avrupa çoklu kültürel aidiyet bildirgesi - Europa Nostra

advertisement
AVRUPA ÇOKLU KÜLTÜREL
AİDİYET BİLDİRGESİ
COUNCIL
OF EUROPE
CONSEIL
DE L'EUROPE
İçindekiler
Türkçe Baskıya Önsöz
2
Önsöz
4
Avrupa Çoklu Kültürel Aidiyet Bildirgesi
6
Manifesto El Kitabı 12
Ön Açıklamalar
13
Giriş: Çoğulcu Bir Avrupa
15
Kültürel Çeşitliliğin Eski ve Yeni Yönleri
16
•Göç ve Siyasi Değişim: Üstüne Yeniden ve
Yeniden Yazılan Bir Sayfa Olarak Avrupa
•Paylaşılan Miraslar: Burada ve Başka Yerlerde
•Farklılıkların Olumlu Kabulüne Doğru mu?
Avrupa’da Çatışan Baskılar: Birey ve Grup, Çeşitlilik ve
Evrensellik
25
•Tekil ile Kollektif Arasındaki Gerilim
•Çoğul ile Küresel Arasındaki Gerilim
•Acilen Geçmiş Çatışmaları Aşma Gereksinimi
Birlikte Yaşamak ve Yurttaşlık
31
•Paylaşılan Kültürel Değerler ve Avrupa’nın
1949 Yılından Gelen “Kuruluş Yasakları”
•Paylaşılan Yurttaşlığın Kuralları: Toplumdaki Hak ve Sorumluluklar
•Avrupa Yurttaşlığı Duygusu: Uyum İçinde Birlikte
Yaşama Nedenleri
Notlar
41
TÜRKÇE BASKIYA ÖNSÖZ
Türkiye ile Avrupa’nın öteki ülkeleri arasındaki entelektüel
iletişim, çoğu kere, önceden kestirilmesi hayli zor kanallarda
akar durur. Genç Osmanlıların üzerinde uzun tartışmalar
yürüttükleri, referans verdikleri Batılı düşünürlerden birçoğu o
dönemin ana akım siyaset bilimcileri, felsefecileri, iktisatçıları
olmaktan uzaktır. Daha sonraki yıllarda, Avrupa’da yaşayan
Genç Türklerin, genellikle, kendi yüzyıllarının önemli düşün
insanlarıyla yıllar boyunca çok yakın ortamlarda, hatta aynı
mahallelerde yaşamış oldukları halde, onlarla verimli bir
alışveriş içine girmedikleri de bilinir.
Bu ilişki, bir ölçüde, tersinden de geçerlidir. Türkiye, öteki
nedenlere ek olarak, doğrudan sömürge imparatorlukları
sistemi içinde yer almamış olmasının da güçlü etkisiyle, “Batı”
düşüncesinin yaratıcılarının birçoğu bakımından “Doğu”nun
birçok uzak ülkesinden daha az ve daha dolaylı bir ilgi kaynağı
olmuştur.
1960’lardan beri bu iletişimin hayli güçlendiği ve giderek
dolaylılıktan kurtulmaya başladığı doğrudur. Yine de,
son derece ilgi çekici bazı düşün ürünlerinin, entelektüel
hareketlerin, her yıl piyasaya sürülen binlerce kitaba,
gerçekleştirilen yüzlerce buluşmaya rağmen, henüz güçlü bir
biçimde paylaşılamadığı söylenebilir.
Elinizdeki kısa bildirge ve bu metnin anlaşılmasına yardımcı
olmayı amaçlayan açıklama metni, yalnızca Avrupa Konseyi
içinde geliştirilmiş bir tartışma metni değil, çok daha geniş
2
boyutlu bir kavramsallaştırma ve aranışın ürünlerinden biridir.
Avrupa Çoklu Kültürel Aidiyet Bildirgesi, 1990’lı ve erken
2000’li yılların çatışmacı, dışlayıcı politikalarının dünyamızı
ve toplumlarımızı özlediğimizden çok daha farklı yerlere
götürdüğünü görenlerin daha barışçı, eşitçi ve demokratik bir
dünya için öneriler geliştirme çabalarının bir yansımasıdır.
Kültürel mirasın yaygın bir biçimde mimarlık mirası ile
özdeşleştirildiği, kültüre ve meydana getirdiği tarihsel
birikimlere geniş bir açı ile yaklaşma ihtiyacının kendini
hissettirdiği ülkemiz koşullarında, bir yandan kuru sloganların
ötesine geçilmesi, öte yandan büyük sayılarda kişiye
ulaşabilecek özet metinlerden yararlanılabilmesi, bazı özel
çevirileri gündemimize getiriyor.
Toplum yaşamımızda aidiyetlerin hayli katı, hayli tekçi ve
dolayısıyla kutuplaşmış ifadelerini aşmakta zorlandığımız bir
dönemde, Avrupa Çoklu Kültürel Aidiyet Bildirgesi’nin, Avrupa
Kültürel Miras Kuruluşları Federasyonu’nun (Europa Nostra)
“düzenlediği Ortak Miras, Çoklu Kimlikler ”Forumu’nun sınırları
içinde kalmayıp, daha geniş çevrelere de tartışma malzemesi
olabilmesi sevinç verici olacaktır.
Orhan Silier
Europa Nostra İstanbul 2010 Koordinatörü
3
ÖNSÖZ
Avrupa Çoklu Kültürel Aidiyet Bildirgesi, Avrupa Konseyi Üye
Devletleri Devlet ve Hükümet Başkanları’nın 2006-2007 Dönemi
3. Zirve Toplantısı’nın ardından gerçekleştirilen “Kültürel
Kimlikler, Paylaşılan Değerler ve Yurttaşlık” projesinin
sonuçlarından biri olarak ortaya çıkmıştır. Bildirge, 3 Aralık
2007 Pazartesi günü Strasbourg’da yapılan, “Avrupa İçin
Kültürel Değerler” konulu proje sonu forumuna sunulmuştur.
Bildirge, sabit kültürel kimliklerle ilgili yaklaşımın ve
azınlıkların tanınması tartışmasının ötesine geçmektedir.
Bildirgede, kimi birey ya da grupların aynı zamanda birkaç
kültürel geleneğe ait olma duygularının, şu anda, farklı
kültürlerin karşılıklı tanınması ve ortak değerlere bağlılık
temelinde gelişmekte olan Avrupa yurttaşlığı ile nasıl
bağdaştırılabileceği gösterilmeye çalışılmaktadır.
Bildirge, Avrupa kültürünü oluşturan değiş-tokuş ve karışım
bütününü vurgulamakta ve çoklu kültürel aidiyetin, Avrupa’da
barış ve istikrarı geliştirmenin bir aracı olarak insan gelişimi ve
karşılıklı anlayış için temsil ettiği potansiyele ışık tutmaktadır.
Bildirge, yalnızca temel hak ve özgürlüklere değil, bireylerin
kültürel ve toplumsal kimliklerine de saygı gösteren çok kültürlü
bir toplumun merkezine yeniden bireyi koyan, “halkların
Avrupası” vizyonunun yolunu açmaktadır.
Bu çalışma, Avrupa Konseyi ile UNESCO’nun daha önce
benimsediği kültür ve miras tanımlarıyla uyum içindedir:
4
“Kültürel miras geçmişten miras alınan ve insanların, sahibi kim olursa
olsun, kendi sürekli gelişen, değer, inanç, bilgi ve geleneklerinin yansıması
ve ifadesi olarak tanımladıkları bir grup kaynaktır. Zaman içinde insanlar
ile yerlerin karşılıklı etkileşiminden doğan ortamın tüm yönlerini kapsar”
(Avrupa Konseyi, Toplum İçin Kültürel Mirasın Değerine İlişkin Çerçeve
Anlaşma, 27 Ekim 2005’te Faro’da imzaya açılmıştır).
“Kültürün, şimdi, en genel anlamda, bir toplumu ya da toplumsal grubu
belirleyen, özgün manevi, maddi, düşünsel ve duygusal özelliklerin
karmaşık bütünlüğü olduğu söylenebilir. Kültür, yalnızca sanat ve yazını
değil, aynı zamanda yaşam biçimlerini, insanın temel haklarını, değer
sistemlerini, geleneklerini ve inançlarını da içerir.” (UNESCO, Dünya Kültürel
Politikalar Konferansı, 1982).
Elinizdeki Bildirge, Avrupa’nın değişik kesimlerinden bir uzman
grubu tarafından hazırlanmıştır ve bu çalışmanın ardındaki
nedenleri açıklayıp metnin anlaşılmasını kolaylaştıran bir
“Bildirge Elkitabı” ile birlikte sunulmaktadır.
5
Avrupa Çoklu Kültürel Aidiyet Bildirgesi
İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan günümüze kadar, Avrupa
Konseyi ve diğer uluslararası kurum ve örgütler, sürekli olarak,
insan haklarını ve demokrasiyi savunmuşlardır. Bu yöndeki
çabalarının sürdürülmesi, yalnızca aşırıcılıkla ve totaliterlikle
değil, cehaletin, farklılıkları yok saymanın ve diğer insanları
reddetmenin kışkırttığı gericiliğin, dışlayıcılığın ve yabancı
düşmanlığının yükselişiyle mücadele için de gereklidir.
Bu Bildirge, içinde bulunduğumuz çelişki ve değişim döneminde
gerçek demokratik yurttaşlığın sağlanmasına yönelik tüm
çabaların yoğunlaştırılmasının her zamankinden daha önemli
olduğunu dikkate alarak, şunları vurgular:
• Bireyler ve toplumlar insan hakları, hukukun üstünlüğü ve
demokrasi gibi Avrupa Konseyi’nin ve diğer kurumların savunduğu
değerleri paylaşmadan, iddialı bir Avrupa toplumsal projesi
olanaklı değildir.
• Bu değerlere saygı gösterilmesini sağlamak için, halkın
demokrasinin işler hale getirilmesindeki temel rolü tam olarak
kabul edilmelidir. Bu, herkesin temel hak ve özgürlüklerini etkin
biçimde uygulamasına olanak veren, ama aynı zamanda bir
yurttaş olarak sorumluluklarının bilincine vardıran bir kültüre
ulaşabilmesini sağlamak demektir.
