SON 5 YILIN HUTBELERİ İL : GENEL TARİH : 26.02.2016 kıyameti, hesabı, âhireti anlayamaz. Âhiretin, bizim ebedî yurdumuz, sonsuz ikamet mahallimiz olduğunu kavrayamaz. Aziz Müminler! Rabbimiz, Kerim Kitabımızda, anlamsız ve gayesiz yaratılmadığımızı, başıboş bırakılmadığımızı, ölümle birlikte yepyeni bir hayata doğacağımızı bizlere haber vermektedir. Dünyanın bizler için aldatıcı bir meta olduğunu sıklıkla hatırlatmaktadır. Hayatın dünyadan ibaret olduğu fikrinin, kişiyi inkâra sürükleyeceğini bildirmektedir. Âhireti yok sayan bir dünyanın oyun, eğlence, gösteriş ve övünmeden ibaret olduğunu vurgulamaktadır. ÂHİRETE İMAN Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz, şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”1 Kardeşlerim! Bir cuma günüydü. Peygamberimiz (s.a.s) minberde iken bir adam mescide girdi ve onun konuşmasını keserek, “Ey Allah’ın Resûlü, kıyamet ne zaman kopacak?” diye sordu. Sahâbe, soruyu soran kişiye susmasını işaret ettiyse de o, aynı soruyu üç kez tekrarladı. Efendimiz, namazı kıldırdıktan sonra, “Kıyametin ne zaman kopacağını soran kişi nerede?” dedi. O adam, “Benim, Yâ Resûlallah.” diyerek cevap verdi. Peygamberimiz, “Kıyamet için ne hazırladın?” buyurdu. O adam, “Benim çok fazla amelim yok. Ancak ben Allah ve Resûlü’nü gerçekten seviyorum.” dedi. Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz, “Kişi sevdiğiyle beraberdir, sen de sevdiğinle beraber olacaksın.” buyurdu.2 Allah Resûlü (s.a.s), bu hadisiyle o büyük güne, hesap vaktine daima hazırlıklı olmamız gerektiğini vurguluyordu. Kıyametin ne zaman kopacağından çok daha önemli olan, bizim ona ne kadar hazır olduğumuzdu. Kıyamete hazırlık ise, Rabbimizi ve peygamberimizi gönülden sevmekten, Allah ve Resûlü’nün istediği doğrultuda bir hayat sürmekten geçiyordu. Kardeşlerim! Öldükten sonra dirilmeye, mahşere, hesaba, âhiret gününe iman etmek, dinimizin temel esaslarından biridir. İnancımıza göre mebde yani her şeyin Allah tarafından yoktan yaratıldığı, meâd yani bâkî olan Allah dışında her şeyin bir gün yok olacağı inancı birbirinden ayrı düşünülemez. Varlığın hakikatini, hayatın anlamını, yaratılışın gayesini bilmeyen, ölümü, ölüm ötesini, yeniden dirilişi, Kardeşlerim! Fâni olan dünya hayatı, ebedî âhiret hayatına giderken konakladığımız geçici bir menzildir. Bizler, ebedî yurdumuzu, âhiretimizi bu dünyada kazanacağız. Dünya bir imtihan yeriyken, âhiret hesap, sırat, mizan, cennet ve cehennem safahâtıyla hakikatin ve mutlak adaletin zuhur edeceği yerdir. O gün, dünya hayatında yaptığımız her hayrın mükâfatını göreceğimiz gibi, işlemiş olduğumuz her günahın da hesabını vereceğiz. Kimseye zerre miktarı haksızlık yapılmayacaktır. Bu şuurla hayatını tanzim eden bir kişi, sürekli kendini hesaba çekecektir. Allah’ın huzurunda vereceği hesabı düşünecek, haramdan, günahtan, kötülükten uzak durmaya çalışacaktır. Şerrin kilidi, hayrın anahtarı olmak için çabalayacaktır. Helâl, sevap ve iyilik peşinde bir hayat sürme idealinde olacaktır. Bu inanç ve anlayışın yerleştiği bir toplum da elbette barış, huzur ve güven toplumu olacaktır. Kardeşlerim! Mizanda salih ameli ağır basanlar, ahirette kurtuluş ve felaha ereceklerdir. İyilikleri hafif gelenlerse, kendilerine yazık etmiş olduklarını itiraf edeceklerdir. Unutmayalım ki; cennet, tohumunu bu dünyada ektiğimiz bir bahçedir. Cehennem ise, ateşini bu dünyadan götürdüğümüz bir ocaktır. Hutbemi şu dualarla bitirmek istiyorum: “Allah’ım! Bize dünyada iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!”3 “Allah’ım! Ebedî yaşayacağım ahiret hayatımı benim için hayırlı eyle! Hayatı her türlü iyiliği artırmama vesile kıl! Ölümü de her türlü kötülükten kurtuluşuma vesile eyle!”4 1 Haşr, 59/18. Tirmizî, Zühd, 50. 3 Bakara, 2/201. 4 Müslim, Dua, 71. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 21.10.2016 ALLAH’A VERDİĞİ SÖZE SADIK KİMSE: MÜMİN Aziz Kardeşlerim! Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi hepimizin üzerine olsun. Cumanız mübarek olsun. Yüce Rabbimiz, okuduğum âyet-i kerimede şöyle buyuruyor: “O müminler ki, Allah’a verdikleri söze sadık kalırlar. Onlar, Allah’a vermiş oldukları sözden asla dönmezler. Allah’ın, korunmasını emrettiği bağı korurlar. Onlar, Rablerine saygıda kusur etmezler. Hesabın hüsran ile sonuçlanmasından korkarlar.”1 Peygamberimiz (s.a.s) de okumuş olduğum hadisi şerifte şöyle buyuruyor: “Ben ahlaki güzellikleri tamamlamak için gönderildim.” 2 Kardeşlerim! Öyle konuşmalar vardır ki bütün bir tarihi, bir medeniyeti özetler. İşte bu konuşmalardan biri olan, Cafer-i Tayyar’ın, Habeş Kralı Necaşi’nin huzurunda yaptığı ve İslam medeniyetini özetleyen konuşmasını sizlerle paylaşmak istiyorum. Zira Cafer-i Tayyar’ın bu konuşması, Resûl-i Ekrem’in hayatını, gayesini, mesajını, risaletini özetleyen bir konuşmaydı. Afrika’nın ve insanlığın kararmış idrakini aydınlatan bir konuşmaydı. Necaşi’yi kavmiyle birlikte Muhammed Mustafa (s.a.s)’e ümmet kılan bir konuşmaydı. Kardeşlerim! Cafer, henüz 25 yaşlarında bir delikanlıydı. Eşi Esma ile birlikte Mekke’den bazı müminlerle beraber Habeşistan’a hicret etmişti. Kuşatma altındaki müminleri Habeşistan’a götürmüştü. Aslında Resûl-i Ekrem’in emriyle bir Medine, bir yurt aramaya gitmişti. Bundan haberdar olan müşrikler, Müslümanları iade etmesi için Necaşi’ye bir heyet gönderdi. Heyetin başkanı olan Amr b. As, Necaşi’nin huzuruna çıktı ve şu sözleriyle Müslümanların iade edilmesini istedi: “Ey Hükümdar! Bizden aklı ermeyen bazı gençler, senin ülkene sığındılar. Onlar, atalarının dinini terk ettiler. Senin dinine de girmediler. Bizim de sizin de bilmediğiniz yeni bir din icat ettiler. Onların babaları, amcaları, yakın akrabaları, onları geri yollaman için bizi sana elçi olarak gönderdi. Onlar, bu kimselerin kusurlarını ve kabahatlerini sizden daha iyi bilirler.” Aziz Kardeşlerim! Necaşi, Amr’ı dinledikten sonra, kendisine sığınan müminleri de dinlemeye karar vermişti. Onları huzuruna çağırdı. Cafer ve arkadaşları, içeri girerken gelenekte olduğu üzere kralın huzurunda secdeye kapanmamışlardı. Necaşi, bunun sebebini sorduğunda, “Biz, Allah’tan başka kimsenin önünde secde etmeyiz.” diyerek cevap verdi Cafer. Afrika kıtası, bu sözü ilk defa onun ağzından duymuştu. Cafer, sözlerine şöyle devam etti: “Ey hükümdar! Biz, cahiliye zihniyetine sahip bir kavimdik. Ağaçtan, taştan yapılmış putlara tapardık. Kendiliğinden ölmüş murdar hayvanları yerdik. Helal-haram nedir bilmezdik. Kız çocuklarımızı diri diri toprağa gömerdik. İnsanlık dışı bütün kötülükleri işlerdik. Akrabamızla ilgilenmezdik. Komşuluk hakkı diye bir hak tanımazdık. Kuvvetli olanlarımız, zayıf olanlarımızı ezerdi. Zenginlerimiz, fakirlerin sırtından geçinirdi. Hak ve hukuka riayet etmezdik. Biz bu haldeyken Allah Teâlâ, bizim içimizden asil, doğru, emin, güvenilir, iffetli bildiğimiz birini Peygamber olarak gönderdi. O, bizi bir olan Allah’a imana davet etti. Yalnızca O’na ibadet etmeye çağırdı. Atalarımızdan miras kalan putlara tapmaktan bizleri kurtardı. Doğru söylemeyi öğretti. Emanete riayet etmeyi öğretti. Akrabayla iyi geçinmeyi öğretti. Komşuları gözetmeyi öğretti. Bütün kötülük ve günahları, kan dökmeyi haram kıldı. Yalancı şahitlik yapmaktan, yetim malına el uzatmaktan men etti. Namuslu kadınlara iftira atmayı yasakladı. Biz de onu doğruladık, “amenna ve saddekna” dedik. Allah’tan ona gelenlere tâbi olduk. Onun haram kıldıklarını haram, helal kıldıklarını helal kabul ettik. Sadece Allah’a ibadet ettik. O’na hiçbir şeyi ortak koşmadık. Halkımız bu sebeple bize düşman oldu. Bize zulmettiler. Allah’ı bırakıp eskisi gibi putlara tapmamızı istediler. Dinimizi yaşayamaz olduk. Baskı ve zulümler dayanılmaz bir noktaya geldiğinden senin ülkene sığındık. Senin adaletine geldik. Seni başkalarına tercih ettik. Senin himaye ve komşuluğuna can attık. Ey Hükümdar! Biz senin yurdunda hiçbir kötülüğe maruz kalmayacağımızı umut ediyoruz.”3 Kardeşlerim! Hutbemizi şu duayla bitirmek istiyorum: Rabbimiz! Bizleri tevhid inancından, Efendimizin yolundan ve vahdet şuurundan ayırma! Rabbimiz! Bizleri Efendimizin öğrettiği güzel hasletlere bağlı kalan ve hayatı boyunca onları muhafaza eden müminlerden eyle! Ra’d, 13/20-21. İbn Hanbel, II, 381; Muvatta, Hüsnü’l Hulk, 1. 3 İbn Hanbel, I, 202. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 1 2 İLİ : GENEL TARİH : 23.09.2016 ALLAH’IM! İLİMLE YÜCELT BİZİ! Aziz Müminler! Kur’ân-ı Kerim henüz nazil olmamıştı. Mekke’nin bitmez tükenmez kötülükleri, Peygamberimiz (s.a.s)’i oldukça yoruyordu. Müşriklerin tevhidle bağdaşmayan inanç ve adetleri onu bir hayli üzüyordu. Böylesi bir ortamda Efendimize Hira’da ibadet ve tefekkür sevdirilmişti. Bir gün yine Hirâ’dayken ona vahiy meleği geldi ve “ْْ ”اِقْ َرأyani “Oku!” dedi. Allah Resûlü, “Ne okuyayım?” diye sordu. Bunun üzerine Cebrâil (a.s), Peygamberimize Alak Suresi’nin şu ilk beş âyetini bildirdi: “Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı alaktan yarattı. Oku! Senin Rabbin, sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten O’dur. İnsana bilmediğini öğreten O’dur.”1 Kıymetli Kardeşlerim! İnsanlığın ufkunu aydınlatan İslam medeniyeti, işte bu “Oku” emriyle başlamıştır. Kerim Kitabımızın bu ilk âyetlerinde Yüce Rabbimiz, insanlığa iki büyük nimetini haber vermiştir. Biri, Rabbimizin bizlere kalemle yazmayı öğretmesidir. Diğeri de bilmediklerimizi öğretmesi, bizleri cehaletin karanlık ve bataklığından kurtarmasıdır. Kardeşlerim! Bizim medeniyetimizde ilim, öncelikle kendimizi ve Rabbimizi bilmektir. İlim, eşyanın hakikatini, varlığın gaye ve hikmetini anlamaya çalışmaktır. İlim, sorumluluk ve görevlerimizin farkında olmaktır. Kur’an-ı Kerim, bizlere “Oku” emriyle hitap ederken herhangi bir ayrım gözetmemiştir. Kitabın âyetlerini ve kâinatın âyetlerini birlikte okumamızı emretmiştir. Allah’ın kitabını okumamızı istediği gibi fizik, kimya, matematik, biyoloji gibi kâinattaki ilahi kanunları da okumamızı istemiştir. Hâsılı dinimiz, insanlığa faydalı olan her türlü ilmi tahsil etmemizi bizden istemiştir. Kardeşlerim! Bizim geleneğimizde evlatlarımızın hayatı, hakikati, kendi değerlerini öğrendikleri üç büyük müessese vardır. Bunlar, aile, okul ve camidir. Çocuklarımız, gençlerimiz, benlik ve kişiliklerini, hayata bakışlarını daha çok evde, ailede kazanırlar. Bilgi, bilinç ve kültürlerini okulda elde ederler. Kimlik ve aidiyet duygularını, manevi kazanımlarını da daha ziyade camide pekiştirirler. Tarihimizde ailelerimiz, insanlığa örnek nice şahsiyetler yetiştirmiştir. İlim ve irfanda insanlığa yön veren nice isimler, okullarımızda, camilerimizde yetişmiştir. Günümüzde de bu müesseselerin, aynı değerleri birlikte yetiştirme sorumluluğu bulunmaktadır. Kardeşlerim! Bu hafta itibariyle on sekiz milyon evladımız, yeni bir eğitim-öğretim dönemine daha başladı. Bu ulvi vazifede yaklaşık bir milyon öğretmenimiz görev alıyor. Öncelikle yeni eğitim-öğretim yılımızın evlatlarımıza, değerli öğretmenlerimize, tüm ailelere ve milletimize hayırlar getirmesini Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum. Rabbimiz, kendi rızasına ulaştıracak, ülkemizin, âlem-i İslam’ın ve bütün insanlığın yararına kullanacakları bilgilerle donanmalarını yavrularımıza nasip eylesin. Bu vesileyle öğretmenlerimize, öğrencilerimize ve velilerimize seslenmek istiyorum. İstikbalimizi inşa eden siz fedakâr öğretmenlerimiz! Bizlere ilim ve irfanı sizler öğrettiniz. Evlatlarımızı kendi evlatlarınız gibi gördünüz. Bu günlerimizi sizler inşa ettiniz, yarınlarımızı da sizler inşa edeceksiniz. Aklını, iradesini, gönlünü başkalarına teslim etmeyen nesiller sizin şefkatli ellerinizde yetişecek. Çocuklarımız, vicdanlı ve merhametli olmayı, sadece milletine, hak ve hakikate hizmet etmeyi yine ilk sizden öğrenecek. Rabbim, sizlerden razı olsun. Yarınlarımızın teminatı olan kıymetli evlatlarımız! Sizler, daima insanlığa faydalı bilgilerle donanacaksınız. Öğrendiğiniz her bilgiyi milletiniz ve insanlığın hayrına kullanacaksınız. Ahlak ve erdemi kuşanacaksınız. Öğretmenlerinize, arkadaşlarınıza, annebabalarınıza, bütün insanlara karşı sevgi ve saygıyı elden bırakmayacaksınız. Ulvi değerleri yaşayıp yaşatacaksınız. Sizler, ülkemizin, İslam âleminin, bütün mazlumların, mağdurların, mahrumların ümidi olmaya devam edeceksiniz. Siz vefakâr anne-babalar! Evlatlarınızın ilk öğretmeni sizler oldunuz. Sizlere düşen, evinizin de bir okul olduğunu asla unutmamaktır. Yavrularınızın öğretmenleriyle, eğitim kurumlarıyla daima irtibat halinde olmaktır. Eğitimin, çocuğunuza sadece bilgi yüklemekten ibaret olmadığı bilinciyle hareket etmektir. “Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir miras bırakmamıştır.” 2 hadisi gereği evlatlarınızın istikbali kadar, onların iyi ve faydalı birer insan olarak yetişmeleri için de gayret göstermektir. Bunun bir yolu olarak Kitabın âyetleriyle kâinatın âyetlerini birlikte öğrenmeleri için okullarımızda seçmeli olarak okutulan Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberimizin Hayatı derslerini ihmal etmemektir. Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, öğretmenler, öğrenciler ve annebabalar olarak bizleri sorumluluğunun bilincinde olanlardan eylesin. Rabbimiz, öğrettikleriyle bizleri faydalandırsın. Bizlere fayda verecek ilmi öğretsin. İlmimizi ve kavrayışımızı artırsın. Bizleri salihlerin zümresine ilhak eylesin. 1 2 Alak, 96/1-5; Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1. Tirmizî, Birr, 33; İbn Hanbel, IV, 77. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 23.12.2016 ALLAH’IN YARDIMI MÜMİNLERLE BERABERDİR. Cumanız Mübarek Olsun Aziz Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız üstün gelecek olanlar sizlersiniz”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Sizden her biriniz, öleceği güne kadar Allah’a hüsn-i zan besleyerek ümitvar olmaya devam etsin.”2 Kardeşlerim! İlk Müslümanların “zorluk yılları” adı verilen dönemleri olmuştur. Öyle ki bu zorluk yıllarında Mekkeli müşrikler, Müslümanları meşakkatle dolu boykot yıllarını yaşamaya maruz bıraktılar. Onlara her türlü kötülüğü reva gördüler. Allah’a ibadet etmekten dahi alıkoydular. Sırf Allah’a olan imanlarından dolayı işkenceler yaptılar, kimilerini şehit ettiler. Fakat Rabbimiz, o zorlukları kendisine gönülden teslim olmuş müminler için hep kolaylıklara dönüştürdü. Bu zorlukların akabinde daima bir kolaylığın, bir rahmetin geleceğini müjdeledi. Bu ۙ hususu Rabbimiz, ِس ًرا َ ِم َع ِالْعُ ْسر ِيُ ْس ًرا ِا َّن َ فَاِ َّن ْ ُِم َع ِالْعُ ْسر ِِي “Şüphesiz her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.”3 âyet-i kerimesiyle bir kanun olarak insanın hayatına yerleştirdi. Allah Resulü (s.a.s) de, ashabıyla birlikte bütün bu zorlukların üstesinden geldi. Hicretle beraber Müslümanlar cihanşümul bir medeniyetin temelini attılar. Aziz Müminler! Bugün de hem millet olarak hem de İslam âlemi olarak, Peygamberimiz ve onu tasdik eden ilk müminlerin yaşadığı zorlukların benzerlerini yaşıyoruz. Kötülük, her geçen gün etrafımızı ve bütün insanlığı kuşatıyor. Bilhassa şiddet ve terörle kalplerimize korku salınmaya, gücümüz zayıflatılmaya çalışılıyor. Bu zorluk zamanlarında biz müminlerin sakınması gereken en büyük tehlike ise ümidin kaybedilmesidir. Tefrikaya düşülmesidir. Birlik ve beraberliğin yitirilmesidir. Kardeşliğe sahip çıkmaktan, mazluma umut olmaktan vazgeçilmesidir. Kardeşlerim! Bugün milletimize yöneltilen kötülüklerin üç gayesi vardır. Birincisi, yüzyıllardır bu topraklarda barış ve huzur içerisinde birlikte yaşayan aynı milletin fertlerini birbirine düşürmektir, kardeşler topluluğunu karşı karşıya getirmektir. Milletimizin arasına fitne ve tefrika tohumları ekmektir. Lakin bunlar, beyhude birer çabadır. Zira bizler Malazgirt’te, Çanakkale’de, İstiklal Harbi’nde omuz omuza nice şehitler vererek bu toprakları hep birlikte vatan kılmış bir milletiz. Biz aynı ülkenin, aynı kültürün, aynı tarihin çocukları olduğumuz gibi, aynı dinin, aynı kitabın, aynı peygamberin müminleriyiz. Bugün de kötülüklere, şiddet ve teröre karşı milletçe verilecek en büyük cevap, birbirimize daha fazla kenetlenmek, daha fazla sahip çıkmaktır. Kardeşlik misakımızı yenilemektir. Kalplerimizin arasına sokulmak istenen fitne ve fesada asla geçit vermemektir. Kıymetli Kardeşlerim! Milletimizin karşı karşıya olduğu kötülüklerin ikinci gayesi, bizleri umutsuzluğa sevk etmektir. Millet olarak bizim dünyayla, hayatla bağımızı koparmaktır. İnancımızı, bizi millet kılan değerlerimizi, aidiyet duygumuzu, ümidimizi, özgüvenimizi yok etmektir. Lakin bizler, ümitsizliği haram ilan eden bir dinin mensuplarıyız. Şartlar ne olursa olsun geleceğe dair umudunu asla kaybetmeyen bir peygamberin ümmetiyiz. Kardeşlerim! İstiklal ve istikbalimizi hedef alan kötülüklerin üçüncü gayesi, milletimizi yeryüzündeki mazlum, mağdur ve mahrumların ümidi olmaktan çıkarmaktır. Oysa bizler, Halep’teki masum yavruların, gönlü yaralı kadınların, beli bükük yaşlıların umudu olmaya devam etmeliyiz. Kaderine terkedilmiş Arakan’daki mazlumların, yüzyıllarca sömürülmüş Afrika’daki mahrumların ümidi olmaya devam etmeliyiz. Bizler bu bilinçle kötüye karşı iyinin, batıla karşı hakkın, zalime karşı mazlumun yanında durmaya devam etmeliyiz. Kardeşlerim! Hutbemizi bitirirken dün sınırımızda milletimizi şer ve kötülüklerden korumak için mücadele ederken ölümsüzleşen aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet, milletimize başsağlığı diliyorum. Rabbimiz, aziz milletimize zeval vermesin. İstikbal ve istiklalimize kast edenlere karşı bizlere güç, kuvvet ve metanet ihsan eylesin. Bizleri yolunda sabit kılsın. İnkârcılara karşı nusret ve inayetini, rahmet ve himayesini bizlerden esirgemesin. Âmin Âl-i İmrân 3/139. Müslim, Cennet, 82. 3 İnşirâh, 94/5-8. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 24.06.2016 haklarından arındırır. Zengin ile fakir arasında gönülden sevgi, saygı ve kardeşlik köprüleri kurar. Zekât, Rabbimize karşı şükür bilincimizin ifadesidir. O’na olan teslimiyet ve sadakatimizin bir tezahürüdür. Sırf Allah rızasını umarak, sahip olduğumuz her bir nimeti O’nun yolunda feda edebileceğimizin de bir sembolüdür. ARINMA VESİLESİ: ZEKÂT VE İNFAK Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Mü’minler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki namazlarını huşu ile kılarlar. Onlar ki faydasız işlerden ve boş sözlerden uzak dururlar. Onlar ki zekat vermek için çalışırlar…”1 Kardeşlerim! Peygamberimiz (s.a.s), sahabeden Muâz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak tayin ettiğinde onu ve beraberinde gidecek olanları çağırdı. Kendilerine şu nasihatte bulundu: “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın! Müjdeleyin, nefret ettirmeyin!”2 Ardından Muâz’a döndü ve şöyle buyurdu: “Muaz, henüz Müslüman olmayan bir topluluğa gidiyorsun. Onları, önce Allah’tan başka ilah olmadığına, benim de Allah’ın elçisi olduğuma davet et. Eğer bunu kabul ederlerse, beş vakit namazın farz olduğunu haber ver. Bunu da kabul ederlerse, Allah’ın kendilerine zekâtı farz kıldığını ve zekâtın zengin kimselerden alınıp fakirlere dağıtılacağını haber ver…”3 Aziz Müminler! Sahip olduğumuz bütün nimetler Rabbimizin bizlere birer emanetidir. Bu nimetler, hepimiz için birer imtihan vesilesidir. Bizlere düşen bu nimetlerin kıymetini bilmektir. Onları Rabbimizin rızası doğrultusunda değerlendirmektir. Yüce Rabbimiz, şükürsüzlükten, kanaatsizlikten, açgözlülükten ısrarla sakındırır bizleri. Fakirlerin korunup gözetilmediği zenginliğin, zekâtı verilmeyen kazancın, kişiyi nasıl bir hüsrana götüreceğini bildirir. Malımızı, mülkümüzü, dünyada sahip olduklarımızı ebedi kazancımıza bir vesile kılmamız gerektiğini hatırlatır Rabbimiz. Aziz Müminler! Zekât, insanlık tarihinin hemen her döneminde var olmuş bir ibadettir. Bu kadim ibadet, yüce dinimizin beş temel esasından biridir. 4 Zekât, dinen zengin sayılan kişilerin, Allah tarafından kendilerine lütfedilen nimetlerin bir kısmını ihtiyaç sahipleriyle, yoksullarla paylaşmalarıdır. Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde zekâtın kimlere hangi mallardan, hangi oranlarda verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Kardeşlerim! Malı eksilten ya da yok eden değil bilakis bereketlendiren bir ibadettir zekât. Kişiyi cimrilik hastalığından koruyup cömertlik erdemine kavuşturur. Gönlü manevî kirlerden, serveti de ihtiyaç sahiplerinin Kıymetli Kardeşlerim! Kur’an-ı Kerim’de zekâtın üzerinde önemle durulur. Zekâtını verenler, malını Allah yolunda harcayanlar “bahtiyar müminler” diye övülür ve ebedi cennet nimetleriyle müjdelenir. 5 Zekâtı dikkate almayanlar, yoksulu gözetmeyenler, malının esiri olanlar ise sert bir şekilde uyarılır. Bu uyarılardan biri Rabbimizin şu âyetidir: “Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayanlar için elem dolu bir azabı haber ver. Biriktirdikleri altın ve gümüş cehennem ateşinde kızdırılarak onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacaktır. Ve onlara şöyle denilecektir: ‘İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi tadın bakalım biriktirip sakladıklarınızı!’”6 Kardeşlerim! Rahmet Peygamber’inin “Yarım hurmayla da olsa cehennemden korunun.” 7 ikazı zekât, infak, sadaka, yardımlaşma ve diğerkâmlık hakkında asırlar öncesinden bizlere rehberlik etmektedir. Ancak ne hazindir ki, bugün insanlık olarak doğal kaynakların gelişigüzel tüketildiği, ekonomik kaynakların adaletsizce bölüşüldüğü, zengin ile fakir arasındaki uçurumun baş döndürdüğü bir dünyada yaşıyoruz. Dünyanın kimi yerlerinde insanlar açlıkla mücadele ederken, kimi yerlerindeyse israf ve vurdumduymazlık had safhadadır. İçinden geçtiğimiz süreçler, savaş ve işgaller milyonlarca fakir, kimsesiz ve yetim ortaya çıkarmıştır. Zekat ise bir anlamda yetim ve miskinlere kol kanat germektir. Nitekim İslam İşbirliği Teşkilatı, bu hususa dikkat çekmek üzere Ramazan ayının on beşinci gününü Dünya Yetimler Günü olarak ilan etmiştir. Kardeşlerim! İnsanlığın, bu gün, belki de tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar huzur ve mutluluğa, sevgi ve saygıya, dostluk ve barışa, yardımlaşma ve paylaşmaya hasret olduğu aşikârdır. İşte dünyayı bu erdemlere ve hasret kalınan huzura, adaletli bir gelir dağılımına kavuşturacak olan, İslam’ın hayat yüklü mesajlarıdır. Efendimizin bize öğrettiği zekât ve infak ahlakı, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma anlayışıdır. Öyleyse geliniz kardeşlerim, hep birlikte bu kutlu ayda sahipsiz olmadıklarını hissettirmek için yanı başımızdaki ve uzağımızdaki yetim, kimsesiz, himayesiz ve yuvasız yavrularımıza gönüllerimizi, ellerimizi ve sofralarımızı açalım. Zekât ve fitrelerimizi vakit kaybetmeden verelim. İnfakta ve yardımda bulunmayı, paylaşmayı kendimize şiar edinelim. Zekâtımızı, fitremizi verirken, infakta bulunurken, insanları incitmeyelim, rencide etmeyelim. Gelin, her bir vesileyi gönül yapmak ve gönüller kazanmak için fırsat bilelim. Geliniz, dünyada sahip olduklarımızı ebedi kazanca dönüştürelim. Mü’minûn, 23/1-4. Buhârî, Megâzî, 61. 3 Buhârî, Zekât, 63; Müslim, Îmân, 29. 4 Müslim, İman, 21. 5 Nûr, 24/36-38; Zâriyât, 51/15-19; Meâric,70/22-35. 6 Tevbe, 9/34-35; Ayrıca bkz. Buhârî, Rikâk, 10. 7 Buhârî, Zekât, 10. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 09.09.2016 İbrahim denince akla vahdet gelir, ümmet gelir. O, bir evlat ile bir ümmet kurmuştur. Kendisinden sonraki bütün peygamberlerin, bütün müminlerin atası olma şerefine ulaşmıştır.5 Hz. İbrahim’den sonra gelen her bir peygamber, onun duasında yer almıştır. İbrahim denince akla teslimiyet ve sadakat gelir. O, ciğerparesi İsmail’le zorlu bir imtihana tabi tutulmuştur. Bu imtihanda bütün varlığını Allah’a adama kararlılığını göstermiştir. BAYRAM VE HZ. İBRAHİM Kardeşlerim! Bir grup sahâbî, Peygamberimiz (s.a.s)’e, “Ya Resulallah! Bize kendinden bahseder misin?” dediler. Bunun üzerine Efendimiz, şöyle buyurdu: “Ben, atam İbrahim’in duası, kardeşim İsa’nın müjdesi, annem Âmine’nin rüyasıyım.”1 Kardeşlerim! Rabbimize hamd-ü senalar olsun ki önümüzdeki Pazartesi günü hep birlikte kurban bayramını idrak edeceğiz. Dünyanın farklı bölgelerinden milyonlarca hacı adayı kardeşimiz, Arafat’a çıkmak üzere. Onlar, orada tövbe ve niyazlarını âlemlerin Rabbine arz edecekler. Dualarına bizleri de katacaklar. Onlar, hac ibadetinin heyecan ve huzurunu yaşarken, bizler de kurbanlarımızı keseceğiz. Rabbimize ve birbirimize yakın olma niyet ve gayretimizi bir kez daha tazeleyeceğiz. Rabbimiz, bu bilinçle bizleri huzurlu bir şekilde bayrama ulaştırsın. Kıymetli Kardeşlerim! Bizler, her sene bu muhteşem bayramı yaşıyoruz. Fakat kurban bayramıyla özdeşleşen büyük peygamberi yeterince tanımıyoruz. O büyük peygamber, İbrahim Peygamberdir. İbrahim Peygamber, Halilullah, yani Allah dostu olarak anılma bahtiyarlığına erişmiş bir peygamberdir.2 Kendisinden sonra gelen bütün müminlere örnek olarak sunulmuş muhteşem bir şahsiyettir. Rabbimiz, Kerim Kitabımızda Peygamberimizi en güzel örnek olarak takdim ettiği gibi3 “İbrahim ve beraberindekilerde sizin için güzel bir örneklik vardır.”4 buyurarak onu da örnek olarak takdim etmiştir. Kardeşlerim! İbrahim (a.s) denince akla tevhid gelir. Onun tevhid mücadelesi gelir. İbrahim Peygamber, inancı uğrunda yanardağlar misali ateşe atılmayı göze almıştır. Allah’a iman ve kulluğun nasıl olması gerektiğini bütün insanlığa göstermiştir. Kula kul olmayı reddetmiştir. Hak, hakikat, adalet, doğruluk ve gerçek özgürlük yürüyüşünden asla geri dönmemiştir. Değerli Kardeşlerim! Bugün İslam’ın sembolleri, şeâiri olan pek çok değerimizde İbrahim Halilullah’ın hatırası vardır. O, Kâbe’yi Muazzama’yı oğlu İsmail’le birlikte yeniden inşa etmiştir. Türlü hikmetlerle dolu hac ibadetini insanlığa o göstermiştir. Allah’a yakınlık arayışımız olan kurban ibadeti onunla özdeşleşmiştir. İbrahim (a.s)’ın, inkârcılara Allah’ın varlığını ispat etme gayreti, bizim için büyük bir örnektir. Onun ümmete öncülüğü bizim için büyük bir örnektir. Tevhid yolundaki kutlu yürüyüşü, hicreti bizim için büyük bir örnektir. Onun sabrı ve metaneti, şükrü ve cömertliği bizim için büyük bir örnektir. Kerim Kitabımızda yer alan ve her biri kulluk şuurunun bir yansıması olan duaları, bizim için güzel bir örnektir. Kardeşlerim! Peygamberimiz (s.a.s) de, atası İbrahim (a.s)’ın mübarek yolunun yolcusudur. Bugün, Peygamberimizin ümmeti olarak bizlere düşen de Hz. İbrahim gibi bir tevhid şuuruna, vahdet anlayışına, kulluk bilincine sahip olmaktır. İbrahimî bir sadakat ve teslimiyeti kuşanmaya gayret etmektir. Bu büyük peygamberin azmini ve ahlakını kendimize örnek almaktır. İnsanlığa büyük hayırlar getiren İbrahim (a.s)’ı, Kur’an’dan ilham alarak, bayram vesilesiyle çocuklarımıza ve gençlerimize tanıtmaktır. Hutbemi Yüce Rabbimizin, Kur’an-ı Kerim’de bizlere öğrettiği İbrahim Peygamber’in dualarıyla bitirmek istiyorum: “Rabbimiz! Bizi ve gelecek nesillerimizi sana teslim olanlardan eyle!”6 “Rabbimiz! Sadece sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş ancak sanadır. Bizleri inkâr edenlerin zulmüne uğratma!”7 “Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı kılanlardan eyle! Dualarımı kabul eyle! Hesap günü beni, anne-babamı ve inananları bağışla!”8 1 İbn Hanbel, IV, 127; İbn Hişam, I, 158. Nisâ, 4/125. Ahzab, 33/21. 4 Mümtehine, 60/4. 5 Hac, 22/78. 6 Bakara, 2/128. 7 Mümtehine, 60/4-5. 8 İbrâhim, 14/40-41. 2 3 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 30.09.2016 CAMİ VE KİTAP MEDENİYETİ Aziz Müminler! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz, şöyle buyuruyor: “Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe inanan, namazını kılan, zekâtını veren ve Allah’tan başkasından korkmayanlar imar edebilir.” 1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Yeryüzü, bana mescid kılındı; temiz kılındı.” 2 Kardeşlerim! Geliniz! Bugünkü hutbemizde hep birlikte önce hicreti hatırlayalım. Allah Resulü’nün Mekke’den Medine’ye hicretini, Yesrib’in Medine’ye dönüşmesini hatırlayalım. İslam davasının büyük miladı olan hicreti yâd edelim. Hz. Ömer’in, hicreti İslam takviminin başlangıcı olarak kabul edişini hatırlayalım. Ve bugün asıl hicretin, Allah ve Resûlü’nün yasakladığı kötülüklerden hicret olduğunu hatırlayalım. Bu vesileyle Pazar günü gireceğimiz yeni hicri yılımızın hayırlara vesile olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum. Kardeşlerim! Geliniz! Bugünkü hutbemizde bir de Muharrem ayını hatırlayalım. Muharremü’lharâmı, hürmete şayan mübarek ayı, âşûrâyı, Kerbelâ’yı hüzünle yâd edelim. Şehitlerin ser çeşmesi, cennet gençlerinin efendisi Hz. Hüseyin’i hatırlayalım. Resûl-i Ekrem’e ve ehl-i beyti Mustafâ’ya salât ve selam gönderelim. Kardeşlerim! Geliniz! Bugünkü hutbemizde camiyi ve çeyrek asrı aşkın bir süredir kutladığımız Camiler Haftası’nı da hatırlayalım. Camiyi şehrin kalbine, hayatın merkezine yerleştirmenin yollarını arayalım. Mescidin, mabedin, hayatımızda ne kadar önemli olduğunu hatırlayalım. Bu vesileyle Camiler Haftası’nın hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. Camilerimize hizmeti geçmiş ve dâr-ı bekâya irtihal etmiş olan bütün mümin kardeşlerimize Yüce Rabbimizden rahmet diliyorum. Kardeşlerim! Bugün, ayrıca Camiler Haftası’nın konusunu sizlere hatırlatmak istiyorum: Cami ve Kitap. Geliniz! Camilerimizi yeniden kitapla buluşturalım. Okuyalım! Kerim Kitabımızı, kâinatı ve insanı okuyalım. Zira İslam medeniyeti, bir kitap medeniyetidir. Bu medeniyet, Kerim Kitabımızın “oku!” emriyle hayat bulmuştur. Bugün İslam dünyası olarak içinden geçtiğimiz, tarihimizin en zorlu sürecinin temelinde bilgisizlik, cehalet ve taassubun olduğu açıktır. Kitapla aralarına mesafe koyanlar, hakikati insanların elinde görmeye başlamakta, şahısları hakikatin yerine ikame etmektedirler. Oysa bizlere düşen, insan, medeniyet, kâinat ve düşünce merkezli okumalar yapmaktır. Kitaptan doğruyu, adaleti, ahlakı, fazileti öğrenmektir. Kitabın bilgisiyle donanmaktır. Kitap vasıtasıyla var oluşumuzun gaye ve hikmetini kavramaktır. Aziz Kardeşlerim! Geliniz! Hep birlikte yeniden yücelmek için Kitaba, Kitabın “oku!” emrine sımsıkı sarılalım. Önce Kitabı, sonra kendisini ve kâinatı okuyan; hak ve hakikatin peşinden koşan nesiller yetiştirelim. Camilerimizi yeniden ilim, irfan merkezlerine çevirelim. Camilerimizde kütüphaneler kuralım, ders halkaları oluşturalım. Zihnimizi, gönlümüzü, ruhumuzu camiyle, kitapla mamur edelim. Hayatımızı cami, camimizi hayat kılalım. Şairin, ifadesiyle; “Bizde ayrı sayılmaz bir kitap, bir mihraptan, Ki uğuldar kubbemiz ‘oku!’ diyen hitaptan.” Kardeşlerim! Rabbimiz, üzerimizden bilginin ışığını, ilmin nurunu eksik etmesin. Bizleri caminin huzurundan ve ilmin bereketinden mahrum bırakmasın. 1 2 Tevbe, 9/18. Buhârî, Salât, 56. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İL : GENEL TARİH : 18.03.2016 ÇANAKKALE VE BİRLİK RUHU Kardeşlerim! Öncelikle hutbeme başlarken geçen Pazar günü Ankara’daki menfur saldırıda hayatını kaybeden tüm kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yaralı kardeşlerimize acil şifalar diliyorum. Ve hepinizi, hayatını kaybeden kardeşlerimizin aziz ruhları için birer Fatiha okumaya davet ediyorum. el-Fâtiha. Aziz Müminler! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Yılgınlık göstermeyin, hüzünlenmeyin. Eğer iman etmiş kimseler iseniz üstün gelecek olan sizlersiniz.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Müminlerin birbirlerine olan bağlılığı, birbirine kenetlenerek inşa edilmiş bir binanın duvarları gibidir.”2 Kardeşlerim! Bundan bir asır önce kahraman ecdadımız, bütün dünyaya “Çanakkale Geçilmez” diye haykırdı. Onlar, i’lâ-yı kelimetullah için, din-i mübin-i İslâm için kanlarını ve canlarını feda ettiler. Şehadet şerbetini içtiler, o yüce mertebeye eriştiler. Tevhidi savundular, İslâm’ın izzet ve şerefini, Müslümanların haysiyet ve onurunu müdafaa ettiler. Mabetlerimize namahrem eli değdirtmediler. Şehadetleri dinimizin temeli olan ezanlarımızın susturulmasına müsaade etmediler. İmanlarıyla, cesaretleriyle, fedakârlıklarıyla, Allah’ın inayet ve yardımıyla büyük bir zafer kazandılar. Bu vesileyle başta Çanakkale şehitlerimiz olmak üzere bütün şehitlerimize Yüce Rabbimizden rahmet diliyorum. Aziz Müminler! Nasıl ki insanların fert olarak imtihanları söz konusuysa milletlerin de imtihanı vardır. Millet olarak biz de tarihin hemen her döneminde zorlu imtihanlardan geçtik. Varlığımıza, inancımıza, mukaddesatımıza, huzurumuza kast edildi. Vicdanı körelmiş, insafını kaybetmiş güçler, bizi tarih sahnesinden silmek amacıyla Çanakkale’de olduğu gibi, Sakarya’da, Dumlupınar’da var güçleriyle üzerimize geldi. Bu ordular karşısında elimizde güçlü silahlarımız yoktu; fakat kalplerimiz iman doluydu. Gönüllerimiz birbirine sımsıkı bağlıydı. Aynı secdede Rahman’a kul olmakla, aynı kıblede istikameti bulmakla, birbirimize verdiğimiz değerle, muhabbetimizle, birlik ve beraberlik ruhuyla bütün zorlukların üstesinden geldik. Din, ezan, bayrak ve mukaddesat uğrunda Doğusuyla, Batısıyla, Kuzeyiyle, Güneyiyle hep birlikte aynı safta mücadele ettik. Binlerce evladımızı şehit vererek bu toprakları hep birlikte vatan kıldık. Aziz Kardeşlerim! Bugün millet ve yaşadığımız coğrafya olarak yine ağır bir imtihandan geçiyoruz. Bizi birbirimize düşürmek, gücümüzü zayıflatmak isteyenler tarafından, ülkemiz, bir ateş çemberinin içerisine çekilmeye çalışılıyor. Mezhep, meşrep, ırk, renk, coğrafya ayrımı gözetmeksizin kardeşliğimiz, birlik ve beraberliğimiz, huzurumuz hedef alınıyor. Nice evladımız, geleceğimiz için şehadet şerbetini yudumluyor. İnsanlıktan nasibini alamamış, hiçbir ahlaki ve insani değer tanımayanlarca gerçekleştirilen hain terör saldırılarında masum kardeşlerimizi yitiriyoruz, yaralanıyoruz. Büyük üzüntüler yaşıyoruz. Bize bu acıları yaşatanlar, kardeşliğimizi, birlik ve dirliğimizi hedef alanlar bilmelidirler ki; bizler bu topraklarda rengi rengine, dili diline, sesi sesine, gönlü gönlüne karışmış bir milletiz. Bizler asırlardır sevinçtekederde, varlıkta-yoklukta birlikte ağlayıp birlikte gülmüş bir milletiz. Acı, şiddet ve korku bizi asla yıldıramayacaktır. Aksine bizi birbirimize daha fazla kenetleyecek, kardeşlik bağlarımızı daha da pekiştirecektir. Kıymetli Kardeşlerim! Yeter ki bizler, milletimizin, ülkemizin içinden geçtiği bu zorlu ve sıkıntılı süreçte görev ve sorumluluklarımızın farkında olmaya devam edelim. Şiddet, korku ve acıyla bizi birbirimize düşürmek isteyenlere inat, gönüllerimizi hiçbir ayrım gözetmeksizin sımsıkı kenetleyelim. Yeter ki gözü dönmüş cinayet şebekelerine karşı, “sen”, “ben” anlayışını bir kenara bırakıp “biz” anlayışıyla yekvücut olalım. Terörün ve onu kullanan şer odaklarının, topyekûn ülkemize, milletimize, kutsalımıza, istikbalimize kastettiğini asla aklımızdan çıkarmayalım. Yeter ki her türlü fitne, hile, tuzak ve oyuna karşı uyanık olalım. Aramızdaki muhabbet ve kardeşliği zedeleyecek her türlü söylem ve eylemden uzak duralım. Aksi takdirde terörün ve onu yönlendiren karanlık mihrakların emellerine alet olacağımızı asla unutmayalım. Kardeşlerim! Geliniz! Şu mübarek Cuma vaktinde, hep birlikte Rabbimize şöyle yalvaralım: Rabbimiz! Kardeşliğimize, birliğimize, dirliğimize, izzetimize, şerefimize göz dikenlere fırsat verme! Allah’ım! Dinimizin, milletimizin bekasını sarsacak her türlü dahili ve harici saldırılardan, fitne ve fesatlardan milletimizi, memleketimizi ve âlem-i İslam’ı muhafaza eyle! Varlığımıza, canlarımıza, mukaddesatımıza, huzurumuza kast edenlere karşı milletçe yekvücut olmayı nasip eyle Allah’ım! Rabbimiz! Bu toprakları vatan kıldığımız günden bugüne kadar nasıl birlikte kardeşçe yaşadıysak bundan sonra da bu şekilde yaşamayı bizlere nasip eyle! 1 2 Âl-i İmrân, 3/139 Buhârî, Salât, 88; Müslim, Birr, 65. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 28/10/2016 DÎN-İ MÜBÎN-İ İSLAM Cumanız mübarek olsun Aziz Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey İnsanlar! ‘Şeytana tapmayın. O, sizin apaçık düşmanınızdır. Sadece bana kulluk edin. İşte dosdoğru yol budur.’ diyerek sizden söz almadım mı?”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Ben size gecesi gündüz gibi, apaçık bir yol bıraktım.”2 Kardeşlerim! Hz. Ömer anlatıyor: Bir gün Peygamberimiz (s.a.s)’in yanında oturuyorduk. Bir adam çıkageldi. Elbiseleri bembeyazdı. Saçları simsiyahtı. Üzerinde bir sefer, bir yolculuk izi yoktu. Aramızda onu tanıyanımız da yoktu. Peygamberimiz (s.a.s)’in huzurunda oturdu. Dizlerini Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in dizlerine yasladı. Ellerini de dizlerinin üzerine koydu. Ve dedi ki: يَا ُمح ََم ُد “ أ َ ْخ ِب ْرنِى ع َِن اإلِسْ ال َِمEy Muhammed! Bana İslam’ı anlat.” Resul-i Ekrem (s.a.s); “İslam; Allah’tan başka ilah olmadığını Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğunu kabul etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve eğer imkânın varsa haccetmendir.” buyurdu. Gelen zat, “doğru söyledin” dedi. Hz. Ömer diyor ki: “Adama şaşırdık, hem soru soruyor, hem de tasdik ediyordu”. Sonra o kişi يمان ِ ِ “ َفأ َ ْخ ِب ْرنِي عن اإلbana imanı anlat” dedi. Allah Resulü (s.a.s) “İman; Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmandır.” dedi. Bu cevap üzerine adam, yine “doğru söyledin” dedi. Bu sefer “ فأ َ ْخ ِب ْرنِي عن اإلِحْسا ِنBana ihsanı anlat” dedi. Peygamberimiz (s.a.s): “İhsan, Allah’ı görüyormuşçasına O’na ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu göremesen de O, seni her an görüyor” karşılığını verdi. Adam yine “doğru söyledin” َ “ َفأ َ ْخ ِب ْرنِي عنKıyamet dedi. O zat, bir soru daha sordu; الساع ِة ne zaman kopacak” dedi. Resul-i Ekrem (s.a.s): “Bu konuda kendisine soru sorulan kimse, soruyu sorandan daha bilgili değildir” buyurdu. O şahıs aramızdan ayrılıp gidince, Peygamberimiz (s.a.s): “Bu soruları soran kimdi biliyor musunuz?” dedi. “Allah ve Resulü daha iyi bilir” dedik. Efendimiz (s.a.s): “O Cebrail idi, size dininizi öğretmek için geldi” buyurdu.3 Kardeşlerim! İslam kaynaklarında Cibril hadisi diye bilinen bu hadis, bize İslam’ın şartlarını, imanın esaslarını, ahlakın ilkelerini açık bir şekilde göstermiştir. Buna göre İslam, açık, net, sade, arı, duru ve berraktır. Bu kadar açık hükümler varken, elde Kur’an gibi bâkî bir hakikat bulunuyorken, Yüce Dinimiz İslam’ı; sır, gizem, rüya, keşif, kerametler ve gelecek tasavvurları üzerine bina etmeye kalkışmak asla kabul edilemez. En büyük keramet daima sırat-ı müstakim üzere olmaktır. Önümüzde Peygamberimiz (s.a.s) gibi büyük bir rehber varken, kurtarıcı beklentileri içerisinde, kıyamet alametleri üzerinden bir din ihdas etmek asla kabul edilemez. Hassaten Kur’an’ın “” َاضْ غَاثُ َاح َْالمdiye tarif ettiği “karmakarışık rüyalar” üzerine asla bir din bina edilemez. Allah’ın açık hükümleri dururken, heva ve heves eseri olan rüyalarla amel edilemez. Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in sahih hadisleri dururken rüyalarla iyi kötüye, kötü iyiye dönüştürülemez. Zulüm ve haksızlık rüya üzerine bina edilemez. Zira Peygamberlerin rüyası dışında hiçbir kimsenin rüyası bir bilgi kaynağı olarak kabul edilemez. Rüyalarla insanların vicdanları, gönül dünyaları istismar edilemez. Aziz Kardeşlerim! Cebrail (a.s)’ın kıyamet ne zaman kopacak? sorusuna Peygamberimiz (s.a.s)’in verdiği cevap çok manidardır; “Bu konuda kendisine soru sorulan kimse, soruyu sorandan daha bilgili değildir” buyurmuştur. Buna rağmen gayb âlemine dair, Peygamberimiz (s.a.s)’in bile “ben bilmiyorum” dediği bilgilerle akılları karıştırmak, zihinleri bulandırmak beyhudedir. Bugün birilerinin gayptan verdiği haberler üzerine hayatımızı bina etmemiz anlamsızdır. Gayb ve melekût âlemine dair kıyamet senaryoları üzerinden dini anlamak, dini okumak kabul edilemez. Kardeşlerim! Bize düşen ahirete inanmak ve ona hazırlanmaktır. Bir gün bir sahabi, Allah Resulü’ne “kıyamet ne zaman kopacak?” diye sorduğunda, Peygamberimiz (s.a.s), “O gün için ne hazırladın?” diye cevap verdi.4 Allah Resulü (s.a.s), bu cevabı ile bize kıyametin ne zaman kopacağıyla ilgilenmek yerine, ondan sonrası için ne hazırladığımızı sorgulamamızı öğütlemektedir. Kardeşlerim! Hutbemi Kur’an-ı Kerim’de bize öğretilen bir dua ile bitiriyorum. َ رَبَنَا ال َ ت ُِز ْغ قُلُوبَنَا بَ ْع َد ِإ ْذ َه َد ْيتَنَا َوه َْب لَنَا ِمن لَ ُد اب ُ نت ا ْلو ََه َ َ نك َرحْمَ ًة ِإنَ َك أ “Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma, bize tarafından bir rahmet bağışla. Kuşku yok ki lütfu bol olan yalnız sensin”5 1 Yasin, 36/60-61. İbn Mâce, Mukaddime, 43. Buhâri, İman, 37. 4 Müslim, Birr, 164, Tirmîzi, Zühd, 50. 5 Âl-i İmrân, 3/8. 2 3 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İL : GENEL TARİH : 11.03.2016 DÜNYAYI İYİLİK DEĞİŞTİRİR Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “İyilikle kötülük asla bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde iyilikle ortadan kaldır. O zaman göreceksin ki, seninle arasında husumet bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s) bizleri şöyle uyarıyor: “ ‘İnsanlar iyilik yaparsa biz de iyilik yaparız, kötülük yaparsa biz de kötülük yaparız.’ diyen sıradan kimseler gibi olmayınız. Bilakis iyilik yaptıklarında insanlara iyilikle karşılık vermeyi, kötülük yaptıklarında ise onlara zulmetmemeyi alışkanlık hâline getiriniz.”2 Kardeşlerim! Bu âyet-i kerime ve hadis-i şerifte, hayatımızın herhangi bir safhasında karşılaşabileceğimiz husumetlere karşı nasıl bir tavır takınacağımız öğretiliyor bizlere. Kötülüklerin, ancak iyilikle ortadan kaldırılabileceği belirtiliyor. Yüreğimizi kötülüğe esir etmekten, kötülüklerle onu bir taşa dönüştürmekten sakınmamız gerektiği haber veriliyor. İyilik, şefkat, merhamet gibi ulvi hasletlerle önce kendi gönüllerimizi mamur etmemiz, sonra da bunları çevremize ve dünyamıza dalga dalga yaymamız isteniyor. Aziz Müminler! İslâm medeniyetinde iyilik, var oluşun temel gayesidir. Yüce Rabbimiz, insanı yeryüzünde iyilik, birr ve ihsan, hayır ve marufu egemen kılmak için yaratmıştır. İnsan, bu dünyada iyi, doğru, güzel, hayırlı ve faydalı olan işleri yapmak için vardır. Kötü, yanlış, çirkin ve zararlı işlerden kaçınmak ve bunlara engel olmak için vardır. İmanın ve her türlü ibadetin bize kazandırmak istediği haslettir iyilik. İyi ve iyilik, insanı insan kılan değerlerin bütünüdür. İyi bir kul, iyi bir evlat, iyi birer anne-baba, iyi bir eş, iyi bir komşu, iyi bir dost, iyi bir arkadaş olmak, kısacası iyi bir insan olmak İslam’ın her birimizde görmek istediği en önemli özelliktir. Kardeşlerim! İyilik, insanın sadece kendi menfaati için çalışması demek değildir. İyilik sadece maddi yardımları anımsatacak kadar dar kapsamlı da değildir. İyiliğin bitmez tükenmez çeşitleri vardır. Bizi iki cihanda aziz kılacak, huzur ve mutluluğa ulaştıracak, bize Rabbimizin rızasını kazandıracak her türlü söz, tutum ve davranış iyiliktir. İyilik yalnıza arkadaş, yorguna dayanak, garibe sığınak, muhtaca imdat olmaktır, dünyayı yaşanılır kılmaktır. İyilik, ümmetin boynu bükük yetimlerinin başını şefkatle okşayabilmektir. Mazlumları sevindirmek, İslam coğrafyasının mülteci durumuna düşen muhacirlerine ensar olabilmektir. İyilik, ağır hayat yükünü omuzlamak zorunda kalan engelli kardeşlerimizin önündeki engelleri kaldırabilmektir. Darda, yolda kalmışa yardım elimizi uzatmak, kimsesize kimse, çaresize çare olabilmektir iyilik. İyilik, bazen kardeşimizin yüzüne tebessümle bakmak, bazen de sıkıntılı anlarımızda birbirimiz için âminlerde buluşmaktır. Unutulmamalıdır ki; insan kardeşini ne kadar düşünürse, mazlumun, yetimin, kimsesizin derdiyle ne kadar hemhal olursa kendisine de o kadar iyilik yapmış olur. Aziz Kardeşlerim! Üzülerek belirtmek gerekir ki; her geçen gün çevremizi ve insanlığı kötülükler kuşatıyor. İyilik anlayışı gün geçtikçe zedeleniyor. Dünyanın bir bölümü açlık, sefalet ve korku içinde temel ihtiyaçlarını karşılamanın mücadelesini veriyor. Diğer bir bölümü ise sorumsuz ve ölçüsüzce arzularının peşinden koşuyor. İnsanoğlu, hırs ve tamah, heva ve heves uğruna insaf, vicdan ve merhametini kaybediyor. Kardeşlerim! Bugün insanlık, kötülüğü kötülükle, şiddeti şiddetle ortadan kaldırmaya çalışıyor. Kötülüğe kötülükle mukabele etmenin, sadece ve sadece kötülüğün sayısını artıracağını göz ardı ediyor. Oysa Yüce Rabbimiz, bütün insanlığa muhteşem bir yol gösteriyor. Kötülüklerden kurtulmamız için yeryüzünde iyiliği egemen kılmamızı emrediyor. İyiliği egemen kıldığımızda kötülüğün kendiliğinden ortadan kalkacağını, şerrin hayırla; fesâdın ıslahla düzeltilebileceğini haber veriyor. Kötülüklerin esiri olmamamız için kalbimizden kin, öfke ve nefreti atmamızı, gönüllerimizi rahmet, şefkat, merhamet, muhabbet gibi erdemlerle müzeyyen kılmamızı istiyor. Kardeşlerim! Öyleyse geliniz! Hep birlikte kalplerimiz arasında iyilik ve merhamet köprüleri kuralım. İyiliği hanelerimizde, memleketimizde, ülkemizde ve dünyamızda dalga dalga yayalım. Dünyayı iyiliğin değiştireceğini unutmayalım. Hutbemi Rabbimizin Kerim Kitabımızda bize öğrettiği şu dua ile bitirmek istiyorum: “Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!”3 1 Fussilet, 41/34. Tirmizî, Birr, 63. 3 Bakara, 2/201. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 16.09.2016 EBEDİ BAYRAMLARA BİRLİKTE YOL ALABİLMEK Kardeşlerim! Muâz b. Cebel, genç yaşta İslam’la müşerref olmuş bir sahâbiydi. O bir peygamber aşığıydı. Allah Resûlü (s.a.s) de, Muâz’ı çok sever, sevgisini dile getirir ve ona tavsiyelerde bulunurdu. Efendimiz, yine bir gün bu genç sahâbiye, kulluk bilinciyle yaşamaya dair şu özlü tavsiyede bulunmuştu: “Ey Muâz! Namazların ardından şu duayı oku: „Allah‟ım! Seni anıp zikretmek, nimetine şükretmek, sana en güzel şekilde ibadet etmek için bana yardım et!‟ ”i Aziz Kardeşlerim! Rabbimize hamd-ü senalar olsun ki bereketli bir mevsimi daha geride bıraktık. Bu süreçte Rabbimizin rahmeti adeta sağanak olup üzerimize yağdı. Bugünlerde sevinçliyiz, umutluyuz. Sevinçliyiz. Zira kardeşlerimiz, hac ibadetini tamamladı. Müminlerin, Arafat’tan, Kâbe’den arşa yükselen yürekten duaları, hepimizi kapsadı. Sevinçliyiz. Çünkü İslam ümmetinin, Hz. İbrahim’in eliyle kuruluşunun bayramı olan Kurban bayramını hep birlikte idrak ettik. Sevinçliyiz. Çünkü kurbanlarımızla sadakat ve teslimiyetimizi, kulluk şuurumuzu bir kez daha tazeledik. Kardeşlerim! Umutluyuz, çünkü hac, kurban ibadeti ve bayram, bize bir kez daha arınma, durulma, günahlardan kurtulma imkânı verdi. Bize yeniden dirilişi ve yücelmeyi müjdeledi. Bu bereketli mevsim, aramızdaki uzaklıkları ortadan kaldırdı. Bizi kendimize ve birbirimize yaklaştırdı. Beden ülkesine hapsettiğimiz ruhumuzu gerçek sahibine, Rabbimize yakın kıldı. Kıymetli Kardeşlerim! Bizler, bu bereketli mevsimin iklimini hayatımız boyunca solumakla mükellefiz. Haccın, kurbanın ve bayramın bizlere kazandırdığı ulvi hasletleri bir ömür boyu korumakla mükellefiz. Hac, bizlere marifetullahı, Allah’ı bilmeyi, Allah’a samimiyetle kul olmayı hatırlattı. O halde geliniz, sadece hac mevsiminde değil, ömrümüzün her anında Allah’ı anıp hatırlayalım. Sadece O’na kul olalım. O’nu unutanlardan değil, O’nun adıyla hayat bulup, O’nun adıyla can verenlerden olalım. “Allah‟ı unutan, bu yüzden Allah‟ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar gerçekten yoldan çıkmışlardır.”ii âyetini asla aklımızdan çıkarmayalım. Aziz Müminler! Kurban, bizlere ihlas ve takvayı, riyadan uzak durmayı, Rabbimize yakın olmayı hatırlattı. O halde geliniz, sadece kurbanlarımızla değil, bütün ibadetlerimizle, hayır ve hasenatımızla Rabbimize yakın olmanın yollarını arayalım. Bizi Rabbimizden uzaklaştıracak olumsuzlukların değil, O’na yakınlaştıracak iyilik ve güzelliklerin peşinden koşalım. Kardeşlerim! Bayram bizlere “bir” olmayı, “biz” olmayı hatırlattı. Bir binanın birbirine kenetlenmiş tuğlaları, bir bedenin birlikte hareket eden organları gibi bütün olmayı hatırlattı. O halde geliniz, birbirimize sadece bayramlarda değil, her daim sahip çıkalım. Bayramda pekişen birlik-beraberlik ve kardeşliğimizi, ülfet ve muhabbetimizi koruyalım. Bayramın rahmet ve bereketini, sevinç ve neşesini, huzur ve sükûnetini birbirimize her gün ikram edelim. Birbirimizi, kardeşlerimizi ihmal etmeyelim, yalnızlık ve çaresizliğe terk etmeyelim. Âlemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmeti olduğumuzun bilinci doğrultusunda bir hayat sürelim. Kardeşlerim! Unutmayalım ki, dünya âhiretin tarlasıdır ve âhiret dünyada kazanılmaktadır. Öyleyse geliniz, fâni olan dünya hayatımızı ebedi mutluluk ve huzura dönüştürebilmeye gayret edelim. Gönlümüzden hasedi, kini, nefreti atıp, yeryüzünde sevginin, merhametin, iyiliğin yayılması için yarışalım. Allah’a layık kul, Efendimiz (s.a.s)’e layık ümmet, birbirimize hakiki kardeş olmaya bakalım. Rabbimizin huzuruna, âhiret yurduna hesabını verebileceğimiz bir hayat yaşayarak varalım. Ebedi bayramlara hep birlikte yol alalım. Kardeşlerim! Hutbemi bitirmeden önemli bir hatırlatmada bulunmak istiyorum; Son yıllarda yaşadığımız trafik kazaları, bayramların huzur ve sevincini acı ve hüzne dönüştürüyor. Bu kazalarda nice insanımız, nice kardeşimiz can veriyor. Nice aileler yok oluyor. Nice ümitler, nice istikballer sönüyor. Nice anne-babalar, evlatlar, yakınlar, gözü yaşlı, boynu bükük kalıyor. Bugünlerde artık evimize, yuvamıza, işimize geri dönüş yolculuğumuz var. Bu noktada bütün kardeşlerimizi trafik kurallarına uymaya, sabırlı ve dikkatli davranmaya, birbirimizin hak ve hukukunu korumaya davet ediyorum. Yüce Rabbimiz, bütün kardeşlerimizin sağ salim yuvalarına ulaşmasını nasip etsin. Bizleri her türlü kaza, bela ve musibetten muhafaza eylesin. i Ebû Dâvûd, Vitir, 26. ii Haşr, 59/19. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü it i TARIH .ip jqlr : GENEL Deferli Kardeqlerim! : 08.01.2016 insan her yagta, her galda ve her konumda edep #6Y---+ ve hay6ya muhtagtrr. Edep, bizim medeniyetimizde tisttin bir ahlAki meziyet olarak deger gormiigti.ir. g ii e;*t:t.t' Jt a:r.Lg 6rit ,;.'*-,It ,,{irl;'Sr,k ai;:iu mahrumiyeti, bir ahlak goktintiisii yagamaktadrr. Giiniimiiz diinyasrnda ahl6ki delerler giderek yozlaqmaktadrr. Oyle ki, onceleri edep ve hayd sahibi olanlar ovi.iliir, degerli gdri.iliirken, gimdilerde edepli davranmak ve haydh olmak bir eksiklik, bir zayrflrk ...:{;Jt'd*gt:rrrix;t EDEP vr rr.q.yA Cumaruz mi.ibarek olsun Aziz Kardeqlerim! Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir gi.in ashdbma, ...,F1,F+il b\F\ '6Allah'tan hakkryla hayA ediniz!" buyurdu. Ashab, A:oiU e\\ Jy: t- 4u & GEfr "Ya Res0lallah! Biz zalen Allah'tan hay6 ediyoruz, elhamdi.ilillah!" geklinde kargrhk verdi. Bunun iizerine Res0l-i Ekrem, sozlerine goyle devam etti. "Hryd, sadece sizin anladr[rnrz manada defiildir. Allah'tan hakkryla hayfl etmek, biitiin organlarr her tiirlii giinah ve haramdan korumaktrr. Diinyanrn gegici nimetlerine aldanmamaktrr. Ottimti ve iiliimden sonraki havatr asla unutmamakhr.t'l Kardeglerim! Rabbimizin insarun fitratrnda var ettili duygulardan biri de edep ve hayddrr. Edep ve hay6,, Efendimizin de igaret ettigi gibi yaratrhq hikmet ve gayesine uygun, insana yara$r bir hayat siirme gabasrdrr. Edep ve hayd, insanrn nefsini terbiye etmesi, kendini ve haddini bilmesidir.2 Ruhunu Kerim Kitabrmzrn mana sofrasmdan besleyen miiminler, kAmil insan olma yolunun edep ve hayddan gegtigini bilirler. Mi.iminin sijz ve davraruqlarr edeple defer bulur. Edeple yaprlan tovbe makbul olur. Dua ve ibadetler, edeple eda edilirse Allah'a yiikselir ve sahibini yticeltir. Aziz Miiminler! Edep ve haydyr kuganan kalpte ancak hayrr ve giizellik bulunur. Edebi giar edinmiq bir zihinden ancak faydah dtigtinceler sadrr olur. Edeple konugan bir dilden ancak hayrrh ve hog sozler dokiiliir. Boyle bir dil, kendini ilgilendirmeyen bog sozlerden, dedikodu, yalan, iftira gibi mi.imine yakrgmayan konugmalardan uzak durur. Edep ve hayd ile nazar eden goz, kendi ayrbrnr aramaktan bagkalanrun kusur ve noksarum goremez. "Siiyle miiminlere, giizlerini muhafaza etsinler."3 Ayetinin terbiyesinden gegen goz, mahremiyet srnrrlannr ihlal edemez. Edep ve hayd perdesine biirtinen kulak, Rabbimizin hognut olmadrlr her ti.irlii sdze kapahdrr. Edep ve hayAmn tadma varan goni.il, kin, haset, kibir, nefret gibi her tiirli.i nefsani duygunun esaretinden kurtulur. Ancak bugtin biiytik oranda insanhk, bir edep ve hayd gibi algrlanmaktadrr. Edebe aykrrr sozler sarf etmek ve ahlAk drgr davramglarr aleni olarak iglemek ise ne acrdr ki kimilerince cesaretin, ozgi.ivenin ve oz giirliiliin go stergesi kabul edilmektedir. Nice zihinler, goniiller ve bedenler edep ve hayA ile yiicelmek yerine edepsizlilin girdabrnda bo[ulmaktadrr. Frtratr zedeleyen, ahlakr zayrflatan, hay6 perdesini yrtan aruglar her gegen giin artmaktadrr. Insanhk, nicelerinin ar damarlannm gatlayrgrnr iizi.intti ve ibretle izlemektedir. Kimi sosyal medya ortamlarr, ekranlar, sayfalar her giin hataya tegvik eden, gi.inahr tath gosteren, kotiiye ve giddete miisaade eden kareler yayrnlamaktadrr. Qocuklar istismar malzemesi hdline getirilmekte; kadrnlar, cinsel meta olarak goriilmektedir, Di.in harama kargr edeple one elilen baglar, hiirmetle gevrilen gozler bugiin srrur tanrmaz b ir b i g imde har ama yone I eb i lmektedir. Kardeglerim! Biitiin bunlarrn temelinde erdem ve ahlak i;;zerine bina edilmeyen bir hayat anlaygmrn var oldulu agik6rdrr. Edep ve hayd yoksunlufu, insanrn deler bakrmmdan yoksullagmasmm bir ifadesidir. Edepsizlik, defersizliktir. insarun fitratrnda var olan edebi, haydyr kaybetmek, kigiyi "en gerefli varhk" olmaktan grkararak defersizlegtirir. Peygamberimiz, hayd ve edebin, imanrn bir tezahtirti oldufunu, bu meziyetlerden kendini mahrum edenlerin ise hi.israna siiriikleneceklerini haber vermektedir.4 Kardeglerim! Geliniz! Edep ve hayAnrn egsiz bir hazine oldufunu bir kez daha hatrrlayahm, ige once kendi ayrplarrmrn gori.ip di.izeltmekle baglayahm. Zamanrn ve mekdrun hakkrmrzda qahitlik yapaca$t hesap giinii gelmeden once kendimizi hesaba gekelim. Miimin olmanm hakkrm verebilmek igin gayret gosterelim. Her hal ve hareketimizde Res0l-i Ekrem (s.a.s) Efendimizin ahlak ve edebini rirnek alahm. Hutbemizi, miiminin niganr olan edebe dair veciz ifadelerle bitirmek istiyorum: gu Edeb bir tAc imig nffr-i Hud6'dan, Giy o tAcr emin ol her belAdan, I Tirmizi, Srfati.i'l-krydme, 24. 2 3 a isr?', l7 137 . Nfir, 24130-31. Ttrmizi, Birr ve Srla, 65. Haztrlayan: Din Hizmetleri Genel Miidilrlillii İLİ TARİH : GENEL : 29.07.2016 EN BÜYÜK BOZGUNCULUK, DİNİN MUAZZEZ DEĞERLERİNİ İSTİSMAR ETMEKTİR. Kardeşlerim! Peygamberimiz (s.a.s.), kendisine ilk vahiy geldiğinde o yüce emanetin sorumluluğu karşısında endişelenmişti. Hemen evine dönerek başından geçenleri, müminlerin annesi Hz. Hatice’ye anlatmıştı. Bunun üzerine Hatice Validemiz, şöyle demişti Resûl-i Ekrem Efendimize: “Korkma, endişelenme! Allah, seni asla mahcup etmez. Çünkü sen, akrabalarınla ilgilenirsin. Yetim ve kimsesizleri gözetirsin. Fakir ve ihtiyaç sahibinin yardımına koşarsın. Misafire ikramda bulunur, komşuna iyi davranırsın. Mazluma ve mağdura kol kanat gerersin. Hakkı savunur, doğrunun yanında yer alırsın.”1 Kardeşlerim! Aslında Hz. Hatice Validemiz, bu ifadeleriyle hayatında bu erdem ve faziletlere sahip olanları Allah’ın mahcup etmeyeceğini müjdeliyordu. Nitekim tarih boyunca bu değerleri ayakta tutanları Rabbimiz, mahcup, mağdur ve mahrum etmemiştir. Tıpkı 15 Temmuz’da milletimizi mahcup etmediği gibi. Zira Yüce Allah, zalime karşı mazlumun yanında duranları mahcup etmez. Zira Yüce Allah, fakire, yoksula, ihtiyaç sahibine el uzatanları mağdur etmez. Zira Yüce Allah, garibe, yetime, kimsesize gönlünü açanları mahrum bırakmaz. Ve bu millet, ırk, dil, din, coğrafya ayrımı gözetmeksizin kendisine sığınanlara her daim gönül kapılarını açmış, onlara sığınak olmuştur. Ve bu millet yetimi, garibi, kimsesizi gözetmiştir. Ve bu millet zalime karşı mazlumun yanında durmuştur. Ve bu millet her şart ve durumda hakkı savunmuş, medeniyetler kurmuş, dünyanın dört bir yanına medeniyetler taşımıştır. Kardeşlerim! Bizler inanıyoruz ki; Yüce Rabbimiz, milletimizi mahzun etmeyecektir. Zira bu millet, geçmişten günümüze, imanını, vatanını, istikbal ve istiklalini en muazzez varlığı bilmiştir. Bu değerlerine namahrem ellerin değmesine izin vermemiştir. İstiklal Şairimizin, “Âsım’ın nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek. İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.” dizelerinde dile getirdiği gibi milletimiz, toprağını, haysiyetini, izzet ve şerefini çiğnetmemiştir. İradesini, aklını ve ruhunu başkalarına teslim etmemiştir. Aziz Kardeşlerim! Cenab-ı Hak, hutbemin başında okuduğum ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Onlara ‘yeryüzünde fesat çıkarmayın, bozgunculuk yapmayın’ denildiğinde, ‘biz ıslah edicileriz!’ derler. İyi biliniz ki, onlar bozguncu ve ifsat edicilerin ta kendileridir. Fakat onlar, ne yaptıklarının farkında değillerdir.”2 Aziz Kardeşlerim! Ayet-i kerimede de buyrulduğu gibi tarih boyunca yeryüzünde en büyük bozgunculuk ıslah adı altında yapılmıştır. En büyük bozgunculuk din kisvesine bürünerek millete kötülük yapmaktır. En büyük bozgunculuk dinin muazzez değerlerini istismar ederek insanları aldatmaktır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz, hutbemizin başında okuduğum hadis-i şerifte “Bizi aldatan bizden değildir”3 buyurmuştur. Kardeşlerim! Milletimizin 15 Temmuz gecesindeki onurlu duruşu, şüphesiz nesiller boyu şükran ve minnetle anılacaktır. Milletin varlığına kast edenler ise elbette hüsrana uğrayacaklardır. Ancak başımızdan geçen bu büyük badireden elbette millet olarak çıkaracağımız büyük dersler vardır. Bu aziz millete bu kötülüğü reva görenleri unutmamalıyız. Yüce dinimizi, sahih kaynaklardan doğru bir şekilde öğrenmeliyiz. Kalbimizi, gönlümüzü, ruhumuzu, aklımızı, fikrimizi, irademizi başkalarına teslim etmemeliyiz. Bizi Allah’a kulluk yerine kendine kul ve köle olmaya davet edenlere zerre kadar itibar etmemeliyiz. Birlik ve beraberliğimizi, huzur ve kardeşliğimizi korumalıyız. Birbirimizin varlığını kendi varlığımız, hukukunu kendi hukukumuz saymalıyız. Farklılıklarımızı ayrılık-gayrılık nedeni değil, zenginlik ve rahmet vesilesi görmeliyiz. Fitne ve fesada, hile ve tuzağa karşı feraset ve basiretle davranmalıyız. Yarınlarımızın, bugünlerimizden çok daha güzel olacağına dair inancımızı sürdürmeliyiz. Unutmayalım ki; bizi diri tutan, inancımız ve ümidimizdir. Kardeşlerim! Gelin hep birlikte Rabbimize şöyle yalvaralım: Ya Rabbi! Sana inandık, sana güvendik, sana tevekkül ettik. Bizleri sensiz, sahipsiz, inayetsiz bırakma! Bize lütfettiğin hidayetten sonra kalplerimizi saptırma! Bizi sırât-ı müstakiminden ayırma! Rabbimiz! Bize rahmetinle muamele eyle! Her türlü inkârcı ve münafığa karşı bize yardım et! Bizleri onlar karşısında küçük düşürme! Allah’ım! Bozguncu ve fesatçılara karşı bizi her daim muzaffer eyle! Bizleri her türlü fitne ve fesattan, ikiyüzlülükten, kötü ahlaktan muhafaza eyle!4 Bizlere basiret ve feraset ihsan eyle! Ya Rabbi! Asırlardır İslam’ın sancaktarlığını yapan, senin adının gök kubbede yankılanması için çabalayan bu aziz milleti sen mahcup etme! Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1; Tefsîr, (Alak) 1. Bakara, 2/11-12. 3 Müslim, İman, 164. 4 Ebû Dâvûd, Vitr, 32. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 29.01.2016 EN GÜZEL İSİMLER O’NUNDUR Aziz Müminler! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. Güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Allah’ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bu isimleri öğrenip gereğiyle amel ederse cennete girer.”2 Kıymetli Kardeşlerim! Hepimizin müminler olarak Yüce Rabbimize karşı görev ve sorumluluklarımız vardır. Bunların başında O’nu tanımak, O’na inanmak, O’nun varlığını ve birliğini kabul etmek, bir an olsun O’nu akıldan çıkarmamak gelir. Verdiği nimetlere karşı şükrün bir tezahürü olan ibadetlerle O’na yakınlaşmaya vesileler aramak gelir. Yüce Rabbimiz, kendisinin pek çok güzel isminin olduğunu bildirmiş ve bu isimlerle kendisine dua etmemizi istemiştir. 3 Kerim Kitabımızın pek çok âyetinde bu isimlerle kendisini bize tanıtmıştır. Efendimiz (s.a.s) de Yüce Allah’ın doksan dokuz ismi olduğunu bildirmiş ve bunları tek tek saymıştır. Kardeşlerim! Bir mümin için asıl olan, sadece Allah’ın isimlerini ezberleyip okumak değildir. Bu isimlerin anlamlarını öğrenmek ve bu isimlerle Allah’a duada bulunmaktır. Asıl olan, bu ilâhî sıfat ve isimlerin öğrettiği anlamlarla hayatı mâmur etmektir. Yüce Rabbimiz, Rahman’dır, Rahim’dir. Çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Dünyada bütün canlılara, bütün insanlara, ahirette ise müminlere karşı merhametlidir. O halde, mümin, nefsine uyup haddi aşmış bile olsa, Allah’ın engin rahmetinden umudunu kesmemelidir. Allah’ın, kendisine ortak koşulması dışında bütün günahları bağışladığını bilmelidir. 4 Son nefese kadar tövbe kapısının açık olduğunu ve imtihanın sürdüğünü asla unutmamalıdır. Allah’ın sonsuz merhametini uman mümin, öncelikle kendisine şefkat ve merhameti şiar edinmelidir. Gönlünü kin, nefret, husumet, zulüm gibi kötülüklere esir etmemelidir. Allah Sabûr’dur, sonsuz sabır sahibidir. Her şeye gücü yettiği halde, kendisine karşı haddi aşanları, nankörlük ve türlü saygısızlık yapanları cezalandırmakta acele etmez. Mümin de Cenâb-ı Hakk’ın Sabûr isminden nasibini alarak sabrı kuşanmalıdır. Türlü sıkıntı ve musibetler karşısında O’na sığınmalı ve O’na güvenip dayanmalıdır. Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, Rezzak’tır. İsteyene istediğini verendir. Sonsuz cömertlik sahibidir. Mümin, “Ey ruhumun ve bedenimin gıdasını yaratıp veren Rezzâk!” dediği zaman bilir ve inanır ki, Allah onun rızkına kefildir. Bu rızık vakti gelince kişiyi bulur, bunun kendisine ulaşmasını hiçbir kuvvet engelleyemez. Yeter ki mümin, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirsin. Allah Refîk’tir, Halîm’dir. Nezaketi, kolaylığı, lütuf ve ihsanı sever. Öyleyse mümin de hilm sahibi olmalıdır. Nezaketi, sevgi ve saygıyı elden bırakmamalıdır. Cömertliği kendine şiar edinmelidir. Kardeşlerim! Rabbimiz, her daim bizimledir. Bizi, yalnız, yardımsız, desteksiz, sahipsiz bırakmaz. Bize bizden daha yakındır. Gerçekten görmek için bakarsak, her doğrunun, her kemâlin, her cemâlin yanı başında O’nun eserini buluruz. O’nun dosta karşı dostumuz, külfete karşı yardımcımız olduğunu fark ederiz. Bize gösterdiği bu ilgi ve sevgiyi karşılıksız bırakmak, Gerçek Dost’a karşı büyük bir hak bilmezlik ve nankörlük olmaz mı? Hutbemizi Rabbimizin, kendisini bize tanıttığı şu kutsi hadis ile bitirmek istiyorum: “Kulum beni zikrederken onunla beraberim. O beni kendi başına zikrederse, ben de onu kendim zikrederim. O beni bir topluluk içinde anarsa, ben onu o topluluktan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım.”5 1 Haşr, 59/24. Buhârî, Şürût, 18. 3 A’râf, 7/180. 4 Zümer, 39/53. 5 Buhârî, Tevhid, 15. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 03.06.2016 GELİN GÖNÜLLER YAPALIM Cumamız Mübarek Olsun Aziz Kardeşlerim! Peygamber Efendimiz (s.a.s), bir gün tavaf esnasında Kâbe’ye yönelerek şöyle buyurdu: “Ey Kâbe! Sen ne güzelsin. Senin kokun ne güzeldir. Senin azametine ve kutsallığına hayranım. Fakat Allah’a yemin ederim ki, müminin saygınlığı Allah katında senin saygınlığından daha fazladır…”1 Aziz Müminler! Rahmet, bereket ve mağfiret iklimi Ramazan ayının gölgesi bir kez daha üzerimize düştü. Şu günlerde hep birlikte bunun huzur ve mutluluğunu yaşamaktayız. Pazar günü kılacağımız ilk teravih namazının ardından Pazartesi günü tutacağımız ilk oruç ile bu mübarek aya girmiş olacağız. Bizleri Ramazana, Ramazanı bizlere kavuşturan Rabbimize sonsuz hamdü senalar olsun. Kardeşlerim! Diyanet İşleri Başkanlığımız, her Ramazan ayında bireysel ve toplumsal hayatımıza ışık tutan önemli bir değerimizi gündeme taşımaktadır. Böylece konuya dair bir farkındalık oluşturmaya çalışmaktadır. Başkanlığımız, bu yıl Ramazan ayında, “Gelin gönüller yapalım, Bu Ramazan ve Her zaman” çağrısında bulunacaktır. Bu çağrıyla, gönüller arasında köprüler kurulmasına, kırık kalplerin, yaralı gönüllerin, bitap düşmüş yüreklerin onarılmasına vesile olunması amaçlanmaktadır. Kardeşlerim! İnsan, İslam nazarında sevgi ve hürmete layık mükerrem bir varlıktır.2 Bu hürmet ve saygıda şüphesiz ki kalbin, gönlün önemli bir yeri vardır. Peygamberimiz (s.a.s)’in “Allah, sizin suretlerinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve yapmış olduğunuz amellerinize bakar.” 3 hadisi bu hususu vurgulamaktadır. Buradan hareketle inancımızda gönül, nazargâh-ı ilahî kabul edilmiştir. İmanımızın, ihlasımızın, niyetimizin, sevgimizin, hâsılı insanı güzelleştiren hasletlerin karargâhıdır kalp. Rabbimiz, kalb-i selime bakar. Bu itibarla, gönül yapmak, inancımızın ve insanlığımızın bir gereğidir. Gönül incitmek ise inancımızda hiçbir şekilde tasvip edilmeyen ve mümine yakışmayan yanlış bir davranıştır. Kıymetli Kardeşlerim! Gönül yapmanın, gönüller fethetmenin sayısız yolları vardır. Gönüller, her şeyden önce sevgi, saygı ve muhabbetle fethedilir. Sevgiyi kullarının kalbine yerleştiren Allah, bütün sevgilerin de kaynağıdır. Gönüllerimizi birleştirmesi ve inananları kardeş kılması, Rabbimizin büyük bir nimetidir. 4 Efendimizin ifadesiyle, gerçek anlamda mümin olabilmenin yolu birbirimizi sevmekten geçer.5 Kardeşlerim! Gönüller, merhametle kazanılır. Merhamet, varlığın ilahi mayasıdır. Rahman ve Rahim olan Rabbimizin rahmetinin yüreklerdeki yansımasıdır merhamet. Efendimizin anlatımıyla, “Müminler, birbirini sevmede, birbirine merhamet ve şefkatte, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da bu acıyı paylaşan bir beden gibidir.”6 Gönüller, paylaşmakla inşa edilir. Paylaşmak, evvela gönlümüzü muhabbet ve samimiyetle birbirimize açmaktır. Düşmanlığı, kini, nefret ve intikamı, kalbimizden söküp atmaktır. Paylaşmak, dünyanın neresinde olursa olsun muhtaçlara, kimsesizlere, insanlığın insafına terkedilmişlere yardım eli uzatmaktır. Paylaşmak, duyduğumuz her yardım çığlığına nereden geldiğine, kimliğine, etnik yapısına, mensubiyetine bakmaksızın karşılık verebilmektir. Değerli Kardeşlerim! Ramazan ayı, bir mekteptir. Bu mektebin talebeleri bütün müminlerdir. Bizlere sabrı, şükrü, nimetlerin kıymetini, paylaşmayı, varlık ve yokluğun anlamını idrak etmeyi öğretir Ramazan. Bu mektep, bizlere aynı zamanda gönlün değerini, kendimize ve insanlara saygıyla muameleyi öğretir. Bize düşen, bu kutlu mektebin cennet esintilerini hücrelerimize kadar hissedebilmektir. Orucumuzu, sahurumuzu, iftarımızı, infakımızı, teravihimizi, gönüller inşa etmeye vesile kılabilmektir. Gönüllerimizi, aynı Allah’a, aynı Peygambere, aynı Kitaba iman şuuru ile kardeş kılabilmektir. Kardeşlerim! Ramazan mektebinde bize düşen, varlık sebebimiz olan, bizleri türlü meşakkatle hayata hazırlayan anne-babalarımızın gönüllerini hoş tutmak, onların rızasını kazanmaktır. Ramazan mektebinde bize düşen, ülkemize hicret etmek zorunda kalmış mülteci kardeşlerimize kucak açmaktır. Evinden, yurdundan çıkıp gelen Mekkeli Muhacirlerle evini, aşını, ekmeğini paylaşan Ensar’ın kardeşlik ahlakını kuşanmaktır. Bize düşen, açın halinden anlamak, yetimin başını okşamak, ağlayanın gözyaşını silmektir. Kardeşlerim Öyleyse Geliniz! Hep birlikte büyüklerimizin, yetimlerimizin, mültecilerin, engelli kardeşlerimizin, kimsesizlerin tebessümü ile Ramazan mektebini dolu dolu yaşayalım. Onlara gönüllerimizi açıp ellerimizi uzatalım. Birbirimizin hatalarını örtelim, kusurlarını affedelim. Hiçbir kalbi kırmayalım. Üzüp kırdıklarımızı vakit geçirmeden onarmaya bakalım. Gelin, Rabbinden mahrum kalmış gönülleri Rabbimizle buluşturalım. Rabbimizin rızasının gönül yapmaktan geçtiğini unutmayalım. Bu duygu ve düşüncelerle Ramazanın milletimize, ülkemize, âlem-i İslam’a huzur, barış, merhamet getirmesini Yüce Rabbimden niyaz ediyorum. Hutbemi, gönlün önemini ve gönül incitmemeyi veciz bir şekilde ifade eden şu dizelerle bitirmek istiyorum. “Hazer kıl! Kırma kalbin, kimsenin cânını incitme! Esîr-i gurbet-i nâlân olan insanı incitme! Tarîk-i ışkda bîçâre-i hicrânı incitme! Sabır kıl her belâya, Hâneyi Rahman’ı incitme! Felekde hâsılı insan isen bir cânı incitme! Günahkâr olma, Fahr-i Âlem-i Zî-Şânı incitme!” 1 5 2 6 İbn Mâce, Fiten, 2. İsrâ, 17/70. 3 Müslim, Birr, 34. 4 Âl-i İmran, 3/103. Müslim, İman, 93. Müslim, Birr, 66. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 22.07.2016 GÜN, MİLLETÇE KENETLENME VE GELECEĞİMİZİ İNŞA ETME GÜNÜDÜR Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin! Eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Müminin durumuna şaşılır! Her hâli kendisi için hayırlıdır. Bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına sevinecek bir hâl geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde ona sabreder; bu da onun için hayır olur.”2 Kardeşlerim! İçinden geçmekte olduğumuz zorlu süreçte engin rahmetiyle milletimizi büyük sıkıntılardan ve felaketlerden kurtaran Yüce Allah’a sonsuz hamd-ü senalar olsun. Bu süreçte kendilerine şehitlik nasip olan bütün kardeşlerimize Cenabı Hak’tan rahmet ve mağfiret, yakınlarına ve milletimize sabr-ı cemil ve metanet diliyorum. Yaralılarımıza acil şifalar vermesini Yüce Rabbimden niyaz ediyorum. Aziz Kardeşlerim! 15 Temmuz gecesi millet olarak tarihimizin en zor, en uzun ve karanlık gecelerinden birini yaşadık. Yüce Rabbimiz, bütün unsurlarıyla milletimize kenetlenmeyi nasip etti ve milletimiz emanetine sahip çıktı. Hiç kuşkusuz millet olarak sahip olduğumuz bu birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhu en büyük nimetlerden biridir. Hamdolsun! Bu büyük nimet sayesinde ateş çukuruna yuvarlanmaktan ve karanlığa gömülmekten kurtulduk. Kardeşlerim! Bu acı tecrübe bize şunu gösterdi: Hiçbir güç Allah aşkı ve vatan sevgisiyle dolu yüreklerden daha üstün olamaz! Bu hain saldırılar bize şunu öğretti: Şerefli milletimizi sindirmeyi, itibarını zedelemeyi hedefleyenler rezil ve zelil olmaya mahkûmdur! Kim mazlumun, mağdurun, muhacirin yanındaysa Cenab-ı Hakk’ın kudret, rahmet ve inayeti de onun yanındadır. Değerli Kardeşlerim! Allah’a sonsuz hamdolsun ki, bu topraklar asırlardır Müslüman yurdudur. Bu millet şüheda evladıdır. Bu ezanlar, bu cumalar İslam’ın şiarıdır. Bu dinin, tek bir harfi bile değişmeyen bir kitabı vardır. Bu dinin, en güzel örnek olma vasfına sahip bir Peygamberi vardır. Allah’ın bize verdiği bir akıl, bir kalp vardır. Bizim değişmez değerlerimiz, 14 asırlık engin bir tecrübemiz vardır. Hiçbirimiz Müslüman olarak bütün bunları bir tarafa bırakamayız. Aklımızı, idrakimizi, vicdanımızı bir kişiye ya da gruba teslim edemeyiz. Dünya menfaati için dinimizden geçemeyiz. Din-i mübin-i İslam’ı alet ederek dünyayı elde etmeye çalışanlara ise asla fırsat veremeyiz. Muhterem Kardeşlerim! Geliniz, bu Cuma gününde, bu mübarek saatte hep birlikte el açıp Yüce Rabbimize yalvaralım: Allah’ım! İzzetine sahip çıkmak için tanklara meydan okuyan bu millete zeval verme! Asırlar boyunca mazlumların umudu olmuş, mağdurların yanında yer almış, muhacirlere kucak açmış bu milletin üzerinden rahmet ve nusretini eksik etme! Umudumuzu ve huzurumuzu bozmak isteyenlere, topraklarımıza fesat tohumları ekmeye çalışanlara fırsat verme! Dinimizin, devletimizin, milletimizin bekasını sarsacak her türlü dâhili ve harici düşmanlardan bizleri halas eyle! Biz sırtımızı sana dayadık, sana güvendik, gücümüzü sana ettiğimiz imandan aldık, yıkılmamıza ve dağılmamıza izin verme Allah’ım! Zalimlerin zulmüne rağmen bizi adaletten ve merhametten ayırma Allah’ım! Kötülerin kötülüklerine rağmen bizi iyilikten ayırma Allah’ım! İntikam hırsıyla adaletten şaşan, öfkesine kurban olup hakkaniyetten uzaklaşan, mağrur olup haddi aşan kullarından olmaktan sana sığınırız. Sen, milletimizin bu soylu direnişini bir adalet ve hakkaniyet direnişi olarak muzaffer eyle! 1 2 Al-i İmran, 3/139. Müslim, Zühd ve rekâik, 64. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 25.03.2016 bilinciyle hareket etmektir. Rabbimize karşı hak ehli olmak, O’na karşı vazifelerimizde teslimiyet ve sadakat sahibi bir kul olmaktır. Her vesile ile O’nun rızasını aramaktır. Kendimize karşı hak ehli olmak, Allah’ın lütfu olan nimetleri yerli yerinde kullanmaktır. Zihnimizi kötü düşüncelerin esiri yapmamaktır. Dilimizi kötü sözlere kapatmaktır. Bedenimizi kötülükten korumak, insanlığın hayrı ve faydası için kullanmaktır. HAK VE HAKİKAT Aziz Müminler! Allah Resulü (s.a.s), bir gün ashâbı ile otururken onlara, “Müflis kimdir bilir misiniz?” diye sordu. Ashâbdan söz alan biri, “Müflis, malı mülkü olmayan kimsedir.” dedi. Bu cevap üzerine Efendimiz, asıl müflisi şöyle tarif etti ve onun ibretli akıbetini haber verdi: “Müflis, dünyadayken namazını kılmış, orucunu tutmuş, zekâtını vermiş olarak kıyamet günü Allah’ın huzuruna gelen fakat kimine sövmüş, kimine iftira etmiş, kiminin malını gasp etmiş, kimine hakaret etmiş, kiminin canına kast etmiş kişidir. Yapmış olduğu iyiliklerin sevabı, dünyada bir şekilde haklarını ihlal ettiği hak sahiplerine verilir. İşlemiş olduğu günahlara karşılık iyilikleri kifayet etmezse, mağdur ettiği insanların günahlarından alınarak ona yüklenir. Sonra da cehenneme atılır.”1 Rahmet Elçisi’nin dilinden dökülen bu kutlu söz, iman ve sorumluluk, iman ve amel, söz ve ahlak konusunda hassasiyet göstermeyen kişinin o büyük günde uğrayacağı hüsranı vurgulamaktadır. Kardeşlerim! Bizler, bu dünyaya her şeyden önce Hak ve hakikate şahitlik etmek için gönderildik. Hak ve hakikatin kaynağı, sahibi ve belirleyicisi olan Yüce Rabbimiz, “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun...” 2 buyurdu. Ve bütün inananları hakkı tanımaya, hakikati duyurmaya, adaleti yüceltmeye davet etti. Bizler de, imanımız ve Müslümanlığımızın tescili olan kelime-i şehadetle Rabbimizin varlığına ve birliğine, sonsuz kudretine, O’nun Âlemlere Rahmet Elçisi Muhammed Mustafa (s.a.s)’nın peygamberliğine şahitlik ettik. Bu, sadece dilden dökülen bir şahitlik değildi elbette. Bu ulvi şahitlikle ağır bir sorumluluk da üstlendik. Rabbimize, bize emanet ettiği hak ve hakikate sahip çıkma, şahitlik etme, onu yaşama ve yaşatma sözünü verdik. Kıymetli Kardeşlerim! Hakka sahip çıkmak, Rabbimize, kendimize, çevremize ve bütün yaratılmışlara karşı sorumluluk Çevremize karşı hak ehli olmak, onlara karşı şefkat, merhamet, insaf ve adaletle davranmaktır. Dili, ırkı, mezhep ve meşrebine bakmaksızın hiç kimsenin can, mal, onur ve haysiyetine dil uzatmamaktır. Dünyanın sadece bize değil, bizim dışımızdakilere de ait olduğunu unutmamaktır. Kardeşlerim! Her türlü israftan kamu malını çarçur etmeye; kumardan gaspa; dolandırıcılıktan hırsızlığa; aldatmadan hileye; karaborsacılıktan haksız kazanca; gıybetten iftiraya; yalandan sahteciliğe; cinayetten şiddet ve teröre, İslam’ın yasakladığı bütün davranışlar, aslında hem Allah’ın hakkına hem de insanların hakkına bir tecavüzdür, zulümdür. Müslüman, bu gibi durumlarla bir arada olamaz. Müslüman, bu gibi kötülüklerle anılamaz. Mümin, asla başkalarının hakkını gasp edemez. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizliğe sessiz de kalamaz. Zulme duyarsız olamaz. Zalimin yanında yer alamaz. Çünkü mümin, Peygamberimizin tarif ettiği gibi, insanların elinden ve dilinden emin oldukları, canları ve mallarını kendisine karşı güvende bildikleri kişidir.3 Kardeşlerim! Bizler, dünyada gerçek anlamda hakkı, hukuku tesis etmiş, adaleti yüceltmiş bir medeniyetin mensuplarıyız. Biliyoruz ki, hiçbir haksızlık, hiçbir zulüm ebedi değildir. Ve yürekten inanıyoruz ki; hakkı tutup kaldırdığımız sürece batıl bize asla zarar veremeyecektir. Haklının yanında olduğumuz müddetçe Rabbimiz bizi yüceltecektir. Yeter ki bizler, hak ve hakikatin kaynağı olan Kur’an’ı Kerim’i ve Efendimiz (s.a.s)’in sünnetini kendimize rehber edinelim. Yeter ki, hak benim, hakikat yalnız benim elimdedir demeyelim. Dinimizin bize öğrettiği hak duyarlılığına sahip olalım ve bunu yaymak için çabalayalım. Hutbemi gönülden “âmin” diyeceğimiz şu dua ile bitirmek istiyorum: “Allahım! Hakk’ı hak bilip Hakk’a uymayı, bâtılı bâtıl bilip bâtıldan kaçınmayı bizlere nasip eyle.” Müslim, Birr ve Sıla, 59. Maide 5/8. 3 Nesâî, İman ve Şerâiuhû, 8. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 09.12.2016 HALEP’TE İNSANLIK ÖLMESİN! Salât ve Selâm Senin Üzerine Olsun Ey Allah’ın Resûlü! Salât ve Selâm Senin Üzerine Olsun Ey Allah’ın Habibi! Salât ve Selâm Senin Üzerine Olsun Ey Âlemlere Rahmet Nebi! Kardeşlerim! Önümüzdeki Pazar’ı Pazartesi’ye bağlayan gece hep birlikte Mevlid Kandilini idrak edeceğiz. Kandiliniz şimdiden mübarek olsun. Yüce Rabbimiz, hutbemin başında okuduğum âyet-i kerimede, “Sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için Resûlullah güzel bir örnektir.”1 buyuruyor. Rabbimiz, bizleri Resûlü’nün örnekliğinden, kutlu yolundan bir an olsun ayırmasın. Âlemlere Rahmet Efendimize duyduğumuz derin hürmet ve muhabbetimizi hiçbir zaman kalbimizden eksik etmesin. Bizleri onu doğru anlayan, doğru tanıyıp tanıtan, insanlığa takdim ettiği güzellikleri hakkıyla yaşayanlardan eylesin. Aziz Müminler! Bir şehir düşünün; insanların evlerine bombaların, sofralarına açlığın düştüğü. Bir şehir düşünün; kimyasal silahların acımasızca insanların üzerinde denendiği. Bir şehir düşünün; kadın, çocuk, yaşlı demeden her gün onlarca masumun hunharca katledildiği. Bir şehir düşünün; mazlumların, mağdurların feryadının her an arş-ı Rahman’ı titrettiği. Kardeşlerim! Bir şehir düşünün; hastanelerin ağır bombardıman altında yıkıldığı. Çaresizlikten yaralıların tedavi edilemediği. İlaca hasret bekleyen hastaların yardım çığlığının, sokaklarda yankılandığı. Bir şehir düşünün; yiyecek ekmeğin, içecek suyun, sığınılacak bir evin bulunmadığı. İnsanların soğuktan donarak can verdiği. Kardeşlerim! İşte bu şehir, asırlardır gönül bağımızın olduğu Halep’tir. Bugün Halep’te bir medeniyet, bir tarih, bütün insanlığın gözü önünde yok ediliyor. Kadim şehir, insanlarıyla birlikte haritadan siliniyor. Sözün tükendiği noktadayız. İnsanlık olarak tarihin en büyük acılarından birisine, tarifi imkânsız üzüntülere şahit oluyoruz. Egemen güçlerin bölgemizdeki hırs, menfaat ve iktidar kavgası uğruna İslam beldeleri harabeye dönüyor. Bir adım ötemizdeki topraklar feryat, kan ve gözyaşına doydu. Sınırımızın bittiği yerde şiddet ve nefret başlıyor. Kardeşlerim! Soralım şimdi hep birlikte kendimize: Zalimler, zaferler devşirirken, mazlumlar tel örgüler önünde beklerken biz susacak mıyız? Kudret sahipleri karşısında dünya Müslümanları olarak sadece yutkunacak mıyız? Buğzetmekle, kahretmekle, ağlayıp, sızlanmakla mı yetineceğiz? Elbette hayır! Millet olarak bizler hakkı ve hakikati söylemeye, insaf ve vicdana çağırmaya, mazlumların sesi, mağdurların ümidi olmaya devam edeceğiz. Devam edeceğiz ki, insanlık ölmesin! Bizler, Halep’ten yükselen ve yüreklerimizi dağlayan çocuk çığlıklarını, annelerin çaresiz feryadını, babaların, yaşlıların ah-u eninlerini elbette duyacağız. Duyacağız ki insanlık ölmesin! Bizler, Halep’ten son bir ümitle bize uzanan elleri elbette boş çevirmeyeceğiz. Çevirmeyeceğiz ki insanlık ölmesin! Kardeşlerim! Necip milletimiz, “Kişi, kardeşine yardım ettiği sürece Allah da ona yardım eder...”2 hadisini her daim şiar edindi. Hiçbir ayrım gözetmeksizin kendisine sığınan bütün muhacirlere ensar oldu. Yeryüzünün her tarafına iyilik ve güzellikler taşıdı. İnsanlığın ölmediğini dünyaya asırlarca bu millet haykırdı. Bugünse sıra Halep’te. Bugün bize Halep’i yaşatmak, yine insanlığın ölmediğini haykırmak düşüyor. Kardeşlerimize yalnız olmadıklarını göstermek, onlara bir umut ışığı olabilmek düşüyor. Kardeşlerim! Diyanet İşleri Başkanlığımız, Halep’teki mazlumlar ve mağdurlar için sivil toplum kuruluşlarını bir araya getirerek yeni bir kampanyaya öncülük ediyor. “Halep’te İnsanlık Ölmesin!” çağrısıyla başlatılan bu kampanyaya desteklerinizi bekliyoruz. Ve biliyoruz ki; her daim mazlumun sesi, mağdurun ümidi olan necip milletimiz, bu kampanyaya da duyarsız kalmayacaktır. Mazlum ve mağdur kardeşlerine dün olduğu gibi bugün de cömertçe yardım elini uzatacaktır. Yüce Rabbimiz, yaptığınız ve yapacağınız yardımları kabul eylesin. 1 2 Ahzâb, 33/21. Müslim, Zikir, 38. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 26.08.2016 HAYAT VEREN DİN: İSLÂM Aziz Müminler! Hayber’in fethi esnasında Peygamberimiz (s.a.s), sancağı Hz. Ali’ye teslim etmişti. Bir ara Hz. Ali’nin ağzından, İslam’ı kabul edinceye dek Hayber halkıyla amansızca savaşacağına dair sözler dökülmüştü. Bu sözleri işiten Efendimiz: “Ya Ali! Hayber halkını İslâm’a davet et ve yerine getirmeleri gereken ilâhî yükümlülükleri onlara haber ver! Allah’a yemin olsun ki Allah’ın senin vesilenle bir kişiyi hidayete erdirmesi, senin için dünyadan ve içindekilerden daha hayırlıdır.”1 buyurdu. Kardeşlerim! Allah’ın isimlerinden biri de Hayy’dır. O, diridir, hayat sahibidir. O, hayat verendir, yaşatandır. Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran O’dur. O, hayatı vazgeçilmez bir hak olarak insana bahşetmiştir. O, öldürmeyi değil yaşatmayı emretmiştir. Ancak Rabbimizin bu emrine rağmen insanlık tarihinde acımasızca, hunharca nice cinayetler işlenmiştir. Kardeşlerim! İnsanlığın cana kıyma serüveni, atamız Âdem (a.s)’ın oğlu Kabil ile başlamıştır. Kabil, ilk defa kardeş kanı dökmüştür, cana kıymıştır. O gün bugündür, insanlık nice işgallere, nice savaşlara, nice katliamlara, nice göç ve sürgünlere hüzünle şahit olmuştur. Nice Habiller, gözü dönmüş canilerce katledilmiştir. İnsanın en değerli varlığı olan hayat hakkı, tarihte pek çok kez ihlal edilmiştir. Kardeşlerim! Modern zamanlarda ise insanlık, yeni bir cinayet ve katliam türüyle tanışmıştır. İnsanın, canlı bomba olarak, intihar saldırısı düzenleyip kendisiyle birlikte yüzlerce masum insanı katletmek gibi bir vahşet türemiştir. Bundan daha vahim ve daha üzücü olanı ise, bu cinayetin yüce dinimiz İslam ile irtibatlandırılmasıdır. Böylesine vahşice bir cinayet, bizim dünyamıza, medeniyetimize ait olamaz. Böyle bir katliam, şehadet, cihat gibi kutsal değerlerle ilişkilendirilemez. Kardeşlerim! İslam, bırakın başkalarını katletmeyi, kendimize dahi zarar vermeyi onaylamaz. Dinimize göre insanın kendini öldürmesi, Yaratıcısına isyandır ve bir anlamda Yaratıcısından intikam almaya kalkışmasıdır. Zira Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda “Kendinizi öldürmeyin!”2 buyurarak cana kıymayı kesin olarak yasaklamıştır. Bir tek masum canın öldürülmesi de bütün insanların öldürülmesi demektir.3 Hayat dini İslam, nasıl olur da insanlık, vicdan, ahlak ve savaş hukukuyla hiçbir ilgisi olmayan katliamlarla irtibatlandırılabilir? İnsanın bir ölüm makinasına dönüşerek masum insanları katletmesi, nasıl olur da İslam’ın rahmet yüklü mesajlarına dayandırılabilir? Unutulmamalıdır ki; bu cinayetlere din görüntüsü altında ima yoluyla dahi cevaz verenler de, tüm masumların katlinden sorumludur. Kardeşlerim! Yüce dinimiz İslam, öldüren değil, hayat veren bir dindir. Bu din, kitabını hayat veren kitap olarak takdim eder. Bu kitabın mesajları, öldürmenin değil, hayat vermenin esaslarını ortaya koyar. Bu dinin peygamberi, âlemlere rahmet bir peygamberdir. Bu din, insanın canını, malını, şeref ve haysiyetini saygın ve dokunulmaz kabul eder.4 Hayat veren bir dini, insanı yücelten bir kitabı, rahmet ve şefkat vesilesi bir peygamberi, cinayet ve ölümlere, katliamlara dayanak yapmak ne büyük bir ihanettir. Kardeşlerim! Bilinmelidir ki; kendisiyle birlikte onlarca cana kıyan caniler, ne şehit olabilirler, ne de ölümsüzleşebilirler. Rabbimizin Kerim Kitabımızda haber verdiği şu ibretlik ve hazin son onları beklemektedir: “Kim bir mümini kasten öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”5 Kardeşlerim! Son olarak meşum terör ve intihar saldırılarıyla pek çok şehrimizde çoğu hayatının baharındaki yavrularımız olmak üzere nice masum kardeşimiz can verdi. İnsanlarımızın düğün günü, ölüm gününe dönüştü. Bu hain saldırılarda hayatını kaybeden bütün kardeşlerimize bir kez daha Yüce Rabbimizden rahmet, yakınlarına başsağlığı ve sabr-ı cemil diliyorum. Yaralı kardeşlerimize acil şifalar niyaz ediyorum. Buhârî, Cihâd, 143; Taberânî, III, 318. Nisâ, 4/29. 3 Mâide, 5/32. 4 Buhârî, Hac, 132. 5 Nisâ, 4/93. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 14.10.2016 HAYATA EMEKLE DOKUNMAK Cumanız mübarek olsun Aziz Kardeşlerim! Bugünkü hutbemizde milyonlarca kardeşimizin hukukunu ilgilendiren ve çoğu kez ihmal ettiğimiz önemli bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum: Hizmet ve emeğiyle hayatımızı kolaylaştıranlara saygı ve nezaketle davranmak. Kardeşlerim! Medine’de Allah Resûlüne gönülden bağlı, Ümmü Mihcen isminde bir hanım sahabî vardı. Medine’nin kenar mahallelerinden birinde ikamet eden bu sahabî, her gün Allah rızası için gelir ve Mescid-i Nebevî’nin temizliğini yapardı. Peygamberimiz (s.a.s), onun bu fedakârlığını takdir eder ve kendisine derin bir muhabbet duyardı. Bir ara ondan haber alamayan Efendimiz, onun nerede olduğunu sordu. Sahabe, bu fedakâr kadının vefat ettiğini ve defnedildiğini söyleyince Efendimiz çok ama çok üzüldü. Kutlu Nebi, “Keşke bana haber verseydiniz?” diyerek üzüntüsünü dile getirdi. Ve hiç yapmadığı bir şey yaptı. Ümmü Mihcen’in kabrine gitti, kabri başında cenaze namazı kıldı ve ona dua etti.1 Kardeşlerim! Hayatta her birimizin bir meşgalesi vardır. Kimimiz amir, kimimiz memur, kimimiz işçi, kimimiz işveren. Aslında özü itibariyle her birimiz, diğerlerimizin hayatlarına bir emekle, bir fedakârlıkla dokunuyoruz. Kimi kardeşlerimiz, sokaklarımızı, okullarımızı, camilerimizi temizliyor. Kimi kardeşlerimiz, ekmeğimizi, yiyeceğimizi, giyeceğimizi üretiyor. Kimi kardeşlerimiz, canı pahasına güvenliğimizi, huzurumuzu temin ediyor. Ancak, gündelik hayatımızın akışı içinde çoğu kez bize emeğiyle hizmet eden kardeşlerimizi unuturuz, ihmal ederiz, bazen hiç görmeyiz. Oysa bize düşen, hayatımıza katkı sağlayan, bize hayatı kolaylaştıran her kardeşimizin hem onurunu, hem emeğini saygın ve kutsal kabul etmektir. Ona değer vermektir. Hiçbir kimseyi topluma ve insanlığa yapmış olduğu meşru hizmetin çeşidinden dolayı küçük görmemek, tahkir etmemektir. Zira işimiz, toplumsal hayattaki konumumuz her ne olursa olsun her insanın, insanlık onuru, haysiyeti aynıdır. Ve Kerim Kitabımızın ifadesiyle her insan saygındır, mükerremdir.2 Kaldı ki hepimiz aynı topraktan yaratılmışız. Aynı zamanda bizler iman kardeşiyiz. Nitekim Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Hizmet edenleriniz, sizin kardeşlerinizdir. Allah, onları sizin himayenize vermiştir. Kimin yanında bir kardeşi çalışıyorsa ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Hizmet edenlerinize takatlerini aşan yük yüklemeyin. Eğer onlara ağır işler yüklerseniz bizzat kendiniz onlara yardım edin.’”3 Kardeşlerim! Geliniz! Bugün, bu mübarek saatte Allah Resûlü’nün işlerini bizzat kendisinin yaptığını hatırlayalım. Geliniz, onun ayakkabısını tamir ettiğini, elbisesinin söküğünü diktiğini, süt sağdığını yeniden hatırlayalım. Geliniz! Onun kendisine hizmet edenlere olan nezaket ve merhametini ona on yıl hizmet eden Enes’ten dinleyelim: “Allah Resûlü, beni bir kez olsun azarlamadı, kalbimi kırmadı. ‘Niçin böyle yapmadın?’ ya da, ‘Şöyle yapsaydın ya!’ gibi sözler dahi söylemedi. Bana karşı sürekli ‘evladım’, ‘yavrucuğum’ gibi gönül alıcı, sevgi dolu ifadeler kullandı.4 Kardeşlerim! Geliniz! Efendimizin “İşçiye ücretini alın teri kurumadan veriniz.” sözüne yeniden kulak verelim. Geliniz! Hayatımızı kolaylaştıran, emeğiyle hayatımıza dokunan kardeşlerimize saygı gösterelim. Geliniz! Onları incitecek, gönüllerini kıracak tavır ve davranışlardan uzak duralım. Ve bilelim ki, hayatımız onların emekleriyle ve hizmetleriyle daha da güzelleşmektedir. Kardeşlerim! Geliniz! Hep birlikte gönülden “âmin” diyeceğimiz şu dua ile hutbemizi bitirelim: Ey Rabbimiz! Bizleri mükerrem olarak yarattığın insana saygı ve merhametten mahrum eyleme! Kardeşlerimizin izzet ve onuruna halel getirecek, onların emeğini zayi edecek davranışlardan bizleri muhafaza eyle! Emek ve hizmetiyle bize hayatımızı kolaylaştıran kardeşlerimizin işlerini Sen kolay kıl Allah’ım! Buhârî, Salât, 72. İsra, 17/70. 3 Buhârî, İman, 22. 4 Buhârî, Edeb, 39; Müslim, Âdâb, 31. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 15.07.2016 HAYATIMIZI İBADET KILABİLMEK Kardeşlerim! Sahabeden üç kişi Peygamberimiz (s.a.s)’in eşlerine gelerek onun ibadet hayatı hakkında sorular sordular. Efendimizin ibadet hayatı kendilerine anlatılınca ibadetlerini az bulup daha fazla ibadet etmeleri gerektiğine karar verdiler. İçlerinden biri gece boyunca namaz kılacağını, diğeri her gün oruç tutacağını, öteki ise hiç evlenmeyeceğini söyledi. Onların bu konuşmalarını işiten Rahmet Elçisi, kendilerini şu şekilde uyardı: “Allah’a yemin ederim ki, ben aranızda Allah’tan en çok korkan ve O’na en bağlı olanım. Bazen nafile oruç tutarım bazen tutmam. Hem namazımı kılar hem uyurum; hem de evlenirim. Her kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir.”1 Aziz Kardeşlerim! İnsan takatini zorlayan bir anlayışa yönelen bu sahabîleri, bizzat kendi yaşantısını örnek göstererek uyarmıştı Allah Resûlü. O, bir defasında da şöyle buyurmuştu: “Dinde, insanın gücünü aşacak uygulamalar yoktur. Takatinin üstünde ibadete kalkışan kimse, dini yaşama konusunda âciz kalır. Bunun için aşırıya kaçmayın!”2 Bu sözüyle, bizden istenenin dünyadan el ayak çekip kendimizi tamamen ibadete vermek olmadığını belirtmişti. “Allah katında amellerin en sevimlisi, az da olsa devamlı olanıdır.”3 buyurarak da Rabbimize sadakatimizin, şükrümüzün bir tezahürü olan ibadetlerimizi ihmal etmemeyi öğütlemişti. Kardeşlerim! Rahmet, bereket ve bağışlanma mevsimi olan Ramazan ayını bir kez daha geride bıraktık. Manevi duygularımız, kulluk şuurumuz, bu süreçte daha da yoğunluk kazandı. Bu kutlu ayda ibadetlere daha fazla sarıldık. Oruç tuttuk. Namazlarımızı eda etmeye çalıştık. Sahurun bereketini, iftarın sevincini, teravihin heyecanını doyasıya yaşadık. Sabırla, şükürle nefislerimizi terbiye ve tezkiye etmenin yollarını aradık. Kendimiz ve kardeşlerimizin kurtuluşu için, ülkemiz ve İslam âleminin birlik ve huzuru için, insanlığın hidayeti için dua ve niyazlarda bulunduk. Birbirimize sofralarımızla birlikte gönüllerimizi açtık. Zekât ve sadakalarımızla, fitrelerimizle paylaşmanın zirvesine çıktık. Gönül kırıp gönül yıkmaktan kaçındık. Kırılan gönülleri yapmaya, zedelenen onurları onarmaya çalıştık. Kur’an ayında hayat kitabımız Kur’an’ı gönül semalarımıza yeniden indirmek için çabaladık. Bayramla birlikte kardeşliğimizi, bir ve bütün olduğumuzu bir kez daha haykırdık. Aziz Müminler! Ramazanın bize veda edişinin ve on bir ay ondan ayrı kalacak olmanın burukluğu var hâlâ yüreğimizde. Lakin bizler biliyoruz ki, Ramazanın bitimiyle elbette görev ve sorumluluklarımız sona ermiyor. Zira fani dünyadaki imtihanımız devam ediyor. Âhirette ebedi bayramlara kavuşabilmemiz için Ramazanda kazandığımız güzellikleri yıl boyunca korumamız gerekiyor. “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.”4 ayetinin bilinciyle ibadet ve kulluk şuurumuzu her daim canlı tutmamız gerekiyor. Öyleyse geliniz, Ramazanda olduğu gibi namazlarımızı aşkla ve huşuyla kılmaya devam edelim. Zihnimiz olumsuz düşüncelere, dilimiz kem sözlere, gönlümüz kötü duygulara karşı iftarı olmayan bir oruçta olsun. Ramazanda arınan, durulan zihinlerimiz, gönüllerimiz her daim pâk olsun. Yalan, gıybet, iftira, dargınlık, kırgınlık, ayrılık-gayrılık, ihtiras, bencillik, israf gibi mümine yakışmayan durumlardan kaçınalım. Rabbimiz katında ve insanların nezdinde değerimizi düşürecek her türlü çirkinliğe karşı kendimizi korumaya devam edelim. Kardeşlerim! Geliniz, Ramazanda olduğu gibi gönül kapılarımızı birbirimize ardına kadar açalım. Fakire, yoksula, ihtiyaç sahibine, kimsesize, yetime, öksüze şefkat ve yardım elimizi uzatalım. Ramazan ve bayramla pekişen kardeşliğimizi, birlik ve beraberliğimizi zedeleyecek söz ve davranışlardan uzak duralım. İftar sofralarında, namaz saflarında buluştuğumuz gibi hep birlikte ebedi cennette buluşmanın ve kurtuluşa ulaşmanın gayretinde olalım. Geliniz, hayatımızı Ramazan kılalım, ibadet kılalım. Unutmayalım ki; bizi Rabbimizin rızasına götürecek olan teslimiyetimizdir, taatimizdir, samimiyetle yapacağımız ibadetlerimizdir, hayır ve iyiliklerimizdir. Ve bilelim ki, biz Rabbimize yöneldiğimiz müddetçe Rabbimiz bize merhametiyle muamele edecektir. Bizler O’na yürüyerek gidersek O bizlere koşarak gelecektir.5 Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, hepimizi sorumluluğunun bilincinde olanlardan eylesin. Hutbemizi Efendimiz (s.a.s)’in öğrettiği şu dua ile bitirmek istiyorum: “Allah’ım, seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzelce ibadet etmek için bana yardım et!”6 1 Buhârî, Nikâh, 1; Müslim, Nikâh, 5. Buhârî, Îmân, 29. 3 Buhârî, Libâs, 43. 4 Hicr, 15/99. 5 Buhârî, Tevhîd, 50. 6 Ebû Dâvûd, Tefrîu ebvâbi’l-vitr, 26. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 25.11.2016 gelerek, insanın sorumluluklarını ihmal etmesi ve başıboş bir hayat sürmesi hiç insana yakışır mı? Kardeşlerim! Varlık amacımız, Allah’a iman ve kulluğun yanında yeryüzünü imar etmektir. Yeryüzünde sevgi, saygı, şefkat ve merhameti yaymaktır. Hepimizin ortak yurdu olan dünyamızda iyiliği egemen kılmaktır. Her daim adaleti yüceltmektir. Hakk ve hakikate tercüman olmaktır. Batıla karşı hakkın, zalime karşı mazlum ve mağdurun, cehalete karşı ilim ve irfanın yanında yer almaktır. Fitne, fesat, zulüm, savaş, katliam gibi her türlü kötülüğün karşısında durmaktır. HAYATIN GAYESİ Kardeşlerim! Allah Resûlü (s.a.s), genç sahabî Muâz’la yolculuk yapıyordu. Peygamberimiz, üç defa “Muâz!” diye seslendi. Muâz ise her seferinde “Buyur ey Allah’ın Resûlü, emrine amadeyim!” diyerek gönülden teslimiyet, sevgi ve hürmetini dile getirdi. Nihayetinde Peygamberimiz, kendisini merakla dinleyen bu sahabiye, “Allah’ın kulları üzerindeki hakkının ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu. “Allah ve Resûlü daha iyi bilir.” cevabını verdi Muâz. Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurdu: “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, onların Allah’a ibadet etmeleri ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır.” Peygamberimiz, bir müddet sonra “Peki kulların Allah üzerindeki hakkının ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Ardından da şu müjdeyi verdi: “Kendisine kullukta bulunması ve hiçbir şeyi ortak koşmaması halinde Allah’ın, kuluna azap etmemesi ve onu cennete koymasıdır.”1 Aziz Müminler! Yüce Rabbimizin üzerimizdeki en büyük hakkı, O’nu tanımamız, O’na kul olmamızdır. O’na teslimiyet ve sadakat göstermemizdir. Zira yaratılış gayemiz, Allah’ın varlığına ve birliğine şeksiz şüphesiz iman etmektir. Her türlü azamet ve yüceliğin, yalnızca Allah’a ait olduğunu kabul etmektir. O’nun emir ve yasakları doğrultusunda bir hayat sürmektir. Kardeşlerim! Bütün mahlûkatı yaratan Rabbimiz, kerem ve cömertlikte eşsizdir. O’nun bizlere ihsan ettiği nimetler saymakla bitmez. Aldığımız nefesten, içtiğimiz suya; yediğimiz lokmadan, harcadığımız zamana, her şey O’nun bizlere lütfudur. Aklımız, gönlümüz, sevgi ve merhametimiz, birbirimize olan muhabbetimiz hep O’nun bizlere ikramıdır. O halde bize ömrümüzü, türlü nimetleri, hâsılı varlığımızı bağışlayan Allah’a ne kadar şükretsek az değil midir? Rabbinin bunca nimetini görmezden Aziz Kardeşlerim! Bugün, genelde insanlık özelde ise İslam coğrafyası, barış ve huzurun, emân ve selamın, güven ve sükûnetin özlemini duymaktadır. Unutulmamalıdır ki; bütün bu güzellikler Kur’an’ın bâkî hakikatlerinde, Peygamberimiz (s.a.s)’in çağlar üstü örnekliğinde mevcuttur. Yeter ki müminler olarak bizler, hayatımızı bu güzelliklerle tezyin edelim. Yeter ki bu güzellikleri uygun bir lisanla, hikmetli bir üslupla insanlık ailesine takdim edebilelim. Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, ölümü ve hayatı hangimizin daha güzel işler yapacağını sınamak için yarattığını haber vermiştir. 2 Öyleyse şu kısacık imtihan dünyasında bize düşen, muhabbetullah ile dolu bir gönle, Allah’ı zikreden ve O’na şükreden bir dile, salih amellerle geçirilen bir ömre sahip olmaktır. Fâni dünyamızı imar ederken, ebedi yurdumuz olan âhireti mamur etmeyi unutmamaktır. Yüce Rabbimizin, rızası uğrundaki hiç bir gayreti zayi etmeyeceği ümidi ile yaşamaktır. Yeter ki bizler, sadece O’na dayanıp güvenelim. Yeter ki “Benim namazım, her bir ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir.” 3 diyerek her daim Rabbimizle, Rabbimiz için yaşayalım. Kardeşlerim! Geliniz! Gaye-i hayatımız üzerinde bir kez daha düşünelim. Varlık gayemiz doğrultusunda bir hayat yaşamaya gayret edelim. Rabbimize yüz akıyla dönmeye çalışalım. Böylelikle ömrümüzün nihayetinde şu ilahi müjdeyi duyabilmek için ümidimiz her daim diri kalsın: “Ey huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan, O da senden razı olarak Rabbine dön! İyi kullarımın arasına gir. Cennetime gir.”4 Buhârî, Cihâd, 46; Müslim, Îmân, 48. Mülk, 67/2. 3 En’âm, 6/162. 4 Fecr, 89/27-30. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 16.12.2016 HER ZORLUKLA BERABER BİR KOLAYLIK VARDIR. Cumanız mübarek olsun aziz kardeşlerim. Peygamberimiz (s.a.s)’in dünyayı teşriflerini idrak ettiğimiz Mevlid Kandili’nin arefesinde millet olarak menfur bir terör saldırısına maruz kaldık. İnsanlıktan yoksun cinayet şebekesinin düzenlediği bu meşum saldırıda şehit olan kardeşlerimize bir kez daha Allah’tan rahmet, yaralı kardeşlerimize acil şifalar diliyorum. Rabbimiz, hepimize sabır ve metanet ihsan eylesin. Milletimizin başı sağolsun. Kardeşlerim! Cinayetler ister İstanbul’da, ister Halep’te ister Arakan’da işlensin. İnsan öldüren, can alan, insanları katlederek emellerine ulaşmaya çalışanların peşini Yüce Rabbimizin ezeli iki hükmü asla bırakmayacaktır. Birinci hüküm şudur ki; “Her kim haksız yere bir cana kıyarsa, bir insanı öldürürse bütün insanları öldürmüş gibidir.”1 Masum bir cana kıyan, insanlığı katletmiş bir cani olarak Allah’ın huzuruna gidecektir. İstanbul’da 44 cana kıyanlar, 44 defa bütün insanlığı katlettiler. Halep’te her bir çocuğu katledenler, insanlığı defalarca katlettiler. Bu katliamları gerçekleştirenler, bütün insanlığı katletmiş gibi hesap vereceklerdir. İnsana kıyan canilerle ilgili Rabbimizin ikinci ezeli hükmü ise şudur: “Her kim, bir mümini kasten öldürürse onun cezası, ebedi olarak cehennemde kalmaktır.”2 Zira “Bir Müslümanın öldürülmesi, Allah katında dünyanın yok olmasından daha vahimdir.”3 Aziz Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda “Şüphesiz her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.”4 buyurmaktadır. Bizler inanıyoruz ki; millet olarak, İslam dünyası olarak bugün yaşadığımız sıkıntılar, ebedi değildir. Geçmişte içinden geçtiğimiz zorlu süreçler, bizim için yeni dirilişlerin habercisi olmuştur. Bugün de hep birlikte yaşadığımız acıların, çektiğimiz zorlukların akabinde yepyeni bir dirilişin, Rabbimizin lütuf ve rahmetinin bizleri beklediğine olan inancımız tamdır. Yeter ki bizler, bu inancımızı, ümidimizi asla yitirmeyelim. Yeter ki bu uğurda üzerimize düşen görev ve sorumlulukları hakkıyla yerine getirelim. Şehitlerimizin uğrunda canlarını verdikleri değerlerimizden, birlik-beraberlik ve kardeşlikten, hak ve adaletten asla taviz vermeyelim. Gönüllerimizi hiçbir ayrım gözetmeksizin birbirimize sımsıkı kenetleyelim. Aramızdaki ülfet ve muhabbeti zedeleyecek her türlü söylem ve eylemden uzak duralım. Her türlü hile, tuzak ve oyuna karşı uyanık olalım. Hiçbir insani ve ahlaki değer tanımayan cinayet şebekelerinin işlediği cürümler karşısında sükûnet ve itidali elden bırakmayalım. Aziz Müminler! Bizler inanıyoruz ki; Allah’ın merhameti, adaleti, mağfireti ne kadar hak ise gazabı, laneti, kahrı da o kadar haktır. Gözünü bile kırpmadan onlarca masum cana kıyanlar ve bunların yanında yer alanlar, elbette hak ettikleri cezayı bulacaklardır. Varlığımıza, değerlerimize, huzurumuza kast edenler, Allah’ın “Kahhar” ismiyle kahrolacaklardır. Kardeşlerim! Geliniz bu mübarek vakitte şu gönülden yakarışlarımızla hep birlikte Yüce Rabbimize niyaz edelim: Rabbimiz! Birliğimize, dirliğimize göz dikenlere, izzetimize, şerefimize kast edenlere fırsat verme! Milletimizi, İslam ümmetini her türlü dahili ve harici düşmanlardan muhafaza eyle! Halep’te insanlık dışı katliamlara uğrayan masum çocuklara, kadınlara, yaşlılara, hâsılı bütün kardeşlerimize yardım eyle Allah’ım! Rabbimiz! Sen bizlere metanetli, ferasetli, iradeli olmayı lütfeyle! Terör ve vahşetten, kan ve gözyaşından beslenenlere karşı milletçe yekvücut olmayı nasip eyle! İnkârcılara karşı bize yardım et! Yâ Rabbi! Bizleri, şehitlerimizin aziz hatıralarına sahip çıkan ve onların canlarıyla bizlere emanet ettikleri ulvi değerlerimizi yaşatanlardan eyle! Mâide, 5/32. Nisâ, 4/93. 3 Tirmizî, Diyât, 7. 4 İnşirâh, 94/5-8. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 13.05.2016 HUZUR VE MUHABBET OCAĞI: AİLEMİZ Aziz Müminler! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kendileri ile huzura eresiniz diye sizin için eşler yaratması ve aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de Allah’ın varlığının ve kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “En hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır.”2 Kardeşlerim! Ailemize karşı her daim güzel davranmamızı öğütlüyordu bizlere Rahmet Elçisi. Onun aile anlayışını özellikle Hz. Hatice annemize olan muhabbet, bağlılık ve vefasında görmek mümkündür. Şöyle ki; Hz. Hatice validemiz, Peygamberimiz (s.a.s)’in sadakat timsali eşiydi. Efendimiz, kendisinden önce ebediyete irtihal eden eşini hayatı boyunca hep hayırla yâd etti, onu gönlünden hiç çıkarmadı. Ona olan vefasını sıklıkla dile getirdi. Bir gün kendisine bunun sebebi sorulduğunda Allah Resûlü şu cevabı verdi: “İnsanlar bana inanmazken o bana inandı. İnsanlar beni yalanlarken o doğruladı. İnsanlar yardımlarını benden esirgediklerinde o bana malıyla destek oldu. Yüce Allah bana ondan çocuklar ihsan etti.”3 Kıymetli Kardeşlerim! Aile, eşlerin Allah’ın adını anarak birbirleriyle ahitleşmesidir; ömür boyu sürmesi niyetiyle yapılan bir sadakat sözleşmesidir. İnsanoğlunun ruhuna huzur ve sükûnet veren bir nimettir aile. Aile, Rabbimizin rahmeti ile desteklenen, sevgi, saygı, şefkat ve muhabbetle güzelleşen bir sığınaktır. Kişiyi olumsuzluklara, tehlikelere karşı koruyan sağlam ve güvenli bir limandır. Kardeşlerim! Her fert değerlidir, saygındır ailede. Anne, şefkat timsalidir; sevgi doludur; onun yüreğinin kapısı her daim açıktır. Anne, fedakârlığın adıdır; emeğinin hesabını tutmaz. Bu nedenledir ki, Peygamberimiz (s.a.s), ilgimizi ve iyiliğimizi en fazla hak eden kişiler olarak tanımlar biricik annelerimizi.4 Baba, saygı, güven ve merhametin temsilcisidir. O, ailesini kötülüklere karşı koruma uğrunda her türlü meşakkat ve zorluğa göğüs gerer. Ve bilir ki; ailesinin geçimi uğrunda akıttığı alın teri, cennetin anahtarıdır. Babalarımız, Efendimizin ifadesiyle, bizler için cennete açılan bir kapıdır.5 Göz aydınlığı çocuklarımız, yuvanın en tatlı meyveleridir. Şefkat, merhamet, ilgi ve sevgiye muhtaçtırlar. Anne ve babanın elinde yarınlar için hazırlanması gereken bir değerdirler. Kardeşlerim! Ailede herkes birbirine emanettir ve ailenin bütün fertlerine düşen sorumluluklar vardır. Bazen anneyle, babayla, çocukla bir imtihandır aile. Bu imtihanda aile mensuplarının izzet, onur ve saygınlığını zedelemek değil, korumak ve yüceltmek vardır. Bu imtihanda üzmek, kırmak, şiddete başvurmak değil, şefkat ve merhamet, nezaket ve nezahet vardır. Bu imtihanda “bir” ve “biz” olma vardır. Sevinçte ve kederde, varlıkta ve darlıkta hemhal olma, hayatın yükünü birlikte omuzlama vardır. Aziz Müminler! Ailenin bir mahremiyeti ve bir saygınlığı vardır. Bu mahremiyet ve saygınlığı zedelemeye, tahrip etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Ancak ne acıdır ki, günümüzde ailenin bu saygınlığını tehdit eden birçok olumsuzluk bulunmaktadır. Özellikle bazı yayınlarda ve sosyal medyada hiçbir değer ve sınır tanımaksızın aile mahremiyeti gözler önüne serilebilmektedir. Zaman zaman da gayr-ı meşru ilişkiler, nikâhsız birliktelikler adeta özendirilmektedir. Şüphesiz ki bu durum, toplumumuzun en önemli değerlerinden olan aile kurumunu yıpratmaktadır. Kardeşlerim! Yüce Rabbimizin bizlere bir lütfu olan ailenin önemi günümüzde kimilerince tam anlamıyla idrak edilememekte ve aile, bir külfet olarak görülebilmektedir. Ailenin huzur veren ortamı, sorumsuzluklara, şuursuzluklara, heva ve heveslere kurban edilebilmektedir. Ne yazık ki sadakatsizlik, vefasızlık, tahammülsüzlük ve şiddet gibi sebeplerle nice yuvalar yıkılabilmektedir. Yıkılan bu yuvaların acı ve ibretlik sonu tüm olumsuzluğuyla toplum olarak karşımızda durmaktadır. Aile kurumunun dağılmasının en ağır bedelini ise daha hayat yolculuğunun başında hayatın yükü altında ezilmeye mahkûm edilen minik bedenler ödemektedir. Kardeşlerim! Unutmayalım ki Allah’ın adıyla nikâhladığımız eşlerimiz ve bizlere lütfedilen çocuklarımız bizler için büyük bir nimettir. Bize düşen, anne-babamızla, eşimizle, çocuklarımızla el ele verip hep birlikte hangi koşulda olursa olsun bu emaneti zayi etmemek ve bu nimetin kıymetini bilmektir. Hutbemi Rabbimizin, Kerim Kitabımızda bize öğrettiği şu dua ile bitirmek istiyorum: “Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle!”6 1 Rûm, 30/21. İbn Mâce, Nikâh, 50. İbn Hanbel, VI, 118. 4 Buhârî, Edeb, 2. 5 Tirmizî, Birr ve sıla, 3; İbn Mâce, Talâk, 36. 6 Furkân, 25/74. 2 3 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İL : GENEL TARİH : 08.04.2016 HZ. PEYGAMBER, TEVHİD VE VAHDET “Lâ İlâhe İllallah” diyerek kelime-i tevhidi samimi bir şekilde gönlüyle tasdik, diliyle ikrar eden ve tevhid inancını benimseyen mü’min kardeşlerim! Rab olarak Yüce Allah’ı, din olarak İslam’ı, Peygamber olarak Muhammed Mustafa’yı, Kitap olarak Kur’an-ı Kerim’i kabul eden bahtiyar müminler! Allah’ın lütfu ile kardeş olan, kardeşliklerini bu mabette yan yana saf tutarak, aynı duygu ve gayeleri paylaşarak pekiştiren kıymetli kardeşlerim! Cumanız mübarek olsun. Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Rabbiniz Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin. Güvenilip dayanılacak tek varlık O’dur.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İnsanlar, Âdem'in çocuklarıdır. Âdem de topraktan yaratılmıştır.”2 Kardeşlerim! Peygamber Efendimizin dünyayı teşriflerinin yıldönümü olan yeni bir Kutlu Doğum Haftasına daha girmiş bulunuyoruz. Bu hafta içerisinde, Peygamberimizi anmak ve onun mesajlarını anlamak amacıyla çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığımız, bu sene yüce dinimizin tevhid inancı ve vahdet anlayışına dikkat çekmek ve bu konuda bir bilinç oluşturmak amacıyla Kutlu Doğum Haftası’nda “Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet” temasını gündeme taşıyacaktır. “İnsanlığı diriltmek, insanlığı yaşatmak ve insanlığı yüceltmek için gelin birlik olalım!” çağrısıyla Peygamberimiz (s.a.s)’in ortaya koyduğu örneklik çerçevesinde, tevhid ve vahdet konusu bütün yönleriyle ele alınacaktır. İnsanlığın topyekûn sıkıntılı süreçlerden geçtiği şu günlerde, parçalanan zihinlerin, yaralanan gönüllerin tamirine katkı sağlanacaktır. Bu vesileyle Kutlu Doğum Haftanızı tebrik ediyorum. Bu haftanın hepimiz için hayırlara vesile olmasını Yüce Rabbimizden diliyorum. Aziz Müminler! Tevhid, Yüce Rabbimizin varlığını ve birliğini gönülden tasdik etmek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. İnsanın yaratılış gaye ve hikmeti tevhide dayanır. Bütün peygamberler, tevhid inancını yeryüzünde yaymak ve egemen kılmak üzere gönderilmiştir. Onlar bu uğurda çetin mücadeleler vermişler, ağır imtihanlara tabi tutulmuşlardır. Tevhid inancının son elçisi olarak Yüce Rabbimiz, Efendimiz (s.a.s)’i görevlendirmiştir. Âlemlere rahmet Peygamberimiz, Allah’ın varlığını ve birliğini tüm insanlığa yeniden tebliğ etmiştir. Yalnızca Allah’a kul olmaya ve insanca bir yaşayışa çağırmıştır. Rahmet peygamberi, kısa bir sürede şirk toplumundan bir olan Allah’a iman eden muvahhit bir toplum inşa etmiştir. Onun Mekke’de yaktığı tevhid meşalesi her geçen gün yayılmıştır. Öyle ki bu meşale ile karanlıklar, aydınlığa; zulüm, adalete; kin ve nefret, şefkat ve merhamete dönüşmüştür. Kardeşlerim! Efendimiz (s.a.s), sadece tevhid inancını değil, beraberinde vahdet anlayışını da getirmiştir. Bu anlayış, Ensar ve Muhacir arasında zirveye çıkan kardeş olma, birlik olma, bütün olmaya dair en nadide örnekleri insanlığa takdim etmiştir. Efendimizin vahdet anlayışı ile dilleri, renkleri, ırkları farklı ama inançları, gayeleri, gönülleri aynı “birler” “bin”, “binler” “bir” olmuştur. Aziz Müminler! Tevhid, sadece bir inanç ve düşünce sistemi değildir, aynı zamanda bir hayat tarzı ve yaşama biçimidir. Tevhid inancının bireysel hayattaki tezahürü, bu inancın gerektirdiği şekilde yaşamaktır. Rabbimize, kendimize, çevremize, kâinata karşı sorumluluğumuzun bilincinde olmaktır. Tevhid inancının toplumsal hayattaki karşılığı ise vahdettir. Vahdet; kardeşlik, dostluk, sevgi, saygı, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşmadır. Birlikte yaşama şuuruna sahip olmaktır, ortak değerler etrafında kenetlenmektir, ortak ideallere yönelmektir. Vahdet, tevhidin sancağı altında toplanmaktır, Allah yolunda her türlü çıkarı bir kenara bırakmaktır. Varlığımızı, yokluğumuzu, acılarımızı, sevinçlerimizi, dualarımızı ortak kılmaktır vahdet. Müslüman kanının dökülmesini, Müslümanların bölünüp parçalanmasını engellemek için var gücümüzle çalışmaktır. Vahdet, İslam ümmetinin inşa ettiği mümtaz medeniyetlerin, bu medeniyetlerin ortaya koyduğu büyük tecrübelerin farkında olmaktır. Unutulmamalıdır ki yeryüzündeki bütün muhtaçlara, bütün mazlumlara, bütün insanlığa huzur ve saadet getirecek yegâne çözüm İslam’dadır, imandadır, İslam’ın tevhid ve vahdet anlayışındadır. Ancak bunun için bizim tevhid ve vahdeti iyi ve doğru bir şekilde idrak etmemiz gerekmektedir. Kıymetli Kardeşlerim! Özelde Müslümanların, genelde ise bütün insanlığın tarihin en buhranlı günlerini geçirdiği şu süreçte bizlere büyük görevler düşmektedir. Küfrün karşısında tek ses, zalimin karşısında yekvücut olmak biz Müslümanların en önemli görevlerindendir. Ancak bunu başarabilmemiz, her şeyden önce birbirimizin mezhebini, meşrebini, ırkını, dilini, coğrafyasını ve ideolojisini değil, İslam’ın tevhid ve vahdet anlayışını esas almakla mümkündür. Birliğe, dirliğe ve huzura giden yol da; dostu düşmanı tanımanın yolu da; başkalarının değil, ümmetin yüzünü güldürmenin yolu da buradan geçmektedir. Kardeşlerim! Kutlu doğumunu idrak edeceğimiz Peygamberimiz (s.a.s.)’in getirdiği tevhid dininin ve rahmet yüklü evrensel mesajların; başta ülkemiz olmak üzere bütün Müslümanların vahdetine, birliğine, dirliğine ve huzuruna vesile olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum. İnsanlığın, merhamet dini İslam’ın rahmet ve adaletinden hiçbir zaman nasipsiz kalmamasını, Kutlu Doğum Haftasının, toplumumuzda Peygamber Efendimize duyulan sevgi ve bağlılığın perçinleşmesine vesile olmasını diliyorum. 