IMF iLE NEREYE KADAR?

advertisement
iSTANBUL
TiCARET
ODASI
IMF iLE NEREYE KADAR?
Doç. Dr. Sadi
Uzunoğlu
YAYlN NO: 2004-43
istanbul, 2004
© Bu eserin yayın hakları Istanbul Ticaret Odası'na (ITO) aittir.
Eser üzerinde 5846 sayılı FSEK tarafından sa!jlanan tüm haklar
koşuluyla eserden normal ölçüde alıntı yapılabilir.
ITO'nun
yazılı
sınırlıdır.
ITO'nun ve
yazarın adı
belirtilmek
izni olmadan eserin tamamı veya bir bölümü fotokopi, faksimile veya başka bir araçla
elektronik ortamlarda ticari ya da başka bir amaçla kullanılamaz.
ço!jaltılamaz, da!jıtılamaz,
istanbul Ticaret Odası: 03 UZU
Uzunoğlu, Sadi
IMF lle Nereye Kadar?
istanbul, 2004, 145 sayfa.
1.EKONOMi
I.IMF ll. PARA POLITiKASI lll. DÖViZ KURLARI
IV.STAND-BY ANLAŞMASI
V. ENFLASYON VI. iTO
ISBN NO: 975-512-877-8
Türkçe
Reşadiye Cad. Eminönü/istanbul
ITO BILGi HATTI
(212) 4556161
, www.ito.org.tr
iTO yayınları için ayrıntılı bilgi
Bilgi ve Doküman Yönetimi Şubesi'nden alınabilir.
Tel: (212) 455 63 29
Faks: (212) 512 06 41
E. Posta: [email protected]
Web: www.ito.org.tr
TASARlM
ÇAGDAŞSANAT
Tel: (212) 274 66 56
BASKI
KURTiŞ MATBAACILIK SAN. TiC. LTD.ŞTi.
Tel: (212) 613 68 94
Faks: (212) 613 68 96
www.kurtismatbaa.com
ÖNSÖZ
IL Dünya Savaşı sonrası yeniden inşa edilen dünya para düzeni içinde uluslar
arası ödemelerde ve döviz kurlarında istikrar sağlamak ve bu amaçla
gerektiğinde destek sağlamak için 27 Aralık 1945 yılında Washington'da
kurulmuş olan IMF'nin müdahaleleri ve bu bakımdan ortaya koyduğu anlayış
ve yaklaşımlar daima tartışma konusu olmuştur.
Türkiye, IMF ile ilk stand-by anlaşmasına 1958 yılında yapmış ve aradan geçen
yarım asra yakın sürede tam 18 stand-by anlaşmasına imza atmıştır. Ancak bu
anlaşmalar çerçevesinde uygulamaya konan ekonomik programlar maalesef şu
veya bu nedenlerle sürdürülmemiş veya başarılı olamamıştır.
1970'li yıllarda başlayan ve yaklaşık 30 yıl süren kronikleşmiş bütçe açığı ve
yüksek enflasyon sorununu çözmek ve kamu borcunun milli gelire oranını AB/
Maastricht kriteri olan yüzde 60'ın altına çekmek için Türkiye ile IMF ile arasında
son dönemde yapılan stand-by anlaşmaları ise özellikle uygulanabilirliği
açısından ülke ekonomisini tehdit ettiği yönünde de eleştirilere uğramıştır.
1999 yılında imzalanan stand-by programı ciddi bir uluslararası destek ile
başlamış, fakat 2000 yılı Kasım ayında yaşanan kriz ve akabinde 2001 yılı Şubat
ayı devalüasyonu, bu programı başarısızlıkla neticelendirmiştir. Türkiye'nin IMF
reçetesini aynen uyguladığı programın başarısızlığı aynı zamanda döviz çıpası
olarak adlandırılan sabit kur benzeri sistem uygulamasını da sona erdirmiştir.
Şubat ayı devalüasyonundan üç sonra, yine IMF desteği ile uygulanmaya konan
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programıyla bu kez bir önceki programdan farklı
olarak dalgalı kur sistemine geçilmiştir. Döviz kuru ve fıyat artışlarında istikrarı
sağlamaya yönelik olarak likiditenin kontrolü sorunu üzerinde yoğunlaşan bu
program 2001 yılı sonunda ll Eylül ve uluslararası konjonktür neden
gösterilerek sona erdirilmiş ve 2002 yılı başında yeni bir üç yıllık stand-by
anlaşması yapılmıştır.
2005 yılı Şubat ayı başında sona erecek olan bu mevcut stand-by
düzenlemesinin yerini alacak yeni bir düzenleme için de halen Uluslararası Para
Fonu ile temaslar sürdürülmektedir.
Türk toplumunun ortak dileği izlenen ekonomik politikaların artık başanya
ulaşmasıdır. Odamız bu ortak hedefe ulaşma yolunda dikkate alınması gereken
hususlara ışık tutmak amacıyla sunulan bu çalışmayı hazırlatmıştır. Çalışma,
Türkiye'nin 2000 yılı başından bu yana uyguladığı IMF destekli programların
analizini yapmak suretiyle şu sorunun yanıtı aramaktadır: Mevcut program ve
3
bundan sonra yapılması hedeflenen üç yıllık IMF destekli program başarılı
olabilir mi ve başarılı olabilmesi için nelerin yerine getirilmesi gerekiyor?
Kolay okunup izlenebilir şekilde sunulan "IMF lle Nereye Kadar?" adlı
yayınımızın üyelerimize, karar alıcılara, araştırmacılara ve tüm ilgililere faydalı
olmasını diler, çalışmayı hazırlayan Doç. Dr. Sadi Uzunoğlu'na teşekkür
ederim.
Dr. Cengiz Ersun
Genel Sekreter
4
İÇİNDEKİLER
BAŞLANGlÇ: TÜRKİYE VE DÜNYA EKONOMİSİNDEKİ
TRENDLER VE IMF ANLAŞMALARININ KORONOLOJİSİ .....••......... ll
BÖLÜM 1. 2000 Yılı İstikrar Programını Doğuran Nedenler ve
Programa Başlarken Türkiye Ekonomisindeki Trendler .•.•...•.•. 19
1. Türkiye Ekonomisi ve Politik Yapısındaki Değişmeler .............. 2ı
2. Asya Krizi, Dünya Ekonomisi ve Politik Yapısındaki Trendler ....... 26
BÖLÜM 2. 2000 Yılında Başlayan IMF Programının Analizi: Neden
ve N asıl Uygulandı? .•...•.....•.............................. 29
ı.
2000 Yılı İstikrar Programının Hedefleri ve Uygulanacak
Politikaların Ana Hatları ................................ 29
2. Program Neden Başarısız Oldu? ............................... 38
BÖLÜM 3. 2001 Şubat Krizinin Ardından Devreye Giren Güçlü
Ekonomiye Geçiş Programı ve Sonuçlarının Değerlendirilmesi .... 59
1. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programının Temel Özellikleri ............
2. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programının Sonu, ı 1 Eylül İkiz Kule
Saldırısı ve 2002'de Yeniden Üç Yıllık Program ..............
2.1. 2002 Yılı Başında IMF'ye Verilen Niyet Mektubunun Hedef,
Strateji ve Politikalarına Genel Bakış ......................
2.2. 2002 Yılında Başlayan ve Üç Yıl uygulanması Hedeflenen
Program Başarılı oldu mu? ..............................
59
72
74
86
BÖLÜM 4. IMF ile Sürdürülen ve 2005 Yılında YapılacakYeni Program Başarılı
Olabilir mi: Nasıl ve Hangi Koşullarda? ...................•..... 91
1. Türkiye'nin kendi içinde politik risk oluşturacak "streslerden"
uzak durması ve geniş toplumsal uzlaşmanın sağlanması ...... 92
5
ülkelerle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi, ortak
ve Türkiye'nin Büyük
Ortadoğu Projesi (BOP) içindeki yeri ve
fonksiyonunun bir risk oluşturmaması .................... 95
3. Dünyadaki yapısal sorunların değişmesi, belirsizlik yaratacak
ekonomik ve politik sıkıntıların olmaması, rekabet
koşullarının sağlanması ve büyüme trendinin devam etmesi ... 99
4. Büyümenin Sürekliliği İçin Yapısal Reformların Hayata
Geçirilmesi .......................................... ı 09
5. Her yıl yüklü (7-8 milyar dolar) direk yabancı sermayenin
çekilmesi, gelen sermayenin yalnızca iç talebi
karşılamak için değil ihracat amacıyla da gelmesi
ve istihdama katkıda bulunması. ......................... ll ı
6. Türk Lirasının daha fazla aşırı değerli hale gelmemesi .............. ı ı ı
7. İç ve dış borçlanınada vadenin uzaması ve maliyederin düşmesi. ..... ı2ı
8. !stikrarlı büyüyen ekonomide sosyal gereksinimleri zorlamadan
faiz dışı fazlanın verilmesi ............................... ı2ı
SONUÇ .................................................... ı27
KAYNAKÇA ................................................. ı42
2.
Komşu
paydaların genişletilmesi
6
GİRİŞ
yaklaşık 30 yıl boyunca yüksek ve kronik enflasyon ile buna eşlik eden
istikrarsız büyüme deneyimleri yaşadı. ı970'li yılların başından itibaren başla­
yan bu sürecin nedenleri arasında birçok iç-dış faktör ve şok sayılabilir; Kıbrıs
Barış Harekatı ve bunun sonrasında ortaya çıkan ambargo süreci, rekabete hazır olmayan sanayi yapısı, tarım kesiminin ekonomideki ağırlığı ve dönüşümün­
de yaşanan sorunlar, demografik yapı, ı980 sonrasında altyapısı hazırlanmadan
başlayan serbestleşme uygulamaları, dış fınansman ile gerçekleştirilen alt yapı
yatırımlarının enflasyonİst etkileri, kamu açıkları ve fınansman biçimleri, popülist politikalar, sıcak para ile cari açığın fınansmanında ısrarcı olunması vbz ...
Türkiye
ı999 yılı sonunda Türkiye; kronikleşmiş bütçe açığı ve yüksek enflasyon sorununu çözmek ve kamu borcunun milli gelire oranını yüzde 60'ın altına (AB Kriteri) çekmek için IMF ile yeni bir Stand-by anlaşması sağladı. Program arkasında
ciddi bir uluslar arası destek ile başladı ancak 2000 yılının Kasım ayında başlayan
kriz 200 ı yılı Şubat ayında devalüasyonla sonuçlandı. Bu döviz çı pası olarak adlandırılan sabit kur benzeri sistemin sonu anlamına geliyordu. Şubat devalüasyonunun ardından dalgalı kur sistemine geçildi. IMF desteğinde uygulanmaya baş­
layan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı kur ve faizde istikrarı sağlamaya yönelik
olarak likidite sorunu üzerinde yoğunlaştı ancak program 2001 yılı sonunda ı 1
eylül ve uluslar arası konjonktür neden gösterilerek 2002 yılı başında yeni bir üç
yıllık Stand-by anlaşması ile sonuçlandı. 2002 yılının Şubat ayı başından itibaren
2005 yılının ilk aylarına kadar sürecek olan mevcut program uygulanmaya başla­
dı. Program "çeşitli kesimler" tarafından başarılı olarak ilan edilirken, IMF de bu
başarıda kendi "emeklerinin" çok olduğunu dikkate alacak, ki 23 milyar dolarlık
bir destek sağlanmıştı, her vesile ile "işlerin yolunda gittiğini ilan etti.
Ancak 2004 yılının ortasına gelindiğinde ekonomiye ilişkin veriler ve bunlara iliş­
kin yorumları değerlendirmenin gerçekten kamu oyunda ciddi bir kafa karışıklı­
ğına yol açtığını kabul etmemiz gerekiyor. Ancak Ağustos ayında ekonomi kurmayları arasında yapılan tartışma bir şeylerin iyi gitmediğini ortaya koyuyor. Eğer
her şey iyiye gidiyorsa ekonomi kurmayları arasındaki panik havasını nasıl açıkla­
yabiliyoruz? IMF heyetini 2005 yılında yeniden anlaşma yapmak üzere "teknik altyapı çalışmaları gerekçe" gösterilerek neden ivedilikle Türkiye'ye çağırıyoruz? Neden özellikle mali kesim "uzmanları" IMF ile yeni bir üç yıllık anlaşmanın kaçınıl­
maz olduğunu dile getiriyor?. İş dünyasının en ünlüleri "IMF ile anlaşma yaparsak faiz oranları en az dört puan düşer" yollu açıklamalar yapabiliyor?
2004 yılının daha ilk yarısında cari açık ı omilyar dolara dayanmış durumda. Üç
7
yıl vadeli sosyal ağırlıklı yeni bir program hazırladıklarını söyleyen ekonomi bakanı; dış ticaret ve cari açığın azaltılmasına ilişkin önlemlerin bütçe üzerindeki
olumsuz etkileri nedeniyle 2004 yılı 8. Gözden Geçirme ve yeni bir programla
gündeme gelecek uygulamaların sosyal içerikli bir program hazırlanmasının
önünde en büyük tehdidi oluşturduğunu niye kamuoyu önünde kabul edemiyor? Enerji başta olmak üzere kamu ürünlerine zam yapmalarının faiz dışı fazla
hedefini tutturmak için gerekli olduğunu ve bunun da enflasyon hedefleriyle çeliştiğini kamuoyu önünde tartışamıyor?
IMF'nin sıklıkla dile getirdiği kırılgan yapı devam ediyorsa, Türkiye Brezilya ile
birlikte dünyada en yüksek reel faizi ödeyen bir ülke ise ve panik içinde IMF ile
yeniden anlaşma zemini aranıyorsa ve en önemlisi yeniden üç yıllık bir anlaşma­
ya gereksinim var ise; ekonomi bu program çerçevesinde iyiye mi gidiyor yoksa
program aslında başarısız mı oldu tartışması açıkça yapılamıyor? IMF desteği ve
AB müzakere süreci neden bu kadar gündemde tutuluyor ve adeta AB bir çıpa
olarak kullanılıyor? Yabancı sermayenin gelmeyişi de yalnızca AB ile müzakere
sürecinin başlamasına bağlanıyor? Türkiye sorunlarını çözme yerine neden beklenti yönetimi yapmayı tercih ediyor? Tüm bu sorular ekonomi gündemini halen ve bundan sonra da meşgul etmeye devam edecek.
Bu çalışma Türkiye'nin 2000 yılı başından bu yana uyguladığı IMF destekli
programların analizini yapmaya odaklanıyar ve şunun yanıtını arıyor: Mevcut
programın ve bundan sonra yapılması hedeflenen üç yıllık IMF destekli program başarılı olabilir mi ve başarılı olabilmesi için hangi varsayımların (koşulla­
rın) yerine getirilmesi gerekiyor?
***
Çalışma öncelikle Türkiye ve dünya ekonomisindeki ekonomik ve politik trendler ile IMF ve Türkiye llişkileri üzerine bir kronoloji ile başlıyor ve kronoloji
1999 yılı sonunda başlayan yeni program ile sona eriyor.
Birinci bölümde; 2000 yılı istikrar programını hazırlayan nedenler Türkiye ve
dünya ekonomisinde yaşanan ekonomik ve politik trendler ışığında tartışılıyor.
Asya krizi ve sonrasında ortaya çıkan dünya konjonktürünün ve Türkiye'ye bu
süreçten sonra verilen önemin ortaya konduğu bölümde; Türkiye ekonomisinin
temel sorunları ve çıkmazları tartışılıyor.
İkinci Bölümde ise 2000 yılında döviz çıpası tercilıli IMF programının ana hatları ortaya konuyor. Diğer taraftan ise programın neden başarısız olduğu tartı­
şılıyor. Türkiye'de 2000 yılı programının çöküşünün yalnızca "anayasa kitapçı-
8
ğı"
ile açıklanamayacak kadar derin sorunlar nedeniyle ortaya çıktığı; makro
ekonomik dengesizlikler ve mali sistemdeki kırılganlığın yapısal reformları uygulamadaki isteksizlik ve kararsıziılda birleştiğinde nasıl devalüasyon tercihi yapılmak zorunda kalındığı gösteriliyor.
Üçüncü bölüm; 2001 Şubat devalüasyonunun ardından uygulanmaya başlayan
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programını ve bunun ardından 2002 yılı Şubat ayında
uygulanmaya başlayan üç yıl sürecek programı tanıtıyor ve bu programların uygulama sorunlarını tartışıyor. Ayrıca, 2004 yılında yeniden tartışılmaya başlayan
IMF ile 2005 yılı başından itibaren uygulanması düşünülen programa neden gereksinim duyulduğunun zeminini ortaya koyuyor.
Dördüncü bölümde ise IMF ile 2002 yılı başından itibaren sürdürülen ve 2005
yılı başından itibaren yeniden başlaması hedeflenen yeni üç yıllık programın başarılı olabilmesi gerekli koşulların neler olduğu ortaya konuyor. Çalışma sonuç
değerlendirmesi ile tamamlanıyor.
***
Çalışmaya destek veren İstanbul Ticaret Odası Başkanı Mehmet Yıldırım'a, Genel Sekreter Cengiz Ersun'a ve onların nezdinde İstanbul Ticaret Odası camiasma öncelikle teşekkür ediyorum.
Uğur Civelek çalışmaya gerek tartışarak gerek uyarılarda bulunarak destek verdi, desteğineteşekkür ediyorum. Ayrıca Sermin Güngör' e, Serkan Yürük'e, Şa­
fak Korkut ve Abdurrahman Erzaime; gölgesini sürekli hissettiğim Veysi Seviğ
hocam ve Erdoğan Çankaya'ya da teşekkür ediyorum.
Çalışmada; var ise eksik ve hataların bana ait olduğunu da belirtmek istiyorum.
Çalışmanın dili özellikle çalışmayı okuyacak kitlenin zorlanmaması kaygısıyla
tercih edildi ve amacım ekonomi teorileri ve kavramıarına yabancı olanlar tarafından da anlaşılmaktı.Bunun da altını çizmek istiyorum.
Doç. Dr. Sadi Uzunoğlu
2004 Temmuz Sonu
9
BAŞLANGlÇ
KRONOLOJi: TÜRKiYE VE DÜNYA EKONOMiSiNDEKi TRENDLER VE
IMF ANLAŞMALARININ KORONOLOJiSi
Temmuz 1944
IMF ve Dünya
Bankası'nın
Anasözleşmelerinin Bretton-Woods'daki konfe1946
ransta hazırlanması.
lik çok partili seçim. 7 Eylüll----------l
kararları ile Türk Lirası'nın
devalüe edilmesi.
Aralık 1945
Eylül 1946
Anasözleşmenin 29 üye ülIMF'e üyelik hazırlıkları:
kenin imzasıyla yürürlüğe
Recep Peker (CHP) Hükügirmesi
meti'nden ilk devalüasyon;
Mayıs 1946
oranı %53,6
12 lcra Direktöründen oluşan kurulun Washington'daki açılış toplantısı
Eylül-Ekim 1946
IMF ve Dünya Bankası'nın
Guvernörler Kurulu top-
1944
Bretton-Woods Konferansı,
Uluslar arası para sisteminin şe­
killenmesi, IMF ve Dünya Bankası'nın oluşturulması
1945
ll. Dünya Savaşı'nın sona ermesi
Mart 1947
Truman Doktrini
Haziran 1947
Marshal Planı'nın uygulanmaya
konulması
lantısı
4 Nisan 1949
1----------+----------1 Kuzey Atiantik Paktı NATO'nun
Nisan 1947
Mart 1947
IMF'in
operasyonlarına Türkiye'nin kesin
başlaması
kuruluşu
üyeliğe
girişi
Mayıs 1947
lik kota: 43 milyon dolar
IMF'ten ilk kaynak ku Ilanan ülke Fransa
1950-59
Dünyaya
Ağustos
1952
Almanya ve Japonya'nın
üye olması
Ağustos 1958
1----------ı Ekim 1952
1950
14 Mayıs 1950
Stand-by düzenlemelerinin IMF'in artan baskısı. Tüm Kore Savaşı, A.B.D. EkonomiGenel Seçim: DP Iktidarda lcra Direktörleri Kurulunda döviz alımlarında dolar ba- sinde hızlı büyüme yılları
şına ek 6,22 TL vergi koyul1----------ı onaylanması
du. Uygulamada %69 ora20 Eylül 1951
nında devalüasyon gerçekTürkiye'nin NATO'ya üyelileşmiş oldu.
ği
açılma çabaları
1954
Genel Seçim: DP
devam
iktidarına
ll
Mart 19S7
Roma Anlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu
(AET)'nun kurulması
1957
Genel Seçim: DP oylarında­
ki gerilerneye rağmen iktidarını korudu.
1958
Kıbrıs'ta Ingiliz askerleri
Türklere karşı ilk defa silah
kullandı.
1960
Amerikan Doları 9 TL oldu.
1 Ocak 1961
1960-1970
IMF ile yoğun
IMF ile ilk stand-by anlaşması:
Kabul edilen 21 ,S milyon SOR
yıllar
Çekilen miktar 16,S milyon 1960
SOR
r3~0~M"-:-art-1 96-2---~ Spekülatörleri n altına hü-
Stand-by anlaşması:
Kabul edilen: 31 milyon
SOR
Çekilen miktar 1S milyon
SOR
15 Mart 1963
Ekim 1961
Ocak 1962
Stand-by anlaşması:
Genel Seçim: CHP-AP Ko- Telafi edici fon kolaylığının
Kabul edilen: 21,S milyon
alisyonu
(Compensatory Financing SOR
f - - - - - - - - - - 1 Facility CFF) oluşturulması Çekilen miktar 21,S milyon
SOR
Eylül1963
15 Şubat 1964
AET'ye giriş sürecini başla­
Stand-by anlaşması:
tan Ankara Anlaşması. Bir
Kabul edilen: 21,S milyon
yıl sonra Türkiye Ortak PaSOR
zar'a girdi.
Çekilen miktar 19 milyon
SOR
1 Şubat 196S
Stand-by anlaşması:
Kabul edilen: 21,S milyon
SOR
Çekilen miktar yok
Ekim 1965
1 Şubat 1966
Genel Seçim: AP Iktidarda,
Stand-by anlaşması:
Demirel ilk kez başbakan
Kabul edilen: 21 milyon
SOR
Çekilen miktar 21 ,S milyon
SOR
1960
Askeri ihtilal
Temmuz 1961
Yeni Anayasanın kabulü
1967
Ünlü 'triumvira" gmrevde; Eylül1967
özal DPT Müsteşarı, Talu Guvernörler Kurulunda
Merkez Bankası Başkanı, SOR'nin oluşturulmasının
Cantürk Hazine Genel Sek- onaylanması
reteri
cumu dolayısıyla Londra
Altın Fonu'nun kurulması
1960'1ı yılların ikinci yarısı
Amerikan doları uluslar
arası finansal piyasalarda
ba*ı altında
15 Şubat 1967
Kasım 1967
Stand-by anlaşması:
Sterlinin devalüe edilmesi
Kabul edilen: 21 milyon
1968
SOR
Altın Fonu'nun dağılması
Çekilen miktar 27 milyon
SOR
12
1 Nisan 1968Stand-by anlaşması:
Kabul edilen: 27 milyon SDR
Çekilen miktar 27 milyon
SDR
1967
Dövize Çevrilebilir Mevduat (DÇM) uygulamasının
başlaması
Ağustos
Haziran 1969
Tampon Stok Finansman
Kolaylığı (Buffer Stock Financing Facility BSFF)ku-
1969
Fransız frangının
devalüe
edilmesi
rulması
1970
ilk SDR tahsilatı
TL %40 oranında devalüe
edildi
17 Ağustos 1970
Stand-by anlaşması:
Kabul edilen: 90 milyon SDR
Çekilen miktar 90 milyon
SDR
Aralık
1971
%9 oranında devalüe edilmesi ve altın konvertibilitesinin kaldırılması, SmithAğustos 1971
A.B.D.'nin IMF'e dolar-al- 1970-74
sonian anlaşması uyarınca
tın konvertibilitesini dur- IMF ile ilişkilerde, Türki- ulusal paraların dalgalanma
1971
durduğunu bildirmesi
ye'deki siyasal belirsizliğe marjlarının genişletilmesi
Askeri muhtıra ve Erim Aralık 1971
bağlı donukluk
Mart 1972
AET Ülkelerinin "tüneldeki yı­
Hükümeti
Smithsonian Anlaşması
lan'
Ekim 1973
Temmuz 1972
Genel Seçim: Koalisyonlar "Komite 20" olarak biliOPEC Petrol Krizi
dönemi
nen uluslar arası para sisteMart 1973
Ocak-Eylül 1974
minin reformu komitesinin
Bretton-Woods sisteminin
CHP-MSP Hükümeti
rulması
Temmuz-Ağustos 1974 r,:.:.~:;:-=:;:,:..::.:;;,_----1
çöküşü
Kur rejimlerinde karma uyKıbrıs
Harekatları
ve
1974
A.B.D. Ambargosu
Revalüasyon: TL'nin Dolar
Mart 1975
karşısında % 11 değer ka1. MC Hükümeti
Faci- zanması
Doların
Jamaika toplantısı ve SDR sisteminin yürürlüğe girmesi
1977-78
Gelişmekte olan ülkelerde
dış borç darboğazı ve krizler
Bağış Fonunun kurulması
1977
Genel Seçim: II.MC Hükü- Ağustos 1977
CFF (Contingency Fund Fameti
cility)'nin kurulması
13
Nisan 197 S-Haziran 1977
Sekiz mini devalüasyon sonucunda dolar kurunun 13
lira 70 kuruş'tan 17,5
TL'na yükselmesi
Eylül1977
%1 O oranında devalüas-
Ocak 1978
CHP Iktidarda: Ecevit ikinci Eylül1978
IMF kotalarının %50 artırıl­
kez başbakan
masıyla genel kaynakların
Ağustos 1978
Amerikan askeri ambargo- 58,6 milyar SDR'a ulaşması
sunun kaldırılması
Şubat 1979
Iran Islam Devrimi ve ikinci
petrol krizi
Mart 1979
AET ülkeleri arasında, sabit-ayarlanabilir bir kur rejimi olan Avrupa Para Sistemi (EMS)'nin kurulması
Aralık 1979
Programın askıya alınması
ve
Türkiye'nin
1979 S.S.C.B.'nin Afganistan'ı
Mart'ına kadar taze kay- işgal i
nak arayışına girmesi
%30 oranında devalüasyon
24 Nis.ıın 1978
Stand-by anlaşması:
Kabul edilen 300 milyon
SOR
Çekilen miktar 90 milyon
SOR
Aralık 1978
19 Temmuz 1979
Stand-by anlaşması:
Ekim 1979
Şubat 1979
Kabul edilen 250 milyon
AP azınlık hükümeti iş ba- Ek Finansman Kolaylığı'nın SOR
şında
uygulanmaya başlaması
miktar 230 milyon
Nisan 1980
24 Ocak 1980
Sık aralıklarla kur ayarla24 Ocak Kararları: Liberal
ması rejimine geçilmesi,
ekonomiye geçişin ilk işareti Aralık 1980
devalüasyonlar %5'i geçTemmuz 1980
Toplam kota miktarının 60 meyecek
Faiz oranları serbest bıra- milyar SDR'a çıkarılması
18 Haziran 1980
kıldı
Stand-by anlaşması:
12 Eylül 1980
Kabul edilen 1.250 milyon
SOR
Askeri darbe, demokrasi
Çekilen miktar 1.250 milaskıda. özal hükümette
yon SOR
1981
1981
Katlı kur uygulamasına
SOR hesaplanmasının ba- son, sürünen kur rejimine
giriş: Kurlar günlük olarak
sitleştirilmesi
açıklanacak
1981-87
4 Nisan 1983
Gelişmiş ülkelerde enflasMeksika başta olmak üzeHaziran 1982
Stand-by anlaşması:
Bankerler krizi, Özal'ın isti- re dış borç krizi yaşayan ül- Kabul edilen 225 milyon yonla mücadele ve durgunluk
kelere destek
fası
SOR
Ağustos
1982
14
Kasım 1982
Yeni anayasanın kabulü
Aralık 1982
Faizler yeniden MB kontrolünde
Kasım 1983
Genel Seçim: ANAP iktidarda, Özal başbakan
Nisan 1987
AT' na tam üyelik başvurusu
Eylül1987
Siyasi yasakların kalkması
için referandum, eski si malar yeniden sahnede
Kasım 1987
Genel Seçim: ANAP iktidarına devam
Kasım 1988
Faiz oranları serbest bıra­
kıldı
Kasım
1983
Çekilen miktar 112.5 mil- 1982-84
yon SDR
Gelişmekte olan ülkelerde
24 Haziran 1983
döviz krizleri, Latin Ameri1995'e kadar yapılacak ka moratoryumu
son Stand-by anlaşması:
Kabul edilen 225 milyon
SDR
Çekilen miktar 52.25 milyon SDR
Kotaların artırılması
Mart 1986
Uyum
Yapısal
Kolaylığı
(SAF)'nın kurulması
Aralık
Güçlendirilmiş
Uyum
Ekim 1987
Kara Pazartesi: Newyork
Borsası
(NYSE-Newyork
Stock Exchange) çöktü.
Gelişmiş ekonomiler krizle
tanıştı. Piyasalaşma ve deregülasyon hız kazandı.
1987
Yapısal
Kolaylığı (ESAF)'nın
oluşturulması
Ağustos 1988
Telafi Edici Olağanüstü Finansman Kolaylığı (CCFF)'nın
1-:-;;--:----:-o:=----+=o.:..:lu"'şt:.::u.:..:ru.:..:lm.:..:a:.::sı.:..:._____1 IMF'siz yıllar
Ağustos 1989
TCMB'nin 32 Sayılı Kararı'yla kambiyo rejimine ve
sermaye hareketlerine tam
serbestlik tanındı
Eylül1989
Anayasa değişikliği referandumu
Kasım 1989
Özal cumhurbaşkanı
Türkiye uluslar arası alanda 1989
dış finansman imkanlarını Soğuk savaşın A.B.D. ve
kolaylıkla buluyor
müttefiklerince kazanılma­
sı, sosyalist blokta çözülme, liberal demokrasi ve
piyasa ekonomisi yükselen
değerler
;j.ggg!2.9oôEJif<'f~ı~~~1~'.
•§iyasl~t()pl~ırı~aj is(i.~r~~şı
;~~zv;ıll~»~~0;{~~~1~itJi~
Haziran 1991
ANAP Kongresini kazanan
Mesut Yılmaz başbakan
Ekim 1991
Genel Seçim: DYP-SHP koalisyonu
Mart 1992
Terör had safhada, Nevruz
kutlamaları sırasında büyük olaylar
Nisan-Haziran 1993
Özal öldü, Demirel cumhurbaşkanı, Tansu Çiller
1990
%50 artırılarak 1990
135 milyon SDR'a çıkarıl- TL'nin konvertibilitesinin
ması
IMF'ce onaylanması, lira
Nisan-Mayıs 1992
uluslar arası para
Eski sosyalist blok ülkelerinin çoğunun üyeliğe kabulü
Haziran 1992
Rusya resmen IMF üyesi
Ağustos 1992
Rusya ile 719 milyon SDR
tutarında stand-by anlaş-
başbakan
ması
Mayıs
Kotaların
ıs
1990-91
Körfez Savaşı, yeni dünya
düzeninin ilanı
1991
S.S.C.B.'nin tarihe karışması
Şubat
1992
Maastricht
AB'ye ilk adım
Anlaşması,
Mayıs 1993
Sistem Değişimi Kolaylığı
(STF)'ndan ilk yararlanan
ülke Kırgızistan
Nisan 1994
TL'nin fiilen %30 devalüe
edilmesi
Ocak-Şubat
1994
Ekonomik kriz; TL iki ayda
Temmuz 1994
%60 değer kaybetti, haziIMF'ten 160,5 milyon SDR
ne bonosu faizleri %400
çekilmesi; performans kriS Nisan 1994
Haziran 1994
teri konsolide bütçe açığı
5 Nisan Kararları ve istikrar üç başkan yardımcılığı ma- 8 Temmuz 1994
programı
karnının ihdası
14 ay süreli Stand-by an-
1994
Cari işlemler dengesi 2,6
milyar dolar fazla verdi
ama büyüme hızı -6,1
laşması:
Kabul edilen 590,2 milyon
SDR
Kasım
1994
75 milyon SOR'ın çekilmesi; performans kriteri
KlT'Iere bütçe dışı borçlanmanın sınırlanması
Şubat 1995
Mart 1995
Krize giden Meksika'ya
AB ile Gümrük Birliği
12,1 milyar SOR'lik standAralık 1995
Genel Seçim: RP birinci by kredisi verildi
parti, tek parti çoğunluğu
yok
Kasım
1995 ve Şubat 1996
Bütçe ve parasal perfor- Şubat 1995
mans kriterlerinin tutmaMeksika Krizi ve Latin Ameri·
ması nedeniyle 75'er mil·
yon SOR'lik son iki dilimin ka'da "Tekila etkisi • ile krizin
çekilememesi, kullanılan yayılması
toplam tutar 460,5 milyon
SDR
Şubat
1996
ANA YOL Koalisyonu
Temmuz 1996
REFAHYOL Koalisyonu:
Dönüşümlü olarak ilk baş­
bakan Erbakan, Çiller dış
Mart 1996
IMF tarihinin en yüksek
miktarlı EFF kredisi Rusya'ya
6,9 milyar SDR verilmesi
işleri bakanı
28 Şubat 1997
MHK'nda
siyasi
kriz,
hükümete örtülü muhtıra
Temmuz 1997
ANASOL-D azınlık hükümeti
Kasım 1997
Endonezya'ya 1O milyar
SDR tutarında stand-by
kredisi verildi
Aralık 1997
IMF tarihinin bugüne kadarki en büyük finansal desteği: Güney Kore'ye 15,5
milvar SDR tutarında kredi
Aralık 1998
Nisan 1997
IMF ile yıllık olağan konsüitasyon görüşmeleri
Ekim 1997
IMF heyetinin Türkiye'ye
gelerek ekonomik geliş·
meleri değerlendirmesi
1997
Asya Krizi dünyayı sarsıyor,
Bretton-Woods sonrası en
büyük ve yaygın kriz
Ağustos 1998
Haziran 1998
TSMF'na dev- Brezilya ile 13 milyar SDR Yakın Izleme Anlaşması Rusya krizde, dış borçlar için
riyle fondaki banka sayısı tutarında stand-by anlaşması (St ff M 't d P
90 günlük morataryum ilan
a
onı ore
rogram )
3'e çıktı
edildi
yürürlüğe girdi
Ocak 1998
lnterbank'ın
16
Ocak 1999
DSP azınlık hükümeti
Nisan 1"999
Genel Seçim: DSP-MHPANAP Koalisyonu
Ağustos-Kasım 1999
Türkive deoremlerle sarsıldı
Temmuz 1999
Rusya ile 17 ay süreli ve 3,3
milyar SDR tutarında standby anlaşması
Ekim 1999
Ekim 1998
Depremin zararlarını telafi
etmek amacıyla Türkiye'ye Rusya Krizi Latin Ameri361,5 milyon SDR tutarın­ ka'ya yayılıyor, global reda acil yardım desteği sağ­ sesyon tehlikesi
landı
Aralık
Aralık
1999
Beş bankaya daha el kondu, sektör sarsıntıda
ekonomi %6 daraldı
'
1999
Türkiye'nin enflasyonla
mücadele programı çerçevesindeki niyet mektubuna binaen 2,9 milyar
SDR tutarında stand-by anlaşması onaylandı. ilk dilim
221.7 milyon SDR. Döviz
kurları 18 aylık süre için
önceden belirlendi.
17
Ocak 1999
Euro AB üyesi 11 ülkede
tek para birimi olarak devrede
Aralık 1999
Dünya yeni milenyuma
hazırlanıyor,
2000 yılı
sorunu bilişim sektörünün
korkulu rüyası
BÖLÜM 1
2000 Yılı istikrar Programını Doğuran Nedenler ve
Programa Başlarken Türkiye Ve Dünya Ekonomisindeki
Trendler
Türkiye ı 970'li yılların başından itibaren kronik enflasyon sürecini yaşayan
ülkelerden biri hatta bu konuda en istikrarlısıydı(!) Kronik enflasyonla yaşayan
diğer ülkelerde olduğu gibi mali sistem ciddi yaralar almış, bunun yanı sıra
enflasyon ulusal paradan kaçışı da beraberinde getirmişti. Vergi ödemeleri gibi
zorunlu olanlar dışında tasarruf sahipleri satın alma güçlerini korumak için
altın, döviz ve/veya gayrimenkul başta olmak üzere mala yönelmişlerdi. Böylece
ülke tasarrufları bir anlamda verimsiz alanlara kaymıştı. Geleceğe ilişkin
beklentiler ise büyük ölçüde geçmişte yaşananlara endekslenmişti, adeta
enflasyon yapışkan hale geliyordu. Endeksleme, enflasyonu kimi zaman yüzde
30'lu kimi zaman yüzde SO'li düzeylerde, kimi zaman da daha yüksek
düzeylerde seyretmesine yani platolar biçiminde devam etmesine neden oldu.
Grafik1. Türkiye'nin Enflasyon Serüveni (TEFE, TÜFE %)
160
140
120
100
80
~
~
60
40
20
o
rıll
.1
• ll ll 1 :ı
1975
1977
;
.....
llı
1979
lllLdl
lll
1981
1983
!
d·
ll rll
1985
1987
1
·•
Illi
1989
1991
1993
1995
1997
1999
•
Iii
2001
2003
Yüksek kamu açıkları ve fınansman yöntemleri enflasyonun en önemli
nedenlerinden biriydi. Kaynakların etkin kullanılamaması, enflasyon ile
örtülmüş verimsizlik kronik enflasyon yaşayan ülkelerin temel sorunuydu.
Türkiye ekonomisi de uzun yıllar verimsiz ve kaynakların etkin kullanılmadığı
bir yapı içinde çalıştı. Bütçe açıkları nedeniyle ortaya çıkan yüksek faiz bu
dengesizliği daha da artırmış ve ı 989 yılından itibaren yaşanan finansal
serbestleşme süreci ekonomiyi faiz ve kur riski ile de karşı karşıya bırakmıştı.
ı9
Grafik 2. Türkiye'de istikrarsız Büyüme Süreci (%)
10
-s~r--------------------------------------,~~--------~•--4~~---
-10+-~~~~~~--F-~~~~~-T~~--~~~~~~~~~~~~~~
1976
1978
1980
1982
1984
1986
1988
1990
1992
1994
1996
1998
2000
2002
Türkiye ekonomisine uzun yıllar fıyat istikrarsızlığının hakim olması belirsizliği
artırırken, gelir dağılımını da bozuyordu. Bu gelişmeler verimsizlik ve kaynak
israfı ile birleşince istikrarsız bir büyürneyi de beraberinde getiriyordu. Türkiye
ekonomisinde yatırım tasarruf dengesinin bozulması ve yüksek kamu açıkları
doğal olarak döviz dengesinin de bozulmasına neden oluyordu. Türkiye
ekonomisi döviz açıklarını kapatmaya zorlandığı dönemlerde dengesizlikler
daha da artıyor ve faizler hızla yükselme trendine giriyordu. Türkiye ekonomisi
ne zaman dış kaynak bulmada zorlansa aynı sonuç ortaya çıkıyordu. Çünkü
içerideki büyük kamu açıklarını kapatacak düzeyde tasarruf yapmak mümkün
değildi.
Bu kısırdöngünün kırılması gerekiyordu. Yüksek enflasyon ve istikrarsız
büyüme belirsizliği artırıyordu ve artan kamu açıkları ve borçların
sürdürülebilirliği en önemli sorun haline gelmişti. Türkiye artık yolun
sonundaydı. ı997 yılının ortasından itibaren ekonomi yönetimi artık bir şeyler
yapmak gerektiğini açıkça görmüş ve bunu dile getirmeye başlamıştı. ı 998 yılı
ortasında (Uluslar arası Para Fonu) IMF ile Yakın İzleme anlaşması yapıldı.
Ancak ardından gelen seçim programı kesintiye uğrattı. Fakat geri dönüş yoktu
ve ı 999 yılı sonunda IMF ile Stand-by düzenlemesi gerçekleştirildi.
IMF ile başlayan yeni sürecin iyi anlaşılabilmesi ve 2000 yılı başından itibaren
uygulanmaya başlayan enflasyon ile mücadele programının başarısızlığının
nedenlerini ortaya koyabilmek için o dönemin iç ve dış gelişmelerini gözden
geçirmemiz gerekiyor.
20
1. Türkiye Ekonomisi ve Politik Yapısındaki Değişmeler
Türkiye
Bu yapı
ı994 krizinin ardından net dış borç ödeyicisi bir ülke konumundaydı.
sıcak paraya artan bir bağımlılığı da beraberinde getiriyordu. Sonraki
yıllarda
da görülebileceği gibi politikalar genelde adeta "sıcak para" girişine
bağlanmış ve Türkiye'nin kaderi genelde sıcak para girişine bırakılmıştı.
Türkiye ı996 yılına girerken Gümrük Birliği'ni kabul etmiş ve dış ticaret açığı
açılmaya başlamıştı. Ancak aşırı dış açığın piyasalarda tedirginlik yaratmaması
için bavul ticareti hesaplara dahil ediliyordu. Ekonomi büyüme trendine
girmişti ve Türkiye dış kaynak bulma konusunda ciddi bir sorun ile karşı karşıya
değildi. Politik belirsizliğe rağmen dış kaynak ve büyümenin etkisiyle faiz
oranları tempolu olarak gerilemişti. 1997 yılına bu konjonktür içinde girildi.
Refah Yol Dönemi başladı. O dönemin ekonomi yönetimi borçlanma
stratejisini değiştirmiş, vergi toplamaya yönelmiş, bonolara ilk kez stopaj
uygulanmış ama en önemlisi Türk Lirası borçlanma yerine döviz cinsinden
borçlanma ön plana çıkmıştı. Bu borçlanmanın maliyetini düşürücü bir
girişimdi. Ancak politik belirsizlik ciddi boyutlardaydı. Bedelsiz ithalat girimieri
dahil kaynak paketi girişimlerinin etkisi bu açıdan zayıflıyordu. Döviz cinsinden
borçlanma ve yeni kaynakla bulunan fınansman ile iç borç itfaları yapılıyordu.
Bileşik faiz oranları yüzde ı20'li düzeylerden yüzde 80'li düzeylere geriledi.
Hiç kuşkusuz bu düşüş ekonomiye güvenden değil, Merkez Bankası'nın da
döviz alması ile birlikte ekonominin likiditeye boğulmasından
kaynaklanıyordu. Merkez Bankası döviz alıp piyasaya Türk Lirası vermişti,
rezervleri dövizdeki bir aynaklığa izin vermeyecek kadar güçlenmişti. Borç
stoğunun artış hızı zayıflamaya başladı ancak bu temel sorunları çözmüyordu.
Yalnızca kısa vadede zaman kazandırmıştı.
Ancak bu zamanın iyi kullanıldığı şüpheliydi: Ekonomide 1994 krizinin
ardından yakalanan büyüme İvınesi iyi ama dış denge kötüydü. ı995, ı996 ve
ı 997 yıllarında da mal ve hizmet hareketlerinden kaynaklanan döviz dengesini
gösteren Cari İşlemler Dengesi 2 milyar doların üzerinde açık veriyordu.
İç denge yani kamu kesimi dengesi dönemin ekonomi yönetiminin iddia ettiği
gibi denk bütçeye doğru gitmiyordu. Ekonomi net tüketici konumundaydı ve
katma değer yaratmada zorlanıyordu. Borç faiz ödemelerinin iyileşmesinin
yarattığı avantaj kullanılıyordu. Yapısal sorunlar devam ediyordu. Yapısal
reform uygulamaları ise söz konusu değildi.
Mali kesimde de sorunlar ağır dı. ı 994 krizi ile birlikte bankacılık sistemi ciddi
2ı
Tablo1. Türkiye'nin Döviz Dengesi (Milyon $)
Yıllar
DışTicaret
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
Dengesi
-14.160
-4,216
-13.212
-10.582
-15.358
-14.220
-10.443
Cari işlemlerDengesi
-6.433
2.631
-2.339
-2.437
-2.638
1.984
-1.360
Kaynak: TCMB
yemiş; sermaye yeterliliği ve aktif kalitesi bozulmuştu. Banka
mevduatıarına verilen güvence ile krizin etkisinin azalması Türkiye' deki banka
sayısının hızla artmasına yol açtı. Denetimin yetersiz ve/veya etkisiz olduğu
dönem bankalardaki çarpık büyürneyi de beraberinde getirdi. Merkez
Bankası'nın dövizin artışına izin vermemesi ve/veya izin vermeyecek kadar
rezervlerinin güçlü olması mali sistemdeki kur riskini teşvik ediyordu. Orta ve
küçük ölçekteki bankalar önderliğinde dövize yüksek faizler verilerek döviz
toplanıyor, ancak bu dövizler daha sonra Türk Lirasına çevrilerek (açık
pozisyon) plase ediliyordu. Ağırlıkla da kamu kesimine borç veriliyordu. ı997
yılına işte bu konjonktürde girildi. Ancak mali sistemin içinde de yurt dışında
da beklentiler "bu işin böyle gitmeyeceği" yönündeydi. ı997 yılının Ocak-Şubat
ayı başında bir bankanın 200-250 milyon dolarlık bono portföyünü boşaltması
faiz oranlarını yüzde 80'lerden yüzde ı lO'lara yeniden çıkardı. En önemli sorun
bu kadarlık satışı bile piyasanın kalduabilecek derinliği yoktu. Piyasanın
likiditesi konusunda ciddi sorun vardı.
darbe
Bu arada politik risk de artmıştı; 28 Şubat süreci başlamıştı. Ekonominin
devam ettiği dönemde yaşanan bu gelişme belirsizliği daha da
artırmış ve faiz oranları yükselme trendine girmişti. 28 Şubat artık seçimin
göründüğüne de işaret ediyordu. Artık seçim ekonomisi uygulanmaya
başlamıştı: taban fiyatları yüksek açıklanmış, ek zamlar ile tüm memurlara
kaynak akıtılmaya başlanmıştı. Oysa kamu kesiminin ı 997 yılı Mart ve Haziran
örneğinde görüldüğü gibi memur maaşlarını ödeme konusunda bile sorunları
vardı. Hükümet istifa etti ve yeni azınlık hükümeti kuruldu.
kırılganlığının
22
Yapısal Reformların Öneminin Fark Edilmesi
Azınlık hükümetinin kuruluşu ile birlikte yapısal reformlardan söz edilmeye
başlandı. Hazine'nin yönetimi değişti ve ı 997 yılının Ağustos ayında Hazine ile
Merkez Bankası arasında yapılan bir protokol ile mümkün olduğunca
Hazine'nin Merkez Bankası'ından kısa vadeli avans kullanmamaya özen
göstermesi kararlaştırıldı. Kamu bankalarının da aynı şekilde Hazine
finansmanında yer almaması gereğinin üzerinde duruldu. Piyasa yapıcılığı
gündeme getirilerek bir taraftan şeffaflık konusunda adım atılması diğer
taraftan piyasanın derinleştirilmesi hedeflendi. Mali sistemin yeniden
yapılandırılmasının gerekliliği yine bu dönemde tartışılmaya başladı.
Ancak Kasım ayında bu sürecin kesintiye uğradığı biçiminde izienimler alındı.
Ancak daha önce bir taraftan faizlerin düşürülmesi diğer taraftan enflasyonla
mücadele için öncelikle piyasadan daha fazla borçlamhp Merkez Bankası'ndan
kullanılan avans kapatıldı, Temmuz ayında akaryakıt fiyatları artırıldı. Bunun
enflasyon üzerinde etkisi olacaktı. Ama kamu kesiminde bir düzeltme yaratması
bekleniyordu. Önce enflasyon artacak ancak daha sonra kademelİ olarak
düşecekti. Ancak faiz oranlarının yükselmesi öncelikle bono sahiplerini
etkileyecekti. Ekonomide tedirginlik artıyordu. Bilinçli olarak enflasyon önce
artırılacak daha sonra da kademelİ olarak düşürülecekti. ı 998 yılı başında KİT
ürünlerine zam yapılmayacağı açıklandı. Böylece ı 998 yılında enflasyon belirgin
biçimde düşecekti. Ancak ı998 yılına girerken yapısal reformlar konusunda
adım atılmadığı görüldü. Bu nedenle Hazine Müsteşarı da istifasını vermişti.
Mali sistem risk almaya devam ediyordu. Yüksek reel faiz açık pozisyonu teşvik
etmişti. ı 998 yılının ikinci yarısında ekonomi yönetiminin Merkez Bankası'nı
daha fazla faizleri aşağı çekmeye yönlendirmesi açık pozisyon kazançlarını
artırmıştı. Çünkü faiz oranlarının gerilemesi menkul kıymetlerin değerini
yükseltecekti. Ellerinde Türk Lirası cinsinden menkul kıyınet tutan bankaların
bu durumdan kazançlı çıkacakları açıktı. Ancak bankacılık sistemi bu süreçte
ciddi risk aldı ki açık pozisyon başlı başına risk anlamına geliyordu.
Yapılandırılmış finansman olarak tanımlanan bir yöntemle yurtdışından fon
sağlamaya devam etti: Yabancı bankalara bono-tahvil teminat olarak verilerek
teminatların birkaç katı büyüklüğünde kredi temin ediliyordu. Bu yöntemle
Türkiye'ye ı 998 yılının ikinci çeyreğinde ciddi bir döviz girişi (sıcak para)
sağlandı. Piyasadaki likidite genişlemesi gecelik faizleri yüzde 60'lı seviyelerden
yüzde 40'lı seviyelere çekerken, bono bileşik faizleri de yüzde ıso'lerden yüzde
70'lere gerilemişti. Gelen sıcak para piyasada iyimserliği artırmıştı. Ancak
23
bunların karşılığında açık pozisyonlar tarihi rekorlar kırmaya devam etti. Oysa
dünya kriz ile karşı karşıyaydı. Asya' da patlayan krizin Çin' e adamasından
korkuluyordu. Japonya ve ABD piyasalara müdahale ederek paniği önlemeye
çalışırken Rusya krize girdi.
Rusya gelişen piyasalar içinde önemli bir ülkeydi ve Türkiye ile aynı kategoride
değerlendiriliyordu. Rusya Krizinin bizi etkilernesi kaçınılmazdı. Mali sistemde
büyük riskler söz konusuydu. Yapılandırılmış finansman yöntemi ile ciddi bir
döviz girişi sağlanmış ve teminat olarak menkul kıyınet verilmişti. Rusya krizi
Türkiye' den sermaye çıkışına neden olabilir, dolayısıyla menkul kıymetlerin
fiyatı bu çıkış süresince yaşanacak yüksek faiz nedeniyle düşebilirdi. Bu
durumda teminata verilen menkul kıymetlerin değeri de düşecek ve sonuçta
teminat karşılığı kredi veren uluslar arası finans kurumları ek teminat talebinde
bulunacaklardı. Ancak finans sistemi bu riski taşımaya devam etti. Rusya krizi
sonrası korkulan oldu ciddi sermaye çıkışı gerçekleşti faiz oraları da bankalar
arası piyasada yüzde 70'lerden yeniden yüzde ıso seviyelerine tırmandı.
