Bu metin 23 – 24 Eylül 2014 tarihlerinde Kocaeli Üniversitesinde düzenlenen “Uluslararası Enerji ve Güvenlik Kongresi” başlıklı konferansta sunulan tebliğdir. This paper was presented in International Energy and Security Congress that took place at Kocaeli University, Turkey on September 23‐24, 2014. ĐNGĐLĐZ OKULU PERSPEKTĐFĐNDEN ULUSLARARASI TOPLUM VE ENERJĐ GÜVENLĐĞĐ: ENERJĐ ZENGĐNĐ DEVLETLERĐN GEÇMĐŞTEKĐ VE GELECEĞE YÖNELĐK MUHTEMEL DIŞ POLĐTĐKALARININ DEĞERLENDĐRĐLMESĐ Onur Ağkaya Özet Bu çalışmada, Uluslararası Đlişkiler disiplininde, bir büyük kuram potansiyeline sahip Đngiliz Okulu perspektifinden, enerji zengini devletlerin dış politikaları değerlendirilmektedir. Giderek önem kazanan “enerji” ve “enerji güvenliği” konuları –ajandasını zenginleştirmekle birlikte– disiplin içindeki çalışmaları, kuramdan ve felsefeden uzaklaştırma tehlikesini de taşımaktadır. Buradan hareketle; realizm, rasyonalizm ve revolüsyonizm geleneklerinin üçüne de başvurma imkânı veren Đngiliz Okulu’nun kavramsallaştırması olan “uluslararası toplum”da, Rusya’nın, Đran’ın ve bazı Afrika ve Asya devletlerinin dış politikaları ve ayrıca, bu devletlerin, enerji ve enerji güvenliğine yönelik normlara yaklaşımları anlamlandırılmaya çalışılmaktadır. Buna göre, uluslararası toplum, Avrupalı devletlerin dünyanın geri kalanına, önce ticari ve askerî üstünlükleriyle yayılmasıyla, beraberinde, Batı medeniyetinin üstünlüğü iddiasını taşımış ve küresel bir nitelik kazanmıştır. Uluslararası toplumun dünyaya sunduğu normlar, nihayetinde, diplomatik ve kültürel direnişle karşılaşmışlardır. 1973 Petrol Krizi’nde ve Rusya’nın 2000’li yıllarda, Avrupa’ya doğal gaz akışını durdurması gibi olgular bunun örnekleridir. Enerji zengini ülkeler, enerjinin bir diplomatik enstrüman hâline gelmesiyle, bu güçten faydalanmaktadır ve faydalanmaya devam edeceklerdir. Uluslararası toplumun –her toplum gibi– özgün yapısının ve işleyişinin, dönüşmeye ve bireyleri olan devletleri dönüştürmeye devam ettiği görülmektedir. Bu bağlamda, yalnızca enerji zengini ülkelerin dış politikalarına odaklı değil, bir enerji koridoru olma potansiyeline sahip Türkiye’nin, Nabucco ve TANAP gibi projelerle enerji güvenliğine yönelik politikalarının olası sonuçlarına dair öngörülerle, deneme sonlandırılmaktadır. Anahtar Kelimeler Đngiliz Okulu, Uluslararası Toplum, Martin Wight, Hedley Bull, Enerji ve Enerji Güvenliği 633 Giriş Bu çalışmada, Uluslararası Đlişkiler disiplini içinde, son yıllarda önem kazanan ve kazanmaya devam edecek olan enerji ve enerji güvenliği konuları, “büyük kuram” olma potansiyeli taşıyan Đngiliz Okulu’nun I. kuşağı ve kurucuları olarak kabul edilen düşünürlerinin perspektifinden ele alınacaktır. Kuruculardan sonra, Đngiliz Okulu yazarları kendi içlerinde normatif ve yapısalcı kanatlara ayrılmıştır. Tartışmaların ve eserlerin ortaya konmaya devam ediyor olması nedeniyle ve ayrıca çalışmanın kapsamının sınırlandırılması amacıyla, kurucu yazarlardan sonra gelen yazarlara ve tartışmalara değinilmeyecektir. Çalışmanın ilk bölümünde, Đngiliz Okulu’nun temel argümanları, metodolojisi ve bu çalışmada analiz aracı olarak faydalanılacak olan uluslararası toplumun ontolojisi ve işleyişi kısaca tanıtılacak ve tartışılacaktır. Çalışmanın ikinci bölümünde, Đngiliz Okulu’nun Uluslararası Đlişkiler’e en özgün katkılarından biri olan “toplumsal” özelliğin, dönemdeki tarihî gelişmelerden yararlanılarak uluslararası sistemdeki belirleyici rolü ortaya konacaktır. Enerjinin ve enerji güvenliğinin, uluslararası toplum içinde, uluslararası toplumun birincil aktörleri olan devletlerin, kültürleri ve algılarındaki farklılıklar doğrultusunda dış politikalarına yansımaları, örnekler üzerinden tartışılacaktır. Üçüncü bölümde, enerji zengini devletler ile Türkiye gibi, enerji koridoru olma potansiyeline sahip ve enerji güvenliği arayışında olan devletlerin dış politikaları analize tabi tutulacaktır. Sonuç kısmında ise, uluslararası toplumun özgün yapısının ve işleyişinin sürekli olarak dönüşmesi ve üyeleri olan devletleri de dönüştürmesi göz önünde bulundurularak, enerji ve enerji güvenliğinin, söz konusu yapı içindeki belirleyiciliğine dair öngörülerle çalışma sonlandırılacaktır. 1. Đngiliz Okulu ve Uluslararası Toplum Kavramı Đngiliz Okulu’nun Ortaya Çıkışı ve Kurucu Düşünürleri Đngiliz Okulu düşünürleri, Uluslararası Đlişkiler yazınına çok zengin kuramsal kaynaklar sunmalarına rağmen, Okul’un bir kuram olarak değerlendirilmesi, ancak, yazarların ölümünden sonra mümkün olmuştur. 1980’lerden sonra inşacılığın [constructivism] bir kuram olarak ilgi görmeye başlamasıyla birlikte, Đngiliz Okulu’nun yazarları da bir bütünlük içinde değerlendirilmeye başlamıştır.1 Yaklaşıma ismini veren çalışma, ironik şekilde, 1981’de Đngiliz Okulu’nun çalışmalarına saldıran Roy E. Jones tarafından yazılmıştır.2 Đngiliz Okulu, zengin yazınsal temelinin ve tarihsel, kültürel, felsefi ve kuramsal köklerinin yanı sıra, 1 Chris Brown, Understanding International Relations, Londra, MacMillan, 1997, p.42. Roy E. Jones, “The English School of International Relations: A Case for Closure”, Review of International Studies, Vol. 7, 1981, p. 1-13. 2 634 realizm, rasyonalizm ve revolüsyonizm geleneklerinin üçüne de analiz imkânı veren via media yaklaşım özelliğine sahiptir. Bu özellikleri, Đngiliz Okulu’nun, son otuz yıl içinde analiz çerçevesi olarak tercih edilen bir yaklaşım olmasını ve kurama olan ilginin sürekli artmasını sağlamıştır. Herbert Butterfield, Martin Wight, Adam Watson ve Hedley Bull; Đngiliz Okulu’nun en çok kabul gören düşünürleri ve kurucuları, aynı zamanda I. kuşak yazarları olarak kabul edilmekle birlikte3, Edward Hallett Carr’ın ve C. A. W. Manning’in çalışmalarının bu kuram çerçevesinde sayılması gerektiğine yönelik tartışmalar sürmektedir.4 5 I. kuşak yazarlardan sonra, özellikle 1980’lerin sonlarından itibaren ĐO’nun çalışmalarını devam ettiren akademisyenler, II. kuşak olarak kabul edilmektedir.6 Bununla birlikte, bu çalışmada, Đngiliz 3 Tim Dunne, Inventing International Society: A History of the English School, Londra, MacMillan, 1998, p. 89. Tim Dunne, E. H. Carr’ın ünlü eseri Twenty Years Crisis’te (Yirmi Yıl Krizi) bahsettiği uluslararası toplum fikrinin, Hedley Bull tarafından tartışılması nedeniyle, Carr’ın Okul içinde sayılması gerektiğini savunmuş, ancak, aynı çalışmanın sonunda “(Carr’ın) Đngiliz Okulu’nun içinde; ancak, Okul’un kendisinin içinde olmadığı”nı belirtmiştir; bkz. Hedley Bull, Twenty Years’ Crisis: Thirty Years On, International Journal, Vol. 24, No. 4, 1969, p. 625-638. Dunne, a. e., p. 24; 38. Örneğin, Barry Buzan, 1993’te yazmış olduğu bir makalede hem Carr’ı, hem de Manning’i Đngiliz Okulu düşünürlerinden sayarken, 2001’de yazmış olduğu başka bir makalede her iki düşünürün de Okul’u etkileyen fikirler verdiğini, ancak, Okul’dan sayılmaması gerektiğini belirtmiştir. Buzan, 2004 yılında yayımlanan kitabında, Carr’ın görüşlerine yine Okul’un bir üyesiymiş gibi yer verirken, Manning’in Okul’un bir üyesi sayılmaması gerektiğinin altını çizmiştir; bkz. Barry Buzan, “From International System to International Society: Structural Realism and Regime Theory Meet the English School”, International Organization, Vol. 47, No. 3, 1993, p. 328; “The English School: an underexploited resource in IR”, Review of International Studies, Vol. 27, 2001, p. 473 ve From International toWorld Society?: English School Theory and the Social Structure of Globalisation, Cambridge, Cambridge University Press, 2004, p. 3136. Bu konuda, Michael Cox’un belirttiği gibi, E. H. Carr’ın Đngiliz Okulu açısından “istifade edilecek bir kaynak olmaktan ziyade, aşılması gereken bir bariyer niteliğinde olduğu” daha doğru bir yaklaşımdır; bkz. Michael Cox, “Sunuş, (içinde) E. H. Carr, Yirmi Yıl Krizi: 1919–1939, çev. Can Cemgil, Đstanbul, Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010, p. 38. Diğer yandan, C. A. W. Manning’in, Đngiliz Okulu kuramcılarından sayılması gerektiği görüşünün en ısrarlı savunucusu, Hidemi Suganami’dir. Suganami, Manning’in uluslararası toplum fikrini ortaya koyduğunu ve hatta Hedley Bull’un da onun bir takipçisi olduğunu savunur; bkz. Hidemi Suganami, “British Institutionalists, or the English School, 20 Years On”, International Relations, Vol. 17, 2003, p. 253; Suganami, “C.A.W. Manning and the Study of IR”, Review of International Studies, Vol. 27, 2001, p. 101 ve ayrıca Andrew Linklater ve Hidemi Suganami, The English School of International Relations: A Contemporary Reassessment, New York, Cambridge University Press, 2006, p. 47-53. Aynı çalışmada, bizzat Bull tarafından, Wight’ın katkılarına gereken önemi vermediği için haklı olarak uyarıldığını ifade etmektedir. Manning’in, uluslararası toplum kavramına yönelik çalışmaları bulunmakla birlikte, Butterfield ve Wight tarafından, Đngiliz Okulu’nun temellerinin atıldığı Britanya Uluslararası Siyaset Kuramı Komitesi’nden kişisel nedenlerle uzaklaştırıldığı bilinmektedir. Manning’in Đngiliz Okulu yazarlarından biri olarak sayılmasına yönelik tartışmalar güncelliğini korumaktadır. Genel olarak bakıldığında, Manning’in uluslararası toplum kavramı üzerine verdiği çalışmalar sebebiyle, kendisinin Okul’a dâhil edilmesi gerektiğini savunan yazarlar bulunmaktadır. Ancak, Bull’un ve Watson’un eserlerine bakıldığında, Britanya Uluslararası Siyaset Kuramı Komitesi’nde yapılan çalışmalarda bir uluslararası toplum fikrinin tartışılması gerektiğinin en ısrarlı savunucusu Martin Wight’ın olduğu görülmektedir. Manning’in, Đngiliz Okulu yazarlarından sayılması gerektiğini ısrarla savunan Suganami, Bull tarafından dikkatinin çekildiğini belirtmektedir. Manning’in Đngiliz Okulu’ndaki yeri ve Okul’la olan ilişkisinin tartışılması, tezin yerini ve amacını aşmakla birlikte, eserlerine değinilmeyecektir. Bkz. Dunne, a. e., p. 12-21. Suganami için, Suganami, The English School of ..., p. 20-24. 5 Çalışmanın kapsamının sınırlandırılması amacıyla, komitenin tarihsel gelişimine bu şekilde kısaca değinilerek yetinilmektedir. Ayrıntılı bir çalışma için bkz: Dunne, a.e., p. 89-135. 6 Balkan Devlen ve Özgür Özdamar, “Uluslararası Đlişkilerde Đngiliz Okulu Kuramı: Kökenleri, Kavramları ve Tartışmaları”, Uluslararası Đlişkiler, Vol. 7, Sayı 25, Bahar 2010, p. 43-68. Bull’un çalışmaları üzerinden, uluslararası toplumun yapısının solidarist mi, yoksa plüralist mi olduğuna yönelik tartışmalar Đngiliz Okulu’nun 4 635 Okulu’nun temel argümanlarını ve metodolojisini ortaya koyan ve uluslararası toplum kavramını geliştiren bu düşünürlerden, özellikle Wight’ın ve Bull’un çalışmaları üzerinden gidilecektir. “Uluslararası Kuram” ve Uluslararası Toplum Fikri Đngiliz Okulu’nun temellerinin atıldığı Britanya Uluslararası Siyaset Kuramı Komitesi’nin 1959’daki ilk toplantısından, Bull’un ölümünden sonra sona erdirilişine kadar yapılan son toplantısına kadarki gündemini, sırasıyla “uluslararası kuram”7, “uluslararası toplumun doğası”8, “uluslararası toplumun yapısı, onu oluşturan kurallar ve diplomatlarla devlet adamlarının eylemlerini yönlendiren unsurlar”9 konuları oluşturmuştur. Bu dönemde, Komitenin bu toplantılardaki ilgisi, güncel siyasi gelişmelerden ziyade uluslararası toplumun ontolojisi, yayılması ve evrimi üzerine olmuş ve bu yönelim de Đngiliz Okulu’nun zamanla, normatif bir kuram olmaya doğru gitmesiyle sonuçlanmıştır. 1966’dan itibaren, söz konusu düşünürler tarafından, gerek kolektif ve gerek bireysel olarak verilen eserler Đngiliz Okulu kuramının gelişmesini sağlamıştır. Bu eserler arasında, ilk kolektif çalışma olan Diplomatic Đkinci Kuşağı olarak kabul gören yazarlar arasında büyük bir tartışma başlatmıştır. Đngiliz Okulu’nun II. kuşak düşünürlerinin üzerinde en çok tartıştıkları konular; insan hakları ve insanî müdahaledir. Konunun güncelliğinin ve bu çalışmanın kapsamının göz önünde bulundurulması kaydıyla, bu çalışmanın sahibi, konuyla ilgili daha farklı kaynaklara dikkat çekilmesinde fayda görmektedir; bkz. Çoğulcu–Dayanışmacı tartışmaları için: N. J. Wheeler, “Pluralist and Solidarist Conceptions of International Society: Bull and Vincent on Humanitarian Intervention”, Millennium–Journal of International Studies, Vol. 21, 1992, p. 463-489; R. J. Vincent, Nonintervention and International Order, Princeton, Princeton University Press, 1974; R. J. Vincent, Human Rights and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press, 1986; N. J. Wheeler, Saving Strangers: Humanitarian Intervention in International Society, Oxford, Oxford University Press, 2000; Tim Dunne ve N. J. Wheeler (eds.), Human Rights in Global Politics, Cambridge, Cambridge University Press, 1999; Andrew Hurrell, On Global Order: Power, Values, and the Constitution of International Society, Oxford, Oxford University Press, 2007; Robert H. Jackson, The Global Covenant: Human Conduct in a World of States, Oxford, Oxford University Press, 2000; Robert Jackson, “Pluralism in International Political Theory”, Review of International Studies, Vol.18, No.3, 1992, p. 271-281 ve II. Kuşak yazarların farklı kanatlara ayrıldığı Normatif– Konstrüktivist yapı tartışmaları için: Buzan, From International System to International Society...; Buzan, “The English School: An Underexploited Resource in IR”; Barry Buzan ve Richard Little, International Systems in World History: Remaking the Study of International Relations, Oxford, Oxford University Press, 2000; Christian Reus–Smit, “Imagining Society: Constructivism and the English School”, British Journal of Politics and International Studies, Vol. 4, No. 3, 2002, p. 487-509; Tim Dunne, “The Social Construction of International Society”, The European Journal of International Relations, Vol. 1, No. 3, 1995, p. 367-389; Tim Dunne, ‘New Thinking on International Society’, British Journal of Politics and International Relations, Vol. 3, No. 2, p. 223244; Tim Dunne, “System, State and Society: How Does It All Hang Together?”, Millennium–Journal of International Studies, Vol. 34, No. 1, 2005, p. 157-170; Emanuel Adler, “Barry Buzan’s Use of Constructivism to Reconstruct the English School: ‘Not All the Way Down’”, Millennium–Journal of International Studies, Vol. 34, No. 1, 2005, p. 171-182; Stefano Guzzini ve Anna Leander, “A Social Theory for International Relations: An Appraisal of Alexander Wendt’s Theoretical and Disciplinary Synthesis”, Journal of International Relations and Development, Vol. 4, No. 4, p. 616-638; ayrıca Đngiliz Okulu yazarlarına “tekrar toplanma çağrısı” yapan Barry Buzan’ın, Đngiliz Okulu kapsamında verilen eserlerin takip edilebilmesi için oluşturduğu portaldan üzerinden Đngiliz Okulu’na dair yeni çalışmalar takip edilebilmektedir; bkz.: http://www.polis.leeds.ac.uk/research/international-relations-security/english-school/resources.php 7 Herbert Butterfield ve Martin Wight, “Introduction”, Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of International Politics, H. Butterfield ve M. Wight (eds.), 3. bs., Londra, George Allen & Unwin Ltd., 1969, p. 12-13. 