• Karşılıklı bilinci ve katılımı teşvik eden ve ortaklaşa paylaşılan
bir değerler ve bilgi temeli sağlayan, herkese açık bir genel
kültür geliştirememiz halinde, barışçıl demokratik amaçlara
6
ulaşamayacağımız gibi, insanların gerçekten anlamlı ve tatmin
edici bir yaşam sürdürebilmeleri de olanaklı olmaz. Böylesi bir
kültür, öğretilerden bağımsız olmalıdır, geçici bir eğilim değildir
ve kişiye bir devlet, özel bir birim, grup ya da kurum tarafından
dayatılamaz. Bu kültür, her insanın hem çok yönlülüğe, hem
de çeşitliliğe sahip can damarıdır ve düşünce, bilgi ve eylemi
birleştirir. Bu kültür sayesinde birey, istediği takdirde, çoklu
kültürel aidiyetler geliştirebileceği bir konumda olmalıdır.
• İnsanın kendi kültürel referans sistemini seçme özgürlüğü, insan
haklarının ve temel özgürlüklerin merkezi bir öğesidir. İnsanlar
belli bir zamanda ya da yaşamlarının değişik aşamalarında, farklı
kültürel aidiyetleri seçebilirler. Hiç kimse belli bir grup, toplum,
düşünce sistemi ya da dünya görüşünün tutsağı olmamalı, geçmiş
seçimlerinden vazgeçmekte ve - Avrupa Konseyi’nin savunduğu
evrensel değerlerle uyumlu oldukları sürece - yeni seçimler
yapmakta özgür olmalıdır
• Karşılıklı açıklık ve paylaşım, çoklu kültürel aidiyetin ikili
yönleridir. Seçtikleri kültürü, yalnızca başkalarına saygı koşuluyla
uygulamakta özgür olan birey ve grupların birarada yaşamalarının
temeli karşılıklı açıklık ve paylaşımdır.
• Ancak tarihi paylaşan ve geçmişin çelişkilerini aşma becerisine
sahip olan devletlerin ve halkların dikkatle düşünülmüş ilişkileri,
barış içinde birarada yaşamaya olanak verecektir.
7
• Dünün düşmanlarının barışmasının en iyi ihtimali böylesi
bir yaklaşım olduğu gibi, yeni kuşakların yeni çatışmalara
düşmelerini önlemenin en iyi yolu da bu tür bir anlayıştır.
• Avrupa’da yaşayanlar için ortak bir gelecek isteği, toplu
hafıza kaybıyla uyumlu olmadığı gibi, tarihi bilmemekle ya
da geçmişte işlenen suçların inkarıyla eşanlamlı da değildir.
Insanın kendi tarihini bilmesi, başkalarının tarihini anlaması
ve bu tarihi bir intikam isteği, güçlü suçluluk duyguları ya
da aşırı pişmanlıklar olmadan kendi tarihine dahil etmesi
demektir.
• Değiş-tokuşun ürünü olan bir Avrupa kültürü dünyanın diğer
kültürleri ve halkları için memnunluk verici olmaldır. Avrupa
eğer kendi içine kapanırsa ruhunu yitirme tehlikesiyle karşı
karşıya olacaktır.
• Çoklu kültürel aidiyet, tarih boyunca, gerek Avrupa içindeki,
gerekse Avrupa ile dünyanın diğer kesimleri arasındaki gönüllü ya
da zorunlu göçlerden kaynaklanmaktadır. Çoklu kültürel aidiyet,
aynı zamanda halkların birbirlerini tanımaları anlamına gelmekte
ve kültüre ulaşmaya elveren yeterli yaşam koşulları varolduğu
ölçüde, yeni toplumsal bağlantıları teşvik etmektedir.
• İnsan hakları idealini geliştiren ve savunan Avrupa Devletleri,
çeşitliliği bir zenginlik olarak düşünmelidirler. Her kişiyi özgün
kılan –toplumsal ve etnik köken, yaş, evlilik ya da ebeveynlik
konumu, siyasi, felsefi ya da dini inançlar, cinsiyet ve cinsel
yönelim, engellilik- her özelliğe saygı gösterilmelidir.
Bu gerekçelerin herhangi biri nedeniyle ayırımcılık asla
hoşgörülemez ya da haklı gösterilemez.
8
Nefreti, suçu, hileyi, toplulukların tecridini ve başkalarının
reddini savunan tüm öğretilerin, Avrupa’nın barışçıl ve
demokratik bir toplum kurma projesiyle bağdaşmaz olduğu bir
kez daha kuvvetle yinelenmelidir.
Bildirgenin Uygulanması İçin:
Çoklu kültürel aidiyet Avrupa toplumlarının bir gerçeğidir. Bu
nedenle kamu yetkililerinin ve sivil toplumun çoklu kültürel
aidiyetin demokratik yurttaşlığı geliştirmekteki rolünü
güçlendirmeleri önemlidir. Bu bağlamda çoklu kültürel aidiyetin
insanların yurttaş olarak yükümlülüklerini yerine getirmelerini
engellememesi bir veri olarak kabul edilmelidir. Bu amaçla,
• herkesin, insan hakları ve temel özgürlükler uyarınca,
başkalarının seçimlerine ve haklarına saygı göstererek, kendi
kökenine ve yaşam tarzına uygun biçimde kültürel hayata
katılma hakkını uygulamasını sağlamak;
• piyasa güçleri tek başlarına kültürel çeşitliliğin tüm
gereksinimlerini karşılayamayacakları için, kamu ve
özel sektörleri ile sivil toplumu kapsayan araştırma
tecrübelerinden yararlanarak, çeşitliliği destekleyen kültür
politikaları geliştirmek;
• herkese temel ve ömür boyu eğitim aracılığıyla, kişinin
demokratik bir toplumda yurttaşlık sorumluluklarını yerine
getirmesine, iş yaşamına tümüyle entegre olmasına ve kişisel
potansiyelini geliştirmesine elveren bir açık kültür biçimine
ulaşma olanağını vermek;
9
• eğitim sistemlerinin bu yaklaşımı izleyerek, gerek tarih
öğreniminde, gerekse yurttaşlık eğitimi ve coğrafyada çoklu
bakış açısını teşvik etmelerini, geçmişin ve günümüzün
gerçekliklerine çoklu bakış açısından yararlanarak dinler
hakkında gerekli bilgi vermelerini sağlamak; ayrıca dil
eğitimi politikalarıyla öğrencilerin çokdilli ve çok kültürlü,
aynı zamanda başkalarının dillerine ve dil çeşitliliğine saygı
gösteren yurttaşlar olabilmelerini sağlamak;
• kentlerde ve bölgelerde farklı kökenli topluluklar arasında
diyalogu teşvik edecek kültürler arası girişimleri desteklemek
ve insanların ortak yaratıcılıklarını geliştirmelerini ve
birbirlerini zenginleştirebilmelerini teşvik etmek;
• Avrupa’nın çok kültürlü gerçekliğini ve onun dünyanın diğer
bölgeleriyle ilişkilerini örnekleyen geçmiş değiş-tokuşları ve
karşılıklı etkileşimleri vurgulayan, kültürel miras eğitimini ve
yorumunu geliştirmek;
• Çok kültürlü değiş-tokuşları ve bilgi paylaşımını güçlendirmek
için bilgi ve iletişim teknolojilerinin güçlü potansiyelinden
yararlanmak, ancak ticari, teknolojik ve diğer kötü kullanım
biçimleriyle karşılaşıldığında, içeriğin niteliğine daha büyük
önem vermek Için gerekli koşullar sağlanmalıdır.
Bildirge El Kitabı
Bu metnin amacı, Avrupa Konseyi’nin değerlerini yaymak için medyada büyük ölçüde
yayınlanmasıdır.
Bu el kitabı, Avrupa Çoklu Kültürel Aidiyet Bildirgesi’ni daha da açıklığa kavuşturmak üzere
tasarlanmıştır. Avrupa Konseyi’nin ‘’Kültürel Kimlikler, Ortak Değerler ve Yurttaşlık’’ projesi
kapsamında, aşağıdaki uzmanların çalışmaları özetlenirken, alıntılara ya da referanslara bilinçli
olarak yer verilmemiştir.
Zofia Halina Archibald, Gabi Dolff-Bonekamper, Tatiana Fedorova, Abdelhafid Hamdi-Cheriff, Dorota
Ilczuk, Chin Lin Pang, Patrice Meyer-Bisch, Carsten Paludan-Müller, Jean Petaux, Kevin Robins,
Christopher Rowe, Calin Rus ve Robert Stradling.
Bu belge, ayrıca, Avrupa Konseyi’nin düzenlediği ‘’Kimlik, yurttaşlık ve birlik’’ (Bükreş, 4-5 Mayıs
2006) ve ‘’Kültürel kimliklerin Orta ve Doğu Avrupa yönleri, paylaşılan değerler ve günümüz
Avrupasında yurttaşlık’’ (Budapeşte, 14-15 Aralık 2006) konulu iki seminerin tartışmalarını da temel
almaktadır.
Bildirge, Ulrich Beck, Emmanuel Levinas, Paul Ricoeur, Amartya Sen ve Amin Maalouf’un
çalışmalarından da yararlanmaktadır.
11
Ön Açıklamalar
Günümüzün kuşkular, belki de kriz içinde kıvranan Avrupa’sında,
farklı Avrupa “tipleri”ni karşı karşıya koymak olağan bir uygulamadır.
Basitlik uğruna devletlerin, ulusların, bölgelerin ve belirli büyük
alanların Avrupası, kuzey ve güney, batı Avrupa ve birbirleriyle
eşleştirilen orta ve doğu Avrupa, vb., arasında çizgiler çizilmektedir.
Ama ulusların, halkların ve toplulukların ve Avrupa’nın ana
noktalarının yanısıra, pek çok kez gözardı edilen bir başka Avrupa
daha vardır: Avrupa Konseyi’nin Avrupa Kültürel Konvansiyonuna
dahil 49 üye devlette yaşayan 800 milyon yurttaşın Avrupa’sı.
Bu bireylerin Avrupası, genel geçer bir terimden, salt bir retorik
araçtan fazla bir şeydir. Bu gerçeğin kabul edilmesinin tarafsız bir
tutum olmadığı kesindir; çünkü böylesi bir tutum kültürel çeşitliliğin
tanınmasıyla eşanlamlıdır ve hem diğer Avrupa yurttaşlarının
haklarına, hem de Avrupa Konseyi’nin, örneğin Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin teamül oluşturan kararlarının içerdiği değerlerine
saygıyı gerektirir.
