son 5 yılın hutbeleri

advertisement
SON
5 YILIN
HUTBELERİ
İL
: GENEL
TARİH : 26.02.2016
kıyameti, hesabı, âhireti anlayamaz. Âhiretin, bizim
ebedî yurdumuz, sonsuz ikamet mahallimiz olduğunu
kavrayamaz.
Aziz Müminler!
Rabbimiz, Kerim Kitabımızda, anlamsız ve
gayesiz yaratılmadığımızı, başıboş bırakılmadığımızı,
ölümle birlikte yepyeni bir hayata doğacağımızı
bizlere haber vermektedir. Dünyanın bizler için
aldatıcı bir meta olduğunu sıklıkla hatırlatmaktadır.
Hayatın dünyadan ibaret olduğu fikrinin, kişiyi inkâra
sürükleyeceğini bildirmektedir. Âhireti yok sayan bir
dünyanın oyun, eğlence, gösteriş ve övünmeden ibaret
olduğunu vurgulamaktadır.
ÂHİRETE İMAN
Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz,
şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’a karşı
gelmekten sakının ve herkes, yarın için ne
göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı
gelmekten
sakının.
Şüphesiz
Allah,
yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”1
Kardeşlerim!
Bir cuma günüydü. Peygamberimiz (s.a.s)
minberde iken bir adam mescide girdi ve onun
konuşmasını keserek, “Ey Allah’ın Resûlü, kıyamet
ne zaman kopacak?” diye sordu. Sahâbe, soruyu soran
kişiye susmasını işaret ettiyse de o, aynı soruyu üç kez
tekrarladı. Efendimiz, namazı kıldırdıktan sonra,
“Kıyametin ne zaman kopacağını soran kişi
nerede?” dedi. O adam, “Benim, Yâ Resûlallah.”
diyerek cevap verdi. Peygamberimiz, “Kıyamet için
ne hazırladın?” buyurdu. O adam, “Benim çok fazla
amelim yok. Ancak ben Allah ve Resûlü’nü gerçekten
seviyorum.” dedi. Bunun üzerine Resûlullah
Efendimiz, “Kişi sevdiğiyle beraberdir, sen de
sevdiğinle beraber olacaksın.” buyurdu.2
Allah Resûlü (s.a.s), bu hadisiyle o büyük güne,
hesap vaktine daima hazırlıklı olmamız gerektiğini
vurguluyordu. Kıyametin ne zaman kopacağından çok
daha önemli olan, bizim ona ne kadar hazır
olduğumuzdu. Kıyamete hazırlık ise, Rabbimizi ve
peygamberimizi gönülden sevmekten, Allah ve
Resûlü’nün istediği doğrultuda bir hayat sürmekten
geçiyordu.
Kardeşlerim!
Öldükten sonra dirilmeye, mahşere, hesaba,
âhiret gününe iman etmek, dinimizin temel
esaslarından biridir. İnancımıza göre mebde yani her
şeyin Allah tarafından yoktan yaratıldığı, meâd yani
bâkî olan Allah dışında her şeyin bir gün yok olacağı
inancı birbirinden ayrı düşünülemez. Varlığın
hakikatini, hayatın anlamını, yaratılışın gayesini
bilmeyen, ölümü, ölüm ötesini, yeniden dirilişi,
Kardeşlerim!
Fâni olan dünya hayatı, ebedî âhiret hayatına
giderken konakladığımız geçici bir menzildir. Bizler,
ebedî
yurdumuzu,
âhiretimizi
bu
dünyada
kazanacağız. Dünya bir imtihan yeriyken, âhiret
hesap, sırat, mizan, cennet ve cehennem safahâtıyla
hakikatin ve mutlak adaletin zuhur edeceği yerdir. O
gün, dünya hayatında yaptığımız her hayrın
mükâfatını göreceğimiz gibi, işlemiş olduğumuz her
günahın da hesabını vereceğiz. Kimseye zerre miktarı
haksızlık yapılmayacaktır.
Bu şuurla hayatını tanzim eden bir kişi, sürekli
kendini hesaba çekecektir. Allah’ın huzurunda
vereceği hesabı düşünecek, haramdan, günahtan,
kötülükten uzak durmaya çalışacaktır. Şerrin kilidi,
hayrın anahtarı olmak için çabalayacaktır. Helâl,
sevap ve iyilik peşinde bir hayat sürme idealinde
olacaktır. Bu inanç ve anlayışın yerleştiği bir toplum
da elbette barış, huzur ve güven toplumu olacaktır.
Kardeşlerim!
Mizanda salih ameli ağır basanlar, ahirette
kurtuluş ve felaha ereceklerdir. İyilikleri hafif
gelenlerse, kendilerine yazık etmiş olduklarını itiraf
edeceklerdir. Unutmayalım ki; cennet, tohumunu bu
dünyada ektiğimiz bir bahçedir. Cehennem ise, ateşini
bu dünyadan götürdüğümüz bir ocaktır.
Hutbemi şu dualarla bitirmek istiyorum:
“Allah’ım! Bize dünyada iyilik ver, âhirette
de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!”3
“Allah’ım! Ebedî yaşayacağım ahiret
hayatımı benim için hayırlı eyle! Hayatı her türlü
iyiliği artırmama vesile kıl! Ölümü de her türlü
kötülükten kurtuluşuma vesile eyle!”4
1
Haşr, 59/18.
Tirmizî, Zühd, 50.
3
Bakara, 2/201.
4
Müslim, Dua, 71.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 21.10.2016
ALLAH’A VERDİĞİ SÖZE SADIK KİMSE:
MÜMİN
Aziz Kardeşlerim!
Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi hepimizin
üzerine olsun. Cumanız mübarek olsun.
Yüce Rabbimiz, okuduğum âyet-i kerimede şöyle
buyuruyor: “O müminler ki, Allah’a verdikleri söze
sadık kalırlar. Onlar, Allah’a vermiş oldukları
sözden asla dönmezler. Allah’ın, korunmasını
emrettiği bağı korurlar. Onlar, Rablerine saygıda
kusur
etmezler.
Hesabın
hüsran
ile
sonuçlanmasından korkarlar.”1
Peygamberimiz (s.a.s) de okumuş olduğum hadisi
şerifte şöyle buyuruyor: “Ben ahlaki güzellikleri
tamamlamak için gönderildim.” 2
Kardeşlerim!
Öyle konuşmalar vardır ki bütün bir tarihi, bir
medeniyeti özetler. İşte bu konuşmalardan biri olan,
Cafer-i Tayyar’ın, Habeş Kralı Necaşi’nin huzurunda
yaptığı ve İslam medeniyetini özetleyen konuşmasını
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Zira Cafer-i Tayyar’ın bu konuşması, Resûl-i
Ekrem’in hayatını, gayesini, mesajını, risaletini
özetleyen bir konuşmaydı. Afrika’nın ve insanlığın
kararmış idrakini aydınlatan bir konuşmaydı. Necaşi’yi
kavmiyle birlikte Muhammed Mustafa (s.a.s)’e ümmet
kılan bir konuşmaydı.
Kardeşlerim!
Cafer, henüz 25 yaşlarında bir delikanlıydı. Eşi
Esma ile birlikte Mekke’den bazı müminlerle beraber
Habeşistan’a hicret etmişti. Kuşatma altındaki
müminleri Habeşistan’a götürmüştü. Aslında Resûl-i
Ekrem’in emriyle bir Medine, bir yurt aramaya
gitmişti.
Bundan
haberdar
olan
müşrikler,
Müslümanları iade etmesi için Necaşi’ye bir heyet
gönderdi. Heyetin başkanı olan Amr b. As, Necaşi’nin
huzuruna çıktı ve şu sözleriyle Müslümanların iade
edilmesini istedi: “Ey Hükümdar! Bizden aklı ermeyen
bazı gençler, senin ülkene sığındılar. Onlar, atalarının
dinini terk ettiler. Senin dinine de girmediler. Bizim de
sizin de bilmediğiniz yeni bir din icat ettiler. Onların
babaları, amcaları, yakın akrabaları, onları geri
yollaman için bizi sana elçi olarak gönderdi.
Onlar, bu kimselerin kusurlarını ve kabahatlerini
sizden daha iyi bilirler.”
Aziz Kardeşlerim!
Necaşi, Amr’ı dinledikten sonra, kendisine
sığınan müminleri de dinlemeye karar vermişti. Onları
huzuruna çağırdı. Cafer ve arkadaşları, içeri girerken
gelenekte olduğu üzere kralın huzurunda secdeye
kapanmamışlardı. Necaşi, bunun sebebini sorduğunda,
“Biz, Allah’tan başka kimsenin önünde secde
etmeyiz.” diyerek cevap verdi Cafer. Afrika kıtası, bu
sözü ilk defa onun ağzından duymuştu. Cafer,
sözlerine şöyle devam etti: “Ey hükümdar! Biz,
cahiliye zihniyetine sahip bir kavimdik. Ağaçtan,
taştan yapılmış putlara tapardık. Kendiliğinden ölmüş
murdar hayvanları yerdik. Helal-haram nedir
bilmezdik. Kız çocuklarımızı diri diri toprağa
gömerdik. İnsanlık dışı bütün kötülükleri işlerdik.
Akrabamızla ilgilenmezdik. Komşuluk hakkı diye bir
hak tanımazdık. Kuvvetli olanlarımız, zayıf
olanlarımızı ezerdi. Zenginlerimiz, fakirlerin sırtından
geçinirdi. Hak ve hukuka riayet etmezdik.
Biz bu haldeyken Allah Teâlâ, bizim içimizden
asil, doğru, emin, güvenilir, iffetli bildiğimiz birini
Peygamber olarak gönderdi. O, bizi bir olan Allah’a
imana davet etti. Yalnızca O’na ibadet etmeye çağırdı.
Atalarımızdan miras kalan putlara tapmaktan bizleri
kurtardı. Doğru söylemeyi öğretti. Emanete riayet
etmeyi öğretti. Akrabayla iyi geçinmeyi öğretti.
Komşuları gözetmeyi öğretti. Bütün kötülük ve
günahları, kan dökmeyi haram kıldı. Yalancı şahitlik
yapmaktan, yetim malına el uzatmaktan men etti.
Namuslu kadınlara iftira atmayı yasakladı. Biz de onu
doğruladık, “amenna ve saddekna” dedik. Allah’tan
ona gelenlere tâbi olduk. Onun haram kıldıklarını
haram, helal kıldıklarını helal kabul ettik. Sadece
Allah’a ibadet ettik. O’na hiçbir şeyi ortak koşmadık.
Halkımız bu sebeple bize düşman oldu. Bize
zulmettiler. Allah’ı bırakıp eskisi gibi putlara
tapmamızı istediler. Dinimizi yaşayamaz olduk. Baskı
ve zulümler dayanılmaz bir noktaya geldiğinden senin
ülkene sığındık. Senin adaletine geldik. Seni
başkalarına tercih ettik. Senin himaye ve komşuluğuna
can attık. Ey Hükümdar! Biz senin yurdunda hiçbir
kötülüğe maruz kalmayacağımızı umut ediyoruz.”3
Kardeşlerim!
Hutbemizi şu duayla bitirmek istiyorum:
Rabbimiz!
Bizleri
tevhid
inancından,
Efendimizin yolundan ve vahdet şuurundan ayırma!
Rabbimiz! Bizleri Efendimizin öğrettiği güzel
hasletlere bağlı kalan ve hayatı boyunca onları
muhafaza eden müminlerden eyle!
Ra’d, 13/20-21.
İbn Hanbel, II, 381; Muvatta, Hüsnü’l Hulk, 1.
3
İbn Hanbel, I, 202.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
1
2
İLİ
: GENEL
TARİH : 23.09.2016
ALLAH’IM! İLİMLE YÜCELT BİZİ!
Aziz Müminler!
Kur’ân-ı Kerim henüz nazil olmamıştı. Mekke’nin
bitmez tükenmez kötülükleri, Peygamberimiz (s.a.s)’i
oldukça yoruyordu. Müşriklerin tevhidle bağdaşmayan
inanç ve adetleri onu bir hayli üzüyordu. Böylesi bir
ortamda Efendimize Hira’da ibadet ve tefekkür
sevdirilmişti. Bir gün yine Hirâ’dayken ona vahiy meleği
geldi ve “ْْ‫ ”اِقْ َرأ‬yani “Oku!” dedi. Allah Resûlü, “Ne
okuyayım?” diye sordu. Bunun üzerine Cebrâil (a.s),
Peygamberimize Alak Suresi’nin şu ilk beş âyetini bildirdi:
“Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı alaktan
yarattı. Oku! Senin Rabbin, sonsuz kerem sahibidir.
Kalemle yazmayı öğreten O’dur. İnsana bilmediğini
öğreten O’dur.”1
Kıymetli Kardeşlerim!
İnsanlığın ufkunu aydınlatan İslam medeniyeti, işte
bu “Oku” emriyle başlamıştır. Kerim Kitabımızın bu ilk
âyetlerinde Yüce Rabbimiz, insanlığa iki büyük nimetini
haber vermiştir. Biri, Rabbimizin bizlere kalemle yazmayı
öğretmesidir. Diğeri de bilmediklerimizi öğretmesi, bizleri
cehaletin karanlık ve bataklığından kurtarmasıdır.
Kardeşlerim!
Bizim medeniyetimizde ilim, öncelikle kendimizi ve
Rabbimizi bilmektir. İlim, eşyanın hakikatini, varlığın gaye
ve hikmetini anlamaya çalışmaktır. İlim, sorumluluk ve
görevlerimizin farkında olmaktır.
Kur’an-ı Kerim, bizlere “Oku” emriyle hitap ederken
herhangi bir ayrım gözetmemiştir. Kitabın âyetlerini ve
kâinatın âyetlerini birlikte okumamızı emretmiştir. Allah’ın
kitabını okumamızı istediği gibi fizik, kimya, matematik,
biyoloji gibi kâinattaki ilahi kanunları da okumamızı
istemiştir. Hâsılı dinimiz, insanlığa faydalı olan her türlü
ilmi tahsil etmemizi bizden istemiştir.
Kardeşlerim!
Bizim geleneğimizde evlatlarımızın hayatı, hakikati,
kendi değerlerini öğrendikleri üç büyük müessese vardır.
Bunlar, aile, okul ve camidir. Çocuklarımız, gençlerimiz,
benlik ve kişiliklerini, hayata bakışlarını daha çok evde,
ailede kazanırlar. Bilgi, bilinç ve kültürlerini okulda elde
ederler. Kimlik ve aidiyet duygularını, manevi
kazanımlarını da daha ziyade camide pekiştirirler.
Tarihimizde ailelerimiz, insanlığa örnek nice şahsiyetler
yetiştirmiştir. İlim ve irfanda insanlığa yön veren nice
isimler,
okullarımızda,
camilerimizde
yetişmiştir.
Günümüzde de bu müesseselerin, aynı değerleri birlikte
yetiştirme sorumluluğu bulunmaktadır.
Kardeşlerim!
Bu hafta itibariyle on sekiz milyon evladımız, yeni bir
eğitim-öğretim dönemine daha başladı. Bu ulvi vazifede
yaklaşık bir milyon öğretmenimiz görev alıyor. Öncelikle
yeni eğitim-öğretim yılımızın evlatlarımıza, değerli
öğretmenlerimize, tüm ailelere ve milletimize hayırlar
getirmesini Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum. Rabbimiz,
kendi rızasına ulaştıracak, ülkemizin, âlem-i İslam’ın ve
bütün insanlığın yararına kullanacakları bilgilerle
donanmalarını yavrularımıza nasip eylesin. Bu vesileyle
öğretmenlerimize,
öğrencilerimize
ve
velilerimize
seslenmek istiyorum.
İstikbalimizi
inşa
eden
siz
fedakâr
öğretmenlerimiz!
Bizlere ilim ve irfanı sizler öğrettiniz. Evlatlarımızı
kendi evlatlarınız gibi gördünüz. Bu günlerimizi sizler inşa
ettiniz, yarınlarımızı da sizler inşa edeceksiniz. Aklını,
iradesini, gönlünü başkalarına teslim etmeyen nesiller sizin
şefkatli ellerinizde yetişecek. Çocuklarımız, vicdanlı ve
merhametli olmayı, sadece milletine, hak ve hakikate
hizmet etmeyi yine ilk sizden öğrenecek. Rabbim,
sizlerden razı olsun.
Yarınlarımızın teminatı olan kıymetli evlatlarımız!
Sizler,
daima
insanlığa
faydalı
bilgilerle
donanacaksınız. Öğrendiğiniz her bilgiyi milletiniz ve
insanlığın hayrına kullanacaksınız. Ahlak ve erdemi
kuşanacaksınız. Öğretmenlerinize, arkadaşlarınıza, annebabalarınıza, bütün insanlara karşı sevgi ve saygıyı elden
bırakmayacaksınız. Ulvi değerleri yaşayıp yaşatacaksınız.
Sizler, ülkemizin, İslam âleminin, bütün mazlumların,
mağdurların, mahrumların ümidi olmaya devam
edeceksiniz.
Siz vefakâr anne-babalar!
Evlatlarınızın ilk öğretmeni sizler oldunuz. Sizlere
düşen, evinizin de bir okul olduğunu asla unutmamaktır.
Yavrularınızın öğretmenleriyle, eğitim kurumlarıyla daima
irtibat halinde olmaktır. Eğitimin, çocuğunuza sadece bilgi
yüklemekten ibaret olmadığı bilinciyle hareket etmektir.
“Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha
kıymetli bir miras bırakmamıştır.” 2 hadisi gereği
evlatlarınızın istikbali kadar, onların iyi ve faydalı birer
insan olarak yetişmeleri için de gayret göstermektir. Bunun
bir yolu olarak Kitabın âyetleriyle kâinatın âyetlerini
birlikte öğrenmeleri için okullarımızda seçmeli olarak
okutulan Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberimizin Hayatı
derslerini ihmal etmemektir.
Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, öğretmenler, öğrenciler ve annebabalar olarak bizleri sorumluluğunun bilincinde
olanlardan eylesin. Rabbimiz, öğrettikleriyle bizleri
faydalandırsın. Bizlere fayda verecek ilmi öğretsin.
İlmimizi ve kavrayışımızı artırsın. Bizleri salihlerin
zümresine ilhak eylesin.
1
2
Alak, 96/1-5; Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1.
Tirmizî, Birr, 33; İbn Hanbel, IV, 77.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 23.12.2016
ALLAH’IN YARDIMI MÜMİNLERLE
BERABERDİR.
Cumanız Mübarek Olsun Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz
şöyle buyuruyor: “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye
kapılmayın. Eğer inanmışsanız üstün gelecek
olanlar sizlersiniz”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Sizden her biriniz, öleceği
güne kadar Allah’a hüsn-i zan besleyerek ümitvar
olmaya devam etsin.”2
Kardeşlerim!
İlk Müslümanların “zorluk yılları” adı verilen
dönemleri olmuştur. Öyle ki bu zorluk yıllarında
Mekkeli müşrikler, Müslümanları meşakkatle dolu
boykot yıllarını yaşamaya maruz bıraktılar. Onlara her
türlü kötülüğü reva gördüler. Allah’a ibadet etmekten
dahi alıkoydular. Sırf Allah’a olan imanlarından
dolayı işkenceler yaptılar, kimilerini şehit ettiler.
Fakat Rabbimiz, o zorlukları kendisine gönülden
teslim olmuş müminler için hep kolaylıklara
dönüştürdü. Bu zorlukların akabinde daima bir
kolaylığın, bir rahmetin geleceğini müjdeledi. Bu
ۙ
hususu Rabbimiz, ِ‫س ًرا‬
َ ‫ِم َع ِالْعُ ْسر ِيُ ْس ًرا ِا َّن‬
َ ‫فَاِ َّن‬
ْ ُ‫ِم َع ِالْعُ ْسر ِِي‬
“Şüphesiz her zorlukla beraber bir kolaylık
vardır.”3 âyet-i kerimesiyle bir kanun olarak insanın
hayatına yerleştirdi. Allah Resulü (s.a.s) de, ashabıyla
birlikte bütün bu zorlukların üstesinden geldi. Hicretle
beraber Müslümanlar cihanşümul bir medeniyetin
temelini attılar.
Aziz Müminler!
Bugün de hem millet olarak hem de İslam âlemi
olarak, Peygamberimiz ve onu tasdik eden ilk
müminlerin
yaşadığı
zorlukların
benzerlerini
yaşıyoruz. Kötülük, her geçen gün etrafımızı ve bütün
insanlığı kuşatıyor. Bilhassa şiddet ve terörle
kalplerimize
korku
salınmaya,
gücümüz
zayıflatılmaya çalışılıyor. Bu zorluk zamanlarında biz
müminlerin sakınması gereken en büyük tehlike ise
ümidin kaybedilmesidir. Tefrikaya düşülmesidir.
Birlik ve beraberliğin yitirilmesidir. Kardeşliğe sahip
çıkmaktan, mazluma umut olmaktan vazgeçilmesidir.
Kardeşlerim!
Bugün milletimize yöneltilen kötülüklerin üç
gayesi vardır. Birincisi, yüzyıllardır bu topraklarda
barış ve huzur içerisinde birlikte yaşayan aynı milletin
fertlerini birbirine düşürmektir, kardeşler topluluğunu
karşı karşıya getirmektir. Milletimizin arasına fitne ve
tefrika tohumları ekmektir. Lakin bunlar, beyhude
birer çabadır. Zira bizler Malazgirt’te, Çanakkale’de,
İstiklal Harbi’nde omuz omuza nice şehitler vererek
bu toprakları hep birlikte vatan kılmış bir milletiz. Biz
aynı ülkenin, aynı kültürün, aynı tarihin çocukları
olduğumuz gibi, aynı dinin, aynı kitabın, aynı
peygamberin müminleriyiz.
Bugün de kötülüklere, şiddet ve teröre karşı
milletçe verilecek en büyük cevap, birbirimize daha
fazla kenetlenmek, daha fazla sahip çıkmaktır.
Kardeşlik misakımızı yenilemektir. Kalplerimizin
arasına sokulmak istenen fitne ve fesada asla geçit
vermemektir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Milletimizin karşı karşıya olduğu kötülüklerin
ikinci gayesi, bizleri umutsuzluğa sevk etmektir.
Millet olarak bizim dünyayla, hayatla bağımızı
koparmaktır.
İnancımızı,
bizi
millet
kılan
değerlerimizi, aidiyet duygumuzu, ümidimizi,
özgüvenimizi yok etmektir. Lakin bizler, ümitsizliği
haram ilan eden bir dinin mensuplarıyız. Şartlar ne
olursa olsun geleceğe dair umudunu asla kaybetmeyen
bir peygamberin ümmetiyiz.
Kardeşlerim!
İstiklal ve istikbalimizi hedef alan kötülüklerin
üçüncü gayesi, milletimizi yeryüzündeki mazlum,
mağdur ve mahrumların ümidi olmaktan çıkarmaktır.
Oysa bizler, Halep’teki masum yavruların, gönlü
yaralı kadınların, beli bükük yaşlıların umudu olmaya
devam etmeliyiz. Kaderine terkedilmiş Arakan’daki
mazlumların, yüzyıllarca sömürülmüş Afrika’daki
mahrumların ümidi olmaya devam etmeliyiz. Bizler
bu bilinçle kötüye karşı iyinin, batıla karşı hakkın,
zalime karşı mazlumun yanında durmaya devam
etmeliyiz.
Kardeşlerim!
Hutbemizi bitirirken dün sınırımızda milletimizi
şer ve kötülüklerden korumak için mücadele ederken
ölümsüzleşen aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet,
milletimize başsağlığı diliyorum. Rabbimiz, aziz
milletimize zeval vermesin. İstikbal ve istiklalimize
kast edenlere karşı bizlere güç, kuvvet ve metanet
ihsan eylesin. Bizleri yolunda sabit kılsın. İnkârcılara
karşı nusret ve inayetini, rahmet ve himayesini
bizlerden esirgemesin. Âmin
Âl-i İmrân 3/139.
Müslim, Cennet, 82.
3
İnşirâh, 94/5-8.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 24.06.2016
haklarından arındırır. Zengin ile fakir arasında gönülden
sevgi, saygı ve kardeşlik köprüleri kurar.
Zekât, Rabbimize karşı şükür bilincimizin ifadesidir.
O’na olan teslimiyet ve sadakatimizin bir tezahürüdür. Sırf
Allah rızasını umarak, sahip olduğumuz her bir nimeti
O’nun yolunda feda edebileceğimizin de bir sembolüdür.
ARINMA VESİLESİ: ZEKÂT VE İNFAK
Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor:
“Mü’minler
gerçekten
kurtuluşa
ermişlerdir. Onlar ki namazlarını huşu ile kılarlar.
Onlar ki faydasız işlerden ve boş sözlerden uzak
dururlar. Onlar ki zekat vermek için çalışırlar…”1
Kardeşlerim!
Peygamberimiz (s.a.s), sahabeden Muâz b. Cebel’i
Yemen’e vali olarak tayin ettiğinde onu ve beraberinde
gidecek olanları çağırdı. Kendilerine şu nasihatte bulundu:
“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın! Müjdeleyin, nefret
ettirmeyin!”2
Ardından Muâz’a döndü ve şöyle buyurdu: “Muaz,
henüz Müslüman olmayan bir topluluğa gidiyorsun.
Onları, önce Allah’tan başka ilah olmadığına, benim de
Allah’ın elçisi olduğuma davet et. Eğer bunu kabul
ederlerse, beş vakit namazın farz olduğunu haber ver.
Bunu da kabul ederlerse, Allah’ın kendilerine zekâtı
farz kıldığını ve zekâtın zengin kimselerden alınıp
fakirlere dağıtılacağını haber ver…”3
Aziz Müminler!
Sahip olduğumuz bütün nimetler Rabbimizin bizlere
birer emanetidir. Bu nimetler, hepimiz için birer imtihan
vesilesidir. Bizlere düşen bu nimetlerin kıymetini
bilmektir. Onları Rabbimizin rızası doğrultusunda
değerlendirmektir.
Yüce Rabbimiz, şükürsüzlükten, kanaatsizlikten,
açgözlülükten ısrarla sakındırır bizleri. Fakirlerin korunup
gözetilmediği zenginliğin, zekâtı verilmeyen kazancın,
kişiyi nasıl bir hüsrana götüreceğini bildirir. Malımızı,
mülkümüzü, dünyada sahip olduklarımızı ebedi
kazancımıza bir vesile kılmamız gerektiğini hatırlatır
Rabbimiz.
Aziz Müminler!
Zekât, insanlık tarihinin hemen her döneminde var
olmuş bir ibadettir. Bu kadim ibadet, yüce dinimizin beş
temel esasından biridir. 4 Zekât, dinen zengin sayılan
kişilerin, Allah tarafından kendilerine lütfedilen nimetlerin
bir
kısmını
ihtiyaç
sahipleriyle,
yoksullarla
paylaşmalarıdır. Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde zekâtın
kimlere hangi mallardan, hangi oranlarda verilmesi
gerektiği belirtilmiştir.
Kardeşlerim!
Malı eksilten ya da yok eden değil bilakis
bereketlendiren bir ibadettir zekât. Kişiyi cimrilik
hastalığından koruyup cömertlik erdemine kavuşturur.
Gönlü manevî kirlerden, serveti de ihtiyaç sahiplerinin
Kıymetli Kardeşlerim!
Kur’an-ı Kerim’de zekâtın üzerinde önemle durulur.
Zekâtını verenler, malını Allah yolunda harcayanlar
“bahtiyar müminler” diye övülür ve ebedi cennet
nimetleriyle müjdelenir. 5 Zekâtı dikkate almayanlar,
yoksulu gözetmeyenler, malının esiri olanlar ise sert bir
şekilde uyarılır. Bu uyarılardan biri Rabbimizin şu âyetidir:
“Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda
harcamayanlar için elem dolu bir azabı haber ver.
Biriktirdikleri altın ve gümüş cehennem ateşinde
kızdırılarak onların alınları, böğürleri ve sırtları
bunlarla dağlanacaktır. Ve onlara şöyle denilecektir:
‘İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir.
Haydi tadın bakalım biriktirip sakladıklarınızı!’”6
Kardeşlerim!
Rahmet Peygamber’inin “Yarım hurmayla da olsa
cehennemden korunun.” 7 ikazı zekât, infak, sadaka,
yardımlaşma ve diğerkâmlık hakkında asırlar öncesinden
bizlere rehberlik etmektedir. Ancak ne hazindir ki, bugün
insanlık olarak doğal kaynakların gelişigüzel tüketildiği,
ekonomik kaynakların adaletsizce bölüşüldüğü, zengin ile
fakir arasındaki uçurumun baş döndürdüğü bir dünyada
yaşıyoruz. Dünyanın kimi yerlerinde insanlar açlıkla
mücadele ederken, kimi yerlerindeyse israf ve
vurdumduymazlık had safhadadır. İçinden geçtiğimiz
süreçler, savaş ve işgaller milyonlarca fakir, kimsesiz ve
yetim ortaya çıkarmıştır. Zekat ise bir anlamda yetim ve
miskinlere kol kanat germektir. Nitekim İslam İşbirliği
Teşkilatı, bu hususa dikkat çekmek üzere Ramazan ayının
on beşinci gününü Dünya Yetimler Günü olarak ilan
etmiştir.
Kardeşlerim!
İnsanlığın, bu gün, belki de tarihin hiçbir döneminde
olmadığı kadar huzur ve mutluluğa, sevgi ve saygıya,
dostluk ve barışa, yardımlaşma ve paylaşmaya hasret
olduğu aşikârdır. İşte dünyayı bu erdemlere ve hasret
kalınan huzura, adaletli bir gelir dağılımına kavuşturacak
olan, İslam’ın hayat yüklü mesajlarıdır. Efendimizin bize
öğrettiği zekât ve infak ahlakı, yardımlaşma, dayanışma ve
paylaşma anlayışıdır.
Öyleyse geliniz kardeşlerim, hep birlikte bu kutlu
ayda sahipsiz olmadıklarını hissettirmek için yanı
başımızdaki ve uzağımızdaki yetim, kimsesiz, himayesiz
ve yuvasız yavrularımıza gönüllerimizi, ellerimizi ve
sofralarımızı açalım. Zekât ve fitrelerimizi vakit
kaybetmeden verelim. İnfakta ve yardımda bulunmayı,
paylaşmayı kendimize şiar edinelim. Zekâtımızı, fitremizi
verirken, infakta bulunurken, insanları incitmeyelim,
rencide etmeyelim. Gelin, her bir vesileyi gönül yapmak ve
gönüller kazanmak için fırsat bilelim. Geliniz, dünyada
sahip olduklarımızı ebedi kazanca dönüştürelim.
Mü’minûn, 23/1-4.
Buhârî, Megâzî, 61.
3
Buhârî, Zekât, 63; Müslim, Îmân, 29.
4
Müslim, İman, 21.
5
Nûr, 24/36-38; Zâriyât, 51/15-19; Meâric,70/22-35.
6
Tevbe, 9/34-35; Ayrıca bkz. Buhârî, Rikâk, 10.
7
Buhârî, Zekât, 10.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 09.09.2016
İbrahim denince akla vahdet gelir, ümmet gelir.
O, bir evlat ile bir ümmet kurmuştur. Kendisinden
sonraki bütün peygamberlerin, bütün müminlerin
atası olma şerefine ulaşmıştır.5 Hz. İbrahim’den sonra
gelen her bir peygamber, onun duasında yer almıştır.
İbrahim denince akla teslimiyet ve sadakat
gelir. O, ciğerparesi İsmail’le zorlu bir imtihana tabi
tutulmuştur. Bu imtihanda bütün varlığını Allah’a
adama kararlılığını göstermiştir.
BAYRAM VE HZ. İBRAHİM
Kardeşlerim!
Bir grup sahâbî, Peygamberimiz (s.a.s)’e, “Ya
Resulallah! Bize kendinden bahseder misin?” dediler.
Bunun üzerine Efendimiz, şöyle buyurdu: “Ben,
atam İbrahim’in duası, kardeşim İsa’nın müjdesi,
annem Âmine’nin rüyasıyım.”1
Kardeşlerim!
Rabbimize
hamd-ü senalar
olsun
ki
önümüzdeki Pazartesi günü hep birlikte kurban
bayramını idrak edeceğiz. Dünyanın farklı
bölgelerinden milyonlarca hacı adayı kardeşimiz,
Arafat’a çıkmak üzere. Onlar, orada tövbe ve
niyazlarını âlemlerin Rabbine arz edecekler.
Dualarına bizleri de katacaklar. Onlar, hac ibadetinin
heyecan ve huzurunu yaşarken, bizler de
kurbanlarımızı keseceğiz. Rabbimize ve birbirimize
yakın olma niyet ve gayretimizi bir kez daha
tazeleyeceğiz. Rabbimiz, bu bilinçle bizleri huzurlu
bir şekilde bayrama ulaştırsın.
Kıymetli Kardeşlerim!
Bizler, her sene bu muhteşem bayramı
yaşıyoruz. Fakat kurban bayramıyla özdeşleşen
büyük peygamberi yeterince tanımıyoruz. O büyük
peygamber,
İbrahim
Peygamberdir.
İbrahim
Peygamber, Halilullah, yani Allah dostu olarak
anılma bahtiyarlığına erişmiş bir peygamberdir.2
Kendisinden sonra gelen bütün müminlere örnek
olarak sunulmuş muhteşem bir şahsiyettir. Rabbimiz,
Kerim Kitabımızda Peygamberimizi en güzel örnek
olarak takdim ettiği gibi3 “İbrahim ve
beraberindekilerde sizin için güzel bir örneklik
vardır.”4 buyurarak onu da örnek olarak takdim
etmiştir.
Kardeşlerim!
İbrahim (a.s) denince akla tevhid gelir. Onun
tevhid mücadelesi gelir. İbrahim Peygamber, inancı
uğrunda yanardağlar misali ateşe atılmayı göze
almıştır. Allah’a iman ve kulluğun nasıl olması
gerektiğini bütün insanlığa göstermiştir. Kula kul
olmayı reddetmiştir. Hak, hakikat, adalet, doğruluk
ve gerçek özgürlük yürüyüşünden asla geri
dönmemiştir.
Değerli Kardeşlerim!
Bugün İslam’ın sembolleri, şeâiri olan pek çok
değerimizde İbrahim Halilullah’ın hatırası vardır. O,
Kâbe’yi Muazzama’yı oğlu İsmail’le birlikte yeniden
inşa etmiştir. Türlü hikmetlerle dolu hac ibadetini
insanlığa o göstermiştir. Allah’a yakınlık arayışımız
olan kurban ibadeti onunla özdeşleşmiştir.
İbrahim (a.s)’ın, inkârcılara Allah’ın varlığını
ispat etme gayreti, bizim için büyük bir örnektir.
Onun ümmete öncülüğü bizim için büyük bir
örnektir. Tevhid yolundaki kutlu yürüyüşü, hicreti
bizim için büyük bir örnektir. Onun sabrı ve
metaneti, şükrü ve cömertliği bizim için büyük bir
örnektir. Kerim Kitabımızda yer alan ve her biri
kulluk şuurunun bir yansıması olan duaları, bizim
için güzel bir örnektir.
Kardeşlerim!
Peygamberimiz (s.a.s) de, atası İbrahim (a.s)’ın
mübarek
yolunun
yolcusudur.
Bugün,
Peygamberimizin ümmeti olarak bizlere düşen de Hz.
İbrahim gibi bir tevhid şuuruna, vahdet anlayışına,
kulluk bilincine sahip olmaktır. İbrahimî bir sadakat
ve teslimiyeti kuşanmaya gayret etmektir. Bu büyük
peygamberin azmini ve ahlakını kendimize örnek
almaktır. İnsanlığa büyük hayırlar getiren İbrahim
(a.s)’ı, Kur’an’dan ilham alarak, bayram vesilesiyle
çocuklarımıza ve gençlerimize tanıtmaktır.
Hutbemi Yüce Rabbimizin, Kur’an-ı Kerim’de
bizlere öğrettiği İbrahim Peygamber’in dualarıyla
bitirmek istiyorum:
“Rabbimiz! Bizi ve gelecek nesillerimizi sana
teslim olanlardan eyle!”6
“Rabbimiz! Sadece sana dayandık, sana
yöneldik. Dönüş ancak sanadır. Bizleri inkâr
edenlerin zulmüne uğratma!”7
“Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri
namazı kılanlardan eyle! Dualarımı kabul eyle!
Hesap günü beni, anne-babamı ve inananları
bağışla!”8
1
İbn Hanbel, IV, 127; İbn Hişam, I, 158.
Nisâ, 4/125.
Ahzab, 33/21.
4
Mümtehine, 60/4.
5
Hac, 22/78.
6
Bakara, 2/128.
7
Mümtehine, 60/4-5.
8
İbrâhim, 14/40-41.
2
3
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 30.09.2016
CAMİ VE KİTAP MEDENİYETİ
Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz,
şöyle buyuruyor: “Allah’ın mescidlerini ancak
Allah’a ve âhiret gününe inanan, namazını
kılan, zekâtını veren ve Allah’tan başkasından
korkmayanlar imar edebilir.” 1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Yeryüzü, bana mescid
kılındı; temiz kılındı.” 2
Kardeşlerim!
Geliniz! Bugünkü hutbemizde hep birlikte
önce hicreti hatırlayalım. Allah Resulü’nün
Mekke’den Medine’ye hicretini, Yesrib’in
Medine’ye dönüşmesini hatırlayalım. İslam
davasının büyük miladı olan hicreti yâd edelim.
Hz. Ömer’in, hicreti İslam takviminin başlangıcı
olarak kabul edişini hatırlayalım. Ve bugün asıl
hicretin, Allah ve Resûlü’nün yasakladığı
kötülüklerden hicret olduğunu hatırlayalım. Bu
vesileyle Pazar günü gireceğimiz yeni hicri
yılımızın hayırlara vesile olmasını Yüce
Rabbimizden niyaz ediyorum.
Kardeşlerim!
Geliniz! Bugünkü hutbemizde bir de
Muharrem ayını hatırlayalım. Muharremü’lharâmı, hürmete şayan mübarek ayı, âşûrâyı,
Kerbelâ’yı hüzünle yâd edelim. Şehitlerin ser
çeşmesi, cennet gençlerinin efendisi Hz. Hüseyin’i
hatırlayalım. Resûl-i Ekrem’e ve ehl-i beyti
Mustafâ’ya salât ve selam gönderelim.
Kardeşlerim!
Geliniz! Bugünkü hutbemizde camiyi ve
çeyrek asrı aşkın bir süredir kutladığımız Camiler
Haftası’nı da hatırlayalım. Camiyi şehrin kalbine,
hayatın merkezine yerleştirmenin yollarını
arayalım. Mescidin, mabedin, hayatımızda ne
kadar önemli olduğunu hatırlayalım. Bu vesileyle
Camiler Haftası’nın hayırlara vesile olmasını
temenni ediyorum. Camilerimize hizmeti geçmiş
ve dâr-ı bekâya irtihal etmiş olan bütün mümin
kardeşlerimize
Yüce
Rabbimizden
rahmet
diliyorum.
Kardeşlerim!
Bugün, ayrıca Camiler Haftası’nın konusunu
sizlere hatırlatmak istiyorum: Cami ve Kitap.
Geliniz!
Camilerimizi
yeniden
kitapla
buluşturalım. Okuyalım! Kerim Kitabımızı, kâinatı
ve insanı okuyalım. Zira İslam medeniyeti, bir
kitap medeniyetidir. Bu medeniyet, Kerim
Kitabımızın “oku!” emriyle hayat bulmuştur.
Bugün İslam dünyası olarak içinden
geçtiğimiz, tarihimizin en zorlu sürecinin
temelinde bilgisizlik, cehalet ve taassubun olduğu
açıktır. Kitapla aralarına mesafe koyanlar, hakikati
insanların elinde görmeye başlamakta, şahısları
hakikatin yerine ikame etmektedirler.
Oysa bizlere düşen, insan, medeniyet, kâinat
ve düşünce merkezli okumalar yapmaktır. Kitaptan
doğruyu, adaleti, ahlakı, fazileti öğrenmektir.
Kitabın bilgisiyle donanmaktır. Kitap vasıtasıyla
var oluşumuzun gaye ve hikmetini kavramaktır.
Aziz Kardeşlerim!
Geliniz! Hep birlikte yeniden yücelmek için
Kitaba, Kitabın “oku!” emrine sımsıkı sarılalım.
Önce Kitabı, sonra kendisini ve kâinatı okuyan;
hak ve hakikatin peşinden koşan nesiller
yetiştirelim. Camilerimizi yeniden ilim, irfan
merkezlerine
çevirelim.
Camilerimizde
kütüphaneler kuralım, ders halkaları oluşturalım.
Zihnimizi, gönlümüzü, ruhumuzu camiyle, kitapla
mamur edelim. Hayatımızı cami, camimizi hayat
kılalım. Şairin, ifadesiyle;
“Bizde ayrı sayılmaz bir kitap, bir mihraptan,
Ki uğuldar kubbemiz ‘oku!’ diyen hitaptan.”
Kardeşlerim!
Rabbimiz, üzerimizden bilginin ışığını, ilmin
nurunu eksik etmesin. Bizleri caminin huzurundan
ve ilmin bereketinden mahrum bırakmasın.
1
2
Tevbe, 9/18.
Buhârî, Salât, 56.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İL
: GENEL
TARİH : 18.03.2016
ÇANAKKALE VE BİRLİK RUHU
Kardeşlerim!
Öncelikle hutbeme başlarken geçen Pazar günü
Ankara’daki menfur saldırıda hayatını kaybeden tüm
kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yaralı kardeşlerimize
acil şifalar diliyorum. Ve hepinizi, hayatını kaybeden
kardeşlerimizin aziz ruhları için birer Fatiha okumaya
davet ediyorum. el-Fâtiha.
Aziz Müminler!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Yılgınlık göstermeyin, hüzünlenmeyin.
Eğer iman etmiş kimseler iseniz üstün gelecek olan
sizlersiniz.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Müminlerin birbirlerine olan
bağlılığı, birbirine kenetlenerek inşa edilmiş bir
binanın duvarları gibidir.”2
Kardeşlerim!
Bundan bir asır önce kahraman ecdadımız, bütün
dünyaya “Çanakkale Geçilmez” diye haykırdı. Onlar,
i’lâ-yı kelimetullah için, din-i mübin-i İslâm için
kanlarını ve canlarını feda ettiler. Şehadet şerbetini
içtiler, o yüce mertebeye eriştiler. Tevhidi savundular,
İslâm’ın izzet ve şerefini, Müslümanların haysiyet ve
onurunu müdafaa ettiler. Mabetlerimize namahrem eli
değdirtmediler. Şehadetleri dinimizin temeli olan
ezanlarımızın susturulmasına müsaade etmediler.
İmanlarıyla, cesaretleriyle, fedakârlıklarıyla, Allah’ın
inayet ve yardımıyla büyük bir zafer kazandılar. Bu
vesileyle başta Çanakkale şehitlerimiz olmak üzere bütün
şehitlerimize Yüce Rabbimizden rahmet diliyorum.
Aziz Müminler!
Nasıl ki insanların fert olarak imtihanları söz
konusuysa milletlerin de imtihanı vardır. Millet olarak
biz de tarihin hemen her döneminde zorlu imtihanlardan
geçtik. Varlığımıza, inancımıza, mukaddesatımıza,
huzurumuza kast edildi. Vicdanı körelmiş, insafını
kaybetmiş güçler, bizi tarih sahnesinden silmek amacıyla
Çanakkale’de olduğu gibi, Sakarya’da, Dumlupınar’da
var güçleriyle üzerimize geldi. Bu ordular karşısında
elimizde güçlü silahlarımız yoktu; fakat kalplerimiz iman
doluydu. Gönüllerimiz birbirine sımsıkı bağlıydı. Aynı
secdede Rahman’a kul olmakla, aynı kıblede istikameti
bulmakla,
birbirimize
verdiğimiz
değerle,
muhabbetimizle, birlik ve beraberlik ruhuyla bütün
zorlukların üstesinden geldik. Din, ezan, bayrak ve
mukaddesat uğrunda Doğusuyla, Batısıyla, Kuzeyiyle,
Güneyiyle hep birlikte aynı safta mücadele ettik. Binlerce
evladımızı şehit vererek bu toprakları hep birlikte vatan
kıldık.
Aziz Kardeşlerim!
Bugün millet ve yaşadığımız coğrafya olarak yine
ağır bir imtihandan geçiyoruz. Bizi birbirimize
düşürmek, gücümüzü zayıflatmak isteyenler tarafından,
ülkemiz, bir ateş çemberinin içerisine çekilmeye
çalışılıyor. Mezhep, meşrep, ırk, renk, coğrafya ayrımı
gözetmeksizin kardeşliğimiz, birlik ve beraberliğimiz,
huzurumuz hedef alınıyor. Nice evladımız, geleceğimiz
için şehadet şerbetini yudumluyor. İnsanlıktan nasibini
alamamış, hiçbir ahlaki ve insani değer tanımayanlarca
gerçekleştirilen hain terör saldırılarında masum
kardeşlerimizi
yitiriyoruz,
yaralanıyoruz.
Büyük
üzüntüler yaşıyoruz.
Bize bu acıları yaşatanlar, kardeşliğimizi, birlik ve
dirliğimizi hedef alanlar bilmelidirler ki; bizler bu
topraklarda rengi rengine, dili diline, sesi sesine, gönlü
gönlüne karışmış bir milletiz. Bizler asırlardır sevinçtekederde, varlıkta-yoklukta birlikte ağlayıp birlikte
gülmüş bir milletiz. Acı, şiddet ve korku bizi asla
yıldıramayacaktır. Aksine bizi birbirimize daha fazla
kenetleyecek,
kardeşlik
bağlarımızı
daha
da
pekiştirecektir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Yeter ki bizler, milletimizin, ülkemizin içinden
geçtiği bu zorlu ve sıkıntılı süreçte görev ve
sorumluluklarımızın farkında olmaya devam edelim.
Şiddet, korku ve acıyla bizi birbirimize düşürmek
isteyenlere
inat,
gönüllerimizi
hiçbir
ayrım
gözetmeksizin sımsıkı kenetleyelim. Yeter ki gözü
dönmüş cinayet şebekelerine karşı, “sen”, “ben”
anlayışını bir kenara bırakıp “biz” anlayışıyla yekvücut
olalım. Terörün ve onu kullanan şer odaklarının,
topyekûn
ülkemize,
milletimize,
kutsalımıza,
istikbalimize kastettiğini asla aklımızdan çıkarmayalım.
Yeter ki her türlü fitne, hile, tuzak ve oyuna karşı uyanık
olalım. Aramızdaki muhabbet ve kardeşliği zedeleyecek
her türlü söylem ve eylemden uzak duralım. Aksi
takdirde terörün ve onu yönlendiren karanlık mihrakların
emellerine alet olacağımızı asla unutmayalım.
Kardeşlerim!
Geliniz! Şu mübarek Cuma vaktinde, hep birlikte
Rabbimize şöyle yalvaralım:
Rabbimiz! Kardeşliğimize, birliğimize, dirliğimize,
izzetimize, şerefimize göz dikenlere fırsat verme!
Allah’ım! Dinimizin, milletimizin bekasını sarsacak her
türlü dahili ve harici saldırılardan, fitne ve fesatlardan
milletimizi, memleketimizi ve âlem-i İslam’ı muhafaza
eyle! Varlığımıza, canlarımıza, mukaddesatımıza,
huzurumuza kast edenlere karşı milletçe yekvücut olmayı
nasip eyle Allah’ım! Rabbimiz! Bu toprakları vatan
kıldığımız günden bugüne kadar nasıl birlikte kardeşçe
yaşadıysak bundan sonra da bu şekilde yaşamayı bizlere
nasip eyle!
1
2
Âl-i İmrân, 3/139
Buhârî, Salât, 88; Müslim, Birr, 65.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 28/10/2016
DÎN-İ MÜBÎN-İ İSLAM
Cumanız mübarek olsun Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır: “Ey İnsanlar! ‘Şeytana tapmayın. O,
sizin apaçık düşmanınızdır. Sadece bana kulluk edin.
İşte dosdoğru yol budur.’ diyerek sizden söz
almadım mı?”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s)
şöyle buyuruyor: “Ben size gecesi gündüz gibi, apaçık
bir yol bıraktım.”2
Kardeşlerim!
Hz. Ömer anlatıyor: Bir gün Peygamberimiz
(s.a.s)’in yanında oturuyorduk. Bir adam çıkageldi.
Elbiseleri bembeyazdı. Saçları simsiyahtı. Üzerinde bir
sefer, bir yolculuk izi yoktu. Aramızda onu tanıyanımız
da yoktu. Peygamberimiz (s.a.s)’in huzurunda oturdu.
Dizlerini Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in dizlerine yasladı.
Ellerini de dizlerinin üzerine koydu. Ve dedi ki: ‫يَا ُمح ََم ُد‬
‫“ أ َ ْخ ِب ْرنِى ع َِن اإلِسْ ال َِم‬Ey Muhammed! Bana İslam’ı anlat.”
Resul-i Ekrem (s.a.s); “İslam; Allah’tan başka ilah
olmadığını Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğunu
kabul etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı
vermen, Ramazan orucunu tutman ve eğer imkânın
varsa haccetmendir.” buyurdu. Gelen zat, “doğru
söyledin” dedi. Hz. Ömer diyor ki: “Adama şaşırdık,
hem soru soruyor, hem de tasdik ediyordu”. Sonra o kişi
‫يمان‬
ِ ِ ‫“ َفأ َ ْخ ِب ْرنِي عن اإل‬bana imanı anlat” dedi. Allah Resulü
(s.a.s) “İman; Allah’a, meleklerine, peygamberlerine,
kitaplarına, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin
Allah’tan olduğuna inanmandır.” dedi. Bu cevap
üzerine adam, yine “doğru söyledin” dedi. Bu sefer
‫“ فأ َ ْخ ِب ْرنِي عن اإلِحْسا ِن‬Bana ihsanı anlat” dedi.
Peygamberimiz
(s.a.s):
“İhsan,
Allah’ı
görüyormuşçasına O’na ibadet etmendir. Her ne
kadar sen O’nu göremesen de O, seni her an
görüyor” karşılığını verdi. Adam yine “doğru söyledin”
َ ‫“ َفأ َ ْخ ِب ْرنِي عن‬Kıyamet
dedi. O zat, bir soru daha sordu; ‫الساع ِة‬
ne zaman kopacak” dedi. Resul-i Ekrem (s.a.s): “Bu
konuda kendisine soru sorulan kimse, soruyu
sorandan daha bilgili değildir” buyurdu. O şahıs
aramızdan ayrılıp gidince, Peygamberimiz (s.a.s): “Bu
soruları soran kimdi biliyor musunuz?” dedi. “Allah
ve Resulü daha iyi bilir” dedik. Efendimiz (s.a.s):
“O Cebrail idi, size dininizi öğretmek için geldi”
buyurdu.3
Kardeşlerim!
İslam kaynaklarında Cibril hadisi diye bilinen bu
hadis, bize İslam’ın şartlarını, imanın esaslarını, ahlakın
ilkelerini açık bir şekilde göstermiştir. Buna göre İslam,
açık, net, sade, arı, duru ve berraktır. Bu kadar açık
hükümler varken, elde Kur’an gibi bâkî bir hakikat
bulunuyorken, Yüce Dinimiz İslam’ı; sır, gizem, rüya,
keşif, kerametler ve gelecek tasavvurları üzerine bina
etmeye kalkışmak asla kabul edilemez. En büyük
keramet daima sırat-ı müstakim üzere olmaktır.
Önümüzde Peygamberimiz (s.a.s) gibi büyük bir
rehber varken, kurtarıcı beklentileri içerisinde, kıyamet
alametleri üzerinden bir din ihdas etmek asla kabul
edilemez. Hassaten Kur’an’ın “‫” َاضْ غَاثُ َاح َْالم‬diye tarif
ettiği “karmakarışık rüyalar” üzerine asla bir din bina
edilemez. Allah’ın açık hükümleri dururken, heva ve
heves eseri olan rüyalarla amel edilemez. Resûl-i Ekrem
(s.a.s)’in sahih hadisleri dururken rüyalarla iyi kötüye,
kötü iyiye dönüştürülemez. Zulüm ve haksızlık rüya
üzerine bina edilemez. Zira Peygamberlerin rüyası
dışında hiçbir kimsenin rüyası bir bilgi kaynağı olarak
kabul edilemez. Rüyalarla insanların vicdanları, gönül
dünyaları istismar edilemez.
Aziz Kardeşlerim!
Cebrail (a.s)’ın kıyamet ne zaman kopacak? sorusuna
Peygamberimiz (s.a.s)’in verdiği cevap çok manidardır;
“Bu konuda kendisine soru sorulan kimse, soruyu
sorandan daha bilgili değildir” buyurmuştur. Buna
rağmen gayb âlemine dair, Peygamberimiz (s.a.s)’in bile
“ben bilmiyorum” dediği bilgilerle akılları karıştırmak,
zihinleri bulandırmak beyhudedir. Bugün birilerinin
gayptan verdiği haberler üzerine hayatımızı bina
etmemiz anlamsızdır. Gayb ve melekût âlemine dair
kıyamet senaryoları üzerinden dini anlamak, dini
okumak kabul edilemez.
Kardeşlerim!
Bize düşen ahirete inanmak ve ona hazırlanmaktır.
Bir gün bir sahabi, Allah Resulü’ne “kıyamet ne zaman
kopacak?” diye sorduğunda, Peygamberimiz (s.a.s), “O
gün için ne hazırladın?” diye cevap verdi.4 Allah
Resulü (s.a.s), bu cevabı ile bize kıyametin ne zaman
kopacağıyla ilgilenmek yerine, ondan sonrası için ne
hazırladığımızı sorgulamamızı öğütlemektedir.
Kardeşlerim!
Hutbemi Kur’an-ı Kerim’de bize öğretilen bir dua ile
bitiriyorum.
َ ‫رَبَنَا ال َ ت ُِز ْغ قُلُوبَنَا بَ ْع َد ِإ ْذ َه َد ْيتَنَا َوه َْب لَنَا ِمن لَ ُد‬
‫اب‬
ُ ‫نت ا ْلو ََه‬
َ َ ‫نك َرحْمَ ًة ِإنَ َك أ‬
“Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra
kalplerimizi saptırma, bize tarafından bir rahmet
bağışla. Kuşku yok ki lütfu bol olan yalnız sensin”5
1
Yasin, 36/60-61.
İbn Mâce, Mukaddime, 43.
Buhâri, İman, 37.
4
Müslim, Birr, 164, Tirmîzi, Zühd, 50.
5
Âl-i İmrân, 3/8.
2
3
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İL
: GENEL
TARİH : 11.03.2016
DÜNYAYI İYİLİK DEĞİŞTİRİR
Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “İyilikle kötülük asla bir olmaz. Kötülüğü
en güzel bir şekilde iyilikle ortadan kaldır. O zaman
göreceksin ki, seninle arasında husumet bulunan
kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s)
bizleri şöyle uyarıyor: “ ‘İnsanlar iyilik yaparsa biz de
iyilik yaparız, kötülük yaparsa biz de kötülük
yaparız.’ diyen sıradan kimseler gibi olmayınız.
Bilakis iyilik yaptıklarında insanlara iyilikle karşılık
vermeyi,
kötülük yaptıklarında
ise
onlara
zulmetmemeyi alışkanlık hâline getiriniz.”2
Kardeşlerim!
Bu âyet-i kerime ve hadis-i şerifte, hayatımızın
herhangi
bir
safhasında
karşılaşabileceğimiz
husumetlere karşı nasıl bir tavır takınacağımız
öğretiliyor bizlere. Kötülüklerin, ancak iyilikle ortadan
kaldırılabileceği belirtiliyor. Yüreğimizi kötülüğe esir
etmekten, kötülüklerle onu bir taşa dönüştürmekten
sakınmamız gerektiği haber veriliyor. İyilik, şefkat,
merhamet gibi ulvi hasletlerle önce kendi gönüllerimizi
mamur etmemiz, sonra da bunları çevremize ve
dünyamıza dalga dalga yaymamız isteniyor.
Aziz Müminler!
İslâm medeniyetinde iyilik, var oluşun temel
gayesidir. Yüce Rabbimiz, insanı yeryüzünde iyilik, birr
ve ihsan, hayır ve marufu egemen kılmak için
yaratmıştır. İnsan, bu dünyada iyi, doğru, güzel, hayırlı
ve faydalı olan işleri yapmak için vardır. Kötü, yanlış,
çirkin ve zararlı işlerden kaçınmak ve bunlara engel
olmak için vardır.
İmanın ve her türlü ibadetin bize kazandırmak
istediği haslettir iyilik. İyi ve iyilik, insanı insan kılan
değerlerin bütünüdür. İyi bir kul, iyi bir evlat, iyi birer
anne-baba, iyi bir eş, iyi bir komşu, iyi bir dost, iyi bir
arkadaş olmak, kısacası iyi bir insan olmak İslam’ın her
birimizde görmek istediği en önemli özelliktir.
Kardeşlerim!
İyilik, insanın sadece kendi menfaati için çalışması
demek değildir. İyilik sadece maddi yardımları
anımsatacak kadar dar kapsamlı da değildir. İyiliğin
bitmez tükenmez çeşitleri vardır. Bizi iki cihanda aziz
kılacak, huzur ve mutluluğa ulaştıracak, bize
Rabbimizin rızasını kazandıracak her türlü söz, tutum ve
davranış iyiliktir.
İyilik yalnıza arkadaş, yorguna dayanak, garibe
sığınak, muhtaca imdat olmaktır, dünyayı yaşanılır
kılmaktır. İyilik, ümmetin boynu bükük yetimlerinin
başını
şefkatle
okşayabilmektir.
Mazlumları
sevindirmek, İslam coğrafyasının mülteci durumuna
düşen muhacirlerine ensar olabilmektir. İyilik, ağır hayat
yükünü
omuzlamak
zorunda
kalan
engelli
kardeşlerimizin önündeki engelleri kaldırabilmektir.
Darda, yolda kalmışa yardım elimizi uzatmak, kimsesize
kimse, çaresize çare olabilmektir iyilik. İyilik, bazen
kardeşimizin yüzüne tebessümle bakmak, bazen de
sıkıntılı anlarımızda birbirimiz için âminlerde
buluşmaktır. Unutulmamalıdır ki; insan kardeşini ne
kadar düşünürse, mazlumun, yetimin, kimsesizin
derdiyle ne kadar hemhal olursa kendisine de o kadar
iyilik yapmış olur.
Aziz Kardeşlerim!
Üzülerek belirtmek gerekir ki; her geçen gün
çevremizi ve insanlığı kötülükler kuşatıyor. İyilik
anlayışı gün geçtikçe zedeleniyor. Dünyanın bir bölümü
açlık, sefalet ve korku içinde temel ihtiyaçlarını
karşılamanın mücadelesini veriyor. Diğer bir bölümü ise
sorumsuz ve ölçüsüzce arzularının peşinden koşuyor.
İnsanoğlu, hırs ve tamah, heva ve heves uğruna insaf,
vicdan ve merhametini kaybediyor.
Kardeşlerim!
Bugün insanlık, kötülüğü kötülükle, şiddeti
şiddetle ortadan kaldırmaya çalışıyor. Kötülüğe
kötülükle mukabele etmenin, sadece ve sadece
kötülüğün sayısını artıracağını göz ardı ediyor. Oysa
Yüce Rabbimiz, bütün insanlığa muhteşem bir yol
gösteriyor. Kötülüklerden kurtulmamız için yeryüzünde
iyiliği egemen kılmamızı emrediyor. İyiliği egemen
kıldığımızda
kötülüğün
kendiliğinden
ortadan
kalkacağını,
şerrin
hayırla;
fesâdın
ıslahla
düzeltilebileceğini haber veriyor. Kötülüklerin esiri
olmamamız için kalbimizden kin, öfke ve nefreti
atmamızı, gönüllerimizi rahmet, şefkat, merhamet,
muhabbet gibi erdemlerle müzeyyen kılmamızı istiyor.
Kardeşlerim!
Öyleyse geliniz! Hep birlikte kalplerimiz arasında
iyilik ve merhamet köprüleri kuralım. İyiliği
hanelerimizde,
memleketimizde,
ülkemizde
ve
dünyamızda dalga dalga yayalım. Dünyayı iyiliğin
değiştireceğini unutmayalım.
Hutbemi Rabbimizin Kerim Kitabımızda bize
öğrettiği şu dua ile bitirmek istiyorum: “Rabbimiz!
Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve
bizi cehennem azabından koru!”3
1
Fussilet, 41/34.
Tirmizî, Birr, 63.
3
Bakara, 2/201.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 16.09.2016
EBEDİ BAYRAMLARA BİRLİKTE YOL
ALABİLMEK
Kardeşlerim!
Muâz b. Cebel, genç yaşta İslam’la müşerref olmuş
bir sahâbiydi. O bir peygamber aşığıydı. Allah Resûlü
(s.a.s) de, Muâz’ı çok sever, sevgisini dile getirir ve ona
tavsiyelerde bulunurdu. Efendimiz, yine bir gün bu genç
sahâbiye, kulluk bilinciyle yaşamaya dair şu özlü
tavsiyede bulunmuştu: “Ey Muâz! Namazların
ardından şu duayı oku: „Allah‟ım! Seni anıp
zikretmek, nimetine şükretmek, sana en güzel şekilde
ibadet etmek için bana yardım et!‟ ”i
Aziz Kardeşlerim!
Rabbimize hamd-ü senalar olsun ki bereketli bir
mevsimi daha geride bıraktık. Bu süreçte Rabbimizin
rahmeti adeta sağanak olup üzerimize yağdı. Bugünlerde
sevinçliyiz, umutluyuz. Sevinçliyiz. Zira kardeşlerimiz,
hac ibadetini tamamladı. Müminlerin, Arafat’tan,
Kâbe’den arşa yükselen yürekten duaları, hepimizi
kapsadı. Sevinçliyiz. Çünkü İslam ümmetinin, Hz.
İbrahim’in eliyle kuruluşunun bayramı olan Kurban
bayramını hep birlikte idrak ettik. Sevinçliyiz. Çünkü
kurbanlarımızla sadakat ve teslimiyetimizi, kulluk
şuurumuzu bir kez daha tazeledik.
Kardeşlerim!
Umutluyuz, çünkü hac, kurban ibadeti ve bayram,
bize bir kez daha arınma, durulma, günahlardan
kurtulma imkânı verdi. Bize yeniden dirilişi ve
yücelmeyi müjdeledi. Bu bereketli mevsim, aramızdaki
uzaklıkları ortadan kaldırdı. Bizi kendimize ve
birbirimize yaklaştırdı. Beden ülkesine hapsettiğimiz
ruhumuzu gerçek sahibine, Rabbimize yakın kıldı.
Kıymetli Kardeşlerim!
Bizler, bu bereketli mevsimin iklimini hayatımız
boyunca solumakla mükellefiz. Haccın, kurbanın ve
bayramın bizlere kazandırdığı ulvi hasletleri bir ömür
boyu korumakla mükellefiz.
Hac, bizlere marifetullahı, Allah’ı bilmeyi, Allah’a
samimiyetle kul olmayı hatırlattı. O halde geliniz,
sadece hac mevsiminde değil, ömrümüzün her anında
Allah’ı anıp hatırlayalım. Sadece O’na kul olalım. O’nu
unutanlardan değil, O’nun adıyla hayat bulup, O’nun
adıyla can verenlerden olalım. “Allah‟ı unutan, bu
yüzden Allah‟ın da onlara kendilerini unutturduğu
kimseler gibi olmayın. İşte onlar gerçekten yoldan
çıkmışlardır.”ii âyetini asla aklımızdan çıkarmayalım.
Aziz Müminler!
Kurban, bizlere ihlas ve takvayı, riyadan uzak
durmayı, Rabbimize yakın olmayı hatırlattı. O halde
geliniz,
sadece
kurbanlarımızla
değil,
bütün
ibadetlerimizle, hayır ve hasenatımızla Rabbimize yakın
olmanın yollarını arayalım. Bizi Rabbimizden
uzaklaştıracak
olumsuzlukların
değil,
O’na
yakınlaştıracak iyilik ve güzelliklerin peşinden koşalım.
Kardeşlerim!
Bayram bizlere “bir” olmayı, “biz” olmayı
hatırlattı. Bir binanın birbirine kenetlenmiş tuğlaları, bir
bedenin birlikte hareket eden organları gibi bütün
olmayı hatırlattı. O halde geliniz, birbirimize sadece
bayramlarda değil, her daim sahip çıkalım. Bayramda
pekişen birlik-beraberlik ve kardeşliğimizi, ülfet ve
muhabbetimizi koruyalım. Bayramın rahmet ve
bereketini, sevinç ve neşesini, huzur ve sükûnetini
birbirimize her gün ikram edelim. Birbirimizi,
kardeşlerimizi ihmal etmeyelim, yalnızlık ve çaresizliğe
terk etmeyelim. Âlemlere rahmet olarak gönderilen bir
peygamberin
ümmeti
olduğumuzun
bilinci
doğrultusunda bir hayat sürelim.
Kardeşlerim!
Unutmayalım ki, dünya âhiretin tarlasıdır ve âhiret
dünyada kazanılmaktadır. Öyleyse geliniz, fâni olan
dünya hayatımızı ebedi mutluluk ve huzura
dönüştürebilmeye gayret edelim. Gönlümüzden hasedi,
kini, nefreti atıp, yeryüzünde sevginin, merhametin,
iyiliğin yayılması için yarışalım. Allah’a layık kul,
Efendimiz (s.a.s)’e layık ümmet, birbirimize hakiki
kardeş olmaya bakalım. Rabbimizin huzuruna, âhiret
yurduna hesabını verebileceğimiz bir hayat yaşayarak
varalım. Ebedi bayramlara hep birlikte yol alalım.
Kardeşlerim!
Hutbemi bitirmeden önemli bir hatırlatmada
bulunmak istiyorum; Son yıllarda yaşadığımız trafik
kazaları, bayramların huzur ve sevincini acı ve hüzne
dönüştürüyor. Bu kazalarda nice insanımız, nice
kardeşimiz can veriyor. Nice aileler yok oluyor. Nice
ümitler, nice istikballer sönüyor. Nice anne-babalar,
evlatlar, yakınlar, gözü yaşlı, boynu bükük kalıyor.
Bugünlerde artık evimize, yuvamıza, işimize geri
dönüş yolculuğumuz var. Bu noktada bütün
kardeşlerimizi trafik kurallarına uymaya, sabırlı ve
dikkatli davranmaya, birbirimizin hak ve hukukunu
korumaya davet ediyorum.
Yüce Rabbimiz, bütün kardeşlerimizin sağ salim
yuvalarına ulaşmasını nasip etsin. Bizleri her türlü kaza,
bela ve musibetten muhafaza eylesin.
i
Ebû Dâvûd, Vitir, 26.
ii
Haşr, 59/19.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
it i
TARIH
.ip jqlr
: GENEL
Deferli Kardeqlerim!
: 08.01.2016
insan her yagta, her galda ve her konumda edep
#6Y---+
ve hay6ya muhtagtrr. Edep, bizim medeniyetimizde
tisttin bir ahlAki meziyet olarak deger gormiigti.ir.
g ii e;*t:t.t' Jt a:r.Lg 6rit ,;.'*-,It
,,{irl;'Sr,k ai;:iu
mahrumiyeti, bir ahlak goktintiisii yagamaktadrr.
Giiniimiiz diinyasrnda ahl6ki delerler giderek
yozlaqmaktadrr. Oyle ki, onceleri edep ve hayd sahibi
olanlar ovi.iliir, degerli gdri.iliirken, gimdilerde edepli
davranmak ve haydh olmak bir eksiklik, bir zayrflrk
...:{;Jt'd*gt:rrrix;t
EDEP
vr
rr.q.yA
Cumaruz mi.ibarek olsun Aziz Kardeqlerim!
Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir gi.in ashdbma,
...,F1,F+il
b\F\
'6Allah'tan hakkryla hayA ediniz!" buyurdu.
Ashab,
A:oiU
e\\
Jy:
t- 4u
& GEfr
"Ya Res0lallah! Biz zalen Allah'tan hay6
ediyoruz, elhamdi.ilillah!" geklinde kargrhk verdi.
Bunun iizerine Res0l-i Ekrem, sozlerine goyle devam
etti. "Hryd, sadece sizin anladr[rnrz manada
defiildir. Allah'tan hakkryla hayfl etmek, biitiin
organlarr her tiirlii giinah ve haramdan
korumaktrr. Diinyanrn gegici nimetlerine
aldanmamaktrr. Ottimti ve iiliimden sonraki havatr
asla unutmamakhr.t'l
Kardeglerim!
Rabbimizin insarun fitratrnda var ettili
duygulardan biri de edep ve hayddrr. Edep ve hay6,,
Efendimizin de igaret ettigi gibi yaratrhq hikmet ve
gayesine uygun, insana yara$r bir hayat siirme
gabasrdrr. Edep ve hayd, insanrn nefsini terbiye etmesi,
kendini ve haddini bilmesidir.2
Ruhunu Kerim Kitabrmzrn mana sofrasmdan
besleyen miiminler, kAmil insan olma yolunun edep ve
hayddan gegtigini bilirler. Mi.iminin sijz ve davraruqlarr
edeple defer bulur. Edeple yaprlan tovbe makbul olur.
Dua ve ibadetler, edeple eda edilirse Allah'a yiikselir
ve sahibini yticeltir.
Aziz Miiminler!
Edep ve haydyr kuganan kalpte ancak hayrr ve
giizellik bulunur. Edebi giar edinmiq bir zihinden ancak
faydah dtigtinceler sadrr olur. Edeple konugan bir
dilden ancak hayrrh ve hog sozler dokiiliir. Boyle bir
dil, kendini ilgilendirmeyen bog sozlerden, dedikodu,
yalan, iftira gibi mi.imine yakrgmayan konugmalardan
uzak durur.
Edep ve hayd ile nazar eden goz, kendi ayrbrnr
aramaktan bagkalanrun kusur ve noksarum goremez.
"Siiyle miiminlere, giizlerini muhafaza etsinler."3
Ayetinin terbiyesinden gegen goz, mahremiyet
srnrrlannr ihlal edemez. Edep ve hayd perdesine
biirtinen kulak, Rabbimizin hognut olmadrlr her ti.irlii
sdze kapahdrr. Edep ve hayAmn tadma varan goni.il,
kin, haset, kibir, nefret gibi her tiirli.i nefsani duygunun
esaretinden kurtulur.
Ancak bugtin biiytik oranda insanhk, bir edep ve hayd
gibi algrlanmaktadrr. Edebe aykrrr sozler sarf etmek ve
ahlAk drgr davramglarr aleni olarak iglemek ise ne
acrdr ki kimilerince cesaretin, ozgi.ivenin ve
oz giirliiliin go stergesi kabul edilmektedir.
Nice zihinler, goniiller ve bedenler edep ve hayA
ile yiicelmek yerine edepsizlilin
girdabrnda
bo[ulmaktadrr. Frtratr zedeleyen, ahlakr zayrflatan,
hay6 perdesini yrtan aruglar her gegen giin
artmaktadrr. Insanhk, nicelerinin ar damarlannm
gatlayrgrnr iizi.intti ve ibretle izlemektedir. Kimi sosyal
medya ortamlarr, ekranlar, sayfalar her giin hataya
tegvik eden, gi.inahr tath gosteren, kotiiye ve giddete
miisaade eden kareler yayrnlamaktadrr. Qocuklar
istismar malzemesi hdline getirilmekte; kadrnlar, cinsel
meta olarak goriilmektedir, Di.in harama kargr edeple
one elilen baglar, hiirmetle gevrilen gozler bugiin srrur
tanrmaz b ir b i g imde har ama yone I eb i lmektedir.
Kardeglerim!
Biitiin bunlarrn temelinde erdem ve ahlak i;;zerine
bina edilmeyen bir hayat anlaygmrn var oldulu
agik6rdrr. Edep ve hayd yoksunlufu, insanrn deler
bakrmmdan yoksullagmasmm bir ifadesidir.
Edepsizlik, defersizliktir. insarun fitratrnda var olan
edebi, haydyr kaybetmek, kigiyi "en gerefli varhk"
olmaktan grkararak defersizlegtirir. Peygamberimiz,
hayd ve edebin, imanrn bir tezahtirti oldufunu, bu
meziyetlerden kendini mahrum edenlerin ise hi.israna
siiriikleneceklerini haber vermektedir.4
Kardeglerim!
Geliniz! Edep ve hayAnrn egsiz bir hazine
oldufunu bir kez daha hatrrlayahm, ige once kendi
ayrplarrmrn gori.ip di.izeltmekle baglayahm. Zamanrn
ve mekdrun hakkrmrzda qahitlik yapaca$t hesap giinii
gelmeden once kendimizi hesaba gekelim. Miimin
olmanm hakkrm verebilmek igin gayret gosterelim.
Her hal ve hareketimizde Res0l-i Ekrem (s.a.s)
Efendimizin ahlak ve edebini rirnek alahm.
Hutbemizi, miiminin niganr olan edebe dair
veciz ifadelerle bitirmek istiyorum:
gu
Edeb bir tAc imig nffr-i Hud6'dan,
Giy o tAcr emin ol her belAdan,
I Tirmizi, Srfati.i'l-krydme, 24.
2
3
a
isr?', l7 137 .
Nfir, 24130-31.
Ttrmizi, Birr ve Srla, 65.
Haztrlayan: Din Hizmetleri Genel
Miidilrlillii
İLİ
TARİH
: GENEL
: 29.07.2016
EN BÜYÜK BOZGUNCULUK, DİNİN MUAZZEZ
DEĞERLERİNİ İSTİSMAR ETMEKTİR.
Kardeşlerim!
Peygamberimiz (s.a.s.), kendisine ilk vahiy
geldiğinde o yüce emanetin sorumluluğu karşısında
endişelenmişti. Hemen evine dönerek başından geçenleri,
müminlerin annesi Hz. Hatice’ye anlatmıştı. Bunun
üzerine Hatice Validemiz, şöyle demişti Resûl-i Ekrem
Efendimize: “Korkma, endişelenme! Allah, seni asla
mahcup etmez. Çünkü sen, akrabalarınla ilgilenirsin.
Yetim ve kimsesizleri gözetirsin. Fakir ve ihtiyaç
sahibinin yardımına koşarsın. Misafire ikramda
bulunur, komşuna iyi davranırsın. Mazluma ve
mağdura kol kanat gerersin. Hakkı savunur,
doğrunun yanında yer alırsın.”1
Kardeşlerim!
Aslında Hz. Hatice Validemiz, bu ifadeleriyle
hayatında bu erdem ve faziletlere sahip olanları Allah’ın
mahcup etmeyeceğini müjdeliyordu. Nitekim tarih
boyunca bu değerleri ayakta tutanları Rabbimiz, mahcup,
mağdur ve mahrum etmemiştir. Tıpkı 15 Temmuz’da
milletimizi mahcup etmediği gibi.
Zira Yüce Allah, zalime karşı mazlumun yanında
duranları mahcup etmez. Zira Yüce Allah, fakire,
yoksula, ihtiyaç sahibine el uzatanları mağdur etmez.
Zira Yüce Allah, garibe, yetime, kimsesize gönlünü
açanları mahrum bırakmaz. Ve bu millet, ırk, dil, din,
coğrafya ayrımı gözetmeksizin kendisine sığınanlara her
daim gönül kapılarını açmış, onlara sığınak olmuştur. Ve
bu millet yetimi, garibi, kimsesizi gözetmiştir. Ve bu
millet zalime karşı mazlumun yanında durmuştur. Ve bu
millet her şart ve durumda hakkı savunmuş, medeniyetler
kurmuş, dünyanın dört bir yanına medeniyetler
taşımıştır.
Kardeşlerim!
Bizler inanıyoruz ki; Yüce Rabbimiz, milletimizi
mahzun etmeyecektir. Zira bu millet, geçmişten
günümüze, imanını, vatanını, istikbal ve istiklalini en
muazzez varlığı bilmiştir. Bu değerlerine namahrem
ellerin değmesine izin vermemiştir. İstiklal Şairimizin,
“Âsım’ın nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek. İşte
çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.” dizelerinde dile
getirdiği gibi milletimiz, toprağını, haysiyetini, izzet ve
şerefini çiğnetmemiştir. İradesini, aklını ve ruhunu
başkalarına teslim etmemiştir.
Aziz Kardeşlerim!
Cenab-ı Hak, hutbemin başında okuduğum ayet-i
kerimede şöyle buyurmuştur: “Onlara ‘yeryüzünde
fesat
çıkarmayın,
bozgunculuk
yapmayın’
denildiğinde, ‘biz ıslah edicileriz!’ derler. İyi biliniz
ki, onlar bozguncu ve ifsat edicilerin ta kendileridir.
Fakat onlar, ne yaptıklarının farkında değillerdir.”2
Aziz Kardeşlerim!
Ayet-i kerimede de buyrulduğu gibi tarih boyunca
yeryüzünde en büyük bozgunculuk ıslah adı altında
yapılmıştır. En büyük bozgunculuk din kisvesine
bürünerek millete kötülük yapmaktır. En büyük
bozgunculuk dinin muazzez değerlerini istismar ederek
insanları aldatmaktır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz,
hutbemizin başında okuduğum hadis-i şerifte “Bizi
aldatan bizden değildir”3 buyurmuştur.
Kardeşlerim!
Milletimizin 15 Temmuz gecesindeki onurlu
duruşu, şüphesiz nesiller boyu şükran ve minnetle
anılacaktır. Milletin varlığına kast edenler ise elbette
hüsrana uğrayacaklardır. Ancak başımızdan geçen bu
büyük badireden elbette millet olarak çıkaracağımız
büyük dersler vardır. Bu aziz millete bu kötülüğü reva
görenleri unutmamalıyız. Yüce dinimizi, sahih
kaynaklardan doğru bir şekilde öğrenmeliyiz. Kalbimizi,
gönlümüzü, ruhumuzu, aklımızı, fikrimizi, irademizi
başkalarına teslim etmemeliyiz. Bizi Allah’a kulluk
yerine kendine kul ve köle olmaya davet edenlere zerre
kadar itibar etmemeliyiz. Birlik ve beraberliğimizi, huzur
ve kardeşliğimizi korumalıyız. Birbirimizin varlığını
kendi varlığımız,
hukukunu kendi hukukumuz
saymalıyız. Farklılıklarımızı ayrılık-gayrılık nedeni
değil, zenginlik ve rahmet vesilesi görmeliyiz. Fitne ve
fesada, hile ve tuzağa karşı feraset ve basiretle
davranmalıyız. Yarınlarımızın, bugünlerimizden çok
daha güzel olacağına dair inancımızı sürdürmeliyiz.
Unutmayalım ki; bizi diri tutan, inancımız ve
ümidimizdir.
Kardeşlerim!
Gelin hep birlikte Rabbimize şöyle yalvaralım:
Ya Rabbi! Sana inandık, sana güvendik, sana
tevekkül ettik. Bizleri sensiz, sahipsiz, inayetsiz bırakma!
Bize lütfettiğin hidayetten sonra kalplerimizi saptırma!
Bizi sırât-ı müstakiminden ayırma!
Rabbimiz! Bize rahmetinle muamele eyle! Her
türlü inkârcı ve münafığa karşı bize yardım et! Bizleri
onlar karşısında küçük düşürme!
Allah’ım! Bozguncu ve fesatçılara karşı bizi her
daim muzaffer eyle! Bizleri her türlü fitne ve fesattan,
ikiyüzlülükten, kötü ahlaktan muhafaza eyle!4 Bizlere
basiret ve feraset ihsan eyle!
Ya Rabbi! Asırlardır İslam’ın sancaktarlığını
yapan, senin adının gök kubbede yankılanması için
çabalayan bu aziz milleti sen mahcup etme!
Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1; Tefsîr, (Alak) 1.
Bakara, 2/11-12.
3
Müslim, İman, 164.
4
Ebû Dâvûd, Vitr, 32.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 29.01.2016
EN GÜZEL İSİMLER O’NUNDUR
Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz
şöyle buyuruyor: “O, yaratan, yoktan var eden,
şekil veren Allah’tır. Güzel isimler O’nundur.
Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder.
O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet
sahibidir.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Allah’ın doksan dokuz
ismi vardır. Kim bu isimleri öğrenip gereğiyle
amel ederse cennete girer.”2
Kıymetli Kardeşlerim!
Hepimizin müminler olarak Yüce Rabbimize
karşı görev ve sorumluluklarımız vardır. Bunların
başında O’nu tanımak, O’na inanmak, O’nun
varlığını ve birliğini kabul etmek, bir an olsun O’nu
akıldan çıkarmamak gelir. Verdiği nimetlere karşı
şükrün bir tezahürü olan ibadetlerle O’na
yakınlaşmaya vesileler aramak gelir.
Yüce Rabbimiz, kendisinin pek çok güzel
isminin olduğunu bildirmiş ve bu isimlerle
kendisine dua etmemizi istemiştir. 3 Kerim
Kitabımızın pek çok âyetinde bu isimlerle kendisini
bize tanıtmıştır. Efendimiz (s.a.s) de Yüce Allah’ın
doksan dokuz ismi olduğunu bildirmiş ve bunları
tek tek saymıştır.
Kardeşlerim!
Bir mümin için asıl olan, sadece Allah’ın
isimlerini ezberleyip okumak değildir. Bu isimlerin
anlamlarını öğrenmek ve bu isimlerle Allah’a duada
bulunmaktır. Asıl olan, bu ilâhî sıfat ve isimlerin
öğrettiği anlamlarla hayatı mâmur etmektir.
Yüce Rabbimiz, Rahman’dır, Rahim’dir. Çok
bağışlayan, çok esirgeyendir. Dünyada bütün
canlılara, bütün insanlara, ahirette ise müminlere
karşı merhametlidir. O halde, mümin, nefsine uyup
haddi aşmış bile olsa, Allah’ın engin rahmetinden
umudunu kesmemelidir. Allah’ın, kendisine ortak
koşulması dışında bütün günahları bağışladığını
bilmelidir. 4 Son nefese kadar tövbe kapısının açık
olduğunu
ve
imtihanın
sürdüğünü
asla
unutmamalıdır. Allah’ın sonsuz merhametini uman
mümin, öncelikle kendisine şefkat ve merhameti
şiar edinmelidir. Gönlünü kin, nefret, husumet,
zulüm gibi kötülüklere esir etmemelidir.
Allah Sabûr’dur, sonsuz sabır sahibidir. Her
şeye gücü yettiği halde, kendisine karşı haddi
aşanları, nankörlük ve türlü saygısızlık yapanları
cezalandırmakta acele etmez. Mümin de Cenâb-ı
Hakk’ın Sabûr isminden nasibini alarak sabrı
kuşanmalıdır. Türlü sıkıntı ve musibetler karşısında
O’na sığınmalı ve O’na güvenip dayanmalıdır.
Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, Rezzak’tır. İsteyene istediğini
verendir. Sonsuz cömertlik sahibidir. Mümin, “Ey
ruhumun ve bedenimin gıdasını yaratıp veren
Rezzâk!” dediği zaman bilir ve inanır ki, Allah
onun rızkına kefildir. Bu rızık vakti gelince kişiyi
bulur, bunun kendisine ulaşmasını hiçbir kuvvet
engelleyemez. Yeter ki mümin, üzerine düşen
sorumluluğu yerine getirsin.
Allah Refîk’tir, Halîm’dir. Nezaketi, kolaylığı,
lütuf ve ihsanı sever. Öyleyse mümin de hilm sahibi
olmalıdır. Nezaketi, sevgi ve saygıyı elden
bırakmamalıdır.
Cömertliği
kendine
şiar
edinmelidir.
Kardeşlerim!
Rabbimiz, her daim bizimledir. Bizi, yalnız,
yardımsız, desteksiz, sahipsiz bırakmaz. Bize
bizden daha yakındır. Gerçekten görmek için
bakarsak, her doğrunun, her kemâlin, her cemâlin
yanı başında O’nun eserini buluruz. O’nun dosta
karşı dostumuz, külfete karşı yardımcımız olduğunu
fark ederiz. Bize gösterdiği bu ilgi ve sevgiyi
karşılıksız bırakmak, Gerçek Dost’a karşı büyük bir
hak bilmezlik ve nankörlük olmaz mı?
Hutbemizi Rabbimizin, kendisini bize tanıttığı
şu kutsi hadis ile bitirmek istiyorum: “Kulum beni
zikrederken onunla beraberim. O beni kendi
başına zikrederse, ben de onu kendim
zikrederim. O beni bir topluluk içinde anarsa,
ben onu o topluluktan daha hayırlı bir topluluk
içinde anarım.”5
1
Haşr, 59/24.
Buhârî, Şürût, 18.
3
A’râf, 7/180.
4
Zümer, 39/53.
5
Buhârî, Tevhid, 15.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 03.06.2016
GELİN GÖNÜLLER YAPALIM
Cumamız Mübarek Olsun Aziz Kardeşlerim!
Peygamber Efendimiz (s.a.s), bir gün tavaf esnasında
Kâbe’ye yönelerek şöyle buyurdu:
“Ey Kâbe! Sen ne güzelsin. Senin kokun ne güzeldir.
Senin azametine ve kutsallığına hayranım. Fakat Allah’a
yemin ederim ki, müminin saygınlığı Allah katında senin
saygınlığından daha fazladır…”1
Aziz Müminler!
Rahmet, bereket ve mağfiret iklimi Ramazan ayının
gölgesi bir kez daha üzerimize düştü. Şu günlerde hep birlikte
bunun huzur ve mutluluğunu yaşamaktayız. Pazar günü
kılacağımız ilk teravih namazının ardından Pazartesi günü
tutacağımız ilk oruç ile bu mübarek aya girmiş olacağız.
Bizleri Ramazana, Ramazanı bizlere kavuşturan Rabbimize
sonsuz hamdü senalar olsun.
Kardeşlerim!
Diyanet İşleri Başkanlığımız, her Ramazan ayında
bireysel ve toplumsal hayatımıza ışık tutan önemli bir
değerimizi gündeme taşımaktadır. Böylece konuya dair bir
farkındalık oluşturmaya çalışmaktadır. Başkanlığımız, bu yıl
Ramazan ayında, “Gelin gönüller yapalım, Bu Ramazan ve
Her zaman” çağrısında bulunacaktır. Bu çağrıyla, gönüller
arasında köprüler kurulmasına, kırık kalplerin, yaralı
gönüllerin, bitap düşmüş yüreklerin onarılmasına vesile
olunması amaçlanmaktadır.
Kardeşlerim!
İnsan, İslam nazarında sevgi ve hürmete layık mükerrem
bir varlıktır.2 Bu hürmet ve saygıda şüphesiz ki kalbin, gönlün
önemli bir yeri vardır. Peygamberimiz (s.a.s)’in “Allah, sizin
suretlerinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve yapmış
olduğunuz amellerinize bakar.” 3 hadisi bu hususu
vurgulamaktadır. Buradan hareketle inancımızda gönül,
nazargâh-ı ilahî kabul edilmiştir. İmanımızın, ihlasımızın,
niyetimizin, sevgimizin, hâsılı insanı güzelleştiren hasletlerin
karargâhıdır kalp. Rabbimiz, kalb-i selime bakar. Bu itibarla,
gönül yapmak, inancımızın ve insanlığımızın bir gereğidir.
Gönül incitmek ise inancımızda hiçbir şekilde tasvip
edilmeyen ve mümine yakışmayan yanlış bir davranıştır.
Kıymetli Kardeşlerim!
Gönül yapmanın, gönüller fethetmenin sayısız yolları
vardır. Gönüller, her şeyden önce sevgi, saygı ve muhabbetle
fethedilir. Sevgiyi kullarının kalbine yerleştiren Allah, bütün
sevgilerin de kaynağıdır. Gönüllerimizi birleştirmesi ve
inananları kardeş kılması, Rabbimizin büyük bir nimetidir. 4
Efendimizin ifadesiyle, gerçek anlamda mümin olabilmenin
yolu birbirimizi sevmekten geçer.5
Kardeşlerim!
Gönüller, merhametle kazanılır. Merhamet, varlığın ilahi
mayasıdır. Rahman ve Rahim olan Rabbimizin rahmetinin
yüreklerdeki
yansımasıdır
merhamet.
Efendimizin
anlatımıyla, “Müminler, birbirini sevmede, birbirine
merhamet ve şefkatte, tıpkı bir organı rahatsızlandığında
diğer organları da bu acıyı paylaşan bir beden gibidir.”6
Gönüller, paylaşmakla inşa edilir. Paylaşmak, evvela
gönlümüzü muhabbet ve samimiyetle birbirimize açmaktır.
Düşmanlığı, kini, nefret ve intikamı, kalbimizden söküp
atmaktır. Paylaşmak, dünyanın neresinde olursa olsun
muhtaçlara, kimsesizlere, insanlığın insafına terkedilmişlere
yardım eli uzatmaktır. Paylaşmak, duyduğumuz her yardım
çığlığına nereden geldiğine, kimliğine, etnik yapısına,
mensubiyetine bakmaksızın karşılık verebilmektir.
Değerli Kardeşlerim!
Ramazan ayı, bir mekteptir. Bu mektebin talebeleri
bütün müminlerdir. Bizlere sabrı, şükrü, nimetlerin kıymetini,
paylaşmayı, varlık ve yokluğun anlamını idrak etmeyi öğretir
Ramazan. Bu mektep, bizlere aynı zamanda gönlün değerini,
kendimize ve insanlara saygıyla muameleyi öğretir. Bize
düşen, bu kutlu mektebin cennet esintilerini hücrelerimize
kadar hissedebilmektir. Orucumuzu, sahurumuzu, iftarımızı,
infakımızı, teravihimizi, gönüller inşa etmeye vesile
kılabilmektir. Gönüllerimizi, aynı Allah’a, aynı Peygambere,
aynı Kitaba iman şuuru ile kardeş kılabilmektir.
Kardeşlerim!
Ramazan mektebinde bize düşen, varlık sebebimiz olan,
bizleri türlü meşakkatle hayata hazırlayan anne-babalarımızın
gönüllerini hoş tutmak, onların rızasını kazanmaktır. Ramazan
mektebinde bize düşen, ülkemize hicret etmek zorunda kalmış
mülteci kardeşlerimize kucak açmaktır. Evinden, yurdundan
çıkıp gelen Mekkeli Muhacirlerle evini, aşını, ekmeğini
paylaşan Ensar’ın kardeşlik ahlakını kuşanmaktır. Bize düşen,
açın halinden anlamak, yetimin başını okşamak, ağlayanın
gözyaşını silmektir.
Kardeşlerim Öyleyse Geliniz!
Hep
birlikte
büyüklerimizin,
yetimlerimizin,
mültecilerin, engelli kardeşlerimizin, kimsesizlerin tebessümü
ile Ramazan mektebini dolu dolu yaşayalım. Onlara
gönüllerimizi açıp ellerimizi uzatalım.
Birbirimizin hatalarını örtelim, kusurlarını affedelim.
Hiçbir kalbi kırmayalım. Üzüp kırdıklarımızı vakit
geçirmeden onarmaya bakalım.
Gelin, Rabbinden mahrum kalmış gönülleri Rabbimizle
buluşturalım. Rabbimizin rızasının gönül yapmaktan geçtiğini
unutmayalım.
Bu duygu ve düşüncelerle Ramazanın milletimize,
ülkemize, âlem-i İslam’a huzur, barış, merhamet getirmesini
Yüce Rabbimden niyaz ediyorum. Hutbemi, gönlün önemini
ve gönül incitmemeyi veciz bir şekilde ifade eden şu dizelerle
bitirmek istiyorum.
“Hazer kıl! Kırma kalbin, kimsenin cânını incitme!
Esîr-i gurbet-i nâlân olan insanı incitme!
Tarîk-i ışkda bîçâre-i hicrânı incitme!
Sabır kıl her belâya, Hâneyi Rahman’ı incitme!
Felekde hâsılı insan isen bir cânı incitme!
Günahkâr olma, Fahr-i Âlem-i Zî-Şânı incitme!”
1
5
2
6
İbn Mâce, Fiten, 2.
İsrâ, 17/70.
3
Müslim, Birr, 34.
4
Âl-i İmran, 3/103.
Müslim, İman, 93.
Müslim, Birr, 66.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 22.07.2016
GÜN, MİLLETÇE KENETLENME VE
GELECEĞİMİZİ İNŞA ETME GÜNÜDÜR
Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz
şöyle buyuruyor:
“Gevşeklik
göstermeyin,
üzülmeyin! Eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün
olan sizsiniz.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Müminin durumuna
şaşılır! Her hâli kendisi için hayırlıdır. Bu durum
yalnız mümine mahsustur. Başına sevinecek bir
hâl geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur.
Başına bir sıkıntı geldiğinde ona sabreder; bu da
onun için hayır olur.”2
Kardeşlerim!
İçinden geçmekte olduğumuz zorlu süreçte
engin rahmetiyle milletimizi büyük sıkıntılardan ve
felaketlerden kurtaran Yüce Allah’a sonsuz hamd-ü
senalar olsun.
Bu süreçte kendilerine şehitlik nasip olan bütün
kardeşlerimize Cenabı Hak’tan rahmet ve mağfiret,
yakınlarına ve milletimize sabr-ı cemil ve metanet
diliyorum. Yaralılarımıza acil şifalar vermesini Yüce
Rabbimden niyaz ediyorum.
Aziz Kardeşlerim!
15 Temmuz gecesi millet olarak tarihimizin en
zor, en uzun ve karanlık gecelerinden birini yaşadık.
Yüce Rabbimiz, bütün unsurlarıyla milletimize
kenetlenmeyi nasip etti ve milletimiz emanetine
sahip çıktı. Hiç kuşkusuz millet olarak sahip
olduğumuz bu birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhu en
büyük nimetlerden biridir. Hamdolsun! Bu büyük
nimet sayesinde ateş çukuruna yuvarlanmaktan ve
karanlığa gömülmekten kurtulduk.
Kardeşlerim!
Bu acı tecrübe bize şunu gösterdi: Hiçbir güç
Allah aşkı ve vatan sevgisiyle dolu yüreklerden daha
üstün olamaz! Bu hain saldırılar bize şunu öğretti:
Şerefli milletimizi sindirmeyi, itibarını zedelemeyi
hedefleyenler rezil ve zelil olmaya mahkûmdur!
Kim mazlumun, mağdurun, muhacirin yanındaysa
Cenab-ı Hakk’ın kudret, rahmet ve inayeti de onun
yanındadır.
Değerli Kardeşlerim!
Allah’a sonsuz hamdolsun ki, bu topraklar
asırlardır Müslüman yurdudur. Bu millet şüheda
evladıdır. Bu ezanlar, bu cumalar İslam’ın şiarıdır.
Bu dinin, tek bir harfi bile değişmeyen bir kitabı
vardır. Bu dinin, en güzel örnek olma vasfına sahip
bir Peygamberi vardır. Allah’ın bize verdiği bir akıl,
bir kalp vardır. Bizim değişmez değerlerimiz, 14
asırlık engin bir tecrübemiz vardır. Hiçbirimiz
Müslüman olarak bütün bunları bir tarafa
bırakamayız. Aklımızı, idrakimizi, vicdanımızı bir
kişiye ya da gruba teslim edemeyiz. Dünya menfaati
için dinimizden geçemeyiz. Din-i mübin-i İslam’ı
alet ederek dünyayı elde etmeye çalışanlara ise asla
fırsat veremeyiz.
Muhterem Kardeşlerim!
Geliniz, bu Cuma gününde, bu mübarek saatte
hep birlikte el açıp Yüce Rabbimize yalvaralım:
Allah’ım!
İzzetine sahip çıkmak için tanklara meydan
okuyan bu millete zeval verme!
Asırlar boyunca mazlumların umudu olmuş,
mağdurların yanında yer almış, muhacirlere kucak
açmış bu milletin üzerinden rahmet ve nusretini
eksik etme!
Umudumuzu
ve
huzurumuzu
bozmak
isteyenlere, topraklarımıza fesat tohumları ekmeye
çalışanlara fırsat verme!
Dinimizin, devletimizin, milletimizin bekasını
sarsacak her türlü dâhili ve harici düşmanlardan
bizleri halas eyle!
Biz sırtımızı sana dayadık, sana güvendik,
gücümüzü
sana
ettiğimiz
imandan
aldık,
yıkılmamıza ve dağılmamıza izin verme Allah’ım!
Zalimlerin zulmüne rağmen bizi adaletten ve
merhametten ayırma Allah’ım!
Kötülerin kötülüklerine rağmen bizi iyilikten
ayırma Allah’ım!
İntikam hırsıyla adaletten şaşan, öfkesine
kurban olup hakkaniyetten uzaklaşan, mağrur olup
haddi aşan kullarından olmaktan sana sığınırız.
Sen, milletimizin bu soylu direnişini bir adalet
ve hakkaniyet direnişi olarak muzaffer eyle!
1
2
Al-i İmran, 3/139.
Müslim, Zühd ve rekâik, 64.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 25.03.2016
bilinciyle hareket etmektir. Rabbimize karşı hak ehli
olmak, O’na karşı vazifelerimizde teslimiyet ve
sadakat sahibi bir kul olmaktır. Her vesile ile O’nun
rızasını aramaktır.
Kendimize karşı hak ehli olmak, Allah’ın lütfu
olan nimetleri yerli yerinde kullanmaktır. Zihnimizi
kötü düşüncelerin esiri yapmamaktır. Dilimizi kötü
sözlere kapatmaktır. Bedenimizi kötülükten korumak,
insanlığın hayrı ve faydası için kullanmaktır.
HAK VE HAKİKAT
Aziz Müminler!
Allah Resulü (s.a.s), bir gün ashâbı ile otururken
onlara, “Müflis kimdir bilir misiniz?” diye sordu.
Ashâbdan söz alan biri, “Müflis, malı mülkü olmayan
kimsedir.” dedi. Bu cevap üzerine Efendimiz, asıl
müflisi şöyle tarif etti ve onun ibretli akıbetini haber
verdi: “Müflis, dünyadayken namazını kılmış,
orucunu tutmuş, zekâtını vermiş olarak kıyamet
günü Allah’ın huzuruna gelen fakat kimine
sövmüş, kimine iftira etmiş, kiminin malını gasp
etmiş, kimine hakaret etmiş, kiminin canına kast
etmiş kişidir. Yapmış olduğu iyiliklerin sevabı,
dünyada bir şekilde haklarını ihlal ettiği hak
sahiplerine verilir. İşlemiş olduğu günahlara
karşılık iyilikleri kifayet etmezse, mağdur ettiği
insanların günahlarından alınarak ona yüklenir.
Sonra da cehenneme atılır.”1
Rahmet Elçisi’nin dilinden dökülen bu kutlu söz,
iman ve sorumluluk, iman ve amel, söz ve ahlak
konusunda hassasiyet göstermeyen kişinin o büyük
günde uğrayacağı hüsranı vurgulamaktadır.
Kardeşlerim!
Bizler, bu dünyaya her şeyden önce Hak ve
hakikate şahitlik etmek için gönderildik. Hak ve
hakikatin kaynağı, sahibi ve belirleyicisi olan Yüce
Rabbimiz, “Ey iman edenler! Allah için hakkı
ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler
olun...” 2 buyurdu. Ve bütün inananları hakkı
tanımaya, hakikati duyurmaya, adaleti yüceltmeye
davet etti.
Bizler de, imanımız ve Müslümanlığımızın
tescili olan kelime-i şehadetle Rabbimizin varlığına ve
birliğine, sonsuz kudretine, O’nun Âlemlere Rahmet
Elçisi
Muhammed
Mustafa
(s.a.s)’nın
peygamberliğine şahitlik ettik. Bu, sadece dilden
dökülen bir şahitlik değildi elbette. Bu ulvi şahitlikle
ağır bir sorumluluk da üstlendik. Rabbimize, bize
emanet ettiği hak ve hakikate sahip çıkma, şahitlik
etme, onu yaşama ve yaşatma sözünü verdik.
Kıymetli Kardeşlerim!
Hakka sahip çıkmak, Rabbimize, kendimize,
çevremize ve bütün yaratılmışlara karşı sorumluluk
Çevremize karşı hak ehli olmak, onlara karşı
şefkat, merhamet, insaf ve adaletle davranmaktır. Dili,
ırkı, mezhep ve meşrebine bakmaksızın hiç kimsenin
can, mal, onur ve haysiyetine dil uzatmamaktır.
Dünyanın sadece bize değil, bizim dışımızdakilere de
ait olduğunu unutmamaktır.
Kardeşlerim!
Her türlü israftan kamu malını çarçur etmeye;
kumardan
gaspa;
dolandırıcılıktan
hırsızlığa;
aldatmadan hileye; karaborsacılıktan haksız kazanca;
gıybetten iftiraya; yalandan sahteciliğe; cinayetten
şiddet ve teröre, İslam’ın yasakladığı bütün
davranışlar, aslında hem Allah’ın hakkına hem de
insanların hakkına bir tecavüzdür, zulümdür.
Müslüman, bu gibi durumlarla bir arada olamaz.
Müslüman, bu gibi kötülüklerle anılamaz. Mümin,
asla başkalarının hakkını gasp edemez. Haksızlık,
hukuksuzluk ve adaletsizliğe sessiz de kalamaz.
Zulme duyarsız olamaz. Zalimin yanında yer alamaz.
Çünkü mümin, Peygamberimizin tarif ettiği gibi,
insanların elinden ve dilinden emin oldukları, canları
ve mallarını kendisine karşı güvende bildikleri
kişidir.3
Kardeşlerim!
Bizler, dünyada gerçek anlamda hakkı, hukuku
tesis etmiş, adaleti yüceltmiş bir medeniyetin
mensuplarıyız. Biliyoruz ki, hiçbir haksızlık, hiçbir
zulüm ebedi değildir. Ve yürekten inanıyoruz ki;
hakkı tutup kaldırdığımız sürece batıl bize asla zarar
veremeyecektir. Haklının yanında olduğumuz
müddetçe Rabbimiz bizi yüceltecektir. Yeter ki bizler,
hak ve hakikatin kaynağı olan Kur’an’ı Kerim’i ve
Efendimiz (s.a.s)’in sünnetini kendimize rehber
edinelim. Yeter ki, hak benim, hakikat yalnız benim
elimdedir demeyelim. Dinimizin bize öğrettiği hak
duyarlılığına sahip olalım ve bunu yaymak için
çabalayalım.
Hutbemi gönülden “âmin” diyeceğimiz şu dua
ile bitirmek istiyorum:
“Allahım! Hakk’ı hak bilip Hakk’a uymayı,
bâtılı bâtıl bilip bâtıldan kaçınmayı bizlere nasip
eyle.”
Müslim, Birr ve Sıla, 59.
Maide 5/8.
3
Nesâî, İman ve Şerâiuhû, 8.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 09.12.2016
HALEP’TE İNSANLIK ÖLMESİN!
Salât ve Selâm Senin Üzerine Olsun Ey
Allah’ın Resûlü! Salât ve Selâm Senin Üzerine
Olsun Ey Allah’ın Habibi! Salât ve Selâm Senin
Üzerine Olsun Ey Âlemlere Rahmet Nebi!
Kardeşlerim!
Önümüzdeki Pazar’ı Pazartesi’ye bağlayan gece
hep birlikte Mevlid Kandilini idrak edeceğiz.
Kandiliniz şimdiden mübarek olsun.
Yüce Rabbimiz, hutbemin başında okuduğum
âyet-i kerimede, “Sizin için; Allah’a ve ahiret
gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden
kimseler için Resûlullah güzel bir örnektir.”1
buyuruyor.
Rabbimiz,
bizleri
Resûlü’nün
örnekliğinden, kutlu yolundan bir an olsun ayırmasın.
Âlemlere Rahmet Efendimize duyduğumuz derin
hürmet ve muhabbetimizi hiçbir zaman kalbimizden
eksik etmesin. Bizleri onu doğru anlayan, doğru
tanıyıp tanıtan, insanlığa takdim ettiği güzellikleri
hakkıyla yaşayanlardan eylesin.
Aziz Müminler!
Bir şehir düşünün; insanların evlerine bombaların,
sofralarına açlığın düştüğü. Bir şehir düşünün;
kimyasal silahların acımasızca insanların üzerinde
denendiği.
Bir şehir düşünün; kadın, çocuk, yaşlı demeden
her gün onlarca masumun hunharca katledildiği. Bir
şehir düşünün; mazlumların, mağdurların feryadının
her an arş-ı Rahman’ı titrettiği.
Kardeşlerim!
Bir şehir düşünün; hastanelerin ağır bombardıman
altında yıkıldığı. Çaresizlikten yaralıların tedavi
edilemediği. İlaca hasret bekleyen hastaların yardım
çığlığının, sokaklarda yankılandığı.
Bir şehir düşünün; yiyecek ekmeğin, içecek
suyun, sığınılacak bir evin bulunmadığı. İnsanların
soğuktan donarak can verdiği.
Kardeşlerim!
İşte bu şehir, asırlardır gönül bağımızın olduğu
Halep’tir. Bugün Halep’te bir medeniyet, bir tarih,
bütün insanlığın gözü önünde yok ediliyor. Kadim
şehir, insanlarıyla birlikte haritadan siliniyor. Sözün
tükendiği noktadayız. İnsanlık olarak tarihin en büyük
acılarından birisine, tarifi imkânsız üzüntülere şahit
oluyoruz. Egemen güçlerin bölgemizdeki hırs, menfaat
ve iktidar kavgası uğruna İslam beldeleri harabeye
dönüyor. Bir adım ötemizdeki topraklar feryat, kan ve
gözyaşına doydu. Sınırımızın bittiği yerde şiddet ve
nefret başlıyor.
Kardeşlerim!
Soralım şimdi hep birlikte kendimize: Zalimler,
zaferler devşirirken, mazlumlar tel örgüler önünde
beklerken biz susacak mıyız? Kudret sahipleri
karşısında dünya Müslümanları olarak sadece
yutkunacak mıyız? Buğzetmekle, kahretmekle,
ağlayıp, sızlanmakla mı yetineceğiz?
Elbette hayır! Millet olarak bizler hakkı ve
hakikati söylemeye, insaf ve vicdana çağırmaya,
mazlumların sesi, mağdurların ümidi olmaya devam
edeceğiz. Devam edeceğiz ki, insanlık ölmesin!
Bizler, Halep’ten yükselen ve yüreklerimizi
dağlayan çocuk çığlıklarını, annelerin çaresiz
feryadını, babaların, yaşlıların ah-u eninlerini elbette
duyacağız. Duyacağız ki insanlık ölmesin!
Bizler, Halep’ten son bir ümitle bize uzanan elleri
elbette boş çevirmeyeceğiz. Çevirmeyeceğiz ki
insanlık ölmesin!
Kardeşlerim!
Necip milletimiz, “Kişi, kardeşine yardım ettiği
sürece Allah da ona yardım eder...”2 hadisini her
daim şiar edindi. Hiçbir ayrım gözetmeksizin
kendisine sığınan bütün muhacirlere ensar oldu.
Yeryüzünün her tarafına iyilik ve güzellikler taşıdı.
İnsanlığın ölmediğini dünyaya asırlarca bu millet
haykırdı. Bugünse sıra Halep’te. Bugün bize Halep’i
yaşatmak, yine insanlığın ölmediğini haykırmak
düşüyor.
Kardeşlerimize
yalnız
olmadıklarını
göstermek, onlara bir umut ışığı olabilmek düşüyor.
Kardeşlerim!
Diyanet
İşleri
Başkanlığımız,
Halep’teki
mazlumlar ve mağdurlar için sivil toplum kuruluşlarını
bir araya getirerek yeni bir kampanyaya öncülük
ediyor. “Halep’te İnsanlık Ölmesin!” çağrısıyla
başlatılan bu kampanyaya desteklerinizi bekliyoruz.
Ve biliyoruz ki; her daim mazlumun sesi, mağdurun
ümidi olan necip milletimiz, bu kampanyaya da
duyarsız kalmayacaktır. Mazlum ve mağdur
kardeşlerine dün olduğu gibi bugün de cömertçe
yardım elini uzatacaktır. Yüce Rabbimiz, yaptığınız ve
yapacağınız yardımları kabul eylesin.
1
2
Ahzâb, 33/21.
Müslim, Zikir, 38.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 26.08.2016
HAYAT VEREN DİN: İSLÂM
Aziz Müminler!
Hayber’in fethi esnasında Peygamberimiz
(s.a.s), sancağı Hz. Ali’ye teslim etmişti. Bir ara Hz.
Ali’nin ağzından, İslam’ı kabul edinceye dek Hayber
halkıyla amansızca savaşacağına dair sözler
dökülmüştü.
Bu sözleri işiten Efendimiz: “Ya Ali! Hayber
halkını İslâm’a davet et ve yerine getirmeleri
gereken ilâhî yükümlülükleri onlara haber ver!
Allah’a yemin olsun ki Allah’ın senin vesilenle bir
kişiyi hidayete erdirmesi, senin için dünyadan ve
içindekilerden daha hayırlıdır.”1 buyurdu.
Kardeşlerim!
Allah’ın isimlerinden biri de Hayy’dır. O,
diridir, hayat sahibidir. O, hayat verendir, yaşatandır.
Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran O’dur. O, hayatı
vazgeçilmez bir hak olarak insana bahşetmiştir. O,
öldürmeyi değil yaşatmayı emretmiştir. Ancak
Rabbimizin bu emrine rağmen insanlık tarihinde
acımasızca, hunharca nice cinayetler işlenmiştir.
Kardeşlerim!
İnsanlığın cana kıyma serüveni, atamız Âdem
(a.s)’ın oğlu Kabil ile başlamıştır. Kabil, ilk defa
kardeş kanı dökmüştür, cana kıymıştır. O gün
bugündür, insanlık nice işgallere, nice savaşlara, nice
katliamlara, nice göç ve sürgünlere hüzünle şahit
olmuştur. Nice Habiller, gözü dönmüş canilerce
katledilmiştir. İnsanın en değerli varlığı olan hayat
hakkı, tarihte pek çok kez ihlal edilmiştir.
Kardeşlerim!
Modern zamanlarda ise insanlık, yeni bir
cinayet ve katliam türüyle tanışmıştır. İnsanın, canlı
bomba olarak, intihar saldırısı düzenleyip kendisiyle
birlikte yüzlerce masum insanı katletmek gibi bir
vahşet türemiştir. Bundan daha vahim ve daha üzücü
olanı ise, bu cinayetin yüce dinimiz İslam ile
irtibatlandırılmasıdır. Böylesine vahşice bir cinayet,
bizim dünyamıza, medeniyetimize ait olamaz. Böyle
bir katliam, şehadet, cihat gibi kutsal değerlerle
ilişkilendirilemez.
Kardeşlerim!
İslam, bırakın başkalarını katletmeyi, kendimize
dahi zarar vermeyi onaylamaz. Dinimize göre insanın
kendini öldürmesi, Yaratıcısına isyandır ve bir
anlamda
Yaratıcısından
intikam
almaya
kalkışmasıdır. Zira Yüce Rabbimiz, Kerim
Kitabımızda “Kendinizi öldürmeyin!”2 buyurarak
cana kıymayı kesin olarak yasaklamıştır. Bir tek
masum canın öldürülmesi de bütün insanların
öldürülmesi demektir.3
Hayat dini İslam, nasıl olur da insanlık, vicdan,
ahlak ve savaş hukukuyla hiçbir ilgisi olmayan
katliamlarla irtibatlandırılabilir? İnsanın bir ölüm
makinasına dönüşerek masum insanları katletmesi,
nasıl olur da İslam’ın rahmet yüklü mesajlarına
dayandırılabilir? Unutulmamalıdır ki; bu cinayetlere
din görüntüsü altında ima yoluyla dahi cevaz verenler
de, tüm masumların katlinden sorumludur.
Kardeşlerim!
Yüce dinimiz İslam, öldüren değil, hayat veren
bir dindir. Bu din, kitabını hayat veren kitap olarak
takdim eder. Bu kitabın mesajları, öldürmenin değil,
hayat vermenin esaslarını ortaya koyar. Bu dinin
peygamberi, âlemlere rahmet bir peygamberdir. Bu
din, insanın canını, malını, şeref ve haysiyetini saygın
ve dokunulmaz kabul eder.4 Hayat veren bir dini,
insanı yücelten bir kitabı, rahmet ve şefkat vesilesi
bir peygamberi, cinayet ve ölümlere, katliamlara
dayanak yapmak ne büyük bir ihanettir.
Kardeşlerim!
Bilinmelidir ki; kendisiyle birlikte onlarca cana
kıyan caniler, ne şehit olabilirler, ne de
ölümsüzleşebilirler. Rabbimizin Kerim Kitabımızda
haber verdiği şu ibretlik ve hazin son onları
beklemektedir: “Kim bir mümini kasten öldürürse
onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği
cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu
lânetlemiş ve onun için büyük bir azap
hazırlamıştır.”5
Kardeşlerim!
Son olarak meşum terör ve intihar saldırılarıyla
pek çok şehrimizde çoğu hayatının baharındaki
yavrularımız olmak üzere nice masum kardeşimiz
can verdi. İnsanlarımızın düğün günü, ölüm gününe
dönüştü. Bu hain saldırılarda hayatını kaybeden
bütün kardeşlerimize bir kez daha Yüce Rabbimizden
rahmet, yakınlarına başsağlığı ve sabr-ı cemil
diliyorum. Yaralı kardeşlerimize acil şifalar niyaz
ediyorum.
Buhârî, Cihâd, 143; Taberânî, III, 318.
Nisâ, 4/29.
3
Mâide, 5/32.
4
Buhârî, Hac, 132.
5
Nisâ, 4/93.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 14.10.2016
HAYATA EMEKLE DOKUNMAK
Cumanız mübarek olsun Aziz Kardeşlerim!
Bugünkü hutbemizde milyonlarca kardeşimizin
hukukunu ilgilendiren ve çoğu kez ihmal ettiğimiz
önemli bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum:
Hizmet ve emeğiyle hayatımızı kolaylaştıranlara
saygı ve nezaketle davranmak.
Kardeşlerim!
Medine’de Allah Resûlüne gönülden bağlı,
Ümmü Mihcen isminde bir hanım sahabî vardı.
Medine’nin kenar mahallelerinden birinde ikamet
eden bu sahabî, her gün Allah rızası için gelir ve
Mescid-i
Nebevî’nin
temizliğini
yapardı.
Peygamberimiz (s.a.s), onun bu fedakârlığını takdir
eder ve kendisine derin bir muhabbet duyardı. Bir
ara ondan haber alamayan Efendimiz, onun nerede
olduğunu sordu. Sahabe, bu fedakâr kadının vefat
ettiğini ve defnedildiğini söyleyince Efendimiz çok
ama çok üzüldü. Kutlu Nebi, “Keşke bana haber
verseydiniz?” diyerek üzüntüsünü dile getirdi. Ve
hiç yapmadığı bir şey yaptı. Ümmü Mihcen’in
kabrine gitti, kabri başında cenaze namazı kıldı ve
ona dua etti.1
Kardeşlerim!
Hayatta her birimizin bir meşgalesi vardır.
Kimimiz amir, kimimiz memur, kimimiz işçi,
kimimiz işveren. Aslında özü itibariyle her birimiz,
diğerlerimizin hayatlarına bir emekle, bir
fedakârlıkla dokunuyoruz. Kimi kardeşlerimiz,
sokaklarımızı, okullarımızı, camilerimizi temizliyor.
Kimi kardeşlerimiz, ekmeğimizi, yiyeceğimizi,
giyeceğimizi üretiyor. Kimi kardeşlerimiz, canı
pahasına güvenliğimizi, huzurumuzu temin ediyor.
Ancak, gündelik hayatımızın akışı içinde çoğu kez
bize emeğiyle hizmet eden kardeşlerimizi unuturuz,
ihmal ederiz, bazen hiç görmeyiz. Oysa bize düşen,
hayatımıza katkı sağlayan, bize hayatı kolaylaştıran
her kardeşimizin hem onurunu, hem emeğini saygın
ve kutsal kabul etmektir. Ona değer vermektir.
Hiçbir kimseyi topluma ve insanlığa yapmış olduğu
meşru hizmetin çeşidinden dolayı küçük görmemek,
tahkir etmemektir. Zira işimiz, toplumsal hayattaki
konumumuz her ne olursa olsun her insanın, insanlık
onuru, haysiyeti aynıdır. Ve Kerim Kitabımızın
ifadesiyle her insan saygındır, mükerremdir.2 Kaldı
ki hepimiz aynı topraktan yaratılmışız. Aynı
zamanda bizler iman kardeşiyiz.
Nitekim Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
“Hizmet edenleriniz, sizin kardeşlerinizdir. Allah,
onları sizin himayenize vermiştir. Kimin yanında
bir kardeşi çalışıyorsa ona yediğinden yedirsin,
giydiğinden giydirsin. Hizmet edenlerinize
takatlerini aşan yük yüklemeyin. Eğer onlara
ağır işler yüklerseniz bizzat kendiniz onlara
yardım edin.’”3
Kardeşlerim!
Geliniz! Bugün, bu mübarek saatte Allah
Resûlü’nün işlerini bizzat kendisinin yaptığını
hatırlayalım. Geliniz, onun ayakkabısını tamir
ettiğini, elbisesinin söküğünü diktiğini, süt sağdığını
yeniden hatırlayalım. Geliniz! Onun kendisine
hizmet edenlere olan nezaket ve merhametini ona on
yıl hizmet eden Enes’ten dinleyelim: “Allah Resûlü,
beni bir kez olsun azarlamadı, kalbimi kırmadı.
‘Niçin böyle yapmadın?’ ya da, ‘Şöyle yapsaydın
ya!’ gibi sözler dahi söylemedi. Bana karşı sürekli
‘evladım’, ‘yavrucuğum’ gibi gönül alıcı, sevgi dolu
ifadeler kullandı.4
Kardeşlerim!
Geliniz! Efendimizin “İşçiye ücretini alın teri
kurumadan veriniz.” sözüne yeniden kulak
verelim.
Geliniz!
Hayatımızı
kolaylaştıran,
emeğiyle hayatımıza dokunan kardeşlerimize saygı
gösterelim. Geliniz! Onları incitecek, gönüllerini
kıracak tavır ve davranışlardan uzak duralım. Ve
bilelim ki, hayatımız onların emekleriyle ve
hizmetleriyle daha da güzelleşmektedir.
Kardeşlerim!
Geliniz! Hep birlikte gönülden “âmin”
diyeceğimiz şu dua ile hutbemizi bitirelim: Ey
Rabbimiz! Bizleri mükerrem olarak yarattığın insana
saygı
ve
merhametten
mahrum
eyleme!
Kardeşlerimizin izzet ve onuruna halel getirecek,
onların emeğini zayi edecek davranışlardan bizleri
muhafaza eyle! Emek ve hizmetiyle bize hayatımızı
kolaylaştıran kardeşlerimizin işlerini Sen kolay kıl
Allah’ım!
Buhârî, Salât, 72.
İsra, 17/70.
3
Buhârî, İman, 22.
4
Buhârî, Edeb, 39; Müslim, Âdâb, 31.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 15.07.2016
HAYATIMIZI İBADET KILABİLMEK
Kardeşlerim!
Sahabeden üç kişi Peygamberimiz (s.a.s)’in
eşlerine gelerek onun ibadet hayatı hakkında sorular
sordular. Efendimizin ibadet hayatı kendilerine
anlatılınca ibadetlerini az bulup daha fazla ibadet
etmeleri gerektiğine karar verdiler. İçlerinden biri gece
boyunca namaz kılacağını, diğeri her gün oruç
tutacağını, öteki ise hiç evlenmeyeceğini söyledi.
Onların bu konuşmalarını işiten Rahmet Elçisi,
kendilerini şu şekilde uyardı: “Allah’a yemin ederim
ki, ben aranızda Allah’tan en çok korkan ve O’na
en bağlı olanım. Bazen nafile oruç tutarım bazen
tutmam. Hem namazımı kılar hem uyurum; hem
de evlenirim. Her kim benim sünnetimden yüz
çevirirse, o benden değildir.”1
Aziz Kardeşlerim!
İnsan takatini zorlayan bir anlayışa yönelen bu
sahabîleri, bizzat kendi yaşantısını örnek göstererek
uyarmıştı Allah Resûlü. O, bir defasında da şöyle
buyurmuştu: “Dinde, insanın gücünü aşacak
uygulamalar yoktur. Takatinin üstünde ibadete
kalkışan kimse, dini yaşama konusunda âciz kalır.
Bunun için aşırıya kaçmayın!”2 Bu sözüyle, bizden
istenenin dünyadan el ayak çekip kendimizi tamamen
ibadete vermek olmadığını belirtmişti. “Allah katında
amellerin en sevimlisi, az da olsa devamlı
olanıdır.”3 buyurarak da Rabbimize sadakatimizin,
şükrümüzün bir tezahürü olan ibadetlerimizi ihmal
etmemeyi öğütlemişti.
Kardeşlerim!
Rahmet, bereket ve bağışlanma mevsimi olan
Ramazan ayını bir kez daha geride bıraktık. Manevi
duygularımız, kulluk şuurumuz, bu süreçte daha da
yoğunluk kazandı. Bu kutlu ayda ibadetlere daha fazla
sarıldık. Oruç tuttuk. Namazlarımızı eda etmeye
çalıştık. Sahurun bereketini, iftarın sevincini, teravihin
heyecanını doyasıya yaşadık. Sabırla, şükürle
nefislerimizi terbiye ve tezkiye etmenin yollarını
aradık. Kendimiz ve kardeşlerimizin kurtuluşu için,
ülkemiz ve İslam âleminin birlik ve huzuru için,
insanlığın hidayeti için dua ve niyazlarda bulunduk.
Birbirimize sofralarımızla birlikte gönüllerimizi açtık.
Zekât ve sadakalarımızla, fitrelerimizle paylaşmanın
zirvesine çıktık. Gönül kırıp gönül yıkmaktan
kaçındık. Kırılan gönülleri yapmaya, zedelenen
onurları onarmaya çalıştık. Kur’an ayında hayat
kitabımız Kur’an’ı gönül semalarımıza yeniden
indirmek
için
çabaladık.
Bayramla
birlikte
kardeşliğimizi, bir ve bütün olduğumuzu bir kez daha
haykırdık.
Aziz Müminler!
Ramazanın bize veda edişinin ve on bir ay ondan
ayrı kalacak olmanın burukluğu var hâlâ yüreğimizde.
Lakin bizler biliyoruz ki, Ramazanın bitimiyle elbette
görev ve sorumluluklarımız sona ermiyor. Zira fani
dünyadaki imtihanımız devam ediyor. Âhirette ebedi
bayramlara
kavuşabilmemiz
için
Ramazanda
kazandığımız güzellikleri yıl boyunca korumamız
gerekiyor. “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine
ibadet et.”4 ayetinin bilinciyle ibadet ve kulluk
şuurumuzu her daim canlı tutmamız gerekiyor.
Öyleyse geliniz, Ramazanda olduğu gibi
namazlarımızı aşkla ve huşuyla kılmaya devam
edelim. Zihnimiz olumsuz düşüncelere, dilimiz kem
sözlere, gönlümüz kötü duygulara karşı iftarı olmayan
bir oruçta olsun. Ramazanda arınan, durulan
zihinlerimiz, gönüllerimiz her daim pâk olsun. Yalan,
gıybet, iftira, dargınlık, kırgınlık, ayrılık-gayrılık,
ihtiras, bencillik, israf gibi mümine yakışmayan
durumlardan kaçınalım. Rabbimiz katında ve
insanların nezdinde değerimizi düşürecek her türlü
çirkinliğe karşı kendimizi korumaya devam edelim.
Kardeşlerim!
Geliniz, Ramazanda olduğu gibi gönül
kapılarımızı birbirimize ardına kadar açalım. Fakire,
yoksula, ihtiyaç sahibine, kimsesize, yetime, öksüze
şefkat ve yardım elimizi uzatalım. Ramazan ve
bayramla
pekişen
kardeşliğimizi,
birlik
ve
beraberliğimizi zedeleyecek söz ve davranışlardan
uzak duralım. İftar sofralarında, namaz saflarında
buluştuğumuz gibi hep birlikte ebedi cennette
buluşmanın ve kurtuluşa ulaşmanın gayretinde olalım.
Geliniz, hayatımızı Ramazan kılalım, ibadet
kılalım. Unutmayalım ki; bizi Rabbimizin rızasına
götürecek
olan
teslimiyetimizdir,
taatimizdir,
samimiyetle yapacağımız ibadetlerimizdir, hayır ve
iyiliklerimizdir. Ve bilelim ki, biz Rabbimize
yöneldiğimiz müddetçe Rabbimiz bize merhametiyle
muamele edecektir. Bizler O’na yürüyerek gidersek O
bizlere koşarak gelecektir.5
Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, hepimizi sorumluluğunun
bilincinde olanlardan eylesin. Hutbemizi Efendimiz
(s.a.s)’in öğrettiği şu dua ile bitirmek istiyorum:
“Allah’ım, seni zikretmek, sana şükretmek ve sana
güzelce ibadet etmek için bana yardım et!”6
1
Buhârî, Nikâh, 1; Müslim, Nikâh, 5.
Buhârî, Îmân, 29.
3
Buhârî, Libâs, 43.
4
Hicr, 15/99.
5
Buhârî, Tevhîd, 50.
6
Ebû Dâvûd, Tefrîu ebvâbi’l-vitr, 26.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 25.11.2016
gelerek, insanın sorumluluklarını ihmal etmesi ve
başıboş bir hayat sürmesi hiç insana yakışır mı?
Kardeşlerim!
Varlık amacımız, Allah’a iman ve kulluğun
yanında yeryüzünü imar etmektir. Yeryüzünde sevgi,
saygı, şefkat ve merhameti yaymaktır. Hepimizin
ortak yurdu olan dünyamızda iyiliği egemen
kılmaktır. Her daim adaleti yüceltmektir. Hakk ve
hakikate tercüman olmaktır. Batıla karşı hakkın,
zalime karşı mazlum ve mağdurun, cehalete karşı
ilim ve irfanın yanında yer almaktır. Fitne, fesat,
zulüm, savaş, katliam gibi her türlü kötülüğün
karşısında durmaktır.
HAYATIN GAYESİ
Kardeşlerim!
Allah Resûlü (s.a.s), genç sahabî Muâz’la
yolculuk yapıyordu. Peygamberimiz, üç defa
“Muâz!” diye seslendi. Muâz ise her seferinde
“Buyur ey Allah’ın Resûlü, emrine amadeyim!”
diyerek gönülden teslimiyet, sevgi ve hürmetini dile
getirdi. Nihayetinde Peygamberimiz, kendisini
merakla dinleyen bu sahabiye, “Allah’ın kulları
üzerindeki hakkının ne olduğunu biliyor musun?”
diye sordu. “Allah ve Resûlü daha iyi bilir.” cevabını
verdi Muâz. Bunun üzerine Efendimiz şöyle
buyurdu: “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı,
onların Allah’a ibadet etmeleri ve O’na hiçbir şeyi
ortak koşmamalarıdır.”
Peygamberimiz, bir müddet sonra “Peki kulların
Allah üzerindeki hakkının ne olduğunu biliyor
musun?” diye sordu. Ardından da şu müjdeyi verdi:
“Kendisine kullukta bulunması ve hiçbir şeyi
ortak koşmaması halinde Allah’ın, kuluna azap
etmemesi ve onu cennete koymasıdır.”1
Aziz Müminler!
Yüce Rabbimizin üzerimizdeki en büyük hakkı,
O’nu tanımamız, O’na kul olmamızdır. O’na
teslimiyet ve sadakat göstermemizdir. Zira yaratılış
gayemiz, Allah’ın varlığına ve birliğine şeksiz
şüphesiz iman etmektir. Her türlü azamet ve
yüceliğin, yalnızca Allah’a ait olduğunu kabul
etmektir. O’nun emir ve yasakları doğrultusunda bir
hayat sürmektir.
Kardeşlerim!
Bütün mahlûkatı yaratan Rabbimiz, kerem ve
cömertlikte eşsizdir. O’nun bizlere ihsan ettiği
nimetler saymakla bitmez. Aldığımız nefesten,
içtiğimiz suya; yediğimiz lokmadan, harcadığımız
zamana, her şey O’nun bizlere lütfudur. Aklımız,
gönlümüz, sevgi ve merhametimiz, birbirimize olan
muhabbetimiz hep O’nun bizlere ikramıdır.
O halde bize ömrümüzü, türlü nimetleri, hâsılı
varlığımızı bağışlayan Allah’a ne kadar şükretsek az
değil midir? Rabbinin bunca nimetini görmezden
Aziz Kardeşlerim!
Bugün, genelde insanlık özelde ise İslam
coğrafyası, barış ve huzurun, emân ve selamın, güven
ve sükûnetin özlemini duymaktadır. Unutulmamalıdır
ki; bütün bu güzellikler Kur’an’ın bâkî
hakikatlerinde, Peygamberimiz (s.a.s)’in çağlar üstü
örnekliğinde mevcuttur. Yeter ki müminler olarak
bizler, hayatımızı bu güzelliklerle tezyin edelim.
Yeter ki bu güzellikleri uygun bir lisanla, hikmetli bir
üslupla insanlık ailesine takdim edebilelim.
Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, ölümü ve hayatı hangimizin daha
güzel işler yapacağını sınamak için yarattığını haber
vermiştir. 2 Öyleyse şu kısacık imtihan dünyasında
bize düşen, muhabbetullah ile dolu bir gönle, Allah’ı
zikreden ve O’na şükreden bir dile, salih amellerle
geçirilen bir ömre sahip olmaktır. Fâni dünyamızı
imar ederken, ebedi yurdumuz olan âhireti mamur
etmeyi unutmamaktır. Yüce Rabbimizin, rızası
uğrundaki hiç bir gayreti zayi etmeyeceği ümidi ile
yaşamaktır. Yeter ki bizler, sadece O’na dayanıp
güvenelim. Yeter ki “Benim namazım, her bir
ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi
Allah içindir.” 3 diyerek her daim Rabbimizle,
Rabbimiz için yaşayalım.
Kardeşlerim!
Geliniz! Gaye-i hayatımız üzerinde bir kez daha
düşünelim. Varlık gayemiz doğrultusunda bir hayat
yaşamaya gayret edelim. Rabbimize yüz akıyla
dönmeye
çalışalım.
Böylelikle
ömrümüzün
nihayetinde şu ilahi müjdeyi duyabilmek için
ümidimiz her daim diri kalsın: “Ey huzur içinde
olan nefis! Sen O’ndan, O da senden razı olarak
Rabbine dön! İyi kullarımın arasına gir.
Cennetime gir.”4
Buhârî, Cihâd, 46; Müslim, Îmân, 48.
Mülk, 67/2.
3 En’âm, 6/162.
4 Fecr, 89/27-30.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 16.12.2016
HER ZORLUKLA BERABER BİR
KOLAYLIK VARDIR.
Cumanız mübarek olsun aziz kardeşlerim.
Peygamberimiz (s.a.s)’in dünyayı teşriflerini
idrak ettiğimiz Mevlid Kandili’nin arefesinde millet
olarak menfur bir terör saldırısına maruz kaldık.
İnsanlıktan yoksun cinayet şebekesinin düzenlediği
bu meşum saldırıda şehit olan kardeşlerimize bir
kez daha Allah’tan rahmet, yaralı kardeşlerimize
acil şifalar diliyorum. Rabbimiz, hepimize sabır ve
metanet ihsan eylesin. Milletimizin başı sağolsun.
Kardeşlerim!
Cinayetler ister İstanbul’da, ister Halep’te ister
Arakan’da işlensin. İnsan öldüren, can alan,
insanları
katlederek
emellerine
ulaşmaya
çalışanların peşini Yüce Rabbimizin ezeli iki
hükmü asla bırakmayacaktır.
Birinci hüküm şudur ki; “Her kim haksız
yere bir cana kıyarsa, bir insanı öldürürse bütün
insanları öldürmüş gibidir.”1 Masum bir cana
kıyan, insanlığı katletmiş bir cani olarak Allah’ın
huzuruna gidecektir. İstanbul’da 44 cana kıyanlar,
44 defa bütün insanlığı katlettiler. Halep’te her bir
çocuğu katledenler, insanlığı defalarca katlettiler.
Bu katliamları gerçekleştirenler, bütün insanlığı
katletmiş gibi hesap vereceklerdir.
İnsana kıyan canilerle ilgili Rabbimizin ikinci
ezeli hükmü ise şudur: “Her kim, bir mümini
kasten öldürürse onun cezası, ebedi olarak
cehennemde kalmaktır.”2 Zira “Bir Müslümanın
öldürülmesi, Allah katında dünyanın yok
olmasından daha vahimdir.”3
Aziz Kardeşlerim!
Yüce
Rabbimiz,
Kerim
Kitabımızda
“Şüphesiz her zorlukla beraber bir kolaylık
vardır.”4 buyurmaktadır. Bizler inanıyoruz ki;
millet olarak, İslam dünyası olarak bugün
yaşadığımız sıkıntılar, ebedi değildir. Geçmişte
içinden geçtiğimiz zorlu süreçler, bizim için yeni
dirilişlerin habercisi olmuştur. Bugün de hep
birlikte yaşadığımız acıların, çektiğimiz zorlukların
akabinde yepyeni bir dirilişin, Rabbimizin lütuf ve
rahmetinin bizleri beklediğine olan inancımız
tamdır. Yeter ki bizler, bu inancımızı, ümidimizi
asla yitirmeyelim. Yeter ki bu uğurda üzerimize
düşen görev ve sorumlulukları hakkıyla yerine
getirelim.
Şehitlerimizin
uğrunda
canlarını
verdikleri değerlerimizden, birlik-beraberlik ve
kardeşlikten, hak ve adaletten asla taviz
vermeyelim.
Gönüllerimizi hiçbir ayrım gözetmeksizin
birbirimize sımsıkı kenetleyelim. Aramızdaki ülfet
ve muhabbeti zedeleyecek her türlü söylem ve
eylemden uzak duralım. Her türlü hile, tuzak ve
oyuna karşı uyanık olalım. Hiçbir insani ve ahlaki
değer tanımayan cinayet şebekelerinin işlediği
cürümler karşısında sükûnet ve itidali elden
bırakmayalım.
Aziz Müminler!
Bizler inanıyoruz ki; Allah’ın merhameti,
adaleti, mağfireti ne kadar hak ise gazabı, laneti,
kahrı da o kadar haktır. Gözünü bile kırpmadan
onlarca masum cana kıyanlar ve bunların yanında
yer alanlar, elbette hak ettikleri cezayı
bulacaklardır.
Varlığımıza,
değerlerimize,
huzurumuza kast edenler, Allah’ın “Kahhar”
ismiyle kahrolacaklardır.
Kardeşlerim!
Geliniz bu mübarek vakitte şu gönülden
yakarışlarımızla hep birlikte Yüce Rabbimize niyaz
edelim:
Rabbimiz!
Birliğimize,
dirliğimize göz
dikenlere, izzetimize, şerefimize kast edenlere fırsat
verme! Milletimizi, İslam ümmetini her türlü dahili
ve harici düşmanlardan muhafaza eyle!
Halep’te insanlık dışı katliamlara uğrayan
masum çocuklara, kadınlara, yaşlılara, hâsılı bütün
kardeşlerimize yardım eyle Allah’ım!
Rabbimiz! Sen bizlere metanetli, ferasetli,
iradeli olmayı lütfeyle! Terör ve vahşetten, kan ve
gözyaşından beslenenlere karşı milletçe yekvücut
olmayı nasip eyle! İnkârcılara karşı bize yardım et!
Yâ Rabbi! Bizleri, şehitlerimizin aziz
hatıralarına sahip çıkan ve onların canlarıyla bizlere
emanet ettikleri ulvi değerlerimizi yaşatanlardan
eyle!
Mâide, 5/32.
Nisâ, 4/93.
3
Tirmizî, Diyât, 7.
4
İnşirâh, 94/5-8.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 13.05.2016
HUZUR VE MUHABBET OCAĞI: AİLEMİZ
Aziz Müminler!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır: “Kendileri ile huzura eresiniz diye
sizin için eşler yaratması ve aranızda sevgi ve
merhamet var etmesi de Allah’ın varlığının ve
kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen
bir toplum için elbette ibretler vardır.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s)
şöyle buyurmaktadır: “En hayırlınız, ailesine karşı en
hayırlı olanınızdır.”2
Kardeşlerim!
Ailemize karşı her daim güzel davranmamızı
öğütlüyordu bizlere Rahmet Elçisi. Onun aile anlayışını
özellikle Hz. Hatice annemize olan muhabbet, bağlılık ve
vefasında görmek mümkündür. Şöyle ki; Hz. Hatice
validemiz, Peygamberimiz (s.a.s)’in sadakat timsali
eşiydi. Efendimiz, kendisinden önce ebediyete irtihal
eden eşini hayatı boyunca hep hayırla yâd etti, onu
gönlünden hiç çıkarmadı. Ona olan vefasını sıklıkla dile
getirdi. Bir gün kendisine bunun sebebi sorulduğunda
Allah Resûlü şu cevabı verdi: “İnsanlar bana
inanmazken o bana inandı. İnsanlar beni yalanlarken
o doğruladı. İnsanlar
yardımlarını
benden
esirgediklerinde o bana malıyla destek oldu. Yüce
Allah bana ondan çocuklar ihsan etti.”3
Kıymetli Kardeşlerim!
Aile, eşlerin Allah’ın adını anarak birbirleriyle
ahitleşmesidir; ömür boyu sürmesi niyetiyle yapılan bir
sadakat sözleşmesidir. İnsanoğlunun ruhuna huzur ve
sükûnet veren bir nimettir aile. Aile, Rabbimizin rahmeti
ile desteklenen, sevgi, saygı, şefkat ve muhabbetle
güzelleşen bir sığınaktır. Kişiyi olumsuzluklara,
tehlikelere karşı koruyan sağlam ve güvenli bir limandır.
Kardeşlerim!
Her fert değerlidir, saygındır ailede. Anne, şefkat
timsalidir; sevgi doludur; onun yüreğinin kapısı her daim
açıktır. Anne, fedakârlığın adıdır; emeğinin hesabını
tutmaz. Bu nedenledir ki, Peygamberimiz (s.a.s), ilgimizi
ve iyiliğimizi en fazla hak eden kişiler olarak tanımlar
biricik annelerimizi.4
Baba, saygı, güven ve merhametin temsilcisidir. O,
ailesini kötülüklere karşı koruma uğrunda her türlü
meşakkat ve zorluğa göğüs gerer. Ve bilir ki; ailesinin
geçimi uğrunda akıttığı alın teri, cennetin anahtarıdır.
Babalarımız, Efendimizin ifadesiyle, bizler için cennete
açılan bir kapıdır.5
Göz aydınlığı çocuklarımız, yuvanın en tatlı
meyveleridir. Şefkat, merhamet, ilgi ve sevgiye
muhtaçtırlar. Anne ve babanın elinde yarınlar için
hazırlanması gereken bir değerdirler.
Kardeşlerim!
Ailede herkes birbirine emanettir ve ailenin bütün
fertlerine düşen sorumluluklar vardır. Bazen anneyle,
babayla, çocukla bir imtihandır aile. Bu imtihanda aile
mensuplarının izzet, onur ve saygınlığını zedelemek
değil, korumak ve yüceltmek vardır. Bu imtihanda
üzmek, kırmak, şiddete başvurmak değil, şefkat ve
merhamet, nezaket ve nezahet vardır. Bu imtihanda “bir”
ve “biz” olma vardır. Sevinçte ve kederde, varlıkta ve
darlıkta hemhal olma, hayatın yükünü birlikte omuzlama
vardır.
Aziz Müminler!
Ailenin bir mahremiyeti ve bir saygınlığı vardır. Bu
mahremiyet ve saygınlığı zedelemeye, tahrip etmeye hiç
kimsenin hakkı yoktur. Ancak ne acıdır ki, günümüzde
ailenin bu saygınlığını tehdit eden birçok olumsuzluk
bulunmaktadır. Özellikle bazı yayınlarda ve sosyal
medyada hiçbir değer ve sınır tanımaksızın aile
mahremiyeti gözler önüne serilebilmektedir. Zaman
zaman da gayr-ı meşru ilişkiler, nikâhsız birliktelikler
adeta özendirilmektedir. Şüphesiz ki bu durum,
toplumumuzun en önemli değerlerinden olan aile
kurumunu yıpratmaktadır.
Kardeşlerim!
Yüce Rabbimizin bizlere bir lütfu olan ailenin
önemi günümüzde kimilerince tam anlamıyla idrak
edilememekte ve aile, bir külfet olarak görülebilmektedir.
Ailenin huzur veren ortamı, sorumsuzluklara,
şuursuzluklara,
heva
ve
heveslere
kurban
edilebilmektedir. Ne yazık ki sadakatsizlik, vefasızlık,
tahammülsüzlük ve şiddet gibi sebeplerle nice yuvalar
yıkılabilmektedir. Yıkılan bu yuvaların acı ve ibretlik
sonu tüm olumsuzluğuyla toplum olarak karşımızda
durmaktadır. Aile kurumunun dağılmasının en ağır
bedelini ise daha hayat yolculuğunun başında hayatın
yükü altında ezilmeye mahkûm edilen minik bedenler
ödemektedir.
Kardeşlerim!
Unutmayalım ki Allah’ın adıyla nikâhladığımız
eşlerimiz ve bizlere lütfedilen çocuklarımız bizler için
büyük bir nimettir. Bize düşen, anne-babamızla, eşimizle,
çocuklarımızla el ele verip hep birlikte hangi koşulda
olursa olsun bu emaneti zayi etmemek ve bu nimetin
kıymetini bilmektir.
Hutbemi Rabbimizin, Kerim Kitabımızda bize
öğrettiği şu dua ile bitirmek istiyorum: “Rabbimiz!
Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve
bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder
eyle!”6
1
Rûm, 30/21.
İbn Mâce, Nikâh, 50.
İbn Hanbel, VI, 118.
4
Buhârî, Edeb, 2.
5
Tirmizî, Birr ve sıla, 3; İbn Mâce, Talâk, 36.
6
Furkân, 25/74.
2
3
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İL
: GENEL
TARİH : 08.04.2016
HZ. PEYGAMBER, TEVHİD VE VAHDET
“Lâ İlâhe İllallah” diyerek kelime-i tevhidi samimi bir
şekilde gönlüyle tasdik, diliyle ikrar eden ve tevhid inancını
benimseyen mü’min kardeşlerim!
Rab olarak Yüce Allah’ı, din olarak İslam’ı, Peygamber
olarak Muhammed Mustafa’yı, Kitap olarak Kur’an-ı Kerim’i
kabul eden bahtiyar müminler!
Allah’ın lütfu ile kardeş olan, kardeşliklerini bu mabette
yan yana saf tutarak, aynı duygu ve gayeleri paylaşarak
pekiştiren kıymetli kardeşlerim! Cumanız mübarek olsun.
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Rabbiniz Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur.
O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin.
Güvenilip dayanılacak tek varlık O’dur.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s)
şöyle buyuruyor: “İnsanlar, Âdem'in çocuklarıdır. Âdem
de topraktan yaratılmıştır.”2
Kardeşlerim!
Peygamber
Efendimizin
dünyayı
teşriflerinin
yıldönümü olan yeni bir Kutlu Doğum Haftasına daha girmiş
bulunuyoruz. Bu hafta içerisinde, Peygamberimizi anmak ve
onun mesajlarını anlamak amacıyla çeşitli etkinlikler
düzenlenmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığımız, bu sene yüce
dinimizin tevhid inancı ve vahdet anlayışına dikkat çekmek
ve bu konuda bir bilinç oluşturmak amacıyla Kutlu Doğum
Haftası’nda “Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet” temasını
gündeme taşıyacaktır.
“İnsanlığı diriltmek, insanlığı yaşatmak ve insanlığı
yüceltmek için gelin birlik olalım!” çağrısıyla Peygamberimiz
(s.a.s)’in ortaya koyduğu örneklik çerçevesinde, tevhid ve
vahdet konusu bütün yönleriyle ele alınacaktır. İnsanlığın
topyekûn sıkıntılı süreçlerden geçtiği şu günlerde, parçalanan
zihinlerin, yaralanan gönüllerin tamirine katkı sağlanacaktır.
Bu vesileyle Kutlu Doğum Haftanızı tebrik ediyorum. Bu
haftanın hepimiz için hayırlara vesile olmasını Yüce
Rabbimizden diliyorum.
Aziz Müminler!
Tevhid, Yüce Rabbimizin varlığını ve birliğini
gönülden tasdik etmek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır.
İnsanın yaratılış gaye ve hikmeti tevhide dayanır. Bütün
peygamberler, tevhid inancını yeryüzünde yaymak ve egemen
kılmak üzere gönderilmiştir. Onlar bu uğurda çetin
mücadeleler vermişler, ağır imtihanlara tabi tutulmuşlardır.
Tevhid inancının son elçisi olarak Yüce Rabbimiz, Efendimiz
(s.a.s)’i görevlendirmiştir. Âlemlere rahmet Peygamberimiz,
Allah’ın varlığını ve birliğini tüm insanlığa yeniden tebliğ
etmiştir. Yalnızca Allah’a kul olmaya ve insanca bir yaşayışa
çağırmıştır. Rahmet peygamberi,
kısa bir sürede şirk
toplumundan bir olan Allah’a iman eden muvahhit bir toplum
inşa etmiştir. Onun Mekke’de yaktığı tevhid meşalesi her
geçen gün yayılmıştır. Öyle ki bu meşale ile karanlıklar,
aydınlığa; zulüm, adalete; kin ve nefret, şefkat ve merhamete
dönüşmüştür.
Kardeşlerim!
Efendimiz (s.a.s), sadece tevhid inancını değil,
beraberinde vahdet anlayışını da getirmiştir. Bu anlayış, Ensar
ve Muhacir arasında zirveye çıkan kardeş olma, birlik olma,
bütün olmaya dair en nadide örnekleri insanlığa takdim
etmiştir. Efendimizin vahdet anlayışı ile dilleri, renkleri,
ırkları farklı ama inançları, gayeleri, gönülleri aynı “birler”
“bin”, “binler” “bir” olmuştur.
Aziz Müminler!
Tevhid, sadece bir inanç ve düşünce sistemi değildir,
aynı zamanda bir hayat tarzı ve yaşama biçimidir. Tevhid
inancının bireysel hayattaki tezahürü, bu inancın gerektirdiği
şekilde yaşamaktır. Rabbimize, kendimize, çevremize, kâinata
karşı sorumluluğumuzun bilincinde olmaktır.
Tevhid inancının toplumsal hayattaki karşılığı ise
vahdettir. Vahdet; kardeşlik, dostluk, sevgi, saygı,
yardımlaşma, dayanışma ve paylaşmadır. Birlikte yaşama
şuuruna sahip olmaktır, ortak değerler etrafında
kenetlenmektir, ortak ideallere yönelmektir. Vahdet, tevhidin
sancağı altında toplanmaktır, Allah yolunda her türlü çıkarı
bir kenara bırakmaktır. Varlığımızı, yokluğumuzu,
acılarımızı, sevinçlerimizi, dualarımızı ortak kılmaktır vahdet.
Müslüman kanının dökülmesini, Müslümanların bölünüp
parçalanmasını engellemek için var gücümüzle çalışmaktır.
Vahdet, İslam ümmetinin inşa ettiği mümtaz
medeniyetlerin, bu medeniyetlerin ortaya koyduğu büyük
tecrübelerin farkında olmaktır. Unutulmamalıdır ki
yeryüzündeki bütün muhtaçlara, bütün mazlumlara, bütün
insanlığa huzur ve saadet getirecek yegâne çözüm
İslam’dadır, imandadır, İslam’ın tevhid ve vahdet
anlayışındadır. Ancak bunun için bizim tevhid ve vahdeti iyi
ve doğru bir şekilde idrak etmemiz gerekmektedir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Özelde Müslümanların, genelde ise bütün insanlığın
tarihin en buhranlı günlerini geçirdiği şu süreçte bizlere
büyük görevler düşmektedir. Küfrün karşısında tek ses,
zalimin karşısında yekvücut olmak biz Müslümanların en
önemli görevlerindendir. Ancak bunu başarabilmemiz, her
şeyden önce birbirimizin mezhebini, meşrebini, ırkını, dilini,
coğrafyasını ve ideolojisini değil, İslam’ın tevhid ve vahdet
anlayışını esas almakla mümkündür. Birliğe, dirliğe ve huzura
giden yol da; dostu düşmanı tanımanın yolu da; başkalarının
değil, ümmetin yüzünü güldürmenin yolu da buradan
geçmektedir.
Kardeşlerim!
Kutlu doğumunu idrak edeceğimiz Peygamberimiz
(s.a.s.)’in getirdiği tevhid dininin ve rahmet yüklü evrensel
mesajların; başta ülkemiz olmak üzere bütün Müslümanların
vahdetine, birliğine, dirliğine ve huzuruna vesile olmasını
Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum. İnsanlığın, merhamet
dini İslam’ın rahmet ve adaletinden hiçbir zaman nasipsiz
kalmamasını, Kutlu Doğum Haftasının, toplumumuzda
Peygamber Efendimize duyulan sevgi ve bağlılığın
perçinleşmesine vesile olmasını diliyorum.
1
2
En’âm, 6/102.
Tirmizî, Menâkıb, 74.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 15.01.2016
İMTİHANIN ADI: FİTNE
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır: “Sizden sadece zulmedenlerle sınırlı
kalmayacak fitneden sakının. Ve bilin ki, Allah’ın cezası
oldukça şiddetlidir.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz
(s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz bahtiyar kimse,
fitnelerden uzak kalandır. Bir musibete uğradığında
sabredendir. Yazıklar olsun fitneye sebebiyet verenlere
ve destek olanlara!”2
Aziz Müminler!
Kerim Kitabımızda farklı anlamlarda kullanılan fitne
kelimesi aynı zamanda “imtihan” anlamına gelir. Kimi
zaman canımızla imtihan oluruz. Kimi zaman sahip
olduğumuz ve nice emeklerle biriktirdiğimiz malımız ve
mülkümüzle imtihan oluruz. Kimi zaman göz aydınlığı
evladımızla imtihan oluruz. Kimi zaman yüzümüzü
güldüren bir sevincin adıdır imtihan. Kimi zaman başımıza
gelen bir musibettir imtihan.
Kardeşlerim!
Kimi zaman da imtihanımız, türlü huzursuzluklara,
karışıklıklara sebep olan fitne karşısındaki tutumumuzdur.
Yüce Rabbimiz, fitnenin öldürmekten daha kötü, daha
korkunç olduğunu belirtir. Peki fitne neden bir insanı
öldürmekten daha kötü ve korkunç olarak takdim ediliyor
bizlere? Çünkü fitne, kin ve husumete sebep olur.
Kardeşliğimizi ve birliğimizi sarsar, gücümüzü zayıflatır.
Fert ve toplumların güne ve yarına dair umudunu yerle bir
eder.
Fitne, insanların onurlarını, şeref ve haysiyetlerini
zedeler. Fitneyle iştigal etmek zihni kirletir, gönlü kirletir,
dili kirletir. Fesat peşinde koşan ve insanları birbirine
düşürmek için çalışanlar, sadece şeytanın amacını
kolaylaştırırlar. Benliğindeki fitne duygusu, kişinin yalnız
kendisini değil, aynı zamanda toplumu ve hatta insanlık
ailesini tarumar eder. İşte bu nedenledir ki, Yüce Rabbimiz
ve Peygamber Efendimiz, fitneyi değil, ıslahı; çatışmayı
değil, kaynaşmayı esas almamız hususunda bizleri sıkça
uyarır. Kerim Kitabımız, fitne çıkararak huzursuzluk ve
kargaşaya neden olanların ahirette ağır bir cezaya
çarptırılacaklarını bildirir.3
Kardeşlerim!
Tarih, fitnenin sebep olduğu nice yıkımlara, nice
kıyımlara, nice karanlık dönemlere şahit olmuştur.
Geçmişte yaşanan kavgaların, savaşların, katliamların
birçoğunun temelinde fitne vardır. Biz de geçmişte türlü
fitnelere maruz kaldık, türlü fitnelerle imtihan edildik.
Bugün de ülke olarak, millet olarak en ağır imtihanlardan
geçiyoruz. Birlik beraberliğimize kast eden ve bizi
birbirimize düşürmek isteyenlerce fitne ateşi her geçen gün
bütün şiddetiyle körükleniyor. Pek çok kardeşimiz ve
masum insan, fitnenin sebep olduğu hain saldırılarla, vicdan
ve insafını kaybetmişlerin sınır tanımayan vahşetleriyle can
veriyor. Cehaletten kaynaklanan taassupla, birtakım
mihrakların yönlendirmesiyle her türlü şiddet ve cinayeti
meşru gören bir anlayış, kalbimize bir hançer gibi günden
güne saplanıyor.
Diğer yandan hiçbir ahlaki değer ve sınır tanımaksızın
ortaya atılan ve aslı astarı olmayan ithamlarla diller
kirletiliyor, zihinler ve gönüller bulandırılıyor. Fitne ve
huzursuzluklara sebep olunuyor. Görsel ve sosyal medyada
asılsız söz ve töhmetlerle nice masum insanın onur ve
haysiyeti, izzet ve şerefi ölçüsüzce dile dolanıyor. Oysa en
büyük fitnelerden biri, bir insanın onur ve haysiyetine kast
etmek değil midir? En büyük zulümlerden biri, dili zehirli
bir ok haline getirerek nazargâh-ı ilahî olan kalpleri
yaralamak değil midir?
Kardeşlerim!
Bizler, geçmişten günümüze her zorluğu, her imtihanı
Rabbimizin emirlerine, Peygamberimizin öğütlerine riayet
ederek geçtik. Fitne, fesat, kaos ve desiseleri basiretle,
ferasetle hep birlikte aştık. Gönülleri bir, hüzün ve kederleri
bir, gayeleri bir kardeşler olduk. Öyleyse geliniz, bugün de
millet olarak bizi kuşatan, yarınlarımızı tehdit eden fitne ve
güçlükleri aşabilmek için rahmet, adalet, hak ve hakikat dini
İslam’a sımsıkı sarılalım. Hep birlikte fitne ateşini
söndürmenin yollarını arayalım. Bizi birbirimize düşürmeye
yönelik tuzak ve komplolara, içimizden ve dışımızdan
beslenen fitne uzantılarına karşı uyanık olalım.
Farklıklarımızı bir eksiklik, ayrılık ve çatışma nedeni değil,
bir zenginlik vesilesi olarak görelim. Kardeşliğimizi, birlik
ve beraberliğimizi her türlü aidiyet ve çıkarın üstünde
tutalım. Önyargılardan sıyrılarak birbirimizin izzet, onur ve
haysiyetini saygın, muhterem ve mükerrem görelim.
Allah’a, Peygambere, ahlaki değerlere gönül vermiş
müminler olarak fitne ve fesadın değil, ıslahın öncüsü
olalım. Boş, asılsız, aslına vakıf olmadığımız, fitneye sebep
olan dedikodu ve töhmetin peşinde koşarak ömrümüzü ve
zamanımızı israf etmeyelim. Elimizle, dilimizle, hâsılı
bütün bir bedenimizle bir gün mutlaka hesaba
çekileceğimizi unutmayalım.
Hutbemi şu dua ile bitirmek istiyorum:
Ya Rabbi! Fitnenin esiri olmuş zihin ve gönle sahip
olmaktan sana sığınırız. Dillerimizi fitne ateşini
tetiklemekten, gönüllerimizi, gözlerimizi, kulaklarımızı hak
ve hakikate karşı kör ve sağır kesilmekten muhafaza eyle!
Bize kudret ver; haysiyetin ayaklar altına alınmasına
müsaade etmeyelim. Bize gayret ver; aramıza öfke, kin ve
nefret tohumları ekmek isteyenlere fırsat vermeyelim. Bize
vahdet ver; bir olalım, birlik olalım.
Rabbimiz! Milletimizi ve İslam âlemini her türlü fitne
ve musibetten muhafaza eyle! Bizleri tevhit üzere sabit kıl!
Enfâl, 8/25.
Ebû Dâvûd, Fiten ve Melâhim, 2.
3
Bürûc, 85/10.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 01.07.2016
Ve bu gece dünya semasına inen Kur’ân’ı yeniden
kalbimizin semasına indirmeliyiz.
İkinci mesaj; Kadir Gecesinin, müminlere her yıl
ömürlük bir fırsat sunmasıdır. Rabbimiz, ömre bedel bu
geceyi, müminlere bir rahmet kapısı, bir umut pınarı
olarak bahşetmiştir. Bu gece bize düşen, ömür
sermayemizden tükettiğimiz günlerin muhasebesini
yapmaktır. Hata ve günahlarımızdan, kusur ve
nisyanlarımızdan tövbe ederek Rabbimizin razı olacağı
şekilde bir ömür sürmeye azmetmektir.
KADRİMİZİ YÜCELTEN GECE: KADİR GECESİ
Kıymetli Kardeşlerim!
Bizi en faziletli geceye, Kadir Gecesine tekrar
ulaştıran Rabbimize hamd-ü senalar olsun. Kadir
Gecemiz mübarek olsun.
Okuduğum sure-i celilede Rabbimiz, bu geceyi
bizlere şöyle tanıtmaktadır: “Şüphesiz, Kur’an’ı biz
Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne
olduğunu sen nerden bilebilirsin? Kadir gecesi, bin
aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh o gecede,
Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O
gece, fecrin doğuşuna kadar bir esenliktir.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz
(s.a.s), şöyle buyurmaktadır: “İnanarak ve sevabını
Allah’tan umarak Kadir Gecesini ihya edenin geçmiş
günahları affolunur.”2
Kardeşlerim!
Kısa bir süre önce rahmet ayı Ramazana ulaşmanın
huzur ve mutluluğunu hep birlikte yaşadık. “Hoş Geldin
Ya Şehri Ramazan” nidalarıyla karşıladık bu kutlu ayı.
Şimdi veda vakti. Bereketi ve mağfiretiyle evlerimize ve
gönüllerimize misafir olan on bir ayın sultanı,
bugünlerde bize veda ediyor. Bu kutlu misafiri
uğurlamaktan dolayı mahzunuz.
Bir taraftan da Ramazan-ı Şerifin kalbi olan
mübarek Kadir Gecesine kavuşmanın huzur ve
mutluluğunu yaşıyoruz. Kur’an-ı Kerim’de bu geceye
müstakil bir sure tahsis eden Yüce Rabbimiz, gecenin
değerini de en güzel şekilde bizzat kendisi tavsif
etmiştir. Her sene kadrimizi yüceltmek için
Rabbimizden bir bağış gibi, bir armağan gibi gelen
Kadir gecesinin anlatıldığı bu sure, bizlere üç önemli
mesaj getirmiştir.
Birincisi; Kadir Gecesini değerli kılan, onun
“yaradılış gayemizin kitabı” Yüce Kur’an’ın ilk
nüzûlüne şahit olmasıdır. Kadir Gecesinin kadrini
yücelten, Aziz Kur’an’ın rahmet yüklü evrensel
mesajlarının bu gece inmeye başlamasıdır. Bu
nedenledir ki, Kadir Gecesinin değerini, kadrini,
yüceliğini, büyüklüğünü ve mübarekliğini insanlığı
karanlıklardan kurtaran Kerim Kitabımızda aramalıyız.
Kadir Suresinin bizlere getirdiği üçüncü mesaj;
Allah’ın meleklerinin, Kadir Gecesinde yeryüzüne
selâm ve esenlik getirmek üzere inmeleridir. Bu
muhteşem hâdise, Cenab-ı Hakk’ın biz müminlere çok
büyük bir ikramı, ihsanı ve lütfu olarak her sene tekrar
etmektedir. O halde Kadir Gecesini ihya etmek için
Kur’an’ın barış ve esenlik mesajlarına kulak vermeliyiz.
Bu mesajları yeryüzünde egemen kılmak için çaba
göstermeliyiz.
Kardeşlerim!
Bir kez daha hatırlatmak isterim ki; bu mübarek
geceyi hakkıyla değerlendirmenin yolu, Kerim
Kitabımızın kadir ve kıymetini bilmekten, hayatımızı
onunla anlamlandırmaktan, insana, kâinata onunla
bakmaktan geçer. Kadir Gecesini ihya etmenin yolu,
Rabbimizin muhatap kabul ettiği, nazargâh-ı ilahi olan
kalbimizin, gönlümüzün değerini bilmekten geçer.
Gönüller yapıp gönüller almaktan, olur olmaz sebeplerle
gönüller kırıp, gönüller incitmemekten geçer.
Kadir Gecesinde ancak bu sayede bir ömre bedel
manevî gelişmeler yaşayabiliriz. Kur’an’ın barış ve
esenlik mesajlarına değer verdiğimiz nispette Allah’ın
meleklerinin, yeryüzüne barış ve esenlik getirmek üzere
indiklerinin idrakine varabiliriz. “Her geleni Hızır, her
geceyi Kadir bil!” şuuruyla hayatımızı sürdürdüğümüz
müddetçe Kadir gecesinden hakkıyla istifade edebiliriz.
Ancak o vakit şeref, izzet ve itibar gecesi, bizlere de
şeref, izzet ve itibar kazandırabilir.
Değerli Kardeşlerim!
Kadir Gecesinin manevi iklimini yaşadığımız,
bayram sevincinin gölgesinin üzerimize düştüğü
müstesna bir zaman dilimindeyiz. Böyle bir zamanda
terör ve cinayet şebekeleri, İstanbul’da onlarca masum
insanın şahsında hepimizi ve bütün insanlığı bir kez
daha can evinden vurdu.
Bu acımasız saldırıda hayatını kaybeden
kardeşlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, yaralı
kardeşlerimize acil şifalar diliyorum.
Yüce Rabbimiz, milletimizi her türlü kazadan,
beladan, bu tür hain saldırılardan muhafaza eylesin.
Rabbimiz, milletimizin birlik ve beraberliğine,
kardeşliğine, huzuruna tasallut edenlere fırsat vermesin.
1
2
Kadir, 97/1-5.
Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Kadr, 3.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Hayatının son demlerinde olan kardeşlerimize
kelime-i şehâdeti telkin ederiz. Aslında bütün bunlar,
insan ömrünün, kelime-i şehâdetle başlayıp, kelime-i
şehâdetle nihayet bulmasının gereğine dair mesajlar
içerir.
İLİ
: GENEL
TARİH : 11.11.2016
KELİME-İ ŞEHÂDET
Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır: “İlâhınız bir tek olan Allah’tır.
O’ndan başka ilâh yoktur. O Rahmân’dır,
Rahîm’dir.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz
(s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Kim samimiyetle
Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in
Allah’ın Elçisi olduğuna şehadet ederse Allah, ona
cehennemi haram kılar.”2
Mümin Kardeşlerim!
Bir kelime düşünün; kişiyi mümin ve Müslüman
eyleyen. Bir söz düşünün; bizleri kula kul olmaktan
kurtarıp sadece Allah’a kul yapan. Bir cümle
düşünün; hayatımızın anlamını, yaratılışımızın
gayesini ifade eden. Bir söz düşünün ki; insanın
ahiretini ve ebedi hayatını kurtaran. İşte bu söz, bu
kelime,
kelime-i
şehadettir.
Yani
demektir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Kelime-i şehadet, varlık sahnesine çıkışından
başlayıp sonsuzluğa uzanan yolda insanın hayatını
sürekli aydınlatan bir hakikat beyanıdır.
Kelime-i şehâdet, ömrümüz boyunca mümince bir
duruş sergileyeceğimize dair Rabbimize verdiğimiz
sağlam bir misaktır.
Kelime-i şehâdet, coğrafyalarımız, dillerimiz,
ırklarımız farklı olsa da bizleri aynı inanç, aynı duygu
ve aynı ideallerde buluşturan, birbirimize sımsıkı
kenetleyen ve Efendimize ümmet kılan bir tevhid ve
vahdet beyanıdır.
Kardeşlerim!
Bizler, yeni doğan yavrularımıza isim koyarken
onun sağ kulağına “şehâdetleri dinin temeli” olan
ezanı okuruz, sol kulağına aynı şehâdeti tekrarlayan
kâmeti getiririz. İslâm’la müşerref olacak kimseye
öncelikle kelime-i şehâdeti öğretiriz.
Aziz Müminler!
Kelime-i şehâdet, İslam’ın özünü oluşturan iki
temel üzerine kurulmuştur. Kelime-i şehadetin,
ْ َ ‫ ﺃ‬şeklindeki birinci kısmı, sadece
ُ. ‫ﺵ َﻩ ُﺩ ﺃ َ ْﻥ َﻝ ﺇِﻝَ ﻩَ ّﺇﻝ‬
Allah’a kul olunması, kula kulluk edilmemesi,
Allah’tan başka kimseye boyun eğilmemesi anlamına
gelir. Bu söz öyle bereketli bir anlam içerir ki; her
muhtaç, aradığını onda bulur. Bunu bir mazlum
söylediğinde, “Zalimin zulmü varsa mazlumun
Allah’ı var.” demiş olur. Bunu bir yetim, kimsesiz,
boynu bükük bir garip söylediğinde, “Dayanağım,
sığınağım, ümidim sadece sensin Ya Rabbi!” demiş
olur. Bir âlim söylediğinde, “Mutlak bilginin kaynağı
sensin Allah’ım. Sen her şeyi hakkıyla bilensin.”
demiş olur. Bir idareci, bir yönetici dediğinde,
َ ‫”ﻝ‬
َ yani “Rabbim! Senden başka galip
“ُ.‫ﻍﺍ ِﻝ َﺏ ﺇِﺍﻝ ﺍ‬
yoktur. Güç ve kuvvetin yegâne sahibi sensin. Ben de
senin bir kulunum.” demiş olur.
Değerli Kardeşlerim!
‫ﺵ َﻩ ُﺩ ﺍ‬
ْ َ ‫ﻭﺃ‬
Kelime-i şehâdetin ُ‫ﻭﺭﺱُﻭﻝُ ﻩ‬
َ ً ‫ﺃﻥ ُﻡ َﺡ ﺍﻡﺩﺍ‬
ْ‫ﻉ‬
ُ‫ﺏ ُﺩﻩ‬
َ
şeklindeki
ikinci
kısmı,
İslam
Peygamberi
Muhammed Mustafa (s.a.s)’in peygamberliğini kabul
ve tasdiktir. Bu söz, “Allah bizleri yarattı ve başıboş
bırakmadı. Rızasına uygun bir hayatı nasıl
yaşayacağımızı öğretmek için bizlere elçiler gönderdi.
Bizi önemsedi. Bizleri Son peygamber Muhammed
Mustafa (s.a.s)’e ümmet olmakla şereflendirdi.”
demektir.
“Bizler,
Kur’an
ile
birlikte
Peygamberimizin sünnetine ve rehberliğine tabi
olacağız.” diye söz vermektir.
Kardeşlerim!
Unutulmamalıdır ki, kelime-i şehâdet bir bütündür.
‫ﺵ َﻩ ُﺩ ﺍ‬
ْ َ ‫ ﺃ‬deyip ُ‫ﺱﻭﻝُ ﻩ‬
ْ َ ‫ﻭﺃ‬
Sadece ُ‫ﺵ َﻩ ُﺩ ﺃ َ ْﻥ َﻝ ِﺇﻝَ ﻩَ ّﺇﻝ للا‬
َ ً ‫ﺃﻥ ُﻡ َﺡ ﺍﻡﺩﺍ‬
ْ‫ﻉ‬
ُ ‫ﻭﺭ‬
َ ُ‫ﺏ ُﺩﻩ‬
kısmını kabul etmeyen kişi iman etmiş olmaz. Zira
Allah’a, Peygamberimize ve onun getirdiklerine
tereddütsüz bir şekilde inanmadan mümin olunamaz.3
Bu esas, bidayetinden kıyamet sabahına kadar
İslam’ın, asla değişmeyecek olan bir hakikatidir.
Aziz Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, bizleri kelime-i şehâdetin
bereketinden bir an olsun mahrum bırakmasın. Bizleri
onun doğrultusunda bir hayat sürenlerden, her
nefesini de son nefesini de kelime-i şehadet ile
tüketenlerden eylesin.
1
2
3
Bakara, 2/163.
Buhârî, İlim, 49.
Nisâ, 4/150-151; A’râf, 7/158.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İL
: GENEL
TARİH : 04.03.2016
KİTAPLARA İMAN
Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz
şöyle buyuruyor: “Allah, sana Kur’an’ı hakk ile
ve öncekileri doğrulayıcı olarak indirmiştir;
daha önce insanlara doğru yolu göstermek
üzere Tevrat ve İncil’i indirmişti; furkanı da
indirdi…”1
Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, insanı varlıkların en şereflisi
olarak yarattı. Onu kendisine muhatap kabul etti.
İnsanlığın tarihi, vahiyle, ilâhî kelâmla başladı.
Rabbimiz, kelâmını, muradını kitaplarıyla,
peygamberleriyle bizlere ulaştırdı. Kâinatı mamur
kılmamız için bizi vahiyle, bilgiyle donattı. Bizlere
yol gösterdi. Kendini tanımamız, O’na ibadet
etmemiz, her iki dünyada huzur ve mutluluğa
ermemiz için bizleri vahiyle destekledi. Hayatın ve
ölümün, dünyanın ve ahiretin anlamını, doğruyu
yanlışı, hakkı batılı, iyiyi kötüyü vahiyle bildirdi.
Ahlak ve erdemi, adalet ve hakkaniyeti vahiyle
öğretti.
Kardeşlerim!
İnsanlık tarihinde zaman zaman tevhidin,
yaratılış hikmet ve gayesinin unutulmaya yüz
tuttuğu dönemler yaşanmıştır. Yüce Rabbimiz,
peygamberleriyle doğru yolu insanlığa yeniden
göstermiştir.
Yaşanılması
için
kitaplar
göndermiştir. Allah’ın kitapları, sözlerin en güzeli
olan Allah kelâmının harflere, satırlara dökülmüş
şeklidir. Mümin olmanın esaslarından biri de
Allah’ın kitaplarına imandır. Kitaplara iman, Allah
kelâmının hakk olduğunu, doğru olduğunu tasdik
etmektir. Kitaplara iman, onların her birinin
kendisinden öncekini tasdik ettiğini ve son
halkasının Kur’an ile taçlandırıldığını kabul
etmektir.
Kardeşlerim!
İlâhî kitaplara ayrım gözetmeksizin iman
etmemiz emredilir. Bu iman, hiç şüphesiz o
kitapların bozulmamış, Allah’tan geldiği şekliyle
muhafaza edilmiş hâlleri için söz konusudur. Biz
müminler, ilahi kitapların asıllarına iman ederiz.
Onların tahrif edilmemiş hallerinin, Allah kelâmı
olduğunu kabul eder, onlara saygıda kusur etmeyiz.
Kitabı inkâr etmenin, aslında onun sahibini inkâr
etmek anlamına geldiğini biliriz. Kur’an dışındaki
mevcut ilâhî kitapların asıllarının, insanlar
tarafından değiştirildiğini de kabul ederiz.
Kardeşlerim!
İlâhî rehberler olan kutsal kitapların tahrif
edildiği bir dönemde Rabbimiz, peygamber olarak
Efendimizi göndermiştir. Bir kez daha vahyi ile
insanlığa yol göstermiştir. İlk insan ile başlayan
vahiy geleneği, Muhammed Mustafa (s.a.s) ile
nihayete ermiştir. O, Hâtemü’n-Nebiyyindir, son
peygamberdir. Onun, bizzat yaşayarak bizlere
öğrettiği Kur’an-ı Kerim son ilahi kitaptır. Artık
tek rehber, hidayetin kaynağı Kur’an’dır. Dünya ve
âhiret saadeti, Kur’an’da ve Resûlullah’ın
örnekliğinde bize takdim edilen yüce değerleri
yaşamaya bağlıdır.
Kıymetli Kardeşlerim!
Kur’an-ı Kerim, Efendimizin ümmetine
bıraktığı en büyük mirasıdır, yaşayan mucizesidir.
“Şüphesiz Kur’an’ı biz indirdik! Onun
koruyucusu da elbette biziz.” 2 âyetinde
bildirildiği gibi o Allah’ın muhafazası altındadır.
Kur’an, bize var oluşumuzun anlamını,
hayatımızın gayesini gösterir. Nereden geldiğimizi,
nereye gideceğimizi anlatır. Nasıl iyi bir kul, nasıl
iyi bir evlat, nasıl iyi bir komşu, hâsılı nasıl iyi bir
insan olacağımızı öğretir. Merhameti, adaleti,
iyiliği öğütler. Kur’an’ı okumak ibadet, dinlemek
ibadet, anlamak ibadettir. Onu yaşamak ise
yaratılışımızın gayesidir. Kur’an, kendisine tutunan
için koruyucu ve kurtarıcıdır. Şifa kaynağı, hidayet
rehberi ve rahmet vesilesidir. Kur’an’ın
rehberliğinde, Efendimizin örnekliğinde hayatlarını
tanzim edenler, asla yollarını şaşırmayacaklardır;3
istikametlerini kaybetmeyeceklerdir.
Yüce Rabbimiz, bizleri Kerim Kitabımızın
nurundan, rehberliğinden, Efendimiz (s.a.s)’in
örnekliğinden mahrum bırakmasın. Hutbemi
Peygamberimizin şu hadisiyle bitirmek istiyorum:
“Sözün en güzeli Allah’ın kelâmı, en güzel yol
da Muhammed’in yoludur.”4
1
Âl-i İmrân, 3/2-4.
Hicr, 15/9.
3
Muvattâ, Kader, 1.
4
Nesâî, Sehv, 65.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 05.08.2016
KULLUK SADECE ALLAH’A ÖZGÜDÜR
Kardeşlerim!
İslâm nurunun Mekke topraklarını yeni aydınlatmaya
başladığı günlerdi. Peygamberimiz (s.a.s), Beytullah’ın
yanındaki Safâ tepesine çıktı ve Mekkelilere şöyle
seslendi: “ ‘Şu vadinin arkasında size saldırmak üzere
bekleyen bir ordu var.’ desem bana inanır mısınız?”
Mekkeliler hep bir ağızdan, “Evet, inanırız. Zira biz senin
yalan söylediğini hiç işitmedik.” diye karşılık verdiler.