Mali kesimde işler böylesine çarpık gelişirken reel kesimde de belirli
alışkanlıklarını terk edemiyordu. Enflasyon ile yaşamayı alışkanlık haline
getirmiş olan reel kesim, yüksek stok ve yüksek borç yapısı ile katı bir pozisyon
taşıyordu. Fakat Asya ve Rusya krizi ile gelişen deflasyonist dalga reel kesimin
bilanço yapısını büyük ölçüde tahrip etti.
Bu arada Türkiye "mali milat" tartışmaya başlamıştı. Zamansız bir uygulamaydı
ama Türkiye açısından gerekliydi. Büyük bütçe açıkları veriliyordu. Bu açıkların
kapatılması gerekiyordu, daha fazla vergiye gereksinim vardı. Ama tek başına
uygulanacak olan mali milat işe yaramayacaktı. Kapsamlı bir reformun parçası
olarak uygulanması gerekiyordu. Ancak uygulama yalnızca reformun bir
parçasıydı. Türkiye' den çıkan paranın bu nedenle olduğu da tartışıldı.
Türkiye' den çıkan sermayenin bu nedenle kaçtığı tartışıldı. Ancak gerçek boyut
Rusya' da yaşanan krizdi. Çıkan sermaye faiz oranlarını yükseltmiş ve bankalar
tuttukları menkul kıymetleri yüzde ıso'lere varan repolar ile fonlamaya
başlamıştı. Yabancı çıkışında ve yabancıların teminattaki menkul kıymetleri
satışında panik yaratmamak için menkul kıymetler de satın alındı. Amaç faiz
oranlarının daha fazla yükselip bankalar zarar yazmamasıydı. Sonuçta mali sistem
ı 998 yılında ciddi bir darbe yedi. Sermaye yeterlilikleri bozulmuştu, maliyetler
yüksek olmasına rağmen aktifleri yeterince sağlıklı değildi. Kredilerin sağlam olup
olmadığı konusunda şüpheler vardı, menkul kıymetlerin değeri ise düşmüştü.
24
ı997 yılında
TÜPE yüzde 9ı, TEPE ise yüzde 99.ı olarak gerçekleşirken, ı998
yılında TEPE yüzde 54.3, TÜPE ise yüzde 69.7 oldu. Deflasyonist bir dönem
yaşanıyordu, büyüme hızı gerilemiş dolayısıyla Türk Lirası aşırı değerli olmasına
rağmen ithalatta düşüş yaşanmıştı. İhracatta da sorun yaşanıyordu. Ancak mali
sistemin açık pozisyonda olması kur konusunda adım atılmasını engelliyordu.
Dolayısıyla reel kesim de zor durumdaydı. Mali sistem kar yapınamasına
rağmen istikrarsız büyüme devam ediyordu. Bankacılık hizmet gelirleri
neredeyse sıfırlanmıştı, bankaların önemli bir bölümü guruplarını fonlamaya
çalışıyordu. Büyük maliyerlerle toplanan fonlar krediler yoluyla belli gruplara
aktarılmıştı. Asya' daki bankacılık sisteminde yaşanan ahlaki riziko bizim
sisteme de bulaştı. Bankaların topladığı mevduatlara verilen tam güvence
bunun dayanağını oluşturmuştu. Bankaların bir bölümünün hedefi
hatırılamayacak kadar büyük olmaktı ve bu hedef kar maksimizasyonunun
yerini almıştı. 2000 Kasım ayında yaşanan finansal krizin temeli de böylece
atılmış oldu. Sistem zaten ı998 yılında kriz derinleşmiş, aktifkalitesi ve sermaye
yeterliliği bozulmuştu. Oysa bu döneme kadar bankalar grupları başta olmak
üzere reel kesime kısmen kredi aktarabiliyor, diğer taraftan da Hazine'yi
fonlayabiliyorlardı. Ancak yolun sonuna gelinmişti.
ı998 yılı
ilginçti; Rusya krizi, mali milat, hükümetin Ekim ayında
üst üste gelmeye devam etti. ı998 yılının ikinci
yarısında "bazı kasetlerin" yayınlanması ile birlikte bazı operasyonlar
başlatılmıştı. ı 998 yılının ikinci yarısında PKK ile ciddi çatışmalar yaşanıyordu,
Suriye ilişkileri ise gergindi. ı998 yılı sonunda "görünmez bir el" devreye
girmişti, Türkiye'nin dış desteği olağanüstü biçimde artıyordu; Suriye'ye karşı
tavır alındı, PKK'nın Irak topraklarını terk etmesi ve liderinin de Türkiye'ye
verilmesi talep edildi. Suriye "Apo"yu ülke dışına gönderdi. Rusya ilk durağıydı
ama Rusya'nın zaten Kafkaslarda sorunu büyüktü. Apo İtalya'ya gönderildi.
ABD desteği devam etti, İtalya' da da barınamayan Apo Afrika' dan yeni
hükümet kurmuş olan Ecevit Azınlık Hükümeti'ne teslim edilmişti. Artık ı999
yılı başıydı ve rüzgar Türkiye'den yana esiyordu.
her
açıdan
düşmesi ... İlginç gelişmeler
Ancak ekonomide işler yolunda değildi. ı 989 yılından itibaren koalisyon
hükümetleri devreye girmiş ve oy maksimizasyonu her şeyi belirler hale
gelmişti. Borçlanma konusunda ı 999 yılının ilk ayları oldukça belirsizlik
içeriyordu. Ancak Şubat ayında ilginç gelişmeler yaşandı. Apo'nun teslim
edilmesiyle birlikte ciddi bir iyimserlik rüzgarı esmeye başladı. Türkiye ı 8
Nisan' da seçime gidiyordu ama öncesinde piyasaya para girişi gerçekleşti.
Seçime giderken faizler düştü, borsa endeksi ise yükselmeye başladı. Oysa
25
Türkiye'nin yapması gereken çok şey vardı. Fakat fınans ekonomiye etkin
Yılın ortasında gelen deprem ekonomide ciddi yaralar açılmasına neden
oldu.
oldu.
ve üretim
Ekonomik büyüme negatife dönüştü. Çünkü sanayi fay hattındaydı
sekteye uğramıştı. Ancak ı 7 Ağustos depremi nedeniyle uluslar arası dayanışma
ön plana çıktı, Yunanistan ile yumuşama aynı süreçte yaşandı. Aynı süreç içinde
zaten AB Türkiye'nin aday üye olmasına da kabul etmişti. IMF ve Dünya
Bankası deprem nedeniyle desteklerini artıracaklarını belirttiler.
Türkiye 2000 yılına girerken G-20 içine alınmış, AB'ne aday üye olmuş, AGiT
zirvesi Türkiye'de toplanmış ve IMF ile stand-by anlaşması yapmıştı.
Türkiye'nin uluslar arası arenada önemi artmıştı. Artık siyaset özellikle dünya
siyaseti gündemi belirlemeye başlamıştı.
Bakü - Ceyhan hattı yine bu dönemde konuşulmaya başladı. Türkiye enerji
konusunda Tahkim' i kabul etti ve gerekirse Bakü- Ceyhan hattının fınansmanını
sağlayabileceğini belirtti. Böylece pahalı olduğu gerekçesi ile buna sıcak bakmayan
petrol şirketlerinin tezi ortadan kaldırılmış oldu. Bölgede terör var biçimindeki tez
ise Apo'nun teslim edilmesi, Suriye'nin geri adım atması ve bölgede büyük
devletlerin tercihlerinin değişmesi terörün gerilemesinde etkili oldu.
Petrol fıyatlarının çok düşük olması bu bölgedeki ülkeleri rahatsız ediyordu.
Amerikan uçakları İncirlikten kalkarak Yumurtalık-Kerkük boru hattını vurdu.
Bu, günde 2 milyonluk üretim düşüşü anlamına geliyordu. OPEC ülkelerinden
gelen açıklama ile 4.5 milyon varillik üretim düşüş kararı alındı. Petrol fıyatları
varil başı 8 dolar düzeyinden ı 7 doların üzerine yükseldi.
2. Asya Krizi, Dünya Ekonomisi ve Politik
Yapısındaki
Trendler
Türkiye ekonomisi ve politik yapısındaki değişimleri bir de dünya ekonomisi ve
politik yapısındaki değişmeler açısından analiz edip paralellikleri saptamaya
çalışalım. Bunun için ı996 yılından başlayalım ...
ı 996 yılı Amerika açısından kritik bir yıl dı. Çünkü Amerikan seçimlerini ikinci
kez B. Clinton seçildi. Clinton'un ilk uygulaması bütçe açıklarının
kapatılmasıyla ilgiliydi. Bu çerçevede devreye girecek olan program doğal olarak
Amerikan dolarını güçlendirecekti. Sonuçta ı997 yılı boyunca ABD doları değer
kazanmaya devam etti. ı996 yılı sonunda bir ABD doları ı.47 Alman Markı
(DM) iken ı997 yılında 1.89 DM'ye kadar yükselmişti.
Ancak bu gelişmeler parasına ABD dolarına bağlamış olan başta Asya Kaplanı
olmak üzere benzer ülkelerin rekabet gücünü olumsuz yönde etkilemişti.
26
Piyasalarda belirsizlik artmaya, risk alma eğilimleri zayıflamaya başlamıştı. Asya
kaplanı benzeri ülkelere giren yabancı sermayede tedirginlik giderek arttı.
Yabancı sermaye bu ülkeleri terk etmeye başladı. Ancak Tayland'ın yabancı
sermaye çıkışına karşı döviz rezervleri yetersiz kaldı. Merkez Bankası döviz
rezervlerinin bitmesi sonucu Tayland parasını (Baht) dalgalanmaya bıraktı.
Malezya, Endonezya, Kore ve Hong Kong' da da benzer gelişmeler arka arkaya
yaşandı. Asya Krizi tüm dünyaya dalga dalga yayıldı. Dünyada sorunların
artacağına ilişkin sinyaller artık alınmıştı. İhracata bağlı birçok ekonomide
kapasiteler hızla artırılmıştı, bıınların bir bölümü de yabancı kaynak ile finanse
edilmişti. Verimsiz alanlara yatırımlar büyük ölçüde sıcak para ile fonlanmıştı.
Ürettikleri her şeyi satabilecekleri varsayımıyla hareket eden bu ülkeler sermaye
girişleriyle kapasite artırıcı yatırımların yanı sıra gayrimenkuller yani likiditesi
zor olan yatırımlar da devreye sokuldu. Ancak ihracat kapasitelerine talep hızlı
artmamıştı. Paralarının dolara bağlı olması dolar değer kazandıkça bu ülkelerin
rekabet gücünü olumsuz yönde etkiledi. Mali sistem başta olmak üzere alınan
riskler sermaye çıkışı ve kur artışı ile birlikte fırmaların nakit akışlarını bozdu ve
çark dönmemeye başladı. Kriz tüm dünyaya yayılmaya başladı.
Asya krizi ile birlikte bizim gibi gelişmekte olan piyasalara yönelik sermaye
hareketlerinin dengesi bozuldu. Asya' da başlayan deflasyonist süreç tüm
dünyayı etkiliyordu. Asya'nın düşen satın alma gücü ve tüketim düzeyi
hammadde talebi başta olmak üzere global talebi olumsuz yönde etkiledi.
Türkiye bu dönemde enflayonist bir süreç yaşamaya devam etti.
Türkiye 1998 yılının ikinci çeyreğinde ciddi miktarda döviz girişine (sıcak para)
sahne olmuştu. Ancak bu döviz girişi ihracat ve turizm gibi sağlam
kaynaklardan değil kısa vadeli borç olarak sağlanmıştı. Bir anlamda Türkiye
sıcak para cenneti oldu. Asya Krizinin Çin'e sıçramasından korkulurken kriz
Japonya ve ABD'nin müdahalelerine rağmen Rusya'ya sıçradı.
Global talepteki gerileme ile birlikte başta enerji olmak üzere hammadde
talebinin düşmesi bu girdilerin fıyatlarında da gerilernelere yol açmıştı.
Rusya'nın 10-12 milyar dolarlık rezervine karşın ödemesi gereken 16 milyar
dolarlık borcu vardı. Bunun yarısı da yabancılara borçlardan oluşuyordu.
Yabancıların "Rusya' nın 10-12 milyar dolara gereksinimi var" biçiminde
çıkardığı söylenti faizlerin yükselmesine neden olmuştu. Düşen döviz girişi ve
yükselen faiz oranları Rusya'nın paniklemesine yol açmıştı. G7'lerin
toplantısından Rusya'nın IMF ile anlaşması ve Rusya'ya IMF' den destek
verilmesi tavsiyesi çıktı. Ancak Rusya ile IMF yapılan ilk görüşmelerden sonuç
27
alamadı. G7'lerin bastırması ile ilk etapta 4.9 milyar dolarlık ödeme olmak üzere
IMF Rusya'ya 22.6 milyar dolar kredi açmaya razı oldu. Rusya'nın gelen krediyi
gerektiği gibi kullanamayacağı yönündeki beklentiler, Soros'un Financial
Times' e yazdığı bir mektup ile paniğe dönüştü ve 8 Ağustos'ta Rusya devalüsyon
yapıp konsolidasyon (erteleme) ve morotoryumu (ödememe) gündeme aldı.
Asya ve Rusya krizinde en az veya neredeyse hiç kaybetmeyen taraf ABD oldu.
ABD kaybetmemekle kalmadı daha da güçlenmeye başladı. Avrupa 1999 yılında
EURO'yu gündeme sokarak alternatif bir güç olmak istiyor ancak ABD bu
gelişimden rahatsız oluyordu. Enerji konusunda petrol yollarının
bombalanması dahil hassasiyeti büyüktü. Enerji yollarının kontrol edilmesi,
enerji fıyatlarının belirlenmesi hiç kuşkusuz dünya lideri olmak isteyen
ABD'nin en fazla istediği şeydi. Bakü-Ceyhan hattı konusundaki desteği de
bunun en önemli göstergesiydi. Katkas petrollerinin gözetimi için bu girişim
gerekliydi. Avrupa gerek ekonomik gerekse politik açıdan tam bir kaos
yaşıyordu. Avrupa kentlerinde Apo'nun yakalanmasıyla birlikte karışıklıklar
oluyordu. Euro ile birlikte Brezilya Krizi de gündeme gelmişti. Apo krizi,
Brezilya krizi Euro'ya değer kaybettirmişti.
Yeni dünya düzeni işlemeye başlamıştı. 23 Temmuz 1999 tarihindeki
Kosova'nın finansmanı ile ilgili toplantı dönüm noktası oldu. Bu toplantının
ardından ABD ile Avrupa arasındaki gerginliğin sona erdiği biçiminde bir
izienim ortaya çıktı. Avrupa özellikle faiz oranlarının düşürülmesinde
geciktikleri için Avrupalılara sitemlerini belirtmişti. Oysa yeni dünya düzeninde
bu türden aykırılıklara yer yoktu ! Japonya ise 1990 yılından itibaren girdiği
sorunların pençesinden kurtulamıyordu. Asya' da ciddi kaybı vardı, bankacılık
sistemi sorunluydu ve bankalardaki mevduatların tamamı kamunun garantisi
altındaydı. Japonya'nın ABD karşısında durma şansı yoktu.
1999 yılının ikinci yarısından itibaren şaşırtıcı olaylar gündeme geldi.
Türkiye'nin G-20 içine alınması, AGİK'in AGİT'e dönüşüp İstanbul'da
toplanması, Türkiye'nin Helsinki'de AB'ye üye adayı yapılması ...
Oysa 1997 Şubat ayından itibaren Türkiye'nin aday üye yapılması konusunda
ABD'nin de desteği vardı. Ancak 1998 yılının ortasında AB'den gelen yanıt
olumlu değildi. Fakat ne olduysa ki daha sonra açıklanacaktı, ABD Türkiye'nin
aday üye olması için bastırmış ancak Lüksemburg' da ret yanıtı almıştı, bir yıl
sonra Türkiye'ye yeşil ışık yakılmıştı. Yeni dünya düzeni işlemeye başlamıştı.
2000 yılına Türkiye böyle bir konjonktür içinde giriyordu.
28
BÖLÜM 2
2000 Yılında Başlayan IMF Programının Analizi: Neden ve
Nasıl Uygulandı?
1. 2000 Yılı istikrar Programının Hedefleri ve Uygulanacak
Politikaların Ana Hatları
Hazine Müsteşarlığı 9 aralık 1999 tarihinde IMF Başkanı Michel Camdessus'a
hitaben yazdığı "mektup" ile 2000 yılı başından itibaren uygulanacak programın
gerekçe ve uygulamalarını aşağıdaki sıralama ile bildirdi. Mektubun içeriği
aşağıda sırasıyla açıklanıyor;
Programın hedefi, " Türkiye'yi enflasyondan kurtarmak, büyüme ve toplumun
tüm kesimleri için daha iyi yaşam standardı beklentilerini artırmak" olarak
belirlendi ve şu saptamalar yapıldı;
• Son 25 yıldır enflasyon ekonomik büyürnede istikrarsızlık yarattı,
sürdürülebilir istikrarlı bir büyüme gerçekleştirilemedi. AB başta olmak üzere
büyürnede gelişmekte olan ülkelerin performansıarına ulaşılamadı.
• Enflasyon Türk Lirasına olan güveni sarsarak yüksek ve istikrarsız neminal ve
reel yüksek faizlerin oluşmasına neden oldu. Spekülatif ve arbitraja yönelik
faaliyetlerin artması ile mali sistemin sağlıklı işleyişi bozuldu. Kamu kesiminin
ödediği yüzde 30 civarındaki reel faiz kaynakların bu kesime kaymasına ve kredi
sürecinin bozulmasına yol açtı.
• Yüksek reel faiz zaten açık veren zayıf bir bütçeye sahip kamu kesiminin
finansmanını zorlamaya başladı. 1998 yılında Kamu Borcunun Milli Gelire
Enflasyon Hedefi
• 2000 yılı enflasyon hedefi
yılsonu itibariyle TÜFE'de
yüzde 25, TEFE'de ise yüzde
20.
• TEFE ve TÜFE enflasyonu
2001 yılında yüzde 10-12.
• 2002 yılında sırasıyla
yüzde 5-7.
Büyüme Hedefi
• 2000 yılı büyüme hızı yüzde
5-5.5,
• 2001 ve 2002 yıllarında
yüzde 5-6 aralığında.
29
Cari Denge Hedefi
• 2000 yılı cari işlemler açığı
GSMH'nın yüzde 1.5-2 "si
aralığında,
• 2001 ve 2002 yılları için de
hedeflendi.
aynı açık oranı
oranı
yüzde 44 iken bu oran 1999 yılı sonunda yüzde 58'lere yükseldi.
• Ağırlaşan yapısal sorunlar yalnız enflasyonu değil büyürneyi de çok olumsuz
etkiler hale gelmişti.
Programın Hedefleri
Sözkonusu sürecin etkilerinin silinmesi için aşağıdaki temel hedefler belirlendi;
Program hedeflerin gerçekleştirilmesi için üç temel unsura dayandırıldı: "
Programın başlangıcında kamu temel fazlasının mümkün olduğunca yüksek
tutulması, yapısal reformlar ve tutarlı gelir politikaları ile desteklenmiş sıkı
döviz taahhütleri". Enflasyonun nedeni yüksek kamu açıkları olarak saptanmış
bu nedenle yapısal reformların devreye sokularak kamu kesiminde kalıcı
iyileşmenin sağlanması hedeflenmişti. Gerek yapısal reformlar gerekse
özelleştirme ile kamu borcunun azaltılacağı saptaması yapılmıştı. Diğer taraftan
sıkı döviz kuru taahhüdü (döviz çıpası)ve tutarlı gelir politikası enflasyonla
mücadelenin bir parçası olarak düşünülmüştü. Bu çerçevede programın
detayları ayrıntılı olarak verildi;
Maliye Politikası
finansmanın
gerçekleştirilmesi için
sürdürülebilmesi ve enflasyonda kalıcı çozumün
önemli ölçüde faiz dışı fazla yaratılması ve özelleştirme
hedefleniyordu. Bu çerçevede maliye politikasının da çerçevesi belirlendi;
• 1999 yılında kamu temel dengesi GSMH'nın yüzde 2.8'i kadar açık vermişti.
2000 yılında bu pozitife çevrilecek ve özelleştirme gelirleri, faiz gelirleri ve
Merkez Bankası'ndan kar transferleri ile deprem harcamaları hariç GSMH'nın
yüzde 3.7'sine yükseltilecekti. Kamu borcunun azaltılması için bu yeterliydi
ancak enflasyon oranları düştükçe daha önce sabit faizle yapılmış
borçlanmaların reel faiz yükü yükseleceğinden tek başına kamu temel fazlası
yetmeyecek borcun azaltılması için ek olarak özelleştirmeye gereksinim
duyulacaktı. Oysa özelleştirmenin gelir yaratma amacıyla yapılıyor olması ne
kadar sağlıklıydı? Bu soru hiç tartışılmadı. ..
• Özelleştirme gelirleri hedefi 2000 yılı programının iddialı hedefleri arasında
yer almıştı. GSMH'nın yüzde 3.5'i kadar yani 7.6 milyar dolarlık özelleştirme
hedeflenmişti. Telekomünikasyon ve enerji sektörlerinden elde edilecek 4.5-5.5
milyar dolarlık özelleştirme gelirinin doğrudan bütçeye aktarılması
Kamu
kararlaştırılmıştı.
30
Grafik 3. iç Borç stoku (GSMH)
33.0
31.0+---------------------------------------------------------~
29.0+---------------------------------------------------27.0 + - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
25.0+-----------------------------------------------------23.0+---------------------------------------------------21.0 +-------------------------==------19.0 +-------------------17 .O +-----------15.0 +-----13.0
oO)
O)
ı.n
N
O)
O)
O)
O)
00
O)
O)
(*)Tahmin
Kamu Temel Fazlası Nedir?
Programda tanıtılan konsolide kamu sektörü Genel ve Katma Bütçeli
İdarelerin gelirleri ile giderlerine gösteren konsolide bütçeyi, dört temel bütçe
dışı fonu, sekiz kamu iktisadi teşebbüsünü, işsizlik sigortası ile üç sosyal
güvenlik kurumunu içeriyor. Kamu Temel fazlası ise bu kurumların genel
olarak GSMH'nın yüzde 3.7'si kadar temel fazla vermeleri hedefleniyordu.
Örneğin konsolide bütçe için kamu temel fazlası faiz dışı fazla olarak da
adlandırılıyor. Faiz dışı fazla, konsolide bütçe gelirlerinden faiz dışı
harcamaların çıkarılması ile bulunuyor. Böylece faiz dışı fazla veren konsolide
bütçe ile faiz ödemelerinin bir kısmı yaratılmış olan bu faiz dışı fazladan
karşılanıyor. Eğer faiz dışı fazla verilmez ise konsolide bütçenin harcama ve
borçlanmasından sorumlu Hazine, hem ana para hem de bu ana paranın faizi
kadar borçlanmış oluyor. Bu da kamu borcunu kartopu etkisiyle artırıyor,
Kamu Borcunun Milli Gelire oranını düşürmek mümkün olmuyor.
31
• Bütçe hedeflerinin tutturulabilmesi için vergi paketine de gereksinim vardı.
Yeni vergi paketi yürürlüğe girecekti; " Vergi paketi, ek gelir ve kurumlar vergisi
ödemeleri, ek yıllık motorlu taşıtlar ve emlak vergisi ödemeleri, cep telefonu
üzerine uygulanacak bir vergi ve düzenleyici kurumların (İMKB, SPK gibi)
yaratacakları gelir fazlalarından yapılan aktarırnların artırılmasını" içeriyordu.
Ayrıca bedelli askerlik devreyesokulmuş ve 1 Aralık 1999 tarihinden itibaren
ihraç edilmiş olan kamu borçlanma senetlerinin üzerine stopaj konulmuştu.
Böylece GSMH'nın yüzde 2'si kadar bir ek gelir yaratılmış olacaktı. Vergiler
bunlarla sınırlı kalmadı: Gayrimenkul sermaye iratları ve serbest meslek
kazançları üzerine uygulanan stopaj oranları, faiz ve repo gelirlerine uygulanan
stopaj oranları artırılacaktı. Dolaylı vergiler yani KDV iki puan artırılacak,
akaryakıt tüketim vergisi fıyat hareketlerinden etkilenmeyecek biçimde
düzenlenecekti.
Grafik 4. Konsolide Bütçe Dengesi ve Faiz
Dışı
Fazla (GSMH'ya
oranı)
6
4
2
o
-2
-4
-6
-8
-1 o
-12
1994
1995
1996
1997
1998
1999
• Bütçe harcamalarında ise personel harcamalarındaki azalma dahil yatırım dışı
kamu harcamalarında kesintililere gidilecekti.
• Sosyal Güvenlik ve tarım reformlarının devreye girmesi harcamaların
kısılmasında etkili olacaktı. Böylece harcamalar disiplin altına alınacaktı.
• Sonuçta 1999 yılı sonunda yüzde 58 olan Kamu Borcunun Milli Gelire oranı
aşağı çekilmiş olacaktı ve böylece AB'nin aday üyesi olarak AB kriteri olan
maksimum yüzde 60'lık oranın da altında kahnmış olacaktı. Özelleştirme ve
Kamu Borcunun düşürülmesine ilişkin hedefler 2001 ve 2002 yıllarında da
devam edecekti;
32
Tablo 2. Özelleştirme ve Kamu Borcu
2000
2001
2002
Para ve Döviz Kuru
Özelleştirme Geliri 1 GSMH (%)
Kamu Borcu 1 GSMH (%)
3.5
3.25
2
57.0
56.5
54.75
Politikaları
Para ve döviz kuru politikalarının temel hatları programda şöyle
tanımlanıyordu: "enflasyonun indirilmesi ve faiz oranlarında hızlı düşüş, para
ve döviz kuru gelişmelerinin daha önceden tahmin edilebilir hale getirilerek,
yerli ve yabancılar için finansal yatırımın değeri üzerindeki belirsizliğin
azaltılmasını gerektirmektedir. Bu döviz kuru politikasında daha fazla ileri
dönük taahhütlere doğru bir değişikliği gerektirmektedir. Program çerçevesinde
maliye politikasının güçlendirilmesi, uluslar arası toplumdan sağlanan mali
destek ile birlikte, uluslar arası rezerv seviyemiz, söz konusu taahhüdün
uygulamaya sokulmasını mümkün kılmaktadır ... bu döviz kuru rejiminden
şeffaf ve önceden ilan edilmiş bir çıkış stratejisine ihtiyaç bulunmaktadır."
Tablo 3. Döviz Sepeti ve Dövizde 2000 Yılı Hedefler
Ay Sonu Sepet değeri
(1 USD+ 0.77 EUR)
Aralık
1999
Ocak 2000
~ubat
Mart
Nisan
Mayıs
Haziran
Temmuz
Ağustos
Eylül
Ekim
Kasım
Aralık
2000
Sepet
Aylık Artış
Kümülatif
Oranı(%)
Oranı(%)
959,020.46
979,159.89
999,722.25
1,020,716.42
1,038,068. 59
1,055, 715.76
1,073,662.93
1,087,620.55
1'1 01,759.61
1,116,082.49
1,127,243.51
1,138,515.75
1,149,900.90
2.1
2.1
2.1
1.7
1.7
1.7
1.3
1.3
1.3
1.0
1.0
1.0
33
Değişi mleri
Artış
2.100
4.244
6.433
8.243
10.083
11.954
13.41 o
14.884
16.377
17.541
18.717
19.904
Günlük Artış
Oranı(%)
0.067
0.072
0.067
0.056
0.054
0.056
0.042
0.042
0.043
0.032
0.033
0.032
Yukarıdaki doğrultuda 2000 yılı programı döviz çıpasına yani döviz kurlarının
öngörülebilirliğine dayandırılmıştı. Döviz kurunun izleyeceği yol açıklanmıştı:
bir ABD Doları ve 0.77 Euro'dan oluşan Türk Linisı sepeti 2000 yılında yüzde
20 değer yitirecekti yani kur artışı sepet bazında yüzde 20 olarak belirlenmişti.
Üç ayda bir kur artışı ilan edilerek taahhüt ediliyordu ve bir bant söz konusu
değildi. 18 aylık sürenin sonunda 1 Temmuz 2001 tarihinden itibaren bant
içinde dalgalanan sisteme geçilecekti. Bu bandın genişliği 2001 Temmuz'u ile
Aralık ayları arasında yüzde 7.5, 2002 yılının Ocak-Haziran ayları arasında
yüzde 15, Temmuz-Aralık döneminde de yüzde 22.5'e çıkacaktı.
Net İç Varlıklara (NİV) tavan hedefi konulmuş ve 2000 yılı içinde de Mart,
Haziran, Eylül ve Aralık sonu itibariyle 1999 yılı aralık ayı sonundaki eksi 1.2
katrilyon liralık sınırı aşamayacaktı. Dönemler içinde ise kısa vadeli olarak
artı/eksi yüzde 5'lik değişimlere izin verilebilecekti. Bunun yanı sıra bankaların
zorunlu karşılık oranı Türk Lirası için yüzde 8' den 6'ya çekilirken disponibilite
yani DİBS olarak tutulacak kısım 2 puan artırılacaktı.
Merkez Bankasına Net Döviz Rezervleri ile ilgili de taban performans kriteri
konulmuştu. 30 Eylül1999 tarihi itibariyle 17. 900 milyon dolar olan Net Uluslar
arası Rezervler (NUR); 31 aralık 1999 itibariyle 12.000, 31 Mart 2000 itibariyle
12.000, 30 Haziran itibariyle 12.750, 30 Eylül itibariyle 12.750 ve 2000 yılı aralık
itibariyle de en fazla 13.500 milyon dolara gerileyebilecekti. Böylece Merkez
Bankası'nın rezervlerinin belli bir düzeyin altına düşmemesi hedeflenmişti.
Kısa dönemli dalgalanmalar dışında Para Tabanı (tanımlar için Merkez Bankası
bilançosu ve 2000 yılı programı başlığı altındaki kutuya bakılabilir) yani Merkez
Bankası'nın Türk lirası yükümlülükleri bankanın döviz alımı yoluyla
yaratılabilecekti. Bunda da ödemeler dengesi yani ülkeye giren ve çıkan döviz
miktarı etkili olacaktı. Merkez Bankası'nın kamuyu ve/veya piyasayı
fonlamasının veya likidite vermesinin Net İç Varlıklar kaleminin eksi 1.2
katrilyon lira ile sabitleurnesi sonucu önü kesilmişti. Merkez Bankası yalnızca
döviz alarak TL yaratabilecekti. Ancak Piyasa aktörlerinin döviz alması da
piyasada TL miktarını daraltacak ancak Merkez Bankası döviz alarak TL
yaratabildiği için piyasanın likiditeye sıkıştığı dönemde piyasaya TL
veremeyecekti. Faiz oranlarının belirlenmesi piyasaya bırakılmıştı. Piyasa
oyuncularının dikkat etmesi gereken nokta açıktı: Program kur riskini ortadan
kaldırırken faiz riskini ortadan kaldıracak hiçbir önlem almayacaktı,
alamayacaktı. Piyasadaki tüm aktörler bu gerçek ışığında hareket etmeliydi.
Merkez Bankası döviz aldığında TL yaratacağı için faizler çok düşebilirdi. Eğer
faiz oranları yüzde 20'nin altına düşerse piyasa aktörleri döviz tercih edecekler
34
ve bunun sonucu piyasadaki TL miktarı daralacak faiz oranları yeniden
yükselmeye başlayacaktı. Faizler yüzde 20'lerin üzerinde seyrettiğinde ise
aktörler dövizi TL ile değiştirecek ve faizler yeniden aşağıya gelecek ve piyasada
denge faiz bu koşullar altında belirlenecekti. Faiz bir anlamda programda
parasal şoklara karşı direnç sağlayacak en önemli değişken, bir başka ifade ile
sistemin emniyetini oluşturuyordu.
Merkez Bankası Bilançosu ve 2000 Yılı Programı
IMF Stand-by anlaşması çerçevesinde Merkez bankası'nın bilançosu yeniden
tanımlandı. Bilanço daha fazla netleşmeyi içeriyor ve kalemler arasındaki
ilişkiler daha net olarak görülebiliyor. Bilindiği gibi Merkez Bankası'nın
Analitik Bilançosu yani analiz edilebilir hale getirilmiş bilançosunun aktif ve
pasifi yani varlıkları ve yükümlülükleri iki kısma ayrılmıştı. Aktifte; döviz
cinsinden varlıkların (altın, döviz gibi) yer aldığı Dış Varlıklar kalemi ile Türk
Lirası cinsinden varlıkların (Devlet iç Borçlanma Senetleri, Bankalara açılan
Reeskont Kredileri, Mevduat Sigorta Fonuna kullandırılan kredi gibi) yer
aldığı İç Varlıklar Kalemi bulunuyordu. Pasifte ise Merkez Bankası'nın yurtiçi
ve yurtdışına döviz yükümlülüklerinin yer aldığı Toplam Döviz
Yükümlülükleri ve Türk Lirası cinsinden yükümlülüklerin (Emisyon,
Bankalar Mevduatı, Fon ve Banka Dışı Kesim Mevduatı, Kamu Mevduatı,
Açık Piyasa İşlemleri gibi) yer aldığı Merkez Bankası Parası.
IMF tanımlı yeni bilançoda ise netleştirmeler sonucu Aktif yani varlık bölümü
iki kalemden oluşturuldu: Net Dış varlıklar ve Net İç Varlıklar. Pasifte ise Para
Tabanı.
Merkez Bankası'nın aktifinde bulunan Net Dış Varlıklar, Merkez Bankası'nın
sahip olduğu döviz cinsinden varlıklarından Türkiye' de yerleşik olmayanlara
olan döviz yükümlülüklerinin ve bankalara olan döviz yükümlülüklerinin
çıkarılması sonucu bulunuyor. Net İç Varlıklar ise Merkez bankası'nın kamu
kesimine ve bankacılık kesimine açtığı kredilerden (Açık Piyasa İşlemleri
dahil) kamu kesiminin Merkez bankasındaki mevduatları düşülerek
bulunuyor. Kabaca, pasifteki döviz yükümlülükleri aktifteki dış (döviz cinsi)
varlıklardan düşüldüğü için pasifte tek kalem kalmış oluyor: Para Tabanı. Para
Tabanı da emisyon ile bankaların Merkez Bankası'nda tutuğu zorunlu TL
karşılık ile Tl cinsi serbest mevduatlarından oluşuyor.
Döviz çıpasının uygulandığı ülkelerde IMF; Merkez Bankası'nın Net İç
Varlıklarını belli tarihlerde belli sınırları aşmaması ancak Net Dış Varlıklarını
ise belirli bir düzeyin altına düşürmemesi koşulunu getiriyor.
35
Yapısal
Reformlar
Yapısal
reformlar programın en önemli bölümüydü. Çünkü kalıcı iyileşmenin
sağlanması, makro ekonomik dengelerin istikrarlı biçimde sürdürülmesi,
kamuda şeffaflık ve etkinliğin artırılması ve dolayısıyla kamu borç yükünün
hafifletilmesi yapısal reformlardan taviz verilmeden uygulanmasına bağlıydı.
Hiç kuşkusuz yapısal reformlar yalnızca kamu kesimini değil özel kesimi de
içeriyordu.
Kamu kesimindeki yapısal reformlar; tarım, sosyal güvenlik, vergi politikası ve
idaresi ile kamu mali yönetimi ve şeffaflık başlığı altında toplanıyordu.
GSMH'nın yüzde 3'ü oranında Hazine'ye yük getiren tarım desteklemelerinin
daha etkin hale getirilmesi gerekiyordu. Taban fiyatı uygulaması ile piyasadaki
fiyat mekanizmasının bozulduğu belirtilmiş ve fakir çiftçiyi destekleyecek yeni
sisteme geçilecekti. 2000 yılı için pilot bölge uygulamasına geçilerek Doğrudan
Gelir Desteği adı altında özetlenen yeni bir destekleme sistemi uygulamaya
konulacaktı. Geçiş döneminde destekleme fiyatları devam edecek ancak yeni
yapıya geçiş için de yeni uygulamalar devreye sokulacaktı. 2000 yılı hububat
destekleme fiyatları tahmin edilen dünya c.i.f. fiyatlarının yüzde 35'ini
aşamayacak 2001 yılında da bu fark daha da azaltılacaktı. Şeker pancarı için de
benzer uygulamalar gündeme gelecekti. Tarım satış kooperatİferi ve bunların
kurdukları birlikler bu ilkeler çerçevesinde işleyecekti.
Çiftçilere verilen kredi sübvansiyonları belirli bir süre içinde kaldırılacak, Ziraat
ve Halk Bankası'nın verdiği GSMH'nın yüzde 1.2'si olan sübvansiyon yüzde
0.6'ya çekilecekti. Gübre ve diğer girdi sübvansiyonları 2000 ve 2001 yılında
sabit tutulacaktı.
Sosyal Güvenlik Sistemi 1992 yılında emeklilik yaşının düşürülmesi ile birlikte
açık vermeye başlamıştı. Bütçeden Bağkur, SSK ve Emekli Sandığına yapılan
katkılar 1998 yılında GSMH'nın yüzde 2'si, 1999 yılında ise yüzde 2.8'i olmuştu.
Sistemin toplam açığı ise 1998 yılında GSMH'nın yüzde 2.3'ü, 1999 yılında ise
yüzde 3'ü olarak gerçekleşmişti. Önlem alınmaz ise 2050 yılında bu açık
GSMH'nın yüzde 16'sı gibi yüksek bir orana çıkacaktı.
1999 yılının Eylül ayında Mecliste sosyal güvenlik sisteminin açıklarını
kapatmaya yönelik ilk adımlar atılmış ve asgari emeklilik yaşı sisteme yeni dahil
olanlar için 58/60, halihazır sisteme dahil olanlar için ise 10 yıllık bir geçiş
dönemi ile 52/56 olarak belirlenmişti. Asgari prim ödeme süresi artırılmış
ortalama aylık bağlama oranı yüzde 80'den yüzde 65'e çekilmiş, emeklilik maaşı
36
TÜFE'ye bağlanarak . prim esas ücret tavanı yükseltilmişti. Özel emeklilik
fonları da devreye hızla sokulacaktı. Reform Eylül ayında meclisten çıkan
kararların taviz verilmeden uygulanması biçiminde çerçeve kazanmıştı.
Kamu Mali Yönetimi ve Şeffaflık konusunda atılacak adımlar ise bütçenin
hazırlanmasından
etkinliğinin
sağlanmasına
ve bütçe disiplininin
sağlanmasından şeffaflık ve güvenilirliğinin artırılınasına kadar geçen tüm
süreçleri içeriyor. Bu amaçla bütçe dışında faaliyet gösteren 6ı bütçe fonundan
20'sinin 2000 yılı Şubat ayı sonuna kadar, 25'i ise Ağustos ayına kadar
kapatılacaktı. Kalan fonlar da 200 ı yılının Haziran ayına kadar kap atılarak, 200 ı
yılında konsolide bütçeye tabi kuruluşlar için taahhüt bazında muhasebe ve
raporlama sistemi devreye sokulacaktı. Ayrıca hedef; 200ı yılında Hazine tek
hesabına ve büyük defter esasına dayalı bir entegre finansal bilgi sistemi
uygulamaya konulacaktı.
Bütçe ve işlemlerinin şeffaflığı açısında bu reform önem taşıyordu. Kamu
bankalarında kredi sübvansiyonları ve bunların maliyetlerini içeren "Görev
Zararları" borç stoğuna aktarılacak ve kamu verdiği tüm garantili borçları
ayrıntılı biçimde açıklayıp kamu borç stoğu içerisinde göstermeye başlayacaktı.
Sonuçta 200 ı yılı bütçesinde yeni garantilerin verilmesi üzerine açık limitler
getirilecekti. Böylece sistem bütçe dışındaki fonları bütçe içine dahil ederken
kamunun garantisi ile borçlanmalara sınırlamalar getirilmesini içeriyordu.
Vergi sisteminin daha etkin ve adaletli hale getirmek amacıyla vergi sistemini
iyileştirmek, net ve basit hale getirmek, geniş tabana yayılmış düşük bir vergi
oranları uygulamasına geçmek programın yapısal reformlarının en önemli
bölümünü oluşturuyordu.Tam otomasyon sistemine geçerek vergi idaresinin
etkin hale getirilmesi vergi reformunu tamamlayan unsurdu.
Özelleştirme programın en önemli ayağıydı. Telekomünikasyon ile ilgili
düzenleyici bir kurum oluşturulacak, Türk Telekom satılarak geliri Hazine'ye
devredilecekti. 2000 yılı özelleştirme programı 7.6 milyar dolar gibi büyük bir
özelleştirme hedefine sahipti. İki GSM ve Türk Telekomun yüzde 20'lik
hissesinin satılması, elektrik dağıtım ve enerji santrallerinin işletme haklarının
satışı gibi alanlardan önemli gelir bekleniyordu.Petrol Ofisi'nin yüzde 5 ı
hissesinin satışı, TÜPRAŞ'ın yüzde ı5 hissesinin halka arz edilerek satılması
performans kriterleri arasında yer alıyordu.
İç borç yönetiminin iyileştirilmesi için piyasa yapıcılığı sistemi getiriliyordu.
Piyasa yapıcıları; ihalelere katılacaklar ve iç borç senetleri için alım-satım fiyatı
kote ederek ikinci el piyasasına likidite ve derinlik sağlamak için faaliyette
bulunacaklar dı.
37
Bankacılık
sisteminin güçlendirilmesi ve düzenlenmesi de kamu reformları
gereken adımların en önemlisiydi. Faiz düşüşü ve ekonomik
etkinliği artırmak için mali sisteme çeki düzen vermek gerekiyordu. Bankaların
açık pozisyonlarına ilişkin yasal düzenlemeye göre bankalar öz kaynaklarının en
fazla yüzde 20'si kadar açık pozisyon yapabileceklerdi ama bu konuda şüpheler
vardı. ı 999 yılının Haziran ayında çıkan bankacılık yasasında Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun (BDDK) kurulması kararlaştırılmış
böylece sistem bu özerk kurum tarafından gözlenecekti. BDDK bankalada ilgili
her türlü kararı alıcı ve uygulayıcı/uygulatıcı merci oluyordu. Ödeme
kabiliyetini yitirmiş bankaların Mevduat Sigorta Fonu'na (TMSF) devredilmesi
de BDDK'nın görevleri arasında yer alıyordu. TMSF'na devredilmiş bankaların
yeniden yapılandırılarak satılınaları sağlanacak, yolsuzlukla ilgili takipler hemen
devreye sokulacaktı. Bankaların yasal sınırlar içinde çalışması, şeffaf biçimde
çalışıp raporlarının yayınlanması ve sermayelerinin güçlendirilmesi için gerekli
düzenlemeleri yine aynı kurum alacak ve uygulatacaktı. 2000 yılının Mart ayı
sonuna kadar BDDK üyelerinin belirlenmesi gerekiyordu.
dışında atılması
Özel sektörün ücret ve fıyat politikalarının rasyonel olması da programın
başarısı açısından hayati önem taşıyordu. Hükümet, enflasyon hedefiyle
uyumlu ücret ve fıyat artışlarının sağlanmasını teşvik etmek amacıyla sosyal
kesimler arasındaki müzakerelerde aktif bir rol üstlenecekti. İşverenler ve işçi
sendikaları ile yoğun bir diyalog oluşturulacak, Ekonomik ve Sosyal Konsey
Yasası'nın Nisan ayında kabul edilmesi ile diyalog sürekli devam ettirilecekti.
2. Program Neden Başarısız oldu?
Türkiye tarihinin en kapsamlı programını 2000 yılında yapmıştı. İddialı
hedefler ortaya konmuştu. ı998 yılının ortasında IMF ile Yakın İzleme
Anlaşması (StaffMonitoring Agreement) yapılmış ve yapısal reform istekleri bu
programda da ele alınmıştı ama ı 999 yılının İlkbaharında alınan seçim kararı
programın hayata geçirilmesini olumsuz yönde etkilemişti. Ancak yeni gelen
koalisyon hükümeti ı999 yılı sonunda yeni ve kapsamlı bir programın
kaçınılmaz olduğuna karar vererek yukarıda belirttiğimiz çerçevede IMF ile bir
Stand-by Anlaşması imzaladı. Uluslararası kamuoyu da Türkiye'ye kapsamlı bir
yeni program için diretmişti (!) Önceki bölümde bu konudaki gelişmeleri
göstermiştik. Geçmişte IMF ile birlikte uygulanmaya çalışılmış toplam ı 6 tane
istikrar programı vardı. Bu kez farklı mı olacaktı. Zaman gösterecekti. Program
özellikle yasal düzenlernelerin gerçekleştirilmesi açısından hızlı başladı. 2000 yılı
nisan ayına kadar yasal altyapı önemli ölçüde tamamlanmıştı. Bu açıdan
38
parlamento iyi bir sınav vermişti. Ama önemli olan
geçirilmesiydi ...
Bilindiği gibi programın bazı temel amaçları vardı;
programın
hayata
• Kamu fınansman açıkları ve bunların fınansman yöntemleri Türkiye' deki
enflasyonun temel sorumlusu olarak saptanmış ve mali disipline dayalı bir
maliye politikası ile bu fınansman gereksiniminin düşürülmesi hedeflenmişti.
Böylece bir taraftan enflasyon diğer taraftan da kamu finansman gereksiniminin
azaltılması ile birlikte yüksek nominal ve reel faizler düşürülecekti.
• Kamu fınansman gereksiniminin kalıcı biçimde düşürülmesi için gerekli
yapısal reformlar (sosyal güvenlik reformu, tarım reformu, kamu reformu,
özelleştirme, mali kesim reformu gibi) ivedilikle devreye sokulacaktı.
• Yüksek faiz ve enflasyon oranının düşürülmesine paralel olarak kamu temel
hedefi azalan kamu finansman gereksinimi ile birlikte Kamu Borcu'nun
GSMH'ya oranını da aşağı çekecekti.
fazlası
Grafik 5. Toptan Eşya Fiyatları ve Kur Sepeti
Yüzde Dağılımı)
100.0
(Yıllık
90.0
........
80.0
/
/~',
~'
70.0
2000 Yılı
~
60.0
1$+77 Euro
'
so.o·
40.0
_/
.--=- -
~
--
&-'"
--~
....... ....
'~
\.
30.0
20.0
f--
10.0
f--
--
%20 Hedefi\
TEFE (94= 100)
----SEPET
.
0.0
00
0"1
00
0"1
00
0"1
.,u t., .,
>.
~
o
~
~
00
0"1
E
Q)
t-
00
0"1
:::ı
>.
w
00
0"1
0"1
0"1
VI
~
.,
::..::
0"1
0"1
,_
.,u .,
o
~
0"1
0"1
.,
>.
~
39
0"1
0"1
E
Q)
t-
0"1
0"1
:::ı
>.
w
0"1
0"1
.,
VI
::..::
o
o
o
o,_
o
o
~
.,
o
o
E
~
t-
.,u .,
~
o
>.
Q)
o
o
>.
w
o
o
.,
VI
::..::
• Enflasyonun düşürülmesi için Merkez Bankası döviz çıpası uygulamasına
geçiyordu. Böylece yıllardır kur artışı ile birlikte hareket eden enflasyon
(Aşağıdaki grafikten de izlenebilir) ve beklentiler yönlendirilecek , sonuçta
enflasyon düşürülecekti.
• Yeni program ile ekonomik birimlerin geçmişe yönelik endeksleme ve kur
bazlı tasarruf tercihleri de etkilenecekti.
Peki bu kadar istenen bu program neden çöktü ve döviz çıpası terk edilip dalgalı
kur sistemi bazlı yeni bir program uygulanmaya başlandı? Bu sorunun yanıtını
bu bölümde vermeye çalışacağız.
Genel Değerlendirme
Programın başlangıcında en önemli sorun toplumuro tüm kesimlerine bu
programın tam anlamıyla anlatılmamasıydı. Oldukça teknik olan bu programın
tüm detaylarıyla toplumun tüm menfaat çevreleri tarafından tartışılması ve bu
konuda toplumsal uzlaşma gerekiyordu. Ancak öyle olmadı: Her kes programı
kendi istediği biçimde yorumladı. ..
çıpası dediğimiz sistemde kur riskinin ortadan kalkması ile faiz
oranlarının ilk aşamada düşmesi kaçınılmazdı. Faiz oranlarındaki bu düşüş
başta mali kesim olmak üzere ekonomi yönetimi tarafından yanlış olarak
değerlendirildi: Demek ki döviz çıpası ile birlikte faizler sürekli düşecekti. Bu
eğilimin kalıcı olabilmesi için ise nelerin yapılmaması gerektiği konusunda kafa
yorulmadığı gibi toplum da bu konuda bilinçlendirilmedi. Asıl hata mali
sistemden ve bu kesimin girişimlerine adeta "çanak tutan" kamu kesimindeydi.
Döviz
Mali kesim sözkonusu programı; (bankalar ve diğer finansal aracı kuruluşlar)
"kur riski zaten ortadan kalktı, faiz oranları da aşağı doğru hareket edeceğine göre
pozisyonlarımızı buna göre ayarlanmalıyız" gibi spekülatif bir mantık üzerine
kurdu. Oysa programda faiz düşüşünün kalıcı olması için net sermaye girişinin
olması gerekiyordu. Aksi takdirde programın başarısızlıkla sonuçlanması
kaçınılmazdı. Ancak mali kesim bu gerçeği algılamadan oyununu oynamaya
başladı: Kısa vadeli olarak fon toplanmalı, vatandaş dövizde tutulmalı ancak
kendileri aktiflerini uzun vadeli hale getirmeli (ki tüketici kredilerine ve DİBS
portföyüne yönelme bu nedenledir) ve açık pozisyona gitmeliydiler .. Bu şekilde
düşen faiz ortamında kur riski de olmadığına göre ciddi karlar yakalanabilecekti.
Erimiş olan sermayeleri bu şekilde yeniden (belki) tesis edilebilirdi.
Ekonomi yönetimi de aynı varsayımdan hareket ediyordu. Faiz oranları
düşerken Hazine daha düşük maliyetle borçlanabilecek, ekonomide düşen faiz ile
40
birlikte büyüyeceğine göre kamu borcunun milli gelire oranı yapısal reformlara
ve sıkı bütçe uygulamalarına gerek duyulmadan sağlanabilecekti. Ekonomi
büyüdükçe, borçları uygun maliyetle çevirdikçe sorun olmadığı varsayımından
hareket edildi. Durumun sürdürülebilirliği konusunda kafa yorulmadı.
Faiz oranlarındaki düşüşün ekonomiyi canlandırması kaçınılmazdı. Tüketim,
tüketici kredileri destekli olarak gittikçe artmaya başladı. Tasarruf oranı
düşüyordu. Ekonomi iç talebe dayalı büyüdükçe ithalatın ve dolayısıyla dış
ticaret açığının artması kaçınılmazdı. Ekonominin canlanması enflasyonun kur
artışının üzerinde kalması sonucunu doğuracak ve Türk Lirası değerlenme
sürecine girecekti. Bu olgu ile birlikte dış açık arttı. Türkiye net sermaye girişi
beklerken, sıcak para girişi ile açığı finanse etmek zorunda kaldı. Belirsizlik ve
kırılganlık sıcak para olgusu ile birlikte artmaya başladı. .. Oysa sıcak paranın ne
zaman ve hangi koşulda çıkacağı belli olmazdı. Nitekim öyle de oldu ... Net
sermaye çıkışı kaçınılmaz hale gelince her şey kabusa dönüştü ...