Avrupa’nın değişik kesimlerinden uzmanlar, Avrupa Konseyi’nin
himayesinde toplanmışlardır. Her biri şu ya da bu kapasitede
kültürel alanda çalışan uzmanlar, kültürel çeşitliliğe bağlılıklarına
ilişkin kesin, tavizsiz bir açıklamada bulunmak ve artık Avrupa’da
yeni bir kilit faktöre –çoklu kültürel aidiyete- yoğunlaşmadan,
kimlik sorunlarını düşünmenin olanaksızlığını vurgulama isteklerini
belirtmişlerdir.
Uzmanlar bu karmaşık fikrin prizmasından bakarak, hatırlama
ve uzlaşma, birey ve grup, çoğul ve tekil gibi temel sorunları ele
12
almışlardır. Hiç kimsenin, kendi isteği dışında, belirli bir gruba
hapsedilmemesi ve her Avrupalı’nın geçmiş seçimleri reddederek,
yenilerini benimsemede özgür olması inancıyla, düşüncelerini
Avrupa Konseyi’nin temel amacı çerçevesine yerleştirmeye
çalışmışlardır. Bu temel amaç, çeşitliliği bir zenginlik kaynağı ve
önemli bir varlık sayarak tüm insan haklarının savunulması, böylece
diyalog temelinde çoğulcu bir Avrupa kurulması kavramını, telaşa
kapılmadan öngörmeyi mümkün kılmaktır.
Uzmanlar, işte bu amaçlara yönelik olarak, Avrupa Konseyi’nin
savunduğu demokratik yurttaşlığın geliştirilmesinde çoklu kültürel
aidiyetin oynadığı temel rolün altını çizen “Avrupa Çoklu Kültürel
Aidiyet Bildirgesi”ni hazırlamışlardır
Giriş: Çoğulcu bir Avrupa
• T ek bir Avrupa yoktur. “Avrupa” çok değişik kavramları
kapsar ve tarih, coğrafya ve kültürdeki değişen güçlerce
biçimlendirilmiştir. Kırsal bir Avrupa ve kentsel bir Avrupa vardır.
“Yeni” bir Avrupa ve “eski” bir Avrupa vardır.
• Avrupa coğrafi olarak çok farklıdır. Güney Avrupa’da Marsilya,
Venedik, Selanik ve İstanbul gibi kentler, Ortadoğu ve Kuzey
Avrupa ile sıkı ilişkileri olan bir Akdeniz dünyasını yansıtırlar.
Doğu Avrupa’da Moskova ve Vladivostok gibi kentler yüzlerini
bazen batıya, Avrupa’ya çevirirler, bazen doğuya, Asya’ya.
Kuzeyde Stockholm, Riga ve Turku, önemli ölçüde Hansa
Birliği’nin ticaret örgütüyle biçimlendirilmiş bir Baltık ve
Kuzey dünyasının örnekleridir. Orta Avrupa’da Prag, Viyana ve
Budapeşte “Mitteleuropa” fikrini simgeler ve Tuna gibi büyük
13
ırmaklar boyundaki yakın komşularıyla ilişkilerini sürdürürler.
Batı Avrupa’nın uçlarında, Lizbon, Dublin ve Bergen gibi kentler,
denizaşırı imparatorluklara ve ticaret ortaklarına bakan bir
Atlantik dünyasının örneğini oluştururlar.
• A vrupa hem alan olarak, hem de zamanla değişim göstermiştir.
20. yüzyılın ikinci yarısında Soğuk Savaş koşulları “doğu” ve
“batı” arasında yapay bir ayırıma yol açarak, Orta Avrupa’yı ikiye
bölmüştü. Bu istisnai bir durumdu. 1. Dünya Savaşı’nın neden
olduğu karışıklıklar öncesinde, Avrupa’nın büyük kesimleri Çarlık
Rusyası, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu gibi çok
uluslu imparatorluklarda gruplaşmıştı. 1989’dan bu yana iki ana
eğilim egemen olmuştur: bunlardan birincisi yenilenen bir ulusal
aidiyet duygusu ve birçok ulus devletin ortaya çıkışı, ikincisi ise
dar anlamda ulusal kimliklerin sınırlarının fark edilmesi ve Avrupa
işbirliğine daha geniş bir anlam kazandırma isteğidir.
• T arih boyunca Avrupa’nın sürekli bölünmesi, dış etkilere maruz
kalması ve iç fatihlerin egemenliğine girmesi, onu verimli
topraklardan daha sık bir savaş alanına çevirmiştir. Ancak, aynı
tarihi ivme sayesinde, bütün bu çelişki ve savaşların ortasında,
Avrupa, en ileri bilimleri ve en iyi gelenekleri kapsayan, uygar ve
açık kültürlerin gelişimine tanık olmuştur.
• A vrupa hem çok yönlü, hem de gerilimlerle doludur. Ancak gerek
tarihinde, gerekse bugününde sürekli yenilenen ve zenginleşmiş
bir kültürel çeşitliliğin izleri gözlenebilir. Bu kültürel çeşitlilik,
aynı zamanda Avrupa’da bireyin her zaman gruplarla uğraşmak
zorunda kaldığını ve çeşitlilik ve evrensellik arasında nasıl
ilişkiler kurulduğunu da göstermektedir.
14
• D
enklemin bu iki tarafı –çoğulculuk ve gerilim- Avrupa’da
günümüzün birarada yaşama sorununun arka planını
oluşturmakta, bu da kendi açısından demokratik yurttaşlık (1)
sorununu ortaya çıkarmaktadır.
Kültürel Çeşitliliğin Eski ve Yeni Yönleri
• A vrupa’nın tarihi boyunca yaşadığı nüfus hareketleri, paylaşılan
mirasları ve kozmopolitanlığın yeni bir biçiminin ortaya çıkışı,
ana özelliği kültür çeşitliliği olan, çoğulcu bir Avrupa’nın
kökeninde yatmaktadır.
Göç ve Siyasi Değişim: Üstüne Yeniden ve Yeniden Yazılan
Bir Sayfa Olarak Avrupa
• Avrupa etnik, kültürel ve coğrafi bir kavram olarak hâlâ
evrimleşmektedir. Avrupa hiçbir zaman dünyadaki gelişmelerden
kopuk, tam olarak tanımlanmış bir varlık olmamıştır. Toprakları
sayılabilecek alan içinde (az önce değinilen, gerekli çekinceler
saklı kalmak koşuluyla), Avrupa halkları hiçbir zaman kendi
içlerinde, sınırları değişmez, belirgin, açıkça tanımlanmış ve
birbirini dışlayan varlıklar olmamışlardır. Avrupa tarihi eskiden
beri büyük ya da küçük hareketler tarihi olmuştur. Avrupa teknik
yeniliklerin hızı ve çelişkilerin yoğunluğuyla belirlenen, kimi kez
yavaş, kimi kez hızlı gelişim dönemlerinden geçmiştir. Örneğin,
18. yüzyıldaki sanayileşme, kırsal alanlarda nüfusun büyük
ölçüde azalmasına yol açarak, Avrupa sivil toplumlarının çoğunu
köklü biçimde değiştirmiştir. Ama çoğu Avrupa ülkesinde ancak
20. yüzyıl ortalarında nüfusun çoğunluğu kentsel alanlarda
yaşamaya başlamıştır. Hızla büyüyen kasaba ve kentlere göç eden
15
insanlar, geleneksel değerlerini ve özgün kültürlerini yok eden bir
şey olarak gördükleri modern yaşama uyum sağlamaya çalışırken,
kendi kimliklerini koruma çabasıyla, aynı aidiyetten ve kökenden
kişilerle birlikte olma eğilimi göstermişlerdir.
• B elirgin bir potansiyeli olan bazı grupları, örneğin ekonomik
kalkınma ya da askeri savunma amacıyla, kendilerine çekmek
ya da engellemek isteyen liderlerin girişimiyle, başka tür nüfus
hareketleri de gerçekleşmiştir. Diasporalar özel bir nüfus aktarım
biçimini temsil ederler.
• G enel olarak, Avrasya kıtasının batı kesiminde ortaya çıkan etnik
grup çeşitlililiği ve geniş bir kültürel ifade yelpazesi, Avrupa
toplumlarının en belirgin özelliklerinden biridir.
• B ütün bunlar Avrupa’nın, tarihi boyunca, etnik ve kültürel
çeşitliliğin üstüne sürekli yeniden yazıldığı bir sayfaya
benzediğini göstermektedir. Avrupa tarihinin yapılanmasında
özel bir rol oynuyan bu boyut, önümüzdeki yıllarda da
kaybolmayacaktır.
• O tuz Yıl Savaşı 1648’de Westphalia Antlaşmaları ile sona
erdiğinde, jeopolitik düzenin yeni biçimi egemen devlet
oldu. 1789 Fransız Devrimi ve 19. yüzyılın çok sayıdaki halk
devrimleriyle de, ulusal kimlik devletlerin egemenliğinin desteği
haline geldi. Aynı zamanda, tanınan ve savunulan sınırlarla
korunmadığı zaman, kültürel ifadelere, hatta ulusal olanlara
bile bizzat devlet tarafından karşı çıkıldı ve bunlar yok edildi.
Fransa’da ya da İngiltere’de Galce ile Norveç ve İsveç’te Sami
dilleri gibi bölgesel ya da azınlık dillerinin başına gelen budur.
16
• B irinci Dünya Savaşı sonunda çok kültürlü Rus Çarlığı çöktü.
Savaşın nedenlerini ortadan kaldırmayı amaçlayan bir dizi
antlaşma diğer iki çok kültürlü imparatorluğu –Osmanlı ve
Avusturya-Macaristan İmparatorluklarını- da parçaladı; onların
yerine egemen ulus devlet ilkesi, gelecekteki çatışma tehlikesini
azaltacak ideal model olarak görülmeye başlandı. 2. Dünya
Savaşının patlak vermesi bunun yanlış bir varsayım olduğunu
gösterdi. 1945’te Yalta ve Potsdam anlaşmalarının ardından
Avrupa’nın ayrı varlıklara bölünmesinin iki büyük etkisi oldu:
sonuçları hemen iki süper gücün kontrolünden çıkacağı için, bir
Avrupa içi çatışma olanaksızlaştı; öte yandan iki taraf da, ilgili
halkların değişik düzeylerde kabullendikleri, egemen bir siyasi ve
kültürel model dayattı.
• İ kinci Dünya Savaşının bitmesinden sonraki yıllarda geniş
Avrupa sömürge imparatorlukları yok oldu (İngiltere, Fransa,
Hollanda, Belçika ve daha sonra Portekiz imparatorlukları).