Bunun üzerine Rahmet Elçisi, “Ben sizi elîm bir azaba
karşı uyarıyorum.”1 diyerek Mekkeliler nezdinde bütün
insanlığı Allah’a kul olmaya, tevhid inancını benimsemeye
çağırdı.
Kardeşlerim!
Rahmet Peygamberinin bu çağrısı, Hz. Âdem ile
başlayan ve insanları Âlemlerin Rabbine kul olmaya davet
eden yüce bir çağrıdır. Bu kutlu daveti, Hz. Nuh, İbrahim,
Lut, Hud, Salih, Musa, İsa, hâsılı bütün peygamberler
dillendirmişlerdir. Ve Hâtemü’n-Nebiyyinin dilinde
kemâle eren bu çağrı, kıyamete kadar devam edecek ebedi
kurtuluş çağrısıdır.
Bu çağrıda sadece Allah’a iman ve kulluk vardır. Bu
çağrıda bir tek Allah’ın huzurunda eğilmek, eğildikçe de
yücelmek vardır. Bu çağrıda Allah’tan başkasına kul köle
olmayarak gerçek özgürlüğe ulaşmak vardır. Bu çağrıda
hak, hakikat ve hakkaniyet vardır. Bu çağrıda şirk ve
nifaktan, küfür ve isyandan, fitne ve fesattan, hile ve
tuzaktan, yalan ve aldatmadan uzak durmak vardır.
Aziz Müminler!
Yüce Rabbimiz hutbemizin başında okuduğum âyet-i
kerimede şöyle buyurmaktadır: “Onlara, dini Allah’a has
kılan ve hakka yönelen kimseler olarak sadece O’na
kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri
emredilmişti. İşte dosdoğru din budur.”2
Kardeşlerim!
Bu âyet-i kerime, ibadet ve kulluğun sadece Allah’a
mahsus olduğunu bizlere öğretmektedir. Nitekim
Peygamberimizin vefatına bir türlü inanmak istemeyen
bazı sahabilere Hz. Ebu Bekir’in şu uyarısı son derece
dikkat çekicidir: “Kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki
Muhammed ölmüştür. Kim Allah’a kulluk ediyorsa bilsin
ki Allah diridir, asla ölmez.”3
Kardeşlerim!
İnsanlık tarihi, nefsini, heva ve heveslerini
ilahlaştıran nice zalimlere ibretle şahit olmuştur. Tarih
boyunca kula kullukla, fani şahsiyetlere kölelikle tüketilen
nice beyhude ömürler vardır. İnsanlık onur ve haysiyetini
ayaklar altına alan, hak ve hakikat karşısında kör, sağır ve
dilsiz kesilen nice gafil zihinler, taşlaşmış kalpler vardır.
Oysa yüce kitabımız Kur’an’ın mukaddimesi olan
Fatiha suresinde din-i mübin-i İslam’ın kulluk anlayışı
bizlere açıkça takdim edilmiştir. Bizler bu sureyi her gün
beş vakit namazımızda okur ve Rabbimize olan iman ve
kulluk ahdimizi tekrarlarız. “Rabbimiz! Ancak sana
kulluk ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi
doğru yola ilet.” diye dua ederiz. Şüphesiz ki bu doğru
yol, Kur’an’ın ve Resûlullah’ın yoludur. Peygamberimiz
(s.a.s), “Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır.
Rehberliğin en güzeli Muhammed’in rehberliğidir.”4
hadisiyle bu yolu bizlere beyan etmiştir. Bu yol, insanlığa
örnek kılınmış İslam ümmetinin on dört asırdır takip ettiği
ana yoldur. Bu yol, insanı aydınlığa ulaştıran yegâne
kurtuluş yoludur. Bu yolun yolcularına Rabbimizin ebedi
nimetlerine mazhar olma müjdesi vardır.
Kıymetli Kardeşlerim!
Bu bereketli yolun yolcusu olmak, her şeyden önce
Müslüman kimliğini ve şahsiyetini doğru bir şekilde inşa
etmekten geçer. Bunun için bizler, Kerim Kitabımızın ve
Peygamberimizin rehberliğini baş tacı ederiz. Onların
hayat veren rahmet yüklü mesajlarıyla gönlümüzü,
zihnimizi ve hayatımızı mamur etmek için gayret
gösteririz. Rabbimizin, bizlerden istediği insanca bir hayat
için, bizlere emanet verdiği nimetlerin değerini de bunları
değerlendirmeyi de biliriz. Aklımızı başkalarının aklına,
gönlümüzü başkalarının gönlüne, vicdanımızı başkalarının
vicdanına esir etmeyiz. Ebedi kurtuluş beratımızın sadece
Allah’a, Allah’ın rızasına bağlı olduğunu tasdik ederiz.
Bizlere kurtuluş beratı vaat edenleri, hakikatin sadece
kendi elinde olduğunu iddia edenleri dikkate almayız.
Varlığımızı fânî şahsiyetlerin değil, Rabbimizin rızasına;
geçici menfaat ve beklentilere değil, bâkî hakikatlere
adarız.
Kardeşlerim!
Bu aydınlık yolun neferleri olarak bizler, cehalet,
tefrika ve yakılmak istenen fitne-fesat ateşine karşı uyanık
davranırız. Kendimizin, değerlerimizin, inancımızın
farkında oluruz. Onları yozlaştıracak, anlamsız kılacak
tutum ve davranışlardan kaçınırız. Yüce dinimize, Kerim
Kitabımıza, Resûl-i Ekrem Efendimize mensubiyetin, her
türlü mensubiyetten üstün olduğunu kabul ederiz.
Kıymetli Kardeşlerim!
Geliniz, Kur’ân-ı Kerim’in ve Peygamberimiz
(s.a.s)’in dosdoğru yolunun yolcuları olarak bu mübarek
vakitte Rabbimize şöyle niyazda bulunalım:
Allah’ım! Bize imanı sevdir, kalplerimizi imanla
süsle! Bizleri sana şükreden, seni zikreden, sana itaat eden,
sadece sana kul olan, sana yönelip yakaranlardan eyle!
Allah’ım! Suret-i Haktan görünerek bu milletin
arasına fitne ve fesat tohumları ekmek isteyen münafıklara,
bozgunculara fırsat verme!
Bizi din ile, iman ile, Kur’an ile, Peygamber ile
aldatanlardan ve aldananlardan eyleme Allah’ım!
Buhârî, Tefsîr, Şu’arâ, 2; Müslim, Îmân, 355.
Beyyine, 98/5.
3
Buhârî, Fedâilü ashâbi’n-nebî, 5.
4
Nesâî, Salâtü’l-îdeyn, 22.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 02.09.2016
KULLUK VE SAMİMİYET BEYANI:
KURBAN
Kardeşlerim!
Medine’de bir bayram sabahıydı. Namazlar eda
edilmiş, sıra kurbanlara gelmişti. Efendimiz (s.a.s), âdeti
olduğu üzere iki kurban hazırlamıştı. Kurbanlık
hayvanları şefkatli elleriyle yatırdı ve kıbleye çevirdi.
Ardından Kerim Kitabımızın şu mealdeki âyetlerini
okudu: “Ben, O’nun birliğine inanarak, yönümü
gökleri ve yeri yaratan Allah’a çevirdim ve ben
müşriklerden değilim. 1 Şüphesiz namazım,
kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi
Allah içindir. O’nun ortağı yoktur.”2
Peygamberimiz, bu âyetleri okuduktan sonra şöyle
dua etti ve Allah’ın adıyla kurbanlarını kesti:
“Allah’ım! Bu kurbanlar senin nimetindir ve senin
rızan içindir. Benim, ailemin ve ümmetimin
kurbanlarını kabul eyle!”3
Aziz Müminler!
Yeryüzünde en büyük şeref, Allah’a yakın
olmaktır. Allah, bize yakındır. Hem de şahdamarımızdan
daha yakındır. Bizim de kendisine yakın olmamızı ister.
Bu yüzden bizi kendisine yakın kılmak için sayısız
nimetler bahşetmiştir. İbadetleri O’na yakınlaşmamıza
vesile kılmıştır. Biz, tüm ibadetlerimizi Rabbimize yakın
olmak için yaparız. Zira O’na yakın olan, hakka yakın
olur. O’na yakın olan, adalete, merhamete yakın olur.
O’na yakın olan, şeytana uzak olur. Ve işte bizi O’na
yakın kılan bir ibadet yaklaşıyor. Kurban ve bir bayram
geliyor: Kurban Bayramı. İçimize sevinç yağmurları
düşürüyor şimdiden.
Kardeşlerim!
Milletçe zor günler geçirdik. Zorlukları hep birlikte
geride bıraktık. Şimdi tüm zorlukları bir kenara
bırakarak kurbana, bayrama hazırlanma zamanıdır.
Şimdi Allah’ın yakınlığını yeniden hatırlama ve
birbirimize hatırlatma zamanıdır. Şimdi Allah’tan
uzaklaştıran her şeyden bir kez daha uzaklaşma
zamanıdır.
Peki biz, kurbanla Rabbimize yakınlaşmaya hazır
mıyız? Bütün uzaklıkları ortadan kaldırmaya kararlı
mıyız? Bizi Rabbimize ve birbirimize yakın kılacak
planlar yapıyor muyuz? Kurbanımızı paylaşacağımız
fakiri, miskini, muhaciri arıyor muyuz?
Değerli Kardeşlerim!
Kurban, bir hayvanın kanını akıtmaktan ibaret
değildir. Bu ibadet, çok daha derin mana ve hikmetleri
içermektedir. Her şeyden önce kurban, bizi Allah’tan
uzaklaştıran bütün yüklerden kurtulma niyetidir.
Kurbandan maksat, Allah’la aramıza girenlerden
kurtulmaktır. Gönlümüzü doğrudan Allah’a açmaktır.
Hâsılı kurban, Rabbimize sunduğumuz kulluk ve
samimiyet beyanımızdır. Rabbimiz, bu gerçeği bizlere
şöyle haber vermektedir: “Kurbanların ne etleri, ne de
kanları Allah’a ulaşır; Allah’a ulaşan yalnızca
takvanızdır.”4
Kardeşlerim!
Kurban, teslimiyet ve sadakatin, vefa ve
yardımlaşmanın, fedakârlık ve paylaşmanın adıdır.
Kurbanda Hz. İbrahim’in sadakati vardır. Hz. İsmail’in
teslimiyeti vardır. Ve kurbanda Muhammed Mustafa
(s.a.s)’in merhameti, vefası, infak ve paylaşma ahlakı
vardır.
Kurban, Allah yolunda infak bilincimizi diri
tutmaktır. Bayram yapamayanları bayram sevincine
ortak etmektir. Komşularımıza, akrabalarımıza, eş ve
dostumuza, hâsılı birbirimize yakınlaşmaktır kurban. Bu
yönüyle kurban, adını bile duymadığımız nice
ülkelerdeki
hiç
görmediğimiz,
tanımadığımız
kardeşlerimize uzattığımız bir yardım elidir.
Kardeşlerim!
Gücümüz yetiyorsa keselim kurbanı. İmkânımız
yoksa kardeşlerimize kardeşliğimizi ikram edelim.
Tebessümlerimizi sadaka diye armağan edelim. Gelin,
Allah’ı bize unutturanları unutalım. Duru ve doğru
kalalım. Bir olalım, birlik olalım. Oğlu İsmail’le sınanan
İbrahim (a.s)’a yoldaş olalım. Evladımızın da İsmail
(a.s)
gibi
emanet
olduğunu
unutmayalım.
Peygamberimiz (s.a.s)’in ve ashabının baş koyduğu
yoldan ayrılmayalım.
Kardeşlerim!
Diyanet İşleri Başkanlığımız ve Diyanet Vakfımız,
bu yıl da milletimizin iyilik ve hayır elini bütün dünyaya
taşımaya hazırdır. Hayırsever milletimizin kurbanları
yurt içi ve yurt dışındaki mazlum ve mağdur
kardeşlerimize ulaştırılacaktır. Bu vesileyle kardeşlik
köprüleri
sağlamlaştırılmaya
çalışılacaktır.
Unutmayalım ki; ihtiyaç sahibi kardeşlerimize hediye
edeceğimiz her bir kurban, aynı zamanda milletimizin
ortak imzasını taşıyan bir muhabbet ve merhamet
mektubu olacaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle Rabbimizden hepimizi
bayrama huzur içerisinde eriştirmesini, kurbanlarımızı
kabul buyurmasını niyaz ediyorum.
En’âm, 6/79.
En’âm, 6/162-163.
3
İbn Mâce, Edâhî, 1; Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 3-4.
4
Hacc, 22/37.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 10.06.2016
KUR’AN AYI RAMAZAN
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz
şöyle buyurmaktadır. “Ramazan öyle bir aydır ki
insanlar için hidayet rehberi olan, bu rehberliğin
apaçık belgelerini taşıyan ve hakkı batıldan ayıran
Kur’an işte bu ayda indirilmiştir.”1
Kardeşlerim!
Bir gün Peygamberimiz (s.a.s), Abdullah b.
Mes’ûd’u çağırdı ve ona: “Ey Abdullah! Kur’an oku.
Senden Kur’an dinlemek istiyorum” dedi. Abdullah:
“Yâ Resûlallah, Kur’an senin kalbine vahyolundu ben
sana nasıl okuyayım?” diyerek cevap verdi. Allah
Resulü: “Ben Kur’anı bir başkasından dinlemekten
büyük bir haz duyuyorum. Hele senden dinlemeyi
çok istiyorum” buyurdu. Bunun üzerine Abdullah,
Nisa Suresi’ni okumaya başladı. Yetimlerin anlatıldığı
ayetleri okudu. Nihayet, “Her ümmetten bir şahit
getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit
kıldığımız zaman bakalım onların hali nice olacak.”2
ayetini okuyunca Rahmet Elçisinin gözlerinden yaşlar
süzülmeye başladı. Ve Efendimiz; “Abdullah yeter!”
dedi.3
Kardeşlerim!
İşte okunduğu zaman mümin yürekleri iliklerine
kadar etkileyen rahmet kitabımız Kur’an-ı Kerim,
Ramazanı şerifin bizlere yüce bir hediyesidir. Bir
Ramazan günü Hira’da “Oku” emriyle inmeye başlayan
Kerim Kitabımız, insanları doğru yola ileten bir hidayet
rehberi ve rahmet vesilesidir. Hayatı anlamlı kılan
bugünümüze ve yarınlarımıza dair umutlarımızı diri
tutmamızı sağlayan hayat kitabımızdır Kur’an. Sözlerin
en güzeli, yaratıcımızın en büyük hazinesi, en büyük
ikramıdır biz kullarına Kur’an. İnsana Rabbini,
kendisini ve çevresini tanıtan ilahi kılavuzdur. Kur’an
müminin, varlığını ve yokluğunu, hüznünü ve
mutluluğunu ibadete dönüştüren kulluk kitabıdır.
Kur’an, rahmet yüklü mesajlarıyla insanı yüceltmiş,
onu şereflendirmiştir. Allah nice millet ve toplumları bu
Kerim Kitap’la aziz kılmıştır. Ona yönelen felah
bulmuş ondan yüz çeviren hüsrana uğramıştır.
Kardeşlerim!
Yüce kitabımız Kur’an insanlık âlemini
evrensel ilkelerle buluşturmuş, insanlığı yüksek
değerlere kavuşturmuştur. Bu kitap ki inmeye başladığı
andan itibaren, tüm insanlığı hakka, adalete,
merhamete, ahlak ve fazilete çağırmıştır. Bize iyi ile
kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini hayır ile şerri
birbirinden ayırmayı öğretmiştir.
Bu kitap ki aklımızı kalbimizle buluşturdu.
Kalbimizi de aklımızla buluşturdu. Bu kitap ki
ruhumuzu bedenimizle buluşturdu. Bizde bir tevhid
oluşturdu ve bizi tevhide iman etmeye davet etti.
Kardeşlerim!
Kitabımız Kur’an-ı Kerim bize iyi bir kul
olmayı öğretti. Bizim başıboş yaratılmadığımızı,
sorumluluk sahibi mükerrem bir varlık olduğumuzu
hatırlattı. Bize iyi bir evlat olmayı öğretti. Anne-babaya
“öf” demek bile yok dedi. “Rahmet ve şefkat
kanatlarını annenin, babanın üzerinden kaldıramazsın”
dedi. Eli öpülesi büyüklerimize şefkat göstermeyi
öğretti. Sonra iyi bir baba, iyi bir anne olmayı öğretti.
İyi bir eş, iyi bir dost, iyi bir komşu hâsılı iyi bir insan
olmayı öğretti. Yetim yürekleri sevindirmeyi, engelli
kardeşlerimizin yüzünü güldürmeyi, gurbet hayatı
yaşayan mülteci misafirlerimize sıla sıcaklığı
hissettirebilmeyi öğretti.
Aziz Kardeşlerim!
Öyleyse geliniz rahmet, bereket ve mağfiret
iklimi Kur’an ayında kalplerimizi, zihinlerimizi ve
yaşantılarımızı
Kur’an
ile
mamur
kılalım.
Gönüllerimizi bu yüce kitabın mesaj ve anlam
dünyasından mahrum bırakmayalım. Resul-i Ekrem
(s.a.s)’in “Kalbinde Kur’andan herhangi bir eser
bulunmayan kimse tıpkı harabe bir eve benzer” 4
şeklindeki uyarısını unutmayalım. Kur’an’ın hakikatler
dünyasıyla tanışalım. Bu ayda dünya semasına inen
Kur’an’ı tekrar gönül semalarımıza indirelim. Allah
Resülü’nün sünneti seniyyesi mukabelelerimizle
Kur’an aşkımızı ve şuurumuzu bir kez daha
pekiştirelim. Unutmayalım ki, bizler Kur’an-ı Kerim’e
yöneldikçe o bize bütün kapılarını, ufuklarını cömertçe
açacaktır. Bizi insana huzur ve mutluluk veren mana
saraylarında ağırlayacaktır.
Kardeşlerim!
Rahmetiyle bütün insanlığı kuşatan mübarek
Ramazan günlerinde dahi vicdanlarını kaybetmiş,
değerlerini yitirmiş insanlık düşmanları tarafından,
memleketimizin muhtelif şehirlerinde menfûr terör
saldırılarında şehit olan güvenlik güçlerimize ve
vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılara acil
şifalar diliyorum. Kardeşlerimizin şehit olmasına ve
yaralanmasına neden olan bu meş’ûm terör saldırılarını
gerçekleştirenleri şiddetle lanetliyorum. Yüreklerimizi
dağlayan bu elîm saldırılarda yakınlarını kaybeden
kardeşlerimize ve milletimize sabır, metanet ve
başsağlığı diliyorum.
Hutbemi, Efendimiz (s.a.s)’in bir hadis-i
şerifiyle bitiriyorum: “Sözlerin en doğrusu, Allah’ın
kelâmı; rehberliğin en güzeli ise Muhammed’in
rehberliğidir.” 5
Bakara, 2/185.
Nisâ, 4/41.
3
Buhârî, Fedâilü’l Kur’an, 33.
4
Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 18.
5
Nesâî, Îdeyn, 22.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 17/06/2016
KUR’ÂN, RAMAZAN VE ÇOCUK
Hayat rehberimiz ve kurtuluş reçetemiz olan
Kerim Kitabımız Kur’ân’a gönülden iman etmiş Aziz
Kardeşlerim! Cumanız mübarek olsun.
Bir gün Efendimiz (s.a.s), Mescid-i Nebevi’nin
minberinde hutbe irad ediyordu. Ashâb, pür dikkat onun
ağzından dökülen altın misali sözleri dinliyordu. Bu esnada
Mescid’e iki küçük çocuk girdi ve sendeleyerek minbere
doğru ilerledi. Bu iki minik yavru, Rahmet Elçisi’nin
güzide torunları Hasan ve Hüseyin Efendilerimizdi.
Peygamberimizin, torunlarına olan sevgi, şefkat, merhamet
ve muhabbeti öylesine fazlaydı ki, onları görmezden
gelemedi. Ashâbın bakışları arasında minberinden indi.
İleride cennet gençlerinin efendileri olacaklarını
müjdelediği iki torununu1 kucakladı. Ardından hutbesini
tamamlamak üzere onlarla birlikte minbere çıktı ve
sözlerine şöyle devam etti: “Allah, ‘Mallarınız ve
çocuklarınız imtihan vesilesidir.’2 buyururken ne kadar
doğru söylemiş! Şu iki yavrunun düşe kalka
yürüyüşünü görünce dayanamadım ve sözümü keserek
onları kucağıma aldım.”3
Kardeşlerim!
Çocuklara olan şefkat ve sevgisini bu örnekte
olduğu gibi her zaman açıkça göstermişti Efendimiz (s.a.s).
Allah Resûlü, çocuklarla huzur bulmuş, onları da mutlu
etmişti. Onlara sevgisini dile getirirken bizlere de önemli
mesajlar vermişti. Yavrularımıza olan ilgimizin, hayatın en
ciddi sınanma noktalarından biri olduğuna dikkatlerimizi
çekmişti. Bu konuda kullarını uyaran Rabbimizin
âyetlerinden birini örnek olarak okurken sanki bizlere
şöyle seslenmişti: “Çocuklarınızı sevin ama bu sevgiye
asla yenik düşmeyin! Yavrularınızdan ilgiyi kesmeyin,
onlara karşı sorumluluklarınızı yerine getirin! Kendilerini
dinine, milletine ve insanlığa faydalı, hayırlı kimseler
olarak yetiştirin! Aksi takdirde imtihanı kaybedenlerden
olursunuz!”
Kardeşlerim!
Kur’an’ın
ifadesiyle
gözlerimizin
nuru,
kalplerimizin süruru olan çocuklarımız, Yüce Rabbimizin
bizler için bir lütfudur. Bütün nimetler gibi, onlar da
Allah’ın bizlere birer emanetidir. Her şeyden önce bu
emaneti sevgiyle filizlendirmemiz, şefkat ve merhametle
büyütmemiz gerekir. Zira Efendimizin çocuklara yaklaşımı
böyledir. O, kimi zaman çocukları içtenlikle kucaklamış ve
öpmüş, kimi zaman da onların başını şefkatli elleriyle
okşamıştır. Çocuklarına şefkat gösterenleri överken,
onlardan sevgisini esirgeyenleri ise “Küçüğümüze
merhamet etmeyen bizden değildir.”4 sözüyle ikaz
etmiştir.
Kardeşlerim!
Çocuklarımızı sevgi ve şefkatle büyütmek, onların
iyi bir eğitim almasını temin etmek ve onları yarınlara
hazırlamak, anne-babalar olarak elbette görevimizdir.
Bununla
birlikte,
gözbebeğimiz
yavrularımıza
bırakacağımız en değerli miras, onların yüce dinimiz
İslam’ı doğru bir şekilde öğrenmelerini ve iyi birer
Müslüman, iyi birer insan olarak yetişmelerini
sağlamaktır.5
Onlara
Rabbimizi,
Peygamberimizi,
Kitabımızı tanıtmaktır. Bilhassa içinde bulunduğumuz
rahmet, mağfiret ve bereket ayı Ramazan, bunun için güzel
bir fırsattır. Ramazan, çocukları camiye, cemaate, ibadete
alıştırır. Bu kutlu ayda huşu ile kılınan namazlar,
teravihler, yapılan zikirler, hep birlikte getirilen tekbirler,
salavâtlar ve âminler, çocukların gönül dünyalarında
silinmez hatıralar bırakır.
Kardeşlerim!
Çocuklarımız, camilerimizin neşesidir, zinetidir.
Bırakalım, camilerde koşsunlar, camilere gönül huzuruyla
gelsinler. Onları hoş görelim, zihin ve gönül dünyalarında
güzel hatıralar bırakalım. Bizler, Mescidinde çocuklara
karşı şefkati, merhameti bizlere öğreten, sırtındaki çocuk
yere düşmesin diye secdesini uzatan bir Peygamberin
ümmetiyiz. Unutmayalım ki, çocuklarımızın camiyle,
mihrapla, minberle, kürsüyle buluşması, namazlarda
safların arasında bulunması bile bizim için bir rahmettir.
Kardeşlerim!
Çocuklarımızın Kur’an ile, Peygamberimiz
(s.a.s)’in örnek hayatı ile, cami, mihrap, minber ve
ibadetlerle tanışıp buluşmaları için bu kutlu ayda çok güzel
bir fırsat daha başlıyor. Yaz Kur’an Kurslarımız, 20
Haziran’da başlayıp, 26 Ağustos’a kadar devam edecek.
Gel bu yaz Kur’an’ı gönlüne yaz şiarıyla camilerimiz,
göz aydınlığı çocuklarımızla bir kez daha şenlenecek.
Geliniz, Kuran’ın inzal olduğu bu ayda
evlatlarımızı Kur’an’ın rahmet yüklü mesajlarıyla
uluşturalım. Onları, Allah’ın yeryüzündeki edep sofrası
olan Kur’an’la nimetlendirelim. Kendilerinin, Yüce
Rabbimiz ile sağlıklı bir bağ kurmalarını sağlayalım. Minik
yüreklere Efendimizin sevgi ve muhabbetini nakşedelim.
Onların, ibadetin huzur ve neşesini keşfetmelerini
sağlayalım. İnsani ve ahlaki erdemleri öğrenmelerine
öncülük edelim.
Kardeşlerim!
Hutbemi şu ayet ve hadislerle bitirmek istiyorum:
Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Bu Kur’an, bizim
indirdiğimiz bereket kaynağı bir kitaptır. Ona uyun ve
Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet
edilsin.”6
Peygamberimiz (s.a.s) de şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz Allah, Kur’an ile bazı toplulukları yüceltir,
bazılarını da alçaltır.”7
Tirmizî, Menâkıb, 30.
Enfâl, 8/28.
Tirmizî, Menâkıb, 30.
4
Tirmizî, Birr, 15.
5
Tirmizî, Birr, 33.
6
En’âm, 6/155.
7
Müslim, Müsâfirûn, 269.
1
2
3
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 12.09.2016
KURBAN BAYRAMI
Bizi yoktan var eden ve bize bir bayram sevinci
daha lütfeden Yüce Rabbimize sonsuz hamd-ü
senalar olsun.
Hz. İbrahim’in sadakatini, Hz. İsmail’in
teslimiyetini ebedi bir bayrama dönüştüren
Peygamber Efendimize salât ve selam olsun.
İslam’ın şeâirinden olan bayram namazını eda
etmek üzere burada toplanan Aziz Kardeşlerim!
Bayramınız mübarek olsun.
Aziz Müminler!
Yüce Rabbimiz, okuduğum âyet-i kerimede
şöyle buyuruyor: “Kurbanların ne etleri, ne de
kanları Allah’a ulaşır. Allah’a ulaşan, yalnızca
takvanızdır.”1
Peygamberimiz (s.a.s) de okuduğum hadis-i
şerifte şöyle buyuruyor: “Âdemoğlu kurban
bayramı günlerinde Allah katında kurbandan
daha hayırlı bir amel işlemiş olmaz...”2
Kardeşlerim!
İçerisinde pek çok güzellikleri ve hikmetleri
barındıran Kurban Bayramına bir kez daha ulaşmanın
huzurunu, sevincini ve bereketini hep birlikte
yaşıyoruz. Kurban Bayramı, bizlere İslâm’ın beş
temel ibadetinden hac menâsikini ve Rabbimize
yakınlaşma vesilesi olan kurban ibadetini getirir.
Hac, kurban ibadeti ve bayram, bizleri Hz. İbrahim,
Hz. İsmail ve Hz. Hacer’in hayatına götürür. İslâm
tarihine ve Efendimizin örnek hayatına götürür.
Kıymetli Kardeşlerim!
Kurban bayramında hac ibadetini ifa eden
milyonlarca kardeşimiz Beytullah’a, Arafat’a akın
ederler. Allah’la olan misaklarını yenilerler. Bütün
dünya Müslümanları olarak bizler de bayramda
kurbanlarımızı Allah’ın adıyla keseriz. Böylece
tevhid inancımızı, kulluk şuurumuzu tahkim ederiz.
Hacdaki kardeşlerimiz, kefeni andıran ihramlarıyla,
en içten yakarışlarıyla Allah’tan başka sığınılacak bir
melcein bulunmadığını, dünyevi tutku ve isteklerin
geçici olduğunu, kurtuluşun ancak takvada olduğunu
ikrar ederler. Bizler de kurbanlarımızla, asıl olanın
Allah’a yakınlık olduğunu, bütün varlığımızı O’nun
yolunda adamaya hazır olduğumuzu gösteririz.
Kıymetli Kardeşlerim!
Her yıl gelen kurban bayramı, barışın, esenliğin,
birlik içinde duanın, yakarışın bayramıdır. Bu
bayram, her türlü farklılığı bir kenara bırakarak
eşitlenmenin,
kendini
bilmenin,
tefekkürün,
tezekkürün, yenilenmenin bayramıdır. Bu bayram,
zihinleri arındırmanın, gönülleri durultmanın, büyük
bir dirilişin bayramıdır. Bu bayram, nefsi terbiye
etme, hiç kimseyi incitmeme gayretinin bayramıdır.
Bu bayram, sabrı ve şükrü kuşanmanın,
varoluşumuzun hikmet ve gayesini bir kez daha
anlamanın bayramıdır. Bu bayram, İslam’ın şeâirini
ve geçmişi idrak etmenin, yoksula, yalnıza, kimsesize
yaklaşmanın, çaresize çare olmanın bayramıdır.
Kardeşlerim!
Bayramlar,
birbirimize
daha
çok
kenetlenmemize, kardeşlik hukukunun gereklerini
hakkıyla yerine getirmemize vesile olan zaman
dilimleridir. Bayramlar, birlik ve beraberlik
duygularının, paylaşma ve infakın zirveye çıktığı
günlerdir. Bayramlar, kâh sevinç, kâh hüzünle akıp
giden hayat yolculuğumuzda Rabbimizin bizlere
lütfettiği huzur ve neşe mevsimleridir.
Öyleyse geliniz. Bayramı bir gönül kazanma
seferberliğine
dönüştürelim.
Anne-babamızın,
kardeşlerimizin, komşularımızın yüzünü güldürelim.
Yoksullara, yaşlılara, kimsesizlere, boynu büküklere,
hasta ve engelli kardeşlerimize bayram sevinci
yaşatalım. Kırılan kalpleri, darılan gönülleri,
bayramın bereketi ve güzellikleriyle mamur edelim.
Kardeşliğimize, bayram sevincimize engel olan
dargınlıkları, küskünlükleri, çekişmeleri, her türlü
olumsuzluğu ortadan kaldıralım.
Unutmayalım ki; birbirimize sunduğumuz her
bayram hediyesi, bizi Rabbimizin rızasına
ulaştıracaktır. Birbirimize sunabileceğimiz en güzel
bayram hediyemiz ise kalbimizin derinliklerinden
gelen selam ve dualarımız, tebessüm ve
ziyaretlerimiz olacaktır.
Kardeşlerim!
Hutbeme son verirken aziz milletimizin, yurt
dışında yaşayan millet varlığımızın, gönül
coğrafyamızdaki kardeşlerimizin ve âlem-i İslâm’ın
Kurban
Bayramlarını
tebrik
ediyorum.
Kurbanlarımızın makbul, bütün kardeşlerimizin
haccının mebrur, bayramlarımızın mesrur olmasını
Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum.
1
2
Hacc, 22/37.
Tirmizî, Edâhî, 1.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 20.05.2016
MAHREMİYETİ YİTİRMEK MAHRUMİYETTİR
Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “De ki: Rabbim açık ve gizli bütün
fuhşiyatı, günahı ve haddi aşmayı haram
kılmıştır.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “İnsanlığın, nübüvvetin
başlangıcından itibaren peygamberlerden duyduğu
ortak söz, ‘Hayâ etmiyorsan, dilediğini yap!’
sözüdür.”2
Kıymetli Kardeşlerim!
İffet ve hayâ, İslâm ahlâkının vazgeçilmez iki
temel değeridir. İffet ve hayâ, bütün erdemlerin ve
ahlaki güzelliklerin özüdür. Zira insan için hayâ,
hayattır. İnsan olmanın ve mümince yaşamanın bir
gereğidir. İffet ve hayâ, insanın Allah, tabiat, eşya
karşısında haddini ve sorumluluklarını bilmesi ve idrak
etmesidir. Bünyesinde hayatı ve var olmayı, rahmet ve
berekete ulaşmayı barındırır. İffet ve hayâ, her türlü
çirkinlik ve kötülükten uzak kalmayı, hakkı teslimde
kusur etmemeyi ifade eder.
Hayâsızlık ise alçalmanın, insanlığı yitirmenin,
varlığın amaç ve hikmetini unutmanın ifadesidir. Yine
hayâsızlık, insan için manevi anlamda ölümün adıdır.
İsyanın, inkârın, sınır tanımamanın, tahribat ve
haksızlığın göstergesidir.
Kardeşlerim!
İffet ve hayâ ile birbirini tamamlayan önemli bir
değer daha vardır. Bizler, ona “mahremiyet” diyoruz.
Mahremiyet, hürmettir; izzet, onur ve saygınlıktır.
Mahremiyet, kişinin ve ailenin kendine özgü ve özel
alanları, sınırlarıdır. Mahremiyet, her şeyden önce her
hal ve şartta bu alan ve sınırların muhafaza
edilmesidir.
Kardeşlerim!
Mahremiyet, haramdan gelir. Haram, Yüce
Rabbimizin bizler için koyduğu yasaklardır. Bazı
şeylerin haramlığı bizzat kötü ve çirkin olmasından
kaynaklanır. İçki içmek, kumar oynamak, zina etmek,
kötü ve zararlı olduğu için haramdır. Bazı şeylerin
haramlığı ise hürmetten, saygıdan kaynaklanır. Annebaba, saygın oldukları için onlara “öf” demek bile
haramdır. Dünyadaki cennetimiz ailenin mahremiyeti
de Allah’ın aileye yüklemiş olduğu saygınlıktan
kaynaklanır. Aile mahremiyeti ihlal ve ifşa edildiğinde
toplumda büyük kötülükler, bozulmalar ortaya çıkar.
Bunun içindir ki Rabbimiz, insanlığa ilk olarak Hz.
Âdem ve Havva aracılığıyla insanın ve ailenin
mahremiyetini öğretmiş ve bu mahremiyetin
korunmasını emretmiştir.
Kardeşlerim!
Irz, namus, hayâ, iffet ve mahremiyet gibi insana
özgü değerler, zamanla sadece belli bir cinsiyette
bulunması gereken değerler gibi telakki edilmişlerdir.
Zira ırz, namus, hayâ ve iffet gibi kavramlar, herhangi
bir cinsle sınırlı olmaksızın kadın erkek herkesi
kuşatmaktadır. Irz ve namus, hayâ ve mahremiyet,
kadını ne kadar yüce, saygın ve müzeyyen kılıyorsa
erkeği de o derece yüce ve saygın kılmaktadır.
İffetsizlik ve hayâsızlık, kadını ne kadar aşağıların
aşağısına çekiyorsa erkeği de o derece alçaltmaktadır.
Kardeşlerim!
İnsanı insan, mümini kâmil kılan bu erdemlerin
hemen hepsi, hayatı ve var olmayı ifade etmektedir.
Eğer bir insan, bu erdemleri kaybetmiş ve mahremiyet
anlayışını yitirmişse o insanın varlığıyla yokluğu
arasındaki fark ortadan kalkmıştır. Gerçek şu ki;
dünyada bazı şeylerden mahrum olmak, insan için zor
ve kötü bir durumdur. Unutulmamalıdır ki en kötü
mahrumiyet, mahremiyetten mahrum ve yoksun
olmaktır.
Kardeşlerim!
Bugün iletişim ve teknoloji çağında yaşıyoruz.
İletişim araç ve gereçleri hayatımızı bir yönüyle
kolaylaştırırken diğer yönüyle zorlaştırmaktadır. Kitle
iletişim araçları ve sosyal medyanın sınır tanımaksızın
ve ölçüsüzce mahremiyeti hiçe sayarak kullanımı,
kişisel, ailevi ve toplumsal birçok sorunu da
beraberinde getirmektedir. Bu nedenle ailemizi,
yavrularımızı, gençlerimizi bütün bu kötülüklerden
koruyacak bir merhamet ve mahremiyet eğitimine
ihtiyacımız var. Bugün, çocuklarımızı her geçen gün
hakikat dünyasından koparıp sanal dünyaya mahkûm
eden bu gidişata karşı bilinçlendirmeye çok
ihtiyacımız var. Ailenin temelini oluşturan muhabbet,
merhamet, sevgi, sadakat ve mahremiyet gibi değerleri
korumak ve gelecek nesillere aktarmak hususunda
hepimize düşen büyük görevler ve sorumluluklar
var. Yüce Rabbimiz, bizleri sorumluluklarının
bilincinde olan kullarından eylesin.
Kardeşlerim!
Yarın akşam on bir ayın sultanı Ramazan’ın
habercisi olan Berat Kandilini idrak edeceğiz.
Kandilinizi şimdiden tebrik ediyorum. Berat
Kandilinin hep birlikte ebedi kurtuluş beratımız
olmasını; ülkemiz, gönül coğrafyamız, Âlem-i İslam
ve bütün insanlığa hayırlar getirmesini Yüce
Rabbimizden diliyorum.
1
2
A’râf, 7/33.
Buhârî, Edeb, 78.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 29.04.2016
MİRAÇ KANDİLİ
Kardeşlerim!
Önümüzdeki Salı’yı Çarşamba’ya bağlayan gece
Miraç Kandilini idrak edeceğiz. Kandilinizi şimdiden
tebrik ediyorum.
İsrâ ve Miraç, Peygamberimiz (s.a.s)’in bir gece
Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da Yüce
Mevla’nın sonsuz âyet ve kudretini müşahede etmek için
yaptığı mucizevi bir yolculuktur. Pek çok ilahî hikmet ve
bereketi barındıran bu kutlu yolculuk, okuduğum âyet-i
kerimede şöyle dile getirilmektedir:
“Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim
diye kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini
mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya ulaştıran
Allah’ın şanı ne yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla
işiten, hakkıyla görendir.”1
Kıymetli Kardeşlerim!
Miraç, Rahmet Peygamberi (s.a.s)’nin Allah’ın
sonsuzluğu, yüceliği ve O’nun nihayetsiz kudretine
yaptığı en görkemli şahitliktir. Rabbimiz, bu şahitlikte
gerçek yüceliğin yalnızca kendisine ait olduğunu
Efendimizin şahsında beşeriyete bir kez daha göstermiştir.
Aynı zamanda arınma, yücelme ve kulluğun zirvesine
erişmenin yollarını da öğretmiştir. Âlemlerin Rabbi,
teslimiyet, sadakat, ahlak, doğruluk, dürüstlük timsali
olan Kutlu Nebi’yi miraç ile taltif buyururken biz
kullarına da mesajlar vermiştir. Buna göre, ömrünü bu
yüce değerlerle tezyin edenler, kulluk basamaklarında her
daim yükseleceklerdir. Onlar, cennetin ebedi nimetlerine
mazhar olarak bâki makamlarda yüceleceklerdir.
Aziz Müminler!
Miraç, bir yünüyle Rabbe vuslat, bir yönüyle de
Rabbin nehyettiklerini terk ediştir. Biz müminler için
müjdedir Miraç. Rabbimiz, kendisine ortak koşmayanların
büyük günahlarının bağışlanacağını bu kutlu gecede
müjdelemiştir.
Bizler için hediyedir Miraç. Rabbimize en yakın
anımız olan namaz, bu gece beş vakit farz kılınmıştır.2
Resûlullah Efendimiz (s.a.s)’in, miraç ile mana âleminin
basamaklarında bir bir yükseldiği gibi bizler de Rabbimiz
katında namazlarımızla yükseliriz. “Allahu ekber”
diyerek, tekbirimizle dünyanın bütün hengâmelerinden
sıyrılıp yaratılış ve varoluşumuzun hikmet ve anlamını
derinden kavrarız. Kıyamımızla istikamet üzere, dosdoğru
oluşu simgeleyerek Allah’ın huzurunda dururuz.
Kıraatimizle, O’na en içten sena ve yakarışta bulunuruz.
Rükûmuzla yalnız Rabbimizin önünde boyun eğdiğimizi
gösteririz. Secdemizle O’na en yakın olmanın ve kulluğun
zirvesine varmanın hazzını duyarız. Tahıyyatımızla
Rabbimizi yüceltirken biz de yüceliriz. Selamımızla
özgürlük ve felahı hatırlarız. Günde beş vakit
namazımızda tüm canlılığıyla miracı doyasıya yaşarız.
Kardeşlerim!
Her gün yatsı vaktinde okuduğumuz Âmenerresûlü
diye başlayan âyetler bize Miracın bir hediyesidir. Bizler
bu ayetlerde, “Allah’a, meleklerine, kitaplarına,
peygamberlerine iman ettik” diyerek Rabbimize
verdiğimiz kulluk sözümüzü yenileriz. “İşittik, itaat
ettik. Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş ancak
sanadır.” âyetiyle teslimiyetimizi dile getiririz. “İnsanın
yaptığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir”
diyerek sorumluluk bilincimizi tazeleriz. Bununla birlikte,
dünyada yapıp ettiğimiz her şeyin bir hesabı ve karşılığı
olduğunu, ahireti ikrar ederiz. Ve nihayet, şu dualarımızla
Rabbimize en içten yakarışlarla iltica ederiz. “Rabbimiz!
Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu
tutma. Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi,
bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz! Bize gücümüzün
yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize
acı. Sen Mevlamızsın, kâfirlere karşı bize yardım et.”
Kıymetli Kardeşlerim!
Miraç değerleri, bizlere yüce ve anlamlı ufuklar açan
kutsal değerlerdir. Miraç değerleri ile insan, esfel-i
sâfiline, aşağıların aşağısına savrulmaktan kurtulur;
ahsen-i takvime, en güzel hale ulaşır. Miraç değerleri,
insanı sidre-i müntehaya, en üst kemal noktasına çıkarır.
Bu ulvi değerler, bizleri ebediyen huzur içinde kalınacak
cennete götürür. Yeter ki bizleri yükseltecek bu değerlere
sımsıkı sarılalım ve bunları hayatımıza yansıtmakta
kararlı olalım. Yeter ki burağımız imanımız, refrefimiz
ibadetlerimiz, salih amellerimiz ve güzel ahlakımız olsun.
Böyle olduğu takdirde hayatımızın her anı bizim için
miraç olacaktır.
Kardeşlerim!
Miraç Kandili vesilesiyle Rabbimize, kendimize ve
çevremize karşı sorumluluklarımızı bir kez daha
hatırlayalım. Unutmayalım ki, bugün biz müminlere
düşen, miracı Peygamberimiz (s.a.s)’in bir hatıratı, bir
tarih olarak okumak değildir. Bize düşen, Ebu Bekir
Efendimiz misali, Allah’ın emir ve yasakları karşısında
her daim sadakatle, teslimiyetle bir duruş sergilemektir.
Bu sadakat ve teslimiyeti gösteremeyenler, miracın
anlamı, ruhu ve kazanımlarından mahrum kalacaklardır.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizin Miraç Kandilini
bir kez daha tebrik ediyorum. Bu kutlu gecede Yüce
Rabbimize açılan ellerin ve yakaran dillerin, bütün İslâm
âleminin birlik, dirlik ve beraberliğine, insanlığın
hidayetine, dünyada adalet, huzur ve barışın teminine
vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan diliyorum.
1
2
İsrâ, 17/1.
Müslim, İman, 279.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 19.08.2016
MÜMİN VE EMANET BİLİNCİ
Kardeşlerim!
Tevhid inancı, Mekke’de her geçen gün dalga dalga
yayılıyordu.
Müşrikler,
bu
durumu
bir
türlü
hazmedemiyorlardı. Peygamberimiz (s.a.s)’e ve müminlere
türlü işkence ve düşmanlığı reva görüyorlardı. Nihayet
Peygamberimizi davasından vazgeçirmek için amcası Ebu
Talib’e geldiler. Peygamberimize makam-mevki, şan-şöhret
gibi türlü imkânlar vaad ettiler. Davasından vazgeçmediği
takdirde onu ölümle tehdit ettiler. Lakin Allah Resûlü, ne
onların tehditlerinden korktu, ne de tekliflerine iltifat etti.
Ve onlara, şöyle cevap verdi: “Amca! Güneşi sağ elime,
ayı da sol elime verseler, ben bu davadan asla
vazgeçmem. Allah, ya dinini üstün kılar, ya da ben bu
yolda canımı veririm.”1
Kardeşlerim!
Resûl-i Ekrem (s.a.s), davasından asla vazgeçmedi.
Rabbinin yüce emanetine daima sahip çıktı. Zira o,
Muhammedü’l-Emin’di, güvenilir peygamberdi. Her daim
sâdık oldu, emanete riayet etti.
Ümmetine de güvenilir olmayı, emanete sahip
çıkmayı öğütledi Efendimiz. Her ne surette olursa olsun,
ihanetten kaçınmamız gerektiğini bildirdi. O, mümini güven
veren, itimat edilen, şerrinden emin olunan kişi diye
tanımladı.2
Kıymetli Kardeşlerim!
“Mümin” ismini bizlere Kerim Kitabımızda bizzat
Yüce Rabbimiz vermiştir. O, bu ismi de bütün nimetleri de
bizlere emanet etmiştir. Hiç şüphesiz en yüce emanet,
imanımız ve İslâm’ımızdır. Bizler, dünya ve ahiret
saadetimizi ancak iman nimeti sayesinde elde edebiliriz. Bu
noktada bizlere düşen, bu yüce emanete asla ihanet
etmemektir. Ona her koşulda sahip çıkmaktır. Kelime-i
şehadetlerimizle, kelime-i tevhidlerimizle Rabbimize
verdiğimiz ahdimize sâdık kalmaktır. İmanın gereği olarak,
hayatımızı salih amellerle ve güzel ahlâkla müzeyyen
kılmaktır.
İmanımızı ve İslam’ımızı ifsat ve istismar etmek,
sarsmak ve zedelemek isteyenlere karşı uyanık olmaktır.
İman ve İslâm üzerinden maneviyat hırsızlığı yapanlara,
yüce dinimizle insanları aldatanlara, ihanet içinde
bulunanlara fırsat vermemektir. Rabbimizin şu âyetini
aklımızdan çıkarmamaktır: “Ey iman edenler! Allah’a ve
Peygamberine ihanet etmeyin. Şayet Allah’a ve
Peygamberine ihanet ederseniz, size verilen emanetlere
bile bile ihanet etmiş olursunuz.”3
Kardeşlerim!
Kerim Kitabımız ve Resûl-i Ekrem Efendimizin
muhteşem mirası olan sünneti, müminler olarak hepimize
emanettir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s), bu gerçeği şöyle
haber vermiştir: “Size iki emanet bırakıyorum, onlara
sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmayacaksınız.
Bunlar, Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.”4
Bugün bizlere düşen, Kur’an ve sünnetin hayat veren
mesajlarıyla gönlümüzü mamur eylemektir. Mümince bir
hayatın, ancak Kur’an ve sünnetin çizdiği yolda yürümekle
mümkün olduğunu unutmamaktır. Kur’an ve sünnetle
yoğrulmuş on dört asırlık muazzam ilim ve irfan
birikimimizi iyi idrak etmektir. Bu iki yüce emanetten
ilham alarak, insanlığa yeni medeniyetler takdim etmek için
gayret göstermektir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Hz. Âdem ile Havva’nın çocukları olarak hepimiz,
birbirimize emanetiz. Bu emanet, sevgi, saygı ve anlayış
içerisinde yaşamayı gerektirir. Bu emanet, kardeşimizi
kendimiz gibi görmeyi, kardeşimizin neşesini kendi
neşemiz, onun kederini kendi kederimiz bilmeyi gerektirir.
Bu emanet, “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir.
Ona hainlik yapmaz, yalan söylemez, onu zor durumda
yüzüstü bırakmaz…”5 hadisi gereği, her durumda sadakat
ve vefayı gerektirir. Paylaşmayı, yardımlaşmayı ve
dayanışmayı gerektirir.
Kardeşlerim!
Sayılı nefeslerimiz, akıp giden vaktimiz, şu kısacık
ömrümüz emanettir. Aklımız, kalbimiz, dilimiz, bütün
bedenimiz emanettir. Huzur ve muhabbet ocağı ailemiz, göz
aydınlığı çocuklarımız, külüne muhtaç olduğumuz
komşularımız, malımız-mülkümüz, bilgimiz, birikimimiz
emanettir. Bizlere düşen, bu emanetlerle Rabbimizin
rızasına ulaşmanın gayretinde olmaktır.
Şehit kanlarıyla sulanmış vatan toprağımız,
bağımsızlığımızın sembolü bayrağımız, İslam’ın şiarı
ezanımız, hâsılı bütün yüce değerlerimiz birer emanettir.
Bizlere düşen, bu emanetleri canımız gibi aziz saymaktır.
Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, bizleri emanete riayetle izzetini
muhafaza edenlerden eylesin. Emanete ihanet ederek zillete
düşenlerden eylemesin. Yüce Rabbimiz, bizleri Firdevs
cennetinde ağırlayacağı sâdık, emîn, bahtiyar kullarından
eylesin.
Kardeşlerim!
Son günlerde ülkemizin farklı illerinde terör
örgütlerince düzenlenen menfur saldırılarda şehit olan tüm
kardeşlerimize Yüce Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı
diliyorum. Yaralılara acil şifalar niyaz ediyorum.
Bilinmelidir ki; topyekûn milletimizin varlığına,
huzur ve güvenine, birlik ve beraberliğine kast eden bu hain
saldırılar, aziz milletimizi asla yıldıramayacak ve amacına
ulaşamayacaktır. Bizler inanıyoruz ki; milletimiz, inancıyla,
birlik ve beraberlik ruhuyla, basiret ve ferasetiyle bu
zorlukların üstesinden gelecektir. Yüce Rabbimiz, birlik ve
beraberliğimizi, kardeşliğimizi daim eylesin. Cenab-ı
Hakk’ın gazabı, değerlerimize kast eden bütün hainlerin,
zalimlerin ve şer odaklarının üzerine olsun.
1
İbn Hişâm, Sîret, I, 101; Belâzurî, Ensâb, I, 229-230.
Nesâî, Îmân, 8.
3
Enfâl, 8/27.
4
Muvattâ, Kader, 3.
5
Tirmizî, Birr ve sıla, 18.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 27.05.2016
NAMAZ ARINMADIR
Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır: “Sana vahyedilen Kitabı oku.
Namazı da hakkını vererek kıl. Kuşkusuz namaz
hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar…”1
Kardeşlerim!
Efendimiz (s.a.s) bir gün ashabıyla sohbet ederken
onlara, “Birinizin kapısının önünden bir nehir aksa
ve o, günde beş defa bu nehirde yıkansa vücudunda
kir kalır mı?” diye sordu.
Ashab, “Kalmaz, Ya Resulallah” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Kutlu Nebi (s.a.s) şöyle buyurdu: “İşte
bilinç ve şuurla eda edilen beş vakit namaz da
bunun gibidir. Kılınan bu namazlarla Allah
günahları yok eder.”2
Aziz Müminler!
Yüce Rabbimiz, göz kamaştıran güzelliğiyle
kâinatı, insan için yaratmıştır. Biz sahipsizken O, bizi
muhafaza etmiştir. Biz yolumuzu bilmezken, O,
göndermiş olduğu kitap ve peygamberlerle bize
yolumuzu, yönümüzü göstermiştir. O, bize ahlakı, insan
olmayı, Âdem olmayı, İbrahim olmayı, İsmail olmayı
ve kullukta yücelmeyi öğretmiştir. Yüce Rabbimizin
bunca ikramı, biz kullarına nihayetsiz lütfundan bir
katredir sadece. Aynı zamanda O’nun insana, insan
hayatına vermiş olduğu değerin bir parçasıdır. Bütün
bunlar karşısında bizlere düşen, O’na samimiyetle,
sadakatle kul olmak ve nimetlerine şükretmektir.
Kardeşlerim!
Bir zikir, bir şükür, bir hamd ifadesi olarak namaz,
bizim vazgeçilmezimizdir. Çünkü namaz, arınmadır.3
Namaz, günde beş kez bedeni temizlerken, kalpleri de
kötülük kirinden uzak tutan, suyundan iyiliğin,
erdemin, güzel ahlakın aktığı tertemiz bir pınardır.
Namaz, kurtuluştur; “Hayya ala’l felâh/Haydin
kurtuluşa” diye semaları saran ezanıyla, insanı sonsuz
rahmetin membaına çağıran kutlu bir davettir. Kulun
bizzat Rabbine arzuhalidir namaz; Allah’ın huzurunda
olduğu bilinciyle mümin gönüllerin titremesidir.
Namaz, nice hikmetle dolu manevi bir
yolculuktur. Bu yolculukta niyetimiz, zihnimizi ve
kalbimizi hazır kılma, varlığımızı Rahman’a sunma
ifadesidir. Kıblemiz, bir olan Allah’a yönelişimizin,
müminler olarak gönüllerimizdeki manevi bağ ve
birlikteliğimizin simgesidir. İftitah tekbirimiz, bir
yönüyle
güzelliklere,
ahlaka,
erdeme
kapı
aralayışımızdır; bir yönüyle de Allah’tan ve O’nun
rızasından başka her şeyden yüz çevirebileceğimizin
sembolüdür. Kıyamımız, her gün bizim için bir
istikamet, bir doğruluk dersidir. Kıraatimiz, Cenab-ı
Hak ile konuşmamız ve ahitleşmemizdir. Rükûmuz,
Allah’tan başkası için eğilmeyeceğimizin göstergesidir.
Bize topraktan geldiğimizi ve tevazuu öğreten
secdemiz, Rabbimize en yakın olma vaktimizdir.
Tahiyyatımız, Rabbimizle ve bütün müminlerle bir
esenlik ve barış oturumumuzdur. Selamımız,
namazımızda taşıdığımız ruhu, âdâbı, erkânı hayatımıza
taşıma irademizdir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Namaz, tanıştıran, yakınlaştıran, kaynaştıran bir
nimettir. Namaz, genç ile yaşlıyı, zengin ile fakiri,
güçlü ile zayıfı, siyah ile beyazı aynı inanç, aynı amaç,
aynı idealde buluşturan muazzam bir birlikteliktir.
Namaz, huzurdur; Rabbimizin sayısız nimetlerine
şükretmenin verdiği bir sükunettir; türlü meşgale ve
hengâmelerle daralan zihinlerimize, gönüllerimize bir
şifadır.
Ve namaz, müjdedir; dünyadaki geçici ihsanların
kat be katının, Rabbini terk etmeyen, O’nun
sevgisinden
vazgeçmeyenler
için
ebediyen
hazırlandığını haber verir.
Kardeşlerim!
İslam’ın beş temel esasından biridir namaz.
Unutulmamalıdır ki, dinimizin bizlerden istediği
namaz, şekle indirgenmemiş, ruhu yok edilmemiş
namazlardır.
Bugün namaz konusunda bize düşen en büyük
görev, namazlarımızı samimiyetten mahrum, süresi
kısalmış, son ana kadar ertelenmiş, etkisini yitirmiş,
solgun namazlara dönüştürmemektir. Namazlarımızın,
merhametimizi artırması, bizi örnek bir insan yapması
ve ahlakımıza ahlak katması için gayret göstermektir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Hutbemi şu dua ile bitirmek istiyorum:
Allahım! Bizi ve aile fertlerimizi namazı hakkıyla
eda edenlerden eyle!
Rabbimiz! Bizleri namazlarını ihlas, huşu ve
samimiyetle kılanlardan eyle!
Allahım! Namazlarımızı bizler için her türlü süfli
arzu ve isteklerimizden arınma ve ebedi kurtuluş
vesilesi eyle!
Ankebût, 29/45.
Müslim, Mesâcid, 283.
3 Müslim, Tahâret, 14.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İL
: GENEL
TARİH : 06.05.2016
O BÜYÜK GÜNE HAZIR MIYIZ?
Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz, şöyle
buyuruyor: “Kim zerre miktarı hayır işlerse mutlaka
karşılığını görecektir. Kim de zerre miktarı şer işlerse
karşılığını görecektir.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s)
şöyle buyuruyor: “Gaflete dalarak ölümü ve ölüm
sonrası hayatı unutan kul ne bedbahttır!”2
Kardeşlerim!
Bir gün Resûlullah Efendimiz (s.a.s)’e sahabeden
biri, “Ey Allah’ın Resûlü! Müminlerin en hayırlısı
kimdir?” diye sordu. Efendimiz, “Ahlakı en güzel
olandır.” karşılığını verdi. Aynı sahabi, “Peki müminlerin
en duyarlısı ve şuurlusu kimdir?” diye sorunca
Peygamberimiz, “Ölümü en çok hatırlayan ve ölümden
sonraki hayatı için en güzel şekilde hazırlanandır.”
buyurdu.3
Aziz Kardeşlerim!
Rabbimize hamdü senalar olsun ki, bizleri bir kez
daha rahmet, bereket ve mağfiret mevsimi olan üç aylara
eriştirdi. Kısa bir süre önce hep birlikte üç aylara yeniden
ulaşmanın huzur ve mutluluğunu yaşadık. Regaip
kandilini hep birlikte gönülden dualarla, yakarışlarla idrak
ettik. Rabbimize olan rağbetimizi ve ahdimizi yeniledik.
Miraç kandilinde Rabbimize imanımızı, Peygamberimiz
(s.a.s)’e bağlılığımızı, namaza olan muhabbetimizi bir kez
daha tazeledik. Ellerimizi, gönüllerimizi Rabbimize açtık,
af ve bağışlanma diledik. Esfel-i sâfiline düşmekten O’na
sığındık. Bizleri imanımızla, salih amellerimizle ahsen-i
takvim üzere yaşatmasını O’ndan niyaz ettik. Rabbimiz,
bu yakarışlarımızı, niyazlarımızı kabul buyursun. Hep
birlikte bizleri günahlardan, kötülüklerden arınma ve
kurtuluş beratımızı alabilme fırsatı olan Berat kandiline
eriştirsin. Bizleri gölgesi üzerimize düşmüş Kur’an ayı
Ramazanla ebedi nimetlerine nail olan bahtiyar
kullarından eylesin.
Kardeşlerim!
Rabbimizin bize bir emaneti olan ömür sermayemiz
hızla tükeniyor. Her bir nefesimiz, her bir saniyemiz, bizi
ölüm gerçeğine biraz daha yaklaştırıyor. Herkesin yapıp
ettiklerinin karşılığını eksiksiz göreceği hesap gününe
doğru ilerliyoruz. Peki müminler için esenlik, selam
yurdu, inkârcılar içinse pişmanlık ve hüsran diyarı olan
âhirete hazır mıyız? Hesap, mizan, hayatımızın akışı
içerisinde ne kadar yer tutuyor? Günah-sevap, hayır-şer
konusunda ne kadar nefis muhasebesi yapabiliyoruz?
Yoksa akıp giden hayatın günlük meşgalesi, dünyanın
türlü hengâmesi bizlere bütün bunları unutturuyor mu?
Kardeşlerim!
Dünyadaki hazlar, tutkular, hırslar, kinler, nefretler,
kavgalar, hepsi son nefesi verdiğimizde bitiyor. Dünya
imtihanımız, ölümle birlikte sona eriyor. Günahların,
isyanların, kırılan gönüllerin hesabını vermek de
iyiliklerin mükâfatına ulaşmak da âhirete kalıyor. Hakikat
bu iken hayatın gündelik koşuşturmaları içinde ölüm bize
bazen yabancı düşüyor. Zaman zaman âhiretle aramıza
duvarlar örüyoruz adeta. Oysa dünya fani, geçici; âhiret
ise bâkî, ebedi olandır. Âhiret, hesap, mizan, cehennem ve
cennet safahâtıyla mutlak adaletin zuhur edeceği yerdir.
Kardeşlerim!
Kerim Kitabımız, sorumlu bir varlık olduğumuzu,
başıboş bırakılmadığımızı, öldükten sonra yeniden
diriltilip huzur-i ilahiye çıkarılacağımızı bizlere haber
veriyor.4 Rabbimiz, dünyanın geçici zevklerine,
aldatmacalarına kanmamamız, daha hayırlı ve kalıcı olan
âhiret saadetine erişebilmemiz için bizleri şöyle uyarıyor:
“Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın
dünya hayatı sizi aldatmasın.”5
Aziz Müminler!
Elbette müminler olarak âhirete gönülden iman
ediyoruz. Zira biliyoruz ki âhirete iman, iman
esaslarından biridir. Ve bizler yine biliyoruz ki âhirete
iman, sadece dilin ikrarından ibaret de değildir. Allah’a ve
âhirete iman eden, Rabbine gönülden itaat eder. Allah’a
ve âhirete iman eden, Allah’ın Resûlü’nü kendine örnek
alır. Onun öğütlerine kulak verir, sünnetini kendine rehber
edinir. Allah’a ve âhirete iman eden, haramlardan uzak
durur. Şirkten ve günahtan, ateşe düşmekten kaçarcasına
kaçınır.
Allah’a ve âhirete iman eden, haksızlık yapmaz,
zulmetmez, şiddet uygulamaz. Allah’a ve âhirete iman
eden, canı pahasına da olsa doğruluktan ayrılmaz. Hiçbir
cana kıyamaz. Hiçbir canlıya bilerek, isteyerek zarar
vermez, veremez. Diliyle dahi kardeşini incitemez.
Allah’a ve âhirete iman eden, yetime, yoksula, dara
düşene kol kanat gerer. Garibin, fakirin, dertlinin halini
bilir. Kimsesize kimse, çaresize çare olur.
Kardeşlerim!
Unutmayalım ki; dünya, âhiretin tarlasıdır ve kişinin
âhiretteki
konumu,
dünyada
yapıp
ettikleriyle
belirlenecektir. Öyleyse geliniz, içerisinde bulunduğumuz
üç ayları fırsat bilelim. Fâni olan dünya hayatımızı ebedi
mutluluk ve huzura dönüştürmeye gayret edelim.
Gönlümüzden sevgiyi, merhameti, şefkati, iyiliği eksik
etmeyelim. Allah’a iyi bir kul, Peygamberimiz (s.a.s)’e iyi
bir ümmet, birbirimize iyi birer kardeş olalım. Rabbimizin
huzuruna, âhiret yurduna hesabını verebileceğimiz bir
hayat yaşayarak varalım.
Rabbim bizleri ölümden sonrası için hazırlanan ve
hesabını kolay verebilen kullarından eylesin.
Zilzâl, 99/7-8.
Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 17.
3
İbn Mâce, Zühd, 31.
4
Mü’minûn, 23/115; Kıyâmet, 75/36, 40.
5
Fâtır, 35/5.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 01.04.2016
ÖFKEYE HÂKİM OLABİLMEK
Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda “Onlar bollukta
ve darlıkta Allah yolunda infak edenlerdir, öfkelerine
hâkim olanlardır, insanları affedenlerdir.” 1 buyurarak
cennette talip takva ehli müminlerin bir özelliğinin de öfke
kontrolü olduğuna vurgu yapmaktaydı.
Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), bir gün
ashabıyla sohbet ederken onlara, “Pehlivan kimdir bilir
misiniz?” diye sordu. Sahabe, “Pehlivan, güreşte rakibini
yenen kişidir.” cevabını verdi. Bunun üzerine Efendimiz,
“Asıl pehlivan, güreşte rakibini yenen değil, öfke anında
kendisine hâkim olup öfkesini yenebilendir.”2 buyurdu.
Merhamet Peygamberi, bu sade ama bir o kadar da
anlamlı benzetmeyle gönüllere ve zihinlere nakşedilecek bir
mesaj veriyordu. Nice pişmanlıklara, gözyaşlarına, âhvâhlara neden olan öfkeye mağlup olmamamız konusunda
bizleri uyarıyordu. Efendimiz, bir taraftan öfke kontrolü
konusunda ashabını eğitirken bir taraftan da her birimiz için
vazgeçilmez öğütlerde bulunuyordu. Bir defasında
kendisine gelip, “Yâ Resûlallah! Bana özlü bir tavsiyede
bulun!” diyen birine, Efendimiz; “Öfkene hâkim ol!” 3
demekle yetiniyordu.
Aziz Müminler!
Yüce Rabbimiz, öfkeden sakınma konusunda Kerim
Kitabımızda peygamberlerin hayatlarından bizlere kesitler
sunar. Bu peygamberlerden biri Musa (a.s.)’dır. Onun
yokluğunda kardeşi Harun, kavminin hidayetten
uzaklaşmasına engel olamamıştı. Bu duruma öfkelenen Hz.
Musa, onu yakasından tutup hiddetle silkelemişti. Neticede
kardeşinin ikazıyla öfkesine hâkim olmuş ve “Rabbim!
Beni ve kardeşimi bağışla. Bize rahmetinle muamele
eyle. Sen merhameti engin ve sonsuz olansın.” 4
yakarışıyla Rabbine sığınmıştı.
Yunus (a.s.), kavmini bir olan Allah’a teslimiyet ve
kulluğa davet etmişti. Ancak onlar, bu daveti karşılıksız
bırakmışlardı. Bunun üzerine Yunus Peygamber, bir hışımla
kavmini terk edip gitmişti. Ama öfkesi onun için bir
imtihana dönüşmüştü. Bir balığın karnında karanlıklar
içerisinde kalmış, sabrın ve itidalin anlamını bir kez daha
kavramıştı. Nedametle Rabbine şöyle iltica etmişti:
“Senden başka ilah yoktur. Seni her türlü eksiklikten
tenzih ederim. Ben gerçekten kendine yazık edenlerden
oldum.”5
Kıymetli Kardeşlerim!
İnsanlığın yolunu aydınlatan peygamberlere dair bu
örneklerle bizi eğitir Âlemlerin Rabbi. Peygamberlerin dahî
kimi zaman öfkelendiklerini ancak öfkelerini Allah’a
sığınarak yendiklerini öğretir. Peygamberimiz (s.a.s) de,
öfke anında kişinin Allah’a sığınmasını, hesabı, sevap ve
günahı hatırlamasını tavsiye etmiştir.6 Öfkelenince dilimizin
isyan, küfür, intikam sözcüklerine değil; dua, sükûnet,
esenlik ifadelerine tercüman olmasını istemiştir.
Kardeşlerim!
Olgun bir insan ve kâmil bir mümin olmanın
tezahürlerinden biri de öfkeye hâkim olabilmektir. Onun bir
anda parlayan ateşine odun değil su taşımaktır. Zira
öfkesine yenik düştüğünde insanın gözü kör, kulağı sağır
olur; insaf ve vicdanı devre dışı kalır. Öfke seline kapılan
kişi merhametten, hoşgörüden yoksunlaşır; kırıcı, yıkıcı
hale gelir. Hatta ölümle sonuçlanacak kadar aşırı
davranışlar sergileyebilir.
Nitekim günümüzde öfkenin sebep olduğu nice
olumsuzluklara, ibretlik ve hazin tablolara hemen her gün
şahit olmaktayız. Şeytan, öfke silahıyla aramıza kin, nefret,
intikam tohumları ekmektedir. Nice akrabalık, dostluk ve
kardeşlikler sudan sebeplerle başlayan kavga ve
çekişmelerle husumete dönüşebilmektedir. Bir anlık öfke,
ailelerde, iş ortamlarında, hâsılı gündelik hayatın farklı
alanlarında nice mutlulukları alıp götürmekte, nice hayalleri
yok etmektedir. Nice yuvalar, bir anlık öfke ateşiyle yanıp
kül olmaktadır. İnsanoğlunun öfkeye yenik düşmesinin
bedelini kimi zaman masum eşlerin, çocukların, annebabaların, komşuların, suçsuz insanların canlarıyla ödemesi,
yüreklerimizi parçalamaktadır.
Kardeşlerim!
Bugün, insanlık olarak bir stres çağında yaşıyoruz.
Gündelik hayatta zaman zaman bizi çileden çıkaran
olaylarla karşılaşıyoruz. Fakat bizler, öfkemizde haklı olsak
dahî,
öfkenin bizi nerelere sürükleyebileceğini asla
unutmayalım. Hayatın bir imtihan olduğu gerçeğini hiçbir
zaman aklımızdan çıkarmayalım. Duyduğumuz her sözü,
başımıza gelen her bir olayı akl-ı selimin süzgecinden
geçirelim. Geliniz, müminler olarak daima şefkat,
merhamet, hoşgörü ve sabrı kuşanalım. Öfkenin esaretiyle,
kin, nefret, husumet gibi duygularla yüreklerimizi
karartmayalım. Mevlanâ’nın “Hilm kılıcı, öfke kılıcından
keskindir.” sözünü kendimize şiar edinelim.
Yüce Rabbimiz bizleri öfkesine mağlup olanlardan
değil; sabrı kuşanan, öfkesini yenebilen, haklıyken dahî
affedebilen müttaki kullarından eylesin!
Kıymetli Kardeşlerim!
Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar olsun ki, bir kez
daha rahmet, bereket ve bağışlanma mevsimi olan üç
ayların eşiğine ulaştık. Önümüzdeki Perşembe’yi Cuma’ya
bağlayan gece Regâib Kandili’ni idrak edecek ve üç ayların
ilki olan Recep ayına gireceğiz. Regâib Kandilinizi
şimdiden tebrik ediyorum. Yüce Rabbimiz, üç ayları en
güzel şekilde değerlendirebilmeyi, rızasını kazanmış olarak
hep birlikte Ramazan bayramına erişebilmeyi nasip eylesin.
Âl-i İmrân, 3/134.
Müslim, Birr, 106; Ayrıca bkz. Buhârî, Edeb, 76.
3
Buhârî, Edeb, 76.
4
A’râf, 7/151.
5
Enbiyâ, 21/86-88; Ayrıca bkz. Saffât, 37/139-148.
6
Buhârî, Edeb, 44.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 30.12.2016
değerlendirdiğimizden,
hâsılı
ettiklerimizden sorguya çekileceğiz.
bütün
yapıp
Kardeşlerim!
Kıyamet gününde bize yöneltilecek olan ikinci soru,
‫َﻭﻉ َْﻥ‬
gençliğimizi nerede, nasıl
َ
ْ َ ‫ﺏ ِﻩ ﻑِﻱ َﻡﺍ ﺃ‬
ُ‫ﻩ‬. ‫ﺏ‬
ِ ‫ﺵﺏَﺍ‬
geçirdiğimizdir. Bu soruyu hiçbir zaman zihnimizden
çıkarmamalıyız. Zira kimi zaman, ibadet etmeyi, iyi
işler yapmayı gençlikten sonraya ertelemek gibi bir
yanlışın içerisine düşebiliyoruz. Oysa Peygamberimiz
(s.a.s), ideal gençleri, ‫ﺵﺃ َﻑِﻱ ِﻉﺏَﺍ َﺩ ِﺓ َﺭﺏِ ِﻩ‬
َ َ‫َﺍﺏ ﻥ‬
. ‫“ َﻭﺵ‬Neşeyi ve
huzuru Rabbine ibadette bulan gençler”4 diye tarif
etmiştir.
ÖMÜR NİMETİ
Cumanız Mübarek Olsun Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’a karşı
gelmekten sakının ve herkes, ebedi âlem için ne
hazırlamış olduğuna baksın…”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s)
şöyle buyuruyor: “Beş şey gelmeden önce beş şeyin
değerini iyi bil: Ölümden önce hayatın,
meşguliyetten önce boş zamanın, yokluktan önce
varlığın, ihtiyarlıktan önce gençliğin ve hastalıktan
önce sağlığın”2
Kardeşlerim!
Kısa bir süre önce hep birlikte yeni bir hicri yıla
girdik. Bugünlerde ise miladi yılın son günlerini
yaşıyoruz. Ömür sermayemizden bir yıl daha eksildi.
Yüce Rabbimiz, hepimize hayırlı, bereketli bir ömür
lütfeylesin.
Şu bir gerçek ki; ister hicri, ister miladi olsun.
Mühim
olan,
günlerimizi,
yılımızı
nasıl
değerlendirdiğimizdir. Zamanın birer şahidi olan ay da
Allah’ın âyetidir, güneş de Allah’ın âyetidir. Aslolan,
Rabbimizin bir nimeti ve emaneti olan zamanın içini
nasıl doldurduğumuzdur. Sayılı nefeslerimizi nasıl ve
hangi amaçla harcadığımızdır. Ömür sermayemizin her
bir ânını, her bir gününü yaratılış ve varlığımızın
gayesine uygun olarak kullanıp kullanmadığımızdır.
Aziz Kardeşlerim!
Rabbimizin dünya imtihanında bizlere takdir ettiği
kısa bir zaman vardır. Bizler bu zamana “ömür”
diyoruz. Beyhude geçirilmiş bir hayata ömür
denilemez. Ömür, iyilik ve güzelliklerle geçirilmiş bir
hayattır. Ömür, insani ve ahlaki erdemlerle tezyin
edilmiş bir hayattır. Ömür, emanet ve sorumluluk
bilinciyle iman ve salih amellerle mamur kılınmış bir
hayattır.
Kardeşlerim!
Peygamberimiz (s.a.s), “Kıyamet gününde
insanoğlu şu beş şeyden hesaba çekilmedikçe
Rabbinin huzurundan bir yere kımıldayamaz.”3
buyurmuştur. Hesabını vereceğimiz ilk nimet, ömür
ْ َ ‫ ﻉ َْﻥ ﻉ ُْﻡ ِﺭ ِﻩ ﻑِﻱ َﻡﺍ ﺃ‬Ömrümüzü nerede, nasıl
nimetidir. ُ‫ﻑﻥَﺍﻩ‬
geçirdiğimizden,
zamanımızı
nasıl
Aziz Müminler!
Hesap günü bizlere sorulacak bir diğer soru ise
ْ َ ‫ َﻭﻑِﻱ َﻡ ﺃ‬،ُ ‫ﺱﺏَ ﻩ‬
ُ‫ﻥﻑَﻕَ ﻩ‬
ْ َ ‫ ﻭﻉ َْﻥ ﻡﺍ ِﻝ ِﻩ ﻡِ ْﻥ ﺃ‬Allah’ın bize lütfettiği
َ َ ‫ﻱﻥَ ﺍِ ْﻙﺕ‬
kazancımızla ilgili olacaktır. Rabbimiz, malını nereden
kazandın, nereye harcadın? Helale harama riayet ettin
mi? Yoksulun, ihtiyaç sahibinin hakkını gözettin mi?
diye soracaktır bizlere. Zira mal, servet, her türlü imkân
ve kazanç Yüce Rabbimizin bizlere birer emanetidir.
Bütün bunlar zihnimizi, kalbimizi, geleceğimizi esir
almamalıdır.
Kardeşlerim!
Rabbimizin huzurunda bizlere sorulacak bir diğer
soru ise, ‫ﻉ ِﻝ َﻡ‬
َ ‫ َﻭﻉ َْﻥ ِﻉ ْﻝ ﻡِ ِﻩ َﻡﺍﺫَﺍ ﻉَﻡِ َﻝﻑِﻱ َﻡﺍ‬ilimle ilgilidir. O gün
şu sorulara muhatap olacağız: İlminle amel ettin mi?
Onu insanlığın hayrı ve yararına mı kullandın, yoksa
kötülükler için bir silaha mı dönüştürdün? İlmin,
insanlar arasında güzelliklerin yayılmasına mı vesile
oldu, yoksa onu fitne, fesat ve bozgunculuğa mı vesile
kıldın? Sahip olduğun ilim, bilgi senin hayatına,
ahlakına, ilişkilerine rehberlik etti mi?
Aziz Kardeşlerim!
Her yılın sonu, yeni bir yılın başlangıcıdır aslında.
Öyleyse bu yeni başlangıcı vesile kılarak hadiste dile
getirilen soruları kendimize yeniden soralım.
Unutmayalım ki; ömür sermayesinden geçen bir yılın
sonunda kendini ve yaratılış gayesini unutarak,
değerlerimizle örtüşmeyen, insan hayatına katkısı
olmayan gayr-i meşru tutum ve davranışlar sergilemek
bir mümine asla yakışmaz. Yeni bir yılın ilk saatlerinin
başka kültürlere, başka dünyalara ait yılbaşı
eğlenceleriyle israfa dönüştürülmesi ne kadar da
düşündürücüdür. Sevap-günah, hayır-şer konularında
muhasebe yapılması gereken saatlerin, emek
harcamadan zengin olmak arzusuyla kumar, piyango
gibi şans oyunlarıyla heba edilmesi ne kadar da
üzücüdür.
Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, ömrümüzün kalan kısmını geçen
kısmından daha hayırlı ve bereketli yaşayabilmeyi
bizlere nasip eylesin. Hesabını veremeyeceğimiz bir
hayat yaşamaktan hepimizi muhafaza eylesin.
Haşr, 59/18.
Hâkim, el-Müstedrek, IV, 341.
3
Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 1.
4
Buhârî, Ezan, 36.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 04.11.2016
ÖRNEK ÜMMET OLABİLMEK
Cumanız Mübarek Olsun Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz, şöyle
buyuruyor: “Doğrusu sizin ümmetiniz yani İslam
ümmeti bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim.
Öyleyse bana ibadet ediniz”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Müminlerin birbirlerine olan
bağlılığı, birbirine kenetlenerek inşa edilmiş bir
binanın tuğlaları gibidir.”2
Kardeşlerim!
Sahabeden birkaç kişi, Mescid-i Nebevi’de kendi
aralarında sohbet ediyorlardı. O esnada sahabeden
Selman, mescide girdi. Bunun üzerine sohbet etmekte
olanlardan birisi yanındakilere sırayla “aileniz, soyunuz
sopunuz nedir?” diye sordu. Sohbet halkasında
bulunanlardan her biri kendi ailesini, soyunu sopunu
överek zikretmeye başladı. Nihayet bu şahıs, Selman’a
dönerek “Senin soyun sopun, sülalen nedir ey Selman?”
dedi. Aslında bu soruyla onu zor durumda bırakmayı
arzuluyordu. Zira onun Selman’la arasında şahsi bir
problemi vardı. Herkes Selman’ın ne diyeceğini merakla
beklerken şu ibretlik sözler döküldü dilinden:
َ‫ أنَاَسَلَمَانََابَنََالَسَلَم‬Ben İslam oğlu Selman’ım.
َ‫الل َبَمَحَمَّد‬
َ ّ َ‫ال َفَهَدَانَي‬
َ ًّ ‫ض‬
َ َ‫ كَنَت‬Ben dalaletteydim, Allah
beni Muhammed Aleyhisselam ile hidayete erdirdi.
َ‫الل َبَمَحَمَّد‬
َ ّ َ َ‫ كَنَتَ فَقَي َرًا َفَأغَنَانَي‬Ben fakirdim, Allah beni
Muhammed Mustafa’yla zenginleştirdi.
ََ‫اللَبَمَحَمَّد‬
َ ّ ََ‫وك ًاَفَاَعَتَقَنَي‬
َ َ‫ كَنَتََمَمَل‬Ben köleydim, Allah beni
Muhammed Mustafa’yla özgürleştirdi.”
Bu konuşmaları duyan Hazreti Ömer topluluğun
yanına gelerek, “Benim kim olduğumu, benim de
soyumu sopumu öğrenmek ister misiniz?” diye sordu.
Ve sonra dedi ki: “َ‫ َأنَاَعَمَرَ َابَنَ َالَسَلَمَ أخَوَسَلَمَانَ َابَنَ َالَسَلَم‬Ben
de İslam oğlu Ömer’im, İslam oğlu Selman’ın
kardeşiyim.”
Kardeşlerim!
Din-i Mübin-i İslam, iki büyük temel üzerine inşa
edilmiştir: Birisi tevhit, diğeri vahdettir.
Tevhit, Allah’ın birliğine imandır, Allah’ın
vahdaniyetini ikrardır. Kur’an-ı Kerim bir tevhit
kitabıdır. Bütün peygamberler ve Hatemü’l-Enbiya
Muhammed Mustafa (s.a.s), bir tevhit peygamberidir.
Allah’ın bize farz kıldığı bütün ibadetler; namazımız,
orucumuz, haccımız, kurbanımız, zekâtımız, her biri
birer tevhit eylemidir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Tevhitten sonra en büyük temel ilke vahdettir,
müminler arasında birliktir. Birlik olmadan ümmet
olmaz, ümmet olmadan tevhid olmaz. Tevhid ve vahdet
olmadan da Yüce Rabbimizin, şu âyet-i kerimesinin
gayesi gerçekleşmez: “Siz, insanlar için var kılınmış
en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten
alıkoyarsınız ve siz Allah’a iman edersiniz.”3
Aziz Müminler!
Bu âyet-i kerime bizlere göstermektedir ki; İslam
ümmetinin en büyük gayesi, yeryüzünde iyiliği egemen
kılmak, kötülüğü ortadan kaldırmaktır. Her daim ahlak,
adalet, fazilet ve iyiliğin yanında yer almaktır. Her türlü
kötülüğün, şerrin ve batılın karşısında durmaktır. Nerede
bir zulüm, bir haksızlık, bir adaletsizlik varsa ona engel
olmak için gayret göstermektir. Zira bu güzellikler,
Rabbimizin övgüyle söz ettiği en hayırlı ümmetin
vasıflarıdır.
Aziz Kardeşlerim!
Tevhide karşı en büyük günah, en büyük zulüm
şirktir. Allah’a ortak koşmaktır. Tevhidi bozmaktır.
Allah’ın vahdaniyetini ikrardan, O’na imandan yüz
çevirmektir.
Vahdete karşı en büyük günah ise tefrikadır.
Ümmeti bölmektir. Ümmeti parçalamaktır. Bozgunculuk
yapmaktır. Ümmetin arasına fitne, fesat ve nifak
sokmaktır. Asabiyet, kin, öfke, nefret, gibi cahiliye
kalıntılarıyla kardeşleri birbirine düşürmeye çalışmaktır.
Kardeşlerim!
Bugün müminler topluluğu olarak ümmet bilincini
yeniden inşa etmeye ihtiyacımız var. Bugün İslam
coğrafyasında barış ve esenliği, şefkat ve merhameti,
hak ve hakikati yeniden egemen kılmaya ihtiyacımız
var. Unutmayalım ki, örnek ümmet olabilmenin yolu
gönülleri bir, gayeleri bir, samimiyet ve sadakatle
bezenmiş kardeşler olmaktan geçer.
Aziz Kardeşlerim!
Hutbemizi şu duayla bitirmek istiyorum:
Allah’ım!
Bozgunculuktan,
düşmanlıktan,
münafıklıktan, ihanetten ve kötü ahlaktan sana
sığınırız. 4 Bizleri bu kötülüklerden muhafaza eyle!
Ümmeti Muhammed’i yeniden ve ebediyen aziz
bir ümmet eyle Allah’ım!
Enbiyâ, 21/92.
Buhari, Salat, 88; Müslim, Birr ve Sıla, 65.
3 Âl-i İmran, 3/110.
4 Ebû Dâvûd, Vitr, 32.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İL
: GENEL
TARİH : 12.02.2016
PEYGAMBERE İMAN TEVHİDİN BİR GEREĞİDİR
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz
şöyle buyuruyor: “De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız
bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı
bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok
merhamet edendir.’ ”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Gönülden tasdik ederek
Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in
O’nun resûlü olduğuna inanan kimseye Allah,
cehennemi haram kılar.”2
Kardeşlerim!
İman esasları Allah’ın varlığını, birliğini, eşsiz
ve ortaksız olduğunu kabul etmekle başlar. İman
esaslarından
biri
de
peygamberleri,
ayrım
yapmaksızın kabul etmektir. Bizler, Müslüman
olmanın bir gereği olarak bütün peygamberlere,
nübüvvet zincirinin son halkası Muhammed
Mustafa’ya (s.a.s) ve onun tebliğ ettiklerinin
tamamına şeksiz şüphesiz iman ederiz. Bu imanımızı
kelime-i şehadetle gönülden tasdik ederiz.
diyerek
tevhide olan bağlılığımızı, Efendimize olan iman ve
sadakatimizi dile getiririz.
Aziz Müminler!
Peygamber
Efendimiz
(s.a.s),
Allah’ın
aramızdan seçtiği, müjdeleyici ve uyarıcı olarak
görevlendirdiği, kitabı ile şereflendirdiği son
peygamberdir. O, Rabbimizden aldığı vahyi kusursuz
bir şekilde bize ulaştırmış, anlatmış, açıklamış ve
yaşamıştır. Bu yüzden ona iman eden, Allah’a iman
etmiş; onu inkâr eden de Allah’ı inkâr etmiş olur.3
Peygamberimiz, bütün insanlığa gönderilmiş bir
rahmet vesilesi ve hidayet rehberidir. O, bizlere
varoluşumuzun gayesini haber vermiştir. Allah’a kul
olmanın, O’nun rızasını ve cennetini kazanmanın
yollarını öğretmiştir. Peygamber Efendimiz, özüyle ve
sözüyle, her haliyle bizler için ahlak, iffet, şefkat,
merhamet ve adalete dair muhteşem bir örnek olarak
yaşamıştır. O, ashabına ve “kardeşlerim” dediği
bizlere sadakati, dürüstlüğü, vefayı, fedakârlığı
öğütlemiştir. Efendimiz,
serverimizdir.
bizim
iki
cihanda
Kardeşlerim!
Hayat kitabımız olan Kur’an-ı Kerim,
Peygamberimizin diliyle bizlere ulaşmıştır. Onun
örnekliğinde hayat bulmuş, okunmuş, anlaşılmış ve
uygulanmıştır. Kur’an’ı yaşanan bir kitaba dönüştüren
Peygamberimizdir. Vahyin ağırlığını ilk karşılayan,
ilâhî kuralları ilk açıklayan, insanlara Allah’ın
muradını duyuran Peygamber Efendimizdir. Yüce
Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de bizlere namaz kılmayı,
oruç tutmayı, zekât vermeyi, hac yapmayı
emretmiştir. Ancak namazın vakitlerini, rekât
sayılarını ve nasıl kılınacağını bize Efendimiz
öğretmiştir. Orucun ne şekilde ve nasıl tutulacağını,
zekâtın hangi mallardan ve ne kadar verileceğini,
haccın menasikini bizlere hep Peygamberimiz
göstermiştir. Kısacası ibadet hayatımız, onun
örnekliğinde şekillenmiştir.
Kardeşlerim!
“Bize Kur’an yeter” anlayışıyla peygamberimizi,
onun siretini ve sünnetini dikkate almadan
Müslümanca yaşamaya çalışmak mümkün değildir.
Bu duruş, Kur’an’ın bizzat kendisine aykırıdır. Çünkü
Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda bize, kendisiyle
birlikte Resulüne inanmayı4 ve tabi olmayı5 emreder.
Peygamberimizin helal kıldığını helal, haram kıldığını
haram saymamızı ister.6 Dolayısıyla Peygamberimize
inanmayan, onun siretini ve sünnetini benimsemeyen
bir anlayış, İslam anlayışı olamaz. Peygambere iman
etmeden, Kur’an ile sünnetin arasına mesafe
koyularak ebedi kurtuluşa ulaşılamaz. Resul-i
Ekrem’in şerefli sözleri olmadan Kur’an anlaşılamaz
ve yaşanamaz. Bizi bu konuda ikaz eden yine bizzat
Efendimizdir. O şöyle buyurur: “Sakın sizden
birinizi, emrettiğim veya yasakladığım bir konu
kendisine iletildiğinde, köşesine yaslanmış olarak
cahilce, ‘Biz Allah’ın Kitabı’nda ne bulursak ona
uyarız; (hadis tanımayız!)’ derken bulmayayım!”7
Kardeşlerim!
Tarihin yüce rehberlerine, insanlığın barış ve
umut elçilerine, Efendimiz başta olmak üzere bütün
peygamberlere sonsuz salat ve selam olsun. Rabbimiz,
bizleri tevhidi hakkıyla anlayan, kendisine hakkıyla
kul olan, Resulüne hakkıyla tabi olanlardan eylesin!
Peygamberimizin ümmeti olma, onun sancağı altında
toplanma ve şefaatine nail olma bahtiyarlığından bizi
mahrum
bırakmasın.
Onun
sünnetinden,
muhabbetinden, bereketinden bizleri bir an olsun
ayırmasın.
1
Âl-i İmrân, 3/31.
Buhârî, İlim, 49; Müslim, İman, 47.
Nisâ, 4/80. Ayrıca bkz. Buhârî, Ahkâm, 1; Müslim, İmâre, 33.
4
Nisâ, 4/136.
5
A’râf, 7/158.
6
A’râf, 7/157, Ahzâb, 33/36.
7
İbn Mâce, Sunne, 2; Tirmizî, İlim, 10.
2
3
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İL
: GENEL
TARİH : 19.02.2016
PEYGAMBERLER ALLAH’IN KUTLU
ELÇİLERİDİR
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz
şöyle buyuruyor: “‘Biz Allah’a ve Allah’ın bize
indirdiği kitaba, aynı şekilde İbrâhim, İsmâil,
İshak, Yakûb ve torunlarına indirilenlere; Mûsâ
ve Îsâ’ya verilenlere ve Rableri tarafından
bütün peygamberlere gönderilenlere inandık.
Allah’ın
peygamberleri
arasında
ayrım
yapmayız; biz Allah’a teslim olmuşuzdur’
deyin.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Peygamberler, ataları
bir kardeşlerdir.”2
Kardeşlerim!
Peygamberlerin her biri, Allah’tan aldıkları
vahyi insanlara ulaştırmak üzere insanlar arasından
seçilmiş kutlu elçilerdir. İman esaslarından biri de
hiçbir ayrım gözetmeksizin bu kutlu elçileri kabul
ve tasdik etmektir. Bizler, hemen her gün
okuduğumuz “Âmenerrasûlü” diye bilinen
ayetlerde peygamberlerin tümüne inandığımızı ve
aralarında hiçbir ayrım yapmadığımızı dile
getiririz.
Aziz Mü’minler!
Yüce Rabbimiz, Kerim kitabımız Kur’an-ı
Kerim’de bizlere peygamberlerin hayatlarından
örnek alacağımız kesitler sunar. İlk insan olma
şerefi yanında, ilk peygamber de olan, insanlığın
içinden süzülüp çıkartılmış, özü itibariyle en temiz
ve saf olan Hz. Âdem,
Safiyyullah olarak
örneğimizdir.
Hiçbir taviz ve gevşeklik göstermeden sabırla
950 yıl boyunca tevhid mücadelesini sürdüren Hz.
Nuh, Nebiyyullah olarak örneğimizdir.
Tevhid uğrunda dağ gibi ateşe atılan, Allah’a
sadakatin ve müstakim duruşun sembolü Hz.
İbrahim, Halilullah olarak örneğimizdir.
Teslimiyetin zirvesine oturan, Allah’ın
emrine tereddütsüz “evet” diyen Hz. İsmail,
Zebihullah olarak örneğimizdir.
İffet ve hayâ ile özdeşleşen, nefsin gayr-ı
meşru istek ve arzularına Allah korkusuyla “hayır”
diyen Hz. Yusuf, Sıddîkullah olarak örneğimizdir.
Doğumuyla
Firavun’ları
telaşlandıran,
Firavun’un sarayında ama Allah’ın gözetiminde
büyütülen, peygamberlik verilince de firavunun
düzenini yerle-yeksan eden, Allah’ın kendisiyle
konuşarak yücelttiği Hz. Musa, Kelimullah olarak
örneğimizdir.
İsrailoğulları
Tevrat’ı,
Zebur’u
ve
peygamberlerinin mirasını, güç ve saltanat adına
tahrif edip ifsada başlayınca, iffet abidesi Hz.
Meryem’e, Allah Teâlâ’nın kendi ruhundan ‘ol’
emriyle ilkâ ettiği Hz. İsa, Kelimetullah olarak
örneğimizdir.
Aziz kardeşlerim!
Bütün vahiylerin zirvesi olan Kur’an-ı
Kerimle gönderilen ve peygamberlerin özü, özeti
hatta özlemi olan, kıyamete kadar da ona iman
etmeden, onun getirdiğine teslim olmadan, dünya
ve ahirette kurtuluşun mümkün olmayacağı Hz.
Muhammed Mustafa (s.a.s), Habibullah olarak
bizim ve bütün insanlığın yegâne örneğidir. Bütün
bu özelliklerine rağmen yüksek bir tevazu ile
Efendimiz, kendisini Hz. Âdem ile başlayan
Peygamberlik binasının eksik bir tuğlası olarak
nitelendirmiştir.
Hz.
Âdem’den
Hâtem’ül-Enbiya
Hz.
Muhammed Mustafa (s.a.s)’ya kadar tüm
peygamberlere salat ve selam olsun.
Rabbimiz, bizleri ve neslimizi onların en
güzel örnek olan hayatlarından ve kutlu yollarından
bir an olsun ayırmasın.
Kıymetli Kardeşlerim!
İki gün önce insanlıktan nasibini almamış her
türlü değerden ve vicdani duygudan yoksun kişi
veya kişiler tarafından Ankara’da gerçekleştirilen
saldırıda şehit olan güvenlik güçlerimize, hayatını
kaybeden kardeşlerimize Cenab-ı Haktan rahmet
niyaz ediyor, yaralı olan vatandaşlarımıza acil
şifalar diliyorum. Yakınlarına ve milletimize sabır,
metanet ve baş sağlığı diliyorum.
Cenâb-ı Allah bu saldırıda hayatlarını
kaybeden masum kardeşlerimizi engin rahmet-i
Rahmanıyla karşılasın. Rabbim millet olarak sabır
ve tahammül gücü zorlanan gönüllerimizi onarsın,
yaralarımıza derman olsun. Milletimizin başı sağ
olsun.
1
2
Bakara, 2/136.
Buhari, Enbiyâ, 48.
Hazırlayan : Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 01.01.2016
RABBİMİZ! BİZİ DOSDOĞRU YOLA İLET!
Aziz Kardeşlerim!
Bir gün Peygamberimiz (s.a.s), düz bir çizgi
çizerek “İşte bu, Allah’ın dosdoğru yoludur.”
buyurdu. Ardından bu çizginin sağından ve solundan
başka çizgiler çizdi ve “Bunlar da, dosdoğru yolun
haricindeki yollardır. Bu yolların her birinin
başında ona çağıran bir şeytan vardır.” şeklinde
açıklamada bulundu. Sonra da şu âyeti kerimeyi
okudu 1 : “Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur.
Buna uyun. Başka yollara sapmayın. Onlar sizi
Allah’ın yolundan uzaklaştırır. İşte günahtan
korunmanız için Allah size böyle öğüt verdi.”2
Kardeşlerim!
Rabbimizin dosdoğru yolu olan ve dualarımızdan
hiç eksik etmediğimiz sırât-ı müstakimi, Efendiler
Efendisi bizlere böyle takdim ediyordu. Bu yolun
yolcusu olmanın, şeksiz şüphesiz mümin olmayı, Allah
ve Peygamberinin mesajlarını her daim sadakat ve
teslimiyetle dikkate almayı gerektirdiğini bildiriyordu.
Efendimiz, hiçbir eğrilik ve sapkınlığın bulunmadığı
bu yola koyulan yolcunun, dünya ve ahirette huzur ve
mutluluğa ulaşacağını vurguluyordu. Farklı yolların ise
insanı sadece sırât-ı müstakimden değil, aynı zamanda
Rabbinin rızasından, Resûlullah’ın izinden, yaratılış
amacından,
dahası
tüm
insani
erdemlerden
uzaklaştıracağını haber veriyordu.
Kıymetli Kardeşlerim!
Sırât-ı
müstakim,
Kur’an’ın
yoludur.
Peygamberlerin yoludur. Allah’a verdikleri sözden bir
an olsun ayrılmayan, sadakatle sembolleşen sıddıkların
yoludur. Sırât-ı müstakim, şühedanın, salih amel
işleyenlerin, ilahi lütuf ve nimetlere talip olanların
yoludur. Bu yol, “Sözlerin en doğrusu Allah’ın
Kitabıdır. Rehberliğin en güzeli Muhammed’in
rehberliğidir.” 3 hadisini hayatında değişmez ilke
olarak kabul edenlerin yoludur. Sırât-ı müstakim
dışındaki yollar ise şeytanın davet ettiği yollardır. Bu
yollar, gayr-ı meşru arzu ve isteklerin, hırsların, kin ve
düşmalığın, fitne ve fesadın, ayrılık ve gayrılığın,
bencilliğin adreslerine uzanan yollardır.
Kardeşlerim!
Sırât-ı müstakimde sadece bir olan Allah’a kulluk
vardır. Hayatı O’nun emir ve yasaklarına göre tanzim
etmek vardır. Allah Resulünü sevmek ve ona gönülden
tabi olmak vardır. Onun gibi dosdoğru, emin ve yüce
bir ahlak üzere oluş vardır.
Sırât-ı müstakimde, hayır ve güzelliklere anahtar,
şerre kilit oluş vardır. Sırât-ı müstakimde insanı
itibarsızlaştırmak değil, yüceltmek; öldürmek değil,
yaşatmak vardır. Sırât-ı müstakimde ötekileştirmek
değil, biz olmak; parçalanıp yok olmak değil, bir ve
beraber olmak vardır. Farklı renkleri, farklı dilleri
Yüce Yaratanın bir ayeti olarak telakki etmek vardır.
Sırât-ı müstakimde yalan, hile ve türlü desiseler değil;
dürüstlük, erdem ve istikamet üzere olmak vardır.
Sırât-ı müstakimde şiddet, zulüm, terör değil; şefkat,
merhamet ve adalet vardır. Bâtıl ve beyhude davaların
peşinde savrulmak değil, hak ve hakikate tâbi olmak
vardır.
Kardeşlerim!
Çağımızda bütün bu anlamları ifade eden sırât-ı
müstakimden uzaklaşıldığı için, dünyada ve gönül
coğrafyamızda korku, acı, gözyaşı, huzursuzluk kol
geziyor. Sırât-ı müstakimden uzaklaşıldığı için bugün
semamız nice merhametsizliklere, arzımız nice
vicdansızlıklara şahitlik ediyor. Sırât-ı müstakimden
uzaklaşıldığı içindir ki; dünyada milyonlarca insan
evinden, barkından, yurdundan kaçıyor, açlık ve
sefaletten hayatını kaybediyor. Sırât-ı müstakimden
uzaklaşıldığı içindir ki; bugün ayrılık-gayrılık ve
tefrikaya düşülüyor; kardeşlik, muhabbet, adalet, hak
ve hakikat çağrıları cılız ve karşılıksız kalıyor. Öyle ki,
mezheplere, meşreplere, dillere, ırklara, coğrafyalara
mensubiyet, kimilerince İslâm’a ve ümmete
mensubiyetin önüne geçiriliyor. Allah’ın insana
lütfettiği saygınlık, haysiyet ve dokunulmazlık,
dünyanın pek çok yerinde gün be gün çiğneniyor.
Kardeşlerim!
Unutmayalım ki; kurtuluşumuz, huzur ve
mutluluğumuz Rabbimizin bizlere Kitabı ve
Peygamberi aracılığıyla öğretmiş olduğu sırât-ı
müstakiminde, dosdoğru yolda sapmadan, yılmadan
yürümekle mümkündür. Efendimiz (s.a.s)’in eşsiz
örnekliğinden ayrılmamak ve onun bize öğrettiği yüce
değerlere sımsıkı sarılmakla mümkündür.
Hutbemi her gün namazlarımızda okuduğumuz,
Rabbimize teslimiyet ve niyazımızı dile getirdiğimiz
Fâtiha suresindeki şu âyet mealleriyle bitirmek
istiyorum: “Rabbimiz! Ancak sana kulluk eder ve
yalnız senden yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola
ilet. Nimet
verdiklerinin
yoluna;
gazaba
uğramışların ve sapmışların yolunu değil!”4
1
En’âm, 6/153.
Dârimî, Mukaddime, 23.
3
Nesâî, Salâtu'l-îdeyn, 22.
4
Fâtiha, 1/5-7.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 08.07.2016
gördüklerimize değil, görmediklerimize de
edebilmektir.2 Şu olay bunu ortaya koymaktadır:
iyilik
Sahabeden biri Peygamberimize gelerek, “Ey
Allah’ın Resulü! Ben akrabalarımla ilişkilerimi sıcak
tutmaya çalışıyorum, onlarsa beni arayıp sormuyorlar.
Onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar.
Ben onlara yumuşak davranıyorum, onlar bana kaba
davranıyorlar.” der. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem
(s.a.s), o sahabeye, akrabalarının tutumunun yanlış
olduğunu bildirir ve şöyle buyurur: “Sen böyle
davranmaya devam ettiğin sürece Allah’ın yardımı
seninledir.”3
RABBİMİZE YAKINLAŞMA VESİLESİ:
SILA-İ RAHİM
Kardeşlerim!
Peygamberimiz (s.a.s), Mekke’den başlayan uzun
ve meşakkatli yolculuğun nihayet sonuna gelmişti.
Müminlerle birlikte yurt edindiği, İslam’ı dalga dalga
yayacağı Medine’ye ulaşmıştı. Medineliler, günlerdir
hasretle, heyecanla Allah Resulü’nün yolunu bekliyordu.
İçlerinden birçoğu onu henüz görmemişti. “Ey bizden
seçilen elçi, yüce bir davetle geldin. Sen bu şehre şeref
verdin. Ey sevgili hoş geldin” nidalarıyla karşıladılar
Rahmet Elçisi’ni. Kadın-erkek, büyük-küçük herkes
yollara dökülmüştü. Onu yakından görmek, söyleyeceği
ilk sözleri bizzat mübarek ağzından işitmek istiyorlardı.
Kendisini merakla takip eden kalabalığa Peygamberimiz
(s.a.s)’in ilk mesajlarından biri şu olmuştu: “Aranızda
selâmı yayın. Birbirinize ikramda bulunun. Sıla-i
rahmi, akrabalık ilişkilerini gözetin…”1
Kardeşlerim!
Rahmet Elçisi (s.a.s), bu sözleriyle akrabalık
ilişkilerinin ne derece önemli olduğuna dikkatlerimizi
çekmişti asırlar öncesinden. O, hayatı boyunca ailesinin,
akrabalarının, çevresindekilerin hukukuna titizlikle
riayet etmişti. Yakınlarını her daim gözetmiş, onlara
karşı sorumluluğunu ihmal etmemişti. Peygamberimiz,
insanlara olan vefasını her fırsatta samimiyet ve
muhabbetiyle göstermişti.
Aziz Müminler!
Yüce dinimizin büyük önem atfettiği değerlerden
biri de sıla-i rahimdir. Sıla-i rahim, başta ailemiz olmak
üzere
akrabamızla
ilişkilerimizi
sürdürmek,
ilgilenmektir.
Onların
sevinçlerini,
hüzünlerini
paylaşmak ve birbirimize güvenli bir liman olmaktır.
Darda kaldıklarında yardımlarına koşmak, düştükleri
vakit ellerinden tutup onları kaldırmaktır. Dünyanın
türlü hengâmesinde yorulan zihinlerimizi, gönüllerimizi
birbirimizin şefkat, merhamet ve muhabbetiyle
rahatlatmaktır.
Kıymetli Kardeşlerim!
Sadece bizimle bağını koparmayan akrabalarımızla
ilişkimizi sürdürmek değildir sıla-i rahim. Asıl sıla-i
rahim, sormayanı sorabilmek, aramayanı arayabilmek,
gelmeyene gidebilmektir. Asıl yücelik, iyiliğini
Kardeşlerim!
Her geçen gün hayatımızı kolaylaştıran nice
buluşlara şahit oluyoruz. Bilhassa teknoloji alanında baş
döndürücü gelişmeler yaşanıyor. Dünya, hızla küçücük
bir köye dönüşüyor, mesafeler aradan kalkıyor.
İstediğimiz anda bir tuşa dokunarak dünyanın öbür
ucundaki insanlara ulaşabiliyor, onlarla görüşebiliyoruz.
Ancak ne hazindir ki zaman zaman kendimizi,
birbirimizi, en yakınımızdakileri ihmal ediyoruz.
Kendimiz dışındaki insanları ve onların problemlerini
gün geçtikçe umursamaz oluyoruz.
Milyonların yaşadığı şehirlerde sevinci, üzüntüyü,
varlığı, yokluğu bireysel olarak yaşamaya doğru
savruluyoruz. Onlarca hatta yüzlerce kişiyle aynı binayı
paylaşıyoruz, aynı çatı altında yaşıyoruz ama her geçen
gün yalnızlaşıyoruz. Belki gün geçtikçe hanelerimiz
genişliyor ama bir o kadar da gönüllerimiz daralıyor.
Günümüzde gözbebeği evlatlarının yolunu bekleyen,
yalnızlığa terk edilmiş nice anne-babalarımız var.
Halinin hatırının sorulmasını bekleyen, unutulmaya yüz
tutmuş nice akrabalarımız var. Bir nebze olsun
dertlerinin paylaşılmasını, gönüllerinin alınmasını
bekleyen nice mahzun, garip, boynu bükük yakınlarımız
var. Bir selama, içten bir tebessüme, samimiyet ve
muhabbete muhtaç nice komşularımız var.
Kardeşlerim!
Geliniz, cennete girebilme vesilesi olan sıla-i
rahmi ihmal etmeyelim. Anne-babamızın gönlünü
yapalım. Eş ve evladımızla, yakın uzak akrabamızla,
komşularımızla ilişkilerimizi canlı tutalım. Ve
kendimize şu soruları soralım: Biz yaşayıp örnek
olmazsak, çocuklarımız kimden öğrenecek büyüklere
hürmet ve hizmet etmenin güzelliğini? Yavrularımız
nereden bilecek akrabayla yaşanınca sevinçlerin
çoğaldığını, keder ve üzüntülerin paylaşıldıkça
azaldığını?
Hutbemi Yüce Rabbimizin şu emriyle bitirmek
istiyorum: “… Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık
bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah,
hepinizi görüp gözetmektedir.”4
İbn Mâce, Et’ıme, 1.
Buhârî, Edeb, 15.
3
Müslim, Birr ve sıla, 22.
4
Nisâ, 4/1.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 05.07.2016
RAMAZAN BAYRAMI
Kardeşlerim!
Bizleri bir Ramazan bayramına daha ulaştıran
Rabbimize sonsuz hamdü senalar olsun. Bayramımız
mübarek olsun.
Rahmet ve mağfiret ayı Ramazanı aziz bir misafir
edasıyla
uğurluyoruz
bugün.
Onu
uğurlarken
hüzünleniyor, ancak bayram ile seviniyoruz bugün.
Ne büyük bahtiyarlıktır ki orucu, kötülüğe karşı
kalkan edindik. Gecenin karanlığını sahurlarımızla,
namazlarımızla aydınlattık. Tefekkürü, sabrı, şükrü bir
kez daha öğrendik. Kardeşimizin derdiyle dertlenmeye
adadık kendimizi. Ve bir aydır yaşadığımız iftar
sevincimiz, bayram sevinciyle birleşti.
Kıymetli Kardeşlerim!
Bayramlarımız, Allah’ın lütfuyla ihya edilen, neşe
ve sevinç günleridir. Bayramlarımız ibadettir, zikirdir,
tekbirdir, duadır; sıla-ı rahim, paylaşma, huzur ve
umuttur.
Bayramlarımız, aynı mabette, aynı safta, aynı
inancın şuurunda yüreklerimizi birleştirdiğimiz günlerdir.
Bayramlarımız, kırgınlık ve dargınlıklarımızı bitirdiğimiz
günlerdir. Bayramlarımız, birliğimizi, beraberliğimizi,
kardeşliğimizi güçlendirip haykırdığımız günlerdir.
Aziz Kardeşlerim!
Kimi gönüller mahzundur, kimi yürekler yaralıdır,
kimi canlar sıkıntıdadır bu bayram. Coğrafyamızı saran
şiddet ve teröre kurban gitmektedir insanlarımız. Anne
çocuğundan, kardeş kardeşinden, yüzbinler vatanından,
gençler değerlerinden koparılmıştır. Acı, hüzün ve
gözyaşı dağlamaktadır yürekleri.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen bugün bize düşen,
yangın yerine dönen yüreklerimizi bayram neşesiyle
canlandırmaktır. Bugün bize düşen, bayramı göremeyen
kardeşlerimiz adına da bayramı eda etmektir. Bugün
İslam âlemi olarak bize düşen, yüreklerimiz mahzun olsa
da bayramımızın hakkını vermek ve onu mahzun
göndermemektir.
Kardeşlerim!
Bugün bize düşen, bayramımızı hepimiz için bir
umuda dönüştürmektir. Farklılıklarımızı ayrılık-gayrılık
vesilesi değil, Rabbimizin bir âyeti olarak görmek ve
birbirimize
kenetlenmektir.
Yüce
Rabbimizin,
“Topyekûn Allah’ın kitabına sımsıkı sarılın. Bölünüp
parçalanmayın…”1 çağrısının gereğini yapmaktır.
Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in “Müminler, bir
binanın yapı taşları gibidir. Onlar, birbirlerinin
hayata tutunmasını temin ederler.”2 Mesajına uygun
bir hayat sürmektir.
Kardeşlerim!
Bizler, insanlığın umuduyuz. Şunu unutmayalım ki;
birliğimizi,
dirliğimizi
korursak
mazlumların,
mağdurların, yoksulların, kimsesizlerin umudu olmaya
devam ederiz. Bunu başaramaz, kısır tartışmalarla,
kavgayla, gürültüyle zamanımızı heba edersek işte o
zaman insanlık adına umutlar söner…
Gelin umutları söndürmeyelim. Bayram sevincimizi
gönüllerden gönüllere, gözlerden gözlere, dillerden
dillere, evlerden evlere dalga dalga yayalım. Bayramla
sevinmeyen bir gönül, hüznü dinmeyen bir mahzun, başı
okşanmamış bir yetim, eli öpülmemiş bir büyük
bırakmayalım.
Aziz Müminler!
Gelin, yüreklerimizin ağır yükü olan dargınlıkları,
küskünlükleri, kin ve öfkeyi bir tarafa bırakalım. Af ve
bağışlama yolunu tercih edelim. Gönlümüzü birbirimize
açalım, muhabbetle kucaklaşalım ve bayramlaşalım.
Varlık sebebimiz olan anne-babalarımıza, hayatın çilesini
birlikte omuzladığımız eşlerimize, evlerimizin canlı
bayramları olan çocuklarımıza bayramın coşkusunu
tattıralım.
Gelin, bayram yapamayanlara da bayram yaptıralım.
Yaralı gönülleri, bitap düşmüş yürekleri onaralım. Evlat
sevgisiyle yanıp tutuşan yaşlılarımızı unutmayalım, onları
ziyaret edelim. Sevgiye ve merhamete aç yetim ve
öksüzlerin başlarını okşayalım. Hastalara, garip ve
kimsesizlere, yoksullara, muhtaçlara bayram sevinci
taşıyalım.
Gelin, bayramı, insanlık adına yaşayalım. Herkesin
kardeşçe yaşadığı muhteşem bir medeniyetin mirasçıları
olarak evvela ülkemizi gül gülistan edelim. Aynı sofrada
sevindiğimiz, aynı kıblede buluştuğumuz, aynı
Peygambere ümmet olduğumuz, aynı Kitab’a inandığımız
bilinciyle kardeş olalım. Bizi birbirimize düşürmek
isteyenlere fırsat vermeyelim, ayağımıza dolanan bütün
tuzakları bozalım. Tüm dünyaya insanların hor
görülmediği, kadınların ezilmediği, çocukların üzülmediği
bir güzel medeniyet örneği olmaya devam edelim.
Kardeşlerim!
Bu duygu ve düşüncelerle, ülkemizin, gönül
coğrafyamızın ve İslâm âleminin mübarek Ramazan
bayramını en kalbi duygularımla kutluyorum.
Hutbemi, hakiki bayramları dile getiren şu dizelerle
bitirmek istiyorum:
Can bula cananını, bayram o bayram ola,
Kul bula sultanını, bayram o bayram ola,
Hüzn-ü keder def ola, dilde hicap ref ola,
Cümle günah af ola, bayram o bayram ola.
1
2
Âl-i İmrân, 3/103.
Buhârî, Salât, 88; Müslim, Birr ve Sıla, 65.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 12.08.2016
SIRÂT-I MÜSTAKİM
Kardeşlerim!
Peygamberimiz (s.a.s), bazı sahabileriyle
birlikte bulunduğu bir esnada Kerim Kitabımızdan
bir âyet okumuştu. Bu âyet, İslam’dan önceki din
mensuplarının, Allah’ın dinini nasıl tahrif ettiklerini
şöyle haber veriyordu: “Onlar, Allah’ı bırakıp,
hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i
rab edindiler. Oysa onlara sadece bir olan Allah’a
kulluk etmeleri emredilmişti. Allah’tan başka
hiçbir ilah yoktur. O, yüceler yücesidir; onların
ortak koştuklarından münezzehtir.”1
Efendimizin âyet-i okumasını müteakip daha
önce Hıristiyan iken Müslüman olmuş bir sahabi,
“Yâ Resûlellah! Biz onlara kulluk etmiyorduk ki!”
dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Onlar size
istediklerini helâl, istediklerini haram kılıyorlardı.
Siz de onlara uyuyordunuz öyle değil mi?” diye
sordu. Sorusuna “Evet!” cevabını alınca da, “İşte
âyette sözü edilen durum budur.” buyurdu.2
Kıymetli Kardeşlerim!
Bu âyet-i kerime bizlere göstermektedir ki;
insanoğlu, tarih boyunca din anlayışı ve tasavvurunda
zaman zaman sapmalar ve savrulmalar yaşamıştır.
İşte bu sapma ve savrulmalara karşı Yüce Rabbimiz
Âdem (a.s.)’den Efendimiz Muhammed Mustafa
(s.a.s)’e kadar kutlu elçileri vasıtasıyla insanlığı
tevhid inancına çağırmıştır.
Tevhid inancı, sırat-ı müstakimdir, dosdoğru
yoldur. Bu yolda sadece bir olan Allah’a itaat,
teslimiyet ve kulluk vardır. Bu yolda şirk, küfür,
nifak, ikiyüzlülük değil; özüyle sözüyle bir olmak,
olduğu gibi görünüp, göründüğü gibi olmak vardır.
Bu yolda ahlak, erdem ve samimiyet vardır. Bu yolda
eğrilik değil, doğruluk; ihanet değil, sadakat vardır.
Bu yolda sapkınlık, azgınlık, haddi aşma ve zalimlik
değil; istikamet, adalet ve hakka tabi olmak vardır.
Bu mübarek yolun son davetçisi Efendimiz
Muhammed Mustafa (s.a.s.) olmuştur. Yüce Allah,
din-i mübin-i İslam’ı Kerim Kitabımızla ve
Peygamber Efendimizle kemale erdirmiştir.3 O gün
bugündür insanlığı bu bereketli yola çağıran hakiki
ilim ve irfan ehli nice bahtiyar kimseler olmuştur.
Ancak, suret-i haktan görünerek insanları sırât-ı
müstakimden saptıran, onları batıla davet eden nice
bedbahtlar da olmuştur.
Kardeşlerim!
Sırât-ı müstakimde, Allah ve Resûlü’nün,
Kur’an ve sünnetin önüne hiçbir anlayışı geçirmek
yoktur. Sırât-ı müstakimde dinin sabitelerini
değiştirmeye kalkışmak yoktur. Sırât-ı müstakimde
hiç kimsenin, arzu ve isteklerine, çıkarlarına göre
helal ve haram koyma yetkisi yoktur. Zira böyle bir
durum, dini mübin-i İslam’ı tahrif etmektir. Dinin
içini boşaltmaktır. Dini tahrip etmektir. Yeni bir din
ihdas etmektir. Bilinmelidir ki; kendisini Kur’an ve
sünnetin önüne geçirerek yeni bir din ihdas etmeye
yeltenenler de, körü körüne böylelerinin peşi sıra
gidenler de beyhude bir yolun yolcularıdırlar. Aksine
sırât-ı müstakimde Kur’an ve sünnetin ebedi
rehberliğinde, İslâm kültür ve medeniyetinin zengin
bilgi mirası eşliğinde nezih bir hayat yaşamak vardır.
Kıymetli Kardeşlerim!
Yüce Allah’ın dosdoğru yolunda, Peygamberler
dışında ismet sıfatına sahip “masum ve tartışılmaz”
herhangi bir şahsiyet yoktur. Sırât-ı müstakimde
Peygamberler dışında hiç kimsenin özel, seçilmiş ve
yanılmaz olduğu düşünülemez. Herhangi bir
kimsenin sözlerine, eserlerine ve davranışlarına
mahza hikmetli olduğu düşüncesiyle kutsiyet
atfedilemez. Sırât-ı müstakimde Allah’a isyan
hususunda hiçbir varlığa itaat edilemez. Hâsılı,
mutlak itaat ve bağlılık, çerçevesi Kur’an ve sünnet
tarafından belirlenen ilkeleredir.
Kardeşlerim!
Unutmayalım ki; herkes, ahiretteki âkıbetini bu
dünyada yapıp ettikleriyle kendisi belirleyecektir. Hiç
kimse sorumluluğunu ve hesabını bir başkasına asla
yükleyemeyecektir.4 O büyük günde tek umudumuz
sadık imanımız, samimi niyetimiz, sahih bilgimiz,
salih amellerimiz, selim kalbimiz olacaktır. Tek
sığınağımız, Rabbimizin engin merhameti olacaktır.
Yüce Rabbimiz, bizleri her daim sorumluluk
bilinciyle, hesap şuuruyla yaşayan ve merhametine
nail olan kullarından eylesin. Yüce Rabbimiz, bizleri
bir an olsun sırât-ı müstakiminden ayırmasın,
mahrum bırakmasın. Yüce Rabbimiz, dini
değerlerimizi, imanımızı, İslam’ımızı tahrif ve
istismar etmek isteyenlere fırsat vermesin.
Tevbe, 9/31.
Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’ân, 9; Beyhakî, Sünenü'l Kübrâ, X,196.
3
Muvattâ, Kader, 3.
4 İsrâ, 17/13-14.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 22.01.2016
SÖZ AHLAKI
Aziz Müminler!
Bir gün Peygamberimiz (s.a.s)’e sahabeden biri,
“Kurtuluşun yolu nedir?” şeklinde bir soru sordu.
Efendimiz, bu soru vesilesiyle tüm müminlere kurtuluşa
ve huzura giden yola dair şu önemli tavsiyede bulundu:
“Diline sahip ol! Fitneye bulaşma! Günahların için
pişmanlıkla gözyaşı dök!”1
Hutbemin başında okuduğum hadis-i şerifte ise
Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Kulun kalbi
doğru olmadıkça imanı doğru olmaz. Sözü doğru
olmadıkça da kalbi doğru olmaz.”2
Kardeşlerim!
Söz, Yüce Rabbimizin kelam sıfatının bir
yansımasıdır. Âlem, O’nun “Ol” sözüyle var olmuştur.
Âdem (a.s.), O’nun bir sözüyle yaratılmış ve insan,
dünya serüvenine sözle başlamıştır. Rabbimiz, kelâm
sıfatının bir tezahürü olarak insanlara vahiy
göndermiştir. Kerim Kitabımız Kur’an, okunan bir söz
olarak Efendimiz (s.a.s)’e vahyedilmiştir. İnsanoğlu,
zihin ve gönül dünyasındakileri hep sözle ifade etmiştir.
Dil, aklın da kalbin de tercümanı olmuştur.
Kardeşlerim!
İslam medeniyeti ahlak, hikmet, irfan, hak ve
hakikati izhar eden bir söz medeniyetidir. Sözde
öncelikle doğruluğun, sadakatin bulunması gerekir. Söz,
hak ve hakikate tercüman olmalıdır. Yalanla, iftirayla
zihinler, gönüller, diller kirletilmemelidir. Doğru
olmayan sözlerle fesat ve huzursuzluğa sebebiyet
verilmemelidir. Emanet olan ömür sermayesi ve hızla
akıp giden zaman, faydasız, beyhude sözlerle israf
edilmemelidir. Bu hususta Efendimizin “Ya hayır
söyleyin, ya susun!” 3 uyarısı her daim şiarımız
olmalıdır.
Allah katında sözün değeri, hakkı ve hakikati ne
kadar yansıttığı ile ölçülür. Çünkü söz, özün aynasıdır
ve sadece insanın davranışını değil, aynı zamanda
kişiliğini, hatta âkıbetini belirlemektedir. Bu gerçeği
Yüce Rabbimiz, şu âyet-i kerime ile haber vermiştir:
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının
ve doğru söz söyleyin ki Allah sizin işlerinizi
düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın.”4
Kıymetli Kardeşlerim!
Sözde aranan diğer bir özellik ahlaktır, nezahettir.
Sözün bir ahlakı, bir âdâbı vardır. Mümin, konuşmasıyla
zarafet ve nezaketini yansıtmalıdır. Onun kelâmı, güzel
ve hoş olmalı, insanın gönlüne akmalıdır. Ancak, gönle
akabilmesi
için
söz,
samimiyetle,
gönülden
söylenmelidir. Efendimiz (s.a.s), insanları etkilemek için
yapmacık sözler söyleyenleri, ağzını eğip bükerek
gösteriş amacıyla söz sarf edenleri Allah’ın sevmediğini
haber verir. 5 Müminin insanlara lânet okuyan, kaba,
çirkin, kötü sözlerle hakaret eden biri olamayacağını
vurgular. 6 Sadaka diye tanımladığı güzel sözün, kişiyi
cehennem ateşine karşı koruyan bir kalkan olduğunu
bildirir.7
Kardeşlerim!
Ne acıdır ki günümüzde büyük ölçüde sözün
değeri düşmüş, imaj yüceltilmiş, görüntü ve görsellik
öne çıkarılmıştır. Çoğu zaman söz söyleme sorumluluğu
göz ardı edilir olmuştur. Sorumsuzca, sonu
düşünülmeden söylenen sözlerle nice olumsuzluklara,
huzursuzluklara, buhranlara neden olunmaktadır. Sosyal
medya başta olmak üzere kimi yayın organlarında
gündeme getirilen asılsız sözlerle kitleler etki altına
alınmakta ve algılar yanlış yönlendirilmektedir. Hiçbir
ahlakî değer tanımaksızın, insanların kişilik hak ve
onurları
hedef
alınmakta
ve
insafsızca
zedelenebilmektedir. Daha da ötesi kimilerince zaman
zaman hiçbir insanî değer gözetilmeksizin türlü iftira ve
karalama kampanyalarıyla din ve dini müesseseler
itibarsızlaştırmaya çalışılmaktadır. Gayri ahlakî ve gayri
vicdanî bu tür çabalar, mümin gönülleri derinden
yaralamaktadır. Bu asılsız sözlerin, araştırılıp teyit
edilmeden dillere dolanması ise ne vahim bir durumdur.
Unutulmamalıdır ki bu tür sözleri ortaya atanlar kadar,
araştırma gereği duymadan onlara itibar edenler de
sorumluluk ve vebal sahibidir.
Kardeşlerim!
Bugün, insan olarak, Müslüman olarak hepimize
düşen görev, imajın ve görselliğin görüntüsüne
kendimizi kaptırmamaktır. Manayı maddeye, bâkî olanı
fâniye, hakikati yalana esir etmemektir. Söz ahlakı ve
sorumluluk bilinciyle hareket ederek her daim hak ve
hakikatin peşinden gitmektir. İnsanî ilişkilerimizde
empati, saygı, nezaket ve anlayışı kendimize şiar
edinmektir. Her bir sözümüzün, her bir işimizin kıyamet
günü hesabının sorulacağını unutmamaktır.
Hutbemizi Yunus Emre’nin şu anlamlı beyitiyle
bitirmek istiyorum:
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı,
Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz.
1
Tirmizî, Zühd, 60.
İbn Hanbel, III, 199.
Buhârî, Edeb, 31.
4
Ahzâb, 33/70-71.
5
Tirmizî, Edeb, 72.
6
Tirmizî, Birr ve sıla, 48.
7
Buhârî, Cihad, 128, Buhârî, Edeb, 34.
2
3
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 05.02.2016
ŞİMDİ YARALARI SARMA ZAMANI!
Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “İyilik ve Allah’a karşı gelmekten sakınma
hususunda yardımlaşın. Günah ve düşmanlıkta
yardımlaşmayın.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s)
şöyle buyuruyor: “Kişi, kardeşine yardım ettiği sürece
Allah da ona yardım eder...”2
Aziz Müminler!
Dünya üzerinde birbirini alevlendiren nice çatışma
ve savaşın yaşandığı ağır bir dönemden geçmekteyiz.
İslam coğrafyasının farklı köşelerinde insanlığın utancı
niteliğinde kara günler yaşanıyor. Masum Müslümanlar
dayanılmaz acılar yaşıyor. Akan kan bir türlü dinmiyor.
Çevremiz bir ateş çemberi ile sarılmışken, Türkmen, Arap
ve Kürt binlerce kardeşimiz, barış umuduyla ülkemize
sığınıyor.
Diğer taraftan ülkemiz de zor zamanlardan geçiyor.
Birliğimizi sınayan, bütünlüğümüzü hedef alan hain eller,
vatanımızın bir köşesinde şiddeti tırmandırıyor. Onlarca
kahraman evladımız şehit düştü. Ciğerler dağlanıyor,
ailelerin boynu bükülüyor.
Bugün varlığımızı seferber ederek yıkılanları
yeniden inşa etmek, yorulana can, boğulana nefes,
kimsesize kimse olmak, kardeşliğimizi bir daha
hatırlamak durumundayız. Şimdi gözlerin feri, dillerin
duası, yüreklerin cesareti olma zamanıdır. Şimdi yaraları
sarma zamanıdır.
Kardeşlerim!
Öncelikle vatanımızın güvenliğini canları pahasına
sağlayan aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor,
onları en derin minnet ve şükranla yâd ediyorum. Yüce
Rabbimiz onları rahmet ve mağfireti ile huzuruna kabul
buyursun. Mekanları cennet olsun.
Şehitlerimizin ailelerine bir defa daha başsağlığı
diliyorum. Şehitlerini en yüce makamlarda ağırlayan
Rabbimiz, onlara sabır ve metanet ihsan etsin.
Yüreklerindeki yangını söndürsün, gözyaşlarını dindirsin.
Kardeşlerim!
Şimdi milletçe şehitlerimize olan vefa borcumuzu
ödeme zamanıdır. Şimdi şehit ailelerinin yaralarını sarma
zamanıdır. Onların evlatları biz olalım, ellerini biz öpelim,
hallerini biz soralım, dualarımızı onların dualarına
katalım. Şehit eşlerinin maddi ve manevi ihtiyaçlarında
yanlarında olalım. Şehitlerimizin bize emaneti olan
çocuklarını
bağrımıza
basalım. Şehit,
Rabbine
kavuşmuştur, nimetlerle ikrama ermiş, ebedi mutluluğa
erişmiştir. Bize düşen, onun ardında bıraktığı emanetlere
bu hayatı kolaylaştırmak, hayata tutunma ve ayakta kalma
gücü aşılamaktır.
Kardeşlerim!
Şimdi terörün mağdur ettiği kardeşlerimizin
yaralarını sarma zamanıdır. Evleri yakılıp yıkılan,
şehirlerini terk etmek zorunda kalan, çocuklarını okula
gönderemeyen, iş yerlerinin kepenklerini kapatan binlerce
insanımız hayata dönmeyi bekliyor. Bugün bizim
vazifemiz onlara ensar olmak, dertlerine derman olmak,
halleriyle hemhal olmaktır. Bugün bizlere düşen, hayatın
eski tadı ve ahengi ile akması ve hatta eskisinden daha
büyük umutlar taşıması için kardeşlerimizin yanında
olmaktır. Evsize ev, yuvasıza yuva, kimsesize kimse
olmayı bilen milletimiz, bugün terör mağduru olan
kardeşlerimizi yalnız bırakmayacaktır. Terörle örselenen
ruhları tedavi edelim, toprağından koptuğu için garipleşen
yüreklere dokunalım. Bu vatanın geleceği olan yavruların
gözlerinin önündeki yıkıntı sahnelerini silelim,
kulaklarındaki silah seslerini unutturalım.
Kardeşlerim!
Şimdi Bayır Bucak Türkmenlerinin yaralarını sarma
zamanıdır. Türkmen kardeşlerimiz, son ana kadar
topraklarını zalimlere karşı savunmak ve yurtlarını terk
etmemek için uğraşmış, canlarını dişlerine takarak hayatta
kalma mücadelesi vermiştir. Son büyük saldırı ve
bombalamaların ardından ülkemize sığınan binlerce
soydaşımızın ağır yaralarını sarmak için seferber olma
zamanıdır. Onlara hicretin zorluklarını unutturacak,
kendilerini dost ellerde hissettirecek, yitirdikleri güven ve
huzur iklimine kavuşmalarını sağlayacak her türlü yardım
ve desteğimiz için gün bugündür. Gün, yaraları sarma
günüdür.
Kardeşlerim!
Diyanet İşleri Başkanlığımız ve Diyanet Vakfımız
olarak daha önce milletimizin hayır elini dünyanın pek
çok noktasına ulaştırdık. Bugün de “Şimdi Yaraları
Sarma Zamanı” başlığıyla yeni bir kampanya başlatmış
bulunuyoruz. Bu kampanya uzak diyarlara değil, bizzat
kendi dünyamıza kendi vatandaşlarımıza, misafirlerimize
yöneliktir. Bu itibarla, bugün ülkemiz genelindeki bütün
camilerde şehit ailelerimiz, terör mağduru kardeşlerimiz
ve ülkemize sığınan Türkmen kardeşlerimiz için bir
yardım kampanyası düzenlenmiştir. Rabbim yaptığınız ve
yapacağınız yardımlarınızı kabul eylesin.
Kardeşlerim!
Hutbemizi bütün mümin kardeşlerimiz için önemli
olduğuna inandığım bir hususu dile getirerek bitirmek
istiyorum. Geleceğimizin teminatı yavrularımızın
yetişmesi için, göz aydınlığı çocuklarımızı, okullarımızda
tercihe bağlı olarak okutulan Kur’an-ı Kerim ve
Peygamber Efendimizin Hayatı derslerini seçmeye teşvik
edelim. Bunun, anne babalar olarak üzerimize düşen dini
bir vazife olduğunu unutmayalım.
1
2
Mâide, 5/2.
Müslim, Zikir, 38.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İL
: GENEL
TARİH : 15.04.2016
Tevhid, insanın amaçsız ve gayesiz yaratılmadığını,
yalnız olmadığını, Yaratan’ın ona her şeyden yakın
olduğunu bildirir. İnsana insanlığını hatırlatan tevhid,
insanla kâinatın, akılla kalbin, ruhla bedenin birliğidir,
bütünlüğüdür.
Tevhid, soyut bir inanç değildir, aynı zamanda bir
yaşayış biçimidir, bir vahdettir. Aynı Rabbe kul olan
müminlerin, aynı inanç, aynı duygu ve aynı gaye etrafında
kenetlenmesidir. Tevhid, emandır, emniyettir; barıştır,
huzurdur, güvendir.
TEVHİD VE VAHDET MEDENİYETİ
Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır: “Doğrusu sizin ümmetiniz, bir tek
ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana ibadet
ediniz.”1
İşte bu âyet Müslümanların tek bir ümmet olduğunu
gayet açık bir şekilde bize göstermektedir.
Kardeşlerim!
Müslümanlar, Mekkelilerin baskı ve zulümlerinden
dolayı dinlerini yaşayamaz hale gelmişlerdi. Efendimiz
(s.a.s) onların başka bir diyara göç etmelerine izin vermişti.
İslam’ın bu ilk muhacirlerinin başında Peygamberimizin
amcası Ebu Talib’in oğlu Cafer vardı. Habeş Kralı Necaşi,
ülkesine sığınan bu insanları dinlemek istedi ve onları
huzuruna kabul etti. Cafer ve arkadaşları, içeri girerken
gelenekte olduğu üzere kralın huzurunda secdeye
kapanmamışlardı. Necaşi bunun sebebini sorduğunda,
Cafer, “Biz Allah’tan başka kimseye secde etmeyiz.”
şeklinde cevap verdi ve sözlerine şöyle devam etti: “Ey
hükümdar! Biz cahiliye zihniyetine sahip bir kavimdik.
İnsanlıkla bağdaşmayan bütün kötülükleri işlerdik. Hak ve
hukuka riayet etmezdik. Biz bu haldeyken Allah, içimizden
asîl, doğru, güvenilir, iffetli bildiğimiz birini peygamber
olarak gönderdi. O, bizi bir olan Allah’a imana ve kulluğa
davet etti. Doğru söylemeyi, emanete riayeti, akrabalarla iyi
geçinmeyi, komşuları gözetmeyi öğretti. Bütün kötülük ve
günahları, kan dökmeyi, yalan şahitlik yapmayı, yetim
malına el uzatmayı, insan onur ve haysiyetini zedelemeyi
yasakladı. Biz de onu tasdik ettik. Onun haram kıldıklarını
haram, helal kıldıklarını helal kabul ettik. Bundan dolayı
halkımız bize düşman oldu. Biz de senin ülkene
sığındık…”2
Kardeşlerim!
Bu konuşma İslam’ın tevhid inancını ve vahdet
anlayışını ortaya koyan, İslam medeniyetinin bir tevhid ve
vahdet medeniyeti olduğunu vurgulayan bir konuşmadır.
Resul-i Ekrem’in hayatını, mesajlarını özetleyen bir hitaptır
Cafer-i Tayyar’ın bu konuşması. Bu konuşma Afrika’nın
kararmış idrakini aydınlatan, Necaşi’yi kavmiyle birlikte
Muhammed Mustafa’ya ümmet kılan bir konuşmadır.
Kıymetli Kardeşlerim!
Allah’ın varlığına ve birliğine iman olan tevhid,
İslam’ın özü ve ruhudur. Tevhit, her şeyin tek ve mutlak
yaratıcısı olan Allah’ın yüceliğini ve celalini haykırmaktır.
Tevhit, kulluğun Allah’tan başka hiçbir varlığa
yapılamayacağının ilanı ve imzasıdır.
Kardeşlerim!
İslam medeniyeti, bir tevhid ve vahdet medeniyetidir.
Tevhit ve vahdet medeniyeti, kâinatı Batı-Doğu, KuzeyGüney diye bölmez. Tevhit ve vahdet medeniyeti, insanları
dil, renk, coğrafya farklılıklarından dolayı ötekileştirmez. 3
Bu medeniyetin mensupları, bütün insanları ya hilkatte eş4
ya dinde kardeş olarak kabul ederler. Bütün insanlığa, hatta
evrene ve içindekilere şefkat ve merhametle bakarlar; kin,
nefret, intikam gibi duygularla yüreklerini karartmazlar.
Bu medeniyet, Rahman’ın vahdaniyetinde toplumu
birbirine bağlar. Şan, şöhret, makam, mevki, zenginlik ve
güç, ırk ve mezhep, bu medeniyette asla bir üstünlük ölçüsü
değildir. Bu medeniyet, insana bizatihi insan olduğu için
değer verir. Onu erdem ve ahlakına, niyetine, sözüne ve
fiillerine göre değerlendirir.
Aziz Kardeşlerim!
Bugün şiddetin, kargaşanın gölgesinde ortaya çıkan
kimi akımların, İslam’a verdikleri en büyük zarar tevhid ve
vahdet medeniyetini yaralamalarıdır. İslam dünyasının
yaşadığı en büyük sorun, insanı, tarihi, toplumu, kâinatı,
medeniyeti yorumlayan bir ilke olan tevhidin, sadece soyut
bir inanca indirgenmesi çabasıdır. Tevhidin, başkasını tekfir
eden bir ideoloji, vahdetin ötekileştirme zihniyeti olarak
algılanmasıdır. Bu nedenledir ki, bugün İslam
coğrafyasında
tevhid
inancı
vahdete,
birliğe
dönüştürülememektedir. Geçmişte insanlığa örnek olan
emân ve güven, selâm ve huzur medeniyeti yeniden inşa
edilememektedir.
Kardeşlerim!
Bugün İslâm ümmeti olarak İslâm diyarlarını yeniden
ilim, hikmet ve marifet yurduna dönüştürmek için hep
birlikte çalışalım. İslâm coğrafyasında barış ve huzuru,
merhamet ve şefkati, kardeşlik ve dostluğu, hak ve adaleti,
ahlak ve fazileti yeniden egemen kılalım. Bunu
başarabilmenin yolunun da Kerim Kitabımızın rahmet
yüklü mesajlarına, Efendimizin eşsiz örnekliğine sımsıkı
sarılmaktan geçtiğini unutmayalım. İnsanlığı diriltmek için,
insanlığı yaşatmak için, insanlığı yüceltmek için gelin birlik
olalım.
Hutbemi, her gün namazlarımızda okuduğumuz ve
tevhid inancımızı ikrar ettiğimiz Fâtiha suresinin şu
âyetlerinin meali ile bitirmek istiyorum: “Rabbimiz!
Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.
Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna
ilet; gazaba uğrayanların ve sapıtanların yoluna değil!”5
Enbiyâ, 21/92.
İbn Hanbel, I, 202.
3
İbn Hanbel, V, 411.
4
Tirmizî, Menâkıb, 74.
5
Fâtiha, 1/5-7.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
1
2
İL
: GENEL
TARİH : 22.04.2016
cehalet bataklığına saplandı. Böyle bir durumda fert ve
toplum hayatına, insanlığa yön veren, ışık tutan değerler
üretemedi, medeniyet inşa edemedi. Bilgide, fikirde,
düşüncede, eğitimde, kültürde ve sanatta tutulma yaşadı,
söz sahibi olamadı.
Ne zaman ki heva ve heves, menfaat ve çıkar, hak
ve hakikatin önüne geçirildi, o vakit ihlas ve samimiyet
kaybedildi. Dinin özünden uzaklaşıldı. Riya ve gösteriş ön
plana çıkarıldı.
TEVHİD VE VAHDETİN ÖNCÜSÜ MÜMİNLER
Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır: “Siz, insanlar için var kılınmış en
hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten
alıkoyarsınız ve siz Allah’a iman edersiniz.”1
Aziz Müminler!
Resûl-i Ekrem (s.a.s) Efendimiz, bir gün ashâbıyla
birlikte bir kabristana uğradı. Orada medfun olanlara,
“Allah’ın selamı size olsun ey Müminler diyarının
sakinleri! Biz de bir gün inşallah sizlere kavuşacağız.”
şeklinde selâm verdi. Sonra sözlerine, “Benden sonraki
kardeşlerimi görmüş olmayı ne kadar da çok arzu
ederdim.” şeklinde devam etti. Bu sözü işiten ashâb, “Biz
senin kardeşlerin değil miyiz yâ Resûlallah!” dediler.
Allah Resûlü, “Sizler benim ashabımsınız. Kardeşlerim
ise benden sonra gelecek müminlerdir.” buyurdu.2
Evet, bir zamanlar Müminlerin sayıları pek azdı.
Sonra dalga dalga, nesilden nesile çoğaldılar. Zamanla
kıtalar kuşatan büyük bir topluluk hâline geldiler.
Peygamberimizden öğrendikleri hakikatleri dünyanın her
tarafına yaydılar. Gittikleri her yere şefkat, merhamet,
insaniyet taşıdılar. Mümin gönüller, imanla birbirlerine
ısındı ve kaynaştı; ırk, renk, dil, bölge ve coğrafya farkları
gibi engeller bir bir aşıldı. Müslümanlar kardeş oldular,
yekvücut oldular.3 Tevhid ile gelen vahdetin temsilcileri
oldular. Bir ve beraber olmanın en güzel örneklerini
sergilediler. Aynı kıbleye dönerken, Kâbe’de yan yana
tavaf ederken, aynı inanca bağlı bir ümmet olmanın huzur
ve mutluluğunu yaşadılar. Bilgiyi, hikmeti ve marifeti
rehber edindiler, insanlığı yücelten medeniyetler inşa
ettiler. Yeryüzünde hak ve adaleti tesis ettiler.
Kıymetli Kardeşlerim!
İslâm ümmeti, İslâm’ın bir araya getirdiği müminler
topluluğudur. İnsanlığa örneklik, önderlik ve rehberlik
yapacak ana kitledir. Tüm insanlık için var kılınmış
topluluktur. Bu itibarla yeryüzünde hak ve adaleti tesis
etme gibi bir sorumluluğu vardır. İyiliği emretme,
kötülükten alıkoyma gibi bir vazifesi vardır. İslâm
ümmeti, bir anneden doğmuş çocuklar gibi güven ve
sadakatle birbirine bağlıdır. Kur’an-ı Kerim ve
Peygamberimiz (s.a.s)’in rehberliğinde yüce değerleri
yaşayan ve yaşatan topluluktur. Her türlü aşırılıktan uzak,
mutedil bir ümmettir.
Aziz Kardeşlerim!
Ne zaman ki Müminler, Kerim Kitabın ilk çağrısı
olan ilim, hikmet ve marifet yolundan uzaklaştı, o vakit
Ne zaman ki, İslam dünyasında çalışma ve üretme
terk edildi, o vakit fakirlik ve yoksulluk girdabına
düşüldü. İslam beldelerinin zenginliği sömürülmeye
başlandı. Müslümanlar, hep başkalarının ürettiklerini
tüketmeye mecbur bırakıldı.
Ne zaman ki Müslümanlar, tefrika, ayrılık ve
gayrılığa düştüler, o vakit coğrafyamız eman ve güven,
sulh ve selam özelliğini kaybetmeye başladı. Gücümüz
zayıfladı. Kötülüklere engel olamaz, huzur ve barışı
sağlayamaz olduk.
Kardeşlerim!
Bugün İslam coğrafyasını üç büyük fitne ateşi
sarmış vaziyettedir. Birincisi, mezhepçilik fitnesidir.
Mezhebe, meşrebe mensubiyeti, İslam’a, Muhammed
Mustafa’ya mensubiyetin önüne geçirmek, Müslümanlar
için en büyük fitnedir. Kendisi gibi düşünmeyenleri tekfir
ederek ümmetten saymama gafleti içerisinde olmak,
Müslümanları kuşatan en büyük tehlikedir.
İkinci büyük fitne, Peygamberimiz (s.a.s)’in
“Cahiliye asabiyeti” olarak adlandırdığı ırkçılık fitnesidir.
Oysa yüce Rabbimiz Kerim Kitabında şöyle
buyurmaktadır: “Göklerin ve yerin yaratılması,
dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da Allah’ın
varlığının ve kudretinin delillerindendir. Şüphesiz
bunda bilenler için ibretler vardır.”4
Üçüncü fitne ise terördür. Kimilerinin, masum
insanları hunharca katletmeyi cihat, kendisiyle beraber
kadın, erkek, çoluk-çocuk demeden insanları öldürmeyi
şehadet zannetmesidir. Hiçbir insani ve ahlaki değer
tanımayan eli kanlı terör örgütlerinin, insanları evinden,
yurdundan, işinden, gücünden etmesidir. Gözü dönmüş
cinayet şebekelerinin, topyekûn bir milletin, ümmetin
istikbalini hedef alması, insanların ümitlerini, hayallerini
kazdıkları çukurlara gömmeye çalışmasıdır.
Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz bütün bu hastalıklarla mücadele
etmeyi, her türlü fitne ateşini söndürebilmeyi İslam
ümmetine nasip eylesin. Bizleri, zihinleri ve yürekleri bir,
gayeleri ve duyguları bir, sevgileri ve hüzünleri bir
kardeşler topluluğu eylesin! Bu camide yan yana, omuz
omuza durduğumuz gibi her daim müminler topluluğu
olarak yan yana, gönül gönüle olabilmeyi bizlere
bahşeylesin! Ümmet-i Muhammedi tevhid ve vahdette
birleştirsin.
Âl-i İmran, 3/110.
Müslim, Tahâret, 39;
3
Buhârî, Salât, 88.
4
Rûm, 30/22.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 18.11.2016
ÜMMÜ’L-KİTAP: FATİHA
Cumanız Mübarek Olsun Aziz Kardeşlerim!
Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bir sure vardır
ki; onun adı, Ümmü’l-Kitap’tır, yani Kitab’ın anasıdır.
Rabbimiz, Kerim Kitabına onunla başlamıştır. 1
Peygamber Efendimiz (s.a.s) de, bütün namazlara onunla
başlamamızı istemiştir.2
Kardeşlerim!
İşte bu sure, hepimizin bildiği Fâtiha’dır. Allah
Resûlü, Fâtiha’nın, Rabbimiz ile aramızda bir konuşma,
bir diyalog olduğunu haber vermiştir. Bizlere sayısız
nimetler bahşettiği ve bizleri muhatap kabul ettiği için
Fâtihâ’nın hemen başlangıcında Rabbimize hamd ederiz.
‫ن‬
ّّ
“‫ي‬
َ ‫ب ال َحعال َ۪م‬
ّٰ ‫“ ”اَ حْلَ حم ُد هٰلِل َر‬Hamd, övgü, âlemlerin Rabbi olan
Allah’a mahsustur.” dediğimizde, Âlemlerin Rabbi,
َّ “Kulum bana hamd etti.” buyurur.
“‫”َح َدِّن َع حب ّدى‬
Bizler, “‫الر ۪ح نّيم‬
‫“ ”اَ َّلر ح ه‬O, Rahmân ve Rahîmdir.”
َّ ‫َح ّن‬
dediğimizde, Yüce Allah, “‫“ ”أَثح ََن َعلَ َّى َع حب ّدى‬Kulum bana senâ
etti. Beni övdü, methetti.” buyurur.
ّ ّ‫“ ”مال‬O, hesap gününün, âhiret
Bizler, “‫ك يَ حوّم ال ٰ۪دي ّن‬
َ
gününün sahibidir.” dediğimizde, Rabbimiz, “‫”َمَّ َدِّن َع حب ّدى‬
َ
“Kulum beni yüceltti.” buyurur ve Fâtiha’nın bu ilk
bölümünde bizim kendisine hamd-ü senâ etmemiz
vesilesiyle hoşnutluğunu ifade eder.
Fâtiha’nın ikinci bölümünde ise halimizi ve
ّ
ّ
isteklerimizi Rabbimize arz ederiz. “‫ي‬
ُ ‫”ا ََّّي َك نَ حعبُ ُد َوا ََّّي َك نَ حستَ ۪ع‬
“Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım
dileriz.” dediğimizde, Rabbimiz, “َََ َََ ‫” َه َذا بَ حي َّن َوبَ حَي َعحب ّدى َولّ َعحب ّدى َما‬
“Bu, kulum ile benim aramdadır. Kulumun isteğine icabet
edeceğim.” buyurur.
‫ن‬
ّ ‫الصرا َط الحمستَ ۪ق ن‬
ّ ّ ّ
َّ
ّ ‫ض‬
ََّّٓ ‫وب َعلَحي ّه حم َوََل‬
.‫ٰ۪ي‬
ُ ‫ت َعلَحي ّه حم غَ حّْي ال َحمغح‬
َ ‫ين اَنح َع حم‬
َ ‫الضال‬
َ ‫ ص َرا َط ال ۪ذ‬. ‫يم‬
َ ‫ا حهد ََن ٰ َ ُ ح‬
“Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin
yoluna ilet; gazaba uğrayanların ve sapmışların yoluna
değil.” dediğimizde, Allah Teâlâ, “ََ َ ََ ‫” َه َذا لّ َع حب ّدى َولّ َع حب ّدى َما‬
“İşte kulumun bu talebi karşılıksız kalmayacaktır. Kulum
ne istiyorsa onundur.” buyurur.3
Aziz Kardeşlerim!
Fâtiha, Kerim Kitabımızın muhteviyatının, insanlığa
gönderiliş amacının özü ve özetidir. Yaratılışımızdaki
gaye ve hikmetin bir beyanıdır. Bizler, nazm-ı celili
açtığımızda evvela Fâtiha’yı okuruz. Her gün beş vakit
namazda Rabbimizin huzuruna Fâtiha’yla çıkarız. Kelimei şehâdetle Allah’a verdiğimiz kulluk misakımızı, her gün
onunla tazeleriz. Mümin olma ve kalma şuurumuzu,
Fâtiha ile diri tutarız. Allah’ın yüceliği, adaleti, engin
merhameti ve sonsuz kudretini tekrar tekrar onunla idrak
ve ikrar ederiz. Rabbimize şükrümüzü, hamdimizi,
övgümüzü, minnetimizi her gün onunla dile getiririz. Bir
beşer olarak kusurlarımızı, niyazımızı, mağfiret talebimizi
her gün Rabbimize onunla arz ederiz.
Gönüllerimize Fâtiha’yla şifa dileriz. Dert ve
sıkıntılarımıza onunla deva ararız. Hâsılı yaratılışımızı ve
varlığımızı anlamlandıran Fâtiha, kalplerimize dermandır.
Akıllarımıza rehberdir. Bitmez tükenmez bereketlere
açılan rahmet kapımızdır.
Kardeşlerim!
Namazların her rekâtında Fâtiha’yı okumamızın
istenmesi, sadece dilimizle onu terennüm etmek için
değildir. Bilakis, onu derinden kavramak ve hayatımıza
onun anlamıyla yön vermek içindir. Zira Fâtiha’nın her
âyeti, her kelimesi, mümince bir bilinç, mümince bir
duruş, mümince bir hayat bahşeder bizlere. Gönüllerimize
ferahlık verir. Gözlerimizin ve zihinlerimizin önünde
muazzam bir ideal ve ufuk açar.
Fâtiha, her gün bizim için yeni bir canlanışa, yeni bir
dirilişe vesile olur. Rabbimize sunduğumuz özlü bir
dilekçemizdir o. Besmele ile dilekçeyi sunduğumuz
makamı belirtiriz. Hamd ile o makamın sahibini
yüceltiriz. “Rahman” ve “Rahim” isimlerinin verdiği ümit
ile “din gününün sahibi” ifadesinin verdiği korku arasında
Rabbimizin huzuruna çıkarız. Tüm acizlik ve
güçsüzlüğümüzle arzu halimizi Rabbimize sunarız. Biliriz
ki; sığınağımız, dayanağımız, tükenmeyen ümidimiz
yalnızca O’dur. Kendisine kullukta bulunulacak, el açılıp
medet umulacak yegâne güç ve kudret O’dur. Bizi sırât-ı
müstakiminde, yani Kur’ân’ın, peygamberlerin, şehitlerin,
salihlerin, iyilerin dosdoğru yolunda sabit kılacak O’dur.
Bizi gazap ve azabından koruyacak, bu yolun sonunda
ebedi nimetlere ulaştıracak olan da yine yalnızca Yüce
Rabbimizdir.
Kardeşlerim!
Siirt ilimizin Şirvan ilçesinde bulunan maden
ocağında dün gece heyelan nedeniyle oluşan göçükte
hayatını kaybeden kardeşlerimize Yüce Rabbimizden
rahmet, yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ediyorum. Göçük
altındaki kardeşlerimizin de salimen kurtarılmasını
diliyorum. Rabbimiz, ülkemizi, milletimizi her türlü kaza
ve musibetlerden muhafaza eylesin.
Hutbemizi şu dua ile bitirmek istiyorum: Rabbimiz!
Bizi ve nesillerimizi, Fâtiha’nın hakikatlerinden ayırma!
Bizleri Fâtiha’nın bereketinden mahrum bırakma! Ya
Rabbi! Fâtiha’yı çokça okuyan, anlayan ve hayatına
yansıtanlardan kıl bizleri!
Fâtiha, 1/1-7.
Buhârî, Ezân, 95.
3
Müslim, Salât, 38.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 02.12.2016
YERYÜZÜNÜN KÜÇÜK VE ONURLU
HALİFESİ: ÇOCUK
Kardeşlerim!
Küçük yaşlarından itibaren Peygamberimiz
(s.a.s)’in yanında yetişen Enes (r.a)’in Ebû Umeyr
isminde bir kardeşi vardı. Kuşları çok seviyordu Ebû
Umeyr; serçe besliyordu. Bir gün bu küçük çocuğun
mahzun hali Efendimizin dikkatini çekmişti. Nedenini
sordu. Ebû Umeyr’in serçesinin öldüğünü ve bundan
dolayı çok üzüldüğünü öğrendi. Bunun üzerine
Rahmet Elçisi, Ebû Umeyr’in yanına gitti, şefkatli
elleriyle onun başını okşadı ve onu teselli etti. Üstelik
bununla da yetinmedi. Küçük arkadaşının evine
taziyeye gidip onunla uzunca bir süre sohbet etme
büyüklüğünü de gösterdi.1
O bir şefkat elçisiydi. O, bir merhamet pınarıydı.
Kaybettiğimiz çocuk yanımızı bizlere yeniden o
hatırlattı. Özlediğimiz masumiyetimizle bizi yeniden o
tanıştırdı. Onun için çocukluk ve çocuklar, insanın
içindeki cennetin nefesiydi.
Aziz Müminler!
Çocuk, göz aydınlığıdır, gözün nurudur; bize
Kur’ân böyle öğretir, böyle söyler. 2 Göz, nurunu
yitirdiği zaman, önünü göremez, istikbalini kaybeder.
Aile ve toplumun istikbali de çocuklardır. Çocuk ihmal
edilir, ötelenir ve örselenirse aile ve toplum, geleceğini
göremez. İnsanlık, çocuk için iyilik düşünmedikçe,
dünyayı çocukların geleceğine göre tasarlamadıkça
huzura kavuşamaz. Çocuğa “yeryüzünün küçük ve
onurlu halifesi” gözüyle bakmadıkça felah bulamaz. Şu
bir gerçektir ki; bütün çocuklar masumdur ve bütün
çocuklar her türlü güzelliği hak eder.
Kıymetli Kardeşlerim!
Üzülerek belirtelim ki; bugün dünya çocukları,
doğuştan sahip oldukları haklardan mahrumdur. Onlar,
Peygamberimizin merhametine ne kadar da muhtaçtır.
Zira şefkat ve merhamet yoksunu günümüz dünyasında
pek çok çocuk ihmal edilmekte, türlü istismarlara
maruz bırakılmaktadır. Kimi çocuklar, barınma,
beslenme, sağlık, eğitim gibi en temel haklarından
mahrum kalmaktadır. Kimileri taşıyamayacakları
bedensel ve duygusal yükler altında ezilmektedir.
Kimileriyse acımasızca sokağın yalnızlık
sahipsizliğine, açlık ve ölüme terk edilmektedir.
ve
Aziz Müminler!
Gönül coğrafyamızdaki çocukların her gün arş-ı
âlâya yükselen feryatları yüreklerimizi dağlamaktadır.
Musul’da, Halep’te, Arakan’da ve daha pek çok İslam
beldesinde her gün onlarca, yüzlerce yavru zulüm
altında inlemektedir. Nicesi ya sakat kalmakta ya
yetim bırakılmakta ya da hunharca katledilmektedir.
Bugün ümmetin geleceği, zulüm ve vahşetin, savaş ve
şiddetin karanlıklarında yok olmaktadır. Kendilerine
huzurlu bir dünya bırakmamız gereken nice yavru,
dehşet içinde kıvranmaktadır. İnsanca yaşayabileceği
bir diyar ararken Aylan çocukların cansız bedenleri,
umutlarıyla birlikte kıyıya vurmaktadır. Aslında kıyıya
vuran, sadece çocukların cansız bedenleri değil, tüm
insanlığın insaf ve istikbalidir. Üzerine yağan
bombaların altında Ümran çocuklar, kendisine
uzanacak bir yardım eli beklemektedir. Aslında göçük
altında kalan, bütün insanlığın vicdan ve merhametidir.
Nice masum, mazlum ve mağdurlar, her gün insanlığı
Yüce Yaratan’a şikâyet etmektedir.
Kardeşlerim!
Unutmamalıyız ki, çocukların varlığı bizim için
bir imtihandır. Yazık ki her geçen gün kaybediyoruz
bu imtihanı. Yeryüzündeki her bir çocuğun
gözyaşından biz sorumluyuz. Hesap günü yetimlerden
sorulacağız, öksüzlerden, evsizlerden sorgulanacağız.
Öyleyse
artık
uyanmalıyız
kardeşlerim.
Çocuklara daha erdemli bir insanlık, daha güzel bir
dünya bırakmak için çalışmalıyız. Her geçen gün
etrafımızı saran kötülüklerle hep birlikte mücadele
etmeliyiz. Bilhassa ümmetin yetimlerine şefkatle kol
kanat germeliyiz. Peygamberimiz (s.a.s)’in “İnsanlara
merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.” 3
uyarısı gereği merhameti kendimize şiar edinmeliyiz.
Evlatlarımızı
rahmet
ve
şefkat
ikliminde
yetiştirmeliyiz. Onların o tertemiz gönüllerinde var
olan Allah sevgisini pekiştirmeliyiz. Peygamberimizin
örnek ahlakını yavrularımıza iyi tanıtmalıyız.
Kardeşlerim!
Biliyorsunuz, yavrularımızı gönderdik ahirete.
Yüreğimize düştü ayrılık ateşleri. Adana’nın Aladağ
ilçesindeki öğrenci yurdunda meydana gelen yangın,
hepimizin yüreğini yaktı. Bu elim olayda vefat eden
yavrularımıza ve kardeşlerimize Allah’tan rahmet,
yaralılara acil şifalar diliyorum. Rabbimiz, annebabalarına ve yakınlarına sabr-ı cemil ihsan eylesin.
Milletimizin başı sağ olsun.
Yüce Rabbimiz, bizlere çocuklarımız için daha
güzel, daha güvenli bir dünya kurmayı nasip etsin.
Buhârî, Edeb, 112; Ebû Dâvûd, Edeb, 69.
Furkân, 25/74.
3
Bûhârî, Tevhid, 2.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 07.10.2016
onlar gibi hak ve hakikate, ahlak ve erdeme, izzet ve
onura sevdalı olmaktır.
Kardeşlerim!
Bugün Kerbelâ, hepimize taze bir bilinç
aşılamalıdır. Kerbelâ, aramızda ayrılık-gayrılığa değil,
birlik ve beraberliğe vesile olmalıdır. Rabbimizin,
“Allah’a ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle
çekişmeyin. Sonra içinize bir korku düşer de heybet
ve kuvvetiniz elden gider.”4 mesajı gereği Kerbelâ,
bizi birbirimize sımsıkı kenetlemelidir.
YÜREKLERİMİZİ SAHRÂ-I KERBELÂ’YA
DÖNÜŞTÜRMEYELİM
Aziz Müminler!
Hicri 1438 yılının Muharrem ayını idrak
ediyoruz. Muharrem ayı, Efendimiz (s.a.s)’in
“hürmete şayan bir ay”1 olarak nitelediği, sayısız
lütuf ve hikmetlerle dolu kutlu bir aydır. Muharrem
ayı, aynı zamanda yüreklerimizde derin yaralar açan
elîm Kerbelâ hâdisesine tanıklık eden aydır.
Kardeşlerim!
Hz. Hüseyin Efendimiz ve çoğu ehl-i beyt-i
Mustafa’dan olan 70 kişi, Kerbelâ’da hunharca
katledilerek şehadet şerbetini içmiştir. Hz. Hüseyin ki;
Peygamberimizin, “Benim dünyadaki çiçeğim,
reyhanım”2 diyerek, “cennet gençlerinin efendisi”3
olarak bizlere takdim ettiği iki güzide torunundan
biridir. Hz. Aliyyü’l-Murtaza’nın, Hz. Fatımatu’zZehra’nın yavrusu, ciğerparesidir. Bu vesileyle
şehadetinin 1336. yılında seyyid-i şüheda Hz. Hüseyin
Efendimiz başta olmak üzere Kerbelâ şehitlerini ve
bugüne kadar hak, hakikat, adalet, ahlâk ve fazilet için;
din, iman, vatan ve millet için can veren bütün
şühedayı rahmet ve minnetle yâd ediyorum. Allah,
bütün şehitlerimize gani gani rahmet eylesin!
Kardeşlerim!
Kerbelâ, İslam ümmetinin, bütün müminlerin
asırlardır dinmeyen ortak hüznü ve kederidir.
Dünyanın neresinde bulunursa bulunsun; mezhebi,
meşrebi ne olursa olsun, kalbinde iman taşıyan, Resûl-i
Ekrem’e, ashabına ve ehl-i beyt-i Mustafa’ya
muhabbet besleyen her müminin ortak acısı ve
elemidir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Bugün bize düşen, Kerbelâ’yı doğru okumak,
doğru anlamaktır. Onu tarihte yaşanmış bir kıssaya,
sıradan bir hâdiseye dönüştürmemektir. Bu müessif
olaydan ders ve ibret çıkarmaktır.
Kerbelâ’yı anlamak, her şeyden önce Hz.
Hüseyin ve arkadaşlarının, uğruna canlarını verdikleri
yolun, Kur’an’ın yolu, Muhammed Mustafa (s.a.s)’in
yolu olduğunu bilmektir. Onların, uğruna canlarını
feda ettikleri yüce değerleri anlayıp yaşamaktır. Tıpkı
Bugün bizlere düşen, tarihin sayfalarında
yolumuzu kaybetmek değil, tarihten ibret alarak
istikametimizi belirlemektir. Bugün Kerbelâ’nın
bizlere yüklediği görev ve sorumluluk, gönül
kapılarımızı ardına kadar birbirimize açmaktır.
Yüreklerimizi sahrâ-ı Kerbelâ’ya dönüştürmemektir.
Peygamberimiz (s.a.s)’in “Ey Allah’ın kulları!
Kardeşler olun!”5 çağrısına samimiyetle kulak verip
aramızdaki kardeşlik ahdini yenilemektir.
Kardeşlerim!
Bugün de üzülerek şahit oluyoruz ki İslam
coğrafyasında hala Kerbelâlar yaşanıyor. Hala kardeş
kanı akıtan, kardeşlerine Kerbelâ zulmü yaşatan
zalimler var. Bugün, insanlığın gözü önünde,
insanlığın en büyük medeniyet merkezlerinden biri
olan Halep acımasızca bombalanıyor. Halep’te ve pek
çok İslam beldesinde her gün onlarca masum insan,
tıpkı Kerbelâ’da olduğu gibi hunharca katlediliyor.
Enkaz altından çıkarılan çocukların, kadınların,
masumların bedenleri, aslında insanlığın enkaz altında
kaldığını bizlere gösteriyor. Zira insanlık, bütün bu
vahşeti, dehşeti, katliamları sessizce izlemeye devam
ediyor.
Kardeşlerim!
Bu elîm hâdiseler karşısında daha fazla basirete,
daha derin ferasete ihtiyacımız var. Ortak
değerlerimizi yüceltip, hilkatte eş, dinde kardeş;
sevinçte, kederde bir olduğumuzu bir kez daha ilan
etmeye ihtiyacımız var.
Hutbemizi Hz. Hüseyin Efendimizin şu duası ile
bitirmek istiyorum: Allah’ım! Sana hamdlerin en
güzelini arz ediyorum. Allah’ım! Atamızı peygamber
kıldığın için sana şükrediyorum. Allah’ım! Bize
Kur’ân’ı gönderdiğin ve onun derinliğini öğrettiğin
için sana hamd ediyorum. Allah’ım! Bize hakkı gören
göz, hakkı duyan kulak ve hakkı düşünen kalp verdiğin
için sana şükrediyorum. Allah’ım! Bizi sana şükreden
kullarından eyle! Bizi zalimlerden berî, müminlere velî
eyle!
Müslim, Sıyâm, 203.
Tirmizi, Menâkıb, 30.
3
İbn Mâce, Sunne, 11/4.
4
Enfâl, 8/46.
5
Buhârî, Edeb, 57.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 30/01/2015
﷽
ۜ‫يت لَكُ ُم ْاْلِسْ ََل َم ۪دينا‬
ُ ‫ت َعلَ ْي كُ ْم نِعْمَ ۪تي َور َ۪ض‬
ُ ْ‫ت لَ ُك ْم ۪د َين كُ ْم َو َاتْمَ م‬
ُ ْ‫َا ْل َي ْو َم َا ْكمَ ل‬
َ َ‫ق‬
ِ َّ ‫ۜل رَسُ و ُل‬
:َ‫الل َعلَ ْي ِه َو َسلَّم‬
ُ َّ ‫صلَّي‬
َ ‫الل‬
َ ُ َّ َّ‫مَۜ مِنْ أَح ٍَد يَشْ َه ُد أ َ ْن ْلَ إلَهَ إْل‬
َّ‫الل ص ْدقاۜ مِنْ قَلْ ِب ِه إْل‬
ِ ِ
ِ
ِ ِ َّ ‫الل وَأ َ ّن ُمح ََّمداا رَسُ و ُل‬
‫الل َعلَى ال َّنۜ ِر‬
َ
ُ َّ ُ‫ح َّر َمه‬
ALLAH’IN SON DİNİ İSLAM
Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır: “Bugün sizin için dininizi kemale
erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din
olarak İslâm'ı seçtim.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz
(s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Kim kalbiyle tasdik
ederek Allah’tan başka ilâh olmadığına ve
Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet
ederse Allah ona cehennemi haram kılar.”2
Aziz Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, âlemlere rahmet olarak gönderdiği
son peygamberi Muhammed Mustafa (s.a.s) aracılığıyla
İslam mesajını bütün insanlığa tebliğ etti. Allah’ın
varlığına ve birliğine iman etmek, O’na hiçbir şeyi ortak
koşmamak ve yalnızca O’na ibadet etmek bu mesajın
özünü teşkil ediyordu. Bu mesaj, aynı zamanda insanlığı
Hakk’a ve hakikate, rahmet yüklü adalete, bilgiye ve
hikmete dayanan güzel ahlaka davet ediyordu. Zulmü,
cehaleti ve fitneyi terk etmeye; fakiri, yoksulu, muhtacı,
yetimi koruyup kollamaya; komşusu aç iken tok
yatmamaya çağırıyordu.
Bu evrensel çağrı, kısa sürede bütün dünyada,
insanların yüreklerinde yankı buldu. Daha elli yıl
geçmeden
Asya’dan
Kuzey Afrika’ya,
Atlas
Okyanusu’ndan Çin Seddi’ne kadar yayıldı.
Kardeşlerim!
İslam’ın bu hızlı yayılışına ve insanların akın akın
onu kabul etmesine tahammül edemeyen nice güçler, bu
ilerleyişin önüne geçmek ve İslam’ın rahmet yüklü
mesajlarının
insanların
kalplerine
yerleşmesini
engellemek için her türlü yola başvurdular.
Bugün de bazı çevrelerce Din-i Mübin-i İslâm ve
Müslümanlar terör ve şiddetle özdeşleştirilmek
istenmektedir. İnsanların kalplerine İslâm korkusu
yerleştirmek amacıyla yüce dinimiz İslâm’a ve onun
peygamberine karşı organize bir şekilde çok çirkin bir
karalama kampanyası yürütülmektedir. Amaç açıktır;
İslâm’ın yayılışına ve gelişmesine engel olmak.
Kardeşlerim!
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de sürdürülen
bütün bu çabaların başarısızlıkla neticeleneceğine
inancımız tamdır. Hiç şüphesiz biz biliyor ve iman
ediyoruz ki Allah katında geçerli olan yegâne din
İslâm’dır. Yine biliyor ve iman ediyoruz ki kim,
İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden
böyle bir din asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette
hüsrana uğrayanlardan olacaktır.
Aziz Kardeşlerim!
İslâm, rahmet, merhamet ve şefkat dinidir. İslâm’ın
amacı, insanı hem dünyada hem de ahirette mutlu
etmektir. Bütün insanların barış, huzur ve esenlik
içerisinde yaşadığı bir dünyayı var etmektir. Ancak
bugün, İslâm’ı ve onun peygamberini tanıtma ve doğru
temsil etme konusunda biz Müslümanların eksikleri
olduğunu da unutmamalıyız. Üzülerek belirtmek gerekir
ki; bizler, İslâm’ın hak ve adalet anlayışını,
Peygamberimiz (s.a.s)’in çağlar üstü örnekliğini ve
üstün ahlâkî vasıflarını insanlık ailesinin tüm fertlerine
güzel bir dille, hikmetli bir üslupla yeterince sunamadık.
Genç nesillerin duygu ve düşünce dünyalarına yeterince
hitap edemedik.
Kardeşlerim!
O halde öncelikli vazifemiz, müntesibi olduğumuz
yüce dinimizin güzelliğini tüm insanlara anlatmak,
çağların dini İslâm'ı çağımıza öğretmektir. Bu ulvi gaye
için var gücümüzle çalışmaktır. Hiçbir zaman tefrikaya
düşmemektir. Asla fitne bataklığına saplanmamaktır.
Fakirlik ve geri kalmışlıktan bir an önce kurtulmaktır.
Cehaleti ilim, hikmet ve marifetin aydınlığıyla yok
etmektir. Yeni bir medeniyet yolculuğunda İslâm’ın
ilerleyişine engel olmak isteyenlere asla fırsat
vermemektir.
Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in bir duasıyla
bitirmek istiyorum:
“...Rabbim! Beni hidayete erdir ve hidayeti
bana kolaylaştır! Bana kötülük edene karşı
yardımını benden esirgeme! Zulmedenlere karşı
bana yardım eyle!
Rabbim! Beni sana şükreden, seni zikreden,
senin azabından korkan, sana itaat eden, sadece sana
boyun eğen, sana yönelip yakaran bir kişi kıl!
Rabbim! Tevbemi kabul eyle,
hatalarımı temizle, duâmı kabul et!”3
günah
Mâide, 5/3.
Buhârî, İlim, 49.
3
Tirmizî, De’avât, 102.
1
2
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
ve
İLİ
TARİH
: GENEL
: 30/01/2015
﷽
ۜ‫يت لَكُ ُم ْاْلِسْ ََل َم ۪دينا‬
ُ ‫ت َعلَ ْي كُ ْم نِعْمَ ۪تي َور َ۪ض‬
ُ ْ‫ت لَ ُك ْم ۪د َين كُ ْم َو َاتْمَ م‬
ُ ْ‫َا ْل َي ْو َم َا ْكمَ ل‬
َ َ‫ق‬
ِ َّ ‫ۜل رَسُ و ُل‬
:َ‫الل َعلَ ْي ِه َو َسلَّم‬
ُ َّ ‫صلَّي‬
َ ‫الل‬
َ ُ َّ َّ‫مَۜ مِنْ أَح ٍَد يَشْ َه ُد أ َ ْن ْلَ إلَهَ إْل‬
َّ‫الل ص ْدقاۜ مِنْ قَلْ ِب ِه إْل‬
ِ ِ
ِ
ِ ِ َّ ‫الل وَأ َ ّن ُمح ََّمداا رَسُ و ُل‬
‫الل َعلَى ال َّنۜ ِر‬
َ
ُ َّ ُ‫ح َّر َمه‬
ALLAH’IN SON DİNİ İSLAM
Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır: “Bugün sizin için dininizi kemale
erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din
olarak İslâm'ı seçtim.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz
(s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Kim kalbiyle tasdik
ederek Allah’tan başka ilâh olmadığına ve
Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet
ederse Allah ona cehennemi haram kılar.”2
Aziz Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, âlemlere rahmet olarak gönderdiği
son peygamberi Muhammed Mustafa (s.a.s) aracılığıyla
İslam mesajını bütün insanlığa tebliğ etti. Allah’ın
varlığına ve birliğine iman etmek, O’na hiçbir şeyi ortak
koşmamak ve yalnızca O’na ibadet etmek bu mesajın
özünü teşkil ediyordu. Bu mesaj, aynı zamanda insanlığı
Hakk’a ve hakikate, rahmet yüklü adalete, bilgiye ve
hikmete dayanan güzel ahlaka davet ediyordu. Zulmü,
cehaleti ve fitneyi terk etmeye; fakiri, yoksulu, muhtacı,
yetimi koruyup kollamaya; komşusu aç iken tok
yatmamaya çağırıyordu.
Bu evrensel çağrı, kısa sürede bütün dünyada,
insanların yüreklerinde yankı buldu. Daha elli yıl
geçmeden
Asya’dan
Kuzey Afrika’ya,
Atlas
Okyanusu’ndan Çin Seddi’ne kadar yayıldı.
Kardeşlerim!
İslam’ın bu hızlı yayılışına ve insanların akın akın
onu kabul etmesine tahammül edemeyen nice güçler, bu
ilerleyişin önüne geçmek ve İslam’ın rahmet yüklü
mesajlarının
insanların
kalplerine
yerleşmesini
engellemek için her türlü yola başvurdular.
Bugün de bazı çevrelerce Din-i Mübin-i İslâm ve
Müslümanlar terör ve şiddetle özdeşleştirilmek
istenmektedir. İnsanların kalplerine İslâm korkusu
yerleştirmek amacıyla yüce dinimiz İslâm’a ve onun
peygamberine karşı organize bir şekilde çok çirkin bir
karalama kampanyası yürütülmektedir. Amaç açıktır;
İslâm’ın yayılışına ve gelişmesine engel olmak.
Kardeşlerim!
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de sürdürülen
bütün bu çabaların başarısızlıkla neticeleneceğine
inancımız tamdır. Hiç şüphesiz biz biliyor ve iman
ediyoruz ki Allah katında geçerli olan yegâne din
İslâm’dır. Yine biliyor ve iman ediyoruz ki kim,
İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden
böyle bir din asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette
hüsrana uğrayanlardan olacaktır.
Aziz Kardeşlerim!
İslâm, rahmet, merhamet ve şefkat dinidir. İslâm’ın
amacı, insanı hem dünyada hem de ahirette mutlu
etmektir. Bütün insanların barış, huzur ve esenlik
içerisinde yaşadığı bir dünyayı var etmektir. Ancak
bugün, İslâm’ı ve onun peygamberini tanıtma ve doğru
temsil etme konusunda biz Müslümanların eksikleri
olduğunu da unutmamalıyız. Üzülerek belirtmek gerekir
ki; bizler, İslâm’ın hak ve adalet anlayışını,
Peygamberimiz (s.a.s)’in çağlar üstü örnekliğini ve
üstün ahlâkî vasıflarını insanlık ailesinin tüm fertlerine
güzel bir dille, hikmetli bir üslupla yeterince sunamadık.
Genç nesillerin duygu ve düşünce dünyalarına yeterince
hitap edemedik.
Kardeşlerim!
O halde öncelikli vazifemiz, müntesibi olduğumuz
yüce dinimizin güzelliğini tüm insanlara anlatmak,
çağların dini İslâm'ı çağımıza öğretmektir. Bu ulvi gaye
için var gücümüzle çalışmaktır. Hiçbir zaman tefrikaya
düşmemektir. Asla fitne bataklığına saplanmamaktır.