1 2 En’âm, 6/102. Tirmizî, Menâkıb, 74. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 15.01.2016 İMTİHANIN ADI: FİTNE Aziz Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Sizden sadece zulmedenlerle sınırlı kalmayacak fitneden sakının. Ve bilin ki, Allah’ın cezası oldukça şiddetlidir.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz bahtiyar kimse, fitnelerden uzak kalandır. Bir musibete uğradığında sabredendir. Yazıklar olsun fitneye sebebiyet verenlere ve destek olanlara!”2 Aziz Müminler! Kerim Kitabımızda farklı anlamlarda kullanılan fitne kelimesi aynı zamanda “imtihan” anlamına gelir. Kimi zaman canımızla imtihan oluruz. Kimi zaman sahip olduğumuz ve nice emeklerle biriktirdiğimiz malımız ve mülkümüzle imtihan oluruz. Kimi zaman göz aydınlığı evladımızla imtihan oluruz. Kimi zaman yüzümüzü güldüren bir sevincin adıdır imtihan. Kimi zaman başımıza gelen bir musibettir imtihan. Kardeşlerim! Kimi zaman da imtihanımız, türlü huzursuzluklara, karışıklıklara sebep olan fitne karşısındaki tutumumuzdur. Yüce Rabbimiz, fitnenin öldürmekten daha kötü, daha korkunç olduğunu belirtir. Peki fitne neden bir insanı öldürmekten daha kötü ve korkunç olarak takdim ediliyor bizlere? Çünkü fitne, kin ve husumete sebep olur. Kardeşliğimizi ve birliğimizi sarsar, gücümüzü zayıflatır. Fert ve toplumların güne ve yarına dair umudunu yerle bir eder. Fitne, insanların onurlarını, şeref ve haysiyetlerini zedeler. Fitneyle iştigal etmek zihni kirletir, gönlü kirletir, dili kirletir. Fesat peşinde koşan ve insanları birbirine düşürmek için çalışanlar, sadece şeytanın amacını kolaylaştırırlar. Benliğindeki fitne duygusu, kişinin yalnız kendisini değil, aynı zamanda toplumu ve hatta insanlık ailesini tarumar eder. İşte bu nedenledir ki, Yüce Rabbimiz ve Peygamber Efendimiz, fitneyi değil, ıslahı; çatışmayı değil, kaynaşmayı esas almamız hususunda bizleri sıkça uyarır. Kerim Kitabımız, fitne çıkararak huzursuzluk ve kargaşaya neden olanların ahirette ağır bir cezaya çarptırılacaklarını bildirir.3 Kardeşlerim! Tarih, fitnenin sebep olduğu nice yıkımlara, nice kıyımlara, nice karanlık dönemlere şahit olmuştur. Geçmişte yaşanan kavgaların, savaşların, katliamların birçoğunun temelinde fitne vardır. Biz de geçmişte türlü fitnelere maruz kaldık, türlü fitnelerle imtihan edildik. Bugün de ülke olarak, millet olarak en ağır imtihanlardan geçiyoruz. Birlik beraberliğimize kast eden ve bizi birbirimize düşürmek isteyenlerce fitne ateşi her geçen gün bütün şiddetiyle körükleniyor. Pek çok kardeşimiz ve masum insan, fitnenin sebep olduğu hain saldırılarla, vicdan ve insafını kaybetmişlerin sınır tanımayan vahşetleriyle can veriyor. Cehaletten kaynaklanan taassupla, birtakım mihrakların yönlendirmesiyle her türlü şiddet ve cinayeti meşru gören bir anlayış, kalbimize bir hançer gibi günden güne saplanıyor. Diğer yandan hiçbir ahlaki değer ve sınır tanımaksızın ortaya atılan ve aslı astarı olmayan ithamlarla diller kirletiliyor, zihinler ve gönüller bulandırılıyor. Fitne ve huzursuzluklara sebep olunuyor. Görsel ve sosyal medyada asılsız söz ve töhmetlerle nice masum insanın onur ve haysiyeti, izzet ve şerefi ölçüsüzce dile dolanıyor. Oysa en büyük fitnelerden biri, bir insanın onur ve haysiyetine kast etmek değil midir? En büyük zulümlerden biri, dili zehirli bir ok haline getirerek nazargâh-ı ilahî olan kalpleri yaralamak değil midir? Kardeşlerim! Bizler, geçmişten günümüze her zorluğu, her imtihanı Rabbimizin emirlerine, Peygamberimizin öğütlerine riayet ederek geçtik. Fitne, fesat, kaos ve desiseleri basiretle, ferasetle hep birlikte aştık. Gönülleri bir, hüzün ve kederleri bir, gayeleri bir kardeşler olduk. Öyleyse geliniz, bugün de millet olarak bizi kuşatan, yarınlarımızı tehdit eden fitne ve güçlükleri aşabilmek için rahmet, adalet, hak ve hakikat dini İslam’a sımsıkı sarılalım. Hep birlikte fitne ateşini söndürmenin yollarını arayalım. Bizi birbirimize düşürmeye yönelik tuzak ve komplolara, içimizden ve dışımızdan beslenen fitne uzantılarına karşı uyanık olalım. Farklıklarımızı bir eksiklik, ayrılık ve çatışma nedeni değil, bir zenginlik vesilesi olarak görelim. Kardeşliğimizi, birlik ve beraberliğimizi her türlü aidiyet ve çıkarın üstünde tutalım. Önyargılardan sıyrılarak birbirimizin izzet, onur ve haysiyetini saygın, muhterem ve mükerrem görelim. Allah’a, Peygambere, ahlaki değerlere gönül vermiş müminler olarak fitne ve fesadın değil, ıslahın öncüsü olalım. Boş, asılsız, aslına vakıf olmadığımız, fitneye sebep olan dedikodu ve töhmetin peşinde koşarak ömrümüzü ve zamanımızı israf etmeyelim. Elimizle, dilimizle, hâsılı bütün bir bedenimizle bir gün mutlaka hesaba çekileceğimizi unutmayalım. Hutbemi şu dua ile bitirmek istiyorum: Ya Rabbi! Fitnenin esiri olmuş zihin ve gönle sahip olmaktan sana sığınırız. Dillerimizi fitne ateşini tetiklemekten, gönüllerimizi, gözlerimizi, kulaklarımızı hak ve hakikate karşı kör ve sağır kesilmekten muhafaza eyle! Bize kudret ver; haysiyetin ayaklar altına alınmasına müsaade etmeyelim. Bize gayret ver; aramıza öfke, kin ve nefret tohumları ekmek isteyenlere fırsat vermeyelim. Bize vahdet ver; bir olalım, birlik olalım. Rabbimiz! Milletimizi ve İslam âlemini her türlü fitne ve musibetten muhafaza eyle! Bizleri tevhit üzere sabit kıl! Enfâl, 8/25. Ebû Dâvûd, Fiten ve Melâhim, 2. 3 Bürûc, 85/10. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 01.07.2016 Ve bu gece dünya semasına inen Kur’ân’ı yeniden kalbimizin semasına indirmeliyiz. İkinci mesaj; Kadir Gecesinin, müminlere her yıl ömürlük bir fırsat sunmasıdır. Rabbimiz, ömre bedel bu geceyi, müminlere bir rahmet kapısı, bir umut pınarı olarak bahşetmiştir. Bu gece bize düşen, ömür sermayemizden tükettiğimiz günlerin muhasebesini yapmaktır. Hata ve günahlarımızdan, kusur ve nisyanlarımızdan tövbe ederek Rabbimizin razı olacağı şekilde bir ömür sürmeye azmetmektir. KADRİMİZİ YÜCELTEN GECE: KADİR GECESİ Kıymetli Kardeşlerim! Bizi en faziletli geceye, Kadir Gecesine tekrar ulaştıran Rabbimize hamd-ü senalar olsun. Kadir Gecemiz mübarek olsun. Okuduğum sure-i celilede Rabbimiz, bu geceyi bizlere şöyle tanıtmaktadır: “Şüphesiz, Kur’an’ı biz Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen nerden bilebilirsin? Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, fecrin doğuşuna kadar bir esenliktir.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s), şöyle buyurmaktadır: “İnanarak ve sevabını Allah’tan umarak Kadir Gecesini ihya edenin geçmiş günahları affolunur.”2 Kardeşlerim! Kısa bir süre önce rahmet ayı Ramazana ulaşmanın huzur ve mutluluğunu hep birlikte yaşadık. “Hoş Geldin Ya Şehri Ramazan” nidalarıyla karşıladık bu kutlu ayı. Şimdi veda vakti. Bereketi ve mağfiretiyle evlerimize ve gönüllerimize misafir olan on bir ayın sultanı, bugünlerde bize veda ediyor. Bu kutlu misafiri uğurlamaktan dolayı mahzunuz. Bir taraftan da Ramazan-ı Şerifin kalbi olan mübarek Kadir Gecesine kavuşmanın huzur ve mutluluğunu yaşıyoruz. Kur’an-ı Kerim’de bu geceye müstakil bir sure tahsis eden Yüce Rabbimiz, gecenin değerini de en güzel şekilde bizzat kendisi tavsif etmiştir. Her sene kadrimizi yüceltmek için Rabbimizden bir bağış gibi, bir armağan gibi gelen Kadir gecesinin anlatıldığı bu sure, bizlere üç önemli mesaj getirmiştir. Birincisi; Kadir Gecesini değerli kılan, onun “yaradılış gayemizin kitabı” Yüce Kur’an’ın ilk nüzûlüne şahit olmasıdır. Kadir Gecesinin kadrini yücelten, Aziz Kur’an’ın rahmet yüklü evrensel mesajlarının bu gece inmeye başlamasıdır. Bu nedenledir ki, Kadir Gecesinin değerini, kadrini, yüceliğini, büyüklüğünü ve mübarekliğini insanlığı karanlıklardan kurtaran Kerim Kitabımızda aramalıyız. Kadir Suresinin bizlere getirdiği üçüncü mesaj; Allah’ın meleklerinin, Kadir Gecesinde yeryüzüne selâm ve esenlik getirmek üzere inmeleridir. Bu muhteşem hâdise, Cenab-ı Hakk’ın biz müminlere çok büyük bir ikramı, ihsanı ve lütfu olarak her sene tekrar etmektedir. O halde Kadir Gecesini ihya etmek için Kur’an’ın barış ve esenlik mesajlarına kulak vermeliyiz. Bu mesajları yeryüzünde egemen kılmak için çaba göstermeliyiz. Kardeşlerim! Bir kez daha hatırlatmak isterim ki; bu mübarek geceyi hakkıyla değerlendirmenin yolu, Kerim Kitabımızın kadir ve kıymetini bilmekten, hayatımızı onunla anlamlandırmaktan, insana, kâinata onunla bakmaktan geçer. Kadir Gecesini ihya etmenin yolu, Rabbimizin muhatap kabul ettiği, nazargâh-ı ilahi olan kalbimizin, gönlümüzün değerini bilmekten geçer. Gönüller yapıp gönüller almaktan, olur olmaz sebeplerle gönüller kırıp, gönüller incitmemekten geçer. Kadir Gecesinde ancak bu sayede bir ömre bedel manevî gelişmeler yaşayabiliriz. Kur’an’ın barış ve esenlik mesajlarına değer verdiğimiz nispette Allah’ın meleklerinin, yeryüzüne barış ve esenlik getirmek üzere indiklerinin idrakine varabiliriz. “Her geleni Hızır, her geceyi Kadir bil!” şuuruyla hayatımızı sürdürdüğümüz müddetçe Kadir gecesinden hakkıyla istifade edebiliriz. Ancak o vakit şeref, izzet ve itibar gecesi, bizlere de şeref, izzet ve itibar kazandırabilir. Değerli Kardeşlerim! Kadir Gecesinin manevi iklimini yaşadığımız, bayram sevincinin gölgesinin üzerimize düştüğü müstesna bir zaman dilimindeyiz. Böyle bir zamanda terör ve cinayet şebekeleri, İstanbul’da onlarca masum insanın şahsında hepimizi ve bütün insanlığı bir kez daha can evinden vurdu. Bu acımasız saldırıda hayatını kaybeden kardeşlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, yaralı kardeşlerimize acil şifalar diliyorum. Yüce Rabbimiz, milletimizi her türlü kazadan, beladan, bu tür hain saldırılardan muhafaza eylesin. Rabbimiz, milletimizin birlik ve beraberliğine, kardeşliğine, huzuruna tasallut edenlere fırsat vermesin. 1 2 Kadir, 97/1-5. Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Kadr, 3. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü Hayatının son demlerinde olan kardeşlerimize kelime-i şehâdeti telkin ederiz. Aslında bütün bunlar, insan ömrünün, kelime-i şehâdetle başlayıp, kelime-i şehâdetle nihayet bulmasının gereğine dair mesajlar içerir. İLİ : GENEL TARİH : 11.11.2016 KELİME-İ ŞEHÂDET Aziz Müminler! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “İlâhınız bir tek olan Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. O Rahmân’dır, Rahîm’dir.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Kim samimiyetle Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Elçisi olduğuna şehadet ederse Allah, ona cehennemi haram kılar.”2 Mümin Kardeşlerim! Bir kelime düşünün; kişiyi mümin ve Müslüman eyleyen. Bir söz düşünün; bizleri kula kul olmaktan kurtarıp sadece Allah’a kul yapan. Bir cümle düşünün; hayatımızın anlamını, yaratılışımızın gayesini ifade eden. Bir söz düşünün ki; insanın ahiretini ve ebedi hayatını kurtaran. İşte bu söz, bu kelime, kelime-i şehadettir. Yani demektir. Kıymetli Kardeşlerim! Kelime-i şehadet, varlık sahnesine çıkışından başlayıp sonsuzluğa uzanan yolda insanın hayatını sürekli aydınlatan bir hakikat beyanıdır. Kelime-i şehâdet, ömrümüz boyunca mümince bir duruş sergileyeceğimize dair Rabbimize verdiğimiz sağlam bir misaktır. Kelime-i şehâdet, coğrafyalarımız, dillerimiz, ırklarımız farklı olsa da bizleri aynı inanç, aynı duygu ve aynı ideallerde buluşturan, birbirimize sımsıkı kenetleyen ve Efendimize ümmet kılan bir tevhid ve vahdet beyanıdır. Kardeşlerim! Bizler, yeni doğan yavrularımıza isim koyarken onun sağ kulağına “şehâdetleri dinin temeli” olan ezanı okuruz, sol kulağına aynı şehâdeti tekrarlayan kâmeti getiririz. İslâm’la müşerref olacak kimseye öncelikle kelime-i şehâdeti öğretiriz. Aziz Müminler! Kelime-i şehâdet, İslam’ın özünü oluşturan iki temel üzerine kurulmuştur. Kelime-i şehadetin, ْ َ ﺃşeklindeki birinci kısmı, sadece ُ. ﺵ َﻩ ُﺩ ﺃ َ ْﻥ َﻝ ﺇِﻝَ ﻩَ ّﺇﻝ Allah’a kul olunması, kula kulluk edilmemesi, Allah’tan başka kimseye boyun eğilmemesi anlamına gelir. Bu söz öyle bereketli bir anlam içerir ki; her muhtaç, aradığını onda bulur. Bunu bir mazlum söylediğinde, “Zalimin zulmü varsa mazlumun Allah’ı var.” demiş olur. Bunu bir yetim, kimsesiz, boynu bükük bir garip söylediğinde, “Dayanağım, sığınağım, ümidim sadece sensin Ya Rabbi!” demiş olur. Bir âlim söylediğinde, “Mutlak bilginin kaynağı sensin Allah’ım. Sen her şeyi hakkıyla bilensin.” demiş olur. Bir idareci, bir yönetici dediğinde, َ ”ﻝ َ yani “Rabbim! Senden başka galip “ُ.ﻍﺍ ِﻝ َﺏ ﺇِﺍﻝ ﺍ yoktur. Güç ve kuvvetin yegâne sahibi sensin. Ben de senin bir kulunum.” demiş olur. Değerli Kardeşlerim! ﺵ َﻩ ُﺩ ﺍ ْ َ ﻭﺃ Kelime-i şehâdetin ُﻭﺭﺱُﻭﻝُ ﻩ َ ً ﺃﻥ ُﻡ َﺡ ﺍﻡﺩﺍ ْﻉ ُﺏ ُﺩﻩ َ şeklindeki ikinci kısmı, İslam Peygamberi Muhammed Mustafa (s.a.s)’in peygamberliğini kabul ve tasdiktir. Bu söz, “Allah bizleri yarattı ve başıboş bırakmadı. Rızasına uygun bir hayatı nasıl yaşayacağımızı öğretmek için bizlere elçiler gönderdi. Bizi önemsedi. Bizleri Son peygamber Muhammed Mustafa (s.a.s)’e ümmet olmakla şereflendirdi.” demektir. “Bizler, Kur’an ile birlikte Peygamberimizin sünnetine ve rehberliğine tabi olacağız.” diye söz vermektir. Kardeşlerim! Unutulmamalıdır ki, kelime-i şehâdet bir bütündür. ﺵ َﻩ ُﺩ ﺍ ْ َ ﺃdeyip ُﺱﻭﻝُ ﻩ ْ َ ﻭﺃ Sadece ُﺵ َﻩ ُﺩ ﺃ َ ْﻥ َﻝ ِﺇﻝَ ﻩَ ّﺇﻝ للا َ ً ﺃﻥ ُﻡ َﺡ ﺍﻡﺩﺍ ْﻉ ُ ﻭﺭ َ ُﺏ ُﺩﻩ kısmını kabul etmeyen kişi iman etmiş olmaz. Zira Allah’a, Peygamberimize ve onun getirdiklerine tereddütsüz bir şekilde inanmadan mümin olunamaz.3 Bu esas, bidayetinden kıyamet sabahına kadar İslam’ın, asla değişmeyecek olan bir hakikatidir. Aziz Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, bizleri kelime-i şehâdetin bereketinden bir an olsun mahrum bırakmasın. Bizleri onun doğrultusunda bir hayat sürenlerden, her nefesini de son nefesini de kelime-i şehadet ile tüketenlerden eylesin. 1 2 3 Bakara, 2/163. Buhârî, İlim, 49. Nisâ, 4/150-151; A’râf, 7/158. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İL : GENEL TARİH : 04.03.2016 KİTAPLARA İMAN Aziz Müminler! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Allah, sana Kur’an’ı hakk ile ve öncekileri doğrulayıcı olarak indirmiştir; daha önce insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrat ve İncil’i indirmişti; furkanı da indirdi…”1 Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, insanı varlıkların en şereflisi olarak yarattı. Onu kendisine muhatap kabul etti. İnsanlığın tarihi, vahiyle, ilâhî kelâmla başladı. Rabbimiz, kelâmını, muradını kitaplarıyla, peygamberleriyle bizlere ulaştırdı. Kâinatı mamur kılmamız için bizi vahiyle, bilgiyle donattı. Bizlere yol gösterdi. Kendini tanımamız, O’na ibadet etmemiz, her iki dünyada huzur ve mutluluğa ermemiz için bizleri vahiyle destekledi. Hayatın ve ölümün, dünyanın ve ahiretin anlamını, doğruyu yanlışı, hakkı batılı, iyiyi kötüyü vahiyle bildirdi. Ahlak ve erdemi, adalet ve hakkaniyeti vahiyle öğretti. Kardeşlerim! İnsanlık tarihinde zaman zaman tevhidin, yaratılış hikmet ve gayesinin unutulmaya yüz tuttuğu dönemler yaşanmıştır. Yüce Rabbimiz, peygamberleriyle doğru yolu insanlığa yeniden göstermiştir. Yaşanılması için kitaplar göndermiştir. Allah’ın kitapları, sözlerin en güzeli olan Allah kelâmının harflere, satırlara dökülmüş şeklidir. Mümin olmanın esaslarından biri de Allah’ın kitaplarına imandır. Kitaplara iman, Allah kelâmının hakk olduğunu, doğru olduğunu tasdik etmektir. Kitaplara iman, onların her birinin kendisinden öncekini tasdik ettiğini ve son halkasının Kur’an ile taçlandırıldığını kabul etmektir. Kardeşlerim! İlâhî kitaplara ayrım gözetmeksizin iman etmemiz emredilir. Bu iman, hiç şüphesiz o kitapların bozulmamış, Allah’tan geldiği şekliyle muhafaza edilmiş hâlleri için söz konusudur. Biz müminler, ilahi kitapların asıllarına iman ederiz. Onların tahrif edilmemiş hallerinin, Allah kelâmı olduğunu kabul eder, onlara saygıda kusur etmeyiz. Kitabı inkâr etmenin, aslında onun sahibini inkâr etmek anlamına geldiğini biliriz. Kur’an dışındaki mevcut ilâhî kitapların asıllarının, insanlar tarafından değiştirildiğini de kabul ederiz. Kardeşlerim! İlâhî rehberler olan kutsal kitapların tahrif edildiği bir dönemde Rabbimiz, peygamber olarak Efendimizi göndermiştir. Bir kez daha vahyi ile insanlığa yol göstermiştir. İlk insan ile başlayan vahiy geleneği, Muhammed Mustafa (s.a.s) ile nihayete ermiştir. O, Hâtemü’n-Nebiyyindir, son peygamberdir. Onun, bizzat yaşayarak bizlere öğrettiği Kur’an-ı Kerim son ilahi kitaptır. Artık tek rehber, hidayetin kaynağı Kur’an’dır. Dünya ve âhiret saadeti, Kur’an’da ve Resûlullah’ın örnekliğinde bize takdim edilen yüce değerleri yaşamaya bağlıdır. Kıymetli Kardeşlerim! Kur’an-ı Kerim, Efendimizin ümmetine bıraktığı en büyük mirasıdır, yaşayan mucizesidir. “Şüphesiz Kur’an’ı biz indirdik! Onun koruyucusu da elbette biziz.” 2 âyetinde bildirildiği gibi o Allah’ın muhafazası altındadır. Kur’an, bize var oluşumuzun anlamını, hayatımızın gayesini gösterir. Nereden geldiğimizi, nereye gideceğimizi anlatır. Nasıl iyi bir kul, nasıl iyi bir evlat, nasıl iyi bir komşu, hâsılı nasıl iyi bir insan olacağımızı öğretir. Merhameti, adaleti, iyiliği öğütler. Kur’an’ı okumak ibadet, dinlemek ibadet, anlamak ibadettir. Onu yaşamak ise yaratılışımızın gayesidir. Kur’an, kendisine tutunan için koruyucu ve kurtarıcıdır. Şifa kaynağı, hidayet rehberi ve rahmet vesilesidir. Kur’an’ın rehberliğinde, Efendimizin örnekliğinde hayatlarını tanzim edenler, asla yollarını şaşırmayacaklardır;3 istikametlerini kaybetmeyeceklerdir. Yüce Rabbimiz, bizleri Kerim Kitabımızın nurundan, rehberliğinden, Efendimiz (s.a.s)’in örnekliğinden mahrum bırakmasın. Hutbemi Peygamberimizin şu hadisiyle bitirmek istiyorum: “Sözün en güzeli Allah’ın kelâmı, en güzel yol da Muhammed’in yoludur.”4 1 Âl-i İmrân, 3/2-4. Hicr, 15/9. 3 Muvattâ, Kader, 1. 4 Nesâî, Sehv, 65. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 05.08.2016 KULLUK SADECE ALLAH’A ÖZGÜDÜR Kardeşlerim! İslâm nurunun Mekke topraklarını yeni aydınlatmaya başladığı günlerdi. Peygamberimiz (s.a.s), Beytullah’ın yanındaki Safâ tepesine çıktı ve Mekkelilere şöyle seslendi: “ ‘Şu vadinin arkasında size saldırmak üzere bekleyen bir ordu var.’ desem bana inanır mısınız?” Mekkeliler hep bir ağızdan, “Evet, inanırız. Zira biz senin yalan söylediğini hiç işitmedik.” diye karşılık verdiler. Bunun üzerine Rahmet Elçisi, “Ben sizi elîm bir azaba karşı uyarıyorum.”1 diyerek Mekkeliler nezdinde bütün insanlığı Allah’a kul olmaya, tevhid inancını benimsemeye çağırdı. Kardeşlerim! Rahmet Peygamberinin bu çağrısı, Hz. Âdem ile başlayan ve insanları Âlemlerin Rabbine kul olmaya davet eden yüce bir çağrıdır. Bu kutlu daveti, Hz. Nuh, İbrahim, Lut, Hud, Salih, Musa, İsa, hâsılı bütün peygamberler dillendirmişlerdir. Ve Hâtemü’n-Nebiyyinin dilinde kemâle eren bu çağrı, kıyamete kadar devam edecek ebedi kurtuluş çağrısıdır. Bu çağrıda sadece Allah’a iman ve kulluk vardır. Bu çağrıda bir tek Allah’ın huzurunda eğilmek, eğildikçe de yücelmek vardır. Bu çağrıda Allah’tan başkasına kul köle olmayarak gerçek özgürlüğe ulaşmak vardır. Bu çağrıda hak, hakikat ve hakkaniyet vardır. Bu çağrıda şirk ve nifaktan, küfür ve isyandan, fitne ve fesattan, hile ve tuzaktan, yalan ve aldatmadan uzak durmak vardır. Aziz Müminler! Yüce Rabbimiz hutbemizin başında okuduğum âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “Onlara, dini Allah’a has kılan ve hakka yönelen kimseler olarak sadece O’na kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emredilmişti. İşte dosdoğru din budur.”2 Kardeşlerim! Bu âyet-i kerime, ibadet ve kulluğun sadece Allah’a mahsus olduğunu bizlere öğretmektedir. Nitekim Peygamberimizin vefatına bir türlü inanmak istemeyen bazı sahabilere Hz. Ebu Bekir’in şu uyarısı son derece dikkat çekicidir: “Kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim Allah’a kulluk ediyorsa bilsin ki Allah diridir, asla ölmez.”3 Kardeşlerim! İnsanlık tarihi, nefsini, heva ve heveslerini ilahlaştıran nice zalimlere ibretle şahit olmuştur. Tarih boyunca kula kullukla, fani şahsiyetlere kölelikle tüketilen nice beyhude ömürler vardır. İnsanlık onur ve haysiyetini ayaklar altına alan, hak ve hakikat karşısında kör, sağır ve dilsiz kesilen nice gafil zihinler, taşlaşmış kalpler vardır. Oysa yüce kitabımız Kur’an’ın mukaddimesi olan Fatiha suresinde din-i mübin-i İslam’ın kulluk anlayışı bizlere açıkça takdim edilmiştir. Bizler bu sureyi her gün beş vakit namazımızda okur ve Rabbimize olan iman ve kulluk ahdimizi tekrarlarız. “Rabbimiz! Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet.” diye dua ederiz. Şüphesiz ki bu doğru yol, Kur’an’ın ve Resûlullah’ın yoludur. Peygamberimiz (s.a.s), “Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır. Rehberliğin en güzeli Muhammed’in rehberliğidir.”4 hadisiyle bu yolu bizlere beyan etmiştir. Bu yol, insanlığa örnek kılınmış İslam ümmetinin on dört asırdır takip ettiği ana yoldur. Bu yol, insanı aydınlığa ulaştıran yegâne kurtuluş yoludur. Bu yolun yolcularına Rabbimizin ebedi nimetlerine mazhar olma müjdesi vardır. Kıymetli Kardeşlerim! Bu bereketli yolun yolcusu olmak, her şeyden önce Müslüman kimliğini ve şahsiyetini doğru bir şekilde inşa etmekten geçer. Bunun için bizler, Kerim Kitabımızın ve Peygamberimizin rehberliğini baş tacı ederiz. Onların hayat veren rahmet yüklü mesajlarıyla gönlümüzü, zihnimizi ve hayatımızı mamur etmek için gayret gösteririz. Rabbimizin, bizlerden istediği insanca bir hayat için, bizlere emanet verdiği nimetlerin değerini de bunları değerlendirmeyi de biliriz. Aklımızı başkalarının aklına, gönlümüzü başkalarının gönlüne, vicdanımızı başkalarının vicdanına esir etmeyiz. Ebedi kurtuluş beratımızın sadece Allah’a, Allah’ın rızasına bağlı olduğunu tasdik ederiz. Bizlere kurtuluş beratı vaat edenleri, hakikatin sadece kendi elinde olduğunu iddia edenleri dikkate almayız. Varlığımızı fânî şahsiyetlerin değil, Rabbimizin rızasına; geçici menfaat ve beklentilere değil, bâkî hakikatlere adarız. Kardeşlerim! Bu aydınlık yolun neferleri olarak bizler, cehalet, tefrika ve yakılmak istenen fitne-fesat ateşine karşı uyanık davranırız. Kendimizin, değerlerimizin, inancımızın farkında oluruz. Onları yozlaştıracak, anlamsız kılacak tutum ve davranışlardan kaçınırız. Yüce dinimize, Kerim Kitabımıza, Resûl-i Ekrem Efendimize mensubiyetin, her türlü mensubiyetten üstün olduğunu kabul ederiz. Kıymetli Kardeşlerim! Geliniz, Kur’ân-ı Kerim’in ve Peygamberimiz (s.a.s)’in dosdoğru yolunun yolcuları olarak bu mübarek vakitte Rabbimize şöyle niyazda bulunalım: Allah’ım! Bize imanı sevdir, kalplerimizi imanla süsle! Bizleri sana şükreden, seni zikreden, sana itaat eden, sadece sana kul olan, sana yönelip yakaranlardan eyle! Allah’ım! Suret-i Haktan görünerek bu milletin arasına fitne ve fesat tohumları ekmek isteyen münafıklara, bozgunculara fırsat verme! Bizi din ile, iman ile, Kur’an ile, Peygamber ile aldatanlardan ve aldananlardan eyleme Allah’ım! Buhârî, Tefsîr, Şu’arâ, 2; Müslim, Îmân, 355. Beyyine, 98/5. 3 Buhârî, Fedâilü ashâbi’n-nebî, 5. 4 Nesâî, Salâtü’l-îdeyn, 22. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 02.09.2016 KULLUK VE SAMİMİYET BEYANI: KURBAN Kardeşlerim! Medine’de bir bayram sabahıydı. Namazlar eda edilmiş, sıra kurbanlara gelmişti. Efendimiz (s.a.s), âdeti olduğu üzere iki kurban hazırlamıştı. Kurbanlık hayvanları şefkatli elleriyle yatırdı ve kıbleye çevirdi. Ardından Kerim Kitabımızın şu mealdeki âyetlerini okudu: “Ben, O’nun birliğine inanarak, yönümü gökleri ve yeri yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim. 1 Şüphesiz namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur.”2 Peygamberimiz, bu âyetleri okuduktan sonra şöyle dua etti ve Allah’ın adıyla kurbanlarını kesti: “Allah’ım! Bu kurbanlar senin nimetindir ve senin rızan içindir. Benim, ailemin ve ümmetimin kurbanlarını kabul eyle!”3 Aziz Müminler! Yeryüzünde en büyük şeref, Allah’a yakın olmaktır. Allah, bize yakındır. Hem de şahdamarımızdan daha yakındır. Bizim de kendisine yakın olmamızı ister. Bu yüzden bizi kendisine yakın kılmak için sayısız nimetler bahşetmiştir. İbadetleri O’na yakınlaşmamıza vesile kılmıştır. Biz, tüm ibadetlerimizi Rabbimize yakın olmak için yaparız. Zira O’na yakın olan, hakka yakın olur. O’na yakın olan, adalete, merhamete yakın olur. O’na yakın olan, şeytana uzak olur. Ve işte bizi O’na yakın kılan bir ibadet yaklaşıyor. Kurban ve bir bayram geliyor: Kurban Bayramı. İçimize sevinç yağmurları düşürüyor şimdiden. Kardeşlerim! Milletçe zor günler geçirdik. Zorlukları hep birlikte geride bıraktık. Şimdi tüm zorlukları bir kenara bırakarak kurbana, bayrama hazırlanma zamanıdır. Şimdi Allah’ın yakınlığını yeniden hatırlama ve birbirimize hatırlatma zamanıdır. Şimdi Allah’tan uzaklaştıran her şeyden bir kez daha uzaklaşma zamanıdır. Peki biz, kurbanla Rabbimize yakınlaşmaya hazır mıyız? Bütün uzaklıkları ortadan kaldırmaya kararlı mıyız? Bizi Rabbimize ve birbirimize yakın kılacak planlar yapıyor muyuz? Kurbanımızı paylaşacağımız fakiri, miskini, muhaciri arıyor muyuz? Değerli Kardeşlerim! Kurban, bir hayvanın kanını akıtmaktan ibaret değildir. Bu ibadet, çok daha derin mana ve hikmetleri içermektedir. Her şeyden önce kurban, bizi Allah’tan uzaklaştıran bütün yüklerden kurtulma niyetidir. Kurbandan maksat, Allah’la aramıza girenlerden kurtulmaktır. Gönlümüzü doğrudan Allah’a açmaktır. Hâsılı kurban, Rabbimize sunduğumuz kulluk ve samimiyet beyanımızdır. Rabbimiz, bu gerçeği bizlere şöyle haber vermektedir: “Kurbanların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır; Allah’a ulaşan yalnızca takvanızdır.”4 Kardeşlerim! Kurban, teslimiyet ve sadakatin, vefa ve yardımlaşmanın, fedakârlık ve paylaşmanın adıdır. Kurbanda Hz. İbrahim’in sadakati vardır. Hz. İsmail’in teslimiyeti vardır. Ve kurbanda Muhammed Mustafa (s.a.s)’in merhameti, vefası, infak ve paylaşma ahlakı vardır. Kurban, Allah yolunda infak bilincimizi diri tutmaktır. Bayram yapamayanları bayram sevincine ortak etmektir. Komşularımıza, akrabalarımıza, eş ve dostumuza, hâsılı birbirimize yakınlaşmaktır kurban. Bu yönüyle kurban, adını bile duymadığımız nice ülkelerdeki hiç görmediğimiz, tanımadığımız kardeşlerimize uzattığımız bir yardım elidir. Kardeşlerim! Gücümüz yetiyorsa keselim kurbanı. İmkânımız yoksa kardeşlerimize kardeşliğimizi ikram edelim. Tebessümlerimizi sadaka diye armağan edelim. Gelin, Allah’ı bize unutturanları unutalım. Duru ve doğru kalalım. Bir olalım, birlik olalım. Oğlu İsmail’le sınanan İbrahim (a.s)’a yoldaş olalım. Evladımızın da İsmail (a.s) gibi emanet olduğunu unutmayalım. Peygamberimiz (s.a.s)’in ve ashabının baş koyduğu yoldan ayrılmayalım. Kardeşlerim! Diyanet İşleri Başkanlığımız ve Diyanet Vakfımız, bu yıl da milletimizin iyilik ve hayır elini bütün dünyaya taşımaya hazırdır. Hayırsever milletimizin kurbanları yurt içi ve yurt dışındaki mazlum ve mağdur kardeşlerimize ulaştırılacaktır. Bu vesileyle kardeşlik köprüleri sağlamlaştırılmaya çalışılacaktır. Unutmayalım ki; ihtiyaç sahibi kardeşlerimize hediye edeceğimiz her bir kurban, aynı zamanda milletimizin ortak imzasını taşıyan bir muhabbet ve merhamet mektubu olacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle Rabbimizden hepimizi bayrama huzur içerisinde eriştirmesini, kurbanlarımızı kabul buyurmasını niyaz ediyorum. En’âm, 6/79. En’âm, 6/162-163. 3 İbn Mâce, Edâhî, 1; Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 3-4. 4 Hacc, 22/37. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 10.06.2016 KUR’AN AYI RAMAZAN Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır. “Ramazan öyle bir aydır ki insanlar için hidayet rehberi olan, bu rehberliğin apaçık belgelerini taşıyan ve hakkı batıldan ayıran Kur’an işte bu ayda indirilmiştir.”1 Kardeşlerim! Bir gün Peygamberimiz (s.a.s), Abdullah b. Mes’ûd’u çağırdı ve ona: “Ey Abdullah! Kur’an oku. Senden Kur’an dinlemek istiyorum” dedi. Abdullah: “Yâ Resûlallah, Kur’an senin kalbine vahyolundu ben sana nasıl okuyayım?” diyerek cevap verdi. Allah Resulü: “Ben Kur’anı bir başkasından dinlemekten büyük bir haz duyuyorum. Hele senden dinlemeyi çok istiyorum” buyurdu. Bunun üzerine Abdullah, Nisa Suresi’ni okumaya başladı. Yetimlerin anlatıldığı ayetleri okudu. Nihayet, “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit kıldığımız zaman bakalım onların hali nice olacak.”2 ayetini okuyunca Rahmet Elçisinin gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Ve Efendimiz; “Abdullah yeter!” dedi.3 Kardeşlerim! İşte okunduğu zaman mümin yürekleri iliklerine kadar etkileyen rahmet kitabımız Kur’an-ı Kerim, Ramazanı şerifin bizlere yüce bir hediyesidir. Bir Ramazan günü Hira’da “Oku” emriyle inmeye başlayan Kerim Kitabımız, insanları doğru yola ileten bir hidayet rehberi ve rahmet vesilesidir. Hayatı anlamlı kılan bugünümüze ve yarınlarımıza dair umutlarımızı diri tutmamızı sağlayan hayat kitabımızdır Kur’an. Sözlerin en güzeli, yaratıcımızın en büyük hazinesi, en büyük ikramıdır biz kullarına Kur’an. İnsana Rabbini, kendisini ve çevresini tanıtan ilahi kılavuzdur. Kur’an müminin, varlığını ve yokluğunu, hüznünü ve mutluluğunu ibadete dönüştüren kulluk kitabıdır. Kur’an, rahmet yüklü mesajlarıyla insanı yüceltmiş, onu şereflendirmiştir. Allah nice millet ve toplumları bu Kerim Kitap’la aziz kılmıştır. Ona yönelen felah bulmuş ondan yüz çeviren hüsrana uğramıştır. Kardeşlerim! Yüce kitabımız Kur’an insanlık âlemini evrensel ilkelerle buluşturmuş, insanlığı yüksek değerlere kavuşturmuştur. Bu kitap ki inmeye başladığı andan itibaren, tüm insanlığı hakka, adalete, merhamete, ahlak ve fazilete çağırmıştır. Bize iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini hayır ile şerri birbirinden ayırmayı öğretmiştir. Bu kitap ki aklımızı kalbimizle buluşturdu. Kalbimizi de aklımızla buluşturdu. Bu kitap ki ruhumuzu bedenimizle buluşturdu. Bizde bir tevhid oluşturdu ve bizi tevhide iman etmeye davet etti. Kardeşlerim! Kitabımız Kur’an-ı Kerim bize iyi bir kul olmayı öğretti. Bizim başıboş yaratılmadığımızı, sorumluluk sahibi mükerrem bir varlık olduğumuzu hatırlattı. Bize iyi bir evlat olmayı öğretti. Anne-babaya “öf” demek bile yok dedi. “Rahmet ve şefkat kanatlarını annenin, babanın üzerinden kaldıramazsın” dedi. Eli öpülesi büyüklerimize şefkat göstermeyi öğretti. Sonra iyi bir baba, iyi bir anne olmayı öğretti. İyi bir eş, iyi bir dost, iyi bir komşu hâsılı iyi bir insan olmayı öğretti. Yetim yürekleri sevindirmeyi, engelli kardeşlerimizin yüzünü güldürmeyi, gurbet hayatı yaşayan mülteci misafirlerimize sıla sıcaklığı hissettirebilmeyi öğretti. Aziz Kardeşlerim! Öyleyse geliniz rahmet, bereket ve mağfiret iklimi Kur’an ayında kalplerimizi, zihinlerimizi ve yaşantılarımızı Kur’an ile mamur kılalım. Gönüllerimizi bu yüce kitabın mesaj ve anlam dünyasından mahrum bırakmayalım. Resul-i Ekrem (s.a.s)’in “Kalbinde Kur’andan herhangi bir eser bulunmayan kimse tıpkı harabe bir eve benzer” 4 şeklindeki uyarısını unutmayalım. Kur’an’ın hakikatler dünyasıyla tanışalım. Bu ayda dünya semasına inen Kur’an’ı tekrar gönül semalarımıza indirelim. Allah Resülü’nün sünneti seniyyesi mukabelelerimizle Kur’an aşkımızı ve şuurumuzu bir kez daha pekiştirelim. Unutmayalım ki, bizler Kur’an-ı Kerim’e yöneldikçe o bize bütün kapılarını, ufuklarını cömertçe açacaktır. Bizi insana huzur ve mutluluk veren mana saraylarında ağırlayacaktır. Kardeşlerim! Rahmetiyle bütün insanlığı kuşatan mübarek Ramazan günlerinde dahi vicdanlarını kaybetmiş, değerlerini yitirmiş insanlık düşmanları tarafından, memleketimizin muhtelif şehirlerinde menfûr terör saldırılarında şehit olan güvenlik güçlerimize ve vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Kardeşlerimizin şehit olmasına ve yaralanmasına neden olan bu meş’ûm terör saldırılarını gerçekleştirenleri şiddetle lanetliyorum. Yüreklerimizi dağlayan bu elîm saldırılarda yakınlarını kaybeden kardeşlerimize ve milletimize sabır, metanet ve başsağlığı diliyorum. Hutbemi, Efendimiz (s.a.s)’in bir hadis-i şerifiyle bitiriyorum: “Sözlerin en doğrusu, Allah’ın kelâmı; rehberliğin en güzeli ise Muhammed’in rehberliğidir.” 5 Bakara, 2/185. Nisâ, 4/41. 3 Buhârî, Fedâilü’l Kur’an, 33. 4 Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 18. 5 Nesâî, Îdeyn, 22. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 17/06/2016 KUR’ÂN, RAMAZAN VE ÇOCUK Hayat rehberimiz ve kurtuluş reçetemiz olan Kerim Kitabımız Kur’ân’a gönülden iman etmiş Aziz Kardeşlerim! Cumanız mübarek olsun. Bir gün Efendimiz (s.a.s), Mescid-i Nebevi’nin minberinde hutbe irad ediyordu. Ashâb, pür dikkat onun ağzından dökülen altın misali sözleri dinliyordu. Bu esnada Mescid’e iki küçük çocuk girdi ve sendeleyerek minbere doğru ilerledi. Bu iki minik yavru, Rahmet Elçisi’nin güzide torunları Hasan ve Hüseyin Efendilerimizdi. Peygamberimizin, torunlarına olan sevgi, şefkat, merhamet ve muhabbeti öylesine fazlaydı ki, onları görmezden gelemedi. Ashâbın bakışları arasında minberinden indi. İleride cennet gençlerinin efendileri olacaklarını müjdelediği iki torununu1 kucakladı. Ardından hutbesini tamamlamak üzere onlarla birlikte minbere çıktı ve sözlerine şöyle devam etti: “Allah, ‘Mallarınız ve çocuklarınız imtihan vesilesidir.’2 buyururken ne kadar doğru söylemiş! Şu iki yavrunun düşe kalka yürüyüşünü görünce dayanamadım ve sözümü keserek onları kucağıma aldım.”3 Kardeşlerim! Çocuklara olan şefkat ve sevgisini bu örnekte olduğu gibi her zaman açıkça göstermişti Efendimiz (s.a.s). Allah Resûlü, çocuklarla huzur bulmuş, onları da mutlu etmişti. Onlara sevgisini dile getirirken bizlere de önemli mesajlar vermişti. Yavrularımıza olan ilgimizin, hayatın en ciddi sınanma noktalarından biri olduğuna dikkatlerimizi çekmişti. Bu konuda kullarını uyaran Rabbimizin âyetlerinden birini örnek olarak okurken sanki bizlere şöyle seslenmişti: “Çocuklarınızı sevin ama bu sevgiye asla yenik düşmeyin! Yavrularınızdan ilgiyi kesmeyin, onlara karşı sorumluluklarınızı yerine getirin! Kendilerini dinine, milletine ve insanlığa faydalı, hayırlı kimseler olarak yetiştirin! Aksi takdirde imtihanı kaybedenlerden olursunuz!” Kardeşlerim! Kur’an’ın ifadesiyle gözlerimizin nuru, kalplerimizin süruru olan çocuklarımız, Yüce Rabbimizin bizler için bir lütfudur. Bütün nimetler gibi, onlar da Allah’ın bizlere birer emanetidir. Her şeyden önce bu emaneti sevgiyle filizlendirmemiz, şefkat ve merhametle büyütmemiz gerekir. Zira Efendimizin çocuklara yaklaşımı böyledir. O, kimi zaman çocukları içtenlikle kucaklamış ve öpmüş, kimi zaman da onların başını şefkatli elleriyle okşamıştır. Çocuklarına şefkat gösterenleri överken, onlardan sevgisini esirgeyenleri ise “Küçüğümüze merhamet etmeyen bizden değildir.”4 sözüyle ikaz etmiştir. Kardeşlerim! Çocuklarımızı sevgi ve şefkatle büyütmek, onların iyi bir eğitim almasını temin etmek ve onları yarınlara hazırlamak, anne-babalar olarak elbette görevimizdir. Bununla birlikte, gözbebeğimiz yavrularımıza bırakacağımız en değerli miras, onların yüce dinimiz İslam’ı doğru bir şekilde öğrenmelerini ve iyi birer Müslüman, iyi birer insan olarak yetişmelerini sağlamaktır.5 Onlara Rabbimizi, Peygamberimizi, Kitabımızı tanıtmaktır. Bilhassa içinde bulunduğumuz rahmet, mağfiret ve bereket ayı Ramazan, bunun için güzel bir fırsattır. Ramazan, çocukları camiye, cemaate, ibadete alıştırır. Bu kutlu ayda huşu ile kılınan namazlar, teravihler, yapılan zikirler, hep birlikte getirilen tekbirler, salavâtlar ve âminler, çocukların gönül dünyalarında silinmez hatıralar bırakır. Kardeşlerim! Çocuklarımız, camilerimizin neşesidir, zinetidir. Bırakalım, camilerde koşsunlar, camilere gönül huzuruyla gelsinler. Onları hoş görelim, zihin ve gönül dünyalarında güzel hatıralar bırakalım. Bizler, Mescidinde çocuklara karşı şefkati, merhameti bizlere öğreten, sırtındaki çocuk yere düşmesin diye secdesini uzatan bir Peygamberin ümmetiyiz. Unutmayalım ki, çocuklarımızın camiyle, mihrapla, minberle, kürsüyle buluşması, namazlarda safların arasında bulunması bile bizim için bir rahmettir. Kardeşlerim! Çocuklarımızın Kur’an ile, Peygamberimiz (s.a.s)’in örnek hayatı ile, cami, mihrap, minber ve ibadetlerle tanışıp buluşmaları için bu kutlu ayda çok güzel bir fırsat daha başlıyor. Yaz Kur’an Kurslarımız, 20 Haziran’da başlayıp, 26 Ağustos’a kadar devam edecek. Gel bu yaz Kur’an’ı gönlüne yaz şiarıyla camilerimiz, göz aydınlığı çocuklarımızla bir kez daha şenlenecek. Geliniz, Kuran’ın inzal olduğu bu ayda evlatlarımızı Kur’an’ın rahmet yüklü mesajlarıyla uluşturalım. Onları, Allah’ın yeryüzündeki edep sofrası olan Kur’an’la nimetlendirelim. Kendilerinin, Yüce Rabbimiz ile sağlıklı bir bağ kurmalarını sağlayalım. Minik yüreklere Efendimizin sevgi ve muhabbetini nakşedelim. Onların, ibadetin huzur ve neşesini keşfetmelerini sağlayalım. İnsani ve ahlaki erdemleri öğrenmelerine öncülük edelim. Kardeşlerim! Hutbemi şu ayet ve hadislerle bitirmek istiyorum: Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Bu Kur’an, bizim indirdiğimiz bereket kaynağı bir kitaptır. Ona uyun ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.”6 Peygamberimiz (s.a.s) de şöyle buyuruyor: “Şüphesiz Allah, Kur’an ile bazı toplulukları yüceltir, bazılarını da alçaltır.”7 Tirmizî, Menâkıb, 30. Enfâl, 8/28. Tirmizî, Menâkıb, 30. 4 Tirmizî, Birr, 15. 5 Tirmizî, Birr, 33. 6 En’âm, 6/155. 7 Müslim, Müsâfirûn, 269. 1 2 3 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 12.09.2016 KURBAN BAYRAMI Bizi yoktan var eden ve bize bir bayram sevinci daha lütfeden Yüce Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar olsun. Hz. İbrahim’in sadakatini, Hz. İsmail’in teslimiyetini ebedi bir bayrama dönüştüren Peygamber Efendimize salât ve selam olsun. İslam’ın şeâirinden olan bayram namazını eda etmek üzere burada toplanan Aziz Kardeşlerim! Bayramınız mübarek olsun. Aziz Müminler! Yüce Rabbimiz, okuduğum âyet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Kurbanların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır. Allah’a ulaşan, yalnızca takvanızdır.”1 Peygamberimiz (s.a.s) de okuduğum hadis-i şerifte şöyle buyuruyor: “Âdemoğlu kurban bayramı günlerinde Allah katında kurbandan daha hayırlı bir amel işlemiş olmaz...”2 Kardeşlerim! İçerisinde pek çok güzellikleri ve hikmetleri barındıran Kurban Bayramına bir kez daha ulaşmanın huzurunu, sevincini ve bereketini hep birlikte yaşıyoruz. Kurban Bayramı, bizlere İslâm’ın beş temel ibadetinden hac menâsikini ve Rabbimize yakınlaşma vesilesi olan kurban ibadetini getirir. Hac, kurban ibadeti ve bayram, bizleri Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. Hacer’in hayatına götürür. İslâm tarihine ve Efendimizin örnek hayatına götürür. Kıymetli Kardeşlerim! Kurban bayramında hac ibadetini ifa eden milyonlarca kardeşimiz Beytullah’a, Arafat’a akın ederler. Allah’la olan misaklarını yenilerler. Bütün dünya Müslümanları olarak bizler de bayramda kurbanlarımızı Allah’ın adıyla keseriz. Böylece tevhid inancımızı, kulluk şuurumuzu tahkim ederiz. Hacdaki kardeşlerimiz, kefeni andıran ihramlarıyla, en içten yakarışlarıyla Allah’tan başka sığınılacak bir melcein bulunmadığını, dünyevi tutku ve isteklerin geçici olduğunu, kurtuluşun ancak takvada olduğunu ikrar ederler. Bizler de kurbanlarımızla, asıl olanın Allah’a yakınlık olduğunu, bütün varlığımızı O’nun yolunda adamaya hazır olduğumuzu gösteririz. Kıymetli Kardeşlerim! Her yıl gelen kurban bayramı, barışın, esenliğin, birlik içinde duanın, yakarışın bayramıdır. Bu bayram, her türlü farklılığı bir kenara bırakarak eşitlenmenin, kendini bilmenin, tefekkürün, tezekkürün, yenilenmenin bayramıdır. Bu bayram, zihinleri arındırmanın, gönülleri durultmanın, büyük bir dirilişin bayramıdır. Bu bayram, nefsi terbiye etme, hiç kimseyi incitmeme gayretinin bayramıdır. Bu bayram, sabrı ve şükrü kuşanmanın, varoluşumuzun hikmet ve gayesini bir kez daha anlamanın bayramıdır. Bu bayram, İslam’ın şeâirini ve geçmişi idrak etmenin, yoksula, yalnıza, kimsesize yaklaşmanın, çaresize çare olmanın bayramıdır. Kardeşlerim! Bayramlar, birbirimize daha çok kenetlenmemize, kardeşlik hukukunun gereklerini hakkıyla yerine getirmemize vesile olan zaman dilimleridir. Bayramlar, birlik ve beraberlik duygularının, paylaşma ve infakın zirveye çıktığı günlerdir. Bayramlar, kâh sevinç, kâh hüzünle akıp giden hayat yolculuğumuzda Rabbimizin bizlere lütfettiği huzur ve neşe mevsimleridir. Öyleyse geliniz. Bayramı bir gönül kazanma seferberliğine dönüştürelim. Anne-babamızın, kardeşlerimizin, komşularımızın yüzünü güldürelim. Yoksullara, yaşlılara, kimsesizlere, boynu büküklere, hasta ve engelli kardeşlerimize bayram sevinci yaşatalım. Kırılan kalpleri, darılan gönülleri, bayramın bereketi ve güzellikleriyle mamur edelim. Kardeşliğimize, bayram sevincimize engel olan dargınlıkları, küskünlükleri, çekişmeleri, her türlü olumsuzluğu ortadan kaldıralım. Unutmayalım ki; birbirimize sunduğumuz her bayram hediyesi, bizi Rabbimizin rızasına ulaştıracaktır. Birbirimize sunabileceğimiz en güzel bayram hediyemiz ise kalbimizin derinliklerinden gelen selam ve dualarımız, tebessüm ve ziyaretlerimiz olacaktır. Kardeşlerim! Hutbeme son verirken aziz milletimizin, yurt dışında yaşayan millet varlığımızın, gönül coğrafyamızdaki kardeşlerimizin ve âlem-i İslâm’ın Kurban Bayramlarını tebrik ediyorum. Kurbanlarımızın makbul, bütün kardeşlerimizin haccının mebrur, bayramlarımızın mesrur olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum. 1 2 Hacc, 22/37. Tirmizî, Edâhî, 1. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 20.05.2016 MAHREMİYETİ YİTİRMEK MAHRUMİYETTİR Aziz Müminler! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: Rabbim açık ve gizli bütün fuhşiyatı, günahı ve haddi aşmayı haram kılmıştır.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İnsanlığın, nübüvvetin başlangıcından itibaren peygamberlerden duyduğu ortak söz, ‘Hayâ etmiyorsan, dilediğini yap!’ sözüdür.”2 Kıymetli Kardeşlerim! İffet ve hayâ, İslâm ahlâkının vazgeçilmez iki temel değeridir. İffet ve hayâ, bütün erdemlerin ve ahlaki güzelliklerin özüdür. Zira insan için hayâ, hayattır. İnsan olmanın ve mümince yaşamanın bir gereğidir. İffet ve hayâ, insanın Allah, tabiat, eşya karşısında haddini ve sorumluluklarını bilmesi ve idrak etmesidir. Bünyesinde hayatı ve var olmayı, rahmet ve berekete ulaşmayı barındırır. İffet ve hayâ, her türlü çirkinlik ve kötülükten uzak kalmayı, hakkı teslimde kusur etmemeyi ifade eder. Hayâsızlık ise alçalmanın, insanlığı yitirmenin, varlığın amaç ve hikmetini unutmanın ifadesidir. Yine hayâsızlık, insan için manevi anlamda ölümün adıdır. İsyanın, inkârın, sınır tanımamanın, tahribat ve haksızlığın göstergesidir. Kardeşlerim! İffet ve hayâ ile birbirini tamamlayan önemli bir değer daha vardır. Bizler, ona “mahremiyet” diyoruz. Mahremiyet, hürmettir; izzet, onur ve saygınlıktır. Mahremiyet, kişinin ve ailenin kendine özgü ve özel alanları, sınırlarıdır. Mahremiyet, her şeyden önce her hal ve şartta bu alan ve sınırların muhafaza edilmesidir. Kardeşlerim! Mahremiyet, haramdan gelir. Haram, Yüce Rabbimizin bizler için koyduğu yasaklardır. Bazı şeylerin haramlığı bizzat kötü ve çirkin olmasından kaynaklanır. İçki içmek, kumar oynamak, zina etmek, kötü ve zararlı olduğu için haramdır. Bazı şeylerin haramlığı ise hürmetten, saygıdan kaynaklanır. Annebaba, saygın oldukları için onlara “öf” demek bile haramdır. Dünyadaki cennetimiz ailenin mahremiyeti de Allah’ın aileye yüklemiş olduğu saygınlıktan kaynaklanır. Aile mahremiyeti ihlal ve ifşa edildiğinde toplumda büyük kötülükler, bozulmalar ortaya çıkar. Bunun içindir ki Rabbimiz, insanlığa ilk olarak Hz. Âdem ve Havva aracılığıyla insanın ve ailenin mahremiyetini öğretmiş ve bu mahremiyetin korunmasını emretmiştir. Kardeşlerim! Irz, namus, hayâ, iffet ve mahremiyet gibi insana özgü değerler, zamanla sadece belli bir cinsiyette bulunması gereken değerler gibi telakki edilmişlerdir. Zira ırz, namus, hayâ ve iffet gibi kavramlar, herhangi bir cinsle sınırlı olmaksızın kadın erkek herkesi kuşatmaktadır. Irz ve namus, hayâ ve mahremiyet, kadını ne kadar yüce, saygın ve müzeyyen kılıyorsa erkeği de o derece yüce ve saygın kılmaktadır. İffetsizlik ve hayâsızlık, kadını ne kadar aşağıların aşağısına çekiyorsa erkeği de o derece alçaltmaktadır. Kardeşlerim! İnsanı insan, mümini kâmil kılan bu erdemlerin hemen hepsi, hayatı ve var olmayı ifade etmektedir. Eğer bir insan, bu erdemleri kaybetmiş ve mahremiyet anlayışını yitirmişse o insanın varlığıyla yokluğu arasındaki fark ortadan kalkmıştır. Gerçek şu ki; dünyada bazı şeylerden mahrum olmak, insan için zor ve kötü bir durumdur. Unutulmamalıdır ki en kötü mahrumiyet, mahremiyetten mahrum ve yoksun olmaktır. Kardeşlerim! Bugün iletişim ve teknoloji çağında yaşıyoruz. İletişim araç ve gereçleri hayatımızı bir yönüyle kolaylaştırırken diğer yönüyle zorlaştırmaktadır. Kitle iletişim araçları ve sosyal medyanın sınır tanımaksızın ve ölçüsüzce mahremiyeti hiçe sayarak kullanımı, kişisel, ailevi ve toplumsal birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. Bu nedenle ailemizi, yavrularımızı, gençlerimizi bütün bu kötülüklerden koruyacak bir merhamet ve mahremiyet eğitimine ihtiyacımız var. Bugün, çocuklarımızı her geçen gün hakikat dünyasından koparıp sanal dünyaya mahkûm eden bu gidişata karşı bilinçlendirmeye çok ihtiyacımız var. Ailenin temelini oluşturan muhabbet, merhamet, sevgi, sadakat ve mahremiyet gibi değerleri korumak ve gelecek nesillere aktarmak hususunda hepimize düşen büyük görevler ve sorumluluklar var. Yüce Rabbimiz, bizleri sorumluluklarının bilincinde olan kullarından eylesin. Kardeşlerim! Yarın akşam on bir ayın sultanı Ramazan’ın habercisi olan Berat Kandilini idrak edeceğiz. Kandilinizi şimdiden tebrik ediyorum. Berat Kandilinin hep birlikte ebedi kurtuluş beratımız olmasını; ülkemiz, gönül coğrafyamız, Âlem-i İslam ve bütün insanlığa hayırlar getirmesini Yüce Rabbimizden diliyorum. 1 2 A’râf, 7/33. Buhârî, Edeb, 78. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 29.04.2016 MİRAÇ KANDİLİ Kardeşlerim! Önümüzdeki Salı’yı Çarşamba’ya bağlayan gece Miraç Kandilini idrak edeceğiz. Kandilinizi şimdiden tebrik ediyorum. İsrâ ve Miraç, Peygamberimiz (s.a.s)’in bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da Yüce Mevla’nın sonsuz âyet ve kudretini müşahede etmek için yaptığı mucizevi bir yolculuktur. Pek çok ilahî hikmet ve bereketi barındıran bu kutlu yolculuk, okuduğum âyet-i kerimede şöyle dile getirilmektedir: “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya ulaştıran Allah’ın şanı ne yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.”1 Kıymetli Kardeşlerim! Miraç, Rahmet Peygamberi (s.a.s)’nin Allah’ın sonsuzluğu, yüceliği ve O’nun nihayetsiz kudretine yaptığı en görkemli şahitliktir. Rabbimiz, bu şahitlikte gerçek yüceliğin yalnızca kendisine ait olduğunu Efendimizin şahsında beşeriyete bir kez daha göstermiştir. Aynı zamanda arınma, yücelme ve kulluğun zirvesine erişmenin yollarını da öğretmiştir. Âlemlerin Rabbi, teslimiyet, sadakat, ahlak, doğruluk, dürüstlük timsali olan Kutlu Nebi’yi miraç ile taltif buyururken biz kullarına da mesajlar vermiştir. Buna göre, ömrünü bu yüce değerlerle tezyin edenler, kulluk basamaklarında her daim yükseleceklerdir. Onlar, cennetin ebedi nimetlerine mazhar olarak bâki makamlarda yüceleceklerdir. Aziz Müminler! Miraç, bir yünüyle Rabbe vuslat, bir yönüyle de Rabbin nehyettiklerini terk ediştir. Biz müminler için müjdedir Miraç. Rabbimiz, kendisine ortak koşmayanların büyük günahlarının bağışlanacağını bu kutlu gecede müjdelemiştir. Bizler için hediyedir Miraç. Rabbimize en yakın anımız olan namaz, bu gece beş vakit farz kılınmıştır.2 Resûlullah Efendimiz (s.a.s)’in, miraç ile mana âleminin basamaklarında bir bir yükseldiği gibi bizler de Rabbimiz katında namazlarımızla yükseliriz. “Allahu ekber” diyerek, tekbirimizle dünyanın bütün hengâmelerinden sıyrılıp yaratılış ve varoluşumuzun hikmet ve anlamını derinden kavrarız. Kıyamımızla istikamet üzere, dosdoğru oluşu simgeleyerek Allah’ın huzurunda dururuz. Kıraatimizle, O’na en içten sena ve yakarışta bulunuruz. Rükûmuzla yalnız Rabbimizin önünde boyun eğdiğimizi gösteririz. Secdemizle O’na en yakın olmanın ve kulluğun zirvesine varmanın hazzını duyarız. Tahıyyatımızla Rabbimizi yüceltirken biz de yüceliriz. Selamımızla özgürlük ve felahı hatırlarız. Günde beş vakit namazımızda tüm canlılığıyla miracı doyasıya yaşarız. Kardeşlerim! Her gün yatsı vaktinde okuduğumuz Âmenerresûlü diye başlayan âyetler bize Miracın bir hediyesidir. Bizler bu ayetlerde, “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettik” diyerek Rabbimize verdiğimiz kulluk sözümüzü yenileriz. “İşittik, itaat ettik. Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş ancak sanadır.” âyetiyle teslimiyetimizi dile getiririz. “İnsanın yaptığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir” diyerek sorumluluk bilincimizi tazeleriz. Bununla birlikte, dünyada yapıp ettiğimiz her şeyin bir hesabı ve karşılığı olduğunu, ahireti ikrar ederiz. Ve nihayet, şu dualarımızla Rabbimize en içten yakarışlarla iltica ederiz. “Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevlamızsın, kâfirlere karşı bize yardım et.” Kıymetli Kardeşlerim! Miraç değerleri, bizlere yüce ve anlamlı ufuklar açan kutsal değerlerdir. Miraç değerleri ile insan, esfel-i sâfiline, aşağıların aşağısına savrulmaktan kurtulur; ahsen-i takvime, en güzel hale ulaşır. Miraç değerleri, insanı sidre-i müntehaya, en üst kemal noktasına çıkarır. Bu ulvi değerler, bizleri ebediyen huzur içinde kalınacak cennete götürür. Yeter ki bizleri yükseltecek bu değerlere sımsıkı sarılalım ve bunları hayatımıza yansıtmakta kararlı olalım. Yeter ki burağımız imanımız, refrefimiz ibadetlerimiz, salih amellerimiz ve güzel ahlakımız olsun. Böyle olduğu takdirde hayatımızın her anı bizim için miraç olacaktır. Kardeşlerim! Miraç Kandili vesilesiyle Rabbimize, kendimize ve çevremize karşı sorumluluklarımızı bir kez daha hatırlayalım. Unutmayalım ki, bugün biz müminlere düşen, miracı Peygamberimiz (s.a.s)’in bir hatıratı, bir tarih olarak okumak değildir. Bize düşen, Ebu Bekir Efendimiz misali, Allah’ın emir ve yasakları karşısında her daim sadakatle, teslimiyetle bir duruş sergilemektir. Bu sadakat ve teslimiyeti gösteremeyenler, miracın anlamı, ruhu ve kazanımlarından mahrum kalacaklardır. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizin Miraç Kandilini bir kez daha tebrik ediyorum. Bu kutlu gecede Yüce Rabbimize açılan ellerin ve yakaran dillerin, bütün İslâm âleminin birlik, dirlik ve beraberliğine, insanlığın hidayetine, dünyada adalet, huzur ve barışın teminine vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan diliyorum. 1 2 İsrâ, 17/1. Müslim, İman, 279. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 19.08.2016 MÜMİN VE EMANET BİLİNCİ Kardeşlerim! Tevhid inancı, Mekke’de her geçen gün dalga dalga yayılıyordu. Müşrikler, bu durumu bir türlü hazmedemiyorlardı. Peygamberimiz (s.a.s)’e ve müminlere türlü işkence ve düşmanlığı reva görüyorlardı. Nihayet Peygamberimizi davasından vazgeçirmek için amcası Ebu Talib’e geldiler. Peygamberimize makam-mevki, şan-şöhret gibi türlü imkânlar vaad ettiler. Davasından vazgeçmediği takdirde onu ölümle tehdit ettiler. Lakin Allah Resûlü, ne onların tehditlerinden korktu, ne de tekliflerine iltifat etti. Ve onlara, şöyle cevap verdi: “Amca! Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler, ben bu davadan asla vazgeçmem. Allah, ya dinini üstün kılar, ya da ben bu yolda canımı veririm.”1 Kardeşlerim! Resûl-i Ekrem (s.a.s), davasından asla vazgeçmedi. Rabbinin yüce emanetine daima sahip çıktı. Zira o, Muhammedü’l-Emin’di, güvenilir peygamberdi. Her daim sâdık oldu, emanete riayet etti. Ümmetine de güvenilir olmayı, emanete sahip çıkmayı öğütledi Efendimiz. Her ne surette olursa olsun, ihanetten kaçınmamız gerektiğini bildirdi. O, mümini güven veren, itimat edilen, şerrinden emin olunan kişi diye tanımladı.2 Kıymetli Kardeşlerim! “Mümin” ismini bizlere Kerim Kitabımızda bizzat Yüce Rabbimiz vermiştir. O, bu ismi de bütün nimetleri de bizlere emanet etmiştir. Hiç şüphesiz en yüce emanet, imanımız ve İslâm’ımızdır. Bizler, dünya ve ahiret saadetimizi ancak iman nimeti sayesinde elde edebiliriz. Bu noktada bizlere düşen, bu yüce emanete asla ihanet etmemektir. Ona her koşulda sahip çıkmaktır. Kelime-i şehadetlerimizle, kelime-i tevhidlerimizle Rabbimize verdiğimiz ahdimize sâdık kalmaktır. İmanın gereği olarak, hayatımızı salih amellerle ve güzel ahlâkla müzeyyen kılmaktır. İmanımızı ve İslam’ımızı ifsat ve istismar etmek, sarsmak ve zedelemek isteyenlere karşı uyanık olmaktır. İman ve İslâm üzerinden maneviyat hırsızlığı yapanlara, yüce dinimizle insanları aldatanlara, ihanet içinde bulunanlara fırsat vermemektir. Rabbimizin şu âyetini aklımızdan çıkarmamaktır: “Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamberine ihanet etmeyin. Şayet Allah’a ve Peygamberine ihanet ederseniz, size verilen emanetlere bile bile ihanet etmiş olursunuz.”3 Kardeşlerim! Kerim Kitabımız ve Resûl-i Ekrem Efendimizin muhteşem mirası olan sünneti, müminler olarak hepimize emanettir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s), bu gerçeği şöyle haber vermiştir: “Size iki emanet bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmayacaksınız. Bunlar, Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.”4 Bugün bizlere düşen, Kur’an ve sünnetin hayat veren mesajlarıyla gönlümüzü mamur eylemektir. Mümince bir hayatın, ancak Kur’an ve sünnetin çizdiği yolda yürümekle mümkün olduğunu unutmamaktır. Kur’an ve sünnetle yoğrulmuş on dört asırlık muazzam ilim ve irfan birikimimizi iyi idrak etmektir. Bu iki yüce emanetten ilham alarak, insanlığa yeni medeniyetler takdim etmek için gayret göstermektir. Kıymetli Kardeşlerim! Hz. Âdem ile Havva’nın çocukları olarak hepimiz, birbirimize emanetiz. Bu emanet, sevgi, saygı ve anlayış içerisinde yaşamayı gerektirir. Bu emanet, kardeşimizi kendimiz gibi görmeyi, kardeşimizin neşesini kendi neşemiz, onun kederini kendi kederimiz bilmeyi gerektirir. Bu emanet, “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona hainlik yapmaz, yalan söylemez, onu zor durumda yüzüstü bırakmaz…”5 hadisi gereği, her durumda sadakat ve vefayı gerektirir. Paylaşmayı, yardımlaşmayı ve dayanışmayı gerektirir. Kardeşlerim! Sayılı nefeslerimiz, akıp giden vaktimiz, şu kısacık ömrümüz emanettir. Aklımız, kalbimiz, dilimiz, bütün bedenimiz emanettir. Huzur ve muhabbet ocağı ailemiz, göz aydınlığı çocuklarımız, külüne muhtaç olduğumuz komşularımız, malımız-mülkümüz, bilgimiz, birikimimiz emanettir. Bizlere düşen, bu emanetlerle Rabbimizin rızasına ulaşmanın gayretinde olmaktır. Şehit kanlarıyla sulanmış vatan toprağımız, bağımsızlığımızın sembolü bayrağımız, İslam’ın şiarı ezanımız, hâsılı bütün yüce değerlerimiz birer emanettir. Bizlere düşen, bu emanetleri canımız gibi aziz saymaktır. Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, bizleri emanete riayetle izzetini muhafaza edenlerden eylesin. Emanete ihanet ederek zillete düşenlerden eylemesin. Yüce Rabbimiz, bizleri Firdevs cennetinde ağırlayacağı sâdık, emîn, bahtiyar kullarından eylesin. Kardeşlerim! Son günlerde ülkemizin farklı illerinde terör örgütlerince düzenlenen menfur saldırılarda şehit olan tüm kardeşlerimize Yüce Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum. Yaralılara acil şifalar niyaz ediyorum. Bilinmelidir ki; topyekûn milletimizin varlığına, huzur ve güvenine, birlik ve beraberliğine kast eden bu hain saldırılar, aziz milletimizi asla yıldıramayacak ve amacına ulaşamayacaktır. Bizler inanıyoruz ki; milletimiz, inancıyla, birlik ve beraberlik ruhuyla, basiret ve ferasetiyle bu zorlukların üstesinden gelecektir. Yüce Rabbimiz, birlik ve beraberliğimizi, kardeşliğimizi daim eylesin. Cenab-ı Hakk’ın gazabı, değerlerimize kast eden bütün hainlerin, zalimlerin ve şer odaklarının üzerine olsun. 1 İbn Hişâm, Sîret, I, 101; Belâzurî, Ensâb, I, 229-230. Nesâî, Îmân, 8. 3 Enfâl, 8/27. 4 Muvattâ, Kader, 3. 5 Tirmizî, Birr ve sıla, 18. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 27.05.2016 NAMAZ ARINMADIR Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Sana vahyedilen Kitabı oku. Namazı da hakkını vererek kıl. Kuşkusuz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar…”1 Kardeşlerim! Efendimiz (s.a.s) bir gün ashabıyla sohbet ederken onlara, “Birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve o, günde beş defa bu nehirde yıkansa vücudunda kir kalır mı?” diye sordu. Ashab, “Kalmaz, Ya Resulallah” diye cevap verdi. Bunun üzerine Kutlu Nebi (s.a.s) şöyle buyurdu: “İşte bilinç ve şuurla eda edilen beş vakit namaz da bunun gibidir. Kılınan bu namazlarla Allah günahları yok eder.”2 Aziz Müminler! Yüce Rabbimiz, göz kamaştıran güzelliğiyle kâinatı, insan için yaratmıştır. Biz sahipsizken O, bizi muhafaza etmiştir. Biz yolumuzu bilmezken, O, göndermiş olduğu kitap ve peygamberlerle bize yolumuzu, yönümüzü göstermiştir. O, bize ahlakı, insan olmayı, Âdem olmayı, İbrahim olmayı, İsmail olmayı ve kullukta yücelmeyi öğretmiştir. Yüce Rabbimizin bunca ikramı, biz kullarına nihayetsiz lütfundan bir katredir sadece. Aynı zamanda O’nun insana, insan hayatına vermiş olduğu değerin bir parçasıdır. Bütün bunlar karşısında bizlere düşen, O’na samimiyetle, sadakatle kul olmak ve nimetlerine şükretmektir. Kardeşlerim! Bir zikir, bir şükür, bir hamd ifadesi olarak namaz, bizim vazgeçilmezimizdir. Çünkü namaz, arınmadır.3 Namaz, günde beş kez bedeni temizlerken, kalpleri de kötülük kirinden uzak tutan, suyundan iyiliğin, erdemin, güzel ahlakın aktığı tertemiz bir pınardır. Namaz, kurtuluştur; “Hayya ala’l felâh/Haydin kurtuluşa” diye semaları saran ezanıyla, insanı sonsuz rahmetin membaına çağıran kutlu bir davettir. Kulun bizzat Rabbine arzuhalidir namaz; Allah’ın huzurunda olduğu bilinciyle mümin gönüllerin titremesidir. Namaz, nice hikmetle dolu manevi bir yolculuktur. Bu yolculukta niyetimiz, zihnimizi ve kalbimizi hazır kılma, varlığımızı Rahman’a sunma ifadesidir. Kıblemiz, bir olan Allah’a yönelişimizin, müminler olarak gönüllerimizdeki manevi bağ ve birlikteliğimizin simgesidir. İftitah tekbirimiz, bir yönüyle güzelliklere, ahlaka, erdeme kapı aralayışımızdır; bir yönüyle de Allah’tan ve O’nun rızasından başka her şeyden yüz çevirebileceğimizin sembolüdür. Kıyamımız, her gün bizim için bir istikamet, bir doğruluk dersidir. Kıraatimiz, Cenab-ı Hak ile konuşmamız ve ahitleşmemizdir. Rükûmuz, Allah’tan başkası için eğilmeyeceğimizin göstergesidir. Bize topraktan geldiğimizi ve tevazuu öğreten secdemiz, Rabbimize en yakın olma vaktimizdir. Tahiyyatımız, Rabbimizle ve bütün müminlerle bir esenlik ve barış oturumumuzdur. Selamımız, namazımızda taşıdığımız ruhu, âdâbı, erkânı hayatımıza taşıma irademizdir. Kıymetli Kardeşlerim! Namaz, tanıştıran, yakınlaştıran, kaynaştıran bir nimettir. Namaz, genç ile yaşlıyı, zengin ile fakiri, güçlü ile zayıfı, siyah ile beyazı aynı inanç, aynı amaç, aynı idealde buluşturan muazzam bir birlikteliktir. Namaz, huzurdur; Rabbimizin sayısız nimetlerine şükretmenin verdiği bir sükunettir; türlü meşgale ve hengâmelerle daralan zihinlerimize, gönüllerimize bir şifadır. Ve namaz, müjdedir; dünyadaki geçici ihsanların kat be katının, Rabbini terk etmeyen, O’nun sevgisinden vazgeçmeyenler için ebediyen hazırlandığını haber verir. Kardeşlerim! İslam’ın beş temel esasından biridir namaz. Unutulmamalıdır ki, dinimizin bizlerden istediği namaz, şekle indirgenmemiş, ruhu yok edilmemiş namazlardır. Bugün namaz konusunda bize düşen en büyük görev, namazlarımızı samimiyetten mahrum, süresi kısalmış, son ana kadar ertelenmiş, etkisini yitirmiş, solgun namazlara dönüştürmemektir. Namazlarımızın, merhametimizi artırması, bizi örnek bir insan yapması ve ahlakımıza ahlak katması için gayret göstermektir. Kıymetli Kardeşlerim! Hutbemi şu dua ile bitirmek istiyorum: Allahım! Bizi ve aile fertlerimizi namazı hakkıyla eda edenlerden eyle! Rabbimiz! Bizleri namazlarını ihlas, huşu ve samimiyetle kılanlardan eyle! Allahım! Namazlarımızı bizler için her türlü süfli arzu ve isteklerimizden arınma ve ebedi kurtuluş vesilesi eyle! Ankebût, 29/45. Müslim, Mesâcid, 283. 3 Müslim, Tahâret, 14. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İL : GENEL TARİH : 06.05.2016 O BÜYÜK GÜNE HAZIR MIYIZ? Aziz Müminler! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz, şöyle buyuruyor: “Kim zerre miktarı hayır işlerse mutlaka karşılığını görecektir. Kim de zerre miktarı şer işlerse karşılığını görecektir.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Gaflete dalarak ölümü ve ölüm sonrası hayatı unutan kul ne bedbahttır!”2 Kardeşlerim! Bir gün Resûlullah Efendimiz (s.a.s)’e sahabeden biri, “Ey Allah’ın Resûlü! Müminlerin en hayırlısı kimdir?” diye sordu. Efendimiz, “Ahlakı en güzel olandır.” karşılığını verdi. Aynı sahabi, “Peki müminlerin en duyarlısı ve şuurlusu kimdir?” diye sorunca Peygamberimiz, “Ölümü en çok hatırlayan ve ölümden sonraki hayatı için en güzel şekilde hazırlanandır.” buyurdu.3 Aziz Kardeşlerim! Rabbimize hamdü senalar olsun ki, bizleri bir kez daha rahmet, bereket ve mağfiret mevsimi olan üç aylara eriştirdi. Kısa bir süre önce hep birlikte üç aylara yeniden ulaşmanın huzur ve mutluluğunu yaşadık. Regaip kandilini hep birlikte gönülden dualarla, yakarışlarla idrak ettik. Rabbimize olan rağbetimizi ve ahdimizi yeniledik. Miraç kandilinde Rabbimize imanımızı, Peygamberimiz (s.a.s)’e bağlılığımızı, namaza olan muhabbetimizi bir kez daha tazeledik. Ellerimizi, gönüllerimizi Rabbimize açtık, af ve bağışlanma diledik. Esfel-i sâfiline düşmekten O’na sığındık. Bizleri imanımızla, salih amellerimizle ahsen-i takvim üzere yaşatmasını O’ndan niyaz ettik. Rabbimiz, bu yakarışlarımızı, niyazlarımızı kabul buyursun. Hep birlikte bizleri günahlardan, kötülüklerden arınma ve kurtuluş beratımızı alabilme fırsatı olan Berat kandiline eriştirsin. Bizleri gölgesi üzerimize düşmüş Kur’an ayı Ramazanla ebedi nimetlerine nail olan bahtiyar kullarından eylesin. Kardeşlerim! Rabbimizin bize bir emaneti olan ömür sermayemiz hızla tükeniyor. Her bir nefesimiz, her bir saniyemiz, bizi ölüm gerçeğine biraz daha yaklaştırıyor. Herkesin yapıp ettiklerinin karşılığını eksiksiz göreceği hesap gününe doğru ilerliyoruz. Peki müminler için esenlik, selam yurdu, inkârcılar içinse pişmanlık ve hüsran diyarı olan âhirete hazır mıyız? Hesap, mizan, hayatımızın akışı içerisinde ne kadar yer tutuyor? Günah-sevap, hayır-şer konusunda ne kadar nefis muhasebesi yapabiliyoruz? Yoksa akıp giden hayatın günlük meşgalesi, dünyanın türlü hengâmesi bizlere bütün bunları unutturuyor mu? Kardeşlerim! Dünyadaki hazlar, tutkular, hırslar, kinler, nefretler, kavgalar, hepsi son nefesi verdiğimizde bitiyor. Dünya imtihanımız, ölümle birlikte sona eriyor. Günahların, isyanların, kırılan gönüllerin hesabını vermek de iyiliklerin mükâfatına ulaşmak da âhirete kalıyor. Hakikat bu iken hayatın gündelik koşuşturmaları içinde ölüm bize bazen yabancı düşüyor. Zaman zaman âhiretle aramıza duvarlar örüyoruz adeta. Oysa dünya fani, geçici; âhiret ise bâkî, ebedi olandır. Âhiret, hesap, mizan, cehennem ve cennet safahâtıyla mutlak adaletin zuhur edeceği yerdir. Kardeşlerim! Kerim Kitabımız, sorumlu bir varlık olduğumuzu, başıboş bırakılmadığımızı, öldükten sonra yeniden diriltilip huzur-i ilahiye çıkarılacağımızı bizlere haber veriyor.4 Rabbimiz, dünyanın geçici zevklerine, aldatmacalarına kanmamamız, daha hayırlı ve kalıcı olan âhiret saadetine erişebilmemiz için bizleri şöyle uyarıyor: “Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın.”5 Aziz Müminler! Elbette müminler olarak âhirete gönülden iman ediyoruz. Zira biliyoruz ki âhirete iman, iman esaslarından biridir. Ve bizler yine biliyoruz ki âhirete iman, sadece dilin ikrarından ibaret de değildir. Allah’a ve âhirete iman eden, Rabbine gönülden itaat eder. Allah’a ve âhirete iman eden, Allah’ın Resûlü’nü kendine örnek alır. Onun öğütlerine kulak verir, sünnetini kendine rehber edinir. Allah’a ve âhirete iman eden, haramlardan uzak durur. Şirkten ve günahtan, ateşe düşmekten kaçarcasına kaçınır. Allah’a ve âhirete iman eden, haksızlık yapmaz, zulmetmez, şiddet uygulamaz. Allah’a ve âhirete iman eden, canı pahasına da olsa doğruluktan ayrılmaz. Hiçbir cana kıyamaz. Hiçbir canlıya bilerek, isteyerek zarar vermez, veremez. Diliyle dahi kardeşini incitemez. Allah’a ve âhirete iman eden, yetime, yoksula, dara düşene kol kanat gerer. Garibin, fakirin, dertlinin halini bilir. Kimsesize kimse, çaresize çare olur. Kardeşlerim! Unutmayalım ki; dünya, âhiretin tarlasıdır ve kişinin âhiretteki konumu, dünyada yapıp ettikleriyle belirlenecektir. Öyleyse geliniz, içerisinde bulunduğumuz üç ayları fırsat bilelim. Fâni olan dünya hayatımızı ebedi mutluluk ve huzura dönüştürmeye gayret edelim. Gönlümüzden sevgiyi, merhameti, şefkati, iyiliği eksik etmeyelim. Allah’a iyi bir kul, Peygamberimiz (s.a.s)’e iyi bir ümmet, birbirimize iyi birer kardeş olalım. Rabbimizin huzuruna, âhiret yurduna hesabını verebileceğimiz bir hayat yaşayarak varalım. Rabbim bizleri ölümden sonrası için hazırlanan ve hesabını kolay verebilen kullarından eylesin. Zilzâl, 99/7-8. Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 17. 3 İbn Mâce, Zühd, 31. 4 Mü’minûn, 23/115; Kıyâmet, 75/36, 40. 5 Fâtır, 35/5. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 01.04.2016 ÖFKEYE HÂKİM OLABİLMEK Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda infak edenlerdir, öfkelerine hâkim olanlardır, insanları affedenlerdir.” 1 buyurarak cennette talip takva ehli müminlerin bir özelliğinin de öfke kontrolü olduğuna vurgu yapmaktaydı. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), bir gün ashabıyla sohbet ederken onlara, “Pehlivan kimdir bilir misiniz?” diye sordu. Sahabe, “Pehlivan, güreşte rakibini yenen kişidir.” cevabını verdi. Bunun üzerine Efendimiz, “Asıl pehlivan, güreşte rakibini yenen değil, öfke anında kendisine hâkim olup öfkesini yenebilendir.”2 buyurdu. Merhamet Peygamberi, bu sade ama bir o kadar da anlamlı benzetmeyle gönüllere ve zihinlere nakşedilecek bir mesaj veriyordu. Nice pişmanlıklara, gözyaşlarına, âhvâhlara neden olan öfkeye mağlup olmamamız konusunda bizleri uyarıyordu. Efendimiz, bir taraftan öfke kontrolü konusunda ashabını eğitirken bir taraftan da her birimiz için vazgeçilmez öğütlerde bulunuyordu. Bir defasında kendisine gelip, “Yâ Resûlallah! Bana özlü bir tavsiyede bulun!” diyen birine, Efendimiz; “Öfkene hâkim ol!” 3 demekle yetiniyordu. Aziz Müminler! Yüce Rabbimiz, öfkeden sakınma konusunda Kerim Kitabımızda peygamberlerin hayatlarından bizlere kesitler sunar. Bu peygamberlerden biri Musa (a.s.)’dır. Onun yokluğunda kardeşi Harun, kavminin hidayetten uzaklaşmasına engel olamamıştı. Bu duruma öfkelenen Hz. Musa, onu yakasından tutup hiddetle silkelemişti. Neticede kardeşinin ikazıyla öfkesine hâkim olmuş ve “Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla. Bize rahmetinle muamele eyle. Sen merhameti engin ve sonsuz olansın.” 4 yakarışıyla Rabbine sığınmıştı. Yunus (a.s.), kavmini bir olan Allah’a teslimiyet ve kulluğa davet etmişti. Ancak onlar, bu daveti karşılıksız bırakmışlardı. Bunun üzerine Yunus Peygamber, bir hışımla kavmini terk edip gitmişti. Ama öfkesi onun için bir imtihana dönüşmüştü. Bir balığın karnında karanlıklar içerisinde kalmış, sabrın ve itidalin anlamını bir kez daha kavramıştı. Nedametle Rabbine şöyle iltica etmişti: “Senden başka ilah yoktur. Seni her türlü eksiklikten tenzih ederim. Ben gerçekten kendine yazık edenlerden oldum.”5 Kıymetli Kardeşlerim! İnsanlığın yolunu aydınlatan peygamberlere dair bu örneklerle bizi eğitir Âlemlerin Rabbi. Peygamberlerin dahî kimi zaman öfkelendiklerini ancak öfkelerini Allah’a sığınarak yendiklerini öğretir. Peygamberimiz (s.a.s) de, öfke anında kişinin Allah’a sığınmasını, hesabı, sevap ve günahı hatırlamasını tavsiye etmiştir.6 Öfkelenince dilimizin isyan, küfür, intikam sözcüklerine değil; dua, sükûnet, esenlik ifadelerine tercüman olmasını istemiştir. Kardeşlerim! Olgun bir insan ve kâmil bir mümin olmanın tezahürlerinden biri de öfkeye hâkim olabilmektir. Onun bir anda parlayan ateşine odun değil su taşımaktır. Zira öfkesine yenik düştüğünde insanın gözü kör, kulağı sağır olur; insaf ve vicdanı devre dışı kalır. Öfke seline kapılan kişi merhametten, hoşgörüden yoksunlaşır; kırıcı, yıkıcı hale gelir. Hatta ölümle sonuçlanacak kadar aşırı davranışlar sergileyebilir. Nitekim günümüzde öfkenin sebep olduğu nice olumsuzluklara, ibretlik ve hazin tablolara hemen her gün şahit olmaktayız. Şeytan, öfke silahıyla aramıza kin, nefret, intikam tohumları ekmektedir. Nice akrabalık, dostluk ve kardeşlikler sudan sebeplerle başlayan kavga ve çekişmelerle husumete dönüşebilmektedir. Bir anlık öfke, ailelerde, iş ortamlarında, hâsılı gündelik hayatın farklı alanlarında nice mutlulukları alıp götürmekte, nice hayalleri yok etmektedir. Nice yuvalar, bir anlık öfke ateşiyle yanıp kül olmaktadır. İnsanoğlunun öfkeye yenik düşmesinin bedelini kimi zaman masum eşlerin, çocukların, annebabaların, komşuların, suçsuz insanların canlarıyla ödemesi, yüreklerimizi parçalamaktadır. Kardeşlerim! Bugün, insanlık olarak bir stres çağında yaşıyoruz. Gündelik hayatta zaman zaman bizi çileden çıkaran olaylarla karşılaşıyoruz. Fakat bizler, öfkemizde haklı olsak dahî, öfkenin bizi nerelere sürükleyebileceğini asla unutmayalım. Hayatın bir imtihan olduğu gerçeğini hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım. Duyduğumuz her sözü, başımıza gelen her bir olayı akl-ı selimin süzgecinden geçirelim. Geliniz, müminler olarak daima şefkat, merhamet, hoşgörü ve sabrı kuşanalım. Öfkenin esaretiyle, kin, nefret, husumet gibi duygularla yüreklerimizi karartmayalım. Mevlanâ’nın “Hilm kılıcı, öfke kılıcından keskindir.” sözünü kendimize şiar edinelim. Yüce Rabbimiz bizleri öfkesine mağlup olanlardan değil; sabrı kuşanan, öfkesini yenebilen, haklıyken dahî affedebilen müttaki kullarından eylesin! Kıymetli Kardeşlerim! Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar olsun ki, bir kez daha rahmet, bereket ve bağışlanma mevsimi olan üç ayların eşiğine ulaştık. Önümüzdeki Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece Regâib Kandili’ni idrak edecek ve üç ayların ilki olan Recep ayına gireceğiz. Regâib Kandilinizi şimdiden tebrik ediyorum. Yüce Rabbimiz, üç ayları en güzel şekilde değerlendirebilmeyi, rızasını kazanmış olarak hep birlikte Ramazan bayramına erişebilmeyi nasip eylesin. Âl-i İmrân, 3/134. Müslim, Birr, 106; Ayrıca bkz. Buhârî, Edeb, 76. 3 Buhârî, Edeb, 76. 4 A’râf, 7/151. 5 Enbiyâ, 21/86-88; Ayrıca bkz. Saffât, 37/139-148. 6 Buhârî, Edeb, 44. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 30.12.2016 değerlendirdiğimizden, hâsılı ettiklerimizden sorguya çekileceğiz. bütün yapıp Kardeşlerim! Kıyamet gününde bize yöneltilecek olan ikinci soru, َﻭﻉ َْﻥ gençliğimizi nerede, nasıl َ ْ َ ﺏ ِﻩ ﻑِﻱ َﻡﺍ ﺃ ُﻩ. ﺏ ِ ﺵﺏَﺍ geçirdiğimizdir. Bu soruyu hiçbir zaman zihnimizden çıkarmamalıyız. Zira kimi zaman, ibadet etmeyi, iyi işler yapmayı gençlikten sonraya ertelemek gibi bir yanlışın içerisine düşebiliyoruz. Oysa Peygamberimiz (s.a.s), ideal gençleri, ﺵﺃ َﻑِﻱ ِﻉﺏَﺍ َﺩ ِﺓ َﺭﺏِ ِﻩ َ ََﺍﺏ ﻥ . “ َﻭﺵNeşeyi ve huzuru Rabbine ibadette bulan gençler”4 diye tarif etmiştir. ÖMÜR NİMETİ Cumanız Mübarek Olsun Aziz Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, ebedi âlem için ne hazırlamış olduğuna baksın…”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bil: Ölümden önce hayatın, meşguliyetten önce boş zamanın, yokluktan önce varlığın, ihtiyarlıktan önce gençliğin ve hastalıktan önce sağlığın”2 Kardeşlerim! Kısa bir süre önce hep birlikte yeni bir hicri yıla girdik. Bugünlerde ise miladi yılın son günlerini yaşıyoruz. Ömür sermayemizden bir yıl daha eksildi. Yüce Rabbimiz, hepimize hayırlı, bereketli bir ömür lütfeylesin. Şu bir gerçek ki; ister hicri, ister miladi olsun. Mühim olan, günlerimizi, yılımızı nasıl değerlendirdiğimizdir. Zamanın birer şahidi olan ay da Allah’ın âyetidir, güneş de Allah’ın âyetidir. Aslolan, Rabbimizin bir nimeti ve emaneti olan zamanın içini nasıl doldurduğumuzdur. Sayılı nefeslerimizi nasıl ve hangi amaçla harcadığımızdır. Ömür sermayemizin her bir ânını, her bir gününü yaratılış ve varlığımızın gayesine uygun olarak kullanıp kullanmadığımızdır. Aziz Kardeşlerim! Rabbimizin dünya imtihanında bizlere takdir ettiği kısa bir zaman vardır. Bizler bu zamana “ömür” diyoruz. Beyhude geçirilmiş bir hayata ömür denilemez. Ömür, iyilik ve güzelliklerle geçirilmiş bir hayattır. Ömür, insani ve ahlaki erdemlerle tezyin edilmiş bir hayattır. Ömür, emanet ve sorumluluk bilinciyle iman ve salih amellerle mamur kılınmış bir hayattır. Kardeşlerim! Peygamberimiz (s.a.s), “Kıyamet gününde insanoğlu şu beş şeyden hesaba çekilmedikçe Rabbinin huzurundan bir yere kımıldayamaz.”3 buyurmuştur. Hesabını vereceğimiz ilk nimet, ömür ْ َ ﻉ َْﻥ ﻉ ُْﻡ ِﺭ ِﻩ ﻑِﻱ َﻡﺍ ﺃÖmrümüzü nerede, nasıl nimetidir. ُﻑﻥَﺍﻩ geçirdiğimizden, zamanımızı nasıl Aziz Müminler! Hesap günü bizlere sorulacak bir diğer soru ise ْ َ َﻭﻑِﻱ َﻡ ﺃ،ُ ﺱﺏَ ﻩ ُﻥﻑَﻕَ ﻩ ْ َ ﻭﻉ َْﻥ ﻡﺍ ِﻝ ِﻩ ﻡِ ْﻥ ﺃAllah’ın bize lütfettiği َ َ ﻱﻥَ ﺍِ ْﻙﺕ kazancımızla ilgili olacaktır. Rabbimiz, malını nereden kazandın, nereye harcadın? Helale harama riayet ettin mi? Yoksulun, ihtiyaç sahibinin hakkını gözettin mi? diye soracaktır bizlere. Zira mal, servet, her türlü imkân ve kazanç Yüce Rabbimizin bizlere birer emanetidir. Bütün bunlar zihnimizi, kalbimizi, geleceğimizi esir almamalıdır. Kardeşlerim! Rabbimizin huzurunda bizlere sorulacak bir diğer soru ise, ﻉ ِﻝ َﻡ َ َﻭﻉ َْﻥ ِﻉ ْﻝ ﻡِ ِﻩ َﻡﺍﺫَﺍ ﻉَﻡِ َﻝﻑِﻱ َﻡﺍilimle ilgilidir. O gün şu sorulara muhatap olacağız: İlminle amel ettin mi? Onu insanlığın hayrı ve yararına mı kullandın, yoksa kötülükler için bir silaha mı dönüştürdün? İlmin, insanlar arasında güzelliklerin yayılmasına mı vesile oldu, yoksa onu fitne, fesat ve bozgunculuğa mı vesile kıldın? Sahip olduğun ilim, bilgi senin hayatına, ahlakına, ilişkilerine rehberlik etti mi? Aziz Kardeşlerim! Her yılın sonu, yeni bir yılın başlangıcıdır aslında. Öyleyse bu yeni başlangıcı vesile kılarak hadiste dile getirilen soruları kendimize yeniden soralım. Unutmayalım ki; ömür sermayesinden geçen bir yılın sonunda kendini ve yaratılış gayesini unutarak, değerlerimizle örtüşmeyen, insan hayatına katkısı olmayan gayr-i meşru tutum ve davranışlar sergilemek bir mümine asla yakışmaz. Yeni bir yılın ilk saatlerinin başka kültürlere, başka dünyalara ait yılbaşı eğlenceleriyle israfa dönüştürülmesi ne kadar da düşündürücüdür. Sevap-günah, hayır-şer konularında muhasebe yapılması gereken saatlerin, emek harcamadan zengin olmak arzusuyla kumar, piyango gibi şans oyunlarıyla heba edilmesi ne kadar da üzücüdür. Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, ömrümüzün kalan kısmını geçen kısmından daha hayırlı ve bereketli yaşayabilmeyi bizlere nasip eylesin. Hesabını veremeyeceğimiz bir hayat yaşamaktan hepimizi muhafaza eylesin. Haşr, 59/18. Hâkim, el-Müstedrek, IV, 341. 3 Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 1. 4 Buhârî, Ezan, 36. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 04.11.2016 ÖRNEK ÜMMET OLABİLMEK Cumanız Mübarek Olsun Aziz Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz, şöyle buyuruyor: “Doğrusu sizin ümmetiniz yani İslam ümmeti bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana ibadet ediniz”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Müminlerin birbirlerine olan bağlılığı, birbirine kenetlenerek inşa edilmiş bir binanın tuğlaları gibidir.”2 Kardeşlerim! Sahabeden birkaç kişi, Mescid-i Nebevi’de kendi aralarında sohbet ediyorlardı. O esnada sahabeden Selman, mescide girdi. Bunun üzerine sohbet etmekte olanlardan birisi yanındakilere sırayla “aileniz, soyunuz sopunuz nedir?” diye sordu. Sohbet halkasında bulunanlardan her biri kendi ailesini, soyunu sopunu överek zikretmeye başladı. Nihayet bu şahıs, Selman’a dönerek “Senin soyun sopun, sülalen nedir ey Selman?” dedi. Aslında bu soruyla onu zor durumda bırakmayı arzuluyordu. Zira onun Selman’la arasında şahsi bir problemi vardı. Herkes Selman’ın ne diyeceğini merakla beklerken şu ibretlik sözler döküldü dilinden: َ أنَاَسَلَمَانََابَنََالَسَلَمBen İslam oğlu Selman’ım. َالل َبَمَحَمَّد َ ّ َال َفَهَدَانَي َ ًّ ض َ َ كَنَتBen dalaletteydim, Allah beni Muhammed Aleyhisselam ile hidayete erdirdi. َالل َبَمَحَمَّد َ ّ َ َ كَنَتَ فَقَي َرًا َفَأغَنَانَيBen fakirdim, Allah beni Muhammed Mustafa’yla zenginleştirdi. ََاللَبَمَحَمَّد َ ّ ََوك ًاَفَاَعَتَقَنَي َ َ كَنَتََمَمَلBen köleydim, Allah beni Muhammed Mustafa’yla özgürleştirdi.” Bu konuşmaları duyan Hazreti Ömer topluluğun yanına gelerek, “Benim kim olduğumu, benim de soyumu sopumu öğrenmek ister misiniz?” diye sordu. Ve sonra dedi ki: “َ َأنَاَعَمَرَ َابَنَ َالَسَلَمَ أخَوَسَلَمَانَ َابَنَ َالَسَلَمBen de İslam oğlu Ömer’im, İslam oğlu Selman’ın kardeşiyim.” Kardeşlerim! Din-i Mübin-i İslam, iki büyük temel üzerine inşa edilmiştir: Birisi tevhit, diğeri vahdettir. Tevhit, Allah’ın birliğine imandır, Allah’ın vahdaniyetini ikrardır. Kur’an-ı Kerim bir tevhit kitabıdır. Bütün peygamberler ve Hatemü’l-Enbiya Muhammed Mustafa (s.a.s), bir tevhit peygamberidir. Allah’ın bize farz kıldığı bütün ibadetler; namazımız, orucumuz, haccımız, kurbanımız, zekâtımız, her biri birer tevhit eylemidir. Kıymetli Kardeşlerim! Tevhitten sonra en büyük temel ilke vahdettir, müminler arasında birliktir. Birlik olmadan ümmet olmaz, ümmet olmadan tevhid olmaz. Tevhid ve vahdet olmadan da Yüce Rabbimizin, şu âyet-i kerimesinin gayesi gerçekleşmez: “Siz, insanlar için var kılınmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarsınız ve siz Allah’a iman edersiniz.”3 Aziz Müminler! Bu âyet-i kerime bizlere göstermektedir ki; İslam ümmetinin en büyük gayesi, yeryüzünde iyiliği egemen kılmak, kötülüğü ortadan kaldırmaktır. Her daim ahlak, adalet, fazilet ve iyiliğin yanında yer almaktır. Her türlü kötülüğün, şerrin ve batılın karşısında durmaktır. Nerede bir zulüm, bir haksızlık, bir adaletsizlik varsa ona engel olmak için gayret göstermektir. Zira bu güzellikler, Rabbimizin övgüyle söz ettiği en hayırlı ümmetin vasıflarıdır. Aziz Kardeşlerim! Tevhide karşı en büyük günah, en büyük zulüm şirktir. Allah’a ortak koşmaktır. Tevhidi bozmaktır. Allah’ın vahdaniyetini ikrardan, O’na imandan yüz çevirmektir. Vahdete karşı en büyük günah ise tefrikadır. Ümmeti bölmektir. Ümmeti parçalamaktır. Bozgunculuk yapmaktır. Ümmetin arasına fitne, fesat ve nifak sokmaktır. Asabiyet, kin, öfke, nefret, gibi cahiliye kalıntılarıyla kardeşleri birbirine düşürmeye çalışmaktır. Kardeşlerim! Bugün müminler topluluğu olarak ümmet bilincini yeniden inşa etmeye ihtiyacımız var. Bugün İslam coğrafyasında barış ve esenliği, şefkat ve merhameti, hak ve hakikati yeniden egemen kılmaya ihtiyacımız var. Unutmayalım ki, örnek ümmet olabilmenin yolu gönülleri bir, gayeleri bir, samimiyet ve sadakatle bezenmiş kardeşler olmaktan geçer. Aziz Kardeşlerim! Hutbemizi şu duayla bitirmek istiyorum: Allah’ım! Bozgunculuktan, düşmanlıktan, münafıklıktan, ihanetten ve kötü ahlaktan sana sığınırız. 4 Bizleri bu kötülüklerden muhafaza eyle! Ümmeti Muhammed’i yeniden ve ebediyen aziz bir ümmet eyle Allah’ım! Enbiyâ, 21/92. Buhari, Salat, 88; Müslim, Birr ve Sıla, 65. 3 Âl-i İmran, 3/110. 4 Ebû Dâvûd, Vitr, 32. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İL : GENEL TARİH : 12.02.2016 PEYGAMBERE İMAN TEVHİDİN BİR GEREĞİDİR Aziz Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’ ”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Gönülden tasdik ederek Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun resûlü olduğuna inanan kimseye Allah, cehennemi haram kılar.”2 Kardeşlerim! İman esasları Allah’ın varlığını, birliğini, eşsiz ve ortaksız olduğunu kabul etmekle başlar. İman esaslarından biri de peygamberleri, ayrım yapmaksızın kabul etmektir. Bizler, Müslüman olmanın bir gereği olarak bütün peygamberlere, nübüvvet zincirinin son halkası Muhammed Mustafa’ya (s.a.s) ve onun tebliğ ettiklerinin tamamına şeksiz şüphesiz iman ederiz. Bu imanımızı kelime-i şehadetle gönülden tasdik ederiz. diyerek tevhide olan bağlılığımızı, Efendimize olan iman ve sadakatimizi dile getiririz. Aziz Müminler! Peygamber Efendimiz (s.a.s), Allah’ın aramızdan seçtiği, müjdeleyici ve uyarıcı olarak görevlendirdiği, kitabı ile şereflendirdiği son peygamberdir. O, Rabbimizden aldığı vahyi kusursuz bir şekilde bize ulaştırmış, anlatmış, açıklamış ve yaşamıştır. Bu yüzden ona iman eden, Allah’a iman etmiş; onu inkâr eden de Allah’ı inkâr etmiş olur.3 Peygamberimiz, bütün insanlığa gönderilmiş bir rahmet vesilesi ve hidayet rehberidir. O, bizlere varoluşumuzun gayesini haber vermiştir. Allah’a kul olmanın, O’nun rızasını ve cennetini kazanmanın yollarını öğretmiştir. Peygamber Efendimiz, özüyle ve sözüyle, her haliyle bizler için ahlak, iffet, şefkat, merhamet ve adalete dair muhteşem bir örnek olarak yaşamıştır. O, ashabına ve “kardeşlerim” dediği bizlere sadakati, dürüstlüğü, vefayı, fedakârlığı öğütlemiştir. Efendimiz, serverimizdir. bizim iki cihanda Kardeşlerim! Hayat kitabımız olan Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizin diliyle bizlere ulaşmıştır. Onun örnekliğinde hayat bulmuş, okunmuş, anlaşılmış ve uygulanmıştır. Kur’an’ı yaşanan bir kitaba dönüştüren Peygamberimizdir. Vahyin ağırlığını ilk karşılayan, ilâhî kuralları ilk açıklayan, insanlara Allah’ın muradını duyuran Peygamber Efendimizdir. Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de bizlere namaz kılmayı, oruç tutmayı, zekât vermeyi, hac yapmayı emretmiştir. Ancak namazın vakitlerini, rekât sayılarını ve nasıl kılınacağını bize Efendimiz öğretmiştir. Orucun ne şekilde ve nasıl tutulacağını, zekâtın hangi mallardan ve ne kadar verileceğini, haccın menasikini bizlere hep Peygamberimiz göstermiştir. Kısacası ibadet hayatımız, onun örnekliğinde şekillenmiştir. Kardeşlerim! “Bize Kur’an yeter” anlayışıyla peygamberimizi, onun siretini ve sünnetini dikkate almadan Müslümanca yaşamaya çalışmak mümkün değildir. Bu duruş, Kur’an’ın bizzat kendisine aykırıdır. Çünkü Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda bize, kendisiyle birlikte Resulüne inanmayı4 ve tabi olmayı5 emreder. Peygamberimizin helal kıldığını helal, haram kıldığını haram saymamızı ister.6 Dolayısıyla Peygamberimize inanmayan, onun siretini ve sünnetini benimsemeyen bir anlayış, İslam anlayışı olamaz. Peygambere iman etmeden, Kur’an ile sünnetin arasına mesafe koyularak ebedi kurtuluşa ulaşılamaz. Resul-i Ekrem’in şerefli sözleri olmadan Kur’an anlaşılamaz ve yaşanamaz. Bizi bu konuda ikaz eden yine bizzat Efendimizdir. O şöyle buyurur: “Sakın sizden birinizi, emrettiğim veya yasakladığım bir konu kendisine iletildiğinde, köşesine yaslanmış olarak cahilce, ‘Biz Allah’ın Kitabı’nda ne bulursak ona uyarız; (hadis tanımayız!)’ derken bulmayayım!”7 Kardeşlerim! Tarihin yüce rehberlerine, insanlığın barış ve umut elçilerine, Efendimiz başta olmak üzere bütün peygamberlere sonsuz salat ve selam olsun. Rabbimiz, bizleri tevhidi hakkıyla anlayan, kendisine hakkıyla kul olan, Resulüne hakkıyla tabi olanlardan eylesin! Peygamberimizin ümmeti olma, onun sancağı altında toplanma ve şefaatine nail olma bahtiyarlığından bizi mahrum bırakmasın. Onun sünnetinden, muhabbetinden, bereketinden bizleri bir an olsun ayırmasın. 1 Âl-i İmrân, 3/31. Buhârî, İlim, 49; Müslim, İman, 47. Nisâ, 4/80. Ayrıca bkz. Buhârî, Ahkâm, 1; Müslim, İmâre, 33. 4 Nisâ, 4/136. 5 A’râf, 7/158. 6 A’râf, 7/157, Ahzâb, 33/36. 7 İbn Mâce, Sunne, 2; Tirmizî, İlim, 10. 2 3 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İL : GENEL TARİH : 19.02.2016 PEYGAMBERLER ALLAH’IN KUTLU ELÇİLERİDİR Aziz Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “‘Biz Allah’a ve Allah’ın bize indirdiği kitaba, aynı şekilde İbrâhim, İsmâil, İshak, Yakûb ve torunlarına indirilenlere; Mûsâ ve Îsâ’ya verilenlere ve Rableri tarafından bütün peygamberlere gönderilenlere inandık. Allah’ın peygamberleri arasında ayrım yapmayız; biz Allah’a teslim olmuşuzdur’ deyin.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Peygamberler, ataları bir kardeşlerdir.”2 Kardeşlerim! Peygamberlerin her biri, Allah’tan aldıkları vahyi insanlara ulaştırmak üzere insanlar arasından seçilmiş kutlu elçilerdir. İman esaslarından biri de hiçbir ayrım gözetmeksizin bu kutlu elçileri kabul ve tasdik etmektir. Bizler, hemen her gün okuduğumuz “Âmenerrasûlü” diye bilinen ayetlerde peygamberlerin tümüne inandığımızı ve aralarında hiçbir ayrım yapmadığımızı dile getiririz. Aziz Mü’minler! Yüce Rabbimiz, Kerim kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bizlere peygamberlerin hayatlarından örnek alacağımız kesitler sunar. İlk insan olma şerefi yanında, ilk peygamber de olan, insanlığın içinden süzülüp çıkartılmış, özü itibariyle en temiz ve saf olan Hz. Âdem, Safiyyullah olarak örneğimizdir. Hiçbir taviz ve gevşeklik göstermeden sabırla 950 yıl boyunca tevhid mücadelesini sürdüren Hz. Nuh, Nebiyyullah olarak örneğimizdir. Tevhid uğrunda dağ gibi ateşe atılan, Allah’a sadakatin ve müstakim duruşun sembolü Hz. İbrahim, Halilullah olarak örneğimizdir. Teslimiyetin zirvesine oturan, Allah’ın emrine tereddütsüz “evet” diyen Hz. İsmail, Zebihullah olarak örneğimizdir. İffet ve hayâ ile özdeşleşen, nefsin gayr-ı meşru istek ve arzularına Allah korkusuyla “hayır” diyen Hz. Yusuf, Sıddîkullah olarak örneğimizdir. Doğumuyla Firavun’ları telaşlandıran, Firavun’un sarayında ama Allah’ın gözetiminde büyütülen, peygamberlik verilince de firavunun düzenini yerle-yeksan eden, Allah’ın kendisiyle konuşarak yücelttiği Hz. Musa, Kelimullah olarak örneğimizdir. İsrailoğulları Tevrat’ı, Zebur’u ve peygamberlerinin mirasını, güç ve saltanat adına tahrif edip ifsada başlayınca, iffet abidesi Hz. Meryem’e, Allah Teâlâ’nın kendi ruhundan ‘ol’ emriyle ilkâ ettiği Hz. İsa, Kelimetullah olarak örneğimizdir. Aziz kardeşlerim! Bütün vahiylerin zirvesi olan Kur’an-ı Kerimle gönderilen ve peygamberlerin özü, özeti hatta özlemi olan, kıyamete kadar da ona iman etmeden, onun getirdiğine teslim olmadan, dünya ve ahirette kurtuluşun mümkün olmayacağı Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s), Habibullah olarak bizim ve bütün insanlığın yegâne örneğidir. Bütün bu özelliklerine rağmen yüksek bir tevazu ile Efendimiz, kendisini Hz. Âdem ile başlayan Peygamberlik binasının eksik bir tuğlası olarak nitelendirmiştir. Hz. Âdem’den Hâtem’ül-Enbiya Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’ya kadar tüm peygamberlere salat ve selam olsun. Rabbimiz, bizleri ve neslimizi onların en güzel örnek olan hayatlarından ve kutlu yollarından bir an olsun ayırmasın. Kıymetli Kardeşlerim! İki gün önce insanlıktan nasibini almamış her türlü değerden ve vicdani duygudan yoksun kişi veya kişiler tarafından Ankara’da gerçekleştirilen saldırıda şehit olan güvenlik güçlerimize, hayatını kaybeden kardeşlerimize Cenab-ı Haktan rahmet niyaz ediyor, yaralı olan vatandaşlarımıza acil şifalar diliyorum. Yakınlarına ve milletimize sabır, metanet ve baş sağlığı diliyorum. Cenâb-ı Allah bu saldırıda hayatlarını kaybeden masum kardeşlerimizi engin rahmet-i Rahmanıyla karşılasın. Rabbim millet olarak sabır ve tahammül gücü zorlanan gönüllerimizi onarsın, yaralarımıza derman olsun. Milletimizin başı sağ olsun. 1 2 Bakara, 2/136. Buhari, Enbiyâ, 48. Hazırlayan : Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 01.01.2016 RABBİMİZ! BİZİ DOSDOĞRU YOLA İLET! Aziz Kardeşlerim! Bir gün Peygamberimiz (s.a.s), düz bir çizgi çizerek “İşte bu, Allah’ın dosdoğru yoludur.” buyurdu. Ardından bu çizginin sağından ve solundan başka çizgiler çizdi ve “Bunlar da, dosdoğru yolun haricindeki yollardır. Bu yolların her birinin başında ona çağıran bir şeytan vardır.” şeklinde açıklamada bulundu. Sonra da şu âyeti kerimeyi okudu 1 : “Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara sapmayın. Onlar sizi Allah’ın yolundan uzaklaştırır. İşte günahtan korunmanız için Allah size böyle öğüt verdi.”2 Kardeşlerim! Rabbimizin dosdoğru yolu olan ve dualarımızdan hiç eksik etmediğimiz sırât-ı müstakimi, Efendiler Efendisi bizlere böyle takdim ediyordu. Bu yolun yolcusu olmanın, şeksiz şüphesiz mümin olmayı, Allah ve Peygamberinin mesajlarını her daim sadakat ve teslimiyetle dikkate almayı gerektirdiğini bildiriyordu. Efendimiz, hiçbir eğrilik ve sapkınlığın bulunmadığı bu yola koyulan yolcunun, dünya ve ahirette huzur ve mutluluğa ulaşacağını vurguluyordu. Farklı yolların ise insanı sadece sırât-ı müstakimden değil, aynı zamanda Rabbinin rızasından, Resûlullah’ın izinden, yaratılış amacından, dahası tüm insani erdemlerden uzaklaştıracağını haber veriyordu. Kıymetli Kardeşlerim! Sırât-ı müstakim, Kur’an’ın yoludur. Peygamberlerin yoludur. Allah’a verdikleri sözden bir an olsun ayrılmayan, sadakatle sembolleşen sıddıkların yoludur. Sırât-ı müstakim, şühedanın, salih amel işleyenlerin, ilahi lütuf ve nimetlere talip olanların yoludur. Bu yol, “Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır. Rehberliğin en güzeli Muhammed’in rehberliğidir.” 3 hadisini hayatında değişmez ilke olarak kabul edenlerin yoludur. Sırât-ı müstakim dışındaki yollar ise şeytanın davet ettiği yollardır. Bu yollar, gayr-ı meşru arzu ve isteklerin, hırsların, kin ve düşmalığın, fitne ve fesadın, ayrılık ve gayrılığın, bencilliğin adreslerine uzanan yollardır. Kardeşlerim! Sırât-ı müstakimde sadece bir olan Allah’a kulluk vardır. Hayatı O’nun emir ve yasaklarına göre tanzim etmek vardır. Allah Resulünü sevmek ve ona gönülden tabi olmak vardır. Onun gibi dosdoğru, emin ve yüce bir ahlak üzere oluş vardır. Sırât-ı müstakimde, hayır ve güzelliklere anahtar, şerre kilit oluş vardır. Sırât-ı müstakimde insanı itibarsızlaştırmak değil, yüceltmek; öldürmek değil, yaşatmak vardır. Sırât-ı müstakimde ötekileştirmek değil, biz olmak; parçalanıp yok olmak değil, bir ve beraber olmak vardır. Farklı renkleri, farklı dilleri Yüce Yaratanın bir ayeti olarak telakki etmek vardır. Sırât-ı müstakimde yalan, hile ve türlü desiseler değil; dürüstlük, erdem ve istikamet üzere olmak vardır. Sırât-ı müstakimde şiddet, zulüm, terör değil; şefkat, merhamet ve adalet vardır. Bâtıl ve beyhude davaların peşinde savrulmak değil, hak ve hakikate tâbi olmak vardır. Kardeşlerim! Çağımızda bütün bu anlamları ifade eden sırât-ı müstakimden uzaklaşıldığı için, dünyada ve gönül coğrafyamızda korku, acı, gözyaşı, huzursuzluk kol geziyor. Sırât-ı müstakimden uzaklaşıldığı için bugün semamız nice merhametsizliklere, arzımız nice vicdansızlıklara şahitlik ediyor. Sırât-ı müstakimden uzaklaşıldığı içindir ki; dünyada milyonlarca insan evinden, barkından, yurdundan kaçıyor, açlık ve sefaletten hayatını kaybediyor. Sırât-ı müstakimden uzaklaşıldığı içindir ki; bugün ayrılık-gayrılık ve tefrikaya düşülüyor; kardeşlik, muhabbet, adalet, hak ve hakikat çağrıları cılız ve karşılıksız kalıyor. Öyle ki, mezheplere, meşreplere, dillere, ırklara, coğrafyalara mensubiyet, kimilerince İslâm’a ve ümmete mensubiyetin önüne geçiriliyor. Allah’ın insana lütfettiği saygınlık, haysiyet ve dokunulmazlık, dünyanın pek çok yerinde gün be gün çiğneniyor. Kardeşlerim! Unutmayalım ki; kurtuluşumuz, huzur ve mutluluğumuz Rabbimizin bizlere Kitabı ve Peygamberi aracılığıyla öğretmiş olduğu sırât-ı müstakiminde, dosdoğru yolda sapmadan, yılmadan yürümekle mümkündür. Efendimiz (s.a.s)’in eşsiz örnekliğinden ayrılmamak ve onun bize öğrettiği yüce değerlere sımsıkı sarılmakla mümkündür. Hutbemi her gün namazlarımızda okuduğumuz, Rabbimize teslimiyet ve niyazımızı dile getirdiğimiz Fâtiha suresindeki şu âyet mealleriyle bitirmek istiyorum: “Rabbimiz! Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola ilet. Nimet verdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!”4 1 En’âm, 6/153. Dârimî, Mukaddime, 23. 3 Nesâî, Salâtu'l-îdeyn, 22. 4 Fâtiha, 1/5-7. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 08.07.2016 gördüklerimize değil, görmediklerimize de edebilmektir.2 Şu olay bunu ortaya koymaktadır: iyilik Sahabeden biri Peygamberimize gelerek, “Ey Allah’ın Resulü! Ben akrabalarımla ilişkilerimi sıcak tutmaya çalışıyorum, onlarsa beni arayıp sormuyorlar. Onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar. Ben onlara yumuşak davranıyorum, onlar bana kaba davranıyorlar.” der. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.s), o sahabeye, akrabalarının tutumunun yanlış olduğunu bildirir ve şöyle buyurur: “Sen böyle davranmaya devam ettiğin sürece Allah’ın yardımı seninledir.”3 RABBİMİZE YAKINLAŞMA VESİLESİ: SILA-İ RAHİM Kardeşlerim! Peygamberimiz (s.a.s), Mekke’den başlayan uzun ve meşakkatli yolculuğun nihayet sonuna gelmişti. Müminlerle birlikte yurt edindiği, İslam’ı dalga dalga yayacağı Medine’ye ulaşmıştı. Medineliler, günlerdir hasretle, heyecanla Allah Resulü’nün yolunu bekliyordu. İçlerinden birçoğu onu henüz görmemişti. “Ey bizden seçilen elçi, yüce bir davetle geldin. Sen bu şehre şeref verdin. Ey sevgili hoş geldin” nidalarıyla karşıladılar Rahmet Elçisi’ni. Kadın-erkek, büyük-küçük herkes yollara dökülmüştü. Onu yakından görmek, söyleyeceği ilk sözleri bizzat mübarek ağzından işitmek istiyorlardı. Kendisini merakla takip eden kalabalığa Peygamberimiz (s.a.s)’in ilk mesajlarından biri şu olmuştu: “Aranızda selâmı yayın. Birbirinize ikramda bulunun. Sıla-i rahmi, akrabalık ilişkilerini gözetin…”1 Kardeşlerim! Rahmet Elçisi (s.a.s), bu sözleriyle akrabalık ilişkilerinin ne derece önemli olduğuna dikkatlerimizi çekmişti asırlar öncesinden. O, hayatı boyunca ailesinin, akrabalarının, çevresindekilerin hukukuna titizlikle riayet etmişti. Yakınlarını her daim gözetmiş, onlara karşı sorumluluğunu ihmal etmemişti. Peygamberimiz, insanlara olan vefasını her fırsatta samimiyet ve muhabbetiyle göstermişti. Aziz Müminler! Yüce dinimizin büyük önem atfettiği değerlerden biri de sıla-i rahimdir. Sıla-i rahim, başta ailemiz olmak üzere akrabamızla ilişkilerimizi sürdürmek, ilgilenmektir. Onların sevinçlerini, hüzünlerini paylaşmak ve birbirimize güvenli bir liman olmaktır. Darda kaldıklarında yardımlarına koşmak, düştükleri vakit ellerinden tutup onları kaldırmaktır. Dünyanın türlü hengâmesinde yorulan zihinlerimizi, gönüllerimizi birbirimizin şefkat, merhamet ve muhabbetiyle rahatlatmaktır. Kıymetli Kardeşlerim! Sadece bizimle bağını koparmayan akrabalarımızla ilişkimizi sürdürmek değildir sıla-i rahim. Asıl sıla-i rahim, sormayanı sorabilmek, aramayanı arayabilmek, gelmeyene gidebilmektir. Asıl yücelik, iyiliğini Kardeşlerim! Her geçen gün hayatımızı kolaylaştıran nice buluşlara şahit oluyoruz. Bilhassa teknoloji alanında baş döndürücü gelişmeler yaşanıyor. Dünya, hızla küçücük bir köye dönüşüyor, mesafeler aradan kalkıyor. İstediğimiz anda bir tuşa dokunarak dünyanın öbür ucundaki insanlara ulaşabiliyor, onlarla görüşebiliyoruz. Ancak ne hazindir ki zaman zaman kendimizi, birbirimizi, en yakınımızdakileri ihmal ediyoruz. Kendimiz dışındaki insanları ve onların problemlerini gün geçtikçe umursamaz oluyoruz. Milyonların yaşadığı şehirlerde sevinci, üzüntüyü, varlığı, yokluğu bireysel olarak yaşamaya doğru savruluyoruz. Onlarca hatta yüzlerce kişiyle aynı binayı paylaşıyoruz, aynı çatı altında yaşıyoruz ama her geçen gün yalnızlaşıyoruz. Belki gün geçtikçe hanelerimiz genişliyor ama bir o kadar da gönüllerimiz daralıyor. Günümüzde gözbebeği evlatlarının yolunu bekleyen, yalnızlığa terk edilmiş nice anne-babalarımız var. Halinin hatırının sorulmasını bekleyen, unutulmaya yüz tutmuş nice akrabalarımız var. Bir nebze olsun dertlerinin paylaşılmasını, gönüllerinin alınmasını bekleyen nice mahzun, garip, boynu bükük yakınlarımız var. Bir selama, içten bir tebessüme, samimiyet ve muhabbete muhtaç nice komşularımız var. Kardeşlerim! Geliniz, cennete girebilme vesilesi olan sıla-i rahmi ihmal etmeyelim. Anne-babamızın gönlünü yapalım. Eş ve evladımızla, yakın uzak akrabamızla, komşularımızla ilişkilerimizi canlı tutalım. Ve kendimize şu soruları soralım: Biz yaşayıp örnek olmazsak, çocuklarımız kimden öğrenecek büyüklere hürmet ve hizmet etmenin güzelliğini? Yavrularımız nereden bilecek akrabayla yaşanınca sevinçlerin çoğaldığını, keder ve üzüntülerin paylaşıldıkça azaldığını? Hutbemi Yüce Rabbimizin şu emriyle bitirmek istiyorum: “… Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah, hepinizi görüp gözetmektedir.”4 İbn Mâce, Et’ıme, 1. Buhârî, Edeb, 15. 3 Müslim, Birr ve sıla, 22. 4 Nisâ, 4/1. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 05.07.2016 RAMAZAN BAYRAMI Kardeşlerim! Bizleri bir Ramazan bayramına daha ulaştıran Rabbimize sonsuz hamdü senalar olsun. Bayramımız mübarek olsun. Rahmet ve mağfiret ayı Ramazanı aziz bir misafir edasıyla uğurluyoruz bugün. Onu uğurlarken hüzünleniyor, ancak bayram ile seviniyoruz bugün. Ne büyük bahtiyarlıktır ki orucu, kötülüğe karşı kalkan edindik. Gecenin karanlığını sahurlarımızla, namazlarımızla aydınlattık. Tefekkürü, sabrı, şükrü bir kez daha öğrendik. Kardeşimizin derdiyle dertlenmeye adadık kendimizi. Ve bir aydır yaşadığımız iftar sevincimiz, bayram sevinciyle birleşti. Kıymetli Kardeşlerim! Bayramlarımız, Allah’ın lütfuyla ihya edilen, neşe ve sevinç günleridir. Bayramlarımız ibadettir, zikirdir, tekbirdir, duadır; sıla-ı rahim, paylaşma, huzur ve umuttur. Bayramlarımız, aynı mabette, aynı safta, aynı inancın şuurunda yüreklerimizi birleştirdiğimiz günlerdir. Bayramlarımız, kırgınlık ve dargınlıklarımızı bitirdiğimiz günlerdir. Bayramlarımız, birliğimizi, beraberliğimizi, kardeşliğimizi güçlendirip haykırdığımız günlerdir. Aziz Kardeşlerim! Kimi gönüller mahzundur, kimi yürekler yaralıdır, kimi canlar sıkıntıdadır bu bayram. Coğrafyamızı saran şiddet ve teröre kurban gitmektedir insanlarımız. Anne çocuğundan, kardeş kardeşinden, yüzbinler vatanından, gençler değerlerinden koparılmıştır. Acı, hüzün ve gözyaşı dağlamaktadır yürekleri. Bütün bu olumsuzluklara rağmen bugün bize düşen, yangın yerine dönen yüreklerimizi bayram neşesiyle canlandırmaktır. Bugün bize düşen, bayramı göremeyen kardeşlerimiz adına da bayramı eda etmektir. Bugün İslam âlemi olarak bize düşen, yüreklerimiz mahzun olsa da bayramımızın hakkını vermek ve onu mahzun göndermemektir. Kardeşlerim! Bugün bize düşen, bayramımızı hepimiz için bir umuda dönüştürmektir. Farklılıklarımızı ayrılık-gayrılık vesilesi değil, Rabbimizin bir âyeti olarak görmek ve birbirimize kenetlenmektir. Yüce Rabbimizin, “Topyekûn Allah’ın kitabına sımsıkı sarılın. Bölünüp parçalanmayın…”1 çağrısının gereğini yapmaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in “Müminler, bir binanın yapı taşları gibidir. Onlar, birbirlerinin hayata tutunmasını temin ederler.”2 Mesajına uygun bir hayat sürmektir. Kardeşlerim! Bizler, insanlığın umuduyuz. Şunu unutmayalım ki; birliğimizi, dirliğimizi korursak mazlumların, mağdurların, yoksulların, kimsesizlerin umudu olmaya devam ederiz. Bunu başaramaz, kısır tartışmalarla, kavgayla, gürültüyle zamanımızı heba edersek işte o zaman insanlık adına umutlar söner… Gelin umutları söndürmeyelim. Bayram sevincimizi gönüllerden gönüllere, gözlerden gözlere, dillerden dillere, evlerden evlere dalga dalga yayalım. Bayramla sevinmeyen bir gönül, hüznü dinmeyen bir mahzun, başı okşanmamış bir yetim, eli öpülmemiş bir büyük bırakmayalım. Aziz Müminler! Gelin, yüreklerimizin ağır yükü olan dargınlıkları, küskünlükleri, kin ve öfkeyi bir tarafa bırakalım. Af ve bağışlama yolunu tercih edelim. Gönlümüzü birbirimize açalım, muhabbetle kucaklaşalım ve bayramlaşalım. Varlık sebebimiz olan anne-babalarımıza, hayatın çilesini birlikte omuzladığımız eşlerimize, evlerimizin canlı bayramları olan çocuklarımıza bayramın coşkusunu tattıralım. Gelin, bayram yapamayanlara da bayram yaptıralım. Yaralı gönülleri, bitap düşmüş yürekleri onaralım. Evlat sevgisiyle yanıp tutuşan yaşlılarımızı unutmayalım, onları ziyaret edelim. Sevgiye ve merhamete aç yetim ve öksüzlerin başlarını okşayalım. Hastalara, garip ve kimsesizlere, yoksullara, muhtaçlara bayram sevinci taşıyalım. Gelin, bayramı, insanlık adına yaşayalım. Herkesin kardeşçe yaşadığı muhteşem bir medeniyetin mirasçıları olarak evvela ülkemizi gül gülistan edelim. Aynı sofrada sevindiğimiz, aynı kıblede buluştuğumuz, aynı Peygambere ümmet olduğumuz, aynı Kitab’a inandığımız bilinciyle kardeş olalım. Bizi birbirimize düşürmek isteyenlere fırsat vermeyelim, ayağımıza dolanan bütün tuzakları bozalım. Tüm dünyaya insanların hor görülmediği, kadınların ezilmediği, çocukların üzülmediği bir güzel medeniyet örneği olmaya devam edelim. Kardeşlerim! Bu duygu ve düşüncelerle, ülkemizin, gönül coğrafyamızın ve İslâm âleminin mübarek Ramazan bayramını en kalbi duygularımla kutluyorum. Hutbemi, hakiki bayramları dile getiren şu dizelerle bitirmek istiyorum: Can bula cananını, bayram o bayram ola, Kul bula sultanını, bayram o bayram ola, Hüzn-ü keder def ola, dilde hicap ref ola, Cümle günah af ola, bayram o bayram ola. 1 2 Âl-i İmrân, 3/103. Buhârî, Salât, 88; Müslim, Birr ve Sıla, 65. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 12.08.2016 SIRÂT-I MÜSTAKİM Kardeşlerim! Peygamberimiz (s.a.s), bazı sahabileriyle birlikte bulunduğu bir esnada Kerim Kitabımızdan bir âyet okumuştu. Bu âyet, İslam’dan önceki din mensuplarının, Allah’ın dinini nasıl tahrif ettiklerini şöyle haber veriyordu: “Onlar, Allah’ı bırakıp, hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i rab edindiler. Oysa onlara sadece bir olan Allah’a kulluk etmeleri emredilmişti. Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. O, yüceler yücesidir; onların ortak koştuklarından münezzehtir.”1 Efendimizin âyet-i okumasını müteakip daha önce Hıristiyan iken Müslüman olmuş bir sahabi, “Yâ Resûlellah! Biz onlara kulluk etmiyorduk ki!” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Onlar size istediklerini helâl, istediklerini haram kılıyorlardı. Siz de onlara uyuyordunuz öyle değil mi?” diye sordu. Sorusuna “Evet!” cevabını alınca da, “İşte âyette sözü edilen durum budur.” buyurdu.2 Kıymetli Kardeşlerim! Bu âyet-i kerime bizlere göstermektedir ki; insanoğlu, tarih boyunca din anlayışı ve tasavvurunda zaman zaman sapmalar ve savrulmalar yaşamıştır. İşte bu sapma ve savrulmalara karşı Yüce Rabbimiz Âdem (a.s.)’den Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.s)’e kadar kutlu elçileri vasıtasıyla insanlığı tevhid inancına çağırmıştır. Tevhid inancı, sırat-ı müstakimdir, dosdoğru yoldur. Bu yolda sadece bir olan Allah’a itaat, teslimiyet ve kulluk vardır. Bu yolda şirk, küfür, nifak, ikiyüzlülük değil; özüyle sözüyle bir olmak, olduğu gibi görünüp, göründüğü gibi olmak vardır. Bu yolda ahlak, erdem ve samimiyet vardır. Bu yolda eğrilik değil, doğruluk; ihanet değil, sadakat vardır. Bu yolda sapkınlık, azgınlık, haddi aşma ve zalimlik değil; istikamet, adalet ve hakka tabi olmak vardır. Bu mübarek yolun son davetçisi Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.s.) olmuştur. Yüce Allah, din-i mübin-i İslam’ı Kerim Kitabımızla ve Peygamber Efendimizle kemale erdirmiştir.3 O gün bugündür insanlığı bu bereketli yola çağıran hakiki ilim ve irfan ehli nice bahtiyar kimseler olmuştur. Ancak, suret-i haktan görünerek insanları sırât-ı müstakimden saptıran, onları batıla davet eden nice bedbahtlar da olmuştur. Kardeşlerim! Sırât-ı müstakimde, Allah ve Resûlü’nün, Kur’an ve sünnetin önüne hiçbir anlayışı geçirmek yoktur. Sırât-ı müstakimde dinin sabitelerini değiştirmeye kalkışmak yoktur. Sırât-ı müstakimde hiç kimsenin, arzu ve isteklerine, çıkarlarına göre helal ve haram koyma yetkisi yoktur. Zira böyle bir durum, dini mübin-i İslam’ı tahrif etmektir. Dinin içini boşaltmaktır. Dini tahrip etmektir. Yeni bir din ihdas etmektir. Bilinmelidir ki; kendisini Kur’an ve sünnetin önüne geçirerek yeni bir din ihdas etmeye yeltenenler de, körü körüne böylelerinin peşi sıra gidenler de beyhude bir yolun yolcularıdırlar. Aksine sırât-ı müstakimde Kur’an ve sünnetin ebedi rehberliğinde, İslâm kültür ve medeniyetinin zengin bilgi mirası eşliğinde nezih bir hayat yaşamak vardır. Kıymetli Kardeşlerim! Yüce Allah’ın dosdoğru yolunda, Peygamberler dışında ismet sıfatına sahip “masum ve tartışılmaz” herhangi bir şahsiyet yoktur. Sırât-ı müstakimde Peygamberler dışında hiç kimsenin özel, seçilmiş ve yanılmaz olduğu düşünülemez. Herhangi bir kimsenin sözlerine, eserlerine ve davranışlarına mahza hikmetli olduğu düşüncesiyle kutsiyet atfedilemez. Sırât-ı müstakimde Allah’a isyan hususunda hiçbir varlığa itaat edilemez. Hâsılı, mutlak itaat ve bağlılık, çerçevesi Kur’an ve sünnet tarafından belirlenen ilkeleredir. Kardeşlerim! Unutmayalım ki; herkes, ahiretteki âkıbetini bu dünyada yapıp ettikleriyle kendisi belirleyecektir. Hiç kimse sorumluluğunu ve hesabını bir başkasına asla yükleyemeyecektir.4 O büyük günde tek umudumuz sadık imanımız, samimi niyetimiz, sahih bilgimiz, salih amellerimiz, selim kalbimiz olacaktır. Tek sığınağımız, Rabbimizin engin merhameti olacaktır. Yüce Rabbimiz, bizleri her daim sorumluluk bilinciyle, hesap şuuruyla yaşayan ve merhametine nail olan kullarından eylesin. Yüce Rabbimiz, bizleri bir an olsun sırât-ı müstakiminden ayırmasın, mahrum bırakmasın. Yüce Rabbimiz, dini değerlerimizi, imanımızı, İslam’ımızı tahrif ve istismar etmek isteyenlere fırsat vermesin. Tevbe, 9/31. Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’ân, 9; Beyhakî, Sünenü'l Kübrâ, X,196. 3 Muvattâ, Kader, 3. 4 İsrâ, 17/13-14. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 22.01.2016 SÖZ AHLAKI Aziz Müminler! Bir gün Peygamberimiz (s.a.s)’e sahabeden biri, “Kurtuluşun yolu nedir?” şeklinde bir soru sordu. Efendimiz, bu soru vesilesiyle tüm müminlere kurtuluşa ve huzura giden yola dair şu önemli tavsiyede bulundu: “Diline sahip ol! Fitneye bulaşma! Günahların için pişmanlıkla gözyaşı dök!”1 Hutbemin başında okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Kulun kalbi doğru olmadıkça imanı doğru olmaz. Sözü doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz.”2 Kardeşlerim! Söz, Yüce Rabbimizin kelam sıfatının bir yansımasıdır. Âlem, O’nun “Ol” sözüyle var olmuştur. Âdem (a.s.), O’nun bir sözüyle yaratılmış ve insan, dünya serüvenine sözle başlamıştır. Rabbimiz, kelâm sıfatının bir tezahürü olarak insanlara vahiy göndermiştir. Kerim Kitabımız Kur’an, okunan bir söz olarak Efendimiz (s.a.s)’e vahyedilmiştir. İnsanoğlu, zihin ve gönül dünyasındakileri hep sözle ifade etmiştir. Dil, aklın da kalbin de tercümanı olmuştur. Kardeşlerim! İslam medeniyeti ahlak, hikmet, irfan, hak ve hakikati izhar eden bir söz medeniyetidir. Sözde öncelikle doğruluğun, sadakatin bulunması gerekir. Söz, hak ve hakikate tercüman olmalıdır. Yalanla, iftirayla zihinler, gönüller, diller kirletilmemelidir. Doğru olmayan sözlerle fesat ve huzursuzluğa sebebiyet verilmemelidir. Emanet olan ömür sermayesi ve hızla akıp giden zaman, faydasız, beyhude sözlerle israf edilmemelidir. Bu hususta Efendimizin “Ya hayır söyleyin, ya susun!” 3 uyarısı her daim şiarımız olmalıdır. Allah katında sözün değeri, hakkı ve hakikati ne kadar yansıttığı ile ölçülür. Çünkü söz, özün aynasıdır ve sadece insanın davranışını değil, aynı zamanda kişiliğini, hatta âkıbetini belirlemektedir. Bu gerçeği Yüce Rabbimiz, şu âyet-i kerime ile haber vermiştir: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın.”4 Kıymetli Kardeşlerim! Sözde aranan diğer bir özellik ahlaktır, nezahettir. Sözün bir ahlakı, bir âdâbı vardır. Mümin, konuşmasıyla zarafet ve nezaketini yansıtmalıdır. Onun kelâmı, güzel ve hoş olmalı, insanın gönlüne akmalıdır. Ancak, gönle akabilmesi için söz, samimiyetle, gönülden söylenmelidir. Efendimiz (s.a.s), insanları etkilemek için yapmacık sözler söyleyenleri, ağzını eğip bükerek gösteriş amacıyla söz sarf edenleri Allah’ın sevmediğini haber verir. 5 Müminin insanlara lânet okuyan, kaba, çirkin, kötü sözlerle hakaret eden biri olamayacağını vurgular. 6 Sadaka diye tanımladığı güzel sözün, kişiyi cehennem ateşine karşı koruyan bir kalkan olduğunu bildirir.7 Kardeşlerim! Ne acıdır ki günümüzde büyük ölçüde sözün değeri düşmüş, imaj yüceltilmiş, görüntü ve görsellik öne çıkarılmıştır. Çoğu zaman söz söyleme sorumluluğu göz ardı edilir olmuştur. Sorumsuzca, sonu düşünülmeden söylenen sözlerle nice olumsuzluklara, huzursuzluklara, buhranlara neden olunmaktadır. Sosyal medya başta olmak üzere kimi yayın organlarında gündeme getirilen asılsız sözlerle kitleler etki altına alınmakta ve algılar yanlış yönlendirilmektedir. Hiçbir ahlakî değer tanımaksızın, insanların kişilik hak ve onurları hedef alınmakta ve insafsızca zedelenebilmektedir. Daha da ötesi kimilerince zaman zaman hiçbir insanî değer gözetilmeksizin türlü iftira ve karalama kampanyalarıyla din ve dini müesseseler itibarsızlaştırmaya çalışılmaktadır. Gayri ahlakî ve gayri vicdanî bu tür çabalar, mümin gönülleri derinden yaralamaktadır. Bu asılsız sözlerin, araştırılıp teyit edilmeden dillere dolanması ise ne vahim bir durumdur. Unutulmamalıdır ki bu tür sözleri ortaya atanlar kadar, araştırma gereği duymadan onlara itibar edenler de sorumluluk ve vebal sahibidir. Kardeşlerim! Bugün, insan olarak, Müslüman olarak hepimize düşen görev, imajın ve görselliğin görüntüsüne kendimizi kaptırmamaktır. Manayı maddeye, bâkî olanı fâniye, hakikati yalana esir etmemektir. Söz ahlakı ve sorumluluk bilinciyle hareket ederek her daim hak ve hakikatin peşinden gitmektir. İnsanî ilişkilerimizde empati, saygı, nezaket ve anlayışı kendimize şiar edinmektir. Her bir sözümüzün, her bir işimizin kıyamet günü hesabının sorulacağını unutmamaktır. Hutbemizi Yunus Emre’nin şu anlamlı beyitiyle bitirmek istiyorum: Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı, Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz. 1 Tirmizî, Zühd, 60. İbn Hanbel, III, 199. Buhârî, Edeb, 31. 4 Ahzâb, 33/70-71. 5 Tirmizî, Edeb, 72. 6 Tirmizî, Birr ve sıla, 48. 7 Buhârî, Cihad, 128, Buhârî, Edeb, 34. 2 3 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 05.02.2016 ŞİMDİ YARALARI SARMA ZAMANI! Aziz Müminler! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “İyilik ve Allah’a karşı gelmekten sakınma hususunda yardımlaşın. Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Kişi, kardeşine yardım ettiği sürece Allah da ona yardım eder...”2 Aziz Müminler! Dünya üzerinde birbirini alevlendiren nice çatışma ve savaşın yaşandığı ağır bir dönemden geçmekteyiz. İslam coğrafyasının farklı köşelerinde insanlığın utancı niteliğinde kara günler yaşanıyor. Masum Müslümanlar dayanılmaz acılar yaşıyor. Akan kan bir türlü dinmiyor. Çevremiz bir ateş çemberi ile sarılmışken, Türkmen, Arap ve Kürt binlerce kardeşimiz, barış umuduyla ülkemize sığınıyor. Diğer taraftan ülkemiz de zor zamanlardan geçiyor. Birliğimizi sınayan, bütünlüğümüzü hedef alan hain eller, vatanımızın bir köşesinde şiddeti tırmandırıyor. Onlarca kahraman evladımız şehit düştü. Ciğerler dağlanıyor, ailelerin boynu bükülüyor. Bugün varlığımızı seferber ederek yıkılanları yeniden inşa etmek, yorulana can, boğulana nefes, kimsesize kimse olmak, kardeşliğimizi bir daha hatırlamak durumundayız. Şimdi gözlerin feri, dillerin duası, yüreklerin cesareti olma zamanıdır. Şimdi yaraları sarma zamanıdır. Kardeşlerim! Öncelikle vatanımızın güvenliğini canları pahasına sağlayan aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor, onları en derin minnet ve şükranla yâd ediyorum. Yüce Rabbimiz onları rahmet ve mağfireti ile huzuruna kabul buyursun. Mekanları cennet olsun. Şehitlerimizin ailelerine bir defa daha başsağlığı diliyorum. Şehitlerini en yüce makamlarda ağırlayan Rabbimiz, onlara sabır ve metanet ihsan etsin. Yüreklerindeki yangını söndürsün, gözyaşlarını dindirsin. Kardeşlerim! Şimdi milletçe şehitlerimize olan vefa borcumuzu ödeme zamanıdır. Şimdi şehit ailelerinin yaralarını sarma zamanıdır. Onların evlatları biz olalım, ellerini biz öpelim, hallerini biz soralım, dualarımızı onların dualarına katalım. Şehit eşlerinin maddi ve manevi ihtiyaçlarında yanlarında olalım. Şehitlerimizin bize emaneti olan çocuklarını bağrımıza basalım. Şehit, Rabbine kavuşmuştur, nimetlerle ikrama ermiş, ebedi mutluluğa erişmiştir. Bize düşen, onun ardında bıraktığı emanetlere bu hayatı kolaylaştırmak, hayata tutunma ve ayakta kalma gücü aşılamaktır. Kardeşlerim! Şimdi terörün mağdur ettiği kardeşlerimizin yaralarını sarma zamanıdır. Evleri yakılıp yıkılan, şehirlerini terk etmek zorunda kalan, çocuklarını okula gönderemeyen, iş yerlerinin kepenklerini kapatan binlerce insanımız hayata dönmeyi bekliyor. Bugün bizim vazifemiz onlara ensar olmak, dertlerine derman olmak, halleriyle hemhal olmaktır. Bugün bizlere düşen, hayatın eski tadı ve ahengi ile akması ve hatta eskisinden daha büyük umutlar taşıması için kardeşlerimizin yanında olmaktır. Evsize ev, yuvasıza yuva, kimsesize kimse olmayı bilen milletimiz, bugün terör mağduru olan kardeşlerimizi yalnız bırakmayacaktır. Terörle örselenen ruhları tedavi edelim, toprağından koptuğu için garipleşen yüreklere dokunalım. Bu vatanın geleceği olan yavruların gözlerinin önündeki yıkıntı sahnelerini silelim, kulaklarındaki silah seslerini unutturalım. Kardeşlerim! Şimdi Bayır Bucak Türkmenlerinin yaralarını sarma zamanıdır. Türkmen kardeşlerimiz, son ana kadar topraklarını zalimlere karşı savunmak ve yurtlarını terk etmemek için uğraşmış, canlarını dişlerine takarak hayatta kalma mücadelesi vermiştir. Son büyük saldırı ve bombalamaların ardından ülkemize sığınan binlerce soydaşımızın ağır yaralarını sarmak için seferber olma zamanıdır. Onlara hicretin zorluklarını unutturacak, kendilerini dost ellerde hissettirecek, yitirdikleri güven ve huzur iklimine kavuşmalarını sağlayacak her türlü yardım ve desteğimiz için gün bugündür. Gün, yaraları sarma günüdür. Kardeşlerim! Diyanet İşleri Başkanlığımız ve Diyanet Vakfımız olarak daha önce milletimizin hayır elini dünyanın pek çok noktasına ulaştırdık. Bugün de “Şimdi Yaraları Sarma Zamanı” başlığıyla yeni bir kampanya başlatmış bulunuyoruz. Bu kampanya uzak diyarlara değil, bizzat kendi dünyamıza kendi vatandaşlarımıza, misafirlerimize yöneliktir. Bu itibarla, bugün ülkemiz genelindeki bütün camilerde şehit ailelerimiz, terör mağduru kardeşlerimiz ve ülkemize sığınan Türkmen kardeşlerimiz için bir yardım kampanyası düzenlenmiştir. Rabbim yaptığınız ve yapacağınız yardımlarınızı kabul eylesin. Kardeşlerim! Hutbemizi bütün mümin kardeşlerimiz için önemli olduğuna inandığım bir hususu dile getirerek bitirmek istiyorum. Geleceğimizin teminatı yavrularımızın yetişmesi için, göz aydınlığı çocuklarımızı, okullarımızda tercihe bağlı olarak okutulan Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin Hayatı derslerini seçmeye teşvik edelim. Bunun, anne babalar olarak üzerimize düşen dini bir vazife olduğunu unutmayalım. 1 2 Mâide, 5/2. Müslim, Zikir, 38. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İL : GENEL TARİH : 15.04.2016 Tevhid, insanın amaçsız ve gayesiz yaratılmadığını, yalnız olmadığını, Yaratan’ın ona her şeyden yakın olduğunu bildirir. İnsana insanlığını hatırlatan tevhid, insanla kâinatın, akılla kalbin, ruhla bedenin birliğidir, bütünlüğüdür. Tevhid, soyut bir inanç değildir, aynı zamanda bir yaşayış biçimidir, bir vahdettir. Aynı Rabbe kul olan müminlerin, aynı inanç, aynı duygu ve aynı gaye etrafında kenetlenmesidir. Tevhid, emandır, emniyettir; barıştır, huzurdur, güvendir. TEVHİD VE VAHDET MEDENİYETİ Aziz Müminler! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Doğrusu sizin ümmetiniz, bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana ibadet ediniz.”1 İşte bu âyet Müslümanların tek bir ümmet olduğunu gayet açık bir şekilde bize göstermektedir. Kardeşlerim! Müslümanlar, Mekkelilerin baskı ve zulümlerinden dolayı dinlerini yaşayamaz hale gelmişlerdi. Efendimiz (s.a.s) onların başka bir diyara göç etmelerine izin vermişti. İslam’ın bu ilk muhacirlerinin başında Peygamberimizin amcası Ebu Talib’in oğlu Cafer vardı. Habeş Kralı Necaşi, ülkesine sığınan bu insanları dinlemek istedi ve onları huzuruna kabul etti. Cafer ve arkadaşları, içeri girerken gelenekte olduğu üzere kralın huzurunda secdeye kapanmamışlardı. Necaşi bunun sebebini sorduğunda, Cafer, “Biz Allah’tan başka kimseye secde etmeyiz.” şeklinde cevap verdi ve sözlerine şöyle devam etti: “Ey hükümdar! Biz cahiliye zihniyetine sahip bir kavimdik. İnsanlıkla bağdaşmayan bütün kötülükleri işlerdik. Hak ve hukuka riayet etmezdik. Biz bu haldeyken Allah, içimizden asîl, doğru, güvenilir, iffetli bildiğimiz birini peygamber olarak gönderdi. O, bizi bir olan Allah’a imana ve kulluğa davet etti. Doğru söylemeyi, emanete riayeti, akrabalarla iyi geçinmeyi, komşuları gözetmeyi öğretti. Bütün kötülük ve günahları, kan dökmeyi, yalan şahitlik yapmayı, yetim malına el uzatmayı, insan onur ve haysiyetini zedelemeyi yasakladı. Biz de onu tasdik ettik. Onun haram kıldıklarını haram, helal kıldıklarını helal kabul ettik. Bundan dolayı halkımız bize düşman oldu. Biz de senin ülkene sığındık…”2 Kardeşlerim! Bu konuşma İslam’ın tevhid inancını ve vahdet anlayışını ortaya koyan, İslam medeniyetinin bir tevhid ve vahdet medeniyeti olduğunu vurgulayan bir konuşmadır. Resul-i Ekrem’in hayatını, mesajlarını özetleyen bir hitaptır Cafer-i Tayyar’ın bu konuşması. Bu konuşma Afrika’nın kararmış idrakini aydınlatan, Necaşi’yi kavmiyle birlikte Muhammed Mustafa’ya ümmet kılan bir konuşmadır. Kıymetli Kardeşlerim! Allah’ın varlığına ve birliğine iman olan tevhid, İslam’ın özü ve ruhudur. Tevhit, her şeyin tek ve mutlak yaratıcısı olan Allah’ın yüceliğini ve celalini haykırmaktır. Tevhit, kulluğun Allah’tan başka hiçbir varlığa yapılamayacağının ilanı ve imzasıdır. Kardeşlerim! İslam medeniyeti, bir tevhid ve vahdet medeniyetidir. Tevhit ve vahdet medeniyeti, kâinatı Batı-Doğu, KuzeyGüney diye bölmez. Tevhit ve vahdet medeniyeti, insanları dil, renk, coğrafya farklılıklarından dolayı ötekileştirmez. 3 Bu medeniyetin mensupları, bütün insanları ya hilkatte eş4 ya dinde kardeş olarak kabul ederler. Bütün insanlığa, hatta evrene ve içindekilere şefkat ve merhametle bakarlar; kin, nefret, intikam gibi duygularla yüreklerini karartmazlar. Bu medeniyet, Rahman’ın vahdaniyetinde toplumu birbirine bağlar. Şan, şöhret, makam, mevki, zenginlik ve güç, ırk ve mezhep, bu medeniyette asla bir üstünlük ölçüsü değildir. Bu medeniyet, insana bizatihi insan olduğu için değer verir. Onu erdem ve ahlakına, niyetine, sözüne ve fiillerine göre değerlendirir. Aziz Kardeşlerim! Bugün şiddetin, kargaşanın gölgesinde ortaya çıkan kimi akımların, İslam’a verdikleri en büyük zarar tevhid ve vahdet medeniyetini yaralamalarıdır. İslam dünyasının yaşadığı en büyük sorun, insanı, tarihi, toplumu, kâinatı, medeniyeti yorumlayan bir ilke olan tevhidin, sadece soyut bir inanca indirgenmesi çabasıdır. Tevhidin, başkasını tekfir eden bir ideoloji, vahdetin ötekileştirme zihniyeti olarak algılanmasıdır. Bu nedenledir ki, bugün İslam coğrafyasında tevhid inancı vahdete, birliğe dönüştürülememektedir. Geçmişte insanlığa örnek olan emân ve güven, selâm ve huzur medeniyeti yeniden inşa edilememektedir. Kardeşlerim! Bugün İslâm ümmeti olarak İslâm diyarlarını yeniden ilim, hikmet ve marifet yurduna dönüştürmek için hep birlikte çalışalım. İslâm coğrafyasında barış ve huzuru, merhamet ve şefkati, kardeşlik ve dostluğu, hak ve adaleti, ahlak ve fazileti yeniden egemen kılalım. Bunu başarabilmenin yolunun da Kerim Kitabımızın rahmet yüklü mesajlarına, Efendimizin eşsiz örnekliğine sımsıkı sarılmaktan geçtiğini unutmayalım. İnsanlığı diriltmek için, insanlığı yaşatmak için, insanlığı yüceltmek için gelin birlik olalım. Hutbemi, her gün namazlarımızda okuduğumuz ve tevhid inancımızı ikrar ettiğimiz Fâtiha suresinin şu âyetlerinin meali ile bitirmek istiyorum: “Rabbimiz! Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanların ve sapıtanların yoluna değil!”5 Enbiyâ, 21/92. İbn Hanbel, I, 202. 3 İbn Hanbel, V, 411. 4 Tirmizî, Menâkıb, 74. 5 Fâtiha, 1/5-7. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 1 2 İL : GENEL TARİH : 22.04.2016 cehalet bataklığına saplandı. Böyle bir durumda fert ve toplum hayatına, insanlığa yön veren, ışık tutan değerler üretemedi, medeniyet inşa edemedi. Bilgide, fikirde, düşüncede, eğitimde, kültürde ve sanatta tutulma yaşadı, söz sahibi olamadı. Ne zaman ki heva ve heves, menfaat ve çıkar, hak ve hakikatin önüne geçirildi, o vakit ihlas ve samimiyet kaybedildi. Dinin özünden uzaklaşıldı. Riya ve gösteriş ön plana çıkarıldı. TEVHİD VE VAHDETİN ÖNCÜSÜ MÜMİNLER Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Siz, insanlar için var kılınmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarsınız ve siz Allah’a iman edersiniz.”1 Aziz Müminler! Resûl-i Ekrem (s.a.s) Efendimiz, bir gün ashâbıyla birlikte bir kabristana uğradı. Orada medfun olanlara, “Allah’ın selamı size olsun ey Müminler diyarının sakinleri! Biz de bir gün inşallah sizlere kavuşacağız.” şeklinde selâm verdi. Sonra sözlerine, “Benden sonraki kardeşlerimi görmüş olmayı ne kadar da çok arzu ederdim.” şeklinde devam etti. Bu sözü işiten ashâb, “Biz senin kardeşlerin değil miyiz yâ Resûlallah!” dediler. Allah Resûlü, “Sizler benim ashabımsınız. Kardeşlerim ise benden sonra gelecek müminlerdir.” buyurdu.2 Evet, bir zamanlar Müminlerin sayıları pek azdı. Sonra dalga dalga, nesilden nesile çoğaldılar. Zamanla kıtalar kuşatan büyük bir topluluk hâline geldiler. Peygamberimizden öğrendikleri hakikatleri dünyanın her tarafına yaydılar. Gittikleri her yere şefkat, merhamet, insaniyet taşıdılar. Mümin gönüller, imanla birbirlerine ısındı ve kaynaştı; ırk, renk, dil, bölge ve coğrafya farkları gibi engeller bir bir aşıldı. Müslümanlar kardeş oldular, yekvücut oldular.3 Tevhid ile gelen vahdetin temsilcileri oldular. Bir ve beraber olmanın en güzel örneklerini sergilediler. Aynı kıbleye dönerken, Kâbe’de yan yana tavaf ederken, aynı inanca bağlı bir ümmet olmanın huzur ve mutluluğunu yaşadılar. Bilgiyi, hikmeti ve marifeti rehber edindiler, insanlığı yücelten medeniyetler inşa ettiler. Yeryüzünde hak ve adaleti tesis ettiler. Kıymetli Kardeşlerim! İslâm ümmeti, İslâm’ın bir araya getirdiği müminler topluluğudur. İnsanlığa örneklik, önderlik ve rehberlik yapacak ana kitledir. Tüm insanlık için var kılınmış topluluktur. Bu itibarla yeryüzünde hak ve adaleti tesis etme gibi bir sorumluluğu vardır. İyiliği emretme, kötülükten alıkoyma gibi bir vazifesi vardır. İslâm ümmeti, bir anneden doğmuş çocuklar gibi güven ve sadakatle birbirine bağlıdır. Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimiz (s.a.s)’in rehberliğinde yüce değerleri yaşayan ve yaşatan topluluktur. Her türlü aşırılıktan uzak, mutedil bir ümmettir. Aziz Kardeşlerim! Ne zaman ki Müminler, Kerim Kitabın ilk çağrısı olan ilim, hikmet ve marifet yolundan uzaklaştı, o vakit Ne zaman ki, İslam dünyasında çalışma ve üretme terk edildi, o vakit fakirlik ve yoksulluk girdabına düşüldü. İslam beldelerinin zenginliği sömürülmeye başlandı. Müslümanlar, hep başkalarının ürettiklerini tüketmeye mecbur bırakıldı. Ne zaman ki Müslümanlar, tefrika, ayrılık ve gayrılığa düştüler, o vakit coğrafyamız eman ve güven, sulh ve selam özelliğini kaybetmeye başladı. Gücümüz zayıfladı. Kötülüklere engel olamaz, huzur ve barışı sağlayamaz olduk. Kardeşlerim! Bugün İslam coğrafyasını üç büyük fitne ateşi sarmış vaziyettedir. Birincisi, mezhepçilik fitnesidir. Mezhebe, meşrebe mensubiyeti, İslam’a, Muhammed Mustafa’ya mensubiyetin önüne geçirmek, Müslümanlar için en büyük fitnedir. Kendisi gibi düşünmeyenleri tekfir ederek ümmetten saymama gafleti içerisinde olmak, Müslümanları kuşatan en büyük tehlikedir. İkinci büyük fitne, Peygamberimiz (s.a.s)’in “Cahiliye asabiyeti” olarak adlandırdığı ırkçılık fitnesidir. Oysa yüce Rabbimiz Kerim Kitabında şöyle buyurmaktadır: “Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da Allah’ın varlığının ve kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için ibretler vardır.”4 Üçüncü fitne ise terördür. Kimilerinin, masum insanları hunharca katletmeyi cihat, kendisiyle beraber kadın, erkek, çoluk-çocuk demeden insanları öldürmeyi şehadet zannetmesidir. Hiçbir insani ve ahlaki değer tanımayan eli kanlı terör örgütlerinin, insanları evinden, yurdundan, işinden, gücünden etmesidir. Gözü dönmüş cinayet şebekelerinin, topyekûn bir milletin, ümmetin istikbalini hedef alması, insanların ümitlerini, hayallerini kazdıkları çukurlara gömmeye çalışmasıdır. Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz bütün bu hastalıklarla mücadele etmeyi, her türlü fitne ateşini söndürebilmeyi İslam ümmetine nasip eylesin. Bizleri, zihinleri ve yürekleri bir, gayeleri ve duyguları bir, sevgileri ve hüzünleri bir kardeşler topluluğu eylesin! Bu camide yan yana, omuz omuza durduğumuz gibi her daim müminler topluluğu olarak yan yana, gönül gönüle olabilmeyi bizlere bahşeylesin! Ümmet-i Muhammedi tevhid ve vahdette birleştirsin. Âl-i İmran, 3/110. Müslim, Tahâret, 39; 3 Buhârî, Salât, 88. 4 Rûm, 30/22. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 18.11.2016 ÜMMÜ’L-KİTAP: FATİHA Cumanız Mübarek Olsun Aziz Kardeşlerim! Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bir sure vardır ki; onun adı, Ümmü’l-Kitap’tır, yani Kitab’ın anasıdır. Rabbimiz, Kerim Kitabına onunla başlamıştır. 1 Peygamber Efendimiz (s.a.s) de, bütün namazlara onunla başlamamızı istemiştir.2 Kardeşlerim! İşte bu sure, hepimizin bildiği Fâtiha’dır. Allah Resûlü, Fâtiha’nın, Rabbimiz ile aramızda bir konuşma, bir diyalog olduğunu haber vermiştir. Bizlere sayısız nimetler bahşettiği ve bizleri muhatap kabul ettiği için Fâtihâ’nın hemen başlangıcında Rabbimize hamd ederiz. ن ّّ “ي َ ب ال َحعال َ۪م ّٰ “ ”اَ حْلَ حم ُد هٰلِل َرHamd, övgü, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” dediğimizde, Âlemlerin Rabbi, َّ “Kulum bana hamd etti.” buyurur. “”َح َدِّن َع حب ّدى Bizler, “الر ۪ح نّيم “ ”اَ َّلر ح هO, Rahmân ve Rahîmdir.” َّ َح ّن dediğimizde, Yüce Allah, ““ ”أَثح ََن َعلَ َّى َع حب ّدىKulum bana senâ etti. Beni övdü, methetti.” buyurur. ّ ّ“ ”مالO, hesap gününün, âhiret Bizler, “ك يَ حوّم ال ٰ۪دي ّن َ gününün sahibidir.” dediğimizde, Rabbimiz, “”َمَّ َدِّن َع حب ّدى َ “Kulum beni yüceltti.” buyurur ve Fâtiha’nın bu ilk bölümünde bizim kendisine hamd-ü senâ etmemiz vesilesiyle hoşnutluğunu ifade eder. Fâtiha’nın ikinci bölümünde ise halimizi ve ّ ّ isteklerimizi Rabbimize arz ederiz. “ي ُ ”ا ََّّي َك نَ حعبُ ُد َوا ََّّي َك نَ حستَ ۪ع “Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.” dediğimizde, Rabbimiz, “َََ َََ ” َه َذا بَ حي َّن َوبَ حَي َعحب ّدى َولّ َعحب ّدى َما “Bu, kulum ile benim aramdadır. Kulumun isteğine icabet edeceğim.” buyurur. ن ّ الصرا َط الحمستَ ۪ق ن ّ ّ ّ َّ ّ ض ََّّٓ وب َعلَحي ّه حم َوََل .ٰ۪ي ُ ت َعلَحي ّه حم غَ حّْي ال َحمغح َ ين اَنح َع حم َ الضال َ ص َرا َط ال ۪ذ. يم َ ا حهد ََن ٰ َ ُ ح “Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanların ve sapmışların yoluna değil.” dediğimizde, Allah Teâlâ, “ََ َ ََ ” َه َذا لّ َع حب ّدى َولّ َع حب ّدى َما “İşte kulumun bu talebi karşılıksız kalmayacaktır. Kulum ne istiyorsa onundur.” buyurur.3 Aziz Kardeşlerim! Fâtiha, Kerim Kitabımızın muhteviyatının, insanlığa gönderiliş amacının özü ve özetidir. Yaratılışımızdaki gaye ve hikmetin bir beyanıdır. Bizler, nazm-ı celili açtığımızda evvela Fâtiha’yı okuruz. Her gün beş vakit namazda Rabbimizin huzuruna Fâtiha’yla çıkarız. Kelimei şehâdetle Allah’a verdiğimiz kulluk misakımızı, her gün onunla tazeleriz. Mümin olma ve kalma şuurumuzu, Fâtiha ile diri tutarız. Allah’ın yüceliği, adaleti, engin merhameti ve sonsuz kudretini tekrar tekrar onunla idrak ve ikrar ederiz. Rabbimize şükrümüzü, hamdimizi, övgümüzü, minnetimizi her gün onunla dile getiririz. Bir beşer olarak kusurlarımızı, niyazımızı, mağfiret talebimizi her gün Rabbimize onunla arz ederiz. Gönüllerimize Fâtiha’yla şifa dileriz. Dert ve sıkıntılarımıza onunla deva ararız. Hâsılı yaratılışımızı ve varlığımızı anlamlandıran Fâtiha, kalplerimize dermandır. Akıllarımıza rehberdir. Bitmez tükenmez bereketlere açılan rahmet kapımızdır. Kardeşlerim! Namazların her rekâtında Fâtiha’yı okumamızın istenmesi, sadece dilimizle onu terennüm etmek için değildir. Bilakis, onu derinden kavramak ve hayatımıza onun anlamıyla yön vermek içindir. Zira Fâtiha’nın her âyeti, her kelimesi, mümince bir bilinç, mümince bir duruş, mümince bir hayat bahşeder bizlere. Gönüllerimize ferahlık verir. Gözlerimizin ve zihinlerimizin önünde muazzam bir ideal ve ufuk açar. Fâtiha, her gün bizim için yeni bir canlanışa, yeni bir dirilişe vesile olur. Rabbimize sunduğumuz özlü bir dilekçemizdir o. Besmele ile dilekçeyi sunduğumuz makamı belirtiriz. Hamd ile o makamın sahibini yüceltiriz. “Rahman” ve “Rahim” isimlerinin verdiği ümit ile “din gününün sahibi” ifadesinin verdiği korku arasında Rabbimizin huzuruna çıkarız. Tüm acizlik ve güçsüzlüğümüzle arzu halimizi Rabbimize sunarız. Biliriz ki; sığınağımız, dayanağımız, tükenmeyen ümidimiz yalnızca O’dur. Kendisine kullukta bulunulacak, el açılıp medet umulacak yegâne güç ve kudret O’dur. Bizi sırât-ı müstakiminde, yani Kur’ân’ın, peygamberlerin, şehitlerin, salihlerin, iyilerin dosdoğru yolunda sabit kılacak O’dur. Bizi gazap ve azabından koruyacak, bu yolun sonunda ebedi nimetlere ulaştıracak olan da yine yalnızca Yüce Rabbimizdir. Kardeşlerim! Siirt ilimizin Şirvan ilçesinde bulunan maden ocağında dün gece heyelan nedeniyle oluşan göçükte hayatını kaybeden kardeşlerimize Yüce Rabbimizden rahmet, yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ediyorum. Göçük altındaki kardeşlerimizin de salimen kurtarılmasını diliyorum. Rabbimiz, ülkemizi, milletimizi her türlü kaza ve musibetlerden muhafaza eylesin. Hutbemizi şu dua ile bitirmek istiyorum: Rabbimiz! Bizi ve nesillerimizi, Fâtiha’nın hakikatlerinden ayırma! Bizleri Fâtiha’nın bereketinden mahrum bırakma! Ya Rabbi! Fâtiha’yı çokça okuyan, anlayan ve hayatına yansıtanlardan kıl bizleri! Fâtiha, 1/1-7. Buhârî, Ezân, 95. 3 Müslim, Salât, 38. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 02.12.2016 YERYÜZÜNÜN KÜÇÜK VE ONURLU HALİFESİ: ÇOCUK Kardeşlerim! Küçük yaşlarından itibaren Peygamberimiz (s.a.s)’in yanında yetişen Enes (r.a)’in Ebû Umeyr isminde bir kardeşi vardı. Kuşları çok seviyordu Ebû Umeyr; serçe besliyordu. Bir gün bu küçük çocuğun mahzun hali Efendimizin dikkatini çekmişti. Nedenini sordu. Ebû Umeyr’in serçesinin öldüğünü ve bundan dolayı çok üzüldüğünü öğrendi. Bunun üzerine Rahmet Elçisi, Ebû Umeyr’in yanına gitti, şefkatli elleriyle onun başını okşadı ve onu teselli etti. Üstelik bununla da yetinmedi. Küçük arkadaşının evine taziyeye gidip onunla uzunca bir süre sohbet etme büyüklüğünü de gösterdi.1 O bir şefkat elçisiydi. O, bir merhamet pınarıydı. Kaybettiğimiz çocuk yanımızı bizlere yeniden o hatırlattı. Özlediğimiz masumiyetimizle bizi yeniden o tanıştırdı. Onun için çocukluk ve çocuklar, insanın içindeki cennetin nefesiydi. Aziz Müminler! Çocuk, göz aydınlığıdır, gözün nurudur; bize Kur’ân böyle öğretir, böyle söyler. 2 Göz, nurunu yitirdiği zaman, önünü göremez, istikbalini kaybeder. Aile ve toplumun istikbali de çocuklardır. Çocuk ihmal edilir, ötelenir ve örselenirse aile ve toplum, geleceğini göremez. İnsanlık, çocuk için iyilik düşünmedikçe, dünyayı çocukların geleceğine göre tasarlamadıkça huzura kavuşamaz. Çocuğa “yeryüzünün küçük ve onurlu halifesi” gözüyle bakmadıkça felah bulamaz. Şu bir gerçektir ki; bütün çocuklar masumdur ve bütün çocuklar her türlü güzelliği hak eder. Kıymetli Kardeşlerim! Üzülerek belirtelim ki; bugün dünya çocukları, doğuştan sahip oldukları haklardan mahrumdur. Onlar, Peygamberimizin merhametine ne kadar da muhtaçtır. Zira şefkat ve merhamet yoksunu günümüz dünyasında pek çok çocuk ihmal edilmekte, türlü istismarlara maruz bırakılmaktadır. Kimi çocuklar, barınma, beslenme, sağlık, eğitim gibi en temel haklarından mahrum kalmaktadır. Kimileri taşıyamayacakları bedensel ve duygusal yükler altında ezilmektedir. Kimileriyse acımasızca sokağın yalnızlık sahipsizliğine, açlık ve ölüme terk edilmektedir. ve Aziz Müminler! Gönül coğrafyamızdaki çocukların her gün arş-ı âlâya yükselen feryatları yüreklerimizi dağlamaktadır. Musul’da, Halep’te, Arakan’da ve daha pek çok İslam beldesinde her gün onlarca, yüzlerce yavru zulüm altında inlemektedir. Nicesi ya sakat kalmakta ya yetim bırakılmakta ya da hunharca katledilmektedir. Bugün ümmetin geleceği, zulüm ve vahşetin, savaş ve şiddetin karanlıklarında yok olmaktadır. Kendilerine huzurlu bir dünya bırakmamız gereken nice yavru, dehşet içinde kıvranmaktadır. İnsanca yaşayabileceği bir diyar ararken Aylan çocukların cansız bedenleri, umutlarıyla birlikte kıyıya vurmaktadır. Aslında kıyıya vuran, sadece çocukların cansız bedenleri değil, tüm insanlığın insaf ve istikbalidir. Üzerine yağan bombaların altında Ümran çocuklar, kendisine uzanacak bir yardım eli beklemektedir. Aslında göçük altında kalan, bütün insanlığın vicdan ve merhametidir. Nice masum, mazlum ve mağdurlar, her gün insanlığı Yüce Yaratan’a şikâyet etmektedir. Kardeşlerim! Unutmamalıyız ki, çocukların varlığı bizim için bir imtihandır. Yazık ki her geçen gün kaybediyoruz bu imtihanı. Yeryüzündeki her bir çocuğun gözyaşından biz sorumluyuz. Hesap günü yetimlerden sorulacağız, öksüzlerden, evsizlerden sorgulanacağız. Öyleyse artık uyanmalıyız kardeşlerim. Çocuklara daha erdemli bir insanlık, daha güzel bir dünya bırakmak için çalışmalıyız. Her geçen gün etrafımızı saran kötülüklerle hep birlikte mücadele etmeliyiz. Bilhassa ümmetin yetimlerine şefkatle kol kanat germeliyiz. Peygamberimiz (s.a.s)’in “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.” 3 uyarısı gereği merhameti kendimize şiar edinmeliyiz. Evlatlarımızı rahmet ve şefkat ikliminde yetiştirmeliyiz. Onların o tertemiz gönüllerinde var olan Allah sevgisini pekiştirmeliyiz. Peygamberimizin örnek ahlakını yavrularımıza iyi tanıtmalıyız. Kardeşlerim! Biliyorsunuz, yavrularımızı gönderdik ahirete. Yüreğimize düştü ayrılık ateşleri. Adana’nın Aladağ ilçesindeki öğrenci yurdunda meydana gelen yangın, hepimizin yüreğini yaktı. Bu elim olayda vefat eden yavrularımıza ve kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Rabbimiz, annebabalarına ve yakınlarına sabr-ı cemil ihsan eylesin. Milletimizin başı sağ olsun. Yüce Rabbimiz, bizlere çocuklarımız için daha güzel, daha güvenli bir dünya kurmayı nasip etsin. Buhârî, Edeb, 112; Ebû Dâvûd, Edeb, 69. Furkân, 25/74. 3 Bûhârî, Tevhid, 2. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 07.10.2016 onlar gibi hak ve hakikate, ahlak ve erdeme, izzet ve onura sevdalı olmaktır. Kardeşlerim! Bugün Kerbelâ, hepimize taze bir bilinç aşılamalıdır. Kerbelâ, aramızda ayrılık-gayrılığa değil, birlik ve beraberliğe vesile olmalıdır. Rabbimizin, “Allah’a ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra içinize bir korku düşer de heybet ve kuvvetiniz elden gider.”4 mesajı gereği Kerbelâ, bizi birbirimize sımsıkı kenetlemelidir. YÜREKLERİMİZİ SAHRÂ-I KERBELÂ’YA DÖNÜŞTÜRMEYELİM Aziz Müminler! Hicri 1438 yılının Muharrem ayını idrak ediyoruz. Muharrem ayı, Efendimiz (s.a.s)’in “hürmete şayan bir ay”1 olarak nitelediği, sayısız lütuf ve hikmetlerle dolu kutlu bir aydır. Muharrem ayı, aynı zamanda yüreklerimizde derin yaralar açan elîm Kerbelâ hâdisesine tanıklık eden aydır. Kardeşlerim! Hz. Hüseyin Efendimiz ve çoğu ehl-i beyt-i Mustafa’dan olan 70 kişi, Kerbelâ’da hunharca katledilerek şehadet şerbetini içmiştir. Hz. Hüseyin ki; Peygamberimizin, “Benim dünyadaki çiçeğim, reyhanım”2 diyerek, “cennet gençlerinin efendisi”3 olarak bizlere takdim ettiği iki güzide torunundan biridir. Hz. Aliyyü’l-Murtaza’nın, Hz. Fatımatu’zZehra’nın yavrusu, ciğerparesidir. Bu vesileyle şehadetinin 1336. yılında seyyid-i şüheda Hz. Hüseyin Efendimiz başta olmak üzere Kerbelâ şehitlerini ve bugüne kadar hak, hakikat, adalet, ahlâk ve fazilet için; din, iman, vatan ve millet için can veren bütün şühedayı rahmet ve minnetle yâd ediyorum. Allah, bütün şehitlerimize gani gani rahmet eylesin! Kardeşlerim! Kerbelâ, İslam ümmetinin, bütün müminlerin asırlardır dinmeyen ortak hüznü ve kederidir. Dünyanın neresinde bulunursa bulunsun; mezhebi, meşrebi ne olursa olsun, kalbinde iman taşıyan, Resûl-i Ekrem’e, ashabına ve ehl-i beyt-i Mustafa’ya muhabbet besleyen her müminin ortak acısı ve elemidir. Kıymetli Kardeşlerim! Bugün bize düşen, Kerbelâ’yı doğru okumak, doğru anlamaktır. Onu tarihte yaşanmış bir kıssaya, sıradan bir hâdiseye dönüştürmemektir. Bu müessif olaydan ders ve ibret çıkarmaktır. Kerbelâ’yı anlamak, her şeyden önce Hz. Hüseyin ve arkadaşlarının, uğruna canlarını verdikleri yolun, Kur’an’ın yolu, Muhammed Mustafa (s.a.s)’in yolu olduğunu bilmektir. Onların, uğruna canlarını feda ettikleri yüce değerleri anlayıp yaşamaktır. Tıpkı Bugün bizlere düşen, tarihin sayfalarında yolumuzu kaybetmek değil, tarihten ibret alarak istikametimizi belirlemektir. Bugün Kerbelâ’nın bizlere yüklediği görev ve sorumluluk, gönül kapılarımızı ardına kadar birbirimize açmaktır. Yüreklerimizi sahrâ-ı Kerbelâ’ya dönüştürmemektir. Peygamberimiz (s.a.s)’in “Ey Allah’ın kulları! Kardeşler olun!”5 çağrısına samimiyetle kulak verip aramızdaki kardeşlik ahdini yenilemektir. Kardeşlerim! Bugün de üzülerek şahit oluyoruz ki İslam coğrafyasında hala Kerbelâlar yaşanıyor. Hala kardeş kanı akıtan, kardeşlerine Kerbelâ zulmü yaşatan zalimler var. Bugün, insanlığın gözü önünde, insanlığın en büyük medeniyet merkezlerinden biri olan Halep acımasızca bombalanıyor. Halep’te ve pek çok İslam beldesinde her gün onlarca masum insan, tıpkı Kerbelâ’da olduğu gibi hunharca katlediliyor. Enkaz altından çıkarılan çocukların, kadınların, masumların bedenleri, aslında insanlığın enkaz altında kaldığını bizlere gösteriyor. Zira insanlık, bütün bu vahşeti, dehşeti, katliamları sessizce izlemeye devam ediyor. Kardeşlerim! Bu elîm hâdiseler karşısında daha fazla basirete, daha derin ferasete ihtiyacımız var. Ortak değerlerimizi yüceltip, hilkatte eş, dinde kardeş; sevinçte, kederde bir olduğumuzu bir kez daha ilan etmeye ihtiyacımız var. Hutbemizi Hz. Hüseyin Efendimizin şu duası ile bitirmek istiyorum: Allah’ım! Sana hamdlerin en güzelini arz ediyorum. Allah’ım! Atamızı peygamber kıldığın için sana şükrediyorum. Allah’ım! Bize Kur’ân’ı gönderdiğin ve onun derinliğini öğrettiğin için sana hamd ediyorum. Allah’ım! Bize hakkı gören göz, hakkı duyan kulak ve hakkı düşünen kalp verdiğin için sana şükrediyorum. Allah’ım! Bizi sana şükreden kullarından eyle! Bizi zalimlerden berî, müminlere velî eyle! Müslim, Sıyâm, 203. Tirmizi, Menâkıb, 30. 3 İbn Mâce, Sunne, 11/4. 4 Enfâl, 8/46. 5 Buhârî, Edeb, 57. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 30/01/2015 ﷽ ۜيت لَكُ ُم ْاْلِسْ ََل َم ۪دينا ُ ت َعلَ ْي كُ ْم نِعْمَ ۪تي َور َ۪ض ُ ْت لَ ُك ْم ۪د َين كُ ْم َو َاتْمَ م ُ َْا ْل َي ْو َم َا ْكمَ ل َ َق ِ َّ ۜل رَسُ و ُل :َالل َعلَ ْي ِه َو َسلَّم ُ َّ صلَّي َ الل َ ُ َّ َّمَۜ مِنْ أَح ٍَد يَشْ َه ُد أ َ ْن ْلَ إلَهَ إْل َّالل ص ْدقاۜ مِنْ قَلْ ِب ِه إْل ِ ِ ِ ِ ِ َّ الل وَأ َ ّن ُمح ََّمداا رَسُ و ُل الل َعلَى ال َّنۜ ِر َ ُ َّ ُح َّر َمه ALLAH’IN SON DİNİ İSLAM Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Kim kalbiyle tasdik ederek Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet ederse Allah ona cehennemi haram kılar.”2 Aziz Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, âlemlere rahmet olarak gönderdiği son peygamberi Muhammed Mustafa (s.a.s) aracılığıyla İslam mesajını bütün insanlığa tebliğ etti. Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak ve yalnızca O’na ibadet etmek bu mesajın özünü teşkil ediyordu. Bu mesaj, aynı zamanda insanlığı Hakk’a ve hakikate, rahmet yüklü adalete, bilgiye ve hikmete dayanan güzel ahlaka davet ediyordu. Zulmü, cehaleti ve fitneyi terk etmeye; fakiri, yoksulu, muhtacı, yetimi koruyup kollamaya; komşusu aç iken tok yatmamaya çağırıyordu. Bu evrensel çağrı, kısa sürede bütün dünyada, insanların yüreklerinde yankı buldu. Daha elli yıl geçmeden Asya’dan Kuzey Afrika’ya, Atlas Okyanusu’ndan Çin Seddi’ne kadar yayıldı. Kardeşlerim! İslam’ın bu hızlı yayılışına ve insanların akın akın onu kabul etmesine tahammül edemeyen nice güçler, bu ilerleyişin önüne geçmek ve İslam’ın rahmet yüklü mesajlarının insanların kalplerine yerleşmesini engellemek için her türlü yola başvurdular. Bugün de bazı çevrelerce Din-i Mübin-i İslâm ve Müslümanlar terör ve şiddetle özdeşleştirilmek istenmektedir. İnsanların kalplerine İslâm korkusu yerleştirmek amacıyla yüce dinimiz İslâm’a ve onun peygamberine karşı organize bir şekilde çok çirkin bir karalama kampanyası yürütülmektedir. Amaç açıktır; İslâm’ın yayılışına ve gelişmesine engel olmak. Kardeşlerim! Geçmişte olduğu gibi günümüzde de sürdürülen bütün bu çabaların başarısızlıkla neticeleneceğine inancımız tamdır. Hiç şüphesiz biz biliyor ve iman ediyoruz ki Allah katında geçerli olan yegâne din İslâm’dır. Yine biliyor ve iman ediyoruz ki kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden böyle bir din asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. Aziz Kardeşlerim! İslâm, rahmet, merhamet ve şefkat dinidir. İslâm’ın amacı, insanı hem dünyada hem de ahirette mutlu etmektir. Bütün insanların barış, huzur ve esenlik içerisinde yaşadığı bir dünyayı var etmektir. Ancak bugün, İslâm’ı ve onun peygamberini tanıtma ve doğru temsil etme konusunda biz Müslümanların eksikleri olduğunu da unutmamalıyız. Üzülerek belirtmek gerekir ki; bizler, İslâm’ın hak ve adalet anlayışını, Peygamberimiz (s.a.s)’in çağlar üstü örnekliğini ve üstün ahlâkî vasıflarını insanlık ailesinin tüm fertlerine güzel bir dille, hikmetli bir üslupla yeterince sunamadık. Genç nesillerin duygu ve düşünce dünyalarına yeterince hitap edemedik. Kardeşlerim! O halde öncelikli vazifemiz, müntesibi olduğumuz yüce dinimizin güzelliğini tüm insanlara anlatmak, çağların dini İslâm'ı çağımıza öğretmektir. Bu ulvi gaye için var gücümüzle çalışmaktır. Hiçbir zaman tefrikaya düşmemektir. Asla fitne bataklığına saplanmamaktır. Fakirlik ve geri kalmışlıktan bir an önce kurtulmaktır. Cehaleti ilim, hikmet ve marifetin aydınlığıyla yok etmektir. Yeni bir medeniyet yolculuğunda İslâm’ın ilerleyişine engel olmak isteyenlere asla fırsat vermemektir. Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in bir duasıyla bitirmek istiyorum: “...Rabbim! Beni hidayete erdir ve hidayeti bana kolaylaştır! Bana kötülük edene karşı yardımını benden esirgeme! Zulmedenlere karşı bana yardım eyle! Rabbim! Beni sana şükreden, seni zikreden, senin azabından korkan, sana itaat eden, sadece sana boyun eğen, sana yönelip yakaran bir kişi kıl! Rabbim! Tevbemi kabul eyle, hatalarımı temizle, duâmı kabul et!”3 günah Mâide, 5/3. Buhârî, İlim, 49. 3 Tirmizî, De’avât, 102. 1 2 Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı ve İLİ TARİH : GENEL : 30/01/2015 ﷽ ۜيت لَكُ ُم ْاْلِسْ ََل َم ۪دينا ُ ت َعلَ ْي كُ ْم نِعْمَ ۪تي َور َ۪ض ُ ْت لَ ُك ْم ۪د َين كُ ْم َو َاتْمَ م ُ َْا ْل َي ْو َم َا ْكمَ ل َ َق ِ َّ ۜل رَسُ و ُل :َالل َعلَ ْي ِه َو َسلَّم ُ َّ صلَّي َ الل َ ُ َّ َّمَۜ مِنْ أَح ٍَد يَشْ َه ُد أ َ ْن ْلَ إلَهَ إْل َّالل ص ْدقاۜ مِنْ قَلْ ِب ِه إْل ِ ِ ِ ِ ِ َّ الل وَأ َ ّن ُمح ََّمداا رَسُ و ُل الل َعلَى ال َّنۜ ِر َ ُ َّ ُح َّر َمه ALLAH’IN SON DİNİ İSLAM Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Kim kalbiyle tasdik ederek Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet ederse Allah ona cehennemi haram kılar.”2 Aziz Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, âlemlere rahmet olarak gönderdiği son peygamberi Muhammed Mustafa (s.a.s) aracılığıyla İslam mesajını bütün insanlığa tebliğ etti. Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak ve yalnızca O’na ibadet etmek bu mesajın özünü teşkil ediyordu. Bu mesaj, aynı zamanda insanlığı Hakk’a ve hakikate, rahmet yüklü adalete, bilgiye ve hikmete dayanan güzel ahlaka davet ediyordu. Zulmü, cehaleti ve fitneyi terk etmeye; fakiri, yoksulu, muhtacı, yetimi koruyup kollamaya; komşusu aç iken tok yatmamaya çağırıyordu. Bu evrensel çağrı, kısa sürede bütün dünyada, insanların yüreklerinde yankı buldu. Daha elli yıl geçmeden Asya’dan Kuzey Afrika’ya, Atlas Okyanusu’ndan Çin Seddi’ne kadar yayıldı. Kardeşlerim! İslam’ın bu hızlı yayılışına ve insanların akın akın onu kabul etmesine tahammül edemeyen nice güçler, bu ilerleyişin önüne geçmek ve İslam’ın rahmet yüklü mesajlarının insanların kalplerine yerleşmesini engellemek için her türlü yola başvurdular. Bugün de bazı çevrelerce Din-i Mübin-i İslâm ve Müslümanlar terör ve şiddetle özdeşleştirilmek istenmektedir. İnsanların kalplerine İslâm korkusu yerleştirmek amacıyla yüce dinimiz İslâm’a ve onun peygamberine karşı organize bir şekilde çok çirkin bir karalama kampanyası yürütülmektedir. Amaç açıktır; İslâm’ın yayılışına ve gelişmesine engel olmak. Kardeşlerim! Geçmişte olduğu gibi günümüzde de sürdürülen bütün bu çabaların başarısızlıkla neticeleneceğine inancımız tamdır. Hiç şüphesiz biz biliyor ve iman ediyoruz ki Allah katında geçerli olan yegâne din İslâm’dır. Yine biliyor ve iman ediyoruz ki kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden böyle bir din asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. Aziz Kardeşlerim! İslâm, rahmet, merhamet ve şefkat dinidir. İslâm’ın amacı, insanı hem dünyada hem de ahirette mutlu etmektir. Bütün insanların barış, huzur ve esenlik içerisinde yaşadığı bir dünyayı var etmektir. Ancak bugün, İslâm’ı ve onun peygamberini tanıtma ve doğru temsil etme konusunda biz Müslümanların eksikleri olduğunu da unutmamalıyız. Üzülerek belirtmek gerekir ki; bizler, İslâm’ın hak ve adalet anlayışını, Peygamberimiz (s.a.s)’in çağlar üstü örnekliğini ve üstün ahlâkî vasıflarını insanlık ailesinin tüm fertlerine güzel bir dille, hikmetli bir üslupla yeterince sunamadık. Genç nesillerin duygu ve düşünce dünyalarına yeterince hitap edemedik. Kardeşlerim! O halde öncelikli vazifemiz, müntesibi olduğumuz yüce dinimizin güzelliğini tüm insanlara anlatmak, çağların dini İslâm'ı çağımıza öğretmektir. Bu ulvi gaye için var gücümüzle çalışmaktır. Hiçbir zaman tefrikaya düşmemektir. Asla fitne bataklığına saplanmamaktır. Fakirlik ve geri kalmışlıktan bir an önce kurtulmaktır. Cehaleti ilim, hikmet ve marifetin aydınlığıyla yok etmektir. Yeni bir medeniyet yolculuğunda İslâm’ın ilerleyişine engel olmak isteyenlere asla fırsat vermemektir. Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in bir duasıyla bitirmek istiyorum: “...Rabbim! Beni hidayete erdir ve hidayeti bana kolaylaştır! Bana kötülük edene karşı yardımını benden esirgeme! Zulmedenlere karşı bana yardım eyle! Rabbim! Beni sana şükreden, seni zikreden, senin azabından korkan, sana itaat eden, sadece sana boyun eğen, sana yönelip yakaran bir kişi kıl! Rabbim! Tevbemi kabul eyle, hatalarımı temizle, duâmı kabul et!”3 günah Mâide, 5/3. Buhârî, İlim, 49. 3 Tirmizî, De’avât, 102. 1 2 Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı ve İL : GENEL TARİH : 04.12.2015 tevazu, yalan ve eğrilik değil sadakat, kabalık değil nezaket, katılık değil letafet, korku değil cesaret vardır. Selim bir kalbe sahip olan mümin bilir ki; kendisi, borçluya, hastaya, yaşlıya, darda kalmışa, mazluma, mağdura yardım eli uzatılmasını isteyen bir medeniyetin mensubudur. Bu kalbin sahibi bilir ki; o, Abdullah, Enes, Beşir gibi yetimlere, öksüzlere baba şefkatiyle muamele eden bir Peygamberin ümmetidir. Selim bir kalbin sahibi bilir ki; onun “Asıl elde tuttuğun değil, dağıttığın bizimdir.”4 buyuran, komşuyu gözeten, yoksula kol kanat geren bir peygamberi vardır. BEDEN ÜLKESİNİN SULTANI: KALP Kardeşlerim! Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in, sıkça dile getirdiği dualardan biri şöyleydi: “ Ey kalpleri hâlden hâle çeviren Rabbim! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl!”1 Kardeşlerim! Efendimiz, bu duasında Yüce Allah’tan kalbini iman ve istikamet üzere sabit kılmasını dilemişti. Zira kalp, iman ve istikametin merkezi, başlangıç ve bitiş yeridir. İman ve İslam’ın bir tezahürü olan her hayırlı ve faydalı işe öncelikle kalpte niyet edilir. İşte böylesi bir öneme sahip olan kalp, Peygamberimiz (s.a.s) tarafından beden ülkesinin sultanı diye takdim edilir.2 Kardeşlerim! Kalp, sadece vücutta kan dolaşımını ve hayatın devamını sağlayan bir organ, küçük bir et parçası değildir şüphesiz. Kalp manevi hayatımıza yön veren ve akıbetimizi belirleyecek olan bir merkezdir. Kalp, iman ve küfrün, sevgi ve nefretin, cesaret ve korkaklığın, iyilik ve kötülüğün, kısacası bütün duyguların kaynağıdır. Güzellikler de çirkinlikler de hep kalpte başlar kalpte biter. Hayrın ve faydalı düşüncelerin barınağı olan bir kalpten ancak güzellikler yansır. Çirkinliklerle kirletilmiş, olumsuzlukların esiri haline getirilmiş bir kalpten yansıyacak olan da kötülüklerdir. Efendimiz (s.a.s), bu gerçeği “Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki o iyi olursa bütün vücut iyi olur. O bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.”3 hadisiyle dile getirmiştir. Kardeşlerim! Mümin, kalbini güzelliklere, hayra ve insanlığın faydasına açan, kötülüklere sımsıkı kapatan kişidir. Mümin, kalb-i selim sahibidir. Selim kalp, Allah’a gönülden teslim olmuş bir kalptir. Bu kalp, ışığını imandan, güzelliğini salih amellerden alır. Selim bir kalpte dünyevi hiçbir kaygı, tasa ve kedere esir olma yoktur; yalnızca Allah’a dayanıp güvenme vardır. Bu kalpte onur ve haysiyeti zedeleme yoktur; izzet ve saygınlık vardır. Selim olan kalpte sorumsuzluk, bencillik, kin, nefret, zulüm yoktur; paylaşma, diğerkâmlık, sevgi, saygı, hoşgörü vardır. Bu kalpte şiddet, husumet değil, şefkat, merhamet, ülfet, muhabbet vardır. Bu kalpte hayâsızlık değil, iffet, erdem, fazilet vardır. Bu kalpte “ben” değil, “biz” vardır; birlikte ağlayıp birlikte gülme vardır. Bu kalpte kibir değil Kardeşlerim! Üzülerek belirtmek gerekir ki bugün hırs, tamah, daha çok kazanma, daha çok haz alma ve daha hızlı yaşama arzusu insanlığı adeta kuşattı. Bugünlere ve yarınlara yön veren beden ülkesinin sultanı kalpler bedenlere esir oldu. Bugün insanlık, topyekûn bir merhametsizlik, vicdansızlık ve vurdumduymazlık sorunu yaşıyor. Nice mazlumların feryadına, yardım çığlıklarına kulak tıkanıyor. Nice canlar, şiddete, zulme, teröre kurban gidiyor. Niceleri evsiz, yurtsuz, yuvasız bırakılıyor. Denizler, her geçen gün mülteci mezarlığına dönüşüyor. Kıyıya vuran minik bedenler, aslında vicdanların kıyıya vurduğunu, her gün insanlığın irtifa ve itibar kaybettiğini haykırıyor. Kardeşlerim! Bugün kalplerin pasını, katılığını, hastalığını silmek için bir gönül terbiyesine ve merhamet seferberliğine ihtiyacımız var. Bugün bize ahirette gerçek manada fayda sağlayacak olan kalb-i selime çok ama çok ihtiyacımız var. O halde geliniz, “O gün, ne mal ne de evlat fayda verir. Ancak Allah’a kalb-i selim ile gelenler fayda bulur.”5 âyetini bir kez daha derinden tefekkür edelim. Fıtratımızda var olan selim kalbimizi, zihnimizle, dilimizle, salih amellerimizle daha da tezyin edelim. Kalbimiz, her daim Rabbimizin rızasını arasın, O’nun ve Resulü’nün sevgisiyle dolsun. Kalbimiz, güzelliklerin merkezi olsun ve etrafımıza güzellikler saçsın. Gönüllere sevinç, huzur ve mutluluk taşısın. Hutbemi Kur’an-ı Kerim’in ve Efendimiz (s.a.s)’in bize öğrettiği şu dualarla bitirmek istiyorum: “Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma! Bize tarafından bir rahmet bağışla! Hiç kuşku yok ki, lütfu bol olan yalnız sensin.”6 “Allah’ım! Kulağımın kötülüğünden, gözümün kötülüğünden, dilimin kötülüğünden, kalbimin kötülüğünden sana sığınırım.”7 Tirmîzi, Daavât, 89 Abdurrezzâk, el-Musannef, XI, 221. 3 Buhârî, İman, 39. 4 Tirmizî, Sıfatu’l Kıyâme, 35. 5 Şuarâ, 26/88-89 6 Âl-i İmrân, 3/8. 7 Nesâî, İstiâze, 4. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 16/01/2015 Namaz, tekbiriyle rıza-ı Bari’den başka her şeyi terk ediştir. Dilimiz “Allahu ekber” derken, ellerimizle adeta dünyayı arkamıza alıp manevi yolculuğa başlarız. Namaz, kıyâmıyla bir diriliş, Allah’ın huzurunda duruştur; saf tuttukça safâ bulur her gönül, esrâr-ı zikrullâh ile. Kıraatiyle namaz, O’na en içten senâ ve yakarıştır; her günahtan paklanır insan, ezkâr-ı zikrullâh ile. BİR TEKELLÜF DEĞİL, NİMET OLARAK NAMAZ Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerime’de Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah'ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı biliyor.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Bir Müslüman, farz bir namaz için abdest alıp bütün erkânına riayet ederek namaz kılarsa, o namaz, büyük günah işlemedikçe, önceki günahlarına keffaret olur.”2 Kardeşlerim! Efendimiz (s.a.s) bir gün ashabıyla sohbet ederken onlara şöyle bir soru sorar: “Birinizin kapısının önünden bir nehir aksa, günde beş defa o nehirde yıkansa vücudunda kir namına bir şey kalır mı?” Sahabe, “Kalmaz Ey Allah’ın Resûlü” diye cevap verir. Bunun üzerine Kutlu Nebi (s.a.s), “İşte beş vakit namazın misâli budur. Kılınan bu namazlarla Allah günahları yok eder.”3 buyurur. Kıymetli Müminler! Namaz, Resûlullah Efendimiz (s.a.s)’in iki gözünün nuruydu.4 Namaz, onun için vazgeçilmez bir ibadet, terk edilemez bir kulluk ölçütüydü. Rahmet Elçisi’nin nazarında bu derece önemli olan namaz, bizi Allah’a kul olmaya davet eden ibadetlerin sultanıdır. Namaz, huzura duruş ve huzura kabuldür. Namaz, bize Rabbimizi, bize kendimizi hatırlatır. Namaz, bize sorumluluğumuzu, sınırlarımızı, müstakim oluşu, tevazuyu öğretir. Kıblesi ile namaz, bir olan Allah’a yöneliştir. Kâbe eksenli bu yönelişle aynı zamanda müminlerin gönlünde manevi bir bağ ve birliktelik hâsıl olur. Namaz, rükûsuyla yalnız Allah’a teslim oluştur; secdesiyle, kulluğun zirvesine varıştır. Kibir kulelerimizden inip yerle buluştuğumuz an mirâciyemizdir. Başımız secdeye her vardığında bütün bencilliklerimizi bertaraf eder; Rabbimize en yakın olmanın hazzına ereriz. 5 Kardeşlerim! Namaz, dünyanın türlü hengâmeleri içerisinde kaybolmaya yüz tutan benliğimizi, gönlümüzü yeniden ihya ve inşa etmektir. Çoğu zaman kalabalıklar içerisinde yalnızlaşan ruhumuzun yoldaşıdır namaz. Cennetin anahtarı olan namaz, şu fâni dünyanın ebediyete uzanan kârıdır. Namaz bir nurdur, yolunu aydınlatır müminin. Günaha kalkandır, doğru yolda rehberidir kendisini kılanın. Hikmetleri ile insanı kötülük ve hayâsızlıktan alıkoyan en büyük ibadettir namaz. Rabbimizi anmanın adıdır; O’na vuslat köprüsü, bir gönül burağıdır namaz. Kardeşlerim! Namazlarımız, bizim miracımız, bizim gönül burağımız olabiliyor mu? Kıyamette ilk hesaba çekileceğimiz konu olan namaza,6 yüzümüzü ağartacak özeni gösterebiliyor muyuz? “Allahu ekber” nidaları yankılanırken, davetin Allah’tan geldiği bilinciyle kıyama durabiliyor muyuz? Miraçtaymış gibi huşû içerisinde secdelere varabiliyor muyuz? Namazı bir külfet değil, nimet olarak görebiliyor muyuz? Hutbemi İbrahim Efendimizin yankılanan şu duası ile bitirmek istiyorum: Kur’an’da “Rabbim! Beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur. Hesap görülecek günde, beni, anamı babamı ve inananları bağışla.”7 1 Ankebût, 29/45. Müslim, Tahâre, 7. 3 Müslim, Mesâcid, 283. 4 Nesâî, Işrâtü’n-nisâ, 1. 5 Müslim, Salât, 215. 6 Nesâî, Muhârebe, 2. 7 İbrâhim, 14/40-41. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 21.08.2015 BİRLİK VE BERABERLİĞİMİZİN HARCI: KARDEŞLİĞİMİZ Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra içinize bir korku düşer de heybet ve kuvvetiniz elden gider. Sabırlı olun! Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Müminlerin birbirlerine olan bağlılığı, birbirine kenetlenerek inşa edilmiş bir binanın duvarları gibidir.”2 İman Bağıyla Gönülleri Birbirine Kenetlenmiş Aziz Kardeşlerim! Âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (s.a.s)’in bizlere takdim ettiği en önemli değerlerden biri şüphesiz kardeşliktir. Bu kardeşlik, dilleri, renkleri, ırkları, coğrafyaları farklı olmakla beraber; inançları, sevinçleri, hüzünleri, idealleri ve umutları bir olanları birbirine sımsıkı kenetleyen iman kardeşliğidir. Bu kardeşlikte birlik ve beraberliği, onur ve haysiyeti zedeleyen mezhep, meşrep, cehalet ve asabiyete asla yer yoktur. Bu kardeşlikte cana, mala, insan hayatına kastetmek kesinlikle yoktur. Bu kardeşlik, üstünlük yarışını, ötekileştirmeyi, ezmeyi, yok saymayı mübah gören bir kardeşlik değildir. Bu kardeşlik, “ben” i “biz”, “binler” i “bir” yapan, adalet, merhamet, muhabbet ve paylaşma gibi yüce değerlere dayanan bir kardeşliktir. Bu kardeşlik, asırlardır, mazlumlara, masumlara, mağdurlara ümit olan bir kardeşliktir. Bu kardeşlik, Peygamberimiz (s.a.s)’in Veda Hutbesinde “Ayaklarımın altına alıyorum” dediği asabiyet, cehalet, fitne, fesat, ayrılık ve gayrılığı yok eden bir kardeşliktir. Peygamber şehri Medine’de Evs ve Hazreç kabîleleri arasındaki târihî mücâdeleyi sona erdiren ve onları kaynaştıran bu kardeşliktir. Ensar ile Muhacir arasında görülen, tarihte eşi ve benzeri bulunmayan, tüm çağlara damgasını vuran kardeşlik, işte bu kardeşliktir. Bedir’de, Malazgirt’te, İstanbul’un fethinde, Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da aynı Allah’a, aynı peygambere, aynı kitaba inanan, aynı kıbleye yönelenleri aynı idealler uğrunda bir araya getiren işte bu kardeşliktir. Bin yılı aşkın süredir millet olarak bizi bir arada ve diri tutan, bu kardeşlik bağıdır. Kardeşlerim! Asırlardır doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle aziz milletimizin en önemli harcı olan kardeşliğimiz son zamanlarda bir kez daha hedef alınmıştır. Birçok mihrakın güdümünde olan gözü dönmüş terör, ülkemizin huzurlu havasını ortadan kaldırmak üzere yeniden harekete geçmiştir. Neredeyse her gün bir şehit cenazesi, memleketimizin birlik ve esenliği üzerine kara bir haber olarak düşmektedir. Bu haberler, milletçe ihtiyaç duyduğumuz kardeşliğin husumet ve nefretle yer değiştirmesinde ne yazık ki bir hayli etkili olmaktadır. Kıymetli Kardeşlerim! Biz, geçmişten günümüze din için, vatan için, bayrak için, ezan için, hasılı kutsal değerlerimiz için yüzlerce, binlerce şehit verdik. Ancak her seferinde Rabbimizin, “Biz Allah’ın kullarıyız ve O’na döneceğiz.”3 hükmüne gönülden teslim olduk. “Eğer inanıyorsanız üstün gelecek olan sizlersiniz”4 âyetinin mesajıyla yolumuza ümitle ve kararlılıkla devam ettik. Bir binanın yapı taşları gibi sevinçte kederde, varlıkta yoklukta her zorlu süreçte kardeşler olarak birbirimize sımsıkı kenetlendik. Kardeşliğimizi, birlik ve beraberliğimizi, gücümüzü fitne ve husumetle yok etmek isteyenlere karşı asla fırsat vermedik. Yüreklerimizi dağlayan elim hadiselerin yaşandığı şu zorlu günlerde hepimize düşen, bir kez daha birbirimize sımsıkı kenetlenmektir; dinimiz, güzel ülkemiz, milletimiz ve kardeşliğimiz üzerinde oynanan oyunlara izin vermemektir. Kardeşlerim! Geliniz, ülkemizin etrafının ateş çemberine döndürüldüğü şu günlerde birliğimizin, dirliğimizin kıymetini bilelim. Her türlü saldırı, oyun, tuzak ve plan karşısında birbirimize ensâr ve muhacir olalım. Kur’an-ı Kerim ve Efendimiz (s.a.s)’in bizden istediği kardeşler olmakla mükellef olduğumuzu asla unutmayalım! Geliniz, cahiliye asabiyetinin ürünü olan ve kardeşi kardeşe kırdırmak için körüklenen fitne ateşini basiret, hikmet, bilgi ve irfanla söndürelim! Muhabbetin her türlü düşmanlığa galip geleceğini bilelim. Her daim olduğu gibi bugün de Hakkın, hukukun, adaletin, ahlak ve faziletin tarafında yer alalım. Kardeşlerim! Masum canların katledilmesine sebep olanlar, kardeşlik ve huzurumuza saldıranlar bunun hesabını elbette bir gün Allah’a vereceklerdir. Ancak aziz milletimiz, bu zihnî ve kalbî parçalanmayı asla hak etmemektedir. Zira huzura ve ümit vadeden yarınlara sadece ülkemizin ve milletimizin değil, umutlarını bu ülkeye ve bu millete bağlayan tüm mağdur, masum ve mazlumların, hâsılı tüm müminlerin ihtiyacı var. Şunu bilelim ki; bu ülkeye düşecek ateş, sadece bu topraklarda yaşayanların değil, dünyanın yedi iklim dört köşesinde yaşayan tüm mazlumların da bağrını yakacak, yarınlarını yok edecektir. Bu duygu ve düşüncelerle hutbeme son verirken, vatan, bayrak, millet ve mukaddes değerler için hayatının baharında toprağa düşen kahraman şehitlerimize Yüce Rabbimizden rahmet, gazilerimize acil şifalar, ailelerine de sabr-ı cemil diliyorum. Unutmayalım ki; onlar, sadece anne ve babalarının, ailelerinin değil, aziz milletimizin şehit ve gazileridir. Enfâl, 8/46. Buhârî, Salât, 88; Müslim, Birr ve Sıla, 65. 3 Bakara, 2/156. 4 Âl-i İmrân, 3/139. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 22/05/2015 BOŞ ŞEYLERİ TERK EDEREK HAYATI ANLAMLI KILMAK Aziz Müminler! Okuduğum âyet-i kerimelerde Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Müminler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki namazlarında huşu içindedirler. Onlar ki boş ve faydasız şeylerden uzak dururlar. Onlar ki zekâtı verirler. Ve onlar ki iffetlerini korurlar...”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Faydasız söz ve lüzumsuz işleri terk etmesi, kişinin iyi Müslüman oluşundandır.”2 Kardeşlerim! Yüce dinimiz İslam’ın en temel gayelerinden birisi, insanın hayatını anlamlı kılmaktır. Onun boş, anlamsız ve beyhude her türlü söz ve davranıştan uzak bir hayat yaşamasını sağlamaktır. Bu nedenledir ki, Kerim Kitabımızda kurtuluşa eren müminlerden şu şekilde söz edilmektedir: “Onlar, anlamsız bir söz işittiklerinde ondan yüz çevirirler ve ‘Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz de size olsun. Selam olsun size. Cahillik edenlerle işimiz yok’ derler.” 3 “Onlar, yalana şahitlik etmezler. Faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar ve hoşgörü ile geçip giderler.”4 Kardeşlerim! İslam’ın özünden, yaratılış gayesinden uzaklaşıldığı içindir ki, günümüzde zihin ve gönüller kötü düşüncelere, diller hesabı verilemeyecek lüzumsuz ve beyhude sözlere esir oldu. Bedenler, faydasız işlerde heba edildi. Saygınlıklar, hayasızlıkla tarumar edildi. Ömür sermayeleri, hoyratça tüketildi. Kıymetli Kardeşlerim! Oysa Rabbimiz bizi vahiyle, peygamberle terbiye etti; akılla, idrakle ve sayılamayacak nice nimetlerle donattı. Bize yolumuzu ve yönümüzü gösterdi; varlığımız ve yaratılışımızın gayesini öğretti; merhamet, muhabbet ve adalet duygusu lütfetti. Yüce Rabbimiz, bütün bunlara karşılık bizi sorumlu kıldı. Dilimizden dökülen her bir sözün, elimizden sadır olan her bir işin mahkeme-i kübrada hesabının sorulacağını Kerim Kitabımızda defalarca hatırlattı. Resul-i Ekrem (s.a.s) Efendimiz de, boş ve gereksiz işleri terk edenleri kamil mümin 5 olarak nitelendirdi. “Allah’a ve âhiret gününe inanan kişi, ya hayır konuşsun ya da sussun…” 6 buyurarak kelamımızın anlamlı ve hikmetli olmasını istedi. Kardeşlerim! Bilelim ki Allah’ın gazabına neden olan, kişinin kendisine ve çevresine zararı dokunan her iş ve söz haramdır. Dilimizden gelişigüzel, kuralsızca dökülen sözler, kaba ve çirkin ifadeler, yalan, iftira, gıybet, bunların her biri dinimizde yasaktır. İnsanların özel hallerini araştırmaya, insanlar arasında laf taşımaya, fitne ateşini körüklemeye yönelik her türlü kelam boş sözdür, günahtır. Her boş söz ise sadece dilin değil, insanın afetidir. Böylesi sözler, sahibinin şahsiyetini, onur ve haysiyetini zedelediği gibi buna muhatap olan şahsın da hem hakkını ihlaldir, hem de büyük bir vebaldir. Çünkü dilden dökülen her söz sorumluluk gerektirir. Her sözün bir ahlakının olması gerekir. Ahlakı olmayan her söz israftır, günahtır. Kardeşlerim! Boş ve gereksiz işler, insanın zihnini meşgul, gönlünü mahkum eder; çok değerli olan vaktini öldürür. Halbuki günümüz insanının en çok ihtiyaç duyduğu, çoğu kez yokluğundan yakındığı nimet, zamandır. Özellikle bugün, kitle iletişim araçlarının çeşitlenip çoğalması, teknolojik imkanların yaygınlaşması ile zamanı verimli ve anlamlı kullanma problemi daha çok hissedilir olmuştur. Üzülerek belirtmek gerekir ki, günümüzde nice ömürler, ekran karşısında anlamsızca tüketilmektedir. Nice hayatlar, nice umutlar, sanal dünyada yalanlar, sahtelikler üzerine inşa edilmektedir. Oysa vahiyle, peygamberle terbiye edilen, akılla desteklenen insan başıboş yaratılmamıştır. Kardeşlerim! Öyleyse geliniz, boş ve anlamsız her iş ve sözden, sorumluluk ve muhasebe bilinciyle uzak duralım. Hutbemizi Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in, anlam dolu şu duasıyla bitirelim: “...Allah’ım! Sana teslim olan bir kalp, doğru sözlü bir dil ve güzel bir ahlâk istiyorum. Günahlarımı bağışlamanı ve her türlü hayırdan bana lütfetmeni istiyorum. Bütün şerlerden de sana sığınıyorum...”7 1 Mü’minûn, 23/1-10. Tirmizî, Zühd, 11. 3 Kasas, 28/55. 4 Furkân, 25/72. 5 Buhârî, İmân, 4. 6 Buhârî, Edeb, 31. 7 Nesâî, Sehiv, 61; Hakim, Deavât, 1872. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 08.05.2015 ﷽ خل َ َق لَ ُك ْم مِنْ َا ْن ُف ِسكُ ْم َا ْزوَاجًا ِلت َسْ كُنُ۪ٓوا ِالَ ْيهَا َ َومِنْ ٰايَاتِه۪ٓ َا ْن ًَو َجع ََل بَي َْن كُ ْم َموَدَ ًة َو َر ْح َمة ِ َ قَا َل رَسُ و ُل :َاّلل َعل َ ْي ِه َو َسلَم ُ َ صلَي َ اّلل .خ ْي ُركُ ْم أل ْهلِى َ خ ْي ُركُ ْم أل ْهلِ ِه وَأَنَا َ َخ ْي ُركُ ْم َ َ CANA CAN OLMAK: AİLE Değerli Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda sevgi ve merhamet var etmesi Allah’ın (varlığının ve kudretinin) delillerindendir.”1 Okuduğum hadis-i şefite ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “En hayırlınız, ailesine en güzel şekilde davranandır. Ben, aranızda ailesine en güzel davranan kişiyim.”2 Kardeşlerim! İnsanlık, dünya serüvenine aileyle başladı. İlk aile cennette kuruldu ve cennetin bütün güzelliklerini temaşa etti. Ve bu güzelliklerden esintiler taşıyan aile, dünyada insan için yuva oldu. Böylesi yuvalar anneye, babaya, eşe, evlada her daim cennet oldu. Aziz Müminler! Peygamberimiz (s.a.s), Veda Haccında, “Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız.”3 buyurarak bize köklü bir aileye mensup olduğumuzu hatırlattı. Evet, her birimiz insanlık ailesinin birer halkasıyız. Hepimiz yeni halkaların var olması için çaba sarf etmekle yükümlüyüz. Çünkü bizler, bir ailede hayat bulduk. Gelecek nesiller de yeni ailelerde var olacaklar. Bu değişmez düzenin sahibi Âlemlerin Rabbidir ve O, Kerim Kitabımızda, insanlığa, bizlere örnek aileler takdim etmiştir: Âdem (a.s) ile eşi Havva validemizin türlü meşakkatle dolu hayat yolculuğunu birlikte adımladıklarını anlatmıştır. Peygamberlerin atası İbrahim (a.s)’in sadakat ve teslimiyet misali eşi ve çocuklarını tanıtmıştır. Hâtemü’l-Enbiyâ Muhammed Mustafa (s.a.s)’nın tertemiz ailesinden övgüyle söz etmiştir. Kardeşlerim! Kur’an’ı Kerim ve Efendimiz (s.a.s)’i rehber edinmiş biz müminler için son derece mühimdir aile kurumu. Aile, toplumun en küçük fakat en önemli birimidir; ülfet, muhabbet, saygı, paylaşma ve fedakârlık ortamıdır. Aile, hayatın bütün aşamalarına etki eden bir başlangıç noktasıdır. İşte bu yüzden bizler, aile yuvamıza dua ile adım atarız. “Allah’ım! Bu nikahı bereketli ve mübarek eyle. Bu çifti ülfet, muhabbet ve bağlılık duygularıyla kaynaştır. Aralarına nefret, fitne ve ayrılığın girmesine izin verme.” diye özden yakarışta bulunuruz. Bu birlikteliğin samimiyet, sevgi ve sadakat temeline oturmasını, hayır, bereket ve güzelliklerle örülmesini Rabbimizden dileriz. Böylesi güzel temennilerle çıkılan bu yolculuk, her birimiz için bir imtihan vesilesidir aynı zamanda. Çünkü, Yüce Rabbimiz, insanı başıboş bırakmamıştır. Onu kendisine, ailesine, çevresine ve her şeyden öte Yüce Yaratanına karşı sorumlu bir varlık kılmıştır. Dolayısıyla ailede hak ve sorumluluklara riayet edilmelidir. Kıymetli Kardeşlerim! Aile kurmak kadar aile olmak da önemlidir. Aile olmak, sadece aynı çatı altında barınmak, aynı sofraya oturmak değildir. Aile olmak, her şeyden önce gönülleri birbirine bağlı eşler olmaktır; sevgi, şefkat ve merhametle bir bütünü tamamlamaktır. Aile olmak, zihinler ve gönüller arasına örülen duvarları muhabbet, saygı, sevgi ve sadakatle kaldırmaktır. Aile olmak her türlü olumsuzluğa karşı kalkan olmaktır; mutluluk ve huzurumuzu birlikte korumaktır. “Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” 4 âyet-i gereğince yüce değerlerle donanmaktır. Eş ve çocuklarımızı kötülüklerden alıkoyup, hayra, ahlaka, faydalı bir insan olmaya teşvik etmektir. Aile olmak değer vermek ve değer bilmektir; iyi gündekötü günde, darlıkta-bollukta, hastalıkta-sağlıkta birbirimizin yanında yâr olabilmektir. Tıpkı nübüvvet görevinde âlemlere rahmet eşini son nefesine kadar destekleyen Hatice validemiz gibi. Bu fedakâr eşinin vefatından sonra onu her daim hayırla yâd eden vefakâr ve örnek eş Allah Resûlü (s.a.s) gibi. Kardeşlerim! Aile, huzur ve saadet ortamıdır. Hayatın hengâmesi içerisinde bunalan aile fertleri bu ortamda teskin olur. Fedakârlık, vefakârlık, anlayış ve ilginin hakim olduğu aile sığınılacak bir liman olur. Bu değerlerden yoksun ve mahrum bırakılmış bir aile ise fertleri için ağır bir yükten ibarettir. Tam da bu noktada üzülerek belirtmek gerekir ki; aynı evde yaşayan fakat aynı duyguları paylaşamayanlardan oluşan nice aileler vardır. Pek çok aile, önemi ve değeri kavranamadığı için sorumsuzca heba edilmektedir. Bir ömrü paylaşmak, cana can olmak vaadiyle kurulan yuvaların sevgisizlik, sadakatsizlik, merhametsizlik ve basit nedenlerden dolayı yıkılması her birimizi derinden yaralamaktadır. Yıkılan yuvaların altında ise genellikle göz aydınlığımız ve yarınlarımız olan çocuklar kalmaktadır. Daha hayat yolculuğunun başında nice masum yürek hayatın ağır yükü altında savrulmaktadır. Kardeşlerim! Unutulmamalıdır ki, bizler ailemize sahip çıkarsak ailemizde bize sahip çıkar. Ailemizi korursak ailemiz de bizi korur. Ailemiz, bize emanettir ve emaneti korumak müminlerin bir niteliğidir. Öyleyse sorumluluklarımızı hiçbir zaman unutmayalım. Dualarla kurduğumuz yuvalarımız için şu duayı dilimizden düşürmeyelim: “Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah'a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle”5 Rum, 30/21. İbn Mâce, Nikah, 50. 3 Tirmizî, Menâkıb, 74. 4 Tahrîm, 66/6. 5 Furkân, 25/74. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İL : GENEL TARİH : 03.07.2015 CENNET KAPILARININ ANAHTARI: YETİMLER Kardeşlerim! Peygamberimiz (s.a.s)’in amcasıEbûTâlib’inoğlu Cafer (r.a), MûteŞavası’ndadüşmanla kahramanca çarpışarak şehit düşmüştü. Bu kutlu sahabi, ardında üç yetim bırakmıştı. Allah Resûlü (s.a.s), “kardeşim” dediği Cafer’in derin bir hüzün çökmüş evine geldi.Kendisi de bir yetim olan Kutlu Nebi, ailenin yürek burkan haline dayanamadı. Bir anneyi, bir babayı, bir eşi, bir dostu kaybetmek, artık onun hatıralarıyla yaşamak kolay mıydı? Ancak, hayat bir imtihandı ve imtihan geride kalanlar için hala devam ediyordu. Resulullah (s.a.s),“Bugünden sonra kardeşime ağlamak yok.” diye söze başladı ve “Getirin bana kardeşimin çocuklarını.” dedi. Cafer’in yetimleri, tıpkı annelerini kaybetmiş kuş yavruları gibiEfendimizin karşısına dizildiler. 1 Allah Resulü, onları öpüp kokladı, bağrına bastı, başlarını okşadı, teselli etti; ömrü boyunca Cafer’in yetimlerine kol kanat gerdive onlar için her fırsatta dua etti.2 Çünkü yetimlerin halini anlayabilecek, yüreklerini okuyabilecek yegâne şahıstı Allah Resulü. Kardeşlerim! Sadece Cafer’in evlatları değildi Rahmet Elçisi’nin tükenmez şefkatinden nasiplenen yetimler. Enes, Beşir, Sehl ve Süheyl, EbûÜmamenin yetimleri ve daha birçokları. Onlar, belki hayatın yükünü sırtlayan minik bedenli yetimlerdi. Ancak, onların her biriResulullah’ın baba sıcaklığını, Hz. Aişe’nin anne şefkatini hissettiler. Peygamberimiz, şefkatle yetimin başını okşayan kimseye, elinin değdiği saçlar sayısınca sevap yazılacağını belirtti;3yetime kol kanat gerenin de cennette kendisiyle yan yana olacağını müjdeledi.4Bu bilinçle Efendimiz (s.a.s), her daim yetimlerin üzerine titredi. Çünkü“Rabbin seni yetim bulup barındırmadı mı?” 5 diyerek ona önce yetimliğini hatırlattı Alemlerin Rabbi; ardından “Sakın yetime kötü davranma!” buyurdu. "Rabbimiz, yetime sahip çıkmayı kullukta eşiği aşmak olarak nitelendirdi.". Yetimin hakkını gasp edip malına el uzatanların da aslında karınlarını ateşle doldurduklarını bildirdi. Kıymetli Kardeşlerim! Yetimler, önceliklidir. Çünkü onlar, bizlere Allah’ın birer emanetidir. Bu çocukların bazısı şehit çocuklarıdır, bazısı annesini ya da babasını hastalığa, kazaya kurban vermiştir. Kimileri de daha çocukluklarını yaşayamadan şehirleri yıktığı kadar ruhları ve yarınları da yıkan savaşın soğuk yüzüyle karşılaşmıştır. Yerlerinden, yurtlarından, aile sıcaklığından mahrum kalmışlardır. Anneleri, babaları artık yanlarında değildir… Onlar himaye edilmeyi herkesten çok hak ederler. Onlar Efendimizin yanındaki Enes olmayı arzularlar. Onlar, tıpkı yetim kalan Beşir gibi Allah Resûlü’nden müjde almayı umut ederler. Yetimler, belki merhametten yoksun bir evde, belki bir yetiştirme yurdunda, belki de bir sokak başında kendilerine uzanacak bir şefkat, bir merhamet eli beklerler. Kendilerini hayata bağlayacak, yarına dair ümitlerini diri tutacak bir ışık gözlerler. Onlar, hepimizin yetimleridir. Her birimiz onlardan sorumluyuz. Kendilerine sahip çıkıp, yüklerini hafifletmekle mükellefiz. Onların, kendileriyle barışık, dinine, milletine ve bütün insanlığa faydalı bireyler olarak yetişmeleri konusunda her birimize düşen görevler var. Hemen yanı başımızda zararlı alışkanlıkların pençesine tutulmuş her bir yetim, kimsesiz, yalnız ve garibin içler acısı hali hepimizin derdi olmalıdır. Kardeşlerim! Mübarek Ramazan ayının ortasında bulunuyoruz. Bu günler, Rabbimizin mağfiretinin üzerimize sağanak sağanak yağdığı günlerdir. Böylesi bir zamanda teslimiyetimizle, ibadetlerimizle, iyiliklerimizle Allah’ın mağfiretine nail olmanın yollarını aramalıyız. Oruçlarımızı günahlara kalkan, imsakimizi kötülüklere kilit, iftarımızı güzelliklere anahtar yapabilmeliyiz. Yaşadığımız her dem evlerden evlere, gönüllerden gönüllere iyilik taşımak için seferber olmalıyız. Aziz Müminler! Unutulmamalıdır ki, iyilik sadece bir fakirin eline üç beş kuruş para sıkıştırmak değildir. İyilik aynı zamanda yalnıza arkadaş, yorguna dayanak, garibe sığınak, muhtaca imdat olmaktır. Hiçbir çocuk sokakta kalmasın, hiçbir yetim himayesiz kalmasın, hiçbir mülteci, muhacir aç açık kalmasın diyerek başkaları için koşturabilmektir iyilik. “Kardeşimi ne kadar düşünürsem, kendime o kadar iyilik etmiş olurum” bilinciyle dünyayı birbirimize yaşanılır kılmaktır iyilik. Öyleyse geliniz kardeşlerim, hep birlikte bu kutlu ayda sahipsiz olmadıklarını hissettirmek için yetim, kimsesiz, himayesiz, yuvasız yavrularımıza gönüllerimizi, ellerimizi ve sofralarımızı açalım. Gelin bu Ramazan ve her zaman tüm muhacir kardeşlerimizle, mazlumlarla, mağdurlarla, yalnızlarla iftarlarımızı paylaşalım. Sözlerimi Resûlullah Efendimiz (s.a.s)’in şu hadisi ile bitirmek istiyorum: “Kim, Müslümanlar arasında bir yetimi yiyecek ve içeceğini üstlenecek şekilde sahiplenirse Allah onu mutlaka cennete koyacaktır. Ancak affedilmeyecek bir günah işlemiş ise o başka.”6 1 Nesâî, Zinet, 57. İbnHanbel, I, 205. 3 İbnHanbel, V, 250. 4 Buhârî, Talâk, 25. 5 Duhâ, 93/6. 6 Tirmizî, Birr ve Sıla, 14. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH: 13.03.2015 uğruna nice güneşlerin battığı yerdir. Anadolu’nun her evinden, Rumeli’nin her bölgesinden, İslâm coğrafyasının her beldesinden; Şam’dan, Bağdat’tan, Filistin’den, Beyrut’tan, Kahire’den, Kosova’dan, Üsküp’ten, SarayBosna’dan son ehli salibin salvetini yıkmak için ölesiye kardeş olan şehitlerimizin memleketidir Çanakkale. Dilleri, kavimleri, ırkları, beldeleri farklı ancak imanları, idealleri, azimleri, gayeleri, niyetleri, duyguları bir olan, Mehmetçiklerin bir arada can verdiği mekândır Çanakkale. Cennetü’l-baki’ ve cennetü’l-mualla misâli, dünyanın en yüce, en ulvi, en mukaddes şehitliklerinden biridir Çanakkale. ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE… Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede ve devamında Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allah'ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine şunu müjdelemek isterler: Onlar için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. Ve yine onlara Allah’ın lütuf ve nimetini ve Allah’ın, müminlerin ecrini asla zayi etmeyeceğini müjdelemek isterler.”1 Kıymetli Kardeşlerim! Şehitler, bizim istikbalimizdir.“Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” düsturunca bu toprakları, bizlere, onlar vatan kıldılar. Onların ışığı yurdumuzu, milletimizi her daim aydınlatmaya devam edecektir. Millet olarak bugün bizlere düşen, şehitlerimizin aziz hatırasını ruh ve gönül dünyamızda yaşatmaktır. Onların uğruna canlarını verdikleri yüce değerlere sahip çıkmaktır. İhanet içinde olmamaktır. İstiklalimizi korumaktır. İstikbalimiz için çalışmaktır. Gelecek nesillerimizi Çanakkale ruhuyla yetiştirmektir. Her karış toprağı şehit kanıyla sulanmış bu toprakları hayırlı hizmetlerle imar etmektir. Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyaya bir daha dönmeyi arzu etmez. Ancak şehit bunun dışındadır. O cennette gördüğü yüksek itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehit olmayı ister.”2 Aziz Müminler! Bundan tam 100 yıl önce Çanakkale’de bütün dünyaya karşı “Çanakkale geçilmez” diye bir destan yazıldı. Tarihte emsali az görülen bir zaferle düşman orduları bozguna uğratıldı. Allah yolunda, din, iman, millet, vatan, bayrak, hak, adalet, erdem, fazilet ve mukaddesât uğrunda Mehmetçiklerimiz kahramanca savaştılar. İ’lâ-yı kelimetullah için mücadele ettiler. Din-i Mübin-i İslâm için kanlarını ve canlarını feda ettiler. Şehadet şerbetini içtiler. En yüce mertebeye eriştiler. Tevhidi savundular. İslâm’ın izzet ve şerefini korudular. Müslümanların haysiyet ve onuruna halel getirmediler. Mabetlerimize namahrem eli değdirtmediler. Şehadetleri dinimizin temeli olan ezanlarımızı susturmadılar. Fakirlik, yokluk ve imkânsızlıklar içerisinde çarpıştılar, fakat hiçbir zaman geri çekilmediler. İman dolu göğüslerini siper ettiler, imanlarıyla, cesaretleriyle, fedakârlıklarıyla, Allah’ın inayet ve yardımıyla büyük bir zafer kazandılar. Çağdaş dünyaya da savaş ahlakını ve savaş hukukunu öğrettiler. Yeri geldiğinde yaralı düşman askerlerini sırtlarında taşıdılar, onlara kırbalarından su içirdiler. Savaş ortamında bile insanlığın ölmediğini bütün dünyaya gösterdiler. Kardeşlerim! Çanakkale, dağların, taşların şüheda gövdesine büründüğü diyardır. Çanakkale, karasıyla, deniziyle bir hilal Millet olarak hepimize düşen, Çanakkale’de medfun bulunan şehitlerimizin aziz ruhlarındaki muhabbet ve birlikteliği, genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle, doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle yaşamaktır. Kardeşliğimizi, birlik ve beraberliğimizi bozmak isteyenlere; aramıza fitne, fesat ve nifak tohumu ekmek isteyenlere asla fırsat vermemektir. Bugün de aynı iman, aynı gaye, aynı azim, aynı niyet, aynı duygulara sahip kardeşler topluluğu olarak barışı, huzuru, kardeşliği, adaleti, fazileti yeniden egemen kılmaktır. Unutmayalım ki, millet olarak tarihten ibret alıp Çanakkale ruhunu, birlik, beraberlik ve kardeşlik şuurunu diri tuttuğumuz müddetçe ulaşamayacağımız hiçbir hedef, başaramayacağımız hiçbir iş, üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir sorun yoktur. Yeter ki tefrikaya düşmeyelim. İstiklal Şairimiz Mehmet Akif, ne de güzel ifade etmiştir: Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez, Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.” Kardeşlerim! Şu mübarek Cuma vaktinde, geliniz, hep birlikte Çanakkale’de omuz omuza çarpışan kardeşlerimizin şuurunu yüreklerimizde hissederek, geçmişte olduğu gibi gelecekte de birlikte olmayı dileyerek, Rabbimize şöyle yalvaralım: “Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlıklarımızı mağfiret eyle! Ayaklarımızı yolunda sabit eyle! Kâfirler güruhuna karşı da bize yardım eyle!”3 Âl-i İmrân, 3/169-171. Buhârî, Cihâd 21; Müslim, İmâre, 109. 3 Âl-i İmrân, 3/147. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 17.04.2015 DÜNYA BİZE, BİZ BİRBİRİMİZE EMANETİZ! Kardeşlerim! Doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle insanlık olarak hepimiz büyük bir aileyiz. Hz. Âdem ile Havva’nın çocuklarıyız. Bizi yoktan var eden, hilkatte eş, dinde kardeş kılan, hayat nimetini bizlere lütfeden Yüce Allah’ın kullarıyız. Her insan saygındır, mükerremdir, özeldir. Dili, rengi, cinsiyeti ve milliyeti ne olursa olsun her insanın canı, haysiyeti ve malı dokunulmazdır. Aziz Müminler! Rabbimiz, bizleri konuşma, görme, işitme gibi yeteneklerle donattı ve yeryüzünün imarıyla sorumlu kıldı. Bizi aynı toprağın üstünde ve aynı gök kubbenin altında bir arada ve insana yaraşır bir şekilde yaşama imtihanına tabi tuttu. İçinde yaşadığımız âlemi bize, bizi de birbirimize emanet etti. Böylesi ağır bir yük omuzlarımıza yüklenmişken, birlikte yaşama konusunda zaman zaman ciddi zaaflar gösterebiliyoruz. Etnik, dinî, mezhebî ve meşrebî farklılıklar, bazen çatışma nedeni olarak görülebiliyor. Farklı görüşlere tahammül ve anlayış göstermek ne yazık ki, çoğu zaman sadece dilde kalabiliyor. İnsanların birbirlerini daha az anladığını hatta bazen hiç anlayamadığını üzülerek müşahede ediyoruz. Hemen her gün, merhamet ve şefkatin yerini kin ve nefretin, dostluk ve kardeşliğin yerini düşmanlık ve husumetin, içtenlik ve samimiyetin yerini riyakârlık ve gösterişin aldığından yakınıyoruz. Kıymetli Kardeşlerim! Her aile içinde küçük ya da büyük anlaşmazlıklar olabilir. Topyekûn insanlık ailesinin de her konuda uyuşması, problemlerden uzak bir bütünlük ve birlik sergilemesi elbette mümkün ve gerçekçi değildir. Ancak çatışmanın, çekişmenin, ötekileştirmenin, ezmenin, üzmenin, hor görmenin, yok saymanın, dünyayı ve hayatı hepimize yaşanamaz kıldığı da bir gerçektir. Oysa birlikte huzur ve güven içinde yaşayabilmenin ahlakı ve hukuku Yüce Rabbimiz ve Efendimiz tarafından insanlığa takdim edilmiştir. Kerim Kitabımızda; “Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı.”1 buyurulmaktadır. Böylece farklılıkların ilahi kudret ve hikmetin, imtihanın birer parçası olduğu hatırlatılmaktadır. Peki buna rağmen dünyayı daha güzel, yaşanabilir hale getirmek çok mu zor gerçekten? Dürüstlüğü, adaleti, sabrı ilişkilerimizin mihveri yapmak, gökdelenler inşa etmekten, şirketler kurup yönetmekten daha mı zor? Saygıyı, nezaketi, merhameti, paylaşmayı hayatımıza hakim kılmak, hayal ötesi buluşlara imza atmaktan, uzayın derinliklerinde incelemeler yapmaktan daha mı külfetli? Kin ve nefret duygularını, hırs ve intikam arzularını parçalamak, atomu parçacıklara ayırmaktan daha fazla mı çaba gerektiriyor? Yüreklerde sevgi, muhabbet, şefkat üretmek, kocaman fabrikalar kurup silah üretmekten daha mı masraflı ve zahmetli? Kıymetli Kardeşlerim! Efendimiz (s.a.s)’in Ensar ve Muhacir arasında tesis ettiği destansı kardeşlik hala diriliğini zihinlerimizde muhafaza etmektedir. Bu kardeşlik sevgi, saygı, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma ve özveri temellidir. Geliniz, Efendimizin sahip olduğu ve ümmetine öğrettiği bu kardeşlik ve birlikte yaşama ahlakını hayatımıza ne kadar yansıtabildiğimizi hep birlikte sorgulayalım: Rahmet Elçisi (s.a.s), “Mümin, cana yakın kimsedir. İnsanlarla dostluk kurmayan, kendisiyle dostluk kurulamayan kimsede hayır yoktur.”2 buyuruyor. Peki bugün bizler, hiçbir kaygı gütmeksizin sevgi ve muhabbetle gönüllerimizi birbirimize açabiliyor muyuz? Aramızdaki kardeşlik bağlarına sımsıkı tutunabiliyor muyuz? Efendimiz (s.a.s), kardeşimize tebessüm etmemizin dahi sadaka olduğunu3 haber veriyor. Peki, bunu ne kadar yerine getirebiliyoruz? Yoksa ihtiraslarımızı önceleyerek hem kendimizi hem kardeşlerimizi böylesi bir güzellikten mahrum mu bırakıyoruz? Allah Resûlü (s.a.s), “Allah için size sığınan kimseye sığınak olun. Allah için isteyen kimseye verin. Sizi davet edenin davetine icabet edin. Size bir iyilik yapana karşılığını verin.”4 buyuruyor. Peki, zorda, darda kalanlara yalnızca Rabbimizin rızasını umarak yardım elimizi uzatabiliyor muyuz? Yoksa her bir yetimi, öksüzü, sahipsizi, yoksulu rahatımızı kaçıran bir yük olarak mı görüyoruz? Kardeşlerim! “Kendinizi beğenip temize çıkarmayın. Kimin takva üzere olduğunu O çok iyi bilir.”5 ayeti gereğince kendimizi hesaba çekip eksiklerimizi telafi etmeye mi çalışıyoruz? Yoksa hata ve kusurlarımızı görmezden gelip, kalpler kırıp, onurlar mı çiğniyoruz? Aile ve akraba münasebetlerimizde, komşuluk ilişkilerimizde, arkadaşlıklarımızda, işyerlerimizde, trafikte, çarşıda, pazarda, ticaretimizde, kısacası günlük hayatın akışı içinde, çoğu zaman öfkemize yenik mi düşüyoruz? Kardeşlerim! Önümüzdeki hafta farklı bir maneviyat iklimi olan üç aylara gireceğiz. Gelecek Perşembeyi Cumaya bağlayan gece Regaip kandilini idrak edeceğiz. Regaip kandili vesilesiyle, kardeşlerimize olan rağbetimizi, sevgi ve muhabbetimizi, sadakatimizi bir kez daha gözden geçirelim. Beraberce huzur içinde yaşayabilmek adına saygı, hoşgörü, merhamet ve adalet başta olmak üzere ahlakî erdemleri hayatımıza hâkim kılmak için gayret gösterelim. Kendimize nasıl muamele edilmesini istiyorsak başkalarına da öyle muamele edelim. Unutmayalım ki; dünya bize, biz birbirimize emanetiz! Mâide, 5/48. İbn Hanbel, II, 40. 3 Tirmizi, Birr ve Sıla, 36. 4 Ebû Dâvûd, Zekât, 38. 5 Necm, 53/32. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 11.12.2015 DÜNYA-AHİRET DENGESİ Aziz Kardeşlerim! Resûl-i Ekrem (s.a.s) Efendimiz, bir gün hasta bir sahabîyi ziyaret etti. Ona nasıl dua ettiğini sordu. O da, “‘Allah’ım! Beni ahirette ne ile cezalandıracaksan onu şimdiden dünyada bana ver!’ şeklinde dua ediyorum” dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü, böyle dua etmemesi konusunda onu uyardı. Kendisine, “Allah’ım, bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!”1 şeklinde dua etmesini tavsiye etti.”2 Kardeşlerim! Aslında bu dua, Yüce Rabbimizin Kerim Kitabımızda bizlere öğrettiği hikmet yüklü bir duadır. İtidali, yakarışı, ibadeti yaşamının vazgeçilmezi kabul eden Efendimiz (s.a.s), bu dua ile dünya ve ahiret arasında dengeli bir tutuma, ölçülü bir hayata dikkat çekmiştir.3 Bu dua, insanı bu dünyada ve ahirette mutlu kılacak olan şeyin iyilik, salih amel, güzel ahlak olduğunu hatırlatır bizlere. İşte bugün bizler, bu duayı her gün beş defa huşuyla eda ettiğimiz ve huzura erdiğimiz namazlarımızda okuyoruz. Böylelikle, dünya ve ahiret dengesini gözettiğimizi her daim dile getiriyoruz. Dünyadaki sorumluluğumuzu, ahiretteki hesabı, mizanı, sıratı, mükâfat ve cezayı bir an olsun unutmadığımızı ikrar ediyoruz. Kıymetli Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda, “Allah’ın sana verdiğinden O’nun yolunda harcayarak ahiret yurdunu gözet; ama dünyadan da nasibini unutma...”4 buyurmaktadır. Rabbimizin bizden istediği, ne dünya için ahireti feda etmek, ne de ahiret için dünyayı terk etmektir. Bizden istenen, bu iki hayat arasında bir denge kurabilmektir. Dünya hayatını ahirete tercih etmemektir, menfaatin esiri olmamaktır. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya bağlanmamaktır, heva ve hevesi Allah’ın rızasından üstün tutmamaktır. Kardeşlerim! Dünya ve ahiret arasındaki dengenin nasıl olması gerektiğini Peygamberimizin örnekliğinde görmekteyiz. Allah Resûlü, ibadetimizde, gündelik hayatımızda, dahası bütün yaşantımızda ölçülü olmamız gerektiğini bildirmiştir.5 Onun hayatı, bu denge ekseni üzerine kurulmuştur. Efendimiz, dünyadan el çekip sadece ahiret için yaşamaya karar veren bazı sahabileri bedenin, ailenin ve sahip olunan nimetlerin hakkını vermeleri hususunda uyarmıştır.6 O, “Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.”7 uyarısıyla kendisinin böyle bir yaşam tarzının olmadığını ifade etmiştir. Kardeşlerim! Kimileri, zaman zaman bu dünyanın ahiret yurduna açılan bir kapı, bir imtihan alanı olduğunu göz ardı edebilmektedir. Kimileri, ahireti uğruna, doğru olmayan bir inançla dünyanın meşru nimetlerinden kendini mahrum bırakabilmektedir. Kimileri ise kendi anlayışlarından kaynaklanan aşırılıkları dine mal ederek, rahmet yüklü mesajlarıyla hayat veren yüce dinimize şiddet, vahşet ve katliamlarla ihanet edebilmektedir. Kimileri, dini ruhundan, ibadetleri özünden koparmak suretiyle dar kalıplara mahkum etmekte ve sadece şekle indirgeyebilmektedir. Kimileri ise, yaşantı boyutunu tamamen ihmal ederek dini sadece vicdanlara hapsedebilmektedir. Gerçek şu ki; bütün bu algı ve anlayışlar, Peygamberimizin insanlığa takdim ettiği örnekliğin ve Müslüman kimliğinin doğru idrak edilemeyişinin sonuçlarıdır. Kıymetli Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, kâinattaki her şeyi bir denge üzere yaratmıştır.8 Fakat günümüz insanının bu dengeyi ve hayat ölçüsünü yitirmesinin acı neticeleri bütün ibretiyle karşımızda durmaktadır. Bugün niceleri, modern dünyanın, daha çok kazanma ve haz alma tutkusunun, bilerek ya da bilmeyerek adeta esiri olmaktadır. Dünyanın bir köşesinde insanlar yiyecek ekmeğe muhtaçken, diğer bir köşesinde israf, savurganlık, vurdumduymazlık, bencillik had safhadadır. Kimileri, daha konforlu, daha albenili bir yaşam arzularken, sığınacak bir barınak uğruna nice canlar okyanusların derin ve karanlık sularında umutları ve yarınlarıyla birlikte yok olmaktadır. Bu olumsuzluklar karşısında insanlığın, bugün topyekûn bir itidal çağrısına muhtaç olduğu açıktır. Ancak bu itidalin, sadece çağrılarla değil, sağlam ve sarsılmaz bir imanla, paslanmamış yüreklerle, tükenmemiş gönüllerle hayata geçirilebileceği asla unutulmamalıdır. Kardeşlerim! Geliniz, Yüce Kitabımızın ve Peygamberimizin bize öğrettiği itidale dair duayı kendimize şiar edinelim. Sevgimizde, yergimizde, yaşantımızda, ibadetimizde, dünya ve ahirete bakışımızda bu dengeyi hakim kılalım. Unutmayalım ki; bu bakış ve tutum, sahih ve makbul bir kulluğun gereğidir. Yine unutmayalım ki; niyeti en yüce olanımız, hem dünyasının hem de ahiretinin işlerine önem verenlerimizdir.9 Hutbemizi, Peygamberimiz (s.a.s)’in anlam dolu şu duası ile bitirmek istiyorum: “Allah’ım! İçinde yaşadığım, geçimimi sağladığım dünyamı ve ebedî yaşayacağım ahiretimi benim için hayırlı kıl. Hayatımda her türlü hayrı ziyadesiyle ihsan eyle.”10 Bakara, 2/201. Müslim, Zikir, 23. 3 Müslim, Zikir, 26. 4 Kasas, 28/77. 5 Buhârî, İman, 29. 6 Buhârî, Edeb, 84. 7 Müslim, Nikâh, 1. 8 Rahmân, 55/7-8. 9 İbn Mâce, Ticaret, 2. 10 Muslim, Dua, 71. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 23/01/2015 Kıymetli Kardeşlerim! Müminin sadâkati öncelikle kendisini yaratan Rabbinedir. Sadâkat ehli mümin, daima Allah’ın gözetiminde olduğu bilinciyle hareket eder. Her durumda O’nun buyrukları doğrultusunda yaşar. Rabbinin hoşnut olmayacağı durumlara düşmekten ateşe atılırcasına korkar. Hayatın anlamını O’na kullukta bulur. Hidayet yolunun kutlu rehberine sadâkat gösterir mümin. Baş tacı eder, onun hakikat adına tebliğ ettiklerini. En güzel örnek bilir O’nu ve erdemli duruşunu. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali ve daha nice sâdık müminler gibi. ERDEMLİ BİR DURUŞ: SADÂKAT Kardeşlerim! Kutlu Nebi (s.a.s); insanlara, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya bir gecede gerçekleşen yolculuğundan söz etmişti. Bu nice hikmet ve esrar ile dolu mucizevi bir yolculuktu. Ellerine bir fırsat geçtiğini düşünen müşrikler hemen onun en yakın arkadaşı Ebû Bekir’in yanına koştular. Alaylı tavırlarla ona, Allah Resulü’nün bu yolculuğundan bahsettiler. Akıllarınca o, pişman olup eski dinine geri dönecekti. Fakat bekledikleri gerçekleşmediği gibi Resulullah (s.a.s)’a sadâkatin simgesi olacak şu sözcükler döküldü Ebu Bekir Efendimizin dilinden: “Bunları eğer o söylemişse mutlaka doğrudur.”1 Kardeşlerim! Ahlaklı ve erdemli bir hayat için vazgeçilmez ilkelerden birisi de hiç kuşkusuz doğruluk ve sadâkattir. Mümin, özü ve sözü doğru olandır. O, dilini yalan, gıybet, boş ve kötü sözle kirletmeyendir. Peygamber Efendimiz (s.a.s), “Her kim Allah ve Resul’ünün kendisini sevmesini istiyorsa sözünde doğru olsun.” 2 ifadesiyle müminde bulunması gereken sözün sadakatine vurgu yapmıştır. Doğruluk, sadece dilden dökülen sözcüklere bağlı değildir. Gerçek anlamda sıdk ve doğruluk; hak ve hakikati tasdik etmektir. Söylediğimiz doğru söze uygun davranışta bulunmaktır. Sözümüzde durmaktır. Yüce Allah’ın “Onlar emanetlerine ve verdikleri sözlere riayet ederler.”3 âyeti ile müminleri vasıflandırdığı erdemli bir duruştur sadâkat. Kardeşlerim! Beşeri münasebetlerde çıkarların daha çok önemsendiği, bireyselleşerek “biz”in kuşatıcılığından “ben”in yalnızlığına savrulduğumuz zamanlarda doğruluktan ayrılmayan, her hâliyle dürüstlüğü ve sadâkati yaşatan, Allah katında “sıddîk” olarak kayda geçer. Yalan ve hile ile hareket etmekten çekinmeyen ise Allah katında bu kötü hâli ile anılır. Neticede Efendimizin dile getirdiği gibi sadâkat mü’mini cennete ulaştırırken yalanın götüreceği son durak ise cehennemdir.4 Anne ve babasına sâdıktır mümin. Her türlü zorluk ve meşakkate katlanarak kendisini yetiştiren ebeveynine hürmet eder. Hastalıkta ve sağlıkta her daim yanlarında olur. Yardımlarına koşar. Hizmetlerinde bulunur. Bunları ibadet aşkı ile yapar. Onlara karşı “öf” sesi bile dökülmez dudaklarından. Allah’ın birer emaneti olan eşine ve çocuklarına karşı sadâkat sahibidir mümin. Sadâkatinin bir gereği olarak sorumluluklarını yerine getirir. Onların hak ve hukukuna riayet eder. Onları ihmal etmez. Mümin, çevresiyle olan ilişkilerinde de emin olarak bilinir. Herkesin hak ve hukukunu korur. Kardeşlerim! Şimdi soralım şu soruları kendimize: Rabbime vermiş olduğum kulluk sözüme ne derece sâdık kalabildim? Peygamber-i zişânın güzel ahlakıyla yeterince hemhal olabildim mi? Anne ve babama, eşime ve çocuklarıma karşı sorumluluklarımı hakkıyla yerine getirebildim mi? İşime, işverenime, işçime ve iş arkadaşıma sadâkat gösterebildim mi? Kardeşlerim! Dünyevi ve uhrevi tüm ilişkilerini sadâkat ölçüsünde sürdüren kişi “emin” olur. Hem güven duyar etrafından, hem de çevresindeki herkese ve her şeye güven verir. Bu güven sayesinde birlik, beraberlik ve vefa duygusu kuvvetlenir. Öyleyse gelin özümüz ve sözümüzle doğruluktan, sadâkatten ayrılmayalım. Hiçbir şeyin karşılıksız kalmayacağı hesap günü için sadâkati kendimize azık edinelim. Rabbimizin o büyük günde sâdıklara vereceği şu müjdeye kulak verelim: "Bu, doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur.”5 1 İbn Hişâm, Sîret, II, 244-245. Abdürrezzâk, el-Musanef, No: 19748. 3 Mü’minûn, 23/8 4 Müslim, Birr ve sıla, 105 5 Mâide, 5/119. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü ĠLĠ : GENEL TARĠH : 09/01/2015 EZAN: ÖZGÜRLÜĞÜN GÜR SEDASI Allahu ekber, Allahu ekber! Bu nida, günde beş vakit, minarelerimizde yankılanırken, Rabbimizi tasdike, O’na itaat ve ibadete çağırıyor müminleri. Dünya meşgalesinden uyan! Kulluğun gereği olan namaz için kıyama dur! diyor ve zamanın kalbini tutuyor, İslam’ın gür sedası. Kendisine icabet edenin elinden tutuyor; bireyden topluma, ümitsizlikten umuda götürüyor bu çağrı. Kardeşlerim! Rahmet Elçisi (s.a.s), vazifesini tamamladıktan sonra, ardında sevgisini bırakarak vefat etmişti. Doyamamıştı ona ashâbı. Bunlardan birisi de Kutlu Nebi’nin, “müezzinlerin efendisi” övgüsüne mazhar olmuş Habeşli Bilâl’di. Üzüntüsünden duramamıştı Bilâl Medine’de. “Resûlullah’tan sonra ezan okumayacağım/okuyamayacağım.” diyerek uzaklaştı peygamber diyarından. Ancak iliklerine kadar işleyen peygamber sevgisi ve muhabbeti onu tekrar Medine’ye getirdi. Geldiğinde sabah namazı vakti girmek üzereydi. Doğrudan Ravza’ya, Resûlullah’ın huzuruna gitti. Ağladı ve yüreğindeki hasreti gözyaşlarıyla dindirmeye çalıştı. Derken Efendimizin torunları Hasan ve Hüseyin çıkageldiler. Dedelerinin hatırasını yâd etmek üzere Bilal’den ezan okumasını istediler. Kabul etti Bilâl ve peygamber zamanında olduğu gibi mescidin damına çıkıp, “Allahu ekber” dedi. Bilal’in Resûlullah (s.a.s) zamanındaki bu nidasıyla Medine’de yer yerinden oynadı. Bir tarih canlanıyordu. Bir şehir ağlıyordu. Hıçkırıklara boğulan Medine, o gün Allah Resûlü’nün vefatından sonra en hüzünlü günlerinden birini yaşıyordu.1 Kardeşlerim! Bu olay, biz müminler açısından ezanın içeriğini, anlamını ve mesajını ortaya koymaktadır. Ezan her okunduğunda ve her okunduğu yerde; ilk gün okunduğu gibi, o gün Bilâl’in okuduğu gibi, büyük manalar, coşkular ve hatıralar yaşatır gönülden dinleyenlere ve anlayanlara. Ezan, Habeşli Bilal’in namaz için atan kalbinin dudaklarından dökülen sesidir. Ezan, tevhidin sembolü, İslam’ın ses ve söze dökülüşüdür. Müslümanın kalbini, beynini, ruhunu ve bedenini harekete geçiren sesli dokunuştur ezan. Ezan, “Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve „Kuşkusuz ben Müslümanlardanım‟ diyenden daha güzel sözlü kimdir?”2 buyrulan Kerim Kitabımızda taltif edilen en güzel çağrılardan biridir. Kardeşlerim! Ezan, doğum ile ölüm arasında boş bırakmaz insanı. Dünyaya gözlerini açan bebeklerin kulaklarına ezan okunur. Her mümin hayata merhaba dediğinde ezanla kendisine Rabbinin adı hatırlatılır ve adeta ilk manevi aşısı yapılır. Bu anlamda ezan, bütün manevî kirlerin, kötülüklerin ve sapkınlıkların hayatı boyunca o çocuktan uzak durması için yapılan bir duadır. Ezan, İslam’ın şiarlarından biridir. “Ġnsanlar ezan okuma ve birinci safta yer almadaki sevabı bilselerdi, bunu yapmak için aralarında kura çekerlerdi.”3 sözüyle Efendimiz ezanın bu önemine işaret etmiştir. Ezan, Ümmet-i Muhammed’in simgesi ve ortak değerlerindendir. Ezan, dilleri, renkleri, ırkları ve bütün farklılıkları İslam dilinde birleştirir. Bir kubbe altında omuz omuza bir ve beraber kılar müminleri. Çoğu zaman gündelik hayatın türlü meşgalelerine boğulan bizleri, Allah’ın huzurunda saf durmaya, diri olmaya çağırır; her daim yineler çağrısını: Hayya ala’s-salâh, Hayya ala’l-felâh. Kardeşlerim! Ezan, aynı zamanda özgürlüğün sembolüdür, gür sedasıdır. Ezan, okunduğu beldenin özgürlüğünü, bağımsızlığını da haykırır. Bu yüzdendir ki merhum Mehmet Akif: “Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli, Ebedi, yurdumun üstünde benim inlemeli” derken bu gerçeği dile getirmektedir. Bununla birlikte gerçek özgürlük, imandadır. Gerçek hürriyet, Allah’a kulluktadır. Gerçek özgürlük, fâni olanın esiri değil, hâkimi olabilmektir. İşte ezan, dünya üzerindeki herkesi her daim, Âlemlerin Rabbi’ne kulluğa ve hakiki özgürlüğe davettir. Kardeşlerim! Ne mutlu günde beş defa yapılan bu kutlu çağrıya rükû ile, secde ile icabet edebilenlere. Ne mutlu günde beş defa, “Evet, Yâ Rabbi! Sadece seni yüceltiyoruz. Senden başka ilâh olmadığına, Muhammed Mustafâ (s.a.s)’nın senin resûlün olduğuna, kurtuluş ve mutluluğun bu çağrıya uymakta olduğuna inanıyor ve şahitlik ediyoruz.” diyebilenlere. 1 Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, I, 357-358. Fussilet, 41/33. 3 Buhârî, Ezân, 9. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİHİ : GENEL : 24.07.2015 GÜN BİRLİK VE DİRLİK GÜNÜDÜR! Muhterem Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Rabbimiz: “Kim, bir cana kıymamış ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir insanı öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir.” (Mâide, 5/32) buyuruyor. Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (sas): “Allah katında dünyanın yok olması, bir Müslümanın öldürülmesinden daha hafiftir.” (Tirmizî, Diyât, 7) buyuruyor. Aziz müminler! Ramazanın rahmet iklimi ve bayram sevincinin gölgesi henüz üzerimizdeyken millet olarak hepimizi üzen ve derinden yaralayan elem verici hadiseler yaşadık. Menfur saldırılarda pek çok masum kardeşimiz hayatını katbetti. Saldırılarda hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Yüce Allah'tan rahmet, kederli ailelerine ve aziz milletimize başsağlığı, yaralı vatandaşlarımıza da acil şifalar diliyorum. Aziz Kardeşlerim! Bizler bir insanı yaşatmanın bütün insanlığa can vermek olduğunu bildiren, insanları yok etmekle değil, yaşatmakla mükellef kılan bir dinin müntesipleriyiz. Bizler, masum bir insanın canına kıymanın bütün insanlığı öldürmeye eşdeğer olduğunu duyuran İslam Peygamberi Hz. Muhammed (sas)’ın ümmetiyiz. İnandığımız bütün değerler bize gösteriyor ki hiçbir dünyevi hırs, çıkar ve ideoloji, bir insanı yaşatmaktan daha değerli olamaz. Değerli müminler! Alemlerin rahmet kaynağı Efendimiz (s.a.s.), asabiyet ve cehaletin, bağnazlığın, kör taassubun zincirlerini kırarak; dilleri, renkleri, gelenek ve görenekleri farklı olmasına rağmen ‘iyilik ve takvada yardımlaşan’lardan bütün insanlığa örnek bir kardeşlik toplumu inşa etti. Müslümanlar olarak, Allah Resulü’nden devraldığımız bu kardeşlik mirasını yüzyıllarca yaşattık. Asırlarca yeryüzünün muhtelif coğrafyalarında bu kardeşlik anlayışını diri tutarak bu günlere geldik. Dünyevi çıkarların, güç mücadelelerinin, Kutlu Nebi’nin, ardında bıraktığı bu örnek toplumu zedelemesine fırsat tanımadık. Etnik, siyasi, mezhep ve meşrep farklılığı bir ayrılık ve fitne unsuru değil önemli bir zenginlik kaynağı oldu. Dün olduğu gibi bugün de nice mazlum, mağdur ve masum milletlerin, coğrafyaların ümidi olduk. Kardeşlerim! Yaşanan müessif hadiseler sebebiyle, kardeşlik duygularımızın ve gönüllerimizin onulmaz yaralar almasına izin vermemeliyiz. Yüzlerce yıldır gönülleri bir, zihinleri bir, gayeleri bir kardeşlerin arasına ayrılık-gayrılık tohumları atılmasına asla müsaade etmemeliyiz. Birbirine ülfet, muhabbet, samimiyet, ünsiyet beslemesi gereken gönüller, hırs, menfaat, bencillik, kin ve intikam ateşiyle kavrulmamalıdır. Yüreklerimizi dağlayacak, birlik ve dirliğimizi bozacak fitne ve fesat ateşleri körüklenmemelidir. Kardeşlerim! Küresel ölçekte fitne ve fesat amaçlı sergilenen büyük bir savaştan zaman zaman ülkemiz de etkilenmektedir. Asırlardır kardeş olmuş, komşu olmuş, dost olmuş, elleri birbirine kavuşmuş milletimiz birbirine düşürülmek istenmektedir. Buna karşılık bize düşen güzel yurdumuza fitne ve fesat tohumları ekmeye çalışan odaklara hiçbir zaman fırsat tanımamaktır. Bu büyük ve insafsız oyuna karşı her daim basiretli olmaktır. Firasetli davranmaktır. Gün, birbirimize kenetlenme günüdür. Gün, kardeşliğimizi perçinleme günüdür. Gün, birbirimizin gözyaşına ortak olma günüdür. Gün, vahşete ve teröre karşı uyanık olma günüdür. Gün dayanışma günüdür. Gün birlik günüdür. Gün dirlik günüdür. Milletimiz geçmişte olduğu gibi bugün de bütün bu badireleri sebatla, metanetle, sağduyu ile aşacaktır. Biliyor ve inanıyoruz ki tarih boyunca yaşattığımız yüce değerler etrafında kenetlendiğimiz müddetçe hiçbir güç birliğimizi dirliğimizi ve huzurumuzu bozamayacaktır. Daha güçlü ve huzurlu bir geleceğe bu birlik ve beraberliğimizle ulaşabileceğimizi asla unutmamalıyız. Kardeşlerim! İnsanlık ve toplum olarak geçirmekte olduğumuz şu zor günlerde hep beraber Rabbimize bütün gönlümüzle yönelerek ve el açarak diyoruz ki, “Rabbimiz bizleri İslâm’ı doğru anlayıp doğru yaşayanlardan eyle. Bizleri öldürenlerden değil, yaşatanlardan eyle, cana kıyanlardan değil, cana can katanlardan eyle. Bizleri birbirimize can yoldaşı eyle. Bizleri insanlığını unutanlardan değil, insanca yaşayanlardan eyle. Şu anda dünyanın çeşitli yerlerinde yaşama savaşı veren kardeşlerimize rahmetinle, nusretinle muamele eyle. Evlatlarını, yavrularını kaybeden, analara, babalara sabırlar ihsan eyle. Şu mübarek vaktin hürmetine dualarımızı kabul eyle.” Amin. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 28.08.2015 HAC YOLCULUĞUNDAN HAK YOLCULUĞUNA Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya, gerek de uzak yollardan binekler üzerinde sana gelsinler.”1 Aziz Müminler! Yüce Rabbimizin lütfuyla yeni bir hac mevsimine erişmiş bulunuyoruz. Yıllardır hasretiyle yanıp tutuştukları Kâbe’ye kavuşmak, İslam’ın beş esasından biri olan hac ibadetini yerine getirmek üzere kardeşlerimizi kutsal topraklara uğurluyoruz. Bu vesileyle bütün müminlerin yapacakları haccın makbul ve mebrur olmasını Rabbimizden diliyoruz. Muhterem Kardeşlerim! İbadetler, Müslüman kalma şuurumuzu diri tutan ve bizi Allah’a yaklaştıran kulluk görevlerimizdir. İbadetlerimizden biri olan hac da niyetin karara, kararın eyleme dönüşmesinin adıdır. Hac, ihram, telbiye, mikât, tavaf, sa’y, vakfe ve kurban ile adeta bir semboller haritasıdır. Bu sembollere yüklenen anlamlar bilinerek ve hikmeti kavranarak yerine getirilecek bir hac, insanı baştan aşağı değiştirip yeniler. Gönlün Allah’a bağlanıp, her türlü kötülükten uzak durularak yerine getirilen hac, mümini her türlü günahlardan arındırır. Efendimiz (s.a.s)’in ifadesiyle böyle bir Haccın karşılığı da cennettir.2 Kardeşlerim! Hac, tam anlamıyla Âlemlerin Rabbine teslimiyettir; Allah’a itaatkâr, sadık bir kul olmaya adanıştır. Hac, “Allah’tan gelip O’na dönecek”3 olmanın idraki ile kulun Rabbine yönelişidir; sadece O’nun emri olduğu için ve yalnızca O’nun hoşnutluğunu kazanmak üzere yola koyulmasıdır. Bu yolculukta gaye, Kâbe’den öte Kâbe’nin sahibinin rızasına kavuşmaktır. Âşıkla maşukun, sevenle sevilenin vuslatıdır hac. Allah’ın muhabbetiyle Allah’ın evini ziyaret etmek, mümin için ne yüce bir şereftir. “Rahman’ın misafiri” olarak anılmak, hac yolcusu için ne büyük bir onurdur. Hac, büyük bir imtihandır. Bu ibadet boyunca mümin, bedeniyle, malıyla ve tüm benliğiyle Allah yolunda zorlu bir mücadeleden geçer. İnsanlarla ilişkisinde sabır ve sükûnetle hareket etmeye, ahlaki bir olgunluk sergilemeye çaba gösterir. Bu yönüyle hac, müminlere sabrı, fedakârlığı, cömertliği öğretir. Kardeşlerim! Hac, aynı zamanda bir arınmadır. Mümin, hac ibadetiyle Allah’ın nazargâhı olan gönül evini dünyevi hırs ve tutkuların, nefsani ve şehevi arzuların esaretinden, haset, kin ve nefret gibi kötü duyguların işgalinden kurtarıp arındırır. Böylece tertemiz olan Beytullah’a tertemiz bir gönülle yönelir. Hac, kardeşlikte buluşmadır. Dilleri, renkleri, ırkları, kültürleri farklı olsa da gönülleri bir, niyet ve gayeleri bir milyonlarca mümin, her yıl İslam kardeşliğinin manevi atmosferinde bir araya gelir. Haccın her adımında, “Müminler ancak kardeştirler.”4 âyeti adeta yeniden can bulur ve mümin gönüllere can verir. Hac, takvadan başka bir üstünlük olmadığı gerçeğini bizlere gösterir. İnsanların tenlerinin rengine göre ayrıldığı, makam, unvan ve statüye göre değerlendirildiği bir dünyada hac bütün bu farklıları ortadan kaldırır. İslam ümmetinin bir ferdi olmakla mümin, ne kadar geniş bir ailenin mensubu olduğunu hacda yakinen müşahede eder. Aziz Kardeşlerim! Bu gün elinde olmayan sebeplerden dolayı her isteyenin hacca gidemediği malumdur. Şunu unutmayalım ki; hacca gidebilmenin sevinci ile gidememenin üzüntüsü arasında Allah katında, hiçbir fark yoktur. Öyle hüzünler vardır ki o hüzünler, kimi zaman Allah katında nice sevinçlerden daha üstündür. Peygamberimiz (s.a.s), “Ameller, niyetlere göredir. Herkese ancak niyet ettiğinin karşılığı vardır”5 buyurmuştur. O halde, önemli olan niyetimizdir. Yüreğimizde Kutlu Belde’ye karşı olan sevginin, hüznün hiçbir zaman eksik olmamasıdır. Mühim olan, Kâbetullah’a muhabbetimizi ve sevdamızı muhafaza edebilmektir. Asıl üzülmemiz gereken, yüreğimizde yönümüzü ve istikametimizi belirleyen kıblemize karşı sevgi ve muhabbetimizin yok olmasıdır. Kardeşlerim! Hacca gidebilsek de gidemesek de samimi bir iman, teslimiyet ve sadakat içinde, ruhen, kalben ve lisanen Allah’a kul olmaya gayret edelim. Hac yolcusu olamasak da Hak yolcusu olduğumuzu bir an bile unutmayalım. “Sayılı günler” içinde eda edilen hac biter ama kulluk bir ömür boyu devam eder. Ancak bu dünyada ne kadar yaşarsak yaşayalım, bu ömür de hac günleri gibi sayılıdır. Öyleyse geliniz, bu gerçeği idrak ederek fâni olan dünyaya bağlanmak yerine Bâkî olan Allah’a yönelelim. Rabbimizin huzuruna temiz bir yüzle çıkabilmek ve hesabını verebileceğimiz bir hayat yaşamak yegâne gayemiz olsun. Hac, 22/27. Buhârî, Umre, 1. 3 Bakara, 2/156. 4 Hucurât, 49/10. 5 Buhârî, Bedü’l-vahy, 1. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 03/04/2015 HAKİKİ SEVGİ: ALLAH’I SEVMEK, ALLAH İÇİN SEVMEK Kardeşlerim! Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.s)’e biri gelerek, “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sordu. Resûlullah (s.a.s), “Kıyamet için ne hazırladın?” karşılığını verdi. Adam, “Allah ile Resûlü’nün sevgisini!” dedi. Bunun üzerine Kutlu Elçi, “Sen sevdiklerinle berabersin!” buyurdu.1 Merhamet Peygamberi, müminleri müjdeliyordu bu cevabıyla; gönüllerini hakiki sevgiyle, Allah ve Peygamber sevgisiyle dolduran ve bu sevgiyle yaşayan müminleri... O, böylelerinin de Allah ve Resûlü tarafından sevileceğini haber veriyordu. Kıymetli Kardeşlerim! En güzel dualardan örnekler sunan Efendimiz (s.a.s), bir defasında da şöyle yakarıyordu Rabbimize: “Allah’ım senden seni sevmeyi, seni seven kişiyi sevmeyi, senin sevgine ulaştıran ameli yapmayı isterim. Allah’ım senin sevgini bana kendimden, ailemden daha sevimli eyle...”2 Rahmet Peygamberi (s.a.s), bu dua ile bütün mahlukata karşı sevgi ve muhabbetle muamele etmemizi öğütlüyordu bizlere. Kardeşlerim! Sevgi, Yüce Yaratan’ın, mahlukata bahşettiği ilahi bir lütuftur, nimettir. Sevgiyi kullarının kalplerine yerleştiren Rabbimiz, özü itibariyle bütün sevgilerin kaynağıdır. O, Vedûd’dur; hem seven hem sevilendir. Bu sevgi sayesinde O, tüm varlıklara rızık verir. Bu sınırsız sevgi ve merhameti ile biz kullarına yardımcı olur ve bizi bağışlar. Alemlerin Rabbi, “Mağfireti çok, sevgisi engin olandır.”3 Sınırsız lütuf ve kerem sahibidir. O, kulunu sevdiğinde kendisinden istediğini ona verir. Kendi rahmetine sığındığında onu korur. Bağışlanma dilediğinde onu affeder. Yeter ki kul, istemeyi bilsin; Rabbine iltica eylesin. Yönünü O’na dönsün, gönlünü O’na açabilsin. Kardeşlerim! Müminin yüreği her daim Allah sevgisi ile titrer. Bu sevgi, sadece kalpte hissedilen bir duygu olarak kalmaz; tutum ve davranışlara, söz ve düşüncelere yansır. Kalbini Allah sevgisi kuşatan bir mümin, rahmeti kuşanır. O emindir; ondan endişe edilmez. Onun dili kötü ve çirkin sözlere karşı kilitli, hayra ise açıktır. Bu özelliklere sahip bir mümin, “İman edip, salih amel işleyenler var ya, Rahmân olan Allah onları (gönüllere) sevdirecektir.”4 âyetinin müjdesine mazhar olur. Rabbi, önce kendi sever onu, sonra da mahlukatına sevdirir. Rahman, böylelerini hakiki sevgilere erdirir. Kardeşlerim! Ne hazindir ki, günümüzde insanlık sevgisizlik girdabına kapıldı. Sevgi, canlı cansız bütün yaratılmışlardan esirgenir oldu. Allah’ın gönüllerimize yerleştirdiği, Resulü’nün bizlere öğrettiği sevgi çokları tarafından unutuldu. Sevgiden nasibini alamayan kalpler kaskatı kesildi ve bencilleşti. Günümüzde niceleri, hazzı ve huzuru maddede arar oldu. Bunun neticesinde de ilahi bir lütuf olan sevgi yalana, çıkara, içi boş sözlere kurban edilir hale geldi. Kalplerinde sevgi, şefkat ve merhamete yer olmayanların iyilik, yardımseverlik, fedakârlık ve merhamet hisleri de köreldi. Kardeşlerim! Allah sevgisinden, şefkatten, merhametten, manevi değerlerden yoksun yetişenlerin ibretlik akıbetlerini insanlık son zamanlarda hep birlikte müşahede ediyor. Böyleleri, kendisi, ailesi, çevresi, toplumu ve bütün insanlığa zarar vermekten geri durmuyor. İslam’ın rahmet yüklü mesajlarını özümsemeyenlerin sergiledikleri şiddet, terör, vahşet, katliam olayları, insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Kardeşlerim! Bu olumsuzlukların yegâne reçetesi artık İslam’ın sevgi, şefkat, merhamet, adalet yüklü mesajlarına sımsıkı sarılmaktır. Yüce dinimizin insanlığa takdim ettiği örnek ümmet olmak için çaba sarf etmektir. “Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevme” düsturunu benimseyebilmektir. İnanmış gönüller olarak bizim sevgilerimizin kaynağı ilahi sevgidir. Bunun tezahürü ise birbirimizi çıkarsız, riyasız ve hesapsızca sevebilmektir. Kendimiz için istediğimizi kardeşimiz için de isteyebilmektir. Fitne, fesat, kaos, huzursuzluk ortamı oluşturarak kardeşliğimizi, birlik, dirlik ve beraberliğimizi, ülfet ve muhabbetimizi yok etmek isteyenlere asla fırsat vermemektir. Bizler, hakiki bir sevgi ile Rabbimizi ve birbirimizi sevdiğimizde, günümüzün sevgi yoksulu dünyası içi boşaltılmış, samimiyetten uzak sevgi ve saygılara mahkum olmaktan kurtulacaktır. Merhamet ikliminden yoksun olanların acımasızca akıttığı kanlar, ürettiği vahşetler işte o zaman duracaktır. Körelmiş zihinlerin, kararmış kalplerin neden olduğu savaşlar ancak o zaman son bulacaktır. Düşmanlıklar yerini kardeşliğe bırakacak, nefret şefkate dönüşecektir. Kardeşlerim! Unutmayalım ki; Allah’ı sevenlere, Allah için birbirini sevenlere asla korku ve hüzün yoktur. Böyleleri, dünyada huzur ve barış içinde bir ömür süreceklerdir. Ve onlar, Rabbimizin şu büyük müjdesine nail olacaklardır: “Sırf benim için birbirini seven, benim rızam için toplanan, benim rızam uğrunda birbirini ziyaret eden ve sadece benim rızam için sadaka verip iyilik edenler, benim sevgimi hak ederler”5 1 Müslim, Birr ve Sıla, 161. Tirmizî, Deavât, 72. 3 Bürûc, 85/14. 4 Meryem, 19/96. 5 Muvattâ, Şa’r, 16. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 06.11.2015 HER İNSAN ALLAH’IN BİR ÂYETİDİR! Kardeşlerim! Hutbemin başında okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini temiz şeylerle rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.”1 Peygamber Efendimiz (s.a.s), bir gün tavaf esnasında Kâbe’ye yönelerek şöyle buyurmuştur: “Ey Kâbe! Sen ne güzelsin. Senin kokun ne güzeldir. Senin azametine ve kutsallığına hayranım. Fakat Allah’a yemin ederim ki, müminin saygınlığı Allah katında senin saygınlığından daha fazladır…”2 Aziz Kardeşlerim! Hepimiz insan olarak aynı özden, aynı topraktan yaratıldık. Hepimiz beşer olarak aynı babadan, Âdem’den; aynı anneden, Havva’dan geliyoruz. Hepimiz aynı dünyayı, aynı âlemi birlikte paylaşıyoruz. Hepimiz aynı güneşin ısısından, aynı ayın ışığından istifade ediyoruz. Kardeşlerim! Hepimiz Âdem’in çocukları olarak Allah nazarında tarağın dişleri gibi eşitiz. Hz. Ali’nin, “Ya hilkatte eşimsin ya dinde kardeşimsin” sözü bu hususu veciz bir şekilde ifade etmiştir. Geleneğimize göre insan, insanın kurdu değil yurdudur. İnsan, insanın umududur, sığınağıdır. Bunun içindir ki; medeniyetimizin insan anlayışı, modern zamanların sözde insan merkezli anlayışından oldukça farklıdır. Yunus Emre’nin ifadesiyle bizler, “Yaratılanı Yaratan’dan ötürü severiz”. Zira her insan Allah’ın bir ayetidir. Her insan Allah’ın bir eseridir. Aziz Müminler! Bizim hem insan olmaktan hem de İslam’a inanmaktan kaynaklanan kardeşliğimizin bir hukuku ve bir ahlâkı vardır. İnsan olmaktan kaynaklanan kardeşliğimiz gereği hangi dinden, hangi ırktan, hangi renkten, hangi coğrafyadan olursa olsun her insan saygındır. Bu sebeple insan, insana zulmedemez. İnsan, insana haksızlık edemez. Her insanın canı, kanı, malı, onur ve haysiyeti muhteremdir, mukaddestir, dokunulmazdır. Bizlere bu yüce değerleri öğreten dinimizdir, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (s.a.s)’dir. O, Medine-i Münevvere’ye hicret ettiğinde, bütün gayr-i müslimlerle bir sözleşme imzalamıştır. Böylece farklı dinler ve kültürlerin bir arada barış ve huzur içerisinde yaşayabilmelerinin ahlâkî ve hukukî temellerini atmıştır. Kardeşlerim! Din-i mübin-i İslâm’dan kaynaklanan kardeşliğimize gelince; bu kardeşlik, soy, sop, dil, bölge ve asabiyet temelinde bir kardeşlik değildir. Hele hele çıkar temelinde bir kardeşlik hiç değildir. Yüce değerler ve yüksek idealler etrafında bir kardeşliktir. İman ve takva ekseninde bir kardeşliktir. İslâm kardeşliğidir. Müslümanlar, aynı bütünün parçalarıdır. Aynı birin yansımalarıdır. Tevhid ile gelen vahdetin temsilcileridir. Müslümanlar, aynı bedenin organları, aynı binanın tuğlaları gibidir. Müslümanlar, birbirlerine hak bağı ile bağlıdır. Müslüman, Allah’a ve O’nun mesajlarına saygı duyan, Allah’a ta’zimde bulunan ve Allah’ın yarattığı bütün mahlukata şefkat nazarıyla bakan insandır. Müslüman, Müslüman kardeşini en az kendisi kadar değerli ve saygıdeğer görür. Onu hor, hakir ve küçük göremez. Müslüman, kendisi için istediğini kardeşi için de ister. Müslüman güvenilir insandır. Eli ve diliyle zarar vermez; kardeşine zulmetmez, haksızlık etmez, düşmanlık etmez. Müslüman, kardeşine sırt çevirmez; sıkıntılı anında ona destek olur. Müslüman, kardeşinin üzüntüsünü, sevincini paylaşır. Kardeşlerim! Bugün Âdem’in çocukları olarak kardeşliğe, merhamete, şefkate, insaf ve vicdana her zamankinden daha fazla muhtacız. Bugün insanlık ailesi olarak yüce değerleri hayatımıza aktarmaya her zamankinden daha fazla muhtacız. Bugün insan olmaktan kaynaklanan kardeşliğimizi yeniden hatırlamaya ve bu doğrultuda birlikte yaşamanın hukukunu ve ahlakını oluşturmaya her zamankinden daha fazla muhtacız. Bugün İslâm ümmeti olarak İslâm diyarlarını yeniden ilim, hikmet ve marifet yurduna dönüştürmek için çalışmaya ihtiyacımız var. Bugün İslâm coğrafyasında yeniden barış ve esenliği, merhamet ve şefkati, kardeşlik ve dostluğu, hak ve adaleti, ahlak ve fazileti egemen kılmaya ihtiyacımız var. Birliğe, beraberliğe, yardımlaşmaya, dayanışmaya, saygı ve muhabbetle birbirimizi kucaklamaya ihtiyacımız var. İslâm’ın medeniyetler inşa eden eşsiz ilkelerine yeniden sarılmaya ihtiyacımız var. Kur’an-ı Kerim’in rahmet yüklü mesajlarına, Efendimiz (s.a.s)’in çağlar üstü örnekliğine ihtiyacımız var. Hutbemi Efendimiz (s.a.s)’in şu hadisi ile bitirmek istiyorum: “İnsanlar Âdem’in çocuklarıdır, Âdem ise topraktandır.”3 1 İsrâ, 17/70. İbn Mâce, Fiten, 2. 3 Tirmizî, Menâkıb, 74. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 10/04/2015 ﷽ َّ اس ِانا خل ْقناكُّ ْم مِنْ ذك ٍر وا ُّ ْنثٰى وجع ْلناكُّ ْم شُّ عُّوبًا وقبَٓائِل لِتعارفُّوا ِا ُّ يَٓا َايُّها الن ٰ َّ اّلل َاتْ ٰقي كُّ ْم ِا ِ ٰ َا ْكرمكُّ ْم ِعنْد اّلل ع ۪لي ٌم خ ۪بي ٌر ِ قال رسُّ و ُّل:صلي اّللُّ عل ْي ِه و َسلم اّلل َ اس أَل ِإ َّ رب كُّ ْم وا ِح ٌد و ِإ َّ أباكُّ ْم وا ِح ٌد أَل َل ف ْضل لِعربِ ٍي على ُّ يا أيُّها الن أعْج ِم ٍي وَل لِعج ِم ٍي على عربِ ٍي وَل ِِلحْمر على أسْ ود وَل أسْ ود على أحْمر إَِل بِالت ْقوى HZ. PEYGAMBER VE BİRLİKTE YAŞAMA AHLAKI Aziz Müminler! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İnsanlar! Dikkat edin; Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Takva dışında Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a; beyazın siyaha, siyahın beyaza bir üstünlüğü yoktur.”2 Kardeşlerim! Rabbimizin, atamız Adem (a.s.)’i yaratmasıyla başladı varlık sahnesindeki serüvenimiz. İmtihana tabi tutulmaktı bu başlangıcın sebebi. Bununla birlikte insanlık ailesine, kıyamete kadar devam edecek ağır bir sorumluluk da yüklendi. Hepimiz, bir arada yaşayacağımız bu alemi imar etmekle görevlendirildik. Ancak bu ulvi yaratılış hikmet ve gayesi zaman zaman unutuldu. Tarih, aynı özden gelen ve kardeş olan insanlar arasındaki nice üstünlük yarışlarına, bu yolda değerlerin tüketilişine, insan onur ve haysiyeti ile bağdaşmayan nice uygulamalara, zulümlere, katliamlara şahit oldu. Kardeşlerim! Âlemlerin Rabbi, Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.s) vasıtasıyla insanlığı yeniden uyardı. Ona, hayat kitabı Kur’an’ı vahyetti; her daim birlik ve beraberliği, ahlakı, adaleti, hak ve hukuku diri tutan Kur’an’ı gönderdi. Kutlu Nebi, hak, hakikat, ahlak anlayışı ile insana insanlığını bir kez daha hatırlattı. Merhamet ve adalet yüklü mesajlarıyla, bütün insanların Allah’ın kulu olarak değerli olduğunu bir kez daha haykırdı. Allah Resûlü, insanlar arasında gerçek eşitliği öğretti. Beşer tarihi, canın, malın, inancın, haysiyetin kutsallığına dair en nadide örnekleri onun uygulamalarında gördü. Onun dillendirdiği “Bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş, bir canı kurtaran da bütün insanları kurtarmış gibi olur.” 3 ilahi ilkesi bu anlayışın temelini teşkil etti. Efendimiz, ötekileştirme, dışlama, hor görüp ayıplama, toplumun değerlerinden başka değer benimseyene hayat hakkı tanımama gibi insanca yaşamın önündeki engelleri kaldırmak için müstesna bir çaba gösterdi. O, “Hepiniz Adem’densiniz. Adem ise topraktan yaratılmıştır.” 