8 Dunne, a.e., p. 89. 9 Dunne, a.e., p. 96-97. 636 Investigations (1966), Wight’ın ölümünden sonra Bull’un düzenlemesini yaptığı System of States (1977) ve Power Politics (1978); daha sonra yine düzenlenerek International Theory: The Three Traditions (1992) bulunmaktadır. Wight, Power Politics’te “uluslararası toplum nedir?” sorusundan yola çıkmış, diğer iki çalışmasında ise “uluslararası toplumun nerede başlayıp nerede bittiği” sorusuna cevap aramıştır. International Theory, Đngiliz Okulu’na eklektik yapısının çerçevesini sunması açısından önemlidir. Diğer yandan, Bull’un The Anarchical Society (1977)10 çalışması Đngiliz Okulu’nun temel kuramsal çerçevesi olarak kabul edilmektedir.11 System of States ile birlikte komitenin ikinci kolektif çalışması The Expansion of International Society (1985) ve Watson’ın daha sonra tamamladığı The Evolution of International Society (1992) adlı çalışması, Đngiliz Okulu Kuramı’nın çerçevesini oluşturan özellik olan uluslararası toplumun tarihsel oluşumunu ve gelişimini konu edinmektedir. Eklektik Yapı: 3Rs Wight, çalışmalarında UĐ disiplininde “3Rs” olarak anılan (Realizm, Rasyonalizm ve Revolüsyonizm)12 paradigmalardan oluşan yapıyı ortaya koymuş ve bu yapıdan yararlanmıştır.13 Wight’ın UĐ’e önemli bir katkısı olarak kabul edilen “Üç Gelenek” yaklaşımı 1970’lerden sonra disiplinde yapılan çalışmalarda yaygın bir analiz aracı olarak kullanılmaya başlamıştır.14 Üçlü sınıflandırma, ĐO içinde tüm düşünürlere bir çerçeve sunması ve eklektik bir yapı kazandırması açısından önemlidir. Bu çerçeve, hem ĐO’nun hem içinde hem de dışında yapılan çalışmalarda kullanılmıştır. Devlen ve Özdamar’ın belirttiği gibi, Wight’ın üçlü sınıflandırması, felsefe açısından Kant, “rasyonalizm” (akılcılık); hukuk felsefesi açısından, Grotius “doğal hukuk”, Kantçılık ise “rasyonel doğal hukuk” geleneği içinde 10 Söz konusu kitap ilk olarak 1977’de yayımlanmıştır. Bununla birlikte, bu çalışmada 2. basımı olan 1995 tarihli düzenlemeden istifade edilmektedir. Bkz. Hedley Bull, The Anarchical Society: A Study of Order in World Politics, New York, Columbia University Press, 1995. 11 Devlen ve Özdamar, a.e. p. 47-54. 12 Bu yapı, çalışmanın sonraki bölümünde ayrıntılı olarak incelenecektir. Uluslararası Đlişkiler’de özellikle Wight’ın ve Bull’un çalışmaları önemli bir yer tutmalarına rağmen, çalışmalarının genel olarak Đngiliz Okulu’ndan bağımsız olarak anıldığı görülmektedir. Bunun en belirgin örneği Wight’ın Okul’a eklektik özellik kazandıran International Theory: The Three Traditions çalışmasında görülmektedir. Wight’ın ve Bull’un, Türkiye’de yapılan ya da takip edilen Uluslararası Đlişkiler tarihi çalışmalarında, Okul’dan ayrı olarak değerlendirilmesine yönelik bkz.: A. Nuri Yurdusev, “Uluslararası Đlişkiler Öncesi”, Devlet Sistem ve Kimlik: Uluslararası Đlişkilerde Temel Yaklaşımlar, Dağı, Eralp vd., 12. bs., Đstanbul, Đletişim Yay., 2010, p. 15-56. Söz konusu çalışmada Wight’ın “Üç Paradigma” yaklaşımı analiz aracı olarak kullanılmış, ancak, kolektif çalışmanın tamamında, Đngiliz Okulu Kuramı’ndan bahsedilmemiştir. Benzer bir örnek için bkz.: Torbjon L. Knutsen, Uluslararası Đlişkiler Teorisi Tarihi, çev. Mehmet Özay, Đstanbul, Açılım Kitap, 2006, p. 335-337. 13 Dunne, a.e., p. 55. 14 Knutsen, a.e., p. 353. 637 değerlendirilmektedir. Wight, geleneksel yaklaşımlardan farklı olarak, Grotius’u rasyonalist paradigma ve Kant’ı, revolüsyonist paradigma içinde sınıflandırmaktadır.15 Đngiliz Okulu’nun Metodolojisi Đngiliz Okulu’nun metodolojisi için, Bull’un, International Theory: The Case for a Classical Approach (1966) adlı çalışmasında, bir pusula sunmuş olduğu söylenebilir. Bull, klasik yaklaşımın “felsefe, tarih ve hukuktan türediği”ni ifade etmiş, ancak, Dunne’ın ifade ettiği gibi, bu üç temel disiplinin yaklaşıma katkılarının ne olduğunu tam olarak belirtmemiştir. Stanley Hoffman, Bull’un aslında, meslektaşlarının aksine (örneğin Waltz) metodun gerekliliğinden çok, kendisi için vazgeçilmez sorularlarla ilgilendiğine dikkat çekmektedir.16 Bull, Wight’a benzer şekilde, çalışmalarının başında cevap arayacağı soruları sıraladıktan sonra tartışmaya geçmekte ve felsefi çözümlemelere ulaşmaktadır.17 Hedley Bull’un kendisi için vazgeçilmez olarak gördüğü sorulara yönelik yaklaşımı International Theory: The Case for a Classical Approach çalışmasında açıkça görülmektedir. Bull, Uluslararası Đlişkiler’in ilgilenmesi gereken soruların başında “egemen devletlerin bütün olarak (collectivity) bir siyasal toplum ya da sistem oluşturup oluşturmadığı; eğer bir egemen devletler toplumundan söz edilebiliyorsa, bunun bir ortak kültür ve medeniyete dayanıp dayanmadığı; eğer öyleyse, kullanılmakta olan dünya çapındaki diplomatik çerçevenin altında böyle bir kültürün yatıp yatmadığı”nın olduğunu belirtir. Bull çalışmayı, “Uluslararası toplumda savaşın yeri nedir? Uluslararası toplumda, her bireysel güç kullanımı lânetlenmeli midir; yoksa göz yumulabilecek hatta gerekli olduğu haklı savaş durumları da var mıdır? Uluslararası toplum üyesi bir devlet bir diğer üyenin içişlerine müdahale edebilir mi; eğer öyleyse hangi durumlarda müdahale edilmelidir? Uluslararası toplumun üyeleri yalnızca egemen devletler midir; yoksa toplum, hakları ve görevleri onların adına kullanabilecek temsilcilerin oluşturduğu bireylerden mi meydana gelir?” sorularıyla genişleterek sürdürmüştür.18 Đngiliz Okulu’nun temel çalışma ajandasını ortaya koyan bu soruların, UĐ disiplini için/içinde güncelliğini sürdürmesi özellikle önemlidir. Yakın zamanda yapılan çalışmalarda, Đngiliz Okulu’nun metodolojisine yönelik tartışmaların sürdüğü görülmektedir. Little, Linklater’ın, Okul’un sunmuş olduğu üç farklı yapının, bir plüralist metodoloji gerektirdiği argümanından yola çıkarak devletler sisteminin 15 Devlen ve Özdamar, a.e., p. 44. Stanley Hofmann, “International Society”, Order and Violence: Hedley Bull and International Relations, J. D. B. Miller ve R. J. Vincent (eds.), New York, Oxford University Press, 1990, p. 13-37. 17 Bull, The Anarchical Society, p. 97; 122; 156; 178; 194 ve Bull, “International Relations as an Academic Pursuit”, Australian Outlook, Vol. 26, No. 3, 1972, p. 251-265. 18 Bull, “International Theory: The Case for a Classical Approach”, World Politics, Vol. 18, No. 3, 1966, pp. 361-377. 16 638 pozitivizmle, uluslararası toplumun yorumlamacı ve interpretivist (anti–pozitivist) ve dünya toplumunun eleştirel kuramla analiz edilebileceğini savunmaktadır.19 Bu tür yorumlamaların, Okul’un büyük kuram potansiyeline katkıda bulunabileceğinin dikkate alınmasında fayda görülmektedir. Uluslararası Đlişkilerin Toplumsal Özelliği ve Anarşi Toplumu Wight’ın eklektik yapıyla birlikte uluslararası ilişkilerde toplumsal özelliğin ontolojisine yönelik çıkış noktası, bir “uluslararası toplum” ya da “devletler toplumu” ya da en azından “uluslararası topluluk” fikridir. Wight’ın, Uluslararası Đlişkiler Kuramı’nın20 özü olarak gördüğü uluslararası toplumun ne olduğu sorusuna verilen cevaplar doğrultusunda, üç grup ve bu üç gruba dâhil gelenekler –realizm, rasyonalizm ve revolüsyonizm– sınıflandırmasının temelini oluşturur.21 Uluslararası Đlişkiler Kuramında, Machiavelli’den itibaren bu üç paradigmanın varlığına tanık olunur22 ve aynı zamanda, uluslararası ilişkilerin tarihine bakıldığında, farklı dönemlerde bu üç paradigmadan birinin baskın olduğu görülür.23 Bull’un uluslararası toplumun varlığını ortaya koymaya yönelik çıkış noktası, Wight’ı tamamlayacak şekilde, “anarşi” ve bir uluslararası toplumun anarşiyle uyumluluğudur. Bull, anarşinin uluslararası ilişkilerde temel bir gerçeklik ve kuramsallaştırma çalışmalarının başlangıç noktası olduğunu kabul eder. Anarşi “yönetenin olmaması; düzensizlik ve karışıklık” olmak üzere üç anlam taşır. Bull, uluslararası ilişkilerde anarşinin bu anlamlardan birincisini yansıttığını belirtir. Dolayısıyla, devlet içinde yaşayanlar ortak bir hükümete tabiyken, uluslararası ilişkilerde ortak bir hükmedenin varlığından söz edilemez.24 Wight da aynı şekilde, uluslararası ilişkilerde anarşiyi “ortak hükümetin olmadığı bir durum” olarak alır.25 Uluslararası Đlişkiler’de yaygın olan görüşe göre devletler, anarşiye bağlı olarak herhangi bir toplum türü oluşturmazlar; öyle olsaydı bile, toplumun ortaya çıkması devletlerin 19 Richard Little, “The English School’s Contribution to the Study of International Relations”, European Journal of International Relations, Vol. 6, 2000, p. 395-422. 20 Martin Wight’ın kafasındaki ifade, şüpheye yer bırakmayacak biçimde bir “Uluslararası Đlişkiler Kuramı”dır; ancak, bunu “Uluslararası Kuram” olarak ifade etmiştir. Bull, ifadedeki eksikliğe dikkat çekmiş ve bunun Uluslararası Đlişkiler Kuramı olarak okunması gerektiğini belirtmiştir. Bull, “Martin Wight and The Theory of International Relations: The Second Martin Wight Memorial Lecture”, British Journal of International Studies, Vol. 2, No. 2, 1976, p. 101-116. 21 Bull, “Martin Wight and The Theory of...”. 22 Wight, International Theory: The Three Traditions, G. Wight ve B. E. Porter (eds.), New York, Holmes & Meier for the Royal Institute of International Affairs, 1992, p. 7. 23 Dunne, a.e, p. 58. 24 Bull, “Society and Anarchy in International Relations”, Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of International Politics, H. Butterfield ve M. Wight (eds.), 3. bs., Londra, George Allen & Unwin Ltd., 1969, p. 35-50. 25 Wight, Power Politics, H. Bull ve C. Holbraad (eds.), Londra, Continuum International Publishing Group Ltd., 2004, p. 105. 639 kendilerini ortak bir otoriteye bağlamalarıyla mümkün olabilirdi. Bu görüş, toplum ya da devlet öncesi doğa hâli– bir anarşi, bu anarşinin sürekli bir düzensizlik ve mücadele olduğunu, dolayısıyla uluslararası ilişkilerin de her devletin kendi çıkarının peşinde olması sonucu bir sürekli rekabet ve çatışma alanı olduğunu savunan Hobbescu, Machiavellci ya da Hegelci (Realist paradigma) yaklaşıma aittir.26 Bireylerin ortak bir yönetim altında birleşmesi sonucunda anarşinin sona ermesi fikri, iç siyasete yönelik yaklaşımlara uygundur; ancak, uluslararası ilişkilerde anarşi ve toplum kavramları farklıdır. Bull’a göre, eğer bir doğal hâlin varlığı kabul edilecekse, bu, sürekli çatışmaya dayanan Hobbes’un tanımladığı değil, Locke’un doğal hâli olacaktır.27 Bull, anarşi realitesinin, uluslararası ilişkilerde bir toplum oluşmasına engel teşkil etmediğini ve Uluslararası Đlişkiler’in, Siyaset Kuramından ayrı bir disiplin olarak değerlendirilebilmesi için öncelikle bu ayrımın yapılmasının gerektiğini savunmaktadır.28 Bull’a göre, öncelikli olarak Hobbescu yaklaşımın savunduğu, bir toplum sözleşmesinin sürekli anarşiyi sona erdireceği fikri uluslararası ilişkilere uymamaktadır. Dolayısıyla, Wight’ın belirttiği gibi Realist paradigmanın uluslararası toplumun ne olduğu sorusuna cevabı; “böyle bir toplumun olmadığı”dır. Bu doğrultuda, uluslararası toplumun temel kurumlarından olan uluslararası hukuk ziyadesiyle tartışmalıdır ve devletlerin uluslararası hukuka riayet etmesinin tek yolu, anarşiyi sona erdirecek olan bir dünya devletidir. Realist paradigma içinde, uluslararası toplumun varlığına dair ikinci bir yaklaşımsa, bazı realistler tarafından savunulan “uluslararası toplumun, büyük güçlerin toplamından başka bir şey olmadığıdır”.29 Her iki cevaba göre de uluslararası ilişkilerin ve (eğer varlığı kabul edilirse) uluslararası toplumun temel aktörleri devletlerdir. Wight’a göre, uluslararası toplumun üyelerinin kim olduğu sorusuna verilebilecek yanıtlar, uluslararası hukuk temelinde ortaya çıkmaktadır. Bu doğrultuda ulaşılan üç yanıt şu şekildedir: Đlk olarak, uluslararası hukukun, uluslararası kimliğe sahip olan tek kurum, devletlerden başka kişisi bulunamayacağını savunan pozitif hukuk; ikinci olarak, devletlerin yalnızca kişileştirilmiş fiktif kurumlardan ibaret olduğunu, buradan hareketle uluslararası hukukun aktörlerinin bireyler olduğunu savunan Revolüsyonist görüş bulunur. Dolayısıyla, Revolüsyonist görüşün, uluslararası toplumun ne olduğu sorusuna yanıtı; nihai olarak “tüm insanlığın toplamı”dır. Bu iki yanıttan başka, Wight ve Bull’un, uluslararası toplum fikrininin 26 Wight, International Theory..., p. 7. Bull, “Society and Anarchy in International Relations” 28 Ibid. 29 Wight, International Theory..., p. 32. 