Fakirlik ve geri kalmışlıktan bir an önce kurtulmaktır.
Cehaleti ilim, hikmet ve marifetin aydınlığıyla yok
etmektir. Yeni bir medeniyet yolculuğunda İslâm’ın
ilerleyişine engel olmak isteyenlere asla fırsat
vermemektir.
Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in bir duasıyla
bitirmek istiyorum:
“...Rabbim! Beni hidayete erdir ve hidayeti
bana kolaylaştır! Bana kötülük edene karşı
yardımını benden esirgeme! Zulmedenlere karşı
bana yardım eyle!
Rabbim! Beni sana şükreden, seni zikreden,
senin azabından korkan, sana itaat eden, sadece sana
boyun eğen, sana yönelip yakaran bir kişi kıl!
Rabbim! Tevbemi kabul eyle,
hatalarımı temizle, duâmı kabul et!”3
günah
Mâide, 5/3.
Buhârî, İlim, 49.
3
Tirmizî, De’avât, 102.
1
2
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
ve
İL
: GENEL
TARİH : 04.12.2015
tevazu, yalan ve eğrilik değil sadakat, kabalık değil
nezaket, katılık değil letafet, korku değil cesaret vardır.
Selim bir kalbe sahip olan mümin bilir ki; kendisi,
borçluya, hastaya, yaşlıya, darda kalmışa, mazluma,
mağdura yardım eli uzatılmasını isteyen bir medeniyetin
mensubudur. Bu kalbin sahibi bilir ki; o, Abdullah,
Enes, Beşir gibi yetimlere, öksüzlere baba şefkatiyle
muamele eden bir Peygamberin ümmetidir. Selim bir
kalbin sahibi bilir ki; onun “Asıl elde tuttuğun değil,
dağıttığın bizimdir.”4 buyuran, komşuyu gözeten,
yoksula kol kanat geren bir peygamberi vardır.
BEDEN ÜLKESİNİN SULTANI: KALP
Kardeşlerim!
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber
Efendimiz (s.a.s)’in, sıkça dile getirdiği dualardan biri
şöyleydi: “ Ey kalpleri hâlden hâle çeviren Rabbim!
Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl!”1
Kardeşlerim!
Efendimiz, bu duasında Yüce Allah’tan kalbini
iman ve istikamet üzere sabit kılmasını dilemişti. Zira
kalp, iman ve istikametin merkezi, başlangıç ve bitiş
yeridir. İman ve İslam’ın bir tezahürü olan her hayırlı ve
faydalı işe öncelikle kalpte niyet edilir. İşte böylesi bir
öneme sahip olan kalp, Peygamberimiz (s.a.s) tarafından
beden ülkesinin sultanı diye takdim edilir.2
Kardeşlerim!
Kalp, sadece vücutta kan dolaşımını ve hayatın
devamını sağlayan bir organ, küçük bir et parçası
değildir şüphesiz. Kalp manevi hayatımıza yön veren ve
akıbetimizi belirleyecek olan bir merkezdir. Kalp, iman
ve küfrün, sevgi ve nefretin, cesaret ve korkaklığın,
iyilik ve kötülüğün, kısacası bütün duyguların
kaynağıdır. Güzellikler de çirkinlikler de hep kalpte
başlar kalpte biter. Hayrın ve faydalı düşüncelerin
barınağı olan bir kalpten ancak güzellikler yansır.
Çirkinliklerle kirletilmiş, olumsuzlukların esiri haline
getirilmiş bir kalpten yansıyacak olan da kötülüklerdir.
Efendimiz (s.a.s), bu gerçeği “Dikkat edin! Vücutta
öyle bir et parçası vardır ki o iyi olursa bütün vücut
iyi olur. O bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat
edin! O, kalptir.”3 hadisiyle dile getirmiştir.
Kardeşlerim!
Mümin, kalbini güzelliklere, hayra ve insanlığın
faydasına açan, kötülüklere sımsıkı kapatan kişidir.
Mümin, kalb-i selim sahibidir. Selim kalp, Allah’a
gönülden teslim olmuş bir kalptir. Bu kalp, ışığını
imandan, güzelliğini salih amellerden alır. Selim bir
kalpte dünyevi hiçbir kaygı, tasa ve kedere esir olma
yoktur; yalnızca Allah’a dayanıp güvenme vardır. Bu
kalpte onur ve haysiyeti zedeleme yoktur; izzet ve
saygınlık vardır. Selim olan kalpte sorumsuzluk,
bencillik, kin, nefret, zulüm yoktur; paylaşma,
diğerkâmlık, sevgi, saygı, hoşgörü vardır. Bu kalpte
şiddet, husumet değil, şefkat, merhamet, ülfet, muhabbet
vardır. Bu kalpte hayâsızlık değil, iffet, erdem, fazilet
vardır. Bu kalpte “ben” değil, “biz” vardır; birlikte
ağlayıp birlikte gülme vardır. Bu kalpte kibir değil
Kardeşlerim!
Üzülerek belirtmek gerekir ki bugün hırs, tamah,
daha çok kazanma, daha çok haz alma ve daha hızlı
yaşama arzusu insanlığı adeta kuşattı. Bugünlere ve
yarınlara yön veren beden ülkesinin sultanı kalpler
bedenlere esir oldu. Bugün insanlık, topyekûn bir
merhametsizlik, vicdansızlık ve vurdumduymazlık
sorunu yaşıyor. Nice mazlumların feryadına, yardım
çığlıklarına kulak tıkanıyor. Nice canlar, şiddete, zulme,
teröre kurban gidiyor. Niceleri evsiz, yurtsuz, yuvasız
bırakılıyor. Denizler, her geçen gün mülteci mezarlığına
dönüşüyor. Kıyıya vuran minik bedenler, aslında
vicdanların kıyıya vurduğunu, her gün insanlığın irtifa
ve itibar kaybettiğini haykırıyor.
Kardeşlerim!
Bugün kalplerin pasını, katılığını, hastalığını
silmek için bir gönül terbiyesine ve merhamet
seferberliğine ihtiyacımız var. Bugün bize ahirette
gerçek manada fayda sağlayacak olan kalb-i selime çok
ama çok ihtiyacımız var. O halde geliniz, “O gün, ne
mal ne de evlat fayda verir. Ancak Allah’a kalb-i
selim ile gelenler fayda bulur.”5 âyetini bir kez daha
derinden tefekkür edelim. Fıtratımızda var olan selim
kalbimizi, zihnimizle, dilimizle, salih amellerimizle
daha da tezyin edelim. Kalbimiz, her daim Rabbimizin
rızasını arasın, O’nun ve Resulü’nün sevgisiyle dolsun.
Kalbimiz, güzelliklerin merkezi olsun ve etrafımıza
güzellikler saçsın. Gönüllere sevinç, huzur ve mutluluk
taşısın.
Hutbemi Kur’an-ı Kerim’in ve Efendimiz (s.a.s)’in
bize öğrettiği şu dualarla bitirmek istiyorum:
“Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra
kalplerimizi saptırma! Bize tarafından bir rahmet
bağışla! Hiç kuşku yok ki, lütfu bol olan yalnız
sensin.”6
“Allah’ım! Kulağımın kötülüğünden, gözümün
kötülüğünden, dilimin kötülüğünden, kalbimin
kötülüğünden sana sığınırım.”7
Tirmîzi, Daavât, 89
Abdurrezzâk, el-Musannef, XI, 221.
3 Buhârî, İman, 39.
4 Tirmizî, Sıfatu’l Kıyâme, 35.
5 Şuarâ, 26/88-89
6 Âl-i İmrân, 3/8.
7 Nesâî, İstiâze, 4.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 16/01/2015
Namaz, tekbiriyle rıza-ı Bari’den başka her şeyi
terk ediştir. Dilimiz “Allahu ekber” derken, ellerimizle
adeta dünyayı arkamıza alıp manevi yolculuğa başlarız.
Namaz, kıyâmıyla bir diriliş, Allah’ın huzurunda
duruştur; saf tuttukça safâ bulur her gönül, esrâr-ı
zikrullâh ile. Kıraatiyle namaz, O’na en içten senâ ve
yakarıştır; her günahtan paklanır insan, ezkâr-ı zikrullâh
ile.
BİR TEKELLÜF DEĞİL, NİMET OLARAK
NAMAZ
Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerime’de Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “(Ey Muhammed!) Kitaptan sana
vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü
namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor.
Allah'ı anmak (olan namaz) elbette en büyük
ibadettir. Allah yaptıklarınızı biliyor.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s)
şöyle buyuruyor: “Bir Müslüman, farz bir namaz için
abdest alıp bütün erkânına riayet ederek namaz
kılarsa, o namaz, büyük günah işlemedikçe, önceki
günahlarına keffaret olur.”2
Kardeşlerim!
Efendimiz (s.a.s) bir gün ashabıyla sohbet ederken
onlara şöyle bir soru sorar: “Birinizin kapısının
önünden bir nehir aksa, günde beş defa o
nehirde yıkansa vücudunda kir namına bir şey kalır
mı?”
Sahabe, “Kalmaz Ey Allah’ın Resûlü” diye cevap
verir. Bunun üzerine Kutlu Nebi (s.a.s), “İşte beş vakit
namazın misâli budur. Kılınan bu namazlarla Allah
günahları yok eder.”3 buyurur.
Kıymetli Müminler!
Namaz, Resûlullah Efendimiz (s.a.s)’in iki gözünün
nuruydu.4 Namaz, onun için vazgeçilmez bir ibadet, terk
edilemez bir kulluk ölçütüydü. Rahmet Elçisi’nin
nazarında bu derece önemli olan namaz, bizi Allah’a kul
olmaya davet eden ibadetlerin sultanıdır. Namaz, huzura
duruş ve huzura kabuldür. Namaz, bize Rabbimizi, bize
kendimizi hatırlatır. Namaz, bize sorumluluğumuzu,
sınırlarımızı, müstakim oluşu, tevazuyu öğretir.
Kıblesi ile namaz, bir olan Allah’a yöneliştir. Kâbe
eksenli bu yönelişle aynı zamanda müminlerin gönlünde
manevi bir bağ ve birliktelik hâsıl olur.
Namaz, rükûsuyla yalnız Allah’a teslim oluştur;
secdesiyle,
kulluğun
zirvesine
varıştır.
Kibir
kulelerimizden
inip
yerle
buluştuğumuz
an
mirâciyemizdir. Başımız secdeye her vardığında bütün
bencilliklerimizi bertaraf eder; Rabbimize en yakın
olmanın hazzına ereriz. 5
Kardeşlerim!
Namaz, dünyanın türlü hengâmeleri içerisinde
kaybolmaya yüz tutan benliğimizi, gönlümüzü yeniden
ihya ve inşa etmektir. Çoğu zaman kalabalıklar içerisinde
yalnızlaşan ruhumuzun yoldaşıdır namaz.
Cennetin anahtarı olan namaz, şu fâni dünyanın
ebediyete uzanan kârıdır. Namaz bir nurdur, yolunu
aydınlatır müminin. Günaha kalkandır, doğru yolda
rehberidir kendisini kılanın.
Hikmetleri ile insanı kötülük ve hayâsızlıktan
alıkoyan en büyük ibadettir namaz. Rabbimizi anmanın
adıdır; O’na vuslat köprüsü, bir gönül burağıdır namaz.
Kardeşlerim!
Namazlarımız, bizim miracımız, bizim gönül
burağımız olabiliyor mu? Kıyamette ilk hesaba
çekileceğimiz konu olan namaza,6 yüzümüzü ağartacak
özeni gösterebiliyor muyuz? “Allahu ekber” nidaları
yankılanırken, davetin Allah’tan geldiği bilinciyle
kıyama durabiliyor muyuz? Miraçtaymış gibi huşû
içerisinde secdelere varabiliyor muyuz? Namazı bir
külfet değil, nimet olarak görebiliyor muyuz?
Hutbemi
İbrahim
Efendimizin
yankılanan şu duası ile bitirmek istiyorum:
Kur’an’da
“Rabbim! Beni ve çocuklarımı namaz
kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur.
Hesap görülecek günde, beni, anamı babamı ve
inananları bağışla.”7
1
Ankebût, 29/45.
Müslim, Tahâre, 7.
3
Müslim, Mesâcid, 283.
4
Nesâî, Işrâtü’n-nisâ, 1.
5
Müslim, Salât, 215.
6
Nesâî, Muhârebe, 2.
7
İbrâhim, 14/40-41.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 21.08.2015
BİRLİK VE BERABERLİĞİMİZİN HARCI:
KARDEŞLİĞİMİZ
Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin, birbirinizle
çekişmeyin; sonra içinize bir korku düşer de heybet ve
kuvvetiniz elden gider. Sabırlı olun! Çünkü Allah
sabredenlerle beraberdir.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s)
şöyle buyuruyor: “Müminlerin birbirlerine olan bağlılığı,
birbirine kenetlenerek inşa edilmiş bir binanın duvarları
gibidir.”2
İman Bağıyla Gönülleri Birbirine Kenetlenmiş Aziz
Kardeşlerim!
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz
(s.a.s)’in bizlere takdim ettiği en önemli değerlerden biri
şüphesiz kardeşliktir. Bu kardeşlik, dilleri, renkleri, ırkları,
coğrafyaları farklı olmakla beraber; inançları, sevinçleri,
hüzünleri, idealleri ve umutları bir olanları birbirine sımsıkı
kenetleyen iman kardeşliğidir. Bu kardeşlikte birlik ve
beraberliği, onur ve haysiyeti zedeleyen mezhep, meşrep,
cehalet ve asabiyete asla yer yoktur. Bu kardeşlikte cana,
mala, insan hayatına kastetmek kesinlikle yoktur. Bu
kardeşlik, üstünlük yarışını, ötekileştirmeyi, ezmeyi, yok
saymayı mübah gören bir kardeşlik değildir. Bu kardeşlik,
“ben” i “biz”, “binler” i “bir” yapan, adalet, merhamet,
muhabbet ve paylaşma gibi yüce değerlere dayanan bir
kardeşliktir. Bu kardeşlik, asırlardır, mazlumlara,
masumlara, mağdurlara ümit olan bir kardeşliktir. Bu
kardeşlik, Peygamberimiz (s.a.s)’in Veda Hutbesinde
“Ayaklarımın altına alıyorum” dediği asabiyet, cehalet, fitne,
fesat, ayrılık ve gayrılığı yok eden bir kardeşliktir.
Peygamber şehri Medine’de Evs ve Hazreç kabîleleri
arasındaki târihî mücâdeleyi sona erdiren ve onları
kaynaştıran bu kardeşliktir. Ensar ile Muhacir arasında
görülen, tarihte eşi ve benzeri bulunmayan, tüm çağlara
damgasını vuran kardeşlik, işte bu kardeşliktir.
Bedir’de,
Malazgirt’te,
İstanbul’un
fethinde,
Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da aynı Allah’a,
aynı peygambere, aynı kitaba inanan, aynı kıbleye
yönelenleri aynı idealler uğrunda bir araya getiren işte bu
kardeşliktir. Bin yılı aşkın süredir millet olarak bizi bir
arada ve diri tutan, bu kardeşlik bağıdır.
Kardeşlerim!
Asırlardır doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle
aziz milletimizin en önemli harcı olan kardeşliğimiz son
zamanlarda bir kez daha hedef alınmıştır. Birçok mihrakın
güdümünde olan gözü dönmüş terör, ülkemizin huzurlu
havasını ortadan kaldırmak üzere yeniden harekete
geçmiştir. Neredeyse her gün bir şehit cenazesi,
memleketimizin birlik ve esenliği üzerine kara bir haber
olarak düşmektedir. Bu haberler, milletçe ihtiyaç
duyduğumuz kardeşliğin husumet ve nefretle yer
değiştirmesinde ne yazık ki bir hayli etkili olmaktadır.
Kıymetli Kardeşlerim!
Biz, geçmişten günümüze din için, vatan için, bayrak
için, ezan için, hasılı kutsal değerlerimiz için yüzlerce,
binlerce şehit verdik. Ancak her seferinde Rabbimizin, “Biz
Allah’ın kullarıyız ve O’na döneceğiz.”3 hükmüne
gönülden teslim olduk. “Eğer inanıyorsanız üstün gelecek
olan sizlersiniz”4 âyetinin mesajıyla yolumuza ümitle ve
kararlılıkla devam ettik. Bir binanın yapı taşları gibi sevinçte
kederde, varlıkta yoklukta her zorlu süreçte kardeşler olarak
birbirimize sımsıkı kenetlendik. Kardeşliğimizi, birlik ve
beraberliğimizi, gücümüzü fitne ve husumetle yok etmek
isteyenlere karşı asla fırsat vermedik. Yüreklerimizi
dağlayan elim hadiselerin yaşandığı şu zorlu günlerde
hepimize düşen, bir kez daha birbirimize sımsıkı
kenetlenmektir; dinimiz, güzel ülkemiz, milletimiz ve
kardeşliğimiz üzerinde oynanan oyunlara izin vermemektir.
Kardeşlerim!
Geliniz, ülkemizin etrafının ateş çemberine
döndürüldüğü şu günlerde birliğimizin, dirliğimizin
kıymetini bilelim. Her türlü saldırı, oyun, tuzak ve plan
karşısında birbirimize ensâr ve muhacir olalım. Kur’an-ı
Kerim ve Efendimiz (s.a.s)’in bizden istediği kardeşler
olmakla mükellef olduğumuzu asla unutmayalım!
Geliniz, cahiliye asabiyetinin ürünü olan ve kardeşi
kardeşe kırdırmak için körüklenen fitne ateşini basiret,
hikmet, bilgi ve irfanla söndürelim! Muhabbetin her türlü
düşmanlığa galip geleceğini bilelim. Her daim olduğu gibi
bugün de Hakkın, hukukun, adaletin, ahlak ve faziletin
tarafında yer alalım.
Kardeşlerim!
Masum canların katledilmesine sebep olanlar,
kardeşlik ve huzurumuza saldıranlar bunun hesabını elbette
bir gün Allah’a vereceklerdir. Ancak aziz milletimiz, bu
zihnî ve kalbî parçalanmayı asla hak etmemektedir. Zira
huzura ve ümit vadeden yarınlara sadece ülkemizin ve
milletimizin değil, umutlarını bu ülkeye ve bu millete
bağlayan tüm mağdur, masum ve mazlumların, hâsılı tüm
müminlerin ihtiyacı var. Şunu bilelim ki; bu ülkeye düşecek
ateş, sadece bu topraklarda yaşayanların değil, dünyanın
yedi iklim dört köşesinde yaşayan tüm mazlumların da
bağrını yakacak, yarınlarını yok edecektir.
Bu duygu ve düşüncelerle hutbeme son verirken,
vatan, bayrak, millet ve mukaddes değerler için hayatının
baharında toprağa düşen kahraman şehitlerimize Yüce
Rabbimizden rahmet, gazilerimize acil şifalar, ailelerine de
sabr-ı cemil diliyorum. Unutmayalım ki; onlar, sadece anne
ve babalarının, ailelerinin değil, aziz milletimizin şehit ve
gazileridir.
Enfâl, 8/46.
Buhârî, Salât, 88; Müslim, Birr ve Sıla, 65.
3 Bakara, 2/156.
4 Âl-i İmrân, 3/139.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 22/05/2015
BOŞ ŞEYLERİ TERK EDEREK HAYATI
ANLAMLI KILMAK
Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimelerde Yüce Rabbimiz
şöyle buyuruyor: “Müminler gerçekten kurtuluşa
ermişlerdir. Onlar ki namazlarında huşu
içindedirler. Onlar ki boş ve faydasız şeylerden
uzak dururlar. Onlar ki zekâtı verirler. Ve onlar ki
iffetlerini korurlar...”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber
Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Faydasız söz ve
lüzumsuz işleri terk etmesi, kişinin iyi Müslüman
oluşundandır.”2
Kardeşlerim!
Yüce dinimiz İslam’ın en temel gayelerinden
birisi, insanın hayatını anlamlı kılmaktır. Onun boş,
anlamsız ve beyhude her türlü söz ve davranıştan uzak
bir hayat yaşamasını sağlamaktır.
Bu nedenledir ki, Kerim Kitabımızda kurtuluşa
eren müminlerden şu şekilde söz edilmektedir:
“Onlar, anlamsız bir söz işittiklerinde ondan yüz
çevirirler ve ‘Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz de
size olsun. Selam olsun size. Cahillik edenlerle
işimiz yok’ derler.” 3 “Onlar, yalana şahitlik
etmezler. Faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları
zaman, vakar ve hoşgörü ile geçip giderler.”4
Kardeşlerim!
İslam’ın
özünden,
yaratılış
gayesinden
uzaklaşıldığı içindir ki, günümüzde zihin ve gönüller
kötü düşüncelere, diller hesabı verilemeyecek
lüzumsuz ve beyhude sözlere esir oldu. Bedenler,
faydasız işlerde heba edildi. Saygınlıklar, hayasızlıkla
tarumar edildi. Ömür sermayeleri, hoyratça tüketildi.
Kıymetli Kardeşlerim!
Oysa Rabbimiz bizi vahiyle, peygamberle
terbiye etti; akılla, idrakle ve sayılamayacak nice
nimetlerle donattı. Bize yolumuzu ve yönümüzü
gösterdi; varlığımız ve yaratılışımızın gayesini öğretti;
merhamet, muhabbet ve adalet duygusu lütfetti. Yüce
Rabbimiz, bütün bunlara karşılık bizi sorumlu kıldı.
Dilimizden dökülen her bir sözün, elimizden sadır
olan her bir işin mahkeme-i kübrada hesabının
sorulacağını Kerim Kitabımızda defalarca hatırlattı.
Resul-i Ekrem (s.a.s) Efendimiz de, boş ve
gereksiz işleri terk edenleri kamil mümin 5 olarak
nitelendirdi. “Allah’a ve âhiret gününe inanan kişi,
ya hayır konuşsun ya da sussun…” 6 buyurarak
kelamımızın anlamlı ve hikmetli olmasını istedi.
Kardeşlerim!
Bilelim ki Allah’ın gazabına neden olan, kişinin
kendisine ve çevresine zararı dokunan her iş ve söz
haramdır. Dilimizden gelişigüzel, kuralsızca dökülen
sözler, kaba ve çirkin ifadeler, yalan, iftira, gıybet,
bunların her biri dinimizde yasaktır. İnsanların özel
hallerini araştırmaya, insanlar arasında laf taşımaya,
fitne ateşini körüklemeye yönelik her türlü kelam boş
sözdür, günahtır. Her boş söz ise sadece dilin değil,
insanın afetidir. Böylesi sözler, sahibinin şahsiyetini,
onur ve haysiyetini zedelediği gibi buna muhatap olan
şahsın da hem hakkını ihlaldir, hem de büyük bir
vebaldir. Çünkü dilden dökülen her söz sorumluluk
gerektirir. Her sözün bir ahlakının olması gerekir.
Ahlakı olmayan her söz israftır, günahtır.
Kardeşlerim!
Boş ve gereksiz işler, insanın zihnini meşgul,
gönlünü mahkum eder; çok değerli olan vaktini
öldürür. Halbuki günümüz insanının en çok ihtiyaç
duyduğu, çoğu kez yokluğundan yakındığı nimet,
zamandır. Özellikle bugün, kitle iletişim araçlarının
çeşitlenip
çoğalması,
teknolojik
imkanların
yaygınlaşması ile zamanı verimli ve anlamlı kullanma
problemi daha çok hissedilir olmuştur. Üzülerek
belirtmek gerekir ki, günümüzde nice ömürler, ekran
karşısında anlamsızca tüketilmektedir. Nice hayatlar,
nice umutlar, sanal dünyada yalanlar, sahtelikler
üzerine inşa edilmektedir. Oysa vahiyle, peygamberle
terbiye edilen, akılla desteklenen insan başıboş
yaratılmamıştır.
Kardeşlerim!
Öyleyse geliniz, boş ve anlamsız her iş ve
sözden, sorumluluk ve muhasebe bilinciyle uzak
duralım. Hutbemizi Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in,
anlam dolu şu duasıyla bitirelim: “...Allah’ım! Sana
teslim olan bir kalp, doğru sözlü bir dil ve güzel bir
ahlâk istiyorum. Günahlarımı bağışlamanı ve her
türlü hayırdan bana lütfetmeni istiyorum. Bütün
şerlerden de sana sığınıyorum...”7
1
Mü’minûn, 23/1-10.
Tirmizî, Zühd, 11.
3
Kasas, 28/55.
4
Furkân, 25/72.
5
Buhârî, İmân, 4.
6
Buhârî, Edeb, 31.
7
Nesâî, Sehiv, 61; Hakim, Deavât, 1872.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 08.05.2015
﷽
‫خل َ َق لَ ُك ْم مِنْ َا ْن ُف ِسكُ ْم َا ْزوَاجًا ِلت َسْ كُنُ۪ٓوا ِالَ ْيهَا‬
َ ‫َومِنْ ٰايَاتِه۪ٓ َا ْن‬
ً‫َو َجع ََل بَي َْن كُ ْم َموَدَ ًة َو َر ْح َمة‬
ِ َ ‫قَا َل رَسُ و ُل‬
:َ‫اّلل َعل َ ْي ِه َو َسلَم‬
ُ َ ‫صلَي‬
َ ‫اّلل‬
.‫خ ْي ُركُ ْم أل ْهلِى‬
َ ‫خ ْي ُركُ ْم أل ْهلِ ِه وَأَنَا‬
َ ‫َخ ْي ُركُ ْم‬
َ
َ
CANA CAN OLMAK: AİLE
Değerli Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için
türünüzden eşler yaratması ve aranızda sevgi ve
merhamet var etmesi Allah’ın (varlığının ve
kudretinin) delillerindendir.”1
Okuduğum hadis-i şefite ise Peygamberimiz (s.a.s)
şöyle buyuruyor: “En hayırlınız, ailesine en güzel şekilde
davranandır. Ben, aranızda ailesine en güzel davranan
kişiyim.”2
Kardeşlerim!
İnsanlık, dünya serüvenine aileyle başladı. İlk aile
cennette kuruldu ve cennetin bütün güzelliklerini temaşa
etti. Ve bu güzelliklerden esintiler taşıyan aile, dünyada
insan için yuva oldu. Böylesi yuvalar anneye, babaya, eşe,
evlada her daim cennet oldu.
Aziz Müminler!
Peygamberimiz (s.a.s), Veda Haccında, “Hepiniz
Âdem’in çocuklarısınız.”3 buyurarak bize köklü bir aileye
mensup olduğumuzu hatırlattı. Evet, her birimiz insanlık
ailesinin birer halkasıyız. Hepimiz yeni halkaların var
olması için çaba sarf etmekle yükümlüyüz. Çünkü bizler,
bir ailede hayat bulduk. Gelecek nesiller de yeni ailelerde
var olacaklar. Bu değişmez düzenin sahibi Âlemlerin
Rabbidir ve O, Kerim Kitabımızda, insanlığa, bizlere örnek
aileler takdim etmiştir: Âdem (a.s) ile eşi Havva
validemizin türlü meşakkatle dolu hayat yolculuğunu
birlikte adımladıklarını anlatmıştır. Peygamberlerin atası
İbrahim (a.s)’in sadakat ve teslimiyet misali eşi ve
çocuklarını tanıtmıştır. Hâtemü’l-Enbiyâ Muhammed
Mustafa (s.a.s)’nın tertemiz ailesinden övgüyle söz
etmiştir.
Kardeşlerim!
Kur’an’ı Kerim ve Efendimiz (s.a.s)’i rehber edinmiş
biz müminler için son derece mühimdir aile kurumu. Aile,
toplumun en küçük fakat en önemli birimidir; ülfet,
muhabbet, saygı, paylaşma ve fedakârlık ortamıdır. Aile,
hayatın bütün aşamalarına etki eden bir başlangıç
noktasıdır. İşte bu yüzden bizler, aile yuvamıza dua ile
adım atarız. “Allah’ım! Bu nikahı bereketli ve mübarek
eyle. Bu çifti ülfet, muhabbet ve bağlılık duygularıyla
kaynaştır. Aralarına nefret, fitne ve ayrılığın girmesine
izin verme.” diye özden yakarışta bulunuruz. Bu
birlikteliğin samimiyet, sevgi ve sadakat temeline
oturmasını, hayır, bereket ve güzelliklerle örülmesini
Rabbimizden dileriz.
Böylesi güzel temennilerle çıkılan bu yolculuk, her
birimiz için bir imtihan vesilesidir aynı zamanda. Çünkü,
Yüce Rabbimiz, insanı başıboş bırakmamıştır. Onu
kendisine, ailesine, çevresine ve her şeyden öte Yüce
Yaratanına karşı sorumlu bir varlık kılmıştır. Dolayısıyla
ailede hak ve sorumluluklara riayet edilmelidir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Aile kurmak kadar aile olmak da önemlidir. Aile
olmak, sadece aynı çatı altında barınmak, aynı sofraya
oturmak değildir. Aile olmak, her şeyden önce gönülleri
birbirine bağlı eşler olmaktır; sevgi, şefkat ve merhametle
bir bütünü tamamlamaktır. Aile olmak, zihinler ve gönüller
arasına örülen duvarları muhabbet, saygı, sevgi ve
sadakatle kaldırmaktır.
Aile olmak her türlü olumsuzluğa karşı kalkan
olmaktır; mutluluk ve huzurumuzu birlikte korumaktır.
“Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan
ateşten koruyun.” 4 âyet-i gereğince yüce değerlerle
donanmaktır. Eş ve çocuklarımızı kötülüklerden alıkoyup,
hayra, ahlaka, faydalı bir insan olmaya teşvik etmektir.
Aile olmak değer vermek ve değer bilmektir; iyi gündekötü
günde,
darlıkta-bollukta,
hastalıkta-sağlıkta
birbirimizin yanında yâr olabilmektir. Tıpkı nübüvvet
görevinde âlemlere rahmet eşini son nefesine kadar
destekleyen Hatice validemiz gibi. Bu fedakâr eşinin
vefatından sonra onu her daim hayırla yâd eden vefakâr ve
örnek eş Allah Resûlü (s.a.s) gibi.
Kardeşlerim!
Aile, huzur ve saadet ortamıdır. Hayatın hengâmesi
içerisinde bunalan aile fertleri bu ortamda teskin olur.
Fedakârlık, vefakârlık, anlayış ve ilginin hakim olduğu aile
sığınılacak bir liman olur. Bu değerlerden yoksun ve
mahrum bırakılmış bir aile ise fertleri için ağır bir yükten
ibarettir. Tam da bu noktada üzülerek belirtmek gerekir ki;
aynı
evde
yaşayan
fakat
aynı
duyguları
paylaşamayanlardan oluşan nice aileler vardır. Pek çok
aile, önemi ve değeri kavranamadığı için sorumsuzca heba
edilmektedir. Bir ömrü paylaşmak, cana can olmak
vaadiyle kurulan yuvaların sevgisizlik, sadakatsizlik,
merhametsizlik ve basit nedenlerden dolayı yıkılması her
birimizi derinden yaralamaktadır. Yıkılan yuvaların altında
ise genellikle göz aydınlığımız ve yarınlarımız olan
çocuklar kalmaktadır. Daha hayat yolculuğunun başında
nice masum yürek hayatın ağır yükü altında
savrulmaktadır.
Kardeşlerim!
Unutulmamalıdır ki, bizler ailemize sahip çıkarsak
ailemizde bize sahip çıkar. Ailemizi korursak ailemiz de
bizi korur. Ailemiz, bize emanettir ve emaneti korumak
müminlerin bir niteliğidir. Öyleyse sorumluluklarımızı
hiçbir zaman unutmayalım. Dualarla kurduğumuz
yuvalarımız için şu duayı dilimizden düşürmeyelim:
“Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz
aydınlığı kıl ve bizi Allah'a karşı gelmekten sakınanlara
önder eyle”5
Rum, 30/21.
İbn Mâce, Nikah, 50.
3
Tirmizî, Menâkıb, 74.
4
Tahrîm, 66/6.
5
Furkân, 25/74.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İL
: GENEL
TARİH : 03.07.2015
CENNET KAPILARININ ANAHTARI:
YETİMLER
Kardeşlerim!
Peygamberimiz (s.a.s)’in amcasıEbûTâlib’inoğlu
Cafer
(r.a),
MûteŞavası’ndadüşmanla
kahramanca
çarpışarak şehit düşmüştü. Bu kutlu sahabi, ardında üç
yetim bırakmıştı. Allah Resûlü (s.a.s), “kardeşim” dediği
Cafer’in derin bir hüzün çökmüş evine geldi.Kendisi de bir
yetim olan Kutlu Nebi, ailenin yürek burkan haline
dayanamadı. Bir anneyi, bir babayı, bir eşi, bir dostu
kaybetmek, artık onun hatıralarıyla yaşamak kolay mıydı?
Ancak, hayat bir imtihandı ve imtihan geride kalanlar için
hala devam ediyordu. Resulullah (s.a.s),“Bugünden sonra
kardeşime ağlamak yok.” diye söze başladı ve “Getirin
bana kardeşimin çocuklarını.” dedi. Cafer’in yetimleri,
tıpkı annelerini kaybetmiş kuş yavruları gibiEfendimizin
karşısına dizildiler. 1 Allah Resulü, onları öpüp kokladı,
bağrına bastı, başlarını okşadı, teselli etti; ömrü boyunca
Cafer’in yetimlerine kol kanat gerdive onlar için her fırsatta
dua etti.2 Çünkü yetimlerin halini anlayabilecek, yüreklerini
okuyabilecek yegâne şahıstı Allah Resulü.
Kardeşlerim!
Sadece Cafer’in evlatları değildi Rahmet Elçisi’nin
tükenmez şefkatinden nasiplenen yetimler. Enes, Beşir,
Sehl ve Süheyl, EbûÜmamenin yetimleri ve daha birçokları.
Onlar, belki hayatın yükünü sırtlayan minik bedenli
yetimlerdi. Ancak, onların her biriResulullah’ın baba
sıcaklığını, Hz. Aişe’nin anne şefkatini hissettiler.
Peygamberimiz, şefkatle yetimin başını okşayan
kimseye, elinin değdiği saçlar sayısınca sevap yazılacağını
belirtti;3yetime kol kanat gerenin de cennette kendisiyle yan
yana olacağını müjdeledi.4Bu bilinçle Efendimiz (s.a.s), her
daim yetimlerin üzerine titredi.
Çünkü“Rabbin seni yetim bulup barındırmadı
mı?” 5 diyerek ona önce yetimliğini hatırlattı Alemlerin
Rabbi; ardından “Sakın yetime kötü davranma!”
buyurdu. "Rabbimiz, yetime sahip çıkmayı kullukta
eşiği aşmak olarak nitelendirdi.". Yetimin hakkını gasp
edip malına el uzatanların da aslında karınlarını ateşle
doldurduklarını bildirdi.
Kıymetli Kardeşlerim!
Yetimler, önceliklidir. Çünkü onlar, bizlere Allah’ın
birer emanetidir. Bu çocukların bazısı şehit çocuklarıdır,
bazısı annesini ya da babasını hastalığa, kazaya kurban
vermiştir. Kimileri de daha çocukluklarını yaşayamadan
şehirleri yıktığı kadar ruhları ve yarınları da yıkan savaşın
soğuk yüzüyle karşılaşmıştır. Yerlerinden, yurtlarından, aile
sıcaklığından mahrum kalmışlardır. Anneleri, babaları artık
yanlarında değildir… Onlar himaye edilmeyi herkesten çok
hak ederler. Onlar Efendimizin yanındaki Enes olmayı
arzularlar. Onlar, tıpkı yetim kalan Beşir gibi Allah
Resûlü’nden müjde almayı umut ederler.
Yetimler, belki merhametten yoksun bir evde, belki
bir yetiştirme yurdunda, belki de bir sokak başında
kendilerine uzanacak bir şefkat, bir merhamet eli beklerler.
Kendilerini hayata bağlayacak, yarına dair ümitlerini diri
tutacak bir ışık gözlerler. Onlar, hepimizin yetimleridir. Her
birimiz onlardan sorumluyuz. Kendilerine sahip çıkıp,
yüklerini hafifletmekle mükellefiz. Onların, kendileriyle
barışık, dinine, milletine ve bütün insanlığa faydalı bireyler
olarak yetişmeleri konusunda her birimize düşen görevler
var. Hemen yanı başımızda zararlı alışkanlıkların pençesine
tutulmuş her bir yetim, kimsesiz, yalnız ve garibin içler
acısı hali hepimizin derdi olmalıdır.
Kardeşlerim!
Mübarek Ramazan ayının ortasında bulunuyoruz.
Bu günler, Rabbimizin mağfiretinin üzerimize sağanak
sağanak yağdığı günlerdir. Böylesi bir zamanda
teslimiyetimizle, ibadetlerimizle, iyiliklerimizle Allah’ın
mağfiretine nail olmanın yollarını aramalıyız. Oruçlarımızı
günahlara kalkan, imsakimizi kötülüklere kilit, iftarımızı
güzelliklere anahtar yapabilmeliyiz. Yaşadığımız her dem
evlerden evlere, gönüllerden gönüllere iyilik taşımak için
seferber olmalıyız.
Aziz Müminler!
Unutulmamalıdır ki, iyilik sadece bir fakirin eline üç
beş kuruş para sıkıştırmak değildir. İyilik aynı zamanda
yalnıza arkadaş, yorguna dayanak, garibe sığınak, muhtaca
imdat olmaktır. Hiçbir çocuk sokakta kalmasın, hiçbir yetim
himayesiz kalmasın, hiçbir mülteci, muhacir aç açık
kalmasın diyerek başkaları için koşturabilmektir iyilik.
“Kardeşimi ne kadar düşünürsem, kendime o kadar iyilik
etmiş olurum” bilinciyle dünyayı birbirimize yaşanılır
kılmaktır iyilik.
Öyleyse geliniz kardeşlerim, hep birlikte bu kutlu
ayda sahipsiz olmadıklarını hissettirmek için yetim,
kimsesiz, himayesiz, yuvasız yavrularımıza gönüllerimizi,
ellerimizi ve sofralarımızı açalım. Gelin bu Ramazan ve her
zaman tüm muhacir kardeşlerimizle, mazlumlarla,
mağdurlarla, yalnızlarla iftarlarımızı paylaşalım.
Sözlerimi Resûlullah Efendimiz (s.a.s)’in şu hadisi ile
bitirmek istiyorum: “Kim, Müslümanlar arasında bir
yetimi yiyecek ve içeceğini üstlenecek şekilde
sahiplenirse Allah onu mutlaka cennete koyacaktır.
Ancak affedilmeyecek bir günah işlemiş ise o başka.”6
1
Nesâî, Zinet, 57.
İbnHanbel, I, 205.
3
İbnHanbel, V, 250.
4
Buhârî, Talâk, 25.
5
Duhâ, 93/6.
6
Tirmizî, Birr ve Sıla, 14.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH: 13.03.2015
uğruna nice güneşlerin battığı yerdir. Anadolu’nun her
evinden, Rumeli’nin her bölgesinden, İslâm coğrafyasının
her beldesinden; Şam’dan, Bağdat’tan, Filistin’den,
Beyrut’tan, Kahire’den, Kosova’dan, Üsküp’ten, SarayBosna’dan son ehli salibin salvetini yıkmak için ölesiye
kardeş olan şehitlerimizin memleketidir Çanakkale. Dilleri,
kavimleri, ırkları, beldeleri farklı ancak imanları, idealleri,
azimleri, gayeleri, niyetleri, duyguları bir olan,
Mehmetçiklerin bir arada can verdiği mekândır Çanakkale.
Cennetü’l-baki’ ve cennetü’l-mualla misâli, dünyanın en
yüce, en ulvi, en mukaddes şehitliklerinden biridir
Çanakkale.
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE…
Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede ve devamında Yüce
Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Allah yolunda öldürülenleri
sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri
katında Allah'ın, lütfundan kendilerine verdiği
nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar.
Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış
olan şehit kardeşlerine şunu müjdelemek isterler: Onlar
için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da
olmayacaklardır. Ve yine onlara Allah’ın lütuf ve
nimetini ve Allah’ın, müminlerin ecrini asla zayi
etmeyeceğini müjdelemek isterler.”1
Kıymetli Kardeşlerim!
Şehitler,
bizim
istikbalimizdir.“Toprak
eğer
uğrunda ölen varsa vatandır” düsturunca bu toprakları,
bizlere, onlar vatan kıldılar. Onların ışığı yurdumuzu,
milletimizi her daim aydınlatmaya devam edecektir. Millet
olarak bugün bizlere düşen, şehitlerimizin aziz hatırasını
ruh ve gönül dünyamızda yaşatmaktır. Onların uğruna
canlarını verdikleri yüce değerlere sahip çıkmaktır. İhanet
içinde olmamaktır. İstiklalimizi korumaktır. İstikbalimiz
için çalışmaktır. Gelecek nesillerimizi Çanakkale ruhuyla
yetiştirmektir. Her karış toprağı şehit kanıyla sulanmış bu
toprakları hayırlı hizmetlerle imar etmektir.
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Cennete giren hiçbir kimse,
yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyaya bir
daha dönmeyi arzu etmez. Ancak şehit bunun
dışındadır. O cennette gördüğü yüksek itibar ve ikram
sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehit
olmayı ister.”2
Aziz Müminler!
Bundan tam 100 yıl önce Çanakkale’de bütün
dünyaya karşı “Çanakkale geçilmez” diye bir destan
yazıldı. Tarihte emsali az görülen bir zaferle düşman
orduları bozguna uğratıldı. Allah yolunda, din, iman, millet,
vatan, bayrak, hak, adalet, erdem, fazilet ve mukaddesât
uğrunda Mehmetçiklerimiz kahramanca savaştılar. İ’lâ-yı
kelimetullah için mücadele ettiler. Din-i Mübin-i İslâm için
kanlarını ve canlarını feda ettiler. Şehadet şerbetini içtiler.
En yüce mertebeye eriştiler. Tevhidi savundular. İslâm’ın
izzet ve şerefini korudular. Müslümanların haysiyet ve
onuruna halel getirmediler. Mabetlerimize namahrem eli
değdirtmediler. Şehadetleri dinimizin temeli olan
ezanlarımızı
susturmadılar.
Fakirlik,
yokluk
ve
imkânsızlıklar içerisinde çarpıştılar, fakat hiçbir zaman geri
çekilmediler. İman dolu göğüslerini siper ettiler,
imanlarıyla, cesaretleriyle, fedakârlıklarıyla, Allah’ın inayet
ve yardımıyla büyük bir zafer kazandılar. Çağdaş dünyaya
da savaş ahlakını ve savaş hukukunu öğrettiler. Yeri
geldiğinde yaralı düşman askerlerini sırtlarında taşıdılar,
onlara kırbalarından su içirdiler. Savaş ortamında bile
insanlığın ölmediğini bütün dünyaya gösterdiler.
Kardeşlerim!
Çanakkale, dağların, taşların şüheda gövdesine
büründüğü diyardır. Çanakkale, karasıyla, deniziyle bir hilal
Millet olarak hepimize düşen, Çanakkale’de medfun
bulunan şehitlerimizin aziz ruhlarındaki muhabbet ve
birlikteliği, genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle,
doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle yaşamaktır.
Kardeşliğimizi, birlik ve beraberliğimizi bozmak
isteyenlere; aramıza fitne, fesat ve nifak tohumu ekmek
isteyenlere asla fırsat vermemektir. Bugün de aynı iman,
aynı gaye, aynı azim, aynı niyet, aynı duygulara sahip
kardeşler topluluğu olarak barışı, huzuru, kardeşliği, adaleti,
fazileti yeniden egemen kılmaktır. Unutmayalım ki, millet
olarak tarihten ibret alıp Çanakkale ruhunu, birlik,
beraberlik ve kardeşlik şuurunu diri tuttuğumuz müddetçe
ulaşamayacağımız hiçbir hedef, başaramayacağımız hiçbir
iş, üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir sorun yoktur. Yeter
ki tefrikaya düşmeyelim. İstiklal Şairimiz Mehmet Akif, ne
de güzel ifade etmiştir:
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.”
Kardeşlerim!
Şu mübarek Cuma vaktinde, geliniz, hep birlikte
Çanakkale’de omuz omuza çarpışan kardeşlerimizin
şuurunu yüreklerimizde hissederek, geçmişte olduğu gibi
gelecekte de birlikte olmayı dileyerek, Rabbimize şöyle
yalvaralım:
“Rabbimiz!
Günahlarımızı
ve
işimizdeki
taşkınlıklarımızı mağfiret eyle! Ayaklarımızı yolunda
sabit eyle! Kâfirler güruhuna karşı da bize yardım
eyle!”3
Âl-i İmrân, 3/169-171.
Buhârî, Cihâd 21; Müslim, İmâre, 109.
3
Âl-i İmrân, 3/147.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 17.04.2015
DÜNYA BİZE, BİZ BİRBİRİMİZE EMANETİZ!
Kardeşlerim!
Doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle insanlık
olarak hepimiz büyük bir aileyiz. Hz. Âdem ile Havva’nın
çocuklarıyız. Bizi yoktan var eden, hilkatte eş, dinde kardeş
kılan, hayat nimetini bizlere lütfeden Yüce Allah’ın
kullarıyız. Her insan saygındır, mükerremdir, özeldir. Dili,
rengi, cinsiyeti ve milliyeti ne olursa olsun her insanın canı,
haysiyeti ve malı dokunulmazdır.
Aziz Müminler!
Rabbimiz, bizleri konuşma, görme, işitme gibi
yeteneklerle donattı ve yeryüzünün imarıyla sorumlu kıldı.
Bizi aynı toprağın üstünde ve aynı gök kubbenin altında bir
arada ve insana yaraşır bir şekilde yaşama imtihanına tabi
tuttu. İçinde yaşadığımız âlemi bize, bizi de birbirimize
emanet etti.
Böylesi ağır bir yük omuzlarımıza yüklenmişken,
birlikte yaşama konusunda zaman zaman ciddi zaaflar
gösterebiliyoruz. Etnik, dinî, mezhebî ve meşrebî farklılıklar,
bazen çatışma nedeni olarak görülebiliyor. Farklı görüşlere
tahammül ve anlayış göstermek ne yazık ki, çoğu zaman
sadece dilde kalabiliyor. İnsanların birbirlerini daha az
anladığını hatta bazen hiç anlayamadığını üzülerek müşahede
ediyoruz. Hemen her gün, merhamet ve şefkatin yerini kin ve
nefretin, dostluk ve kardeşliğin yerini düşmanlık ve
husumetin, içtenlik ve samimiyetin yerini riyakârlık ve
gösterişin aldığından yakınıyoruz.
Kıymetli Kardeşlerim!
Her aile içinde küçük ya da büyük anlaşmazlıklar
olabilir. Topyekûn insanlık ailesinin de her konuda uyuşması,
problemlerden uzak bir bütünlük ve birlik sergilemesi elbette
mümkün ve gerçekçi değildir. Ancak çatışmanın, çekişmenin,
ötekileştirmenin, ezmenin, üzmenin, hor görmenin, yok
saymanın, dünyayı ve hayatı hepimize yaşanamaz kıldığı da
bir gerçektir.
Oysa birlikte huzur ve güven içinde yaşayabilmenin
ahlakı ve hukuku Yüce Rabbimiz ve Efendimiz tarafından
insanlığa takdim edilmiştir. Kerim Kitabımızda; “Eğer Allah
dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği
şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı.”1
buyurulmaktadır. Böylece farklılıkların ilahi kudret ve
hikmetin, imtihanın birer parçası olduğu hatırlatılmaktadır.
Peki buna rağmen dünyayı daha güzel, yaşanabilir hale
getirmek çok mu zor gerçekten?
Dürüstlüğü, adaleti, sabrı ilişkilerimizin mihveri
yapmak, gökdelenler inşa etmekten, şirketler kurup
yönetmekten daha mı zor? Saygıyı, nezaketi, merhameti,
paylaşmayı hayatımıza hakim kılmak, hayal ötesi buluşlara
imza atmaktan, uzayın derinliklerinde incelemeler yapmaktan
daha mı külfetli?
Kin ve nefret duygularını, hırs ve intikam arzularını
parçalamak, atomu parçacıklara ayırmaktan daha fazla mı
çaba gerektiriyor? Yüreklerde sevgi, muhabbet, şefkat
üretmek, kocaman fabrikalar kurup silah üretmekten daha mı
masraflı ve zahmetli?
Kıymetli Kardeşlerim!
Efendimiz (s.a.s)’in Ensar ve Muhacir arasında tesis
ettiği destansı kardeşlik hala diriliğini zihinlerimizde
muhafaza etmektedir. Bu kardeşlik sevgi, saygı, yardımlaşma,
dayanışma, paylaşma ve özveri temellidir.
Geliniz, Efendimizin sahip olduğu ve ümmetine
öğrettiği bu kardeşlik ve birlikte yaşama ahlakını hayatımıza
ne kadar yansıtabildiğimizi hep birlikte sorgulayalım:
Rahmet Elçisi (s.a.s), “Mümin, cana yakın kimsedir.
İnsanlarla dostluk kurmayan, kendisiyle dostluk
kurulamayan kimsede hayır yoktur.”2 buyuruyor. Peki
bugün bizler, hiçbir kaygı gütmeksizin sevgi ve muhabbetle
gönüllerimizi birbirimize açabiliyor muyuz? Aramızdaki
kardeşlik bağlarına sımsıkı tutunabiliyor muyuz?
Efendimiz (s.a.s), kardeşimize tebessüm etmemizin
dahi sadaka olduğunu3 haber veriyor. Peki, bunu ne kadar
yerine getirebiliyoruz? Yoksa ihtiraslarımızı önceleyerek hem
kendimizi hem kardeşlerimizi böylesi bir güzellikten mahrum
mu bırakıyoruz?
Allah Resûlü (s.a.s), “Allah için size sığınan kimseye
sığınak olun. Allah için isteyen kimseye verin. Sizi davet
edenin davetine icabet edin. Size bir iyilik yapana
karşılığını verin.”4 buyuruyor. Peki, zorda, darda kalanlara
yalnızca Rabbimizin rızasını umarak yardım elimizi
uzatabiliyor muyuz? Yoksa her bir yetimi, öksüzü, sahipsizi,
yoksulu rahatımızı kaçıran bir yük olarak mı görüyoruz?
Kardeşlerim!
“Kendinizi beğenip temize çıkarmayın. Kimin takva
üzere olduğunu O çok iyi bilir.”5 ayeti gereğince kendimizi
hesaba çekip eksiklerimizi telafi etmeye mi çalışıyoruz?
Yoksa hata ve kusurlarımızı görmezden gelip, kalpler kırıp,
onurlar mı çiğniyoruz?
Aile ve akraba münasebetlerimizde, komşuluk
ilişkilerimizde, arkadaşlıklarımızda, işyerlerimizde, trafikte,
çarşıda, pazarda, ticaretimizde, kısacası günlük hayatın akışı
içinde, çoğu zaman öfkemize yenik mi düşüyoruz?
Kardeşlerim!
Önümüzdeki hafta farklı bir maneviyat iklimi olan üç
aylara gireceğiz. Gelecek Perşembeyi Cumaya bağlayan gece
Regaip kandilini idrak edeceğiz. Regaip kandili vesilesiyle,
kardeşlerimize olan rağbetimizi, sevgi ve muhabbetimizi,
sadakatimizi bir kez daha gözden geçirelim. Beraberce huzur
içinde yaşayabilmek adına saygı, hoşgörü, merhamet ve
adalet başta olmak üzere ahlakî erdemleri hayatımıza hâkim
kılmak için gayret gösterelim. Kendimize nasıl muamele
edilmesini istiyorsak başkalarına da öyle muamele edelim.
Unutmayalım ki; dünya bize, biz birbirimize emanetiz!
Mâide, 5/48.
İbn Hanbel, II, 40.
3 Tirmizi, Birr ve Sıla, 36.
4 Ebû Dâvûd, Zekât, 38.
5 Necm, 53/32.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 11.12.2015
DÜNYA-AHİRET DENGESİ
Aziz Kardeşlerim!
Resûl-i Ekrem (s.a.s) Efendimiz, bir gün hasta bir
sahabîyi ziyaret etti. Ona nasıl dua ettiğini sordu. O da,
“‘Allah’ım! Beni ahirette ne ile cezalandıracaksan onu
şimdiden dünyada bana ver!’ şeklinde dua ediyorum” dedi.
Bunun üzerine Allah Resûlü, böyle dua etmemesi
konusunda onu uyardı. Kendisine, “Allah’ım, bize
dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi
cehennem azabından koru!”1 şeklinde dua etmesini
tavsiye etti.”2
Kardeşlerim!
Aslında bu dua, Yüce Rabbimizin Kerim
Kitabımızda bizlere öğrettiği hikmet yüklü bir duadır.
İtidali, yakarışı, ibadeti yaşamının vazgeçilmezi kabul eden
Efendimiz (s.a.s), bu dua ile dünya ve ahiret arasında
dengeli bir tutuma, ölçülü bir hayata dikkat çekmiştir.3 Bu
dua, insanı bu dünyada ve ahirette mutlu kılacak olan şeyin
iyilik, salih amel, güzel ahlak olduğunu hatırlatır bizlere.
İşte bugün bizler, bu duayı her gün beş defa huşuyla eda
ettiğimiz ve huzura erdiğimiz namazlarımızda okuyoruz.
Böylelikle, dünya ve ahiret dengesini gözettiğimizi her
daim dile getiriyoruz. Dünyadaki sorumluluğumuzu,
ahiretteki hesabı, mizanı, sıratı, mükâfat ve cezayı bir an
olsun unutmadığımızı ikrar ediyoruz.
Kıymetli Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda, “Allah’ın sana
verdiğinden O’nun yolunda harcayarak ahiret yurdunu
gözet; ama dünyadan da nasibini unutma...”4
buyurmaktadır. Rabbimizin bizden istediği, ne dünya için
ahireti feda etmek, ne de ahiret için dünyayı terk etmektir.
Bizden istenen, bu iki hayat arasında bir denge
kurabilmektir. Dünya hayatını ahirete tercih etmemektir,
menfaatin esiri olmamaktır. Hiç ölmeyecekmiş gibi
dünyaya bağlanmamaktır, heva ve hevesi Allah’ın
rızasından üstün tutmamaktır.
Kardeşlerim!
Dünya ve ahiret arasındaki dengenin nasıl olması
gerektiğini Peygamberimizin örnekliğinde görmekteyiz.
Allah Resûlü, ibadetimizde, gündelik hayatımızda, dahası
bütün yaşantımızda ölçülü olmamız gerektiğini
bildirmiştir.5 Onun hayatı, bu denge ekseni üzerine
kurulmuştur. Efendimiz, dünyadan el çekip sadece ahiret
için yaşamaya karar veren bazı sahabileri bedenin, ailenin
ve sahip olunan nimetlerin hakkını vermeleri hususunda
uyarmıştır.6 O, “Sünnetimden yüz çeviren benden
değildir.”7 uyarısıyla kendisinin böyle bir yaşam tarzının
olmadığını ifade etmiştir.
Kardeşlerim!
Kimileri, zaman zaman bu dünyanın ahiret yurduna
açılan bir kapı, bir imtihan alanı olduğunu göz ardı
edebilmektedir. Kimileri, ahireti uğruna, doğru olmayan
bir inançla dünyanın meşru nimetlerinden kendini mahrum
bırakabilmektedir. Kimileri ise kendi anlayışlarından
kaynaklanan aşırılıkları dine mal ederek, rahmet yüklü
mesajlarıyla hayat veren yüce dinimize şiddet, vahşet ve
katliamlarla ihanet edebilmektedir. Kimileri, dini
ruhundan, ibadetleri özünden koparmak suretiyle dar
kalıplara
mahkum
etmekte
ve
sadece
şekle
indirgeyebilmektedir. Kimileri ise, yaşantı boyutunu
tamamen ihmal ederek dini sadece vicdanlara
hapsedebilmektedir. Gerçek şu ki; bütün bu algı ve
anlayışlar, Peygamberimizin insanlığa takdim ettiği
örnekliğin ve Müslüman kimliğinin doğru idrak
edilemeyişinin sonuçlarıdır.
Kıymetli Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, kâinattaki her şeyi bir denge üzere
yaratmıştır.8 Fakat günümüz insanının bu dengeyi ve hayat
ölçüsünü yitirmesinin acı neticeleri bütün ibretiyle
karşımızda durmaktadır. Bugün niceleri, modern dünyanın,
daha çok kazanma ve haz alma tutkusunun, bilerek ya da
bilmeyerek adeta esiri olmaktadır. Dünyanın bir köşesinde
insanlar yiyecek ekmeğe muhtaçken, diğer bir köşesinde
israf, savurganlık, vurdumduymazlık, bencillik had
safhadadır. Kimileri, daha konforlu, daha albenili bir
yaşam arzularken, sığınacak bir barınak uğruna nice canlar
okyanusların derin ve karanlık sularında umutları ve
yarınlarıyla birlikte yok olmaktadır. Bu olumsuzluklar
karşısında insanlığın, bugün topyekûn bir itidal çağrısına
muhtaç olduğu açıktır. Ancak bu itidalin, sadece çağrılarla
değil, sağlam ve sarsılmaz bir imanla, paslanmamış
yüreklerle, tükenmemiş gönüllerle hayata geçirilebileceği
asla unutulmamalıdır.
Kardeşlerim!
Geliniz, Yüce Kitabımızın ve Peygamberimizin bize
öğrettiği itidale dair duayı kendimize şiar edinelim.
Sevgimizde, yergimizde, yaşantımızda, ibadetimizde,
dünya ve ahirete bakışımızda bu dengeyi hakim kılalım.
Unutmayalım ki; bu bakış ve tutum, sahih ve makbul bir
kulluğun gereğidir. Yine unutmayalım ki; niyeti en yüce
olanımız, hem dünyasının hem de ahiretinin işlerine önem
verenlerimizdir.9
Hutbemizi, Peygamberimiz (s.a.s)’in anlam dolu şu
duası ile bitirmek istiyorum:
“Allah’ım! İçinde yaşadığım, geçimimi sağladığım
dünyamı ve ebedî yaşayacağım ahiretimi benim için
hayırlı kıl. Hayatımda her türlü hayrı ziyadesiyle ihsan
eyle.”10
Bakara, 2/201.
Müslim, Zikir, 23.
3 Müslim, Zikir, 26.
4 Kasas, 28/77.
5 Buhârî, İman, 29.
6 Buhârî, Edeb, 84.
7 Müslim, Nikâh, 1.
8 Rahmân, 55/7-8.
9 İbn Mâce, Ticaret, 2.
10 Muslim, Dua, 71.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 23/01/2015
Kıymetli Kardeşlerim!
Müminin sadâkati öncelikle kendisini yaratan
Rabbinedir. Sadâkat ehli mümin, daima Allah’ın
gözetiminde olduğu bilinciyle hareket eder. Her durumda
O’nun buyrukları doğrultusunda yaşar. Rabbinin hoşnut
olmayacağı durumlara düşmekten ateşe atılırcasına
korkar. Hayatın anlamını O’na kullukta bulur.
Hidayet yolunun kutlu rehberine sadâkat gösterir
mümin. Baş tacı eder, onun hakikat adına tebliğ
ettiklerini. En güzel örnek bilir O’nu ve erdemli
duruşunu. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali ve daha nice
sâdık müminler gibi.
ERDEMLİ BİR DURUŞ: SADÂKAT
Kardeşlerim!
Kutlu Nebi (s.a.s); insanlara, Mescid-i Haram’dan
Mescid-i Aksa’ya bir gecede gerçekleşen yolculuğundan
söz etmişti. Bu nice hikmet ve esrar ile dolu mucizevi bir
yolculuktu. Ellerine bir fırsat geçtiğini düşünen müşrikler
hemen onun en yakın arkadaşı Ebû Bekir’in yanına
koştular. Alaylı tavırlarla ona, Allah Resulü’nün bu
yolculuğundan bahsettiler. Akıllarınca o, pişman olup
eski dinine geri dönecekti. Fakat bekledikleri
gerçekleşmediği gibi Resulullah (s.a.s)’a sadâkatin
simgesi olacak şu sözcükler döküldü Ebu Bekir
Efendimizin dilinden: “Bunları eğer o söylemişse
mutlaka doğrudur.”1
Kardeşlerim!
Ahlaklı ve erdemli bir hayat için vazgeçilmez
ilkelerden birisi de hiç kuşkusuz doğruluk ve sadâkattir.
Mümin, özü ve sözü doğru olandır. O, dilini yalan,
gıybet, boş ve kötü sözle kirletmeyendir. Peygamber
Efendimiz (s.a.s), “Her kim Allah ve Resul’ünün
kendisini sevmesini istiyorsa sözünde doğru olsun.” 2
ifadesiyle müminde bulunması gereken sözün sadakatine
vurgu yapmıştır.
Doğruluk, sadece dilden dökülen sözcüklere bağlı
değildir. Gerçek anlamda sıdk ve doğruluk; hak ve
hakikati tasdik etmektir. Söylediğimiz doğru söze uygun
davranışta bulunmaktır. Sözümüzde durmaktır. Yüce
Allah’ın “Onlar emanetlerine ve verdikleri sözlere
riayet ederler.”3 âyeti ile müminleri vasıflandırdığı
erdemli bir duruştur sadâkat.
Kardeşlerim!
Beşeri münasebetlerde çıkarların daha çok
önemsendiği, bireyselleşerek “biz”in kuşatıcılığından
“ben”in yalnızlığına savrulduğumuz
zamanlarda
doğruluktan ayrılmayan, her hâliyle dürüstlüğü ve
sadâkati yaşatan, Allah katında “sıddîk” olarak kayda
geçer. Yalan ve hile ile hareket etmekten çekinmeyen ise
Allah katında bu kötü hâli ile anılır. Neticede
Efendimizin dile getirdiği gibi sadâkat mü’mini cennete
ulaştırırken yalanın götüreceği son durak ise
cehennemdir.4
Anne ve babasına sâdıktır mümin. Her türlü zorluk
ve meşakkate katlanarak kendisini yetiştiren ebeveynine
hürmet eder. Hastalıkta ve sağlıkta her daim yanlarında
olur. Yardımlarına koşar. Hizmetlerinde bulunur. Bunları
ibadet aşkı ile yapar. Onlara karşı “öf” sesi bile dökülmez
dudaklarından.
Allah’ın birer emaneti olan eşine ve çocuklarına
karşı sadâkat sahibidir mümin. Sadâkatinin bir gereği
olarak sorumluluklarını yerine getirir. Onların hak ve
hukukuna riayet eder. Onları ihmal etmez.
Mümin, çevresiyle olan ilişkilerinde de emin olarak
bilinir. Herkesin hak ve hukukunu korur.
Kardeşlerim!
Şimdi soralım şu soruları kendimize:
Rabbime vermiş olduğum kulluk sözüme ne derece
sâdık kalabildim? Peygamber-i zişânın güzel ahlakıyla
yeterince hemhal olabildim mi? Anne ve babama, eşime
ve çocuklarıma karşı sorumluluklarımı hakkıyla yerine
getirebildim mi? İşime, işverenime, işçime ve iş
arkadaşıma sadâkat gösterebildim mi?
Kardeşlerim!
Dünyevi ve uhrevi tüm ilişkilerini sadâkat
ölçüsünde sürdüren kişi “emin” olur. Hem güven duyar
etrafından, hem de çevresindeki herkese ve her şeye
güven verir. Bu güven sayesinde birlik, beraberlik ve
vefa duygusu kuvvetlenir.
Öyleyse gelin özümüz ve sözümüzle doğruluktan,
sadâkatten ayrılmayalım. Hiçbir şeyin karşılıksız
kalmayacağı hesap günü için sadâkati kendimize azık
edinelim. Rabbimizin o büyük günde sâdıklara vereceği
şu müjdeye kulak verelim:
"Bu, doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği
gündür. Onlara, içinde ebedi kalacakları, zemininden
ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı
olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte
büyük kurtuluş ve kazanç budur.”5
1
İbn Hişâm, Sîret, II, 244-245.
Abdürrezzâk, el-Musanef, No: 19748.
3
Mü’minûn, 23/8
4
Müslim, Birr ve sıla, 105
5
Mâide, 5/119.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
ĠLĠ
: GENEL
TARĠH : 09/01/2015
EZAN: ÖZGÜRLÜĞÜN GÜR SEDASI
Allahu ekber, Allahu ekber!
Bu nida, günde beş vakit, minarelerimizde
yankılanırken, Rabbimizi tasdike, O’na itaat ve ibadete
çağırıyor müminleri. Dünya meşgalesinden uyan!
Kulluğun gereği olan namaz için kıyama dur! diyor ve
zamanın kalbini tutuyor, İslam’ın gür sedası. Kendisine
icabet edenin elinden tutuyor; bireyden topluma,
ümitsizlikten umuda götürüyor bu çağrı.
Kardeşlerim!
Rahmet Elçisi (s.a.s), vazifesini tamamladıktan
sonra, ardında sevgisini bırakarak vefat etmişti.
Doyamamıştı ona ashâbı. Bunlardan birisi de Kutlu
Nebi’nin, “müezzinlerin efendisi” övgüsüne mazhar
olmuş Habeşli Bilâl’di. Üzüntüsünden duramamıştı Bilâl
Medine’de.
“Resûlullah’tan
sonra
ezan
okumayacağım/okuyamayacağım.” diyerek uzaklaştı
peygamber diyarından. Ancak iliklerine kadar işleyen
peygamber sevgisi ve muhabbeti onu tekrar Medine’ye
getirdi. Geldiğinde sabah namazı vakti girmek üzereydi.
Doğrudan Ravza’ya, Resûlullah’ın huzuruna gitti. Ağladı
ve yüreğindeki hasreti gözyaşlarıyla dindirmeye çalıştı.
Derken Efendimizin torunları Hasan ve Hüseyin
çıkageldiler. Dedelerinin hatırasını yâd etmek üzere
Bilal’den ezan okumasını istediler. Kabul etti Bilâl ve
peygamber zamanında olduğu gibi mescidin damına
çıkıp, “Allahu ekber” dedi. Bilal’in Resûlullah (s.a.s)
zamanındaki bu nidasıyla Medine’de yer yerinden
oynadı. Bir tarih canlanıyordu. Bir şehir ağlıyordu.
Hıçkırıklara boğulan Medine, o gün Allah Resûlü’nün
vefatından sonra en hüzünlü günlerinden birini
yaşıyordu.1
Kardeşlerim!
Bu olay, biz müminler açısından ezanın içeriğini,
anlamını ve mesajını ortaya koymaktadır. Ezan her
okunduğunda ve her okunduğu yerde; ilk gün okunduğu
gibi, o gün Bilâl’in okuduğu gibi, büyük manalar,
coşkular ve hatıralar yaşatır gönülden dinleyenlere ve
anlayanlara.
Ezan, Habeşli Bilal’in namaz için atan kalbinin
dudaklarından dökülen sesidir. Ezan, tevhidin sembolü,
İslam’ın ses ve söze dökülüşüdür. Müslümanın kalbini,
beynini, ruhunu ve bedenini harekete geçiren sesli
dokunuştur ezan. Ezan, “Allah'a çağıran, salih amel
işleyen ve „Kuşkusuz ben Müslümanlardanım‟
diyenden daha güzel sözlü kimdir?”2 buyrulan Kerim
Kitabımızda taltif edilen en güzel çağrılardan biridir.
Kardeşlerim!
Ezan, doğum ile ölüm arasında boş bırakmaz
insanı. Dünyaya gözlerini açan bebeklerin kulaklarına
ezan okunur. Her mümin hayata merhaba dediğinde
ezanla kendisine Rabbinin adı hatırlatılır ve adeta ilk
manevi aşısı yapılır. Bu anlamda ezan, bütün manevî
kirlerin, kötülüklerin ve sapkınlıkların hayatı boyunca o
çocuktan uzak durması için yapılan bir duadır.
Ezan, İslam’ın şiarlarından biridir. “Ġnsanlar ezan
okuma ve birinci safta yer almadaki sevabı bilselerdi,
bunu yapmak için aralarında kura çekerlerdi.”3
sözüyle Efendimiz ezanın bu önemine işaret etmiştir.
Ezan, Ümmet-i Muhammed’in simgesi ve ortak
değerlerindendir. Ezan, dilleri, renkleri, ırkları ve bütün
farklılıkları İslam dilinde birleştirir. Bir kubbe altında
omuz omuza bir ve beraber kılar müminleri. Çoğu zaman
gündelik hayatın türlü meşgalelerine boğulan bizleri,
Allah’ın huzurunda saf durmaya, diri olmaya çağırır; her
daim yineler çağrısını:
Hayya ala’s-salâh, Hayya ala’l-felâh.
Kardeşlerim!
Ezan, aynı zamanda özgürlüğün sembolüdür, gür
sedasıdır. Ezan, okunduğu beldenin özgürlüğünü,
bağımsızlığını da haykırır. Bu yüzdendir ki merhum
Mehmet Akif:
“Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi, yurdumun üstünde benim inlemeli” derken
bu gerçeği dile getirmektedir.
Bununla birlikte gerçek özgürlük, imandadır.
Gerçek hürriyet, Allah’a kulluktadır. Gerçek özgürlük,
fâni olanın esiri değil, hâkimi olabilmektir. İşte ezan,
dünya üzerindeki herkesi her daim, Âlemlerin Rabbi’ne
kulluğa ve hakiki özgürlüğe davettir.
Kardeşlerim!
Ne mutlu günde beş defa yapılan bu kutlu çağrıya
rükû ile, secde ile icabet edebilenlere. Ne mutlu günde
beş defa, “Evet, Yâ Rabbi! Sadece seni yüceltiyoruz.
Senden başka ilâh olmadığına, Muhammed Mustafâ
(s.a.s)’nın senin resûlün olduğuna, kurtuluş ve
mutluluğun bu çağrıya uymakta olduğuna inanıyor ve
şahitlik ediyoruz.” diyebilenlere.
1
Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, I, 357-358.
Fussilet, 41/33.
3
Buhârî, Ezân, 9.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİHİ
: GENEL
: 24.07.2015
GÜN BİRLİK VE DİRLİK GÜNÜDÜR!
Muhterem Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Rabbimiz: “Kim, bir cana
kıymamış ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış
olan bir insanı öldürürse, sanki bütün insanları
öldürmüş gibidir.” (Mâide, 5/32) buyuruyor.
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz
(sas): “Allah katında dünyanın yok olması, bir
Müslümanın öldürülmesinden daha hafiftir.” (Tirmizî,
Diyât, 7) buyuruyor.
Aziz müminler!
Ramazanın rahmet iklimi ve bayram sevincinin gölgesi
henüz üzerimizdeyken millet olarak hepimizi üzen ve
derinden yaralayan elem verici hadiseler yaşadık.
Menfur saldırılarda pek çok masum kardeşimiz
hayatını katbetti. Saldırılarda hayatlarını kaybeden
vatandaşlarımıza Yüce Allah'tan rahmet, kederli
ailelerine ve aziz milletimize başsağlığı, yaralı
vatandaşlarımıza da acil şifalar diliyorum.
Aziz Kardeşlerim!
Bizler bir insanı yaşatmanın bütün insanlığa can
vermek olduğunu bildiren, insanları yok etmekle değil,
yaşatmakla mükellef kılan bir dinin müntesipleriyiz.
Bizler, masum bir insanın canına kıymanın bütün
insanlığı öldürmeye eşdeğer olduğunu duyuran İslam
Peygamberi Hz. Muhammed (sas)’ın ümmetiyiz.
İnandığımız bütün değerler bize gösteriyor ki hiçbir
dünyevi hırs, çıkar ve ideoloji, bir insanı yaşatmaktan
daha değerli olamaz.
Değerli müminler!
Alemlerin rahmet kaynağı Efendimiz (s.a.s.), asabiyet
ve cehaletin, bağnazlığın, kör taassubun zincirlerini
kırarak; dilleri, renkleri, gelenek ve görenekleri farklı
olmasına
rağmen
‘iyilik
ve
takvada
yardımlaşan’lardan bütün insanlığa örnek bir
kardeşlik toplumu inşa etti.
Müslümanlar olarak, Allah Resulü’nden devraldığımız
bu kardeşlik mirasını yüzyıllarca yaşattık. Asırlarca
yeryüzünün muhtelif coğrafyalarında bu kardeşlik
anlayışını diri tutarak bu günlere geldik. Dünyevi
çıkarların, güç mücadelelerinin, Kutlu Nebi’nin,
ardında bıraktığı bu örnek toplumu zedelemesine fırsat
tanımadık. Etnik, siyasi, mezhep ve meşrep farklılığı
bir ayrılık ve fitne unsuru değil önemli bir zenginlik
kaynağı oldu. Dün olduğu gibi bugün de nice mazlum,
mağdur ve masum milletlerin, coğrafyaların ümidi
olduk.
Kardeşlerim!
Yaşanan müessif hadiseler sebebiyle, kardeşlik
duygularımızın ve gönüllerimizin onulmaz yaralar
almasına izin vermemeliyiz. Yüzlerce yıldır gönülleri
bir, zihinleri bir, gayeleri bir kardeşlerin arasına
ayrılık-gayrılık tohumları atılmasına asla müsaade
etmemeliyiz. Birbirine ülfet, muhabbet, samimiyet,
ünsiyet beslemesi gereken gönüller, hırs, menfaat,
bencillik, kin ve intikam ateşiyle kavrulmamalıdır.
Yüreklerimizi dağlayacak, birlik ve dirliğimizi
bozacak fitne ve fesat ateşleri körüklenmemelidir.
Kardeşlerim!
Küresel ölçekte fitne ve fesat amaçlı sergilenen büyük
bir savaştan zaman zaman ülkemiz de etkilenmektedir.
Asırlardır kardeş olmuş, komşu olmuş, dost olmuş,
elleri birbirine kavuşmuş milletimiz birbirine
düşürülmek istenmektedir. Buna karşılık bize düşen
güzel yurdumuza fitne ve fesat tohumları ekmeye
çalışan odaklara hiçbir zaman fırsat tanımamaktır. Bu
büyük ve insafsız oyuna karşı her daim basiretli
olmaktır. Firasetli davranmaktır. Gün, birbirimize
kenetlenme günüdür. Gün, kardeşliğimizi perçinleme
günüdür. Gün, birbirimizin gözyaşına ortak olma
günüdür. Gün, vahşete ve teröre karşı uyanık olma
günüdür. Gün dayanışma günüdür. Gün birlik günüdür.
Gün dirlik günüdür. Milletimiz geçmişte olduğu gibi
bugün de bütün bu badireleri sebatla, metanetle,
sağduyu ile aşacaktır. Biliyor ve inanıyoruz ki tarih
boyunca yaşattığımız yüce değerler etrafında
kenetlendiğimiz müddetçe hiçbir güç birliğimizi
dirliğimizi ve huzurumuzu bozamayacaktır. Daha
güçlü ve huzurlu bir geleceğe bu birlik ve
beraberliğimizle
ulaşabileceğimizi
asla
unutmamalıyız.
Kardeşlerim!
İnsanlık ve toplum olarak geçirmekte olduğumuz şu
zor günlerde hep beraber Rabbimize bütün gönlümüzle
yönelerek ve el açarak diyoruz ki, “Rabbimiz bizleri
İslâm’ı doğru anlayıp doğru yaşayanlardan eyle.
Bizleri öldürenlerden değil, yaşatanlardan eyle, cana
kıyanlardan değil, cana can katanlardan eyle. Bizleri
birbirimize can yoldaşı eyle. Bizleri insanlığını
unutanlardan değil, insanca yaşayanlardan eyle. Şu
anda dünyanın çeşitli yerlerinde yaşama savaşı veren
kardeşlerimize rahmetinle, nusretinle muamele eyle.
Evlatlarını, yavrularını kaybeden, analara, babalara
sabırlar ihsan eyle. Şu mübarek vaktin hürmetine
dualarımızı kabul eyle.” Amin.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 28.08.2015
HAC YOLCULUĞUNDAN HAK YOLCULUĞUNA
Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır: “İnsanlar arasında haccı ilan et ki,
gerek yaya, gerek de uzak yollardan binekler
üzerinde sana gelsinler.”1
Aziz Müminler!
Yüce Rabbimizin lütfuyla yeni bir hac mevsimine
erişmiş bulunuyoruz. Yıllardır hasretiyle yanıp
tutuştukları Kâbe’ye kavuşmak, İslam’ın beş esasından
biri olan hac ibadetini yerine getirmek üzere
kardeşlerimizi kutsal topraklara uğurluyoruz. Bu
vesileyle bütün müminlerin yapacakları haccın makbul
ve mebrur olmasını Rabbimizden diliyoruz.
Muhterem Kardeşlerim!
İbadetler, Müslüman kalma şuurumuzu diri tutan
ve bizi Allah’a yaklaştıran kulluk görevlerimizdir.
İbadetlerimizden biri olan hac da niyetin karara, kararın
eyleme dönüşmesinin adıdır. Hac, ihram, telbiye, mikât,
tavaf, sa’y, vakfe ve kurban ile adeta bir semboller
haritasıdır. Bu sembollere yüklenen anlamlar bilinerek
ve hikmeti kavranarak yerine getirilecek bir hac, insanı
baştan aşağı değiştirip yeniler. Gönlün Allah’a
bağlanıp, her türlü kötülükten uzak durularak yerine
getirilen hac, mümini her türlü günahlardan arındırır.
Efendimiz (s.a.s)’in ifadesiyle böyle bir Haccın
karşılığı da cennettir.2
Kardeşlerim!
Hac, tam anlamıyla Âlemlerin Rabbine
teslimiyettir; Allah’a itaatkâr, sadık bir kul olmaya
adanıştır. Hac, “Allah’tan gelip O’na dönecek”3
olmanın idraki ile kulun Rabbine yönelişidir; sadece
O’nun emri olduğu için ve yalnızca O’nun
hoşnutluğunu kazanmak üzere yola koyulmasıdır. Bu
yolculukta gaye, Kâbe’den öte Kâbe’nin sahibinin
rızasına kavuşmaktır. Âşıkla maşukun, sevenle
sevilenin vuslatıdır hac. Allah’ın muhabbetiyle Allah’ın
evini ziyaret etmek, mümin için ne yüce bir şereftir.
“Rahman’ın misafiri” olarak anılmak, hac yolcusu için
ne büyük bir onurdur.
Hac, büyük bir imtihandır. Bu ibadet boyunca
mümin, bedeniyle, malıyla ve tüm benliğiyle Allah
yolunda zorlu bir mücadeleden geçer. İnsanlarla
ilişkisinde sabır ve sükûnetle hareket etmeye, ahlaki bir
olgunluk sergilemeye çaba gösterir. Bu yönüyle hac,
müminlere sabrı, fedakârlığı, cömertliği öğretir.
Kardeşlerim!
Hac, aynı zamanda bir arınmadır. Mümin, hac
ibadetiyle Allah’ın nazargâhı olan gönül evini dünyevi
hırs ve tutkuların, nefsani ve şehevi arzuların
esaretinden, haset, kin ve nefret gibi kötü duyguların
işgalinden kurtarıp arındırır. Böylece tertemiz olan
Beytullah’a tertemiz bir gönülle yönelir.
Hac, kardeşlikte buluşmadır. Dilleri, renkleri,
ırkları, kültürleri farklı olsa da gönülleri bir, niyet ve
gayeleri bir milyonlarca mümin, her yıl İslam
kardeşliğinin manevi atmosferinde bir araya gelir.
Haccın
her
adımında,
“Müminler
ancak
kardeştirler.”4 âyeti adeta yeniden can bulur ve mümin
gönüllere can verir.
Hac, takvadan başka bir üstünlük olmadığı
gerçeğini bizlere gösterir. İnsanların tenlerinin rengine
göre ayrıldığı, makam, unvan ve statüye göre
değerlendirildiği bir dünyada hac bütün bu farklıları
ortadan kaldırır. İslam ümmetinin bir ferdi olmakla
mümin, ne kadar geniş bir ailenin mensubu olduğunu
hacda yakinen müşahede eder.
Aziz Kardeşlerim!
Bu gün elinde olmayan sebeplerden dolayı her
isteyenin hacca gidemediği malumdur. Şunu
unutmayalım ki; hacca gidebilmenin sevinci ile
gidememenin üzüntüsü arasında Allah katında, hiçbir
fark yoktur. Öyle hüzünler vardır ki o hüzünler, kimi
zaman Allah katında nice sevinçlerden daha üstündür.
Peygamberimiz (s.a.s), “Ameller, niyetlere göredir.
Herkese ancak niyet ettiğinin karşılığı vardır”5
buyurmuştur. O halde, önemli olan niyetimizdir.
Yüreğimizde Kutlu Belde’ye karşı olan sevginin,
hüznün hiçbir zaman eksik olmamasıdır. Mühim olan,
Kâbetullah’a muhabbetimizi ve sevdamızı muhafaza
edebilmektir. Asıl üzülmemiz gereken, yüreğimizde
yönümüzü ve istikametimizi belirleyen kıblemize karşı
sevgi ve muhabbetimizin yok olmasıdır.
Kardeşlerim!
Hacca gidebilsek de gidemesek de samimi bir
iman, teslimiyet ve sadakat içinde, ruhen, kalben ve
lisanen Allah’a kul olmaya gayret edelim. Hac yolcusu
olamasak da Hak yolcusu olduğumuzu bir an bile
unutmayalım. “Sayılı günler” içinde eda edilen hac
biter ama kulluk bir ömür boyu devam eder. Ancak bu
dünyada ne kadar yaşarsak yaşayalım, bu ömür de hac
günleri gibi sayılıdır. Öyleyse geliniz, bu gerçeği idrak
ederek fâni olan dünyaya bağlanmak yerine Bâkî olan
Allah’a yönelelim. Rabbimizin huzuruna temiz bir
yüzle çıkabilmek ve hesabını verebileceğimiz bir hayat
yaşamak yegâne gayemiz olsun.
Hac, 22/27.
Buhârî, Umre, 1.
3
Bakara, 2/156.
4
Hucurât, 49/10.
5
Buhârî, Bedü’l-vahy, 1.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 03/04/2015
HAKİKİ SEVGİ: ALLAH’I SEVMEK, ALLAH
İÇİN SEVMEK
Kardeşlerim!
Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.s)’e biri gelerek,
“Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sordu. Resûlullah
(s.a.s), “Kıyamet için ne hazırladın?” karşılığını verdi.
Adam, “Allah ile Resûlü’nün sevgisini!” dedi. Bunun
üzerine Kutlu Elçi, “Sen sevdiklerinle berabersin!”
buyurdu.1
Merhamet Peygamberi, müminleri müjdeliyordu bu
cevabıyla; gönüllerini hakiki sevgiyle, Allah ve Peygamber
sevgisiyle dolduran ve bu sevgiyle yaşayan müminleri... O,
böylelerinin de Allah ve Resûlü tarafından sevileceğini
haber veriyordu.
Kıymetli Kardeşlerim!
En güzel dualardan örnekler sunan Efendimiz (s.a.s),
bir defasında da şöyle yakarıyordu Rabbimize:
“Allah’ım senden seni sevmeyi, seni seven kişiyi
sevmeyi, senin sevgine ulaştıran ameli yapmayı isterim.
Allah’ım senin sevgini bana kendimden, ailemden daha
sevimli eyle...”2
Rahmet Peygamberi (s.a.s), bu dua ile bütün mahlukata
karşı sevgi ve muhabbetle muamele etmemizi öğütlüyordu
bizlere.
Kardeşlerim!
Sevgi, Yüce Yaratan’ın, mahlukata bahşettiği ilahi bir
lütuftur, nimettir. Sevgiyi kullarının kalplerine yerleştiren
Rabbimiz, özü itibariyle bütün sevgilerin kaynağıdır. O,
Vedûd’dur; hem seven hem sevilendir. Bu sevgi sayesinde
O, tüm varlıklara rızık verir. Bu sınırsız sevgi ve merhameti
ile biz kullarına yardımcı olur ve bizi bağışlar.
Alemlerin Rabbi, “Mağfireti çok, sevgisi engin
olandır.”3 Sınırsız lütuf ve kerem sahibidir. O, kulunu
sevdiğinde kendisinden istediğini ona verir. Kendi rahmetine
sığındığında onu korur. Bağışlanma dilediğinde onu affeder.
Yeter ki kul, istemeyi bilsin; Rabbine iltica eylesin. Yönünü
O’na dönsün, gönlünü O’na açabilsin.
Kardeşlerim!
Müminin yüreği her daim Allah sevgisi ile titrer. Bu
sevgi, sadece kalpte hissedilen bir duygu olarak kalmaz;
tutum ve davranışlara, söz ve düşüncelere yansır. Kalbini
Allah sevgisi kuşatan bir mümin, rahmeti kuşanır. O
emindir; ondan endişe edilmez. Onun dili kötü ve çirkin
sözlere karşı kilitli, hayra ise açıktır. Bu özelliklere sahip bir
mümin, “İman edip, salih amel işleyenler var ya, Rahmân
olan Allah onları (gönüllere) sevdirecektir.”4 âyetinin
müjdesine mazhar olur. Rabbi, önce kendi sever onu, sonra
da mahlukatına sevdirir. Rahman, böylelerini hakiki
sevgilere erdirir.
Kardeşlerim!
Ne hazindir ki, günümüzde insanlık sevgisizlik
girdabına kapıldı. Sevgi, canlı cansız bütün yaratılmışlardan
esirgenir oldu. Allah’ın gönüllerimize yerleştirdiği,
Resulü’nün bizlere öğrettiği sevgi çokları tarafından
unutuldu. Sevgiden nasibini alamayan kalpler kaskatı kesildi
ve bencilleşti. Günümüzde niceleri, hazzı ve huzuru
maddede arar oldu. Bunun neticesinde de ilahi bir lütuf olan
sevgi yalana, çıkara, içi boş sözlere kurban edilir hale geldi.
Kalplerinde sevgi, şefkat ve merhamete yer olmayanların
iyilik, yardımseverlik, fedakârlık ve merhamet hisleri de
köreldi.
Kardeşlerim!
Allah sevgisinden, şefkatten, merhametten, manevi
değerlerden yoksun yetişenlerin ibretlik akıbetlerini insanlık
son zamanlarda hep birlikte müşahede ediyor. Böyleleri,
kendisi, ailesi, çevresi, toplumu ve bütün insanlığa zarar
vermekten geri durmuyor. İslam’ın rahmet yüklü mesajlarını
özümsemeyenlerin sergiledikleri şiddet, terör,
vahşet,
katliam olayları, insanlığın geleceğini tehdit ediyor.
Kardeşlerim!
Bu olumsuzlukların yegâne reçetesi artık İslam’ın
sevgi, şefkat, merhamet, adalet yüklü mesajlarına sımsıkı
sarılmaktır. Yüce dinimizin insanlığa takdim ettiği örnek
ümmet olmak için çaba sarf etmektir. “Yaratılanı
Yaratan’dan ötürü sevme” düsturunu benimseyebilmektir.
İnanmış gönüller olarak bizim sevgilerimizin kaynağı ilahi
sevgidir. Bunun tezahürü ise birbirimizi çıkarsız, riyasız ve
hesapsızca sevebilmektir. Kendimiz için istediğimizi
kardeşimiz için de isteyebilmektir. Fitne, fesat, kaos,
huzursuzluk ortamı oluşturarak kardeşliğimizi, birlik, dirlik
ve beraberliğimizi, ülfet ve muhabbetimizi yok etmek
isteyenlere asla fırsat vermemektir.
Bizler, hakiki bir sevgi ile Rabbimizi ve birbirimizi
sevdiğimizde, günümüzün sevgi yoksulu dünyası içi
boşaltılmış, samimiyetten uzak sevgi ve saygılara mahkum
olmaktan kurtulacaktır. Merhamet ikliminden yoksun
olanların acımasızca akıttığı kanlar, ürettiği vahşetler işte o
zaman duracaktır. Körelmiş zihinlerin, kararmış kalplerin
neden olduğu savaşlar ancak o zaman son bulacaktır.
Düşmanlıklar yerini kardeşliğe bırakacak, nefret şefkate
dönüşecektir.
Kardeşlerim!
Unutmayalım ki; Allah’ı sevenlere, Allah için
birbirini sevenlere asla korku ve hüzün yoktur. Böyleleri,
dünyada huzur ve barış içinde bir ömür süreceklerdir. Ve
onlar, Rabbimizin şu büyük müjdesine nail olacaklardır:
“Sırf benim için birbirini seven, benim rızam için
toplanan, benim rızam uğrunda birbirini ziyaret eden ve
sadece benim rızam için sadaka verip iyilik edenler,
benim sevgimi hak ederler”5
1
Müslim, Birr ve Sıla, 161.
Tirmizî, Deavât, 72.
3
Bürûc, 85/14.
4
Meryem, 19/96.
5
Muvattâ, Şa’r, 16.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 06.11.2015
HER İNSAN ALLAH’IN BİR ÂYETİDİR!
Kardeşlerim!
Hutbemin başında okuduğum ayet-i kerimede
Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Andolsun, biz
insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve
denizde taşıdık. Kendilerini temiz şeylerle
rızıklandırdık
ve
onları
yarattıklarımızın
birçoğundan üstün kıldık.”1
Peygamber Efendimiz (s.a.s), bir gün tavaf
esnasında Kâbe’ye yönelerek şöyle buyurmuştur:
“Ey Kâbe! Sen ne güzelsin. Senin kokun ne
güzeldir. Senin azametine ve kutsallığına hayranım.
Fakat Allah’a yemin ederim ki, müminin saygınlığı
Allah katında senin saygınlığından daha
fazladır…”2
Aziz Kardeşlerim!
Hepimiz insan olarak aynı özden, aynı topraktan
yaratıldık. Hepimiz beşer olarak aynı babadan,
Âdem’den; aynı anneden, Havva’dan geliyoruz.
Hepimiz aynı dünyayı, aynı âlemi birlikte
paylaşıyoruz. Hepimiz aynı güneşin ısısından, aynı
ayın ışığından istifade ediyoruz.
Kardeşlerim!
Hepimiz Âdem’in çocukları olarak Allah
nazarında tarağın dişleri gibi eşitiz. Hz. Ali’nin, “Ya
hilkatte eşimsin ya dinde kardeşimsin” sözü bu hususu
veciz bir şekilde ifade etmiştir. Geleneğimize göre
insan, insanın kurdu değil yurdudur. İnsan, insanın
umududur,
sığınağıdır.
Bunun
içindir
ki;
medeniyetimizin insan anlayışı, modern zamanların
sözde insan merkezli anlayışından oldukça farklıdır.
Yunus Emre’nin ifadesiyle bizler, “Yaratılanı
Yaratan’dan ötürü severiz”. Zira her insan Allah’ın bir
ayetidir. Her insan Allah’ın bir eseridir.
Aziz Müminler!
Bizim hem insan olmaktan hem de İslam’a
inanmaktan kaynaklanan kardeşliğimizin bir hukuku
ve bir ahlâkı vardır. İnsan olmaktan kaynaklanan
kardeşliğimiz gereği hangi dinden, hangi ırktan, hangi
renkten, hangi coğrafyadan olursa olsun her insan
saygındır. Bu sebeple insan, insana zulmedemez.
İnsan, insana haksızlık edemez. Her insanın canı, kanı,
malı, onur ve haysiyeti muhteremdir, mukaddestir,
dokunulmazdır. Bizlere bu yüce değerleri öğreten
dinimizdir, âlemlere rahmet olarak gönderilen
Peygamberimiz (s.a.s)’dir. O, Medine-i Münevvere’ye
hicret ettiğinde, bütün gayr-i müslimlerle bir sözleşme
imzalamıştır. Böylece farklı dinler ve kültürlerin bir
arada barış ve huzur içerisinde yaşayabilmelerinin
ahlâkî ve hukukî temellerini atmıştır.
Kardeşlerim!
Din-i
mübin-i
İslâm’dan
kaynaklanan
kardeşliğimize gelince; bu kardeşlik, soy, sop, dil,
bölge ve asabiyet temelinde bir kardeşlik değildir. Hele
hele çıkar temelinde bir kardeşlik hiç değildir. Yüce
değerler ve yüksek idealler etrafında bir kardeşliktir.
İman ve takva ekseninde bir kardeşliktir. İslâm
kardeşliğidir. Müslümanlar, aynı bütünün parçalarıdır.
Aynı birin yansımalarıdır. Tevhid ile gelen vahdetin
temsilcileridir. Müslümanlar, aynı bedenin organları,
aynı binanın tuğlaları gibidir. Müslümanlar,
birbirlerine hak bağı ile bağlıdır.
Müslüman, Allah’a ve O’nun mesajlarına saygı
duyan, Allah’a ta’zimde bulunan ve Allah’ın yarattığı
bütün mahlukata şefkat nazarıyla bakan insandır.
Müslüman, Müslüman kardeşini en az kendisi kadar
değerli ve saygıdeğer görür. Onu hor, hakir ve küçük
göremez. Müslüman, kendisi için istediğini kardeşi
için de ister. Müslüman güvenilir insandır. Eli ve
diliyle zarar vermez; kardeşine zulmetmez, haksızlık
etmez, düşmanlık etmez. Müslüman, kardeşine sırt
çevirmez; sıkıntılı anında ona destek olur. Müslüman,
kardeşinin üzüntüsünü, sevincini paylaşır.
Kardeşlerim!
Bugün Âdem’in çocukları olarak kardeşliğe,
merhamete, şefkate, insaf ve vicdana her zamankinden
daha fazla muhtacız. Bugün insanlık ailesi olarak yüce
değerleri hayatımıza aktarmaya her zamankinden daha
fazla muhtacız. Bugün insan olmaktan kaynaklanan
kardeşliğimizi yeniden hatırlamaya ve bu doğrultuda
birlikte yaşamanın hukukunu ve ahlakını oluşturmaya
her zamankinden daha fazla muhtacız.
Bugün İslâm ümmeti olarak İslâm diyarlarını
yeniden ilim, hikmet ve marifet yurduna dönüştürmek
için çalışmaya ihtiyacımız var. Bugün İslâm
coğrafyasında yeniden barış ve esenliği, merhamet ve
şefkati, kardeşlik ve dostluğu, hak ve adaleti, ahlak ve
fazileti egemen kılmaya ihtiyacımız var. Birliğe,
beraberliğe, yardımlaşmaya, dayanışmaya, saygı ve
muhabbetle birbirimizi kucaklamaya ihtiyacımız var.
İslâm’ın medeniyetler inşa eden eşsiz ilkelerine
yeniden sarılmaya ihtiyacımız var. Kur’an-ı Kerim’in
rahmet yüklü mesajlarına, Efendimiz (s.a.s)’in çağlar
üstü örnekliğine ihtiyacımız var.
Hutbemi Efendimiz (s.a.s)’in şu hadisi ile
bitirmek istiyorum: “İnsanlar Âdem’in çocuklarıdır,
Âdem ise topraktandır.”3
1
İsrâ, 17/70.
İbn Mâce, Fiten, 2.
3
Tirmizî, Menâkıb, 74.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 10/04/2015
﷽
َّ ‫اس ِانا خل ْقناكُّ ْم مِنْ ذك ٍر وا ُّ ْنثٰى وجع ْلناكُّ ْم شُّ عُّوبًا وقبَٓائِل لِتعارفُّوا ِا‬
ُّ ‫يَٓا َايُّها الن‬
ٰ َّ ‫اّلل َاتْ ٰقي كُّ ْم ِا‬
ِ ٰ ‫َا ْكرمكُّ ْم ِعنْد‬
‫اّلل ع ۪لي ٌم خ ۪بي ٌر‬
ِ ‫ قال رسُّ و ُّل‬:‫صلي اّللُّ عل ْي ِه و َسلم‬
‫اّلل‬
َ
‫اس أَل ِإ َّ رب كُّ ْم وا ِح ٌد و ِإ َّ أباكُّ ْم وا ِح ٌد أَل َل ف ْضل لِعربِ ٍي على‬
ُّ ‫يا أيُّها الن‬
‫أعْج ِم ٍي وَل لِعج ِم ٍي على عربِ ٍي وَل ِِلحْمر على أسْ ود وَل أسْ ود على أحْمر إَِل بِالت ْقوى‬
HZ. PEYGAMBER VE BİRLİKTE YAŞAMA AHLAKI
Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve
bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi
boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli
olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.
Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar
olandır.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “İnsanlar! Dikkat edin; Rabbiniz
birdir, atanız da birdir. Takva dışında Arap’ın Arap
olmayana, Arap olmayanın Arap’a; beyazın siyaha,
siyahın beyaza bir üstünlüğü yoktur.”2
Kardeşlerim!
Rabbimizin, atamız Adem (a.s.)’i yaratmasıyla başladı
varlık sahnesindeki serüvenimiz. İmtihana tabi tutulmaktı bu
başlangıcın sebebi. Bununla birlikte insanlık ailesine,
kıyamete kadar devam edecek ağır bir sorumluluk da
yüklendi. Hepimiz, bir arada yaşayacağımız bu alemi imar
etmekle görevlendirildik.
Ancak bu ulvi yaratılış hikmet ve gayesi zaman zaman
unutuldu. Tarih, aynı özden gelen ve kardeş olan insanlar
arasındaki nice üstünlük yarışlarına, bu yolda değerlerin
tüketilişine, insan onur ve haysiyeti ile bağdaşmayan nice
uygulamalara, zulümlere, katliamlara şahit oldu.
Kardeşlerim!
Âlemlerin Rabbi, Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.s)
vasıtasıyla insanlığı yeniden uyardı. Ona, hayat kitabı
Kur’an’ı vahyetti; her daim birlik ve beraberliği, ahlakı,
adaleti, hak ve hukuku diri tutan Kur’an’ı gönderdi.
Kutlu Nebi, hak, hakikat, ahlak anlayışı ile insana
insanlığını bir kez daha hatırlattı. Merhamet ve adalet yüklü
mesajlarıyla, bütün insanların Allah’ın kulu olarak değerli
olduğunu bir kez daha haykırdı. Allah Resûlü, insanlar
arasında gerçek eşitliği öğretti. Beşer tarihi, canın, malın,
inancın, haysiyetin kutsallığına dair en nadide örnekleri onun
uygulamalarında gördü. Onun dillendirdiği “Bir insanı
öldüren bütün insanları öldürmüş, bir canı kurtaran da
bütün insanları kurtarmış gibi olur.” 3 ilahi ilkesi bu
anlayışın temelini teşkil etti.
Efendimiz, ötekileştirme, dışlama, hor görüp ayıplama,
toplumun değerlerinden başka değer benimseyene hayat hakkı
tanımama gibi insanca yaşamın önündeki engelleri kaldırmak
için müstesna bir çaba gösterdi. O, “Hepiniz Adem’densiniz.
Adem ise topraktan yaratılmıştır.” 4 sözüyle cahiliyyenin
makam, mevki, şan, şöhret, servet, asabiyet üzerine kurulu
sahte değer yargılarını yok etti. Peygamberimiz, yaşamak için
kardeşini öldürmekten çekinmeyenlerden oluşan toplumu,
kardeşini yaşatmak için çırpınanlardan oluşan bir topluma
dönüştürdü.
Kıymetli Kardeşlerim!
Allah
Resûlü’nün
temellerini
attığı
kadim
geleneğimizde, birlikte yaşamanın en güzel örnekleri
sergilendi. Asırlar boyu, başta Anadolu olmak üzere, İslam
coğrafyasında farklı din, dil, ırk, mezhep ve meşrep
mensupları temel hak ve hürriyetlere saygı temelinde, güven
içerisinde bir arada yaşadı. Engin hoşgörü, sevgi, saygı,
paylaşma, yardımlaşma, güvenme ve güven verme gibi insani
meziyetlerin pek çoğu bu medeniyette görüldü. Bu medeniyet,
“Yaratılanı hoş gör yaratandan ötürü” anlayışındaki Yunusları
yetiştirdi. Bu medeniyet, “Değil mi ki sen bensin; ben de
senim. Kendi kendimizle bunca savaşmamız da ne?” diyen
Mevlanaları insanlık mirasına hediye etti.
Kardeşlerim!
Üzülerek belirtmek gerekir ki; birlikte yaşama konusu,
günümüz toplumlarının en başta gelen problemlerinden biri
haline geldi. Bugün bazı Batı toplumlarında Müslümanlara
karşı nefret söylemleri, ayrımcılık politikaları gibi birlikte
yaşamayı zedeleyen olumsuzluklar görülmektedir. Maalesef
kimi İslâm toplumlarında da mezhepçilik, meşrepçilik,
ırkçılık, ideolojik ayrımcılık sebebiyle iç çatışmalar
yaşanmaktadır. Masum canlar hunharca katledilmekte,
şehirlerin tarihi ve kültürel dokuları tahrip edilmektedir.
Kardeşlerim!
Müslümanlar olarak bizler, her şartta Kur’an’ın hayat
veren ilkelerine uymakla yükümlüyüz. Son Peygamber
Muhammed Mustafa (s.a.s)’nın çağlar üstü örnekliğini esas
almakla mükellefiz. Unutulmamalıdır ki: İnsanlığın ve İslam
ümmetinin şiddet sarmalından kurtulmasının yolu, Yüce
Kur’an’ın ve Peygamberimizin rahmet ve hikmet yüklü
mesajlarında mevcuttur. Coğrafyamızın yeniden selam ve
eman yurdu olması, İslam’ın medeniyetler inşa eden eşsiz
ilkelerine sımsıkı sarılmaktan geçer. Farklılıkları çatışma ve
yıkım sebebi değil, ilahi kudretin delili olarak görebilmekten
geçer. Ülkemize, gönül coğrafyamıza ve insanlığa barış,
huzur, esenlik, merhamet, şefkat, adalet ve fazilet aşılamanın
yolu, birlikte yaşama ahlakını yeniden yaşanır kılmaktan
geçer.
Kardeşlerim!
Bu düşünceden hareketle Diyanet İşleri Başkanlığımız,
birlikte yaşamanın olmazsa olmaz ilkelerine dikkat çekmek ve
bu konuda toplumsal bilinç oluşturmak amacıyla bu sene
Kutlu Doğum Haftasında “Hz. Peygamber ve Birlikte
Yaşama Ahlakı” temasını gündeme taşımıştır. Hafta boyunca
gerçekleştirilecek etkinliklerde, Peygamberimiz (s.a.s)’in
ortaya koyduğu örneklik çerçevesinde, birlikte yaşama konusu
bütün yönleriyle ele alınacaktır.
Kutlu Doğum Haftasının, toplumumuzda Peygamber
Efendimize duyulan sevgi ve bağlılığın perçinleşmesine,
aramızdaki saygı, ülfet, muhabbet, kardeşlik, paylaşma,
yardımlaşma, dayanışma duygularının pekişmesine vesile
olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyoruz.
Hucurât, 49/13.
İbn Hanbel, V, 411.
3
Mâide, 5/32.
4
Ebû Dâvûd, Edeb, 110, 111.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 13/02/2015
yasaklarına itaati en büyük sorumluluk biliriz. İşte bu
bilinç, bizlerde her daim var olduğu sürece bizi
kulluğun, teslimiyetin ve
sadakatin zirvesine
çıkaracaktır.
Kardeşlerim!
İman, kötülüklere, şerlere karşı bir kilit; hayra,
güzelliklere açılan bir penceredir. O pencereden
bakıldığında ahlak, adalet, şefkat, merhamet,
hakkaniyet, saygı ve sevgi görülür.
İMAN
Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Şüphesiz „Rabbimiz Allah'tır‟ deyip de,
sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın
akın melekler iner ve derler ki: „Korkmayın,
üzülmeyin, size (dünyada iken) vaat edilmekte olan
cennetle sevinin!‟”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Şu üç özellik kimde
bulunursa o kimse imanın tadını alır: Allah ve
Resûlünü her şeyden çok sevmek. Bir kimseyi
yalnızca Allah rızası için sevmek. Allah kendisini
iman ile şereflendirdikten sonra, ateşe atılmaktan
kaçınırcasına, küfre dönmekten kaçınmak.”2
Aziz Kardeşlerim!
İman, Allah’ın varlık ve birliğini, O’nun sevgili
elçisi Muhammed Mustafa (s.a.s)’in peygamberliğini ve
o Rahmet Peygamberinin Allah’tan getirdiği hakikatleri
kalp ile tasdik, dil ile ikrar etmektir. İman, insanın iç
dünyasında doğuştan sahip olduğu temizlik ve
berraklığın, tüm hayatını kuşatması ve gönlünü
Yaratıcısına tarifi imkânsız bir sevgiyle bağlamasıdır.
Allah’a olan bu sevgi ve bağlılık, kişiyi fikir
buhranlarından, niyet bozukluklarından, bunalımlardan,
açmazlardan, dengesizliklerden kurtarır. Bu ulvi duygu
sayesinde insan, basit dünya hesaplarının dışına çıkar;
hem bu dünya hem de ebedi âlem için büyük gayelerin,
engin düşüncelerin insanı haline gelir.
Kardeşlerim!
İmanın temelinde büyük bir muhabbet ve sevda
yatar. Rabbimizin rızasına giden yolda birçok çile ve
sıkıntılarla karşılaşabiliriz. Ancak müminler olarak,
durum her ne olursa olsun bunların Yüce Mevlamız
tarafından sadakat ve sabrımızın sınandığı birer imtihan
olduğunu gönülden kabul ederiz. Hiçbir zaman endişeye
düşmez, asla ümitsizliğe kapılmayız. “Lütfun da hoş
kahrın da hoş” ifadesinde anlamını bulan bir teslimiyet
gösteririz. “Secde et ve Rabbine yaklaş!”3 ayetinin
emri gereği, Rabbimize daha bir gönülden secde ve dua
ederiz. Rabbimizin Kerim Kitabımızdaki emir ve
Sadık bir iman ile konuşma hikmete, sükût
tefekküre, çalışma ibadete, bakış ferasete dönüşür.
Hayat, nezaket, nezafet ve zarafetle yaşanır. Dostluklar
vefalı, arkadaşlıklar beklentisiz ve samimiyet yüklü olur.
Yüzlerden tatlı tebessümler yayılır. Dertler paylaşılır;
muhtaçların, çaresizlerin derdine çare olunur. Sevinçler
ortaklaşa yaşanır. Küçükler sevgi, büyükler saygı görür.
Sadık bir iman ile nefisler terbiye ve tezkiye edilir,
tertemiz olur. Aileler huzur ve mutluluk yuvasına
dönüşür. Çocuklar, şefkatle büyürler. Gençler, güvenle
geleceğe bakar, neşeyi imanda bulurlar. Herkes
birbirinin hak ve hukukuna riayeti imanî ve insanî bir
sorumluluk olarak kabul eder.
Kâmil bir iman ile sevgiler de yergiler de övgüler
de hep Allah için olur. İnsanlar birbirlerini Allah için
severler. Allah için affederler. Allah için yardımlaşırlar.
Allah için paylaşırlar. Allah için fedakârlıkta bulunurlar.
Kardeşlerim!
Biz müminlere düşen işte böylesi bir iman, anlayış
ve teslimiyeti gönlümüzün derinliklerine yerleştirmektir.
Allah’a tam bir sevgi ve bağlılık gösterebilmektir. Her
daim düşüncelerimizi daha halis, ibadet ve taatlerimizi
daha istikrarlı, tutum ve davranışlarımızı örnek hale
getirebilmektir. Kulluk ve ahlâkımızı daha da
güzelleştirebilmektir.
Unutmayalım ki bu gayret bize Allah’ın sevgisini
ve dostluğunu kazandıracaktır. Özümüzde, ailemizde,
mahallemizde, işimizde topyekûn bütün bir toplumda
huzur iklimini yaşatacaktır. Allah’a iman, teslimiyet ve
kulluk yolundaki çabamız bizi canlı, dipdiri bir millet
haline getirecek, sağlam hisarlar gibi dimdik ayakta
tutacaktır.
Hutbemi Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in bu
meyanda yaptığı bir dua ile sonlandırmak istiyorum:
“Allah‟ım! Bize imanı sevdir, kalplerimizi
imanla süsle! Bize küfrü, itaatsizliği ve isyanı
sevdirme, kerih göster! Bizi doğru yolda olanlardan
eyle!”4
1
Bakara 2/165.
Müslim, Îmân, 67.
3
Alak, 96/19.
4
İbn Hanbel, III, 424.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İL
: GENEL
TARİH : 27.11.2015
İMANI HAYAT KILABİLMEK
Aziz Kardeşlerim!
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz
(s.a.s)’e bir gün, “İman nedir?” diye soruldu. Efendimiz,
“İman, seni dünyada mesut kılacak bir ahlaktır.
Allah’ın haram kıldıklarından uzaklaştıracak bir
takvadır. Cahillerin yapıp ettiklerinden uzak tutacak
vakur bir duruştur.”1 şeklinde cevap verdi.
Bu cevabıyla Efendimiz, insanı insan kılan
ahlakın, takvanın, izzet ve şerefin, onurlu bir hayatın,
imanın önemli bir yansıması olduğunu çağlar ötesinden
dile getiriyordu. Rahmet Peygamberinin bu cevabı,
yaratılışımızın hikmeti ve varoluşumuzun gayesini de
gayet veciz bir şekilde özetliyordu.
Kardeşlerim!
İman, tevhide sımsıkı sarılmaktır. İman,
Rabbimizin rızasına ve ebedi kurtuluşa erebilmenin
temel esasıdır.2 İman, Allah’ın varlığına ve birliğine,
O’nun peygamberlerine, meleklerine, kitaplarına, ahiret
gününe, kaza ve kaderin Allah’tan olduğuna gönülden
inanmaktır. Kalbin Allah’a sadakat ve teslimiyetidir
iman. Bu sadakat ve teslimiyetin düşüncemizde,
özümüzde, sözümüzde, davranışlarımızda, hâsılı
hayatımızın bütün kesitlerinde tezahür etmesidir. Bu
itibarla iman, sadece bir gönül tasdiki ve dil ikrarı
değildir; aynı zamanda bir eylemdir, bir hayattır.
Aziz Müminler!
Hayatının her kesitinde bizlere en güzel örnek ve
rehber olan Peygamberimiz (s.a.s), kısa sürede şirkin
yerine tevhidi, zulmün yerine adaleti, hayasızlığın yerine
iffeti yerleştirmiştir. Kin, nefret ve husumetin yerine
şefkat, merhamet ve kardeşliği ikame etmiştir.
Efendimiz, her şart ve durumda Rabbimize, kendimize,
çevremize ve birbirimize karşı sadakati, samimiyeti ve
ahde vefayı gözetmemizi istemiştir. Özümüz ve
sözümüzle doğruluktan ayrılmamayı, her hâlükârda hak
ve hakikatin yanında olmayı öğütlemiştir.
Kutlu Nebi (s.a.s), “Kendiniz için istediğinizi
kardeşiniz için de istemedikçe kâmil manada iman
etmiş olamazsınız.”3 sözüyle imanı, kardeşimizi
gözetmek, onun sevinç ve kederini paylaşmak, dahası
“ben” i “biz” kılmak diye tanımlamıştır. “İman
etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden
de gerçek anlamda iman etmiş olamazsınız.”4 sözüyle
de, imanın müminleri sevmek, onlara değer vermek ve
değer bilmek olduğunu haber vermiştir.
Kardeşlerim!
Mümin, imanının bir gereği olarak Allah ve
Resûlü’nün emir ve yasaklarına riayet eder. O bilir ki,
imanı diri tutan, salih amel ve güzel ahlaktır. Rahmet
Peygamberi tarafından “elinden ve dilinden emin olunan
kişi” şeklinde tarif edilen mümin, her daim istikamet
üzere olur, emanete asla ihanet etmez. Elini harama alet
edemez, hiçbir canlıya zarar veremez, zulmedemez. Kin,
nefret ve düşmanlıkla gönlünü harap edemez. Hiçbir
dünyevi çıkar için dilini yalanla kirletemez. Bakışlarını
harama yöneltemez, ayaklarını harama yönlendiremez.
“Utanmadıktan sonra dilediğini yap.”5 nebevi
öğretisini kendisine rehber edinen bir mümin, ahlakı,
fazileti, erdemi ve güzellikleri kuşanır, imanı ile
bağdaşmayan söz ve davranışlardan kaçınır.
Kardeşlerim!
Geliniz. Hep birlikte şu soruları sorarak kendi
kendimize bir muhasebede bulunalım: Rehberimiz, yol
göstericimiz olan Peygamberimiz (s.a.s)’in temsil ettiği
ve bize öğrettiği ahlakın neresindeyiz? Samimiyetimiz,
merhametimiz, adaletimiz, ahde vefamız, hoşgörümüz,
nezaketimiz, sevgi ve saygımız, sabrımız onun bize
öğrettiklerine ne kadar benziyor? Eşimize, evladımıza,
arkadaşımıza, dostumuza, komşumuza, akrabamıza ne
kadar güven verebiliyoruz? Hayatımızda kaç yetim ve
öksüzün sevinmesine yardımcı olabildik? Bizler
evlerimizde kışı beklerken, barınacak yeri olmayan
kardeşimizin derdiyle ne kadar hemhal olabildik, ona ne
ölçüde bir katkıda bulunabildik? Nefesimizi alıp
verdiğimiz her dem Rabbimizin rızasını ne kadar
gözetebiliyoruz ve ona ne kadar yaklaşabiliyoruz?
Kardeşlerim!
İman, ibadet ve ahlak bir bütün halinde hayatın her
kesitinde etkin ve belirleyici olmalıdır. İmanımız,
hayatımızı, bugünümüzü ve yarınlarımızı diri tutmalıdır.
Unutmayalım ki; iman, Allah’ın bize en önemli
nimetidir. Ve her nimet bir sorumluluk gerektirir.
Yalnızca vicdanlara mahkum edilip gündelik hayata
yansımayan, pratiğe dönüşmeyen iman, sahibini
sorumluluktan kurtaramayacaktır.
Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in şu anlamlı
duasıyla bitirmek istiyorum:
“Allah’ım! Beni amellerin ve ahlâkın en
güzeline kavuştur. Onların en güzeline ancak sen
ulaştırabilirsin. Beni kötü işlerden ve kötü ahlâktan
muhafaza et. Bunlardan ancak sen koruyabilirsin.”6
Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, 5005.
Tâhâ, 20/75.
3
Buhârî, İman, 7.
4
Müslim, İman, 93.
5
Buhârî, Ehâdîsü’l-Enbiyâ, 54.
6
Nesâî, İftitâh, 16.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 14.08.2015
İMANIN TEZAHÜRÜ: FEDAKÂRLIK VE İSÂR
Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz, Muhacir
kardeşlerini bağırlarına basan Medineli Ensâr hakkında
şöyle buyuruyor: “… Onlar, Muhacirlere verilenlerden
dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri
son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları
kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden,
hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta
kendileridir.” 1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s) şöyle
buyuruyor: “Sizden biriniz, kendisi için istediğini
mümin kardeşi için de istemedikçe gerçek anlamda
iman etmiş olamaz.” 2
Kardeşlerim!
Bir gün sahâbeden bir kadın elinde kenarları
dokunmuş bir kumaşla Peygamberimizin yanına gelir ve
“Bunu giymeniz için kendi ellerimle dokudum.” der. O
günlerde böyle bir giysiye ihtiyacı olan Efendimiz, bu
hediyeyi kabul eder. Onu üzerine alır ve ashabının yanına
gelir. Ashaptan biri bu yeni giysiyi görünce, Allah
Resûlünden kendisine hediye etmesini ister. Bu isteği geri
çevirmez Rahmet Elçisi; evine döner dönmez kumaşı
katlayarak ona gönderir. Fakat ashaptan bazıları, bu
durumu hiç hoş karşılamaz ve o şahsa: “Kendisinden bir
şey isteyeni asla geri çevirmediğini bildiğin halde ondan bu
giysiyi neden istedin.” diye çıkışır. Bu sahabî, onu giymek
için değil, Rasulullah’a ait bir giysiyi kendisine kefen
yapmak için istediğini belirtir. Ve dediği gibi de olur. 3
Kıymetli Kardeşlerim!
İşte Peygamberimiz (s.a.s)’in fedakârlığa dair bu ve
benzeri nice örnek tutumu, Muhacirlere gönlünü açan,
malını mülkünü onlarla paylaşan Ensar’ı insanlık
medeniyetine takdim etmiştir. Varını yoğunu Allah
yolunda tereddütsüz feda eden Hz. Ebu Bekir ve Osman bu
sayede fedakârlığın sembolü olmuştur. Hz. Hamza, Mus’ab
ve daha nice kahramanımız inancı, bayrağı, vatanı ve
insanca yaşanılabilecek bir dünya uğrunda canından
geçerek fedakârlığın zirvesini bizlere göstermiştir.
Kardeşlerim!
Bugün sahip olduğumuz dinî değerlerimizden
vatanımıza, bayrağımıza, özgürlüğümüze, malımıza,
sıhhatimize kadar her bir değerimiz birilerinin
fedakârlığının bir neticesidir. Fedakârlık, paylaşmanın,
diğerkâmlığın adıdır; insanın sahip olduğu şeylerden bir
başkası için feragatte bulunabilmesidir. Bir görev, bir
sorumluluk, bir zorunluluk değil, bir gönüllülüktür
fedakârlık; kişinin ulvi bir gaye uğrunda kimi zaman
malından, kimi zaman uykusundan, kimi zaman
rahatından, kimi zaman da canından vazgeçebilmesidir.
Fedakârlığın zirve noktası ise Ensar ve Muhacir
örnekliğinde görülen ve Kur’an’da övgüyle bahsedilen
îsârdır. Îsâr, muhtaçken dahî kardeşimizi kendimize tercih
edebilme erdemidir. Fedakârlık ve îsar, imanın bir hakikati
ve tezahürüdür.
Aziz Müminler!
Bu hayatta hepimizin, uğrunda fedakârlık yapması
gereken kişiler ve değerler vardır. Şüphesiz bunların
başında varlık sebebimiz olan cefakâr anne-babalarımız
gelir. Çünkü onlar bizi, türlü meşakkatle, şefkat, merhamet
ve sabırla büyüttüler. Bizleri bugünlere getirdiler. O halde
anne-babalarımıza karşı evlat olmanın getirdiği görev ve
sorumluluklarımız
yanında,
onların
gönlünü
hoş
tutabilmek, rızalarını alabilmek için bir takım fedakârlıklar
gerekir.
Ailemizde fedakârlık, sadece birbirimizin maddi ve
manevi ihtiyaçlarını karşılamaktan ibaret değildir. Asıl
fedakârlık, sevgi, sadakat ve muhabbetimizi artıracak
vesileler aramaktır. Göz aydınlığımız çocuklarımızı
insanlığa faydalı birer evlat olarak yetiştirebilmek için var
gücümüzle çabalamaktır. Körpe dimağları zehirleyen,
yarınları çalıp yok eden zararlı akımlar ve alışkanlıklar
karşısında ailemize kalkan olabilmektir. Acıya, yokluğa,
zorluğa birlikte tahammül edip katlanabilmektir.
Komşularımıza, akrabalarımıza ve kardeşlerimize
karşı fedakârlık, sevincimizi, kederimizi, varlığımızı
yokluğumuzu birbirimizle paylaşabilmektir. Kardeşimize
karşı fedakârlığımız, yokluğu, sıkıntıyı kardeşimizin değil
kendimizin göğüsleyebilmesidir. Kardeşimiz mahzun iken
onun hüznüne ortak olabilmek, mazlum iken onun uğramış
olduğu zulmü iliklerimize kadar hissedebilmektir.
Milli ve manevi değerlerimize karşı fedakârlık ise,
yeri geldiğinde din için, vatan için, bayrak için, ezan için,
namus için ve yarınlarımız için candan, anadan, yardan
geçebilmektir.
Kardeşlerim!
Ne hazindir ki, bugün insanlık maddeye esir olmayı,
birileri açken daha çok kazanmayı, bencilliği ve diğerini
yok saymayı mubah sayan bir zihniyetin kıskacı altındadır.
Böyle bir ortam, inancımızdan doğan kardeşliğimizin bir
tezahürü olan fedakârlık, îsâr, paylaşma gibi daha nice
özgün değerimizin aşınmasına hatta kaybolmasına
sebebiyet vermektedir. Günümüzde niceleri yavrusu, annebabası, yakınları, komşuları, kardeşleri ve kutsal değerleri
için fedakârlık göstermesi gerektiğinde bundan uzak
durabilmektedir. Sadece kendini düşünme zihniyetine esir
olmuş niceleri kendilerini fedakârlığın getirdiği huzur ve
bereket ikliminden mahrum bırakabilmektedir.
Kardeşlerim!
Hayat, acısı ve tatlısıyla bir imtihandır, mücadeledir.
Acımızı,
kederimizi
birbirimize
fedakârlığımızla
hafifletebiliriz. Neşe ve sevincimizi birileriyle paylaşmakla
çoğaltabiliriz. Unutmayalım ki, insanlık demek birlikte
yaşamak, birlikte yaşamak da fedakârlık demektir.
1
2
3
Haşr, 59/9.
Buhârî, İmân, 7.
Buhârî, Libâs, 18, Cenâiz, 28.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 31/07/2015
İNSAN: AKILLI VE SORUMLU VARLIK
Aziz Müminler!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır:
Ey
iman
edenler!
Kendi
sorumluluklarınıza dikkat edin. Hidayet üzere
olduğunuz müddetçe yanlış yola sapanlar size zarar
veremez. Dönüşünüz Allah’adır ve yapmakta
olduğunuz her şeyi Allah size bildirecektir.1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s)
şöyle buyurmaktadır: “Nerede olursan ol, Allah’a karşı
gelmekten sakın. Şayet bir kötülük yaparsan onu
affettirecek bir iyilik yap. İnsanlara da güzel ahlâkla
davran!”2
Kardeşlerim!
Varlık sebebimiz, her şeyden önce Hakkı tanımak,
O’na tabi olmak ve yaratılış amacımıza uygun bir hayat
sürmektir. Bu hayat Kur’an hayatıdır. Bu hayat, alemlere
rahmet ve rehber olarak gönderilen Efendimiz’in (s.a.s)
hayatıdır. Bu hayat, sırat-ı müstakim üzere yaşamını
tanzim edenlerin hayatıdır. Günde beş vakit okuduğumuz
Fatiha’da, Rabbimizden; bizlere hidayet vermesini ve
bizleri dosdoğru yola ulaştırmasını niyaz ederek
rükûlarımıza, secdelerimize, dualarımıza başlarız. Bu
dosdoğru yol peygamberlerin, salihlerin, yoludur. Bu yolda
ubudiyet, muhabbet, teslimiyet, sadakat ve samimiyet
vardır. Bu yol, yolcusunu selamete, huzura ve felaha
ulaştırır.
Bizler bu yola kelime-i şehadetle Rabbimizin
varlığını ve birliğini, sonsuz kudretini, O’nun alemlere
rahmet olarak gönderdiği kutlu elçisi Muhammed
Mustafa’nın (s.a.s) peygamberliğini kabul ve ikrar ederek
başladık. Bu, sıradan bir kabul ve ikrar değildi elbette. Bu
şehadetle ağır bir sorumluluk üstlendik. Bu şehadet
azığımız oldu. Dünya hayatında karşılaştığımız türlü
hengamelerde, çıkmazlarda bu şehadetle ayakta kaldık. Bu
şehadetle başıboş yaratılmadığımızı, sorumluluk sahibi
mükerrem bir varlık olduğumuzu öğrendik. Öyleyse
Rabbimize, kendimize ve bütün yaratılmışlara karşı
sorumluluk bilinciyle hareket etmek asli görevimizdir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Mümin olarak Rabbimize karşı sorumluluğumuz,
teslimiyet ve sadakat sahibi bir kul olmaktır. Her vesile ile
Allah’ın rızasını aramaktır. O’na itaatsizlikten, ateşe
düşmekten korkarcasına sakınmaktır. O’na, göndermiş
olduğu kitaba ve peygambere karşı samimi olmaktır.
Kendimize karşı sorumluluğumuz, Yüce Rabbimizin
bize vermiş olduğu maddi ve manevi imkânları meşru
1 Maide, 5/105
2 Tirmizî, Birr ve Sıla, 55
ölçüler çerçevesinde kullanmaktır. Allah’ın her birimize
bahşettiği akıl ve bedeni, bilgi ve tecrübeyi, gücü ve kudreti
insanlığın hayrı için seferber etmektir.
Ailemize,
akrabamıza,
kardeşlerimize
karşı
sorumluluğumuz onlara sevgi, insaf ve merhametle
muamele etmektir. Yaptığımız iyiliğin, yardımın,
fedakârlığın karşılığını yalnızca Allah’tan umarak
yanlarında yer almaktır. Onların onur ve haysiyetlerini, hak
ve hukuklarını korumaktır. Diğer insanlara karşı
sorumluluğumuz ise,
onlara adaletle davranmaktır.
Allah’ın var ettiği bir değer olarak her insanın canına,
malına, şeref ve onuruna hürmet göstermektir. Hayatın
birlikte anlam kazandığını, dünyanın hepimize emanet
olduğunu unutmamaktır.
Kardeşlerim!
İsraftan haksız kazanca, gıybetten iftiraya, yalandan
dolandırıcılığa, hakaretten zulme; İslam’ın yasakladığı
bütün davranışlar, günah olmanın yanında birer
sorumsuzluk örneğidir. Hem Allah’ın hem de insanların
hakkını ihlal etmektir. Müslüman, şerre alet olmamaya ve
kötülükle anılmamaya dikkat eder. Çünkü Allah Rasulü’ne
(s.a.s) göre Müslüman; insanların, elinden ve dilinden zarar
görmedikleri kişidir. Mümin ise, insanların canları ve
mallarını kendisine karşı güvende bildikleri kimsedir. 3
Kardeşlerim!
Ne acıdır ki insanlık ailesinin ortak bahçesi olan
dünyada bugün çiçekler solmuş, ekinler kavrulmuş,
nehirler kurumuş bir haldedir. Kendisinden başka kimseye
hayat hakkı tanımayanlar, mazlum ve masum canlara
acımasızca kıymaktadır. İnsanca yaşamaya, hasret kalmış
nice mağdurlar evinden, yurdundan hatta canından
olmaktadır. Sorumsuzluğun sebep olduğu acının en derin
örnekleri başta İslam dünyası olmak üzere, birçok bölgede
yaşanmaktadır.
Değerli Müminler!
Bizler, hakka ve hukuka inanmış, adaleti yüceltmiş
bir medeniyetin mensuplarıyız. Bizler biliyoruz ki, hiçbir
haksızlık, hiçbir zulüm ebedi değildir. Yapılan zerre
miktarı iyilik ya da kötülük, şaşmayan hak terazisinde bir
gün karşılığını mutlaka bulacaktır. 4 Rabbimize karşı
samimi, kendimize karşı dürüst, yakın çevremize karşı
merhametli ve insanlığa karşı da adaletli olduğumuz sürece
yolumuz sırat-ı müstakim olacaktır. Hiç kimse bizi bu
yoldan saptıramayacak, hakkı tutup kaldırdığımızda
Rabbimiz de bizi yüceltecektir.
Kardeşlerim
Geliniz şu mübarek Cuma vaktinde hep birlikte
Rabbimize el açıp yalvaralım:
Allah’ım! Bizleri, sorumluluğunun bilincinde
olanlardan eyle.
Allah’ım! Bizleri Hakkı hak bilip Hakka uyan, batılı
batıl bilip batıldan uzaklaşanlardan eyle.
Allah’ım! Bizleri zalimlerle birlikte olmaktan ve
Haktan yüz çevirmekten muhafaza eyle.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
3 Nesai, İman ve Şerâiuhû, 8.
4 Zilzâl, 99/7-8.
İLİ
: GENEL
TARİH : 20.03.2015
﷽
ْ َ
َ
ِ ْ ‫ٰى و َََل تَعَا َون ُوا َعلَى‬
‫الل‬
َ ّٰ ‫اللَۜ ا َّن‬
َ ّٰ ‫َان ۖ وَاتَّ ُقوا‬
ِ ‫اَلث ِْم وَا ْل ُع ْدو‬
ۖ ‫َوتَعَا َون ُوا َعلى ال ِب ِّر وَالتّ ْقو‬
‫اب‬
ِ ‫َش ۪دي ُد ا ْل ِع َق‬
ِ َّ ‫قَا َل رَسُ و ُل‬
:َ‫الل َعل َ ْي ِه َو َسلَّم‬
ُ َّ ‫صلَّي‬
َ ‫الل‬
‫سنَتُهُ َو َسا َءتْهُ َس ِّيئَتُهُ فَ َذلِ َك ا ْل ُم ْؤ ِم ُن‬
َ ُ‫مَنْ َس َّرتْه‬
َ ‫ح‬
İNSANI İYİLİK YAŞATIR
Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten
sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık
üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten
sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Yaptığı iyiliği kendisini
sevindiren, kötülükleri de kendisini üzen kimse gerçek
bir mü’mindir.”2
Kardeşlerim!
İslam medeniyetinde iyilik, var oluşun gayesidir.
Âlemlerin Rabbi, bizi yeryüzüne iyi insan olalım, iyiliği
egemen kılalım diye gönderdi.
“İyilik” gündelik hayatımızda daha çok “hayır”
kavramıyla ifade edilir. “Hayır” deyince her türlü iyi,
güzel, faydalı, erdemli tutum ve davranışı anlarız. “Hayır
işlemek”, iyilik yapmak anlamına gelir. Amacı insanlara
iyilik ve yardım etmek olan gönüllü kuruluşlara “hayır
kurumu” deriz. İnsanlara iyi dileklerimizi aktarırken
“hayırlı olsun” temennisinde bulunuruz. Yola çıkan
kimseyi “hayra karşı” sözüyle uğurlarız. Rüyaları “hayra
yormak” isteriz. İyiliğini gördüğümüz insanlara
hayatlarında “hayır dua” eder, vefatlarından sonra onları
“hayırla yâd” ederiz. Her türlü iyiliğin O’nun elinde
olduğunu bildiğimizden, “Hayırlısı Allah’tan!” deriz.
“Hayırlı evlat”, ailevî ve manevî değerlerine sahip çıkan
iyi çocuklar için kullandığımız bir tabirdir. “Hayırhâh”
insan, herkesin iyiliğini isteyen, iyiliksever kişidir.
Muhammed Mustafa (s.a.s) “hayru’l-beşer”dir; o,
insanların en iyisidir.
Kardeşlerim!
Yüce dinimize göre sadece iyi olmak yetmez. Sadece
kendimize iyi olmak yeterli görülmez. Bütün
Müslümanlardan istenen, iyi değerler üretmek ve o
değerlere öncülük, rehberlik yapmaktır; kötülükleri iyilikle
ortadan kaldırmaktır. Kerim Kitabımız, böyle yapıldığı
takdirde en azılı düşmanlıkların en sıcak dostluklara
dönüşeceğini haber verir bizlere. Bu güzel davranışın,
hayır ve olgunluk sahibi kişilerin bir alameti olduğunu
bildirir.3
Peygamber Efendimiz (s.a.s) de “Her iyilik
sadakadır.”4 buyurarak bitmez tükenmez çeşitleri olan
iyiliğin insana kazandırdığı sevaba işaret eder. Rahmet
Elçisi, “Allah’ım! Beni iyilik yaptığında sevinç duyan,
kötülük yaptığında da bağışlanma dileyen kullarından
eyle”5 niyazıyla aslında hepimizin birer iyilik neferi
olmamızı ister.
Kardeşlerim!
Bizler, iyiliği yeryüzüne öğreten, iyiliklerle gönülleri
fetheden bir medeniyetin mensuplarıyız. Bu medeniyet,
insanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışıyla yeryüzünü imar
etmiştir. Bu medeniyet, ulaştığı her yeri, mescit ve camiler,
vakıflar, hanlar, hamamlar, imarethaneler, yetimhaneler,
şifahaneler, mektep ve medreseler, çeşme ve sebiller,
köprü ve kervansaraylarla donatmıştır. Bu medeniyetin
mensupları, iyiliğe öncü, iyilere yol arkadaşı olmayı
kendilerine hep şiar edinmişlerdir. Bizim medeniyetimiz,
insan onur ve haysiyetini incitmemek adına ihtiyaç
sahipleri için sadaka taşlarını düşünecek kadar ince bir
anlayışa sahiptir. Bizim medeniyetimiz, soğuk kış
günlerinde barınmaları için kuşlara ev yapacak kadar
merhameti kuşanmış bir medeniyettir.
Ancak ne hazindir ki, bugün iyiliğin hayat bulduğu
topraklardan, iyilerin imar ettiği kimi şehirlerden kan ve
barut kokusu yayılıyor. Kötülükler, dünyanın dört bir
yanını her geçen gün kuşatıyor. Bu manzara karşısında,
İslam âlemi, bugün insanlığa karşı “iyilik teklifi”ni bir kez
daha yenilemek zorundadır. Zamana tanıklık eden ve “Ben
Müslümanım” diyen herkes, iyiliğin yeniden bu
coğrafyada ve bütün dünyada hâkim kılınması için
seferber olmalıdır. Her bir mümin, en yakın çevresinden
başlamak üzere her işinde hayra anahtar, şerre kilit olmayı
kendine ilke edinmelidir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Gümümüzde iyilik kavramı, iki büyük tehlikeyle
karşı karşıya kalmıştır. Bu tehlikelerden birincisi, iyiliğin,
kişinin kendi faydası ve menfaatine şeyler olarak
algılanmaya başlamasıdır.
İkinci tehlike ise, sadece Allah rızası için yapılması
gereken hayrın ve hayırseverliğin yerini zaman zaman
bilinçli ya da bilinçsizce reklam ve gösterişin almasıdır.
Bu olumsuzluklar karşısında bugün yapılması
gereken, yaratılış sebebi ve varoluş gayesini dikkate alarak
insanın değeri ve onurunu yeniden yüceltmektir.
Unutmayalım ki, İslam’ın iyilik anlayışını, sevgi, barış,
merhamet ve adalet yüklü mesajlarını yeniden bütün
yüreklere yerleştirmek, inananlar olarak hepimizin
sorumluluğudur.
Sözlerime Resul-i Ekrem (s.a.s)’in iyilik için
yaşamayı bir varoluş sebebi olarak takdim ettiği şu
dualarıyla son vermek istiyorum:
“Allah’ım! Yaşamayı benim için her türlü iyiliği
artırma vesilesi yap. Ölümü de benim için her türlü
kötülükten kurtuluş sebebi yap!”6
Mâide, 5/2.
Tirmizî, Fiten, 7.
3
Fussilet, 41/34-35.
4
Müslim, Zekât, 52.
5
İbn Mâce, Edeb, 57.
6
Müslim, Zikir 75.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
kendi ameliyle baş başa kalacak, soy sopun hiçbir önemi
olmayacaktır.4 Peygamberimiz (s.a.s) bu gerçeği Veda
Hutbesinde şöyle dile getirmiştir: “Ey insanlar! Şunu iyi bilin
ki, Rabbiniz birdir, atanız birdir. Arab’ın Arap olmayana,
Arap olmayanın Arab’a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza
üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.”5
İLİ
: GENEL
TARİH : 05/06/2015
Kardeşlerim!
İSLÂM, IRKÇILIĞIN HER TÜRLÜSÜNÜ REDDEDER
Aziz Kardeşlerim!
Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in müezzini Bilâl-i Habeşi ve
sahabeden Ebû Zer el-Gıfârî (r.a) tartışmışlardı. Tartışma
esnasında Ebû Zer, siyahî olan annesinden dolayı Hz. Bilâl’i
küçümseyip ayıplamıştı. Buna oldukça üzülen ve içerleyen Hz.
Bilâl, Allah Resûlü’ne bu durumu şikâyet etmişti. Bunun üzerine
Peygamberimiz (s.a.s) Ebu Zer el-Gıfari’yi çağırarak ona şöyle
serzenişte bulundu: “Ey Ebû Zer! Bilal’i siyahi annesinden
dolayı mı küçümsüyor ve ayıplıyorsun? Demek ki sen,
kendisinde hâlâ cahiliyeden kalıntı bulunan bir kimsesin.”1
Aziz Müminler!
Cahiliye döneminde insanlar etnik
kavim ve kabileleriyle övünürlerdi.
savunur, kendilerini başkalarından
renginden dolayı insanlar hor ve
dışlanır ve aşağılanırlardı.
kökeni, mensup oldukları
Haksız da olsa kabilesini
üstün görürlerdi. Irk ve
hakir görülür, toplumdan
Kardeşlerim!
Yüce Dinimiz İslam’ın en önemli özelliklerinden biri, bir ırkın
başka bir ırka, bir grubun veya topluluğun bir başka grup veya
topluluğa üstünlük taslamasını ortadan kaldırmış olmasıdır. Hz.
Âdem ile Hz. Havva’nın çocukları olmakta eşitlenen insanların,
soy ve soplarını, etnik kökenlerini esas alarak birbirlerine karşı
üstünlük iddiasında bulunmalarına İslam asla cevaz vermemiştir.
Hak ve hakikat, şeref ve üstünlük, mensup olduğumuz ırka, soy
ve sopa göre değil, Yüce Yaradanın göndermiş olduğu dine,
Kitaba, ahlak, fazilet ve erdeme göre şekillenir. İnsanı, Allah
katında üstün ve değerli kılan ve de ahiret saadetine ulaştıracak
olan husus ait olduğu ırk, mensup olduğu soy, sahip olduğu ten
rengi, konuştuğu dil değildir. Kişinin üstünlüğü, her daim Allah’a
karşı kulluk ve sorumluluk bilinci taşımasında ve bu bilinci hayat
süreçlerine dahil etmesindedir.
Kardeşlerim!
Buna göre kim Allah’a iman eder, O’nun emirlerine uyar,
yasaklarından kaçınır ve iyi işler yaparsa, o insan takva sahibidir.
Peygamberimiz (s.a.s)’in ifadesiyle “Tutum ve davranışları
kendisini geri bırakan kimseyi, soyu sopu, kabilesi ileriye
götürmez.2 Bir başka ifadeyle erdemsiz insanı mensup olduğu
soy, ait olduğu etnik köken Allah katında erdemli kılmaz.
Kıyamet günü insanlar ırklarından veya kabilelerinden değil,
inanç ve amellerinden hesaba çekileceklerdir. Onların
bedenlerine ve mallarına değil, kalplerine ve amellerine
bakılacaktır.3 İnsanlar Allah’ın huzuruna geldiklerinde herkes
Bugün İslâm kardeşliğinin önündeki en büyük engellerden biri
ırkçılık ve ayrımcılık zihniyetidir. Bu zihniyet, bazen kendi
ırkını, soyunu, kabilesini, rengini üstün görme şeklinde tezahür
etmektedir. Bazen de kendi mezhebini, meşrebini, ideolojisini
üstün görme şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu anlayış, dostluk ve
kardeşliğin yerine kin ve nefreti, adalet ve merhametin yerine
zulüm ve haksızlığı, birlik ve beraberliğin yerine tefrika ve
ayrımcılığı getirir. Unutmayalım ki ilk defa üstünlük iddiasında
bulunan; “Ben ateşten yaratıldığım için topraktan yaratılan
Âdem’den daha üstünüm” diyen ve Allah’ın emrine karşı gelen
şeytandır.
Kardeşlerim!
Irkçılık, esasında hem insanlığa karşı işlenen bir suç hem de
Allah’a karşı bir saygısızlıktır. Bu nedenledir ki Dinimiz İslâm,
bağnazlık, asabiyet ve ırkçılığı tüm unsurlarıyla reddetmiştir. Hal
böyleyken, bu cahiliye anlayışı sebebiyle tarih boyunca İslâm
coğrafyasında düşmanlık ve husumet, kin ve nefret, kan ve
gözyaşı hiç eksik olmamıştır. Üzülerek ifade edelim ki bugün de
aynı dine, aynı kitaba, aynı peygambere iman eden Müslümanlar
arasında mezhebini, meşrebini, ırkını, ideolojisini rahmet dini
İslâm’ın önüne geçirme tuğyanına kapılanların sayısı hiç de az
değildir. Oysa Peygamberimiz (s.a.s), ırkçılık duygularıyla
hareket ederek İslâm toplumundan ayrılan, asabiyet duygusuyla
savaşan ve bu dava uğrunda mücadele ederken ölen kimsenin bu
ölümünü “Câhiliye ölümü”6 olarak nitelendirmiştir.
Kardeşlerim!
O halde gelin, zihin ve gönül dünyamızı İslâm’ın yüce
hakikatleriyle tezyin edelim. Kendimizi dinimizin onay
vermediği bağnazlık, asabiyet ve ırkçılığa asla mahkûm
etmeyelim. Irkçılığın, Kur’an’a, Peygambere gönül veren
müminlere yakışmadığını bilelim. Peygamberimiz (s.a.s)’in
“Irkçılık, zalim de olsa kendi kavmine arka çıkmandır”7
hadis-i şerifini hiçbir zaman unutmayalım. Kavimler ve kabileler
halinde yaratılmamızın, dillerimizin ve renklerimizin farklı farklı
oluşunun hikmetini kavramaya çalışalım. Bütün insanları Hz.
Âdem’in çocukları olarak görelim. Herkesi hilkatte eş dinde
kardeş kabul edelim.
Hutbemi, başta okuduğum ayet-i kerime ve hadis-i şerifin
mealleriyle bitirmek istiyorum.
“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden
yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi boylara ve
kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O'na
karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah
hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdâr olandır.”8
“Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık davası uğruna
savaşan bizden değildir. Irkçılık davası uğruna ölen de
bizden değildir.”9
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Mü’minûn, 23/101
İbn Hanbel, V, 411
6
Müslim, İmare, 57
7
Ebû Dâvud, Edeb, 111
8
Hucurat 49/13
9
Ebu Davud, Edeb 111-112
4
5
Müslim, Eymân, 38
Tirmizî, Kıraat, 10
3
Müslim, Birr ve sıla, 34
1
2
İLİ
TARİH
: GENEL
: 20/02/2015
KADINA EL KALKMAZ!
Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır: “İyilik ve takva hususunda yardımlaşın.
Günah ve düşmanlık yolunda yardımlaşmayın. Allah’a
karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok
çetindir.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Resulullah Efendimiz
(s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Müslüman, diğer
müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu
kimsedir. Mümin de insanların canları ve mallarını
kendisine karşı emniyette bildikleri kişidir.”2
Aziz Kardeşlerim!
İnsanlığın
büyük
ölçüde
kaybedildiği,
müslümanlığımızın maalesef vicdan üretemediği ve sözün
neredeyse tükendiği zamanları yaşamaktayız.
Modern dünyanın sakinleri olarak, yüce dinimiz
İslam’ın, Kerim Kitabımız Kur’an’ın ve kâinata rahmet
olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in
yeryüzünü teşriflerinin öncesi olan cahiliye dönemini
olabildiğince eleştiriyoruz. Bilhassa ıssız çölün kumlarına
gömülen kız çocuklarının sessiz çığlıklarına asırlar
ötesinden ses verip, sık sık bu vahşeti lanetliyoruz. Lakin
cahiliyenin, sadece bir çağa değil, bir zihniyete ve yaşam
tarzına işaret ettiğini unutuyoruz. Bugün genç kızlarımıza
ve kadın kardeşlerimize yönelik her türlü şiddet ve zulmün
aynı zihniyetin ürünü olduğu gerçeğini göz ardı ediyoruz.
Şiddet, günümüzde coğrafya, din, dil, ırk ve sosyal
statü tanımaksızın bütün insanlığı tehdit eden bir boyutta
yaşanmaktadır. Ne yazık ki bu tehdidi en ağır biçimde
yaşayanlar kadınlar ve çocuklar olmaktadır. Ülkemizde
kadın kardeşlerimizin %39’u fiziksel, %43’ü duygusal
şiddete maruz kalmaktadır. Hemen her gün zalim ve
gaddar zihniyetlere kurban verdiğimiz masum canlar
yüreğimizi yakmaktadır.
Kardeşlerim!
Bizim inancımızda ve örfümüzde dara düşenin
yardımına koşmak vardır, dara düşürmek değil. “Aman”
dileyene “eman” vermek vardır, emniyetine kast etmek
değil. Bizler, “Helali olmayana yan gözle dahi bakılmaz”
ve “Kadına el kalkmaz” diyen bir geleneğin mensuplarıyız.
Ancak ne hazindir ki bugün, Allah’ın kadın kullarına reva
görülen şiddete, zulme, vahşete tanıklık etmenin ızdırabını
ve buna engel olamamanın vicdan azabını yaşamaktayız.
Kız çocuğunun ve kadının iffet ve onurunu
çiğnemeye, yaşamına kastetmeye pervasızca cüret
edenlerin, insanlıktan nasipsizliğini ibretle müşahede
etmekteyiz.
Güce sahip, lakin güç ahlakından mahrum olanların,
sevgi, saygı ve merhametten yoksun olanların, sınır
tanımaz gaddarlıklarının nice hayatlara mâl olduğuna
üzülerek şahit olmaktayız.
Değerli Kardeşlerim!
Ateş düştüğü yeri yakar! Yürek yangınını
söndürmeye gücümüz yetmez. Ama “ateşin düşmemesi
için bize düşen nedir?” Bu soruyu fert, aile, toplum ve
kurumlar olarak her birimiz kendimize yöneltmeliyiz. Bu
konudaki sorumluluklarımızın muhasebesini ciddi bir
şekilde yapmalıyız.
Her türlü istismar, taciz ve tecavüzün, kadını
aşağılamanın, hırpalamanın ve hatta incitmenin ne büyük
bir günah olduğunu unutmamalıyız. Hangi gerekçeyle
olursa olsun bir cana kıymanın bütün insanlığı öldürmek
anlamına geleceğini hatırdan çıkarmamalıyız. İşte bu
sebeple her birimiz şiddet ile mücadelede üzerimize düşeni
yapmalıyız. Şiddete hemen, şimdi, en yakınımızdan, hatta
kendimizden başlayarak “dur” demeliyiz. Merhameti,
şefkati, erdemi, fazileti kendimize şiar edinmeliyiz.
Kıymetli Kardeşlerim!
Ömrünü cahiliye düzeni ve anlayışını değiştirmeye
adayan Efendimiz (s.a.s), hayatı boyunca kadını, çocuğu,
yaşlıyı dahası hiçbir insanı incitecek, onurunu zedeleyecek
söz, tutum ve davranış sergilememiştir. Hac ibadetiyle
ilgili bir takım hatalar yapan ve bu durumda ne yapması
gerektiğini kendisine danışan bir sahâbîye Sevgili
Peygamberimizin verdiği cevap tüm ümmetine bir insanlık
dersi niteliğindedir: “Bu hataların bir önemi yok. Yeter
ki bir kimse, bir başkasının ırzına, haysiyet ve iffetine
saldırmamış olsun. Kim bunu yaparsa günah işlemiş ve
helak olmuştur.”3
Kerim Kitabımızın tohumlarını ektiği, Efendimizin
gerçekleştirdiği merhamet eksenli ahlaki dönüşüm ve
zihniyet yenilenmesine bugün daha fazla ihtiyacımız
olduğunda şüphe yoktur.
Olup biten, yıkıp döken, yakıp yok eden bir şiddetin
elbette cezasını vermek gerekir. Ancak şiddeti var eden
zihin kalıplarını değiştirmedikçe, değer ve vicdan
eğitimine ağırlık vermedikçe, merhamet örneklerini her
geçen gün çoğaltmadıkça şiddetin önüne geçmek mümkün
olmayacaktır. Kalplere Allah korkusu, vicdanlara “kul
hakkı” duygusu hakim olmadıkça, ahiret inancı ve hesap
bilinci hayata yön vermedikçe sadece idari, hukuki ve
sosyal tedbirler bu vahşetin önünü almaya yetmeyecektir.
Unutmayalım ki kardeşlerim, Efendimiz (s.a.s)’in,
“Her müslümanın bir başka müslümana kanı, malı, ırzı
haramdır.”4 uyarısı gereği genelde insanın, özelde ise
kadının can güvenliği ve onuru dokunulmazdır. Allah’ın
kulu ve yeryüzünün şerefli bir varlığı olan kadına
yöneltilen her şiddet sadece bizim vicdanımızı
kanatmamakta, aynı zamanda melekût alemini de
sarsmaktadır.
1
Mâide, 5/2.
Tirmizî, İman, 12.
3
Ebû Dâvûd, Menâsik, 87.
4
Müslim, Birr ve Sıla, 32.
2
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
İLİ
TARİH
: GENEL
: 10.07.2015
KADİR GECESİ, KADİR BİLENLER İÇİNDİR
Kıymetli Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Şüphesiz, biz Kur’an’ı Kadir gecesinde
indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin?
Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve
Cebrail o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner
de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir
esenliktir.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “… Ramazan ayında öyle bir
gece vardır ki, bin aydan daha hayırlıdır. Bu gecenin
hayrından mahrum kalan, bin ayın hayrından mahrum
kalmış gibidir.”2
Aziz Müminler!
Günler ayları, aylar yılları kovalıyor ve Rabbimizin
bir emaneti olan hayat nimeti hızla tükeniyor. Bundan kısa
bir süre önce rahmet ayı Ramazana ulaşmanın sevinç, huzur
ve mutluluğunu hep birlikte yaşadık. Ancak yine veda vakti
yaklaştı. Bir ay bereketi ve mağfiretiyle evlerimize ve
gönüllerimize konuk olan Ramazan bize veda ediyor. Belki
de bir daha vuslatı olmayacak bu ayrılığın hüznü
yüreklerimizi kapladı. Ayrılmadan önce, kıymetini bilenlere
Kadir gecesini takdim ediyor kutlu Ramazan.
Önümüzdeki Pazartesiyi Salıya bağlayan gece Kadir
Gecesini idrak edeceğiz. Kadir Gecesi, ömre bedel bir
gecedir. Çünkü bu gece, Kur’an gecesidir. Kerim
Kitabımız, Peygamberimiz (s.a.s)’e Ramazanın kalbi olan
bu gecede inmeye başlamıştır. O Kur’an ki, cahiliyenin
zilletine gömülmüş zihinlere Rabbini bildirmeye gelmiştir.
Varoluş amacından kopmuş, nereden gelip nereye gittiğini
unutmuş insanlığa unuttuklarını hatırlatmak için gelmiştir.
İşte Kadir Gecesi vesilesiyle Rabbimiz, ancak Kur’an’ın
kadrini bildiğimiz oranda kadir gecelerini ihya etmiş
olacağımızı bize her yıl tekrar tekrar hatırlatıyor.
Kardeşlerim!
Bu gecenin kadrini bilebilmek için evvela, Allah’ın
lütfu olarak gelmiş Kur’an’a yüreğimizi sonuna kadar
açmamız gerekmektedir. Dünya hengâmesinde zaman
zaman bunalan ruhlarımızı, paslanan gönül aynalarımızı
âyet âyet, sûre sûre ilahi sözün nuruyla aydınlatmamız
gerekmektedir. Varlığımızı onunla anlamlandırmamız ve
kul olarak yaşantımızı onunla inşa etmemiz gerekmektedir.
İnsana erdemli bir hayat, toplumlara ise saadet medeniyeti
takdim eden bu rahmet yüklü kitapla olan bağımızı
kuvvetlendirmemiz gerekmektedir. Ancak bu sayede, bin
aydan daha hayırlı gecenin kıymetini idrak edebilir, Kerim
Kitabımızla ömrümüze bereket katabiliriz. Kur’an’la
irtibatımız ölçüsünde değer kazanır ya da değer kaybederiz.
Kur’an’a değer verdiğimiz ölçüde gönül dünyamızı mamur
ve mesut eder, dünyamızı da barış ve esenlik yurduna
çevirebiliriz.
Kardeşlerim!
Kadir Gecesini değerli ve anlamlı kılan Yüce Kur’an,
her âyeti üzerinde tefekkür ve tezekkür edilmek ve bizzat
yaşanmak için gönderilmiştir. O, insana kendini, dünyasını,
ahiretini tanıtan bir hayat kitabı ve rehberidir. O, insana asla
eğrilik bulunmayan dosdoğru bir yol ve istikamet çizer.
Onun sahifelerini açan, onda kendini bulur; Rabbini bulur;
saygı ve sevgiyi, sadakat ve muhabbeti bulur. O, hayra
anahtar, şerre kilit ilahi bir kitaptır. Bu kitaba gönül veren,
tevhide sadakatiyle İbrahim Halilulah olur; türlü çilelere
karşı sabrıyla Eyüp olur; türlü tuzaklara karşı iffet ve
hayasıyla Yusuf olur; türlü firkat ve musibetlere karşı
metanetiyle Yakup olur.
Değerli Kardeşlerim!
Ne yazık ki bugün, doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle
güneyiyle insanlık bir onur ve haysiyet sınavı vermektedir.
Dünyanın dört bir yanında mazlum kanı dökülmekte;
küçücük çocuklar acımasızca katledilmekte; analar, elleri
sinesinde gözyaşı dökmekte; kardeş, gözünü kırpmadan
kardeşini öldürmektedir. Bu durum, “Bir insanı yaşatmak
bütün insanlığı yaşatmak gibidir.” ilahi mesajıyla insanla
buluşan Kerim Kitabımızın hak, adalet, insaf, şefkat ve
merhamet çağrılarına ne kadar da muhtaç olduğumuzu
göstermektedir.
Kardeşlerim!
Geliniz, Kur’an’a iman eden müminler olarak Kadir
Gecesi vesilesiyle Kur’an’la yeniden yüzleşelim. Yaşam
süreçlerimizi Kur’an ufkundan bir daha gözden geçirelim.
Biz, Kur’an’da ne kadar varız; Kur’an, bizde ne kadar var?
Âlemlere Rahmet Peygamberimiz (s.a.s), Kur’an’dan
kendisinde hiçbir esinti, hiçbir iz bulunmayan kimseyi
harabe bir eve benzetmektedir.3 Nasıl ki harabe eve kimse
talip değilse, hengâmelerle tahrip edilmiş, insaf ve vicdanını
kaybetmiş gönle de kimse talip olmaz.
Aziz Kardeşlerim!
Bu duygu ve düşüncelerle başta ülkemiz ve gönül
coğrafyamız olmak üzere bütün İslam âleminin mübarek
Kadir Gecesini en kalbi duygularla tebrik ediyorum. Kadir
Gecesinin feyz ve bereketinden hepimizin nasiplenmesini,
topyekûn insanlığın ve bilhassa İslam dünyasının geçmekte
olduğu zorlu süreçten bir an evvel kurtulmasını Cenab-ı
Hak’tan niyaz ediyorum.
Hutbemi, Efendimiz (s.a.s)’in Hz. Aişe validemize
Kadir Gecesinde yapmasını tavsiye ettiği şu dua ile
bitirmek istiyorum: “Allah’ım! Sen affedicisin, affetmeyi
seversin. Beni de affet!”4
Kadir, 97/1-5.
İbn Mâce, Sıyâm, 2.
3 Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’an, 18.
4 Tirmizî, Daavât, 84.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 01/05/2015
KALBİN CİLÂSI: TÖVBE VE İSTİĞFAR
Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz,
kendisine karşı gelmekten sakınan kulları hakkında
şöyle buyurur: “Onlar, bir kötülük yaptıklarında, ya
da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp
günahlarından dolayı hemen tövbe-istiğfar ederler.
Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir
ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile
ısrar etmezler.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz
(s.a.s) tövbe ve istiğfarın önemini şöyle bildirmektedir:
“Kul, bir hata işlediğinde kalbinde siyah bir nokta
belirir. Şayet o, günahı terk eder, bağışlanma diler,
tövbe edip Allah’a dönerse kalbi cilâlanır. Eğer
bunları yapmaz, günah ve hataya devam ederse siyah
nokta büyür ve neticede bütün kalbini kaplar...’2
Aziz Müminler!
Rabbimizin bizlerden istediği daima iyiye, güzele,
hayra yönelmektir. Kendisi ve Resûlü’nün emir ve
yasakları doğrultusunda bir hayat sürmektir. Böylece
dünya ve ahiret saadetine erişmektir. Ne var ki, hepimiz
insanız. Her an günaha sürüklenme riskiyle karşı
karşıyayız. Dolayısıyla Rabbimizin bize bir lütfu olan
tövbe ve istiğfara hepimiz muhtacız.
Tövbe ve istiğfar, insanın Rabbinden bağışlanma
dilemesidir.
Acziyetini
dile
getirmesidir.
Merhametlilerin en merhametlisi olan Yüce Allah’a
iltica etmesidir. Tövbe ve istiğfar, insan olmamız
hasebiyle elimizden, dilimizden, gözümüzden velhasıl
bütün bedenimizden sadır olan günahlardan temizlenme
vesiledir.
Tövbe ve istiğfar, adeta hayata yeniden
başlamamız için Rabbimizin bizlere bir ikramı ve açtığı
rahmet kapısıdır.3
O Rabbimiz ki, Tevvâb’tır; tövbeleri çokça kabul
eder. Afüvv’dür; engin rahmetine sığınanları affeder.
Gafûr’dur; dileyeni ve dilediğini bağışlar. O, kendisine
yönelen zihinleri, elleri, yüzleri boş çevirmez. Gönülden
kendisine teslim olanı asla mahcup etmez. Engin rahmet
ve merhametinden ona lütufta bulunur. Yeter ki insan
samimiyetle O’na yönelsin; en içten yakarışlarla, taat ve
ibadetle, en güzel zikirlerle O’nu yüceltsin.
Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda daha ilk
insanın dilinden tövbe ve istiğfarı bize öğretirken aynı
zamanda bunun önemine işaret eder. Şöyle ki: Âdem
(a.s) ve eşi Havva validemiz, bir hata işlediler. Ardından
hemen Allah’a tövbe ettiler. “Rabbimiz! Biz kendimize
zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan
mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” diyerek
bağışlanma dilediler. Allah da onların bu tövbesini kabul
etti.4
İnsanlığın bu ilk imtihanındaki aktörlerden biri
olan İblis ise kibirlenerek Allah’ın emrine itaatten yüz
çevirdi. Hatasını kabullenme yerine meşrulaştırma
gayreti içerisine girdi ve Allah’ın rahmetinden kovuldu.
İşte bu iki örnekle Rabbimiz, insanlık âlemine aslında şu
mesajı verdi: Hatalar, günahlar, tövbe edilmesi
durumunda insanı Âdem yapar. Hata ve günahlarda ısrar
ise insanı Allah’ın rahmetinden uzaklaştırır.
Kardeşlerim!
Tövbe kapısı ardına kadar açıktır. Ecelimiz gelene
kadar da açık kalacaktır.5 Öyleyse bize düşen, her daim
bu kapının eşiğinden içeride durmaktır. Allah’ın rahmet
deryasından yudumlamanın yollarını aramaktır. Her
daim samimiyetle, pişmanlıkla, kararlılıkla O’nun
merhamet ve keremine sığınmaktır. Gündelik
hayatımızın
problemleri
içinde
bitap
düşen
gönüllerimizi, türlü düşüncelere mahkum zihinlerimizi,
türlü kelamlarla israf ettiğimiz dillerimizi zikirle, tövbe
ve istiğfarla diri tutup arındırmaktır.
O halde geliniz, içinde bulunduğumuz mübarek üç
ayları fırsat bilelim. Allah’ın rahmetinin oluk gibi
üzerimize aktığı bu günleri iyi değerlendirelim.
Taatimizle, teslimiyetimizle, salih amellerimizle,
gönlümüzün derinliklerinden gelen tövbelerimizi,
istiğfarlarımızı, bağışlanma dileklerimizi yalnız O’na arz
edelim.
Hatalarımızdan,
kusurlarımızdan,
günahlarımızdan bir daha dönmemek üzere yüz
çevirelim. Üç ayların sonuna tertemiz, günahsız,
Rahman’ın rızasına erişmiş olarak ulaşmaya gayret
edelim. Efendimiz (s.a.s)’in bize öğrettiği şu tövbe ve
istiğfar ifadelerini dilimizden hiç düşürmeyelim:
“Allah’ım, sensin benim Rabbim, senden başka
ilâh yok. Beni yarattın ben de senin kulunum. Ben
gücüm yettiğince sana verdiğim sözün ve senin
vaadin üzereyim. Yaptıklarımın şerrinden sana
sığınırım. Üzerimdeki nimetini itiraf ediyorum. Ve
günahımı da itiraf ediyorum. Beni bağışla. Çünkü
günahları senden başka affedecek hiç kimse
yoktur.”6
Âl-i İmrân, 3/135.
Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 83.
3 İbn Mâce, Zühd, 30.
4 Bakara, 2/35-38; A’râf, 7/19-23.
5 Nisâ, 4/17-18.
6 Tirmizî, Deavât, 15.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 04.09.2015
KARDEŞLİĞİ KÖRELTEN AFETLER:
TECESSÜS, SU-İ ZAN…
Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz
şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Zannın
çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı
günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın.
Kimse kimseyi arkasından çekiştirmesin…” 1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s)
şöyle buyuruyor: “…
Birbirinizin kusurunu
araştırmayın. Birbirinizin özel hallerinin peşine
düşmeyin. Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize
sırt çevirmeyin. Birbirinize karşı kin beslemeyin.
Ey Allah’ın kulları, kardeş olun!”2
Kardeşlerim!
Dinimizde insanın haysiyetini rencide eden ve
onurunu zedeleyen her türlü tutum ve davranış haram
kılınmıştır. Çünkü insanı insan yapan en büyük değer,
onun izzeti ve itibarıdır. İnsanın, kendisi ve diğer
insanların saygınlığını her daim göz önünde
bulundurarak hareket etmesi, insanca bir yaşamın
gereğidir.
Yüce Yaratan’ın mükerrem kıldığı insanoğlu,
iman ile kemale ulaşır. Peygamberimiz (s.a.s), bu
imanın bir sonucu olarak müminin “güvenilir insan”
olduğunu söyler. Kutlu Nebi’nin tarifine göre mümin,
gıybetle, arkadan çekiştirmekle, olur olmaz sözlerle
dilini zehirli bir ok haline getirmez; zihnini su-i zanla
kirletmez; ayıp ve kusurları ortaya dökmez; insanlarla
alay etmez; kendisinin ve başkalarının saygınlığına
gölge düşürecek davranışlar sergilemez.
Kardeşlerim!
Yüce dinimiz, müminler arasındaki kardeşliği
bizlere eşsiz örneklerle takdim eder. Bu kardeşlik, bir
bedenin ahenk içinde çalışan organları gibi yekvücut
bir kardeşliktir. Bu kardeşlik, bir binanın birbirine
kenetlenmiş yapı taşları gibi sapasağlam bir
kardeşliktir. Bu kardeşlikte kardeşimizin canı bizim
canımızdır, kardeşimizin onur ve haysiyeti bizim onur
ve haysiyetimizdir; onun yokluğu yokluğumuz, varlığı
varlığımızdır. Bu kardeşlikte kardeşin canı, malı, izzet
ve şerefi saygındır, dokunulmazdır. Kardeşimiz,
nazargâh-ı ilâhi olan bir gönle sahiptir. Ve bu gönül,
en ufak bir îma ile dahi incitilmeyecek kadar
değerlidir.
Kardeşlerim!
Günlük hayatımızda zihinlerimiz türlü haberlerle
yorgun düşmektedir. Kulaklarımız, arzu edilen
edilmeyen nice sözler işitmektedir. Kimi zaman
dillerimizden, farkında olmadan yerli yersiz ifadeler
dökülebilmektedir. Ancak, Peygamberimiz (s.a.s), her
duyduğunu
söylemesinin
kişiye
günah
olarak
3
yeteceğini;
insanların, düşünmeksizin ağızlarından
çıkan
sözler
sebebiyle
cehenneme
4
sürüklenebileceklerini
bildirmiştir.
Allah
Resûlü
(s.a.s), konuşurken çok titiz davranmış ve hiç kimse
hakkında isim zikrederek kötü söz söylememiştir.
Bunun yerine, insanların olumsuz davranışlarını
gördüğü zaman onları düzeltmek için, “İnsanlara ne
oluyor da şöyle şöyle yapıyorlar?” gibi genel
ifadeler kullanmıştır.
Efendimiz (s.a.s),
gıybet,
dedikodu, su-i zan, laf taşıma, özel halleri araştırma
gibi mümine yakışmayan durumlardan uzak durmayı,
“Ya hayır söylemeyi ya da susmayı” emretmiştir.
Aziz Müminler!
Yüce
Rabbimiz,
“Hakkında
bilgin
bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak,
göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.”5
buyurmaktadır. Bu âyet bizlere sorumluluğumuzu, her
bir
işimizin,
sözümüzün,
bir
gün
hesabının
sorulacağını hatırlatmaktadır. Bu gerçeğe rağmen
günümüzde
birtakım asılsız haberler yüzünden
haysiyetler zedelenebilmekte, aileler dağılabilmekte,
kardeşlik
ve dostluklar zarar görebilmektedir.
Unutulmamalıdır ki,
doğruluğunu araştırma gereği
duymadan bu tür haberlerin peşine düşenler de en az
bunları çıkarıp yayanlar kadar sorumludur.
Kardeşlerim!
Gıybet, yalan, iftira ve kötü zan gibi ahlaki
zaaflar, insanlar arasındaki güven, sevgi ve saygıyı
yok eder; kin, nefret, düşmanlık gibi İslam’ın ruhuyla
asla bağdaşmayan durumlara neden olur.
Unutmayalım ki, her şeyin en ince ölçüyle
tartılacağı, hiçbir pişmanlığın fayda vermeyeceği o
büyük günde her sözümüzden ve zannımızdan
sorgulanacağız. Yine unutmayalım ki; o gün ebedi
nimetlere kavuşacak olanlar, zihnine, gönlüne, diline,
eline, hâsılı bütün bedenine sahip çıkan ve hayata
mümince bakanlardır.
Hucurât, 49/12.
Buhârî, Edeb, 57.
3 Ebu Davud, Edeb, 80.
4 Müslim, Birr ve Sıla, 105.
5 İsrâ, 17/36.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 23.10.2015
bulunduran ve ehl-i beyt sevgisini yüreklerinde her daim
yaşatan aziz milletimizin tüm fertleri bu acıyı
yüreklerinin ta derinliklerinde hissetmektedir.
Kardeşlerim!
Bugün Kerbelâ’nın acısını hissetmek elbette
önemlidir. Bugün Kerbelâ’nın hüznünü yaşamak elbette
muhteremdir. Bugün Kerbelâ’nın elemiyle elemlenmek,
kederiyle kederlenmek elbette muteberdir.
Bugün Kerbelâ şehitleri için gözyaşı dökmek
elbette takdire şayandır. Ancak sadece hüzün, sadece
keder, sadece gözyaşı yeterli değildir.
KERBELÂ’YI DOĞRU ANLAMAK
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece
günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Size iki ağır emanet
bırakıyorum. Birincisi, içinde hidayet ve nur olan
Allah’ın Kitabıdır. Allah’ın Kitabına sımsıkı sarılın!
İkincisi, ehl-i beytimdir. Ehl-i beytime sahip çıkın!
Onlar hakkında size Allah’ı hatırlatıyorum…”2
Kardeşlerim!
Bugün 10 Muharrem Cuma. Aşure günü.
Muharrem ayı, hicri yılın ilk ayı. Resûl-i Ekrem
(s.a.s)’in “Allah’ın ayı”, “hürmete şayan” olarak
nitelendirdiği ay. Ramazan orucundan sonra en faziletli
orucun kendi içinde bulunduğunu bildirdiği ay.
Muharrem ayı aynı zamanda topyekûn bütün
Müslümanları derin bir acıya gark eden Kerbelâ
hadisesinin yaşandığı aydır. Zira Hicri 10 Muharrem 61
tarihi, Hz. Hüseyin Efendimizin ve çoğu ehl-i beyt-i
Mustafa’dan olan 70 kişinin Kerbelâ çölünde hunharca
katledilerek şehadet şerbetini içtikleri tarihtir. Hz.
Hüseyin ki, Peygamberimiz (s.a.s)’in, “Benim
dünyadaki çiçeğim, reyhanım”3 dediği, “cennet
gençlerinin efendisi”4 olarak tavsif ettiği, Hz. Aliyyü’lMurtaza’nın, Hz. Fatımatu’z-Zehra’nın yavrusu,
ciğerparesidir. Bu vesileyle şehadetinin 1337. yılını
idrak ettiğimiz şehitlerin serdarı, serçeşmesi, seyyidü’şşüheda Hz. Hüseyin Efendimiz başta olmak üzere
Kerbelâ şehitlerini ve bugüne kadar hak, hakikat, adalet,
ahlâk, erdem ve fazilet için; din, iman, vatan ve millet
için can veren bütün şühedayı rahmet, minnet, şükran,
saygı ve tazim ile yâd ediyorum. Allah bütün
şehitlerimize gani gani rahmet eylesin!
Kardeşlerim!
Dünyanın neresinde olursak olalım, mezhebimiz,
meşrebimiz,
kültürümüz,
coğrafyamız,
dünya
görüşümüz ne olursa olsun, Kerbelâ, İslâm ümmeti
olarak hepimizin ortak acısıdır, ortak hüznüdür, ortak
kederidir. Hele hele neredeyse her evde bir Hasan, bir
Hüseyin, bir Ali, bir Fatıma, bir Cafer, bir Zeynelabidin
Bugün bize düşen Kerbelâ’yı doğru okumak ve
doğru anlamaktır. Kerbelâ’yı anlamak, Kerbelâ’dan
ayrılık-gayrılık değil; birlik-beraberlik çıkarmaktır.
Kerbelâ’dan kin, nefret ve öfke değil; sevgi, muhabbet
ve hoşgörü devşirmektir. Kerbelâ’yı anlamak, Hz.
Hüseyin gibi davranmaktır; Hüseyince yaşamaktır.
Onun zulüm ve haksızlık karşısındaki duruşunu
evrenselleştirmektir.
Kerbelâ’yı
anlamak,
yeni
Kerbelâlar yaşanmaması için bu acı hadiseden dersler ve
ibretler çıkarmaktır.
Kardeşlerim!
Her şeyden önce bu elim hadise, zalim ve
zorbaların, heva, heves ve hırsları uğruna, dünyalık çıkar
ve menfaatleri için iman, ahlak, fazilet ve insanlıktan
nasıl uzaklaşabildiklerini göstermektedir.
Ne yazık ki bugün de İslâm dünyasında hala
Kerbelâ’yı doğru anlamayanlar, ısrarla Kerbelâ’nın
kerb-u belasını günümüze taşıyanlar var. Ne yazık ki
bugün de Kerbelâ şehitlerine bu zulmü reva gören
zalimler gibi düşünen, davranan ve yaşayanlar var. Ne
yazık ki bugün de İslâm coğrafyasının her tarafında
çıkar ve menfaatleri için Müslüman kanı akıtanlar var.
Kardeşlerim!
Kerbelâ’yı anlamak, hakkın yanında, hakikatin
yolunda olmak demektir. Kerbelâ’yı anlamak, adalet,
merhamet, ahlâk, erdem ve fazilete sevdalı olmak
demektir. Kerbelâ’yı anlamak, fitne zamanlarında
basiret ve ferasetle hakikati görmek demektir.
Kerbelâ’yı anlamak, Hz. Hüseyin gibi zulme, zalime ve
haksızlığa karşı çıkmak demektir. Kerbelâ’yı anlamak,
Hz. Hüseyin ve arkadaşlarının, uğruna canlarını
verdikleri yolun Muhammed Mustafa (s.a.s)’nın yolu,
Kur’an’ın yolu olduğunu bilmek demektir.
Kardeşlerim!
Hutbeme, Hz. Hüseyin Efendimizin yaptığı bir dua
ile son vermek istiyorum.
Allah’ım! Bizi zalimlerden berî, müminlere velî
eyle!”
1
Ahzab, 33/33.
Müslim, Fadâilu's Sahâbe, 36.
3
Tirmizi, Menâkıb, 30.
4
İbn Mâce, Sunne, 11/4.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 27/03/2015
her türlü imkân ve nimetin, topluma ait mekânların,
araç ve gereçlerin, çevre ve tabii kaynakların adalet,
hakkaniyet ve liyakat çerçevesinde kullanılması
gerekir.
Kardeşlerim!
Dinî-ahlâkî
değerlere
duyarsızlaşıldığında,
ahiretteki hesap unutulduğunda, helâl-haram sınırlarına
dikkat edilmediğinde, hak kavramı önemini
yitirdiğinde kamu imkânlarını suistimal edenler
çoğalır. Böyle bir toplumda ise, ne kamu hizmeti
lâyıkıyla gerçekleşir ne de insanlar birbirlerine
güvenir. Güvenin kalmadığı yerde de huzurlu bir
hayattan söz edilemez.
KUL VE KAMU HAKKI
Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır: “Hiçbir peygamber, emanete
hıyanet etmez. Kim emanete yani kamu malına
hıyanet ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin
günahı boynuna asılı olarak gelir. Sonra da hiçbir
haksızlığa uğratılmaksızın herkese kazandığının
karşılığı tastamam ödenir.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz
(s.a.s) ashabına, “Müflis kimdir, biliyor musunuz?”
diye sorar. Onlar da, “Müflis, parası ve malı olmayan
kimsedir.” şeklinde cevap verirler. Bunun üzerine
Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurur: “Şüphesiz ki
ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve
zekât gibi ibadetlerini yerine getirmiş olarak
Allah’ın huzuruna çıkar. Bununla beraber kimine
sövmüş, kimine iftira etmiş, kiminin malını yemiş,
kiminin kanını dökmüş ve kimini de dövmüştür. Bu
durum karşısında onun iyiliklerinden elde ettiği
sevaplar, kendisinden alınarak hak sahiplerine
dağıtılır. İbadetleri ve iyilikleri, ihlal ettiği kul
haklarını ödemeye yetmezse, hak sahiplerinin
günahlarından alınıp kendisinin günahlarına
eklenir. Böylece sevapları gitmiş, günahları artmış,
neticede iflas etmiş olarak cehenneme atılır.”2
Değerli Müminler!
Dinimiz İslâm’ın mesajlarının, emir ve
yasaklarının hâsılı tüm esaslarının merkezinde hep hak
kavramı vardır. Bu itibarla Rabbimiz, kendimiz, diğer
insanlar, yaşadığımız çevre ve tabiatla olan her bir
münasebetimiz hak kavramı ile yakından ilgilidir. Hak,
hem sorumluluklarımızı hem de korumamız,
gözetmemiz gereken maddî ve manevî imkânları ifade
eder. Hak, bir yönüyle Allah hakkına bir yönüyle de
kul hakkına taalluk eder.
Kardeşlerim!