4 sözüyle cahiliyyenin makam, mevki, şan, şöhret, servet, asabiyet üzerine kurulu sahte değer yargılarını yok etti. Peygamberimiz, yaşamak için kardeşini öldürmekten çekinmeyenlerden oluşan toplumu, kardeşini yaşatmak için çırpınanlardan oluşan bir topluma dönüştürdü. Kıymetli Kardeşlerim! Allah Resûlü’nün temellerini attığı kadim geleneğimizde, birlikte yaşamanın en güzel örnekleri sergilendi. Asırlar boyu, başta Anadolu olmak üzere, İslam coğrafyasında farklı din, dil, ırk, mezhep ve meşrep mensupları temel hak ve hürriyetlere saygı temelinde, güven içerisinde bir arada yaşadı. Engin hoşgörü, sevgi, saygı, paylaşma, yardımlaşma, güvenme ve güven verme gibi insani meziyetlerin pek çoğu bu medeniyette görüldü. Bu medeniyet, “Yaratılanı hoş gör yaratandan ötürü” anlayışındaki Yunusları yetiştirdi. Bu medeniyet, “Değil mi ki sen bensin; ben de senim. Kendi kendimizle bunca savaşmamız da ne?” diyen Mevlanaları insanlık mirasına hediye etti. Kardeşlerim! Üzülerek belirtmek gerekir ki; birlikte yaşama konusu, günümüz toplumlarının en başta gelen problemlerinden biri haline geldi. Bugün bazı Batı toplumlarında Müslümanlara karşı nefret söylemleri, ayrımcılık politikaları gibi birlikte yaşamayı zedeleyen olumsuzluklar görülmektedir. Maalesef kimi İslâm toplumlarında da mezhepçilik, meşrepçilik, ırkçılık, ideolojik ayrımcılık sebebiyle iç çatışmalar yaşanmaktadır. Masum canlar hunharca katledilmekte, şehirlerin tarihi ve kültürel dokuları tahrip edilmektedir. Kardeşlerim! Müslümanlar olarak bizler, her şartta Kur’an’ın hayat veren ilkelerine uymakla yükümlüyüz. Son Peygamber Muhammed Mustafa (s.a.s)’nın çağlar üstü örnekliğini esas almakla mükellefiz. Unutulmamalıdır ki: İnsanlığın ve İslam ümmetinin şiddet sarmalından kurtulmasının yolu, Yüce Kur’an’ın ve Peygamberimizin rahmet ve hikmet yüklü mesajlarında mevcuttur. Coğrafyamızın yeniden selam ve eman yurdu olması, İslam’ın medeniyetler inşa eden eşsiz ilkelerine sımsıkı sarılmaktan geçer. Farklılıkları çatışma ve yıkım sebebi değil, ilahi kudretin delili olarak görebilmekten geçer. Ülkemize, gönül coğrafyamıza ve insanlığa barış, huzur, esenlik, merhamet, şefkat, adalet ve fazilet aşılamanın yolu, birlikte yaşama ahlakını yeniden yaşanır kılmaktan geçer. Kardeşlerim! Bu düşünceden hareketle Diyanet İşleri Başkanlığımız, birlikte yaşamanın olmazsa olmaz ilkelerine dikkat çekmek ve bu konuda toplumsal bilinç oluşturmak amacıyla bu sene Kutlu Doğum Haftasında “Hz. Peygamber ve Birlikte Yaşama Ahlakı” temasını gündeme taşımıştır. Hafta boyunca gerçekleştirilecek etkinliklerde, Peygamberimiz (s.a.s)’in ortaya koyduğu örneklik çerçevesinde, birlikte yaşama konusu bütün yönleriyle ele alınacaktır. Kutlu Doğum Haftasının, toplumumuzda Peygamber Efendimize duyulan sevgi ve bağlılığın perçinleşmesine, aramızdaki saygı, ülfet, muhabbet, kardeşlik, paylaşma, yardımlaşma, dayanışma duygularının pekişmesine vesile olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyoruz. Hucurât, 49/13. İbn Hanbel, V, 411. 3 Mâide, 5/32. 4 Ebû Dâvûd, Edeb, 110, 111. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 13/02/2015 yasaklarına itaati en büyük sorumluluk biliriz. İşte bu bilinç, bizlerde her daim var olduğu sürece bizi kulluğun, teslimiyetin ve sadakatin zirvesine çıkaracaktır. Kardeşlerim! İman, kötülüklere, şerlere karşı bir kilit; hayra, güzelliklere açılan bir penceredir. O pencereden bakıldığında ahlak, adalet, şefkat, merhamet, hakkaniyet, saygı ve sevgi görülür. İMAN Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Şüphesiz „Rabbimiz Allah'tır‟ deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: „Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) vaat edilmekte olan cennetle sevinin!‟”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Şu üç özellik kimde bulunursa o kimse imanın tadını alır: Allah ve Resûlünü her şeyden çok sevmek. Bir kimseyi yalnızca Allah rızası için sevmek. Allah kendisini iman ile şereflendirdikten sonra, ateşe atılmaktan kaçınırcasına, küfre dönmekten kaçınmak.”2 Aziz Kardeşlerim! İman, Allah’ın varlık ve birliğini, O’nun sevgili elçisi Muhammed Mustafa (s.a.s)’in peygamberliğini ve o Rahmet Peygamberinin Allah’tan getirdiği hakikatleri kalp ile tasdik, dil ile ikrar etmektir. İman, insanın iç dünyasında doğuştan sahip olduğu temizlik ve berraklığın, tüm hayatını kuşatması ve gönlünü Yaratıcısına tarifi imkânsız bir sevgiyle bağlamasıdır. Allah’a olan bu sevgi ve bağlılık, kişiyi fikir buhranlarından, niyet bozukluklarından, bunalımlardan, açmazlardan, dengesizliklerden kurtarır. Bu ulvi duygu sayesinde insan, basit dünya hesaplarının dışına çıkar; hem bu dünya hem de ebedi âlem için büyük gayelerin, engin düşüncelerin insanı haline gelir. Kardeşlerim! İmanın temelinde büyük bir muhabbet ve sevda yatar. Rabbimizin rızasına giden yolda birçok çile ve sıkıntılarla karşılaşabiliriz. Ancak müminler olarak, durum her ne olursa olsun bunların Yüce Mevlamız tarafından sadakat ve sabrımızın sınandığı birer imtihan olduğunu gönülden kabul ederiz. Hiçbir zaman endişeye düşmez, asla ümitsizliğe kapılmayız. “Lütfun da hoş kahrın da hoş” ifadesinde anlamını bulan bir teslimiyet gösteririz. “Secde et ve Rabbine yaklaş!”3 ayetinin emri gereği, Rabbimize daha bir gönülden secde ve dua ederiz. Rabbimizin Kerim Kitabımızdaki emir ve Sadık bir iman ile konuşma hikmete, sükût tefekküre, çalışma ibadete, bakış ferasete dönüşür. Hayat, nezaket, nezafet ve zarafetle yaşanır. Dostluklar vefalı, arkadaşlıklar beklentisiz ve samimiyet yüklü olur. Yüzlerden tatlı tebessümler yayılır. Dertler paylaşılır; muhtaçların, çaresizlerin derdine çare olunur. Sevinçler ortaklaşa yaşanır. Küçükler sevgi, büyükler saygı görür. Sadık bir iman ile nefisler terbiye ve tezkiye edilir, tertemiz olur. Aileler huzur ve mutluluk yuvasına dönüşür. Çocuklar, şefkatle büyürler. Gençler, güvenle geleceğe bakar, neşeyi imanda bulurlar. Herkes birbirinin hak ve hukukuna riayeti imanî ve insanî bir sorumluluk olarak kabul eder. Kâmil bir iman ile sevgiler de yergiler de övgüler de hep Allah için olur. İnsanlar birbirlerini Allah için severler. Allah için affederler. Allah için yardımlaşırlar. Allah için paylaşırlar. Allah için fedakârlıkta bulunurlar. Kardeşlerim! Biz müminlere düşen işte böylesi bir iman, anlayış ve teslimiyeti gönlümüzün derinliklerine yerleştirmektir. Allah’a tam bir sevgi ve bağlılık gösterebilmektir. Her daim düşüncelerimizi daha halis, ibadet ve taatlerimizi daha istikrarlı, tutum ve davranışlarımızı örnek hale getirebilmektir. Kulluk ve ahlâkımızı daha da güzelleştirebilmektir. Unutmayalım ki bu gayret bize Allah’ın sevgisini ve dostluğunu kazandıracaktır. Özümüzde, ailemizde, mahallemizde, işimizde topyekûn bütün bir toplumda huzur iklimini yaşatacaktır. Allah’a iman, teslimiyet ve kulluk yolundaki çabamız bizi canlı, dipdiri bir millet haline getirecek, sağlam hisarlar gibi dimdik ayakta tutacaktır. Hutbemi Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in bu meyanda yaptığı bir dua ile sonlandırmak istiyorum: “Allah‟ım! Bize imanı sevdir, kalplerimizi imanla süsle! Bize küfrü, itaatsizliği ve isyanı sevdirme, kerih göster! Bizi doğru yolda olanlardan eyle!”4 1 Bakara 2/165. Müslim, Îmân, 67. 3 Alak, 96/19. 4 İbn Hanbel, III, 424. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İL : GENEL TARİH : 27.11.2015 İMANI HAYAT KILABİLMEK Aziz Kardeşlerim! Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (s.a.s)’e bir gün, “İman nedir?” diye soruldu. Efendimiz, “İman, seni dünyada mesut kılacak bir ahlaktır. Allah’ın haram kıldıklarından uzaklaştıracak bir takvadır. Cahillerin yapıp ettiklerinden uzak tutacak vakur bir duruştur.”1 şeklinde cevap verdi. Bu cevabıyla Efendimiz, insanı insan kılan ahlakın, takvanın, izzet ve şerefin, onurlu bir hayatın, imanın önemli bir yansıması olduğunu çağlar ötesinden dile getiriyordu. Rahmet Peygamberinin bu cevabı, yaratılışımızın hikmeti ve varoluşumuzun gayesini de gayet veciz bir şekilde özetliyordu. Kardeşlerim! İman, tevhide sımsıkı sarılmaktır. İman, Rabbimizin rızasına ve ebedi kurtuluşa erebilmenin temel esasıdır.2 İman, Allah’ın varlığına ve birliğine, O’nun peygamberlerine, meleklerine, kitaplarına, ahiret gününe, kaza ve kaderin Allah’tan olduğuna gönülden inanmaktır. Kalbin Allah’a sadakat ve teslimiyetidir iman. Bu sadakat ve teslimiyetin düşüncemizde, özümüzde, sözümüzde, davranışlarımızda, hâsılı hayatımızın bütün kesitlerinde tezahür etmesidir. Bu itibarla iman, sadece bir gönül tasdiki ve dil ikrarı değildir; aynı zamanda bir eylemdir, bir hayattır. Aziz Müminler! Hayatının her kesitinde bizlere en güzel örnek ve rehber olan Peygamberimiz (s.a.s), kısa sürede şirkin yerine tevhidi, zulmün yerine adaleti, hayasızlığın yerine iffeti yerleştirmiştir. Kin, nefret ve husumetin yerine şefkat, merhamet ve kardeşliği ikame etmiştir. Efendimiz, her şart ve durumda Rabbimize, kendimize, çevremize ve birbirimize karşı sadakati, samimiyeti ve ahde vefayı gözetmemizi istemiştir. Özümüz ve sözümüzle doğruluktan ayrılmamayı, her hâlükârda hak ve hakikatin yanında olmayı öğütlemiştir. Kutlu Nebi (s.a.s), “Kendiniz için istediğinizi kardeşiniz için de istemedikçe kâmil manada iman etmiş olamazsınız.”3 sözüyle imanı, kardeşimizi gözetmek, onun sevinç ve kederini paylaşmak, dahası “ben” i “biz” kılmak diye tanımlamıştır. “İman etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden de gerçek anlamda iman etmiş olamazsınız.”4 sözüyle de, imanın müminleri sevmek, onlara değer vermek ve değer bilmek olduğunu haber vermiştir. Kardeşlerim! Mümin, imanının bir gereği olarak Allah ve Resûlü’nün emir ve yasaklarına riayet eder. O bilir ki, imanı diri tutan, salih amel ve güzel ahlaktır. Rahmet Peygamberi tarafından “elinden ve dilinden emin olunan kişi” şeklinde tarif edilen mümin, her daim istikamet üzere olur, emanete asla ihanet etmez. Elini harama alet edemez, hiçbir canlıya zarar veremez, zulmedemez. Kin, nefret ve düşmanlıkla gönlünü harap edemez. Hiçbir dünyevi çıkar için dilini yalanla kirletemez. Bakışlarını harama yöneltemez, ayaklarını harama yönlendiremez. “Utanmadıktan sonra dilediğini yap.”5 nebevi öğretisini kendisine rehber edinen bir mümin, ahlakı, fazileti, erdemi ve güzellikleri kuşanır, imanı ile bağdaşmayan söz ve davranışlardan kaçınır. Kardeşlerim! Geliniz. Hep birlikte şu soruları sorarak kendi kendimize bir muhasebede bulunalım: Rehberimiz, yol göstericimiz olan Peygamberimiz (s.a.s)’in temsil ettiği ve bize öğrettiği ahlakın neresindeyiz? Samimiyetimiz, merhametimiz, adaletimiz, ahde vefamız, hoşgörümüz, nezaketimiz, sevgi ve saygımız, sabrımız onun bize öğrettiklerine ne kadar benziyor? Eşimize, evladımıza, arkadaşımıza, dostumuza, komşumuza, akrabamıza ne kadar güven verebiliyoruz? Hayatımızda kaç yetim ve öksüzün sevinmesine yardımcı olabildik? Bizler evlerimizde kışı beklerken, barınacak yeri olmayan kardeşimizin derdiyle ne kadar hemhal olabildik, ona ne ölçüde bir katkıda bulunabildik? Nefesimizi alıp verdiğimiz her dem Rabbimizin rızasını ne kadar gözetebiliyoruz ve ona ne kadar yaklaşabiliyoruz? Kardeşlerim! İman, ibadet ve ahlak bir bütün halinde hayatın her kesitinde etkin ve belirleyici olmalıdır. İmanımız, hayatımızı, bugünümüzü ve yarınlarımızı diri tutmalıdır. Unutmayalım ki; iman, Allah’ın bize en önemli nimetidir. Ve her nimet bir sorumluluk gerektirir. Yalnızca vicdanlara mahkum edilip gündelik hayata yansımayan, pratiğe dönüşmeyen iman, sahibini sorumluluktan kurtaramayacaktır. Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in şu anlamlı duasıyla bitirmek istiyorum: “Allah’ım! Beni amellerin ve ahlâkın en güzeline kavuştur. Onların en güzeline ancak sen ulaştırabilirsin. Beni kötü işlerden ve kötü ahlâktan muhafaza et. Bunlardan ancak sen koruyabilirsin.”6 Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, 5005. Tâhâ, 20/75. 3 Buhârî, İman, 7. 4 Müslim, İman, 93. 5 Buhârî, Ehâdîsü’l-Enbiyâ, 54. 6 Nesâî, İftitâh, 16. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 14.08.2015 İMANIN TEZAHÜRÜ: FEDAKÂRLIK VE İSÂR Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz, Muhacir kardeşlerini bağırlarına basan Medineli Ensâr hakkında şöyle buyuruyor: “… Onlar, Muhacirlere verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” 1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Sizden biriniz, kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe gerçek anlamda iman etmiş olamaz.” 2 Kardeşlerim! Bir gün sahâbeden bir kadın elinde kenarları dokunmuş bir kumaşla Peygamberimizin yanına gelir ve “Bunu giymeniz için kendi ellerimle dokudum.” der. O günlerde böyle bir giysiye ihtiyacı olan Efendimiz, bu hediyeyi kabul eder. Onu üzerine alır ve ashabının yanına gelir. Ashaptan biri bu yeni giysiyi görünce, Allah Resûlünden kendisine hediye etmesini ister. Bu isteği geri çevirmez Rahmet Elçisi; evine döner dönmez kumaşı katlayarak ona gönderir. Fakat ashaptan bazıları, bu durumu hiç hoş karşılamaz ve o şahsa: “Kendisinden bir şey isteyeni asla geri çevirmediğini bildiğin halde ondan bu giysiyi neden istedin.” diye çıkışır. Bu sahabî, onu giymek için değil, Rasulullah’a ait bir giysiyi kendisine kefen yapmak için istediğini belirtir. Ve dediği gibi de olur. 3 Kıymetli Kardeşlerim! İşte Peygamberimiz (s.a.s)’in fedakârlığa dair bu ve benzeri nice örnek tutumu, Muhacirlere gönlünü açan, malını mülkünü onlarla paylaşan Ensar’ı insanlık medeniyetine takdim etmiştir. Varını yoğunu Allah yolunda tereddütsüz feda eden Hz. Ebu Bekir ve Osman bu sayede fedakârlığın sembolü olmuştur. Hz. Hamza, Mus’ab ve daha nice kahramanımız inancı, bayrağı, vatanı ve insanca yaşanılabilecek bir dünya uğrunda canından geçerek fedakârlığın zirvesini bizlere göstermiştir. Kardeşlerim! Bugün sahip olduğumuz dinî değerlerimizden vatanımıza, bayrağımıza, özgürlüğümüze, malımıza, sıhhatimize kadar her bir değerimiz birilerinin fedakârlığının bir neticesidir. Fedakârlık, paylaşmanın, diğerkâmlığın adıdır; insanın sahip olduğu şeylerden bir başkası için feragatte bulunabilmesidir. Bir görev, bir sorumluluk, bir zorunluluk değil, bir gönüllülüktür fedakârlık; kişinin ulvi bir gaye uğrunda kimi zaman malından, kimi zaman uykusundan, kimi zaman rahatından, kimi zaman da canından vazgeçebilmesidir. Fedakârlığın zirve noktası ise Ensar ve Muhacir örnekliğinde görülen ve Kur’an’da övgüyle bahsedilen îsârdır. Îsâr, muhtaçken dahî kardeşimizi kendimize tercih edebilme erdemidir. Fedakârlık ve îsar, imanın bir hakikati ve tezahürüdür. Aziz Müminler! Bu hayatta hepimizin, uğrunda fedakârlık yapması gereken kişiler ve değerler vardır. Şüphesiz bunların başında varlık sebebimiz olan cefakâr anne-babalarımız gelir. Çünkü onlar bizi, türlü meşakkatle, şefkat, merhamet ve sabırla büyüttüler. Bizleri bugünlere getirdiler. O halde anne-babalarımıza karşı evlat olmanın getirdiği görev ve sorumluluklarımız yanında, onların gönlünü hoş tutabilmek, rızalarını alabilmek için bir takım fedakârlıklar gerekir. Ailemizde fedakârlık, sadece birbirimizin maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamaktan ibaret değildir. Asıl fedakârlık, sevgi, sadakat ve muhabbetimizi artıracak vesileler aramaktır. Göz aydınlığımız çocuklarımızı insanlığa faydalı birer evlat olarak yetiştirebilmek için var gücümüzle çabalamaktır. Körpe dimağları zehirleyen, yarınları çalıp yok eden zararlı akımlar ve alışkanlıklar karşısında ailemize kalkan olabilmektir. Acıya, yokluğa, zorluğa birlikte tahammül edip katlanabilmektir. Komşularımıza, akrabalarımıza ve kardeşlerimize karşı fedakârlık, sevincimizi, kederimizi, varlığımızı yokluğumuzu birbirimizle paylaşabilmektir. Kardeşimize karşı fedakârlığımız, yokluğu, sıkıntıyı kardeşimizin değil kendimizin göğüsleyebilmesidir. Kardeşimiz mahzun iken onun hüznüne ortak olabilmek, mazlum iken onun uğramış olduğu zulmü iliklerimize kadar hissedebilmektir. Milli ve manevi değerlerimize karşı fedakârlık ise, yeri geldiğinde din için, vatan için, bayrak için, ezan için, namus için ve yarınlarımız için candan, anadan, yardan geçebilmektir. Kardeşlerim! Ne hazindir ki, bugün insanlık maddeye esir olmayı, birileri açken daha çok kazanmayı, bencilliği ve diğerini yok saymayı mubah sayan bir zihniyetin kıskacı altındadır. Böyle bir ortam, inancımızdan doğan kardeşliğimizin bir tezahürü olan fedakârlık, îsâr, paylaşma gibi daha nice özgün değerimizin aşınmasına hatta kaybolmasına sebebiyet vermektedir. Günümüzde niceleri yavrusu, annebabası, yakınları, komşuları, kardeşleri ve kutsal değerleri için fedakârlık göstermesi gerektiğinde bundan uzak durabilmektedir. Sadece kendini düşünme zihniyetine esir olmuş niceleri kendilerini fedakârlığın getirdiği huzur ve bereket ikliminden mahrum bırakabilmektedir. Kardeşlerim! Hayat, acısı ve tatlısıyla bir imtihandır, mücadeledir. Acımızı, kederimizi birbirimize fedakârlığımızla hafifletebiliriz. Neşe ve sevincimizi birileriyle paylaşmakla çoğaltabiliriz. Unutmayalım ki, insanlık demek birlikte yaşamak, birlikte yaşamak da fedakârlık demektir. 1 2 3 Haşr, 59/9. Buhârî, İmân, 7. Buhârî, Libâs, 18, Cenâiz, 28. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 31/07/2015 İNSAN: AKILLI VE SORUMLU VARLIK Aziz Müminler! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: Ey iman edenler! Kendi sorumluluklarınıza dikkat edin. Hidayet üzere olduğunuz müddetçe yanlış yola sapanlar size zarar veremez. Dönüşünüz Allah’adır ve yapmakta olduğunuz her şeyi Allah size bildirecektir.1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Nerede olursan ol, Allah’a karşı gelmekten sakın. Şayet bir kötülük yaparsan onu affettirecek bir iyilik yap. İnsanlara da güzel ahlâkla davran!”2 Kardeşlerim! Varlık sebebimiz, her şeyden önce Hakkı tanımak, O’na tabi olmak ve yaratılış amacımıza uygun bir hayat sürmektir. Bu hayat Kur’an hayatıdır. Bu hayat, alemlere rahmet ve rehber olarak gönderilen Efendimiz’in (s.a.s) hayatıdır. Bu hayat, sırat-ı müstakim üzere yaşamını tanzim edenlerin hayatıdır. Günde beş vakit okuduğumuz Fatiha’da, Rabbimizden; bizlere hidayet vermesini ve bizleri dosdoğru yola ulaştırmasını niyaz ederek rükûlarımıza, secdelerimize, dualarımıza başlarız. Bu dosdoğru yol peygamberlerin, salihlerin, yoludur. Bu yolda ubudiyet, muhabbet, teslimiyet, sadakat ve samimiyet vardır. Bu yol, yolcusunu selamete, huzura ve felaha ulaştırır. Bizler bu yola kelime-i şehadetle Rabbimizin varlığını ve birliğini, sonsuz kudretini, O’nun alemlere rahmet olarak gönderdiği kutlu elçisi Muhammed Mustafa’nın (s.a.s) peygamberliğini kabul ve ikrar ederek başladık. Bu, sıradan bir kabul ve ikrar değildi elbette. Bu şehadetle ağır bir sorumluluk üstlendik. Bu şehadet azığımız oldu. Dünya hayatında karşılaştığımız türlü hengamelerde, çıkmazlarda bu şehadetle ayakta kaldık. Bu şehadetle başıboş yaratılmadığımızı, sorumluluk sahibi mükerrem bir varlık olduğumuzu öğrendik. Öyleyse Rabbimize, kendimize ve bütün yaratılmışlara karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmek asli görevimizdir. Kıymetli Kardeşlerim! Mümin olarak Rabbimize karşı sorumluluğumuz, teslimiyet ve sadakat sahibi bir kul olmaktır. Her vesile ile Allah’ın rızasını aramaktır. O’na itaatsizlikten, ateşe düşmekten korkarcasına sakınmaktır. O’na, göndermiş olduğu kitaba ve peygambere karşı samimi olmaktır. Kendimize karşı sorumluluğumuz, Yüce Rabbimizin bize vermiş olduğu maddi ve manevi imkânları meşru 1 Maide, 5/105 2 Tirmizî, Birr ve Sıla, 55 ölçüler çerçevesinde kullanmaktır. Allah’ın her birimize bahşettiği akıl ve bedeni, bilgi ve tecrübeyi, gücü ve kudreti insanlığın hayrı için seferber etmektir. Ailemize, akrabamıza, kardeşlerimize karşı sorumluluğumuz onlara sevgi, insaf ve merhametle muamele etmektir. Yaptığımız iyiliğin, yardımın, fedakârlığın karşılığını yalnızca Allah’tan umarak yanlarında yer almaktır. Onların onur ve haysiyetlerini, hak ve hukuklarını korumaktır. Diğer insanlara karşı sorumluluğumuz ise, onlara adaletle davranmaktır. Allah’ın var ettiği bir değer olarak her insanın canına, malına, şeref ve onuruna hürmet göstermektir. Hayatın birlikte anlam kazandığını, dünyanın hepimize emanet olduğunu unutmamaktır. Kardeşlerim! İsraftan haksız kazanca, gıybetten iftiraya, yalandan dolandırıcılığa, hakaretten zulme; İslam’ın yasakladığı bütün davranışlar, günah olmanın yanında birer sorumsuzluk örneğidir. Hem Allah’ın hem de insanların hakkını ihlal etmektir. Müslüman, şerre alet olmamaya ve kötülükle anılmamaya dikkat eder. Çünkü Allah Rasulü’ne (s.a.s) göre Müslüman; insanların, elinden ve dilinden zarar görmedikleri kişidir. Mümin ise, insanların canları ve mallarını kendisine karşı güvende bildikleri kimsedir. 3 Kardeşlerim! Ne acıdır ki insanlık ailesinin ortak bahçesi olan dünyada bugün çiçekler solmuş, ekinler kavrulmuş, nehirler kurumuş bir haldedir. Kendisinden başka kimseye hayat hakkı tanımayanlar, mazlum ve masum canlara acımasızca kıymaktadır. İnsanca yaşamaya, hasret kalmış nice mağdurlar evinden, yurdundan hatta canından olmaktadır. Sorumsuzluğun sebep olduğu acının en derin örnekleri başta İslam dünyası olmak üzere, birçok bölgede yaşanmaktadır. Değerli Müminler! Bizler, hakka ve hukuka inanmış, adaleti yüceltmiş bir medeniyetin mensuplarıyız. Bizler biliyoruz ki, hiçbir haksızlık, hiçbir zulüm ebedi değildir. Yapılan zerre miktarı iyilik ya da kötülük, şaşmayan hak terazisinde bir gün karşılığını mutlaka bulacaktır. 4 Rabbimize karşı samimi, kendimize karşı dürüst, yakın çevremize karşı merhametli ve insanlığa karşı da adaletli olduğumuz sürece yolumuz sırat-ı müstakim olacaktır. Hiç kimse bizi bu yoldan saptıramayacak, hakkı tutup kaldırdığımızda Rabbimiz de bizi yüceltecektir. Kardeşlerim Geliniz şu mübarek Cuma vaktinde hep birlikte Rabbimize el açıp yalvaralım: Allah’ım! Bizleri, sorumluluğunun bilincinde olanlardan eyle. Allah’ım! Bizleri Hakkı hak bilip Hakka uyan, batılı batıl bilip batıldan uzaklaşanlardan eyle. Allah’ım! Bizleri zalimlerle birlikte olmaktan ve Haktan yüz çevirmekten muhafaza eyle. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 3 Nesai, İman ve Şerâiuhû, 8. 4 Zilzâl, 99/7-8. İLİ : GENEL TARİH : 20.03.2015 ﷽ ْ َ َ ِ ْ ٰى و َََل تَعَا َون ُوا َعلَى الل َ ّٰ اللَۜ ا َّن َ ّٰ َان ۖ وَاتَّ ُقوا ِ اَلث ِْم وَا ْل ُع ْدو ۖ َوتَعَا َون ُوا َعلى ال ِب ِّر وَالتّ ْقو اب ِ َش ۪دي ُد ا ْل ِع َق ِ َّ قَا َل رَسُ و ُل :َالل َعل َ ْي ِه َو َسلَّم ُ َّ صلَّي َ الل سنَتُهُ َو َسا َءتْهُ َس ِّيئَتُهُ فَ َذلِ َك ا ْل ُم ْؤ ِم ُن َ ُمَنْ َس َّرتْه َ ح İNSANI İYİLİK YAŞATIR Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Yaptığı iyiliği kendisini sevindiren, kötülükleri de kendisini üzen kimse gerçek bir mü’mindir.”2 Kardeşlerim! İslam medeniyetinde iyilik, var oluşun gayesidir. Âlemlerin Rabbi, bizi yeryüzüne iyi insan olalım, iyiliği egemen kılalım diye gönderdi. “İyilik” gündelik hayatımızda daha çok “hayır” kavramıyla ifade edilir. “Hayır” deyince her türlü iyi, güzel, faydalı, erdemli tutum ve davranışı anlarız. “Hayır işlemek”, iyilik yapmak anlamına gelir. Amacı insanlara iyilik ve yardım etmek olan gönüllü kuruluşlara “hayır kurumu” deriz. İnsanlara iyi dileklerimizi aktarırken “hayırlı olsun” temennisinde bulunuruz. Yola çıkan kimseyi “hayra karşı” sözüyle uğurlarız. Rüyaları “hayra yormak” isteriz. İyiliğini gördüğümüz insanlara hayatlarında “hayır dua” eder, vefatlarından sonra onları “hayırla yâd” ederiz. Her türlü iyiliğin O’nun elinde olduğunu bildiğimizden, “Hayırlısı Allah’tan!” deriz. “Hayırlı evlat”, ailevî ve manevî değerlerine sahip çıkan iyi çocuklar için kullandığımız bir tabirdir. “Hayırhâh” insan, herkesin iyiliğini isteyen, iyiliksever kişidir. Muhammed Mustafa (s.a.s) “hayru’l-beşer”dir; o, insanların en iyisidir. Kardeşlerim! Yüce dinimize göre sadece iyi olmak yetmez. Sadece kendimize iyi olmak yeterli görülmez. Bütün Müslümanlardan istenen, iyi değerler üretmek ve o değerlere öncülük, rehberlik yapmaktır; kötülükleri iyilikle ortadan kaldırmaktır. Kerim Kitabımız, böyle yapıldığı takdirde en azılı düşmanlıkların en sıcak dostluklara dönüşeceğini haber verir bizlere. Bu güzel davranışın, hayır ve olgunluk sahibi kişilerin bir alameti olduğunu bildirir.3 Peygamber Efendimiz (s.a.s) de “Her iyilik sadakadır.”4 buyurarak bitmez tükenmez çeşitleri olan iyiliğin insana kazandırdığı sevaba işaret eder. Rahmet Elçisi, “Allah’ım! Beni iyilik yaptığında sevinç duyan, kötülük yaptığında da bağışlanma dileyen kullarından eyle”5 niyazıyla aslında hepimizin birer iyilik neferi olmamızı ister. Kardeşlerim! Bizler, iyiliği yeryüzüne öğreten, iyiliklerle gönülleri fetheden bir medeniyetin mensuplarıyız. Bu medeniyet, insanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışıyla yeryüzünü imar etmiştir. Bu medeniyet, ulaştığı her yeri, mescit ve camiler, vakıflar, hanlar, hamamlar, imarethaneler, yetimhaneler, şifahaneler, mektep ve medreseler, çeşme ve sebiller, köprü ve kervansaraylarla donatmıştır. Bu medeniyetin mensupları, iyiliğe öncü, iyilere yol arkadaşı olmayı kendilerine hep şiar edinmişlerdir. Bizim medeniyetimiz, insan onur ve haysiyetini incitmemek adına ihtiyaç sahipleri için sadaka taşlarını düşünecek kadar ince bir anlayışa sahiptir. Bizim medeniyetimiz, soğuk kış günlerinde barınmaları için kuşlara ev yapacak kadar merhameti kuşanmış bir medeniyettir. Ancak ne hazindir ki, bugün iyiliğin hayat bulduğu topraklardan, iyilerin imar ettiği kimi şehirlerden kan ve barut kokusu yayılıyor. Kötülükler, dünyanın dört bir yanını her geçen gün kuşatıyor. Bu manzara karşısında, İslam âlemi, bugün insanlığa karşı “iyilik teklifi”ni bir kez daha yenilemek zorundadır. Zamana tanıklık eden ve “Ben Müslümanım” diyen herkes, iyiliğin yeniden bu coğrafyada ve bütün dünyada hâkim kılınması için seferber olmalıdır. Her bir mümin, en yakın çevresinden başlamak üzere her işinde hayra anahtar, şerre kilit olmayı kendine ilke edinmelidir. Kıymetli Kardeşlerim! Gümümüzde iyilik kavramı, iki büyük tehlikeyle karşı karşıya kalmıştır. Bu tehlikelerden birincisi, iyiliğin, kişinin kendi faydası ve menfaatine şeyler olarak algılanmaya başlamasıdır. İkinci tehlike ise, sadece Allah rızası için yapılması gereken hayrın ve hayırseverliğin yerini zaman zaman bilinçli ya da bilinçsizce reklam ve gösterişin almasıdır. Bu olumsuzluklar karşısında bugün yapılması gereken, yaratılış sebebi ve varoluş gayesini dikkate alarak insanın değeri ve onurunu yeniden yüceltmektir. Unutmayalım ki, İslam’ın iyilik anlayışını, sevgi, barış, merhamet ve adalet yüklü mesajlarını yeniden bütün yüreklere yerleştirmek, inananlar olarak hepimizin sorumluluğudur. Sözlerime Resul-i Ekrem (s.a.s)’in iyilik için yaşamayı bir varoluş sebebi olarak takdim ettiği şu dualarıyla son vermek istiyorum: “Allah’ım! Yaşamayı benim için her türlü iyiliği artırma vesilesi yap. Ölümü de benim için her türlü kötülükten kurtuluş sebebi yap!”6 Mâide, 5/2. Tirmizî, Fiten, 7. 3 Fussilet, 41/34-35. 4 Müslim, Zekât, 52. 5 İbn Mâce, Edeb, 57. 6 Müslim, Zikir 75. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü kendi ameliyle baş başa kalacak, soy sopun hiçbir önemi olmayacaktır.4 Peygamberimiz (s.a.s) bu gerçeği Veda Hutbesinde şöyle dile getirmiştir: “Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki, Rabbiniz birdir, atanız birdir. Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arab’a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.”5 İLİ : GENEL TARİH : 05/06/2015 Kardeşlerim! İSLÂM, IRKÇILIĞIN HER TÜRLÜSÜNÜ REDDEDER Aziz Kardeşlerim! Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in müezzini Bilâl-i Habeşi ve sahabeden Ebû Zer el-Gıfârî (r.a) tartışmışlardı. Tartışma esnasında Ebû Zer, siyahî olan annesinden dolayı Hz. Bilâl’i küçümseyip ayıplamıştı. Buna oldukça üzülen ve içerleyen Hz. Bilâl, Allah Resûlü’ne bu durumu şikâyet etmişti. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s) Ebu Zer el-Gıfari’yi çağırarak ona şöyle serzenişte bulundu: “Ey Ebû Zer! Bilal’i siyahi annesinden dolayı mı küçümsüyor ve ayıplıyorsun? Demek ki sen, kendisinde hâlâ cahiliyeden kalıntı bulunan bir kimsesin.”1 Aziz Müminler! Cahiliye döneminde insanlar etnik kavim ve kabileleriyle övünürlerdi. savunur, kendilerini başkalarından renginden dolayı insanlar hor ve dışlanır ve aşağılanırlardı. kökeni, mensup oldukları Haksız da olsa kabilesini üstün görürlerdi. Irk ve hakir görülür, toplumdan Kardeşlerim! Yüce Dinimiz İslam’ın en önemli özelliklerinden biri, bir ırkın başka bir ırka, bir grubun veya topluluğun bir başka grup veya topluluğa üstünlük taslamasını ortadan kaldırmış olmasıdır. Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın çocukları olmakta eşitlenen insanların, soy ve soplarını, etnik kökenlerini esas alarak birbirlerine karşı üstünlük iddiasında bulunmalarına İslam asla cevaz vermemiştir. Hak ve hakikat, şeref ve üstünlük, mensup olduğumuz ırka, soy ve sopa göre değil, Yüce Yaradanın göndermiş olduğu dine, Kitaba, ahlak, fazilet ve erdeme göre şekillenir. İnsanı, Allah katında üstün ve değerli kılan ve de ahiret saadetine ulaştıracak olan husus ait olduğu ırk, mensup olduğu soy, sahip olduğu ten rengi, konuştuğu dil değildir. Kişinin üstünlüğü, her daim Allah’a karşı kulluk ve sorumluluk bilinci taşımasında ve bu bilinci hayat süreçlerine dahil etmesindedir. Kardeşlerim! Buna göre kim Allah’a iman eder, O’nun emirlerine uyar, yasaklarından kaçınır ve iyi işler yaparsa, o insan takva sahibidir. Peygamberimiz (s.a.s)’in ifadesiyle “Tutum ve davranışları kendisini geri bırakan kimseyi, soyu sopu, kabilesi ileriye götürmez.2 Bir başka ifadeyle erdemsiz insanı mensup olduğu soy, ait olduğu etnik köken Allah katında erdemli kılmaz. Kıyamet günü insanlar ırklarından veya kabilelerinden değil, inanç ve amellerinden hesaba çekileceklerdir. Onların bedenlerine ve mallarına değil, kalplerine ve amellerine bakılacaktır.3 İnsanlar Allah’ın huzuruna geldiklerinde herkes Bugün İslâm kardeşliğinin önündeki en büyük engellerden biri ırkçılık ve ayrımcılık zihniyetidir. Bu zihniyet, bazen kendi ırkını, soyunu, kabilesini, rengini üstün görme şeklinde tezahür etmektedir. Bazen de kendi mezhebini, meşrebini, ideolojisini üstün görme şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu anlayış, dostluk ve kardeşliğin yerine kin ve nefreti, adalet ve merhametin yerine zulüm ve haksızlığı, birlik ve beraberliğin yerine tefrika ve ayrımcılığı getirir. Unutmayalım ki ilk defa üstünlük iddiasında bulunan; “Ben ateşten yaratıldığım için topraktan yaratılan Âdem’den daha üstünüm” diyen ve Allah’ın emrine karşı gelen şeytandır. Kardeşlerim! Irkçılık, esasında hem insanlığa karşı işlenen bir suç hem de Allah’a karşı bir saygısızlıktır. Bu nedenledir ki Dinimiz İslâm, bağnazlık, asabiyet ve ırkçılığı tüm unsurlarıyla reddetmiştir. Hal böyleyken, bu cahiliye anlayışı sebebiyle tarih boyunca İslâm coğrafyasında düşmanlık ve husumet, kin ve nefret, kan ve gözyaşı hiç eksik olmamıştır. Üzülerek ifade edelim ki bugün de aynı dine, aynı kitaba, aynı peygambere iman eden Müslümanlar arasında mezhebini, meşrebini, ırkını, ideolojisini rahmet dini İslâm’ın önüne geçirme tuğyanına kapılanların sayısı hiç de az değildir. Oysa Peygamberimiz (s.a.s), ırkçılık duygularıyla hareket ederek İslâm toplumundan ayrılan, asabiyet duygusuyla savaşan ve bu dava uğrunda mücadele ederken ölen kimsenin bu ölümünü “Câhiliye ölümü”6 olarak nitelendirmiştir. Kardeşlerim! O halde gelin, zihin ve gönül dünyamızı İslâm’ın yüce hakikatleriyle tezyin edelim. Kendimizi dinimizin onay vermediği bağnazlık, asabiyet ve ırkçılığa asla mahkûm etmeyelim. Irkçılığın, Kur’an’a, Peygambere gönül veren müminlere yakışmadığını bilelim. Peygamberimiz (s.a.s)’in “Irkçılık, zalim de olsa kendi kavmine arka çıkmandır”7 hadis-i şerifini hiçbir zaman unutmayalım. Kavimler ve kabileler halinde yaratılmamızın, dillerimizin ve renklerimizin farklı farklı oluşunun hikmetini kavramaya çalışalım. Bütün insanları Hz. Âdem’in çocukları olarak görelim. Herkesi hilkatte eş dinde kardeş kabul edelim. Hutbemi, başta okuduğum ayet-i kerime ve hadis-i şerifin mealleriyle bitirmek istiyorum. “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdâr olandır.”8 “Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık davası uğruna savaşan bizden değildir. Irkçılık davası uğruna ölen de bizden değildir.”9 Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü Mü’minûn, 23/101 İbn Hanbel, V, 411 6 Müslim, İmare, 57 7 Ebû Dâvud, Edeb, 111 8 Hucurat 49/13 9 Ebu Davud, Edeb 111-112 4 5 Müslim, Eymân, 38 Tirmizî, Kıraat, 10 3 Müslim, Birr ve sıla, 34 1 2 İLİ TARİH : GENEL : 20/02/2015 KADINA EL KALKMAZ! Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “İyilik ve takva hususunda yardımlaşın. Günah ve düşmanlık yolunda yardımlaşmayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok çetindir.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Resulullah Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Müslüman, diğer müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir. Mümin de insanların canları ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kişidir.”2 Aziz Kardeşlerim! İnsanlığın büyük ölçüde kaybedildiği, müslümanlığımızın maalesef vicdan üretemediği ve sözün neredeyse tükendiği zamanları yaşamaktayız. Modern dünyanın sakinleri olarak, yüce dinimiz İslam’ın, Kerim Kitabımız Kur’an’ın ve kâinata rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in yeryüzünü teşriflerinin öncesi olan cahiliye dönemini olabildiğince eleştiriyoruz. Bilhassa ıssız çölün kumlarına gömülen kız çocuklarının sessiz çığlıklarına asırlar ötesinden ses verip, sık sık bu vahşeti lanetliyoruz. Lakin cahiliyenin, sadece bir çağa değil, bir zihniyete ve yaşam tarzına işaret ettiğini unutuyoruz. Bugün genç kızlarımıza ve kadın kardeşlerimize yönelik her türlü şiddet ve zulmün aynı zihniyetin ürünü olduğu gerçeğini göz ardı ediyoruz. Şiddet, günümüzde coğrafya, din, dil, ırk ve sosyal statü tanımaksızın bütün insanlığı tehdit eden bir boyutta yaşanmaktadır. Ne yazık ki bu tehdidi en ağır biçimde yaşayanlar kadınlar ve çocuklar olmaktadır. Ülkemizde kadın kardeşlerimizin %39’u fiziksel, %43’ü duygusal şiddete maruz kalmaktadır. Hemen her gün zalim ve gaddar zihniyetlere kurban verdiğimiz masum canlar yüreğimizi yakmaktadır. Kardeşlerim! Bizim inancımızda ve örfümüzde dara düşenin yardımına koşmak vardır, dara düşürmek değil. “Aman” dileyene “eman” vermek vardır, emniyetine kast etmek değil. Bizler, “Helali olmayana yan gözle dahi bakılmaz” ve “Kadına el kalkmaz” diyen bir geleneğin mensuplarıyız. Ancak ne hazindir ki bugün, Allah’ın kadın kullarına reva görülen şiddete, zulme, vahşete tanıklık etmenin ızdırabını ve buna engel olamamanın vicdan azabını yaşamaktayız. Kız çocuğunun ve kadının iffet ve onurunu çiğnemeye, yaşamına kastetmeye pervasızca cüret edenlerin, insanlıktan nasipsizliğini ibretle müşahede etmekteyiz. Güce sahip, lakin güç ahlakından mahrum olanların, sevgi, saygı ve merhametten yoksun olanların, sınır tanımaz gaddarlıklarının nice hayatlara mâl olduğuna üzülerek şahit olmaktayız. Değerli Kardeşlerim! Ateş düştüğü yeri yakar! Yürek yangınını söndürmeye gücümüz yetmez. Ama “ateşin düşmemesi için bize düşen nedir?” Bu soruyu fert, aile, toplum ve kurumlar olarak her birimiz kendimize yöneltmeliyiz. Bu konudaki sorumluluklarımızın muhasebesini ciddi bir şekilde yapmalıyız. Her türlü istismar, taciz ve tecavüzün, kadını aşağılamanın, hırpalamanın ve hatta incitmenin ne büyük bir günah olduğunu unutmamalıyız. Hangi gerekçeyle olursa olsun bir cana kıymanın bütün insanlığı öldürmek anlamına geleceğini hatırdan çıkarmamalıyız. İşte bu sebeple her birimiz şiddet ile mücadelede üzerimize düşeni yapmalıyız. Şiddete hemen, şimdi, en yakınımızdan, hatta kendimizden başlayarak “dur” demeliyiz. Merhameti, şefkati, erdemi, fazileti kendimize şiar edinmeliyiz. Kıymetli Kardeşlerim! Ömrünü cahiliye düzeni ve anlayışını değiştirmeye adayan Efendimiz (s.a.s), hayatı boyunca kadını, çocuğu, yaşlıyı dahası hiçbir insanı incitecek, onurunu zedeleyecek söz, tutum ve davranış sergilememiştir. Hac ibadetiyle ilgili bir takım hatalar yapan ve bu durumda ne yapması gerektiğini kendisine danışan bir sahâbîye Sevgili Peygamberimizin verdiği cevap tüm ümmetine bir insanlık dersi niteliğindedir: “Bu hataların bir önemi yok. Yeter ki bir kimse, bir başkasının ırzına, haysiyet ve iffetine saldırmamış olsun. Kim bunu yaparsa günah işlemiş ve helak olmuştur.”3 Kerim Kitabımızın tohumlarını ektiği, Efendimizin gerçekleştirdiği merhamet eksenli ahlaki dönüşüm ve zihniyet yenilenmesine bugün daha fazla ihtiyacımız olduğunda şüphe yoktur. Olup biten, yıkıp döken, yakıp yok eden bir şiddetin elbette cezasını vermek gerekir. Ancak şiddeti var eden zihin kalıplarını değiştirmedikçe, değer ve vicdan eğitimine ağırlık vermedikçe, merhamet örneklerini her geçen gün çoğaltmadıkça şiddetin önüne geçmek mümkün olmayacaktır. Kalplere Allah korkusu, vicdanlara “kul hakkı” duygusu hakim olmadıkça, ahiret inancı ve hesap bilinci hayata yön vermedikçe sadece idari, hukuki ve sosyal tedbirler bu vahşetin önünü almaya yetmeyecektir. Unutmayalım ki kardeşlerim, Efendimiz (s.a.s)’in, “Her müslümanın bir başka müslümana kanı, malı, ırzı haramdır.”4 uyarısı gereği genelde insanın, özelde ise kadının can güvenliği ve onuru dokunulmazdır. Allah’ın kulu ve yeryüzünün şerefli bir varlığı olan kadına yöneltilen her şiddet sadece bizim vicdanımızı kanatmamakta, aynı zamanda melekût alemini de sarsmaktadır. 1 Mâide, 5/2. Tirmizî, İman, 12. 3 Ebû Dâvûd, Menâsik, 87. 4 Müslim, Birr ve Sıla, 32. 2 Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı İLİ TARİH : GENEL : 10.07.2015 KADİR GECESİ, KADİR BİLENLER İÇİNDİR Kıymetli Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Şüphesiz, biz Kur’an’ı Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Cebrail o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “… Ramazan ayında öyle bir gece vardır ki, bin aydan daha hayırlıdır. Bu gecenin hayrından mahrum kalan, bin ayın hayrından mahrum kalmış gibidir.”2 Aziz Müminler! Günler ayları, aylar yılları kovalıyor ve Rabbimizin bir emaneti olan hayat nimeti hızla tükeniyor. Bundan kısa bir süre önce rahmet ayı Ramazana ulaşmanın sevinç, huzur ve mutluluğunu hep birlikte yaşadık. Ancak yine veda vakti yaklaştı. Bir ay bereketi ve mağfiretiyle evlerimize ve gönüllerimize konuk olan Ramazan bize veda ediyor. Belki de bir daha vuslatı olmayacak bu ayrılığın hüznü yüreklerimizi kapladı. Ayrılmadan önce, kıymetini bilenlere Kadir gecesini takdim ediyor kutlu Ramazan. Önümüzdeki Pazartesiyi Salıya bağlayan gece Kadir Gecesini idrak edeceğiz. Kadir Gecesi, ömre bedel bir gecedir. Çünkü bu gece, Kur’an gecesidir. Kerim Kitabımız, Peygamberimiz (s.a.s)’e Ramazanın kalbi olan bu gecede inmeye başlamıştır. O Kur’an ki, cahiliyenin zilletine gömülmüş zihinlere Rabbini bildirmeye gelmiştir. Varoluş amacından kopmuş, nereden gelip nereye gittiğini unutmuş insanlığa unuttuklarını hatırlatmak için gelmiştir. İşte Kadir Gecesi vesilesiyle Rabbimiz, ancak Kur’an’ın kadrini bildiğimiz oranda kadir gecelerini ihya etmiş olacağımızı bize her yıl tekrar tekrar hatırlatıyor. Kardeşlerim! Bu gecenin kadrini bilebilmek için evvela, Allah’ın lütfu olarak gelmiş Kur’an’a yüreğimizi sonuna kadar açmamız gerekmektedir. Dünya hengâmesinde zaman zaman bunalan ruhlarımızı, paslanan gönül aynalarımızı âyet âyet, sûre sûre ilahi sözün nuruyla aydınlatmamız gerekmektedir. Varlığımızı onunla anlamlandırmamız ve kul olarak yaşantımızı onunla inşa etmemiz gerekmektedir. İnsana erdemli bir hayat, toplumlara ise saadet medeniyeti takdim eden bu rahmet yüklü kitapla olan bağımızı kuvvetlendirmemiz gerekmektedir. Ancak bu sayede, bin aydan daha hayırlı gecenin kıymetini idrak edebilir, Kerim Kitabımızla ömrümüze bereket katabiliriz. Kur’an’la irtibatımız ölçüsünde değer kazanır ya da değer kaybederiz. Kur’an’a değer verdiğimiz ölçüde gönül dünyamızı mamur ve mesut eder, dünyamızı da barış ve esenlik yurduna çevirebiliriz. Kardeşlerim! Kadir Gecesini değerli ve anlamlı kılan Yüce Kur’an, her âyeti üzerinde tefekkür ve tezekkür edilmek ve bizzat yaşanmak için gönderilmiştir. O, insana kendini, dünyasını, ahiretini tanıtan bir hayat kitabı ve rehberidir. O, insana asla eğrilik bulunmayan dosdoğru bir yol ve istikamet çizer. Onun sahifelerini açan, onda kendini bulur; Rabbini bulur; saygı ve sevgiyi, sadakat ve muhabbeti bulur. O, hayra anahtar, şerre kilit ilahi bir kitaptır. Bu kitaba gönül veren, tevhide sadakatiyle İbrahim Halilulah olur; türlü çilelere karşı sabrıyla Eyüp olur; türlü tuzaklara karşı iffet ve hayasıyla Yusuf olur; türlü firkat ve musibetlere karşı metanetiyle Yakup olur. Değerli Kardeşlerim! Ne yazık ki bugün, doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle insanlık bir onur ve haysiyet sınavı vermektedir. Dünyanın dört bir yanında mazlum kanı dökülmekte; küçücük çocuklar acımasızca katledilmekte; analar, elleri sinesinde gözyaşı dökmekte; kardeş, gözünü kırpmadan kardeşini öldürmektedir. Bu durum, “Bir insanı yaşatmak bütün insanlığı yaşatmak gibidir.” ilahi mesajıyla insanla buluşan Kerim Kitabımızın hak, adalet, insaf, şefkat ve merhamet çağrılarına ne kadar da muhtaç olduğumuzu göstermektedir. Kardeşlerim! Geliniz, Kur’an’a iman eden müminler olarak Kadir Gecesi vesilesiyle Kur’an’la yeniden yüzleşelim. Yaşam süreçlerimizi Kur’an ufkundan bir daha gözden geçirelim. Biz, Kur’an’da ne kadar varız; Kur’an, bizde ne kadar var? Âlemlere Rahmet Peygamberimiz (s.a.s), Kur’an’dan kendisinde hiçbir esinti, hiçbir iz bulunmayan kimseyi harabe bir eve benzetmektedir.3 Nasıl ki harabe eve kimse talip değilse, hengâmelerle tahrip edilmiş, insaf ve vicdanını kaybetmiş gönle de kimse talip olmaz. Aziz Kardeşlerim! Bu duygu ve düşüncelerle başta ülkemiz ve gönül coğrafyamız olmak üzere bütün İslam âleminin mübarek Kadir Gecesini en kalbi duygularla tebrik ediyorum. Kadir Gecesinin feyz ve bereketinden hepimizin nasiplenmesini, topyekûn insanlığın ve bilhassa İslam dünyasının geçmekte olduğu zorlu süreçten bir an evvel kurtulmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum. Hutbemi, Efendimiz (s.a.s)’in Hz. Aişe validemize Kadir Gecesinde yapmasını tavsiye ettiği şu dua ile bitirmek istiyorum: “Allah’ım! Sen affedicisin, affetmeyi seversin. Beni de affet!”4 Kadir, 97/1-5. İbn Mâce, Sıyâm, 2. 3 Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’an, 18. 4 Tirmizî, Daavât, 84. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 01/05/2015 KALBİN CİLÂSI: TÖVBE VE İSTİĞFAR Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz, kendisine karşı gelmekten sakınan kulları hakkında şöyle buyurur: “Onlar, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tövbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) tövbe ve istiğfarın önemini şöyle bildirmektedir: “Kul, bir hata işlediğinde kalbinde siyah bir nokta belirir. Şayet o, günahı terk eder, bağışlanma diler, tövbe edip Allah’a dönerse kalbi cilâlanır. Eğer bunları yapmaz, günah ve hataya devam ederse siyah nokta büyür ve neticede bütün kalbini kaplar...’2 Aziz Müminler! Rabbimizin bizlerden istediği daima iyiye, güzele, hayra yönelmektir. Kendisi ve Resûlü’nün emir ve yasakları doğrultusunda bir hayat sürmektir. Böylece dünya ve ahiret saadetine erişmektir. Ne var ki, hepimiz insanız. Her an günaha sürüklenme riskiyle karşı karşıyayız. Dolayısıyla Rabbimizin bize bir lütfu olan tövbe ve istiğfara hepimiz muhtacız. Tövbe ve istiğfar, insanın Rabbinden bağışlanma dilemesidir. Acziyetini dile getirmesidir. Merhametlilerin en merhametlisi olan Yüce Allah’a iltica etmesidir. Tövbe ve istiğfar, insan olmamız hasebiyle elimizden, dilimizden, gözümüzden velhasıl bütün bedenimizden sadır olan günahlardan temizlenme vesiledir. Tövbe ve istiğfar, adeta hayata yeniden başlamamız için Rabbimizin bizlere bir ikramı ve açtığı rahmet kapısıdır.3 O Rabbimiz ki, Tevvâb’tır; tövbeleri çokça kabul eder. Afüvv’dür; engin rahmetine sığınanları affeder. Gafûr’dur; dileyeni ve dilediğini bağışlar. O, kendisine yönelen zihinleri, elleri, yüzleri boş çevirmez. Gönülden kendisine teslim olanı asla mahcup etmez. Engin rahmet ve merhametinden ona lütufta bulunur. Yeter ki insan samimiyetle O’na yönelsin; en içten yakarışlarla, taat ve ibadetle, en güzel zikirlerle O’nu yüceltsin. Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda daha ilk insanın dilinden tövbe ve istiğfarı bize öğretirken aynı zamanda bunun önemine işaret eder. Şöyle ki: Âdem (a.s) ve eşi Havva validemiz, bir hata işlediler. Ardından hemen Allah’a tövbe ettiler. “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” diyerek bağışlanma dilediler. Allah da onların bu tövbesini kabul etti.4 İnsanlığın bu ilk imtihanındaki aktörlerden biri olan İblis ise kibirlenerek Allah’ın emrine itaatten yüz çevirdi. Hatasını kabullenme yerine meşrulaştırma gayreti içerisine girdi ve Allah’ın rahmetinden kovuldu. İşte bu iki örnekle Rabbimiz, insanlık âlemine aslında şu mesajı verdi: Hatalar, günahlar, tövbe edilmesi durumunda insanı Âdem yapar. Hata ve günahlarda ısrar ise insanı Allah’ın rahmetinden uzaklaştırır. Kardeşlerim! Tövbe kapısı ardına kadar açıktır. Ecelimiz gelene kadar da açık kalacaktır.5 Öyleyse bize düşen, her daim bu kapının eşiğinden içeride durmaktır. Allah’ın rahmet deryasından yudumlamanın yollarını aramaktır. Her daim samimiyetle, pişmanlıkla, kararlılıkla O’nun merhamet ve keremine sığınmaktır. Gündelik hayatımızın problemleri içinde bitap düşen gönüllerimizi, türlü düşüncelere mahkum zihinlerimizi, türlü kelamlarla israf ettiğimiz dillerimizi zikirle, tövbe ve istiğfarla diri tutup arındırmaktır. O halde geliniz, içinde bulunduğumuz mübarek üç ayları fırsat bilelim. Allah’ın rahmetinin oluk gibi üzerimize aktığı bu günleri iyi değerlendirelim. Taatimizle, teslimiyetimizle, salih amellerimizle, gönlümüzün derinliklerinden gelen tövbelerimizi, istiğfarlarımızı, bağışlanma dileklerimizi yalnız O’na arz edelim. Hatalarımızdan, kusurlarımızdan, günahlarımızdan bir daha dönmemek üzere yüz çevirelim. Üç ayların sonuna tertemiz, günahsız, Rahman’ın rızasına erişmiş olarak ulaşmaya gayret edelim. Efendimiz (s.a.s)’in bize öğrettiği şu tövbe ve istiğfar ifadelerini dilimizden hiç düşürmeyelim: “Allah’ım, sensin benim Rabbim, senden başka ilâh yok. Beni yarattın ben de senin kulunum. Ben gücüm yettiğince sana verdiğim sözün ve senin vaadin üzereyim. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Üzerimdeki nimetini itiraf ediyorum. Ve günahımı da itiraf ediyorum. Beni bağışla. Çünkü günahları senden başka affedecek hiç kimse yoktur.”6 Âl-i İmrân, 3/135. Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 83. 3 İbn Mâce, Zühd, 30. 4 Bakara, 2/35-38; A’râf, 7/19-23. 5 Nisâ, 4/17-18. 6 Tirmizî, Deavât, 15. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 04.09.2015 KARDEŞLİĞİ KÖRELTEN AFETLER: TECESSÜS, SU-İ ZAN… Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Kimse kimseyi arkasından çekiştirmesin…” 1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “… Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Birbirinizin özel hallerinin peşine düşmeyin. Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Birbirinize karşı kin beslemeyin. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun!”2 Kardeşlerim! Dinimizde insanın haysiyetini rencide eden ve onurunu zedeleyen her türlü tutum ve davranış haram kılınmıştır. Çünkü insanı insan yapan en büyük değer, onun izzeti ve itibarıdır. İnsanın, kendisi ve diğer insanların saygınlığını her daim göz önünde bulundurarak hareket etmesi, insanca bir yaşamın gereğidir. Yüce Yaratan’ın mükerrem kıldığı insanoğlu, iman ile kemale ulaşır. Peygamberimiz (s.a.s), bu imanın bir sonucu olarak müminin “güvenilir insan” olduğunu söyler. Kutlu Nebi’nin tarifine göre mümin, gıybetle, arkadan çekiştirmekle, olur olmaz sözlerle dilini zehirli bir ok haline getirmez; zihnini su-i zanla kirletmez; ayıp ve kusurları ortaya dökmez; insanlarla alay etmez; kendisinin ve başkalarının saygınlığına gölge düşürecek davranışlar sergilemez. Kardeşlerim! Yüce dinimiz, müminler arasındaki kardeşliği bizlere eşsiz örneklerle takdim eder. Bu kardeşlik, bir bedenin ahenk içinde çalışan organları gibi yekvücut bir kardeşliktir. Bu kardeşlik, bir binanın birbirine kenetlenmiş yapı taşları gibi sapasağlam bir kardeşliktir. Bu kardeşlikte kardeşimizin canı bizim canımızdır, kardeşimizin onur ve haysiyeti bizim onur ve haysiyetimizdir; onun yokluğu yokluğumuz, varlığı varlığımızdır. Bu kardeşlikte kardeşin canı, malı, izzet ve şerefi saygındır, dokunulmazdır. Kardeşimiz, nazargâh-ı ilâhi olan bir gönle sahiptir. Ve bu gönül, en ufak bir îma ile dahi incitilmeyecek kadar değerlidir. Kardeşlerim! Günlük hayatımızda zihinlerimiz türlü haberlerle yorgun düşmektedir. Kulaklarımız, arzu edilen edilmeyen nice sözler işitmektedir. Kimi zaman dillerimizden, farkında olmadan yerli yersiz ifadeler dökülebilmektedir. Ancak, Peygamberimiz (s.a.s), her duyduğunu söylemesinin kişiye günah olarak 3 yeteceğini; insanların, düşünmeksizin ağızlarından çıkan sözler sebebiyle cehenneme 4 sürüklenebileceklerini bildirmiştir. Allah Resûlü (s.a.s), konuşurken çok titiz davranmış ve hiç kimse hakkında isim zikrederek kötü söz söylememiştir. Bunun yerine, insanların olumsuz davranışlarını gördüğü zaman onları düzeltmek için, “İnsanlara ne oluyor da şöyle şöyle yapıyorlar?” gibi genel ifadeler kullanmıştır. Efendimiz (s.a.s), gıybet, dedikodu, su-i zan, laf taşıma, özel halleri araştırma gibi mümine yakışmayan durumlardan uzak durmayı, “Ya hayır söylemeyi ya da susmayı” emretmiştir. Aziz Müminler! Yüce Rabbimiz, “Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.”5 buyurmaktadır. Bu âyet bizlere sorumluluğumuzu, her bir işimizin, sözümüzün, bir gün hesabının sorulacağını hatırlatmaktadır. Bu gerçeğe rağmen günümüzde birtakım asılsız haberler yüzünden haysiyetler zedelenebilmekte, aileler dağılabilmekte, kardeşlik ve dostluklar zarar görebilmektedir. Unutulmamalıdır ki, doğruluğunu araştırma gereği duymadan bu tür haberlerin peşine düşenler de en az bunları çıkarıp yayanlar kadar sorumludur. Kardeşlerim! Gıybet, yalan, iftira ve kötü zan gibi ahlaki zaaflar, insanlar arasındaki güven, sevgi ve saygıyı yok eder; kin, nefret, düşmanlık gibi İslam’ın ruhuyla asla bağdaşmayan durumlara neden olur. Unutmayalım ki, her şeyin en ince ölçüyle tartılacağı, hiçbir pişmanlığın fayda vermeyeceği o büyük günde her sözümüzden ve zannımızdan sorgulanacağız. Yine unutmayalım ki; o gün ebedi nimetlere kavuşacak olanlar, zihnine, gönlüne, diline, eline, hâsılı bütün bedenine sahip çıkan ve hayata mümince bakanlardır. Hucurât, 49/12. Buhârî, Edeb, 57. 3 Ebu Davud, Edeb, 80. 4 Müslim, Birr ve Sıla, 105. 5 İsrâ, 17/36. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 23.10.2015 bulunduran ve ehl-i beyt sevgisini yüreklerinde her daim yaşatan aziz milletimizin tüm fertleri bu acıyı yüreklerinin ta derinliklerinde hissetmektedir. Kardeşlerim! Bugün Kerbelâ’nın acısını hissetmek elbette önemlidir. Bugün Kerbelâ’nın hüznünü yaşamak elbette muhteremdir. Bugün Kerbelâ’nın elemiyle elemlenmek, kederiyle kederlenmek elbette muteberdir. Bugün Kerbelâ şehitleri için gözyaşı dökmek elbette takdire şayandır. Ancak sadece hüzün, sadece keder, sadece gözyaşı yeterli değildir. KERBELÂ’YI DOĞRU ANLAMAK Aziz Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Size iki ağır emanet bırakıyorum. Birincisi, içinde hidayet ve nur olan Allah’ın Kitabıdır. Allah’ın Kitabına sımsıkı sarılın! İkincisi, ehl-i beytimdir. Ehl-i beytime sahip çıkın! Onlar hakkında size Allah’ı hatırlatıyorum…”2 Kardeşlerim! Bugün 10 Muharrem Cuma. Aşure günü. Muharrem ayı, hicri yılın ilk ayı. Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in “Allah’ın ayı”, “hürmete şayan” olarak nitelendirdiği ay. Ramazan orucundan sonra en faziletli orucun kendi içinde bulunduğunu bildirdiği ay. Muharrem ayı aynı zamanda topyekûn bütün Müslümanları derin bir acıya gark eden Kerbelâ hadisesinin yaşandığı aydır. Zira Hicri 10 Muharrem 61 tarihi, Hz. Hüseyin Efendimizin ve çoğu ehl-i beyt-i Mustafa’dan olan 70 kişinin Kerbelâ çölünde hunharca katledilerek şehadet şerbetini içtikleri tarihtir. Hz. Hüseyin ki, Peygamberimiz (s.a.s)’in, “Benim dünyadaki çiçeğim, reyhanım”3 dediği, “cennet gençlerinin efendisi”4 olarak tavsif ettiği, Hz. Aliyyü’lMurtaza’nın, Hz. Fatımatu’z-Zehra’nın yavrusu, ciğerparesidir. Bu vesileyle şehadetinin 1337. yılını idrak ettiğimiz şehitlerin serdarı, serçeşmesi, seyyidü’şşüheda Hz. Hüseyin Efendimiz başta olmak üzere Kerbelâ şehitlerini ve bugüne kadar hak, hakikat, adalet, ahlâk, erdem ve fazilet için; din, iman, vatan ve millet için can veren bütün şühedayı rahmet, minnet, şükran, saygı ve tazim ile yâd ediyorum. Allah bütün şehitlerimize gani gani rahmet eylesin! Kardeşlerim! Dünyanın neresinde olursak olalım, mezhebimiz, meşrebimiz, kültürümüz, coğrafyamız, dünya görüşümüz ne olursa olsun, Kerbelâ, İslâm ümmeti olarak hepimizin ortak acısıdır, ortak hüznüdür, ortak kederidir. Hele hele neredeyse her evde bir Hasan, bir Hüseyin, bir Ali, bir Fatıma, bir Cafer, bir Zeynelabidin Bugün bize düşen Kerbelâ’yı doğru okumak ve doğru anlamaktır. Kerbelâ’yı anlamak, Kerbelâ’dan ayrılık-gayrılık değil; birlik-beraberlik çıkarmaktır. Kerbelâ’dan kin, nefret ve öfke değil; sevgi, muhabbet ve hoşgörü devşirmektir. Kerbelâ’yı anlamak, Hz. Hüseyin gibi davranmaktır; Hüseyince yaşamaktır. Onun zulüm ve haksızlık karşısındaki duruşunu evrenselleştirmektir. Kerbelâ’yı anlamak, yeni Kerbelâlar yaşanmaması için bu acı hadiseden dersler ve ibretler çıkarmaktır. Kardeşlerim! Her şeyden önce bu elim hadise, zalim ve zorbaların, heva, heves ve hırsları uğruna, dünyalık çıkar ve menfaatleri için iman, ahlak, fazilet ve insanlıktan nasıl uzaklaşabildiklerini göstermektedir. Ne yazık ki bugün de İslâm dünyasında hala Kerbelâ’yı doğru anlamayanlar, ısrarla Kerbelâ’nın kerb-u belasını günümüze taşıyanlar var. Ne yazık ki bugün de Kerbelâ şehitlerine bu zulmü reva gören zalimler gibi düşünen, davranan ve yaşayanlar var. Ne yazık ki bugün de İslâm coğrafyasının her tarafında çıkar ve menfaatleri için Müslüman kanı akıtanlar var. Kardeşlerim! Kerbelâ’yı anlamak, hakkın yanında, hakikatin yolunda olmak demektir. Kerbelâ’yı anlamak, adalet, merhamet, ahlâk, erdem ve fazilete sevdalı olmak demektir. Kerbelâ’yı anlamak, fitne zamanlarında basiret ve ferasetle hakikati görmek demektir. Kerbelâ’yı anlamak, Hz. Hüseyin gibi zulme, zalime ve haksızlığa karşı çıkmak demektir. Kerbelâ’yı anlamak, Hz. Hüseyin ve arkadaşlarının, uğruna canlarını verdikleri yolun Muhammed Mustafa (s.a.s)’nın yolu, Kur’an’ın yolu olduğunu bilmek demektir. Kardeşlerim! Hutbeme, Hz. Hüseyin Efendimizin yaptığı bir dua ile son vermek istiyorum. Allah’ım! Bizi zalimlerden berî, müminlere velî eyle!” 1 Ahzab, 33/33. Müslim, Fadâilu's Sahâbe, 36. 3 Tirmizi, Menâkıb, 30. 4 İbn Mâce, Sunne, 11/4. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 27/03/2015 her türlü imkân ve nimetin, topluma ait mekânların, araç ve gereçlerin, çevre ve tabii kaynakların adalet, hakkaniyet ve liyakat çerçevesinde kullanılması gerekir. Kardeşlerim! Dinî-ahlâkî değerlere duyarsızlaşıldığında, ahiretteki hesap unutulduğunda, helâl-haram sınırlarına dikkat edilmediğinde, hak kavramı önemini yitirdiğinde kamu imkânlarını suistimal edenler çoğalır. Böyle bir toplumda ise, ne kamu hizmeti lâyıkıyla gerçekleşir ne de insanlar birbirlerine güvenir. Güvenin kalmadığı yerde de huzurlu bir hayattan söz edilemez. KUL VE KAMU HAKKI Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Hiçbir peygamber, emanete hıyanet etmez. Kim emanete yani kamu malına hıyanet ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin günahı boynuna asılı olarak gelir. Sonra da hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) ashabına, “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sorar. Onlar da, “Müflis, parası ve malı olmayan kimsedir.” şeklinde cevap verirler. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurur: “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekât gibi ibadetlerini yerine getirmiş olarak Allah’ın huzuruna çıkar. Bununla beraber kimine sövmüş, kimine iftira etmiş, kiminin malını yemiş, kiminin kanını dökmüş ve kimini de dövmüştür. Bu durum karşısında onun iyiliklerinden elde ettiği sevaplar, kendisinden alınarak hak sahiplerine dağıtılır. İbadetleri ve iyilikleri, ihlal ettiği kul haklarını ödemeye yetmezse, hak sahiplerinin günahlarından alınıp kendisinin günahlarına eklenir. Böylece sevapları gitmiş, günahları artmış, neticede iflas etmiş olarak cehenneme atılır.”2 Değerli Müminler! Dinimiz İslâm’ın mesajlarının, emir ve yasaklarının hâsılı tüm esaslarının merkezinde hep hak kavramı vardır. Bu itibarla Rabbimiz, kendimiz, diğer insanlar, yaşadığımız çevre ve tabiatla olan her bir münasebetimiz hak kavramı ile yakından ilgilidir. Hak, hem sorumluluklarımızı hem de korumamız, gözetmemiz gereken maddî ve manevî imkânları ifade eder. Hak, bir yönüyle Allah hakkına bir yönüyle de kul hakkına taalluk eder. Kardeşlerim! İslâm’da, kamu hakkı Allah hakkı kapsamında değerlendirilmiştir. Kamu yarar ve düzeninin gerçekleşmesi, toplumun huzurlu ve güvenli bir hayata sahip olması bu haklara riayete bağlıdır. Kamuya ait Oysa kamu malı emanettir. Bu emanete ihanet etmek, kişiyi hem dünyada hem de ahirette ağır bir vebal altına sokar. Rahmet elçisi (s.a.s), bu ağır vebale karşı insanları şöyle uyarır: “Kimse hakkı olmayan bir karış yeri bile almasın! Alırsa Allah, kıyamet gününde yedi kat yeri onun boynuna dolar.”3, “Sizden kimi bir işte görevlendirirsek ve o da bizden iğne miktarı ya da daha büyük bir şeyi gizlerse bu bir ihanet olur ve kıyamet günü onu (kendi elleriyle) getirir.”4 Kardeşlerim! Kamuya ait mallarda, bütün toplum fertlerinin eşit hakkı vardır. Dinimiz, başkalarının hakkını “kul hakkı”; kul haklarının gasp edilmesini ise emanete ihanet olarak değerlendirmiştir. Peygamberimiz (s.a.s), bu konuda şöyle buyurur: “Kimi bir işte görevlendirip yaptığı işin karşılığı bir ücret verdiysek, onun bu ücret dışında alacağı her şey emanete hıyanettir.”5 Aziz Müminler! Her şeyin ayan beyan ortaya çıkacağı ahirette, hüsrana uğrayanlardan olmamak, cehenneme düşmemek için haramlara bulaşmadan, ömrümüzü helal dairede sürdürmeye özen gösterelim. Kamu mallarını, birer emanet olarak kabul edelim. İhlal edilen her kamu hakkının, zayi edilen her kamu malının, birer kul hakkı ihtiva ettiğini asla unutmayalım. Ve yine unutmayalım ki ahirette milyonlarca insanla helalleşme imkânı olmayacaktır. Hutbemi Efendimizin bu meyandaki bir hadisiyle bitirmek istiyorum: “Hiç kimse Allah’ın kendisine takdir ettiği rızkı -geç de olsa- elde etmeden ölmeyecektir. Öyleyse Allah’tan (hakkıyla) sakının ve rızkınızı güzel yoldan isteyin. Helâl olanı alın, haramdan kaçının!”6 Âl-i İmrân, 3/161. Müslim, Birr ve sıla, 59. 3 Müslim, Müsâkât, 141. 4 Müslim, İmâre, 30. 5 Ebû Dâvûd, Harâc, fey’ ve imâre, 9-10. 6 İbn Mâce, Ticâret, 2. 1 2 Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı İLİ TARİH : GENEL : 07.08.2015 KULLUĞUN ÖZÜ: İHSAN Kıymetli Kardeşlerim! Bir gün Resûlullah (s.a.s) Efendimiz, ashabıyla sohbet ederken kimsenin tanımadığı bir şahıs çıkageldi; Allah Resulü’nün yanına oturdu ve “Bana İslâm’dan bahset!” dedi. Resûlullah (s.a.s) şöyle cevap verdi: “İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığını ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğunu kabul etmen; namazı kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve eğer gücün yetiyorsa hac görevini yerine getirmendir.” Bu cevap üzerine, “Bana imanı anlat.” dedi sahabenin şaşkın bakışlarla takip ettiği sesin sahibi. Peygamberimiz (s.a.s), “İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve kadere inanmandır.” buyurdu. O zat, bu sefer “Bana ihsanı anlat.” dedi. Efendimiz de, “İhsan, Allah’ı görüyormuşçasına kulluk etmendir. Çünk ü sen O’nu görmesen de O seni görmektedir.” karşılığını verdi. Allah Resûlü (s.a.s), bir müddet sonra oradan ayrılıp giden bu şahsın Cebrail (a.s) olduğunu bildirdi.1 Aziz Müminler! Allah’ın ayetlerini Peygamberimize ulaştıran vahiy meleği Cebrail (a.s), bu defa insan suretinde gelmişti Kutlu Nebî’ye. Ona İslam, iman ve ihsan hakkında sorular sormuştu. Aslında bunlar, kulluğun özünü ve kapsamını teşkil eden sorulardı. Efendimiz, bu sorulara verdiği cevaplarla iman olmadan İslam olmayacağını, ihsansız İslam’ın ise gerçek kulluğu yansıtmayacağını haber veriyordu bizlere. İnancın sadece bir söz, bir amel değil aynı zamanda ihlas ve samimiyetle bezenmiş bir niyet olduğunu ifade ediyordu Rahmet Peygamberi. Kardeşlerim! Kendimize, Rabbimize ve birbirimize karşı samimiyetin adı olan ihsan, imanımız ve ibadetlerimizin ruhudur, bir otokontroldür. Kendimize karşı ihsanımız, insan olarak izzet ve haysiyetimizin farkında olmak, elimizdeki nimetlerin değerini bilmektir. İhsan şuuru, imtihan için bahşedilen bedenimizi, en önemli servetimiz olan sağlığımızı, şu kısacık ömrümüzü beyhude tüketmemeyi öğretir. Rabbimize karşı ihsan, “Biz, insana şah damarından daha yakınız.” 2 buyuran Yüce Mevlamızın bize bizden daha yakın olduğunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamaktır. “Her nerede olursanız olun Allah sizinledir. Her ne yaparsanız Allah onu görendir.” 3 ayetinde ifade edildiği gibi Rabbimizin, yapıp ettiklerimizden haberdar olduğunu bilmektir. Bu murakabe bilinci her daim bize güç katar, güven aşılar. Biliriz ki, İbrahim (a.s) gibi ateşe atılsak, bizi o ateşten kurtaracak bir sahibimiz vardır. Yusuf (a.s) gibi kör kuyuda mahsur kalsak, bizi o kuyudan çıkaracak bir görenimiz vardır. Yunus (a.s) gibi karanlıklara terk edilsek, bizi bize terk etmeyen, yakarışlarımıza icabet eden bir Rabbimiz vardır. Yeter ki, bizler kulluk yolunda samimiyetten ve gayretten kendimizi mahrum bırakmayalım. Kıymetli Kardeşlerim! Birbirimize karşı ihsan, müminler topluluğu olarak gönlümüzü ve zihnimizi birbirimize açmaktır. Kardeşlerimize karşı dargınlık ve kırgınlığı, husumet ve adaveti, kin ve nefreti yüreğimizde barındırmamaktır. “Sakın incitme bir canı, yıkarsın arş-ı Rahman’ı” inceliğidir ihsan; güneş gibi şefkate, toprak gibi tevâzuya, su gibi cömertliğe bürünmektir. Anne ve babamıza, eşimiz ve evladımıza, kardeşimiz ve arkadaşımıza, komşularımız ve yakınlarımıza merhamet, muhabbet ve meveddettir ihsan; bu dünyayı birbirimizin cenneti kılma, birbirimize ebedi cenneti kazandırma çabasıdır. Evimizde, işimizde, ticaretimizde doğruluk ve dürüstlük erdeminin özlü bir adıdır ihsan; dünyadan ahirete uzanan meşakkatli yolun sonunda hep birlikte kurtuluşa erebilme gayretidir. Kardeşlerim! Kerim Kitabımız, pek çok ayetinde Rabbimizin murakabesi altında olduğumuzu vurgular. Her halimize şahit olan Allah’a bilinçli bir şekilde kulluk etmemizi ister. Her an bizimle birlikte olan Kirâmen Kâtibin meleklerinden haber verir. Bu melekler, dilimizden dökülen her sözü, elimizden sadır olan her işi, gözümüzden uzanan her bakışı, ayaklarımızın attığı her adımı kaydetmektedir. Bir gün gelecek, amellerin kaydedildiği bu defter bize teslim edilip okutulacaktır. İbadetimiz ve Rabbimizin razı olacağı amellerimiz yazılıysa defterimiz bizim için neşe, sevinç ve huzura açılacaktır. Defteri, günah ve isyanlarla dolu olanların ise onu okudukça yüzlerini karanlık, içlerini nedamet ve hüsran kaplayacaktır. Kardeşlerim! Ne mutlu, bu dünyada “Yapıp ettiklerim, ibadetlerim, yaşamım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir.” 4 diyerek yaşayanlara! Ne mutlu Allah’ın gözetiminde olduğu bilinciyle yaşayıp Cemalullah’a kavuşacaklara! Ne mutlu Rabbimizin şu kutsi hadisteki müjdesine mazhar olanlara: “… Beni andığı müddetçe ben kulumla beraberim. O beni kendi başına anarsa, ben de onu kendim anarım. O beni bir topluluk içinde anarsa, ben onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım… Kulum bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim!” 5 1 Buhârî, İmân, 37. Kâf, 50/16. 3 Hadîd, 57/4. 4 En’âm, 6/162. 5 Buhârî, Tevhîd, 15. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İL : GENEL TARİH : 12.06.2015 KUR’AN AYINDA KUR’AN’LA BULUŞALIM! Aziz Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifa ve inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet (olan Kur'an) geldi. ”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz Allah, Kur’an ile bazı toplulukları yüceltir, bazılarını da alçaltır.”2 Kardeşlerim! Rabbimize sonsuz şükürler olsun ki, bizlere bir kez daha rahmet deryasından yudumlama fırsatını lütfetti. Bizi yine türlü hikmet ve nimetlerle dolu, bağışlanma ayı Ramazan’ın eşiğine getirdi. Önümüzdeki Çarşamba akşamı ilk teravih namazını kılacak ilk sahurun huzurunu yaşayacağız. Perşembe günü ilk orucumuzu tutacak ve ilk iftarımızı yapacağız. Aziz Müminler! Ramazan bize her yıl, derin ve hikmet yüklü mesajlarıyla gelir. Bu kutlu ay, her yönüyle varoluşumuzun ve hayatımızın gayesini, geleceğimize dair düşüncelerimizi, kısacası kulluğumuzu yeniden hatırlatır bizlere. Ramazan, sabrı, kendimizi hesaba çekmeyi, arzu ve isteklerimizi sınırlamayı öğretir. Zamanın kıymetini, sahip olduğumuz hayatın bir başlangıç ve bitişinin olduğunu belirtir. Ramazan, paylaşma ve dayanışmanın en güzel örneklerinin görüldüğü, kardeşlik, birlik ve beraberlik duygularının en yoğun hissedildiği zaman dilimidir. Kardeşlerim! Ramazanın müminlere en büyük hediyesi hayatı anlamlı kılan, güne ve yarına dair umutları diri tutmayı sağlayan Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an, müminin varlığını ve yokluğunu, hüznünü ve mutluluğunu ibadete dönüştüren kulluk kitabıdır. Kur’an, insanı küfür, şirk ve nifak gibi her türlü esaretten özgürlüğe taşımıştır. İnsana Rabbini, kendisini ve çevresini tanıtmıştır. Kur’an, insanı yüceltmek için gelmiştir. Allah nice millet ve toplumları Kerim Kitap’la aziz kılmıştır. Nice millet ve toplumlar da yaşam süreçlerinden Kelamullah’ı tecrit ettikleri için alçalmış ve zelil olmuşlardır. Aziz Müminler! Gönlündeki Kur’an aşkıyla milletimiz, Kur’an’ı öğrenme, öğretme, okuma ve yaşamaya her daim büyük önem vermiştir. Geçmişten günümüze insanımız, Kur’an’ın şifa veren mesajlarıyla kalpleri buluşturmak için büyük bir çaba göstermiştir. “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.” 3 nebevi çağrısıyla Yüce Kitabımızın ufuklar açan anlam dünyasını özellikle çocuklar ve gençlere tanıtmak, her dem en başta gelen vazifelerden biri kabul edilmiştir. Bizler, “Allahım! Arkamızdan hayır duada bulunacak nesiller yetiştirebilmeyi nasip eyle! Evlatlarımızın kalbinden İslam’ın, Kur’an’ın sevgisini eksik etme!” diye dua ederiz. Çünkü ağzı hayır dualı nesiller bizim günümüzdür, istikbalimizdir, dünyamızdır, ukbamızdır. Yavrularını iman, ahlak, erdem, doğruluk, dürüstlük gibi meziyetlerle tezyin etmek, arkalarından fatiha okuyacak nesiller yetiştirmek her mümin anne-babanın evladına karşı en önemli sorumluluğudur. Kardeşlerim! Geleceği görmek için gözün nura ihtiyacı vardır. Gözlerimizin nuru, kalplerimizin süruru olan çocuklarımıza en güzel eğitimi ve terbiyeyi vermemiz, Allah’ı, Kur’an’ı, peygamberi, ahireti doğru bir şekilde anlatmamız gerekir. Onların güzel yüreklerinde zaten var olan sevgi, saygı, adalet, merhamet, paylaşma gibi insani erdemleri daha da perçinlememiz gerekir. Unutmayalım ki, iyi yetişmiş bireyler, sadece bir toplum için değil, insanlık için en önemli zenginliktir. Çocuklarımızı iyi birer insan olarak yetiştirmezsek toplum olarak geleceğimizi göremeyiz. Kardeşlerim! Evlatlarımızın, Kerim Kitabımız Kur’an ile, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in örnek hayatı ile, cami, mihrap ve minber ile, ibadetlerle tanışıp buluşacakları çok güzel bir fırsat mevsimi başlıyor… Yaz Kur’an kurslarımız, “Kur’an Ayında Kur’an’la Buluşalım” çağrısıyla 22 Haziran’da başlayacak. Camilerimiz göz aydınlığı çocuklarımızla şenlenecek. Bu yıl da milyonları aşan evladımız, Allah’ın evleri camilerimizde Kerim Kitabımızı tanıyacak ve öğrenecek. Camilerimiz, yavrularımızın varlığıyla daha da bir anlam kazanacak. Kardeşlerim! Gelin, anne-babalar olarak yavrularımızı Kur’an ziyafetiyle buluşturalım. Zihin ve gönül dünyalarında Kur’an’a dair güzel hatıralar, hoş esintiler bırakalım. Onları her iki dünyada hayır ve güzelliklere götürecek kapıların ardına kadar açılmasına vesile olalım. Hutbemi Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’de bizlere öğrettiği bir dua ile bitirmek istiyorum: “Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah'a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle!”4 1 Yûnus, 10/57. Mülim, Müsafirun, 269. 3 Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân, 21 4 Furkân, 25/74. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 24.09.2015 KURBAN BAYRAMI Aziz Müminler! Rabbimizin rızasını umarak O’nun evine koşan, bu bayramın huzur ve sevincine kavuşan Aziz Kardeşlerim! Sabahınız hayrolsun. Bayramınız mübarek olsun. Bizleri bu bayrama eriştiren Âlemlerin Rabbine sonsuz hamd-ü senalar olsun. Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz, Efendimiz (s.a.s)’e hitaben şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz biz sana bitmez tükenmez nimetler verdik. Öyleyse sen rabbin için namaz kıl ve kurban kes! Asıl soyu İLİ : GENEL TARİH : 18/09/2015 olabilmektir. Kurbanlarımızla bir taraftan Rabbimize yakınlaşırken bir taraftan da kardeşlerimizle aramıza köprüler kurabilmektir asıl olan. İşte böylesi ulvi gayelere matuf kurbanlarımız, beden ülkesine hapsedilmiş ruhlarımızı yüceltir; onları geldiği yüce kaynağa, yani Rabbimize yakınlaştırır. Bu yakınlaşma, insanlığımızı daha da derinleştirir, merhamet duygularımızı harekete geçirir ve sırat-ı müstakim üzerinde sebat etmemize vesile olur. KURBANLARIMIZ KARDEŞLİK İÇİN! Aziz Müminler! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: ‘Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de Âlemlerin Rabbi Allah içindir.’ ”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Âdemoğlu kurban bayramı günlerinde Allah katında kurbandan daha sevimli bir amel işlemiş olmaz...”2 Kıymetli Kardeşlerim! Bizleri bir kurban bayramına daha yaklaştıran Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar olsun. O’nun izni ve lütfuyla önümüzdeki Perşembe günü hep birlikte yeni bir bayramı idrak edeceğiz. Kurbanlarımızla Rabbimize teslimiyet ve sadakatimizi, yapacağımız paylaşımlarla kardeşliğimizi, bir ve beraber olduğumuzu, yekvücut olduğumuzu bir kez daha göstereceğiz. Kardeşlerim! Kurban, sadece belirli şartları taşıyan hayvanın kesilmesinden ibaret değildir. Kurban, tarihin derinliklerinden gelen ve bizlere nice manaları haykıran bir ibadettir. Kurban, insanlığın kendisiyle Adem’in evlatlarında ihlas, İbrahim’de sadakat, İsmail’de teslimiyet sınavına tabi tutulduğu hikmetli bir ibadettir. Müminin, mal-mülkten, makam ve mevkiden, bir anlamda her türlü esaretten uzaklaşarak Rabbine yakınlaşmasının adıdır kurban. Kurban, Rabbin rızası için nefsin her türlü heva ve hevesini, gayr-ı meşru isteklerini terk ederek Yüce Mevla’ya İsmail misali kurban oluştur. Kardeşlerim! Kurbanla bizden asıl istenen, elimizle birlikte gönlümüzü birbirimize açmak, sevgimizi ve varlığımızı paylaşmaktır. Kurban, bir tezekkürdür, tefekkürdür, hatırlamadır. Kurban, muhtaç kimsenin hanesine muhabbet ve sevinç taşıyabilmektir; renk, dil ve coğrafya ayrımı gözetmeksizin müminler topluluğuna kardeşlik esintisi götürebilmektir. Darlık, yokluk ve açlık içerisinde yaşayan, hiç görmediğimiz, tanımadığımız kardeşlerimizin dertleriyle dertlenebilmek ve onlara bir umut ışığı Kıymetli Kardeşlerim! Kurban ibadetinde dikkat edilmesi gereken hususlar vardır. Büyükbaş hayvanlar yedi kişiye kadar ortaklaşa, küçükbaş hayvanlar ise bir kişi tarafından kurban edilebilmektedir. İlke olarak kurban için küçükbaş hayvanlar bir, büyükbaş hayvanlar ise iki yaşını doldurmuş olmalıdır. Sağlıklı olmayan, hasta, topal, tek gözü kör, zayıf ve cılız olan hayvanlar kurban edilmemelidir. Ayrıca kurbanlık hayvana şefkatli davranılmalı, ona eza vermekten sakınılmalıdır. Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, hiçbir kimseyi taşıyamayacağı bir sorumlulukla yükümlü kılmaz. Bu itibarla, yeterli şartları taşımayanların kurban kesmeleri, üzerlerine bir yükümlülük değildir. Unutulmamalıdır ki, imkansızlıktan dolayı kurban kesemeyenlerin taşımış olduğu samimi niyetler, Allah katında ayrı bir değer ifade etmektedir. Kardeşlerim! Diyanet İşleri Başkanlığımız ile Diyanet Vakfımızın, milletimizin emaneti olarak aldığı vekalet kurbanları yedi kıtada fakirlere, yetimlere, mazlumlara, mağdurlara, aç ve yoksullara taşımak, onların dualarını, tebessümlerini, sevinçlerini alıp tekrar milletimize ulaştırmak gibi bir görevi bulunmaktadır. Bu bayramda da yurt dışında 104 ülke ve 472 bölgede, yurt içinde ise 182 farklı merkezde “Vekâlet Yoluyla Kurban Kesim Organizasyonu” gerçekleştirilecektir. Kurban bağışları, 23 Eylül tarihine kadar devam edecektir. Gerekli şartları taşıyan kardeşlerimizin, ülkemizdeki muhtaç kardeşlerimiz başta olmak üzere Filistin’e Arakan’a, Somali’ye, Kosova’ya bir kurban bayramı hediyesi göndermesi, ayrı bir önem arz edecektir. Bu duygu ve düşüncelerle Rabbimizden hepimizi bayrama sağ salim eriştirmesini, kurbanlarımızı kabul buyurmasını niyaz ediyorum. 1 2 En’âm, 6/162. Tirmizî, Edâhî, 1. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 20.11.2015 KÜRESEL TERÖRÜN HEDEF ALDIĞI DİN: İSLAM Aziz Müminler! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah’a giden yolu kapatanlar, onu eğri ve çelişkili göstermek isteyenler var ya, işte onlar derin bir sapıklık içindedirler.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların güvende oldukları kişidir. Mümin ise canları ve malları hususunda insanların kendisinden emin oldukları kişidir.”2 Değerli Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, Peygamberimiz Muhammed Mustafâ (s.a.s) aracılığıyla İslâm mesajını bütün insanlığa tebliğ etti. Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmek, O’na hiçbir konuda ortak koşmamak ve sadece O’na kullukta bulunmak, bu ilahi mesajın temelini teşkil ediyordu. Bu mesaj, değerler manzumesi olarak öldürmeyi değil yaşatmayı, zulmetmeyi değil hakkı gözetmeyi, batıla değil hakikate tabi olmayı, hayâsızlığı değil iffeti kuşanmayı ve erdemli duruşu takdim ediyordu. Bu mesaj, cehaleti değil bilgi ve hikmeti öğütlüyordu. Bu mesaj, savaşı değil barışı, terör ve vahşeti değil vicdan ve merhameti, fitne ve fesadı değil sulh ve salahı öğretiyordu. Bu mesaj, vurdumduymazlığı değil sorumluluğu, bencilliği değil paylaşmayı, bölüp parçalamayı değil birleştirmeyi esas alıyordu. Kardeşlerim! İslam, hayatın her kesitine vicdan ve merhameti bir ilke, bir prensip olarak yerleştirdi. En zor zamanlarda dahi zulme, şiddete ve haksızlığa asla müsaade etmedi. Meşru müdafaa sadedinde değerlendirilen savaşın bile bir hukuku, bir ahlakı olduğunu asırlar öncesinden insanlığa haykırdı. Kadına, çocuğa, yaşlıya, tabiata dokunulmasını, zarar verilmesini kesin olarak yasakladı. Bu insaf ve merhamet çağrısı kısa sürede tüm coğrafyalarda yankı buldu. Müslümanlar, âleme silah, şiddet ve vahşet değil; sevgi, merhamet, şefkat, adalet ve hakikat medeniyeti taşıdı. Ancak zamanla kimi cahil müntesipler, dinin özünden, ruhundan, hayat veren değerlerinden uzaklaştı ya da türlü hile ve desiselerle uzaklaştırıldı. İnsanı yaşatmak ve ona varlık gayesini anlatmak üzere gelen bir din, nice süfli emellere alet edildi. İslam, bütün hakikatleri insanlığa bildirmişken kimileri, hakikatin sadece kendi ellerinde olduğunu iddia eder hale geldi. Kardeşlerim! Yüce Dinimiz İslam, bugün çok daha büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır. Zira İslam’la, Müslümanlıkla ilgisi olmayan cinayet şebekelerinin işlediği cürüm, saldırı, vahşet ve katliamlar ne yazık ki İslam’la birlikte anılır olmuştur. Modern zamanların tüm insafsızlığı, vicdansızlığı, adaletsizliği İslam’a ve masum Müslümanlara mal edilmeye çalışılmaktadır. İslam, vicdanı ve insafı kirlenmiş, yüreği tükenmiş insanlarca terör ve vahşetle birlikte zikredilerek olumsuz bir İslam imajı ve algısı üretilmektedir. Dinimiz, itibarsızlaştırılmaya, İslâm’la ilgili, insanların kalplerinde bir endişe ve korku oluşturulmaya çalışılmaktadır. Kardeşlerim! İnsanlığa rahmet olarak gelen bir dinin, bir kitabın, bir peygamberin ve o dine mensup olan insanların bu tür terör olayları üzerinden itibarsızlaştırılması, en az işlenen bütün bu vahşetler kadar ağırdır. Yeryüzündeki en büyük cinayet, ahlak ve hukuk tanımayan katliamlara cihat adı verilmesidir. İslam dininde, hayat rehberimiz olan Kur’an-ı Kerim’de böyle bir anlayış yoktur. Dinimizin cihat anlayışı, öldürmek değil, yaşatmaktır. Harap etmek değil, mamur eylemektir. Gönüllere kin, nefret, intikam tohumları değil, sevgi, şefkat, merhamet tohumları ekmektir. Yeryüzüne şiddet, terör ve vahşet üzerinden korku değil, hak ve hakikat yoluyla barış, güven, huzur ve adaleti yaymaktır. Kardeşlerim! Bugün din adına masum insanları, kadınları, yaşlıları, çocukları acımadan öldürenler aslında bütün insanlığı katletmektedir. Ne hazindir ki, İslam’ın yüksek şiarı olan tekbir, bu vicdansızlıklara alet edilmektedir. Aslında Ankara’da Paris’te, Beyrut’ta, Bağdat’ta, Nijerya’da, hâsılı dünyanın dört bir yanında öldürülen sadece masum insanlar değil, âlemlere rahmet olarak gönderilen İslam’ın yüce değerleridir. İnsanlığını yitirmiş, gözü dönmüşlerin yaptıkları yüzünden tahkir edilen, Kerim Kitabullah’tır. İtibarsızlaştırılan, Merhamet ve Şefkat Peygamberi Habibullah Muhammed Mustafa’dır. Ötekileştirilenler, dışlananlar, teslimiyetle bu kitaba, bu peygambere gönül veren sadık ve masum Müslümanlardır. Kardeşlerim! Bugün, din kisvesine bürünmüş cinayet şebekeleri, geçmişten günümüze birikmiş öfkeleri, incinmiş onurları, bastırılmış duyguları, yıkılmış hayalleri istismar etmektedir. Onlar bugün, tarihte acı hikâyeleriyle hatırladığımız, ortalığı yakıp yıkan, topyekûn medeniyetimizi tahrip eden Moğollarla aynı yöntemi kullanmaktadırlar. Vicdan ve insaf medeniyetine kast eden Haçlılarla aynı yolu yürümektedirler. Bu coğrafyanın masum insanlarını ölümlerden ölüm beğenmeye mecbur edenler, aslında tüm insani değerlere kastetmektedirler. Ancak bizler biliyoruz ki, dillerinden tekbir düşmese de, alınları secdeden kalkmasa da insanlık dışı katliamların faillerinin İslam’la uzaktan yakından asla ilgisi yoktur. Zira insana ve insanlığa yönelik bu tür vahşeti gerçekleştirenlerin, onları yönlendirenlerin ne Allah’a saygıları, ne de herhangi bir dine mensubiyetleri söz konusu olabilir. Kardeşlerim! Öyleyse geliniz dünyada huzura, ahirette kurtuluşa erebilmek için İslâm’ın rahmet yüklü mesajlarına yeniden sımsıkı sarılalım. Çocuklarımıza ve gençlerimize sahip çıkalım. Onlara inanç ve değerlerimizi doğru öğretelim. Sahih dini bilgiye ulaşma ve sahip çıkma çabasını hiç elden bırakmayalım. Sunulan her dini bilgiyi araştırma ve incelemeden kabul etmeyelim. İslâm’ın rahmet iklimini en güzel şekilde temsil etmek için gayret gösterelim. Hutbemizi şu dua ile bitirmek istiyorum: “Rabbimiz! İlmimizi, anlayışımızı artır ve bizi salih kullarından eyle!” 1 2 İbrahim, 14/3. Tirmizî, İmân, 12. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 24/04/2015 MANEVİ COŞKUNUN ZİRVESİ: ÜÇ AYLAR Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Allah’ım! Recep ve Şaban ayını bizim için mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.”2 Aziz Müminler! Bizleri, rahmet, bereket, mağfiret mevsimi üç aylara yeniden ulaştıran Yüce Rabbimize sonsuz hamdü senalar olsun. Geçtiğimiz Pazartesi günü Recep ayına girdik. Dün gece RegâibKandili’ni hep birlikte samimiyetle, yakarışla ve en ulvi hislerle idrak ettik. Rabbimize olan rağbetimizi bir kez daha tazeledik. O’na verdiğimiz kulluk sözümüze olan sadakatimizi yeniledik. Dualarımızı, en içten bağışlanma dileklerimizi yalnızca O’na arz ettik. Kıymetli Kardeşlerim! Müminler olarak her yıl Recep ayı geldiğinde tarifsiz bir heyecan sarar bizleri. Üç ayların başında yer alan RegaibKandili ile, adeta hayata yeni bir başlangıç yaparız. Bu kutlu gece, aynı zamanda her şeyin bir evveli bir de sonunun bulunduğunu hatırlatır bizlere. Şu fâni dünyada hayatın, her bir nimetin, imtihanın bir parçası olduğunu haber verir. Regaib gecesi, dünyaya dair arzularımızı,tutkularımızı gözden geçirmemiz gerektiğini, çabucak geçip giden bu hayatta asıl kazancın Rabbimize rağbetimiz olduğunu bildirir. Mirâcın yükselme, yücelme olduğu şuuru ile imanımızla, ahlakımızla, sadakatimizle, salih amellerimizle Rabbimiz nezdinde yücelmeye çalışırız. Bunun yanında gerçek yüceliğin yalnızca O’na ait olduğunu bir kez daha ikrar ederiz. Berat ile günah ve kirlerden temizlenerek, bizi ebedi nimetlere, sonsuz cennete götürecek beratimizi almak için çabalarız. Ve nihayet Kur’an ayı Ramazan’a kavuşmanın hazzını iliklerimize kadar doyasıya yaşarız. Rahmet, bağışlanma ve cehennemden kurtuluş ayı olan Ramazan’ı en güzel şekilde karşılayıp değerlendirmenin yollarını ararız. Bu kutlu anlarda varlığımızın, varoluşumuzun, kulluğumuzun hikmet ve amacını bir daha kavrarız. Paylaşma, infak, yetime, kimsesize, yoksula, muhtaca el uzatmakla huzur duyarız. Bizlere hayat yüklü mesajlar takdim eden Kerim Kitabımızın Efendimiz (s.a.s)’e vahyedildiği mübarek Kadir Gecesi’ne kavuşmanın mutluluğunu gönlümüzün derinliklerine kadar hissederiz. Bir ömre bedel olan bu bereketli gecede sevinç ve neşe ile dolarken, bize türlü hikmetler bahşeden oruca, Ramazan’a veda etmenin de burukluğunu tadarız. Ardından Yüce Mevlamızın bir ikramı olan ve “ben” in “biz” e dönüştüğü bayram ile birlik ve beraberliğimizi, kardeşliğimizi, ülfet ve muhabbetimizi ortaya koyarız. Kıymetli Kardeşlerim! Üzülerek ifade edelim ki, üç ayların başlangıcı şu günlerde dünyanın pek çok yeri, sıkıntı ve buhranlarla çalkalanmaktadır. Özellikle İslam dünyasında yaşanan şiddet ve çatışmalar, müminlerin manevi mevsime yine acı ve hüzünle girmesine neden olmaktadır. Diğer taraftan son zamanlarda sıkça yaşanan göçmen facialarına birkaç gün önce Akdeniz’de bir yenisi daha eklendi. Bu elim olayda, ülkelerindeki yokluk, yoksulluk, açlık ve sefaletten, insan onur ve haysiyetiyle bağdaşmayan uygulamalardan kaçan yüzlerce kişi umutlarıyla beraber suların derinliklerine gömüldü. İnsanca bir yaşam, aydınlık bir gelecek uğruna nice canlar karanlıklarda yok oldu. İnsanlık, kaybolan canlara hiç de bu kadar bigâne kalmamıştı. Bu olay, bizlere birlikte yaşama ahlakımızı, insana bakışımızı, sorumluluğumuzu bir kez daha sorgulamamız gerektiğini hatırlattı. Kaldı ki, Yüce Rabbimiz, yeryüzünü hepimize yetecek genişlikte yarattı. Birlikte yaşamamız için siyahıyla beyazıyla, zenginiyle fakiriyle bizi birbirimize emanet etti. Ancak kimileri, bu alemin sadece kendilerine ait olduğunu zannetti ve diğerine yaşam hakkı tanımadı. Sadece kendi hayatının kutsal, dokunulmaz olduğunu, birilerinin hayatının ise hiçbir değer ifade etmediğini düşündü. Rabbimiz, yer küreyi, bütün insanlığa kâfi gelecek miktarda rızıkla donattı. Ancak, kimileri ihtirasın, kazandıkça kazanmanın girdabına, şımarıklığına kapıldı. Rabbimizin, fıtratımızda var ettiği kanaat, paylaşma, yardımlaşma, dayanışma gibi hasletlerden uzaklaştı ve kendi dışındakileri yok sayarak onların rızkını gasp etti. Kardeşlerim! Dünyanın birçok yerinde var olan açlık, sefalet, şiddet, çatışma ve kaosun ortadan kaldırılması, dünya mazlumlarının ümitlerinin korunması, İslâm’ın rahmet, adalet ve hayat yüklü mesajlarının yeryüzünde hakim kılınmasına bağlıdır. Bu düşünceden hareketle öncelikle mümin gönüllerin merhamet eğitiminden geçmesi, sevgi, şefkat, hilm ve kardeşlikle buluşması, kalb-i selîm sahibi olması gerekmektedir. Unutmayalım ki bizler, bilgiye, imana, Kur’an’a, üsve-i hasene bir peygambere, köklü bir medeniyete, zengin bir birikime sahibiz. Geçmişte, İslam coğrafyasında birlik ve beraberliği, muhabbet ve meveddeti, kardeşlik ve dayanışmayı, dünyanın pek çok yerinde sulh ve sükûnu, merhamet ve adaleti sağlamış bir medeniyetin mensuplarıyız. Bugün de, İslâm’ın mesajlarını öncelikle gönüllerimize, hayat süreçlerimize ve nihayet asrın idrakine söyletmek, hakkı, hakikati, adaleti, ahlakı, fazilet ve erdemi yeniden tesis etmek hepimizin görevidir. Kardeşlerim! Gelin, kutlu zaman dilimleri olan üç ayları fırsat bilelim. Kalb-i selim dışında hiçbir şeyin fayda vermediği o gün gelmeden önce nefislerimizi hesaba çekelim. Herkesin büyük kalabalıklar içerisinde yalnızlığı yaşadığı bu dünyada adımlarımızı, sevgiye, dostluğa ve kardeşliğe doğru atalım. Başta ailelerimiz olmak üzere, mahallelerimizde, beldelerimizde ve ülkemizin her köşesinde muhabbetle birliğimizi ve dirliğimizi pekiştirelim. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizin mübarek üç aylarını tebrik ediyorum. Üç ayların rahmet, mağfiret ve bereket ikliminin, ülkemizden başlayarak dalga dalga tüm insanlığı kuşatmasını, onların hidayet, barış ve huzuruna vesile olmasını, bu mübarek gün, gece ve aylarda yapacağımız ibadet, dua ve yakarışların kabul olmasını Rabbimden niyaz ediyorum. 1 2 Haşr, 59/18. Ahmed b. Hanbel; Müsned, 1/259. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 16.10.2015 MERHAMET İKSİRİNİ YUDUMLAYABİLMEK Kardeşlerim! Bu hafta hicri takvime göre 1437 yılının ilk ayı olan Muharrem’i yaşamaya başladık. Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in ifadesiyle “hürmete layık bir aya”1 ve yeni bir yıla girdik. Muharrem, bir taraftan yenilenmeyi, umut ve azimle yola revan olmayı hatırlatır. Bir taraftan da Kerbelâ’nın derin acısını ve bu acıdan payımıza düşen ibreti anımsatır. Kerbelâ, Peygamberimiz (s.a.s)’in ciğerparesi, reyhan kokulu torunu, cennet gençlerinin efendisi Hz. Hüseyin’in,2 çoğu ehl-i beytten olan yetmişten fazla mümin ile birlikte şehit edildiği yerdir. Aziz Kardeşlerim! Geçmişten günümüze yaşanan ve yüreklerimizi dağlayan bu tür elim hadiselerin temelinde, insanın merhametsizliğinin, insaf ve vicdan yoksunluğunun yattığını görürüz. Nitekim bu insaf ve merhamet yoksunluğunun, insanı ne kadar zalim ve gaddar hale getirebileceğine geçtiğimiz günlerde Ankara’da bir kez daha üzüntüyle şahit olduk. Onlarca vatandaşımızın hayatına kasteden menfur terör saldırısı hepimizi derinden yaraladı. Bu tür menfur saldırılar karşısında dün olduğu gibi bugün de metin bir duruş sergileyerek ve kardeşlik beyanımızı tekrarlayarak gevşemeyecek ve dağılmayacağız. Aksine birbirimizle daha fazla kenetlenerek güçlenecek; akılla, ferasetle, sağduyu ve duayla sıkıntıları hep birlikte aşacağız. Kıymetli Kardeşlerim! Kerim Kitabımızda merhamet sahibi müminlerin şu kuşatıcı duasına yer verilir: “… Rabbimiz! Bizi ve bizden önceki iman etmiş kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere karşı kötü bir düşünce ve duyguya yer bırakma. Rabbimiz! Kuşkusuz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin.”3 Rahmet Elçisi (s.a.s) de bizleri şu hadisiyle merhameti şiar edinmeye çağırır: “Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki Yüce Allah da size merhamet etsin.”4 Kardeşlerim! Merhamet, Allah’ın Rahman isminin bir yansımasıdır. Âlemlerin Rabbi, “Rahmetim gazabımı geçti.”5 buyurarak merhametinin enginliğini haber vermiştir. İnsanlığa en güzel örnek olan Peygamberimiz (s.a.s)’in de en belirgin özelliği, onun merhamet ve şefkat peygamberi olmasıdır.6 O, merhameti, mümin olmanın en başta gelen gereklerinden biri olarak takdim etmiştir. Efendimiz (s.a.s), bütün müminleri birbirlerine merhamette, muhabbette, lütufta ve yardımlaşmada bir vücuda benzetmiştir. Öyle ki, bu vücudun bir organı hastalanınca, diğer organlar da hasta olanın acısını paylaşır. Kardeşlerim! Asırlarca O’nun bu rahmet deryasını, şefkat ve merhametini yudumlamış bir medeniyetin mensuplarıyız. Bu medeniyet, merhametten uzaklaşarak katılaşmış nice kalpleri merhamet iksiriyle yumuşatmıştır. Bu medeniyet, merhametiyle birlikte insanlığını da kaybetmiş nice toplumları yeniden merhametle tanıştırmıştır. Bu medeniyet, “Yaratılanı hoş gör, Yaratan’dan ötürü.” sözleriyle insanlığa “önce insan” ilkesini öğretmiştir. Bu medeniyet, “Şefkat ve merhamette güneş gibi ol!” anlayışını yaşamış, yaşatmış ve dünyanın dört bir yanına taşımıştır. Aziz Müminler! Üzülerek belirtmek gerekir ki, böylesi bir medeniyetin mensupları olarak bizler her geçen gün merhametimizi yitiriyoruz. Bugün, insanlık, vicdansızlık ve merhametsizlik sorunu yaşıyor. En acısı da insanlığa örnek olması gereken müminler, birbirlerine karşı merhamet, saygı, hoşgörü ve birlikte yaşama ahlakını kaybediyor. Şefkatin yumuşaklığıyla bezenmesi gereken mümin kalpler, İslam dünyasının pek çok yerinde, kin ve nefretin ateşiyle kavruluyor. Birbirlerine hayır, iyilik ve hayat vermek için uzanması gereken eller, bugün şiddet, terör ve ölüme uzanıyor. Kardeşlerim! Bütün bu olumsuzluklar karşısında yapmamız gereken, kendimize, ailemize, çevremize ve birbirimize karşı düşüncelerimizi ve davranışlarımızı bir kez daha gözden geçirmektir. Şiddetin, acımasızlığın, terörün, savaşların, katliamların kol gezdiği bir dünyada, en çok muhtaç olduğumuz şey, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in merhamet yüklü mesajlarına yeniden sarılmaktır. Yüreklerimizi onun mektebinde eğitmek, ondan aldığımız ışıkla rahmet insanları olmak ve yeniden rahmet toplumları inşa etmektir. Aziz Kardeşlerim! Hutbeme son verirken yeni hicri yılınızı tebrik ediyorum. Bu mübarek Cuma vaktinde, şehitlerin serçeşmesi Hz. Hüseyin Efendimiz başta olmak üzere bütün şehitlerimizi ihtiramla anıyor, teröre kurban giden bütün canlara Allah’tan rahmet diliyorum. Asırlardan beri Peygamber (s.a.s) ve ehl-i beyt sevgisi etrafında kenetlenen milletimizin barış, huzur, güven, anlayış ve saygı içerisinde zor günleri aşmasını Cenab-ı Mevla’dan niyaz ediyorum. Rabbimiz, her türlü fitne, fesat ve tuzağa karşı aziz milletimizin yar ve yardımcısı olsun. 1 Müslim, Sıyâm, 203. İbn Mâce, Sunne, 11/4. 3 Haşr, 59/10. 4 Ebû Dâvûd, Edeb, 58. 5 Buhârî, Tevhid, 22. 6 Tevbe, 9/28. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 02/01/2015 MEVLİD: RAHMET ELÇİSİNİN DÜNYAYI TEŞRİFİ Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah'ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş, bana karşı gelen Allah’a karşı gelmiş olur...”2 Kıymetli Kardeşlerim! Bugün Cuma; inananların bayramı. Bugün Mevlid Kandili; neşe, sevinç günü. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hâtemü’l-Enbiyâ Muhammed Mustafâ (s.a.s)’nın dünyayı teşriflerinin yıldönümü bugün. Bugün, beşeriyetin, en kutlu doğumuna şahitlik ettiği mübarek bir gündür. Bugün, insanlığın en kurak, en makûs dönemlerinden birinin daha sona ermeye yüz tuttuğu gündür. Bugün, Âdemoğlunun efkârını kaplayan küfür ve cehalet bulutlarının bir kez daha dağılmaya mahkum olduğu gündür. Bugün, yerlerin ve göklerin Muhammedî nura gark olduğu gündür. Kardeşlerim! Kerim Kitabımızda biz müminler için en güzel örnek olarak takdim edilir Allah Resulü (s.a.s). 3 Rabbimiz, kendi sevgisine mazhar olmanın, Habibini sevmeye ve onun yolundan gitmeye bağlı olduğunu bildirir.4 Zira, Peygamber sevgisi bir beşere duyulabilecek en ulvi sevgidir. Peygamberin yolu güzellikler yoludur. Peygamberin yolu, hak, hakikat, adalet, sadakat, ahlak yoludur. Onun yolu, merhamet, şefkat, hoşgörü, birlik, beraberlik yoludur. Bu yol, her iki âlemde huzur ve mutluluğa götüren kutlu bir yoldur. Kardeşlerim! Efendimiz (s.a.s), kızgın çölün bereketsiz topraklarında bedevî insanlardan oluşan bir toplumdan İslam medeniyetinin nüvesini teşkil eden medeni bir toplum inşa etmiştir. O, aşağıların aşağısına yuvarlanmış insanlığı ulvi değerlere kavuşturmuştur. Kin, nefret ve intikam toplumunu sevgi, muhabbet, şefkat ve rahmet toplumuna dönüştürmüştür. Bu yüzdendir ki, Allah Resulü (s.a.s), bütün Müslümanların her zaman ve her asırda örnek alacağı yegâne rehberdir. Yeter ki onun rehberlik ve örnekliğine her daim başvurabilelim. Yeter ki ona hayatımızın her safhasında yer verebilelim. Yeter ki onun insanlık âlemine takdim ettiği değerlere hakkıyla riayet edebilelim. Kardeşlerim! İnsanlık bugün doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle topyekûn, çok çetin bir sınavdan geçmektedir. Bugün yaşanan amansız zulümler, yürekleri burkan şiddet, oluk oluk akan kan, dinmeyen gözyaşı, yitirilen umutlar, heba olan hayatlar, insanlığın zorlu bir vicdan imtihanından geçtiğini göstermektedir. Özellikle gönül coğrafyamızda aynı kitaba, aynı peygambere inanan, aynı duyguları paylaşan insanların birbirlerine karşı sergiledikleri acımasız tutumları hepimizi derinden yaralamaktadır. Kardeşlerim! Unutmamak gerekir ki bu olumsuzluklar karşısında her birimizin yükümlülükleri vardır. İnananlar olarak, Kerim Kitabımız ve Efendimizin insanlığa takdim ettiği yüce değerler ile hayatımızı tezyin etmek ve bunlar uğrunda mücadele vermek hepimizin aslî görevidir. Her birimiz Rahmet Elçisinin bize miras bıraktığı hak, hakikat, ahlak, merhamet, şefkat, adalet, kardeşlik anlayışını ailemize, toplumumuza ve tüm insanlığa taşımakla sorumluyuz. Bunu başarabildiğimiz takdirde insanlık özlediği güzel günlere, saadet asrına yeniden kavuşacaktır. İşte o zaman dünya gerçek medeniyetlere yeniden yelken açacaktır. İşte o zaman Efendimizin mevlidi bizim dünyamızda gerçek anlamını bulacaktır. Gerçek şu ki; Efendimiz (s.a.s)’in örnekliği ve rehberliği, Müslümanların ve insanlığın içine düştüğü her türlü bâdireyi atlatması ve özlenen aydınlığa, vicdana, insafa kavuşması yolunda yegâne sığınaktır. Kardeşlerim! Bu duygu ve düşüncelerle mevlid kandilinizi tebrik ediyorum. Rabbimiz! Mevlid-i Nebi’yi ülkemiz, gönül coğrafyamız ve bütün insanlığın huzuruna vesile eyle! Rabbimiz! Bizleri kendine hakiki kul, habibine gerçek ümmet olanlardan eyle! Ahzâb, 33/45-46. Buhârî, Cihâd, 110. 3 Ahzâb, 33/21. 4 Âl-i İmrân, 3/31. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 15/05/2015 ﷽ صا الَ ۪ذي َ سُ ْبحَا َن ال َ ۪ذ ٓي َاسْ ٰرى ِب َع ْب ِد ۪ه لَي اًْل ِم َن ا ْلمَسْ ِج ِد ا ْل َح َر ِام ِالَى ا ْلمَسْ ِج ِد ْاْل َ ْق َ ح ْولَهُ لِنُ ِريَهُ مِنْ ٰايَاتِنَا ۜ ِانَهُ ُه َو الس ۪مي ُع ا ْلب َ۪صي ُر َ بَا َر ْكنَا ِ َ عَنْ َع ْب ِد ِ َ أ ُ ْع ِط َى رَسُ و ُل:اّلل ب ِْن مَسْ عُو ٍد قَا َل :اّلل صلى اّلل عليه وسلم ث ًَلَثاا َ َأ ُ ْع ِطى ِ َ ِخوَاتِي َم سُ و َر ِة ا ْلبَ َق َر ِة َو ُغ ِف َر لِمَ نْ لَ ْم ي ُشْ ِر ْك ب اّلل َ س وَأ ُ ْع ِط َى َ َْات ا ْلخَم ِ الصلَو . ُمِنْ أ ُ َم ِت ِه َشيْئاا ا ْل ُم ْق ِح َمات MİRAÇ KANDİLİ Kardeşlerim! Müminler olarak bu gece nice mana ve hikmetle dolu mübarek Miraç Kandili’ni idrak edeceğiz. İsrâ ve Miraç, Peygamberimiz (s.a.s)’in bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da Yüce Mevla’nın sonsuz ayet ve kudretini müşahede etmek için yaptığı mucizevi bir yolculuktur. Pek çok ilahî hikmet ve bereketi barındıran bu kutlu yolculuk, okuduğum âyet-i kerimede şöyle dile getirilmektedir: “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya ulaştıran Allah’ın şanı ne yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.”1 Kıymetli Kardeşlerim! Miraç, Rahmet Peygamberi (s.a.s)’nin Allah’ın sonsuzluğu, yüceliği ve O’nun nihayetsiz kudretine yaptığı en görkemli şahitliktir. Rabbimiz, bu şahitlikte gerçek yüceliğin yalnızca kendisine ait olduğunu Efendimizin şahsında beşeriyete bir kez daha göstermiştir. Aynı zamanda arınma, yücelme ve kulluğun zirvesine erişmenin yollarını da öğretmiştir. Alemlerin Rabbi, teslimiyet, sadakat, ahlak, doğruluk, dürüstlük timsali olan Kutlu Nebi’yi miraç ile taltif buyururken biz kullarına da mesajlar vermiştir. Buna göre, ömrünü bu yüce değerlerle tezyin edenler, kulluk basamaklarında her daim yükseleceklerdir. Onlar, cennetin ebedi nimetlerine mazhar olarak bâki makamlarda yüceleceklerdir. Aziz Müminler! Miraç, bir yünüyle Rabbe vuslat, bir yönüyle de Rabbin nehyettiklerini terk ediştir. Biz müminler için müjdedir Miraç. Rabbimiz, kendisine ortak koşmayanların büyük günahlarının bağışlanacağını bu kutlu gecede müjdelemiştir. Bizler için hediyedir Miraç. Rabbimize en yakın anımız olan namaz, bu gece beş vakit farz kılınmıştır.2 Resûlullah Efendimiz (s.a.s)’in, miraç ile mana âleminin basamaklarında bir bir yükseldiği gibi bizler de Rabbimiz katında namazlarımızla yükseliriz. “Allahu ekber” diyerek, tekbirimizle dünyanın bütün hengâmelerinden sıyrılıp yaratılış ve varoluşumuzun hikmet ve anlamını derinden kavrarız. Kıyamımızla istikamet üzere, dosdoğru oluşu simgeleyerek Allah’ın huzurunda dururuz. Kıraatimizle, O’na en içten sena ve yakarışta bulunuruz. Rükûmuzla yalnız Rabbimizin önünde boyun eğdiğimizi gösteririz. Secdemizle O’na en yakın olmanın ve kulluğun zirvesine varmanın hazzını duyarız. Tahıyyatımızla Rabbimizi yüceltirken biz de yüceliriz. Selamımızla özgürlük ve felahı hatırlarız. Günde beş vakit namazımızda tüm canlılığıyla miracı doyasıya yaşarız. Kardeşlerim! Her gün yatsı vaktinde okuduğumuz Âmenerresûlü diye başlayan âyetler bize Miracın bir hediyesidir. Bizler bu ayetlerde, “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettik” diyerek Rabbimize verdiğimiz kulluk sözümüzü yenileriz. “İşittik, itaat ettik. Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş ancak sanadır.” âyetiyle teslimiyetimizi dile getiririz. “İnsanın yaptığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir” diyerek sorumluluk bilincimizi tazeleriz. Bununla birlikte, dünyada yapıp ettiğimiz her şeyin bir hesabı ve karşılığı olduğunu, ahireti ikrar ederiz. Ve nihayet, şu dualarımızla Rabbimize en içten yakarışlarla iltica ederiz. “Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevlamızsın, kafirlere karşı bize yardım et.” Kıymetli Kardeşlerim! Miraç değerleri, bizlere yüce ve anlamlı ufuklar açan kutsal değerlerdir. Miraç değerleri ile insan, esfel-i safiline, aşağıların aşağısına savrulmaktan kurtulur; ahsen-i takvime, en güzel hale ulaşır. Miraç değerleri, insanı sidre-i müntehaya, en üst kemal noktasına çıkarır. Bu ulvi değerler, bizleri ebediyen huzur içinde kalınacak cennete götürür. Yeter ki bizleri yükseltecek bu değerlere sımsıkı sarılalım ve bunları hayatımıza yansıtmakta kararlı olalım. Yeter ki burağımız imanımız, refrefimiz ibadetlerimiz, salih amellerimiz ve güzel ahlakımız olsun. Böyle olduğu takdirde hayatımızın her anı bizim için miraç olacaktır. Kardeşlerim! Miraç Kandili vesilesiyle Rabbimize, kendimize ve çevremize karşı sorumluluklarımızı bir kez daha hatırlayalım. Unutmayalım ki, bugün biz müminlere düşen, miracı Peygamberimiz (s.a.s)’in bir hatıratı bir tarih olarak okumak değildir. Bize düşen, Ebu Bekir Efendimiz misali, Allah’ın emir ve yasakları karşısında her daim sadakatle, teslimiyetle bir duruş sergilemektir. Bu sadakat ve teslimiyeti gösteremeyenler, miracın anlamı, ruhu ve kazanımlarından mahrum kalacaklardır. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizin Miraç Kandilini tebrik ediyorum. Miracın, milletçe, âlem-i İslam olarak yükselmemize ve yücelmemize, kardeşlik, birlik ve beraberlik duygularımızın pekişmesine vesile olmasını Yüce Rabbimizden diliyorum. Kandiliniz mübarek olsun. 1 2 İsrâ, 17/1. Müslim, İman, 279. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 09.10.2015 NAMAZ DİRİLİŞTİR Kardeşlerim! Okuduğum ayeti kerimelerde Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Müminler kurtuluşa ermiştir; onlar, namazlarını huşu içerisinde kılarlar; anlamsız, yararsız şeylerden uzak dururlar; zekâtı verirler; iffetlerini korurlar… Emanetlerine ve ahidlerine sadakat gösterirler; namazlarına titizlikle devam ederler. İşte onlar, ebedi kalacakları Firdevs cennetlerine varis olanlardır.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Her kim beş vakit namazı, Allah rızası ve ibadet bilinciyle rükuları, secdeleri, abdest ve vakitlerine riayet ederek kılarsa cennete girer.”2 Aziz Müminler! Namaz, müminin Allah’a yönelişinin en somut göstergelerinden biridir. Namaz, vahyin bütün süreçlerinde yer alan ve her peygamberin davet ettiği ortak bir ibadettir. Peygamberler, bu nadide ibadetle ümmetlerine örnek olmuştur. “Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle.”3 yakarışıyla İbrahim Halilullah’ın Rabbine niyazıdır namaz. “Yavrucuğum! Namazı dosdoğru kıl!”4 diyen Lokman (a.s)’ın hikmetli sözünde müşfik bir babanın evladına nasihatidir namaz. “Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.”5 ilahi emrine muhatap olan Musa (a.s) için Allah’ı anmak ve O’na kul olmaktır namaz. “Nerede olursam olayım yaşadığım sürece Allah bana namazı emretti.”6 diyen İsa (a.s)’ın vazgeçilmezidir namaz. Kerim Kitabımızın, “De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”7 âyetiyle Efendimiz (s.a.s)’in şahsında tüm müminlerden istenen ihlas, samimiyet, Allah’a adanmışlık ve teslimiyetin bir nişanesidir namaz. Kardeşlerim! Müminler olarak bizim dirilişimizdir namaz. Günde beş defa Rabbimizin huzuruna ayrı bir heyecan ve muhabbetle çıkar, O’ndan namaz vasıtasıyla yardım isteriz. Namazla arınır, tazelenir ve güçleniriz. Biliriz ki; en hayırlı amellerimizden birisi, vaktinde kıldığımız namazımızdır.8 Ve namazımız, bizleri her türlü kötülük ve günahtan koruyan kalkanımızdır. Yine biliriz ki; ahirette ilk sualimiz namazımızdan olacaktır.9 Bu yüzden, Kerim Kitabımızın pek çok ayetinde övülen namaz ehlinden olmak için gayret gösteririz. Riya ve gafletten alıkoymayan, kötülüklere karşı bize kalkan olmayan namazdan Allah’a sığınırız. Aziz Kardeşlerim! Efendimiz (s.a.s), namazı “gözünün nuru”10, “cennetin anahtarı”11 olarak nitelendirmiştir. Namaz, her daim onun hayatının merkezinde yer almıştır. O, ruhunu teslim ederken dahi ümmetine namazı vasiyet etmiştir. Öyleyse bizler, onun bu vasiyetini tekrar tekrar hatırlayarak ibadet hayatımızı şöyle bir gözden geçirelim. Kendimize şu soruları bir soralım: Namazımız, bizim gözümüzün nuru mu? Hakikaten Yüce Rabbimize bizi bağlayan miracımız mı? Namazımız, yaratılışımızdaki hikmet ve amacı bize hatırlatan bir zikir mi? Dünyanın türlü çıkmazlarında, buhranlarımızda bir sığınağımız mı namazımız? Namazımız, gündelik hayatta bir şekilde kirlenen, yıpranan ruhumuz için bir arınma ve durulma vesilesi mi? Namaz, hayatımızın kalbinde mi? Kalbimiz namazda mı? Yokluğunda namaza derinden bir özlem duyup, varlığında namazla hasret giderebiliyor muyuz? Meşru bir mazeretimiz olmaksızın ertelediğimiz, ihmal ettiğimiz, terk ettiğimiz namazımız yüreğimizde bir sızı, bir nedamet, bir kasvet oluşturuyor mu? Bizim namazı, namazın bizi terk etmesinden endişeleniyor muyuz? Kardeşlerim! Unutmayalım ki; namazlarımız kurtuluşumuzdur. Yeter ki bizler, namazı Rabbimizin emrettiği, Efendimiz (s.a.s)’in öğrettiği şekilde eda edelim. Namazın ruhuyla dirilelim, ruhlarımızı namazla yüceltelim. Camilerimizi, evlerimizi, gönül sarayımızı namazlarımızla mamur kılalım. Kıymetli Kardeşlerim! Diyanet İşleri Başkanlığımız, Camiler ve Din Görevlileri Haftası’nın bu seneki temasını “Cami ve Namaz” olarak belirlemiştir. Hafta boyunca düzenlenecek çeşitli etkinliklerle dinimizin direği, miracımız, Rabbimize vuslatımız olan namaz ibadetinin ve camilerin hayatımızdaki önemi, yüksek bir sesle dile getirilecektir. Genç-yaşlı, büyük-küçük, kadın-erkek tüm kesimlere, tüm kardeşlerimize namaz ve caminin hayat veren ikliminde buluşmak için yeni bir davette bulunulacaktır. Bu vesileyle söz konusu haftanın hayırlara vesile olmasını, minarelerimizden yükselen yüce daveti ve namazın aydınlığını ülkemizin üzerinden eksik etmemesini Yüce Rabbimden niyaz ediyorum. Hutbemi şu ayet-i kerimenin meali ile bitirmek istiyorum: “Öyle müminler vardır ki, onları ne ticaret, ne alışveriş Allah’ı anmaktan, namazı hakkıyla kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz.”12 1 Mü’minûn, 23/1-2. İbn Hanbel, IV, 266. 3 İbrahim, 14/40. 4 Lokmân, 31/17. 5 Tâhâ, 20/14. 6 Meryem, 19/31. 7 En’âm, 6/162. 8 Buhârî, Tevhid, 48. 9 Nesâî, Muhârebe, 2. 10 Nesâî, Işratü'n-Nisâ, 1 11 Tirmizî, Tahâret, 1. 12 Nûr, 24/37. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 27/02/2015 ÖLÜM VE ÖTESİ Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız. ‘Oku kitabını, bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter’ denilecektir.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Kıyamet gününde insanoğlu şu beş şeyden hesaba çekilmedikçe Rabbinin huzurundan bir yere kımıldayamaz: Ömrünü nerede ve nasıl tükettiğinden, gençliğini ne şekilde yıprattığından, malını/servetini nereden kazanıp nerelere harcadığından, bildiği ile amel edip etmediğinden.”2 Kardeşlerim! Hayatta hep yüz yüze olduğumuz hâlde bir türlü idrakine varamadığımız bir gerçek vardır: Ölüm ve ötesi. Oysa Peygamberimiz (s.a.s) bir hadislerinde, “Ağız tadını kaçıran, lezzetleri yok eden ölümü çokça hatırlayın.”3 buyuruyor. Şöyle geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki zengin-fakir, genç-yaşlı, iyi-kötü, zalim-mazlum nice insanlar bu dünyadan gelip geçtiler. Birçoğunun yerinden yurdundan eser bile kalmadı. Her geçen gün bir sevdiğimiz bizi bırakıp gidiyor. Biz de bir gün sevdiklerimizi bırakıp gitmek için her an gelmesi muhtemel ecelimizi bekliyoruz. Şurası bir gerçektir ki bugüne kadar ölümden yakasını kurtaran hiçbir insan yoktur. Her geçen gün yıpranan bedene, ağaran saça dur demek mümkün değildir. İstesek de istemesek de doğumla geldiğimiz bu dünyadan ölümle ayrılıp gideceğiz. Bu gerçeği Yüce Rabbimiz bizlere şöyle bildiriyor: “Nerede olursanız olun, sağlam ve güçlendirilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır.”4 “Her canlı ölümü tadacaktır.”5 Kardeşlerim! İmanın altı esasından biri de ahirete inanmaktır. Ahiret yurdu, bu dünyada yaptıklarımızın karşılığını bulacağımız, hâlimize göre mükâfat ya da azap göreceğimiz yerdir. Öyle ki artık dünyaya geri dönüş yok; herkes bu dünyadaki amelinin karşılığını eksiksiz görecektir. Kimseye haksızlık da yapılmayacaktır. Yüce Allah bu hakikati şöyle dile getirmektedir: “Her kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca kötülük işlerse onun cezasını görecektir.”6 Hesap gününde hiçbir şeye itiraz etme hakkımız olmayacaktır. Zira karşımıza çıkan kendi işlediklerimizden başkası değildir. Yüce Rabbimiz bu konuda şöyle buyuruyor: “Artık kitap (amel defteri) ortaya konmuştur; suçluların, onda yazılı olanlardan korkuya kapılmış olarak, ‘Vay halimize! Bu nasıl kitapmış! Küçük-büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş!’ dediklerini görürsün. Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.”7 O günün manzarasını yine Yüce Yaratıcının kelâmından dinleyelim: “Kişinin kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır. O gün birtakım yüzler vardır ki pırıl pırıl parlar, güler sevinirler. O gün nice yüzler de vardır ki toz toprak içindedir. Onları bir siyahlık bürür. İşte onlar kâfirlerdir, günaha dalanlardır.”8 Kardeşlerim! İnsan, tabiatı gereği dünyaya düşkündür, âhireti ise hatırından uzaklaştırma eğilimindedir.9 İnsanoğlunun ölümden hoşlanmamasının, ondan ürkmesinin en önemli sebebi, dünyaya olan aşırı tamah, ölümün ve âhiretin unutulup hazırlık yapılmaması, günah ve isyan karanlığında hakikat ışığının görülememesidir. Oysa Allah Rasûlü (s.a.s)’nün uyarısı çok ağırdır: “…(Gaflete) dalan, gülüp oynayan, kabirleri ve toprak altında çürümeyi unutan kul ne bedbahttır! Azan, haddi aşan, nereden geldiğini ve nereye gittiğini unutan kul ne bedbahttır!”10 Kardeşlerim! Hiç düşündük mü? Neden dünyamızda kötülükler, zulümler, haksızlıklar, katliamlar, savaşlar, cinayetler, öldürmeler, suçlar bir türlü sona ermiyor? Neden hırsızlık, arsızlık, edepsizlik, fuhuş, zina, taciz, uyuşturucu, alkol, kumar hiç azalmıyor? Neden yalan, dolan, gıybet, iftira hiç eksik olmuyor? Neden insanlar tabiata, çevreye ve diğer canlılara sürekli zarar veriyor? Neden insanlardaki daha çok kazanma, daha çok tüketme, daha çok sömürme, daha çok eğlenme hırs ve tutkusu, ikiyüzlülük, bencillik, haset, intikam, kin ve öfke bir türlü sona ermiyor? Bu soruların birçok cevabı yanında çok önemli bir cevabı var: Ölüm, ahiret ve hesap çoğu zaman aklımıza gelmiyor. Ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam ettiğimiz anlar oluyor. Unutmayalım ki günah ve haramlardan uzaklaşıp sevaplara, hayırlara ve iyiliklere yönelmek için ölümü, ahireti ve hesabı daima hatırda tutmak gerekiyor. Kardeşlerim, Dünya pazarında hiçbir şey karşılıksız verilmezken, ebedî âlemde vaat edilen nimetler çalışmadan, hazırlanmadan kazanılır mı? Mademki ölüm var, ahiret var, hesap var, mizan var, sırat var, cennet var, cehennem var; öyleyse ölüme, ahirete ve hesaba hazır olalım! Hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekelim! İsrâ, 17/13-14. Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 1. 3 Nesâî, Cenâiz, 3. 4 Nisâ, 4/78. 5 Âl-i İmrân, 3/185. 6 Zilzâl, 99/7-8. 7 Kehf 18/49. 8 Abese, 80/33-42. 9 Kıyâmet, 75/20-21. 10 Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 17. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 30.10.2015 PEYGAMBERLER, İNSANLIĞIN YOLUNU AYDINLATAN REHBERLERDİR Aziz Müminler! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Biz Allah’a ve bize indirilene; kezâ İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya‘kūb ve torunlarına indirilenlere; yine Mûsâ ve Îsâ’ya verilenlere ve bütün peygamberlere rableri tarafından gönderilenlere inandık. Onlar arasında ayırım yapmayız; biz O’na teslim olmuşuzdur’ deyin.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Peygamberler, anneleri ayrı, babaları bir kardeşlerdir; dinleri de birdir.”2 Kardeşlerim! Yeryüzü, peygamberlerin insanlığa getirdiği ilâhî vahiy kadar tutarlı ve sürekli bir zincire şahit olmamıştır. Her gelen peygamber, bir öncekini tasdik ederek ilâhî daveti insanlara ulaştırmıştır. Peygamberler, ilahi mesajı sadece insanlara ulaştırmakla kalmamış, aynı zamanda en güzel bir şekilde yaşayarak gönderildikleri toplumlara örnek olmuşlardır. Kardeşlerim! Bütün peygamberler, aynı ilahi sözün elçileridir. Onlar, Yüce Rabbimizin biz insanlara en büyük lütfu ve ihsanıdır. Onlar, insanları küfrün kara bataklığından bir olan Allah’ın tevhit yoluna, bilgi ve inancın aydınlığına çağıran rahmet elçileridir. Onlar, insanlığın yolunu aydınlatan, insanlığa merhamet ve şefkat, huzur ve barış, dostluk ve kardeşlik, hak ve adalet, ahlak ve fazilet önderliği yapan kutlu elçilerdir. Onlar, ilimle ameli, hayatla ahlakı, hikmetle irfanı, bugünle yarını buluşturan ve barıştıran rehberlerdir. Onlar, doğruyla yanlışı, güzelle çirkini, iyiyle kötüyü, faydalıyla zararlıyı, adaletle zulmü, ilimle cehaleti, samimiyetle gösterişi birbirinden ayırt eden hidayet kaynağıdırlar. Kardeşlerim! Peygamberler, kalp gözümüzü açan, doğru yolu gösteren Yüce Rahman’ın rahmet mektebinin muallimleridir. Kültür ve medeniyet adına insanlık onlara çok şey borçludur. Bugün gaflet, dalalet, cehalet, fitne, kin, nefret ve intikam çıkmazında boğulan insanlığın, onlara her zamankinden daha çok ihtiyacı vardır. Kardeşlerim! Âdem (a.s) insanlığın atasıdır. Hatada ısrar etmemeyi, tövbe ve istiğfarı ilk ondan öğrendik. Nuh (a.s), insanlığın ikinci atasıdır. Zanaatı, tekniği, tufanlardan kurtulmayı ondan öğrendik. İbrahim (a.s), peygamberlerin atasıdır; akıl devriminin mimarıdır. Ümmet olmayı ondan öğrendik. İsmail (a.s), teslimiyetin simgesidir. Kurtuluş ve teslimiyeti ondan öğrendik. Yakub (a.s), sabrın ve şefkatin timsalidir. Ümidi kaybetmemeyi ondan öğrendik. Yusuf (a.s), cemalin, vefanın ve asaletin adıdır. İstikameti, mücadeleyi, affetmeyi ve başarıyı ondan öğrendik. Musa (a.s), hukukun, cesaretin ve ahdin timsalidir. Hak ve adalet mücadelesini ondan öğrendik. İsa (a.s), sevginin ve rahmetin adresidir. Bağışlamayı ondan öğrendik. Muhammed Mustafa (s.a.s), ilmin, irfanın, ahlakın, güçlüyken müşfik olmanın, haklıyken özveride bulunmanın, haksızlığa karşı en gür sedanın adıdır. Allah’ın emirlerine tazim göstermeyi, mahlukata şefkatle muamele etmeyi ondan öğrendik. Aklın ve imanın önündeki en büyük engel olan batıl inanç, bilgisizlik ve bağnazlığa karşı yüreğini ortaya koymayı ondan öğrendik. O, nübüvvet zincirinin son halkasıdır, Hâtemü’l-Enbiyadır. Âlemlere rahmettir. Ona iman biz müminlerin başta gelen vazifesidir. Bizler, kelime-i tevhidde, kelime-i şehadette Rabbimize imandan sonra Efendimize imanı zikrederiz. Resule iman olmadan Allah’a iman olmayacağını3, onu herkesten ve her şeyden daha çok sevmedikçe kamil manada iman edemeyeceğimizi4 biliriz. Zira Rabbimiz, pek çok ayette Resulü’ne imanı kendine imanla birlikte zikretmiştir. Kendi sevgisini kazanmayı Resulü’ne tabi olmaya bağlamıştır.5 Kıymetli Kardeşlerim! Şunu unutmayalım ki; peygambere iman etmek ve onu her şeyden çok sevmek, onun hayat veren çağrılarını gönülden kabul etmektir; onlara sımsıkı sarılmaktır. Peygambere iman, ona ülfet ve muhabbet beslemektir. Peygambere iman, insana, canlıya, kâinata onun bakışıyla bakmaktır. Peygambere iman, onun güzel ahlakıyla ahlaklanmaktır; onun merhameti, hoşgörüsü ve tevazuunu kuşanmaktır. Efendimiz (s.a.s)’e iman, onun getirdiği yüce değerlerle yücelmek, onun saygınlığını zedeleyecek her türlü söz ve davranıştan kaçınmaktır. Kardeşlerim! Kâinatın efendisi, hidayet rehberimiz olan Peygamberimiz (s.a.s)’e ve bütün peygamberlere sonsuz salat ve selam olsun! Rabbimiz, Efendimiz (s.a.s)’in ümmeti olma bahtiyarlığından bizleri mahrum bırakmasın! Onun hayat veren örnekliğinden, iki cihan mutluluğuna ulaştıran sırat-ı müstakiminden bir an olsun ayırmasın! 