2. ı. Türkiye' de uzun yıllardır yaşanan yüksek enflasyon ve yüksek faiz olgusu
hastalıkları da beraberinde getirmişti: geçmişe endeksleme alışkanlığı vardı.
Yetersiz tasarruf açığı sıcak para olgusu ile kapatılmaya çalışılıyordu.Bu
durumda borç yükü artıyor ve reel faiz de yüksek seyrediyordu. Kamu neredeyse
tüm tasarrufları kullanan kesim oldu. ı 990'lı yılların başından itibaren sıcak
para ile para kazanmaya alışmış bir mali sistem vardı ve bu alışkanlığını kolay
kolay bırakmaya niyetli değildi. Mali kesimin sıcak paradan para kazanma
alışkanlığı toplumdaki tasarrufların da yanlış yönlenmesine neden olmuştu.
Ciddi bir para ikamesi söz konusuydu. Yüksek enflasyon olgusu bu süreci
hızlandırıyordu. Çünkü ülke parasına olan güven sorunu da vardı. Bu durum
mali kesim tarafından kullanıldı. Vatandaş dövizde kalacak ancak mali sistem
mümkün olduğunca vatandaşın bankalara yatırdığı döviz mevduatlarını Türk
Lirası plasmana dönüştürecekti. Açık pozisyon olarak adlandırılan bu olgu
program süresince de devam etti. Kısırdöngü kırılamadı. Değişim ve yeniden
yapılanma tüm kesimler için "lafta kalmaya" mahkum oldu.
2.2. Kur riskinin olduğu ortamda ulusal paradan yüksek getiri talep edilmesi
Türkiye'de Para ikamesinin Düzeyi: Türkiye'de para ikamesi program öncesi
ciddi boyutlara ulaşmıştı: ı 999 yılının sonunda geniş anlamda para arzını ifade
eden ve Piyasada Dolaşan Türk Lirası (Banknot + Madeni Para) artı Vadeli
Vadesiz Türk Lirası Mevduatları ve Döviz Tevdiat Hesaplarını (DTH) ifade
eden M2Y'nin dağılımı oldukça çarpıcıydı. ı 999 yılı sonu itibariyle M2Y'nin
yüzde 56.ı'i DTH'dan oluşuyordu. 2000 yılı Eylül itibariyle bu oran yüzde
51.3'e gerilemiş ancak 2000 yılı sonunda bu oran yeniden yüzde 57.4'e çıkmıştı.
41
doğaldı. Bu durum kamu açıkları ve fınansmanıyla da birleştiğinde yüksek
nominal faiz ortaya çıkarıyordu.
2.3. Döviz çıpası sistemi ile birlikte kur riski ortadan kalkıyordu. Merkez
Bankası daha önceki bölümde belirttiğimiz gibi uygulayacağı para ve kur
politikası ile sepet (1 ABD doları+ 0.77 Euro) bazında 2000 yılı için yüzde 20'lik
kur artışını taahhüt ediyordu. Bununla birlikte kapsamlı bir program devreye
sokuluyordu. Bu kararın faiz oranlarına yansıması doğaldı. Kur riski ortadan
kalktığına göre nominal faiz oranlarının hızla düşmesi gerekiyordu. Çünkü TL
faiz oranlarını belirleyen en önemli risk ortadan kalkmıştı.
2.4. Burada unutulmaması gereken bir nokta vardı. Sermaye hareketlerinin
serbest olduğu ekonomilerde Merkez Bankası dövizi taahhüt ediyorsa faizi
serbest bırakacaktı. Aynı şekilde dövizi serbest bıraktığında da faizi tutabilecekti.
imkansız Üçleme adı verilen bu yaklaşıma ekonomideki tüm birimlerin dikkat
etmesi gerekiyordu. Merkez Bankası dövizi taahhüt etmiş ancak faizin piyasa
koşulları tarafından belirleneceğini açıkça ilan etmişti.
2.5. Programın temel amacının yüksek nominal ve reel faizi süratle aşağı çekmek
ve düşük düzeyde tutniak olması belki faizin piyasada belirlenmesi ile çelişki
gibi görünüyor. Oysa faiz oranlarının kalıcı düşüşünün sağlanması için
ödemeler dengesinde bir sorunun olmaması ve direkt yabancı sermaye girişinin
sağlanmasına bağlıydı. Çünkü Merkez Bankası'na IMF tarafından Net İç
Varlıklar tavanı konulmuştu ve bir önceki bölümde belirttiğimiz gibi tavanın
aşılmaması önem taşıyordu. Bu durumda Merkez Bankası faizleri düşürmek
için piyasaya likidite veremezdi. Faizler ancak ödemeler dengesinin iyileşmesi ve
net dış kaynak girişi ile düşebilirdi. Merkez Bankası'nın piyasadan döviz alması
sonucu likidite bollaşır ve faiz oranları da düşmeye başlardı. Bu süreç katı bir
disiplini de gerektiriyordu. Aksi takdirde faiz düşüşü tüketimi artırabilir,
gelirden fazla tüketim sorunu ortaya çıkabilirdi. Gelirler yapısal önlemler
çerçevesinde düşecekti ama tüketimin de bu süreçte kontrol edilmesi
gerekiyordu. Programın özünde tasarruf vardı.
2.6. Programın uygulanmaya başlaması ile birlikte faiz oranlarının düşmesi
kaçınılmazdı (Bkn. 2.3) Faiz oranlarındaki düşüş tüketim 1 tasarruf dengesi
üzerindeki etkili olacaktı. Nitekim geçmiş enflasyon ve faiz oranlarının
belleklerden silinememesinin sonucu, ki daha programın başındaydık, nominal
faiz oranlarındaki düşüş tüketimi artırırken tasarruflarını da düşürmeye başladı.
42
Grafik 6. Tasarrufun Düşmesi Cari Işlemler Açığını Büyütüyor (GSMH'ya Oran)
25.00
20.00
.....
.....
15.00
-
10.00
5.00
0.00
-5.00
-
1996
--
1997
1998
1~0
-10.00
1-+- Yurtiçi Tasarruf
- - Cari Denge
2.7. Programın belki de iyi anlaşılınayan ve iyi anlatılınayan bölümü
Türkiye'nin tasarrufa gereksinimi olmasıydı. Bu konuda toplumun
aydınlatılması ve özellikle 2001 yılı uygulamalarıyla birlikte; "işlerin ağırlaşarak
devam edeceği, gelecek dönemde işsizliğin ortaya çıkabileceği ve birikimlerin bu
süreçte gerekebileceği" sinyalinin verilmesiydi. Faizler düşerken tasarruf
yapmak ve yaptırmak zordu ama bu toplumun geniş kesimlerine açıkça
anlatılabilmeliydi. Oysa uygulama tersi oldu. 1999 yılında küçülen ekonominin
2000 yılında hızla tüketim kaynaklı ve kredi teşvikli büyümesi ekonomi
yönetimini rahatsız etmedi tam tersi "övünç" olarak görüldü.
2.8. 1999 yılında GSMH yüzde 6.1, GSYİH ise 4.7 oranında küçülmüştü. Ancak
programın uygulanmaya başlaması ile birlikte ekonomi canlanmaya başlamıştı:
2000 yılında GSYİ H yüzde 7.2, GSMH yüzde 6. 1 olarak gerçekleşti. Yine
dönemler itibariyle bakıldığında; 2000 yılının ilk çeyreğinde reel büyüme yüzde
4.2, ikinci çeyrekte yüzde 5.4, üçüncü çeyrekte yüzde 7.2, son çeyrekte de yüzde
7.8 olarak gerçekleşti. Büyümenin kaynakları ise yüzde 3.8 ile yatırım ve yüzde
5.3 ile tüketim harcamalarıydı.
2.9. Ekonominin canlanması ve özellikle tüketim kaynaklı büyümenin enflasyon
üzerindeki etkisi de kaçınılmaz olacakt:. 2000 yılı programında TÜFE yüzde 25,
TEPE ise yüzde 20 olarak hedeflenmişti. Ekonomideki ısınma fıyatlar üzerinde
baskı yaratmıştı. TÜFE yıl sonu itibariyle yüzde 39, TEPE ise yine yıl sonu
itibariyle yüzde 32.7 olarak gerçekleşti. TEPE'nin daha düşük gerçekleşmesi kur
43
artışının yüzde 20 ile sınırlanmasından kaynaklanmıştı. !thal girdiler yaklaşık
yüzde 20 maliyetle sağlanıyordu. Talepteki kontrol edilemeyen artış programın
tehlike sinyaliydi. Kredi stoğu reel olarak yüzde 20 artış göstermişti. Tüketici
kredileri başta olmak üzere kredi stoğundaki artış tüketimi ciddi boyutlarda
destekliyordu. Ancak ekonominin tüketim kaynaklı büyüme süreci ekonomi
yönetimi tarafından olumlu olarak algılanıyordu.
Yüksek Enflasyon, Türk Lirası'nın Değerlenmesi ve Ödemeler
Dengesi Üzerine Etkisi
2.ıo. Enflasyonun hedeflenen rakamların üzerinde çıkması Türk Lirasının
değerlenınesi sorununu da gündeme getirmişti. Program 2000 yılında
uygulanmaya başlarken Merkez Bankası'nın verilerine göre ı995 yılına göre
Türk Lirası TÜFE'ye göre yüzde 25, TEPE'ye göre ise yüzde 10 değerli
görünüyordu. Programa başlarken belirli bir kur artışı yapılmamıştı. Türk Lirası
programa değerli girmişti. Bunda IMF'ye verilen reform ve programdan taviz
vermeyeceği sözleri ile ABD'nin "Türkiye ile anlaşın" biçimindeki yönlendirme
ve davranışları yani siyaset etkili oldu. Oysa 2000 yılı kur artış hedefi yüzde
20'ydi ve enflasyon rakamları da ortadaydı. 2000 yılında ı995 yılına göre
değerlilik TÜFE'ye göre yüzde 48'e, TEPE'ye göre ise yüzde ı8'e yükseldi. Türk
Lirası aşırı değerli hali gelmişti. Bunun doğal yansıması Ödemeler Dengesinde
yeni dış dengede ortaya çıkacaktı.
2. ı ı. Ulusal paranın aşırı değerli hale gelmesi Dış Açığı olumsuz yönde etkiledi:
ı999 yılında ihracat (FOB) 26.5 iken 2000 yılında 27.0 olarak gerçekleşmiş
ancak ithalat ise CIF değeri itibariyle 40.6 milyar dolardan 54.5 milyar dolara
tırmandı. ı 999 yılında ı 0,4 milyar dolar olan dış ticaret açığı 2000 yılında 22.3
milyar dolara yükseldi. Dış ticaret açığı turizm başta olmak üzere işçi döviz girişi
gibi hizmet gelirlerinden kapatılamayacak kadar büyüktü. ı 999 yılında cari
denge 1.3 milyar dolar açık verirken, 2000 yılında açık 9.8 milyar dolar gibi
GSMH'nın yüzde 4.9'u gibi rekor düzeylere ulaştı. Şimdi sorun bu açığın nasıl
kapatılacağıydı.
2.ı2.
Cari İşlemler Dengesi açık ise bunun finansmanı için seçenekler belliydi:
dış kaynak (borç) ve/veya uluslar arası rezervlerden bu açığın karşılanması
gerekiyordu. 2000 yılındaki 9.8ı9 milyar dolarlık açığın karşılanabilmesi için
ı ı2 milyon doları doğrudan yatırım, 1.022 milyar doları portföy yatırımı olmak
üzere kısa ve orta,uzun vadeli borçlanma yoluyla toplam 9.445 milyar dolarlık
dış kaynak sağlandı. Bu arada 2000 yılında IMF'den toplam 3.35ı milyar dolar
44
kredi sağlanmıştı. Toplam dış kaynak girişi 12.796 olmuştu ancak bu girişin
9.819 milyon doları dış açığın kapatılmasında kullanılırken, yalnızca 354 milyon
doları uluslararası rezervlere eklenebildi. Geriye kalan 2.623 milyon dolar (Net
Hata Noksan) tedirginlik sonucu sistem dışına çıktı.
Kamu Kesimi
Açıkları
ve
Finansmanının Sürdürülebilirliği
2.13. Ödemeler dengesinde ortaya çıkan bozulmanın nedenleri yalnızca;
tüketim artışı, yurtiçi tasarruflardaki gerileme ve Türk Lirasındaki aşırı
değerlilik olarak özetlemek yetersiz olacaktır. Ödemeler dengesindeki
bozulmanın en önemli nedenlerinden biri de yüksek kamu açıklarıdır. Yurtiçi
tasarrufların yüksek kamu açıklarını karşılayamamasının doğal sonucu dış
dengedeki açıklar olarak karşımıza çıkıyor. Faiz oranlarının hızla düştüğü
ortamda tasarruf eğiliminin daha da gerilemesi, kamu kesimi açıklarının
kapatılması için gerekli mekanizmanın bozulmasına yol açıyor.
Grafik 7. Kamu Açığının ve Borç Stoğunun Durumu {GSMH'ya Oranı)
70
60~----------------------------------------
50
40
I.A---
30
20
ıA---_j
10
om-.•
-1 o
-20
IA----------------------------
-30~------~------pa------pa----~~----~------~
1995
1996
ı o Konsolide Bütçe Açığı
1997
1998
• Kamu Kesimi Borçlanma Gereği
1999
lll
2000
Kamu Borcu/GSMH ı
açıklarının küçültülmesine yönelik olarak başlayan 2000
yılı
programının sıkı bir mali disipline dayalı olup olmadığını öncelikle konsolide
2. 14. Kamu
bütçe harcama ve gelirlerinin GSMH içindeki payı açısından değerlendirmek
gerekiyor. Konsolide bütçe harcamalarının GSMH içindeki payı 1999 yılında
yüzde 33.8 iken 2000 yılında bu rakam yüzde 37.3'e yükselmiş. Konsolide Bütçe
gelirlerinin de payında artış var. 1999 yılında gelirlerin payı yüzde 22 iken bu
oran 2000 yılında yüzde 27'ye yükselmiş. Yani 2000 yılında kamu büyümeye
devam etmiş gibi görünüyor. Ancak açıklarını kapatmak için daha fazla gelir
45
toplamaya çalışmış. Sonuç aslında çok parlak değil: ı999 yılında Genel ve Katma
Bütçeli idarelerin gelir ve giderleri arasındaki farkı ifade eden Konsolide Bütçe
Açığının GSMH'ya oranı yüzde ıı.8 iken bu oran 2000 yılında yüzde ıo.3'e
gerilemiş. Ancak sosyal güvenlik kurumları, KİT'ler, yerel yönetimler, fonlar
başta olmak üzere tüm kamu kesiminin açığını ifade eden Toplam kamu açığı
ise "felaket" durumda. ı999 yılında Toplam Kamu Açığının GSMH'ya oranı
yüzde 22.3'lere yükselmiş ancak 2000 yılında da radikal bir toparlanma göze
çarpmıyor oran ı9.2 olarak gerçekleşiyor. Kamu açıklarının ulaştığı düzey
ürkütücü boyutta.
2.ı5. AB'nin Maastrich Kriterleri Bütçe Açığının Milli Gelire oranının yüzde
3'ün, Kamu Borcunun Milli Gelire oranının ise yüzde 60'ın altına çekilmesi
yönünde. Bu oranların gerçekleştirilmesinde AB ülkelerinin de sorunu var ama
bizim sorunumuz daha büyük. Birincisi bütçenin radikal biçimde
değiştirilememesi bütçe açıklarının milli gelire oranının uzun süre yüksek
seyretmeye devam edeceğini gösteriyor. Kamu borcunun azaltılması ve
sürdürülebilirliği ise zaten programın temel hedeflerinden biri.
2000 Yılı Programı Kamu Borcu'nun Düşürülmesinde Başarılı mı?
2.ı6. Bu noktada kamunun borç stoğuna genel olarak bakmak gerekiyor. ı999
yılı sonunda Kamu Borcunun GSMH'ya oranı yüzde 7l.ı olarak gerçekleşmiş.
2000 yılında ise oran 68.6'ya gerilemiş görünüyor. Ancak gerçek biraz farklı:
Birincisi ı 999 yılı ekonominin küçüldüğü bir yıl. İkincisi de kamu
bankalarındaki görev zararı henüz 2000 yılı rakamlarına dahil edilmemiş. Aynı
şekilde daha önceki yıllara da görev zararları yansımış değil. Ancak 2000 yılı
koşullarında borç rakamı daha da artış gösterdi. Örneğin 2000 yılı Mart ayı
itibariyle görev zararı 13.5 katrilyon lira iken bu rakam 2000 yılı sonunda ı 7.279
trilyon liraya 200ı yılında ise 7.759 trilyon liralık net artış göstererek 25.038
trilyon liraya yükselmiş. Dolayısıyla 2000 yılında kamu borcunun Milli Gelire
oranında gerçekte bir azalma söz konusu değil.
2.ı7. İç borçlanma ı999 yılında 22.9 katrilyon lira ile milli gelirin yüzde
29.3'üne ulaşmış gibi görünüyor. 2000 yılında ise iç borçlanma 36.4 katrilyon ile
görev zararı hariç milli gelirin yüzde 29'una tekabül ediyor. Kısaca 2000 yılı
programı kamu borcunun düşürülmesi hedefi açısından başarısız olmuş.
46
Tablo 4. Iç Borçların Gelişimi ( Görev Zararları hariç, Trilyon TL)
1996
3.149
1997
6.283
1998
11.613
1999
22.920
2000
36.420
2.18. İç Borç Stoğunun vade yapısı ve kapsamı da en az stoğun miktarı kadar
önemli. 2000 yılı Aralık ayına gelindiğinde Dövize endeksli borçlanma toplam iç
borcun yüzde 8'i, değişken faizli borçlanma yüzde 35'i ve sabit faizli borçlanma
ise yüzde 56'sını oluşturuyor. Enflasyonun düşürülmesinin hedeflendiği
dönemde sabit faizli borçlanmanın payı oldukça büyük. Bu koşullar altında
Hazine'nin yüksek reel faiz ödemesi kaçınılmaz. Dolayısıyla kamu borcunun
milli gelire oranının düşürülmesi hedefi ile borçlanmanın türü birbiri ile
çelişiyar. Borcun vadesi ise 2000 yılında 1999 yılına göre daha kısa ama
ortalamada bir yılın üzerinde.
Grafik 8. istikrar Programı öncesi ve Uygulama Sonrası Faiz Oranlarının Seyri (%)
500~--------------------~--------------------------~
450+----------------------------------------*----------~
T\
400+------------------------------------/IT\--------~
350+---------------------------------------~----------~
300+---------------------------------------+-~--------~
f \
250+-----------------------------------~r-+'~'~------~
ıoo~~------------------------------~--/~,~~~f-7!,\T,~------~
150 ~-.t.-.t.--~ A- __._ A
..
!i .. \ i ......~
ı
___________~~~----~~·~~,,~---~-~~~~~-~~~~~~~~-t/~~~~~~------~~~
100 -ı,.
,., ~
50+-----------------------------------------------------~
o "
?J~
,o;
'?
1-+- DiBS Faizi
Kaynak: 2002
•
Mevduat Faizi
.....,._ !nterbank Faizi
Yılı Programı.
Açıklama : Mevduat Faizleri basit faiz cinsinden ve 3 ay vadeli mevduata verilen faizi gösteriyor. DI BS faizleri ise bileşik
faiz cinsindendir. Bankalar arası para piyasası (!nterbank) faizleri bileşik faiz cinsindendir ancak 2000 yılı Kasım ayı ve
2001 yılı Şubat ayı faiz oranları grafiğin daha hassas görülebilmesi için basit faiz cinsinden gösterilmiştir. Oysa 2000
Kasım ayında !nterbank faizi bileşik faiz cinsinden yüzde 627,3, 2001 Şubat ayında ise yüzde 7525,7 olarak
gerçekleşmiştir.
47
2.19. Kamu kesiminin 1999 yılına göre 2000 yılında iyileşme yönünde belirli bir
adım attığını da kabul etmemiz gerekiyor. Gerçekten yılın ilk yarısındaki reform
çabaları, kamu temel fazlası hedefi ve programa sağlanan dış destek ile birlikte
(30 ve 10 yıllık tahvil ihraçları gibi) faiz oranlarındaki düşüşün bütçe üzerindeki
baskısının azalması göreceli olarak bir iyileşme yarattı. Ancak önemli olan bu
durumun sürdürülebilirliğiydi. Bunun için de yapısal reformlardan taviz
verilmemesi ve ülke koşullarını dikkate alarak bu reformların hayata geçirilmesi
gerekiyordu. Sosyal Güvenlik Sistemi'nin açıklarının artmaya devam etmesi ve
tarım reformunun genelde üretici yerine üretim dışındaki kesimleri
desteklemeye yönelik uygulaması reformların sağlıklılığını 2000 yılı ve
sonrasında tartışılır hale getirmeye başladı. Diğer taraftan kamu açıklarının
disiplin altına alınması ve Bütçe açığı başta olmak üzere toplam kamu açığının
kabul edilebilir düzeylere çekilmesi için ciddi bir süreye gereksinim vardı ve bu
sürede de ekonomi bir taraftan büyümeli, bir taraftan reel faizler aşağıya
çekilmeli diğer taraftan da kamu yüksek oranlı temel fazla (özelleştirme deprem
harcamaları hariç yüzde 3.6 oranında) vermeye devam etmeliydi. Peki ekonomi
bu süreyi kriz olmaksızın geçirebilecek ve hedeflenenler yapılabilecekmiydi?
2.20. Reform uygulamalarının içeriğinin kamuoyu tarafından ayrıntılı biçimde
tartışılması uygulanabilirliğini de olumlu yönde etkileyecekti. Ancak 2000
yılındaki reform adımları ve bunlara bağlı yapısal düzenlemeler Dünya Bankası
ve IMF odaklı hazırlanmış, toplumun ilgili kesimleri arasında tartışılmadan
"oldu bittiye" getirilmeye çalışılmıştı. Örneğin yılın ikinci yarısında Hükümet ile
Cumhurbaşkanı arasında kamu bankalarının özelleştirilmesi ile ilgili yasal
düzenlemelerde sorunlar çıkmaya başlamıştı. Programın en önemli ayağını
oluşturan mali kesim reformu ve bu bağlamda BDDK'nın göreve başlamasında
ciddi gecikmeler ortaya çıktı. BDDK Ağustos ayının sonunda göreve
başlayabildi. Toplumdaki beklentiler, Telekom ve kamu bankaları tartışmalar ile
olumludan olumsuza dönmeye başlamıştı. İddialı 7.6 milyar dolarlık
özelleştirmenin yarısının bile gerçekleştirilemeyeceği yönündeki beklentiler
ağırlık kazanmaya başladı. Nitekim 2000 yılında özelleştirme 3 milyar doların
altında gerçekleşti. Oldukça önemli bir rakam gerçekleştirilmişti ama bü
hedeflenenin yarısı bile değildi. Oysa programın kamu kesimi ayağı harcama
kısılması, gelir artırılması ve özelleştirmeye dayanıyordu.
2.21. Faiz oranlarındaki düşüşün tüketim ve dolayısıyla enflasyon üzerindeki
olumsuz etkilerinin ortadan kaldırılması daha önce belirttiğimiz gibi programın
topluma anlatılması ve tüm kurumların da bu çerçevede hareket etmesine
bağlıydı. Tüketimin patlayıp, enflasyonun düşürülememesi programın en zayıf
48
yönüydü. Çünkü Türk Lirası yüzde 20 kur artış taahhüdünün bulunduğu
ortamda değedenebilir bu da cari açık üzerinde olumsuz olabilirdi. Bu konuda
korku IMF tarafından dile getirildi: iç talep artışını sınırlandıran adımların
atılması gerekiyordu. Buna yönelik olarak tüketici kredileri üzerinden alınan
Kaynak kullanım Destekleme Fonu (KKDF) oranı yüzde 4'den 8'e çıkarıldı.
Lüks otomobil talebini kırmaya yönelik KDV oranı yükseltildi. Ancak Eylül
ayından itibaren piyasalardaki eğilim değişmeye başlamıştı. Önlemler geeikti ve
IMF üçüncü dilim krediyi serbest bırakınayıp aralık ayına erteledi.
Mali Sistemi Etkileyen
Gelişmeler
ve Likidite Krizinin Ortaya
Çıkışı
2.22. Burada mali sistemi dolayısıyla da bankacılık sistemini analiz etmemiz
gerekiyor. 2000 yılı başından itibaren bankacılık sistemine yönelik çeşitli yasal
düzenlemeler gündeme geldi. Yeni mevzuat ile uluslararası düzenlemelere ve
tavsiyelere uygun bir bankacılık sisteminin yaratılması hedeflenmişti. Risk
yönetimi ve konsolide bazda mali tabloların hazırlanması zorunluluk haline
getirilmişti. Bankaların mali bünyelerinin bozulması durumunda düzenleyici
otoriteye önemli yetkiler verilmiş, banka kurma ve şube açma zorlaştırılmıştı.
2.23. ı999 yılı sonunda TMSF 5 özel ticaret bankasını devralmış, bir kalkınma
veyatım bankasının faaliyetine son vermişti. Böylece fondaki banka sayısı 8'e
yükselmiş oldu. 2000 yılında yaşanan gelişmeler ile birlikte üç özel ticaret
bankası daha fona devredilir ek fondaki banka sayısı ı ı' e yükseldi. İki kalkınma
ve yatırım bankasının da faaliyetleri bu süreçte durduruldu.
2.24. Bankacılık sisteminin ı989 yılındaki finansal serbestleşme ile birlikte risk
alma eğiliminde girdiğini, kaynakları içinde yabancı paranın payının hızla arttığını
ve off-shore bankacılığın bu dönemde başladığını biliyoruz. Sistemin ı 994 krizi ile
birlikte ciddi darbe yediğini ve açık pozisyona (döviz borçlanıp bu kaynağı Türk
Lirasına çevirerek plasman yapma) yakalanan bankaların ciddi kayıplada karşı
karşıya kaldığını biliyoruz. ı 994 yılında bankalardan para çekişini önlemek için
mevduata güvence virmiş ve böylece Hazine bankaların riskini üstlenmişti. Bu
dönemden sonra bankaların "mantar gibi" çoğaldıklarını görüyoruz.
Tablo 5.
Bankacılık
Banka Sayısı
jube Sayısı
Personel Sayısı
Sisteminin Niceliksel Görünümü
1995
68
6.244
144.793
1999
81
7.691
173.988
49
2000
79
7.837
170.401
2.25. Banka ve şube sayılarının hızlı artışının temelinde bankalardaki mevduata
gelen sınırsız güvence önemli yer tutuyor. Banka kurma çabalarındaki artışın
temelinde daha sonra da açıkça ortaya çıkacağı gibi "ahlaki riziko" yatıyor.
Bankacılık sistemi özellikle krediler aracılığıyla boşaltılıyor. Tüm mevduta güvence
verilen ülkelerde aynı gelişmeler yaşanmış. En güzel örneklerinden biri de Japonya.
2.26. Yüksek maliyetle toplanan kaynakların geri ödenmesinde sorun yaşanacağı
açık. Ancak kamu otoritesinin tüm bu gelişmelere göz yumduğunu veya "hasır
altı" ettiğini de kabul etmemiz gerekiyor. Aktif kalitesinin ciddi boyutlarda
bozulduğu özel sermayeli ticaret bankaları, "genelde" bir taraftan DİBS alarak
kamu kesimini fonlayarak gelir temin etmeye çalışıyordu diğer taraftan da
krediler ağırlıklı olarak "kendi" kurumlarınca "sermaye" olarak kullanılır hale
gelmişti. Kredilerin kalitesinden söz etmek mümkün değildi. Bankalar ciddi
boyutlarda kur riski alarak yani açık pozisyon yaparak kar yapmaya
çalışıyorlardı. Aksi takdirde yüksek maliyetle topladıkları fonların maliyetlerini
karşılamaları mümkün değildi. Kamu otoritesi bu kadar banka sayısının
Türkiye'nin yarattığı tasarruftarla çeliştiği gerçeğini kabul etmiyordu. Nedeni de
açıktı: kamu otoritesi, kendisinin borçlarını çevİrıneye yardımcı olan bu
kurumlara sıcak bakıyordu. Yapılacak çok fazla bir şey yoktu. Küçük bir adımda
"kuleler" yıkılabilirdi.
BDDK Cephesinden 2000 Kasım Krizi Öncesi Mali Sistemin Görünümü
Bankalar
- Likidite sorunları
-Kamu bankalarının 14 milyar dolara ulaşan gecelik yükümlülükleri
- Özel bankaların yüksek açık pozisyonları
- Kamu kağıtlarının banka bilançolarındaki yüksek payı
- Düşük aktif kalitesi
- Yetersiz risk değerlendirme ve risk yönetimi sistemleri
-İyi
bir kurumsal yönetişimin
olmaması
Sektörü Çevreleyen Faktörler
- Ciddi Ekonomik istikrarsızlıklar
-Yüksek Kamu Açikları
- Kamu Bankalarının ve sorunlu bankaların neden olduğu sistemik çarpıklıklar
Kaynak: BDDK
so
2.27. 2000 yılına girerken bankacılık sektörünün özkaynakları erimeye başlamış,
sermaye yeterliliği konusu sektörün en önemli sorunlarından biri haline
gelmişti. 2000 yılında da benzer gelişmeler yaşandı. Öz kaynak karlılığının
enflasyonun altında kalması öz kaynakların reel olarak eridiğini ifade ediyordu.
Açıklanan karların reel olup olmadığı konusunda ciddi şüpheler bulunduğu
tartışılsa dahi aşağıdaki tablo, enflasyon ile öz kaynak karlılığı arasın belirli bir
görüş oluşturmaya yetiyor.
Tablo 6. Bankaların Öz kaynak Karlılığı'nın (Net Kar 1 ÖzKaynaklar) Enflasyon ile Karşılaştırılması(%)
Özel Sermayeli Ticaret Bankaları
Kamu Bankaları
Toplam Bankacılık Sistemi
TÜFE
TEFE
1998
60.9
16.2
37.5
69.7
54.3
1999
52.0
38.1
-10.9
68.8
62.9
2000
11.5
-18.6
-68.4
39
32.7
2.28. Yüksek enflasyon ve yüksek faiz ortamında bankaların büyük bölümünün
verimsizliklerini; fiyatlara yansıtmaları ve/veya açık pozisyon karları ile ayakta
durmaları kaçınılmaz görülüyor. Örneğin; bankaların faaliyet giderlerinin
toplam aktife oranı ı 995- ı 999 yılları arasında yıllık ortalamada yüzde 4.8 iken
bu oran genelde dünyada maksimum yüzde 2.8 olarak kabul ediliyordu. Bu
konuda IMF ı 999 yılında yayınladığı ülke raporunda Türkiye'nin bankacılık
sistemini diğer ülke bankaları ile karşılaştırmış ve Türk bankalarının verimsiz
çalıştığını eğer yüksek faiz ve enflasyon ortamının ortadan kalkması durumunda
söz konusu verimsizlik ve maliyetlerle bankaların ciddi sorunlarla karşı karşıya
kalacağını belirtmişti. Bankaların diğer sorunu da "yapılandırılmış finansman"
sorun uydu.
2.29. Kısa vadeli faiz oranlarının yüksek olması ve 1998 yılından itibaren kur
artışının kontrollü biçimde artıyor olması bankaları ve risk almak istemeyen
yabancıları değişik bir fınansman türüne yönlendirmişti. Böylece repoya
alternatif yeni bir yöntem ortaya çıkmıştı. Yurtdışından devlet borçlanma
senetleri teminat gösterilerek kredi temin edilmeye başlanmıştı. Bu krediler
yurtiçinde düşen faiz ortamında genelde iki şekilde kullanılıyordu: DİBS alımı
ve Tüketici Kredisi. Kaynakların bir bölümü ile de bankalararası piyasa aracılığı
ile kamu bankalarına sunulmuştu. Ancak sağlanan kredilerin en önemli koşulu
5ı
teminatların
"piyasa" fıyatının düşmesi durumunda yeni teminat taleplerinin
bankalar tarafından geciktirilmeden karşılanmasıydı. Aksi takdirde teminatlar
nakde çevrilebilecek ve verilen krediler vade koşulu aranmaksızın geri
çağrılabilecekti. Likidite krizi de buradan patladı.
2.30. 2000 yılı başında uygulanmaya başlayan istikrar programı hızlı başlamıştı.
Yasal düzenlemeler hızla yapıldı. Ancak uygulama konusunda yılın ortasından
itibaren şüpheler artmaya başladı. Kamu bankalarıyla ilgili kararname, Telekom
konusunda yapılan tartışmalar yoğunlaşarak devam ediyordu. Tüketim çılgınca
artıyor, tüketici kredileri ile desteklenen tüketim harcamaları ile gelecek gelirler
ipotek altına alınıyordu. Tüketimin artıp tasarrufların düşmesi yüksek kamu
açıklarıyla birleşince cari işlemler açığının beklenenin üzerinde gerçekleşeceği
anlaşıldı. Fon bankalarının fonlanması sorunu büyüyordu. Görev zararları
kamu bankalarının aktiflerinde ciddi boyutlara ulaşmıştı. 2000 yılı Eylül ayı
öncesinde yabancılar durumu saptamaya başlamışlardı. Aşırı değerli hale gelen
Türk Lirası ciddi bir cari açığa neden olacaktı. Ayrıca bankaların bilanço içi
döviz pozisyon açıkları 18 milyar dolara ulaşmıştı. Özel kesim ve diğer fınans
kurumlarındaki açık pozisyonların boyutu ise saptanamıyordu. Bu koşullar
altında Merkez Bankası'nın kur taahhüdünü yerine getiremernesi söz konusu
olabilirdi. Yabancılar önce eurobond satışına başladı. Uluslar arası piyasalarda
Eurobond fıyatları düşmeye başladı. Bu içeride de DİBS satışını gündeme
getiriyordu. Teminatların piyasa değeri düşünce yabancıların teminat
tamamlama talepleri artıyordu. Bankalar yükümlülüklerini yerine getirmek
amacıyla aktiflerini likithale getirip ellerindeki Türk Lirası ile döviz alıp teminat
tamamlayacaklardı. Ancak kamu bankalarına verilen paraların geri dönmesi
mümkün olmadı çünkü görev zararı fonlanıyordu. Tüketici kredilerini geri
çağırmak olanaksızdı. Diğer krediler geri çağrılacak veya artan faiz oranlarına bu
kurumlar razı olacaklardı. Kredilerin kalitesi zaten sorunluydu. Buradan da kısa
vadede fon temin edilerneyeceği açıktı. Geriye DİBS satışı gündeme geliyordu.
Ancak bu durumdaki banka sayısı yalnızca bir değildi. Birçok özel ticaret
bankası aynı durumdaydı. DİBS piyasası bir anlamda kilitlendi DİBS'leri likit
hale getirmek zorlaşmıştı. Alıcı yoktu veya çok sınırlıydı. Örneğin Demirbank iç
borç senetlerinin yüzde 1O'unu portföyünde taşıyordu ve en önemli piyasa
yapıcısıydı. Bankalar repoya "bir anlamda" saldırdılar. Repo oranları hızla
yükselmeye başladı. Yabancılar ellerindeki Türk Liralarını dövize çeviriyorlar,
bankalar da topladıkları TL ile döviz toplayıp teminatlarını tamamlamaya
çalışıyordu. Merkez Bankası döviz taahhüdünde bulunduğu için piyasaya talep
edilen dövizi satmak zorunda kalıyordu. Uluslar arası rezervler Kasım ayında
52
6.3 milyar dolar azalmıştı. Net Uluslararası Rezervlerde yıl sonu taban hedefi
13.5 milyar dolardı ve bu kritik düzeyin altı çoktan görülmüştü. Yabancı kredi
kurumları teminat yatırmakta zorlanan Türk Bankalarını zorlamaya başladı.
Artık teminatın tamamlanması değil kredilerin kapatılması talep ediliyordu.
Teminat yatırmakta zorlanan bankalar kredileri nasıl kapatacaklardı? Yükselen
faiz nedeniyle aktiflerindeki DİBS'lerin piyasa değeri üçte bire gerilemişti. Sorun
büyüktü. Likidite yetersizliği bankaların maliyet yapılarını da hızla bozuyordu,
bir taraftan da yabancılar kredilerin kapatılması için bankaları sıkıştırıyordu.
Demirbank'ın fona devri gündeme geldi. Kasım paniğini atıatmak için Hazine
yurtdışından sağlanan kredilere de garanti vermek zorunda kaldı. Artık
bankaların tüm yükümlülükleri Hazine'nin güvencesi altındaydı.
Merkez Bankası Likidite Krizini önleyebilir miydi?
2.3 1. Bu sorunun yanıtı kolayca "evet" olabilir. Tabii ki Merkez Bankası piyasaya
likidite verip piyasayı Türk Lirasına boğabilir veya piyasanın gereksinimi olan
likiditeyi bankacılık sektörüne verebilirdi. Ancak burada bir saptama yapmak
gerekiyor. Merkez Bankası'nın piyasaya kredi vermesi birinci bölümde ayrıntısı
ile anlattığımız Net İç Varlıklar hedefinin (- 1.2 katrilyon tavan hedefi) aşılması
ve para programının bitmesi anlamına geliyordu. Bankanın hedefinden şaşması
başta yabancılar olmak üzere kamuoyunda Merkez Bankası'nın güvenilirliği
tartışılmaya başlayacak ve kur taahhüdünün tutturulamadığı beklentisi
gündeme gelecekti. Programın en zayıfhalkası Merkez Bankası'na olan güvenin
yitirilmesiydi.
2.32. Programın en önemli riskinin faiz riski olduğu, programın özünden
kaynaklanan faiz riski bulunduğunu öncelikle piyasanın bilmesi ve davranış ve
beklentilerini buna göre yönlendirmesi gerekiyordu. Yine piyasa oyuncularının
Merkez Bankası'nın faiz yükselişi karşısında piyasaya likidite veremeyeceğini de
iyi "okumaları" gerekiyordu. Bu konuda Merkez Bankası'nı suçlamadan önce
piyasanın yaptığı "inanılmaz" hataya dikkat çekmemiz gerekiyor.
2.33. Programa kur artışı yapmadan başlamanın ve piyasa oyuncularını (genelde
de bankaları) disiplin altına alacak BD DK' nın geç faaliyete geçmesi, adeta krizin
kucağında doğması, özelleştirme konusundaki yavaşlama ve yapısal reformların
hayata geçirilmesi konusundaki tartışmaların neden olduğu doğal bir sonuç
yaşandı. Bankacılık sisteminin açtığı krediler ile faiz düşüşü birleştiğinde
tüketim hızla artarken, kur artışı enflasyonun altında kalmış ve Türk Lirası'nın
aşırı değer kazanması yabancı yatırımcıları (genelde sıcak para olarak da
53
değerlendirilebilir) tedirgin etmeye başlamıştı. Cari İşlemler Dengesi açık
veriyordu ve milli gelirin yüzde 5'i olarak kabul edilen kritik seviyeye de
ulaşacaktı. Merkez Bankası'nın piyasaya likidite vermesi, para programına göre
bankaya döviz getirilmesine bağlıydı. Türkiye'ye bir taraftan yabancı kaynaklı
sermaye girişi diğer taraftan fınans sistemi başta olmak üzere tüm kesimlerin
pozisyon açarak döviz satmaları piyasaya likidite çıkmasına ve faizlerin
düşmesine yol açıyordu. Peki ya tersi durumda ne olacaktı?
2.34. Yabancıların cari açıktaki artış ve programın geleceği konusunda endişeye
kapılması tersi duruma yol açabilirdi. Nitekim öyle oldu. Yabancılar gerek
ellerinde bulunan TL ve döviz cinsinden kağıtları satarak likit hale gelmeye ve
döviz alıp Türkiye' den çıkmaya çalışıyorlardı. Bankaların daha önce
belirttiğimiz kredi temin etmek amacıyla yabancılara verdikleri teminatların
satılması da benzer bir sonuç yaratıyordu. Ödemeler Dengesinin finansmanı
için 1O milyar dolara gereksinim vardı. Bu koşullar altında Türkiye'ye döviz
girişinden değil çıkışından söz etmek gerekiyordu ve bunun doğal sonucu da
piyasada Türk Lirası sıkışıklığı ve fazierin yükselmesiydi. Merkez Bankası'nın bu
koşullarda piyasaya likidite vermesi belki fınans kesimini rahatlatabilirdi ancak
unutulmaması gereken konu verilen likiditenin ya harcamalara kayması
olasılığıydı ki bunun sonucu Türkiye hiper enflasyonla karşı karşıya kalabilirdi
ya da doğrudan dövize kayma tehlikesiydi.Dövizde talep fazisı olması
durumunda,Merkez Bankası rezervlerinin ermesi ve para piyasasında likiditenin
daralarak faizleri yükseltmesi kaçınılmazdı.
2.35. Merkez Bankası, Demirbank'ın fona alınması ile birlikte (22 Kasım)
piyasaya yoğun olarak likidite aktarmaya başladı ve Net İç Varlıklar (NİV) hedefi
de aşılmış oldu Ancak aktarılan likiditenin dövize yönlenmesi sonucu banka
ciddi boyutlarda döviz kaybetti ve Net Uluslar arası Rezervlerdeki (NUR) 13.5
milyar dolarlık taban hedefinin altına düşüldü. (performans ile ilgili kriterler
önceki bölümde para ve kur politikaları başlığı altında anlatıldı). 30 Kasım 2000
tarihi itibariyle Net iç Varlıklar Kaleminin dondurulacağı Merkez Bankası
tarafından açıklandı. Faiz oranlarının yüksek seyretmesine rağmen dövize talep
durmamıştı. Aralık ayının 6'sında ek önlemler paketi açıklandı ve IMF Stand-by
anlaşması çerçevesinde 10.4 milyar dolarlık ek rezerv kolaylığı sağlayacağını
açıkladı. Piyasalar kısmen rahatlamış gibi görünüyordu ama döviz talebi de
devam ediyordu. Şubat ayına kadar da bu talep devam etti. Merkez Bankası bu
süreç içinde milyarlarca dolarlık dövizi "ucuza satmak" zorunda kaldı.
54
Tablo 7. TCMB Performans Kriterleri ve Gerçekleşmeleri
31
31
30
30
31
NiV Tavan Hedefi
(Trilyon TL)
-1.200
Aralık 1999
-1.200
Mart 2000
-1.200
Haziran 2000
-1.200
Eylül 2000
-1.200
Aralık 2000
Kaynak: TCMB
Yıllık
NiV Gerçekleşme
(Trilyon TL)
-1.437
-1.260
-1.295
-1.307
1.060
NUR Taban Hedefi
(Milyon$)
12.000
12.000
12.750
12.750
13.500
NUR Gerçekleşme
(Milyon $)
16.757
16.657
17.339
17.874
12.488
Rapor 2000
Belki de bu noktada tartışılması gereken temel konu Kasım ayında
bu süreç ile birlikte döviz çıpası sisteminin terk edilmesiydi. Çünkü
tedirginlik bir kez başladı mı veya başka bir ifade ile piyasadaki aktörler Merkez
Bankası'nın kur taahhüdünü yerine getiremeyeceğine veya Kamu borçlarının
çevrilemeyeceğine inandıklarında piyasanın "ateşini söndürmek" oldukça
zordu. Birçok ülke deneyimi bunu gösteriyordu. Merkez Bankası güvenilirliğini
yitirirse eninde sonunda devalüasyon kaçınılmaz olacaktı. Nitekim öyle de oldu:
Kurlar 200 ı yılının Şubat ayında serbest bırakıldı. 200 ı yılının Ocak ayı
sonunda Amerikan Doları 679.ı62 TL iken Şubat ayı sonunda 906.ı64 TL'ye,
aynı dönemde Euro ise 624.353 TL' den 830.590 TL'ye yükseldi.
2.37. 2000 yılının Kasım ayında yaşanan likidite krizi ile birlikte IMF "serbest
kur" tavsiyesinde bulunmuştu. Çünkü uluslar arası rezervlerin dövizdeki talep
karşısında erimesi ve talebi karşılaması mümkün değildi. Ancak dönemin
ekonomi yönetimi ek önlemler alınacağı ve reformlara devam edileceği
yönünde güvence verince IMF' de serbest kurda ısrarcı olmadı. Ancak ekonomi
"sis" içindeydi. Reel ekonomide talep azalmış, üretim hızla düşmeye başlamıştı
ve işsizlik artıyordu. Para ekonomide dönmüyordu. Borçlular borcunu
ödememeye çalışırken, alacaklarını tahsil etmek için çaba han::amaya
başlamışlardı. Şubat 200 ı devalüasyon u 2000 Kasım Krizinin devamıydı. Ancak
kur artışı yüksek faiz karşılığında ertelenmişti. Yüksek faiz ve paranın devir
hızının düşmesi nakit akışlarının bozulmasına yol açmıştı. Hazine dahil
toplumun tüm kesimleri Merkez Bankası'nın devalüasyon yapacağına
inanmaya başlamıştı ve sonuç devalüasyondu. Türkiye'de yeni dönem bu
şekilde başladı. Türkiye artık dalgalı kur sistemini tercih etmek zorunda
kalmıştı. Ancak bu konuda toplumun geniş kesimlerinin herhangi bir deneyimi
bulunmuyordu. Türkiye ilk kez dalgalı kur sistemi uygulayacaktı. Kemal
Derviş'in Türkiye'ye gönderilmesi ve/veya getirilmesi de bu sürecin devamıydı.
2.36.
yaşanan
55
Bankacılık
sektörü başta olmak üzere bir dizi önlernin alınması gerekiyordu.
Yapısal reformlar IMF ile yola devam etmenin ön koşuluydu. Kamunun
finansmanı sürdürülebilir olmalıydı. Aksi takdirde "radikal" önlemlerle aynı
hedefler yakalanacaktı.
2000 Yılında Ekonomiyi Etkileyen Önemli Olayların Seyri
• ı Ocak 2000 İstikrar Programı uygulanmaya başladı.
• ll ocak 2000 Hazine uluslar arası piyasalara 30 yıl vadeli 1.5 milyar dolarlık
tahvil ihracı gerçekleştirdi.
• 2ı Ocak 2000 Uluslar arası tahkimin geriye doğru işlemesi kabul edildi.
• 26 ocak 2000 Hazine uluslar arasıpiyasalara ıo yıl vadeli ı milyar Euro'luk
tahvil ihraç etti.
• ı O Mart 2000 IMF'ye ı. Ek Niyet Mektubu verildi.
• ı2 Nisan 2000 Üçüncü GSM ihalesine KDV hariç 2.525 milyon dolarlık teklif
geldi.
• 25 Nisan 2000 Uluslar arası derecelendirme kurumu Standart&Poor's
Türkiye'nin notunu yükseltti.
• 5 Mayıs 2000 Bankaların döviz pozisyon aşııniarına disponibilite
zorunluluğu getirildi.
• 8 Mayıs 2000 Piyasa yapıcılığı sistemi başladı ve ı 9 bankanın başvurusu
kabul edildi.
• ı Haziran 2000 Net Döviz pozisyon hesaplamalarına ilişkin mevzuat
yürürlüğe girerken, bankaların tasarruf mevduatıarına verilen güvence ıoo
milyara çekildi, 200 ı yılında da 50 milyara çekileceği açıklandı.
• 22 Haziran 2000 IMF'ye 2. Ek Niyet Mektubu verildi.
• 3ı Ağustos 2000 BDDK göreve başladı.
• 4 Eylül 2000 Türk Telekom'un yüzde 20'sinin satışına teklif gelmedi.
• 26 Eylül 2000 Kamu bankalarının özelleştirilmesine ilişkin kararname
Cumhurbaşkanı'ndan geri döndü.
• 29 Eylül 2000 IMF Türkiye'ye verilecek kredinin 3. dilimini
erteledi.
56
Aralık ayına
• 27 Ekim 2000 BDDK, Etibank ve Bank Kapital'in TMSF'na
devredildiğini
açıkladı.
• 3 Kasım 2000 BDDK fondaki 8 bankanın rehabilitasyonu için Hazine'nin 6.1
milyar dolarlık özel tertip DİBS"in TMSF'na verileceğini açıkladı.
• 21 Kasım 2000 BDDK, 2001 yılı başında mevduat zorunlu karşılıklarının
6' dan 4' e düşürüleceğini açıkladı.
• 22 Kasım 2000 TCMB piyasadaki likidite sıkışıklığını gidermek için piyasaya
1.688 trilyon liralık fon sağladı ancak Net İç Varlıklar hedefinden desapılmış
oldu.
• 27 Kasım 2000 TCMB bankalara disponibilite konusunda kolaylık sağladı.
• 29 Kasım 2000 TCMB'nın Net Uluslar arası Rezervler kalemi yıl sonu için
beklenen 13.5 milyar dolarlık tabanın altına geriledi.
• 30 Kasım 2000 TCMB Net İç Varlıklar kaleminin Kasım itibariyle
sabitleneceğini ve likidite yaratımının da yeniden döviz karşılığı olacağını
açıkladı.
• 6 Aralık 2000 Demirbank TMSF'na devredilirken, Park Yatırım'ın bankacılık
yapma izni iptal edildi.
• 6 Aralık 2000 Başbakan Telekom'un ve THY'nın satılacağını (belli
oranlarda) açıkladı ve IMF aynı tarihte 7.5 milyar doları Ek Rezerv Kolaylığı
ile birlikte toplam 10.4 milyar dolarlık finansman sağladığını açıkladı.
• 18 aralık 2000 IMF'ye 3. Ek Niyet Mektubu verildi.
Kaynak: TCMB
Belki de bu noktada tartışılması gereken temel konu Kasım ayında yaşanan bu
süreç ile birlikte döviz çıpası sisteminin terk edilmesiydi. Çünkü tedirginlik bir
kez başladı mı veya başka bir ifade ile piyasadaki aktörler Merkez Bankası'nın
kur taahhüdünü yerine getiremeyeceğine veya Kamu borçlarının
çevrilemeyeceğine inandıklarında piyasanın "ateşini söndürmek" oldukça
zordu. Birçok ülke deneyimi bunu gösteriyordu. Merkez Bankası güvenilirliğini
yitirirse eninde sonunda devalüasyon kaçınılmaz olacaktı. Nitekim öyle de oldu:
Kurlar 2001 yılının Şubat ayında serbest bırakıldı. 2001 yılının Ocak ayı
sonunda Amerikan Doları 679.162 TL iken Şubat ayı sonunda 906.164 TL'ye,
aynı dönemde Euro ise 624.353 TL' den 830.590 TL' ye yükseldi.