27 640 kaynağını aldığı Grotius30, hem devletlerin hem de bireylerin uluslararası hukukun kişileri olabileceğini savunmaktadır.31 Wight’ın belirttiği gibi, Grotius, insanoğlunun toplumsallığından yola çıkarak, toplumun temelinde hukukun yattığını savunmaktadır.32 Bu noktadan hareketle, Realist paradigmaya göre uluslar arasında düzenleyici unsur güç’ken, Rasyonalist paradigma bunun aksini, uluslararası toplumun temelinde geleneklerin; dolayısıyla da düzenlemelerin ve hukukun, aynı zamanda ahlaki gerekliliklerin bulunduğunu savunur.33 Güç ve gelenek arasında tatmin edici bir ayrımın yapılması da kolay değildir. Geleneğin nerede bitip, gücün nerede devreye gireceği ya da gücün oranının ne kadar olacağı, her zaman üzerinde düşünülecek sorulardır. Đşte bu noktada, Rasyonalist paradigma, Realizme yaklaşır ve geleneğin ortadan kalktığı yerde gücün devreye gireceği cevabını verir. Wight, buna örnek olarak Milletler Cemiyeti (MC) ve Birleşmiş Milletler (BM) Kurucu Anlaşmaları’nı verir: MC Kurucu Anlaşması, Birinci Dünya Savaşı sonrasında “bağlayıcı bir karakter mi taşımalıydı, yoksa iyi niyete mi dayanmalıydı” ikilemi sonunda iyi niyete dayalı bir yapıyla kurulurken, BM Kurucu Anlaşması ise daha çok Hobbescu bir yapıdadır; çünkü, BM, güce dayalıdır ve ayrıca üye devletler, MC’nden kendi istekleriyle ayrılabilirken, BM’de böyle bir hak söz konusu değildir.34 Wight, Grotius’un, uluslararası toplumu, konuya bağlı olarak, bir societas gentium (milletler toplumu), civitatum populorum (devletler topluluğu) ya da societas humanis generis (insanoğlu/bireyler toplumu) biçiminde gördüğünü ifade etmektedir.35 Aynı şekilde Bull da, Grotius’a göre, son tahlilde uluslararası toplumun üyelerinin bireyler olduğu sonucuna ulaşır. Bull’a göre, Grotius’un kullanmış olduğu magna communitas humani generis kavramı, uluslararası toplumun temelinde yatmaktadır.36 Grotius, Savaş ve Barış Hukuku’nda [De Iure Belli ac Pacis], “devletler arasındaki karşılıklı ilişkileri düzenleyen hukukun esas yapısını, bağlayıcı olduğu tüm insanlığa genişletmek istediğini” belirtmiştir.37 Bu noktada da, Đngiliz Okulu’nun Grotiusçu uluslararası toplum yaklaşımı üzerine bina ettiği Rasyonalist paradigma, Revolüsyonist paradigmaya yakınlaşır. 30 Benedict Kingsbury ve Adam Roberts, “Grotian Thought in International Relations”, Hugo Grotius and International Relations, Bull, Kingsbury ve Roberts (eds.), New York, Oxford Press, 1989, p. 15-26. 31 Wight, International Theory..., p. 36-37. 32 Hugo Grotius, Savaş ve Barış Hukuku, çev. Seha L. Meray, Đstanbul, Say Yayınları, 2011, p. 19-23. 33 Wight, International Theory..., p. 39; Bull, The Anarchical Society..., p. 25. 34 Wight, International Theory..., p. 33-40. 35 Wight, International Theory..., p. 37. 36 Bull, “The Grotian Conception of International Society”, Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of International Politics, Butterfield ve Wight (eds.), 3. bs., Londra, George Allen & Unwin Ltd., 1969, p. 51-73. 37 Grotius, a.e., p. 27. 641 Wight’a göre, pozitif hukukçuların savunduğu, sadece devletlerin birer uluslararası kişi olarak kabul edilmesi düşüncesi, uluslararası toplumun ve hukukun doğasına uygun değildir. Wight, bu düşünceye karşı, 1907’de, Amerikan Merkezî Adalet Mahkemesi’nin, bireylerin, devlete karşı dava açma hakkının bulunduğunu kabul ettiğini; 1919’dan sonra, MC, BM, Uluslararası Çalışma Örgütü ve Uluslararası Posta Teşkilatı’nın, uluslararası yasal kişiler olarak sayıldığını ve son olarak Đkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, suç işleyen bireylerin Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nde yargılandığını hatırlatır.38 Dolayısıyla, Đngiliz Okulu’nun kurucu düşünürleri, uluslararası ilişkilerde, temel aktörün devletler olduklarını kabul etmekle birlikte, devletlerden başka aktörler olduğunu da kabul ederler. Buzan’ın da ifade ettiği gibi, insanların toplumsal özelliğinden hareketle, “bireylerin içinde yaşadıkları toplum tarafından şekillendirilip, toplumu şekillendirdikleri gibi devletler de hem şekillendirdikleri hem de kendisi tarafından şekillendirildikleri uluslararası toplum içinde yaşarlar”.39 Bu sosyal unsur, Realist paradigmanın katı anarşi mantığının uzak kısmında yer alır ve Realist paradigmaya daha yakın olan devletler sistemlerinin nasıl işlediğinin anlaşılabilmesinde anahtar rol oynar. Revolüsyonist paradigma, Rasyonalist paradigmanın, Realizm’den uzak olan yanında bulunmaktadır.40 Revolüsyonistler, Realistler ya da Rasyonalistler gibi, toplumsal sözleşme öncesi doğal hâlin nasıl olduğuna önem vermemektedirler. Bunun yerine, ortaçağa özgü ortak bir bireyler cumhuriyeti fikrini (bir imperium mundi [Dante]) diriltmek ya da ebedîleştirmekle yahut uluslararası toplumu bir dünya–devletine dönüştürmekle ve bunun tanımını ortaya koymakla ve bir süper–devlet kurmakla ilgilenmişlerdir. Wight, Revolüsyonist paradigmanın temel özelliğinin, “uluslararası ilişkileri bir iç siyaset durumuna indirgemesi” olduğunu belirtir. Uluslararası toplum, daha çok bir civitas maxima fikri olarak ele alındıkça, uluslararası ilişkiler, evrensel civitas (şehirlerin–bireylerin) daha çok iç siyasi meseleleri hâline gelecektir. Wight, Revolüsyonist paradigmayı üç şekilde ele alır: “doktrinsel tekbiçimlilik”, “doktrinsel emperyalizm” ve “kozmopolitanizm”.41 Doktrinsel tekbiçimlilik, üye devletler arasında doktrinsel ve yapısal uygunluk ve ideolojik homojenlik arayan, Kant’ın klâsik Ebedî Barış tezinde olduğu şekilde açıklanır. Buna göre, tüm devletler aynı ideolojik dürtüyle hareket etmedikçe uluslararası barış sağlanamaz. Wight, Kant’ın doktrininin yalnızca cumhuriyetçi devletler arasındaki uyum olarak görülmemesi gerektiğini, “Kutsal Đttifak’ı 38 Wight, International Theory..., p. 37. Buzan, From International System to International Society..., p. 8. 40 Wight, International Theory..., p. 40. 41 Wight, International Theory..., p. 41. 39 642 meydana getiren Rusya ve Avusturya gibi kraliyetçi karşı–devrimci oluşumun da buna bir örnek teşkil ettiği”ni ifade etmektedir. Wight, Giuseppe Mazzini’nin, doktrinsel tekbiçimliliği en aşırı noktaya taşıyarak, tüm üyelerinin ulus devletler olmadığı sürece, bir uluslararası toplumdan söz edilemeyeceğini savunduğunu ve böylece 1919’dan sonra, self-determinasyon hakkı fikrinin öncüsü olduğunu savunmaktadır. Bu doğrultuda Wight, self-determinasyon hakkını savunan ABD Başkanı Wilson’ın, yarı–devrimci olduğunu ifade eder.42 Revolüsyonist paradigmanın ikinci şekli doktrinsel emperyalizmde, civitas maxima ve uluslararası ilişkileri iç siyaset hâline getirme düşüncesi ideolojik ya da doktrine dayalı bir güç ile denenebilir. Bu durumda, bir büyük güç, bir inancı ve tekbiçimliliği dayatmaya çalışır. Wight, bu durumun örnekleri olarak, Stalinizm; Birinci Fransa Cumhuriyeti’nin ordularının fethedebildiği topraklarda insan haklarını empoze etmesi; Đspanya Kralı Felipe’nin Hristiyanlığı yayma çabalarını vermektedir.43 Bu girişimlerin temelinde yatan iki teorik kaynak, (Eski Ahit’e dayanan) “seçilmişler” ya da (Vergilius’un Aeneis eserine dayanan) “emperyal ilahî misyon”dur. Revolüsyonizmin üçüncü türü olan kozmopolitanizm, uluslararası/devletler arası toplumu yok sayar ve bu ikisinin yerine, tek gerçek uluslararası toplum olduğunu savunduğu, bireylerin dünya toplumunu koyan bir yaklaşıma dayanır. Bu sava göre, cosmopolis dünya devletine eşittir ve civitas maxima bu şekilde gerçekleşir. Kozmopolitanizm, Revolüsyonist kuramlar içinde en devrimci olandır ve uluslararası ilişkilerin topyekûn ortadan kalkmasını gerektirir. Wight, bu sebeple hiçbir büyük Uluslararası Đlişkiler kuramının kozmopolitanizmi savunamayacağını ileri sürmektedir.44 Wight, kozmopolitanizmin temelde “idealizm” olduğunu ve Realist paradigmayla zıtlık oluşturduğunu ifade eder. Dolayısıyla, kozmopolitanizmi bazı noktalarda fanatiklik ve uluslararası ilişkilerin salahiyeti açısından tehlike olarak görmektedir. Bull da aynı şekilde, uluslararası anarşinin, Realistlerin öne sürdüğü gibi bir evrensel yönetimle ya da Revolüsyonistlerin savunduğu gibi kozmopolitanizmle sona ereceği fikrine karşı çıkar.45 The Anarchical Society’de Bull, “dünya hükümeti, yeni medievalism46, bölgesel olarak yeniden yapılanma ve değişim için devrimsel hareketler”i eleştirerek “ütopyacılık” olarak nitelendirdiği bu yaklaşımları reddeder.47 42 Wight, International Theory..., p. 42. Wight, International Theory..., p. 43. 44 Wight, International Theory..., p. 45. 45 Bull, “The Grotian Conception of International Society”. 46 Bull’un Uluslararası Đlişkiler yazınına kazandırmış olduğu bu kavram, uluslararası ilişkilerde genel olarak küreselleşmenin etkisiyle, devletin bir aktör olarak nüfuzunu kaybedeceğine yönelik yaklaşımları eleştirmek için kullanılmaktadır. Bkz. Bull, The Anarchical Society..., p. 245-246. 47 Bull, The Anarchical Society..., p. 307-308. 43 643 Bu kısma kadar açıklanan Realist, Rasyonalist ve Revolüsyonist paradigmaların uluslararası toplumun ne olduğu sorusuna yanıtları özetle : “Realistlere göre: Bir uluslararası toplum yoktur; mücadele alanı vardır” “Rasyonalistlere göre: Devletten farklı bir toplumdur” “Revolüsyonistlere göre: Bir (tek) devlettir (ya da olmalıdır)” şeklindedir. Sonuç olarak Đngiliz Okulu, Realist paradigmayı, uluslararası ilişkileri yalnızca güce dayanan, devletlerden başka siyasal aktörlerin olmadığı bir mücadele alanı olarak görmeleri, ahlaki normları ve işbirliğini yok saymaları nedeniyle; Revolüsyonist paradigmayı ise bu yaklaşımın genel anlamda uluslararası toplumun kurumlarını reddetmesi nedeniyle eleştirir ve her ikisinin ortasına yerleştirdiği Grotiusçu-Rasyonalist paradigma üzerinde şekillenir. Devletler Sistemi ve Uluslararası Toplumun Đşleyişi Uluslarası toplumun epistemolojisi ortaya konulduktan sonra, bu toplumun nasıl işlediğinin tartışılmasına geçilmesi mümkündür. Đngiliz Okulu’nun kurucu düşünürleri, tartışmaya yer bırakmayacak şekilde, uluslararası ilişkilerin temel aktörlerinin devletler olduğunu kabul ederler. Bull’a göre uluslararası ilişkilerin başlangıç noktası, devletlerin ya da herbirinin bir hükümete ve dünya üzerinde egemenlik hakkını uygulayabildiği ve belli bir nüfusa sahip bağımsız siyasal toplulukların varlığıdır.48 Bull, bağımsız siyasal “güçler” arasındaki ilişkinin, belki “güçler ilişkisi” olarak incelenebileceğini, ancak, bu tür ilişkilerin Uluslararası Đlişkiler’in temel konusu olamayacağını belirtir. Bu anlamda, uluslarası ilişkiler ile kastedilen “devletler arasındaki ilişkiler”dir.49 Bir devletler sistemi, iki ya da daha fazla devlet arasında yeteri kadar temas ve birbirleri üzerinde yeteri kadar etki sahibi olduklarında ortaya çıkar. Birbirleriyle doğrudan ya da dolaylı yoldan ilişkisi olan, kararlarının diğer devleti yine doğrudan ya da dolaylı olarak etkilediği ve her devletin bir oluşumun parçası gibi hareket ederek bir diğerini hesaba katmak durumunda olduğu bu sistemlerde ilişkinin, işbirliği ya da çatışma olması mümkündür.50 Britanya Uluslararası Siyaset Kuramı Komitesi’nin ilk toplantılarından itibaren yapılan tartışmalar sonucu, Avrupa devletler sisteminin gelişerek, hâlihazırda tüm dünyayı kapsayan uluslararası siyasal sisteme öncülük ettiği; ancak, Avrupa devletler sisteminden başka 48 Bull, The Anarchical Society..., p. 8. Ancak, Đngiliz Okulu içinde, devletler temel aktörler sayılmakla birlikte, uluslararası toplumdaki tek aktörün devletler olmadıkları açıktır. 50 Bull, The Anarchical Society..., p. 9-10. 49 644 sistemlerin de tarih içinde var olduğu sonucuna ulaşılmıştır.51 Wight, genel olarak kabul gören, egemen devletin “kendisinin üstünde bir otorite kabul etmeyen (üniter ya da konfederal) bağımsız siyasal yönetimler” tanımının ötesine geçmiştir. Yalnızca Avrupa Sistemi, Yunan Şehir Devletleri ya da Helen Krallıkları sistemleri değil; Çin Antik Sistemi, Roma Sistemi ve Hindistan’daki Raj Sistemi de uluslararası sistemlerin örnekleri olarak kabul edilir. Wight, anılan sistemlerin ilkini “uluslararası devlet sistemleri” ve diğerini “süzeren/hükmeden (suzerain) devletler sistemi” olarak ayırmaktadır.52 Bu doğrultuda, Roma Đmparatorluğu’nun barbarlarla olan ilişkisi; Bizans Đmparatorluğu’nun kendisinden zayıf komşularıyla olan ilişkisi; Abbasî Halifeliği’nin çevresindeki güçlerle olan ilişkisi ve Çin Đmparatorluğu’nun kabilesel güçlerle olan ilişkisi ikincil sistemlere örnek teşkil eder. Bull’un belirttiği gibi, uluslararası devletler sisteminde, sadece belli bir zamanda baskı kuran ya da hegemon güç vardır: Klâsik Yunan Şehir Devletleri ya da Helen Krallıkları hangi devletin hegemon olacağına dair sürekli bir mücadele vermişlerdir; bu sürekli mücadelede hegemonya, bir güçten diğerine geçebilir.53 Devletler sistemini, süzerenler sisteminden ayıran bu sürekli güç mücadelesidir. Sürekli mücadelenin sebebinin, yayılmanın güçlerin doğasında olmasından kaynaklandığı söylenebilir.54 Bull, “devletler sistemi” kavramının uzun bir tarihe sahip ve farklı yorumlara açık olduğunu ifade etmektedir. Bull’a göre, Wight’ın kaynağını almış olduğu Pufendorf55, Avrupalı devletler sisteminin tamamını değil, sistem içindeki bazı devletleri kastetmektedir. “Sistem” kavramı XVIII. asırda Rousseau ve Nettelbladt gibi düşünürler tarafından Avrupalı devletler sisteminin tamamı için kullanılmakla birlikte, kavrama asıl değerini yükleyen Gentz, Ancillon ve Heeren gibi Napoléon Dönemi yazarlarıdır.56 A. H. L. Heeren, 1809’da yayımlanan Handbuch der Geschicte des Europaischen Staatensystems und seiner Kolonien çalışmasında, devletler sistemini, devletlerin yalnızca belli bir temas ve etkileşim içinde bir arada bulunmasıyla sınırlı tutmamakta, “devletlerin birbirlerine karşı tutumları, din ve toplumsal ilerleme derecesi yönünden benzeyen sınırdaş birkaç devletin, karşılıklı çıkar üstüne oluşturduğu birlik” olarak tanımlamaktadır. Yani, devletler sisteminin üyeleri ortak çıkarlara ve değerlere sahiptir ve bir ortak kültür ya da medeniyet üzerinde şekillenir. Ayrıca, üyelerinin özgürlüğünün tehlikeye girmesi ya da yok olması durumunda sistemin de varlığı 51 Adam Watson, The Evolution of International Society: A Comparative Historical Analysis, Londra, Routledge, 1992, p. 2. 