Birkaç yüzyıldır kimi Avrupa güçleri, başta kölecilik yoluyla, çok
sayıdaki sömürgelerinden yarar sağlamışlar ve 19. yüzyıldan
sonra emperyalizmi egemen sistem yapmışlardı. Kolonilerin
Avrupa’da Nazizme karşı mücadelede önemli bir rol oynayan
sömürülen halkları, artık bağımsızlık ve özgürlüklerine sahip
çıktılar. Uzun vadede başarılı da oldular, ne varki bu ancak kimi
Avrupa devletleri ile eski sömürgeleri arasındaki ilişkilerde
kalıcı etki bırakacak kadar yoğun ve şiddetli savaşlarla mümkün
oldu. Aynı zamanda, yeni-emperyalizm diye adlandırılan
olgunun ve dünyanın Afrika gibi kimi bölgelerinin bütününde
yoksulluğun artmasının ikili etkisiyle, bu eski sömürgelerden,
eski sömürgeci merkez ülkelere yığınsal göçte artış oldu. Hem
Avrupalı sömürgecileri, hem de sömürgeleştirilenleri ilgilendiren
17
tüm bu sömürge ve sömürge sonrası dönem tarihi, hâlâ büyük
bir araştırma ve tartışma konusudur; aynı zamanda kültürler
ve tutumlar üstünde uzun vadeli bir etkisi olmuştur. Çağdaş
küreselleşmenin de bu tarihi gelişmelerin bir parçası olduğu ve
eğer Avrupa emperyalizmi olmasaydı küreselleşmenin bugünkü
durumunda olmayacağı kuşkusuzdur.
• A vrupa’nın iki belirgin kısma bölünmesi 1989’da sona erdiğinde,
tarih ve geçmişin ağırlığı gene kendilerini hissettirdiler.
Sönümlendiği düşünülen etnik anlaşmazlıklar yeniden harekete
geçirilip, canlandırıldılar. Değişmez sanılan sınırların öyle
olmadıkları anlaşıldı ve 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyılın ilk
yarısındaki ulusal çatışmaların önemli bir bölümünün, daha
da şiddetli bir biçimde yeniden başlaması ihtimali doğdu. Bu
potansiyel çatışmaların hiçbiri tesadüf ürünü değillerdir. Bunlar,
bir toplumsal ve ekonomik geçiş döneminde, sivil toplumları
büyük ölçüde karmaşa içinde ve birlikten yoksun Avrupa
ülkelerinde yeniden ortaya çıkmaktadırlar. Bu gibi durumlarda,
kültürel çeşitlilik bir değer ve bir hedeften çok, bir çatışma nedeni
olmaktadır. Diğer kültürel ve etnik grupların köktenci biçimde
dışlanmasına dayalı, basitleştirilmiş çözümler, giderek tabanda
daha çok destek bulmakta, ırkçılık ve tecridin aşırı biçimleri,
bunalımları çözmenin yeni araçları gibi görülmektedirler.
• Y arının Avrupasının karşısındaki ana sorunlardan biri budur: diğer
bir ifadeyle, Avrupa bizzat kültürel çeşitlilik ilkesini baltalayan
bu gerilimlerle başa çıkabilecek midir? Avrupa’nın, dünyanın
demokratik, barış içinde ve varlıklı bir kesimi olarak geleceği,
Avrupa’nın giderek karmaşıklaşan bir kimlik dizisi mirasına uyum,
hatta bundan yararlanma yeteneğine bağlıdır. Bu ancak herkesin
18
aynı hak ve sorumluluk kavramını paylaşmasıyla mümkündür
Paylaşılan Miraslar: Avrupa’da ve Başka Yerlerde
• G eçmiş çağların Avrupa kuşakları, Avrupa insanlarının tutkularını
ve olanaksız hırslarını gösteren heykel ve anıtlarla bugün de
aramızdadırlar. Avrupa’nın mirası ancak, öncelikle ve belki de
sadece, çok değişik türde farklı öğelerin geniş bir yelpazesi
olduğu sürece vardır.
• S ınırlar bunun canlı ve somut kanıtlarıdırlar. Sınır tarihlerinin
mimari ve araziler üstünde bıraktığı izler, surlar ve sınır kapıları,
kontrol ya da etkileşim araçları, işbirliği ya da içe kapanma
öğeleri, halkın anılarında değerli bir miras oluştururlar. “Anı
alanları”nın tamamlayıcısı olan “tartışma alanları”na, sınırın
farklı taraflarında mutlaka aynı gözle bakılmamaktadır. Bunlar
kültürel kimliklerin (2) ve farklı kültürlerin, görünüşte birbirine
karşıt ve rakip, gerçekte ise çoğu kez çok yakın, hatta birbirini
taklit eden, fiziksel ifadeleridir.
• Ancak sınırlar yalnızca devletleri ayırmazlar, çünkü bir kentte
değişik mahalleler arasında ya da bir ülkenin kentleri arasında
da, yanyana ya da birbirleriyle tezat oluşturarak yaşayan etnikkültürel ya da toplumsal manzaralara yol açan sınırlar olabilir.
Bunlar, haritadan silindikten çok sonra bölücü etkilerini sürdüren,
eski bir jeopolitik gerçekliğin sanal kalıntılarını oluşturabilirler.
Bunlar, yeni yerleşen belirli bir etnik topluluğun, eski toplulukları
yavaş yavaş ya da zorla dışarı atmasından önce, onların yerini
kapmaya başladığı, değişen bir sosyolojik bağlamın işaretleri de
olabilirler.
19
• Sınırlar diğerleriyle temas noktalarını belirlerler, ama aynı
zamanda “memleket” alanlarının dış çizgilerini de belirler ve
böylece az ya da çok ölçüde bir aidiyet (3) ya da bağlılık duygusu
yaratılmasına doğrudan katkıda bulunurlar. Bu nedenle değişken
sınırların doğrudan aidiyet sorununu ortaya çıkartması şaşırtıcı
değildir. Kişisel ve kolektif kimliğin merkezi olan “memleket,”
özelden kamusala, hemşerilikten ülkeye uzanan farklı sınırlar
içinde ve farklı ölçeklerde varlığını sürdürür.
• A vrupa’nın kültürel mirası tanımı itibariyle çoğulcudur ve
paylaşılır. Bu miras çelişkili, hatta birbirine düşman etkilerin,
karmaşık bir ürünüdür. Zamanla, tarihin gelişimine bağlı olarak,
aynı gruplar daha önce saldırdıkları ve kötüledikleri mirasın bazı
parçaların savunup ve kutsal sayabilmişlerdir. Her şeyin yoruma
ve ideolojiye bağlı olmasına karşın, Avrupa’nın kültürel mirasının
hiçbir zaman tekil bir doğada olmadığı, sürekli gerek “burasının”,
gerekse “başka yerlerin” çoğulculuğunu kapsadığı olgusu
değişmemektedir. Bu miras işte “orada”dır, ama aynı zamanda
ister Avrupalı olsun, ister olmasın, çok sayıda etkiyi üstlenmiştir.
Zenginliği bir yanda çeşitliliğinde, öte yanda olağanüstü
esnekliğinde yatar; dolayısıyla da yerleşip, sabitleşmesi
olanaksızdır. Avrupa Konseyi bunu Faro Kültürel Mirasın Toplum
için Değeri Çerçeve Sözleşmesi’ndeki tanımında açıkça ortaya
koymuştur: “Kültürel miras geçmişten miras alınan ve insanların,
sahibi kim olursa olsun, kendi sürekli gelişen, değer, inanç, bilgi
ve geleneklerinin bir yansıması ve ifadesi olarak tanımladıkları
bir grup kaynaktır. Zaman içinde insanlar ile yerlerin karşılıklı
etkileşiminden doğan çevrenin tüm yönlerini kapsar.”
• Bu nedenle Avrupa’nın ortak mirasına nelerin dahil olduğunu
20
sıralamak mümkündür, çünkü Faro Sözleşmesi’nin 3. Maddesi
bunu şu terimlerle belirler: “Avrupa’daki, hep birlikte ortak bir
hatırlama, anlama, kimlik, uyum ve yaratıcılık kaynağı oluşturan
kültürel miras biçimleri, “ve “insan hakları, demokrasi ve hukukun
üstünlüğü üzerine kurulu, barısçı ve istikrarlı bir toplumun
gelisimini destekleyen, ilerleme ve geçmiş çatısmalar yoluyla elde
edilen deneyimlerden gelen idealler, ilkeler ve değerler.”
• M
irasların paylaşılması tartışmalarının odak noktalarından
biri kültürlerarası çeşitlilik sorunudur. Gerçek bir yetenek
çeşitliliğinin ve çok sayıda kültürel miras geleneğinin olması,
anlamlı bir miras eğitimini (4) gerektirmektedir. Ancak bazıları,
küreselleşme sonucu görünüşte kültürel uygulamaların ve
modaların standartlaşmasının, çok farklı etkilerin yol açtığı ve
değişik kültürleri aşan bir tür “kültürel birleşim” yarattığını öne
sürmektedirler. Bu, kültürlerin çokluğunun somut kanıtı olan adet
ve geleneklerin sonu mu demektir?
Farklılıkların Olumlu Kabulüne Doğru mu?
• K ozmopolitanlık (5) gerçekten var mıdır, yoksa yalnızca bir özlem
midir? Bu, aynı yerde yaşayan farklı kökenlerden insanların,
belli bir kültürün temel değerleri üstünde anlaştıkları,
karşılıklı hoşgörü gösterdikleri ve kendi değer ve adetlerini
başkalarına dayatmaya girişmedikleri bir dünyanın hayali
midir? Bu, paraları olduğu için Avrupa’da seyahat etmeleri sorun
yaratmayan ayrıcalıklı insanlara özgü bir kavram mıdır? Bilinçli
olarak milliyetçi tutumların ve yöresel bağlılıkların yerine,
modüler, esnek bir yurttaşlık biçimi getirmek üzere tasarlanmış
olan kozmopolitan söylem, bir Avrupa söylemi olabilir mi?
21
Kozmopolitanlığın, kolektif bir Avrupa hayal gücü yaratılmasında
miras değeri olduğu kabul edilebilir mi?
• B azıları buna, risk toplumumuzun –diğer sözcüklerle, modern
dünyanın- sonuçlarından birinin, şimdi aynı riskleri paylaşan
bir dünyanın her kesimini birbirine bağlayan ortak bir kader
bilincinin giderek güçlendiği yanıtını verecektir. Bu anlamda
bu yeni kozmopolitanlık, ya da kozmopolitikleşme uluslararası
bir kurum ya da yargı makamı tarafından tepeden dayatılan bir
kavram değildir; tersine, sivil toplumların geleceklerinin ayrılmaz
biçimde bağlantılı olduğunu kavramalarından kaynaklanan,
yaygın bir aşağıdan yukarı harekete karşılık gelmektedir.