57
Belki de bu noktada tartışılması gereken temel konu Kasım ayında yaşanan bu
süreç ile birlikte döviz çıpası sisteminin terk edilmesiydi. Çünkü tedirginlik bir
kez başladı mı veya başka bir ifade ile piyasadaki aktörler Merkez Bankası'nın
kur taahhüdünü yerine getiremeyeceğine veya Kamu borçlarının
çevrilemeyeceğine inandıklarında piyasanın "ateşini söndürmek" oldukça
zordu. Birçok ülke deneyimi bunu gösteriyordu. Merkez Bankası güvenilirliğini
yitirirse eninde sonunda devalüasyon kaçınılmaz olacaktı. Nitekim öyle de oldu:
Kurlar 200 ı yılının Şubat ayında serbest bırakıldı. 200 ı yılının Ocak ayı
sonunda Amerikan Doları 679.ı62 TL iken Şubat ayı sonunda 906.ı64 TL'ye,
aynı dönemde Euro ise 624.353 TL' den 830.590 TL'ye yükseldi.
2.37. 2000 yılının Kasım ayında yaşanan likidite krizi ile birlikte IMF "serbest
kur" tavsiyesinde bulunmuştu. Çünkü uluslar arası rezervlerin dövizdeki talep
karşısında erimesi ve talebi karşılaması mümkün değildi. Ancak dönemin
ekonomi yönetimi ek önlemler alınacağı ve reformlara devam edileceği
yönünde güvence verince IMF' de serbest kurda ısrarcı olmadı. Ancak ekonomi
"sis" içindeydi. Reel ekonomide talep azalmış, üretim hızla düşmeye başlamıştı
ve işsizlik artıyordu. Para ekonomide dönmüyordu. Borçlular borcunu
ödememeye çalışırken, alacaklarını tahsil etmek için çaba harcamaya
başlamışlardı. Şubat 200 ı devalüasyon u 2000 Kasım Krizinin devamıydı. Ancak
kur artışı yüksek faiz karşılığında ertelenmişti. Yüksek faiz ve paranın devir
hızının düşmesi nakit akışlarının bozulmasına yol açmıştı. Hazine dahil
toplumun tüm kesimleri Merkez Bankası'nın devalüasyon yapacağına
inanmaya başlamıştı ve sonuç devalüasyondu. Türkiye' de yeni dönem bu
şekilde başladı. Türkiye artık dalgalı kur sistemini tercih etmek zorunda
kalmıştı. Ancak bu konuda toplumun geniş kesimlerinin herhangi bir deneyimi
bulunmuyordu. Türkiye ilk kez dalgalı kur sistemi uygulayacaktı..
58
BÖLÜM 3
2001 Şubat Krizinin Ardından Devreye Giren Güçlü
Ekonomiye Geçiş Programı ve Sonuçlarının
Değerlendirilmesi
1. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programının Temel Özellikleri
Türk Lirası'nın 22
Şubat
2001 tarihinden itibaren dalgalanmaya bırakılmasının
ardından Mayıs ayı başında IMF ile yeni bir Niyet Mektubu imzalandı. Amaçlar
aynıydı ancak sorunlar 2000 yılı başından daha ağırdı: enflasyonla mücadele sürecek, mali hesapların güçlenmesi sağlanacak, büyüme istikrarlı bir temele oturtulacak ve AB'nin ön koşulu olan ülkenin yeniden yapılandırılması temel hedefler olarak benimsenecekti. Bu yeni programa destek sağlamak amacıyla IMF' den
6.3 milyar SDR'lik ek kaynak talep ediliyordu. Buna karşılık NİV başta olmak
üzere Türk Telekom'un özelleştirilmesi ve Elektrik Piyasası Kanunu'nun onaylanmasına kadar bir çok konuda yeni politikalar benimseniyordu. Dalgalı kur
sistemi ekonomi politikalarının ve kısa vadeli hedeflerin yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılıyordu.
Ekonomi krizin etkisindeydi ve makro ekonomik dengelerde ciddi bozulma göze çarpıyordu: Ekonomi negatif büyüme trendine girmiş ve ekonomi yönetimi
yüzde 3 küçülme bekliyordu. Türk Lirasının değer kaybının enflasyon oranları­
na yansıması kaçınılmazdı. Bankacılık sektörü gerek kredilerin geriye dönüşü
açısından gerekse sahip oldukları büyük DİBS portföyünün likiditesini yitirmesi gerekse fıyatının düşmesi sonucu ciddi bir darbe yemişti. Sermayesi erozyona
uğramış ve sermaye yetersizliği gündemi gelmişti. Bu sorun yalnızca fona alın­
mış bankalar için değil özel ve kamu genelde fon dışındaki bankalar için de geçerliydi. Kamu ve özel bankaların şeffaflığı sağlanmalı ve mali yapısı yeniden
yapılandırılmalıydı.
istikrarsızlık kamu kesimi dengesini iyice bozmuş ve 2000 yılı başında
düşürülmesi hedeflenen kamu borcunun milli gelire oranı aksine büyümüştü.
Finansal
Enflasyonla mücadelenin devam etmesi ve mali disiplinin yeniden sağlanması ve
yeniden yapılandırılması için uygun para ve maliye politikaları uygulanmalıydı.
Bu çerçevede yeni bir program inşa edildi. Bu bölümde sözkonusu programın
temel yapı taşlarını, politika hedef ve uygulamalarını ele alacağız.
59
PROGRAMIN HEDEFLERi VE HEDEFLERE ULAŞMAK iÇiN
UYGULANMASI GEREKEN STRATEJiLER
HEDEFLER:
a. Ortaya Çıkan Güven Bunalımı ve istikrarsızlığı Ortadan Kaldırmak
b.Yeni ve
Çağdaş
Kurumsal Yapıları
Oluşturmak
c. İktisadi Etkinliği Artıracak Yapısal Reformları Gerçekleştirmek
d. Makro Ekonomik Politikaları, Enflasyonla Mücadelede Etkin Kullanmak
e. Sürdürülebilir Bir Büyüme Ortamını Temin Etmek
f.
Kişiler
ve Bölgeler Arasındaki Gelir Dağılımını Düzenlemek
HEDEFLERE ULAŞMAK iÇiN YAPILMASI GEREKENLER:
a.
Bankacılık
Sisteminin Yeniden Yapılanması
b. Borçlanma Sisteminin Yapılandırılması
Kur Rejimi Çerçevesinde Para Politikasında Enflasyon Hedefierne
sine Geçilmesi
d. Enflasyon Hedefine Uygun Gelirler Politikası
c.
Dalgalı
e. Şeffaf ve Yolsuzluk Üretmeyen Yasal Altyapı ile Kamu Kesiminin
Yapılandırılması
f.
Dış
Finansman
Desteğinin Sağlanması
1.1. Yapısal Yenilenme ve Yasal Düzenlemeler
a. Mali Sektörün Yeniden Yapılandırılması: Bu çerçevede; Bankacılık Sistemini
ve Merkez Bankası'nı içeren yasal düzenlernelerin yapılması gerekiyordu. Kamu
bankaları etkin çalışacak, bir daha bu bankalara görev zararı ortaya çıkaracak girişimlerde bulunulmayacak, kamu bankaları özerkleştirilerek özelleştirmeye hazır hale getirilecek, Emlakbank'ın Ziraat Bankası ile birleştirilmesine devam edilecek, Fon bankaları birkaç bankanın çatısı altında birleştirilecek, Demirbank en
kısa sürede elden çıkarılacak ve özel kesim bankalarının bozulan sermaye yapı­
larının güçlendirilmesi için gerekli düzenlemeler yapılacaktı.
60
t
- Bankaların mali bünyelerinin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması mali piyasaların
ve reel sektörün istikrarı bakımından büyük önem taşıyordu. Bu kapsamda öncelikli olarak Bankalar Kanunu'nda değişiklikler öngören yasal süreç başlatıldı.
- Bankalardaki mevduat ve bankaların diğer yükümlülüklerine yönelik olarak
ilan edilen garanti uygulamasına devam edildi.
-Kamu ve TMSF bünyesindeki bankaların yüksek tutarlı nakit açıklarını gidermek amacıyla günlük olarak piyasalara fon ihtiyacı için başvurmaları, hem piyasaların dengesini hem de mali bünyelerini bozmuştu. Bu olumsuzluğun giderilmesi için kamu bankalarına Hazine' den alacaklarına karşılık olarak piyasa koşullarına uygun faizli Hazine kağıdı verilerek, görev zararından doğan Hazine
borçlarının tamamının kapatılması hedeflenmişti. Kamu ve fon bankaları, belirli bir program dahilinde, bu kağıtlar karşılığında Merkez Bankası'ndan repo veya satış karşılığı temin edecekleri likidite ile diğer bankalara ve banka dışı kesime olan gecelik yükümlülüklerini azaltacaklardı. Merkez Bankası likidite fazlasını ters repo ve !nterbank işlemleri yoluyla piyasadan çekecekti. 2001 yılı içinde Hazine, kamu ve fon bankalarına mali durumlarını güçlendirmek amacıyla
aşağıdaki tablodan da görüleceği gibi ciddi tutarda DİBS verdi. Merkez Bankası
da Hazine'nin kamu ve fon bankalarına verdiği kağıtları önce repo ihalesiyle daha sonra da kesin alış yaparak mülkiyetini tamamen üslenecekti. Bunun karşılı­
ğında da kamu ve fon bankaları yükümlülüklerini yerine getirecekti.Net İç Varlık artışına dayalı ve önemli boyuta ulaşan parasal genişleme döviz kuru, enflasyon ve faizlerde yenidege düzeyini etkileyecekti.
Tablo 8. Kamu ve Fon
Bankalarına Aktarılan
1. Kamu Bankaları
- 2000 sonu itibariyle Görev Zararları
- 2001 yılında oluşan Görev Zararı Artışı
- 2001 yılında sağlanan sermaye desteği
2. Hazine'nin TMSF'na Kağıt ihracları
Kaynaklar
Trilyon TL
28.858
17.279
7.759
3.550
21.581
GSYiH içindeki payı(%)
15.8
9.5
4.3
2.0
:.
11.9
Kaynak: BDDK
b. Devlette şeffaflığın
güçlendirilmesi
artırılması
ve
kamu
finansmanının
- Bu çerçevede en önemli düzenleme borçlanma yasasının çıkarılmasıydı.Kanun
ile devlette şeffaflığın ve hesap verilebilirliğin sağlanması hedeflenmekteydi. Bu61
-
~~----~~~
-----------
güne kadar başta bütçe kanunları olmak üzere değişik yasal metinlerle düzenlenen iç ve dış borçlanma ile devletin garanti verme sistemi tek bir kanunla düzenlenerek kamu borç yönetiminin sınırları belirlenmiş, açık ve saydam kurallara bağlanmış olacaktı. Ayrıca, borçlanma ve borç yönetimi politikası esnek, çabuk karar verebilen ve kararlarını çabuk uygulayabilen bir alt yapıya kavuşturu­
lacaktı. Yapılan borçlanmalada ve verilen garantilerle ilgili olarak her üç ayda
bir TBMM bilgilendirilecek ve borç yönetim raporu Meclise sunulacaktı.
- Devlet ihale Kanununun değiştirilmesi ile daha rekabetçi ve etkin bir ihale sisteminin oluşturulması ve uluslararası standartiara uyum sağlanması amaçlanmaktaydı. Bu yasa ile devlet ihalelerinde, uygulama projesine dayalı anahtar teslimi ihale yapılarak hem daha etkin ve rekabete açık bir ihale yöntemi izlenmesini, hem de ihale edilen projelerde maliyet artışı önlerneyi hedefliyordu.
-Halen kapatılmış bulunan 46 bütçe ve 6 bütçe dışı fona ek olarak 15 bütçe ve
2 bütçe dışı fonun daha kapatılarak fon sisteminde nihai bir konsolidasyon sağ­
lanması ve böylelikle mali disiplin ve şeffaflığın temini amaçlanmaktaydı.
- Kamulaştırma Yasası da değişecekti. Anayasada ve Kanunda öngörülen bedelin nakden ve peşin olarak ödenmesi ilkesi, uygulamada amacından saptırılmak­
taydı. İdareler, kamulaştırma kararlarının alınmasında ve kıyınet takdirlerinde
mali disiplin anlayışından uzaklaşmaktaydı. Yeni kanunla yeterli ödeneği temin
edilmeden kamulaştırma işlemine başlanılmayacaktı. Öncelikle satın alma ve
trampa usulünün uygulanması yoluna gidilecekti. Anlaşma sağlanamaması halinde kamulaştırma bedeli mahkemece tespit edilecekti.
c. Ekonomide Rekabet ve
Etkinliğin Artırılması
Ekonomide rekabet ortamının güçlendirilmesi ve etkinliğin artırılmasına yönelik olarak geniş kesimleri etkileyecek yasal düzenlemeler gündeme geliyordu;- Şeker Kanunu : Şeker üretiminde, fıyatlandırmasında ve pazarlamasında usul
ve esaslar getirerek piyasadaki istikrarın sağlanması amaçlanmaktaydı. 2002-03
üretim döneminden itibaren Devlet tarafından fıyat açıklanmayacaktı. Şeker piyasası, Şeker Kurulu tarafından düzenlenecek, gereksinim fazlası şeker üretimine son verilerek devletin zarara uğraması engellenecekti. Üretici ekim öncesinde fiyatı bilerek ekim kararı verecekti. Tüm çiftçilere doğrudan gelir desteği verilerek gelir kaybı giderilecekti. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin de önü
açılacaktı.
- Tütün Kanunu : Tütün mamülleri ve alkollü içkilerin fıyatlandırılması, dağı­
ve kontrolü ile ilgili usul ve esaslar Tütün Mamülleri ve Alkollü içki-
tımı, satışı
62
ler Piyasası Düzenleme Kurulu tarafından düzenlenecekti. 2002 üretim döneminden itibaren devlet nam ve hesabına alım yapılmayacaktı ve Tekel'in üretim
ve pazarlama birimlerinin özelleştirmesinin altyapısı hazırlanmış olacaktı. Fazla
üretilen tütünün çürümesi ve yakılması uygulamasına son verilecekti. Sözleşme
ve açık artırma sistemiyle üreticinin önündeki belirsizlikler kalkacak, tütün üreticisinin de alternatif ürün projesi ve doğrudan gelir desteği ile desteklenmesi
gerçekleştirilecekti.
- Doğalgaz Kanunu : Doğalgazın kaliteli, sürekli, ucuz, rekabete dayalı esaslar
çerçevesinde ve çevreye zarar vermeyecek şekilde tüketicil erin kullanımına sunulması için doğalgaz piyasasının serbestleştirilmesi kanunun ana amacını oluş­
turuyordu. Yeni Kanun ile BOTAŞ'ın doğalgazın ithalatı, iletimi ve dağıtımın­
daki tekel hakkı kaldırılacak tüm aşamalarda özel sektörün katılımı sağlanacak­
tı. Bu şekilde oluşacak piyasa mali açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaf bir yapıya
oturtulacaktı. Doğalgaz piyasası, elektrik piyasası için oluşturulan Kurul ile birleştirilerek bağımsız bir kurul tarafından düzenlenecekti.
-Türk Telekom'un Özelleştirilmesi: Türk Telekom'un özelleştirilmesini hızlan­
dırmak için; Kamu yararı ve ulusal güvenlik amacıyla tutulan Altın Hisse dışın­
daki hisselerin stratejik ortağa blok satış, halka arz ve çalışanlara satış yollarıyla
özelleştirilmesine, sabit telefon hizmetlerinde kamu tekelinin özelleştirme sonrası kaldırılmasına, lisans verme yetkisinin Telekominikasyon Kurumuna verilmesine, sektörün yönetiminde etkinliği artıracak ve bu ilkeler doğrultusunda
özelleştirmeyi hızla gerçekleştirecek İcraatın başlamasına, yabanoya blok satış
oranının %50'nin altında olmasına, olanak sağlayan yasal süreç başlatıldı.
- Sivil Havacılık Kanunu : Hava yollarının iç hat uçuş fiyatlarının serbestçe belirlenmesine, Türk Havayollarının ve diğer havayolu şirketlerinin ücret tarifelerini serbestçe tespit edebilmeleri, bu ücretleri gün ve saat itibariyle farkıılaştır­
mak suretiyle mevcut uçak kapasitesini etkin bir biçimde kullanmaları sağlana­
caktı. Ayrıca, bu düzenleme sektörde rekabeti artıracağından orta ve uzun vadede istihdam artışına katkıda bulunacaktı. Sektörün daha da gelişmesi hem turizm için yararlı olacak hem de yurtdışındaki vatandaşlarımız da dahil bu sektöre kaynak yatırılması özendirilecekti.
d. Sosyal
dayanışmanın
Güçlendirilmesi
- İş Güvencesi Yasası: Avrupa Birliği Ulusal Programında kısa vadeli öncelikler
arasına alındı ve yasa hazırlığı için işçi ve işveren temsilcileri ve onların birlikte
oluşturdukları kurul ile çalışmalar yürütülmeye başladı.
63
-Ekonomik ve Sosyal Konsey Yasası: Ekonomik ve sosyal politikaların oluştu­
rulmasında toplum kesimleri arasında uzlaşma ve işbirliğinin geliştirilmesi
amaçlanıyor. Kamu kesimi, işçi, işveren ve diğer sivil toplum örgütlerini biraraya getiren konseyle ilgili yasa çıkarılmıştı v söz konusu yasa çerçevesinde oluşan
kurulun toplanması ve ekonomideki gelişmelerin bu kurul içinde değerlendiril­
mesi ve toplumsal uzlaşma konusunda adım atılması hedeflendi.
e. Reel ekonomiye yönelik önlemler
- İhracatın artırılınasına yönelik ilave tedbirler alınması hedeflenmiş ve bu çerçevede;
• Bütçeden ve diğer kaynaklardan sağlanacak fınansmanlar çerçevesinde Eximbank' ın kredi imkanları artırılacak,
• İhracatta KDV ödemeleri hızlandırılacak,
• Desteklerle ilgili uygulamalarda bürokratik işlemler
azaltılacaktı.
-Doğrudan yabancı sermayenin Türkiye'ye girişini hızlandırmak amacıyla daha önce Anayasa' da yapılan değişiklikle getirilen uluslararası tahkim imkanı ile
ilgili gereken kanun çıkarılacaktı. Bunun yanısıra doğrudan yatırımın önündeki
idari ve bürokratik engelleri ortadan kaldıracak bir eylem planı çalışmaları baş­
latılmıştı.
- Esnaf, sanatkar, KOBİ'ler ve tarım kesiminin krizden asgari seviyede etkilenmelerini temin etmek amacıyla Ziraat ve Halk Bankasından kullanmış oldukları kredilerin faizlerine maliyetierin yansıtılmasını sınırlamak amacıyla bütçeye
400 trilyon lira tutarında ödenek konuldu.
1.2. Makro Ekonomik Hedefler
2000 Kasım ve 2001 Şubat ayında yaşanan krizler bankacılık kesimi başta olmak
üzere tüm kesimler üzerinde ciddi bir tahribata yol açmış ve kamu maliyesi üzerine büyük yükler getirmişti. Faiz oranlarındaki yükselme ve dalgalı kur sistemine geçiş ile birlikte kurlarda ortaya çıkan belirsizlik ekonomik birimlerin geleceğe ilişkin güvenlerini sarsmış, reel ekonomiyi olumsuz yönde etkilemiş, ekonomi daralma sürecine girmiş, işsizlik oranları ciddi boyutlarda artış göstermişti.
Türk Lirasının değer kaybıyla birlikte enflasyonda da bir sıçrama gözlenmişti.
Dönemin ekonomi yönetimi kurlardaki artış ile birlikte Türkiye'nin rekabet gücünün yükseldiği saptamasım yaparak ekonominin içinde bulunduğu koşullar-
64
dan çıkışın artan rekabet gücü ile mümkün olabileceği saptamasım yapmıştı.
Gerçekten de Türk Lirası'nın değer kaybetmesi ile birlikte Türkiye'nin rekabet
gücünde bir artış sözkonusu idi ancak hala yüksek faiz başta olmak üzere birçok
yük üretim maliyetlerini olumsuz yönde etkilerneye devam ediyordu. Buradan
hareketle ekonomi yönetimi 2001 yılının ilk yarısında devam eden daralma sürecinin ikinci yanda pozitife doğru döneceğini ancak yılın tamamı için büyümenin aşağıdaki tabloda da görülebileceği gibi eksi yüzde 3 olacağı tahmin edilmiş­
ti. Buna karşın kurlardaki artışın fiyatlan etkilernesinin kaçınılmaz olduğu 2001
hedeflerine de yansıdı. 2001 yılında Nominal Milli Gelirdeki artış içinde fiyatlardan kaynaklanan artışı ifade eden deflatörün yüzde 49.4 oranında artacağı,
TEPE'nin yüzde 57.6, TÜFE'nin ise yüzde 52.5 oranında artış göstereceği beklenmekteydi. 2002 yılından itibaren de ekonomide canlanma yeniden başlaya­
cak ve enflasyon oranlan da kademeli olarak gerileyecekti.
Tablo 9. makro Ekonomik Hedefler
Büyüme
Deflatör
TEFE (Yılsonu)
TÜFE (Yılsonu)
1999
-6.1
55.8
62.9
68.8
Güçlü ekonomiye
2000
6.1
51.6
32.7
39.0
2001P
-3.0
49.4
57.6
52.5
Geçiş Programında
Maliye
2002P
5.0
28.3
16.6
20.0
2003P
6.0
16.5
12.4
15.0
Politikası
2000 yılı istikrar programına başlarken hedeflerden biri yüksek enflasyon sorununu çözmek ki bunun en önemli nedeninin de yüksek kamu açıklan olduğu
saptaması yapılmıştı, ikincisi de hızla yükselen kamu açığının milli gelire oranı­
nı aşağı çekmek ve sürdürülebilir bir borç dinamiği oluşturmaktı. Bu nedenle
daha önceki bölümde de belirttiğimiz gibi kamu açıklannın kapatılması, kamu
temel fazlasının artırılması, kamunun borçlanma gereğinin azaltılması ve dolayısıyla reel faizlerin aşağı çekilmesi üzerine odaklanılmıştı.
Yüksek kamu açıklannın yanısıra 1994 yılından sonra kamu kesiminin net dış
borç ödeyici durumunda olması, yeterince derin olmayan yurtiçi mali piyasalar
üzerinde baskı oluşturmuş ve reel faiz oranlannın yüksek seviyede kalmasına yol
açmıştı. Bu dönemde yüksek ve değişken enflasyon ortamı risk primini artırmak
suretiyle reel faiz oranlannın yüksek seyretmesinde etken oluyordu. 1992-1999
döneminde yıllık ortalama GSMH büyüme hızı yüzde dördün altında kalırken,
iç borçlanma reel faiz oranı yüzde 32 olarak gerçekleşmişti. Yüksek reel faizler
65
kamu kesiminin borçlanma ihtiyacını daha da artırmış ve hergün Türkiye'yi da- ·
ha zor bir duruma götüren bir borç-faiz kısır döngüsünü ortaya çıkarmıştı. Borç
stokundaki artışla birlikte bu durumun sürdürülemez olduğu konusunda kaygılar artmaya başlamıştı.
Ancak 2000 yılı programının başarısızlığa uğraması kamu açıkları ve kamu borcu konusundaki kaygıları daha da artırmıştı. Güçlü ekonomiye geçiş programı
öncelikle borcun çevrilebilmesi üzerinde yoğunlaşacaktı. Temel hedef buydu:
Maliye politikası uygulamaları da öncelikle bu hedefe yoğunlaşacaktı.
Tablo 1O. Konsolide Bütçe
Gelişmeleri
ve 2001
66
yılı
Hedefi
2000 yılında yüzde 3 civarında olan Toplam Kamu Kesimi Faiz Dışı Fazlasının
GSMH oranı 2001 yılında yüzde 5,5'e, 2002 ve 2003 yılında yüzde 6.5'e yükseltilmesi hedeflendi. Bu çerçevede; Konsolide Bütçe Faiz Dışı Fazlasının GSMH'ya
oranının 2000 yılındaki yüzde 4,6'lık seviyesinden 2001 yılında yüzde 5,1 seviyesine yükseltilmesi (yukarıdaki tabloda görülebileceği gibi) ve toplam kamu
kesiminin diğer kurumlarını da içeren başta KİT'ler olmak üzere diğer kamu hesaplarında 2000 yılında yüzde 1,8 olan faiz dışı açığın, 2001 yılında yüzde 0,4
fazlaya dönüştürülmesi hedefi IMF tarafından programın uygulanması açısın­
dan kritik gösterge olarak tanımlandı.
Grafik 9. Faiz Dışı Fazla 1 GSMH Oranının seyri ve 2001 ve 2002 Hedefi(%)
8
6
4
2
o
2
4
1999
2001
2000
2002
Güçlü ekonomiye Geçiş Programında Harcama Kısıcı Önlemler
nominal artışın, GSMH'nın nominal artışının
özen gösterilecektir. Bu çerçevede 2001 yılında 2000 yılı­
na kıyasla harcamalarda yüzde 9 oranında reel bir azalma hedeflenmektedir.
(i) Faiz
dışı harcamalarındaki
altında tutulmasına
(ii) Kamu harcamaları disiplin altına alınarak azami tasarruf sağlanacaktır. Bu
amaçla, Kamu Tasarruf Genelgesi titizlikle uygulanacaktır. Maliye Bakanlı­
ğı'nın uygun gördüğü ödenek kalemlerinde blokaj uygulanacaktır.
(iii) Diğer cari, yatırım ve bazı transfer harcamalarındaki artış kur ve fıyat artışlarının altında tutularak GSMH'nın yüzde 1,5'i kadar tasarruf sağlanacaktır
67
(iv) Bu önlemlerin yanısıra bütçenin diğer cari transferler kaleminde yapıla­
cak kesintiler ile GSMH'nın yüzde 0,3'ü oranında tasarruf sağlanacaktır.
(v) Kamu bankalarının faiz farkı ödemelerini karşılamak üzere bütçeye
GSMH' nın yüzde 0,2'si oranında ödenek konmuştur. Ödenek aşımına yol
açacak yükümlülükler verilmeyecektir.
(vi) Sağlık, eğitim ve güvenlik hizmetleri hariç kamucia yeni personel alımı ancak çok olağanüstü ve kuruluşların etkinliği açısından mutlaka gerekli durumlarda yapılacaktır. Toplam memur sayısında artış olmayacaktır.
(vii) Tüm kesimleri ilgilendirmeyen ve ücret adaletini hedefierneyen münferİt
maaş ve ücret artış talepleri kesinlikle dikkate alınmayacaktır.
(viii) Çok zorunlu haller dışında yatırım programına yeni proje alınmayacak
ve yıllara sari ihalelere gidilmeyecektir.
(ix) Gider artışına yol açacak teşkilat genişlemesi ve yeni kadro ihdası dahil,
kaynağı olmayan harcama artırıcı hiç bir öneri gündeme getirilmeyecektir.
(x) KİT'lerin etkin çalışmalarını sağlayacak düzenlemeler yapılmaktadır. Bu
çerçevede personel sayısı artırılmayacak, fazla mesai, ikramiye ve prim gibi
ödemelerde kısıntıya gidilecek, cari harcamalar kontrol altına alınacak ve yatırım harcamaları rasyonalize edilecektir.
(xi) Tarımsal destekleme fiyatları öngörülen enflasyonu aşmayacak şekilde artırılacak ve kuruluşların finansman imkanları dikkate alınarak miktar kısıtla­
masına
gidilecektir.
(xii) Sosyal güvenlik kurumlarının
sağlık harcamaları
disiplin
altına alınacak­
tır.
(xiii) Kamucia taşıt kullanımı
çimde uygulanacaktır.
Gelir Artırıcı Düzenlemeler
sınırlandırılacak
ve
Taşıt
Kanunu etkin bir bi-
(i) Vergi gelirlerinin artırılınasına yönelik olarak 2000 yılı sonunda alınan ted-
birlerin titizlikle uygulanmasına devam edilecektir.
(ii) Akaryakıttaki otomatik fiyatiandırma mekanizmasına devam edilecek ve
Akaryakıt Tüketim Vergisi (ATV) en az hedeflenen enflasyon ölçüsünde ayarlanacak ve ATV tahsilatının GSMH içindeki payı yüzde 2,8 olacaktır.
(iii)
Başta
enerji ve petrol sektörü olmak üzere ithale
68
dayalı
ürünlerin fiyatla-
rı kurdaki değişiklikleri, artan maliyetleri ve ekonomik gerçekleri yansıtacak şe­
kilde geciktirilmeden uygulanacaktır.
(iv) Vergi tabanının yaygınlaştırılması amacıyla vergi kimlik numaralarının kullanımı genişletilecektir.
(v) Vergi kayıp ve
kaçağının
en aza indirilmesi
amacıyla
vergi denetimleri
artı­
rılacaktır.
(vi) Vergi tahsilatının artırılması için vergi gecikme faiz ve cezaları enflasyonla
uyumlu bir biçimde artırılmıştır.
(vii) Bireysel yatırımcıların kamu kağıtlarından elde ettikleri gelirlerin beyanname dışı tutulması suretiyle kamu kağıtlarına olan bireysel talep artırılacaktır.
Tablo 11. Kur ve Para
Politikası
PARA TABANI (*) iÇiN GÖSTERGE NITELiGiNDE BELIRLENEN
TAVAN DÜZEYLER AŞAGIDADIR:
2001 YILI
TAVAN DEGERLER
(Trilyon TL)
31 Mayıs
5.900
30 Haziran
6.050
31 Ağustos
6.300 (7.125)
31 Ekim
6.800 (7.550)
31 Aralık
7.300 (7.750)
(*)Para Tabam = Emisyon +Bankalar Zor.Karşlflğl +Bankalar Ser. Mevduati
Parantez içindeki rakamlar 31 Temmuz 2001 revizyonudur.
1.1 Para tabanındaki artış oranı, Hazine Finansmanı için ayrılan net kaynak hariç, Net Iç Varlıklar (NiV) büyüklüğüne ilişkin öngörü ile tutarlı olacaktı.
1.2 Bu çerçevede Para Tabanı 2001 yılında yüzde 25.8 oranında artmış olacak ancak bayram
günleri ve munzam indirimleri dikkate alındığında artış yüzde 47 oranında gerçekleşmiş olacaktı.
1.3 Faiz ve enflasyon oranlarındaki değişmeler para tabanı büyüklüğünün gözden geçirilme
nedeni olarak kabul edilmişti.
69
NET IÇ VARLIKLAR (*)iÇiN TAVAN DEGERLER AŞAGIDA VERiLMiŞTiR:
TAVAN DEGERLER (Trilyon TL)
2001 YILI
31 Mayıs (performans kriteri)
9. 750
30 Haziran (performans kriteri)
13.250
31 Ağustos (performans kriteri)
15.850 (17 .250)
30 Ekim
(performans kriteri)
19.500 (21.150)
31 Aralık (gösterge)
21.000 (22.400)
(*) NiV = Kamu Sektörüne Açılan Nakit Krediler (Net) (Kamu Borç Yönetimi Destek Hesabı
dahil) (+,-), Fon Hs (-), BD Kesim Mevduatı (-), Bankacılık Sektörüne Açılan Nakit Krediler(+),
API (+,-), Değerleme Hs (+,-),IMF Acil Yardım Takip Hs (+),Diğer Kalemler(+,-), TCMB Tarafından Verilen Döviz Depoları (+)
Parantez içindeki rakamlar 31 Temmuz 2001 revizyonudur.
2.1 NIV değişkeni TCMB tarafından verilen döviz depoları ve hazine borç yönetim desteği
için kullandırılacak ek finansman kadar arttırılacaktı.
2.2 Böylece NIV tavanı ile piyasaya ve kamuya kullandırılacak kredi sınırlandırılıyotdu.
TCMB'NiN NET DIŞ VARllKLARlNlN BiR ALT KALEMI OLAN NET ULUSLAR ARASI REZERVLER
(*)IÇIN BELIRLENEN TABAN DEGERLER:
2001 YILI
Belirtilen Dönemlerdeki Değişimierin
Taban Değerleri (Milyon $)
Mayıs (performans kriteri)
1.500
Haziran (performans kriteri)
2.900
Tem -Ağustos (performans kriteri)
-2.000
Eylül-Ekim (performans kriteri)
-2.600
Kasım-Aralık (gösterge)
-600
(*) NUR= Brüt uluslar arası Rezervler(+), Brüt Uluslar arası Yükümlülükler(-), Vadeli işlemler
(Net) (+, -)
3.1 NUR azalış miktarlarının en fazla ne kadar olabileceği yukarıdaki tabloda gösteriliyordu.
3.2 NUR'lere ilişkin belirlenen limitler, bir önceki dönemdeki limite göre kullanılmayan miktar
veya cari dönemdeki limit değerinin yüzde 25'i kadar (hangi değer daha düşükse) artırılabile­
cekti.
70
Güçlü Ekonomiye
Geçiş
ve
Dış
Finansman
Güçlü Ekonomiye geçiş programının en önemli özelliklerinden biri özellikle
IMF v Dünya Bankası'ndan sağlanan dış finansman desteğinesahip olmasıydı.
Bütçede 10 milyar dolar civarında faiz dışı fazla verilmesi hedeflenmesine rağ­
men GSMH'nın yüzde 15.l'i gibi rekor düzeye ulaşan açığın finansmanı oldukça zordu. 2001 yılında tahmini olarak 105 katrilyon liraya ulaşacak olan (bir yıl
öncesi 36 katrilyon liraydı) iç borç stoğu ve yaklaşık 78 katrilyon lira olan iç borç
servisi (ana para artı faizi) kamu kesiminin finansmanının maliyetini yani borçlanma maliyetlerini yükseltiyordu. Ayrıca dış borç ve ödemeleri de vardı. İç ve
dış borç servislerinin yalnızca iç piyasalardan karşılanması mevcut makroekonomik öngörülerle tutarlı olmayacaktı. Bu nedenle ek dış finansman bulunması gerekiyordu. Bu konuda yoğun temaslar sürdürülüyorrlu ve imdada IMF yetişecekti çünkü radikal bir yaklaşım söz konusu değildi. Borçlar yeni borçlanınayla hem de yurtdışından borçlanma ile çevrilmeye çalışılacaktı.
Türk lirasının değer kaybetmesinin ihracat üzerinde olumlu ithalat üzerinde ise
olumsuz etkileri görülecek, dolayısıyla dış ticaret açığı da azalacaktı. Buna paralel olarak ülkeye mal ve hizmet hareketlerinden gelen giden döviz dengesini gösteren Cari işlemler dengesinde' de bir iyileşme bekleniyordu. Cari dengedeki iyileşmeye ek olarak dış finansman desteği programın başarısı için gerekliydi.
Ocak-Aralık döneminde IMF ve Dünya Bankası kaynaklı 15.7 Milyar dolar bekleniyordu. IMF'den sağlanan kısmın brüt 3.7, net ise 2.4 milyar doları Merkez
Bankası'na rezerv desteği için verilecekti. Böylece Hazine'nin bu desteği (borcu)
sağlaması durumunda yurtiçi mali piyasalardaki baskısı daha da azalacaktı.
Güçlü Ekonomiye
Geçiş
ve Gelirler
Politikası
Programın en önemli ayaklarından biri de hedeflenen enflasyonla uyumlu gelirpolitikasının uygulanmasıydı. Memur maaşları enflasyonla uyumlu olarak
ler
artırılacak, kamu işçilerinin ücretleri 1999-2000 dönemini kapsayan toplu iş
sözleşmeleriyle sağlanmış olan reel artışlar, kamu dengesi ve kamu kesimi çalı­
şanları arasında ücret adaleti gözetecek şekilde ayarlanacaktı. Her kesimin bu-
büyüme ve istihdam açısından krizin maliyetini düşürecek ve yılın ikinci yarısında büyüme ortamına girişi hızlandıracaktı. Aynı şe­
kilde düşük gelirli çiftçilerin doğrudan gelir desteği sistemi ile güçlendirilmesi ve
devletin destekleme alım fiyatlarının kuruluşların finansman olanakları dikkate
alınarak ve hedeflenen enflasyonu aşmayacak şekilde artırılması öngörülmekteydi. Böylece programa desteğinsabit gelirlilerden ve üretici çiftçiden sağlana­
cağı programda açıkça belirtilmiş oldu.
71
gün
göstereceği fedakarlık
2. Güçlü ekonomiye Geçiş Programının Sonu, 11 Eylül ikiz Kule
Saldırısı ve 2002'de Yeniden Üç Yıllık Program
2000 ve 2001 yılı Türkiye'nin IMF gözetiminde olduğu halde kriz yaşadığı bir
dönem olarak tarihe geçti. 2000 yılında tercih edilen "döviz çıpası" sisteminin
başarısızlıkla sonuçlanması "dalgalı kur" sistemini gündeme getirdi. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı adı altında yapılan uygulamalar genelde sorunun "kökten çözümüne yönelik" değil, IMF finansınanına dayanan "sorun ertelemesi"
üzerine kuruldu. Parasal destek ile piyasalarda likidite krizinin çözümüne yönelik adımlar atılırken, kamu bankalarının Merkez Bankası tarafından fonlanması sonucunda faizlerde bir gerileme yaşandı. Ancak görev zararları karşılığı kamu bankalarına verilen DİBS portföyü, bankacılık operasyonları sonucunda
sözkonusu bankalara aktarılan DİBS'ler ile kamu borç stoku daha da büyümüş
oldu. Faiz yükü bütçenin önemli bir bölümünü oluşturur hale geldi. Vergiler
neredeyse faiz ödemesi için toplanmaya başladı.
Mali sistem artan kur ve yüksek faiz ortamında sermayesini büyük ölçüde yitirmişti. Sermaye yeterliliği konusunda ciddi sorunlar yaşanıyordu. Radikal adım­
ların atılamadığı dönemde likidite krizinin aşılması, piyasaya Hazine borçlanma
senetlerini satın alma yoluyla verilen likidite ile Merkez Bankası tarafından yapı­
lıyordu. Para politikası ile yapılan düzenlemeler likidite krizinin çözümüne yardımcı oluyordu ancak sorunları kökten çözmeye yeterli değildi. Yapısal reformların uygulanması konusunda sorunlar yaşanıyordu, diğer taraftan bütçede köklü değişiklikler yapacak adımlar atılamamıştı. Kamu borçlanmasını çevİrıneye
yönelik bütçe ile diğer yıllardan farklı bir uygulama söz konusu değildLSonuç aslında başarısıziıktı ama çeşitli gerekçeler bulunmaya çalışılıyordu. ll Eylül2001
terörü de gerekçe olarak kullanıldı. Makro ekonomik dengelerin IMF'den alın­
mış olan yüklü krediye rağmen kurulamadığı açıktı. Kamu kesimi dengesi ciddi
biçimdealarm veriyordu. Bütçe Açığının Milli Gelire oranı yüzde lS'ler düzeyini aşmış, kamu borcunun milli gelire oranı da yüzde 90'ların üstüne taşmıştı.
IMF'ye verilen yeni Niyet Mektubunda (18.1.2002) sorunların çözümünde ne
noktada olunduğuna dair mesaj ve gerekçe olarak da ll Eylül gösteriliyordu:
"1990'lı yıllardan beri süregelen yüksek kronik enflasyonu ve bununla bağlantılı
olarak büyürneyi kısıtlamakta olan makroekonomik istikrarsızlığı yenmek, Türkiye'nin ekonomik reform programının başından beri en temel iki hedefi olmuş­
tur. 1999 yılının Aralık ayında uygulamaya konulan üç yıllık orjinal programın,
2001 yılının Şubat ayında ortaya çıkan kriz de dahil olmak üzere çeşitli olaylar sebebi ile yeniden gözden geçirilmesi ve güçlendirilmesi gerekmiş olmakla birlikte,
72
program kapsamında önemli ilerleme sağlanmıştır. Kamu borcunun sürdürülebilirliğine yardımcı olmak üzere, çok geniş kapsamlı bir mali uyum gerçekleşti­
rilmiştir. Kamu bankalarının operasyonel ve finansal yeniden yapılandırmaları
ile özel sektör bankalarının denetlenmesi ve düzenlenmesinin güçlendirilmesini
kapsayan bir bankacılık sektörü reformu yapılmıştır. Aynı zamanda enflasyonla
mücadele, gerek program kapsamında ilk uygulanan bir döviz sepetine bağlı olarak TL'nin önceden belirlenmiş değerinin esas alındığı döviz kuru rejimi sırasın­
da, gerekse de Şubat 200l'de geçilen dalgalı döviz kuru rejimi sırasında sürdürülmüştür. Son olarak, özelleştirmeyi kolaylaştıracak reformlar da dahil olmak üzere çeşitli vesilelerle özel sektörün ekonomideki rolü geliştirilmiştir.
Mayıs
200 ı' de uygulamaya alınan yenilenmiş program, iki krizle karşı karşıya
sonra zayıflayan yatırımcı güveninin yeniden tesis edilmesi amacını
gerçekleştirme yolunda ilerlerken ı ı Eylül olaylarının etkisi ortaya çıkmıştır.
Ağustos ayının başlarından itibaren, piyasalardaki güven arttıkça, faiz oranları
düşmeye başlamış ve Türk Lirası istikrar kazanmıştır. Ülkemizin borçluluk durumu ve coğrafık konumu gözönünde bulundurulduğunda, ı ı Eylül olaylarının
Türkiye üzerindeki etkisi nisbeten daha şiddetli olmuştur. Bu şiddetli dış şok
Türk ekonomisini, sanayileşmiş ülkelerdeki talebin zayıflaması, turizm gelirlerinin azalması, uluslararası finans piyasalarına erişimin azalması, özelleştirme ve
yabancı doğrudan yatırım imkanlarının zayıflaması gibi bir kaç kanaldan etkilemektedir. Bu durum, 2002 yılında yaklaşık olarak ı o milyar ABD Doları olarak
öngörülen bir dış finansman açığının ortaya çıkmasına ve ekonominin kısa dönemde büyümeye geçiş imkanlarının zayıflamasına sebep olmuştur.
kalındıktan
ı ı Eylül olaylarının etkileri ve ülkemizin süregelen ekonomik sorunları karşısın­
da, orta vadeli ekonomik programımız, daha önce hayata geçirilen reformların
üzerine inşa edilmek suretiyle, derinleştirilmiş ve kapsamı genişletilmiştiL Bugüne kadar gerçekleştirilen reformlar sayesinde Türk ekonomisi 2002 yılına daha güçlü girmektedir. Ancak, halen çok önemli zorlu hedeflerle karşı karşıyadır.
Bunların başlıcaları, enflasyonun hedeflenen seviye olan yüzde 35 düzeyine indirilmesi, ihracata dayalı olması gereken büyümenin yeniden başlaması ve büyümenin sağladığı getirilerin düşük gelir gruplarına daha hızlı yayılmasıdır. Maliye politikalarımızın başarısı, rekabet gücü sağlayan döviz kuru ve bir çok yapı­
sal reformun hayata geçirilmesi sayesinde 200ı yılı sonunda ortaya çıkan olumlu sonuçların artırılması konusunda kararlıyız. Bugüne kadar sağlanan ileriemelere rağmen, önemli miktardaki bir borç yükü, yüksek enflasyon, bankacılık sektörü sorunları ve devletin ekonominin içinde yoğun bir biçimde yer alması dahil olmak üzere ülkemiz zorlu makroekonomik ve yapısal politika sorunları ile
73
karşı karşıya kalmaya devam etmektedir. Bu sorunların aşılabilmesi ve aynı zamanda ll Eylül olaylarının etkilerinin giderilmesi için güçlendirilmiş orta vadeli bir ekonomik programının uygulanmasına karar verilmiştir.
Bu Niyet Mektubu, 2002-04 yıllarında uygulanacak ekonomi programımızı detaylı olarak anlatmakta ve programın desteklenmesini teminen yeni bir standby düzenlenmesini talep etmektedir. Ödemeler Dengesi ihtiyacımız ve izleyen
bölümlerde yer verilen güçlendirilmiş politikalarımız doğrultusunda, Ocak
2002 -Aralık 2004 dönemini kapsayacak şekilde ve toplam 12,821.2 milyon
SDR tutarında yeni bir stand-by düzenlemesinin onaylanması talep edilmektedir. Yeni düzenlemenin onayıanmasını mütakiben, mevcut stand-by düzenlemesi (2000-2002 dönemini kapsayan) iptal edilecektir. Yeni anlaşma ile onaylanan tutarın 4,916.4 milyon SDR'lık kısmı, Ek Rezerv Kolaylığı altında temin edilen kaynakların geri ödenmesinde kullanılacaktır. " (Niyet Mektubu 18.1.2002
www.hazine.gov. tr)
Yeni niyet mektubu "halen çok önemli zorlu hedeflerin bulunduğunu; enflasyonun düşürülmesi, ihracata dayalı büyümenin yeniden başlaması ve büyümenin
sağladığı gelir artışının düşük gelir guruplarına daha hızlı yayılması gerektiğine
özellikle vurgu yapıyordu.
Peki bu temel hedefler gerçekleştirilebildi mi? Bu hedeflerin gerçekleştirilmesi
için neler yapılması gerekiyordu? Öncelikle hedeflerin gerçekleştirilmesi için yeni programın ana hatlarının ortaya konması gerekiyor:
2.1 2002 Yılı Başında IMF'ye Verilen Niyet Mektubunun Hedef,
Strateji ve Politikalarına Genel Bakış
A. 2002-04 Dönemine ilişkin Strateji ve Hedefler
• Program ekonomiyi olası kriziere karşı güvenceye almayı ve enflasyonİst olmayan sürdürülebilir bir büyümenin temellerini atmayı hedeflemektedir. İlk olarak, program ekonominin şoklara karşı dayanıklılığını artıracak ve olası krizlere karşı kırılganlığını azaltacaktır. Bunu sağlamak için: i) dalgalı döviz kuru rejimi uygulamasına devam edilecek ve enflasyonda önemli bir düşüş sağlanması
için enflasyon hedeflernesi uygulanacaktır, ii) banka yeniden yapılandırmaları­
na hız verilecektir, ve iii) sağlıklı bir kamu borç pozisyonu sağlanacaktır. İkinci
olarak, program, Türkiye'nin büyüme potansiyelini artırmaya yönelik temel yapısal refomlar içerecektir. Bu amaçları gerçekleştirmek, aynı zamanda Türkiye'nin AB üyeliği hedefine yaklaşmasına da yardım edecekti(.
74
• 2002 yılı için öncelik, finansal ve makroekonomik istikrarı sağlamak ve yapısal
reformlarda daha da ilerleme kaydetmektir. Bu amaca yönelik olarak,
GSMH'nın o/o6.5'i düzeyindeki iddialı faiz dışı fazla hedefine ulaşılması temin
edilecektir. Sağlanılacak faiz dışı fazla ile birlikte, uygulanacak aktif ve esnek
borç yönetimi stratejisi, kamu borcunun çevrilebilmesini kolaylaştıracaktır. Yapısal reformlarda da bugüne kadarki uygulamalardan alınan önemli sonuçlar
üzerine inşa edilecek daha da kapsamlı uygulamalara geçilecektir. Şubat ayında
Türk Lirası'nın dalgalanmaya bırakılması sonrası 200ı yılında yaşanan yüksek
devalüasyon ve ı ı Eylül şoku bu yılki TÜFE enflasyonunu %68.5 seviyesine
yükseltmiş olmakla birlikte, 2002 yılında para politikası, o/o35 enflasyon hedefi
ile uyumlu olacaktır. Reel GSMH'nın 200ı yılında o/o8.5 azalacağı tahmin edilmesine rağmen, yılın üçüncü çeyreğinde hafif bir ekonomik düzelme başlamış
olup, bunun 2002 yılında da devam etmesi beklenmektedir. Son olayların turizm ve ihracat üzerindeki olumsuz etkisi ve enflasyonla mücadele etmeye olan
kararlılığımız doğrultusunda, 2002 yılı için reel GSMH artışının muhafazakar
bir tahmin ile o/o 3 seviyesinde gerçekleşmesi öngörülmektedir. Ancak, GSMH
artışının potansiyel olarak daha yüksek gerçekleşme ihtimali olduğu düşünül­
mektedir. Dış cari hesaba ilişkin olarak ise, ı ı Eylül şokunun, ekonomik toparlanmanın ve reel döviz kurundaki hafif miktardaki reel bir değerlenmenin, 200 ı
yılında tahmini 2 milyar ABD Doları civarında bir fazlanın ardından, 2002 yı­
lında aynı seviyede bir açık verilmesine sebep olması beklenmektedir.
• 2003-2004 yılları ve sonraki dönemde, temel hedeflerimiz sürdürülebilir büyüme ile birlikte enflasyonla mücadele ve sağlıklı bir borç pozisyonudur.İhtiyatlı finansal ve yapısal reformlara devam edilmesi, 2003 yılında ve izleyen yıllarda yıl­
lık bazda en az o/oS seviyesinde gerçekleşmesi beklenen yüksek oranlı GSMH artışlarına zemin hazırlayacaktır. Enflasyon hedeflernesi uygulamasına geçiş, enflasyonla mücadele çabalarımızın temelini oluşturacaktır. Dünya talebinin toparlanması ve yapısal reformların ekonomimizin rekabet gücü üzerindeki etkisi cari hesabı destekleyecektiL Bu kapsamda, kamu borcunun GSMH'ya oranının
önemli bir azalış eğilimi göstermesi ve döviz rezervlerinin güvenli seviyelerde kalması sağlanırken, dış cari hesabın tamamen finanse edilmesi beklenmektedir.
• Özel sektörün ekonomideki rolü geliştirilecektir. Bu amaca yönelik olarak,
özelleştirme hızlandırılacak, şirket borçlarının yeniden yapılandırılmaları kolaylaştırılacak, iş ortamı (Yatırımcı Konseyi'nin de oluşturulması dahil olmak üzere) geliştirilecek, ve yerli ve doğrudan yabancı yatırım teşvik edilecektir. Program süreci sonunda, tüm büyük KİT'lerin yeniden yapılandırmalarının tamamlanması ve bir çoğunun özelleştirilmesi öngörülmektedir.
75
--
• Kamu sektörü reformu
tamamlanacaktır.
~ -~--------------~---
Kamu sektörü reformu, kamu kay-
naklarının idaresinin ve etkinliğinin kalıcı bir şekilde artırılınasını amaçlamaktadır. Bu alanda odaklanılacak konular, kamu hizmetinin reforma tabi tutulması, kamu mali hesaplarının birleştirilmesine
ların ve şeffaflığın geliştirilmesi olacaktır.
devam edilmesi, ve mali raporlama-
B. Kamu Borç Yönetimi
• Son bir kaç ay içinde, Hazine, iç borcun vadesini uzatmayı ve yatırımcı katılı­
daha geniş bir tabana yaymayı, dünya piyasalarındaki dalgalı koşullara rağ­
men başarmıştır. Hazine tahvillerinin ortalama vadesi Kasım ayında yaklaşık olarak 6 aya çıkarılmıştır ki bu vade, Mayıs ayından bu yana en uzun vade olup, artan piyasa güvenini göstermektedir. Vergi muafiyet sınırının yükseltilmesi ve iç
piyasa koşullarının düzelmesi ile bireysel yatırımcıların elindeki kağıtlar artış
göstermiştir. Sigorta şirketleri ve yabancı yatırımcıların artan talebi ile, bu durum
yatırımcı tabanının genişlemesini sağlamıştır. Aynı zamanda, Hazine, yılın son
çeyreğinde uluslararası piyasalarda 1.5 milyar ABD doları tutarında tahvil ihraç
ederek, uluslararası piyasalardaki zorlu koşullara rağmen, beklentileri aşmıştır.