52 Watson, The Evolution of International Society..., p. 3-4. 53 Bull, The Anarchical Society..., p. 10. 54 Wight, Power Politics, p. 148. 55 Wight, System of States, Leicester, Leicester University Press, 1977, p. 21-22. 56 Bull, The Anarchical Society..., p. 12. 645 tehlikeye girer ya da sona erer. Bull, Heeren’in devletler sistemi tanımının, kendisinin yaptığı uluslararası toplum tanımına yakın olduğunu belirtir.57 Bu bağlamda Bull, birbirleriyle ilişkilerinde kendilerini bağlayan belirli bir kurallar bütününün ve ortak kurumların yönetimini paylaşma anlamında belirli ortak çıkarların ve ortak değerlerin varlığının farkında olan devletlerin bir toplum olduğunda, devletler toplumu veya uluslararası toplumun meydana geldiğini belirtir. Dolayısıyla bir uluslararası toplum, bir sistemden çıkar; ancak, her uluslararası sistem bir toplum oluşturmayabilir.58 Bull, insanoğlunun toplum içinde yaşamasının birincil sebebinin “düzen arayışı” olduğunu savunur.59 Toplum içinde yaşamanın üç temel amacı; can güvenliği, verilen sözün yerine getirilmesinin garanti altına alınması [pacta sund servanda] ve mal güvenliğinin sağlanmasıdır. Uluslararası toplumun üyesi olan devletlerin temel amacı da “düzen”dir. Bu doğrultuda, uluslararası toplumun temel, öncelikli ve evrensel amaçları da toplumsal yaşamın sunduğu şekilde; uluslararası toplumun kendi varlığını, üye devletlerin varlığını, egemenliğini ve bağımsızlıklarını korumak; uluslararası toplumun üye devletleri arasında normal şartlarda (genel şartların ihlâl edilmediği, savaş durumunun olmadığı) barış; son olarak da şiddetin azaltılmasıdır (elçilerin dokunulmazlığı gibi diplomatik geleneklerin sürdürdürülmesi ya da haklı savaş temperamenta belli [savaşın belli sınırların olması] bu amacın unsurlarıdır).60 Đngiliz Okulu içinde devam eden tartışmalardan biri, devletlerarası sistemlerin uluslararası topluma dönüşmesi noktasında ortaya çıkmaktadır. Bunun nedeni, devletler sistemlerinin uluslararası topluma dönüşmesinde etkin olan unsurların neler olduğu konusunda Butterfield’la Wight ve Bull’la Watson’ın farklı bakış açılarına sahip olmalarıdır. Butterfield, Avrupa devletler sistemini Burke’ün güçler dengesi yaklaşımıyla ele alarak “ortak değerler ve kültür birliği”ne dayandırmaktadır. Butterfield’e göre Avrupa devletler sistemini bir arada tutan bu kültür birliği, ortak değerler hissi ve geleneklere dayalı topluluk varlığının yanında uluslararası düzenin kendisi ve dolayısıyla güçler dengesiydi.61 Wight, Butterfield’ın bu görüşlerini paylaşmaktadır. Wight’a göre uluslararası toplum, Batı Avrupa’nın Hristiyanlığı yaymasıyla başlayarak dünyaya genişleyen, bağımsız toplulukları birbirine bağlayan bir etkileşimdir. Wight, diplomatik sistemin, dolayısıyla uluslararası toplumun açık göstergeleri; üye–toplulukların bağımsızlığını korumak için bilinçli güçler dengesinde, uluslararası hukukun düzenli olarak işletilmesinde ve ekonomik, sosyal ve teknik bağımsızlık 57 Bull, The Anarchical Society..., p. 13. Bull, “The European International Order”, Hedley Bull on International Society, K. Alderson ve A. Hurrel (eds.), Londra, Macmillan, 2000, p. 170-187. 59 Bull, The Anarchical Society..., p. 4. 60 Bull, The Anarchical Society..., p. 16-18. 61 Dunne, a.e., p. 98. 58 646 ve bunların sürdürülmesi için kurulan uluslararası kurumlarda görülebileceğini ifade eder.62 Butterfield’a ve Wight’a göre uluslararası toplum ortak bir kültür olmaksızın işlemez. Hoffmann, Bull’a göre, öncelikli olarak Batılı devletlerin öncülüğünde gelişen ve Batılı olmayıp bu değerleri kabul eden devletleri ve Đkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan devletleri, ortak bir kültürel çerçeve olmadan, kozmopolitan bir idealle bir arada tutan tek unsurun “ortak çıkarların varlığı” olduğuna dikkat çekmektedir.63 Bull ve Watson’a göre ortak kültür ve değerler uluslararası toplum için bir gereklilik değildir; zira “ortak çıkar” uluslararası toplumun işleyebilmesi açısından yeterlidir. Bull, yine de geçmiş uluslararası toplumların ortak kültür ya da medeniyet, yahut en azından ortak bir medeniyetin unsurlarından dil, ortak bir evren epistemolojisi ve algılayışı, ortak bir din, ahlâksal kod, ortak bir estetik ya da sanat anlayışı üzerinde ortaya çıktığını kabul eder. Bull’a göre, bu unsurlar, uluslararası toplumun işleyişini iki yönde kolaylaştırır: Bir yandan, daha kolay iletişim ve diğer devletin diğerini anlamasında daha yakın bir farkındalık sağlar; böylece ortak kuralların tanımı ve ortak kurumların evrimi kolaylaşır. Diğer yandan, devletleri ortak çıkarlar doğrultusunda hareket etme hissini kuvvetlendirerek, müşterek hareket etmeye sevkeder.64 Uluslararası toplumun işleyebilmesi için ortak çıkarın yeterli olacağını savunan Bull ve Watson, uluslararası toplumun tanımını “(üyelerinin) eylemlerinin, yalnızca diğerlerinin eylemlerini göz önünde bulundurma zorunluluğu faktörüne dayanan bir sistem olmayıp, aynı zamanda ilişkilerini düzenleyenin diyaloğa ve rızaya dayalı ortak yasalar ve kurumlar olduğunu ve kendi ortak çıkarlarının, bu düzenlemelerin sürdürülmesiyle mümkün olduğuna kanaat getiren devletler – ya da daha genel bir ifadeyle bağımsız siyasal topluluklar – grubu” şeklinde ortaya koymuştur.65 Uluslararası toplum ve devletler sistemi bir arada var olabilir. Buna örnek olarak, Avrupa uluslararası toplumu ile bir arada var olmuş olan Baltık Devletleri sistemi verilebilir.66 Bundan başka uluslararası toplumlarla bir arada varlığını sürdürmüş olan, emperyal sistemler de bulunmaktadır.67 Bunun en belirgin örneği, Yunan uluslararası toplumu ile aynı zamanda hüküm sürmüş olan Fars Đmparatorluğu’dur. 62 Wight, “Western Values in International Relations”, Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of International Politics, H. Butterfield ve M. Wight (eds.), 3. bs., Londra, George Allen & Unwin Ltd., 1969, p. 89-131. 63 Hoffmann, a.e. 64 Bull, The Anarchical Society..., p. 22. 65 Bull ve Watson, “Preface”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 1. 66 Watson, “Russia and the European States System”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 61-74. 67 Watson, The Evolution of International Society..., p. 40-46. 647 Đngiliz Okulu içinde tartışılan bir diğer konu, Avrupa devletler sistemi ile Osmanlı Đmparatorluğu arasındaki ilişkilerin nasıl tanımlanacağı üzerine olmuştur. Wight, Osmanlı Đmparatorluğu’nun, Avrupa güçler dengesinin bir parçası olduğunu, ancak, devletler sisteminin bir üyesi olmadığını savunur. XVI. asırda bazı açılardan Avrupa uluslararası toplumundan daha medenî olan Osmanlı Đmparatorluğu’nun, 1856 Kırım Savaşı’ndan sonra Avrupa uluslararası toplumunun üyesi gibi görünmesi bir yanılsamadır. Wight ve Bull, Türkler’in, Avrupa uluslararası toplumunun bir üyesi olmasının, 1923 Lozan Anlaşması’ndan sonra, Batılı değerleri benimsemesiyle mümkün olduğunu savunmaktadırlar.68 Bull, Avrupa uluslararası toplumu ile Osmanlı Đmparatorluğu arasındaki ilişkiyi, Roma Đmparatorluğu ile ius gentium olarak kabul edilen ilişkiye benzetmektedir.69 Avrupa uluslararası toplumu, müşterek hareket ettiğinde Roma Đmparatorluğu gibi rakip devletlere ya da devletler sistemlerine kendi üstünlüğüyle birlikte, kendi değerlerini ve hukukunu da kabul ettirmiştir. Ancak, istisnaî bir durum olarak Osmanlı Đmparatorluğu, XIX. asra kadar, Avrupa uluslararası toplumunun gücüne karşı koyabilmiş, hukukuna tepeden bakmış ve kendi teamüllerini kabul ettirebilmiş, bununla birlikte ne uluslararası toplumun bir parçası olmuş ne de güçler dengesinin dışında kalmıştır.70 Dünya Toplumu Đngiliz Okulu’nun üçüncü temel argümanı dünya toplumudur. Buraya kadar incelenen devletler sistemi Realist paradigma, uluslararası toplum Rasyonalist paradigma ve dünya toplumu Revolüsyonist paradigma ile ilişkilendirilmiştir. Buzan’ın belirttiği gibi Đngiliz Okulu içinde dünya toplumunun tanımına ya da sınırlarına dair ortak bir yaklaşım benimsenmemiş olması, bu argümanın, kuramın bir “entelektüel çöp kutusu”na dönmesine neden olmuştur.71 Bu sebeple, çalışmada, dünya toplumuna kavramına kısaca değinilecektir. Đngiliz Okulu’nun kurucu düşünürleri, dünya toplumu kavramının açık bir tanımını yapmamışlardır. Bunun nedeninin, Đngiliz Okulu’nun temel analiz çerçevesi olarak dünya toplumunu değil, devletler toplumunu alması olduğu söylenebilir. Brown, Đngiliz Okulu çerçevesinde, tüm “insanlığın iyiliği” ele alındığında, siyasal yönetimlerin tamamı olan uluslararası toplumun en iyi düzenleme olarak görüldüğünü belirtir: Bull, devletleri “genel iyiliğin” failleri olarak görmektedir.72 Buzan, ontolojik açıdan ele alındığında, dünya 68 Wight, Power Politics, p. 302-303, Bull, The Anarchical Society..., p. 14. Bull, The Anarchical Society..., p. 28. 70 Thomas Naff, “The Ottoman Empire and Europe”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 143-169; Watson, The Evolution of..., p. 42; 257. 71 Buzan, Buzan, From International to World Society..., p. 21. 72 Brown, “World Society and the English School: An ‘International Society’”, European Journal of International Relations, Vol. 7, p. 423-441. 69 648 toplumunun bireylerden başladığını ve devlet temelli uluslararası topluma zıt olduğunu belirtir.73 Dünya toplumu kavramının muğlaklığı, hukuksal anlamda bireylerin haklarının genişlemesiyle, uluslararası toplumun üyeleri olan devletlerin yetkilerinin sınırlanması arasındaki ilişkiden kaynaklanmaktadır. Bull, iki toplumun tam olarak nasıl örtüşeceğini açıkça belirtmemiştir.74 Bull, dünya toplumu ile anlatılmak istenenin, küresel sosyal etkileşimin toplamı olduğunu belirtir; ancak, nerede başlayıp nerede bittiği ve uluslararası toplumla nasıl bir arada işleyeceği sorularını yanıtsız bırakır. Buzan, dünya toplumu kavramının tam olarak doğru sayılamayacak bir yaklaşımla, Revolüsyonist paradigma içinde sınıflandırıldığını belirtir.75 Dünya toplumu, bireyleri, devlet dışı kurumları ve nihai olarak dünya nüfusunu araştırma konusu olarak Uluslararaı Đlişkiler’in merkezine koyar. Buzan, Revolüsyonizmin daha çok evrenselci kozmopolitanizm türleri üzerine bina edildiğini hatırlatır.76 Bu doğrultuda, Revolüsyonizm, Komünizmi de kapsayabilir ve transnasyonalizme paralellik arz eder; ancak, normatif sosyal kuramla daha çok ilişki içindedir. Sonuç olarak, dünya toplumu kavramı, Đngiliz Okulu’nun en az netleştirilmiş ve sistemleştirilmiş kavramıdır. Đngiliz Okulu’nun, üç temel kavramı olan devletler sistemi, uluslararası toplum ve dünya toplumu, bu kavramların üç temel paradigma içindeki yerleri açıklandıktan sonra ortaya çıkan tablo şu şekildedir: 73 Buzan, “The English School: An Underexploited Resource in IR”. Bull, The Anarchical Society..., p. 270. 75 Bull, The Anarchical Society..., p. 269-270. 76 Buzan, “The English School: An Underexploited Resource in IR”. 74 649 Tablo I: Đngiliz Okulu’nun Klâsik Analiz Çerçevesi Tablo, ĐO’nun temel kavramlarının ve analiz çerçevesinin anlaşılması açısından özetleyicidir.77 Çalışmanın ikinci bölümüne geçilmeden önce, Đngiliz Okulu’nun “ekonomik perspektif eksikliği”ne yönelik yapılan eleştirilere değinilmesinde fayda görülmektedir. Đngiliz Okulu’nun I. Kuşak düşünürleri, uluslararası ilişkilerin daha çok siyasî ve güvenlikle ilgili yönleri üzerinde durarak, ekonomik yönü ihmal etmeleri sebebiyle eleştirilmektedirler.78 Wight, ekonomik boyutun, günümüzde, uluslararası ilişkilerde uluslararası siyasetin ayrılmaz bir parçasını oluşturduğuna dikkat çeker79; ancak, aynı çalışmada devletler arası ilişkileri incelerken bu boyutu ihmal eder. Bull da uluslararası toplumun ortaya çıkmasında ekonomik 77 Buzan’ın çalışmasından alınarak Türkçeleştirilmiştir. Bkz. Buzan, From International to World Society..., p. 9. R. J. Vincent, “Order in International Relations”, Order and Violence: Hedley Bull and International Relations, J. D. B. Miller ve R. J. Vincent (eds.), New York, Oxford University Press, 1990, p. 38-64; Buzan, From International to..., p. 19; Linklater ve Suganami, The English School of..., p. 20. 79 Wight, Power Politics, p. 15. 78 650 boyutun öneminden bahseder80; ancak, kendi analizlerinde bu boyutu ihmal eder. Kısaca, Đngiliz Okulu, uluslararası ilişkilerde ekonomik boyutun öneminin farkında olmasına ve konuya dikkat çekmesine rağmen, yapılan çalışmalarda ekonomik boyuta gereken önemin verilmediği aşikârdır. Çalışmanın bundan sonraki kısmında analize tabi tutulacak olan, enerji ve enerji güvenliği alanlarında, ekonomik boyutun belirleyiciliğinin önemi şüphesiz, büyüktür. Bununla birlikte, hiçbir Uluslararası Đlişkiler kuramının, tüm dünya siyasetini tek başına, eksiksiz bir şekilde sunması beklenmemelidir. Dolayısıyla bu çalışma, Đngiliz Okulu’nun kusursuz bir kuram olduğunu ispat etmeye yönelik bir etkinlikten ibaret değildir. Buradaki amaç, eklektik bir yapı sunan bu kuramdan en üst düzeyde istifade edilerek enerji ve enerji güvenliği konularının anlamlandırılmasına ve kurama, naçizane bir katkı sunulmasına yönelik bir arayıştır. 