Giderek daha çok insan risklerin diğer ülkelere de yayıldığının,
kimi olayların yeryüzünün çok büyük alanlarını –hatta belki
de tüm gezegeni- etkileyebileceğinin ve artık hepimizin, din,
kültür ve sınırları aşan bağlarla birleşmiş olarak, aynı teknede
olduğumuzun bilincine varmaktadır.
• Bu kozmopolit model, evrenselci modelin aksine, farklılıkların
tanınmasını vurgulamaktadır. Evrenselci model ulusal çerçeve
içinde evrensel standartlar varsaymakta, ama farklılıkları
gözardı etmekte ve kaçınılmaz olarak ulus devletlerin dışındaki
herkesi dışlamaktadır. Öte yandan bu yeni kozmopolitanlık,
evrenselcilikle çelişmez, çünkü başkalarıyla istikrarlı ilişkiler
için mutlaka gerekli olan evrensel standartların varlığını
öngörür. Ayrıca, ulus hâlâ kapsamlı bir kader ve yaşam topluluğu
ürettiğinden, milliyetçiliğin ılımlılaştırılmış bir biçimini
de öngörür. Kozmopolitan süreç, başkalarını sadece başka
oldukları ve belirli Avrupa örnekleriyle üstüste düşmedikleri
için dışlamayarak, ulus ile Avrupa’nın ve Avrupa’nın dünyanın
22
diğer kesimleriyle uyumlaştırılmasına yardımcı olur. Bu yeni
kozmopolitanlığın bu biçimde çoklu aidiyetlerin kavranmasını
kolaylaştırdığı kuşkusuzdur.
• G örüldüğü gibi, çoklu kültürel aidiyet (6) yeni gelişen bir Avrupa
yurttaşlığının temel direği haline gelmektedir. Bu, olgun
demokratik toplumlarda kültürel kimliğin karmaşık, farklılaşmış
gelişiminin gerek anlaşılmasını, gerekse yaşanmasını olası
kılmaktadır. Çoklu kültürel aidiyet birinci olarak, kimlik açısından
yanlarında farklı referanslar getiren toplulukları tanımakta, ikinci
olarak da her bireyin değişik kültürlere aidiyet aracılığıyla ifade
edilen bir dizi özgün kimliğe sahip olmasına olanak vermektedir.
Bu tanımı ayrıntılandırmak için şu da eklenebilir: çoklu aidiyet
herkesin, gerek birey olarak, gerekse bir grup içinde, aynı anda
ya da peşpeşe birkaç grubun ya da inanç ya da çıkar topluluğunun
paylaştığı bir değerler dizisine ya da kültürel referanslara bağlı
olduğunu hissetme imkanı olarak algılanmaktadır.
Avrupa’da Çatışan Baskılar:
Birey ve Grup, Çeşitlilik ve Evrensellik
• A vrupa bir üstüste binmiş gerilimler ağına takılmıştır ve ikili bir
çelişkiyle karşı karşıyadır: tekil ile kolektif, çoğul ile genel nasıl
uzlaştırılacaktır? Bu soruların arka planında Avrupa’nın tarihinde
iz bırakan çelişkileri aşmasının acil bir gereksinim olduğu
yatmaktadır.
Tekil ile Kolektif Arasındaki Gerilim
• Küreselleşmenin hızı arttıkça, köklere olan gereksinim
23
güçlenmektedir. Çoklu aidiyetin meşru bir veri kabul edilmesinin
nedeni budur. Köklerini arayış, kaçınılmaz olarak bireyin bir grubu
ya da topluluğu referans olarak yeniden yapılandırılmasını içerir.
Özünde istenen, tanınmaktır. Bu bireyler ile ötekiler arasında
özel bir etkileşim biçimi yaratır. Bundan doğan toplumsal ve
kültürel gerilimin, toplumsal tercih ve insani gelişme konusunun
merkezinde yattığı açıktır. Örneğin, demokratik olarak seçilmiş
liderler yurttaşlarını dnlemek zorunda olduklarından, en iyi
koruyucu aracın demokrasi olduğu savunulabilir. Bu kapsamda
kolektif bireye koruma sağlamakta ve grup, kuralları, yasaları
ve gücüyle tüm üyelerine daha iyi yaşam koşulları ve bir dizi
dokunulmaz temel hak güvencesi vermektedir.
• K ırk yılı aşkın bir süre, Avrupa’nın bir kesiminde, kolektif,
bireysel haklara üstün olmuştur. Birkaç bireyin topluma
egemenliğiyle eşanlamlı düşünüldüğü için, özel mülkiyete izin
verilmemiştir. Bu yasağın yanısıra, tekdüze, eşitlikçi ilerlemeyi
savunan kolektif bir ideal uğruna ifade ve hareket özgürlüğü gibi
bireysel haklar sınırlanmış, hatta kaldırılmıştır. Amaç, bireyin
grupla, her bireyin kendi gereksinimlerini tatmin edebilmesini
sağlayacak kusursuz bir sentezle bütünleşmesi olmuştur. Çeşitli
karmaşık, hatta çelişkili nedenlerle, bu kolektif proje tam olarak
gerçekleştirilememiş ve birey, en temel haklardan yoksun
bırakılacak düzeyde inkar edilmiştir. Kolektifi merkez alan bu
siyasi programın çöküşünü, birkaç kuşak boyunca bastırıldığı
için, daha da güçlenen bir bireyselliğin yeniden dirilişi izlemiştir.
Avrupa’nın daha önce kolektifin yönetimine tabi olan kesiminde
bireyselliğe bu yöneliş ile, Avrupa’nın geri kalan kısmında
modern kapitalizmin içsel bireyselliği arasında kaçınılmaz
gerilimler doğmuştur.
24
• G elişmiş toplumlarda bir bireyin özgürlüğü, kamu çıkarına ters
düşmediği durumlarda bile, sürekli başkalarının özgürlüğüyle
sınırlanır. Doğal bir durumdan kültürel bir duruma geçerken,
insanlar, komşuları gibi, bireysel özgürlüklerininin bir
bölümünden vazgeçmeyi kabul etmişlerdir; ama bu yararlı bir
fedakarlık olmuş, daha çok güvenlik, daha çok olanak ve sonunda
daha çok özgürlük getirmiştir. Ancak modern dünyada grup
karşısında bireyin konumu, giderek artan bir kaygı konusudur.
Kamusal tartışmaların gitgide daha çok BBD (benim bahçemde
değil) (7) sendromundan etkilenmesi, toplumun bireylerin kabul
edilmiş haklarına nasıl yaklaştığı sorusunu, radikal bir biçimde,
ortaya çıkarmaktadır.
• B uradan çıkarak, Avrupa ile dünyanın diğer kesimleri arasındaki
ilişkilerin de, bireyler ile toplumları arasındaki ilişkilere benzer
sorunlar yarattığı söylenebilir. Örneğin Avrupa –çoğu kez
kıskançça ve giderek bunun yanlış olduğu bilincine vararak, ama
çoğu durumda sonuçları dikkate almadan- onu dünyanın diğer
kesimlerinden uzaklaştıran, bir tür tecrit politikası geliştirmekte,
kendi “bahçesine” kapanmakta, çoğu kez de arkasında kalesinin
kilitli kapılarını bırakmaktadır. Bu eğilim, “biz içimize kapanalım”
sendromu, açıklığın ve misafirperliğin tam tersidir ve bununla
mücadele edilmelidir.
Çoğul ile Küresel Arasındaki Gerilim
• T oplumsal bağların yeniden inşası kısmen, belirli bir gruba
kültürel aidiyet ile küreselleşmiş toplum arasındaki ilişkiye
dayanmaktadır. Çeşitlilik giderek belirginleşmekte ve neredeyse
kaçınılmaz olarak toplulukçuluğa yol açmakta, aynı zamanda ise
25
küreselleşmenin, kimlik oluşumu için yaşamsal önemdeki kırılgan
bağlar üstünde yıkıcı bir etkide bulunduğu görülmektedir. Bu
nedenle, toplumsal ve kültürel bir krizin tüm bileşenleri halen
mevcuttur. Bireyler referans noktaları aramakta ve simgesel
tanımlama kodları istemekte, ama diğer gruplar bunu hemen bir
içe kapanma biçimi ve gerçekten çok ideal, benimsenmişten çok
dayatılmış bir evrenselliğe engel olarak algılamaktadırlar.
• Ç oklu kültürel aidiyet, küresellik karşısında çoğulculuğun
yerini kabul etmenin bir yoludur. Günümüz dünyası çok parçalı
ve çoğulcudur ve modern insanlar değişik gruplarda, değişik
düzeylerde ve değişik derecede yoğun aidiyetlerle yaşamakta,
bu da her toplumsal grubu heterojen yapmaktadır. Günümüz
Avrupalısı anne rahmine Venedikte düşmüş, gençlik yıllarını
Paris’te geçirmiş, Coimbra’da okumuş, Berlin’de evlenmiş,
Londra’da boşanmış olabilir. Bu kişi nerede gömülecektir? Bir
zamanlar sabit ve dokunulmaz olan kültürel referans sistemleri
(8)
, şimdi kaçınılmaz olarak çok kapsamlı biçimde değişeceklerdir.
Buna üzülmeli miyiz?
• T oplumsal ve kültürel heterojenlik yalnızca belli bir kültüre ait
grupların aynı toplumda birlikte yaşadıkları anlamına gelmez,
aynı zamanda tek bir bireyde birden çok kültürel aidiyete de işaret
eder. Geniş kesimlerin kabul ettiği bu durum, bu bireyi kendisinin
ya da toplumun gözünde kötü düşürebilmekte ve insanları
birbirlerinden koparabilmekte, bireylerin kimlik sorunları ya da
psikolojik hastalıklar yaşamalarına neden olmaktadır. Bu karmaşık
bir süreçtir ve kültürlerin karışımı ve çoklu aidiyetlerin varlığı
doğrultusunda düşünememenin bir sonucudur. Bu aynı zamanda
küreselleşmeyi ve homojen bir kimlik isteğini yansıtır. Öte yandan,
26
çoklu kültürel aidiyet, sadece kafada olan bir şey değildir, çünkü
gerçekten de bireyleri, köklerinden koptukları için huzursuzluk
durumuna sürükleyen kültürel etkileşim biçimleri vardır.