• 2002 yılında, ilave dış fınansman ve kamu bankalarının güçlü finansal durumu, özel sektörden sağlanacak iç borç ihtiyacının rahat seviyelerle sınırlı kalmasını ve kamu borcunun rahatlıkla çevrilebilmesini sağlayacaktır. Bunun dışında,
2002 yılında, borçlanma programının piyasa zayıflıklarının ortaya çıktığı dönemlerde daha güçlü kılınması, borcun çevrilebilirliğine ilişkin diğer piyasa endişelerinin ortadan kaldırılması, ve yatırımcı tabanının çeşitlendirilmesi amacıyla yeni bazı borç yönetim girişimleri başlatılacaktır. Hazine'nin bono ihraçlarında ve halka arzlarında, talep elverdiğince vadenin uzatılınasına ve daha çeşit­
li bir yelpazede yatırımcı talebinin teşvik edilmesine devam edilecektir. Bu, piyasadan sağlanacak brüt fınansman ihtiyacını ve dolayısıyla da, özel sektörün
borç çevrim rasyosunu (oranını) daha da küçültecektir. Aynı zamanda, kamu
borcunun fınansmanında bankaların önemli bir rol oynamaya devam etmesini
sağlayacak yeni bir piyasa yapısı ve borç enstrümanları oluşturulacaktır. Buna
uygun olarak, yeni iç borç ihraçlarında, bankaların döviz riski ve faiz oranı risklerini güvence altına alma ihtiyaçlarına özel önem verilecektir.
mını
• 2002 yılının Ocak ayında, uygulamasına 2000 yılı Kasım ayında ara verilen,
Değişken Faizli Kağıt ihraçları programı tekrar uygulamaya alınacaktır. Bu
program, Hazine borçlarının vadesini uzatmak suretiyle, Hazine'nin brüt borçlanma gereğini düşürecek, aynı zamanda da, bankaların faiz oranı riski ve liki76
diteye ilişkin endişelerine cevap verecek bir enstrüman sağlayacaktır.
• İç borç piyasasındaki likiditenin daha da artırılınasını teminen, 2002 yılı Eylül
ayı sonuna kadar piyasa yapıcılan programı yeniden başlatılmış olacaktır (yapı­
sal kriter).
• Kamu kağıtları piyasalarındaki likidite, diğer finansal enstrüman piyasaların­
daki likidite ile desteklenecektir. Böylelikle, bankalararası para piyasasının derinleştirilmesi ve aşağıda 25inci paragrafta anlatıldığı şekilde bir Türkiye Bankalararası Fiyat Teklif Oranının (Turkish !nterbank Offer Rate) oluşturulması,
borç yönetimini destekleyecektir.
• Piyasa koşullan elverdikçe, uluslararası piyasalara ihraç edilen tahvillerin yanı­
sıra, iç piyasaya döviz cinsi veya dövize endeksli kağıt ihraç edilmesine, bir yandan gerek yatırımcı tabanının gerekse de enstrümanıann çeşitliliğini muhafaza
ederken, diğer yandan da brüt iç borçlanma gereğinin daha da düşürülmesini
sağlamak amacıyla, devam edilecektir.
C. Para Politikası
·Para politikasının başlıca hedefi enflasyonu 2002 sonuna kadar yüzde 35 seviyesine düşürmek olacaktır.
• 2001 yılı Mayıs ayında, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'na fiyat istikrarı
hedefini sürdürebilmesini teminen tam operasyonel bağımsızlık tanınması suretiyle, enflasyon hedefiernesine geçilmesinde ilk önemli adım atılmış bulunmaktadır.
• Enflasyon hedeflernesi rejimine başarılı bir geçiş yapılabilmesini teminen, diğer
gerekli koşullan da sağlamak amacıyla önemli adımlar atılmaktadır. ilk olarak,
kamu kesimi faiz dışı fazlasının arttırılması ve borç yönetiminin iyileştirilmesine
yönelik çabalarımız sürdürülmektedir. Söz konusu çabalar, kamu maliyesinin,
zamanla para politikasına enflasyonu düşürme yolunda daha fazla bağımsızlık
tanıyacak şekilde, belirgin olarak daha iyi bir yapıya kavuşmasını sağlamıştır.
İkinci olarak, bankacılık sektörünün kuvvetlendirilmesine devam edilecek olması ilave bir yarar sağlayarak para politikasının karşı karşıya kaldığı baskılan büyük
ölçüde azaltacaktır. Üçüncü olarak, güçlendirilmiş ekonomik programımızın,
son günlerde finansal piyasalardaki koşullarda gözlenen iyileşmeyi, Türk Lirası'na yönelik olarak artmakta olan güveni ve döviz kuru istikrarını sürdüreceği­
ne inanılmaktadır. Programın para arzı hedeflerine olan bağlılığıınııla birlikte
aylık enflasyonun önümüzdeki aylarda keskin bir şekilde düşmesi ve buna para-
77
lel olarak yılın kalanına yönelik enflasyon beklentilerinin de aşağı çekilmesi beklenmektedir. Dördüncü olarak, enflasyon hedefiernesine geçilmesine yönelik teknik çalışmalarımız devam edecektir. Söz konusu dört adımın, enflasyon hedeflernesi rejimine başarılı bir geçiş yapılmasına ilişkin tüm ön koşulların yıl ortasına
kadar sağlanmasında önemli bir rol oynayacağı düşünülmektedir.
• Enflasyon hedeflernesi rejimine erken geçilmesini desteklemek amacıyla, gelirler politikası kuvvetlendirilmekte ve ekonomideki geriye dönük endekslemenin
azaltılmasına yönelik adımlar atılmaktadır.
• Uygulanan para politikasında ve enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesinde temel unsur olan dalgalı kur rejiminin uygulanmasına devam edecektir.
• Aynı zamanda, para ve döviz kuru piyasalarının işleyişinin geliştirilmesine yö·
nelik reformlar hayata geçirilmektedir:
• Para piyasasının geliştirilmesi
·Vadeli işlem piyasalarının (forward and futures markets) geliştirilmesi.
• Kamu İktisadi Teşebbüslerinin döviz işlemleri. Dalgalı döviz kurundaki deği­
şimle tutarlı olarak, Özelleştirme İdaresi, 2002 yılı Ocak ayında portföyündeki
kuruluşlara döviz işlemlerini Merkez Bankası resmi kuru yerine piyasa döviz
kuru üzerinden gerçekleştirme yetkisi verecektir. Petrol ve doğal gaz şirketleri
(TÜPRAŞ ve BOTAŞ) döviz uygulamalarını geliştirmek ve dolayısıyla döviz piyasasındaki yüklü döviz işlemlerini en aza indirmek amacıyla kamu bankalarıy­
la işbirliği yapacaktır. Buna ilişkin olarak, Hazine Müsteşarlığı halihazırda BOTAŞ'a sözkonusu talimatı vermiş olup, bu kuruluşdan başlıca piyasa katılımcı­
larından piyasa kotasyonu sormasının beklenınesi uygulaması (ve böylelikle,
kurumun döviz ihtiyacını belli etmesi) sona ermiştir.
• Para politikasının uygulanması, parasal taban ve Net Uluslararası Rezervler
(NUR) üzerindeki performans kriterleri ve Net İç Varlıkları (NIV) üzerindeki
gösterge niteliğindeki sınırlar vasıtasıyla izlenecektir.
D. Bankacılık Reformu
• Program, bankacılık sektörünün ve 1999 yılından beri devam etmekte olan gözetim sisteminin güçlendirilmesine devam edilmesini amaçlamaktadır.
• 2001 yılında kamu bankalarının finansal olarak yeniden yapılandırılmaları tamamlanmıştır ve 2002 yılına yönelik hedefimiz, sözkonusu bankaların operasyonel yeniden yapılandı.rılmalarının sonuçlandırılmasıdır.
• Özel bankacılık sisteminin, daha da güçlendirilerek reel sektöre mali aracılık
78
yapma konusundaki hayati rolünü yerine getirebilmesini teminen, kapsamlı bir
plan hayata geçirilmektedir.
• Bankaların kredi portföylerinin özenli bir biçimde değerlendirilmesi yeni destek programının önemli bir unsuru olup, yatırımcıların ve Hükümetin gerekli
yeni sermayeyi bankacılık sistemine enjekte etmeleri imkanını verecek açık bir
temel sağlayacaktır. BDDK değerlendirmelere esas olacak ilkeleri, standart kriterlerin kullanılmasını da içerecek bir şekilde, 2002 yılının Ocak ayında belirlemiş olacaktır (ön koşul). Kredi portföylerinin, teminatların ve diğer bazı riskierin hedefe yönelik olarak değerlendirilmeye tabi tutulması bankaların mevcut
dış denetçileri tarafından gerçekleştirilecek olup, 2002 yılının Mart ayı sonuna
kadar tamamlanacaktır. Belirlenen ilkelerin uygulandığını teyit etmek ve sürecin doğru işlemesini sağlamak amacıyla üçüncü taraf olarak denetim fırmaları
BDDK tarafından 2002 yılı Mart ayı sonuna kadar atanacaktır (yapısal kriter).
BDDK, denetleme sonuçlarının nihai değerlendirmelerini 2002 yılı Nisan ayı
sonuna kadar tamamlayacak ve bu değerlendirme sonuçlarının ışığında bankalara yapılması gereken işlemleri yazılı olarak 15 Mayıs 2002 tarihine kadar bildirecektir (bahsedilen ikinci husus ikinci gözden geçirme için ön koşuldur). Denetlemeler sonucunda herhangi bir zarar ortaya çıkması halinde, bu zararlar tamamen mevcut hisselere yansıtılacaktır. Denetleme sonuçları bankaların 2002
Haziran sonu bilançolarına yansıtılacaktır.
• Kamu sermaye desteği, banka sahiplerinin sermayelerini belirli seviyeye yükseltıneye hazır olduğu sıhhatli özel bankalara sağlanacaktır.
• TMSF, tahsil edilemeyen kredileri ve teminatları çözüme kavuşturmak amacıy­
la büyük gayret gösterecektir.
• Yasal çerçeve ve düzenlemenin daha da kuvvetlendirilmesille yönelik bir dizi
tedbir alınacaktır:
• Kredi sınıflandırılması, tahsil edilemeyen kredi karşılıkları ve teminatların değerlendirilmesine ilişkin yasalar ve düzenlemeler, 2002 yılı Haziran ayı sonuna
kadar portföylerin gözden geçirilmesinin ardından gerektiği şekilde değiştirile­
cektir. İlk adım olarak, tahsil edilemeyen kredi karşılıklarına ilişkin halihazırda
yürürlükte bulunan dört yıllık geçiş kuralını derhal ortadan kaldıracak yasal değişiklik ön koşul olarak, 2002 Ocak ayında Meclis'ten geçirilecektir.
• 1 Ocak 2002 itibariyle sermaye yeterlilik oranının hesaplanması dahil piyasa
risklerine ilişkin banka bazında sermaye ihtiyaçları ile iç kontrol ve risk yönetimi
sistemlerinin izlenmesine ilişkin iki önemli düzenleme yürürlüğe girmiştir. Da79
hası, Uluslararası
Muhasebe Standartları (IAS) ile uyumlu, yeni bir muhasebe
sisteminin deneme mahiyetinde uygulanmasına 2002 yılı Ocak ayında başlanıla­
caktır (ön koşul). Bilanço-dışı repo işlemlerinin bankaların bilançolarına dahil
edilmesi 200 ı yılı Aralık ayında ilan edilmiş olup, ı Şubat 2002 tarihi itibariyle
yürürlüğe girecektir. ı Temmuz 2002 tarihinde yürürlükte olacak şekilde, piyasa
risklerine ilişkin sermaye ihtiyaçları, sermaye yeterlilik oranı hesaplanırken konsolide bazda dahil edilecektir. Buna ilaveten, deneme uygulamasının ardından
BDDK uygulama sonuçlarını değerlendirecek ve bankaların 2002 sonu bilançolarını Uluslararası Muhasebe Standartları'yla uyumlu olarak oluşturabilmelerini
teminen, 2002 Haziran sonuna kadar yeni muhasebe standartlarına ilişkin gözden geçirilmiş bir düzenleme yayımlayacaktır. ( yapısal performans kriteri) .
E. Şirket Borçlarının Yeniden Yapılandırması
• Şirket borçlarının yeniden yapılandırılmasına ilişkin çerçeve, bankacılık sektöründeki yeniden yapılandırmaları tamamlamak amacıyla güçlendirilmektedir.
Mevcut yasal, yargısal ve kurumsal çerçeve gerekli yapılandırmaların boyutları­
na göre yetersiz kalmaktadır. İlk adım olarak, şirketlerin birden çok sayıdaki orta ve büyük ölçekli kreditörlere olan yükümlülüklerinin, her bir şirket için ayrı
ayrı değerlendirilmesi için Ocak 2002'de serbest piyasa temelli gönüllü bir yaklaşım ("İstanbul Yaklaşımı") uygulanmaya başlanılacaktır.
• Şirket borçlarının yeniden yapılandırılmalarının kolaylaştırılması için iflas ve
tasfiye çerçevesi kapsamlı biçimde gözden geçirilmekte olup, gerektiği gibi yeniden düzenlenecektir. Bu çalışma halihazırda devam eden, Medeni Kanun ve Ticaret Hukuku mevzuatının AB kural ve direktifleri ile uyumlandırılmak üzere
modernize edilmesi çalışmalarını tamamlayacaktır.
• Şirketlerin, özellikle de büyük şirket gruplarının, mali raporlamaları iyileştirile­
cek ve şirket yönetişim standartları güçlendirilecektir. Sermaye Piyasası Kurulu
(SPK) enflasyon muhasebesine ilişkin hükümler de dahil olmak üzere uluslararası muhasebe standartlarını ı Ocak 2003 tarihine kadar uygulamaya koyacaktır.
SPK, 2002 yılı Mart ayı sonundan itibaren şirket gruplarının konsolide mali raporlarını sunmalarını zorunlu kılacak olup, bu grupların mali durumlarını takip
etmek üzere bu konuya odaklanacak bir birim oluşturacaktır. Aynı tarihten itibaren, SPK ayrıca, finansal iştirakleri olan şirket gruplarının konsolide grup raporlarını sunmalarını da zorunlu kılacak olup, bu raporları BDDK'ya iletecektir.
80
F. Kamu Sektörü Reformu
• Konsolide bütçenin mali yapısı iddialı kamu sektörü reform programımızın
uygulanmasıyla önemli ölçüde güçlendirilecektir. Özellikle, harcamaların etkinliğinin artırılması hedeftenecek (daha az kaynakla daha fazla iş yapılmasına imkan sağlanacaktır), vergi sistemi (vergi tabanını genişletmek ve daha sürdürülebilir hale getirmek amacıyla) ve kamu hizmetleri (etkinliği artırmak ve kamu
hizmetinin kalitesini iyileştirmek amacıyla) reforma tabi tutulacaktır. Bu adım­
ların toplumun en fakir kesimi üzerindeki etkilerini gidermek amacıyla sosyal
harcamalar artırılacak ve hedeflere daha iyi yönlendirilmeleri sağlanacaktır.
• Konsolide bütçeye ilişkin temel reform
çabaları şu hususları
içerecektir:
• Harcamaların etkinliğini artırmak amacıyla, satın alma yöntemleri geliştirilecek
ve kamu yatırım programı rasyonelleştirilecektir. Birleşmiş Milletler standartlan
(UNCITRAL) ile uyumlu Kamu ihale Kanunu 4 Ocak 2002 tarihinde Meclis tarafından kabul edilmiştir. Müteakiben sözkonusu Kanun'un 1 Ocak 2003 tarihinden itibaren yürürlüğe girebilmesini teminen, bağımsız bir ihale kurumunun
2002 yılı Mart sonuna kadar oluşturulması (yapısal kriter) ve ilgili kanun ve düzenlemelerin yeni çerçeveyle uyumlu hale getirilmesi amacıyla değiştirilmesi de
dahil olmak üzere, gerekli çalışmalara derhal başlanacaktır. Kamu ihalelerinde
rekabeti ve şeffaflığı daha da artırmak amacıyla, Kamu ihale Kanunu'nda yapıla­
cak değişikliğin Meclis tarafından 2002 yılı Mayıs ayı sonuna kadar onaylanması
beklenmektedir. Bu suretle, (i) Kanun' da öngörülen eşik değerlerin reel olarak
uluslararası en iyi uygulamalar ile uyumunun sağlanması ve (ii) eşik değerlerin
altındaki seviyeler için asgari tedarik süresinin uzatılınası öngörülmektedir. Kamu yatırımlan 2002 yılı mali çerçevesi içerisinde, (5,047 proje içerisinden) 353
ana projenin ve 649 yan projenin listeden çıkanlması ve hem tahmin edilen maliyetlerin hem de tamamlanma sürecinin %20 oranında kısaltılmasıyla rasyonel
hale getirilmiştir. Kaydedilen bu gelişmenin devamında, aşamalı olarak kaldırıla­
cak projelerin kapsamlı bir listesi, 2003 bütçesinde gerekli kararların verilebilmesine imkan verecek bir zaman dilimi içerisinde hazırlanacaktır.
• Vergi sistemini reforma tabi tutmak amacıyla Bakanlar Kurulu'nca 2002 Ocak
ayında onaylanacak olan üç yıllık iddialı bir plan hazırlanacaktır (ön koşul).
Sözkonusu plan, vergi reformunun 2002 yılında hayata geçirilmesineyönelik iki
aşamadan oluşacaktır. ilk aşama, gelirleri etkilemeksizin 2002 Nisan sonunda
yasalaşacak şekilde (yapısal kriter) dolaylı vergi sisteminin basitleştirilmesi, ve
nominal faiz geliri üzerinden alınan vergilerin bozucu etkilerinin azaltılması
üzerinde yoğunlaşacaktır. Vergi reformunun ikinci aşaması ise (1 Ocak 2003 ta81
------~------------
rihinde yürürlüğe girmek üzere) dolaysız vergi sisteminin reformundan oluşa­
caktır. Sözkonusu reformun ikinci aşamasına ilişkin yasal düzenleme, 2002
Ekim ayı sonuna kadar Meclis'e sunulacaktır (yapısal kriter). Dolaysız vergilere
yönelik önceliklerimiz şunlar olacaktır : (i) yatırım gelirleri üzerindeki vergilerin uyumlulaştırılması; (ii) vergi sistemindeki dışsal enflasyon ayarlamalarının
rasyonelleştirilmesi; (iii) yatırım teşvik sisteminin rasyonel hale getirilmesi; ve
(iv) gelir vergisi karşılığında vergi kredisi uygulamasında reforma gidilmesi.
Sözkonusu plan aynı zamanda vergi idaresinin (teknik yardım ihtiyacı da dahil
olmak üzere) reforma tabi tutulmasını içermektedir. Planın daha etkin uygulanabilmesini teminen vergi idaresi Dünya Bankası ile ortak yürütülen çalışma
doğrultusunda yeniden organize edilecektir. Sözkonusu uygulamaya ilişkin koşulsallık programın birinci gözden geçirilmesi esnasında belirlenecektir.
·Kamu hizmetlerini reforma tabi tutmak amacıyla 2002 sonuna kadar Bakanlar
Kurulu bir kamu hizmetleri reform stratejisini kabul edecektir. Hazırlık çalış­
malarının bir parçası olarak, kamu işlevlerinin gözden geçirilmesi amacıyla 2002
yılı Mart ayı sonuna kadar bir Bakanlar komitesi oluşturulacak olup, sözkonusu gözden geçirme 2002 yılı Eylül ayı sonuna kadar tamamlanacaktır. Bu tarihe
kadar, genel kamu sektörü ve KİT istihdam düzeyini üçer aylık bazda izieyecek
bir entegre sistem hayata geçirilecektir (yapısal kriter).
• Kamu kaynaklarının kullanımında ve mali durumunda en büyük iyileşmenin,
etkin işlemeyen KİTlerde olmak üzere, aşırı istihdam düzeyinin aşağı çekilmesinden kaynaklanması beklenmektedir. Sözkonusu durum, kamu kesimindeki fıyatların büyük ölçüde artırılması ihtiyacını azaltarak enflasyonu düşürmeye yardımcı olacak, kamu teşebbüslerinin etkinliğini artıracak, ve birçok
durumda özelleştirmeye yönelik zeminin oluşturulmasına katkı sağlayacaktır. 3
Aralık 2001 tarihli Başbakanlık Genelgesi ile de desteklendiği üzere, kamu işçi­
leri için gönüllü emeklilik planı halihazırda başlatılmış bulunmaktadır. 15,000
çalışan 2002 Ocak ayı ortasına kadar emekli edilmiş ya da emekli edilecekleri
tebliğ edilmiş olacaktır (ön koşul). Ayrıca, (Dünya Bankası'nın yardımı aracılı­
ğıyla) Türk Telekom A.Ş.' deki ve Özelleştirme İdaresi portföyünde yer alan şir­
ketlerdeki fazla istihdam belirlenmiş olup, sözkonusu işçilere gönüllü emeklilik
teklifi sunulacaktır. Sözkonusu teklifi kabul eden işçilerin en geç 2002 Mart ayı
sonuna kadar emekli edilmeleri sağlanacak ve gerekli ödemeler gerçekleştirile­
cektir. Aynı zamanda 2002 Ocak sonuna kadar; (i) KİT'lerdeki tüm fazla istihdam ve kadrolar saptanacak ve (ii) tüm açık, doldurulmamış, atıl kadrolar ortadan kaldırılacaktır. Gönüllü emeklilik teklifleri ve sadece gerekli görüldüğü takdirde işten çıkarmalar vasıtasıyla, Haziran sonuna kadar fazla işçi sayısı üçte bir
başta
82
oranında ve 2002 Ekim sonuna kadar kürnülatif olarak üçte iki oranında azaltı­
lacaktır. 2003 Haziran sonuna kadar, kalan fazla istihdam aşamalı olarak azaltı­
lacaktır. Fazla istihdamı azaltmaya yönelik bu hedef uyarınca hiçbir yeni işe alı­
ma izin verilmeyecek ve boşalan ilgili kadrolar süratli bir biçimde iptal edilecektir. KİT'lerin sözkonusu programa bağlı kalmaları üçer aylık periyodlar halinde
denetime tabi olacaktır. Sözkonusu hedeflere ulaşınaya yönelik ilerlemeler, aynı
zamanda programın ilk gözden geçirmeleri esnasında değerlendirilecek başlıca
hususlardan biri olacaktır. Sözkonusu eylem ile uzun dönemli finansal tasarruf
sağlanacak olması nedeniyle bu hareket planının net maliyeti (ödenecek kı dem
tazrninatlarından ücret ödemelerinin sona ermesiyle elde edilecek tasarrufun çı­
karılması), 1,25 katrilyon TL'ye kadar, 2002 yılına ilişkin faiz dışı fazla hedefı­
rniz kapsamında değerlendirilrneyecektir.
• Tüm mali kontrol mekanizması, maliye politikasının yasal çerçevesinin güçlendirilmesi, kamu mali hesapların birleştirilmesi ve mali şeffaflık reformlarının
derinleştirilmesi yoluyla geliştirilecektir:
• Maliye politikasının yasal çerçevesinin güçlendirilmesi amacıyla (i) Kamu
Borçlanma Kanunu kabul edilecek ve bu Kanunu destekler nitelikte iki genelge
yayımıanacaktır ve (ii) 2002 yılı Haziran ayı sonuna kadar uluslararası standartlarla uyumlu nitelikleri haiz Mali Yönetim ve İç Kontrol Kanunu Meclis' e sunulacaktır (yapısal kriter). Mali Yönetim ve İç Kontrol Kanunu bütçeleme, muhasebeleştirme, şeffaflık ve iç ve dış kontrolü kapsayacaktır.
• Kamu mali hesapların birleştirilmesi sürecine devarn edilmesi amacıyla, 2001
yılı sonu için orijinal olarak belirlenmiş hedefe ulaşılrnasını terninen 2002 yılı
Mart ayı sonuna kadar (yapısal kriter) 548 döner sermaye daha (kalan 1981 döner sermaye arasından) kapatılacaktır. Aynı zamanda, 3418 sayılı Kanun kapsamında yer alan harcama ve gelirler Meclis' e sunulacak ve 2003 yılı Bütçe Taslağı'na dahil edilecektir. Bu kanun ve 4306 sayılı Kanun kapsarnındaki tahsisli gelirler de benzer şekilde kaldırılacaktır. Aynı zamanda kalan 4 bütçe dışı fonun
(Sosyal Yardırnlaşma ve Dayanışrnayı Teşvik Fonu, Savunma Sanayii Destekleme
Fonu, Tanıtma Fonu ve Özelleştirme Fonu) işlemlerine yönelik şeffaflık artırıla­
caktır. 2002 Temmuz ayı itibariyle sözkonusu fonları düzenleyen kanuni hükümler bütçelerinin Meclis tarafından onaylanrnasına, hesaplarının dış denetime
tabi olmasına (ve Meclis'e raporlanrnasına), ve sözkonusu fonların hesaplarının
konsolide bazda, konsolide bütçe hesaplarıyla birlikte aylık raporlanmasına olanak verecek şekilde değiştirilecektir (yapısal kriter). İleriye yönelik olarak, kalan
tek bütçe fonu (Destekleme Fiyat İstikrar Fonu) üç yıl içerisinde Dünya Bankası'nın Tarım Reformu Uygulama Projesi sonuçlandığı zaman kapatılacaktır.
83
• Mali şeffaflığı artırmak amacıyla Meclis' e sunulacak 2003 yılı Bütçe Taslağı'na
(i) garantili borçlara ilişkin borç verme eksi geri ödeme ödeneği konulacak ve
(ii) muhasebeleştirme ve kodlama reformları tüm konsolide bütçeli kuruluşları
kapsayacak ve diğer genel kamu kesimi birimlerinde pilot bazda uygulanacak
biçimde genişletilecektir (yapısal kriter). Ayrıca, 2002 yılı Mart ayı sonuna kadar
2001 yılı sonu itibariyle ödenekierin üstündeki taahhütlere ilişkin bir anket
tamamlanacaktır (yapısal kriter).
• Sosyal harcamalar artırılacak ve sosyal harcamaların hedefini daha iyi bulması
sağlanacaktır. 2002 yılında sosyal harcamalar reel bazda zaten ciddi biçimde artırılmaktadır. Ek olarak, kamu sektöründeki istihdam azaltılmasının etkisi,
(Dünya Bankası'nca desteklenen Özelleştirme Sosyal Destek Projesi altında yer
alan) iş gücünün istihdam alanlarının daha verimli olacak biçimde değiştiril­
mesi ve yeniden istihdam edilmesi programı vasıtasıyla ve ödemeleri 2002 yılın­
da başlayacak olan işsizlik sigortasıyla (böylece yeterli kıdem tazminatına hak
kazanamayan işçiler korunmuş olacaktır) giderilmeye çalışılacaktır. Diğer temel
öncelikler: (i) çiftçilere verilen doğrudan gelir desteğine ayrılan kaynakların artırılması (bunu desteklemek için 2003 yılında tüm tarımsal prim ödemeleri kaldırılacaktır) ve (ii) Dünya Bankası'nca desteklenen ve en fakir hane halkına
giden sosyal güvenlik ağı kaynaklarının artırılınasını amaçlayan Sosyal Riskin
Azaltılması Projesi'nin bütünüyle uygulanabilmesi olacaktır.
G. Özel Sektörün Rolünün Artırılması
• Program, özel sektör gelişiminin teşvik edilmesine özel önem vermektedir. Bu
kapsamda, Dünya Bankası'nın yakın işbirliği ile geliştirilen ana öğeler, şirket­
lerin özelleştirilmesini, yerli ve yabancı yatırımların teşvik edilmesini, iyi
yönetişimin ve şeffaflığın geliştirilmesini kapsamaktadır. Kamuoyuna ve
yatırımcılara ekonominin gerçek anlamda yeni bir yapıya kavuşma sürecinde
olduğunun vurgulanması amacıyla iletişim politikası da geliştirilecektir.
• Özelleştirme stratejisi, özelleştirme kapsamındaki tüm büyük şirketlerin satıl­
masına ilişkin hazırlık çalışmalarının 2002 yılında tamamlanmasını amaçlamaktadır. Özelleştirilmeleri için teknik hazırlıkları halihazırda tamamlanmış olan
TÜPRAŞ ve POAŞ'ın özelleştirilmesinin yanısıra, 2002 yılında Türk Telekom,
Tekel, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş., THY, ERDEMİR, EUAŞ, TEDAŞ, BOTAŞ
ve kamuya ait arazilerin özelleştirilmesine ilişkin tüm hazırlık çalışmalarının
tamamlanmasını taahhüt etmekteyiz. Ayrıntılı olarak;
• Kesin zamanlaması piyasa koşullarına bağlı olmakla birlikte, Özelleştirme
84
İdaresi'nin POAŞ'ın halka arzının 2002 yılı Mart ayı sonuna kadar, TÜPRAŞ'ın
halka arzının 2002 yılı Haziran ayı sonuna kadar gerçekleştirmesi beklenmektedir. Bu, TÜPRAŞ'ın devlete ait hisselerini %50'nin altına düşürecektir. Özelleştirme İdaresi ayrıca, piyasa koşulları elverdiği anda, THY'nın birincil halka
arzını gerçekleştirmeye hazırdır.
• Hükümet, Aralık 2001'de Türk Telekom için Özelleştirme ihale Komisyonu
atamıştır. Komisyon'un orijinal olarak belirlenen 2001 yıl sonuna kadar revize
edilmiş bir özelleştirme planı hazırlaması mümkün olmamasına rağmen, Nisan
2002' de böyle bir planın Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilmesi sağlanacak­
tır. Halihazırda uluslararası danışmanların yardımı ile hazırlanmakta olan şir­
ketleşme planı, özelleştirme planı
için
altyapı sağlayacaktır.
• Tütün Kanunu 3 Ocak 2002 tarihinde Meclis tarafından kabul edilmiştir. Bir
sonraki aşama olarak, TEKEL için bir özelleştirme planı hazırlanacak ve Eylül
ayı sonuna kadar Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilecektir.
• Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.'nin özelleştirilme çalışmaları, ilk adım olarak
2002 Mayıs ayına kadar bir özelleştirme planının kabulü suretiyle sürdürülecektir. Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. ve TEKEL'in başarılı bir şekilde özelleştiril­
mesinin öncesinde büyük çaplı operasyonel yeniden yapılandırma gereklidir, bu
kapsamda, Dünya Bankası ile yakın işbirliği içinde çalışılarak operasyonel
yeniden yapılandırmalar hayata geçirilecektir.
• Elektrik sektöründe, hukuki durumun açıklığa kavuşturulmasına bağlı olarak,
devir hakkı sözleşmeleri askıya alınmış tüm projelerin derhal feshedilmesini sağlayacak bir Bakanlar Kurulu Kararı'nın 2002 yılı Ocak ayında kabul
edilmesi beklenmektedir. 2002 yılı Mart ayına kadar, Enerji Bakanlığı, hangi
elektrik varlıklarının özelleştirileceğini Özelleştirme İdaresi'ne bildirecektir ve
2002 yılı Nisan ayına kadar dağıtım şirketleri için ön yeterlilik ihalesi yapılacak­
işletme
tır.
• Doğal gaz dağıtım şirketlerinin, Özelleştirme İdaresi'ne devrinin 2002 yılı Mart
kadar tamamlanması beklenmektedir.
ayına
·Özelleştirme idaresi, lisansları ETi Holding'den devralınır alınmaz, portföyün-
de bulunan ETIKrom A.Ş., ETI Elektrometalurji A.Ş., ETI Gümüs A.Ş.' nin satış
çalışmalarını başlatmaya hazırdır.
• Özelleştirme idaresi, portfoyündeki ERDEMİR ile turizm ve gübre üretim varlıklarının satış çalışmalarına devam edecektir. Özelleştirme idaresi portföyündeki küçük ve orta ölçekli şirketlerin satış çalışmalarına da devam edecektir.
85
• Son olarak, 2001 yılında kamu arazi satışlarının artırılması amacıyla gösterilen
çabalar (yasal değişiklikler ve basitleştirilmiş prosedürler de dahil olmak üzere)
artırılarak sürdürülecektir. Anayasal sorunların yapılan yasal değişiklikleri öngörülenden daha az etkili kılması nedeniyle, kamu arazi satışlarının önündeki
kalan engellerin en iyi hangi şekilde kaldırılabileceğini değerlendirmek üzere bir
çalışma başlatmış bulunuyoruz.
• Türkiye'nin yerli ve yabancı yatırımcılar için çok daha cazip bir ülke olması
amaçlanmaktadır.
• İyi yönetişimin ve şeffaflığın geliştirilmesine büyük önem verilmektedir. Bu
amaçla, Bakanlar Kurulu, 2002 yılı Ocak ayı sonuna kadar şeffaflığı artıracak ve
haksız kazanç sağlamaya yönelik faaliyetlerle mücadele edilmesini sağlayacak bir
strateji kabul edecektir (yapısal kriter).
2.2. 2002 Yılında Başlayan ve Üç yıl Uygulanması hedeflenen
program başarılı oldu mu?
2002 yılının Şubat ayı başında uygulamaya giren IMF destekli program başarılı
oldu mu sorusuna verilecek yanıt bakış açısına göre farklılık arz edebilir. Mali
Sektördeki bir türlü azalmayan kırılganlık ve kamu borçlarının çevrilebilirliliğinden hareketle beklenti yönetiminden mucize bekleyenler muhtemelen uygulamanın başarılı olduğunu iddia edebilirler. Kalıcı çözüm için gerekli ve
yeterli koşulları tanımlamak yerine, döviz kuru-enflasyon ve faizlerdeki
gerilemenin bunun bir kanıtı olduğunu da savunabilirler. Bu kesim olumsuz
gelişme v eğilimleri ya görmezden gelerek savuşturmak yada başarı diye pazarlamak dışında bir alternatif üretemiyor. Zira beklentileri yönetememenin
maliyetini göze alamıyorlar. Bu durumda karşımıza iki olasılık çıkıyor: ya teknik açıdan elde edilen gerekli ve yeterli koşullar beklenti yönetimi ile güçlendirilmeye çalışılıyor; yada uygulamadaki teknik yetersizlik ve ağırlaşan sorunlara
rağmen beklenti yönetimi ile günü kurtarma anlayışı ön plana çıkıyor. IMF destekli bu programı ve sonrasını değerlendirirken hangi olasılığın geçerli olduğunu tanımlamak çok önemli hale geliyor.
Teknik açıdan programın yeterli ve uygulamanın başarılı olup olmadığını
tanımlamak için öncelikle gerekli ve yeterli koşulların saptanması yanı sıra
sorun var ise bunun programdan mı yoksa uygulanmadan mı kaynaklandığının
belirlenmesi zorunlu hale geliyor.
Kalıcı
çözüm için hem ödemeler sisteminin güçlenmesi hem de
86
olması
gerekli
hedefleri yakalayacak şekilde makro ekonomik dengenin tesis edilmesi
gerekiyor. Bunun için bir sistem bütünlüğü yaratarak belirsizliği azaltacak,
düşük enflasyon ortamında yüksek oranlı büyürneyi mümkün kılacak yapısal
reform uygulamaları önem kazanıyor. Ayrıca hem enflasyon ve büyüme ve de
yapısal reform uygulamalarının eş anlı olarak yapılması gerekiyor. Bu yönde bir
toplumsal uzlaşı ve buna uygun güçlü bir siyasi irade yanı sıra en üst düzeyde
koordinasyon başarı için olmaz ise olmaz koşullar olarak karşımıza çıkıyor.
2002 yılının Şubat ayı başında uygulanmaya başlayan IMF destekli ekonomik
program uygulaması ne yazık ki gerekli ve yeterli koşulların sağlanamadığı
kanaatini güçlendiriyor. Zira ödemeler sistemindeki kırılganlık azalmaz veya artarken makro dengesizliğin de arttığı dikkat çekiyor. Bu durumda döviz kuruenflasyon ve faiz oranlarında meydana gelebilecek istikrarsızlık ise beklenti
yönetimi ile kamufle edilerneye çalışılıyor. Yapay bir fıyat istikrarı görüntüsü
yaratılarak her şeyin iyi gittiği mesajı dalaylı olarak veriliyor. Yapay görüntünün, yapısal reform uygulamaları ihmal edildiği sürece ödemeler sistemindeki
kırılganlığın ve makro dengesizliğin azalması yönünde bir katkı sağlamayacağı
gerçeği ihmal ediliyor. Bu yaklaşımla ancak sorunların ağırlaşabileceği olasılığı
hiç gündeme gelmiyor veya getirilmiyor. IMF ve Dünya Bankası gibi uluslar
arası kurumlar yanı sıra küresel mali sistem farklı gerekçelerle bu durumu görmezden geliyor; "iyi gidiyorsunuz riskiere dikkat edin" demekle yetiniyor.
2001 yılının ikinci çeyreğinde yapısal reformlara ilişkin yasal düzenlemeler gündeme geldiğinde ortalık karışmış, ilgili kesimler konunun önemine ilişkin nutuklar atmaya başlamıştı. Fakat bugün işler değişmiş gibi görünüyor. Sosyal güvenlik sisteminin açıklan büyüdükçe bütçe üzerindeki yük artmaya devam ediyor.
Kapsamlı bir vergi reformu yerine keyfi ve hukuksuz uygulamalar yanı sıra aflarla günlük gereksinimler karşılanmaya çalışılıyor. Tarımsal verimlilik artışını
hedeflernesi gereken tarım reformu ise tümüyle ihmal edilmiş durumda; bilinçli
bir şekilde üreticiyi destekleyecek yeni yapı için adımlar atılamıyor. Özelleştirme
hedefleri ise yine yakalanamamaya devam ediyor; gelir hedefi ön planda olduğu
için işler aksıyor. Zorunlu olarak benimsenen zamana yaygın çözüm nedeniyle
mali sektör reformunda gerekli ve yeterli mesafe kaydedilemiyor; kırılganlık yüksek düzeyini koruyor. Kamu yönetimine belirli bir disiplin getireceği iddia edilen
kamu ihale yasası ise iki kez değiştirilerek amacından uzaklaştırılıyar fakat ilgili
kesimler ağzını açamıyor. Kamu yönetimindeki aksaklıklar giderilemiyor. Bu
olumsuzluklar nedeniyle bir sistem oluşarnıyar ve çalışmıyor; boşluklar belirsizlik yaratacak keyfi uygulamalarla dolduruluyor. Hal böyle olunca da kıt kaynaklar etkin bir biçimde kullanılamıyor ve doğrudan yatırım ilgisi olması gerekenin
tam aksi yönünde olmaya devam ediyor.
87
Sürdürülebilir büyümenin tesısı ıse bu ortamda hayal olmaktan öteye
gidemiyor. Temel kriter olarak tanımlanan konsolide kamu sektörü faiz dışı fazlası hedefi bir türlü yakalanmazken, cari açık ve tasarruf açığı büyüyor; kayıt
dışılık artıyor. Kamu borç yükünün ağıdaşmaması ise ancak döviz kurunu yönlendirerek mümkün olabiliyor, fakat gündeme gelen yan tesirler orta vadede
sağladığı faydadan daha büyük tahribat yaratıyor. Açıklanan büyüme rakamları
ise gerçeği yansıtmaktan uzak kalıyor.
Türk Lirasının değerlenınesi kısa vadede enflasyon ve faizlerin gerilemesini
kolaylaştırarak hem faiz harcamalarını azaltıyor hem de kamu borç yükünün
ağıdaşmasını önlüyor; fakat bütçe gelirleri, işsizlik, cari denge, doğrudan
yatırım ve büyüme konularını olumsuz yönde etkiliyor; ne kadar kararlı olunur
ise olunsun yapısal reform uygulamalarının başarı şansını sınırlıyor. Bazı
konularda olumlu gelişme sağlansa bile diğerleri ağırlaştığı için kalıcı alamıyor.
Bu aşamada sormak gerekiyor bu program olmasa fakat farklı bir kaynaktan dış
kredi sağlanmış olsa durum farklı olur muydu? Hayır olmazdı, aynı eğilimler
yaşanırdı. Buradan hareketle IMF ve Dünya Bankası'nın kredi desteği ve beklenti yönetimine katkı dışında fazla bir şey yok. Ayrıca mevcut durumu bir senaryo testinden geçirmeye kalktığımızda gerçeği tespit etmek zor olmuyor; Örneğin
döviz kurunu yükselterek olası etkileri irdeleyelim; durum sürdürülebilir değil
ise başarıdan bahsetmek mümkün olabilir mi?
Bu koşullarda ne programın yeterli, ne de uygulamanın başarılı olduğunu iddia
etmek mümkün mü?
Burada özellikle ı ı Eylül 200 ı terör saldırısının ardından Türkiye'nin uluslar
arası konjonktürde artan öneminin ekonomiye de yansıdığını belirtmemiz
gerekiyor. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı'na IMF'nin ABD gölgesinde sağ­
ladığı destek ı ı Eylülden sonra da artarak devam etti. Türkiye IMF'ye borçlu
ikinci büyük ülke haline geldi. ABD "teşvikli" kredi desteği Türkiye ekonomisi
açısından bir rahatlama anlamına geliyordu. Ancak bu aynı zamanda ciddi bir
borç yükü ile Türkiye'nin karşı karşıya kalması demekti. Sonuçta aşağıdaki tablo ortaya çıktı. Türkiye artan borç stoğu ile neredeyse IMF'nin en yüksek faizle
kredi verdiği, sözkonusu kurumun gelirlerine en büyük katkıyı yapan ülke
konumuna geldi.
88
Tablo 12. 31 Ocak 2004 tarihi itibariyle IMF'nin
Arjantin
Brezilya
Diğer
TÜRKiYE
verdiği
krediler (Milyar Dolar)
15.8
28.2
38.3
23.8
Peki bu durumda yeni bir istikrar programının başarılı
gi koşullarda sağlanacağını tartışmamız gerekiyor.
89
olmasının nasıl,
ve han-
BÖLÜM 4
IMF ile Sürdürülen ve 2005 Yılında Yapılacak Yeni
Program Başarılı Olabilir mi: Nasıl ve Hangi Koşullarda ?
Mevcut istikrar programının sürdürülmesi ve/veya 2005 yılından itibaren
yeniden programa devam edilmesi konusunda IMF ile 2004 yılının Haziran ayı
içinde görüşmelere devam ediliyor. IMF'ye 2005 ve 2006 yılı itibariyle vadesi
gelen 19.5 milyar doların "ötelenmesi" hiç kuşkusuz bu görüşmelerin temel
konusunu oluşturuyor. Bu gelişmeleri çeşitli açılardan analiz etmemiz
gerekiyor. Ama öncelikle 6 Şubat 2002 tarihinde TCMB tarafından yayınlanan
"Enflasyon Sürecinin Temel Özellikleri, Ocak Ayı Enflasyonu ve İleriye Yönelik
Bekleyişler" adlı bilgilendirme notunun 6. sayfasına dikkati çekmemiz
gerekiyor. Bilgilendirme notundan aynen aktarıyoruz: " 200ı yılının Ekim
ayının ortalarından itibaren 2002 yılında da çok ciddi bir mali disiplin
sağlanacağının ve yapısal reformlara devam edileceğinin anlaşılması ve IMF'nin
de bu durumu dikkate alarak ek dış fınansman sağlayacağının belli olması, iç
borçların sürdürülebilirliği üzerindeki kuşkuları ortadan kaldırmıştır. Böylece,
olumsuz iktisadi bekleyişler olumluya çevrilmiştir. Bekleyişlerdeki bu değişiklik
nedeniyle faiz oranlarında önemli bir düşüş sağlanmış ve döviz kurunda 200 ı
yaz aylarında oluşan köpük patlamıştır"
"Ciddi bir mali disiplin sağlanacağının ve yapısal reformlara devam edileceğinin
anlaşılması" bölümünü "umut üretme gerekçesi" olarak bir tarafa bırakarak
değerlendirmeyi yeniden yapabiliriz: IMF ek fınansman desteğinin faizler ve iç
borçların çevrilebilirliği üzerinde olumlu etki yaratmış, değerlendirmeden bunu
anlıyoruz. Ancak tarihi gerçeği de unutmamamız gerekiyor. Özellikle ı 990
yılından itibaren yurtiçindeki faiz oranlarının düşmesinin ve iç borçlar
üzerindeki baskısının azalması her zaman dış fınansman olanaklarına bağlı
oldu. Türkiye ne zaman dış fınansman açısından rahatlasa faiz
oranlarının gerilediği gözlendi, tersi durumda da faiz oranlarının hızla
yükselmesi sözkonusu oldu. Bu gerçeği öncelikle saptamamız gerekiyor.
IMF ile 2005 yılının Şubat ayından itibaren IMF ile hangi ad altında olursa olsun
yapılacak yeni bir anlaşma 2002 yılı başından buyana uygulanan bir programın
devamı niteliğinde olacak. Çünkü tartışmalar faiz dışı fazlanın yüzde 6.5 ve/veya
onun altında olup olmayacağı ve IMF'ye ödenmesi gereken borçların
ertelenmesi konusunda yoğunlaşıyor. Bu tartışmalar da "bilinen" programın
dışına çıkılmayacağının en önemli göstergesi olarak değerlendirilebilir.
9ı
Bu noktada IMF ile sürdürülen ve 2005
yılında
sürdürmeyi
düşündüğümüz
programın başarılı olup alamayacağına ilişkin olasılıkları,
fınansman desteğine dayalı programın başarılı olabilmesi için
varsayımların
temelde dış
bazı temel
koşullarının analiz
ve bu varsayımların başarı
edilmesi ve tartışılması gerekiyor.
IMF ile halen uygulanmakta olan ve yine uygulanmakta olan programın devamı
niteliğinde olacağına kesin gözüyle bakılan 2005 programının başarı koşulları
aşağıda sıralayıp, tartışacağımız varsayımıara bağlı. Söz konusu varsayımlar
ortaya
konması
şöyle sıralanabilir;
• Türkiye'nin kendi içinde politik risk oluşturacak "streslerden" uzak durması ve
toplumsal uzlaşmanın sağlanması,
• Komşu ülkelerle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi, ortak paydaların
genişletilmesi ve Türkiye'nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) içindeki yeri ve
fonksiyonunun bir risk oluşturmaması,
• Dünyadaki yapısal sorunların değişmesi, belirsizlik yaratacak ekonomik ve
politik sıkıntıların olmaması, rekabet koşullarının sağlanması ve büyüme
trendinin devam etmesi,
• Büyümenin sürekliliği için yapısal reformların hayata geçirilmesi,
• Her yıl yüklü (7-8 milyar dolar) direk yabancı sermayenin çekilmesi, gelen
sermayenin yalnızca iç talebi karşılamak için değil ihracat amacıyla da gelmesi
ve istihdama katkıda bulunması
• Türk Lirasının daha fazla aşırı değerli hale gelmemesi,
·İç ve dış borçlanınada vadenin uzaması ve maliyetierin düşmesi,
• istikrarlı büyüyen ekonomide sosyal gereksinimleri zorlamadan faiz dışı
fazlanın verilmesi gerekiyor.
Şimdi yukarıda sıraladığımız varsayımları ele alarak, bu varsayımların başarı
geniş
olasılıklarını tartışalım.
1. Türkiye'nin kendi içinde politik risk oluşturacak "streslerden"
uzak durması ve geniş toplumsal uzlaşmanın sağlanması,
ve/veya IMF ile yapılacak benzeri bir programın başarı
şansının öncelikle politik risk oluşturacak streslerden uzak durulmasına bağlı
olduğunu unutmamak gerekiyor. Tanımı ne olursa olsun, kesimler arası olası
Mevcut
programın
92
çatışmalar yaratıcak riskler ortaya çıkmaması, ekonomik programın başarısı için
en önemli faktör. Ancak politik risk yalnızca çok "yüksek düzeyli" kesimler
arasındaki risk olarak algılanmamalı. Çıkar çevreleri arasında tesis edilemeyen
uzlaşmalar da politik riskin kaynağını oluşturabilir.
Reel kesim ile mali sektör ve kamu arasında hızla büyüyen iletişimsizlik
Türkiye'nin önündeki ciddi sorunların başında geliyor. Bu durum geleceğe
yönelik belirsizliği önemli ölçüde artırıyor. Kamudaki borçluluk oranının
yüksekliği ve mali sektördeki özkaynak yetersizliği, reel kesimdeki sorunlara
yönelik hassasiyeti önemli ölçüde azaltıyor; başta emek yoğun sektörler olmak
üzere reel kesim ayakta durmakta zorlanıyor. Döviz kuru çıkar çatışmasının
odağı olmaya devam ediyor.
Döviz kurunun yükselmesi veya başka bir deyişle Türk Lirası'nın değer
kaybetmesine ne kamunun ne de mali sektörün tahammül gücü bulunmuyor.
Böyle bir olasılıkta kamu borç yükü ağırlaşıyor, söz konusu durumun kalıcı
olması halinde Hazine'nin iç ve dış borç senetlerinin değer kaybetmesinin, borcu
çevirmenin olanaksız duruma gelmesinin kaçınılmaz olacağı biliniyor. Bu
olasılığın mali sektör üzerindeki olumsuz etkilerinin ödemeler sistemi üzerindeki
yansımasını kimse düşünmek bile istemiyor. Mevcut beklenti yönetimi bu
zorunlu ihtiyaçları dikkate alacak şekilde biçimleniyor; kamu ve mali sektörün
taşıdığı pozisyonlara uygun piyasa eğilimleri zorlanırken, makro dengesizliğin
durumu mecburen dikkate alınmıyor. Dış destekli kamu ve mali kesim aşırı
iyimser masallar üretmek konusunda yoğun bir çaba harcıyor. Kısaca Türk
Lirasının değerlenmesi, enflasyon ve faizlerin düşmeye devam etmesi gerekiyor.
Enflasyon ve faizlerin düşmesine kimsenin itirazı olamaz. Fakat bu uğurda reel
kesimin hızla krize sürüklenmesini de kabul etmek mümkün değil. İç talep
daralıp, yerli üretimierin rekabet gücü hızla azalmaya devam ettikçe sorunlar
artıyor: Başta emek yoğun sektörler olmak üzere faaliyetini sürdüremez noktaya
gelen işletmelerin yarattığı boşluğun nasıl doldurulacağı sorunu ortaya çıkıyor.
Türk Lirası değerlendikçe kayıtdışılık ve kaçak mal girişindeki artışın nasıl
önleneceğine kimse yanıt veremiyor. İşsizlik artarken ve faktör gelirleri
gerilerken kamu açıklarının büyümesinin nasıl kontrol altında tutulabileceği
konusundaki sıkıntılar devam ediyor. Bu ve benzeri sorular, ne kamu ve mali
sektör ne de IMF ve diğer uluslararası kurumlar tarafından dikkate alınmıyor.