İslâm’da, kamu hakkı Allah hakkı kapsamında
değerlendirilmiştir. Kamu yarar ve düzeninin
gerçekleşmesi, toplumun huzurlu ve güvenli bir hayata
sahip olması bu haklara riayete bağlıdır. Kamuya ait
Oysa kamu malı emanettir. Bu emanete ihanet
etmek, kişiyi hem dünyada hem de ahirette ağır bir
vebal altına sokar. Rahmet elçisi (s.a.s), bu ağır vebale
karşı insanları şöyle uyarır: “Kimse hakkı olmayan
bir karış yeri bile almasın! Alırsa Allah, kıyamet
gününde yedi kat yeri onun boynuna dolar.”3,
“Sizden kimi bir işte görevlendirirsek ve o da
bizden iğne miktarı ya da daha büyük bir şeyi
gizlerse bu bir ihanet olur ve kıyamet günü onu
(kendi elleriyle) getirir.”4
Kardeşlerim!
Kamuya ait mallarda, bütün toplum fertlerinin
eşit hakkı vardır. Dinimiz, başkalarının hakkını “kul
hakkı”; kul haklarının gasp edilmesini ise emanete
ihanet olarak değerlendirmiştir. Peygamberimiz (s.a.s),
bu konuda şöyle buyurur: “Kimi bir işte
görevlendirip yaptığı işin karşılığı bir ücret
verdiysek, onun bu ücret dışında alacağı her şey
emanete hıyanettir.”5
Aziz Müminler!
Her şeyin ayan beyan ortaya çıkacağı ahirette,
hüsrana
uğrayanlardan
olmamak,
cehenneme
düşmemek için haramlara bulaşmadan, ömrümüzü
helal dairede sürdürmeye özen gösterelim. Kamu
mallarını, birer emanet olarak kabul edelim. İhlal
edilen her kamu hakkının, zayi edilen her kamu
malının,
birer kul hakkı ihtiva ettiğini asla
unutmayalım. Ve yine unutmayalım ki ahirette
milyonlarca insanla helalleşme imkânı olmayacaktır.
Hutbemi Efendimizin bu meyandaki bir hadisiyle
bitirmek istiyorum:
“Hiç kimse Allah’ın kendisine takdir ettiği
rızkı -geç de olsa- elde etmeden ölmeyecektir.
Öyleyse Allah’tan (hakkıyla) sakının ve rızkınızı
güzel yoldan isteyin. Helâl olanı alın, haramdan
kaçının!”6
Âl-i İmrân, 3/161.
Müslim, Birr ve sıla, 59.
3
Müslim, Müsâkât, 141.
4
Müslim, İmâre, 30.
5
Ebû Dâvûd, Harâc, fey’ ve imâre, 9-10.
6
İbn Mâce, Ticâret, 2.
1
2
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
İLİ
TARİH
: GENEL
: 07.08.2015
KULLUĞUN ÖZÜ: İHSAN
Kıymetli Kardeşlerim!
Bir gün Resûlullah (s.a.s) Efendimiz, ashabıyla
sohbet ederken kimsenin tanımadığı bir şahıs çıkageldi;
Allah Resulü’nün yanına oturdu ve “Bana İslâm’dan
bahset!” dedi. Resûlullah (s.a.s) şöyle cevap verdi:
“İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığını ve
Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğunu kabul etmen;
namazı kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu
tutman ve eğer gücün yetiyorsa hac görevini yerine
getirmendir.” Bu cevap üzerine, “Bana imanı anlat.”
dedi sahabenin şaşkın bakışlarla takip ettiği sesin sahibi.
Peygamberimiz (s.a.s), “İman; Allah’a, meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve
kadere inanmandır.” buyurdu. O zat, bu sefer “Bana
ihsanı anlat.” dedi. Efendimiz de, “İhsan, Allah’ı
görüyormuşçasına kulluk etmendir. Çünk ü sen O’nu
görmesen de O seni görmektedir.” karşılığını verdi.
Allah Resûlü (s.a.s), bir müddet sonra oradan
ayrılıp giden bu şahsın Cebrail (a.s) olduğunu bildirdi.1
Aziz Müminler!
Allah’ın ayetlerini Peygamberimize ulaştıran vahiy
meleği Cebrail (a.s), bu defa insan suretinde gelmişti
Kutlu Nebî’ye. Ona İslam, iman ve ihsan hakkında
sorular sormuştu. Aslında bunlar, kulluğun özünü ve
kapsamını teşkil eden sorulardı. Efendimiz, bu sorulara
verdiği cevaplarla iman olmadan İslam olmayacağını,
ihsansız İslam’ın ise gerçek kulluğu yansıtmayacağını
haber veriyordu bizlere. İnancın sadece bir söz, bir amel
değil aynı zamanda ihlas ve samimiyetle bezenmiş bir
niyet olduğunu ifade ediyordu Rahmet Peygamberi.
Kardeşlerim!
Kendimize, Rabbimize ve birbirimize karşı
samimiyetin adı olan ihsan, imanımız ve ibadetlerimizin
ruhudur, bir otokontroldür. Kendimize karşı ihsanımız,
insan olarak izzet ve haysiyetimizin farkında olmak,
elimizdeki nimetlerin değerini bilmektir. İhsan şuuru,
imtihan için bahşedilen bedenimizi, en önemli
servetimiz olan sağlığımızı, şu kısacık ömrümüzü
beyhude tüketmemeyi öğretir.
Rabbimize karşı ihsan, “Biz, insana şah
damarından daha yakınız.” 2 buyuran Yüce
Mevlamızın bize bizden daha yakın olduğunu hiçbir
zaman aklımızdan çıkarmamaktır. “Her nerede
olursanız olun Allah sizinledir. Her ne yaparsanız
Allah onu görendir.” 3 ayetinde ifade edildiği gibi
Rabbimizin, yapıp ettiklerimizden haberdar olduğunu
bilmektir.
Bu murakabe bilinci her daim bize güç katar,
güven aşılar. Biliriz ki, İbrahim (a.s) gibi ateşe atılsak,
bizi o ateşten kurtaracak bir sahibimiz vardır. Yusuf
(a.s) gibi kör kuyuda mahsur kalsak, bizi o kuyudan
çıkaracak bir görenimiz vardır. Yunus (a.s) gibi
karanlıklara terk edilsek, bizi bize terk etmeyen,
yakarışlarımıza icabet eden bir Rabbimiz vardır. Yeter
ki, bizler kulluk yolunda samimiyetten ve gayretten
kendimizi mahrum bırakmayalım.
Kıymetli Kardeşlerim!
Birbirimize karşı ihsan, müminler topluluğu olarak
gönlümüzü ve zihnimizi birbirimize açmaktır.
Kardeşlerimize karşı dargınlık ve kırgınlığı, husumet ve
adaveti, kin ve nefreti yüreğimizde barındırmamaktır.
“Sakın incitme bir canı, yıkarsın arş-ı Rahman’ı”
inceliğidir ihsan; güneş gibi şefkate, toprak gibi
tevâzuya, su gibi cömertliğe bürünmektir. Anne ve
babamıza, eşimiz ve evladımıza, kardeşimiz ve
arkadaşımıza, komşularımız ve yakınlarımıza merhamet,
muhabbet ve meveddettir ihsan; bu dünyayı birbirimizin
cenneti kılma, birbirimize ebedi cenneti kazandırma
çabasıdır. Evimizde, işimizde, ticaretimizde doğruluk ve
dürüstlük erdeminin özlü bir adıdır ihsan; dünyadan
ahirete uzanan meşakkatli yolun sonunda hep birlikte
kurtuluşa erebilme gayretidir.
Kardeşlerim!
Kerim Kitabımız, pek çok ayetinde Rabbimizin
murakabesi altında olduğumuzu vurgular. Her halimize
şahit olan Allah’a bilinçli bir şekilde kulluk etmemizi
ister. Her an bizimle birlikte olan Kirâmen Kâtibin
meleklerinden haber verir. Bu melekler, dilimizden
dökülen her sözü, elimizden sadır olan her işi,
gözümüzden uzanan her bakışı, ayaklarımızın attığı her
adımı kaydetmektedir. Bir gün gelecek, amellerin
kaydedildiği bu defter bize teslim edilip okutulacaktır.
İbadetimiz ve Rabbimizin razı olacağı amellerimiz
yazılıysa defterimiz bizim için neşe, sevinç ve huzura
açılacaktır. Defteri, günah ve isyanlarla dolu olanların
ise onu okudukça yüzlerini karanlık, içlerini nedamet ve
hüsran kaplayacaktır.
Kardeşlerim!
Ne mutlu, bu dünyada “Yapıp ettiklerim,
ibadetlerim, yaşamım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah
içindir.” 4 diyerek yaşayanlara! Ne mutlu Allah’ın
gözetiminde olduğu bilinciyle yaşayıp Cemalullah’a
kavuşacaklara! Ne mutlu Rabbimizin şu kutsi hadisteki
müjdesine mazhar olanlara: “… Beni andığı müddetçe
ben kulumla beraberim. O beni kendi başına anarsa,
ben de onu kendim anarım. O beni bir topluluk
içinde anarsa, ben onu daha hayırlı bir topluluk
içinde anarım… Kulum bana yürüyerek gelirse, ben
ona koşarak gelirim!” 5
1
Buhârî, İmân, 37.
Kâf, 50/16.
3
Hadîd, 57/4.
4
En’âm, 6/162.
5
Buhârî, Tevhîd, 15.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İL
: GENEL
TARİH : 12.06.2015
KUR’AN AYINDA KUR’AN’LA BULUŞALIM!
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır: “Ey insanlar! İşte size Rabbinizden
bir öğüt, kalplere bir şifa ve inananlar için yol
gösterici bir rehber ve rahmet (olan Kur'an) geldi. ”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s)
şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz Allah, Kur’an ile bazı
toplulukları yüceltir, bazılarını da alçaltır.”2
Kardeşlerim!
Rabbimize sonsuz şükürler olsun ki, bizlere bir kez
daha rahmet deryasından yudumlama fırsatını lütfetti.
Bizi yine türlü hikmet ve nimetlerle dolu, bağışlanma
ayı Ramazan’ın eşiğine getirdi.
Önümüzdeki Çarşamba akşamı ilk teravih
namazını kılacak ilk sahurun huzurunu yaşayacağız.
Perşembe günü ilk orucumuzu tutacak ve ilk iftarımızı
yapacağız.
Aziz Müminler!
Ramazan bize her yıl, derin ve hikmet yüklü
mesajlarıyla gelir. Bu kutlu ay, her yönüyle
varoluşumuzun ve hayatımızın gayesini, geleceğimize
dair düşüncelerimizi, kısacası kulluğumuzu yeniden
hatırlatır bizlere. Ramazan, sabrı, kendimizi hesaba
çekmeyi, arzu ve isteklerimizi sınırlamayı öğretir.
Zamanın kıymetini, sahip olduğumuz hayatın bir
başlangıç ve bitişinin olduğunu belirtir. Ramazan,
paylaşma ve dayanışmanın en güzel örneklerinin
görüldüğü, kardeşlik, birlik ve beraberlik duygularının
en yoğun hissedildiği zaman dilimidir.
Kardeşlerim!
Ramazanın müminlere en büyük hediyesi hayatı
anlamlı kılan, güne ve yarına dair umutları diri tutmayı
sağlayan Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an, müminin varlığını
ve yokluğunu, hüznünü ve mutluluğunu ibadete
dönüştüren kulluk kitabıdır. Kur’an, insanı küfür, şirk ve
nifak gibi her türlü esaretten özgürlüğe taşımıştır. İnsana
Rabbini, kendisini ve çevresini tanıtmıştır. Kur’an,
insanı yüceltmek için gelmiştir. Allah nice millet ve
toplumları Kerim Kitap’la aziz kılmıştır. Nice millet ve
toplumlar da yaşam süreçlerinden Kelamullah’ı tecrit
ettikleri için alçalmış ve zelil olmuşlardır.
Aziz Müminler!
Gönlündeki Kur’an aşkıyla milletimiz, Kur’an’ı
öğrenme, öğretme, okuma ve yaşamaya her daim büyük
önem vermiştir. Geçmişten günümüze insanımız,
Kur’an’ın şifa veren mesajlarıyla kalpleri buluşturmak
için büyük bir çaba göstermiştir. “Sizin en hayırlınız
Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.” 3 nebevi
çağrısıyla Yüce Kitabımızın ufuklar açan anlam
dünyasını özellikle çocuklar ve gençlere tanıtmak, her
dem en başta gelen vazifelerden biri kabul edilmiştir.
Bizler, “Allahım! Arkamızdan hayır duada
bulunacak nesiller yetiştirebilmeyi nasip eyle!
Evlatlarımızın kalbinden İslam’ın, Kur’an’ın sevgisini
eksik etme!” diye dua ederiz. Çünkü ağzı hayır dualı
nesiller
bizim
günümüzdür,
istikbalimizdir,
dünyamızdır, ukbamızdır. Yavrularını iman, ahlak,
erdem, doğruluk, dürüstlük gibi meziyetlerle tezyin
etmek, arkalarından fatiha okuyacak nesiller yetiştirmek
her mümin anne-babanın evladına karşı en önemli
sorumluluğudur.
Kardeşlerim!
Geleceği görmek için gözün nura ihtiyacı vardır.
Gözlerimizin nuru, kalplerimizin süruru olan
çocuklarımıza en güzel eğitimi ve terbiyeyi vermemiz,
Allah’ı, Kur’an’ı, peygamberi, ahireti doğru bir şekilde
anlatmamız gerekir. Onların güzel yüreklerinde zaten
var olan sevgi, saygı, adalet, merhamet, paylaşma gibi
insani erdemleri daha da perçinlememiz gerekir.
Unutmayalım ki, iyi yetişmiş bireyler, sadece bir toplum
için değil, insanlık için en önemli zenginliktir.
Çocuklarımızı iyi birer insan olarak yetiştirmezsek
toplum olarak geleceğimizi göremeyiz.
Kardeşlerim!
Evlatlarımızın, Kerim Kitabımız Kur’an ile,
Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in örnek hayatı ile, cami,
mihrap ve minber ile, ibadetlerle tanışıp buluşacakları
çok güzel bir fırsat mevsimi başlıyor… Yaz Kur’an
kurslarımız, “Kur’an Ayında Kur’an’la Buluşalım”
çağrısıyla 22 Haziran’da başlayacak. Camilerimiz göz
aydınlığı çocuklarımızla şenlenecek. Bu yıl da
milyonları aşan evladımız, Allah’ın evleri camilerimizde
Kerim Kitabımızı tanıyacak ve öğrenecek. Camilerimiz,
yavrularımızın varlığıyla daha da bir anlam kazanacak.
Kardeşlerim!
Gelin, anne-babalar olarak yavrularımızı Kur’an
ziyafetiyle buluşturalım. Zihin ve gönül dünyalarında
Kur’an’a dair güzel hatıralar, hoş esintiler bırakalım.
Onları her iki dünyada hayır ve güzelliklere götürecek
kapıların ardına kadar açılmasına vesile olalım.
Hutbemi Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’de bizlere
öğrettiği bir dua ile bitirmek istiyorum:
“Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz
aydınlığı kıl ve bizi Allah'a karşı gelmekten
sakınanlara önder eyle!”4
1
Yûnus, 10/57.
Mülim, Müsafirun, 269.
3
Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân, 21
4
Furkân, 25/74.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 24.09.2015
KURBAN BAYRAMI
Aziz Müminler!
Rabbimizin rızasını umarak O’nun evine koşan, bu
bayramın huzur ve sevincine kavuşan Aziz Kardeşlerim!
Sabahınız hayrolsun. Bayramınız mübarek olsun.
Bizleri bu bayrama eriştiren Âlemlerin Rabbine sonsuz
hamd-ü senalar olsun.
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz,
Efendimiz (s.a.s)’e hitaben şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz biz sana bitmez tükenmez nimetler verdik.
Öyleyse sen rabbin için namaz kıl ve kurban kes! Asıl
soyu
İLİ
: GENEL
TARİH : 18/09/2015
olabilmektir.
Kurbanlarımızla
bir
taraftan
Rabbimize
yakınlaşırken
bir
taraftan
da
kardeşlerimizle aramıza köprüler kurabilmektir asıl
olan.
İşte böylesi ulvi gayelere matuf kurbanlarımız,
beden ülkesine hapsedilmiş ruhlarımızı yüceltir;
onları geldiği yüce kaynağa, yani Rabbimize
yakınlaştırır. Bu yakınlaşma, insanlığımızı daha da
derinleştirir, merhamet duygularımızı harekete
geçirir ve sırat-ı müstakim üzerinde sebat etmemize
vesile olur.
KURBANLARIMIZ KARDEŞLİK İÇİN!
Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz
şöyle buyuruyor: “De ki: ‘Şüphesiz benim
namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da,
ölümüm de Âlemlerin Rabbi Allah içindir.’ ”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Âdemoğlu kurban
bayramı günlerinde Allah katında kurbandan
daha sevimli bir amel işlemiş olmaz...”2
Kıymetli Kardeşlerim!
Bizleri bir kurban bayramına daha yaklaştıran
Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar olsun. O’nun izni
ve lütfuyla önümüzdeki Perşembe günü hep birlikte
yeni bir bayramı idrak edeceğiz. Kurbanlarımızla
Rabbimize teslimiyet ve sadakatimizi, yapacağımız
paylaşımlarla kardeşliğimizi, bir ve beraber
olduğumuzu, yekvücut olduğumuzu bir kez daha
göstereceğiz.
Kardeşlerim!
Kurban, sadece belirli şartları taşıyan hayvanın
kesilmesinden ibaret değildir. Kurban, tarihin
derinliklerinden gelen ve bizlere nice manaları
haykıran bir ibadettir. Kurban, insanlığın kendisiyle
Adem’in evlatlarında ihlas, İbrahim’de sadakat,
İsmail’de teslimiyet sınavına tabi tutulduğu
hikmetli bir ibadettir. Müminin, mal-mülkten,
makam ve mevkiden, bir anlamda her türlü
esaretten uzaklaşarak Rabbine yakınlaşmasının
adıdır kurban. Kurban, Rabbin rızası için nefsin her
türlü heva ve hevesini, gayr-ı meşru isteklerini terk
ederek Yüce Mevla’ya İsmail misali kurban oluştur.
Kardeşlerim!
Kurbanla bizden asıl istenen, elimizle birlikte
gönlümüzü birbirimize açmak, sevgimizi ve
varlığımızı paylaşmaktır. Kurban, bir tezekkürdür,
tefekkürdür, hatırlamadır. Kurban, muhtaç kimsenin
hanesine muhabbet ve sevinç taşıyabilmektir; renk,
dil ve coğrafya ayrımı gözetmeksizin müminler
topluluğuna kardeşlik esintisi götürebilmektir.
Darlık, yokluk ve açlık içerisinde yaşayan, hiç
görmediğimiz,
tanımadığımız
kardeşlerimizin
dertleriyle dertlenebilmek ve onlara bir umut ışığı
Kıymetli Kardeşlerim!
Kurban ibadetinde dikkat edilmesi gereken
hususlar vardır. Büyükbaş hayvanlar yedi kişiye
kadar ortaklaşa, küçükbaş hayvanlar ise bir kişi
tarafından kurban edilebilmektedir. İlke olarak
kurban için küçükbaş hayvanlar bir, büyükbaş
hayvanlar ise iki yaşını doldurmuş olmalıdır.
Sağlıklı olmayan, hasta, topal, tek gözü kör, zayıf
ve cılız olan hayvanlar kurban edilmemelidir.
Ayrıca kurbanlık hayvana şefkatli davranılmalı, ona
eza vermekten sakınılmalıdır.
Kardeşlerim!
Yüce
Rabbimiz,
hiçbir
kimseyi
taşıyamayacağı bir sorumlulukla yükümlü kılmaz.
Bu itibarla, yeterli şartları taşımayanların kurban
kesmeleri, üzerlerine bir yükümlülük değildir.
Unutulmamalıdır ki, imkansızlıktan dolayı kurban
kesemeyenlerin taşımış olduğu samimi niyetler,
Allah katında ayrı bir değer ifade etmektedir.
Kardeşlerim!
Diyanet İşleri Başkanlığımız ile Diyanet
Vakfımızın, milletimizin emaneti olarak aldığı
vekalet kurbanları yedi kıtada fakirlere, yetimlere,
mazlumlara, mağdurlara, aç ve yoksullara taşımak,
onların dualarını, tebessümlerini, sevinçlerini alıp
tekrar milletimize ulaştırmak gibi bir görevi
bulunmaktadır. Bu bayramda da yurt dışında 104
ülke ve 472 bölgede, yurt içinde ise 182 farklı
merkezde “Vekâlet Yoluyla Kurban Kesim
Organizasyonu”
gerçekleştirilecektir.
Kurban
bağışları, 23 Eylül tarihine kadar devam edecektir.
Gerekli
şartları
taşıyan
kardeşlerimizin,
ülkemizdeki muhtaç kardeşlerimiz başta olmak
üzere Filistin’e Arakan’a, Somali’ye, Kosova’ya bir
kurban bayramı hediyesi göndermesi, ayrı bir önem
arz edecektir.
Bu duygu ve düşüncelerle Rabbimizden
hepimizi bayrama sağ salim eriştirmesini,
kurbanlarımızı
kabul
buyurmasını
niyaz
ediyorum.
1
2
En’âm, 6/162.
Tirmizî, Edâhî, 1.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 20.11.2015
KÜRESEL TERÖRÜN HEDEF ALDIĞI DİN: İSLAM
Aziz Müminler!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah’a
giden yolu kapatanlar, onu eğri ve çelişkili göstermek
isteyenler var ya, işte onlar derin bir sapıklık
içindedirler.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s)
şöyle buyuruyor: “Müslüman, elinden ve dilinden
Müslümanların güvende oldukları kişidir. Mümin ise
canları ve malları hususunda insanların kendisinden emin
oldukları kişidir.”2
Değerli Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, Peygamberimiz Muhammed Mustafâ
(s.a.s) aracılığıyla İslâm mesajını bütün insanlığa tebliğ etti.
Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmek, O’na hiçbir konuda
ortak koşmamak ve sadece O’na kullukta bulunmak, bu ilahi
mesajın temelini teşkil ediyordu. Bu mesaj, değerler
manzumesi olarak öldürmeyi değil yaşatmayı, zulmetmeyi
değil hakkı gözetmeyi, batıla değil hakikate tabi olmayı,
hayâsızlığı değil iffeti kuşanmayı ve erdemli duruşu takdim
ediyordu. Bu mesaj, cehaleti değil bilgi ve hikmeti
öğütlüyordu. Bu mesaj, savaşı değil barışı, terör ve vahşeti
değil vicdan ve merhameti, fitne ve fesadı değil sulh ve salahı
öğretiyordu. Bu mesaj, vurdumduymazlığı değil sorumluluğu,
bencilliği değil paylaşmayı, bölüp parçalamayı değil
birleştirmeyi esas alıyordu.
Kardeşlerim!
İslam, hayatın her kesitine vicdan ve merhameti bir ilke,
bir prensip olarak yerleştirdi. En zor zamanlarda dahi zulme,
şiddete ve haksızlığa asla müsaade etmedi. Meşru müdafaa
sadedinde değerlendirilen savaşın bile bir hukuku, bir ahlakı
olduğunu asırlar öncesinden insanlığa haykırdı. Kadına,
çocuğa, yaşlıya, tabiata dokunulmasını, zarar verilmesini kesin
olarak yasakladı. Bu insaf ve merhamet çağrısı kısa sürede tüm
coğrafyalarda yankı buldu. Müslümanlar, âleme silah, şiddet
ve vahşet değil; sevgi, merhamet, şefkat, adalet ve hakikat
medeniyeti taşıdı.
Ancak zamanla kimi cahil müntesipler, dinin özünden,
ruhundan, hayat veren değerlerinden uzaklaştı ya da türlü hile
ve desiselerle uzaklaştırıldı. İnsanı yaşatmak ve ona varlık
gayesini anlatmak üzere gelen bir din, nice süfli emellere alet
edildi. İslam, bütün hakikatleri insanlığa bildirmişken kimileri,
hakikatin sadece kendi ellerinde olduğunu iddia eder hale
geldi.
Kardeşlerim!
Yüce Dinimiz İslam, bugün çok daha büyük bir tehlike
ile karşı karşıyadır. Zira İslam’la, Müslümanlıkla ilgisi
olmayan cinayet şebekelerinin işlediği cürüm, saldırı, vahşet
ve katliamlar ne yazık ki İslam’la birlikte anılır olmuştur.
Modern zamanların tüm insafsızlığı, vicdansızlığı, adaletsizliği
İslam’a
ve
masum Müslümanlara
mal edilmeye
çalışılmaktadır. İslam, vicdanı ve insafı kirlenmiş, yüreği
tükenmiş insanlarca terör ve vahşetle birlikte zikredilerek
olumsuz bir İslam imajı ve algısı üretilmektedir. Dinimiz,
itibarsızlaştırılmaya, İslâm’la ilgili, insanların kalplerinde bir
endişe ve korku oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Kardeşlerim!
İnsanlığa rahmet olarak gelen bir dinin, bir kitabın, bir
peygamberin ve o dine mensup olan insanların bu tür terör
olayları üzerinden itibarsızlaştırılması, en az işlenen bütün bu
vahşetler kadar ağırdır. Yeryüzündeki en büyük cinayet, ahlak
ve hukuk tanımayan katliamlara cihat adı verilmesidir. İslam
dininde, hayat rehberimiz olan Kur’an-ı Kerim’de böyle bir
anlayış yoktur. Dinimizin cihat anlayışı, öldürmek değil,
yaşatmaktır. Harap etmek değil, mamur eylemektir. Gönüllere
kin, nefret, intikam tohumları değil, sevgi, şefkat, merhamet
tohumları ekmektir. Yeryüzüne şiddet, terör ve vahşet
üzerinden korku değil, hak ve hakikat yoluyla barış, güven,
huzur ve adaleti yaymaktır.
Kardeşlerim!
Bugün din adına masum insanları, kadınları, yaşlıları,
çocukları acımadan öldürenler aslında bütün insanlığı
katletmektedir. Ne hazindir ki, İslam’ın yüksek şiarı olan
tekbir, bu vicdansızlıklara alet edilmektedir. Aslında
Ankara’da Paris’te, Beyrut’ta, Bağdat’ta, Nijerya’da, hâsılı
dünyanın dört bir yanında öldürülen sadece masum insanlar
değil, âlemlere rahmet olarak gönderilen İslam’ın yüce
değerleridir. İnsanlığını yitirmiş, gözü dönmüşlerin yaptıkları
yüzünden
tahkir
edilen,
Kerim
Kitabullah’tır.
İtibarsızlaştırılan, Merhamet ve Şefkat Peygamberi Habibullah
Muhammed Mustafa’dır. Ötekileştirilenler, dışlananlar,
teslimiyetle bu kitaba, bu peygambere gönül veren sadık ve
masum Müslümanlardır.
Kardeşlerim!
Bugün, din kisvesine bürünmüş cinayet şebekeleri,
geçmişten günümüze birikmiş öfkeleri, incinmiş onurları,
bastırılmış duyguları, yıkılmış hayalleri istismar etmektedir.
Onlar bugün, tarihte acı hikâyeleriyle hatırladığımız, ortalığı
yakıp yıkan, topyekûn medeniyetimizi tahrip eden Moğollarla
aynı yöntemi kullanmaktadırlar. Vicdan ve insaf medeniyetine
kast eden Haçlılarla aynı yolu yürümektedirler. Bu
coğrafyanın masum insanlarını ölümlerden ölüm beğenmeye
mecbur
edenler,
aslında
tüm
insani
değerlere
kastetmektedirler. Ancak bizler biliyoruz ki, dillerinden tekbir
düşmese de, alınları secdeden kalkmasa da insanlık dışı
katliamların faillerinin İslam’la uzaktan yakından asla ilgisi
yoktur. Zira insana ve insanlığa yönelik bu tür vahşeti
gerçekleştirenlerin, onları yönlendirenlerin ne Allah’a
saygıları, ne de herhangi bir dine mensubiyetleri söz konusu
olabilir.
Kardeşlerim!
Öyleyse geliniz dünyada huzura, ahirette kurtuluşa
erebilmek için İslâm’ın rahmet yüklü mesajlarına yeniden
sımsıkı sarılalım. Çocuklarımıza ve gençlerimize sahip
çıkalım. Onlara inanç ve değerlerimizi doğru öğretelim. Sahih
dini bilgiye ulaşma ve sahip çıkma çabasını hiç elden
bırakmayalım. Sunulan her dini bilgiyi araştırma ve
incelemeden kabul etmeyelim. İslâm’ın rahmet iklimini en
güzel şekilde temsil etmek için gayret gösterelim.
Hutbemizi şu dua ile bitirmek istiyorum: “Rabbimiz!
İlmimizi, anlayışımızı artır ve bizi salih kullarından eyle!”
1
2
İbrahim, 14/3.
Tirmizî, İmân, 12.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 24/04/2015
MANEVİ COŞKUNUN ZİRVESİ: ÜÇ AYLAR
Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten
sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş
olduğuna baksın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz
Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle
buyuruyor: “Allah’ım! Recep ve Şaban ayını bizim için
mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.”2
Aziz Müminler!
Bizleri, rahmet, bereket, mağfiret mevsimi üç aylara
yeniden ulaştıran Yüce Rabbimize sonsuz hamdü senalar olsun.
Geçtiğimiz Pazartesi günü Recep ayına girdik. Dün gece
RegâibKandili’ni hep birlikte samimiyetle, yakarışla ve en ulvi
hislerle idrak ettik. Rabbimize olan rağbetimizi bir kez daha
tazeledik. O’na verdiğimiz kulluk sözümüze olan sadakatimizi
yeniledik. Dualarımızı, en içten bağışlanma dileklerimizi
yalnızca O’na arz ettik.
Kıymetli Kardeşlerim!
Müminler olarak her yıl Recep ayı geldiğinde tarifsiz bir
heyecan sarar bizleri. Üç ayların başında yer alan
RegaibKandili ile, adeta hayata yeni bir başlangıç yaparız. Bu
kutlu gece, aynı zamanda her şeyin bir evveli bir de sonunun
bulunduğunu hatırlatır bizlere. Şu fâni dünyada hayatın, her bir
nimetin, imtihanın bir parçası olduğunu haber verir. Regaib
gecesi, dünyaya dair arzularımızı,tutkularımızı gözden
geçirmemiz gerektiğini, çabucak geçip giden bu hayatta asıl
kazancın Rabbimize rağbetimiz olduğunu bildirir.
Mirâcın yükselme, yücelme olduğu şuuru ile imanımızla,
ahlakımızla, sadakatimizle, salih amellerimizle Rabbimiz
nezdinde yücelmeye çalışırız. Bunun yanında gerçek yüceliğin
yalnızca O’na ait olduğunu bir kez daha ikrar ederiz.
Berat ile günah ve kirlerden temizlenerek, bizi ebedi
nimetlere, sonsuz cennete götürecek beratimizi almak için
çabalarız. Ve nihayet Kur’an ayı Ramazan’a kavuşmanın
hazzını iliklerimize kadar doyasıya yaşarız. Rahmet,
bağışlanma ve cehennemden kurtuluş ayı olan Ramazan’ı en
güzel şekilde karşılayıp değerlendirmenin yollarını ararız. Bu
kutlu anlarda varlığımızın, varoluşumuzun, kulluğumuzun
hikmet ve amacını bir daha kavrarız. Paylaşma, infak, yetime,
kimsesize, yoksula, muhtaca el uzatmakla huzur duyarız.
Bizlere hayat yüklü mesajlar takdim eden Kerim Kitabımızın
Efendimiz (s.a.s)’e vahyedildiği mübarek Kadir Gecesi’ne
kavuşmanın mutluluğunu gönlümüzün derinliklerine kadar
hissederiz. Bir ömre bedel olan bu bereketli gecede sevinç ve
neşe ile dolarken, bize türlü hikmetler bahşeden oruca,
Ramazan’a veda etmenin de burukluğunu tadarız. Ardından
Yüce Mevlamızın bir ikramı olan ve “ben” in “biz” e
dönüştüğü bayram ile birlik ve beraberliğimizi, kardeşliğimizi,
ülfet ve muhabbetimizi ortaya koyarız.
Kıymetli Kardeşlerim!
Üzülerek ifade edelim ki, üç ayların başlangıcı şu
günlerde dünyanın pek çok yeri, sıkıntı ve buhranlarla
çalkalanmaktadır. Özellikle İslam dünyasında yaşanan şiddet ve
çatışmalar, müminlerin manevi mevsime yine acı ve hüzünle
girmesine neden olmaktadır.
Diğer taraftan son zamanlarda sıkça yaşanan göçmen
facialarına birkaç gün önce Akdeniz’de bir yenisi daha eklendi.
Bu elim olayda, ülkelerindeki yokluk, yoksulluk, açlık ve
sefaletten, insan onur ve haysiyetiyle bağdaşmayan
uygulamalardan kaçan yüzlerce kişi umutlarıyla beraber suların
derinliklerine gömüldü. İnsanca bir yaşam, aydınlık bir gelecek
uğruna nice canlar karanlıklarda yok oldu. İnsanlık, kaybolan
canlara hiç de bu kadar bigâne kalmamıştı. Bu olay, bizlere
birlikte
yaşama
ahlakımızı,
insana
bakışımızı,
sorumluluğumuzu bir kez daha sorgulamamız gerektiğini
hatırlattı.
Kaldı ki, Yüce Rabbimiz, yeryüzünü hepimize yetecek
genişlikte yarattı. Birlikte yaşamamız için siyahıyla beyazıyla,
zenginiyle fakiriyle bizi birbirimize emanet etti. Ancak
kimileri, bu alemin sadece kendilerine ait olduğunu zannetti ve
diğerine yaşam hakkı tanımadı. Sadece kendi hayatının kutsal,
dokunulmaz olduğunu, birilerinin hayatının ise hiçbir değer
ifade etmediğini düşündü.
Rabbimiz, yer küreyi, bütün insanlığa kâfi gelecek
miktarda rızıkla donattı. Ancak, kimileri ihtirasın, kazandıkça
kazanmanın girdabına, şımarıklığına kapıldı. Rabbimizin,
fıtratımızda var ettiği kanaat, paylaşma, yardımlaşma,
dayanışma gibi hasletlerden uzaklaştı ve kendi dışındakileri yok
sayarak onların rızkını gasp etti.
Kardeşlerim!
Dünyanın birçok yerinde var olan açlık, sefalet, şiddet,
çatışma ve kaosun ortadan kaldırılması, dünya mazlumlarının
ümitlerinin korunması, İslâm’ın rahmet, adalet ve hayat yüklü
mesajlarının yeryüzünde hakim kılınmasına bağlıdır. Bu
düşünceden hareketle öncelikle mümin gönüllerin merhamet
eğitiminden geçmesi, sevgi, şefkat, hilm ve kardeşlikle
buluşması, kalb-i selîm sahibi olması gerekmektedir.
Unutmayalım ki bizler, bilgiye, imana, Kur’an’a, üsve-i
hasene bir peygambere, köklü bir medeniyete, zengin bir
birikime sahibiz. Geçmişte, İslam coğrafyasında birlik ve
beraberliği, muhabbet ve meveddeti, kardeşlik ve dayanışmayı,
dünyanın pek çok yerinde sulh ve sükûnu, merhamet ve adaleti
sağlamış bir medeniyetin mensuplarıyız. Bugün de, İslâm’ın
mesajlarını öncelikle gönüllerimize, hayat süreçlerimize ve
nihayet asrın idrakine söyletmek, hakkı, hakikati, adaleti,
ahlakı, fazilet ve erdemi yeniden tesis etmek hepimizin
görevidir.
Kardeşlerim!
Gelin, kutlu zaman dilimleri olan üç ayları fırsat bilelim.
Kalb-i selim dışında hiçbir şeyin fayda vermediği o gün
gelmeden önce nefislerimizi hesaba çekelim. Herkesin büyük
kalabalıklar içerisinde yalnızlığı yaşadığı bu dünyada
adımlarımızı, sevgiye, dostluğa ve kardeşliğe doğru atalım.
Başta
ailelerimiz
olmak
üzere,
mahallelerimizde,
beldelerimizde ve ülkemizin her köşesinde muhabbetle
birliğimizi ve dirliğimizi pekiştirelim.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizin mübarek üç aylarını
tebrik ediyorum. Üç ayların rahmet, mağfiret ve bereket
ikliminin, ülkemizden başlayarak dalga dalga tüm insanlığı
kuşatmasını, onların hidayet, barış ve huzuruna vesile olmasını,
bu mübarek gün, gece ve aylarda yapacağımız ibadet, dua ve
yakarışların kabul olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.
1
2
Haşr, 59/18.
Ahmed b. Hanbel; Müsned, 1/259.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 16.10.2015
MERHAMET İKSİRİNİ YUDUMLAYABİLMEK
Kardeşlerim!
Bu hafta hicri takvime göre 1437 yılının ilk ayı
olan Muharrem’i yaşamaya başladık. Peygamber
Efendimiz (s.a.s)’in ifadesiyle “hürmete layık bir
aya”1 ve yeni bir yıla girdik. Muharrem, bir taraftan
yenilenmeyi, umut ve azimle yola revan olmayı
hatırlatır. Bir taraftan da Kerbelâ’nın derin acısını ve bu
acıdan payımıza düşen ibreti anımsatır.
Kerbelâ, Peygamberimiz (s.a.s)’in ciğerparesi,
reyhan kokulu torunu, cennet gençlerinin efendisi Hz.
Hüseyin’in,2 çoğu ehl-i beytten olan yetmişten fazla
mümin ile birlikte şehit edildiği yerdir.
Aziz Kardeşlerim!
Geçmişten günümüze yaşanan ve yüreklerimizi
dağlayan bu tür elim hadiselerin temelinde, insanın
merhametsizliğinin, insaf ve vicdan yoksunluğunun
yattığını görürüz. Nitekim bu insaf ve merhamet
yoksunluğunun, insanı ne kadar zalim ve gaddar hale
getirebileceğine geçtiğimiz günlerde Ankara’da bir kez
daha üzüntüyle şahit olduk. Onlarca vatandaşımızın
hayatına kasteden menfur terör saldırısı hepimizi
derinden yaraladı.
Bu tür menfur saldırılar karşısında dün olduğu gibi
bugün de metin bir duruş sergileyerek ve kardeşlik
beyanımızı
tekrarlayarak
gevşemeyecek
ve
dağılmayacağız. Aksine birbirimizle daha fazla
kenetlenerek güçlenecek; akılla, ferasetle, sağduyu ve
duayla sıkıntıları hep birlikte aşacağız.
Kıymetli Kardeşlerim!
Kerim Kitabımızda merhamet sahibi müminlerin
şu kuşatıcı duasına yer verilir: “… Rabbimiz! Bizi ve
bizden önceki iman etmiş kardeşlerimizi bağışla;
kalplerimizde iman edenlere karşı kötü bir düşünce
ve duyguya yer bırakma. Rabbimiz! Kuşkusuz sen
çok şefkatlisin, çok merhametlisin.”3
Rahmet Elçisi (s.a.s) de bizleri şu hadisiyle
merhameti
şiar
edinmeye
çağırır:
“Siz
yeryüzündekilere merhamet edin ki Yüce Allah da
size merhamet etsin.”4
Kardeşlerim!
Merhamet, Allah’ın Rahman isminin bir
yansımasıdır. Âlemlerin Rabbi, “Rahmetim gazabımı
geçti.”5 buyurarak merhametinin enginliğini haber
vermiştir. İnsanlığa en güzel örnek olan Peygamberimiz
(s.a.s)’in de en belirgin özelliği, onun merhamet ve
şefkat peygamberi olmasıdır.6 O, merhameti, mümin
olmanın en başta gelen gereklerinden biri olarak takdim
etmiştir. Efendimiz (s.a.s), bütün müminleri birbirlerine
merhamette, muhabbette, lütufta ve yardımlaşmada bir
vücuda benzetmiştir. Öyle ki, bu vücudun bir organı
hastalanınca, diğer organlar da hasta olanın acısını
paylaşır.
Kardeşlerim!
Asırlarca O’nun bu rahmet deryasını, şefkat ve
merhametini
yudumlamış
bir
medeniyetin
mensuplarıyız. Bu medeniyet, merhametten uzaklaşarak
katılaşmış
nice
kalpleri
merhamet
iksiriyle
yumuşatmıştır. Bu medeniyet, merhametiyle birlikte
insanlığını da kaybetmiş nice toplumları yeniden
merhametle tanıştırmıştır. Bu medeniyet, “Yaratılanı hoş
gör, Yaratan’dan ötürü.” sözleriyle insanlığa “önce
insan” ilkesini öğretmiştir. Bu medeniyet, “Şefkat ve
merhamette güneş gibi ol!” anlayışını yaşamış, yaşatmış
ve dünyanın dört bir yanına taşımıştır.
Aziz Müminler!
Üzülerek belirtmek gerekir ki, böylesi bir
medeniyetin mensupları olarak bizler her geçen gün
merhametimizi yitiriyoruz. Bugün, insanlık, vicdansızlık
ve merhametsizlik sorunu yaşıyor. En acısı da insanlığa
örnek olması gereken müminler, birbirlerine karşı
merhamet, saygı, hoşgörü ve birlikte yaşama ahlakını
kaybediyor. Şefkatin yumuşaklığıyla bezenmesi gereken
mümin kalpler, İslam dünyasının pek çok yerinde, kin
ve nefretin ateşiyle kavruluyor. Birbirlerine hayır, iyilik
ve hayat vermek için uzanması gereken eller, bugün
şiddet, terör ve ölüme uzanıyor.
Kardeşlerim!
Bütün bu olumsuzluklar karşısında yapmamız
gereken, kendimize, ailemize, çevremize ve birbirimize
karşı düşüncelerimizi ve davranışlarımızı bir kez daha
gözden geçirmektir. Şiddetin, acımasızlığın, terörün,
savaşların, katliamların kol gezdiği bir dünyada, en çok
muhtaç olduğumuz şey, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in
merhamet yüklü mesajlarına yeniden sarılmaktır.
Yüreklerimizi onun mektebinde eğitmek, ondan
aldığımız ışıkla rahmet insanları olmak ve yeniden
rahmet toplumları inşa etmektir.
Aziz Kardeşlerim!
Hutbeme son verirken yeni hicri yılınızı tebrik
ediyorum. Bu mübarek Cuma vaktinde, şehitlerin serçeşmesi Hz. Hüseyin Efendimiz başta olmak üzere
bütün şehitlerimizi ihtiramla anıyor, teröre kurban giden
bütün canlara Allah’tan rahmet diliyorum. Asırlardan
beri Peygamber (s.a.s) ve ehl-i beyt sevgisi etrafında
kenetlenen milletimizin barış, huzur, güven, anlayış ve
saygı içerisinde zor günleri aşmasını Cenab-ı Mevla’dan
niyaz ediyorum. Rabbimiz, her türlü fitne, fesat ve
tuzağa karşı aziz milletimizin yar ve yardımcısı olsun.
1
Müslim, Sıyâm, 203.
İbn Mâce, Sunne, 11/4.
3
Haşr, 59/10.
4
Ebû Dâvûd, Edeb, 58.
5
Buhârî, Tevhid, 22.
6
Tevbe, 9/28.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 02/01/2015
MEVLİD:
RAHMET ELÇİSİNİN
DÜNYAYI
TEŞRİFİ
Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir
müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah'ın izniyle kendi yoluna
çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak
gönderdik.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s)
şöyle buyuruyor: “Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş,
bana karşı gelen Allah’a karşı gelmiş olur...”2
Kıymetli Kardeşlerim!
Bugün Cuma; inananların bayramı. Bugün Mevlid
Kandili; neşe, sevinç günü. Âlemlere rahmet olarak
gönderilen Hâtemü’l-Enbiyâ Muhammed Mustafâ
(s.a.s)’nın dünyayı teşriflerinin yıldönümü bugün.
Bugün, beşeriyetin, en kutlu doğumuna şahitlik
ettiği mübarek bir gündür. Bugün, insanlığın en kurak, en
makûs dönemlerinden birinin daha sona ermeye yüz
tuttuğu gündür. Bugün, Âdemoğlunun efkârını kaplayan
küfür ve cehalet bulutlarının bir kez daha dağılmaya
mahkum olduğu gündür. Bugün, yerlerin ve göklerin
Muhammedî nura gark olduğu gündür.
Kardeşlerim!
Kerim Kitabımızda biz müminler için en güzel
örnek olarak takdim edilir Allah Resulü (s.a.s). 3
Rabbimiz, kendi sevgisine mazhar olmanın, Habibini
sevmeye ve onun yolundan gitmeye bağlı olduğunu
bildirir.4 Zira, Peygamber sevgisi bir beşere duyulabilecek
en ulvi sevgidir. Peygamberin yolu güzellikler yoludur.
Peygamberin yolu, hak, hakikat, adalet, sadakat, ahlak
yoludur. Onun yolu, merhamet, şefkat, hoşgörü, birlik,
beraberlik yoludur. Bu yol, her iki âlemde huzur ve
mutluluğa götüren kutlu bir yoldur.
Kardeşlerim!
Efendimiz (s.a.s), kızgın çölün bereketsiz
topraklarında bedevî insanlardan oluşan bir toplumdan
İslam medeniyetinin nüvesini teşkil eden medeni bir
toplum inşa etmiştir. O, aşağıların aşağısına yuvarlanmış
insanlığı ulvi değerlere kavuşturmuştur. Kin, nefret ve
intikam toplumunu sevgi, muhabbet, şefkat ve rahmet
toplumuna dönüştürmüştür. Bu yüzdendir ki, Allah
Resulü (s.a.s), bütün Müslümanların her zaman ve her
asırda örnek alacağı yegâne rehberdir. Yeter ki onun
rehberlik ve örnekliğine her daim başvurabilelim. Yeter ki
ona hayatımızın her safhasında yer verebilelim. Yeter ki
onun insanlık âlemine takdim ettiği değerlere hakkıyla
riayet edebilelim.
Kardeşlerim!
İnsanlık bugün doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle
güneyiyle topyekûn, çok çetin bir sınavdan geçmektedir.
Bugün yaşanan amansız zulümler, yürekleri burkan
şiddet, oluk oluk akan kan, dinmeyen gözyaşı, yitirilen
umutlar, heba olan hayatlar, insanlığın zorlu bir vicdan
imtihanından geçtiğini göstermektedir. Özellikle gönül
coğrafyamızda aynı kitaba, aynı peygambere inanan, aynı
duyguları paylaşan insanların birbirlerine karşı
sergiledikleri acımasız tutumları hepimizi derinden
yaralamaktadır.
Kardeşlerim!
Unutmamak gerekir ki bu olumsuzluklar karşısında
her birimizin yükümlülükleri vardır. İnananlar olarak,
Kerim Kitabımız ve Efendimizin insanlığa takdim ettiği
yüce değerler ile hayatımızı tezyin etmek ve bunlar
uğrunda mücadele vermek hepimizin aslî görevidir. Her
birimiz Rahmet Elçisinin bize miras bıraktığı hak,
hakikat, ahlak, merhamet, şefkat, adalet, kardeşlik
anlayışını ailemize, toplumumuza ve tüm insanlığa
taşımakla sorumluyuz. Bunu başarabildiğimiz takdirde
insanlık özlediği güzel günlere, saadet asrına yeniden
kavuşacaktır. İşte o zaman dünya gerçek medeniyetlere
yeniden yelken açacaktır. İşte o zaman Efendimizin
mevlidi bizim dünyamızda gerçek anlamını bulacaktır.
Gerçek şu ki; Efendimiz (s.a.s)’in örnekliği ve rehberliği,
Müslümanların ve insanlığın içine düştüğü her türlü
bâdireyi atlatması ve özlenen aydınlığa, vicdana, insafa
kavuşması yolunda yegâne sığınaktır.
Kardeşlerim!
Bu duygu ve düşüncelerle mevlid kandilinizi tebrik
ediyorum.
Rabbimiz! Mevlid-i Nebi’yi ülkemiz, gönül
coğrafyamız ve bütün insanlığın huzuruna vesile eyle!
Rabbimiz! Bizleri kendine hakiki kul, habibine gerçek
ümmet olanlardan eyle!
Ahzâb, 33/45-46.
Buhârî, Cihâd, 110.
3 Ahzâb, 33/21.
4 Âl-i İmrân, 3/31.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 15/05/2015
﷽
‫صا الَ ۪ذي‬
َ ‫سُ ْبحَا َن ال َ ۪ذ ٓي َاسْ ٰرى ِب َع ْب ِد ۪ه لَي اًْل ِم َن ا ْلمَسْ ِج ِد ا ْل َح َر ِام ِالَى ا ْلمَسْ ِج ِد ْاْل َ ْق‬
َ ‫ح ْولَهُ لِنُ ِريَهُ مِنْ ٰايَاتِنَا ۜ ِانَهُ ُه َو‬
‫الس ۪مي ُع ا ْلب َ۪صي ُر‬
َ ‫بَا َر ْكنَا‬
ِ َ ‫عَنْ َع ْب ِد‬
ِ َ ‫ أ ُ ْع ِط َى رَسُ و ُل‬:‫اّلل ب ِْن مَسْ عُو ٍد قَا َل‬
:‫اّلل صلى اّلل عليه وسلم ث ًَلَثاا‬
َ َ‫أ ُ ْع ِطى‬
ِ َ ِ‫خوَاتِي َم سُ و َر ِة ا ْلبَ َق َر ِة َو ُغ ِف َر لِمَ نْ لَ ْم ي ُشْ ِر ْك ب‬
‫اّلل‬
َ ‫س وَأ ُ ْع ِط َى‬
َ ْ‫َات ا ْلخَم‬
ِ ‫الصلَو‬
. ُ‫مِنْ أ ُ َم ِت ِه َشيْئاا ا ْل ُم ْق ِح َمات‬
MİRAÇ KANDİLİ
Kardeşlerim!
Müminler olarak bu gece nice mana ve hikmetle
dolu mübarek Miraç Kandili’ni idrak edeceğiz.
İsrâ ve Miraç, Peygamberimiz (s.a.s)’in bir gece
Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da Yüce
Mevla’nın sonsuz ayet ve kudretini müşahede etmek için
yaptığı mucizevi bir yolculuktur. Pek çok ilahî hikmet ve
bereketi barındıran bu kutlu yolculuk, okuduğum âyet-i
kerimede şöyle dile getirilmektedir:
“Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim
diye kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini
mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya ulaştıran
Allah’ın şanı ne yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla
işiten, hakkıyla görendir.”1
Kıymetli Kardeşlerim!
Miraç, Rahmet Peygamberi (s.a.s)’nin Allah’ın
sonsuzluğu, yüceliği ve O’nun nihayetsiz kudretine
yaptığı en görkemli şahitliktir. Rabbimiz, bu şahitlikte
gerçek yüceliğin yalnızca kendisine ait olduğunu
Efendimizin şahsında beşeriyete bir kez daha göstermiştir.
Aynı zamanda arınma, yücelme ve kulluğun zirvesine
erişmenin yollarını da öğretmiştir. Alemlerin Rabbi,
teslimiyet, sadakat, ahlak, doğruluk, dürüstlük timsali
olan Kutlu Nebi’yi miraç ile taltif buyururken biz
kullarına da mesajlar vermiştir. Buna göre, ömrünü bu
yüce değerlerle tezyin edenler, kulluk basamaklarında her
daim yükseleceklerdir. Onlar, cennetin ebedi nimetlerine
mazhar olarak bâki makamlarda yüceleceklerdir.
Aziz Müminler!
Miraç, bir yünüyle Rabbe vuslat, bir yönüyle de
Rabbin nehyettiklerini terk ediştir. Biz müminler için
müjdedir Miraç. Rabbimiz, kendisine ortak koşmayanların
büyük günahlarının bağışlanacağını bu kutlu gecede
müjdelemiştir.
Bizler için hediyedir Miraç. Rabbimize en yakın
anımız olan namaz, bu gece beş vakit farz kılınmıştır.2
Resûlullah Efendimiz (s.a.s)’in, miraç ile mana âleminin
basamaklarında bir bir yükseldiği gibi bizler de Rabbimiz
katında namazlarımızla yükseliriz. “Allahu ekber”
diyerek, tekbirimizle dünyanın bütün hengâmelerinden
sıyrılıp yaratılış ve varoluşumuzun hikmet ve anlamını
derinden kavrarız. Kıyamımızla istikamet üzere, dosdoğru
oluşu simgeleyerek Allah’ın huzurunda dururuz.
Kıraatimizle, O’na en içten sena ve yakarışta bulunuruz.
Rükûmuzla yalnız Rabbimizin önünde boyun eğdiğimizi
gösteririz. Secdemizle O’na en yakın olmanın ve kulluğun
zirvesine varmanın hazzını duyarız. Tahıyyatımızla
Rabbimizi yüceltirken biz de yüceliriz. Selamımızla
özgürlük ve felahı hatırlarız. Günde beş vakit
namazımızda tüm canlılığıyla miracı doyasıya yaşarız.
Kardeşlerim!
Her gün yatsı vaktinde okuduğumuz Âmenerresûlü
diye başlayan âyetler bize Miracın bir hediyesidir. Bizler
bu ayetlerde, “Allah’a, meleklerine, kitaplarına,
peygamberlerine iman ettik” diyerek Rabbimize
verdiğimiz kulluk sözümüzü yenileriz. “İşittik, itaat
ettik. Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş ancak
sanadır.” âyetiyle teslimiyetimizi dile getiririz. “İnsanın
yaptığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir”
diyerek sorumluluk bilincimizi tazeleriz. Bununla birlikte,
dünyada yapıp ettiğimiz her şeyin bir hesabı ve karşılığı
olduğunu, ahireti ikrar ederiz. Ve nihayet, şu dualarımızla
Rabbimize en içten yakarışlarla iltica ederiz. “Rabbimiz!
Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu
tutma. Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi,
bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz! Bize gücümüzün
yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize
acı. Sen Mevlamızsın, kafirlere karşı bize yardım et.”
Kıymetli Kardeşlerim!
Miraç değerleri, bizlere yüce ve anlamlı ufuklar açan
kutsal değerlerdir. Miraç değerleri ile insan, esfel-i
safiline, aşağıların aşağısına savrulmaktan kurtulur;
ahsen-i takvime, en güzel hale ulaşır. Miraç değerleri,
insanı sidre-i müntehaya, en üst kemal noktasına çıkarır.
Bu ulvi değerler, bizleri ebediyen huzur içinde kalınacak
cennete götürür. Yeter ki bizleri yükseltecek bu değerlere
sımsıkı sarılalım ve bunları hayatımıza yansıtmakta
kararlı olalım. Yeter ki burağımız imanımız, refrefimiz
ibadetlerimiz, salih amellerimiz ve güzel ahlakımız olsun.
Böyle olduğu takdirde hayatımızın her anı bizim için
miraç olacaktır.
Kardeşlerim!
Miraç Kandili vesilesiyle Rabbimize, kendimize ve
çevremize karşı sorumluluklarımızı bir kez daha
hatırlayalım. Unutmayalım ki, bugün biz müminlere
düşen, miracı Peygamberimiz (s.a.s)’in bir hatıratı bir
tarih olarak okumak değildir. Bize düşen, Ebu Bekir
Efendimiz misali, Allah’ın emir ve yasakları karşısında
her daim sadakatle, teslimiyetle bir duruş sergilemektir.
Bu sadakat ve teslimiyeti gösteremeyenler, miracın
anlamı, ruhu ve kazanımlarından mahrum kalacaklardır.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizin Miraç Kandilini
tebrik ediyorum. Miracın, milletçe, âlem-i İslam olarak
yükselmemize ve yücelmemize, kardeşlik, birlik ve
beraberlik duygularımızın pekişmesine vesile olmasını
Yüce Rabbimizden diliyorum. Kandiliniz mübarek olsun.
1
2
İsrâ, 17/1.
Müslim, İman, 279.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 09.10.2015
NAMAZ DİRİLİŞTİR
Kardeşlerim!
Okuduğum ayeti kerimelerde Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır: “Müminler kurtuluşa ermiştir; onlar,
namazlarını huşu içerisinde kılarlar; anlamsız, yararsız
şeylerden uzak dururlar; zekâtı verirler; iffetlerini
korurlar… Emanetlerine ve ahidlerine sadakat
gösterirler; namazlarına titizlikle devam ederler. İşte
onlar, ebedi kalacakları Firdevs cennetlerine varis
olanlardır.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s)
şöyle buyurmaktadır: “Her kim beş vakit namazı, Allah
rızası ve ibadet bilinciyle rükuları, secdeleri, abdest ve
vakitlerine riayet ederek kılarsa cennete girer.”2
Aziz Müminler!
Namaz, müminin Allah’a yönelişinin en somut
göstergelerinden biridir. Namaz, vahyin bütün süreçlerinde
yer alan ve her peygamberin davet ettiği ortak bir ibadettir.
Peygamberler, bu nadide ibadetle ümmetlerine örnek
olmuştur. “Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri
namazı devamlı kılanlardan eyle.”3 yakarışıyla İbrahim
Halilullah’ın Rabbine niyazıdır namaz. “Yavrucuğum!
Namazı dosdoğru kıl!”4 diyen Lokman (a.s)’ın hikmetli
sözünde müşfik bir babanın evladına nasihatidir namaz.
“Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.”5 ilahi
emrine muhatap olan Musa (a.s) için Allah’ı anmak ve
O’na kul olmaktır namaz. “Nerede olursam olayım
yaşadığım sürece Allah bana namazı emretti.”6 diyen
İsa (a.s)’ın vazgeçilmezidir namaz. Kerim Kitabımızın,
“De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım
ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”7
âyetiyle Efendimiz (s.a.s)’in şahsında tüm müminlerden
istenen ihlas, samimiyet, Allah’a adanmışlık ve
teslimiyetin bir nişanesidir namaz.
Kardeşlerim!
Müminler olarak bizim dirilişimizdir namaz. Günde
beş defa Rabbimizin huzuruna ayrı bir heyecan ve
muhabbetle çıkar, O’ndan namaz vasıtasıyla yardım isteriz.
Namazla arınır, tazelenir ve güçleniriz. Biliriz ki; en hayırlı
amellerimizden birisi, vaktinde kıldığımız namazımızdır.8
Ve namazımız, bizleri her türlü kötülük ve günahtan
koruyan kalkanımızdır. Yine biliriz ki; ahirette ilk sualimiz
namazımızdan olacaktır.9 Bu yüzden, Kerim Kitabımızın
pek çok ayetinde övülen namaz ehlinden olmak için gayret
gösteririz. Riya ve gafletten alıkoymayan, kötülüklere karşı
bize kalkan olmayan namazdan Allah’a sığınırız.
Aziz Kardeşlerim!
Efendimiz (s.a.s), namazı “gözünün nuru”10,
“cennetin anahtarı”11 olarak nitelendirmiştir. Namaz, her
daim onun hayatının merkezinde yer almıştır. O, ruhunu
teslim ederken dahi ümmetine namazı vasiyet etmiştir.
Öyleyse bizler, onun bu vasiyetini tekrar tekrar
hatırlayarak ibadet hayatımızı şöyle bir gözden geçirelim.
Kendimize şu soruları bir soralım: Namazımız, bizim
gözümüzün nuru mu? Hakikaten Yüce Rabbimize bizi
bağlayan miracımız mı? Namazımız, yaratılışımızdaki
hikmet ve amacı bize hatırlatan bir zikir mi? Dünyanın
türlü çıkmazlarında, buhranlarımızda bir sığınağımız mı
namazımız? Namazımız, gündelik hayatta bir şekilde
kirlenen, yıpranan ruhumuz için bir arınma ve durulma
vesilesi mi? Namaz, hayatımızın kalbinde mi? Kalbimiz
namazda mı? Yokluğunda namaza derinden bir özlem
duyup, varlığında namazla hasret giderebiliyor muyuz?
Meşru bir mazeretimiz olmaksızın ertelediğimiz, ihmal
ettiğimiz, terk ettiğimiz namazımız yüreğimizde bir sızı,
bir nedamet, bir kasvet oluşturuyor mu? Bizim namazı,
namazın bizi terk etmesinden endişeleniyor muyuz?
Kardeşlerim!
Unutmayalım ki; namazlarımız kurtuluşumuzdur.
Yeter ki bizler, namazı Rabbimizin emrettiği, Efendimiz
(s.a.s)’in öğrettiği şekilde eda edelim. Namazın ruhuyla
dirilelim, ruhlarımızı namazla yüceltelim. Camilerimizi,
evlerimizi, gönül sarayımızı namazlarımızla mamur
kılalım.
Kıymetli Kardeşlerim!
Diyanet İşleri Başkanlığımız, Camiler ve Din
Görevlileri Haftası’nın bu seneki temasını “Cami ve
Namaz” olarak belirlemiştir. Hafta boyunca düzenlenecek
çeşitli etkinliklerle dinimizin direği, miracımız, Rabbimize
vuslatımız olan namaz ibadetinin ve camilerin
hayatımızdaki önemi, yüksek bir sesle dile getirilecektir.
Genç-yaşlı, büyük-küçük, kadın-erkek tüm kesimlere, tüm
kardeşlerimize namaz ve caminin hayat veren ikliminde
buluşmak için yeni bir davette bulunulacaktır.
Bu vesileyle söz konusu haftanın hayırlara vesile
olmasını, minarelerimizden yükselen yüce daveti ve
namazın aydınlığını ülkemizin üzerinden eksik etmemesini
Yüce Rabbimden niyaz ediyorum.
Hutbemi şu ayet-i kerimenin meali ile bitirmek
istiyorum: “Öyle müminler vardır ki, onları ne ticaret,
ne alışveriş Allah’ı anmaktan, namazı hakkıyla
kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz.”12
1
Mü’minûn, 23/1-2.
İbn Hanbel, IV, 266.
3
İbrahim, 14/40.
4
Lokmân, 31/17.
5
Tâhâ, 20/14.
6
Meryem, 19/31.
7
En’âm, 6/162.
8
Buhârî, Tevhid, 48.
9
Nesâî, Muhârebe, 2.
10
Nesâî, Işratü'n-Nisâ, 1
11
Tirmizî, Tahâret, 1.
12
Nûr, 24/37.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 27/02/2015
ÖLÜM VE ÖTESİ
Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Her insanın amelini boynuna yükledik.
Kıyamet günü kendisine açılmış olarak karşılaşacağı bir
kitap çıkaracağız. ‘Oku kitabını, bugün hesap sorucu
olarak sana nefsin yeter’ denilecektir.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s)
şöyle buyuruyor: “Kıyamet gününde insanoğlu şu beş
şeyden hesaba çekilmedikçe Rabbinin huzurundan bir
yere kımıldayamaz: Ömrünü nerede ve nasıl
tükettiğinden, gençliğini ne şekilde yıprattığından,
malını/servetini
nereden
kazanıp
nerelere
harcadığından, bildiği ile amel edip etmediğinden.”2
Kardeşlerim!
Hayatta hep yüz yüze olduğumuz hâlde bir türlü
idrakine varamadığımız bir gerçek vardır: Ölüm ve ötesi.
Oysa Peygamberimiz (s.a.s) bir hadislerinde, “Ağız tadını
kaçıran, lezzetleri yok eden ölümü çokça hatırlayın.”3
buyuruyor.
Şöyle geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki
zengin-fakir, genç-yaşlı, iyi-kötü, zalim-mazlum nice
insanlar bu dünyadan gelip geçtiler. Birçoğunun yerinden
yurdundan eser bile kalmadı. Her geçen gün bir sevdiğimiz
bizi bırakıp gidiyor. Biz de bir gün sevdiklerimizi bırakıp
gitmek için her an gelmesi muhtemel ecelimizi bekliyoruz.
Şurası bir gerçektir ki bugüne kadar ölümden yakasını
kurtaran hiçbir insan yoktur. Her geçen gün yıpranan
bedene, ağaran saça dur demek mümkün değildir. İstesek de
istemesek de doğumla geldiğimiz bu dünyadan ölümle
ayrılıp gideceğiz. Bu gerçeği Yüce Rabbimiz bizlere şöyle
bildiriyor: “Nerede olursanız olun, sağlam ve
güçlendirilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size
ulaşacaktır.”4 “Her canlı ölümü tadacaktır.”5
Kardeşlerim!
İmanın altı esasından biri de ahirete inanmaktır.
Ahiret yurdu, bu dünyada yaptıklarımızın karşılığını
bulacağımız, hâlimize göre mükâfat ya da azap göreceğimiz
yerdir. Öyle ki artık dünyaya geri dönüş yok; herkes bu
dünyadaki amelinin karşılığını eksiksiz görecektir. Kimseye
haksızlık da yapılmayacaktır. Yüce Allah bu hakikati şöyle
dile getirmektedir: “Her kim zerre ağırlığınca bir hayır
işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre
ağırlığınca kötülük işlerse onun cezasını görecektir.”6
Hesap gününde hiçbir şeye itiraz etme hakkımız
olmayacaktır. Zira karşımıza çıkan kendi işlediklerimizden
başkası değildir. Yüce Rabbimiz bu konuda şöyle
buyuruyor: “Artık kitap (amel defteri) ortaya
konmuştur; suçluların, onda yazılı olanlardan korkuya
kapılmış olarak, ‘Vay halimize! Bu nasıl kitapmış!
Küçük-büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp
dökmüş!’ dediklerini görürsün. Böylece yaptıklarını
karşılarında bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye
haksızlık etmez.”7
O günün manzarasını yine Yüce Yaratıcının
kelâmından dinleyelim: “Kişinin kardeşinden, anasından,
babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün
kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o
gün herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır. O
gün birtakım yüzler vardır ki pırıl pırıl parlar, güler
sevinirler. O gün nice yüzler de vardır ki toz toprak
içindedir. Onları bir siyahlık bürür. İşte onlar
kâfirlerdir, günaha dalanlardır.”8
Kardeşlerim!
İnsan, tabiatı gereği dünyaya düşkündür, âhireti ise
hatırından uzaklaştırma eğilimindedir.9 İnsanoğlunun
ölümden hoşlanmamasının, ondan ürkmesinin en önemli
sebebi, dünyaya olan aşırı tamah, ölümün ve âhiretin
unutulup hazırlık yapılmaması, günah ve isyan karanlığında
hakikat ışığının görülememesidir. Oysa Allah Rasûlü
(s.a.s)’nün uyarısı çok ağırdır: “…(Gaflete) dalan, gülüp
oynayan, kabirleri ve toprak altında çürümeyi unutan
kul ne bedbahttır! Azan, haddi aşan, nereden geldiğini
ve nereye gittiğini unutan kul ne bedbahttır!”10
Kardeşlerim!
Hiç düşündük mü? Neden dünyamızda kötülükler,
zulümler, haksızlıklar, katliamlar, savaşlar, cinayetler,
öldürmeler, suçlar bir türlü sona ermiyor? Neden hırsızlık,
arsızlık, edepsizlik, fuhuş, zina, taciz, uyuşturucu, alkol,
kumar hiç azalmıyor? Neden yalan, dolan, gıybet, iftira hiç
eksik olmuyor? Neden insanlar tabiata, çevreye ve diğer
canlılara sürekli zarar veriyor? Neden insanlardaki daha çok
kazanma, daha çok tüketme, daha çok sömürme, daha çok
eğlenme hırs ve tutkusu, ikiyüzlülük, bencillik, haset,
intikam, kin ve öfke bir türlü sona ermiyor?
Bu soruların birçok cevabı yanında çok önemli bir
cevabı var: Ölüm, ahiret ve hesap çoğu zaman aklımıza
gelmiyor. Ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam ettiğimiz
anlar oluyor. Unutmayalım ki günah ve haramlardan
uzaklaşıp sevaplara, hayırlara ve iyiliklere yönelmek için
ölümü, ahireti ve hesabı daima hatırda tutmak gerekiyor.
Kardeşlerim,
Dünya pazarında hiçbir şey karşılıksız verilmezken,
ebedî âlemde vaat edilen nimetler çalışmadan,
hazırlanmadan kazanılır mı? Mademki ölüm var, ahiret var,
hesap var, mizan var, sırat var, cennet var, cehennem var;
öyleyse ölüme, ahirete ve hesaba hazır olalım! Hesaba
çekilmeden önce kendimizi hesaba çekelim!
İsrâ, 17/13-14.
Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 1.
3
Nesâî, Cenâiz, 3.
4
Nisâ, 4/78.
5
Âl-i İmrân, 3/185.
6
Zilzâl, 99/7-8.
7
Kehf 18/49.
8
Abese, 80/33-42.
9
Kıyâmet, 75/20-21.
10
Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 17.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 30.10.2015
PEYGAMBERLER, İNSANLIĞIN YOLUNU
AYDINLATAN REHBERLERDİR
Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Biz Allah’a ve bize indirilene; kezâ
İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya‘kūb ve torunlarına
indirilenlere; yine Mûsâ ve Îsâ’ya verilenlere ve
bütün
peygamberlere
rableri
tarafından
gönderilenlere inandık. Onlar arasında ayırım
yapmayız; biz O’na teslim olmuşuzdur’ deyin.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Peygamberler, anneleri ayrı,
babaları bir kardeşlerdir; dinleri de birdir.”2
Kardeşlerim!
Yeryüzü, peygamberlerin insanlığa getirdiği ilâhî
vahiy kadar tutarlı ve sürekli bir zincire şahit olmamıştır.
Her gelen peygamber, bir öncekini tasdik ederek ilâhî
daveti insanlara ulaştırmıştır. Peygamberler, ilahi mesajı
sadece insanlara ulaştırmakla kalmamış, aynı zamanda
en güzel bir şekilde yaşayarak gönderildikleri
toplumlara örnek olmuşlardır.
Kardeşlerim!
Bütün peygamberler, aynı ilahi sözün elçileridir.
Onlar, Yüce Rabbimizin biz insanlara en büyük lütfu ve
ihsanıdır. Onlar, insanları küfrün kara bataklığından bir
olan Allah’ın tevhit yoluna, bilgi ve inancın aydınlığına
çağıran rahmet elçileridir. Onlar, insanlığın yolunu
aydınlatan, insanlığa merhamet ve şefkat, huzur ve barış,
dostluk ve kardeşlik, hak ve adalet, ahlak ve fazilet
önderliği yapan kutlu elçilerdir. Onlar, ilimle ameli,
hayatla ahlakı, hikmetle irfanı, bugünle yarını buluşturan
ve barıştıran rehberlerdir. Onlar, doğruyla yanlışı,
güzelle çirkini, iyiyle kötüyü, faydalıyla zararlıyı,
adaletle zulmü, ilimle cehaleti, samimiyetle gösterişi
birbirinden ayırt eden hidayet kaynağıdırlar.
Kardeşlerim!
Peygamberler, kalp gözümüzü açan, doğru yolu
gösteren Yüce Rahman’ın rahmet mektebinin
muallimleridir. Kültür ve medeniyet adına insanlık
onlara çok şey borçludur. Bugün gaflet, dalalet, cehalet,
fitne, kin, nefret ve intikam çıkmazında boğulan
insanlığın, onlara her zamankinden daha çok ihtiyacı
vardır.
Kardeşlerim!
Âdem (a.s) insanlığın atasıdır. Hatada ısrar
etmemeyi, tövbe ve istiğfarı ilk ondan öğrendik. Nuh
(a.s), insanlığın ikinci atasıdır. Zanaatı, tekniği,
tufanlardan kurtulmayı ondan öğrendik. İbrahim (a.s),
peygamberlerin atasıdır; akıl devriminin mimarıdır.
Ümmet olmayı ondan öğrendik. İsmail (a.s), teslimiyetin
simgesidir. Kurtuluş ve teslimiyeti ondan öğrendik.
Yakub (a.s), sabrın ve şefkatin timsalidir. Ümidi
kaybetmemeyi ondan öğrendik. Yusuf (a.s), cemalin,
vefanın ve asaletin adıdır. İstikameti, mücadeleyi,
affetmeyi ve başarıyı ondan öğrendik. Musa (a.s),
hukukun, cesaretin ve ahdin timsalidir. Hak ve adalet
mücadelesini ondan öğrendik. İsa (a.s), sevginin ve
rahmetin adresidir. Bağışlamayı ondan öğrendik.
Muhammed Mustafa (s.a.s), ilmin, irfanın, ahlakın,
güçlüyken müşfik olmanın, haklıyken özveride
bulunmanın, haksızlığa karşı en gür sedanın adıdır.
Allah’ın emirlerine tazim göstermeyi, mahlukata
şefkatle muamele etmeyi ondan öğrendik. Aklın ve
imanın önündeki en büyük engel olan batıl inanç,
bilgisizlik ve bağnazlığa karşı yüreğini ortaya koymayı
ondan öğrendik. O, nübüvvet zincirinin son halkasıdır,
Hâtemü’l-Enbiyadır. Âlemlere rahmettir. Ona iman biz
müminlerin başta gelen vazifesidir. Bizler, kelime-i
tevhidde, kelime-i şehadette Rabbimize imandan sonra
Efendimize imanı zikrederiz. Resule iman olmadan
Allah’a iman olmayacağını3, onu herkesten ve her
şeyden daha çok sevmedikçe kamil manada iman
edemeyeceğimizi4 biliriz. Zira Rabbimiz, pek çok ayette
Resulü’ne imanı kendine imanla birlikte zikretmiştir.
Kendi sevgisini kazanmayı Resulü’ne tabi olmaya
bağlamıştır.5
Kıymetli Kardeşlerim!
Şunu unutmayalım ki; peygambere iman etmek ve
onu her şeyden çok sevmek, onun hayat veren çağrılarını
gönülden kabul etmektir; onlara sımsıkı sarılmaktır.
Peygambere iman, ona ülfet ve muhabbet beslemektir.
Peygambere iman, insana, canlıya, kâinata onun
bakışıyla bakmaktır. Peygambere iman, onun güzel
ahlakıyla ahlaklanmaktır; onun merhameti, hoşgörüsü ve
tevazuunu kuşanmaktır. Efendimiz (s.a.s)’e iman, onun
getirdiği yüce değerlerle yücelmek, onun saygınlığını
zedeleyecek her türlü söz ve davranıştan kaçınmaktır.
Kardeşlerim!
Kâinatın efendisi, hidayet rehberimiz olan
Peygamberimiz (s.a.s)’e ve bütün peygamberlere sonsuz
salat ve selam olsun! Rabbimiz, Efendimiz (s.a.s)’in
ümmeti olma bahtiyarlığından bizleri mahrum
bırakmasın! Onun hayat veren örnekliğinden, iki cihan
mutluluğuna ulaştıran sırat-ı müstakiminden bir an olsun
ayırmasın!
1
Bakara, 2/136.
Buhârî, Enbiyâ, 48.
İbn Hanbel, VI, 382.
4
Buhari, İman 8; Müslim, İman 69.
5
Âl-i İmran 3/31.
2
3
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 18.12.2015
RAHMET VE MERHAMET YÜKLÜ ADALET
PEYGAMBERİ
Aziz Kardeşlerim!
Allah Resulü (s.a.s), ashabıyla birlikte Mekke’yi
fethetmeye gidiyordu. Bir ara, Ensar’ın sancaktarlığını yapan
Sa’d bin Ubâde’nin dilinden intikam dolu şu sözler döküldü:
“Gün, savaş ve intikam günüdür. Gün, kan akıtmanın helal
olduğu gündür…”
Bu sözleri duyan Rahmet Elçisi, hemen harekete geçti.
Sancağı Sa‘d’dan alarak başka bir sahabîye verdi. Ardından
ashabına döndü ve şöyle dedi: “Gün, merhamet günüdür.
Gün, kan akıtmanın haram olduğu gündür…”1
Aynı şekilde Efendimiz, ordusuyla Mekke’ye hareket
halindeyken yeni doğurmuş, yavrularını emziren bir köpek
gördü. Rahmet Elçisi, devesinden inerek bir sahabîyi bu
hayvanın başında nöbet beklemek üzere görevlendirdi. Ta ki
ordu, buradan geçinceye kadar, hayvan ve onun yavruları
zarar görmesin diye. Tam o noktada ashaba dönerek şöyle
dedi: “Yerdeki bütün mahlukata merhamet edin ki
göktekiler de size merhamet etsin.”2
Kardeşlerim!
Önümüzdeki Salı’yı Çarşamba’ya bağlayan gece
Efendimiz (s.a.s)’in dünyayı teşrifleri vesilesiyle Mevlid
Kandilini idrak edeceğiz. Kandilinizi şimdiden tebrik
ediyorum. Tüm insanlığın, Peygamberimizin yüce
örnekliğinden nasibini almasını Cenab-ı Mevlâ’dan niyaz
ediyorum. Rabbimiz, gönlümüzde var olan peygamber
sevgisini hiçbir zaman eksik etmesin. Bizi onun eşsiz
örnekliğinden mahrum bırakmasın.
Kardeşlerim!
Resul-i Ekrem Efendimiz, az önce zikrettiğim hikmet
ve insafla müzeyyen sözleriyle on dört asır öncesinden tüm
insanlığa büyük bir ders veriyordu. İnsana yakışanın yüreğini
kin, nefret ve intikam ateşiyle tüketmek değil; sevgi, saygı,
merhamet ve affın güzelliğiyle tezyin etmek olduğunu
haykırıyordu. Efendimizi âlemlere rahmet kılan ve ahlakta
yüce tutan, onun bu anlayış ve tavrıydı. O, insanlığın yolunu,
insanların gönül ve zihinlerini aydınlatan bir kandildi. O, bir
müjdeciydi; Allah’a hakiki anlamda kul olan, insanî değerleri
yaşayıp yaşatanlara büyük mükâfatlar olduğunu haber
veriyordu. Bir uyarıcıydı o; insana Rabbinden, fıtratından,
ahlak ve erdemden uzaklaşmamasını hatırlatıyordu.
Değerli Kardeşlerim!
Nübüvvet zincirinin son halkası olan Efendimiz (s.a.s),
insanlığı bir olan Allah’a inanmaya ve yalnızca O’na kul
olmaya davet etti. Onun daveti; ölüme hayat, zulme adalet,
cehalete bilgi, vicdansızlığa merhamet, husumete barış oldu.
İnsanlık, onunla gerçek anlamını, yaratılış gaye ve hikmetini
bir kez daha idrak etti. O’nun sözleri, insanı özüyle
buluşturan, kendisiyle barıştıran, tabiatla kaynaştıran,
Rabbine yakınlaştıran mesajlar oldu.
Aziz Müminler!
Geçmişten günümüze Müslümanlar olarak, ne zaman ki
bu mesajlara sımsıkı sarıldık, bunları yaşamak ve yaşatmak
için gayret gösterdik, işte o zaman Peygamberimize layık aziz
bir ümmet olduk. Ne zaman da gevşekliğe düştük, onun
hikmetli öğretilerinden, örnekliğinden uzaklaştık, işte o
zaman yolumuzu kaybettik ve ümmet olarak sıkıntılara maruz
kaldık. Bugün de topyekûn insanlık ve bilhassa da İslam
coğrafyasının içinden geçtiği zorlu süreçlerin temelinde onun
rahmet yüklü mesajlarının, bugüne ve yarına bakışının doğru
anlaşılamaması yatmaktadır. Onun eşsiz örnekliğinin,
ağızlardan gönüllere indirilememesi, zihinlere, dimağlara
iyice yerleştirilememesi, hayata geçirilememesi yatmaktadır.
Bugün, İslam coğrafyasının dört bir yanında katledilen
masum canların, akan kanın, gök kubbeye yükselen
feryatların sebebi bizim Şefkat Peygamberine hakkıyla
ümmet olamayışımızdır.
Kardeşlerim!
Efendimiz (s.a.s), insan ve Müslüman olarak bizlere
sorumluluğumuzu ve görevlerimizi öğretti. Ancak bizler,
çoğu zaman dünya meşgalesine adeta esir olduk. Efendimiz,
ırk, dil, renk, coğrafya ayrımı gözetmeksizin hepimizi aynı
Allah’a, aynı kitaba, aynı peygambere inanan, aynı secdeye
baş koyan, aynı kıblede istikameti bulan kardeşler olarak ilan
etti. Fakat bugün bizler, kardeşlik ahlakını unuttuk, böylesi
ulvi bir değeri çoğu zaman cehalet, menfaat, kısır çekişme ve
inatlaşmalara kurban eder olduk. Rabbimizin, “Biz seni
ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” 3 mesajıyla
takdim ettiği Peygamberimiz, bizlere merhameti, şefkati,
vicdanı, insafı, affı, sabrı ve hoşgörüyü öğretti. Ancak bizler,
kendimize, ailemize, çevremize karşı bu hasletleri yitirdik.
Yüreklerimiz katılaştı. Rabbimizin gönüllerimize yerleştirdiği
tertemiz fıtrata tam anlamıyla sahip çıkamadık.
Peygamberimiz, bizlere adaleti öğretti. Ancak bizler,
adalete yalnızca başkalarının muhtaç olduğunu zannettik. O,
bizlere yetim ve öksüz kalışı, çaresizlik içerisinde çare,
ümitsizlik içinde ümit oluşu, en zor zamanlarda bile hayata
azimle tutunuşu öğretti. Fakat bizler, başımıza gelen en ufak
bir musibette dahi savrulmalar yaşadık, çoğu zaman da kaderi
suçladık. O, bizlere kimsesizlerin kimsesi, mazlumların
umudu, gariplerin yurdu olmayı öğretti. Fakat bizler,
bitmeyen arzu ve isteklerimizi bir türlü dizginleyemedik.
Kardeşlerim!
Bugün, bütün insanlık olarak intikamı, nefreti, kan
dökmeyi önceleyen çağrılara değil, Efendimizin hikmet,
merhamet, vicdan, adalet, hak ve hakikat yüklü çağrılarına
ihtiyacımız var. Bugün, çoraklaşan yüreklerimizin onun
rahmet damlalarıyla hayat bulmasına ve yeniden
fethedilmesine çok ihtiyacımız var. Bugün, onun gözüyle
insanlığa bakabilmeye, onun yüreğiyle tüm acı ve kederleri
hissedebilmeye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
Bugün, her yönüyle onu örnek almaya, onun ahlakıyla
ahlaklanmaya; sünnetini, benliğimizi her türlü kötülükten
koruyacak erdemli tutum ve davranışlara dönüştürebilmeye
çok ama çok ihtiyacımız var.
Salât-u selam, tahıyyat-u ikram, her türlü ihtiram
Efendimiz (s.a.s)’e, onun âline, ashabına ve onun yolundan
gidenlere olsun.
Buhârî, Megâzî, 49.
Tirmizi, Birr ve Sıla, 16.
3
Enbiyâ, 21/107.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 17.07.2015
﷽
‫وَا ْعبُ ْد رَب َ َك حَتّٰى يَأْتِي ََك ا ْلي َ۪قي ُن‬
ِ ‫قَا َل رَسُ و ُل ا‬
:‫صلَى اللُ َعل َ ْي ِه َو َسل َ َم‬
َ ‫لل‬
َ ‫وَا ْعلَمُوا أ َ َن أَح‬
ِ َ ‫َب ا ْلعَمَ ِل إِلَى‬
‫الل أ َ ْد َو ُمه ُ َوإِ ْن َق َل‬
RAMAZAN MEKTEBİNİN ÖĞRETTİKLERİ
Kıymetli Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet
et.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz
(s.a.s), şöyle buyuruyor: “Biliniz ki, Allah katında
amellerin en makbulü, az da olsa devamlı olanıdır.”2
Bugün bir bayramımızı daha kutlamak için ikinci
kez bu ulu mabette toplanmış aziz kardeşlerim!
Bayramınız mübarek olsun, Cumanız mübarek olsun.
Ebedi bayramlarımızın müjdecisi olan bu bayramlardan
Rabbim bizleri mahrum bırakmasın.
Kardeşlerim!
Bundan bir ay önce hep birlikte Ramazan mektebine
kayıt yaptırdık. Bir ay boyunca bu okulda hep birlikte çok
güzel bir eğitim aldık. Bu mektebin huzur ve bereket dolu
sahurlarını, bizleri yücelten sevinç dolu iftarlarını doyasıya
yaşadık. Sadece bedenlerimizi değil, gönüllerimizi
rahatlatan teravihlere her akşam ayrı bir heyecanla koştuk.
Ramazan boyunca Kerim kitabımızla yeniden buluştuk.
Mukabelemizle Kur’an aşkımızı ve şuurumuzu pekiştirdik.
Hira’ya yürüyen Muhammedü’l-Emin (s.a.s)’in derdiyle
dertlendik. Vahyin muhatabı Resul-i Ekrem Efendimiz
(s.a.s)’e adeta yoldaş olduk.
Fıtır sadakamızla, zekât ve infakımızla kazancımızı,
zihnimizi, kalbimizi, dilimizi arındırdık. İbadetlerimizle,
hayır ve hasenatımızla Rabbimize yakınlaşmaya çalıştık.
Aziz Müminler!
Ramazan mektebinde bir irade eğitiminden geçtik.
Bu mektep, kötü alışkanlıkları terk edip güzel hasletler
kazanmak için bir fırsat sundu bizlere. Türlü hengâmelerle
kirlenen zihinlerimiz bu mektepte yeniden arındı. Türlü
arzular peşinde bitap düşen nefislerimiz yeniden duruldu.
Türlü meşgalelerle yorulan gönüllerimiz bu mektepte
tekrar huzur buldu.
Ramazan mektebi, bir korunak oldu hepimize.
Kavgalara, çirkinliklere, kötü sözlere, günah ve isyanlara
karşı iç âlemimizi kapattık. Bu tür olumsuzluklara karşı
sadece midemize değil aynı zamanda dilimize, elimize,
gönlümüze bütün uzuvlarımıza iftarı olmayan bir oruç
tutturduk. Dilimizin iftarı güzel sözlerimiz, gönlümüzün
iftarı, güzel duygularımız oldu. Aklımızın iftarı, insanlığa
huzur verecek bilgi ve düşünceler üretmek oldu. Elimizin
iftarı hayırlı işlerimiz oldu. Gözümüzün iftarı, güzelliklere
bakarak Yüce Rabbimizin kudret ve kuvvetini tefekkür
etmek oldu.
Kardeşlerim!
Ramazan mektebi, bizler için bir sabır ve şükür
eğitimine dönüştü. En uzun günlerde tuttuğumuz
oruçlarımızla, sabrı öğrendik. Yeryüzünde açlık ve
susuzluk çeken milyonların acısını, çilesini bir ay boyunca
yüreğimizin derinliklerinde hissettik. Hissettikçe de
elimizdeki nimetlere şükrettik. Bununla birlikte her bir
nimetin emanet olduğunu, bir gün mutlaka geri alınacağını
tekrar tekrar hatırladık.
Paylaşmayı, mutluluğun paylaştıkça çoğalacağını
öğretti bizlere Ramazan mektebi. Birlik ve beraberliğin en
nadide örneklerini gösterdi. İftar sofralarında hiç
tanımadığımız kardeşlerimizle bir araya geldik,
sevinçlerimize ortak olduk. “Sevdiğiniz şeylerden Allah
için vermedikçe iyiliğe erişemezsiniz.”3 âyetinin anlamını
daha iyi kavradık. Vakit iyilik vaktidir diyerek
etrafımızdaki yetim ve kimsesizlere, ihtiyaç sahiplerine,
gariplere, ülkemize sığınmış mültecilere gönüllerimizi ve
ellerimizi açtık. Kutlu Nebi’nin “Her iyilik bir
sadakadır.” 4 müjdesi ile iyilik peşinde koşup ahiret
yurduna hazırlık yaptık.
Kıymetli Kardeşlerim!
Ramazan mektebi, son günlerinde ömre bedel olan
Kadir Gecesini hediye etti bizlere. Meleklerin esenlik,
barış ve huzur mesajlarıyla üzerimize indiği Kadir
Gecesinde bizler de namazlarımız, salat ve selamlarımız,
zikir ve niyazlarımızla Rabbimiz katında kadrimizi
artırmaya çalıştık. Bununla birlikte insanlığın yolunu
aydınlatan son vahye mazhar olan bu gece Kur’an’la
irtibatımız ölçüsünde değer kazanacağımızı, ya da değer
kaybedeceğimizi bir kez daha hatırlattı hepimize.
Bütün bu güzelliklerle bizleri süsleyen Ramazan
mektebi, nihayet bayramı bize takdim etti. Bir aylık
eğitimin sonunda Rabbimizin bize olan bu büyük lütuf ve
ikramına mazhar olduk. Şimdi sevinç zamanı; neşemizi,
huzurumuzu birbirimizle paylaşma zamanı.
Ancak, hem yüreklerimizi burkup giden Ramazan
hem de gönüllerimize neşe sunan bu bayram bizlere çok
önemli bir mesaj veriyor. Bu kutlu günler, gerçek
bayramlara ulaşmanın Ramazanda kazandığımız ulvi
değerleri her daim koruyup bütün yaşam süreçlerimize
yaymaktan geçtiğini bildiriyor. Böyle yaptığımız takdirde
her günümüzün bir bayram olacağını, Ramazanın bizden
hoşnut kalacağını haber veriyor.
Öyleyse Aziz Kardeşlerim!
Gelin, Ramazanın bize bıraktığı mirasa sahip
çıkalım. Gelin, bütün hayatımızı Ramazan kılalım. Gelin
bütün hayatımızı şerlere, haramlara, gayrı-ı meşru istek ve
arzulara oruç kılalım. Gelin, on bir ay yolunu
gözlediğimiz, özlediğimiz Ramazan da bizi özlesin. Bu
bereketli misafir, tüm cömertliğiyle bir an önce yine gelsin,
kapımızı çalsın, gönüllerimizi tekrar kuşatsın.
Hicr, 15/99.
Müslim, Sıfâtu’l Münâfikın, 78.
3 Âl-i İmrân, 3/ 92.
4 Buhâri, Edeb, 33.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 17.07.2015
﷽
ِ ٰ‫وَا ْعت َِصمُوا بِ َحب ِْل ه‬
ِ ٰ‫اّلل ج َ۪ميع ًا و َََل ت َ َف َٰرقُوا ۖ وَا ْذكُ ُروا نِ ْعمَتَ ه‬
‫اّلل َعل َ ْي كُ ْم ِا ْذ كُ ْنت ُ ْم‬
َ َٰ‫اَ ْع َدَٓا ًء فَاَل‬
...‫ف بَ ْي َن قُلُوبِكُ ْم فَاَصْ بَ ْحت ُ ْم بِ ِن ْع َم ِت ۪هَٓ ِا ْخوَان ًا‬
ِ َٰ ‫قَا َل رَسُ و ُل‬
:‫صلَٰى اّللُ َعل َ ْي ِه َو َسلَٰ َم‬
َ ‫اّلل‬
.‫ش ٰ ُد بَعْضُ هُ بَعْض ًا‬
ُ َ‫ ي‬، ‫َان‬
ِ ‫ِإ َٰن الْ ُم ْؤ ِم َن لِلْ ُم ْؤ ِم ِن َكالْبُ ْني‬
RAMAZAN BAYRAMI
Kıymetli Kardeşlerim!
Bayramımız mübarek olsun. Okuduğum ayet-i
kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Hep birlikte
Allah'ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp
bölünmeyin. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın…” 1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz
(s.a.s), “Müminlerin birbirlerine olan bağlılığı, birbirine
yaslanarak inşa edilmiş bir binanın duvarları gibidir.”2
buyurarak aramızda bulunması gereken birlik ve beraberlik,
muhabbet ve kardeşlik, dayanışma ve paylaşma duygularına
veciz bir şekilde işaret ediyor.
Aziz Kardeşlerim!
Nice günlerden, nice sahurlardan, nice iftarlardan
sonra bizleri bu bayrama ulaştıran Rabbimize sonsuz hamdü
senalar olsun!
Şu anda yüreklerimizde sıcaklığını duyduğumuz o
sevinç tanık olsun ki, hep birlikte hak ettik bu bayramı. Şu
anda birbirimizin yüzünde okuduğunuz barış ve esenlik tanık
olsun ki, hak ettik bu bayramı. Sabrettik ve zafere eriştik.
Sabrımız, zaferimiz, bayramımız mübarek olsun.
Kardeşlerim!
Bugün, İslam şeâri olan bayram günüdür. Bugün,
ümmet olma bilincimizin tazelendiği müstesna bir gündür.
Zamanın başka zaman, mekanın başka mekan olduğu,
mahzun gönüllerin huzur ve neşe bulduğu mukaddes bir
gündür bugün.
Bugün, imanda sebat eden müminlerin, elinden ve
dilinden emin olunan Müslümanların, barışın, esenliğin yani
İslam’ın bayramıdır. Tevhid sancağı altında toplananların,
oruçlarını kendilerine kalkan yapanların, aynı şuurla
Rablerinin huzurunda saf tutanların bayramıdır bugün.
Bugün, yeryüzünü ifsat edenlerin değil, ıslah
edenlerin, salaha ve felaha erenlerin bayramıdır. Cana
kıyanların, kan akıtanların ve korku salanların değil, hayat
ve huzur verenlerin bayramıdır bugün. Bugün, yoksula,
yetime, kimsesize, çaresize, güçsüze, garibe, mülteci
kardeşlerimize karşı sorumluluk hissetmenin, imkânımız
yoksa bile tebessüm etmenin bayramıdır. Namazımızla,
orucumuzla, sadakalarımızla, zekât ve fitrelerimizle
yüceldiğimiz gündür bugün. Başkalarını yok ederek var
olanlara karşı hak ve hakikate, adalet ve fazilete çağıranların
bayramıdır bugün.
Bugün, her türlü fitne ve tefrikanın karşısında
duranların, imanda birleşip kaynaşanların, kardeş olanların
bayramıdır. Bugün, huzur ve neşeyi gönüllerden gönüllere,
evlerden evlere, şehirlerden şehirlere, ülkelerden ülkelere
yayanların bayramıdır.
Aziz Müminler!
Bu bayram, varlık sebebimiz olan anne-babalarımızı,
hayatın çilesini birlikte omuzladığımız eşlerimizi,
evlerimizin canlı bayramları olan çocuklarımızı sevindirme
vaktidir. Bu bayram, aile büyüklerimize, akrabalarımıza,
komşularımıza, arkadaş ve dostlarımıza hürmet ve
muhabbetlerimizi takdim etme vesilesidir.
Sadece sevinçleri değil, hüzünleri de paylaşmaktır
bayram. Yaralı gönülleri, bitap düşmüş yürekleri onarmanın
adıdır bayram. Nihayet, yüreklerin en ağır yükü olan
küskünlüklere son vermenin tam da zamanıdır bayram.
Aziz Müminler!
Bizler inanıyoruz ki, bayramlar, İslam âlemi için tekrar
tekrar dirilişin muştusu ve habercisidir. Bizler biliyoruz ki,
bugün bu bayram vaktinde üzerimize sağanak sağanak yağan
rahmet yağmurları, tüm müminlerin ümitlerini yeniden
yeşertmektedir. İnanıyoruz ki her gelen bayram, masumlara,
mağdurlara, mazlumlara, muhtaçlara, kimsesizlere, boynu
bükük gariplere gerçek bayramın daha da yaklaştığını
müjdelemektedir. Yine inanıyoruz ki bayramlarımız, aç
bırakarak doyanların, sömürerek alanların, güçsüzlere
dünyayı dar, vatanını mezar edenlerin, zalimlerin
yüreklerine büyük bir mağlubiyet ve hüsranın korkusunu
yaymaktadır.
Kıymetli Kardeşlerim!
Bugün
bizden
bayram
neşesi
bekleyenlere
beklediklerini ikram etmeliyiz. Bayramın sevincini, neşesini
dua, tekbir, salat ve selamlarla önce kendi içimizde
hissetmeli, sonra da kardeşlerimize hissettirmeliyiz.
Şunu da asla unutmamalıyız kardeşlerim: Biz,
insanlığın ümidiyiz. Bayramı kendi adımıza değil,
kardeşlerimiz adına, insanlık adına yaşayalım. Bayramımız
yeni bayramlar doğursun. Sevincimiz yeni sevinçlerin
başlangıcı, huzurumuz nice huzursuzlukların çaresi olsun.
Mutluluğumuz dünyanın dört bir yanındaki acılara teselliler
sunsun.
Kardeşlerim!
Gelin bugün, aynı iftar sofrasında sevindiğimiz gibi,
aynı kıblede buluştuğumuz gibi, aynı Peygambere ümmet
olduğumuz gibi, aynı Kitab’a inandığımız gibi kardeş
olalım. Öylesine kenetlenelim ki birbirimize, bizi bize
düşürmek isteyenlerin ümitlerini ebediyen kıralım;
ayağımıza dolanan bütün tuzakları hep birlikte bozalım.
Öylesine kuvvetli bağlansın ki gönüllerimiz, her anımız
bayram olsun. Bu birlikteliğimiz, muhabbetimiz,
kardeşliğimiz cennet bahçelerine uzansın.
Aziz Kardeşlerim!
Bu duygu ve düşüncelerle, ülkemizin, gönül
coğrafyamızın, yurt dışındaki millet varlığımızın ve İslâm
âleminin mübarek Ramazan bayramlarını en kalbi
duygularımla kutluyorum. Bayramın, ülkemiz, âlem-i İslâm
ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını Yüce
Rabbimden niyaz ediyorum. Bayramımız mübarek olsun.
1
2
Âl-i İmrân, 3/103.
Buhârî, Salât, 88; Müslim, Birr ve Sıla, 65.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 25.12.2015
﷽
َّ َّ‫س ُن عَّمَّ اًل َّو ُه َّو ا ْلع َّ۪زي ُز ا ْل َّغ ُفو ُر ُۙ ق‬
َ ‫لا‬
َّ ‫َال َّ ۪ذي‬
َ ‫ْت وَّا ْل َّحيٰو َّة لِيَّ ْبل ُ َّوكُ ْم َاي ُ كُ ْم َا ْح‬
َ ‫خل َّ َّق ا ْلمَّ و‬
ۜ
ِ َّ َ ُ ‫رَّسُ و‬
:َّ‫اّلل َّعل َّ ْي ِه َّو َسلَّم‬
ُ َّ ‫صلَّي‬
َ ‫اّلل‬
. ُ‫الص َّحةُ وَّا ْل َّف َّراغ‬
ِ َّ ‫نِ ْع َّمت‬
ِ ‫لاس‬
ِ َّ‫لان َّم ْغبُو ٌن ِفي ِه َّملا َّك ِثي ٌر ِم َّن الن‬
SAYILI NEFESLERİMİZİ TÜKETİRKEN…
Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Cenâb-ı Hak şöyle
buyuruyor: “Allah, hanginizin daha güzel işler yapacağını
sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, güçlüdür,
bağışlayandır.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s) şöyle
buyuruyor: “İki nimet vardır ki insanların çoğu onları
değerlendirme hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş
vakit.”2
Kardeşlerim!
Peygamberimiz (s.a.s), bir gün ashabıyla sohbet
ederken yere dörtgen bir şekil çizdi. Sonra o şeklin ortasından
dışarı uzanan bir çizgi ve o çizgiye bitişen başka çizgiler
çizdi. Ardından, kendisini meraklı bakışlarla seyretmekte
olan ashaba dönerek bunların ne anlama geldiğini şöyle
açıkladı: “Bu dörtgenin ortasındaki çizgi insandır.
Dörtgen de insanın ecelidir ve onu kuşatmıştır. Diğer
çizgiler ise insanın arzu ve tutkularıdır. İnsan, bu arzu ve
tutkuların peşinde koşup dururken, ecel ansızın onun
önünü keser ve onu alıp götürür.”3
Kıymetli Kardeşlerim!
Allah Resulu (s.a.s), bize bahşedilen hayatı, hayata dair
emellerimizi ve bu emelleri ansızın sonlandıran ecelimizi,
böylesi veciz bir benzetmeyle anlatıyordu. Pek çoğumuzun
bitmeyecek sandığı şu kısacık hayatın, aslında göz açıp
kapayacak kadar bir zamanda yaşanıp tükeneceğine işaret
ediyordu. Ecelin çevreleyip kuşattığı insanın, ebedi özgürlüğe
ancak iman, salih amel; helal ve haramlara riayet etmekle
ulaşabileceğini vurguluyordu.
Kardeşlerim!
Her bir anımız, her bir saniyemiz aslında en kıymetli
sermayemizdir. Hayat, bu sermayenin ya kazanıma
dönüştürülmesi ya da beyhude tüketilerek heba edilmesidir.
Şüphesiz, iyi ve güzel işler yaparak sorumluluk bilinciyle
geçirilen bir ömür, Allah katında kazanca dönüştürülmüş bir
ömürdür. Haramların, kötülüklerin esaretinde tüketilmiş bir
ömür ise heba edilmiş bir ömürdür.
Kardeşlerim!
Bize emanet edilen hayat yolculuğunda zaman hızla
akıp gidiyor. Her geçen gün ömür sermayemiz tükeniyor.
Zamanını, mekânını ve nasıl olacağını bilemediğimiz o
malum sonla bir gün hepimiz yüzleşeceğiz. O an gelecek,
fani dünyadan baki âleme göç edeceğiz.
İşte ömür sermayemizden bir yılımızı daha geride
bıraktık. Yeni bir yılın eşiğindeyiz. Hayat defterimizden bir
sayfayı daha eksiltmek üzereyiz. Yarınlara dair planlar
yapıyor, hayaller kuruyoruz. Ancak bu noktada hepimize
önemli bir vazife düşüyor. Her birimizin, dünümüz ve
bugünümüzün muhasebesini yapması gerekiyor. O büyük gün
gelmeden, fırsat elden gitmeden, sayılı nefeslerimiz
tükenmeden kendimizi sevap-günah, hayır-şer, iyi-kötü
konularında hesaba çekmemiz gerekiyor. Öyleyse geliniz,
hep birlikte kendimize şu soruları soralım ve cevabı kendi iç
dünyamızda arayalım:
Ömür sermayemizi nasıl tüketiyoruz? Hayatımızı
Rabbimizin razı olacağı şekilde değerlendirebiliyor muyuz?
Hevâ ve heveslerimizi dizginleyebiliyor muyuz? Dünya
meşgalesine
esir
olmaktan
kurtulup
ruhumuzu
özgürleştirebiliyor muyuz? Zihnimiz kötü düşünceye, dilimiz
kem söze, elimiz zararlı işe kapalı mı? Yoksa dilimizle
kardeşimizi incitiyor, elimizle yaralıyor, hâsılı gönüller
yıkıyor muyuz? Kalbimizi, Resul-i Ekremin insanlığa takdim
ettiği merhamet, şefkat, nezaket, adalet, hak ve hakikatin
merkezi yapabiliyor muyuz? Yoksa üzerimizde taşıdığımız
kul hakkının ağırlığı, omuzlarımızı çökertip yüreklerimizi
tüketiyor mu?
Yetimlere, öksüzlere, gariplere, kimsesizlere kol kanat
gerebiliyor muyuz? Yoksa onları, umursamaz bir edayla
yalnızlığa, gizli köşelerde gözyaşı akıtmaya mı terk
ediyoruz? Komşumuzun, yakınlarımızın, kardeşlerimizin
derdiyle hemhal olabiliyor muyuz? Yoksa külfet olurlar
endişesiyle kendileriyle aramıza görünmez duvarlar mı
örüyoruz? İslam dünyasını kasıp kavuran, kardeşi kardeşe
kırdıran fitne ateşi, bizim kalplerimizi sızlatıyor mu?
Çocukları, kadınları, yaşlıları, masum canları hedef alan
silahlar, onların başına atılan tonlarca bombalar bizim de
yüreklerimizi dağlıyor mu? Yoksa modern dünyanın ürettiği
kendinden başkasını düşünmeme hastalığı gözümüzü kör,
kulağımızı sağır edip vicdanımızı esir mi aldı?
Kardeşlerim!
Acısıyla tatlısıyla geride bırakılan bir yılın bu sorularla
muhasebesinin yapılması gereken saatler ne acıdır ki bir
takım yanlışlarla heba edilmektedir. Tüketim çılgınlığı, haz
ve eğlence kültürü teşvik edilerek başta gençlerimiz olmak
üzere milletimizi var eden yüce değerler yozlaştırılmaya
çalışılmaktadır. Dünyanın farklı coğrafyalarında kimileri
hayatta kalabilme mücadelesi verirken dünyayı bir eğlence
gezegeninden ibaret görmek ne hazin bir manzaradır!
Kardeşlerim!
Geliniz! Bugünümüz, ömrümüze işaret koyacağımız
gün olsun. Sermayemiz güzel ahlakımız ve salih amellerimiz
olsun. Ecelimiz gelmeden evvel, dünümüzü ve bugünümüzü
bir kez daha gözden geçirelim. Yarınlarımıza dair
hayallerimiz, hesabını veremeyeceğimiz hayaller olmasın.
Sayılı nefeslerimizi, kayıplara, ah vahlara, hüsrana değil,
ebedi bir hayatın kazanılmasına vesile kılalım.
Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in şu hikmetli
tavsiyesiyle bitirmek istiyorum: “Beş şey gelmeden önce beş
şeyin değerini iyi bil; ölümden önce hayatın,
meşguliyetten önce boş zamanın, yokluktan önce varlığın,
ihtiyarlıktan önce gençliğin ve hastalıktan önce sağlığın.”4
Mülk, 67/2.
Buhâri, Rikâk, 1.
3
Buhârî, Rikâk, 4.
4
Hâkim, el-Müstedrek, IV, 341.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 06/02/2015
ŞÜKÜR NİMETLERİ ARTIRIR
Kardeşlerim!
Rabbimiz, okumuş olduğum ayet-i kerimede şöyle
buyuruyor: “Beni anın ki Ben de sizi anayım. Bana
şükredin, nankörlük etmeyin.”1
Peygamberimiz (s.a.s)’in dilinden ise şükür
konusunda şu dua dökülüyor: “Allahım! Seni anıp
zikretmek, nimetine şükretmek, sana en güzel şekilde
kulluk etmek için bana yardım eyle!”2
Kardeşlerim!
Elbette ki şükür konusunda sadece bu niyaz ile
yetinmemiştir Allah Resulü (s.a.s). O, her daim Rabbinin
ikramlarına hamd ve şükürle yaşamıştır. O’nun verdiği
nimetlere duyduğu minnettarlıkla, her daim Rabbine
yönelmiştir. Allah’ın mağfiretine, ebedi nimetlerine mazhar
olmasına rağmen sabahlara kadar ibadetle meşgul olmasının
sebebini soran Aişe validemize Kutlu Elçi’nin verdiği şu
cevap ne kadar da anlamlıdır: “Allah’a şükreden bir kul
olmayayım mı ey Âişe?”3
Kıymetli Kardeşlerim!
Âlemlerin Rabbi, bizi mükerrem bir varlık olarak
yarattı. Varlık âleminin sayısız nimetlerini önümüze serdi.
Bizi, bütün bu nimetlerden yararlanabileceğimiz duyu ve
yeteneklerle donattı. Sonra da, hangimiz daha hayırlı ve
güzel işler yapacak diye bizi sınamak için dünyaya
gönderdi. Bizler, bu dünyada birer misafiriz. Misafiri
olduğumuz bu âlemin her yerinde Allah'ın nimetlerini
görüyoruz. Her lokmada O'nun ikramlarını tadıyor, her
nefeste O'nun bize bağışladığı hayatı yaşıyoruz.
Kardeşlerim!
Bir an için duralım ve son birkaç saatimizi düşünelim.
Bu birkaç saat içinde sahip olduğumuz nimetleri şöyle bir
hatırlayalım. O nimetlerin her biri ile nasıl buluştuğumuzun
muhasebesini yapalım. O nimet, toprağın derinliklerinden
çıkan bir ağacın meyvesi ise, Allah onu çeşitli aşamalardan
geçirerek bizim için yaratmıştır. Eğer o, bir damla su ise,
Allah onu okyanuslardan bulutlara, bulutlardan yeryüzüne
indirmiş, nihayet bardağımıza kadar bizim için getirmiştir.
Eğer o bir ışık ise, Allah onu göklerin derinliklerindeki
güneşten bize göndermiştir. Yüce Rabbimizin ikramını
gördükten sonra, bir bakalım, bütün benliğimizi kaplayan o
şükran duygusu bizi nerelere götürecek! İşte o zaman
Rabbimizin bize bağışladığı bunca nimet arasında
şükretmenin ayrı bir yeri olduğunu göreceğiz.
Aziz Mü'minler!
Şüphesiz her nimetin, bir şükrü ve beraberinde
getirdiği sorumluluklar vardır. İyi bilelim ki, şükretmek
sadece “Elhamdülillah, Ya Rabbi çok şükür” demekten
ibaret değildir. Şükür, her nimeti, Allah'ın razı olacağı
şekilde değerlendirmektir. Bedenimizin, aldığımız her
nefesin,
aklımızın,
gençliğimizin,
zenginliğimizin,
ilmimizin ve nihayet bütün bir ömrümüzün kendine has bir
şükrü vardır.
Bedenimizin şükrü, onu yaratılış hikmet ve amacına
uygun olarak kullanmaktır; zararlı alışkanlıklar ve boş
uğraşlarla onu israf etmemektir. Aklımızın ve ilmimizin
şükrü, bildiğimiz hakikatleri öncelikle kendi hayatımızda
tatbik etmek ve başkalarına da öğretmektir. Gençliğimizin
şükrü, sahip olduğumuz enerjiyi hak, hakikat, adalet ve
insanlığa hizmet uğrunda tüketmektir. Zenginliğimizin
şükrü, paylaşmaktır; infakta bulunmaktır; muhtaç, mağdur,
mazlum kardeşlerimize el uzatmaktır. Ömrümüzün şükrü,
onu bize lütfeden Rabbimizin rızasını kazanacak bir hayat
sürmektir.
Değerli Kardeşlerim!
Allah, herkese şükretmesine vesile olabilecek
imkanlar lütfetmiştir. Bu imkanlar farklılık gösterebilir.
Yeter ki bu farklılıklar karşısında tamahkâr değil,
kanaatkâr, engin bir ruha sahip olabilelim. Kaldı ki Resul-i
Ekrem (s.a.s) Efendimiz de sahip olmamız gereken bu ulvi
meziyete şu hadisiyle işaret etmektedir: “Maddi anlamda
durumu sizden daha kötü olanlara bakın; daha iyi
olanlara bakmayın. Bu, Allah’ın size verdiği nimetleri
küçümsememeniz bakımından daha uygun olur.”4
Öyleyse şükür bir gönül, bir yürek, bir kanaat işidir.
Şükür, kulluk bilincinin en güzel tezahürlerinden biridir.
Nice varlığa rağmen dili ve gönlü şükür yoksunu kimselerin
varlığı bir hakikattir. Buna karşılık maddi anlamda çok
fazla kazanımı olmayan ama şükürle müzeyyen bir dil ve
gönül ehli kimselerin varlığı insanlık adına hepimizi mutlu
etmektedir.
Kardeşlerim!
Unutmamak gerekir ki; şükür, nimetleri artırır. İsyan
ve nankörlük ise mahrumiyete sürükler. Yüce Mevlamız, bu
hususu bize şöyle haber verir: “Andolsun şükrederseniz
elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük
ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.”5
Hutbemi, Kur’an-ı Kerim’de İbrahim (a.s)’in dilinden
bizlere öğretilen iman, sadakat, teslimiyet ve şükür ifadeleri
ile bitirmek istiyorum: “Allah, beni yaratan ve bana
doğru yolu gösterendir. O, beni yediren ve içirendir.
Hastalandığımda da bana şifayı Allah verir. O, benim
canımı alacak ve sonra diriltecek olandır. O, hesap
gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur.
Rabbim! Bana hikmet ver ve beni sâlihlerin arasına
kat!”6
1
Bakara 2/152.
Ebû Dâvûd, Vitir 26.
3
Buhârî, Teheccüd, 6; Müslim, Sıfâtü'l-Münâfıkîn, 81.
4
Müslim, Zühd ve Rekâik, 9.
5
İbrahim, 14/7.
6
Şuarâ, 26/78-83.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
2
İLİ
TARİH
: GENEL
: 29/05/2015
﷽
ِ ّٰ ‫قُ ْل يَا ِعبَا ِد َي الَّ ۪ذينَ َاسْ َرفُوا َع ٰلٰٓى َا ْن ُف ِس ِه ْم ََل ت َ ْق َنطُوا مِنْ َرحْمَ ِة‬
‫الل يَ ْغ ِف ُر‬
َ ّٰ ‫اللِۜ ِا َّن‬
‫ُوب ج َ۪ميعا ِۜ ِانَّهُ ُه َو ا ْل َغ ُفو ُر ال َّر ۪حي ُم‬
َ ‫ال ّذُن‬
َ َ‫ق‬
ِ َّ ‫ال رَسُ و ُل‬
: ‫الل صلى الل عليه وسلم‬
َ ‫اك مِنْ َسخ َِط َك َوبِ ُمعَافَاتِ َك مِنْ ُع ُقوبَ ِت َك وَأَعُوذُ بِ َك ِمن َْك َل‬
َ ‫ض‬
َ ‫اللَّ ُه َّم أَعُوذُ بِ ِر‬
‫ْت َعلَى نَ ْف ِس َك‬
َ ‫ْت َكمَ ا أَثْنَي‬
َ ‫ْصى ثَنَاء َعلَي َْك أَن‬
ِ ‫أُح‬
TEVBEMİZ BERATIMIZ OLSUN
Aziz Müminler!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “De ki: “Ey kendi aleyhlerine günahta haddi
aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi
kesmeyin. Şüphesiz Allah (dilerse) bütün günahları
affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet
edendir.”
Kardeşlerim!
Bizler için ayrı bir anlam ve önem ifade eden üç
ayların yarısına geldiğimiz şu günlerde, Ramazan’ın
mübarek iklimine adım adım yaklaşmaktayız. 1 Haziran
pazartesi gününü salıya bağlayan gece, nice hikmetlerle dolu
Berat Kandilini idrak edeceğiz. Ruha ağır gelen her türlü
sıkıntıdan, insanı inciten her türlü hatadan, yaratılış
amacımıza ve Rabbimizin rızasına yakışmayan her türlü
kötülükten, berat etmek için eşsiz bir fırsat daha
yakalayacağız. Zihnimizi, gönlümüzü, maddi ve manevi
anlamda her türlü prangadan kirden tezkiye imkanı
bulacağımız Berat Gecesini ihya edeceğiz.
Kardeşlerim!
Bu gece bizlere, hayatın telaşı içerisinde türlü
umutlar, türlü amaçlar uğrunda koşarken çoğu defa
kendimizi, varlık amacımızı unuttuğumuzda bizi bize
hatırlatan kutlu zaman dilimidir. Geçmişimizle yüzleşmeye,
bugünümüzü değerlendirmeye, yarınımızı ise Rızay-ı Bari
doğrultusunda inşa etmeye davet eder. Bu itibarla Berat,
geçmişe dair günah ve kusurlarımıza yönelik bir tevbe ve
istikbalimize dönük bir umut olur.
Kardeşlerim,
Her yıl idrak ettiğimiz Berat gecesi, ilk olarak bizlere
her türlü şer, kötülük, zulüm, haksızlık ve adaletsizlikten beri
olmamız gerektiğini ifade eder.
İkinci olarak, Rabbimizin affediciliğine ve
bağışlayıcılığına sığınmaya bir fırsat sunduğu gibi,
1
Zümer 39/53.
İbn Mâce, İkâmetü’s-Salavât, 191
3
Müslim, Salât, 222
1
2
kendimize, ailemize, kardeşlerimize ve bütün insanlara karşı
affedici ve bağışlayıcı olmayı hatırlatır. Berat, kırılan
kalpleri onarma, incinen onurları imar etme, dargınlık
duvarlarını yıkma, kin, nefret ve intikam duygularını aşma
günü ve gecesidir. Yüce Yaradan’ın affına erebilmek için
yaratılanı affetme günüdür.
Üçüncü olarak bu gece; arzularımızın, tutkularımızın,
heva ve heveslerimizin, bencilliklerimizin egemenliğinden,
nefsimizin esaretinden kurtularak gerçek özgürlük beratımıza
nasıl kavuşacağımızı bizlere öğretir.
Kardeşlerim,
Berat gecesi aynı zamanda af ve mağfiret gecesidir.
Peygamber Efendimiz (s.a.s), Yüce Rabbimizin bu gece
dünyaya rahmetiyle tecellî ederek: “Bağışlanmak dileyen
yok mu, onu bağışlayayım! Rızık isteyen yok mu, ona
rızık vereyim! Belâya dûçar olan yok mu, ona afiyet
vereyim!”2 buyurduğunu bizlere müjdelemiştir.
Bu bağışlanma mevsiminde bize düşen derin
tefekkürdür, gönülden niyazdır, dönüşü olmayan tevbedir.
Bu Kandil’de yenilenme ümidiyle gelin hep birlikte tevbe
edelim. Zaman zaman, hırs, tamah ve bencilliğe kapılarak;
dünyayı ahirete tercih eder hale geldiğimiz için tevbe edelim.
En yakınlarımızdan bile sevgi ve merhameti esirgediğimiz;
eşimizi ve çocuklarımızı ihmal ettiğimiz; akrabalarımızı,
yetimleri, kimsesizleri, yardıma muhtaçları unuttuğumuz
günler için tevbe edelim. Rabbimizin bize emanet ettiği
dünya evini harap ettiğimiz için tevbe edelim. Kendimiz için
din kardeşlerimiz için; İslam coğrafyasında ikilik ve
kavgaların sona ermesi için; acılar içerisinde kıvranan alemi
islamın sulh ve sükûnu, huzuru ve barışı için dua edelim.
Yüce rabbimizin rahmet ve mağfireti tüm insanlıktan uzak
olmasın.
Kardeşlerim,
Tevbeleri kabul eden Rabbimize sığındığımız bu
mukaddes gecede, tevbemiz beratımız olsun. Yüce rabbimiz
el açıp yalvardığımız bu gecenin ardından, bizleri günah
yüklerinden arınmış; suçlarından berat etmiş; hayra anahtar,
şerre kilit olmaya azmetmiş; yüreğini imana, ömrünü salih
amellere açmış kullar olarak Ramazan’a ulaşmamızı nasip
etsin. Beratınız mübarek olsun.
Hutbemi, Peygamberimiz (s.a.s)’in şu güzel ve
anlamlı duasıyla bitirmek istiyorum: “Allah'ım!
Gazabından rızana, cezandan affına sığınıyorum. Sana
övgüleri saymakla bitiremem. Sen kendini nasıl
övdüysen öylesin.”3
Rabbim bizleri, seni hakkıyla öven, sena eden, hamd
eden, şükreden kullarından eyle.
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İL
: GENEL
TARİH : 26.06.2015
TEVHİD İLE GELEN VAHDET
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır: “Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin,
birbirinizle çekişmeyin; sonra içinize bir korku düşer
de heybet ve kuvvetiniz elden gider. Sabırlı olun!
Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz
(s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Müminler, birbirlerini
sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede,
tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da
uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir
bedene benzer.”2
Aziz Kardeşlerim!
Mekke’de Peygamberimiz (s.a.s)’in tebliğ ve
irşadıyla başlayan İslam, başlangıçta sayıları onlarla,
yüzlerle ifade edilen müminlerden oluşmaktaydı.
Efendimiz (s.a.s), Mekkeli müşriklerin zulüm ve baskıları
sebebiyle Medine’ye hicret etti. Medine’de çok kısa bir
sürede müminlerin sayısı yüzbinlere ulaştı. Böylelikle
Rahmet peygamberi puta tapan şirk toplumundan bir olan
Allah’a iman eden bir vahdet toplumu inşa etti. Allah
Resulü, bir lider, bir aile reisi, bir komşu, bir dost olarak
Medine’nin bütün müminlerini, bütün sokaklarını vahyin
manevi havasıyla müzeyyen kıldı. Öyle ki artık Medine
Mescidi, uhuvvet, diğerkâmlık, ilim ve irfan, membaı
olmuştu. Gönüller, muhabbet ve samimiyetle yoğrulmuştu.
Kutlu Nebi, Yesrib’ten yepyeni bir medeniyet inşa etmişti.
Tarihe ve insanlığa yön veren bu medeniyetin nüvesi
doğruluk, dürüstlük, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma
gibi bugün büyük ölçüde yoksunluğunu çektiğimiz
değerlerdi. İlk dönem müminlerini güçlü kılan da işte bu
erdemlerdi. Onların bu özverisi, fedakârlığı, Yüce
Rabbimizin övgüsüne mazhar oldu. Rabbimiz, onları imanı
gönüllerine yerleştirmiş kişiler olarak tanımladı.3 Onların
bu meziyet ve erdem yüklü örnekliğiyle çok kısa sürede
Bağdat, Şam, Kahire, Endülüs, Buhara, İstanbul
medeniyetler Medinesi oldu.
Kardeşlerim!
Asırlardır dillerimiz Ebu’d-Derdâ ile Selmân-i Fârisi,
Ebû Zer ile Bilâl-i Habeşî arasındaki destansı kardeşliği
iftiharla telaffuz etmektedir. Kerim Kitabımızda ve
Efendimizin hadislerinde Ensar-Muhacir kardeşliğinden
Enfâl, 8/46.
Müslim, Birr ve Sıla, 66.
3 Haşr, 59/9.
1
2
övgüyle söz edilmektedir. Ancak, bu örnek ve övgüler
sadece dillerde bir hatıra, kuru bir gelişi güzel okunan bir
siret, ruhunu kaybetmiş bir adet ve gelenek olarak
kalmamalıdır. Saadet asrını, ashabı övgüye layık kılan
ahlakî ve insanî değerler, bugünün Müslüman
toplumlarının da vazgeçilmezi olmalıdır.
Bugün gönül coğrafyamız, içler acısı bir durumdadır.
Bu durum, sınır tanımadan iman kardeşliğimizi ve onun
bize yüklemiş olduğu sorumlulukları, duygularımızın
yoğunluk kazandığı mübarek Ramazan ayında bir kez daha
tefekkür etmemizi gerektirmektedir. Üzülerek belirtmek
gerekir ki milyonlarca kardeşimiz, bu kutlu ayın manevi
atmosferini gereği gibi teneffüs edememektedir. İslam
dünyasının önemli bir kısmı ne yazık ki, cehalet, fitne fesat
ve tefrika girdabına kapılmış durumdadır. Cehalet üzerine
inşa edilen taassup ve bağnazlıklar kutsanmakta, heva ve
hevesler ön plana çıkarılmaktadır. Bu durum Müslümanları
dünya sahnesinde söz sahibi yapan ümmet bilincinden
uzaklaştırmaktadır. Müslümanlar olarak huzur ve
mutluluğumuzun
önündeki
en
büyük
engel,
kardeşliğimizin önüne konulan engellerdir. Gönülleri bir
kardeşler olması gerekenler, bugün gönüllerle birlikte
istikbale dair ümitleri de yıkmaktadır.
Kardeşlerim!
Tüm bu olumsuzluklara rağmen asr-ı saadetin insanı
yücelten, asırları aşan nadide örneklerini yeniden insanlığa
takdim etmek asla imkansız değildir. Bizler,
Peygamberimiz (s.a.s)’in gösterdiği ümmet şuurunu
yeniden diriltebiliriz. Bizler, tarihe yön veren o muazzam
medeniyeti yeniden kurabiliriz. Bunun için öncelikle
İslam’ı, Kur’an’ı ve İslam Peygamberini hakkıyla
anlamalı, örnek almalı ve temsil etmeliyiz. Bilgi, iman,
ibadet ve ahlak dengesini iyi kurmalıyız. Yeryüzünde
iyiliği, erdemi, adaleti egemen kılmak için gayret
göstermeliyiz. Muhammedü’l-Emin’in gönülleri fetheden
emin vasfı ile donanarak yeryüzünü selam ve eman yurdu
kılmak için çaba sarf etmeliyiz. Heva ve hevesi değil,
İslam’ın değişmeyen hak ve hakikat ölçülerini esas
almalıyız. Tefrika, ayrılık ve gayrılık için değil, imandan
gelen birlik ve dirlik için çalışmalıyız. Mezhep, meşrep,
ırk, bölge ve coğrafya farklarını değil, sadece ve sadece
Efendimiz (s.a.s)’in Ensar ve Muhacir arasında tesis ettiği
“ben” i “biz” “biz” i “bir” yapan İslam kardeşliğini ön
plana çıkarmalıyız.
Aziz Kardeşlerim!
İdrak ettiğimiz Ramazan-ı şerif, aynı zamanda bizlere
ümmet olma bilincimizi yeniden hatırlatır. Geliniz hep
birlikte şu mübarek Ramazan gününde, şu mübarek Cuma
vaktinde Rabbimize şöyle yalvaralım.
Ey Rabbimiz! “Müminler ancak kardeştirler” ilahi
fermanınca bizleri zihinleri bir, yürekleri bir, gayeleri bir,
sevgileri ve hüzünleri bir kardeşler eyle!
Rabbimiz! Birbirimize karşı rahmet, merhamet,
şefkat ve muhabbetle muamele etmeyi nasip eyle!
Allahım! Bizleri, bütün insanlığın özlemi olan barış
ve huzur ortamını tesis edenlerden eyle!
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
iL
: GENEL
TARiH: 19.06.2015
~!'I:'-~"'~ ~"~1'-:""
"'0r!~uJ~
"'~
VAKiT iYiLiK VAKTi: BU RAMAZAN VE
HER ZAMAN
Klymetli Karde~lerim!
. .
Okudugum ayet-i kerimede VOce RabbtmlZ ~oyle
buyurmaktadlr:
"iyilik
edenleri
iyilikle
miikafatlandlrlrlz, kendilerine daha da fazlaslm veririz.
Onlarln yiizleri kararmayacak, onlar zillete de
dii~meyeceklerdir. i~te onlar cennetliklerdir ve orada
ebedi kalacaklardlr.,,1
Okudugum hadis-i ~erifte ise Efendimiz (s.a.s) ~oyle
buyurmaktadlr: "Allah i~in size slglnan kimseye slglnak
olun. Allah i~in isteyen kimseye verine Sizi davet edene
icabet edin. Size bir iyilik yapana kar~lhglnl verine Eger
kar~lhk verecek bir ~ey bulamazsanlz, -kar~dlkta
bulundugunuza kanaat getirinceye kadar- ona dua
edin.,,2
Karde~lerim!
Bir gon Kutlu Nebi (s.a.s), "Her Miisliiman sadaka
vermelidir" buyurur. Sahabe, "Sadaka verecek bir ~ey
bulamayan ne yapmah?" diye sorar. Efendimiz, "Cah~lr,
kazamr ve sadakaSlnl verir." der. Bu kez ~ah~ma imkam
bulamayanm ne yapmasl gerektigi sorulur. Allah Resulo,
"Muhta~ ve mazluma yardlm eder." kar~lhgml verir.
Nihayet buna da imkam olmayanm durumu soruldugunda
Peygamberimiz (s.a.s), ~oyle cevap verir: "Boyleleri iyilik
yapsln, kendisini kotiiliikten ahkoysun. Ciinkii bu da
onun i~in bir sadakadlr.,,3
Aziz Miiminler!
Rahmet Peygamberi (s.a.s), bu sozleriyle, iyiligin
bitmez tOkenmez ~e~itlerine dikkatlerimizi ~ekmi~tir. Ona
gore Allah'm nzasma ul~tlran her davranJ~ bir iyiliktir.
iyilik, her ~eyden once bu dOnyaya iyiligi. egemen kllmak
i~in geldigimizin farkmda olmaktlr. Iyilik, dOnyaYI
birbirimize cennet bahgesi yapmak i9in gayret etmektir.
Allah ResUlo, samimiyetle gonOlden kopup gelen ve
gonOlleri fetheden her gOzel i~in iyilik oldugunu haber
verir bizlere. Ona gore geryek iyilik, sevincimizi,
kederimizi, varhglmlzl yoklugumuzu payla~abilmektir.
Canh-canslz bmOn mahlukata merhametle davranmaktlr.
tyilik mazluma adalet, t?agdura ~are, masuma O~it~
kimsesize kimse olmaktlr. Iyilik, darda kalana yardtm ehm
uzatmak, yetimin ba~ml ~etkatle ok~amaktlr. iyilik, bazen
yolunu ~a~lrana yol gostermek, yoldaki zararlt ~eyleri
gidermektir. Bazen iyilik, karde~imizin ~ozone t~bes~O~le
bakmak, dargmlan ban~tIrmaktlr. Kiml zaman lse lYlhk,
karde~lerimiz iyin Rabbimize arz ettigimiz en iyten
yakan~larda bulu~maktlr.
Degerli Karde~lerim!
.
BugOn, rahmet ayl Ramazan'm ikinci gOnOndeYlz.
Ramazan, bizlere her yd yeni bir can, yeni bir ruh olarak
gelir. Bizleri egiten bir mektep olur Ramazan. Bu mektep,
rahmet, magfiret, armma, takva mektebidir. Ramazan
mektebinde iyilik, haylr, comertlik, digerkamhk vardlr. Bu
mektepte donyanm neresinde olursa olsun insanlara yard 1m
eli uzatma, birileri a~ken tok yatmama vardlr. Bu mektepte
insanhgm huzur ve mutluiugu, MOsIomanlann birlik ve
dirligi i~in elimizdeki nimetleri payla~ma vardlr; slmr ve
mesafeleri yok ede~ gonOI koprOleri kurma. ~ar~lr:
Ramazan mektebinde Islam'm rahmet yOklO adaletlm, bilgl
ve hikmetle bOtonle~mi~ ahlakml, ihlasla yogrulmu~
iyil igini bOtOn insanhga takdim etme vardlr. Bu mektebe
laYlklyla talip olanlar armml~ bir ruh, bOtOn esar~tlerden
kurtulmu~ ozgOr bir zihin ve erdemle muzeyyen blr gonOI
dOnyasl ile bayrama kavu~urlaf.
Bu yOce degerleri bize tekrar tekrar hatlrlatan
Ramazan, iyilikler, gOzellikler aYldlr. Bizler, her Yll
Ramazanda iyilige dair yok ~ey ogrenir, ~ok ~ey y~anz.
Ramazan, iyiligin ki~inin kendisine, Rabbine, ailesine,
yoksullara, kimsesizlere, mOltecilere, yeti~le~e, ya~hlara,
velhasll bOtOn mahlukata yapdacagml ogretlr blzlere.
Karde$lerim!
Dzulerek belirtmek gerekir ki gOnOmuzde dOnyanm
onemli bir bolOmO ayhk, sefalet ve korku i~ind~ temel
ihtiya~lanm kar~llamanm mocadelesini veriyor. Iyiligin,
fedakarhgm, payla~mamn neredeyse unutulmaya yOz
tuttugu, sav~larm, i~gallerin, somOrgeciligin, ~iddet ve
katliamlann had safuaya ylktlgl bir yerkOrede ya~lyoruz.
Ve bizler biliyoruz ki, iyilige muhta~, iyiligi arayan: ~y.ilik
i~in
~lrpman
insanlara ula~mak, onlan lylhkle
bul u~turmak, inananlar olarak her birimizin gorev ve
sorumlulugudur.
Zamana tamkhk eden ve "Ben MOslOmamm" diyen
herkes, iyiligin yeniden gonOi cografyamlzda ve butti~
dunyada hakim kll mmaSI iyin seferber olmahdlf. Her blr
mOmin kendinden ve yakm ~evresinden ba~lamak Ozere
her i~i~de hayra anahtar, ~erre kilit olmaYI ilke edinmelidir.
Karde~lerim!
Diyanet i~leri Ba~kanhglmlz, her Ramazan aymda
insam insan yapan bir degeri gOndeme ta~lmaktadlr.
Boylece, konuya dair toplumsal bir bilin~ olu~turmaya ve
dikkatleri bu hususa yogunla~tlrmaya ~ah~maktadlr. Bu Yll
Ramazan aymda, "Vakit iyilik Vakti, Bu Ramazan ve
Her Zaman" mesajlyla "iyilik" temast ele almacaktlr. Zira
iyilik, sadece Olkemizin degil, bmOn dOnyanm ihtiya9
duydugu, ozlemini yektigi bir degerdir.
Bu duygu ve do~Oncelerle Ramazan'm milletimize~
gonGI cografyamlza ve actlar i~erisinde klvranan dlem-l
islam'a huzur, ban~, adalet ve merhamet getirmesini VOce
Rabbimizden niyaz ediyorum.
1 YCmus,
10126.
Ebu Davud, Zekat, 38.
3 Buhari, Zekat, 30; MOslim, Zekat, 55.
2
Hazlrlayall: Dill Hizmetleri Genel Madarlaga
İLİ
: GENEL
TARİH : 02.10.2015
YARATAN RABBİNİN ADIYLA OKU!
Aziz Müminler!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı
ana rahmine tutunan, döllenmiş bir yumurtadan
yarattı. Oku! Kalemle yazmayı öğreten, insana
bilmediğini bildiren Rabbin sonsuz kerem sahibidir.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s)
şöyle buyuruyor: “İlim için yola koyulan kimse,
dönünceye kadar Allah yolundadır.”2
Kardeşlerim!
İnsanlığın zihin ve gönül dünyasının karardığı,
değerlerin tüketildiği, şefkat ve merhametin arandığı,
yaratılış amacından uzaklaşıldığı dönemler olmuştur. İşte
böyle bir dönemde Âlemlerin Rabbi, Efendimiz (s.a.s)’e
“oku” diye hitap etmiştir. Evet, Rahmet Peygamberi,
insanı, kâinatı ve varlığı her boyutuyla okumaya, anlamaya
ve idrake davet edilmiştir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Mükerrem ve değerli bir varlık olan insan, akıl
nimetiyle tezyin edilmiştir. Akıl, insan için en büyük
nimetlerdendir.
Nedenlerimize,
niçinlerimize,
buhranlarımıza onunla cevap buluruz. Doğruyu-yanlışı,
hakkı-batılı, iyiyi-kötüyü, hayrı-şerri onunla idrak ederiz.
Rabbimizin mesajlarını onunla anlar ve onu hayatımıza
kılavuz yaparız. Bu yönüyle insan Rabbine, çevresine ve
kendisine karşı sorumlu bir varlıktır. Bu sorumluluğun
yerine getirilmesinde bilgi, ilim önemli bir yere sahiptir.
Bilgi, insanlığın yolunu aydınlatan, hayatın ve ebedi
yurdun hakikatini gösteren ve insanlığa her alanda
rehberlik eden çok değerli bir hazinedir. Onun içindir ki,
hayat kitabımız Kur’an, “oku” ile başladı. Oku ile başlayan
Kerim Kitap, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”3
diye çağlar öncesinden insanlığa haykırdı; bilginin, ilmin,
insanlık için vazgeçilmez olduğunu gündeme taşıdı. Kerim
Kitabımızın mesajlarıyla müzeyyen kılınmış Efendimiz
(s.a.s) de, ilme talip olanlara Allah’ın cennete giden yolu
kolaylaştıracağını müjdeledi.4
Kardeşlerim!
İlim ve bilgiyi önemseyip değerli kıldıkça
medeniyetimiz, insanlık tarihinde taraflı tarafsız herkesin
takdir ettiği önemli izler bırakmıştır. Medeniyetimizde
âlim; din ile hayat, akılla vahiy, kâinatla insan, insanla
Kur’an arasındaki ilişkiyi kuran bilge kimsedir. Böyle bir
alimin gayesi, ilimle hikmeti, hikmetle irfanı, ahlakla
adabı, hak ile hakikati, tüm insanlığa takdim etmektir.
Alim, söz konusu güzellikleri, sadece takdimle kalmaz;
kendi şahsında da bu güzellikleri yaşar ve temsil eder.
Değerli Kardeşlerim!
İnsanlık, zamanla zenginleşme ve tabiata hükmetme
noktasında bilginin gücünü keşfetti. Ancak kimileri, zaman
zaman bilginin gücünü ve etkisini insanlığın hayrına değil,
şerrine kullanmayı yeğledi. Böyleleri, yaratılış amacını,
insanı ve insani değerleri unuttu; ahlâkî kaygılardan
sıyrılarak bilgi de dahil, sahip olunan her şeyin insana
verilmiş bir emanet olduğu bilincinden uzaklaştı. Bilgiyi,
iyilik ve güzelliklerin değil, kötülük ve düşmanlıkların
vasıtası haline getirenler ve istismar edenler, bilgi
ahlakından yoksunlaştı. Bilgi, ahlaktan yoksunlaştıkça da
insanlık pek çok değerini kaybetti.
Bilginin hayat veren değil, can alan bir güç olarak
kullanılması tüm ibretiyle karşımızda durmaktadır. Bugün,
koca şehirler ve yüzbinlerce canlar, aynı anda yok
edilebilmektedir. Eğitim, ilim ve irfanın mana ve
gayesinden uzaklaştırılıp mahrum bırakılan nice genç,
bağnazlık, cehalet, şiddet ve terörün yolunda savrulup yok
olmaktadır. Anne babalar, hayalleri kursaklarında ağlamak
zorunda bırakılmaktadır. Kıyıya vuran günahsız minik
bedenler, bize insanlığın vicdanının can çekiştiğini
haykırmaktadır. Okul bahçelerini şenlendirmesi gereken
sesler, okyanusun ıssız sularında imdat çığlıklarına
dönüşmektedir.
Aziz Kardeşlerim!
Bütün bu yaşananlar, insanlık ailesi olarak yaratılış
amacımızı yeniden idrak etmemizi; neyi, niçin ve hangi
amaçla öğrenip hayatımıza yansıttığımızı düşünmemizi
gerekli kılmaktadır. Unutmayalım ki; bilhassa bugün İslam
coğrafyasındaki olumsuzlukların sona ermesi ve inananlar
olarak dünyaya yeni medeniyetler takdim edebilmemizin
yolu, İslam’ın ilme verdiği önemi iyi kavramak ve bunu
hayata yansıtabilmekten geçmektedir. Bu hususta
yarınlarımızın teminatı olan gençlerimizin ilim, irfan,
hikmet ve ahlakla mücehhez, çevresine, topluma ve
insanlığa faydalı bireyler olarak yetişmelerinde
gençlerimize, ailelerimize ve öğretmenlerimize büyük
sorumluluklar düşmektedir.
Kardeşlerim!
İlim ve irfan yuvası okullarımız, bu hafta itibariyle
yeni bir eğitim-öğretim dönemine daha başladı. Bu
vesileyle yeni eğitim-öğretim yılımızın öğretmenlerimize,
evlatlarımıza, tüm ailelere ve milletimize hayırlar
getirmesini Rabbimden diliyorum.
Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in ilmin önemini
ortaya koyan şu duasıyla bitirmek istiyorum:
“Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, kabul
edilmeyen duadan, korkmayan kalpten, doymayan
nefisten sana sığınırım.”5
Alak, 96/1-5.
Tirmizi, İlim, 2.
3 Zümer, 39/9.
4 Tirmizi, İlim, 19.
5 Tirmizi, Deavât, 68.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 13.11.2015
﷽
ِ ّٰ ‫َالَّّ ۪ذي َّن ٰا َّمنُوا َّوت َّ ْط َّم ِئ ّ ُن قُلُوب ُ ُه ْم بِ ِذ ْك ِر‬
ِ ّٰ ‫اللِۜ َا ََّل بِ ِذ ْك ِر‬
‫ب‬
ِۜ ُ ‫الل ت َّ ْط َّم ِئ ّ ُن ا ْل ُقلُو‬
َّّ ‫صلَّّي‬
ِ َّّ ‫قَّا َّل رَّسُ و ُل‬
:َّ‫اللُ َّعل َّ ْي ِه َّو َسلَّّم‬
َ ‫الل‬
‫َّمث َُّل الَّّ ِذى يَّ ْذكُ ُر َّربَّّهُ وَّالَّّ ِذى َل َّ يَّ ْذكُ ُر َّمث َُّل ا ْلح ِ َّّى وَّا ْل َّم ِّي ِت‬
ZİKİR: KALPLERE HAYAT VEREN İKSİR
Aziz Müminler!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz,
müminler hakkında şöyle buyuruyor: “Onlar, kalpleri
Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki,
kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”1
Okuduğum hadisi şerifte ise Peygamberimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Rabbini zikreden ile
zikretmeyenin durumu, diri ile ölünün durumuna
benzer.”2
Kardeşlerim!
Göklerin ve yerin mülkü Allah’a aittir. Göklerde
ve yerde bulunan her şey, âlemlerin yaratıcısı olan
Allah’ı, kendilerine özgü bir lisanla tespih ederler.
Kerim Kitabımız, bu hakikati şu ifadelerle bize haber
verir: “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar
Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tespih
eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız.”3
Kıymetli Kardeşlerim!
Zikir, Allah’ın birliğini, sonsuz kudretini ve
yüceliğini dile getirmek, O’nun nimetlerini tefekkür ve
tezekkür etmektir. Zikir, gündelik hayatın ruhlarımızı,
kalplerimizi
yorgun
düşüren
çekişmelerinden,
meşgalelerinden uzaklaşıp Rabbimizin rızasını
aramaktır. Bir duruş, bir diriliştir zikir. Özümüzdeki,
sözümüzdeki,
gözümüzdeki,
hâsılı
bütün
benliğimizdeki hakkı-hakikati perdeleyen her türlü
örtüyü, kaldırmaktır, her türlü gafletten kurtulmaktır.
Zikir, bizi Rabbimizden uzaklaştıracak her şeyi
kalbimizden söküp atmaktır. Evrendeki varlıkların
deruni zikrine gönül, zihin, dil ve beden ile ortak
olmaktır zikir; hamd ile Allah’ı tesbih etmek ve O’na
gönülden ibadet etmektir. Ve zikir, “Eğer bizi
bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyana
uğrayanlardan oluruz”4 niyazıyla Rabbimizin engin
rahmetine sığınmaktır.
Kardeşlerim!
Zikir, dil, kalp ve bedenle olur. Dil ile zikir,
Allah’ı anmak, O’na yalvarıp yakarmak, hak ve
hakikati söylemektir. Kalp ile zikir, Allah’ın varlığı ile
ilgili her türlü şüpheden uzaklaşıp O’nun muhabbetiyle
hemhal olmaktır. Beden ile zikir ise tüm benliğimizle
Allah’ın
rızasını
aramaktır,
varlığımızı
ve
imkânlarımızı O’nun yolunda seferber etmektir, O’nun
emirleri doğrultusunda bir hayat sürmektir.
Kardeşlerim!
Allah’ı zikir, kalpleri sükûnete erdirir, ruhları
besler, akılları doğru hedefe ulaştırır. Kula idrak,
feraset ve şuur kazandırır. Onu gafletten,
karamsarlıktan, umutsuzluktan korur, hayatı anlamlı
kılar. İnsan, zikir sayesinde sahipsizlik ve yalnızlık
duygusundan uzaklaşır, kendisini her daim muhafaza
eden bir sahibinin olduğu bilincine varır. Bizi en güzel
şekilde yaratan, başta akıl olmak üzere türlü nimetlerle
donatan Rabbimizi zikretmemek, O’nu unutmak,
O’nun razı olmayacağı bir hayat yaşamak ne vahim bir
gaflettir! Zira Yaratanını kaybeden, O’ndan bîhaber
olan, varlık adına ne bulmuştur ki? O’nun rızasına
ulaşan, O’na yaraşır bir kul olarak yaşayan neyi
kaybetmiştir ki?
Kardeşlerim!
Üzülerek belirtelim ki, dünya meşgalesi, istikbal
kaygısı, kimi zaman kalplerimizi ve benliğimizi
öylesine kuşatıyor ki; bizleri yaratılış amacımızdan ve
Rabbimizin rızasından uzaklaştırıyor. Zaman zaman
dillerimiz zikrin tadını, kalplerimiz zikretmenin
huzurunu, vicdanlarımız zikirle geçen zamanların
bereketini unutuyor. Zikirden mahrum hayatlarımız
adeta kurak çöle dönüşüyor. Bazen mutluluğu ve
huzuru geçici tutkularda arıyoruz. Bu tutkular, doğru
düşünmemize,
doğruyu
dinlememize
ve
dillendirmemize adeta perde oluyor. Oysa Yüce
Rabbimiz, geçici nimetlere tutkuyla bağlanmama ve
kendisini bir an olsun unutmama konusunda bizleri şu
ayeti kerime ile uyarıyor: “Ey iman edenler!
Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı anmaktan
alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar
ziyana uğrayanların ta kendileridir.”5
Kardeşlerim!
Öyleyse geliniz dilimizle, kalbimizle ve
bedenimizle her daim Rabbimizin rızasını arayalım.
Allah’ın lütfettiği ömrümüzü zikrin aydınlığında
hayırlı ve faydalı işlerle değerlendirelim. Her daim
Rabbimize hamd ederek, şükrederek O’nun rızasına
ermek için gayret edelim. Rabbimizin bize bahşettiği
her bir organımızın, sağlığımızın, her bir imkânımızın,
her bir anımızın, nimet olduğu kadar birer emanet
olduğunun bilincinde olalım.
Kardeşlerim!
Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in şu duası ile
bitirmek istiyorum: “Rabbim! Beni sana çokça
şükreden, seni çokça zikreden, senin azabından
çekinen, sana hakkıyla itaat eden, sadece senin için
eğilen, daima sana yalvarıp yönelen bir kişi eyle!6
Ra’d 13/28.
Buhârî, Deavât, 66.
3
İsra, 17/44.
4
A’raf 7/23.
5
Münafikun, 63/9.
6
İbn Mâce, Duâ, 2.
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 14/02/2014
AFFETMEK
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum
âyet-i
kerimede
Rabbimiz
şöyle
buyuruyor:“Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden
yüz çevir!” 1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s) şöyle
buyuruyor: “…Allah, affeden bi r kulun ancak şerefini
artırır…”2
Aziz Müminler!
Geliniz, Mekke’nin fethinin ardından yaşanan şu
hadiseye hep birlikte kulak verelim! Resûlullah (s.a.s),
Mekke’yi fethettiğinde Mescid-i Haram’a gider. Kâbe’yi tavaf
edip iki rek’at namaz kılar. Bu arada bütün Mekke halkı
Kâbe’nin etrafında toplanmış, endişe ve korkuyla Efendimizin
kendilerine ne tür bir muamelede bulunacağını beklemektedir.
Evet Mekkeliler, Peygamberimize İslâm’a davetin ilk
gününden itibaren her türlü eziyeti yapmışlardı. Üstelik canına
ve malına da kastetmişlerdi. Şimdi ise Mekkelilerin hayatı
Efendimizin iki dudağı arasındaydı. Herkes ondan geçmişin
hesabını soracağını ve intikam alacağını beklerken, Rahmet
Elçisi kalabalıklara doğru yönelerek: “Tıpkı Yusuf
Peygamber gibi ben de ‘Bugün size kınama yok. Allah sizi
bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir.’
diyorum.Gidebilirsiniz, hepiniz s erbestsiniz” buyurdu ve
affetmenin en güzel örneğini gösterdi. 3 Kötülüğe iyilikle
karşılık verdi. Nefret sevgiye, küfür imana dönüştü, dostdüşman farkı silinip yok oldu, iman kardeşliği gerçekleşti.
Kardeşlerim!
Affetmek, kini, intikamı ve nefreti silmektir. Affetmek,
düşmanlık ve intikamdan vazgeçmektir. Affetmek, kalbimizi
öfke ve husumetten temizlemektir. Affetmek, yüreğimizi
kaplayan ve kuşatan ağır yükleri hafifletmektir.Suç ve hataları
bağışlamak belki onları ortadan kaldırmaz; ancak öfke ve
husumeti ortadan kaldırır. Kusur ve kabahatleri affetmek belki
onları unutturmaz; ama nefret ve intikamın izini siler.
Affetmek, sağlıklı bir iletişim ortamı sağlar; insanı güçlü ve
saygın kılar.
Affetmek aslında intikam arzusunu yatıştırdığı için
adalete ve meşru bir cezaya imkân tanır. Öfke ve husumeti
insanlardan uzaklaştırarak haksız ve adaletsiz cezalara engel
olur. İnsanları affetmek aslında ne hataları görmezden gelmek
ve kabullenmek ne de gururunu ayaklar altına almaktır.
Hataları affetmek suretiyle insan esasen kötülüğe kötülük,
öfkeye öfke, kine kin eklemeyi reddeder. Öfkelerinin esiri
olmuş kişileri bir de kin ve nefretin ateşiyle yakmak istemez.
Kardeşlerim!
Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in, Taiflileri İslâm’a davet
ederken yaşadıklarını şöyle bir hatırlayalım. Taifliler,
Efendimizle alay etmişler, ona hakarette bulunmuşlar, hatta
taşlayarak onu yaralamışlardı. Ellerinden kurtulduğu zaman
mübarek ayaklarından kanlar akıyordu. Bu haldeyken bile
Rahmet Peygamberi’nin dudaklarından Taifliler için şu dua
cümleleri dökülmüştü: “Allah’ım! Kavmimi bağışla, çünkü
onlar bilmiyorlar.” 4
Kıymetli Kardeşlerim!
Müminler birbirlerine karşı şefkat ve merhamet sahibidir.
Affedici, bağışlayıcı ve hoşgörülüdür. Müminin, bir başka
mümini affı, esasen bağışlamayı çok seven Rabbimizin
ahlakıyla ahlaklanmanın bir gereğidir. Kur’an-ı Kerim’de,
“Bir kötülüğün karşılığı, onun gi bi bi r köt ülüktür ( ona
denk bir cezadır). Ama kim affeder ve arayı düzeltirse,
onun mükâfatı Allah’a aittir.” 5buyrulmuştur. Allah
“Afüv” ismiyle kusurları siler, “Settâr” ismiyle hataları örter,
“Ğafûr” ismiyle günahları affeder. Unutmayalım ki O'nun
bağışlaması bol, mağfireti nihayetsizdir. 6
Mümini affetme erdemine götüren biricik yol, kalbinde
kin ve intikam duyguları barındırmamaktır. Çünkü
düşmanlık ve intikamın olmadığı yerde sevgi ve kardeşlik
hakimolacak, zamanla yıpranan ilişkiler af ile yeniden tamir
edilecektir. Efendimiz (s.a.s) bu yüzden, “Ey Allah’ın
kulları! Kardeş olun!” çağrısıyla müminleri kin ve intikam
ateşinden uzak durmaya davet etmiştir. 7 Allah’ın hiç
sevmediği insanın, husumette sınır tanımayan ve alabildiğine
kindar
kimse
olduğunu
hatırlatmıştır. 8“Husumeti
sürdürmen s ana gü nah ol arak ye ter.” 9ikazında
bulunmuştur. Bizzat kendi adına intikam almaktan uzak
durarak damüminlere örnek olmuştur.
Değerli Kardeşlerim!
Mümin, bir haksızlığa uğradığında ya hukuk yoluyla
suça denk bir ceza ister yahut affetme yolunu
seçer. 10Rasûlullah’ın tavsiyesi bu yöndedir. 11 Suça mukabil
denk bir ceza vermek adalettir ancak Kur’an, daha üstün bir
çıkış yolunu da ısrarla önerir: Affederek cezadan
vazgeçmek. 12 İşte bu nokta, affetme erdeminin adalet
talebini geçtiği yerdir. Zira cezalandırmaktan vazgeçmek,
adaleti de aşan bir erdemdir. Affetmek bu yüzden zor ve
fakat yapılmaya değer bir davranıştır.13 Bu sebeple affetmek,
“takva”ya en yakın tutumdur. 14
Aziz Kardeşlerim!
Ne kadar manidardır ki “bağışlamak” kelimesi dilimizde
“affetmek” anlamına geldiği gibi, “karşılık gözetmeden
vermek” anlamına da gelir. “Bağışlamak”, bir bakıma
“bağışta bulunmak”tır. Affetmek suretiyle insan aslında
gönül dünyasını kin, nefret ve düşmanlık duygularından
arındırdığı için kendisine; cezalandırmaktan vazgeçtiği için
suçluya; ve nihayet intikam peşinde koşmayıp huzursuzluğa
sebebiyet vermediği için de topluma “bağışta bulunmuş”
gibidir.
Ne mutlu affederek bağışta bulunanlara!
Ne mutlu bağışlayarak affın yolunu tutanlara!
1
Araf, 7/199.
Müslim, Birr ve sıla, 69.
3
İbn-i Hişâm, es-Sîre, II, 412.
4
Buhârî, Ehâdîsü’l-enbiyâ, 54.
5
Şûrâ, 42/40.
6
Bakara, 2/192.
7
Buhârî, Edeb, 57.
8
Buhârî, Ahkâm, 34.
9
Tirmizî, Birr ve sıla, 58.
10
Tirmizî, Diyât, 13.
11
Nesâî, Kasâme, 6-7.
12
Nahl, 16/126.
13
Şûrâ, 42/43.
14
Bakara, 2/237.
2
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
İL
: GENEL
TARİH: 05/12/2014
AHİRET: HESAP VERME BİLİNCİ
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
edenler,
kesinlikle
buyuruyor:
“İnkâr
diriltilmeyeceklerini ileri sürdüler. De ki: Hayır!
Rabbime and olsun ki mutlaka diriltileceksiniz ve
yaptıklarınızdan haberdar edileceksiniz.. Bu, Allah
için çok kolaydır.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Allah Rasulü (sav)
şöyle buyuruyor: “Akıllı kişi kendisini hesaba çeken ve
ahiret için salih amel işleyendir. Aciz kişi ise
arzularına uyup bir de Allah’tan bağışlanma
umandır.”2
Kardeşlerim!
Her yeni eskir, her doğan ölür, her beklenen
gelir… Geleceğinden hiç şüphe olmayan ahiret, hesap
vermek üzere tekrar diriltileceğimiz hayattır. O büyük ve
mukadder olan günde, dünyada yapıp ettiklerimizin
kaydedildiği amel defterlerimizi elimize aldıktan sonra
adalet terazileri kurulacak ve hesap görülecektir. Dünya
hayatında yapmış olduğumuz her hayrın mükâfatını
göreceğimiz gibi, işlemiş olduğumuz her günahın da
hesabı sorulacaktır. O gün, kitabında salih amel ve
iyiliklerin ağır bastığı kimse kurtuluşa erecektir. Hayır
adına tartıları hafif gelenlerse kendilerine yazık etmiş
olduklarına bizzat kendileri şahitlik edeceklerdir.
Aziz Kardeşlerim!
İman esaslarından biri olan, çoğu defa Allah’a
imanla birlikte zikredilen ahirete iman, insanın
sorumluluk bilinciyle hareket etmesini sağlar. Bu bilinçle
hareket eden kimse dünya hayatında ilkesiz, sorumsuz bir
şekilde asla hareket etmez. Âhirete iman etmek, insan
hayatına tutum ve davranışlarına anlam katar, yön verir,
1
Teğâbun, 64/7.
Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme, 2.
3
Kasas, 28/77.
4
Ankebût, 29/64.
5
Bakara, 2/201.
değer kazandırır, varoluş amacını hep diri tutar. Bu inanç
Allah’a, topluma, aileye ve kendimize karşı olan
sorumluluklarımızı layıkıyla yerine getirmemizi sağlar.
Bizim her türlü tutum ve davranışımızdan haberdar olan
bir Rabbimizin olduğunu, bütün amellerimizin
kaydedildiğini ve bunlardan bir gün mutlaka hesaba
çekileceğimiz şuurunu canlı tutar.
Ahirete inanan bir insan, hayatında her daim ölçülü
ve tutarlı hareket eder. Kin, haset, düşmanlık, nefret gibi
duygularını törpüler. Affetme, bağışlama, hoş görme gibi
hasletlerini geliştirir. Bela ve musibetler karşısında sabırlı
ve metanetli davranır. Huzuru ve mutluluğu, Allah’a
imanda ve O’nun rızasını kazanabileceği amellerde arar.
Kardeşlerim!
Ahirete inanmak ve ona hazırlık yapmak,
şüphesiz
dünyayı
ihmal
etmek
olarak
da
algılanmamalıdır.
Nitekim
Kerim
Kitabımızda:
“Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda
harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da
nasibini unutma.”3 buyrularak hem bu dünya için hem
de ahiret için çalışılması gerektiğine vurgu yapılmıştır.
“Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibarettir.” 4
buyurulması, dünya hayatını kötülemek için değil, ahiret
hayatının göz ardı edildiği bir dünya hayatının boş ve
anlamsız olduğunu vurgulamak içindir. Aksi takdirde
Yüce Allah’ın bizleri halife olarak yaratması, yeryüzünü
bize emanet edip imarla mükellef tutması nasıl
anlamlandırılabilirdi?
Bizlerden
istenen
dünya
kazanımlarına sahip olmamak değil, kazanımlarımızın
esiri olmamaktır.
Değerli Mü’minler!
Huzurlu bir fert ve toplum olmanın yolu, ahirete
yürekten iman etmekten geçer. Öyleyse gelin, ahirete
iman bilinciyle hareket eden ve bu bilinç doğrultusunda
yaşayan müminler olalım. Erdemi, ahlâkı, hak hukuka
riayeti, başkalarına sevgi ve saygı göstermeyi,
yaşadığımız her an vazgeçilmezimiz kabul edelim.
Hutbemi şu eşsiz dualarla bitirmek istiyorum:
“Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver
ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru!”5
"Allah’ım! Ebedî yaşayacağım ahiret hayatımı
benim için hayırlı eyle. Hayatımda her türlü hayrı
ziyadesiyle ihsan eyle. Ölümümü de her türlü
şerlerden muhafaza eyle"6
6
Müslim, Dua, 71.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
ona hep güler yüz göstermiş, güzel söz söylemişlerdir.
Onun
mutluluğu
için
nice
fedakârlıklara
katlanmışlardır.
İLİ: BAYBURT
AY-YIL: MAYIS 2014
TARİH: 09.05.2014 (2. HAFTA)
‫ﻱ‬
. ‫ﻱ ِب ﺍ َّرﻝ ْس ِبﻡ ﺍ َّرﻝ ِب‬
‫ِب ْس ِب‬
‫ك أ اََّل تَ ْع ُب ُدوا إِ اَّل إِاياهُ َوبِا ْل َوالِ َد ْي ِن إِ ْح َس ًانا‬
َ ‫ضى َرُّب‬
َ َ‫َوق‬
ِ َ ‫إِ اما يْبمُ َغ ان ِع ْن َد‬
‫َح ُد ُى َما أ َْو ِك ََل ُى َما فَ ََل تَُق ْل‬
َ ‫ك ا ْلكَب َر أ‬
َ
ٍّ ‫لَيُ َما أ‬
‫يما‬
ً ‫ُف َوََّل تَْنيَ ْرُى َما َوقُ ْل لَيُ َما قَ ْوًَّل َك ِر‬
ُّ ‫ض لَيما جَناح‬
ِْ ‫و‬
ِّ ‫الر ْح َم ِة َوُق ْل ار‬
‫ب‬
‫الذ ِّل ِم َن ا‬
َ َ َ ُ ْ ‫اخف‬
َ
ِ
( İsrâ, 17/23) .‫ير‬
‫ص ِغ ًا‬
َ ‫ْار َح ْميُ َما َك َما َرابَياني‬
ِ
‫صماى المّوُ َعمَ ْي ِو َو َسما ْم‬
َ ‫َو قَا َل َر ُسو ُل المّو‬
ِِ
ِ ِّ ‫الر‬
ِّ ‫الر‬
‫ب ِفي َس َخ ِط ْا َلوالِد‬
‫وس َخطُ ا‬
‫ضا ا‬
َ ‫ب م ْن ِر‬
َ ‫ِر‬
َ ‫ضا اْل َوالد‬
Tirmizî, “Birr”, 3
Değerli Mü’minler!
Dünyada sevgi, saygı ve iyiliğe en fazla lâyık olan
kişilerin başında anne ve babalar gelmektedir. Anneler,
çocuklarını, çeşitli eziyet ve sıkıntılarla dünyaya
getirmekte ve onları sevgiyle büyütmektedirler.
Hepimiz maddî ve manevî gelişimimizi annelerimizin
sevgi, şefkat ve merhametine borçluyuz. Çünkü bir
çocuğun ruhsal ve bedensel gelişimi için anne sütü ne
kadar önemli ise, annenin sevgi, şefkat ve merhameti
de en az o kadar önemlidir.
Kişinin anneye olan ihtiyacı hayat
sürmektedir.
Annelerimiz
başlarımızın
dertlerimizin ilacı, gönüllerimizin sultanıdırlar.
boyu
tacı,
Diğer yandan annelerimizle birlikte babalarımızın
da üzerimizde şüphesiz çok büyük hak ve emekleri
vardır. İyilik ve yardımlaşmanın, ağırbaşlılık ve
sorumluluğun sembolü olan babalarımız; maddeten ve
manen büyüyüp gelişmemize ve hayata atılmamıza
katkıda bulunurlar. Baba sevgisi ve desteği de çocuklar
için önemli bir güç kaynağıdır.
Üzülerek ifade edelim ki, günümüzde, evlatları
için her türlü fedakârlığı yaptığı hâlde yalnızlığa
itilmiş, meşakkatlerin kucağına terk edilmiş, sahipsiz
gözü yaşlı anne-babalarla sıkça karşılaşıyoruz.
Gözyaşlarının, terk edilmişliğin, hayata küsmenin
meydana getirdiği bu ızdırap tabloları, vicdanları
derinden yaralıyor. Oysa bu tabloları, huzur ve
mutluluk, fedakârlık ve sabır, merhamet ve hoşgörü
süslemelidir. Bizler onların varlığı ile sıkıntı ve
meşakkat değil huzur ve mutluluk duymalıyız.
Varlıklarını yük değil nimet olarak algılamalıyız.
Değerli Müslümanlar!
Şüphesiz her mü’min, Allah’ın rızasını kazanmayı,
onun ahirette sunacağı nimetlere nail olmayı hedefler.
Bu hedefe ulaşılmasında, sâlih amellerin ayrı bir yeri
vardır. Unutmayalım ki, anne-babanın hayır dua ve
rızası, bu güzelliklere ulaşmanın yollarından biridir.
Yetim olarak ana-baba özlemiyle büyümüş sevgili
Peygamberimiz de bir hadis-i şeriflerinde “Allah’ın
rızası, anne-babanın rızasında, Allah’ın öfkesi de
anne babanın öfkesindedir.”(2) Buyurmak suretiyle bu
hususu dile getirmiştir.
Ayrıca anne-babaya isyan, büyük günahlar
arasında sayılmıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.);
“Büyük günahların en ağırını size haber vereyim
mi? Allah’a şirk koşmak ve ana-babaya âsi
olmaktır.”(3) Buyurmuştur.
Bizler anne-babamızın rızasını kazanarak onların
hayır duasını almanın gayreti içinde olalım. Zira
Peygamberimiz, “Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz
kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin duası ve
anne-babanın evladına duası.”(4) Buyurmuştur.
Hutbemi, bir ayet mealiyle bitirmek istiyorum:
“İnsana, anne ve babasına iyi davranmasını
emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz
düşerek taşımıştır…”(5)
Muhterem Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz,
buyuruyor:
Kur’an-ı
Kerim’de
şöyle
“Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet
etmemenizi, ana-babaya iyi davranmanızı kesin
olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi
senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın
onlara “öf” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı
ve güzel söz söyle.”(1)
Bu ayette, bir mü’minin, anne-babasına, saygılı
davranması, onlara şefkat ve merhamet yüklü
sözcüklerle güzel bir şekilde hitap etmesi gerektiği
bildirilmiştir. Zira o güçsüz iken, anne-babası ona kol
kanat germiş, bütün zorluk ve meşakkatlere rağmen
Murat BİROL
Din Hiz. Ve Eğitimi Şefi
Redaksiyon: İl İrşat Kurulu
Kaynaklar:
1-
İsrâ, 17/23.
Tirmizî, “Birr”, 3.
3-Buhârî, “Şahadet”, 10.
4-İbni Mâce, “Dua”, 11.
5-Lokman, 31/14.
2-
İLİ: BAYBURT
AY-YIL: TEMMUZ 2014
TARİH: 04.07.2014 (1. HAFTA)
BEN ORUÇLUYUM” DİYEBİLMEK
Kardeşlerim!
Ramazan ayının rahmet, bereket, huzur, mağfiret ve
duygu yüklü havasını teneffüs etmekteyiz. Hikmet dolu
sahurlarıyla, şükür ve paylaşımın zirveye ulaştığı iftar
sofralarıyla, ibadetin coşkuya dönüştüğü teravihleriyle
hayatımıza ayrı bir derinlik ve zenginlik katmaktadır
Ramazan ayı. Bunların içinde orucun, şüphesiz ayrı bir
yeri vardır.
Kul ile Yüce Yaratan arasındaki muhabbetin doruğa
ulaştığı duygu yüklü bir ibadettir oruç. Kul, oruçta
Rabbi ile adeta baş başadır. “İnsanoğlunun yaptığı her
şey kendisi içindir. Oruç müstesna. O benim içindir
ve onun mükâfatını ben vereceğim…”1 kudsî hadisi
ile orucun manevî karşılığına dikkat çekilmiştir. Yine,
“Kim imân ederek ve sevabını Allah‟tan umarak
Ramazan orucunu tutarsa önceki günahları
affedilir.”2 sözüyle Efendimiz (s.a.s.), riyadan uzak bir
şekilde sadece Allah rızası için tutulan orucun manevî
mükâfatına işaret etmiştir.
Kardeşlerim!
İnsanı gayri meşru istek ve arzularına esir olmaktan
koruyan bir iksirdir oruç. Oruç, bizleri maddi zevk ve
şehvetler peşinde koşmaktan alıkoyan bir ilaç gibidir.
“Ey iman edenler! Kötülüklerden sakınmanız için
oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz
kılındı.”3 âyetiyle, hem orucun farz kılınmış bir ibadet
olduğuna hem de onunla gerçekleştirilmek istenen
hedefe işaret edilmektedir ki bu da kötülük ve
günahlardan uzak durmaktır. Peygamber Efendimiz
(s.a.s) de, “Oruç bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu
olduğu günde kötü söz söylemesin, kavga etmesin.
Ona birisi sataşır veya küfrederse, „ben oruçluyum‟
desin.”4 buyurmaktadır. Gerçekten şuurlu ve şartlarına
riayet edilerek tutulan oruç, kişiyi kötülüklere karşı
koruyan bir kalkandır. Oruçlu kimse kavgalara,
çirkinliklere, kötü sözlere, günah ve isyanlara karşı iç
alemini kapatmıştır. Onun sadece midesi değil aynı
zamanda dili, eli, gözü, gönlü, bütün uzuvları bu tür
olumsuzluklara karşı iftarı olmayan bir oruçtadır. Onun
dilinin iftarı, güzel sözdür; gönlünün iftarı, güzel
duygulardır; elinin iftarı, onu hayırlı işlerde
kullanmaktır; gözünün iftarı, güzelliklere bakarak Yüce
Rabbinin kudret ve kuvvetini anlamaktır. Aklının iftarı,
insanlığa huzur verecek bilgi ve düşünceler üretmektir.
Değerli Kardeşlerim!
Rahmetin sağanak sağanak yağdığı Ramazanda,
Peygamberimizin ifadesiyle; “…cennet kapıları açılır,
cehennem kapıları kapanır, şeytanlar da zincire
vurulur.”5 Bizler, açılan cennet kapılarını kapatır,
kapatılan cehennem kapılarını açar ve zincire vurulan
şeytanların bağını çözersek, fert ve toplum olarak bu
rahmet ayından gerektiği şekilde istifade edemeyiz.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.s), “Oruçlu kimse, yalan
sözü ve yalanla amel etmeyi terk etmediği sürece,
Allah‟ın, onun yemesini içmesini terk etmesine
ihtiyacı yoktur.”6 buyurur.
Kardeşlerim!
Zekâtlar, sadakalar, yardımlaşmalar, ziyaretler, kötü
alışkanlıkların ve çirkin sözlerin terk edilmesi gibi
ibadetler, cennetin kapısını aralamaz mı? Çirkinliğe,
kötülüğe ve Allah’a isyana karşı oruçlu insan,
güzellikler bahçesi cennetin konuğu olmaz mı?
Kardeşlerim!
Geliniz, bizler Ramazan ayını değil, Ramazan ayı bizleri
değiştirsin. Ramazanın sade, huzurlu, mütevâzi ve
manevî iklimini bozmamaya özen gösterelim. Oruç bizi
terbiye edip her türlü aşırılıktan ve kötü alışkanlıklardan
arındırsın. Ahlâkımızı, kişiliğimizi ve ilişkilerimizi
orucun hikmeti ve rahmetiyle onaralım. Ramazan ve
oruç vesilesiyle iyi bir insan ve kaliteli mümin olmanın
yollarını arayalım.
Oruçlarımızın; Rahmet Peygamberi’nin, “Bir
kimse Allah yolunda bir gün oruç tutarsa, Allah bu
tutulan oruç sebebiyle o kimsenin yüzünü cehennem
ateşinden yetmiş sene sürecek mesafelik yere
uzaklaştırır.”7 hadisi şerifiyle müjdelediği oruçlar
olmasını Yüce Rabbimizden diliyorum…
Hazırlayan: İl İrşat Kurulu
Redaksiyon: İl İrşat Kurulu
Kaynaklar:
1 Buhârî , Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 30.
2 Buhârî, Savm,6.
3 Bakara, 2/183.
4 Buhârî , Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 29.
5 Buhârî, Savm, 5; Müslim, Sıyâm, 1.
6 Buhârî, Savm, 8; Ebû Dâvûd, Sıyâm, 25.
7 Müslim, Sıyâm, 31.
İLİ
: GENEL
TARİHİ : 12.09.2014
BİLGİ AHLÂKI
Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın
şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların
hepsi ondan sorumludur” 1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz
(s.a.s), şöyle dua etmektedir: “Allah’ım, bana
öğrettiklerinle beni faydalandır. Bana fayda verecek
ilmi öğret ve ilmimi artır.” 2
Kardeşlerim!
Biz, kendisini diğer dünyalardan bilgi ile ayıran,
bilginin malzemesine ne kadar çok sahip olursa olsun
bilgiyi bir ahlâk ve sorumluluk olarak görmeyen kültürleri
câhiliye olarak adlandıran bir medeniyetin mensuplarıyız.
Yüce dinimizin bilgiye ve bilgili insana ne kadar değer
verdiği, kendisini kabul eden fert ve toplumların bilgi ve
hikmetle mücehhez olmalarına ne derece ehemmiyet
atfettiği herkesçe bilinen gerçeklerdir.
Bilgiye bu denli değer veren dinimiz, bilgiyi elde
etme, kullanma ve onun değerini korumaya yönelik de bir
takım ölçüler getirmiştir. Buna göre öncelikle bilginin asıl
sahibinin Yüce Rabbimiz olduğu unutulmamalıdır. Zira
Allah Teâlâ, insanı yarattıktan sonra ona bilmediklerini,
bütün eşyanın isimlerini, kendini ifade etmeyi ve canlıcansız tüm varlıkları birbirinden ayırabilme becerisini
öğretendir.
Aziz Kardeşlerim!
Bilgi elde etmekteki amaç, hakikati kavramak,
özellikle de Hakk’a yakınlaşmak olmalıdır. Bu bilinçten
uzaklaşan insanlar, bilgiyi çıkar aracı hâline dönüştürmüş,
insanlara refah ve mutluluk getirmesi beklenen bilgiyi
tahrip ve yıkım için kullanmışlardır. Özü gereği doğruya,
güzele ve hikmete ulaştırması beklenen bilginin istismarı,
bu değerleri kaybettirir. Bilgi istismarı ise insanlığın
faydasına kullanılabilecek değerli bir bilgi birikimini
kötülüğün hizmetine sunma, menfaate aracı yapma
çabasıdır. Ve bu durum, günümüzün en büyük
sorunlarından birisidir.
Merhum Hamdi Yazır’ın ifadesiyle “Haddi zatında
her ilim muhteremdir. Fakat büyüklüğü nispetinde ilmî
haysiyetle hayru şerre müsaittir. İlim ne kadar harika,
engin; ne kadar ince ve yüksek olursa şerr-ü fitne ihtimali o
nispette büyük olur. İlimler hüsn-i istimal edilirse
zehirlerden devalar yapılır. Su-i istimal edildiği takdirde de
devalardan sümum istihsal olunur.” 3 Yani ilim ne kadar
derin, ne kadar ince ve yüksek olursa, şer ve fitne ihtimali
de o nispette büyük olur. İlimler iyi yönde kullanılırsa nice
zehirlerden ilaçlar ve çareler elde edilir. Kötü yönde
kullanıldığı takdirde nice ilaçlardan da zehirler elde edilir.
Nitekim, insanlar çıkarlarına alet ettikleri bilgi sayesinde
koca şehirleri bir bombayla yok edebilecek hâle gelmiş, on
binlerce hatta yüz binlerce kişiyi aynı anda öldürme
gücüne ulaşmışlardır. Aslında daha vahimi sessizce
gerçekleştirilen katliamdır. Bu da Allah’ın insanlara
bahşettiği hayat kaynaklarını kurutmak, kimi zaman da
canlıların, bitkilerin ve çevrenin doğal genetik yapılarını
bozmak şeklinde görülmektedir. Kısacası bugün bilgi pek
çok alanda insanlığın hayrına değil, zararına
kullanılmaktadır.
Kardeşlerim!
Bugün ne yazık ki insanlığın, özellikle de İslam
coğrafyasının durumu içler acısıdır. Pek çok İslam
ülkesinde ilim, dünyevi çıkarlara, makam kaygısına, can
korkusuna kurban edilebilmektedir. Oysa hakka, hakikate,
hikmete götüren, insanlığın yararına olan her doğru bilgiyi
paylaşmak ve yaymak, bilgi sahibinin görevlerinden
biridir.
Özellikle
kritik
zamanlarda
toplumsal
duyarlılıkların
sesi
olmak,
toplumun
rehberleri
konumundaki âlimlerin sorumluluğudur. Unutulmamalıdır
ki; geçmişte bizi biz yapan, insanlık medeniyetinin öncüsü
kılan bu anlayıştır. Zira dünya üzerinde güzelliklere yelken
açabilenler, ancak hakkı, hakikati korkmadan dünyaya
haykırabilenlerdir.
Bilginin menfaat ve kişisel tatmin aracı yapılmasının
acıklı akıbetini Peygamberimiz (s.a.s), bir hadislerinde
şöyle bildirmiştir: “Aziz ve Yüce olan Allah’ın rızası için
öğrenilmesi ge reken bir ilmi, sırf dünya menfaati elde
etmek için öğrenen bir kimse kıyamet günü cennetin
kokusunu dahi alamayacaktır.” 4 Aynı zamanda Allah
Resulü (s.a.s), ilmiyle kibirlenen, böbürlenen kişilerin
kıyamet günü gerçek yüzlerinin Alemlerin Rabbi
tarafından ortaya çıkarılacağını da haber vermiştir. 5
Kıymetli Kardeşlerim!