• Kişinin köklerinden kopması, uzaklaşmayı, insanın bir parçasını,
kökenlerini ve kişinin kültür, aile, toplumsal ilişki ve adetler
açısından referans noktalarını yitirmesini getirir. İnsanlar yerine
başka bir şeyin konması ya da giderilmesi kolay olmayan bu kayıpla
yaşamak zorundadırlar. Toplumun aynı zamanda bir bütün olarak
onların kimliklerinin heterojen niteliğini reddettiği, her bireyin
çoklu kültürel aidiyetini gözardı ettiği ve onların kendi kökenlerine
dönmelerini önlediği dönemlerde, durum özellikle böyledir.
• Ö nem sıralamasına göre, burada başlıca sorun gerçekten de
toplumdan bir “ayrılış”tır. Özellikle de toplumsal bağların bir
diğer göstergesi her bireyin kültürel yaşama katılma hakkı
olduğundan, kültür artık toplumsal anlamından kopuk ya da
toplumsal boyutundan ayrı olarak düşünülemez. Toplumsal
bağlar ne kadar gevşekse, toplum o kadar karmaşaya ve ne
kuralların, ne de projelerin olduğu bir duruma kayar ve kültüre
olan tehdit o ölçüde artarak, giderek onun kaybolmasına neden
olur. Bu kaybolma toplumun uygar boyutunun ölüm çanını
çalacak, barbarlıkla eşanlamlı bir doğal duruma dönülecektir.
Kültür hem çoğulcu, hem çeşitli, Fransızların deyimiyle gerçek
bir genel kültür olmalıdır. (9) Toplumsal bağların, her ikisinin de
kalıcı olabilmeleri ve küreselleşmenin homojenleştirici etkisine
direnebilmeleri için, kültürel bağlarla içiçe geçirilmesi yaşamsal
önemdedir.
27
Acilen Geçmiş Çatışmaları Aşma Gereksinimi
• T arih boyunca, gerek Avrupa’da, gerekse ötesinde, birbirini
izleyen çatışmalar, bunların Avrupa’da yaşayanlar ya da onların
torunları için sonuçlar doğurup doğurmamasına bakılmaksızın,
toplumları, gruplar, bireyler ve onların toplumsal tarihleri,
kolektif anıları ve kendi mirasları arasındaki ilişki hakkında
sorunlar yaratmaktadırlar. Erk sahiplerinin bazen sistematik
biçimde affa yönelmeleri, birçok durumda unutabilme gücünün
kötüye kullanımı olan bir tür hafıza kaybından başka bir şey
değildir. Aslında hafıza kaybı, devletin bizzat, tarihin belirli
bir noktasında egemen ideolojiler tarafından belirlenen
kararlarını yansıttığından, bir tür kurumsal unutkanlıktır. Af
önermek, olanların üstüne bir çizgi çekerek insanları unutmaya
teşvik demektir ve böylece onların, bir kez suç kaybolduğunda
imkansızlaşan affetme olanaklarını engeller.
• B u aşamada gerek birey, gerekse kolektif hafıza, geçmişin
ve onun travmatik yükünün bilinçli olarak ve açık bir kafayla
yeniden edinilmesini sağlayan o sağlıklı kimlik krizinden yoksun
bırakılmaktadırlar. Geçmişin çelişkilerini aşmanın (sözcüğün
diyalektik, pençesinden kurtulma anlamıyla) tüm anlamı budur.
Bir bağışlama ruhunun kılavuzluğunda, hafıza ve yas tutma
sayesinde, hafıza kaybı ile affetme arasındaki sınırda insanın
doğruluğunu koruması hâlâ mümkündür.
• T arih öğrenimi tüm toplumlar gibi Avrupa toplumları için de
temel önemdedir. Çoğu kere egemen ideolojik amaca hizmet
etmek üzere kötüye kullanılan ve haksız biçimde yorumlanan
tarihi bilmek, tam tersine bir barış ve uzlaşma aracı olmalıdır. Bu
28
alanda gerçekleştirilen çok sayıdaki proje tarihe çok bakış açılı
bir yaklaşım (10) geliştirmiştir.Böylesi bir tarih, yalnızca galip
gelenlerin tarihi değil, çoğulculuğun tarihidir; Heterojendir,
çünkü hiçbir tarafa ait değildir, tersine birçok bakış açısından
kavranmaktadır. Bu verilerin alçakça çarpıtılmasının ve bilimin
kötüye kullanımının biçimleri olan revizyonizm ve inkarcılık
değildir. Tersine, geçmişin trajedilerinin tekrarlanmasını önlemek
için farklı, hatta karşıt belgesel kaynakları biraraya getiren
kolektif araştırmalara, geçmiş olayların karmaşıklığına dikkat
çekilmesine, bunların nedenlerinin kavranmasına ve onların
sosyolojik sonuçlarının ve günümüze kadar süren etkilerinin
anlaşılmasına ihtiyaç vardır.
Birlikte Yaşamak ve Yurttaşlık
• S ekizyüz milyon bireyi temsil eden, devletlerarası bir örgüt olan
Avrupa Konseyi, dünyada türünün tek örneğidir. Savunduğu
siyasi, toplumsal ve kültürel model bu tür birçok modelin yalnızca
biri değildir; bireysel özgürlüğü, insan haklarını, hukukun
üstünlüğünü ve demokrasiyi güvence altına almak için en çok
katkıda bulunması açısından tektir. Konsey’in siyasi rolü, biri
de tartışmasız olarak kültür olan birkaç temel taşına dayanır. Bu
temel taşı, Avrupa toplumlarının dünyaya içe dönük bir refahın
asabi yüzünü değil, varlıklıların varlıksızlara sunduğu bolgönüllü
bir misafirperverliği yansıtması için, hem Avrupa Konseyi üye
devletleri arasında gerçek bir topluluk yaşamının koşullarının
yaratılmasının gerekli temel değerlerini, hem de paylaşılan
yurttaşlığın kurallarını kapsar.
29
Paylaşılan Kültürel Değerler ve Avrupa’nın 1949 Yılından
Gelen “Kuruluş Yasakları” (11)
• A vrupa Konseyi Faro Sözleşmesi’nde (7. maddesinde) kültürel
mirasın, gruplar ve Avrupa toplumları arasında diyalogun temel
bir öğesi olduğu için, insan gelişmesini güçlendirdiğini savunur:
“Taraflar, yorumların çeşitliliğine saygının yanısıra, kültürel
mirasın sunumunun etiğinin ve yöntemlerinin düşünülmesini
teşvik etmeyi, […] farklı toplulukların aynı kültürel mirasa
çelişkili değerler yükledikleri durumların eşitlikçi biçimde ele
alınabilmesi için uzlaştırma süreçleri oluşturmayı; […] kültürel
mirasın, anlaşmazlıkların çözümü ve önlenmesi amacıyla
güven ve karşılıklı anlayışı destekleyerek, birarada var olmayı
kolaylaştıracak bir kaynak olduğu anlayışını geliştirmeyi; bu
yaklaşımları yaşam boyu eğitim ve öğrenimin tüm yönlerine dahil
etmeyi üstlenirler.”
• A vrupa Konseyi üye devletlerinin paylaştıkları değerler esas
olarak Örgüt’ün temel metinleri olan Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi, Avrupa Kültür Sözleşmesi ve Avrupa Sosyal Şartı’nda
belirtilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarının
da tamamladığı bu belgeler topluca bir standart ve değerler
bütünlüğü oluştururlar ve (en geniş –antropolojik ve siyasianlamında) çağdaş “Avrupa kültürü”ne kendi özgün ve belirleyici
niteliğini kazandırırlar.
• S iyasi işbirliği amaçlı devletlerarası bir organ olarak Avrupa
Konseyi, böylece bir dizi yasa çıkarırken, sadece “insan hakları”
bağlamında değil, ayrıca toplumsal ve kültürel haklar, vb.
başlıklar altında da temel yurttaşlık haklarına karşılık düşen
30
bir dizi temel yasak getirmiştir. Bunlardan en iyi bilineni
bütün Avrupa’da, savaş da dahil her koşulda idam cezasının
yasaklanmasıdır.
• A vrupa Konseyi üye devletlerinin tümü henüz Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinin 13 numaralı Protokolünü imzalamamışlar,
ama tümü Avrupa’nın herhangi bir yerinde artık mahkeme eliyle
idamların gerçekleşmemesini sağlamak için önlem almışlardır.
Diğer kuruluş yasakları daha az bilinseler de, aynı derecede
geçerlidirler. İnsanların aç bırakılmasına, köleliğe ya da insan
ticaretine izin verilemez; insanlar adet ve gelenek nedeniyle
bile olsa sakatlanamazlar; çocuklar çalışmaya zorlanamazlar
ve etnik köken, cinsiyet, cinsel davranış, inanç, vb. nedenlerle
ayırımcılığa izin verilemez.
• B u temel yasaklar elbette devletler için bağlayıcıdırlar, ama
Avrupa yurttaşlığıyla bağlantılı temel yasakların yalnızca
hükümetler için geçerli olduğunu düşünmek, çok dar bir bakış
açısı benimsemek olacaktır. Uygulamada, herhangi bir şeyi ve
herşeyi haklı göstermek için kullanılamayacak olan çoklu kültürel
aidiyetlerine bakılmaksızın, bu temel yasaklara uymak bireylerin
de görevidir. Avrupa’nın topluluk yasa ve adetlerinden öncelik
taşıyan kimi yasakları vardır ve bunların önceliğini vurgulamak,
ikincileri aşındırmak demek değildir.
Paylaşılan Yurttaşlığın Kuralları:
Toplumdaki Hak ve Sorumluluklar
• “ Kimlik” gibi, “yurttaşlık” da her Avrupa toplumunda anlamı ya
da anlaşılması aynı olmayan, genel bir terimdir. Bu söz konusu
31
ülkede devletin sivil toplum ile ilişkisiyle bağlantılıdır ve ülkenin
tarihine ve yürürlükteki siyasi rejime dayanabilir. Bu neden bu
terimle ne kastedildiği somutlanmalıdır.
• B uradaki bağlamda yurttaşlık, evrensel ilkeleri temel alan tek
bir siyasi topluluğa ait olmak demektir. Yurttaşlar yalnızca siyasi
yaşama katılımla ilgili siyasi hakları ve tüm kamu görevlerine
başvurma ve aday olma hakkı olan özel kişiler değillerdir, aynı
zamanda siyasi egemenlikte bir pay hakkına da sahiptirler.