Türk Lirası değerlenıneye devam ediyor; dolar dış piyasalarda değerlenip içeride
yerinde saydıkça reel kesimin sıkıntısı artmaya devam ediyor. Bir yandan
dışarıda tempolu bir şekilde yükselen hammadde fiyatlarının, diğer taraftan
93
aşırı değerlenen Türk Lirası ve artan yerli girdi maliyetlerinin reel kesim
yıkıcı etkisi ve devamında yaratacağı sosyal ve siyasi problemierin
nasıl çözüleceği bilinmiyor.
üzerindeki
Reel kesim cephesinde yapılabilecek her şeyin denendiğini biliyoruz: gerek
işgücü gerekse sermaye verimliliğinde artış sağlandı. Ayakta kalabilmek adına
büyük riskler alındı, karsız da olsa maliyeti aşağı çekebilmek için kapasiteler
zorlanmaya devam etti. Tüm bu girişimiere rağmen fıyat tutturamıyorlarsa
yapacak fazla bir şeyleri kalmadı. Bu kesimin sesi daha öncesine kıyasla daha
cılız çıkıyorsa, bu daha iyi olduklarından değil, çok daha güçsüz duruma
düşmelerinden kaynaklanıyor. Tükenen umutlar onları çok daha farklı
düşünmeye itiyor. Enflasyon ve faizlerin düşüyor olması yaşadıkları
olumsuzluğu gideremiyor. Reel kesim krizinin, zaman kazanmak adına finansal
kesim krizine tercih edildiği görüşü genel kabul görüyor; bu tercihi yapanlara
güvenmiyorlar. Ne Avrupa Birliği'nden müzakere tarihi alınması ne de IMF ile
2004 sonrası için yeni bir anlaşma yapılması reel kesimi ilgilendirmiyor .
Sekizinci gözden geçirme öncesinde IMF yetkilileri ilk kez özel kesimi "bu kadar
şikayetçi" gördüklerini dile getirebiliyor. Görünen o ki, kamu ve mali kesim aynı
gemide yol alırken, diğer kesimler başka bir gemide bulunuyor. Zira reel kesim
ile diğerlerinin pozisyonu arasındaki çıkar çatışmasının büyümesi önlenemiyor.
Bir istikrar programının vazgeçilmez unsurunu toplumsal uzlaşma oluşturur.
İşçi-İşveren, Reel kesim-Finansal kesim, tarım kesimi-sanayi kesimi, kamu-özel
sektör gibi stres odaklarının arasındaki çıkar çatışmalarının ekonomiye olumlu
olarak yansıması mümkün değil. Örneğin ekonomik programın yükünün
yalnızca bir kesime yüklenmesi ve bazı kesimlerin "elini taşın altına
koymamaları" toplumsal uzlaşmayı riske atacak unsurlardan biri olabilir.
Toplumun tüm kesimlerine yayılamayan "fedakarlık" eninde sonunda
toplumsal uzlaşmayı engelleyecektir.
Toplumsal uzlaşmanın sağlanamadığı ortam sosyal huzursuzlukların, sosyal
dengelerin yara aldığı bir ortamı beraberinde getirir. Çıkar çatışmaları
yoğunlaşmaya başlar. Fırsat buldukça güçlü olanlar ekonomik ortamı kendi
çıkarları doğrultusunda kullanır. Oysa toplumsal uzlaşma bu çatışmaları en aza
indiren en önemli unsur olarak bilinir. Kayıt dışını kayda alma ve fedakarlığın
geniş kesimlere yayılması da toplumsal uzlaşmayla sağlanabilir. İşçi işveren
arasındaki gelir çekişmesinin önüne de ancak bu uzlaşma yoluyla geçilebilir.
Toplumun vergi verme konusunda istekliliği yine aynı çerçevede
değerlendirilmelidir. Kısaca, kalıcı istikrar ve verimlilik artışının temelinde
toplumsal uzlaşmanın yattığını unutmamak gerekiyor.
94
2. Komşu ülkelerle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi, ortak
paydaların genişletilmesi ve Türkiye'nin Büyük Ortadoğu Projesi
(BOP) içindeki yeri ve fonksiyonunun bir risk oluşturmaması,
hemen başında yaşanınaya başlayan "global yeniden
yapılanma" sürecinin temelleri 1989 yılında Berlin duvarının yıkılınası ile
birlikte başlamıştı. İki kutuplu dengeler üzerinde oturan dünya yeni arayışları
gündeme getirdi. ABD'nin tek kutuplu ve "hegemonik" güç haline gelme arayış
ve girişimlerine, 1997 yılında yaşanan Asya Krizi ve 2001 yılının Eylül ayında
yaşanan terör saldırısı önemli ölçüde yardımcı oldu.
Yirmibirinci
yüzyılın
Asya krizi ile birlikte Asya-Pasifik kaynaklı talebin daralması ve Japon
ekonomisinin büyük güç kaybetmesi dünya ticaretinin ve sermaye
hareketlerinin daralmasına yol açmıştı. Global talepteki daralma karşısında
dünyada neredeyse en önemli talep odağının ABD olması ABD'nin diğer ülkeler
karşısındaki gücünü pekiştiriyordu. Hiç kuşkusuz ABD'nin neredeyse en
önemli talep odağı olması ABD ekonomisi açısından çok olumlu bir gelişme
değildi. Daha sonraki bölümde tartışılacağı gibi ABD ekonomisi bu süreçte
büyük açıklada karşılaşacak ve borçlanma oranı hızla artmaya başlayacaktı.
Belki yakın bir gelecekte bu açıkların ve borçların sürdürülemez boyutlara
ulaştığı tartışmaları gündeme gelecekti.
ıı
Eylül 200ı saldırısı da ABD'nin güvenlik stratejilerini ciddi ölçüde değiştiren
bir gelişme olarak karşımıza çıktı. Ulusal güvenlik için terör ve kitle imha silahları
ABD'nin yeni güvenlik stratejisinin hedefini oluşturuyordu. Bu çerçevede
önümüzdeki 20 yılda Şekillenecek yeni bir global yapılanma söz konusu olacaktı.
Cebelitarık Boğazından başlayarak Kuzey Afrika'yı da içine alan ve Pasifik
Denizine kadar uzanan havza, önümüzdeki 20-30 yıl içinde dünya nüfusunun
yaklaşık üçte ikisinin yaşayacağı ve enerjinin önemli ölçüde sağlanacağı bir alanı
içeriyordu. ABD bu bölgede "aşamalı yeniden yapılanma" girişimini başlattı ki bu
genelde "Büyük Ortadoğu Projesi-BOP-" olarak tanımlandı. Yeniden
yapılanmanın birinci aşamasına oluşturan BOP; siyaset, güvenlik, enerji ve geniş
olarak ekonomi başlıkları altında hazırlanmış bir proje olarak karşımıza çıkıyor.
Projeler belirli girişimlerle hayata geçirilmeye çalışılıyor.
Orta Doğu Ortaklık Girişimi (Middle East Partnership Initiative- MEPI) siyasi
alandaki girişimi oluşturuyor. Daha demokratik yönetimler, din ve devlet
ilişikilerinin ayrılması, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması, eğitim, bilgi
teknolojilerinin yaygınlaştırılması gibi konulan içeriyor. Global Savunma
95
Yapılanması
(Global Defence Posture) ise bölge güvenliğinin azami ölçüde
sağlanmasına dayanıyor. Enerji güvenliğinin sağlanması da bu yapılanmanın en
önemli ayağı. Polanya'dan Afganistan'a kadar olan alandaki ülkeleri kapsıyor.
Millenium Challenge Account isimli fon ile bölge ülkelerinin ekonomik
kapasitelerinin geliştirilmesi, piyasa ekonomisinin tesis edilmesi, özel
girişimciliğin özendirilmesi, yabancı sermaye yatırımlarının artırılması, dış
ticaretin serbestleştirilmesi gibi öncelikli hedeflerin gerçekleştirilmesi
hedefleniyor. Bölgede serbest ticaretin sağlanmasına yönelik olarak da Middle
East Trade Iniative (MEFTI) ve Middle East Trade Area (MEFTA) girişimi
örgütlenmeye çalışılıyor ve Fas ile Bahreyn arsında imzalanan ticaret
Tablo 13. Dünya'da Güç
Kaynakları
ABD
9.269
Japonya
378
Almanya Fransa
357
547
ingiltere Rusya
245
17.075
Çin
9.597
Hindistan
3.288
276
127
83
59
60
146
1.262
1.014
12.070
o
o
450
192
22.500
>40
85-90
288.8
41.1
24.7
29.5
34.6
31
12.6
10.7
1.371.5
236.3
332.8
317.3
212.4
1.004.1
2.480.C
9.255
2.950
1.864
1.373
1.290
620
4.800
Kişibaşına
33.900
23.400
22.700
23.300 21.800
4.200
3.800
Gelir
(PPP,1999)
Teknoloji
637
420
112
69
87
183
Yüzölçümü
(000 km2)
Nüfus
(Milyon)
Nükleer
Başlık
1999
Bütçe Payı
(Milyar $)
1999
Askeri
Personel
(000)
Satınalma
1.173.0
1.805
Gücüyle
GSMH
(Milyar $)
96
ihracatı
(Milyar $)
Kaynak: Joseph S. Nye Jr. Amerikan Gücünün paradoksu 2003 Literatür Yayınları s. 47
96
1.800
32
anlaşmasının genişletilerek
21 ülkeyi içeren daha sonra da bu oluşumun Dünya
Ticaret Örgütüne Katılmasını destekleyen girişimler bulunuyor. Ulusal enerji
Stratejisi (National Energy Strategy ) adı altında da ABD'nin bölge petrolüne
olan bağımlılığını 2020 yılına kadar azaltınayı hedefleyen bir girişim söz konusu.
Enerji kaynaklarının ve yollarının güvenliği, Doğu Batı enerji koridorunun
gerçekleştirilmesi stratejinin temel unsurlarından birkaçını oluşturuyor.
BOP özellikle 2004 yılının Haziran ayı sonunda Türkiye'de yapılan NATO
toplantılarının en önemli gündem maddesiydi. ABD, BOP için genel bir destek
arayışını bu toplantıda net bir biçimde ortaya koydu ve proje geniş ölçüde
yürürlüğe girdi.
Sözkonusu yeniden yapılanma sürecinde Türkiye'ye önemli görevler düştüğü
ortada. Kimi zaman model kimi zaman örnek ülke tanımlaması yapılan Türkiye
bölge ile ABD arasında en önemli denge unsurlarından biri. Öyle ki Türkiye'nin
BOP'a karşı tavır alması durumunda global dengelerin bozulma olasılığı
oldukça yüksek. Diğer taraftan BOP'un bir unsuru olmayı kabul ederse ABD ile
siyasi bir ortaklığa yönelmesi gibi bir sonuç ortaya çıkıyor.
Türkiye açısından BOP'a karşı çıkması doğal olarak ciddi bir risk. Ancak diğer
taraftan BOP'un bir parçası olmak da belki de aynı düzeyde risk oluşturuyor.
Çünkü ABD'nin projenin uygulanması sürecinde bölgede "demokrasi"
istemlerini ön plana çıkararak ülkeler içindeki belirli gurupları desteklemesi
ve/veya belirli grupların ayaklanmasının açık ve/veya örtülü desteklenmesi
aşirete dayalı feodal yapıya sahip bölgede kaosu ve terörü artıran en önemli
olgu. ABD'nin kaos içinden demokrasi yaratma çabasının bölgede başarısız
olma olasılığı Türkiye'nin de en önemli risklerinden birini oluşturuyor. Kısaca;
Türkiye'nin BOP'un bir parçası olması durumunda projenin başarısızlığa
uğrama olasılığı bölgede Türkiye'yi güç durumda bırakabilir. Yüzdesi ne olursa
olsun bunun ciddi bir risk olarak algılanması gerekiyor.
Hiç kuşkusuz diğer bir risk ise dünyada gelecek 20-50 yıllık dönemde ABD'nin
"hegemonik gücünü" koruyup koruyamayacağı sorusuna verilecek yanıt olarak
karşıınııda duruyor. Aşağıdaki tablo dünyadaki dengelerin gelecekte değişme
olasılığına dikkat çekiyor.
Profesör Nye, aynı çalışmasında ABD'nin 21 .yüzyılda ve hatta sonrasında dünya
politikasında lider güç konumunu devam ettirebileceğini ancak bazı
varsayımların bulunduğuna işaret ediyor ve varsayımlan şöyle sıralıyor:
"Amerikan ekonomisinin uzun vadeli verimlilik planını sürdüreceği, Amerikan
toplumunun bozulmayacağı, ABD'nin askeri gücünü koruyacağı ama aşırı
97
militerleşmeyeceği, Amerikalıların
devletlerinin sahip olduğu güç nedeniyle
ulusun önemli yumuşak güç sermayesinin tükenmesine neden olacak kadar
kibirli davranmayacakları, Amerikalıların izolasyonizme yönelmelerine neden
olacak büyük yıkıcı olayların gerçekleşmeyeceği ve Amerikalıların ulusal
çıkarlarını küresel çıkarları da içine alacak geniş ve uzak görüşlü bir biçimde
tanımlamaları ... ) (Nye age. S.2ıO)
Amerika'nın geleceği ile ilgili bu kadar iyimser olmayanlar da var. Bunlardan
biri de Kolombiya Üniversitesi Ekonomi Profesörü Jeffrey D. Sachs.
Makalesinde Amerikanın içinde bulunduğu durum ve geleckte ortaya
çıkabilecek riskler şu şekilde sıralanıyor: "Zenginliğine ve askeri gücüne rağmen,
önümüzdeki günlerde Amerika'nın siyasi yaptırımı (iyi ya da kötü için) en az
beş sebep yüzünden azalacak;
• Amerika'nın bütçe sorunu var. Yılda SOO milyar dolar bütçe açığına sebep olan
vergi indirimleri ve askeri harcamalar yüzünden Amerika, Bush yeniden seçilse
de seçilmese de, vergi oranlarını arttırmak ve bütçe harcamalarını kısmak
zorunda kalacak. Bush başa geldiğinden beri ıso milyar dolar artan yıllık askeri
bütçe, önümüzdeki senelerde, bütçeyi kontrol altına almak adına, azaltılacak
• Amerika yurtdışına borçlanıyor. Asya'nın merkez bankaları, yüz milyarlarca
dolarlık Amerikan hisse senedi aldılar. Sadece Japonya'nın yaklaşık 7SO milyar
dolarlık döviz rezervi var ve bu rezervlerin çoğu Amerikan hazine bonolarından
oluşuyor. Çin, Hong Kong, Hindistan, Kore, Singapur ve Tayvan'ın, nerdeyse
toplam 1. ı trilyon dolarlık döviz rezervleri var. Kısacası, Amerika'nın Asya'ya
olan borcu gittikçe artıyor. Sadece Asya merkez bankalarının yüksek miktarda
hazine bonosu satın alması, doların değer kaybetmesini biraz da olsa
yavaşlatmıştır.
• Diğer ülkeler aradaki farkı kapatıyor. Amerika'nın teknoloji liderliği, Brezilya,
Çin, Hindistan ve gelişmekte olan dünyanın diğer büyük ekonomileri yüzünden
zayıftayacak Çin, 2S yıl içinde Amerikan ekonomisinden daha büyük bir
ekonomiye sahip olacak, 20SO'ye kadar %SO daha büyük olacak. Hindistan bile,
Çin' den daha fakir olmasına rağmen, aradaki zenginlik farkını kapatacak. 20SO
yılına kadar, Hindistan ekonomisi, 4 kat fazla nüfusu ve 1/4 oranında kişi başına
düşen milli geliriyle, Amerikan ekonomisine eşit olacak
• Küçülen ekonomik fark, Amerika'nın jeopolitik gücünü azaltacak. Dünya
nüfusunun yaklaşık %40'ını oluşturan Çin ve Hindistan, dünya sahnesinde
daha geniş rol oynayacak. Hintli yazılım mühendislerine iş verilmesine yönelik
yabancı düşmanlığıki bu Amerika'nın güncel siyasi konusudur-ekonomik
98
liderliği elinde tutmak isteyen Amerikan halkının endişesini göstermektedir.
Amerika'nın korumacı yaklaşımı olsa da olmasa da, Asya'nın teknolojik
kapasitesi ve geliri artacak. Bu gelişme dünyaya faydalı olacak, çünkü her ne
kadar bu süreçte Amerika'nın egosu incinse de, gelirler daha orantılı dağılacak.
• Demografik özellikler Amerika'nın dünyaya askeri bakış açısını zayıflatacak.
Bush'u destekleyenlerin çoğu fundamentalist beyaz Hıristiyanlar. Bence, bu
kişiler, kadınların artan sosyal gücüne, göçmenlere ve diğer diniere karşı artçı
savaşlarını sürdüren sosyal bir grup. Bu grup ayrıca modern biyolojinin
öğretilmesi ve evrim teorisi gibi laik düşüncelere karşı da savaşmaktadır. Dinci
sağın geriye dönük gündemi -ki Marrichean dünya görüşü bunu vurgular- yok
olmuştur. Amerikan İstatistik Bürosu verilerine göre, 2050 yılına kadar,
Hispanic (Amerikan-Meksikan) olmayan beyaz nüfus, Amerika nüfusunun
yarısını oluşturacak. (Bugün, Amerikan nüfusunun %69'unu oluşturuyorlar.)
2050 yılına kadar nüfusun %24'ü Hispanic, %14'ü Afrikan-Amerikalı ve %8'i
Asyalı olacak. Amerika, özellikle Latin Amerika, dünyaya benzeyecek.
Bu beş koşul altında, birçok sağcı Amerikalının "küresel imparator olma" hayali
yıkılacak. Bu olay, Bush Kasım' daki seçimleri kaybederse daha çabuk
gerçekleşecek. Sonuç ne olursa olsun, Amerika, dünyaya kıyasla kaçınılmaz
düşüşünü sonsuza kadar erteleyemez." (Prof. Jeffrey D. Sachs Ekonomik Forum
dergisi Çev: Doç. Dr. Sadi Uzunoğlu)
Sachc bölgedeki belirsizliği önümüzdeki dönemde etkileyecek en önemli
etkenlerden biri olan ABD'nin BOP'nin geleceği hakkında da doğal olarak
oldukça karamsar ve Nye'nin ABD'nin hegemon tek güç olma için varsaydığı
birçok faktörü yukarıdaki makalesinde temelden sarsacak iddalarda bulunuyor.
Hiç kuşkusuz bu bölge ve Türkiye açısından da önemli bir belirsizliğin işareti.
ABD'nin Irak'taki yönetimi "sözde" Iraklılara bırakma girişiminin de bölge
halkları tarafından yeterince inandırıcı bulunmadığını da bunlara eklemek
gerekiyor.
3. Dünyadaki yapısal sorunların değişmesi, belirsizlik yaratacak
ekonomik ve politik sıkıntıların olmaması, rekabet koşullarının
sağlanması ve büyüme trendinin devam etmesi
Dünya ekonomisi küreselleştikçe ülkelerin içine girdikleri sorunlar ve/veya
krizler derecesi ne olursa olsun diğerlerini de etkiliyor. Hiç kuşkusuz yıllardır
devam eden açlık, AIDS gibi bulaşıcı hastalıklar, küresel ısınmanın getirdiği
99
çölleşme
etkisi ile ortaya çıkan kuraklık ve ülkelerin kendi kendilerine yetemez
hale gelmeleri, güney ile kuzey arasındaki gelir dengesizlikleri, bir taraftan
günde bir dolar ile geçinmek zorunda olan milyonlarca insan, adaletsiz gelir
dağılımı, hızlı teknolojik değişimin getirdiği üretim artışına yeterli talebin
bulunamaması, bölgesel savaşların yarattığı yıkıcı etkiler, nüfus artış hızı ile
paralel artırılamayan tarımsal üretim, sosyal güvenlik sistemlerinin çökme
noktasına gelmesi gibi daha da eklenebilecek bir çok temel sorun dünya
ekonomisinin önündeki yapısal sorunlar olmaya devam ediyor. Ancak
sorunların çözümüne yönelik adımlar ise güç dengeleri nedeniyle atılamıyor.
Ülkeler savaş bütçelerinin ancak küçük bir bölümü kadar yapısal sorunların
çözümüne kaynak ayırabiliyor ve/veya böyle bir kaynağa ulaşamıyor.
Diğer taraftan dünya ekonomisi ı970'li yılların başından itibaren serbest kur
çerçevesinde yeni bir para sisteminin oluşumu ile karşı karşıya kaldı. ı944
yılında kurulan sistem ise kur ve faiz riskinin olmadığı kısmen belirsizliklerin
ortadan kalktığı bir dünyaydı. Ancak günümüzde kur ve faiz riski sermaye
hareketlerinin geniş ölçüde serbest hale geldiği dünyada ciddi belirsizlikleri de
beraberinde getiriyor. Ülke ekonomileri ortaya çıkan belirsizlik ortamında
sürdürülebilir büyüme trendini yakalamakta zorlanıyor. Globalleşme trendi
"hazır olmayan ülke ve sektörleri" yıkıcı rekabet ile karşı karşıya bırakabiliyor.
Diğer taraftan sıklıkla yaşanan krizler uluslar arası sermaye hareketlerinin
akışkanlığını tehdit edebiliyor. Bu koşullar altında Türkiye gibi dış kaynağa
gereksinim duyan ve/vey'a dış kaynak olmaksızın içeride makro ekonomik
dengeleri sürdürerneyen ülkeleri ciddi biçimde zorluyor.
Hiç kuşkusuz mevcut ekonomik programın başarısı ıçın dünya
konjonktürünün önemi oldukça büyük. 2005 ve 200"6 yılında büyük ağırlığı IMF
olmak üzere yüklü dış borç ödemesi bulunan kamu kesimi açısından uluslar
arası finansal piyasalardan kaynak bulmak ve bu kaynağın maliyeti oldukça
önemli. Peki önümüzdeki dönemde uluslar arası finansal piyasaları etkileyecek
bir gelişmenin yaşanınası Türkiye'yi nasıl etkileyebilir. Bunu mevcut dünya
konjonktürü içinde değerlendirmek gerekiyor:
a. Öncelikle yurtdışındaki gelişmelere dikkat çekelim: Amerikan ekonomisi
200 ı yılında girdiği durgunluğu aşmak için yaklaşık SO yıldan buyana ilk kez
kısa vadeli faiz oranlarını yüzde ı 'li seviyeye çekmiş ve vergi oranlarında ciddi
indirimiere gitme kararı almış ve bunu da uygulamaya başlamıştı. ABD'de kısa
vadeli faizlerin yüzde ı 'ler seviyesine gerilemesi, kurumların kısa vadeli
borçlanarak uzun vadeli tahvil ve/veya menkul kıyınet almaya yönlendirmiş ve
ıoo
kurumlar kısa ve uzun vadeli faiz farklarından yararlanma yarışına girmişti.
Ekonomide genel faiz düşüşü yalnızca menkul kıyınet piyasasında değil
gayrimenkul piyasasında da işlerin canlanmasına neden oldu. Sonuçta vergi
oranlarının gerilemesi ve devasa Amerikan bütçe açıklarıyla faiz düşüşü
birleşince ekonomide yeniden hareket başlamış bunun doğal sonucu olarak da
enflasyonİst eğilimler artmaya başlamıştı. Enflasyon verileri ABD'de yüzde 3'leri
işaret etmeye başladı.
b. ABD ekonomisinin en az SOO milyar dolarlık bütçe açığı ve yine aynı
miktardaki dış ticaret açığı "ikiz açık" olarak adlandırılırken bunun bir rekor
olduğunu da unutmamak gerekiyor. Bu koşullar altında Amerikan Merkez
Bankası (FED) faizleri artırahileceği sinyalini piyasalara vermiş bulunuyor. Söz
konusu faiz yükseltiminin kaçınılmaz olduğu artık açık:2004 Haaziran ve
Ağustos aylarındaki 0.25 lik faiz yükselişlerinin devamı gelecek gibi görünüyor.
Diğer konu ise faizler yükseltilecek ama yükseliş kademeleri ve oran kaç olacak?
Faiz oranları iki yıl gibi bir süre içinde yüzde 3.5'li düzeylerde mi olacak yoksa
yüzde 6.5'li düzeylere yeniden yükselecek mi? Diğer taraftan ABD'nin faiz
yükseltmesi diğer ülkelerde de aynı süreci tetikleyecek mi?
c. Faiz oranlarının ne oranda yükseleceğine ilişkin soruya yanıt vermek zor.
Ancak diğer soruların yanıtlarını en azından piyasalara yansıyan gelişmeler
ışığında vermek mümkün. FED faiz oranlarını "yükseltebilirim" türünde bir
açıklama yaparak büyük kurumsal yatırımcıları uyararak hazırlıklı olunmasını
istemişti. Bu girişim finansal piyasalarda yanıt buldu ve ABD'de 10 yıllık Hazine
tahvilinin faiz oranları yükselme eğilimine girdi. Benzer gelişmeler gelişmekte
olan ülke euro bondlarında da kendini gösterdi. Başka Brezilya olmak üzere tüm
ülke bonolarına satış geldi ve doğal olarak bu gelişme Türkiye'nin bonolarınada
yansıdı: Türkiye'nin kredi notunda bir değişim olmadığı halde eurobond getirisi
yüzde 8'lerden yüzde 10'lar düzeyine yükseldi. Hiç kuşkusuz bu gelişmelerin
eurobondlar ile sınırlı kalmadı. TL cinsinden Devlet İç Borçlanma Senetlerinin
(DİBS) faiz oranlan da yükselirken gelen ciddi satış sonrasında dövize yönelen
likidite döviz kurlarında yüzde 15'lerin üzerinde bir artışa neden oldu, yani TL
değer yitirdi. Böylece ABD' deki faiz sinyali ilk olarak borçlanma maliyetlerine
yansıdı. Bundan sonraki aşamada bu borçlanma maliyetlerinin ne olacağı
FED'in faiz oranlarını artırma hızı ve düzeyine bağlı olacak. Bu çerçevede
karşımıza başka bir soru daha çıkıyor: faiz yükselişi ile ilgili gelişmeler yalnızca
borçlanma maliyetini etkilemek ile sınırlı mı kalacak yoksa dış fınansman bulma
konusunda da sorunlar yaşanacakını ?
101
d. Dünya ekonomisindeki gelişmeleri etkileyen bir diğer sorun 35-40 dolar
aralığında hareket eden petrol fiyatları. Petrol fıyatları başta Çin olmak üzere
dünya petrol talebindeki artışlardan etkileniyor. Diğer taraftan da küresel
terörizmin tepki hareketlerinin odağında petrol boru hatlarının bulunması ve
petrol işi ile uğraşanlara yapılan saldırılar da petrol fıyatları üzerinde baskı
yaratmaya devam ediyor. Piyasalar artık 35-40 dolar arasında değişen fıyatları
kanıksamış gibi görünüyor. Petrol fıyatlarının yükselmesi yalnızca maliyet
baskısı değil aynı zamanda bizim gibi petrol üretmeyen ülkelerden petrol
üreten ülkelere bir kaynak akışı yaratıyor. Bu çerçevede Türkiye'nin petrol
faturasının yaklaşık 1.4 milyar dolar civarında artış gösterdiği biliniyor.
e. Gerek petrol fiyatındaki yükseliş, gerekse faizlerdeki beklentilerin orta vadeli
ekonomik sonuçları paralel özellikler taşıyor: Küresel düzeyde gelir
dağılımının bozulması, uluslararası ticaret hacminin daralması, işsizlikte artış,
bütçe açıklarının büyümesi ve nakit akışlarındaki kırılganlığın tehlikeli
sınırlara yaklaşması, menkul ve gayrimenkullerde yaşanacak değer kaybına
bağlı kurumsal yapıda tahribat gibi olumsuzluklar ilk akla gelenler olarak
dikkat çekiyor. Petrol fiyatı ve faizlerden herhangi birinin yarattığı sorunların
diğeri tarafından dengelenmesiyse mevcut koşullarda pek mümkün
görünmüyor. Başka bir şekilde ifade etmek İstersek, yüksek petrol fıyatının
yaratacağı durgunluk nedeniyle faizlerin yükseltilmesine gerek kalmayacağı
yönündeki bir değerlendirme gerçeği yansıtmıyor. Zira talep değil maliyet
kökenli bir enflasyonİst baskı yaşanıyor. Petrol fiyatı yükseldikçe, orta vadede
faizlerde yaşanacak artışın da daha büyük olacağını dikkate almak gerekiyor.
f. Dünya ekonomisindeki bir diğer sorun ise yine başta Çin'in yüzde 9'a ulaşan
büyüme hızı ve dünya talebindeki gelişmelerden kaynaklanan hammadde
fıyatlarındaki dramatik artış oluşturuyor. Fiyatlardaki bu baskı ülkelerin
maliyetlerini tehdit ediyor. Türkiye aşırı değerli durumdaki Türk Lirası
sayesinde bu maliyet baskısını çok hissetmiyor. Ancak fıyat düzeyini bir tehdit
olarak algılamak gerekiyor.
102
DÜNYA EKONOMiSiNDE MEVCUT DURUM VE GELiŞMELER
ABD ekonomisinde ekonomik durum ve eğilimler
- Durgunluktan büyürneye geçiş ve bunun sürdürülebilirliliği ABD
ekonomisinin karşı karşıya kaldığı en önemli sorun.
- iki yıldır ABD'nin 200 milyar dolarlık savaş harcaması belki ekonomiyi
büyütüyor ama doların durumu ve artan bütçe açıkları (milli gelirin yüzde S'i
kadar) ABD ekonomisinde kriz sinyali olarak algılanıyor. Diğer taraftan bütçe
açığı kadar dış ticaret açığı yani ikiz açık ABD ekonomisini zorluyor. ABD'nin
açık finansmanı başta Japonya ve Çin olmak üzere diğer ülkeler tarafından
yapılıyor. Örneğin Çin'in 2002 yılında yaklaşık 100 milyar dolarlık ABD
Hazine borçlanma senedi aldığı biliniyor.
- Artan bütçe açıkları, savunma harcamaları ve deniz aşırı operasyonların
yükü, kurumsal düzeyde faaliyet dışı gelir artışı, inşaat sektöründe düşük faiz
nedeniyle hareketlenme, tasarruf eğiliminin yeniden negatife dönme eğilimi,
dolar bazındaki emtia fiyatlarındaki artıştan kaynaklanan maliyet baskısı,
paritedeki istikrarsız ve yüksek düzeydeki dalgalanma (volatilite) ABD
ekonomisinin temel sorunlarını derinleştiriyor ...
- FED'in faiz oranlarını yükseltme eğilimi ve sonrasında yaşanabilecek olası
riskler için piyasaların ne kadar hazır oldukları önümüzdeki dönernde
görülecek. Çünkü Grenspan faiz artışının sinyallerini verdi ve finans kesimini
uyardı. Hiç kuşkusuz bu gelişme başta ABD ve bizim gibi gelişmekte olan
ülkeler olmak üzere tüm ülkeleri olumsuz etkileyecek. Çünkü faizlerin artması
durumunda tüm menkul kıymetlerin (tahvil, bono, euro bond, hisse senedi
vbz ... ) piyasa fiyatı düşecek. Bu trend gayrimenkul piyasasına da yansıyacak.
Bu nedenle dünyada bu türden yatırırnlardan çıkış eğilimi güçleniyor ...
AB bölgesindeki ekonomik durum ve eğilimler
itibaren devarn eden durgunluk, işsizlik ve nüfustaki
AB'nin temel sorunları arasında yer alıyor.
- Özellikle 2000 yılının ortasında başlayan ve hala devarn eden Alman
ekonomisinde iç talep daralması ve global durgunluk AB rakamlarını olumsuz
yönde etkiliyor. Çünkü Almanya AB'nin motoru olarak biliniyor. Almanya iki
ülke birleşiminin getirdiği sorunları daha aşamamış iken 2000'li yılların
- 1990
yılı başından
yaşlanrna
103
başından
itibaren artan petrol ve diğer hammadde maliyetleri ile zorlanmıştı.
İşsizlik oranı Almanya' da 2003 yılında yüzde 9.3 olarak gerçekleşirken, Fransa
da yüzde 9.5
işsizlik oranı
ile karşı karşıya.
- AB'nin 12 ülkesinde Euro'nun 2002 yılından itibaren kullanıma girmesi
temel gıda ve diğer tüketim mallarının fiyatları yüzde 30 artış göstermiş,
benzer gelişmeler hizmet sektöründe de devam etmişti. Bu da kuşkusuz AB
içinde satınalma gücünün düşmesi biçiminde yansıdı.
- Özellikle maliyetler nedeniyle sanayi üretiminde devam eden düşüş ve ikame
ekonomide durgunluğu artırıyor, işsizlik gittikçe
alanların yaratılamaması
derinleşiyor.
Açıklarının kronikleşerek artış eğilimine girmesi AB kriterlerinin
sorgulanmasına kadar gidiyor. Almanya ve Fransa yüzde 4'ün üzerindeki
bütçe açığı ile AB kriterlerinin şimdiden dışına çıkmış durumda. Birliğe yeni
katılacak üyeler ile birlikte AB kriterlerinin zorlanacağı bekleniyor.
- Bütçe
- AB' de ABD'ye paralel faizlerin yükseltilmesi sorunu, EURO'nun değer
yitirmesi sonucunda maliyet faktörünün Avrupa pazarına da yansıması söz
konusu olabilir.
- Sonuçta ortaya çıkan stagflasyon eğilimi ve ABD çizgisinde giden iç ve dış
politika AB'nin eğilimlerini ve geleceği etkiyor ...
Japon ekonomisinde mevcut durum ve
gelişmeler
- 1990 yılından bu yana durgunluk yaşayan Japonya 1997 Asya Krizi nedeniyle
ciddi bir finansal krize girmişti. Asya' da büyük oranda kredi batağı ortaya
çıkan Japon bankaları devlet desteği ile ayakta durur hale geldi.
- Son birkaç yıldırYen'in değedenmesinden kaynaklanan büyüme eğilimi var.
Ancak işsizlik sorunu devam ediyor. (1980 %2, 2003%6)
- Bölgesel rekabet gücü nedeniyle sanayi üretiminin zaman içinde zayıflama
sorunu devam ediyor. Japonya sanayisi seri üretim üzerine kurulmuştu.
Ancak dünya trendi çeşitliliğe, yüksek teknolojiye ve hizmet sektörü ağırlıklı
yapıya doğru gitti.
- Mali sektördeki sıkıntılar devam ediyor. Bir tarafta batık sorunu ile uğraşan
bankalar diğer taraftan da bu bankaları ayakta tutmaya çalışan kamu kesimi.
Bilindiği gibi Japon ekonomisinde geleceğe güveni sağlamaya yönelik olarak
devlet harcamaları devreye sokulmuştu. Ancak Milli Gelirin yüzde 8'ine kadar
104
yükselen bütçe açıkları nedeniyle kamu ciddi bir borç sarmalına: girmiş
durumda. Kamu Borcu'nun Milli Gelire oranı yüzde 140'lara ulaştı.
- Yaklaşık4 trilyon dolarlık Milli Geliri ile ABD' den sonra en büyük ekonomi
konumundaki Japonya yüzde 85 oranındaki iç pazarı harekete geçirmekte
ciddi sorun yaşıyor. Dış ticaret fazlası veren Japonya tüketici güvenini
sağlayamadığı için iç talebi harekete geçirmekte ciddi sorun yaşıyor. Faiz
oranları negatif düzeyde olan ülkede tasarruf yapmak adeta cezalandırılırken
yatırım yapmak ve/veya kredi kullandırmak teşvik edilmiş oluyor. Ancak bu
büyük ekonomi tüketici güvenini ve dolayısıyla iç talebi harekete geçirmede
zorlanıyor. Dünya ekonomisindeki gelişmeye bağlı olarak yaşamını devam
ettiriyor. Global düzeydeki olumsuzluklar anında Japon ekonomisine yansıyor.
Çin Ekonomisindeki mevcut durum ve
eğilimler
- 1978 yılında dışa açılan Çin çeyrek yüzyıldır ortalama yüzde 8 büyüme hızını
yakaladı. 2002 yılında dünya ekonomisindeki büyümenin yaklaşık yüzde 16'sı
Çin ekonomisinden kaynaklandı. Yüksek teknolojik ürünlerin yanı sıra emeğe
dayalı ürünlerin üretiminde kritik bir ülke konumuna geldi.
-Dış satım
ve içeride artan gelir ile iç talepteartan eğilim sürüyor.
-Enflasyon yüzde 3.3 düzeyinde, parası1995 yılından itibaren dolara endeksli.
Bu nedenle Doların Euro'ya karşı değer kaybı diren olarak Çin'in parasına da
değer kaybettiriyor ve Çin'in rekabet gücü olumlu yönde etkileniyor. (1995
yılında yüzde 30 devalüasyon yaparak Asya krizini atıatmış oldu. Şimdi
1$=8.28 Yuan)
- Direk yatırımların gözde ülkesi konumunda. Düşük ücret ve diğer
avantajları nedeniyle birçok ülke imalat sanayilerini Çin'e kaptırıyor. Bu
nedenle Çin uluslar arası doğrudan yatırımdan ciddi pay alıyor. Arz fazlasına
bakmaksızın yatırım eğiliminin artması, yatırım ortamının iyileştirilmiş
olması, tüm dünyayı Çin' e yatırım yapmaya zorluyor.
- Çin askeri ve siyasi yapısını küresel alanda güçlendiriyor.
- 1998 yılında yapılan yatırım hamlesi ile 10 yılda 1 trilyon $'lık yatırım projesi
uyguluyor. En az bunun yarısı kadar da yabancı sermaye çekmeyi hedefliyor.
- Dünya ticaretinde payı gittikçe artıyor ve büyüme eğilimi ile birlikte
hammadde ithalatını artırıyor. Dünya ihracatı içindeki payı 2000 yılında
yüzde 3.9 olan Çin 2003 yılında bu payını yüzde 6'nın üzerine taşıdı. Bu
105
·~----~-
gelişme
ithalatta da devam ediyor. Örneğin G. Kore ve Tayvan ABD'ye
maldan daha fazlasını Çin' e satıyor.
- Çin gerçekleştirdiği sanayi ihracatı ile başta ABD olmak üzere enflasyon
baskısını azaltıyordu. Ancak Çin'in ithalatındaki akıl almaz büyüme ve
ekonomik büyümesindeki gelişme dünyayı Çin kökenli maliyet baskı ile karşı
sattıkları
karşıya bıraktı.
- Çin tehlikelerden korunmak ve fırsatlardan yararlanmak yönünde en başarılı
ülke olmaya aday. Dünya' da faiz artırımı bu eğilimi daha da güçlendiriyor ...
Amerika'nın
Mali
Pervasızlığından Çıkarılacak
Dersler
Jeffrey D. Sachs
George W. Bush, Amerika'nın ekonomik politikasına, Amerika tarihindeki
diğer devlet başkanların dan, hatta aklı hocası Ronald Regan' dan bile daha çok
zarar verdi. Görevde bulunduğu üç yıl içinde, oluşturulması on yıl süren o
ince politik birliği yıktı. Bu birliğin yeniden sağlanması için muhtemelen bir
on yıl daha gerektirecektir. Bush, Amerika'nın ekonomik gücünü ve sosyal
dengesini riske attı. Aslında Amerika'nın kötü yönettiği uzun vadeli bütçe
planları tek değil. Bu nedenle diğer ülkeler, Amerika'nın mali hatalarından
önemli dersler çıkarmalıdır.
Mali politikanın en önemli sorunu; politikacıların, revaçta olmak için
yaptıkları geçici düzenlemelerdir. Politikacılar, vergileri indirip kamusal
harcamaları arttınrken diğer yandan devleti, ilerki tarihlerde ödenecek ağır
borçlar altına sokarlar. Bu oyun ancak birkaç yıl sürer. Bir süre sonra, bütçe
açıkları ve büyüyen kamu borçları, zorlu bir politika değişimine neden olur.
Üstelik kötü bir politikacı, kriz çıktığında-çoktan emekli olacaktır.
Bunca sorumsuzluk hikayesinden sonra seçmenierin bu tip oyunlara karşı
tedbirli olması beklenebilir. Ancak bugün Bush aynı oyunu oynamaktadır.
Yüksek vergi indirimleri yaparak, askeri harcamayı arttırarak, eğitim ve sağlık
giderlerini yükselterek halkın gözünü boyamaktadır. Sonuç, Gayri Safi Yurtiçi
Hasıla'nın (GSYİH) yüzde beşine denk gelen bir bütçe açığıdır.
Daha da kötü olan, Amerika'nın uzun vadeli bütçe planlarının, Bush'tan önce
zaten sorunlu olmasıdır. Amerika'nın nüfusu yaşlanmaktadır, yani sağlık ve
emeklilik sistemlerinin maliyetleri birdenbire yükselecektir. İnce hesaplar;
106
emeklilik sistemi,
sağlık
politikalarından doğacak
ve diğer kamu maliyetlerinin, Bush'un vergi
gelirlerden onlarca trilyon dolar fazla olacağını
göstermektedir.
Gün gelecek, vergilerin arttınlmasına ya da kamu harcamalarının
kısıtlanmasına ya da ikisine birden gereksinim duyulacaktır. Peki halk neden
hala bu politikaları destekliyor? Çünkü halk, kendilerine zarar verecek bu
uzun vadeli sonuçları anlamıyor ya da bu sonuçlarla ilgilenmiyor.
Vergi ödeyen zengin kesim, vergi indirimi sağladıkları için tabii ki mutlu.
Vergi ödeyenierin yüzde 5' i, yaklaşık yüzde 50 oranında indirimden
yararlandı. Bu zenginler, ilerde doğacak harcama kısıtlamalarının ve vergi
artışlarının yükünün, fakirler ve orta sınıf tarafından omuzlanmasını
bekliyorlar. Bu arada, Bush, fakirleri ve orta sınıfı mutlu olmaları gerektiğine
ikna etmeye çalışıyor. Tabii onlara güncel vergi indirimlerinin ilerdeki
hizmetleri daha büyük ölçüde azahacağını söylemiyor. ( eğer onun politikaları
uzun vadede geçerli olursa )
Eğer Amerikalıların politik hafızaları olsaydı, bu dolambaçlı yollardan daha
önce de geçtiklerini anlarlardı. 20 yıl önce Ronald Regan, yüksek vergi
indirimleri yapmayı ve askeri harcamayı arttırınayı vadederek başa geçmişti.
Sonuç ise ı 980'lerin ortasında ortaya çıkan yüksek bütçe açıklarıydı.
Vergi indirimleri, Regan'ı oldukça popüler yaptı ve 1984'te tekrar seçilmesini
sağladı. Bütçeyi pozitif sayılara ulaştırmak on yıldan fazla zaman aldı. (
Reagan'ın ikinci dönemini, George Bush, Sr ve Bill Clinton'ın başta olduğu
dönemler boyunca ) Tabiki bu daha sonra, vergi artırımları gündeme geldi ve
George Bush, Sr'ın tekrar seçilmesine malold u. Böylece ı 990'ların
kutuplaşmış politikaları başlamış oldu.
Tarih mutlaka tekerrür edecektir. Bush yönetimindeki bazı sağ kanatlı
ideolojiler, bugünün bütçe açıklarının sonunda hükümeti sosyal harcamaları
sert bir şekilde kesrnek zorunda bırakacağına inanıyorlar. Bu kişiler, sosyal
güvenlik ve sağlık gibi programların kaldırılmasını umut ediyorlar. Ama
Amerikan halkı bu sosyal programları güçlü bir şekilde destekliyor. Bu suretle,
sağ kanat, ilk olarak sosyal programlarda kesintilere yol açmak için vergi
indirme stratejisi uygulayacak, bu başarısız strateji ile sonunda vergi oranları
yükselrnek zorunda kalacaktır.
Bush yönetimindeki diğerleri ise, vergi indirimlerinin Amerikan
ekonomisinin durgunluktan çıkması için önemli olduğunu savunuyorlar. Bu
ıo7
düşünce de yanlış. Amerikan ekonomisi vergi kesintisi olmadan da
düzelebilir, belki de böylesi daha sağlıklı olur. Ne olursa olsun, uzun vadeli
vergi politikalarını, kısa vadeli konjonktür dalgalanmalarına göre oluşturmak
çok büyük bir hata.
Burada diğer ülkeler için iki önemli ders çıkarılabilir. Birincisi; bütçe açığının
büyümesi er ya da geç Amerika'nın uluslararası gücünü sınırlayacaktır.
Amerika, Irak savaşını sadece savaşı yüksek vergilerle karşılamak zorunda
kalmayacağı için destekledi. Amerikalılar yabancı ülkelere maceralar ile
yüksek vergi arasında seçim yapmaya zorlanınca, sınırları dışındaki masraflı
askeri operasyonları isteksiz de olsa destekleyeceklerdi. Aslında, Amerika
kamu vicdanİ ile Bush'tan kalan finansal karışıklık arasında ikiye bölünecekti.
İkinci ders ise ülkelerin bütçelerini yaparken yaşlanan nüfusun getireceği
yüksek finansal yükü de hesaba katmaları gerektiğidir. Vergi ödeyenler ile
parlamento, nadiren uzun vadedeki bütçe şartlarını göz önüne alırlar.
Hükümetlerin, bütçede kısa vadeli manipülasyon eğilimlerine engel olmak
için, yıllık bütçe taslaklarını uzun vadeli bütçe değerlendirmeleri ile birlikte
sunmaları gerekmektedir.
Amerika örneği diğer ülkeler için bir erken uyarıdır. Beyaz Saray, diğer
ülkeleri, sihirbazların televizyoncia izleyicilerini uyardığı gibi uyarabilir : "
Bunu evde denemeyiniz."
108
4. Büyümenin Sürekliliği için Yapısal Reformların Hayata
Geçirilmesi,
Türkiye' de son yıllarda en çok konuşulan buna karşın hayata geçirilmesi
konusunda en fazla direnilen ve önemi kavranmayan konu da yapısal
reformlar. Yapısal reformlar istikrarlı, uluslararası rekabete açık ve verimli bir
ekonomik yapı için temel koşul olmasına rağmen içerik olarak da pek içi
doldurulamayan konu haline geldi. Yapılan girişimler ya eksik yada ülke
koşullarına uzak uygulamalara sahne oldu.
Türkiye; siyasetin neredeyse "her şeye hakim olduğu", ekonominin siyasi
amaçlar (oy maksimizasyonu) doğrultusunda yapılandığı, hukuk siteminin ise
yine siyaset tarafından yönlendirilip neredeyse "ayaklar altına alındığı" bir yapı
içinde yönetilmeye çalışılıyordu. Oysa olması gereken öncelikle hukukun
üstünlüğü ve herkese eşit olarak uygulanması, ekonominin rekabet koşulları
içinde örgütlendiği verimli bir yapıya kavuşması ve siyasetin de bu çerçeve
içinde yapıldığı bir sistemin kurulmasıydı. Yapısal reformların temel hedefi
siyasetin belirleyici olduğu yapıyı hukukun üstünlüğüne dayalı bir yapıya
dönüştürmekti.
Uygulamadaki temel eksiklik reformların belirli bir bütünsellik içinde
uygulanması yerine parça parça ve deneme yanılma yöntemine dayalı olarak
uygulanmasıydı. Oysa bütünsellik etkinlik ve dönüşüm açısından son derece
önemli bir konuydu. Öncelikle bu konunun altını çizmek gerekiyor.
Çerçeveyi çizmek gerekirse;
• Öncelikle ciddi bir hukuk reformuna gereksinim var. Etkin ve hızlı işleyen
dünyanın değişen koşullarına uygun herkese eşit derecede uzak bağımsız bir
hukuk sistemi yapısal reformların olmazsa olmaz koşulunu oluşturuyor.
• Siyasetin elinde bulunan tüm konular; yeni tarım sektörü, mali sistem, sosyal
güvenlik sistemi, kamu idareleri ve bürokrasi, vergi sistemi, Merkez Bankası,
Enerji sektörü, KİT'ler belirli bir reforma çerçevesinde yeniden yapılanacak ve
yeniden yapılanmaya uygun bir hukuk sistemi oluşturulacak.
• Bu konulardan yalnızca örneğin özelleştirme ve/veya tarım kesimi üzerinde
çalışmak yeterli değil. Bir bütünsellik gerekiyor. Söz konusu bütünsellik
yapısal reformların önündeki engellerin ortadan kaldırılmasını da içeriyor.
Öncelikle yapısal reformların önündeki en büyük engelin yani siyasi anlayışın
değişmesi, diğer taraftan da toplumun tüm kesimlerinin eğitilmesi ve
109
toplumsal uzlaşmanın sağlanarak ekonomideki belirsizliklerin ortadan
kaldırılması gerekiyor. Tüm bu çalışmalar bir bütünsellik içinde büyümenin
nasıl sağlanacağı konusuna kilidenecek ki istihdam, kamu borcu, yetersiz
tasarruf-kaynak ve cılız fınans yapısındaki sorunlar aşılabilsin.
Ancak tüm bu temel hedeflere
Yapısal
rağmen
2001
yılının
ikinci
çeyreğinde yapısal
reformlar neden gerekli?
• Şeffaflığın sağlanması
• Yolsuzluğun azami ölçüde azaltılması
• Kıt kaynakların etkin kullanım ve etkin dağılımı için sağlıklı bir rekabet
ortamının yaratılması
reformlara ilişkin yasal düzenlemeler gündeme geldiğinde ortalık karışmış,
ilgili kesimler konunun önemine ilişkin nutuklar atmaya başlamıştı. Fakat
bugün IMF'nin yapısal reformlar konusunda 2001 yılında olduğu gibi çok
ısrarcı olmadığı dikkat çekiyor. Bunda IMF'ye sosyal konularda yapılan
eleştirilerin ve ABD'nin ll Eylül sonrası değişen uluslar arası politika
stratejilerinin büyük etkisi olduğunu açık. Oysa sosyal güvenlik sisteminin
açıkları büyüdükçe bütçe üzerindeki yük artmaya devam ediyor. Kapsamlı bir
vergi reformu yerine keyfi ve hukuksuz uygulamalar yanı sıra aflarla günlük
gereksinimler karşılanmaya çalışılıyor. Tarımsal verimlilik artışını hedeflernesi
gereken tarım reformu ise tümüyle ihmal edilmiş durumda; bilinçsizce ve
Türkiye'nin koşullarından uzak sistemlerle üreticiyi destekleyecek yeni yapı
için adımlar atılamıyor. Özelleştirme hedefleri ise yine yakalanamamaya
devam ediliyor; gelir hedefi ön planda olduğu için işler aksıyor. Zorunlu
olarak benimsenen zamana yaygın çözüm nedeniyle mali sektör reformunda
gerekli ve yeterli mesafe kaydedilemiyor; kırliganlık yüksek düzeyini koruyor.
Kamu yönetimine belirli bir disiplin getireceği iddia edilen kamu ihale yasası
ise iki kez değiştirilerek amacından uzaklaştınlıyor fakat ilgili kesimler ağzını
açamıyor. Kamu yönetimindeki aksaklıklar giderilemiyor. Bu olumsuzluklar
nedeniyle bir sistem oluşaınıyar ve çalışmıyor; boşluklar belirsizlik yaratacak
keyfi uygulamalarla dolduruluyor. Hal böyle olunca da kıt kaynaklar etkin bir
biçimde kullanılamıyor ve doğrudan yatırım ilgisi olması gerekenin tam aksi
yönde olmaya devam ediyor. Oysa istikrarın kalıcı olabilmesinin yapısal
reformlara bağlı olduğunu ve orta vadeli kalıcı iyileşmenin ancak bu şekilde
sağlanabileceğini biliyoruz.