Bilgi sahibi olmak sorumlu olmaktır. Bilgi arttıkça
sorumluluk da artar. Bilgi, sahibini kendisine karşı,
topluma karşı, tabiata karşı ve nihayetinde Allah’a karşı
sorumlu hâle getirir. Kısacası bilgi, başlı başına bir
sınavdır. Bilgi ahlâkına sahip olma ve onu koruma daha da
zor bir sınavdır. Bu yüzden Peygamberimiz, bilgiyle
meşgul olanlara şu dualarıyla örnek olmaktadır:
“Allah’ım! Faydasız ilimden sana sığınırım.” 6
“Allahım! Fayda vermeyen ilimden, kabul
edilmeyen duad an, korkmayan ka lpten v e doym ayan
nefisten sana sığınırım.” 7
Kardeşlerim!
Bir eğitim-öğretim yılının daha eşiğindeyiz. Bu
vesileyle yeni eğitim-öğretim yılının geleceğimizin
teminatı olan evlatlarımıza, değerli öğretmenlerimize
hayırlı olmasını Yüce Allah’tan niyaz ederim. Rabbim,
evlatlarımızın kendi rızasına ulaştıracak, ülkemizin,
milletimizin, alem-i İslam’ın ve bütün insanlığın yararına
kullanacakları bilgilerle donanmalarını nasip eylesin.
İsrâ, 17/36.
Tirmizî, Deavât, 128.
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 447.
4
Ebû Dâvûd, İlim, 12.
5
Müslim, İmare, 152.
6
Nesâî, İstiâze, 21.
7
İbn Mâce, Sunne, 23.
1
2
3
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
İLİ
TARİH
: GENEL
: 10-10-2014
BİZ KARDEŞİZ
Kıymetli Kardeşlerim!
Asırlar önce Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in
kardeşliğe ilişkin şu sözlerine gelin hep birlikte kulak
verelim:
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona
zulmetmez, onu yalnızlığa terk etmez. Kim din
kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun
ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın bir sıkıntısını
giderirse, Allah da onun kıyamet sıkıntılarından birini
giderir…”1
Kardeşlerim!
Yüce dinimizde kardeşlik, aynı anne-babadan
dünyaya gelenlere hasredilemeyecek kadar geniştir.
Kardeşlik, aynı özden varedildiğimizi bilmektir. Kardeşlik,
mümine muhabbet beslemektir. Yağmurun toprağa verdiği
hayat misali birbirimize rahmet ve şefkatle yaşama sevinci
taşımaktır. Peygamberimizden gelen bir vefadır kardeşlik.
Birbirimiz için sığınılacak bir liman olabilmektir kardeşlik.
Zor zamanlarda gönül alıcı bir söz, mütebessim bir yüz
sunabilmektir. Kardeşlik, huzur ve mutluluğu paylaşmak,
hüzün ve kedere, acı ve ızdıraba ortak olmaktır. Kardeşlik,
mesafeleri, sınırları, engelleri ortadan kaldıran gönüller
arası ülfet köprüsüdür. Renkleri, dilleri, kökenleri farklı da
olsa yürekleri bir kardeşler, birbirlerinin hüznüne,
uğradıkları zulüm ve şiddete, akan kan ve gözyaşlarına asla
duyarsız kalamaz. Kardeşlik duygusu, ayrı bedenlerin aynı
kalbi hassasiyetleri paylaşabilmesidir.
Kardeşlik, Efendimiz (s.a.s)’in, “Sizden biriniz
kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe
gerçek manada iman etmiş olamaz.”2 mesajı gereği,
diğerkâmlıktır.
Duyarlı olabilmektir kardeşlik. Efendimiz (s.a.s.)’in
ifadesiyle birbirimize muhabbet, merhamet ve şefkat
gösterme hususunda bir vücut gibi hareket edebilmektir.3
Türlü sıkıntılara, fitnelere, musibetlere, desise ve hilelere
maruz kaldığımız şu günlerde birbirimizin hak ve hukukuna
riayet etmek, hep birlikte Allah rızasını aramaktır
kardeşlik.
Kardeşlik;
“Birbirinizle
üstünlük
yarışına
girmeyin. Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize kin
beslemeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın
kulları! Kardeş olun.4 Müslümanın kardeşine üç günden
fazla dargın durması helâl değildir.”5 nebevi ifadesiyle,
hangi şartta olursa olsun kardeşini yalnızlığa terk
etmemektir. Kardeşlikte terk yoktur, sorumsuzluk,
duyarsızlık yoktur.
Kardeşlik her şeyden önce kuru bir söylem değil, bir
hukuk, bir hak, bir görev, bir iman ve ahlâktır.
Değerli Müminler!
İşte Ensar ve Muhacir, böyle bir kardeşliği bizzat
yaşayarak ortaya koydular. Efendimiz (s.a.s.), asabiyet ve
cehaletin, bağnazlığın, kör taassubun zincirlerini kırarak;
dilleri, renkleri, gelenek ve görenekleri farklı olmasına
rağmen ‘iyilik ve takvada yardımlaşan’ lardan bütün
insanlığa örnek bir kardeşlik toplumu meydana getirdi.
Müslümanlar olarak, Allah Resulü’nden devraldığımız
bu ulvi mirası yüzyıllarca yaşattık. Asırlarca yeryüzünün
muhtelif coğrafyalarında bu kardeşlik anlayışını diri tutarak
bu günlere geldik. Dünyevi çıkarların, güç mücadelelerinin,
Kutlu Nebi’nin, ardında bıraktığı bu örnek toplumu
zedelemesine fırsat tanımadık. Bu gün de
kardeşlik
duygularımızın ve gönüllerimizin onulmaz yaralar almasına
izin vermemeliyiz. Yüz yıllarca gönülleri bir, zihinleri bir,
gayeleri bir kardeşlerin arasına ayrılık-gayrılık girmesine asla
müsaade etmemeliyiz. Birbirine ülfet, muhabbet, samimiyet,
ünsiyet beslemesi gereken gönüller, hırs, menfaat, bencillik,
kin ve intikam ateşiyle kavrulmamalıdır. Yüreklerimizi
dağlayacak, birlik ve dirliğimizi bozacak fitne ve fesat
ateşleri körüklenmemelidir.
Değerli Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, biz Müslümanlara hakikatin yolunda
olmayı, hakkın peşinden koşmayı emretti. Kendimizi
hakikatin yerine koymayı, hakkı yalnız kendimize has
kılmayı emretmedi. Hepimiz hakikatin yolunda hizmet
etmekle emrolunduk. Hiç kimse ‘hakikat bende’ dememeli,
‘hakikat benimle’ diye iddia etmemelidir. Müslümanlar
olarak, “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse
kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten
sakının ki size merhamet edilsin.”6 ilahi emri gereği yıkıcı
değil yapıcı; ayrıştırıcı değil, birleştirici olmalıyız. Fitneyi
değil, ıslahı esas almalıyız. Bizi biz yapan değerlere sımsıkı
sarılarak birliğimizi ve dirliğimizi korumalıyız. Bu yolda;
Sakın incitme bir canı,
Yıkarsın arş-ı Rahmân’ı
sözü genelgeçer anlayışımız olmalıdır.
Hutbemizi, Yüce Rabbimizin Kerim Kitabımızda bize
öğrettiği şu dua ile bitirelim: “Rabbimiz! Bizi ve bizden
önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla.
Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma!
Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok
merhametlisin.”7
1
Müslim, Birr, 58; Tirmizi, Hudud, 3
Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59.
3
Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr, 66.
4
Müslim, Birr, 28.
5
Buhârî, Edeb, 63; Müslim, Birr, 23.
6
Hucurât, 49/10.
7
Haşr 59/10
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İL
: TÜRKİYE GENELİ
TARİH : 20.06.2014
İkinci olarak çocuklarımıza kişilik kazandırmalıyız.
Kişilik ise her şeyden önce güzel ahlak ile şekillenir. Sevgili
Peygamberimiz (s.a.s), bu konuda “Hiçbir anne-baba,
çocuğuna güzel ahlaktan daha kıymetli bir miras
bırakmamıştır.”3 buyurmuştur.
Üçüncü olarak yavrularımıza kimlik kazandırmalıyız.
Onları Allah’a kul, Muhammed Mustafa (s.a.s)’ya ümmet,
İslam’ın değerler manzumesi ile donanmış erdemli kişiler
olarak yetiştirmek, bu hayattaki en önemli görevimizdir.
CAMİYE KOŞALIM, KUR’AN’LA BULUŞALIM
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır: “Gerçekten bu Kur’an, en doğru yola
ulaştırır. İyi işler yapan müminler için büyük bir mükâfat
olduğunu müjdeler.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s) şöyle
buyurmaktadır: “İnsanoğlu ebediyete irtihal ettiği zaman
amel defteri kapanır. Şu üç kişinin defteri ise kapanmaz
ve bunlara sevap yazılmaya devam eder. Ardında
sadakayı cariye, yani kalıcı bir hayır bırakan kişi. İlmini
insanlığın hayır ve hizmetine sunan kişi. Kendisine hayır
duada bulunan bir evlat yetiştiren kişi.”2
Kardeşlerim!
Bir kitap düşünün! İnsanlık âlemini evrensel değerlerle
buluşturdu. Aşağıların aşağısına yuvarlanmış insanlığı yüksek
değerlere kavuşturdu.
Bir kitap düşünün! İnsanlığı hak, hakikat, adalet, ahlak,
fazilet, birlik, beraberlik ve kardeşlikle tanıştırdı.
Bir kitap düşünün! Medine’de bir medeniyet nüvesi
meydana getirdi. Kızgın çölün bereketsiz topraklarında bedevi
insanlardan, medeni bir toplum oluşturdu.
Bir kitap düşünün! Küfür, şirk, kin, nefret ve intikam
toplumunu, hem de çok kısa bir zaman diliminde iman, İslâm,
sevgi, muhabbet ve rahmet toplumuna dönüştürdü.
Aziz kardeşlerim!
İşte Yüce Kitabımız Kur’an’ın mesaj ve anlam dünyası
ile çocuklarımızı ve gençlerimizi buluşturmak en başta gelen
vazifemizdir! Unutmayalım ki yeryüzünde bulunan her şey
bize birer emanet olarak verilmiştir. Sahip olduğumuz bütün
nimetler, bizlere Allah’ın emanetidir. Gerçek şu ki; bize
verilen en büyük ve en değerli emanet, ciğerparelerimiz olan
çocuklarımızdır.
Bizler, dünyaya veda ettikten sonra arkamızdan hayır
dualar edecek salih evlat bırakmalıyız. Dualarımızı en çok bu
yönde yapmalıyız. Allah’tan salih evlat istemeliyiz.
Yavrularımızın salih birer evlat olarak hayatlarını devam
ettirebilmeleri için üzerimize düşen vazifeler vardır. Her
evladın ana-baba üzerindeki en büyük hakkı, her şeyden önce
ona bir benlik, bir kişilik ve kimlik kazandırmasıdır.
Yavrularımıza benlik kazandırabilmek için öncelikle
onlara hayatın manasını öğretmeliyiz. İnsanın değerini,
yaratılış gayesini, nereden geldiğini ve nereye gideceğini
öğretmeliyiz.
Kardeşlerim!
Bir hafta önce bir eğitim ve öğretim dönemi daha sona
erdi. Çocuklarımızın Kur’an ile, Peygamber Efendimiz
(s.a.s)’in örnek hayatı ile, cami, mihrap ve minber ile,
ibadetlerle tanışmaları ve buluşmaları için çok güzel bir fırsat
mevsimi başlıyor… 23 Haziran’da başlayıp 22 Ağustos’a
kadar devam edecek olan Yaz Kur’an Kurslarımız açılıyor.
Bu yaz, “Camiye koşalım, Kur’an’la buluşalım” şiarıyla
camilerimiz göz aydınlığı çocuklarımızla şenlenecek…
Aziz Kardeşlerim!
Yavrularımızın yaz Kur’an kurslarına katılmasına annebabalar olarak rehberlik ve öncülük edelim! Çocuklarımızı,
hocalarımıza emanet edelim! İki ay içerisinde cami ile tanışıp,
caminin manevi atmosferi içerisinde koşuştursunlar! Kelime-i
şehadeti, kelime-i tevhidi öğrensinler! Rabbimizi tanıyıp
bilsinler! İnancımızı, abdesti, namazı, zekâtı, haccı, orucu
öğrensinler! İnsanî ve ahlâkî erdemleri, sevgiyi, saygıyı,
doğruluğu,
dürüstlüğü
öğrensinler!
Paylaşmayı,
yardımlaşmayı, dayanışmayı, merhameti, kardeşliği, birlik ve
beraberliği öğrensinler! Kur’an’la tanışsınlar, Allah’ın
kitabını okusunlar! Zira onları vatanımıza, milletimize,
Müslümanlara ve tüm insanlığa faydalı ve hayırlı birer insan;
bizlere hayır dua eden salih bir evlat olarak yetiştirmeye,
bugün, her zamankinden daha fazla muhtacız.
Aziz Kardeşlerim!
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), bir hadislerinde ideal
gençliği, “neşeyi Rabbine ibadette bulan gençlik” diye tarif
etmiştir. Ne hazindir ki, bugün, bazı gençlerimizin neşeyi
nerelerde bulmaya çalıştığını ve oraların, onların ömürlerini
nasıl törpülediğini, hayatlarını nasıl tahrip ettiğini hepimiz
biliyoruz. Zira neşeyi Rabbine ibadette bulamayan gençlik,
neşeyi, sevinci, huzuru başka yerlerde arayacaktır.
Unutmayalım ki, milletlerin istikbâli gözlerindeki ışığa
bağlıdır. Gözlerinin nurunu kaybeden milletler, geleceği
göremezler, sağlam bir istikbal inşa edemezler. Çocuklarımız,
gençlerimiz, gözlerimizin nurudur; kalplerimizin sürurudur.
Hutbemi Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’de bizlere öğrettiği bir
dua ile bitirmek istiyorum:
"Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz
aydınlığı kıl ve bizi Allah'a karşı gelmekten sakınanlara
önder eyle"4
1
İsra, 17/9.
Tirmizî, Ahkâm, 36.
3
Tirmizî, Birr ve Sıla, 33.
4
Furkân, 25/74.
2
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
İL
: GENEL
TARİH : 28/11/2014
DİLİN ESİRİ OLMAYALIM!
Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Her kim şan ve şeref istiyorsa bilsin ki,
şan ve şeref bütünüyle Allah'a aittir. Güzel sözler
Allah’a yükselir, güzel sözü de salih amel
yükseltir...”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz
(s.a.s) bizleri şöyle uyarıyor: “Allah'a ve ahiret gününe
inanan ya hayır söylesin ya da sussun...”2
Aziz Kardeşlerim!
Canlılar içinde meramını dil ile ifade etme,
konuşma yeteneği sadece insana bahşedilmiştir. Rahmân,
insanı yaratmış, ona düşünme ve konuşmayı öğretmiştir.3
Kelam, Yüce Rabbimizin sıfatlarından olup insana ilahi
bir emanettir. Bu emaneti, sahibinin rızası doğrultusunda
kullanmak ve korumak ise mümin olarak en önemli
sorumluluklarımızdandır.
Kur’an-ı Kerim şüphesiz ki sözlerin, kelâmın en
güzelidir. Bu en güzel söze iman ve itaat eden biz
müminlerin de, en güzel kelamı konuşmamız, bir başka
ifade ile sözümüzün hayrolması imanımızın bir gereğidir.
Değerli Kardeşlerim!
Dilden ölçüsüzce çıkan kimi söz ve konuşmalar
lisanın afetleri olarak nitelendirilmiştir. Kerim Kitabımız,
bize anlamsız ve boş konuşmadan, gıybetten, su-i
zandan, iftiradan, alay etmekten, yalan söylemek ve
yalan yere yemin etmekten, yapmadığını söylemekten ve
ifsâd edici her türlü sözden uzak durmamızı emreder.
Bilinmelidir ki; böylesi fiiller, insanlar arasında
huzuru bozduğu gibi âhirette de azaba neden olacaktır.
Peygamberimiz (s.a.s) tarafından, “elinden ve dilinden
emin olunan insan” olarak tanımlanan Müslüman4,
kalbiyle sû-i zan besleyen, diliyle gıybet eden, insanları
arkalarından çekiştiren, onların kusurlarını araştıran,
ayıplarını ortaya döken, sözleriyle kardeşini yaralayan
insan değildir. Mümin, böyle bir kişiliğe sahip olamaz.
İmanı gereği, güzel ahlâkın erdemlerini kuşanan insan
olan Müslüman5, kardeşinin mahremiyetine dil uzatarak
onun şerefini, onur ve haysiyetini zedeleyemez.
Kıymetli Kardeşlerim!
Üzülerek belirtmek gerekir ki günümüzde bir
eğlence unsuruymuş gibi gösterilen dedikodu faaliyetleri,
asılsız söz ve ithamlar, iftira, yalan ve çirkin sözün her
türlüsü özellikle iletişim araçları ile merak ve ilgi
uyandıracak tarzda sunulmaktadır. Bu şekilde âdeta bir
yalan ve gıybet sektörü meydana getirilmektedir. Bu
durumun ise dinî ve ahlâkî açıdan fert ve topluma çeşitli
zararları vardır.
Özellikle sosyal paylaşım sitelerinde yayınlanan bir
haber, milyonları etkileyebilmekte, kitleleri tesir altına
alabilmektedir. Kimileri bilgisayar başında, ilahi gözetim
altında olduklarını unutarak kişilerin haysiyetini, şerefini
zedeleyecek sorumsuz tutumlar sergileyebilmektedirler.
Böylece, bir taraftan kul hakkına, diğer taraftan da
toplumda infiale neden olarak kamu hakkına
girmektedirler. Oysa sadece yanındayken değil,
yokluğunda da bir insanın hukukunu çiğnememek,
onurunu zedelememek müminin iman ve ahlakının bir
gereği değil midir? Dedikodu, yalan, iftira, gıybet gibi
kötü sözlerle dilini zehirli bir ok haline getirenler, bunun
bir hesabının olacağını düşünmezler mi?
Kardeşlerim!
Malumdur ki kap, içindekini dışa yansıtır. İnsanın
dili de kalbinin aynasıdır. Eğer kişi berrak bir zihne,
tertemiz bir gönle sahipse dilinden de güzellikler
dökülür. Kötü düşüncelerin, çirkin işlerin esiri olmuş bir
kalp, dili de köreltir. İşte Allah Resulü’nün dil ile kalbin
ilişkisini vurgulayan şu hadisi ne kadar da önemlidir:
“Zandan uzak durun. Zira zan, sözün en yalanıdır.
Birbirinize kulak misafiri olmaya çalışmayın,
birbirinizin özel hâllerini araştırmayın, birbirinizle
üstünlük yarışı içine girmeyin, birbirinize haset
etmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize sırt
çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeşler olunuz.”6
Aziz Müminler!
Dil, kelam bize bahşedilmiş en önemli
nimetlerdendir. Geliniz, bu nimeti rıza-i ilahiye uygun
kullanalım.
Söylediklerimiz,
yaşadıklarımız,
yaşadıklarımız da söylediklerimiz olsun. Sözümüzün,
dilimizin bir ahlakı, bir adabı olsun. Sözlerimiz hikmetli
ve ibretli, sözlerimizin gayesi de insan onuru ve
haysiyetini yüceltmek olsun. Biz, söylediklerimizin değil,
söylediklerimiz bizim esirimiz olsun. Dedikodu, gıybet,
sû-i zan, yalan, iftira ve çirkin sözlerle hem insanlar hem
de Rabbimiz katındaki değerimizi düşürmeyelim.
Efendimiz (s.a.s)’in sıklıkla dile getirdiği şu duayı
kendimize şiar edinelim:
“Allah'ım! Kulağımın kötülüğünden, gözümün
kötülüğünden, dilimin kötülüğünden, kalbimin
kötülüğünden sana sığınırım.”7
1
Fâtır, 35/10.
Buhârî, Edeb, 31.
3
Rahmân, 55/1-4
4
Buhârî, İmân, 4.
5
Dârimî, Rikâk, 74.
6
Buhârî, Edeb, 57.
7
Ebû Dâvûd, Vitir, 32.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ: GENEL TARİH:
07.02.2014
Riya ile safiyetini kaybeden ameller, Rabbimizin katında,
üzerinde az bir toprak bulunan ve şiddetli yağmura maruz
kalınca çıplak hale gelen kayaya benzer .
Aziz Kardeşlerim,
DİN SAMİMİYETTİR
Aziz Kardeşlerim,
Sahabeden Temîm ed-Dârî anlatıyor: Bir gün Allah
Resulü (sas), ashabına hitap ederken, üç kez tekrar ederek
şöyle seslendi: "Din samimi olmaktır. Din samimi
olmaktır. Din samimi olmaktır." Sahabeden bazıları: "Din
kime karşı samimi olmaktır ya Rasûlallah?" diye
sordular. Sevgili Peygamberimiz (sas): "Allah'a karşı,
Kitabına karşı, Peygamberine karşı, Müslümanların
meşru idarecilerine karşı ve bütün Müslümanlara karşı
samimi olmaktır." diye cevap verdi.
Aziz Kardeşlerim,
İslâm'ın özü olarak kabul edilen dört hadisten biri olan bu
kutlu ifadeye göre; Din-i Mübin-i İslâm'ı kabul eden her
insan Allah'a iman ve kulluk, Kur'an'a tabi olma, Hz.
Peygamberi (sas) örnek alma, yöneticilere karşı hakkı
söyleme ve toplumsal görevlerini yerine getirme, sınıf ve
statü farkı gözetmeksizin bütün Müslümanların ve hatta
bütün insanların haklarına riayet etme gibi konularda
ciddi bir samimiyet sınavına tabi tutulmuş demektir.
Buna göre ihlas ve samimiyet, dinin özü, dindarlığın
hülasasıdır.
İhlas ve samimiyet, inancın, kulluğun ve itaatin sadece ve
sadece âlemlerin Rabbi olan Allah'a özgü kılınmasıdır.
İhlas ve samimiyet, bütün ibadetlerin, her türlü riya,
gösteriş ve çıkar kaygılarından arındırılıp sadece Allah
rızası için yapılmasıdır.
İhlas, Yaratıcısına gizli-açık hiçbir şeyi ortak koşmayan
samimi imandır. İhlas, dünyevi bir çıkar beklemeden sırf
Allah rızası için yapılan kulluktur. İhlas, Allah'a karşı
olduğu gibi insanlara, canlı-cansız bütün varlıklara karşı
gösterilen samimiyettir. İhlas, nifak ve iki yüzlülükten
uzak bir kalp safiyetidir. İhlas, Allah rızasına göre hareket
eden akıl ve kalbin karşılıksız garazsız amelidir. İhlas,
Hz. Mevlana'nın ifadesiyle olduğu gibi görünmek ve
göründüğü gibi olmaktır.
Aziz Kardeşlerim,
İhlas olmazsa, ruhumuzun miracına sebep olması gereken
namazlarımız, bizleri kötülüklerden alıkoyamaz. İhlas
olmazsa oruçlarımız, artık bizim için bir kalkan değil,
sadece açlık ve susuzluktan ibaret kalır. İhlas olmazsa
kurbanlarımız Rabbimize kurbiyete vesile olamaz,
elimizde kalan sadece onların etleri ve kanları olur.
İhlasın yerini gösteriş, samimiyetin yerini riya almışsa,
sağ elimizin verdiğini sol elimizin bilmemesi gereken
fedakârlıklarımızı herkes biliyorsa, o vakit sadakalarımız
Rabbimize sadakatimizi ifade etmekten çok uzakta
demektir. Gösteriş malzemesi yapılan sadakalar
ömrümüze bereket getirmekten ziyade bizi çoraklaştırır.
İhlas ve samimiyet, sadece inanç ve ibadetlerimizde değil,
insanlarla olan ilişkilerimizde de son derece önemlidir.
Müslümanm Müslümana karşı samimi, içten ve gönülden
davranması da dinin önemli bir ilkesidir. Zira müminin en
önemli vasfı olan güvenilirlik ancak içten ve samimi
davranışlarla sağlanabilir. Aile ve akraba ortamında,
komşuluk ve arkadaşlık ilişkilerinde, iş ve ticaret
hayatında, kısacası hayatın her alanında insanlara karşı
içten ve samimi davranmak en büyük ahlâkî
erdemlerdendir. Bu erdemi kazanmanın en kısa yolu da
her işimizde Allah rızasını ön plânda tutmak ve O'nun her
an bizi görüp gözettiğini aklımızdan çıkarmamaktır.
İnsanları değerlendirmemizde ve eşyaya bakışımızda bu
yaklaşım esas olursa dünyevi çıkar ve hırsların
körüklediği pek çok olumsuzluk kolayca bertaraf
edilebilir.
Aziz Kardeşlerim,
Halis ameller, riya ile gösteriş arzusu ile "desinler diye"
yapılarak kirletildiğinde anlamını kaybeder. Samimiyet
olmadan değerler, değerini yitirir. "Cömert" desinler diye
infakta bulunan, "âlim" desinler diye ilim tahsil eden,
"kahraman" desinler diye savaşan kimsenin çabasının
Allah nezdine hiçbir kıymeti yoktur. Hatta bu kimseler,
sahte niyetlerle yapılan sahte amellerinden ötürü ahirette
hüsrana uğrayacaklardır.3 Çünkü ihlası, samimiyeti
bilmeyene insanlar "âlim" dese de hakiki cahil odur.
Gönlünü Rabbinin rızasıyla zenginleştirmeyenin adı
"zengin" olsa da hakikatte o, insanların en yoksuludur.
Samimiyetsiz secdelerle âbid, dünyaya gönül bağlayarak
zâhid, dünyalık için hicret ederek muhacir olunmaz.
Gerçek muhacir dünyalıklara dair gönlündeki her şeyi
terk ederek "ihlas"a hicret edendir. Uzaklarda bir yerlerde
boynu bükük bir halde ihlas bizi bekliyor. Riyadan,
kibirden, iki yüzlülükten uzaklaşıp samimiyetin kapısını
ne zaman çalacağız? Kulluk gösterilerinden, gösteriş
bağımlılığından, iyilikleri pazarlarda satmaktan uzaklaşıp
ihlas, samimiyet ve takvanın gönlünü ne zaman alacağız.
Sahi yolculuğumuz nereye, bizler kimin muhaciriyiz?
Aziz Kardeşlerim,
Unutmayalım ki hutbemin başında okuduğum ayet-i
kerimede de ifade edildiği gibi Allah'ın azabından sadece
O'nun ihlaslı kulları kurtulacaktır.
Hutbemi Resûl-i Ekrem Efendimizin (sas) bir duasıyla
bitirmek istiyorum:
"...Ey yücelik ve ikram sahibi, her şeyin Rabbi olan
Allah'ım! Beni ve ailemi dünya ve ahirette her an sana
ihlâs ve samimiyetle bağlı kıl.!..." 5
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
2
3
4
5
Müslim, İman 95; Ebu Davud, Edeb, 59
Bakara 2/264
Müslim, İmare 152
Sâffat, 38-40
Ebû Dâvûd, Tefrîu ebvâbi'1-vitr, 25
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in hadisleri incelendiğinde
Efendimizin, doğruluğun davranış boyutuna da “sadaka” adını
verdiğini görürüz. “Sadaka” kavramı sadece dilimize geçerken
değil, klasik ve çağdaş Arap dilinde de anlam daralmasına
uğramış ve karşılıksız olarak fakirin eline verdiğimiz yardımın
adı olmuştur. Oysa İslâm âlimleri sadakayı şöyle tarif etmiştir:
“Sadaka, imanın sadakatini ortaya koyan her davranıştır.”
“Doğruluğun davranışla aranmasıdır; doğruluğu davranışla arama
teşebbüsüdür.” Buna göre insanın özünde ve sözünde doğru
olduğunu ifade eden her davranış “sadaka” dır. Tıpkı insanın
aklında ve düşüncesinde var olan güzelliği yansıtan davranışlara
hasene ve hasenât denildiği gibi.
İLİ
: GENEL
TARİH : 04/04/2014
DOĞRULUK VE SADAKA
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Ve şöyle niyaz et: Rabbim! Gireceğim yere doğruluk,
dürüstlük ve sıdk ile girmemi sağla; çıkacağım yerden de
doğruluk, dürüstlük ve sıdk ile çıkmamı sağla. Bana yüce
katından tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ihsan
eyle!” 1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Doğruluktan ayrılmayın, zira
doğruluk sizi iyiliğe, iyilik d e cen nete g ötürür. Kişi sürekli
doğru söyler ve doğrunun peşinde olursa Allah katında
doğrulardan yazılır. Yalandan kaçının, zira yalan sizi
kötülüklere götürür. Kişi sürekli yalan söyler, yalanın
peşinde olursa Allah katında yalancılardan olduğu yazılır.” 2
P0F
P
P1F
Kardeşlerim!
Hz. Ebu Bekir’den gelen bir rivayete göre Sevgili
Peygamberimiz (s.a.s) bu sözü son vasiyetleri arasında
zikretmiştir. Başka bir hadisinde, “Her k im A llah ve
Rasulü’nün kendisini sevmesini istiyorsa sözünde doğru
olsun.” buyurmuştur. Efendimiz (s.a.s) başka bir hadislerinde,
cennete götüren hasletleri sayarken doğru sözlülüğü en başta
zikretmiştir. Aynı şekilde Hz. Âişe validemiz, doğru sözlü
olmayı İslam’ın on büyük erdeminin başında saymıştır. “Tehlike
bile görseniz doğruluktan ayrılmayın. Zira kurtuluş
doğruluktadır. Kurtuluş dahi görseniz yalandan kaçının.
Zira asıl tehlike yalandadır.” sözü de hadis olarak nakledilen
bir rivayettir. 3
P2F
Değerli Müminler!
Ahlaki bütün sistemlerin ahlaklı ve erdemli bir hayat için
şart koştukları en büyük ilke şüphesiz doğruluktur. Doğruluk
sadece söze özgü ve sözden beklenen bir ilke olmadığı gibi aynı
şekilde doğrunun zıddı olan yalan da sadece sözle ilintili değildir.
Susarak yalan üzere hayat sürenler, yalan söz söyleyenlerden hep
fazla olmuştur. Eski dilimizde buna “samt-ı kâzib” denmiştir.
Gerçek anlamda sıdk ve doğruluk; hakikat anlamında doğru olanı
tasdik etmek; tasdik ettiğimiz hakikate uygun doğru söz
söylemek ve verdiğimiz sözde durmak; söylediğimiz doğru söze
uygun davranışta bulunmaktır. Şayet doğruluğu sözün sıfatı
olarak alacak olursak sözün, hem insanın iç dünyasına, inancına
ve düşüncesine hem de iş ve davranışlarına uygun olması
demektir.
Aziz Kardeşlerim!
Kur’an dilinde, kalbinde tasdik ettiği inancına uygun
davranan ve düşüncelerinin doğruluğunu iyi ve güzel
davranışlarıyla ortaya koyan kimseye sadık denmiştir. Bakara
suresi 177. ayette, iyilik ve doğruluk arasındaki ilişkiye dikkat
çekilmiş ve Allah’a iman, ahirete iman, namaz ve zekâtın yanı
sıra yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenmek
durumunda kalanlara, özgürlüğünü kaybetmiş olanlara çok
sevdiğimiz mallarımızdan tasadduk etmek, verdiğimiz sözde
durmak, zorluk ve sıkıntılara sabretmek sadıkların özellikleri
olarak zikredilmiştir.
Aziz Kardeşlerim!
Şimdi geliniz, hep birlikte “sadaka” olarak adlandırılan
davranışları Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in dilinden
dinleyelim. “Güzel söz sadakadır.” 4; “Yumuşak söz sadakadır.” 5;
“Kardeşinin yüzüne tebessüm etmen sadakadır.” 6; “Allah’ın
kullarına selam vermen sadakadır.” 7; “İnsanlara yol göstermen
sadakadır.”; “Yolunu kaybedene yol göstermeniz sadakadır.” 8;
“Yolda insanlara eziyet veren bir şeyi kaldırıp atman
sadakadır.” 9; “Bir kimsenin bineğine binmesi için yardımcı
olman sadakadır.”; “Bir kimsenin yükünü yüklemesi için
yardımcı olman sadakadır.” 10; “Doldurduğun kovayı kardeşinin
boş kovasına boşaltman sadakadır.” 11; “Zayıf bir kimseye
gücünle yardımcı olman sadakadır.”; “Sanat ehline yardımcı
olmanız sadakadır.”; “İki kişinin arasını bulman, iki kişinin
arasında adaletle hükmetmen sadakadır.” 12; “Konuşma özürlü bir
insanın kendisini ifade etmesine yardımcı olman sadakadır.”;
“Hastaları ziyaret etmeniz sadakadır.”; “Toprağa diktiğiniz her
bitki, her ağaç sizin için sadakadır.”; “İnsanın veya hayvanların
ondan yedikleri sizin için sadakadır.”; “İnsanlarla iyi geçinmek
sadakadır.”; “Çocuklarınıza yedirdiğiniz sadakadır.”; “Eşinize
yedirdiğiniz sadakadır.”; “Yanınızda çalışanlara yedirdiğiniz
sadakadır.” 13; “Kişinin kendi ailesi için nafaka temin etmesi
sadakadır.” 14; “En üstün sadaka kişinin ilim öğrenmesi ve
öğrendiği ilmi Müslüman kardeşine de öğretmesidir.” 15;
“Cenazelere katılmanız sadakadır.”; “Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i
ani’l-münker sadakadır.” 16; “Namaza attığınız her adım
sadakadır.” 17; “Allah’a hamdetmeniz sadakadır.” 18; “Allah’ı
tesbih edişiniz sadakadır.” 19; “Allah’ı tekbir edişiniz
sadakadır.” 20; “Şerden uzak olmanız sadakadır.”; “Maruf olan
her şey sadakadır.” 21
P3F
P
P5F
P6F
P8F
P
P7F
P
P
P
P9F
P
P10F
P
P1F
P12F
P
P13F
P
P
P14F
P15F
P16F
P
P
P
P17F
P18F
P19F
P4F
P
P
P
P
P20F
Kardeşlerim!
Unutmayalım ki sadaka, kişinin Rabbine, kendine ve bütün
insanlara karşı sadakatini gösteren her davranıştır. Yani sadaka,
sıdk üzere olan sadıkların davranışıdır.
Ne mutlu dürüst ve sadık olanlara!
Ne mutlu dosdoğru ve sıddık olanlara!
İsra 17/80.
Müslim, Birr ve Sıla, 105.
Abdullâh b. Muhammed, Mekârimu’l-Ahlâk, I, 46.
4
Ahmed b. Hanbel, II, 312.
5
Buhârî, Edeb, 34.
6
Tirmizi, Birr ve Sıla, 36.
7
Buhârî, Sulh, 11.
8
Ahmed b. Hanbel, II, 42, 154.
9
Buhârî, Mezâlim, 34.
10
Ahmed b. Hanbel, II, 316, 350.
11
Tirmizî, Birr, 36.
12
Buhârî, Sulh, 11.
13
Ahmed b. Hanbel, IV, 121; V, 154; VI, 362.
14
Buhârî, Îmân, 41.
15
İbn Mâce, İbn Mâce, Sunne, 20.
16
Ebû Dâvûd, Tatavvu, 12.
17
Buhârî, Cihâd, 62.
18
Müslim, Musâfirîn, 84.
19
Ebû Dâvûd, Tatavvu, 12.
20
Ahmed b. Hanbel, V, 167.
21
İbn Ebî’d-Dünyâ, Kitâbu’l-Havâric, s. 21, 179.
1
2
3
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
İLİ
: TÜRKİYE GENELİ
TARİH : 06.06.2014
DUA, İBADETİN ÖZÜDÜR
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
“De ki! Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)
şöyle buyuruyor: “Dua, ibadetin özüdür”2
Kardeşlerim!
Dua, ruhun Allah’a doğru yükselişidir. Dua etmek, değer
verilen bir aşkın, duyarlı olmanın ve sevmenin tecellisidir. Dua,
zekânın karanlık gecesine aşkın yaptığı bir hamle ve uzattığı bir
ışıktır. Aynı zamanda güvenmenin, inanmanın ve tanımanın
yoludur dua. Dua ihtiyacını kendisinde öldüren bir toplum,
pratikte fesat ve çöküşten korunabilecek unsurlara artık sahip
değildir. Duanın etkisi bir toplumda zayıflamaya ve unutulmaya
yüz tutarsa, o toplumun çöküşüne, dirençsiz kalmasına zemin
hazırlanmış olur.
Dua, insan gücünün takviyesi, olumlu işlerin sürdürülmesi
ve müminin, bireysel ve toplumsal hayatı düzenleme isteğidir.
Sadece güçsüzlüğü karşılamak, sorumluluktan kaçmak, işsizlik,
tembellik ve tehlikelerden uzak kalmak amaa M
um
‫‪İLİ: BAYBURT‬‬
‫‪AY-YIL: 19.12.2014‬‬
‫ﻱ‬
‫ﻱ ِ ﺍ َّرﻝ ْ ِﻡ ﺍ ‪.‬ﻝ ِ ِ‬
‫ِ ِْ‬
‫ﺹﺏَﻙَ‬
‫َﻭْﺕ َِﻍﻑِ َ ﺍﺁﺕَﺍﻙَ َّر ُ ﺍ َّرﺫ َﺭ ْْل ِﺥ َﻝﺓَ َﻭ ََلﺕ َ‬
‫َﻩﺱﻥَ ِ‬
‫ﺃَ ْ ِ ﻡ َ‬
‫ﻑَ َ ﺍ َﺩ‬
‫ﻙ َ ﺍ ﺃَ ْ َ ﻡَ َّر ُ ﺇِﺍَ ْﻙَ َﻭ ََلﺕَﺏ ِْﻍ ْﺍ‬
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : OCAK 2014
TARİH : 10.01.2014 (1. HAFTA
‫ﺍﻟﺮ ِﺣ ِﻴﻢ‬
‫ﻤﻦ ﱠ‬
‫ﺑِﺴ ِْﻢ ﷲِ ﱠ‬
ِ ‫ﺍﻟﺮ ْﺣ‬
ْ
َ
ُ
‫� َﻭﻻَ ﺗُﻠﻘُﻮﺍْ ِﺑﺄ ْﻳﺪِﻳ ُﻜ ْﻢ ِﺇﻟَﻰ ﺍﻟﺘ ﱠ ْﻬﻠ َﻜ ِﺔ‬
ِ ّ ‫ﺳ ِﺒﻴ ِﻞ‬
َ ‫َﻭﺃَﻧ ِﻔﻘُﻮﺍْ ِﻓﻲ‬
َ‫�َ ﻳ ُِﺤﺐﱡ ْﺍﻟ ُﻤ ْﺤ ِﺴﻨِﻴﻦ‬
ّ ‫َﻭﺃَ ْﺣ ِﺴﻨُ َﻮﺍْ ِﺇ ﱠﻥ‬
‫ﺻﻠﱠﻲ ﱠ‬
‫ﺳﻠﱠ ْﻢ‬
ُ ‫ﻗَﺎ َﻝ َﺭ‬
ِ ‫ﺳﻮ ُﻝ ﱠ‬
َ ُ�
َ ‫ﻋﻠَ ْﻴ ِﻪ َﻭ‬
َ �
ُ‫ﺼ ﱠﺤﺔ‬
ٌ ‫ﺎﻥ َﻣ ْﻐﺒ‬
ّ ِ ‫ ﺍﻟ‬:‫ﺎﺱ‬
ٌ ‫ُﻮﻥ ﻓِﻴ ِﻬ َﻤﺎ َﻛ ِﺜ‬
ِ ‫ﻴﺮ ِﻣﻦَ ﺍﻟﻨﱠ‬
ِ َ‫ﻧِ ْﻌ َﻤﺘ‬
ُ‫َﻭ ْﺍﻟﻔَ َﺮﺍﻍ‬
HASTALIKLARDAN KORUNMA VE SAĞLIK
Değerli Kardeşlerim!
Yüce Allah'ın imandan sonra insanlara
verdiği en büyük ve en değerli nimetlerden birisi
de sağlıktır. Sağlık olmadan hayatta hiçbir şey
olmaz. Çünkü sağlıksız hayatın ne tadı ve ne de
bir anlamı vardır. İnsan; hayatını sağlık, afiyet ve
mutluluk içerisinde sürdürdüğü müddetçe neşeli,
mutlu, huzurlu ve verimlidir. Bu sayede insan
hayatın tadı ve güzelliğine; ahiret âlemindeki tüm
saadetlerin kazanılmasına ulaşır. Sağlığı, huzuru
ve mutluluğu yerinde olmayan bir Müslüman'ın,
ne kendisine, ne ailesine ve ne de içinde yaşadığı
topluma bir faydası olamaz
Değerli Mü'minler!
Allah (cc), şifası olmayan bir hastalık
yaratmamıştır. Yüce Allah Kur’anda “Kendi
ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız”(1) diye
buyurulmaktadır.
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır;
"Allah, şifası olmayan hiçbir hastalık
yaratmamıştır."(2) "İhtiyarlık hariç her
hastalığın bir çaresi ve ilacı vardır."(3) Bu
nedenledir ki. İslam dinî, insan sağlığına çok
önem
vermiştir.
Kur'an-ı
Kerim'de
ve
Peygamberimizin sahih sünnetinde hayatın ve
sağlığın, Cenab-ı Hakk'ın en büyük emanet ve
nimeti olduğu belirtilerek bunların korunması
emredilmiştir.
P
P
içecek ve yiyeceklerden uzak durmak ve mutlaka
bu hususta hekimin tavsiyelerine uymak tedbirdir.
Her türlü tedbire ve korunmalara rağmen hastalık
gelirse, şifa aramak ve bulmak için gereğini
yapmak da tedavidir. Bu hususta Sevgili
Peygamberimiz; "Ey Allah'ın kulları tedavi
olunuz.! Zira Allah, ihtiyarlıktan başka
dermansız hiç bir hastalık vermemiştir."(4)
Değerli Kardeşlerim!
Allahü Teâlâ insan vücuduna nelerin yararlı,
nelerin zararlı olduğunu helal ve haram olgusuyla
açıklamıştır. Helal olan her türlü gıda sağlığımıza
yararlı ve faydalı, haram olan her şeyde zararlıdır.
İslam dini insanın önce sağlıklı olmasını hedefler.
Sağlıklı olduktan sonra ona sorumluluk yükler.
Sağlıklı olmayan insanlar veya toplumlar sağlıklı
düşünemezler. Sağlıklı düşünülmeden yapılan
işler sağlam bir netice vermez. Bizler çoğu zaman
sağlığın kıymetini ve değerini hasta olduğumuz
zaman anlarız. Peygamber Efendimiz (s.a.v): “İki
nimet vardır ki, insanların pek çoğu her
ikisinde de aldanmışlardır: Sıhhat ve boş
vakit”(5) diye buyurmuştur.
P
P
Aziz Müslümanlar!
Hayat mücadelesinde başarılı olmak istiyorsak
sağlıklı
olmak
ve
sağlıklı
yaşamak
mecburiyetindeyiz. Çünkü insanoğlu kıyamet
gününde
sağlığından
hesaba
çekilecektir.
Dünyada huzurlu ve mutlu olabilmek, başkalarına
muhtaç olmadan yaşayabilmek, ahirette de hesabı
kolay verebilmek için sağlığımıza son derece
dikkat etmeliyiz.
P
Sedat BULUT
Müezzin-Kayyım/ BAYBURT
P
P
P
Muhterem Mü'minler!
Sağlığımızı korumanın iki yönü vardır. Birincisi
tedbir ikincisi tedavidir.
Bulaşıcı hastalıklardan kaçınmak, her türlü
temizlik kurallarına azami şekilde dikkat etmek;
her vesileyle ellerimizi sabunla yıkamak, dengeli
beslenmek, gıdasız kalmamak, her türlü mikroplu
Redaksiyorn : İl İrşat Kurulu
Kaynaklar
1-Bakara Suresi: 195
2-Tirmizi 203
3-Buhari, 10/113
4-Ebu Davud, 4/3,7
5- Buhari –tecrit, 177
İL
: TÜRKİYE GENELİ
TARİH : 22.08.2014
HAYÂ HAYATTIR!
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “De ki: “Rabbim açık ve gizli
kötülükleri haram kılmıştır. Günahı ve haksız
yere sınırı aşmayı haram kılmıştır. Hakkında
hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah’a ortak
koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz
şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (sas)
şöyle buyuruyor: “İmanın yetmiş küsür şubesi
vardır... Hayâ da imandan bir şubedir.”2
Değerli Kardeşlerim!
İslâm ahlâkının en temel kavramlarından biri
hayâdır. Bünyesinde hayatı, huzuru, sağlığı,
selamı, dostluğu, rahmeti ve bereketi barındırır.
Hayâ aynı zamanda afet ve beladan salim olmayı
çirkin ve yerilmiş herşeyden uzak durmayı ifade
eder. Hayâ, “Müslüman kişiliğini” tamamlayan en
önemli özelliklerdendir. Hayâ, ahlâklı ve onurlu bir
hayatın anahtarıdır.
Kardeşlerim!
İslâm, fert ve toplum terbiyesini edep ve hayâ
üzerine kurmuştur. Hayâyı sözden fiiliyata
aktarabilen bir insan, hayatın, canlılığın, dostluğun,
barışın, sevginin, adaletin numune-i imtisali
olabileceği gibi ona sahip toplum ise gerçek
manada huzur toplumu olacaktır. Hayânın Allah’a,
insanlara ve kişinin kendine karşı olmak üzere üç
boyutu vardır. Allah’a karşı hayâ, O’nun emir ve
yasaklarına uymaktır. İnsanlara karşı hayâ, onları
rahatsız edecek her türlü kötü söz ve davranıştan
kaçınmaktır. Kişinin kendine karşı hayâsı ise,
edepli olmaktır.3 “Ben güzel ahlâkı tamamlamak
üzere
gönderildim.”4
buyuran
Sevgili
Peygamberimiz edep ve haya timsalidir.
Unutmayalım ki kalp, göz, kulak, dil ve el, hayâlı
olmadıkça bunların sahibinin hayâlı olması
mümkün değildir. Kalbin hayâsızlığı nifak, riya ve
samimiyetsizliktir. Gözün hayâsızlığı harama nazar
edilmesidir. Dilin hayâsızlığı, tecessüs, gıybet,
iftira gibi günahların işlenmesidir. Elin hayâsızlığı,
harama el uzatmaktır. Kulağın hayâsızlığı, harama
kulak vermek, insanların mahremiyetlerine muttali
olmaktır. Onların ayıp, kusur ve hatalarını
araştırmak ve bunu toplumla paylaşmaktır. Oysa
“Allah hayâ sahibidir, ayıp ve kusurları
örtendir.”5
Değerli Müminler!
Hayâ, bütün erdemlerin özüdür. Hayâsını
kaybeden, hayatını, bir başka ifadeyle varoluş,
yaratılış amacını kaybetmiş demektir. Evet, hayâ,
hayattır. Hayâsızlık ve fuhşiyât ise rezaletin,
kötülüğün ve kokuşmanın, tembellik ve miskinliğin
kaynağıdır. Hayâ, insanın insanlığıdır. Hayâsızlık
ise şehevî arzuların ve nefsin kölesi olarak
yaşamanın tarifidir. Hayâ, insanın Allah, tabiat,
eşya ve hemcinsleri karşısında olması gereken
yerin muhafazasıdır. Hayâsızlık ise isyanın,
haddini bilmezliğin ve haksızlığın göstergesidir.
Aziz Kardeşlerim!
Tarihte, hayâ timsali fert ve toplumların örneği
elbette mevcut olmuştur. Ancak aksi de
görülmüştür. Ne yazık ki modern zamanlarda
insanoğlu, bilgi, iletişim ve teknolojide kaydetmiş
olduğu büyük ilerlemeyi edep ve hayâda
gösterememiştir. Maalesef her türlü hayâsızlığı,
hiçbir sınır tanımayan bir özgürlük, özgürleşme ve
özgüven adına hem de bütün değerleri hiçe sayan
bir zihniyet bugünün insanına egemen olma
sürecindedir. Unutmayalım ki; günümüzde insanı
bir şehvet objesine dönüştürerek hayâsızlığı ve
edepsizliği bir endüstri haline getirenler bu asrın en
büyük hayâsızlarıdır. İnsanlık tarihinin hiçbir
döneminde iffet ve namusa tasallut, edep ve
hayâdan yoksunluk, giyim ve kuşamda ölçüsüzlük
ve müstehcenlik, yirmi birinci asırdaki kadar etkin
ve planlı bir şekilde yayılmamıştır. Bu
şuursuzluğun temelinde hayâ üzerine bina
edilmeyen bir eğitim ve anlayışın var olduğu
açıktır. Ne yazık ki hayâ yoksunu modern uygarlık,
bugün
türünün
en
çirkin
örneklerini
sergilemektedir.
Kardeşlerim!
Hutbemi iffet ve hayâ timsali Sevgili
Peygamberimiz (sas)’in Allah’a şu yakarışıyla
bitiriyorum: “Yâ Rabbi! Senden hidâyet, takvâ
ve iffet diliyorum.”6
1
5
2
6
Araf 7/33.
Müslim, İman, 57.
3
Mâverdî, Edebü’d-Dünya ve’d-Dîn, s. 392-393
4
Hakim el-Müstederek, II, 670.
Ebû Dâvûd, Hammâm, 1.
Müsned, I, 389, 439.
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
İLİ
: GENEL
TARİH : 24/10/2014
HİCRET: FITRATA YAPILAN YOLCULUK
Muhterem Kardeşlerim!
Cumanız mübarek olsun.
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır: “İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda
cihad edenler, şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini umarlar.
Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir.”1
Okuduğum hadis-i şerifte Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)
de şöyle buyurmaktadır: “Müslüman, elinden ve dilinden
diğer müslümanların emin oldukları kimsedir. Muhacir ise
Allah’ın yasakladığı şeyleri terk edendir.”2
Kardeşlerim!
Allah’ın izni ile yarın bir kez daha Muharrem ayına
kavuşacak olmanın ve yeni bir hicri yıla girmenin heyecanını
yaşamaktayız. Hz. Adem ve Havva ebeveynimizin cennetten
yeryüzüne adım atışlarıyla başladı insanlığın ilk hicret hikayesi.
İnsanlığın imtihana tabi tutuluşunun yanı sıra yeryüzünü imar
etmek, güzel olan alemi daha da yaşanır hale getirmekti bu
hicretin hikmeti.
Ardından pek çok hicret bunu takip etti. Kâh bir gemi ile
tufanlara karşı duruldu; kâh dağlardan aşıldı, çöllerden,
denizlerden geçildi. Kâh Kabe-i Muazzama oldu hicretin
semeresi; kâh Yesrib’in Medineleşmesi, medeniyet güneşinin
oradan ışıldaması. Kâh fedakârlığın ve vefakârlığın adı oldu
hicret, kâh ensar-muhacir kardeşliğinin ve dostluğun tadı.
Kıymetli Müminler!
“Fetihten sonra hicret yoktur.”3 buyuran Efendimiz,
kıyamete dek ümmetin asıl hicretinin Allah’ın yasak kıldığı
şeylerden uzak durmakla gerçekleşeceğini haber veriyordu.
O halde Kardeşlerim, hicret; her şeyden önce Allah ve
Resulüne gönülden bağlılığın, sadakat ve teslimiyetin
ifadesidir. Hicret; bâtıldan, boş şeylerden, ömrü israf eden her
türlü arzu ve istekten uzaklaşarak hakka, hakikate, ahlak ve
irfana teslim oluşun ifadesidir.
Hicret, bir mekandan diğerine yapılan yolculuk değildir
sadece. Hicret, maddeden manaya, fenadan bekaya
yürüyebilmek, Yüce Mevlâ’nın yarattığı tertemiz fıtratımızı
muhafaza edebilmektir. Şirkten, küfürden, nifaktan uzaklaşıp,
iman ehli olabilmektir. Hicret; fâni dünyanın çekiciliğine
kanmamaktır. Nefsin heva ve arzularının tuzağına düşmemek,
ulvi duygu ve gayeleri, gelip geçici heves ve tutkulara feda
etmemektir.
Bir ömür boyu helallerle hemhal olup, haramlardan uzak
durabilmektir hicret. Durgun suların çabuk kirlendiğini
unutmadan her daim hayra doğru akış içinde olmak, Hakkın
rızasını tahsil istikametinde koşmaktır hicret.
Kardeşlerim!
Yarın Muharremi idrak edeceğiz, birbirimizle
tebrikleşeceğiz. Ancak hicret ruhunu yüreğimizde yaşamadıkça,
kardeşlik iklimini yeryüzüne yaymadıkça, kötülükleri terk edip
iyiliklere seyr-u sefer eylemedikçe gerçek manada hicreti
yaşamış olur muyuz? Şerre kilit hayra anahtar olmadıkça, fitne
ve fesada “dur” demedikçe, zalimin ve zulmün karşısında olup
hakkın ve adaletin yanında yer almadıkça gelip geçen
Muharremlerin, yitip giden ayların, günlerin anlamı olur mu ki?
1436 yıl önce hüznü mutluluğa, bedeviliği medeniliğe
dönüştüren hicretin, bugünün bedevileşen dimağlarını ilim
pınarlarıyla, çölleşen yüreklerini merhamet ve muhabbet
yağmurlarıyla yıkamasına insanlık olarak ne kadar da muhtacız
değil mi?
Bugün hepimiz Nuh’un gemisindeyiz. Kurtuluş ve
selametimiz ömür gemimizi tevhid rotasında yüzdürebilmemize
bağlıdır. Lakin gemi su almaya başlarsa, nasıl baş edebiliriz
modern çağın türlü biçimde tezahür eden tufanlarıyla?
Kardeşlerim!
O halde gelin bugün bu kutlu mekanda, bu mübarek
saatte Allah ile misakımızı, Resulullah ile biatımızı
yenileyerek, hep birlikte günahlardan hayırlara hicrete, hakiki
bir muhacir olmaya söz verelim. Efendimizin hicreti
Müslümanlar için nasıl milat olmuş ise biz de bugünü salih ve
sadık kul olmak, muhacir ve ensar kardeşliğini aramızda
yeniden kurmak ve ilahi rahmeti tecelli ettirecek hicretlere
koyulmak adına milat edelim. Gönül yesribimiz, İslam’ın
nuruyla erdemi, ahlakı, insaniyeti temsil eden tenvir edilmiş
Medine olsun.
Aziz Kardeşlerim!
Gelin Hz. İbrahim gibi4 her daim Rabbimize olsun
yönelişimiz, hicretimiz. Gelin haramlardan, yanlışlardan, gayr-i
meşru duygu ve davranışlardan helal ve tertemiz bir hayata Hz.
Lût misali5 hicret edelim. Ardımıza bakmayalım, asla geri
dönmeyelim.
Farklı ırk, dil ve renkte yaratılmışlığımızı Allah’ın ayeti
olarak görelim.6 Gelin tüm ırkçılığı, mezhepçiliği kaldırıp
atarak birlik ve kardeşliğe hicret edelim.
Gelin her türlü zulmü, kötülüğü, husumeti ayaklar altına
alıp adalete, iyiliğe, merhamete ve muhabbete hicret edelim.
Gelin şiddeti, vandalizmi, yakıp yıkmayı terk edelim de
yeryüzünü imar etmeye, harabeleri mamur etmeye hicret
edelim.
Gelin saldırmayı, yıldırmayı, öldürmeyi bir an önce
bırakıp, yaşanan bunca dehşet ve vahşet karşısında yangın
yerine dönen yüreklerin ateşini söndürmeye, öksüzlerin,
yetimlerin yüzünü güldürmeye, mahzun gönülleri şâd etmeye
hicret edelim.
Kardeşlerim!
Cennetten yeryüzüne adım atışımızla başlayan hicret
hikayemizin, dünyayı cennete dönüştürecek bir gayret ve
ihlasın mükafatı olarak cennette hitama ermesi dualarımla hicri
yeni yılınızı kutluyorum. Yeni yılın, İslam ve insanlık aleminin
huzur ve selametine vesile olmasını Yüce Mevlâ’dan niyaz
ediyorum.
1
Bakara, 2/218.
Buhârî, İmân, 4.
Dârimî, Siyer, 69.
4
Ankebût, 29/26.
5
Hûd, 11/81.
6
Rûm, 30/22.
2
3
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 28/03/2014
HÜRRİYET VE MESULİYET
Aziz Kardeşlerim!
Peygamber
Efendimiz
(s.a.s),
Cahiliye
karanlığındaki kalplere iman nurunu yerleştirmek için
elinden gelen gayreti gösteriyordu. Bir yandan hâl ve
hareketleriyle getirdiği hidayeti yaşayarak sunarken bir
yandan da etkili ve üstün hitabetiyle ilâhî mesajı en
hikmetli kelimelere döküyordu. Bir gün insan ve
toplum için hayatî bir önem taşıyan “hürriyet ve
mesuliyet” duygusunu ashâbına güzel bir benzetmeyle
şöyle anlatıyordu: Toplumsal sorumluluğun ve bireysel
hürriyetin sınırlarını belirleyen bu hadis-i şerifte
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), çok beliğ bir üslupla
yaşadığımız dünyayı bir gemiye, bütün insanları da bu
gemide yol alan yolculara benzetir. Yolcular kendi
içlerinde iki kısma ayrılır. Bir kısmı Allah’ın koymuş
olduğu sınırları gözeten ilim, irfan, akıl ve erdem
sahibi insanlar; diğer kısmı ise bu sınırları çiğneyen,
heva ve arzularına esir düşmüş, hürriyeti başıboşluk ve
sorumsuzluk olarak telakki eden, sonu hem kendisinin
hem de insanlığın felaketi olacak bir hürriyet
anlayışına sahip olan kimselerdir.
Gemi hareket etmeden önce bu iki grup insan
kura ile gemide yolculuk yapacakları yerleri
belirlemiş, birinciler üst kısımda, ikinciler ise alt
kısımda yerlerini almışlardır. İlahî rotada seyreden
gemi, tam denizin ortasına vardığında aşağıdakiler
güya yukarıdakileri gidip rahatsız etmemek gibi
masumane görünen bir bahaneyle su ihtiyaçlarını
gidermek için geminin dibini delmek isterler.
İşte bu hâl karşısında yukarıdakiler bütün
insanlığın ortak malı olan bu geminin delinip su
almasına mani olmadıkları takdirde yukarıdakilerle
aşağıdakiler hep birlikte helak olacaktır. Ancak
önlerine durup hikmetli bir yolla engel oldukları
zaman sadece kendileri değil aşağıdakiler de
batmaktan kurtulacaklardır. 1
Aziz Müminler!
Hürriyet ve mesuliyet, zıt gibi görünen ancak
birbirinden asla ayrılmayan iki kavramdır. Fertler ve
toplumlar, yaratıcılarına, üyesi oldukları insanlık
âlemine, üzerinde yaşadıkları ve ortak olarak
kullandıkları tabiata karşı görevlerini ifa ettikleri
oranda hürdür.
Kıymetli Kardeşlerim!
Hutbemin başında okuduğum ayet-i kerimede
Rabbimiz “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını
mı zannediyor?” 2 buyuruyor. İslam’a göre hürriyet,
başıboşluk demek değildir. Sorumsuzluk demek hiç
değildir. Hürriyet, kötülük yapma ve günahlara dalma
özgürlüğü demek değildir. Hürriyet, insanın, sadece
başkasının köleliğinden, sadece başkasının emir ve
direktiflerine göre yaşamasından kurtulması demek de
değildir. Hürriyet, Allah’tan başkasına boyun
eğmemek, O’ndan gayrısına teslim olmamak anlamına
gelir. İslâm’da hürriyetin çok geniş bir anlam dünyası
vardır. Hatta İslam alimleri iffet, içtihat, sabır, hilm, af,
cömertlik, kanaat ve takva gibi yüce hasletleri hep
hürriyetin birer şubesi olarak değerlendirmişlerdir.
Zira iffet, cinsel arzulara esir olmamaktır. İçtihat,
tembellik ve rahata esir olmamaktır. Sabır, korku ve
sıkıntıya esir olmamaktır. Hilm, öfkeye esir
olmamaktır. Af, intikam duygusuna esir olmamaktır.
Cömertlik ve kanaat, mal sevgisine ve paraya esir
olmamaktır. Takva ise nefsin hevasına ve şeytana esir
düşmemektir. İslâm’ın insana kazandırmak istediği
hürriyet, en başta kendi hevâ, heves, tutku ve
arzularına kul ve köle olmaktan kurtulması
anlamındaki hürriyettir. Ahlâkî ve vicdanî hürriyettir.
İrade hürriyetidir. İrade hürriyeti kazanılmadan diğer
hürriyetler korunamaz.
Kardeşlerim!
Günümüzde birçok hata, hürriyet kavramının
yanlış anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. Zira çoğu
kimseye göre hürriyet, kişinin her yapmak istediğine
sahip olmasıdır. Ancak unutmayalım ki böyle bir
anlayış hem kişiyi hem de toplumu esarete ve felakete
sürükler.
Kitle iletişim araçlarıyla dünyamızın küçüldüğü,
geminin dibini delmek isteyenlerin çoğaldığı, teknik
imkânları kullanıp tabiatın ekolojik dengesini dahi
bozacak kadar ileri gittikleri günümüzde insanlık,
Kur’an-ı Kerim’in ve Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in
özgürlük ve sorumluk konusundaki mesajlarına her
zamankinden daha fazla muhtaçtır.
Aziz Kardeşlerim!
Hepimiz, Rabbimizin bize emanet ettiği ortak
gemide ebediyete doğru seyrüsefer halindeyiz.
Rabbimiz, can emanetini sahibine teslim edinceye
kadar bu gemiyi delmeden ve deldirmeden, sahil-i
selâmete erebilmeyi cümlemize nasip ve müyesser
eylesin!
1
2
Buhârî, Şirket, 6.
Kıyâme, 75/36.
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
İLİ
: GENEL
TARİH : 28/02/2014
İMAN, ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMLILIK
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Sonra bir nesil geldi. Namazı zayi ettiler.
Şehvet ve dünyevî tutkularının esiri oldular. Onlar bu
tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklar,
ğayyâ’yı boylayacaklardır.” 1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve
ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi ise nefsinin arzu ve
isteklerine u yan ve b una rağmen hâlâ Allah’tan iyilik
temenni edendir.” 2
P0F
P1F
Kardeşlerim!
Din-i Mübin-i İslâm’ın en büyük gayesi yeryüzünde
insanı özgür kılmaktır. İman, bizatihi özgürlüktür; Allah’tan
başka hiçbir varlığa kul ve köle olmamaktır. İman, aynı
zamanda nefsin hevâ ve heveslerine, istek ve arzularına,
şehvet ve tutkularına teslim olmamaktır. Kur’an-ı Kerim’in
ifadesiyle hevâsını, nefsânî arzularını ilah edinmemektir. 3
Tıpkı Yusuf Peygamber gibi zindanlara atılmayı göze almak,
fakat asla nefsin şehvet ve tutkularına esir olmamaktır. Onun
kötülüğü emretmesine 4 imkân vermemektir. Nefsi Allah’ın
razı olacağı özgür bir nefis kılmaktır. Onu terbiye ve tezkiye
edip kurtuluşa ermektir 5. Unutmayalım ki eğitilmeyen nefis ve
iradeler, önce hevânın, arzu ve isteklerin, şeytanın, sonra da
başkalarının esiri olmaya mahkûmdur. Her yanlış tutku ve
bağımlılık, imanın insanda gerçekleştirmek istediği
hedeflerden bizleri uzaklaştıracaktır.
P2F
P3F
P
P
P4F
P
Kardeşlerim!
Ne yazık ki bugün, nefislerin şımartıldığı, iştahların
kabartıldığı, şehvetlerin kamçılandığı, doyumsuzluğun arttığı,
hızın ve hazzın olabildiğince yaygınlaştığı bir zaman
diliminde yaşıyoruz. Bunun içindir ki, çocuklarımızı,
gençlerimizi, gelecek nesillerimizi hatta tüm insanlığı tehdit
eden zararlı alışkanlıklar ve madde bağımlılıkları maalesef
gün geçtikçe yaygınlaşıyor. Taklit, özenti, arkadaş, çevre,
merak, kişilik ve irade zafiyeti gibi sebeplerle nesiller, bu
kötülüklere kolayca müptela olabiliyorlar.
Tutku ve bağımlılıklar saymakla bitmez. Sigara, alkol,
uyuşturucu, kumar ve teknoloji bağımlılığı, bugün, insanlığı
kuşatan belli başlı zararlı alışkanlıklar arasındadır. Sigara
bağımlılığı derken, dünyada her yıl 6 milyon insanın, yani her
10 saniyede bir insanın ölümüne yol açan bir illetten söz
ediyorum. Alkol bağımlılığı derken, dünyada her yıl 320.000
gencin, toplamda 2,5 milyon insanın ölümüne yol açan bir
belâdan söz ediyorum. Alkol bağımlılığı derken dünyada
cinayetlerin % 85’ine, tecavüzlerin % 50’sine, trafik
kazalarının % 60’ına, şiddet olaylarının % 50’sine kadına
karşı şiddetin % 70’ine neden olan bir marazdan söz
ediyorum. Uyuşturucu bağımlılığı derken, gelecek
nesillerimizi tehdit eden, kullanımı ilkokullar seviyesine kadar
inmiş bulunan bir zehirden bahsediyorum. Alkol ve
uyuşturucu bağımlılığı derken insanda düşünme kabiliyetini,
akıl ve iradeyi işlemez hale getiren bir hastalıktan söz
ediyorum. Kumar bağımlılığı derken, ömrü, sağlık, zekâ ve
enerjiyi tüketen, mal ve serveti heder eden bir günahtan söz
ediyorum. Talih ve şansa bağlı oyunlarla emek harcamaksızın,
alın teri dökmeksizin, kolay ve haksız kazanç elde etmekten
söz ediyorum.
Teknoloji bağımlılığı derken, televizyon, telefon,
tablet ve bilgisayar karşısında ömür tüketmekten, asıl
sorumluluklarımızı, kendimizi, ailemizi ve çocuklarımızı
ihmal etmekten, işleri aksatmaktan, samimiyetten
uzaklaşmaktan,
yalnızlaşmaktan,
kısacası
hayattan
kopmaktan söz ediyorum. Teknoloji bağımlılığı derken sanal
ortamlarda işlenen cürüm ve günahlardan, haramlardan
bahsediyorum.
Aziz Kardeşlerim!
Bütün bu bağımlılıklar her şeyden önce Rabbimizin
bizlere bahşettiği akıl, irade, sağlık, zaman, mal ve servet
gibi nimetlere karşı nankörlüktür, emanete ihanettir. Çolukçocuğumuzun nafakasını çöpe atmaktır, israftır. Eşlerimizin,
çocuklarımızın, yakınlarımızın ve arkadaşlarımızın haklarını
ihlal etmektir. Ailelerin parçalanma sebebidir. Çocukları
sokağa ve suça teşvik etmektir. Aile içi şiddet, cinayet, zina,
fuhuş, sahtekârlık, dolandırıcılık, hırsızlık ve zimmete para
geçirme gibi suçların ve ahlaksızlıkların toplumda artma
nedenidir. Üretim ve iş gücü kaybı gibi ekonomik
sorunların, hak, hukuk ve güven duygusunun zedelenmesi
gibi toplumsal sorunların ve huzursuzlukların sebebidir.
Unutmayalım ki bütün bu bağımlılıklar, illegal yapıların da
oluşma zeminidir.
Kardeşlerim!
Hem dinimizce yasaklanmış hem de her biri birer
hastalık olan bu bağımlılık ve kötü alışkanlıklardan,
çocuklarımızı ve gençlerimizi koruma hususunda temel
görev, anne ve babalara, ailelere ve ilgili kurumlarımıza
düşmektedir. Aileler olarak göz aydınlığımız olan
yavrularımızı güzel yetiştirelim ki, onlar dinimizin
güzellikleriyle buluşsunlar! İmanın ve gerçek özgürlüğün
tadına varsınlar! Hiçbir zaman inançsızlık girdabına
düşmesinler! Yüce ideallerin, büyük hedeflerin insanı
olsunlar! Onlarla sağlıklı ve doğru bir iletişim kuralım ki,
onlar hep iyilerle tanışıp onlarla arkadaşlık etsinler! Tutku
ve bağımlılıkların tuzağına ve kötü yollara düşmesinler!
Onlara güzel örnek olalım ki, onlar güzel ahlâk sahibi salih
insanlar olsunlar! Daha yaşanılabilir bir dünya, daha güzel
bir gelecek için, geliniz, hep birlikte el ele verelim!
Hutbemi Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in bizlere
öğrettiği bir dua ile bitirmek istiyorum:
“Allah'ım! Helâl olan nimetlerinle yetinmemi,
haramlardan müstağni olmamı ihsan eyle! Fazlı
kereminle beni senden başkasına muhtaç eyleme!” 6
P5F
1
Meryem 19/59.
Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 25.
3
Câsiye, 45/23.
4
Yusuf, 12/53.
5
Şems, 91/9.
6
Hâkim, De’avât, No:1973.
2
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
İL
: TÜRKİYE GENELİ
TARİH : 13.06.2014
İMANIN ŞUBELERİ
Aziz kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Cenab-ı Hak şöyle
buyuruyor: “İman edip de imanlarına zulüm
karıştırmayanlar... İşte güven onların hakkıdır. Onlar,
hidayet üzere olanlardır.” 1
P0F
P
Okuduğum
hadis-i
şerifte
ise
Sevgili
Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İman, yetmiş
küsur şubeye ayrılır. En üst derecesi ‘La ilahe illallah’
sözüdür. En alt derecesi ise yolda insanlara eziyet veren
şeyleri kaldırıp atmaktır. Hayâ da imandan bir
şubedir.” 2
P1F
P
Saygıdeğer Müminler!
İman, sadece dil ile kalp arasında biten bir akit
değildir. İman, bütün bir varlığı yorumlayan en temel
değerler manzumesidir. Bu değerler manzumesinin mihveri
ise Allah inancıdır. Allah inancı ile başlayıp peygamber ve
ahiret inancı ile tamamlanan “âmentü” dünyasında, insanın
varlığı anlam kazanır. İnsan, yaratılışın, hayatın ve ölümün
anlamını, ancak imanla bulur.
İman, bir bütün olarak Allah’ın varlığını kabul
ederek yaşamak ve Rabbimizin, kendisiyle, insanlarla ve
tabiatla ilişkilerimizi düzenleyen bütün emir ve yasaklarına
uymaktır.
Kardeşlerim!
İmanı yalnızca gönüllere, ibadeti de sadece
camilere tahsis ettiğimiz zaman din, fonksiyonunu
kaybeder. Ve iman, artık mümine hayat veremez olur.
İslâm’ın “âmentü” anlayışı, kişiye iman ile hayatı
birbirinden ayırma hakkı tanımaz. İman, “inandım”
demekle bedeli ödeniveren bir dil olayı yahut bir vicdan
hadisesi değildir. İman, kalbe hayat vermezse, ibadetler
şuursuz birer alışkanlığa dönüşür.
Kardeşlerim!
İman, mümini salih amel işlemeye sevk etmelidir.
Gerçekte mümin, imanını hayata yansıtabilen kimsedir.
Salih amel, imanın en büyük göstergesidir. Sadece dille
“inandım” demek, imanın göstergesi olarak yeterli değildir.
İmanın sosyal hayatta tezahürleri bulunmaktadır. İman,
sosyal boyutunu kaybettiği zaman Müslümanlar, toplumsal
dinamiklerini yitirmeye, dolayısıyla da çökmeye başlarlar.
Hele hele kötülüklerle, günahlarla, imanlarına bir de zulüm
karıştırırlarsa bu sefer güven toplumu olma vasfını
yitirirler. Unutmayalım ki İslam’ın birey ve toplum
üzerindeki ahlaki, sosyal ve kültürel yansıması ancak iman
ve salih amelle gerçekleşir.
Aziz Kardeşlerim!
Hutbemin başında okuduğum hadis-i şerifte
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), imanın formülü olan
kelime-i tevhit ile yani Allah inancı ile yolda insanlara
eziyet veren herhangi bir şeyi kaldırıp atmayı
birleştirmiştir. Ve her ikisini de imanın tarifi içinde
zikretmiştir. İşte bu iki kutup arasında meydana
gelebilecek her anlamlı iş, insanlığın yararına olan her
davranış, aslında imandandır ve onun bir yansımasıdır.
Buna göre; doğruluk, dürüstlük, emanete riayet etmek,
ahde vefa göstermek, ya hayır konuşmak ya da susmak,
komşuya iyilik etmek, misafire ikram etmek, iyilikten yana
olmak ve kötülüğe karşı tavır almak gibi nice güzel
hasletler, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in dilinde, hep
imanın gereği olarak zikredilmiştir.
Kardeşlerim!
İmanın ve tevhidin sosyal boyutunu Sevgili
Peygamberimiz (s.a.s), yolda insanlara eziyet veren şeyleri
kaldırıp atmayı, iman kategorisi içinde değerlendirerek
ifade etmiştir. Burada sadece fizikî anlamda yollarda,
insanlara eziyet veren bir taşı yahut dikeni kaldırıp atmak
değil; mecazî manada insanın hakka, hakikate, doğruya
giden yoldaki engellerini kaldırmak da kastedilmiştir. Yol
kesmenin en kötüsü, insanın Allah’a, Rasulüne, doğruya,
güzele, hakka ve hakikate giden yolunu kesmektir. Yol
açmanın en güzel çeşidi de insanın, doğruya giden yolunu
açmak ve bu yoldaki engelleri kaldırmaktır. Hatta
Peygamber Efendimiz (s.a.s) bizlere bununla ilgili
imanımızı ölçecek bir de ölçü ve kıstas vermiştir: “Kendi
nefsiniz için istediğiniz bir şeyi kardeşiniz için de
istemedikçe gerçekten iman etmiş olmazsınız.” 3
P2F
Değerli Müminler!
Hadisin sonunda “Hayâ da imandan bir şubedir”
denilerek özel
bir
vurgu
yapılmıştır.
Sevgili
Peygamberimiz (s.a.s)’in hadislerinde hayâ, basit bir
utanma duygusu değildir. İnsandan çekinmek, toplumdan
kaçmak hiç değildir. Hayâ, iyi işleri yapmaktan kaçmamak,
kötü işleri yapmaktan çekinmektir. Peygamberimiz (s.a.s)
hayâyı, bir insanın hayatta oluşunun göstergesi olarak
vasıflandırmıştır. Hayâsını kaybeden, hayatını yani diri,
yaşayan bir insan olma özelliğini yitirmiştir. Evet, hayâ,
hayattır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s), bir hadis-i şerifte
şöyle buyurur: “Hayâ etmedikten sonra dilediğini yap.”
Kardeşlerim!
Geliniz, hutbemizi Rahmet Elçisinin bir başka
hadisi ile bitirelim. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’e “İman
nedir Ya Rasulallah?” diye sorarlar. O da, “İman, seni
dünyada mesut yaşatacak bir ahlak, Allah’ın haram
kıldıklarından vazgeçirecek bir takva ve cahillerin
cehaletinden uz ak tutacak b ir hi lmdir yan i vak ur bi r
duruştur.” buyurur. 4
P3F
1
En’am 6/82.
Müslim, İman 12 1/63.
3
Buhârî, İmân, 7.
4
Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, hadis no. 5005.
2
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
İLİ
: GENEL
TARİH : 07/03/2014
çıkmış gazaba duçar olmuştur. Unutmayalım ki başka bir
ayette Rabbimiz, nimete kavuşanların, sırat-ı müstakim
üzere olanların peygamberler, sıddıklar, şehitler ve
salihler olduğunu bildiriyor; Allah’a ve Resûlü’ne itaat
edenlerin onlarla birlikte olacağı müjdesini veriyor. 3
P
İMAN VE İSTİKAMET ÜZERE OLMAK
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Rabbimiz Allah’tır” deyip de istikamet
üzere dosdoğru yolda yürüyenler için ne bir korku
vardır ne de onlar üzüntü çekeceklerdir. İşte onlar,
cennet ehlidir. Amellerinin karşılığı olarak orada
ebedî kalacaklardır.” 1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber
Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Allah’a iman ettim
de! Sonra da dosdoğru ol!
Kardeşlerim!
Bu kutlu ifadeyi sahabeden Süfyan b. Abdullah
es-Sakafi (r.a) naklediyor. Diyor ki: “Ya Resulallah!
Bana İslâm hakkında öyle bir söz söyle ki, senden sonra
bu konuda hiç kimseye bir şey sormayayım.” Resulullah
Efendimiz (s.a.s) buna az, öz ama kapsamlı bir cümleyle
şöyle cevap veriyor: “Allah’a iman ettim de! Sonra da
dosdoğru ol!” 2
Kardeşlerim!
Şu imtihan dünyasında istikamet sahibi olmak
oldukça zordur. Nefis ve şeytan, heva ve hevesler, arzu
ve istekler, menfaat ve ihtiraslar, bağımlılık ve tutkular,
güç ve dünya tutkusu, sürekli iman ve istikametimize
zarar veren, bizleri hidayetten dalalete sürükleyen
unsurlardır. Bu sebeple imtihanı, ancak Rabbimizin lütuf
ve inayetiyle, sadık iman, samimi niyet, sahih bilgi ve
salih amellerle kazanabileceğimizi bilmeliyiz. Bunun
için daima her türlü niyet, kalp ve düşüncelerimizde, her
türlü dil, üslup, söz ve söylemlerimizde, her türlü iş,
eylem, tutum ve davranışlarımızda doğruluk ve istikamet
sahibi olup olmadığımızın muhasebesini yapmalıyız.
Gerçekten bugün Müslümanlar olarak bizler “iman ve
istikamet” noktasında nerede duruyoruz? Kur’an’ın
yanında, Peygamberimizin tarafında mıyız? Hakkı
istiyor, hakikati arıyor muyuz? Akıl ve irademizi hak ve
hakikat yolunda kullanıyor muyuz? Her işimizin doğru,
her sözümüzün hak olmasına özen gösteriyor muyuz?
Kıymetli Kardeşlerim!
Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir hadis-i
şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Kalp istikamet ü zere
olmadan kişinin imanı istikamet üzere olamaz. Dil
istikamet üzere olmadan kişinin kalbi istikamet üzere
olamaz. Komşusu kötülüklerinden emin olmayan kişi
de cen nete gi remez.” 4 Buna göre kalp ve dil istikamet
üzere olmadan iman istikamet bulamaz. Kişinin ahlakı
doğruluk ve dürüstlük üzerine yönelmeden nefsi
istikamet bulamaz. Hal ve hareketleri istikamet üzere
olmayan kişinin bütün emekleri boşa gider. Ahlaki
nitelikleri ve huyları istikamet üzere olmayan kişinin
manevi gelişmesi mümkün değildir.
P3 F
Evet, kardeşlerim, Peygamber Efendimiz (s.a.s),
bu sözünde İslâm’ı, kalbe ve hayata dair iki kavramla
ifade ediyor: İman ve İstikamet… İman ettim diyerek
dosdoğru yola çıkmak ve bu yoldan hiç sapmadan,
savrulmadan cennetle, cemâlullahla müşerref olana kadar
dosdoğru ilerlemek…
Aziz Kardeşlerim!
Her gün her namazın her rekatında okuduğumuz
ُۜ ‫ﺴ َﺘ ۪ﻌ‬
Fatiha suresinde, (‫ﻴﻦ‬
َ ‫ﺎﻙ َﻧ ْﻌ ُﺒ ُﺪ َﻭﺍِﻳﱠ‬
َ ‫(“ )ﺍِﻳﱠ‬Rabbimiz!)
ْ ‫ﺎﻙ َﻧ‬
Ancak sana kulluk eder ve yalnız Senden yardım
dileriz” diyerek tevhid inancımızı dile getiriyoruz. Sonra
da (‫ﻴﻢ‬
‫ﻫ ِﺪ َﻧﺎ‬
ْ ِ‫“ )ﺍ‬Bize sırat-ı müstakimi
َ �َ �‫ﺍﻟ‬
ِّ
ْ ‫ْﻤ‬
ُ ‫ﺍﻁ ﺍﻟ‬
َۙ ‫ﺴ َﺘ ۪ﻘ‬
göster, bizi dosdoğru yola ilet!” diye Rabbimize dua ve
niyazda bulunuyoruz. Aynı surede sırat-ı müstakimin,
dosdoğru yolun mahiyeti şöyle ifade edilir: ( ‫ﻳﻦ‬
ِ
َ �َ �
َ ‫ﺍﻁ ﺍ ﱠﻟ ۪ﺬ‬
‫ﻢ‬
َ ‫ﻤ‬
ْ ‫“ )ﺍَ ْﻧ َﻌ‬Nimetine e rdirdiklerinin yol una ilet!”
ْۙ ‫ﺖ َﻋﻠ َْﻴ ِﻬ‬
Ve son olarak da,
(‫ﻴﻦ‬
ِ ‫ﻀﻮ‬
‫ﻢ َﻭ�َ� ﺍﻟ ﱠ‬
َ ‫ﻀﺎٓ ّ ۪ﻟ‬
َ ‫“ ) َﻏ ْﻴ ِﺮ ﺍﻟ‬Gazaba uğramışların
ُ ‫ْﻤ ْﻐ‬
ْ ‫ﺏ َﻋﻠ َْﻴ ِﻬ‬
yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil!”
diyerek niyazımızı, yakarışımızı ifade ediyoruz.
Her gün okuduğumuz bu sureden öğrendiğimize
göre sırat-ı müstakim, yeni bir yol değildir. Daha önce
üzerinden gidilmiş, tecrübe edilmiş bir yoldur. Kimi o
yolun hakkını vermiş nimete kavuşmuştur. Kimi o
yoldan sapmış dalalete düşmüştür. Kimi de o yoldan
2F
P
Kardeşlerim!
Ne mutlu istikamet üzere olanlara! Ne mutlu
dosdoğru olanlara!
Hutbemi Kur’an-ı Kerim’de bize öğretilen ve aklı selim sahiplerinin yaptığı bildirilen bir dua ile bitirmek
istiyorum.
‫ﺖ‬
َ ‫ﻚ ﺍَ ْﻧ‬
َ ‫ﻫ َﺪ ْﻳ َﺘ َﻨﺎ َﻭ‬
َ ْ‫َﺭﺑﱠ َﻨﺎ �َ� ُﺗ ِﺰ ْﻍ ُﻗﻠُﻮﺑَ َﻨﺎ ﺑَ ْﻌ َﺪ ﺍِﺫ‬
َ ‫ﻤ ۚﺔً ﺍِ ﱠﻧ‬
َ ‫ﻦ َﻟ ُﺪ ْﻧ‬
َ ‫ﻚ َﺭ ْﺣ‬
ْ ‫ﺐ َﻟ َﻨﺎ ِﻣ‬
ْ ‫ﻫ‬
‫ﱠﺎﺏ‬
ُ ‫ﺍﻟ َْﻮﻫ‬
“Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra
kalplerimizi saptırma! Bize tarafından bir rahmet
bağışla. Hiç kuşku yok, lütfu bol olan yalnız Sensin.”5
P4F
1
Ahkaf 46/13-14.
Müslim, İman, 62.
3
Nisâ 4/69.
4
İbn Hanbel, III, 199.
5
Âl-i İmrân, 3/8.
2
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
İLİ
: GENEL
TARİH: 21/03/2014
mücadele
edebildiğini
örnek
hayatıyla
bizlere
göstermiştir. Onun imtihanı, Mekke’de bir yetim olarak
peygamberlik yükünü omuzlayabilmesiydi. Onun
imtihanı, bir eline güneşi, diğerine ayı verseler dahi
yolundan dönmemesiydi. Onun imtihanı, Taif’te
taşlandığı halde dudaklarından muhataplarına rahmet
dileyen dualar dökülmesiydi. Bedir’de bir avuç müminle
müşrik ordusunun karşısına çıktığında mübarek ellerini
açıp Rabbine “Allah’ım! Şu bir avuç İslâm toplumunu
helâk edersen (korkarım) yeryüzünde sana ibadet
eden k imse kalmayacak.” 4 diye seslenmesiydi. Açlık,
yokluk, ihanet ve iftiralar, belini büken, taşımakta
zorlandığı ağır yükler, neredeyse kendisini helak etmesine
sebep olacak hassasiyetler… Nice mihnet ve külfetler her
biri Nebî’nin omzundaydı. Ancak o, her belanın nimet,
her nimetin bela olduğunun bilincinde olarak varlıkta da
yoklukta da, sevinçte de hüzünde de hep Rabbinin
yanındaydı. Ve yanında olmayı bizlere öğretti…
P3F
İMTİHAN DÜNYASI
Aziz Müminler!
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece
‘İman ettik’ demeleriyle kurtulacaklarını mı sandılar?
Andolsun ki, biz on lardan ön cekileri de i mtihandan
geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya
çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” 1
P0F
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Mümin, taze ekine b enzer.
Rüzgâr hangi tar aftan e serse on u o tar afa yatırır
(fakat yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine
doğrulur. İşte mümin böyledir; o belâ ve musibetler
sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz)…” 2
P1F
Aziz Kardeşlerim!
Allah’ın Kitabına göre insanın yaratılış gayesi,
varoluş sebeplerinden birisi yeryüzünde imtihan olmaktır.
Buna göre bu dünya bir imtihan yeridir. Ölüm ve hayat,
hangimizin daha güzel davranışlar sergileyeceğini
sınamak için Rabbimiz tarafından yaratılmıştır. 3 Ömür
dediğimiz sermaye, hayat dediğimiz zaman dilimi imtihan
için tanınan süredir. İnsana verilen her türlü nimet, mal,
mülk, evlat, makam, mevki birer imtihan vesilesidir. Aynı
şekilde insanın karşısına çıkan her türlü sıkıntı, zorluk, acı
ve musibet, birer imtihan vesilesidir. Ve bunun herhangi
bir istisnası da yoktur.
P2F
P
Aziz Kardeşlerim!
Rabbimiz, en çok sevdiği kullarını en büyük
musibetlerle imtihan etmiştir. Bu sebeple geçmişte en
büyük sıkıntılarla imtihan edilen kişiler, O’nun en çok
sevdiği kulları olan peygamberler olmuştur. Zira
Rabbimiz, dostluğuna talip kullarını böyle çetin
imtihanlara tabi tutar. Hz. Âdem ebedilik arzusuyla
sınanmıştır, ölümsüz olma isteği Hz. Âdem’in imtihanıdır.
Hz. İbrahim, Hz. İsmail’le sınanmıştır, evlat sevgisi, Hz.
İbrahim’in imtihanıdır. Hz. İsmail, canıyla imtihan
edilmiştir. Hz. Yakub, Hz. Yusuf’la sınanmıştır, Hz.
Yusuf, Züleyha ile imtihan edilmiştir. Hz. Eyyüb taşları
çatlatan bir sabır imtihanından geçmiştir. Teslimiyetin,
sabrın, cesaretin, iffetin, Rabbimize karşı samimiyetin
timsali olan peygamberler, kulluk sınavının en güzel
örneklerini sergilemişlerdir. Son peygamber, Hâtemü’lEnbiyâ, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) ise imtihanın her
çeşidiyle sınanmıştır. Âlemlerin Efendisi, imtihanın ne
demek olduğunu, bir beşerin tek başına musibetlerle nasıl
P
Aziz Müminler!
Peki, onun ümmeti olan bizler, biz ahir zaman
Müslümanlarının imtihanları neler? Bizim imtihanımız
Miraç günü Ebu Bekir olabilmekte gizli, yani Peygamber
Efendimiz (s.a.s)’e sıdk ile bağlanmak bizim imtihanımız.
Bizim imtihanımız, içimizdeki sarp yokuşlarımızı
aşabilmekte gizli, yetimi gözetip yoksulu doyurmak bizim
imtihanımız. Bizim imtihanımız, vermeyen ellerimiz,
kaçmayan uykularımız. Bizim imtihanımız sevmeyen
yüreklerimiz, konuşmayan dillerimiz. Bizim imtihanımız
varamadığımız secdeler, tutamadığımız oruçlar. Bizim
imtihanımız malımızdan geçip de veremediğimiz zekâtlar,
sadakalar…
Bizim
imtihanımız
bencilliklerimiz,
hırslarımız, ihtiraslarımız. Bizim imtihanımız, içerisine
düşüp de bir türlü çıkamadığımız mal, mülk, makam,
itibar, şan, şöhret kuyuları…
Aziz Kardeşlerim!
Şunu bilmeliyiz ki Rabbimiz, mümin kullarını
kendilerine azap etmek için değil, ancak arınmaları için
imtihan eder. Müminin görevi varlıkta şımarmamak,
yoklukta isyan etmemektir. Müminin görevi, nimetlere
şükretmek, musibetlere sabretmektir. Marifet, acıyı bal
eylemede, belayı lütuf bilmededir. Marifet, “kahrın da
hoş,
lütfun
da
hoş”
diyebilme
olgunluğunu
gösterebilmektedir.
Bu mübarek günde, şu mübarek mekânda tüm bu
ibtilalardan, imtihanlardan Rabbimize sığınıyoruz. Bizleri
aşamadığımız
sarp
yokuşlardan,
çıkamadığımız
kuyulardan, zindanlardan çıkar, aydınlığa kavuştur ya
Rabbi! Bizleri alevlerden, yangınlardan, tufanlardan
muhafaza eyle, nefislerimizi sen koru ya Rabbi!
Gecelerimizi gündüze çevir, bizleri kirlerimizden arındır,
taşıyamayacağımız yükleri yükleme ya Rabbi!
İmtihanlarımızı verip, huzuruna hayırlı amellerle,
yüzümüzün akıyla çıkmayı nasip eyle ya Rabbi!
1
Ankebut 29/1-3.
Buhârî, Tevhîd, 31.
3
Mülk,67/ 2.
4
Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 8.
2
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
İLİ
:BAYBURT
AY-YIL :MAYIS 2013
TARİH :02.05.2014 4. HAFTA
ِ ‫ِ ِي‬
‫ا َّرار ْ ِم َّرار ِ ِي‬
ْ
ِ‫َّر‬
‫ض الّ َ َ ْر ضًا َ َ ضًا‬
ُ ‫َّر م َذ اذي ُ ْق ِر‬
ِ
‫ضا َ ُ اَ ُ َ ْ َضاضًا َ ِ َرًا‬
َ َُ‫ا‬
‫ﻯ‬
.‫َق َقﺍﻯ َق ُس ُسﺍﻯ ِهَّللا ِهﻯ َق ِهَّللا ﻯ ِهَّللا ُسﻯ َق َق ْي ِهﻯ َق َق ِهَّللا‬
ٍ
ِ ‫َّر‬
ٌ‫ص َد َة‬
َ َ‫ضم ْ ق‬
َ َ ‫إِ َذ‬
ُ َ ْ ‫ضت ِإل‬
َ ‫ط َع َا َ لُ ُ إِال ْم َالَث‬
ِ ‫ج ِضر ةٌ و ِا ْلي ْ تَ َع ِ ِ وواَ ٌد‬
ُ َ‫صضا ٌح َ ْد ُاو ا‬
َ
ََ ُ ُ ٌ َ َ َ
İSLAM’DA VAKFIN ÖNEMİ
Muhterem Müslümanlar!
“Kim Allah’a güzel bir borç verirse,
Allah ona bunun karşılığını kat kat verir.” (1)
Ayeti nazil olunca; Ebu Dahdah, vakit
kaybetmeden Allah Resulü (s.a.v)’in yanına geldi.
Gönlü zengin bu seçkin sahabinin, Medine’de çok
güzel bir hurma bahçesi vardı. Bu hurma bahçesi,
Medine’deki bahçelerin en güzeli ve en
büyüklerinden biriydi. Bahçede tam altı yüz
hurma ağacı bulunuyordu ve bu bahçeyi
vakfetmek istiyordu. Allah Resulü (s.a.v), ondan
bu bağışı kabul edince, dünyalar O’nun oldu ve
doğruca hurma bahçesine gidip de, olayı eşine
büyük bir sevinçle haber vererek, artık! Hurma
bahçesinden çık! Ben onu hurmalarıyla birlikte
cennet karşılığında Rabbime sattım, deyince, eşi
de onu tebrik ederek, kârlı bir ticaret yapmışsın Ey
Ebu Dahdah! Allah alışverişini mübarek kılsın
dedi. Sonra topladıkları hurmaları bahçede
bırakıp, çocuklarını yanına alarak bahçeyi gönül
hoşluğu içinde terketmiş ve bu bahçeyi Allah
rızası için vakfetmiş oldular. (2)
Değerli Kardeşlerim!
Vakıf: menfaati insanlara olmak üzere, bir
malı kendi mülkünden çıkararak, Yüce Allahın
rızası için bağışlamaktır. Yüce Allah Kuran-i
Kerimde; “Sevdiğiniz şeylerden sarfetmedikçe
iyiliğe erişemezsiniz”(3) buyurarak, iyiliğe
ulaşmanın ilk şartının infak olduğunu beyan
etmiştir. Hayatını insanlığa vakfeden Sevgili
Peygamberimiz (s.a.v) de; “İnsan ölünce amel
defteri kapanır. Ancak şu üçü bundan
müstesnadır; Sadaka-i cariye, faydalı ilim ve
kendisine dua eden salih evlat.”(4) Hadis-i Şerifi
ile, Allah Rizası için vakfedilmiş bir mal’ın, amel
defterini açık tutacağını müjdelemiş, ve
Medinedeki hurmalığının kendine ait hissesini ve
Hayber’deki hurma bahçesini de vakfederek,
ümmetine bu konuda da en güzel örnek olmuştur.
Aziz Müminler!
Kuran’ı Kerimin rehberliğini ve Sevgili
Peygamberimiz (s.a.v.) in fiilî davranışlarını,
kendilerine örnek edinen Necip Milletimiz Vakfın
önemini çok iyi anlamış ve tarih boyunca, cami,
medrese, çeşme, hamam, yol, köprü, okul hanlar,
öğrenci yurtları, hastaneler vb gibi, pek çok
muazzam kalıcı eserleri vücuda getirmişlerdir. Bu
vakıf eserleriyle, din,dil ve ırk farkı gözetmeden,
insanlık alemine hizmet sunmuşlardır. Bu hususla
ilgili olarak Şair diyorki:
“Er odur ki, koya dünyada bir eser.
Eseri olmayanın yerinde yeller eser.”
Minnet, şükran hayır dualarla yad ettiğimiz, bu
hayırsever insanların günümüzde çoğalması
temennisiyle, Hutbemizi Peygamber efendimiz
(s.a.v.)’in bir hadisi şerifiyle bitirmek istiyorum:
Âdemoğlu, malım malım deyip duruyor. Ey
âdemoğlu! Yeyip tükettiğin, giyip eskittiğin
veya sadaka olarak verip sevap kazanmak
üzere önden gönderdiğinden başka senin malın
var mı ki?” (5)
Bahattin DURAK
Ayniyat Saymanı
Redaksiyon: İl İrşat Kurulu
KAYNAKLAR
12345-
Bakara, 245
Kurtubi,Ahkamu’l Kur’an
Ali- İimran 92
Tirmizi, Ahkâm 36;
Müslim, Zühd 3-4
İLİ
: GENEL
TARİH : 26.09.2014
İŞ VE TİCARET AHLAKI-ÂHİLİK
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum âyeti kerimede Yüce Mevlamız, Kerim
Kitabında şöyle buyurmaktadır: “İnsan için ancak çalıştığı
vardır. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir.
Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam
verilecektir.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz
(s.a.s), şöyle buyurmaktadır: “Çalışana ücretini, teri
kurumadan önce veriniz.”2
Kardeşlerim!
Bir Müslümanın ticaret ve iş ahlakının nasıl olması
gerektiğini öğretir bizlere bu ilahi ve nebevi ilkeler. Buna
göre; dinimizin iş ve ticaret ahlakı doğruluk, dürüstlüktür;
helal-haram duyarlılığıdır; işçi-işveren hakkına riayettir;
alın terine saygıdır, onu heba etmemektir. Dinimize göre,
kazanç için her yol mübah sayılamaz. Kardeşin sırtına
basarak kazanca kazanç katılamaz. İşin ucuzu ve kolayına
kaçılamaz. Hele hele gelir elde etmek için insan onuru,
haysiyeti çiğnenemez, emek sömürülemez, can güvenliği
tehlikeye atılamaz. İnsan için vazgeçilmez olan hayat hakkı
hiçbir bedele değiştirilemez.
Değerli Müminler!
Yüce dinimiz, iş güvenliği ve ahlakına böylesine önem
vermişken günümüzde ihmalkârlıklar, vurdumduymazlıklar
sebebiyle yaşanan iş kazalarına hemen her gün üzüntüyle
şahit olmaktayız. Türlü eza, cefa ve meşakkatle çalışan
kardeşlerimizin fedakârlığı her türlü takdirin üstündedir.
Ancak onların en değerli kazancı elde etmek için akıttıkları
alın terlerinin heba edilişi, ölüm riski altında güvensiz
ortamlarda çalışmaya mahkûm edilişleri, hayat haklarının
hiçe sayılışı, vicdanların kabul edebileceği bir durum
değildir. Bu, apaçık bir haksızlıktır. Bu, insan hakkını,
hukukunu, saygınlığını çiğnemektir. İnsan hakkını
çiğnemek, onun saygınlığına halel getirmek aslında onu
yaratan Allah’a saygısızlıktır. Kaldı ki, mümin bir kimse,
kul hakkına riayetin Alemlerin Rabbine saygı olduğunu
gayet iyi bilir.
İş
hayatında
yaşadığımız
üzücü
hadiseleri
değerlendirirken Yaratıcının sonsuz kudretini hiçe saymak
ne kadar yanlışsa insanın ihmal kaynaklı suç ve
vurdumduymazlıklarına ilahi kudret üzerinden mazeret
üretmek de o kadar yanlıştır. Bu sebeple, ilahi adalete gölge
düşüren tez ve yorumlardan kaçınmak gerekir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Günümüzde üretim ve tüketim konusunda bir takım
çarpıklıkların olduğu da açıktır. Bir tarafta helal-haram
düşünmeden konforun alabildiğine kuşattığı bir yaşam tarzı,
diğer tarafta tek kaygısı evine ekmek parası götürmek olan
insanlar. Bir tarafta, daha çok kazanma arzusunda olanlar;
diğer tarafta hayatını devam ettirebilmek için rızkının
peşinde koşanlar. Bir tarafta kolay yoldan zengin olmak
isteyenler, diğer tarafta bir helal lokma uğruna alın teri
dökenler...
Evet ne acıdır ki modern zamanlar, iş ve ticaret
ahlakımızı da etkiledi. Dürüst, güvenilir, işinin ve işçinin
hakkını verenlerin yanında sadece maddiyat ve kazanç
odaklı düşünenlerin de sayısı arttı. Rahmet Elçisi’nin “Bizi
aldatan bizden değildir”3 uyarısı, ticaretin de bir imtihan,
mesleğin gereğini yapmanın da bir ibadet olduğunu
unutanlarca dünyevi çıkarlara kurban edilir hale geldi.
Kardeşlerim!
Kişinin kimseye muhtaç olmadan hayatını sürdürmesi,
çoluk-çocuğunun nafakasını temin etmesi esastır. Bu
maksatla helal ve meşrû yoldan kazanç temini için
çalışmak, iş ve ticaret hayatının içinde bulunmak kutsal
sayılmıştır. Ancak Allah rızasının, helal-haram çizgisinin
gözetilmediği, haksızlık ve aldatma içeren her türlü ticaret
de yerilmiştir. Nitekim Efendimiz (s.a.s) böylelerinin
ibretlik durumunu şöyle bir soruyla ortaya koymuştur:
“Yediği haram, içtiği haram, giydiği haram bir kimsenin
duasına Allah cevap verir mi?”4
İşte dinimizin iş ahlakından, milletimizin değerlerinden
ilham alan ecdadımız, on üçüncü yüzyılda Ahilik Teşkilatını
kurmuştur. Bu teşkilat, iş ve ticaret hayatı içerisinde yer
alanları doğruluk, güvenilirlik, cömertlik, tevazu gibi
prensipler şemsiyesi altında birleştirmiş ve her şeyden önce
onları “kardeş” kılmıştır. Âhilik, ahlâkın ticari hayat için de
vazgeçilmez olduğunu mensuplarına her daim telkin
etmiştir. Ahîlik teşkilatı, insanların aldatılmasına engel
olmuştur. Mesleğe yeni başlayan kimselerin, işlerini iyice
öğrenip liyakatli hale gelmedikçe, iş hayatında yer
almalarına bu yapı tarafından müsaade edilmemiştir. Bu
bağlamda, Yüce Rabbimizin; “Emanetleri ehline verin”4
uyarısına her zaman sadık kalınmıştır.
Kardeşlerim!
Mümin, her şeyden önce güvenilir kişi demektir.
Öyleyse mümin, kazanırken de başkasının hakkına tecavüz
etmemelidir. O, helal kazanç uğruna dürüstçe yaptığı her
işin ibadet olduğu bilinciyle hareket etmelidir. Mümin,
çoluk çocuğuna yedireceği haram bir lokmanın, kendi
midesini kavuran bir ateş topu olacağını unutmamalıdır.
Rabbimizin şu ölçüleri, müminin kazanç felsefesi olmalıdır:
“Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar
insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman, tam ölçerler.
Fakat, kendileri onlara bir şey ölçüp, yahut tartıp
verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar. Bunlar, büyük
bir günde tekrar dirileceklerini sanmıyorlar mı?”5,
“Ey İman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret
dışında mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin”6
1
Necm, 53/39-41.
İbn Mace, Rühûn, 4.
3
Tirmizi, Buyû’, 74.
4
Müslim, Zekât, 19
5
Mutaffifîn, 83/1-5.
6
Nisâ, 4/29.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 21/02/2014
KALB-İ SELİM
Değerli Müminler!
Sahabeden Nu’man b. Beşir’den rivayet edildiğine
göre Allah Resulü (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Dikkat
edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o
iyi/doğru/düzgün
olursa
bütün
vücut
iyi/doğru/düzgün ol ur; o bozulursa bütün vü cut
bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” 1
Değerli Kardeşlerim!
Bugün… Hemen şimdi… Kalbinizi elinizle sımsıkı
tutun… Beden ülkenizin sultanını yeniden düşünün.
Bedeninizdeki bu et parçası neden bu kadar değerlidir?
Kalbimizi sadece vücutta kan dolaşımını sağlayan
bir organ olarak görmek gerçekten eksik olur. Bizim
geleneğimizde kalp imanın, hakikatin, bilginin,
hikmetin ve ahlakın merkezinde yer alır. Maddi
varlığımızın sultanı olan kalp, gönül dünyamıza da yön
veren ilahî bir cevherdir. ‘Nazargâh-ı ilâhî’dir. Hakk’ın
aynasıdır.
Kardeşlerim!
Kalbinize dikkatle bakın. Mutlaka Rahman’dan bir
iz görür, O’ndan bir ses duyarsınız. Göğe ve yere
sığmayan Allah, mümin kulunun kalbindedir. Kalplerin
imar ve ıslahı bu yüzden önemlidir. Kâmil insanı inşa
edecek gönül terbiyesi kalpte düğümlenmektedir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Bir hadis-i şeriften öğrendiğimize göre bütün
peygamberler gönderildikleri toplumlarda, katılaşmış,
hakikatin önünde perdelenmiş kalpleri açmakla,
karanlıklara gömülen marazlı kalplere şifa dağıtmakla
Onların
kazanmaya
ve
görevlendirilmişlerdir. 2
fethetmeye çalıştıkları ilk şey insanların kalbi
olmuştur. Resul-i Ekrem için en çok kullandığımız
sıfat da “tabîbu’l-kulub” yani gönüllerin doktoru
olmuştur.
Allah
Resulü’nün
kalbe
şifa
dağıtan
sünnetlerinden biri de, kalbimizi perdeleyen kin, nefret,
düşmanlık, kıskançlık, fesatlık ve samimiyetsizlik
türünden her türlü kötü duygu ve düşünceden sıyrılıp
arınmaktır. Temiz bir kalbe ve arı-duru bir gönle sahip
olmak Peygamberimizin sünnetlerindendir. Enes b.
Mâlik’in naklettiğine göre Resûlullah (s.a.s) kendisine
şöyle buyurmuştur. “Yavrucuğum! Eğer kalbinde
kimseye karşı gıll u gışş yani kötü ve aldatıcı duygular
barındırmadan sabaha ve akşama erişmeye güç
yetirebiliyorsan bunu yap. İşte bu benim sünnetimdir.
Kim benim sünnetimi yaşatırsa beni sevmiş olur, kim
de beni severse cennette benimle birlikte olur.” 3
Değerli Müminler!
Kalbimiz bir yandan olumlu ve yüksek değerlerin
mahalli olduğu gibi, aynı zamanda şeytanın insana
vesvese ve şüphe vermek için fırsat kolladığı ve kötülük
tohumlarını yerleştirdiği bir yerdir. Kalp hem çok sâbit,
azimli ve kararlı; hem de çok değişken, dönüşken ve
kararsızdır. Ulvî güçler kalbimizi arındırmayı,
yüceltmeyi ve anlamlı değerler üzerinde sabitlemeyi
amaçlarken; süflî güçler onu değiştirmeyi, kirletmeyi ve
yıkmayı hedefler. Kur’an-ı Kerim ve onun tebliğcisi
Peygamberimiz kalbin çeşitli hastalıkları üzerinde durur
ve bu hastalıklara karşı müminlere uyarılarda bulunur.
Zira kalp bazen işlenen günahların ağırlığı altında
paslanma, sapma, hastalanma, katılık, perdelenme,
körleşme, mühürlenme, kilitlenme gibi bir dizi manevî
hastalığa maruz kalabilmektedir. Oysa insanın âhirette
selâmete ermesi ancak kalbin şirk, küfür, nifak gibi
hastalıklardan salim olmasıyla mümkündür. Dünyevî
arzularımızın
çepeçevre
sararak
bizleri
ilâhî
güzelliklerden alıkoymaya çalıştığı durumlarda kalbimizi
salih amellerle, Kur’an-ı Kerim tilavetiyle, Allah’ı çokça
zikirle ve duayla mamur ve selim kılmak gerekmektedir.
Allah katında değerli olan da bu değil midir? Rabbimiz
şöyle buyurur: “O gün, ne mal fayda verir ne de evlat.
Ancak Allah’a kalb-i selim ile gelenler başka.” 4
Kalb-i selim, Allah’a teslim olup selâmet bulmuş
olan hastalıksız kalptir. Müminin kalbi, selim bir kalptir.
Allah Resûlü’nün Rabbinden niyazı da kalb-i selim
bahşetmesi şeklinde olmuştur. 5 Ümmü Seleme
validemizin naklettiği bir rivayete göre ise Allah
Rasulü’nün en çok yaptığı dua: “Ey k alpleri b ir
halden diğer bir hale çeviren Rabbim! Benim
kalbimi dinin üzere sabit kıl.” 6 duasıdır. Bitmek
bilmeyen insani zaaflarımızın kuşatması altında, ruhen
ve bedenen tükenmenin eşiğine geldiğimizde, kalbimize
mukayyet olabilmek için; insana, eşyaya, kâinata kalp
gözü ile bakabilmek için; gönül dili ile konuşabilmek
için en çok yapacağımız dua bu olsa gerektir.
Buharî, İman, 39
Buhârî, Tefsîr, (Fetih) 3
3
Tirmizî, İlim, 16
4
Şuarâ, 26/88-89
5
İbn Hanbel, IV, 125
6
Tirmizî, Deavât, 89
1
2
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
İL
: TÜRKİYE GENELİ
TARİH : 27.06.2014
KİMSE KİMSESİZ KALMASIN, BU
RAMAZAN VE HER ZAMAN!
Muhterem Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce rabbimiz şöyle
buyurmaktadır: “İyilik ve takva (Allah'a karşı gelmekten
sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık
üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının.
Çünkü Allah'ın cezası çok şiddetlidir.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz
(s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Müminler birbirlerini
sevmede, birbirlerine merhamet etmede ve birbirlerine
şefkat göstermede tek bir beden gibidir. O bedenin bir
organı (bir mümin) acı çektiği zaman, bedenin diğer
(organları/müminler) de uykusuz kalıp acı çekerler.”2
Kardeşlerim!
Rahmet ayı, Kur’an ve oruç ayı, manevi atmosferimizi
süsleyerek bir kez daha kapımızı çaldı. On bir ayın sultanı,
bereketi ile geldi. Zerâfeti ile esenliği ile geldi. Ramazan
bizlere yine paylaşma, kardeş olma, birlik olma, arınma ve
bağışlanma mesajları getirdi.
Kardeşlerim!
Ramazan, insanlara birbirlerini sevmeyi, kardeşliği ve
hürriyeti öğreten bir mekteptir. Ramazan, bir medeniyettir, bir
dünya görüşüdür. Ramazan, sadece ağzımıza ve nefsimize
gem vurulan günler değildir. Ramazan yoksulların,
düşkünlerin, muhtaçların, kimsesizlerin, yetim ve öksüzlerin,
yaşlıların hatırlandığı ve korunduğu bir aydır. Ramazan,
sıcacık yuvasından ayrılmak zorunda kalan kardeşlerimizin
derdiyle hemhal olma vaktidir. Bereketli sahurlarıyla, duygu
yüklü iftarlarıyla, gönüllere şifa Kur’anlarıyla tam bir kazanç
iklimidir Ramazan.
Kardeşlerim!
Yüce dinimiz İslam, birlikte hareket etmeyi,
paylaşmayı,
dayanışmayı
ve
hayatı
birbirimize
kolaylaştırmayı emreder. Bencilliği, diğerini yok saymayı,
çevreye karşı duyarsızlığı yasaklar. Peygamberimiz (s.a.s),
hiç kimsenin kendisini yalnız, kimsesiz, çaresiz hissetmesine,
ümitsizlik ve karamsarlığa düşmesine kayıtsız kalmamıştır.
İhtiyacı olsa da başkalarını kendisine tercih etmiş, kimseyi
kapısından boş çevirmemiş; yoksula, yetime, kimsesize,
çocuğa, kadına, hastaya, yaşlıya daima şefkat ve merhamet
kanatlarını germiştir. Allah Resulü, “Kişi kendisi için
istediğini din kardeşi için de istemedikçe tam anlamıyla
iman etmiş olamaz.”3 sözleriyle müminlerde bulunması
gereken merhamet, muhabbet, şefkat gibi güzel hasletlere
vurgu yapmış ve hayatı boyunca da bunları tatbik ederek
kimsesizlerin kimsesi olmuştur.
Aziz Kardeşlerim!
İslam’ın huzur ve barış ikliminden giderek uzaklaşan
günümüz insanının yitirmeye yüz tuttuğu nice değerler var.
İşte bu değerlerden biri de yüce dinimizin üzerinde
hassasiyetle durduğu toplumsal duyarlılık, başka bir ifadeyle
yardımlaşma ve diğerkâmlıktır. Ancak ne acıdır ki modern
yalnızlık, modern zamanların ciddi bir hastalığı olmaya
başladı. Her türlü hazzın ve hızın arasında sıkışmış, her türlü
imkâna, lükse sahip olan ancak kalabalıklar arasında
yalnızlaşan nice insanlarımız vardır. Komşularınca
tanınmayanlar, bilinmeyenler çoğaldı. Evinin içinde ailenin
şefkat ve muhabbet damarlarını televizyon, bilgisayar,
internet ve telefonla koparanlar vardır. Kentlerin büyük
meydanlarında ve caddelerinde elini kolunu sallayan nice hür
görünen mahkumlar vardır. Huzurevlerinde huzura hasret,
evladına torunlarına hasret nice büyüklerimiz vardır. Oysa
içinde yaşlısı olan bir ev asıl huzurevi değil midir?
Sevgi evlerinde sevgiye, şefkate, ilgiye bir tebessüme
muhtaç nice yavrularımız vardır. Anne-baba şefkatinden,
sıcacık bir yuvadan mahrum sokak çocuklarımız vardır. Oysa,
yetime, öksüze, kimsesize sahip çıkmak Efendimize cennette
komşu olabilmenin anahtarı değil midir? Çadır kentlerde bir
Ramazanı daha karşılayacak kardeşlerimiz var. Oysa kanayan
bir yarayı sarmak mümin olmanın gereği değil midir?
Kardeşlerim!
İnsanın yalnızca zor durumlarda değil, hayatın her
anında ilgi ve desteğe, uzatılacak bir ele, gönül alıcı bir söze,
içten bir tebessüme ihtiyacı vardır. Unutulmamalıdır ki
yoksulluk sadece varlığın yok olması demek değildir.
Yoksulluk aynı zamanda içimizdeki merhamet şefkat gibi
insani değerlerin yok olmasıdır.
Kardeşlerim!
Diyanet İşleri Başkanlığımız, bu yılki Ramazan ayının
temasını “Hiç kimse kimsesiz kalmasın, bu Ramazan ve
her zaman” olarak belirlemiştir. Diğerkâmlık, fedakârlık,
paylaşma, yardımlaşma, birlik ve beraberlik duygularının
yoğun bir şekilde hissedildiği Ramazan ayı, bu açıdan
hepimiz için iyi bir fırsattır, bir imkandır. Bu kutlu ayda,
gönül dünyamızı bütün kardeşlerimize açarak, huzur ve
mutluluğa vesile olmak büyük bir kazanım ve bahtiyarlık
olacaktır. Hepimiz Ramazanın rahmet ikliminde kardeşliği
soluklamalıyız. “Ben” merkezli düşüncelerden arınarak “Biz”
merkezli düşüncelerle kimsesizlerin kimsesi olmalıyız.
Unutmayalım ki, kendisi için istediğini kardeşi için de
istemek kendisi için istemediğini onun için de istememek
müminin vazgeçilmez ahlaki bir değeridir.
1
Mâide, 5/2.
Müslim, Birr ve Sıla, 66.
3
Buhârî, İmân, 7.
2
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
İL
: TÜRKİYE GENELİ
TARİH : 11.07.2014
KİMSESİZLERİN KİMSESİ OLABİLMEK
Muhterem Kardeşlerim!
Günümüzde bencillik, bireysellik, dünyevileşme ve
nemelazımcılık gibi olumsuzluklar insanoğlunu adeta esir
almış durumdadır. Bu olumsuzluklar, insanı yalnızlaştırmış
ve ona büyük kayıplar, yoksunluklar yaşatmıştır. Çağımızın
en büyük kaybı, pek çok insanın hazzı peşinde koşarken,
yaratılış hikmeti ve gayesini, hayatın anlamını unutmasıdır.
Günümüzün en önemli sorunu, her türlü imkana sahip olduğu
halde insanın gittikçe yalnızlaşmasıdır. Yalnızlaşmak,
milyonlarca
insanın
içinde
yapayalnız
kalmaktır.
Yalnızlaşmak, çevreye duyarsızlaşmak, kardeşin derdiyle
hemhal olamamaktır. Yalnızlaşmak, mahrumiyet ve
yoksullaşmaktır. Asıl yoksulluk da, maddi imkanlardan değil,
sıcacık dostluklardan yoksun olmaktır.
Kardeşlerim!
Ne acıdır ki, günümüzde aynı evi, ortamı
paylaştıklarımızla iletişim kuramaz hale geldik. Ellerde
tabletler, akıllı telefonlar... Ekran karşısında suskunca
geçirilen uzun saatler... İletişim çağında iletişim kurmadan
geçen bir hayata şahit oluyoruz. Hayal dünyasında mutluluk
arayan teknoloji bağımlısı nice modern yalnızlarımız var. Bu
Ramazanda candan sevgiye muhtaç bu kardeşlerimizi de
hatırlamalıyız. Ailemizden başlayarak her yalnızla iletişim
kurmalıyız.
Aziz Kardeşlerim!
Şiddetten, savaştan, ölümden kaçarken evinden ayrı
düşmüş milyonlarca kardeşimiz var. Suriye’den ülkemize
gelen bir milyonu aşkın mülteci bulunmaktadır. Onlar bizim
muhacirlerimizdir. Bize düşen onlara ensar olmak, gönül
kapılarımızı açıp, el uzatmaktır. Zira Müslümanın ahlakı,
kimseyi kimsesiz bırakmamak, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacını
gidermektir.
Kardeşlerim!
Büyükşehirlerimizde üç binin üzerinde evladımız
kimsesiz olarak sokaklarda yaşamaktadır. Bu yavrularımız
sıcacık bir yuvaya, ilgiye, bir şefkat eline hasrettir. Gün,
kimsesizlerin kimsesi, sessizlerin sesi olma günüdür. Gün,
sokaklarda yatıp kalkan evlatlarımıza kol-kanat germe
günüdür. Müslüman bir toplumda sokakta çocuk
kalmamalıdır. İşte Ramazan, bu çocuklarımıza sahip çıkmak,
onları topluma kazandırmak için bir başlangıca vesile
olmalıdır.
Kardeşlerim!
Günümüze kadar İslam toplumlarında görülmemiş
huzurevlerinde kalan yaşlılarımız var. Şu an ülkemizde yirmi
binin üzerinde büyüğümüz yalnızlığa terk edilmiş
durumdadır. Eli öpülesi büyüklerimizin gönderildiği o
mekanlara aslında huzurevi diyemeyiz. Evlat hasreti
içerisinde, torunlarını kucaklayamadan yalnızlığa mahkum
edilenlere sahip çıkmalıyız. “Büyüklerimize saygı,
küçüklerimize sevgi ve şefkat göstermeyen bizden
değildir.” 1 diyen bir peygamberin ümmeti olduğumuzu asla
unutmamalıyız.
Kıymetli Kardeşlerim!
Şiddetin, savaşın, açlığın sardığı ülkelerde çok sayıda
çocuk yetim kalmaktadır. Dünya üzerinde binlerce çocuk her
gün dilenci şebekeleri, organ mafyası gibi karanlık odakların
ağına düşmektedir. Bununla beraber boşanmaların artması,
ailelerin parçalanması, öksüz ve yetimlerin sayısını
artırmaktadır. Şu an dünya üzerinde üç yüz milyon civarında
yetim bulunmaktadır. Ülkemizde, çocuk yuvası, çocuk evi,
sevgi evi ve yetiştirme yurtlarında günümüz itibariyle
yaklaşık on iki bin yavrumuz kalmaktadır. Diğer yandan
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), “Ben ve ye time k ol k anat
geren kimse cennette yan yana olacağız.” 2 “Müslümanlar
arasında kim bir yetimi yiyecek ve içeceğini üstlenecek
şekilde s ahiplenirse A llah on u mutlaka c ennete koyar. 3
buyurmaktadır. Bu nebevi müjdeyi yeniden düşünerek bu
Ramazanda hep birlikte yetimlere sahip çıkmalıyız. Sıcak bir
yuva özlemi çeken yavrularımızı bağrımıza basarak onlara
şefkatli bir anne kucağı olmalıyız. Hayatlarının baharında
hayatın yükünü sırtlamış bu minik bedenlere destek
olmalıyız. Onlara manevi yalnızlıklarını unutturmalıyız.
Kardeşlerim!
Bizler, henüz dünyaya gelmeden yetim, 6 yaşında iken
de öksüz kalan ve Yüce Rabbimizin “O, seni ye tim bul up
barındırmadı mı?... Öyleyse sakın yetimi ezme!” 4 hitabına
muhatap olan Gönüller Sultanı Efendimizin ümmetiyiz.
Unutmayalım ki Rahmet Peygamberi hayatı boyunca hep
yetimleri, öksüzleri, kimsesizleri gözetmiş ve korumuştur.
Efendimiz (s.a.s), yetimi itip kakan, ona hor davrananları ise
şöyle uyarmıştır: “Evlerin en hayırlısı, içinde kendisine iyi
bakılan bir yetimin bulunduğu evdir. Evlerin en kötüsü
ise kendisine iyi davranılmayan bir yetimin bulunduğu
evdir.” 5
Kardeşlerim!
Yetimler, öksüzler ümmetin Enes’i, Beşir’i,
Abdullah’ıdır. Yetimler-kimsesizler, bizler için bir yük değil
bir bereket vesilesidir. Bu yavrularımız, bize Allah Resulü
(s.a.s)’nün birer emanetidir. Ve unutmayalım ki emanete
sahip çıkmak onun ümmetinin bir niteliğidir.
Tirmizî, Birr ve Sıla, 15.
Buhârî, Talâk, 25.
3
Tirmizî, Birr ve sıla, 14.
4
Duha, 93/7-9.
5
İbn Mâce, Edeb, 6.
1
2
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ: GENEL
TARİH: 18.04.2014
KULLUK SINAVIMIZ: İHLAS VE SAMİMİYET
Aziz kardeşlerim,
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve
ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı
yoktur. Bana sadece bu emredildi ve ben Müslümanların
ilkiyim.” i
Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (sas)
şöyle buyuruyor: “Allah, ancak ihlas ve samimiyetle sadece
kendisi için ve rızası gözetilerek yapılan ameli kabul
eder.”ii
Kardeşlerim,
Şu dünya hayatında hepimiz her gün imanımızla,
ibadetimizle, amelimizle, sözümüzle, işimizle, yapıp
ettiklerimizle hâsılı her hâlimizle ihlas ve samimiyet
sınavına tabi tutulmaktayız.
Kalplerine hakiki imanı, Allah ve peygamber sevgisini
yerleştirebilen, gönül Kâbe’sindeki putları kırabilen, iman
ve istikamet sahibi, imanlarının gereği gibi yaşayabilen
kullar, ihlas sahibi kullardır. Ancak böyle iman sahipleri,
yüce davaların insanı olabilirler. Kazancını ve lokmasını,
harama bulaşmadan helal yollardan sağlayabilen kullar,
ihlaslı kullardır. Ancak böyle kullar, iman ve ibadetlerinden
manevi lezzet duyabilir ve gönül huzurunu yakalayabilirler.
Abdestini, adabınca alanlar, manevi kirlerden arınıp
korunabilirler. Namazlarını, tadil-i erkâna uygun bir
şekilde, huşu ve hudu duyarak kılan kimseler ihlaslı kullar
olurlar, miracı yaşarlar. Ancak böyle bir namaz, kişiyi her
türlü fuhşiyâttan ve kötülükten engelleyebilir. Zekât, fitre
ve sadakasını riya ve gösterişten uzak olarak gerçek hak ve
ihtiyaç sahiplerine ulaştırabilenler ihlas sahibidirler. Ancak
böyle bir dayanışma şuuru, İslâm toplumlarında sosyal
adaleti sağlayabilir. Sadece midesine değil tüm azalarına
oruç tutturabilen, iradesini ve nefsini terbiye edebilenler
ihlaslı olurlar. Ancak böyle bir ibadet şuuru, insanları güzel
ahlaklı kılabilir. Hac ve umre ibadetini, turistik bir seyahate
dönüştürmeden, nefsini anasından doğduğu gün gibi
tertemiz yapıp arındırmak niyetiyle eda edenler ihlaslı
olurlar. Kurban ibadetini takvaya uygun bir şekilde ifa eden
kimseler ancak Allah’a yaklaşabilir. Zikir ve tesbihatını, dil
ucuyla değil, kalbine indirerek gönülden yapabilenler ihlaslı
olurlar. Dua ve niyazını, tövbe ve istiğfarını, günahları terk
edip seher gibi bereketli vakitlerde içten ve samimi bir
şekilde gözyaşı dökerek yalnız Allah için yapabilenler ihlas
sahibi kullardır.
Aziz Kardeşlerim,
Kalbin ameli olan niyetlerimiz, ihlasla buluşmadan asla
kurtuluşa eremeyiz. Kalbimizi ve nefsimizi riyadan,
nifaktan, ikiyüzlülükten, gösterişten, ucubdan, sümadan,
kibirden, kendini beğenmişlikten, yalandan, iftiradan,
hasetten, bencillikten, gıybetten, kinden, öfkeden, nefretten
arındırmadıkça ihlasa eremeyiz. İbadet ve kulluğu dünyanın
mihveri yapmadıkça; her ibadete sevap, her başarıya takdir,
her iyiliğe teşekkür bekleyip gönlümüzü dünyaya ve
dünyalıklara, makam ve mevkilere, çıkar ve menfaatlere
bağladığımız müddetçe ihlas ve samimiyete kavuşamayız.
Unutmayalım ki dünyevileşme hastalığı insanda ne ihlas
bırakır ne de samimiyet! Ne Allah rızası bırakır, ne de
Allah’ın rızasını! İhlastan uzak amellerin dışı süslüdür,
fakat içi boştur. İhlas ve samimiyetten uzak toplumlar,
güvensizliğin hâkim olduğu; suç ve günahların, aldatma ve
aldanmanın en çok olduğu toplumlardır.
Kardeşlerim,
Bizler, ancak bıçak kemiğe dayandığında, gemi dalgalarla
boğuştuğunda, uçak türbülansa girdiğinde, ateş komşudan
geçip bizim bacayı sardığında Rabbimizi hatırlıyoruz. O
zaman ihlas kıvamında Rabbimize yalvarıyoruz. Sözler
verip, adaklar sıralıyoruz. Fakat bu haller geçtiğinde
verdiğimiz bütün sözleri hemen unutuveriyoruz. Oysa
bilelim ki Allah katında amellerin az veya çok olması değil,
sürekli ve ihlâsla yapılmış olması değerlidir. Ve yine
bilelim ki Allah’ın azabından yalnızca ihlaslı kulları
kurtulabilecektir. Ahirette kullara amellerinin karşılığı
verildiği zaman riyakârlara şöyle seslenilecektir: ‘Dünyada
kendilerine riyakârlık yaptıklarınızın yanına gidin! Bakın
acaba onların yanında bir mükâfat ya da hayır görebilecek
misiniz?’
Aziz Kardeşlerim,
Öyleyse gelin, can u gönülden Rabbimize iltica edelim.
Rabbimizden sadece O’nu isteyelim. Yalnızca O’nun
sevgisini, O’nun hoşnutluğunu talep edelim. Allah’ın
sevgisini ve rızasını her şeyin üstünde tutalım. İbadet ve
amellerimizi dünyevi bir çıkar beklemeksizin sırf Allah için
yapalım ki kalplerimiz, kötü duygulardan uzaklaşsın! İbadet
ve amellerimizin karşılığını yalnızca Allah’tan bekleyelim
ki geçmiş günahlarımız bağışlansın! Göründüğümüz gibi
olalım, olduğumuz gibi görünelim ki doğruluk ve
dürüstlüğün sırrına mazhar olalım! İyiliklerimizi “İyilik yap
denize at, balık bilmezse Hâlık bilir” düsturunca yapalım ki
ihlasa erelim! Riya ve gösterişin her türlüsünden uzak
duralım ki kalplerimize hiçbir zaman gizli şirk bulaşmasın!
Ve Rabbimizden daima dereceyle ölçülemeyecek bir aşk,
terazide tartılamayacak bir ihlas ve vuslatına eriştirecek bir
iman dileyelim! Dileyelim ki Allah’ın hoşnutluğunun
ışıltısı yüzümüzü kaplasın; secdelerin nuru alnımızda
parıldasın! Simalarımız, Yaradanımızı hatırlatsın! İçimiz,
dışımız; özümüz, sözümüz bir olsun! Halkın yüzünde
Hakk’ın tecellilerini seyredelim! Varlığı Allah için sevelim!
Ne incitelim, ne incinelim! Cümle ettiklerimize, hulus-i
kalp ile “estağfirullah” diyelim!
i
ii
En’am, 162-163.
Nesâî, Cihâd, 24.
il,i
: GENEL
Rabbimize yonelttiEiimizdir. Kurban, bizim gergek anlamda
kardeg olmamrza katkrda bulunan bir ibadettir. Ancak bugiin
muhasebesini yapmamrz gereken husus, ne kadar kardeg
TARIH: 04tr0t20r4
oldu[umuzdur. Kardeglik gerge[inden ne dlgiide uzak
oldu[umuzdur. Teslimiyet ruhundan, kardeglik duygusundan
yoksunlagtrkga Miisliimanlann hangi belalarla, hangi
.I'r
S;\ C3 srVr
t
1
Si rt:.A
t
tj FqV
ri;vr
yrt
r&tr.
l
KURBAN BAYRAMI
Aziz Kardeglerim!
OkuduSum dyet-i kerimede Yiice Rabbimiz gciyle
buyuruyor: "De ki: '$iiphesiz benim namaztm da, di[er
ibadetlerim de, yagamam da, iiliimiim de fllemlerin
Rabbi Allah igindir."'r
Okudu[um hadis-i gerifte ise Sevgili Peygamberimiz
(s.a.s), goyle buyuruyor: "Birbirinizle ilgiyi kesmeyin!
Birbirinize srrt gevirmeyin! Birbirinize kin giitmeyin!
Birbirinize haset etmeyin! Allah'rn size emretti[i gibi
kardeg olun!"2
Kardeglerim!
islam dlemi olarak, inanan goni.iller olarak bir Kurban
Bayrammr daha idrak etmenin haz ve sevincini ya$lyoruz.
Bizlere bu sevinci yagatan Yi.ice Rabbimize sonsuz hamd ve
gtikilrler olsun.
Kurban Bayramr gi.inleri, mtiminlerin tek ytirek, tek
viicut olduklan gi.inlerdir. Bu gtinler, Hz. ibrahim'in
duasryla3 inananlann aynr iman ve aynl ruhla mukaddes
topraklara geldikleri; tek merkezde, K6be'de tavaf ettikleri;
tek meydanda, Arafat'ta toplanarak hac farizasmr yerine
getirdikleri kutlu zaman dilimleridir. Kurban Bayramr
giinleri aynr zamanda, biz miiminlerin ibrahimi bir arayrgla
Rabbimizin liitfetti$i nimetlere giikranlarrmrzrn bir ifadesi
olarak kurban ibadetini eda ettiEimiz mi.ibarek vakitlerdir.
Kardeqlerim!
Kurban bayramr gtnlerinde eda etti[imiz, dinimizin en
dnemli ibadetlerinden olan hac ve kurbanrn bizler agrsrndan
pek gok anlamr ve mesajr vardr. Her geyden cince hac, birlik
ve vahdetin gostergesidir. Kurban ise bize, dini sadece
Allaha has krlarak O'na teslim olmayr ve nefsimizi terbiye
ederek insan neslinden kan akrtmamayr sembol diliyle ifade
etmektedir. Bu iki ibadetin ifa edildi[i Kurban Bayramr
gilnleri bizlere 9ok gi.iglii, gok ycinlii ve gok anlamh bir
qekilde kendi oz mesajmr her yrl duyurmaktadrr. Kurban
Bayrammm bir yiizi.i <ite diinyaya, bir yi.izii bu di.inyaya, bir
yiizi.i gegmige, bir ytizi.i gelecele dontikti.ir. Kurban Bayramr,
Hz. ibrahim'den gelen tarihi ciheti, toplumsal vechesi ve
nefislerimizi si.irekli terbiye ederek gelecelimizi inga etme
ozelli[i sayesinde bizleri hem Rabbimize, hem mtimin
kardeglerimize hem de ti.im insanhla yakrnlagtrrmaya devam
edecektir.
Krymetli Kardeqlerim!
Kurban, Allah'a teslimiyetin ifadesidir. Ancak bugiin
iizerinde durmamz gereken husus, teslimiyetimizi ne kadar
f,rtnelerle, hangi desiselerle kargrlagtr[r, bunlarn neticesinde
nice miimin kanmm aktr[r artrk fark edilmelidir.
Aynr gekilde miiminlerin haline bakarak nice gtig
odaklannrn, mi.iminlerin kanr tizerinden nasrl guE
devgirmekte oldu[u, miiminleri birbirine yakm krlan iman
kardeqli[inin zedelenerek nasrl kavgaya, giddete ve
diigmanh[a dontigttiri.ildiilii bilinmelidir. Bu sebeple,
kurbanlarrmz ve bayramlarrmrz artrk mtimin kalpler
arasrnda tilfet ve muhabbeti gergeklegtirmelidir. Miiminler,
her tiirli.i fitneye, fitnenin getirece[i kargaga, huzursuzluk ve
felaketlere kargr uyanrk olmah, bi.ittin bunlara basiret ve
ferasetle kargr grkmah ve imkan tarumamahdr.
Aziz Miiminler!
Mtisli.imanlar olarak Kurban Bayramr dolayrsryla
giiphesiz birbirimizi tebrik edecegiz. Gegmigi hatrlama,
birbirimizi tanrma, kendimizi bilme ve bulma, yardrmlagma
ve dayanrgma, beni bize ddniigtiirme, bu bayram vesilesiyle
nail oldu[umuz ilahi liituflardrr. Ancak bu
bayram
vesilesiyle darda ve zorda kalan Miisliiman kardeglerimizi,
dUnyanrn muhtelif yerlerinde btiyiik acl ve rstrrap yagayan,
zulme u[rayan mazlum ve mafdur kardeglerimizi asla
unutmamahyrz. Onlarrn yiirek yakan durumlanna gareler
iiretmek, mazlumluklarmr ortadan kaldrmak ve tekrar
ozgiirltiklerine kavugmalarr
igin gayret
gcistermek
Mtsltimanlar olarak hepimizin kardeqlik borcudur.
Kardeglerim!
Kesilen her kurban, akan her kurban kanr, yiizyrllar
boyunca inananlar olarak varh$rmzm bekasr igin verdi[imiz
kurbanlan hatrrlatmah, ytireklerimizi bl ategle yakmah,
ciniimiizti kuvvetli bir rqrkla aydrnlatmahdr. Kurbanlarrmrz,
miiminlerin kanlannrn, gcizyaglarrnrn akmasmr onlemeli,
isl6m cograffasrndaki acryr dindirmelidir. Kurban Bayramr,
miiminleri birliktelik ve vahdet $uuruna erdirmelidir. Mtimin
goniiller, bayram giinleri vesilesiyle islam'm barrg mesajrnr
kavramah ve 'miiminler ancak kardeptirler' diisfurunca
kardeg ve iimmet olma bilincine ermelidir.
Bu duygu ve di.igtincelerle milletimizin, yrtrt drgrndaki
millet varlr$rmzm, g<intil coprafyamrzrn ve isl6m dleminin
mi.ibarek Kurban Bayramlannr tebrik ediyorum. Bayramm
bagta iilkemiz olmak lizere 6lem-i isl6m'rn ve topyek0n
insanhlrn barrg ve huzuruna vesile olmasrnr Rabbimden
niyaz ediyorum.
'
En'Atrn,61162.
Mtislim, Bir ve Srl4 30.
3
Bakar42/126.
2
H aar lay an : D in Hizmetler i
G en e I
Mii d li r lli p li
ILI
: GENEL
TARIH:
O3ITOI2OT4
'edfl
...g3tot7;.ry
W
lq;#t uittn'tiql{ tui6 d
jrrJl.
6r*
,f 'u
KURBAN ALLAH'A YAKTN OLMAK IQINDIR
Aziz Miiminler!
Okudu[um 6yet-i kerimede Yiice Rabbimiz gciyle
buyuruyor: "Kurbanlarrn ne etleri, ne de kanlan
Allah' a ulagrr; Allah' a ulagan y alntzca takvanrzd rr." I
Okudufum hadis-i gerifte ise Sevgili Peygamberimiz
(s.a.s) gdyle buyuruyor: "Ademo$u kurban giinii Allah
katrnda kurban kesmekten daha sevimli bir amel
iglemez. Kurban, loyamet giinii biitiin uzuvlanyla
(sevap olarak) gelir. Kurban, hentiz kanr yere
diigmeden, Allah tarafindan kabul edilir. Bu yiizden
giiniil rahath[ryla kurbanlannrzr kesin."2
Kardeglerim!
Kerim Kitabrmrzda, insanollunun evlatla en apr
imtihanrnm orne$i takdim edilir biz mtiminlere. Evlat
hasretiyle yanan ibrahim Peygamber, kendisine hayrrh bir
gocuk liitfetmesini niyaz etmigti Alemlerin Rabbinden.
Rabbi de ona ismail'i bahgetmigti. Nihayet babanrn evla!
evladmsa can imtihanrna srra gelmigti. ibrahim (a.s),
riiyasrnda kendisini kurban etti[ini sciyledilinde, teslimiyet
sembolii ismail $u cevabr vermigti: "Babacl[rm!
Emrolundufun geyi yap. ingallah beni sabredenlerden
bulursun." ibrahim, ci[erparesini alnr Uzerine yatrmca
Alemlerin Rabbi onlan goyle mtjdeledi: "Ey ibrahim!
kararhh[m, mahn, gerekti[inde canm feda edilmesinin bir
temsilidir.
I(ardeglerim!
Kurban ibadetindeki hikmet, Allah nzasr ile birlikte
yoksulun et ve grda ihtiyacmr kargrlamaktrr. Bdylece
kurban, Miisltiman toplumda kardeglik, yardtmlagma ve
dayanrgma ruhunu canh tutar; sosyal adalet ve paylagrmrn
gorgeklo$mesine katkrda bulunur. Kurban, miimine malml
Allah flzas; igin harcama ve bagkalanyla paylagma
mutlulupunu tattrr; onu cimrilik hastah$rndan, diinya
malma tutkunluktan kurtanr. Aynca kurban, fakirleri de
bayram sevincine ortak ederek toplumun birlik, beraberlik,
kardeglik iginde huzurlu bir bayram gegirmesine vesile
olur.
Komgularr, akrabalarr, yakrn olsun :uzak olsun
kardegleri birbirine ba[layan ve ruhlan kaynagtrran bir
ibadettir kurban. Miimin, vekdletle kurban yoluyla
Afrika'da, Asya'da adrnr dahi duymadrlr birgok yoksul
iilkede ya$ayan hig gcirmedifi, tanrmadrgr, a9 ve muhtag
kardeglerine yardrm eli uzatrr. Bu vesileyle o, binlerce
kilometre uzaktaki kardegleriyle
yakrnlagmanrn,
biitiinlegmenin, iimmet olmarun mutlulu[unu yaf ar.
Kurban, Allah'a teslimiyetin, sadakatin, kullulun
zirvesinin en giizel orne[idir. Kurban, Yiice Rabbimize
yakrnlagmaktrr. Kurbanlarrmrz, "kurb" anlarrmrzdrr. Yani
Allah'a en yakrn olma zamanlarrmrzdr. Kurban,
mukarreb0ndan olma gabasrdrr. Yani takvaya erigme
arzusu iginde Ytice Allah'a yaklaganlar arastna girebilme
gayretidir. Zira kurban, takvaya; takva da Allah'a ulagtrnr.
Riiyayr gergekleqtirdin. Biz iyileri biiyle
miikifatlandrnrz. Bu, gergekten, gok agrk bir
Deferli Kardeglerim!
Her ibadette oldufu gibi kurban ibadetinde de dikkat
edilmesi gereken hususlar vardr. Biiytikbag hayvanlar yedi
kigiye kadar ortaklaga, kiigiikbaq hayvanlar ise bir kigi
tarafindan kurban edilebilmektedir. ilke olarak kurban igin
ktigiikbag hayvanlar bir, biiyi.ikbag hayvanlar ise iki ya$mr
imtihandrr. Biz, olluna bedel ona biiyiik bir kurban
doldurmuq olmahdrr. Aynca saghkh olmayan, hasta, topal,
verdik."3
tek gozii kor, zayf ve
Bu a[r, ama bagarrh imtihanrn akabinde ibrahim
Efendimiz, sonraki nesillerce Allah'rn selamr ile anrlmaya
hak kazandr. Ismail Efendimiz ise, kryamete kadar Allah'a
sunulacak her kurbanda hatrlanma bahtiyarh$rna erigti.
Bundan boyle biri sadakatin, di[eri ise teslimiyetin
sembolii oldu.
Krymetli Kardeglerim!
igte o giin bugtindiir ismail'in bedelini temsil eden
bir fidyenin, inananlarca Alemlerin Rabbine sunulmasrdr
kurban. Kurbanr Allah'a yaklagma vesilesi yapan gey,
temsil etti$i bu bedeldir. Yeri ve zamanr geldi$inde O'nun
yoluna nice ismaillerin feda edilebilecepinin takdimidir.
Ne kurbanhk hayvanm kanrdrr, ne de etidir Allah'a
sunulan, Bu inancr, bu bilinci, bu samimiyet ve sadakati
izhar etmektir asrl olan. Kurban. ibrahimi iman ve
clv
olan hayvanlar kurban
edilmemektedir.
Dinimiz, her davranrgrmzda iyiyi,
gefkati,
merhameti, letafeti emreder. Dolayrsryla miimin, kurbanhk
hayvana
da gefkatli olmah, ona eza vermekten
sakrnmahdrr. Kurban kesiminde, gevre
temizliline dikkat
edilmeli, gegmig yrllarda televizyon ekranlanna yanslyan
nahog gori.inti.ilere meydan verilmemelidir.
Rabbim, keseceSimiz kurbanlanmrzr kabul eylesin.
Kurbanlanmrzr birlik, beraberlik, kardeglik duygulanmrzrn
pekigmesine, islam co[raffasrnda akan gozyaqr ve kanrn
son bulmasrna vesile evlesin.
I
2
3
Hacc,22137.
Tirmi4, Edahi, 1.
saffat, 3711oo-l I l.
Ilaar lay an : D in II i zmet I er i
G en e I
Mii diir lii { ii
İLİ
: TÜRKİYE GENELİ
TARİH : 18.07.2014
MAZLUMLARIN ÜMİDİ OLABİLMEK
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Cenab-ı Hak şöyle
buyuruyor: “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a)
sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size
olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize
düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte
O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz...”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz
(s.a.s)
şöyle
buyuruyor:
“Nasıl
bir
uzvu
rahatsızlandığında bedenin diğer uzuvları uykusuzluk
ve ateş ile onun için çırpınırsa, müminleri de birbirine
karşı merhamet, muhabbet ve şefkat gösterme
hususunda böyle bir beden bütünlüğü içerisinde
görürsün.”2
Kardeşlerim!
Bir rahmet, mağfiret iklimi olan şu mübarek günlerde
İslam dünyasının çeşitli yerlerinden felaket haberleri
gelmektedir. Ne acıdır ki, son yıllarda Ramazana,
gönüllerimiz mahzun, gözlerimiz yaşlı olarak giriyoruz. Bu
sene, İslam dünyası olarak yine büyük bir üzüntüyle
Ramazanı geçiriyoruz. İslam dünyası bir yandan harici
saldırı ve tehditlere maruz kalırken diğer yandan da kendi
içinde bitmez tükenmez siyasi mücadelelerin yol açtığı
kan, gözyaşı, feryat ve iniltilerle sarsılmaktadır. Saltanat ve
hükümranlık sevdası, güç ve iktidar tutkusu, kardeşi
kardeşe kırdırmaktadır. İslam’ın bir kısım cahil
müntesipleri, ihtirasları uğruna hayatı birbirilerine zehir
etmektedir. Oysa, bir insanın katlini bütün insanlığın katli
sayan bir dinin mensuplarının şiddet, çatışma, öldürme ve
katliam hadiseleriyle anılması ne kadar da üzüntü vericidir.
Kıymetli Kardeşlerim!
İslam dünyasındaki bu olumsuzlukların yanında son
günlerde bir de İsrail’in Gazze’de, masum insanlara
yönelik zalim saldırısı kalplerimizi bir kez daha yaraladı.
Ramazan, oruç, iftar, sahur, teravih demeden; kadın, erkek,
yaşlı, bebek ayrımı gözetmeden kardeşlerimizin üzerine
yağdırılan her bomba yüreğimize saplanıyor. Gönüllerimiz
kan ağlıyor. Yangınlarla kasıp kavruluyoruz. Yere düşen
her damla kan, mazlumun gözünden dökülen her damla
gözyaşı, zihin ve gönül dünyamızı param parça ediyor.
Değerli Kardeşlerim!
İnancımızda ümitsizliğe yer yoktur. Bütün bu
olumsuz ve üzücü durumlar elbette geçecektir. Yeter ki,
dünyaya tarih boyunca umut olmuş ve olmaya devam eden
bir milletin çocukları olarak bizler, aramızdaki birlik
ruhunu ayakta tutarak mazluma, masuma ve mahruma el
uzatmaya devam edelim. Unutmayalım ki, zalime destek
olmak, zulme sessiz kalmak Müslüman ahlakıyla asla
bağdaşmaz. Peygamberimiz (s.a.s), böyle hareket edenleri
şu hadis-i şerifleriyle uyarmıştır: “Zulme yardımcı olan
kimse, kuşkusuz Allah’ın gazabına uğrar.”3 “İnsanlar
bir zalimi görürler de onun zulmüne engel olmazlarsa,
Allah’ın onları genel bir azaba uğratması
kaçınılmazdır.”4
Kardeşlerim!
Bizlere düşen görev zalimin yanında değil her daim
mazlumun ve mağdurun tarafında olmaktır. Peygamber
Efendimiz (s.a.s), “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir.
Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz ve onu hor
görmez.”5 buyurmaktadır. Dünyanın neresinde olursa
olsun zulme sessiz kalmak, mazluma, masuma el
uzatmamak, bu nebevi öğretiden mahrum kalmaktır. Bize
düşen görev, Hz. İbrahim’in ateşini söndürmeye giden
karınca misali en azından avuçlarımızda ateşi söndürecek
suyu taşımaktır. Bize düşen, yaşanan bu olaylar karşısında
mazlumun duası ile Allah arasında perde olmadığını
bilerek elimizden geldiğince maddi ve manevi destek
olmaktır.
Kardeşlerim!
İsrail’in Filistin’e yönelik acımasız saldırısı yeni
değildir. 2009 yılında da birçok can ve mal kaybına yol
açan Gazze saldırıları sonucunda yaraları sarmak amacıyla
Türkiye genelinde bir yardım kampanyası başlatılmış;
milletimiz, merhamet ve cömertlik duygularıyla
yardımlarını esirgememişti. Toplanan bu yardımlar
Filistin’deki kardeşlerimize sağlık, gıda, temizlik ve giyim
gibi temel ihtiyaç malzemeleri olarak gönderilmişti. Gazze
halkının acısı paylaşılarak yaralarına merhem olunmaya
çalışılmıştı. Bugünkü acı tablo karşısında yeniden ülke
çapında yardım toplama zarureti hasıl olmuştur.
Başkanlığımızın başlattığı bu kampanyaya, her zaman
olduğu gibi yardımlarınızı esirgemeyeceğiniz ümidiyle,
mazlum, mağdur Filistinli kardeşlerimize yapacağınız
yardımların kabulünü Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
Kardeşlerim!
Bu mübarek ayda, bu mübarek günde bu mübarek
mekânda bizler Rabbimize el açıp diyoruz ki:
Rabbimiz! Bizleri insanlığını unutanlardan değil,
insanca yaşayanlardan eyle. Rabbimiz! Şu anda dünyanın
çeşitli yerlerinde varlık mücadelesi veren kardeşlerimize
rahmetinle, nusretinle muamele eyle. Allah’ım! Dünyanın
muhtelif yerlerinde katliamlarda hayatını yitiren
kardeşlerimize rahmet eyle! Yaralanan kardeşlerimize acil
şifalar ihsan eyle! Alem-i İslam’ı içine düştüğü fitnelerden,
tefrikadan, cehaletten, kan ve gözyaşından kurtar. Bizlere
yeniden aziz bir ümmet olarak adaleti ayakta tutmayı nasip
eyle. Şu mübarek vaktin hürmetine dualarımızı kabul eyle.
1 Al-i İmran 3/103.
2 Buharî, Edep, 27.
3 Ebû Dâvûd, Kadâ, 14.
4 Ebû Dâvûd, Melâhim, 17.
5 Müslim, Birr ve Sıla 32.
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : OCAK 2014
TARİH : 03.01.2014 (1. HAFTA
‫ﺍﻟﺮ ِﺣ ِﻴﻢ‬
‫ﻤﻦ ﱠ‬
‫ِﺑﺴ ِْﻢ ﷲِ ﱠ‬
ِ ‫ﺍﻟﺮ ْﺣ‬
ً ‫ﺇِﻧﱠﺎ ﻓَﺘ َ ْﺤ ﻨَﺎ ﻟَ َﻚ ﻓَﺘْﺤﺎ ً ﱡﻣﺒِﻴﻨﺎ‬
‫ﺻﻠﱠﻲ ﱠ‬
‫ﺳﻠﱠ ْﻢ‬
ُ ‫ﻗَﺎ َﻝ َﺭ‬
ِ ‫ﺳﻮ ُﻝ ﱠ‬
َ ُ�
َ ‫ﻋﻠَ ْﻴ ِﻪ َﻭ‬
َ �
‫ﺇﻥ ﻣﻛﺔ ﺣﺭﻣﻬﺎ ﷲ ﻭﻟﻡ ﻳﺣﺭﻣﻬﺎ ﺍﻟﻧﺎﺱ ﻭﻻ ﻳﺣﻝ‬
‫ﻻﻣﺭﺉ ﻳﺅﻣﻥ ﺑﺎ� ﻭﺍﻟﻳﻭﻡ ﺍﻵﺧﺭ ﺃﻥ ﻳﺳﻔﻙ ﻓﻳﻬﺎ‬
‫ﺩﻣﺎ‬
2T3
2T3
2T3
2T3
3T
P
2T3
0T3
2T3
0T
MEKKE’NİN FETHİ
Muhterem Müslümanlar!
Mekke, Ahır zaman Nebisinin dünyayı
şereflendirdiği, çocukluk ve gençlik yıllarını
yaşadığı, 40 yaşına geldiğinde peygamberlik
görevinin kendisine verilip, İslâm’a davetin ilk on
yılının
gerçekleştiği,
Kur’an-ı
Kerim’in
(1)
ifadesiyle; “Şehirlerin anası”
diye zikredilen
bir yer.
O Yüce elçinin hicret ederken “Ey Mekke s en
yeryüzünün en hayırlı ve bana en sevimli
yerisin, eğer çıkmak zorunda bırakılmasa
idim, senden ayrılmazdım” diye seslendiği o
güzel şehir.
P
Peygamberimiz bu hutbesinde; “Allah’ın
birliğini insanların eşit olduğunu, Kan
davalarının kaldırıldığını bütün insanların
babasının Hz. Âdem, onun da aslının toprak
olduğunu,” anlattıktan sonra Kur’an diliyle şöyle
seslendi: “Ey İnsanlar biz sizi bir erkek ve bir
dişiden yarattık. Birbirinizi tanımanız için sizi
boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en
değerli olanınız, ona karşı gelmekten en çok
sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla
bilendir, hakkıyla haberdar olandır.”(2)
Allah Rasulü (s.a.v.) Mescidi Haram’ın geniş
sahasını dolduran kalabalığa manalı bir bakışla
süzdükten sonra;
“Ey Kureyş topluluğu, size şimdi nasıl muamele
yapacağımı sanıyorsunuz? Mekkeli müşrikler ise;
Sen asil ve şerefli bir kardeşsin dediler.
Bunun üzerine Allah Resulü Mekkeli müşrikler
için genel af ilan etti. İslâmiyet’te nefis için kin
ve intikam olmadığını açıkça ortaya koydu.
Müşrikler ise Hz. Muhammed’e biat ederek
Müslüman oldular.
Mekke’nin fethiyle birlikte İslâm barış içinde
yayılma alanı buldu. Dünyada kalpler ve ruhlar
İslâm nuruyla aydınlanmaya başladı. Mekke’nin
fethi yalnız İslâm tarihinde değil, insanlık
tarihinde de bir eşi ve örneği gösterilmeyecek
derecede ibrete değer tablolarla doludur diyerek
hutbeme okumuş olduğum Nasır Suresinin
mealiyle son vermek istiyorum.
“Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde, insanların
bölük
bölük
Allah’ın
dinine
girdiğini
gördüğünde, Rabbine hamd ederek tesbihte bulun
ve ondan bağışlanma dile çünkü o tövbeleri çok
kabul edendir.”(3)
P
Aziz Müminler!
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in insanları son
din olarak İslâm’a davet ettiği zamanda Mekke
adeta putperestliğin merkezi haline gelmişti. Bu
davete kulak vermeyen müşrikler, Allah’ın
Resulü ve ilk Müslümanlara akıl almayacak
eziyetlerden geri kalmadılar. Nihayet miladi 622
yılında, Allah’ın emri ile Mekke’den Medine’ye
hicret gerçekleşmiş oldu. Hicretten sonrada islâm
devleti’nin temelleri atılmış ve hızla yayılmaya
devam ediyordu. Hicretin 6. yılında Mekkeli
müşriklerle barış içinde yaşamayı sağlayacak 10
yıllık süreyle Hudeybiye antlaşması imzalanmış,
fakat bu antlaşmada 2 yıl sonra Müşrikler
tarafından bozulmuştu. Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.v.) 630 yılında Mekke’nin fethine karar verdi
12.000 kişilik bir orduyla Mekke’ye dört bir
koldan girilerek kan dökülmeden fethedilmiş
oldu.
Aziz Müminler!
Fethin hemen ardından, Kâbe’nin putlardan
temizlenmesini emreden Peygamber efendimiz
Makam-ı İbrahim’de namaz kıldıktan sonra orada
toplanan insanlara bir hutbe irâd etti.
P
PR
P
Efrail GÜLSÜN
Veysel Efendi Camii Müezzin-Kayyımı
Redaksiyon : İl İrşat Kurulu
Kaynaklar:
123-
Enam Suresi A. 92
Hücürat Suresi A. 13
Nasr Suresi.
İLİ
: TÜRKİYE GENELİ
TARİH : 23/05/2014
MİRAÇ KANDİLİ
Kardeşlerim!
İslâm âlemi olarak Pazar’ı Pazartesi’ye bağlayan gece
mübarek Miraç Kandili’ni idrak edeceğiz.
İsrâ ve Miraç, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in bir
gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da
Yüce Mevla’nın sonsuz ayet ve kudretini müşahede etmek
için semaya yaptığı, içinde pek çok ilahî hikmet ve bereketi
barındıran manevî bir yolculuktur. Bu kutlu yolculuk,
okuduğum ayet-i kerimede şöyle dile getirilmektedir:
“Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim
diye k ulunu ( Muhammed’i) b ir g ece Mescid-i
Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i
Aksa’ya götüren Allah’ın şanı ne yücedir. Hiç şüphesiz o,
hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.” 1
Kardeşlerim!
Miraç, bir yükseliştir. Her şeyden önce yükselme
yollarının yegâne sahibinin Allah olduğunun bilincine
varabilmektir.Fiziğin metafiziğe, bedenin ruha, ruhun
sahibine, kulun Allah’a yükselişidir. Kullar bu yükselişi
ancak, Allah’ın razı olacağı bir hayatı yaşayarak
gerçekleştirirler. Miraç, sadık ve samimi bir iman, ibadet ve
taat, ihlas ve takva, güzel huy ve ahlâk, hayır ve hasenat, hak
ve hakikat, doğruluk ve dürüstlük, adalet ve sevgi, merhamet
ve şefkat, dostluk ve kardeşlik, sabır ve sebat, fedakârlık ve
cömertlik, yardımlaşma ve dayanışma gibi fazilet ve
erdemler ile yükselmektir.
Miraç, insanın kendi semasına yani kalbine ve iç
dünyasına doğru da yapması gereken bir yolculuktur.
Miraç, Hz. Ebû Bekir gibi imanında gösterdiği
teslimiyet ve sadakatle sıddîk mertebesine ulaşabilmektir.
Miraç, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in getirdiği
değerler ile hastalıklı kalpleri nasıl tedavi ettiğini idrak
edebilmektir.
Her yıl gelen miraçla inancımızı,bağlılığımızı ve
samimiyetimizi yenileriz. Amellerimizi yenileriz. Riyaya,
kibre, samimiyetsizliğe, ikiyüzlülüğe karşı amellerimizi
gözden geçiririz. Her yıl gelen miraçla aile bağlarımızı, anne
ve
babamızla,
yavrularımızla
ve
komşularımızla
ilişkilerimizi yenileriz.
Miraç, malımızı mülkümüzü, paramızı pulumuzu,
servetimizi, maddî gücümüzü ruhumuzun yükselişi yolunda
gözden geçirmemizi sağlar.
Değerli Kardeşlerim!
Peygamber Efendimiz (s.a.s), miraçtan üç büyük
hediye ile dönmüştür. Birinci h ediye, Sevgili
Peygamberimizin “Gözümün nur u” dediği beş vakit
namazdır. Efendimiz (s.a.s), Miraç hâdisesinden sonra
ümmetine dönmüş ve onları namaz ibadeti ile Yüce
Mevla’mıza manen yükselmeye davet etmiştir. Günde beş
kez her mümin namaz aracılığıyla Rabbinin huzuruna
yükselmektedir. Müminler, her namazda okudukları
“tahiyyat” duası ile Sevgili Peygamberimizin yaşadığı bu
hadiseyi tekrar tekrar düşünürler.
Namazla müminler birbirinden emin olur, saf tutar,
omuz omuza verir. Namazla bütün kötülüklerden arınarak,
mü’min kişiliğine ve kimliğine kavuşur. Allahu Ekber, der
ve elinin tersiyle maddî olanı, gelip geçici olanı geriye iter.
Rabbine yönelir, sadece O’nun önünde eğilir, sadece O’na
secde eder. Namazla müminler kendi benlikleriyle barışır.
Namazla bedenin dili ruhun diliyle birleşir. Namaz
tevhidin mücessem eylemidir. Ve kendisi miraç olan namaz,
mümin için bir miraç müjdesidir.
Miracın İkinci hediyesi, Bakara suresinin son iki
ayetidir. Her yatsı namazının ardından aşır olarak
okuduğumuz “amenerrasulü”.
Bu ayetlere göre gücümüzün yettiği şeylerden
sorumluyuz. Kendimizi düzeltmekten sorumluyuz. Helâl
kazançtan sorumluyuz. Çoluk çocuğumuza helâl lokma
yedirmekten sorumluyuz. Komşularımıza, çevremize karşı
sorumluyuz. Kullandığımız her şeyden, istifade ettiğimiz her
nimetten sorumluyuz.
Miracın üçüncühediyesi, istikametini imana çeviren,
Allah’tan başkasına kulluk etmeyenlerin günahlarının
bağışlanacağı ve sonunda cennete gireceği müjdesidir.
P0F
Aziz kardeşlerim!
Hutbeme miraç hediyesi ayetlerde geçen bir dua ile
son vermek istiyorum:
“Ey Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi sorumlu
tutma. Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin
gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün
yetmediği şeyleri yükleme. Bizi affet, bizi bağışla ve bize
acı. Sen bizim Mevlâ’mızsın. Kâfirler topluluğuna karşı
bize yardım et.” 2
Soma’da yaşanan faciada ve Balkanlarda yaşanan sel
felaketinde vefat eden kardeşlerimize Cenab-ı Hak’tan
rahmet diliyorum. Makamları cennet olsun! Rabbim,
ülkemizi, tüm İslam beldelerini bu tür acılardan, elemlerden,
bela ve kazalardan, felaket ve musibetlerden muhafaza
eylesin! Geride kalanlara, kederli ailelerine, yakınlarına ve
sevenlerine sabır ve metanet lütfetmesi, yaralı
kardeşlerimize de acil şifalar ihsan etmesi için Rabbime dua
ve niyaz ediyorum.
P1F
Miraç Kandilinin, milletçe, âlem-i İslam olarak
yükselmemize ve yücelmemize vesile olmasını temenni
ediyorum. Miraç kandiliniz mübarek olsun.
1
2
İsrâ, 17/1.
Bakara, 2/286.
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
Bugün Kerbelâ olayında Müslümanlar olarak hepimize
düşen vazife, onu doğru okumak, doğru anlamak, günümüz
ve de yarınımız adına dersler çıkarmaktır. Kerbelâ’yı
anlamanın yolu Hz. Hüseyin’i doğru anlamak ve Hüseyince
yaşamaktan geçer. Bugün bize düşen, böylesi müessif bir
hâdiseyi kin, nefret, ayrılık-gayrılığa değil; birlik-beraberlik,
sevgi, saygı, muhabbet ve hoşgörüye dönüştürmektir. Kerbelâ
üzerinden bir ayrılık-gayrılık oluşturmak müminler
topluluğuna yakışmayacağı gibi Efendimizin gözbebeği Hz.
Hüseyin’in ruhaniyetini de incitecektir.
İLİ
: GENEL
TARİH : 31/10/2014
ORTAK HÜZÜN VE İBRET AYI: MUHARREM
Kardeşlerim!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra
parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın…” 1
P0F
P
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Birbirinizle ilgi yi k esmeyin,
birbirinize sırt çevirmeyin, birbirinize kin beslemeyin,
birbirinize haset etmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş
olun.” 2
P1F
P
Kıymetli Kardeşlerim!
Rabbimize sonsuz şükürler olsun ki hicri 1436. yıla
girdik. Bugün 7 Muharrem. Muharrem, Efendimiz (s.a.s)’in
“hürmete şayan bir ay” 3 diye nitelediği, sayısız lütuf ve
hikmetlerle dolu kutlu bir aydır. Muharrem ayı aynı zamanda
hüzün ve ibret ayıdır; bizlere, ciğerlerimizi dağlayan
Kerbela’yı hatırlatır.
P2F
P
Kerbelâ, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in “cennet
gençlerinin e fendileri” 4 sözüyle taltif ettiği, Hz. Ali ve Hz.
Fatıma'nın iki ciğerparesinden biri, ümmetin gözbebeği olan
Hz. Hüseyin efendimizin ve yetmişten fazla müminin şehit
edildiği yerdir…
P3F
Ancak üzülerek şahit oluyoruz ki son yıllarda yaşanan
olaylar mezhebi, meşrebi ne olursa olsun ümmetin, Kerbelâ’yı,
Hz. Hüseyin ve arkadaşlarını hala doğru okumadığını, doğru
anlamadığını ortaya koyuyor. Onun içindir ki bugün
etrafımızda nice Kerbelâlar yaşanıyor. Savaş, terör ve
zulümden dolayı milyonlarca insan yerinden, yurdundan,
evinden barkından, hayatından oluyor. Çocuklar umutlarını,
hayallerini, geleceklerini yitiriyor. Nice mazlum, masum,
mağdur kardeşimizin hayat hakkı her gün Hüseyin Efendimiz
gibi Kerbelâ çöllerinde gasp ediliyor.
P
Değerli Kardeşlerim!
Asırlardır yüreklerimizi sızlatan bu elim hâdise,
Efendimizi ve O'nun Ehl-i Beyti'ni seven başta milletimiz
olmak üzere bütün müminleri derinden yaralamış, kalpleri
incitmiştir. Kültürü, mezhep ve meşrebi ne olursa olsun bütün
Müslümanları derin acılara gark etmiştir.
Nitekim Şair, ümmetin bu ortak hüznüne şu dizelerinde
tercüman olmuştur:
“Düştü Hüseyn atından sahrâ-yı Kerbelâ’ya
Cibril var haber ver, Sultân-ı enbiyâya…”
Hz. Hüseyin Efendimiz ve arkadaşları, bu acı hâdisedeki
asil duruşları ve doğruluk adına samimi yürüyüşleri ile
sonsuza dek müminlerin gönüllerinde taht kurmuşlardır.
Onlara bu zulmü reva görenler ise Müslümanların ortak
vicdanında ebediyen mahkûm olmuşlardır.
Aziz Kardeşlerim!
Bizler bu olayın üzüntüsünü yaşarken, aynı acıların bir
daha yaşanmaması için; Muharrem’i doğru okuyup anlamaya,
müspet sonuçlar çıkararak ibret almaya ve yüce Rabbimizin;
“Allah’a ve Rasûlüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin.
Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz el den gi der...” 5
emrine uygun hareket etmeye her zamankinden daha çok
muhtacız.
P4F
P
Kardeşlerim!
Yüreklerimizi dağlayan yeni Kerbelâların yaşanmaması
için ortak bir dile, ortak bir akla ihtiyacımız var. Yüreklerimizi
birleştirmeye, gönül kapılarımızı birbirimize samimiyetle
açmaya ihtiyacımız var. İşte bu yüzden Muharrem, bizim için
ortak bir hüzün mevsimi olduğu kadar adaleti, hikmeti,
merhameti, kardeşliği, dostluğu hatırlatan hak-hakikat ve ibret
sofrası da olmalıdır. Muharremi hak, adalet, rahmet,
merhamet, müsamaha ve şefkat duygularının yeniden ihyâsı,
Müslümanların
muhabbet,
kardeşlik
ve
beraberlik
duygularının güçlenmesi için fırsat bilmeliyiz. Geçmişin
acılarını bize yeniden yaşatmak, gönüllerde bir kez daha
kapanmaz yaralar açmak, ortak değerlerimizi ayrılığa, kin ve
nefrete dönüştürmek isteyenlere tek yürek halinde gereken
cevabı vermeliyiz. Muharrem, paylaşmanın, dayanışmanın ve
birlikteliğin simgesi olmalıdır.
Kardeşlerim!
Bu vesileyle Efendimiz (s.a.s)’in torunu, cennet
gençlerinin efendisi, şehitlerin serdarı, ser-çeşmesi Hz.
Hüseyin ve Kerbelâ şehitleri başta olmak üzere hak, hakikat,
hürriyet, adalet, ahlâk, fazilet, izzet ve şeref için can veren
bütün şehitlerimizi rahmet, minnet, şükran, saygı ve tazim ile
yâd ediyoruz.
Ehl-i Beyt-i Mustafâ'nın muhabbetinin her daim
yüreklerimizde bâki kalmasını, onlardan bize tevârüs eden
insanî ve ahlakî erdemlerin zihin ve gönül dünyamızı tezyin
etmesini Rabbimizden diliyoruz. Geçmişte yaşadığımız keder
ve acıların, yeni üzüntülere sebebiyet vermemesini; aksine
bizleri birbirimize sevgi ve muhabbetle bağlamasını Cenab-ı
Mevla’dan niyaz ediyoruz.
Şu anda Karaman Ermenek’te maden ocağında mahsur
kalan kardeşlerimizin sağ salim kurtulmalarını Yüce
Rabbimizden temenni ediyoruz.
Âl-i İmrân, 3/105.
Tirmizi, Birr ve Sıla, 24
3
Müslim, Sıyâm, 203.
4
İbn Mâce, Sunne, 11/4.
5
Enfâl, 8/46.
1
2
NOT: Cuma vaktine kadar maden ocağındaki işçilerimizle
ilgili bir gelişme olması durumunda hutbenin sonundaki dua
hutbeyi okuyan görevlilerimizce güncellenecektir.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 12/12/2014
MUSİBETLERE SABIR, MÜMİNCE BİR
TAVIRDIR
Değerli Kardeşlerim!
Allah Resûlü (s.a.s), bir gün Medine sokaklarında
bazı sahâbîlerle birlikte yürüyordu. Kabristanın yanından
geçerken, çocuğunun kabri başında feryat figan eden bir
kadına rastladı. Evlât acısına yüreği dayanamayan
kadıncağızın bu hâlini gören Efendimiz ona, “Allah’tan
sakın ve sabret!” dedi. Kederinden bunu söyleyenin
Peygamber olduğunu fark edemeyen kadın, “Benim
başıma gelen senin başına gelmedi de böyle
konuşuyorsun!” dedi. Bir müddet sonra kadına onun,
Allah’ın Resûlü olduğu söylenince, bu kederli anne
söylediği sözden dolayı pişmanlık hissetti. Özür beyanında
bulunmak üzere Rahmet Elçisi’nin kapısına geldi ve
“(Kusurumu bağışla) Allah’ın elçisi olduğunu bilemedim.”
dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s), ona şu karşılığı
verdi: “Sabır, musibet ilk başa geldiği anda ortaya
konulan tavırdır.”1
Kardeşlerim!
Aslında bir beşer olan Peygamberimizin de başına
benzer musibetler gelmişti. Biricik oğlu İbrahim, henüz on
sekiz aylıkken hayata gözlerini yummuştu. Bu acı olay
karşısında bir baba olarak o da gözyaşlarını tutamamıştı.
Ölenlerin ardından yaka paça dövünerek ağlamayı
kesinlikle yasaklayan Rahmet Elçisi, oğlu için ağlamasına
şaşıranlara şu cevabı vermişti: “Akan bu gözyaşları
merhamettendir. Göz ağlar, kalp hüzünlenir. Ama biz
ancak Rabbimizin razı olacağı şeyleri söyleriz.”2
Kıymetli Kardeşlerim!
Her canlının mutlaka tadacağı bir gerçektir ölüm.
Dünyaya veda edip gidenin sevenleri açısından son derece
elim olan bu olay, büyük de bir musibettir aynı zamanda.
Bununla birlikte insanoğlunu saran sıkıntılar ölümle sınırlı
da değildir. Ruhsal, fiziksel ve ekonomik sıkıntılar, kaza
ve felaketler, hastalık ve geçimsizlikler, takatimizi
zorlayan çeşitli hâdiselerdir. Aslında olumsuz gibi görünen
bu durumlar hemen her birimiz için sabır ve imtihan
vesilesidir. “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece
‘iman ettik’ demekle bırakılacaklarını mı sandılar?”3
ayeti, mü’minlerin hayatta meşakkat ve sıkıntılara her an
hazırlıklı olmaları gerektiğine vurgu yapmaktadır.
Kardeşlerim!
İnsanlık tarihinde en çetin imtihanlara peygamberler
tâbi tutuldu. Yüce Rabbimiz, Hz. Âdem’i cennetteki yasak
ağaçla sınadı ve akabinde yeryüzüne gönderdi. İbrahim
Peygamber, ateşe atılmak ve biricik evladını kurban
etmekle sınandı ve neticede Halilullah payesini kazandı.
Yakup Peygamber, evladı Yusuf’un hasretiyle gözlerini
kaybetti. Yusuf (a.s), sultanlığa giden yolda karanlık
kuyudan ve zindandan geçti. Eyyûb Peygamber, yaraları
bütün bedenini saran bir hastalığa tutuldu ve Rabbine
sığındı. Hz. Musa, Firavun’un zulmünü yok etme
mücadelesinde zorlu yolları aştı. Babasız olarak dünyaya
gelen İsa (a.s), inkarcıların ayıplamalarına ve öldürme
teşebbüslerine maruz kaldı. Habibullah Muhammed
Mustafa (s.a.s), Hakk yolda evinden, yurdundan ve
sevdiklerinden oldu. Bir beşer olarak en zor imtihanlardan
geçti. O, bizzat yaşadığı musibetler karşısında sabrın,
metanetin ve mümince duruşun nasıl olması gerektiğini
bizlere gösterdi. Üzüntü ve kederi sükûnet ve vakar ile
karşılamayı tavsiye etti. Acımız gözyaşına dönüşse de
gözyaşımızın isyana dönüşmemesi gerektiğini anlattı.
Yüreğimiz, acının kıskacında ezilse de, belimiz zahmet
yüküyle bükülse de, dilimizden bizi bu imtihan dünyasına
gönderen Rabbimize karşı en ufak bir isyanın
dökülmemesi gerektiğini hatırlattı.
Kardeşlerim!
Allah Resûlü’nü hayatına model olarak seçen bizler,
imtihanın ne zaman ve ne şekilde geleceğini
bilemediğimizden, “Hanginizin daha güzel işler
yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratan
O’dur.”4 ayetinin bilinciyle hareket ederiz. Bununla
beraber, “Biz Allah’a aidiz ve yine O’na döneceğiz.
Allah’ım!
Sıkıntılarımın
mükâfatını
senden
bekliyorum, bunun karşılığını bana ihsan et, benim için
onu daha hayırlısıyla değiştir.”5 diye gönülden dua
ederiz.
Kardeşlerim!
Mümin olmak, nimetlere erişince Allah’a
şükretmektir. Mümin olmak, sıkıntı ve meşakkatle
karşılaşınca isyana sürüklenmeden sabır ve metanetle
Allah’a teslim olmaktır. Mümin olmak, acıyı isyana değil,
kazanıma dönüştürebilmektir. Mümin olmak, can sıkıcı bir
durum karşısında soğukkanlılığı ve feraseti elden
bırakmamaktır. Mü’min olmak, “Sizi biraz korku ve
açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz
azaltma ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri
müjdele!”6 ayetindeki “müjdelenenler” den olabilmek için
çaba sarf etmektir.
Kardeşlerim!
Hayatımızın her aşamasında Allah’a hamd edebilen
kullardan olmak için gayret gösterelim ve Efendimizin şu
güzel tasvirine lâyık olmanın bilinciyle hareket edelim:
“Müminin durumu ne ilginçtir! Her hâli kendisi
için hayırlıdır. Bu durum yalnız mümine mahsustur.
Başına sevinecek bir hâl geldiğinde şükreder; bu onun
için hayır olur. Başına bir sıkıntı gelecek olursa ona da
sabreder; onun için bu da hayır olur.”7
1
Buhârî, Cenâiz, 31.
Buhârî, Cenâiz, 43.
3
Ankebut, 29/2.
4
Mülk 67/2.
5
Ebû Dâvud, Cenâiz, 22.
6
Bakara, 2/155.
7
Müslim, Zühd ve rekâik, 64.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
TARİH
: GENEL
: 31/01/2014
NASIL BİR KARDEŞLİK?
Kıymetli Kardeşlerim!
Rahmet yüklü evrensel mesajlarıyla gönülleri
fetheden Peygamberimiz
(s.a.s.)’in,
asırlar
önce
dillendirdiği kardeşliğe dair sözlerine gelin hep birlikte
kulak verelim:
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona
zulmetmez, onu yalnızlığa terk etmez. Kim din
kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun
ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın bir sıkıntısını
giderirse, Allah da onun kıyamet sıkıntılarından birini
giderir…” 1
Kardeşlerim!
Yüce dinimizde kardeşlik, aynı anne-babadan
dünyaya gelenlere hasredilemeyecek kadar kapsamlıdır.
Kardeşlik, mümine muhabbet beslemektir. Yağmurun
toprağa getirdiği bereket misali birbirimize rahmet ve şefkat
olmaktır. Peygamberimizden gelen bir vefadır kardeşlik.
