yükselterek ikiz açıkları dengeleme çabasında. Ama diğer taraftan da faizlerin yükselişiyle ellerinde menkul ve gayrimenkul bulunanların servetleri de ciddi anlamda değer yitirme tehdidi ile karşı karşıya. Panik olmadan ellerindeki bu servetleri daha fazla değerleri düşmeden çıkarma gayretleri var. Diğer ülkelerde de faizlerin yükseltilmesine ilişkin girişimler, örneğin İngiltere, başladı bile ... Bu koşullar altında Türkiye'nin uyguladığı programın başarısı için gerekli dış kaynağı sağlaması mümkün olabilecek mi? Hem de Türkiye'nin 2005 yılından itibaren net dış borç ödeyicisi konumunda olacağı bilindiğine göre ... Uluslar arası belirsizliğin hızla arttığı ve rekabetin gittikçe bozulduğu bir ortamda bizim gibi dış kaynak gereksinimi olan ülkelerin borç bulmaları ve bulsalar bile mevcut maliyetlerle borçlanmaları mümkün görünmüyor. 2004 yılının Nisan ayında yaşanan "mini kriz" bunun en güzel örneği. ABD' de de faizlerin yükseleceği beklentisine bağlı olarak bizim gibi ülkelerin borçlanma senetlerine de gelen satış baskısı yüzde 7'lere kadar gerileyen oranları yüzde 140 9'ların üzerine taşımış, içeride döviz değer kazanırken, faiz oranları da yükselme trendine girmişti. Türk Lirasını değerlendirerek, tüketici kredileri destekli iç taleple sağlanan ekonomik büyümenin dış açık üzerindeki olumsuz baskısı da göz önüne alındığında sağlandığı söylenen istikrarın "kalıcı" olmasının mümkün olmadığı bir kez daha ortaya çıkmış bulunuyor. Dışarıdan borç bulma olanakları artık geçmiş dönemdeki kadar kolay olmayacak. IMF'ye en büyük borçlu ikinci ülke konumundaki Türkiye'nin ABD destekli yeni IMF kredisi artık mümkün görünmüyor. Ancak IMF ile 2005 yılı başından itibaren yapılacak üç yıllık anlaşma mevcut borçların ertelenmesi biçiminde olabilecek ancak bu borcun maliyeti dünyadaki faiz yükselişine bağlı olarak artacak. Türkiye dış borçları için daha fazla faiz ödeme yükü ile karşı karşıya kalacak. Diğer taraftan artan hammadde ve petrol fiyatlarının reel kesime de etkileri olacak. Bir taraftan girdi maliyetleri artarken, diğer taraftan petrolde tekel konumundaki kamunun vergi kayıplarına neden olmaması için artan maliyetleri reel kesime ve tüketiciye yansıtması kaçınılmaz olacak. Enflasyon hedefi ile çelişiyar olsa da kamu zam yapmaya devam edecek. Reel kesim ise artan maliyetlerini bu koşullar altında kendisi karşılamaya devam edecek, dolayısıyla rekabet gücü daha da olumsuz etkilenecek. Mevcut maliyetleri taşımakta zorlanan ve bu nedenle ek istihdam yaratmaktan çekinen reel kesimde kayıt dışı artarken, bazı firmalar sektörleri terk etmek zorunda kalacak. İhracatçı girdiyi düşük maliyetle temin için yerli üretici yerine aşırı değerli tutulan Türk Lirası nedeniyle dışarıdan temin etmeye çalışacak, böylece rekabet gücünü biraz olsun korumaya çalışacak. İstihdam konusunda olumsuzluk devam edecek. Reel kesimdeki bu gelişmelerin mali kesime yansıması da doğal olarak olumsuz olacak. Mali kesimin yeniden yapılanmasında ciddi tehditler ortaya çıkabilecek. Kamunun reel kesimden daha fazla vergi alma çabaları da sonuçsuz kalabilecek. Yatırım ortamını iyileştiremeyen, girdi maliyetlerini düşüremeyen Türkiye'ye yabancı yatırımcının büyük boyutlarda gelmesi de bu olumsuz konjonktürde mümkün olmayacak. Dünya ekonomisindeki yaşanan tehditlerle Türkiye'nin mevcut programını dış destek alarak sürdürmesi önümüzdeki dönemde oldukça zor görünüyor. Sıcak para ile sağlanan dış açık (döviz açığı) finansınanına da bu olumsuz trendde güvenilemeyeceğini artık zaman geçirmeden kabul etmemiz gerekiyor. Dünya ekonomisindeki yeni gelişmelere uygun yeni bir ekonomik program için hızla hazırlıkların başlaması ve gün geçirmeden uygulanması bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor. 141 KAYNAKÇA Kitap ve Makaleler • Bruno M. "Crisis, Stabilisation and Economic Reform" 1993 Oxford Universty Press • Eğilmez M. & Kumcu E. "Ekonomi Politikası" 2002 OM Yayınevi • Eğilmez M. & Kumcu E." Krizleri Nasıl Çıkardık" 2001Creative Yayıncılık • Fischer S. " Exchange Ra te Regimes: Is the Bipolar View Correct?" www.imf.org • Frankel J. "Verifying Exchange Rate Regimes" with Eduardo Fajnzylber, Sergio Schmukler, and Luis Serven. Journal of Development Economics, vol. 66, no. 809, October 2001: 351-386. • Frankel J. "The New Financial Architecture: Exchange Rate Regimes and Financial Integration," Policy Brief no. 51, The Brookings Institution, Washington, DC, June 1999. • Karacan A.