Örneğin, seçim sistemi aracılığıyla liderlerini seçen, bir siyasi
topluluk ya da “yurttaşlar topluluğu” biçimiyle, yurttaşlar
kitlesidir. Yurttaşlar kitlesi erkin kaynağıdır ve hükümetlerin
kararlarına güç sağlar. Seçilmiş liderlerinin eylemlerini
denetleyen ve onaylayan, bir bütün olarak yurttaşlardır.
Yurttaşlar kendileri seçtikleri için hükümetlerinin buyruklarına
itaat etme görevini kabul ederler, hükümetler de onların
kontrolüne tabidirler. Ama yurttaşlık siyasi meşruiyet ilkesinin
ötesine geçer. Bu aynı zamanda toplumsal ilişkilerin bir
kaynağıdır. Modern demokratik ve çoğulcu Avrupa toplumlarında
–bazı koşullarda toplumları birlikte tutan şey din ve bir
hükümdara destek gibi görünse bile- insanlar artık birbirlerine
dinle ya da hanedana sadakatle bağlı değillerdir ve toplumsal
bağlar özünde siyasi niteliktedirler. Dolayısıyla günümüz
toplumlarında toplumsal yaşam artık aynı dini paylaşmak, aynı
hükümdarın uyruğu olmak ya da aynı, tek otoritenin altına girmek
değildir: bu, aynı siyasi varlığın bir yurttaşı olmak ve bundan
doğan hak ve görevleri paylaşmaktır.
• Y urttaşlık meşruiyeti bu biçimde yaratılır. Avrupalılar kısmen
de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin teamül oluşturan
32
kararlarının bir sonucu olarak, giderek etnik köken ve akrabalıkla
daha az belirlenen bir tüzel kişilikle donanmış oldukları ölçüde,
bireylerin yada yurttaşların hem genel, hem bireysel hakları
vardır. Düşüncelerini ve tercihlerini ifade etmek, eylemde
bulunma hakkına sahip çıkmak ve sorumluluklarını üstlenmek
onları gitgide daha çok ilgilendirmektedir.
• A ynı zamanda, Avrupa ulus devletlerinde nüfus hareketlerinin
ve sınırların açılmasının bir sonucu olarak, ulusal topluluğun tam
üyeleri olmalarına karşın, kavramın katı yasal tanımı nedeniyle
dışlandıkları yurttaşlık konumundan yararlanamayan bireylerin
oranı sürekli artmaktadır. Bunun nedeni modern demokrasilerin
Antik Yunan’ın o ülkede yaşayan yabancıların, kölelerin
ve kadınların yasayla yurttaşlıktan dışlandığı, dolayısıyla
demokratik sürece katılamadığı modelini yeniden yaratmalarıdır.
• A ynı zamanda, kimi somut ve özgün kültürel hakların özgürce
uygulanması hakkına ilişkin, daha önce bilinmeyen bazı talepler
ortaya çıkmaya başlamıştır. amaç, şimdiye kadar kesinlikle
özel alanla sınırlı olan, ama şimdi bazı grup ve toplulukların
açıkça uygulamak istedikleri ifade, tutum ve inanç biçimlerinin
tanınmasını sağlamaktır.
• B urada önümüzdeki yıllarda Avrupalı bireyler için ana sorunu,
yani tüm değişik boyutlarıyla yurttaşlıklarını görüyoruz. İnsan
haklarının bölünmezliğini referans almak, siyasi yurttaşlığı onun
sivil, kültürel, ekolojik, ekonomik ve toplumsal kuruluş yönleri
ve tüm boyutlarıyla insanlık onuruyla bağlantılandırmaktadır.
Bu nedenle çeşitli yurttaşlıklardan, hatta daha iyisi yurttaşlığın
kültürel, ekolojik, ekonomik, toplumsal ve –kuşkusuz- siyasi
33
boyutlarından söz etmek mümkündür.
• Y urttaşlık tek bir yere sadakati içererek, hem kültürel hem
de siyasi alanlar olan “ikili bağlılığa” yer bırakmaz. Siyasi
yurttaşlık sadakati, siyasi bir topluluğun üyeleri arasında,
evrensel değerlere dayalı yasal bir bağa saygı ve buna bağlılığı
gerektirir. Bu değerler hiçbir anlamda soyut değillerdir. Ilgili
kişiler, bu değerlerden yararlanmak ve bunların kabulü için
kimi kuralları benimsemelidirler. Yolsuzluğun, demokratik
kuralların zorla değiştirilmesinin, nüfuzun ya da ilişkilerin
kötüye kullanılmasının ve otorite konumlarından kötü amaçla
yararlanılmasının demokratik meşruiyete zarar vermesinin ve
yurttaşlar ile onların seçili temsilcileri arasında aşılması imkansız
bir uçurum yaratmasının nedeni budur.
• B ir toplum ancak liderleri gerçekten eylemlerinden, yurttaşlarıyla
aynı ölçüde sorumlu tutulabilmeleri durumunda birliğini
koruyacaktır. Ancak siyasi meseleleri mahkemeye götürme
doğrultusunda aşırı bir eğilim siyasi liderler için sürekli zorluk
çıkarıyor, yalnızca sıradan kişilerin ya da en kurnaz siniklerin
iktidara yapışmalarına yol açıyorsa, her şeye kadir bir adaletin
körce uygulanması çok geçmeden, koruduğu varsayılan ilkelerin
aleyhine işlemeye başlayacaktır.
• K uşkusuz bunun da yanıtı diğer yerlerde olduğu gibidir: Yurttaşlar
ve liderler, yaşamlarını yöneten yasalara uymanın ortak görevleri
olduğu konusunda anlaşmalıdırlar. Eğer herkes için aynıysa,
yasaya itaati sağlamak daha kolaydır. Eğer toplumun tüm bireysel
üyeleri aynı ve karşılaştırılabilir haklara sahiplerse ve bu onlara
aynı yükümlülükler ve görevlerle aynı yurttaş konumunu ve
34
meşruiyetini sağlıyorsa, bunu yapmanın toplumsal değeri daha
da fazla olacaktır. Tekrarlamak gerek ki, bu ilk ve temel önemdeki
görüşbirliği gereklidir, ama kendi başına yeterli değildir. Tam
yasal yurttaşlık tanındığı halde, etnik kökeni, dini, giyim ya da
yaşam biçimi nedeniyle ikinci sınıf sayılan ve toplumsal, kültürel
ve sivil haklarından tam olarak yararlanamayan bazı bireyler
olduğu sürece, birlik içinde bir toplum olamaz.
Avrupa Yurttaşlığı Duygusu: Uyum İçinde Birlikte
Yaşama Nedenleri
• A vrupa’nın misafirperver yüzü gösterilmeli, bu misafirperverlik
kesin ve canlı olmalıdır. Ama Avrupa bu yüzü her yerde
göstermemektedir. Tersine bazen, bu misafirperverlik yüzünü
dünyadan, en yoksullardan, en yoksunlardan, kısacası
yabancılardan saklamaktadır. Avrupa, artık yabancıları alacak bir
durumda değildir. Çünkü onlara nasıl bir yer vereceğini kendisi de
bilmemektedir. Bir projesi olmayan, kaynakları olmayan Avrupa,
geçmişte yaşananlara benzer bir kültürel bunalım karşısında,
kendini her yönden tehdit altında hisstmekte ve başka yerlerden
her katılımı tahammül edilmez bir saldırı olarak düşünmektedir.
• B u durum kesinlikle ilk kez olmamaktadır, çünkü genişleme
dönemleri ve durgunluk dönemleri yaşayan ve değişik kültürel,
siyasi ve ideolojik modellerin sorgulandığını gören Avrupa’nın
tarihinde çok çelişkili etkiler olmuştur.
• B unalım barış zamanında, hemen hemen tümü aynı demokratik
değerleri paylaşan, birleşmiş bir Avrupa’da gerçekleşmektedir. Bu
bunalım yalnızca gerek ülkeler arasında, gerekse ülkelerin içinde
35
çok farklı yaşam standartları biçimini alan, toplumsal ve ekonomik
bir bunalım değildir. Aynı zamanda kültüreldir, çünkü tüm Avrupa
devletlerinin evrensel diye tanımlanan değerlerine katılanlar ile
bu paylaşılan değerleri sorgulayan ve başka ahlaki, kültürel ve
toplumsal değer sistemlerine bağlı olanlar arasındaki derin bir
ayırımı ortaya koymaktadır. Aslında bunalım gerçekten yeni bir
sürecin, dünya çapında yeni güç kaynaklarının ortaya çıkmasıyla,
ekoloji, enerji ve nüfus alanlarında yeni ve daha önce bilinmeyen
risklerin doğduğu, hızlanmış küreselleşmenin bir parçasıdır.
• Geleceği hakkında böylesi belirsizliklerle karşı karşıya olan
Avrupa’nın, kısa ömürlü olması kaçınılmaz bir koruma sağlayacak,
otarşik bir içe kapanma ya da dünyaya başka bir yüzünü göstermeyi
içeren gerçekten kültürel bir yanıt, bir yurttaşlık duygusu ve
misafirperverlik tutumu arasında seçim yapması zorunludur. Bu
amaçla tüm niteliklerini tam olarak tanımalıdır. Bir kültürel sistem
çeşitliliğe, dolayısıyla bileşenlerin kimliği de ne kadar çok değer
verirse, kendi kimliği daha zengin, daha kayda değer ve daha
belirgin, çoklu aidiyetlerinin kapsamı daha geniş olur.
• G eçmişte eğer misafirperverlik mevcut olmasaydı, kuşkusuz
Avrupa’da gelişim olanaklı olmayacaktı. Değişik koşullarda
insanlar bir ülkeden atıldıklarında, başkaları onlara evlerini
açtılar; değişik siyasi ya da diğer koşullarda ise roller değişti, ama
peşpeşe hükümetlerin soğuk tutumlarından etkilenenler çoğu kez
aynı gruplar oldu.
• A ncak yüksek kültürel kapasitedeki toplumlar misafirperverliğe,
yolcuları, yabancıları ve başka yerlerden bilgi ya da yenilikler
getirenleri hoş karşılamaya, geleneksel olmayanı değer verilecek
36
bir şey görmeye büyük önem veriyorlarsa, Avrupa toplumunun,
kendi çeşitliliği içinde, misafirperverliğe sırtını döndüğü kabul
edilmelidir. Avrupa yabancıların yüzlerinde onların yüreklerine
salınan korkudan ve gelecek endişesinden fazla bir şey
görememektedir.