2. Uluslararası Toplumun Temel Kurumları ve Enerji Uluslararası Toplumun Temel Kurumları Uluslararası toplumun temel kurumları, tarihî gelişim sürecinde bulunabilir. Wight, bu kurumları, “diplomasi, ittifaklar ve garantiler, savaş ve tarafsızlık” olarak ifade etmektedir.81 Kısaca, diplomasi müzakere; ittifaklar ortak çıkarın etkinleştirilmesi; hakemlik (garantiler) devletler arasındaki küçük anlaşmazlıkların çözümü; savaş ise anlaşmazlıkların nihai çözüm kurumudur. Bull ise uluslararası toplumun kurumlarını güçler dengesi, uluslararası hukuk, diplomasi, savaş ve büyük güçler arasındaki denge olarak ifade etmektedir.82 Alderson ve Hurrel’in dikkat çektiği gibi, genel güçler dengesi ve büyük güçler arasındaki denge, uluslararası toplum içinde salt militer kapasiteye dayalı bir güç mücadelesi olarak anlaşılmamalıdır.83 Đngiliz Okulu’nda güç, daha geniş anlamda, “prestiji, otoriteyi ve meşruluğu” ifade eder. Bull, güçler dengesinin, yalnızca klasik anlamda askerî mücadeleden farklı şekilde, Vattel’in ifade ettiği biçimiyle, “kanunu kabul ettirebilme” kapasitesi olarak da tanımlanması gerektiğini belirtir.84 Güçler dengesi, uluslararası toplumun ve üyelerinin varlığını garanti altına almasının yanında, uluslararası toplumun diğer kurumlarının – diplomasi, savaş, uluslararası hukuk ve büyük güçler arasındaki denge– işleyebilmesi için gereken düzeni sağlama işlevini yerine getirir. Anarşik bir yapıyı barındıran uluslararası toplumdaki güç mücadelesi süreklidir; bu noktada Bull, Carr’la benzer şekilde “Sahip Olanlar 80 Bull, “The Importance of Grotius”, Hugo Grotius and International Relations, Bull, Kingsbury ve Roberts (eds.), New York, Oxford Press, 1989, p. 73. 81 Wight, Power Politics, p. 111-112. 82 Bull, The Anarchical Society..., p. 97-194. 83 Kai Alderson ve Andrew Hurrel, “Bull’s Conception of International Society”, Hedley Bull on International Society, K. Alderson ve A. Hurrel (eds.), Londra, Macmillan, 2000, p. 1-19. 84 Bull, The Anarchical Society..., p. 99. 651 ve Sahip Olmayanlar” [Haves and Have-Nots] arasındaki mücadelenin varlığını kabul eder.85 Bu sürekli mücadele içinde uluslararası toplumun ve üye devletlerinin varlığı ve özgürlükleri önceliklidir. Wight’ın belirttiği gibi yayılmacılık, güçlerin doğasında vardır.86 Buradan hareketle, hegemonya kavramı klasik anlamda, uluslararası sistemin ya da uluslararası toplumun varlığını tehdit eden, yayılmacı güç olarak anlaşılır. Böyle bir güç karşısında, Avrupa uluslararası toplumunun anti–hegemon karakteristiği olan, güçler dengesi mekanizması geliştirilmiştir. Buna Habsburglar’ın, XIV. Louis ya da Napolyon zamanında Fransa’nın karşılaştığı anti–hegemonik toplumsal reaksiyonlar klâsik örnekler olarak verilebilir.87 Uluslararası toplumun işleyişindeki bir diğer kurum olan büyük güçler, uluslararası düzenin sağlanması için; i) genel güçler dengesini korumalı, ii) kendi aralarında krizlerden kaçınmalı ya da bunları kontrol altında tutabilmeli, iii) savaşları sınırlandırmalı ya da kontrol altında tutmalıdırlar.88 Büyük güçler, uluslararası toplumun geri kalanıyla olan ilişkilerinde kendi nüfuzlarını kullanmak kaydıyla bu unsurları gerçekleştirerek, uluslararası toplumun güçlenmesini sağlar. Diğer yandan, büyük güçler, diğer üyelerin güçlerine ve bölgelerindeki ilişkilerine de saygı göstermek zorundadır. Büyük güçlerin dikkat etmesi gereken bir başka husus, adil ve makul olan talepleri göz ardı etmemek ve ikincil büyük güçlere saygı göstererek onları büyük güçler klübüne teşvik etmek olmalıdır. Bu şekilde, devletler sisteminde olduğu gibi, uluslararası toplum içinde de sürekli bir güç mücadelesinin varlığı ve bunun doğallığı kabul edilmiş olur. Vincent, Bull’un özel bir devletler grubuna sempati beslemediğine dikkat çeker; çünkü, güç mücadelesi sonunda büyük güçlerin değişebileceği kabul edilmektedir.89 Bu noktada, Watson, hegemonya kavramına klasik anlamından farklı bir anlam yükler.90 Bu anlamıyla hegemonya, Vattelci bir yaklaşımla, bir sistem içinde, sistemin işleyişi hakkında, üye devletleri içişlerinde tamamıyla bağımsız bırakarak, dış ilişkilerinde düzenleyici ve kural koyucu role sahip güç ya da yönetimdir. Bu gücün, tek bir devletten oluşması şart değildir. Dolayısıyla, büyük güçlere, diğer üye devletler tarafından meşru olarak kabul gören bir hegemonik rol yüklenir. Đngiliz Okulu, uluslararası hukukun “doğal hukuk” temelinde başlayıp, giderek plüralist bir yapıyla kurumsallaştığı sonucuna ulaşır. Uluslararası hukuk, “toplumsal sürecin 85 Bull, “International Relations as an Academic Pursuit”. Wight, Power Politics, p. 144. 87 Watson, The Evolution of..., p. 253-255. 88 Bull, The Anarchical Society..., p. 199-220. 89 Vincent, “Order in International Relations”. 90 Watson, The Evolution of..., p. 4-13. 86 652 sonucu”dur.91 Dolayısıyla uluslararası hukuk, uluslararası toplumun anarşik düzeninin körü körüne yapısının önüne geçen düzenleyici bir role sahiptir. Diğer yandan Bull, tüm ahlaki anlaşmazlıkların bir tek referans noktasından uzlaştırılabileceği dogmasına karşı çıkmaktadır. Kültürel olarak bölünmüş dünyada, ortak doğru, bireylerin ve grupların en temel ahlaki çıkarımlarda bile çatıştığı, aralarında rasyonel bir seçim yapma yolunun olmadığı bir alandır. Dolayısıyla, herkes için eşit ya da ortak iyilik için çıkarım yapılabilecek bir Grotiusçu doğal hukuk fikri benimsenmez. Bull’a göre, tarihsel süreçte, doğal hukuk asıl anlamından uzaklaşmış; Avrupalı devletler, Avrupalı olmayanlara karşı doğal hukuk yoluyla Hristiyanlığın mesajını yaymıştır.92 Bull, Grotiusçu solidarist uluslararası hukukun yerine Oppenheimcı plüralist bir yaklaşımla bir anlamda kendi açığını kapatmış olur.93 Oppenheim’a göre, sadece devletler kuralları destekler; çünkü, uluslararası siyasette paylaştıkları çıkarları vardır. Avrupa geleneğine bağlı olarak, adalet tanımlamaları benzerdir ve aynı medeniyet kavramı üzerine kurulu bir “devletler ailesi” oluştururlar. Bu doğrultuda hukuk, devletlerin ortak iradesiyle var olmaktadır. Devletler de eşit haklara sahip ve eylemlerinden sorumlu “egemen” devletlerdir.94 Bull’a göre bireyler, uluslararası hukukun kişileri sayılmazlar. Oppenheim da devletlerin zaten bireyleri temsil ettiğini savunmaktadır.95 Uluslararası hukuk, devletlerin, varlığını kabul ederek, diğer siyasal aktörlerle ilişkilerini düzenleyeceği taahhüdü altına girmiş olduğu bağlayıcı kuralların bütünüdür ve aynı zamanda, uluslararası toplumun varlığının en önemli kanıtlarından biridir.96 Uluslararası hukuk gibi diplomasi de, uluslararası toplumun üyeleri olan siyasal aktörleri arasındaki ilişkilerin, barışçıl yollardan düzenlenme aracıdır ve uluslararası toplumun varlığının bir başka kanıtıdır.97 Diplomasiden anlaşılması gereken, “Đtalyan diplomasisi gibi oportünist ya da Britanya’nın geleneksel diplomasisi değil; Grotiusçu anlamda, güçler dengesine bağlı olarak tarafların materyal ve fiziksel olarak, iki tarafın eşit şartlarda ve karşılıklı güvene dayanarak müzakere edilmesi”dir.98 91 Bull, The Anarchical Society..., p. 123. Bull, “The Emergence of a Universal International Society”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 117-126. 93 Bull, “The Grotian Conception of International Society”. 94 Mathias Schmoeckel, “Consent and Caution: Lassa Oppenheim and his Reaction to World War I”, Peace Treaties and International Law in European History: From the Late Middle Ages to World War One, Randall Lesaffer (ed.), New York, Cambridge University Press, 2004, p. 270-288. 95 Ibid. 96 Wight, Power Politics, p. 107; Bull, The Anarchical Society..., p. 101. 97 Bull, The Anarchical Society..., p. 157. 98 Wight, International Theory..., p. 180. 92 653 Diplomasinin sona erdiği yerde, savaş kurumu devreye girer. Bu anlamda, Đngiliz Okulu, savaşı, Clausewitz’in tanımladığı şekilde siyasetin, başka araçlarla devamı olarak görür.99 Savaş, uluslararası toplumun var olmadığı anlamına gelmez. Buzan’ın dikkat çektiği gibi birçok toplum, “şiddeti” (kurban etme ayinleri, savaşçı kahraman kültürleri) ve “eşitsizliği” (kölelik; etnik, dinî, sınıf ve cinsiyet ayrımcılığı) barındırmıştır. Đngiliz Okulu, savaşın Avrupa uluslararası toplumunun tarihi içinde var olduğunu ifade etmekte daha açıksözlü davranmaktadır. Dolayısıyla savaş, uluslararası toplum içinde sınırlanması ve baskı altında tutulması gereken bir realite olarak yer alır. Bu açıdan savaş, uluslararası hukukun güçlendirilmesini; güçler dengesinin korunmasını ve hukukî alanda adil düzenlemeler yapılmasını gerektiren bir itici güç anlamı taşır.100 Aynı zamanda savaş, uluslararası sistemde belirleyici bir role sahiptir. Bull, savaşın ve savaş tehdidinin büyük ve küçük güçleri ittifaklara yönelttiğini, nüfuz bölgelerini, güç ve hegemonya dengelerini belirlediğini ifade eder.101 Kültür, Medeniyet ve Geçmişin Mirası Çalışmanın buraya kadarki kısmında, Đngiliz Okulu’nun kurucu düşünürleri ve başvurdukları metodoloji, uluslararası toplumun epistemolojisi, ontolojisi ve işleyişi tanıtılmıştır. Bull ve Watson’a göre, uluslararası toplum “tarihî bir perspektifle anlaşılabilir”.102 Bu sebeple, çalışmanın bundan sonraki kısmında, devletlerin enerji ve enerji güvenliği politikalarının anlamlandırılabilmesi için tarihsel-yorumlayıcı bir metodoloji kullanılacaktır. Đlk çağlardan itibaren, Avrupa merkezli uluslararası toplum, tarih içinde dünyanın kalanına yayılarak diğer uluslararası devletler sistemleriyle etkileşime geçmiştir. Bu etkileşim sürecinde, Avrupa uluslararası toplumu gelişmiş olan teknolojisinin kendisine sağlamış olduğu, öncelikle ticari ve daha sonra askerî üstünlükten istifade ederek, kendi medeniyetinin ve kültürünün üstünlüğü iddiasını da yayılmış olduğu coğrafyalara taşımıştır. Bu üstünlük iddiası, yalnızca, kültürel olmakla kalmamış, aynı zamanda etkileşime girilen devletler ve devletler sistemlerinin kurumlarını ve diplomatik kodlarını da sorgulamaya açmış ve dönüştürme maksadını taşımıştır. Avrupa’nın askerî teknolojisi sürekli olarak yenilenirken dünyanın diğer bölgelerindeki devletlerin askerî yapıları kemikleşmiştir. Avrupalı devletler 99 Carl Von Clausewitz, Savaş Üzerine, çev. Selma Koçak, Đstanbul, Doruk Yayınları, 2011, p. 45. Bull, The Anarchical Society..., p. 181. 101 Bull, The Anarchical Society..., p. 187. 102 Bull ve Watson, The Expansion of..., p. 9. 100 654 ortak hareket ettiklerinde bir toplum olarak istedikleri şartları karşı tarafa kabul ettirebilmişlerdir.103 Avrupa uluslarararası toplumunun, XV. asırdan başlayarak dört yüz yıl boyunca dünyanın kalanına yayılması sürecinde, dünya üzerinde tek bir uluslararası sistem ya da toplumdan bahsedilmesi mümkün değildi; ancak, farklı bölgesel–uluslararası sistemler mevcuttu. Avrupalı devletlerin yayılması da farklı coğrafyalarda, bölgelere bağlı olarak değişen özellikler göstermiş ve uluslararası toplumun kuralları ve kurumları etkileşimlere bağlı olarak yeniden şekillenmiştir. Dört asır süren süreç sonunda, XIX. asrın sonunda ortaya çıkan küresel ölçekli siyasal yapı Avrupa uluslararası toplumu üzerinde şekillenmiştir. Avrupa uluslararası toplumunun yayılma sürecinde etkileşime girdiği bu bölgesel uluslararası sistemler: Amerika Kıtası’nda Meksika ve Peru Đmparatorlukları, Asya’da Arap–Müslüman ve Hint sistemlerinin yanında Çin uluslararası sistemidir. Afrika’da ise daha çok gelişmemiş ve ilkel siyasal yapılar bulunmaktaydı. Uluslararası sistemlerin birbiriyle ya da Avrupa uluslararası toplumunun diğer sistemlerle olan ilişkisinin öncelikli olarak ticaret yoluyla başladığı görülmektedir. Bu dönemde Avrupalı devletler genel olarak doğal hukuka dayanarak her iki tarafın da eşitliğine ve ticaret yapma özgürlüğüne vurgu yapmıştır. Bunun yanında Avrupalılar’ın bu yaklaşımı kendi içinde, ticarî ilişkilerini sürdürdükleri diğer topluluklara karşı –Müslüman devletler ya da Çin Đmparatorluğu olsun– Helenler’in barbarlar nitelendirmelerine benzer bir şekilde “Hristiyanlar ve kâfirler” ya da “Avrupalılar ve Avrupalı olmayanlar” ayrımcılığını da barındırmıştır.104 Bu yaklaşımın en çarpıcı örnekleri Latin Amerika’da conquista ve kıtanın Hristiyanlaştırılmasında ve Müslüman devletler sistemleri ya da Çin’le olan ilişkilerde görülmektedir. Dikkat çekilmesi gereken bir nokta, Avrupa uluslararası toplumunun yayılmasıyla eş zamanlı olarak kendi içinde de evrilmesi ve bunun diğer devletler sistemleriyle olan ilişkilerine yansımasıdır. Daha açık ifade etmek gerekirse, Avrupa uluslararası toplumunun yayılması tekbiçimli ve sistematik değildir; Avrupa uluslararası toplumunun kendi mekanizması ve kurumları da sürekli olarak yeniden şekillenmiştir. Uluslararası Toplumun Amerika ile Etkileşimi Avrupa uluslararası toplumunun, Đspanyol ve Portekizli conquistadorların “inancılık” (fideizm) iddiasıyla Aztek ve Đnka Đmparatorlukları’nı işgalleriyle başlayan105 Amerika 103 Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Düşüşleri, çev. Birtane Karanakçı, 12. bs., Đstanbul, Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, 2008, p. 42-58. 104 Bull ve Watson, The Expansion ..., p. 6. 105 Michael Donelan, “Spain and the Indies”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 75-85. 