Fırtınalı denizlerde birbirimize sığınılacak bir liman
olabilmektir. Kardeşlik, zor zamanlarda gönül alıcı bir söz,
mütebessim bir çehre sunabilmektir. Kardeşlik, huzur ve
mutluluğu paylaşmak, hüzün ve kedere, acı ve ızdıraba
ortak olmaktır. Kardeşlik, mesafeleri, sınırları, engelleri
ortadan kaldıran gönüller arası ülfet köprüsüdür. Renkleri,
dilleri, kökenleri farklı da olsa yürekleri bir kardeşler,
birbirlerinin hüznüne, uğradıkları zulüm ve şiddete, akan
kan ve gözyaşlarına asla duyarsız kalamaz. Kardeşlik
duygusu, ayrı bedenlerin aynı kalbi paylaşabilmesidir.
Kardeşlik, Efendimiz (s.a.s)’in, “Sizden bi riniz
kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe
gerçek manada iman etmiş olamaz.” 2 mesajı gereği,
diğerkâmlıktır.
Duyarlı olabilmektir kardeşlik. Efendimiz (s.a.s.)’in
ifadesiyle birbirimize muhabbet, merhamet ve şefkat
gösterme hususunda bir vücut gibi hareket edebilmektir.3
Türlü sıkıntılara müptela olduğumuz şu imtihan dünyasında
beraberce Allah rızasını aramaktır kardeşlik.
Kardeşlik;
“Birbirinizle
üstünlük
yarışına
girmeyin. Birbirinize h aset e tmeyin. Birbirinize k in
beslemeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın
kulları! Kardeş olun. 4 Müslümanın kardeşine üç günden
fazla dargın durması helâl değildir.”5 nebevi ifadesiyle,
hangi şartta olursa olsun kardeşini yalnızlığa terk
etmemektir. Kardeşlikte terk yoktur, sorumsuzluk,
duyarsızlık yoktur.
Kardeşlik her şeyden önce bir söylem ve edebî bir
kurgu değil, bir hukuk, bir hak, bir görev, bir iman ve
ahlâktır.
P0F
P1F
P
P2F
P3F
P
P4F
P
P
Değerli Müminler!
İşte Ensar ve Muhacir, böyle bir kardeşliği hücrelerine
kadar yaşayarak ortaya koydular. Efendimiz (s.a.s.), asabiyet
ve cehaletin çelik ağını kırarak; dilleri, renkleri, gelenek ve
görenekleri farklı olmasına rağmen ‘iyilik ve t akvada
yardımlaşan’ kardeşlerden örnek bir toplum meydana
getirdi.
Fakat ne hazindir ki Müslümanlar olarak, Allah
Resulü’nden sonra bu ulvi mirasa yeterince sahip çıkamadık.
Ensar ve Muhacir’in destansı kardeşliği bizlere örnek olması
gerekirken hafızalarımızda bir tarih, bir hatırat oldu. Dünyevi
çıkarlar, güç mücadeleleri, Kutlu Nebi’nin, ardında bıraktığı
bu örnek toplumu zedeledi. Kardeşlik duyguları ve gönüller
onulmaz yaralar aldı. Asr-ı saadette gönülleri bir, zihinleri
bir, gayeleri bir kardeşlerin arasına ayrılık-gayrılık girdi.
Birbirine ülfet, muhabbet, samimiyet, ünsiyet beslemesi
gereken gönüller, hırs, menfaat, bencillik, kin ve intikam
ateşiyle kavruldu. Bu ateş, geçmişte yaşanan pek çok müessif
hâdisenin fitilini tutuşturdu. Asırlarca yürekleri dağlayan
fitne ve fesat alevini körükledi.
Günümüzde de pek çok İslam ülkesinden ateşler
yükseliyor. Rahmet Elçisi’nin kaynaştırdığı kalpler kin,
nefret gibi kötü duyguların mekanı oldu. Bütün bunlar,
Resulullah’ın asırlar önce haykırarak ilan ettiği kardeşliğe
uzak kalışın acı neticeleri değil midir?
Değerli Kardeşlerim!
Kardeşliğin zihinlerimizde ve gönüllerimizde tam
anlamıyla zemin bulamayışının elbette birçok sebebi vardır.
Bunların başında herkesin kendini, kendi düşüncesini,
mezhebini, meşrebini, benliğini hakikatin yerine koyması
geliyor. Oysa Yüce Rabbimiz, biz Müslümanlara hakikatin
yolunda olmayı, hakkın peşinden koşmayı emretti. Kendimizi
hakikatin yerine koymayı, hakkı yalnız kendimize has
kılmayı emretmedi. Hepimiz hakikatin yolunda hizmet
etmekle emrolunduk. Hiç kimse ‘hakikat avucumda’
dememeli, ‘hakikat benim’ diye iddia etmemelidir.
Müslümanlar olarak, “Mü’minler ancak kardeştirler.
Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı
gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” 6 ilahi emri
gereği yıkıcı değil yapıcı; ayrıştırıcı değil, birleştirici
olmalıyız. Fitneyi değil, ıslahı esas almalıyız. Bizi biz yapan
değerlere sımsıkı sarılarak birliğimizi ve dirliğimizi
korumalıyız. Bu yolda;
Sakın incitme bir canı,
Yıkarsın arş-ı Rahmân’ı
sözü genelgeçer anlayışımız olsun.
Hutbemizi, yürekten “amin” diyeceğimiz şu dualarla
bitirelim: Ya Rabbi! M üminler olarak gönüllerimizi
birbirine kaynaştır. Bizleri b irbirlerine karşı sıcak,
birbirlerini gördüğünde yürekleri kaynayan, gözlerinin
içi parlayan samimi kardeşler eyle!
P5F
P
1
Müslim, Birr, 58; Tirmizi, Hudud, 3
Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59.
3
Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr, 66.
4
Müslim, Birr, 28.
5
Buhârî, Edeb, 63; Müslim, Birr, 23.
6
Hucurât, 49/10.
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : OCAK 2014
TARİH : 24.01.2014 (4. HAFTA)
‫ْــــﻢ ﱠ‬
‫ﻴـﻢ‬
‫ـﻦ ﱠ‬
‫�ِ ﱠ‬
ِ ‫ﺍﻟﺮ ِﺣ‬
ِ ‫ِﺑﺴ‬
ِ ‫ﺍﻟﺮ ْﺣ َﻤ‬
‫َﻳ ْﻮ َﻣ ِﺌ ٍﺬ ﺗ ُ ْﻌ َﺮﺿُﻮﻥَ َﻻ ﺗَ ْﺨﻔَﻰ ِﻣﻨ ُﻜ ْﻢ ﺧَﺎ ِﻓ َﻴﺔٌ* ﻓَﺄ َ ﱠﻣﺎ َﻣ ْﻦ‬
ُ
‫ﻲ ِﻛﺘَﺎ َﺑﻪُ ِﺑ َﻴ ِﻤﻴﻨِ ِﻪ ﻓَ َﻴﻘُﻮ ُﻝ ﻫَﺎ ُﺅ ُﻡ ﺍ ْﻗ َﺮﺅُﻭﺍ ِﻛﺘَﺎ ِﺑﻴ ْﻪ * ِﺇ ِﻧّﻲ‬
َ ِ‫ﺃﻭﺗ‬
َ
‫ﺍﺿﻴَ ٍﺔ‬
َ ‫ﺴﺎ ِﺑﻴ ْﻪ * ﻓَ ُﻬ َﻮ ﻓِﻲ ِﻋﻴ‬
ِ ‫ﺸ ٍﺔ ﱠﺭ‬
َ ‫ﻕ ِﺣ‬
ٍ ‫ﻅﻨَﻨﺖُ ﺃَ ِﻧّﻲ ُﻣ َﻼ‬
Hakka, 69/18-21
Hz. Ömer de ahiretteki hesabın kolay olabilmesi için
dünyada nefsi hesaba çekmek gerektiğini bildirir.
“Ahiretteki hesap ancak dünyada nefsini hesaba çekmiş
olanlar için hafif ve kolaydır.” (6) buyurur.
P
‫ﺻﻠﱠﻲ ﱠ‬
‫ﺳﻠﱠ ْﻢ‬
ُ ‫ﻗَﺎ َﻝ َﺭ‬
ِ ‫ﺳﻮ ُﻝ ﱠ‬
َ ُ�
َ ‫ﻋﻠَ ْﻴ ِﻪ َﻭ‬
َ �
: ‫ﺳﻠﱠﻢ ﻗَﺎ َﻝ‬
َ ‫ﺷﺪﱠﺍ ِﺩ ﺑ ِْﻦ ﺃ َ ْﻭ ٍﺱ ﻋ َِﻦ ﺍﻟﻨﱠ ِﺒ ِّﻰ ﺻﻠﱠﻰ ﷲ‬
َ ‫ﻋ َْﻦ‬
َ ‫ﻋﻠَﻴﻪ ﻭ‬
َ ‫ﺲ َﻣ ْﻦ ﺩ‬
‫ﺕ‬
ِ ‫ﺴﻪُ َﻭﻋ َِﻤ َﻞ ِﻟ َﻤﺎ َﺑ ْﻌ َﺪ ﺍ ْﻟ َﻤ ْﻮ‬
َ ‫َﺍﻥ ﻧَ ْﻔ‬
ُ ّ‫ﺍ ْﻟ َﻜ ِﻴ‬
�
َ ‫ﺴﻪُ َﻫ َﻮﺍ َﻫﺎ َﻭﺗَ َﻤﻨﱠﻰ‬
َ ‫ﺎﺟ ُﺰ َﻣ ْﻦ ﺃَﺗْﺒَ َﻊ ﻧَ ْﻔ‬
‫ﻋﻠَﻰ ﱠ‬
ِ َ‫َﻭﺍ ْﻟﻌ‬
Tirmizi, Kıyame, 25
NEFİS MUHASEBESİ
Muhterem Müslümanlar!
Rabbimiz ayet-i kerimede buyuruyor ki: “(Ey insanlar !) O
gün hesap için huzura alınırsınız, size ait hiçbir sır gizli
kalmaz. Kitabı sağ tarafından verilen; “Alın Kitabımı
okuyun der. Doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı
zaten bi liyordum”. Artık o hoşnut kalacağı bir hayat
içindedir.”(1)
P
P
Kıymetli Kardeşlerim !
Allah, insanı en güzel bir biçimde yaratmış ve yine
kudretinin bir eseri olarak yarattığı kâinatı, yaşamak için
bize mekân eylemiştir. Ve insana “ Hanginizin daha güzel
amel sahibi olduğunuzu denemek için ölümü ve hayatı
yaratanın”(2) kendisi olduğunu bildirmiştir.
Hayat varsa ölüm de vardır. Ölüm varsa hesap ta vardır.
Baki olan ancak Allahtır.
P
P
Aziz Müminler!
Allah-u Tealâ bizlere bir taraftan “ N imetlerini saymakla
bitiremeyeceğimizi” (3) söylerken, diğer taraftan da
“Sonra k asem ol sun, o g ün büt ün ni metlerden
sorulacaksınız”(4) buyurarak başı boş olmadığımızı ve her
şeyin bir hesabı olduğunu hatırlatmaktadır.
P
Dünya, ahretin tarlasıdır. Efendimiz (S.A.V.) ümmetine bu
konuda şöyle seslenir; “Akıllı kişi nefsine hakim ol an ve
ölüm sonrası için çalışandır. Aciz kişide nefsini hevasına
tabi kılan ve Alah’tan di leklerde bulunup dur an
kişidir.(5)
P
P
Aziz Müminler!
İnsan yaratılışı itibari ile hayra da şerre de meyli vardır. Hz.
Ali efendimizin söylediği gibi, insan nefsinin yersiz
isteklerine uyarsa hak yolunu kapatır, uzun boylu emeller
peşinde olursa hesap gününü unutur.
İnsanı ahlaki değerlerden uzaklaştıran arzu ve heveslerinin
esiri yapan kendi nefsidir. Öyleyse bizler iyi-kötü, yanlışdoğru, günah-sevap yaptığımız şeyleri gözden geçirip
hayırları şükürle karşılamalı, yanlışlıkları, kötülükleri, tevbe
ve nedametle düzeltmeye çalışmalıyız.
Aziz Müminler !
Bize verilen yalnızca bir ömür. Alıp verdiğimiz nefesler bile
Hak indinde sayılı. Ve bizler başıboş yaratılmadığımızı,
yaptıklarımızdan bir gün hesaba çekileceğimizi biliyor ve
inanıyoruz. Öyleyse Hz. Ömer’in her günün akşamında “ Bu
gün A llah i çin ne y apabildim” diyerek kendisini hesaba
çektiği gibi kendimizi hesaba çekebiliyor muyuz?
Kıymetli Kardeşlerim!
Hutbemi en başta zikrettiğimiz ayeti kerimeyi hatırlatarak
bitirmek istiyorum “(Ey insanlar !) O gün hesap için huzura
alınırsınız, size ait hiçbir sır gizli kalmaz. Kitabı sağ
tarafndan verilen; “Alın Kitabımı okuyun der. Doğrusu
ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum. Artık o
hoşnut kalacağı bir hayat içindedir.”
Rabbim bizleri de hesaba çekilmeden nefsimizi hesaba
çeken ve ahretteki hesabı hafif olan kulların zümresine dâhil
eylesin.
Ruveyda YILMAZ
İl Vaizi
P
Kıymetli Kardeşlerim!
P
Redaksiyon : İl İrşat Kurulu
123456-
Hakka 69/18-21
Mülk 67/2
Rahman 55/13
Tekasür 102/8
Tirmizi, Kıyame, 25
Tirmizi, Kıyame, 25
İLİ
: GENEL
TARİH : 26/12/2014
PAHA BİÇİLMEZ SERMAYE: ÖMÜR
Okumuş olduğum Asr Sûresinde Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Asra yemin ederim ki, İnsanlar gerçekten
ziyandadır. Ancak iman edip dünya ve ahireti için yararlı
işler yapanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler
başkadır.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s)
şöyle buyuruyor: “Beş şey gelmeden önce beş şeyin
değerini iyi bilmelisin; meşguliyetinden önce boş
zamanının, hastalığından önce sağlığının, fakirliğinden
önce zenginliğinin, ihtiyarlığından önce gençliğinin ve
ölümünden önce hayatının.”2
Kardeşlerim!
Günler, aylar, yıllar su gibi gelip geçiyor. Zaman hepimiz
için mukadder olan sona doğru akıp gitmekte. Bir taraftan
hayatımızın farklı dönemlerine hızla adımlar atarken diğer
taraftan ömür sermayemiz her geçen gün tükenmekte. Yüce
Mevla’ya vuslat anımıza doğru hızla ilerlemekteyiz.
Bakınız, ölüm gerçeği karşısında Yunusumuz, tendeki
canımızı nasıl tasvir etmekte:
Vaktinize hazır olun, ecel vardır gelir bir gün.
Emanettir kuşça canın, sahip vardır alır bir gün.
Değerli Kardeşlerim!
Dünya hayatı, her canlı için fânidir. Nefeslerimiz sayılıdır.
Bu gerçeğe rağmen insanoğlu sahip olduğu nice değerleri
bilinçsizce tüketmekte, nice yozlaşmalara maruz
kalmaktadır. Ebedi bir âlemi kazanmak üzere bahşedilen
ömür sermayesi nice sorumsuzluklara, israflara, hoyratça
kurban edilmektedir. Oysa ömrün her bir günü, her bir saati,
her bir dakikası dahası her bir anı kazanıma
dönüştürülmelidir. Şüphesiz kazanımlarımız da sâlih
amellerimizdir. Dünyadan ukbâya tevarüs edeceğimiz en
önemli ve en kıymetli şey, sadece ve sadece yararlı
işlerimizdir, güzel amellerimizdir.
Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, dünya hayatını bizlere şöyle tasvir ve
takdim eder: “...Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz
yağmur gibidir ki, o yağmurla yeryüzünün bitkileri boy
verip birbirine karışır. Fakat bütün bu canlılık sonunda
rüzgârın savurduğu kuru bir çerçöpe döner.”3
Asr, 103/1,2,3.
İbn Ebî Şeybe, Musannef, Zühd, 6.
3
Kehf, 18/45.
Bu âyet, dünya hayatının bütün göz alıcılığına rağmen bir
gün sona ereceğini vurgular. Yine Kerim Kitabımızın
birçok ayetinde ömrün, îman, amel-i sâlih ile ihyâ edilmesi
ve anlamlı kılınması gerektiği vurgulanır. Bu değerlerden
yoksun bir hayatın ise israf ve hüsran ile geçirilmiş bir ömür
olacağı üzerinde ısrarla durulur ve tüm zamanlar buna şahit
kılınır. Hüsran ile geçen hayat, her şeyden önce insanın
kendisinin farkında olmayışı, yaratılış ve var oluş hikmetine
uzak kalışıdır.
Kardeşlerim!
Mümin, zihin ve gönül dünyasını, davranışlarını her an
gözden geçiren kimsedir. Mümin, ömrünün ve içinde
yaşadığı vaktin kıymetini bilendir. O, gelmesi muhakkak bir
günde kendisine verilen her nimetten hesaba çekileceği
inanç ve bilinciyle yaşayandır.
Kıymetli Kardeşlerim!
Ömrümüzden bir yılı daha geride bırakmak üzereyiz. Her
yıl başlangıcı, yarınlara dair bir fırsattır önümüzde.
Hatalarımızı gözden geçirip yeni kararlar almak içindir bu
fırsat. Bu fırsatı değerlendirerek gelen yılın günlerinde
ebedi mutluluğu kazandıracak işler yapabiliriz. Elimizdeki
bir deste takvim yaprağından sonsuz mutluluk çıkarabiliriz.
Önümüze gelen her yeni günü lehimize bir şahit yaparak
ahirete gönderebiliriz.
Öyleyse, ömrümüzden bir yılı daha geride bırakacağımız şu
günlerde sayılı nefeslerimizi nasıl tükettiğimizi
sorgulamalıyız. Hayır-şer, sevap-günah ve yaratılış hikmeti
açısından kendimizi bir değerlendirmeye tabi tutmalıyız.
Bir gün o malum sonun bizi de yakalayacağı bilinci ile
elimizdeki fırsatları zarara değil, kâra dönüştürmeliyiz.
Kardeşlerim!
Geride bıraktığımız zamanın bir muhasebesini barındırması
gereken saatler ne acıdır ki her yıl bir takım yanlışlarla israf
edilmektedir. Dinî ve ahlâkî değerler unutularak ya da
dikkate alınmayarak gayr-i meşru tutum ve davranışlarla,
eğlence aldatmasıyla nefesler, hayatlar, yarınlar hiçe
sayılarak heba edilmektedir. Bu ne acı bir tablodur.
Dünyanın farklı coğrafyalarında nice zulümlere maruz
kalan insanların feryatlarını, gözyaşlarını dikkate almadan
dünyayı bir eğlence gezegeninden ibaret görmek ne kadar
hazin, ne kadar insanî ve vicdanîdir?
Kardeşlerim!
Geliniz! Çok değerli olan ömrümüzü hayırla, güzellikle,
sevapla tezyin edelim. Paha biçilemez ömür sermayemizin,
kendimizin, değerlerimizin, inancımızın farkına varalım.
Bu değerleri heba edecek hiçbir tutum ve etkinliğe zemin
hazırlamayalım. Sermayemizi güzel ahlakımız ile, sâlih
amellerimiz ile ebedileştirelim. Hayatımızın kalan kısmının
yaşadığımızdan daha hayırlı ve bereketli olması için gayret
gösterelim ve hep birlikte Rabbimize el açalım:
Ya Rabbi! Günlerimizi, aylarımızı, yıllarımızı
bereketli kıl! Ömrümüzü sâlih amellerle tezyin etmemizi
bize kolaylaştır! Bahşettiğin iman nimetini son nefesimize
kadar taşıyabilmeyi bizlere lütfeyle!
1
2
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İLİ
: GENEL
TARİH : 28/07/2014
RAMAZAN BAYRAMI
Aziz Kardeşlerim!
Allah’a kul ve Resulüne ümmet olmak ile en büyük
şerefe, onur ve bahtiyarlığa erişen mümin kardeşlerim!
Bayramınız mübarek olsun! Bugün bayram… Ramazan
bayramı… Bayramlar, aynı dinin, aynı inancın neşesinde
bizleri birleştiren ilâhî armağandır. Bu bayram, barışın,
esenliğin, yani İslam’ın bayramıdır. Bu bayram, topluluk
halinde Rabbimize verdiğimiz misakımızı hatırlayarak
zaaflarımıza karşı durmanın, imsakın bayramıdır. Bu
bayram, bizi kendimize yabancılaştıran maddeye, heva, arzu
ve isteklerimize esir olmaya direnmenin, fıtrata dönmenin
bayramıdır. Bu bayram, imsak ile dizginlenen nefislerin
mükafatı olarak dua ile nimetlerin ikrama dönüştüğü iftarın
bayramıdır. Bu bayram, yokluğu, açlığı ve susuzluğu
hissederek, rızıkları başkasıyla paylaşmanın, ikramın
bayramıdır. Yardımlaşmanın, dayanışmanın, karşılıksız
vermenin yani infakın bayramıdır. Bu bayram, nefislerimizin
arınması gibi mallarımızı da başkalarının hakkından
arındıran zekâtın bayramıdır. Hayatımızın şükrü olarak
kardeşlerimize verdiğimiz fitrenin bayramıdır. Bu bayram,
yaratılan her varlığın kıymet ve değerini Yaratanından
bulduğu, hiç kimsenin bir diğerinden üstün olmadığı,
herkesin bir tarağın dişleri gibi eşit olduğu tevhidin
bayramıdır.
Kardeşlerim!
Ramazan bayramı sevinç günüdür. Ramazanla
yaşadığımız manevi değişimin, rahmetle kuşatılmanın,
mağfiretle arınmanın, cehennemden kurtuluşa erme
müjdesine ermektir bayram. Kadir gecesinde beşeriyetten
insanlığa yükselmenin, Kur’an’ın nüzulüne tanık olmanın
sevinciyle buluşmaktır bayram. Ukbadan gelen cennet
muştularının esintisiyle kalp ikliminde huzura ermektir
bayram.
Aziz Kardeşlerim!
Ramazan bayramı hüzün günüdür. Filistin’de,
Gazze’de, Kudüs’te, Suriye’de, Irak’da, Doğu Türkistan’da
Myanmar’da ve daha birçok değişik İslam Beldelerinde...
İftarda bir yudum su içemeden şehadet şerbetini içenlerin,
sahurda oruca niyet edemeden hanesi başına göçenlerin,
masumların, mazlumların kanıyla kızıla boyanan gecelerin
getirdiği hüzündür bayram. Bir gül bahçesine girercesine
kara toprağın bağrına defnedilen biçare bedenlerin,
hizipçilik, mezhepçilik, asabiyetçilik taassubuyla birbirine
kurşun yağdırıp, uhuvvet ve kardeşliği katledenlerin,
dostların bağrına ateş düşürüp düşmanın yüzünü güldüren
kör cahil Müslümanların yüreklere saldığı hüzündür bayram.
Kardeşlerim!
Ramazan bayramı zafer günüdür. Bayram, nefsî
mücadelede muzaffer olmaktır. Gönül kalesinin burcuna
tevhid sancağını germektir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Ramazan bayramı fırsat günüdür. Bayram, prangalara
vurulan kilitleri parçalayacak derecede tesirli anne baba
duası almanın, ebeveyn gönlünü yapıp cennete açılan
kapıdan girmenin fırsatıdır. Bayram, arştan sarkıtılan bir ağ
olan sılayı rahme tutunarak, uzak düşülen akrabalıkları,
unutulmuş dostlukları, yitirilmiş kardeşlikleri yeniden ilmek
ilmek dokumanın fırsatıdır. Bayram, kimsesizlere kimse,
çaresizlere çare, gariplere hemhal, mazlumlara yoldaş,
yalnızlara arkadaş olmanın fırsatıdır. Bayram tatil yapmak
değil, ahbâb u yârânın gönlünü yapmak için en güzel
fırsattır. Bayram, hayatın çilesini birlikte omuzladığımız
eşlerimizi sevindirmenin, evlerin canlı bayramları olan
çocuklarımızı bayramın coşkusuyla tanıştırmanın fırsatıdır.
Bayram, hastane köşelerinde şifa bekleyenlerin gönüllerini
almanın fırsatıdır. Yüreklerin en ağır yükü olan dargınlıklara
son vermenin kırgınlıkları tamir etmenin, kardeşliğimizi
pekiştirmenin, dostluklarımızı güçlendirmenin fırsatıdır.
Kardeşlerim!
Bu bayrama nice günlerden, nice iftarlardan, nice
sahurlardan geçerek geldik. Onca gün oruç tuttuktan sonra
neşenin, sevincin, huzurun eşiğine vardık. Susuzluğa razı
olduğumuz, açlıkla sınandığımız uzun gündüzlerin sonunda
selamet ve esenlik sabahına erdik. Bayramımız yeni
bayramlar doğursun. Sevincimiz yeni sevinçlerin toprağı
olsun. Huzurumuz nice huzursuzlukların çaresi olsun.
Mutluluğumuz dünyanın dört bir yanındaki acılara teselliler
sunsun. Fıtratımıza döndüğümüz bu bayram, tüm insanlığa
umut ateşi olsun. Dünyanın dört bir yanında insanlar huzur
bulsun. Savaşlar, acılar, yoksulluk, açlık ve susuzluk
insanları ve insanlığımızı öldürmesin. İnsanlık selamet
bulsun. Kibir, nefret, kin, düşmanlık, bencillik, ayrımcılık,
zulüm ve kan dökme son bulsun. Kimse üzülmesin, kimse
incinmesin, kimse ezilmesin, kimse mağdur edilmesin,
kimse horlanmasın. Müslüman coğrafyası sevgi, merhamet,
adalet, barış ve hoşgörüyle insanların hayat bulduğu, onur
kazandığı, huzurla yaşadığı topraklar olsun.
O hâlde Kardeşlerim!
Bizden bayram neşesi bekleyenlere beklediklerini
ikram edelim! Bayramın sevincini ve coşkusunu içimizde
hissedelim! Onun muştusunu gönüllerden gönüllere,
evlerden evlere, şehirlerden şehirlere, ülkelerden ülkelere
taşıyalım! Bayramınız mübarek olsun!
Hutbeme bir dua ile son vermek istiyorum: Ya Rab!
Son yıllarda bayramlara hep buruk giren ve bir türlü istikrara
kavuşamayan İslâm dünyasında kardeşlik, dayanışma, barış,
huzur ve güven ortamının yeniden tesis edilmesini, İslâm
ülkelerinin tekrar ilim ve medeniyet, barış ve esenlik diyarı
olmasını nasip ve müyesser eyle!
Ya Rab! İslam coğrafyasında, Filistin’de, Gazze’de,
Kudüs’de, Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da, Doğu Türkistan’da,
Arakan’da, Myanmar’da akan kan ve gözyaşının durmasını
ve bütün kardeşlerimizin bayram sevinci yaşayabilmelerini
nasip eyle! Şehitlerimize rahmet, yaralılarımıza acil şifalar
ihsan eyle. Ümmet olarak bir an önce huzur ve sükûn
içindeki bayramlara bizleri kavuştur.
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
İLİ: GENEL
TARİH: 25/07/2014
RAMAZAN MUHASEBESİ
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum
ayeti
kerimede
Rabbimiz
şöyle
buyurmaktadır: “Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen,
namazı dosdoğru kılan ve zekatı verenlerin mükafatları
Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun
da olmayacaklardır.”1
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) de “Allah katında
amellerin en makbulü hangisidir? sorusuna “Az da olsa
devamlı olandır” cevabını vermiştir.2
Kardeşlerim!
Bundan tam 28 gün önce hepimiz, Ramazan-ı şerifin
gelmesiyle heyecanlanmış, onu neşe ile karşılamıştık. Oruca,
iftara, sahura, teravihe, mukabeleye kavuşmanın tarifsiz
sevincine gark olmuştuk. Bugünlerde ise o bereketli
misafirden ayrılık vaktimizin yaklaşması, kalplerimizi mahzun
bırakıyor. On bir ay beklediğimiz misafiri uğurladığımız bu
günlerde yüreklerimize ayrılık acısı düştü. Ancak bayrama
ermenin sevinciyle de teselli buluyoruz.
Bu düşünce ve hissiyat içinde olduğumuz Ramazan
ayının şu son günlerinde gelin hep birlikte kendimizi bir
muhasebeden geçirelim:
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in beyanı ile evveli
rahmet olan bu ayda, rahmet-i Rahmana vesile olacak,
kalplerimizi merhamet-i ilahi ile buluşturacak salih ameller
işleyebildik mi? Açın halinden anlayıp, karnını doyurabildik
mi? Yetimin başını okşayıp, dertliye derman olmak için
koşabildik mi? Yalnızlığın girdabına düşmüş, kendinden ve
insanlıktan ümidini kesmiş kimsesizlere kimse olabildik mi?
Ortası mağfiret olan bu ayda, en halis tövbe ve
istiğfarlarla “Tevvab, Gaffar, Settar” olanın dergâhına iltica
eyleyebildik mi? Günahlarla, isyanlarla kirlenen ellerimizi,
dillerimizi, gözlerimizi ve gönüllerimizi Allah’ın af ve
mağfiretiyle yıkayabildik mi? Affedenlerin affolunacağının
idraki ile küslükleri bitirip, dargınlıklara son verebildik mi?
Sonu cehennem azabından kurtuluş olan bu ayda, cehalet
ateşini; ilim ve hikmet, düşmanlık ateşini; kardeşlik ve
muhabbet, zulmet ateşini; adalet ve merhametle söndürmek
için can-ı gönülden çaba ve gayret gösterebildik mi?
Hayatımız adına Rabbimizi hoşnut edecek, Resulullah ile
biatimizi perçinleyecek, bizi cehennemden azat edip, cennete
eriştirecek bir kararlılığı ortaya koyabildik mi? Ramazan ayını
değerli kılan Kur’an-ı Kerim’e hak ettiği değeri verebildik mi?
Cahiliyye çağının karanlıklarını ilim ve irfanla aydınlatan bu
Kitabın bizim de yolumuzu aydınlatmasına izin verdik mi?
Kardeşlerim!
Üzülerek ifade edelim ki; hükmü kıyamete dek baki
kalacak Yüce Kitap’la aramızdaki bağımız gün geçtikçe
zayıfladı. Kur’an’ın yasakladığı birçok husus Müslümanlardan
da sadır olmaya başladı. Kibir, gösteriş, israf, yalancılık,
tembellik, bencillik, haksızlık, bozgunculuk, ihanet, cana
kıyma ve diğerleri…
Üstünlüğün yalnızca takvada olduğunu söylememize
rağmen mal ve mülkü, şan ve şöhreti, makam ve mevkii övünç
vesilesi yapıp kibre kapıldık. İbadetlerimize riya bulaştırdık.
Bir lokma ekmeğe, bir yudum suya muhtaç insanlar varken
Allah’ın bize bahşettiği nimetleri hoyratça kullandık.
Bencilliğimizin esiri olduk. Hak ve hukuka riayet yalnızca
dilimizde kaldı. Bir insanı öldürmenin bütün insanlığı
öldürmeye bedel olduğunu bildiğimiz halde kan dökmekten
kaçınmadık. Kısaca Allah nezdinde bizatihi kıymetli olan
insanın kadrini bilemez hale geldik.
Kardeşlerim!
İşte, Ramazan unuttuğumuz bütün Kur’anî değerleri
bizlere yeniden hatırlattı. Öyleyse geliniz! Hitama ermek üzere
olan Ramazan ayını, yeniden kavuşabilmek arzusuyla
uğurlarken, Ramazanın manevi ikliminin bize kazandırdığı
tüm bu değerlerimizi muhafaza edelim. Zira toprağın suya
ihtiyacı misali bizim de Kur’an’ın değerlerine ihtiyacımız var.
Kararmaya yüz tutan kalplerimizi onunla huzura kavuşturalım.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in bize bıraktığı sorumluluğu
ağır olan bu emanete sımsıkı sarılalım. Onu bir kenara itmek
yerine hayatımızın merkezine alalım. Onun rehberliğinden bir
an olsun ayrılmayalım. Rabbimizin “Hep birlikte Allah’ın
ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın.”3 emrine kulak verelim.
Hakikatin bizzat kendisi, insanlığın kurtuluş vesilesi olan ve
bize bizi en iyi şekilde anlatan Kitabımızla kendimizi yeniden
inşa edip hayat bulalım.
Geliniz! Cennete giden yolumuzda önümüze çıkan sarp
yokuşları aşabilmek için maddi, manevi her çeşit tutsaklıktan
kardeşlerimizi kurtarmaya, yetime kucak açmaya, yoksulu
doyurmaya gayret edelim.
Değerli Kardeşlerim!
Bu mübarek günler, Efendimizin cömertliğinin esen
rüzgârları kıskandıracak derecede zirveye çıktığı günlerdir.
Öyleyse bizler de bu günlerde malın haramdan, gönlün mal
tutkusundan arındırılması olan zekâtlarımızı, var oluşumuzun
sadakası olan fitrelerimizi, sadakatimizin göstergesi olan
sadakalarımızı Rabbimizin muhabbetini kazanmak ve O’na
yaklaşmak iştiyakıyla verelim. Arınma ve yücelme vesilesi
olan Sadaka-i fıtırlarımızın, Bayram namazına kadar ihtiyaç
sahiplerine ulaştırılmasının vacip olduğunu unutmayalım.
Bilelim
ki
sadakalarımız,
kıyamet
günü
altında
serinleyeceğimiz gölgeliklerimiz olacaktır.4
Kıymetli Kardeşlerim!
Bir taraftan arınmış, korunmuş, bol ecir kazanmış olma
ümidi, diğer taraftan bir sonraki Ramazan’a yetişememe
endişesi ile elvada şehr-i Ramazan nağmeleriyle uğurladığımız
Ramazan’da kazandıklarımızı koruyalım.
Ya Rab! Bu günler hürmetine, İslam coğrafyasında akan
kan ve gözyaşının durmasını, bütün kardeşlerimizin bayrama
huzur ve güven içerisinde ulaşmasını naip eyle.
“Allah’ım! Seni anıp zikretmek, nimetine şükretmek,
sana en güzel şekilde ibadet etmek için bize yardım eyle”5
“Allah’ım! Sen affedicisin, affetmeyi seversin, bizi de
affeyle”6
1
İnşirah, 94/7-8.
Müslim, Salâtü’l Müsafîrîn, 216.
3
Bakara, 2/277.
4
İbn-i Hanbel, IV, 233.
5
Ebû Dâvûd, Vitir, 26.
6
Tirmizî, Deavât, 85.
2
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
ILI
: GENEL
denilen bir organrmrzvardt ki o salih oldu[u zaman biitiin
viicut salih olur. Yine Efendimiz (s.a.s)'e gcire ailenin huzur
ve saadeti saliha bir ege, toplumun mutluluk ve refahr salih
ig yapanlara ba$rdrr. Yine ona gore insanlarrn dldiikten
sonra amel defterleri geride brraktrklan salih evlatlan
sayesinde kapanmaz. Peygamberimiz (s.a.s), gtinahsrz
gegen giine salih gtin, zekdfi verilen mala salih mal,
insanlara yararh olmaya salih ahlak, cirnek her davranrga
saliha si.innet, asayigin berkemal oldu$u yere saliha belde,
hakikat ile ortiigen rtiyalara saliha riiya admr vermigtir.
TARiH : 08.08.2014
t
:; ., t5
ts1i,
k tAlt'* --Jt
s1'-.;:; .tG:t
=tat
a o1i'li
cr\Ji ii:.:;ir
sADrK IMAN, s.q.NriMt Niynt, su,irr AMEL
AzizKardeglerim!
Okudupum ayet-i kerimede Rabbimiz goyle
buyuruyor: "Erkek veya kadrn, kim mii'min olarak salih
amel iglerse, elbette ona gok giizel bir hayat yagatacafrz
ve onlann miikafatlarrnl vanmakta olduklarlnrn en
giizeli ile verece[iz."l
Okudupum hadis-i qerifte ise Peygamber Efendimiz
(s.a.s) goyle buyuruyor: "Dikkat edin! Viicutta iiyle bir et
pargasr vardrr ki, o salih yani iyi ve diizgiin olursa biitiin
viicut salih yani iyi ve diizgiin olur. 0 bozulursa biitiin
viicut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.""
AzizKnrdeglerim!
Yi.ice dinimiz islam, her geyden once sa$lam bir
imana dayanr. iman, daha varhk sahnesine grkmadan cince
Rabbimize verilen sozle baglayrp ahiret hayatrna kadar
Dzanan, kalble ait bir kabul ve yoneligtir. iman, "dil ile
ikrar, kalp ile tasdik" diye tarif edilse de onun en biiytik
gdstergesi 'amel'dir. Qiinkti insan, ahirette amel defterine
kaydedilen ig ve davranrglara gore hesaba gekilecektir.
Kardeglerim!
Rabbimiz, insanrn kendi katrndaki de$erini imana
bagh krlmrgtrr. insanollunun di.inya hayatrndaki tutum ve
davranrglanrun kabulii igin de 'salih'lik vasfinr $aft
kogmugtur. islam igin sadrk iman ve sahih bilgi ne kadar
onemli ise salih amel de o derece onemlidir. Bozgunculuk,
kottili.ik, fitne, kavga, gekiqme ve didigme anlamlanna gelen
'fesad' kelimesinin zrddr, 'sulh' ve 'salah' koki.inden gelen
'salih', en yalm anlamryla 'uygun' demektir.
Bu
uygunlu$un bagrnda inangta uygunluk gelir.
ihangta uygunluk, kulun kendisini yaratan Rabbinin
varh[rnr ve birlifini geksiz gi.iphesiz kabul ederek O'na
ortak kogmadan inanmasrdrr. inancrnrn gere$i olan yaqam
tarzrnt benimsemesi, Allah'rn koydupu srnrlara, emir ve
yasaklanna riayet etmesidir. Dahasr bunlarr kuru bir
mecburiyet duygusu ile deSil samimi bir mesuliyet
bilinciyle yerine getirmesidir.
Kardeglerim!
Sadrk imanrn gere[i sdlih ameldir. Selih amel,
Allah'rn rrzasrna, insanrn fitratrna ve insanh$rn maslahatma
ve yaranna uygun her hAl ve harekettir. Kerim Kitabrmrzda
salih amel, yiizii aqkrn ayette iman ile birlikte zikredilmigtir.
Kur'an'ln en temel kavramlarmr gi.inliik hayatta en ince
teferruatrna kadar kullanan Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)' e
gdre sulh ve salahrn baglangrg merkezi kalptir. Vtcutta kalp
AzizKardeglerim!
Rabbimizin cingordiili.i giizel dtinyayr kurmak igin
bireysel olarak salih bir kalbe, samimi bir niyete/diigiinceye
ve salih amellere sahip olmak yetmez. Fitne ve fesadm
brakm fertleri ve toplumlan, ekolojik dengeyi sarsacak
kadar yaygrnlagtrfr bir zamanda bireysel bir salihlik yeterli
olabilir mi? Salih fertlerden beklenen, bir adrm daha atarak
muslih olabilmektir. Bagka bir ifadeyle insanhfr ve evreni
saran ifsat ve bozgunculula kargr rslah edici olmak, bu
yolda gayret ve gaba sarf etmektir.
Kardeglerim!
Biz mtiminlere dtigen, Rabbimizin huzuruna sdlih
birer kul olarak grkabilme gayretinde olmaktrr. Yaratrhg
hikmeti ve gayesini iyi kavrayarak hayatrmtza bu
do[rultuda ycin vermeliyiz. Yaptrp'rmrz her igte yalntz
Allah'rn nzaslnl gozetmeliyiz. Sayrh nefeslerimizi,
gi.inlerimizi, omrtimi.izii nasrl ti.iketti[imiz konusunda
kendimizi her an sorgulamaltyrz. Hayrr-ger, sevap-gi.inah
agrsrndan nefsimizi bir degerlendirmeye tabi tutmahyrz.
Qok de[erli olan omi.ir sermayemizi hayrla, giizellikle,
sevapla ebedi bir kazanca dciniigtiirmenin yollarrnr
aramahyrz. Omriimiiztin giinahlarla, isyanlarla heba
olmasma mtisaade etmemeliyiz. Kendimizin,
de[erlerimizin, inancrmzm farkrnda olmah, onlarr
yozlagtrracak, anlamsrz krlacak higbir tutum ve etkinli[e
zemin hazrlamamahyz. Sermayemiz ahlakrmrz;
umudumuz yijzlerimizi apartacak sdlih amellerimiz
olmahdrr,
Hutbemizi, insanhla rehber olarak gonderilen
nebilerin Yi.ice Kitabrmzda bize ogretilen $u dualanyla
bitirelim:
66Rabbim! Bana ve anne babama verdi[in
nimetlere giikretmemi, senin razt olacalrn salih amel
iglememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap.
$tiphesiz ben sana diindiim. Muhakkak ki ben sana
teslim olanlardanrm.t'3
'6Rabbim! Beni Miisliiman olarak iildiir ve salih
kullarln arasrna kat!"4
"Rabbim! Bana hikmet ver ve beni salihler
ziimresine ilhak eyle!"s
rNatrt, telgz.
t Buhari, imdn, 39.
t
lt:tkaf, qAnS.
l2/l}l.
a
Yusuf,
5
guar6, 26183.
Haa.rlayan: Diyanet lSleri Baskanlt$t
İLİ: BAYBURT
AY-YIL: MART 2014
TARİH: 14.03.2014 (2. HAFTA
‫ﺍﻟﺮ ِﺣ ِﻴﻢ‬
‫ﻤﻦ ﱠ‬
‫ﺑِﺴ ِْﻢ ﷲِ ﱠ‬
ِ ‫ﺍﻟﺮ ْﺣ‬
‫�ِ ﺃ َ ْﻣ َﻮﺍﺗﺎ ً ﺑَ ْﻞ ﺃَﺣْ ﻴَﺎء‬
ّ ‫ﺳﺒِﻴ ِﻞ‬
َ ‫ﺴﺒَ ﱠﻦ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻗُﺘِﻠُﻮﺍْ ﻓِﻲ‬
َ ْ‫َﻭﻻَ ﺗَﺤ‬
ُ
‫ِﻋﻨﺪَ َﺭ ِﺑّ ِﻬ ْﻢ ﻳ ُْﺮﺯَ ﻗﻮﻥ‬
Al-i İmran Suresi’nin 169
‫ﺳﻮ ُﻝ ﱠ‬
‫�ِ ﷺ‬
ُ ‫ﻗَﺎ َﻝ َﺭ‬.
‫ﺳﺒِﻴ ِﻞ ﱠ‬
ِ�
َ ‫َﻭﺍﻟﱠﺬِﻯ َﻧ ْﻔﺴِﻰ ِﺑ َﻴ ِﺪ ِﻩ ﻟَ َﻮ ِﺩﺩْﺕُ ﺃ َ ْﻥ ﺃ َ ْﻏ ُﺰ َﻭ ﻓِﻰ‬
‫ﻓَﺄ ُ ْﻗﺘ َ َﻞ ﺛ ُ ﱠﻢ ﺃ َ ْﻏ ُﺰ َﻭ ﻓَﺄ ُ ْﻗﺘ َ َﻞ ﺛ ُ ﱠﻢ ﺃ َ ْﻏ ُﺰ َﻭ ﻓَﺄ ُ ْﻗﺘ َ َﻞ‬
İbn Mâce, Cihâd, 1
ŞEHİTLİK VE ÇANAKKALE
Muhterem Müslümanlar!
Mensuplarına dünya ve ahiret mutluluğu vadeden
dinimiz vatan, millet ve devlet gibi yüce
değerlere büyük önem vermiştir. Bu değerlerin
korunmasına çalışırken şehit ve gazi olanlar,
Yüce Allah ve Sevgili Peygamberimiz tarafından
övülmüştür. Bu hususta Al-i İmran Suresi’nin
169. ve 170. ayetlerinde:
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü
zannetme! B ilakis on lar h ayatta o lup,
Rablerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar.
Allah’ın lutf-u kereminden ihsan ettiği
nimetlere
kavuşmaktan
dolayı
sevinç
içindedirler. Arkalarından henüz kendilerine
katılmayan müstakbel şehit dindaşlarına da
kendilerine hiçbir korku olmayacağına ve
üzüntü hi ssetmeyeceklerine dai r de m üjde
vermek isterler.”(1) buyrulmuştur.
Sevgili Peygamberimiz de şehitlik mertebesinin
yüceliğine işaret eden bir Hadis-i Şeriflerinde:
“Nefsim kudret elinde ol an Allah’a yemin
ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmeyi,
sonra diriltilip y ine öldürülmeyi, s onra
diriltilip y ine öldürülmeyi n e kadar çok
isterdim.”(2) buyurmuşlardır.
P
P
Aziz vatanımız dünyamızın çok önemli bir
coğrafyasında yer almaktadır. Bu güzel
topraklara sahip olmak asırlardır, pek çok
devletin ve kumandanın hayallerini süslemiştir.
Bundan 99. sene önce zamanın her bakımdan en
güçlü devletlerinin askerleri bir hayalin peşine
düşerek Çanakkale Boğazına kadar geldiler.
Onlar boğazları geçecekler, Müslüman Türkleri
tarih sayfasından sileceklerdi. Hasta adam
dedikleri Osmanlı devletini yok ederek, asırlardır
süregelen haçlı zihniyetini dünyaya hâkim
kılacaklardı. Ancak, askeri anlamda çok üstün
saydıkları planları ve harp taktikleri, devletimizin
kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, silah
arkadaşları ve şanlı ordumuz her şeyini ortaya
koyarak yaptıkları yurt savunması karşısında,
Çanakkale Boğazı’nda suya düştü. Böylece
dünya durdukça konuşulacak olan “Çanakkale
Geçilmez” destanı yazıldı.
Kıymetli Kardeşlerim
Çanakkale
Zaferinin
yıl
dönümünde
hatırlamamız ve zaferden çıkarmamız gereken
dersler vardır. Bunların bir kaçını şöylece
sıralayabiliriz:
-Çanakkale
geçilmez
destanı
yazılırken
doğusundan batısına eli silah tutan vatan evlatları
görev almıştır. Bunlardan 250 bine yakını şehit
olmuş, geride on binlerce gazi kalmıştır.
-İnanç, vatan sevgisi, dayanışma, birlik ve
beraberlik duyguları, zamanın en güçlü ve
donanımlı ordularına karşı koymada en önemli
faktörler olmuştur.
P
P
Muhterem Müslümanlar!
Müslümanların “ölürsem şehit, kalırsam gazi”
inancı, nice zorlukları aşmada onlara yardım
etmiştir. Böylece kendilerinden sayıca çok üstün
durumda bulunan ordulara karşı pek çok zaferler
elde etmişlerdir. Ancak, hemen belirtmek gerekir
ki, ecdadımızın taraf olduğu savaşların hepsinde
meşru bir müdafaa vardır. Yoksa sömürgeci ve
yayılmacı bir anlayış ya da sadece toprak elde
etme gayeleri asla olmamıştır. İşte bu savaşların
yakın tarihimizde en önemlilerinden biri de bu yıl
99. Yılını kutlayacağımız Çanakkale Zaferi’dir.
Muhterem Müslümanlar!
-Bu gün bu aziz vatanda canlarından ve
namuslarından emin olarak bağımsız bir hayat
yaşayan bizler, tüm şehitlerimize ve gazilerimize
minnet ve şükran duygularıyla dolu olmalıyız.
Yeni nesilleri bu duygularla yetiştirmeliyiz.
Bu duygu ve düşüncelerle bütün şehitlerimizi
rahmet, minnet ve şükranla anarken ruhlarının
şad olmasını yüce Rabbimizden niyaz ederim.
İl İrşat Kurulu
KAYNAKALR:
1-Al-i İmran Suresi’nin 169. ve 170.
2-İbn Mâce, Cihâd, 1
İLİ: BAYBURT
AY-YIL: AĞUSTOS 2014
TARİH: 15.08.2014 (2. HAFTA)
İBNİ EBİ CEMRE’YE göre Sıla-i Rahim’in geniş
manası; mümkün olan hayrı yapmak ve elden geldiği
kadar kötülüğü defetmektir.
2T
‫ﺎﺉ ﺫِﻱ ْﺍﻟﻘُ ْﺮ ٰﺑﻰ‬
ِ ْ ‫�َ ﻳَﺄ ْ ُﻣ ُﺮ ﺑِ ْﺎﻟﻌَ ْﺪ ِﻝ َﻭ‬
‫ﺍ ﱠِﻥ ﱣ‬
َ ‫ﺍﻻ ْﺣ‬
ِ َٓ‫ﺎﻥ َﻭ ۪ﺍﻳﺘ‬
ِ ‫ﺴ‬
ُ ‫ﺎء َﻭ ْﺍﻟ ُﻤ ْﻨ َﻜ ِﺮ َﻭ ْﺍﻟﺒَ ْﻐ ۚﻲ ِ َﻳ ِﻌ‬
‫ﻈ ُﻜ ْﻢ َﻟﻌَﻠﱠ ُﻜ ْﻢ‬
َٓ ‫ﻋ ِﻦ ْﺍﻟﻔَ ْﺤ‬
ِ ‫ﺸ‬
َ ‫َﻭ َﻳ ْﻨﻬٰ ﻰ‬
َ‫ﺗَﺬَ ﱠﻛ ُﺮﻭﻥ‬
T1
SILA-İ RAHİM
Kur’an-i Kerimde ‘’muhakkak ki A llah; ad aleti,
iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin
isleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp
tutasınız diye size öğüt veriyor.” Buyurulur. (Nahl
90)
Muhterem Mü’minler!
Sıla: Vuslat demektir. Hadislerde sıla-i Rahim’e sık sık
tesadüf olunur. Bundan Murad: akrabaya yardım, iyilik
etmek, onların haklarına riayette bulunmaktır.
Resulullah (S.A.V.) hadis-i şeriflerinde şöyle
buyuruyor: “Her kim rızkının bollaştırılmasını ecelinin
te’hirini dilerse sıla-i rahmini yapsın.”
‘’Gerçekten ümmetimin amelleri Perşembe akşamı;
Cuma gecesi (Allah’a) arz olunur fakat sıla-i rahmi
kesenin ameli kabul olunmaz.’’
Muhterem Müslümanlar!
Sıla-i Rahim’in birbirinden faziletli dereceleri vardır.
Bu derecelerin en aşağısı akrabayı terk etmeyerek
onlarla konuşarak veya hiç olmazsa selam göndermek
sureti ile sılada bulunmaktır. Sıla-i rahim kişinin
gücüne ve ihtiyacına göre değişir ve yerine göre bazen
vacip, bazen müstehab olur. Sıla-i rahimin bir kısmını
yaparak bir kısmını yapamayan kat-ı rahim yapmış
sayılmaz. Fakat iktidarı olduğu halde kendisine vacib
olan sıla yapmayan da, bittabi sıla-i rahim yapmış
sayılmaz.
Sıla-i Rahim umumi ve hususidir. Umumi sıla-i rahim,
dinîdir ve din kardeşini sevmek, ona nasihatte
bulunmak. Ona karşı adalet ve insaflı olmak, gerek
vacib, gerekse müstehab bütün haklarına riayet
etmekle yapılır. Hususi olan ise akrabaya nafaka
vermek, hali vakti olup olmadığını soruşturmak ve
kusurlarını görmezden gelmek gibi şeyleri de hesaba
katmakla olur.
2T
Kıymetli Müslümanlar!
Bir Müslüman memleketinin mukim kişilerini, Ensar
ve muhacir gibi görmeli, mukim kişiler de ,memlekete
gelen misafirleri Mekke ve Medine’ye hac ve umre
için gelen ‘’Allah‘ın misafirleri’ ’olarak görmeli ve
kabul etmeli. Bu yüzden kimse kimseyi kırıp
incitmemeli. Elinden geldiğince iyilik yapmalı, hoş
karşılamalıdır. Çünkü vatan hakkında Hz. Muhammed
(s.a.s) “Vatan sevgisi imandandır.” Buyurur. Mehmet
Akif Ersoy da İstiklal Marşı’nda şöyle der;.
2T
“Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.”
Vatanı sevmek; vatanı imar etmekle olur, ülkemizdeki
ve İslam âlemindeki camilerimizin minarelerinin
sayısınca fabrika bacaları tüttürmekle olur. İşsize iş,
aşsıza aş, mahrum olanlara maddi ve manevi destek
vermekle olur. Müslümanların incir çekirdeğini
doldurmayacak kadar basit meseleleri problem
yapmayarak aralarındaki kavgalara son vermekle olur.
Birlik ve beraberlik halinde kalkınmaya çalışılmakla
olur.
Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun.
Yüksel KAYMAK
Emekli il müftüsü
Redaksiyon: İl İrşad Kurulu
Kaynaklar
1-Bulugul-Meram Ibn Hacer El As Galani
2-Selamet Yollari-Ahmet Davutoglu cilt 4 ,syf338,340
şimdi Rabbimizin misafiridirler. Onlar şimdi Sevgili
Peygamberimiz (s.a.s)’e komşuluk yapacaklardır. Onlar için
yüreklerimiz yanıyor elbette. Nasıl yanmasın ki? Anne yüreği
nasıl teselli edilebilir ki? Gene de Rabbimize sığınarak teselli
bulmalıyız. Hamdolsun ki bu gibi hallerde Rabbimize
sığınmamızı sağlayan iman gibi bir hazinemiz var.
Hamdolsun ki ölümü, yok olmak değil, sonsuzluk olarak
öğreten bir inancımız var.
İLİ
: TÜRKİYE GENELİ
TARİH : 16/05/2014
Aziz Kardeşlerim!
Böyle zamanlarda mümin kardeşliğinin gereği, acıları
paylaşmaktır. Vefat edenlere rahmet dualarında bulunmak,
geride kalanlara sabır niyaz etmektir. Memleketimizin her
tarafından Soma’da can veren kardeşlerimize, Yasinler,
Tebarekeler, Fatihalar, İhlaslar, Hatimler göndermeliyiz.
MÜMİNLER TEK VÜCUT GİBİDİR
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Andolsunki, biz s izi biraz korku ve açlık ile bir de
mallardan, canlardan v e ürünlerden ek siltmek s uretiyle
imtihan ed eriz. Sabredenleri müjdele! Müminler, bir
musibetle karşı karşıya kaldıklarında ‘İnnâ lillâh ve innâ
ileyhi r âciûn/Biz A llah’a aidiz ve O’na döneceğiz.’
derler.” 1
P0F
Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz
(s.a.s) şöyle buyuruyor: “Müminin dur umuna şaşılır! H er
hâli kendisi için hayırlıdır. Bu durum yalnız mümine
mahsustur. Başına sevinecek bir hâl geldiğinde şükreder;
bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde ona
sabreder; bu da onun için hayır olur.” 2
P1F
Aziz Kardeşlerim!
Milletimizin yüreği, Soma’da, maden faciasında
hayatını kaybeden evlatları için yanıyor. Yüzlerce insanımız,
çocuklarına ekmek getirmek için girdiği kara toprağın
bağrında can verdi. Bu defa ateş, düştüğü yeri de yaktı,
düşmediği yeri de. Çünkü ateş, bütün memleketin bağrına
düştü.
Hayatını kaybeden kardeşlerimize Cenab-ı Hak’tan
sonsuz rahmet diliyoruz. Mekânları cennet olsun! Rabbim,
onları şehitler zümresine dâhil eylesin! Kederli ailelerine,
annelerine, babalarına, eşlerine, yakınlarına ve topyekûn
milletimize sabr-ı cemil, metanet ve dayanma gücü bahşetsin!
Yaralı kardeşlerimize acil şifalar ihsan etsin! Milletimize,
memleketimize bu tür acıları, elemleri, kederleri bir daha
yaşatmasın!
Kardeşlerim!
Dünya ölümlü dünya. Ölüm bir şekilde geliyor ve
insanı buluyor. Ölümün yaşı yok. Rabbimiz, Kur’an-ı
Azimüşşan’da ölüm veya benzeri zor durumlar karşısında
sabredenler için “Allah sabredenlerle b eraberdir.”
buyuruyor. Sabır, müminin gönlünü teskin eden Rabbani bir
sırdır. Böyle zamanlarda sabra ve duaya sığınmalıyız.
Rabbimize “Üzerimize sabır yağdır Rabbim!” diyerek el
açmalıyız.
Müminler, bir musibetle karşı karşıya kaldıklarında
“İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn/Biz Allah’a aidiz ve O’na
döneceğiz.” derler. Bunu da Rabbimiz öğretiyor bize.
Dönüşümüz Allah’adır. İnsanın ebediyet yurdu orasıdır.
Oraya çoluk çocuğunun rızkını ararken gidenler, toza toprağa
bulansalar bile yüzleri ak giderler. Soma’da, Zonguldak’ta ya
da başka bir yerde yerin yüzlerce metre altına inerek rızkını
arayan madenci kardeşlerimizi, oralarda sahur ve iftar
yaparken görmüşüzdür. Onlar ne mübarek kardeşlerimizdir.
Onlar bize emeğin, alın terinin ve helal rızık peşinde
koşmanın ne mübarek bir şey olduğunu öğretirler. Onlar
Bugünler, millet olarak acıları paylaşma, yaraları sarma
günleridir. Gönüllere kor düşmüştür. Seher vakitlerinde
ellerimizi Rabbimize açıp “Gönüllere, peygamberlerin
gönlüne lütfettiğin sekineti ver Rabbimiz!” diye
yalvarmalıyız.
Bugünler, mümin kardeşliğinin sevgide, diğerkamlıkta,
fedakârlıkta, yardımlaşmada, dayanışmada imtihan günleridir.
Bugünler, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in “Müminler, tek
vücut gi bidirler” fermanı gereğince millet olarak 76
milyonun bütünleşmesi gereken günlerdir.
Kardeşlerim!
Bir de müminler, bu tür acı hadiselerden ders ve ibret
alırlar. Görev ve mesuliyetlerinin tam manasıyla idrakine
ererler. Bilhassa insan sağlığı ve hayatı açısından risk
oluşturacak işlerde, hiçbir şekilde tedbirsizlik zaafı içine
düşmezler. Zira kader ve ecel, insanoğlunun ihmal ve
sorumluluklarını
asla
ortadan
kaldırmaz.
Takdir,
insanoğlunun tedbir sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in ifadesiyle müminler,
yaptıkları her türlü işi “en güzel ve en sağlam” şekilde
yaparlar. Sonra da Allah’a tevekkül ederler.
Kardeşlerim!
Geliniz, mübarek üç ayları idrak ettiğimiz şu günlerde,
şu bereketli Cuma vaktinde, her türlü bela ve musibete karşı
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in bizlere öğrettiği şu dualarla
Rabbimize yalvaralım:
“Allah’ım! Bizleri önümüzden, arkamızdan,
sağımızdan, solumuzdan ve üstümüzden (gelebilecek her
türlü bela ve musibete karşı) muhafaza eyle!” 3
‫ﻈﻴ ُﻢ َﻻ ﺇِ ٰﻟﻪَ ﺇِﻻﱠ‬
‫�ُ َﺭ ﱡ‬
۪ َ‫�ُ ﺍ ْﻟﻌ‬
۪ َ‫ﺏ ﺍ ْﻟﻌَ ْﺮ ِﺵ ﺍ ْﻟﻌ‬
‫َﻻ ﺇِ ٰﻟﻪَ ﺇِﻻﱠ ﱣ‬
‫ﻈﻴ ُﻢ ﺍ ْﻟﺤ َ۪ﻠﻴ ُﻢ َﻻ ﺇِ ٰﻟﻪَ ﺇِﻻﱠ ﱣ‬
ْ
ْ
‫َﺮﻳ ُﻢ‬
ِ ‫ﺴﻤٰ َﻮﺍ‬
‫ﺏ ﺍﻟ ﱠ‬
ِ ‫ﺏ ْﺍﻷ ْﺭ‬
‫ﺽ َﻭ َﺭ ﱡ‬
‫ﺕ َﻭ َﺭ ﱡ‬
‫�ُ َﺭ ﱡ‬
۪ ‫ﺏ ﺍﻟﻌَ ْﺮ ِﺵ ﺍﻟﻜ‬
‫ﱣ‬
“Yüce ve h alîm olan Allah’tan başka ilâh yoktur.
Arş’ın Rabbi Yüce Allah’tan başka ilâh yoktur. Göklerin,
yerin ve Arş’ın Rabbi Allah’tan başka ilâh yoktur.” 4
P2F
P3F
Rabbimizden niyazımız bizlere taşıyamayacağımız
acılar yaşatmamasıdır.
Rabbimizden niyazımız, böyle acılara karşısından
dayanma gücü lütfetmesidir.
Rabbimizden niyazımız, rahmetine tevdi ettiğimiz
insanlarımıza lütuflarıyla muamele etmesidir.
Hutbemizi tamamlarken, Soma’da hayatını kaybeden
kardeşlerimize bir kere daha Rabbimden rahmet diliyor,
yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ediyoruz.
1
Bakara, 2/155-156.
Müslim, Zühd ve rekâik, 64.
Ebû Davud, Edeb, 110.
4
Buhârî, De’avât, 26
2
3
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : OCAK 2014
TARİH : 17.01.2014 (3. HAFTA)
abdestle ilgili olarak gelen bu israf yasağının en önemli
hikmetlerinden biri, bize emanet edilmiş olan eşyayı
ve tabiatı kullanırken ölçülü olmayı ve iktisatlı
yaşamayı günde beş kere vicdanlara hatırlatarak
öğretmektir.( 5)
TASARRUF
P
‫ﺍﻟﺮ ِﺣ ِﻴﻢ‬
‫ﻤﻦ ﱠ‬
‫ﺑِﺴ ِْﻢ ﷲِ ﱠ‬
ِ ‫ﺍﻟﺮ ْﺣ‬
َ‫ﺴ ِﺒﻴ ِﻞ َﻭﻻ‬
ِ ‫َﻭﺁ‬
‫ﺕ ﺫَﺍ ْﺍﻟﻘُ ْﺮ َﺑﻰ َﺣﻘﱠﻪُ َﻭ ْﺍﻟ ِﻤ ْﺴﻜِﻴﻦَ َﻭﺍﺑْﻦَ ﺍﻟ ﱠ‬
‫ِﻳﺮﺍ ِﺇ ﱠﻥ ْﺍﻟ ُﻤﺒَﺬّ ِِﺭﻳﻦَ َﻛﺎﻧُﻮﺍْ ِﺇ ْﺧ َﻮﺍﻥَ ﺍﻟ ﱠ‬
‫ﻴﻦ‬
ِ َ‫ﺸﻴ‬
ً ‫ﺗُﺒَﺬّ ِْﺭ ﺗَ ْﺒﺬ‬
ِ ‫ﺎﻁ‬
َ ‫ﺸ ْﻴ‬
‫َﻭ َﻛﺎﻥَ ﺍﻟ ﱠ‬
ُ ‫ﻄ‬
‫ﻮﺭﺍ‬
ً ُ‫ﺎﻥ ِﻟ َﺮ ِﺑّ ِﻪ َﻛﻔ‬
‫ﺻﻠﱠﻲ ﱠ‬
‫ﺳﻠﱠ ْﻢ‬
ُ ‫ﻗَﺎ َﻝ َﺭ‬
ِ ‫ﺳﻮ ُﻝ ﱠ‬
َ ُ�
َ ‫ﻋﻠَ ْﻴ ِﻪ َﻭ‬
َ �
ً‫� )ﺹ( َﺭ ُﺟﻼ‬
ُ ‫ﻋ ْﻦ ﺍِﺑ ِْﻦ‬
ُ ‫ﻋ َﻤ َﺮ ؛ َﺭﺃﻯ َﺭ‬
ِ ‫ﺳﻮ ُﻝ ﱠ‬
َ
‫ﻑ‬
ْ ‫ ﻻَ ﺗُﺴ ِْﺮ‬.‫ﻑ‬
ْ ‫ ﻻَ ﺗُﺴ ِْﺮ‬:‫ﻳَﺘَ َﻮﺿﱠﺄ ُ ﻓَﻘَﺎ َﻝ‬
Kişinin parasını, mal ve servetini kumar, içki, vs.
gibi gayrı meşru alanlara harcaması israf olduğu gibi,
helal ve meşru alanlarda ihtiyaçtan fazla harcaması da
israftır.
Gıda maddelerinin çürütülmesi, ekmek, yemek, sebze
ve meyvelerin çöpe atılması, giyilebilen eskimemiş
giysilerin, kullanılabilen ev eşyalarının atılıp yerine
yenilerinin alınması, gereksiz yere elektrik sarfiyatı,
suyun boş yere akıtılması gibi her türlü tutum
israftır.( 6)
P
Mümin, her işinde mutedil olan insandır. Dolayısıyla
bu prensip hayatımızın her alanına şamil olmalı ve
ihtiyaçlarımızı karşılarken de bu ilkeye göre hareket
etmeliyiz. Bu hususta: “Allah’ın halis kulları,
harcadıkları zaman ne israf ederler, ne de cimrilik
yaparlar. Onların harcamaları bu ikisi arası dengeleri
bir harcamadır. 7 Ayetine kulak vermeliyiz.
İsraf, aşırı gitmek, haddi aşmak, sınırların ötesine
geçmek, malı mülkü saçıp savurmak, lüzumsuz yere
harcamak, kötü kullanarak eskitmek, ihtiyaçtan fazla
harcamak gibi anlamlara gelmektedir.( 1)
P
0F
Maddi ve manevi nimetler Yüce Allah’ın insanlara bir
ikramıdır, bu yüzden her bir nimet yerli yerince
kullanılmalıdır. Bu konuda Yüce Allah’ın “Bir de
akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere
de saçıp savurma. Zira böylesine saçıp savuranlar
şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı
çok nankördür.”( 2) ayetindeki uyarılara kulak verilmeli;
Allah’ın sevgisinden mahrum kalmamak ve Kur’an’ın
ifadesiyle “şeytanların kardeşleri” olmamak için
tüketim ve harcamalarda israf ve cimrilik gibi ifrat ve
tefritten uzak durulmalıdır.( 3)
1F
5F
Muhterem Kardeşlerim!
Muhterem Müslümanlar!
P
4F
P6F
P
Rukiye NARMAN
İl Vaizi
P
P
2F
Redaksiyon : İl İrşat Kurulu
Aziz Mü’minler!
Abdest alırken gereğinden fazla su harcayan
birisini gören Hz. Peygamber onu "İsraf etme! israf
etme!" diye azarlamıştır. Yine abdest alan başka
birisine "ne bu israf'' diye çıkışmış, adam" abdestte
de israf olur mu?" diye sorunca, Hz. Peygamber
"evet, akan bir nehir kenarında da olsan!" şeklinde
cevap vermiştir. (İbn Mace, taharet, 48.) Hz.
Peygamber'in bu hadislerini esas kabul eden âlimler,
abdest suyu konusunda şu düsturu tavsiye etmişlerdir:
"Nehir kenarında bile olsan, abdest alırken suyu israf
etme!"( 4) Şüphesiz nehir kenarında abdest alırken bile
P
3F
P
Kaynaklar :
AKAR,Muhlis,Tüketim Ahlakı ve İsraf,s.29
17 /İsra, 26-27
3AKAR,Muhlis,Tüketim Ahlakı ve İsraf,s.52
4,Hadisler açısından israf ve tasarruf İlh.Fak. Dergisi İçinde,s.74)
5AKAR,Muhlis,Tüketim Ahlakı ve İsraf,s.30
6AKAR,Muhlis,Tüketim Ahlakı ve İsraf,s.35
7AKAR,Muhli
825/Furkan, 67
11TP
P1T
21TP
P1T
1TP
P1T
1TP
P1T
1TP
P1T
1TP
P1T
1TP
P1T
1TP
P1T
İLİ
: TÜRKİYE GENELİ
TARİH : 30.05.2014
TÖVBE VE İSTİĞFAR MEVSİMİ ÜÇ AYLAR
Aziz Kardeşlerim!
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), bir hadislerinde tövbe
ve istiğfarın adabını şöyle anlatıyor: “Bir kimse bir günah
işler de ardından güzelce abdest alır, sonra kalkıp iki
rekât namaz kılar ve Allah’tan mağfiret dilerse, Allah
onu mutlaka bağışlar.” Daha sonra Peygamberimiz (s.a.s),
söylediğini teyit maksadıyla şu ayeti tilavet ediyor: “Onlar,
bir
kötülük yaptıklarında ya
da nefislerine
zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı
hemen t övbe ve
istiğfar ederler. Zaten günahları
Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki? Bir de onlar,
işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler.” 1
Aziz Kardeşlerim!
Hepimiz insanız. Nefsani zaaflarımız var. Heva ve
heveslerimiz var. İstek ve ihtiraslarımız var. Bencillik ve
kıskançlıklarımız var. Açgözlülük ve tamahkârlıklarımız var.
Zaman zaman işlediğimiz hata ve günahlarımız var. Niyet,
kalp ve düşüncelerimizde yöneldiğimiz kusurlarımız var.
Dil, üslup, söz ve söylemlerimizde içine düştüğümüz
yanlışlarımız var. Helalleşmemiz gereken kullar var.
Helallik almamız gereken kardeşlerimiz var. Velhasıl ölüm
gelip çatmadan, can boğaza dayanmadan arındırmamız
gereken kalplerimiz, ellerimiz, ayaklarımız, dillerimiz,
gözlerimiz, azalarımız topyekûn benliğimiz var…
Kıymetli Kardeşlerim!
Mümince bir şuurla daima hatalarımızı fark etmemiz,
günahlarımızı terk etmemiz gerekiyor. Tövbe ve istiğfarda
bulunmamız gerekiyor. Unutmayalım ki mümin, kötülüklere
ve günahlara dalmada ısrarcı olmaz. Zira kötülük ve
günahlara dalmak, kalbi karartır, basiret ve feraseti
kaybettirir. En önemlisi de insanı aşağıların aşağısına
yuvarlanma tehlikesiyle karşı karşıya bırakır.
Tövbe ve istiğfar, manevi kirlerden arınmak,
sinelerimizdeki ağır yüklerden kurtulmak için Rabbimizin
bizlere bahşettiği bir rahmet kapısıdır. Günahlardan
arınmanın, hatalardan kurtulmanın yegâne yoludur.
Rabbimize vereceğimiz hesabı düşünerek, hesap gününde
Allah’ın huzuruna günahlarla çıkmamak için bu dünyada
iken tedbir almaktır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in
ifadesiyle tövbe, günahlardan pişmanlık duymak, 2 günahı
terk edip bir daha ona dönmemektir. 3
İstiğfar, Allah’tan mağfiret ve bağışlanma dilemektir.
O’nun sonsuz rahmetine ve engin merhametine sığınmaktır.
Seherlerde gözyaşı ile “Allah’ım, Sen affedicisin, affetmeyi
seversin. Beni de affeyle!” diyerek O’na yalvarmaktır.
Çünkü Rabbimiz Afüv’dür, çok affedicidir; Gafur’dur, çok
bağışlayıcıdır; Tevvab’dır, tövbeleri çok çok kabul edendir.
O, gazabıyla değil, rahmetiyle muamele edendir. O,
merhamet edenlerin en merhametlisidir. Yeter ki Hz. Âdem
babamızla, Hz. Havva annemiz gibi nasûh bir tövbe ile
“Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi
bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen mutlaka ziyan
edenlerden oluruz.” 4 diyerek O’na yalvaralım.
Değerli Kardeşlerim!
Tövbe ve istiğfar, samimi, içten ve gönülden gelerek
Rabbimize niyazımızdır. Tövbe ve istiğfar, bizi Rabbimize
yaklaştırır, imanımızı kuvvetlendirir. Rabbimizin emirlerini
yerine getirip yasaklarından kaçınma hususunda nefsimizi ve
irademizi güçlendirir. Bizi kalben ve vicdanen ferahlatır.
Fıtratımıza yönlendirir. Tertemiz yapar. Böylece Peygamber
Efendimiz (s.a.s)’in “Günahtan t övbe e den ki mse, hiç
günahı olmayan kimse gibidir.” müjdesine nail oluruz. 5
Tövbe ve istiğfar, bizi hayata bağlar, bize ümit verir,
topluma huzur ve güven aşılar, hakların gözetilmesini sağlar.
Suçlardan ve günahlardan arınmış temiz bir toplum
kurmanın yolunu açar.
Kardeşlerim!
Nasûh, yani samimi bir tövbe, hem Rabbimizin emri,
hem ibadet hem de kaybedilmiş değerleri yeniden
kazanmanın vasıtasıdır. Gönül dünyamızı ve manevi
yaşantımızı yeniden ihya etmenin, Rabbimizle bozulan
ilişkileri yeniden onarmanın vesilesidir.
Hatalarımız ve günahlarımız ne kadar çok olursa olsun,
hangi günahı işlemiş olursak olalım idrak etmekte
olduğumuz mübarek üç aylar boyunca her daim tövbe ve
istiğfarda bulunalım. Eğer üzerimizde başkalarının hakları
varsa önce onlara haklarını iade edelim, onlarla helalleşelim.
Sonra tövbe edip Allah’tan mağfiret dileyelim. Unutmayalım
ki geçmiş-gelecek bütün günahları affedildiği hâlde Sevgili
Peygamberimiz (s.a.s) “Benim d e kal bim pe rdelenir ve
ben her gün yüz defa istiğfar eder, Allah’tan bağışlanma
dilerim” buyurmuştur. 6 Çünkü tövbe ve istiğfar, kulun
Rabbi ile iletişim kurma vesilesidir. O halde bizler de tövbe
ve istiğfarı, günlük yaşantımızın bir parçası haline getirelim.
Kardeşlerim!
Geliniz, hep birlikte, bugün, şu mübarek mekânda, şu
bereketli Cuma saatinde, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in
bizlere öğrettiği seyyidül istiğfar duası ile hutbemizi
bitirelim:
“Allah’ım, benim Rabbim sensin, senden başka ilâh
yok. Beni sen yarattın ve ben senin kulunum. Ben gücüm
yettiğince sana verdiğim söz üzereyim ve s enin v aadine
de güveniyorum. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım.
Bana olan nimetini itiraf ediyorum. Günahlarımı da
itiraf ed iyorum. Günahlarımı bağışla, çünkü günahları
senden başka bağışlayacak hiç kimse yoktur.” 7
Âl-i İmrân, 3/135; Ebû Dâvûd, Tefrîu ebvâbi’l-vitr, 26; İbn Hanbel, I, 9.
İbn Hanbel, I, 423.
3
İbn Hanbel, I, 446.
4
A’râf, 7/23.
5
İbn Mâce, Zühd, 30.
6
Müslim, Zikir ve dua ve tevbe ve istiğfar, 41.
7
İbn Hanbel, IV, 125.
1
2
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
İLİ
:BAYBURT
AY-YIL :NİSAN 2014
TARİH :25.04.2014 (4.HAFTA)
‫ﻱ‬
. ‫ِب ﺍ َّرﻝ ْس ِبﻡ ﺍ َّرﻝ ِب‬
‫ﻱ‬
‫ِب ْس ِب‬
َِّ ‫ُق ْل يا ِعب ِاد‬
‫َس َرفُوا َعلَى أَنفُ ِس ِه ْم‬
َ ‫ي الذ‬
ْ ‫ين أ‬
َ َ َ
ِ َّ‫ََل تَ ْقَنطُوا ِمن َّر ْحم ِة الل‬
َ
‫ﻱ‬
‫َّر ُس َق َق ْس ِب َق َق َّر ْس‬
‫َق َقﺍ َق ُس ُسﺍ َّر ِب َق َّر‬
manasına gelen Regaib Kandili'nde, tam bir
teslimiyetle nefis muhasebesi yapmamız gerekir.
Bu kutlu zaman dilimi, dua ile Allah’a yakararak
günahların
ağır
vebalinden
kurtulmak
bakımından büyük bir fırsattır Allah'ın Rahman
ve Rahim isimlerinin tecelli ettiği bu gecelerde,
Allaha yönelen kalpler, açılan eller, arzedilen dua
ve niyazlar geri çevrilmez. Bu mevsimde İslam
Âleminde sineler Allah aşkı, sevgisi, Rasûlüllah
(s.a.s) sevgisi, için çarpar. Fertlerin hayatında kalp
huzuru ve itminan, toplum hayatinda sevgi,
barışve paylaşma kültürü ziyadeleşir.
ِ
ِ ‫اللَّ ُه َّم َب‬
‫ان‬
َ ‫ب َو‬
َ ‫ض‬
َ ‫ش ْع َب‬
َ ‫ان َو َبلِّ ْغ َنا َرَم‬
َ ‫ار ْك لَ َنا في َر َج‬
ÜÇ AYLAR VE REGAİB
Muhterem Müslümanlar!
30 Nisan 2014 Çarşabma günü üç ayların
başlangıcı Perşembe gününü Cuma gününe (01-02
Mayıs2014) bağlayan gece de Regaip Kandilidir.
Üzerimize İlahi ihsan ve ikramların sağanak
halinde yağdığı, feyiz ve bereketi bol bir mevsim
olan üç aylara, bizleri ulaştıran Allah’a nihayetsiz
hamdu senalar olsun
Muhterem Müslümanlar!
Üç aylar diye bilinen Recep, Şaban ve
Ramazan ayları, kutsal zamanlardır. Bir hadisi
şerifte; Rasûlüllah (s.a.v) Efendimiz, Receb ayı
girince. “Âllahım! Receb ve Şabanı bize
mübarek kıl! Bizi Ramazana ulaştır"(1) diye
dua ederdi. Dolayısıyla bu aylar bir revizyon,
yeniden inşa, tezkiye ve onarım mevsimi olarak da
ifade edilebilir. Çünkü, bu aylarda insani
meziyetler, vahyin rehberliğinde yeniden inkişaf
eder, Müminler arasında, sevgi saygı, şefkat,
merhamet ve paylaşma hisleri bu mevsimde
ziyadeleşir. Başta Yüce Yaratana karşı olmak
üzere,
tüm
insanlığa
karşı
görev
ve
sorumluluklarımızın bilinci gelişir. Üç ayların
değerini ifade eden diğer bir önemli özellik ise,
beş mübarek kandil gecesinden dördü olan;
Regaip, Miraç, Berat ve bin aydan hayırlı olan
Kadir gecesinin bu aylar içerisinde olmasıdır.
Muhterem Müslümanlar!
Üç aylar dediğimiz mübarek aylar içinde
kutlanan ilk kandil de Recep ayının ilk Cuma
gecesi olan Regaip Kandilidir. Allah (c.c)'ın
rahmet ve mağfiretinin müminleri kuşattığı gece
Değerli Müslümanlar!
İlahî rahmete ve mağfirete gark olduğumuz bu
kutlu gün ve gecelerde zikir, fikir ve şükrümüzü
artıralım. Kusur ve kabahatlerimizin beğışlanması
için nasuh tevbesiyle tevbe edelim. Sevgili
Peygamberimiz (s.a.v.) "İnsanoğlunun hepsi
hata edici ve günah işleyicidir. Hata edenlerin
en hayırlısı ise, hatasını bilip tövbe
edenlerdir"(2) buyurmuşlardır. Yüce Allah (c.c)
da okuduğum Ayet-i Celilede; “De ki: Ey günah
işlemede haddi aşan kullarım! Allah’ın
Rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah
bütün günahlar bağışlar."(3) buyurarak, bütün
günahkarlara tevbe için büyük bir müjde veriyor
gönül diliyle İslâm aleminin huzur ve felahi için
dua edelim. Ömür muhasebesi yapalım. Allahın
huzuruna gideceğimiz günü düşünelim. Hutbemi
bir hadis-i şerif mealiyle bitirmek istiyorum.
“Akıllı kimse, nefsine hesaba çeken ve ölümden
sonrası için amel edendir. Aciz ve ahmak kimse
ise,nefsinin keyfine göre yaşayıp, Allah’tan
güzel şeyler bekleyendir.(4)
Bu duygu ve düşüncelerle Regaib Kandilinizi
tebrik ediyor. İslâm âleminin birlik ve
beraberliğine, insanlık âleminin barış ve huzuruna
vesile olmasını, Cenâb-ı Allah'tan niyaz ediyorum.
Redaksiyon : İl İrşat Kurulu
KAYNAKLAR
1234-
Camiü's-Sağîr, 2:90
Müslim, Buhari; Tevbe
Zümer 53
Tirmizi, Kıyame, 25;İbn Mace, Zühd, 21;
ILI
: GENEL
TARiHi :29.08.2014
*ibwL-.+
c! CDb'l' lt o, 4 H
o
etu
e$ n
Q)
Q7"6;h,
$'p
Ati or'.5 yi't/;ti
;Q
u)
riy
*9
|{r*at,klirvr;srt
.
$r
fi
,i i
tlllJt
a
ittt't:k o(t:i,yS
U
ZAFERLER ALLAII' TAIIDIR.
Muhterem Miiminler!
Okudu[um sure-i celilede Rabbimiz g<iyle buyuruyor:
"Allah'rn zrferi ve fetih geldifinde ve de insanlarrn biiliik
bdliik Allah'rn dinine girdiklerini giirdii[iinde, Rabbine
hamd ederek tespihte bulun ve O'ndan balrglama dile.
Qiinkii O, tiivbeleri gok kabul edendir."r
Okudu[um hadis-i gerifte ise Sevgili Peygamberimiz
(s.a.s) goyle buyuruyor: "Kim Allah'rn dini en iistiin olsun
diye miicadele ederse o, Allah yolundadrr."2
Kardeglerim!
Her yrl gelen A[ustos aynda millet olarak bizler,26
A[ustos 1071 tarihinde Anadolu'nun kaprlarmr isldm'a agan
Malazgirt Meydan Muharebesini, 30 A[ustos 1922 tarihinde
Anadolu'nun kaprlarmr dtigmanlara kapatan Bagkomutanhk
Meydan Muharebesini ve diger zaferlerimizi hatrlarz.
Tarihimize gider, ondan aldrgrmrz gtigle bugiintimtizii ve
gelece$imizi inga ederiz. Bizi bagarrh krlan, zaferlere
ulagtran ruh ve manayl anlamaya gahgrr; bundan yiiksek bir
$uur elde etmeye gayet ederiz. Zaferler aymda biz
mtiminlere diigen, tarihimizdeki fetih ve zaferlerle oviinmek
defil; bu zaferlere gcittiren ruh ve manayr idrak edip aynr
iman ve teslimiyete sahip olmaktr. Bizlere diigen bekamzr,
varh$rmrzr korumak ve di.inya mazlumlannrn umutlannr boga
grkarmamaktr. Unutmayahm ki millet olarak aynr iman ve
ruha sahip oldu[umuz siirece agamayacalrmrz higbir engel,
bagaramaya ca$rmtz higbir zorluk yoktur.
Deferli Miiminler!
Islam colrafuasmm bugiinlerde maflrz kaldr[r zuliim,
zorbalrk, haksrzhk ve kdtiiltikler, zaferlerimizi ve bu
zaferlerin arkasrndaki ruhu yeniden anlamaya olan
ihtiyacrmrzr gok agrk bir gekilde ortaya koymaktadrr.
Unutmayahm ki ecdadrmrza bu yiiksek ruhu
kazandran "din-i mtibin-i isl6m" drr. Onlar i'la-yr
kelimetullah u[runa yagamrglardrr. Allah adr en ytice olsun
diye miicadele vermiglerdir. Yeryi.iziinde hak, hakikat, adalet,
hukuk, ahlak, barrg ve huzur egemen olsun diye gaba sarf
etmiglerdir. Onlar, isl6m'rn bang ve esenlik dini oldu[unu
bi.itiin dtinyaya gostermiglerdir. Mazlumlann sr[ma!r,
zalimlerin korkulu riiyasr olmuglardrr. $ehadet arzusunu
higbir zaman yiireklerinden eksik etmemiglerdir. Din, iman,
millet, vatan ve mukaddesat u$runa gerekti[inde candan ve
canandan vazgegmeyi goze almrglardr. "Allah,
miiminlerden,,mallannr ve canlannr cennet kargrhlrnda
satrn almrgfi r"r ayeti gere$ince yagamrglardrr.
Asrl zafer, insanrn gcinliinti kazanmaktrr. Asrl fetih,
bir kalbi hakikate agmaktrr. Zafer, egemen olma hrsma
kaprlmadan gi.izelli$i herkesin avucuna brrakabilmektir.
Fetih, insan iradesini incitmeden, baskr ve zorlama
yapmadan, imanrn ve isl6m'm goniillere teklif ediknesidir,
Zaferlerin arkasrnda hep aynr ruh vardr. Bedir'de de aynr ruh
vardrr, Malazgirt'te de... Mekke'nin Fethinde de aynr ruh
vardrr Qanakkale Zaferinde de... istanbul'un Fethinde de aynr
ruh vardr, Kurtulug Savagrnda da... igte bu ruh, istiklal
gairimizin, "Garbrn afahrnr sarmr$sa gelik zrrhh duvar /
Benim iman dolu giilsiim gibi serhaddim var / Ulusun,
korkma! Nasrl biiyle bir imanr bofar / 'Medeniyet!'
dedilin tek digi kalmrg canavar?" dizelerinde ifade ettigi
fetih ruhunun ta kendisidir.
Aziz Miiminler!
Ancak kuwetli iman sahibi olanlar
bii$k zaferlere
erigebilirler. "Gevgeklik giistermeyin, iiziintiiye
kaprlmayrn. E[er inanmrgsanrz iistiin gelecek olanlar
sizlersiniz"n "Allah'a ve Ras0liine itaat edin ve
birbirinizle gekigmeyin. Sonra gevgersiniz ve giiciiniiz,
devletiniz elden gider."" ayet-i kerimelerinin farkrnda
olanlar zaferlere kogabilirler. Zaferin olmazsa olmaz gartr,
hakiki iman, salih amel ve gpzel ahlaktrr, Bug0niin
Miisliimanlan en gok da bunlara muhtagtrr. Birlik ve
beraberli[e, ilim ve irfana, fazilet ve erdeme muhtagtr. Evet,
Miisli.imanlar son iki asrrdrr zaferlerc susamrgtr. Ancak
bagan ve zafer Allah'tandrr. Allah'rn yardrmryladr. Yardrm
ise beklemekle gelmez. Miisliimanlar, Allah'm yardrmrnr
celb edecek bir halet-i ruhiye iginde olmahdrrlar. Allah'rn
yardrmrnm gelmesi igin gayret gdstermelidirler. Trpkr Sevgili
Peygamberimiz (s.a.s)'in tirneklik ve rehberlilinde Mekke
doneminde oldu[u gibi miiminler, nefislerini, kalplerini ve
zihinlerini
terbive etmelidirler,
lmanlannr
giiglendirmelidirler. ibadetlerini halisane yapmahdrrlar.
Ahlaklarrnr gtzellegtirmelidirler. Ruhen ve bedenen zafere
hazr olmahdrrlar. Sonrasmda da Allah'a tevekkiil edip
neticeyi yine O'ndan beklemelidirler.
Aziz Miiminler!
Hutbemin bagrnda okudulum surede Rabbimiz, her
fetih ve zaferden sonra biz mtiminlerden Rabbimizi hamd
ederek tesbih etmemizi ve O'na tevbe ve istilfarda
bulunmamzr emrediyor. Qilnkii insanoflu zaferlerden sonra
gilnaha siiriiklenebilir. Baganlardan sonra nefsine yenik
diigebilir. Bu bagarrlan verenin, bu zaferleri nasip edenin
Allah oldu$unu unutuverir de nefsine pay grkarmaya kalkrgrr.
Nefsine pay grkarrr da haktan, hakikatten, adaletten ve
hukuktan aynlrr. Fazilet ve erdemleri terk eder. Bu sebeple
Sevgili Peygamberimiz (s,a.s) bu sure indikten sonra
"Siibhanallahi ve bihamdihi, estapfirullah ve etffbii ileyh"
duasmr gokga yapmaya baqlamrgtrr.o
Kardeglerim!
Tarih boyunca bizlere zaferler kazandrran bi.ittin
btiytiklerimizi, miibarek ecdadrmrzr, aziz gehitlerimizi ve
gazilerimizi rahmet ve gi.ikranla yAd ediyoruz. Hutbeme
Rabbimizin Kerim Kitabrmrzda bizlere iilretti[i gu dua ile
son vermek istiyorum:
"Ey Rabbimiz! Bizim giinahlanmrzr ve
iglerimizdeki tagkrnhklarlmrzr ba[rgla! Ayaklarrmrzr dinin
iizere sabit krl! Ve KAfirler giiruhuna kargr bize yardrm
eyle, bize zafer ihsan eyle!"'
I
2
3
4
s
Nasr, 110/l-3.
Buhari cihad, 15.
Tevbe, 9/l I l.
At-i imran:1139.
Enfal,8146.
6
Miislim, saldt,22o.
7
Al-iimrlir.,3/147.
Haurlay an: Diyanet isleri
B askanh{r
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : OCAK 2013
TARİH : 25.01.2013 (4. HAFTA)
‫ﺕ َﻭ َﻣﻦ‬
ِ ‫ﺴ َﻤ َﺎﻭﺍ‬
‫ﺼ ِﻌﻖَ َﻣﻦ ﻓِﻲ ﺍﻟ ﱠ‬
‫َﻭﻧُ ِﻔ َﺦ ﻓِﻲ ﺍﻟ ﱡ‬
َ َ‫ﻮﺭ ﻓ‬
ِ ‫ﺼ‬
‫ﺽ ِﺇ ﱠﻻ َﻣﻦ ﺷَﺎء ﱠ‬
‫�ُ ﺛ ُ ﱠﻢ ﻧُ ِﻔ َﺦ ﻓِﻴ ِﻪ ﺃ ُ ْﺧ َﺮﻯ ﻓَﺈِﺫَﺍ‬
ِ ‫ﻓِﻲ ْﺍﻷ َ ْﺭ‬
ُ ‫ُﻫﻢ ﻗِﻴَﺎ ٌﻡ َﻳﻨ‬
َ‫ﻈ ُﺮﻭﻥ‬
akli kabiliyetleri, insani özellikleri yaratıldıkları
gayeye uygun olarak harcar. Kendi hakkını bilir,
Başkalarının haklarını gözetmeyi de bir görev
sayar. Böylece mükâfat ve ceza gününün varlığı
ve herkesin bu dünyadaki işinden dolayı Allah’ın
huzurunda sorguya çekilecekleri gerçeği, ahirete
iman etmiş olan kimselerin kalbinde yer etmiş
olur ve toplumlar arasındaki bağların ve
ilişkilerin sağlam bir hale gelmesini kolaylaştırır.
AHİRETE İMANIN ÖNEMİ
Muhterem Müslümanlar!
İmanın altı şartından biri de Ahirete
inanmaktır. Ahiretin terim olarak manası;
ölümden sonra insanların tekrar dirilmesiyle
başlayan ve ebediyen devam edecek olan bir
hayatın adıdır. Ahirete inanmak her Müslüman
için farzdır.
Aziz Cemaaat!
Yaratılmış tüm varlıkların zamanı gelince
yok olmaları doğaldır. Çünkü Yüce Allah’tan
başka ölümsüz, kalıcı varlık yoktur. Kur’an-ı
Kerimde Yüce Allah: “Sura üflenir, Allah’ın
dilediği kimseler dışında, göklerdeki h erkes
ve ye rdeki he rkes öl ür. Sonra ona bir dah a
üflenir, bir de bakarsın onlar kalkmış
bekliyorlar.”(1) diye buyurarak bu gerçeği
bizlere öğretmiştir. Ahirete inanan kimse,
öldükten sonra tekrar dirileceğine, dünyadaki
işlerinin karşılığı olan Cennet - Cehenneme ve
oradaki hayatın sonsuz olduğuna da inanır.
Böyle bir inanca sahip olan kişi, yaptığı bütün
işlerden sorumlu olduğunu, herkesin haklarının
burada verileceğini düşünür ve ona göre hareket
eder. Ahiret hayatındaki sonsuz mutluluğun,
ancak bu dünyada kazanılacağını da bilir.
Değerli Müminler!
Bu dünya bir bakıma ahiretin tarlası gibidir.
Burada ne ekersek orada onu biçeceğimize şüphe
yoktur. Bu konuda Yüce Kitabımızda Cenab-ı
Allah: “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır
işlerse, onun mükâfatını görecek; kim de
zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun
cezasını görecektir.”(2) diye buyurmaktadır.
Ahirete iman insana ve insanlığa çok şey
kazandırır. Bunlardan bazıları; ahirete iman
suretiyle Yüce Allah tarafından kendisine verilen
Değerli Kardeşlerim!
Ahirete iman fertlerin kalbinde ne kadar
kuvvetli olursa, toplumlar arasındaki ilişkiler de
o derece sağlam olur. O halde yaptığımız her işte
ahiret hayatını aklımızdan çıkarmayalım.
Yaptıklarımızın bir gün hesabını vereceğimizi
unutmayalım. Ahirette mutlu ve huzurlu olmak
için İslam’ın çizdiği sınırdan dışarı çıkmayalım.
Ne mutlu ahiret hayatına inanıp, Ahiret için
dünyada iken hazırlık yapanlara!
Hutbe Komisyonu
KAYNAKLAR :
(1) Zümer 68
(2) Zilzal 7,8
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : OCAK 2013
TARİH : 11.01.2013 (2. HAFTA)
َ‫ﺕ ﺫَﺍ ْﺍﻟﻘُ ْﺮﺑَﻰ َﺣﻘﱠﻪُ َﻭ ْﺍﻟ ِﻤ ْﺴ ِﻜﻴﻦَ َﻭﺍﺑْﻦ‬
ِ ‫َﻭﺁ‬
ً ‫ﺴﺒِﻴ ِﻞ َﻭﻻَ ﺗ ُ َﺒﺬّ ِْﺭ ﺗ َ ْﺒﺬِﻳﺮﺍ‬
‫ﻟ ﱠ‬
AKRABA İLİŞKİLERİ
Muhterem Müslümanlar!
“Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver;
elindekileri saçıp savurma.”(İsra, 26)
Yüce dinimiz İslâm akrabalık ilişkilerine büyük
önem vermiş, onlara karşı ilgisiz ve alakasız
kalmayı büyük günahlardan saymıştır. Nitekim
Cenabı Hak ; “Ey İnsanlar sizi b ir t ek nefisten
yaratan ve Ondan da eşini yaratan, i kisinden
birçok erkek ve kadın (meydana getiren) yapan
Rabbimize karşı gelmekten ve akrabalık
bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah,
üzerinizde bir gözetleyicidir.”(1) buyurmaktadır.
Başka bir ayeti kerimede ise, akrabalık
bağlarını koparmak bozgunculuk yapmakla bir
tutulmuş, böyle yapanlarında Allah’ın lanetine
uğrayacakları
bildirilmiştir.
“Demek yü
z
çevirdiğinizde,
yeryüzünde
bozgunculuk
çıkaracak ve akrabalık bağlarını koparacaksınız
öylemi? İşte bunlar Allah’ın lanetleyip,
kulaklarını
sağır,
gözlerini
kör
ettiği
kimselerdir.”(2)
“Allah’a ve ah iret gü nüne i nanan m isafirine
ikram etsin akrabasıyla bağını koparmasın.”(4)
Selman ibn-i amr’dan rivayet edildiğin göre
Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu; “Yoksula verilen
sadaka, bir sadaka, akrabaya verilen sadaka, iki
sadaka yerine geçer. Biri sadaka sevabıdır,
ötekide akrabayı koruyup gözetme sevabıdır.”(5)
Ahirette cezasını ayrıca vermekle beraber
Dünya’da A
llah’u
Teâlâ’nın
çabucak
cezalandırmasını en fazla hak eden günahlar;
zulüm ve akrabasını ihmal etmektir.(6)
“Akrabasıyla
giremez.”(7)
ilgisini
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) akrabalık
ilişkilerini farklı yönleriyle şöyle dile getirmişlerdir;
“Rahim (akrabalık) Allah’ın rahmetinin
eserlerindendir. Kim bu bağı korursa Allah ona
merhamet eder, kim onu koparırsa, Allah (c.c)
ondan ihsan ve rahmetini keser”(3)
kimse
cennete
Değerli Kardeşlerim!
Akrabalar arasında zaman zaman çeşitli
sebeplerden dolayı kırgınlıklar olabilir. Ancak
böyle durumlarda hoşgörülü davranmalı, meseleleri
fazla
büyütmemeli
ve
akrabalık
bağını
koparmamaya
özen
göstermeliyiz.
Yetişen
neslimize de akraba ziyaretinin önemini anlatmalı,
onlara hısım, akraba ve dostlarımızı tanıtmalıyız.
Hutbeme bir hadis mealiyle son vermek
istiyorum. “Kim rızkının genişlemesini, ömrünün
uzamasını
isterse
akrabasıyla
bağını
(8)
koparmasın.”
Efrail GÜLSÜM
Müezzin-Kayyım/BAYBURT
“Sıla-i rahim” diye tabir ettiğimiz; akrabayı arayıp
sormak, onları ziyaret edip ilgilenmek, hal ve
hatırlarını sorup, onlara karşı tatlı dilli, güler yüzlü
olmak, kendileri hakkında iyi şeyler düşünmek,
yardımlarına koşmak, maddi ve manevi destek
sağlamaktan ibaret bir ameldir.
Aziz Müminler!
kesen
Kaynaklar :
1-Nisa Suresi 1
2-Muhammet Suresi 22,23
3-Buhari Edep 11
4-Riyazussalihin Birrül valideyn
5-Tirmizi Zekat
6-Riyazussalihin Şerhi
7-Müslim Birr
8-Buhari Edep
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : MART 2013
TARİH : 01.03.2013 (1. HAFTA)
ْ َ‫�ُ َﻭ ِﺟﻠ‬
‫ﺖ ﻗُﻠُﻮﺑُ ُﻬ ْﻢ‬
ّ ‫ِﺇﻧﱠ َﻤﺎ ْﺍﻟ ُﻤﺆْ ِﻣﻨُﻮﻥَ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ِﺇﺫَﺍ ﺫ ُ ِﻛ َﺮ‬
ْ َ‫َﻭ ِﺇﺫَﺍ ﺗ ُ ِﻠﻴ‬
‫ﻋﻠَﻰ َﺭ ِﺑّ ِﻬ ْﻢ‬
َ ‫ﻋﻠَ ْﻴ ِﻬ ْﻢ ﺁﻳَﺎﺗُﻪُ ﺯَ ﺍﺩَﺗْ ُﻬ ْﻢ ِﺇﻳ َﻤﺎﻧﺎ ً َﻭ‬
َ ‫ﺖ‬
َ‫َﻳﺘَ َﻮ ﱠﻛﻠُﻮﻥ‬
ALLAH’A İMAN
Muhterem Müminler!
İman; tasdik etmek, kabullenmek ve
benimsemek manalarına gelmektedir. Genel
manada ise; İman esaslarını “Dil ile ikrar, kalb
ile tasdik etmek ve uzuvlarla da amel etmekten
ibarettir.” Kamil bir mümin için yaratılışın en
büyük gayesı Allah’ı (c.c) Kur’an’da tarif ettiği
şekilde isim ve sıfatlarıyla tanımak iman
etmektir.
Aziz Cemaat !
Hz. Ömer (r.a): "Ben ve sahabeden bir gurup
insan Hz. Peygamber’in (s.a.v) yanında
oturuyorduk. Derken elbisesi bembeyaz,
saçları simsiyah bir adam yanımıza
çıkageldi. Üzerinde yolculuğa delalet eder
hiçbir belirti de yoktu. Üstelik içimizden
kimse onu tanımıyordu. Gelip Hz.
Peygamber’in (s.a.v) önüne oturup dizlerini
dizlerine dayadı, ellerini dizlerinin üstüne
hürmetle koyduktan sonra sormaya başladı:
“Ey Muhammed! (a.s) İman nedir?" Hz.
Peygamber (s.a.v) : "İman Allah'a,
meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine,
âhiret gününe inanmakdır. Kadere yani
hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna da
inanmakdır." buyurdu. O zât"Doğru
söyledin!" diye tasdik etti.....” Daha sonra
Hz. Peygamber Bu Cibril aleyhisselamdır.
Size dininizi öğretmek için geldi"(1) buyurdu
Cibril hadisi olarak da bilinen yukarıdaki hadisi
şerifin birinci bölümünde, iman esasları ifade
edilmiştir.. Bu itibarla; Allah’a İman; Allah ile
kul arasındaki ilişkilerin en temel esasıdır.
Değerli Kardeşlerim !
İnsan olarak, Yüce Allah’ı tanımak ve O’na
kulluk etmek üzere yaratıldık. Dolayısıyla
Allah’a (cc) iman, dünya ve ahiret saadetimizi
sağlayacak en değerli sermayemizdir.
Ve
dünyamızı aydınlatan bir nurdur. Cenab-ı
Hakk’ın güzel isimlerinin tecellileri ancak
Allah’a (cc) iman sayesinde görünür. hayatın
zorlukları ancak bu iman gücüyle göğüslenir..
Bu sayede kişi. Yüce kudretin murakabesini
uzerinde hisseder. Ahde vefa gösterir, emanate
riayet eder ve kardeşlik hukukuna saygı
gösterir. Kısacası
fazilet timsali bir insan
olur, .Nitekim Kuran-ı Kerimde: “ İnananlar
ancak o kimselerdir ki Allah (cc) anıldığı
zaman kalpleri titrer, âyetleri okunduğu
zaman bu onların imanlarını artırır. Ve
Rablerine güvenirler."(2) .Ayeti Celile ile
iman ehlinin en üstün vasıfları beyan edilmiştir.
Değerli Kardeşlerim!
Mahlukatın en şereflisir insandır, insanın Allah
(cc) katındaki en yüksek payesi de. Alaha’a
imandır. .O’na olan muhabbetiyle dünya ve
ahiret hayatının saadet ve mutluluğunu elde
eder. Bu sebeple, iman ehli huzurludur, mesut
ve bahtiyardır, Hutbemi Peygamber Efendimiz
(s.a.v.) in imanla ilgili bir hadisi şerifinin
mealiyle bitirmek istisorum.: “Üç haslet kimde
bulunursa o kimse imanın tadını bulur:
Allah ve Rasulü kendisine başkalarından
daha sevgili olmak, sevdiklerini yalnız Allah
için sevmek, Allah kendisini küfürden
kurtardıktan sonra yine küfre dönmekten
ateşe atılmasından hoşlanmadığı gibi
hoşlanmamak.”(3)
Rabbim, bizleri İslâm üzere yaşayan
üzere vefat eden kullarından eylesin.”
iman
HUTBE KOMİSYON
KAYNAKLAR
1-Buhari ,Müslim;İman 1
2-Enfal2
3- Müslim: Kitabül-İman / 67
İLİ
:BAYBURT
AY-YIL :HAZİRAN 2013
TARİH :14.06.2013 2. HAFTA
‫ﻋﻠَﻰ َﻭ ْﻫ ٍﻦ‬
‫َﻭ َﻭ ﱠ‬
َ ً ‫ﺴﺎﻥَ ِﺑ َﻮﺍ ِﻟﺪَ ْﻳ ِﻪ َﺣ َﻤﻠَﺘْﻪُ ﺃ ُ ﱡﻣﻪُ َﻭ ْﻫﻨﺎ‬
َ ‫ﺍﻹﻧ‬
ِ ْ ‫ﺻ ْﻴﻨَﺎ‬
ْ
َ
ُ
‫ﻴﺮ‬
ُ ‫ﺼ‬
ِ ‫ﻲ ﺍﻟ َﻤ‬
َ ‫ﺼﺎﻟﻪُ ﻓِﻲ‬
َ ِ‫َﻭﻓ‬
‫ﻋﺎ َﻣﻴ ِْﻦ ﺃ ِﻥ ﺍ ْﺷ ُﻜ ْﺮ ِﻟﻲ َﻭ ِﻟ َﻮﺍ ِﻟﺪَﻳْﻚَ ِﺇﻟَ ﱠ‬
ANNE-BABA HAKKI
Muhterem Müslümanlar!
Yaratılmışların en şereflisi bulunan insanların,
birbirlerine karşı vazifeleri ve hakları vardır. Hiç
şüphesiz Allah (cc) ve Resul’ün (sav) den sonra annebaba hakları gelmektedir.
Anne, evladının yetişmesi uğrunda gençliğini, sağlığını,
güç ve kuvvetini, hayatını feda etmiştir. Bin bir
zorluklarla onu rahminde taşımış, ölümle yüz yüze
gelerek dünyaya getirmiş, emzirmiş ve büyütmüştür.
Geceleri evladını istirahatı uğrunda kendi rahatını feda
etmiş, yavrusu ağlayacak olsa ızdıraba tutulmuştur.
Annenin yüzü evladının çileleriyle sararmış, selvi gibi
boyu çocuğunun yükü altında iki büklüm olmuştur.
Baba, evladının nafakasını tamamlamak, tahsil ve
terbiyesini öğretmek için fikren ve bedenen, maddeten
ve manen hiçbir fedakârlıktan çekinmemiştir. Anne ve
Babanın bu kadar iyiliklerine nail olan bir evlat onlara
teşekkür etmeyecek olursa Allah’a (cc) şükretmiş
sayılmaz, zira bir evlat, iman sahibi, ahlak ve fazilet
sahibi ise hep anne-babanın telkin ve terbiyesiyle
olmuştur.
Abdullah Bin Mesut (r.a.) anlatıyor; “Peygamber
efendimiz (s.a.v)’e Allah (c.c)’a göre hangi amel
daha sevimlidir diye sordum. Rasulullah; Vaktinde
kılınan namazdır buyurdu. Ben sonra hangisidir?
Sordum Rasul-ü Ekrem; Anne – babaya iyilik
etmektir buyurdu. Ben daha sonra hangisidir? Diye
sordum. Fahri kâinat efendimiz; Allah yolunda
cihattir” (2) cevabını verdi.
Hadisi nebevide görülmektedir ki, anne ve babanın
hakkı cihattan önce gelmektedir. Zira evlat, cihat
şuurunu, vatan perverliğini annesinin ninnilerinden
almıştır. Hz. Aişe’nin kız kardeşi Esma (r.a.)
Peygamber efendimize (s.a.v)’e gelerek dedi ki; Annem
(İslâmiyeti kabülden) yüz çevirdiği halde (bana bir
hacet için) geldi ona iyilikte bulunabilirliyim?
Rasulü Ekrem (s.a.v.); “evet Annene iyilik (ve
yardımda) bulunabilirsin”(3) buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’e bir şahıs geldi büyük
günah işlediğini, bundan tövbe etmenin bir çaresi olup
olmadığını sordu. Rasulü Ekrem (s.a.v.) ona günahının
ne olduğunu sormayıp, “Sadece hayatta bulunan
annen var mı? Buyurdu, o şahıs hayır dedi. Teyzen
var mı? Buyurdu, evet cevabını verdi. Peygamber
Efendimiz (s.a.v.) Teyzene iyi bak” (4) buyurdu
Hutbemi bir ayet mealiyle bitirmek istiyorum. “İnsana
da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi
onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında
taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde
olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: "Bana
ve anne babana şükret. Dönüş banadır."(5)
Muhterem Müminler!
Genç Osman TÜRKOĞLU
Aydıntepe/ BAYBURT
Anne -babaya karşı hürmet, saygı ve tevazuda azami
dikkat göstermeliyiz, zira cennet onların ayakları
altındadır.
Bir genç sahabe, Rasulullah (s.a.v) a gelerek cihat için
izin istemişti. Peygamberimiz anne – babasının hayatta
olup olmadığını sormuş, her ikisinin de hayatta
olduğunu öğrenince; “Git onların arasında cihat et”
buyurmuştur. Bu hadis-i şerif Anne- babaya hizmetin
Allah(cc) yolunda cihat etme sevabına denk olduğuna
işaret etmektedir.
Bir adam, Resul-i Ekrem’in huzuruna gelerek; “Ey
Allah’ın Resulü! İyi muameleye insanlardan en
fazla hak sahibi olan kimdir? diye sordu. Rasulullah
efendimiz ; “Anandır, sonra yine anandır, daha
sonra yine anandır, sonra babandır, sonra yakınlık
derecelerine göre (diğer) hısımlarındır.(1) buyurdu.
KAYNAKLAR:
12345-
Et Tâc
Buhari, Müslim
Et Tâc
Et Tergib vet –Terhib
Lokman 14
İLİ
AY-YIL
TARİH
: BAYBURT
: ŞUBAT 2013
: 15.02.2013, ( 3.Hafta)
�
ِ ‫ﺳ ِﺒﻴ ِﻞ ﱠ‬
َ ‫َﻭ َﻻ ﺗَﻘُﻮﻟُﻮﺍ ِﻟ َﻤ ْﻦ ﻳُ ْﻘﺘ َ ُﻞ ﻓِﻲ‬
ٌ ‫ﺃ َ ْﻣ َﻮ‬
َ‫ﺍﺕ ﺑَ ْﻞ ﺃ َ ْﺣﻴَﺎ ٌء َﻭﻟَ ِﻜ ْﻦ َﻻ ﺗ َ ْﺸﻌُ ُﺮﻭﻥ‬
BAYBURT’UN KURTULUŞU
Muhterem Müslümanlar!
İnsanların kutsal ve değerli saydıkları şeyler vardır.
İşte bu değerlerden biri de, vatandır. Vatan
olmadan, bir milletin var olması mümkün değildir.
Bir milletin var olması, hayatını devam
ettirebilmesi, özgür bir şekilde yaşayabilmesi,
vatana sahip olmasıyla mümkündür. Bundan
dolayıdır ki, vatan sevgisi, sevgilerin en yücesi ve
en kutsalı sayılmıştır. Vatan sevgisi, imandandır.
Ancak, bu sevgi kuru bir lafla olmaz. Vatanını
seven, onun uğrunda canını, kanını ve malını feda
etmekten çekinmez. Bu konuda şair ne güzel
söylemiş. “Bayrakları bayrak yapan, üstündeki
kandır. Toprak uğrunda ölen varsa, vatandır.”
Bizler Vatan uğrunda kanlarıyla, canlarıyla,
kahramanlık destanları yazan, şehitler ve gazilerle
dolu bir Milletin evlatlarıyız. i
Değerli Cemaat!
Asırlarca İslâm diyarı olmuş, taşına torağına İslâm
sinmiş, nice vatan ve gönül Fatihlerini bağrında
saklamış, bu ulular diyarını korumamız bizim en
asîl görevimizdir. Bizi, şefkatli bir ana kucağı gibi
bağrına basan, bu toprakları düşmanlara
çiğnetmemek, semayı çınlatan ezanı, gönülleri
yeşerten Kur’an seslerini, susturmamak, bu kutsal
toprağın altında yatan şehitlerimizi rahatsız
etmemek, üstünde yaşayanları zillete düşürmemek
için, canla başla çalışmak, hem dinî hem de millî
bir borçtur.
Değerli Cemaat!
Bu şehri, atalarımızın aziz bir armağanı bilip, bu
uğurda, canlarını, mallarını feda eden şehit ve
Gazilerimize, bu güzel şehrimiz için her türlü
fedakârlığa katlanan ecdadımıza, Yüce Allah’ tan
rahmet diliyorum.
Hutbemi, bir âyet mealiyle bitiriyorum. “Allah
yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Hayır,
onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.”iv
İbrahim GÜR
İmam-Hatip/AYDINTEPE
Değerli Cemaat!
Kahraman ecdadımız, I. Dünya savaşında, Rus
askerlerine karşı, 2 Mart 1916 tarihinde, Kop
dağında büyük bir direnme ve savunma örneği
göstermişlerdir. Bu kahramanlık, tarihe II. Pilevne
savunması olarak geçmiştir. I. Dünya savaşı
sonrasında, Osmanlı Devleti’nin parçalanması ile
beraber, Rus ve Ermeniler 16 Temmuz 1916 da,
Bayburt’u işgal etmişlerdir. Bu işgal esnasında,
şehir merkezi ve köylerde katliamlar yapmışlardır.
Bu katliamlardan en ağırı, 1918 Şubat ayında,
Ermeniler’ in yüzlerce dede ve ninelerimizi, taş
mağazalarına doldurup diri diri yakmalarıdır. ii
Aynı şekilde, köylerimizden; Yukarı Kırzı’da,
Ermeniler’in kötü muamelelerine maruz kalmamak
için, içme suyu kuyularına atlayan 20 genç kadın
ve 30’a yakın, köylü kardeşlerimizin katledilip,
şehit
edilmesi
Bayburt’da gerçekleştirilen,
katliamlardan bazılarıdır.iii Bayburt, şehit ve
gazilerimizin kahramanca, şehrimizi savunmaları
neticesinde, 21 Şubat 1918 günü işgalden
kurtulmuştur.
Vaaz ve İrşad (M. ALTUNKAYA)
Bayburt Tarihi
Mehmet Ali MEHMETOĞLU
iv
2. Bakara: 154
i
ii
iii
İLİ
:BAYBURT
AY-YIL :HAZİRAN 2013
TARİH :21.06..2013, 3. HAFTA
Muhterem Müslümanlar!
‫ﺎﺭ َﻛ ٍﺔ ِﺇﻧﱠﺎ‬
ِ ‫ﺣﻢ * َﻭ ْﺍﻟ ِﻜﺘ َﺎ‬
َ َ‫ﻴﻦ * ِﺇﻧﱠﺎ ﺃَﻧﺰَ ْﻟﻨَﺎﻩُ ﻓِﻲ ﻟَ ْﻴﻠَ ٍﺔ ﱡﻣﺒ‬
ِ ِ‫ﺏ ْﺍﻟ ُﻤﺒ‬
*‫ُﻛﻨﱠﺎ ُﻣﻨﺬ ِِﺭﻳﻦَ * ﻓِﻴ َﻬﺎ ﻳُ ْﻔ َﺮ ُﻕ ُﻛ ﱡﻞ ﺃَ ْﻣ ٍﺮ َﺣ ِﻜ ٍﻴﻢ‬
BERAT GECESİ
Muhterem Müminler!
Önümüzdeki pazarı pazartesiye bağlayan gece,
mübarek Berat Gecesidir. “Berat” kelimesi;
günah, suç, borç ve cezadan kurtulma demektir.
Berat ve kadir geceleri, Cuma ve bayram günleri
gibi mübarek gün ve geceler; Müslümanların
Allah’a yöneldikleri, çeşitli ibadetlerle meşgul
oldukları, hayır ve hasenat yaptıkları; dua, tövbe
ve istiğfar ile günahlarının bağışlanmasını niyaz
ettikleri bereketli ve feyizli zamanlardır. Sevgili
Peygamberimiz (a.s.), en çok Şaban ayında,
özellikle Berat gecesinin yaklaştığı günlerde
nafile oruç tutmuş ve bunun sebebini soranlara,
“Ameller, bu ayda âlemlerin Rabb’ı yüce
Allah’a arz edilir. Ben de amellerimin oruçlu
iken Allah’a arz edilmesini isterim” cevabını
vermiştir.(1)
Yüce Allah, Duhan Suresinde; “Apaçık kitaba
yemin olsun ki, Biz Kur’an’ı mübarek bir
gecede indirdik. Biz, gerçekten uyarıcıyız. O
mübarek gecede, her hikmetli iş katımızdan
bir emirle ayırt edilir.”(2) buyurmuştur. Ayette
geçen, “mübarek gece” den maksat; Berat veya
Kadir gecesidir. Sevgili Peygamberimiz (a.s.),
“Şaban ayının 15. gecesini ibadetle geçirin,
gündüzünde de oruç tutun. Çünkü yüce
Allah, bu gece dünya semasına rahmetiyle
tecelli eder ve “tevbe eden yok mu? Onu
affedeyim. Rızık isteyen yok mu, ona rızık
vereyim, hastalığından şifa isteyen yok mu
ona şifa vereyim. Yok, mu şunu isteyen yok
mu bunu isteyen” der. Bu durum, sabaha
kadar devam eder” buyurmuştur.(3)
Rahmeti gazabını geçen Yüce Rabb’imizin hayır ve
bereketini, af ve mağfiretini yağmur gibi üzerimize
yağdırdığı bu mübarek geceyi fırsat bilip tövbe, dua
ve niyaz ile geçirmeli; bu ilâhî ziyafetten
faydalanmak için elimizden gelen gayreti
göstermeliyiz.
Peygamberimiz (s.a.v.); Allah’a ortak koşmak,
kin ve düşmanlık beslemek, kibir ve gurur içinde
olmak, içki ve uyuşturucu kullanmak, akraba ve
komşularla ilişkiyi kesmek, ana-baba haklarına
riayet etmemek gibi günahların, bu gece vesile
edilerek terk edilmesini tavsiye etmiş,
günahlarına ısrar edenlerin, af ve mağfiretten
mahrum kalacaklarını ve bu gecenin feyzinden
yararlanamayacaklarını bildirmiştir.1
Aziz Müminler!
Geçtiğimiz yıl, Berat gecesine erişip de ölümü
akıllarından bile geçirmeyen birçok insan,
dünyadan göçüp gitmiştir. Ölüm, herkes için
mukadderdir. Hiçbirimizin, bir sene daha
yaşayacağına garantisi yoktur. O halde, yüce
Allah’ın bizlere bahşettiği Berat gecesi gibi
mübarek vakitleri güzelce değerlendirelim. Bu
vakitlerin, bir ganimet olduğunu bilelim. Yüce
Rabbimizin, her zaman açık olan tövbe kapısına
yönelelim. Bu geceyi, gafletle geçirmeyelim.
Yakınlarımızı, komşularımızı, yoksulları görüp
gözetmeyi unutmayalım. Birbirimize, sevgi ve saygı
gösterelim. Hep iyiliğe yönelelim.
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
Kaynakalr :
1-Tac.ll.106
2-Duhan/1-4
3-Tac.ll.107
4- Bkz. Münzirî, Tergîb ve’t- Terhîb, II, 241.
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : EYLÜL- 2013
TARİH : 27/09/2013 (4. HAFTA)
CAMİLERİMİZİN SOSYAL HAYATIMIZDAKİ YERİ VE ÖNEMİ
MUHTEREM MÜSLÜMANLAR !
Camiler, t opluca Allah’a yöneldiğimiz, namaz
kılıp kulluk vazifemizi yerine getirdiğimiz Yüce
Yaratan’a dua ve ni yazda bul unarak, cemaat ha linde
birlik ve beraberliğimizin yaşatıldığı, Kabe’nin şubesi
olan kutsal mekanlardır.
Ezanlarla ber aber camilere koşan mü’minler,
Allah e vinin misafiri olmanın bilinciyle, kötü duygu ve
düşünceden arınarak, hakkın huzurunda el bağlarlar.
Namazla ber aber am ir-memur, işçi-işveren, küçükbüyük, yan yana, omuz omuza durarak, Hakkın
huzurunda secdeye kapanır ve yalnız O’nun rızasına
nail olmaya çalışırlar.
AZİZ MÜ’MİNLER !
Camiler, İslam toplumunda birlik ve
dayanışmanın merkezi, ilim ve irfan ocaklarıdır. Aynı
zamanda c amiler müslümanlara di ni v e ahl aki
değerlerin öğretildiği önemli mekânlardan biridir.
Camileri yaşatmanın en iyi yolu, bu mübarek
mekanları cemaatsiz bırakmamak, çevresini bir kültür
merkezi haline getirmektir. Bu maksatla, beş vakit
namazın camilerde kılınmasını teşvik eden
Peygamberimiz ( s.a.v): “Cemaatle kılınan namazın,
tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece
daha faziletli olduğunu”(1 ) bildirmiştir.
DEĞERLİ MÜSLÜMANLAR !
Yüce Allah camilerin imarı ve önemi hakkında
Kur’an-ı Kerimde şöyle buyuruyor: “Allah’ın
mescitlerini, an cak A llah’a ve ah iret g ününe i man
eden, namazlarını dosdoğru kılan, zekatlarını veren
ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar
eder. İşte doğru yola erenlerden olmaları umulanlar
bunlardır.” (2)
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) ise: “Kim Allah
rızası için bir mescit yaptırırsa, Allah da bunun
karşılığında ona cennette bir köşk ihsan eder.”(3)
buyurmuştur
Camilerin imar ve inşası konusunda büyük
gayret gösteren aziz milletimiz, mevcut camilerin yıllık
bakım ve temizliğini, gerektiğinde onarımını dün
olduğu gibi bugün de severek yapmaktadır. Bu
konuda, 1980 yılından beri Diyanet İşleri
Başkanlığımız, her yıl Ekim ayının ilk haftasını
“Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak
kutlamaktadır.
.Başkanlığımız
ve
Müftülükler
tarafından, bu h afta v esilesiyle, c amiler göz den
geçirilmekte ve yapılması gerekenler ele alınmaktadır.
DEĞERLİ KARDEŞLERİM !
Cami ve m escitlerle aramızdaki bağları sıcak
tutalım. Çocuklarımızı da camilere alıştıralım. Onların
temiz k alplerine; din, i man, vatan, b ayrak, m illet
sevgisini yerleştirelim. Cemaatsiz kalan camiler,
matem havasına bürünürler. Onları mahzun
bırakmayalım.
Bu i tibarla, c amilerimizin önem inin d aha i yi
anlaşılması için “Camiler v e D in G örevlileri
Haftasının” milletimize hayırlı olması temennisi ile
hutbemi bi r ha dis-i şerif meali ile b itirmek is tiyorum.
“Her kim cam i v e mescitlere g erekli i lgiyi
gösterirse, C enab-ı Allah da o na r ahmet ed ip,
ondan hoşnut olur, her kim bir mescide ışık
yakarsa; onun ışığı mescidi aydınlattığı sürece
melekler ve arşı yüklenenler onun için istiğfar
ederler.”(4 )
HAZIRLAYANIN ADI SOYADI :İl Hutbe Komisyonu
ÜNVANI
:
M. ILI
KAYNAKLAR
1. Müslim 1/450 h. No.650
2. Tevbe, 18
3. Tirmizi R.S.Terc.C-2 Sh.38
4. Enes b.Malik Mühasefetül Kulub.İ.
:
Şube Müdürü
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : MART 2013
TARİH : 15.03.2013 (3. HAFTA)
‫ﺴ ُﻬ ْﻢ َﻭﺃ َ ْﻣ َﻮﺍﻟَ ُﻬﻢ‬
ّ ‫ِﺇ ﱠﻥ‬
َ ُ‫�َ ﺍ ْﺷﺘ َ َﺮﻯ ِﻣﻦَ ْﺍﻟ ُﻤﺆْ ِﻣﻨِﻴﻦَ ﺃَﻧﻔ‬
َ‫ﺑِﺄ َ ﱠﻥ ﻟَ ُﻬ ُﻢ ﺍﻟ َﺠﻨﱠﺔ‬
ÇANAKKALE SAVAŞI
Muhterem Müslümanlar!
“Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp,
öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını
ve mallarını Tevrat, İncil ve Kuran'da söz
verilmiş bir hak olarak cennete karşılık satın
almıştır. Verdiği sözü Allah'tan daha çok
tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız
alışverişe sevinin; bu büyük başarıdır”(1)
Çanakkale, şanlı tarihimize altın harflerle
yazılan, dünyanın hasta dediği bir devletin,
düşmanları dize getirdiği bir savaşın adıdır.
Çanakkale harbi; kan deryasında dirilişin
destanıdır.
Çanakkale harbi, özlemlerin, hayallerin,
sevdaların, ümitlerin mahşere tehiridir.
Çanakkale harbi, yenilmez denilen devleri
devirerek devleşen kınalı kuzuların harman
oluşudur.
Çanakkale harbi, bu toprağın bedelinin kanla
ödenerek vatan edilişidir.
Çanakkale harbi, benliğinden ve kimliğinden
koparılmaya çalışılan, özgürlüğüne vurulmak
istenen esaret zincirlerine karşı Anadolu’nun
milli direncinin şahlanışıdır.
Çanakkale harbi, Bakara suresi 154. ayetinde
buyrulan;’’Allah yol unda
öldürülenlere
ölüler demeyin! Hayır, onlar diridirler.
Ancak s iz b unu b ilemezsiniz.’’(2) sırrına
mazhar olabilme savaşıdır.
Kıymetli Kardeşlerim!
Milletimiz tarih sahnesinde var olduğu
zamandan bugüne kadar sadece Çanakkale
harbinde alay komutanı ve sancağıyla beraber
ilk defa bir alay kaybetmiştir. Yarbay Hüseyin
Avni ve emrindeki 57. alay son askerine kadar
şehit olmuşlardır ve dünyanın en şanlı alayı
olarak tarihe geçmişlerdir. Savaşın dehşetini ve
Çanakkale savaşını bize kazandıran, Çanakkale
ruhunu büyük komutan şöyle anlatıyor; “Biz
kişilerin kahramanlık sahneleri ile meşgul
olmuyoruz. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini
gösteren, hayrete ve tebrike değer bir örnektir.
Emin olmalısınız ki Çanakkale harbini
kazandıran bu yüksek ruhtur.’’Milli şairimiz M.
Akif ERSOY ise savaşın şiddet ve önemini
yazdığı şu iki mısra ile özetliyor.
’’Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i.
Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı
idi.’’(3)
Muhterem Cemaat!
Çanakkale savaşı ile bir milleti, bir kültürü, bir
dini tarih sahnesinden silmek isteyen
düşmanlarımıza karşı verdiği mücadele ile
“Çanakkale ge çilmez” ruhunu ortaya koyan
atalarımıza karşı bir görev bilip Çanakkale
ruhunu
kendimize
ve
evlatlarımıza
öğretmeliyiz. Çanakkale ruhu bu millete her
zaman lazım olacak manevi bir güç, maddi bir
dayanaktır. Lazıyla, Çerkeziyle, Kürdü ile,
Arab’ı ile Türk’ü ile Çanakkale de bir zafer
kazandık.
Bu kardeşlik destanı olan Çanakkale ruhunu
her zaman iyi hatırlamalıyız ve hatırlatmalıyız,
milletimizin üzerinde oynanan oyunları ona
göre değerlendirip kardeş kavgalarına son
vermeliyiz.
Bu vesile ile tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi
rahmetle ve minnetle anıyor, onlara layık
nesiller olmayı, bu vatan için hayırlı işler
yapmamızı Yüce Mevla’dan niyaz ediyorum.
Göksel ŞAHİN
İmam-Hatip/BAYBURT
Kaynaklar :
1-Tevbe 111
2-Bakara suresi 154
3-Safahat c,1
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : NİSAN 2013
TARİH : 12.04.2013
ُ ‫َﻣﺎ َﻳ ْﻠ ِﻔ‬
ٌ‫ﻋ ِﺘﻴﺪ‬
ٌ ِ‫ﻆ ِﻣﻦ ﻗَ ْﻮ ٍﻝ ِﺇ ﱠﻻ ﻟَﺪَ ْﻳ ِﻪ َﺭﻗ‬
َ ‫ﻴﺐ‬
DİLİN KORUNMASI
Muhterem Müminler!
İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliklerden biri
de konuşma yeteneği yani dilidir. İnsana
konuşma yeteneğini veren Yüce Allah bu istidat
ve kabiliyeti insan dışında başka canlılara
varmemiştir. İnsan bu nimet sayesinde duygu ve
düşüncesini ifade eder. İnanç ve taatin yada
inkar ve isyanını dil vasıtasıyla beyan eder.
Değerli Müminler!
Söz ve beyan; kişinin, îmânî ve ahlâkî durumunu
gösteren parlak bir ayna gibidir. Şeyh Sâd-i
Şîrâzî ne güzel söyler: “İki şey akıl hafifliğini
gösterir. Söyleyecekyerde susmak, susacak yerde
söylemek.” Günümüzde yaşanan pek çok sıkıntı
yanlışbeyandankaynaklanmaktadır. Zîrâ dil,
hayrın anahtarı olabileceği gibi, şerrinde anahtarı
olabilir. Nitekim bir hadisi şerifte Sevgili
Peygamberimiz (s.a.v.): "Ademoğlu sabaha
erdi mi bütün azaları, dile nida edip: "Bizim
hakkımızda Allah'tan kork. Zira biz sana
tabiyiz, sen istikamette olursan biz de
istikamette oluruz, sen sapıtırsan biz de
sapıtırız! derler."(1 )Nitekim İslam büyükleri;
“Üslûb-i
beyân
aynıyla
insandır”
buyurmuşlardır. Dolayısıyla, kâmil bir mü’minin
konuşmasında nâzik ve edepli olmalıdır. Nitekim
âyet-i kerîmede Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:
“Sağında ve solunda, onunla beraber oturan
iki alıcı melek yanında hazır birer gözcü
olarak söylediği her sözü zaptederler..”(2) Bu
nedenle; kâmil mü’minlerin söyleyecekleri söz,
kendilerine veya muhâtaplarına zarar verecekse
sükûtu tercih ederler. Hazret-i Ebû Bekir (R.A)
ne güzel söyler: “Allah rızası için söylenmeyen
bir sözde hayır yoktur. O halde, ne
söylediğini, kime söylediğini ve ne zaman
söylediğini iyi düşün!”
Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet edilen bir hadiste
"Resulullah (s.a.v) buyurdular ki; "Allah'a ve
Ahiret gününe inanan kimse ya hayır
konuşsun ya da sussun." (3)
Değerli Kardeşlerim !
Dil küçük bir cisim olmasına rağmen sevap ve
günah yönüyle fonksiyonu oldukça büyüktür.
İnsanın kişiliği, aklî ve kalbî seviyesi diliyle
ölçülür. Sevap ve günahların birçoğu dil ile
alakalıdır. Sözlerimiz kişiliğimizi yansıtan
belgelerdir. Bu nedenle sözlerimizi düşünüp
taşınıp sonra söylemeliyiz. Her sözümüzün
kayda geçirildiğini unutmayalım. Sükût eden
kurtulmuştur fetvasınca, yalan, gıybet malayani
gibi, amellerimizi boşa çıkaracak sözlerden
sakınalım. Sözün doğrusunu zararımızda olsa
söylemekten çekinmeyelim. Hutbemi bir hadis
mealiyle bitirmek istiyorum.
“Kişinin malayani şeyleri terki İslam'ın
güzelliğinden ileri gelir."(4)
KOMİSYON
KAYNAKLAR
1234-
Tirmizî, Zühd 61, (2409)
(Kâf,17,18
[Tirmizî, Kıyamet 51, (2502)
Tirmizî, Zühd 11, (2318, 2319
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : ARALIK-2013
TARİH : 13.12.2013
‫ﺳ َﻌﻰ * َﻭﺃ َ ﱠﻥ‬
َ ‫ﺎﻥ ﺇِ ﱠﻻ َﻣﺎ‬
َ ‫ﻺﻧ‬
َ ‫َﻭﺃَﻥ ﻟﱠﻴ‬
ِ ْ ‫ْﺲ ِﻟ‬
ِ ‫ﺴ‬
‫ﻑ ﻳُ َﺮﻯ‬
َ ُ‫ﺳ ْﻌﻴَﻪ‬
َ
َ ‫ﺳ ْﻮ‬
DİNİMİZDE ÜRETİCİ OLMANIN ÖNEMİ
Muhterem Müminler!
Yüce dinimiz İslâm ister bu dünya ister ahiret
yararına olsun çalışmayı ibadet saymıştır. Dünya
hayatımızı düzenlemek ve kimseye muhtaç
olmamak, rahat bir yaşayış ve topluma faydalı
olabilmek için üretici olmak ve çalışmak
mecburiyeti vardır. Çalışkan ve üreten insan
hayırlı insandır. Çünkü çalışarak kişi hem
kendine, hem ailesine ve hem de topluma faydalı
olmuş, başkasına yük olmaktan kurtulmuştur.
Kısacası tüketici olmaktan çıkmış üretici
durumuna gelmiştir.
Tembelliğin Müslümanlıkta yeri yoktur. Sevgili
peygamberimiz (s.a.v)
boş duranları hiç
sevmezdi. Bir hadisi şeriflerinde “Allah‘ım !
acizlikten ve t embellikten sana sığınırım”(1)
buyurmuştur.
Muhterem Müminler!
İnsanların dünyada huzurlu, mutlu, onurlu
bir hayat sürdürebilmeleri, ülkelerin mamur hale
gelmesi, gelişip kalkınması, refah huzur ve
düzene kavuşması, hiç şüphesiz çalışmaya ve
üretmeye bağlıdır. Üretici durumda olan milletler
gelişip ve yükselmişler, başkalarına bağımlı
olmaktan
kurtulmuşlardır.
Üretmeyen
toplumlarda tembellik hastalığına yakalanmış,
fakirlikten kurtulamamış ve geri kalmışlardır. Bu
durumda olan milletler kargaşa ve huzursuzluk
gibi pek çok sıkıntı ve problemin ıstırabıyla karşı
karşıya kalmışlardır.
Müslüman; helalinden çalışıp kazanan ve
üreten, kazandığını da belirli sınırlar içerisinde
tüketen tükettiği zamanda israf etmeyen alın teri
ve elinin emeğini yiyendir. Kuran-ı kerim de
“Yiyiniz i çiniz f akat i sraf et meyiniz, çünkü
Allah i sraf ed enleri s evmez.”(2) ve yine “İnsan
için ancak çalıştığı vardır, şüphesiz onun
çalışması ileride görülecektir”(3) buyrulmuştur.
Değerli Müminler!
Günümüzde
insanlara
faydalı
olmak
istiyorsak fert ve toplum olarak çalışmak ve
üretmek zorundayız. Çiftçi tarlasını bağını
bahçesini ekerek, zenginler insanları istihdam
etmek için iş yerleri ve fabrikalar kurarak, ilim
adamları talebeler yetiştirerek bu ülkelerin
kalkınmasına huzur ve refahına katkıda
bulunurlar. Başta peygamberler olmak üzere
bütün büyüklerimiz çalışmayı ve üretmeyi ihmal
etmemişler ve hayatta birer meslek sahibi
olmuşlardır. Hz Adem (a.s) çiftçi, İdris (a.s)
terzi, Nuh (a.s) dülger (marangoz), İbrahim (a.s)
dokumacı, Davut (A.s) demirci, Süleyman (a.s)
hasırcı, Zekeriya (a.s) ve Resulullah (s.a.v) tüccar
idiler.
Muhterem Müminler!
Dinimiz çalışmayı ve üretmeyi nafile
ibadetten daha önemli tutmuştur. İslam dininde
tembellik, zillet, dilencilik ve başkasına yük
olmak yoktur.
Hutbemi Peygamberimiz’in (s.a.v.) bir
hadisi şerifiyle bitiriyorum. “Kişi kendi elinin
emeğinden daha temiz bir kazanç el de
etmemiştir.”(4)
Âdem KELLECİ
İmam Hatip/BAYBURT
Kaynaklar:
1-Muhtarul ehadis shf :28
2- Araf suresi :31. Ayet
3- Necm suresi 39-40. Ayet
4- İbni mace, ticarat 1,724
İLİ
:BAYBURT
AY-YIL :TEMMUZ 2013
TARİH :26.07.2013 4. HAFTA
ْ َ‫ﺕ َﻣﺎ َﺭﺯَ ْﻗﻨَﺎ ُﻛ ْﻢ َﻭ َﻻ ﺗ‬
َ ‫ﻮﺍﻣﻦ‬
‫ﻄﻐ َْﻮﺍ ﻓِﻴ ِﻪ ﻓَ َﻴ ِﺤ ﱠﻞ‬
ِ ‫ﻁ ِﻴّﺒَﺎ‬
ِ ُ‫ُﻛﻠ‬
َ ‫ﻋﻠَ ْﻴ ِﻪ‬
َ ‫ﻋﻠَ ْﻴ ُﻜ ْﻢ‬
‫ﻀ ِﺒﻲ ﻓَﻘَ ْﺪ ﻫ ََﻮﻯ‬
َ ‫ﻏ‬
َ ‫ﻏ‬
َ ‫ﻀﺒِﻲ َﻭ َﻣﻦ ﻳَ ْﺤ ِﻠ ْﻞ‬
َ
Bile bile haram işlemek, haramlarda ısrar etmek
büyük günahtır. İşlenen haramdan bir an önce
vazgeçilmeli, pişmanlık duyup tövbe edilmelidir.
Allah’ın açıkça haram kıldığı bir şeyin helal;
helal kıldığı bir şeyin de haram olduğunu
söylemek, Allah korusun, insanı dinden çıkarır.
Bu konuda bilgili ve hassas olmamız gerekiyor.
Aziz Mü’minler!
HELAL VE HARAM DUYARLILIĞI
Aziz Mü’minler!
İrade sahibi insan için esas olan, iradesini serbest
olarak
kullanabilmesi,
dilediği
gibi
davranabilmesidir. Ancak davranışlara hiçbir
sınırlama
getirilmemesi
hâlinde
hayatın
çekilmez bir hâl alacağı da açıktır. Bu sebeple,
insanlara dünya ve ahiret mutluluğunu
sağlamanın yollarını gösteren dinimiz İslâm,
bazı şeyleri ve davranışları yasaklamış,
bazılarını ise serbest bırakmıştır.
Allah’ın açıkça yasakladığı şeylere “haram”,
yasaklamayıp serbest bıraktığı şeylere de
“helal” diyoruz. Mesela, başkasının malını gasp
etmek, faiz alıp vermek haram, ticaret ve alışveriş yapmak, çalışıp kazanmak helal; zina
etmek haram, evlenip yuva kurmak helaldir.
Bir başka ifade ile Allah’ın emir ve yasaklarına
uymamak haram; yasaklamadığı konularda
dilediğince davranmak helaldir.
Muhterem Müslümanlar!
Dinin getirdiği yasaklar ve kısıtlamalar hayatı
zorlaştırmaya değil; kolaylaştırmaya yöneliktir.
“Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez”1 ayeti
bu gerçeği ifade etmektedir. Hayatımızın
verimini azaltan ve bize zararlı olan şeyleri
Kur'an, “kötü ve çirkin” diye nitelerken; sahip
olduğumuz insanî değerleri korumamızı
sağlayan, bizi yücelten şeyleri de “güzel ve
temiz” diye nitelemektedir.
Haramlar Allah’ın koymuş olduğu sınırlardır.
Yüce Allah, “...Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa
şüphesiz
kendine
zulmetmiş
olur.”2
Buyurmaktadır. Allah’ın haram kılmış olduğu
şeylerden, kendi bakış açımızla “küçük”
diyebileceklerimiz de, “ciddi” gördüklerimiz
kadar önemsenmelidir.
1-Bakara, 2/185.
2Talak, 65/1.
Haram ve helal konularında duyarlı olmak, bizi
yaratan, ilim ve kudreti ile takip ve kontrol
altında bulunduran Allah'a olan imanımızı
kuvvetlendirir ve zinde tutar. Buna karşılık
helal-haram çizgisine dikkat etmeden yaşanan
bir hayat, fıtratın sağladığı iyiye yönelme
eğilimlerini köreltir. Kötü ve zararlı eğilimlerin
önünü açar. İnsan, çok kere sebebini
anlayamadığı bir huzursuzluğa ve mutsuzluğa
düşer.
Haram-helal
konusunda
göstereceğimiz
hassasiyetin önemini ortaya koyması açısından
şu hadis-i şerif oldukça dikkat çekicidir:
“Helal bellidir, haram bellidir. Bu ikisinin
arasında birçok kişinin bilmediği şüpheli şeyler
vardır. Kişi bunlardan sakınırsa dinini, onur ve
haysiyetini korumuş olur. Şüpheli şeylerden
kaçınmayanlar,
koruluğun
kenarında
hayvanlarını otlatan kimse gibidir. Kolladığı
hayvanların her an koruluğa girmesi
mümkündür. Dikkat edin her hükümdarın bir
koruluğu vardır, Allah’ın koruluğu da haram
kıldığı şeylerdir...”3
Muhterem Müslümanlar!
Dinimiz, helalinden kazanıp meşru ve mubah
yerlere harcamamızı ve aşırılıktan kaçınmamızı
emretmektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de;
“Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz ve
helal olanlarından yiyin. Bu konuda aşırı da
gitmeyin, yoksa üzerinize gazabım iner. Gazabım
kimin üzerine inerse o muhakkak helak olur”4
buyrulmaktadır.
HUTBE KOMİSYONU
3
4
Buhârî, “İman”, 39; “Büyû’ ”,2; Müslim, “Müsâkat”, 107-108.
Tâhâ, 20/81.
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : KASIM 2013
TARİH : 01.11.2013, 1. HAFTA
ّ ‫ﺳ ِﺒﻴ ِﻞ‬
ِ�
َ ‫ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺁ َﻣﻨُﻮﺍْ َﻭﻫَﺎ َﺟ ُﺮﻭﺍْ َﻭ َﺟﺎ َﻫﺪُﻭﺍْ ﻓِﻲ‬
َ ‫ﺑِﺄ َ ْﻣ َﻮﺍ ِﻟ ِﻬ ْﻢ َﻭﺃَﻧﻔُ ِﺴ ِﻬ ْﻢ ﺃَ ْﻋ‬
‫�ِ َﻭﺃ ُ ْﻭﻟَﺌِ َﻚ ُﻫ ُﻢ‬
ّ َ‫ﻈ ُﻢ ﺩَ َﺭ َﺟﺔً ِﻋﻨﺪ‬
َ‫ْﺍﻟﻔَﺎﺋِ ُﺰﻭﻥ‬
HİCRET
Muhterem Müslümanlar!
04 Kasım Pazartesi günü 1 Muharrem,
insanlık ve İslam tarihinin dönüm noktalarından
biridir. Müslümanlarca takvim başlangıcı olarak
kabul edilen Hz. Peygamber (s.a.v.) 'in
Mekke'den Medine'ye hicretinin 1435 inci yıl
dönümüdür.
Allah elçilerinin sonuncusu, âlemlere rahmet
olarak
gönderilen
Peygamberimiz
Hz.
Muhammed (SAV) insanları, şirki ve küfrü,
vahşet ve zulmü terk edip, sadece Yüce Yaratana
ibadete, adalete, merhamete, insanî erdemlere
davet etmekteydi. Mekkeli müşrikler bütün
insanlığa rahmet olarak gönderilen bu yüce
Elçi’ye akla hayale gelmedik işkence ve zulmü
reva gördüler. O’na kucak açma, O’nunla insanlık
onuruna yeniden ulaşma yerine; O’nu dışladılar,
hayatına kastettiler. Bu ağır baskılar altında tebliğ
ve davet görevini yerine getiremeyeceğini
anlayan Kâinatın Efendisi, Miladi 622 yılında
Mekke’den Medine’ye hicret etti. Bu hicret asla
bir kaçış olmadığı gibi; sıradan bir göç de
değildir.
Muhterem Müslümanlar!
Hicret; İslâm toplumunun bir güç hâline
gelmesi ve çevresine kendini kabul ettirmesi
sürecinin önemli bir adımı olmuştur.
Hicret; her vesile ile birlik, beraberlik ve
dayanışmayı
vurgulayan
İslâm’ın
hayat
bulmasına yol açan önemli bir olaydır. Hicret;
imanın maddî güç karşısında kazandığı zaferin
simgesidir.
kırpmadan terk eden Mekkeli Muhacirler ile
onları bağırlarına basan, muhtaç oldukları hâlde
onları kendilerine tercih eden Medineli
Müslümanların, Ensarın destanıdır. Bu destanda
fedakârlık, kardeşlik, ahde vefa, birlik ve
beraberlik, değerlerin paylaşımı, özgürlük aşkı,
adalet, saygı ve hoşgörü temel konulardır.
Âlemlere
rahmet
olarak
gönderilen
Peygamberimizin Medine'ye hicreti bu değerlerin
insanlığa yeniden kazandırılması yolunda verilen
mücadelenin en önemli aşamasıdır.
Hicret; Allah’a ibadete, insanî erdemlere,
rahmet ve medeniyete gönlünü açanların zaferi;
bu
değerlere
kapılarını
kapatanların
mağlubiyetidir.
Hicret; nurun hayat buluşu, karanlığın
aydınlığa dönüşüdür. Bu büyük dönüşümün
gerçekleşmesine katkıda bulunmuş olmanın Allah
katında elbette bir mükâfatı vardır. Yüce
kitabımız Kur’an bu mükâfatı: "İman edip
hicret edenlerin ve Allah yolunda mallarıyla,
canlarıyla cihat eden kimselerin mertebeleri,
Allah katında daha üstündür. İşte onlar,
başarıya erenlerin ta kendileridir."1 ayetiyle
dile getirmektedir.
Aziz Kardeşlerim!
Hicreti süsleyen tablolarda çağımız insanı
için alınacak birçok ibret ve ders vardır.
Bencilliğin,
maddeperestliğin,
çıkarcılığın,
adaletsizliğin tahrip ettiği insanlığın aydınlığa
çıkışı; hicretle başlayan ve yeşeren insanî
değerlerin, fedakârlık ve kardeşlik örneklerinin
hayat bulması ile mümkündür.
Günahlarla, isyanlarla kirlenen gönül
dünyamızın, kulluğa, itaate, ibadete yönelmesinin
de gerçek hicret olduğunu unutmayalım.
HUTBE KOMİSYONU
Hicret, Allah rızası için; anadan, babadan,
yardan, diyardan, maldan, mülkten hatta candan,
evlattan vazgeçişin, ibretli ve meşakkatli
kıssasıdır.
Hicret;
her
şeylerini
Allah
için,
göz
1
Tevbe, 9/20.
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : AĞUSTOS 2013
TARİH : 16.08.2013, 3. HAFTA
ُ‫ﺻﺎ ِﻟﺤﺎ ً ِ ّﻣﻦ ﺫَ َﻛ ٍﺮ ﺃ َ ْﻭ ﺃُﻧﺜَﻰ َﻭ ُﻫ َﻮ ُﻣﺆْ ِﻣ ٌﻦ ﻓَﻠَﻨُﺤْ ﻴِﻴَﻨﱠﻪ‬
َ ‫َﻣ ْﻦ َﻋ ِﻤ َﻞ‬
َ
َ
َ ً ‫َﺣ َﻴﺎﺓ‬
َ‫ﺴ ِﻦ َﻣﺎ َﻛﺎﻧُﻮﺍْ َﻳ ْﻌ َﻤﻠُﻮﻥ‬
َ ْ‫ﻁﻴِّ َﺒﺔً َﻭﻟَﻨَﺠْ ِﺰ َﻳﻨﱠ ُﻬ ْﻢ ﺃﺟْ َﺮ ُﻫﻢ ِﺑﺄﺣ‬
İHLÂS VE ÖNEMİ
MUHTEREM MÜSLÜMANLAR
Allahu teala şöyle buyuruyor : “Kim salih amel
işlerse faydası kendinedir. Kimde kötülük
yaparsa zararı kendinedir. Sonra Rabbinize
döndürüleceksinz”(1)
Amellerde ihlâs; bir kalp hareketi ve ruhanî bir
davranıştır. Kalp temizliğinin ve sağlamlığının
bir delilidir. Yalnız Allah'ın rızasını arayan bir
niyettir. Kişinin bütün varlığı ve benliği ile
Allah'a kulluk etmesi ve bu kulluğun da ondan
başkasını düşünmemesidir. İhlâsta Hakkın rızası
talep edilir, yapılan işlerde, riya, gösteriş,
menfaat ve şöhret gayesi güdülmez.
ihlaslı
olmak, bir işi sırf Allah için yapmak
anlamlarına gelir.
AZİZ MÜMİNLER
İslami ve İnsani değer ve duyarlılıkların hızla
aşındığı bir zaman diliminde yaşıyoruz. Kutsal
ve İlahi kavramların anlamlarının içlerinin
boşaltıldığı, her şeyin maddeye indirgendiği ve
adeta
ahiretsiz
bir
hayat
anlayışının
yaygınlaştığına şahit oluyoruz. Sıcak ve samimi
dünyaların yerini sanal dünyalar aldı. Hz.
Peygamber bir hadisi şeriflerinde: “Din,
samimiyettir.’ buyurmuştur.
Kime karşı
diye s orulan s oruya; O
da ‘ Allah’a,
Kitabına,
Rasulüne,
Müslümanların
önderlerine ve bütün Müslümanlara karşı”
buyurdular.”(2) Dinde samimiyetle birlikte
niyet önemlidir. Niyetler de samimi olmalıdır.
Bunun için Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “Yapılan işler niyetlere göre
değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını
niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve
Resûlü’ne var mak, onlara hicret et mekse,
eline ge çecek s evap d a A llah’a ve R esûlü’ne
hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir
dünyalığa veya evleneceği bir kadına
kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de
hicret ettiği şeye göre değerlenir. ”(3)
MUHTEREM MÜSLÜMANLAR
Yaşanan hayat, boşluğu ve başıboşluğu kabul
etmiyor… Hedefsizliğe tahammül yok…
Hayatın merkezine “Allah’a dönmek” gerçeğini
koyup, hayatın yönünü ona göre çizmek
gerekiyor. Hayatımızın bir sınav olduğunu
hatırdan çıkarmamak gerekiyor. Yeryüzünün
neresinde olursak olalım, nerede ve hangi
konumda olursak olalım, her bir konumda,
hayatımızın her biriminde Allah’ın emirlerini
icra ederek sadece O’na kulluk edeceğiz.
MUHTEREM MÜSLÜMANLAR
Rabbimizin her bir emrine secde edeceğiz. Her
yerde,
her
konumda
sadece
Allah’ı
dinleyeceğiz. Hayatımızın her birimini Allah’ın
istediği şekilde düzenleyeceğiz. Hayatımızın her
anında
yüzümüzü,
aklımızı,
fikrimizi,
düşüncemizi, benliğimizi sadece Allah’a
döndüreceğiz. Tüm hayatımızda yönümüzü,
yüzümüzü Allah’a doğru çevirecek, O’nun
istediklerini ön plana alacak, O’nun rızasını
tercih edecek, O’nu hesaba katacak ve O’nun
istediği gibi inanıp O’nun istediği gibi hareket
edeceğiz. Her an O’nun huzurunda olduğumuzu
ve her an O’na hesap vermek durumunda
olduğumuzu unutmayacağız.
Hutbemi Nahl suresinin 97. ayetiyle bitirmek
isityorum.”Erkek ve kadından kim mü’min
olarak sâlih
amel işlerse, elbette onu
(dünyada) güzel bir hayatla yaşatırız. ve
(âhirette) onlara mükâfatlarını, yapmakta
olduklarının en güzeliyle veririz”.(4)
Allah bizleri ihlâslı ve samimi kullarından
eylesin.
Murat BİROL
Din Hiz.ve Eğitimi Şefi
KAYNAKLAR
1-Casiye suresi 15. ayet
2-Müslim, İman, 25
3-Buharî, Bed'ü'1-vahy l, İman 41, Nikah 5,
4-Nahl suresi 97
Bayburt İl Müftülüğünün 19.08.2011 tarihli
hutbesidir
BAYBURT
AY-YIL : EYLÜL 2013
20/09/2013 (3. Hafta)
Ϣϴ˶ Σٙ ήϟ΍
͉ Ϧ˶ ԻϤΣ˸ ήϟ΍
͉ ဃ
˶ ൖ Ϣ˸˶ δ˶Α
˸ Ϛ͊˴ Αέ˴ ϭ
Ϣ˶ ˴Ϡ˴ϘϟΎ˸ ˶ΑϢ˴ ͉Ϡϋ
˳ ˴Ϡϋ
˶ ˴ϥΎδ
˴ ϱ˶ά͉ϟ΍(3) ϡ˵ ή˴ ϛ˸ ˴ Ϸ΍
˴ Ϧ˸ ϣ
˴ ϧϹ΍
˴ Ϣ˸˶ γΎ˶Α˸΃ή˴ ϗ˸ ΍
˶ ˸ ˴ϖ˴ϠΧ˴ (1) ˴ϖϠ˴ Χ˴ ϱ˶ά͉ϟ΍Ϛ˴ ˷Α˶ έ
˴ ˸΃ή˴ ϗ˸ ΍ (2) ϖ
(5)
Ϣ˸ ˴Ϡό˸ ˴ϳϢ˸ ˴ϟΎϣ˴ ˴ϥΎδ
˴ (4)
˴ ϧϹ΍
˶ ˸ Ϣ˴ ͉Ϡϋ
İLİM VE EĞİTİMİN ÖNEMİ
MUHTEREM MÜSLÜMANLAR !
<FHGLQLPL]øVODPLOPHYH okumaya büyük
ELU|QHPYHSD\HYHUPLúWLU=LUDGLQLPL]LQLONHPUL
GROD\ÕVÕ\OD .XU¶DQ-Õ .HULP¶LQ LON QD]LO RODQ D\HWOHUL
RNXPD HPUL\OH LOJLOLGLU øON HPUL “oku” olan
GLQLPL]LQ LOPH |÷UHQPH\H YH H÷LWLPH YHUGL÷L |QHP
JQP]GQ\DVÕQGDNLJHOLúPHOHUVHEHEL ile daha iyi
DQODúÕOPDNWDGÕU 1LWHNLP PLOOHWOHULQ LOHUOHPHVL YH
\NVHOPHVL LOLP IHQ YH WHNQRORML LOH ROGX÷X JLEL
JHULOHPHQLQ DQD QHGHQOHULQLQ EDúÕQGD GD FHKDOHW YH
tembellik gelmektedir. Evet, ilim bir nurdur, bir
KD\DWWÕU &HKDOHW LVH ELU ]XOPHW PDQHYi bir ölüm ve
felakettir.
MUHTEREM CEMAAT!
*QP]GH øVODP DOHPLQL JHUL EÕUDNDQ
|QHPOL VHEHSOHUGHQ ELUL GH KLo úSKHVL] +]
3H\JDPEHUVDYYHúDQOÕHFGDGÕPÕ]GDQPLUDVNDODQ
LOLPYHIHQQXUXQXJHUH÷LJLEL\DúDWPD\ÕSWHPEHOOLN
YH JDIOHWH GDOPDPÕ]GÕU Bu ise hayret verici bir
durumdur. ZiraøVODP'LQLKHUoHúLWPVSHWLOLPOHUH
HQ\NVHNSD\H\LYHUPLú“Bilenlerle bilmeyenlerin
” (1), “B
HPUL\OH LOLP |÷UHQPHN LoLQ
muayyen bir zaman ve mekan ROPDGÕ÷ÕQÕELOGLUPLúWLU
Nitekim; Peygamberimiz (s.a.v.) bir Hadis-i
ùHULIOHULQGH ú|\OH EX\XUPXúWXU
-Erkek) her Müslüman’
LÜMANLAR!
dRFXNODUÕPÕ]ÕQ
LVWLNEDOOHULQL
ND]DQPD
VDGHGLQGHRQODUÕQPVbHWLOLPOHUDOPDODUÕQD\DUGÕPFÕ
ROXUNHQ GLQL H÷LWLPOHULQL GH DOPDODUÕQD øVODPL ahlak
ve terbiyH LOH \HWLúPHOHULQH \DUGÕPFÕ ROPDN GD
oRFXNODUD NDUúÕ HQ |QHPOL J|UHYOHULPL]GHQ ELULGLU
Nitekim
bir
Hadis-L ùHULIOHULQGH Sevgili
Peygamberimiz (s.a.v.); “
terbiyedir.” ( 4) buyurarak çoFXNODUÕQ KHP PDGGL
hem manevi PXWOXOX÷XQX WHPLQ HWPH\H GLNNDW
oHNPLúWLU
%X DUDGD HUNHN YH NÕ] oRFXN IDUNÕ
J|]HWPHNVL]LQ oRFXNODUÕQ H÷LWLPL NRQXVXQGD QH
\DSÕOPDVÕJHUHNL\RUVDRQX\DSPDOÕEXKXVXVWDKLoELU
IHGDNDUOÕNWDQ NDoÕQPDPDOÕ\Õ] =LUD GQ\D YH DKLUHW
saadetinin yegane köprüsü ilimdir. Bilim ve teknikten
JHUL NDOPÕú PLOOHWOHU KLoELU ]DPDQ KX]XU YH JHOLúPH
kaydedemezler.
+XWEHPL RNXPD YH \D]PDQÕQ |QHPLQL
belirten, ilk nazil olan ayetlerin meali ile bitiriyorum.
embriyo’dan
büyük kerem sahibidir.” (5)
HAZIRLAYANIN ADI SOYADI :
6HYJLOL 3H\JDPEHULPL] VDY LOPH YHUGL÷L
önemin bir göstergesi olarak Mekke’den Medine’ye
KLFUHW HGLQFH LON Lú RODUDN 0HVFLG-i Nebeviyi LQúD
HGHUHNELUE|OPQ\DWÕOÕRNXOGHQLOHELOHFHNELUKDOH
JHWLUPLú EXUDGD H÷LWLP YH LOLP IDDOL\HWOHUL LFUD
HWPLúWLU$\UÕFD%HGLU6DYDúÕQGD0VOPDQODUVDYDúÕ
ND]DQPÕú RNXPD \D]PD ELOHQ PúULN HVLUOHUGHQ
fidye istenmeyerek, RQ 0VOPDQ oRFX÷D RNXPD
ya]PD |÷UHWLOPHVL NDUúÕOÕ÷ÕQGD VHUEHVW EÕUDNÕOPDODUÕ
VD÷ODQPÕúWÕU +DGLV-L ùHULIOHUGH EHOLUWLOGL÷L ]HUH
“
müesselerini
Ü
istifadesine
KAYNAKLAR
:
(1) Zümer Suresi ayet 9
(2) Mirkatu’l-Mefatih, cilt1, shf 233
(3) RiyazüsSalihin Terc. Cilt 1, shf 949
(4) 250 Hadis Diy. Yay. S.116, 166 ve Tacu’l-Usul c.5, s.8 Beyrut 1961
(5) Alak suresi ayet 1-7'9..HULPYHDoÕNODPDOÕPHDOL
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : AĞUSTOS 2013
TARİH : 23.08.2013, 4. HAFTA
‫ﻮء ﺇِﻻﱠ‬
ُ ‫َﻭ َﻣﺎ ﺃُﺑَ ِ ّﺮ‬
‫ﺎﺭﺓ ٌ ﺑِﺎﻟ ﱡ‬
ِ ‫ﺴ‬
َ ‫ﺲ ﻷ َ ﱠﻣ‬
َ ‫ﺉ ﻧَ ْﻔﺴِﻲ ﺇِ ﱠﻥ ﺍﻟﻨﱠ ْﻔ‬
‫ﻮﺭ ﱠﺭ ِﺣﻴ ٌﻢ‬
ٌ ُ‫ﻲ ِﺇ ﱠﻥ َﺭ ِﺑّﻲ َﻏﻔ‬
َ ّ‫َﻣﺎ َﺭ ِﺣ َﻢ َﺭ ِﺑ‬
İSLAMDA NEFİS TERBİYESİ
Muhterem Müslümanlar!
Biz insanlar bu dünyaya, Allah’ı tanımak, O’na kulluk
etmek ve O’nun gösterdiği yoldan yürümek için
yaratıldık. Allah’a kulluğa giden bu yol, birçok
engellerle doludur. Nefis ve şeytan bu engellerin en
büyüğüdür. Nefis; heva, heves ve bedenden gelen süfli
arzular, insanın içindeki kötü duyguların, meşru
olmayan isteklerin kaynağıdır.
Dinimizde haram,/ günah olan nice davranış ve
hareketler, günlük hayatımızın adeta bir parçası
olmuştur. Dükkân vitrinleri, Televizyon programları,
şarkı, türkü, eğlenceler nefse hitap ediyor, günaha
yönlendiriyor. Günümüz insanı nefsi iyi tanımıyor, nefis
terbiyesinden habersiz, birçok insan nefislerinin esiri,
kölesi olmuş, her dediğini yerine getiriyor, her isteğini
yapıyor.
“Cehennem, nefsin h oşuna giden şehvetlerle, cennet
ise nefsin hoşlanmadığı zorluklarla kuşatılmıştır”. 1
Nefsin kötü meyillerine, şiddetli arzularına boyun
eğenler, Allah’ın gösterdiği Hak yolda değil, nefsin
gösterdiği yolda yürürler. Ebedi hayatlarını mahvederler.
Ayet-i kerimelerde: “ Kim nefsinin cimriliğinden,
hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin
ta kendileridir”. 2.
Hz Âdem’in oğlu Kabil’i, kardeşi Habil’i öldürmeğe
sürükleyen nefsi olmuştur. Hz. Yakup’un çocukları,
nefislerine aldanmaları neticesinde kardeşleri Yusuf’u
kuyuya attıktan sonra gömleğine sahte bir kan bulaştırıp
onu babalarına götürmeleri nefislerinin kıskançlığından
dolayı olmuştur. Allah’ın samimi kulu Hz. Yusuf (as),
Rabbinden aldığı bir ilham ve uyarı neticesinde
kendisini kandırmak isteyen kadına yüz vermemiş,
nefsine yenik düşmemiştir. Buna rağmen Hz. Yusuf (as)
Peygamber olsa bile nefsine güvenmiyor ve nefsin
günah işleyebileceğini söylüyor.
Nefis, özellikle müspet şeylerde tembellik gösterir.
Saatlerce TV de film seyretmek, eğlenmek, boş vakit
geçirmek onu hiç rahatsız etmez. Fakat günde beş vakit
namaz kılmak, oruç tutmak, malının zekâtını vermek,
camide cemaatle namaz kılmak, ona çok zor ve ağır
gelir, onu rahatsız eder. Nefsin lügatinde haram ve
yasak yoktur. O, isteklerine ulaşmada hiçbir sınır
tanımaz. Her ne olursa olsun, onun istek ve arzularının
yerine getirilmesi tek arzusudur.
Dinimiz İslam, nefsin havasına engel olacak sınırlar
getirir. “Şunlar helaldir, istifade edebilirsin. Bunlar
haramdır, uzak durmalısın, yapmamalısın “ der. Bu
emirlere uyanlar için:
“Rabbinin makamından
korkan ve nefsin kötü arzulardan uzaklaştıran için
ise cennet yegâne barınaktır”. 4
Şeytan, vücut ülkesinde hâkimiyetini ele geçirmek için
nefisin zaaflarından istifade eder. Basiretli insan, vücut
ülkesini ve nefsini iyi tanır, zaaflarını bilir. Zayıf
noktalarını kuvvetlendirir, nefsine karşı direnir. Ona
boyun eğmez.
Hz. Ömer (ra) şöyle demiştir: “Hesaba çekilmeden
önce kendinizi hesaba çekiniz. Büyük hesap günü için
kendinizi hazırlayın. Çünkü kıyamet gününde hesap,
ancak dünyad a iken k endini he saba çekenler için
kolay olacaktır”. 5
Peygamber (sav) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Akıllı kişi nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için
çalışandır. Zavallı (ahmak) kişi ise, nefsinin arzu ve
isteklerine uyan ve buna rağmen hala Allah’tan iyilik
temenni edendir”. 6
Peygamber (sav) Efendimizin, çokça yaptığı bir dua ile
hutbemi bitirmek istiyorum.
“Allah’ım! Nefsime senden sakınma şuurunu,
takvasını ver, nefsimi arındır. Onu en iyi arındıracak
olan Se nsin. Onun ko ruyucusu da Sensin. Allah’ım!
Fayda vermeyen ilimden, huşu duymayan kalpten,
doymayan n efisten, k abul olunmayan duad an s ana
sığınırım.”
Kemalettin AKSOY
Bayburt İl Müftüsü
“Ben nefsimi bütünüyle temize çıkarmıyorum.
Çünkü Rabbimin merhamet e ttikleri h ariç, insan
nefsi/ benliği kötülüğe sürüklemeğe yakındır.” 3
1
4
2
5
Buhari, Rikak. 28.
Haşr su.59/ 9.
3
Yusuf su.12 / 53.
Nazi’at su. 79/ 40-41.
Tirmizi, Sıfatu’l-Kiyame. 25.
6
İbn Mace, Zühd, 31.
‫‪İLİ‬‬
‫‪:BAYBURT‬‬
‫‪AY-YIL :HAZİRAN 2013‬‬
‫) ‪TARİH :07.06.2013, (1. Hafta‬‬
‫ﺳﺎﻓِﻠِﻴﻦَ * ﺇِ ﱠﻻ‬
‫ﺴ ِﻦ ﺗَ ْﻘ ِﻮ ٍﻳﻢ* ﺛ ُ ﱠﻢ َﺭﺩَﺩْﻧَﺎﻩُ ﺃ َ ْﺳﻔَ َﻞ َ‬
‫ﺴﺎﻥَ ﻓِﻲ ﺃَﺣْ َ‬
‫ﺍﻹﻧ َ‬
‫ﻟَﻘَﺪْ َﺧﻠَ ْﻘﻨَﺎ ْ ِ‬
‫ﻮﻥ*‬
‫ﺼﺎ ِﻟ َﺤﺎ ِ‬
‫ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺁ َﻣﻨُﻮﺍ َﻭ َﻋ ِﻤﻠُﻮﺍ ﺍﻟ ﱠ‬
‫ﺕ ﻓَﻠَ ُﻬ ْﻢ ﺃَﺟْ ٌﺮ َﻏﻴ ُْﺮ َﻣ ْﻤﻨُ ٍ‬
‫}‬
‫‪6* , 4‬‬
‫‪ì ób D à‬‬
‫‪ä‬‬
‫‪Hz. Peygamber‬‬
‫‪vø ä‬‬
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : AĞUSTOS 2013
TARİH : 23.08.2013, 4. HAFTA
‫ﻮء ﺇِﻻﱠ‬
ُ ‫َﻭ َﻣﺎ ﺃُﺑَ ِ ّﺮ‬
‫ﺎﺭﺓ ٌ ﺑِﺎﻟ ﱡ‬
ِ ‫ﺴ‬
َ ‫ﺲ ﻷ َ ﱠﻣ‬
َ ‫ﺉ ﻧَ ْﻔﺴِﻲ ﺇِ ﱠﻥ ﺍﻟﻨﱠ ْﻔ‬
‫ﻮﺭ ﱠﺭ ِﺣﻴ ٌﻢ‬
ٌ ُ‫ﻲ ِﺇ ﱠﻥ َﺭ ِﺑّﻲ َﻏﻔ‬
َ ّ‫َﻣﺎ َﺭ ِﺣ َﻢ َﺭ ِﺑ‬
İSLAMDA NEFİS TERBİYESİ
Muhterem Müslümanlar!
Biz insanlar bu dünyaya, Allah’ı tanımak, O’na kulluk
etmek ve O’nun gösterdiği yoldan yürümek için
yaratıldık. Allah’a kulluğa giden bu yol, birçok
engellerle doludur. Nefis ve şeytan bu engellerin en
büyüğüdür. Nefis; heva, heves ve bedenden gelen süfli
arzular, insanın içindeki kötü duyguların, meşru
olmayan isteklerin kaynağıdır.
Dinimizde haram,/ günah olan nice davranış ve
hareketler, günlük hayatımızın adeta bir parçası
olmuştur. Dükkân vitrinleri, Televizyon programları,
şarkı, türkü, eğlenceler nefse hitap ediyor, günaha
yönlendiriyor. Günümüz insanı nefsi iyi tanımıyor, nefis
terbiyesinden habersiz, birçok insan nefislerinin esiri,
kölesi olmuş, her dediğini yerine getiriyor, her isteğini
yapıyor.
“Cehennem, nefsin h oşuna giden şehvetlerle, cennet
ise nefsin hoşlanmadığı zorluklarla kuşatılmıştır”. 1
Nefsin kötü meyillerine, şiddetli arzularına boyun
eğenler, Allah’ın gösterdiği Hak yolda değil, nefsin
gösterdiği yolda yürürler. Ebedi hayatlarını mahvederler.
Ayet-i kerimelerde: “ Kim nefsinin cimriliğinden,
hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin
ta kendileridir”. 2.
Hz Âdem’in oğlu Kabil’i, kardeşi Habil’i öldürmeğe
sürükleyen nefsi olmuştur. Hz. Yakup’un çocukları,
nefislerine aldanmaları neticesinde kardeşleri Yusuf’u
kuyuya attıktan sonra gömleğine sahte bir kan bulaştırıp
onu babalarına götürmeleri nefislerinin kıskançlığından
dolayı olmuştur. Allah’ın samimi kulu Hz. Yusuf (as),
Rabbinden aldığı bir ilham ve uyarı neticesinde
kendisini kandırmak isteyen kadına yüz vermemiş,
nefsine yenik düşmemiştir. Buna rağmen Hz. Yusuf (as)
Peygamber olsa bile nefsine güvenmiyor ve nefsin
günah işleyebileceğini söylüyor.
Nefis, özellikle müspet şeylerde tembellik gösterir.
Saatlerce TV de film seyretmek, eğlenmek, boş vakit
geçirmek onu hiç rahatsız etmez. Fakat günde beş vakit
namaz kılmak, oruç tutmak, malının zekâtını vermek,
camide cemaatle namaz kılmak, ona çok zor ve ağır
gelir, onu rahatsız eder. Nefsin lügatinde haram ve
yasak yoktur. O, isteklerine ulaşmada hiçbir sınır
tanımaz. Her ne olursa olsun, onun istek ve arzularının
yerine getirilmesi tek arzusudur.
Dinimiz İslam, nefsin havasına engel olacak sınırlar
getirir. “Şunlar helaldir, istifade edebilirsin. Bunlar
haramdır, uzak durmalısın, yapmamalısın “ der. Bu
emirlere uyanlar için:
“Rabbinin makamından
korkan ve nefsin kötü arzulardan uzaklaştıran için
ise cennet yegâne barınaktır”. 4
Şeytan, vücut ülkesinde hâkimiyetini ele geçirmek için
nefisin zaaflarından istifade eder. Basiretli insan, vücut
ülkesini ve nefsini iyi tanır, zaaflarını bilir. Zayıf
noktalarını kuvvetlendirir, nefsine karşı direnir. Ona
boyun eğmez.
Hz. Ömer (ra) şöyle demiştir: “Hesaba çekilmeden
önce kendinizi hesaba çekiniz. Büyük hesap günü için
kendinizi hazırlayın. Çünkü kıyamet gününde hesap,
ancak dünyad a iken k endini he saba çekenler için
kolay olacaktır”. 5
Peygamber (sav) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Akıllı kişi nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için
çalışandır. Zavallı (ahmak) kişi ise, nefsinin arzu ve
isteklerine uyan ve buna rağmen hala Allah’tan iyilik
temenni edendir”. 6
Peygamber (sav) Efendimizin, çokça yaptığı bir dua ile
hutbemi bitirmek istiyorum.
“Allah’ım! Nefsime senden sakınma şuurunu,
takvasını ver, nefsimi arındır. Onu en iyi arındıracak
olan Se nsin. Onun ko ruyucusu da Sensin. Allah’ım!
Fayda vermeyen ilimden, huşu duymayan kalpten,
doymayan n efisten, k abul olunmayan duad an s ana
sığınırım.”
Kemalettin AKSOY
Bayburt İl Müftüsü
“Ben nefsimi bütünüyle temize çıkarmıyorum.
Çünkü Rabbimin merhamet e ttikleri h ariç, insan
nefsi/ benliği kötülüğe sürüklemeğe yakındır.” 3
1
4
2
5
Buhari, Rikak. 28.
Haşr su.59/ 9.
3
Yusuf su.12 / 53.
Nazi’at su. 79/ 40-41.
Tirmizi, Sıfatu’l-Kiyame. 25.
6
İbn Mace, Zühd, 31.
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : AĞUSTOS - 2013
TARİH : 30/08/2013 -5. Hafta
َ ْ‫ﻳَﺎ ﺃَﻳﱡ َﻬﺎ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺁ َﻣﻨُﻮﺍْ ﻻَ ﺗ ُ َﺤ ِ ّﺮ ُﻣﻮﺍ‬
‫�ُ َﻟ ُﻜ ْﻢ‬
ّ ‫ﺕ َﻣﺎ ﺃَ َﺣ ﱠﻞ‬
ِ ‫ﻁ ِﻴّﺒَﺎ‬
َ‫� ﻻَ ﻳ ُِﺤﺐﱡ ْﺍﻟ ُﻤ ْﻌﺘَﺪِﻳﻦ‬
َ ّ ‫َﻭﻻَ ﺗَ ْﻌﺘَﺪُﻭﺍْ ﺇِ ﱠﻥ‬
İSLAMDA NİŞAN VE DÜĞÜN ÂDABI
Değerli Mü’minler!
İslamın, korunmasını istediği değerler vardır.
İnsanlar bu değerleri koruyup sahiplendikçe, dünya ve
ahiret mutluluğunu elde etmiş olur. İslama göre;
meşrû ölçüler içerisinde gezmek, eğlenmek, sosyal
etkinliklerde
bulunmak,
mubahtır.
Ama
unutulmamalıdır ki, nefis ve şeytanın isteklerini
yerine getirmenin, geçici zevklerine uymanın sonu da
pişmanlıktır. Dünya nimetlerinin bazıları insanları
eğlendirmek, mutlu kılmak için ihsan edilmiştir.
Fakat bu eğlenmenin sınırlarını da aşmamak
gerekmektedir. Çünkü, dinimizde her şeyin bir ölçüsü
ve sınırı vardır.
Değerli Mü’minler!
İnsanlar üreme ve çoğalmayı evlilik yoluyla
gerçekleştirirler. Müslüman evlenirken ve düğün
yaparken islamın kurallarına dikkat etmeli, israftan,
aşırılıktan ve meşrû olmayan eğlencelerden, uzak
durmalıdır. Bu hususta Yüce Rabbimiz bizleri, şöyle
uyarmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’ın size helal
kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin
ve (Allah’ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü A llah
haddi aşanları sevmez.”1
Şu halde düğünlerimizde milli ve manevi
değerlerimizle bağdaşmayan davranışlardan kaçınmak
biz müslümanlar için zorunlu bir görevdir.
Kıymetli Mü’minler!
Dinimiz, mütevazılığı ve ölçülü olmayı öğütlediği
halde, günümüz düğünlerinde bu değerler aşılmakta,
israf ve ölçüsüz davranışlar sergilenmektedir. Bazı
yerlerde düğünler cadde ve sokaklarda, apartmanların
önlerinde yapılmaktadır. Geceleri geç saatlere kadar
devam eden gürültülü eğlenceler çevreyi rahatsız
etmektedir. Hatta silahlar atılmakta ve bu yüzden
zaman zaman kaza kurşunları ile insanlar hayatlarını
kaybetmektedir. Hâlbuki dinimiz her türlü aşırılığı
ve israfı yasaklamıştır. Sevgili Peygamberimiz
(sav) “Nikâhın (düğünün) en hayırlısı, kolay ve
külfetsiz olanıdır.”2 Buyurmaktadır.