110
5. Her yıl yüklü (7-8 milyar dolar) direk yabancı sermayenin
çekilmesi, gelen sermayenin yalnızca iç talebi karşılamak için değil
ihracat amacıyla da gelmesi ve istihdama katkıda bulunması,
Tüketici kredisi itişle iç talep kaynaklı büyümenin cari işlemler dengesi
üzerindeki tahribatını tartıştık. Türkiye'nin temel sorunlarından biri bu açığın
nasıl finanse edileceği, diğeri ise işsizlik sorununa nasıl çözüm bulunacağı. ..
Cari açığın fınansmanında ağırlıklı olarak kısa vadeli borçlanmanın ve net hata
noksan kalemi altında giren sıcak paranın bulunduğunu biliyoruz. Örneğin
2003 yılında 6.8 milyar dolarlık cari açığın 4.9 milyar dolarının nedeni
bilinmeyen döviz girişinden sağlandığını Merkez Bankası'nın ödemeler dengesi
istatistiklerinden saptayabiliyoruz. Oysa nedeni bilinmeyen ve/veya sıcak para
ile fonlanan cari açığın orta ve uzun vadede sürdürülebilirliği Asya krizi
deneyiminde oldukça tartışmalı. 2004 yılında 10 milyar doların üzerinde cari
açığa doğru gidildiğine göre bu açığın da yine sağlam olmayan kaynaklardan
kapatılması tedirginliği ve geleceğe ilişkin belirsizliği artırıyor.
Uygulanan ve uygulanması düşünülen yeni programın TL' nın değerlenmesine
dayandığı gerçeğinden hareketle cari açığın fınansmanında ve Türkiye'nin en
önemli sorunu olan istihdam sorununun çözümünde yabancı sermayenin
önemi tartışmasız biçimde büyüyor.
Gerek şu anda uygulanan gerekse 2005 yılı başından itibaren uygulanması
hedeflenen üç yıllık program yabancı sermayenin girişine dayanıyor.
Türkiye'nin son iki yıldır AB üyeliği konusunda attığı adımlar ve global
trendlere uyum sağlama girişimlerinin ardında yabancı sermayenin geleceği
beklentisi yatıyor. 2004 yılının ikinci yarısına kadar 2000 yılında başlayan
programın bu konuda başarısız olduğu biliniyor. Ancak buna rağmen
bilmemiz gereken bir başka gerçek daha var: Programın doğası gereği cari
açığın finansmanı ve istihdam sorununun hafıfletilmesi yabancı sermaye
girişine bağlı. Çünkü Türkiye'nin uygulanan program çerçevesinde bunu
kendi dinamikleri ile gerçekleştirecek gücü yok. Program da bu dinamikleri
ortaya çıkarmak yerine kamu borcunun çevrilmesi için bu dinamikleri feda
etmeye devam ediyor.
6. Türk Lirasının daha fazla aşırı değerli hale gelmemesi,
2002
yılında
IMF ile
yapılan
üç
yıllık anlaşmada
lll
daha önce de bu
programı
analiz ederken belirttiğimiz gibi Türkiye'nin ihracata yönelik büyüme modeli
çerçevesinde hareket edeceği belirtilmişti. Öncelikle bu konunun altını çizmek
gerekiyor. Çünkü Türkiye'nin yabancı sermayeyi çekmeye zorlandığı bir
ortamda en azından rekabet gücünü koruması ve bu çerçevede dış açık
konusunda duyarlı davranması gerekiyor. Türkiye'nin 1997 yılında Asya'da
başlayan ve Rusya, Brezilya gibi ülkelerle devam eden krizden gereken dersi
alması artık kaçınılmaz bulunuyor. Çünkü "sıcak para" ile finanse edilen dış
açığın kısa dönemde sürdürülebilir ancak orta ve uzun dönemde
sürdürülemez olduğunu, eninde sonunda bir kriz yaşanmasının kaçınılmaz
olduğunun anlaşılması gerekiyor. Hiç kuşkusuz bir ülkenin rekabet gücünün
artırılması ve dış açık konusunda sorun yaşamaması için yalnızca ülke
parasının değer yitirmesi gerekmiyor. Verimlilik artışında sağlanacak başarı da
ülke parasının değerliliğinin dış ticaret açığı üzerindeki olumsuz etkisini
ortadan kaldırabiliyor ve ülkeye sağlıklı bir rekabet gücü kazandırıyor.
Öncelikle Türkiye' de kurdaki değerliliğin ve bunun etkilerinin ortaya konması
gerekiyor ve buna bağlı olarak Türkiye'nin rekabet gücünü tartışmak gerekiyor.
Grafik 1O: Reel Efektif Döviz Kuru (Türk
160
150
Bazlı
-
Tüfe
-
Tefe Bazlı Reel Efektif Kuru (1995-100)
Parası Değerli
mi?)
Reel Efektif Kuru (1995-100)
--------------------------------------------
140
130
120
110
100
90
80
,.... ,.... ,.... co
o
o
co co
"' "'>- a"' -"'"' "'>- a"' -"'"' "'>- a"' -"'"' "'>- a"' -"'"'"' "'"'>- a"'"' -"'o o>u
"' :;., o"' ~"' :;., o"'u ~"' :;., o"'u ~"' :;., o"'u ~"' >. o"'u ~"'
o"' ~
U"l
U"l
U"l
lO
lO
lO
-"'
IJ
u.ı
u.ı
u.ı
u.ı
u.ı
o
o
a
:;.,
u.ı
;; ;; ;;
-"'
o"'
u
>-
"'
~
a
:;.,
u.ı
N
o
-"'
o"'
u
N
o
>-
"'
~
N
(V)
a
-"'
o
:;.,
u.ı
o
o"'
u
(V)
o
>-
"'
~
(V)
o
a
:;.,
LU
Kaynak: TCMB
a. Dış ticarette rekabet gücünü gösteren parametrelerden birinin de reel efektif
döviz kuru olduğu biliniyor. T.C. Merkez Bankası tarafından 1995 yılı baz
alınarak gerek TEPE, gerekse TÜFE için reel efektif döviz kuru hesaplanıyor.
112
o """
"""
o
-"'
o"'
u
>-
"'
~
Kısaca reel
yaptığımız
efektif döviz kuru Türkiye'nin enflasyon göstergelerini ticaret
ve rakip olan ülkelerin enflasyonları ile karşılaştırarak olması
gereken kur endeksini hesaplıyor. Bu yaklaşıma göre kabaca olması gereken
kur değişiminin diğer ülkelerle Türkiye'nin enflasyonu arasındaki fark kadar
olması gerekiyor. Grafikte ıoo ile gösterilen çizgi olması gereken kuru ifade
ediyor. Eğer grafik ıOO'ün üzerinde ise Türk Parası'nın değer kazandığını
altında ise değer yitirdiğini gösteriyor. Örneğin 200 ı yılı Şubat ayındaki çizgi
izlendiğinde Türk parasının TÜPE'ye göre yüzde 48, TEPE'ye göre ise yüzde
ı8 oranında değerli olduğu kabul ediliyor, tabii ki ı995 yılındaki kurun doğru
olduğu varsıyı ile bu sonuca varılıyor. Bu dönemde dış ticaret açığının arttığı
ve cari açığın Milli Gelire oranının yüzde S'e yani 9.8 milyar dolara ulaştığı
biliniyor.
b. 2004 yılının Haziran ayı itibariyle ise Türk Lirasındaki değerlilik (ı +0. 77
Euro'dan oluşan sepet bazında TEPE ve TÜPE'ye göre yüzde 28 ile 38 arasında
değerli görünüyor.
c. Türk parasının değerli olmasının direk olarak dış ticaret ile bağlantılı
olduğunu biliyoruz ve özellikle değerli Türk Lirasının iç talep artışı ile
birleştiğinde ithalatı ciddi biçimde artırdığı biliniyor. İhracat üzerinde de
etkisi var ancak iç talep ile uyarılmış ithalat daha belirleyici. Ancak ihracatçıyı
olumsuz etkilediğini de belirtmek gerekiyor. Ama bu ilişkiyi maliyetleri
dikkate alarak açıklamak gerekiyor.
d. İhracatın "motor" güçlerinden birini oluşturan (sanayi ürünleri ihracatının
yüzde 30'u) hazır giyim ve konfeksiyon sektörü için yapılan bir araştırmaya
dikkat çekelim: Sektörde rekabet koşullarının gittikçe kötüleştiğinin bir
göstergesi olarak maliyet (iplik ve kumaş fiyatları) ve kur endeksi aşağıdaki
tabloda yer alıyor. "OOı yılının ikinci yarısından itibaren maliyet artışının
sürekli kur artışının üzerinde kaldığı gözlemleniyor. Diğer taraftan bu sektörde
üretim maliyetleri içinde yüzde 30 ile en önemli paya sahip olan işgücü
maliyetlerinin 2004 yılı başında yüzde 40'lık bir artış yaşandığı da biliniyor.
Dünyada yaşanan yoğun rekabet sonucu ihracat birim fiyatlarının sürekli
gerilediği de dikkate alındığında sanayi ihracatının yüzde 30'unu, istihdamın
da yine yüzde 30'unu "taşıyan" sektörün durumu açıkça ortaya çıkıyor.
ıl3
Tablo 14: Hazır giyim sektörünün rekabet koşullarındaki gelişmeler (Maliyet ve Kur Endeksi ne
göre)
Dönemler
2000 1. yarı
2000 2. yarı
20011. yarı
2001 2. yarı
2002 1. yarı
2002 2. yarı
2003 1. yarı
2003 2. yarı
2004 1. yarı
Maliyet endeksi
100
116.3
158.1
226.1
256.9
290.8
320.6
337.8
354.6
Euro Endeksi
100
104.3
156.8
231.6
220.8
287.3
309.4
290.9
303.1
Dolar endeksi
100
112.9
168.6
248.7
235.7
277.8
269.2
241.1
236.9
Kaynak: IT KIB Temmuz 2004 'Hazırgiyim ve Konfeksiyon Sektörünün 2004 Ocak-Haziran Ihracat Performans
Değerlendirmesi'
e. Son yıllarda verimlik artışında yaşanan olumlu gelişmelerin rekabet gücü
üzerindeki olumlu etkisinin yükselen maliyetler sonucu azaldığı ve kar
marjlarının gerilediği artık iş dünyası tarafindan sıklıkla dile getiriliyor. İhracatta
ve özellikle katma değeri yüksek olan ve istihdam üzerinde tartışmasız etkiye
sahip sektörlerde kar marjındaki daralma daha dikkat çekici. Diğer taraftan
ihracattaki artışa etkisinin büyük olduğunu bildiğimiz otomotiv sektöründe (100
dolarlık ihracat için yaklaşık 75 dolar ithalat yapılan ve katma değeri nisbi olarak
düşük olan sektör) dahi azalan kar hadleri ciddi bir sorun oluşturmaya devam
ediyor. Oysa kar yeni istihdam yaratacak yatırımların iticini gücünü oluşturuyor.
Kar yapmakta zorlanan sektörlere verimlik artışı dışında başka bir seçenek
kalmıyor. Ancak artan maliyetler (işgücü, vergi, enerji, diğer hammaddeler)
verimlik artışından sağlanmaya çalışılan karların önemli bölümünü de alıp
götürüyor. Dolayısıyla burada kurun düzeyi önemli olmaya başlıyor.
f. Dış ticaret açığının "tehlikeli boyutlara" ulaşmaması için rekabet gücünün
önemini yeniden ifade etmeye gerek yok. Ancak Türkiye' de uygulanan kur
sisteminin "dalgalı kur sistemi olduğu ve döviz kurunun piyasada arz ve talep
tarafından belirlendiği" yönündeki iddialar da önemli. Öncelikle dalgalı kur
sisteminin temel özelliklerini; avantaj ve dezavantajlarını aşağıdaki tabloda
özet olarak gösterdim;
114
DALGALI KUR NASIL ÇALlŞlR?
Acaba dalgalı kur sisteminde kurlar nasıl oluşuyor? Merkez Bankası dışında da
kuru etkileyen faktörler var mı?
Aslında dalgalı kur sistemlerinde kurun tahminini yapmak çok zor. Ancak
olması gerekeni hesaplayabilirsiniz. Bu hesaplama Satınalma Gücü Paritesi
dediğimiz yaklaşımla yapılıyor ...
Örneğin, 2002 yılı başında Bir Amerikan Doları bir milyon 430 bin lira
civarındaydı. Aynı yıl Türkiye'de enflasyon yüzde 30 gerçekleşirken, Amerikan
enflasyonu yüzde 2 oldu. Bu koşullarda 2002 yılı sonunda olması gereken kur
nedir dersek, yukarıdaki yönteme göre hesaplandığıncia bir milyon 822 bin lira
civarında olması gerekirdi. Ama yıl sonunda bir milyon 630 bin lira oldu.
Bu hesaplamaya çeşitli itirazlar olabilir. Euro, Amerikan Dalarına karşı 2002
yılında yüzde 5.5 değer kazandı diyebilirsiniz. Doğru...
·
O zaman bunun etkisini kaldırın yukarıdaki hesaplama modeline göre bir
milyon 700 bin liranın altında olmaması gerekir. Diğer taraftan bir milyon 430
bin liranın da olması gereken kur olup olmadığını da sorgularsınız.
Doğrudur ... 2002 başındaki kur daha yukarıda olması gerekirdi ...
Bizim işimiz burada bunun doğruluğunu tartışmak değil. Sadece dalgalı kur
sisteminde kurların oluşumu ile ilgili yaklaşımları analiz etmek... Şimdi
gelelim ikincisine ...
İki para arasındaki nispi faiz farklılıkları da döviz kurunun belirlenmesinde
etkili oluyor. Örneğin Euro'nun faizi yüzde 3.5 ama Amerikan Dolarının faizi
yüzde 1.5 ise piyasa oyuncuları burada devreye giriyor ...
Amerikan dolarını yüzde 1.5' dan borçlanan yatırımcı borçlandığı doları
Euro'ya çevirip yüzde 3.5 faiz getiri elde etmek için girişimde bulunuyor. Dolar
satıcılı, Euro alıcılı olduğu için de Euro Amerikan dalarına karşı değer
kazanabiliyor ...
Döviz kurlarının oluşumundaki diğer ekonomik faktörler ise ülkelerin
ekonomik performansları ile ilgili ... Büyüme oranı, işsizlik oranı, vergiler,
ihracat ve ithalat dahil Ödemeler Dengesi'ndeki gelişmeler, Kamu Borçları,
Kamu açıkları ve bu açıkların sürdürebilirliği, enflasyon, reel faiz oranı gibi
birçok makro ekonomik faktör bir ülke parasının değerinin belirlenmesinde
etkili oluyor ...
Dalgalı kur sisteminde döviz kurunun oluşumu ile ilgili saydığımız üç
ekonomik faktörün yanı sıra; politik yapı ve toplumsal davranışlar gibi birçok
ekonomi dışı faktör de döviz kurunu etkiliyor ...
115
Tablo.
Dalgalı
Kur Sisteminin Avantaj ve
Avantajlar
• Dışsal/reel şoklara karşı direnç
• Dış ticarette rekabet gücü
• Bağımsız para politikası (Merkez
yalnızca sısa vadeli faz oranlarının
belirlenmesi ile uğraşır)
Dezavantajları
Dezavantajlar
• Enflasyon ithali
• Ticari ve finansal faaliyetlerin artan risk
Bankası
karşılığında daralması
• Kur riskinin reel ve finansal kesimde
yarattığı tahribatı
g. Türkiye 2003 yılında ı 4 milyar dolar dış ticaret açığı, 6.8 milyar dolar de cari
işlemler açığı veren bir ülke oldu. 2004 yılının ilk beş ayında 8.4 milyar dolar cari
açık verirken, altı aylık dış ticaret açığı ise ı6.8 milyar dolara ulaştı. Merkez
Bankası'nın bu arada bavul ticaretinin hesaplanmasındaki sorunları da
ekiediğimizde cari açığın 2004 yılında "alarm sinyali vermeyecek" durumda
tutulması konusunda yaklaşımları da değerlendirmeye dahil etmemiz gerekiyor.
h. Dalgalı kur sisteminin en önemli avantajı dış ticarette rekabet kazandırma
özelliği. Oysa "şok" denebilecek 2004 yılı gelişmelerine rağmen Türk Lirası'nın
değerlenıneye devam etmesi dalgalı kur sistemi ile bağdaşmıyor. Kurların bu
açığa tepki göstermesi gerekiyor ama nedense (!) bu tepki ortaya çıkmıyor.
Burada kurumların pozisyonları ile beklenti yönetiminin önemli etkisi
olduğunu görüyoruz. Örneğin Merkez Bankası 2003 yılının Mart ayından 2004
yılının Mart ayına kadar dövizde "tek alıcının kendileri" olduğunu açıklıyor ama
Merkez Bankası bilançosu "tek" alıcı iddiasını doğrulamıyor. Merkez Bankası
piyasalara müdahale edip döviz alıyor ama aynı zamanda gereksinimi olanlara
da döviz satmaya devam ediyor.
Merkez Bankası ve döviz kurları
Döviz konusunda yapılan bir diğer tartışma ise Merkez Bankası'nın ne kadar
döviz aldığı ile ilgili. Bilindiği gibi Merkez Bankası piyasadan direk veya ihale
yöntemi ile döviz alabiliyor. Bugünlerde günlük ihalelerle maksimim 80 milyon
dolarlık döviz alımı yapacağını açıkladı. Yine son bir ay içinde piyasaya girerek
büyük miktarda (ı milyar doların biraz üzerinde) döviz alımı da gerçekleştirdi.
Merkez Bankası başkanı kamuoyunda sık sık "kendilerinden başka döviz alımı
yapanın olmadığı" yönünde açıklamalar yapıyor. Ayrıca Merkez Bankası'nın
8-9 milyar dolar civarında döviz alımı yaptığını belirtiyor.
116
Bu türden açıklamalar kamuoyunda doğal olarak farklı algılanıyor. Şirketler,
bankalar olmak üzere fınans kurumları ve bireysel yatırımcılar; "madem
ki döviz alan yok bu durumda biz niye alalım, tam tersi biz de satalım ve yüksek
TL getiriden yararlanalım" biçiminde psikolojik bir algılama içine giriyor.
başta
Şimdi de Merkez Bankası başkanının sıklıkla dile getirdiği 8-9 milyar dolarlık
döviz alımına. Merkez Bankası eğer döviz alıyorsa bunu bizim bankanın
bilançosuna bakarak görmemiz gerekiyor. Merkez Bankası'nın Döviz
Varlıkları ile Döviz Borçları arasındaki fark bankanın Net Döviz Rezervini
gösteriyor. Buradan hareketle bankanın aldığı "net" döviz miktarı saptanabilir.
Aşağıdaki tablo bankanın Net Döviz Pozisyonundaki gelişmeyi gösteriyor;
Merkez Bankası'nın Net Döviz Pozisyonu (Milyon$)
-911
28 Mart 2003
31 Ekim 2003
2.689
54
26 Aralık 2003
13 Şubat 2004
1.191
ABD'nin Irak işgalinde sıcak savaşın sonu olarak kabul edebileceğimiz 28 Mart
2003 tarihinde Merkez Bankası'nın Döviz Varlıkları ile Döviz Yükümlülükleri
arasındaki fark yani Net Döviz Pozisyonu 911 milyon dolar açık veriyordu.
Yani bankanın döviz varlıkları döviz borçlarının altındaydı. Bu bankanın 911
milyon dolarlık açık pozisyonda olduğunu gösteriyor.
Ancak sıcak savaşın sona ermesi ile sistem dışına çıkan dövizlerin yeniden
sisteme girmesi, yaz aylarında gelen işçi dövizi ve turizm gelirleriyle artan döviz
bolluğu sonucu bankanın döviz alımlarıyla birleştiğinde bankanın açık
pozisyonunu kapattığını ve 2 milyar 689 milyon dolarlık döviz pozisyon
fazlalığına geçtiği gözleniyor. Yani Merkez Bankası aldığı dövizler ile 911
milyon dolarlık döviz açığını kapattığı gibi 2 milyar 689 milyar dolarlık
fazlalığa geçiyor. Böylece geçen yılın Mart ile Ekim ayları arasında bankanın
aldığı döviz miktarını saptayabiliyoruz: Banka bu dönemde 3 milyar 600
milyon dolar net döviz almış
Ancak Ekim ile Aralık ayı arasında bankanın 2 milyar 635 milyon dolar döviz
sattığını gözlemliyoruz. Çünkü Aralık ayı sonunda Merkez Bankası'nın net
döviz fazlalığı 54 milyon dolara gerilemiş.
Merkez Bankası'nın en son 13 Şubat 2004 tarihli bilançosuna göre; bankanın
net döviz pozisyon fazlası bir milyar 191 milyon dolar olmuş. Bu da bankanın
117
yılbaşından
13 Şubata kadar net bir milyar 137 milyon dolar döviz aldığını
gösteriyor.
Toparlarsak, Merkez sıcak savaşın bittiği 2003 yılının Mart ayından 2004
yılının 13 Şubatına kadar 2 milyar 102 milyar dolar net döviz satın almış.
Böylece Merk~z Bankası'nın aldığı net dövizi saptamış olduk.
Bu durumda MerkezBankası'nın sıkça dile getirdiği 10 milyar doların üzerinde
döviz aldık savunmasının ne kadar doğru olduğunu görebiliyoruz. Banka aldığı
dövizin miktarını belirtirken sattığı dövizi veya döviz varlıklarındaki azalmayı
dile getirmiyor. Bu da piyasada yanlış bir algılamaya yol açıyor. Kısaca Merkez
Bankası beklenti yönetiminde başarılı oluyor.
Dövizi bu kadar aşağıda tutan hareketin 2.6 milyar dolarlık bir rakam
olduğunu görmemiz gerekiyor. Büyük ölçüde dış destek ve psikolojik
nedenlerle oluşan hareket ve TL' nin değerlenınesi kimlerin işine yarıyar acaba?
ı. Türk Lirasının değer kazanması öncelikle Hazine'nin işine yarıyor. Çünkü
Hazine 2001 yılında bankaların aktifındeki TL cinsinden kağıtları dövize
endeksli hale getirerek ve döviz talebini durdurmak için döviz-dövize endeksli
borçlanma senedi ihraç ederek yalnızca dış borçlarından kaynaklanan değil, iç
borçlarının bir bölümünün de dövize endeksli hale getirilmesi sonucu ciddi kur
riski taşıyan bir borç portföyüne sahip. 2004 yılının Mayıs ayı itibariyle analiz
edildiğinde; ki önceki dönemlerde döviz cinsinden borçlanmanın ağırlığı çok
daha yüksektir, 204 milyar dolarlık toplam borç stoğunun yaklaşık 63 milyar
doları dış borçtan, 141 milyar dolar da iç borçtan oluşuyor. Ancak iç borçların
yaklaşık 22 milyar doları da döviz endeksli yani Hazine borçlarının yaklaşık 85
milyar doları döviz ve/veya dövize endeksli. Buna karşın Hazine Türk Lirası
cinsinden gelir (vergi toplayan) elde eden bir kurum. Dolayısıyla ciddi bir açık
pozisyona sahip. Bu durumda kurların yükselmesi Hazine açısından oldukça
olumsuz bir tablo ortaya çıkarıyor. Diğer taraftan Hazine'nin borçlanma
maliyeti de Türk Lirası'nın değer kazanması ile birlikte azalıyor. Türk Lirası
borçlanmaya ciddi faiz ödemeyen Hazine, dövizin aşağı doğru seyretmesi ile
birlikte döviz cinsinden borçlanmaya düşük reel faiz ödemiş oluyor ve ortalama
borçlanma maliyetini aşağı doğru çekebiliyor. Aşağıdaki tabloda bu durum
açıkça görülebiliyor. Dış borcun reel faiz yükü de dahil edildiğinde kurların
aşağı doğru seyretmesinin Hazine borçlanması üzerinde ne kadar olumlu etki
yaptığını herhalde tartışmaya gerek kalmıyor.
118
i. Döviz kurlarından etkilerrecek diğer kesim ise mali sistem. Döviz kurlarındaki
artışın faiz oranlarını tetiklediğini biliyoruz. Faiz oranlarının yükselmesi
durumunda bankacılık sistemi başta olmak üzere aktifinde ciddi boyutlarda
menkul kıyınet (Devlet iç Borçlanma Senetleri, Eurobond, diğer borçlanma
senetleri, hisse senedi vbz.) taşıyan kurumların bundan etkileneceklerini
biliyoruz. 2002 ve 2003 yıllarında, ki 2001 yılında bu oran daha yüksektir,
bankaların aktifleri içinde menkul kıymetlerin payı yüzde 40'lı seviyelerde
bulunuyor. Bir diğer ifade ile bankalar mevduatlarının yaklaşık yüzde 67'sini
Devlet İç Borç Senedi (DİBS) olarak tutuyor. Bu oran kamu bankalarında yüzde
83'e yükseliyor.
Tablo 17. Bankaların Aktif Yapısı
Li KiT AKTIFLER
MENKUL DEGERLER CÜZDANI
MD
-Satılmaya Hazır MD
- Vadeye Kadar Elde Tut. MD
KREDiLER
- Takipteki Krediler
- Özel Karşılıklar
DURAN AKTiFLER
- Iştirakler
- Baqlı Ortaklıklar
- Maddi Duran Varlıklar
- Maddi Olmayan Duran Varlıklar
DiGER AKTiFLER
TOPLAM AKTiFLER
-Alım Satım Amaçlı
2003 (TrHyonTL)
36.284
106.910
30.026
30.668
46.217
74.929
8.629
7.641
19.242
2.386
6.252
10.196
407
17.315
249.750
2003
%ı:ıay_
14.5
42.8
12.0
12.2
18.5
28.0
3.4
3.0
7.7
1.4
2.5
4.0
0.1
6.9
100.0
2002 % R_ay_
16.2
40.5
9.8
8.3
22.4
26.5
4.9
3.1
8.5
1.4
2.5
4.5
0.2
8.5
100.0
Kaynak: TBB Istatistiki Raporlar. internet Sitesi'inden derlenmiştir.
j. Mali sistemdeki yüklü DİBS portföyünün bulunması, döviz kurlarının
artmasıyla birlikte yükselecek faiz oranlarıyla birlikte değer kaybıyla karşı
karşıya kalacağı gerçeği biliniyor. Bu durumda bankaların aktif yapılarında ciddi
bir bozulmanın ortaya çıkması kaçınılmaz oluyor. Diğer taraftan uzun yıllardır
döviz borçlanıp bunu Türk Lirası'na çevirerek yapılan açık pozisyonlar 2000
119
yılındaki
gibi yüksek boyutlarda olmasa da yine mali sistem ve mali sistemden
döviz borçlanarak bunu TL'ye geçen reel kesimi de zor durumda bırakabilecek
k. Türk Lirasının değerli tutulmasının bir diğer sonucunun da artan ithalat ve
bununla birlikte ithalden alınan KDV'lerin de artması olduğunu biliyoruz.
Ekonomik büyümeye rağmen 2004 yılının ilk yarısında vergi toplamakta
zorlanan Maliye Bakanlığı'nın yardımına iç talepteki artış sonucu belirli
sektörlerdeki KDV artışı ve ithalattan alınan vergiler koştu.
1. Türk parasının değerlenınesi ile başlayan; tüketici kredisi destekli belirli
sektörlerde (otomotiv vbz) iç talebin uyarılması sonucu yakalanan büyüme IMF
tarafından başarılı bulunsa da (1 Ağustos 2001 Pazar, Hürriyet Gazetesi, IMF
Türkiye Masası Şefi Rıza Moghadam s. 8) cari açıkla ilgili önlemler alınması
gereğine dikkat çekiyor. Hiç kuşkusuz bu iç talebin daraltılması zorunluluğunu
beraberinde getiriyor; daha sıkı bütçe, daha fazla faiz dışı fazla, KİT ürünlerine
zam ve ekonominin soğutulması. ..
m. Türk Lirasındaki değerliliğin ortadan kaldırılması Hazine'nin borçlanma
yapısı, maliyeti ve mali kurumların portföyleri nedeniyle mümkün
görünmüyor. Diğer bir ifade ile Türkiye'nin rekabet gücünün artırılması için
döviz kuru "silahının" kullanılmasına Hazine mümkün olduğunda direnecek.
Ancak iç talebin kısılmasına yönelik adımların ve cari açığın kapatılması
hedefinin ithalat ve iç tüketimden alınan vergileri olumsuz yönde etkileyeceği
açık. Bunun sonucunda maliyetleri düşürme konusunda adımların atılamadığı
ve/veya adımların atılmasının mümkün olmadığı (örneğin SSK prim yükünün
sosyal güvenlik sistemindeki açık nedeniyle düşürülememesi, vergi oranlarının
aşağı çekilememesi, enerji fiyatlarındaki yüksek düzeyler.. ) bir ortamda değerli
TL'nin rekabet gücü üzerindeki etkisinin olumsuz olacağı ve kaçınılmaz
biçimde cari açığın devam edeceğini beklememiz gerekiyor.
n. Mali kurumların ve Hazine'nin konumu Türkiye' deki uygulanan kur
sisteminin "dalgalı" olup olmadığını da bir kez daha gündeme getiriyor. Merkez
Bankası da "dalgalı" kur sistemi sonucu ortaya çıkacak belirsiz ortam ve
kurlardaki bir yükseliş karşılığında enflasyonun yeniden yükselme trendine
girmesini isterneyeceği açık. Bu nedenle "zaman zaman Merkez Bankası yerinde
uyarılarda" bulunsa da değerli TL ve beklenti yönetimi ile temel sorunlarm
aşılamayacağını bilmesi ve aşırı değerli tutulan TL ile sağlanan "soluk alma
operasyonunun" kalıcılığının ekonomideki kırılganhğı azaltmayacağını kabul
etmesi gerekiyor.
120
7. iç ve dış borçlanmada vadenin uzaması ve maliyetierin düşmesi,
Türkiye'nin en önemli sorunlarından birini de iç ve dış borçlanınada vade ve
borçlanmanın maliyeti oluşturuyor. IMF yetkililerinin de sıklıkla belirttiği gibi
Türkiye Brezilya ile birlikte dünyada en yüksek reel faizi ödeyen ülkelerin
başında geliyor. Daha önceki bölümde iç ve dış borçlanmanın maliyeti üzerinde
ayrıntılı biçimde durulmuştu. Burada altı çizilmesi gereken en önemli nokta;
Türkiye'nin borçlanma maliyetini azaltmak için değerli Türk Lirası politikası
uygulaması. Değerli tutulan TL ile; borçların önemli bölümünün döviz ve veya
dövize endeksli olması nedeniyle maliyet de bastırılmış oluyor. Bu durum ise
cari açık ile ilişkilendirdiğimiz bir çok sorunu da beraberinde getiriyor.
Türkiye'nin neden yüksek reel faiz ödemek durumunda olduğunu yukarıdaki
bölümde ayrıntılı biçimde tartıştığımız için bu konuyu tekrara yer vermemek
için daha ayrıntılı tartışmıyoruz.
Diğer taraftan Türkiye'nin temel sorunlarından biri de özellikle iç borçlanınada
yaklaşık iki yıla sıkışmış bulunan vade. Vadenin kısa olması zaten son derece sığ
olan finansal piyasalarda büyük miktardaki borcun çevrilmek zorunda olması. Hiç
kuşkusuz bu durum reel faizleri de yukarı iten nedenlerden biri. Dış borçlanınada
da IMF ile yapılması düşünülen yeni programın hayata geçmemesi durumunda
benzer sorun yaşanacak. Türkiye 2005 yılından itibaren üç yıl içinde IMF'ye olan
borcunu kapatmak zorunda kalacak. Cari açığın verildiği dönemde Türkiye'nin
net dış borç ödemesi yapmasının çok olduğunu tartışmaya sile gerek yok.
Bir ülkede vadenin uzaması tek başına uzun vadeye daha fazla faiz vererek
mümkün alamıyor. Her şeyden önce tasarruf sahibinin finansal piyasalara olan
güveninin tesis edilmiş olması, makro ekonomik istikrarın sağlanmış ve istikrarlı
bir ekonomik ortamın yaratıldığına ikna edilmesi ile mümkün olabiliyor.
8. istikrarlı büyüyen ekonomide sosyal gereksinimleri zorlamadan
faiz dışı fazlanın verilmesi
Faiz dışı fazla kamu borçlarının çevrilebilmesi açısından kritik bir kavram. Faiz
dışı fazla ile kamu borcunun milli gelire oranını AB kriteri olan yüzde 60'ın
altına çekilmesi arasında önemli bir ilişki var. Milli gelirin yüzde 6.5'i kadar
kamu kesiminin faiz dışı fazla vermesi yalnızca bu oranı aşağı çekmeyecek aynı
zamanda borç çevrimini de kolaylaştıracak.
Ancak burada temel bir varsayım üzerinde durmamız gerekiyor: kamu
borcunun milli gelire oranının aşağı çekilmesi için tek başına faiz dışı fazla
verilmesi ve ekonominin büyümesi yeterli değil. Eğer reel faiz yükü bu iki kritik
121
oranı (faiz dışı fazla ve ekonomik büyüme) aşar ise yine borç oranını aşağı
çekrnek mümkün olmuyor. Dolayısıyla reel faizlerin kabaca ekonomik büyüme
ve faiz dışı fazla toplamının altına çekilmesi gerekiyor.
FAİZLER DÜŞERKEN İÇ
BORÇ NEDEN ARTIYOR?
2000 yılında istikrar programına başlarken temelde iki hedefimiz vardı:
Enflasyonu düşürmek ve Milli Gelirin yüzde 60'ına ulaşan Kamu Borç Stoğunu
Avrupa Birliği kriteri olan yüzde 60'ın altına çekmek. ..
Üst üste yaşanan krizler bu iki rakarncia da ciddi sapmalara yol açtı. Milli Gelir
ciddi boyutlarda küçülrnüştü, borç ise büyüyordu. 2002 yılında kısmi bir
toparlanma yaşarnaya başladık. 2003 yılında siyasi istikrarın getirdiği bir
"avans" havası ile birlikte "alınan pozisyonlar gereği zorunlu umut üretimi"
döviz kurunu aşağı çekti. Bunun getirdiği rahatlama Türk Lirası cinsinden
hesaplanan her büyüklüğü yabancı para (dolar) cinsinden şişirdi. Milli Gelir
dolar bazında ciddi anlamda büyüyordu ve faiz dışı fazla ve mali disiplin
sonucu borç stoğu kontrol altına alınmış, sonuçta borcu çevirme konusunda
sorun kalmamıştı..!
Bilindiği gibi kamunun (yalnızca Hazine, Merkez Bankası hariç) iç ve dış borç
stoğunun 2004 yılı Şubat ayı itibariyle yüzde SS'i Türk Lirası cinsinden yüzde
45'i ise döviz ve dövize endeksli olduğunu biliyoruz. Döviz kurundaki aşağı
trend toplam borç stoğunun Türk Lirası cinsinden olan kısmı, dolar cinsinden
ifade edildiğinde büyütüyor. Dolayısıyla döviz kurlarında 2003 yılında yaşanan
trend ile yüzde ı O civarında dolar bazında borç stoğunun TL kısmında artış
olduğu söylenebilir. Ancak borç stoğuna ödenen reel faiz hesaplaması
gündeme geldiğinde işler tersine dönüyor. Çünkü döviz kurlarındaki aşağı
trende toplam borç stoğunun yarısını oluşturan döviz ve dövize endeksli
kısmın reel faiz yükünü yüzde ıs civarında negatife dönüştürüyor. Yani
borcun yarısını oluşturan dövizli kısmın reel faiz yükü negatif. Bunun borç
stoğu üzerinde negatif "kartopu" etkisini unutmamak gerekiyor ...
Borç stoğun u etkileyen diğer olumsuz gelişme ise yaklaşık ı O katrilyon liraya
ulaşan imar Bankası'ndan gelen yük oluşturuyor. Bu da Milli Gelirin yüzde
2'sine tekabül ediyor. Piyasalar nedense bu yükü dikkate bile alrnadılar, neyse
konumuz şimdilik bu değil. ..
Sonuçta borç stoğundaki gelişmelere bakalım: 2002 yılı sonunda kamunun iç
ve dış borç anapara stoğu ı48 milyar dolar civarındaydı. Kamu borç stoğu 2003
ı22
yılı
sonunda dolar cinsinden yüzde 36 kadar artış göstererek 202.7 milyar
dolara ulaştı. Böylece Kamu borcunun milli Gelire oranı hedeflendiği gibi
yüzde 70'in altına çekilemedi. Tam tersi oran artarak yüzde 84'lere ulaştı.
Bunun 10 puanı kabaca kur ve İmar Bankası'ından kaynaklanmış olsun.
Sonuçta oran yine yüksek gerçekleşmiş oldu. Bir de kurlardaki aşağı trendin
reel faiz yükünü negatife çektiği de dikkate alınırsa kamu borç stoğunun milli
Gelire oranı 2002 yılının da üstünde demektir. Bu Rakamlara Merkez
Bankası'nın ve özel kesimin dış borçlannın dahil edilmediğini unutmayalım ...
Peki borç stoğu kartopu gibi artarken biz neyi tartışıyoruz?
Son günlerde faiz oranlanndaki düşüşe rağmen özellikle iç borç stoğunun
artığı yönündeki haberler bir çelişki gibi algılanıyor. Faiz düşüyorsa iç borç
neden artıyor? Gelin bu rakamlan analiz edelim;
1. 2000 yılında 36.4 katrilyon lira olan iç borç stoğu, 2001 yılında 122.2
katrilyona, 2002 yılı sonunda 149.9 katrilyona ve 2003 yılı sonunda da 194.4
katrilyon liraya yükseldi. Stok 2004 yılının Mayıs ayı sonunda ise 209 katrilyon
liraya ulaştı.
2. Temel sorun Türkiye' de iç borcun ve aynı zamanda kamunun toplam borç
stoğunun Milli Gelire oranını düşürmek. Yoksa iç borç stoğunda mutlak değer
cinsinden bir azalma olmayacak tam tersi her ay artmaya devam edecek. Hiç
kuşkusuz eğer hükümet karar verir de ben bundan sonra bütçe açıklarımı
yalnızca dış borç ile karşılayacağım derse bu durumda iç borcun anapara stoğu
aynı kalır. Ama bu durumda da dış borç bütçe açığı kadar artmaya devam eder.
Kısaca, Türkiye'nin kamu bütçesi fazla vermeden iç ve dış borç anapara
miktarının azalması mümkün değil. Biz de bütçe fazlası olmayacağına göre
( ... !) borç stoğu artmaya devam edecek demektir. Yani Hazine hem iç ve dış
borç anapara stoğu için borçlanacak hem de bütçe açığı kadar artı borçlanmaya
devam edecek ...
3. Peki bu oranı aşağı çekmek için ne yapmalı. Yanıt oranın kendi içinde saklı:
Ekonomi' de büyüme sağlanmalı ki Milli Gelir artsın. Diğer taraftan da ne
kadar fazla verilebilirse (IMF Milli Gelirin yüzde 6.5'i kadar faiz dışı fazla
hedefi veriyor) o kadar faiz dışı fazla verilmeye devam edilmeli.
4. Faiz dışı fazla tanımını biraz açalım: Örneğin 2004 yılında Konsolide Bütçe
Geliri'nin 114.5 katrilyon TL olması hedefleniyor. Eğer bütçeden iç ve dış
borçlar için hiç faiz ödememiş olsa idin ne keder faiz dışı harcama yapacaktık
diye bakıldığında 94.7 katrilyon lira faiz dışı harcamanın yapılacağı anlaşılıyor.
123
Bu koşullar altında (1 ı4.5 eksi 94.7) bütçenin ı9.8 katrilyon lira fazla veriyor
demektir. İşte bu rakam faiz dışı fazlayı ifade ediyor. Ama bir gerçek var: Biz
2004 yılı bütçesinden 66.2 katrilyon TL iç ve dış borç faizi ödemek
zorundayız ...
İşte faiz dışı fazla burada önem kazanıyor biz faiz ödemelerimizin ı9.8
katrilyon lirasını bütçenin gelirlerinden ödeyebiliyoruz demektir. O zaman
geriye; 66.2 katrilyon faiz ödemesi eksi ı9.8 katrilyon liralık faiz dışı fazla yani
46.4 katrilyon lira kalıyor. Bu da 2004 yılının bütçe açığı demektir. Hazine bu
koşullar altında hem iç ve dış borcun anaparası için borçlanacak (tüm
borçlanmanın vadesini ı yıl varsayalım) hem de 46.4 katrilyon liralık faiz kısmı
yani bütçe açığı için borçlanacak demektir. Bu da bizim borçlarımızın mutlak
değer cinsinden hep artacağını gösterir.
5. Faiz dışı fazlanın önemini ortaya koyduktan sonra bir noktaya daha işaret
etmemiz gerekiyor. Örneğin 2004 yılında Milli Gelirin yüzde 6.5'i kadar kamu
kesimi faiz dışı fazlası hedefleniyor. Ayrıca da ekonominin yüzde 5 büyüyeceği
tahmin ediliyor. Bu koşullarda acaba kamu borcunun Milli Gelire oranı
küçültülebilir mi? Yanıt belki olacak ...
6. Çünkü, iki hedefin tutması yeterli değil. Kabaca belirtelim Hazine'nin
borçlanma faizinin düzeyi de burada önemli. Eğer reel faiz oranları yine kabaca
faiz dışı fazla ve ekonomik büyüme rakamları toplamının altına çekilemez ise
yine borçluluk oranı yükselebilir.
7. Enflasyon düştükçe faizler düşüyor doğru ama bu düşen faiz nominal faiz.
Nominal faizdeki düşüş kadar önemli olan reel faizlerdeki düşüşün de
gerçekleşmesi. Bu yılın Ocak-Şubat döneminde Hazine'nin 24.4 nominal faizle
borçlandığını biliyoruz. TEPE'yi dikkate alırsak rakamlar 9.ı'lik enflasyonu
işaret ediyor. Bu durumda enflasyonu arındırırsak reel faiz yüzde ı4'lerde
kalıyor. Bu oran yani reel faiz 2003 yılı için yüzde ı4.5, 2002 yılı için ise yüzde
6.5 civarında olduğu gözleniyor. 2004 yılı için konuşur isek İç Borcun reel faiz
yükü yüzde 14. Bu oran faiz dışı fazla ve büyüme toplamının üzerinde ...
8. Bu durumda borçluluk oranını aşağı çekemeyiz diyebilirsiniz. Ama bir
gerçek var: İç Borç stoğu toplam kamu borcunun yaklaşık yüzde 70'i. Bunun
bir bölümü de döviz endeksli borçlanma. Geriye kalan yüzde 30 dış borçtan
oluşuyor. Aşağıdaki tablodan izlenebilir ...
9. İç borcun TL kısmının reel faiz yükü yüzde ı 4 ama dövizle borçlanmanın
reel faiz yükü negatif. Bu durumda toplam borcun reel faiz yükü büyüme ve
124
faiz dışı fazla toplamının altında kalıyor. Bu da borçluluk oranını
çekerken borcun çevrilmesini de kolaylaştırıyor.
aşağı doğru
Tablo 18. Hazine'nin iç ve Dış Borç Stoğu (Milyar $)
2004
iç Borç
Kamu
Piyasa
Dı~ Borç
Kredi
IMF
Tahvil
TOPLAM
Mayıs
141.3
57.5
83.7
63.0
36.5
17.0
26.5
204.3
2002
91.7
48.4
43.3
56.8
33.7
13.9
23.1
148.5
2003
139.3
66.4
72.9
63.4
36.6
16.7
26.8
202.7
GSMH'ya
Oranı
2002
50.5
26.6
23.8
31.3
18.5
7.6
12.7
81.7
GSMH'ya
Oranı
2003
58.5
27.9
30.6
26.6
15.4
7.0
11.3
85.1
Kaynak: Hazine
10. Piyasalarda döviz kurlarının düzeyi tartışmasını yaparken bu gerçeği göz
önüne almamız gerekiyor. Hazine'nin kura destek verme isteği veya üzülerek
( ... !) izlediği Türk Lirasının değerlenıneye devam etmesi süreci timsah
gözyaşları altında devam ediyor. Piyasaların veya en azından piyasaları
yönlendirenlerin bu anlattığımız gerçeği bildiklerini biliyoruz.
Sonuç açık borç stoğu faiz düşmesine rağmen artamaya devam edecek. Ama
borcun çevrilebilmesi için kurun yükselmemesi gerekiyor ...
2002 yılı verileriyle hazırlanmış ve IMF tarafından da performans hedefi olarak
belirlenmiş olan yüzde 6.5 oranındaki faiz dışı fazlanın 2007 yılına kadar
sürdürülmesi halinde kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 60'ın altına
çekilmiş olacak. Burada vade sorununun da dikkate alınması gerekiyor. Kısa
vadeli iç borçlanmanın finansal piyasalarda daha büyük oranlarda çevrilmesi
reel faizi artıran önemli faktörlerden biri olduğu biliniyor. Hiç kuşkusuz reel
faizi etkileyen daha birçok etmen var ama öncelikle faiz dışı fazlanın nasıl
hesaplandığını rakamlar ile göstermeye çalışalım;
125
Tablo 19. Konsolide Bütçe ve Faiz Dışı Fazla (Trilyon TL)
2003
GELiRLER
FAiZ DIŞI GiDERLER
FAIZ DIŞI FAZLA
FAIZ ÖDEMELERi
BÜTÇE AÇIGI
GSMH
Konsolide Bütçe Faiz
dışı Fazlası/
Gerçekleşme
100.238
-81.444
18.794
-58.609
-39.815
357.045
5.3
GSMH
2004 Program
104.109
83.895
20.214
66.050
-45.836
419.692
4.8
Hiç kuşkusuz IMF'nin Toplam Kamu Temel Fazlası olarak bilinen oranı yüzde
6.5. Oysa tablodan da görülebileceği gibi yüzde 6.5'in örneğin 2004 yılında
yüzde 4.8'i konsolide bütçeden sağlanacak. Geriye kalan kısım ise 25 KİT ve 3
fon tarafından faiz ödemelerinin yapılabilmesi için bütçeye aktarılacak
IMF ile yapılması düşünülen anlaşmanın en önemli koşullarından birinin faiz
dışı fazla olacağına kuşku yok. Bu nedenle IMF ile ekonomi yönetimi arasında
çeşitli sorunların yaşanınası da olasılık dahilinde. Çünkü ekonomi yönetiminin
temel hedefi faiz oranlarının düşürülmesi ve enflasyonun hedeflenen seviyelere
çekilmesi. Oysa IMF öncelikle faiz dışı fazla kon us un da ısrarlı olacak. Çünkü
IMF sürdürülebilir borç çevirmenin ve reel faizlerin düşürülmesinin yolunun
faiz dışı fazlanın verilmesine bağlı olduğuna inanıyor. Bu da ekonomi
yönetiminin harcamalar konusunda elini bağlayan en önemli konuyu
oluşturuyor. Yetersiz karlılık ve kaynak sorunu nedeniyle istihdam yaratacak
yatırımların yapılamamasının doğal sonucu olarak karşımıza çıkan işsizlik
ekonomi yönetimini ciddi biçimde zorlamaya devam edecek gibi görünüyor.
Çünkü IMF'nin hedefi ile ekonomi yönetiminin hedef sorunu derinleşirken;
IMf ve ekonomi yönetimi ile Türkiye ekonomisinin temel sorunları da
derinleşerek artıyor: Büyüyen ama bunu ekonomideki geniş kesimlerin
hissetınediği (işsizlik oranı artıyor), enflasyon düşerken bunun geniş kesimlere
yansımadığı, TL' nin değerliliğine dayalı bir büyüme ve borç çevirme anlayışının
reel kesimde faaliyet gelirlerine yansımadığı ve maliyenin de vergi gelirlerini
artıramadığı "ilginç" ancak sürdürülebilirliği konusunda ciddi kaygıların
bulunduğu bir "iyileşme" ...
Kısaca faiz dışı fazla istikrar programının özünü oluşturuyor. Ancak faiz dışı
fazlanın sosyal dengeleri zorladığı açık. Diğer taraftan hedeflerin
tutturulabilmesi için de KİT'lerin gerektiğinde zam yapmak zorunda olduğu
gerçeği. Bu da enflasyon hedefi ile çelişiyor ...
126
SONUÇ
IMF iLE YAPILACAK YENi BiR ANLAŞMANIN BAŞARI
KOŞULLARI
Tek haneli enflasyon rakamlarını yakalayan, kapasite kullanımının sınırlarının
rakamsal olarak zorlayan ve bunun yanı sıra verimlilik konusunda ciddi
atılımlar yapan Türkiye ekonomisi 200 ı yılında yaşamaya başladığı krizi
atlatmış gibi görünüyor. Hiç kuşkusuz bu kanının sürdürülebilir olabilmesi ve
gerek yerli gerekse yabancı yatırımcıya güven verilebilmesi için söz konusu
gelişmelerin kalıcı olması ve gelecekle ilgili belirsizliklerin büyük ölçüde ortadan
kaldırılması gerekiyor.
Yukarıdaki bölümde Türkiye'nin IMF ile sürdürdüğü mevcut programın ve
2005 yılının başından itibaren uygulanmaya başlayacak yeni programın başarı
koşullarını tartıştık. Türkiye ekonomisinde yaşanan "olumlu" gelişmelerin
sürdürülebilmesi için bu başarı koşullarının tamamının aynı anda sağlanması
gerekiyor. Eğer bu başarı koşullarından bir ve/veya birkaçında ortaya
çıkabilecek aksaklıklar sözkonusu olur ise gelecekte yeni "krizlerin" yaşanınası
da kaçınılmaz olacak. Dolayısıyla Türkiye ekonomisinin kısa vadede geleceğini
ve "yakalanmış gibi görünen" istikrarın sürekliliğini tartışmak için yurtiçi ve
yurtdışındaki gelişmeleri yeniden kısaca gözden geçirmek ve bu gelişmelerin
(aşağıda bir kutu içinde de belirttik) başarı koşulları üzerindeki etkilerini ortaya
koymamız gerekiyor.
Dış
konjonktür ve Türkiye'nin dış finansman gereksinimi
a. Öncelikle yurtdışındaki gelişmelere dikkat çekelim: Amerikan ekonomisi
2001 yılında girdiği durgunluğu aşmak için yaklaşık 50 yıldan buyana ilk kez
kısa vadeli faiz oranlarını yüzde 1'li seviyeye çekmiş ve vergi oranlarında ciddi
indirimler e gitme kararı almış ve bunu da uygulamaya başlamıştı. ABD' de kısa
vadeli faizlerin yüzde ı 'ler seviyesine gerilemesi, kurumların kısa vadeli
borçlanarak uzun vadeli tahvil ve/veya menkul kıyınet almaya yönlendirmiş ve
kurumlar kısa ve uzun vadeli faiz farklarından yararlanma yarışına girmişti.