655 Kıtası’na yayılması süreci, Kuzey Amerika ve Karayipler’in; Hollanda, Büyük Britanya ve Fransa arasındaki mücadele doğrultusunda kolonileştirilmesiyle sürmüş106, bu kıta, 1800’lere kadar merkantilist bir anlayışla, Avrupa’ya değerli maden sağlamak ve kıta içindeki savaşlarla hegemonya mücadelesini finanse etmek amacıyla kullanılmıştır. Avrupalı devletlerden bağımsızlıklarını kazanan koloni devletler, öncelikli olarak Avrupalı güçlerin merkantilist sömürü sisteminden ve daha sonra güçler dengesi mekanizmasından çıkmak istemişlerdir. Bağımsızlıklarını kazanan yeni devletler, Avrupalı kültür miraslarını sürdürmeye devam etmişler; özellikle Amerika Birleşik Devletleri, bir Batılı devlet olarak Avrupa uluslararası toplumunun yayılmasında rol almıştır. Bununla birlikte, Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrupa ile olan kültürel bağı ve mirası, bu devletin Avrupa uluslararası toplumunun işleyişine hem ortak medeniyet ve aynı zamanda ortak çıkar temelinde katkıda bulunmasına vesile olmuştur. Bu devletin, ticaret hacmini arttırması ve kıyılarını Đngiltere ve Fransa donanmalarına karşı koruması için güçlü bir donanma kurması107; Amerika Kıtası’nda yayılırken Avrupalı güçlerin aralarındaki çatışmaları ve Avrupa güç dengesini sürekli takip etmesi; Louisiana’nın Napoléon Savaşları sırasında Fransa’dan satın alınması108; 1819’da Transcontimental Anlaşması’yla, Florida’nın Đspanya’dan alınması; Đspanya ve Portekiz krallıklarına karşı bağımsızlık mücadelelerini sürdüren Latin Amerika devletlerine, hiç vakit kaybetmeden elçilerini göndermesi109 ve Monroe Doktrini ile Avrupalı güçleri kıtadan uzak tutma niyetini belli etmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin zaman içinde küresel bir güç olmayı hedeflediğinin ve Wight’ın ifade ettiği gibi, güçlerin doğasının gereği olarak yayılmacı bir siyaset izleyeceğini açıkça göstermekteydi. Nitekim, 1895’te yeniden yorumlanan Monroe Doktrini doğrultusunda, Latin Amerika’daki Avrupalı kolonileşmesine karşı çıkmasına ek olarak ABD, kıtadaki tüm konularda söz hakkı olduğu öngörmüştür.110 1904 Venezüela Krizi sırasında Monroe Doktrini’nin açıkça ihlâl edilmesi sonrasında Theodore Roosevelt’in, Doktrinden çıkardığı sonuç, Karayipler ve Güney Amerika’da, ABD emperyalizminin sinyallerini vermektedir. Küba, Nikaragua, Haiti ve Dominik Cumhuriyeti’yle olan ilişkileri bunun örneklerini teşkil etmektedir.111 ABD, Çin’de “açık kapı” siyasetini savunarak, çıkar alanları söz konusu olduğunda hedeflerinden ödün vermeyeceğini göstermiştir. 1898 Đspanyol Savaşı’ndan sonra da Pasifiğe yayılmış; 1905’te 106 Watson, The Evolution of..., p. 220. Edward J. Renehan Jr., The Monroe Doctrine: The Cornerstone of American Foreign Policy, New York, Chelsea House, 2007, p. 17-18. 108 Norman Rich, Great Power Diplomacy: 1814–1914, New York, McGraw Hill, 1992, p. 12-15. 109 Renehan Jr., a. e. , p. 62-75. 110 Renehan Jr., a. e., p. 97. 111 Renehan Jr., a. e., p. 99-104. 107 656 Rusya’ya karşı Japonya’yı desteklemiş ve savaş sonunda barış müzakereleri Washington’da gerçekleştirilmiştir.112 Kolombiya, Panama Kanalı için ABD ile işbirliğine yanaşmadığı zaman, bağımsız bir Panama devletinin kurulması sağlanmıştır. 1903’te imzalanan anlaşma ile kanalın kontrolü ABD’ye bırakılmış ve 1926’da kanal üzerindeki Amerikan kontrolü genişletilmiştir.113 1945’ten sonra, Soğuk Savaş boyunca ve bugün de Amerika bir hegemon güç olarak küresel hedeflerini sürdürmektedir. ABD’nin dış siyaseti, XVIII. asırdan itibaren çıkarlarından ödün vermemesine ve kendi tanımlamalarının uluslararası toplum tarafından kabullenilmesine yönelik mücadelesine dayanmaktadır. ABD’nin, uluslararası sistem içindeki yerinin ve hedeflerinin tam olarak anlaşılabilmesi önem arz etmektedir. Nitekim, ABD, günümüzde enerji konusunda kendi belirleyici yerinin ve hedeflerinin sorgulanması durumunda çıkalarından ödün vermeyeceğini açıkça göstermekedir. Uluslararası Toplumun Asya ile Etkileşimi Avrupa uluslararası toplumunun Asya kıtasına doğru yayılması ise iki farklı yön izlemiştir. Bunlardan ilki, Portekiz, Đspanya, Hollanda, Büyük Britanya ve Fransa’nın donanmalarıyla öncelikli olarak ticaret amacıyla Asya uluslararası sistemleriyle etkileşime geçmeleridir. Diğer süreç ise, 1500’lerde Moğol–Tatar Đmparatorluklarının çözülmesinden sonra ortaya çıkan güç boşluklarını, karadan Rusya ve Büyük Britanya’nın; bu iki devlete nazaran daha az ölçüde Fransa’nın doldurmasıyla gerçekleşmiştir.114 Latin Hristiyanlık Âlemi’nin bir üyesi olmayan Rusya, 1613’te Romanov Hanedanlığı’yla beraber Batılılaşmaya başlamıştır. I. Petro döneminde Avrupa teknolojisi ve tekniklerini alan Rusya, Avrupa güçler dengesinin bir parçası olmuş ve Batı’ya sırtını tekrar döndüğü 1917’ye kadar Avrupa uluslararası toplumunun Asya’nın içlerine yayılmasında önemli bir etkiye sahip olmuştur.115 Osmanlı Đmparatorluğu, XVI. asırdan itibaren Avrupa uluslararası toplumu açısından önemli bir rol oynamıştır. Avrupalı devletler bu dönemde, Osmanlılar’ın gücünü hesaba katmaksızın hareket edememişlerdir; ancak, daha önce değinildiği üzere Osmanlı Đmparatorluğu, XX. asrın başına kadar Avrupa uluslararası toplumunun bir parçası olmamıştır.116 112 Manfred Jonas, “American Isolationism and the Coming of the Second World War”, The Origins of the Second World War: An International Perspective, Frank McDonough (ed.), New York, Continuum, 2011, p. 429-445. 113 Renehan Jr., a. e., p. 108. 114 Watson, The Evoulution of..., p. 221-222; David Gillard, “British and Russian Relations with Asian Governments in the Nineteenth Century”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 87-98. 115 Watson, “Russia and the European States System”. 116 Watson, The Evolution of..., p. 216. 657 Osmanlı Đmparatorluğu’yla ilişkilerinden edindikleri tecrübeler sonucunda Avrupalı devletler, diğer medeniyetlerle olan ilişkilerini öncelikli olarak “doğal hukuk” temelinde şekillendirmişlerdir. Bu doğrultuda, evrensel ve karşılıklı olan, kaynağını Yunan ve Romalı Stoacılar’dan alan doğal hukuk, Romalılar’ın jus gentium uygulamasında olduğu gibi, inanışlar ya da gelenekler ne olursa olsun, savaş, barış ve yabancıların ikâmet hakları gibi konuları belirliyordu. Ancak, Amerikalı halklarla olan ilişkilerde görüldüğü gibi doğal hukuk, vahşilerle ya da “barbarlar”la olan ilişkilerde düzenleyici olarak görülmemiştir.117 Doğal hukuk, zamanla anlamından uzaklaşarak, Yunanlılar’ın köleler ve barbarlar ayrımına benzer şekilde, Amerikalı (ya da Afrikalı) yerlilere karşı Hristiyanlığın mesajının zorla yayılmasına dönmüştür. Avrupa uluslararası toplumu, diğer uluslararası sistemlerle olan ilişkilerinde de “Avrupalı Hristiyan Klubü ve diğerleri” olarak algılanmaya başlanmıştır.118 Özetlemek gerekirse, Avrupalı devletlerin Asya uluslararası sistemleriyle olan ilişkileri XIX. asra kadar karşılıklılık esasına dayanmış, Amerikalı ve Afrikalı topluluklarla olan ilişkilerinden farklı bir görünüm arz etmiştir. Bu farklılıklar ve etkileşimin nitelikleri, günümüzde enerji zengini devletlerin dış politikalarının anlamlandırılması için önemli emareler taşımaktadır. Avrupalı güçlerin Asya uluslararası sistemleriyle olan ilişkileri karşılıklığa dayanırken, XIX. asırda bu özellik yerini güç kullanımına bırakmıştır. XIX. asırda Avrupa uluslararası toplumunun Asyalı uluslararası sistemlerle etkileşiminin en belirleyici yönü Çin ve Japonya’yla sürdürülen ilişkilerde görülmektedir. XVIII. asrın sonuna gelindiğinde Asya Kıtası’nda; Avrupalı devletlerarası sistem, Müslüman devletler sistemi, Hint devletlerararası sistemi ve Çin devletlerarası sistemlerinden bahsetmek mümkündü.119 Avrupalı devletlererası sistem Avrasya’da ağırlıklı olarak Rusya, Britanya ve Fransa ile yerel siyasi devletlerden oluşmaktaydı. Müslüman devletlerarası sistemi başta Osmanlı Đmparatorluğu olmak üzere, Đran ve Orta Asya’daki Buhara, Hive, Hokand ve diğer Afgan hanlıkları ve Arap prensliklerini kapsamaktaydı. Hint devletlerarası sistemi Moğol Đmparatorluğu’nun çözülmesinden sonra ortaya çıkan Hindu, Müslüman ve Sikh devletlerinden oluşmaktaydı. Çin devletlerarası sisteminin ise başta Çin Đmparatorluğu olmak üzere Japonya’yı da kapsadığı kabul edilmektedir.120 Hint devletlerarası sistemi, 1798 ve 1818 yılları arasında Büyük Britanya’nın bölgede değişen siyaseti sonucunda ilk yıkılan olmuştur. Müslüman devletlerarası sistemi ise varlığını Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar koruyabilmiştir. Avrupalı güçlerin askerî gücü, 117 Wight, International Theory..., p. 70-71. Bull, “The Emergence of a Universal International Society”. 119 Gillard, a. e. 120 Ibid. 118 658 yapıları kemiklemiş ve teknolojileri kendilerine kıyasla ilkel olarak kabul edilebilecek bu siyasal yapılarla olan mücadeleleri sonucunda, XIX. asrın sonuna kadar bu devletlerin ve dolayısıyla devletlerarası sistemlerin yıkılmasıyla sonuçlanmıştır. Türkiye ve Đran ise diğer devletlerden farklı olarak varlıklarını evrilerek korumayı başarmıştır. Çin’in uluslararası topluma girişi, pek çok yönüyle Avrupalı olmayan devletlerin katılımından farklılık arz etmektedir. Avrupalı güçlerin dünyanın kalanına yayılırken etkileşime geçtikleri uluslararası sistemlerdeki devletler, Avrupa medeniyetinden etkilenmiş ya da işbirliğine razı olarak Avrupa uluslararası toplumunun birer üyesi olmuşlardır. Bu devletlerden farklı olarak “Konfüçyusçu Milletler Ailesinin Orta Krallığı Çin” kendini zaten yeteri kadar gelişmiş bir medeniyet olarak görmekteydi ve Avrupalılar’ın kendi medeniyet standartlarını zorla dayatmalarına sert bir direniş göstermiştir.121 Batılı güçler açısından bakıldığında durum, Avrupa uluslararası toplumunun küresel ölçekte yayılmasıyken, kendi medeniyetinin standartları sorgulanan Çin açısından “aşağılama ve zorlama” niteliği taşımaktadır. Japonya açısından da Batılılaşma, Batılı güçlerin yabancılarla olan ilişkilerinde kendi resmî yöntemlerini ve kurumlarını dayatmasını içermektedir.122 Japonya, Amiral Perry’nin 1853’te ülkeyi Batı’ya açmasından itibaren, geri döndürülemez bir Batılılaşma sürecine girmiştir. Avrupa uluslararası toplumuna girişinden sonra Japonya, Batılı kodları duraksamadan uygulamaya geçirmiş ve bunu ilerlemenin anahtarı olarak kabul etmiştir. Kendisine sunulan “eşitsiz anlaşmaları” Kore’nin önüne koymuş ve güç siyaseti doğrultusunda yapılanmasını devam ettirmiştir. 1894–1895 Çin ile Japonya Savaşı; 1901’de Boxer Ayaklanması sırasında Japonya’nın Avrupalı güçler ve ABD ile birlikte Çin’e müdahalesi; 1902’de Anglo–Japon ittifakı; 1904–1905 Rusya ile Japonya Savaşı ve 1910’da Kore’nin Japonya tarafından ilhâk edilmesi Japonya’nın, Batılı güçler tarafından artık bir büyük güç olarak kabul edildiğini göstermektedir.123 Uluslararası toplumun XIX. asırda Asya’ya yayılması, birçok açıdan XX. asırdaki küresel uluslararası toplumun yapısı ve karşılaşacağı sorunlara dair emareler taşımaktadır. Bunlardan ilki, Batı medeniyetinin standartlarının, Batılı olmayan medeniyetler tarafından nasıl algılandıkları, özellikle Çin’in kültürel yapısını korumak üzerine direnişinde ve Japonya’nın dönüşümünde görülmektedir. 121 Avrupa uluslararası toplumunun, Batı Gerrit W. Gong, “China’s Entry Into International Society”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 117-126. 122 Suganami, “Japan’s Entry into International Society”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 185-200. 123 Ibid. 659 medeniyetinin kültürel standartlarını yayıldıkları bölgelere taşıması ve emperyalist uygulamaları, Batılı olmayan toplumlarda “öteki” ve dolayısıyla “aşağılanma” algısını daha da arttırmıştır. Batı değerlerinin sorgulanmaya başladığı Çin’de görülen ayaklanmalar, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra artmış, Đkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da Üçüncü Dünya’da benzer hareketlerin ortaya çıkmasıyla ve “dekolonizasyon”la sonuçlanmıştır. XX. asırda uluslararası toplumun bütünleşmesinin önündeki en önemli sorunun kültür farklılığı olduğu görülmektedir. Diğer yandan uluslararası topluma girdikten sonra güç siyasetini sürekli hâle getiren Japonya’nın, askerî alandaki başarısına rağmen “ırksal eşitlik” talepleri redddedilmiştir. Çinliler’le birlikte Japonlar da kendilerini “öteki” olarak görülmüş ve Batılı ile Batılı olmayan medeniyetler arasındaki ayrım keskinleşmiştir. Uluslararası Toplumun Afrika ile Etkileşimi 1870’ten itibaren Avrupa uluslararası toplumunun dünyanın geri kalanına emperyalist yayılmacılığının hedefleri Uzakdoğu Asya ve sonra da Afrika olmuştur. Bu süreç, sahip oldukları konumlarını korumaya çalışan Büyük Güçler’le (Have Powers) siyasî birliğini sonradan tamamlayan ve büyümelerini sürdürebilmek için kaynak arayışında olan diğer güçlerin (Have–Not Powers) mücadelesi şeklinde devam etmiştir. Öyle ki, 1880’den önce, Avrupalı güçlerle Afrikalı siyasî topluluklar arasında, Portekiz’in Angola ve Mozambik; Fransa’nın Senegal; Hollandalı ve Britanyalı denizcilerin Güney Afrika’da yapmış olduğu kıyı saldırılarından ve birkaç keşif gezisinden başka bir ilişki mevcut bulunmamaktaydı ve kapsayıcı bir diyalog kurulması da mümkün görünmemekteydi.124 Afrika’da hüküm süren siyasal yapılar da bir hükümet olmaksızın güce dayalı şekilde düzenlerini sürdüren topluluklardan oluşmaktaydı. Genel olarak bakıldığında, Afrikalı siyasal toplulukların kendi aralarındaki ilişkilerde ise ahde vefaya dayanan bir diplomatik geleneğin varlığından bahsedilebilmektedir. Ancak, tüm kıtaya yayılan bir Afrika uluslararası sistemi ya da toplumundan söz edilmesi de olanaksızdı. Avrupalı devletlerin Afrika’yla olan ilişkisi Akdeniz şeridindeki devletler sayılmadığı takdirde XVI. ve XIX. asırlar arasındaki dönemde köle ticaretine dayanmaktaydı.125 Sahara’nın güneyinde kalan bölgeye Avrupa uluslararası toplumunun yayılması, 1876’da Belçika Kralı II. Léopold’ün kurmuş olduğu “Afrika’nın Đncelenmesi ve Afrika Uygarlığının Korunması için Uluslararası Derneği”nin çalışmalarıyla ve 1884’te Fransızlar’ın da Aşağı Kongo havzasına bir sefer düzenlemesiyle devam etmiştir. Bull, 1884–1885 Berlin 124 Bull, “European States and African Political Communities”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 99-114. 