İ. "Finans, Ekonomi ve Politika" 1997 Creative Yayıncılık • Krugman P. "Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü" 2001 Literatür • Nye J.S. "Amerikan Gücünün Paradoksu" 2003 Literatür Yayınları • Parasız İ. "Kriz Ekonomisi 1 Hiper Enflasyon ve Yüksek Enflasyonla Mücadelede Ünlü İstikrar Politikaları ve 5 Nisan 1994 Kararları 1996 Ezgi Yayınevi • Parasız İ. "Enflasyon-Kriz-Ayarlamalar 1 Dünyada ve Türkiye'de Kalkınma Makro Ekonomisi Sorunları" 2001 Ezgi Yayınevi • Stiglitz J.E. "90'ların Yükselişi' 2003 CSAGobal Yayın Ajansı • Uygur E. "Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri", Türkiye Ekonomi Kurumu, Tartışma Metni No. 2001/1, Nisan 2001 • Uzunoğlu S." Ekonomiye Önümüzdeki Dönemde Etkileyecek Olası Gelişmeler" Mercek Dergisi Temmuz 2004 142 Rapor, Dergi ve Diğer Resmi Dökümanlar 200 ı Yılı Programı 2002 Yılı Programı Ekonomik Forum, TOBB Aylık yayın organında her ay yayınlanan J.E. Stigliz ve J. Sachs makaleleri Çev. Doç. Dr. Sadi Uzunoğlu Hazine Dergisi "Cumhuriyetin 80.Yılı Özel Sayısı" ISSN ı300-783ı İTKİB İhracat Performans Değerlendirmesi 2004 MÜSİAD, Araştırma Yayınları "2004 Türkiye Ekonomisi" Mayıs 2004 T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı" Enflasyonla Mücadele Programı Politika · Metinleri" Cilt ı 2000 T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı" Enflasyonla Mücadele Programı Politika Metinleri" Cilt 2 200ı İnternet Siteleri www. tcmb.gov.tr www.hazine.gov. tr www.die.gov.tr www. tbb.org. tr www.bddk.org.tr www.imf.org ı43 İTO YAYINLARI(2004) 2004-1 Yurt İçi Kuruluşlar Rehberi 2004-2 Yurtdışı 2004-3 Sağlık 2004-4 Vergi Rehberi 2004-5 Yabancı 2004-6 Fiyat İndeksleri 2004-7 Sağlıklı 2004-8 Büyük Mağazacılık 2004-9 Sorularla İthalatta Gözetim ve Korunma Yolları Fuarlar Rehberi Sektörü ihalelerinde Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri (I) Sermayeli Şirket Kuruluşu Kılavuzu Beslenme, Sağlıklı Yaşam 2004-1 O Sorularla İthalat Mevzuatı 2004-1 ı Dış 2004-ı2 İhracatta 2004-13 Ticarette Standardizasyon Mevzuatı KDV İadesi Mevzuatı ve Uygulamaları Broşürü Ce Rehberi 2004- ı 4 İTO Ticari Bilgi Sınıflandırma Kılavuzu 2004- ı 5 İş Dünyası İnternet Rehberi 2004-ı6 Uluslararası Ticari Uyuşmazlıklarda Piyasası Tanıtım Kurumsal Tahkimin Güncel Sorunları 2004- ı 7 Sermaye 2004-ı8 Çiçekçilik Sektörünün Durumu, Sorunları ve Gelişme Önerileri Paneli ve Bilgilendirme Semineri 2004- ı 9 Ekonomik Göstergeler 2004-20 Yeni Tüketici Yasası Işığında Mobil İletişim Paneli 2004-2ı Sağlık Sektörü ihalelerinde Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri (II) 2004-22 Tüketici Hukuku Mevzuatınallişkin Yorum-Eleştiri-Öneri 2004-23 Türkiye Tarımında Önerisi" Farklı Açılımlar: "Tarımsal Teknoparklar:Bir Model 2004-24 Hizmet Sektörüne Dayalı Kalkınma: "Turizm Gelirlerinin Arttırılması İçin Alınması Gereken Tedbirler ve Alternatif Öneriler" 2004-25 Türkiye İçin Değerlendirilmesi Gereken Önemli Bir Hedef Pazar: "Karadeniz Ekonomik İşbirliği Ülkeleri" 144 2004-26 Türkiye'de Geçmişten 2004-27 İşletme Geleceğe Özelleştirme Yönetiminde Yeni Eğilimler Dizisi 2004-28 Türkiye Ekonomisinin 80 Yılı 2004-29 Doğu Anadolu Kış Olimpiyatları 2004-30 Temel Elektrik Kullanım El Kitabı 2004-31 Yeni İş Yasası Semineri 2004-32 Mikro Kredi Yoluyla Yoksulluğun Azaltılması: İstanbul Örneği 2004-33 İhracata Yönelik Destekler 2004-34 Küçük Sanayi Kapasite Kullanım Araştırması 2004-35 Başarılı İhracatçılar 2004-36 Ce Rehberi 2004-37 Avrupa Birliği'ne Giriş Sürecinde Ambalaj Sektörü Semineri 2004-38 Ekonomik Rapor 2004-39 Sanayide Elektrik Enerjisi Nasıl Tasarruf Edilir. 2004-40 Türkiye' de Tarımsal Kooperatifçilik ve AB Modeli 2004-41 İstanbul'daki Semt Pazarları Envanter 145 Çalışması