Bunun yanında dinimiz, meşru eğlenceyi ve
erkek-kadın karışımı olmadan eğlenmeleri teşvik
etmiştir. Önceden yalnızca örf olan velîme, yani
düğün yemeği, Hz. Peygamber (sav)’in
uygulaması ile sünnete dönüşmüştür. Düğün
dolayısıyla yemek vermek ve bunu misafirlere, eşdost ve yöredeki fakirlere ikram etmek esastır.
Hatta Efendimiz (sav), “Fakirlerin çağrılmadığı
düğün yemeğinde hayır yoktur.”3 diye
buyurmuştur. Abdurrahman b. Avf ‘ın evlendiğini
öğrenen Peygamberimiz (sav) kendisine, “Bir
koyun keserek de olsa düğün yemeği ver.”4 diye
emretmiştir.
Muhterem Müslümanlar!
Kısaca, her iki tarafı zora sokmadan, mutluluk
için kurulan yuvayı borç yumağı haline
dönüştürmeden, tarafların maddi imkanları göz
önünde bulundurulmak suretiyle İslam’ın
emrettiği ölçüler içerisinde yapmaya azami gayret
göstermek ve Peygamber Efendimiz (sav)’in
sünneti dışına çıkmamaktır.
Recep MEMİŞ
İmam-Hatip/AYDINTEPE
Bayburt müftülüğünün 01.07.2011 tarihli
hutbesidir
KAYNAKLAR
1-Mâide Suresi, 87
2-Buhari, Nikah 72;Müslim, Nikah 107;
3-İbn Mâce, Nikah 25
4-İbn Mâce, Sünen, H.No:1907
İLİ
:BAYBURT
AY-YIL :MAYIS 2013
TARİH :24.05.2013 4. HAFTA
‫َﻭﺍ ْﻋﻠَ ُﻤﻮﺍْ ﺃَﻧﱠ َﻤﺎ ﺃ َ ْﻣ َﻮﺍﻟُ ُﻜ ْﻢ َﻭﺃ َ ْﻭﻻَﺩُ ُﻛ ْﻢ ﻓِﺘْﻨَﺔٌ َﻭﺃ َ ﱠﻥ‬
‫�َ ِﻋﻨﺪَﻩُ ﺃ َ ْﺟ ٌﺮ َﻋ ِﻈﻴ ٌﻢ‬
ّ
İSLAM’DA ÇOCUK EĞİTİMİ
Muhterem Müslümanlar!
Dinimiz İslâm, insana Dünya ve Ahiret için bir
takım görev ve sorumluluklar yüklemiştir. İşte
bu sorumluluklardan biri de çocukların
eğitimidir. Yeryüzünü imar etmek ve Rabbinin
dilediği biçimde bir hayat sürdürmek üzere
dünyaya gönderilen yavru anne, babasının
elinde yoğrulmaya hazır şerefli bir emanettir.
Bu emanete sahip olmakla mükellef olan annebaba, bu emaneti korumayı iman ödevi
bilmeli, böylesine yüce bir emaneti gözleri
gibi korumalıdır. Aksı halde bu emanete
hıyanet etmiş olur. Bu sebeple Cenab-ı Hak
“Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız (sizin
için) bir imtihandır. Büyük mükâfat Allah
katındadır.”(1) buyurmaktadır.
Muhterem Kardeşlerim!
Her hususta örnek aldığımız Allah Resulü
(s.a.v.) bu hususta bizi aydınlatmıştır. O yüce
Peygamberimiz
bir
babayı
uyarırken
“Çocuğun senin üzerinde hakkı var” (2)
buyurduğunda, acaba karnını doyurup, sırtını
giydirmeyi kast etmiş olabilir mi? Yoksa anne
baba olmak demek, hayata yeni katılmış bu
küçük emanetin bedenine olduğu kadar, aklını
donatıp gönlünü beslemek, kısacası onun
manevi gelişimini de üstlenmek demek değil
midir?
Muhterem Müminler!
Peygamberimizin, çocuğu cisminin küçüklüğü
ile değil ruhunun yüceliği ile değerlendirdiğini
gösteren sayısız örnekleri vardır. Çocukların
yanından geçerken onlara selam verir.(3)
Onların dertleriyle ilgilenir, duygularını
paylaşır, öyle ki bir yahudi çocuğu
hastalandığında ziyaretine gitmekten, onu
müslüman
olmaya
davet
etmekten
(4)
Çocukların tercihlerini dikkate
çekinmezdi.
alırdı. Annesi ve babası boşanan bir çocuğa
hangisiyle yaşamak istediğini sormuş, çocuğun
anne-babasına bu karara saygılı olmaları
mesajını vermiştir.(5) İbadet hayatından çocuğu
uzaklaştırmaz, camide ses yapıyor diye
kovmaz, çocuklara vakit namazlarında özel bir
saf ayırırdı.(6)
Çocuğa geleceğin yetişkini gözüyle bakan
Rahmet Elçisi, onu adam yerine koyar, eğitimi
ile özel olarak ilgilenmesini, kul olma
bilinciyle yetiştirilmesini, varlığına değer
verilmesini, yokluğuna sabredilmesini isterdi.
Muhterem Müminler!
Çocuklarımızın bizlere saygı duymasını,
gelecek nesilleri sevmesini, başarılı olmalarını
istiyorsak, onları sevelim ve ilgiyle eğitelim.
Unutmayalım ki bu sorumluluk şuuru
içerisinde yetiştirilen çocuklar ebeveyn için
"Cennet çiçeğidir." "Gönül meyvesidir."
"Berekettir" Dünyada nur, Ahirette sürur dur.
Efrail GÜLSÜM
Müezzin-Kayyım/BAYBURT
Kaynaklar:
123456-
Enfal S.28
Müslimin Siyem
Müslimin Siyem
Buhari Merda 11
Tirmizi Ahkam 21
Ebu Davut Salat 96
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : NİSAN 2013
TARİH :26.04.2013
َ‫ﻋﺪُﻭﻥ‬
‫َﻭ ِﻓﻲ ﺍﻟ ﱠ‬
َ ‫ﺴ َﻤﺎء ِﺭ ْﺯﻗُ ُﻜ ْﻢ َﻭ َﻣﺎ ﺗُﻮ‬
KANAATİN ÖNEMİ
Muhterem Müslümanlar!
Kanaat; bulunduğu hale razı olmak ve bu
taksimin Allah’u Teâlâ tarafından yapıldığını
tasdik etmek, böylece nefsanî zevklerden
ayrılıp, ruhani zevki ele geçirme halidir.
Rasulüllah (s.a.v.) bir hadisi şeriflerinde: “Size
kanaat etmek gerekir, zira kanaat
tükenmeyen bir hazinedir”(1) buyurmuşlardır.
Kur’an-i Kerimde Cenab-ı Hak; “Rızkınız da,
size söz verilen azap da yukarıdan gelir.”(2)
fermanına inanan bir kimse hırstan, tamahtan
ve buna bağlı kötü huylardan kurtulmuş, huzur
ile ömrünü geçirmiş olur. Çünkü taksimatta
ayrılmış olan rızkın kişiye ulaşmasını Dünyada
ki bütün insanlar birleşip, mani olmaya
kalksalar, mani olamazlar. Bütün insanlar bir
araya gelseler, taksimatta ayrılan rızıktan
fazlasını veremezler.
Muhterem Müminler!
Müslüman olan, Ahiretin ebedi felaketinden,
kâfi miktarda yiyeceği bulunan dünya
sefaletinden, kanaat sahibi olan dilencilik
rezaletinden kurtulmuştur. Ashab-ı Kiram en
ağır şartlar altında hem imanlarını hem de
vatanlarını muhafaza ettiler. Ellerinde olanla
yetinip üzerlerine düşeni yapmaktan asla
tereddüt göstermediler. Peygamberimizin şu
öğüt veren sözleriyle hutbemize son verilim.
“Haramdan sakın ki insanların en abidi
olasın. Allah’ın sana taksim ettiğine razı ol
ki insanların en zengini olasın..”(5)
Ömer ERDOĞAN
Değerli Kardeşlerim!
Peygamberimiz (s.a.v.) hadisi şerifinde;
“Zenginlik mal çokluğundan (ibaret)
değildir, asıl zenginlik gönül zenginliğidir” (3)
buyurmaktadır. Mümin için yücelik; Taat ve
ibadetle, alçaklık isyan etmekte, büyüklük gece
ibadete kalkmakta, hikmet; midenin boş
bırakılmasında, zenginlik kanaat etmektedir.
İnsan, hırsa kapılmamak için bazı tedbirlere
riayet etmek zorundadır. Nimete şükretmeli,
elde olana kanaat etmeli. Gerek mal, gerek
sıhhat, gerekse sair hususlarda kendinden aşağı
olana bakmalıdır. Peygamber efendimiz (s.a.v.)
bir hadisi şerifinde şöyle buyurmaktadır;
“Allah size verdiği nimetler hususunda
sizden üstün olanlara değil, sizden aşağıda
olanlara bakınız. Zira Allah size verdiği
nimetleri hor görmemeniz için bu daha güzel
davranıştır” (4)
Yaylapınar Köyü Camii İmam-Hatibi
KAYNAKLAR
12345-
Feyzül Kedir C:4, S:346
Zaariyat S. 22
Buhari – Müslim
Buhari – Müslim - Tirmizi
Feyzül Kedir C:1,S.125
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : NİSAN 2013
TARİH : 05.04.2013
‫َﻳﺎ ﺃَﻳﱡ َﻬﺎ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺁ َﻣﻨُﻮﺍْ ﻻَ ﺗَﺄ ْ ُﻛﻠُﻮﺍْ ﺃ َ ْﻣ َﻮﺍﻟَ ُﻜ ْﻢ‬
ً ‫ﺎﺭﺓ‬
ِ ‫َﺑ ْﻴﻨَ ُﻜ ْﻢ ِﺑ ْﺎﻟ َﺒ‬
َ ‫ﺎﻁ ِﻞ ﺇِﻻﱠ ﺃَﻥ ﺗ َ ُﻜﻮﻥَ ﺗِ َﺠ‬
‫ﺴ ُﻜ ْﻢ‬
ٍ ‫ﻋﻦ ﺗ َ َﺮ‬
َ
َ ُ‫ﺍﺽ ِ ّﻣﻨ ُﻜ ْﻢ َﻭﻻَ ﺗَ ْﻘﺘُﻠُﻮﺍْ ﺃَﻧﻔ‬
ً ‫�َ َﻛﺎﻥَ ﺑِ ُﻜ ْﻢ َﺭ ِﺣﻴﻤﺎ‬
ّ ‫ﺇِ ﱠﻥ‬
İSLAM’DA TİCARET AHLAKI
Muhterem Müslümanlar!
İnsanoğlu tabii ihtiyaçları için ticaretle
uğraşmaktadır. Alıcı ve satıcı olarak ticaretin
içinde olacaktır. İslâm Dini her konuda olduğu
gibi ticarette de ölçüler koymuş ve ticareti
mubah kılmıştır. Nitekim Allah Teâlâ
okuduğum ayeti kerimede; “Ey İnananlar!
Mallarınızı aranızda haksızlıkla değil,
karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle yiyin,
haram
ile
nefsinizi
mahvetmeyin”(1)
buyurarak ticareti meşru kılmış, Sevgili
Peygamberimiz bu beşeri faaliyete bizleri
teşvik etmiştir.
dikkat çekmektedir. Zaman zaman ticaret
hayatını denetleyen, Peygamber Efendimiz bir
gün pazarda gezerken elini bir buğday yığınına
daldırdı, eline yaşlık geldi, satıcıya bu nedir
diye sordu? Satıcı yağmur yağdığını söyleyince
Peygamber Efendimiz; “İnsanların görmesini
sağlamak için yaşlığı üste getirebilirdin. Bizi
aldatan bizden değildir” (3) buyurarak ticarette
yanlışlık yapanları uyarmıştır.
Değerli Müminler!
Bir Müslüman olarak, müşteriyi dinde
kardeşimiz bilip alış-verişte onun hakkınıhukukunu korumalıyız. Peygamberlerin İslâm
büyüklerinin ticaretteki davranışlarından örnek
almalıyız. Ticarette helalinden kazanmalı
soframıza helal rızık koymalıyız. “Doğru sözlü,
dürüst ve güvenilir tacir; nebiler, sıddıklarla ve
şehitlerle beraberdir”(5) Peygamberin müjdesini
unutmamalıyız.
Recep BİRİNCİ
Aydıncık Köyü Camii İmam-Hatibi
Kıymetli Kardeşlerim!
Yüce Dinimiz üretici ve tüketiciyi mağdur eden
ve fiyatların yükselmesine sebep olan gereksiz
aracıları istememektedir. Peygamber Efendimiz
bir hadisi şeriflerinde; “Alışveriş ederken
alacağını talep ve borcunu ödemede kolaylık
gösterene Allah rahmet eylesin” (4) buyurarak
borcu zamanında ödemeye dikkat çekiyor. Her
şeyin bir adabı olduğu gibi, İslâm’da ticaret
ahlakının da adabı vardır. Bunları kısaca şöyle
sıralayabiliriz; Ticaret dini ölçülere uygun
olmalı. Alışveriş bizi ibadetten, zikirden
alıkoymamalı, Allah’ın verdiğine şükretmeli.
Malı satarken değerinin üstünde göstermemeli
Karaborsacılık, faizcilik, ölçü ve tartıda hile
yapmamalı, yemin etmemeli. Toplumun
zararına olan haram malları satmamalı
Müşteriyi kandırmamalı, aldatmamalı
Muhterem Müminler!
Ticarette ölçü doğruluk ve güven üzere
kurulmuştur. Hayat rehberimiz Muhammed
(s.a.v) “Sözü muamelesi doğru olan tüccar
kıyamet günü arşın gölgesinde gölgelenecek
zümreden biridir”(2) buyurarak bu gerçeğe
Kaynaklar:
12345-
Nisa S.: A.29
-İbnimace
Kütübü sitte (Alışveriş)
Buhari (Alışveriş)
Tirmizi Büyü 4, İbni Mace Ticaret 1
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : MART 2013
TARİH : 08.03.2013 (2. HAFTA)
َ‫�َ ﻳ ُِﺤﺐﱡ ْﻟ ُﻤﺘَ َﻮ ِ ّﻛﻠِﻴﻦ‬
ّ ‫�ِ ِﺇ ﱠﻥ‬
ّ ‫ﻋﻠَﻰ‬
َ ‫ﻋﺰَ ْﻣ‬
َ ‫ﺖ ﻓَﺘَ َﻮ ﱠﻛ ْﻞ‬
َ ‫ﻓَﺈِﺫَﺍ‬
İSTİKLAL MARŞI VE MEHMET AKİF ERSOY
Muhterem Müslümanlar!
Milletimizin düşman istilasından kurtulması ve
bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmesi,
Kurtuluş savaşıyla olmuştur. Milli mücadele
yıllarında ve sonrasında insanımızın mücadele
azmini şiir ve yazılarıyla güçlendiren Mehmet
Akif ERSOY, şairliğinin yanında milletin şuur ve
bilinçlendirmek için Anadolu’yu şehir şehir
dolaşarak hutbe ve vaazlar irad eden mümtaz bir
vatanseverdir. İşte bu dava adamı Mehmet
Akif’dir. Bunun açık delilide İstiklal Marşımızın
kendisidir. Nitekim O’nun:
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.”
Mısralarındaki vatanseverlik duygusu ve söyleyiş
güzelliğini
yüreklerimizin
derinliklerinde
hissetmemek mümkün müdür.?
Değerli Müminler!
Mehmet Akif, müspet ilimlerle birlikte din
ilimlerindeki derin malumatı, yaşantısındaki
tutarlılık ve istikamet sahibi biri olmasıyla da
milletimize ve nesillerimize örnek bir kişiliktir.
Mehmet Akif, cahilane taassup, körü körüne
tarafgirlik ve önyargının da hep karşısında
olmuştur. O şöyle der: “Eski, eski olduğu için
atılmaz, fena ve faydasız olursa atılır. Yeni de
yeni olduğu için alınmaz, iyi ve faydalı olursa
alınır.”(1)
Aziz Kardeşlerim!
Mehmet Akif’in vefa ve karakter abidesi bir
kişilik olduğunu gösteren şu olaya bir bakın: 1911
yılı başlarında Baytarlık Dairesi, kâtiplik için
imtihan açar ve kazanan bir genç, işe alınır.
Mehmet Akif daha önce tanımadığı, fakat zeki ve
kabiliyetli bulduğu bu gençle ilgilenir, ona yardım
eder; Mülkiye’ye devam etmesi için yarım gün
izin verir... Akif’in bu alâkasından, onun, genci
daha önce tanıdığı ve ona imtihanda yardım ettiği
neticesini çıkaranlar, çocuğun işine son verirler.
Olayı ve nedenini birkaç gün sonra öğrenen Akif,
derhal istifa ederek, daireden ayrılır. Birkaç gün
sonra genç geri işe alınır ve ricalar sonucu Akif de
vazifesine döner.
Muhterem Kardeşlerim!
Mehmet Akif, memleketimizin birçok yönden geri
kalmasını ve maddi manevi noksanlıklarla uğraşıp
zaman kaybetmesini de yanlış tevekkül anlayışına
bağlar. “Bir kere azmettin mi, artık Allah’a
dayan”(2)
ayetini
tefsir
eden
şiirinde,
azmetmenin; zamanın icapları doğrultusunda
çalışıp didinip gayret göstermek olduğunu söyler
ve şöyle seslenir:
“Mâdem ki didinmez, edemez, uğraşamazsın;
İksîr-i bekâ içsen, emîn ol, yaşamazsın.
'Allah'a dayandım!' diye sen çıkma yataktan...
Ma'nâ yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdan!
Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz;
Davranmıyacak kimse bu meydana atılmaz.
Ey yolcu, uyan! Yoksa çıkarsın ki sabâha:
Bir kupkuru çöl var; ne ışık var, ne de vâha!(3)
Biz de bu büyük vatan evladına Allah Teâlâ’dan
(c.c) rahmet diliyoruz. Hutbemizi yine O’nun
manalı sözleriyle bitiriyoruz:
Âlemde ne ektinse biçersin onu mutlak
Öyleyse nedir şer yaparak faide ummak (4)
Hutbe Komisyonu
Kaynaklar:
1)M.Akif’in Makaleleri, Doç.Dr.Abdulkerim
Abdulkadiroğlu, Kültür Bak. Yayınları.
2)Ali.İmran,159.
3)Safahat, M.Akif, Azimden Sonra Tevekkül
4)Safahat, M.Akif, Terkib-i Bend.
İLİ
:BAYBURT
AY-YIL :MAYIS 2013
TARİH :17 /05/2013
َ ‫ﺼ َﻼﺓ‬
‫َﻭﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺍ ْﺳﺘَ َﺠﺎﺑُﻮﺍ ِﻟ َﺮﺑِّ ِﻬ ْﻢ َﻭﺃَﻗَﺎ ُﻣﻮﺍ ﺍﻟ ﱠ‬
ُ ‫َﻭﺃ َ ْﻣ ُﺮ ُﻫ ْﻢ‬
‫ﻮﺭﻯ َﺑ ْﻴﻨَ ُﻬ ْﻢ َﻭ ِﻣ ﱠﻤﺎ َﺭﺯَ ْﻗﻨَﺎ ُﻫ ْﻢ‬
َ ‫ﺷ‬
َ‫ﻳُﻨ ِﻔﻘُﻮﻥ‬
:‫ﺳﻠﱠ َﻢ‬
َ ُ�
َ ِ�‫ﺳﻮ ُﻝ ﱠ‬
َ ‫ﻋﻠَ ْﻴ ِﻪ َﻭ‬
‫ﺻﻠﱠﻲ ﱠ‬
ُ ‫ﻗَﺎ َﻝ َﺭ‬
« ‫َﺎﺭ ُﻣ ْﺆﺗ َ َﻤ ٌﻦ‬
ْ ‫» ﺍ ْﻟ ُﻤ‬
ُ ‫ﺴﺘَﺸ‬
MÜMİNLER İŞLERİNİ İSTİŞÂRE İLE
YÜRÜTÜR
Muhterem Müminler!
Müslümanlar, hicret sonrası Medine'de namazı
cemaatle kılmak için vakit tespiti yaparlardı. Bir
gün bu meseleyi aralarında konuşmak üzere bir
araya geldiklerinde bir kısmı, “Hıristiyanların çanı
gibi çan çalalım” bazıları da “Yahudilerin borusu
gibi boru kullanalım” dediler. Hz. Ömer ise:
“Namaz
için
nida
edecek,
bir
kişi
görevlendirmemiz daha uygun olmaz mı?”
teklifinde bulundu. Bunun üzerine Efendimiz
(s.a.v.): “Kalk ey Bilal! Namaz için nida et!”(1)
buyurdular.
Muhterem Müminler!
İstişare, bir mesele hakkında biri veya bir
topluluğun görüşünü sormak, onlara danışmak
anlamlarına gelir. Yüce Rabbimiz; “Müminler
Rablerinin çağrısına uyarlar, namazı özenle
kılarlar. İşleri aralarındaki istişâre ile yürür.
Kendilerine verdiğimiz rızıktan başkaları için
harcarlar” (2) ayetiyle istişare etmeyi, iyi mümin
olmanın vasıfları arasında saymıştır.
Vahyin belirlemiş olduğu konular dışındaki
meselelerde, Efendimiz (s.a.s.) ve ashabı, işlerini
istişâre ile yürütmeyi prensip haline getirmişlerdir.
Bedir Savaşı sonrası esirlere uygulanacak muâmele,
Uhud Savaşı stratejisinin belirlemesi gibi
hususlardaki
uygulamalar,(3)
Peygamber
efendimizin hayatından sadece bir kaç istişare
örneğidir.
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in hilafetlerinde
alacakları önemli kararları, ashabın önde
gelenleriyle istişâre ederek almaları, istişarenin
önemini gösteren uygulamalardır. (4)
Muhterem Müminler!
İstişare neticesinde varılan karar, işin ehli
kimselerin fikirleri ile alınan ortak karar olması
sebebiyle isabet oranı oldukça yüksek olacaktır.
Bunun yanında istişâre insana, kendi düşüncesi
dışında da görüşler olduğu gerçeğini görme fırsatı
verir. Dahası, “Her bilenin üzerinde daha iyi
bilen biri vardır” (5) ayetinin hakikati de fiilen
yaşanıp, idrak edilir. Bu bakımdan istişâre, sadece
bir konuda fikir danışma eylemi olarak da
görülemez. Hakiki anlamda istişare, maddî-manevî
bakımdan yardımlaşma, dayanışma ve fikir
alışverişi olmasının ötesinde, nefsin kişinin önüne
kurduğu “en iyi ben bilirim” engelini geçme fırsatı
sunar. Diğer taraftan istişare herkesle değil, iyilik
ve takvâ üzere yardımlaşmanın ne olduğunu bilen,
işin ehli, aklî melekeleri yerinde ve onları en iyi
şekilde kullanan, tecrübe birikimine sahip olan ve
fikri sağlam kimselerle yapılmalıdır.
Muhterem Müminler!
Yüce Rabbimiz, peygamber efendimizin şahsında
bizlere; “İş hakkında onlara danış, karar verince
de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine
güvenenleri sever”(6) tavsiyesinde bulunmaktadır.
Bu tavsiye gereğince işlerimiz nasıl yürüteceğimiz
konusunda danıştıktan sonra verilen kararın
uygulanma safhasında da Allah’a tevekkül etmek
gerekir.
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
Kaynaklar
1 -İbn Hanbel, II, 148.
2 -Şûrâ Sûresi, 42/38.
3-İ. Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara 2004,s170, 184.
4-M.Yusuf Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, çev:A Arslan, İstanbul , II/92-97.
5- Yusuf Sûresi, 12/76.
6- Âl-i İmrân Sûresi, 3/159.
İLİ
:BAYBURT
AY-YIL : KASIM2013
TARİH : 29.11.2013 (5. HAFTA)
‫ﺍﻟﺮ ِﺣ ِﻴﻢ‬
‫ﺍﻟﺮ ْﺣﻤٰ ِﻦ ﱠ‬
‫� ﱠ‬
ِ ‫ِﺑﺴ ِْﻢ ﱣ‬
َ ‫َﻭ ِﻣ ْﻦ ُﻛ ِّﻞ‬
َ‫ﺷ ْﻲءٍ َﺧﻠَ ْﻘ ﻨَﺎ ﺯَ ْﻭ َﺟﻴ ِْﻦ ﻟَﻌَﻠﱠ ُﻜ ْﻢ ﺗَﺬَ ﱠﻛ ُﺮﻭﻥ‬
(Zariyat, 51/49)
:‫ﺳﻠﱠ ْﻢ‬
ُ ‫َﻭ ﻗَﺎ َﻝ َﺭ‬
‫ﺻﻠﱠﻰ ﱣ‬
ِ ‫ﺳﻮ ُﻝ ﱣ‬
َ ُ�
َ ‫ﻋﻠَ ْﻴ ِﻪ َﻭ‬
َ �
ُ‫ﺿ ﱠﻢ ﺃَﺻﺎَﺑِﻌَﻪ‬
َ ‫ َﻭ‬:‫ﻋﺎ َﻝ ﺟﺎ َ ِﺭﻳَﺘَﻴ ِْﻦ َﺣﺘﱠﻰ ﺗ َ َﺒﻠﱠﻐَﺎ َﺟﺎ َء َﻳ ْﻮ َﻡ ْﺍﻟ ِﻘﻴَﺎ َﻣ ِﺔ ﺃَﻧَﺎ َﻭ ُﻫ َﻮ‬
َ ‫َﻣ ْﻦ‬
KADIN: EVLAT, EŞ VE ANNE OLARAK
(Müslim, “Birr”, 149)
Değerli Mü’minler!
Yüce Allah, evrendeki her şeyi çift yaratmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de, “Düşünüp ibret alasınız diye her
şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.”1ayetiyle bu
gerçek dile getirilmektedir. Allah katında saygın bir
yere sahip olan insan da kadın ve erkek olarak
yaratılmıştır. Her varlığın yaratılışında olduğu gibi
erkek ve kadının yaratılışında da sayısız hikmetler
mevcuttur.
Kadınların geçmişte ve günümüzde gerek ailede
gerekse toplumsal yapıda her zaman hak ettikleri
saygı ve değeri gördükleri söylenemez. Öyle ki
insanlık tarihinde kadının insan olup olmadığı
tartışılacak kadar insaftan uzaklaşılmış hatta o,
namusa leke süren bir varlık olarak düşünülmüş ve
hayat hakkı hiçe sayılarak kumlara gömülecek
derecede vahşi muamelelere maruz kalmıştır.
Üzülerek belirtelim ki, günümüzde de boyut ve
biçimi farklı olsa da benzeri uygulamalara şahit
olmaktayız. Bu muamelelere maruz kalan kadın,
Allah’ın bize bir emaneti olan eşimiz, Rabbimizin
bize göz aydınlığı olarak verdiği kızımız,
yaratılışımızda hatta hayatımız boyunca ilk
sığınağımız, anamızdır. Analarımız bizlerin dünyaya
gelmesine vesile olan fedakârlık sembolü kimselerdir.
Yaşımız her ne olursa olsun hepimiz annelerimizin
sevgi, şefkat ve merhametine muhtaç oluşumuzu
derinden hissederiz.
Muhterem Mü’minler!
Bir eş olarak kadın, hayat arkadaşımızdır.
Hayatın zorluklarını, üzüntü ve kederlerimizi onunla
paylaşarak hafifletiriz. O, bizim sadık bir dert
ortağımızdır. Huzur ve mutluluğumuzu onunla
paylaştıkça hayatımız daha bir anlam kazanır. Zaten
aile yuvasının kuruluşunun temel esprisi de bu değil
midir?
“İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız
eşler yaratıp, aranızda sevgi ve rahmet var etmesi,
Allah’ın (varlığının ve kudretinin) delillerindendir.
Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için dersler
vardır.”2âyeti, duygu ve sözlerimize ne güzel de
tercüman oluyor.
Eşlerimizle bizler arasında var olan sevgi ve
rahmet ilahî kökenlidir. Unutmayalım ki, onlar bize,
biz de onlara Allah’ın birer emanetiyiz. Kur’an-ı
Kerim’de, mü’min erkek ve kadınların birbirlerinin
dostu oldukları ve birbirlerine iyiliği tavsiye edip
kötülükten sakındırdıkları3 bildirilmiştir.
Acısıyla, tatlısıyla bir ömür boyu beraber hayat
sürecek eşlerin dostluğa, karşılıklı sevgi ve saygıya
herkesten daha çok ihtiyaçları olduğu açıktır. Kur’an-ı
Kerim’de; “...Eşlerinizle, iyi geçinin. Eğer onlardan
hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah’ın hakkınızda çok
hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış
olabilirsiniz.”4 buyurulmaktadır.
Aziz Müslümanlar!
Kadın, canımız kadar hatta ondan daha çok
sevdiğimiz kızımızdır, evladımızdır. Üzülerek
belirtelim ki, kız evladını ikinci plana iten bazı yanlış
tutum ve anlayışlar varlığını hâlâ sürdürmektedir.
Unutmayalım ki, kız olsun erkek olsun, onlar bize
Yüce Mevla’mızın sevinç ve mutluluk kaynağı
kıldığı,
huzur
kaynağı
yaptığı
nimetlerdir.
Çocuklarımıza karşı davranış biçimimizi, onlara
göstereceğimiz şefkat ve merhametin ölçüsünü
cinsiyetleri belirlememelidir. Onların birinin hakkı
diğerinden daha az değerli ve kutsal değildir. Kız
çocuklarının mirastan, eğitim ve öğretim imkânından
mahrum edilmeleri dinimizin esasları ile bağdaşmaz.
Hutbemi her konuda bizlere örnek olan rahmet
Peygamberinin şu sözleriyle bitirmek istiyorum:
“Her kim kız çocukları yüzünden bir sıkıntıya
uğrar da onlara iyi bakarsa, bu çocuklar onu
cehennem ateşinden koruyan bir siper olurlar.”5
“Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına
gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü
o kimseyle ben yan yana bulunacağız.”6
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
3
Tevbe, 9/71.
Nisâ, 4/19.
5
Buhârî, “Zekât” 10, “Edeb”, 18; Müslim, “Birr”, 147.
6
Müslim, “Birr”, 149.
4
1
Zariyat, 51/49.
Rûm, 30/21 .
2
İLİ
AY-YIL
TARİH
:BAYBURT
:AĞUSTOS 2013
:03.08.2013 1. HAFTA
*‫ﺇِ ﱠﻧﺎ ﺃَﻧﺰَ ْﻟﻨَﺎﻩُ ﻓِﻲ ﻟَ ْﻴﻠَ ِﺔ ْﺍﻟ َﻘﺪ ِْﺭ* َﻭ َﻣﺎ ﺃَﺩ َْﺭﺍﻙَ َﻣﺎ ﻟَ ْﻴﻠَﺔُ ْﺍﻟﻘَﺪ ِْﺭ‬
‫ﺍﻟﺮﻭ ُﺡ‬
َ ‫ﻒ‬
ِ ‫ﻟَ ْﻴﻠَﺔُ ْﺍﻟﻘَﺪ ِْﺭ َﺧﻴ ٌْﺮ ِ ّﻣ ْﻦ ﺃ َ ْﻟ‬
‫ﺷ ْﻬ ٍﺮ* ﺗَﻨ ﱠَﺰ ُﻝ ْﺍﻟ َﻤ َﻼ ِﺋ َﻜﺔُ َﻭ ﱡ‬
ْ
ْ
َ
*‫ِﻲ َﺣﺘﱠﻰ َﻣﻄﻠَﻊِ ﺍﻟﻔَﺠْ ِﺮ‬
َ *‫ﻓِﻴ َﻬﺎ ِﺑﺈِﺫْ ِﻥ َﺭ ِﺑّ ِﻬﻢ ِ ّﻣﻦ ُﻛ ِّﻞ ﺃ ْﻣ ٍﺮ‬
َ ‫ﺳ َﻼ ٌﻡ ﻫ‬
KADİR GECESİ ve FAZİLETLERİ
Muhterem Müslümanlar...
Kadir, sözlükte, hüküm, şeref, güç, yücelik gibi
anlamlara gelir. Dini literatürde, "leyletü'l kadr"
şeklinde Kur'an-i Ker'im'in indirildiği gecenin adı
olarak kullanılır. Aynı adı taşıyan 97. Kadir süresi, bu
gecenin fazileti hakkında nazil olmuştur. Bu sürede
yüce Allah şöyle buyurmaktadır. "Şüphesiz biz o
Kur'an'ı kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin
ne olduğunu sen ne bileceksin, Kadir gecesi bin
aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrail) o
gecede Rab'lerinin izniyle her türlü iş için iner de
iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir
esenliktir"1
Kur'an-ı Kerim'in Kadir gecesinde indirildiği ve bu
gecenin
bin
aydan daha
hayırlı
olduğu
belirtilmektedir. “Hayırlı olanın bu gecede yapılan
amel olduğu, bin ayın ise, içinde Kadir gecesinin
bulunmadığı
bir
süreyi
ifade
ettiği
anlaşılmaktadır.”2 Kadir Gecesi, gecelerin en
faziletlisi ve bereketlisidir. Hayırlarla dolu olayların
meydana geldiği mübarek bir gecedir. Bu sebeple
Ramazan ayının 27. gecesi İslam âleminde kadir
gecesi olarak bilinir ve kutlanır.
Bir hadisi şerifte, önceki ümmetlerin uzun ömürlü
olmaları sebebiyle fazla sevap kazanabilmelerine
karşılık Müslümanlara, bin aydan daha hayırlı
olan kadir gecesinin verildiği belirtilmektedir.3
Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisi şeriflerinde:
“inanarak ve mükâfatını Allah'tan bekleyerek
kadir gecesini ihya edenlerin geçmiş günahlarının
affedileceğini müjdelemiştir”.4
Ramazanın son 10 gününe girildiğinde; Hz.
Peygamber (sav) dünyevi işlerinden uzaklaşıp
itikâfa çekilir, geceleri daha çok ibadet ve
tefekkürle geçirdiği gibi ailesini de ibadet için
uyanık tutardı.5
Ebu Hureyre (r.a.) dan: Ramazan ayı geldiğinde
Resulullah (sav) şöyle buyurmuş : "Ramazan ayı
geldi, o mübarek bir aydır, o ayın orucunu Allah
size farz kılmıştır. O ayda cennet kapıları açılır,
cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincire
vurulur. Onda bir gece vardır ki, bin aydan daha
hayırlıdır. O gecenin hayrından mahrum kalan
gerçekten mahrum kalmıştır.6.
Bu gece, bin aydan daha hayırlı olan ve ta fecre kadar
devam eden selam ve esenlik dolu bir gecedir. Bu gece,
oruç, Kuran, teravih ve diğer ibadetlerle temizlenen
müminlerin, meleklerle melekleştiği şükran gecesidir...
Muhterem Müslümanlar...
Yüce Rabbimiz çeşitli zamanlarda bizlere sayısız
fırsatlar ve imkânlar sunmaktadır. Bu fırsat ve imkânları
en gü el
z ve verimli b ri şekilde değerlendirmeliyiz.
İnsanlar arasında da bazı zamanlarda mesai yapanlara,
normal zamanlardan çok daha fazla ücret ödenir. Bazen
genel af ilan edilir ve büyük cezalar dahi bağışlanır. Bütün
bunları düşündüğümüzde, Kadir Gecesinin anlamı ve
kıymetini daha iyi kavrarız. Çünkü Yüce Allah,
kullarından daha cömerttir, Kerimdir, Ğafur'dur,
Rahimdir... O nun hazinesi, cömertliği, keremi ve
bağışlaması başkalarınınkiyle asla kıyaslanamaz. Maddi
ve manevi nimetler, hazineler O'nun olduğuna göre, kime
ne kadar vereceğini de ancak O bilir. İşte Kadir Gecesi,
“Yüce Rabbimizin biz Müslümanlara adeta bir
bahşişi, bir genel af ilanı ve bir ikramiyesidir.”7
O halde değerli müminler;
Kadir Gecesini her zamankinden daha fazla Kur'an
okuyarak, manasını anlayarak, kaza ve nafile namazlar
kılarak, tövbe istiğfarda bulunarak ve dua ederek
değerlendirilmeli; Hayatımızın ve yaşantımızın Kur'an ve
sünnete uygun olup olmadığının muhasebesini yapmalı;
dargınlık, kırgınlık, kin ve nefretin yerine kardeşliği
hâkim kılmalıyız. Yetimlerin, kimsesizlerin, fakir ve
muhtaçların yüzünü güldürmeli, onlara yardım elini
uzatmalıyız.
Bu geceyi hayatımız için bir fırsat bilmeli, manen bin
aydan daha hayırlı olduğu müjdelenen, yaklaşık seksen
kusur yıllık bir insan ömrüne bedel olan bu geceden,
gerektiği şekilde istifade etmeliyiz. Sayısız manevi
güzelliğin yaşandığı ve mükâfatın sınırsız olarak verildiği
bu gecede; özümüze dönerek gaflet içinde geçen
günlerimizi sorgulamalı, kendimizle hesaplaşmalı, iyi ve
güzel davranışlarımızı artırıp, kötü davranışlarımızdan
uzaklaşmalı, kalbimizdeki manevi kirleri temizlemeliyiz.8
Şu hadisi şerifin mealiyle hutbeme son veriyorum.
Hz. Aişe (ra) validemiz : "Ya Rasulellah (sav) kadir
gecesine rastladığım zaman nasıl dua edeyim?" diye
sorunca, Peygamber Efendimiz (sav) : " Ey Allah'ım
sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affet" diye
dua ve niyazda bulunmasını buyurmuştur.9
Kemalettin AKSOY
Bayburt İl Müftüsü
Kaynakalr:
1-Kadir Suresi 1-5
2-Taberi. XV. 339
3- El Muvatta. itikat.6
4-Buhari. Fazlu Leyletil Kadr. 1. Müslim. Selatül Misafirin 175-176.
5- itikaf 1. Müslim, itikaf 1-5. Tirmizi. Buhari.Fazlu Leyletil Kadr.
6 -Ahmet Bin Hambel ve Nesai
7-Dr.Muhlis Akar.Din işleri Y.Kurulu uzmanı
8-Dr.Muhlis Akar.Din işleri Y.Kurulu Uzmanı
9-Tirmizi. Daavat 84. ibni Macet. Dua 5.
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : OCAK 2013
TARİH : 04.01.2013 (1. HAFTA)
‫ﻓَ َﻤﻦ ﻳَ ْﻌ َﻤ ْﻞ ِﻣﺜْﻘَﺎ َﻝ ﺫَ ﱠﺭﺓٍ َﺧﻴْﺮﺍ ً ﻳَ َﺮﻩُ َﻭ َﻣﻦ‬
ُ‫َﻳ ْﻌ َﻤ ْﻞ ِﻣﺜْﻘَﺎ َﻝ ﺫَ ﱠﺭ ٍﺓ ﺷ َّﺮﺍ ً ﻳَ َﺮﻩ‬
KIYAMET GÜNÜ İÇİN HAZIRLIK YAPMAK
Muhterem Müslümanlar!
Hayatta hep yüz yüze olduğumuz halde bir
türlü idrakine varamadığımız bir gerçek vardır,
ölüm
ve
ötesi.
Şöyle geriye doğru dönüp baktığımızda görüyoruz
ki, zengin-fakir, genç-yaşlı, iyi-kötü, zalimmazlum nice insanlar bu dünyadan gelip geçtiler.
Birçoğunun yerinden yurdundan eser bile kalmadı.
Her geçen gün bir sevdiğimiz bizi bırakıp gidiyor.
Biz de bir gün sevdiklerimizi bırakıp gitmek için,
her an gelmesi muhtemel ecelimizi bekliyoruz.
Şurası bir gerçektir ki, bugüne kadar ölümden
yakasını kurtaran hiçbir insan yoktur. Her geçen
gün yıpranan bedene, ağaran saça dur demek
mümkün değildir. İstesek te istemesek te doğumla
geldiğimiz dünyadan ölümle çıkıp gideceğiz. Öyle
ise şu soruyu kendimize sormalıyız. “Bu dünyada
niçin varız”? bu sorunun cevabını yüce Allah
Kur’an-ı Kerimde şöyle bildiriyor: “O,
hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak
için ölümü ve hayatı yaratandır. O mutlak güç
sahibidir,
çok
bağışlayandır.”(1)
İmanın altı esasından biri de ahirete
inanmaktır.
Ahiret
yurdu,
bu
dünyada
yaptıklarımızın karşılığını bulacağımız, halimize
göre mükâfat ya da azap göreceğimiz yerdir. Öyle
ki; artık dünyaya geri dönüş yok, herkes bu
dünyadaki amelinin karşılığını eksiksiz görecektir.
Kimseye haksızlık da yapılmayacaktır. Yüce
Allah bu hakikati şöyle dile getirmiştir: “Her kim
zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun
mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca
kötülük işlerse onun cezasını görecektir.”(2)
Aziz Cemaat!
Hesap gününde hiçbir şeye itiraz etme
hakkımız olmayacaktır. Zira karşımıza çıkan
kendi işlediklerimizden başkası değildir. Yüce
Rabbimiz bu konuda şöyle buyuruyor: “Her
insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet
günü kendisine açılmış olarak karşılaşacağı bir
kitap çıkaracağız. Oku kitabını, bu gün hesap
sorucu ol arak s ana n efsin ye ter”(3) denilecektir.
O günün manzarasını yine Cenab-ı Hakkın
kelamından dinleyelim: “Kişinin kardeşinden,
anasından,
babasından,
eşinden
ve
çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır
edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün
herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır.
O gün bir takım yüzler vardır ki pırıl pırıl
parlarlar, gülerler sevinirler. O gün nice yüzler
de vardır ki toz toprak içindedirler. Onları bir
siyahlık bürür. İşte onlar kâfirlerdir, günaha
dalanlardır.”(4)
Değerli Müminler!
Dünya pazarında hiçbir şey karşılıksız
verilmezken, ebedi âlemde vaat edilen nimetler
çalışmadan,
hazırlanmadan
kazanılır
mı?
Mademki ölüm var, ahiret var, hesap var, mizan
var, sırat var, cennet var, cehennem var öyle ise
hazır olalım. Hesaba çekilmeden önce kendimizi
hesaba
çekelim.
Kendimizi hesaba çekmemizi hatırlatan bir
hadisi şerifle hutbemi bitiriyorum. Sevgili
Peygamberimiz
(s.a.v.)
şöyle
buyuruyor:
“Âhirette insan şu beş şeyden sorguya
çekilmedikçe Allah’ın huzurundan ayrılamaz;
ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini ne
şekilde yıprattığından, malını (servetini)
nereden kazanıp nerelere harcadığından ve
bildikleriyle amel edip etmediğinden”(5)
Ne mutlu hazırlıklı ve bağışlanmış olarak Allah’ın
huzuruna varanlara!
Murat BİROL
Din Hiz. ve Eğt. Şefi
Kaynaklar :
1-Mülk,2
2-Zilzal,7-8.
3-İsra,13-14.
4-Abese,33-42.
5-Tirmizi,Kıyamet1(3531).
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : EKİM-2013
TARİH : 11/10/2013
‫ﻟَﻦ ﻳَ ﻨَﺎ َﻝ ﱠ‬
‫�َ ﻟُ ُﺤﻮ ُﻣ َﻬﺎ َﻭ َﻻ ِﺩ َﻣﺎ ُﺅﻫَﺎ‬
‫َﻭﻟَ ِﻜﻦ ﻳَﻨَﺎﻟُﻪُ ﺍﻟﺘ ﱠ ْﻘ َﻮﻯ ِﻣﻨ ُﻜ ْﻢ‬
KURBAN VE ÖNEMİ
Muhterem Müminler!
Yüce Allah'ın insanoğluna verdiği nimetler
sayılamayacak kadar çoktur. Yokken insanı
yaratan, ona verdiği akıl ve benzeri
yeteneklerle diğer yaratıklara üstün kılan
O'dur. Bütün bunlara karşı bir şükür demek
olan ibadet de insanın görevidir.
Değerli Kadeşlerim
İslam'ın mali ibadetleri arasında yer alan
kurban,
hali
vakti
yerinde
olan
müslümanlara borçtur. Nitekim Sevgili
Peygamberimiz: "Hali vak ti ye rinde ol up
da kurban kesmeyen kimse sakın
namazgahımıza
yaklaşmasın"
(1)
buyurmuşlar ve kurban için mali gücün şart
olduğunu duyurmuşlardır.
Kurban'ın vacip olması için gerekli olan
zenginlik, sadakai fıtırı vacip kılan
zenginliktir. Yani sadakaı fıtır kendisine
borç olan kimseye kurban da borçtur.
Kurban, bayram günlerinde kesilir. Kurban
bayramı günleri kameri aylardan zilhicce
ayının 10., 11. ve 12. günleri olmak üzere
üç gündür.
Hayvanlardan sadece koyun ve keçi ile
deve ve sığır kurban edilebilir. Ancak
koyun cinsinin erkeğini ve sığır cinsinin
dişisini
kurban
etmek
daha
efdaldir.Bunlardan deve beş, sığır iki ve
koyun ile keçinin de bir yaşını doldurmuş
olması lazımdır. Ancak koyunlar 7 ila 8
aylık olduğu halde bir yaşını doldurmuş
gibi gösterişli olursa bu da kurban edilebilir.
Keçinin ise bir yaşını doldurması şarttır.
koyun ve keçiyi ancak bir kişi kurban
edebilirken sığır ile deve ise birden yedi kişi
namına kadar kurban edilebilir. Ancak
burada ortakların hepsinin kurbana niyet
etmiş olmaları gerekmektedir. Ortaklardan
bir kısmı et niyetiyle katılacak olursa
hiçbirinin kurbanı olmaz. Çünkü kurban
niyetiyle hayvanı boğazlamak ibadettir.
Ama et niyetiyle hayvan kesmek ise
mübahtır.Kurbanlık hayvan kusurlu ve
ayıplı olmamalıdır. İki gözü veya bir gözü
kör olan, dişlerinin çoğu düşmüş veya
kulakları kesilmiş olan, boynuzlarının biri
veya ikisi kökünden kırılmış bulunan,
kulağının veya kuyruğunun yarısından
fazlası veya memelerinin başları kopmuş
bulunan, kesilecek yere ayağını basarak
gidemeyecek derecede topal olan, kesilecek
yere gidemeyecek kadar hasta olan, anadan
doğma kulağı olmayan hayvanlar kurban
olmaz.Bazı kusurlar da vardır ki bunlar
hayvanın kurban olmasına engel değildir.
Kurbanlık hayvanın boynuzlu veya
boynuzsuz olmasında veya boynuzunun
biraz kırık bulunmasında, kulaklarının
delinmiş veya enine yarılmış olmasında,
kulaklarının ucundan kesilip sarkık
bulunmasında bir sakınca yoktur. Bu gibi
hayvanlar kurban edilebilir.
Muhterem Müminler!
Kurban edilecek hayvan incitilmeden
kesilecek yere götürülmeli ve kıbleye karşı
yatırılmalıdır. İyice bilenmiş bir bıçakla
"Bismillahi Allahu Ekber" diye kesilmelidir
Kurban etini üçe ayırmak, birini yoksullara
sadaka olarak vermek, birini akraba, dost ve
komşulara ikram etmek, diğerini de kendisi
ve çocukları ile birlikte yemek en güzeldir.
Kurban vecibesini yerine getirenler,
ekonomik dengeye hizmette bulunacakları
gibi yarın kıyamet gününde de yüce
Allah'ın lutfuna ve mağfiretine mazhar
olacaklardır. Hutbemi okuduğum Ayeti
Celilelin mealiyle bitirmek istiyorum;” Bu
hayvanların ne etleri ve ne de kanları Allah'a
ulaşacaktır. Allah'a ulaşacak olan ancak sizin
O'nun için yaptığınız gösterişten uzak amel ve
ibadettir.”
HUTBE KOMİSYONU
KAYNAKLAR
1-Müsned, II, 321
2-El-Hac 37
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : EKİM 2013
TARİH :15 /102013
KURBAN BAYRAMI
Muhterem Müslümanlar!
Bugün, vatanımızda iman dolu gönüllerle,
sağlık sükun ve huzur içinde Kurban
Bayramını idrak etmiş bulunuyoruz. Yalnız
bizler değil, İslam alemindeki milyonlarca
Müslüman,
îman
etmenin,
Sevgili
Peygamberimiz
(s.a.v.)’in
yolunda
bulunmanın sevinci içinde, bu büyük günü
kutluyor.
Bugünlerde
yüz
binlerce
Müslüman, büyük bir coşku ve heyecan
içinde kıblegahımız olan Kâbe-i Muazzama
etrafında tavaf edip Yüce Allah’a hamd ü
senada bulunarak hac farizasını yerine
getiriyor.
Bayramlar
sevinçlerin
paylaşıldığı,
gönüllerin coştuğu, kalplerin yumuşadığı,
akraba ve komşuların ziyaret edildiği, öksüz
ve yetimlerin sevindirildiği, misafirlerin
tebessümle karşılandığı ve ikramların
yapıldığı mutlu günlerdir.
Değerli Mü’minler!
Kurban bayramında Allah’a yakın olmak
niyetiyle mukim ve zengin olan her
Müslüman kurban kesmelidir. Çünkü hem
Kur’ân’da hem de sevgili Peygamberimizin
Sünnetinde kurban kesmeye önemle vurgu
yapılmıştır: Yüce Rabbimiz Kevser suresinin
ikinci âyetinde “Rabbin için namaz kıl ve
kurban
kes”
buyurmuştur.
Sevgili
Peygamberimiz (a.s.) ise, “Ademoğlu,
kurban bayramı gününde Allah için kurban
kesmekten daha sevimli bir iş yapmış
olmaz”
hadisi ile bu ibadetin ne derece faziletli
olduğunu ifâde etmiştir (2). Her ibadette
olduğu gibi kurban ibadetinde de ihlaslı
olmak ve yalnız Allah’ın rızasını gözetmek
temel prensiptir. Nitekim Yüce Allah,
“Onların etleri ve kanları asla Allah’a
ulaşmaz, fakat, O’na sizin takvanız
ulaşır...”[3] buyurarak bu prensibe işaret
etmektedir.
Aziz Müminler!
Bayram günlerini, günahların bağışlanması
için bir fırsat olarak değerlendirelim,
büyüklerimizi mümkünse ziyaret ederek,
değilse telefonla arayarak onların dualarını
alalım Annemizi, babamızı, büyüklerimizi,
komşu, dost ve akrabamızı ziyaret ederek
gönüllerini hoş edelim. Çocuklarımıza
göstereceğimiz sevgi ile onlara bayram
sevincini yaşatalım.
Yüce
Rabbimizin
ve
sevgili
Peygamberimizin emir ve öğütlerine
uyarak, bayramlarda mâli imkanlarımız
nispetinde yoksul kardeşlerimize yardım
edelim, yetimleri sevindirelim, kestiğimiz
kurbanların etinden yoksullara da vererek
onların da bayram sevincini yaşamalarına
vesile
olalım.
Varsa
aramızdaki
dargınlıklara son verelim. Hastaları ziyaret
edip onlara şifalar dileyelim. Ahirete
göçmüş olan büyüklerimizi, yakınlarımızı,
tanıdıklarımızı hayırla yad edelim.
Bu
duygularla
mübarek
Kurban
Bayramınızı tebrik eder, milletimizin birlik
ve beraberliğine, tüm insanlığın huzur ve
sukununa vesile olmasını Yüce Allah’tan
niyaz ederim.
HUTBE KOMİSYONU
Kaynaklar
1- Kevser, 1-2
2- Tirmizî, Edâhî, 1
3- Hac, 22/37
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : ARALIK-2013
TARİH : 20.12.2013 (3.Hafta)
‫ﺐ‬
ّ ‫�ِ ِﺇ ﱠﻥ‬
ّ ‫ﻋﻠَﻰ‬
‫�َ ﻳُ ِﺤ ﱡ‬
َ ‫ﻋﺰَ ْﻣ‬
َ ‫ﺖ ﻓَﺘ َ َﻮ ﱠﻛ ْﻞ‬
َ ‫ﻓَﺈِﺫَﺍ‬
َ‫ْﺍﻟ ُﻤﺘ َ َﻮ ِ ّﻛ ِﻠﻴﻦ‬
MEHMET AKİF ERSOY
Aziz Müminler!
Milletimizin
düşman
istilasından
kurtulması ve bağımsız bir devlet olarak varlığını
sürdürmesi, Kurtuluş savaşıyla olmuştur. Milli
mücadele yıllarında ve sonrasında insanımızın
mücadele azmini şiir ve yazıyla güçlendiren
şahsiyetlerin başında Mehmed Akif ERSOY
gelmektedir. M. Akif şairliğinin yanında
Anadolu’da
milletin
şuurlandırılması
ve
gayretlendirilmesi için şehir şehir dolaşarak hutbe
ve vaazlar irad eden mümtaz bir vatanseverdir.
Bunun açık delilide İstiklâl Marşımızın kendisidir.
Nitekim O’nun;
“Kim bu cennet vatan uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsında Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda’’
Mısralarındaki vatanseverlik duygusu ve söyleyiş
güzelliğini yüreklerimizin derinliklerinde
hissetmemek mümkün müdür?
Değerli Müminler!
Mehmed Akif, müspet ilimlerle birlikte dini
ilimlerdeki derin malumatı, yaşantısındaki tutarlılık
ve istikamet sahibi biri olmasıyla da Milletimize ve
nesillerimize örnek bir kişiliktir. Mehmet Akif
cahilane taassuba, körü körüne tarafgirlik ve ön
yargının da hep karşısında olmuştur. O şöyle der:
“Eski eski olduğu için atılmaz, fena ve faydasız
olursa atılır.”(1) Mehmet Akif içinde yaşadığı
toplumun ıslahı ve insanımızın gelişmesi için her
şeyin açıkça konuşulması gerektiğini ise şöyle
anlatır: “Özellikle t oplumsal hastalıklarımızı
dökmekten yar alarımızı açıp göstermekten hiç
çekinmeyeceğiz. Ta ki alışkanlık neticesi olarak,
her gün yapmaktan hiç sıkılmadığımız, hiç eza
duymadığımız bir sürü fenalıkları yavaş yavaş
bırakalım da el birliğiyle kemale doğru bir adım
atalım.”(2)
Aziz Cemaat!
Mehmed Akif’ in vefa ve karakter abidesi
bir kişilik olduğunu gösteren şu olaya bir bakın:
1911 yılı başlarında Baytarlık Dairesi, katiplik için
imtihan açar ve kazanan bir genç işe alınır.
Mehmed Akif daha önce tanımadığı, fakat zeki ve
kabiliyetli bulduğu bu gençle ilgilenir, ona yardım
eder; Mülkiyeye devam etmesi için yarım gün izin
verir… Akif’in bu alakasından, onun genci tanıdığı
ve ona imtihanda yardım ettiği neticesini
çıkaranlar, çocuğun işine son veririler. Olayı ve
nedenini birkaç gün sonra öğrenen Akif derhal
istifa ederek, daireden ayrılır. Birkaç gün sonra
genç işe geri alınır ve ricalar sonucu Akif de
vazifesine döner.
Muhterem Müminler!
Mehmed Akif, memleketimizin birçok
yönden geri kalmasını ve maddi manevi
noksanlıklarla uğraşıp zaman kaybetmesini de
yanlış tevekkül anlayışına bağlar. “Bir k ere
azmettin mi, artık Allah’a dayan”(3) ayetini tefsir
eden şiirinde, azmetmenin; zamanın icapları
doğrultusunda çalışıp didinip gayret göstermek
olduğunu söyler. Hutbeme Allah’u Teala’ dan
Mehmed Akif ve diğer büyük vatan evlatlarına
rahmet dileyerek son veriyorum. Yüce Allah
bizleri de Mehmed Akif de olan, Din Vatan Millet
sevgisi üzerinde daim kılsın.
Ünal ÇODUR
İmam- Hatip/BAYBURT
Kaynaklar:
1-Mehmed Akif Makaleleri
2- a.g.e
3-Ali İmran 159
İLİ: BAYBURT
AY-YIL: OCAK 2013
TARİH: 18.01.2013 (3. HAFTA)
ٌ ‫ﻋ ِﺰ‬
‫ﻋﻠَ ْﻴ ِﻪ َﻣﺎ َﻋﻨِﺘ ﱡ ْﻢ‬
ُ ‫ﻟَﻘَ ْﺪ َﺟﺎء ُﻛ ْﻢ َﺭ‬
َ ‫ﻳﺰ‬
َ ‫ﺳﻮ ٌﻝ ِ ّﻣ ْﻦ ﺃَﻧﻔُ ِﺴ ُﻜ ْﻢ‬
‫ﻭﻑ ﱠﺭ ِﺣﻴ ٌﻢ‬
ٌ ‫َﺣ ِﺮ‬
ٌ ُ‫ﻋﻠَ ْﻴ ُﻜﻢ ﺑِ ْﺎﻟ ُﻤﺆْ ِﻣﻨِﻴﻦَ َﺭﺅ‬
َ ‫ﻳﺺ‬
MEVLİD KANDİLİ
Değerli Müminler!
Âlemlere rahmet olarak gönderilen, yüce
Allah’ın kendisine Habiblim diye hitap ettiği,
zaman ve mekânın tanık olduğu, kutlu doğumun
gerçekleştiği, 20 Nisan 571 tarihine rastlayan
rebiülevvel ayının 12. pazartesi gecesi; İbrahim
(as) ve İsmail (as)’ın, “ Ey r abbimiz! B izi s ana
boyun eğenlerden kıl, soyumuzdan da sana
itaat eden bir ümmet çıkar.”(1) “Ey r abbimiz!
Onlara içlerinden s enin aye tlerini k endilerine
okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek,
onları temizleyecek bir peygamber gönder.”(2)
duaları; İsa (as)’ın; “Ey İsrailoğılları ben size
Allah’ın elçisiyim benden önce gelen tevratı
doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmet
adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak
geldim”(3) müjdesi gerçekleşmiş oldu. İşte bu
kutlu doğumu Müslümanlar 14 asırdan beri canlı
tutmaya ve bu geceyi ibadetlerle geçirmeye,
Diyanet İşleri Başkanlığımızın ise 17-22 Nisan
tarihleri arasını, Peygamber (sav)’i anlamak,
anlatmak ve onun evrensel mesajını bütün
insanlara duyurmak amacıyla kutlu doğum haftası
olarak kutlamaktadır.
temizleyen, kendilerine kitap ve hi kmeti
öğreten bir peygamber göndermekle Allah,
mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur.(5)
buyrularak, Peygamberimizin gelişi insanlık için
büyük bir lütuf ve nimet olduğu bildirilmiştir.
Muhterem Kardeşlerim!
Mevlit kandilini bazı yer ve yörelerde olduğu
gibi ilahi ve kasideler söyleyerek bir gecede onu
hatırlayıp anmakla ona karşı görevimizi yerine
getirmiş sayılmayız. Aksine ona karşı olan
sevgimizin pekiştirilmesi, birbirimize karşı olan
kardeşlik duygularımızın güçlenmesi, onun
yüksek ahlakı ile ahlaklanıp sünnetine uyarak
imanımızın kemale ermesi sayesinde, gerçek
kandilleri idrak etmiş olacağız. Peyganber(sav)
şöyle buyuruyor. “Sünnetimi i hya eden be ni
sevmiş demektir, beni seven i se cennette
benimle b eraberdir.”(6) Allahu talanın sevgisine
ve mağfiretine erebilmenin yolu peygambere
uymaktan geçer. bu konuda yüce Allah (cc) “Ey
Muhammed deki eğer Allah’ı seviyorsanız
bana uyunuz ki A llah d a sizi s evsin v e
günahlarınızı bağışlasın.”(7)
Muhterem Müslümanlar!
Bu duygu ve düşüncelerle kutlu doğum bize
milletimize, İslam alemine ve tüm inananlığa
hayırlı olsun. Doğuşu ile kandiller gibi dünyamızı
aydınlatan sevgili peygamberimize salât ve selam
olsun.
Kemal YILDIRIM
İmam-Hatip-BAYBURT
Aziz Cemaat!
Böyle kutsal gün ve geceleri önceden
hatırlamak diğer insanlara da hatırlatmak bizler
için vaz geçilmez bir görevdir. Çünkü Peygamber
(sav) ömrünün tamamını ümmetinin dünya ve
ahiret mutluluğu için harcamış ve bu hususta
malını ve canını feda etmekten kaçınmamıştır.
Nitekim Kur’an-ı Kerimde; “Andolsun size sizin
içinizden öyl e b ir peygamber geldi k i zahmete
uğramanız ona ağır gelir. Osize çok düşkün
mü’minlere
karşı
da
şefkatli
ve
merhametlidir.”(4) “İçlerinden kendilerine
Allah’ın
ayetlerini
okuyan,
kendilerini
KAYNAKLAR :
1-Bakara 288
2-Bakara 229
3-Saff 6
4-Tevbe 128
5-Ali İmran 164
6-Tirmizi ilim 16
7-Aali İmran 31
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : MAYIS 2013
TARİH : 31.05.2013 5. HAFTA
‫ﺳ ْﺒ َﺤﺎﻥَ ﺍﻟﱠﺬِﻱ ﺃَﺳ َْﺮﻯ ِﺑ َﻌ ْﺒ ِﺪ ِﻩ َﻟ ْﻴﻼً ِ ّﻣﻦَ ْﺍﻟ َﻤﺴ ِْﺠ ِﺪ ْﺍﻟ َﺤ َﺮ ِﺍﻡ‬
ُ
‫ﺎﺭ ْﻛﻨَﺎ َﺣ ْﻮﻟَﻪُ ِﻟﻨُ ِﺮﻳَﻪُ ِﻣ ْﻦ‬
َ َ‫ﺼﻰ ﺍﻟﱠﺬِﻱ ﺑ‬
َ ‫ﺇِﻟَﻰ ْﺍﻟ َﻤﺴ ِْﺠ ِﺪ ﺍﻷ َ ْﻗ‬
‫ﻴﺮ‬
‫ﺁ َﻳﺎﺗِﻨَﺎ ِﺇﻧﱠﻪُ ُﻫ َﻮ ﺍﻟ ﱠ‬
ُ ‫ﺼ‬
ِ ‫ﺴ ِﻤﻴ ُﻊ ﺍﻟ َﺒ‬
MİRAÇ KANDİLİ
Muhterem Müminler!
Önümüzdeki çarşambayı perşembeye bağlayan
(05-06 Haziran 2013) gece Miraç Kandilidir.
İslâm âlemi olarak böyle mübarek bir geceyi idrak
etmenin sevinç ve mutluluğunu yaşamaktayız.
Değerli Müminler!
Miraç, insanlığın kurtuluşu için gönderilen sevgili
Peygamberimiz (s.a.v.)’in yaptığı manevi bir
yolculuktur. Birçok ilahi hikmeti ve bereketi
bünyesinde barındıran bu gece için İsrâ Suresinin
ilk ayetinde şöyle buyrulmaktadır.“ Kulunu
(Muhammed'i) bir gece Mescidi Haram'dan
(Mekke'den), kendisine bir kısım ayetlerimizi
göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız
Mescidi Aksa' ya (Kudüs'e) götüren Allah'ın
şanı yücedir. Doğrusu O, işitir ve görür. (1)
Muhterem Müminler!
Miraç mucizesi biz Müslümanlar için ilâhi rahmet
ve lütuflarla doludur. Miraç olayının en önemli
sonuçlarından biri de, İslâm’ın beş temel
esaslarından biri olan namaz bu gecede farz
kılınmıştır. “Namaz dinin direği (2) İmanın
alameti(3) Amellerin en faziletlisi ve Allah’a en
sevimli olan ibadettir.” (4) Namaz kalbin nuru
gönüllerin süruru, takva ehlinin göz aydınlığı ve
müminlerin miracıdır. Bu sebeple her Mümin
namaza başladığında, namazın kedisinin miracı
olduğunu, dolayısıyla Yüce Allah’ın huzurunda
bulunduğunu bilmelidir.
Muhterem Müminler!
Böyle müstesna bir gece vesilesiyle sevgili
Peygamberimiz Hz. Muhammed
(s.a.v.)’ e
armağan edilen hakikatleri şöyle özetleyebiliriz;
Allah’a ortak koşulmayacak, Anne ve Babaya
hürmet edilecek. Zinaya yaklaşılmayacak, haksız
olarak kimsenin canına kıyılmayacak, yetimlere
iyi muamele edilecek, ölçü ve tartıda doğru
olunacak, bilmediğiniz bir şeyin ardından körü
körüne
gidilmeyecek,
yeryüzünde
kibirli
yürünmeyecektir. Bu saydığımız prensipler, bir
toplum için gerekli bütün ahlak kurallarını ihtiva
etmektedir.
Muhterem Müslümanlar!
İnsanlığın büyük bir buhran içinde kıvrandığı şu
günlerde Miraç'ı hem anlamak hem de Allah'a
teslimiyet ve bağlılığın müstesna örneklerini
göstermek zorundayız. Üç aylar bizlere en güzel
fırsatları sunmuştur. Bu aylarda çeşitli kandiller,
feyiz ve bereketlerle dolu sınırsız saatler vardır.
Miraç kandili de ikram edilmiş ilahi bir
armağandır. Bu gece daha çok ibadet etmeli,
günahlarımız için pişmanlık duymalı, gözyaşları
dökmeli, namazlar kılmalıyız. Çünkü mübarek
kandillerde
Allah'a
uzanan
eller
boş
dönmeyecektir. Kandilleri birer fırsat bilip,
Allah'a yakın olmaya çalışalım. Unutmayalım ki
Allah'a yakınlık, O'nun emirlerini yerine getirmek,
menettiklerinden kaçınmakla mümkündür.
Bu duygu ve düşüncelerle Miraç Kandilinizi
tebrik ediyor, bu kandilin İslâm Âleminin birlik ve
beraberliğine, insanlığın barış, huzur ve hidayetine
vesile olmasını Cenab-ı Haktan niyaz ediyorum.
Rafet AKBAŞ
İmam-Hatip/AYDINTEPE
Kaynaklar:
123-
İsra Suresi: 1.
El-aclüni:11-39
El-aclüni:11-40
4-
Ebu Davud Salat 9
İL
: BAYBURT
AY-YIL : KASIM- 2013
TARİH : 08/11/2013
MUHARREM AYI VE AŞURE
Muhterem Müslümanlar,
Bugün Muharrem ayının beşinci günü,
önümüzdeki (13 Kasım ) Çarşamba aşure günüdür.
Muharrem ayı, haram aylardan biridir. Yüce
Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de, “Şüphesiz Allah’ın
gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah
katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü
haram aylardır…”1 buyurmuş, Hz. Peygamber de,
Muharrem’in haram aylardan biri olduğunu ifade
etmiştir2.
Fecr suresinin ilk ayetlerinde, Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: “Tan yerinin ağarmasına and
olsun, O n ge ceye an d olsun, Çifte ve t eke and
olsun, Aktığı zaman geceye and olsun, Şüphesiz
bunlarda, akıl sahibi kimse(ler) için yemin
edilmeye değer özellikler vardır”3. Bazı âlimler, bu
surede Allah’ın yeminine konu olan “on gece”den
maksadın, Muharremin ilk on günü olduğunu
belirtmişlerdir4. Sevgili Peygamberimiz de bu ayı;
bütün zamanlar, yıllar ve aylar Allah’ın olduğu
halde “Allah’ın ayı olan Muharrem” diye
nitelemiştir5.
Değerli Kardeşlerim,
Aşure, içinde bulunduğumuz Muharrem ayının
onuncu günüdür. Bu günün hem geçmişte, bazı
peygamberlere verilen lütuflarla ilgisi vardır, hem de
İslam tarihi açısından özel bir yeri bulunmaktadır.
Nitekim Peygamberimiz Medine’ye geldiğinde,
Yahudiler’in oruç tuttuklarına şahit olmuştur. Bunun
ne orucu olduğunu sorduğunda, Yahudiler; Allah’ın
bugünde Hz. Musa’yı ve İsrail Oğullarını
düşmanlarından kurtardığını, Hz. Musa’nın ve
kendilerinin de bu sebeple oruç tuttuğunu
söylemişlerdir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Ben
Musa’ya sizden daha yakınım” demiş ve
bugünlerde oruç tutulmasını emretmiştir7.
Başka bir hadiste ise Resul-i Ekrem Efendimiz,
aşure günü tutulan orucun faziletine dikkat çekmiştir8.
İslam âlimleri, Muharrem ayının onuncu gününün bir
gün öncesi veya bir gün sonrası ile beraber, oruç
tutmanın müstehap olduğunu ifade etmişlerdir.
Aziz Mü’minler,
Aşure gününün İslam tarihi açısından da özel bir
önemi bulunmaktadır. Peygamberimizin güzide
torunu Hz. Hüseyin, yetmiş iki arkadaşıyla birlikte
bugünde şehit edilmişlerdir. Efendimizin kızı Fatıma
ile, damadı Hz. Ali’nin çocukları olan Hz. Hüseyin,
yakınlarıyla birlikte Kûfe’ye giderken Kerbelâ’da
kuşatılmış, önce susuz bırakılmış, sonra da acımasızca
şehit edilmişlerdir.
O Hüseyin ki; Hz. Peygamber, ağabeyi Hasan’la
birlikte onun hakkında, “Allah'ım! Ben, bunları
seviyorum. Sen de bunları sev.”9 buyurmuştur.
O Hüseyin ki; Peygamberimizin, “Hasan ve
Hüseyin'i seven, beni sevmiş, onlara kin tutan da
bana kin tutmuştur”10. iltifatına mazhar olmuştur.
O Hüseyin ki; ismi bizzat Resul-i Ekrem
tarafından konulmuş, eğitimini Peygamber kızı
Fatıma ile ilim şehrinin kapısı Hz. Ali’den almıştır.
Ehl-i beytin bu değerli üyesi, müminlerin
gözbebeği
Hz.
Hüseyin’in
şehâdeti,
bütün
Müslümanları can evinden vurmuş, derin bir hüzne
sevk etmiştir. Tarih boyunca Müslümanlar,
çocuklarına onun ismini vererek, Hz. Hüseyin’e olan
sevgi ve muhabbetlerini, yüreklerinde yaşatmışlardır.
Allah, bütün şehitlerle birlikte Hz. Hüseyin ve
Kerbela şehitlerine rahmet eylesin! Dünyada ve
ahirette hepimize iyilikler ve güzellikler ihsan etsin,
bizleri cehennem azabından muhafaza buyursun!
Redaksiyon: D.İ.B. Hutbe Komisyonu
1
Tevbe 9/36.
Buharî, “Megâzî”, 77.
3
Fecr 89/1-5.
4
Beyhakî, Şuabi’l-iman, III, 359.
5
Müslim, “Sıyam”, 202-103.
6
İbn Mâce, “Sıyâm”, 41.
7
Müslim, “Sıyam”, 202-103.
8
Tirmizî, “Menâkıb”, 30
9
Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 288.
2
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : OCAK 2013
TARİH : 22.02.2013 (4. HAFTA)
َ‫ﺎﻅ ِﻤﻴﻦ‬
‫ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻳُﻨ ِﻔﻘُﻮﻥَ ﻓِﻲ ﺍﻟ ﱠ‬
ِ ‫ﺴ ﱠﺮﺍء َﻭﺍﻟﻀ ﱠﱠﺮﺍء َﻭ ْﺍﻟ َﻜ‬
َ ‫ْﺍﻟﻐَ ْﻴ‬
َ‫�ُ ﻳ ُِﺤﺐﱡ ْﺍﻟ ُﻤ ْﺤ ِﺴﻨِﻴﻦ‬
ّ ‫ﺎﺱ َﻭ‬
ِ ‫ﻋ ِﻦ ﺍﻟﻨﱠ‬
َ َ‫ﻆ َﻭ ْﺍﻟ َﻌﺎﻓِﻴﻦ‬
ÖFKE BALDAN TATLI MI?
Değerli Kardeşlerim!
Peygamber Efendimiz(s.a.s.) ashabıyla otururken
bir adam dikkatini çekti. Adam; karşısındakine var
gücüyle bağırırken yüzü kıpkırmızı kesiliyor, şah
damarı boynunda belirginleşiyordu. Öfkenin alevi
yüzüne yansırken, kırıcılığı da sesinde çınlıyordu.
Onun bu hali üzerine Rahmet Peygamberi
yanındakilere dönerek o sakin ve huzur veren
sesiyle şöyle demişti; “Öyle bir söz biliyorum ki,
eğer şu kişi o sözü söylese, öfkesi yok olur
gider. Eğer bu adam ‘Eûzü billâhi mine’şşeytânir-racîm’ dese, öfkesi diner.” Bunu duyan
sahâbîler hemen adamın yanına gelerek şeytandan
Allah’a sığınmasını yani eûzü besmele çekmesini
söylemişler ama o; “Ben de li m iyim de bunu
yapacağım!” diyerek itiraz etmişti.(1)
Muhterem Müslümanlar!
Elbette deli değildi o adam. Onun deli olmadığını
Peygamberimiz de biliyordu. Oysa öfkesi onu
delirtmiş gibiydi. Kendini kontrol edemez ve
sağlıklı düşünemez hale gelmişti. O adeta şeytanın
kötü yönlendirmesine dur deme kabiliyetini
yitirmişti. Resûl-i Ekrem onun bu savunmasız
halini gördüğü için, Allah’ın engin merhametine
sığınmasını ve şeytandan uzaklaşmasını istemişti.
Öfkesiyle sonradan pişman olacağı adımlar
atmasına engel olmayı arzu etmişti.
Değerli Müminler!
Aslında doğal bir duygudur öfke. Bedenine,
malına, inancına, ırzına ve sevdiklerine karşı bir
tehdit algıladığında öfkelenen insan, güçlerini
harekete
geçirerek
söz
konusu
tehdidi
uzaklaştırmaya çalışır. Ancak her ne kadar
yaratılıştan gelse de öfke, kontrol edilmesi
gereken ve haddini aştığında hem öfkelenen kişi
hem de karşısındakiler için son derece tahripkâr
olan bir duygudur. Üzülerek ifade edelim ki
günümüzde, bedeli ödenemeyecek, telafisi zor
nice üzücü olaylar, öfke neticesinde ortaya
çıkmaktadır. Nice aile yuvalarının yıkılmasına,
dostluk, akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin
bozulmasına öfke sebep olmaktadır. Atalarımızın;
“Öfke gelince akıl gider” sözü bu noktada oldukça
mânidardır.
Aziz Müminler
Peygamber Efendimiz, kendisinden nasihat
isteyen bir kişiye “Öfkelenme!” buyurmuş ve
bunu üç defa tekrar etmiştir.(2) Elbette bir alev
topunu andıran öfkeyi yutmak kolay bir iş
değildir. Ama Allah Resûlü’nün ifadesiyle, “Asıl
pehlivan güreşte karşısındakini yenen değil,
öfke anında kendini kontrol edebilendir!”(3)
“Öfke baldan tatlıdır.” derler. Öfkeye kapılıp ne
dediğini ve ne yaptığını bilmez bir halde
savrulmak insanın kolayına gider. Oysa akl-ı selim
bir kimsenin öfkelendiğinde, sabırlı ve sağduyulu
olması gerekir. Velhasıl, marifet, güreşmeyi ve
ezmeyi değil, öfke ile mücadele edebilmeyi
öğrenmektir.
Öfke kontrolü konusunda ümmetinin yardımına
koşan Resûl-i Ekrem, öfkeye yenilmek konusunda
endişe etmiş ve Rabbinden şöyle yardım
dilemiştir:
“Allah’ım! Muhammed ancak bir beşerdir.
Her insanın öfkelendiği gibi o da öfkelenir.
Eğer bir Müslüman’a haksız yere lanet okur,
ağır konuşur, beddua edersem, bunu onun için
(günahlarından) temizlenme ve rahmet vesilesi
kıl.”(4)
Değerli Kardeşlerim!
Mesele, inanan bir kul olarak Rabbin
hoşnutluğunu
kazanmak
ve
Kur’an’da
kendilerinden övgüyle bahsedilenler arasına
girmek değil midir?
“Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda
harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları
affedenlerdir… İşte onların mükâfatı Rab’leri
tarafından bağışlanma ve içinden ırmaklar
akan cennetlerdir ki orada ebedî kalacaklardır.
(Allah yolunda) çalışanların mükâfatı ne
güzeldir!”(5)
Hutbe Komisyonu
Kaynakalr
1.
2.
3.
4.
Buhârî, Bed’ü’l-halk, 11.
Buhârî, Edeb, 76.
Buhârî, Edeb, 76.
Müslim, Birr ve sıla, 89.
5.
Âl-i İmrân, 134, 136.
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : MART 2013
TARİH : 22.03.2013 (4. HAFTA)
َ‫{ َﺧﻠَﻖ‬1} َ‫ﺍ ْﻗ َﺮﺃْ ِﺑﺎﺳ ِْﻢ َﺭ ِﺑّ َﻚ ﺍﻟﱠﺬِﻱ َﺧ َﻠﻖ‬
‫{ ﺍ ْﻗ َﺮﺃْ َﻭ َﺭﺑ َﱡﻚ ْﺍﻷ َ ْﻛ َﺮ ُﻡ‬2} ‫ﻖ‬
َ ‫ﺴﺎﻥَ ِﻣ ْﻦ‬
َ ‫ﺍﻹﻧ‬
ٍ َ‫ﻋﻠ‬
ِْ
‫ﺴﺎﻥَ َﻣﺎ‬
َ {4} ‫ﻋﻠﱠ َﻢ ﺑِ ْﺎﻟﻘَﻠَ ِﻢ‬
َ ‫{ ﺍﻟﱠﺬِﻱ‬3}
َ ‫ﺍﻹﻧ‬
ِ ْ ‫ﻋﻠﱠ َﻢ‬
‫ﻟَ ْﻢ َﻳ ْﻌﻠَ ْﻢ‬
OKUMANIN ÖNEMİ
Muhterem Müslümanlar!
Yüce Dinimiz İslâm, okumaya büyük önem
vermiştir. İslam tarihi ve özellikle Allah
Resulü’nün hayatı bunun örnekleriyle doludur.
Kur’an-ı Kerim’in ilk ayeti ve ilk emrinin “oku” (1)
olması, Hz. Peygamberin ümmi (okuma yazma
bilmez) iken, her türlü ilmin zirvesine ulaşmış
olması, Bedir savaşında alınan esirlerin on kişiye
okuma yazma öğretmesi karşılığında serbest
bırakılması, daha sonra astronomi, fizik, kimya,
alanında Müslüman âlimlerin yetişmesi okumanın
önemini bizlere göstermektedir.
Aziz Müslümanlar!
Fertlerin ve toplumların ilerlemesi, gelişmesi ancak
bilgi ile olur. Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de
“Hiç b ilenlerle b ilmeyenler b ir ol ur mu?” (2)
buyurmak suretiyle, âlim ve cahilin aynı seviyede
olamayacağını bildirmiştir. Peygamber efendimiz
(s.a.v.) de bir hadisi şeriflerinde “İlim müminin
yitik malıdır. Onu nerede bulursa alsın.”
Buyurarak bizlere ilmin önemini bildirmiştir.
“Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” diyen
Hz. Ali (r.a) de, okumanın ve öğrenmenin
öneminin bu derece kıymetli olduğunu bildirmiştir.
Aziz Kardeşlerim!
Yaşımız ne olursa olsun, ibadet neşesi ile
okuyalım, dinleyelim, bilgilerimizi artıralım.
Çocuklarımızı okutalım, küçükte olsa evimize bir
kütüphane kuralım. Günümüzün belirli bir
bölümünü okumaya ve dinlemeye ayıralım.
Hutbemi iki hadisi şerifle bitirmek istiyorum.
“En faziletli s adaka m üminin b ir konuyu
öğrenip, onu bir Müslüman kardeşine
öğretmesidir. “
Hutbemi bir Hadisi Şerif mealiyle bitirmek
istiyorum; “Ya Âlim ol, ya öğrenen, ya da
dinleyen ol veya ilmi seven ol. Beşincisi olma
helak olursun. (3)
Efrail GÜLSÜN
Müezzin-Kayyım/ BAYBURT
Kaynaklar:
1- Alak Suresi1,2
23-
Zümer Suresi 9
Sünen ibni Mace
İLİ
:BAYBURT
AY-YIL : KASIM2013
TARİH : 15.11.2013 (3. HAFTA)
‫ﺎﺱ َﺟ ِﻤﻴﻌﺎ ً َﻭ َﻣ ْﻦ ﺃ َ ْﺣﻴَﺎﻫَﺎ‬
ِ ‫ﺴﺎ ٍﺩ ﻓِﻲ ﺍﻷ َ ْﺭ‬
َ َ‫َﻣﻦ ﻗَﺘ َ َﻞ َﻧ ْﻔﺴﺎ ً ِﺑﻐَﻴ ِْﺮ ﻧَ ْﻔ ٍﺲ ﺃ َ ْﻭ ﻓ‬
َ ‫ﺽ ﻓَ َﻜﺄَﻧﱠ َﻤﺎ ﻗَﺘ َ َﻞ ﺍﻟﻨﱠ‬
ً ‫ﺎﺱ َﺟ ِﻤﻴﻌﺎ‬
َ ‫ﻓَ َﻜﺄَﻧﱠ َﻤﺎ ﺃ َ ْﺣﻴَﺎ ﺍﻟﻨﱠ‬
ORGAN NAKLİ VE KAN BAĞIŞI
MUHTEREM MÜSLÜMANLAR!
Madde ve mana âlemimize hayat veren
mukaddes dinimiz İslam, sağlığımızı korumamızı
emreder. Zira hayat ve sağlık Cenab-ı Hakkın
bizlere emanet olarak verdiği iki büyük nimettir. Bu
itibarla sağlığımıza gerekli önem verilmeli ve
uygun olan tedavi yöntemleri uygulanmalıdır.
Nitekim Peygamberimiz (s.a.v) bir Hadis-i
Şeriflerinde: “Yüce Allah verdiği her derdin
şifasını da yaratmıştır. Böylece her hastalığın bir
ilacı da vardır.”(1) buyurarak ve hastalandığı
zaman, bizzat kendisi de tedavi görerek bizlere
örnek olmuştur.
MUHTEREM MÜ’MİNLER!
Kan bağışı ve organ nakli de bir tedavi
yöntemidir. Dinimize göre insan bedeni, canlı iken
nasıl muhterem ise, cansız iken de öyledir. İnsan
öldüğünde bedeninin herhangi bir organına keyfi
olarak zarar verilmesi caiz değildir. Ancak bir
hastaya tedavi maksadıyla organ nakli bazı şartların
bulunması halinde caiz görülmüştür. Bunlardan
bazıları şunlardır:
-Hastanın hayatını veya hayati bir uzvunu
kurtarmak için başka bir çaresinin olmaması,
-Hastalığın bu yolla tedavi edileceğine
kanaat getirilmesi,
-Organ veya dokusu alınacak kişinin,
işlemin yapılacağı esnada tıbben hayatını kaybetmiş
olması,
-Toplumun
huzur
ve
düzeninin
bozulmaması bakımından, organ veya dokusu
alınacak kişinin ölmeden önce buna izin vermiş
olması veya hayatta iken aksine bir beyanı
olmamak şartı ile yakınlarının buna razı olması,
-Alınacak organ veya doku karşılığında
herhangi bir ücret alınmaması veya menfaat
sağlanmaması.(2)
Organın kullanılacağı vücudun sahibi insan
olsun yeter; onun dini, ahlakı, cinsiyeti… Vs.
hükmü etkilemez. Başkasının organını taşıyan
kimsenin işleyeceği suç ve günahlardan organ veren
sorumlu değildir. Bir kimsenin ne zaman öleceği,
ömrünün ne kadar olacağı bilgisi Allah’a aittir.
Allah her şeyi doğru olarak bildiği gibi her bir
insanın ecelini de doğru olarak bilir ve bu bilgi
değişmez bir hakikattir. Biz kullar ecelimizi
bilemediğimizden, yaşamak ve sağlıklı olabilmek
için tedbir almakla yükümlüyüz. Bu tedbir bazen
isabet etmeyebilir. Kusur yoksa elden gelen
yapılmış ise sorumluluk da olmaz.
Organ nakli ve Kan Bağışı konusuna bu
açıdan bakıldığında, bu işlem insan sağlığı ve
hayatı açısından büyük bir önem arz etmektedir.
Yüce Allah (c.c) şu Ayet-i Kerimesinde Mealen:
“…Her k im b irini (hayatını kurtararak)
yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır…”(3)
diye buyurmaktadır. Hz. Peygamberimiz (s.a.v) de:
“….Bir k imse Müslüman kardeşinin ihtiyacını
giderirse, Allah da ona kıyamet gününde
yardım eder….”(4) buyurmuşlardır.
AZİZ MÜ’MİNLER!
İnsanlar sıkıntılı durumlarda olduğu gibi
yeri geldiğinde organ nakli ve kan bağışı konusunda
da gerekli hassasiyeti göstermeli, bu konuda
kendimizin de bir gün başkasının organ ve kan
bağışına ihtiyacımızın olabileceğini unutmayalım.
Bu şekilde yardım ederek insani ve dini görevimizi
yerine getirmenin huzur ve mutluluğunu
yaşayacağımız gibi, Allah’ın (cc) rızasını da
kazanmış oluruz.
Hutbe Komisyonu
KAYNAKLAR :
1. Şevkani, Neylü’l-Evtar V111/207, Mısır 1380/1961
2. Diyanet gov tr..Din İşleri Kurulu Mutealâları
3. Maide suresi, 32
4. Riyazü’z Salihin Terc. C.1, Hd:242
İLİ
: GENEL
TARİH : 27/12/2013
ÖMÜR SERMAYESİ TÜKENİRKEN…
Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Nihayet onlardan birine ölüm gelip çatınca, ‘Rabbim! Beni
geri gönder de, geride bıraktığım dünyada iyi işler
yapayım’ der. Hayır! Onun söylediği bu söz boş laftan
ibarettir. Önlerinde, yeniden diriltilecekleri güne kadar bir
berzah vardır.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s) şöyle
buyuruyor: “İki nimet vardır ki insanların çoğu (onları
değerlendirme hususunda) aldanmıştır: Sağlık ve boş
zaman.”2
Kardeşlerim!
Yeni bir yılın arefesindeyiz. Ömür sermayemizden bir
seneyi daha geride bırakıyoruz. Yeni yıla girerken biz
Müslümanlara düşen, geçmişin muhasebesini yapmak ve
geleceği plânlamaktır.
Kardeşlerim!
Bu seneye veda ederken kendimize şu soruları soralım:
Ömrümüzün senelerini bir bir sayarken, acaba kaç güne
secdelerle merhaba diyebildik? Kalabalıklar arasında
yönümüzü kaybetmeden, kıbleye çevirebildik mi yüzümüzü?
Yerde ve göklerde bulunan bütün varlıklar O’nu tesbih ederken
acaba biz Rabbimize itaat edebildik mi? O’nun emirlerini
tutabildik mi? Yasaklarından korunabildik mi? Rızkımızı,
kazancımızı
haramlara
bulaşmadan
helal
yollardan
sağlayabildik mi? Elimizi, dilimizi, belimizi, gözümüzü,
kulağımızı, zihnimizi, gönlümüzü haram ve günahlardan
koruyabildik mi?
Rabbimiz, “Var mı dua eden, duasını kabul edeyim?”
“Var mı tevbe eden, tevbesini kabul edeyim?” buyurduğu
halde, O’na el açıp dua edebildik mi? O’ndan af isteyip
günahlarımız için tevbe edebildik mi?
Gündüzlerimizi,
gecelerimizi,
Cumalarımızı,
Ramazanlarımızı hakkıyla ihya edebildik mi? Anne ve
babalarımıza, eş ve çocuklarımıza, akraba ve komşularımıza
karşı vazifelerimizi yerine getirebildik mi? Sofralarımızda
fakirlere yer verip ekmeğimizi kardeşlerimizle paylaşabildik
mi? Bayram sevincimizi yoksulların sevincine katabildik mi?
Yetimlerin başını okşayıp Efendimize bir adım daha
yaklaşabildik mi? Mazlumların gözyaşlarını silebildik mi,
yaralarına merhem olabildik mi? Masumları hedef alan her
türlü zulme karşı “dur” diyebildik mi? Hakkı anlatabildik mi?
Hakikati duyurabildik mi? Hakkın, hakikatin, adaletin, fazilet
ve erdemin yanında yer alabildik mi? Kur’an’ın yanında,
Peygamberimizin tarafında durabildik mi? Örnek insan
olabildik mi? Kısacası Din-i Mübin-i İslâm’ı hakkıyla
yaşayarak Hz. Muhammed Mustafa’ya gerçekten ümmet
olabildik mi?
Bir yılı daha geride bırakıyoruz. İki günü birbirine
denk olan zararda iken hangi günümüzü diğerinden bereketli
kılabildik? Bu sene sevap hanemize hangi hayırları, hangi
iyilikleri kaydedebildik? Acaba Rabbimizin huzuruna sevdiği,
razı olduğu bir kul olarak varabilecek miyiz?
Evet Kardeşlerim!
Ömür sermayemizden bir yılı daha geride bıraktık.
Ancak gelecek nesiller için daha iyi bir dünya kuramadık.
Dünyamızı barış ve esenlik yurduna dönüştüremedik. İnsanın
şeref ve itibarını, haysiyet ve onurunu koruyamadık.
Koruyamadığımız içindir ki 2013 yılında yüzbinlerce insan
şiddet ve çatışma yüzünden hayatını kaybetti. Dünya genelinde
her altı saniyede bir çocuk açlıktan öldü. Her otuz saniyede bir
çocuk meta gibi satıldı. Her dört kadından biri şiddet gördü.
Onlarca kadın katledildi.
Bir yılı daha geride bıraktık. Ancak İslâm
coğrafyasında kan ve gözyaşı hiç dinmedi. İslâm diyarlarında
katliam, çatışma, açlık, yoksulluk, cehalet, tefrika hiç eksik
olmadı. İslâm ülkelerinde kardeşin kardeşi öldürmesine,
bebeklerin kimyasal silahlarla katledilmesine, küçücük
bedenlerin kurşunlara hedef olmasına engel olamadık.
Zalimlerin işledikleri cinayetleri ne yazık ki durduramadık.
Bir yılı daha geride bıraktık. Ancak tabiatın dengesini
bozmaya, çevreyi hoyratça kullanmaya, örselemeye devam
ettik. Her türlü nimeti sınırsız bir şekilde tükettik. İsraf ve
savurganlığa devam ettik.
Bir yılı daha geride bıraktık. Ancak gençlerimizi zararlı
alışkanlıklardan ve zararlı unsurlardan yeterince koruyamadık.
Onları değerlerimizle gerektiği gibi buluşturamadık.
Bir yılı daha geride bıraktık. Ancak kardeşlik
hukukumuzu, kardeşlik ahlakımızı yeterince oluşturamadık.
Dilimizi, üslubumuzu, bilgimizi, birikimimizi, aşkımızı,
şevkimizi ve heyecanımızı yenileyemedik. İlişkilerimizi
geliştiremedik.
Bütün bunlara rağmen 2013 yılını başarılarla geçirmiş
gibi milyonlarca insan kutlama yapacak. Zamanın sahibine
boyun eğmektense, çılgınca eğlencelerle, sınırsız tüketimle,
geçici haz ve avuntularla, şans ve talih oyunlarıyla zamanı
öldürecek. Oysa insan, ancak “zaman bendedir ve mekân bana
emanettir” şuurunu taşıdığında hayatı anlamlı hale gelir.
Kardeşlerim!
Bizler, bu senenin bu son Cuma gününü vesile kılıp
tüm bunları nefsimize bir kez daha hatırlatalım. Henüz fırsat
varken, can teni terk etmeden, Rabbimiz emanetini almadan
bize verilen ömür sermayesinin değerini bilelim. Elimizi
vicdanımıza koyalım ve “2013 senesinde Rabbim için, dinim
için, dünya ve ahiret saadetim için, kardeşlerim için, insanlık
için ne yaptım?” sorusunu kendimize soralım. Ve şu mübarek
vakitte kaybettiklerimizi telafi etmek ve daha yaşanılabilir bir
dünya kurmak için kendimize hedefler koyalım. Kendimiz için
bir karar alalım ve Allah’a dua edelim. Dua edelim ki bize iyi
yolları kolay kılsın. Dua edelim ki iki günümüz birbirine eşit
olmasın. Dua edelim ki Allah bize güç-kuvvet versin. Dua
edelim ki, Rabbimiz bizlere basiret ve feraset bahşetsin. Dua
edelim ki, Rabbimiz ülkemizi ve âlem-i İslâm’ı her türlü bela
ve tuzaklardan korusun. Dua edelim ki, birliğimiz, dirliğimiz,
beraberliğimiz ve kardeşliğimiz kaim ve daim olsun. Dua
edelim ki, İslâm coğrafyasında tutuşturulan fitne ateşi sönsün.
Dua edelim ki gönül coğrafyamızda milletimize umut bağlayan
kardeşlerimizin umutları boşa çıkmasın.
1
2
Müminûn, 23/99,100.
Buhârî, Rikâk, 1.
Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı
İLİ
:BAYBURT
AY-YIL :AĞUSTOS 2013
TARİH :09.08.2013 2. HAFTA
ُ ‫َﻭﺍ ْﻋﺒُ ْﺪ َﺭﺑ َﱠﻚ َﺣﺘﱠﻰ َﻳﺄْﺗِ َﻴ َﻚ ْﺍﻟ َﻴ ِﻘ‬
‫ﻴﻦ‬
RAMAZAN HASLETLERİNİN KORUNMASI
Muhterem Müslümanlar!
Dini hayatımızda çok önemli bir yeri olan,
orucuyla, namazıyla, zekat ve sadakasıyla ibadet ve
rahmet ayı Ramazan-ı Şerifi geride bırakmış
bulunuyoruz. Bu mübarek ay’da, gücümüz
yettiğince oruçlarımızı tutmaya, dini görevlerimizi
yerine getirmeye, namazlarımızı kılmaya çalıştık..
Dinimizin güzelliklerini gönlümüze yerleştirmeye
ve İslam’ın ruhuna uygun bir hayat yaşamaya
çalıştık. Allah’a karşı kulluk görevlerimizi yerine
getirmenin ve nefsânî arzularımıza gem vurarak,
manevî bir zafer kazanmanın sevinci içerisinde
eriştiğimiz Ramazan Bayramı’nı da hep birlikte
yaşadık.
Muhterem Müslümanlar!
Mü’min ibadetlerle, Allah’a karşı tam bir
teslimiyet içinde, iyi bir kul, örnek bir insan olma
imkânını elde eder. Ramazan ayı bu ibadet
yoğunluğuyla, Müslüman’ın tüm kötülüklerden ve
hatalı davranışlardan arınıp güzellikler ve
iyiliklerle donatılmasına imkân tanıyan mübarek
bir zaman dilimidir. Ramazan ayında kazandığımız
güzel hasletlerin ve yerine getirmeye çalıştığımız
ibadetlerin Ramazandan sonra da devam ettirilmesi
gerekir. Nafile de olsa ibadette esas olan
devamlılıktır. Nitekim Sevgili peygamberimiz,
“Allah’ın en çok sevdiği (nafile) ibadet az da
olsa devamlı olanıdır”[1] buyurmuştur. Bu
bakımdan bu ayda yerine getirmeye özen
gösterdiğimiz ibadetlerimizi ve kazandığımız
güzellikleri Ramazandan sonra da devam ettirmeye
çalışmalıyız
Muhterem Müslümanlar!
Ramazanda sabrı, paylaşmayı ve başkalarını da
düşünmeyi öğrendik. Eş dost ve akrabalarımızla
iftar sofralarında buluşarak birlik ve beraberlik
tabloları oluşturduk. Kimsesizlere şefkat ve
merhamet kanatlarımızı gerdik. Fakir ve muhtaç
insanların ihtiyaçlarını gücümüz nispetinde
karşılamaya çalıştık. Camilerimiz cemaatle kılınan
namazlarla
ayrı
bir
canlılık
kazandı.
Kubbelerimizde, tekbirler, dualar ve Kur’an
tilavetleri yankılandı. Fert ve toplum olarak elde
ettiğimiz bu güzellik ve kazanımları, hayatımızın
her anını kuşatacak şekilde devam ettirmeliyiz.
Böylece,
toplumumuzda
huzur
ortamının
oluşmasına katkı sağlayacağımızı da unutmayalım.
Değerli müminler!
Hicr suresi 99. ayetindeki “Sana ölüm gelinceye
kadar Rabbine ibadet et”[2] emrine uygun olarak,
hayatımız boyunca sayısız nimetlerle bizlere
ihsanda bulunan Cenab-ı Allah’a karşı kulluk
görevlerimizi yerine getirelim. Yüce Kitabımızı
okuyarak ve dinleyerek elde ettiğimiz güzelliği,
Ramazandan sonra da meal ve tefsirini okumak
suretiyle devam ettirme gayretinde olalım. Edinmiş
olduğumuz
güzel
ahlaki
değerlerden
uzaklaşmayalım. İbadet, sadaka, güzel davranışlar
ve tövbe ile arındırdığımız gönüllerimizi tekrar
günahlarla kirletmeyelim. Unutmayalım ki
Ramazan ayında yaptığımız ibadetleri ve
edindiğimiz güzellikleri devam ettirmemiz, onların
makbul olduğunun bir göstergesi olacaktır.
Hutbemi bir ayet mealiyle bitiriyorum. Allah (c.c.)
şöyle buyuruyor: “Namaz kılanlar ki, onlar
namazlarında devamlıdırlar.”(3)
HUTBE KOMİSYONU
Kaynaklar
1-Buhârî, Îmân 32, Müslim, Müsâfirîn 221.
2-Hicr, 15/99
3-Hicr Sûresi âyet:99)
İLİ
:BAYBURT
AY-YIL :TEMMUZ 2013
TARİH :05.07.2013 1. HAFTA
ُ ‫ﻧﺰ َﻝ ﻓِﻴ ِﻪ ْﺍﻟﻘُ ْﺮ‬
‫ﺁﻥ ُﻫﺪًﻯ‬
َ
َ ‫ﺷ ْﻬ ُﺮ َﺭ َﻣ‬
ِ ُ ‫ِﻱ ﺃ‬
َ ‫ﻀﺎﻥَ ﺍﻟﱠﺬ‬
ٍ ‫ﺎﺱ َﻭ َﺑ ِﻴّﻨَﺎ‬
َ ‫ﺎﻥ ﻓَ َﻤﻦ‬
َ‫ﺷ ِﻬﺪ‬
ِ ‫ِﻟّﻠﻨﱠ‬
ِ َ‫ﺕ ِ ّﻣﻦَ ْﺍﻟ ُﻬﺪَﻯ َﻭ ْﺍﻟﻔُ ْﺮﻗ‬
‫ِﻣﻨ ُﻜ ُﻢ ﺍﻟ ﱠ‬
*ُ‫ﺼ ْﻤﻪ‬
ُ ‫ﺸ ْﻬ َﺮ ﻓَ ْﻠ َﻴ‬
RAMAZAN AYINA GİRERKEN
Muhterem Müslümanlar!
İhtirasları engelleyen, sabrı öğreten, nimetin
kadrini bildiren, nefsi terbiye eden, mağfiret ve
rahmet ayı Ramazanı Şerifi, önümüzdeki
Pazartesi gününden itibaren idrak edeceğiz.
Ramazan ayı fazilet bakımından nice
güzelliklerin bahşedildiği mübarek bir zaman
dilimidir. İnsanları karanlıklardan aydın1ığa
çıkaran, en doğru yola ileten ilâhî kelâm olan
Kur'an-ı Kerim, bu ayda indirilmiştir. Bin
aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi bu ayda
bulunmakta, Oruç ibadeti de bu ayda yerine
getirilmektedir.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ramazan
ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve
doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri
olarak Kur'an'ın indirildiği aydır...”(1)
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) Ramazan ayı ve
faziletini şöyle bildirmiştir: "Ramazan öyle
bir aydır ki, Allah gündüzleri oruç tutmayı
farz ve gece ibadetini de nafile kılmıştır.
Ramazan, sabır ayıdır. Sabrın karşılığı ise
cennettir. Ramazan ihsan ve yardımlaşma
ayıdır. Müminin rızkı bu ayda artar,
bereketlenir... Ramazan ayı öyle bir aydır
ki, evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu
cehennem ateşinden kurtuluştur.(2)
Aziz Cemaat!
Ramazan ayı; ibadetlerin ve yardımlaşmanın
yoğunlaştığı, nefislerin terbiye edildiği,
fakirlerin yedirilip-içirildiği, görüp-gözetildiği,
sevap ve mükâfatın, af ve mağfiretin arttığı bir
aydır. Bu ay; tutulan oruçları, kılınan
Teravihleri, okunan hatim ve mukabeleleri,
iftar ve sahurları, dua, tövbe, zikir ve niyazları
ile baştan sona bir feyiz, rahmet, bereket ve
ecir
ayıdır.
Peygamberimiz
(s.a.s.)in
ifadesiyle: “Bu ay; cennet kapılarının
açıldığı, Cehennem kapılarının kapandığı
ve şeytanların zincire vurulduğu bir
aydır.”(3)
Muhterem Müslümanlar!
Ramazan; şifa, hayır, huzur, şefaat, hidayet,
Kuran ve Oruç ayıdır. Mümin; Ramazan
ayında oruç, zekât, sadaka, hayır, namaz,
teravih, zikir, tövbe, istiğfar, Kuran okuma,
mukabele ve vaazı nasihat dinleme, iftar
verme, yoksullara yardım gibi güzel
davranışlarla dinî hayatını düzene sokar.
İslâmî hayatın huzuruna erer. Nefsini terbiye
eder. Sabır ve metanetini sağlamlaştırır.
Günahlarından temizlenir. Manevî gıdasını
alır. Allahın rahmetine, mağfiretine ve affına
mazhar olur.
Bizler de Ramazan ayının kıymetini iyi idrak
edelim. Ondan en iyi şekilde yararlanalım.
Manevî nimetlerinden doya doya nasiplenelim.
Nefis muhasebesi yapalım, İlâhî rahmetin
deryasına koşalım. Gafletten, kötülüklerden,
haramlardan kendimizi uzaklaştıralım. Kuran
ayında Kurana sarılalım, onu hayatımıza
rehber edelim, ışıklı yolundan sapmayalım.
HUTBE KOMİSYONU
KAYNAKLAR
1- Bakara, 185.
2- Terğib, II,94-95.
3- Tac. Terc. 11,74.
İLİ
:BAYBURT
AY-YIL :TEMMUZ 2013
TARİH :12.07.2013 2. HAFTA
ُ ‫ﻧﺰ َﻝ ﻓِﻴ ِﻪ ْﺍﻟﻘُ ْﺮ‬
‫ﺎﺱ‬
َ
ِ ‫ﺁﻥ ُﻫﺪًﻯ ِﻟّﻠﻨﱠ‬
َ ‫ﺷ ْﻬ ُﺮ َﺭ َﻣ‬
ِ ُ ‫ِﻱ ﺃ‬
َ ‫ﻀﺎﻥَ ﺍﻟﱠﺬ‬
‫ﺷ ِﻬﺪَ ِﻣﻨ ُﻜ ُﻢ ﺍﻟ ﱠ‬
ٍ ‫َﻭ َﺑ ِﻴّﻨَﺎ‬
‫ﺸ ْﻬ َﺮ‬
َ ‫ﺎﻥ ﻓَ َﻤﻦ‬
ِ َ‫ﺕ ِ ّﻣﻦَ ْﺍﻟ ُﻬﺪَﻯ َﻭ ْﺍﻟﻔُ ْﺮﻗ‬
ُ‫ﺼ ْﻤﻪ‬
ُ َ‫ﻓَ ْﻠﻴ‬
RAMAZAN AYININ FAZİLETİ
Yüce Rabbimize hamd-ü senalar olsun ki, dünya
yolculuğumuz sona ermeden, sağlık, afiyet ve imanla bu
sene de, rahmet ve mağfiret ayı mübarek Ramazan-ı Şerif
ayına ulaşmış bulunuyoruz.
Ramazan; Yüce Allah'ın sevgisiyle dolup taşacağımız,
Dua secde ve mukabelelerle manevi âlemlere koşacağımız,
daha iyi bir kul olma yarışına gireceğimiz mübarek bir
aydır.
Ramazan; ilahi emirlerin ışığı altında kendimizi
hesaba çekeceğimiz, kalplerimizi ve fikirlerimizi
kötülüklerden
kurtarmaya
çalışacağımız
mübarek
günlerdir.
Ramazan ayı, hayır ve bereket ayıdır. Dua ve niyaz
ayıdır. Rahmet ve mağfiret ayıdır. Kur'an ve oruç ayıdır.
Günahlardan temizlenme, cehennem ateşinden kurtulma
ayıdır. Peygamberimiz bu aydan söz ederken: "Evveli
rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennem azabından
kurtuluştur" (1) buyurmuştur.
Kalplere nur, gönüllere şifa, mü'minlere rahmet olan;
bütün insanlığı cehaletten, karanlıktan, vahşetten ve
delaletten kurtaran; doğru yola ve ilahi nura, ilme,
medeniyete ve saadete ulaştıran Kur'an-ı Kerim bu ayda
nazil olmaya başlamıştır. Bu sebeple bu aya "Kur'an ayı"
da denilmektedir. Yüce Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
"Ramazan ayı öyle bir aydır ki, insanlara doğru
yolu gösteren, Hak ile batılı ayıran Kur'an-ı Kerim, o
ayda indirilmiştir. Sizden her kim bu ayı idrak ederse
oruç tutsun" (2)
Bu ay baştan sona hayırdır. Hayrın karşılığı ise
cennettir. Bir ekenin bin biçeceği, manevi bir hasat
mevsimidir.
Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: "
Eğer Ümmetim, Ramazan ayında tecelli eden fazilet ve
mükâfatları gerçekten bilmiş olsalardı,
bütün
senenin Ramazan olmasını temenni ederlerdi" (3) "
Size Ramazan ayı geldi, o mübarek bir aydır. O ayda
oruç tutmayı Allah size farz kıldı. O ayda cennetin
kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır. Şeytanların
azgınları zincire vurulur. O ayda Allah'ın bir gecesi
vardır ki, bin aydan daha hayırlıdır. O gecenin
hayrından mahrum kalan Allah'ın rahmetinden
mahrum kalır".(4).
Ramazan otuz günlük bir programdır. Günlük program
sahurla başlar. Mü'min sahura kalkarak programa kaydını
yaptırmış olur. Ramazan mektebinin programı çok
geniştir. Programda namaz vardır, kıyam vardır, kıraat
vardır, teheccüd vardır, nafile vardır, infak vardır, teravih
vardır, kadir vardır, Kur'an vardır, mukabele vardır, ilim
vardır, irfan vardır, itikâf vardır, ibadet vardır, iyilik
vardır, güzellik vardır, tevbe vardır, hürriyet vardır,
terbiye vardır, arınma vardır, korunma vardır, orucun
neşesi bayram vardır.
“Ramazan mektebinin programı bizzat Allah
tarafından tanzim edilmiştir. Sahurla başlayıp iftarla
son bulan bu programa teravih, Hz. Peygamber
tarafından eklenmiştir” (5)
Peygamberimiz, Ramazan ayının diğer aylara
üstünlüğünü belirtip şöyle buyurdular: "Allah size bu
ayda Ramazan orucunu farz kıldı. Ben de gece
ibadeti, Teravih namazını sünnet kıldım. Kim
Ramazan ayının faziletine inanarak ve alacağı
mükâfatı Allah'tan umarak orucunu tutar,
namazlarını kılarsa anasından doğduğu gün gibi
günahlardan k u r t u l u r . "(6).
Bu mektepte, hiçbir okul, medrese ve
üniversitede olmayan eğitim vardır. Dini mazereti
olmayan her insanı kendine öğrenci olarak kabul
etmiştir. Hz. Peygamber bir Hadisinde: " Her kim
Ramazanı inanarak ve sadece Allah rızası için oruçlu
geçirirse geçmiş bütün günahları af olur" (7)
buyurarak, eğer iman ve ihlâsla tatbik edilmişse
Ramazan mektebinin sonunda mağfiret ve arınma
olduğunu bizlere müjdelemiştir.
Peygamberimiz bir gün minbere çıkıp üç kere
"âmin, âmin, âmin "dedi. Sonra şöyle buyurdu:
"Cebrail (as) bana gelip: "Kim Ramazana yetişirde
oruç tutmayarak bu ayda bağışlanmazsa Allah onu
ilahi rahmetinden uzaklaştırsın "dedi. Ben de "âmin
" dedim.(8).
Ramazanda bir ay oruç tutmak, kişiye olduğu
kadar, topluma da çok yönlü mesajlar verir. Huzur ve
karşılıklı güvenin tesisini sağlar. Kişi sabır ve sebatla
açlığa karşı tahammülü; fakirlerin halini düşünmeyi;
hoşgörülü olmayı ve nice güzel hasletleri kazanma
imkânına Ramazan ve oruçla sahip olur.
Feyizli ve bereketli günlerin içine girdiğimiz bu
mübarek Ramazan ayını, hayatımızın son Ramazanı
imiş gibi değerlendirmemiz, İlahi rahmetin oluk oluk
aktığı bu ayı gaflet ve dalgınlıkla geçirmememiz
gerekmektedir.
Hutbeme son verirken hepinizin Ramazan-i
Şerifinizi kutluyor, ülkemiz, milletimiz ve insanlık
âlemi için hayırlara ve affımıza vesile olmasını Yüce
Allah'tan niyaz ediyorum.
Kemalettin AKSOY
Bayburt İl Müftüsü
Kaynaklar
1,et. Terğib ve’t Terhib.c.2,s 95
2.Bakara,2/185
3.İbn Hüzeyme,Sahih’inde Beyhaki Ve Ebu ş Şeyh
4.Nesai,Beyhaki,Ebu Kilabe
5.Prof.Dr.M. Görmez.Diyanet Aylık d 178 Say
6.Nesai,Ebu Hureyreden.
7.Buhari.Savm.6.II.228
8.Hakim.İbn Hibban,İbn Hüzeyme
İLİ
AY-YIL
TARİH
: BAYBURT
: ŞUBAT 2013
: 08.2.2013, ( 2.Hafta)
َ ً‫�ُ َﺣﻼَﻻ‬
ّ ْ‫ﻁ ِﻴّﺒﺎ ً َﻭﺍﺗﱠﻘُﻮﺍ‬
ّ ‫َﻭ ُﻛﻠُﻮﺍْ ِﻣ ﱠﻤﺎ َﺭﺯَ ﻗَ ُﻜ ُﻢ‬
َ�
َ‫ِﻱ ﺃَﻧﺘُﻢ ِﺑ ِﻪ ُﻣﺆْ ِﻣﻨُﻮﻥ‬
َ ‫ﺍﻟﱠﺬ‬
SİGARANIN SAĞLIĞIMIZA ZARARLARI
Muhterem Müminler!
Yüce Mevla’mızın, insana bahşettiği en önemli
nimetlerden biri de, sağlıktır. Sağlık, gerçekten
büyük bir nimettir. Bu nimetin değerini çok iyi
bilmemiz gerekmektedir. Ne yazık ki, bu nimetin
değerini,
sağlığımızı
kaybettiğimiz
zaman
anlamaktayız. Sağlık, insana verilen önemli
sermayedir. Sağlık olmadan, hiçbir şey yapamayız.
Sağlığını kaybeden insana dünya zindan olur.
Muhterem Müslümanlar!
Yüce Allah, bu bedenlerimizi, bize emanet
vermiştir. Bunun için emanetlerimize ihanet
etmememiz lazımdır. Sağlığımıza zarar veren, her
şeyden kaçınmamız lazımdır. Sağlığımızı tehdit
eden pek çok unsur vardır. Bunların başında, sigara
gelmektedir. Sigara, bağımlılıkların en yaygını ve
üzerinde durulması gereken önemli bir konudur.
Tıp ve pozitif bilimlerinde ki son gelişmeler, artık,
sigaranın sağlığa zararlı olduğunu ve birçok
hastalıklara sebep olduğunu ve bazı hastalıkların da
kaynağı olduğunu ortaya koymuştur. Sigara,
insanın birçok organlarına zarar verdiği gibi,
çevreye ve diğer insanlara da zarar vermektedir.
Türkiye Sigarayla Savaş Derneği; Türkiye’de her
yıl 110 bin kişinin sigaranın sebep olduğu
hastalıklardan hayatını kaybettiğini ve yılda 15
milyon dolar sigaraya harcandığını söylüyor.
Dünya genelinde ise yılda sigaraya 400 milyar
dolar harcandığını buna karşılık 600 milyar dolar
da sigaranın neden olduğu hastalıkların tedavisi
için kullanıldığını belirtiyor. Bu veriler bize
sigaranın zararlarının ne boyutta olduğunu
göstermektedir.
Aziz Cemaat!
Sigara, on dört asırlık fıkıh tarihi içinde yeni bir
mesele olduğu için, ilk dönem müçtehitlerin
sigarayla ilgili hükümleri bulunmamaktadır. Son
dönem İslam bilginlerinin, sigara konusunda farklı
hükümleri vardır. Kimileri mekruh demişler,
kimileri ise, haram demişlerdir. Mekruh diyenler,
İslam kaynaklarında açık bir hüküm bulunmadığını
delil göstermişlerdir. Haram diyenler ise; zarar,
israf, nafaka yükümlülüğünü delil göstererek
haram demişlerdir. Kur’anda ; “Yiyiniz içiniz
fakat israf etmeyiniz”.1 Başka bir ayette;
“Kendinizi elinizle tehlikeye atmayınız.”2 Maide
süresinin 88. ayetinde ise, şöyle buyuruluyor; “
Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helal ve
temiz olarak yiyin ve kendisine inanmakta
olduğunuz Allah’a karşı gelmekten sakının ” 3
Hz. Peygamber (a.s)’da, “Ne doğrudan zarar
verme, ne de zarara, zararla karşılık verme
vardır” 4 diyerek, bir kimsenin kendine ve
başkalarına zarar vermemesinin, temel bir dinî ilke
olduğunu vurgulamıştır.
Değerli Müslümanlar!
Bütün bu ayetler ve hadisler, bize gösteriyor ki,
sigara içmenin tavsiye edilmediği, aksine,
terkedilmesi gereken zararlı alışkanlıklardan
olduğu vurgulanmıştır. Sağlığımızın kıymetini
bilelim, sigara ve diğer bağımlılıkları kullanarak,
şu güzel bedenimize, zarar vermeyelim. Kanunî
Sultan Süleyman’ın şu sözünü hatırımızdan
çıkarmayalım.
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
“Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”
Sigara içiyorsak, en kısa zamanda terk edelim. Ve
bu hususta, birbirimize dua ederek, Allah’tan
nefretini isteyelim. Kendimizi ve başkalarını
zehirlemeyelim, çocuklarımızın gözü önünde
sigara içerek, onlara kötü örnek olmayalım! Sigara
içme yaşının, 11-12 yaşa kadar inmesinde, bizim
de ve özellikle sigara içen kişilerin de, veballerinin
olduğunu unutmayalım.
Efrail GÜLSÜM
İmam-Hatip/Bayburt
KAYNAKLAR:
--------------------------------1-Araf 31
2-Bakara 195
3-Maide 88
4-İbni Mace ,sünen, Ahkam 17
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : EKİM-2013
TARİH : 25/10/2013
ُ ‫َﻭﺃَ ْﻣ ُﺮ ُﻫ ْﻢ‬
‫ﻮﺭﻯ ﺑَ ْﻴﻨَ ُﻬ ْﻢ‬
َ ‫ﺷ‬
ŞURA VE ÖNEMİ
Muhterem Müslümanlar!
İstişâre, kişinin kendisini ilgilendiren konularda bir
başkasının görüşüne başvurması veya idârecilerin
toplumu ilgilendiren konularda
akil insanlara
danışılması şeklinde ele alınabilir. İstişare; Peygamber
Efendimiz’in (sav.) en çok ehemmiyet verdiği önemli
sünnetlerinden biridir. Kurani Kerim de İş hususunda
onlarla müşâvere et" (1); "Onların işleri aralarında
istişâre iledir" (2).ayetlerinde belirtildiği gibi müminler,
her hangi bir konuda karar almaları gerektiğinde
mutlaka birbirleriyle fikir alışverişinde bulunmalı ve
ortak karar almaları gerekmektedir.
Değerli Kardeşlerim !
Hz. Peygamber (s.a.s) istişâreye teşvik etmiş; vahyin
indirilmediği durumlarda daima ashabına danışma
yoluna gitmiştir ,Bedir esirleri konusunda, Uhud ve
Hendek Gazvelerinde, Hudeybiye'de, Taif Seferinde,
ezan konusunda olduğu gibi birçok mevzuda ashabıyla
istişâre etmiştir. Hatta Ebû Hureyre (r.a) Rasûlullah'tan
daha çok ashabıyla istişâre eden kimse görmediğini
belirtmektedir.Bu konuda şu örnek yeterli bir
vesikadır;” Bedir savaşında, Peygamber Efendimiz
kendilerine en yakın kuyunun başında durdu ve orayı
karargah yapmak istedi. Bu sırada Ashab'tan Hubâb elCümuh, Peygamberimize "Yâ Resulullah! Burayı,
Allah'ın seni yerleştirmiş olduğu ve bizim ileri geri
gitmeğe yetkimiz olmayan bir yer olarak mı seçtin?
Yoksa bu bir görüş, bir harp taktiği midir?" diye sordu.
Resulullah (a. s.) "Hayır; bu bir görüş ve bir harp
taktiğidir" dedi. O zaman sahâbi "O halde Yâ
Resulullah! Burası uygun bir yer değil, orduyu kaldır.
düşmana en yakın kuyuya gidelim. Orada bir havuz
yapıp içine su dolduralım, geride kalan kuyuları tahrip
edelim, düşman istifade edemesin." dedi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) "Sen güzel bir fikre
işaret ettin" buyurdu ve sahabinin dediği şekilde
hareket etti.
Ancak meselelerin çözümünde birçok fikir bir araya
gelirse, mükemmel veya nisbeten doğru bir çözüm
elde edilebilir. Kendilerini beğenen, başkalarının görüş
ve düşüncelerine değer vermeyen kişiler, hiç kimseye
danışmazlar. işlerini kendi görüş ve düşünceleri
doğrultusunda çözümlemeye çalışırlar. Bu şekilde
davranma ise çoğu zaman yanlışlıklara sebep olur.
Yapıları islerden fayda yerine zarar elde edilir.
İstişâre ederken göz önünde bulundurulması gereken
en önemli noktalardan biri, kime veya kimlere
danışılacağı konusudur. Müsteşar yani kendisiyle
istişare edilen zat emin, dirayetli, mütefekkir,
müstakim, tesir altında kalmayan, sağlam fikirli, keskin
görüşlü, , öfkeden uzak, sabırlı, bilgili, sahasında
uzman, tecrübeli, faziletli, samimi ve vakarlı olmalıdır.
Muhterem Müslümanlar!
Kısaca belirtmek gerekirse, istişâreye yani danışmaya,
Yüce Allah'ın emri, Peygamber Efendimizin sünneti
olarak önem verilmelidir. Bir insan ne kadar akıllı,
zeki v e t ecrübeli o lursa o lsun, istişare esasına uygun
hareket etmedikçe, muvaffak olamaz ve karşılaşacağı
problemleri kolay bir şekilde halledemez. Evet
İstişâre hayırlı ve isabetli karar vermede bir
anahtardır. İstişare ibadetini yerine getiren kişi, kendi
aklını beğenmeyip diğer müminlerin de fikrini alarak
şeytanın
oyununu bozmuş olur. Aynı zamanda
istişare, müminler arasındaki dayanışma ruhunu
geliştirirek kolektif aklı oluşturur. "Her bilgi sahibinin
üstünde daha iyi bir bilen vardır." (3) ayeti gereği
İstişare, layığı ile yapıldığı takdirde bereket getirir.Aksı
takdirde İstişaresiz yapılan işlerde, hatalar ve
meydana
gelecek
sıkıntılar
da
o
nispette
günümüzde
bır çok
artacaktır.Unutmayalımki
sıkıntıların temelini istişaresiz yapılan işler teşkil
etmektedir.Hutbemi bir hadis mealiyle bitirmek
istiyorum “Kim bir işe girişmek ister de, o hususta
Müslüman biri ile müşavere ederse Allah onu işlerin
en
doğrusunda
muvaffak
kılar."
(4)
Kıymetli Müslümanlar!
Akıl ve zeka yönüyle insanların en mükemmeli olan
Hz. Peygamber (sav.) istişareye bu kadar ehemmiyet
verdiği halde,Bir Müslümanın
kendi görüşleriyle
yetinip
istişare
etmemesi
büyük
bir
hatadır.Toplumların düştükleri hatalar, çok defa işi
kendi başına yürütme sonucu olmaktadır.
BAYBURT MÜFTÜLÜĞÜ HUTBE KOMİSYONU
KAYNAKLAR
1-Alu İmrân, 15912- Şûrâ, 38
3- Yusuf Suresi, 76
4- Kütüb-i Sitte, 16. Cilt
İLİ
:BAYBURT
AY-YIL :MAYIS 2013
TARİH :10.05.2013 2.HAFTA
‫ﻋﻠَﻰ ﺃَﻧﻔُ ِﺴ ِﻬ ْﻢ‬
َ ‫ِﻱ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺃ َ ْﺳ َﺮﻓُﻮﺍ‬
َ ‫ﻗُ ْﻞ َﻳﺎ ِﻋ َﺒﺎﺩ‬
ُ َ‫َﻻ ﺗَ ْﻘﻨ‬
‫ﻄﻮﺍ ِﻣﻦ ﱠﺭ ْﺣ َﻤ ِﺔ ﱠ‬
ِ�
ÜÇ AYLAR VE REGAİB
arzedilen dua ve niyazlar geri çevrilmez. Bu
mevsimde İslam Âleminde sineler Allah aşkı,
sevgisi, Rasûlüllah (s.a.s) sevgisi, için çarpar.
Fertlerin hayatında kalp huzuru ve itminan,
toplum hayatinda sevgi, barışve paylaşma kültürü
ziyadeleşir.
Muhterem Müslümanlar!
11.05.2013 yani yarın üç ayların başlangıcı
Perşembe gününü Cuma gününe (16-17.05.2013)
bağlayan gece de Regaip Kandilidir. Üzerimize
İlahi ihsan ve ikramların sağanak halinde yağdığı,
feyiz ve bereketi bol bir mevsim olan üç aylara,
bizleri ulaştıran Allah’a nihayetsiz hamdu senalar
olsun
Muhterem Müslümanlar!
Üç aylar diye bilinen Recep, Şaban ve Ramazan
ayları, kutsal zamanlardır. Bir hadisi şerifte;
Rasûlüllah (s.a.v) Efendimiz, Receb ayı girince.
“Âllahım! Receb ve Şabanı bize mübarek kıl!
Bizi Ramazana ulaştır"(1) diye dua ederdi.
Dolayısıyla bu aylar bir revizyon, yeniden inşa,
tezkiye ve onarım mevsimi olarak da ifade
edilebilir. Çünkü, bu aylarda insani meziyetler,
vahyin rehberliğinde yeniden inkişaf eder,
Müminler arasında, sevgi saygı, şefkat, merhamet
ve paylaşma hisleri bu mevsimde ziyadeleşir.
Başta Yüce Yaratana karşı olmak üzere, tüm
insanlığa karşı görev ve sorumluluklarımızın
bilinci gelişir. Üç ayların değerini ifade eden diğer
bir önemli özellik ise, beş mübarek kandil
gecesinden dördü olan; Regaip, Miraç, Berat ve
bin aydan hayırlı olan Kadir gecesinin bu aylar
içerisinde olmasıdır.
Üç aylar dediğimiz mübarek aylar içinde kutlanan
ilk kandil de Recep ayının ilk Cuma gecesi olan
Regaip Kandilidir. Allah (c.c)'ın rahmet ve
mağfiretinin müminleri kuşattığı gece manasına
gelen Regaib Kandili'nde, tam bir teslimiyetle
nefis muhasebesi yapmamız gerekir. Bu kutlu
zaman dilimi, dua ile Allah’a yakararak
günahların
ağır
vebalinden
kurtulmak
bakımından büyük bir fırsattır Allah'ın Rahman
ve Rahim isimlerinin tecelli ettiği bu gecelerde,
Allaha yönelen kalpler, açılan eller
Değerli Müslümanlar!
İlahî rahmete ve mağfirete gark olduğumuz bu
kutlu gün ve gecelerde zikir, fikir ve şükrümüzü
artıralım. Kusur ve kabahatlerimizin beğışlanması
için nasuh tevbesiyle tevbe edelim. Sevgili
Peygamberimiz (s.a.v.) "İnsanoğlunun hepsi
hata edici ve günah işleyicidir. Hata edenlerin
en hayırlısı ise,
hatasını bilip tövbe
(2)
edenlerdir" buyurmuşlardır. Yüce Allah(c.c) da
okuduğum Ayet-i Celilede; “De ki: Ey günah
işlemede haddi aşan kullarım! Allah’ın
Rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah
bütün günahlar bağışlar."(3) buyurarak, bütün
günahkarlara tevbe için büyük bir müjde veriyor
gönül diliyle İslâm aleminin huzur ve felahi için
dua edelim. Ömür muhasebesi yapalım. Allahın
huzuruna gideceğimiz günü düşünelim. Hutbemi
bir hadis-i şerif mealiyle bitirmek istiyorum.
“Akıllı kimse, nefsine hesaba çeken ve ölümden
sonrası için amel edendir. Aciz ve ahmak kimse
ise,nefsinin keyfine göre yaşayıp, Allah’tan
güzel şeyler bekleyendir.(4)
Bu duygu ve düşüncelerle Regaib Kandilinizi
tebrik ediyor. İslâm âleminin birlik ve
beraberliğine, insanlık âleminin barış ve huzuruna
vesile olmasını, Cenâb-ı Allah'tan niyaz ediyorum.
HUTBE KOMİSYON
KAYNAKLAR
1234-
Camiü's-Sağîr, 2:90
Müslim, Buhari; Tevbe
Zümer 53
Tirmizi, Kıyame, 25;İbn Mace, Zühd, 21;
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : EYLÜL 2013
TARİH : 13/09/2013 (2. HAFTA)
VATAN VE MİLLET SEVGİSİ
MUHTEREM MÜ’MİNLER!
Millet, aynı topraklar üzerinde yaşayan
aralarında dil, tarih, duygu birliği olan insan
topluluğudur. Milletin üzerinde yaşadığı toprak
da vatan olarak adlandırılır. Vatan yalnızca
üzerinde yaşanılan sıradan bir toprak parçası
olmayıp, insanların hayatında sahip olduğu en
önemli varlıklardan biridir. Vatan ve millet
mefhumu, her insan için anlamı büyük olan bir
kavramdır.
AZİZ MÜ’MİNLER!
Müslüman kişinin vatanını sevmesi,
inancının gereğidir. Devleti ve milleti ile
birlikte,
her
bakımdan
hür
olarak
yaşayabileceği bir vatanı bulunmayan bir
Müslüman’ın, inancına uygun yaşaması
mümkün olmadığı gibi, dini vecibelerini
istediği şekilde yerine getirmesi de mümkün
olamaz.
Dolayısıyla bağımsızlık ve egemenlik
bir millet için en önemli değerlerdir.Bu
değerlerin kaybedilmesi asla kabul edilemez.
Ecdadımız bağımsızlık ve egemenlik uğruna
çok büyük fedakârlıkta bulunmuşlardır. Kutsal
değerleri
ayakta
tutmak
ve
Ezan-ı
Muhammedi’nin sesini daima yüce tutmak için
seferden sefere koşmuştur. Malazgirt’te,
Sakarya’da, İstanbul’un fethinde ve daha nice
yerlerde kanlarını-canlarını feda ederek,
şahadet şerbetini içmişlerdir. Böylece Allah’ın
Resulü (s.a.v.) Efendimizin şu Hadisinin
müjdesine mazhar olmuşlardır: “Cennete
girdikten s onra hiç kimse dünyaya geri
gelmeyi ar zu etmeyecektir. Yalnız şehitler
böyle değil. Şehit gördüğü ikramdan dolayı
dünyaya dönme ve on kere şehit olmayı
temenni eder.”(1)
MUHTEREM MÜ’MİNLER!
Yüce Allah; dinlerini, vatanlarını ve
istiklallerini saldırılardan korumak için
savaşanlara yardım edeceğini vaad etmektedir.
Kuran-ı
Kerim’de:
“Allah yol
unda
savaşanlarla inkârcılar karşı karşıya
geldiklerinde, inkarcılar karşılarındaki
mü’minleri ik i m isli gör ürler. Allah
dilediğini yardımıyla destekler, bunda
görebilenler
için
ibretler
vardır.”(2)
buyurmaktadır.
AZİZ MÜSLÜMANLAR!
Dün olduğu gibi, bu gün de gerek yurt
içinde ve gerekse yurt dışında memleketimiz
aleyhinde kötü emellere sahip olanlar
bulunmaktadır. Çok iyi biliyoruz ki, bunların
amacı bizi bölmek ve parçalamaktır. Bizi
birbirimize düşürmektir. Bu oyunlara asla
gelmemeliyiz. Varlığımızı korumanın, millet
olarak gelişmemizin ve kalkınmamızın yegâne
şartının milli birlik ve beraberlik olduğu
gerçeğini hiçbir zaman unutmamalıyız.
Vatanını seven gerçek Müslüman, milli
birlik ve beraberliğe özen gösteren, bunu
bozacak davranışlardan kaçınan insandır.
Hutbemi Merhum Mehmet Akif’in şu
dörtlüğü ile bitirmek istiyorum:
“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı!
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı,
Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.”(3)
Bu vesile ile Din, vatan ve millet uğruna
canını feda eden aziz şehitlerimize Canab-ı
Allah’tan rahmet diliyor, gazilerimizi de minnet ve
şükranla yad ediyoruz.
HAZIRLAYANIN ADI SOYADI : Hutbe Komisyonu
(HUTBE KOONU)
Kaynaklar
:
1- Tirmizi,Cihad,25
2- Al-i İmran,13
3- İstiklal Marşı
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : EYLÜL 2013
TARİH : 06.09.2013 (1. Hafta)
YAŞLILARA VE DÜŞKÜNLERE SAYGI
MUHTEREM MÜSLÜMANLAR!
Dünya
ve
Ahiret
mutluluğuna
ulaşabilmemiz için Rabbimizin, hayatımızın her
alanına yönelik emir ve yasaklarına uymamız
gerekir. Rabbimizin biz kullarından uymamızı
istediği önemli görevlerden biri de: yaşlılara ve
düşkünlere sevgi ve saygı göstermemizdir.
Dünya hayatında mutlu olmanın yolu,
huzurlu bir toplum oluşturmamız ve böyle bir
toplumda yaşamamızdır. Birlik, yardımlaşma ve
dayanışma ruhunun bir göstergesi olarak sevgiye,
bakıma ve ilgiye muhtaç yaşlılara ve düşkünlere
gereken hassasiyeti göstermeliyiz.
DEĞERLİ MÜMİNLER!
En yakınımızdan başlayarak çevremizdeki
yaşlı ve düşkünlere sevgiyle muamele etmeli,
gücümüz nispetinde ihtiyaçlarını karşılamalıyız.
Eğer anne ve babamız ihtiyarlayıp bizlerin
bakımına muhtaç hale gelirseler, Rabbimizin
bizlere öğrettiği gibi onlar için şöyle dua
etmeliyiz: “İkisine de, şefkatle, t evazu i le k ol
kanat ge r. Rabbim, onların, beni, küçükken
terbiye edip yetiştirdikleri gibi sen de, onlara
merhametinle mu amele e t”(1) demeli ve
sevgiyle hizmet etmeliyiz.
DEĞERLİ CEMAAT!
Akrabamız olsun ya da olmasın
çevremizdeki yardıma muhtaç yaşlı ve düşkünlere
de Müslümanlığımızın bir gereği olarak gereken
ilgiyi göstermeliyiz. Maddi ve manevi
ihtiyaçlarını elimizden geldiğince karşılamalıyız.
Allah Teala bir ayetinde şöyle
buyurmaktadır: ”Akrabalara, çevresi ve çaresi
olmayan yoksullara, yolda kalan muhtaç
yolcuya,
Allah’ın
tanıdığı,
belirlediği
sorumluluğu yerine ge tir, onların hakkını
ver.”(2) Dolayısıyla bütün bağların en üstünde
kardeşlik
bağı
olduğunu
unutmadan
kardeşlerimizin; bakıma muhtaç, yardıma muhtaç
olanlarına, yaşlısına, düşkününe, yetimine, öksüzüne
Rabbimizin bizlere verdiği imkanlar nispetinde yardımda
bulunmalı, mutlu ve huzurlu bir toplum için çaba ve
gayret göstermeliyiz.
Bir Müslüman olarak, çevremizde bulunan yaşlı
ve düşkünlere en azından güler yüz göstermeli,
gönüllerini almalıyız. Yolda, parkta, ulaşım araçlarında,
hastanelerde yaşlılara saygı göstermeli onlara öncelik
vermeliyiz. Günümüzde yaygınlaştığı gibi, yakışıksız
ifadelerle onlara seslenmemeliyiz. Unutmamalıyız ki,
bugünün gençleri yarının yaşlıları olacaktır. Aynı şekilde
düşkünlere gülmemeli, onlarla alay etmemeliyiz.
Yarınlarda bizlerin de düşkün, yaşlı ve muhtaç
olabileceğimizi aklımızdan çıkarmamalıyız.
MUHTEREM MÜSLÜMANLAR!
Hutbemizi merhametliler merhametlisi Yüce
Rabbimizin yaratılışı açıklayan buyruğu ile bitiriyorum:
”Sizi zayıf olarak yaratan, zayıflıktan sonra kuvvetli
kılan, kuvvetten sonra zayıf ve ihtiyar kılan Allah’tır.
Dilediğini yaratır. O her şeyi bilendir, her şeye gücü
yetendir.”(3)
HUTBE KOMİSYONU
Kaynaklar
:
1- İsra Suresi, 24
2- İsra Suresi, 26
3- Rüm Suresi, 54
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : EKİM-2013
TARİH : 18/10/2013
ZAMAN BİLİNCİ
Muhterem Müslümanlar,
Belki de hiçbir din, hiçbir kültür ve medeniyet, zamana
son hak din İslâm kadar önem atfetmemiştir. Zaman, Yüce
Rabbimizin insanoğluna verdiği nimetlerin en başında yer
alır. Yeryüzündeki birçok nimetin alternatifi veya
yitirilmişse telafisi mümkün iken, geçen hiçbir ânın geri
getirilmesi asla mümkün değildir. Önemine binaen Kur’an-ı
Kerim’de bazı sureler; Asr, Duha, Leyl, Fecr, Cuma, Felak
gibi zaman ifadelerine yeminle başlar, isimlerini de bu
ifadelerden alır. Yine pek çok ayette; dehr, karn, asr, sene,
yaz-kış, ay, gece-gündüz, sabah-akşam, kuşluk vakti, zeval
ve gurub vakti, gece yarısı, ân gibi vakitlerden söz edilir.
Bazen “süresi elli bin yıl olan bir günden”1 bazen de “göz
kırpması veya daha az bir zamandan” bahsedilir.2 Yüce
Rabbimiz öyle bir zamandan söz eder ki, o vakit insan
henüz adı anılan bir varlık bile değildir.3 Yine Kur’an’da
öyle bir saatten bahsedilir ki, kıyametin kopuşunun
kastedildiği bu ânın ne zaman gerçekleşeceğini Allah’tan
başka hiç kimse bilemez.4 İşte Cenâb-ı Hakk’ın bu iki
zaman dilimi arasında insanoğluna verdiği kesintisiz
nimetin adıdır zaman. Biz insanlar açısından ilk insan ve ilk
peygamber Hz. Adem’le başlayan bu kesintisiz nimet,
yüzlerce asırdır, binlerce neslin üzerinden akıp gitmiştir.
Kıymetli Müminler,
Dinimizdeki sorumluluk anlayışına göre; “Yüce Allah,
kişiyi ancak verdiğinden ve ancak gücü nispetinde sorumlu
tutar”. Bu yüzdendir ki, her birimize ahirette sorulacak ilk
soru, bir ayet-i kerimede de ifade edilen: “Dünyada ne ile
meşgul idiniz? Ne yaptınız?” sorusu olacaktır.
“İki nimet vardır ki, insanların çoğu onları
değerlendirme hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş
zaman.”5 buyuran Sevgili Peygamberimizin ashabından
birine söylediği şu hikmetli tavsiyesi ne kadar mânidardır:
“Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bil; ölümden
önce hayatın, meşguliyetten önce boş zamanın, yokluktan
önce varlığın, ihtiyarlıktan önce gençliğin ve hastalıktan
önce sağlığın”6
Ne var ki Allah ve Resulü’nün zamana verdikleri bu
kıymet ve öneme paralel bir duyarlılığı bugün pek çok
Müslümanda görebilmek maalesef mümkün değildir.
Bırakın zamanın kıymetini bilmeyi, böyle bir nimet
karşısında bizdeki duyarsızlık hatta vurdumduymazlık içler
acısıdır. Oysa Müslümanlar olarak bizlerin sağlam bir
zaman tasavvuruna sahip olmamız, zaman bilincini
geliştirmemiz, zamanın bize verilen en değerli nimet
olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Ne yazık ki dilimize ve
kültürümüze de yerleşmiş olan “zaman çok kötü!” “zaman
öldürmek”, “zamanım yok!” “zamane çocuğu!” “zaman
sana uymazsa sen zamana uy!” şeklindeki söylenmeler,
aslında zamana nasıl baktığımızın birer göstergesidir.
Halbuki değeri bilindiği ve değerlendirildiği müddetçe
zaman daima iyidir, mübarektir. Yaşadığı en küçük
zamandan sorulacağı bilinciyle hareket edip zamanı
değerlendirerek “iyi ve aydınlık” kılacak da, aksini yaparak
onu “kötü ve karanlık” hâle getirecek de biziz.
Sevgili Kardeşlerim,
İster hicrî, ister milâdî olsun, Kur’an-ı Kerim’de de ifade
edildiği gibi; “Allah katında ayların sayısı on ikidir.”7
Birkaç hafta evvel hicrî 1433 yılına girdik; inşallah Pazar
günü de milâdî 2012 yılına gireceğiz. Aslında bu, süresinin
ne kadar olduğunu bilemediğimiz ömrümüzden koca bir
yılın eksildiği, başka bir ifade ile ölüm gerçeğine bir yıl
daha yaklaştığımız anlamına gelmektedir. Tam bu noktada,
geçirilen 365 günün ardından bir muhasebe yapılması
gerekirken, yeni bir yıla kavuşmanın sevinç ve heyecanıyla
sırf ötekine özenerek ve öykünerek daha ilk geceden zamanı
öldürmek ne kadar da düşündürücüdür!
Oysa Yüce Rabbimiz, Resûl-i Ekrem Efendimizin
şahsında her birimize; “Bir işi bitirince diğerine koyul.”8
buyurmaktadır. Yine bizim kültürümüze göre “İki günü eşit
olan ziyandadır.” Hutbemin başında okuduğum surede Yüce
Allah şöyle buyurur: “Asra yemin ederim ki insan
gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi
ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye
edenler müstesnadır.”
Dolayısıyla Yüce Rabbimizden niyazımız, bize zamanı
iyi plânlama ve iyi değerlendirme bilincini bahşetmesi;
geçirdiğimiz yılın ve yılların iyi bir muhasebesini
yapmamız; gireceğimiz 2012 yılının başta ülkemiz, gönül
coğrafyamız ve İslâm âlemi olmak üzere tüm insanlığa
barış, huzur ve mutluluk getirmesi; hayırlarla dolu bolluk ve
bereketler içinde bir yıl olmasıdır.
Hazırlayan ve Redaksiyon:
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
1
Meâric 70/ 4.
Nahl, 16/77.
3
İnsan, 76/1
4
A’raf, 7/187.
5
Buhârî, Rikâk, 1.
2
6
7
8
Hakim, el-Müstedrek, IV, 341.
Tövbe 9/36.
İnşirâh, 94/7.
İLİ
AY-YIL
TARİH
: BAYBURT
: NİSAN 2012
: 06.04.2012 1. HAFTA
BOŞ ŞEYLERDEN YÜZ ÇEVİRMEK
‫ﺻ َﻼﺗِ ِﻬ ْﻢ‬
َ ‫ﻗَ ْﺪ ﺃ َ ْﻓﻠَ َﺢ ْﺍﻟ ُﻤﺆْ ِﻣﻨُﻮﻥَ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ُﻫ ْﻢ ﻓِﻲ‬
َ‫ﺧَﺎ ِﺷﻌُﻮﻥَ َﻭﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ُﻫ ْﻢ َﻋ ِﻦ ﺍﻟﻠﱠ ْﻐ ِﻮ ُﻣ ْﻌ ِﺮﺿُﻮﻥ‬
Muhterem Müslümanlar!
İnsanın, kendisi ve çevresine yarar sağlamayan
boş söz ve boş işlerden uzak durması dünyada
mutluluğuna, ahirette ise kurtuluşuna katkı
sağlayan etkenlerdendir Müminin boş işlerle
geçirecek vakti yoktur Vakit, mü’minin en
değerli hazinesidir Çünkü geçen her bir saniye
insanın ömründen eksiltmekte; onu dünyadan
uzaklaştırıp ahirete yaklaştırmaktadır İnsan da
dünyada vaktini nasıl geçirdiğinden; yararlı
işlerle mi yoksa zararlı ve boş işlerle mi
geçirdiğinden hesaba çekilecektir Bu yüzden,
Kur’an kurtuluşa erenlerin özellikleri içerisinde
boş sözlerden ve boş işlerden yüz çevirmeyi de
saymıştır
Söz
konusu
ayette
şöyle
buyrulmaktadır: “Muhakkak ki müminler,
mutluluk ve başarıya erdiler
Onlar
namazlarında tam bir saygı ve tevazu
içindedirler Onlar boş şeylerden uzak
dururlar 1
Muhterem Müslümanlar!
Mü’minler, batıldan ve Allah’ın hoşlanmadığı,
tüm şeylerden yüz çevirirler Gerçek mü’min,
yükümlü olduğu görevin ağırlığını hisseden,
nefsi ve dini ile ilgili görevlerin şuurunda
bulunan, bu görevlerin boynunda bir emanet
niteliğinde olduğunu fark eden, bunlardan ötürü
hesaba çekileceğini idrak eden, bu görevlerini ifa
etmeden rahat ve huzur bulamayan kimsedir İşte
bu nitelikteki bir kimse elbette ki boş, yararsız ve
anlamsız şeylerden, lüzumsuz yere vakit
harcamaktan yüz çevirir.Boş şeylerden uzak
durmak, gözle görülen somut bir iş yapmayı
gerektirmez Kişinin, hem kendisinin hem
toplumunun
hem
de
bütün
insanların
sorunlarının çözümü için kafa yorması ve
düşünmesi de aynı zamanda yararlı bir
çalışmadır Bu yüzden düşünce türü eylemler,
dünyada sevap kazanmaya vesile olan ve ahrette
kurtuluşa ermeye katkı sağlayan etkenlerdendir
1
23. Mü’minun: 1-3
Muhterem Müslümanlar!
İnsanlar, yaşadığı dünyalarını huzur ve mutluluk
yurdu olan cennete çevirmek istiyorlarsa,
ellerinden geldiğince boş sözlerden ve boş
işlerden uzak durmalıdırlar Cennetin bilinen
özelliklerini, yapabildikleri kadarıyla dünya
hayatında uygulamalı ve cennet hayatını
dünyada yaşamaya başlamalıdırlar İşte bunu
gerçekleştirmiş olanlara sözlerinin karşıtı olarak
selam vardır Selam, esenlik anlamına gelir
Onlar, ruhanî huzuru temin eden, her türlü
hatadan, kötülüklerden çatışmalardan uzak olan
sözleri duyacaklardır Daha doğrusu, onlar orada
barış, güven, esenlik, rahmet içinde bir hayat
yaşayacaklardır
Muhterem Müslümanlar!
Netice İtibariyle, şunu söylemek mümkündür:
Bu dünyada, ne kendimize, ne ailemize ,ne
topluma, ne insanlığa ve ne de ahiretimize
faydası olmayan, boş ve yararsız şeylerden yüz
çevirmeli ve yararlı olan şeylere yönelmeliyiz.
Çocuklarımıza ve gençlerimize de onları
zenginleştirecek, faydası olacak söz ve
davranışları öğretmeliyiz. Ahirette güzel söz
duymaları için, bu dünyada onlara güzel sözler
duyurmamız kaçınılmazdır Bu dünyada neye
kulak veriyorsak, ahirette de onu duyacağız
Onun için İsra 36 ayetin gereğini yerine
getirmeyi, insanlara öğretmesi genel eğitime
düştüğü gibi din eğitimine düşmektedir Şöyle
ki: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın
şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp,
bunların
hepsi
ondan
sorumludur.”
buyurulmaktadır Bu sorumluluğun bilincini
insanlara kazandırdığımızda ve onlar o
doğrultuda hareket ettiklerinde adn cennetinde
esenlik dolu kelimeler, sözler duyacaklardır.
Hacı Şaban AYGÜNOĞLU
Müezzin-Kayyım/ AYDINTEPE
İLİ
AY-YIL
TARİH
: BAYBURT
: EKİM 2012
: 05.10.2012 (1. HAFTA)
‫ﺎﻡ‬
ّ ‫�ِ َﻣ ْﻦ ﺁ َﻣﻦَ ِﺑ‬
ّ َ‫ﺎﺟﺪ‬
ِ ‫ﺎ�ِ َﻭ ْﺍﻟ َﻴ ْﻮ ِﻡ‬
َ ‫ِﺇﻧﱠ َﻤﺎ َﻳ ْﻌ ُﻤ ُﺮ َﻣ‬
ِ ‫ﺴ‬
َ َ‫ﺍﻵﺧ ِﺮ َﻭﺃَﻗ‬
ُ
‫ﺼﻼَﺓ َ َﻭﺁﺗ َﻰ ﱠ‬
‫ﺴﻰ ﺃ ْﻭﻟَـﺌِﻚَ ﺃَﻥ‬
ّ ‫ﺶ ِﺇﻻﱠ‬
‫ﺍﻟ ﱠ‬
َ ‫�َ ﻓَ َﻌ‬
َ ‫ﺍﻟﺰ َﻛﺎﺓ َ َﻭﻟَ ْﻢ َﻳ ْﺨ‬
‫َﻳ ُﻜﻮﻧُﻮﺍْ ِﻣﻦَ ْﺍﻟ ُﻤ ْﻬﺘَﺪِﻳﻦ‬
CAMİİ VE DİN GÖREVLİSİ
Muhterem Müslümanlar!
Yüce
dinimiz
sevgi
ve
şefkati,
toplumsal yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamak
amacıyla, birçok müessese vücuda getirmiştir.
Bunların başında gönül dünyamıza huzur veren
camilerimiz gelir.
Sevgili Peygamberimizin hicret esnasında, Küba
Mescidini, Medine’ye ulaşınca da Mescid-i
Nebevi’yi inşa etmeleri, dinimizde camilere verilen
önemi göstermektedir.(1) Yüce Rabbimiz camilerin
müminler tarafından imar edilip yaşatılacağını şöyle
haber vermiştir: ”Allah’ın mescitlerini ancak
Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı
dosdoğru kılan, zekatı veren ve Allah’tan
başkasından korkmayan kimseler imar eder.”(2)
Peygamberimiz (s.a.v.) de cami yapmayı, yaptırmayı
teşvik etmiş, kerpiç taşıyarak cami inşaatında
çalışmış ve ümmetine örnek olmuştur. Bir hadis-i
şeriflerinde şu müjdeyi vermiştir.”Kim Allah’ın
rızasını kazanmak için mescit bina ederse, Allah
o kimseye cennette bir benzerini (bir ev) bina
eder”(3)
Aziz Müslümanlar!
İslam toplumunda, hayatın merkezi camilerdir.
Onlar, bir ibadet yeri olduğu kadar, müminleri
birbirleri ile kaynaştıran ve onlara yol gösteren bir
hayat mektebidir. İslam ümmetinin çekirdeğini
oluşturan Sahabe-i kiram, o eşsiz terbiyeyi Mecid-i
Nebî’de kazanmışlardır. Camiler, müminleri Allah’a
yaklaştıran
Resulullah’a
(s.a.v.)
bağlayan,
kardeşliğe, birlik ve dayanışmaya, doğruluğa ve
toplumsal huzura davet eden mekânlardır. Bu
çağrıya icabet etmek her müslümanın görevidir.
Bilinmelidir ki camiler insanların, Rablerine huzur
içinde ibadet ettikleri mübarek mekânlardır. Bu
itibarla, camilere gelen Allah’ın huzuruna gelmiştir.
Allah (cc) şöyle buyurmaktadır.”Şüphesiz bütün
mescitler Allah’ındır. O halde Allah ile birlikte
hiçbir kimseye ve (hiçbir şeye) ibadet
etmeyin”(4) Başka bir ayet-i kerimede ise;
“Allah’ın mescitlerinde O’nun adının anılmasını
yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan
kim daha zalimdir. Böyleleri oralara (eğer
girerlerse) ancak korka korka girebilmelidirler.
Bunlar için dünyada rezillik, ahrette de büyük
bir azap olduğu”(5) bildirilmektedir.
Muhterem Cemaat!
Bu sebeple, Camiler, ibadet mahalli olmasının
yanında hutbe, vaaz ve cami dersleri gibi hizmetlerle
yetişkinler için birer okul, yaz aylarında
çocuklarımız için birer Kur’an mektebidir. Özellikle
ülkemizde pek çok insanımız, yüce Kitabımızla ilk
defa camide tanışmakta, Kur’an okumayı camide
öğrenmekte, temel dini bilgileri de camide
almaktadır. Cami ve mescitleri inşa ve imar etmek,
sahip
çıkıp
ihtiyaçlarını
karşılamak
dini
görevlerimizdendir. Geçmişten günümüze, bu
mukaddes görevi en güzel şekilde yerine getiren aziz
milletimizin bu konudaki gayret ve hassasiyeti her
türlü takdirin üstündedir.
Bu vesile ile, cami ve mescitlerimizin yapılması ve
yaşatılmasında emeği geçip, ahirete irtihal eden
bilcümle hayır sahiplerini, din hizmeti veren
hocalarımızı rahmetle anıyor, hayatta olanlara sağlık
ve afiyetler diliyoruz.
Bedrettin BİLGİN
İmam-Hatip/AYDINTEPE
Kaynaklar :
1- Buhari Ezan 46
2- Tevbe 18
3- Buhari “Salat” 65, Müslim “Mesâcid” 24
4- Cin 18
5- Bakara 114
İLİ: BAYBURT
AY-YIL: HAZİRAN 2012
TARİH: 06.07.2012, 1. HAFTA
CEHENNEM
Allah'ı inkar ederek Rabbimiz'in dinine göre bir yaşam
sürmeyenlerin, cehennemin kapısına vardıklarında
yaşayacakları durum, Kuran'da şöyle haber verilir:
�
‫َﻭﻗَﺎﻟُﻮﺍ ﻟَ ْﻦ ﺗَ َﻤ ﱠ‬
ُ ‫ﺴﻨَﺎ ﺍﻟﻨﱠ‬
ِ ‫ﺎﺭ ﺍ ٓﱠِﻻ ﺍَﻳﱠﺎ ًﻣﺎ َﻣ ْﻌﺪ ُﻭﺩَ ۜﺓ ً ﻗُ ْﻞ ﺍَﺗﱠ َﺨ ْﺬﺗ ُ ْﻢ ِﻋ ْﻨﺪَ ﱣ‬
‫� َﻣﺎ َﻻ‬
‫ﻒ ﱣ‬
ِ ‫ﻋﻠَﻰ ﱣ‬
َ َ‫�ُ َﻋ ْﻬﺪَﻩُٓ ﺍَ ْﻡ ﺗَﻘُﻮﻟُﻮﻥ‬
َ
َ ‫ﻋ ْﻬﺪًﺍ ﻓَﻠَ ْﻦ ﻳ ُْﺨ ِﻠ‬
ٰ
ً
ٓ ۪ ‫ﺖ ِﺑﻪ۪ ﺧ‬
َ ‫ﺳ ِﻴّﺌَﺔ َﻭﺍ َ َﺣﺎ‬
ْ ‫ﻁ‬
ُ‫َﻄﻴـ�ﺘُﻪ‬
َ ‫ﺴ‬
َ ‫ﺐ‬
َ ‫ َﺑﻠﻰ َﻣ ْﻦ َﻛ‬. َ‫ﺗ َ ْﻌﻠَ ُﻤﻮﻥ‬
‫ َﻭﺍﻟﱠﺬ۪ ﻳﻦَ ٰﺍ َﻣﻨُﻮﺍ‬. َ‫ﺎﺭ ُﻫ ْﻢ ﻓ۪ ﻴ َﻬﺎ ﺧَﺎ ِﻟﺪ ُﻭﻥ‬
ُ ‫ﺻ َﺤ‬
ْ َ ‫ﻓَﺎ ُ ۬ﻭ ٰﻟٓﺌِ َﻚ ﺍ‬
ِ ۚ ‫ﺎﺏ ﺍﻟﻨﱠ‬
‫ﺎﺏ ْﺍﻟ َﺠﻨﱠ ۚ ِﺔ ُﻫ ْﻢ ﻓ۪ ﻴ َﻬﺎ‬
ِ ‫ﺼﺎ ِﻟ َﺤﺎ‬
ُ ‫ﺻ َﺤ‬
ْ َ ‫ﺕ ﺍ ُ ۬ﻭ ٰﻟٓ ِﺌ َﻚ ﺍ‬
‫ﻋ ِﻤﻠُﻮﺍ ﺍﻟ ﱠ‬
َ ‫َﻭ‬
۟ ‫ﺧَﺎ ِﻟﺪ‬
َ‫ُﻭﻥ‬
İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk edilirler.
Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açılır ve
onlara (cehennemin) bekçileri der ki: "Size Rabbiniz'in
ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı
(söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi? "Onlar:
"Evet" derler. Ancak, azab kelimesi kafirlerin üzerine
hak oldu. Dediler ki: "İçinde ebedi kalıcılar olarak
cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe
kapılanların konaklama yeri ne kötüdür." (Zümer
Suresi, 71-72)
"Ateş bize sadece sayılı birkaç gün değecektir", derler;
sor, "Allah katından siz söz mü aldınız?, eğer öyle ise
Allah sözünden caymayacaktır. Yoksa, Allah'a karşı
bilmediğiniz
bir
şey
mi
söylüyorsunuz?
Hayır, öyle değil; kötülük işleyip suçu kendisini kuşatmış
olan kimseler; cehennemlikler işte onlardır. Onlar orada
temellidirler. İnanıp yararlı işler yapan kimseler
cennetlik olanlardır, onlar da orada temellidirler”.
İnkarcılar, cehenneme girdiklerinde, cehennemin kapıları
üzerlerine kapatılır ve olabilecek en dehşet verici
görüntülerle karşılaşırlar. Daha sonra ateşe atılacaklarını
ve bunun da sonsuza kadar süreceğini anlamışlardır.
Kapıların kapanması, artık bir çıkışın ya da kaçışın
olmadığını gösterir. Allah, inkarcıların durumunu şöyle
haber verir: Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın
adamlarıdır (Ashab-ı Meş'eme). "Kapıları kilitlenmiş"
bir ateş onların üzerinedir. (Beled Suresi, 19-20)
(Bakara2/79-81)
Cehennem, inkârcıların ve günahkârların ahirette
cezalandırılacakları yerdir. Cehennem’in varlığı, Allah
Teala’nın ilahî adaletinin bir tecellisidir. İyilerle kötülerin,
zalimle mazlumun eşit muamele görmesi, adalete aykırıdır.
Bu sebeple, herkes yaptığının karşılığını mutlaka görecektir.
Bunun yeri de cennet veya cehennemdir. Kur’an-ı Kerim’de
çokça cennetin nimetlerinden ve cehennemin özelliklerinden
bahsedilmek suretiyle, insanlar imana, salih amele
çağrılmıştır. Allah Teâlâ’nın rahmeti sonsuzdur. Bununla
birlikte müstehak olanlara vereceği ceza da çok şiddetli
olacaktır. Bu sebeple müslüman, Allah’ın rahmetinden
ümidini kesmemeli bununla birlikte O’na karşı gelmekten
sakınmalı ve azabından korkmalıdır.
Cehennemliklerin Özellikleri Kur’an’da şöyle anlatılır:
Kafirler (Kehf, 18/102)
Küfre Götüren Amelleri İşleyenler, (Nisa, 4/137)
İnkar Edip Ayetleri Yalanlayanlar,( Bakara, 2/39)
Allah ve Rasülüne Savaş Açanlar,( Maide, 5/33)
Faiz Yiyenler, ( Bakara 2/275)
Günahkarlar ve Kötü Kimseler, (İnfitar 82/13,14)
Yoldan Çıkanlar ve İnananlara İşkence Edenler,( Secde
32/20)
Münafıklar, (Nisa, 4/145)
Zalimler, (Nisa, 4/168-169)
Büyüklenenler, (A’raf, 7/36)
Rasülullah (s.a.v)’ı Alaya Alan ve Allah’ın Emrine
Uymayanlar,( Ra’d, 13/18)
Ayetlerden
Gafil
Olup
Dünyaya
Razı
Olanlar,(Yunus,10/7-8)
Kötülüğü Kendisini Kuşatanlar, (Bakara, 2/81)
Savaştan Kaçanlar,( Enfal, 8/16)
İlah Benim Diyenler, (Enbiya, 21/29)
Allah ‘tan Başkasına Tapanlar,( Enbiya, 21/98)
Müşrikler (Allah’a Ortak Koşanlar). (Tevbe, 9/113)
Allah'a, O'nun tam olarak istediği gibi değil, bir ucundan
ibadet edenler (Hac Suresi, 11); Allah'tan başka ilahlar
edinerek, para, mevki, kariyer gibi kavramları,
hayatlarının amacı haline getirenler; Allah'ın dinini kendi
istekleri doğrultusunda değiştirenler, Kuran'ı şahsi
menfaatlerine göre yorumlayıp çarpıtanlar, imandan sonra
inkara sapanlar, kısacası bütün inkarcılar, müşrikler ve
münafıklar hepsi cehenneme getirilirler. Bu, Allah'ın kesin
bir sözüdür ve gerçekleşecektir.
İşte bu yüzden her insan, burada anlatılan gerçekleri
öğrendiğinde hiç zaman yitirmeden içine girdiği yoldan
geri dönmelidir. Çünkü bu yolun sonu büyük bir yıkım
getirir. Yapması gereken en önemli şey ise kendini Allah'a
teslim etmektir. Bunu yapmadığı takdirde, ebedi bir
pişmanlık yaşayacaktır. Kur’an'da inkarcıların pişmanlığı
şöyle haber verilir:
O inkar edenler Müslüman olmayı nice kereler
dileyecekler. Onları bırak, yesinler, yararlansınlar ve
onları (boş) emel oyalayadursun. İleride bileceklerdir.
(Hicr Suresi, 2-3)
Ebedi sürecek olan azaptan ve öldükten sonra
yaşayacağımız pişmanlıktan kurtulmanın ve Allah'ın
rızasını ve cennetini kazanmanın yolu ise bellidir.
Geç olmadan Allah'a gönülden iman etmek, Salih amellere
devam etmek, yaptığımız hatalardan geç olmadan dönmek,
yani tövbe etmek. Rabbim hepimize ölmezden önce
tövbeyi, öldükten sonra da cennete girmeyi nasibetsin.
Hayırlı Cumalar.
Rukiye NARMAN
İl Vaizi
İLİ: BAYBURT
AY-YIL: HAZİRAN 2012
TARİH: 01.06.2012, 1. HAFTA
ٍ ‫ﺳﻨُﺪ ِْﺧﻠُ ُﻬ ْﻢ َﺟﻨﱠﺎ‬
‫ﺕ‬
ِ ‫ﺼﺎ ِﻟ َﺤﺎ‬
‫ﻋ ِﻤﻠُﻮﺍْ ﺍﻟ ﱠ‬
َ ‫َﻭﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺁ َﻣﻨُﻮﺍْ َﻭ‬
َ ‫ﺕ‬
‫ﺎﺭ ﺧَﺎ ِﻟﺪِﻳﻦَ ﻓِﻴ َﻬﺎ ﺃَﺑَﺪﺍ ً ﻟﱠ ُﻬ ْﻢ‬
ُ ‫ﺗَ ْﺠ ِﺮﻱ ِﻣﻦ ﺗَ ْﺤﺘِ َﻬﺎ ﺍﻷ َ ْﻧ َﻬ‬
ً‫ﻅ ِﻠﻴﻼ‬
َ �‫ﻄ ﱠﻬ َﺮﺓ ٌ َﻭﻧُﺪ ِْﺧﻠُ ُﻬ ْﻢ ِﻅـﻼ‬
َ ‫ﻓِﻴ َﻬﺎ ﺃَ ْﺯ َﻭﺍ ٌﺝ ﱡﻣ‬
CENNET VE CENNET NİMETLERİ
Değerli müminler;
Sözlükte, "yararlı, iyi ve güzel amel " anlamına
gelen salih amel, din âleminde imanın gerçeği
olarak ihlâs ve iyi niyetle yapılan, Kur’an ve
sünnete uygun olan her türlü söz fiil ve
davranışlara denir.
İslam bilginleri; salih ameli; farz, vacip sünnet,
müstehap ve mendup kısımlarına ayırmışlardır.
Namaz kılmak ve zekât vermek gibi ibadetler
salih amel olduğu gibi dürüstlük, doğru sözlülük
ve meşru bir işte çoluk çocuğunun rızkını temin
için çalışmakta salih ameldir. Dolayısıyla
Allah’ın rızasına uygun olan her amele salih
amel diyebiliriz. Kur’anı Kerim’de; iman edip
salih amel işleyenlerin yaratıkların en hayırlıları
olduğu bildirilmiştir.(1) Başka bir ayeti kerime’
de ise; "İnanan ve salih amelleri işleyenlere,
altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedi
kalacakları cennetlere koyacağız. Orada onlar
için tertemiz eşler vardır ve onları tatlı (koyu)
bir gölgeye koyarız."(2) buyrulmaktadır.
Değerli müminler;
Yüce Allah (cc) insanı boş yere yaratmamış ve
başıboş bırakmamıştır. Onu bir takım ibadetlerle
yükümlü kılmıştır. Hayatı ve ölümü bir sınav
olarak yaratmıştır. İnsanın bu sınavda başarılı
olabilmesi için, iman ile birlikte salih amel
işlemesine bağlıdır. İmanın korunması ve kalpte
kökleşmesi için amel gereklidir. Çünkü düşünce
alanından eylem ve hareket alanına çıkmamış
olan iman, meyvesiz bir ağaca benzer. Kalpte
mevcut olan iman ışığının hiç sönmeden
parlaması ve giderek gücünün artması ancak,
salih amellerle mümkündür. Yüce Allah cennette
yüksek derecelere nail olmayı, cennetin nimet ve
güzelliklerini elde etmeyi imanla beraber salih
amelle bağlamış ve şöyle buyurmuştur:" Kim
de, O’na salih ameller işlemiş bir mümin
olarak gelirse işte onlar için yüksek dereceler
vardır."(3) Başka bir ayette: " İnanan ve salih
ameller işleyenlere altlarından nehirler akan
cennetlerle müjdele…"(4)
Değerli müminler;
Cennet mükâfat yeridir. Allah cennete, kendisini
tanıyan, emirlerine uyup yasaklarından sakınanları
koyacaktır. Cennete giren orada istediği her nimeti
bulacaktır. Müminler, Allah’ın cemalini burada
yüceltecekler
ve
ebedî
olarak
cennette
(5)
kalacaklardır. Cennette, bakanlara hoş görünen,
içenlere zevk veren nehirler ve sular, süzme
baldan ırmaklar(6) tatlı su pınarları(7) sarhoş
etmeyen içenlere zevk veren ve bembeyaz bir
kaynaktan çıkan içkiler(8) çeşitli meyveler,
hurmalar, nar ağaçları(9) bağlar(10) sedir ağaçları,
salkımlı muz ağaçları(11) ince ve kalın ipek
elbiseler(12) altın süsler(13) güzel meskenler, hiçbir
yorgunluk ve zahmet vermeyen(14) boş ve yalan
işitilmeyen sonsuz nimet ve güzellikler(15)
bulunduğu Kur’anı Kerimde bildirilmektedir.
Değerli müminler;
İnanan insan, çok kıymetli olan ömür sermayesini,
Allah’ın
rızası
doğrultusunda
kullanmalı,
olumsuzlukları terk ederek yüce Allah’ın rızasını
kazanarak, sonsuz nimetlerine kavuşmak için iman
merkezli salih amellerini çoğaltarak mutlu sona
ulaşmayı, kendisine hedef seçmelidir. Hutbemi bir
ayet meali ile bitiriyorum.
“kim Rabbinin
azametinden korkup da kendini kötülükten
alıkoymuşsa, varacağı yer şüphesiz cennettir..”(16)
Kemal YILDIRIM
İmam-Hatip/BAYBURT
KAYNAKLAR
1)Beyine 7
2) Nisa 57
3)Taha 75
4)Bakara 25
5) Diyanet is.ilm. cennet bahsi
6)Muhammet 15
7) İnsan 18
8) Saffat 45-47
9) Rahman 60
10) Nebe 32
11) Vakıa 28-29
12) Kehf 31
13) Kehf 21
14) Hicr 47-48
15) Nebe 35
16) Naziat 40-41
İLİ
AY-YIL
TARİH
: BAYBURT
: EYLÜL 2012
: 26.10.2012 (4. HAFTA
‫ﺴ ﻨَﺔً َﻭﻓِﻲ‬
َ ‫ِﻭ ِﻣ ْﻨ ُﻬﻢ ﱠﻣﻦ ﻳَﻘُﻮ ُﻝ َﺭﺑﱠﻨَﺎ ﺁ ِﺗﻨَﺎ ﻓِﻲ ﺍﻟﺪﱡ ْﻧﻴَﺎ َﺣ‬
‫ﺎﺭ‬
ِ
َ َ ‫ﻋﺬ‬
َ ‫ﺴ َﻨﺔً َﻭﻗِﻨَﺎ‬
َ ‫ﺍﻵﺧ َﺮﺓِ َﺣ‬
ِ ‫ﺍﺏ ﺍﻟﻨﱠ‬
DİNİMİZDE HASTA ZİYARETİ
Muhterem Müslümanlar!
Beşeri ilişkileri sıcak tutmak her toplumda
arzulanan bir husustur. İnsanların dostluk
bağlarının sağlam kalmasında karşılıklı ziyaretler
önemli yer tutar. Dost ziyareti sağlıkta önemlidir.
Fakat hastalıkta daha da önemlidir. Hasta ziyareti;
hastanın hal ve hatırın sormak, gönlünü almak ve
gücü yettiğince ihtiyaçlarını karşılamak demektir.
Zira hasta, içinde bulunduğu sıkıntılı ruh halini
belki bir dost tesellisi ile hafifletebilir. Bundan
dolayı sevgili Peygamberimiz, hasta ziyaretine
özel bir önem verir, bu ahlâki vazifeyi titizlikle
yerine getirirdi. İnsanlara sadece sağlıkta değil,
hastalıkta da değer verilmesi, hasta olanların
ziyaret edilmesi istenmiş, bunun ibadet değerinde
olduğu bildirilmiştir. Bir hadisi kutside Allah’u
Teâlâ; “Ey Âdemoğlu hastalandım beni ziyaret
etmedin buyurur. Ya Rabbi sen âlemlerin
Rabbisin, ben seni nasıl ziyaret edebilirim
der. Allah’ u Teâlâ falan kulum hastalanmıştı
ama sen onu ziyarete gitmedin. Benim rızamı
onun yanında bulurdun buyurdu.” (1)
Hasta ziyaretinin Allah katında değerini bundan
daha güzel anlatacak başka söz olabilir mi, Hasta
ziyareti öncelikle Allah rızası için yapılmalıdır.
Muhterem Müslümanlar!
Her şeyin bir adabı olduğu gibi, hasta ziyaretinin
de adabı vardır. Hasta ziyareti, hastayı rahatsız
edecek derecede bir sıklıkta yapılmamalı,
hastanın yanında çok uzun oturulmamalı,
hastanın yanında moralini bozacak sözler
söylenmemelidir. Konu ile ilgili hadisi Şerifte
Peygamber efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır;
“Bir hastanın yanına girince sağlık ve uzun
ömür temennisiyle onu rahatlatın. Zira böyle
yapmak onun gönlünü hoş eder.”(2)
Yine hastasını Lokman Hekime tedavi ettiren kişi
hastanın daha çabuk iyileşmesi için, ne
yedirelim? ne yedirmeyelim? diye sorunca,
Lokman Hekim şu cevabı verir. “Acı söz
yedirme de ne yerdirsen yedir.”(3)
Değerli Müminler!
Hastaları ziyaret etmek, İslâmi ve insani bir
erdem olup, Müslümanlara sevap kazandıran bir
salih ameldir. İnsanların fikirlerine bakmaksızın,
Müslüman olup olmadıklarını dikkate almaksızın
bütün hastaları ziyaret etmek gerekir. Hasta
ziyareti Yüce Allah’ın rızasına nail olmaya en
güzel bir vesiledir. Dolayısıyla kul kimi ziyaret
ettiğini değil, kimin emrini yerine getirdiğini
düşünmelidir.
Hutbemi Bakara Suresinin 201. Ayeti Kerimenin
meali ile bitirmek istiyorum. “Rabbimiz bize
dünyada da iyilik ver Ahirette de iylik ver, bizi
Cehennem azabından koru” (4)
İbrahim GÜR
İmam-Hatip/AYDINTEPE
Kaynaklar
:
1-Müslim Bırr 43
2-Tirmizi Tıbb.35
3-Sait Çamlıca (Eğitimci yazar)
4-Bakara S. 201.
İLİ: BAYBURT
AY-YIL: KASIM 2012
TARİH: 02.11.2012 (1. HAFTA )
‫ِﺇ ﱠﻥ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻗَﺎﻟُﻮﺍ َﺭﺑﱡﻨَﺎ ﱠ‬
‫ﻋﻠَ ْﻴ ِﻬ ُﻢ‬
َ ‫�ُ ﺛ ُ ﱠﻢ ﺍ ْﺳﺘَﻘَﺎ ُﻣﻮﺍ ﺗَﺘَﻨ ﱠَﺰ ُﻝ‬
‫ْﺍﻟ َﻤ َﻼﺋِ َﻜﺔُ ﺃ َ ﱠﻻ ﺗَﺨَﺎﻓُﻮﺍ َﻭ َﻻ ﺗَ ْﺤﺰَ ﻧُﻮﺍ َﻭﺃ َ ْﺑﺸ ُِﺮﻭﺍ ِﺑ ْﺎﻟ َﺠﻨﱠ ِﺔ‬
َ‫ﻋﺪُﻭﻥ‬
َ ‫ﺍﻟﱠ ِﺘﻲ ُﻛﻨﺘ ُ ْﻢ ﺗُﻮ‬
DOĞRULUK
Doğruluk, Allah'ın emirlerine ve koyduğu
kurallara uygun bir yol izlemek ve insanların
haklarına girmemek demektir. İman eden ve
inancını hayata geçiren doğru insan, Hz.
Peygamber (s.a.s.)'in ahlakıyla ahlâklanmış olur.
Doğruluk; düşüncede, sözde, niyette, amelde
doğruluk şeklinde kendini gösterir. Düşüncemizin
ve yaptıklarımızın birliği doğru olduğumuzun
işaretidir. İslam dininin özünü oluşturan doğruluk;
insanın içi ile dışının, özü ile sözünün bir olması,
söyledikleriyle yaptıklarının birbirine uyması
demektir. Bunun zıddı ise yalancılıktır. Yalancılık
ise dinimizde yasaklanmıştır.
Hayatı
boyunca
doğruluktan
ayrılmayan,
düşmanlarının bile emin dediği Peygamberimiz,
Hûd suresi 112. ayetinde geçen “Emrolunduğun
gibi dosdoğru ol” emri nedeniyle dosdoğru
olamazsam düşüncesiyle ihtiyarladığını, saçlarının
ağardığını belirtmiştir. Şu halde bizim ne kadar
daha fazla dikkatli olmamız gerektiğini bir
düşünelim. Düşünelim de kendimize çeki düzen
verelim. Acaba biz bu emir karşısında gereken
titizliği gösterebiliyor muyuz? Çevremizdeki
insanlara, komşularımıza, arkadaşlarımıza bizim
hakkımızda bu insan nasıldır? Doğru, dürüst ve
güvenilir birisi midir? diye sorsalar acaba, bizim
hakkımızda ne derlerdi?
Bu konuya ışık tutan bir rivayet şöyledir:
Abdullah oğlu Süfyan (r.a.) şöyle demiştir:
Peygamberimize (s.a.s); “Ey Allah’ın Resûlü,
İslamiyet hakkında bana öyle bir öğüt ver ki,
sizden sonra artık kimseden bir şey sormaya
ihtiyacım kalmasın,” dedim. Bunun üzerine
Peygamberimiz (s.a.s); “Allah’a inandım, de,
sonra da dosdoğru ol” buyurdu. (Müslim,
“İman”, 13)
Hadis-i şerifte dinimizin iki ana bölümüne
dikkatlerimiz çekilmektedir. Bu bölümlerden biri
Allah’a iman, diğeri de doğruluktur. Bu iki ana
nokta
gerçekleştirildiği
takdirde
diğer
yanlışlıklardan
da
korunmak
mümkün
olabilecektir.
Doğruluk ve dürüstlüğün olmadığı bir evde veya
toplumda huzurdan ve karşılıklı güvenden
bahsetmek mümkün olmayacaktır. Kimsenin
kimseye güvenmediği, herkesin birbirine şüpheyle
baktığı böyle bir aile veya toplum, dağılacaktır.