125 Ibid. 660 Konferansları ve sonunda ortaya çıkan Berlin Nihaî Senedi’ni, Avrupa uluslararası toplumunun emperyal üstünlüklerini bir birlik içinde empoze etmelerinin sembolü olarak değerlendirmektedir.126 Konferansta, Afrika Kıtası’nın, Avrupalı devletlerin güçleriyle orantılı olarak Afrikalılar’a danışılmaksızın paylaşılmasının yanında kolonici güçlerin sorumlulukları konusunda da fikirbirliği sağlanmıştır. Kolonilere karşı sorumluluk fikri, Berlin Nihaî Senedi’nden sonra 1889–1890 Brüksel Konferansı’nda, daha sonra Milletler Cemiyeti Kurucu Anlaşması’nda Manda Sistemi ve Birleşmiş Milletler’de Mütevelli Konseyi olarak evrilerek varlığını sürdürmüştür. Ayrıca, Berlin Nihaî Senedi, her ikisi de uygar devletler tarafından yapılan uluslararası hukukun alanı ile koloni hukuku alanını ayırmaktadır.127 Üzerinde anlaşmaya varılan kararlar, Avrupa uluslararası toplumunun doğal hukuku ne şekilde yorumladığını bir kez daha ortaya koyması açısından önemlidir. Batılı güçlerin gelişmemiş topluluklara iki yönlü paternalist yaklaşımı, “medeniyetin kendini genişletmek için mutlak hakkı olduğu yönündeki pozitif doktrin”e dayanmaktadır. Đkinci olarak bu yaklaşım, “barbarların hiçbir hakka sahip olmadığı” ve “sömürülebilecekler”ini öngörmektedir.128 Afrika, Avrupalılar tarafından Avustralya ya da diğer coğrafyalar gibi territorium nullius olarak görülmemiş; bununla birlikte buradaki siyasal toplulukların mevcudiyetleri kabul edilmiştir. Ancak, bu siyasal topluluklar egemen devlet statüsünde değerlendirilmemiştir.129 Avrupa uluslararası toplumunun ayrımcılığa dayanan bu yaklaşımı dekolonizasyon sürecinin sona ermesine kadar sürmüştür. Tüm küreyi kapsayan küresel bir uluslararası toplumun ortaya çıkması XIX. asrın sonunda mümkün olmuştur. Afrika’nın da sisteme dâhil olmasıyla, XV. asırda başlayan, Avrupa uluslararası toplumunun tüm dünyaya yayılma süreci nihayetine ermiştir. XX. asırda karşı karşıya kaldığı en önemli sorun, Batılı güçlerin kendi medeniyetlerinin standartlarını, Batılı olmayan medeniyetlere empoze etmesi sonucunda paylaşılan “aşağılanma” hissi “Batı’ya karşı ayaklanma”yla son bulmuştur. Asyalı devletler gibi yeni kurulan Afrikalı devletler de medeniyet standartlarını tartışmış ve Batı’ya karşı ayaklanan kampta yerlerini almışlardır. 3. Uluslararası Toplumda Yeni Bir Diplomatik Enstrüman Olarak Enerji Daha önce değinildiği gibi Đngiliz Okulu, disiplin içinde yapılan çalışmalarda bir analiz aracı olarak ilgi görmektedir ve bu ilginin artacağı düşünülmektedir. Giderek önem 126 Bull, “European States and African Political Communities”. Heinhard Steiger, “Peace Treaties from Paris to Versailles”, Peace Treaties and International Law in European History: From the Late Middle Ages to World War One, Randall Lesaffer (ed.), New York, Cambridge University Press, 2004, p. 59-99. 128 Wight, International Theory..., p. 49-75. 129 Bull, “European States and African Political Communities”. 127 661 kazanan enerji ve enerji güvenliği alanları, Uluslararası Đlişkiler’in ajandasını zenginleştirmekle birlikte, bilimsel niteliği tartışmalı olan bu disiplin içinde yapılan çalışmalar açısından; kullanılan yöntemler ve yaklaşım itibariyle, kuramdan uzaklaşılması, analizden ziyade raporlamaya yaklaşılması ve disiplini bir tür “ileri düzey gazetecilik”130 düzeyine götürme tehlikesini içermektedir. Đngiliz Okulu’nun, zengin yazınsal temelinin ve tarihsel, kültürel, felsefi ve kuramsal köklerinin yanı sıra, Realizm, Rasyonalizm ve Revolüsyonizm geleneklerinin üçüne de analiz imkânı veren eklektik yaklaşım özelliği ve ayrıca, Okul’un, Uluslararası Đlişkiler yazınına en özgün katkısı olan, ilkçağlardan aldığı mirasla birlikte evrilerek gelişen uluslararası sistemin yapısının işleyişini anlamlandıran uluslararası toplum kavramının, enerji ve enerji güvenliği alanlarında istifade edilebilecek bir analiz aracı olduğu savunulmaktadır. Aynı zamanda, Đngiliz Okulu, uluslararası toplumun ontolojisini ilkçağlara kadar götürebilme niteliğiyle, enerji ve enerji güvenliği alanlarının kendilerini de sorunsallaştırarak, disipline farklı perspektifler kazandırma kapasitesine haizdir. Çalışmanın son bölümünde, uluslararası toplumda devletlerin enerji ve enerji güvenliği politikaları, örnek olgular üzerinden analize tabi tutulacaktır. Bu olgulara geçilmeden önce, uluslararası toplumun, devletlerin politikaları üzerindeki dönüştürücü etkisine kısaca değinilmesinde fayda görülmektedir. Öncelikle, Avrupa uluslararası toplumunun, kürenin geri kalanına yayılırken yalnızca ticari ve askerî değil, kendi medeniyetinin üstünlüğü iddiasıyla gittiği ve bu durumun diğer devletler tarafından sorgulamayla ve direnişle karşılandığı görülmektedir. Bunun en önemli örneklerine Çin’de ve Japonya’da tanık olunmuştur. Buna ek olarak, Rusya gibi büyük bir güç, kendi inisiyatifi doğrultusunda Avrupa uluslararası toplumunun bir parçası hâline gelmiş ve 1613’ten sonra bu kültüre adapte olmuş, uluslararası toplumun Asya’nın içlerine yayılmasında etkin bir rol oynamış ve 1917’de gerçekleşen devrimden sonra yeniden, kendini ve çıkarlarını farklı tanımlamıştır. Bununla birlikte Rusya, bugün her devlet gibi, küresel olan bu yapının bir parçasıdır. Diğer yandan, Avrupa uluslararası toplumunun, etkileşime girdiği devlet sistemlerindeki mevcut kültürü ve diplomasi geleneklerini zorla dönüştürme arzusu Çin’de, Japonya’da, Đran’da ve Afrikalı bazı devletlerde görüldüğü gibi bir tür “aşağılanma” duygusu yaratmıştır. Japonya, uluslararası toplumun bir üyesi olduktan sonra, Batı medeniyetinin geleneklerini ne kadar iyi özümsediğini, izlediği güç siyaseti doğrultusunda 1904’te Kore’yi ve 1931 Mançurya’yı işgal ederek ve Đkinci Dünya Savaşı’na katıldığı sırada göstermiştir. Dolayısıyla, Batı medeniyetinin ötekileştirici ve sömürücü uygulamalarının 130 Chris Brown, “Preface”, Understanding International Relations. 662 benzerlerinin, uluslararası topluma üye olan devletler tarafından da kendilerinden daha güçsüz devletlere karşı uygulandığı görülmektedir. Osmanlı Devleti ise, uluslararası toplum ile olan etkileşiminde farklı bir nitelik arz etmiştir. Avrupalı güçlerin askerî olarak üstünlük sağlayamadığı dönemde, uluslararası toplumun, Osmanlı Devleti’ne karşı daha çok karşılıklığa dayalı bir yönelim gösterdiği, bu devletin güç kaybettikten sonra Batılı gelenekleri benimsediği ve Đran gibi evrilerek uluslararası toplumun bir üyesi olduğu görülmektedir. Bugüne bakılacak olunursa, enerjinin, uluslararası ilişkilerde yeni bir diplomatik enstrüman ve güç unsuru hâline geldiği açıkça görülmektedir. Her ne kadar, güç’ler arasındaki mücadelenin Soğuk Savaş boyunca ve sonrasında ekonomik rekabete dönüştüğü düşünülse de131, aktörler ister devletler olsun ister çokuluslu şirketler olsun, rekabetin yalnızca tek bir boyuttan ele alınması birçok perspektifi dışarıda bırakarak yapılan analizde göz ardı edilemeyecek bir eksiklik yaratma tehlikesi barındıracaktır. Bu çalışmada daha önce değinildiği gibi, Đngiliz Okulu, her ne kadar ekonomik boyut açısından eksik de olsa, uluslararası toplumun kurumları ve işleyişi perspektifi, enerji ve enerji güvenliği alanlarında önemli bir analiz aracı sağlayabilmektedir. Buna göre, Rusya, Đran, Azerbaycan, Türkmenistan, Suudi Arabistan, Libya gibi enerji zengini devletler enerji arzını, dış politikada bazen önemli bir düzenleyici araç olarak kullanırken, enerji arzı ihtiyacında olan Avrupa Birliği ülkeleri ve büyümekte olan Çin gibi güç’lerin, enerji alanında öncelikle güvenlik arayışı ve dolayısıyla, düzen ve istikrar arayışında oldukları görülmektedir. Đngiliz Okulu ve Enerji Birinci bölümünün sonunda değinildiği üzere, bu çalışmada Đngiliz Okulu’nun kusursuz bir Uluslararası Đlişkiler kuramı olduğu savunulmamaktadır. Ancak, disipline, enerji ve enerji güvenliği alanlarında farklı bir analiz aracı sunarak farklı bir perspektif kazandırma potansiyeli olduğu savunulmaktadır. Uluslararası toplum, Realist paradigmanın, devletler arasındaki sürekli çatışma mantığına dayalı olan anarşi mantığından farklı olarak, işbirliği ve düzenlemelere dayanmaktadır. Buna göre, uluslararası toplum, nihayetinde üyeleleri devletler olan bir yapıdan müteşekkildir. Bull’un ifade ettiği gibi, devletler, bireylerin refahını en iyi şekilde koruyabilecek yapılardır ve Grotiusçu yaklaşımla uyumlu olacak şekilde, uluslararası toplum son tahlilde yapısını magna communitas humani generise genişletmek amacını taşımaktadır. Bu doğrultuda, Đngiliz Okulu perspektifinden, uluslararası toplumda enerji ve enerji güvenliği, sürekli olarak bir çatışmacı rekabete ve çıkarı maksimize etme mantığından uzak olarak 131 Aslıhan P. Turan, “Hazar Havzası’nda Enerji Diplomasisi”, Bilge Strateji, Vol. 2, No. 2, 2010, p. 43-72. 663 işbirliğine dayanmaktadır. Uluslararası toplumun ontolojisinin ilk çağlara kadar götürülebildiği göz önünde bulundurularak ve ayrıca, enerji kavramının yalnızca fosil yakıtlara ve bunlara sahip devletlerin kaynakları doğrultusunda politikalarını belirlemesine indirgenilmemekle birlikte, insanlık tarihinin belki de en önemli ilk keşiflerinden biri olan enerji formu –ateş’in , farklı topluluklar tarafından paylaşıldığı bilinmektedir. Buna göre, kendileri ateş yakmayı öğrenmeden önce, insanların yıldırım düşen yerlerdeki ateşi paylaştıkları ve sürekli etkileşim hâlinde oldukları düşünülmektedir.132 Uluslararası toplumda işbirliği ile başlayan etkileşim, zamanla düzenlemelere ve geleneklere dönüşmektedir. Buradan hareketle, uluslararası toplumun birincil üyeleri olan devletlerin sahip oldukları enerji kaynaklarını, güçlerini maksimize etmek amacıyla salt birer enstrüman olarak kullanmadıklarının söylenmesi mümkündür. Ne var ki, uluslararası toplumda rekabetin ve çatışmanın da kaçınılmaz olduğu, ancak, her toplumda görülen bu unsurların, uluslararası toplumun varlığını ortadan kaldırmadığı daha önce tanıtlanmıştı. Buzan’ın ifade ettiği üzere, her toplum gibi, uluslararası toplum da “şiddet”i ve “eşitsizliği”, dolayısıyla ayrımcılığı da barındırmıştır. Örneğin, Avrupa uluslararası toplumunun Afrika Kıtası’ndaki devletlerle olan etkileşiminde, kölecilik üzerinden, sömürüsünü arttırdığı ve bir enerji formu olarak “insan”dan da faydalandığı unutulmamalıdır. Bu doğrultuda, güçlerin doğasında yayılma olduğu dikkate alınarak enerji zengini ülkelerin, sahip oldukları kaynakları birer enstrüman hâline getirmeleri de bir uluslararası toplumun varlığının aksini ve bu uluslararası toplumda işbirliğinin olmadığına yönelik bir ispat sunmamaktadır. Daha önce değinildiği gibi, her toplum gibi, özgün bir yapıya sahip olan uluslararası toplumun yapısı ve işleyişi de dönüşüme açıktır ve bireyleri olan devletleri ve politikalarını, dolayısıyla hem iç hem de dış politika enstürümanlarını da dönüştürmeye devam etmektedir. Enerji ve Enerji Güvenliği’nin Sorunsallaştırılması Uluslararası toplumun işleyişinde Butterfield’ın ve Wight’ın, uluslararası toplumun bir ortak kültür temelinde şekillendiği savına farklı şekilde yaklaşan Bull’un ve Watson’ın ifade ettiği gibi uluslararası toplum, özellikle 20. ve 21. yüzyıllarda “ortak çıkar” üzerinden işlemektedir. Uluslararası toplumun işleyişinde, Büyük Güçler’in ve Watson’ın formüle ettiği şekliyle hegemonyanın sorumluluğu perspektifinden, enerji ve enerji güvenliği alanlarında, devletlerin izlediği politikaların anlamlandırılması mümkün görünmektedir. Daha önce ifade edildiği gibi, uluslararası toplumda, “güçler dengesi” salt askerî kapasiteden çok prestiji, otoriteyi ve meşruluğu ifade etmektedir. Büyük Güçler’den beklenen, uluslararası toplumun 132 Isaac Asimov, Bilim ve Buluşlar Tarihi, çev. Elif Topçugil, Ankara, Đmge Kitabevi, 2006, p. 13-16. 664 ve üyelerinin varlığını garanti altına almak, daha sonra uluslararası toplumun kurumlarının işleyişi için mümkün olan düzeni sağlamaktır. Söz konusu, enerji ve enerji güvenliği olduğunda, Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi hem enerji zengini olan hem de kendilerinden düzenleyici rol üstlenmesi beklenen devletlerden, enerji bağımlısı diğer devletlerin beklentisinin, anarşik bir yapıyı barındıran, uluslararası toplumda, enerji güvenliğinin ve istikrarının sağlanması için gereken mümkün düzeni sağlamaları olduğu söylenebilir. Ancak, bununla birlikte, Avrupalı uluslararası toplumun tarihsel olarak yayılma sürecinde, sahip olduğu diplomatik geleneklerini ve normlarını dünyanın kalanına yaydığı düşünülürse, kendini Avrupalı Batı medeniyetinin bir parçası olarak görmeyen ve her güç gibi doğası gereği yayılmayı sürdüren Rusya’nın ve ayrıca, son dönemde bir büyük güç hâline gelen Çin’in, bu gelenekleri ve normları sorgulaması ve yeniden yorumlaması kaçınılmaz görünmektedir. Rusya’nın, Ukrayna’ya ve Gürcistan’a enerji akışını durdurması örneğinde, söz konusu duruma tanık olunduğunun söylenmesi mümkündür. Dış politikasının önemli bir enstrümanı olan enerji ihracatını bir tehdit ve kendi lehine düzenleyici unsur olarak kullanmaktan çekinmeyen Rusya’nın, yakın ve hatta uzak gelecekte de benzer stratejiler izlemesi mümkün görünmektedir. Diğer yandan, daha önce değinildiği gibi, Avrupa medeniyeti içinde şekillenmiş olan gelenek ve normlarının, diğer uluslararası devletler sistemlerini ve devletleri zorlayıcı ve dönüştürücü etkisi göz önünde bulundurulduğunda, enerji zengini diğer ülkeler, Đran, Azerbaycan, Türkmenistan, Libya ve Venezüealla gibi devletlerin de benzer politikalara başvurması kaçınılmaz görünmektedir. Örneğin, 1973’te, gerçek bir kriz -yaşanmış ya da yaşanmamış olsa dahi -133 petrol zengini Arap ülkelerinin, Avrupa uluslararası toplumunun normlarına ve aynı zamanda ekonomik standartlarına karşı bir direnişsel tepki geliştirdiğine açıkça tanık olunmuştur. Enerji arz eden devletlerin izlediği politikalar karşısında, enerji talebinde olan Avrupa Birliği üyesi ve Türkiye gibi devletler de enerji güvenliklerini sağlamak ve bu doğrultuda, enerji ithal ettikleri kaynakları çeşitlendirerek rekabetten faydalanmak ve istikrarı sürdürebilecekleri politikalar izlemek zorunda kalmaktadır. Nabucco Boru Hattı ve Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projeleri, Türkiye’nin enerji ithal ettiği kaynakları çeşitlendirmek ve enerji güvenliğini sağlamak adına izlediği politikaların somut örneklerini teşkil etmektedirler. Aynı şekilde, enerji bağımlılığı olan diğer tüm devletlerin, rekabet ve istikrar yaratıcı bir düzen arayışına yönelik çeşitlilik sağlayabilecek politikalar izlemesi kaçınılmaz görünmektedir. Buna ek olarak, Mitchell’ın dikkat çektiği gibi, dünyadaki en 133 Timothy Mitchell, Karbon Demokrasi: Petrol Çağında Siyasal Đktidar, çev. Fırat Berksun, Đstanbul, Açılım Kitap, 2014, p. 260-263. 