• A vrupa Konseyi savaşın hemen sonrasındaki sevinç içinde
tesadüfen kurulmamıştır. Acilen ihtiyaç duyulduğu için
ortaya çıkmıştır. Konsey, kimi Avrupa ülkelerinin temsilcileri
çelişkinin sonuçlarından kişisel olarak görülmemiş bir ölçekte
etkilendikleri, aklın almayacağı bir dehşet ortamı modern
insanlık durumu hakkında temel sorular doğurduğu ve söz
konusu devlet adamları Avrupa’nın, bir kez daha yeni bir Avrupa
iç savaşına yol açacak iki düşman bloka ayrılmasını istemedikleri
için yaratılmıştır.
• Bu miras Avrupa Konseyi’ne üye devletlerinin dikkatini bir kez
daha yurttaşlık bunalımına, Avrupa’nın hastalığının nedenlerinden
birine çekme hakkı vermektedir. Bu öncelikle kültürel bir
hastalıktır; Avrupa’nın artık bir yön duygusu bulunmamaktadır
ve kendi temel değerlerini, insan haklarını, çeşitliliğin ve çoklu
kültürel aidiyetin kabulünü, başkalarını hoş karşılamayı ve
paylaşmayı, aynı zamanda en zayıf ve en yoksunları korumayı
unutarak, kendi sonunu hazırlama riskini almaktadır.
Bildirge, asla kaçınılmaz olmayan bu kötü eğilime yüreklice karşı
çıkmak üzere harekete geçmektedir.
37
NOTLAR
1. Demokratik yurttaşlık: Burada değinilen demokratik yurttaşlık terimi,
Avrupa Konseyi’nin eğitim çalışmaları sırasında geliştirilen kavrama
dayanmaktadır. Yurttaşlığın belirli bir devletin vatandaşlarının hakları ve
görevleri anlamındaki dar yasal tanımından öteye gider. Ancak bu, belli bir
devletin yurttaşı olmanın artık gündemde ya da geçerli olmadığı anlamına
gelmez. Gene de benimsenen çıkış noktası farklı ve daha geniştir. Demokratik
yurttaşlık kavramı giderek toplum yaşamı ve bireylerin yerel, ulusal,
bölgesel ve uluslararası düzeylerde buna katılımının çok çeşitli yolları için
yeni bir model oluşturulmasıyla ilgilidir. Yurttaşlığa bu yaklaşım, böylesi
sorumlulukların doğru uygulanması için koşulların uygun olduğuna işaret eder.
Bu kavram aynı zamanda bir toplumun üyelerinin demokratik ilkeleri kabule ve
uygulamaya kararlı olduklarına işaret eder.
2. Kültürel kimlik: Kültürel kimlik bireylerin tek başlarına ya da başkalarıyla
birlikte kendilerini tanımladıkları, kendi varlıklarını biçimlendirdikleri,
iletişim kurdukları ve onurlu biçimde tanınmasını istedikleri tüm kültürel
referanslar anlamına gelir. Kültürel kimlik ayrıca bir bireyin ya da bir grubun,
bir düşünceler, inançlar, görüşler, adet ve gelenekler bütünlüğüyle tanımlanan
kültürel bir yapı ile görece istikrarlı özdeşleştirilmesini yansıtan ve belirli etik
değerlere dayalı bir dizi standarda bağlılığını yansıtan, toplumsal ve kolektif
bir kimlik biçimi olarak da görülebilir.
3. Aidiyet: Aidiyet bir grup ya da topluluğun üyesi olan bir kişinin konumudur.
Aidiyet bireylerin, tek başlarına ya da başkalarıyla birlikte, bir topluluğa
bağlılıklarını fark etme ve onun mirasına saygı gösterme kapasiteleri olarak
tanımlanır. İnsan topluluklarıyla, korumayı ve geliştirmeyi amaçladıkları
bireysel kültürel kimlikleri oluşturan referansları paylaşan insan gruplarını
kastediyoruz. Aidiyet, her özne ile grubun tüm üyelerinin paylaştıkları bir
dizi kültürel değer ya da referans arasındaki ilişki açısından ele alınmaktadır.
Bu kavram yalnızca bağlılığı, davranışı ve görünüşü değil, bir tür sadakati
de kapsayan bir özdeşleşme öğesidir. Bir kurgu olarak aidiyet, bu nedenle
bir tür anlatıdır. Bu anlatı bazı öğeleri içererek, birleştirici bir faktör işlevi
görür. Geleneksel olarak aidiyet grupları ile referans grupları arasında bir
ayırım yapılır. Birinciler, bireylerin yaşamlarının belli bir aşamasında fiziksel
olarak ve doğrudan üye oldukları gruplardır; ikinciler ise halen üyesi olup
olmamalarına bakılmaksızın, -bilinçli olarak ya da bilinçsizce- fikirlerini,
38
değerlerini ve hedeflerini ondan türettikleri gruplardır. Açıklığını, hareket
potansiyelini ve teknik ve maddi kapsamını veri aldığımızda, çağdaş toplumun
özel niteliklerinden biri, bir bireyin aynı anda birkaç gruba dahil olarak, bir
çoklu aidiyet durumu yaşayabilmesidir.
4. Kültürel Miras Eğitimi: Kültürel miras eğitimi burada, eğitim ve kültür
kurumları aracılığıyla somut ve soyut kültürel mirasın değişik öğelerinin
kavranmasını ve çözümlenmesini teşvik için gerçekleştirilecek girişimler
bütünlüğü anlamında kullanılmaktadır. Burada ikili amaç yurttaşların
Avrupa’nın mirasının heterojenliğini ve çeşitliliğini fark etmelerini sağlamak
ve bu mirasın bazı bölümlerini belli kimlikleri dışlamak için kullanmalarını
önlemek üzere ortak bir temel oluşturmaktır.
5. Kozmopolitanlık: Burada sadece Ulrich Beck’in verdiği anlamda, yani
küreselleşme bağlamında farklılıkları dikkate almaya çalışan bir tutum olarak
anlaşılmaktadır.
6. Çoklu Kültürel Aidiyet: Bu metinle çoklu kültürel aidiyetten, tüm bireylerin
bir grup başka bireyle kimlik bağları paylaştığı, ama aynı zamanda her bireyin
kendi bu tür –ailesel, dilsel, dini, ulusal, etnik, cinsel ya da mesleki- bağlar
karışımının kendine özgü olduğu olgusu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla hiçbir
insan tek bir kimliğe indirgenemez. Modern toplumları belirliyen büyük
kültürel çeşitlilik veri kabul edildiğinde, kültürlerin gelişebilmeleri için bu
ilkeyi dikkate almaları gerekir. Çoklu kültürel aidiyet kimlik açısından farklı
referanslar sunan toplulukları kabul eder ve her bireyin birkaç kültürel aidiyet
yoluyla bir dizi çok yönlü kimlik ifade etmesine olanak sağlar.
7. BBD (Benim Bahçemde Değil): Bir birey ya da grubun kendi yakın çevresinde
herhangi bir değişikliği kabule yanaşmamasıdır; bu da bireysel çıkarların genel
çıkar ya da refaha göre öncelik taşıması anlamına gelir.
8. Kültürel Referans Sistemi: Her birey karmaşık bir etkileşim sisteminin bir
parçasıdır. Birey bilinçli ya da bilinçsiz olarak bir ya da daha fazla kültürel
referans çerçevesini benimseyerek, gücü ve etkisi bireyin kişisel tercihlerine
ve çevresindeki değişikliklere göre değişebilen, çok sayıda kalıp ve ilinti
oluşturur. Bu nedenle kültürel alan yapısal olarak değişken ve her bireye özgüdür.
Sosyalleşmeyle başkasına geçirilebilir, ama hiçbir zorlama olmamalıdır, çünkü
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle güvenceye alınan haklardan biri de insanın
kendi kültürel referans çerçevesini kendisinin seçme özgürlüğüdür.
39
9. Genel Kültür: Genel kültürün burada kuralcı bir içeriği yoktur. Bu, her bireyin
sahip olması gereken asgari zorunlu bilgilerin toplamı değildir, çünkü böylesi bir
bilgi ancak resmi bir kültürden kaynaklanabilir, ki bu kaçınılmaz olarak totaliter
bir külltürle eşanlamlı olacaktır. Özgürlük ilkesine dayanan genel kültür, her
bireyin ulaşabileceği, ona çevresini anlama, başkalarıyla etkileşme ve seçim
yapma yeteneği veren tüm bilişsel öğeleri kapsar. Genel kültür tüm insanların
insanlıklarını varsaymalarına ve bunu daha bilinçli yaşamalarına olanak sağlar.
Fransızca’daki “culture générale” terimi başka dillere kolay çevrilememektedir.
Her durumda, dilsel ve kültürel çeşitliliği dikkate almaya ve terimin harfinden
çok içeriğinin hakkını veren bir çeviri kullanmaya çaba harcanacaktır.
10. Tarih Öğretimine Çok Bakış Açılı Yaklaşım: Avrupa Konseyi için Dr. Robert
Stradling tarafından hazırlanan “Tarih Öğretiminde Çok Bakış Açılılık”ın
elkitabına bakınız.
11. Temel Yasaklar: Temel yasaklar bir devletler, toplumlar ya da bireyler
grubunun kuruluşunda ve varlığının devamını ya da gelişmesini sağlamak
üzere, kendisine benimsemeye karar verdiği mutlak sınırları oluşturan normlar
ve değerler dizisidir. Bu yasaklar yalnızca mutlak, dokunulmaz ahlaki ya da
yasal sınırlar değil, aynı zamanda bir sistemin ya da örgütün temel alabileceği
yapılandırma öğeleridir. Bu nedenle bunların ihlali bir yasağı saptayan belli
bir kurala ilişkin suç olmakla kalmaz, kurumun üstüne inşa edildiği temellerin
köklü biçimde sorgulanması anlamına gelir. Bu temel yasakların örnekleri
arasında Avrupa Konseyi’nin üye devletleri tarafından temel yasaklar
olarak kabul edilen idam cezasının ve işkencenin ya da keyfi tutuklamaların
yasaklanması bulunur. Bu kurallardan bir sapma Örgütün temel ilkelerinin ciddi
biçimde ihlali demektir ve bizzat Örgütün kendisini sorgulamaya eşittir.
40
Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan bu metin Avrupa Kültürel Miras Zirvesi
8-12 Haziran 2010 İstanbul çalışmaları kapsamında düzenlenen Europa Nostra
Forum 2010 dolayısıyla, Bildirge’nin İngilizce metninden Zülal Kılıç tarafından
Türkçeleştirilmiştir.
41
Download