Konuyla ilgili olarak Peygamberimiz (s.a.s)
kurtuluşun
reçetesini
vererek
şöyle
buyurmaktadır: “Daima doğruluğu araştırın.
Tehlikeyi doğrulukta görseniz de doğruluktan
ayrılmayınız. Zira kurtuluş ancak ondadır.”
(Kenzü’l-Ummal, 3/344)
Yüce Allah (c.c), sosyal ilişkilerin sağlıklı bir
zeminde devam edebilmesi için doğruluk ilkesine
vurgu yaparak şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru
söz söyleyin ki Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve
günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve
Resûlü’ne itaat ederse, muhakkak büyük bir
başarıya ulaşmıştır.” (Ahzâb, 33/70-71)
“Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra da
doğrulukta devam edenlere gelince, onların
üzerine melekler iner ve derler ki: Korkmayın,
üzülmeyin, size vaat edilen cennetle sevinin.”
(Fussilet, 41/30)
Bu ayet-i kerimelerde; söz söylerken ve iş
yaparken doğru olmamız emredilmiş, böyle
olduğumuz takdirde işlerimizin düzeleceği ve
günahlarımızın bağışlanacağı, sonuçta da bize
vaat edilen cennete ulaşacağımız belirtilmiştir.
Hepimiz hayatımızı doğruluktan ayrılmadan
devam ettirelim, önce aile fertlerimiz olmak üzere
diğer Müslüman kardeşlerimizin de doğru
olmaları için dinî sorumluluklarımızı yerine
getirmeye gayret gösterelim.
Bayburt İl Müftülüğü
Hutbe Komisyonu
İLİ
AY-YIL
TARİH
: BAYBURT
: KASIM 2012
: 30.11.2012 (5. HAFTA)
‫ﻗُ ْﻞ َﻣﺎ َﻳ ْﻌ َﺒﺄ ُ ِﺑ ُﻜ ْﻢ َﺭ ِﺑّﻲ ﻟَ ْﻮ َﻻ ﺩُ َﻋﺎ ُﺅ ُﻛ ْﻢ ﻓَﻘَ ْﺪ َﻛﺬﱠ ْﺑﺘ ُ ْﻢ‬
ً ‫ﻮﻥ ِﻟﺰَ ﺍﻣﺎ‬
ُ ‫ﻑ ﻳَ ُﻜ‬
َ َ‫ﻓ‬
َ ‫ﺴ ْﻮ‬
DUA
Muhterem Müslümanlar!
Dini mübin-i İslâmın en temel prensiplerden biri de hiç
şüphesiz duadır. Ve hayatımızda dua’nın önemi
tartışılmaz bir gerçektir. Nitekim cenabı Allah (c.c.)
Kur’an-ı Kerimde , “De ki: "Duanız olmasa Rabbim
size ne diye değer versin?"(1) buyurmaktadır.
Muhterem Müslümanlar!
Dua; Kulun acziyetini anlayarak dünya ve Ahirette
Allahu Tealaya (c.c.) muhtaç olduğunu bilmesi,
ihtiyaçlarını ona arz edip, O nun mabutluğunu kabul
etmesidir. Nitekim Allah (c.c.) "Bana dua edin ki
duanıza icabet edeyim.”(2) Buyurmaktadır. Mümin
Suresi 60. Bir hadisi şerifte efendimiz sav. “Duadan
başka hiçbir şey Allah (c.c.) katında daha şerefli
değildir”(3) buyurmaktadır.
Dua; İbadetin ta kendisidir. Peygamberimiz sav. “Dua
ibadetin b eynidir. K im A llah’tan (c.c.) dilekte
bulunmazsa, Allhu Teâlâ ona öfkelenir ve Allahu
Teâlâ duada ısrar edenleri sever.” buyurmaktadır.
Abdullah (r.a.) den rivayetle, “Resulullah dua ederken
dileğini üç defa tekrar etmeyi ve istiğfarda tekrar
etmeyi severdi” buyurmaktadır. Yine Ebu Hureyre (r.a.)
den rivayetle;” kulun R abbine e n yak ın olduğu an
secdedeki anıdır. Bunun için secdede çok dua edin.
Zira secde anında dua kabule layık olur.(4)
Buyurmaktadır.
5-Allah’a (c.c.) yalvararak ve korkarak dua etmeli.
6-İçinden geldiği gibi dua edip, seciyeli ve kafiyeli
dua etmek için kendini zorlamamalı.
7-Duanın kabul olunacağına kesin inanıp, bundan
şüphe etmemeli.
8-Israrla dua etmeli ve duada acele etmemelidir.
9-En önemlisi de duadan önce tevbe etmeli, kul
hakkını geri iade etmeli ve Allah’ a yönelmelidir.(5)
Muhterem Müslümanlar!
Duanın kabul olunacağı zamanları ve mekânları
unutmamak lazım. Bunlar; Bütün kandiller, Ezanla
Kamet arası, zorluk halinde, secdede yapılacak dualar,
yolculuk ve hastalık hallerinde, yağmur yağarken,
Allah yolunda cihat için saf tutulurken, tüyler
ürperdiğinde, Kâbe-i Muazzama görüldüğünde, üç
mescitte yapılan dua ve Cuma gecesi, dua edildiğinde
kabul olunur.
Duanın kabulünün şartlarından biride, iyiliği emir
edip, kötülükten nefyetmektir. Bu yapılmayan bir
toplumda, Müslümanlar bağışlanmak ve galibiyet için
istedikleri kadar dua etseler Allah’u Teala yapılan
duaları kabul etmez. Peygamber
(sav) şöyle
buyuruyor. “Siz he r zaman iyiliği emir edip
kötülükten nehiy ediniz, yoksa Allah (c.c) başınıza
bir be la gönderirde sonra dua etseniz d e duanız
kabul olmaz.” (6)
Hepimizin gaye edinmesi gereken şey ise, hakikat
kapısına girip âlemlerin Rabbine layık bir kul
olabilmektir.
Merhum Necip Fazıl’ ın dediği gibi,
“Verirler ben acizim, kudret senin dedikçe,
Verenin şanı büyük sen iste istedikçe.”
Velev ki biz ne istediğimizi ve nasıl istediğimizi
bilelim.
Muhterem Müslümanlar!
Duanın kabul olunmasının temeli edebe riayet etmektir.
Duada, Allah ve Resulünün hoş görmediği, yasakladığı
şeylerden sakınmak ve bütün olarak Allah’a (c.c.)
yönelmektir. İmam-ı Gazali Duanın adabını şöyle
sıralamıştır;
1-Dua, Allah’ın (c.c.) adıyla, Resulullah (sav)’e salâvat
ile açmalı.
2-Dua yaparken mübarek zamanları ve mübarek anları
seçmeli.
3-Kıbleye dönüp ellerini kaldırmalı ve sonra ellerini
yüzüne sürmeli.
4-Ne çok sessiz ne çok bağırarak dua etmeyip, ikisinin
arasında bir yol tutmalı.
Murat BİROL
Din Hizmetleri ve Eğt. Şefi
___________________________________________
KAYNAKLAR:
1-Furkan suresi 77
2-Mümin suresi 60
3-Tirmizi
4-Münacaat duaları. S, 5-8
5-İhyau ulumiddin
6-Tirmizi
İLİ: BAYBURT
AY-YIL: ARALIK 2012
TARİH: 14.12.2012 (2. HAFTA)
ُ ‫ِﺇ ﱠﻥ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻳَﺄ ْ ُﻛﻠُﻮﻥَ ﺃ َ ْﻣ َﻮﺍ َﻝ ْﺍﻟﻴَﺘ َﺎ َﻣﻰ‬
‫ﻅ ْﻠﻤﺎ ً ِﺇﻧﱠ َﻤﺎ ﻳَﺄ ْ ُﻛﻠُﻮﻥَ ﻓِﻲ‬
ُ ُ‫ﺑ‬
ً ‫ﺳ ِﻌﻴﺮﺍ‬
ْ َ‫ﺳﻴ‬
َ َ‫ﺼﻠَ ْﻮﻥ‬
َ ‫ﻄﻮﻧِ ِﻬ ْﻢ ﻧَﺎﺭﺍ ً َﻭ‬
DUL ÖKSÜZ VE YETİMLERİN KORUNMASI
MUHTEREM MÜSLÜMANLAR!
Toplumda yardım, şefkat ve korunmaya muhtaç
nice öksüz, yaşlı ve düşkün kimseler vardır. Yüce
Allah (cc)’ın fert ve toplum olarak bizlere
yüklemiş olduğu en önemli görevlerden biri de;
dul, kimsesiz ve yetimleri korumak, onlara iyi
muamelede bulunmaktır. İşte bu yüzdendir ki,
Kur’anı-ı Kerim yetim, yoksul ve düşküne kucak
açmayı, onları yedirip doyurmayı emretmektedir.
MUHTEREM MÜ’MİNLER!
Öksüz ve yetimleri korumak, sadece onları maddi
tehlikelere karşı savunmak değil, bilakis onları
sahiplenmek,
onların
güçsüzlüğünden
yararlanmak isteyenlere hiçbir suretle fırsat
vermemektir.
Bununla ilgili olarak Yüce Allah (cc) Kur’an-ı
Kerim’de şöyle buyuruyor. ”Haksızlıkla
yetimlerin mallarını yiyenler, şüphesiz
karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar: Zaten
onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.”(1)
Başka bir ayet-i kerime-de ise; “Yetimlere
mallarını verin, temizi pis olanla değişmeyin,
onların mallarını kendi mallarınıza katarak
(kendi malınızmış gibi) yemeyin. Çünkü bu
büyük bir günahtır.”(2) diye buyurmaktadır.
kendisine s evap ve rilir.”(3) Başka bir hadis-i
şerifte ise; “Müslümanların evlerinin en
hayırlısı, içinde yetime iyilik edilen evdir,
evlerinin en şerlisi ise, içinde yetime kötülük
edilen evdir.”(4) diye buyrulmaktadır.
Peygamberimiz (S.A.V.), yetimlere karşı daima
sevgi ve şefkatle davranmış, onlara adeta bu
davranışıyla
babalarının
yokluğunu
hissettirmemiştir.
Yetimlere yedirip-içirmek, onların bakımını
üstlenmek Yüce Allah’ın rızasına ulaşmaya ve
cennete girmeye vesile olan hayırlı amellerin
başında gelir.
Evet, rızkının genişlemesini isteyen, Allah’ın
rahmet ve Cennetine kavuşmayı dileyen kimseler,
güçsüz olan yetim, dul ve diğer muhtaç kimselere
yardım elini uzatmalı, onlara şefkat ve merhamet
göstermelidir.
MUHTEREM CEMAAT!
Hutbemi, konumuzla ilgili olarak şu hadis-i
şerif’in
meali
ile
bitirmek
istiyorum.
Peygamberimiz (s.a.v) “Ben ve ye timi h imaye
eden kimse Cennette şöylece beraber
bulunacağız,” buyurdu ve işaret parmağı ile
orta parmağını, aralarını yaklaştırarak
gösterdi.”(5)
MÜFTÜLÜK HUTBE KOMİSYONU
KAYNAKLAR
AZİZ MÜ’MİNLER!
Müslüman kimse, şefkat sahibi bir baba nasıl
çocuğunu sever, ona acır ve onun ihtiyaçlarını
giderirse; yetimi ve öksüzleri de ayni his ve
duygularla korumalı ve sevmelidir.
Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle
buyuruyor: “Kim bir yetimin başını Allah rızası
için okşarsa, elinin değdiği her tüy için
:
1) Nisa 10, T.D.V. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali
2) Nisa 2, T.D.V. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali
3) Ettergib, 3 - 349
4) İbnü Mace, Edep, 6.
5) Buhari , Talak – 14, Edep – 24.
İLİ: BAYBURT
AY-YIL: HAZİRAN 2012
TARİH: 29.06.2012, 5. HAFTA
‫ﺻ ِﻠ ُﺤﻮﺍ َﺑﻴْﻦَ ﺃَﺧ ََﻮ ْﻳ ُﻜ ْﻢ‬
ْ َ ‫ِﺇﻧﱠ َﻤﺎ ْﺍﻟ ُﻤﺆْ ِﻣﻨُﻮﻥَ ِﺇ ْﺧ َﻮﺓ ٌ ﻓَﺄ‬
‫َﻭﺍﺗﱠﻘُﻮﺍ ﱠ‬
َ‫�َ ﻟَﻌَﻠﱠ ُﻜ ْﻢ ﺗ ُ ْﺮ َﺣ ُﻤﻮﻥ‬
ENSAR VE MUHACİR KARDEŞLİĞİ
Muhterem Müslümanlar!
Kardeşlik; aynı anda birden fazla kişiyi içinde
barındıran bir bağdır. Bizler, var edilmiş ve
vücuda gelmiş olmak itibariyle, kâinatta ki bütün
yaratılmışlarla bir nevi kardeşiz. Dağlar,
denizler, bitkiler, yeryüzü ve gökyüzü ile, kısaca
Allah’ın bütün kullarıyla kardeşiz. Evrendeki bu
mahlûkat kardeşliğinin elbette insan denen eşrefi
mahlûka yüklediği vazife ve sorumluluklar
olacaktır.
Kıymetli Cemaat!
Dinimiz İslam, soy sop kardeşliğinin yanında
birde İnanç esasına dayanan din kardeşliğini
getirmiş ve bu konuya büyük önem vermiştir.
Ayeti
Kerime’de;
“Müminler
ancak
(1)
kardeştir.”
İfadesiyle İslam kardeşliğinin
nesep
kardeşliğinden
üstün
olduğunu
bildirmiştir. Aynı anne-babadan doğmamış olsa
da aynı dine mensup olmanın oluşturduğu bir
birlikteliktir, İslam kardeşliği.
Değerli Müminler
Kardeş olmak, arkadaş ve sadık dost olmak;
sevinçte ve kederde beraber olmayı göze almak
demektir.
Sevmek;
saymak,
güvenmek,
merhamet etmek, yardımlaşmak ve dayanışmak
demektir. Bunlar olmadan kardeşlik iddiasının
bir anlamı olamaz. Kur’an ve Sünnetin ön
gördüğü kardeşlik bütün bunları içeren
muhtevaya sahiptir. İslam kardeşliğinin en güzel
numunesini Peygamber efendimizin sahabeleri
ortaya koymuştur. Ensar-Muhacir ilişkisi,
kardeşliğin ne anlama geldiğini bizlere gösteren
son derece mükemmel bir örnektir. Medineli
Ensar,
Mekkeli
Muhacir
kardeşlerini,
kendilerinden aziz tutmuştur. Onları hiçbir
konuda yalnız bırakmamıştır. “kendilerinde bir
ihtiyaç olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine
tercih ederler”(2) ayetinin övgüsüne mazhar
olmuşlar, bu davranışlarıyla imanlarında ne denli
ihlâslı olduklarını ispat etmişlerdir(3)
Kıymetli Müslümanlar!
Rahmet Peygamberine ilk iman eden Muhacirler,
sırf Allah rızasını ve hoşnutluğunu kazanmak,
Allah’ın Dinine ve Peygamberine yardım etmek
maksadıyla bütün mallarını ve servetlerini Mekke’
de bırakıp, fakir bir şekilde Medine’ye hicret
ederken, Medine’de yaşayan Ensar’da kendilerine
ait
bütün
varlıklarını
bu
kardeşleriyle
paylaşmışlardır.
Aziz Müminler!
İslâm kardeşliğini bozan pek çok iç ve dış etkenler
bulunmaktadır. Irkçılık ve ihtilaf bu hastalıkların
başında gelmektedir. Su-i zanda bulunmak, alay
etmek, kötü lakap takmak, kin beslemek, haset
etmek gibi bütün gayri ahlaki zaaflar, kardeşliği
bozan kusurlar arasında sayılır. Hucûrât suresinin
12. ayeti kerimesi bu konuyu en güzel şekilde
açıklamıştır.
Değerli Kardeşlerim!
İslam’da kardeşlik inanç temeline dayandığı
içindir ki Müminlerin arasını bozacak ve
ayrıştıracak her türlü renk, ırk, soy ve cins ayrımı
da haram kabul edilmiştir. Yine Kur-an’ı
Kerim’de “Allah katında en değerli olanınız,
Ona karşı gelmekten sakınanınızdır.(4) Ayeti
celilesi ile, bu gibi cahili anlayışların takva
üstünlüğü getirilmek suretiyle toplumsal barış ve
nizam sağlanmıştır. Unutmayalım ki inanç esasına
dayanan kardeşlik bağlarından başka hiçbir bağ
kalpleri birleştiremez.
Hutbemi bir hadis mealiyle bitirmek istiyorum.
“Birbirinize buğz etmeyiniz, hasetleşmeyiniz,
birbirinize yüz çevirmeyiniz. Ey Allah’ın
kulları kardeş olunuz.(5)
Efrail GÜLSÜN
İmam-Hatip/ BAYBURT
Kaynaklar:
1-Hucurat 49/10.
2-Haşır59/9
3-Enfal 8/72 Buhari Nikah 7. Savum 51
4-Hucurat 12
5-Buhari Edep
İLİ
AY-YIL
TARİH
: BAYBURT
: KASIM 2012
: 16.11.2012 (3. HAFTA)
EŞ, EVLAT VE ANNE OLARAK KADIN
Değerli Müminler!
Yüce Allah evrendeki her şeyi çift yaratmıştır. Kur'anı Kerim'de, "Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden
(erkekli dişili) iki eş yarattık."[1] ayetiyle bu gerçek
dile getirilmektedir. Allah katında saygın bir yere sahip
olan insan da kadın ve erkek olarak yaratılmıştır. Her
varlığın yaratılışında olduğu gibi erkek ve kadının
yaratılışında da sayısız hikmetler mevcuttur. Kadınların
geçmişte ve günümüzde gerek ailede gerekse toplumsal
yapıda her zaman hak ettikleri saygı ve değeri
gördükleri söylenemez. Öyle ki insanlık tarihinde
kadının insan olup olmadığı tartışılacak kadar insaftan
uzaklaşılmış hatta o, namusa leke süren bir varlık
olarak düşünülmüş ve hayat hakkı hiçe sayılarak
kumlara gömülecek derecede vahşi muamelelere maruz
kalmıştır. Üzülerek belirtelim ki, günümüzde de boyut
ve biçimi farklı olsa da benzeri uygulamalara şahit
olmaktayız. Bu muamelelere maruz kalan kadın,
Allah'ın bize bir emaneti olan eşimiz, Rabbimizin bize
göz aydınlığı olarak verdiği kızımız, yaratılışımızda
hatta hayatımız boyunca ilk sığınağımız, anamızdır.
Değerli Müminler!
Kadın, anamızdır. Analarımız bizlerin dünyaya
gelmesine vesile olan fedakârlık sembolü kimselerdir.
Çekirdeğin toprağın yüreğinde hayat buluşu gibi,
çocuk da anada hayat bulur. Analar, çocuklarını
hamilelik dönemlerinde büyük zorluklarla taşımakta,
çeşitli eziyet ve sıkıntılarla dünyaya getirmektedir.
Doğum sonrasında ise, uykularını bölerek çocuklarını
merhamet ve şefkat yüklü kucaklarında emzirmekte,
onları en güzel ninnilerle uyutup, sevgiyle
büyütmektedir. Yaşımız her ne olursa olsun hepimiz
annelerimizin sevgi, şefkat ve merhametine muhtaç
oluşumuzu derinden hissederiz.
aranızda sevgi ve rahmet var etmesi, Allah'ın
(varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz
bunda düşünen bir toplum için dersler vardır."[2] ayeti,
duygu ve sözlerimize ne güzel de tercüman oluyor.
Eşlerimizle bizler arasında var olan sevgi ve rahmet ilahi
kökenlidir. Unutmayalım ki, onlar bize, biz de onlara
Allah'ın birer emanetiyiz. Kur'an-ı Kerim'de, mümin erkek
ve kadınların birbirlerinin dostu oldukları ve birbirlerine
iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırdıkları [3]
bildirilmiştir. Acısıyla, tatlısıyla bir ömür boyu beraber
hayat sürecek eşlerin dostluğa, karşılıklı sevgi ve saygıya
herkesten daha çok ihtiyaçları olduğu açıktır. Kur'an-ı
Kerim'de "...Eşlerinizle, iyi geçinin. Eğer onlardan
hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah'ın hakkınızda çok
hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış
olabilirsiniz."[4] buyrulmaktadır.
Aziz Müslümanlar!
Kadın, canımız kadar hatta ondan daha çok
sevdiğimiz kızımızdır, evladımızdır. Üzülerek belirtelim
ki, kız evladını ikinci plana iten bazı yanlış tutum ve
anlayışlar varlığını hala sürdürmektedir. Unutmayalım ki,
kız olsun erkek olsun, onlar bize Yüce Mevlamızın
sevinç ve mutluluk kaynağı kıldığı, huzur kaynağı yaptığı
nimetlerdir. Çocuklarımıza karşı davranış biçimimizi,
onlara göstereceğimiz şefkat ve merhametin ölçüsünü
cinsiyetleri belirlememelidir. Onların birinin hakkı
diğerinden daha az değerli ve kutsal değildir. Kız
çocuklarının mirastan, eğitim ve öğretim imkânından
mahrum edilmeleri dinimizin esasları ile bağdaşmaz.
Hutbemi her konuda bizlere örnek olan Rahmet
Peygamberinin şu sözleriyle bitirmek istiyorum: "Her
kim kız çocukları yüzünden bir sıkıntıya uğrar da
onlara iyi bak arsa, bu ç ocuklar on u c ehennem
ateşinden koruyan bir siper olurlar. "[5] "Her kim iki
kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar
büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü o kimseyle ben
yan yana bulunacağız"[6] buyurdu.
Dr. Yaşar YİĞİT
Din Hizmetleri Genel Müdürü
MÜFTÜLÜK HUTBE KOMİSYONU
Muhterem Müminler!
Bir eş olarak kadın, hayat arkadaşımızdır. Hayatın
zorluklarını, üzüntü ve kederlerimizi onunla paylaşarak
hafifletiriz. O, bizim sadık bir dert ortağımızdır. Huzur
ve mutluluğumuzu onunla paylaştıkça hayatımız daha
bir anlam kazanır. Zaten aile yuvasının kuruluşunun
temel esprisi de bu değil midir? "İçinizden
kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp,
KAYNAKLAR:
[1]Zariyat, 51/49.
[2]Rûm, 30/21 .
[3]Tevbe 9/71
[4]Nisâ, 4/19.
[5]Buhârî, Zekât 10, Edeb 18; Müslim, Birr 147.
İLİ
AY-YIL
TARİH
: BAYBURT
: EYLÜL 2012
: 14.09.2012 (2. HAFTA)
GAZİLİK
َ َ‫ﻻﱠ ﻳَ ْﺴﺘ َ ِﻮﻱ ْﺍﻟﻘَﺎ ِﻋﺪ ُﻭﻥَ ِﻣﻦَ ْﺍﻟ ُﻤﺆْ ِﻣﻨِﻴﻦ‬
‫ﻏﻴ ُْﺮ ﺃ ُ ْﻭ ِﻟﻲ ﺍﻟﻀ َﱠﺮ ِﺭ‬
ّ ‫ﺳ ِﺒﻴ ِﻞ‬
ّ ‫ﻀ َﻞ‬
‫�ِ ﺑِﺄ َ ْﻣ َﻮﺍ ِﻟ ِﻬ ْﻢ َﻭﺃَﻧﻔُ ِﺴ ِﻬ ْﻢ َﻓ ﱠ‬
ُ�
َ ‫َﻭ ْﺍﻟ ُﻤ َﺠﺎ ِﻫﺪُﻭﻥَ ﻓِﻲ‬
ً‫ﻋﻠَﻰ ْﺍﻟﻘَﺎ ِﻋﺪِﻳﻦَ ﺩَ َﺭ َﺟﺔ‬
َ ‫ْﺍﻟ ُﻤ َﺠﺎ ِﻫﺪِﻳﻦَ ِﺑﺄ َ ْﻣ َﻮﺍ ِﻟ ِﻬ ْﻢ َﻭﺃَﻧﻔُ ِﺴ ِﻬ ْﻢ‬
‫ﻋﻠَﻰ‬
ّ ‫ﻀ َﻞ‬
ّ َ‫ﻋﺪ‬
‫�ُ ْﺍﻟ ُﺤ ْﺴﻨَﻰ َﻭﻓَ ﱠ‬
َ َ‫�ُ ْﺍﻟ ُﻤ َﺠﺎ ِﻫﺪِﻳﻦ‬
َ ‫َﻭ ُﻛـﻼ� َﻭ‬
ً ‫ﻋ ِﻈﻴﻤﺎ‬
َ ً ‫ْﺍﻟﻘَﺎ ِﻋﺪِﻳﻦَ ﺃ َ ْﺟﺮﺍ‬
Aziz ve Değerli Kardeşlerim!
İnsan, çalışarak pek çok rütbe ve unvanlar elde eder
Bu rütbelerin zirvesinde hiç şüphe yok ki şehitlik ve
gazilik bulunur Çünkü bu rütbeler hayat
karşılığında elde edilmekte ve inanç sayesinde
kazanılmaktadır
Gazi, savaşa katılıp sağ veya yaralı olarak geri
dönen kimse demektir İslam, barış dinidir Barışın
temini için insanların ve milletlerin askeri yönden
güçlü bulunmaları şarttır Barış ve güvenlik
isteyenler de daima savaşa hazır olmalıdırlar
Gazilik, şehitlikten sonra gelen en anlamlı
unvanlardandır. Savaşta ölenlere “şehit”, savaşa
katılarak büyük yararlılık gösterenlere, yaralananlara
ise “Gazi” denir Gazilerimiz, şehitlerimizle birlikte
bu vatanı yurt edinmemizde, vatanın korunmasında
her türlü güçlüğe göğüs germişlerdir Gerektiğinde
gözlerini bile kırpmadan canlarını verme azmini
göstermişlerdir
Vatan sevgisinin önemini, Peygamberimizden
öğrenen kahraman ecdadımız doğan çocuğunun
adını ‘Gazi’ koymuştur Analarımız, askere
göndereceği çocuğunu uğurlarken; “Haydi oğul,
haydi git; Ya gazi ol Ya şehit” diyerek uğurlamıştır
Bu sebeple ecdadımız da, iki güzelden birisi için,
yani “ölürsem şehit, kalırsam gazi” düşüncesiyle
hareket etmiş ve bu düşünceyi bir miras olarak
bizlere bırakmıştır
Kıymetli Müminler!
Gazilerimiz, kutlu bir mücadelenin gayretli yolcusu
olmuş, vatan için ve dahası bizler için canlarıyla,
kanlarıyla
mücadele
etmişlerdir
Bizler
yataklarımızda rahat uyurken onlar yeri gelmiş nice
geceler uykusuz, nice günler aç ve susuz
kalmışlardır Canlarını ortaya koyarak sayısız
yararlılıklar gösteren gazilerimizin amelleri ve
kahramanlıkları da Allah katında karşılıksız
kalmayacaktır Bu büyük fedakârlıkların karşılığı
kendilerine eksiksiz verilecektir Onların bizim
vereceğimiz geçici payelere ihtiyacı yoktur
Çünkü Allah kendi katında onlara en büyük
mertebeyi
vermiştir
“Allah yo
lunda
öldürülenlere öl üler d emeyiniz Hayır, onlar
diridirler Ancak siz bunu bilemezsiniz (1)
Peygamber Efendimiz (s a s )’ de şöyle
buyurmaktadır; ”Allah yol unda yar alanan
kimse, kıyamet gününde yara aldığı günkü
haliyle ge lir Rengi ka n r engidir Kokusu i se
misk kokusudur ”(2)
Kıymetli Müminler!
İşte bunun için İslam gazayı ve cihadı farz kılmış,
dini, vatanı ve namusu uğruna savaşmayı bu
uğurda şahadeti ve gaziliği Peygamberlikten
sonraki en büyük manevi rütbeler olarak
görmüştür Nitekim Allahu Teala Kur’an-ı
Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Mü'minlerden
özür
sahibi
olmaksızın
(cihattan geri kalıp) oturanlarla, Allah yolunda
mallarıyla, canlarıyla cihad edenler eşit
olamazlar. A llah, mallarıyla, canlarıyla cihad
edenleri, derece i tibariyle, cihattan ge ri
kalanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah
(mü'minlerin) hepsine de en güzel olanı
(cenneti) vadetmiştir. Ama mücahitleri büyük
bir mükâfat ile kendi katından dereceler,
bağışlanma ve rahmet i le ci hattan g eri
kalanlara
üstün
kılmıştır.
Allah
çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir. ”(3)
Başta Çanakkale savaşı olmak üzere, Sakarya’da,
Dumlupınar’da yaşanan destanları ve ardındaki
ruhu iyi anlamalı, aziz vatanımızın kıymetini
bilmeliyiz Çünkü milletimizin ve vatanımızın
bekası, şehitlik ve gazilik bilincinin diri
tutulmasıyla mümkündür
Aziz Müminler!
Bize küçük bir iyilik yapana teşekkür eder, saygı
duyarız Dünya çapında büyük işler başaran, tarih
boyunca milletimize hizmet eden, bize zengin bir
kültür ve üzerinde yaşadığımız mübarek vatan
topraklarını emanet eden büyüklerimizi ve
kahramanlarımızı unutmayalım Şehitlerimizin
arkadaşı gazilerimize hak ettikleri değeri verelim
Onları her zaman ve her yerde onurlandıracak
davranışlarda bulunalım
Hutbe Komisyonu
KAYNAKALR
1-Bakara suresi, 154
2-Buhari, “Cihad”, 7 ; Müslim, “İmare”, 103-107
3) Nisa suresi, 95-96
İLİ: BAYBURT
AY-YIL: HAZİRAN-2012
TARİH: 08.06.2012, 2. HAFTA
‫ﺕ َﻭﻧَ ْﺒﻠُﻮ ُﻛﻢ ﺑِﺎﻟ ﱠ‬
‫ﺸ ِ ّﺮ َﻭ ْﺍﻟ َﺨﻴ ِْﺮ‬
ِ ‫ُﻛ ﱡﻞ ﻧَ ْﻔ ٍﺲ ﺫَﺍﺋِﻘَﺔُ ْﺍﻟ َﻤ ْﻮ‬
َ‫ﻓِﺘْﻨَﺔً َﻭ ِﺇﻟَ ْﻴﻨَﺎ ﺗ ُ ْﺮ َﺟﻌُﻮﻥ‬
HZ. MUHAMMET (S.A.V)’İN VEFATI
Muhterem Müslümanlar!
Yüce Allah, yaratmış olduğu varlıklar arasında, en üstün
olarak insanı yaratmıştır. Hiç şüphesiz insanların en
üstünü de peygamberlerdir. Peygamberlerin en
sonuncusu ve kâinatın efendisi de Hz. Muhammet’tir.
Ayette “Her can ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak
size iyilik ve kötülük veririz. Sonunda Bize
dönersiniz.”(1) buyruluyor. Bu hitaptan Peygamberler de
istisna edilmemiştir.
Muhterem Müminler!
Yüce Allah’ın bütün insanlara son Peygamberi olan Hz.
Muhammet (sav) Efendimiz, miladi 571 yılında
mekke’de dünyaya gelmiştir. Yetim olarak doğmuştur
birçok sıkıntılar çekmiştir. 40 yaşında Peygamberlikle
şereflenmiştir. Butün hayatını islam dinini tebliğ etmek
bu dini bütün dünyaya duyurmak için uğraşmıştır.
Özellikle mekke müşrikleriyle büyük mücadeleler
vermiş, ashabıyla beraber büyük sıkıntılar cekmişlerdir.
Sonunda bu sıkıntılara dayanamayarak, doğup büyüdüğü
çok sevdiği vatanı Mekke’yi terk ederek Medine’ye
hicret etmek zorunda kalmıştır. Peygamberliğinin ve
hayatının son on yılını Medine’de tamamlamıştır.
Ölümün her insanın kapısını çaldığı gibi onunda kapısını
çalma zamanı yaklaşmıştı.
Aziz müminler!
Peygamber efendimiz, Veda haccından sonra ahiret
hazırlıklarına başlamıştı. Hicretin on birinci yılı sefer
ayının son günlerinde şiddetli bir baş ağrısı ile ateşli bir
hastalığa tutuldu. Hastalığı ağırdı; buna rağmen Mescidi
Saadete çıkıp bir hutbe okudu. Ashabı kirama çok yüksek
bir ifade ile hitab etti. Onlara yüksek bir adalet ve fazilet
ve bir hakseverlik dersi vermek için şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Her kimin arkasına vurmuşsam, işte
arkam! Kalksın bana vursun. Her kimin bende
alacağı varsa, işte malım! Gelsin alsın.”(2) Kendisinden
sonra arab yarımadasından müşriklerin cıkarılmasını
emretti. Çevreden gelecek elçilere ikramda bulunulmasını
öğütledi. Sonra ahiret âlemine göçeceğini işaret eden şu
konuşmayı yaptı.
“Yüce Allah, kulunu, dünya ile kendisine kavuşma
arasında serbest bıraktı. O kul da, O’na kavuşmayı
seçti.”(3) Buyurdu
Peygamber efendimizin hastalığı ağırlaşınca, Ensar
“acaba halimiz ne olacak?” diye endişelenmişlerdi. Bunu
duyan Peygamber efendimiz, Hazreti Ali ile, amcası
Hazreti Abbas’ın oğlu Fadl’ın kollarına dayanarak tekrar
Mescidi Şerife çıktı. Etkili bir hutbe okudu. Şöyle
buyurdu:
“Ey insanlar! Benim vefat edeceğimi düşünerek
telaşlanıyorsunuz.
Hiçbir
peygamber
ümmeti
arasında ebedi kalmadı ki, ben de sizin aranızda ebedi
kalayım. Ey Ensar! Size öğüdüm şudur: İlk
muhacirlere hürmet ediniz ve onları gözetiniz. Ey
Muhacirler! Size de öğüdüm şudur: Ensara güzel
muamele yapınız. Ey insanlar! Günah, nimetin
kaybolmasına sebep olun. Eğer insanlar Allah’ın
emirlerine boyun eğerlerse, onların amirleri de öyle
olur. İnsanlar asi olursa, onların amirleri de öyle
olur.(4)
Değerli Müminler!
Peygamber efendimiz hasta olduğu halde, her ezan
okundukça Mescidi Şerife çıkıyor, ashab’ı kirama namaz
kıldırıyordu. Fakat göçmelerine üç gün kala hastalığı
arttı. Artık Mescide çıkmaz oldu. Ebu Bekir’e söyleyiniz,
imamet etsin,” diye buyurdu. Rebiülevvel ayının on
ikinci pazartesi günü, Hz. Ebu Bekir hazretleri ashab-ı
kirama namaz kıldırıyordu. Hz Peygamber kendisinde bir
kuvvet buldu, mescide çıktı ashabın saf olup ibadet
ettiklerini görünce, çok sevindi ve Ebu Bekir’e uyup
namaz kıldı. Daha sonra odasına cekildi. Öğleye doğru
tekrar ateşi yükseldi. Ateşini düşürmek için yanında
bulunan kaptaki suya ellerini daldırıyor yüzünü, boynunu
ıslatıyordu. Bir taraftan da şöy diyordu. “La ilahe
illallah.. ölümün de şiddetlisi var. Allah’ım! Günahlarımı
bağışla, bana merhamet et, beni yüce dosta kavuştur!”
Peygamberimizin dilinden La ilahe ilallah cümlesi
düşmeyerek 13Rebiülevvel (8 Haziran 632) pazertesi
günü 63 yaşında vefat etti. Ölümünden önce son sözü
“En yüce Dosta…!” kelimeleri oldu . Allah şefaatlerine
bizleri nail eylesin..
Mehmet ATALAY
İmam Hatip/Aydıntepe
----------------------------------------1-Enbiya süresi ayer : 35
2-Büyük islam ilmihali (ö.N.B) S.417
3-Büyük İslam ilmihali (ö.N.B.) S. 418
4-Büyük İslam ilmihali (Ö.N.B.) S418
İLİ: BAYBURT
AY-YIL: HAZİRAN 2012
TARİH: 27.07.2012, 4. HAFTA
‫ﺎﺱ ﺍ ْﻋﺒُﺪُﻭﺍْ َﺭﺑﱠ ُﻜ ُﻢ ﺍﻟﱠﺬِﻱ َﺧﻠَﻘَ ُﻜ ْﻢ‬
ُ ‫ﻳَﺎ ﺃَﻳﱡ َﻬﺎ ﺍﻟﻨﱠ‬
َ‫َﻭﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ِﻣﻦ ﻗَ ْﺒ ِﻠ ُﻜ ْﻢ ﻟَﻌَﻠﱠ ُﻜ ْﻢ ﺗَﺘﱠﻘُﻮﻥ‬
İBADETLERİN KAZANDIRDIKLARI
Aziz Müminler!
İnsanı yoktan var eden ve varlığından haberdar
eden Allah (c.c.) yarattığı insanın kendisini
tanımasını ve ona ibadet etmesini emrediyor.
Ancak bu sayede kötülüklerden ve Allah’ın
azabından korunabileceği bildiriliyor. Kur’an-ı
Kerim’de “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri
yaratan Rabbinize kulluk ediniz ki, O'na karşı
gelmekten
korunmuş
olabilesiniz.”(1)buyuruluyor.
İbadet; gönülden ve isteyerek Allah’a yönelmek
ve emirlerine itaat etmektir. İbadet; Mükellef olan
her insanın yaratanına karşı gösterebileceği tazim
ve saygının en yükseğidir. İbadet; Allah (c.c) nun
kulları üzerinde ki bir hakkıdır. İbadet; Bizleri
yoktan var eden, akıl, fikir, göz, kulak, el, ayak
ihsan eden Hak Tela hazretlerine şükretmektir.
Aziz Müminler!
İbadetler sırf Allah’ın rızası gözetilerek
yapılmalıdır. Çünkü Allah’ın emri olan İbadetler,
ancak samimiyetle ve ihlâsla yapıldığında makbul
olur ve sahibini kötülüklerden uzaklaştırır. İnsan
yaşayabilmek için, Allah’ın ihsan ettiği sayısız
nimetlerden
faydalanmaktadır.
Allah’ın
nimetlerinden faydalanmadan hayatını sürdüren
hiçbir canlı yoktur. Bu nimetlere şükretmek
gerekir. Allah’ın vermiş olduğu nimetlerin en
büyük şükrü de ibadetlerimizdir.
Değerli Müminler!
İbadetlerin sahası çok geniştir. Allah rızası
gözetilerek yapılan her iş ibadettir. Riya ve
gösterişten uzak topluma ve insanlığa faydalı her
iş ibadettir. Hz. Peygamber (s.a.v.) “İbadet
yetmiş
çeşittir,
en
faziletlisi
helal
kazanmaktır”(2) buyuruyor. Helal kazanç temin
etmek ibadettir, hasta bir insanı ziyaret etmek
ibadet, susuz bir
hayvanı sulamak ibadet, yetimin başını okşamak
ibadet, yetimin karnını doyurmak ve sırtına bir
elbise giydirmek ibadet, insanlara Emri bil Marufu
ve nehyi Anil Münker-i anlatmak ibadettir.
Komşulara iyilik etmek ibadet, Ana ve Babaya
itaat etmek ibadettir ve buları daha da
çoğaltabiliriz. Elbette bu saydıklarımızın yanında
namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, Hacca
gitmek gibi İslam’ın şartları ibadetlerin vaaz
geçilmezleridir.
Bunların insanı iyiye, doğruya, hakka, güzele
götüren birçok hikmeti olduğunu görürüz. Günde
beş vakit namaz kılmak suretiyle Allah’ın
huzuruna çıkan bir insan, Rabbine bağlılığını, onu
unutmadığını göstermiş olur. Malının bir kısmını
fakire zekât olarak veren insanda fakirin ihtiyacını
giderecek onu gözetmiş, sosyal bir dayanışmayı
sağlamış olur. Oruç tutanda, Allah için aç susuz
duran nefsini ıslah etmiş olur, yoksulların
durumundan haberdar olmuş olur.
Aziz Müminler!
İbadet insana Dünya ve Ahiret saadetini temin
eder, İbadet ona en samimi duygularla yalvarıp
yakarmanın fiili bir ifadesidir. Müminlerin Ahiret
hayatı için inanç ve gönül birliğiyle oluşturdukları
bir manevi hazinedir. Ne mutlu ibadetlerini
yerinde ve zamanında İhlâsla yapanlara
Adem KELLECİ
İmam-Hatip/BAYBURT
Kaynaklar:
1) Bakara:21
2) Keşful Hafa C.2
İLİ: BAYBURT
AY-YIL: KASIM 2012
TARİH: 23.11.2012 (4. HAFTA )
‫ﺷ ِﻬﺪَ ﱠ‬
‫�ُ ﺃَﻧﱠﻪُ َﻻ ِﺇﻟَﻪَ ِﺇ ﱠﻻ ُﻫ َﻮ َﻭ ْﺍﻟ َﻤ َﻼ ِﺋ َﻜﺔُ َﻭﺃُﻭﻟُﻮ ْﺍﻟ ِﻌ ْﻠ ِﻢ‬
َ
ُ ‫ْﻂ َﻻ ِﺇﻟَﻪَ ِﺇ ﱠﻻ ُﻫ َﻮ ْﺍﻟﻌَ ِﺰ‬
‫ﻳﺰ ْﺍﻟ َﺤ ِﻜﻴﻢ‬
ِ ‫ﻗَﺎﺋِ ًﻤﺎ ﺑِ ْﺎﻟ ِﻘﺴ‬
İLİM ADAMLARININ ÖNEMİ
Aziz Müslümanlar!
Yüce Rabbimiz insana en büyük değeri vererek,
Onu varlıkların en üstünü, en şereflisi ve
eğitilmeye en müsaidi olarak yaratmıştır. Yüce
Allah (c.c) İlk insan ve ilk Peygamber Hz.
Âdem’e : “Bütün varlıkların isimlerini
öğretti.”(1) “O, kalemle yazmayı öğretendir,
insana bilmediğini öğretendir.” (2) Sevgili
Peygamberimiz (sav) de, “Ben öğretmen olarak
gönderildim.”(3)
buyurarak,
öğretmenlik
mesleğinin önem ve kutsiyetine işaret etmişlerdir.
Değerli Müminler!
24 Kasım, kendilerine çok şey borçlu olduğumuz,
“Bana bir harf öğretenin kölesi olurum”
özdeyişiyle mana ve önemi saklı bulunan sevgili
öğretmenlerimize tahsis edilmiş bir gündür. Üstün
bir varlık olan insana hizmeti gaye ve meslek
edinen, onu eğitip terbiye eden, bilgi sahibi kılan
öğretmenlerimize, Yüce Dinimiz büyük değer
vermiştir. Bütün insanları eşit olarak kabul ettiği
halde, ilim sahibi olanları diğerlerinden üstün
tutarak: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur
mu?”(4) buyurarak hem, bilgili olmayı dinî bir
görev haline getirmiş, hem de âlimi övmüştür.
İlim, âlim, öğrenme, öğretmen, öğrenci, Kur’an-ı
Kerim ve Hadis-i Şeriflerde yüceltilmiştir. Al-i
İmran Suresinin 18. ayetinde Allah ve
meleklerden sora üçüncü sırada âlimler
zikredilerek şöyle buyrulmuştur: “Allah, melekler
ve ilim sahipleri, ondan başka ilah olmadığına
adaletle
şâhitlik
ettiler.”
(5)
Değerli Müminler!
Öğretmenliği yalnızca okullarda öğrencilere
okuma-yazma ve belli bazı bilgiler öğretme
görevini üstlenmiş bir meslek, öğretmeni de bu
görevi ifa eden kişi olarak görmemiz yanlış olur.
Aksine öğretmenlik, alabildiğine geniş hizmet
sahası olan, belki de dünyada en büyük
sorumluluklar yüklenmiş bulunan meslek olarak
düşünülmelidir. Yüce Dinimiz İslam; bilgi
edinmede, edinilen bilgiyi öğretmede hiçbir sınır
tanımamıştır. Hz. Peygamber Efendimiz (SAV)
bilgiye ve âlime derin bir saygı duymuş;
Müslümanların bilgili ve şuurlu olması için büyük
bir gayret göstermiştir. Hatta Mescid-i Nebevinin
“SUFFE” denen bölümünü, yatılı eğitim kurumu
olarak tahsis etmiş, hayatı boyunca yüzlerce insanı
fikren aydınlatmış, ruhen yüceltmiştir.
Değerli Müslümanlar!
Bebeklikten itibaren insana ilk bilgileri öğreten
anne babalar ile cemaate vaaz, hutbe ve yaz
kurslarında dinî bilgiler veren hocalar da, bir nevi
öğretmendirler. Eğitim konusunda öğretmen,
ebeveyn ve cami görevlileri birbiriyle irtibatlı
olmalıdırlar. Zaten halkımız öğretmenleri ve din
adamlarını, “Hoca” ismi altında birleştirmişlerdir.
Bu
birlikteliği
sürdürmek
büyük
önem
taşımaktadır. Elbirliği yaparak çocuklarımızı
bilgili, kültürlü, inançlı, ruhen ve bedenen sağlıklı
ve yere sağlam basan, geleceğe de güvenle bakan
gençler
olarak
yetiştirmeliyiz.
Kıymetli Müminler!
Bize okumayı, yazmayı öğreten, çok kıymetli
bilgiler kazandıran değerli hocalarımızdan vefat
edenleri rahmet ve minnetle anıyoruz. Hayatta
olan ve görevi başında bulunan bütün
öğretmenlerimize
başarılar
diliyor,
hayır
dualarımızla eğitim camiasının öğretmenler
gününü kutluyoruz.
BAYBURT İL MÜFTÜLÜĞÜ
--------------------------------1- Bakara, 2/31
2- Alak, 96/4,5
3- Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 328.
4- Zümer, 39/9
5- Al-i İmran, 3/18
İLİ
AY-YIL
TARİH
: BAYBURT
: EYLÜL 2012
: 28.09.2012 (4. HAFTA)
İMAN VE SALİH AMEL
ً ‫ﺻﺎ ِﻟﺤﺎ ً ِ ّﻣﻦ ﺫَ َﻛ ٍﺮ ﺃ َ ْﻭ ﺃُﻧﺜَﻰ َﻭ ُﻫ َﻮ ُﻣﺆْ ِﻣ ٌﻦ ﻓَﻠَﻨُﺤْ ﻴِ َﻴﻨﱠﻪُ َﺣ َﻴﺎﺓ‬
َ ‫َﻣ ْﻦ‬
َ ‫ﻋ ِﻤ َﻞ‬
َ
َ‫ﺴ ِﻦ َﻣﺎ َﻛﺎﻧُﻮﺍْ َﻳ ْﻌ َﻤﻠُﻮﻥ‬
َ ْ‫ﻁ ِﻴّ َﺒﺔً َﻭﻟَ ﻨَﺠْ ِﺰ َﻳﻨﱠ ُﻬ ْﻢ ﺃَﺟْ َﺮ ُﻫﻢ ِﺑﺄَﺣ‬
MUHTEREM MÜMİNLER!
Amel, imanın aslı için şart değilse de kemali için
bir şart olarak görülmüş, amelsiz imanın,
zayıflayacağı belki de yok olabileceği ifade edilmiş
ve imanın salih amellerle beslenmesinin gereği
vurgulanmıştır.
Salih amel; niyete ve iradeye bağlı olarak yapılan
bilinçli fiil ve hayırlı iş demektir. Kuran'a
baktığımızda, Allah rızasına uygun olan her türlü
söz, fiil, ibadet ve iyiliklerin "Salih amel"
olduğunu görmekteyiz. Namaz, oruç, zekât ve hac
gibi temel ibadetlerin yapılması "salih amel"
olduğu gibi, iyiliği emretmek, kötülükten
alıkoymak, sosyal yardımlaşma ve benzeri Kur'an'a
uygun olan her türlü iş ve davranış Salih ameldir.
DEĞERLİ MÜ’MİNLER!
İman, kalbin amelidir. Çünkü imanın yeri kalptir.
Kuran’ı Kerim’de imanın kalbe ait bir salih amel
olduğu bildirilmiştir. Nitekim Kur’anı Kerimde;
“Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhine
olur. Yararlı iş işleyen kimseler, kendileri
(1)
için rahat bir yer hazırlamış olurlar.”
Ayrıca Kehf suresinin 110. ayetinde Allah’a
şirk koşmadan iman etmek, salih bir amel olarak
ifade edilmektedir. Kur’an’da iman ile salih
ameller arasında o kadar kuvvetli bir bağ
kurulmuştur ki, imanın zikredildiği yerde peşinden
hemen salih amel gelmektedir. Gölgenin simayı
takip ettiği gibi salih amel de Kur’an‘da imanı
takip etmiş, adeta salih amel kalpteki imanın dışa
yansıması olmuştur.
DEĞERLİ KARDEŞLERİM!
Yüce Allah insanı boş yere yaratmadığı gibi
başıboş da bırakmamıştır. Onu bir takım
ibadetlerle yükümlü kılmıştır. Hayatı ve ölümü bir
sınav olarak yaratmıştır. İnsanın bu sınavda
başarılı olabilmesi, iman ile birlikte salih ameller
işlemesine bağlıdır.
İmanın korunması ve kalpte kökleşmesi için amel
gereklidir. Çünkü düşünce alanından eylem ve
hareket alanına çıkamamış olan iman, meyvesiz
bir ağaca benzer. Kalpte mevcut olan iman
ışığının hiç sönmeden parlaması, giderek gücünü
artırması salih amellerle mümkün olur.
DEĞERLİ KARDEŞLERİM!
Salih ameller, imanımızın güçlenmesini ve
ahlâken olgunlaşmamızı sağlar. İbadetler ile
beslenen iman ağacının meyvesi güzel ahlâktır.
İbadete devam eden kimsenin kalbinde iman nuru
parlar, Allah korkusu ve sorumluluk duygusu
gelişir.
İbadetlerin hakikî yararı, var olan imanı koruması
ve geliştirmesidir. Bir takım kimselerin, önemli
olan kalp temizliğidir, ibadetler önemli değildir.
Demesi İslâmî bir yaklaşım değildir. Mü’min
böyle bir düşünceye sahip olamaz.
Allah'a gönülden iman eden ve O'nu seven her
mü’min, O'nun tüm emirlerini zevkle ve kayıtsız
şartsız yerine getirir. Salih amelleri işlemek,
kişinin kalbindeki Allah sevgisinin büyüklüğüne
bağlıdır. Çünkü bir insan Allah'ı ne kadar severse
o kadar O’nun rızasını gözetir ve Allah’ın
sevgisini kaybetmekten korkar.
Salih amellerin yararını insanların kendileri görür.
Dolayısıyla, bir insan Salih amel işlemekle,
gerçekte ancak kendisine yarar sağlamış, dünya
ve âhiretini kazanmış olur. Nahl suresinin 97.
Ayetinde Allah (c.c.) mealen şöyle buyuruyor.
“Kadın, erkek, inanmış olarak kim iyi iş
işlerse, ona hoş bir hayat yaşatacağız.
Ecirlerini yaptıklarından daha güzeli ile
ödeyeceğiz.”
Murat BİROL
Din Hiz. ve Eğt. şefi
KAYNAKLAR
1- Rum suresi, 44
2- Nahl suresi, 97
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : ARALIK - 2012
TARİH : 21.12.2012 (3.HAFTA)
‫�ِ َﻭﻻَ ﺗ ُ ْﻠﻘُﻮﺍْ ﺑِﺄ َ ْﻳﺪِﻳ ُﻜ ْﻢ ﺇِﻟَﻰ ﺍﻟﺘ ﱠ ْﻬﻠُ َﻜ ِﺔ‬
ّ ‫ﺳﺒِﻴ ِﻞ‬
َ ‫ﻭﺃَﻧ ِﻔﻘُﻮﺍْ ﻓِﻲ‬
َ‫�َ ﻳ ُِﺤﺐﱡ ْﺍﻟ ُﻤ ْﺤ ِﺴﻨِﻴﻦ‬
ّ ‫َﻭﺃَ ْﺣ ِﺴﻨُ َﻮﺍْ ِﺇ ﱠﻥ‬
İNTİHAR GÜNAHTIR
MUHTEREM MÜSLÜMANLAR!
Allah’u Teâlâ insanı, en mükemmel meleke ve
yeteneklerle donatarak yaratmıştır. Ayrıca insanı
başıboş bırakmayarak onu, bir takım emir ve
yasaklarla mükellef tutmuştur. Bu emir ve
yasaklar çerçevesinde yüce dinimiz İslam, cana
kıymayı da büyük günahlardan saymış ve insanı
dolaylı olarak intihara götüren içki ve uyuşturucu
gibi her türlü zararlı maddeleri kesin olarak
yasaklamıştır. Allah’u Teâlâ, en değerli varlık
olarak yarattığı insanı, emir ve yasaklarıyla
muhatap tutarak, yeryüzünün imarı hususunda
halife kılmıştır.
Ayrıca yüce dinimiz, İslam, “Kim, bir insanı,
bir can karşılığı veya yeryüzünde bir
bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın
öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüş
gibidir”(1) ayeti kerimesi gereği, haksız yere bir
kimseyi öldürmeyi, bütün insanları öldürmekle
eşit tutarken, bir can kurtarmayı da bütün
insanlığı kurtarmakla bir saymıştır. Sevgili
peygamberimiz (sav) de “insanların can, mal ve
ırzlarının dokunulmaz olduğunu bildirmiş ve
onlara karşı her türlü haddi aşmanın
yasaklandığını bütün insanlığa ilan etmiştir.”(2)
AZİZ CEMAAT!
İslam dini, başkalarının canına kıymayı
yasakladığı gibi kişinin kendi canına kıymasını da
yasaklamış ve onu büyük günahlardan saymıştır.
Zira can, kişiye Allahın bir emanetidir; bu
itibarla insanoğlu, canının bir emanet olduğunu
bilmeli ve asla emanete ihanet etmemelidir.
Katlanması çok zor ve ağır sıkıntılara maruz kalsa
bile, yine de intihara teşebbüs etmemelidir.
Çünkü dinimiz İslam, çeşitli sıkıntılar karşısında
sabredenleri
cennetle
müjdelemiştir.
Peygamberimiz (sav) de intihar eden kimsenin
kıyamet gününde intihar ettiği hal üzere
diriltileceğini bildiren bir hadisi şerifinde, "Kim
kendisini dağdan atarak intihar ederse o
cehennemlik olur. Orada sürekli olarak
kendini dağdan atar. Kim zehir içerek intihar
ederse, cehennem ateşinin içinde elinde zehir
olduğu halde sürekli olarak ondan içer. Kim
de kendisine demir saplayarak intihar ederse,
cehennemde sürekli olarak o demiri karnına
saplar”(2) buyurarak, bu eylemin vahametine
dikkat çekmiştir.
DEĞERLİ MÜ’MİNLER!
Günümüzde ahlaki buhran öyle bir hale gelmiş ki;
her gün değişik yöntemlerle canına kıyanlar veya
canına kıymaya teşebbüs edenler çoğalmaktadır.
Nitekim Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre
hastalık, aile geçimsizliği, geçim zorluğu, ticari
başarısızlık ve diğer nedenlerle sadece 2008
yılında 2816 kişi intihar etmiştir.(3) Oysa
dinimiz; insanın sıkıntılı durumlarında hemen
intihar etme yolunu değil, sabretme yolunu tercih
etmesini ve sabrın sonunda hem dünyevi hem de
uhrevi kazanç olduğunu bildirmektedir. Evet,
keder ve mutluluk, üzüntü ve sevinç insan
hayatında hep vardır ve böyle devam edip
gidecektir. Öyleyse ruh bedende kaldıkça,
Allah’tan ümit kesilmemeli ve her gecenin bir
sabahı olduğu gibi her zorluğun da bir kolaylığı
olacağının farkında olunmalıdır.
Hutbemi, konuyla ilgili okuduğum ayeti
kerimenin
mealiyle
bitirmek
istiyorum.
“(Mallarınızı) Allah yolunda infak edin. Kendi
kendinizi tehlikeye atmayın ve iyilik yapın.
Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever.“(4)
MÜFTÜLÜK HUTBE KOMİSYONU
KAYNAKLAR
:
1. Maide, 32
2. Müslim, İman, 47
3. Türkiye İstatistik Kurumu 2008 raporu (tui.gov.tr)
4. Bakara, 195
İLİ
AY-YIL
TARİH
:BAYBURT
:MAYIS 2012
:25.05.2012, 4. HAFTA
ْ‫ﻋﻮﺍ‬
ّ ْ‫َﻭﺃ َ ِﻁﻴﻌُﻮﺍ‬
ُ َ‫ﺳﻮﻟَﻪُ َﻭﻻَ ﺗَﻨَﺎﺯ‬
ُ ‫�َ َﻭ َﺭ‬
‫ﺻﺒِ ُﺮﻭﺍْ ِﺇ ﱠﻥ‬
َ ‫ﻓَﺘ َ ْﻔ‬
ْ ‫َﺐ ِﺭﻳ ُﺤ ُﻜ ْﻢ َﻭﺍ‬
َ ‫ﺸﻠُﻮﺍْ َﻭﺗ َ ْﺬﻫ‬
َ‫ﺼﺎﺑِ ِﺮﻳﻦ‬
ّ
‫�َ َﻣ َﻊ ﺍﻟ ﱠ‬
İSLÂM KARDEŞLİĞİ
Muhterem Müslümanlar:
Yüce Dinimiz, Cenab-ı Allah’a iman eden, Hz.
Peygamberin, Allah’tan getirdiği bütün ilâhî
hükümleri kalp ile tasdik, dil ile ikrar eden her
insanı, mü’min olarak kabul etmiş ve mü’minleri
de din kardeşi olarak ilan etmiştir. Bu konuda
Yüce Allah, (c.c) Kur’an-ı Kerimde şöyle
buyurmuştur; “Mü’minler ancak kardeştirler, o
halde iki müminin arasını bulup barıştırın.”(1)
Toplumun, birbirine kenetlenmesini sağlamak,
Mü’mine, dünya ve ahiret saadetini kazandırmak
için, İslam’ın, üzerinde önemle durduğu
konuların başında din kardeşliği gelmektedir.
İslâm kardeşliğinde;
-Müslüman; zaman, mekân ve mesafe
mefhumlarını dikkate almaksızın, birbirinin
sevinç ve üzüntüsünü paylaşan, onların huzur ve
saadetini, kendi huzur ve saadetine tercih etme
duygusuna hâkimdir.
-İnsanlara faydalı olma, yaptığı güzel hizmetler
karşılığında, maddi menfaat beklemeyen,
Mü’minlerin bir birine olan bağlılık ve
fedakârlığın unvanıdır.
-İslam kardeşliğinde, sevgi saygı, şefkat,
merhamet ve adalet vardır. Kendisi için istediğini
Mü’min kardeşi içinde isteme vardır.
-Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur;” Gerçek Mü’min kendisi için
arzu ettiklerini, mü’min kardeşi içinde arzu
edendir.”(2) Kur’an-ı Kerim’ de ise, Yüce Allah;
“ Kendileri son derece ihtiyaç içinde
bulunsalar bile, onlar Mü’min kardeşlerini
kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin
cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa
erenlerdendir.”(3)
Aziz Müminler:
O halde, aynı imanı taşıyan, aynı dine inanan,
aynı Kur’an-ı okuyan, aynı Allah’a ibadet eden
ve aynı Peygambere ümmet olan bizler, bizi
birbirimize düşman yapan bütün görüşleri ve
fikirleri bir tarafa atıp, dinimizin “Kardeşlik”
sancağı altında bütünleşmek, şaşmaz hedefimiz
olmalıdır.
Sevgili Müminler:
Ateşin vasfı yakmak, suyun vasfı söndürmek,
küfrün vasfı da yıkmaktır. Kim ki Müslümanları
birbirine düşürüyor, senden, benden diyerek
düşman hale getiriyorsa o kimse gerçek
Müslüman olmaz.
Yine, o Yüce Peygamber (sav) bir hadisi
şeriflerinde “Canım kudret elinde olan Allah’a
yemin ederim ki iman etmedikçe Cennete
giremezsiniz, birbirinizi sevip saymadıkça
gerçek iman etmiş olmazsınız. Birbirinize
haset etmeyiniz, alışverişte bir birinizi
aldatmayınız. Birbirinize buğz etmeyiniz,
birbirinize sırt çevirmeyiniz. Bir birinizin
pazarlığı bitmiş alışverişini bozmayınız. Ey!
Allah’ın Kulları kardeş olunuz. Müslüman
Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu
yardımsız bırakmaz. Bir kimseye şer olarak
Müslüman kardeşine hor bakması yeter.
Müslüman’ın Müslüman’a kanı, malı ve ırzı
haramdır.”(4) buyurmuşlardır.
Değerli Müminler:
Sonuç olarak şunu belirtmek gerekir ki, bugün,
Mü’minler arasındaki sıkıntı ve ızdıraptan
kurtulmanın tek yolu; İslam Kardeşliği etrafında
birleşmektir.
Yüce Allah birliğimizi ve bütünlüğümüzü
bozmak isteyenlere fırsat vermesin.
Efrail GÜLSÜN
Veysel Efendi Cami Görevlisi
KAYNAKLAR:
1-Hucurat 10
2-Buhari İman 13 S.74
3-Haşır 9
4-Müslim İman, 93-94,Tirmizi Et’ıme 45
İLİ
AY-YIL
TARİH
: BAYBURT
: NİSAN 2012
: 27.04.2012 4. HAFTA
ّ ‫َﻭﺍ ْﻋﻠَ ُﻤﻮﺍْ ﺃَﻧﱠ َﻤﺎ ﺃ َ ْﻣ َﻮﺍﻟُ ُﻜ ْﻢ َﻭﺃ َ ْﻭﻻَﺩُ ُﻛ ْﻢ ِﻓﺘْﻨَﺔٌ َﻭﺃ َ ﱠﻥ‬
َ�
‫ِﻋﻨﺪَﻩُ ﺃ َ ْﺟ ٌﺮ َﻋ ِﻈﻴ ٌﻢ‬
İSLAM’DA ÇOCUK EĞİTİMİ VE SEVGİSİ
Muhterem Müslümanlar!
“Göklerin ve yerin nuru olan yüce
Rabbimiz”1 İnsanlara sayısız nimetler ihsan
etmiştir. Bu nimetlerden biride çocuktur. Çocuk
dünya hayatının süsü, aile ocağının meyvesi,
Milletin en büyük ümit ve istikbal kaynağıdır.
Şerefli kitabımız, Kur’an-ı Kerim’de yüce Allah
(c.c.) şöyle buyurmaktadır; “ Biliniz ki
mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir
imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah
katındadır.(2) Ayette görülüyor ki, mallarımız
gibi çocuklarımızda bizim için bir imtihan
vesilesidir. Bu bakımdan, cemiyetin kalbi,
ailenin süsü, evin neşesi ve yarınların temel taşı
olan, çocuklarımızı güzel eğitmek, onları madde
ve manada geliştirmemiz gerekmektedir.
Aziz Müminler!
Her hususta örnek aldığımız Allah Rasulü
(s.a.v.) bu hususta da bizleri aydınlatmış,
izlenmesi gereken yolu açıklamıştır. O yüce
Peygamberimiz bir babayı uyarırken “Çocuğun
senin üzerende hakkı var” buyurduğunda, acaba
karnını doyurup sırtını giydirmeyi kast etmiş
olabilir mi? Doğduğu andan itibaren hayatta
kalabilmesi için maddi ihtiyaç olabilir mi? Yoksa
anne- baba olmak demek, hayata yeni katılmış
bu küçük emanetin bedeninde olduğu kadar
ruhuna da itina göstermek, aklını donatıp
gönlünü beslemek, kısacası onun manevi
gelişimini de üstlenmek demek değil midir?
Rasulü Ekrem (s.a.v); “Hiçbir anne baba,
çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir
bağışta bulunmamıştır.(4)
örnek alma fırsatı tanımıştır. Öperek,
kucaklayarak, koklayarak, okşayarak, dua ederek
çocuklara
daima,
sevgi
sunumunda
(5)
bulunmuştur.
Allah Resulü, Dini öğretmek ve ibadet etmek
gibi ciddi işlerde meşgulken, çocukların bu
ciddiyetini bozma endişesini taşımamıştır.
Hataları sebebiyle onları ibadet edilen mekânın
dışına çıkarmamıştır. Bir defasında hutbe
okurken Hz. Hasan ve Hüseyin’in üzerlerinde
kırmızı bir gömlekle düşe kalka Mescide
geldiklerini görünce dayanamamış, minberden
inip onları kucağına aldıktan sonra tekrar
minbere çıkmış ve çocukları öne oturtarak şöyle
buyurmuştur. Allah; “ Mallarınız ve çocuklarınız
sizin için imtihan vesilesidir” derken ne kadar
doğru söylemiş! Şu iki yavrunun düşe kalka
yürüyüşünü görünce dayanamadım da sözümü
keserek onları kucağıma aldım.” (6) Peygamber
efendimizin bu tavrı, onun çocukları ile kurduğu
sevgi ve merhamet dolu ilişkiyi, maneviyat
eğitiminde de sürdürdüğünü göstermektedir.
Değerli Müminler!
Bir çocuk anne ve babası için mutluluk ve
bereket kaynağı olduğu kadar imtihan vesilesidir.
Çocuk her ne kadar bu gün yaşıyorsa da aslında
yüzü geleceğe dönük bir emanettir. Onu
şekillendiren ebeveyn, bir bakıma toplumu
şekillendiriyor, yarını çiziyor demektir. Allah
Rasulü; “ Her doğan çocuk İslam fıtratı üzere
doğar sonra anne babası onu Yahudi, Hırıstiyan
yada Mecusi yapar.”
Buyururken, işte bu
gerçeği işaret etmektedir. Elbette küçük insanı,
Rabbe kul olmak gibi büyük bir sorumluluğa
hazırlamak kolay değildir.
Ne mutlu Allaha karşı iyi bir kul, Rasulüne karşı
iyi bir ümmet, milletine ve vatanına karşı iyi bir
vatandaş, bütün Müslümanlara karşı ahlaklı ve
dualı bir mümin, bütün insanlığa ve çevremize
karşı bir evlat yetiştiren anne babalara!
Efrail GÜLSÜN
İmam-Hatip/BAYBURT
Kıymetli Müminler!
Kulluk eğitimini hayata yayan, Peygamberimiz
(s.a.v), çocukların da bu eğitimden pay
alabilmeleri için öncelikleri onları yakın
çevresinden ayırmamış, hatta tabiri caizse onlar
için bir cazibe merkezi olmuştur. Meclisinde ve
Mescidinde
bulunmalarına
izin
vererek
çocuklara kendisini dinleme, gözlemleme ve
123456-
Nur S. 35
Enfal S. 28
Müslimin, Siyam 193
Tirmizi 33
Buharı 49 Müslimin 80,
Tirmizi 30
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : ARALIK 2012
TARİH : 07.12.2012 (1. HAFTA)
‫ﺻ ِﻠ ُﺤﻮﺍ ﺑَﻴْﻦَ ﺃَﺧ ََﻮ ْﻳ ُﻜ ْﻢ َﻭﺍﺗﱠﻘُﻮﺍ ﱠ‬
ْ َ ‫ﺇِﻧﱠ َﻤﺎ ْﺍﻟ ُﻤﺆْ ِﻣﻨُﻮﻥَ ﺇِ ْﺧ َﻮﺓ ٌ ﻓَﺄ‬
َ�
َ‫ﻟَﻌَﻠﱠ ُﻜ ْﻢ ﺗ ُ ْﺮ َﺣ ُﻤﻮﻥ‬
İSLAM’DA İNSAN SEVGİSİ
MUHTEREM MÜSLÜMANLAR!
Sevgi; hayatın temel unsuru, insanlığın bütün
zamanlardaki özlemi ve ortak temennisidir.
Toplumsal
hayatın
gelişip
güçlenmesinin
vazgeçilmez şartıdır. Bu bakımdan gerek K.
Kerim’de ve gerekse Hadis-i Şeriflerde
Müslümanların kardeş olduğuna vurgu yapılmış,
insanlar arasında sevgi ağı oluşturulması
öngörülmüştür. Yüce Allah K.Kerim’de şöyle
buyurmaktadır: “Müminler ancak kardeştirler.
Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltiniz.
Allah’a karşı gelmekten sakının ki, size
merhamet edilsin.”(1)
AZİZ MÜSLÜMANLAR!
Sevginin mana ve önemini, yaşantısıyla bizlere
ideal bir hayat sunan,
sevginin en seçkin
örneklerini sergileyen Hz. Muhammed (sas)‘in
yaşantısında ve mesajlarında görüyoruz. O,
“Birbirinizi s
evmedikçe hak iki m ü’min
olamazsınız..”(2)“Birbirinizle
münasebeti
kesmeyin, birbirinize arka çevirmeyin, dargın
durmayın, birbirinizi kıskanmayın kardeş
olun. Ey Allah’ın kulları birbirinizi sevin.”(3)
buyurarak kötü duygulardan uzaklaşmamızı ve
birbirimizi sevmenin gerekliliğini hatırlatmış;
mümin olmanın en önemli adımının sevgi
olduğuna dikkat çekmiştir.
İnsanları Allah için sevmek, İslam dininin ve
onun yüce Peygamberinin bize öğrettiği ahlaki
değerlerdir. Allah Resulü bencillik yerine
başkalarını düşünmeyi, israf ve cimrilik yerine
infak ve tasadduku, düşmanlık yerine İslam
kardeşliğini ve dayanışmasını benimseyen bir
toplum aşılamaya son derece önem vermiştir.
İnsan sevgisi açısından bakıldığı zaman, Kur’an-ı
Kerimde ve Hz. Peygamberin sünnetinde insana
ve insani değerlere zarar verebilecek hususların
yasaklandığı görülür. Yüreği sevgi ile dolan Allah
Resulü bir Hadis-i Şeriflerinde : “Müslüman,
elinden ve dilinden insanların emin olduğu
kimselerdir.”(4) buyurmuş; bir başka hadisinde
ise : “Küçüklerine merhamet v e s evgi,
büyüklerine
saygı
göstermeyen
bizden
değildir.”(5) buyurarak, insanlar arasındaki
ilişkilerin temelini sevgi ve saygı üzerine
kurmuştur.
AZİZ MÜ’MİNLER!
İnsanları sevmek, onlara yardımcı olmak; dini,
milleti, örfü, makamı, mevkii ne olursa olsun; her
insana Allah’ın kulu olduğu için saygı duymak,
bize insan olduğumuzu hatırlatan güzel
duygulardır.
Toplumların millet olması, bu
güzelliklerle yaşamasıyla mümkündür. Bir
toplumda insanlar birbirinin derdine koşmuyor,
birbirinin
derdinden,
ızdırabından
sıkıntı
duymuyorsa, o toplum vefa ve kardeşlik
duygularını, toplum olma özelliğini yitirmiş
demektir.
MUHTEREM MÜ’MİNLER!
İnsanlığın mutluluğunu, barışını ve güvenini
sağlayacak en büyük gücün sevgide saklı
olduğunu unutmayalım. İnsanlık barış, huzur ve
mutluluk istiyorsa; insanların gönüllerine sevgi
tohumları ekilmelidir. Unutulmamalıdır ki,
insanlar arasında olması gereken dostlukların
azalması, ona bağlı olarak kin, öfke, şiddet ve
düşmanlıkların
artması
çoğu
kez
sevgi
eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Oysa sevgi olsa,
öfkeler diner, düşmanlık duyguları biter.
Toplumsal huzur ve barış için, hayatı sevgi ve
hoşgörü ile dolu, gönülden gönül’e yol bulan Hacı
Bektaşi Veli’lerin yolundan gidelim. İnsana sırf
insan olduğu için değer veren ve farklılıkları
zenginlik kaynağı ve iyilikte yarışma sebebi gören
Yunus Emre'lerin yolunu takip edelim. Sözlerimi
gönül sarayını sevgi ile ören Hz. Mevlana’nın şu
sözü ile bitiriyorum: “ Sevgi; acıyı tatlıya,
toprağı altına, hastalığı şifaya, zindanı saraya,
belayı nimete, kahrı rahmete dönüştürür.”
MÜFTÜLÜK HUTBE KOMİSYONU
KAYNAKLAR :
1) Hucurat,10,D.İ.B.KK. Meali,Ank.2005
(2) Riyazü’s salihin, c.2,s.228,hn:851
(3) Riyazü’s Salihin,c.3, s.154,hn:1601
(4) Buhari,iman,5,Müslim,iman,64
(5) Tirmizi,el-Birr ve’s sıla,15
İLİ:
AY-YIL
TARİH
: BAYBURT
: EYLÜL 2012
: 12.10.2012
َ ً‫ﺽ َﺣﻼَﻻ‬
َ‫ﻁ ِﻴّﺒﺎ ً َﻭﻻ‬
ِ ‫ﺎﺱ ُﻛﻠُﻮﺍْ ِﻣ ﱠﻤﺎ ِﻓﻲ ﺍﻷ َ ْﺭ‬
ُ ‫َﻳﺎ ﺃَﻳﱡ َﻬﺎ ﺍﻟﻨﱠ‬
ُ ‫ﺗَﺘﱠ ِﺒﻌُﻮﺍْ ُﺧ‬
َ ‫ﺸ ْﻴ‬
‫ﺕ ﺍﻟ ﱠ‬
ٌ ‫ﻋﺪ ﱞُﻭ ﱡﻣ ِﺒ‬
‫ﻴﻦ‬
ِ ‫ﻄ َﻮﺍ‬
َ ‫ﺎﻥ ِﺇﻧﱠﻪُ ﻟَ ُﻜ ْﻢ‬
ِ ‫ﻄ‬
İSLAMDA HELAL BESLENMENİN ÖNEMİ
Muhterem Müslümanlar!
Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerimde Müslümanlara
ve bütün insanlara helal olan şeyleri yemelerini
emrediyor. Bu mesajı bildiren pek çok ayetin
arasında yer alan bir ayeti kerimede Allah (cc) şöyle
buyuruyor.“Ey İnsanlar! Yeryüzündeki temiz ve
helal şeylerden yiyin, şeytana ayak uydurmayın,
zira o sizin için apaçık bir düşmandır.” (1)
Aziz Müminler!
Helal yoldan kazanmak bir yönüyle ibadet olduğu
gibi, ibadetlerin kabulü içinde helal ve temiz gıdalar
ile beslenmiş olmak çok önemlidir. Temiz gıdalar ile
beslenen bedenin ve ruhun temiz olması tabiidir.
Temiz olmayan gıdalarla beslenen, bedenin ve ruhun
temiz olmaması kaçınılmaz olacaktır.
Gıdaların haramlığı iki şekilde olur. Biri, haram ve
yasak yollardan kazanılması, malda kul hakkı veya
Allah (cc) hakkı olması, diğeri de aslen helal olduğu
halde sonradan üzerinde yapılan işlem ve
muamelelerle haram hale getirilmiş olmasıdır.
Yüce Allah Şöyle buyuruyor “Ey İnananlar! Sizi
rızıklandırdığımızın temizlerinden yiyin; yalnız
Allah'a kulluk ediyorsanız, O'na şükredin.”(2)
buyuruyor.
Aziz Müminler!
Hayatımızın helal üzerine kurulabilmesi için, Kur’an
ve sünnetin bizlere çizdiği sınırları aşmamak gerekir
Peygamber efendimiz (sav) ‘in ifadesi ile “Şurası
muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller
de apaçık bellidir ”(3) Buyuruyor. Bu sınırlar içinde
kalmak müslümanca bir hayatın temel ilkesidir. Bu
nedenle evimizde, işyerimizde, çarşı pazarda, aile ve
akraba
münasebetlerimizde,
insanlarla
ilişkilerimizde, kısaca hayatımızın tüm alanlarında
İslami
ilkelere
göstereceğimiz
hassasiyetle
Müslümanca yaşamayı sağlamış olacağız
Böylece biz Müslümanlar, “helal” kelimesi-nin
gıdalarımızın üzerinde bir etiket olmaktan ziyade,
bütün hayatı ibadet haline getiren bir hayat tarzını
ifade ettiğini daha derinden idrak etmiş ve Kur’an-ı
Kerim’de geçen şu ifadeleri daha iyi anlamış
olacağız: De ki: "Namazım, ibadetlerim, hayatım
ve ölümüm, alemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun
hiçbir ortağı yoktur; böyle emrolundum ve ben
Müslümanların ilkiyim."(4)
Muhterem Müslümanlar!
Ayetin ifade ettiği gibi, eğer bir Müslüman’ın hayatı
alemlerin Rabbi olan Allah (cc) için ise, o zaman, o
Allah’ın razı olacağı şekilde bir hayat sürecektir
elbette. Kimsenin hakkına tecavüz etmemek, adaletli
davranmak, yoksulu, yetimi, kimsesizi korumak,
evlatlarımızı İslam ahlakı ile yetiştirmek, onları
İslamî bir hayata hazırlamak, vurgulamaya
çalıştığımız helal hayatın temel taşlarındandır.
Verdiğimiz sözü yerine getirmek, bize emanet
edilene gereği gibi sahip çıkmak, insanlara hakaret
etmemek, insanların zararına olacak olan bir şeyi
yapmamak, insanların zarara girmesini gönülden
dahi geçirmemek, gibi temel davranış ve ahlak
biçimleri helal hayatımızın ilkeleri olmak
durumundadır. Hutbemi rabbimizin şu uyarılarıyla
bitirmek istiyorum
“Ey İnananlar! Allah'ın size helal ettiği temiz
şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın,
doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez.”(5)
Mehmet ATALAY
İmam-Hatip/AYDINTEPE
Kaynaklar:
1-Bakara 168
2-Bakara 172
3-Buharî, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsakat 107, (1599);
4-En’am süresi 162-163
5-Maide süresi -87
İLİ
:BAYBURT
AY-YIL :MAYIS 2012
TARİH :11.05.2012, 2. HAFTA
‫ﺳ َﻌﻰ‬
َ ‫ﺎﻥ ِﺇ ﱠﻻ َﻣﺎ‬
َ ‫ﻺﻧ‬
َ ‫َﻭﺃَﻥ ﻟﱠﻴ‬
ِ ْ ‫ْﺲ ِﻟ‬
ِ ‫ﺴ‬
İŞÇİ VE HAKLARI
Muhterem Müslümanlar
Toplum halinde yaşayan insanların, saygı
göstermesi gereken en önemli sorumluluklardan
birisi de, işçi ve işveren arasındaki haklardır.
Dinimiz bu haklar üzerinde hassasiyetle durmuş
ve herkesi sorumlu davranmaya davet etmiştir.
Çalışma hayatı, müstakil bir değer olarak kabul
edilmiş, hem maddî, hem de manevî karşılığının
olduğu, Kur’an-ı Kerim’in farklı ayetlerinde ifade
buyrulmuştur. Nitekim; “İnsan için ancak
çalıştığı vardır.”(1) “Artık kim zerre ağırlığınca
bir hayır işlerse onu görecektir. Kim de zerre
ağırlığınca
bir
kötülük
işlerse
onu
görecektir.”(2) “Allah bir kimseyi ancak
gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun
kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de
kendi zararınadır.”(3) ayetlerinde, hiçbir emek ve
çalışmanın gerek dünyada, gerekse ahirette
karşılıksız
bırakılmayacağı
açıkça
beyan
edilmiştir.
Muhterem Kardeşlerim,
İş hayatında, bir çalışan, bir de çalışma şartlarını
hazırlayan işveren vardır. Her ikisinin de
korunması
gereken
hakları
vardır.
Sorumluluğunun bilincinde olan bir işveren;
çalıştırdığı kişilerin emeğinin karşılığını tam ve
zamanında ödemelidir. Sevgili Peygamberimiz
(sav); “Çalışanın ücretini alın teri kurumadan
veriniz.”(4) buyurarak, bu konuda işverenleri
duyarlı olmaya davet etmiştir. Diğer taraftan,
çalışana güç ve kabiliyetinin üstünde iş ve
sorumluluk yüklenmemelidir.
Aziz kardeşlerim!
Çalışan insanlar ise, almış oldukları ücretin helal
olması için, kendilerinden istenen işleri belirtilen
zamanda ve istenilen ölçülerde yapmaya gayret
etmelidirler. Sevgili Peygamberimiz (sav): “Allah
Teâlâ sizden biriniz bir iş yaptığı zaman, onu
sağlam ve güzel yapmasını sever.”(5) buyurmuş
ve çalışan insanları, iyi ve kaliteli iş yapmaya
teşvik etmiştir. Bunun yanı sıra çalışan insanlar;
gerek iş yerlerinde, gerekse ellerinde bulunan alet
ve edevatın korunup gözetilmesinden sorumlu
olduklarını unutmamalıdırlar. Nitekim Sevgili
Peygamberimiz şu mübarek sözleriyle bunu bize
hatırlatmaktadır: “Çalışan kişi de işverenin
malının koruyucusudur.”(6)
"Kıyamet gününde haklar, mutlaka sahiplerine
ödenecektir; öyle ki boynuzsuz koyun için dahi
boynuzlu koyundan kısas alınacaktır"(7) Hz
Peygamber (sav) de bu konuda şöyle
buyurmaktadır: "Birbirinize hasetlik etmeyin!
Müşteri kızıştırmayın! Birbirinize buğz
etmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin! Biriniz
diğerinin pazarlığı üzerine satış yapmasın!
Kardeş olun ey Allah`ın kulları! Müslüman
Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez; onu
yardımsız bırakmaz; onu küçümseyip hakir
görmez. (Üç defa kalbine işaret ederek) Takva
şuradadır. Kişiye kötülük olarak Müslüman
kardeşini hakir görmesi yeter. Müslümanın her
şeyi, kanı, malı ve ırzı diğer Müslümana
haramdır"(8) “Şüphesiz ki, bu Kur’an, en
doğru yola iletir, iyi davranışlarda bulunan
mü’minlere, kendileri için büyük mükâfat
olduğunu müjdeler”(9)
Ahmet DÖLEK
Müezzin-Kayyım/ARPALI
KAYNAKLAR :
1-Necm , 39
2-Zilzal , 7-8
3-Bakara 286
4-İbni mace Ruhun 4
5-Beyhaki 334/335
6-Buhari İstikras 20
7-Müslim Birr 60
8-Müslüm Birr 32
9-İsra ,9
İLİ
AY-YIL
TARİH
:BAYBURT
:AĞUSTOS 2012
:10.08.2012 2. HAFTA
KADİR GECESİ
َ َ‫ِﺇﻧﱠﺎ ﺃ‬
…. ‫ﻧﺰ ْﻟﻨَﺎﻩُ ِﻓﻲ َﻟ ْﻴﻠَ ِﺔ ﺍ ْﻟﻘَﺪ ِْﺭ‬
ً ‫ َﻣ ْﻦ ﻗَﺎ َﻡ ﻟَ ْﻴﻠَ َﺔ ﺍ ْﻟﻘَﺪ ِْﺭ ﺇﻳ َﻤﺎﻧﺎ‬: ِ‫ﺳﻮ ُﻝ ﷲ‬
ُ ‫َﻭ ﻗَﺎ َﻝ َﺭ‬
ُ ً ‫ﺴﺎﺑﺎ‬
-[2]‫ﻏ ِﻔ َﺮ ﻟَﻪُ َﻣﺎ ﺗَﻘَ ﱠﺪ َﻡ ِﻣ ْﻦ ﺫَ ْﻧ ِﺒ ِﻪ‬
َ ‫َﻭﺍﺣْ ِﺘ‬
Muhterem Müslümanlar!
Allah’û Tealâ, Kur’an’da zikrederek şeref verdiği bir
gece olan ve bu gecenin adını taşıyan Kadir suresinde;
biz Müslümanlara şöyle seslenmiştir:
“Doğrusu biz Kur’an’ı, Kadir gecesinde indirdik.
Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir
gecesi bin aydan hayırlıdır. O gece de melekler ve
ruh (Cebrail), Rablerinin izniyle her türlü iş için
iner dururlar. O gece tan yeri ağarıncaya kadar bir
esenliktir. [3]
Kıymetli Mü’minler!
Bu geceyi, diğer gecelerden ayıran, bir çok özellik
vardır.
En önemlisi; insanlık tarihinin ufkunu açan Kur’an-ı
Kerim’in, Kadir gecesinde indirilmeye başlanmasıdır.
Bu sebeple;
Kadir gecesinde yapılan ibadetler, içinde Kadir gecesi
bulunmayan, bin aylık ibadetten daha hayırlıdır.
Kadir gecesinde; insanların gelecekleri, kaza ve kader
hakkındaki hükümleri, karşılaşacakları her bir iş,
milletler ve ülkeler hakkında ki önemli bilgiler,
meleklere bildirilir.
O gecede, yeryüzüne sayısız ve sınırsız melek iner.
Melekler, karşılaştıkları her Müslüman’a, Allah’ın
selâmını verir ve esenlik dilerler.
Kadir gecesi; her tür tabii afet ve musibetlerden
arındırılmış, güvenli ve huzurlu bir gecedir.
Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisi şerifinde şöyle
buyurmuştur:
“Kim Kadir gecesinin faziletine inanarak ve alacağı
sevabı Allah’tan bekleyerek ibadet ve itaatle
geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır.”[4]
Kıymetli cemaat!
Daha sayamayacağımız bir çok özellikleriyle Kadir
gecesi, Allah’û Tealâ tarafından bize bahşedilmiş bir
hediyedir. Bu hediyeyi, güzel bir kabul ile ihya eden
bir insan, bu gecenin feyiz ve bereketine ulaşacak,
binlerce gecede kazanamayacağı sevabı, bir tek
gecede kazanacak ve sabahında, Allah’ın rızasına
günahsız bir şekilde ulaşacaktır.
Rivayetlere göre; Peygamberimiz (s.a.v.) bir gün
ashabına, İsrail oğullarından bir erin, bin sene kılıç
kuşanarak cihad ettiğini ve yine İsrail oğullarından
dört kişinin, seksen sene boyunca hiç günah
işlemeden, sürekli ibadet ettiklerini anlatıyordu.
Sahabe, bu duruma gıpta ile bakarak hayret
etmişlerdi. Bunun üzerine; Cebrail (a.s.) Kadir
suresini indirmiş ve :
“Ya Muhammed! ümmetin o bir kaç kişinin seksen
sene ibadetinden hayrete düştüler. Allah Tealâ sana
ondan daha hayırlısını indirmiştir. İşte bu (sure)
senin ve ümmetinin hayran kalışından daha
hayırlıdır.” buyurarak, Peygamberimize ve bize
büyük bir müjde vermiştir. [5]
Yani, bu geceyi ibadet ve dualarla geçiren bir kişi; bin
sene Allah yolunda kılıç sallayan ve seksen sene
sürekli ibadet eden kimselerden daha çok sevap
kazanıyor. Biz de Allah’ın bu denli merhametine
hayretle bakıyor, Onun büyüklüğünü bir kere daha, iyi
anlıyoruz.
Kıymetli cemaat!
Kadir gecesinin feyzi ve bereketi, bu gecenin kadir ve
kıymetini bilenlerindir. Müslümanlara özel; bir
kurtuluş, şeref ve derece kazanma gecesidir.
Değerli kardeşlerim!
Bir kulun, Allah’a itaatle geçirdiği bir tek saniyesi
bile, Allah’tan gafil bir şekilde yaşayacağı, binlerce
seneden daha hayırlıdır. Genelde Kadir gecesi, senede
bir gece olsa bile, özelde; Allah’ın rızasını aradığımız
her günümüz ve gecemiz Kadir gecesi sayılır. Öyle ki;
O sevgili bize yakın ise ve biz de O’na yakın isek, O
bizden razı ve biz de O’ndan razı isek, her gecemiz
Kadir, her günümüz kıymetlidir.
Aziz cemaat!
Kadir gecesini ihya etmek için; kaza ve nafile
namazları kılmak, Kur’an okumak, tesbih, dua ve
istiğfarda bulunmak, bol bol tövbe etmek, Allah’ı,
zikir ve şükürlerle anmak, insanlara güzel sözler
söyleyip gönüllerini almak, ihtiyaç sahibi olanlara,
maddi ve manevi iyiliklerde bulunmak gerekmektedir.
Peygamberimiz (s.a.v)’in, Hz. Aişe anamıza öğrettiği,
geceye özel bu duayı dilimizden düşürmeyelim: ‫ﺍﻟﻠﻬﻢ‬
‫ﺍﻧﻚ ﻋﻔﻮ ﺗﺤﺐ ﺍﻟﻌﻔﻮ ﻓﺎﻋﻒ ﻋﻨﻲ‬
(Allah’ım sen
affedicisin, affı seversin, beni de affet.) [6]
Son olarak, Yüce Mevlâ’mızdan, tüm dünya
Müslümanlarına birlik-beraberlik, sevgi ve kardeşlik
duyguları vermesini diliyor, her günümüzün ve her
gecemizin, Kadirli ve kıymetli geçmesini niyaz
ediyorum.
Abdullah KAVALCIOĞLU
İmam-Hatip/AYDINTEPE
Kaynakalr
[1]
Kadir Suresi: 1-5
[2]
Sahih-i Buhari Muhtasarı. 6/313
[3]
Kadir suresi: 1-5
[4]
Sahih-i Buhari Muhtasarı. 6/313
[5]
Hak dini Kur’an dili tefs. C.9
[6]
S.Buhari Tecrid-i Sarih terc. 6/314
İLİ: BAYBURT
AY-YIL: KASIM 2012
TARİH: 09.11.2012 (2. HAFTA )
KAMİL İMAN
‫ﺍﺏ‬
َ َ‫َﺭ ﱠﺑ َﻨﺎ ﺁَ ِﺗ َﻨﺎ ِﻓﻲ ﺍﻟ ﱡﺪ ْﻧ َﻴﺎ َﺣ َﺴ َﻨ ﺔً َﻭ ِﻓﻲ ْﺍﻵَ ِﺧ َﺮ ِﺓ َﺣ َﺴ َﻨ ﺔً َﻭ ِﻗ َﻨﺎ َﻋﺬ‬
‫ﺍﻟ ﱠﻨ ِﺎﺭ‬
Aziz Cemeat!
İman, lügatta, emniyette olmak,
güvenmek bir şey’e tereddütsüz inanmak
ve kesin olarak, içten ve yürekten tastik
etmek demektir Terim oarak ise, Allah’ın
varlığına, birliğine, tereddütsüz inanmak
ve Hz Muhammed'in (a.s.) peygamber
olduğunu ve bize bildirdiği şeylerin
hepsinin hak ve doğru bulunduğunu, hiçbir
şüphe duymadan kabûl ve tasdik etmektir.
Değerli Kardeşlerim!
Allah dünyayı insanlar için, geçici
bir yurt olarak yaratmıştır Kamil imana
sahip bir müminin dünyaya bakış açısı,
Kuran'da " İnsanları yalnızca Bana
ibadet etsinler diye yarattım " (1)
ayetiyle haber verilen önemli bir gerçek
üzerine kuruludur bu sebeple, Kamil bir
mümin dünyada bulunma amacının her
şeyden önce "Allah'a kulluk etmek"
olduğunu bilir Allah'a kulluk etmek,
yalnızca namaz kılmak, oruç tutmak gibi
ibadetleri yerine getirmek değildir
Bununla beraber, kulluk. bir insanın tüm
hayatını kapsayan bir fiildir Kamil imana
sahip bir mümin, bu tanıma uyan, yani tüm
yaşamını Allah'a kulluk etmekle geçiren
insandır Yalnızca Allah için yaşar, Allah
için çalışır, kendisine verilen tüm
imkanları yine sadece Allah için kullanır
Allah, dünya hayatının bir denenme yeri
olduğunu bildirdiği gibi, bu hayatın
aldatıcılığına da özellikle dikkat çekmiş ve
insanları bu konuda açıkça uyarmıştır:
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun,
bir eğlence, bir süs, kendi aranızda bir
övünme, çok mal ve evlat sahibi olma
yarışından ibarettir (Nihayet hepsi yok
olur gider.) Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki;
onun bitirdiği ekin çiftçilerin hoşuna
gider. sonra kurumaya yüz tutar, bir de
bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir
Ahirette ise
çer-çöp oluvermiştir
şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret
ve bir hoşnutluk (rıza) vardır Dünya
hayatı, aldanış metaından başka bir şey
değildir (2)
Kuran'ın bu örneğinde dikkat çekildiği
gibi, yeryüzü üzerinde hiçbir şey zamana
karşı koyamaz; ne güzel evler, arabalar,
mekanlar, manzaralar ne de genç, güzel ve
makam sahibi insanlar Yeni olan her şey
kısa sürede eskir, genç olan herkes
yaşlanır, güzel olan yıpranır ve hatta
zamanla tanınmaz hale gelir Mala,
güzelliğe, güce sahip olduklarını sanan
kimseler ise, aslında sadece kendilerini
aldatırlar. Çünkü sahip olduklarını
sandıkları şeylerin hiçbiri ebedi değildir.
Bu nedenle eseri dış hayatta görülmeyen
bir iman, meyve vermeyen bir ağaç gibidir.
Dinin de, imanın da bir hedefi ve bir gayesi
vardır. Bu hedef, güzel ahlâk, insanlara
faydalı olmak ve Allah'ın rızasını
kazanmaktır. Allah Teâlâ'nın rızası ise,
yalnız -bir kalp ve vicdan işi olan- iman ile
değil; o imanın meyvesi olan ibadetler,
salih ameller ve güzel ahlâk sahibi olmakla
kazanılır.
Kıymetli Müminler!
O halde, kalpte bulunan iman nurunu
parlatmak ve kuvvetlendirerek onu kemale
erdirmek için Allah'ın emirlerine sarılmak,
yasaklarından kaçınmak; yani salih amel
gereklidir. İşte ancak bu gibiler, Allah'ın
rızasına ve sonsuz saadete ererler. Bunun
içindir ki; amel imanın hakikatine dahil
değil ise de; kemâlinden olduğunda şüphe
yoktur.
Hutbemi
okuduğum
Ayeti
Celilenin mealiyle bitirmek istiyorum.
"Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver,
ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin
azabından
koru"(3)
Bayburt İl Müftülüğü
Kaynaklar:
1- Zariyat Suresi, 56
2- Hadid Suresi, 20
3- Bakara Suresi, 201
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : 25 Ekim 2012
TARİH : BAYRAM HUTBESİ
KURBAN BAYRAMI
ُ‫� ﻟُ ُﺣﻭ ُﻣ َﻬﺎ َﻭ َﻻ ِﺩ َﻣﺎ ُﺅﻫَﺎ َﻭﻟَ ِﻛﻥ ﻳَﻧَﺎﻟُﻪ‬
َ ‫ﻟَﻥ ﻳَﻧَﺎ َﻝ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺗ ﱠ ْﻘ َﻭﻯ ِﻣﻧ ُﻛ ْﻡ‬
MUHTEREM MÜSLÜMANLAR!
Çehreleri İslam’ın nuruyla aydınlanmış güzel
insanlar! Allah’ın evine hoş geldiniz. Her yıl
Müslümanlık bilincimizi yenileyen, millet olma
irademizi diri tutan; birlik, beraberlik ve kardeşlik
duygularımızı pekiştiren, rahmet ve bereket dolu
bugünlere bizleri kavuşturan Yüce Rabbimize
sonsuz hamt ve şükürler olsun.
Rabbimizin dost edindiği İbrahim aleyhisselâma,
Allah için kurban olmaya razı olan İsmail
aleyhisselâma ve her iki peygamberin sadakat ve
teslimiyetini evrensel bir bayrama dönüştüren
Muhammed aleyhisselâma sonsuz salât ve selâm
olsun.
verdik O Halde, Rabbin için namaz kıl,
Kurban kes. Doğrusu sana buğzeden, soyu
kesik olanın ta kendisidir”. (2) Peygamber
efendimiz de bir hadisi şeriflerinde şöyle
buyurmuştur. “Âdemoğlu kurban bayramı
günün de Allah için kurban kesmekten daha
sevimli bir iş yapmış olamaz.”
MUHTEREM MÜSLÜMANLAR!
Bayramlar birlik ve beraberliğin pekiştiği,
kardeşliğin zirve yaptığı, muhabbet ve sevgilerin
gönünler de taştığı çok özel günlerdir.
Bayramlarda özellikle yardıma muhtaç olan,
borçlu olan, yaşlı ve kimsesiz olan insanları görüp
ihtiyaçlarını giderip gönüllerini de hoşnut
etmeliyiz. Kurban kesimini sünnete uygun olarak
yapmaya özen gösterelim. Kurban kesmeyen
kardeşlerimizi de unutmayalım. Kestiğimiz
kurbandan haklarını vererek bayramı en güzel bir
şekilde geçirmelerini sağlayalım.
Bu duygu ve temennilerle kurban bayramınızı
gönülden tebrik ediyor hayırlar ve huzurlar
getirmesini yüce Allah’tan diliyorum.
MUHTEREM MÜSLÜMANLAR!
İbadetler, yalnız Allah (cc) için yapılır. İhlasla
ve tam bir teslimiyet duygusuyla yapılan ibadetler,
kabul olunan ibadetler sınıfına girer. Yüce Allah’a
(cc) yakınlık duygusuyla ve ibadet maksadıyla
yapılan kurban ibadeti, en önemli kulluk
görevlerimizden birisidir. Kurban kesme işlemi
başlı başına bir İbadet olarak yerine getirilmelidir.
Allah (cc) Kur’an-ı Kerimde şöyle buyuruyor:
“Allah’a kurbanlarınızın ne etleri ulaşır, ne de
kanları. Ona ulaşan takvanızdır...” (1)
MUHTEREM MÜSLÜMANLAR!
Kurban ibadeti yüce yaratıcımıza tam bir
teslimiyetle ve her türlü şirkten uzak olarak
yapılan kulluk bilincinin göstergesidir. Kurban
kesmek mali bir ibadet olup dini hüküm olarak da
vaciptir. Yüce Allah’ın bizlere vermiş olduğu
sonsuz nimetlere karşı bir şükran ifadesidir.
Konuyla ilgili olarak Kevser suresinde şöyle
buyrulmaktadır. “Şüphesiz biz sana Kevseri
Hutbe Komisyonu
İl Müftülüğünün 06.11.2011 tarihli Hutbesidir
KAYNAKLAR
1- Hac Suresi, ayet 37
2- Kevser Suresi, ayet 1,2,3
3- Tirmizi, 1
İLİ
AY-YIL
TARİH
{ 2}
: BAYBURT
: EYLÜL 2012
: 19.10.2012 (3. HAFTA)
َ ‫ِﺇﻧﱠﺎ ﺃ َ ْﻋ‬
‫ﺼ ِّﻞ ِﻟ َﺮ ِﺑّ َﻚ َﻭﺍ ْﻧ َﺤ ْﺮ‬
َ ‫ﻄ ْﻴﻨ‬
َ ‫{ َﻓ‬1} ‫َﺎﻙ ْﺍﻟ َﻜ ْﻮﺛ َ َﺮ‬
{3} ‫ﺮ‬
ُ َ ‫ِﺇ ﱠﻥ ﺷَﺎﻧِﺌَ َﻚ ُﻫ َﻮ ْﺍﻷ َ ْﺑﺘ‬
KURBAN İBADETİ VE KAZANDIRDIKLARI
Muhterem Müslümanlar!
Kurban Bayramı gelince Yüce Allah’ın büyük
bir emrine muhatap oluruz, o da; “Rabbin için
kurban kes ve namaz kıl” (1) hitabıdır.
Kurban, bütün peygamberlerin insanlık
âlemine tebliğ ettiği, Hak dinlerin prensipleri
arasında var olan bir ibadettir. Kuran-ı
Kerimde, “Her ümmet için, Allah'ın
kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar
üzerine ismini ansınlar diye kurban
kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilahınız bir
tek ilahtır. Şu halde yalnız ona teslim olun.
Alçak
gönüllüleri
müjdele!”(2)
buyurulmaktadır.
Muhterem Müslümanlar!
Kurban ibadeti, Müslümanlar arasında
kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma bilincini
canlı tutar, sevgi ve dostluğu pekiştirir,
cimrilik ve bencillik hastalığını giderir, kişiye
sahip
olduğu
nimetleri
Müslüman
kardeşleriyle
paylaşmayı
öğretir,
çok
kazanarak, Allah (c.c) katındaki manevi
derecesinin artmasını sağlar. Kurban ibadeti,
yerine getirilirken tam bir teslimiyet ve Hak
rızası gözetilmelidir. Cenabı hak, bu
teslimiyetin mükâfatını da çok yönlü olarak
verir. Malımıza, mülkümüze bereket ihsan
eder. Fakirlerin makbul duasını kazanmış,
onların kin ve nefret dolu bakışlarından
kurtulmuş oluruz.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), “Âdemoğlu
kurban günlerinde, Allah (cc) için Kurban
kesmekten daha sevimli bir iş yapmış
olamaz.(3) buyurmaktadır
Aziz Müslümanlar!
Rabbimiz, Hac suresi 37. Ayette; “Onların
etleri ve kanları asla Allah'a ulaşmaz. Fakat
ona sizin takvanız (Allah'a karşı gelmekten
sakınmanız) ulaşır.”(4) buyurarak, bu
ibadette samimiyet ve Allah’ ın rızasını
gözetmenin
önemine
dikkatlerimizi
çekmektedir.
Dinimizin bir gereği olan Kurban ibadeti,
dinin gerektirdiği gibi yapılmalı ve ayrım
gözetmeksizin, kesilen kurban etleri fakirlere
dağıtılmalıdır. Rabbim ibadetlerimizi kabul
etsin. Kurban bayramınız mübarek olsun.
Allah’ın rahmeti bereketi rahmeti üzerinize
olsun.
Ömer LÜLECİ
İmam-Hatip/AYDINTEPE
Kaynaklar:
1234-
Kevser Suresi, 1,2,3
Hac Suresi 34
Tirmizi, Edahi
Hac Suresi: 37
İLİ
AY-YIL
TARİH
: BAYBURT
: NİSAN 2012
: 20.04.2012 4. HAFTA
َ‫َﺎﻙ ِﺇ ﱠﻻ َﺭ ْﺣ َﻤﺔً ِﻟّ ْﻠ َﻌﺎﻟَ ِﻤﻴﻦ‬
َ ‫ﺳ ْﻠﻨ‬
َ ‫َﻭ َﻣﺎ ﺃ َ ْﺭ‬
KUTLU DOĞUM
Muhterem Müslümanlar!
“(Ey Muhammed!) Biz seni ancak âlemlere
rahmet olarak gönderdik”(1), “Biz seni ancak
bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak
gönderdik…”(2) ayetlerinde açıkça belirtildiği
gibi, rahmet peygamberini, bütün dünya
beklemekteydi.
Hz. Musa (a.s.)’a gönderilen Tevrat’ta “müjdeci,
uyarıcı, kaba ve katı yürekli olmayan,
sokaklarda bağırıp çağırmayan, kendisine
yapılan kötülükleri iyilikle karşılayan, affeden
(3)
özellikleriyle anlatılan, Peygamber Efendimizin
gelişini, herkes hasretle bekliyordu. Kur’ân’ın
ifadesiyle Hz. İsa onun gelişini şöyle
müjdeliyordu: “Hatırla ki, Meryem oğlu İsa: Ey
İsrail oğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim,
benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve
benden sonra gelecek, Ahmet adında bir
peygamberi de müjdeleyici olarak geldim,”(4)
Aziz Kardeşlerim!
Peygamber Efendimiz daha dünyaya teşrif
etmeden ve Peygamberlikle görevlendirilmeden,
ona inananlar olmuştu. Şairimiz Arif Nihat Asya
bu gerçeği şöyle dile getirir:
“Günler, ne günlerdi ya Muhammed;
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı”…(5)
Milli Şairimiz Mehmet Akif de, Peygamber
Efendimizin gelişini, bütün insanlığın beklediğini
şu mısraları ile anlatır:
“On dört asır evvel, yine bir böyle geceydi,
Kumdan, ayın on dördü, bir Öksüz çıkıverdi!
Lâkin o ne hüsrandı ki hissetmedi gözler;
Kaç bin senedir, hâlbuki bekleşmedelerdi!”(6)
Değerli Kardeşlerim!
Allah Teâlâ, bütün peygamberlerden ümmetleri
adına, onun peygamberliğini tasdik edeceklerine
ve ona yardımcı olacaklarına dair söz almıştır.
Nitekim bu husus Kur’ân’da şöyle anlatılır:
“Hani, Allah, Peygamberlerden: “Andolsun,
size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra,
elinizdekini doğrulayan bir peygamber
geldiğinde, ona mutlaka iman edeceksiniz ve
ona mutlaka yardım edeceksiniz” diye söz
almış ve “Bunu kabul ettiniz mi; verdiğim bu
ağır görevi üstlendiniz mi?” demişti. Onlar,
“Kabul ettik” demişlerdi. Allah da, “Öyleyse
şahid olun, ben de sizinle beraber şahit
olanlardanım” demişti”.(7) Kur’ân-ı Kerim’den
önce gelen bütün kutsal kitaplarda, Peygamber
Efendimizin geleceğinden ve özelliklerinden söz
edilmiştir.
Değerli Mü’minler!
Allah Teâlâ’nın, insanlığa gönderdiği en son
rahmet elçisi ve hidayet öncüsü Hz. Muhammed
(s.a.v)’in Allah katından getirdiği ilahî davetini ve
onun örnek ahlâkını anlamak, anlatmak, ona
duyulan engin sevgiyi gönüllere yerleştirmek,
topluma
aktarmak
maksadıyla,
yıllardır
Müslümanlar, onun dünyaya teşriflerini Mevlit
kandili olarak kutlamaktadır.
Hutbemi bir hadisle bitirmek istiyorum.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Ben
Muhammedim, ben Ahmet’im, ben Rahmet
peygamberiyim” (8)
BAYBURT MÜFTÜLÜĞÜ HUTBE KOMİSYONU
KAYNAKLAR :
[1] Enbiyâ, 107.
[2] Sebe’, 28.
[3] Muvatta, “Mukaddime”, 2.
[4] Saf, /6.
[5] Arif Nihat Asya, Dualar Ve Âminler, İstanbul, 976, s. 64.
[6] Mehmet Akif Ersoy, Safahat, İstanbul, 1977, s. 499.
[7] Âl-i İmrân, 81.
[8] Müslim, “Kitâbu’l-Fedâil”, 126; Tirmizî, “Daavât”, 118.
İLİ: BAYBURT
AY-YIL: HAZİRAN 2012
TARİH: 15.06.2012, 3. HAFTA
‫ﺳ ْﺒ َﺤﺎﻥَ ﺍﻟﱠﺬِﻱ ﺃَﺳ َْﺮﻯ ِﺑ َﻌ ْﺒ ِﺪ ِﻩ ﻟَ ْﻴﻼً ِ ّﻣﻦَ ْﺍﻟ َﻤﺴ ِْﺠ ِﺪ‬
ُ
‫ﺎﺭ ْﻛﻨَﺎ‬
َ َ‫ﺼﻰ ﺍﻟﱠﺬِﻱ ﺑ‬
َ ‫ْﺍﻟ َﺤ َﺮ ِﺍﻡ ﺇِﻟَﻰ ْﺍﻟ َﻤﺴ ِْﺠ ِﺪ ﺍﻷ َ ْﻗ‬
‫ﻴﺮ‬
‫َﺣ ْﻮﻟَﻪُ ِﻟﻨُ ِﺮ َﻳﻪُ ِﻣ ْﻦ ﺁ َﻳﺎﺗِﻨَﺎ ِﺇﻧﱠﻪُ ُﻫ َﻮ ﺍﻟ ﱠ‬
ُ ‫ﺼ‬
ِ ‫ﺴ ِﻤﻴ ُﻊ ﺍﻟ َﺒ‬
MİRAÇ
Muhterem Müslümanlar!
İsrâ sözlükte geceleyin yürümek, gitmek
anlamlarına gelir. Istılahı manası ise
Peygamber (s.a.v) in hicretten bir bucuk sene
önce gecenin bir anında Mekke’deki Mescidi Haram ‘dan Küdüs’ deki Mescid-i Aksa’
ya, oradan da göklere seyahat ettirildiği
mübarek gecenin adıdır.(1) Nitekim Cenab-ı
Hak Kur’an’ı Kerim’de: “Kulu Muhammed’i
bir gece Mescid-i Haram’dan kendisine bir
kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini
mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya
götüren Allah’ın şanı yücedir. Doğrusu o
işitir ve görür.” (2) buyurmuştur. Peygamber
(s.a.v) in hayatı içinde önemli bir yeri olan
Miraç, Allah’ın sevgili Rasül’ün den başka
hiç kimseye sunmadığı ilahi bir ihsandır. Bu
görüşmeyle Muhammed (s.a.v) bünyesinde
biz ümmeti Muhammed’e şu müjdeler ve
hediyeler gönderilmiştir:
-Günlük elli vakit namaza eşdeğer Beş vakit
namaz,
-Allah’a şirk koşmayanların Cennete
gireceği,
-Amener Rasülü diye bildiğimiz Bakara
suresinin son iki ayeti,
-Peygamberlerden hiçbiri Peygamberimiz
(s.a.v) den önce, Ümmetlerden hiçbiri de,
Ümmeti Muhammed’den önce Cennete
girmeyecektir.(3)
Kymetli Müslümanlar!
Miraç, bizim için, yer ve gök ayetleri bizim
için, bu müjde ve ayetler bizim içindir. Yer
ve gök sevinsin, şahit olsun ki, bizler bu
hediyeleri kabul ediyor ve Miracın
Peygamberine, ümmet olduğumuzu ilan
ediyoruz. İşte Miraç, zaman ve mekân
sınırlarının aşıldığı mukaddes bir yolculuk.
Ogün bu yolculuğa inanmak istemeyenler
vardı. Ebu Bekrî imana sahip olanlar,
Peygamberimiz (s.a.v)’i tasdik edip sıddıkiyet
kazanıyor, imanı zayıf olanlar ise dinden
çıkıyor, İnkârcılar da, inkarlarına inkar
katıyorlardı.
Muhterem Müminler!
Miraç gecesi, ulvî bir gecedir. O halde bu
mübarek geceyi gaflet içerisinde geçirmemeli,
ibadetle,
Allah’a
şükran
borçlarımızı
ödemeliyiz; namaz kılmalı, Kur’an okumalı,
Allah’tan af ve bağış dilemeliyiz. Çoluk
çocuğumuza bu gecenin anlam ve önemini
öğretmeliyiz. Çevremizdeki yoksullara ve
kimsesiz
çocuklara
yardım
ellerimizi
uzatmalıyız.
Annemizi,
babamızı
ve
büyüklerimizi ziyaret edip ellerini öpmeli ve
dualarını almalıyız. Ebediyete intikal etmiş
olanlarımızı rahmetle anarak ruhlarını şad
etmeliyiz. Dostlarımızla tebrikleşmeli, sevgi ve
saygı duygularımızı perçinlemeliyiz.
Aziz Müminler!
Kandilleri birer fırsat bilmeli, bu müstesna
zaman dilimlerinde Allah’ a daha da yakın
olmaya çalışmalıyız. Bilelim ki Allah’a
yakınlık onun emirlerini yerine getirmek, yasak
ettiği şeylerden kaçınmakla mümkündür. Gönül
aydınlığı olan Miraç kandiliniz mübarek olsun.
Abdullah KAVALCIOĞLU
İmam-Hatip/AYDINTEPE
KAYNAKLAR:
1-Dini Kavramlar Sözlüğü
2-İsrâ S. 1
3-Hak Dini Kur’an Dili 7/295
İLİ: BAYBURT
AY-YIL: HAZİRAN 2012
TARİH: 22.06.2012, 4. HAFTA
‫ﻮﺭ ُﻛ ْﻢ َﻳ ْﻮ َﻡ‬
ِ ‫ُﻛ ﱡﻞ َﻧ ْﻔ ٍﺲ ﺫَﺁﺋِﻘَﺔُ ْﺍﻟ َﻤ ْﻮ‬
َ ‫ﺕ َﻭﺇِﻧﱠ َﻤﺎ ﺗ ُ َﻮﻓﱠ ْﻮﻥَ ﺃ ُ ُﺟ‬
َ‫ﺎﺭ َﻭﺃُﺩ ِْﺧ َﻞ ْﺍﻟ َﺠﻨﱠﺔَ ﻓَﻘَ ْﺪ ﻓَﺎﺯ‬
َ ‫ْﺍﻟ ِﻘﻴَﺎ َﻣ ِﺔ ﻓَ َﻤﻦ ُﺯ ْﺣ ِﺰ َﺡ‬
ِ ‫ﻋ ِﻦ ﺍﻟﻨﱠ‬
‫ﻭﺭ‬
ِ ‫َﻭﻣﺎ ْﺍﻟ َﺤﻴَﺎﺓ ُ ﺍﻟﺪﱡ ْﻧﻴَﺎ ﺇِﻻﱠ َﻣﺘَﺎﻉُ ْﺍﻟﻐُ ُﺮ‬
ÖLÜM GERÇEĞİ VE ÖLÜME HAZIRLIK
Muhterem Müslümanlar!
Allah C.C. yarattığı bütün varlıklar için bir kural
koymuş, yaratılan bütün canlılar da, yaşam
buldukları hayata bir gün mutlaka veda
edeceklerdir. Her şeyin bir sonu olduğu gibi, insan
ömrünün de bir sonu vardır. Doğmak yaşamak ve
ölmektir.
Her canlının ölümü de yaşaması da
Cenab-ı Allah’ın takdiri ve yaratması iledir. Hiçbir
canlı Allahın kendisi için takdir ettiği ömrü, eceli
ne ileri alabilir nede tehir edebilir. Çünkü o güce
sahip olan yalnız Allah’tır. İnsan yalnız kendisi
için takdir edilen rolü oynar. Yani, takdir edildiği
şekilde doğar, yaşar ve ölür
Aziz Cemaat!
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Her canlı
ölümü tadacaktır. Şüphesiz kıyamet günü
yaptıklarınızın
karşılığı
size
tastamam
verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp
cennete konursa o gerçekten kurtuluşa ermiştir.
Bu dünya hayatı ise aldatma metaından başka
bir şey değildir”(1) Bu ayette, Allah, ölümün
kaçınılmaz ve dünya hayatının da aldatıcı bir
metadan başka bir şey olmadığına işaret
etmektedir. Bir başka ayeti kerimede ise Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler!
Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes yarın
için ne hazırladığına baksın. Allah’a gerektiği
gibi saygı duyun; Çünkü Allah yaptıklarınızdan
haberdardır.”(2) Biz Müslümanlar olarak; ahiret
için, ölüm sonrası için, gerekli hazırlığı yapıp
yapmadığımızı gözden geçirmemiz gerekmektedir.
Bir başka ayette: ”Sizi sadece boş yere
yarattığımızı ve sizin gerçekten huzurumuza
getirilmeyeceğinizi mi sandınız.?” (3) Evet, biz
insanlar, başıboş yaratılmamışız. Her an
yaptıklarımız Allah tarafından bilinip ve
gözetlenmektedir. Peygamberlerin ve Nebilerin
dahi, o günün dehşetinden ve Allah’a nasıl hesap
verebileceğim korkusunu ve endişesini taşıyarak,
Allah’a
sığınarak
duada
ve
niyazda
bulunmuşlardır. Bu Peygamberlerden biri olan, Hz.
İbrahim (a.s.) şöyle dua etmiştir: “Rabbim!
İnsanların dirilecekleri ve huzuruna gelip hesap
verecekleri gün, beni utandırma.” (4) Allah’tan
en çok korkan ve Allah’ın Dostum, Halilim dediği,
bir peygamberin bu endişeyi taşıması gerçekten
manidardır. Neden bizlerde onların duyduğu o
endişeyi duyarak o büyük gün için yani herkesin
yaptığının karşılığının verildiği, ahiretin tarlası
olan şu dünya hayatında güzel ameller işleyip,
güzel tohumlar ekip de ahiret de biçmeyelim,
bizleri manevi yönden zirveye taşıyacak, güzel
ibadetlerle meşgul olmayalım. Allah’ın kul olarak
bizlere emrettiği amelleri eksiksiz bir şekilde
yaparak, bizleri nehyettiği kötülüklerden de
sakınarak kendimizi uzaklaştırmayalım ve bunların
sayesinde Allah’ın sevdiği ve rızasını kazanmış bir
kul olmayalım? Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisi
şeriflerinde “Hesaba çekilmeden evvel kendinizi
hesaba çekiniz”(5) buyurmaktadır.
Neden
kendimizi hesaba çekerek manevi durumumuzu
gözden geçirmeyelim?
Aziz Müslümanlar!
Ahiretin tarlası durumunda olan dünyada, yapılan
işlerin boş olmayacağını bilen mü’min, Allah’a
imanın gereği, itaatı, asli vazifesi kabul eden, bize
çok yakın olan ölüme, ahiret hayatına ve büyük
hesap gününe hazırlıklı olan İnsandır. İnsan, bu
dünyada mü’min olarak yaşayıp mü’min olarak
ölmek için gayret etmelidir. Yaşadığımız sürece
ölümü ve ahireti unutmamalıyız. Peygamberimizin
tavsiyeleri doğrultusunda yaşayarak, ahiret hayatına
hazırlanmalıyız.
Nefis
muhasebesi
yaparak
kendimizi kontrol etmeliyiz. İnsan kâmil bir imanla
bu dünyadan ayrılmayı kendine gaye etmelidir.
Hutbemi bir hadisi şerif’in meali ile bitirmek
istiyorum; “Akıllı insan; Kendini hesaba çeken ve
öldükten sonraki hayat için hazırlık yapan
kimsedir.”(6)
COŞKUN ÇAKIR
İmam-Hatip-AYDINTEPE
KAYNAKLAR
1 Al-i İmran S. 185
2 Haşr S, 18
3 Müminun S,115
4 Şuara S,89
5 Tirmizi Kıyamet, 25
6 Tirmizi 2461
İLİ: BAYBURT
AY-YIL: HAZİRAN 2012
TARİH: 20.07.2012, 3. HAFTA
ُ ‫ﻧﺰ َﻝ ﻓِﻴ ِﻪ ْﺍﻟﻘُ ْﺮ‬
‫ﺁﻥ‬
َ
َ ‫ﺷ ْﻬ ُﺮ َﺭ َﻣ‬
ِ ُ ‫ِﻱ ﺃ‬
َ ‫ﻀﺎﻥَ ﺍﻟﱠﺬ‬
ٍ ‫ﺎﺱ َﻭ َﺑ ِﻴّ َﺎﻨ‬
‫ﺎﻥ‬
ِ ‫ُﻫﺪًﻯ ِﻟّﻠﻨﱠ‬
ِ َ‫ﺕ ِ ّﻣﻦَ ْﺍﻟ ُﻬﺪَﻯ َﻭ ْﺍﻟﻔُ ْﺮﻗ‬
‫ﺷ ِﻬﺪَ ِﻣﻨ ُﻜ ُﻢ ﺍﻟ ﱠ‬
ُ‫ﺼ ْﻤﻪ‬
َ ‫ﻓَ َﻤﻦ‬
ُ ‫ﺸ ْﻬ َﺮ ﻓَ ْﻠ َﻴ‬
RAMAZAN AYI VE ORUÇ
Muhterem Müslümanlar!
Allah’ın biz kullarına lütuflarından birisi de bütün
güzellikleriyle, maddî ve manevî bereketleriyle ,
Mübarek Ramazan ayıdır. Ramazan ayı; ibadet,
rahmet ve mağfiret ayıdır. Bereketi bol, hayrı çok olan
bir aydır. Bu ay, yardım, bağış ve ihsan ayıdır. İnsanî
duyguların coştuğu, kusur, hata ve günahlarımızdan
tövbe edip, hakka yönelme niyetimizin, irademizin
geliştiği, maddî ve manevi bir terbiye ayıdır. Bizlere
rehber olan ve bizi ahlâka yönelten, Kur’ân-ı Kerîm,
bu ayda Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’e indirilmeye
başlamıştır. Bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi
de bu aydadır.
Bu ayın faziletini Yüce Allah, şöyle özetler:
“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve
doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak
kendisinde Kur’ân’ın indirildiği aydır. Sizden her
kim bu ayda bulunursa oruç tutsun.”(1)
Bir Ramazan öncesinde, bu ayın fazileti
hakkında, Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir
hutbesinde şöyle buyurmuşlardır: “Ey insanlar!
Büyük ve mübarek bir ayın gölgesi üzerinize
düşmüş bulunmaktadır. Bu ay içerisinde, bin
aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır. Bu
ayda Allah, gündüzleri oruç tutmanızı farz kıldı,
ben de bu ayın gecelerinde teravih namazını size
sünnet kıldım. Bu ayda gönüllü olarak bir iyilik
yapan, başka zamanlarda bir farzı yerine getirmiş
gibi sevap kazanır. Bu ayda bir farzı yerine getiren
kimse de, başka aylarda yetmiş farzı yerine
getirmiş gibi (mükâfât almış) olur. Ramazan sabır
ayıdır, sabrın ve yardımlaşmanın mükâfatı ise
cennettir. Ramazan bereket ayıdır, müminin
rızkının çoğaldığı bir aydır. Kim bu ayda bir
oruçluyu iftar ettirirse, onun bu davranışı
günahlarının
bağışlanmasına,
cehennemden
kurtuluşuna ve iftar ettirdiği kimsenin tuttuğu
orucun sevabından pay almasına vesile olur. Oruç
tutan kimsenin sevabından da bir şey eksilmez.”(2)
Bir başka hadisi şerifte, Allah Resulü (sav); “Kim
inanarak ve mükafatını Allah’tan bekleyerek
ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları
bağışlanır”(3) buyurarak, İslam’ın beş şartından biri
olan ramazan ayında oruç tutmanın ve ramazan ayını
oruçlu geçirmenin, insanı nasılda günahların dan
temizleyip, ter temiz bir hale getirdiğini
bildirmektedir.
Aziz Cemaat!
Orucun bizlere, sayamayacağımız kadar faydaları
vardır. Oruç, ahlakımızı güzelleştirir. Oruç,
kötülüklere karşı bizleri korur. Oruç, insanın
merhamet duygularını geliştirir. Oruç, sağlığımızı
korur. Oruç, nimetlerin kadrini, kıymetini öğretir.
Oruç, insana sabırlı olmayı öğretir. Ve orucun
sayamadığımız daha birçok faydaları vardır. Daha
önemlisi, kul oruç sayesinde, Rabbinin Rızasını
kazanır. Lütfu ve ihsanı bol olan, Allah (c.c) kulların
ibadetlerini, yaptıkları iyilikleri, bire ondan; yedi yüz
katına kadar mükâfatlandıracağını bildirdiği gibi, bir
kutsi hadisi şerifte de Allah (c.c); “Oruç benim
içindir
onun
mükâfatını
ben
veririm”(4)
buyurmaktadır.
Oruç tutmak, büyük sabır ve fedakârlık sonucu
yerine getirilmesi gereken bir ibadet olduğu için
karşılığının da, kat kat fazlasıyla verileceği ifade
edilmekte, hatta; oruç tutanlar için özel olarak,
Cennetin
Reyyan
kapısından
girecekleri
,
peygamberimiz tarafından bildirilmiştir.
Nihayet Ramazan ayı Allah’ın rahmetinin
sonsuz bir şekilde tecelli ettiği, Kur’an’ın indirildiği,
Efendimizin cömertliğinin zirve yaptığı, bir aydır. Biz
Müslümanlar olarak, bu mübarek ayda, İslâm’ın beş
şartından birisi olan, oruç ibadetini tam olarak yerine
getirmek için, maddî ve manevî olarak güzelce
hazırlanarak, huzurlu, mutlu ve sevgi dolu bir şekilde
bu mübarek aydan en güzel şekilde istifade etmeye
gayret etmeliyiz. Rabbim bizleri istifade eden
kullarından eylesin! Amin.
Coşkun ÇAKIR
İmam-Hatip/ AYDINTEPE
Kaynaklar:
1) Bakara, 2/185.
2) Mişkâtü’l-Mesâbih, Hadis no: 1965.
3) Buhârî, Sahîh, “Savm”, 7
4) Buhari Savm 9.
BAYBURT
19 Ağustos 2012
Bayram Hutbesi
Değerli Müminler!
RAMAZAN BAYRAMI
‫ﺼﻠﱠﻰ‬
َ َ‫ﻗَ ْﺪ ﺃ َ ْﻓﻠَ َﺢ َﻣﻦ ﺗ َﺰَ ﱠﻛﻰ َﻭﺫَ َﻛ َﺮ ﺍ ْﺳ َﻢ َﺭ ِﺑّ ِﻪ ﻓ‬
Aziz Müminler!
Bizi, Ramazan ayının manevî ikliminden geçirip,
bu bayram sabahına ulaştıran, Yüce Rabbimize
sonsuz şükürler olsun.
Muhterem Müslümanlar!
Çok önemli bir ayı, ramazan ayını geride bıraktık.
Ruhların ibadetle beslendiği, sofraların nimetlerle
donatıldığı, kalbin günahlardan uzak durduğu,
bereketli bir zaman dilimini hep beraber idrak ettik.
Yüce Allah’ın “Arınan ve Rabbinin adını anıp
namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer”(1)
emrini yerine getirmenin sevinci içerisindeyiz. Ne
mutlu Kur’an ayı olan bu şerefli ve hürmetli ayın
kadrini bilenlere, ne mutlu Bayramı bayram olarak
idrak edenlere !
Kıymetli Müminler!
Bayramlar; sevinç ve mutluluğun yaşandığı,
Müminler arasında, sevgiyle kaynaşmanın,
kucaklaşmanın
ve
kardeşlik
duygularının
artmasına, dost ve akrabalarımızla bağımızın
kuvvetlenmesine vesile olan günlerdir. Bu özel
günlerde dinimiz, zaruretler dışında çalışmayı ve
hatta oruç tutmayı bile uygun görmemiştir.
Bayramlar, dostlukların pekiştiği, dargınlıkların
giderildiği, dinimizin emrettiği şekilde toplum
hayatını bir kez daha yapılandırma, eksikler varsa
onları izale edip, Allah’ın yeryüzünde görmek
istediği İslâm kardeşliği profilini yeniden
oluşturma zamanıdır.
Madem ki bayramlar, güzelliklerin yaşandığı özel
günlerdir, o halde, bizlerin üzerinde hakkı bulunan
anne-babamızı, akrabamızı, komşularımızı ziyaret
edelim. Dargın olduklarımızla barışalım, bizi
incitenleri affedelim ve Allah için sevelim.
Dinimizin, Müslüman kardeşimizle üç günden
fazla küs durmayı yasakladığını hepimiz çok iyi
biliyoruz,(2) o halde, bu özel günleri, sıradan
günlerden ayıralım. Karşılaştığımız herkesi sevgi
ile karşılayalım. Allah Resulünün şu hadisini
unutmayalım.
“İman
etmedikçe
Cennet’e
giremezsiniz,
birbirinizi sevmedikçe de gerçek manada iman
etmiş olamazsınız.(3)
Aziz Kardeşlerim!
Böyle anlamlı ve müstesna günlerde yaşlı, hasta ve
kimsesizleri mutlaka ziyaret edelim. Bilelim ki,
onlara en güzel bayram hediyesi; mübarek ellerinin
öpülmesi, hal ve hatırlarının sorulması olacaktır.
Çocukları sevgi ve şefkatle öperek bayram
heyecanını onlara da yaşatalım. Ailemiz Milletimiz
ve bütün İslâm âlemi için dua edelim.
Bu duygu ve düşüncelerle Ramazan Bayramı’nın
tüm İslâm âlemi için hayırlara vesile olmasını
temenni ediyor, bayramınızı tebrik ediyorum.
Allah (c.c), yar ve yardımcımız olsun,
Bayramımız Mübarek olsun!
Efrail GÜLSÜM
İmam-Hatip/BAYBURT
KAYNAKLAR:
1-Ala Suresi 14-15
2-Buhari Edep 62
3-Tirmizi 16
İLİ
:BAYBURT
AY-YIL :AĞUSTOS 2012
TARİH :31.08.2012, 5. HAFTA
SAĞLIK VE ÖNEMİ
‫َﻭﻻَ ﺗ ُ ْﻠﻘُﻮﺍْ ِﺑﺄ َ ْﻳﺪِﻳ ُﻜ ْﻢ ِﺇﻟَﻰ ﺍﻟﺘ ﱠ ْﻬﻠُ َﻜ ِﺔ‬
Muhterem Müslümanlar!
İslâm; insanın, dünya ve ahiret mutluluğunu hedef
alan , huzur ve refahını artırmak için de kurallar koyan
bir dindir Bu kurallardan biride sağlığı korumaktır.
Sevgili Peygamberimiz; "Hastalık gelmeden sağlığın
kıymetini biliniz."[1] hadis-i şerifleri ile sağlığın
korunmasını istemiş ve dinen insan sağlığına zararlı
olan şeyler, haram, ya da mekruh sayılmıştır. Bu
sebeple; Alkol. sıgara, uyuşturucu gibi sağlığı bozan
zararlı maddeler de yasak kılınmıştır..
Aziz Mü'minler!
Sağlığın korunması İslamiyetin muhafazasını istediği
beş temel esasten biridir. Hastalıklardan korunmak
sağlıklı yaşamaya gayret etmek dini bir görevdir.
Çünkü her şey sağlık üzerine kuruludur. Bir çok ibadet
de ancak sağlıkla eda edilir. Zira Yüce Allah(c.c)
Kuran’ı Kerim’de “Kendi ellerinizle kendinizi
tehlikeye atmayınız.!” (2) Ayet-i Celilesi bizleri hayatı
tehdit eden şeylerden uzak tutmayı istediği gibi,
Sevgili Peygamberimiz de; "Cenab-ı Hak, şifasını
yaratmadığı hiçbir hastalık indirmemiştir. Ey
Allah'ın kulları dertlerinize deva arayınız"[3] Hadisi
şerifleriyle sağlığa önem vermiştir İmam Gazalî
“Vucudun rahatı az yemek, ruhun rahatı az
günahtır.” derken,
Lokman Hekim’de; “ Dört
zamanda dört şeyi korumak gerekir: namazda
gönlü,halk arasında dili, yiyip içmede boğazı,bir
kimsenin evine girincede gözü korumaktır” der.
Osmanlı padişahlarından Kanunî Sultan Süleyman’da
sağlığa verdiği önemi belirtmek için, şu veciz beyti
söylemiştir:
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”
Aziz Cemaat!
Günümüzde hastalıkların bir kısmı, genellikle strese
bağlıdır. Günümüz insanı her ne kadar da maddî
imkanlara sahip olsa da manevî yönü ihmal
edildiğinden, ruhsal sıkıntılardan kurtaramıyor, her
şeyi tamam olmasına rağmen huzur bulamıyor ve bu
hali bir takım psikolojik
hastalıklara davetiye
çıkartıyor. ”Bunun yanında bazı hastalıkların
kaynağıda mikroplar ve kimyasal atıklardır. Oysa
Dinimiz İslam, temizliğe büyük önem vermiş, başta
beden temizliği olmak üzere, üst baş ve ev, çevre
temizliğine dikkat edilmesini öğütlemiştir. Tıp İlmini
geliştirmeyi, hastahaneler açmayı, hastalıklara karşı
önleyici tedbirler almayı bir vazife olarak bizlerden
istemiştir. Bu nedenle, geçmişte İslâm Coğrafyasında
tıp alanında önemli Müslüman âlimler yetişmiştir. İbni
Sina, Farabî bunların başlıcalarıdır. İmam Şafii
Hazretleri der ki: "Helal ve haramı bildiren ilimden
sonra tıp ilminden daha faydalısını bilmiyorum."
Kıymetli Mü'minler!
Sağlık Allah'ın kullarına verdiği büyük bir nimettir.
Onun değerini bilelim. Sağlığımızı tehtit eden ve dinen
yasaklalan alkol, sigara ve uyuşturucu gibi zararlı
maddelerden uzak duralım. Kendi sağlığımız için yiyip
içtiğimiz şeylere dikkat edelim. Günümüzde birçok
hastalığın yeme ve içme deki israftan kaynaklandığını
unutmayalım. Bu hususta da Sevgili peygamberimizi
ö rn ek alalım. O, gü n d e iki öğünden fezla yemediği
gibi “ Ademoğluna, kendisine yeterli güç sağlayacak
birkaç lokma yeter. İlle de yiyecekse, midesinin üçte
birini, yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefes
almağa ayırsın.” (4) hadisini ilke edinelim, temizliğin
imandan olduğu bilinciyle hijyene önem verelim.
Hutbemi bir hadis maliyle bitirmek istiyorum: "İki
nimet vardır ki insanlardan çoğu bunlar hakkında
aldanmışlardır. O nimetler sağlık ve boş vakittir."[5]
Hutbe Komisyonu
[1]Fethu'lKebir 1/203
[2]BakaraS.195.Ayet
[3] Tirmizi 4/383 No:2038
[4]Ttirmizi-Müsned
[5] Fethu'l Kebir 3/264
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : NİSAN 2012
TARİH : 13.04.2012 2.HAFTA
َ ‫ﻳَﺎ ﺃَﻳﱡ َﻬﺎ ﺍﻟﱠﺬ‬
‫ﺕ َﻣﺎ‬
ِ ‫ِﻳﻦ ﺁ َﻣﻨُﻮﺍ ُﻛﻠُﻮﺍ ِﻣ ْﻦ َﻁ ِﻴّﺒَﺎ‬
َ ‫ﺷﻜ ُُﺮﻭﺍ ِ ﱠ�ِ ِﺇ ْﻥ ُﻛ ْﻨﺘ ُ ْﻢ ِﺇﻳﱠﺎ ُﻩ ﺗَ ْﻌﺒُﺪ‬
ْ ‫َﺭ َﺯ ْﻗﻨَﺎ ُﻛ ْﻢ َﻭﺍ‬
‫ُﻭﻥ‬
SAĞLIK
Muhterem Müslümanlar!
Yüce dinimizin bize bahşettiği en büyük nimet iman
nimetidir. Hiç kuşkusuz iman nimetinden sonra,
insana verilen, en büyük nimet sağlıktır. Gerçekten
sağlığın kıymeti takdir edilemeyecek kadar büyüktür.
Sağlığın ne kadar büyük nimet olduğu ancak sağlık
kaybedildiği zaman anlaşılıyor.
Değerli Müminler!
Dinimiz sağlığın korunmasına büyük önem verir.
Hatta dinimizin korunmasını istediği beş gayeden biri
de sağlıktır. Bundan dolayıdır ki Hz peygamber ;
“Hastalık gelmeden, sağlığın kıymetini biliniz.”(1)
buyuruyor. Bu hadisi şerifte peygamberimiz bizlere
önemli
uyarıda
bulunmaktadır.
Sağlığımızı
kaybetmeden sağlığımızı korumak için her türlü
tedbiri almak zorundayız. Asıl olan, hasta
olmamaktır. Yani, sağlığımızı tehdit eden ne kadar
unsur varsa bunlardan uzak durmamız gerekmektedir.
Kısaca, yukarıda okuduğum hadisi şerifte, Hz.
Peygamber özetle bizlere koruyucu hekimliği
öğretmektedir.
Aziz Müminler!
Fert ve toplum olarak, beden sağlığımızı olumsuz
etkileyen faktörlerden uzak durmalıyız. Hz
Muhammed (s.a.v.)’ de “Sizlerden her kim vücutça
sağlıklı, nefsinden, malından korkusuz ve huzurlu,
günlük yiyeceği de yanında olarak sabahlarsa,
sanki dünyanın bütün nimetleri kendisinde
toplanmış gibi olur.”(2) buyurarak, Sağlığın ne
büyük bir nimet olduğunu belirtmiştir. Ayrıca
peygamberimiz, Müslümanın bedenen ve ruhen
sağlıklı bulunmasına işaret ederek; “Sağlıklı mü’min
zayıf mü’minden hayırlıdır.”(3) buyuruyor.
içtiklerimize dikkat etmeliyiz. Özellikle sigaradan,
içkiden, sağlıklı olmayan besinlerden uzak
durmalıyız,
aşırı yiyerek bedenlerimizi
yormamalıyız. Hz Peygamber (s.a.v.) “Âdemoğlu
mideden daha şerli bir kap doldurmaz.
Âdemoğluna
belini doğrultacak
birkaç
lokmacık yeterlidir. Ancak nefsinin galebesiyle
illa da mideyi doldurma işini yapacaksa bari
onu üçe ayırsın: Üçte birini yemeğe üçte birini
suya üçte birini de nefsine tahsis etsin üçte
birden
fazlasına
yemek
koymasın.”(4)
buyurarak, çağımızın hastalığı olan ve birçok
hastalığın kaynağı olan obeziteye dikkatimizi
çekmiştir. Yüce Allah’da Kur’an-ı Kerimde : “Ey
iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz
olanlarından yiyin! Eğer sadece Allah’a ibadet
ediyorsanız, ona şükredin.”(5) Buyurarak biz
insanlara temiz gıdalar yememizi emrediyor.
Ayette ayrıca, bizden şükretmemiz istenerek bu
yönüyle de ruh sağlığımızın korunması ön plana
çıkarılmıştır. Yiyip içtikten sonra bu nimetleri
bize veren yaratıcıyı şükretmemek, o insanın, ruh
sağlığının bozulmasının kaçınılmaz olduğuna,
ayette dikkat çekilmiştir. Aldığımız bütün
önlemlere rağmen yinede hasta olursak mutlaka
tedavisine başvurmalıyız. Nitekim Hz. Peygamber
“Cenab-ı Hak şifasını vermediği hiçbir hastalık
indirmemiştir. Ey Allahın kulları dertlerinize
deva arayınız.”(6) buyurmaktadır.
Muhterem Müslümanlar!
Bireyler olarak bilinçli yaşamaya, ömrümüzü
akıllıca kullanmaya, tükenme noktasına gelen
sağlıklı besin kaynaklarını korumaya, kendimize
ve başkalarına zarar vermemeye dikkat etmeliyiz.
İnsan sağlığına yapılan hizmetin, bir canı
kurtarmanın, bir kötü alışkanlığı ortadan
kaldırmanın, önemli bir insanlık görevi olduğunu
unutmamalıyız. Hutbemi bir hadisi şerif mealiyle
bitirmek istiyorum. “İki nimet vardır ki,
insanların çoğu, bu nimetlerde aldanmıştır:
Bunlar sıhhat ve boş vakittir.”(7)
Mehmet ATALAY
İmam Hatib/Aydıntepe
Kaynak
Muhterem Müminler!
Yüce Allah’ın huzurunda hesap vereceğimiz
nimetlerden biri de, sağlıktır. Eksiksiz olarak bizlere
emanet verilen şu güzel bedenlerimizi korumak
zorundayız ve ona zarar veren şeylerden uzak
durmalıyız.Yani sağlığımızı korumak dinimizin bize
emrettiği bir görevdir. Onun için yediklerimize
1-Fethu-l Kebir: 1/203
2-Tirmizi Züht : H. No 2346
3-Müslim Ter. Şerhi A. Davutoğlu
4-Tirmizi Züht : 47,(2381)
5-Bakara : 172
6-Tirmizi : 4/383 NO: 2038
7-Buhari Rikak,1 (7,170)
İLİ
:BAYBURT
AY-YIL :AĞUSTOS 2012
TARİH :03.08.2012, 1. HAFTA
SELAM
‫ﺴﻦَ ِﻣ ْﻨ َﻬﺎ ﺃ َ ْﻭ ُﺭﺩﱡﻭﻫَﺎ‬
َ ‫َﻭ ِﺇﺫَﺍ ُﺣ ِﻴّ ْﻴﺘُﻢ ِﺑﺘ َ ِﺤﻴﱠ ٍﺔ ﻓَ َﺤﻴﱡﻮﺍْ ِﺑﺄ َ ْﺣ‬
1ً
‫َﻲءٍ َﺣﺴِﻴﺒﺎ‬
ّ ‫ﺇِ ﱠﻥ‬
ْ ‫�َ َﻛﺎﻥَ َﻋﻠَﻰ ُﻛ ِّﻞ ﺷ‬
Bir sahabe, Hz. Peygamber (s.a.v)'e: "İslamın hangi işi daha
hayırlıdır" diye sorduğunda, Rasûlüllah şöyle buyurmuştur:
"Yemek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına selam
vermendir"2
halkına selâm vermeden içeri girmeyin. Bu sizin için daha
iyidir. Her halde bunu düşünüp anlarsınız. Orada kimse
bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin.6
Ayette geçen istînas öksürerek, tesbih ve tekbir ile ya da bugün
zili çalarak ev halkını haberdar etmek, destûr ve izin istemektir.
Toplum Hayatında Selâmlaşmanın Anlamları Şu şekilde kendini
gösterir:
a- Selâm; ‘Benden sana zarar gelmez’ anlamında barış
ifadesidir. Selâm verene; İslam toplumuna dâhil bulunduğunu
selâm ile ifade edene can güvenliği vermek gerekir
b- Selâm; dünyada mü’minlere duâ, âhirette dâru’s-selâma
çağrıdır. Size başkasından zarar gelmesin, cennet yurdu ve
kurtuluş yolu sizin olsun demektir.
İslam, selam kökünden; gönül ve dünya huzuru ile barışa ermek
anlamınadır. Kur’an ve sünnette öncelikle Allah’tan kullarına ve
diğer varlıklara, ardından meleklerin, peygamberlerin ve
insanların birbirlerine ve bütün kâinata selam vermesini öngören
hükümler bulunmaktadır.
c- Selâm; hayatı paylaşmaktır. Selâm ile insan hemcinslerinin
farkına vararak hayatın zorluk ve kolaylığını, sevinç ve
üzüntüsünü fiilî ve kalbî olarak paylaşmış olur. Bera b. Âzib
diyor ki: Rasûlullah şu yedi şeyi emrederdi: ‘Hasta ziyareti,
cenaze teşyîi, aksırana hayır dilemek, zayıfa yardım, mazlûma
destek, selâmı yaymak, yeminine uymak.’(Buhârî, Mezâlim 5)
Barış, rahatlık, esenlik anlamlarına gelen; selam, biz
Müslümanların birbirimizle karşılaştığımız zaman birbirimize
duamızdır. Yani birimizin diğerine "Selâmün aleyküm" (Selâm
sizin üzerinize olsun, Allah her türlü kazâdan ve beladan
korusun!) demesi; diğerinin ise: "Ve aleykümü's-selâm ve
rahmetullahi ve berekatüh" (Allah'ın selâmı, rahmet ve bereketi
sizin de Üzerinize olsun!) şeklinde cevap vermesi anlamında
karşılıklı duada bulunmamızdır Selam..
d- Selâm; sevgiye, sevgi de cennete götürür. Cennete girmenin
şartı iman, imanın şartı mü’minlerin karşılıklı olarak birbirlerini
sevmesidir. Sevgiyi artıran en güzel vesile onları arayıp sormak
sûretiyle fiilî ve kalbî selâmdır. Nitekim Allah Rasûlü buyurur:
‘İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe
iman etmiş olamazsınız. İşlediğiniz taktirde birbirinizi sevmeye
vesile olacak bir amel göstereyim mi? Aranızda selâmı
yayınız.’(Müslim, Îman 93)7
Peygamberimizin (s.a.v.) selâm ile ilgili talimatı şöyledir:
“Küçükler büyüklere, binekli atlı veya arabalı olanlar yayalara,
yürüyenler, oturanlara; arkadan gelenler yetişince öndekilere;
iki grup karşılaştığı zaman, az olanlar çok olanlara önce selam
verirler"3
Selâm, yalnızca dışarıda, sokakta, iş yerlerinde verilip-alınmaz;
evde de selâm verilip-alınmalıdır. Peygamber Efendimiz bu
konuda da, yanında büyüttüğü Enes (r.a)'e şöyle buyurmuştur:
"Oğlum! Ailenin yanına girdiğinde selâm ver ki, sana ve ev
halkına bereket olsun" (Tirmizî, İstizân, 20). O halde, kendi
evimize geldiğimizde, kendimize ve evdekilere selâm vermemiz
gerekiyor (en-Nûr, 24/61). Akşam yatıp, sabahleyin
kalkıldığında da, evde bulunan herkese karşılıklı selâm veripalmak gerekmektedir. Böyle davranmakla, karşılıklı olarak
müslümanların birbirlerine sağlık, huzur, barış ve esenlik
dilemesi gerçekleşmiş olur. Bir aile ve toplum fertlerinin,
birbirlerine bundan daha iyi dilekte bulunmaları
düşünülemez.8
İslâmî âdâba göre; bir gruptan ayrılırken ayrılan kişi
tarafından da selâm verilmesi gerekmektedir.4
Selâm verirken veya alırken, eğilmek doğru değildir. Selâm
verildiği takdirde alamayacak durumda olanlara ise, selam
vermek doğru değildir. Meselâ, namaz kılanlara, Kur'an-ı Kerîm
okuyanlara, hutbe dinleyenlere, ilimle meşgul olanlara, selam
verilmez. Dolayısıyla bu durumda iken verilen selâmı
almamanın bir sorumluluğu da yoktur.5
Allah’ın selamı ,rahmeti ,bereketi hepimizin üzerine olsun.
Hayırlı Cumalar.
Selâm’ı hayatın bir parçası gören dinimiz selâm’ın yaşaması için
selâma mukabeleyi ondan daha önemli bir manevî sorumluluk
olarak görmektedir: Nitekim Nisa suresi 86. ayette: Bir selâm ile
selâmlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile mukabele
edin veya verilen selâm’ı aynen iade edin, buyrulmuştur.
Rukiye NARMAN
Bayburt İl Vaizi
Başkasının evine, iş yerine ziyaret fiilî bir selâm olmakla birlikte
bunun kavlî lâfızlarla da teyid edilmesi, ziyâretin selâm ve izinle
gerçekleşmesi şu ayetle emredilmektedir: ‘Ey iman edenler!
Kendi evlerinizden başka evlere geldiğinizde fark ettirip ev
1
Nisa,4/86
Buhari, İman, 6-20
3
Buhârî, İsti'zân, 4-7
4
Ebu Dâvud, Edeb, 139
5
İkra İslam Ansiklopedisi,Selam Maddesi
2
6
en-Nûr, 24/27-28.
YILMAZ,H.Kamil,Diyanet D.,Mart 2011
8
İkra İslam Ansiklopedisi,Selam Maddesi
7
İLİ
AY-YIL
TARİH
: BAYBURT
: EYLÜL 2012
: 07.09.2012 (1. HAFTA)
SOSYAL GÜVENLİK
MUHTEREM MÜMİNLER!
Hayatın inişli çıkışlı yollarında ilerleyen insan;
yaşlılık, ihtiyarlık, hastalık, felaketler ve kazalar
karşında çoğu zaman kendisini zayıf ve güçsüz
hisseder. Hz. Âdem (a.s)’ dan günümüze kadar
insanlar her zaman açlıktan ve korkudan emin
olmak için çaba sarf etmişlerdir.
Bu gibi durumlarda sosyal güvenlik bir sığınak
olarak görülmüştür. Bu kurumlar da, çeşitli tehlike
ve sıkıntılardan insanları en az zararla kurtarmayı
hedefler. Sosyal güvenlik; Herhangi bir sebep
yüzünden geliri veya kazancı azalmış kişilerin,
başkalarının yardımına gerek kalmaksızın, yaşama
ve geçinme ihtiyaçlarını karşılayan bir sistemdir.
DEĞERLİ MÜ’MİNLER!
İnsanın yaradılış itibari ile medeni olması,
sosyal güvenlik arayışını daima beraberinde
getirmiştir. Çünkü insan zamanın sorunlarını,
geleceğin endişelerini, geçmişin üzüntülerini,
taşıyan bir varlık olarak güvenli bir yaşamın
yollarını bulmak için çaba harcamıştır.
İlahi dinlerin de önem verdiği bir konu olarak
sosyal güvenliği oluşturmak ve geliştirmek için
tarihte çok çeşitli uygulamalar yapılmıştır.
Dinimizin beş esasından olan zekât ibadetinin
sosyal güvenliğe ve toplumsal dayanışmaya yaptığı
katkı son derece önemlidir. Ancak zekât yolu ile de
ihtiyaçları karşılanmayan zayıf ve kimsesizlerin
sosyal güvenliği devlete aittir. Hz. Peygamber
(s.a.v) zayıfların hakkını korumanın toplumsal bir
sorumluluk olduğunu bildirmiş bir Hadis’i Şerif’te
“Zayıf, kimsesiz ve fakirleriniz arasında beni
arayın; beni ancak onların yanında bulursunuz.
Çünkü sizler, o fakir ve zayıf insanlar vesilesi ile
rızıklanıyor ve Allah tarafından yardım
görüyorsunuz.”(1) buyurarak zayıfları, fakirleri
korumanın ve onlara destek vermenin manevi ve
uhrevi boyutunu ifade etmiştir.
DEĞERLİ KARDEŞLERİM!
Sosyal güvenliğin amacı; insan onuruna
yakışır bir hayat modeli sunmaktır. Ülkemizde,
sağlık hizmetleri, iş kazası, hastalık, sakatlık,
yaşlılık gibi durumlarda kişinin kendisine; ölüm
halinde ise bakmakla yükümlü olduğu fertlere
aylık bağlanması gibi imkânları toplum yararına
sunan, hayati bir uygulamadır. Ancak ne yazık ki
ülkemiz de çalışan kişilerin yaklaşık % 40’ı
sigortasız olarak çalışmakta, bu kişilerin kendileri
ve aile bireyleri sosyal güvenlik sistemince
sağlanan hizmetlerden yararlanamamakta ve
hastalık, sakatlık, ölüm, işsizlik veya yaşlılık gibi
çeşitli
durumlar
karşısında
güvencesiz
kalmaktadır. Kişinin sigortasız olarak çalışması
sadece kendini etkilememekte, geçimlerini
sağlamakla mükellef olduğu kişilerin haklarının
gasp edilmesine de sebep olmaktadır.
MUHTEREM CEMAAT!
İslâmiyet'te
işçinin
de,
işverenin
de
yükümlülükleri vardır. İşveren, kendi kâr ve
çıkarından önce çalıştırdıkları işçinin haklarını
düşünmek zorundadır. İşveren işçisinin ücretini
alnının teri dahi kurumadan zamanında
ödemelidir. Peygamberimiz (s.a.v) “Yanınızda
çalıştırdığınız işçinin teri kurumadan ücretini
ödeyiniz”(2) buyurmaktadır. Bu Hadis’i Şerif
Mealinden de anlaşılacağı üzere,
işverenler
çalıştırdıkları işçilerin ücretlerini ve primlerini
zamanında ödemesi gerekmektedir. Ancak bazı
işverenler bu konuda yeterince hassas değillerdir.
İşveren
çalıştırdığı
işçisinin
sigortasını
yapmıyorsa onun hakkını gasp etmiş olur. Böyle
yaparak karlı çıktıklarını zannedenler ise
dinimizce gerçek müflis kabul edilmektedirler.
Bu şekilde hareket eden işverenler, çalıştırdığı
işçilerin primlerini düzenli ve zamanında yatıran
işverenlere karşı da haksız kazanç elde etmiş
olurlar.
İnsanların bu zaman dilimi içinde çalışırken
sigortalı olmaları, kişinin kendisi ve ailesi için
yapacağı en karlı yatırımdır. Hayatta başına
gelebilecek her türlü beklenmeyen sorunlar
karşısında iyi günlerde alınabilecek en iyi
tedbirlerden birisidir. Bu çerçevede sigortalı
çalışmak dinimizin “tasarruf” ve “tevekkül”
anlayışı
ile
paralellik
göstermektedir.
HAZIRLAYAN : Hutbe Komisyonu
KAYNAKLAR
1. Tirmizi, Cihad,24
2. 250 hadis S.54
:
İLİ
AY-YIL
TARİH
: BAYBURT
: EYLÜL – 2012 (3.HAFTA)
: 21/09/2012
َ ‫ﺴ َﺒ ﱠﻦ ﺍﻟﱠﺬ‬
ِ�
َ ‫ِﻳﻦ ﻗُ ِﺘﻠُﻮﺍ ِﻓﻰ‬
َ ‫َﻭﻻَ ﺗ َ ْﺤ‬
‫ﺳ ِﺒﻴ ِﻞ ﱣ‬
‫ﺍ َ ْﻣ َﻮﺍﺗًﺎ‬
َ ُ‫ﺑَ ْﻞ ﺍَ ْﺣﻴَﺎ ٌء ِﻋ ْﻨ َﺪ َﺭ ِﺑّ ِﻬ ْﻢ ﻳُ ْﺮ َﺯﻗ‬
‫ﻮﻥ‬
ŞEHİTLİK
MUHTEREM MÜSLÜMANLAR!
İnsanoğlu, çalışarak kendi emeğiyle, kendi
gayretiyle pek çok unvan ve rütbe elde eder. Hiç
şüphesiz bu rütbelerin en kıymetli ve şereflisi
şehitlik rütbesidir. Şehitlik makamıyla ilgili
kur’ân’da Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır.
“Allah
yolunda
öldürülenlere
"ölüler"
demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz
bunu bilemezsiniz.”. (1) buyurarak, Allah yolunda
dini için, vatanı için, namusu için, ezanı ve
bayrağı için canını seve seve feda eden kimseler, o
büyük makama ve rütbeye ulaşmaktadırlar. Çünkü
şehitler, nefsini Allah’a satarak, yani dünyasını
ahiretine karşılık vererek, Allah yolunda seve seve
canlarını veren, o mesut ve bahtiyar insanlardır,
Şehitler!
DEGERLİ MÜMİNLER
Biz Müslümanları, düşmanlarına karşı üstün kılan
en önemli şey, şehit olma anlayışıdır. Ölürsem
şehit olurum, kalırsam gazi olurum diyerek,
savaşmak ve düşmana karşı mücadele etmektir.
Ve iki güzel neticesi vardır, ya sonuna kadar
mücadele edip kazanmak, ya da şehit olmaktır.
Halit bin Velid’in İran komutanına söylediği şu
sözler, şehitlik kavramının Müslümanlara neler
kattığını anlatmaktadır.”Sizin hayatı ve şarabı
sevdiğiniz kadar ölümü seven bir orduyla
geldim karşınıza” diyerek, mukaddesatımızın
canımızdan aziz olduğunu göstermiştir.
AZİZ MÜMİNLER
Bu duygu ve düşüncelerle ecdadımız tarafından
bizlere emanet edilen ve şehit kanlarıyla sulanmış
bu aziz vatanımızı bölüp parçalamak isteyen
düşmanlara karşı mücadele etmiş ve bu vatan için
canlarını seve seve vermiş, bütün şehitlerimizi
rahmetle anıyoruz. Allah (c.c.) mekânlarını
cennet eylesin.
AZİZ MÜMİNLER
Şehitlik, İslam’ın en büyük mertebesidir.
Şehitlerin Allah (c.c.) katında kıymeti ve itibarı
pek fazladır. Ahirette peygamberlikten sonra en
yüksek makam, şehitlik makamı olduğu
belirtilmiştir. Bunu içindir ki Allah (c.c.), kendisi
için canını feda etmiş, bu bahtiyar insanların
günahlarını bağışlayıp affetmekte ve Kendilerine
bol ikramda bulunmaktadır. Bu bol ikramda
bulunmadan olsa gerek ki, Peyganberimiz (s.a.v.)
bu konuyla ilgili şöyle buyurmaktadır; “Hiç kimse
cennete girdikten sonra, bütün dünyaya sahip
olsa bile, tekrar dünyaya dönmeyi arzu etmez.
Yalnız şehitler, gördükleri hürmetten ve
ikramdan dolayı dünya ya dönüp, on defa
şehit olmayı arzu ederler.”(2)
Coşkun ÇAKIR
İmam-Hatip/AYDINTEPE
Kaynakalr:
1-Bakara 154
2-Buhari cihat 6
3-Buharı cihat 25
İLİ
AY-YIL
TARİH
:BAYBURT
:MAYIS 2012
:18.05.2012, 3. HAFTA
‫ﻋﻮ ِﻧﻲ ﺃَ ْﺳﺘَ ِﺠﺐْ ﻟَ ُﻜ ْﻢ‬
ُ ‫َﻭﻗَﺎ َﻝ َﺭﺑﱡ ُﻜ ُﻢ ﺍ ْﺩ‬
‫ﻋ ْﻦ ِﻋﺒَﺎﺩَﺗِﻲ‬
َ َ‫ِﺇ ﱠﻥ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻳَ ْﺴﺘ َ ْﻜ ِﺒ ُﺮﻭﻥ‬
َ‫ﺍﺧ ِﺮﻳﻦ‬
ِ َ‫ﺳﻴَ ْﺪ ُﺧﻠُﻮﻥَ َﺟ َﻬﻨﱠ َﻢ ﺩ‬
َ
ÜÇ AYLAR VE REGÂİB
Muhterem Müslümanlar!
Üç aylar diye bilinen Recep, Şaban, Ramazan
aylarının
gölgesi
üzerimize
düşmüş
bulunmaktadır. Bu kutsal zaman dilimine, 22
Mayıs Salı günü inşallah erişmiş olacağız.
Recep ayının ilk Cuma akşamı olan 24 Mayıs
Perşembe akşamı Regâip kandilini ihya emiş
olacağız. Regâib; kelime olarak herhangi bir
şeyi istemek, arzulamak, ona karşı meyil etmek
onu elde etmek için çaba sarf etmek demektir.
Değerli Müminler!
Allah’a şükürler olsun ki, İslâm Dinine
gönülden bağlı Milletimiz “Üç Aylar “ diyerek
özel bir önem verdiği bu aylar, Müslümanlar
için manevi hasat zamanıdır. Özellikle bu
aylarda yapılan samimi dualar ve ibadetler Yüce
Allah tarafından kabul edilir. Zira Yüce
Allah(c.c): “Rabbiniz: Bana dua edin ki
duanıza icabet edeyim. Bana kulluk etmeyi
büyüklüklerine yediremeyenler alçalmış
olarak
cehenneme
gireceklerdir"
buyurmuştur.”(1)
Sevgili
Peygamberimiz
(s.a.v.), bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor:
“Beş gece vardır ki onlarda yapılan ibadetler
geri çevrilmez (kabul edilir). Recep ayının ilk
Cuma gecesi (Regâip Kandili) Şaban ayının
on beşinci gecesi (Berat Kandili) Cuma
geceleri, Ramazan ve Kurban Bayramı
geceleri,(2)
Bu ve benzeri geceleri barındıran üç ayların
manevi değerini bilmek, tövbenin ve duanın
kabul olunacağı bu kutsal zamanlardan
yararlanmak, kurtuluşa ermeyi uman her
Müslüman’ın tutkusu haline gelmelidir. Bunun
için Yüce Allah (c.c.) “Ey iman edenler!
Hepiniz Allah’a tövbe ediniz ki kurtuluşa
eresiniz buyurmuştur.(3)
Muhterem Müslümanlar!
Bu aylar ve içerisinde bulunan mübarek geceler,
affedilmemizi ve ıslah olmamamız için Yüce
Rabbimiz’ den bizlere lütfedilen büyük
fırsatlardır. Üç Ayların kadrini kıymetini bilerek
Recep ve Şaban aylarını değerlendirip,
Ramazan ayına hazır olmaya çalışmalıyız. Bu
mübarek günler ve geceler vesilesiyle;
Vatanımıza,
ailemize,
çocuklarımıza,
milletimize ve tüm insanlığa karşı görev ve
sorumluluklarımızı bir kez daha hatırlayalım.
Yanlış ve kusurlarımızdan bir an önce dönelim.
Elimizi ve gönlümüzü uzanabileceğimiz herkese
açalım. Yüce Dinimizin bizden istediği
kardeşlik ve beraberliğimizin güçlenmesine,
insanî
ve
ahlakî
meziyetlerimizin
yaygınlaşmasına gayret gösterelim. Bu duygu
ve düşüncelerle mübarek Üç Aylar ve Regâip
kandilinizi tebrik eder, bu ayların ve gecelerin
Milletimizin ve tüm İslâm Âleminin birlik ve
dirliğine, insanların hidayet, barış ve huzuruna
vesile olmasını Yüce Allah’ tan niyaz ederim.
Efrâil GÜLSÜN
Veysel Efendi Camii Görevlisi
KAYNAKALR:
1-Mümin suresi, Ayet 60
2-Suyuti Fethul Kebir 11-92
3 Nur suresi. 31 Ayet
İLİ
:BAYBURT
AY-YIL :MAYIS 2012
TARİH :04.05.2012, 1. HAFTA
َ ‫ﻟَﻥ ﺗَﻧَﺎﻟُﻭﺍْ ﺍ ْﻟ ِﺑ ﱠﺭ َﺣﺗﱠﻰ ﺗُﻧ ِﻔﻘُﻭﺍْ ِﻣ ﱠﻣﺎ ﺗ ُ ِﺣﺑﱡ‬
‫ﻭﻥ‬
‫ﻋ ِﻠﻳ ٌﻡ‬
َ ‫� ِﺑ ِﻪ‬
َ ‫َﻭ َﻣﺎ ﺗُﻧ ِﻔﻘُﻭﺍْ ِﻣﻥ‬
َ ّ ‫ﺷ ْﻲ ٍء ﻓَ ِﺈ ﱠﻥ‬
VAKIF VE VAKFİYELERİMİZ
Muhterem Müslümanlar!
Dinimizin, biz müslümanlara kurmayı teşvik ettiği
önemli müesseselerden biri de vakıflardır. Vakıfların,
kuruluşu çok eski tarihlere kadar uzanarak, islam
öncesi toplumlarda da görülmüştür. İslamla birlikte
vakıflar teşvik edilmiş ve başta; Hz Peygamber olmak
üzere sahabiler kendilerine ait olan taşınır ve
taşınmaz
mallarını
Allah
(cc)
yolunda
vakfetmişlerdir.
Aziz Müminler!
Yüce Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla ve O’nun
kullarının herhangi bir ihtiyacını gidermek üzere,
taşınır veya taşınmaz mallarından bir kısmını ebedî
olarak ayırıp, bunu bir hukuki işlem haline getirmeye,
vakıf denmektedir.
Müslüman milletlerin, hepsi vakıf kurma yolunda
büyük çaba harcamışlardır. Bu kapsamda, Müslüman
ecdadımız büyük vakıflar kurarak kurdukları vakıfları
günümüze kadar ulaştırmışlardır. Hatta namaz
kıldığımız camiler, köprüler, ceşmeler, medreseler,
kütüphaneler, tamamına yakını ecdadımızın vakfettiği
eserlerdir. Al-i İmran Suresi 92. Ayetinde;
“Sevdiğiniz
şeylerden
Allah
yolunda
harcamadıkça asla iyiliğe erişemeyeçeksiniz. Her
ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.”(1) Başka
bir ayette; “Herkesin yöneldiği bir yönü (tutumu)
vardır. O halde ey mü’minler siz de hayır işlerine
koşun”(2) Hz Peygamber’in de bu minvalde çok
bilinen bir hadisi, bu konuya ışık tutmaktadır. “Üç
kişi müstesna ölenin amel defteri kapanır. Bunlar;
sadaka-i cariye (devam eden bir hayır),
kendisinden faydalanılan bir ilim ve kendisine dua
eden
hayırlı
bir
evlat(3)
bunlardandır.
Yukarıda okuduğum ayetler, hadisler ve diğer başka
ayetler ve hadisler müslümanları vakıf kurmaya
yöneltmiş, ayetlerde ve hadislerde teşvik edilenleri
adeta canlı hale getirmişlerdir.
Aziz Müminler!
Burada vakfiyeler üzerinde de durmak gerekir.
Vakfiye vakfedilen şeyin vasıfları ve vakfedilme
şartlarını ihtiva eden ve kadı tarafından tasdik edilen
bir belgedir. Vakfiyeler bazı esasları ihtiva ederler,
bunlardan en önemlisi; dünya durdukça durması ve
vakıf
tarafından
belirlenen
hizmetlerin
değiştirilmeden devam etmesi amacıyla kurulmuş
olan müessesenin çalışma düzenini değiştireçek,
bozacak veya tamamen ortadan kaldırmak
isteyeceklere karşı lanet cümleleri ile, vakfiyenin
düzenlenme tarihi ve şahitlerinin isimleri yer alır. Bu
itibarla, vakfiyelerde belirtilen esaslara uyarak
vakıflarımızı korumak, onları yıkmamak, amaçları
dışında kullanmamak zorundayız aksi takdirde,
vakfiyelerde belirtilen lanetlerle, karşı karşıya
kalacağımızı unutmamamız lazımdır.
Aziz Müminler!
Ecdadımız, aşağı-yukarı, toplumun her alanıyla ilgili
vakıflar kurmuşlardır; öyle ki, bir çocuk vakıf bir
yerde doğar, vakıf bir yerde büyür, vakıf bir yerde
eğitimini tamamlar, vakıf bir yerde ölür ve vakıf bir
yerde mezara gömülür. Bu da, bizlere, ecdadımızın
vakıflara ne kadar büyük değer verdiğini gösteriyor.
Hatta hayvanları bile korumak için, vakıflar
kurmuşlardır. Bizlerde onların torunları olarak
vakıflarımızı
korumak
ve
gelişen
şartlar
müvacehesinde yenilerini yapmak zorundayız.
Aslında her gün yeni kurulan insani yardım vakıfları
bizlerin bu konuda çok da duyarsız olmadığımızı
göstermesi bakımından yeterlidir. Ama hiçbir zaman
bunları yeterli görmememiz lazımdır. Şartlar
değiştikçe yeni vakıflara duyulan ihtiyaçlarda
artmaktadır.
Bütün bunlardan sonra değerli müminler, hutbemizi
şü cümlelerle bağlayabiliriz. Atalarımız, yapmaları
gerekeni yapmışlardır. Bizlere düşen, geçmişin bu
güzel örneklerini korumak, sonra, bu örnekleri zaman
ve mekânın gereklerine uygun olarak geliştirmek,
yenilerini kurmaktır. En azından vakıf kuramıyorsak
da, kurulmuş olan vakıflara yardım ederek vakıfların
ayakta kalmasına yardımcı olmalıyız.
Hutbemi bir ayet mealiyle bitirmek istiyorum, “
İyilik ve (Allahın yasaklarından ) sakınma
üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık
üzerinde yardımlaşmayın”(4)
Mehmet ATALAY
İmam-Hatip/Aydıntepe
KAYNAKALR :
1-Ali İmran, 92
2-Bakara, 148
3-Müslim, Vasiyet 14
4-Maide, 2
İLİ
: BAYBURT
AY-YIL : ARALIK 2012
TARİH : 28.12.2012, 4. HAFTA
edebileceği mübarek gün ve geceler bellidir.
Miladi yılbaşı kutlamalarıyla, meşru daire
dışındaki eğlencelerle, İslam dışı toplumlara
benzemekten sakınmalıyız. Zira Resulullah,
(sav) “Kim (düşüncede, yaşayışta, giyinişte)
bir kavme benzemeye çalışırsa O, onlardan
olur.”(3) Buyurmaktadır.
YILBAŞI
Muhterem Müslümanlar!
Maddi ve manevi kazanç ya da kayıplarla
dolu uzun bir sene daha ömür takvimimizden
kopmak üzere, ömrümüzden kopup giden bir
yılın muhasebesini iyi yapmak zorundayız.
İnsan öncelikle bir Müslüman olarak geride
bıraktığı bir senenin değil her günün hesabını
yapmalıdır.
Değerli Cemaat!
Kutsal kitabımızın deyimiyle “İnsanlık
için seçilmiş bir ümmet” in (1) fertleri olarak,
İslam dininden başka hiçbir dinin gelenek ve
göreneklerine heves etmeyelim. Kendi öz
manevi
değerlerimize
sahip
çıkalım.
Geleceğimiz
olan
çocuklarımıza
ve
gençlerimize
bunu
anlatalım.
Çünkü
Müslümanın her şeyi İslam’a göre İslamî
olmalıdır.
Değerli Müminler!
Büyük mutasavvıf şibli hazretleri Bağdat
halkına yaptığı her konuşmasına şu sözlerle
başlarmış; “Ömürlerinde b ir s eneyi d aha
tüketerek varacakları sona biraz daha
yaklaşan ahiret yolcuları; yaklaştığınız yerde
hesaba çekilmeden ön ce bur ada kendinizi
hesaba çekin.” (2)
Yeni yıla girerken geçmişin hesabı
yapılmalı yanlış hareket ve davranışlardan
dönülmeli, hata ve günahlardan dolayı tevbe ve
istiğfar edilmeli yeni yıla iyi duygularla
girilmelidir.
Değerli Kardeşlerim!
Hutbemi Al-i İmran suresi 110. Ayetinin
mealiyle bitirmek istiyorum. “Siz, insanlar iç in
çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder,
kötülükten m en e der ve A llah’a iman e dersiniz.
Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri iç in
hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var.
Ama pek çoğu fasık kimselerdir.”(4)
Muhterem Müminler!
Bizim bayram ve kandil gecelerimiz de
ibadet vardır, taat vardır, hayır ve hasenat
vardır, kimsesizleri görüp gözetmek vardır,
ihtiyaç sahiplerini görüp gözetmek, ihtiyaç
sahiplerine yardım etmek vardır, tek kelime ile
Allah’a kulluk vardır.
İşte insanların zevk ve eğlenceye düştüğü
bir gecede bir Müslüman dinine yakışır bir
tarzda davranmalıdır. Bir Müslümanın bu
gecede Allah’ı (cc) razı edecek ibadetlerde
bulunması elbette güzel olur. Yılbaşı geceleri,
noel kutlamaları ile ilgili hazırlanan TV.
Programlarının veya toplumumuzda bu gece
içim özellikle tertip edilen misafirliklerin,
ziyafetlerin dini ve manevi kültürümüzde yeri
yoktur. İslam âleminin idrak ve ihya
Yeni yılın bütün insanlık için barış ve esenlik
getirmesini diliyorum.
İbrahim GÜR
Suludere Köyü Camii İmam-Hatibi
AYDINTEPE/BAYBURT
KAYNAKLAR :
1- Ali İmran 110
2- Ahmet Şahin Yazısından
3- Teberani Keşful Hafa c.2 s.240 no:2436
4-Al-i İmran Suresi, 110
İLİ
AY-YIL
TARİH
:BAYBURT
:AĞUSTOS 2012
:24.08.2012 4. HAFTA
‫�ِ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻳُﻘَﺎﺗِﻠُﻮﻧَ ُﻜ ْﻢ‬
ّ ‫ﺳﺒِﻴ ِﻞ‬
َ ‫َﻭ َﻗﺎﺗِﻠُﻮﺍْ ﻓِﻲ‬
َ‫ﺐ ْﺍﻟ ُﻤ ْﻌﺘَﺪِﻳﻦ‬
ّ ‫َﻭﻻَ ﺗ َ ْﻌﺘَﺪُﻭﺍْ ِﺇ ﱠﻥ‬
ِ ّ ‫�َ ﻻَ ﻳُ ِﺤ‬
30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI
Muhterem Müslümanlar!
Ağustos ayı, şanlı tarihimize zaferler ayı olarak
geçmiştir. Bu zaferlerin en önemlilerinden biri
de 26-30 Ağustos Başkumandanlık meydan
muharebesidir. Türk Milleti 26 Ağustos 1071
Malazgirt Muharebesiyle, Anadolu’ nun
kapılarını açmış, her karış toprağını kan ile
sulayarak, kendisine vatan yapmıştır. Kanlarıyla
kahramanlık destanı yazan ecdadımızın bu
durumunu, Şair şöyle dile getirmiştir;
“Bayrakları Bayrak Yapan, üstündeki kandır.
Toprak uğrunda ölen varsa, vatandır.”
Aziz Müslümanlar!
Hürriyet, ancak savaş meydanlarında kazanılan
zaferlerle elde edilebilir. Yüce Allah, Vatan ve
hürriyet yolunda mücadele ederken, izlenmesi
gerekenleri şu şekilde bildirmektedir; “Sizinle
savaşanlara karşı sizde Allah Yolunda savaşın.
Ancak aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırı
gidenleri sevmez”(2)
“Gevşemeyin, hüzünlenmeyin Eğer gerçekten
iman etmiş kimseler iseniz üstün olan
sizlersiniz”(3)
Yokluklar içinde, en zor şartlarda, üzerine
saldıran yedi düvele karşı, tarih de benzeri
görülmemiş bir destan yazan, Müslüman Türk
Milleti’ nin savaş meydanındaki kahramanlığı
şöyle anlatılır; “Karşılıklı siperler arasında
mesafemiz sekiz metre idi, yani ölüm
muhakkak. Birinci siperdekilerin hiç biri
kurtulmadan kâmilen şehit düşüyor, ikinciler
onların yerine geçiyor. Fakat ne kadar
imrenilecek bir itidal ve
tevekkülle, biliyor musunuz? Şehit olanı
görüyor, üç dakikaya kadar kendisinin de Şehit
olacağını biliyor, en ufak bir tereddüt bile
getirmiyor, sarsılmak yok. Okuma bilenler
ellerinde Kur’an-ı Kerim Cennete gitmeye
hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şahadet
getirerek yürüyorlar. Bu Türk askerinde ki
iman ve ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret
ve şayan-ı tebrik bir misaldır.”
Muhterem Müslümanlar!
30 Ağustos Zaferi, Türk topraklarının işgal, Türk
Milleti’nin de esir edilemeyeceğini, Türk
Bayrağı’ nın gönderden indirilemeyeceğini ve
Ezan-ı Muhammediye’nin de gök kubbemizden
dindirilemeyeceğini, bütün Dünya’ya ilan eden,
kutsal bir zaferdir. Bu zafer, namusumuzu ve
mukaddes değerlerimizi düşman tasallutundan
kurtarmakla kalmamış, esaret altında bulunan
diğer Müslüman Milletlere de, ilham kaynağı
olmuştur.
Bizi hür yaşatan, sayısız nimetleri yanında,
canımızdan aziz bildiğimiz güzel Vatanımızı
bize bahşeden Yüce Rabbimize sayısız hamd-ü
senalar olsun. Bu vesileyle, canlarını feda ederek
Milletimize bu vatanı emanet eden, Aziz
Şehitlerimizi rahmetle, Gazilerimizi de saygıyla
anıyoruz.
Ahmet OĞUL
İmam-Hatip/AYDINTEPE
Kaynaklar:
1-Mehmet Akif Ersoy
2-Bakara, 190
3-Âl-i İmran,139
Download