665 büyük petrol ve doğalgaz ihraç eden devletlerin birçoğunun, kaynaklarının büyük bir payını kendi ülkelerinde tüketmekte ve uluslararası arza yönelik paylarını azalttığı göz önünde bulundurularak134, enerji bağımlısı devletlerin izlediği politikaları ve yatırımlarını uzun vadeye yayma zorunluluğuna da dikkat çekilmesinde fayda görülmektedir. Son olarak, uluslararası toplumun temel aktörlerinin devletler olduğu, ancak tek başlarına olmadıkları da enerji ve enerji güvenliği alanlarında açıkça görülmektedir. Daha önce değinildiği gibi, Bull, yeni medievalism olarak adlandırdığı anlayışa göre, küreselleşme ile birlikte devletin bir aktör olarak nüfuzunu kaybedeceği iddiasına açıkça karşı çıkmaktadır. Örneğin, Mitchell’in isabetli şekilde belirttiği gibi “petrol şirketleri hiçbir zaman petrol akışlarını veya kesintilerini kendi başlarına tekelleri altına alacak kadar güçlü” olmamıştır.135 Bu şirketler, hem askerî hem de finansal dış desteğe ihtiyaç duymaktadırlar. Bu nedenle de, petrol şirketleri, kendi çıkarlarını devletlerin stratejik çıkarlarıyla uyumlulaştırmak durumunda kalmaktadırlar. Sonuç Bu çalışmada, hiçbir Uluslararası Đlişkiler kuramının tüm dünya siyasetini, hatta, çok kısa dönemsel bir süreci ya da alanı tek başına, eksiksiz şekilde çözümlemesinin mümkün olmadığı unutulmadan, yine, kusursuz bir kuram olduğu iddia edilmeyen Đngiliz Okulu ve Đngiliz Okulu’nun Uluslararası Đlişkiler’e en önemli katkılarından olan uluslararası toplum kavramı, enerji ve enerji güvenliğinin anlamlandırılabilmesi amacıyla bir analiz aracı olarak sunulmuştur. Çalışmada gözetilen gaye, özellikle Türkiye’de yapılan Uluslararası Đlişkiler çalışmalarında eksikliği duyulan kuramsal analizlere bir katkı sağlanmasıdır. Uluslararası Đlişkiler disiplinin ajandasının güncel durumdaki enerji ve enerji güvenliği alanlarında yapılan analizlerde, Đngiliz Okulu’nun, önemli araçlar sunma potansiyeline sahip olduğu görülmektedir. Uluslararası toplum kavramı, uluslararası ilişkileri, klasik güç ilişkisine dayandırarak salt anarşiye indirgeyen yaklaşımları reddererek, devletlerin, diğer devletlerle olan ilişkilerini salt militer kapasiteleri üzerinden düzenlemek yerine, işbirliğine yöneldiğini ortaya koymaktadır. Anarşik realite kabul edilmekle birlikte, bu yapıyı dizginleyen, devletler ailesini bir arada tutan ortak çıkar, uluslararası toplumun işleyişini sağlayan unsurdur. Uluslararası işbirliği, ekonomik–ticarî bağlılık, kültürel ve hümanist etkileşim, çatışmanın önüne geçilebilmesi için gereken zemini sağlamaktadır. 134 135 Mitchell, a. e., p. 346. Mitchell, a.e., p. 74. 666 Uluslararası toplumun temel aktörleri, şüpheye yer olmaksızın, devletlerdir. Ancak, devletler uluslararası toplumun tek aktörleri değillerdir ve devletlerin nihaî amacı, bireylerin güvenlik ve refahını sağlamaktır. Bu açıdan, Đngiliz Okulu, ahlaki normların önceliğini gözetmektedir. Kuram, bu şekilde uluslararası ilişkilerde kültürün yerine ve sisteme olan etkilerine dikkat çekmektedir. Đlk çağlardan aldığı mirasla birlikte kendi içinde sürekli olarak evrilerek dünyanın geri kalanına yayılan Avrupa uluslararası toplumu, 19. yüzyıldan sonra küresel bir yapı hâline gelmiştir. Etkileşime geçtikleri diğer devletler sistemleri ve devletlere karşı yalnızca ticari ve askerî üstünlüğünü taşımayan ve diğer coğrafyalarda var olan medeniyetlerin kendi geleneklerini ve normlarını zorlayan ve dönüştüren uluslararası toplum, özellikle 20. yüzyıldan itibaren kendi kapasitelerini arttıran ve bu doğrultuda dış politika enstrümanları arasına enerjiyi de katan diğer medeniyetler tarafından sorgulanmaya açılmıştır. Rusya, Çin, Libya, Venezüella ve Đran gibi devletler kendi kültürlerinin ve geleneklerinin etkisiyle, özelikle Avrupalı–Batılı devletler tarafından eleştirilen politikalar izlemektedir ve izlemeye de devam edeceklerdir. Enerji bağımlılığında olan Türkiye gibi devletlerin de enerji politikalarını güven ve istikrar temelinde şekillendirecek kaynaklar arayışında olması ve bu politikaları sürdürmeye devam etmesi kaçınılmaz görülmektedir. KAYNAKÇA Alderson, Kai ve Hurrel, Andrew, “Bull’s Conception of International Society”, Hedley Bull on International Society, K. Alderson ve A. Hurrel (eds.), Londra, Macmillan, 2000, p. 1-19. Asimov, Isaac, Bilim ve Buluşlar Tarihi, çev. Elif Topçugil, Ankara, Đmge Kitabevi, 2006. Brown, Chris, “World Society and the English School: An ‘International Society’”, European Journal of International Relations, Vol. 7, p. 423-441. Brown, Chris, Understanding International Relations, Londra, MacMillan, 1997. Bull, Hedley ve Watson, Adam, “Preface”, The Expansion of International Society, Bull ve Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985. Bull, Hedley, “European States and African Political Communities”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 99-114. 667 Bull, Hedley, “International Relations as an Academic Pursuit”, Australian Outlook, Vol. 26, No. 3, 1972, p. 251-265. Bull, Hedley, “International Theory: The Case for a Classical Approach”, World Politics, Vol. 18, No. 3, 1966, p. 361-377. Bull, Hedley, “Martin Wight and The Theory of International Relations: The Second Martin Wight Memorial Lecture”, British Journal of International Studies, Vol. 2, No. 2, 1976, p. 101-116. Bull, Hedley, “Society and Anarchy in International Relations”, Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of International Politics, H. Butterfield ve M. Wight (eds.), 3. bs., Londra, George Allen & Unwin Ltd., 1969, p. 35-50. Bull, Hedley, “The Emergence of a Universal International Society”, The Expansion of International Society, H. Bull, H. ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 117-126. Bull, Hedley, “The European International Order”, Hedley Bull on International Society, K. Alderson ve A. Hurrel (eds.), Londra, Macmillan, 2000, p. 170-187. Bull, Hedley, “The Grotian Conception of International Society”, Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of International Politics, H. Butterfield ve M. Wight (eds.), 3. bs., Londra, George Allen & Unwin Ltd., 1969, p. 51-73. Bull, Hedley, “The Importance of Grotius”, Hugo Grotius and International Relations, Bull, Kingsbury ve Roberts (eds.), New York, Oxford Press, 1989, p. 65-94. Bull, Hedley, “Twenty Years’ Crisis: Thirty Years On”, International Journal, Vol. 24, No. 4, 1969, p. 625-638. Bull, Hedley, The Anarchical Society: A Study of Order in World Politics, New York, Columbia University Press, 1995. Butterfield, Herbert ve Wight, Martin, “Introduction”, Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of International Politics, H. Butterfield ve M. Wight (eds.), 3. bs., Londra, George Allen & Unwin Ltd., 1969, p. 6-13. Buzan, Barry, “From International System to International Society: Structural Realism and Regime Theory Meet the English School”, International Organization, Vol. 47, No. 3, 1993, p. 327-352. Buzan, Barry, “The English School: an underexploited resource in IR”, Review of International Studies, Vol. 27, 2001, p. 471-488. Buzan, Barry, From International to World Society?: English School Theory and the Social Structure of Globalisation, Cambridge, Cambridge University Press, 2004. 668 Cox, Michael, “Sunuş”, E. H. Carr, Yirmi Yıl Krizi: 1919–1939, çev. Can Cemgil, Đstanbul, Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010, p. 1-48. Devlen, Balkan ve Özdamar, Özgür, “Uluslararası Đlişkilerde Đngiliz Okulu Kuramı: Kökenleri, Kavramları ve Tartışmaları”, Uluslararası Đlişkiler, Vol. 7, Sayı 25, Bahar 2010, p. 43-68. Donelan, Michael, “Spain and the Indies”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 75-85. Dunne, Tim, Inventing International Society: A History of the English School, Londra, MacMillan, 1998. Gillard, David, “British and Russian Relations with Asian Governments in the Nineteenth Century”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 87-98. Gong, Gerrit W., “China’s Entry Into International Society”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 117-126. Hofmann, Stanley, “International Society”, Order and Violence: Hedley Bull and International Relations, J. D. B. Miller ve R. J. Vincent (eds.), New York, Oxford University Press, 1990, p. 13-37. Hugo Grotius, Savaş ve Barış Hukuku, çev. Seha L. Meray, Đstanbul, Say Yayınları, 2011. Jonas, Manfred, “American Isolationism and the Coming of the Second World War”, The Origins of the Second World War: An International Perspective, Frank McDonough (ed.), New York, Continuum, 2011, p. 429-445. Jones, Roy E., “The English School of International Relations: A Case for Closure”, Review of International Studies, Vol. 7, 1981, p. 1-13. Kennedy, Paul, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Düşüşleri, çev. Birtane Karanakçı, 12. bs., Đstanbul, Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, 2008. Kingsbury, Benedict ve Roberts, Adam, “Grotian Thought in International Relations”, Hugo Grotius and International Relations, Bull, Kingsbury ve Roberts (eds.), New York, Oxford Press, 1989, p. 15-26. Knutsen, Torbjon L., Uluslararası Đlişkiler Teorisi Tarihi, çev. Mehmet Özay, Đstanbul, Açılım Kitap, 2006. Linklater, Andrew ve Suganami, Hidemi, The English School of International Relations: A Contemporary Reassessment, New York, Cambridge University Press, 2006. 669 Little, Richard, “The English School’s Contribution to the Study of International Relations”, European Journal of International Relations, Vol. 6, 2000, p. 395-422. Mitchell, Timothy, Karbon Demokrasi: Petrol Çağında Siyasal Đktidar, çev. Fırat Berksun, Đstanbul, Açılım Kitap, 2014. Naff, Thomas, “The Ottoman Empire and Europe”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 143-169. Renehan Jr., Edward J., The Monroe Doctrine: The Cornerstone of American Foreign Policy, New York, Chelsea House, 2007. Rich, Norman, Great Power Diplomacy: 1814–1914, New York, McGraw Hill, 1992. Schmoeckel, Mathias, “Consent and Caution: Lassa Oppenheim and his Reaction to World War I”, Peace Treaties and International Law in European History: From the Late Middle Ages to World War One, Randall Lesaffer (ed.), New York, Cambridge University Press, 2004, p. 270-288. Steiger, Heinhard, “Peace Treaties from Paris to Versailles”, Peace Treaties and International Law in European History: From the Late Middle Ages to World War One, Randall Lesaffer (ed.), New York, Cambridge University Press, 2004, p. 59-99. Suganami, Hidemi, “British Institutionalists, or the English School, 20 Years On”, International Relations, Vol. 17, 2003, p. 253-272. Suganami, Hidemi, “C.A.W. Manning and the Study of IR”, Review of International Studies, Vol. 27, 2001, p. 91-107. Suganami, Hidemi, “Japan’s Entry into International Society”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 185-200. Turan, Aslıhan P., “Hazar Havzası’nda Enerji Diplomasisi”, Bilge Strateji, Vol. 2, No. 2, 2010, p. 43-72. Vincent, R. J., “Order in International Relations”, Order and Violence: Hedley Bull and International Relations, J. D. B. Miller ve R. J. Vincent (eds.), New York, Oxford University Press, 1990, p. 38-64. Von Clausewitz, Carl, Savaş Üzerine, çev. Selma Koçak, Đstanbul, Doruk Yayınları, 2011. Watson, Adam, “Russia and the European States System”, The Expansion of International Society, Bull, H. ve Watson, A. (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 61-74. 670 Watson, Adam, The Evolution of International Society: A Comparative Historical Analysis, Londra, Routledge, 1992. Wight, Martin, “Western Values in International Relations”, Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of International Politics, H. Butterfield ve M. Wight (eds.), 3. bs., Londra, George Allen & Unwin Ltd., 1969, p. 89-131. Wight, Martin, International Theory: The Three Traditions, G. Wight ve B. E. Porter (eds.), New York, Holmes & Meier for the Royal Institute of International Affairs, 1992. Wight, Martin, Power Politics, H. Bull ve C. Holbraad (eds.), Londra, Continuum International Publishing Group Ltd., 2004. Wight, Martin, System of States, Leicester, Leicester University Press, 1977. Yurdusev, A. Nuri, “Uluslararası Đlişkiler Öncesi”, Devlet Sistem ve Kimlik: Uluslararası Đlişkilerde Temel Yaklaşımlar, Dağı, Eralp vd., 12. bs., Đstanbul, Đletişim Yay., 2010, p. 15-56. 671