Ekonomide genel faiz düşüşü yalnızca menkul kıyınet piyasasında değil
gayrimenkul piyasasında da işlerin canlanmasına neden oldu. Sonuçta; Bush
yönetiminin vergi kesintileri, diğer taraftan savaşın finansmanı sonucu ortaya
çıkan devasa Amerikan bütçe açıklarıyla faiz düşüşü birleşince ekonomide
127
yeniden hareket başlamış bunun doğal sonucu olarak da enflasyonİst eğilimler
artmaya başlamıştı. Enflasyon verileri ABD'de yüzde 3'leri işaret etmeye başladı.
b. ABD ekonomisinin 500 milyar dolara ulaşan bütçe açığı ve yine aynı
miktardaki dış ticaret açığı "ikiz açık" olarak adlandırılırken bunun bir rekor
olduğunu da unutmamak gerekiyor. Bu koşullar altında Amerikan Merkez
Bankası'na (FED) faizleri kademeli olarak yükseltmek kalıyor. FED faizlerde
yüzde 0.25 oranında artışa giderken (çalışma hazırlanırken FED faiz oranlarını
yüzde 1.25'e yükseltmişti), faizleri daha fazla artırabiieceği sinyalini depiyasalara
vermiş bulunuyor. Söz konusu faiz yükseltiminin kaçınılmaz olduğu artık herkes
tarafından kabul ediliyor. Ancak tartışılan temel konular; faiz oranlarının daha
fazla yükseltimi için 2004 yılı Kasım ayında yapılacak ABD Başkanlık seçiminin
sonuçlanması mı beklenecek yoksa daha kısa sürede mi faizler yükseltilecek?
Diğer konu ise faizler yükseltilecek ama hangi kademelerde yükseliş gelecek ve bu
oran kaç olacak? Faiz oranları iki yıl gibi bir süre içinde yüzde 3.5'li düzeylerde
mi olacak yoksa yüzde 6.5'li düzeylere yeniden yükselecek mi? Diğer taraftan
ABD'nin faiz yükseltmesi diğer ülkelerde de aynı süreci tetikleyecek mi?
c. FED'in faiz oranlarını artırırken temkinli olması dikkat çekiyor.Faiz
oranlarını "daha fazla yükseltebilirim" türünde açıklamalar yaparak büyük
kurumsal yatırımcıları uyarıyor. FED'in finansalpiyasalara yaptığı bu temkinli
açıklamaların ardında yatan korku; faizlerin yükseleceği beklentisi ile gerek
menkul kıyınet (hisse sen edin, tah vi, bono vbz.) gerekse gayrimenkul
piyasasında ortaya çıkabilecek büyük boyutlu satışlar. Yatırımcılar faizlerin
yükselmesi halinde ellerindeki menkul ve gayrimenkullerin değerinin düşüceği
beklentisine girerse satışlar gelebilir, servetierin erimesi kaçınılmaz olabilir.
FED'in ılımlı girişimi finansal piyasalarda şimdilik yanıt buluyor. Çünkü
ABD'nin özellikle Ortadoğu' daki gelişmeler ışığında finansal bir krize
tahammülü yok. Bu aynı zaman da tüm ülkeler için de geçerli. Ancak tüm bu
temkinli hareketlere rağmen FED'in faiz oranlarını yükseltme girişimi öncelikle
bizim gibi gelişen ülkelerde etkisini göstermeye başladı bile.
d. Gelişmekte olan ülke eurobondları (uluslar arası borçlanma senetleri) değer
kaybetme eğilimini sürdürüyor. Başka Brezilya olmak üzere tüm ülke
bonolarına satış geliyor ve doğal olarak bu gelişme Türkiye'nin bonolarına da
yansıyor: Türkiye'nin kredi notunda bir değişim olmadığı halde, FED'in yüzde
0.25'lik faiz yükseltimi ile birlikte gelen satışlar nedeniyle eurobond getirisi
yüzde 8'lerden yüzde lO'lar düzeyine yükseldi. Hiç kuşkusuz bu gelişmelerin
eurobondlar ile sınırlı kalmadı. TL cinsinden Devlet İç Borçlanma Senetlerinin
128
(DİBS) faiz oranları da yükselirken gelen ciddi satış sonrasında dövize yönelen
likidite döviz kurlarında yüzde 15'lerin üzerinde bir artışa neden oldu, yani TL
2004 yılı Nisan ayında değer yitirdi. Böylece ABD' deki faiz artışı ve artışın
devam edeceğine ilişkin beklentiler yalnızca mevcut eurobondların değerinin
düşmesine değil, borçlanma maliyetlerine de yansıdı. Bundan sonraki aşamada
bu borçlanma maliyetlerinin ne olacağı FED'in faiz oranlarını artırma hızı ve
düzeyine bağlı olacak. Bu çerçevede karşımıza başka bir soru daha çıkıyor: faiz
yükselişi ile ilgili gelişmeler yalnızca borçlanma maliyetini etkilemek ile sınırlı
mı kalacak yoksa dış finansman bulma konusunda da sorunlar da yaşanacak mı?
e. Dünya ekonomisindeki gelişmeleri etkileyen bir diğer sorun 35-50 dolar
aralığında hareket eden petrol fiyatları. Petrol fiyatları başta Çin olmak üzere
büyürneyi yakalayan ülkelerdeki petrol talebindeki artışlardan etkileniyor. Diğer
taraftan da küresel terörizmin tepki hareketlerinin odağında petrol boru
hatlarının bulunması ve petrol işi ile uğraşanlara yapılan saldırılar da petrol
fiyatları üzerinde baskı yaratmaya devam ediyor. Piyasalar artık 35-50 dolar
arasında değişen fiyatları kanıksamış gibi görünüyor. Petrol fiyatlarının
yükselmesi yalnızca maliyet baskısı değil aynı zamanda bizim gibi petrol
üretmeyen ülkelerden petrol üreten ülkelere bir kaynak akışı yaratıyor. Bu
çerçevede Türkiye'nin petrol faturasının yaklaşık 1.4 milyar dolar civarında artış
gösterdiği biliniyor.
f. Dünya ekonomisindeki bir diğer sorun ise yine başta Çin'nin yüzde 9'a ulaşan
büyüme hızı ve dünya talebindeki gelişmelerden kaynaklanan hammadde
fiyatlarındaki dramatik artış oluşturuyor. Fiyatlardaki bu baskı da ülkelerin
maliyetlerini dolayısıyla enflasyon hedeflerini tehdit ediyor. Türkiye aşırı değerli
durumdaki Türk Lirası sayesinde bu maliyet baskısını çok hissetmiyar gibi
görünüyor. Ancak hammadde fiyatlarının düzeyini bir tehdit olarak algılamak
gerekiyor.
Türkiye Ekonomisindeki mevcut gelişmeler
g. Dünya ekonomisindeki gelişmeleri analiz ettikten sonra Türkiye'nin içinde
ve gelişmeleri de bu çerçevede değerlendirmemiz
gerekiyor: Verimlilik ve üretim artışı konusunda 2001 krizine kıyasla belli bir
yol alındığı gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor. 2002 ve 2003 yılında sırasıyla
ortaya çıkan yüzde 7.9 ve 5.9 GSMH büyüme hızının kaynağını dış talebin diğer
bir ifade ile ihracatın oluşturduğunu biliyoruz. Diğer taraftan iç talepteki
kıpırdama eğilimi 2003 yılında ortaya çıkıyor ve genelde "sınırlı sayıdaki
bulunduğu koşulları
129
-örneğin,
otomobil ve dayanıklı tüketim malları sektörü- sektör" mailarına
talep geliyor. Ancak 2003 yılının son çeyreğinde tüketici kredileri ile başlayan iç
talep patlaması büyüme içinde artık ihracatın yerini iç talebin aldığını
gösteriyor. Tarım kesimi ciddi darbe yerken (2001, 2003 ve 2004 yılının ilk
çeyreklerinde negatif büyüme) inşaat sektöründe 2004 yılının ilk çeyreğinde bir
hareketlenme gözleniyor. Kampanyalı satışlar, tüketici kredileri ile gelecekteki
gelirin bugünden harcanması özellikle otomotiv ve dayanıklı tüketim
mallarında kendini gösteriyor. Diğer taraftan faiz ve kur düşüşünün etkisiyle
hareketlerren özel kesim yatırımları iç talebin diğer bir unsurunu oluşturuyor. İç
talebe dayanmaya başlayan büyümenin ithalattaki patlama ile dış açığı artırması
ise kaçınılmaz oluyor. Bu da sıcak para ve kısa vadeli sermaye hareketleri ile
kapatılmaya çalışılan cari açığı gündeme getiriyor. Burada özellikle sözel ve
yazılı basının sürekli ihracattaki başarıdan söz ederken ithalattaki patlamadan ve
bunun sonucunda oluşan tarihi cari açıktan pek söz etmemesi dikkat çekiyor.
Aşağıdaki kutuda dış ticaret gelişmelerinin ayrıntıları tartışılıyor ve bu konudaki
tehlikelere dikkat çekilmeye çalışılıyor.
DIŞ TiCARETiN ANALiZi VE DÖViZ KURUNA ETKiSi
DİE, dış
ticaret rakamlarını açıkladı. Buna göre; Mayıs ayında ihracat geçen
yılın aynı ayına göre %23.4 artarak 4.8 milyar dolar, ithalat ise aynı dönemde
yüzde 44.1 artarak 8 milyar dolar oldu. İthalattaki artış dış ticaret açığı
rakamını büyüttü ve 2003 yılının Mayıs ayında 1.7 milyar dolar olan dış ticaret
açığı bu yılın Mayıs ayında 3.2 milyar dolara yükseldi. Yılın ilk beş aylık
döneminde ise ihracat 2003 yılının aynı dönemine göre yüzde 29.3 artışla 23.1
milyar dolara, ithalat yüzde 47.2 artışla 37 milyar dolara artış gösterdi. 2003
yılının Ocak-Mayıs döneminde 7.2 milyar dolarlık dış ticaret açığı2004 yılının
aynı döneminde yüzde 91.6 artış ile 13.8 milyar dolara yükseldi.
Dış ticaret ile ilgili ayrıntılar;
1. İhracat verileri detaylı olarak incelendiğinde, ihracattaki artışın toplam
ihracatın yaklaşık yüzde 95'ini oluşturan imalat sanayi mallarındaki ihracat
artışından kaynaklandı. Özellikle kara taşıtları ve bunların yan sanayi
ürünlerindeki artış dikkat çekici. Yılın ilk beş aylık verileri, bu dönemde ihracat
artışına en büyük katkıyı kara taşıtları ihracatındaki artışın yaptığını gösteriyor.
İhracattaki artışa önemli katkıda bulunan diğer iki sektör ise demir-çelik ile
elektrikli makina ve cihazlar sektörleri oldu.
2. Irak'a yapılan ihracatın toplam artışa önemli katkısı bulunduğu dikkat çekti.
130
AYLlK iHRACAT VE iTHALAT
Milyar ABD
Doları
9.5,-----------------------------------------------~-------------~
8.5~----~------------------------------------------------------~,~
·~
7.5~----------------------------------------------------------~~~~
,.
1 •
..
ı
6.5~------------------------~------------------------------~~~~
ı',''·
.....
5.5~------------------------------~.-----------------..~.~~----~--~
-',.," .
,..
4.5~~--~-=.~·~~------------~~~--~------------~~~~·----~~~
...,
-
3.5
j
~·,
.,..
,.,
•
r-'
1
1...~
1
...
"
2.5~----~~~=-~~~---.~--~--~~~~~-=~----------------~
1.5~~~-r~-,~~,_,-,-,-,-,-,-,--,~_,~-,-.--,-,-,-,-,-,-~-,-r
~~o-~~o-~~o-~~o-~~o-~~0~
00
m
m
-m
m
m
O
o
o
o
o
N
N
Yılın
N
o
o
N
M
o
o
N
ilk beş aylık döneminde Irak'a yapılan ihracat 600 milyon dolara yükseldi.
Böylece Irak Türkiye'nin en çok ihracat yaptığı ülkeler arasında 10. sıraya
yükseldi. Bunun yanısıra, en önemli ihracat pazarlarımız arasında bulunan
İngiltere, Fransa ve İspanya'ya ihracatın yüzde 40-45 gibi önemli oranlarda
arttığı gözlendi. Bir diğer önemli nokta ise Birleşik Arap Emirlikleri'ne yapılan
ihracatın yılın ilk beş ayında yüzde 83 oranında artması ve bu ülkenin en çok
ihracat yaptığımız ülkeler sıralamasında 8. sıraya yü.l<selmesiydi. Dolayısıyla,
Irak ve Birleşik Arap Emirlikleri gelişen ihracat pazarları olarak dikkat çekti.
3. İthalat verileri incelendiğinde ise, ihracatta olduğu gibi kara taşıtları
ithalatındaki artışın geçtiğimiz aylarda olduğu gibi, Mayıs ayında da yüzde 180
gibi çok yüksek bir oranda artış gösterdiği görülüyor. 2004 yılının Ocak-Mayıs
döneminde de, ara malları ithalatındaki artışın yüzde 31 olmasına rağmen,
gerek tüketim malları, gerekse sermaye malları ithalatının çok daha yüksek
artış hızları sergilemesinin etkisiyle toplam ithalat artışı yüzde 47 oldu.
4. İthalatta ham petrol fıyatlarındaki artışın etkisi de önemliydi. Ham petrol
ithalatının Mayıs ayında yüzde 50 oranında arttığı dikkat çekiyor.
5. İhracatın ithalatı karşılama oran1 2003 yılının ocak-Mayıs döneminde yüzde
70'ler civarında iken, 2004 yılının aynı döneminde bu oranın yüzde 62'ye
gerilediği, Mayıs ayı itibariyle ise oranın yüzde 59' a düşmesi ciddi bir tehlike
131
~
o
o
N
olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Çünkü genelde bu oranın yüzde 60
civarında olması kritik bir seviye olarak değerlendirildiği biliniyor.
6. Bir diğer tartışma ise ithalattaki artışın büyüme ile bağlantılı olması konusu.
Üretimin dışa bağımlı olduğu ülkemizde büyümenin ithalatı artırması doğal.
Ancak burada kurun etkisinin de unutulmaması gerekiyor. Birçok girdi
malının TL'nin değerli olması nedeniyle yurtdışından ucuz ithal edilebildiğini
biliyoruz. (Tabii ki içerideki aynı mala kıyasla: Örneğin ara mal olarak ithal
edilen granit. Bağdat caddesi Çin'den gelen ucuz granitlerle düzenleniyor.
Bizim granitimiz maalesef Çin graniti ile fıyat rekabeti yapamıyor). Dolayısıyla
ithalat üzerinde en önemli etkenin büyüme olduğunu biliyoruz ancak TL'nin
değerli olduğunu da kabul etmemiz gerekiyor.
7. Bir diğer gelişme ise ağırlıklı olarak ihracatın otomobil üretimindeki artıştan
ki ihracatta en fazla artış bu sektörde sağlanıyor. Ancak
bu sektörün aynı zamanda ithalata bağımlı olması (tahminen yüzde 75) katma
değerin ciddi biçimde sorun olduğunu gösteriyor. Kısaca ihracat artıyor ancak
ithalata dayalı ihracatta büyük artış var ve bu da ülkemize ciddi bir katma değer
bırakmıyor. İhracatta TİM'in yaptığı araştırmaya göre kar marjı düşmeye
devam ediyor. Oysa özel sektör yatırımlarını özendiren, istihdam artışını
teşvik eden asıl gücün kar olduğu unutulmamalı.
kaynaklandığı görüşü
8. İhracatta TL'nin aşırı değerlenmiş olması ve girdi maliyetlerinin yüksekliği
ciddi bir sorun. Bu sorun şimdilik parite etkisi (Euro'nun dolara karşı değer
kazanması) ve verimlilik artışı ile hertaraf edilmeye çalışılıyor. Aşağıda ihracat
fıyat endeksi ve parite karşılaştırmasına bakıldığında ihracat fıyatlarının arttığı
biçiminde bir sonuç çıkıyor ancak bu yanıltıcı olabilir. Çünkü ihracat fıyatları
dolar bazında değerlendiriliyor oysa ihracatın yüzde 55'i Euro cinsinden
yapılıyor. Oyla rakamlar dolar cinsinden açıklanıyor.
9. İthalat fıyatlarındaki artış başta petrol olmak üzere dünya emtia fıyatlarındaki
artışa dikkat çekiyor. Bu ciddi bir sorun. 41 dolara kadar çıkan ham petrol
fıyatları ve dolar değer yitirdikçe artan emtia fıyatları bizim gibi üretimi dışa
bağımlı ülkelerin maliyetlerini ciddi biçimde tehdit etmeye devam ediyor.
10. Diğer taraftan ithalattaki artışın ithalat vergisindeki artışla büyürneyi
olumlu etkilernesi de söz konusu. Devletin en önemli gelirlerinden biri
ithalden alınan vergiler oluşturuyor. Bir taraftan artan tüketici kredileri ile ithal
otomobil artarken iç piyasadaki tüketici kredisi etkisi kamu gelirlerini olumlu
yönde etkiledi. Bir taraftan ithalden alınan vergi ve iç piyasadan tahsil edilen
KDV en önemli vergi gelirini oluşturdu.
1 1. ithalden alınan KDV'nin Haziran ayında 1 milyar dolar civarında
132
gerçekleşmesi ithalatın Haziran ayında 8.5 milyar doları aşacağını gösteriyor.
Bu açığın süreceği konusundaki endişeleri artırıyor. Tüm önlemlere karşın
ithalat artışı devam ediyor
12. Dış ticaret haddi tablosu parite etkisi bir tarafa bırakıldığında ihracat
fiyatlarındaki artışın ithalat fiyatlarındaki artışa kıyasla daha az yükseldiğini
gösteriyor. (Tablodaki grafik lOO'e yaklaştıkça ihracat ve ithalat fiyatlarının
aynı oranda arttığı anlaşılmalı) Hiç kuşkusuz ihracattaki fiyat artışının
Euro'nun güçlenmesinden artığını belirtmek gerekiyor.
Dış
ticaret ve sonuçları üzerine kısa notlar
• Beş ayda 13.8 milyar dolara dış ticaret açığının yıl sonunda bu trend ile
gitmesi halinde 30 milyar dolara ulaşması kaçınılmaz görünüyor.
• Diğer taraftan turizm gelirlerinin yılın Mart-Haziran döneminde artış
göstermesi; (geçen yıla kıyasla yüzde 44 olduğu tahmin ediliyor) dış ticaret
açığının turizm başta olmak üzere diğer döviz getirici işlemler ile büyük ölçüde
kapatılsa bile ülkenin mal ve hizmet hareketlerinden kaynaklanan döviz giriş ve
çıkışlarını gösteren cari işlemler dengesi açığının ciddi biçimde zorlanacağını
gösteriyor.
• Ocak- Mayıs döneminde 8.8 milyar dolar olan cari açığın Mayıs ve Haziran
ayında da artacağı artık açık. En büyük korku cari açığın milli gelirin yüzde
S'ini aşması ki bu 13 milyar doların üzerinde bir açık anlamına geliyor.
Gelişmeler dış açığın; büyüme ve TL' deki "aşırı" değerlenmenin devam etmesi
halinde bu tehlikeli düzeye ulaşacağını gösteriyor.
• Bu açık şimdilik kısa vadeli sermaye hareketleri ile sağlanıyor. Doğrudan
yabancı sermaye girişi gibi sağlam döviz girişi söz konusu değil. Sıcak para ile
finanse edilen cari açığın bıçak sırtı bir denge oluşturduğu unutulmamalı.
• Diğer bir önemli sonuç ise bu kadar ciddi döviz açığı veren bir ülkede bir de
dalgalı kur sistemi uygulanmasına rağmen TL' nin değerlenıneye devam etmesi.
Bu durumun uzun süreli olarak sıcak para ile sürdürülmesinin mümkün
olmadığını unutmamak gerekiyor.
• Bu nedenle de zaten AB çıpa olarak kullanılmaya devam ediliyor ve ancak bu
durumda yabancı sermayenin çekileceği beklentisi yaratılıyor. Oysa yatırım
ortamının iyileştirilmesi ve maliyetierin düşürülmesi yabancı sermayenin
gelmesi için ön koşulları oluşturuyor. Bu iki koşul sağlanamadığı için AB çıpa
olarak kullanılarak beklenti yaratılmaya devam ediliyor. Bu koşullar altında
başka ne yapılabilir ki?
133
Diğer taraftan da enflasyonun tek haneli rakamlara taşınması ile göreceli bir
başarının sağlandığı görülüyor. Hiç kuşkusuz sağlanan başarının kalıcı olması
gerekiyor. Oysa büyümenin istihdama yansımaması, büyüme sürecinin temel
dinamiklerinin belli bazı kesimleri ve şehir merkezlerini etkilediği büyüme
rakamlarından göze çarpıyor. Çarpık ve 2000 yılını anımsatan büyümenin geniş
h.
kesimlere refah artışı olarak yansımadığı da anlaşılıyor. İşsizlik oranlarındaki
artış ve verimlik artışının reel ücretiere genelde yansımaması geniş kesimlerin
hala 2000 yılındaki satınalma gücüne ulaşamadıklarını gösteriyor. Tarımdaki
olumsuz trend de dikkate alındığında genelde satınalma gücündeki gerileme,
kurdaki "baskı" ile birleşince enflasyon da gerileme trendine devam ediyor. Oysa
enflasyonda kalıcı düşüşün sağlanması içen Türkiye'nin sorunlarının yapısal
olarak da çözülmüş ve kırılganlığın azalmış olması gerekiyor.
i. IMF Avrupa sorumlusu Michael Deppler 8. Gözden Geçirme için Türkiye'yi
ziyaret ettiğinde bazı notalara dikkat çekiyor: Türkiye ekonomisinin en önemli
sorunu hala AB aday ülkelerin iki katı olan kamu borçları ve dünyada Brezilya
dışarıda tutulduğunda en fazla yüzde 7 olan reel faizin Türkiye'de yüzde 15'ler
düzeyinde olması. ..
Tablo 20. Borç
Stoğundaki Gelişmeler
iç Borç (Katrilyon TL)
Toplam Kamu Borcu (Milyar $)
Türkiye'nin Dış Borcu (Milyar $)
2002
149.8
148.5
130.9
2003
194.3
202.7
147.2
2004
Mayıs
Sonu
209.0
204.3
j. Konsolide Bütçe yani yalnızca Hazine'nin iç ve dış borçlarının gelişimi
oldukça çarpıcı. 2002 yılı sonunda 148.5 milyar dolar olan iç ve dış borç stoğu
2003 yılı sonunda 202.7 milyar dolara, 2004 yılı Mayıs ayında da 204.3 milyar
dolara yükselmiş durumda. Burada Türk Lirası'nın dolar karşısındaki değerini
gerçekçi olup olmadığı bir tarafa bırakılırsa borç stoğu daha önceki bölümde
tartıştığımız gibi dramatik olarak artmaya devam ediyor. Bu borca Merkez
Bankası'nın borcu dahil değil, yalnızca konsolide bütçenin borcunu ele alıyoruz.
Kabul edilmesi gereken olumlu gelişme 2001 yılına kıyasla Kamu Borcunun
Milli Gelire oranının gerilemesi. Ancak oranın hala Türkiye'nin koşullarına
uygun olmadığını da belirtmemiz gerekiyor. Kamu Borcunun Milli Gelire oranı
AB kriteri olan maksimum yüzde 60'ın üzerinde. Ancak bu oranın yüzde 60'ın
altına çekilmesi yeterli mi sorusunu da kendimize sormamız gerekiyor. Çünkü,
finansal piyasalardaki gelişmişlik düzeyleri karşılaştırıldığında Türkiye'nin cılız
134
bir fınans piyasası ile bu büyüklükte bir borcu çevirmesi her zaman bir sorun
olarak ekonomiyi tehdit etmeye devam edecek görünüyor. Burada bazı para arzı
kavramıarına da dikkat çekmek gerekiyor: Aşağıdaki tablo Türkiye' deki para
arzı ile iç borç arasındaki ilişkiyi gösteriyor. Türkiye' de M2 olarak
tanımladığımız cebimizdeki nakit Türk Lirası (banknot + madeni para) ile
vadeli ve vadesiz TL mevduatlarından oluşan M2 rakamının GSMH'ya oranı
yüzde 25 civarında bulunuyor. Ancak diğer ülkelerde M2'nin GSMH içindeki
payı oldukça yüksek: Çin'de yüzde ı90, Tayland'da yüzde ı60, İsrail'de yüzde
ıoo, G. Kore'de yüzde ı60, Endonezya'da yüzde 85, Macaristan'da yüzde 70,
Çek Cumhuriyetinde yüzde 80. Eğer Türkiye borç yükünü ve oranını diğer
ülkelerle kıyaslamak istiyorsa öncelikle bu yapı ile kıyaslaması gerekiyor.
k. Yine para arzını geniş olarak düşünüp döviz mevduatlarını ve repolar ile
yatırım fonlarını da katarsak toplamda geniş anlamda para arzının dahi iç
borçlardan daha küçük olduğu görülebiliyor. Özellikle iç borçta vade yapısının
kısa olması (Örneğin 2004 yılında Hazine iç piyasaya ı75 katrilyon liralık
anapara artı faiz ödemeyi hedefliyor) ve diğer taraftan da para arzının ve/veya
finansal aktiflerin son derece sığ olması ciddi sorun yaratıyor ve sonuçta borçları
çevirmek için yüksek reel faiz ödemek zorunda kalmıyor.
Tablo 21. Türkiye'de Para Arzı ve iç Borç (Katrilyon TL)
PARA ARZI
M1 =Nakit (Cebimizdeki nakit)+ Vadesiz TL
M2 = M 1 + Vadeli TL Mevduatı
M2Y = M2 + Döviz Mevduatları
M2YRF = M2Y + Repo+ Yatırım Fonları
Iç Borç
2004
Mevduatı
Mayıs
Sonu
24.0
95.1
164.5
190.0
209.0
Kaynak: TCMB ve Hazine
gerçeğin altının iyi çizilmesi gerekiyor: Son
IMF'nin 8. Gözden Geçirme toplantılarında belirttiği gibi "IMF'nin
parasını bırakın, size duygusal yatırım yaptık" türünden açıklamaları bir tarafa,
verdiği desteğin özellikle faiz oranlarındaki gerilernede çok etkili olduğunu
unutmamamız gerekiyor. Dış piyasalardan özellikle Mart ayına kadar rahat
borçlanma yapabildiğimiz gibi IMF'nin sağladığı finansmanın kamu borcunun
çevrilmesi yanında maliyetierin gerilemesinde de etkili olduğunu biliyoruz.
Bütçe Açığının Milli Gelire oranının yüzde ı ı 'ler düzeyinde olduğu bir
ekonomide kamu; hem mevcut borçlarını çevirmek hem de verdiği açığı
1. Kamu borcu konusunda bir
yıllarda
135
borçlanma yoluyla kapatmak zorunda. Sorun bizim gibi sığ finansal piyasalara
sahip olan bir ülkede borçlanmanın ne kadarını içeriden ne kadarını da
dışarıdan yapacağı konusunda düğümleniyor. Dış finansmanın yani dış borcun
bulunamadığı bir dönemde açıkların ve borç çevriminin iç borçlanma yoluyla
karşılanması gerekiyor. IMF'nin "her koşulda verdiği" destek ile şimdiye kadar
dış borçlanma konusunda ciddi bir sıkıntı oluşmadı. Ancak dünya
ekonomisindeki gelişmelere dikkat çektiğimiz bölümde belirttiğimiz faiz
yükselişinin beklendiği konjonktür Türkiye ekonomisini ciddi biçimde
etkileyecek gibi görünüyor.
m. Zor dönemece girilirken, genelde kamunun borçlarının çevrilebilirliği
üzerine kurulu olan programı önümüzdeki dönemde tehdit edecek en önemli
konu ekonomik büyürnede yaşanacak durgunluk oluşturacak. Yılın ilk beş
ayındaki gerçekleşmelere bakıldığında; 2003 yılının ilk beş ayında 2003 yılı
harcama hedefinin yüzde 42.l'i gerçekleşmiş iken bu yılın ilk beş ayında
gerçekleşme oranı yüzde 36 olmuş. Yani harcama hedefinin oldukça gerisinde
olduğumuz saptamasım yapabiliriz. Ancak konsolide bütçe harcamaları; faiz
dışı harcama ve faiz harcaması olarak ikiye ayrıldığında faiz dışı harcamada
geçen yılın aynı oranı ile karşılaşırken, faiz harcamalarında ekonomide faiz
düşüşüne paralel olarak faiz harcamasında azalma izleniyor. Yani harcamaların
hedefın altında kalmasının temel nedeni faiz harcamalarındaki düşüş ile
özellikle mal hizmet alımlarındaki ve yatırımlardaki gerilemeler. Faizlerin
yeniden yükselmesi bu koşullarda faiz harcamalarının önümüzdeki dönemde
artacağının bir işareti olarak algılanmalı.
n. Diğer taraftan geliriere bakıldığında konsolide bütçe gelirlerinin ilk beş ayda
performansı oldukça iyi görünüyor. Geçen yılın ilk beş ayında hedeflenen
gelirin yüzde 36.7'si gerçeJdeştirilirken, bu yılın ilk beş ayında bu oran yüzde
40.9'a yükselmiş. Bu olumlu gelişme ama bunun ayrıntısına da bakmak
gerekiyor. Kurumlar ve gelir geçici vergilerin tahsil edildiği Mayıs ayında
kurumların yılın ilk çeyreğinde gerçekleştirdiği yüksek karlılık dikkate
alındığında vergi gelirlerindeki olumlu gelişmeyi algılayabiliyoruz. Ancak vergi
gelirleri toplam gelirler içinde düşük bir paya sahip. Gelirlerin yarısı dolaylı
vergilerden elde ediliyor. Akaryakıt tüketim vergisi ve ithalat vergisi oldukça
önemli paya sahip. Ekonomik büyüme ve ithalat arttıkça bu gelirler artacaktır.
Ancak önümüzdeki dönemde ithalattaki artışın sınırlandırılması için belirli
adımların atılması ve akaryakıt fıyatlarındaki artışın yansıtılmaması
durumunda vergi gelirlerinde sıkıntılar yaşanabileceğine dikkat çekmemiz
gerekiyor. Diğer taraftan yatırım ve mal-hizmet alımlarının yılın ikinci yarısına
aktarılması da yine harcama artışının ikinci yarıda artabileceğine işaret ediyor.
136
o. Kamu açıklarının milli gelire oranının hala yüksek oranda seyretrnesi ve
yapısal reformlar konusunda hala ülke koşullarını dikkate almayan adımların
atılması ve/veya reformlardaki gecikmeler kamu kesiminde kalıcı iyileşmeye
henüz işaret etmiyor.
p. Finansal kesimde de benzeri gelişmelere bakıldığında programın borç
çevrimine dayandığı daha da açığa çıkıyor. Temmuz ayında rnevduata verilecek
güvencenin sınırlandırılrnası öncesi ekonomideki tasarruflar kamu bankalarına
akınaya devarn ediyor. Kurumsal kredilerin reel olarak gerilediği ortamda kamu
bankaları topladıkları her 100 TL'lik mevduatın yaklaşık yüzde 84'ünü DİBS
olarak tutmaya devarn ediyor. Özel kesimin finansman olanaklarını kısıtlayan
ortarn hala devarn ediyor. Tüketici kredileri ile belirli sektörlerde görülen
rahatlama reel kesimin tamamına yansırnıyor.
q. Ekonomide yüzde 5'in üzerinde olduğu söylenen büyümenin istihdam
üzerindeki etkisi ise olumsuz. 2002 yılı itibariyle yüzde 10.2 olan işsizlik oranının
2003 yılı sonunda yüzde 10,5'e, 2004 yılının ilk çeyreğinde de yüzde 12.4'e
tırmandığı gerçeğini DİE açıkladı. Burada belirli saptamalar yapmak da mümkün:
yapılan teknolojik yatırılrnan istihdamı azaltmış, diğer taraftan da kayıt dışına
daha çok kaçış gözlenmesi de söz konusu olabilir. Ancak nedeni ne olursa olsun
yıllık istihdarna 750 bin kişinin eldenıneye başladığı bir ülke istihdam yaratacak
yatırırnlar olmaksızın sosyal sorunlarını çözrnesi mümkün olamaz. Bunun
ekonomik istikrarı da olumsuz yönde etkilediğini unutmamak gerek.
Sonuç Yerine
IMF heyetinde yer alan Michael Deppler aslında gelişmeleri "olağanüstü"
değerlendiriyor: Türkiye'nin kamu borcunun oldukça yüksek olması ve reel faiz
yükünün büyüklüğü hala endişe veriyor diyerek kırılganlığın bitrnediğine işaret
ediyor. Yaklaşık 4 yıldır sürdürülen ve toplurnun geniş kesimlerinin
fedakarlığına dayanan prograrn dış finansman desteği ile sürdürülüyor ve 2005
yılından sonra IMF ile yeni bir anlaşma olmadığı takdirde, uluslar arası finans
piyasalarındaki olumsuzluk göz önüne alındığında söz konusu borç
sürdürülebilirliğinin de bir anlam taşımadığı görülecek. Ekonominin dış
finansmana "aşırı bağımlı" hale gelmesi de ciddi bir sorun. IMF ve onun
arkasındaki "güçlere" bağımlılık da o denli artıyor. Türkiye kendi ayakları
üzerinde duran bir ülke konurnundan gittikçe uzaklaşıyor.
2005 yılında Hazine'nin 14.5, Merkez Bankası'nın 2.9 milyar dolar, özel kesimin
7.3 milyar dolar, toplarnda 26.3 milyar dolar dış borç anapara ve faiz ödemesi
bulunuyor. 2006 yılı da farklı değil.
137
Türk Lirasının aşırı değerli tutulduğu, tüketici kredisi destekli iç talebe dayalı
büyüme sağlanan bunun yanısıra iç tasarrufların artırılamadığı bir ekonomide
dış açıkların yani döviz açığının kaçınılmaz olduğu bir gerçek. Hiç kuşkusuz bu
açıkların da finansmanı için ek kaynağa gereksinim var. Sürekli sıcak para ile
(yüksek TL faizi düşük kur) bu açıkların kapatılması ve "morfin" haline gelen dış
borçlanma ile borç çevriminin yapılması ne kadar sürdürülebilir? Ülkenin geniş
kesimleri çektiği sıkıntılara ve işsizliğe ne ölçüde dayanabilir? Aşırı değerli TL ile
Türkiye'nin rekabet gücü ne kadar artırılabilir? Milli Gelirin yüzde ll 'i
düzeyinde açık veren bir bütçeye sahip olan kamu kesimi özel kesimin rekabet
gücünü olumsuz etkileyen maliyetleri (vergi, SSK primi, enerji vbz) ne kadar
aşağı çekebilir? Bu kadar yüksek maliyetlerle kayıt dışı ekonominin ne kadar
önüne geçilebilir? Kayıt dışından alınamayan vergi gelirlerini aynı kesimlerden
daha fazla ve "zorla" alma politikasına kayıt içindeki reel kesim daha ne kadar
dayanabilir? Rekabet gücü düşük olan, gerek maliyet gerekse yatırım ortamı
açısından olumsuz olun bir ülkeye yabancı yatırımcı nasıl gelir?
Bütün bu sorunlara açıklıkla yanıtlar verilmesi gerekiyor. Çünkü kısa vadede
uluslar arası destekle oluşturulan basın "teşvikli" "moral" tek başına yeterli değil.
Artık bu umutların somut olarak yaşama yansıması gerekiyor. Geniş kesimlerin
hissedebildiği sürdürülebilir büyüme ile bütünleşmeyen uygulamaların kısa vadede
borçların sürdürülebilirliği üzerinde etkisi olumlu olabilir. Ancak bu kırılganlığın
ortadan kalktığı anlamına gelmez. Sorunlar yalnızca ertelenmiş olur ...
138
UYGULANMAKTA OLAN VE 2005 YILINDA UYGULANMASI
BEKLENEN EKONOMiK PROGRAMIN BAŞARINI ETKiLEYECEK
KOŞULLAR
IMF ile halen uygulanmakta olan ve yine uygulanmakta olan programın
devamı niteliğinde olacağına kesin gözüyle bakılan 2005 programının başarılı
olabilmesi aşağıda belirtilen varsayımıara bağlı. Ekonomideki gelişmeleri
izleyen tüm kesimlerin programın başarılı olup olmayacağına ilişkin görüş
oluştururken ve/veya programı etkileyecek risklerinin neler olacağıni saptarken
mutlaka aşağıda belirtilen varsayımları dikkate almaları gerekiyor.
• Türkiye'nin kendi içinde politik risk oluşturacak "streslerden" uzak durması
ve geniş toplumsal uzlaşmanın sağlanması,
• Komşu ülkelerle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi, ortak paydaların
genişletilmesi ve Türkiye'nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) içindeki yeri ve
fonksiyonunun bir risk oluşturmaması,
• Dünyadaki yapısal sorunların değişmesi, belirsizlik yaratacak ekonomik ve
politik sıkıntıların olmaması, rekabet koşullarının sağlanması ve büyüme
trendinin devam etmesi,
• Büyümenin sürekliliği için yapısal reformların hayata geçirilmesi,
• Her yıl yüklü (7-8 milyar dolar) direk yabancı sermayenin çekilmesi, ·gelen
sermayenin yalnızca iç talebi karşılamak için değil ihracat amacıyla da gelmesi
ve istihdama katkıda bulunması,
• Türk Lirasının daha fazla aşırı değerli hale gelmemesi,
• İç ve dış borçlanınada vadenin uzaması ve maliyetierin düşmesi,
• istikrarlı büyüyen ekonomide sosyal gereksinimleri zorlamadan faiz dışı
fazlanın verilmesi gerekiyor.
Ekonomik programın geleceğinin tartışılması için öncelikle bu varsayımıara
gerçekçi yanıtlar verilmeli ve önceki bölümde ifade ettiğimiz gibi bu
varsayımların ayrıntıları analiz edilmeli. Tabii ki kendimizi kandırmak
istemiyorsak ...
Çalışmamızın çeşitli bölümlerinde ifade ettiğimiz gibi; IMF ile sürdürülen
mevcut ve 2005 yılından itibaren uygulanacak üç yıllık yeni programın başarısı
dış desteğin devamına bağlı. Dolayısıyla dünyada yapısal sorunların değişmesi,
belirsizlik yaratacak ekonomik ve politik sıkıntıların olmaması, rekabet
139
koşullarının sağlanması ve büyüme trendinin devam etmesi varsayımı
Türkiye' deki programın olmaz ise olmaz koşulunu oluşturuyor ...
Oysa dünya ekonomisindeki mevcut trend analiz edildiğinde varsayımın
temellerinin sarsıldığı göze çarpıyor. Amerikan ekonomisi yukarıdaki
bölümlerde Prof. Sachs'ında belirttiği gibi ciddi sorunlarla karşı karşıya; 500
milyar dolarlık bütçe ve 500 milyar dolarlık dış ticaret açığı ürkütücü
boyutlarda. Bir tarafta düşen faiz oranı ile menkul ve gayrimenkul değerlerinin
"aşırı şişkinliği" sözkonusu. Kimse büyüme ve servetlerinin ulaştığı düzeyden
fedakarlık yapmak istemiyor. Ancak artan hammadde ve özellikle petrol
fıyatları gelişmiş ülkeler için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Maliyetler enflasyonİst
bir baskı yaratıyor. Petrolün varilini 28 dolarlar seviyesinde tutmaya çalışan
Amerikan politikasının en azından şimdilik işlemediği ortada. Irak ve
Venezüella başta olmak üzere petrol fıyatlarını belirleyen üretici ülkelerdeki
gelişmeler amerikanın petrol politikasını tehdit etmeye devam ediyor.
Bu durumda alternatif enerji kaynak arayışları olsa da tüm ülkelerin buna
yönelmesi bu alternatiflerin maliyetlerini de etkileyecek ve bunların
fıyatlarında da önlenemez yükselişler görülebilecek.
Kısaca dünyada rekabet ve piyasa ekonomisinin işlediği temelden bozulmaya
devam ediyor. Başta Amerika olmak üzere gelişmiş ülkeler bu gelişmelere karşı
önlemler almaya çalışıyor. Ama sonuç şimdiye kadar başarılı değil. Bölüşümün
gittikçe bozulduğu dünya ekonomisi artık belirsizliklerin gölgesinde. ABD faiz
oranlarını yükselterek ikiz açıkları dengeleme çabasında. Ama diğer taraftan da
faizlerin yükselişiyle ellerinde menkul ve gayrimenkul bulunanların servetleri de
ciddi anlamda değer yitirme tehdidi ile karşı karşıya. Panik olmadan ellerindeki
bu servetleri daha fazla değerleri düşmeden çıkarma gayretleri var. Diğer ülkelerde
de faizlerin yükseltilmesine ilişkin girişimler, örneğin İngiltere, başladı bile ...
Bu koşullar altında Türkiye'nin uyguladığı programın başarısı için gerekli dış
kaynağı sağlaması mümkün olabilecek mi? Hem de Türkiye'nin 2005 yılından
itibaren net dış borç ödeyicisi konumunda olacağı bilindiğine göre ...
Uluslar arası belirsizliğin hızla arttığı ve rekabetin gittikçe bozulduğu bir
ortamda bizim gibi dış kaynak gereksinimi olan ülkelerin borç bulmaları ve
bulsalar bile mevcut maliyetlerle borçlanmaları mümkün görünmüyor. 2004
yılının Nisan ayında yaşanan "mini kriz" bunun en güzel örneği. ABD' de de
faizlerin yükseleceği beklentisine bağlı olarak bizim gibi ülkelerin borçlanma
senetlerine de gelen satış baskısı yüzde 7'lere kadar gerileyen oranları yüzde
140
9'ların üzerine taşımış, içeride döviz değer kazanırken, faiz oranları da
yükselme trendine girmişti. Türk Lirasını değerlendirerek, tüketici kredileri
destekli iç taleple sağlanan ekonomik büyümenin dış açık üzerindeki olumsuz
baskısı da göz önüne alındığında sağlandığı söylenen istikrarın "kalıcı"
olmasının mümkün olmadığı bir kez daha ortaya çıkmış bulunuyor. Dışarıdan
borç bulma olanakları artık geçmiş dönemdeki kadar kolay olmayacak. IMF'ye
en büyük borçlu ikinci ülke konumundaki Türkiye'nin ABD destekli yeni IMF
kredisi artık mümkün görünmüyor. Ancak IMF ile 2005 yılı başından itibaren
yapılacak üç yıllık anlaşma mevcut borçların ertelenmesi biçiminde olabilecek
ancak bu borcun maliyeti dünyadaki faiz yükselişine bağlı olarak artacak.
Türkiye dış borçları için daha fazla faiz ödeme yükü ile karşı karşıya kalacak.
Diğer taraftan artan hammadde ve petrol fiyatlarının reel kesime de etkileri
olacak. Bir taraftan girdi maliyetleri artarken, diğer taraftan petrolde tekel
konumundaki kamunun vergi kayıplarına neden olmaması için artan
maliyetleri reel kesime ve tüketiciye yansıtması kaçınılmaz olacak. Enflasyon
hedefi ile çelişiyar olsa da kamu zam yapmaya devam edecek. Reel kesim ise
artan maliyetlerini bu koşullar altında kendisi karşılamaya devam edecek,
dolayısıyla rekabet gücü daha da olumsuz etkilenecek. Mevcut maliyetleri
taşımakta zorlanan ve bu nedenle ek istihdam yaratmaktan çekinen reel
kesimde kayıt dışı artarken, bazı firmalar sektörleri terk etmek zorunda kalacak.
İhracatçı girdiyi düşük maliyetle temin için yerli üretici yerine aşırı değerli
tutulan Türk Lirası nedeniyle dışarıdan temin etmeye çalışacak, böylece rekabet
gücünü biraz olsun korumaya çalışacak. İstihdam konusunda olumsuzluk
devam edecek. Reel kesimdeki bu gelişmelerin mali kesime yansıması da doğal
olarak olumsuz olacak. Mali kesimin yeniden yapılanmasında ciddi tehditler
ortaya çıkabilecek. Kamunun reel kesimden daha fazla vergi alma çabaları da
sonuçsuz kalabilecek. Yatırım ortamını iyileştiremeyen, girdi maliyetlerini
düşüremeyen Türkiye'ye yabancı yatırımcının büyük boyutlarda gelmesi de bu
olumsuz konjonktürde mümkün olmayacak.
Dünya ekonomisindeki yaşanan tehditlerle Türkiye'nin mevcut programını dış
destek alarak sürdürmesi önümüzdeki dönemde oldukça zor görünüyor. Sıcak
para ile sağlanan dış açık (döviz açığı) finansınanına da bu olumsuz trendde
güvenilemeyeceğini artık zaman geçirmeden kabul etmemiz gerekiyor. Dünya
ekonomisindeki yeni gelişmelere uygun yeni bir ekonomik program için hızla
hazırlıkların başlaması ve gün geçirmeden uygulanması bir zorunluluk olarak
karşımızda duruyor.
141
KAYNAKÇA
Kitap ve Makaleler
• Bruno M. "Crisis, Stabilisation and Economic Reform" 1993 Oxford Universty
Press
• Eğilmez M. & Kumcu E. "Ekonomi Politikası" 2002 OM Yayınevi
• Eğilmez M. & Kumcu E." Krizleri Nasıl
Çıkardık"
2001Creative Yayıncılık
• Fischer S. " Exchange Ra te Regimes: Is the Bipolar View Correct?" www.imf.org
• Frankel J. "Verifying Exchange Rate Regimes" with Eduardo Fajnzylber, Sergio
Schmukler, and Luis Serven. Journal of Development Economics, vol. 66, no.
809, October 2001: 351-386.
• Frankel J. "The New Financial Architecture: Exchange Rate Regimes and
Financial Integration," Policy Brief no. 51, The Brookings Institution,
Washington, DC, June 1999.
• Karacan A.İ. "Finans, Ekonomi ve Politika" 1997 Creative Yayıncılık
• Krugman P.
"Bunalım
Ekonomisinin Geri Dönüşü" 2001 Literatür
• Nye J.S. "Amerikan Gücünün Paradoksu" 2003 Literatür Yayınları
• Parasız İ. "Kriz Ekonomisi 1 Hiper Enflasyon ve Yüksek Enflasyonla
Mücadelede Ünlü İstikrar Politikaları ve 5 Nisan 1994 Kararları 1996 Ezgi
Yayınevi
• Parasız İ. "Enflasyon-Kriz-Ayarlamalar 1 Dünyada ve Türkiye'de Kalkınma
Makro Ekonomisi Sorunları" 2001 Ezgi Yayınevi
• Stiglitz J.E.
"90'ların Yükselişi'
2003 CSAGobal Yayın Ajansı
• Uygur E. "Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri", Türkiye
Ekonomi Kurumu, Tartışma Metni No. 2001/1, Nisan 2001
• Uzunoğlu S." Ekonomiye Önümüzdeki Dönemde Etkileyecek Olası
Gelişmeler" Mercek Dergisi Temmuz 2004
142
Rapor, Dergi ve Diğer Resmi Dökümanlar
200 ı
Yılı Programı
2002
Yılı Programı
Ekonomik Forum, TOBB Aylık yayın organında her ay yayınlanan J.E. Stigliz
ve J. Sachs makaleleri Çev. Doç. Dr. Sadi Uzunoğlu
Hazine Dergisi "Cumhuriyetin 80.Yılı Özel Sayısı" ISSN ı300-783ı
İTKİB İhracat Performans Değerlendirmesi 2004
MÜSİAD, Araştırma Yayınları "2004 Türkiye Ekonomisi" Mayıs 2004
T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı" Enflasyonla Mücadele Programı Politika
·
Metinleri" Cilt ı 2000
T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı" Enflasyonla Mücadele Programı Politika
Metinleri" Cilt 2 200ı
İnternet Siteleri
www. tcmb.gov.tr
www.hazine.gov. tr
www.die.gov.tr
www. tbb.org. tr
www.bddk.org.tr
www.imf.org
ı43
İTO
YAYINLARI(2004)
2004-1
Yurt İçi Kuruluşlar Rehberi
2004-2
Yurtdışı
2004-3
Sağlık
2004-4
Vergi Rehberi
2004-5
Yabancı
2004-6
Fiyat İndeksleri
2004-7
Sağlıklı
2004-8
Büyük Mağazacılık
2004-9
Sorularla İthalatta Gözetim ve Korunma Yolları
Fuarlar Rehberi
Sektörü ihalelerinde Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri (I)
Sermayeli Şirket Kuruluşu Kılavuzu
Beslenme, Sağlıklı Yaşam
2004-1 O Sorularla İthalat Mevzuatı
2004-1 ı
Dış
2004-ı2
İhracatta
2004-13
Ticarette Standardizasyon
Mevzuatı
KDV İadesi Mevzuatı ve Uygulamaları Broşürü
Ce Rehberi
2004- ı 4 İTO Ticari Bilgi Sınıflandırma Kılavuzu
2004- ı 5 İş Dünyası İnternet Rehberi
2004-ı6
Uluslararası
Ticari
Uyuşmazlıklarda
Piyasası Tanıtım
Kurumsal Tahkimin Güncel
Sorunları
2004- ı 7
Sermaye
2004-ı8
Çiçekçilik Sektörünün Durumu, Sorunları ve Gelişme Önerileri Paneli
ve Bilgilendirme Semineri
2004- ı 9 Ekonomik Göstergeler
2004-20 Yeni Tüketici Yasası Işığında Mobil İletişim Paneli
2004-2ı
Sağlık Sektörü ihalelerinde Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri (II)
2004-22 Tüketici Hukuku Mevzuatınallişkin Yorum-Eleştiri-Öneri
2004-23
Türkiye Tarımında
Önerisi"
Farklı Açılımlar: "Tarımsal
Teknoparklar:Bir Model
2004-24 Hizmet Sektörüne Dayalı Kalkınma: "Turizm Gelirlerinin Arttırılması İçin
Alınması Gereken Tedbirler ve Alternatif Öneriler"
2004-25
Türkiye İçin Değerlendirilmesi Gereken Önemli Bir Hedef Pazar:
"Karadeniz Ekonomik İşbirliği Ülkeleri"
144
2004-26 Türkiye'de Geçmişten
2004-27
İşletme
Geleceğe Özelleştirme
Yönetiminde Yeni
Eğilimler
Dizisi
2004-28 Türkiye Ekonomisinin 80 Yılı
2004-29
Doğu
Anadolu Kış
Olimpiyatları
2004-30 Temel Elektrik Kullanım El
Kitabı
2004-31 Yeni İş Yasası Semineri
2004-32 Mikro Kredi Yoluyla Yoksulluğun Azaltılması: İstanbul Örneği
2004-33
İhracata
Yönelik Destekler
2004-34 Küçük Sanayi Kapasite Kullanım Araştırması
2004-35
Başarılı İhracatçılar
2004-36 Ce Rehberi
2004-37 Avrupa Birliği'ne
Giriş
Sürecinde Ambalaj Sektörü Semineri
2004-38 Ekonomik Rapor
2004-39 Sanayide Elektrik Enerjisi Nasıl Tasarruf Edilir.
2004-40 Türkiye' de Tarımsal Kooperatifçilik ve AB Modeli
2004-41
İstanbul'daki
Semt Pazarları Envanter
145
Çalışması
Download