1 Bakara, 2/136. Buhârî, Enbiyâ, 48. İbn Hanbel, VI, 382. 4 Buhari, İman 8; Müslim, İman 69. 5 Âl-i İmran 3/31. 2 3 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 18.12.2015 RAHMET VE MERHAMET YÜKLÜ ADALET PEYGAMBERİ Aziz Kardeşlerim! Allah Resulü (s.a.s), ashabıyla birlikte Mekke’yi fethetmeye gidiyordu. Bir ara, Ensar’ın sancaktarlığını yapan Sa’d bin Ubâde’nin dilinden intikam dolu şu sözler döküldü: “Gün, savaş ve intikam günüdür. Gün, kan akıtmanın helal olduğu gündür…” Bu sözleri duyan Rahmet Elçisi, hemen harekete geçti. Sancağı Sa‘d’dan alarak başka bir sahabîye verdi. Ardından ashabına döndü ve şöyle dedi: “Gün, merhamet günüdür. Gün, kan akıtmanın haram olduğu gündür…”1 Aynı şekilde Efendimiz, ordusuyla Mekke’ye hareket halindeyken yeni doğurmuş, yavrularını emziren bir köpek gördü. Rahmet Elçisi, devesinden inerek bir sahabîyi bu hayvanın başında nöbet beklemek üzere görevlendirdi. Ta ki ordu, buradan geçinceye kadar, hayvan ve onun yavruları zarar görmesin diye. Tam o noktada ashaba dönerek şöyle dedi: “Yerdeki bütün mahlukata merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin.”2 Kardeşlerim! Önümüzdeki Salı’yı Çarşamba’ya bağlayan gece Efendimiz (s.a.s)’in dünyayı teşrifleri vesilesiyle Mevlid Kandilini idrak edeceğiz. Kandilinizi şimdiden tebrik ediyorum. Tüm insanlığın, Peygamberimizin yüce örnekliğinden nasibini almasını Cenab-ı Mevlâ’dan niyaz ediyorum. Rabbimiz, gönlümüzde var olan peygamber sevgisini hiçbir zaman eksik etmesin. Bizi onun eşsiz örnekliğinden mahrum bırakmasın. Kardeşlerim! Resul-i Ekrem Efendimiz, az önce zikrettiğim hikmet ve insafla müzeyyen sözleriyle on dört asır öncesinden tüm insanlığa büyük bir ders veriyordu. İnsana yakışanın yüreğini kin, nefret ve intikam ateşiyle tüketmek değil; sevgi, saygı, merhamet ve affın güzelliğiyle tezyin etmek olduğunu haykırıyordu. Efendimizi âlemlere rahmet kılan ve ahlakta yüce tutan, onun bu anlayış ve tavrıydı. O, insanlığın yolunu, insanların gönül ve zihinlerini aydınlatan bir kandildi. O, bir müjdeciydi; Allah’a hakiki anlamda kul olan, insanî değerleri yaşayıp yaşatanlara büyük mükâfatlar olduğunu haber veriyordu. Bir uyarıcıydı o; insana Rabbinden, fıtratından, ahlak ve erdemden uzaklaşmamasını hatırlatıyordu. Değerli Kardeşlerim! Nübüvvet zincirinin son halkası olan Efendimiz (s.a.s), insanlığı bir olan Allah’a inanmaya ve yalnızca O’na kul olmaya davet etti. Onun daveti; ölüme hayat, zulme adalet, cehalete bilgi, vicdansızlığa merhamet, husumete barış oldu. İnsanlık, onunla gerçek anlamını, yaratılış gaye ve hikmetini bir kez daha idrak etti. O’nun sözleri, insanı özüyle buluşturan, kendisiyle barıştıran, tabiatla kaynaştıran, Rabbine yakınlaştıran mesajlar oldu. Aziz Müminler! Geçmişten günümüze Müslümanlar olarak, ne zaman ki bu mesajlara sımsıkı sarıldık, bunları yaşamak ve yaşatmak için gayret gösterdik, işte o zaman Peygamberimize layık aziz bir ümmet olduk. Ne zaman da gevşekliğe düştük, onun hikmetli öğretilerinden, örnekliğinden uzaklaştık, işte o zaman yolumuzu kaybettik ve ümmet olarak sıkıntılara maruz kaldık. Bugün de topyekûn insanlık ve bilhassa da İslam coğrafyasının içinden geçtiği zorlu süreçlerin temelinde onun rahmet yüklü mesajlarının, bugüne ve yarına bakışının doğru anlaşılamaması yatmaktadır. Onun eşsiz örnekliğinin, ağızlardan gönüllere indirilememesi, zihinlere, dimağlara iyice yerleştirilememesi, hayata geçirilememesi yatmaktadır. Bugün, İslam coğrafyasının dört bir yanında katledilen masum canların, akan kanın, gök kubbeye yükselen feryatların sebebi bizim Şefkat Peygamberine hakkıyla ümmet olamayışımızdır. Kardeşlerim! Efendimiz (s.a.s), insan ve Müslüman olarak bizlere sorumluluğumuzu ve görevlerimizi öğretti. Ancak bizler, çoğu zaman dünya meşgalesine adeta esir olduk. Efendimiz, ırk, dil, renk, coğrafya ayrımı gözetmeksizin hepimizi aynı Allah’a, aynı kitaba, aynı peygambere inanan, aynı secdeye baş koyan, aynı kıblede istikameti bulan kardeşler olarak ilan etti. Fakat bugün bizler, kardeşlik ahlakını unuttuk, böylesi ulvi bir değeri çoğu zaman cehalet, menfaat, kısır çekişme ve inatlaşmalara kurban eder olduk. Rabbimizin, “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” 3 mesajıyla takdim ettiği Peygamberimiz, bizlere merhameti, şefkati, vicdanı, insafı, affı, sabrı ve hoşgörüyü öğretti. Ancak bizler, kendimize, ailemize, çevremize karşı bu hasletleri yitirdik. Yüreklerimiz katılaştı. Rabbimizin gönüllerimize yerleştirdiği tertemiz fıtrata tam anlamıyla sahip çıkamadık. Peygamberimiz, bizlere adaleti öğretti. Ancak bizler, adalete yalnızca başkalarının muhtaç olduğunu zannettik. O, bizlere yetim ve öksüz kalışı, çaresizlik içerisinde çare, ümitsizlik içinde ümit oluşu, en zor zamanlarda bile hayata azimle tutunuşu öğretti. Fakat bizler, başımıza gelen en ufak bir musibette dahi savrulmalar yaşadık, çoğu zaman da kaderi suçladık. O, bizlere kimsesizlerin kimsesi, mazlumların umudu, gariplerin yurdu olmayı öğretti. Fakat bizler, bitmeyen arzu ve isteklerimizi bir türlü dizginleyemedik. Kardeşlerim! Bugün, bütün insanlık olarak intikamı, nefreti, kan dökmeyi önceleyen çağrılara değil, Efendimizin hikmet, merhamet, vicdan, adalet, hak ve hakikat yüklü çağrılarına ihtiyacımız var. Bugün, çoraklaşan yüreklerimizin onun rahmet damlalarıyla hayat bulmasına ve yeniden fethedilmesine çok ihtiyacımız var. Bugün, onun gözüyle insanlığa bakabilmeye, onun yüreğiyle tüm acı ve kederleri hissedebilmeye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Bugün, her yönüyle onu örnek almaya, onun ahlakıyla ahlaklanmaya; sünnetini, benliğimizi her türlü kötülükten koruyacak erdemli tutum ve davranışlara dönüştürebilmeye çok ama çok ihtiyacımız var. Salât-u selam, tahıyyat-u ikram, her türlü ihtiram Efendimiz (s.a.s)’e, onun âline, ashabına ve onun yolundan gidenlere olsun. Buhârî, Megâzî, 49. Tirmizi, Birr ve Sıla, 16. 3 Enbiyâ, 21/107. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 17.07.2015 ﷽ وَا ْعبُ ْد رَب َ َك حَتّٰى يَأْتِي ََك ا ْلي َ۪قي ُن ِ قَا َل رَسُ و ُل ا :صلَى اللُ َعل َ ْي ِه َو َسل َ َم َ لل َ وَا ْعلَمُوا أ َ َن أَح ِ َ َب ا ْلعَمَ ِل إِلَى الل أ َ ْد َو ُمه ُ َوإِ ْن َق َل RAMAZAN MEKTEBİNİN ÖĞRETTİKLERİ Kıymetli Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s), şöyle buyuruyor: “Biliniz ki, Allah katında amellerin en makbulü, az da olsa devamlı olanıdır.”2 Bugün bir bayramımızı daha kutlamak için ikinci kez bu ulu mabette toplanmış aziz kardeşlerim! Bayramınız mübarek olsun, Cumanız mübarek olsun. Ebedi bayramlarımızın müjdecisi olan bu bayramlardan Rabbim bizleri mahrum bırakmasın. Kardeşlerim! Bundan bir ay önce hep birlikte Ramazan mektebine kayıt yaptırdık. Bir ay boyunca bu okulda hep birlikte çok güzel bir eğitim aldık. Bu mektebin huzur ve bereket dolu sahurlarını, bizleri yücelten sevinç dolu iftarlarını doyasıya yaşadık. Sadece bedenlerimizi değil, gönüllerimizi rahatlatan teravihlere her akşam ayrı bir heyecanla koştuk. Ramazan boyunca Kerim kitabımızla yeniden buluştuk. Mukabelemizle Kur’an aşkımızı ve şuurumuzu pekiştirdik. Hira’ya yürüyen Muhammedü’l-Emin (s.a.s)’in derdiyle dertlendik. Vahyin muhatabı Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.s)’e adeta yoldaş olduk. Fıtır sadakamızla, zekât ve infakımızla kazancımızı, zihnimizi, kalbimizi, dilimizi arındırdık. İbadetlerimizle, hayır ve hasenatımızla Rabbimize yakınlaşmaya çalıştık. Aziz Müminler! Ramazan mektebinde bir irade eğitiminden geçtik. Bu mektep, kötü alışkanlıkları terk edip güzel hasletler kazanmak için bir fırsat sundu bizlere. Türlü hengâmelerle kirlenen zihinlerimiz bu mektepte yeniden arındı. Türlü arzular peşinde bitap düşen nefislerimiz yeniden duruldu. Türlü meşgalelerle yorulan gönüllerimiz bu mektepte tekrar huzur buldu. Ramazan mektebi, bir korunak oldu hepimize. Kavgalara, çirkinliklere, kötü sözlere, günah ve isyanlara karşı iç âlemimizi kapattık. Bu tür olumsuzluklara karşı sadece midemize değil aynı zamanda dilimize, elimize, gönlümüze bütün uzuvlarımıza iftarı olmayan bir oruç tutturduk. Dilimizin iftarı güzel sözlerimiz, gönlümüzün iftarı, güzel duygularımız oldu. Aklımızın iftarı, insanlığa huzur verecek bilgi ve düşünceler üretmek oldu. Elimizin iftarı hayırlı işlerimiz oldu. Gözümüzün iftarı, güzelliklere bakarak Yüce Rabbimizin kudret ve kuvvetini tefekkür etmek oldu. Kardeşlerim! Ramazan mektebi, bizler için bir sabır ve şükür eğitimine dönüştü. En uzun günlerde tuttuğumuz oruçlarımızla, sabrı öğrendik. Yeryüzünde açlık ve susuzluk çeken milyonların acısını, çilesini bir ay boyunca yüreğimizin derinliklerinde hissettik. Hissettikçe de elimizdeki nimetlere şükrettik. Bununla birlikte her bir nimetin emanet olduğunu, bir gün mutlaka geri alınacağını tekrar tekrar hatırladık. Paylaşmayı, mutluluğun paylaştıkça çoğalacağını öğretti bizlere Ramazan mektebi. Birlik ve beraberliğin en nadide örneklerini gösterdi. İftar sofralarında hiç tanımadığımız kardeşlerimizle bir araya geldik, sevinçlerimize ortak olduk. “Sevdiğiniz şeylerden Allah için vermedikçe iyiliğe erişemezsiniz.”3 âyetinin anlamını daha iyi kavradık. Vakit iyilik vaktidir diyerek etrafımızdaki yetim ve kimsesizlere, ihtiyaç sahiplerine, gariplere, ülkemize sığınmış mültecilere gönüllerimizi ve ellerimizi açtık. Kutlu Nebi’nin “Her iyilik bir sadakadır.” 4 müjdesi ile iyilik peşinde koşup ahiret yurduna hazırlık yaptık. Kıymetli Kardeşlerim! Ramazan mektebi, son günlerinde ömre bedel olan Kadir Gecesini hediye etti bizlere. Meleklerin esenlik, barış ve huzur mesajlarıyla üzerimize indiği Kadir Gecesinde bizler de namazlarımız, salat ve selamlarımız, zikir ve niyazlarımızla Rabbimiz katında kadrimizi artırmaya çalıştık. Bununla birlikte insanlığın yolunu aydınlatan son vahye mazhar olan bu gece Kur’an’la irtibatımız ölçüsünde değer kazanacağımızı, ya da değer kaybedeceğimizi bir kez daha hatırlattı hepimize. Bütün bu güzelliklerle bizleri süsleyen Ramazan mektebi, nihayet bayramı bize takdim etti. Bir aylık eğitimin sonunda Rabbimizin bize olan bu büyük lütuf ve ikramına mazhar olduk. Şimdi sevinç zamanı; neşemizi, huzurumuzu birbirimizle paylaşma zamanı. Ancak, hem yüreklerimizi burkup giden Ramazan hem de gönüllerimize neşe sunan bu bayram bizlere çok önemli bir mesaj veriyor. Bu kutlu günler, gerçek bayramlara ulaşmanın Ramazanda kazandığımız ulvi değerleri her daim koruyup bütün yaşam süreçlerimize yaymaktan geçtiğini bildiriyor. Böyle yaptığımız takdirde her günümüzün bir bayram olacağını, Ramazanın bizden hoşnut kalacağını haber veriyor. Öyleyse Aziz Kardeşlerim! Gelin, Ramazanın bize bıraktığı mirasa sahip çıkalım. Gelin, bütün hayatımızı Ramazan kılalım. Gelin bütün hayatımızı şerlere, haramlara, gayrı-ı meşru istek ve arzulara oruç kılalım. Gelin, on bir ay yolunu gözlediğimiz, özlediğimiz Ramazan da bizi özlesin. Bu bereketli misafir, tüm cömertliğiyle bir an önce yine gelsin, kapımızı çalsın, gönüllerimizi tekrar kuşatsın. Hicr, 15/99. Müslim, Sıfâtu’l Münâfikın, 78. 3 Âl-i İmrân, 3/ 92. 4 Buhâri, Edeb, 33. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 17.07.2015 ﷽ ِ ٰوَا ْعت َِصمُوا بِ َحب ِْل ه ِ ٰاّلل ج َ۪ميع ًا و َََل ت َ َف َٰرقُوا ۖ وَا ْذكُ ُروا نِ ْعمَتَ ه اّلل َعل َ ْي كُ ْم ِا ْذ كُ ْنت ُ ْم َ َٰاَ ْع َدَٓا ًء فَاَل ...ف بَ ْي َن قُلُوبِكُ ْم فَاَصْ بَ ْحت ُ ْم بِ ِن ْع َم ِت ۪هَٓ ِا ْخوَان ًا ِ َٰ قَا َل رَسُ و ُل :صلَٰى اّللُ َعل َ ْي ِه َو َسلَٰ َم َ اّلل .ش ٰ ُد بَعْضُ هُ بَعْض ًا ُ َ ي، َان ِ ِإ َٰن الْ ُم ْؤ ِم َن لِلْ ُم ْؤ ِم ِن َكالْبُ ْني RAMAZAN BAYRAMI Kıymetli Kardeşlerim! Bayramımız mübarek olsun. Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın…” 1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s), “Müminlerin birbirlerine olan bağlılığı, birbirine yaslanarak inşa edilmiş bir binanın duvarları gibidir.”2 buyurarak aramızda bulunması gereken birlik ve beraberlik, muhabbet ve kardeşlik, dayanışma ve paylaşma duygularına veciz bir şekilde işaret ediyor. Aziz Kardeşlerim! Nice günlerden, nice sahurlardan, nice iftarlardan sonra bizleri bu bayrama ulaştıran Rabbimize sonsuz hamdü senalar olsun! Şu anda yüreklerimizde sıcaklığını duyduğumuz o sevinç tanık olsun ki, hep birlikte hak ettik bu bayramı. Şu anda birbirimizin yüzünde okuduğunuz barış ve esenlik tanık olsun ki, hak ettik bu bayramı. Sabrettik ve zafere eriştik. Sabrımız, zaferimiz, bayramımız mübarek olsun. Kardeşlerim! Bugün, İslam şeâri olan bayram günüdür. Bugün, ümmet olma bilincimizin tazelendiği müstesna bir gündür. Zamanın başka zaman, mekanın başka mekan olduğu, mahzun gönüllerin huzur ve neşe bulduğu mukaddes bir gündür bugün. Bugün, imanda sebat eden müminlerin, elinden ve dilinden emin olunan Müslümanların, barışın, esenliğin yani İslam’ın bayramıdır. Tevhid sancağı altında toplananların, oruçlarını kendilerine kalkan yapanların, aynı şuurla Rablerinin huzurunda saf tutanların bayramıdır bugün. Bugün, yeryüzünü ifsat edenlerin değil, ıslah edenlerin, salaha ve felaha erenlerin bayramıdır. Cana kıyanların, kan akıtanların ve korku salanların değil, hayat ve huzur verenlerin bayramıdır bugün. Bugün, yoksula, yetime, kimsesize, çaresize, güçsüze, garibe, mülteci kardeşlerimize karşı sorumluluk hissetmenin, imkânımız yoksa bile tebessüm etmenin bayramıdır. Namazımızla, orucumuzla, sadakalarımızla, zekât ve fitrelerimizle yüceldiğimiz gündür bugün. Başkalarını yok ederek var olanlara karşı hak ve hakikate, adalet ve fazilete çağıranların bayramıdır bugün. Bugün, her türlü fitne ve tefrikanın karşısında duranların, imanda birleşip kaynaşanların, kardeş olanların bayramıdır. Bugün, huzur ve neşeyi gönüllerden gönüllere, evlerden evlere, şehirlerden şehirlere, ülkelerden ülkelere yayanların bayramıdır. Aziz Müminler! Bu bayram, varlık sebebimiz olan anne-babalarımızı, hayatın çilesini birlikte omuzladığımız eşlerimizi, evlerimizin canlı bayramları olan çocuklarımızı sevindirme vaktidir. Bu bayram, aile büyüklerimize, akrabalarımıza, komşularımıza, arkadaş ve dostlarımıza hürmet ve muhabbetlerimizi takdim etme vesilesidir. Sadece sevinçleri değil, hüzünleri de paylaşmaktır bayram. Yaralı gönülleri, bitap düşmüş yürekleri onarmanın adıdır bayram. Nihayet, yüreklerin en ağır yükü olan küskünlüklere son vermenin tam da zamanıdır bayram. Aziz Müminler! Bizler inanıyoruz ki, bayramlar, İslam âlemi için tekrar tekrar dirilişin muştusu ve habercisidir. Bizler biliyoruz ki, bugün bu bayram vaktinde üzerimize sağanak sağanak yağan rahmet yağmurları, tüm müminlerin ümitlerini yeniden yeşertmektedir. İnanıyoruz ki her gelen bayram, masumlara, mağdurlara, mazlumlara, muhtaçlara, kimsesizlere, boynu bükük gariplere gerçek bayramın daha da yaklaştığını müjdelemektedir. Yine inanıyoruz ki bayramlarımız, aç bırakarak doyanların, sömürerek alanların, güçsüzlere dünyayı dar, vatanını mezar edenlerin, zalimlerin yüreklerine büyük bir mağlubiyet ve hüsranın korkusunu yaymaktadır. Kıymetli Kardeşlerim! Bugün bizden bayram neşesi bekleyenlere beklediklerini ikram etmeliyiz. Bayramın sevincini, neşesini dua, tekbir, salat ve selamlarla önce kendi içimizde hissetmeli, sonra da kardeşlerimize hissettirmeliyiz. Şunu da asla unutmamalıyız kardeşlerim: Biz, insanlığın ümidiyiz. Bayramı kendi adımıza değil, kardeşlerimiz adına, insanlık adına yaşayalım. Bayramımız yeni bayramlar doğursun. Sevincimiz yeni sevinçlerin başlangıcı, huzurumuz nice huzursuzlukların çaresi olsun. Mutluluğumuz dünyanın dört bir yanındaki acılara teselliler sunsun. Kardeşlerim! Gelin bugün, aynı iftar sofrasında sevindiğimiz gibi, aynı kıblede buluştuğumuz gibi, aynı Peygambere ümmet olduğumuz gibi, aynı Kitab’a inandığımız gibi kardeş olalım. Öylesine kenetlenelim ki birbirimize, bizi bize düşürmek isteyenlerin ümitlerini ebediyen kıralım; ayağımıza dolanan bütün tuzakları hep birlikte bozalım. Öylesine kuvvetli bağlansın ki gönüllerimiz, her anımız bayram olsun. Bu birlikteliğimiz, muhabbetimiz, kardeşliğimiz cennet bahçelerine uzansın. Aziz Kardeşlerim! Bu duygu ve düşüncelerle, ülkemizin, gönül coğrafyamızın, yurt dışındaki millet varlığımızın ve İslâm âleminin mübarek Ramazan bayramlarını en kalbi duygularımla kutluyorum. Bayramın, ülkemiz, âlem-i İslâm ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum. Bayramımız mübarek olsun. 1 2 Âl-i İmrân, 3/103. Buhârî, Salât, 88; Müslim, Birr ve Sıla, 65. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 25.12.2015 ﷽ َّ َّس ُن عَّمَّ اًل َّو ُه َّو ا ْلع َّ۪زي ُز ا ْل َّغ ُفو ُر ُۙ ق َ لا َّ َال َّ ۪ذي َ ْت وَّا ْل َّحيٰو َّة لِيَّ ْبل ُ َّوكُ ْم َاي ُ كُ ْم َا ْح َ خل َّ َّق ا ْلمَّ و ۜ ِ َّ َ ُ رَّسُ و :َّاّلل َّعل َّ ْي ِه َّو َسلَّم ُ َّ صلَّي َ اّلل . ُالص َّحةُ وَّا ْل َّف َّراغ ِ َّ نِ ْع َّمت ِ لاس ِ َّلان َّم ْغبُو ٌن ِفي ِه َّملا َّك ِثي ٌر ِم َّن الن SAYILI NEFESLERİMİZİ TÜKETİRKEN… Aziz Müminler! Okuduğum âyet-i kerimede Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Allah, hanginizin daha güzel işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, güçlüdür, bağışlayandır.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İki nimet vardır ki insanların çoğu onları değerlendirme hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.”2 Kardeşlerim! Peygamberimiz (s.a.s), bir gün ashabıyla sohbet ederken yere dörtgen bir şekil çizdi. Sonra o şeklin ortasından dışarı uzanan bir çizgi ve o çizgiye bitişen başka çizgiler çizdi. Ardından, kendisini meraklı bakışlarla seyretmekte olan ashaba dönerek bunların ne anlama geldiğini şöyle açıkladı: “Bu dörtgenin ortasındaki çizgi insandır. Dörtgen de insanın ecelidir ve onu kuşatmıştır. Diğer çizgiler ise insanın arzu ve tutkularıdır. İnsan, bu arzu ve tutkuların peşinde koşup dururken, ecel ansızın onun önünü keser ve onu alıp götürür.”3 Kıymetli Kardeşlerim! Allah Resulu (s.a.s), bize bahşedilen hayatı, hayata dair emellerimizi ve bu emelleri ansızın sonlandıran ecelimizi, böylesi veciz bir benzetmeyle anlatıyordu. Pek çoğumuzun bitmeyecek sandığı şu kısacık hayatın, aslında göz açıp kapayacak kadar bir zamanda yaşanıp tükeneceğine işaret ediyordu. Ecelin çevreleyip kuşattığı insanın, ebedi özgürlüğe ancak iman, salih amel; helal ve haramlara riayet etmekle ulaşabileceğini vurguluyordu. Kardeşlerim! Her bir anımız, her bir saniyemiz aslında en kıymetli sermayemizdir. Hayat, bu sermayenin ya kazanıma dönüştürülmesi ya da beyhude tüketilerek heba edilmesidir. Şüphesiz, iyi ve güzel işler yaparak sorumluluk bilinciyle geçirilen bir ömür, Allah katında kazanca dönüştürülmüş bir ömürdür. Haramların, kötülüklerin esaretinde tüketilmiş bir ömür ise heba edilmiş bir ömürdür. Kardeşlerim! Bize emanet edilen hayat yolculuğunda zaman hızla akıp gidiyor. Her geçen gün ömür sermayemiz tükeniyor. Zamanını, mekânını ve nasıl olacağını bilemediğimiz o malum sonla bir gün hepimiz yüzleşeceğiz. O an gelecek, fani dünyadan baki âleme göç edeceğiz. İşte ömür sermayemizden bir yılımızı daha geride bıraktık. Yeni bir yılın eşiğindeyiz. Hayat defterimizden bir sayfayı daha eksiltmek üzereyiz. Yarınlara dair planlar yapıyor, hayaller kuruyoruz. Ancak bu noktada hepimize önemli bir vazife düşüyor. Her birimizin, dünümüz ve bugünümüzün muhasebesini yapması gerekiyor. O büyük gün gelmeden, fırsat elden gitmeden, sayılı nefeslerimiz tükenmeden kendimizi sevap-günah, hayır-şer, iyi-kötü konularında hesaba çekmemiz gerekiyor. Öyleyse geliniz, hep birlikte kendimize şu soruları soralım ve cevabı kendi iç dünyamızda arayalım: Ömür sermayemizi nasıl tüketiyoruz? Hayatımızı Rabbimizin razı olacağı şekilde değerlendirebiliyor muyuz? Hevâ ve heveslerimizi dizginleyebiliyor muyuz? Dünya meşgalesine esir olmaktan kurtulup ruhumuzu özgürleştirebiliyor muyuz? Zihnimiz kötü düşünceye, dilimiz kem söze, elimiz zararlı işe kapalı mı? Yoksa dilimizle kardeşimizi incitiyor, elimizle yaralıyor, hâsılı gönüller yıkıyor muyuz? Kalbimizi, Resul-i Ekremin insanlığa takdim ettiği merhamet, şefkat, nezaket, adalet, hak ve hakikatin merkezi yapabiliyor muyuz? Yoksa üzerimizde taşıdığımız kul hakkının ağırlığı, omuzlarımızı çökertip yüreklerimizi tüketiyor mu? Yetimlere, öksüzlere, gariplere, kimsesizlere kol kanat gerebiliyor muyuz? Yoksa onları, umursamaz bir edayla yalnızlığa, gizli köşelerde gözyaşı akıtmaya mı terk ediyoruz? Komşumuzun, yakınlarımızın, kardeşlerimizin derdiyle hemhal olabiliyor muyuz? Yoksa külfet olurlar endişesiyle kendileriyle aramıza görünmez duvarlar mı örüyoruz? İslam dünyasını kasıp kavuran, kardeşi kardeşe kırdıran fitne ateşi, bizim kalplerimizi sızlatıyor mu? Çocukları, kadınları, yaşlıları, masum canları hedef alan silahlar, onların başına atılan tonlarca bombalar bizim de yüreklerimizi dağlıyor mu? Yoksa modern dünyanın ürettiği kendinden başkasını düşünmeme hastalığı gözümüzü kör, kulağımızı sağır edip vicdanımızı esir mi aldı? Kardeşlerim! Acısıyla tatlısıyla geride bırakılan bir yılın bu sorularla muhasebesinin yapılması gereken saatler ne acıdır ki bir takım yanlışlarla heba edilmektedir. Tüketim çılgınlığı, haz ve eğlence kültürü teşvik edilerek başta gençlerimiz olmak üzere milletimizi var eden yüce değerler yozlaştırılmaya çalışılmaktadır. Dünyanın farklı coğrafyalarında kimileri hayatta kalabilme mücadelesi verirken dünyayı bir eğlence gezegeninden ibaret görmek ne hazin bir manzaradır! Kardeşlerim! Geliniz! Bugünümüz, ömrümüze işaret koyacağımız gün olsun. Sermayemiz güzel ahlakımız ve salih amellerimiz olsun. Ecelimiz gelmeden evvel, dünümüzü ve bugünümüzü bir kez daha gözden geçirelim. Yarınlarımıza dair hayallerimiz, hesabını veremeyeceğimiz hayaller olmasın. Sayılı nefeslerimizi, kayıplara, ah vahlara, hüsrana değil, ebedi bir hayatın kazanılmasına vesile kılalım. Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in şu hikmetli tavsiyesiyle bitirmek istiyorum: “Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bil; ölümden önce hayatın, meşguliyetten önce boş zamanın, yokluktan önce varlığın, ihtiyarlıktan önce gençliğin ve hastalıktan önce sağlığın.”4 Mülk, 67/2. Buhâri, Rikâk, 1. 3 Buhârî, Rikâk, 4. 4 Hâkim, el-Müstedrek, IV, 341. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 06/02/2015 ŞÜKÜR NİMETLERİ ARTIRIR Kardeşlerim! Rabbimiz, okumuş olduğum ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Beni anın ki Ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin.”1 Peygamberimiz (s.a.s)’in dilinden ise şükür konusunda şu dua dökülüyor: “Allahım! Seni anıp zikretmek, nimetine şükretmek, sana en güzel şekilde kulluk etmek için bana yardım eyle!”2 Kardeşlerim! Elbette ki şükür konusunda sadece bu niyaz ile yetinmemiştir Allah Resulü (s.a.s). O, her daim Rabbinin ikramlarına hamd ve şükürle yaşamıştır. O’nun verdiği nimetlere duyduğu minnettarlıkla, her daim Rabbine yönelmiştir. Allah’ın mağfiretine, ebedi nimetlerine mazhar olmasına rağmen sabahlara kadar ibadetle meşgul olmasının sebebini soran Aişe validemize Kutlu Elçi’nin verdiği şu cevap ne kadar da anlamlıdır: “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı ey Âişe?”3 Kıymetli Kardeşlerim! Âlemlerin Rabbi, bizi mükerrem bir varlık olarak yarattı. Varlık âleminin sayısız nimetlerini önümüze serdi. Bizi, bütün bu nimetlerden yararlanabileceğimiz duyu ve yeteneklerle donattı. Sonra da, hangimiz daha hayırlı ve güzel işler yapacak diye bizi sınamak için dünyaya gönderdi. Bizler, bu dünyada birer misafiriz. Misafiri olduğumuz bu âlemin her yerinde Allah'ın nimetlerini görüyoruz. Her lokmada O'nun ikramlarını tadıyor, her nefeste O'nun bize bağışladığı hayatı yaşıyoruz. Kardeşlerim! Bir an için duralım ve son birkaç saatimizi düşünelim. Bu birkaç saat içinde sahip olduğumuz nimetleri şöyle bir hatırlayalım. O nimetlerin her biri ile nasıl buluştuğumuzun muhasebesini yapalım. O nimet, toprağın derinliklerinden çıkan bir ağacın meyvesi ise, Allah onu çeşitli aşamalardan geçirerek bizim için yaratmıştır. Eğer o, bir damla su ise, Allah onu okyanuslardan bulutlara, bulutlardan yeryüzüne indirmiş, nihayet bardağımıza kadar bizim için getirmiştir. Eğer o bir ışık ise, Allah onu göklerin derinliklerindeki güneşten bize göndermiştir. Yüce Rabbimizin ikramını gördükten sonra, bir bakalım, bütün benliğimizi kaplayan o şükran duygusu bizi nerelere götürecek! İşte o zaman Rabbimizin bize bağışladığı bunca nimet arasında şükretmenin ayrı bir yeri olduğunu göreceğiz. Aziz Mü'minler! Şüphesiz her nimetin, bir şükrü ve beraberinde getirdiği sorumluluklar vardır. İyi bilelim ki, şükretmek sadece “Elhamdülillah, Ya Rabbi çok şükür” demekten ibaret değildir. Şükür, her nimeti, Allah'ın razı olacağı şekilde değerlendirmektir. Bedenimizin, aldığımız her nefesin, aklımızın, gençliğimizin, zenginliğimizin, ilmimizin ve nihayet bütün bir ömrümüzün kendine has bir şükrü vardır. Bedenimizin şükrü, onu yaratılış hikmet ve amacına uygun olarak kullanmaktır; zararlı alışkanlıklar ve boş uğraşlarla onu israf etmemektir. Aklımızın ve ilmimizin şükrü, bildiğimiz hakikatleri öncelikle kendi hayatımızda tatbik etmek ve başkalarına da öğretmektir. Gençliğimizin şükrü, sahip olduğumuz enerjiyi hak, hakikat, adalet ve insanlığa hizmet uğrunda tüketmektir. Zenginliğimizin şükrü, paylaşmaktır; infakta bulunmaktır; muhtaç, mağdur, mazlum kardeşlerimize el uzatmaktır. Ömrümüzün şükrü, onu bize lütfeden Rabbimizin rızasını kazanacak bir hayat sürmektir. Değerli Kardeşlerim! Allah, herkese şükretmesine vesile olabilecek imkanlar lütfetmiştir. Bu imkanlar farklılık gösterebilir. Yeter ki bu farklılıklar karşısında tamahkâr değil, kanaatkâr, engin bir ruha sahip olabilelim. Kaldı ki Resul-i Ekrem (s.a.s) Efendimiz de sahip olmamız gereken bu ulvi meziyete şu hadisiyle işaret etmektedir: “Maddi anlamda durumu sizden daha kötü olanlara bakın; daha iyi olanlara bakmayın. Bu, Allah’ın size verdiği nimetleri küçümsememeniz bakımından daha uygun olur.”4 Öyleyse şükür bir gönül, bir yürek, bir kanaat işidir. Şükür, kulluk bilincinin en güzel tezahürlerinden biridir. Nice varlığa rağmen dili ve gönlü şükür yoksunu kimselerin varlığı bir hakikattir. Buna karşılık maddi anlamda çok fazla kazanımı olmayan ama şükürle müzeyyen bir dil ve gönül ehli kimselerin varlığı insanlık adına hepimizi mutlu etmektedir. Kardeşlerim! Unutmamak gerekir ki; şükür, nimetleri artırır. İsyan ve nankörlük ise mahrumiyete sürükler. Yüce Mevlamız, bu hususu bize şöyle haber verir: “Andolsun şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.”5 Hutbemi, Kur’an-ı Kerim’de İbrahim (a.s)’in dilinden bizlere öğretilen iman, sadakat, teslimiyet ve şükür ifadeleri ile bitirmek istiyorum: “Allah, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. O, beni yediren ve içirendir. Hastalandığımda da bana şifayı Allah verir. O, benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır. O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni sâlihlerin arasına kat!”6 1 Bakara 2/152. Ebû Dâvûd, Vitir 26. 3 Buhârî, Teheccüd, 6; Müslim, Sıfâtü'l-Münâfıkîn, 81. 4 Müslim, Zühd ve Rekâik, 9. 5 İbrahim, 14/7. 6 Şuarâ, 26/78-83. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 2 İLİ TARİH : GENEL : 29/05/2015 ﷽ ِ ّٰ قُ ْل يَا ِعبَا ِد َي الَّ ۪ذينَ َاسْ َرفُوا َع ٰلٰٓى َا ْن ُف ِس ِه ْم ََل ت َ ْق َنطُوا مِنْ َرحْمَ ِة الل يَ ْغ ِف ُر َ ّٰ اللِۜ ِا َّن ُوب ج َ۪ميعا ِۜ ِانَّهُ ُه َو ا ْل َغ ُفو ُر ال َّر ۪حي ُم َ ال ّذُن َ َق ِ َّ ال رَسُ و ُل : الل صلى الل عليه وسلم َ اك مِنْ َسخ َِط َك َوبِ ُمعَافَاتِ َك مِنْ ُع ُقوبَ ِت َك وَأَعُوذُ بِ َك ِمن َْك َل َ ض َ اللَّ ُه َّم أَعُوذُ بِ ِر ْت َعلَى نَ ْف ِس َك َ ْت َكمَ ا أَثْنَي َ ْصى ثَنَاء َعلَي َْك أَن ِ أُح TEVBEMİZ BERATIMIZ OLSUN Aziz Müminler! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: “Ey kendi aleyhlerine günahta haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah (dilerse) bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” Kardeşlerim! Bizler için ayrı bir anlam ve önem ifade eden üç ayların yarısına geldiğimiz şu günlerde, Ramazan’ın mübarek iklimine adım adım yaklaşmaktayız. 1 Haziran pazartesi gününü salıya bağlayan gece, nice hikmetlerle dolu Berat Kandilini idrak edeceğiz. Ruha ağır gelen her türlü sıkıntıdan, insanı inciten her türlü hatadan, yaratılış amacımıza ve Rabbimizin rızasına yakışmayan her türlü kötülükten, berat etmek için eşsiz bir fırsat daha yakalayacağız. Zihnimizi, gönlümüzü, maddi ve manevi anlamda her türlü prangadan kirden tezkiye imkanı bulacağımız Berat Gecesini ihya edeceğiz. Kardeşlerim! Bu gece bizlere, hayatın telaşı içerisinde türlü umutlar, türlü amaçlar uğrunda koşarken çoğu defa kendimizi, varlık amacımızı unuttuğumuzda bizi bize hatırlatan kutlu zaman dilimidir. Geçmişimizle yüzleşmeye, bugünümüzü değerlendirmeye, yarınımızı ise Rızay-ı Bari doğrultusunda inşa etmeye davet eder. Bu itibarla Berat, geçmişe dair günah ve kusurlarımıza yönelik bir tevbe ve istikbalimize dönük bir umut olur. Kardeşlerim, Her yıl idrak ettiğimiz Berat gecesi, ilk olarak bizlere her türlü şer, kötülük, zulüm, haksızlık ve adaletsizlikten beri olmamız gerektiğini ifade eder. İkinci olarak, Rabbimizin affediciliğine ve bağışlayıcılığına sığınmaya bir fırsat sunduğu gibi, 1 Zümer 39/53. İbn Mâce, İkâmetü’s-Salavât, 191 3 Müslim, Salât, 222 1 2 kendimize, ailemize, kardeşlerimize ve bütün insanlara karşı affedici ve bağışlayıcı olmayı hatırlatır. Berat, kırılan kalpleri onarma, incinen onurları imar etme, dargınlık duvarlarını yıkma, kin, nefret ve intikam duygularını aşma günü ve gecesidir. Yüce Yaradan’ın affına erebilmek için yaratılanı affetme günüdür. Üçüncü olarak bu gece; arzularımızın, tutkularımızın, heva ve heveslerimizin, bencilliklerimizin egemenliğinden, nefsimizin esaretinden kurtularak gerçek özgürlük beratımıza nasıl kavuşacağımızı bizlere öğretir. Kardeşlerim, Berat gecesi aynı zamanda af ve mağfiret gecesidir. Peygamber Efendimiz (s.a.s), Yüce Rabbimizin bu gece dünyaya rahmetiyle tecellî ederek: “Bağışlanmak dileyen yok mu, onu bağışlayayım! Rızık isteyen yok mu, ona rızık vereyim! Belâya dûçar olan yok mu, ona afiyet vereyim!”2 buyurduğunu bizlere müjdelemiştir. Bu bağışlanma mevsiminde bize düşen derin tefekkürdür, gönülden niyazdır, dönüşü olmayan tevbedir. Bu Kandil’de yenilenme ümidiyle gelin hep birlikte tevbe edelim. Zaman zaman, hırs, tamah ve bencilliğe kapılarak; dünyayı ahirete tercih eder hale geldiğimiz için tevbe edelim. En yakınlarımızdan bile sevgi ve merhameti esirgediğimiz; eşimizi ve çocuklarımızı ihmal ettiğimiz; akrabalarımızı, yetimleri, kimsesizleri, yardıma muhtaçları unuttuğumuz günler için tevbe edelim. Rabbimizin bize emanet ettiği dünya evini harap ettiğimiz için tevbe edelim. Kendimiz için din kardeşlerimiz için; İslam coğrafyasında ikilik ve kavgaların sona ermesi için; acılar içerisinde kıvranan alemi islamın sulh ve sükûnu, huzuru ve barışı için dua edelim. Yüce rabbimizin rahmet ve mağfireti tüm insanlıktan uzak olmasın. Kardeşlerim, Tevbeleri kabul eden Rabbimize sığındığımız bu mukaddes gecede, tevbemiz beratımız olsun. Yüce rabbimiz el açıp yalvardığımız bu gecenin ardından, bizleri günah yüklerinden arınmış; suçlarından berat etmiş; hayra anahtar, şerre kilit olmaya azmetmiş; yüreğini imana, ömrünü salih amellere açmış kullar olarak Ramazan’a ulaşmamızı nasip etsin. Beratınız mübarek olsun. Hutbemi, Peygamberimiz (s.a.s)’in şu güzel ve anlamlı duasıyla bitirmek istiyorum: “Allah'ım! Gazabından rızana, cezandan affına sığınıyorum. Sana övgüleri saymakla bitiremem. Sen kendini nasıl övdüysen öylesin.”3 Rabbim bizleri, seni hakkıyla öven, sena eden, hamd eden, şükreden kullarından eyle. Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İL : GENEL TARİH : 26.06.2015 TEVHİD İLE GELEN VAHDET Aziz Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra içinize bir korku düşer de heybet ve kuvvetiniz elden gider. Sabırlı olun! Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.”2 Aziz Kardeşlerim! Mekke’de Peygamberimiz (s.a.s)’in tebliğ ve irşadıyla başlayan İslam, başlangıçta sayıları onlarla, yüzlerle ifade edilen müminlerden oluşmaktaydı. Efendimiz (s.a.s), Mekkeli müşriklerin zulüm ve baskıları sebebiyle Medine’ye hicret etti. Medine’de çok kısa bir sürede müminlerin sayısı yüzbinlere ulaştı. Böylelikle Rahmet peygamberi puta tapan şirk toplumundan bir olan Allah’a iman eden bir vahdet toplumu inşa etti. Allah Resulü, bir lider, bir aile reisi, bir komşu, bir dost olarak Medine’nin bütün müminlerini, bütün sokaklarını vahyin manevi havasıyla müzeyyen kıldı. Öyle ki artık Medine Mescidi, uhuvvet, diğerkâmlık, ilim ve irfan, membaı olmuştu. Gönüller, muhabbet ve samimiyetle yoğrulmuştu. Kutlu Nebi, Yesrib’ten yepyeni bir medeniyet inşa etmişti. Tarihe ve insanlığa yön veren bu medeniyetin nüvesi doğruluk, dürüstlük, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma gibi bugün büyük ölçüde yoksunluğunu çektiğimiz değerlerdi. İlk dönem müminlerini güçlü kılan da işte bu erdemlerdi. Onların bu özverisi, fedakârlığı, Yüce Rabbimizin övgüsüne mazhar oldu. Rabbimiz, onları imanı gönüllerine yerleştirmiş kişiler olarak tanımladı.3 Onların bu meziyet ve erdem yüklü örnekliğiyle çok kısa sürede Bağdat, Şam, Kahire, Endülüs, Buhara, İstanbul medeniyetler Medinesi oldu. Kardeşlerim! Asırlardır dillerimiz Ebu’d-Derdâ ile Selmân-i Fârisi, Ebû Zer ile Bilâl-i Habeşî arasındaki destansı kardeşliği iftiharla telaffuz etmektedir. Kerim Kitabımızda ve Efendimizin hadislerinde Ensar-Muhacir kardeşliğinden Enfâl, 8/46. Müslim, Birr ve Sıla, 66. 3 Haşr, 59/9. 1 2 övgüyle söz edilmektedir. Ancak, bu örnek ve övgüler sadece dillerde bir hatıra, kuru bir gelişi güzel okunan bir siret, ruhunu kaybetmiş bir adet ve gelenek olarak kalmamalıdır. Saadet asrını, ashabı övgüye layık kılan ahlakî ve insanî değerler, bugünün Müslüman toplumlarının da vazgeçilmezi olmalıdır. Bugün gönül coğrafyamız, içler acısı bir durumdadır. Bu durum, sınır tanımadan iman kardeşliğimizi ve onun bize yüklemiş olduğu sorumlulukları, duygularımızın yoğunluk kazandığı mübarek Ramazan ayında bir kez daha tefekkür etmemizi gerektirmektedir. Üzülerek belirtmek gerekir ki milyonlarca kardeşimiz, bu kutlu ayın manevi atmosferini gereği gibi teneffüs edememektedir. İslam dünyasının önemli bir kısmı ne yazık ki, cehalet, fitne fesat ve tefrika girdabına kapılmış durumdadır. Cehalet üzerine inşa edilen taassup ve bağnazlıklar kutsanmakta, heva ve hevesler ön plana çıkarılmaktadır. Bu durum Müslümanları dünya sahnesinde söz sahibi yapan ümmet bilincinden uzaklaştırmaktadır. Müslümanlar olarak huzur ve mutluluğumuzun önündeki en büyük engel, kardeşliğimizin önüne konulan engellerdir. Gönülleri bir kardeşler olması gerekenler, bugün gönüllerle birlikte istikbale dair ümitleri de yıkmaktadır. Kardeşlerim! Tüm bu olumsuzluklara rağmen asr-ı saadetin insanı yücelten, asırları aşan nadide örneklerini yeniden insanlığa takdim etmek asla imkansız değildir. Bizler, Peygamberimiz (s.a.s)’in gösterdiği ümmet şuurunu yeniden diriltebiliriz. Bizler, tarihe yön veren o muazzam medeniyeti yeniden kurabiliriz. Bunun için öncelikle İslam’ı, Kur’an’ı ve İslam Peygamberini hakkıyla anlamalı, örnek almalı ve temsil etmeliyiz. Bilgi, iman, ibadet ve ahlak dengesini iyi kurmalıyız. Yeryüzünde iyiliği, erdemi, adaleti egemen kılmak için gayret göstermeliyiz. Muhammedü’l-Emin’in gönülleri fetheden emin vasfı ile donanarak yeryüzünü selam ve eman yurdu kılmak için çaba sarf etmeliyiz. Heva ve hevesi değil, İslam’ın değişmeyen hak ve hakikat ölçülerini esas almalıyız. Tefrika, ayrılık ve gayrılık için değil, imandan gelen birlik ve dirlik için çalışmalıyız. Mezhep, meşrep, ırk, bölge ve coğrafya farklarını değil, sadece ve sadece Efendimiz (s.a.s)’in Ensar ve Muhacir arasında tesis ettiği “ben” i “biz” “biz” i “bir” yapan İslam kardeşliğini ön plana çıkarmalıyız. Aziz Kardeşlerim! İdrak ettiğimiz Ramazan-ı şerif, aynı zamanda bizlere ümmet olma bilincimizi yeniden hatırlatır. Geliniz hep birlikte şu mübarek Ramazan gününde, şu mübarek Cuma vaktinde Rabbimize şöyle yalvaralım. Ey Rabbimiz! “Müminler ancak kardeştirler” ilahi fermanınca bizleri zihinleri bir, yürekleri bir, gayeleri bir, sevgileri ve hüzünleri bir kardeşler eyle! Rabbimiz! Birbirimize karşı rahmet, merhamet, şefkat ve muhabbetle muamele etmeyi nasip eyle! Allahım! Bizleri, bütün insanlığın özlemi olan barış ve huzur ortamını tesis edenlerden eyle! Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü iL : GENEL TARiH: 19.06.2015 ~!'I:'-~"'~ ~"~1'-:"" "'0r!~uJ~ "'~ VAKiT iYiLiK VAKTi: BU RAMAZAN VE HER ZAMAN Klymetli Karde~lerim! . . Okudugum ayet-i kerimede VOce RabbtmlZ ~oyle buyurmaktadlr: "iyilik edenleri iyilikle miikafatlandlrlrlz, kendilerine daha da fazlaslm veririz. Onlarln yiizleri kararmayacak, onlar zillete de dii~meyeceklerdir. i~te onlar cennetliklerdir ve orada ebedi kalacaklardlr.,,1 Okudugum hadis-i ~erifte ise Efendimiz (s.a.s) ~oyle buyurmaktadlr: "Allah i~in size slglnan kimseye slglnak olun. Allah i~in isteyen kimseye verine Sizi davet edene icabet edin. Size bir iyilik yapana kar~lhglnl verine Eger kar~lhk verecek bir ~ey bulamazsanlz, -kar~dlkta bulundugunuza kanaat getirinceye kadar- ona dua edin.,,2 Karde~lerim! Bir gon Kutlu Nebi (s.a.s), "Her Miisliiman sadaka vermelidir" buyurur. Sahabe, "Sadaka verecek bir ~ey bulamayan ne yapmah?" diye sorar. Efendimiz, "Cah~lr, kazamr ve sadakaSlnl verir." der. Bu kez ~ah~ma imkam bulamayanm ne yapmasl gerektigi sorulur. Allah Resulo, "Muhta~ ve mazluma yardlm eder." kar~lhgml verir. Nihayet buna da imkam olmayanm durumu soruldugunda Peygamberimiz (s.a.s), ~oyle cevap verir: "Boyleleri iyilik yapsln, kendisini kotiiliikten ahkoysun. Ciinkii bu da onun i~in bir sadakadlr.,,3 Aziz Miiminler! Rahmet Peygamberi (s.a.s), bu sozleriyle, iyiligin bitmez tOkenmez ~e~itlerine dikkatlerimizi ~ekmi~tir. Ona gore Allah'm nzasma ul~tlran her davranJ~ bir iyiliktir. iyilik, her ~eyden once bu dOnyaya iyiligi. egemen kllmak i~in geldigimizin farkmda olmaktlr. Iyilik, dOnyaYI birbirimize cennet bahgesi yapmak i9in gayret etmektir. Allah ResUlo, samimiyetle gonOlden kopup gelen ve gonOlleri fetheden her gOzel i~in iyilik oldugunu haber verir bizlere. Ona gore geryek iyilik, sevincimizi, kederimizi, varhglmlzl yoklugumuzu payla~abilmektir. Canh-canslz bmOn mahlukata merhametle davranmaktlr. tyilik mazluma adalet, t?agdura ~are, masuma O~it~ kimsesize kimse olmaktlr. Iyilik, darda kalana yardtm ehm uzatmak, yetimin ba~ml ~etkatle ok~amaktlr. iyilik, bazen yolunu ~a~lrana yol gostermek, yoldaki zararlt ~eyleri gidermektir. Bazen iyilik, karde~imizin ~ozone t~bes~O~le bakmak, dargmlan ban~tIrmaktlr. Kiml zaman lse lYlhk, karde~lerimiz iyin Rabbimize arz ettigimiz en iyten yakan~larda bulu~maktlr. Degerli Karde~lerim! . BugOn, rahmet ayl Ramazan'm ikinci gOnOndeYlz. Ramazan, bizlere her yd yeni bir can, yeni bir ruh olarak gelir. Bizleri egiten bir mektep olur Ramazan. Bu mektep, rahmet, magfiret, armma, takva mektebidir. Ramazan mektebinde iyilik, haylr, comertlik, digerkamhk vardlr. Bu mektepte donyanm neresinde olursa olsun insanlara yard 1m eli uzatma, birileri a~ken tok yatmama vardlr. Bu mektepte insanhgm huzur ve mutluiugu, MOsIomanlann birlik ve dirligi i~in elimizdeki nimetleri payla~ma vardlr; slmr ve mesafeleri yok ede~ gonOI koprOleri kurma. ~ar~lr: Ramazan mektebinde Islam'm rahmet yOklO adaletlm, bilgl ve hikmetle bOtonle~mi~ ahlakml, ihlasla yogrulmu~ iyil igini bOtOn insanhga takdim etme vardlr. Bu mektebe laYlklyla talip olanlar armml~ bir ruh, bOtOn esar~tlerden kurtulmu~ ozgOr bir zihin ve erdemle muzeyyen blr gonOI dOnyasl ile bayrama kavu~urlaf. Bu yOce degerleri bize tekrar tekrar hatlrlatan Ramazan, iyilikler, gOzellikler aYldlr. Bizler, her Yll Ramazanda iyilige dair yok ~ey ogrenir, ~ok ~ey y~anz. Ramazan, iyiligin ki~inin kendisine, Rabbine, ailesine, yoksullara, kimsesizlere, mOltecilere, yeti~le~e, ya~hlara, velhasll bOtOn mahlukata yapdacagml ogretlr blzlere. Karde$lerim! Dzulerek belirtmek gerekir ki gOnOmuzde dOnyanm onemli bir bolOmO ayhk, sefalet ve korku i~ind~ temel ihtiya~lanm kar~llamanm mocadelesini veriyor. Iyiligin, fedakarhgm, payla~mamn neredeyse unutulmaya yOz tuttugu, sav~larm, i~gallerin, somOrgeciligin, ~iddet ve katliamlann had safuaya ylktlgl bir yerkOrede ya~lyoruz. Ve bizler biliyoruz ki, iyilige muhta~, iyiligi arayan: ~y.ilik i~in ~lrpman insanlara ula~mak, onlan lylhkle bul u~turmak, inananlar olarak her birimizin gorev ve sorumlulugudur. Zamana tamkhk eden ve "Ben MOslOmamm" diyen herkes, iyiligin yeniden gonOi cografyamlzda ve butti~ dunyada hakim kll mmaSI iyin seferber olmahdlf. Her blr mOmin kendinden ve yakm ~evresinden ba~lamak Ozere her i~i~de hayra anahtar, ~erre kilit olmaYI ilke edinmelidir. Karde~lerim! Diyanet i~leri Ba~kanhglmlz, her Ramazan aymda insam insan yapan bir degeri gOndeme ta~lmaktadlr. Boylece, konuya dair toplumsal bir bilin~ olu~turmaya ve dikkatleri bu hususa yogunla~tlrmaya ~ah~maktadlr. Bu Yll Ramazan aymda, "Vakit iyilik Vakti, Bu Ramazan ve Her Zaman" mesajlyla "iyilik" temast ele almacaktlr. Zira iyilik, sadece Olkemizin degil, bmOn dOnyanm ihtiya9 duydugu, ozlemini yektigi bir degerdir. Bu duygu ve do~Oncelerle Ramazan'm milletimize~ gonGI cografyamlza ve actlar i~erisinde klvranan dlem-l islam'a huzur, ban~, adalet ve merhamet getirmesini VOce Rabbimizden niyaz ediyorum. 1 YCmus, 10126. Ebu Davud, Zekat, 38. 3 Buhari, Zekat, 30; MOslim, Zekat, 55. 2 Hazlrlayall: Dill Hizmetleri Genel Madarlaga İLİ : GENEL TARİH : 02.10.2015 YARATAN RABBİNİN ADIYLA OKU! Aziz Müminler! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı ana rahmine tutunan, döllenmiş bir yumurtadan yarattı. Oku! Kalemle yazmayı öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabbin sonsuz kerem sahibidir.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İlim için yola koyulan kimse, dönünceye kadar Allah yolundadır.”2 Kardeşlerim! İnsanlığın zihin ve gönül dünyasının karardığı, değerlerin tüketildiği, şefkat ve merhametin arandığı, yaratılış amacından uzaklaşıldığı dönemler olmuştur. İşte böyle bir dönemde Âlemlerin Rabbi, Efendimiz (s.a.s)’e “oku” diye hitap etmiştir. Evet, Rahmet Peygamberi, insanı, kâinatı ve varlığı her boyutuyla okumaya, anlamaya ve idrake davet edilmiştir. Kıymetli Kardeşlerim! Mükerrem ve değerli bir varlık olan insan, akıl nimetiyle tezyin edilmiştir. Akıl, insan için en büyük nimetlerdendir. Nedenlerimize, niçinlerimize, buhranlarımıza onunla cevap buluruz. Doğruyu-yanlışı, hakkı-batılı, iyiyi-kötüyü, hayrı-şerri onunla idrak ederiz. Rabbimizin mesajlarını onunla anlar ve onu hayatımıza kılavuz yaparız. Bu yönüyle insan Rabbine, çevresine ve kendisine karşı sorumlu bir varlıktır. Bu sorumluluğun yerine getirilmesinde bilgi, ilim önemli bir yere sahiptir. Bilgi, insanlığın yolunu aydınlatan, hayatın ve ebedi yurdun hakikatini gösteren ve insanlığa her alanda rehberlik eden çok değerli bir hazinedir. Onun içindir ki, hayat kitabımız Kur’an, “oku” ile başladı. Oku ile başlayan Kerim Kitap, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”3 diye çağlar öncesinden insanlığa haykırdı; bilginin, ilmin, insanlık için vazgeçilmez olduğunu gündeme taşıdı. Kerim Kitabımızın mesajlarıyla müzeyyen kılınmış Efendimiz (s.a.s) de, ilme talip olanlara Allah’ın cennete giden yolu kolaylaştıracağını müjdeledi.4 Kardeşlerim! İlim ve bilgiyi önemseyip değerli kıldıkça medeniyetimiz, insanlık tarihinde taraflı tarafsız herkesin takdir ettiği önemli izler bırakmıştır. Medeniyetimizde âlim; din ile hayat, akılla vahiy, kâinatla insan, insanla Kur’an arasındaki ilişkiyi kuran bilge kimsedir. Böyle bir alimin gayesi, ilimle hikmeti, hikmetle irfanı, ahlakla adabı, hak ile hakikati, tüm insanlığa takdim etmektir. Alim, söz konusu güzellikleri, sadece takdimle kalmaz; kendi şahsında da bu güzellikleri yaşar ve temsil eder. Değerli Kardeşlerim! İnsanlık, zamanla zenginleşme ve tabiata hükmetme noktasında bilginin gücünü keşfetti. Ancak kimileri, zaman zaman bilginin gücünü ve etkisini insanlığın hayrına değil, şerrine kullanmayı yeğledi. Böyleleri, yaratılış amacını, insanı ve insani değerleri unuttu; ahlâkî kaygılardan sıyrılarak bilgi de dahil, sahip olunan her şeyin insana verilmiş bir emanet olduğu bilincinden uzaklaştı. Bilgiyi, iyilik ve güzelliklerin değil, kötülük ve düşmanlıkların vasıtası haline getirenler ve istismar edenler, bilgi ahlakından yoksunlaştı. Bilgi, ahlaktan yoksunlaştıkça da insanlık pek çok değerini kaybetti. Bilginin hayat veren değil, can alan bir güç olarak kullanılması tüm ibretiyle karşımızda durmaktadır. Bugün, koca şehirler ve yüzbinlerce canlar, aynı anda yok edilebilmektedir. Eğitim, ilim ve irfanın mana ve gayesinden uzaklaştırılıp mahrum bırakılan nice genç, bağnazlık, cehalet, şiddet ve terörün yolunda savrulup yok olmaktadır. Anne babalar, hayalleri kursaklarında ağlamak zorunda bırakılmaktadır. Kıyıya vuran günahsız minik bedenler, bize insanlığın vicdanının can çekiştiğini haykırmaktadır. Okul bahçelerini şenlendirmesi gereken sesler, okyanusun ıssız sularında imdat çığlıklarına dönüşmektedir. Aziz Kardeşlerim! Bütün bu yaşananlar, insanlık ailesi olarak yaratılış amacımızı yeniden idrak etmemizi; neyi, niçin ve hangi amaçla öğrenip hayatımıza yansıttığımızı düşünmemizi gerekli kılmaktadır. Unutmayalım ki; bilhassa bugün İslam coğrafyasındaki olumsuzlukların sona ermesi ve inananlar olarak dünyaya yeni medeniyetler takdim edebilmemizin yolu, İslam’ın ilme verdiği önemi iyi kavramak ve bunu hayata yansıtabilmekten geçmektedir. Bu hususta yarınlarımızın teminatı olan gençlerimizin ilim, irfan, hikmet ve ahlakla mücehhez, çevresine, topluma ve insanlığa faydalı bireyler olarak yetişmelerinde gençlerimize, ailelerimize ve öğretmenlerimize büyük sorumluluklar düşmektedir. Kardeşlerim! İlim ve irfan yuvası okullarımız, bu hafta itibariyle yeni bir eğitim-öğretim dönemine daha başladı. Bu vesileyle yeni eğitim-öğretim yılımızın öğretmenlerimize, evlatlarımıza, tüm ailelere ve milletimize hayırlar getirmesini Rabbimden diliyorum. Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in ilmin önemini ortaya koyan şu duasıyla bitirmek istiyorum: “Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, kabul edilmeyen duadan, korkmayan kalpten, doymayan nefisten sana sığınırım.”5 Alak, 96/1-5. Tirmizi, İlim, 2. 3 Zümer, 39/9. 4 Tirmizi, İlim, 19. 5 Tirmizi, Deavât, 68. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 13.11.2015 ﷽ ِ ّٰ َالَّّ ۪ذي َّن ٰا َّمنُوا َّوت َّ ْط َّم ِئ ّ ُن قُلُوب ُ ُه ْم بِ ِذ ْك ِر ِ ّٰ اللِۜ َا ََّل بِ ِذ ْك ِر ب ِۜ ُ الل ت َّ ْط َّم ِئ ّ ُن ا ْل ُقلُو َّّ صلَّّي ِ َّّ قَّا َّل رَّسُ و ُل :َّاللُ َّعل َّ ْي ِه َّو َسلَّّم َ الل َّمث َُّل الَّّ ِذى يَّ ْذكُ ُر َّربَّّهُ وَّالَّّ ِذى َل َّ يَّ ْذكُ ُر َّمث َُّل ا ْلح ِ َّّى وَّا ْل َّم ِّي ِت ZİKİR: KALPLERE HAYAT VEREN İKSİR Aziz Müminler! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz, müminler hakkında şöyle buyuruyor: “Onlar, kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”1 Okuduğum hadisi şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Rabbini zikreden ile zikretmeyenin durumu, diri ile ölünün durumuna benzer.”2 Kardeşlerim! Göklerin ve yerin mülkü Allah’a aittir. Göklerde ve yerde bulunan her şey, âlemlerin yaratıcısı olan Allah’ı, kendilerine özgü bir lisanla tespih ederler. Kerim Kitabımız, bu hakikati şu ifadelerle bize haber verir: “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız.”3 Kıymetli Kardeşlerim! Zikir, Allah’ın birliğini, sonsuz kudretini ve yüceliğini dile getirmek, O’nun nimetlerini tefekkür ve tezekkür etmektir. Zikir, gündelik hayatın ruhlarımızı, kalplerimizi yorgun düşüren çekişmelerinden, meşgalelerinden uzaklaşıp Rabbimizin rızasını aramaktır. Bir duruş, bir diriliştir zikir. Özümüzdeki, sözümüzdeki, gözümüzdeki, hâsılı bütün benliğimizdeki hakkı-hakikati perdeleyen her türlü örtüyü, kaldırmaktır, her türlü gafletten kurtulmaktır. Zikir, bizi Rabbimizden uzaklaştıracak her şeyi kalbimizden söküp atmaktır. Evrendeki varlıkların deruni zikrine gönül, zihin, dil ve beden ile ortak olmaktır zikir; hamd ile Allah’ı tesbih etmek ve O’na gönülden ibadet etmektir. Ve zikir, “Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyana uğrayanlardan oluruz”4 niyazıyla Rabbimizin engin rahmetine sığınmaktır. Kardeşlerim! Zikir, dil, kalp ve bedenle olur. Dil ile zikir, Allah’ı anmak, O’na yalvarıp yakarmak, hak ve hakikati söylemektir. Kalp ile zikir, Allah’ın varlığı ile ilgili her türlü şüpheden uzaklaşıp O’nun muhabbetiyle hemhal olmaktır. Beden ile zikir ise tüm benliğimizle Allah’ın rızasını aramaktır, varlığımızı ve imkânlarımızı O’nun yolunda seferber etmektir, O’nun emirleri doğrultusunda bir hayat sürmektir. Kardeşlerim! Allah’ı zikir, kalpleri sükûnete erdirir, ruhları besler, akılları doğru hedefe ulaştırır. Kula idrak, feraset ve şuur kazandırır. Onu gafletten, karamsarlıktan, umutsuzluktan korur, hayatı anlamlı kılar. İnsan, zikir sayesinde sahipsizlik ve yalnızlık duygusundan uzaklaşır, kendisini her daim muhafaza eden bir sahibinin olduğu bilincine varır. Bizi en güzel şekilde yaratan, başta akıl olmak üzere türlü nimetlerle donatan Rabbimizi zikretmemek, O’nu unutmak, O’nun razı olmayacağı bir hayat yaşamak ne vahim bir gaflettir! Zira Yaratanını kaybeden, O’ndan bîhaber olan, varlık adına ne bulmuştur ki? O’nun rızasına ulaşan, O’na yaraşır bir kul olarak yaşayan neyi kaybetmiştir ki? Kardeşlerim! Üzülerek belirtelim ki, dünya meşgalesi, istikbal kaygısı, kimi zaman kalplerimizi ve benliğimizi öylesine kuşatıyor ki; bizleri yaratılış amacımızdan ve Rabbimizin rızasından uzaklaştırıyor. Zaman zaman dillerimiz zikrin tadını, kalplerimiz zikretmenin huzurunu, vicdanlarımız zikirle geçen zamanların bereketini unutuyor. Zikirden mahrum hayatlarımız adeta kurak çöle dönüşüyor. Bazen mutluluğu ve huzuru geçici tutkularda arıyoruz. Bu tutkular, doğru düşünmemize, doğruyu dinlememize ve dillendirmemize adeta perde oluyor. Oysa Yüce Rabbimiz, geçici nimetlere tutkuyla bağlanmama ve kendisini bir an olsun unutmama konusunda bizleri şu ayeti kerime ile uyarıyor: “Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.”5 Kardeşlerim! Öyleyse geliniz dilimizle, kalbimizle ve bedenimizle her daim Rabbimizin rızasını arayalım. Allah’ın lütfettiği ömrümüzü zikrin aydınlığında hayırlı ve faydalı işlerle değerlendirelim. Her daim Rabbimize hamd ederek, şükrederek O’nun rızasına ermek için gayret edelim. Rabbimizin bize bahşettiği her bir organımızın, sağlığımızın, her bir imkânımızın, her bir anımızın, nimet olduğu kadar birer emanet olduğunun bilincinde olalım. Kardeşlerim! Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in şu duası ile bitirmek istiyorum: “Rabbim! Beni sana çokça şükreden, seni çokça zikreden, senin azabından çekinen, sana hakkıyla itaat eden, sadece senin için eğilen, daima sana yalvarıp yönelen bir kişi eyle!6 Ra’d 13/28. Buhârî, Deavât, 66. 3 İsra, 17/44. 4 A’raf 7/23. 5 Münafikun, 63/9. 6 İbn Mâce, Duâ, 2. 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 14/02/2014 AFFETMEK Aziz Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor:“Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir!” 1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “…Allah, affeden bi r kulun ancak şerefini artırır…”2 Aziz Müminler! Geliniz, Mekke’nin fethinin ardından yaşanan şu hadiseye hep birlikte kulak verelim! Resûlullah (s.a.s), Mekke’yi fethettiğinde Mescid-i Haram’a gider. Kâbe’yi tavaf edip iki rek’at namaz kılar. Bu arada bütün Mekke halkı Kâbe’nin etrafında toplanmış, endişe ve korkuyla Efendimizin kendilerine ne tür bir muamelede bulunacağını beklemektedir. Evet Mekkeliler, Peygamberimize İslâm’a davetin ilk gününden itibaren her türlü eziyeti yapmışlardı. Üstelik canına ve malına da kastetmişlerdi. Şimdi ise Mekkelilerin hayatı Efendimizin iki dudağı arasındaydı. Herkes ondan geçmişin hesabını soracağını ve intikam alacağını beklerken, Rahmet Elçisi kalabalıklara doğru yönelerek: “Tıpkı Yusuf Peygamber gibi ben de ‘Bugün size kınama yok. Allah sizi bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir.’ diyorum.Gidebilirsiniz, hepiniz s erbestsiniz” buyurdu ve affetmenin en güzel örneğini gösterdi. 3 Kötülüğe iyilikle karşılık verdi. Nefret sevgiye, küfür imana dönüştü, dostdüşman farkı silinip yok oldu, iman kardeşliği gerçekleşti. Kardeşlerim! Affetmek, kini, intikamı ve nefreti silmektir. Affetmek, düşmanlık ve intikamdan vazgeçmektir. Affetmek, kalbimizi öfke ve husumetten temizlemektir. Affetmek, yüreğimizi kaplayan ve kuşatan ağır yükleri hafifletmektir.Suç ve hataları bağışlamak belki onları ortadan kaldırmaz; ancak öfke ve husumeti ortadan kaldırır. Kusur ve kabahatleri affetmek belki onları unutturmaz; ama nefret ve intikamın izini siler. Affetmek, sağlıklı bir iletişim ortamı sağlar; insanı güçlü ve saygın kılar. Affetmek aslında intikam arzusunu yatıştırdığı için adalete ve meşru bir cezaya imkân tanır. Öfke ve husumeti insanlardan uzaklaştırarak haksız ve adaletsiz cezalara engel olur. İnsanları affetmek aslında ne hataları görmezden gelmek ve kabullenmek ne de gururunu ayaklar altına almaktır. Hataları affetmek suretiyle insan esasen kötülüğe kötülük, öfkeye öfke, kine kin eklemeyi reddeder. Öfkelerinin esiri olmuş kişileri bir de kin ve nefretin ateşiyle yakmak istemez. Kardeşlerim! Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in, Taiflileri İslâm’a davet ederken yaşadıklarını şöyle bir hatırlayalım. Taifliler, Efendimizle alay etmişler, ona hakarette bulunmuşlar, hatta taşlayarak onu yaralamışlardı. Ellerinden kurtulduğu zaman mübarek ayaklarından kanlar akıyordu. Bu haldeyken bile Rahmet Peygamberi’nin dudaklarından Taifliler için şu dua cümleleri dökülmüştü: “Allah’ım! Kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar.” 4 Kıymetli Kardeşlerim! Müminler birbirlerine karşı şefkat ve merhamet sahibidir. Affedici, bağışlayıcı ve hoşgörülüdür. Müminin, bir başka mümini affı, esasen bağışlamayı çok seven Rabbimizin ahlakıyla ahlaklanmanın bir gereğidir. Kur’an-ı Kerim’de, “Bir kötülüğün karşılığı, onun gi bi bi r köt ülüktür ( ona denk bir cezadır). Ama kim affeder ve arayı düzeltirse, onun mükâfatı Allah’a aittir.” 5buyrulmuştur. Allah “Afüv” ismiyle kusurları siler, “Settâr” ismiyle hataları örter, “Ğafûr” ismiyle günahları affeder. Unutmayalım ki O'nun bağışlaması bol, mağfireti nihayetsizdir. 6 Mümini affetme erdemine götüren biricik yol, kalbinde kin ve intikam duyguları barındırmamaktır. Çünkü düşmanlık ve intikamın olmadığı yerde sevgi ve kardeşlik hakimolacak, zamanla yıpranan ilişkiler af ile yeniden tamir edilecektir. Efendimiz (s.a.s) bu yüzden, “Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun!” çağrısıyla müminleri kin ve intikam ateşinden uzak durmaya davet etmiştir. 7 Allah’ın hiç sevmediği insanın, husumette sınır tanımayan ve alabildiğine kindar kimse olduğunu hatırlatmıştır. 8“Husumeti sürdürmen s ana gü nah ol arak ye ter.” 9ikazında bulunmuştur. Bizzat kendi adına intikam almaktan uzak durarak damüminlere örnek olmuştur. Değerli Kardeşlerim! Mümin, bir haksızlığa uğradığında ya hukuk yoluyla suça denk bir ceza ister yahut affetme yolunu seçer. 10Rasûlullah’ın tavsiyesi bu yöndedir. 11 Suça mukabil denk bir ceza vermek adalettir ancak Kur’an, daha üstün bir çıkış yolunu da ısrarla önerir: Affederek cezadan vazgeçmek. 12 İşte bu nokta, affetme erdeminin adalet talebini geçtiği yerdir. Zira cezalandırmaktan vazgeçmek, adaleti de aşan bir erdemdir. Affetmek bu yüzden zor ve fakat yapılmaya değer bir davranıştır.13 Bu sebeple affetmek, “takva”ya en yakın tutumdur. 14 Aziz Kardeşlerim! Ne kadar manidardır ki “bağışlamak” kelimesi dilimizde “affetmek” anlamına geldiği gibi, “karşılık gözetmeden vermek” anlamına da gelir. “Bağışlamak”, bir bakıma “bağışta bulunmak”tır. Affetmek suretiyle insan aslında gönül dünyasını kin, nefret ve düşmanlık duygularından arındırdığı için kendisine; cezalandırmaktan vazgeçtiği için suçluya; ve nihayet intikam peşinde koşmayıp huzursuzluğa sebebiyet vermediği için de topluma “bağışta bulunmuş” gibidir. Ne mutlu affederek bağışta bulunanlara! Ne mutlu bağışlayarak affın yolunu tutanlara! 1 Araf, 7/199. Müslim, Birr ve sıla, 69. 3 İbn-i Hişâm, es-Sîre, II, 412. 4 Buhârî, Ehâdîsü’l-enbiyâ, 54. 5 Şûrâ, 42/40. 6 Bakara, 2/192. 7 Buhârî, Edeb, 57. 8 Buhârî, Ahkâm, 34. 9 Tirmizî, Birr ve sıla, 58. 10 Tirmizî, Diyât, 13. 11 Nesâî, Kasâme, 6-7. 12 Nahl, 16/126. 13 Şûrâ, 42/43. 14 Bakara, 2/237. 2 Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı İL : GENEL TARİH: 05/12/2014 AHİRET: HESAP VERME BİLİNCİ Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle edenler, kesinlikle buyuruyor: “İnkâr diriltilmeyeceklerini ileri sürdüler. De ki: Hayır! Rabbime and olsun ki mutlaka diriltileceksiniz ve yaptıklarınızdan haberdar edileceksiniz.. Bu, Allah için çok kolaydır.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Allah Rasulü (sav) şöyle buyuruyor: “Akıllı kişi kendisini hesaba çeken ve ahiret için salih amel işleyendir. Aciz kişi ise arzularına uyup bir de Allah’tan bağışlanma umandır.”2 Kardeşlerim! Her yeni eskir, her doğan ölür, her beklenen gelir… Geleceğinden hiç şüphe olmayan ahiret, hesap vermek üzere tekrar diriltileceğimiz hayattır. O büyük ve mukadder olan günde, dünyada yapıp ettiklerimizin kaydedildiği amel defterlerimizi elimize aldıktan sonra adalet terazileri kurulacak ve hesap görülecektir. Dünya hayatında yapmış olduğumuz her hayrın mükâfatını göreceğimiz gibi, işlemiş olduğumuz her günahın da hesabı sorulacaktır. O gün, kitabında salih amel ve iyiliklerin ağır bastığı kimse kurtuluşa erecektir. Hayır adına tartıları hafif gelenlerse kendilerine yazık etmiş olduklarına bizzat kendileri şahitlik edeceklerdir. Aziz Kardeşlerim! İman esaslarından biri olan, çoğu defa Allah’a imanla birlikte zikredilen ahirete iman, insanın sorumluluk bilinciyle hareket etmesini sağlar. Bu bilinçle hareket eden kimse dünya hayatında ilkesiz, sorumsuz bir şekilde asla hareket etmez. Âhirete iman etmek, insan hayatına tutum ve davranışlarına anlam katar, yön verir, 1 Teğâbun, 64/7. Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme, 2. 3 Kasas, 28/77. 4 Ankebût, 29/64. 5 Bakara, 2/201. değer kazandırır, varoluş amacını hep diri tutar. Bu inanç Allah’a, topluma, aileye ve kendimize karşı olan sorumluluklarımızı layıkıyla yerine getirmemizi sağlar. Bizim her türlü tutum ve davranışımızdan haberdar olan bir Rabbimizin olduğunu, bütün amellerimizin kaydedildiğini ve bunlardan bir gün mutlaka hesaba çekileceğimiz şuurunu canlı tutar. Ahirete inanan bir insan, hayatında her daim ölçülü ve tutarlı hareket eder. Kin, haset, düşmanlık, nefret gibi duygularını törpüler. Affetme, bağışlama, hoş görme gibi hasletlerini geliştirir. Bela ve musibetler karşısında sabırlı ve metanetli davranır. Huzuru ve mutluluğu, Allah’a imanda ve O’nun rızasını kazanabileceği amellerde arar. Kardeşlerim! Ahirete inanmak ve ona hazırlık yapmak, şüphesiz dünyayı ihmal etmek olarak da algılanmamalıdır. Nitekim Kerim Kitabımızda: “Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma.”3 buyrularak hem bu dünya için hem de ahiret için çalışılması gerektiğine vurgu yapılmıştır. “Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibarettir.” 4 buyurulması, dünya hayatını kötülemek için değil, ahiret hayatının göz ardı edildiği bir dünya hayatının boş ve anlamsız olduğunu vurgulamak içindir. Aksi takdirde Yüce Allah’ın bizleri halife olarak yaratması, yeryüzünü bize emanet edip imarla mükellef tutması nasıl anlamlandırılabilirdi? Bizlerden istenen dünya kazanımlarına sahip olmamak değil, kazanımlarımızın esiri olmamaktır. Değerli Mü’minler! Huzurlu bir fert ve toplum olmanın yolu, ahirete yürekten iman etmekten geçer. Öyleyse gelin, ahirete iman bilinciyle hareket eden ve bu bilinç doğrultusunda yaşayan müminler olalım. Erdemi, ahlâkı, hak hukuka riayeti, başkalarına sevgi ve saygı göstermeyi, yaşadığımız her an vazgeçilmezimiz kabul edelim. Hutbemi şu eşsiz dualarla bitirmek istiyorum: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru!”5 "Allah’ım! Ebedî yaşayacağım ahiret hayatımı benim için hayırlı eyle. Hayatımda her türlü hayrı ziyadesiyle ihsan eyle. Ölümümü de her türlü şerlerden muhafaza eyle"6 6 Müslim, Dua, 71. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü ona hep güler yüz göstermiş, güzel söz söylemişlerdir. Onun mutluluğu için nice fedakârlıklara katlanmışlardır. İLİ: BAYBURT AY-YIL: MAYIS 2014 TARİH: 09.05.2014 (2. HAFTA) ﻱ . ﻱ ِب ﺍ َّرﻝ ْس ِبﻡ ﺍ َّرﻝ ِب ِب ْس ِب ك أ اََّل تَ ْع ُب ُدوا إِ اَّل إِاياهُ َوبِا ْل َوالِ َد ْي ِن إِ ْح َس ًانا َ ضى َرُّب َ ََوق ِ َ إِ اما يْبمُ َغ ان ِع ْن َد َح ُد ُى َما أ َْو ِك ََل ُى َما فَ ََل تَُق ْل َ ك ا ْلكَب َر أ َ ٍّ لَيُ َما أ يما ً ُف َوََّل تَْنيَ ْرُى َما َوقُ ْل لَيُ َما قَ ْوًَّل َك ِر ُّ ض لَيما جَناح ِْ و ِّ الر ْح َم ِة َوُق ْل ار ب الذ ِّل ِم َن ا َ َ َ ُ ْ اخف َ ِ ( İsrâ, 17/23) .ير ص ِغ ًا َ ْار َح ْميُ َما َك َما َرابَياني ِ صماى المّوُ َعمَ ْي ِو َو َسما ْم َ َو قَا َل َر ُسو ُل المّو ِِ ِ ِّ الر ِّ الر ب ِفي َس َخ ِط ْا َلوالِد وس َخطُ ا ضا ا َ ب م ْن ِر َ ِر َ ضا اْل َوالد Tirmizî, “Birr”, 3 Değerli Mü’minler! Dünyada sevgi, saygı ve iyiliğe en fazla lâyık olan kişilerin başında anne ve babalar gelmektedir. Anneler, çocuklarını, çeşitli eziyet ve sıkıntılarla dünyaya getirmekte ve onları sevgiyle büyütmektedirler. Hepimiz maddî ve manevî gelişimimizi annelerimizin sevgi, şefkat ve merhametine borçluyuz. Çünkü bir çocuğun ruhsal ve bedensel gelişimi için anne sütü ne kadar önemli ise, annenin sevgi, şefkat ve merhameti de en az o kadar önemlidir. Kişinin anneye olan ihtiyacı hayat sürmektedir. Annelerimiz başlarımızın dertlerimizin ilacı, gönüllerimizin sultanıdırlar. boyu tacı, Diğer yandan annelerimizle birlikte babalarımızın da üzerimizde şüphesiz çok büyük hak ve emekleri vardır. İyilik ve yardımlaşmanın, ağırbaşlılık ve sorumluluğun sembolü olan babalarımız; maddeten ve manen büyüyüp gelişmemize ve hayata atılmamıza katkıda bulunurlar. Baba sevgisi ve desteği de çocuklar için önemli bir güç kaynağıdır. Üzülerek ifade edelim ki, günümüzde, evlatları için her türlü fedakârlığı yaptığı hâlde yalnızlığa itilmiş, meşakkatlerin kucağına terk edilmiş, sahipsiz gözü yaşlı anne-babalarla sıkça karşılaşıyoruz. Gözyaşlarının, terk edilmişliğin, hayata küsmenin meydana getirdiği bu ızdırap tabloları, vicdanları derinden yaralıyor. Oysa bu tabloları, huzur ve mutluluk, fedakârlık ve sabır, merhamet ve hoşgörü süslemelidir. Bizler onların varlığı ile sıkıntı ve meşakkat değil huzur ve mutluluk duymalıyız. Varlıklarını yük değil nimet olarak algılamalıyız. Değerli Müslümanlar! Şüphesiz her mü’min, Allah’ın rızasını kazanmayı, onun ahirette sunacağı nimetlere nail olmayı hedefler. Bu hedefe ulaşılmasında, sâlih amellerin ayrı bir yeri vardır. Unutmayalım ki, anne-babanın hayır dua ve rızası, bu güzelliklere ulaşmanın yollarından biridir. Yetim olarak ana-baba özlemiyle büyümüş sevgili Peygamberimiz de bir hadis-i şeriflerinde “Allah’ın rızası, anne-babanın rızasında, Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.”(2) Buyurmak suretiyle bu hususu dile getirmiştir. Ayrıca anne-babaya isyan, büyük günahlar arasında sayılmıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Büyük günahların en ağırını size haber vereyim mi? Allah’a şirk koşmak ve ana-babaya âsi olmaktır.”(3) Buyurmuştur. Bizler anne-babamızın rızasını kazanarak onların hayır duasını almanın gayreti içinde olalım. Zira Peygamberimiz, “Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin duası ve anne-babanın evladına duası.”(4) Buyurmuştur. Hutbemi, bir ayet mealiyle bitirmek istiyorum: “İnsana, anne ve babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek taşımıştır…”(5) Muhterem Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, buyuruyor: Kur’an-ı Kerim’de şöyle “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, ana-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.”(1) Bu ayette, bir mü’minin, anne-babasına, saygılı davranması, onlara şefkat ve merhamet yüklü sözcüklerle güzel bir şekilde hitap etmesi gerektiği bildirilmiştir. Zira o güçsüz iken, anne-babası ona kol kanat germiş, bütün zorluk ve meşakkatlere rağmen Murat BİROL Din Hiz. Ve Eğitimi Şefi Redaksiyon: İl İrşat Kurulu Kaynaklar: 1- İsrâ, 17/23. Tirmizî, “Birr”, 3. 3-Buhârî, “Şahadet”, 10. 4-İbni Mâce, “Dua”, 11. 5-Lokman, 31/14. 2- İLİ: BAYBURT AY-YIL: TEMMUZ 2014 TARİH: 04.07.2014 (1. HAFTA) BEN ORUÇLUYUM” DİYEBİLMEK Kardeşlerim! Ramazan ayının rahmet, bereket, huzur, mağfiret ve duygu yüklü havasını teneffüs etmekteyiz. Hikmet dolu sahurlarıyla, şükür ve paylaşımın zirveye ulaştığı iftar sofralarıyla, ibadetin coşkuya dönüştüğü teravihleriyle hayatımıza ayrı bir derinlik ve zenginlik katmaktadır Ramazan ayı. Bunların içinde orucun, şüphesiz ayrı bir yeri vardır. Kul ile Yüce Yaratan arasındaki muhabbetin doruğa ulaştığı duygu yüklü bir ibadettir oruç. Kul, oruçta Rabbi ile adeta baş başadır. “İnsanoğlunun yaptığı her şey kendisi içindir. Oruç müstesna. O benim içindir ve onun mükâfatını ben vereceğim…”1 kudsî hadisi ile orucun manevî karşılığına dikkat çekilmiştir. Yine, “Kim imân ederek ve sevabını Allah‟tan umarak Ramazan orucunu tutarsa önceki günahları affedilir.”2 sözüyle Efendimiz (s.a.s.), riyadan uzak bir şekilde sadece Allah rızası için tutulan orucun manevî mükâfatına işaret etmiştir. Kardeşlerim! İnsanı gayri meşru istek ve arzularına esir olmaktan koruyan bir iksirdir oruç. Oruç, bizleri maddi zevk ve şehvetler peşinde koşmaktan alıkoyan bir ilaç gibidir. “Ey iman edenler! Kötülüklerden sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.”3 âyetiyle, hem orucun farz kılınmış bir ibadet olduğuna hem de onunla gerçekleştirilmek istenen hedefe işaret edilmektedir ki bu da kötülük ve günahlardan uzak durmaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.s) de, “Oruç bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu günde kötü söz söylemesin, kavga etmesin. Ona birisi sataşır veya küfrederse, „ben oruçluyum‟ desin.”4 buyurmaktadır. Gerçekten şuurlu ve şartlarına riayet edilerek tutulan oruç, kişiyi kötülüklere karşı koruyan bir kalkandır. Oruçlu kimse kavgalara, çirkinliklere, kötü sözlere, günah ve isyanlara karşı iç alemini kapatmıştır. Onun sadece midesi değil aynı zamanda dili, eli, gözü, gönlü, bütün uzuvları bu tür olumsuzluklara karşı iftarı olmayan bir oruçtadır. Onun dilinin iftarı, güzel sözdür; gönlünün iftarı, güzel duygulardır; elinin iftarı, onu hayırlı işlerde kullanmaktır; gözünün iftarı, güzelliklere bakarak Yüce Rabbinin kudret ve kuvvetini anlamaktır. Aklının iftarı, insanlığa huzur verecek bilgi ve düşünceler üretmektir. Değerli Kardeşlerim! Rahmetin sağanak sağanak yağdığı Ramazanda, Peygamberimizin ifadesiyle; “…cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar da zincire vurulur.”5 Bizler, açılan cennet kapılarını kapatır, kapatılan cehennem kapılarını açar ve zincire vurulan şeytanların bağını çözersek, fert ve toplum olarak bu rahmet ayından gerektiği şekilde istifade edemeyiz. Rasûlullah Efendimiz (s.a.s), “Oruçlu kimse, yalan sözü ve yalanla amel etmeyi terk etmediği sürece, Allah‟ın, onun yemesini içmesini terk etmesine ihtiyacı yoktur.”6 buyurur. Kardeşlerim! Zekâtlar, sadakalar, yardımlaşmalar, ziyaretler, kötü alışkanlıkların ve çirkin sözlerin terk edilmesi gibi ibadetler, cennetin kapısını aralamaz mı? Çirkinliğe, kötülüğe ve Allah’a isyana karşı oruçlu insan, güzellikler bahçesi cennetin konuğu olmaz mı? Kardeşlerim! Geliniz, bizler Ramazan ayını değil, Ramazan ayı bizleri değiştirsin. Ramazanın sade, huzurlu, mütevâzi ve manevî iklimini bozmamaya özen gösterelim. Oruç bizi terbiye edip her türlü aşırılıktan ve kötü alışkanlıklardan arındırsın. Ahlâkımızı, kişiliğimizi ve ilişkilerimizi orucun hikmeti ve rahmetiyle onaralım. Ramazan ve oruç vesilesiyle iyi bir insan ve kaliteli mümin olmanın yollarını arayalım. Oruçlarımızın; Rahmet Peygamberi’nin, “Bir kimse Allah yolunda bir gün oruç tutarsa, Allah bu tutulan oruç sebebiyle o kimsenin yüzünü cehennem ateşinden yetmiş sene sürecek mesafelik yere uzaklaştırır.”7 hadisi şerifiyle müjdelediği oruçlar olmasını Yüce Rabbimizden diliyorum… Hazırlayan: İl İrşat Kurulu Redaksiyon: İl İrşat Kurulu Kaynaklar: 1 Buhârî , Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 30. 2 Buhârî, Savm,6. 3 Bakara, 2/183. 4 Buhârî , Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 29. 5 Buhârî, Savm, 5; Müslim, Sıyâm, 1. 6 Buhârî, Savm, 8; Ebû Dâvûd, Sıyâm, 25. 7 Müslim, Sıyâm, 31. İLİ : GENEL TARİHİ : 12.09.2014 BİLGİ AHLÂKI Aziz Müminler! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur” 1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), şöyle dua etmektedir: “Allah’ım, bana öğrettiklerinle beni faydalandır. Bana fayda verecek ilmi öğret ve ilmimi artır.” 2 Kardeşlerim! Biz, kendisini diğer dünyalardan bilgi ile ayıran, bilginin malzemesine ne kadar çok sahip olursa olsun bilgiyi bir ahlâk ve sorumluluk olarak görmeyen kültürleri câhiliye olarak adlandıran bir medeniyetin mensuplarıyız. Yüce dinimizin bilgiye ve bilgili insana ne kadar değer verdiği, kendisini kabul eden fert ve toplumların bilgi ve hikmetle mücehhez olmalarına ne derece ehemmiyet atfettiği herkesçe bilinen gerçeklerdir. Bilgiye bu denli değer veren dinimiz, bilgiyi elde etme, kullanma ve onun değerini korumaya yönelik de bir takım ölçüler getirmiştir. Buna göre öncelikle bilginin asıl sahibinin Yüce Rabbimiz olduğu unutulmamalıdır. Zira Allah Teâlâ, insanı yarattıktan sonra ona bilmediklerini, bütün eşyanın isimlerini, kendini ifade etmeyi ve canlıcansız tüm varlıkları birbirinden ayırabilme becerisini öğretendir. Aziz Kardeşlerim! Bilgi elde etmekteki amaç, hakikati kavramak, özellikle de Hakk’a yakınlaşmak olmalıdır. Bu bilinçten uzaklaşan insanlar, bilgiyi çıkar aracı hâline dönüştürmüş, insanlara refah ve mutluluk getirmesi beklenen bilgiyi tahrip ve yıkım için kullanmışlardır. Özü gereği doğruya, güzele ve hikmete ulaştırması beklenen bilginin istismarı, bu değerleri kaybettirir. Bilgi istismarı ise insanlığın faydasına kullanılabilecek değerli bir bilgi birikimini kötülüğün hizmetine sunma, menfaate aracı yapma çabasıdır. Ve bu durum, günümüzün en büyük sorunlarından birisidir. Merhum Hamdi Yazır’ın ifadesiyle “Haddi zatında her ilim muhteremdir. Fakat büyüklüğü nispetinde ilmî haysiyetle hayru şerre müsaittir. İlim ne kadar harika, engin; ne kadar ince ve yüksek olursa şerr-ü fitne ihtimali o nispette büyük olur. İlimler hüsn-i istimal edilirse zehirlerden devalar yapılır. Su-i istimal edildiği takdirde de devalardan sümum istihsal olunur.” 3 Yani ilim ne kadar derin, ne kadar ince ve yüksek olursa, şer ve fitne ihtimali de o nispette büyük olur. İlimler iyi yönde kullanılırsa nice zehirlerden ilaçlar ve çareler elde edilir. Kötü yönde kullanıldığı takdirde nice ilaçlardan da zehirler elde edilir. Nitekim, insanlar çıkarlarına alet ettikleri bilgi sayesinde koca şehirleri bir bombayla yok edebilecek hâle gelmiş, on binlerce hatta yüz binlerce kişiyi aynı anda öldürme gücüne ulaşmışlardır. Aslında daha vahimi sessizce gerçekleştirilen katliamdır. Bu da Allah’ın insanlara bahşettiği hayat kaynaklarını kurutmak, kimi zaman da canlıların, bitkilerin ve çevrenin doğal genetik yapılarını bozmak şeklinde görülmektedir. Kısacası bugün bilgi pek çok alanda insanlığın hayrına değil, zararına kullanılmaktadır. Kardeşlerim! Bugün ne yazık ki insanlığın, özellikle de İslam coğrafyasının durumu içler acısıdır. Pek çok İslam ülkesinde ilim, dünyevi çıkarlara, makam kaygısına, can korkusuna kurban edilebilmektedir. Oysa hakka, hakikate, hikmete götüren, insanlığın yararına olan her doğru bilgiyi paylaşmak ve yaymak, bilgi sahibinin görevlerinden biridir. Özellikle kritik zamanlarda toplumsal duyarlılıkların sesi olmak, toplumun rehberleri konumundaki âlimlerin sorumluluğudur. Unutulmamalıdır ki; geçmişte bizi biz yapan, insanlık medeniyetinin öncüsü kılan bu anlayıştır. Zira dünya üzerinde güzelliklere yelken açabilenler, ancak hakkı, hakikati korkmadan dünyaya haykırabilenlerdir. Bilginin menfaat ve kişisel tatmin aracı yapılmasının acıklı akıbetini Peygamberimiz (s.a.s), bir hadislerinde şöyle bildirmiştir: “Aziz ve Yüce olan Allah’ın rızası için öğrenilmesi ge reken bir ilmi, sırf dünya menfaati elde etmek için öğrenen bir kimse kıyamet günü cennetin kokusunu dahi alamayacaktır.” 4 Aynı zamanda Allah Resulü (s.a.s), ilmiyle kibirlenen, böbürlenen kişilerin kıyamet günü gerçek yüzlerinin Alemlerin Rabbi tarafından ortaya çıkarılacağını da haber vermiştir. 5 Kıymetli Kardeşlerim! Bilgi sahibi olmak sorumlu olmaktır. Bilgi arttıkça sorumluluk da artar. Bilgi, sahibini kendisine karşı, topluma karşı, tabiata karşı ve nihayetinde Allah’a karşı sorumlu hâle getirir. Kısacası bilgi, başlı başına bir sınavdır. Bilgi ahlâkına sahip olma ve onu koruma daha da zor bir sınavdır. Bu yüzden Peygamberimiz, bilgiyle meşgul olanlara şu dualarıyla örnek olmaktadır: “Allah’ım! Faydasız ilimden sana sığınırım.” 6 “Allahım! Fayda vermeyen ilimden, kabul edilmeyen duad an, korkmayan ka lpten v e doym ayan nefisten sana sığınırım.” 7 Kardeşlerim! Bir eğitim-öğretim yılının daha eşiğindeyiz. Bu vesileyle yeni eğitim-öğretim yılının geleceğimizin teminatı olan evlatlarımıza, değerli öğretmenlerimize hayırlı olmasını Yüce Allah’tan niyaz ederim. Rabbim, evlatlarımızın kendi rızasına ulaştıracak, ülkemizin, milletimizin, alem-i İslam’ın ve bütün insanlığın yararına kullanacakları bilgilerle donanmalarını nasip eylesin. İsrâ, 17/36. Tirmizî, Deavât, 128. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 447. 4 Ebû Dâvûd, İlim, 12. 5 Müslim, İmare, 152. 6 Nesâî, İstiâze, 21. 7 İbn Mâce, Sunne, 23. 1 2 3 Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı İLİ TARİH : GENEL : 10-10-2014 BİZ KARDEŞİZ Kıymetli Kardeşlerim! Asırlar önce Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in kardeşliğe ilişkin şu sözlerine gelin hep birlikte kulak verelim: “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yalnızlığa terk etmez. Kim din kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın bir sıkıntısını giderirse, Allah da onun kıyamet sıkıntılarından birini giderir…”1 Kardeşlerim! Yüce dinimizde kardeşlik, aynı anne-babadan dünyaya gelenlere hasredilemeyecek kadar geniştir. Kardeşlik, aynı özden varedildiğimizi bilmektir. Kardeşlik, mümine muhabbet beslemektir. Yağmurun toprağa verdiği hayat misali birbirimize rahmet ve şefkatle yaşama sevinci taşımaktır. Peygamberimizden gelen bir vefadır kardeşlik. Birbirimiz için sığınılacak bir liman olabilmektir kardeşlik. Zor zamanlarda gönül alıcı bir söz, mütebessim bir yüz sunabilmektir. Kardeşlik, huzur ve mutluluğu paylaşmak, hüzün ve kedere, acı ve ızdıraba ortak olmaktır. Kardeşlik, mesafeleri, sınırları, engelleri ortadan kaldıran gönüller arası ülfet köprüsüdür. Renkleri, dilleri, kökenleri farklı da olsa yürekleri bir kardeşler, birbirlerinin hüznüne, uğradıkları zulüm ve şiddete, akan kan ve gözyaşlarına asla duyarsız kalamaz. Kardeşlik duygusu, ayrı bedenlerin aynı kalbi hassasiyetleri paylaşabilmesidir. Kardeşlik, Efendimiz (s.a.s)’in, “Sizden biriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe gerçek manada iman etmiş olamaz.”2 mesajı gereği, diğerkâmlıktır. Duyarlı olabilmektir kardeşlik. Efendimiz (s.a.s.)’in ifadesiyle birbirimize muhabbet, merhamet ve şefkat gösterme hususunda bir vücut gibi hareket edebilmektir.3 Türlü sıkıntılara, fitnelere, musibetlere, desise ve hilelere maruz kaldığımız şu günlerde birbirimizin hak ve hukukuna riayet etmek, hep birlikte Allah rızasını aramaktır kardeşlik. Kardeşlik; “Birbirinizle üstünlük yarışına girmeyin. Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize kin beslemeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun.4 Müslümanın kardeşine üç günden fazla dargın durması helâl değildir.”5 nebevi ifadesiyle, hangi şartta olursa olsun kardeşini yalnızlığa terk etmemektir. Kardeşlikte terk yoktur, sorumsuzluk, duyarsızlık yoktur. Kardeşlik her şeyden önce kuru bir söylem değil, bir hukuk, bir hak, bir görev, bir iman ve ahlâktır. Değerli Müminler! İşte Ensar ve Muhacir, böyle bir kardeşliği bizzat yaşayarak ortaya koydular. Efendimiz (s.a.s.), asabiyet ve cehaletin, bağnazlığın, kör taassubun zincirlerini kırarak; dilleri, renkleri, gelenek ve görenekleri farklı olmasına rağmen ‘iyilik ve takvada yardımlaşan’ lardan bütün insanlığa örnek bir kardeşlik toplumu meydana getirdi. Müslümanlar olarak, Allah Resulü’nden devraldığımız bu ulvi mirası yüzyıllarca yaşattık. Asırlarca yeryüzünün muhtelif coğrafyalarında bu kardeşlik anlayışını diri tutarak bu günlere geldik. Dünyevi çıkarların, güç mücadelelerinin, Kutlu Nebi’nin, ardında bıraktığı bu örnek toplumu zedelemesine fırsat tanımadık. Bu gün de kardeşlik duygularımızın ve gönüllerimizin onulmaz yaralar almasına izin vermemeliyiz. Yüz yıllarca gönülleri bir, zihinleri bir, gayeleri bir kardeşlerin arasına ayrılık-gayrılık girmesine asla müsaade etmemeliyiz. Birbirine ülfet, muhabbet, samimiyet, ünsiyet beslemesi gereken gönüller, hırs, menfaat, bencillik, kin ve intikam ateşiyle kavrulmamalıdır. Yüreklerimizi dağlayacak, birlik ve dirliğimizi bozacak fitne ve fesat ateşleri körüklenmemelidir. Değerli Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, biz Müslümanlara hakikatin yolunda olmayı, hakkın peşinden koşmayı emretti. Kendimizi hakikatin yerine koymayı, hakkı yalnız kendimize has kılmayı emretmedi. Hepimiz hakikatin yolunda hizmet etmekle emrolunduk. Hiç kimse ‘hakikat bende’ dememeli, ‘hakikat benimle’ diye iddia etmemelidir. Müslümanlar olarak, “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.”6 ilahi emri gereği yıkıcı değil yapıcı; ayrıştırıcı değil, birleştirici olmalıyız. Fitneyi değil, ıslahı esas almalıyız. Bizi biz yapan değerlere sımsıkı sarılarak birliğimizi ve dirliğimizi korumalıyız. Bu yolda; Sakın incitme bir canı, Yıkarsın arş-ı Rahmân’ı sözü genelgeçer anlayışımız olmalıdır. Hutbemizi, Yüce Rabbimizin Kerim Kitabımızda bize öğrettiği şu dua ile bitirelim: “Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.”7 1 Müslim, Birr, 58; Tirmizi, Hudud, 3 Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59. 3 Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr, 66. 4 Müslim, Birr, 28. 5 Buhârî, Edeb, 63; Müslim, Birr, 23. 6 Hucurât, 49/10. 7 Haşr 59/10 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İL : TÜRKİYE GENELİ TARİH : 20.06.2014 İkinci olarak çocuklarımıza kişilik kazandırmalıyız. Kişilik ise her şeyden önce güzel ahlak ile şekillenir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), bu konuda “Hiçbir anne-baba, çocuğuna güzel ahlaktan daha kıymetli bir miras bırakmamıştır.”3 buyurmuştur. Üçüncü olarak yavrularımıza kimlik kazandırmalıyız. Onları Allah’a kul, Muhammed Mustafa (s.a.s)’ya ümmet, İslam’ın değerler manzumesi ile donanmış erdemli kişiler olarak yetiştirmek, bu hayattaki en önemli görevimizdir. CAMİYE KOŞALIM, KUR’AN’LA BULUŞALIM Aziz Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Gerçekten bu Kur’an, en doğru yola ulaştırır. İyi işler yapan müminler için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “İnsanoğlu ebediyete irtihal ettiği zaman amel defteri kapanır. Şu üç kişinin defteri ise kapanmaz ve bunlara sevap yazılmaya devam eder. Ardında sadakayı cariye, yani kalıcı bir hayır bırakan kişi. İlmini insanlığın hayır ve hizmetine sunan kişi. Kendisine hayır duada bulunan bir evlat yetiştiren kişi.”2 Kardeşlerim! Bir kitap düşünün! İnsanlık âlemini evrensel değerlerle buluşturdu. Aşağıların aşağısına yuvarlanmış insanlığı yüksek değerlere kavuşturdu. Bir kitap düşünün! İnsanlığı hak, hakikat, adalet, ahlak, fazilet, birlik, beraberlik ve kardeşlikle tanıştırdı. Bir kitap düşünün! Medine’de bir medeniyet nüvesi meydana getirdi. Kızgın çölün bereketsiz topraklarında bedevi insanlardan, medeni bir toplum oluşturdu. Bir kitap düşünün! Küfür, şirk, kin, nefret ve intikam toplumunu, hem de çok kısa bir zaman diliminde iman, İslâm, sevgi, muhabbet ve rahmet toplumuna dönüştürdü. Aziz kardeşlerim! İşte Yüce Kitabımız Kur’an’ın mesaj ve anlam dünyası ile çocuklarımızı ve gençlerimizi buluşturmak en başta gelen vazifemizdir! Unutmayalım ki yeryüzünde bulunan her şey bize birer emanet olarak verilmiştir. Sahip olduğumuz bütün nimetler, bizlere Allah’ın emanetidir. Gerçek şu ki; bize verilen en büyük ve en değerli emanet, ciğerparelerimiz olan çocuklarımızdır. Bizler, dünyaya veda ettikten sonra arkamızdan hayır dualar edecek salih evlat bırakmalıyız. Dualarımızı en çok bu yönde yapmalıyız. Allah’tan salih evlat istemeliyiz. Yavrularımızın salih birer evlat olarak hayatlarını devam ettirebilmeleri için üzerimize düşen vazifeler vardır. Her evladın ana-baba üzerindeki en büyük hakkı, her şeyden önce ona bir benlik, bir kişilik ve kimlik kazandırmasıdır. Yavrularımıza benlik kazandırabilmek için öncelikle onlara hayatın manasını öğretmeliyiz. İnsanın değerini, yaratılış gayesini, nereden geldiğini ve nereye gideceğini öğretmeliyiz. Kardeşlerim! Bir hafta önce bir eğitim ve öğretim dönemi daha sona erdi. Çocuklarımızın Kur’an ile, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in örnek hayatı ile, cami, mihrap ve minber ile, ibadetlerle tanışmaları ve buluşmaları için çok güzel bir fırsat mevsimi başlıyor… 23 Haziran’da başlayıp 22 Ağustos’a kadar devam edecek olan Yaz Kur’an Kurslarımız açılıyor. Bu yaz, “Camiye koşalım, Kur’an’la buluşalım” şiarıyla camilerimiz göz aydınlığı çocuklarımızla şenlenecek… Aziz Kardeşlerim! Yavrularımızın yaz Kur’an kurslarına katılmasına annebabalar olarak rehberlik ve öncülük edelim! Çocuklarımızı, hocalarımıza emanet edelim! İki ay içerisinde cami ile tanışıp, caminin manevi atmosferi içerisinde koşuştursunlar! Kelime-i şehadeti, kelime-i tevhidi öğrensinler! Rabbimizi tanıyıp bilsinler! İnancımızı, abdesti, namazı, zekâtı, haccı, orucu öğrensinler! İnsanî ve ahlâkî erdemleri, sevgiyi, saygıyı, doğruluğu, dürüstlüğü öğrensinler! Paylaşmayı, yardımlaşmayı, dayanışmayı, merhameti, kardeşliği, birlik ve beraberliği öğrensinler! Kur’an’la tanışsınlar, Allah’ın kitabını okusunlar! Zira onları vatanımıza, milletimize, Müslümanlara ve tüm insanlığa faydalı ve hayırlı birer insan; bizlere hayır dua eden salih bir evlat olarak yetiştirmeye, bugün, her zamankinden daha fazla muhtacız. Aziz Kardeşlerim! Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), bir hadislerinde ideal gençliği, “neşeyi Rabbine ibadette bulan gençlik” diye tarif etmiştir. Ne hazindir ki, bugün, bazı gençlerimizin neşeyi nerelerde bulmaya çalıştığını ve oraların, onların ömürlerini nasıl törpülediğini, hayatlarını nasıl tahrip ettiğini hepimiz biliyoruz. Zira neşeyi Rabbine ibadette bulamayan gençlik, neşeyi, sevinci, huzuru başka yerlerde arayacaktır. Unutmayalım ki, milletlerin istikbâli gözlerindeki ışığa bağlıdır. Gözlerinin nurunu kaybeden milletler, geleceği göremezler, sağlam bir istikbal inşa edemezler. Çocuklarımız, gençlerimiz, gözlerimizin nurudur; kalplerimizin sürurudur. Hutbemi Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’de bizlere öğrettiği bir dua ile bitirmek istiyorum: "Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah'a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle"4 1 İsra, 17/9. Tirmizî, Ahkâm, 36. 3 Tirmizî, Birr ve Sıla, 33. 4 Furkân, 25/74. 2 Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı İL : GENEL TARİH : 28/11/2014 DİLİN ESİRİ OLMAYALIM! Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Her kim şan ve şeref istiyorsa bilsin ki, şan ve şeref bütünüyle Allah'a aittir. Güzel sözler Allah’a yükselir, güzel sözü de salih amel yükseltir...”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) bizleri şöyle uyarıyor: “Allah'a ve ahiret gününe inanan ya hayır söylesin ya da sussun...”2 Aziz Kardeşlerim! Canlılar içinde meramını dil ile ifade etme, konuşma yeteneği sadece insana bahşedilmiştir. Rahmân, insanı yaratmış, ona düşünme ve konuşmayı öğretmiştir.3 Kelam, Yüce Rabbimizin sıfatlarından olup insana ilahi bir emanettir. Bu emaneti, sahibinin rızası doğrultusunda kullanmak ve korumak ise mümin olarak en önemli sorumluluklarımızdandır. Kur’an-ı Kerim şüphesiz ki sözlerin, kelâmın en güzelidir. Bu en güzel söze iman ve itaat eden biz müminlerin de, en güzel kelamı konuşmamız, bir başka ifade ile sözümüzün hayrolması imanımızın bir gereğidir. Değerli Kardeşlerim! Dilden ölçüsüzce çıkan kimi söz ve konuşmalar lisanın afetleri olarak nitelendirilmiştir. Kerim Kitabımız, bize anlamsız ve boş konuşmadan, gıybetten, su-i zandan, iftiradan, alay etmekten, yalan söylemek ve yalan yere yemin etmekten, yapmadığını söylemekten ve ifsâd edici her türlü sözden uzak durmamızı emreder. Bilinmelidir ki; böylesi fiiller, insanlar arasında huzuru bozduğu gibi âhirette de azaba neden olacaktır. Peygamberimiz (s.a.s) tarafından, “elinden ve dilinden emin olunan insan” olarak tanımlanan Müslüman4, kalbiyle sû-i zan besleyen, diliyle gıybet eden, insanları arkalarından çekiştiren, onların kusurlarını araştıran, ayıplarını ortaya döken, sözleriyle kardeşini yaralayan insan değildir. Mümin, böyle bir kişiliğe sahip olamaz. İmanı gereği, güzel ahlâkın erdemlerini kuşanan insan olan Müslüman5, kardeşinin mahremiyetine dil uzatarak onun şerefini, onur ve haysiyetini zedeleyemez. Kıymetli Kardeşlerim! Üzülerek belirtmek gerekir ki günümüzde bir eğlence unsuruymuş gibi gösterilen dedikodu faaliyetleri, asılsız söz ve ithamlar, iftira, yalan ve çirkin sözün her türlüsü özellikle iletişim araçları ile merak ve ilgi uyandıracak tarzda sunulmaktadır. Bu şekilde âdeta bir yalan ve gıybet sektörü meydana getirilmektedir. Bu durumun ise dinî ve ahlâkî açıdan fert ve topluma çeşitli zararları vardır. Özellikle sosyal paylaşım sitelerinde yayınlanan bir haber, milyonları etkileyebilmekte, kitleleri tesir altına alabilmektedir. Kimileri bilgisayar başında, ilahi gözetim altında olduklarını unutarak kişilerin haysiyetini, şerefini zedeleyecek sorumsuz tutumlar sergileyebilmektedirler. Böylece, bir taraftan kul hakkına, diğer taraftan da toplumda infiale neden olarak kamu hakkına girmektedirler. Oysa sadece yanındayken değil, yokluğunda da bir insanın hukukunu çiğnememek, onurunu zedelememek müminin iman ve ahlakının bir gereği değil midir? Dedikodu, yalan, iftira, gıybet gibi kötü sözlerle dilini zehirli bir ok haline getirenler, bunun bir hesabının olacağını düşünmezler mi? Kardeşlerim! Malumdur ki kap, içindekini dışa yansıtır. İnsanın dili de kalbinin aynasıdır. Eğer kişi berrak bir zihne, tertemiz bir gönle sahipse dilinden de güzellikler dökülür. Kötü düşüncelerin, çirkin işlerin esiri olmuş bir kalp, dili de köreltir. İşte Allah Resulü’nün dil ile kalbin ilişkisini vurgulayan şu hadisi ne kadar da önemlidir: “Zandan uzak durun. Zira zan, sözün en yalanıdır. Birbirinize kulak misafiri olmaya çalışmayın, birbirinizin özel hâllerini araştırmayın, birbirinizle üstünlük yarışı içine girmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeşler olunuz.”6 Aziz Müminler! Dil, kelam bize bahşedilmiş en önemli nimetlerdendir. Geliniz, bu nimeti rıza-i ilahiye uygun kullanalım. Söylediklerimiz, yaşadıklarımız, yaşadıklarımız da söylediklerimiz olsun. Sözümüzün, dilimizin bir ahlakı, bir adabı olsun. Sözlerimiz hikmetli ve ibretli, sözlerimizin gayesi de insan onuru ve haysiyetini yüceltmek olsun. Biz, söylediklerimizin değil, söylediklerimiz bizim esirimiz olsun. Dedikodu, gıybet, sû-i zan, yalan, iftira ve çirkin sözlerle hem insanlar hem de Rabbimiz katındaki değerimizi düşürmeyelim. Efendimiz (s.a.s)’in sıklıkla dile getirdiği şu duayı kendimize şiar edinelim: “Allah'ım! Kulağımın kötülüğünden, gözümün kötülüğünden, dilimin kötülüğünden, kalbimin kötülüğünden sana sığınırım.”7 1 Fâtır, 35/10. Buhârî, Edeb, 31. 3 Rahmân, 55/1-4 4 Buhârî, İmân, 4. 5 Dârimî, Rikâk, 74. 6 Buhârî, Edeb, 57. 7 Ebû Dâvûd, Vitir, 32. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ: GENEL TARİH: 07.02.2014 Riya ile safiyetini kaybeden ameller, Rabbimizin katında, üzerinde az bir toprak bulunan ve şiddetli yağmura maruz kalınca çıplak hale gelen kayaya benzer . Aziz Kardeşlerim, DİN SAMİMİYETTİR Aziz Kardeşlerim, Sahabeden Temîm ed-Dârî anlatıyor: Bir gün Allah Resulü (sas), ashabına hitap ederken, üç kez tekrar ederek şöyle seslendi: "Din samimi olmaktır. Din samimi olmaktır. Din samimi olmaktır." Sahabeden bazıları: "Din kime karşı samimi olmaktır ya Rasûlallah?" diye sordular. Sevgili Peygamberimiz (sas): "Allah'a karşı, Kitabına karşı, Peygamberine karşı, Müslümanların meşru idarecilerine karşı ve bütün Müslümanlara karşı samimi olmaktır." diye cevap verdi. Aziz Kardeşlerim, İslâm'ın özü olarak kabul edilen dört hadisten biri olan bu kutlu ifadeye göre; Din-i Mübin-i İslâm'ı kabul eden her insan Allah'a iman ve kulluk, Kur'an'a tabi olma, Hz. Peygamberi (sas) örnek alma, yöneticilere karşı hakkı söyleme ve toplumsal görevlerini yerine getirme, sınıf ve statü farkı gözetmeksizin bütün Müslümanların ve hatta bütün insanların haklarına riayet etme gibi konularda ciddi bir samimiyet sınavına tabi tutulmuş demektir. Buna göre ihlas ve samimiyet, dinin özü, dindarlığın hülasasıdır. İhlas ve samimiyet, inancın, kulluğun ve itaatin sadece ve sadece âlemlerin Rabbi olan Allah'a özgü kılınmasıdır. İhlas ve samimiyet, bütün ibadetlerin, her türlü riya, gösteriş ve çıkar kaygılarından arındırılıp sadece Allah rızası için yapılmasıdır. İhlas, Yaratıcısına gizli-açık hiçbir şeyi ortak koşmayan samimi imandır. İhlas, dünyevi bir çıkar beklemeden sırf Allah rızası için yapılan kulluktur. İhlas, Allah'a karşı olduğu gibi insanlara, canlı-cansız bütün varlıklara karşı gösterilen samimiyettir. İhlas, nifak ve iki yüzlülükten uzak bir kalp safiyetidir. İhlas, Allah rızasına göre hareket eden akıl ve kalbin karşılıksız garazsız amelidir. İhlas, Hz. Mevlana'nın ifadesiyle olduğu gibi görünmek ve göründüğü gibi olmaktır. Aziz Kardeşlerim, İhlas olmazsa, ruhumuzun miracına sebep olması gereken namazlarımız, bizleri kötülüklerden alıkoyamaz. İhlas olmazsa oruçlarımız, artık bizim için bir kalkan değil, sadece açlık ve susuzluktan ibaret kalır. İhlas olmazsa kurbanlarımız Rabbimize kurbiyete vesile olamaz, elimizde kalan sadece onların etleri ve kanları olur. İhlasın yerini gösteriş, samimiyetin yerini riya almışsa, sağ elimizin verdiğini sol elimizin bilmemesi gereken fedakârlıklarımızı herkes biliyorsa, o vakit sadakalarımız Rabbimize sadakatimizi ifade etmekten çok uzakta demektir. Gösteriş malzemesi yapılan sadakalar ömrümüze bereket getirmekten ziyade bizi çoraklaştırır. İhlas ve samimiyet, sadece inanç ve ibadetlerimizde değil, insanlarla olan ilişkilerimizde de son derece önemlidir. Müslümanm Müslümana karşı samimi, içten ve gönülden davranması da dinin önemli bir ilkesidir. Zira müminin en önemli vasfı olan güvenilirlik ancak içten ve samimi davranışlarla sağlanabilir. Aile ve akraba ortamında, komşuluk ve arkadaşlık ilişkilerinde, iş ve ticaret hayatında, kısacası hayatın her alanında insanlara karşı içten ve samimi davranmak en büyük ahlâkî erdemlerdendir. Bu erdemi kazanmanın en kısa yolu da her işimizde Allah rızasını ön plânda tutmak ve O'nun her an bizi görüp gözettiğini aklımızdan çıkarmamaktır. İnsanları değerlendirmemizde ve eşyaya bakışımızda bu yaklaşım esas olursa dünyevi çıkar ve hırsların körüklediği pek çok olumsuzluk kolayca bertaraf edilebilir. Aziz Kardeşlerim, Halis ameller, riya ile gösteriş arzusu ile "desinler diye" yapılarak kirletildiğinde anlamını kaybeder. Samimiyet olmadan değerler, değerini yitirir. "Cömert" desinler diye infakta bulunan, "âlim" desinler diye ilim tahsil eden, "kahraman" desinler diye savaşan kimsenin çabasının Allah nezdine hiçbir kıymeti yoktur. Hatta bu kimseler, sahte niyetlerle yapılan sahte amellerinden ötürü ahirette hüsrana uğrayacaklardır.3 Çünkü ihlası, samimiyeti bilmeyene insanlar "âlim" dese de hakiki cahil odur. Gönlünü Rabbinin rızasıyla zenginleştirmeyenin adı "zengin" olsa da hakikatte o, insanların en yoksuludur. Samimiyetsiz secdelerle âbid, dünyaya gönül bağlayarak zâhid, dünyalık için hicret ederek muhacir olunmaz. Gerçek muhacir dünyalıklara dair gönlündeki her şeyi terk ederek "ihlas"a hicret edendir. Uzaklarda bir yerlerde boynu bükük bir halde ihlas bizi bekliyor. Riyadan, kibirden, iki yüzlülükten uzaklaşıp samimiyetin kapısını ne zaman çalacağız? Kulluk gösterilerinden, gösteriş bağımlılığından, iyilikleri pazarlarda satmaktan uzaklaşıp ihlas, samimiyet ve takvanın gönlünü ne zaman alacağız. Sahi yolculuğumuz nereye, bizler kimin muhaciriyiz? Aziz Kardeşlerim, Unutmayalım ki hutbemin başında okuduğum ayet-i kerimede de ifade edildiği gibi Allah'ın azabından sadece O'nun ihlaslı kulları kurtulacaktır. Hutbemi Resûl-i Ekrem Efendimizin (sas) bir duasıyla bitirmek istiyorum: "...Ey yücelik ve ikram sahibi, her şeyin Rabbi olan Allah'ım! Beni ve ailemi dünya ve ahirette her an sana ihlâs ve samimiyetle bağlı kıl.!..." 5 DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI 2 3 4 5 Müslim, İman 95; Ebu Davud, Edeb, 59 Bakara 2/264 Müslim, İmare 152 Sâffat, 38-40 Ebû Dâvûd, Tefrîu ebvâbi'1-vitr, 25 Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in hadisleri incelendiğinde Efendimizin, doğruluğun davranış boyutuna da “sadaka” adını verdiğini görürüz. “Sadaka” kavramı sadece dilimize geçerken değil, klasik ve çağdaş Arap dilinde de anlam daralmasına uğramış ve karşılıksız olarak fakirin eline verdiğimiz yardımın adı olmuştur. Oysa İslâm âlimleri sadakayı şöyle tarif etmiştir: “Sadaka, imanın sadakatini ortaya koyan her davranıştır.” “Doğruluğun davranışla aranmasıdır; doğruluğu davranışla arama teşebbüsüdür.” Buna göre insanın özünde ve sözünde doğru olduğunu ifade eden her davranış “sadaka” dır. Tıpkı insanın aklında ve düşüncesinde var olan güzelliği yansıtan davranışlara hasene ve hasenât denildiği gibi. İLİ : GENEL TARİH : 04/04/2014 DOĞRULUK VE SADAKA Aziz Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ve şöyle niyaz et: Rabbim! Gireceğim yere doğruluk, dürüstlük ve sıdk ile girmemi sağla; çıkacağım yerden de doğruluk, dürüstlük ve sıdk ile çıkmamı sağla. Bana yüce katından tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ihsan eyle!” 1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Doğruluktan ayrılmayın, zira doğruluk sizi iyiliğe, iyilik d e cen nete g ötürür. Kişi sürekli doğru söyler ve doğrunun peşinde olursa Allah katında doğrulardan yazılır. Yalandan kaçının, zira yalan sizi kötülüklere götürür. Kişi sürekli yalan söyler, yalanın peşinde olursa Allah katında yalancılardan olduğu yazılır.” 2 P0F P P1F Kardeşlerim! Hz. Ebu Bekir’den gelen bir rivayete göre Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bu sözü son vasiyetleri arasında zikretmiştir. Başka bir hadisinde, “Her k im A llah ve Rasulü’nün kendisini sevmesini istiyorsa sözünde doğru olsun.” buyurmuştur. Efendimiz (s.a.s) başka bir hadislerinde, cennete götüren hasletleri sayarken doğru sözlülüğü en başta zikretmiştir. Aynı şekilde Hz. Âişe validemiz, doğru sözlü olmayı İslam’ın on büyük erdeminin başında saymıştır. “Tehlike bile görseniz doğruluktan ayrılmayın. Zira kurtuluş doğruluktadır. Kurtuluş dahi görseniz yalandan kaçının. Zira asıl tehlike yalandadır.” sözü de hadis olarak nakledilen bir rivayettir. 3 P2F Değerli Müminler! Ahlaki bütün sistemlerin ahlaklı ve erdemli bir hayat için şart koştukları en büyük ilke şüphesiz doğruluktur. Doğruluk sadece söze özgü ve sözden beklenen bir ilke olmadığı gibi aynı şekilde doğrunun zıddı olan yalan da sadece sözle ilintili değildir. Susarak yalan üzere hayat sürenler, yalan söz söyleyenlerden hep fazla olmuştur. Eski dilimizde buna “samt-ı kâzib” denmiştir. Gerçek anlamda sıdk ve doğruluk; hakikat anlamında doğru olanı tasdik etmek; tasdik ettiğimiz hakikate uygun doğru söz söylemek ve verdiğimiz sözde durmak; söylediğimiz doğru söze uygun davranışta bulunmaktır. Şayet doğruluğu sözün sıfatı olarak alacak olursak sözün, hem insanın iç dünyasına, inancına ve düşüncesine hem de iş ve davranışlarına uygun olması demektir. Aziz Kardeşlerim! Kur’an dilinde, kalbinde tasdik ettiği inancına uygun davranan ve düşüncelerinin doğruluğunu iyi ve güzel davranışlarıyla ortaya koyan kimseye sadık denmiştir. Bakara suresi 177. ayette, iyilik ve doğruluk arasındaki ilişkiye dikkat çekilmiş ve Allah’a iman, ahirete iman, namaz ve zekâtın yanı sıra yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenmek durumunda kalanlara, özgürlüğünü kaybetmiş olanlara çok sevdiğimiz mallarımızdan tasadduk etmek, verdiğimiz sözde durmak, zorluk ve sıkıntılara sabretmek sadıkların özellikleri olarak zikredilmiştir. Aziz Kardeşlerim! Şimdi geliniz, hep birlikte “sadaka” olarak adlandırılan davranışları Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in dilinden dinleyelim. “Güzel söz sadakadır.” 4; “Yumuşak söz sadakadır.” 5; “Kardeşinin yüzüne tebessüm etmen sadakadır.” 6; “Allah’ın kullarına selam vermen sadakadır.” 7; “İnsanlara yol göstermen sadakadır.”; “Yolunu kaybedene yol göstermeniz sadakadır.” 8; “Yolda insanlara eziyet veren bir şeyi kaldırıp atman sadakadır.” 9; “Bir kimsenin bineğine binmesi için yardımcı olman sadakadır.”; “Bir kimsenin yükünü yüklemesi için yardımcı olman sadakadır.” 10; “Doldurduğun kovayı kardeşinin boş kovasına boşaltman sadakadır.” 11; “Zayıf bir kimseye gücünle yardımcı olman sadakadır.”; “Sanat ehline yardımcı olmanız sadakadır.”; “İki kişinin arasını bulman, iki kişinin arasında adaletle hükmetmen sadakadır.” 12; “Konuşma özürlü bir insanın kendisini ifade etmesine yardımcı olman sadakadır.”; “Hastaları ziyaret etmeniz sadakadır.”; “Toprağa diktiğiniz her bitki, her ağaç sizin için sadakadır.”; “İnsanın veya hayvanların ondan yedikleri sizin için sadakadır.”; “İnsanlarla iyi geçinmek sadakadır.”; “Çocuklarınıza yedirdiğiniz sadakadır.”; “Eşinize yedirdiğiniz sadakadır.”; “Yanınızda çalışanlara yedirdiğiniz sadakadır.” 13; “Kişinin kendi ailesi için nafaka temin etmesi sadakadır.” 14; “En üstün sadaka kişinin ilim öğrenmesi ve öğrendiği ilmi Müslüman kardeşine de öğretmesidir.” 15; “Cenazelere katılmanız sadakadır.”; “Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker sadakadır.” 16; “Namaza attığınız her adım sadakadır.” 17; “Allah’a hamdetmeniz sadakadır.” 18; “Allah’ı tesbih edişiniz sadakadır.” 19; “Allah’ı tekbir edişiniz sadakadır.” 20; “Şerden uzak olmanız sadakadır.”; “Maruf olan her şey sadakadır.” 21 P3F P P5F P6F P8F P P7F P P P P9F P P10F P P1F P12F P P13F P P P14F P15F P16F P P P P17F P18F P19F P4F P P P P P20F Kardeşlerim! Unutmayalım ki sadaka, kişinin Rabbine, kendine ve bütün insanlara karşı sadakatini gösteren her davranıştır. Yani sadaka, sıdk üzere olan sadıkların davranışıdır. Ne mutlu dürüst ve sadık olanlara! Ne mutlu dosdoğru ve sıddık olanlara! İsra 17/80. Müslim, Birr ve Sıla, 105. Abdullâh b. Muhammed, Mekârimu’l-Ahlâk, I, 46. 4 Ahmed b. Hanbel, II, 312. 5 Buhârî, Edeb, 34. 6 Tirmizi, Birr ve Sıla, 36. 7 Buhârî, Sulh, 11. 8 Ahmed b. Hanbel, II, 42, 154. 9 Buhârî, Mezâlim, 34. 10 Ahmed b. Hanbel, II, 316, 350. 11 Tirmizî, Birr, 36. 12 Buhârî, Sulh, 11. 13 Ahmed b. Hanbel, IV, 121; V, 154; VI, 362. 14 Buhârî, Îmân, 41. 15 İbn Mâce, İbn Mâce, Sunne, 20. 16 Ebû Dâvûd, Tatavvu, 12. 17 Buhârî, Cihâd, 62. 18 Müslim, Musâfirîn, 84. 19 Ebû Dâvûd, Tatavvu, 12. 20 Ahmed b. Hanbel, V, 167. 21 İbn Ebî’d-Dünyâ, Kitâbu’l-Havâric, s. 21, 179. 1 2 3 Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı İLİ : TÜRKİYE GENELİ TARİH : 06.06.2014 DUA, İBADETİN ÖZÜDÜR Aziz Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “De ki! Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Dua, ibadetin özüdür”2 Kardeşlerim! Dua, ruhun Allah’a doğru yükselişidir. Dua etmek, değer verilen bir aşkın, duyarlı olmanın ve sevmenin tecellisidir. Dua, zekânın karanlık gecesine aşkın yaptığı bir hamle ve uzattığı bir ışıktır. Aynı zamanda güvenmenin, inanmanın ve tanımanın yoludur dua. Dua ihtiyacını kendisinde öldüren bir toplum, pratikte fesat ve çöküşten korunabilecek unsurlara artık sahip değildir. Duanın etkisi bir toplumda zayıflamaya ve unutulmaya yüz tutarsa, o toplumun çöküşüne, dirençsiz kalmasına zemin hazırlanmış olur. Dua, insan gücünün takviyesi, olumlu işlerin sürdürülmesi ve müminin, bireysel ve toplumsal hayatı düzenleme isteğidir. Sadece güçsüzlüğü karşılamak, sorumluluktan kaçmak, işsizlik, tembellik ve tehlikelerden uzak kalmak amaa M um İLİ: BAYBURT AY-YIL: 19.12.2014 ﻱ ﻱ ِ ﺍ َّرﻝ ْ ِﻡ ﺍ .ﻝ ِ ِ ِ ِْ ﺹﺏَﻙَ َﻭْﺕ َِﻍﻑِ َ ﺍﺁﺕَﺍﻙَ َّر ُ ﺍ َّرﺫ َﺭ ْْل ِﺥ َﻝﺓَ َﻭ ََلﺕ َ َﻩﺱﻥَ ِ ﺃَ ْ ِ ﻡ َ ﻑَ َ ﺍ َﺩ ﻙ َ ﺍ ﺃَ ْ َ ﻡَ َّر ُ ﺇِﺍَ ْﻙَ َﻭ ََلﺕَﺏ ِْﻍ ْﺍ İLİ : BAYBURT AY-YIL : OCAK 2014 TARİH : 10.01.2014 (1. HAFTA ﺍﻟﺮ ِﺣ ِﻴﻢ ﻤﻦ ﱠ ﺑِﺴ ِْﻢ ﷲِ ﱠ ِ ﺍﻟﺮ ْﺣ ْ َ ُ � َﻭﻻَ ﺗُﻠﻘُﻮﺍْ ِﺑﺄ ْﻳﺪِﻳ ُﻜ ْﻢ ِﺇﻟَﻰ ﺍﻟﺘ ﱠ ْﻬﻠ َﻜ ِﺔ ِ ّ ﺳ ِﺒﻴ ِﻞ َ َﻭﺃَﻧ ِﻔﻘُﻮﺍْ ِﻓﻲ َ�َ ﻳ ُِﺤﺐﱡ ْﺍﻟ ُﻤ ْﺤ ِﺴﻨِﻴﻦ ّ َﻭﺃَ ْﺣ ِﺴﻨُ َﻮﺍْ ِﺇ ﱠﻥ ﺻﻠﱠﻲ ﱠ ﺳﻠﱠ ْﻢ ُ ﻗَﺎ َﻝ َﺭ ِ ﺳﻮ ُﻝ ﱠ َ ُ� َ ﻋﻠَ ْﻴ ِﻪ َﻭ َ � ُﺼ ﱠﺤﺔ ٌ ﺎﻥ َﻣ ْﻐﺒ ّ ِ ﺍﻟ:ﺎﺱ ٌ ُﻮﻥ ﻓِﻴ ِﻬ َﻤﺎ َﻛ ِﺜ ِ ﻴﺮ ِﻣﻦَ ﺍﻟﻨﱠ ِ َﻧِ ْﻌ َﻤﺘ َُﻭ ْﺍﻟﻔَ َﺮﺍﻍ HASTALIKLARDAN KORUNMA VE SAĞLIK Değerli Kardeşlerim! Yüce Allah'ın imandan sonra insanlara verdiği en büyük ve en değerli nimetlerden birisi de sağlıktır. Sağlık olmadan hayatta hiçbir şey olmaz. Çünkü sağlıksız hayatın ne tadı ve ne de bir anlamı vardır. İnsan; hayatını sağlık, afiyet ve mutluluk içerisinde sürdürdüğü müddetçe neşeli, mutlu, huzurlu ve verimlidir. Bu sayede insan hayatın tadı ve güzelliğine; ahiret âlemindeki tüm saadetlerin kazanılmasına ulaşır. Sağlığı, huzuru ve mutluluğu yerinde olmayan bir Müslüman'ın, ne kendisine, ne ailesine ve ne de içinde yaşadığı topluma bir faydası olamaz Değerli Mü'minler! Allah (cc), şifası olmayan bir hastalık yaratmamıştır. Yüce Allah Kur’anda “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız”(1) diye buyurulmaktadır. Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır; "Allah, şifası olmayan hiçbir hastalık yaratmamıştır."(2) "İhtiyarlık hariç her hastalığın bir çaresi ve ilacı vardır."(3) Bu nedenledir ki. İslam dinî, insan sağlığına çok önem vermiştir. Kur'an-ı Kerim'de ve Peygamberimizin sahih sünnetinde hayatın ve sağlığın, Cenab-ı Hakk'ın en büyük emanet ve nimeti olduğu belirtilerek bunların korunması emredilmiştir. P P içecek ve yiyeceklerden uzak durmak ve mutlaka bu hususta hekimin tavsiyelerine uymak tedbirdir. Her türlü tedbire ve korunmalara rağmen hastalık gelirse, şifa aramak ve bulmak için gereğini yapmak da tedavidir. Bu hususta Sevgili Peygamberimiz; "Ey Allah'ın kulları tedavi olunuz.! Zira Allah, ihtiyarlıktan başka dermansız hiç bir hastalık vermemiştir."(4) Değerli Kardeşlerim! Allahü Teâlâ insan vücuduna nelerin yararlı, nelerin zararlı olduğunu helal ve haram olgusuyla açıklamıştır. Helal olan her türlü gıda sağlığımıza yararlı ve faydalı, haram olan her şeyde zararlıdır. İslam dini insanın önce sağlıklı olmasını hedefler. Sağlıklı olduktan sonra ona sorumluluk yükler. Sağlıklı olmayan insanlar veya toplumlar sağlıklı düşünemezler. Sağlıklı düşünülmeden yapılan işler sağlam bir netice vermez. Bizler çoğu zaman sağlığın kıymetini ve değerini hasta olduğumuz zaman anlarız. Peygamber Efendimiz (s.a.v): “İki nimet vardır ki, insanların pek çoğu her ikisinde de aldanmışlardır: Sıhhat ve boş vakit”(5) diye buyurmuştur. P P Aziz Müslümanlar! Hayat mücadelesinde başarılı olmak istiyorsak sağlıklı olmak ve sağlıklı yaşamak mecburiyetindeyiz. Çünkü insanoğlu kıyamet gününde sağlığından hesaba çekilecektir. Dünyada huzurlu ve mutlu olabilmek, başkalarına muhtaç olmadan yaşayabilmek, ahirette de hesabı kolay verebilmek için sağlığımıza son derece dikkat etmeliyiz. P Sedat BULUT Müezzin-Kayyım/ BAYBURT P P P Muhterem Mü'minler! Sağlığımızı korumanın iki yönü vardır. Birincisi tedbir ikincisi tedavidir. Bulaşıcı hastalıklardan kaçınmak, her türlü temizlik kurallarına azami şekilde dikkat etmek; her vesileyle ellerimizi sabunla yıkamak, dengeli beslenmek, gıdasız kalmamak, her türlü mikroplu Redaksiyorn : İl İrşat Kurulu Kaynaklar 1-Bakara Suresi: 195 2-Tirmizi 203 3-Buhari, 10/113 4-Ebu Davud, 4/3,7 5- Buhari –tecrit, 177 İL : TÜRKİYE GENELİ TARİH : 22.08.2014 HAY HAYATTIR! Aziz Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: “Rabbim açık ve gizli kötülükleri haram kılmıştır. Günahı ve haksız yere sınırı aşmayı haram kılmıştır. Hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (sas) şöyle buyuruyor: “İmanın yetmiş küsür şubesi vardır... Hayâ da imandan bir şubedir.”2 Değerli Kardeşlerim! İslâm ahlâkının en temel kavramlarından biri hayâdır. Bünyesinde hayatı, huzuru, sağlığı, selamı, dostluğu, rahmeti ve bereketi barındırır. Hayâ aynı zamanda afet ve beladan salim olmayı çirkin ve yerilmiş herşeyden uzak durmayı ifade eder. Hayâ, “Müslüman kişiliğini” tamamlayan en önemli özelliklerdendir. Hayâ, ahlâklı ve onurlu bir hayatın anahtarıdır. Kardeşlerim! İslâm, fert ve toplum terbiyesini edep ve hayâ üzerine kurmuştur. Hayâyı sözden fiiliyata aktarabilen bir insan, hayatın, canlılığın, dostluğun, barışın, sevginin, adaletin numune-i imtisali olabileceği gibi ona sahip toplum ise gerçek manada huzur toplumu olacaktır. Hayânın Allah’a, insanlara ve kişinin kendine karşı olmak üzere üç boyutu vardır. Allah’a karşı hayâ, O’nun emir ve yasaklarına uymaktır. İnsanlara karşı hayâ, onları rahatsız edecek her türlü kötü söz ve davranıştan kaçınmaktır. Kişinin kendine karşı hayâsı ise, edepli olmaktır.3 “Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.”4 buyuran Sevgili Peygamberimiz edep ve haya timsalidir. Unutmayalım ki kalp, göz, kulak, dil ve el, hayâlı olmadıkça bunların sahibinin hayâlı olması mümkün değildir. Kalbin hayâsızlığı nifak, riya ve samimiyetsizliktir. Gözün hayâsızlığı harama nazar edilmesidir. Dilin hayâsızlığı, tecessüs, gıybet, iftira gibi günahların işlenmesidir. Elin hayâsızlığı, harama el uzatmaktır. Kulağın hayâsızlığı, harama kulak vermek, insanların mahremiyetlerine muttali olmaktır. Onların ayıp, kusur ve hatalarını araştırmak ve bunu toplumla paylaşmaktır. Oysa “Allah hayâ sahibidir, ayıp ve kusurları örtendir.”5 Değerli Müminler! Hayâ, bütün erdemlerin özüdür. Hayâsını kaybeden, hayatını, bir başka ifadeyle varoluş, yaratılış amacını kaybetmiş demektir. Evet, hayâ, hayattır. Hayâsızlık ve fuhşiyât ise rezaletin, kötülüğün ve kokuşmanın, tembellik ve miskinliğin kaynağıdır. Hayâ, insanın insanlığıdır. Hayâsızlık ise şehevî arzuların ve nefsin kölesi olarak yaşamanın tarifidir. Hayâ, insanın Allah, tabiat, eşya ve hemcinsleri karşısında olması gereken yerin muhafazasıdır. Hayâsızlık ise isyanın, haddini bilmezliğin ve haksızlığın göstergesidir. Aziz Kardeşlerim! Tarihte, hayâ timsali fert ve toplumların örneği elbette mevcut olmuştur. Ancak aksi de görülmüştür. Ne yazık ki modern zamanlarda insanoğlu, bilgi, iletişim ve teknolojide kaydetmiş olduğu büyük ilerlemeyi edep ve hayâda gösterememiştir. Maalesef her türlü hayâsızlığı, hiçbir sınır tanımayan bir özgürlük, özgürleşme ve özgüven adına hem de bütün değerleri hiçe sayan bir zihniyet bugünün insanına egemen olma sürecindedir. Unutmayalım ki; günümüzde insanı bir şehvet objesine dönüştürerek hayâsızlığı ve edepsizliği bir endüstri haline getirenler bu asrın en büyük hayâsızlarıdır. İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde iffet ve namusa tasallut, edep ve hayâdan yoksunluk, giyim ve kuşamda ölçüsüzlük ve müstehcenlik, yirmi birinci asırdaki kadar etkin ve planlı bir şekilde yayılmamıştır. Bu şuursuzluğun temelinde hayâ üzerine bina edilmeyen bir eğitim ve anlayışın var olduğu açıktır. Ne yazık ki hayâ yoksunu modern uygarlık, bugün türünün en çirkin örneklerini sergilemektedir. Kardeşlerim! Hutbemi iffet ve hayâ timsali Sevgili Peygamberimiz (sas)’in Allah’a şu yakarışıyla bitiriyorum: “Yâ Rabbi! Senden hidâyet, takvâ ve iffet diliyorum.”6 1 5 2 6 Araf 7/33. Müslim, İman, 57. 3 Mâverdî, Edebü’d-Dünya ve’d-Dîn, s. 392-393 4 Hakim el-Müstederek, II, 670. Ebû Dâvûd, Hammâm, 1. Müsned, I, 389, 439. Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı İLİ : GENEL TARİH : 24/10/2014 HİCRET: FITRATA YAPILAN YOLCULUK Muhterem Kardeşlerim! Cumanız mübarek olsun. Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler, şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir.”1 Okuduğum hadis-i şerifte Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) de şöyle buyurmaktadır: “Müslüman, elinden ve dilinden diğer müslümanların emin oldukları kimsedir. Muhacir ise Allah’ın yasakladığı şeyleri terk edendir.”2 Kardeşlerim! Allah’ın izni ile yarın bir kez daha Muharrem ayına kavuşacak olmanın ve yeni bir hicri yıla girmenin heyecanını yaşamaktayız. Hz. Adem ve Havva ebeveynimizin cennetten yeryüzüne adım atışlarıyla başladı insanlığın ilk hicret hikayesi. İnsanlığın imtihana tabi tutuluşunun yanı sıra yeryüzünü imar etmek, güzel olan alemi daha da yaşanır hale getirmekti bu hicretin hikmeti. Ardından pek çok hicret bunu takip etti. Kâh bir gemi ile tufanlara karşı duruldu; kâh dağlardan aşıldı, çöllerden, denizlerden geçildi. Kâh Kabe-i Muazzama oldu hicretin semeresi; kâh Yesrib’in Medineleşmesi, medeniyet güneşinin oradan ışıldaması. Kâh fedakârlığın ve vefakârlığın adı oldu hicret, kâh ensar-muhacir kardeşliğinin ve dostluğun tadı. Kıymetli Müminler! “Fetihten sonra hicret yoktur.”3 buyuran Efendimiz, kıyamete dek ümmetin asıl hicretinin Allah’ın yasak kıldığı şeylerden uzak durmakla gerçekleşeceğini haber veriyordu. O halde Kardeşlerim, hicret; her şeyden önce Allah ve Resulüne gönülden bağlılığın, sadakat ve teslimiyetin ifadesidir. Hicret; bâtıldan, boş şeylerden, ömrü israf eden her türlü arzu ve istekten uzaklaşarak hakka, hakikate, ahlak ve irfana teslim oluşun ifadesidir. Hicret, bir mekandan diğerine yapılan yolculuk değildir sadece. Hicret, maddeden manaya, fenadan bekaya yürüyebilmek, Yüce Mevlâ’nın yarattığı tertemiz fıtratımızı muhafaza edebilmektir. Şirkten, küfürden, nifaktan uzaklaşıp, iman ehli olabilmektir. Hicret; fâni dünyanın çekiciliğine kanmamaktır. Nefsin heva ve arzularının tuzağına düşmemek, ulvi duygu ve gayeleri, gelip geçici heves ve tutkulara feda etmemektir. Bir ömür boyu helallerle hemhal olup, haramlardan uzak durabilmektir hicret. Durgun suların çabuk kirlendiğini unutmadan her daim hayra doğru akış içinde olmak, Hakkın rızasını tahsil istikametinde koşmaktır hicret. Kardeşlerim! Yarın Muharremi idrak edeceğiz, birbirimizle tebrikleşeceğiz. Ancak hicret ruhunu yüreğimizde yaşamadıkça, kardeşlik iklimini yeryüzüne yaymadıkça, kötülükleri terk edip iyiliklere seyr-u sefer eylemedikçe gerçek manada hicreti yaşamış olur muyuz? Şerre kilit hayra anahtar olmadıkça, fitne ve fesada “dur” demedikçe, zalimin ve zulmün karşısında olup hakkın ve adaletin yanında yer almadıkça gelip geçen Muharremlerin, yitip giden ayların, günlerin anlamı olur mu ki? 1436 yıl önce hüznü mutluluğa, bedeviliği medeniliğe dönüştüren hicretin, bugünün bedevileşen dimağlarını ilim pınarlarıyla, çölleşen yüreklerini merhamet ve muhabbet yağmurlarıyla yıkamasına insanlık olarak ne kadar da muhtacız değil mi? Bugün hepimiz Nuh’un gemisindeyiz. Kurtuluş ve selametimiz ömür gemimizi tevhid rotasında yüzdürebilmemize bağlıdır. Lakin gemi su almaya başlarsa, nasıl baş edebiliriz modern çağın türlü biçimde tezahür eden tufanlarıyla? Kardeşlerim! O halde gelin bugün bu kutlu mekanda, bu mübarek saatte Allah ile misakımızı, Resulullah ile biatımızı yenileyerek, hep birlikte günahlardan hayırlara hicrete, hakiki bir muhacir olmaya söz verelim. Efendimizin hicreti Müslümanlar için nasıl milat olmuş ise biz de bugünü salih ve sadık kul olmak, muhacir ve ensar kardeşliğini aramızda yeniden kurmak ve ilahi rahmeti tecelli ettirecek hicretlere koyulmak adına milat edelim. Gönül yesribimiz, İslam’ın nuruyla erdemi, ahlakı, insaniyeti temsil eden tenvir edilmiş Medine olsun. Aziz Kardeşlerim! Gelin Hz. İbrahim gibi4 her daim Rabbimize olsun yönelişimiz, hicretimiz. Gelin haramlardan, yanlışlardan, gayr-i meşru duygu ve davranışlardan helal ve tertemiz bir hayata Hz. Lût misali5 hicret edelim. Ardımıza bakmayalım, asla geri dönmeyelim. Farklı ırk, dil ve renkte yaratılmışlığımızı Allah’ın ayeti olarak görelim.6 Gelin tüm ırkçılığı, mezhepçiliği kaldırıp atarak birlik ve kardeşliğe hicret edelim. Gelin her türlü zulmü, kötülüğü, husumeti ayaklar altına alıp adalete, iyiliğe, merhamete ve muhabbete hicret edelim. Gelin şiddeti, vandalizmi, yakıp yıkmayı terk edelim de yeryüzünü imar etmeye, harabeleri mamur etmeye hicret edelim. Gelin saldırmayı, yıldırmayı, öldürmeyi bir an önce bırakıp, yaşanan bunca dehşet ve vahşet karşısında yangın yerine dönen yüreklerin ateşini söndürmeye, öksüzlerin, yetimlerin yüzünü güldürmeye, mahzun gönülleri şâd etmeye hicret edelim. Kardeşlerim! Cennetten yeryüzüne adım atışımızla başlayan hicret hikayemizin, dünyayı cennete dönüştürecek bir gayret ve ihlasın mükafatı olarak cennette hitama ermesi dualarımla hicri yeni yılınızı kutluyorum. Yeni yılın, İslam ve insanlık aleminin huzur ve selametine vesile olmasını Yüce Mevlâ’dan niyaz ediyorum. 1 Bakara, 2/218. Buhârî, İmân, 4. Dârimî, Siyer, 69. 4 Ankebût, 29/26. 5 Hûd, 11/81. 6 Rûm, 30/22. 2 3 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 28/03/2014 HÜRRİYET VE MESULİYET Aziz Kardeşlerim! Peygamber Efendimiz (s.a.s), Cahiliye karanlığındaki kalplere iman nurunu yerleştirmek için elinden gelen gayreti gösteriyordu. Bir yandan hâl ve hareketleriyle getirdiği hidayeti yaşayarak sunarken bir yandan da etkili ve üstün hitabetiyle ilâhî mesajı en hikmetli kelimelere döküyordu. Bir gün insan ve toplum için hayatî bir önem taşıyan “hürriyet ve mesuliyet” duygusunu ashâbına güzel bir benzetmeyle şöyle anlatıyordu: Toplumsal sorumluluğun ve bireysel hürriyetin sınırlarını belirleyen bu hadis-i şerifte Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), çok beliğ bir üslupla yaşadığımız dünyayı bir gemiye, bütün insanları da bu gemide yol alan yolculara benzetir. Yolcular kendi içlerinde iki kısma ayrılır. Bir kısmı Allah’ın koymuş olduğu sınırları gözeten ilim, irfan, akıl ve erdem sahibi insanlar; diğer kısmı ise bu sınırları çiğneyen, heva ve arzularına esir düşmüş, hürriyeti başıboşluk ve sorumsuzluk olarak telakki eden, sonu hem kendisinin hem de insanlığın felaketi olacak bir hürriyet anlayışına sahip olan kimselerdir. Gemi hareket etmeden önce bu iki grup insan kura ile gemide yolculuk yapacakları yerleri belirlemiş, birinciler üst kısımda, ikinciler ise alt kısımda yerlerini almışlardır. İlahî rotada seyreden gemi, tam denizin ortasına vardığında aşağıdakiler güya yukarıdakileri gidip rahatsız etmemek gibi masumane görünen bir bahaneyle su ihtiyaçlarını gidermek için geminin dibini delmek isterler. İşte bu hâl karşısında yukarıdakiler bütün insanlığın ortak malı olan bu geminin delinip su almasına mani olmadıkları takdirde yukarıdakilerle aşağıdakiler hep birlikte helak olacaktır. Ancak önlerine durup hikmetli bir yolla engel oldukları zaman sadece kendileri değil aşağıdakiler de batmaktan kurtulacaklardır. 1 Aziz Müminler! Hürriyet ve mesuliyet, zıt gibi görünen ancak birbirinden asla ayrılmayan iki kavramdır. Fertler ve toplumlar, yaratıcılarına, üyesi oldukları insanlık âlemine, üzerinde yaşadıkları ve ortak olarak kullandıkları tabiata karşı görevlerini ifa ettikleri oranda hürdür. Kıymetli Kardeşlerim! Hutbemin başında okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zannediyor?” 2 buyuruyor. İslam’a göre hürriyet, başıboşluk demek değildir. Sorumsuzluk demek hiç değildir. Hürriyet, kötülük yapma ve günahlara dalma özgürlüğü demek değildir. Hürriyet, insanın, sadece başkasının köleliğinden, sadece başkasının emir ve direktiflerine göre yaşamasından kurtulması demek de değildir. Hürriyet, Allah’tan başkasına boyun eğmemek, O’ndan gayrısına teslim olmamak anlamına gelir. İslâm’da hürriyetin çok geniş bir anlam dünyası vardır. Hatta İslam alimleri iffet, içtihat, sabır, hilm, af, cömertlik, kanaat ve takva gibi yüce hasletleri hep hürriyetin birer şubesi olarak değerlendirmişlerdir. Zira iffet, cinsel arzulara esir olmamaktır. İçtihat, tembellik ve rahata esir olmamaktır. Sabır, korku ve sıkıntıya esir olmamaktır. Hilm, öfkeye esir olmamaktır. Af, intikam duygusuna esir olmamaktır. Cömertlik ve kanaat, mal sevgisine ve paraya esir olmamaktır. Takva ise nefsin hevasına ve şeytana esir düşmemektir. İslâm’ın insana kazandırmak istediği hürriyet, en başta kendi hevâ, heves, tutku ve arzularına kul ve köle olmaktan kurtulması anlamındaki hürriyettir. Ahlâkî ve vicdanî hürriyettir. İrade hürriyetidir. İrade hürriyeti kazanılmadan diğer hürriyetler korunamaz. Kardeşlerim! Günümüzde birçok hata, hürriyet kavramının yanlış anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. Zira çoğu kimseye göre hürriyet, kişinin her yapmak istediğine sahip olmasıdır. Ancak unutmayalım ki böyle bir anlayış hem kişiyi hem de toplumu esarete ve felakete sürükler. Kitle iletişim araçlarıyla dünyamızın küçüldüğü, geminin dibini delmek isteyenlerin çoğaldığı, teknik imkânları kullanıp tabiatın ekolojik dengesini dahi bozacak kadar ileri gittikleri günümüzde insanlık, Kur’an-ı Kerim’in ve Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in özgürlük ve sorumluk konusundaki mesajlarına her zamankinden daha fazla muhtaçtır. Aziz Kardeşlerim! Hepimiz, Rabbimizin bize emanet ettiği ortak gemide ebediyete doğru seyrüsefer halindeyiz. Rabbimiz, can emanetini sahibine teslim edinceye kadar bu gemiyi delmeden ve deldirmeden, sahil-i selâmete erebilmeyi cümlemize nasip ve müyesser eylesin! 1 2 Buhârî, Şirket, 6. Kıyâme, 75/36. Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı İLİ : GENEL TARİH : 28/02/2014 İMAN, ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMLILIK Aziz Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Sonra bir nesil geldi. Namazı zayi ettiler. Şehvet ve dünyevî tutkularının esiri oldular. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklar, ğayyâ’yı boylayacaklardır.” 1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi ise nefsinin arzu ve isteklerine u yan ve b una rağmen hâlâ Allah’tan iyilik temenni edendir.” 2 P0F P1F Kardeşlerim! Din-i Mübin-i İslâm’ın en büyük gayesi yeryüzünde insanı özgür kılmaktır. İman, bizatihi özgürlüktür; Allah’tan başka hiçbir varlığa kul ve köle olmamaktır. İman, aynı zamanda nefsin hevâ ve heveslerine, istek ve arzularına, şehvet ve tutkularına teslim olmamaktır. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle hevâsını, nefsânî arzularını ilah edinmemektir. 3 Tıpkı Yusuf Peygamber gibi zindanlara atılmayı göze almak, fakat asla nefsin şehvet ve tutkularına esir olmamaktır. Onun kötülüğü emretmesine 4 imkân vermemektir. Nefsi Allah’ın razı olacağı özgür bir nefis kılmaktır. Onu terbiye ve tezkiye edip kurtuluşa ermektir 5. Unutmayalım ki eğitilmeyen nefis ve iradeler, önce hevânın, arzu ve isteklerin, şeytanın, sonra da başkalarının esiri olmaya mahkûmdur. Her yanlış tutku ve bağımlılık, imanın insanda gerçekleştirmek istediği hedeflerden bizleri uzaklaştıracaktır. P2F P3F P P P4F P Kardeşlerim! Ne yazık ki bugün, nefislerin şımartıldığı, iştahların kabartıldığı, şehvetlerin kamçılandığı, doyumsuzluğun arttığı, hızın ve hazzın olabildiğince yaygınlaştığı bir zaman diliminde yaşıyoruz. Bunun içindir ki, çocuklarımızı, gençlerimizi, gelecek nesillerimizi hatta tüm insanlığı tehdit eden zararlı alışkanlıklar ve madde bağımlılıkları maalesef gün geçtikçe yaygınlaşıyor. Taklit, özenti, arkadaş, çevre, merak, kişilik ve irade zafiyeti gibi sebeplerle nesiller, bu kötülüklere kolayca müptela olabiliyorlar. Tutku ve bağımlılıklar saymakla bitmez. Sigara, alkol, uyuşturucu, kumar ve teknoloji bağımlılığı, bugün, insanlığı kuşatan belli başlı zararlı alışkanlıklar arasındadır. Sigara bağımlılığı derken, dünyada her yıl 6 milyon insanın, yani her 10 saniyede bir insanın ölümüne yol açan bir illetten söz ediyorum. Alkol bağımlılığı derken, dünyada her yıl 320.000 gencin, toplamda 2,5 milyon insanın ölümüne yol açan bir belâdan söz ediyorum. Alkol bağımlılığı derken dünyada cinayetlerin % 85’ine, tecavüzlerin % 50’sine, trafik kazalarının % 60’ına, şiddet olaylarının % 50’sine kadına karşı şiddetin % 70’ine neden olan bir marazdan söz ediyorum. Uyuşturucu bağımlılığı derken, gelecek nesillerimizi tehdit eden, kullanımı ilkokullar seviyesine kadar inmiş bulunan bir zehirden bahsediyorum. Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı derken insanda düşünme kabiliyetini, akıl ve iradeyi işlemez hale getiren bir hastalıktan söz ediyorum. Kumar bağımlılığı derken, ömrü, sağlık, zekâ ve enerjiyi tüketen, mal ve serveti heder eden bir günahtan söz ediyorum. Talih ve şansa bağlı oyunlarla emek harcamaksızın, alın teri dökmeksizin, kolay ve haksız kazanç elde etmekten söz ediyorum. Teknoloji bağımlılığı derken, televizyon, telefon, tablet ve bilgisayar karşısında ömür tüketmekten, asıl sorumluluklarımızı, kendimizi, ailemizi ve çocuklarımızı ihmal etmekten, işleri aksatmaktan, samimiyetten uzaklaşmaktan, yalnızlaşmaktan, kısacası hayattan kopmaktan söz ediyorum. Teknoloji bağımlılığı derken sanal ortamlarda işlenen cürüm ve günahlardan, haramlardan bahsediyorum. Aziz Kardeşlerim! Bütün bu bağımlılıklar her şeyden önce Rabbimizin bizlere bahşettiği akıl, irade, sağlık, zaman, mal ve servet gibi nimetlere karşı nankörlüktür, emanete ihanettir. Çolukçocuğumuzun nafakasını çöpe atmaktır, israftır. Eşlerimizin, çocuklarımızın, yakınlarımızın ve arkadaşlarımızın haklarını ihlal etmektir. Ailelerin parçalanma sebebidir. Çocukları sokağa ve suça teşvik etmektir. Aile içi şiddet, cinayet, zina, fuhuş, sahtekârlık, dolandırıcılık, hırsızlık ve zimmete para geçirme gibi suçların ve ahlaksızlıkların toplumda artma nedenidir. Üretim ve iş gücü kaybı gibi ekonomik sorunların, hak, hukuk ve güven duygusunun zedelenmesi gibi toplumsal sorunların ve huzursuzlukların sebebidir. Unutmayalım ki bütün bu bağımlılıklar, illegal yapıların da oluşma zeminidir. Kardeşlerim! Hem dinimizce yasaklanmış hem de her biri birer hastalık olan bu bağımlılık ve kötü alışkanlıklardan, çocuklarımızı ve gençlerimizi koruma hususunda temel görev, anne ve babalara, ailelere ve ilgili kurumlarımıza düşmektedir. Aileler olarak göz aydınlığımız olan yavrularımızı güzel yetiştirelim ki, onlar dinimizin güzellikleriyle buluşsunlar! İmanın ve gerçek özgürlüğün tadına varsınlar! Hiçbir zaman inançsızlık girdabına düşmesinler! Yüce ideallerin, büyük hedeflerin insanı olsunlar! Onlarla sağlıklı ve doğru bir iletişim kuralım ki, onlar hep iyilerle tanışıp onlarla arkadaşlık etsinler! Tutku ve bağımlılıkların tuzağına ve kötü yollara düşmesinler! Onlara güzel örnek olalım ki, onlar güzel ahlâk sahibi salih insanlar olsunlar! Daha yaşanılabilir bir dünya, daha güzel bir gelecek için, geliniz, hep birlikte el ele verelim! Hutbemi Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in bizlere öğrettiği bir dua ile bitirmek istiyorum: “Allah'ım! Helâl olan nimetlerinle yetinmemi, haramlardan müstağni olmamı ihsan eyle! Fazlı kereminle beni senden başkasına muhtaç eyleme!” 6 P5F 1 Meryem 19/59. Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 25. 3 Câsiye, 45/23. 4 Yusuf, 12/53. 5 Şems, 91/9. 6 Hâkim, De’avât, No:1973. 2 Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı İL : TÜRKİYE GENELİ TARİH : 13.06.2014 İMANIN ŞUBELERİ Aziz kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “İman edip de imanlarına zulüm karıştırmayanlar... İşte güven onların hakkıdır. Onlar, hidayet üzere olanlardır.” 1 P0F P Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İman, yetmiş küsur şubeye ayrılır. En üst derecesi ‘La ilahe illallah’ sözüdür. En alt derecesi ise yolda insanlara eziyet veren şeyleri kaldırıp atmaktır. Hayâ da imandan bir şubedir.” 2 P1F P Saygıdeğer Müminler! İman, sadece dil ile kalp arasında biten bir akit değildir. İman, bütün bir varlığı yorumlayan en temel değerler manzumesidir. Bu değerler manzumesinin mihveri ise Allah inancıdır. Allah inancı ile başlayıp peygamber ve ahiret inancı ile tamamlanan “âmentü” dünyasında, insanın varlığı anlam kazanır. İnsan, yaratılışın, hayatın ve ölümün anlamını, ancak imanla bulur. İman, bir bütün olarak Allah’ın varlığını kabul ederek yaşamak ve Rabbimizin, kendisiyle, insanlarla ve tabiatla ilişkilerimizi düzenleyen bütün emir ve yasaklarına uymaktır. Kardeşlerim! İmanı yalnızca gönüllere, ibadeti de sadece camilere tahsis ettiğimiz zaman din, fonksiyonunu kaybeder. Ve iman, artık mümine hayat veremez olur. İslâm’ın “âmentü” anlayışı, kişiye iman ile hayatı birbirinden ayırma hakkı tanımaz. İman, “inandım” demekle bedeli ödeniveren bir dil olayı yahut bir vicdan hadisesi değildir. İman, kalbe hayat vermezse, ibadetler şuursuz birer alışkanlığa dönüşür. Kardeşlerim! İman, mümini salih amel işlemeye sevk etmelidir. Gerçekte mümin, imanını hayata yansıtabilen kimsedir. Salih amel, imanın en büyük göstergesidir. Sadece dille “inandım” demek, imanın göstergesi olarak yeterli değildir. İmanın sosyal hayatta tezahürleri bulunmaktadır. İman, sosyal boyutunu kaybettiği zaman Müslümanlar, toplumsal dinamiklerini yitirmeye, dolayısıyla da çökmeye başlarlar. Hele hele kötülüklerle, günahlarla, imanlarına bir de zulüm karıştırırlarsa bu sefer güven toplumu olma vasfını yitirirler. Unutmayalım ki İslam’ın birey ve toplum üzerindeki ahlaki, sosyal ve kültürel yansıması ancak iman ve salih amelle gerçekleşir. Aziz Kardeşlerim! Hutbemin başında okuduğum hadis-i şerifte Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), imanın formülü olan kelime-i tevhit ile yani Allah inancı ile yolda insanlara eziyet veren herhangi bir şeyi kaldırıp atmayı birleştirmiştir. Ve her ikisini de imanın tarifi içinde zikretmiştir. İşte bu iki kutup arasında meydana gelebilecek her anlamlı iş, insanlığın yararına olan her davranış, aslında imandandır ve onun bir yansımasıdır. Buna göre; doğruluk, dürüstlük, emanete riayet etmek, ahde vefa göstermek, ya hayır konuşmak ya da susmak, komşuya iyilik etmek, misafire ikram etmek, iyilikten yana olmak ve kötülüğe karşı tavır almak gibi nice güzel hasletler, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in dilinde, hep imanın gereği olarak zikredilmiştir. Kardeşlerim! İmanın ve tevhidin sosyal boyutunu Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), yolda insanlara eziyet veren şeyleri kaldırıp atmayı, iman kategorisi içinde değerlendirerek ifade etmiştir. Burada sadece fizikî anlamda yollarda, insanlara eziyet veren bir taşı yahut dikeni kaldırıp atmak değil; mecazî manada insanın hakka, hakikate, doğruya giden yoldaki engellerini kaldırmak da kastedilmiştir. Yol kesmenin en kötüsü, insanın Allah’a, Rasulüne, doğruya, güzele, hakka ve hakikate giden yolunu kesmektir. Yol açmanın en güzel çeşidi de insanın, doğruya giden yolunu açmak ve bu yoldaki engelleri kaldırmaktır. Hatta Peygamber Efendimiz (s.a.s) bizlere bununla ilgili imanımızı ölçecek bir de ölçü ve kıstas vermiştir: “Kendi nefsiniz için istediğiniz bir şeyi kardeşiniz için de istemedikçe gerçekten iman etmiş olmazsınız.” 3 P2F Değerli Müminler! Hadisin sonunda “Hayâ da imandan bir şubedir” denilerek özel bir vurgu yapılmıştır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in hadislerinde hayâ, basit bir utanma duygusu değildir. İnsandan çekinmek, toplumdan kaçmak hiç değildir. Hayâ, iyi işleri yapmaktan kaçmamak, kötü işleri yapmaktan çekinmektir. Peygamberimiz (s.a.s) hayâyı, bir insanın hayatta oluşunun göstergesi olarak vasıflandırmıştır. Hayâsını kaybeden, hayatını yani diri, yaşayan bir insan olma özelliğini yitirmiştir. Evet, hayâ, hayattır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s), bir hadis-i şerifte şöyle buyurur: “Hayâ etmedikten sonra dilediğini yap.” Kardeşlerim! Geliniz, hutbemizi Rahmet Elçisinin bir başka hadisi ile bitirelim. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’e “İman nedir Ya Rasulallah?” diye sorarlar. O da, “İman, seni dünyada mesut yaşatacak bir ahlak, Allah’ın haram kıldıklarından vazgeçirecek bir takva ve cahillerin cehaletinden uz ak tutacak b ir hi lmdir yan i vak ur bi r duruştur.” buyurur. 4 P3F 1 En’am 6/82. Müslim, İman 12 1/63. 3 Buhârî, İmân, 7. 4 Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, hadis no. 5005. 2 Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı İLİ : GENEL TARİH : 07/03/2014 çıkmış gazaba duçar olmuştur. Unutmayalım ki başka bir ayette Rabbimiz, nimete kavuşanların, sırat-ı müstakim üzere olanların peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihler olduğunu bildiriyor; Allah’a ve Resûlü’ne itaat edenlerin onlarla birlikte olacağı müjdesini veriyor. 3 P İMAN VE İSTİKAMET ÜZERE OLMAK Aziz Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Rabbimiz Allah’tır” deyip de istikamet üzere dosdoğru yolda yürüyenler için ne bir korku vardır ne de onlar üzüntü çekeceklerdir. İşte onlar, cennet ehlidir. Amellerinin karşılığı olarak orada ebedî kalacaklardır.” 1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Allah’a iman ettim de! Sonra da dosdoğru ol! Kardeşlerim! Bu kutlu ifadeyi sahabeden Süfyan b. Abdullah es-Sakafi (r.a) naklediyor. Diyor ki: “Ya Resulallah! Bana İslâm hakkında öyle bir söz söyle ki, senden sonra bu konuda hiç kimseye bir şey sormayayım.” Resulullah Efendimiz (s.a.s) buna az, öz ama kapsamlı bir cümleyle şöyle cevap veriyor: “Allah’a iman ettim de! Sonra da dosdoğru ol!” 2 Kardeşlerim! Şu imtihan dünyasında istikamet sahibi olmak oldukça zordur. Nefis ve şeytan, heva ve hevesler, arzu ve istekler, menfaat ve ihtiraslar, bağımlılık ve tutkular, güç ve dünya tutkusu, sürekli iman ve istikametimize zarar veren, bizleri hidayetten dalalete sürükleyen unsurlardır. Bu sebeple imtihanı, ancak Rabbimizin lütuf ve inayetiyle, sadık iman, samimi niyet, sahih bilgi ve salih amellerle kazanabileceğimizi bilmeliyiz. Bunun için daima her türlü niyet, kalp ve düşüncelerimizde, her türlü dil, üslup, söz ve söylemlerimizde, her türlü iş, eylem, tutum ve davranışlarımızda doğruluk ve istikamet sahibi olup olmadığımızın muhasebesini yapmalıyız. Gerçekten bugün Müslümanlar olarak bizler “iman ve istikamet” noktasında nerede duruyoruz? Kur’an’ın yanında, Peygamberimizin tarafında mıyız? Hakkı istiyor, hakikati arıyor muyuz? Akıl ve irademizi hak ve hakikat yolunda kullanıyor muyuz? Her işimizin doğru, her sözümüzün hak olmasına özen gösteriyor muyuz? Kıymetli Kardeşlerim! Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Kalp istikamet ü zere olmadan kişinin imanı istikamet üzere olamaz. Dil istikamet üzere olmadan kişinin kalbi istikamet üzere olamaz. Komşusu kötülüklerinden emin olmayan kişi de cen nete gi remez.” 4 Buna göre kalp ve dil istikamet üzere olmadan iman istikamet bulamaz. Kişinin ahlakı doğruluk ve dürüstlük üzerine yönelmeden nefsi istikamet bulamaz. Hal ve hareketleri istikamet üzere olmayan kişinin bütün emekleri boşa gider. Ahlaki nitelikleri ve huyları istikamet üzere olmayan kişinin manevi gelişmesi mümkün değildir. P3 F Evet, kardeşlerim, Peygamber Efendimiz (s.a.s), bu sözünde İslâm’ı, kalbe ve hayata dair iki kavramla ifade ediyor: İman ve İstikamet… İman ettim diyerek dosdoğru yola çıkmak ve bu yoldan hiç sapmadan, savrulmadan cennetle, cemâlullahla müşerref olana kadar dosdoğru ilerlemek… Aziz Kardeşlerim! Her gün her namazın her rekatında okuduğumuz ُۜ ﺴ َﺘ ۪ﻌ Fatiha suresinde, (ﻴﻦ َ ﺎﻙ َﻧ ْﻌ ُﺒ ُﺪ َﻭﺍِﻳﱠ َ (“ )ﺍِﻳﱠRabbimiz!) ْ ﺎﻙ َﻧ Ancak sana kulluk eder ve yalnız Senden yardım dileriz” diyerek tevhid inancımızı dile getiriyoruz. Sonra da (ﻴﻢ ﻫ ِﺪ َﻧﺎ ْ ِ“ )ﺍBize sırat-ı müstakimi َ �َ �ﺍﻟ ِّ ْ ْﻤ ُ ﺍﻁ ﺍﻟ َۙ ﺴ َﺘ ۪ﻘ göster, bizi dosdoğru yola ilet!” diye Rabbimize dua ve niyazda bulunuyoruz. Aynı surede sırat-ı müstakimin, dosdoğru yolun mahiyeti şöyle ifade edilir: ( ﻳﻦ ِ َ �َ � َ ﺍﻁ ﺍ ﱠﻟ ۪ﺬ ﻢ َ ﻤ ْ “ )ﺍَ ْﻧ َﻌNimetine e rdirdiklerinin yol una ilet!” ْۙ ﺖ َﻋﻠ َْﻴ ِﻬ Ve son olarak da, (ﻴﻦ ِ ﻀﻮ ﻢ َﻭ�َ� ﺍﻟ ﱠ َ ﻀﺎٓ ّ ۪ﻟ َ “ ) َﻏ ْﻴ ِﺮ ﺍﻟGazaba uğramışların ُ ْﻤ ْﻐ ْ ﺏ َﻋﻠ َْﻴ ِﻬ yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil!” diyerek niyazımızı, yakarışımızı ifade ediyoruz. Her gün okuduğumuz bu sureden öğrendiğimize göre sırat-ı müstakim, yeni bir yol değildir. Daha önce üzerinden gidilmiş, tecrübe edilmiş bir yoldur. Kimi o yolun hakkını vermiş nimete kavuşmuştur. Kimi o yoldan sapmış dalalete düşmüştür. Kimi de o yoldan 2F P Kardeşlerim! Ne mutlu istikamet üzere olanlara! Ne mutlu dosdoğru olanlara! Hutbemi Kur’an-ı Kerim’de bize öğretilen ve aklı selim sahiplerinin yaptığı bildirilen bir dua ile bitirmek istiyorum. ﺖ َ ﻚ ﺍَ ْﻧ َ ﻫ َﺪ ْﻳ َﺘ َﻨﺎ َﻭ َ َْﺭﺑﱠ َﻨﺎ �َ� ُﺗ ِﺰ ْﻍ ُﻗﻠُﻮﺑَ َﻨﺎ ﺑَ ْﻌ َﺪ ﺍِﺫ َ ﻤ ۚﺔً ﺍِ ﱠﻧ َ ﻦ َﻟ ُﺪ ْﻧ َ ﻚ َﺭ ْﺣ ْ ﺐ َﻟ َﻨﺎ ِﻣ ْ ﻫ ﱠﺎﺏ ُ ﺍﻟ َْﻮﻫ “Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma! Bize tarafından bir rahmet bağışla. Hiç kuşku yok, lütfu bol olan yalnız Sensin.”5 P4F 1 Ahkaf 46/13-14. Müslim, İman, 62. 3 Nisâ 4/69. 4 İbn Hanbel, III, 199. 5 Âl-i İmrân, 3/8. 2 Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı İLİ : GENEL TARİH: 21/03/2014 mücadele edebildiğini örnek hayatıyla bizlere göstermiştir. Onun imtihanı, Mekke’de bir yetim olarak peygamberlik yükünü omuzlayabilmesiydi. Onun imtihanı, bir eline güneşi, diğerine ayı verseler dahi yolundan dönmemesiydi. Onun imtihanı, Taif’te taşlandığı halde dudaklarından muhataplarına rahmet dileyen dualar dökülmesiydi. Bedir’de bir avuç müminle müşrik ordusunun karşısına çıktığında mübarek ellerini açıp Rabbine “Allah’ım! Şu bir avuç İslâm toplumunu helâk edersen (korkarım) yeryüzünde sana ibadet eden k imse kalmayacak.” 4 diye seslenmesiydi. Açlık, yokluk, ihanet ve iftiralar, belini büken, taşımakta zorlandığı ağır yükler, neredeyse kendisini helak etmesine sebep olacak hassasiyetler… Nice mihnet ve külfetler her biri Nebî’nin omzundaydı. Ancak o, her belanın nimet, her nimetin bela olduğunun bilincinde olarak varlıkta da yoklukta da, sevinçte de hüzünde de hep Rabbinin yanındaydı. Ve yanında olmayı bizlere öğretti… P3F İMTİHAN DÜNYASI Aziz Müminler! Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘İman ettik’ demeleriyle kurtulacaklarını mı sandılar? Andolsun ki, biz on lardan ön cekileri de i mtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” 1 P0F Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Mümin, taze ekine b enzer. Rüzgâr hangi tar aftan e serse on u o tar afa yatırır (fakat yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mümin böyledir; o belâ ve musibetler sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz)…” 2 P1F Aziz Kardeşlerim! Allah’ın Kitabına göre insanın yaratılış gayesi, varoluş sebeplerinden birisi yeryüzünde imtihan olmaktır. Buna göre bu dünya bir imtihan yeridir. Ölüm ve hayat, hangimizin daha güzel davranışlar sergileyeceğini sınamak için Rabbimiz tarafından yaratılmıştır. 3 Ömür dediğimiz sermaye, hayat dediğimiz zaman dilimi imtihan için tanınan süredir. İnsana verilen her türlü nimet, mal, mülk, evlat, makam, mevki birer imtihan vesilesidir. Aynı şekilde insanın karşısına çıkan her türlü sıkıntı, zorluk, acı ve musibet, birer imtihan vesilesidir. Ve bunun herhangi bir istisnası da yoktur. P2F P Aziz Kardeşlerim! Rabbimiz, en çok sevdiği kullarını en büyük musibetlerle imtihan etmiştir. Bu sebeple geçmişte en büyük sıkıntılarla imtihan edilen kişiler, O’nun en çok sevdiği kulları olan peygamberler olmuştur. Zira Rabbimiz, dostluğuna talip kullarını böyle çetin imtihanlara tabi tutar. Hz. Âdem ebedilik arzusuyla sınanmıştır, ölümsüz olma isteği Hz. Âdem’in imtihanıdır. Hz. İbrahim, Hz. İsmail’le sınanmıştır, evlat sevgisi, Hz. İbrahim’in imtihanıdır. Hz. İsmail, canıyla imtihan edilmiştir. Hz. Yakub, Hz. Yusuf’la sınanmıştır, Hz. Yusuf, Züleyha ile imtihan edilmiştir. Hz. Eyyüb taşları çatlatan bir sabır imtihanından geçmiştir. Teslimiyetin, sabrın, cesaretin, iffetin, Rabbimize karşı samimiyetin timsali olan peygamberler, kulluk sınavının en güzel örneklerini sergilemişlerdir. Son peygamber, Hâtemü’lEnbiyâ, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) ise imtihanın her çeşidiyle sınanmıştır. Âlemlerin Efendisi, imtihanın ne demek olduğunu, bir beşerin tek başına musibetlerle nasıl P Aziz Müminler! Peki, onun ümmeti olan bizler, biz ahir zaman Müslümanlarının imtihanları neler? Bizim imtihanımız Miraç günü Ebu Bekir olabilmekte gizli, yani Peygamber Efendimiz (s.a.s)’e sıdk ile bağlanmak bizim imtihanımız. Bizim imtihanımız, içimizdeki sarp yokuşlarımızı aşabilmekte gizli, yetimi gözetip yoksulu doyurmak bizim imtihanımız. Bizim imtihanımız, vermeyen ellerimiz, kaçmayan uykularımız. Bizim imtihanımız sevmeyen yüreklerimiz, konuşmayan dillerimiz. Bizim imtihanımız varamadığımız secdeler, tutamadığımız oruçlar. Bizim imtihanımız malımızdan geçip de veremediğimiz zekâtlar, sadakalar… Bizim imtihanımız bencilliklerimiz, hırslarımız, ihtiraslarımız. Bizim imtihanımız, içerisine düşüp de bir türlü çıkamadığımız mal, mülk, makam, itibar, şan, şöhret kuyuları… Aziz Kardeşlerim! Şunu bilmeliyiz ki Rabbimiz, mümin kullarını kendilerine azap etmek için değil, ancak arınmaları için imtihan eder. Müminin görevi varlıkta şımarmamak, yoklukta isyan etmemektir. Müminin görevi, nimetlere şükretmek, musibetlere sabretmektir. Marifet, acıyı bal eylemede, belayı lütuf bilmededir. Marifet, “kahrın da hoş, lütfun da hoş” diyebilme olgunluğunu gösterebilmektedir. Bu mübarek günde, şu mübarek mekânda tüm bu ibtilalardan, imtihanlardan Rabbimize sığınıyoruz. Bizleri aşamadığımız sarp yokuşlardan, çıkamadığımız kuyulardan, zindanlardan çıkar, aydınlığa kavuştur ya Rabbi! Bizleri alevlerden, yangınlardan, tufanlardan muhafaza eyle, nefislerimizi sen koru ya Rabbi! Gecelerimizi gündüze çevir, bizleri kirlerimizden arındır, taşıyamayacağımız yükleri yükleme ya Rabbi! İmtihanlarımızı verip, huzuruna hayırlı amellerle, yüzümüzün akıyla çıkmayı nasip eyle ya Rabbi! 1 Ankebut 29/1-3. Buhârî, Tevhîd, 31. 3 Mülk,67/ 2. 4 Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 8. 2 Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı İLİ :BAYBURT AY-YIL :MAYIS 2013 TARİH :02.05.2014 4. HAFTA ِ ِ ِي ا َّرار ْ ِم َّرار ِ ِي ْ َِّر ض الّ َ َ ْر ضًا َ َ ضًا ُ َّر م َذ اذي ُ ْق ِر ِ ضا َ ُ اَ ُ َ ْ َضاضًا َ ِ َرًا َ َُا ﻯ .َق َقﺍﻯ َق ُس ُسﺍﻯ ِهَّللا ِهﻯ َق ِهَّللا ﻯ ِهَّللا ُسﻯ َق َق ْي ِهﻯ َق َق ِهَّللا ٍ ِ َّر ٌص َد َة َ َضم ْ ق َ َ إِ َذ ُ َ ْ ضت ِإل َ ط َع َا َ لُ ُ إِال ْم َالَث ِ ج ِضر ةٌ و ِا ْلي ْ تَ َع ِ ِ وواَ ٌد ُ َصضا ٌح َ ْد ُاو ا َ ََ ُ ُ ٌ َ َ َ İSLAM’DA VAKFIN ÖNEMİ Muhterem Müslümanlar! “Kim Allah’a güzel bir borç verirse, Allah ona bunun karşılığını kat kat verir.” (1) Ayeti nazil olunca; Ebu Dahdah, vakit kaybetmeden Allah Resulü (s.a.v)’in yanına geldi. Gönlü zengin bu seçkin sahabinin, Medine’de çok güzel bir hurma bahçesi vardı. Bu hurma bahçesi, Medine’deki bahçelerin en güzeli ve en büyüklerinden biriydi. Bahçede tam altı yüz hurma ağacı bulunuyordu ve bu bahçeyi vakfetmek istiyordu. Allah Resulü (s.a.v), ondan bu bağışı kabul edince, dünyalar O’nun oldu ve doğruca hurma bahçesine gidip de, olayı eşine büyük bir sevinçle haber vererek, artık! Hurma bahçesinden çık! Ben onu hurmalarıyla birlikte cennet karşılığında Rabbime sattım, deyince, eşi de onu tebrik ederek, kârlı bir ticaret yapmışsın Ey Ebu Dahdah! Allah alışverişini mübarek kılsın dedi. Sonra topladıkları hurmaları bahçede bırakıp, çocuklarını yanına alarak bahçeyi gönül hoşluğu içinde terketmiş ve bu bahçeyi Allah rızası için vakfetmiş oldular. (2) Değerli Kardeşlerim! Vakıf: menfaati insanlara olmak üzere, bir malı kendi mülkünden çıkararak, Yüce Allahın rızası için bağışlamaktır. Yüce Allah Kuran-i Kerimde; “Sevdiğiniz şeylerden sarfetmedikçe iyiliğe erişemezsiniz”(3) buyurarak, iyiliğe ulaşmanın ilk şartının infak olduğunu beyan etmiştir. Hayatını insanlığa vakfeden Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) de; “İnsan ölünce amel defteri kapanır. Ancak şu üçü bundan müstesnadır; Sadaka-i cariye, faydalı ilim ve kendisine dua eden salih evlat.”(4) Hadis-i Şerifi ile, Allah Rizası için vakfedilmiş bir mal’ın, amel defterini açık tutacağını müjdelemiş, ve Medinedeki hurmalığının kendine ait hissesini ve Hayber’deki hurma bahçesini de vakfederek, ümmetine bu konuda da en güzel örnek olmuştur. Aziz Müminler! Kuran’ı Kerimin rehberliğini ve Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) in fiilî davranışlarını, kendilerine örnek edinen Necip Milletimiz Vakfın önemini çok iyi anlamış ve tarih boyunca, cami, medrese, çeşme, hamam, yol, köprü, okul hanlar, öğrenci yurtları, hastaneler vb gibi, pek çok muazzam kalıcı eserleri vücuda getirmişlerdir. Bu vakıf eserleriyle, din,dil ve ırk farkı gözetmeden, insanlık alemine hizmet sunmuşlardır. Bu hususla ilgili olarak Şair diyorki: “Er odur ki, koya dünyada bir eser. Eseri olmayanın yerinde yeller eser.” Minnet, şükran hayır dualarla yad ettiğimiz, bu hayırsever insanların günümüzde çoğalması temennisiyle, Hutbemizi Peygamber efendimiz (s.a.v.)’in bir hadisi şerifiyle bitirmek istiyorum: Âdemoğlu, malım malım deyip duruyor. Ey âdemoğlu! Yeyip tükettiğin, giyip eskittiğin veya sadaka olarak verip sevap kazanmak üzere önden gönderdiğinden başka senin malın var mı ki?” (5) Bahattin DURAK Ayniyat Saymanı Redaksiyon: İl İrşat Kurulu KAYNAKLAR 12345- Bakara, 245 Kurtubi,Ahkamu’l Kur’an Ali- İimran 92 Tirmizi, Ahkâm 36; Müslim, Zühd 3-4 İLİ : GENEL TARİH : 26.09.2014 İŞ VE TİCARET AHLAKI-ÂHİLİK Aziz Kardeşlerim! Okuduğum âyeti kerimede Yüce Mevlamız, Kerim Kitabında şöyle buyurmaktadır: “İnsan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir. Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), şöyle buyurmaktadır: “Çalışana ücretini, teri kurumadan önce veriniz.”2 Kardeşlerim! Bir Müslümanın ticaret ve iş ahlakının nasıl olması gerektiğini öğretir bizlere bu ilahi ve nebevi ilkeler. Buna göre; dinimizin iş ve ticaret ahlakı doğruluk, dürüstlüktür; helal-haram duyarlılığıdır; işçi-işveren hakkına riayettir; alın terine saygıdır, onu heba etmemektir. Dinimize göre, kazanç için her yol mübah sayılamaz. Kardeşin sırtına basarak kazanca kazanç katılamaz. İşin ucuzu ve kolayına kaçılamaz. Hele hele gelir elde etmek için insan onuru, haysiyeti çiğnenemez, emek sömürülemez, can güvenliği tehlikeye atılamaz. İnsan için vazgeçilmez olan hayat hakkı hiçbir bedele değiştirilemez. Değerli Müminler! Yüce dinimiz, iş güvenliği ve ahlakına böylesine önem vermişken günümüzde ihmalkârlıklar, vurdumduymazlıklar sebebiyle yaşanan iş kazalarına hemen her gün üzüntüyle şahit olmaktayız. Türlü eza, cefa ve meşakkatle çalışan kardeşlerimizin fedakârlığı her türlü takdirin üstündedir. Ancak onların en değerli kazancı elde etmek için akıttıkları alın terlerinin heba edilişi, ölüm riski altında güvensiz ortamlarda çalışmaya mahkûm edilişleri, hayat haklarının hiçe sayılışı, vicdanların kabul edebileceği bir durum değildir. Bu, apaçık bir haksızlıktır. Bu, insan hakkını, hukukunu, saygınlığını çiğnemektir. İnsan hakkını çiğnemek, onun saygınlığına halel getirmek aslında onu yaratan Allah’a saygısızlıktır. Kaldı ki, mümin bir kimse, kul hakkına riayetin Alemlerin Rabbine saygı olduğunu gayet iyi bilir. İş hayatında yaşadığımız üzücü hadiseleri değerlendirirken Yaratıcının sonsuz kudretini hiçe saymak ne kadar yanlışsa insanın ihmal kaynaklı suç ve vurdumduymazlıklarına ilahi kudret üzerinden mazeret üretmek de o kadar yanlıştır. Bu sebeple, ilahi adalete gölge düşüren tez ve yorumlardan kaçınmak gerekir. Kıymetli Kardeşlerim! Günümüzde üretim ve tüketim konusunda bir takım çarpıklıkların olduğu da açıktır. Bir tarafta helal-haram düşünmeden konforun alabildiğine kuşattığı bir yaşam tarzı, diğer tarafta tek kaygısı evine ekmek parası götürmek olan insanlar. Bir tarafta, daha çok kazanma arzusunda olanlar; diğer tarafta hayatını devam ettirebilmek için rızkının peşinde koşanlar. Bir tarafta kolay yoldan zengin olmak isteyenler, diğer tarafta bir helal lokma uğruna alın teri dökenler... Evet ne acıdır ki modern zamanlar, iş ve ticaret ahlakımızı da etkiledi. Dürüst, güvenilir, işinin ve işçinin hakkını verenlerin yanında sadece maddiyat ve kazanç odaklı düşünenlerin de sayısı arttı. Rahmet Elçisi’nin “Bizi aldatan bizden değildir”3 uyarısı, ticaretin de bir imtihan, mesleğin gereğini yapmanın da bir ibadet olduğunu unutanlarca dünyevi çıkarlara kurban edilir hale geldi. Kardeşlerim! Kişinin kimseye muhtaç olmadan hayatını sürdürmesi, çoluk-çocuğunun nafakasını temin etmesi esastır. Bu maksatla helal ve meşrû yoldan kazanç temini için çalışmak, iş ve ticaret hayatının içinde bulunmak kutsal sayılmıştır. Ancak Allah rızasının, helal-haram çizgisinin gözetilmediği, haksızlık ve aldatma içeren her türlü ticaret de yerilmiştir. Nitekim Efendimiz (s.a.s) böylelerinin ibretlik durumunu şöyle bir soruyla ortaya koymuştur: “Yediği haram, içtiği haram, giydiği haram bir kimsenin duasına Allah cevap verir mi?”4 İşte dinimizin iş ahlakından, milletimizin değerlerinden ilham alan ecdadımız, on üçüncü yüzyılda Ahilik Teşkilatını kurmuştur. Bu teşkilat, iş ve ticaret hayatı içerisinde yer alanları doğruluk, güvenilirlik, cömertlik, tevazu gibi prensipler şemsiyesi altında birleştirmiş ve her şeyden önce onları “kardeş” kılmıştır. Âhilik, ahlâkın ticari hayat için de vazgeçilmez olduğunu mensuplarına her daim telkin etmiştir. Ahîlik teşkilatı, insanların aldatılmasına engel olmuştur. Mesleğe yeni başlayan kimselerin, işlerini iyice öğrenip liyakatli hale gelmedikçe, iş hayatında yer almalarına bu yapı tarafından müsaade edilmemiştir. Bu bağlamda, Yüce Rabbimizin; “Emanetleri ehline verin”4 uyarısına her zaman sadık kalınmıştır. Kardeşlerim! Mümin, her şeyden önce güvenilir kişi demektir. Öyleyse mümin, kazanırken de başkasının hakkına tecavüz etmemelidir. O, helal kazanç uğruna dürüstçe yaptığı her işin ibadet olduğu bilinciyle hareket etmelidir. Mümin, çoluk çocuğuna yedireceği haram bir lokmanın, kendi midesini kavuran bir ateş topu olacağını unutmamalıdır. Rabbimizin şu ölçüleri, müminin kazanç felsefesi olmalıdır: “Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman, tam ölçerler. Fakat, kendileri onlara bir şey ölçüp, yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar. Bunlar, büyük bir günde tekrar dirileceklerini sanmıyorlar mı?”5, “Ey İman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret dışında mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin”6 1 Necm, 53/39-41. İbn Mace, Rühûn, 4. 3 Tirmizi, Buyû’, 74. 4 Müslim, Zekât, 19 5 Mutaffifîn, 83/1-5. 6 Nisâ, 4/29. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 21/02/2014 KALB-İ SELİM Değerli Müminler! Sahabeden Nu’man b. Beşir’den rivayet edildiğine göre Allah Resulü (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi/doğru/düzgün olursa bütün vücut iyi/doğru/düzgün ol ur; o bozulursa bütün vü cut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” 1 Değerli Kardeşlerim! Bugün… Hemen şimdi… Kalbinizi elinizle sımsıkı tutun… Beden ülkenizin sultanını yeniden düşünün. Bedeninizdeki bu et parçası neden bu kadar değerlidir? Kalbimizi sadece vücutta kan dolaşımını sağlayan bir organ olarak görmek gerçekten eksik olur. Bizim geleneğimizde kalp imanın, hakikatin, bilginin, hikmetin ve ahlakın merkezinde yer alır. Maddi varlığımızın sultanı olan kalp, gönül dünyamıza da yön veren ilahî bir cevherdir. ‘Nazargâh-ı ilâhî’dir. Hakk’ın aynasıdır. Kardeşlerim! Kalbinize dikkatle bakın. Mutlaka Rahman’dan bir iz görür, O’ndan bir ses duyarsınız. Göğe ve yere sığmayan Allah, mümin kulunun kalbindedir. Kalplerin imar ve ıslahı bu yüzden önemlidir. Kâmil insanı inşa edecek gönül terbiyesi kalpte düğümlenmektedir. Kıymetli Kardeşlerim! Bir hadis-i şeriften öğrendiğimize göre bütün peygamberler gönderildikleri toplumlarda, katılaşmış, hakikatin önünde perdelenmiş kalpleri açmakla, karanlıklara gömülen marazlı kalplere şifa dağıtmakla Onların kazanmaya ve görevlendirilmişlerdir. 2 fethetmeye çalıştıkları ilk şey insanların kalbi olmuştur. Resul-i Ekrem için en çok kullandığımız sıfat da “tabîbu’l-kulub” yani gönüllerin doktoru olmuştur. Allah Resulü’nün kalbe şifa dağıtan sünnetlerinden biri de, kalbimizi perdeleyen kin, nefret, düşmanlık, kıskançlık, fesatlık ve samimiyetsizlik türünden her türlü kötü duygu ve düşünceden sıyrılıp arınmaktır. Temiz bir kalbe ve arı-duru bir gönle sahip olmak Peygamberimizin sünnetlerindendir. Enes b. Mâlik’in naklettiğine göre Resûlullah (s.a.s) kendisine şöyle buyurmuştur. “Yavrucuğum! Eğer kalbinde kimseye karşı gıll u gışş yani kötü ve aldatıcı duygular barındırmadan sabaha ve akşama erişmeye güç yetirebiliyorsan bunu yap. İşte bu benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimi yaşatırsa beni sevmiş olur, kim de beni severse cennette benimle birlikte olur.” 3 Değerli Müminler! Kalbimiz bir yandan olumlu ve yüksek değerlerin mahalli olduğu gibi, aynı zamanda şeytanın insana vesvese ve şüphe vermek için fırsat kolladığı ve kötülük tohumlarını yerleştirdiği bir yerdir. Kalp hem çok sâbit, azimli ve kararlı; hem de çok değişken, dönüşken ve kararsızdır. Ulvî güçler kalbimizi arındırmayı, yüceltmeyi ve anlamlı değerler üzerinde sabitlemeyi amaçlarken; süflî güçler onu değiştirmeyi, kirletmeyi ve yıkmayı hedefler. Kur’an-ı Kerim ve onun tebliğcisi Peygamberimiz kalbin çeşitli hastalıkları üzerinde durur ve bu hastalıklara karşı müminlere uyarılarda bulunur. Zira kalp bazen işlenen günahların ağırlığı altında paslanma, sapma, hastalanma, katılık, perdelenme, körleşme, mühürlenme, kilitlenme gibi bir dizi manevî hastalığa maruz kalabilmektedir. Oysa insanın âhirette selâmete ermesi ancak kalbin şirk, küfür, nifak gibi hastalıklardan salim olmasıyla mümkündür. Dünyevî arzularımızın çepeçevre sararak bizleri ilâhî güzelliklerden alıkoymaya çalıştığı durumlarda kalbimizi salih amellerle, Kur’an-ı Kerim tilavetiyle, Allah’ı çokça zikirle ve duayla mamur ve selim kılmak gerekmektedir. Allah katında değerli olan da bu değil midir? Rabbimiz şöyle buyurur: “O gün, ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah’a kalb-i selim ile gelenler başka.” 4 Kalb-i selim, Allah’a teslim olup selâmet bulmuş olan hastalıksız kalptir. Müminin kalbi, selim bir kalptir. Allah Resûlü’nün Rabbinden niyazı da kalb-i selim bahşetmesi şeklinde olmuştur. 5 Ümmü Seleme validemizin naklettiği bir rivayete göre ise Allah Rasulü’nün en çok yaptığı dua: “Ey k alpleri b ir halden diğer bir hale çeviren Rabbim! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.” 6 duasıdır. Bitmek bilmeyen insani zaaflarımızın kuşatması altında, ruhen ve bedenen tükenmenin eşiğine geldiğimizde, kalbimize mukayyet olabilmek için; insana, eşyaya, kâinata kalp gözü ile bakabilmek için; gönül dili ile konuşabilmek için en çok yapacağımız dua bu olsa gerektir. Buharî, İman, 39 Buhârî, Tefsîr, (Fetih) 3 3 Tirmizî, İlim, 16 4 Şuarâ, 26/88-89 5 İbn Hanbel, IV, 125 6 Tirmizî, Deavât, 89 1 2 Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı İL : TÜRKİYE GENELİ TARİH : 27.06.2014 KİMSE KİMSESİZ KALMASIN, BU RAMAZAN VE HER ZAMAN! Muhterem Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “İyilik ve takva (Allah'a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah'ın cezası çok şiddetlidir.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Müminler birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede ve birbirlerine şefkat göstermede tek bir beden gibidir. O bedenin bir organı (bir mümin) acı çektiği zaman, bedenin diğer (organları/müminler) de uykusuz kalıp acı çekerler.”2 Kardeşlerim! Rahmet ayı, Kur’an ve oruç ayı, manevi atmosferimizi süsleyerek bir kez daha kapımızı çaldı. On bir ayın sultanı, bereketi ile geldi. Zerâfeti ile esenliği ile geldi. Ramazan bizlere yine paylaşma, kardeş olma, birlik olma, arınma ve bağışlanma mesajları getirdi. Kardeşlerim! Ramazan, insanlara birbirlerini sevmeyi, kardeşliği ve hürriyeti öğreten bir mekteptir. Ramazan, bir medeniyettir, bir dünya görüşüdür. Ramazan, sadece ağzımıza ve nefsimize gem vurulan günler değildir. Ramazan yoksulların, düşkünlerin, muhtaçların, kimsesizlerin, yetim ve öksüzlerin, yaşlıların hatırlandığı ve korunduğu bir aydır. Ramazan, sıcacık yuvasından ayrılmak zorunda kalan kardeşlerimizin derdiyle hemhal olma vaktidir. Bereketli sahurlarıyla, duygu yüklü iftarlarıyla, gönüllere şifa Kur’anlarıyla tam bir kazanç iklimidir Ramazan. Kardeşlerim! Yüce dinimiz İslam, birlikte hareket etmeyi, paylaşmayı, dayanışmayı ve hayatı birbirimize kolaylaştırmayı emreder. Bencilliği, diğerini yok saymayı, çevreye karşı duyarsızlığı yasaklar. Peygamberimiz (s.a.s), hiç kimsenin kendisini yalnız, kimsesiz, çaresiz hissetmesine, ümitsizlik ve karamsarlığa düşmesine kayıtsız kalmamıştır. İhtiyacı olsa da başkalarını kendisine tercih etmiş, kimseyi kapısından boş çevirmemiş; yoksula, yetime, kimsesize, çocuğa, kadına, hastaya, yaşlıya daima şefkat ve merhamet kanatlarını germiştir. Allah Resulü, “Kişi kendisi için istediğini din kardeşi için de istemedikçe tam anlamıyla iman etmiş olamaz.”3 sözleriyle müminlerde bulunması gereken merhamet, muhabbet, şefkat gibi güzel hasletlere vurgu yapmış ve hayatı boyunca da bunları tatbik ederek kimsesizlerin kimsesi olmuştur. Aziz Kardeşlerim! İslam’ın huzur ve barış ikliminden giderek uzaklaşan günümüz insanının yitirmeye yüz tuttuğu nice değerler var. İşte bu değerlerden biri de yüce dinimizin üzerinde hassasiyetle durduğu toplumsal duyarlılık, başka bir ifadeyle yardımlaşma ve diğerkâmlıktır. Ancak ne acıdır ki modern yalnızlık, modern zamanların ciddi bir hastalığı olmaya başladı. Her türlü hazzın ve hızın arasında sıkışmış, her türlü imkâna, lükse sahip olan ancak kalabalıklar arasında yalnızlaşan nice insanlarımız vardır. Komşularınca tanınmayanlar, bilinmeyenler çoğaldı. Evinin içinde ailenin şefkat ve muhabbet damarlarını televizyon, bilgisayar, internet ve telefonla koparanlar vardır. Kentlerin büyük meydanlarında ve caddelerinde elini kolunu sallayan nice hür görünen mahkumlar vardır. Huzurevlerinde huzura hasret, evladına torunlarına hasret nice büyüklerimiz vardır. Oysa içinde yaşlısı olan bir ev asıl huzurevi değil midir? Sevgi evlerinde sevgiye, şefkate, ilgiye bir tebessüme muhtaç nice yavrularımız vardır. Anne-baba şefkatinden, sıcacık bir yuvadan mahrum sokak çocuklarımız vardır. Oysa, yetime, öksüze, kimsesize sahip çıkmak Efendimize cennette komşu olabilmenin anahtarı değil midir? Çadır kentlerde bir Ramazanı daha karşılayacak kardeşlerimiz var. Oysa kanayan bir yarayı sarmak mümin olmanın gereği değil midir? Kardeşlerim! İnsanın yalnızca zor durumlarda değil, hayatın her anında ilgi ve desteğe, uzatılacak bir ele, gönül alıcı bir söze, içten bir tebessüme ihtiyacı vardır. Unutulmamalıdır ki yoksulluk sadece varlığın yok olması demek değildir. Yoksulluk aynı zamanda içimizdeki merhamet şefkat gibi insani değerlerin yok olmasıdır. Kardeşlerim! Diyanet İşleri Başkanlığımız, bu yılki Ramazan ayının temasını “Hiç kimse kimsesiz kalmasın, bu Ramazan ve her zaman” olarak belirlemiştir. Diğerkâmlık, fedakârlık, paylaşma, yardımlaşma, birlik ve beraberlik duygularının yoğun bir şekilde hissedildiği Ramazan ayı, bu açıdan hepimiz için iyi bir fırsattır, bir imkandır. Bu kutlu ayda, gönül dünyamızı bütün kardeşlerimize açarak, huzur ve mutluluğa vesile olmak büyük bir kazanım ve bahtiyarlık olacaktır. Hepimiz Ramazanın rahmet ikliminde kardeşliği soluklamalıyız. “Ben” merkezli düşüncelerden arınarak “Biz” merkezli düşüncelerle kimsesizlerin kimsesi olmalıyız. Unutmayalım ki, kendisi için istediğini kardeşi için de istemek kendisi için istemediğini onun için de istememek müminin vazgeçilmez ahlaki bir değeridir. 1 Mâide, 5/2. Müslim, Birr ve Sıla, 66. 3 Buhârî, İmân, 7. 2 Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı İL : TÜRKİYE GENELİ TARİH : 11.07.2014 KİMSESİZLERİN KİMSESİ OLABİLMEK Muhterem Kardeşlerim! Günümüzde bencillik, bireysellik, dünyevileşme ve nemelazımcılık gibi olumsuzluklar insanoğlunu adeta esir almış durumdadır. Bu olumsuzluklar, insanı yalnızlaştırmış ve ona büyük kayıplar, yoksunluklar yaşatmıştır. Çağımızın en büyük kaybı, pek çok insanın hazzı peşinde koşarken, yaratılış hikmeti ve gayesini, hayatın anlamını unutmasıdır. Günümüzün en önemli sorunu, her türlü imkana sahip olduğu halde insanın gittikçe yalnızlaşmasıdır. Yalnızlaşmak, milyonlarca insanın içinde yapayalnız kalmaktır. Yalnızlaşmak, çevreye duyarsızlaşmak, kardeşin derdiyle hemhal olamamaktır. Yalnızlaşmak, mahrumiyet ve yoksullaşmaktır. Asıl yoksulluk da, maddi imkanlardan değil, sıcacık dostluklardan yoksun olmaktır. Kardeşlerim! Ne acıdır ki, günümüzde aynı evi, ortamı paylaştıklarımızla iletişim kuramaz hale geldik. Ellerde tabletler, akıllı telefonlar... Ekran karşısında suskunca geçirilen uzun saatler... İletişim çağında iletişim kurmadan geçen bir hayata şahit oluyoruz. Hayal dünyasında mutluluk arayan teknoloji bağımlısı nice modern yalnızlarımız var. Bu Ramazanda candan sevgiye muhtaç bu kardeşlerimizi de hatırlamalıyız. Ailemizden başlayarak her yalnızla iletişim kurmalıyız. Aziz Kardeşlerim! Şiddetten, savaştan, ölümden kaçarken evinden ayrı düşmüş milyonlarca kardeşimiz var. Suriye’den ülkemize gelen bir milyonu aşkın mülteci bulunmaktadır. Onlar bizim muhacirlerimizdir. Bize düşen onlara ensar olmak, gönül kapılarımızı açıp, el uzatmaktır. Zira Müslümanın ahlakı, kimseyi kimsesiz bırakmamak, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacını gidermektir. Kardeşlerim! Büyükşehirlerimizde üç binin üzerinde evladımız kimsesiz olarak sokaklarda yaşamaktadır. Bu yavrularımız sıcacık bir yuvaya, ilgiye, bir şefkat eline hasrettir. Gün, kimsesizlerin kimsesi, sessizlerin sesi olma günüdür. Gün, sokaklarda yatıp kalkan evlatlarımıza kol-kanat germe günüdür. Müslüman bir toplumda sokakta çocuk kalmamalıdır. İşte Ramazan, bu çocuklarımıza sahip çıkmak, onları topluma kazandırmak için bir başlangıca vesile olmalıdır. Kardeşlerim! Günümüze kadar İslam toplumlarında görülmemiş huzurevlerinde kalan yaşlılarımız var. Şu an ülkemizde yirmi binin üzerinde büyüğümüz yalnızlığa terk edilmiş durumdadır. Eli öpülesi büyüklerimizin gönderildiği o mekanlara aslında huzurevi diyemeyiz. Evlat hasreti içerisinde, torunlarını kucaklayamadan yalnızlığa mahkum edilenlere sahip çıkmalıyız. “Büyüklerimize saygı, küçüklerimize sevgi ve şefkat göstermeyen bizden değildir.” 1 diyen bir peygamberin ümmeti olduğumuzu asla unutmamalıyız. Kıymetli Kardeşlerim! Şiddetin, savaşın, açlığın sardığı ülkelerde çok sayıda çocuk yetim kalmaktadır. Dünya üzerinde binlerce çocuk her gün dilenci şebekeleri, organ mafyası gibi karanlık odakların ağına düşmektedir. Bununla beraber boşanmaların artması, ailelerin parçalanması, öksüz ve yetimlerin sayısını artırmaktadır. Şu an dünya üzerinde üç yüz milyon civarında yetim bulunmaktadır. Ülkemizde, çocuk yuvası, çocuk evi, sevgi evi ve yetiştirme yurtlarında günümüz itibariyle yaklaşık on iki bin yavrumuz kalmaktadır. Diğer yandan Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), “Ben ve ye time k ol k anat geren kimse cennette yan yana olacağız.” 2 “Müslümanlar arasında kim bir yetimi yiyecek ve içeceğini üstlenecek şekilde s ahiplenirse A llah on u mutlaka c ennete koyar. 3 buyurmaktadır. Bu nebevi müjdeyi yeniden düşünerek bu Ramazanda hep birlikte yetimlere sahip çıkmalıyız. Sıcak bir yuva özlemi çeken yavrularımızı bağrımıza basarak onlara şefkatli bir anne kucağı olmalıyız. Hayatlarının baharında hayatın yükünü sırtlamış bu minik bedenlere destek olmalıyız. Onlara manevi yalnızlıklarını unutturmalıyız. Kardeşlerim! Bizler, henüz dünyaya gelmeden yetim, 6 yaşında iken de öksüz kalan ve Yüce Rabbimizin “O, seni ye tim bul up barındırmadı mı?... Öyleyse sakın yetimi ezme!” 4 hitabına muhatap olan Gönüller Sultanı Efendimizin ümmetiyiz. Unutmayalım ki Rahmet Peygamberi hayatı boyunca hep yetimleri, öksüzleri, kimsesizleri gözetmiş ve korumuştur. Efendimiz (s.a.s), yetimi itip kakan, ona hor davrananları ise şöyle uyarmıştır: “Evlerin en hayırlısı, içinde kendisine iyi bakılan bir yetimin bulunduğu evdir. Evlerin en kötüsü ise kendisine iyi davranılmayan bir yetimin bulunduğu evdir.” 5 Kardeşlerim! Yetimler, öksüzler ümmetin Enes’i, Beşir’i, Abdullah’ıdır. Yetimler-kimsesizler, bizler için bir yük değil bir bereket vesilesidir. Bu yavrularımız, bize Allah Resulü (s.a.s)’nün birer emanetidir. Ve unutmayalım ki emanete sahip çıkmak onun ümmetinin bir niteliğidir. Tirmizî, Birr ve Sıla, 15. Buhârî, Talâk, 25. 3 Tirmizî, Birr ve sıla, 14. 4 Duha, 93/7-9. 5 İbn Mâce, Edeb, 6. 1 2 Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ: GENEL TARİH: 18.04.2014 KULLUK SINAVIMIZ: İHLAS VE SAMİMİYET Aziz kardeşlerim, Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emredildi ve ben Müslümanların ilkiyim.” i Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (sas) şöyle buyuruyor: “Allah, ancak ihlas ve samimiyetle sadece kendisi için ve rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder.”ii Kardeşlerim, Şu dünya hayatında hepimiz her gün imanımızla, ibadetimizle, amelimizle, sözümüzle, işimizle, yapıp ettiklerimizle hâsılı her hâlimizle ihlas ve samimiyet sınavına tabi tutulmaktayız. Kalplerine hakiki imanı, Allah ve peygamber sevgisini yerleştirebilen, gönül Kâbe’sindeki putları kırabilen, iman ve istikamet sahibi, imanlarının gereği gibi yaşayabilen kullar, ihlas sahibi kullardır. Ancak böyle iman sahipleri, yüce davaların insanı olabilirler. Kazancını ve lokmasını, harama bulaşmadan helal yollardan sağlayabilen kullar, ihlaslı kullardır. Ancak böyle kullar, iman ve ibadetlerinden manevi lezzet duyabilir ve gönül huzurunu yakalayabilirler. Abdestini, adabınca alanlar, manevi kirlerden arınıp korunabilirler. Namazlarını, tadil-i erkâna uygun bir şekilde, huşu ve hudu duyarak kılan kimseler ihlaslı kullar olurlar, miracı yaşarlar. Ancak böyle bir namaz, kişiyi her türlü fuhşiyâttan ve kötülükten engelleyebilir. Zekât, fitre ve sadakasını riya ve gösterişten uzak olarak gerçek hak ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırabilenler ihlas sahibidirler. Ancak böyle bir dayanışma şuuru, İslâm toplumlarında sosyal adaleti sağlayabilir. Sadece midesine değil tüm azalarına oruç tutturabilen, iradesini ve nefsini terbiye edebilenler ihlaslı olurlar. Ancak böyle bir ibadet şuuru, insanları güzel ahlaklı kılabilir. Hac ve umre ibadetini, turistik bir seyahate dönüştürmeden, nefsini anasından doğduğu gün gibi tertemiz yapıp arındırmak niyetiyle eda edenler ihlaslı olurlar. Kurban ibadetini takvaya uygun bir şekilde ifa eden kimseler ancak Allah’a yaklaşabilir. Zikir ve tesbihatını, dil ucuyla değil, kalbine indirerek gönülden yapabilenler ihlaslı olurlar. Dua ve niyazını, tövbe ve istiğfarını, günahları terk edip seher gibi bereketli vakitlerde içten ve samimi bir şekilde gözyaşı dökerek yalnız Allah için yapabilenler ihlas sahibi kullardır. Aziz Kardeşlerim, Kalbin ameli olan niyetlerimiz, ihlasla buluşmadan asla kurtuluşa eremeyiz. Kalbimizi ve nefsimizi riyadan, nifaktan, ikiyüzlülükten, gösterişten, ucubdan, sümadan, kibirden, kendini beğenmişlikten, yalandan, iftiradan, hasetten, bencillikten, gıybetten, kinden, öfkeden, nefretten arındırmadıkça ihlasa eremeyiz. İbadet ve kulluğu dünyanın mihveri yapmadıkça; her ibadete sevap, her başarıya takdir, her iyiliğe teşekkür bekleyip gönlümüzü dünyaya ve dünyalıklara, makam ve mevkilere, çıkar ve menfaatlere bağladığımız müddetçe ihlas ve samimiyete kavuşamayız. Unutmayalım ki dünyevileşme hastalığı insanda ne ihlas bırakır ne de samimiyet! Ne Allah rızası bırakır, ne de Allah’ın rızasını! İhlastan uzak amellerin dışı süslüdür, fakat içi boştur. İhlas ve samimiyetten uzak toplumlar, güvensizliğin hâkim olduğu; suç ve günahların, aldatma ve aldanmanın en çok olduğu toplumlardır. Kardeşlerim, Bizler, ancak bıçak kemiğe dayandığında, gemi dalgalarla boğuştuğunda, uçak türbülansa girdiğinde, ateş komşudan geçip bizim bacayı sardığında Rabbimizi hatırlıyoruz. O zaman ihlas kıvamında Rabbimize yalvarıyoruz. Sözler verip, adaklar sıralıyoruz. Fakat bu haller geçtiğinde verdiğimiz bütün sözleri hemen unutuveriyoruz. Oysa bilelim ki Allah katında amellerin az veya çok olması değil, sürekli ve ihlâsla yapılmış olması değerlidir. Ve yine bilelim ki Allah’ın azabından yalnızca ihlaslı kulları kurtulabilecektir. Ahirette kullara amellerinin karşılığı verildiği zaman riyakârlara şöyle seslenilecektir: ‘Dünyada kendilerine riyakârlık yaptıklarınızın yanına gidin! Bakın acaba onların yanında bir mükâfat ya da hayır görebilecek misiniz?’ Aziz Kardeşlerim, Öyleyse gelin, can u gönülden Rabbimize iltica edelim. Rabbimizden sadece O’nu isteyelim. Yalnızca O’nun sevgisini, O’nun hoşnutluğunu talep edelim. Allah’ın sevgisini ve rızasını her şeyin üstünde tutalım. İbadet ve amellerimizi dünyevi bir çıkar beklemeksizin sırf Allah için yapalım ki kalplerimiz, kötü duygulardan uzaklaşsın! İbadet ve amellerimizin karşılığını yalnızca Allah’tan bekleyelim ki geçmiş günahlarımız bağışlansın! Göründüğümüz gibi olalım, olduğumuz gibi görünelim ki doğruluk ve dürüstlüğün sırrına mazhar olalım! İyiliklerimizi “İyilik yap denize at, balık bilmezse Hâlık bilir” düsturunca yapalım ki ihlasa erelim! Riya ve gösterişin her türlüsünden uzak duralım ki kalplerimize hiçbir zaman gizli şirk bulaşmasın! Ve Rabbimizden daima dereceyle ölçülemeyecek bir aşk, terazide tartılamayacak bir ihlas ve vuslatına eriştirecek bir iman dileyelim! Dileyelim ki Allah’ın hoşnutluğunun ışıltısı yüzümüzü kaplasın; secdelerin nuru alnımızda parıldasın! Simalarımız, Yaradanımızı hatırlatsın! İçimiz, dışımız; özümüz, sözümüz bir olsun! Halkın yüzünde Hakk’ın tecellilerini seyredelim! Varlığı Allah için sevelim! Ne incitelim, ne incinelim! Cümle ettiklerimize, hulus-i kalp ile “estağfirullah” diyelim! i ii En’am, 162-163. Nesâî, Cihâd, 24. il,i : GENEL Rabbimize yonelttiEiimizdir. Kurban, bizim gergek anlamda kardeg olmamrza katkrda bulunan bir ibadettir. Ancak bugiin muhasebesini yapmamrz gereken husus, ne kadar kardeg TARIH: 04tr0t20r4 oldu[umuzdur. Kardeglik gerge[inden ne dlgiide uzak oldu[umuzdur. Teslimiyet ruhundan, kardeglik duygusundan yoksunlagtrkga Miisliimanlann hangi belalarla, hangi .I'r S;\ C3 srVr t 1 Si rt:.A t tj FqV ri;vr yrt r&tr. l KURBAN BAYRAMI Aziz Kardeglerim! OkuduSum dyet-i kerimede Yiice Rabbimiz gciyle buyuruyor: "De ki: '$iiphesiz benim namaztm da, di[er ibadetlerim de, yagamam da, iiliimiim de fllemlerin Rabbi Allah igindir."'r Okudu[um hadis-i gerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), goyle buyuruyor: "Birbirinizle ilgiyi kesmeyin! Birbirinize srrt gevirmeyin! Birbirinize kin giitmeyin! Birbirinize haset etmeyin! Allah'rn size emretti[i gibi kardeg olun!"2 Kardeglerim! islam dlemi olarak, inanan goni.iller olarak bir Kurban Bayrammr daha idrak etmenin haz ve sevincini ya$lyoruz. Bizlere bu sevinci yagatan Yi.ice Rabbimize sonsuz hamd ve gtikilrler olsun. Kurban Bayramr gi.inleri, mtiminlerin tek ytirek, tek viicut olduklan gi.inlerdir. Bu gtinler, Hz. ibrahim'in duasryla3 inananlann aynr iman ve aynl ruhla mukaddes topraklara geldikleri; tek merkezde, K6be'de tavaf ettikleri; tek meydanda, Arafat'ta toplanarak hac farizasmr yerine getirdikleri kutlu zaman dilimleridir. Kurban Bayramr giinleri aynr zamanda, biz miiminlerin ibrahimi bir arayrgla Rabbimizin liitfetti$i nimetlere giikranlarrmrzrn bir ifadesi olarak kurban ibadetini eda ettiEimiz mi.ibarek vakitlerdir. Kardeqlerim! Kurban bayramr gtnlerinde eda etti[imiz, dinimizin en dnemli ibadetlerinden olan hac ve kurbanrn bizler agrsrndan pek gok anlamr ve mesajr vardr. Her geyden cince hac, birlik ve vahdetin gostergesidir. Kurban ise bize, dini sadece Allaha has krlarak O'na teslim olmayr ve nefsimizi terbiye ederek insan neslinden kan akrtmamayr sembol diliyle ifade etmektedir. Bu iki ibadetin ifa edildi[i Kurban Bayramr gilnleri bizlere 9ok gi.iglii, gok ycinlii ve gok anlamh bir qekilde kendi oz mesajmr her yrl duyurmaktadrr. Kurban Bayrammm bir yiizi.i <ite diinyaya, bir yi.izii bu di.inyaya, bir yiizi.i gegmige, bir ytizi.i gelecele dontikti.ir. Kurban Bayramr, Hz. ibrahim'den gelen tarihi ciheti, toplumsal vechesi ve nefislerimizi si.irekli terbiye ederek gelecelimizi inga etme ozelli[i sayesinde bizleri hem Rabbimize, hem mtimin kardeglerimize hem de ti.im insanhla yakrnlagtrrmaya devam edecektir. Krymetli Kardeqlerim! Kurban, Allah'a teslimiyetin ifadesidir. Ancak bugiin iizerinde durmamz gereken husus, teslimiyetimizi ne kadar f,rtnelerle, hangi desiselerle kargrlagtr[r, bunlarn neticesinde nice miimin kanmm aktr[r artrk fark edilmelidir. Aynr gekilde miiminlerin haline bakarak nice gtig odaklannrn, mi.iminlerin kanr tizerinden nasrl guE devgirmekte oldu[u, miiminleri birbirine yakm krlan iman kardeqli[inin zedelenerek nasrl kavgaya, giddete ve diigmanh[a dontigttiri.ildiilii bilinmelidir. Bu sebeple, kurbanlarrmz ve bayramlarrmrz artrk mtimin kalpler arasrnda tilfet ve muhabbeti gergeklegtirmelidir. Miiminler, her tiirli.i fitneye, fitnenin getirece[i kargaga, huzursuzluk ve felaketlere kargr uyanrk olmah, bi.ittin bunlara basiret ve ferasetle kargr grkmah ve imkan tarumamahdr. Aziz Miiminler! Mtisli.imanlar olarak Kurban Bayramr dolayrsryla giiphesiz birbirimizi tebrik edecegiz. Gegmigi hatrlama, birbirimizi tanrma, kendimizi bilme ve bulma, yardrmlagma ve dayanrgma, beni bize ddniigtiirme, bu bayram vesilesiyle nail oldu[umuz ilahi liituflardrr. Ancak bu bayram vesilesiyle darda ve zorda kalan Miisliiman kardeglerimizi, dUnyanrn muhtelif yerlerinde btiyiik acl ve rstrrap yagayan, zulme u[rayan mazlum ve mafdur kardeglerimizi asla unutmamahyrz. Onlarrn yiirek yakan durumlanna gareler iiretmek, mazlumluklarmr ortadan kaldrmak ve tekrar ozgiirltiklerine kavugmalarr igin gayret gcistermek Mtsltimanlar olarak hepimizin kardeqlik borcudur. Kardeglerim! Kesilen her kurban, akan her kurban kanr, yiizyrllar boyunca inananlar olarak varh$rmzm bekasr igin verdi[imiz kurbanlan hatrrlatmah, ytireklerimizi bl ategle yakmah, ciniimiizti kuvvetli bir rqrkla aydrnlatmahdr. Kurbanlarrmrz, miiminlerin kanlannrn, gcizyaglarrnrn akmasmr onlemeli, isl6m cograffasrndaki acryr dindirmelidir. Kurban Bayramr, miiminleri birliktelik ve vahdet $uuruna erdirmelidir. Mtimin goniiller, bayram giinleri vesilesiyle islam'm barrg mesajrnr kavramah ve 'miiminler ancak kardeptirler' diisfurunca kardeg ve iimmet olma bilincine ermelidir. Bu duygu ve di.igtincelerle milletimizin, yrtrt drgrndaki millet varlr$rmzm, g<intil coprafyamrzrn ve isl6m dleminin mi.ibarek Kurban Bayramlannr tebrik ediyorum. Bayramm bagta iilkemiz olmak lizere 6lem-i isl6m'rn ve topyek0n insanhlrn barrg ve huzuruna vesile olmasrnr Rabbimden niyaz ediyorum. ' En'Atrn,61162. Mtislim, Bir ve Srl4 30. 3 Bakar42/126. 2 H aar lay an : D in Hizmetler i G en e I Mii d li r lli p li ILI : GENEL TARIH: O3ITOI2OT4 'edfl ...g3tot7;.ry W lq;#t uittn'tiql{ tui6 d jrrJl. 6r* ,f 'u KURBAN ALLAH'A YAKTN OLMAK IQINDIR Aziz Miiminler! Okudu[um 6yet-i kerimede Yiice Rabbimiz gciyle buyuruyor: "Kurbanlarrn ne etleri, ne de kanlan Allah' a ulagrr; Allah' a ulagan y alntzca takvanrzd rr." I Okudufum hadis-i gerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) gdyle buyuruyor: "Ademo$u kurban giinii Allah katrnda kurban kesmekten daha sevimli bir amel iglemez. Kurban, loyamet giinii biitiin uzuvlanyla (sevap olarak) gelir. Kurban, hentiz kanr yere diigmeden, Allah tarafindan kabul edilir. Bu yiizden giiniil rahath[ryla kurbanlannrzr kesin."2 Kardeglerim! Kerim Kitabrmrzda, insanollunun evlatla en apr imtihanrnm orne$i takdim edilir biz mtiminlere. Evlat hasretiyle yanan ibrahim Peygamber, kendisine hayrrh bir gocuk liitfetmesini niyaz etmigti Alemlerin Rabbinden. Rabbi de ona ismail'i bahgetmigti. Nihayet babanrn evla! evladmsa can imtihanrna srra gelmigti. ibrahim (a.s), riiyasrnda kendisini kurban etti[ini sciyledilinde, teslimiyet sembolii ismail $u cevabr vermigti: "Babacl[rm! Emrolundufun geyi yap. ingallah beni sabredenlerden bulursun." ibrahim, ci[erparesini alnr Uzerine yatrmca Alemlerin Rabbi onlan goyle mtjdeledi: "Ey ibrahim! kararhh[m, mahn, gerekti[inde canm feda edilmesinin bir temsilidir. I(ardeglerim! Kurban ibadetindeki hikmet, Allah nzasr ile birlikte yoksulun et ve grda ihtiyacmr kargrlamaktrr. Bdylece kurban, Miisltiman toplumda kardeglik, yardtmlagma ve dayanrgma ruhunu canh tutar; sosyal adalet ve paylagrmrn gorgeklo$mesine katkrda bulunur. Kurban, miimine malml Allah flzas; igin harcama ve bagkalanyla paylagma mutlulupunu tattrr; onu cimrilik hastah$rndan, diinya malma tutkunluktan kurtanr. Aynca kurban, fakirleri de bayram sevincine ortak ederek toplumun birlik, beraberlik, kardeglik iginde huzurlu bir bayram gegirmesine vesile olur. Komgularr, akrabalarr, yakrn olsun :uzak olsun kardegleri birbirine ba[layan ve ruhlan kaynagtrran bir ibadettir kurban. Miimin, vekdletle kurban yoluyla Afrika'da, Asya'da adrnr dahi duymadrlr birgok yoksul iilkede ya$ayan hig gcirmedifi, tanrmadrgr, a9 ve muhtag kardeglerine yardrm eli uzatrr. Bu vesileyle o, binlerce kilometre uzaktaki kardegleriyle yakrnlagmanrn, biitiinlegmenin, iimmet olmarun mutlulu[unu yaf ar. Kurban, Allah'a teslimiyetin, sadakatin, kullulun zirvesinin en giizel orne[idir. Kurban, Yiice Rabbimize yakrnlagmaktrr. Kurbanlarrmrz, "kurb" anlarrmrzdrr. Yani Allah'a en yakrn olma zamanlarrmrzdr. Kurban, mukarreb0ndan olma gabasrdrr. Yani takvaya erigme arzusu iginde Ytice Allah'a yaklaganlar arastna girebilme gayretidir. Zira kurban, takvaya; takva da Allah'a ulagtrnr. Riiyayr gergekleqtirdin. Biz iyileri biiyle miikifatlandrnrz. Bu, gergekten, gok agrk bir Deferli Kardeglerim! Her ibadette oldufu gibi kurban ibadetinde de dikkat edilmesi gereken hususlar vardr. Biiytikbag hayvanlar yedi kigiye kadar ortaklaga, kiigiikbaq hayvanlar ise bir kigi tarafindan kurban edilebilmektedir. ilke olarak kurban igin ktigiikbag hayvanlar bir, biiyi.ikbag hayvanlar ise iki ya$mr imtihandrr. Biz, olluna bedel ona biiyiik bir kurban doldurmuq olmahdrr. Aynca saghkh olmayan, hasta, topal, verdik."3 tek gozii kor, zayf ve Bu a[r, ama bagarrh imtihanrn akabinde ibrahim Efendimiz, sonraki nesillerce Allah'rn selamr ile anrlmaya hak kazandr. Ismail Efendimiz ise, kryamete kadar Allah'a sunulacak her kurbanda hatrlanma bahtiyarh$rna erigti. Bundan boyle biri sadakatin, di[eri ise teslimiyetin sembolii oldu. Krymetli Kardeglerim! igte o giin bugtindiir ismail'in bedelini temsil eden bir fidyenin, inananlarca Alemlerin Rabbine sunulmasrdr kurban. Kurbanr Allah'a yaklagma vesilesi yapan gey, temsil etti$i bu bedeldir. Yeri ve zamanr geldi$inde O'nun yoluna nice ismaillerin feda edilebilecepinin takdimidir. Ne kurbanhk hayvanm kanrdrr, ne de etidir Allah'a sunulan, Bu inancr, bu bilinci, bu samimiyet ve sadakati izhar etmektir asrl olan. Kurban. ibrahimi iman ve clv olan hayvanlar kurban edilmemektedir. Dinimiz, her davranrgrmzda iyiyi, gefkati, merhameti, letafeti emreder. Dolayrsryla miimin, kurbanhk hayvana da gefkatli olmah, ona eza vermekten sakrnmahdrr. Kurban kesiminde, gevre temizliline dikkat edilmeli, gegmig yrllarda televizyon ekranlanna yanslyan nahog gori.inti.ilere meydan verilmemelidir. Rabbim, keseceSimiz kurbanlanmrzr kabul eylesin. Kurbanlanmrzr birlik, beraberlik, kardeglik duygulanmrzrn pekigmesine, islam co[raffasrnda akan gozyaqr ve kanrn son bulmasrna vesile evlesin. I 2 3 Hacc,22137. Tirmi4, Edahi, 1. saffat, 3711oo-l I l. Ilaar lay an : D in II i zmet I er i G en e I Mii diir lii { ii İLİ : TÜRKİYE GENELİ TARİH : 18.07.2014 MAZLUMLARIN ÜMİDİ OLABİLMEK Aziz Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz...”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Nasıl bir uzvu rahatsızlandığında bedenin diğer uzuvları uykusuzluk ve ateş ile onun için çırpınırsa, müminleri de birbirine karşı merhamet, muhabbet ve şefkat gösterme hususunda böyle bir beden bütünlüğü içerisinde görürsün.”2 Kardeşlerim! Bir rahmet, mağfiret iklimi olan şu mübarek günlerde İslam dünyasının çeşitli yerlerinden felaket haberleri gelmektedir. Ne acıdır ki, son yıllarda Ramazana, gönüllerimiz mahzun, gözlerimiz yaşlı olarak giriyoruz. Bu sene, İslam dünyası olarak yine büyük bir üzüntüyle Ramazanı geçiriyoruz. İslam dünyası bir yandan harici saldırı ve tehditlere maruz kalırken diğer yandan da kendi içinde bitmez tükenmez siyasi mücadelelerin yol açtığı kan, gözyaşı, feryat ve iniltilerle sarsılmaktadır. Saltanat ve hükümranlık sevdası, güç ve iktidar tutkusu, kardeşi kardeşe kırdırmaktadır. İslam’ın bir kısım cahil müntesipleri, ihtirasları uğruna hayatı birbirilerine zehir etmektedir. Oysa, bir insanın katlini bütün insanlığın katli sayan bir dinin mensuplarının şiddet, çatışma, öldürme ve katliam hadiseleriyle anılması ne kadar da üzüntü vericidir. Kıymetli Kardeşlerim! İslam dünyasındaki bu olumsuzlukların yanında son günlerde bir de İsrail’in Gazze’de, masum insanlara yönelik zalim saldırısı kalplerimizi bir kez daha yaraladı. Ramazan, oruç, iftar, sahur, teravih demeden; kadın, erkek, yaşlı, bebek ayrımı gözetmeden kardeşlerimizin üzerine yağdırılan her bomba yüreğimize saplanıyor. Gönüllerimiz kan ağlıyor. Yangınlarla kasıp kavruluyoruz. Yere düşen her damla kan, mazlumun gözünden dökülen her damla gözyaşı, zihin ve gönül dünyamızı param parça ediyor. Değerli Kardeşlerim! İnancımızda ümitsizliğe yer yoktur. Bütün bu olumsuz ve üzücü durumlar elbette geçecektir. Yeter ki, dünyaya tarih boyunca umut olmuş ve olmaya devam eden bir milletin çocukları olarak bizler, aramızdaki birlik ruhunu ayakta tutarak mazluma, masuma ve mahruma el uzatmaya devam edelim. Unutmayalım ki, zalime destek olmak, zulme sessiz kalmak Müslüman ahlakıyla asla bağdaşmaz. Peygamberimiz (s.a.s), böyle hareket edenleri şu hadis-i şerifleriyle uyarmıştır: “Zulme yardımcı olan kimse, kuşkusuz Allah’ın gazabına uğrar.”3 “İnsanlar bir zalimi görürler de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah’ın onları genel bir azaba uğratması kaçınılmazdır.”4 Kardeşlerim! Bizlere düşen görev zalimin yanında değil her daim mazlumun ve mağdurun tarafında olmaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.s), “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz ve onu hor görmez.”5 buyurmaktadır. Dünyanın neresinde olursa olsun zulme sessiz kalmak, mazluma, masuma el uzatmamak, bu nebevi öğretiden mahrum kalmaktır. Bize düşen görev, Hz. İbrahim’in ateşini söndürmeye giden karınca misali en azından avuçlarımızda ateşi söndürecek suyu taşımaktır. Bize düşen, yaşanan bu olaylar karşısında mazlumun duası ile Allah arasında perde olmadığını bilerek elimizden geldiğince maddi ve manevi destek olmaktır. Kardeşlerim! İsrail’in Filistin’e yönelik acımasız saldırısı yeni değildir. 2009 yılında da birçok can ve mal kaybına yol açan Gazze saldırıları sonucunda yaraları sarmak amacıyla Türkiye genelinde bir yardım kampanyası başlatılmış; milletimiz, merhamet ve cömertlik duygularıyla yardımlarını esirgememişti. Toplanan bu yardımlar Filistin’deki kardeşlerimize sağlık, gıda, temizlik ve giyim gibi temel ihtiyaç malzemeleri olarak gönderilmişti. Gazze halkının acısı paylaşılarak yaralarına merhem olunmaya çalışılmıştı. Bugünkü acı tablo karşısında yeniden ülke çapında yardım toplama zarureti hasıl olmuştur. Başkanlığımızın başlattığı bu kampanyaya, her zaman olduğu gibi yardımlarınızı esirgemeyeceğiniz ümidiyle, mazlum, mağdur Filistinli kardeşlerimize yapacağınız yardımların kabulünü Yüce Allah’tan niyaz ediyorum. Kardeşlerim! Bu mübarek ayda, bu mübarek günde bu mübarek mekânda bizler Rabbimize el açıp diyoruz ki: Rabbimiz! Bizleri insanlığını unutanlardan değil, insanca yaşayanlardan eyle. Rabbimiz! Şu anda dünyanın çeşitli yerlerinde varlık mücadelesi veren kardeşlerimize rahmetinle, nusretinle muamele eyle. Allah’ım! Dünyanın muhtelif yerlerinde katliamlarda hayatını yitiren kardeşlerimize rahmet eyle! Yaralanan kardeşlerimize acil şifalar ihsan eyle! Alem-i İslam’ı içine düştüğü fitnelerden, tefrikadan, cehaletten, kan ve gözyaşından kurtar. Bizlere yeniden aziz bir ümmet olarak adaleti ayakta tutmayı nasip eyle. Şu mübarek vaktin hürmetine dualarımızı kabul eyle. 1 Al-i İmran 3/103. 2 Buharî, Edep, 27. 3 Ebû Dâvûd, Kadâ, 14. 4 Ebû Dâvûd, Melâhim, 17. 5 Müslim, Birr ve Sıla 32. Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı İLİ : BAYBURT AY-YIL : OCAK 2014 TARİH : 03.01.2014 (1. HAFTA ﺍﻟﺮ ِﺣ ِﻴﻢ ﻤﻦ ﱠ ِﺑﺴ ِْﻢ ﷲِ ﱠ ِ ﺍﻟﺮ ْﺣ ً ﺇِﻧﱠﺎ ﻓَﺘ َ ْﺤ ﻨَﺎ ﻟَ َﻚ ﻓَﺘْﺤﺎ ً ﱡﻣﺒِﻴﻨﺎ ﺻﻠﱠﻲ ﱠ ﺳﻠﱠ ْﻢ ُ ﻗَﺎ َﻝ َﺭ ِ ﺳﻮ ُﻝ ﱠ َ ُ� َ ﻋﻠَ ْﻴ ِﻪ َﻭ َ � ﺇﻥ ﻣﻛﺔ ﺣﺭﻣﻬﺎ ﷲ ﻭﻟﻡ ﻳﺣﺭﻣﻬﺎ ﺍﻟﻧﺎﺱ ﻭﻻ ﻳﺣﻝ ﻻﻣﺭﺉ ﻳﺅﻣﻥ ﺑﺎ� ﻭﺍﻟﻳﻭﻡ ﺍﻵﺧﺭ ﺃﻥ ﻳﺳﻔﻙ ﻓﻳﻬﺎ ﺩﻣﺎ 2T3 2T3 2T3 2T3 3T P 2T3 0T3 2T3 0T MEKKE’NİN FETHİ Muhterem Müslümanlar! Mekke, Ahır zaman Nebisinin dünyayı şereflendirdiği, çocukluk ve gençlik yıllarını yaşadığı, 40 yaşına geldiğinde peygamberlik görevinin kendisine verilip, İslâm’a davetin ilk on yılının gerçekleştiği, Kur’an-ı Kerim’in (1) ifadesiyle; “Şehirlerin anası” diye zikredilen bir yer. O Yüce elçinin hicret ederken “Ey Mekke s en yeryüzünün en hayırlı ve bana en sevimli yerisin, eğer çıkmak zorunda bırakılmasa idim, senden ayrılmazdım” diye seslendiği o güzel şehir. P Peygamberimiz bu hutbesinde; “Allah’ın birliğini insanların eşit olduğunu, Kan davalarının kaldırıldığını bütün insanların babasının Hz. Âdem, onun da aslının toprak olduğunu,” anlattıktan sonra Kur’an diliyle şöyle seslendi: “Ey İnsanlar biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, ona karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.”(2) Allah Rasulü (s.a.v.) Mescidi Haram’ın geniş sahasını dolduran kalabalığa manalı bir bakışla süzdükten sonra; “Ey Kureyş topluluğu, size şimdi nasıl muamele yapacağımı sanıyorsunuz? Mekkeli müşrikler ise; Sen asil ve şerefli bir kardeşsin dediler. Bunun üzerine Allah Resulü Mekkeli müşrikler için genel af ilan etti. İslâmiyet’te nefis için kin ve intikam olmadığını açıkça ortaya koydu. Müşrikler ise Hz. Muhammed’e biat ederek Müslüman oldular. Mekke’nin fethiyle birlikte İslâm barış içinde yayılma alanı buldu. Dünyada kalpler ve ruhlar İslâm nuruyla aydınlanmaya başladı. Mekke’nin fethi yalnız İslâm tarihinde değil, insanlık tarihinde de bir eşi ve örneği gösterilmeyecek derecede ibrete değer tablolarla doludur diyerek hutbeme okumuş olduğum Nasır Suresinin mealiyle son vermek istiyorum. “Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde, insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tesbihte bulun ve ondan bağışlanma dile çünkü o tövbeleri çok kabul edendir.”(3) P Aziz Müminler! Hz. Muhammed (s.a.v.)’in insanları son din olarak İslâm’a davet ettiği zamanda Mekke adeta putperestliğin merkezi haline gelmişti. Bu davete kulak vermeyen müşrikler, Allah’ın Resulü ve ilk Müslümanlara akıl almayacak eziyetlerden geri kalmadılar. Nihayet miladi 622 yılında, Allah’ın emri ile Mekke’den Medine’ye hicret gerçekleşmiş oldu. Hicretten sonrada islâm devleti’nin temelleri atılmış ve hızla yayılmaya devam ediyordu. Hicretin 6. yılında Mekkeli müşriklerle barış içinde yaşamayı sağlayacak 10 yıllık süreyle Hudeybiye antlaşması imzalanmış, fakat bu antlaşmada 2 yıl sonra Müşrikler tarafından bozulmuştu. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) 630 yılında Mekke’nin fethine karar verdi 12.000 kişilik bir orduyla Mekke’ye dört bir koldan girilerek kan dökülmeden fethedilmiş oldu. Aziz Müminler! Fethin hemen ardından, Kâbe’nin putlardan temizlenmesini emreden Peygamber efendimiz Makam-ı İbrahim’de namaz kıldıktan sonra orada toplanan insanlara bir hutbe irâd etti. P PR P Efrail GÜLSÜN Veysel Efendi Camii Müezzin-Kayyımı Redaksiyon : İl İrşat Kurulu Kaynaklar: 123- Enam Suresi A. 92 Hücürat Suresi A. 13 Nasr Suresi. İLİ : TÜRKİYE GENELİ TARİH : 23/05/2014 MİRAÇ KANDİLİ Kardeşlerim! İslâm âlemi olarak Pazar’ı Pazartesi’ye bağlayan gece mübarek Miraç Kandili’ni idrak edeceğiz. İsrâ ve Miraç, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da Yüce Mevla’nın sonsuz ayet ve kudretini müşahede etmek için semaya yaptığı, içinde pek çok ilahî hikmet ve bereketi barındıran manevî bir yolculuktur. Bu kutlu yolculuk, okuduğum ayet-i kerimede şöyle dile getirilmektedir: “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye k ulunu ( Muhammed’i) b ir g ece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı ne yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.” 1 Kardeşlerim! Miraç, bir yükseliştir. Her şeyden önce yükselme yollarının yegâne sahibinin Allah olduğunun bilincine varabilmektir.Fiziğin metafiziğe, bedenin ruha, ruhun sahibine, kulun Allah’a yükselişidir. Kullar bu yükselişi ancak, Allah’ın razı olacağı bir hayatı yaşayarak gerçekleştirirler. Miraç, sadık ve samimi bir iman, ibadet ve taat, ihlas ve takva, güzel huy ve ahlâk, hayır ve hasenat, hak ve hakikat, doğruluk ve dürüstlük, adalet ve sevgi, merhamet ve şefkat, dostluk ve kardeşlik, sabır ve sebat, fedakârlık ve cömertlik, yardımlaşma ve dayanışma gibi fazilet ve erdemler ile yükselmektir. Miraç, insanın kendi semasına yani kalbine ve iç dünyasına doğru da yapması gereken bir yolculuktur. Miraç, Hz. Ebû Bekir gibi imanında gösterdiği teslimiyet ve sadakatle sıddîk mertebesine ulaşabilmektir. Miraç, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in getirdiği değerler ile hastalıklı kalpleri nasıl tedavi ettiğini idrak edebilmektir. Her yıl gelen miraçla inancımızı,bağlılığımızı ve samimiyetimizi yenileriz. Amellerimizi yenileriz. Riyaya, kibre, samimiyetsizliğe, ikiyüzlülüğe karşı amellerimizi gözden geçiririz. Her yıl gelen miraçla aile bağlarımızı, anne ve babamızla, yavrularımızla ve komşularımızla ilişkilerimizi yenileriz. Miraç, malımızı mülkümüzü, paramızı pulumuzu, servetimizi, maddî gücümüzü ruhumuzun yükselişi yolunda gözden geçirmemizi sağlar. Değerli Kardeşlerim! Peygamber Efendimiz (s.a.s), miraçtan üç büyük hediye ile dönmüştür. Birinci h ediye, Sevgili Peygamberimizin “Gözümün nur u” dediği beş vakit namazdır. Efendimiz (s.a.s), Miraç hâdisesinden sonra ümmetine dönmüş ve onları namaz ibadeti ile Yüce Mevla’mıza manen yükselmeye davet etmiştir. Günde beş kez her mümin namaz aracılığıyla Rabbinin huzuruna yükselmektedir. Müminler, her namazda okudukları “tahiyyat” duası ile Sevgili Peygamberimizin yaşadığı bu hadiseyi tekrar tekrar düşünürler. Namazla müminler birbirinden emin olur, saf tutar, omuz omuza verir. Namazla bütün kötülüklerden arınarak, mü’min kişiliğine ve kimliğine kavuşur. Allahu Ekber, der ve elinin tersiyle maddî olanı, gelip geçici olanı geriye iter. Rabbine yönelir, sadece O’nun önünde eğilir, sadece O’na secde eder. Namazla müminler kendi benlikleriyle barışır. Namazla bedenin dili ruhun diliyle birleşir. Namaz tevhidin mücessem eylemidir. Ve kendisi miraç olan namaz, mümin için bir miraç müjdesidir. Miracın İkinci hediyesi, Bakara suresinin son iki ayetidir. Her yatsı namazının ardından aşır olarak okuduğumuz “amenerrasulü”. Bu ayetlere göre gücümüzün yettiği şeylerden sorumluyuz. Kendimizi düzeltmekten sorumluyuz. Helâl kazançtan sorumluyuz. Çoluk çocuğumuza helâl lokma yedirmekten sorumluyuz. Komşularımıza, çevremize karşı sorumluyuz. Kullandığımız her şeyden, istifade ettiğimiz her nimetten sorumluyuz. Miracın üçüncühediyesi, istikametini imana çeviren, Allah’tan başkasına kulluk etmeyenlerin günahlarının bağışlanacağı ve sonunda cennete gireceği müjdesidir. P0F Aziz kardeşlerim! Hutbeme miraç hediyesi ayetlerde geçen bir dua ile son vermek istiyorum: “Ey Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme. Bizi affet, bizi bağışla ve bize acı. Sen bizim Mevlâ’mızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” 2 Soma’da yaşanan faciada ve Balkanlarda yaşanan sel felaketinde vefat eden kardeşlerimize Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyorum. Makamları cennet olsun! Rabbim, ülkemizi, tüm İslam beldelerini bu tür acılardan, elemlerden, bela ve kazalardan, felaket ve musibetlerden muhafaza eylesin! Geride kalanlara, kederli ailelerine, yakınlarına ve sevenlerine sabır ve metanet lütfetmesi, yaralı kardeşlerimize de acil şifalar ihsan etmesi için Rabbime dua ve niyaz ediyorum. P1F Miraç Kandilinin, milletçe, âlem-i İslam olarak yükselmemize ve yücelmemize vesile olmasını temenni ediyorum. Miraç kandiliniz mübarek olsun. 1 2 İsrâ, 17/1. Bakara, 2/286. Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı Bugün Kerbelâ olayında Müslümanlar olarak hepimize düşen vazife, onu doğru okumak, doğru anlamak, günümüz ve de yarınımız adına dersler çıkarmaktır. Kerbelâ’yı anlamanın yolu Hz. Hüseyin’i doğru anlamak ve Hüseyince yaşamaktan geçer. Bugün bize düşen, böylesi müessif bir hâdiseyi kin, nefret, ayrılık-gayrılığa değil; birlik-beraberlik, sevgi, saygı, muhabbet ve hoşgörüye dönüştürmektir. Kerbelâ üzerinden bir ayrılık-gayrılık oluşturmak müminler topluluğuna yakışmayacağı gibi Efendimizin gözbebeği Hz. Hüseyin’in ruhaniyetini de incitecektir. İLİ : GENEL TARİH : 31/10/2014 ORTAK HÜZÜN VE İBRET AYI: MUHARREM Kardeşlerim! Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın…” 1 P0F P Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Birbirinizle ilgi yi k esmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize haset etmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun.” 2 P1F P Kıymetli Kardeşlerim! Rabbimize sonsuz şükürler olsun ki hicri 1436. yıla girdik. Bugün 7 Muharrem. Muharrem, Efendimiz (s.a.s)’in “hürmete şayan bir ay” 3 diye nitelediği, sayısız lütuf ve hikmetlerle dolu kutlu bir aydır. Muharrem ayı aynı zamanda hüzün ve ibret ayıdır; bizlere, ciğerlerimizi dağlayan Kerbela’yı hatırlatır. P2F P Kerbelâ, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in “cennet gençlerinin e fendileri” 4 sözüyle taltif ettiği, Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın iki ciğerparesinden biri, ümmetin gözbebeği olan Hz. Hüseyin efendimizin ve yetmişten fazla müminin şehit edildiği yerdir… P3F Ancak üzülerek şahit oluyoruz ki son yıllarda yaşanan olaylar mezhebi, meşrebi ne olursa olsun ümmetin, Kerbelâ’yı, Hz. Hüseyin ve arkadaşlarını hala doğru okumadığını, doğru anlamadığını ortaya koyuyor. Onun içindir ki bugün etrafımızda nice Kerbelâlar yaşanıyor. Savaş, terör ve zulümden dolayı milyonlarca insan yerinden, yurdundan, evinden barkından, hayatından oluyor. Çocuklar umutlarını, hayallerini, geleceklerini yitiriyor. Nice mazlum, masum, mağdur kardeşimizin hayat hakkı her gün Hüseyin Efendimiz gibi Kerbelâ çöllerinde gasp ediliyor. P Değerli Kardeşlerim! Asırlardır yüreklerimizi sızlatan bu elim hâdise, Efendimizi ve O'nun Ehl-i Beyti'ni seven başta milletimiz olmak üzere bütün müminleri derinden yaralamış, kalpleri incitmiştir. Kültürü, mezhep ve meşrebi ne olursa olsun bütün Müslümanları derin acılara gark etmiştir. Nitekim Şair, ümmetin bu ortak hüznüne şu dizelerinde tercüman olmuştur: “Düştü Hüseyn atından sahrâ-yı Kerbelâ’ya Cibril var haber ver, Sultân-ı enbiyâya…” Hz. Hüseyin Efendimiz ve arkadaşları, bu acı hâdisedeki asil duruşları ve doğruluk adına samimi yürüyüşleri ile sonsuza dek müminlerin gönüllerinde taht kurmuşlardır. Onlara bu zulmü reva görenler ise Müslümanların ortak vicdanında ebediyen mahkûm olmuşlardır. Aziz Kardeşlerim! Bizler bu olayın üzüntüsünü yaşarken, aynı acıların bir daha yaşanmaması için; Muharrem’i doğru okuyup anlamaya, müspet sonuçlar çıkararak ibret almaya ve yüce Rabbimizin; “Allah’a ve Rasûlüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz el den gi der...” 5 emrine uygun hareket etmeye her zamankinden daha çok muhtacız. P4F P Kardeşlerim! Yüreklerimizi dağlayan yeni Kerbelâların yaşanmaması için ortak bir dile, ortak bir akla ihtiyacımız var. Yüreklerimizi birleştirmeye, gönül kapılarımızı birbirimize samimiyetle açmaya ihtiyacımız var. İşte bu yüzden Muharrem, bizim için ortak bir hüzün mevsimi olduğu kadar adaleti, hikmeti, merhameti, kardeşliği, dostluğu hatırlatan hak-hakikat ve ibret sofrası da olmalıdır. Muharremi hak, adalet, rahmet, merhamet, müsamaha ve şefkat duygularının yeniden ihyâsı, Müslümanların muhabbet, kardeşlik ve beraberlik duygularının güçlenmesi için fırsat bilmeliyiz. Geçmişin acılarını bize yeniden yaşatmak, gönüllerde bir kez daha kapanmaz yaralar açmak, ortak değerlerimizi ayrılığa, kin ve nefrete dönüştürmek isteyenlere tek yürek halinde gereken cevabı vermeliyiz. Muharrem, paylaşmanın, dayanışmanın ve birlikteliğin simgesi olmalıdır. Kardeşlerim! Bu vesileyle Efendimiz (s.a.s)’in torunu, cennet gençlerinin efendisi, şehitlerin serdarı, ser-çeşmesi Hz. Hüseyin ve Kerbelâ şehitleri başta olmak üzere hak, hakikat, hürriyet, adalet, ahlâk, fazilet, izzet ve şeref için can veren bütün şehitlerimizi rahmet, minnet, şükran, saygı ve tazim ile yâd ediyoruz. Ehl-i Beyt-i Mustafâ'nın muhabbetinin her daim yüreklerimizde bâki kalmasını, onlardan bize tevârüs eden insanî ve ahlakî erdemlerin zihin ve gönül dünyamızı tezyin etmesini Rabbimizden diliyoruz. Geçmişte yaşadığımız keder ve acıların, yeni üzüntülere sebebiyet vermemesini; aksine bizleri birbirimize sevgi ve muhabbetle bağlamasını Cenab-ı Mevla’dan niyaz ediyoruz. Şu anda Karaman Ermenek’te maden ocağında mahsur kalan kardeşlerimizin sağ salim kurtulmalarını Yüce Rabbimizden temenni ediyoruz. Âl-i İmrân, 3/105. Tirmizi, Birr ve Sıla, 24 3 Müslim, Sıyâm, 203. 4 İbn Mâce, Sunne, 11/4. 5 Enfâl, 8/46. 1 2 NOT: Cuma vaktine kadar maden ocağındaki işçilerimizle ilgili bir gelişme olması durumunda hutbenin sonundaki dua hutbeyi okuyan görevlilerimizce güncellenecektir. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 12/12/2014 MUSİBETLERE SABIR, MÜMİNCE BİR TAVIRDIR Değerli Kardeşlerim! Allah Resûlü (s.a.s), bir gün Medine sokaklarında bazı sahâbîlerle birlikte yürüyordu. Kabristanın yanından geçerken, çocuğunun kabri başında feryat figan eden bir kadına rastladı. Evlât acısına yüreği dayanamayan kadıncağızın bu hâlini gören Efendimiz ona, “Allah’tan sakın ve sabret!” dedi. Kederinden bunu söyleyenin Peygamber olduğunu fark edemeyen kadın, “Benim başıma gelen senin başına gelmedi de böyle konuşuyorsun!” dedi. Bir müddet sonra kadına onun, Allah’ın Resûlü olduğu söylenince, bu kederli anne söylediği sözden dolayı pişmanlık hissetti. Özür beyanında bulunmak üzere Rahmet Elçisi’nin kapısına geldi ve “(Kusurumu bağışla) Allah’ın elçisi olduğunu bilemedim.” dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s), ona şu karşılığı verdi: “Sabır, musibet ilk başa geldiği anda ortaya konulan tavırdır.”1 Kardeşlerim! Aslında bir beşer olan Peygamberimizin de başına benzer musibetler gelmişti. Biricik oğlu İbrahim, henüz on sekiz aylıkken hayata gözlerini yummuştu. Bu acı olay karşısında bir baba olarak o da gözyaşlarını tutamamıştı. Ölenlerin ardından yaka paça dövünerek ağlamayı kesinlikle yasaklayan Rahmet Elçisi, oğlu için ağlamasına şaşıranlara şu cevabı vermişti: “Akan bu gözyaşları merhamettendir. Göz ağlar, kalp hüzünlenir. Ama biz ancak Rabbimizin razı olacağı şeyleri söyleriz.”2 Kıymetli Kardeşlerim! Her canlının mutlaka tadacağı bir gerçektir ölüm. Dünyaya veda edip gidenin sevenleri açısından son derece elim olan bu olay, büyük de bir musibettir aynı zamanda. Bununla birlikte insanoğlunu saran sıkıntılar ölümle sınırlı da değildir. Ruhsal, fiziksel ve ekonomik sıkıntılar, kaza ve felaketler, hastalık ve geçimsizlikler, takatimizi zorlayan çeşitli hâdiselerdir. Aslında olumsuz gibi görünen bu durumlar hemen her birimiz için sabır ve imtihan vesilesidir. “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘iman ettik’ demekle bırakılacaklarını mı sandılar?”3 ayeti, mü’minlerin hayatta meşakkat ve sıkıntılara her an hazırlıklı olmaları gerektiğine vurgu yapmaktadır. Kardeşlerim! İnsanlık tarihinde en çetin imtihanlara peygamberler tâbi tutuldu. Yüce Rabbimiz, Hz. Âdem’i cennetteki yasak ağaçla sınadı ve akabinde yeryüzüne gönderdi. İbrahim Peygamber, ateşe atılmak ve biricik evladını kurban etmekle sınandı ve neticede Halilullah payesini kazandı. Yakup Peygamber, evladı Yusuf’un hasretiyle gözlerini kaybetti. Yusuf (a.s), sultanlığa giden yolda karanlık kuyudan ve zindandan geçti. Eyyûb Peygamber, yaraları bütün bedenini saran bir hastalığa tutuldu ve Rabbine sığındı. Hz. Musa, Firavun’un zulmünü yok etme mücadelesinde zorlu yolları aştı. Babasız olarak dünyaya gelen İsa (a.s), inkarcıların ayıplamalarına ve öldürme teşebbüslerine maruz kaldı. Habibullah Muhammed Mustafa (s.a.s), Hakk yolda evinden, yurdundan ve sevdiklerinden oldu. Bir beşer olarak en zor imtihanlardan geçti. O, bizzat yaşadığı musibetler karşısında sabrın, metanetin ve mümince duruşun nasıl olması gerektiğini bizlere gösterdi. Üzüntü ve kederi sükûnet ve vakar ile karşılamayı tavsiye etti. Acımız gözyaşına dönüşse de gözyaşımızın isyana dönüşmemesi gerektiğini anlattı. Yüreğimiz, acının kıskacında ezilse de, belimiz zahmet yüküyle bükülse de, dilimizden bizi bu imtihan dünyasına gönderen Rabbimize karşı en ufak bir isyanın dökülmemesi gerektiğini hatırlattı. Kardeşlerim! Allah Resûlü’nü hayatına model olarak seçen bizler, imtihanın ne zaman ve ne şekilde geleceğini bilemediğimizden, “Hanginizin daha güzel işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratan O’dur.”4 ayetinin bilinciyle hareket ederiz. Bununla beraber, “Biz Allah’a aidiz ve yine O’na döneceğiz. Allah’ım! Sıkıntılarımın mükâfatını senden bekliyorum, bunun karşılığını bana ihsan et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir.”5 diye gönülden dua ederiz. Kardeşlerim! Mümin olmak, nimetlere erişince Allah’a şükretmektir. Mümin olmak, sıkıntı ve meşakkatle karşılaşınca isyana sürüklenmeden sabır ve metanetle Allah’a teslim olmaktır. Mümin olmak, acıyı isyana değil, kazanıma dönüştürebilmektir. Mümin olmak, can sıkıcı bir durum karşısında soğukkanlılığı ve feraseti elden bırakmamaktır. Mü’min olmak, “Sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!”6 ayetindeki “müjdelenenler” den olabilmek için çaba sarf etmektir. Kardeşlerim! Hayatımızın her aşamasında Allah’a hamd edebilen kullardan olmak için gayret gösterelim ve Efendimizin şu güzel tasvirine lâyık olmanın bilinciyle hareket edelim: “Müminin durumu ne ilginçtir! Her hâli kendisi için hayırlıdır. Bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına sevinecek bir hâl geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı gelecek olursa ona da sabreder; onun için bu da hayır olur.”7 1 Buhârî, Cenâiz, 31. Buhârî, Cenâiz, 43. 3 Ankebut, 29/2. 4 Mülk 67/2. 5 Ebû Dâvud, Cenâiz, 22. 6 Bakara, 2/155. 7 Müslim, Zühd ve rekâik, 64. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ TARİH : GENEL : 31/01/2014 NASIL BİR KARDEŞLİK? Kıymetli Kardeşlerim! Rahmet yüklü evrensel mesajlarıyla gönülleri fetheden Peygamberimiz (s.a.s.)’in, asırlar önce dillendirdiği kardeşliğe dair sözlerine gelin hep birlikte kulak verelim: “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yalnızlığa terk etmez. Kim din kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın bir sıkıntısını giderirse, Allah da onun kıyamet sıkıntılarından birini giderir…” 1 Kardeşlerim! Yüce dinimizde kardeşlik, aynı anne-babadan dünyaya gelenlere hasredilemeyecek kadar kapsamlıdır. Kardeşlik, mümine muhabbet beslemektir. Yağmurun toprağa getirdiği bereket misali birbirimize rahmet ve şefkat olmaktır. Peygamberimizden gelen bir vefadır kardeşlik. Fırtınalı denizlerde birbirimize sığınılacak bir liman olabilmektir. Kardeşlik, zor zamanlarda gönül alıcı bir söz, mütebessim bir çehre sunabilmektir. Kardeşlik, huzur ve mutluluğu paylaşmak, hüzün ve kedere, acı ve ızdıraba ortak olmaktır. Kardeşlik, mesafeleri, sınırları, engelleri ortadan kaldıran gönüller arası ülfet köprüsüdür. Renkleri, dilleri, kökenleri farklı da olsa yürekleri bir kardeşler, birbirlerinin hüznüne, uğradıkları zulüm ve şiddete, akan kan ve gözyaşlarına asla duyarsız kalamaz. Kardeşlik duygusu, ayrı bedenlerin aynı kalbi paylaşabilmesidir. Kardeşlik, Efendimiz (s.a.s)’in, “Sizden bi riniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe gerçek manada iman etmiş olamaz.” 2 mesajı gereği, diğerkâmlıktır. Duyarlı olabilmektir kardeşlik. Efendimiz (s.a.s.)’in ifadesiyle birbirimize muhabbet, merhamet ve şefkat gösterme hususunda bir vücut gibi hareket edebilmektir.3 Türlü sıkıntılara müptela olduğumuz şu imtihan dünyasında beraberce Allah rızasını aramaktır kardeşlik. Kardeşlik; “Birbirinizle üstünlük yarışına girmeyin. Birbirinize h aset e tmeyin. Birbirinize k in beslemeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun. 4 Müslümanın kardeşine üç günden fazla dargın durması helâl değildir.”5 nebevi ifadesiyle, hangi şartta olursa olsun kardeşini yalnızlığa terk etmemektir. Kardeşlikte terk yoktur, sorumsuzluk, duyarsızlık yoktur. Kardeşlik her şeyden önce bir söylem ve edebî bir kurgu değil, bir hukuk, bir hak, bir görev, bir iman ve ahlâktır. P0F P1F P P2F P3F P P4F P P Değerli Müminler! İşte Ensar ve Muhacir, böyle bir kardeşliği hücrelerine kadar yaşayarak ortaya koydular. Efendimiz (s.a.s.), asabiyet ve cehaletin çelik ağını kırarak; dilleri, renkleri, gelenek ve görenekleri farklı olmasına rağmen ‘iyilik ve t akvada yardımlaşan’ kardeşlerden örnek bir toplum meydana getirdi. Fakat ne hazindir ki Müslümanlar olarak, Allah Resulü’nden sonra bu ulvi mirasa yeterince sahip çıkamadık. Ensar ve Muhacir’in destansı kardeşliği bizlere örnek olması gerekirken hafızalarımızda bir tarih, bir hatırat oldu. Dünyevi çıkarlar, güç mücadeleleri, Kutlu Nebi’nin, ardında bıraktığı bu örnek toplumu zedeledi. Kardeşlik duyguları ve gönüller onulmaz yaralar aldı. Asr-ı saadette gönülleri bir, zihinleri bir, gayeleri bir kardeşlerin arasına ayrılık-gayrılık girdi. Birbirine ülfet, muhabbet, samimiyet, ünsiyet beslemesi gereken gönüller, hırs, menfaat, bencillik, kin ve intikam ateşiyle kavruldu. Bu ateş, geçmişte yaşanan pek çok müessif hâdisenin fitilini tutuşturdu. Asırlarca yürekleri dağlayan fitne ve fesat alevini körükledi. Günümüzde de pek çok İslam ülkesinden ateşler yükseliyor. Rahmet Elçisi’nin kaynaştırdığı kalpler kin, nefret gibi kötü duyguların mekanı oldu. Bütün bunlar, Resulullah’ın asırlar önce haykırarak ilan ettiği kardeşliğe uzak kalışın acı neticeleri değil midir? Değerli Kardeşlerim! Kardeşliğin zihinlerimizde ve gönüllerimizde tam anlamıyla zemin bulamayışının elbette birçok sebebi vardır. Bunların başında herkesin kendini, kendi düşüncesini, mezhebini, meşrebini, benliğini hakikatin yerine koyması geliyor. Oysa Yüce Rabbimiz, biz Müslümanlara hakikatin yolunda olmayı, hakkın peşinden koşmayı emretti. Kendimizi hakikatin yerine koymayı, hakkı yalnız kendimize has kılmayı emretmedi. Hepimiz hakikatin yolunda hizmet etmekle emrolunduk. Hiç kimse ‘hakikat avucumda’ dememeli, ‘hakikat benim’ diye iddia etmemelidir. Müslümanlar olarak, “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” 6 ilahi emri gereği yıkıcı değil yapıcı; ayrıştırıcı değil, birleştirici olmalıyız. Fitneyi değil, ıslahı esas almalıyız. Bizi biz yapan değerlere sımsıkı sarılarak birliğimizi ve dirliğimizi korumalıyız. Bu yolda; Sakın incitme bir canı, Yıkarsın arş-ı Rahmân’ı sözü genelgeçer anlayışımız olsun. Hutbemizi, yürekten “amin” diyeceğimiz şu dualarla bitirelim: Ya Rabbi! M üminler olarak gönüllerimizi birbirine kaynaştır. Bizleri b irbirlerine karşı sıcak, birbirlerini gördüğünde yürekleri kaynayan, gözlerinin içi parlayan samimi kardeşler eyle! P5F P 1 Müslim, Birr, 58; Tirmizi, Hudud, 3 Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59. 3 Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr, 66. 4 Müslim, Birr, 28. 5 Buhârî, Edeb, 63; Müslim, Birr, 23. 6 Hucurât, 49/10. 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : BAYBURT AY-YIL : OCAK 2014 TARİH : 24.01.2014 (4. HAFTA) ْــــﻢ ﱠ ﻴـﻢ ـﻦ ﱠ �ِ ﱠ ِ ﺍﻟﺮ ِﺣ ِ ِﺑﺴ ِ ﺍﻟﺮ ْﺣ َﻤ َﻳ ْﻮ َﻣ ِﺌ ٍﺬ ﺗ ُ ْﻌ َﺮﺿُﻮﻥَ َﻻ ﺗَ ْﺨﻔَﻰ ِﻣﻨ ُﻜ ْﻢ ﺧَﺎ ِﻓ َﻴﺔٌ* ﻓَﺄ َ ﱠﻣﺎ َﻣ ْﻦ ُ ﻲ ِﻛﺘَﺎ َﺑﻪُ ِﺑ َﻴ ِﻤﻴﻨِ ِﻪ ﻓَ َﻴﻘُﻮ ُﻝ ﻫَﺎ ُﺅ ُﻡ ﺍ ْﻗ َﺮﺅُﻭﺍ ِﻛﺘَﺎ ِﺑﻴ ْﻪ * ِﺇ ِﻧّﻲ َ ِﺃﻭﺗ َ ﺍﺿﻴَ ٍﺔ َ ﺴﺎ ِﺑﻴ ْﻪ * ﻓَ ُﻬ َﻮ ﻓِﻲ ِﻋﻴ ِ ﺸ ٍﺔ ﱠﺭ َ ﻕ ِﺣ ٍ ﻅﻨَﻨﺖُ ﺃَ ِﻧّﻲ ُﻣ َﻼ Hakka, 69/18-21 Hz. Ömer de ahiretteki hesabın kolay olabilmesi için dünyada nefsi hesaba çekmek gerektiğini bildirir. “Ahiretteki hesap ancak dünyada nefsini hesaba çekmiş olanlar için hafif ve kolaydır.” (6) buyurur. P ﺻﻠﱠﻲ ﱠ ﺳﻠﱠ ْﻢ ُ ﻗَﺎ َﻝ َﺭ ِ ﺳﻮ ُﻝ ﱠ َ ُ� َ ﻋﻠَ ْﻴ ِﻪ َﻭ َ � : ﺳﻠﱠﻢ ﻗَﺎ َﻝ َ ﺷﺪﱠﺍ ِﺩ ﺑ ِْﻦ ﺃ َ ْﻭ ٍﺱ ﻋ َِﻦ ﺍﻟﻨﱠ ِﺒ ِّﻰ ﺻﻠﱠﻰ ﷲ َ ﻋ َْﻦ َ ﻋﻠَﻴﻪ ﻭ َ ﺲ َﻣ ْﻦ ﺩ ﺕ ِ ﺴﻪُ َﻭﻋ َِﻤ َﻞ ِﻟ َﻤﺎ َﺑ ْﻌ َﺪ ﺍ ْﻟ َﻤ ْﻮ َ َﺍﻥ ﻧَ ْﻔ ُ ّﺍ ْﻟ َﻜ ِﻴ � َ ﺴﻪُ َﻫ َﻮﺍ َﻫﺎ َﻭﺗَ َﻤﻨﱠﻰ َ ﺎﺟ ُﺰ َﻣ ْﻦ ﺃَﺗْﺒَ َﻊ ﻧَ ْﻔ ﻋﻠَﻰ ﱠ ِ ََﻭﺍ ْﻟﻌ Tirmizi, Kıyame, 25 NEFİS MUHASEBESİ Muhterem Müslümanlar! Rabbimiz ayet-i kerimede buyuruyor ki: “(Ey insanlar !) O gün hesap için huzura alınırsınız, size ait hiçbir sır gizli kalmaz. Kitabı sağ tarafından verilen; “Alın Kitabımı okuyun der. Doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten bi liyordum”. Artık o hoşnut kalacağı bir hayat içindedir.”(1) P P Kıymetli Kardeşlerim ! Allah, insanı en güzel bir biçimde yaratmış ve yine kudretinin bir eseri olarak yarattığı kâinatı, yaşamak için bize mekân eylemiştir. Ve insana “ Hanginizin daha güzel amel sahibi olduğunuzu denemek için ölümü ve hayatı yaratanın”(2) kendisi olduğunu bildirmiştir. Hayat varsa ölüm de vardır. Ölüm varsa hesap ta vardır. Baki olan ancak Allahtır. P P Aziz Müminler! Allah-u Tealâ bizlere bir taraftan “ N imetlerini saymakla bitiremeyeceğimizi” (3) söylerken, diğer taraftan da “Sonra k asem ol sun, o g ün büt ün ni metlerden sorulacaksınız”(4) buyurarak başı boş olmadığımızı ve her şeyin bir hesabı olduğunu hatırlatmaktadır. P Dünya, ahretin tarlasıdır. Efendimiz (S.A.V.) ümmetine bu konuda şöyle seslenir; “Akıllı kişi nefsine hakim ol an ve ölüm sonrası için çalışandır. Aciz kişide nefsini hevasına tabi kılan ve Alah’tan di leklerde bulunup dur an kişidir.(5) P P Aziz Müminler! İnsan yaratılışı itibari ile hayra da şerre de meyli vardır. Hz. Ali efendimizin söylediği gibi, insan nefsinin yersiz isteklerine uyarsa hak yolunu kapatır, uzun boylu emeller peşinde olursa hesap gününü unutur. İnsanı ahlaki değerlerden uzaklaştıran arzu ve heveslerinin esiri yapan kendi nefsidir. Öyleyse bizler iyi-kötü, yanlışdoğru, günah-sevap yaptığımız şeyleri gözden geçirip hayırları şükürle karşılamalı, yanlışlıkları, kötülükleri, tevbe ve nedametle düzeltmeye çalışmalıyız. Aziz Müminler ! Bize verilen yalnızca bir ömür. Alıp verdiğimiz nefesler bile Hak indinde sayılı. Ve bizler başıboş yaratılmadığımızı, yaptıklarımızdan bir gün hesaba çekileceğimizi biliyor ve inanıyoruz. Öyleyse Hz. Ömer’in her günün akşamında “ Bu gün A llah i çin ne y apabildim” diyerek kendisini hesaba çektiği gibi kendimizi hesaba çekebiliyor muyuz? Kıymetli Kardeşlerim! Hutbemi en başta zikrettiğimiz ayeti kerimeyi hatırlatarak bitirmek istiyorum “(Ey insanlar !) O gün hesap için huzura alınırsınız, size ait hiçbir sır gizli kalmaz. Kitabı sağ tarafndan verilen; “Alın Kitabımı okuyun der. Doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum. Artık o hoşnut kalacağı bir hayat içindedir.” Rabbim bizleri de hesaba çekilmeden nefsimizi hesaba çeken ve ahretteki hesabı hafif olan kulların zümresine dâhil eylesin. Ruveyda YILMAZ İl Vaizi P Kıymetli Kardeşlerim! P Redaksiyon : İl İrşat Kurulu 123456- Hakka 69/18-21 Mülk 67/2 Rahman 55/13 Tekasür 102/8 Tirmizi, Kıyame, 25 Tirmizi, Kıyame, 25 İLİ : GENEL TARİH : 26/12/2014 PAHA BİÇİLMEZ SERMAYE: ÖMÜR Okumuş olduğum Asr Sûresinde Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Asra yemin ederim ki, İnsanlar gerçekten ziyandadır. Ancak iman edip dünya ve ahireti için yararlı işler yapanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler başkadır.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bilmelisin; meşguliyetinden önce boş zamanının, hastalığından önce sağlığının, fakirliğinden önce zenginliğinin, ihtiyarlığından önce gençliğinin ve ölümünden önce hayatının.”2 Kardeşlerim! Günler, aylar, yıllar su gibi gelip geçiyor. Zaman hepimiz için mukadder olan sona doğru akıp gitmekte. Bir taraftan hayatımızın farklı dönemlerine hızla adımlar atarken diğer taraftan ömür sermayemiz her geçen gün tükenmekte. Yüce Mevla’ya vuslat anımıza doğru hızla ilerlemekteyiz. Bakınız, ölüm gerçeği karşısında Yunusumuz, tendeki canımızı nasıl tasvir etmekte: Vaktinize hazır olun, ecel vardır gelir bir gün. Emanettir kuşça canın, sahip vardır alır bir gün. Değerli Kardeşlerim! Dünya hayatı, her canlı için fânidir. Nefeslerimiz sayılıdır. Bu gerçeğe rağmen insanoğlu sahip olduğu nice değerleri bilinçsizce tüketmekte, nice yozlaşmalara maruz kalmaktadır. Ebedi bir âlemi kazanmak üzere bahşedilen ömür sermayesi nice sorumsuzluklara, israflara, hoyratça kurban edilmektedir. Oysa ömrün her bir günü, her bir saati, her bir dakikası dahası her bir anı kazanıma dönüştürülmelidir. Şüphesiz kazanımlarımız da sâlih amellerimizdir. Dünyadan ukbâya tevarüs edeceğimiz en önemli ve en kıymetli şey, sadece ve sadece yararlı işlerimizdir, güzel amellerimizdir. Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, dünya hayatını bizlere şöyle tasvir ve takdim eder: “...Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, o yağmurla yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışır. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çerçöpe döner.”3 Asr, 103/1,2,3. İbn Ebî Şeybe, Musannef, Zühd, 6. 3 Kehf, 18/45. Bu âyet, dünya hayatının bütün göz alıcılığına rağmen bir gün sona ereceğini vurgular. Yine Kerim Kitabımızın birçok ayetinde ömrün, îman, amel-i sâlih ile ihyâ edilmesi ve anlamlı kılınması gerektiği vurgulanır. Bu değerlerden yoksun bir hayatın ise israf ve hüsran ile geçirilmiş bir ömür olacağı üzerinde ısrarla durulur ve tüm zamanlar buna şahit kılınır. Hüsran ile geçen hayat, her şeyden önce insanın kendisinin farkında olmayışı, yaratılış ve var oluş hikmetine uzak kalışıdır. Kardeşlerim! Mümin, zihin ve gönül dünyasını, davranışlarını her an gözden geçiren kimsedir. Mümin, ömrünün ve içinde yaşadığı vaktin kıymetini bilendir. O, gelmesi muhakkak bir günde kendisine verilen her nimetten hesaba çekileceği inanç ve bilinciyle yaşayandır. Kıymetli Kardeşlerim! Ömrümüzden bir yılı daha geride bırakmak üzereyiz. Her yıl başlangıcı, yarınlara dair bir fırsattır önümüzde. Hatalarımızı gözden geçirip yeni kararlar almak içindir bu fırsat. Bu fırsatı değerlendirerek gelen yılın günlerinde ebedi mutluluğu kazandıracak işler yapabiliriz. Elimizdeki bir deste takvim yaprağından sonsuz mutluluk çıkarabiliriz. Önümüze gelen her yeni günü lehimize bir şahit yaparak ahirete gönderebiliriz. Öyleyse, ömrümüzden bir yılı daha geride bırakacağımız şu günlerde sayılı nefeslerimizi nasıl tükettiğimizi sorgulamalıyız. Hayır-şer, sevap-günah ve yaratılış hikmeti açısından kendimizi bir değerlendirmeye tabi tutmalıyız. Bir gün o malum sonun bizi de yakalayacağı bilinci ile elimizdeki fırsatları zarara değil, kâra dönüştürmeliyiz. Kardeşlerim! Geride bıraktığımız zamanın bir muhasebesini barındırması gereken saatler ne acıdır ki her yıl bir takım yanlışlarla israf edilmektedir. Dinî ve ahlâkî değerler unutularak ya da dikkate alınmayarak gayr-i meşru tutum ve davranışlarla, eğlence aldatmasıyla nefesler, hayatlar, yarınlar hiçe sayılarak heba edilmektedir. Bu ne acı bir tablodur. Dünyanın farklı coğrafyalarında nice zulümlere maruz kalan insanların feryatlarını, gözyaşlarını dikkate almadan dünyayı bir eğlence gezegeninden ibaret görmek ne kadar hazin, ne kadar insanî ve vicdanîdir? Kardeşlerim! Geliniz! Çok değerli olan ömrümüzü hayırla, güzellikle, sevapla tezyin edelim. Paha biçilemez ömür sermayemizin, kendimizin, değerlerimizin, inancımızın farkına varalım. Bu değerleri heba edecek hiçbir tutum ve etkinliğe zemin hazırlamayalım. Sermayemizi güzel ahlakımız ile, sâlih amellerimiz ile ebedileştirelim. Hayatımızın kalan kısmının yaşadığımızdan daha hayırlı ve bereketli olması için gayret gösterelim ve hep birlikte Rabbimize el açalım: Ya Rabbi! Günlerimizi, aylarımızı, yıllarımızı bereketli kıl! Ömrümüzü sâlih amellerle tezyin etmemizi bize kolaylaştır! Bahşettiğin iman nimetini son nefesimize kadar taşıyabilmeyi bizlere lütfeyle! 1 2 Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü İLİ : GENEL TARİH : 28/07/2014 RAMAZAN BAYRAMI Aziz Kardeşlerim! Allah’a kul ve Resulüne ümmet olmak ile en büyük şerefe, onur ve bahtiyarlığa erişen mümin kardeşlerim! Bayramınız mübarek olsun! Bugün bayram… Ramazan bayramı… Bayramlar, aynı dinin, aynı inancın neşesinde bizleri birleştiren ilâhî armağandır. Bu bayram, barışın, esenliğin, yani İslam’ın bayramıdır. Bu bayram, topluluk halinde Rabbimize verdiğimiz misakımızı hatırlayarak zaaflarımıza karşı durmanın, imsakın bayramıdır. Bu bayram, bizi kendimize yabancılaştıran maddeye, heva, arzu ve isteklerimize esir olmaya direnmenin, fıtrata dönmenin bayramıdır. Bu bayram, imsak ile dizginlenen nefislerin mükafatı olarak dua ile nimetlerin ikrama dönüştüğü iftarın bayramıdır. Bu bayram, yokluğu, açlığı ve susuzluğu hissederek, rızıkları başkasıyla paylaşmanın, ikramın bayramıdır. Yardımlaşmanın, dayanışmanın, karşılıksız vermenin yani infakın bayramıdır. Bu bayram, nefislerimizin arınması gibi mallarımızı da başkalarının hakkından arındıran zekâtın bayramıdır. Hayatımızın şükrü olarak kardeşlerimize verdiğimiz fitrenin bayramıdır. Bu bayram, yaratılan her varlığın kıymet ve değerini Yaratanından bulduğu, hiç kimsenin bir diğerinden üstün olmadığı, herkesin bir tarağın dişleri gibi eşit olduğu tevhidin bayramıdır. Kardeşlerim! Ramazan bayramı sevinç günüdür. Ramazanla yaşadığımız manevi değişimin, rahmetle kuşatılmanın, mağfiretle arınmanın, cehennemden kurtuluşa erme müjdesine ermektir bayram. Kadir gecesinde beşeriyetten insanlığa yükselmenin, Kur’an’ın nüzulüne tanık olmanın sevinciyle buluşmaktır bayram. Ukbadan gelen cennet muştularının esintisiyle kalp ikliminde huzura ermektir bayram. Aziz Kardeşlerim! Ramazan bayramı hüzün günüdür. Filistin’de, Gazze’de, Kudüs’te, Suriye’de, Irak’da, Doğu Türkistan’da Myanmar’da ve daha birçok değişik İslam Beldelerinde... İftarda bir yudum su içemeden şehadet şerbetini içenlerin, sahurda oruca niyet edemeden hanesi başına göçenlerin, masumların, mazlumların kanıyla kızıla boyanan gecelerin getirdiği hüzündür bayram. Bir gül bahçesine girercesine kara toprağın bağrına defnedilen biçare bedenlerin, hizipçilik, mezhepçilik, asabiyetçilik taassubuyla birbirine kurşun yağdırıp, uhuvvet ve kardeşliği katledenlerin, dostların bağrına ateş düşürüp düşmanın yüzünü güldüren kör cahil Müslümanların yüreklere saldığı hüzündür bayram. Kardeşlerim! Ramazan bayramı zafer günüdür. Bayram, nefsî mücadelede muzaffer olmaktır. Gönül kalesinin burcuna tevhid sancağını germektir. Kıymetli Kardeşlerim! Ramazan bayramı fırsat günüdür. Bayram, prangalara vurulan kilitleri parçalayacak derecede tesirli anne baba duası almanın, ebeveyn gönlünü yapıp cennete açılan kapıdan girmenin fırsatıdır. Bayram, arştan sarkıtılan bir ağ olan sılayı rahme tutunarak, uzak düşülen akrabalıkları, unutulmuş dostlukları, yitirilmiş kardeşlikleri yeniden ilmek ilmek dokumanın fırsatıdır. Bayram, kimsesizlere kimse, çaresizlere çare, gariplere hemhal, mazlumlara yoldaş, yalnızlara arkadaş olmanın fırsatıdır. Bayram tatil yapmak değil, ahbâb u yârânın gönlünü yapmak için en güzel fırsattır. Bayram, hayatın çilesini birlikte omuzladığımız eşlerimizi sevindirmenin, evlerin canlı bayramları olan çocuklarımızı bayramın coşkusuyla tanıştırmanın fırsatıdır. Bayram, hastane köşelerinde şifa bekleyenlerin gönüllerini almanın fırsatıdır. Yüreklerin en ağır yükü olan dargınlıklara son vermenin kırgınlıkları tamir etmenin, kardeşliğimizi pekiştirmenin, dostluklarımızı güçlendirmenin fırsatıdır. Kardeşlerim! Bu bayrama nice günlerden, nice iftarlardan, nice sahurlardan geçerek geldik. Onca gün oruç tuttuktan sonra neşenin, sevincin, huzurun eşiğine vardık. Susuzluğa razı olduğumuz, açlıkla sınandığımız uzun gündüzlerin sonunda selamet ve esenlik sabahına erdik. Bayramımız yeni bayramlar doğursun. Sevincimiz yeni sevinçlerin toprağı olsun. Huzurumuz nice huzursuzlukların çaresi olsun. Mutluluğumuz dünyanın dört bir yanındaki acılara teselliler sunsun. Fıtratımıza döndüğümüz bu bayram, tüm insanlığa umut ateşi olsun. Dünyanın dört bir yanında insanlar huzur bulsun. Savaşlar, acılar, yoksulluk, açlık ve susuzluk insanları ve insanlığımızı öldürmesin. İnsanlık selamet bulsun. Kibir, nefret, kin, düşmanlık, bencillik, ayrımcılık, zulüm ve kan dökme son bulsun. Kimse üzülmesin, kimse incinmesin, kimse ezilmesin, kimse mağdur edilmesin, kimse horlanmasın. Müslüman coğrafyası sevgi, merhamet, adalet, barış ve hoşgörüyle insanların hayat bulduğu, onur kazandığı, huzurla yaşadığı topraklar olsun. O hâlde Kardeşlerim! Bizden bayram neşesi bekleyenlere beklediklerini ikram edelim! Bayramın sevincini ve coşkusunu içimizde hissedelim! Onun muştusunu gönüllerden gönüllere, evlerden evlere, şehirlerden şehirlere, ülkelerden ülkelere taşıyalım! Bayramınız mübarek olsun! Hutbeme bir dua ile son vermek istiyorum: Ya Rab! Son yıllarda bayramlara hep buruk giren ve bir türlü istikrara kavuşamayan İslâm dünyasında kardeşlik, dayanışma, barış, huzur ve güven ortamının yeniden tesis edilmesini, İslâm ülkelerinin tekrar ilim ve medeniyet, barış ve esenlik diyarı olmasını nasip ve müyesser eyle! Ya Rab! İslam coğrafyasında, Filistin’de, Gazze’de, Kudüs’de, Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da, Doğu Türkistan’da, Arakan’da, Myanmar’da akan kan ve gözyaşının durmasını ve bütün kardeşlerimizin bayram sevinci yaşayabilmelerini nasip eyle! Şehitlerimize rahmet, yaralılarımıza acil şifalar ihsan eyle. Ümmet olarak bir an önce huzur ve sükûn içindeki bayramlara bizleri kavuştur. Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı İLİ: GENEL TARİH: 25/07/2014 RAMAZAN MUHASEBESİ Aziz Kardeşlerim! Okuduğum ayeti kerimede Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekatı verenlerin mükafatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.”1 Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) de “Allah katında amellerin en makbulü hangisidir? sorusuna “Az da olsa devamlı olandır” cevabını vermiştir.2 Kardeşlerim! Bundan tam 28 gün önce hepimiz, Ramazan-ı şerifin gelmesiyle heyecanlanmış, onu neşe ile karşılamıştık. Oruca, iftara, sahura, teravihe, mukabeleye kavuşmanın tarifsiz sevincine gark olmuştuk. Bugünlerde ise o bereketli misafirden ayrılık vaktimizin yaklaşması, kalplerimizi mahzun bırakıyor. On bir ay beklediğimiz misafiri uğurladığımız bu günlerde yüreklerimize ayrılık acısı düştü. Ancak bayrama ermenin sevinciyle de teselli buluyoruz. Bu düşünce ve hissiyat içinde olduğumuz Ramazan ayının şu son günlerinde gelin hep birlikte kendimizi bir muhasebeden geçirelim: Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in beyanı ile evveli rahmet olan bu ayda, rahmet-i Rahmana vesile olacak, kalplerimizi merhamet-i ilahi ile buluşturacak salih ameller işleyebildik mi? Açın halinden anlayıp, karnını doyurabildik mi? Yetimin başını okşayıp, dertliye derman olmak için koşabildik mi? Yalnızlığın girdabına düşmüş, kendinden ve insanlıktan ümidini kesmiş kimsesizlere kimse olabildik mi? Ortası mağfiret olan bu ayda, en halis tövbe ve istiğfarlarla “Tevvab, Gaffar, Settar” olanın dergâhına iltica eyleyebildik mi? Günahlarla, isyanlarla kirlenen ellerimizi, dillerimizi, gözlerimizi ve gönüllerimizi Allah’ın af ve mağfiretiyle yıkayabildik mi? Affedenlerin affolunacağının idraki ile küslükleri bitirip, dargınlıklara son verebildik mi? Sonu cehennem azabından kurtuluş olan bu ayda, cehalet ateşini; ilim ve hikmet, düşmanlık ateşini; kardeşlik ve muhabbet, zulmet ateşini; adalet ve merhametle söndürmek için can-ı gönülden çaba ve gayret gösterebildik mi? Hayatımız adına Rabbimizi hoşnut edecek, Resulullah ile biatimizi perçinleyecek, bizi cehennemden azat edip, cennete eriştirecek bir kararlılığı ortaya koyabildik mi? Ramazan ayını değerli kılan Kur’an-ı Kerim’e hak ettiği değeri verebildik mi? Cahiliyye çağının karanlıklarını ilim ve irfanla aydınlatan bu Kitabın bizim de yolumuzu aydınlatmasına izin verdik mi? Kardeşlerim! Üzülerek ifade edelim ki; hükmü kıyamete dek baki kalacak Yüce Kitap’la aramızdaki bağımız gün geçtikçe zayıfladı. Kur’an’ın yasakladığı birçok husus Müslümanlardan da sadır olmaya başladı. Kibir, gösteriş, israf, yalancılık, tembellik, bencillik, haksızlık, bozgunculuk, ihanet, cana kıyma ve diğerleri… Üstünlüğün yalnızca takvada olduğunu söylememize rağmen mal ve mülkü, şan ve şöhreti, makam ve mevkii övünç vesilesi yapıp kibre kapıldık. İbadetlerimize riya bulaştırdık. Bir lokma ekmeğe, bir yudum suya muhtaç insanlar varken Allah’ın bize bahşettiği nimetleri hoyratça kullandık. Bencilliğimizin esiri olduk. Hak ve hukuka riayet yalnızca dilimizde kaldı. Bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmeye bedel olduğunu bildiğimiz halde kan dökmekten kaçınmadık. Kısaca Allah nezdinde bizatihi kıymetli olan insanın kadrini bilemez hale geldik. Kardeşlerim! İşte, Ramazan unuttuğumuz bütün Kur’anî değerleri bizlere yeniden hatırlattı. Öyleyse geliniz! Hitama ermek üzere olan Ramazan ayını, yeniden kavuşabilmek arzusuyla uğurlarken, Ramazanın manevi ikliminin bize kazandırdığı tüm bu değerlerimizi muhafaza edelim. Zira toprağın suya ihtiyacı misali bizim de Kur’an’ın değerlerine ihtiyacımız var. Kararmaya yüz tutan kalplerimizi onunla huzura kavuşturalım. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in bize bıraktığı sorumluluğu ağır olan bu emanete sımsıkı sarılalım. Onu bir kenara itmek yerine hayatımızın merkezine alalım. Onun rehberliğinden bir an olsun ayrılmayalım. Rabbimizin “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın.”3 emrine kulak verelim. Hakikatin bizzat kendisi, insanlığın kurtuluş vesilesi olan ve bize bizi en iyi şekilde anlatan Kitabımızla kendimizi yeniden inşa edip hayat bulalım. Geliniz! Cennete giden yolumuzda önümüze çıkan sarp yokuşları aşabilmek için maddi, manevi her çeşit tutsaklıktan kardeşlerimizi kurtarmaya, yetime kucak açmaya, yoksulu doyurmaya gayret edelim. Değerli Kardeşlerim! Bu mübarek günler, Efendimizin cömertliğinin esen rüzgârları kıskandıracak derecede zirveye çıktığı günlerdir. Öyleyse bizler de bu günlerde malın haramdan, gönlün mal tutkusundan arındırılması olan zekâtlarımızı, var oluşumuzun sadakası olan fitrelerimizi, sadakatimizin göstergesi olan sadakalarımızı Rabbimizin muhabbetini kazanmak ve O’na yaklaşmak iştiyakıyla verelim. Arınma ve yücelme vesilesi olan Sadaka-i fıtırlarımızın, Bayram namazına kadar ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasının vacip olduğunu unutmayalım. Bilelim ki sadakalarımız, kıyamet günü altında serinleyeceğimiz gölgeliklerimiz olacaktır.4 Kıymetli Kardeşlerim! Bir taraftan arınmış, korunmuş, bol ecir kazanmış olma ümidi, diğer taraftan bir sonraki Ramazan’a yetişememe endişesi ile elvada şehr-i Ramazan nağmeleriyle uğurladığımız Ramazan’da kazandıklarımızı koruyalım. Ya Rab! Bu günler hürmetine, İslam coğrafyasında akan kan ve gözyaşının durmasını, bütün kardeşlerimizin bayrama huzur ve güven içerisinde ulaşmasını naip eyle. “Allah’ım! Seni anıp zikretmek, nimetine şükretmek, sana en güzel şekilde ibadet etmek için bize yardım eyle”5 “Allah’ım! Sen affedicisin, affetmeyi seversin, bizi de affeyle”6 1 İnşirah, 94/7-8. Müslim, Salâtü’l Müsafîrîn, 216. 3 Bakara, 2/277. 4 İbn-i Hanbel, IV, 233. 5 Ebû Dâvûd, Vitir, 26. 6 Tirmizî, Deavât, 85. 2 Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı ILI : GENEL denilen bir organrmrzvardt ki o salih oldu[u zaman biitiin viicut salih olur. Yine Efendimiz (s.a.s)'e gcire ailenin huzur ve saadeti saliha bir ege, toplumun mutluluk ve refahr salih ig yapanlara ba$rdrr. Yine ona gore insanlarrn dldiikten sonra amel defterleri geride brraktrklan salih evlatlan sayesinde kapanmaz. Peygamberimiz (s.a.s), gtinahsrz gegen giine salih gtin, zekdfi verilen mala salih mal, insanlara yararh olmaya salih ahlak, cirnek her davranrga saliha si.innet, asayigin berkemal oldu$u yere saliha belde, hakikat ile ortiigen rtiyalara saliha riiya admr vermigtir. TARiH : 08.08.2014 t :; ., t5 ts1i, k tAlt'* --Jt s1'-.;:; .tG:t =tat a o1i'li cr\Ji ii:.:;ir sADrK IMAN, s.q.NriMt Niynt, su,irr AMEL AzizKardeglerim! Okudupum ayet-i kerimede Rabbimiz goyle buyuruyor: "Erkek veya kadrn, kim mii'min olarak salih amel iglerse, elbette ona gok giizel bir hayat yagatacafrz ve onlann miikafatlarrnl vanmakta olduklarlnrn en giizeli ile verece[iz."l Okudupum hadis-i qerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) goyle buyuruyor: "Dikkat edin! Viicutta iiyle bir et pargasr vardrr ki, o salih yani iyi ve diizgiin olursa biitiin viicut salih yani iyi ve diizgiin olur. 0 bozulursa biitiin viicut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir."" AzizKnrdeglerim! Yi.ice dinimiz islam, her geyden once sa$lam bir imana dayanr. iman, daha varhk sahnesine grkmadan cince Rabbimize verilen sozle baglayrp ahiret hayatrna kadar Dzanan, kalble ait bir kabul ve yoneligtir. iman, "dil ile ikrar, kalp ile tasdik" diye tarif edilse de onun en biiytik gdstergesi 'amel'dir. Qiinkti insan, ahirette amel defterine kaydedilen ig ve davranrglara gore hesaba gekilecektir. Kardeglerim! Rabbimiz, insanrn kendi katrndaki de$erini imana bagh krlmrgtrr. insanollunun di.inya hayatrndaki tutum ve davranrglanrun kabulii igin de 'salih'lik vasfinr $aft kogmugtur. islam igin sadrk iman ve sahih bilgi ne kadar onemli ise salih amel de o derece onemlidir. Bozgunculuk, kottili.ik, fitne, kavga, gekiqme ve didigme anlamlanna gelen 'fesad' kelimesinin zrddr, 'sulh' ve 'salah' koki.inden gelen 'salih', en yalm anlamryla 'uygun' demektir. Bu uygunlu$un bagrnda inangta uygunluk gelir. ihangta uygunluk, kulun kendisini yaratan Rabbinin varh[rnr ve birlifini geksiz gi.iphesiz kabul ederek O'na ortak kogmadan inanmasrdrr. inancrnrn gere$i olan yaqam tarzrnt benimsemesi, Allah'rn koydupu srnrlara, emir ve yasaklanna riayet etmesidir. Dahasr bunlarr kuru bir mecburiyet duygusu ile deSil samimi bir mesuliyet bilinciyle yerine getirmesidir. Kardeglerim! Sadrk imanrn gere[i sdlih ameldir. Selih amel, Allah'rn rrzasrna, insanrn fitratrna ve insanh$rn maslahatma ve yaranna uygun her hAl ve harekettir. Kerim Kitabrmrzda salih amel, yiizii aqkrn ayette iman ile birlikte zikredilmigtir. Kur'an'ln en temel kavramlarmr gi.inliik hayatta en ince teferruatrna kadar kullanan Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)' e gdre sulh ve salahrn baglangrg merkezi kalptir. Vtcutta kalp AzizKardeglerim! Rabbimizin cingordiili.i giizel dtinyayr kurmak igin bireysel olarak salih bir kalbe, samimi bir niyete/diigiinceye ve salih amellere sahip olmak yetmez. Fitne ve fesadm brakm fertleri ve toplumlan, ekolojik dengeyi sarsacak kadar yaygrnlagtrfr bir zamanda bireysel bir salihlik yeterli olabilir mi? Salih fertlerden beklenen, bir adrm daha atarak muslih olabilmektir. Bagka bir ifadeyle insanhfr ve evreni saran ifsat ve bozgunculula kargr rslah edici olmak, bu yolda gayret ve gaba sarf etmektir. Kardeglerim! Biz mtiminlere dtigen, Rabbimizin huzuruna sdlih birer kul olarak grkabilme gayretinde olmaktrr. Yaratrhg hikmeti ve gayesini iyi kavrayarak hayatrmtza bu do[rultuda ycin vermeliyiz. Yaptrp'rmrz her igte yalntz Allah'rn nzaslnl gozetmeliyiz. Sayrh nefeslerimizi, gi.inlerimizi, omrtimi.izii nasrl ti.iketti[imiz konusunda kendimizi her an sorgulamaltyrz. Hayrr-ger, sevap-gi.inah agrsrndan nefsimizi bir degerlendirmeye tabi tutmahyrz. Qok de[erli olan omi.ir sermayemizi hayrla, giizellikle, sevapla ebedi bir kazanca dciniigtiirmenin yollarrnr aramahyrz. Omriimiiztin giinahlarla, isyanlarla heba olmasma mtisaade etmemeliyiz. Kendimizin, de[erlerimizin, inancrmzm farkrnda olmah, onlarr yozlagtrracak, anlamsrz krlacak higbir tutum ve etkinli[e zemin hazrlamamahyz. Sermayemiz ahlakrmrz; umudumuz yijzlerimizi apartacak sdlih amellerimiz olmahdrr, Hutbemizi, insanhla rehber olarak gonderilen nebilerin Yi.ice Kitabrmzda bize ogretilen $u dualanyla bitirelim: 66Rabbim! Bana ve anne babama verdi[in nimetlere giikretmemi, senin razt olacalrn salih amel iglememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. $tiphesiz ben sana diindiim. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanrm.t'3 '6Rabbim! Beni Miisliiman olarak iildiir ve salih kullarln arasrna kat!"4 "Rabbim! Bana hikmet ver ve beni salihler ziimresine ilhak eyle!"s rNatrt, telgz. t Buhari, imdn, 39. t lt:tkaf, qAnS. l2/l}l. a Yusuf, 5 guar6, 26183. Haa.rlayan: Diyanet lSleri Baskanlt$t İLİ: BAYBURT AY-YIL: MART 2014 TARİH: 14.03.2014 (2. HAFTA ﺍﻟﺮ ِﺣ ِﻴﻢ ﻤﻦ ﱠ ﺑِﺴ ِْﻢ ﷲِ ﱠ ِ ﺍﻟﺮ ْﺣ �ِ ﺃ َ ْﻣ َﻮﺍﺗﺎ ً ﺑَ ْﻞ ﺃَﺣْ ﻴَﺎء ّ ﺳﺒِﻴ ِﻞ َ ﺴﺒَ ﱠﻦ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻗُﺘِﻠُﻮﺍْ ﻓِﻲ َ َْﻭﻻَ ﺗَﺤ ُ ِﻋﻨﺪَ َﺭ ِﺑّ ِﻬ ْﻢ ﻳ ُْﺮﺯَ ﻗﻮﻥ Al-i İmran Suresi’nin 169 ﺳﻮ ُﻝ ﱠ �ِ ﷺ ُ ﻗَﺎ َﻝ َﺭ. ﺳﺒِﻴ ِﻞ ﱠ ِ� َ َﻭﺍﻟﱠﺬِﻯ َﻧ ْﻔﺴِﻰ ِﺑ َﻴ ِﺪ ِﻩ ﻟَ َﻮ ِﺩﺩْﺕُ ﺃ َ ْﻥ ﺃ َ ْﻏ ُﺰ َﻭ ﻓِﻰ ﻓَﺄ ُ ْﻗﺘ َ َﻞ ﺛ ُ ﱠﻢ ﺃ َ ْﻏ ُﺰ َﻭ ﻓَﺄ ُ ْﻗﺘ َ َﻞ ﺛ ُ ﱠﻢ ﺃ َ ْﻏ ُﺰ َﻭ ﻓَﺄ ُ ْﻗﺘ َ َﻞ İbn Mâce, Cihâd, 1 ŞEHİTLİK VE ÇANAKKALE Muhterem Müslümanlar! Mensuplarına dünya ve ahiret mutluluğu vadeden dinimiz vatan, millet ve devlet gibi yüce değerlere büyük önem vermiştir. Bu değerlerin korunmasına çalışırken şehit ve gazi olanlar, Yüce Allah ve Sevgili Peygamberimiz tarafından övülmüştür. Bu hususta Al-i İmran Suresi’nin 169. ve 170. ayetlerinde: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! B ilakis on lar h ayatta o lup, Rablerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar. Allah’ın lutf-u kereminden ihsan ettiği nimetlere kavuşmaktan dolayı sevinç içindedirler. Arkalarından henüz kendilerine katılmayan müstakbel şehit dindaşlarına da kendilerine hiçbir korku olmayacağına ve üzüntü hi ssetmeyeceklerine dai r de m üjde vermek isterler.”(1) buyrulmuştur. Sevgili Peygamberimiz de şehitlik mertebesinin yüceliğine işaret eden bir Hadis-i Şeriflerinde: “Nefsim kudret elinde ol an Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmeyi, sonra diriltilip y ine öldürülmeyi, s onra diriltilip y ine öldürülmeyi n e kadar çok isterdim.”(2) buyurmuşlardır. P P Aziz vatanımız dünyamızın çok önemli bir coğrafyasında yer almaktadır. Bu güzel topraklara sahip olmak asırlardır, pek çok devletin ve kumandanın hayallerini süslemiştir. Bundan 99. sene önce zamanın her bakımdan en güçlü devletlerinin askerleri bir hayalin peşine düşerek Çanakkale Boğazına kadar geldiler. Onlar boğazları geçecekler, Müslüman Türkleri tarih sayfasından sileceklerdi. Hasta adam dedikleri Osmanlı devletini yok ederek, asırlardır süregelen haçlı zihniyetini dünyaya hâkim kılacaklardı. Ancak, askeri anlamda çok üstün saydıkları planları ve harp taktikleri, devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları ve şanlı ordumuz her şeyini ortaya koyarak yaptıkları yurt savunması karşısında, Çanakkale Boğazı’nda suya düştü. Böylece dünya durdukça konuşulacak olan “Çanakkale Geçilmez” destanı yazıldı. Kıymetli Kardeşlerim Çanakkale Zaferinin yıl dönümünde hatırlamamız ve zaferden çıkarmamız gereken dersler vardır. Bunların bir kaçını şöylece sıralayabiliriz: -Çanakkale geçilmez destanı yazılırken doğusundan batısına eli silah tutan vatan evlatları görev almıştır. Bunlardan 250 bine yakını şehit olmuş, geride on binlerce gazi kalmıştır. -İnanç, vatan sevgisi, dayanışma, birlik ve beraberlik duyguları, zamanın en güçlü ve donanımlı ordularına karşı koymada en önemli faktörler olmuştur. P P Muhterem Müslümanlar! Müslümanların “ölürsem şehit, kalırsam gazi” inancı, nice zorlukları aşmada onlara yardım etmiştir. Böylece kendilerinden sayıca çok üstün durumda bulunan ordulara karşı pek çok zaferler elde etmişlerdir. Ancak, hemen belirtmek gerekir ki, ecdadımızın taraf olduğu savaşların hepsinde meşru bir müdafaa vardır. Yoksa sömürgeci ve yayılmacı bir anlayış ya da sadece toprak elde etme gayeleri asla olmamıştır. İşte bu savaşların yakın tarihimizde en önemlilerinden biri de bu yıl 99. Yılını kutlayacağımız Çanakkale Zaferi’dir. Muhterem Müslümanlar! -Bu gün bu aziz vatanda canlarından ve namuslarından emin olarak bağımsız bir hayat yaşayan bizler, tüm şehitlerimize ve gazilerimize minnet ve şükran duygularıyla dolu olmalıyız. Yeni nesilleri bu duygularla yetiştirmeliyiz. Bu duygu ve düşüncelerle bütün şehitlerimizi rahmet, minnet ve şükranla anarken ruhlarının şad olmasını yüce Rabbimizden niyaz ederim. İl İrşat Kurulu KAYNAKALR: 1-Al-i İmran Suresi’nin 169. ve 170. 2-İbn Mâce, Cihâd, 1 İLİ: BAYBURT AY-YIL: AĞUSTOS 2014 TARİH: 15.08.2014 (2. HAFTA) İBNİ EBİ CEMRE’YE göre Sıla-i Rahim’in geniş manası; mümkün olan hayrı yapmak ve elden geldiği kadar kötülüğü defetmektir. 2T ﺎﺉ ﺫِﻱ ْﺍﻟﻘُ ْﺮ ٰﺑﻰ ِ ْ �َ ﻳَﺄ ْ ُﻣ ُﺮ ﺑِ ْﺎﻟﻌَ ْﺪ ِﻝ َﻭ ﺍ ﱠِﻥ ﱣ َ ﺍﻻ ْﺣ ِ َٓﺎﻥ َﻭ ۪ﺍﻳﺘ ِ ﺴ ُ ﺎء َﻭ ْﺍﻟ ُﻤ ْﻨ َﻜ ِﺮ َﻭ ْﺍﻟﺒَ ْﻐ ۚﻲ ِ َﻳ ِﻌ ﻈ ُﻜ ْﻢ َﻟﻌَﻠﱠ ُﻜ ْﻢ َٓ ﻋ ِﻦ ْﺍﻟﻔَ ْﺤ ِ ﺸ َ َﻭ َﻳ ْﻨﻬٰ ﻰ َﺗَﺬَ ﱠﻛ ُﺮﻭﻥ T1 SILA-İ RAHİM Kur’an-i Kerimde ‘’muhakkak ki A llah; ad aleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin isleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” Buyurulur. (Nahl 90) Muhterem Mü’minler! Sıla: Vuslat demektir. Hadislerde sıla-i Rahim’e sık sık tesadüf olunur. Bundan Murad: akrabaya yardım, iyilik etmek, onların haklarına riayette bulunmaktır. Resulullah (S.A.V.) hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Her kim rızkının bollaştırılmasını ecelinin te’hirini dilerse sıla-i rahmini yapsın.” ‘’Gerçekten ümmetimin amelleri Perşembe akşamı; Cuma gecesi (Allah’a) arz olunur fakat sıla-i rahmi kesenin ameli kabul olunmaz.’’ Muhterem Müslümanlar! Sıla-i Rahim’in birbirinden faziletli dereceleri vardır. Bu derecelerin en aşağısı akrabayı terk etmeyerek onlarla konuşarak veya hiç olmazsa selam göndermek sureti ile sılada bulunmaktır. Sıla-i rahim kişinin gücüne ve ihtiyacına göre değişir ve yerine göre bazen vacip, bazen müstehab olur. Sıla-i rahimin bir kısmını yaparak bir kısmını yapamayan kat-ı rahim yapmış sayılmaz. Fakat iktidarı olduğu halde kendisine vacib olan sıla yapmayan da, bittabi sıla-i rahim yapmış sayılmaz. Sıla-i Rahim umumi ve hususidir. Umumi sıla-i rahim, dinîdir ve din kardeşini sevmek, ona nasihatte bulunmak. Ona karşı adalet ve insaflı olmak, gerek vacib, gerekse müstehab bütün haklarına riayet etmekle yapılır. Hususi olan ise akrabaya nafaka vermek, hali vakti olup olmadığını soruşturmak ve kusurlarını görmezden gelmek gibi şeyleri de hesaba katmakla olur. 2T Kıymetli Müslümanlar! Bir Müslüman memleketinin mukim kişilerini, Ensar ve muhacir gibi görmeli, mukim kişiler de ,memlekete gelen misafirleri Mekke ve Medine’ye hac ve umre için gelen ‘’Allah‘ın misafirleri’ ’olarak görmeli ve kabul etmeli. Bu yüzden kimse kimseyi kırıp incitmemeli. Elinden geldiğince iyilik yapmalı, hoş karşılamalıdır. Çünkü vatan hakkında Hz. Muhammed (s.a.s) “Vatan sevgisi imandandır.” Buyurur. Mehmet Akif Ersoy da İstiklal Marşı’nda şöyle der;. 2T “Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı. Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.” Vatanı sevmek; vatanı imar etmekle olur, ülkemizdeki ve İslam âlemindeki camilerimizin minarelerinin sayısınca fabrika bacaları tüttürmekle olur. İşsize iş, aşsıza aş, mahrum olanlara maddi ve manevi destek vermekle olur. Müslümanların incir çekirdeğini doldurmayacak kadar basit meseleleri problem yapmayarak aralarındaki kavgalara son vermekle olur. Birlik ve beraberlik halinde kalkınmaya çalışılmakla olur. Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun. Yüksel KAYMAK Emekli il müftüsü Redaksiyon: İl İrşad Kurulu Kaynaklar 1-Bulugul-Meram Ibn Hacer El As Galani 2-Selamet Yollari-Ahmet Davutoglu cilt 4 ,syf338,340 şimdi Rabbimizin misafiridirler. Onlar şimdi Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’e komşuluk yapacaklardır. Onlar için yüreklerimiz yanıyor elbette. Nasıl yanmasın ki? Anne yüreği nasıl teselli edilebilir ki? Gene de Rabbimize sığınarak teselli bulmalıyız. Hamdolsun ki bu gibi hallerde Rabbimize sığınmamızı sağlayan iman gibi bir hazinemiz var. Hamdolsun ki ölümü, yok olmak değil, sonsuzluk olarak öğreten bir inancımız var. İLİ : TÜRKİYE GENELİ TARİH : 16/05/2014 Aziz Kardeşlerim! Böyle zamanlarda mümin kardeşliğinin gereği, acıları paylaşmaktır. Vefat edenlere rahmet dualarında bulunmak, geride kalanlara sabır niyaz etmektir. Memleketimizin her tarafından Soma’da can veren kardeşlerimize, Yasinler, Tebarekeler, Fatihalar, İhlaslar, Hatimler göndermeliyiz. MÜMİNLER TEK VÜCUT GİBİDİR Aziz Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Andolsunki, biz s izi biraz korku ve açlık ile bir de mallardan, canlardan v e ürünlerden ek siltmek s uretiyle imtihan ed eriz. Sabredenleri müjdele! Müminler, bir musibetle karşı karşıya kaldıklarında ‘İnnâ lillâh ve innâ ileyhi r âciûn/Biz A llah’a aidiz ve O’na döneceğiz.’ derler.” 1 P0F Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Müminin dur umuna şaşılır! H er hâli kendisi için hayırlıdır. Bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına sevinecek bir hâl geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde ona sabreder; bu da onun için hayır olur.” 2 P1F Aziz Kardeşlerim! Milletimizin yüreği, Soma’da, maden faciasında hayatını kaybeden evlatları için yanıyor. Yüzlerce insanımız, çocuklarına ekmek getirmek için girdiği kara toprağın bağrında can verdi. Bu defa ateş, düştüğü yeri de yaktı, düşmediği yeri de. Çünkü ateş, bütün memleketin bağrına düştü. Hayatını kaybeden kardeşlerimize Cenab-ı Hak’tan sonsuz rahmet diliyoruz. Mekânları cennet olsun! Rabbim, onları şehitler zümresine dâhil eylesin! Kederli ailelerine, annelerine, babalarına, eşlerine, yakınlarına ve topyekûn milletimize sabr-ı cemil, metanet ve dayanma gücü bahşetsin! Yaralı kardeşlerimize acil şifalar ihsan etsin! Milletimize, memleketimize bu tür acıları, elemleri, kederleri bir daha yaşatmasın! Kardeşlerim! Dünya ölümlü dünya. Ölüm bir şekilde geliyor ve insanı buluyor. Ölümün yaşı yok. Rabbimiz, Kur’an-ı Azimüşşan’da ölüm veya benzeri zor durumlar karşısında sabredenler için “Allah sabredenlerle b eraberdir.” buyuruyor. Sabır, müminin gönlünü teskin eden Rabbani bir sırdır. Böyle zamanlarda sabra ve duaya sığınmalıyız. Rabbimize “Üzerimize sabır yağdır Rabbim!” diyerek el açmalıyız. Müminler, bir musibetle karşı karşıya kaldıklarında “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn/Biz Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz.” derler. Bunu da Rabbimiz öğretiyor bize. Dönüşümüz Allah’adır. İnsanın ebediyet yurdu orasıdır. Oraya çoluk çocuğunun rızkını ararken gidenler, toza toprağa bulansalar bile yüzleri ak giderler. Soma’da, Zonguldak’ta ya da başka bir yerde yerin yüzlerce metre altına inerek rızkını arayan madenci kardeşlerimizi, oralarda sahur ve iftar yaparken görmüşüzdür. Onlar ne mübarek kardeşlerimizdir. Onlar bize emeğin, alın terinin ve helal rızık peşinde koşmanın ne mübarek bir şey olduğunu öğretirler. Onlar Bugünler, millet olarak acıları paylaşma, yaraları sarma günleridir. Gönüllere kor düşmüştür. Seher vakitlerinde ellerimizi Rabbimize açıp “Gönüllere, peygamberlerin gönlüne lütfettiğin sekineti ver Rabbimiz!” diye yalvarmalıyız. Bugünler, mümin kardeşliğinin sevgide, diğerkamlıkta, fedakârlıkta, yardımlaşmada, dayanışmada imtihan günleridir. Bugünler, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in “Müminler, tek vücut gi bidirler” fermanı gereğince millet olarak 76 milyonun bütünleşmesi gereken günlerdir. Kardeşlerim! Bir de müminler, bu tür acı hadiselerden ders ve ibret alırlar. Görev ve mesuliyetlerinin tam manasıyla idrakine ererler. Bilhassa insan sağlığı ve hayatı açısından risk oluşturacak işlerde, hiçbir şekilde tedbirsizlik zaafı içine düşmezler. Zira kader ve ecel, insanoğlunun ihmal ve sorumluluklarını asla ortadan kaldırmaz. Takdir, insanoğlunun tedbir sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in ifadesiyle müminler, yaptıkları her türlü işi “en güzel ve en sağlam” şekilde yaparlar. Sonra da Allah’a tevekkül ederler. Kardeşlerim! Geliniz, mübarek üç ayları idrak ettiğimiz şu günlerde, şu bereketli Cuma vaktinde, her türlü bela ve musibete karşı Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in bizlere öğrettiği şu dualarla Rabbimize yalvaralım: “Allah’ım! Bizleri önümüzden, arkamızdan, sağımızdan, solumuzdan ve üstümüzden (gelebilecek her türlü bela ve musibete karşı) muhafaza eyle!” 3 ﻈﻴ ُﻢ َﻻ ﺇِ ٰﻟﻪَ ﺇِﻻﱠ �ُ َﺭ ﱡ ۪ َ�ُ ﺍ ْﻟﻌ ۪ َﺏ ﺍ ْﻟﻌَ ْﺮ ِﺵ ﺍ ْﻟﻌ َﻻ ﺇِ ٰﻟﻪَ ﺇِﻻﱠ ﱣ ﻈﻴ ُﻢ ﺍ ْﻟﺤ َ۪ﻠﻴ ُﻢ َﻻ ﺇِ ٰﻟﻪَ ﺇِﻻﱠ ﱣ ْ ْ َﺮﻳ ُﻢ ِ ﺴﻤٰ َﻮﺍ ﺏ ﺍﻟ ﱠ ِ ﺏ ْﺍﻷ ْﺭ ﺽ َﻭ َﺭ ﱡ ﺕ َﻭ َﺭ ﱡ �ُ َﺭ ﱡ ۪ ﺏ ﺍﻟﻌَ ْﺮ ِﺵ ﺍﻟﻜ ﱣ “Yüce ve h alîm olan Allah’tan başka ilâh yoktur. Arş’ın Rabbi Yüce Allah’tan başka ilâh yoktur. Göklerin, yerin ve Arş’ın Rabbi Allah’tan başka ilâh yoktur.” 4 P2F P3F Rabbimizden niyazımız bizlere taşıyamayacağımız acılar yaşatmamasıdır. Rabbimizden niyazımız, böyle acılara karşısından dayanma gücü lütfetmesidir. Rabbimizden niyazımız, rahmetine tevdi ettiğimiz insanlarımıza lütuflarıyla muamele etmesidir. Hutbemizi tamamlarken, Soma’da hayatını kaybeden kardeşlerimize bir kere daha Rabbimden rahmet diliyor, yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ediyoruz. 1 Bakara, 2/155-156. Müslim, Zühd ve rekâik, 64. Ebû Davud, Edeb, 110. 4 Buhârî, De’avât, 26 2 3 Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı İLİ : BAYBURT AY-YIL : OCAK 2014 TARİH : 17.01.2014 (3. HAFTA) abdestle ilgili olarak gelen bu israf yasağının en önemli hikmetlerinden biri, bize emanet edilmiş olan eşyayı ve tabiatı kullanırken ölçülü olmayı ve iktisatlı yaşamayı günde beş kere vicdanlara hatırlatarak öğretmektir.( 5) TASARRUF P ﺍﻟﺮ ِﺣ ِﻴﻢ ﻤﻦ ﱠ ﺑِﺴ ِْﻢ ﷲِ ﱠ ِ ﺍﻟﺮ ْﺣ َﺴ ِﺒﻴ ِﻞ َﻭﻻ ِ َﻭﺁ ﺕ ﺫَﺍ ْﺍﻟﻘُ ْﺮ َﺑﻰ َﺣﻘﱠﻪُ َﻭ ْﺍﻟ ِﻤ ْﺴﻜِﻴﻦَ َﻭﺍﺑْﻦَ ﺍﻟ ﱠ ِﻳﺮﺍ ِﺇ ﱠﻥ ْﺍﻟ ُﻤﺒَﺬّ ِِﺭﻳﻦَ َﻛﺎﻧُﻮﺍْ ِﺇ ْﺧ َﻮﺍﻥَ ﺍﻟ ﱠ ﻴﻦ ِ َﺸﻴ ً ﺗُﺒَﺬّ ِْﺭ ﺗَ ْﺒﺬ ِ ﺎﻁ َ ﺸ ْﻴ َﻭ َﻛﺎﻥَ ﺍﻟ ﱠ ُ ﻄ ﻮﺭﺍ ً ُﺎﻥ ِﻟ َﺮ ِﺑّ ِﻪ َﻛﻔ ﺻﻠﱠﻲ ﱠ ﺳﻠﱠ ْﻢ ُ ﻗَﺎ َﻝ َﺭ ِ ﺳﻮ ُﻝ ﱠ َ ُ� َ ﻋﻠَ ْﻴ ِﻪ َﻭ َ � ً� )ﺹ( َﺭ ُﺟﻼ ُ ﻋ ْﻦ ﺍِﺑ ِْﻦ ُ ﻋ َﻤ َﺮ ؛ َﺭﺃﻯ َﺭ ِ ﺳﻮ ُﻝ ﱠ َ ﻑ ْ ﻻَ ﺗُﺴ ِْﺮ.ﻑ ْ ﻻَ ﺗُﺴ ِْﺮ:ﻳَﺘَ َﻮﺿﱠﺄ ُ ﻓَﻘَﺎ َﻝ Kişinin parasını, mal ve servetini kumar, içki, vs. gibi gayrı meşru alanlara harcaması israf olduğu gibi, helal ve meşru alanlarda ihtiyaçtan fazla harcaması da israftır. Gıda maddelerinin çürütülmesi, ekmek, yemek, sebze ve meyvelerin çöpe atılması, giyilebilen eskimemiş giysilerin, kullanılabilen ev eşyalarının atılıp yerine yenilerinin alınması, gereksiz yere elektrik sarfiyatı, suyun boş yere akıtılması gibi her türlü tutum israftır.( 6) P Mümin, her işinde mutedil olan insandır. Dolayısıyla bu prensip hayatımızın her alanına şamil olmalı ve ihtiyaçlarımızı karşılarken de bu ilkeye göre hareket etmeliyiz. Bu hususta: “Allah’ın halis kulları, harcadıkları zaman ne israf ederler, ne de cimrilik yaparlar. Onların harcamaları bu ikisi arası dengeleri bir harcamadır. 7 Ayetine kulak vermeliyiz. İsraf, aşırı gitmek, haddi aşmak, sınırların ötesine geçmek, malı mülkü saçıp savurmak, lüzumsuz yere harcamak, kötü kullanarak eskitmek, ihtiyaçtan fazla harcamak gibi anlamlara gelmektedir.( 1) P 0F Maddi ve manevi nimetler Yüce Allah’ın insanlara bir ikramıdır, bu yüzden her bir nimet yerli yerince kullanılmalıdır. Bu konuda Yüce Allah’ın “Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma. Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.”( 2) ayetindeki uyarılara kulak verilmeli; Allah’ın sevgisinden mahrum kalmamak ve Kur’an’ın ifadesiyle “şeytanların kardeşleri” olmamak için tüketim ve harcamalarda israf ve cimrilik gibi ifrat ve tefritten uzak durulmalıdır.( 3) 1F 5F Muhterem Kardeşlerim! Muhterem Müslümanlar! P 4F P6F P Rukiye NARMAN İl Vaizi P P 2F Redaksiyon : İl İrşat Kurulu Aziz Mü’minler! Abdest alırken gereğinden fazla su harcayan birisini gören Hz. Peygamber onu "İsraf etme! israf etme!" diye azarlamıştır. Yine abdest alan başka birisine "ne bu israf'' diye çıkışmış, adam" abdestte de israf olur mu?" diye sorunca, Hz. Peygamber "evet, akan bir nehir kenarında da olsan!" şeklinde cevap vermiştir. (İbn Mace, taharet, 48.) Hz. Peygamber'in bu hadislerini esas kabul eden âlimler, abdest suyu konusunda şu düsturu tavsiye etmişlerdir: "Nehir kenarında bile olsan, abdest alırken suyu israf etme!"( 4) Şüphesiz nehir kenarında abdest alırken bile P 3F P Kaynaklar : AKAR,Muhlis,Tüketim Ahlakı ve İsraf,s.29 17 /İsra, 26-27 3AKAR,Muhlis,Tüketim Ahlakı ve İsraf,s.52 4,Hadisler açısından israf ve tasarruf İlh.Fak. Dergisi İçinde,s.74) 5AKAR,Muhlis,Tüketim Ahlakı ve İsraf,s.30 6AKAR,Muhlis,Tüketim Ahlakı ve İsraf,s.35 7AKAR,Muhli 825/Furkan, 67 11TP P1T 21TP P1T 1TP P1T 1TP P1T 1TP P1T 1TP P1T 1TP P1T 1TP P1T İLİ : TÜRKİYE GENELİ TARİH : 30.05.2014 TÖVBE VE İSTİĞFAR MEVSİMİ ÜÇ AYLAR Aziz Kardeşlerim! Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), bir hadislerinde tövbe ve istiğfarın adabını şöyle anlatıyor: “Bir kimse bir günah işler de ardından güzelce abdest alır, sonra kalkıp iki rekât namaz kılar ve Allah’tan mağfiret dilerse, Allah onu mutlaka bağışlar.” Daha sonra Peygamberimiz (s.a.s), söylediğini teyit maksadıyla şu ayeti tilavet ediyor: “Onlar, bir kötülük yaptıklarında ya da nefislerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen t övbe ve istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki? Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler.” 1 Aziz Kardeşlerim! Hepimiz insanız. Nefsani zaaflarımız var. Heva ve heveslerimiz var. İstek ve ihtiraslarımız var. Bencillik ve kıskançlıklarımız var. Açgözlülük ve tamahkârlıklarımız var. Zaman zaman işlediğimiz hata ve günahlarımız var. Niyet, kalp ve düşüncelerimizde yöneldiğimiz kusurlarımız var. Dil, üslup, söz ve söylemlerimizde içine düştüğümüz yanlışlarımız var. Helalleşmemiz gereken kullar var. Helallik almamız gereken kardeşlerimiz var. Velhasıl ölüm gelip çatmadan, can boğaza dayanmadan arındırmamız gereken kalplerimiz, ellerimiz, ayaklarımız, dillerimiz, gözlerimiz, azalarımız topyekûn benliğimiz var… Kıymetli Kardeşlerim! Mümince bir şuurla daima hatalarımızı fark etmemiz, günahlarımızı terk etmemiz gerekiyor. Tövbe ve istiğfarda bulunmamız gerekiyor. Unutmayalım ki mümin, kötülüklere ve günahlara dalmada ısrarcı olmaz. Zira kötülük ve günahlara dalmak, kalbi karartır, basiret ve feraseti kaybettirir. En önemlisi de insanı aşağıların aşağısına yuvarlanma tehlikesiyle karşı karşıya bırakır. Tövbe ve istiğfar, manevi kirlerden arınmak, sinelerimizdeki ağır yüklerden kurtulmak için Rabbimizin bizlere bahşettiği bir rahmet kapısıdır. Günahlardan arınmanın, hatalardan kurtulmanın yegâne yoludur. Rabbimize vereceğimiz hesabı düşünerek, hesap gününde Allah’ın huzuruna günahlarla çıkmamak için bu dünyada iken tedbir almaktır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in ifadesiyle tövbe, günahlardan pişmanlık duymak, 2 günahı terk edip bir daha ona dönmemektir. 3 İstiğfar, Allah’tan mağfiret ve bağışlanma dilemektir. O’nun sonsuz rahmetine ve engin merhametine sığınmaktır. Seherlerde gözyaşı ile “Allah’ım, Sen affedicisin, affetmeyi seversin. Beni de affeyle!” diyerek O’na yalvarmaktır. Çünkü Rabbimiz Afüv’dür, çok affedicidir; Gafur’dur, çok bağışlayıcıdır; Tevvab’dır, tövbeleri çok çok kabul edendir. O, gazabıyla değil, rahmetiyle muamele edendir. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir. Yeter ki Hz. Âdem babamızla, Hz. Havva annemiz gibi nasûh bir tövbe ile “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” 4 diyerek O’na yalvaralım. Değerli Kardeşlerim! Tövbe ve istiğfar, samimi, içten ve gönülden gelerek Rabbimize niyazımızdır. Tövbe ve istiğfar, bizi Rabbimize yaklaştırır, imanımızı kuvvetlendirir. Rabbimizin emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınma hususunda nefsimizi ve irademizi güçlendirir. Bizi kalben ve vicdanen ferahlatır. Fıtratımıza yönlendirir. Tertemiz yapar. Böylece Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in “Günahtan t övbe e den ki mse, hiç günahı olmayan kimse gibidir.” müjdesine nail oluruz. 5 Tövbe ve istiğfar, bizi hayata bağlar, bize ümit verir, topluma huzur ve güven aşılar, hakların gözetilmesini sağlar. Suçlardan ve günahlardan arınmış temiz bir toplum kurmanın yolunu açar. Kardeşlerim! Nasûh, yani samimi bir tövbe, hem Rabbimizin emri, hem ibadet hem de kaybedilmiş değerleri yeniden kazanmanın vasıtasıdır. Gönül dünyamızı ve manevi yaşantımızı yeniden ihya etmenin, Rabbimizle bozulan ilişkileri yeniden onarmanın vesilesidir. Hatalarımız ve günahlarımız ne kadar çok olursa olsun, hangi günahı işlemiş olursak olalım idrak etmekte olduğumuz mübarek üç aylar boyunca her daim tövbe ve istiğfarda bulunalım. Eğer üzerimizde başkalarının hakları varsa önce onlara haklarını iade edelim, onlarla helalleşelim. Sonra tövbe edip Allah’tan mağfiret dileyelim. Unutmayalım ki geçmiş-gelecek bütün günahları affedildiği hâlde Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) “Benim d e kal bim pe rdelenir ve ben her gün yüz defa istiğfar eder, Allah’tan bağışlanma dilerim” buyurmuştur. 6 Çünkü tövbe ve istiğfar, kulun Rabbi ile iletişim kurma vesilesidir. O halde bizler de tövbe ve istiğfarı, günlük yaşantımızın bir parçası haline getirelim. Kardeşlerim! Geliniz, hep birlikte, bugün, şu mübarek mekânda, şu bereketli Cuma saatinde, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in bizlere öğrettiği seyyidül istiğfar duası ile hutbemizi bitirelim: “Allah’ım, benim Rabbim sensin, senden başka ilâh yok. Beni sen yarattın ve ben senin kulunum. Ben gücüm yettiğince sana verdiğim söz üzereyim ve s enin v aadine de güveniyorum. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Bana olan nimetini itiraf ediyorum. Günahlarımı da itiraf ed iyorum. Günahlarımı bağışla, çünkü günahları senden başka bağışlayacak hiç kimse yoktur.” 7 Âl-i İmrân, 3/135; Ebû Dâvûd, Tefrîu ebvâbi’l-vitr, 26; İbn Hanbel, I, 9. İbn Hanbel, I, 423. 3 İbn Hanbel, I, 446. 4 A’râf, 7/23. 5 İbn Mâce, Zühd, 30. 6 Müslim, Zikir ve dua ve tevbe ve istiğfar, 41. 7 İbn Hanbel, IV, 125. 1 2 Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı İLİ :BAYBURT AY-YIL :NİSAN 2014 TARİH :25.04.2014 (4.HAFTA) ﻱ . ِب ﺍ َّرﻝ ْس ِبﻡ ﺍ َّرﻝ ِب ﻱ ِب ْس ِب َِّ ُق ْل يا ِعب ِاد َس َرفُوا َعلَى أَنفُ ِس ِه ْم َ ي الذ ْ ين أ َ َ َ ِ َََّل تَ ْقَنطُوا ِمن َّر ْحم ِة الل َ ﻱ َّر ُس َق َق ْس ِب َق َق َّر ْس َق َقﺍ َق ُس ُسﺍ َّر ِب َق َّر manasına gelen Regaib Kandili'nde, tam bir teslimiyetle nefis muhasebesi yapmamız gerekir. Bu kutlu zaman dilimi, dua ile Allah’a yakararak günahların ağır vebalinden kurtulmak bakımından büyük bir fırsattır Allah'ın Rahman ve Rahim isimlerinin tecelli ettiği bu gecelerde, Allaha yönelen kalpler, açılan eller, arzedilen dua ve niyazlar geri çevrilmez. Bu mevsimde İslam Âleminde sineler Allah aşkı, sevgisi, Rasûlüllah (s.a.s) sevgisi, için çarpar. Fertlerin hayatında kalp huzuru ve itminan, toplum hayatinda sevgi, barışve paylaşma kültürü ziyadeleşir. ِ ِ اللَّ ُه َّم َب ان َ ب َو َ ض َ ش ْع َب َ ان َو َبلِّ ْغ َنا َرَم َ ار ْك لَ َنا في َر َج ÜÇ AYLAR VE REGAİB Muhterem Müslümanlar! 30 Nisan 2014 Çarşabma günü üç ayların başlangıcı Perşembe gününü Cuma gününe (01-02 Mayıs2014) bağlayan gece de Regaip Kandilidir. Üzerimize İlahi ihsan ve ikramların sağanak halinde yağdığı, feyiz ve bereketi bol bir mevsim olan üç aylara, bizleri ulaştıran Allah’a nihayetsiz hamdu senalar olsun Muhterem Müslümanlar! Üç aylar diye bilinen Recep, Şaban ve Ramazan ayları, kutsal zamanlardır. Bir hadisi şerifte; Rasûlüllah (s.a.v) Efendimiz, Receb ayı girince. “Âllahım! Receb ve Şabanı bize mübarek kıl! Bizi Ramazana ulaştır"(1) diye dua ederdi. Dolayısıyla bu aylar bir revizyon, yeniden inşa, tezkiye ve onarım mevsimi olarak da ifade edilebilir. Çünkü, bu aylarda insani meziyetler, vahyin rehberliğinde yeniden inkişaf eder, Müminler arasında, sevgi saygı, şefkat, merhamet ve paylaşma hisleri bu mevsimde ziyadeleşir. Başta Yüce Yaratana karşı olmak üzere, tüm insanlığa karşı görev ve sorumluluklarımızın bilinci gelişir. Üç ayların değerini ifade eden diğer bir önemli özellik ise, beş mübarek kandil gecesinden dördü olan; Regaip, Miraç, Berat ve bin aydan hayırlı olan Kadir gecesinin bu aylar içerisinde olmasıdır. Muhterem Müslümanlar! Üç aylar dediğimiz mübarek aylar içinde kutlanan ilk kandil de Recep ayının ilk Cuma gecesi olan Regaip Kandilidir. Allah (c.c)'ın rahmet ve mağfiretinin müminleri kuşattığı gece Değerli Müslümanlar! İlahî rahmete ve mağfirete gark olduğumuz bu kutlu gün ve gecelerde zikir, fikir ve şükrümüzü artıralım. Kusur ve kabahatlerimizin beğışlanması için nasuh tevbesiyle tevbe edelim. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) "İnsanoğlunun hepsi hata edici ve günah işleyicidir. Hata edenlerin en hayırlısı ise, hatasını bilip tövbe edenlerdir"(2) buyurmuşlardır. Yüce Allah (c.c) da okuduğum Ayet-i Celilede; “De ki: Ey günah işlemede haddi aşan kullarım! Allah’ın Rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahlar bağışlar."(3) buyurarak, bütün günahkarlara tevbe için büyük bir müjde veriyor gönül diliyle İslâm aleminin huzur ve felahi için dua edelim. Ömür muhasebesi yapalım. Allahın huzuruna gideceğimiz günü düşünelim. Hutbemi bir hadis-i şerif mealiyle bitirmek istiyorum. “Akıllı kimse, nefsine hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel edendir. Aciz ve ahmak kimse ise,nefsinin keyfine göre yaşayıp, Allah’tan güzel şeyler bekleyendir.(4) Bu duygu ve düşüncelerle Regaib Kandilinizi tebrik ediyor. İslâm âleminin birlik ve beraberliğine, insanlık âleminin barış ve huzuruna vesile olmasını, Cenâb-ı Allah'tan niyaz ediyorum. Redaksiyon : İl İrşat Kurulu KAYNAKLAR 1234- Camiü's-Sağîr, 2:90 Müslim, Buhari; Tevbe Zümer 53 Tirmizi, Kıyame, 25;İbn Mace, Zühd, 21; ILI : GENEL TARiHi :29.08.2014 *ibwL-.+ c! CDb'l' lt o, 4 H o etu e$ n Q) Q7"6;h, $'p Ati or'.5 yi't/;ti ;Q u) riy *9 |{r*at,klirvr;srt . $r fi ,i i tlllJt a ittt't:k o(t:i,yS U ZAFERLER ALLAII' TAIIDIR. Muhterem Miiminler! Okudu[um sure-i celilede Rabbimiz g<iyle buyuruyor: "Allah'rn zrferi ve fetih geldifinde ve de insanlarrn biiliik bdliik Allah'rn dinine girdiklerini giirdii[iinde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O'ndan balrglama dile. Qiinkii O, tiivbeleri gok kabul edendir."r Okudu[um hadis-i gerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) goyle buyuruyor: "Kim Allah'rn dini en iistiin olsun diye miicadele ederse o, Allah yolundadrr."2 Kardeglerim! Her yrl gelen A[ustos aynda millet olarak bizler,26 A[ustos 1071 tarihinde Anadolu'nun kaprlarmr isldm'a agan Malazgirt Meydan Muharebesini, 30 A[ustos 1922 tarihinde Anadolu'nun kaprlarmr dtigmanlara kapatan Bagkomutanhk Meydan Muharebesini ve diger zaferlerimizi hatrlarz. Tarihimize gider, ondan aldrgrmrz gtigle bugiintimtizii ve gelece$imizi inga ederiz. Bizi bagarrh krlan, zaferlere ulagtran ruh ve manayl anlamaya gahgrr; bundan yiiksek bir $uur elde etmeye gayet ederiz. Zaferler aymda biz mtiminlere diigen, tarihimizdeki fetih ve zaferlerle oviinmek defil; bu zaferlere gcittiren ruh ve manayr idrak edip aynr iman ve teslimiyete sahip olmaktr. Bizlere diigen bekamzr, varh$rmrzr korumak ve di.inya mazlumlannrn umutlannr boga grkarmamaktr. Unutmayahm ki millet olarak aynr iman ve ruha sahip oldu[umuz siirece agamayacalrmrz higbir engel, bagaramaya ca$rmtz higbir zorluk yoktur. Deferli Miiminler! Islam colrafuasmm bugiinlerde maflrz kaldr[r zuliim, zorbalrk, haksrzhk ve kdtiiltikler, zaferlerimizi ve bu zaferlerin arkasrndaki ruhu yeniden anlamaya olan ihtiyacrmrzr gok agrk bir gekilde ortaya koymaktadrr. Unutmayahm ki ecdadrmrza bu yiiksek ruhu kazandran "din-i mtibin-i isl6m" drr. Onlar i'la-yr kelimetullah u[runa yagamrglardrr. Allah adr en ytice olsun diye miicadele vermiglerdir. Yeryi.iziinde hak, hakikat, adalet, hukuk, ahlak, barrg ve huzur egemen olsun diye gaba sarf etmiglerdir. Onlar, isl6m'rn bang ve esenlik dini oldu[unu bi.itiin dtinyaya gostermiglerdir. Mazlumlann sr[ma!r, zalimlerin korkulu riiyasr olmuglardrr. $ehadet arzusunu higbir zaman yiireklerinden eksik etmemiglerdir. Din, iman, millet, vatan ve mukaddesat u$runa gerekti[inde candan ve canandan vazgegmeyi goze almrglardr. "Allah, miiminlerden,,mallannr ve canlannr cennet kargrhlrnda satrn almrgfi r"r ayeti gere$ince yagamrglardrr. Asrl zafer, insanrn gcinliinti kazanmaktrr. Asrl fetih, bir kalbi hakikate agmaktrr. Zafer, egemen olma hrsma kaprlmadan gi.izelli$i herkesin avucuna brrakabilmektir. Fetih, insan iradesini incitmeden, baskr ve zorlama yapmadan, imanrn ve isl6m'm goniillere teklif ediknesidir, Zaferlerin arkasrnda hep aynr ruh vardr. Bedir'de de aynr ruh vardrr, Malazgirt'te de... Mekke'nin Fethinde de aynr ruh vardrr Qanakkale Zaferinde de... istanbul'un Fethinde de aynr ruh vardr, Kurtulug Savagrnda da... igte bu ruh, istiklal gairimizin, "Garbrn afahrnr sarmr$sa gelik zrrhh duvar / Benim iman dolu giilsiim gibi serhaddim var / Ulusun, korkma! Nasrl biiyle bir imanr bofar / 'Medeniyet!' dedilin tek digi kalmrg canavar?" dizelerinde ifade ettigi fetih ruhunun ta kendisidir. Aziz Miiminler! Ancak kuwetli iman sahibi olanlar bii$k zaferlere erigebilirler. "Gevgeklik giistermeyin, iiziintiiye kaprlmayrn. E[er inanmrgsanrz iistiin gelecek olanlar sizlersiniz"n "Allah'a ve Ras0liine itaat edin ve birbirinizle gekigmeyin. Sonra gevgersiniz ve giiciiniiz, devletiniz elden gider."" ayet-i kerimelerinin farkrnda olanlar zaferlere kogabilirler. Zaferin olmazsa olmaz gartr, hakiki iman, salih amel ve gpzel ahlaktrr, Bug0niin Miisliimanlan en gok da bunlara muhtagtrr. Birlik ve beraberli[e, ilim ve irfana, fazilet ve erdeme muhtagtr. Evet, Miisli.imanlar son iki asrrdrr zaferlerc susamrgtr. Ancak bagan ve zafer Allah'tandrr. Allah'rn yardrmryladr. Yardrm ise beklemekle gelmez. Miisliimanlar, Allah'm yardrmrnr celb edecek bir halet-i ruhiye iginde olmahdrrlar. Allah'rn yardrmrnm gelmesi igin gayret gdstermelidirler. Trpkr Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)'in tirneklik ve rehberlilinde Mekke doneminde oldu[u gibi miiminler, nefislerini, kalplerini ve zihinlerini terbive etmelidirler, lmanlannr giiglendirmelidirler. ibadetlerini halisane yapmahdrrlar. Ahlaklarrnr gtzellegtirmelidirler. Ruhen ve bedenen zafere hazr olmahdrrlar. Sonrasmda da Allah'a tevekkiil edip neticeyi yine O'ndan beklemelidirler. Aziz Miiminler! Hutbemin bagrnda okudulum surede Rabbimiz, her fetih ve zaferden sonra biz mtiminlerden Rabbimizi hamd ederek tesbih etmemizi ve O'na tevbe ve istilfarda bulunmamzr emrediyor. Qilnkii insanoflu zaferlerden sonra gilnaha siiriiklenebilir. Baganlardan sonra nefsine yenik diigebilir. Bu bagarrlan verenin, bu zaferleri nasip edenin Allah oldu$unu unutuverir de nefsine pay grkarmaya kalkrgrr. Nefsine pay grkarrr da haktan, hakikatten, adaletten ve hukuktan aynlrr. Fazilet ve erdemleri terk eder. Bu sebeple Sevgili Peygamberimiz (s,a.s) bu sure indikten sonra "Siibhanallahi ve bihamdihi, estapfirullah ve etffbii ileyh" duasmr gokga yapmaya baqlamrgtrr.o Kardeglerim! Tarih boyunca bizlere zaferler kazandrran bi.ittin btiytiklerimizi, miibarek ecdadrmrzr, aziz gehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve gi.ikranla yAd ediyoruz. Hutbeme Rabbimizin Kerim Kitabrmrzda bizlere iilretti[i gu dua ile son vermek istiyorum: "Ey Rabbimiz! Bizim giinahlanmrzr ve iglerimizdeki tagkrnhklarlmrzr ba[rgla! Ayaklarrmrzr dinin iizere sabit krl! Ve KAfirler giiruhuna kargr bize yardrm eyle, bize zafer ihsan eyle!"' I 2 3 4 s Nasr, 110/l-3. Buhari cihad, 15. Tevbe, 9/l I l. At-i imran:1139. Enfal,8146. 6 Miislim, saldt,22o. 7 Al-iimrlir.,3/147. Haurlay an: Diyanet isleri B askanh{r İLİ : BAYBURT AY-YIL : OCAK 2013 TARİH : 25.01.2013 (4. HAFTA) ﺕ َﻭ َﻣﻦ ِ ﺴ َﻤ َﺎﻭﺍ ﺼ ِﻌﻖَ َﻣﻦ ﻓِﻲ ﺍﻟ ﱠ َﻭﻧُ ِﻔ َﺦ ﻓِﻲ ﺍﻟ ﱡ َ َﻮﺭ ﻓ ِ ﺼ ﺽ ِﺇ ﱠﻻ َﻣﻦ ﺷَﺎء ﱠ �ُ ﺛ ُ ﱠﻢ ﻧُ ِﻔ َﺦ ﻓِﻴ ِﻪ ﺃ ُ ْﺧ َﺮﻯ ﻓَﺈِﺫَﺍ ِ ﻓِﻲ ْﺍﻷ َ ْﺭ ُ ُﻫﻢ ﻗِﻴَﺎ ٌﻡ َﻳﻨ َﻈ ُﺮﻭﻥ akli kabiliyetleri, insani özellikleri yaratıldıkları gayeye uygun olarak harcar. Kendi hakkını bilir, Başkalarının haklarını gözetmeyi de bir görev sayar. Böylece mükâfat ve ceza gününün varlığı ve herkesin bu dünyadaki işinden dolayı Allah’ın huzurunda sorguya çekilecekleri gerçeği, ahirete iman etmiş olan kimselerin kalbinde yer etmiş olur ve toplumlar arasındaki bağların ve ilişkilerin sağlam bir hale gelmesini kolaylaştırır. AHİRETE İMANIN ÖNEMİ Muhterem Müslümanlar! İmanın altı şartından biri de Ahirete inanmaktır. Ahiretin terim olarak manası; ölümden sonra insanların tekrar dirilmesiyle başlayan ve ebediyen devam edecek olan bir hayatın adıdır. Ahirete inanmak her Müslüman için farzdır. Aziz Cemaaat! Yaratılmış tüm varlıkların zamanı gelince yok olmaları doğaldır. Çünkü Yüce Allah’tan başka ölümsüz, kalıcı varlık yoktur. Kur’an-ı Kerimde Yüce Allah: “Sura üflenir, Allah’ın dilediği kimseler dışında, göklerdeki h erkes ve ye rdeki he rkes öl ür. Sonra ona bir dah a üflenir, bir de bakarsın onlar kalkmış bekliyorlar.”(1) diye buyurarak bu gerçeği bizlere öğretmiştir. Ahirete inanan kimse, öldükten sonra tekrar dirileceğine, dünyadaki işlerinin karşılığı olan Cennet - Cehenneme ve oradaki hayatın sonsuz olduğuna da inanır. Böyle bir inanca sahip olan kişi, yaptığı bütün işlerden sorumlu olduğunu, herkesin haklarının burada verileceğini düşünür ve ona göre hareket eder. Ahiret hayatındaki sonsuz mutluluğun, ancak bu dünyada kazanılacağını da bilir. Değerli Müminler! Bu dünya bir bakıma ahiretin tarlası gibidir. Burada ne ekersek orada onu biçeceğimize şüphe yoktur. Bu konuda Yüce Kitabımızda Cenab-ı Allah: “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecek; kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.”(2) diye buyurmaktadır. Ahirete iman insana ve insanlığa çok şey kazandırır. Bunlardan bazıları; ahirete iman suretiyle Yüce Allah tarafından kendisine verilen Değerli Kardeşlerim! Ahirete iman fertlerin kalbinde ne kadar kuvvetli olursa, toplumlar arasındaki ilişkiler de o derece sağlam olur. O halde yaptığımız her işte ahiret hayatını aklımızdan çıkarmayalım. Yaptıklarımızın bir gün hesabını vereceğimizi unutmayalım. Ahirette mutlu ve huzurlu olmak için İslam’ın çizdiği sınırdan dışarı çıkmayalım. Ne mutlu ahiret hayatına inanıp, Ahiret için dünyada iken hazırlık yapanlara! Hutbe Komisyonu KAYNAKLAR : (1) Zümer 68 (2) Zilzal 7,8 İLİ : BAYBURT AY-YIL : OCAK 2013 TARİH : 11.01.2013 (2. HAFTA) َﺕ ﺫَﺍ ْﺍﻟﻘُ ْﺮﺑَﻰ َﺣﻘﱠﻪُ َﻭ ْﺍﻟ ِﻤ ْﺴ ِﻜﻴﻦَ َﻭﺍﺑْﻦ ِ َﻭﺁ ً ﺴﺒِﻴ ِﻞ َﻭﻻَ ﺗ ُ َﺒﺬّ ِْﺭ ﺗ َ ْﺒﺬِﻳﺮﺍ ﻟ ﱠ AKRABA İLİŞKİLERİ Muhterem Müslümanlar! “Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver; elindekileri saçıp savurma.”(İsra, 26) Yüce dinimiz İslâm akrabalık ilişkilerine büyük önem vermiş, onlara karşı ilgisiz ve alakasız kalmayı büyük günahlardan saymıştır. Nitekim Cenabı Hak ; “Ey İnsanlar sizi b ir t ek nefisten yaratan ve Ondan da eşini yaratan, i kisinden birçok erkek ve kadın (meydana getiren) yapan Rabbimize karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah, üzerinizde bir gözetleyicidir.”(1) buyurmaktadır. Başka bir ayeti kerimede ise, akrabalık bağlarını koparmak bozgunculuk yapmakla bir tutulmuş, böyle yapanlarında Allah’ın lanetine uğrayacakları bildirilmiştir. “Demek yü z çevirdiğinizde, yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve akrabalık bağlarını koparacaksınız öylemi? İşte bunlar Allah’ın lanetleyip, kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimselerdir.”(2) “Allah’a ve ah iret gü nüne i nanan m isafirine ikram etsin akrabasıyla bağını koparmasın.”(4) Selman ibn-i amr’dan rivayet edildiğin göre Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu; “Yoksula verilen sadaka, bir sadaka, akrabaya verilen sadaka, iki sadaka yerine geçer. Biri sadaka sevabıdır, ötekide akrabayı koruyup gözetme sevabıdır.”(5) Ahirette cezasını ayrıca vermekle beraber Dünya’da A llah’u Teâlâ’nın çabucak cezalandırmasını en fazla hak eden günahlar; zulüm ve akrabasını ihmal etmektir.(6) “Akrabasıyla giremez.”(7) ilgisini Peygamber Efendimiz (s.a.v.) akrabalık ilişkilerini farklı yönleriyle şöyle dile getirmişlerdir; “Rahim (akrabalık) Allah’ın rahmetinin eserlerindendir. Kim bu bağı korursa Allah ona merhamet eder, kim onu koparırsa, Allah (c.c) ondan ihsan ve rahmetini keser”(3) kimse cennete Değerli Kardeşlerim! Akrabalar arasında zaman zaman çeşitli sebeplerden dolayı kırgınlıklar olabilir. Ancak böyle durumlarda hoşgörülü davranmalı, meseleleri fazla büyütmemeli ve akrabalık bağını koparmamaya özen göstermeliyiz. Yetişen neslimize de akraba ziyaretinin önemini anlatmalı, onlara hısım, akraba ve dostlarımızı tanıtmalıyız. Hutbeme bir hadis mealiyle son vermek istiyorum. “Kim rızkının genişlemesini, ömrünün uzamasını isterse akrabasıyla bağını (8) koparmasın.” Efrail GÜLSÜM Müezzin-Kayyım/BAYBURT “Sıla-i rahim” diye tabir ettiğimiz; akrabayı arayıp sormak, onları ziyaret edip ilgilenmek, hal ve hatırlarını sorup, onlara karşı tatlı dilli, güler yüzlü olmak, kendileri hakkında iyi şeyler düşünmek, yardımlarına koşmak, maddi ve manevi destek sağlamaktan ibaret bir ameldir. Aziz Müminler! kesen Kaynaklar : 1-Nisa Suresi 1 2-Muhammet Suresi 22,23 3-Buhari Edep 11 4-Riyazussalihin Birrül valideyn 5-Tirmizi Zekat 6-Riyazussalihin Şerhi 7-Müslim Birr 8-Buhari Edep İLİ : BAYBURT AY-YIL : MART 2013 TARİH : 01.03.2013 (1. HAFTA) ْ َ�ُ َﻭ ِﺟﻠ ﺖ ﻗُﻠُﻮﺑُ ُﻬ ْﻢ ّ ِﺇﻧﱠ َﻤﺎ ْﺍﻟ ُﻤﺆْ ِﻣﻨُﻮﻥَ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ِﺇﺫَﺍ ﺫ ُ ِﻛ َﺮ ْ ََﻭ ِﺇﺫَﺍ ﺗ ُ ِﻠﻴ ﻋﻠَﻰ َﺭ ِﺑّ ِﻬ ْﻢ َ ﻋﻠَ ْﻴ ِﻬ ْﻢ ﺁﻳَﺎﺗُﻪُ ﺯَ ﺍﺩَﺗْ ُﻬ ْﻢ ِﺇﻳ َﻤﺎﻧﺎ ً َﻭ َ ﺖ ََﻳﺘَ َﻮ ﱠﻛﻠُﻮﻥ ALLAH’A İMAN Muhterem Müminler! İman; tasdik etmek, kabullenmek ve benimsemek manalarına gelmektedir. Genel manada ise; İman esaslarını “Dil ile ikrar, kalb ile tasdik etmek ve uzuvlarla da amel etmekten ibarettir.” Kamil bir mümin için yaratılışın en büyük gayesı Allah’ı (c.c) Kur’an’da tarif ettiği şekilde isim ve sıfatlarıyla tanımak iman etmektir. Aziz Cemaat ! Hz. Ömer (r.a): "Ben ve sahabeden bir gurup insan Hz. Peygamber’in (s.a.v) yanında oturuyorduk. Derken elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi. Üzerinde yolculuğa delalet eder hiçbir belirti de yoktu. Üstelik içimizden kimse onu tanımıyordu. Gelip Hz. Peygamber’in (s.a.v) önüne oturup dizlerini dizlerine dayadı, ellerini dizlerinin üstüne hürmetle koyduktan sonra sormaya başladı: “Ey Muhammed! (a.s) İman nedir?" Hz. Peygamber (s.a.v) : "İman Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmakdır. Kadere yani hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna da inanmakdır." buyurdu. O zât"Doğru söyledin!" diye tasdik etti.....” Daha sonra Hz. Peygamber Bu Cibril aleyhisselamdır. Size dininizi öğretmek için geldi"(1) buyurdu Cibril hadisi olarak da bilinen yukarıdaki hadisi şerifin birinci bölümünde, iman esasları ifade edilmiştir.. Bu itibarla; Allah’a İman; Allah ile kul arasındaki ilişkilerin en temel esasıdır. Değerli Kardeşlerim ! İnsan olarak, Yüce Allah’ı tanımak ve O’na kulluk etmek üzere yaratıldık. Dolayısıyla Allah’a (cc) iman, dünya ve ahiret saadetimizi sağlayacak en değerli sermayemizdir. Ve dünyamızı aydınlatan bir nurdur. Cenab-ı Hakk’ın güzel isimlerinin tecellileri ancak Allah’a (cc) iman sayesinde görünür. hayatın zorlukları ancak bu iman gücüyle göğüslenir.. Bu sayede kişi. Yüce kudretin murakabesini uzerinde hisseder. Ahde vefa gösterir, emanate riayet eder ve kardeşlik hukukuna saygı gösterir. Kısacası fazilet timsali bir insan olur, .Nitekim Kuran-ı Kerimde: “ İnananlar ancak o kimselerdir ki Allah (cc) anıldığı zaman kalpleri titrer, âyetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır. Ve Rablerine güvenirler."(2) .Ayeti Celile ile iman ehlinin en üstün vasıfları beyan edilmiştir. Değerli Kardeşlerim! Mahlukatın en şereflisir insandır, insanın Allah (cc) katındaki en yüksek payesi de. Alaha’a imandır. .O’na olan muhabbetiyle dünya ve ahiret hayatının saadet ve mutluluğunu elde eder. Bu sebeple, iman ehli huzurludur, mesut ve bahtiyardır, Hutbemi Peygamber Efendimiz (s.a.v.) in imanla ilgili bir hadisi şerifinin mealiyle bitirmek istisorum.: “Üç haslet kimde bulunursa o kimse imanın tadını bulur: Allah ve Rasulü kendisine başkalarından daha sevgili olmak, sevdiklerini yalnız Allah için sevmek, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra yine küfre dönmekten ateşe atılmasından hoşlanmadığı gibi hoşlanmamak.”(3) Rabbim, bizleri İslâm üzere yaşayan üzere vefat eden kullarından eylesin.” iman HUTBE KOMİSYON KAYNAKLAR 1-Buhari ,Müslim;İman 1 2-Enfal2 3- Müslim: Kitabül-İman / 67 İLİ :BAYBURT AY-YIL :HAZİRAN 2013 TARİH :14.06.2013 2. HAFTA ﻋﻠَﻰ َﻭ ْﻫ ٍﻦ َﻭ َﻭ ﱠ َ ً ﺴﺎﻥَ ِﺑ َﻮﺍ ِﻟﺪَ ْﻳ ِﻪ َﺣ َﻤﻠَﺘْﻪُ ﺃ ُ ﱡﻣﻪُ َﻭ ْﻫﻨﺎ َ ﺍﻹﻧ ِ ْ ﺻ ْﻴﻨَﺎ ْ َ ُ ﻴﺮ ُ ﺼ ِ ﻲ ﺍﻟ َﻤ َ ﺼﺎﻟﻪُ ﻓِﻲ َ َِﻭﻓ ﻋﺎ َﻣﻴ ِْﻦ ﺃ ِﻥ ﺍ ْﺷ ُﻜ ْﺮ ِﻟﻲ َﻭ ِﻟ َﻮﺍ ِﻟﺪَﻳْﻚَ ِﺇﻟَ ﱠ ANNE-BABA HAKKI Muhterem Müslümanlar! Yaratılmışların en şereflisi bulunan insanların, birbirlerine karşı vazifeleri ve hakları vardır. Hiç şüphesiz Allah (cc) ve Resul’ün (sav) den sonra annebaba hakları gelmektedir. Anne, evladının yetişmesi uğrunda gençliğini, sağlığını, güç ve kuvvetini, hayatını feda etmiştir. Bin bir zorluklarla onu rahminde taşımış, ölümle yüz yüze gelerek dünyaya getirmiş, emzirmiş ve büyütmüştür. Geceleri evladını istirahatı uğrunda kendi rahatını feda etmiş, yavrusu ağlayacak olsa ızdıraba tutulmuştur. Annenin yüzü evladının çileleriyle sararmış, selvi gibi boyu çocuğunun yükü altında iki büklüm olmuştur. Baba, evladının nafakasını tamamlamak, tahsil ve terbiyesini öğretmek için fikren ve bedenen, maddeten ve manen hiçbir fedakârlıktan çekinmemiştir. Anne ve Babanın bu kadar iyiliklerine nail olan bir evlat onlara teşekkür etmeyecek olursa Allah’a (cc) şükretmiş sayılmaz, zira bir evlat, iman sahibi, ahlak ve fazilet sahibi ise hep anne-babanın telkin ve terbiyesiyle olmuştur. Abdullah Bin Mesut (r.a.) anlatıyor; “Peygamber efendimiz (s.a.v)’e Allah (c.c)’a göre hangi amel daha sevimlidir diye sordum. Rasulullah; Vaktinde kılınan namazdır buyurdu. Ben sonra hangisidir? Sordum Rasul-ü Ekrem; Anne – babaya iyilik etmektir buyurdu. Ben daha sonra hangisidir? Diye sordum. Fahri kâinat efendimiz; Allah yolunda cihattir” (2) cevabını verdi. Hadisi nebevide görülmektedir ki, anne ve babanın hakkı cihattan önce gelmektedir. Zira evlat, cihat şuurunu, vatan perverliğini annesinin ninnilerinden almıştır. Hz. Aişe’nin kız kardeşi Esma (r.a.) Peygamber efendimize (s.a.v)’e gelerek dedi ki; Annem (İslâmiyeti kabülden) yüz çevirdiği halde (bana bir hacet için) geldi ona iyilikte bulunabilirliyim? Rasulü Ekrem (s.a.v.); “evet Annene iyilik (ve yardımda) bulunabilirsin”(3) buyurmuştur. Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’e bir şahıs geldi büyük günah işlediğini, bundan tövbe etmenin bir çaresi olup olmadığını sordu. Rasulü Ekrem (s.a.v.) ona günahının ne olduğunu sormayıp, “Sadece hayatta bulunan annen var mı? Buyurdu, o şahıs hayır dedi. Teyzen var mı? Buyurdu, evet cevabını verdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Teyzene iyi bak” (4) buyurdu Hutbemi bir ayet mealiyle bitirmek istiyorum. “İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: "Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır."(5) Muhterem Müminler! Genç Osman TÜRKOĞLU Aydıntepe/ BAYBURT Anne -babaya karşı hürmet, saygı ve tevazuda azami dikkat göstermeliyiz, zira cennet onların ayakları altındadır. Bir genç sahabe, Rasulullah (s.a.v) a gelerek cihat için izin istemişti. Peygamberimiz anne – babasının hayatta olup olmadığını sormuş, her ikisinin de hayatta olduğunu öğrenince; “Git onların arasında cihat et” buyurmuştur. Bu hadis-i şerif Anne- babaya hizmetin Allah(cc) yolunda cihat etme sevabına denk olduğuna işaret etmektedir. Bir adam, Resul-i Ekrem’in huzuruna gelerek; “Ey Allah’ın Resulü! İyi muameleye insanlardan en fazla hak sahibi olan kimdir? diye sordu. Rasulullah efendimiz ; “Anandır, sonra yine anandır, daha sonra yine anandır, sonra babandır, sonra yakınlık derecelerine göre (diğer) hısımlarındır.(1) buyurdu. KAYNAKLAR: 12345- Et Tâc Buhari, Müslim Et Tâc Et Tergib vet –Terhib Lokman 14 İLİ AY-YIL TARİH : BAYBURT : ŞUBAT 2013 : 15.02.2013, ( 3.Hafta) � ِ ﺳ ِﺒﻴ ِﻞ ﱠ َ َﻭ َﻻ ﺗَﻘُﻮﻟُﻮﺍ ِﻟ َﻤ ْﻦ ﻳُ ْﻘﺘ َ ُﻞ ﻓِﻲ ٌ ﺃ َ ْﻣ َﻮ َﺍﺕ ﺑَ ْﻞ ﺃ َ ْﺣﻴَﺎ ٌء َﻭﻟَ ِﻜ ْﻦ َﻻ ﺗ َ ْﺸﻌُ ُﺮﻭﻥ BAYBURT’UN KURTULUŞU Muhterem Müslümanlar! İnsanların kutsal ve değerli saydıkları şeyler vardır. İşte bu değerlerden biri de, vatandır. Vatan olmadan, bir milletin var olması mümkün değildir. Bir milletin var olması, hayatını devam ettirebilmesi, özgür bir şekilde yaşayabilmesi, vatana sahip olmasıyla mümkündür. Bundan dolayıdır ki, vatan sevgisi, sevgilerin en yücesi ve en kutsalı sayılmıştır. Vatan sevgisi, imandandır. Ancak, bu sevgi kuru bir lafla olmaz. Vatanını seven, onun uğrunda canını, kanını ve malını feda etmekten çekinmez. Bu konuda şair ne güzel söylemiş. “Bayrakları bayrak yapan, üstündeki kandır. Toprak uğrunda ölen varsa, vatandır.” Bizler Vatan uğrunda kanlarıyla, canlarıyla, kahramanlık destanları yazan, şehitler ve gazilerle dolu bir Milletin evlatlarıyız. i Değerli Cemaat! Asırlarca İslâm diyarı olmuş, taşına torağına İslâm sinmiş, nice vatan ve gönül Fatihlerini bağrında saklamış, bu ulular diyarını korumamız bizim en asîl görevimizdir. Bizi, şefkatli bir ana kucağı gibi bağrına basan, bu toprakları düşmanlara çiğnetmemek, semayı çınlatan ezanı, gönülleri yeşerten Kur’an seslerini, susturmamak, bu kutsal toprağın altında yatan şehitlerimizi rahatsız etmemek, üstünde yaşayanları zillete düşürmemek için, canla başla çalışmak, hem dinî hem de millî bir borçtur. Değerli Cemaat! Bu şehri, atalarımızın aziz bir armağanı bilip, bu uğurda, canlarını, mallarını feda eden şehit ve Gazilerimize, bu güzel şehrimiz için her türlü fedakârlığa katlanan ecdadımıza, Yüce Allah’ tan rahmet diliyorum. Hutbemi, bir âyet mealiyle bitiriyorum. “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.”iv İbrahim GÜR İmam-Hatip/AYDINTEPE Değerli Cemaat! Kahraman ecdadımız, I. Dünya savaşında, Rus askerlerine karşı, 2 Mart 1916 tarihinde, Kop dağında büyük bir direnme ve savunma örneği göstermişlerdir. Bu kahramanlık, tarihe II. Pilevne savunması olarak geçmiştir. I. Dünya savaşı sonrasında, Osmanlı Devleti’nin parçalanması ile beraber, Rus ve Ermeniler 16 Temmuz 1916 da, Bayburt’u işgal etmişlerdir. Bu işgal esnasında, şehir merkezi ve köylerde katliamlar yapmışlardır. Bu katliamlardan en ağırı, 1918 Şubat ayında, Ermeniler’ in yüzlerce dede ve ninelerimizi, taş mağazalarına doldurup diri diri yakmalarıdır. ii Aynı şekilde, köylerimizden; Yukarı Kırzı’da, Ermeniler’in kötü muamelelerine maruz kalmamak için, içme suyu kuyularına atlayan 20 genç kadın ve 30’a yakın, köylü kardeşlerimizin katledilip, şehit edilmesi Bayburt’da gerçekleştirilen, katliamlardan bazılarıdır.iii Bayburt, şehit ve gazilerimizin kahramanca, şehrimizi savunmaları neticesinde, 21 Şubat 1918 günü işgalden kurtulmuştur. Vaaz ve İrşad (M. ALTUNKAYA) Bayburt Tarihi Mehmet Ali MEHMETOĞLU iv 2. Bakara: 154 i ii iii İLİ :BAYBURT AY-YIL :HAZİRAN 2013 TARİH :21.06..2013, 3. HAFTA Muhterem Müslümanlar! ﺎﺭ َﻛ ٍﺔ ِﺇﻧﱠﺎ ِ ﺣﻢ * َﻭ ْﺍﻟ ِﻜﺘ َﺎ َ َﻴﻦ * ِﺇﻧﱠﺎ ﺃَﻧﺰَ ْﻟﻨَﺎﻩُ ﻓِﻲ ﻟَ ْﻴﻠَ ٍﺔ ﱡﻣﺒ ِ ِﺏ ْﺍﻟ ُﻤﺒ *ُﻛﻨﱠﺎ ُﻣﻨﺬ ِِﺭﻳﻦَ * ﻓِﻴ َﻬﺎ ﻳُ ْﻔ َﺮ ُﻕ ُﻛ ﱡﻞ ﺃَ ْﻣ ٍﺮ َﺣ ِﻜ ٍﻴﻢ BERAT GECESİ Muhterem Müminler! Önümüzdeki pazarı pazartesiye bağlayan gece, mübarek Berat Gecesidir. “Berat” kelimesi; günah, suç, borç ve cezadan kurtulma demektir. Berat ve kadir geceleri, Cuma ve bayram günleri gibi mübarek gün ve geceler; Müslümanların Allah’a yöneldikleri, çeşitli ibadetlerle meşgul oldukları, hayır ve hasenat yaptıkları; dua, tövbe ve istiğfar ile günahlarının bağışlanmasını niyaz ettikleri bereketli ve feyizli zamanlardır. Sevgili Peygamberimiz (a.s.), en çok Şaban ayında, özellikle Berat gecesinin yaklaştığı günlerde nafile oruç tutmuş ve bunun sebebini soranlara, “Ameller, bu ayda âlemlerin Rabb’ı yüce Allah’a arz edilir. Ben de amellerimin oruçlu iken Allah’a arz edilmesini isterim” cevabını vermiştir.(1) Yüce Allah, Duhan Suresinde; “Apaçık kitaba yemin olsun ki, Biz Kur’an’ı mübarek bir gecede indirdik. Biz, gerçekten uyarıcıyız. O mübarek gecede, her hikmetli iş katımızdan bir emirle ayırt edilir.”(2) buyurmuştur. Ayette geçen, “mübarek gece” den maksat; Berat veya Kadir gecesidir. Sevgili Peygamberimiz (a.s.), “Şaban ayının 15. gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde de oruç tutun. Çünkü yüce Allah, bu gece dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve “tevbe eden yok mu? Onu affedeyim. Rızık isteyen yok mu, ona rızık vereyim, hastalığından şifa isteyen yok mu ona şifa vereyim. Yok, mu şunu isteyen yok mu bunu isteyen” der. Bu durum, sabaha kadar devam eder” buyurmuştur.(3) Rahmeti gazabını geçen Yüce Rabb’imizin hayır ve bereketini, af ve mağfiretini yağmur gibi üzerimize yağdırdığı bu mübarek geceyi fırsat bilip tövbe, dua ve niyaz ile geçirmeli; bu ilâhî ziyafetten faydalanmak için elimizden gelen gayreti göstermeliyiz. Peygamberimiz (s.a.v.); Allah’a ortak koşmak, kin ve düşmanlık beslemek, kibir ve gurur içinde olmak, içki ve uyuşturucu kullanmak, akraba ve komşularla ilişkiyi kesmek, ana-baba haklarına riayet etmemek gibi günahların, bu gece vesile edilerek terk edilmesini tavsiye etmiş, günahlarına ısrar edenlerin, af ve mağfiretten mahrum kalacaklarını ve bu gecenin feyzinden yararlanamayacaklarını bildirmiştir.1 Aziz Müminler! Geçtiğimiz yıl, Berat gecesine erişip de ölümü akıllarından bile geçirmeyen birçok insan, dünyadan göçüp gitmiştir. Ölüm, herkes için mukadderdir. Hiçbirimizin, bir sene daha yaşayacağına garantisi yoktur. O halde, yüce Allah’ın bizlere bahşettiği Berat gecesi gibi mübarek vakitleri güzelce değerlendirelim. Bu vakitlerin, bir ganimet olduğunu bilelim. Yüce Rabbimizin, her zaman açık olan tövbe kapısına yönelelim. Bu geceyi, gafletle geçirmeyelim. Yakınlarımızı, komşularımızı, yoksulları görüp gözetmeyi unutmayalım. Birbirimize, sevgi ve saygı gösterelim. Hep iyiliğe yönelelim. DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI Kaynakalr : 1-Tac.ll.106 2-Duhan/1-4 3-Tac.ll.107 4- Bkz. Münzirî, Tergîb ve’t- Terhîb, II, 241. İLİ : BAYBURT AY-YIL : EYLÜL- 2013 TARİH : 27/09/2013 (4. HAFTA) CAMİLERİMİZİN SOSYAL HAYATIMIZDAKİ YERİ VE ÖNEMİ MUHTEREM MÜSLÜMANLAR ! Camiler, t opluca Allah’a yöneldiğimiz, namaz kılıp kulluk vazifemizi yerine getirdiğimiz Yüce Yaratan’a dua ve ni yazda bul unarak, cemaat ha linde birlik ve beraberliğimizin yaşatıldığı, Kabe’nin şubesi olan kutsal mekanlardır. Ezanlarla ber aber camilere koşan mü’minler, Allah e vinin misafiri olmanın bilinciyle, kötü duygu ve düşünceden arınarak, hakkın huzurunda el bağlarlar. Namazla ber aber am ir-memur, işçi-işveren, küçükbüyük, yan yana, omuz omuza durarak, Hakkın huzurunda secdeye kapanır ve yalnız O’nun rızasına nail olmaya çalışırlar. AZİZ MÜ’MİNLER ! Camiler, İslam toplumunda birlik ve dayanışmanın merkezi, ilim ve irfan ocaklarıdır. Aynı zamanda c amiler müslümanlara di ni v e ahl aki değerlerin öğretildiği önemli mekânlardan biridir. Camileri yaşatmanın en iyi yolu, bu mübarek mekanları cemaatsiz bırakmamak, çevresini bir kültür merkezi haline getirmektir. Bu maksatla, beş vakit namazın camilerde kılınmasını teşvik eden Peygamberimiz ( s.a.v): “Cemaatle kılınan namazın, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletli olduğunu”(1 ) bildirmiştir. DEĞERLİ MÜSLÜMANLAR ! Yüce Allah camilerin imarı ve önemi hakkında Kur’an-ı Kerimde şöyle buyuruyor: “Allah’ın mescitlerini, an cak A llah’a ve ah iret g ününe i man eden, namazlarını dosdoğru kılan, zekatlarını veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola erenlerden olmaları umulanlar bunlardır.” (2) Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) ise: “Kim Allah rızası için bir mescit yaptırırsa, Allah da bunun karşılığında ona cennette bir köşk ihsan eder.”(3) buyurmuştur Camilerin imar ve inşası konusunda büyük gayret gösteren aziz milletimiz, mevcut camilerin yıllık bakım ve temizliğini, gerektiğinde onarımını dün olduğu gibi bugün de severek yapmaktadır. Bu konuda, 1980 yılından beri Diyanet İşleri Başkanlığımız, her yıl Ekim ayının ilk haftasını “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak kutlamaktadır. .Başkanlığımız ve Müftülükler tarafından, bu h afta v esilesiyle, c amiler göz den geçirilmekte ve yapılması gerekenler ele alınmaktadır. DEĞERLİ KARDEŞLERİM ! Cami ve m escitlerle aramızdaki bağları sıcak tutalım. Çocuklarımızı da camilere alıştıralım. Onların temiz k alplerine; din, i man, vatan, b ayrak, m illet sevgisini yerleştirelim. Cemaatsiz kalan camiler, matem havasına bürünürler. Onları mahzun bırakmayalım. Bu i tibarla, c amilerimizin önem inin d aha i yi anlaşılması için “Camiler v e D in G örevlileri Haftasının” milletimize hayırlı olması temennisi ile hutbemi bi r ha dis-i şerif meali ile b itirmek is tiyorum. “Her kim cam i v e mescitlere g erekli i lgiyi gösterirse, C enab-ı Allah da o na r ahmet ed ip, ondan hoşnut olur, her kim bir mescide ışık yakarsa; onun ışığı mescidi aydınlattığı sürece melekler ve arşı yüklenenler onun için istiğfar ederler.”(4 ) HAZIRLAYANIN ADI SOYADI :İl Hutbe Komisyonu ÜNVANI : M. ILI KAYNAKLAR 1. Müslim 1/450 h. No.650 2. Tevbe, 18 3. Tirmizi R.S.Terc.C-2 Sh.38 4. Enes b.Malik Mühasefetül Kulub.İ. : Şube Müdürü İLİ : BAYBURT AY-YIL : MART 2013 TARİH : 15.03.2013 (3. HAFTA) ﺴ ُﻬ ْﻢ َﻭﺃ َ ْﻣ َﻮﺍﻟَ ُﻬﻢ ّ ِﺇ ﱠﻥ َ ُ�َ ﺍ ْﺷﺘ َ َﺮﻯ ِﻣﻦَ ْﺍﻟ ُﻤﺆْ ِﻣﻨِﻴﻦَ ﺃَﻧﻔ َﺑِﺄ َ ﱠﻥ ﻟَ ُﻬ ُﻢ ﺍﻟ َﺠﻨﱠﺔ ÇANAKKALE SAVAŞI Muhterem Müslümanlar! “Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Tevrat, İncil ve Kuran'da söz verilmiş bir hak olarak cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; bu büyük başarıdır”(1) Çanakkale, şanlı tarihimize altın harflerle yazılan, dünyanın hasta dediği bir devletin, düşmanları dize getirdiği bir savaşın adıdır. Çanakkale harbi; kan deryasında dirilişin destanıdır. Çanakkale harbi, özlemlerin, hayallerin, sevdaların, ümitlerin mahşere tehiridir. Çanakkale harbi, yenilmez denilen devleri devirerek devleşen kınalı kuzuların harman oluşudur. Çanakkale harbi, bu toprağın bedelinin kanla ödenerek vatan edilişidir. Çanakkale harbi, benliğinden ve kimliğinden koparılmaya çalışılan, özgürlüğüne vurulmak istenen esaret zincirlerine karşı Anadolu’nun milli direncinin şahlanışıdır. Çanakkale harbi, Bakara suresi 154. ayetinde buyrulan;’’Allah yol unda öldürülenlere ölüler demeyin! Hayır, onlar diridirler. Ancak s iz b unu b ilemezsiniz.’’(2) sırrına mazhar olabilme savaşıdır. Kıymetli Kardeşlerim! Milletimiz tarih sahnesinde var olduğu zamandan bugüne kadar sadece Çanakkale harbinde alay komutanı ve sancağıyla beraber ilk defa bir alay kaybetmiştir. Yarbay Hüseyin Avni ve emrindeki 57. alay son askerine kadar şehit olmuşlardır ve dünyanın en şanlı alayı olarak tarihe geçmişlerdir. Savaşın dehşetini ve Çanakkale savaşını bize kazandıran, Çanakkale ruhunu büyük komutan şöyle anlatıyor; “Biz kişilerin kahramanlık sahneleri ile meşgul olmuyoruz. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, hayrete ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale harbini kazandıran bu yüksek ruhtur.’’Milli şairimiz M. Akif ERSOY ise savaşın şiddet ve önemini yazdığı şu iki mısra ile özetliyor. ’’Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i. Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi.’’(3) Muhterem Cemaat! Çanakkale savaşı ile bir milleti, bir kültürü, bir dini tarih sahnesinden silmek isteyen düşmanlarımıza karşı verdiği mücadele ile “Çanakkale ge çilmez” ruhunu ortaya koyan atalarımıza karşı bir görev bilip Çanakkale ruhunu kendimize ve evlatlarımıza öğretmeliyiz. Çanakkale ruhu bu millete her zaman lazım olacak manevi bir güç, maddi bir dayanaktır. Lazıyla, Çerkeziyle, Kürdü ile, Arab’ı ile Türk’ü ile Çanakkale de bir zafer kazandık. Bu kardeşlik destanı olan Çanakkale ruhunu her zaman iyi hatırlamalıyız ve hatırlatmalıyız, milletimizin üzerinde oynanan oyunları ona göre değerlendirip kardeş kavgalarına son vermeliyiz. Bu vesile ile tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmetle ve minnetle anıyor, onlara layık nesiller olmayı, bu vatan için hayırlı işler yapmamızı Yüce Mevla’dan niyaz ediyorum. Göksel ŞAHİN İmam-Hatip/BAYBURT Kaynaklar : 1-Tevbe 111 2-Bakara suresi 154 3-Safahat c,1 İLİ : BAYBURT AY-YIL : NİSAN 2013 TARİH : 12.04.2013 ُ َﻣﺎ َﻳ ْﻠ ِﻔ ٌﻋ ِﺘﻴﺪ ٌ ِﻆ ِﻣﻦ ﻗَ ْﻮ ٍﻝ ِﺇ ﱠﻻ ﻟَﺪَ ْﻳ ِﻪ َﺭﻗ َ ﻴﺐ DİLİN KORUNMASI Muhterem Müminler! İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliklerden biri de konuşma yeteneği yani dilidir. İnsana konuşma yeteneğini veren Yüce Allah bu istidat ve kabiliyeti insan dışında başka canlılara varmemiştir. İnsan bu nimet sayesinde duygu ve düşüncesini ifade eder. İnanç ve taatin yada inkar ve isyanını dil vasıtasıyla beyan eder. Değerli Müminler! Söz ve beyan; kişinin, îmânî ve ahlâkî durumunu gösteren parlak bir ayna gibidir. Şeyh Sâd-i Şîrâzî ne güzel söyler: “İki şey akıl hafifliğini gösterir. Söyleyecekyerde susmak, susacak yerde söylemek.” Günümüzde yaşanan pek çok sıkıntı yanlışbeyandankaynaklanmaktadır. Zîrâ dil, hayrın anahtarı olabileceği gibi, şerrinde anahtarı olabilir. Nitekim bir hadisi şerifte Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.): "Ademoğlu sabaha erdi mi bütün azaları, dile nida edip: "Bizim hakkımızda Allah'tan kork. Zira biz sana tabiyiz, sen istikamette olursan biz de istikamette oluruz, sen sapıtırsan biz de sapıtırız! derler."(1 )Nitekim İslam büyükleri; “Üslûb-i beyân aynıyla insandır” buyurmuşlardır. Dolayısıyla, kâmil bir mü’minin konuşmasında nâzik ve edepli olmalıdır. Nitekim âyet-i kerîmede Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Sağında ve solunda, onunla beraber oturan iki alıcı melek yanında hazır birer gözcü olarak söylediği her sözü zaptederler..”(2) Bu nedenle; kâmil mü’minlerin söyleyecekleri söz, kendilerine veya muhâtaplarına zarar verecekse sükûtu tercih ederler. Hazret-i Ebû Bekir (R.A) ne güzel söyler: “Allah rızası için söylenmeyen bir sözde hayır yoktur. O halde, ne söylediğini, kime söylediğini ve ne zaman söylediğini iyi düşün!” Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet edilen bir hadiste "Resulullah (s.a.v) buyurdular ki; "Allah'a ve Ahiret gününe inanan kimse ya hayır konuşsun ya da sussun." (3) Değerli Kardeşlerim ! Dil küçük bir cisim olmasına rağmen sevap ve günah yönüyle fonksiyonu oldukça büyüktür. İnsanın kişiliği, aklî ve kalbî seviyesi diliyle ölçülür. Sevap ve günahların birçoğu dil ile alakalıdır. Sözlerimiz kişiliğimizi yansıtan belgelerdir. Bu nedenle sözlerimizi düşünüp taşınıp sonra söylemeliyiz. Her sözümüzün kayda geçirildiğini unutmayalım. Sükût eden kurtulmuştur fetvasınca, yalan, gıybet malayani gibi, amellerimizi boşa çıkaracak sözlerden sakınalım. Sözün doğrusunu zararımızda olsa söylemekten çekinmeyelim. Hutbemi bir hadis mealiyle bitirmek istiyorum. “Kişinin malayani şeyleri terki İslam'ın güzelliğinden ileri gelir."(4) KOMİSYON KAYNAKLAR 1234- Tirmizî, Zühd 61, (2409) (Kâf,17,18 [Tirmizî, Kıyamet 51, (2502) Tirmizî, Zühd 11, (2318, 2319 İLİ : BAYBURT AY-YIL : ARALIK-2013 TARİH : 13.12.2013 ﺳ َﻌﻰ * َﻭﺃ َ ﱠﻥ َ ﺎﻥ ﺇِ ﱠﻻ َﻣﺎ َ ﻺﻧ َ َﻭﺃَﻥ ﻟﱠﻴ ِ ْ ْﺲ ِﻟ ِ ﺴ ﻑ ﻳُ َﺮﻯ َ ُﺳ ْﻌﻴَﻪ َ َ ﺳ ْﻮ DİNİMİZDE ÜRETİCİ OLMANIN ÖNEMİ Muhterem Müminler! Yüce dinimiz İslâm ister bu dünya ister ahiret yararına olsun çalışmayı ibadet saymıştır. Dünya hayatımızı düzenlemek ve kimseye muhtaç olmamak, rahat bir yaşayış ve topluma faydalı olabilmek için üretici olmak ve çalışmak mecburiyeti vardır. Çalışkan ve üreten insan hayırlı insandır. Çünkü çalışarak kişi hem kendine, hem ailesine ve hem de topluma faydalı olmuş, başkasına yük olmaktan kurtulmuştur. Kısacası tüketici olmaktan çıkmış üretici durumuna gelmiştir. Tembelliğin Müslümanlıkta yeri yoktur. Sevgili peygamberimiz (s.a.v) boş duranları hiç sevmezdi. Bir hadisi şeriflerinde “Allah‘ım ! acizlikten ve t embellikten sana sığınırım”(1) buyurmuştur. Muhterem Müminler! İnsanların dünyada huzurlu, mutlu, onurlu bir hayat sürdürebilmeleri, ülkelerin mamur hale gelmesi, gelişip kalkınması, refah huzur ve düzene kavuşması, hiç şüphesiz çalışmaya ve üretmeye bağlıdır. Üretici durumda olan milletler gelişip ve yükselmişler, başkalarına bağımlı olmaktan kurtulmuşlardır. Üretmeyen toplumlarda tembellik hastalığına yakalanmış, fakirlikten kurtulamamış ve geri kalmışlardır. Bu durumda olan milletler kargaşa ve huzursuzluk gibi pek çok sıkıntı ve problemin ıstırabıyla karşı karşıya kalmışlardır. Müslüman; helalinden çalışıp kazanan ve üreten, kazandığını da belirli sınırlar içerisinde tüketen tükettiği zamanda israf etmeyen alın teri ve elinin emeğini yiyendir. Kuran-ı kerim de “Yiyiniz i çiniz f akat i sraf et meyiniz, çünkü Allah i sraf ed enleri s evmez.”(2) ve yine “İnsan için ancak çalıştığı vardır, şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir”(3) buyrulmuştur. Değerli Müminler! Günümüzde insanlara faydalı olmak istiyorsak fert ve toplum olarak çalışmak ve üretmek zorundayız. Çiftçi tarlasını bağını bahçesini ekerek, zenginler insanları istihdam etmek için iş yerleri ve fabrikalar kurarak, ilim adamları talebeler yetiştirerek bu ülkelerin kalkınmasına huzur ve refahına katkıda bulunurlar. Başta peygamberler olmak üzere bütün büyüklerimiz çalışmayı ve üretmeyi ihmal etmemişler ve hayatta birer meslek sahibi olmuşlardır. Hz Adem (a.s) çiftçi, İdris (a.s) terzi, Nuh (a.s) dülger (marangoz), İbrahim (a.s) dokumacı, Davut (A.s) demirci, Süleyman (a.s) hasırcı, Zekeriya (a.s) ve Resulullah (s.a.v) tüccar idiler. Muhterem Müminler! Dinimiz çalışmayı ve üretmeyi nafile ibadetten daha önemli tutmuştur. İslam dininde tembellik, zillet, dilencilik ve başkasına yük olmak yoktur. Hutbemi Peygamberimiz’in (s.a.v.) bir hadisi şerifiyle bitiriyorum. “Kişi kendi elinin emeğinden daha temiz bir kazanç el de etmemiştir.”(4) Âdem KELLECİ İmam Hatip/BAYBURT Kaynaklar: 1-Muhtarul ehadis shf :28 2- Araf suresi :31. Ayet 3- Necm suresi 39-40. Ayet 4- İbni mace, ticarat 1,724 İLİ :BAYBURT AY-YIL :TEMMUZ 2013 TARİH :26.07.2013 4. HAFTA ْ َﺕ َﻣﺎ َﺭﺯَ ْﻗﻨَﺎ ُﻛ ْﻢ َﻭ َﻻ ﺗ َ ﻮﺍﻣﻦ ﻄﻐ َْﻮﺍ ﻓِﻴ ِﻪ ﻓَ َﻴ ِﺤ ﱠﻞ ِ ﻁ ِﻴّﺒَﺎ ِ ُُﻛﻠ َ ﻋﻠَ ْﻴ ِﻪ َ ﻋﻠَ ْﻴ ُﻜ ْﻢ ﻀ ِﺒﻲ ﻓَﻘَ ْﺪ ﻫ ََﻮﻯ َ ﻏ َ ﻏ َ ﻀﺒِﻲ َﻭ َﻣﻦ ﻳَ ْﺤ ِﻠ ْﻞ َ Bile bile haram işlemek, haramlarda ısrar etmek büyük günahtır. İşlenen haramdan bir an önce vazgeçilmeli, pişmanlık duyup tövbe edilmelidir. Allah’ın açıkça haram kıldığı bir şeyin helal; helal kıldığı bir şeyin de haram olduğunu söylemek, Allah korusun, insanı dinden çıkarır. Bu konuda bilgili ve hassas olmamız gerekiyor. Aziz Mü’minler! HELAL VE HARAM DUYARLILIĞI Aziz Mü’minler! İrade sahibi insan için esas olan, iradesini serbest olarak kullanabilmesi, dilediği gibi davranabilmesidir. Ancak davranışlara hiçbir sınırlama getirilmemesi hâlinde hayatın çekilmez bir hâl alacağı da açıktır. Bu sebeple, insanlara dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamanın yollarını gösteren dinimiz İslâm, bazı şeyleri ve davranışları yasaklamış, bazılarını ise serbest bırakmıştır. Allah’ın açıkça yasakladığı şeylere “haram”, yasaklamayıp serbest bıraktığı şeylere de “helal” diyoruz. Mesela, başkasının malını gasp etmek, faiz alıp vermek haram, ticaret ve alışveriş yapmak, çalışıp kazanmak helal; zina etmek haram, evlenip yuva kurmak helaldir. Bir başka ifade ile Allah’ın emir ve yasaklarına uymamak haram; yasaklamadığı konularda dilediğince davranmak helaldir. Muhterem Müslümanlar! Dinin getirdiği yasaklar ve kısıtlamalar hayatı zorlaştırmaya değil; kolaylaştırmaya yöneliktir. “Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez”1 ayeti bu gerçeği ifade etmektedir. Hayatımızın verimini azaltan ve bize zararlı olan şeyleri Kur'an, “kötü ve çirkin” diye nitelerken; sahip olduğumuz insanî değerleri korumamızı sağlayan, bizi yücelten şeyleri de “güzel ve temiz” diye nitelemektedir. Haramlar Allah’ın koymuş olduğu sınırlardır. Yüce Allah, “...Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa şüphesiz kendine zulmetmiş olur.”2 Buyurmaktadır. Allah’ın haram kılmış olduğu şeylerden, kendi bakış açımızla “küçük” diyebileceklerimiz de, “ciddi” gördüklerimiz kadar önemsenmelidir. 1-Bakara, 2/185. 2Talak, 65/1. Haram ve helal konularında duyarlı olmak, bizi yaratan, ilim ve kudreti ile takip ve kontrol altında bulunduran Allah'a olan imanımızı kuvvetlendirir ve zinde tutar. Buna karşılık helal-haram çizgisine dikkat etmeden yaşanan bir hayat, fıtratın sağladığı iyiye yönelme eğilimlerini köreltir. Kötü ve zararlı eğilimlerin önünü açar. İnsan, çok kere sebebini anlayamadığı bir huzursuzluğa ve mutsuzluğa düşer. Haram-helal konusunda göstereceğimiz hassasiyetin önemini ortaya koyması açısından şu hadis-i şerif oldukça dikkat çekicidir: “Helal bellidir, haram bellidir. Bu ikisinin arasında birçok kişinin bilmediği şüpheli şeyler vardır. Kişi bunlardan sakınırsa dinini, onur ve haysiyetini korumuş olur. Şüpheli şeylerden kaçınmayanlar, koruluğun kenarında hayvanlarını otlatan kimse gibidir. Kolladığı hayvanların her an koruluğa girmesi mümkündür. Dikkat edin her hükümdarın bir koruluğu vardır, Allah’ın koruluğu da haram kıldığı şeylerdir...”3 Muhterem Müslümanlar! Dinimiz, helalinden kazanıp meşru ve mubah yerlere harcamamızı ve aşırılıktan kaçınmamızı emretmektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de; “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz ve helal olanlarından yiyin. Bu konuda aşırı da gitmeyin, yoksa üzerinize gazabım iner. Gazabım kimin üzerine inerse o muhakkak helak olur”4 buyrulmaktadır. HUTBE KOMİSYONU 3 4 Buhârî, “İman”, 39; “Büyû’ ”,2; Müslim, “Müsâkat”, 107-108. Tâhâ, 20/81. İLİ : BAYBURT AY-YIL : KASIM 2013 TARİH : 01.11.2013, 1. HAFTA ّ ﺳ ِﺒﻴ ِﻞ ِ� َ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺁ َﻣﻨُﻮﺍْ َﻭﻫَﺎ َﺟ ُﺮﻭﺍْ َﻭ َﺟﺎ َﻫﺪُﻭﺍْ ﻓِﻲ َ ﺑِﺄ َ ْﻣ َﻮﺍ ِﻟ ِﻬ ْﻢ َﻭﺃَﻧﻔُ ِﺴ ِﻬ ْﻢ ﺃَ ْﻋ �ِ َﻭﺃ ُ ْﻭﻟَﺌِ َﻚ ُﻫ ُﻢ ّ َﻈ ُﻢ ﺩَ َﺭ َﺟﺔً ِﻋﻨﺪ َْﺍﻟﻔَﺎﺋِ ُﺰﻭﻥ HİCRET Muhterem Müslümanlar! 04 Kasım Pazartesi günü 1 Muharrem, insanlık ve İslam tarihinin dönüm noktalarından biridir. Müslümanlarca takvim başlangıcı olarak kabul edilen Hz. Peygamber (s.a.v.) 'in Mekke'den Medine'ye hicretinin 1435 inci yıl dönümüdür. Allah elçilerinin sonuncusu, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) insanları, şirki ve küfrü, vahşet ve zulmü terk edip, sadece Yüce Yaratana ibadete, adalete, merhamete, insanî erdemlere davet etmekteydi. Mekkeli müşrikler bütün insanlığa rahmet olarak gönderilen bu yüce Elçi’ye akla hayale gelmedik işkence ve zulmü reva gördüler. O’na kucak açma, O’nunla insanlık onuruna yeniden ulaşma yerine; O’nu dışladılar, hayatına kastettiler. Bu ağır baskılar altında tebliğ ve davet görevini yerine getiremeyeceğini anlayan Kâinatın Efendisi, Miladi 622 yılında Mekke’den Medine’ye hicret etti. Bu hicret asla bir kaçış olmadığı gibi; sıradan bir göç de değildir. Muhterem Müslümanlar! Hicret; İslâm toplumunun bir güç hâline gelmesi ve çevresine kendini kabul ettirmesi sürecinin önemli bir adımı olmuştur. Hicret; her vesile ile birlik, beraberlik ve dayanışmayı vurgulayan İslâm’ın hayat bulmasına yol açan önemli bir olaydır. Hicret; imanın maddî güç karşısında kazandığı zaferin simgesidir. kırpmadan terk eden Mekkeli Muhacirler ile onları bağırlarına basan, muhtaç oldukları hâlde onları kendilerine tercih eden Medineli Müslümanların, Ensarın destanıdır. Bu destanda fedakârlık, kardeşlik, ahde vefa, birlik ve beraberlik, değerlerin paylaşımı, özgürlük aşkı, adalet, saygı ve hoşgörü temel konulardır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimizin Medine'ye hicreti bu değerlerin insanlığa yeniden kazandırılması yolunda verilen mücadelenin en önemli aşamasıdır. Hicret; Allah’a ibadete, insanî erdemlere, rahmet ve medeniyete gönlünü açanların zaferi; bu değerlere kapılarını kapatanların mağlubiyetidir. Hicret; nurun hayat buluşu, karanlığın aydınlığa dönüşüdür. Bu büyük dönüşümün gerçekleşmesine katkıda bulunmuş olmanın Allah katında elbette bir mükâfatı vardır. Yüce kitabımız Kur’an bu mükâfatı: "İman edip hicret edenlerin ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir."1 ayetiyle dile getirmektedir. Aziz Kardeşlerim! Hicreti süsleyen tablolarda çağımız insanı için alınacak birçok ibret ve ders vardır. Bencilliğin, maddeperestliğin, çıkarcılığın, adaletsizliğin tahrip ettiği insanlığın aydınlığa çıkışı; hicretle başlayan ve yeşeren insanî değerlerin, fedakârlık ve kardeşlik örneklerinin hayat bulması ile mümkündür. Günahlarla, isyanlarla kirlenen gönül dünyamızın, kulluğa, itaate, ibadete yönelmesinin de gerçek hicret olduğunu unutmayalım. HUTBE KOMİSYONU Hicret, Allah rızası için; anadan, babadan, yardan, diyardan, maldan, mülkten hatta candan, evlattan vazgeçişin, ibretli ve meşakkatli kıssasıdır. Hicret; her şeylerini Allah için, göz 1 Tevbe, 9/20. İLİ : BAYBURT AY-YIL : AĞUSTOS 2013 TARİH : 16.08.2013, 3. HAFTA ُﺻﺎ ِﻟﺤﺎ ً ِ ّﻣﻦ ﺫَ َﻛ ٍﺮ ﺃ َ ْﻭ ﺃُﻧﺜَﻰ َﻭ ُﻫ َﻮ ُﻣﺆْ ِﻣ ٌﻦ ﻓَﻠَﻨُﺤْ ﻴِﻴَﻨﱠﻪ َ َﻣ ْﻦ َﻋ ِﻤ َﻞ َ َ َ ً َﺣ َﻴﺎﺓ َﺴ ِﻦ َﻣﺎ َﻛﺎﻧُﻮﺍْ َﻳ ْﻌ َﻤﻠُﻮﻥ َ ْﻁﻴِّ َﺒﺔً َﻭﻟَﻨَﺠْ ِﺰ َﻳﻨﱠ ُﻬ ْﻢ ﺃﺟْ َﺮ ُﻫﻢ ِﺑﺄﺣ İHLÂS VE ÖNEMİ MUHTEREM MÜSLÜMANLAR Allahu teala şöyle buyuruyor : “Kim salih amel işlerse faydası kendinedir. Kimde kötülük yaparsa zararı kendinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksinz”(1) Amellerde ihlâs; bir kalp hareketi ve ruhanî bir davranıştır. Kalp temizliğinin ve sağlamlığının bir delilidir. Yalnız Allah'ın rızasını arayan bir niyettir. Kişinin bütün varlığı ve benliği ile Allah'a kulluk etmesi ve bu kulluğun da ondan başkasını düşünmemesidir. İhlâsta Hakkın rızası talep edilir, yapılan işlerde, riya, gösteriş, menfaat ve şöhret gayesi güdülmez. ihlaslı olmak, bir işi sırf Allah için yapmak anlamlarına gelir. AZİZ MÜMİNLER İslami ve İnsani değer ve duyarlılıkların hızla aşındığı bir zaman diliminde yaşıyoruz. Kutsal ve İlahi kavramların anlamlarının içlerinin boşaltıldığı, her şeyin maddeye indirgendiği ve adeta ahiretsiz bir hayat anlayışının yaygınlaştığına şahit oluyoruz. Sıcak ve samimi dünyaların yerini sanal dünyalar aldı. Hz. Peygamber bir hadisi şeriflerinde: “Din, samimiyettir.’ buyurmuştur. Kime karşı diye s orulan s oruya; O da ‘ Allah’a, Kitabına, Rasulüne, Müslümanların önderlerine ve bütün Müslümanlara karşı” buyurdular.”(2) Dinde samimiyetle birlikte niyet önemlidir. Niyetler de samimi olmalıdır. Bunun için Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne var mak, onlara hicret et mekse, eline ge çecek s evap d a A llah’a ve R esûlü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir. ”(3) MUHTEREM MÜSLÜMANLAR Yaşanan hayat, boşluğu ve başıboşluğu kabul etmiyor… Hedefsizliğe tahammül yok… Hayatın merkezine “Allah’a dönmek” gerçeğini koyup, hayatın yönünü ona göre çizmek gerekiyor. Hayatımızın bir sınav olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekiyor. Yeryüzünün neresinde olursak olalım, nerede ve hangi konumda olursak olalım, her bir konumda, hayatımızın her biriminde Allah’ın emirlerini icra ederek sadece O’na kulluk edeceğiz. MUHTEREM MÜSLÜMANLAR Rabbimizin her bir emrine secde edeceğiz. Her yerde, her konumda sadece Allah’ı dinleyeceğiz. Hayatımızın her birimini Allah’ın istediği şekilde düzenleyeceğiz. Hayatımızın her anında yüzümüzü, aklımızı, fikrimizi, düşüncemizi, benliğimizi sadece Allah’a döndüreceğiz. Tüm hayatımızda yönümüzü, yüzümüzü Allah’a doğru çevirecek, O’nun istediklerini ön plana alacak, O’nun rızasını tercih edecek, O’nu hesaba katacak ve O’nun istediği gibi inanıp O’nun istediği gibi hareket edeceğiz. Her an O’nun huzurunda olduğumuzu ve her an O’na hesap vermek durumunda olduğumuzu unutmayacağız. Hutbemi Nahl suresinin 97. ayetiyle bitirmek isityorum.”Erkek ve kadından kim mü’min olarak sâlih amel işlerse, elbette onu (dünyada) güzel bir hayatla yaşatırız. ve (âhirette) onlara mükâfatlarını, yapmakta olduklarının en güzeliyle veririz”.(4) Allah bizleri ihlâslı ve samimi kullarından eylesin. Murat BİROL Din Hiz.ve Eğitimi Şefi KAYNAKLAR 1-Casiye suresi 15. ayet 2-Müslim, İman, 25 3-Buharî, Bed'ü'1-vahy l, İman 41, Nikah 5, 4-Nahl suresi 97 Bayburt İl Müftülüğünün 19.08.2011 tarihli hutbesidir BAYBURT AY-YIL : EYLÜL 2013 20/09/2013 (3. Hafta) Ϣϴ˶ Σٙ ήϟ ͉ Ϧ˶ ԻϤΣ˸ ήϟ ͉ ဃ ˶ ൖ Ϣ˸˶ δ˶Α ˸ Ϛ͊˴ Αέ˴ ϭ Ϣ˶ ˴Ϡ˴ϘϟΎ˸ ˶ΑϢ˴ ͉Ϡϋ ˳ ˴Ϡϋ ˶ ˴ϥΎδ ˴ ϱ˶ά͉ϟ(3) ϡ˵ ή˴ ϛ˸ ˴ Ϸ ˴ Ϧ˸ ϣ ˴ ϧϹ ˴ Ϣ˸˶ γΎ˶Α˸ή˴ ϗ˸ ˶ ˸ ˴ϖ˴ϠΧ˴ (1) ˴ϖϠ˴ Χ˴ ϱ˶ά͉ϟϚ˴ ˷Α˶ έ ˴ ˸ή˴ ϗ˸ (2) ϖ (5) Ϣ˸ ˴Ϡό˸ ˴ϳϢ˸ ˴ϟΎϣ˴ ˴ϥΎδ ˴ (4) ˴ ϧϹ ˶ ˸ Ϣ˴ ͉Ϡϋ İLİM VE EĞİTİMİN ÖNEMİ MUHTEREM MÜSLÜMANLAR ! <FHGLQLPL]øVODPLOPHYH okumaya büyük ELU|QHPYHSD\HYHUPLúWLU=LUDGLQLPL]LQLONHPUL GROD\ÕVÕ\OD .XU¶DQ-Õ .HULP¶LQ LON QD]LO RODQ D\HWOHUL RNXPD HPUL\OH LOJLOLGLU øON HPUL “oku” olan GLQLPL]LQ LOPH |÷UHQPH\H YH H÷LWLPH YHUGL÷L |QHP JQP]GQ\DVÕQGDNLJHOLúPHOHUVHEHEL ile daha iyi DQODúÕOPDNWDGÕU 1LWHNLP PLOOHWOHULQ LOHUOHPHVL YH \NVHOPHVL LOLP IHQ YH WHNQRORML LOH ROGX÷X JLEL JHULOHPHQLQ DQD QHGHQOHULQLQ EDúÕQGD GD FHKDOHW YH tembellik gelmektedir. Evet, ilim bir nurdur, bir KD\DWWÕU &HKDOHW LVH ELU ]XOPHW PDQHYi bir ölüm ve felakettir. MUHTEREM CEMAAT! *QP]GH øVODP DOHPLQL JHUL EÕUDNDQ |QHPOL VHEHSOHUGHQ ELUL GH KLo úSKHVL] +] 3H\JDPEHUVDYYHúDQOÕHFGDGÕPÕ]GDQPLUDVNDODQ LOLPYHIHQQXUXQXJHUH÷LJLEL\DúDWPD\ÕSWHPEHOOLN YH JDIOHWH GDOPDPÕ]GÕU Bu ise hayret verici bir durumdur. ZiraøVODP'LQLKHUoHúLWPVSHWLOLPOHUH HQ\NVHNSD\H\LYHUPLú“Bilenlerle bilmeyenlerin ” (1), “B HPUL\OH LOLP |÷UHQPHN LoLQ muayyen bir zaman ve mekan ROPDGÕ÷ÕQÕELOGLUPLúWLU Nitekim; Peygamberimiz (s.a.v.) bir Hadis-i ùHULIOHULQGH ú|\OH EX\XUPXúWXU -Erkek) her Müslüman’ LÜMANLAR! dRFXNODUÕPÕ]ÕQ LVWLNEDOOHULQL ND]DQPD VDGHGLQGHRQODUÕQPVbHWLOLPOHUDOPDODUÕQD\DUGÕPFÕ ROXUNHQ GLQL H÷LWLPOHULQL GH DOPDODUÕQD øVODPL ahlak ve terbiyH LOH \HWLúPHOHULQH \DUGÕPFÕ ROPDN GD oRFXNODUD NDUúÕ HQ |QHPOL J|UHYOHULPL]GHQ ELULGLU Nitekim bir Hadis-L ùHULIOHULQGH Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.); “ terbiyedir.” ( 4) buyurarak çoFXNODUÕQ KHP PDGGL hem manevi PXWOXOX÷XQX WHPLQ HWPH\H GLNNDW oHNPLúWLU %X DUDGD HUNHN YH NÕ] oRFXN IDUNÕ J|]HWPHNVL]LQ oRFXNODUÕQ H÷LWLPL NRQXVXQGD QH \DSÕOPDVÕJHUHNL\RUVDRQX\DSPDOÕEXKXVXVWDKLoELU IHGDNDUOÕNWDQ NDoÕQPDPDOÕ\Õ] =LUD GQ\D YH DKLUHW saadetinin yegane köprüsü ilimdir. Bilim ve teknikten JHUL NDOPÕú PLOOHWOHU KLoELU ]DPDQ KX]XU YH JHOLúPH kaydedemezler. +XWEHPL RNXPD YH \D]PDQÕQ |QHPLQL belirten, ilk nazil olan ayetlerin meali ile bitiriyorum. embriyo’dan büyük kerem sahibidir.” (5) HAZIRLAYANIN ADI SOYADI : 6HYJLOL 3H\JDPEHULPL] VDY LOPH YHUGL÷L önemin bir göstergesi olarak Mekke’den Medine’ye KLFUHW HGLQFH LON Lú RODUDN 0HVFLG-i Nebeviyi LQúD HGHUHNELUE|OPQ\DWÕOÕRNXOGHQLOHELOHFHNELUKDOH JHWLUPLú EXUDGD H÷LWLP YH LOLP IDDOL\HWOHUL LFUD HWPLúWLU$\UÕFD%HGLU6DYDúÕQGD0VOPDQODUVDYDúÕ ND]DQPÕú RNXPD \D]PD ELOHQ PúULN HVLUOHUGHQ fidye istenmeyerek, RQ 0VOPDQ oRFX÷D RNXPD ya]PD |÷UHWLOPHVL NDUúÕOÕ÷ÕQGD VHUEHVW EÕUDNÕOPDODUÕ VD÷ODQPÕúWÕU +DGLV-L ùHULIOHUGH EHOLUWLOGL÷L ]HUH “ müesselerini Ü istifadesine KAYNAKLAR : (1) Zümer Suresi ayet 9 (2) Mirkatu’l-Mefatih, cilt1, shf 233 (3) RiyazüsSalihin Terc. Cilt 1, shf 949 (4) 250 Hadis Diy. Yay. S.116, 166 ve Tacu’l-Usul c.5, s.8 Beyrut 1961 (5) Alak suresi ayet 1-7'9..HULPYHDoÕNODPDOÕPHDOL İLİ : BAYBURT AY-YIL : AĞUSTOS 2013 TARİH : 23.08.2013, 4. HAFTA ﻮء ﺇِﻻﱠ ُ َﻭ َﻣﺎ ﺃُﺑَ ِ ّﺮ ﺎﺭﺓ ٌ ﺑِﺎﻟ ﱡ ِ ﺴ َ ﺲ ﻷ َ ﱠﻣ َ ﺉ ﻧَ ْﻔﺴِﻲ ﺇِ ﱠﻥ ﺍﻟﻨﱠ ْﻔ ﻮﺭ ﱠﺭ ِﺣﻴ ٌﻢ ٌ ُﻲ ِﺇ ﱠﻥ َﺭ ِﺑّﻲ َﻏﻔ َ َّﻣﺎ َﺭ ِﺣ َﻢ َﺭ ِﺑ İSLAMDA NEFİS TERBİYESİ Muhterem Müslümanlar! Biz insanlar bu dünyaya, Allah’ı tanımak, O’na kulluk etmek ve O’nun gösterdiği yoldan yürümek için yaratıldık. Allah’a kulluğa giden bu yol, birçok engellerle doludur. Nefis ve şeytan bu engellerin en büyüğüdür. Nefis; heva, heves ve bedenden gelen süfli arzular, insanın içindeki kötü duyguların, meşru olmayan isteklerin kaynağıdır. Dinimizde haram,/ günah olan nice davranış ve hareketler, günlük hayatımızın adeta bir parçası olmuştur. Dükkân vitrinleri, Televizyon programları, şarkı, türkü, eğlenceler nefse hitap ediyor, günaha yönlendiriyor. Günümüz insanı nefsi iyi tanımıyor, nefis terbiyesinden habersiz, birçok insan nefislerinin esiri, kölesi olmuş, her dediğini yerine getiriyor, her isteğini yapıyor. “Cehennem, nefsin h oşuna giden şehvetlerle, cennet ise nefsin hoşlanmadığı zorluklarla kuşatılmıştır”. 1 Nefsin kötü meyillerine, şiddetli arzularına boyun eğenler, Allah’ın gösterdiği Hak yolda değil, nefsin gösterdiği yolda yürürler. Ebedi hayatlarını mahvederler. Ayet-i kerimelerde: “ Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir”. 2. Hz Âdem’in oğlu Kabil’i, kardeşi Habil’i öldürmeğe sürükleyen nefsi olmuştur. Hz. Yakup’un çocukları, nefislerine aldanmaları neticesinde kardeşleri Yusuf’u kuyuya attıktan sonra gömleğine sahte bir kan bulaştırıp onu babalarına götürmeleri nefislerinin kıskançlığından dolayı olmuştur. Allah’ın samimi kulu Hz. Yusuf (as), Rabbinden aldığı bir ilham ve uyarı neticesinde kendisini kandırmak isteyen kadına yüz vermemiş, nefsine yenik düşmemiştir. Buna rağmen Hz. Yusuf (as) Peygamber olsa bile nefsine güvenmiyor ve nefsin günah işleyebileceğini söylüyor. Nefis, özellikle müspet şeylerde tembellik gösterir. Saatlerce TV de film seyretmek, eğlenmek, boş vakit geçirmek onu hiç rahatsız etmez. Fakat günde beş vakit namaz kılmak, oruç tutmak, malının zekâtını vermek, camide cemaatle namaz kılmak, ona çok zor ve ağır gelir, onu rahatsız eder. Nefsin lügatinde haram ve yasak yoktur. O, isteklerine ulaşmada hiçbir sınır tanımaz. Her ne olursa olsun, onun istek ve arzularının yerine getirilmesi tek arzusudur. Dinimiz İslam, nefsin havasına engel olacak sınırlar getirir. “Şunlar helaldir, istifade edebilirsin. Bunlar haramdır, uzak durmalısın, yapmamalısın “ der. Bu emirlere uyanlar için: “Rabbinin makamından korkan ve nefsin kötü arzulardan uzaklaştıran için ise cennet yegâne barınaktır”. 4 Şeytan, vücut ülkesinde hâkimiyetini ele geçirmek için nefisin zaaflarından istifade eder. Basiretli insan, vücut ülkesini ve nefsini iyi tanır, zaaflarını bilir. Zayıf noktalarını kuvvetlendirir, nefsine karşı direnir. Ona boyun eğmez. Hz. Ömer (ra) şöyle demiştir: “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz. Büyük hesap günü için kendinizi hazırlayın. Çünkü kıyamet gününde hesap, ancak dünyad a iken k endini he saba çekenler için kolay olacaktır”. 5 Peygamber (sav) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Akıllı kişi nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Zavallı (ahmak) kişi ise, nefsinin arzu ve isteklerine uyan ve buna rağmen hala Allah’tan iyilik temenni edendir”. 6 Peygamber (sav) Efendimizin, çokça yaptığı bir dua ile hutbemi bitirmek istiyorum. “Allah’ım! Nefsime senden sakınma şuurunu, takvasını ver, nefsimi arındır. Onu en iyi arındıracak olan Se nsin. Onun ko ruyucusu da Sensin. Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, huşu duymayan kalpten, doymayan n efisten, k abul olunmayan duad an s ana sığınırım.” Kemalettin AKSOY Bayburt İl Müftüsü “Ben nefsimi bütünüyle temize çıkarmıyorum. Çünkü Rabbimin merhamet e ttikleri h ariç, insan nefsi/ benliği kötülüğe sürüklemeğe yakındır.” 3 1 4 2 5 Buhari, Rikak. 28. Haşr su.59/ 9. 3 Yusuf su.12 / 53. Nazi’at su. 79/ 40-41. Tirmizi, Sıfatu’l-Kiyame. 25. 6 İbn Mace, Zühd, 31. İLİ :BAYBURT AY-YIL :HAZİRAN 2013 ) TARİH :07.06.2013, (1. Hafta ﺳﺎﻓِﻠِﻴﻦَ * ﺇِ ﱠﻻ ﺴ ِﻦ ﺗَ ْﻘ ِﻮ ٍﻳﻢ* ﺛ ُ ﱠﻢ َﺭﺩَﺩْﻧَﺎﻩُ ﺃ َ ْﺳﻔَ َﻞ َ ﺴﺎﻥَ ﻓِﻲ ﺃَﺣْ َ ﺍﻹﻧ َ ﻟَﻘَﺪْ َﺧﻠَ ْﻘﻨَﺎ ْ ِ ﻮﻥ* ﺼﺎ ِﻟ َﺤﺎ ِ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺁ َﻣﻨُﻮﺍ َﻭ َﻋ ِﻤﻠُﻮﺍ ﺍﻟ ﱠ ﺕ ﻓَﻠَ ُﻬ ْﻢ ﺃَﺟْ ٌﺮ َﻏﻴ ُْﺮ َﻣ ْﻤﻨُ ٍ } 6* , 4 ì ób D à ä Hz. Peygamber vø ä İLİ : BAYBURT AY-YIL : AĞUSTOS 2013 TARİH : 23.08.2013, 4. HAFTA ﻮء ﺇِﻻﱠ ُ َﻭ َﻣﺎ ﺃُﺑَ ِ ّﺮ ﺎﺭﺓ ٌ ﺑِﺎﻟ ﱡ ِ ﺴ َ ﺲ ﻷ َ ﱠﻣ َ ﺉ ﻧَ ْﻔﺴِﻲ ﺇِ ﱠﻥ ﺍﻟﻨﱠ ْﻔ ﻮﺭ ﱠﺭ ِﺣﻴ ٌﻢ ٌ ُﻲ ِﺇ ﱠﻥ َﺭ ِﺑّﻲ َﻏﻔ َ َّﻣﺎ َﺭ ِﺣ َﻢ َﺭ ِﺑ İSLAMDA NEFİS TERBİYESİ Muhterem Müslümanlar! Biz insanlar bu dünyaya, Allah’ı tanımak, O’na kulluk etmek ve O’nun gösterdiği yoldan yürümek için yaratıldık. Allah’a kulluğa giden bu yol, birçok engellerle doludur. Nefis ve şeytan bu engellerin en büyüğüdür. Nefis; heva, heves ve bedenden gelen süfli arzular, insanın içindeki kötü duyguların, meşru olmayan isteklerin kaynağıdır. Dinimizde haram,/ günah olan nice davranış ve hareketler, günlük hayatımızın adeta bir parçası olmuştur. Dükkân vitrinleri, Televizyon programları, şarkı, türkü, eğlenceler nefse hitap ediyor, günaha yönlendiriyor. Günümüz insanı nefsi iyi tanımıyor, nefis terbiyesinden habersiz, birçok insan nefislerinin esiri, kölesi olmuş, her dediğini yerine getiriyor, her isteğini yapıyor. “Cehennem, nefsin h oşuna giden şehvetlerle, cennet ise nefsin hoşlanmadığı zorluklarla kuşatılmıştır”. 1 Nefsin kötü meyillerine, şiddetli arzularına boyun eğenler, Allah’ın gösterdiği Hak yolda değil, nefsin gösterdiği yolda yürürler. Ebedi hayatlarını mahvederler. Ayet-i kerimelerde: “ Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir”. 2. Hz Âdem’in oğlu Kabil’i, kardeşi Habil’i öldürmeğe sürükleyen nefsi olmuştur. Hz. Yakup’un çocukları, nefislerine aldanmaları neticesinde kardeşleri Yusuf’u kuyuya attıktan sonra gömleğine sahte bir kan bulaştırıp onu babalarına götürmeleri nefislerinin kıskançlığından dolayı olmuştur. Allah’ın samimi kulu Hz. Yusuf (as), Rabbinden aldığı bir ilham ve uyarı neticesinde kendisini kandırmak isteyen kadına yüz vermemiş, nefsine yenik düşmemiştir. Buna rağmen Hz. Yusuf (as) Peygamber olsa bile nefsine güvenmiyor ve nefsin günah işleyebileceğini söylüyor. Nefis, özellikle müspet şeylerde tembellik gösterir. Saatlerce TV de film seyretmek, eğlenmek, boş vakit geçirmek onu hiç rahatsız etmez. Fakat günde beş vakit namaz kılmak, oruç tutmak, malının zekâtını vermek, camide cemaatle namaz kılmak, ona çok zor ve ağır gelir, onu rahatsız eder. Nefsin lügatinde haram ve yasak yoktur. O, isteklerine ulaşmada hiçbir sınır tanımaz. Her ne olursa olsun, onun istek ve arzularının yerine getirilmesi tek arzusudur. Dinimiz İslam, nefsin havasına engel olacak sınırlar getirir. “Şunlar helaldir, istifade edebilirsin. Bunlar haramdır, uzak durmalısın, yapmamalısın “ der. Bu emirlere uyanlar için: “Rabbinin makamından korkan ve nefsin kötü arzulardan uzaklaştıran için ise cennet yegâne barınaktır”. 4 Şeytan, vücut ülkesinde hâkimiyetini ele geçirmek için nefisin zaaflarından istifade eder. Basiretli insan, vücut ülkesini ve nefsini iyi tanır, zaaflarını bilir. Zayıf noktalarını kuvvetlendirir, nefsine karşı direnir. Ona boyun eğmez. Hz. Ömer (ra) şöyle demiştir: “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz. Büyük hesap günü için kendinizi hazırlayın. Çünkü kıyamet gününde hesap, ancak dünyad a iken k endini he saba çekenler için kolay olacaktır”. 5 Peygamber (sav) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Akıllı kişi nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Zavallı (ahmak) kişi ise, nefsinin arzu ve isteklerine uyan ve buna rağmen hala Allah’tan iyilik temenni edendir”. 6 Peygamber (sav) Efendimizin, çokça yaptığı bir dua ile hutbemi bitirmek istiyorum. “Allah’ım! Nefsime senden sakınma şuurunu, takvasını ver, nefsimi arındır. Onu en iyi arındıracak olan Se nsin. Onun ko ruyucusu da Sensin. Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, huşu duymayan kalpten, doymayan n efisten, k abul olunmayan duad an s ana sığınırım.” Kemalettin AKSOY Bayburt İl Müftüsü “Ben nefsimi bütünüyle temize çıkarmıyorum. Çünkü Rabbimin merhamet e ttikleri h ariç, insan nefsi/ benliği kötülüğe sürüklemeğe yakındır.” 3 1 4 2 5 Buhari, Rikak. 28. Haşr su.59/ 9. 3 Yusuf su.12 / 53. Nazi’at su. 79/ 40-41. Tirmizi, Sıfatu’l-Kiyame. 25. 6 İbn Mace, Zühd, 31. İLİ : BAYBURT AY-YIL : AĞUSTOS - 2013 TARİH : 30/08/2013 -5. Hafta َ ْﻳَﺎ ﺃَﻳﱡ َﻬﺎ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺁ َﻣﻨُﻮﺍْ ﻻَ ﺗ ُ َﺤ ِ ّﺮ ُﻣﻮﺍ �ُ َﻟ ُﻜ ْﻢ ّ ﺕ َﻣﺎ ﺃَ َﺣ ﱠﻞ ِ ﻁ ِﻴّﺒَﺎ َ� ﻻَ ﻳ ُِﺤﺐﱡ ْﺍﻟ ُﻤ ْﻌﺘَﺪِﻳﻦ َ ّ َﻭﻻَ ﺗَ ْﻌﺘَﺪُﻭﺍْ ﺇِ ﱠﻥ İSLAMDA NİŞAN VE DÜĞÜN ÂDABI Değerli Mü’minler! İslamın, korunmasını istediği değerler vardır. İnsanlar bu değerleri koruyup sahiplendikçe, dünya ve ahiret mutluluğunu elde etmiş olur. İslama göre; meşrû ölçüler içerisinde gezmek, eğlenmek, sosyal etkinliklerde bulunmak, mubahtır. Ama unutulmamalıdır ki, nefis ve şeytanın isteklerini yerine getirmenin, geçici zevklerine uymanın sonu da pişmanlıktır. Dünya nimetlerinin bazıları insanları eğlendirmek, mutlu kılmak için ihsan edilmiştir. Fakat bu eğlenmenin sınırlarını da aşmamak gerekmektedir. Çünkü, dinimizde her şeyin bir ölçüsü ve sınırı vardır. Değerli Mü’minler! İnsanlar üreme ve çoğalmayı evlilik yoluyla gerçekleştirirler. Müslüman evlenirken ve düğün yaparken islamın kurallarına dikkat etmeli, israftan, aşırılıktan ve meşrû olmayan eğlencelerden, uzak durmalıdır. Bu hususta Yüce Rabbimiz bizleri, şöyle uyarmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allah’ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü A llah haddi aşanları sevmez.”1 Şu halde düğünlerimizde milli ve manevi değerlerimizle bağdaşmayan davranışlardan kaçınmak biz müslümanlar için zorunlu bir görevdir. Kıymetli Mü’minler! Dinimiz, mütevazılığı ve ölçülü olmayı öğütlediği halde, günümüz düğünlerinde bu değerler aşılmakta, israf ve ölçüsüz davranışlar sergilenmektedir. Bazı yerlerde düğünler cadde ve sokaklarda, apartmanların önlerinde yapılmaktadır. Geceleri geç saatlere kadar devam eden gürültülü eğlenceler çevreyi rahatsız etmektedir. Hatta silahlar atılmakta ve bu yüzden zaman zaman kaza kurşunları ile insanlar hayatlarını kaybetmektedir. Hâlbuki dinimiz her türlü aşırılığı ve israfı yasaklamıştır. Sevgili Peygamberimiz (sav) “Nikâhın (düğünün) en hayırlısı, kolay ve külfetsiz olanıdır.”2 Buyurmaktadır. Bunun yanında dinimiz, meşru eğlenceyi ve erkek-kadın karışımı olmadan eğlenmeleri teşvik etmiştir. Önceden yalnızca örf olan velîme, yani düğün yemeği, Hz. Peygamber (sav)’in uygulaması ile sünnete dönüşmüştür. Düğün dolayısıyla yemek vermek ve bunu misafirlere, eşdost ve yöredeki fakirlere ikram etmek esastır. Hatta Efendimiz (sav), “Fakirlerin çağrılmadığı düğün yemeğinde hayır yoktur.”3 diye buyurmuştur. Abdurrahman b. Avf ‘ın evlendiğini öğrenen Peygamberimiz (sav) kendisine, “Bir koyun keserek de olsa düğün yemeği ver.”4 diye emretmiştir. Muhterem Müslümanlar! Kısaca, her iki tarafı zora sokmadan, mutluluk için kurulan yuvayı borç yumağı haline dönüştürmeden, tarafların maddi imkanları göz önünde bulundurulmak suretiyle İslam’ın emrettiği ölçüler içerisinde yapmaya azami gayret göstermek ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünneti dışına çıkmamaktır. Recep MEMİŞ İmam-Hatip/AYDINTEPE Bayburt müftülüğünün 01.07.2011 tarihli hutbesidir KAYNAKLAR 1-Mâide Suresi, 87 2-Buhari, Nikah 72;Müslim, Nikah 107; 3-İbn Mâce, Nikah 25 4-İbn Mâce, Sünen, H.No:1907 İLİ :BAYBURT AY-YIL :MAYIS 2013 TARİH :24.05.2013 4. HAFTA َﻭﺍ ْﻋﻠَ ُﻤﻮﺍْ ﺃَﻧﱠ َﻤﺎ ﺃ َ ْﻣ َﻮﺍﻟُ ُﻜ ْﻢ َﻭﺃ َ ْﻭﻻَﺩُ ُﻛ ْﻢ ﻓِﺘْﻨَﺔٌ َﻭﺃ َ ﱠﻥ �َ ِﻋﻨﺪَﻩُ ﺃ َ ْﺟ ٌﺮ َﻋ ِﻈﻴ ٌﻢ ّ İSLAM’DA ÇOCUK EĞİTİMİ Muhterem Müslümanlar! Dinimiz İslâm, insana Dünya ve Ahiret için bir takım görev ve sorumluluklar yüklemiştir. İşte bu sorumluluklardan biri de çocukların eğitimidir. Yeryüzünü imar etmek ve Rabbinin dilediği biçimde bir hayat sürdürmek üzere dünyaya gönderilen yavru anne, babasının elinde yoğrulmaya hazır şerefli bir emanettir. Bu emanete sahip olmakla mükellef olan annebaba, bu emaneti korumayı iman ödevi bilmeli, böylesine yüce bir emaneti gözleri gibi korumalıdır. Aksı halde bu emanete hıyanet etmiş olur. Bu sebeple Cenab-ı Hak “Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir imtihandır. Büyük mükâfat Allah katındadır.”(1) buyurmaktadır. Muhterem Kardeşlerim! Her hususta örnek aldığımız Allah Resulü (s.a.v.) bu hususta bizi aydınlatmıştır. O yüce Peygamberimiz bir babayı uyarırken “Çocuğun senin üzerinde hakkı var” (2) buyurduğunda, acaba karnını doyurup, sırtını giydirmeyi kast etmiş olabilir mi? Yoksa anne baba olmak demek, hayata yeni katılmış bu küçük emanetin bedenine olduğu kadar, aklını donatıp gönlünü beslemek, kısacası onun manevi gelişimini de üstlenmek demek değil midir? Muhterem Müminler! Peygamberimizin, çocuğu cisminin küçüklüğü ile değil ruhunun yüceliği ile değerlendirdiğini gösteren sayısız örnekleri vardır. Çocukların yanından geçerken onlara selam verir.(3) Onların dertleriyle ilgilenir, duygularını paylaşır, öyle ki bir yahudi çocuğu hastalandığında ziyaretine gitmekten, onu müslüman olmaya davet etmekten (4) Çocukların tercihlerini dikkate çekinmezdi. alırdı. Annesi ve babası boşanan bir çocuğa hangisiyle yaşamak istediğini sormuş, çocuğun anne-babasına bu karara saygılı olmaları mesajını vermiştir.(5) İbadet hayatından çocuğu uzaklaştırmaz, camide ses yapıyor diye kovmaz, çocuklara vakit namazlarında özel bir saf ayırırdı.(6) Çocuğa geleceğin yetişkini gözüyle bakan Rahmet Elçisi, onu adam yerine koyar, eğitimi ile özel olarak ilgilenmesini, kul olma bilinciyle yetiştirilmesini, varlığına değer verilmesini, yokluğuna sabredilmesini isterdi. Muhterem Müminler! Çocuklarımızın bizlere saygı duymasını, gelecek nesilleri sevmesini, başarılı olmalarını istiyorsak, onları sevelim ve ilgiyle eğitelim. Unutmayalım ki bu sorumluluk şuuru içerisinde yetiştirilen çocuklar ebeveyn için "Cennet çiçeğidir." "Gönül meyvesidir." "Berekettir" Dünyada nur, Ahirette sürur dur. Efrail GÜLSÜM Müezzin-Kayyım/BAYBURT Kaynaklar: 123456- Enfal S.28 Müslimin Siyem Müslimin Siyem Buhari Merda 11 Tirmizi Ahkam 21 Ebu Davut Salat 96 İLİ : BAYBURT AY-YIL : NİSAN 2013 TARİH :26.04.2013 َﻋﺪُﻭﻥ َﻭ ِﻓﻲ ﺍﻟ ﱠ َ ﺴ َﻤﺎء ِﺭ ْﺯﻗُ ُﻜ ْﻢ َﻭ َﻣﺎ ﺗُﻮ KANAATİN ÖNEMİ Muhterem Müslümanlar! Kanaat; bulunduğu hale razı olmak ve bu taksimin Allah’u Teâlâ tarafından yapıldığını tasdik etmek, böylece nefsanî zevklerden ayrılıp, ruhani zevki ele geçirme halidir. Rasulüllah (s.a.v.) bir hadisi şeriflerinde: “Size kanaat etmek gerekir, zira kanaat tükenmeyen bir hazinedir”(1) buyurmuşlardır. Kur’an-i Kerimde Cenab-ı Hak; “Rızkınız da, size söz verilen azap da yukarıdan gelir.”(2) fermanına inanan bir kimse hırstan, tamahtan ve buna bağlı kötü huylardan kurtulmuş, huzur ile ömrünü geçirmiş olur. Çünkü taksimatta ayrılmış olan rızkın kişiye ulaşmasını Dünyada ki bütün insanlar birleşip, mani olmaya kalksalar, mani olamazlar. Bütün insanlar bir araya gelseler, taksimatta ayrılan rızıktan fazlasını veremezler. Muhterem Müminler! Müslüman olan, Ahiretin ebedi felaketinden, kâfi miktarda yiyeceği bulunan dünya sefaletinden, kanaat sahibi olan dilencilik rezaletinden kurtulmuştur. Ashab-ı Kiram en ağır şartlar altında hem imanlarını hem de vatanlarını muhafaza ettiler. Ellerinde olanla yetinip üzerlerine düşeni yapmaktan asla tereddüt göstermediler. Peygamberimizin şu öğüt veren sözleriyle hutbemize son verilim. “Haramdan sakın ki insanların en abidi olasın. Allah’ın sana taksim ettiğine razı ol ki insanların en zengini olasın..”(5) Ömer ERDOĞAN Değerli Kardeşlerim! Peygamberimiz (s.a.v.) hadisi şerifinde; “Zenginlik mal çokluğundan (ibaret) değildir, asıl zenginlik gönül zenginliğidir” (3) buyurmaktadır. Mümin için yücelik; Taat ve ibadetle, alçaklık isyan etmekte, büyüklük gece ibadete kalkmakta, hikmet; midenin boş bırakılmasında, zenginlik kanaat etmektedir. İnsan, hırsa kapılmamak için bazı tedbirlere riayet etmek zorundadır. Nimete şükretmeli, elde olana kanaat etmeli. Gerek mal, gerek sıhhat, gerekse sair hususlarda kendinden aşağı olana bakmalıdır. Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadisi şerifinde şöyle buyurmaktadır; “Allah size verdiği nimetler hususunda sizden üstün olanlara değil, sizden aşağıda olanlara bakınız. Zira Allah size verdiği nimetleri hor görmemeniz için bu daha güzel davranıştır” (4) Yaylapınar Köyü Camii İmam-Hatibi KAYNAKLAR 12345- Feyzül Kedir C:4, S:346 Zaariyat S. 22 Buhari – Müslim Buhari – Müslim - Tirmizi Feyzül Kedir C:1,S.125 İLİ : BAYBURT AY-YIL : NİSAN 2013 TARİH : 05.04.2013 َﻳﺎ ﺃَﻳﱡ َﻬﺎ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺁ َﻣﻨُﻮﺍْ ﻻَ ﺗَﺄ ْ ُﻛﻠُﻮﺍْ ﺃ َ ْﻣ َﻮﺍﻟَ ُﻜ ْﻢ ً ﺎﺭﺓ ِ َﺑ ْﻴﻨَ ُﻜ ْﻢ ِﺑ ْﺎﻟ َﺒ َ ﺎﻁ ِﻞ ﺇِﻻﱠ ﺃَﻥ ﺗ َ ُﻜﻮﻥَ ﺗِ َﺠ ﺴ ُﻜ ْﻢ ٍ ﻋﻦ ﺗ َ َﺮ َ َ ُﺍﺽ ِ ّﻣﻨ ُﻜ ْﻢ َﻭﻻَ ﺗَ ْﻘﺘُﻠُﻮﺍْ ﺃَﻧﻔ ً �َ َﻛﺎﻥَ ﺑِ ُﻜ ْﻢ َﺭ ِﺣﻴﻤﺎ ّ ﺇِ ﱠﻥ İSLAM’DA TİCARET AHLAKI Muhterem Müslümanlar! İnsanoğlu tabii ihtiyaçları için ticaretle uğraşmaktadır. Alıcı ve satıcı olarak ticaretin içinde olacaktır. İslâm Dini her konuda olduğu gibi ticarette de ölçüler koymuş ve ticareti mubah kılmıştır. Nitekim Allah Teâlâ okuduğum ayeti kerimede; “Ey İnananlar! Mallarınızı aranızda haksızlıkla değil, karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle yiyin, haram ile nefsinizi mahvetmeyin”(1) buyurarak ticareti meşru kılmış, Sevgili Peygamberimiz bu beşeri faaliyete bizleri teşvik etmiştir. dikkat çekmektedir. Zaman zaman ticaret hayatını denetleyen, Peygamber Efendimiz bir gün pazarda gezerken elini bir buğday yığınına daldırdı, eline yaşlık geldi, satıcıya bu nedir diye sordu? Satıcı yağmur yağdığını söyleyince Peygamber Efendimiz; “İnsanların görmesini sağlamak için yaşlığı üste getirebilirdin. Bizi aldatan bizden değildir” (3) buyurarak ticarette yanlışlık yapanları uyarmıştır. Değerli Müminler! Bir Müslüman olarak, müşteriyi dinde kardeşimiz bilip alış-verişte onun hakkınıhukukunu korumalıyız. Peygamberlerin İslâm büyüklerinin ticaretteki davranışlarından örnek almalıyız. Ticarette helalinden kazanmalı soframıza helal rızık koymalıyız. “Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir tacir; nebiler, sıddıklarla ve şehitlerle beraberdir”(5) Peygamberin müjdesini unutmamalıyız. Recep BİRİNCİ Aydıncık Köyü Camii İmam-Hatibi Kıymetli Kardeşlerim! Yüce Dinimiz üretici ve tüketiciyi mağdur eden ve fiyatların yükselmesine sebep olan gereksiz aracıları istememektedir. Peygamber Efendimiz bir hadisi şeriflerinde; “Alışveriş ederken alacağını talep ve borcunu ödemede kolaylık gösterene Allah rahmet eylesin” (4) buyurarak borcu zamanında ödemeye dikkat çekiyor. Her şeyin bir adabı olduğu gibi, İslâm’da ticaret ahlakının da adabı vardır. Bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz; Ticaret dini ölçülere uygun olmalı. Alışveriş bizi ibadetten, zikirden alıkoymamalı, Allah’ın verdiğine şükretmeli. Malı satarken değerinin üstünde göstermemeli Karaborsacılık, faizcilik, ölçü ve tartıda hile yapmamalı, yemin etmemeli. Toplumun zararına olan haram malları satmamalı Müşteriyi kandırmamalı, aldatmamalı Muhterem Müminler! Ticarette ölçü doğruluk ve güven üzere kurulmuştur. Hayat rehberimiz Muhammed (s.a.v) “Sözü muamelesi doğru olan tüccar kıyamet günü arşın gölgesinde gölgelenecek zümreden biridir”(2) buyurarak bu gerçeğe Kaynaklar: 12345- Nisa S.: A.29 -İbnimace Kütübü sitte (Alışveriş) Buhari (Alışveriş) Tirmizi Büyü 4, İbni Mace Ticaret 1 İLİ : BAYBURT AY-YIL : MART 2013 TARİH : 08.03.2013 (2. HAFTA) َ�َ ﻳ ُِﺤﺐﱡ ْﻟ ُﻤﺘَ َﻮ ِ ّﻛﻠِﻴﻦ ّ �ِ ِﺇ ﱠﻥ ّ ﻋﻠَﻰ َ ﻋﺰَ ْﻣ َ ﺖ ﻓَﺘَ َﻮ ﱠﻛ ْﻞ َ ﻓَﺈِﺫَﺍ İSTİKLAL MARŞI VE MEHMET AKİF ERSOY Muhterem Müslümanlar! Milletimizin düşman istilasından kurtulması ve bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmesi, Kurtuluş savaşıyla olmuştur. Milli mücadele yıllarında ve sonrasında insanımızın mücadele azmini şiir ve yazılarıyla güçlendiren Mehmet Akif ERSOY, şairliğinin yanında milletin şuur ve bilinçlendirmek için Anadolu’yu şehir şehir dolaşarak hutbe ve vaazlar irad eden mümtaz bir vatanseverdir. İşte bu dava adamı Mehmet Akif’dir. Bunun açık delilide İstiklal Marşımızın kendisidir. Nitekim O’nun: Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda! Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.” Mısralarındaki vatanseverlik duygusu ve söyleyiş güzelliğini yüreklerimizin derinliklerinde hissetmemek mümkün müdür.? Değerli Müminler! Mehmet Akif, müspet ilimlerle birlikte din ilimlerindeki derin malumatı, yaşantısındaki tutarlılık ve istikamet sahibi biri olmasıyla da milletimize ve nesillerimize örnek bir kişiliktir. Mehmet Akif, cahilane taassup, körü körüne tarafgirlik ve önyargının da hep karşısında olmuştur. O şöyle der: “Eski, eski olduğu için atılmaz, fena ve faydasız olursa atılır. Yeni de yeni olduğu için alınmaz, iyi ve faydalı olursa alınır.”(1) Aziz Kardeşlerim! Mehmet Akif’in vefa ve karakter abidesi bir kişilik olduğunu gösteren şu olaya bir bakın: 1911 yılı başlarında Baytarlık Dairesi, kâtiplik için imtihan açar ve kazanan bir genç, işe alınır. Mehmet Akif daha önce tanımadığı, fakat zeki ve kabiliyetli bulduğu bu gençle ilgilenir, ona yardım eder; Mülkiye’ye devam etmesi için yarım gün izin verir... Akif’in bu alâkasından, onun, genci daha önce tanıdığı ve ona imtihanda yardım ettiği neticesini çıkaranlar, çocuğun işine son verirler. Olayı ve nedenini birkaç gün sonra öğrenen Akif, derhal istifa ederek, daireden ayrılır. Birkaç gün sonra genç geri işe alınır ve ricalar sonucu Akif de vazifesine döner. Muhterem Kardeşlerim! Mehmet Akif, memleketimizin birçok yönden geri kalmasını ve maddi manevi noksanlıklarla uğraşıp zaman kaybetmesini de yanlış tevekkül anlayışına bağlar. “Bir kere azmettin mi, artık Allah’a dayan”(2) ayetini tefsir eden şiirinde, azmetmenin; zamanın icapları doğrultusunda çalışıp didinip gayret göstermek olduğunu söyler ve şöyle seslenir: “Mâdem ki didinmez, edemez, uğraşamazsın; İksîr-i bekâ içsen, emîn ol, yaşamazsın. 'Allah'a dayandım!' diye sen çıkma yataktan... Ma'nâ yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdan! Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz; Davranmıyacak kimse bu meydana atılmaz. Ey yolcu, uyan! Yoksa çıkarsın ki sabâha: Bir kupkuru çöl var; ne ışık var, ne de vâha!(3) Biz de bu büyük vatan evladına Allah Teâlâ’dan (c.c) rahmet diliyoruz. Hutbemizi yine O’nun manalı sözleriyle bitiriyoruz: Âlemde ne ektinse biçersin onu mutlak Öyleyse nedir şer yaparak faide ummak (4) Hutbe Komisyonu Kaynaklar: 1)M.Akif’in Makaleleri, Doç.Dr.Abdulkerim Abdulkadiroğlu, Kültür Bak. Yayınları. 2)Ali.İmran,159. 3)Safahat, M.Akif, Azimden Sonra Tevekkül 4)Safahat, M.Akif, Terkib-i Bend. İLİ :BAYBURT AY-YIL :MAYIS 2013 TARİH :17 /05/2013 َ ﺼ َﻼﺓ َﻭﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺍ ْﺳﺘَ َﺠﺎﺑُﻮﺍ ِﻟ َﺮﺑِّ ِﻬ ْﻢ َﻭﺃَﻗَﺎ ُﻣﻮﺍ ﺍﻟ ﱠ ُ َﻭﺃ َ ْﻣ ُﺮ ُﻫ ْﻢ ﻮﺭﻯ َﺑ ْﻴﻨَ ُﻬ ْﻢ َﻭ ِﻣ ﱠﻤﺎ َﺭﺯَ ْﻗﻨَﺎ ُﻫ ْﻢ َ ﺷ َﻳُﻨ ِﻔﻘُﻮﻥ :ﺳﻠﱠ َﻢ َ ُ� َ ِ�ﺳﻮ ُﻝ ﱠ َ ﻋﻠَ ْﻴ ِﻪ َﻭ ﺻﻠﱠﻲ ﱠ ُ ﻗَﺎ َﻝ َﺭ « َﺎﺭ ُﻣ ْﺆﺗ َ َﻤ ٌﻦ ْ » ﺍ ْﻟ ُﻤ ُ ﺴﺘَﺸ MÜMİNLER İŞLERİNİ İSTİŞÂRE İLE YÜRÜTÜR Muhterem Müminler! Müslümanlar, hicret sonrası Medine'de namazı cemaatle kılmak için vakit tespiti yaparlardı. Bir gün bu meseleyi aralarında konuşmak üzere bir araya geldiklerinde bir kısmı, “Hıristiyanların çanı gibi çan çalalım” bazıları da “Yahudilerin borusu gibi boru kullanalım” dediler. Hz. Ömer ise: “Namaz için nida edecek, bir kişi görevlendirmemiz daha uygun olmaz mı?” teklifinde bulundu. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.): “Kalk ey Bilal! Namaz için nida et!”(1) buyurdular. Muhterem Müminler! İstişare, bir mesele hakkında biri veya bir topluluğun görüşünü sormak, onlara danışmak anlamlarına gelir. Yüce Rabbimiz; “Müminler Rablerinin çağrısına uyarlar, namazı özenle kılarlar. İşleri aralarındaki istişâre ile yürür. Kendilerine verdiğimiz rızıktan başkaları için harcarlar” (2) ayetiyle istişare etmeyi, iyi mümin olmanın vasıfları arasında saymıştır. Vahyin belirlemiş olduğu konular dışındaki meselelerde, Efendimiz (s.a.s.) ve ashabı, işlerini istişâre ile yürütmeyi prensip haline getirmişlerdir. Bedir Savaşı sonrası esirlere uygulanacak muâmele, Uhud Savaşı stratejisinin belirlemesi gibi hususlardaki uygulamalar,(3) Peygamber efendimizin hayatından sadece bir kaç istişare örneğidir. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in hilafetlerinde alacakları önemli kararları, ashabın önde gelenleriyle istişâre ederek almaları, istişarenin önemini gösteren uygulamalardır. (4) Muhterem Müminler! İstişare neticesinde varılan karar, işin ehli kimselerin fikirleri ile alınan ortak karar olması sebebiyle isabet oranı oldukça yüksek olacaktır. Bunun yanında istişâre insana, kendi düşüncesi dışında da görüşler olduğu gerçeğini görme fırsatı verir. Dahası, “Her bilenin üzerinde daha iyi bilen biri vardır” (5) ayetinin hakikati de fiilen yaşanıp, idrak edilir. Bu bakımdan istişâre, sadece bir konuda fikir danışma eylemi olarak da görülemez. Hakiki anlamda istişare, maddî-manevî bakımdan yardımlaşma, dayanışma ve fikir alışverişi olmasının ötesinde, nefsin kişinin önüne kurduğu “en iyi ben bilirim” engelini geçme fırsatı sunar. Diğer taraftan istişare herkesle değil, iyilik ve takvâ üzere yardımlaşmanın ne olduğunu bilen, işin ehli, aklî melekeleri yerinde ve onları en iyi şekilde kullanan, tecrübe birikimine sahip olan ve fikri sağlam kimselerle yapılmalıdır. Muhterem Müminler! Yüce Rabbimiz, peygamber efendimizin şahsında bizlere; “İş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever”(6) tavsiyesinde bulunmaktadır. Bu tavsiye gereğince işlerimiz nasıl yürüteceğimiz konusunda danıştıktan sonra verilen kararın uygulanma safhasında da Allah’a tevekkül etmek gerekir. DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI Kaynaklar 1 -İbn Hanbel, II, 148. 2 -Şûrâ Sûresi, 42/38. 3-İ. Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara 2004,s170, 184. 4-M.Yusuf Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, çev:A Arslan, İstanbul , II/92-97. 5- Yusuf Sûresi, 12/76. 6- Âl-i İmrân Sûresi, 3/159. İLİ :BAYBURT AY-YIL : KASIM2013 TARİH : 29.11.2013 (5. HAFTA) ﺍﻟﺮ ِﺣ ِﻴﻢ ﺍﻟﺮ ْﺣﻤٰ ِﻦ ﱠ � ﱠ ِ ِﺑﺴ ِْﻢ ﱣ َ َﻭ ِﻣ ْﻦ ُﻛ ِّﻞ َﺷ ْﻲءٍ َﺧﻠَ ْﻘ ﻨَﺎ ﺯَ ْﻭ َﺟﻴ ِْﻦ ﻟَﻌَﻠﱠ ُﻜ ْﻢ ﺗَﺬَ ﱠﻛ ُﺮﻭﻥ (Zariyat, 51/49) :ﺳﻠﱠ ْﻢ ُ َﻭ ﻗَﺎ َﻝ َﺭ ﺻﻠﱠﻰ ﱣ ِ ﺳﻮ ُﻝ ﱣ َ ُ� َ ﻋﻠَ ْﻴ ِﻪ َﻭ َ � ُﺿ ﱠﻢ ﺃَﺻﺎَﺑِﻌَﻪ َ َﻭ:ﻋﺎ َﻝ ﺟﺎ َ ِﺭﻳَﺘَﻴ ِْﻦ َﺣﺘﱠﻰ ﺗ َ َﺒﻠﱠﻐَﺎ َﺟﺎ َء َﻳ ْﻮ َﻡ ْﺍﻟ ِﻘﻴَﺎ َﻣ ِﺔ ﺃَﻧَﺎ َﻭ ُﻫ َﻮ َ َﻣ ْﻦ KADIN: EVLAT, EŞ VE ANNE OLARAK (Müslim, “Birr”, 149) Değerli Mü’minler! Yüce Allah, evrendeki her şeyi çift yaratmıştır. Kur’an-ı Kerim’de, “Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.”1ayetiyle bu gerçek dile getirilmektedir. Allah katında saygın bir yere sahip olan insan da kadın ve erkek olarak yaratılmıştır. Her varlığın yaratılışında olduğu gibi erkek ve kadının yaratılışında da sayısız hikmetler mevcuttur. Kadınların geçmişte ve günümüzde gerek ailede gerekse toplumsal yapıda her zaman hak ettikleri saygı ve değeri gördükleri söylenemez. Öyle ki insanlık tarihinde kadının insan olup olmadığı tartışılacak kadar insaftan uzaklaşılmış hatta o, namusa leke süren bir varlık olarak düşünülmüş ve hayat hakkı hiçe sayılarak kumlara gömülecek derecede vahşi muamelelere maruz kalmıştır. Üzülerek belirtelim ki, günümüzde de boyut ve biçimi farklı olsa da benzeri uygulamalara şahit olmaktayız. Bu muamelelere maruz kalan kadın, Allah’ın bize bir emaneti olan eşimiz, Rabbimizin bize göz aydınlığı olarak verdiği kızımız, yaratılışımızda hatta hayatımız boyunca ilk sığınağımız, anamızdır. Analarımız bizlerin dünyaya gelmesine vesile olan fedakârlık sembolü kimselerdir. Yaşımız her ne olursa olsun hepimiz annelerimizin sevgi, şefkat ve merhametine muhtaç oluşumuzu derinden hissederiz. Muhterem Mü’minler! Bir eş olarak kadın, hayat arkadaşımızdır. Hayatın zorluklarını, üzüntü ve kederlerimizi onunla paylaşarak hafifletiriz. O, bizim sadık bir dert ortağımızdır. Huzur ve mutluluğumuzu onunla paylaştıkça hayatımız daha bir anlam kazanır. Zaten aile yuvasının kuruluşunun temel esprisi de bu değil midir? “İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda sevgi ve rahmet var etmesi, Allah’ın (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için dersler vardır.”2âyeti, duygu ve sözlerimize ne güzel de tercüman oluyor. Eşlerimizle bizler arasında var olan sevgi ve rahmet ilahî kökenlidir. Unutmayalım ki, onlar bize, biz de onlara Allah’ın birer emanetiyiz. Kur’an-ı Kerim’de, mü’min erkek ve kadınların birbirlerinin dostu oldukları ve birbirlerine iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırdıkları3 bildirilmiştir. Acısıyla, tatlısıyla bir ömür boyu beraber hayat sürecek eşlerin dostluğa, karşılıklı sevgi ve saygıya herkesten daha çok ihtiyaçları olduğu açıktır. Kur’an-ı Kerim’de; “...Eşlerinizle, iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah’ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.”4 buyurulmaktadır. Aziz Müslümanlar! Kadın, canımız kadar hatta ondan daha çok sevdiğimiz kızımızdır, evladımızdır. Üzülerek belirtelim ki, kız evladını ikinci plana iten bazı yanlış tutum ve anlayışlar varlığını hâlâ sürdürmektedir. Unutmayalım ki, kız olsun erkek olsun, onlar bize Yüce Mevla’mızın sevinç ve mutluluk kaynağı kıldığı, huzur kaynağı yaptığı nimetlerdir. Çocuklarımıza karşı davranış biçimimizi, onlara göstereceğimiz şefkat ve merhametin ölçüsünü cinsiyetleri belirlememelidir. Onların birinin hakkı diğerinden daha az değerli ve kutsal değildir. Kız çocuklarının mirastan, eğitim ve öğretim imkânından mahrum edilmeleri dinimizin esasları ile bağdaşmaz. Hutbemi her konuda bizlere örnek olan rahmet Peygamberinin şu sözleriyle bitirmek istiyorum: “Her kim kız çocukları yüzünden bir sıkıntıya uğrar da onlara iyi bakarsa, bu çocuklar onu cehennem ateşinden koruyan bir siper olurlar.”5 “Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü o kimseyle ben yan yana bulunacağız.”6 Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı 3 Tevbe, 9/71. Nisâ, 4/19. 5 Buhârî, “Zekât” 10, “Edeb”, 18; Müslim, “Birr”, 147. 6 Müslim, “Birr”, 149. 4 1 Zariyat, 51/49. Rûm, 30/21 . 2 İLİ AY-YIL TARİH :BAYBURT :AĞUSTOS 2013 :03.08.2013 1. HAFTA *ﺇِ ﱠﻧﺎ ﺃَﻧﺰَ ْﻟﻨَﺎﻩُ ﻓِﻲ ﻟَ ْﻴﻠَ ِﺔ ْﺍﻟ َﻘﺪ ِْﺭ* َﻭ َﻣﺎ ﺃَﺩ َْﺭﺍﻙَ َﻣﺎ ﻟَ ْﻴﻠَﺔُ ْﺍﻟﻘَﺪ ِْﺭ ﺍﻟﺮﻭ ُﺡ َ ﻒ ِ ﻟَ ْﻴﻠَﺔُ ْﺍﻟﻘَﺪ ِْﺭ َﺧﻴ ٌْﺮ ِ ّﻣ ْﻦ ﺃ َ ْﻟ ﺷ ْﻬ ٍﺮ* ﺗَﻨ ﱠَﺰ ُﻝ ْﺍﻟ َﻤ َﻼ ِﺋ َﻜﺔُ َﻭ ﱡ ْ ْ َ *ِﻲ َﺣﺘﱠﻰ َﻣﻄﻠَﻊِ ﺍﻟﻔَﺠْ ِﺮ َ *ﻓِﻴ َﻬﺎ ِﺑﺈِﺫْ ِﻥ َﺭ ِﺑّ ِﻬﻢ ِ ّﻣﻦ ُﻛ ِّﻞ ﺃ ْﻣ ٍﺮ َ ﺳ َﻼ ٌﻡ ﻫ KADİR GECESİ ve FAZİLETLERİ Muhterem Müslümanlar... Kadir, sözlükte, hüküm, şeref, güç, yücelik gibi anlamlara gelir. Dini literatürde, "leyletü'l kadr" şeklinde Kur'an-i Ker'im'in indirildiği gecenin adı olarak kullanılır. Aynı adı taşıyan 97. Kadir süresi, bu gecenin fazileti hakkında nazil olmuştur. Bu sürede yüce Allah şöyle buyurmaktadır. "Şüphesiz biz o Kur'an'ı kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen ne bileceksin, Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede Rab'lerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir"1 Kur'an-ı Kerim'in Kadir gecesinde indirildiği ve bu gecenin bin aydan daha hayırlı olduğu belirtilmektedir. “Hayırlı olanın bu gecede yapılan amel olduğu, bin ayın ise, içinde Kadir gecesinin bulunmadığı bir süreyi ifade ettiği anlaşılmaktadır.”2 Kadir Gecesi, gecelerin en faziletlisi ve bereketlisidir. Hayırlarla dolu olayların meydana geldiği mübarek bir gecedir. Bu sebeple Ramazan ayının 27. gecesi İslam âleminde kadir gecesi olarak bilinir ve kutlanır. Bir hadisi şerifte, önceki ümmetlerin uzun ömürlü olmaları sebebiyle fazla sevap kazanabilmelerine karşılık Müslümanlara, bin aydan daha hayırlı olan kadir gecesinin verildiği belirtilmektedir.3 Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisi şeriflerinde: “inanarak ve mükâfatını Allah'tan bekleyerek kadir gecesini ihya edenlerin geçmiş günahlarının affedileceğini müjdelemiştir”.4 Ramazanın son 10 gününe girildiğinde; Hz. Peygamber (sav) dünyevi işlerinden uzaklaşıp itikâfa çekilir, geceleri daha çok ibadet ve tefekkürle geçirdiği gibi ailesini de ibadet için uyanık tutardı.5 Ebu Hureyre (r.a.) dan: Ramazan ayı geldiğinde Resulullah (sav) şöyle buyurmuş : "Ramazan ayı geldi, o mübarek bir aydır, o ayın orucunu Allah size farz kılmıştır. O ayda cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur. Onda bir gece vardır ki, bin aydan daha hayırlıdır. O gecenin hayrından mahrum kalan gerçekten mahrum kalmıştır.6. Bu gece, bin aydan daha hayırlı olan ve ta fecre kadar devam eden selam ve esenlik dolu bir gecedir. Bu gece, oruç, Kuran, teravih ve diğer ibadetlerle temizlenen müminlerin, meleklerle melekleştiği şükran gecesidir... Muhterem Müslümanlar... Yüce Rabbimiz çeşitli zamanlarda bizlere sayısız fırsatlar ve imkânlar sunmaktadır. Bu fırsat ve imkânları en gü el z ve verimli b ri şekilde değerlendirmeliyiz. İnsanlar arasında da bazı zamanlarda mesai yapanlara, normal zamanlardan çok daha fazla ücret ödenir. Bazen genel af ilan edilir ve büyük cezalar dahi bağışlanır. Bütün bunları düşündüğümüzde, Kadir Gecesinin anlamı ve kıymetini daha iyi kavrarız. Çünkü Yüce Allah, kullarından daha cömerttir, Kerimdir, Ğafur'dur, Rahimdir... O nun hazinesi, cömertliği, keremi ve bağışlaması başkalarınınkiyle asla kıyaslanamaz. Maddi ve manevi nimetler, hazineler O'nun olduğuna göre, kime ne kadar vereceğini de ancak O bilir. İşte Kadir Gecesi, “Yüce Rabbimizin biz Müslümanlara adeta bir bahşişi, bir genel af ilanı ve bir ikramiyesidir.”7 O halde değerli müminler; Kadir Gecesini her zamankinden daha fazla Kur'an okuyarak, manasını anlayarak, kaza ve nafile namazlar kılarak, tövbe istiğfarda bulunarak ve dua ederek değerlendirilmeli; Hayatımızın ve yaşantımızın Kur'an ve sünnete uygun olup olmadığının muhasebesini yapmalı; dargınlık, kırgınlık, kin ve nefretin yerine kardeşliği hâkim kılmalıyız. Yetimlerin, kimsesizlerin, fakir ve muhtaçların yüzünü güldürmeli, onlara yardım elini uzatmalıyız. Bu geceyi hayatımız için bir fırsat bilmeli, manen bin aydan daha hayırlı olduğu müjdelenen, yaklaşık seksen kusur yıllık bir insan ömrüne bedel olan bu geceden, gerektiği şekilde istifade etmeliyiz. Sayısız manevi güzelliğin yaşandığı ve mükâfatın sınırsız olarak verildiği bu gecede; özümüze dönerek gaflet içinde geçen günlerimizi sorgulamalı, kendimizle hesaplaşmalı, iyi ve güzel davranışlarımızı artırıp, kötü davranışlarımızdan uzaklaşmalı, kalbimizdeki manevi kirleri temizlemeliyiz.8 Şu hadisi şerifin mealiyle hutbeme son veriyorum. Hz. Aişe (ra) validemiz : "Ya Rasulellah (sav) kadir gecesine rastladığım zaman nasıl dua edeyim?" diye sorunca, Peygamber Efendimiz (sav) : " Ey Allah'ım sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affet" diye dua ve niyazda bulunmasını buyurmuştur.9 Kemalettin AKSOY Bayburt İl Müftüsü Kaynakalr: 1-Kadir Suresi 1-5 2-Taberi. XV. 339 3- El Muvatta. itikat.6 4-Buhari. Fazlu Leyletil Kadr. 1. Müslim. Selatül Misafirin 175-176. 5- itikaf 1. Müslim, itikaf 1-5. Tirmizi. Buhari.Fazlu Leyletil Kadr. 6 -Ahmet Bin Hambel ve Nesai 7-Dr.Muhlis Akar.Din işleri Y.Kurulu uzmanı 8-Dr.Muhlis Akar.Din işleri Y.Kurulu Uzmanı 9-Tirmizi. Daavat 84. ibni Macet. Dua 5. İLİ : BAYBURT AY-YIL : OCAK 2013 TARİH : 04.01.2013 (1. HAFTA) ﻓَ َﻤﻦ ﻳَ ْﻌ َﻤ ْﻞ ِﻣﺜْﻘَﺎ َﻝ ﺫَ ﱠﺭﺓٍ َﺧﻴْﺮﺍ ً ﻳَ َﺮﻩُ َﻭ َﻣﻦ َُﻳ ْﻌ َﻤ ْﻞ ِﻣﺜْﻘَﺎ َﻝ ﺫَ ﱠﺭ ٍﺓ ﺷ َّﺮﺍ ً ﻳَ َﺮﻩ KIYAMET GÜNÜ İÇİN HAZIRLIK YAPMAK Muhterem Müslümanlar! Hayatta hep yüz yüze olduğumuz halde bir türlü idrakine varamadığımız bir gerçek vardır, ölüm ve ötesi. Şöyle geriye doğru dönüp baktığımızda görüyoruz ki, zengin-fakir, genç-yaşlı, iyi-kötü, zalimmazlum nice insanlar bu dünyadan gelip geçtiler. Birçoğunun yerinden yurdundan eser bile kalmadı. Her geçen gün bir sevdiğimiz bizi bırakıp gidiyor. Biz de bir gün sevdiklerimizi bırakıp gitmek için, her an gelmesi muhtemel ecelimizi bekliyoruz. Şurası bir gerçektir ki, bugüne kadar ölümden yakasını kurtaran hiçbir insan yoktur. Her geçen gün yıpranan bedene, ağaran saça dur demek mümkün değildir. İstesek te istemesek te doğumla geldiğimiz dünyadan ölümle çıkıp gideceğiz. Öyle ise şu soruyu kendimize sormalıyız. “Bu dünyada niçin varız”? bu sorunun cevabını yüce Allah Kur’an-ı Kerimde şöyle bildiriyor: “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.”(1) İmanın altı esasından biri de ahirete inanmaktır. Ahiret yurdu, bu dünyada yaptıklarımızın karşılığını bulacağımız, halimize göre mükâfat ya da azap göreceğimiz yerdir. Öyle ki; artık dünyaya geri dönüş yok, herkes bu dünyadaki amelinin karşılığını eksiksiz görecektir. Kimseye haksızlık da yapılmayacaktır. Yüce Allah bu hakikati şöyle dile getirmiştir: “Her kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca kötülük işlerse onun cezasını görecektir.”(2) Aziz Cemaat! Hesap gününde hiçbir şeye itiraz etme hakkımız olmayacaktır. Zira karşımıza çıkan kendi işlediklerimizden başkası değildir. Yüce Rabbimiz bu konuda şöyle buyuruyor: “Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız. Oku kitabını, bu gün hesap sorucu ol arak s ana n efsin ye ter”(3) denilecektir. O günün manzarasını yine Cenab-ı Hakkın kelamından dinleyelim: “Kişinin kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır. O gün bir takım yüzler vardır ki pırıl pırıl parlarlar, gülerler sevinirler. O gün nice yüzler de vardır ki toz toprak içindedirler. Onları bir siyahlık bürür. İşte onlar kâfirlerdir, günaha dalanlardır.”(4) Değerli Müminler! Dünya pazarında hiçbir şey karşılıksız verilmezken, ebedi âlemde vaat edilen nimetler çalışmadan, hazırlanmadan kazanılır mı? Mademki ölüm var, ahiret var, hesap var, mizan var, sırat var, cennet var, cehennem var öyle ise hazır olalım. Hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekelim. Kendimizi hesaba çekmemizi hatırlatan bir hadisi şerifle hutbemi bitiriyorum. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Âhirette insan şu beş şeyden sorguya çekilmedikçe Allah’ın huzurundan ayrılamaz; ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini ne şekilde yıprattığından, malını (servetini) nereden kazanıp nerelere harcadığından ve bildikleriyle amel edip etmediğinden”(5) Ne mutlu hazırlıklı ve bağışlanmış olarak Allah’ın huzuruna varanlara! Murat BİROL Din Hiz. ve Eğt. Şefi Kaynaklar : 1-Mülk,2 2-Zilzal,7-8. 3-İsra,13-14. 4-Abese,33-42. 5-Tirmizi,Kıyamet1(3531). İLİ : BAYBURT AY-YIL : EKİM-2013 TARİH : 11/10/2013 ﻟَﻦ ﻳَ ﻨَﺎ َﻝ ﱠ �َ ﻟُ ُﺤﻮ ُﻣ َﻬﺎ َﻭ َﻻ ِﺩ َﻣﺎ ُﺅﻫَﺎ َﻭﻟَ ِﻜﻦ ﻳَﻨَﺎﻟُﻪُ ﺍﻟﺘ ﱠ ْﻘ َﻮﻯ ِﻣﻨ ُﻜ ْﻢ KURBAN VE ÖNEMİ Muhterem Müminler! Yüce Allah'ın insanoğluna verdiği nimetler sayılamayacak kadar çoktur. Yokken insanı yaratan, ona verdiği akıl ve benzeri yeteneklerle diğer yaratıklara üstün kılan O'dur. Bütün bunlara karşı bir şükür demek olan ibadet de insanın görevidir. Değerli Kadeşlerim İslam'ın mali ibadetleri arasında yer alan kurban, hali vakti yerinde olan müslümanlara borçtur. Nitekim Sevgili Peygamberimiz: "Hali vak ti ye rinde ol up da kurban kesmeyen kimse sakın namazgahımıza yaklaşmasın" (1) buyurmuşlar ve kurban için mali gücün şart olduğunu duyurmuşlardır. Kurban'ın vacip olması için gerekli olan zenginlik, sadakai fıtırı vacip kılan zenginliktir. Yani sadakaı fıtır kendisine borç olan kimseye kurban da borçtur. Kurban, bayram günlerinde kesilir. Kurban bayramı günleri kameri aylardan zilhicce ayının 10., 11. ve 12. günleri olmak üzere üç gündür. Hayvanlardan sadece koyun ve keçi ile deve ve sığır kurban edilebilir. Ancak koyun cinsinin erkeğini ve sığır cinsinin dişisini kurban etmek daha efdaldir.Bunlardan deve beş, sığır iki ve koyun ile keçinin de bir yaşını doldurmuş olması lazımdır. Ancak koyunlar 7 ila 8 aylık olduğu halde bir yaşını doldurmuş gibi gösterişli olursa bu da kurban edilebilir. Keçinin ise bir yaşını doldurması şarttır. koyun ve keçiyi ancak bir kişi kurban edebilirken sığır ile deve ise birden yedi kişi namına kadar kurban edilebilir. Ancak burada ortakların hepsinin kurbana niyet etmiş olmaları gerekmektedir. Ortaklardan bir kısmı et niyetiyle katılacak olursa hiçbirinin kurbanı olmaz. Çünkü kurban niyetiyle hayvanı boğazlamak ibadettir. Ama et niyetiyle hayvan kesmek ise mübahtır.Kurbanlık hayvan kusurlu ve ayıplı olmamalıdır. İki gözü veya bir gözü kör olan, dişlerinin çoğu düşmüş veya kulakları kesilmiş olan, boynuzlarının biri veya ikisi kökünden kırılmış bulunan, kulağının veya kuyruğunun yarısından fazlası veya memelerinin başları kopmuş bulunan, kesilecek yere ayağını basarak gidemeyecek derecede topal olan, kesilecek yere gidemeyecek kadar hasta olan, anadan doğma kulağı olmayan hayvanlar kurban olmaz.Bazı kusurlar da vardır ki bunlar hayvanın kurban olmasına engel değildir. Kurbanlık hayvanın boynuzlu veya boynuzsuz olmasında veya boynuzunun biraz kırık bulunmasında, kulaklarının delinmiş veya enine yarılmış olmasında, kulaklarının ucundan kesilip sarkık bulunmasında bir sakınca yoktur. Bu gibi hayvanlar kurban edilebilir. Muhterem Müminler! Kurban edilecek hayvan incitilmeden kesilecek yere götürülmeli ve kıbleye karşı yatırılmalıdır. İyice bilenmiş bir bıçakla "Bismillahi Allahu Ekber" diye kesilmelidir Kurban etini üçe ayırmak, birini yoksullara sadaka olarak vermek, birini akraba, dost ve komşulara ikram etmek, diğerini de kendisi ve çocukları ile birlikte yemek en güzeldir. Kurban vecibesini yerine getirenler, ekonomik dengeye hizmette bulunacakları gibi yarın kıyamet gününde de yüce Allah'ın lutfuna ve mağfiretine mazhar olacaklardır. Hutbemi okuduğum Ayeti Celilelin mealiyle bitirmek istiyorum;” Bu hayvanların ne etleri ve ne de kanları Allah'a ulaşacaktır. Allah'a ulaşacak olan ancak sizin O'nun için yaptığınız gösterişten uzak amel ve ibadettir.” HUTBE KOMİSYONU KAYNAKLAR 1-Müsned, II, 321 2-El-Hac 37 İLİ : BAYBURT AY-YIL : EKİM 2013 TARİH :15 /102013 KURBAN BAYRAMI Muhterem Müslümanlar! Bugün, vatanımızda iman dolu gönüllerle, sağlık sükun ve huzur içinde Kurban Bayramını idrak etmiş bulunuyoruz. Yalnız bizler değil, İslam alemindeki milyonlarca Müslüman, îman etmenin, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in yolunda bulunmanın sevinci içinde, bu büyük günü kutluyor. Bugünlerde yüz binlerce Müslüman, büyük bir coşku ve heyecan içinde kıblegahımız olan Kâbe-i Muazzama etrafında tavaf edip Yüce Allah’a hamd ü senada bulunarak hac farizasını yerine getiriyor. Bayramlar sevinçlerin paylaşıldığı, gönüllerin coştuğu, kalplerin yumuşadığı, akraba ve komşuların ziyaret edildiği, öksüz ve yetimlerin sevindirildiği, misafirlerin tebessümle karşılandığı ve ikramların yapıldığı mutlu günlerdir. Değerli Mü’minler! Kurban bayramında Allah’a yakın olmak niyetiyle mukim ve zengin olan her Müslüman kurban kesmelidir. Çünkü hem Kur’ân’da hem de sevgili Peygamberimizin Sünnetinde kurban kesmeye önemle vurgu yapılmıştır: Yüce Rabbimiz Kevser suresinin ikinci âyetinde “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” buyurmuştur. Sevgili Peygamberimiz (a.s.) ise, “Ademoğlu, kurban bayramı gününde Allah için kurban kesmekten daha sevimli bir iş yapmış olmaz” hadisi ile bu ibadetin ne derece faziletli olduğunu ifâde etmiştir (2). Her ibadette olduğu gibi kurban ibadetinde de ihlaslı olmak ve yalnız Allah’ın rızasını gözetmek temel prensiptir. Nitekim Yüce Allah, “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz, fakat, O’na sizin takvanız ulaşır...”[3] buyurarak bu prensibe işaret etmektedir. Aziz Müminler! Bayram günlerini, günahların bağışlanması için bir fırsat olarak değerlendirelim, büyüklerimizi mümkünse ziyaret ederek, değilse telefonla arayarak onların dualarını alalım Annemizi, babamızı, büyüklerimizi, komşu, dost ve akrabamızı ziyaret ederek gönüllerini hoş edelim. Çocuklarımıza göstereceğimiz sevgi ile onlara bayram sevincini yaşatalım. Yüce Rabbimizin ve sevgili Peygamberimizin emir ve öğütlerine uyarak, bayramlarda mâli imkanlarımız nispetinde yoksul kardeşlerimize yardım edelim, yetimleri sevindirelim, kestiğimiz kurbanların etinden yoksullara da vererek onların da bayram sevincini yaşamalarına vesile olalım. Varsa aramızdaki dargınlıklara son verelim. Hastaları ziyaret edip onlara şifalar dileyelim. Ahirete göçmüş olan büyüklerimizi, yakınlarımızı, tanıdıklarımızı hayırla yad edelim. Bu duygularla mübarek Kurban Bayramınızı tebrik eder, milletimizin birlik ve beraberliğine, tüm insanlığın huzur ve sukununa vesile olmasını Yüce Allah’tan niyaz ederim. HUTBE KOMİSYONU Kaynaklar 1- Kevser, 1-2 2- Tirmizî, Edâhî, 1 3- Hac, 22/37 İLİ : BAYBURT AY-YIL : ARALIK-2013 TARİH : 20.12.2013 (3.Hafta) ﺐ ّ �ِ ِﺇ ﱠﻥ ّ ﻋﻠَﻰ �َ ﻳُ ِﺤ ﱡ َ ﻋﺰَ ْﻣ َ ﺖ ﻓَﺘ َ َﻮ ﱠﻛ ْﻞ َ ﻓَﺈِﺫَﺍ َْﺍﻟ ُﻤﺘ َ َﻮ ِ ّﻛ ِﻠﻴﻦ MEHMET AKİF ERSOY Aziz Müminler! Milletimizin düşman istilasından kurtulması ve bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmesi, Kurtuluş savaşıyla olmuştur. Milli mücadele yıllarında ve sonrasında insanımızın mücadele azmini şiir ve yazıyla güçlendiren şahsiyetlerin başında Mehmed Akif ERSOY gelmektedir. M. Akif şairliğinin yanında Anadolu’da milletin şuurlandırılması ve gayretlendirilmesi için şehir şehir dolaşarak hutbe ve vaazlar irad eden mümtaz bir vatanseverdir. Bunun açık delilide İstiklâl Marşımızın kendisidir. Nitekim O’nun; “Kim bu cennet vatan uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda! Canı, cananı, bütün varımı alsında Hüda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda’’ Mısralarındaki vatanseverlik duygusu ve söyleyiş güzelliğini yüreklerimizin derinliklerinde hissetmemek mümkün müdür? Değerli Müminler! Mehmed Akif, müspet ilimlerle birlikte dini ilimlerdeki derin malumatı, yaşantısındaki tutarlılık ve istikamet sahibi biri olmasıyla da Milletimize ve nesillerimize örnek bir kişiliktir. Mehmet Akif cahilane taassuba, körü körüne tarafgirlik ve ön yargının da hep karşısında olmuştur. O şöyle der: “Eski eski olduğu için atılmaz, fena ve faydasız olursa atılır.”(1) Mehmet Akif içinde yaşadığı toplumun ıslahı ve insanımızın gelişmesi için her şeyin açıkça konuşulması gerektiğini ise şöyle anlatır: “Özellikle t oplumsal hastalıklarımızı dökmekten yar alarımızı açıp göstermekten hiç çekinmeyeceğiz. Ta ki alışkanlık neticesi olarak, her gün yapmaktan hiç sıkılmadığımız, hiç eza duymadığımız bir sürü fenalıkları yavaş yavaş bırakalım da el birliğiyle kemale doğru bir adım atalım.”(2) Aziz Cemaat! Mehmed Akif’ in vefa ve karakter abidesi bir kişilik olduğunu gösteren şu olaya bir bakın: 1911 yılı başlarında Baytarlık Dairesi, katiplik için imtihan açar ve kazanan bir genç işe alınır. Mehmed Akif daha önce tanımadığı, fakat zeki ve kabiliyetli bulduğu bu gençle ilgilenir, ona yardım eder; Mülkiyeye devam etmesi için yarım gün izin verir… Akif’in bu alakasından, onun genci tanıdığı ve ona imtihanda yardım ettiği neticesini çıkaranlar, çocuğun işine son veririler. Olayı ve nedenini birkaç gün sonra öğrenen Akif derhal istifa ederek, daireden ayrılır. Birkaç gün sonra genç işe geri alınır ve ricalar sonucu Akif de vazifesine döner. Muhterem Müminler! Mehmed Akif, memleketimizin birçok yönden geri kalmasını ve maddi manevi noksanlıklarla uğraşıp zaman kaybetmesini de yanlış tevekkül anlayışına bağlar. “Bir k ere azmettin mi, artık Allah’a dayan”(3) ayetini tefsir eden şiirinde, azmetmenin; zamanın icapları doğrultusunda çalışıp didinip gayret göstermek olduğunu söyler. Hutbeme Allah’u Teala’ dan Mehmed Akif ve diğer büyük vatan evlatlarına rahmet dileyerek son veriyorum. Yüce Allah bizleri de Mehmed Akif de olan, Din Vatan Millet sevgisi üzerinde daim kılsın. Ünal ÇODUR İmam- Hatip/BAYBURT Kaynaklar: 1-Mehmed Akif Makaleleri 2- a.g.e 3-Ali İmran 159 İLİ: BAYBURT AY-YIL: OCAK 2013 TARİH: 18.01.2013 (3. HAFTA) ٌ ﻋ ِﺰ ﻋﻠَ ْﻴ ِﻪ َﻣﺎ َﻋﻨِﺘ ﱡ ْﻢ ُ ﻟَﻘَ ْﺪ َﺟﺎء ُﻛ ْﻢ َﺭ َ ﻳﺰ َ ﺳﻮ ٌﻝ ِ ّﻣ ْﻦ ﺃَﻧﻔُ ِﺴ ُﻜ ْﻢ ﻭﻑ ﱠﺭ ِﺣﻴ ٌﻢ ٌ َﺣ ِﺮ ٌ ُﻋﻠَ ْﻴ ُﻜﻢ ﺑِ ْﺎﻟ ُﻤﺆْ ِﻣﻨِﻴﻦَ َﺭﺅ َ ﻳﺺ MEVLİD KANDİLİ Değerli Müminler! Âlemlere rahmet olarak gönderilen, yüce Allah’ın kendisine Habiblim diye hitap ettiği, zaman ve mekânın tanık olduğu, kutlu doğumun gerçekleştiği, 20 Nisan 571 tarihine rastlayan rebiülevvel ayının 12. pazartesi gecesi; İbrahim (as) ve İsmail (as)’ın, “ Ey r abbimiz! B izi s ana boyun eğenlerden kıl, soyumuzdan da sana itaat eden bir ümmet çıkar.”(1) “Ey r abbimiz! Onlara içlerinden s enin aye tlerini k endilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder.”(2) duaları; İsa (as)’ın; “Ey İsrailoğılları ben size Allah’ın elçisiyim benden önce gelen tevratı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmet adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim”(3) müjdesi gerçekleşmiş oldu. İşte bu kutlu doğumu Müslümanlar 14 asırdan beri canlı tutmaya ve bu geceyi ibadetlerle geçirmeye, Diyanet İşleri Başkanlığımızın ise 17-22 Nisan tarihleri arasını, Peygamber (sav)’i anlamak, anlatmak ve onun evrensel mesajını bütün insanlara duyurmak amacıyla kutlu doğum haftası olarak kutlamaktadır. temizleyen, kendilerine kitap ve hi kmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur.(5) buyrularak, Peygamberimizin gelişi insanlık için büyük bir lütuf ve nimet olduğu bildirilmiştir. Muhterem Kardeşlerim! Mevlit kandilini bazı yer ve yörelerde olduğu gibi ilahi ve kasideler söyleyerek bir gecede onu hatırlayıp anmakla ona karşı görevimizi yerine getirmiş sayılmayız. Aksine ona karşı olan sevgimizin pekiştirilmesi, birbirimize karşı olan kardeşlik duygularımızın güçlenmesi, onun yüksek ahlakı ile ahlaklanıp sünnetine uyarak imanımızın kemale ermesi sayesinde, gerçek kandilleri idrak etmiş olacağız. Peyganber(sav) şöyle buyuruyor. “Sünnetimi i hya eden be ni sevmiş demektir, beni seven i se cennette benimle b eraberdir.”(6) Allahu talanın sevgisine ve mağfiretine erebilmenin yolu peygambere uymaktan geçer. bu konuda yüce Allah (cc) “Ey Muhammed deki eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki A llah d a sizi s evsin v e günahlarınızı bağışlasın.”(7) Muhterem Müslümanlar! Bu duygu ve düşüncelerle kutlu doğum bize milletimize, İslam alemine ve tüm inananlığa hayırlı olsun. Doğuşu ile kandiller gibi dünyamızı aydınlatan sevgili peygamberimize salât ve selam olsun. Kemal YILDIRIM İmam-Hatip-BAYBURT Aziz Cemaat! Böyle kutsal gün ve geceleri önceden hatırlamak diğer insanlara da hatırlatmak bizler için vaz geçilmez bir görevdir. Çünkü Peygamber (sav) ömrünün tamamını ümmetinin dünya ve ahiret mutluluğu için harcamış ve bu hususta malını ve canını feda etmekten kaçınmamıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerimde; “Andolsun size sizin içinizden öyl e b ir peygamber geldi k i zahmete uğramanız ona ağır gelir. Osize çok düşkün mü’minlere karşı da şefkatli ve merhametlidir.”(4) “İçlerinden kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, kendilerini KAYNAKLAR : 1-Bakara 288 2-Bakara 229 3-Saff 6 4-Tevbe 128 5-Ali İmran 164 6-Tirmizi ilim 16 7-Aali İmran 31 İLİ : BAYBURT AY-YIL : MAYIS 2013 TARİH : 31.05.2013 5. HAFTA ﺳ ْﺒ َﺤﺎﻥَ ﺍﻟﱠﺬِﻱ ﺃَﺳ َْﺮﻯ ِﺑ َﻌ ْﺒ ِﺪ ِﻩ َﻟ ْﻴﻼً ِ ّﻣﻦَ ْﺍﻟ َﻤﺴ ِْﺠ ِﺪ ْﺍﻟ َﺤ َﺮ ِﺍﻡ ُ ﺎﺭ ْﻛﻨَﺎ َﺣ ْﻮﻟَﻪُ ِﻟﻨُ ِﺮﻳَﻪُ ِﻣ ْﻦ َ َﺼﻰ ﺍﻟﱠﺬِﻱ ﺑ َ ﺇِﻟَﻰ ْﺍﻟ َﻤﺴ ِْﺠ ِﺪ ﺍﻷ َ ْﻗ ﻴﺮ ﺁ َﻳﺎﺗِﻨَﺎ ِﺇﻧﱠﻪُ ُﻫ َﻮ ﺍﻟ ﱠ ُ ﺼ ِ ﺴ ِﻤﻴ ُﻊ ﺍﻟ َﺒ MİRAÇ KANDİLİ Muhterem Müminler! Önümüzdeki çarşambayı perşembeye bağlayan (05-06 Haziran 2013) gece Miraç Kandilidir. İslâm âlemi olarak böyle mübarek bir geceyi idrak etmenin sevinç ve mutluluğunu yaşamaktayız. Değerli Müminler! Miraç, insanlığın kurtuluşu için gönderilen sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in yaptığı manevi bir yolculuktur. Birçok ilahi hikmeti ve bereketi bünyesinde barındıran bu gece için İsrâ Suresinin ilk ayetinde şöyle buyrulmaktadır.“ Kulunu (Muhammed'i) bir gece Mescidi Haram'dan (Mekke'den), kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa' ya (Kudüs'e) götüren Allah'ın şanı yücedir. Doğrusu O, işitir ve görür. (1) Muhterem Müminler! Miraç mucizesi biz Müslümanlar için ilâhi rahmet ve lütuflarla doludur. Miraç olayının en önemli sonuçlarından biri de, İslâm’ın beş temel esaslarından biri olan namaz bu gecede farz kılınmıştır. “Namaz dinin direği (2) İmanın alameti(3) Amellerin en faziletlisi ve Allah’a en sevimli olan ibadettir.” (4) Namaz kalbin nuru gönüllerin süruru, takva ehlinin göz aydınlığı ve müminlerin miracıdır. Bu sebeple her Mümin namaza başladığında, namazın kedisinin miracı olduğunu, dolayısıyla Yüce Allah’ın huzurunda bulunduğunu bilmelidir. Muhterem Müminler! Böyle müstesna bir gece vesilesiyle sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’ e armağan edilen hakikatleri şöyle özetleyebiliriz; Allah’a ortak koşulmayacak, Anne ve Babaya hürmet edilecek. Zinaya yaklaşılmayacak, haksız olarak kimsenin canına kıyılmayacak, yetimlere iyi muamele edilecek, ölçü ve tartıda doğru olunacak, bilmediğiniz bir şeyin ardından körü körüne gidilmeyecek, yeryüzünde kibirli yürünmeyecektir. Bu saydığımız prensipler, bir toplum için gerekli bütün ahlak kurallarını ihtiva etmektedir. Muhterem Müslümanlar! İnsanlığın büyük bir buhran içinde kıvrandığı şu günlerde Miraç'ı hem anlamak hem de Allah'a teslimiyet ve bağlılığın müstesna örneklerini göstermek zorundayız. Üç aylar bizlere en güzel fırsatları sunmuştur. Bu aylarda çeşitli kandiller, feyiz ve bereketlerle dolu sınırsız saatler vardır. Miraç kandili de ikram edilmiş ilahi bir armağandır. Bu gece daha çok ibadet etmeli, günahlarımız için pişmanlık duymalı, gözyaşları dökmeli, namazlar kılmalıyız. Çünkü mübarek kandillerde Allah'a uzanan eller boş dönmeyecektir. Kandilleri birer fırsat bilip, Allah'a yakın olmaya çalışalım. Unutmayalım ki Allah'a yakınlık, O'nun emirlerini yerine getirmek, menettiklerinden kaçınmakla mümkündür. Bu duygu ve düşüncelerle Miraç Kandilinizi tebrik ediyor, bu kandilin İslâm Âleminin birlik ve beraberliğine, insanlığın barış, huzur ve hidayetine vesile olmasını Cenab-ı Haktan niyaz ediyorum. Rafet AKBAŞ İmam-Hatip/AYDINTEPE Kaynaklar: 123- İsra Suresi: 1. El-aclüni:11-39 El-aclüni:11-40 4- Ebu Davud Salat 9 İL : BAYBURT AY-YIL : KASIM- 2013 TARİH : 08/11/2013 MUHARREM AYI VE AŞURE Muhterem Müslümanlar, Bugün Muharrem ayının beşinci günü, önümüzdeki (13 Kasım ) Çarşamba aşure günüdür. Muharrem ayı, haram aylardan biridir. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de, “Şüphesiz Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır…”1 buyurmuş, Hz. Peygamber de, Muharrem’in haram aylardan biri olduğunu ifade etmiştir2. Fecr suresinin ilk ayetlerinde, Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Tan yerinin ağarmasına and olsun, O n ge ceye an d olsun, Çifte ve t eke and olsun, Aktığı zaman geceye and olsun, Şüphesiz bunlarda, akıl sahibi kimse(ler) için yemin edilmeye değer özellikler vardır”3. Bazı âlimler, bu surede Allah’ın yeminine konu olan “on gece”den maksadın, Muharremin ilk on günü olduğunu belirtmişlerdir4. Sevgili Peygamberimiz de bu ayı; bütün zamanlar, yıllar ve aylar Allah’ın olduğu halde “Allah’ın ayı olan Muharrem” diye nitelemiştir5. Değerli Kardeşlerim, Aşure, içinde bulunduğumuz Muharrem ayının onuncu günüdür. Bu günün hem geçmişte, bazı peygamberlere verilen lütuflarla ilgisi vardır, hem de İslam tarihi açısından özel bir yeri bulunmaktadır. Nitekim Peygamberimiz Medine’ye geldiğinde, Yahudiler’in oruç tuttuklarına şahit olmuştur. Bunun ne orucu olduğunu sorduğunda, Yahudiler; Allah’ın bugünde Hz. Musa’yı ve İsrail Oğullarını düşmanlarından kurtardığını, Hz. Musa’nın ve kendilerinin de bu sebeple oruç tuttuğunu söylemişlerdir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Ben Musa’ya sizden daha yakınım” demiş ve bugünlerde oruç tutulmasını emretmiştir7. Başka bir hadiste ise Resul-i Ekrem Efendimiz, aşure günü tutulan orucun faziletine dikkat çekmiştir8. İslam âlimleri, Muharrem ayının onuncu gününün bir gün öncesi veya bir gün sonrası ile beraber, oruç tutmanın müstehap olduğunu ifade etmişlerdir. Aziz Mü’minler, Aşure gününün İslam tarihi açısından da özel bir önemi bulunmaktadır. Peygamberimizin güzide torunu Hz. Hüseyin, yetmiş iki arkadaşıyla birlikte bugünde şehit edilmişlerdir. Efendimizin kızı Fatıma ile, damadı Hz. Ali’nin çocukları olan Hz. Hüseyin, yakınlarıyla birlikte Kûfe’ye giderken Kerbelâ’da kuşatılmış, önce susuz bırakılmış, sonra da acımasızca şehit edilmişlerdir. O Hüseyin ki; Hz. Peygamber, ağabeyi Hasan’la birlikte onun hakkında, “Allah'ım! Ben, bunları seviyorum. Sen de bunları sev.”9 buyurmuştur. O Hüseyin ki; Peygamberimizin, “Hasan ve Hüseyin'i seven, beni sevmiş, onlara kin tutan da bana kin tutmuştur”10. iltifatına mazhar olmuştur. O Hüseyin ki; ismi bizzat Resul-i Ekrem tarafından konulmuş, eğitimini Peygamber kızı Fatıma ile ilim şehrinin kapısı Hz. Ali’den almıştır. Ehl-i beytin bu değerli üyesi, müminlerin gözbebeği Hz. Hüseyin’in şehâdeti, bütün Müslümanları can evinden vurmuş, derin bir hüzne sevk etmiştir. Tarih boyunca Müslümanlar, çocuklarına onun ismini vererek, Hz. Hüseyin’e olan sevgi ve muhabbetlerini, yüreklerinde yaşatmışlardır. Allah, bütün şehitlerle birlikte Hz. Hüseyin ve Kerbela şehitlerine rahmet eylesin! Dünyada ve ahirette hepimize iyilikler ve güzellikler ihsan etsin, bizleri cehennem azabından muhafaza buyursun! Redaksiyon: D.İ.B. Hutbe Komisyonu 1 Tevbe 9/36. Buharî, “Megâzî”, 77. 3 Fecr 89/1-5. 4 Beyhakî, Şuabi’l-iman, III, 359. 5 Müslim, “Sıyam”, 202-103. 6 İbn Mâce, “Sıyâm”, 41. 7 Müslim, “Sıyam”, 202-103. 8 Tirmizî, “Menâkıb”, 30 9 Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 288. 2 İLİ : BAYBURT AY-YIL : OCAK 2013 TARİH : 22.02.2013 (4. HAFTA) َﺎﻅ ِﻤﻴﻦ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻳُﻨ ِﻔﻘُﻮﻥَ ﻓِﻲ ﺍﻟ ﱠ ِ ﺴ ﱠﺮﺍء َﻭﺍﻟﻀ ﱠﱠﺮﺍء َﻭ ْﺍﻟ َﻜ َ ْﺍﻟﻐَ ْﻴ َ�ُ ﻳ ُِﺤﺐﱡ ْﺍﻟ ُﻤ ْﺤ ِﺴﻨِﻴﻦ ّ ﺎﺱ َﻭ ِ ﻋ ِﻦ ﺍﻟﻨﱠ َ َﻆ َﻭ ْﺍﻟ َﻌﺎﻓِﻴﻦ ÖFKE BALDAN TATLI MI? Değerli Kardeşlerim! Peygamber Efendimiz(s.a.s.) ashabıyla otururken bir adam dikkatini çekti. Adam; karşısındakine var gücüyle bağırırken yüzü kıpkırmızı kesiliyor, şah damarı boynunda belirginleşiyordu. Öfkenin alevi yüzüne yansırken, kırıcılığı da sesinde çınlıyordu. Onun bu hali üzerine Rahmet Peygamberi yanındakilere dönerek o sakin ve huzur veren sesiyle şöyle demişti; “Öyle bir söz biliyorum ki, eğer şu kişi o sözü söylese, öfkesi yok olur gider. Eğer bu adam ‘Eûzü billâhi mine’şşeytânir-racîm’ dese, öfkesi diner.” Bunu duyan sahâbîler hemen adamın yanına gelerek şeytandan Allah’a sığınmasını yani eûzü besmele çekmesini söylemişler ama o; “Ben de li m iyim de bunu yapacağım!” diyerek itiraz etmişti.(1) Muhterem Müslümanlar! Elbette deli değildi o adam. Onun deli olmadığını Peygamberimiz de biliyordu. Oysa öfkesi onu delirtmiş gibiydi. Kendini kontrol edemez ve sağlıklı düşünemez hale gelmişti. O adeta şeytanın kötü yönlendirmesine dur deme kabiliyetini yitirmişti. Resûl-i Ekrem onun bu savunmasız halini gördüğü için, Allah’ın engin merhametine sığınmasını ve şeytandan uzaklaşmasını istemişti. Öfkesiyle sonradan pişman olacağı adımlar atmasına engel olmayı arzu etmişti. Değerli Müminler! Aslında doğal bir duygudur öfke. Bedenine, malına, inancına, ırzına ve sevdiklerine karşı bir tehdit algıladığında öfkelenen insan, güçlerini harekete geçirerek söz konusu tehdidi uzaklaştırmaya çalışır. Ancak her ne kadar yaratılıştan gelse de öfke, kontrol edilmesi gereken ve haddini aştığında hem öfkelenen kişi hem de karşısındakiler için son derece tahripkâr olan bir duygudur. Üzülerek ifade edelim ki günümüzde, bedeli ödenemeyecek, telafisi zor nice üzücü olaylar, öfke neticesinde ortaya çıkmaktadır. Nice aile yuvalarının yıkılmasına, dostluk, akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin bozulmasına öfke sebep olmaktadır. Atalarımızın; “Öfke gelince akıl gider” sözü bu noktada oldukça mânidardır. Aziz Müminler Peygamber Efendimiz, kendisinden nasihat isteyen bir kişiye “Öfkelenme!” buyurmuş ve bunu üç defa tekrar etmiştir.(2) Elbette bir alev topunu andıran öfkeyi yutmak kolay bir iş değildir. Ama Allah Resûlü’nün ifadesiyle, “Asıl pehlivan güreşte karşısındakini yenen değil, öfke anında kendini kontrol edebilendir!”(3) “Öfke baldan tatlıdır.” derler. Öfkeye kapılıp ne dediğini ve ne yaptığını bilmez bir halde savrulmak insanın kolayına gider. Oysa akl-ı selim bir kimsenin öfkelendiğinde, sabırlı ve sağduyulu olması gerekir. Velhasıl, marifet, güreşmeyi ve ezmeyi değil, öfke ile mücadele edebilmeyi öğrenmektir. Öfke kontrolü konusunda ümmetinin yardımına koşan Resûl-i Ekrem, öfkeye yenilmek konusunda endişe etmiş ve Rabbinden şöyle yardım dilemiştir: “Allah’ım! Muhammed ancak bir beşerdir. Her insanın öfkelendiği gibi o da öfkelenir. Eğer bir Müslüman’a haksız yere lanet okur, ağır konuşur, beddua edersem, bunu onun için (günahlarından) temizlenme ve rahmet vesilesi kıl.”(4) Değerli Kardeşlerim! Mesele, inanan bir kul olarak Rabbin hoşnutluğunu kazanmak ve Kur’an’da kendilerinden övgüyle bahsedilenler arasına girmek değil midir? “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir… İşte onların mükâfatı Rab’leri tarafından bağışlanma ve içinden ırmaklar akan cennetlerdir ki orada ebedî kalacaklardır. (Allah yolunda) çalışanların mükâfatı ne güzeldir!”(5) Hutbe Komisyonu Kaynakalr 1. 2. 3. 4. Buhârî, Bed’ü’l-halk, 11. Buhârî, Edeb, 76. Buhârî, Edeb, 76. Müslim, Birr ve sıla, 89. 5. Âl-i İmrân, 134, 136. İLİ : BAYBURT AY-YIL : MART 2013 TARİH : 22.03.2013 (4. HAFTA) َ{ َﺧﻠَﻖ1} َﺍ ْﻗ َﺮﺃْ ِﺑﺎﺳ ِْﻢ َﺭ ِﺑّ َﻚ ﺍﻟﱠﺬِﻱ َﺧ َﻠﻖ { ﺍ ْﻗ َﺮﺃْ َﻭ َﺭﺑ َﱡﻚ ْﺍﻷ َ ْﻛ َﺮ ُﻡ2} ﻖ َ ﺴﺎﻥَ ِﻣ ْﻦ َ ﺍﻹﻧ ٍ َﻋﻠ ِْ ﺴﺎﻥَ َﻣﺎ َ {4} ﻋﻠﱠ َﻢ ﺑِ ْﺎﻟﻘَﻠَ ِﻢ َ { ﺍﻟﱠﺬِﻱ3} َ ﺍﻹﻧ ِ ْ ﻋﻠﱠ َﻢ ﻟَ ْﻢ َﻳ ْﻌﻠَ ْﻢ OKUMANIN ÖNEMİ Muhterem Müslümanlar! Yüce Dinimiz İslâm, okumaya büyük önem vermiştir. İslam tarihi ve özellikle Allah Resulü’nün hayatı bunun örnekleriyle doludur. Kur’an-ı Kerim’in ilk ayeti ve ilk emrinin “oku” (1) olması, Hz. Peygamberin ümmi (okuma yazma bilmez) iken, her türlü ilmin zirvesine ulaşmış olması, Bedir savaşında alınan esirlerin on kişiye okuma yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakılması, daha sonra astronomi, fizik, kimya, alanında Müslüman âlimlerin yetişmesi okumanın önemini bizlere göstermektedir. Aziz Müslümanlar! Fertlerin ve toplumların ilerlemesi, gelişmesi ancak bilgi ile olur. Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de “Hiç b ilenlerle b ilmeyenler b ir ol ur mu?” (2) buyurmak suretiyle, âlim ve cahilin aynı seviyede olamayacağını bildirmiştir. Peygamber efendimiz (s.a.v.) de bir hadisi şeriflerinde “İlim müminin yitik malıdır. Onu nerede bulursa alsın.” Buyurarak bizlere ilmin önemini bildirmiştir. “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” diyen Hz. Ali (r.a) de, okumanın ve öğrenmenin öneminin bu derece kıymetli olduğunu bildirmiştir. Aziz Kardeşlerim! Yaşımız ne olursa olsun, ibadet neşesi ile okuyalım, dinleyelim, bilgilerimizi artıralım. Çocuklarımızı okutalım, küçükte olsa evimize bir kütüphane kuralım. Günümüzün belirli bir bölümünü okumaya ve dinlemeye ayıralım. Hutbemi iki hadisi şerifle bitirmek istiyorum. “En faziletli s adaka m üminin b ir konuyu öğrenip, onu bir Müslüman kardeşine öğretmesidir. “ Hutbemi bir Hadisi Şerif mealiyle bitirmek istiyorum; “Ya Âlim ol, ya öğrenen, ya da dinleyen ol veya ilmi seven ol. Beşincisi olma helak olursun. (3) Efrail GÜLSÜN Müezzin-Kayyım/ BAYBURT Kaynaklar: 1- Alak Suresi1,2 23- Zümer Suresi 9 Sünen ibni Mace İLİ :BAYBURT AY-YIL : KASIM2013 TARİH : 15.11.2013 (3. HAFTA) ﺎﺱ َﺟ ِﻤﻴﻌﺎ ً َﻭ َﻣ ْﻦ ﺃ َ ْﺣﻴَﺎﻫَﺎ ِ ﺴﺎ ٍﺩ ﻓِﻲ ﺍﻷ َ ْﺭ َ ََﻣﻦ ﻗَﺘ َ َﻞ َﻧ ْﻔﺴﺎ ً ِﺑﻐَﻴ ِْﺮ ﻧَ ْﻔ ٍﺲ ﺃ َ ْﻭ ﻓ َ ﺽ ﻓَ َﻜﺄَﻧﱠ َﻤﺎ ﻗَﺘ َ َﻞ ﺍﻟﻨﱠ ً ﺎﺱ َﺟ ِﻤﻴﻌﺎ َ ﻓَ َﻜﺄَﻧﱠ َﻤﺎ ﺃ َ ْﺣﻴَﺎ ﺍﻟﻨﱠ ORGAN NAKLİ VE KAN BAĞIŞI MUHTEREM MÜSLÜMANLAR! Madde ve mana âlemimize hayat veren mukaddes dinimiz İslam, sağlığımızı korumamızı emreder. Zira hayat ve sağlık Cenab-ı Hakkın bizlere emanet olarak verdiği iki büyük nimettir. Bu itibarla sağlığımıza gerekli önem verilmeli ve uygun olan tedavi yöntemleri uygulanmalıdır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v) bir Hadis-i Şeriflerinde: “Yüce Allah verdiği her derdin şifasını da yaratmıştır. Böylece her hastalığın bir ilacı da vardır.”(1) buyurarak ve hastalandığı zaman, bizzat kendisi de tedavi görerek bizlere örnek olmuştur. MUHTEREM MÜ’MİNLER! Kan bağışı ve organ nakli de bir tedavi yöntemidir. Dinimize göre insan bedeni, canlı iken nasıl muhterem ise, cansız iken de öyledir. İnsan öldüğünde bedeninin herhangi bir organına keyfi olarak zarar verilmesi caiz değildir. Ancak bir hastaya tedavi maksadıyla organ nakli bazı şartların bulunması halinde caiz görülmüştür. Bunlardan bazıları şunlardır: -Hastanın hayatını veya hayati bir uzvunu kurtarmak için başka bir çaresinin olmaması, -Hastalığın bu yolla tedavi edileceğine kanaat getirilmesi, -Organ veya dokusu alınacak kişinin, işlemin yapılacağı esnada tıbben hayatını kaybetmiş olması, -Toplumun huzur ve düzeninin bozulmaması bakımından, organ veya dokusu alınacak kişinin ölmeden önce buna izin vermiş olması veya hayatta iken aksine bir beyanı olmamak şartı ile yakınlarının buna razı olması, -Alınacak organ veya doku karşılığında herhangi bir ücret alınmaması veya menfaat sağlanmaması.(2) Organın kullanılacağı vücudun sahibi insan olsun yeter; onun dini, ahlakı, cinsiyeti… Vs. hükmü etkilemez. Başkasının organını taşıyan kimsenin işleyeceği suç ve günahlardan organ veren sorumlu değildir. Bir kimsenin ne zaman öleceği, ömrünün ne kadar olacağı bilgisi Allah’a aittir. Allah her şeyi doğru olarak bildiği gibi her bir insanın ecelini de doğru olarak bilir ve bu bilgi değişmez bir hakikattir. Biz kullar ecelimizi bilemediğimizden, yaşamak ve sağlıklı olabilmek için tedbir almakla yükümlüyüz. Bu tedbir bazen isabet etmeyebilir. Kusur yoksa elden gelen yapılmış ise sorumluluk da olmaz. Organ nakli ve Kan Bağışı konusuna bu açıdan bakıldığında, bu işlem insan sağlığı ve hayatı açısından büyük bir önem arz etmektedir. Yüce Allah (c.c) şu Ayet-i Kerimesinde Mealen: “…Her k im b irini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır…”(3) diye buyurmaktadır. Hz. Peygamberimiz (s.a.v) de: “….Bir k imse Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da ona kıyamet gününde yardım eder….”(4) buyurmuşlardır. AZİZ MÜ’MİNLER! İnsanlar sıkıntılı durumlarda olduğu gibi yeri geldiğinde organ nakli ve kan bağışı konusunda da gerekli hassasiyeti göstermeli, bu konuda kendimizin de bir gün başkasının organ ve kan bağışına ihtiyacımızın olabileceğini unutmayalım. Bu şekilde yardım ederek insani ve dini görevimizi yerine getirmenin huzur ve mutluluğunu yaşayacağımız gibi, Allah’ın (cc) rızasını da kazanmış oluruz. Hutbe Komisyonu KAYNAKLAR : 1. Şevkani, Neylü’l-Evtar V111/207, Mısır 1380/1961 2. Diyanet gov tr..Din İşleri Kurulu Mutealâları 3. Maide suresi, 32 4. Riyazü’z Salihin Terc. C.1, Hd:242 İLİ : GENEL TARİH : 27/12/2013 ÖMÜR SERMAYESİ TÜKENİRKEN… Kardeşlerim! Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Nihayet onlardan birine ölüm gelip çatınca, ‘Rabbim! Beni geri gönder de, geride bıraktığım dünyada iyi işler yapayım’ der. Hayır! Onun söylediği bu söz boş laftan ibarettir. Önlerinde, yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İki nimet vardır ki insanların çoğu (onları değerlendirme hususunda) aldanmıştır: Sağlık ve boş zaman.”2 Kardeşlerim! Yeni bir yılın arefesindeyiz. Ömür sermayemizden bir seneyi daha geride bırakıyoruz. Yeni yıla girerken biz Müslümanlara düşen, geçmişin muhasebesini yapmak ve geleceği plânlamaktır. Kardeşlerim! Bu seneye veda ederken kendimize şu soruları soralım: Ömrümüzün senelerini bir bir sayarken, acaba kaç güne secdelerle merhaba diyebildik? Kalabalıklar arasında yönümüzü kaybetmeden, kıbleye çevirebildik mi yüzümüzü? Yerde ve göklerde bulunan bütün varlıklar O’nu tesbih ederken acaba biz Rabbimize itaat edebildik mi? O’nun emirlerini tutabildik mi? Yasaklarından korunabildik mi? Rızkımızı, kazancımızı haramlara bulaşmadan helal yollardan sağlayabildik mi? Elimizi, dilimizi, belimizi, gözümüzü, kulağımızı, zihnimizi, gönlümüzü haram ve günahlardan koruyabildik mi? Rabbimiz, “Var mı dua eden, duasını kabul edeyim?” “Var mı tevbe eden, tevbesini kabul edeyim?” buyurduğu halde, O’na el açıp dua edebildik mi? O’ndan af isteyip günahlarımız için tevbe edebildik mi? Gündüzlerimizi, gecelerimizi, Cumalarımızı, Ramazanlarımızı hakkıyla ihya edebildik mi? Anne ve babalarımıza, eş ve çocuklarımıza, akraba ve komşularımıza karşı vazifelerimizi yerine getirebildik mi? Sofralarımızda fakirlere yer verip ekmeğimizi kardeşlerimizle paylaşabildik mi? Bayram sevincimizi yoksulların sevincine katabildik mi? Yetimlerin başını okşayıp Efendimize bir adım daha yaklaşabildik mi? Mazlumların gözyaşlarını silebildik mi, yaralarına merhem olabildik mi? Masumları hedef alan her türlü zulme karşı “dur” diyebildik mi? Hakkı anlatabildik mi? Hakikati duyurabildik mi? Hakkın, hakikatin, adaletin, fazilet ve erdemin yanında yer alabildik mi? Kur’an’ın yanında, Peygamberimizin tarafında durabildik mi? Örnek insan olabildik mi? Kısacası Din-i Mübin-i İslâm’ı hakkıyla yaşayarak Hz. Muhammed Mustafa’ya gerçekten ümmet olabildik mi? Bir yılı daha geride bırakıyoruz. İki günü birbirine denk olan zararda iken hangi günümüzü diğerinden bereketli kılabildik? Bu sene sevap hanemize hangi hayırları, hangi iyilikleri kaydedebildik? Acaba Rabbimizin huzuruna sevdiği, razı olduğu bir kul olarak varabilecek miyiz? Evet Kardeşlerim! Ömür sermayemizden bir yılı daha geride bıraktık. Ancak gelecek nesiller için daha iyi bir dünya kuramadık. Dünyamızı barış ve esenlik yurduna dönüştüremedik. İnsanın şeref ve itibarını, haysiyet ve onurunu koruyamadık. Koruyamadığımız içindir ki 2013 yılında yüzbinlerce insan şiddet ve çatışma yüzünden hayatını kaybetti. Dünya genelinde her altı saniyede bir çocuk açlıktan öldü. Her otuz saniyede bir çocuk meta gibi satıldı. Her dört kadından biri şiddet gördü. Onlarca kadın katledildi. Bir yılı daha geride bıraktık. Ancak İslâm coğrafyasında kan ve gözyaşı hiç dinmedi. İslâm diyarlarında katliam, çatışma, açlık, yoksulluk, cehalet, tefrika hiç eksik olmadı. İslâm ülkelerinde kardeşin kardeşi öldürmesine, bebeklerin kimyasal silahlarla katledilmesine, küçücük bedenlerin kurşunlara hedef olmasına engel olamadık. Zalimlerin işledikleri cinayetleri ne yazık ki durduramadık. Bir yılı daha geride bıraktık. Ancak tabiatın dengesini bozmaya, çevreyi hoyratça kullanmaya, örselemeye devam ettik. Her türlü nimeti sınırsız bir şekilde tükettik. İsraf ve savurganlığa devam ettik. Bir yılı daha geride bıraktık. Ancak gençlerimizi zararlı alışkanlıklardan ve zararlı unsurlardan yeterince koruyamadık. Onları değerlerimizle gerektiği gibi buluşturamadık. Bir yılı daha geride bıraktık. Ancak kardeşlik hukukumuzu, kardeşlik ahlakımızı yeterince oluşturamadık. Dilimizi, üslubumuzu, bilgimizi, birikimimizi, aşkımızı, şevkimizi ve heyecanımızı yenileyemedik. İlişkilerimizi geliştiremedik. Bütün bunlara rağmen 2013 yılını başarılarla geçirmiş gibi milyonlarca insan kutlama yapacak. Zamanın sahibine boyun eğmektense, çılgınca eğlencelerle, sınırsız tüketimle, geçici haz ve avuntularla, şans ve talih oyunlarıyla zamanı öldürecek. Oysa insan, ancak “zaman bendedir ve mekân bana emanettir” şuurunu taşıdığında hayatı anlamlı hale gelir. Kardeşlerim! Bizler, bu senenin bu son Cuma gününü vesile kılıp tüm bunları nefsimize bir kez daha hatırlatalım. Henüz fırsat varken, can teni terk etmeden, Rabbimiz emanetini almadan bize verilen ömür sermayesinin değerini bilelim. Elimizi vicdanımıza koyalım ve “2013 senesinde Rabbim için, dinim için, dünya ve ahiret saadetim için, kardeşlerim için, insanlık için ne yaptım?” sorusunu kendimize soralım. Ve şu mübarek vakitte kaybettiklerimizi telafi etmek ve daha yaşanılabilir bir dünya kurmak için kendimize hedefler koyalım. Kendimiz için bir karar alalım ve Allah’a dua edelim. Dua edelim ki bize iyi yolları kolay kılsın. Dua edelim ki iki günümüz birbirine eşit olmasın. Dua edelim ki Allah bize güç-kuvvet versin. Dua edelim ki, Rabbimiz bizlere basiret ve feraset bahşetsin. Dua edelim ki, Rabbimiz ülkemizi ve âlem-i İslâm’ı her türlü bela ve tuzaklardan korusun. Dua edelim ki, birliğimiz, dirliğimiz, beraberliğimiz ve kardeşliğimiz kaim ve daim olsun. Dua edelim ki, İslâm coğrafyasında tutuşturulan fitne ateşi sönsün. Dua edelim ki gönül coğrafyamızda milletimize umut bağlayan kardeşlerimizin umutları boşa çıkmasın. 1 2 Müminûn, 23/99,100. Buhârî, Rikâk, 1. Hazırlayan: Diyanet İşleri Başkanlığı İLİ :BAYBURT AY-YIL :AĞUSTOS 2013 TARİH :09.08.2013 2. HAFTA ُ َﻭﺍ ْﻋﺒُ ْﺪ َﺭﺑ َﱠﻚ َﺣﺘﱠﻰ َﻳﺄْﺗِ َﻴ َﻚ ْﺍﻟ َﻴ ِﻘ ﻴﻦ RAMAZAN HASLETLERİNİN KORUNMASI Muhterem Müslümanlar! Dini hayatımızda çok önemli bir yeri olan, orucuyla, namazıyla, zekat ve sadakasıyla ibadet ve rahmet ayı Ramazan-ı Şerifi geride bırakmış bulunuyoruz. Bu mübarek ay’da, gücümüz yettiğince oruçlarımızı tutmaya, dini görevlerimizi yerine getirmeye, namazlarımızı kılmaya çalıştık.. Dinimizin güzelliklerini gönlümüze yerleştirmeye ve İslam’ın ruhuna uygun bir hayat yaşamaya çalıştık. Allah’a karşı kulluk görevlerimizi yerine getirmenin ve nefsânî arzularımıza gem vurarak, manevî bir zafer kazanmanın sevinci içerisinde eriştiğimiz Ramazan Bayramı’nı da hep birlikte yaşadık. Muhterem Müslümanlar! Mü’min ibadetlerle, Allah’a karşı tam bir teslimiyet içinde, iyi bir kul, örnek bir insan olma imkânını elde eder. Ramazan ayı bu ibadet yoğunluğuyla, Müslüman’ın tüm kötülüklerden ve hatalı davranışlardan arınıp güzellikler ve iyiliklerle donatılmasına imkân tanıyan mübarek bir zaman dilimidir. Ramazan ayında kazandığımız güzel hasletlerin ve yerine getirmeye çalıştığımız ibadetlerin Ramazandan sonra da devam ettirilmesi gerekir. Nafile de olsa ibadette esas olan devamlılıktır. Nitekim Sevgili peygamberimiz, “Allah’ın en çok sevdiği (nafile) ibadet az da olsa devamlı olanıdır”[1] buyurmuştur. Bu bakımdan bu ayda yerine getirmeye özen gösterdiğimiz ibadetlerimizi ve kazandığımız güzellikleri Ramazandan sonra da devam ettirmeye çalışmalıyız Muhterem Müslümanlar! Ramazanda sabrı, paylaşmayı ve başkalarını da düşünmeyi öğrendik. Eş dost ve akrabalarımızla iftar sofralarında buluşarak birlik ve beraberlik tabloları oluşturduk. Kimsesizlere şefkat ve merhamet kanatlarımızı gerdik. Fakir ve muhtaç insanların ihtiyaçlarını gücümüz nispetinde karşılamaya çalıştık. Camilerimiz cemaatle kılınan namazlarla ayrı bir canlılık kazandı. Kubbelerimizde, tekbirler, dualar ve Kur’an tilavetleri yankılandı. Fert ve toplum olarak elde ettiğimiz bu güzellik ve kazanımları, hayatımızın her anını kuşatacak şekilde devam ettirmeliyiz. Böylece, toplumumuzda huzur ortamının oluşmasına katkı sağlayacağımızı da unutmayalım. Değerli müminler! Hicr suresi 99. ayetindeki “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et”[2] emrine uygun olarak, hayatımız boyunca sayısız nimetlerle bizlere ihsanda bulunan Cenab-ı Allah’a karşı kulluk görevlerimizi yerine getirelim. Yüce Kitabımızı okuyarak ve dinleyerek elde ettiğimiz güzelliği, Ramazandan sonra da meal ve tefsirini okumak suretiyle devam ettirme gayretinde olalım. Edinmiş olduğumuz güzel ahlaki değerlerden uzaklaşmayalım. İbadet, sadaka, güzel davranışlar ve tövbe ile arındırdığımız gönüllerimizi tekrar günahlarla kirletmeyelim. Unutmayalım ki Ramazan ayında yaptığımız ibadetleri ve edindiğimiz güzellikleri devam ettirmemiz, onların makbul olduğunun bir göstergesi olacaktır. Hutbemi bir ayet mealiyle bitiriyorum. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “Namaz kılanlar ki, onlar namazlarında devamlıdırlar.”(3) HUTBE KOMİSYONU Kaynaklar 1-Buhârî, Îmân 32, Müslim, Müsâfirîn 221. 2-Hicr, 15/99 3-Hicr Sûresi âyet:99) İLİ :BAYBURT AY-YIL :TEMMUZ 2013 TARİH :05.07.2013 1. HAFTA ُ ﻧﺰ َﻝ ﻓِﻴ ِﻪ ْﺍﻟﻘُ ْﺮ ﺁﻥ ُﻫﺪًﻯ َ َ ﺷ ْﻬ ُﺮ َﺭ َﻣ ِ ُ ِﻱ ﺃ َ ﻀﺎﻥَ ﺍﻟﱠﺬ ٍ ﺎﺱ َﻭ َﺑ ِﻴّﻨَﺎ َ ﺎﻥ ﻓَ َﻤﻦ َﺷ ِﻬﺪ ِ ِﻟّﻠﻨﱠ ِ َﺕ ِ ّﻣﻦَ ْﺍﻟ ُﻬﺪَﻯ َﻭ ْﺍﻟﻔُ ْﺮﻗ ِﻣﻨ ُﻜ ُﻢ ﺍﻟ ﱠ *ُﺼ ْﻤﻪ ُ ﺸ ْﻬ َﺮ ﻓَ ْﻠ َﻴ RAMAZAN AYINA GİRERKEN Muhterem Müslümanlar! İhtirasları engelleyen, sabrı öğreten, nimetin kadrini bildiren, nefsi terbiye eden, mağfiret ve rahmet ayı Ramazanı Şerifi, önümüzdeki Pazartesi gününden itibaren idrak edeceğiz. Ramazan ayı fazilet bakımından nice güzelliklerin bahşedildiği mübarek bir zaman dilimidir. İnsanları karanlıklardan aydın1ığa çıkaran, en doğru yola ileten ilâhî kelâm olan Kur'an-ı Kerim, bu ayda indirilmiştir. Bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi bu ayda bulunmakta, Oruç ibadeti de bu ayda yerine getirilmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır...”(1) Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) Ramazan ayı ve faziletini şöyle bildirmiştir: "Ramazan öyle bir aydır ki, Allah gündüzleri oruç tutmayı farz ve gece ibadetini de nafile kılmıştır. Ramazan, sabır ayıdır. Sabrın karşılığı ise cennettir. Ramazan ihsan ve yardımlaşma ayıdır. Müminin rızkı bu ayda artar, bereketlenir... Ramazan ayı öyle bir aydır ki, evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem ateşinden kurtuluştur.(2) Aziz Cemaat! Ramazan ayı; ibadetlerin ve yardımlaşmanın yoğunlaştığı, nefislerin terbiye edildiği, fakirlerin yedirilip-içirildiği, görüp-gözetildiği, sevap ve mükâfatın, af ve mağfiretin arttığı bir aydır. Bu ay; tutulan oruçları, kılınan Teravihleri, okunan hatim ve mukabeleleri, iftar ve sahurları, dua, tövbe, zikir ve niyazları ile baştan sona bir feyiz, rahmet, bereket ve ecir ayıdır. Peygamberimiz (s.a.s.)in ifadesiyle: “Bu ay; cennet kapılarının açıldığı, Cehennem kapılarının kapandığı ve şeytanların zincire vurulduğu bir aydır.”(3) Muhterem Müslümanlar! Ramazan; şifa, hayır, huzur, şefaat, hidayet, Kuran ve Oruç ayıdır. Mümin; Ramazan ayında oruç, zekât, sadaka, hayır, namaz, teravih, zikir, tövbe, istiğfar, Kuran okuma, mukabele ve vaazı nasihat dinleme, iftar verme, yoksullara yardım gibi güzel davranışlarla dinî hayatını düzene sokar. İslâmî hayatın huzuruna erer. Nefsini terbiye eder. Sabır ve metanetini sağlamlaştırır. Günahlarından temizlenir. Manevî gıdasını alır. Allahın rahmetine, mağfiretine ve affına mazhar olur. Bizler de Ramazan ayının kıymetini iyi idrak edelim. Ondan en iyi şekilde yararlanalım. Manevî nimetlerinden doya doya nasiplenelim. Nefis muhasebesi yapalım, İlâhî rahmetin deryasına koşalım. Gafletten, kötülüklerden, haramlardan kendimizi uzaklaştıralım. Kuran ayında Kurana sarılalım, onu hayatımıza rehber edelim, ışıklı yolundan sapmayalım. HUTBE KOMİSYONU KAYNAKLAR 1- Bakara, 185. 2- Terğib, II,94-95. 3- Tac. Terc. 11,74. İLİ :BAYBURT AY-YIL :TEMMUZ 2013 TARİH :12.07.2013 2. HAFTA ُ ﻧﺰ َﻝ ﻓِﻴ ِﻪ ْﺍﻟﻘُ ْﺮ ﺎﺱ َ ِ ﺁﻥ ُﻫﺪًﻯ ِﻟّﻠﻨﱠ َ ﺷ ْﻬ ُﺮ َﺭ َﻣ ِ ُ ِﻱ ﺃ َ ﻀﺎﻥَ ﺍﻟﱠﺬ ﺷ ِﻬﺪَ ِﻣﻨ ُﻜ ُﻢ ﺍﻟ ﱠ ٍ َﻭ َﺑ ِﻴّﻨَﺎ ﺸ ْﻬ َﺮ َ ﺎﻥ ﻓَ َﻤﻦ ِ َﺕ ِ ّﻣﻦَ ْﺍﻟ ُﻬﺪَﻯ َﻭ ْﺍﻟﻔُ ْﺮﻗ ُﺼ ْﻤﻪ ُ َﻓَ ْﻠﻴ RAMAZAN AYININ FAZİLETİ Yüce Rabbimize hamd-ü senalar olsun ki, dünya yolculuğumuz sona ermeden, sağlık, afiyet ve imanla bu sene de, rahmet ve mağfiret ayı mübarek Ramazan-ı Şerif ayına ulaşmış bulunuyoruz. Ramazan; Yüce Allah'ın sevgisiyle dolup taşacağımız, Dua secde ve mukabelelerle manevi âlemlere koşacağımız, daha iyi bir kul olma yarışına gireceğimiz mübarek bir aydır. Ramazan; ilahi emirlerin ışığı altında kendimizi hesaba çekeceğimiz, kalplerimizi ve fikirlerimizi kötülüklerden kurtarmaya çalışacağımız mübarek günlerdir. Ramazan ayı, hayır ve bereket ayıdır. Dua ve niyaz ayıdır. Rahmet ve mağfiret ayıdır. Kur'an ve oruç ayıdır. Günahlardan temizlenme, cehennem ateşinden kurtulma ayıdır. Peygamberimiz bu aydan söz ederken: "Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennem azabından kurtuluştur" (1) buyurmuştur. Kalplere nur, gönüllere şifa, mü'minlere rahmet olan; bütün insanlığı cehaletten, karanlıktan, vahşetten ve delaletten kurtaran; doğru yola ve ilahi nura, ilme, medeniyete ve saadete ulaştıran Kur'an-ı Kerim bu ayda nazil olmaya başlamıştır. Bu sebeple bu aya "Kur'an ayı" da denilmektedir. Yüce Allah (cc) şöyle buyurmaktadır: "Ramazan ayı öyle bir aydır ki, insanlara doğru yolu gösteren, Hak ile batılı ayıran Kur'an-ı Kerim, o ayda indirilmiştir. Sizden her kim bu ayı idrak ederse oruç tutsun" (2) Bu ay baştan sona hayırdır. Hayrın karşılığı ise cennettir. Bir ekenin bin biçeceği, manevi bir hasat mevsimidir. Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: " Eğer Ümmetim, Ramazan ayında tecelli eden fazilet ve mükâfatları gerçekten bilmiş olsalardı, bütün senenin Ramazan olmasını temenni ederlerdi" (3) " Size Ramazan ayı geldi, o mübarek bir aydır. O ayda oruç tutmayı Allah size farz kıldı. O ayda cennetin kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır. Şeytanların azgınları zincire vurulur. O ayda Allah'ın bir gecesi vardır ki, bin aydan daha hayırlıdır. O gecenin hayrından mahrum kalan Allah'ın rahmetinden mahrum kalır".(4). Ramazan otuz günlük bir programdır. Günlük program sahurla başlar. Mü'min sahura kalkarak programa kaydını yaptırmış olur. Ramazan mektebinin programı çok geniştir. Programda namaz vardır, kıyam vardır, kıraat vardır, teheccüd vardır, nafile vardır, infak vardır, teravih vardır, kadir vardır, Kur'an vardır, mukabele vardır, ilim vardır, irfan vardır, itikâf vardır, ibadet vardır, iyilik vardır, güzellik vardır, tevbe vardır, hürriyet vardır, terbiye vardır, arınma vardır, korunma vardır, orucun neşesi bayram vardır. “Ramazan mektebinin programı bizzat Allah tarafından tanzim edilmiştir. Sahurla başlayıp iftarla son bulan bu programa teravih, Hz. Peygamber tarafından eklenmiştir” (5) Peygamberimiz, Ramazan ayının diğer aylara üstünlüğünü belirtip şöyle buyurdular: "Allah size bu ayda Ramazan orucunu farz kıldı. Ben de gece ibadeti, Teravih namazını sünnet kıldım. Kim Ramazan ayının faziletine inanarak ve alacağı mükâfatı Allah'tan umarak orucunu tutar, namazlarını kılarsa anasından doğduğu gün gibi günahlardan k u r t u l u r . "(6). Bu mektepte, hiçbir okul, medrese ve üniversitede olmayan eğitim vardır. Dini mazereti olmayan her insanı kendine öğrenci olarak kabul etmiştir. Hz. Peygamber bir Hadisinde: " Her kim Ramazanı inanarak ve sadece Allah rızası için oruçlu geçirirse geçmiş bütün günahları af olur" (7) buyurarak, eğer iman ve ihlâsla tatbik edilmişse Ramazan mektebinin sonunda mağfiret ve arınma olduğunu bizlere müjdelemiştir. Peygamberimiz bir gün minbere çıkıp üç kere "âmin, âmin, âmin "dedi. Sonra şöyle buyurdu: "Cebrail (as) bana gelip: "Kim Ramazana yetişirde oruç tutmayarak bu ayda bağışlanmazsa Allah onu ilahi rahmetinden uzaklaştırsın "dedi. Ben de "âmin " dedim.(8). Ramazanda bir ay oruç tutmak, kişiye olduğu kadar, topluma da çok yönlü mesajlar verir. Huzur ve karşılıklı güvenin tesisini sağlar. Kişi sabır ve sebatla açlığa karşı tahammülü; fakirlerin halini düşünmeyi; hoşgörülü olmayı ve nice güzel hasletleri kazanma imkânına Ramazan ve oruçla sahip olur. Feyizli ve bereketli günlerin içine girdiğimiz bu mübarek Ramazan ayını, hayatımızın son Ramazanı imiş gibi değerlendirmemiz, İlahi rahmetin oluk oluk aktığı bu ayı gaflet ve dalgınlıkla geçirmememiz gerekmektedir. Hutbeme son verirken hepinizin Ramazan-i Şerifinizi kutluyor, ülkemiz, milletimiz ve insanlık âlemi için hayırlara ve affımıza vesile olmasını Yüce Allah'tan niyaz ediyorum. Kemalettin AKSOY Bayburt İl Müftüsü Kaynaklar 1,et. Terğib ve’t Terhib.c.2,s 95 2.Bakara,2/185 3.İbn Hüzeyme,Sahih’inde Beyhaki Ve Ebu ş Şeyh 4.Nesai,Beyhaki,Ebu Kilabe 5.Prof.Dr.M. Görmez.Diyanet Aylık d 178 Say 6.Nesai,Ebu Hureyreden. 7.Buhari.Savm.6.II.228 8.Hakim.İbn Hibban,İbn Hüzeyme İLİ AY-YIL TARİH : BAYBURT : ŞUBAT 2013 : 08.2.2013, ( 2.Hafta) َ ً�ُ َﺣﻼَﻻ ّ ْﻁ ِﻴّﺒﺎ ً َﻭﺍﺗﱠﻘُﻮﺍ ّ َﻭ ُﻛﻠُﻮﺍْ ِﻣ ﱠﻤﺎ َﺭﺯَ ﻗَ ُﻜ ُﻢ َ� َِﻱ ﺃَﻧﺘُﻢ ِﺑ ِﻪ ُﻣﺆْ ِﻣﻨُﻮﻥ َ ﺍﻟﱠﺬ SİGARANIN SAĞLIĞIMIZA ZARARLARI Muhterem Müminler! Yüce Mevla’mızın, insana bahşettiği en önemli nimetlerden biri de, sağlıktır. Sağlık, gerçekten büyük bir nimettir. Bu nimetin değerini çok iyi bilmemiz gerekmektedir. Ne yazık ki, bu nimetin değerini, sağlığımızı kaybettiğimiz zaman anlamaktayız. Sağlık, insana verilen önemli sermayedir. Sağlık olmadan, hiçbir şey yapamayız. Sağlığını kaybeden insana dünya zindan olur. Muhterem Müslümanlar! Yüce Allah, bu bedenlerimizi, bize emanet vermiştir. Bunun için emanetlerimize ihanet etmememiz lazımdır. Sağlığımıza zarar veren, her şeyden kaçınmamız lazımdır. Sağlığımızı tehdit eden pek çok unsur vardır. Bunların başında, sigara gelmektedir. Sigara, bağımlılıkların en yaygını ve üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Tıp ve pozitif bilimlerinde ki son gelişmeler, artık, sigaranın sağlığa zararlı olduğunu ve birçok hastalıklara sebep olduğunu ve bazı hastalıkların da kaynağı olduğunu ortaya koymuştur. Sigara, insanın birçok organlarına zarar verdiği gibi, çevreye ve diğer insanlara da zarar vermektedir. Türkiye Sigarayla Savaş Derneği; Türkiye’de her yıl 110 bin kişinin sigaranın sebep olduğu hastalıklardan hayatını kaybettiğini ve yılda 15 milyon dolar sigaraya harcandığını söylüyor. Dünya genelinde ise yılda sigaraya 400 milyar dolar harcandığını buna karşılık 600 milyar dolar da sigaranın neden olduğu hastalıkların tedavisi için kullanıldığını belirtiyor. Bu veriler bize sigaranın zararlarının ne boyutta olduğunu göstermektedir. Aziz Cemaat! Sigara, on dört asırlık fıkıh tarihi içinde yeni bir mesele olduğu için, ilk dönem müçtehitlerin sigarayla ilgili hükümleri bulunmamaktadır. Son dönem İslam bilginlerinin, sigara konusunda farklı hükümleri vardır. Kimileri mekruh demişler, kimileri ise, haram demişlerdir. Mekruh diyenler, İslam kaynaklarında açık bir hüküm bulunmadığını delil göstermişlerdir. Haram diyenler ise; zarar, israf, nafaka yükümlülüğünü delil göstererek haram demişlerdir. Kur’anda ; “Yiyiniz içiniz fakat israf etmeyiniz”.1 Başka bir ayette; “Kendinizi elinizle tehlikeye atmayınız.”2 Maide süresinin 88. ayetinde ise, şöyle buyuruluyor; “ Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helal ve temiz olarak yiyin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah’a karşı gelmekten sakının ” 3 Hz. Peygamber (a.s)’da, “Ne doğrudan zarar verme, ne de zarara, zararla karşılık verme vardır” 4 diyerek, bir kimsenin kendine ve başkalarına zarar vermemesinin, temel bir dinî ilke olduğunu vurgulamıştır. Değerli Müslümanlar! Bütün bu ayetler ve hadisler, bize gösteriyor ki, sigara içmenin tavsiye edilmediği, aksine, terkedilmesi gereken zararlı alışkanlıklardan olduğu vurgulanmıştır. Sağlığımızın kıymetini bilelim, sigara ve diğer bağımlılıkları kullanarak, şu güzel bedenimize, zarar vermeyelim. Kanunî Sultan Süleyman’ın şu sözünü hatırımızdan çıkarmayalım. “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” Sigara içiyorsak, en kısa zamanda terk edelim. Ve bu hususta, birbirimize dua ederek, Allah’tan nefretini isteyelim. Kendimizi ve başkalarını zehirlemeyelim, çocuklarımızın gözü önünde sigara içerek, onlara kötü örnek olmayalım! Sigara içme yaşının, 11-12 yaşa kadar inmesinde, bizim de ve özellikle sigara içen kişilerin de, veballerinin olduğunu unutmayalım. Efrail GÜLSÜM İmam-Hatip/Bayburt KAYNAKLAR: --------------------------------1-Araf 31 2-Bakara 195 3-Maide 88 4-İbni Mace ,sünen, Ahkam 17 İLİ : BAYBURT AY-YIL : EKİM-2013 TARİH : 25/10/2013 ُ َﻭﺃَ ْﻣ ُﺮ ُﻫ ْﻢ ﻮﺭﻯ ﺑَ ْﻴﻨَ ُﻬ ْﻢ َ ﺷ ŞURA VE ÖNEMİ Muhterem Müslümanlar! İstişâre, kişinin kendisini ilgilendiren konularda bir başkasının görüşüne başvurması veya idârecilerin toplumu ilgilendiren konularda akil insanlara danışılması şeklinde ele alınabilir. İstişare; Peygamber Efendimiz’in (sav.) en çok ehemmiyet verdiği önemli sünnetlerinden biridir. Kurani Kerim de İş hususunda onlarla müşâvere et" (1); "Onların işleri aralarında istişâre iledir" (2).ayetlerinde belirtildiği gibi müminler, her hangi bir konuda karar almaları gerektiğinde mutlaka birbirleriyle fikir alışverişinde bulunmalı ve ortak karar almaları gerekmektedir. Değerli Kardeşlerim ! Hz. Peygamber (s.a.s) istişâreye teşvik etmiş; vahyin indirilmediği durumlarda daima ashabına danışma yoluna gitmiştir ,Bedir esirleri konusunda, Uhud ve Hendek Gazvelerinde, Hudeybiye'de, Taif Seferinde, ezan konusunda olduğu gibi birçok mevzuda ashabıyla istişâre etmiştir. Hatta Ebû Hureyre (r.a) Rasûlullah'tan daha çok ashabıyla istişâre eden kimse görmediğini belirtmektedir.Bu konuda şu örnek yeterli bir vesikadır;” Bedir savaşında, Peygamber Efendimiz kendilerine en yakın kuyunun başında durdu ve orayı karargah yapmak istedi. Bu sırada Ashab'tan Hubâb elCümuh, Peygamberimize "Yâ Resulullah! Burayı, Allah'ın seni yerleştirmiş olduğu ve bizim ileri geri gitmeğe yetkimiz olmayan bir yer olarak mı seçtin? Yoksa bu bir görüş, bir harp taktiği midir?" diye sordu. Resulullah (a. s.) "Hayır; bu bir görüş ve bir harp taktiğidir" dedi. O zaman sahâbi "O halde Yâ Resulullah! Burası uygun bir yer değil, orduyu kaldır. düşmana en yakın kuyuya gidelim. Orada bir havuz yapıp içine su dolduralım, geride kalan kuyuları tahrip edelim, düşman istifade edemesin." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) "Sen güzel bir fikre işaret ettin" buyurdu ve sahabinin dediği şekilde hareket etti. Ancak meselelerin çözümünde birçok fikir bir araya gelirse, mükemmel veya nisbeten doğru bir çözüm elde edilebilir. Kendilerini beğenen, başkalarının görüş ve düşüncelerine değer vermeyen kişiler, hiç kimseye danışmazlar. işlerini kendi görüş ve düşünceleri doğrultusunda çözümlemeye çalışırlar. Bu şekilde davranma ise çoğu zaman yanlışlıklara sebep olur. Yapıları islerden fayda yerine zarar elde edilir. İstişâre ederken göz önünde bulundurulması gereken en önemli noktalardan biri, kime veya kimlere danışılacağı konusudur. Müsteşar yani kendisiyle istişare edilen zat emin, dirayetli, mütefekkir, müstakim, tesir altında kalmayan, sağlam fikirli, keskin görüşlü, , öfkeden uzak, sabırlı, bilgili, sahasında uzman, tecrübeli, faziletli, samimi ve vakarlı olmalıdır. Muhterem Müslümanlar! Kısaca belirtmek gerekirse, istişâreye yani danışmaya, Yüce Allah'ın emri, Peygamber Efendimizin sünneti olarak önem verilmelidir. Bir insan ne kadar akıllı, zeki v e t ecrübeli o lursa o lsun, istişare esasına uygun hareket etmedikçe, muvaffak olamaz ve karşılaşacağı problemleri kolay bir şekilde halledemez. Evet İstişâre hayırlı ve isabetli karar vermede bir anahtardır. İstişare ibadetini yerine getiren kişi, kendi aklını beğenmeyip diğer müminlerin de fikrini alarak şeytanın oyununu bozmuş olur. Aynı zamanda istişare, müminler arasındaki dayanışma ruhunu geliştirirek kolektif aklı oluşturur. "Her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır." (3) ayeti gereği İstişare, layığı ile yapıldığı takdirde bereket getirir.Aksı takdirde İstişaresiz yapılan işlerde, hatalar ve meydana gelecek sıkıntılar da o nispette günümüzde bır çok artacaktır.Unutmayalımki sıkıntıların temelini istişaresiz yapılan işler teşkil etmektedir.Hutbemi bir hadis mealiyle bitirmek istiyorum “Kim bir işe girişmek ister de, o hususta Müslüman biri ile müşavere ederse Allah onu işlerin en doğrusunda muvaffak kılar." (4) Kıymetli Müslümanlar! Akıl ve zeka yönüyle insanların en mükemmeli olan Hz. Peygamber (sav.) istişareye bu kadar ehemmiyet verdiği halde,Bir Müslümanın kendi görüşleriyle yetinip istişare etmemesi büyük bir hatadır.Toplumların düştükleri hatalar, çok defa işi kendi başına yürütme sonucu olmaktadır. BAYBURT MÜFTÜLÜĞÜ HUTBE KOMİSYONU KAYNAKLAR 1-Alu İmrân, 15912- Şûrâ, 38 3- Yusuf Suresi, 76 4- Kütüb-i Sitte, 16. Cilt İLİ :BAYBURT AY-YIL :MAYIS 2013 TARİH :10.05.2013 2.HAFTA ﻋﻠَﻰ ﺃَﻧﻔُ ِﺴ ِﻬ ْﻢ َ ِﻱ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺃ َ ْﺳ َﺮﻓُﻮﺍ َ ﻗُ ْﻞ َﻳﺎ ِﻋ َﺒﺎﺩ ُ ََﻻ ﺗَ ْﻘﻨ ﻄﻮﺍ ِﻣﻦ ﱠﺭ ْﺣ َﻤ ِﺔ ﱠ ِ� ÜÇ AYLAR VE REGAİB arzedilen dua ve niyazlar geri çevrilmez. Bu mevsimde İslam Âleminde sineler Allah aşkı, sevgisi, Rasûlüllah (s.a.s) sevgisi, için çarpar. Fertlerin hayatında kalp huzuru ve itminan, toplum hayatinda sevgi, barışve paylaşma kültürü ziyadeleşir. Muhterem Müslümanlar! 11.05.2013 yani yarın üç ayların başlangıcı Perşembe gününü Cuma gününe (16-17.05.2013) bağlayan gece de Regaip Kandilidir. Üzerimize İlahi ihsan ve ikramların sağanak halinde yağdığı, feyiz ve bereketi bol bir mevsim olan üç aylara, bizleri ulaştıran Allah’a nihayetsiz hamdu senalar olsun Muhterem Müslümanlar! Üç aylar diye bilinen Recep, Şaban ve Ramazan ayları, kutsal zamanlardır. Bir hadisi şerifte; Rasûlüllah (s.a.v) Efendimiz, Receb ayı girince. “Âllahım! Receb ve Şabanı bize mübarek kıl! Bizi Ramazana ulaştır"(1) diye dua ederdi. Dolayısıyla bu aylar bir revizyon, yeniden inşa, tezkiye ve onarım mevsimi olarak da ifade edilebilir. Çünkü, bu aylarda insani meziyetler, vahyin rehberliğinde yeniden inkişaf eder, Müminler arasında, sevgi saygı, şefkat, merhamet ve paylaşma hisleri bu mevsimde ziyadeleşir. Başta Yüce Yaratana karşı olmak üzere, tüm insanlığa karşı görev ve sorumluluklarımızın bilinci gelişir. Üç ayların değerini ifade eden diğer bir önemli özellik ise, beş mübarek kandil gecesinden dördü olan; Regaip, Miraç, Berat ve bin aydan hayırlı olan Kadir gecesinin bu aylar içerisinde olmasıdır. Üç aylar dediğimiz mübarek aylar içinde kutlanan ilk kandil de Recep ayının ilk Cuma gecesi olan Regaip Kandilidir. Allah (c.c)'ın rahmet ve mağfiretinin müminleri kuşattığı gece manasına gelen Regaib Kandili'nde, tam bir teslimiyetle nefis muhasebesi yapmamız gerekir. Bu kutlu zaman dilimi, dua ile Allah’a yakararak günahların ağır vebalinden kurtulmak bakımından büyük bir fırsattır Allah'ın Rahman ve Rahim isimlerinin tecelli ettiği bu gecelerde, Allaha yönelen kalpler, açılan eller Değerli Müslümanlar! İlahî rahmete ve mağfirete gark olduğumuz bu kutlu gün ve gecelerde zikir, fikir ve şükrümüzü artıralım. Kusur ve kabahatlerimizin beğışlanması için nasuh tevbesiyle tevbe edelim. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) "İnsanoğlunun hepsi hata edici ve günah işleyicidir. Hata edenlerin en hayırlısı ise, hatasını bilip tövbe (2) edenlerdir" buyurmuşlardır. Yüce Allah(c.c) da okuduğum Ayet-i Celilede; “De ki: Ey günah işlemede haddi aşan kullarım! Allah’ın Rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahlar bağışlar."(3) buyurarak, bütün günahkarlara tevbe için büyük bir müjde veriyor gönül diliyle İslâm aleminin huzur ve felahi için dua edelim. Ömür muhasebesi yapalım. Allahın huzuruna gideceğimiz günü düşünelim. Hutbemi bir hadis-i şerif mealiyle bitirmek istiyorum. “Akıllı kimse, nefsine hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel edendir. Aciz ve ahmak kimse ise,nefsinin keyfine göre yaşayıp, Allah’tan güzel şeyler bekleyendir.(4) Bu duygu ve düşüncelerle Regaib Kandilinizi tebrik ediyor. İslâm âleminin birlik ve beraberliğine, insanlık âleminin barış ve huzuruna vesile olmasını, Cenâb-ı Allah'tan niyaz ediyorum. HUTBE KOMİSYON KAYNAKLAR 1234- Camiü's-Sağîr, 2:90 Müslim, Buhari; Tevbe Zümer 53 Tirmizi, Kıyame, 25;İbn Mace, Zühd, 21; İLİ : BAYBURT AY-YIL : EYLÜL 2013 TARİH : 13/09/2013 (2. HAFTA) VATAN VE MİLLET SEVGİSİ MUHTEREM MÜ’MİNLER! Millet, aynı topraklar üzerinde yaşayan aralarında dil, tarih, duygu birliği olan insan topluluğudur. Milletin üzerinde yaşadığı toprak da vatan olarak adlandırılır. Vatan yalnızca üzerinde yaşanılan sıradan bir toprak parçası olmayıp, insanların hayatında sahip olduğu en önemli varlıklardan biridir. Vatan ve millet mefhumu, her insan için anlamı büyük olan bir kavramdır. AZİZ MÜ’MİNLER! Müslüman kişinin vatanını sevmesi, inancının gereğidir. Devleti ve milleti ile birlikte, her bakımdan hür olarak yaşayabileceği bir vatanı bulunmayan bir Müslüman’ın, inancına uygun yaşaması mümkün olmadığı gibi, dini vecibelerini istediği şekilde yerine getirmesi de mümkün olamaz. Dolayısıyla bağımsızlık ve egemenlik bir millet için en önemli değerlerdir.Bu değerlerin kaybedilmesi asla kabul edilemez. Ecdadımız bağımsızlık ve egemenlik uğruna çok büyük fedakârlıkta bulunmuşlardır. Kutsal değerleri ayakta tutmak ve Ezan-ı Muhammedi’nin sesini daima yüce tutmak için seferden sefere koşmuştur. Malazgirt’te, Sakarya’da, İstanbul’un fethinde ve daha nice yerlerde kanlarını-canlarını feda ederek, şahadet şerbetini içmişlerdir. Böylece Allah’ın Resulü (s.a.v.) Efendimizin şu Hadisinin müjdesine mazhar olmuşlardır: “Cennete girdikten s onra hiç kimse dünyaya geri gelmeyi ar zu etmeyecektir. Yalnız şehitler böyle değil. Şehit gördüğü ikramdan dolayı dünyaya dönme ve on kere şehit olmayı temenni eder.”(1) MUHTEREM MÜ’MİNLER! Yüce Allah; dinlerini, vatanlarını ve istiklallerini saldırılardan korumak için savaşanlara yardım edeceğini vaad etmektedir. Kuran-ı Kerim’de: “Allah yol unda savaşanlarla inkârcılar karşı karşıya geldiklerinde, inkarcılar karşılarındaki mü’minleri ik i m isli gör ürler. Allah dilediğini yardımıyla destekler, bunda görebilenler için ibretler vardır.”(2) buyurmaktadır. AZİZ MÜSLÜMANLAR! Dün olduğu gibi, bu gün de gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında memleketimiz aleyhinde kötü emellere sahip olanlar bulunmaktadır. Çok iyi biliyoruz ki, bunların amacı bizi bölmek ve parçalamaktır. Bizi birbirimize düşürmektir. Bu oyunlara asla gelmemeliyiz. Varlığımızı korumanın, millet olarak gelişmemizin ve kalkınmamızın yegâne şartının milli birlik ve beraberlik olduğu gerçeğini hiçbir zaman unutmamalıyız. Vatanını seven gerçek Müslüman, milli birlik ve beraberliğe özen gösteren, bunu bozacak davranışlardan kaçınan insandır. Hutbemi Merhum Mehmet Akif’in şu dörtlüğü ile bitirmek istiyorum: “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı! Düşün altında binlerce kefensiz yatanı, Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.”(3) Bu vesile ile Din, vatan ve millet uğruna canını feda eden aziz şehitlerimize Canab-ı Allah’tan rahmet diliyor, gazilerimizi de minnet ve şükranla yad ediyoruz. HAZIRLAYANIN ADI SOYADI : Hutbe Komisyonu (HUTBE KOONU) Kaynaklar : 1- Tirmizi,Cihad,25 2- Al-i İmran,13 3- İstiklal Marşı İLİ : BAYBURT AY-YIL : EYLÜL 2013 TARİH : 06.09.2013 (1. Hafta) YAŞLILARA VE DÜŞKÜNLERE SAYGI MUHTEREM MÜSLÜMANLAR! Dünya ve Ahiret mutluluğuna ulaşabilmemiz için Rabbimizin, hayatımızın her alanına yönelik emir ve yasaklarına uymamız gerekir. Rabbimizin biz kullarından uymamızı istediği önemli görevlerden biri de: yaşlılara ve düşkünlere sevgi ve saygı göstermemizdir. Dünya hayatında mutlu olmanın yolu, huzurlu bir toplum oluşturmamız ve böyle bir toplumda yaşamamızdır. Birlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunun bir göstergesi olarak sevgiye, bakıma ve ilgiye muhtaç yaşlılara ve düşkünlere gereken hassasiyeti göstermeliyiz. DEĞERLİ MÜMİNLER! En yakınımızdan başlayarak çevremizdeki yaşlı ve düşkünlere sevgiyle muamele etmeli, gücümüz nispetinde ihtiyaçlarını karşılamalıyız. Eğer anne ve babamız ihtiyarlayıp bizlerin bakımına muhtaç hale gelirseler, Rabbimizin bizlere öğrettiği gibi onlar için şöyle dua etmeliyiz: “İkisine de, şefkatle, t evazu i le k ol kanat ge r. Rabbim, onların, beni, küçükken terbiye edip yetiştirdikleri gibi sen de, onlara merhametinle mu amele e t”(1) demeli ve sevgiyle hizmet etmeliyiz. DEĞERLİ CEMAAT! Akrabamız olsun ya da olmasın çevremizdeki yardıma muhtaç yaşlı ve düşkünlere de Müslümanlığımızın bir gereği olarak gereken ilgiyi göstermeliyiz. Maddi ve manevi ihtiyaçlarını elimizden geldiğince karşılamalıyız. Allah Teala bir ayetinde şöyle buyurmaktadır: ”Akrabalara, çevresi ve çaresi olmayan yoksullara, yolda kalan muhtaç yolcuya, Allah’ın tanıdığı, belirlediği sorumluluğu yerine ge tir, onların hakkını ver.”(2) Dolayısıyla bütün bağların en üstünde kardeşlik bağı olduğunu unutmadan kardeşlerimizin; bakıma muhtaç, yardıma muhtaç olanlarına, yaşlısına, düşkününe, yetimine, öksüzüne Rabbimizin bizlere verdiği imkanlar nispetinde yardımda bulunmalı, mutlu ve huzurlu bir toplum için çaba ve gayret göstermeliyiz. Bir Müslüman olarak, çevremizde bulunan yaşlı ve düşkünlere en azından güler yüz göstermeli, gönüllerini almalıyız. Yolda, parkta, ulaşım araçlarında, hastanelerde yaşlılara saygı göstermeli onlara öncelik vermeliyiz. Günümüzde yaygınlaştığı gibi, yakışıksız ifadelerle onlara seslenmemeliyiz. Unutmamalıyız ki, bugünün gençleri yarının yaşlıları olacaktır. Aynı şekilde düşkünlere gülmemeli, onlarla alay etmemeliyiz. Yarınlarda bizlerin de düşkün, yaşlı ve muhtaç olabileceğimizi aklımızdan çıkarmamalıyız. MUHTEREM MÜSLÜMANLAR! Hutbemizi merhametliler merhametlisi Yüce Rabbimizin yaratılışı açıklayan buyruğu ile bitiriyorum: ”Sizi zayıf olarak yaratan, zayıflıktan sonra kuvvetli kılan, kuvvetten sonra zayıf ve ihtiyar kılan Allah’tır. Dilediğini yaratır. O her şeyi bilendir, her şeye gücü yetendir.”(3) HUTBE KOMİSYONU Kaynaklar : 1- İsra Suresi, 24 2- İsra Suresi, 26 3- Rüm Suresi, 54 İLİ : BAYBURT AY-YIL : EKİM-2013 TARİH : 18/10/2013 ZAMAN BİLİNCİ Muhterem Müslümanlar, Belki de hiçbir din, hiçbir kültür ve medeniyet, zamana son hak din İslâm kadar önem atfetmemiştir. Zaman, Yüce Rabbimizin insanoğluna verdiği nimetlerin en başında yer alır. Yeryüzündeki birçok nimetin alternatifi veya yitirilmişse telafisi mümkün iken, geçen hiçbir ânın geri getirilmesi asla mümkün değildir. Önemine binaen Kur’an-ı Kerim’de bazı sureler; Asr, Duha, Leyl, Fecr, Cuma, Felak gibi zaman ifadelerine yeminle başlar, isimlerini de bu ifadelerden alır. Yine pek çok ayette; dehr, karn, asr, sene, yaz-kış, ay, gece-gündüz, sabah-akşam, kuşluk vakti, zeval ve gurub vakti, gece yarısı, ân gibi vakitlerden söz edilir. Bazen “süresi elli bin yıl olan bir günden”1 bazen de “göz kırpması veya daha az bir zamandan” bahsedilir.2 Yüce Rabbimiz öyle bir zamandan söz eder ki, o vakit insan henüz adı anılan bir varlık bile değildir.3 Yine Kur’an’da öyle bir saatten bahsedilir ki, kıyametin kopuşunun kastedildiği bu ânın ne zaman gerçekleşeceğini Allah’tan başka hiç kimse bilemez.4 İşte Cenâb-ı Hakk’ın bu iki zaman dilimi arasında insanoğluna verdiği kesintisiz nimetin adıdır zaman. Biz insanlar açısından ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’le başlayan bu kesintisiz nimet, yüzlerce asırdır, binlerce neslin üzerinden akıp gitmiştir. Kıymetli Müminler, Dinimizdeki sorumluluk anlayışına göre; “Yüce Allah, kişiyi ancak verdiğinden ve ancak gücü nispetinde sorumlu tutar”. Bu yüzdendir ki, her birimize ahirette sorulacak ilk soru, bir ayet-i kerimede de ifade edilen: “Dünyada ne ile meşgul idiniz? Ne yaptınız?” sorusu olacaktır. “İki nimet vardır ki, insanların çoğu onları değerlendirme hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş zaman.”5 buyuran Sevgili Peygamberimizin ashabından birine söylediği şu hikmetli tavsiyesi ne kadar mânidardır: “Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bil; ölümden önce hayatın, meşguliyetten önce boş zamanın, yokluktan önce varlığın, ihtiyarlıktan önce gençliğin ve hastalıktan önce sağlığın”6 Ne var ki Allah ve Resulü’nün zamana verdikleri bu kıymet ve öneme paralel bir duyarlılığı bugün pek çok Müslümanda görebilmek maalesef mümkün değildir. Bırakın zamanın kıymetini bilmeyi, böyle bir nimet karşısında bizdeki duyarsızlık hatta vurdumduymazlık içler acısıdır. Oysa Müslümanlar olarak bizlerin sağlam bir zaman tasavvuruna sahip olmamız, zaman bilincini geliştirmemiz, zamanın bize verilen en değerli nimet olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Ne yazık ki dilimize ve kültürümüze de yerleşmiş olan “zaman çok kötü!” “zaman öldürmek”, “zamanım yok!” “zamane çocuğu!” “zaman sana uymazsa sen zamana uy!” şeklindeki söylenmeler, aslında zamana nasıl baktığımızın birer göstergesidir. Halbuki değeri bilindiği ve değerlendirildiği müddetçe zaman daima iyidir, mübarektir. Yaşadığı en küçük zamandan sorulacağı bilinciyle hareket edip zamanı değerlendirerek “iyi ve aydınlık” kılacak da, aksini yaparak onu “kötü ve karanlık” hâle getirecek de biziz. Sevgili Kardeşlerim, İster hicrî, ister milâdî olsun, Kur’an-ı Kerim’de de ifade edildiği gibi; “Allah katında ayların sayısı on ikidir.”7 Birkaç hafta evvel hicrî 1433 yılına girdik; inşallah Pazar günü de milâdî 2012 yılına gireceğiz. Aslında bu, süresinin ne kadar olduğunu bilemediğimiz ömrümüzden koca bir yılın eksildiği, başka bir ifade ile ölüm gerçeğine bir yıl daha yaklaştığımız anlamına gelmektedir. Tam bu noktada, geçirilen 365 günün ardından bir muhasebe yapılması gerekirken, yeni bir yıla kavuşmanın sevinç ve heyecanıyla sırf ötekine özenerek ve öykünerek daha ilk geceden zamanı öldürmek ne kadar da düşündürücüdür! Oysa Yüce Rabbimiz, Resûl-i Ekrem Efendimizin şahsında her birimize; “Bir işi bitirince diğerine koyul.”8 buyurmaktadır. Yine bizim kültürümüze göre “İki günü eşit olan ziyandadır.” Hutbemin başında okuduğum surede Yüce Allah şöyle buyurur: “Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” Dolayısıyla Yüce Rabbimizden niyazımız, bize zamanı iyi plânlama ve iyi değerlendirme bilincini bahşetmesi; geçirdiğimiz yılın ve yılların iyi bir muhasebesini yapmamız; gireceğimiz 2012 yılının başta ülkemiz, gönül coğrafyamız ve İslâm âlemi olmak üzere tüm insanlığa barış, huzur ve mutluluk getirmesi; hayırlarla dolu bolluk ve bereketler içinde bir yıl olmasıdır. Hazırlayan ve Redaksiyon: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü 1 Meâric 70/ 4. Nahl, 16/77. 3 İnsan, 76/1 4 A’raf, 7/187. 5 Buhârî, Rikâk, 1. 2 6 7 8 Hakim, el-Müstedrek, IV, 341. Tövbe 9/36. İnşirâh, 94/7. İLİ AY-YIL TARİH : BAYBURT : NİSAN 2012 : 06.04.2012 1. HAFTA BOŞ ŞEYLERDEN YÜZ ÇEVİRMEK ﺻ َﻼﺗِ ِﻬ ْﻢ َ ﻗَ ْﺪ ﺃ َ ْﻓﻠَ َﺢ ْﺍﻟ ُﻤﺆْ ِﻣﻨُﻮﻥَ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ُﻫ ْﻢ ﻓِﻲ َﺧَﺎ ِﺷﻌُﻮﻥَ َﻭﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ُﻫ ْﻢ َﻋ ِﻦ ﺍﻟﻠﱠ ْﻐ ِﻮ ُﻣ ْﻌ ِﺮﺿُﻮﻥ Muhterem Müslümanlar! İnsanın, kendisi ve çevresine yarar sağlamayan boş söz ve boş işlerden uzak durması dünyada mutluluğuna, ahirette ise kurtuluşuna katkı sağlayan etkenlerdendir Müminin boş işlerle geçirecek vakti yoktur Vakit, mü’minin en değerli hazinesidir Çünkü geçen her bir saniye insanın ömründen eksiltmekte; onu dünyadan uzaklaştırıp ahirete yaklaştırmaktadır İnsan da dünyada vaktini nasıl geçirdiğinden; yararlı işlerle mi yoksa zararlı ve boş işlerle mi geçirdiğinden hesaba çekilecektir Bu yüzden, Kur’an kurtuluşa erenlerin özellikleri içerisinde boş sözlerden ve boş işlerden yüz çevirmeyi de saymıştır Söz konusu ayette şöyle buyrulmaktadır: “Muhakkak ki müminler, mutluluk ve başarıya erdiler Onlar namazlarında tam bir saygı ve tevazu içindedirler Onlar boş şeylerden uzak dururlar 1 Muhterem Müslümanlar! Mü’minler, batıldan ve Allah’ın hoşlanmadığı, tüm şeylerden yüz çevirirler Gerçek mü’min, yükümlü olduğu görevin ağırlığını hisseden, nefsi ve dini ile ilgili görevlerin şuurunda bulunan, bu görevlerin boynunda bir emanet niteliğinde olduğunu fark eden, bunlardan ötürü hesaba çekileceğini idrak eden, bu görevlerini ifa etmeden rahat ve huzur bulamayan kimsedir İşte bu nitelikteki bir kimse elbette ki boş, yararsız ve anlamsız şeylerden, lüzumsuz yere vakit harcamaktan yüz çevirir.Boş şeylerden uzak durmak, gözle görülen somut bir iş yapmayı gerektirmez Kişinin, hem kendisinin hem toplumunun hem de bütün insanların sorunlarının çözümü için kafa yorması ve düşünmesi de aynı zamanda yararlı bir çalışmadır Bu yüzden düşünce türü eylemler, dünyada sevap kazanmaya vesile olan ve ahrette kurtuluşa ermeye katkı sağlayan etkenlerdendir 1 23. Mü’minun: 1-3 Muhterem Müslümanlar! İnsanlar, yaşadığı dünyalarını huzur ve mutluluk yurdu olan cennete çevirmek istiyorlarsa, ellerinden geldiğince boş sözlerden ve boş işlerden uzak durmalıdırlar Cennetin bilinen özelliklerini, yapabildikleri kadarıyla dünya hayatında uygulamalı ve cennet hayatını dünyada yaşamaya başlamalıdırlar İşte bunu gerçekleştirmiş olanlara sözlerinin karşıtı olarak selam vardır Selam, esenlik anlamına gelir Onlar, ruhanî huzuru temin eden, her türlü hatadan, kötülüklerden çatışmalardan uzak olan sözleri duyacaklardır Daha doğrusu, onlar orada barış, güven, esenlik, rahmet içinde bir hayat yaşayacaklardır Muhterem Müslümanlar! Netice İtibariyle, şunu söylemek mümkündür: Bu dünyada, ne kendimize, ne ailemize ,ne topluma, ne insanlığa ve ne de ahiretimize faydası olmayan, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirmeli ve yararlı olan şeylere yönelmeliyiz. Çocuklarımıza ve gençlerimize de onları zenginleştirecek, faydası olacak söz ve davranışları öğretmeliyiz. Ahirette güzel söz duymaları için, bu dünyada onlara güzel sözler duyurmamız kaçınılmazdır Bu dünyada neye kulak veriyorsak, ahirette de onu duyacağız Onun için İsra 36 ayetin gereğini yerine getirmeyi, insanlara öğretmesi genel eğitime düştüğü gibi din eğitimine düşmektedir Şöyle ki: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” buyurulmaktadır Bu sorumluluğun bilincini insanlara kazandırdığımızda ve onlar o doğrultuda hareket ettiklerinde adn cennetinde esenlik dolu kelimeler, sözler duyacaklardır. Hacı Şaban AYGÜNOĞLU Müezzin-Kayyım/ AYDINTEPE İLİ AY-YIL TARİH : BAYBURT : EKİM 2012 : 05.10.2012 (1. HAFTA) ﺎﻡ ّ �ِ َﻣ ْﻦ ﺁ َﻣﻦَ ِﺑ ّ َﺎﺟﺪ ِ ﺎ�ِ َﻭ ْﺍﻟ َﻴ ْﻮ ِﻡ َ ِﺇﻧﱠ َﻤﺎ َﻳ ْﻌ ُﻤ ُﺮ َﻣ ِ ﺴ َ َﺍﻵﺧ ِﺮ َﻭﺃَﻗ ُ ﺼﻼَﺓ َ َﻭﺁﺗ َﻰ ﱠ ﺴﻰ ﺃ ْﻭﻟَـﺌِﻚَ ﺃَﻥ ّ ﺶ ِﺇﻻﱠ ﺍﻟ ﱠ َ �َ ﻓَ َﻌ َ ﺍﻟﺰ َﻛﺎﺓ َ َﻭﻟَ ْﻢ َﻳ ْﺨ َﻳ ُﻜﻮﻧُﻮﺍْ ِﻣﻦَ ْﺍﻟ ُﻤ ْﻬﺘَﺪِﻳﻦ CAMİİ VE DİN GÖREVLİSİ Muhterem Müslümanlar! Yüce dinimiz sevgi ve şefkati, toplumsal yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamak amacıyla, birçok müessese vücuda getirmiştir. Bunların başında gönül dünyamıza huzur veren camilerimiz gelir. Sevgili Peygamberimizin hicret esnasında, Küba Mescidini, Medine’ye ulaşınca da Mescid-i Nebevi’yi inşa etmeleri, dinimizde camilere verilen önemi göstermektedir.(1) Yüce Rabbimiz camilerin müminler tarafından imar edilip yaşatılacağını şöyle haber vermiştir: ”Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder.”(2) Peygamberimiz (s.a.v.) de cami yapmayı, yaptırmayı teşvik etmiş, kerpiç taşıyarak cami inşaatında çalışmış ve ümmetine örnek olmuştur. Bir hadis-i şeriflerinde şu müjdeyi vermiştir.”Kim Allah’ın rızasını kazanmak için mescit bina ederse, Allah o kimseye cennette bir benzerini (bir ev) bina eder”(3) Aziz Müslümanlar! İslam toplumunda, hayatın merkezi camilerdir. Onlar, bir ibadet yeri olduğu kadar, müminleri birbirleri ile kaynaştıran ve onlara yol gösteren bir hayat mektebidir. İslam ümmetinin çekirdeğini oluşturan Sahabe-i kiram, o eşsiz terbiyeyi Mecid-i Nebî’de kazanmışlardır. Camiler, müminleri Allah’a yaklaştıran Resulullah’a (s.a.v.) bağlayan, kardeşliğe, birlik ve dayanışmaya, doğruluğa ve toplumsal huzura davet eden mekânlardır. Bu çağrıya icabet etmek her müslümanın görevidir. Bilinmelidir ki camiler insanların, Rablerine huzur içinde ibadet ettikleri mübarek mekânlardır. Bu itibarla, camilere gelen Allah’ın huzuruna gelmiştir. Allah (cc) şöyle buyurmaktadır.”Şüphesiz bütün mescitler Allah’ındır. O halde Allah ile birlikte hiçbir kimseye ve (hiçbir şeye) ibadet etmeyin”(4) Başka bir ayet-i kerimede ise; “Allah’ın mescitlerinde O’nun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir. Böyleleri oralara (eğer girerlerse) ancak korka korka girebilmelidirler. Bunlar için dünyada rezillik, ahrette de büyük bir azap olduğu”(5) bildirilmektedir. Muhterem Cemaat! Bu sebeple, Camiler, ibadet mahalli olmasının yanında hutbe, vaaz ve cami dersleri gibi hizmetlerle yetişkinler için birer okul, yaz aylarında çocuklarımız için birer Kur’an mektebidir. Özellikle ülkemizde pek çok insanımız, yüce Kitabımızla ilk defa camide tanışmakta, Kur’an okumayı camide öğrenmekte, temel dini bilgileri de camide almaktadır. Cami ve mescitleri inşa ve imar etmek, sahip çıkıp ihtiyaçlarını karşılamak dini görevlerimizdendir. Geçmişten günümüze, bu mukaddes görevi en güzel şekilde yerine getiren aziz milletimizin bu konudaki gayret ve hassasiyeti her türlü takdirin üstündedir. Bu vesile ile, cami ve mescitlerimizin yapılması ve yaşatılmasında emeği geçip, ahirete irtihal eden bilcümle hayır sahiplerini, din hizmeti veren hocalarımızı rahmetle anıyor, hayatta olanlara sağlık ve afiyetler diliyoruz. Bedrettin BİLGİN İmam-Hatip/AYDINTEPE Kaynaklar : 1- Buhari Ezan 46 2- Tevbe 18 3- Buhari “Salat” 65, Müslim “Mesâcid” 24 4- Cin 18 5- Bakara 114 İLİ: BAYBURT AY-YIL: HAZİRAN 2012 TARİH: 06.07.2012, 1. HAFTA CEHENNEM Allah'ı inkar ederek Rabbimiz'in dinine göre bir yaşam sürmeyenlerin, cehennemin kapısına vardıklarında yaşayacakları durum, Kuran'da şöyle haber verilir: � َﻭﻗَﺎﻟُﻮﺍ ﻟَ ْﻦ ﺗَ َﻤ ﱠ ُ ﺴﻨَﺎ ﺍﻟﻨﱠ ِ ﺎﺭ ﺍ ٓﱠِﻻ ﺍَﻳﱠﺎ ًﻣﺎ َﻣ ْﻌﺪ ُﻭﺩَ ۜﺓ ً ﻗُ ْﻞ ﺍَﺗﱠ َﺨ ْﺬﺗ ُ ْﻢ ِﻋ ْﻨﺪَ ﱣ � َﻣﺎ َﻻ ﻒ ﱣ ِ ﻋﻠَﻰ ﱣ َ َ�ُ َﻋ ْﻬﺪَﻩُٓ ﺍَ ْﻡ ﺗَﻘُﻮﻟُﻮﻥ َ َ ﻋ ْﻬﺪًﺍ ﻓَﻠَ ْﻦ ﻳ ُْﺨ ِﻠ ٰ ً ٓ ۪ ﺖ ِﺑﻪ۪ ﺧ َ ﺳ ِﻴّﺌَﺔ َﻭﺍ َ َﺣﺎ ْ ﻁ َُﻄﻴـ�ﺘُﻪ َ ﺴ َ ﺐ َ َﺑﻠﻰ َﻣ ْﻦ َﻛ. َﺗ َ ْﻌﻠَ ُﻤﻮﻥ َﻭﺍﻟﱠﺬ۪ ﻳﻦَ ٰﺍ َﻣﻨُﻮﺍ. َﺎﺭ ُﻫ ْﻢ ﻓ۪ ﻴ َﻬﺎ ﺧَﺎ ِﻟﺪ ُﻭﻥ ُ ﺻ َﺤ ْ َ ﻓَﺎ ُ ۬ﻭ ٰﻟٓﺌِ َﻚ ﺍ ِ ۚ ﺎﺏ ﺍﻟﻨﱠ ﺎﺏ ْﺍﻟ َﺠﻨﱠ ۚ ِﺔ ُﻫ ْﻢ ﻓ۪ ﻴ َﻬﺎ ِ ﺼﺎ ِﻟ َﺤﺎ ُ ﺻ َﺤ ْ َ ﺕ ﺍ ُ ۬ﻭ ٰﻟٓ ِﺌ َﻚ ﺍ ﻋ ِﻤﻠُﻮﺍ ﺍﻟ ﱠ َ َﻭ ۟ ﺧَﺎ ِﻟﺪ َُﻭﻥ İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk edilirler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açılır ve onlara (cehennemin) bekçileri der ki: "Size Rabbiniz'in ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi? "Onlar: "Evet" derler. Ancak, azab kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. Dediler ki: "İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne kötüdür." (Zümer Suresi, 71-72) "Ateş bize sadece sayılı birkaç gün değecektir", derler; sor, "Allah katından siz söz mü aldınız?, eğer öyle ise Allah sözünden caymayacaktır. Yoksa, Allah'a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz? Hayır, öyle değil; kötülük işleyip suçu kendisini kuşatmış olan kimseler; cehennemlikler işte onlardır. Onlar orada temellidirler. İnanıp yararlı işler yapan kimseler cennetlik olanlardır, onlar da orada temellidirler”. İnkarcılar, cehenneme girdiklerinde, cehennemin kapıları üzerlerine kapatılır ve olabilecek en dehşet verici görüntülerle karşılaşırlar. Daha sonra ateşe atılacaklarını ve bunun da sonsuza kadar süreceğini anlamışlardır. Kapıların kapanması, artık bir çıkışın ya da kaçışın olmadığını gösterir. Allah, inkarcıların durumunu şöyle haber verir: Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş'eme). "Kapıları kilitlenmiş" bir ateş onların üzerinedir. (Beled Suresi, 19-20) (Bakara2/79-81) Cehennem, inkârcıların ve günahkârların ahirette cezalandırılacakları yerdir. Cehennem’in varlığı, Allah Teala’nın ilahî adaletinin bir tecellisidir. İyilerle kötülerin, zalimle mazlumun eşit muamele görmesi, adalete aykırıdır. Bu sebeple, herkes yaptığının karşılığını mutlaka görecektir. Bunun yeri de cennet veya cehennemdir. Kur’an-ı Kerim’de çokça cennetin nimetlerinden ve cehennemin özelliklerinden bahsedilmek suretiyle, insanlar imana, salih amele çağrılmıştır. Allah Teâlâ’nın rahmeti sonsuzdur. Bununla birlikte müstehak olanlara vereceği ceza da çok şiddetli olacaktır. Bu sebeple müslüman, Allah’ın rahmetinden ümidini kesmemeli bununla birlikte O’na karşı gelmekten sakınmalı ve azabından korkmalıdır. Cehennemliklerin Özellikleri Kur’an’da şöyle anlatılır: Kafirler (Kehf, 18/102) Küfre Götüren Amelleri İşleyenler, (Nisa, 4/137) İnkar Edip Ayetleri Yalanlayanlar,( Bakara, 2/39) Allah ve Rasülüne Savaş Açanlar,( Maide, 5/33) Faiz Yiyenler, ( Bakara 2/275) Günahkarlar ve Kötü Kimseler, (İnfitar 82/13,14) Yoldan Çıkanlar ve İnananlara İşkence Edenler,( Secde 32/20) Münafıklar, (Nisa, 4/145) Zalimler, (Nisa, 4/168-169) Büyüklenenler, (A’raf, 7/36) Rasülullah (s.a.v)’ı Alaya Alan ve Allah’ın Emrine Uymayanlar,( Ra’d, 13/18) Ayetlerden Gafil Olup Dünyaya Razı Olanlar,(Yunus,10/7-8) Kötülüğü Kendisini Kuşatanlar, (Bakara, 2/81) Savaştan Kaçanlar,( Enfal, 8/16) İlah Benim Diyenler, (Enbiya, 21/29) Allah ‘tan Başkasına Tapanlar,( Enbiya, 21/98) Müşrikler (Allah’a Ortak Koşanlar). (Tevbe, 9/113) Allah'a, O'nun tam olarak istediği gibi değil, bir ucundan ibadet edenler (Hac Suresi, 11); Allah'tan başka ilahlar edinerek, para, mevki, kariyer gibi kavramları, hayatlarının amacı haline getirenler; Allah'ın dinini kendi istekleri doğrultusunda değiştirenler, Kuran'ı şahsi menfaatlerine göre yorumlayıp çarpıtanlar, imandan sonra inkara sapanlar, kısacası bütün inkarcılar, müşrikler ve münafıklar hepsi cehenneme getirilirler. Bu, Allah'ın kesin bir sözüdür ve gerçekleşecektir. İşte bu yüzden her insan, burada anlatılan gerçekleri öğrendiğinde hiç zaman yitirmeden içine girdiği yoldan geri dönmelidir. Çünkü bu yolun sonu büyük bir yıkım getirir. Yapması gereken en önemli şey ise kendini Allah'a teslim etmektir. Bunu yapmadığı takdirde, ebedi bir pişmanlık yaşayacaktır. Kur’an'da inkarcıların pişmanlığı şöyle haber verilir: O inkar edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. Onları bırak, yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İleride bileceklerdir. (Hicr Suresi, 2-3) Ebedi sürecek olan azaptan ve öldükten sonra yaşayacağımız pişmanlıktan kurtulmanın ve Allah'ın rızasını ve cennetini kazanmanın yolu ise bellidir. Geç olmadan Allah'a gönülden iman etmek, Salih amellere devam etmek, yaptığımız hatalardan geç olmadan dönmek, yani tövbe etmek. Rabbim hepimize ölmezden önce tövbeyi, öldükten sonra da cennete girmeyi nasibetsin. Hayırlı Cumalar. Rukiye NARMAN İl Vaizi İLİ: BAYBURT AY-YIL: HAZİRAN 2012 TARİH: 01.06.2012, 1. HAFTA ٍ ﺳﻨُﺪ ِْﺧﻠُ ُﻬ ْﻢ َﺟﻨﱠﺎ ﺕ ِ ﺼﺎ ِﻟ َﺤﺎ ﻋ ِﻤﻠُﻮﺍْ ﺍﻟ ﱠ َ َﻭﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺁ َﻣﻨُﻮﺍْ َﻭ َ ﺕ ﺎﺭ ﺧَﺎ ِﻟﺪِﻳﻦَ ﻓِﻴ َﻬﺎ ﺃَﺑَﺪﺍ ً ﻟﱠ ُﻬ ْﻢ ُ ﺗَ ْﺠ ِﺮﻱ ِﻣﻦ ﺗَ ْﺤﺘِ َﻬﺎ ﺍﻷ َ ْﻧ َﻬ ًﻅ ِﻠﻴﻼ َ �ﻄ ﱠﻬ َﺮﺓ ٌ َﻭﻧُﺪ ِْﺧﻠُ ُﻬ ْﻢ ِﻅـﻼ َ ﻓِﻴ َﻬﺎ ﺃَ ْﺯ َﻭﺍ ٌﺝ ﱡﻣ CENNET VE CENNET NİMETLERİ Değerli müminler; Sözlükte, "yararlı, iyi ve güzel amel " anlamına gelen salih amel, din âleminde imanın gerçeği olarak ihlâs ve iyi niyetle yapılan, Kur’an ve sünnete uygun olan her türlü söz fiil ve davranışlara denir. İslam bilginleri; salih ameli; farz, vacip sünnet, müstehap ve mendup kısımlarına ayırmışlardır. Namaz kılmak ve zekât vermek gibi ibadetler salih amel olduğu gibi dürüstlük, doğru sözlülük ve meşru bir işte çoluk çocuğunun rızkını temin için çalışmakta salih ameldir. Dolayısıyla Allah’ın rızasına uygun olan her amele salih amel diyebiliriz. Kur’anı Kerim’de; iman edip salih amel işleyenlerin yaratıkların en hayırlıları olduğu bildirilmiştir.(1) Başka bir ayeti kerime’ de ise; "İnanan ve salih amelleri işleyenlere, altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedi kalacakları cennetlere koyacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları tatlı (koyu) bir gölgeye koyarız."(2) buyrulmaktadır. Değerli müminler; Yüce Allah (cc) insanı boş yere yaratmamış ve başıboş bırakmamıştır. Onu bir takım ibadetlerle yükümlü kılmıştır. Hayatı ve ölümü bir sınav olarak yaratmıştır. İnsanın bu sınavda başarılı olabilmesi için, iman ile birlikte salih amel işlemesine bağlıdır. İmanın korunması ve kalpte kökleşmesi için amel gereklidir. Çünkü düşünce alanından eylem ve hareket alanına çıkmamış olan iman, meyvesiz bir ağaca benzer. Kalpte mevcut olan iman ışığının hiç sönmeden parlaması ve giderek gücünün artması ancak, salih amellerle mümkündür. Yüce Allah cennette yüksek derecelere nail olmayı, cennetin nimet ve güzelliklerini elde etmeyi imanla beraber salih amelle bağlamış ve şöyle buyurmuştur:" Kim de, O’na salih ameller işlemiş bir mümin olarak gelirse işte onlar için yüksek dereceler vardır."(3) Başka bir ayette: " İnanan ve salih ameller işleyenlere altlarından nehirler akan cennetlerle müjdele…"(4) Değerli müminler; Cennet mükâfat yeridir. Allah cennete, kendisini tanıyan, emirlerine uyup yasaklarından sakınanları koyacaktır. Cennete giren orada istediği her nimeti bulacaktır. Müminler, Allah’ın cemalini burada yüceltecekler ve ebedî olarak cennette (5) kalacaklardır. Cennette, bakanlara hoş görünen, içenlere zevk veren nehirler ve sular, süzme baldan ırmaklar(6) tatlı su pınarları(7) sarhoş etmeyen içenlere zevk veren ve bembeyaz bir kaynaktan çıkan içkiler(8) çeşitli meyveler, hurmalar, nar ağaçları(9) bağlar(10) sedir ağaçları, salkımlı muz ağaçları(11) ince ve kalın ipek elbiseler(12) altın süsler(13) güzel meskenler, hiçbir yorgunluk ve zahmet vermeyen(14) boş ve yalan işitilmeyen sonsuz nimet ve güzellikler(15) bulunduğu Kur’anı Kerimde bildirilmektedir. Değerli müminler; İnanan insan, çok kıymetli olan ömür sermayesini, Allah’ın rızası doğrultusunda kullanmalı, olumsuzlukları terk ederek yüce Allah’ın rızasını kazanarak, sonsuz nimetlerine kavuşmak için iman merkezli salih amellerini çoğaltarak mutlu sona ulaşmayı, kendisine hedef seçmelidir. Hutbemi bir ayet meali ile bitiriyorum. “kim Rabbinin azametinden korkup da kendini kötülükten alıkoymuşsa, varacağı yer şüphesiz cennettir..”(16) Kemal YILDIRIM İmam-Hatip/BAYBURT KAYNAKLAR 1)Beyine 7 2) Nisa 57 3)Taha 75 4)Bakara 25 5) Diyanet is.ilm. cennet bahsi 6)Muhammet 15 7) İnsan 18 8) Saffat 45-47 9) Rahman 60 10) Nebe 32 11) Vakıa 28-29 12) Kehf 31 13) Kehf 21 14) Hicr 47-48 15) Nebe 35 16) Naziat 40-41 İLİ AY-YIL TARİH : BAYBURT : EYLÜL 2012 : 26.10.2012 (4. HAFTA ﺴ ﻨَﺔً َﻭﻓِﻲ َ ِﻭ ِﻣ ْﻨ ُﻬﻢ ﱠﻣﻦ ﻳَﻘُﻮ ُﻝ َﺭﺑﱠﻨَﺎ ﺁ ِﺗﻨَﺎ ﻓِﻲ ﺍﻟﺪﱡ ْﻧﻴَﺎ َﺣ ﺎﺭ ِ َ َ ﻋﺬ َ ﺴ َﻨﺔً َﻭﻗِﻨَﺎ َ ﺍﻵﺧ َﺮﺓِ َﺣ ِ ﺍﺏ ﺍﻟﻨﱠ DİNİMİZDE HASTA ZİYARETİ Muhterem Müslümanlar! Beşeri ilişkileri sıcak tutmak her toplumda arzulanan bir husustur. İnsanların dostluk bağlarının sağlam kalmasında karşılıklı ziyaretler önemli yer tutar. Dost ziyareti sağlıkta önemlidir. Fakat hastalıkta daha da önemlidir. Hasta ziyareti; hastanın hal ve hatırın sormak, gönlünü almak ve gücü yettiğince ihtiyaçlarını karşılamak demektir. Zira hasta, içinde bulunduğu sıkıntılı ruh halini belki bir dost tesellisi ile hafifletebilir. Bundan dolayı sevgili Peygamberimiz, hasta ziyaretine özel bir önem verir, bu ahlâki vazifeyi titizlikle yerine getirirdi. İnsanlara sadece sağlıkta değil, hastalıkta da değer verilmesi, hasta olanların ziyaret edilmesi istenmiş, bunun ibadet değerinde olduğu bildirilmiştir. Bir hadisi kutside Allah’u Teâlâ; “Ey Âdemoğlu hastalandım beni ziyaret etmedin buyurur. Ya Rabbi sen âlemlerin Rabbisin, ben seni nasıl ziyaret edebilirim der. Allah’ u Teâlâ falan kulum hastalanmıştı ama sen onu ziyarete gitmedin. Benim rızamı onun yanında bulurdun buyurdu.” (1) Hasta ziyaretinin Allah katında değerini bundan daha güzel anlatacak başka söz olabilir mi, Hasta ziyareti öncelikle Allah rızası için yapılmalıdır. Muhterem Müslümanlar! Her şeyin bir adabı olduğu gibi, hasta ziyaretinin de adabı vardır. Hasta ziyareti, hastayı rahatsız edecek derecede bir sıklıkta yapılmamalı, hastanın yanında çok uzun oturulmamalı, hastanın yanında moralini bozacak sözler söylenmemelidir. Konu ile ilgili hadisi Şerifte Peygamber efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır; “Bir hastanın yanına girince sağlık ve uzun ömür temennisiyle onu rahatlatın. Zira böyle yapmak onun gönlünü hoş eder.”(2) Yine hastasını Lokman Hekime tedavi ettiren kişi hastanın daha çabuk iyileşmesi için, ne yedirelim? ne yedirmeyelim? diye sorunca, Lokman Hekim şu cevabı verir. “Acı söz yedirme de ne yerdirsen yedir.”(3) Değerli Müminler! Hastaları ziyaret etmek, İslâmi ve insani bir erdem olup, Müslümanlara sevap kazandıran bir salih ameldir. İnsanların fikirlerine bakmaksızın, Müslüman olup olmadıklarını dikkate almaksızın bütün hastaları ziyaret etmek gerekir. Hasta ziyareti Yüce Allah’ın rızasına nail olmaya en güzel bir vesiledir. Dolayısıyla kul kimi ziyaret ettiğini değil, kimin emrini yerine getirdiğini düşünmelidir. Hutbemi Bakara Suresinin 201. Ayeti Kerimenin meali ile bitirmek istiyorum. “Rabbimiz bize dünyada da iyilik ver Ahirette de iylik ver, bizi Cehennem azabından koru” (4) İbrahim GÜR İmam-Hatip/AYDINTEPE Kaynaklar : 1-Müslim Bırr 43 2-Tirmizi Tıbb.35 3-Sait Çamlıca (Eğitimci yazar) 4-Bakara S. 201. İLİ: BAYBURT AY-YIL: KASIM 2012 TARİH: 02.11.2012 (1. HAFTA ) ِﺇ ﱠﻥ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻗَﺎﻟُﻮﺍ َﺭﺑﱡﻨَﺎ ﱠ ﻋﻠَ ْﻴ ِﻬ ُﻢ َ �ُ ﺛ ُ ﱠﻢ ﺍ ْﺳﺘَﻘَﺎ ُﻣﻮﺍ ﺗَﺘَﻨ ﱠَﺰ ُﻝ ْﺍﻟ َﻤ َﻼﺋِ َﻜﺔُ ﺃ َ ﱠﻻ ﺗَﺨَﺎﻓُﻮﺍ َﻭ َﻻ ﺗَ ْﺤﺰَ ﻧُﻮﺍ َﻭﺃ َ ْﺑﺸ ُِﺮﻭﺍ ِﺑ ْﺎﻟ َﺠﻨﱠ ِﺔ َﻋﺪُﻭﻥ َ ﺍﻟﱠ ِﺘﻲ ُﻛﻨﺘ ُ ْﻢ ﺗُﻮ DOĞRULUK Doğruluk, Allah'ın emirlerine ve koyduğu kurallara uygun bir yol izlemek ve insanların haklarına girmemek demektir. İman eden ve inancını hayata geçiren doğru insan, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in ahlakıyla ahlâklanmış olur. Doğruluk; düşüncede, sözde, niyette, amelde doğruluk şeklinde kendini gösterir. Düşüncemizin ve yaptıklarımızın birliği doğru olduğumuzun işaretidir. İslam dininin özünü oluşturan doğruluk; insanın içi ile dışının, özü ile sözünün bir olması, söyledikleriyle yaptıklarının birbirine uyması demektir. Bunun zıddı ise yalancılıktır. Yalancılık ise dinimizde yasaklanmıştır. Hayatı boyunca doğruluktan ayrılmayan, düşmanlarının bile emin dediği Peygamberimiz, Hûd suresi 112. ayetinde geçen “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” emri nedeniyle dosdoğru olamazsam düşüncesiyle ihtiyarladığını, saçlarının ağardığını belirtmiştir. Şu halde bizim ne kadar daha fazla dikkatli olmamız gerektiğini bir düşünelim. Düşünelim de kendimize çeki düzen verelim. Acaba biz bu emir karşısında gereken titizliği gösterebiliyor muyuz? Çevremizdeki insanlara, komşularımıza, arkadaşlarımıza bizim hakkımızda bu insan nasıldır? Doğru, dürüst ve güvenilir birisi midir? diye sorsalar acaba, bizim hakkımızda ne derlerdi? Bu konuya ışık tutan bir rivayet şöyledir: Abdullah oğlu Süfyan (r.a.) şöyle demiştir: Peygamberimize (s.a.s); “Ey Allah’ın Resûlü, İslamiyet hakkında bana öyle bir öğüt ver ki, sizden sonra artık kimseden bir şey sormaya ihtiyacım kalmasın,” dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s); “Allah’a inandım, de, sonra da dosdoğru ol” buyurdu. (Müslim, “İman”, 13) Hadis-i şerifte dinimizin iki ana bölümüne dikkatlerimiz çekilmektedir. Bu bölümlerden biri Allah’a iman, diğeri de doğruluktur. Bu iki ana nokta gerçekleştirildiği takdirde diğer yanlışlıklardan da korunmak mümkün olabilecektir. Doğruluk ve dürüstlüğün olmadığı bir evde veya toplumda huzurdan ve karşılıklı güvenden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Kimsenin kimseye güvenmediği, herkesin birbirine şüpheyle baktığı böyle bir aile veya toplum, dağılacaktır. Konuyla ilgili olarak Peygamberimiz (s.a.s) kurtuluşun reçetesini vererek şöyle buyurmaktadır: “Daima doğruluğu araştırın. Tehlikeyi doğrulukta görseniz de doğruluktan ayrılmayınız. Zira kurtuluş ancak ondadır.” (Kenzü’l-Ummal, 3/344) Yüce Allah (c.c), sosyal ilişkilerin sağlıklı bir zeminde devam edebilmesi için doğruluk ilkesine vurgu yaparak şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin ki Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederse, muhakkak büyük bir başarıya ulaşmıştır.” (Ahzâb, 33/70-71) “Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra da doğrulukta devam edenlere gelince, onların üzerine melekler iner ve derler ki: Korkmayın, üzülmeyin, size vaat edilen cennetle sevinin.” (Fussilet, 41/30) Bu ayet-i kerimelerde; söz söylerken ve iş yaparken doğru olmamız emredilmiş, böyle olduğumuz takdirde işlerimizin düzeleceği ve günahlarımızın bağışlanacağı, sonuçta da bize vaat edilen cennete ulaşacağımız belirtilmiştir. Hepimiz hayatımızı doğruluktan ayrılmadan devam ettirelim, önce aile fertlerimiz olmak üzere diğer Müslüman kardeşlerimizin de doğru olmaları için dinî sorumluluklarımızı yerine getirmeye gayret gösterelim. Bayburt İl Müftülüğü Hutbe Komisyonu İLİ AY-YIL TARİH : BAYBURT : KASIM 2012 : 30.11.2012 (5. HAFTA) ﻗُ ْﻞ َﻣﺎ َﻳ ْﻌ َﺒﺄ ُ ِﺑ ُﻜ ْﻢ َﺭ ِﺑّﻲ ﻟَ ْﻮ َﻻ ﺩُ َﻋﺎ ُﺅ ُﻛ ْﻢ ﻓَﻘَ ْﺪ َﻛﺬﱠ ْﺑﺘ ُ ْﻢ ً ﻮﻥ ِﻟﺰَ ﺍﻣﺎ ُ ﻑ ﻳَ ُﻜ َ َﻓ َ ﺴ ْﻮ DUA Muhterem Müslümanlar! Dini mübin-i İslâmın en temel prensiplerden biri de hiç şüphesiz duadır. Ve hayatımızda dua’nın önemi tartışılmaz bir gerçektir. Nitekim cenabı Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerimde , “De ki: "Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?"(1) buyurmaktadır. Muhterem Müslümanlar! Dua; Kulun acziyetini anlayarak dünya ve Ahirette Allahu Tealaya (c.c.) muhtaç olduğunu bilmesi, ihtiyaçlarını ona arz edip, O nun mabutluğunu kabul etmesidir. Nitekim Allah (c.c.) "Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim.”(2) Buyurmaktadır. Mümin Suresi 60. Bir hadisi şerifte efendimiz sav. “Duadan başka hiçbir şey Allah (c.c.) katında daha şerefli değildir”(3) buyurmaktadır. Dua; İbadetin ta kendisidir. Peygamberimiz sav. “Dua ibadetin b eynidir. K im A llah’tan (c.c.) dilekte bulunmazsa, Allhu Teâlâ ona öfkelenir ve Allahu Teâlâ duada ısrar edenleri sever.” buyurmaktadır. Abdullah (r.a.) den rivayetle, “Resulullah dua ederken dileğini üç defa tekrar etmeyi ve istiğfarda tekrar etmeyi severdi” buyurmaktadır. Yine Ebu Hureyre (r.a.) den rivayetle;” kulun R abbine e n yak ın olduğu an secdedeki anıdır. Bunun için secdede çok dua edin. Zira secde anında dua kabule layık olur.(4) Buyurmaktadır. 5-Allah’a (c.c.) yalvararak ve korkarak dua etmeli. 6-İçinden geldiği gibi dua edip, seciyeli ve kafiyeli dua etmek için kendini zorlamamalı. 7-Duanın kabul olunacağına kesin inanıp, bundan şüphe etmemeli. 8-Israrla dua etmeli ve duada acele etmemelidir. 9-En önemlisi de duadan önce tevbe etmeli, kul hakkını geri iade etmeli ve Allah’ a yönelmelidir.(5) Muhterem Müslümanlar! Duanın kabul olunacağı zamanları ve mekânları unutmamak lazım. Bunlar; Bütün kandiller, Ezanla Kamet arası, zorluk halinde, secdede yapılacak dualar, yolculuk ve hastalık hallerinde, yağmur yağarken, Allah yolunda cihat için saf tutulurken, tüyler ürperdiğinde, Kâbe-i Muazzama görüldüğünde, üç mescitte yapılan dua ve Cuma gecesi, dua edildiğinde kabul olunur. Duanın kabulünün şartlarından biride, iyiliği emir edip, kötülükten nefyetmektir. Bu yapılmayan bir toplumda, Müslümanlar bağışlanmak ve galibiyet için istedikleri kadar dua etseler Allah’u Teala yapılan duaları kabul etmez. Peygamber (sav) şöyle buyuruyor. “Siz he r zaman iyiliği emir edip kötülükten nehiy ediniz, yoksa Allah (c.c) başınıza bir be la gönderirde sonra dua etseniz d e duanız kabul olmaz.” (6) Hepimizin gaye edinmesi gereken şey ise, hakikat kapısına girip âlemlerin Rabbine layık bir kul olabilmektir. Merhum Necip Fazıl’ ın dediği gibi, “Verirler ben acizim, kudret senin dedikçe, Verenin şanı büyük sen iste istedikçe.” Velev ki biz ne istediğimizi ve nasıl istediğimizi bilelim. Muhterem Müslümanlar! Duanın kabul olunmasının temeli edebe riayet etmektir. Duada, Allah ve Resulünün hoş görmediği, yasakladığı şeylerden sakınmak ve bütün olarak Allah’a (c.c.) yönelmektir. İmam-ı Gazali Duanın adabını şöyle sıralamıştır; 1-Dua, Allah’ın (c.c.) adıyla, Resulullah (sav)’e salâvat ile açmalı. 2-Dua yaparken mübarek zamanları ve mübarek anları seçmeli. 3-Kıbleye dönüp ellerini kaldırmalı ve sonra ellerini yüzüne sürmeli. 4-Ne çok sessiz ne çok bağırarak dua etmeyip, ikisinin arasında bir yol tutmalı. Murat BİROL Din Hizmetleri ve Eğt. Şefi ___________________________________________ KAYNAKLAR: 1-Furkan suresi 77 2-Mümin suresi 60 3-Tirmizi 4-Münacaat duaları. S, 5-8 5-İhyau ulumiddin 6-Tirmizi İLİ: BAYBURT AY-YIL: ARALIK 2012 TARİH: 14.12.2012 (2. HAFTA) ُ ِﺇ ﱠﻥ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻳَﺄ ْ ُﻛﻠُﻮﻥَ ﺃ َ ْﻣ َﻮﺍ َﻝ ْﺍﻟﻴَﺘ َﺎ َﻣﻰ ﻅ ْﻠﻤﺎ ً ِﺇﻧﱠ َﻤﺎ ﻳَﺄ ْ ُﻛﻠُﻮﻥَ ﻓِﻲ ُ ُﺑ ً ﺳ ِﻌﻴﺮﺍ ْ َﺳﻴ َ َﺼﻠَ ْﻮﻥ َ ﻄﻮﻧِ ِﻬ ْﻢ ﻧَﺎﺭﺍ ً َﻭ DUL ÖKSÜZ VE YETİMLERİN KORUNMASI MUHTEREM MÜSLÜMANLAR! Toplumda yardım, şefkat ve korunmaya muhtaç nice öksüz, yaşlı ve düşkün kimseler vardır. Yüce Allah (cc)’ın fert ve toplum olarak bizlere yüklemiş olduğu en önemli görevlerden biri de; dul, kimsesiz ve yetimleri korumak, onlara iyi muamelede bulunmaktır. İşte bu yüzdendir ki, Kur’anı-ı Kerim yetim, yoksul ve düşküne kucak açmayı, onları yedirip doyurmayı emretmektedir. MUHTEREM MÜ’MİNLER! Öksüz ve yetimleri korumak, sadece onları maddi tehlikelere karşı savunmak değil, bilakis onları sahiplenmek, onların güçsüzlüğünden yararlanmak isteyenlere hiçbir suretle fırsat vermemektir. Bununla ilgili olarak Yüce Allah (cc) Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor. ”Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler, şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar: Zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.”(1) Başka bir ayet-i kerime-de ise; “Yetimlere mallarını verin, temizi pis olanla değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak (kendi malınızmış gibi) yemeyin. Çünkü bu büyük bir günahtır.”(2) diye buyurmaktadır. kendisine s evap ve rilir.”(3) Başka bir hadis-i şerifte ise; “Müslümanların evlerinin en hayırlısı, içinde yetime iyilik edilen evdir, evlerinin en şerlisi ise, içinde yetime kötülük edilen evdir.”(4) diye buyrulmaktadır. Peygamberimiz (S.A.V.), yetimlere karşı daima sevgi ve şefkatle davranmış, onlara adeta bu davranışıyla babalarının yokluğunu hissettirmemiştir. Yetimlere yedirip-içirmek, onların bakımını üstlenmek Yüce Allah’ın rızasına ulaşmaya ve cennete girmeye vesile olan hayırlı amellerin başında gelir. Evet, rızkının genişlemesini isteyen, Allah’ın rahmet ve Cennetine kavuşmayı dileyen kimseler, güçsüz olan yetim, dul ve diğer muhtaç kimselere yardım elini uzatmalı, onlara şefkat ve merhamet göstermelidir. MUHTEREM CEMAAT! Hutbemi, konumuzla ilgili olarak şu hadis-i şerif’in meali ile bitirmek istiyorum. Peygamberimiz (s.a.v) “Ben ve ye timi h imaye eden kimse Cennette şöylece beraber bulunacağız,” buyurdu ve işaret parmağı ile orta parmağını, aralarını yaklaştırarak gösterdi.”(5) MÜFTÜLÜK HUTBE KOMİSYONU KAYNAKLAR AZİZ MÜ’MİNLER! Müslüman kimse, şefkat sahibi bir baba nasıl çocuğunu sever, ona acır ve onun ihtiyaçlarını giderirse; yetimi ve öksüzleri de ayni his ve duygularla korumalı ve sevmelidir. Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Kim bir yetimin başını Allah rızası için okşarsa, elinin değdiği her tüy için : 1) Nisa 10, T.D.V. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali 2) Nisa 2, T.D.V. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali 3) Ettergib, 3 - 349 4) İbnü Mace, Edep, 6. 5) Buhari , Talak – 14, Edep – 24. İLİ: BAYBURT AY-YIL: HAZİRAN 2012 TARİH: 29.06.2012, 5. HAFTA ﺻ ِﻠ ُﺤﻮﺍ َﺑﻴْﻦَ ﺃَﺧ ََﻮ ْﻳ ُﻜ ْﻢ ْ َ ِﺇﻧﱠ َﻤﺎ ْﺍﻟ ُﻤﺆْ ِﻣﻨُﻮﻥَ ِﺇ ْﺧ َﻮﺓ ٌ ﻓَﺄ َﻭﺍﺗﱠﻘُﻮﺍ ﱠ َ�َ ﻟَﻌَﻠﱠ ُﻜ ْﻢ ﺗ ُ ْﺮ َﺣ ُﻤﻮﻥ ENSAR VE MUHACİR KARDEŞLİĞİ Muhterem Müslümanlar! Kardeşlik; aynı anda birden fazla kişiyi içinde barındıran bir bağdır. Bizler, var edilmiş ve vücuda gelmiş olmak itibariyle, kâinatta ki bütün yaratılmışlarla bir nevi kardeşiz. Dağlar, denizler, bitkiler, yeryüzü ve gökyüzü ile, kısaca Allah’ın bütün kullarıyla kardeşiz. Evrendeki bu mahlûkat kardeşliğinin elbette insan denen eşrefi mahlûka yüklediği vazife ve sorumluluklar olacaktır. Kıymetli Cemaat! Dinimiz İslam, soy sop kardeşliğinin yanında birde İnanç esasına dayanan din kardeşliğini getirmiş ve bu konuya büyük önem vermiştir. Ayeti Kerime’de; “Müminler ancak (1) kardeştir.” İfadesiyle İslam kardeşliğinin nesep kardeşliğinden üstün olduğunu bildirmiştir. Aynı anne-babadan doğmamış olsa da aynı dine mensup olmanın oluşturduğu bir birlikteliktir, İslam kardeşliği. Değerli Müminler Kardeş olmak, arkadaş ve sadık dost olmak; sevinçte ve kederde beraber olmayı göze almak demektir. Sevmek; saymak, güvenmek, merhamet etmek, yardımlaşmak ve dayanışmak demektir. Bunlar olmadan kardeşlik iddiasının bir anlamı olamaz. Kur’an ve Sünnetin ön gördüğü kardeşlik bütün bunları içeren muhtevaya sahiptir. İslam kardeşliğinin en güzel numunesini Peygamber efendimizin sahabeleri ortaya koymuştur. Ensar-Muhacir ilişkisi, kardeşliğin ne anlama geldiğini bizlere gösteren son derece mükemmel bir örnektir. Medineli Ensar, Mekkeli Muhacir kardeşlerini, kendilerinden aziz tutmuştur. Onları hiçbir konuda yalnız bırakmamıştır. “kendilerinde bir ihtiyaç olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler”(2) ayetinin övgüsüne mazhar olmuşlar, bu davranışlarıyla imanlarında ne denli ihlâslı olduklarını ispat etmişlerdir(3) Kıymetli Müslümanlar! Rahmet Peygamberine ilk iman eden Muhacirler, sırf Allah rızasını ve hoşnutluğunu kazanmak, Allah’ın Dinine ve Peygamberine yardım etmek maksadıyla bütün mallarını ve servetlerini Mekke’ de bırakıp, fakir bir şekilde Medine’ye hicret ederken, Medine’de yaşayan Ensar’da kendilerine ait bütün varlıklarını bu kardeşleriyle paylaşmışlardır. Aziz Müminler! İslâm kardeşliğini bozan pek çok iç ve dış etkenler bulunmaktadır. Irkçılık ve ihtilaf bu hastalıkların başında gelmektedir. Su-i zanda bulunmak, alay etmek, kötü lakap takmak, kin beslemek, haset etmek gibi bütün gayri ahlaki zaaflar, kardeşliği bozan kusurlar arasında sayılır. Hucûrât suresinin 12. ayeti kerimesi bu konuyu en güzel şekilde açıklamıştır. Değerli Kardeşlerim! İslam’da kardeşlik inanç temeline dayandığı içindir ki Müminlerin arasını bozacak ve ayrıştıracak her türlü renk, ırk, soy ve cins ayrımı da haram kabul edilmiştir. Yine Kur-an’ı Kerim’de “Allah katında en değerli olanınız, Ona karşı gelmekten sakınanınızdır.(4) Ayeti celilesi ile, bu gibi cahili anlayışların takva üstünlüğü getirilmek suretiyle toplumsal barış ve nizam sağlanmıştır. Unutmayalım ki inanç esasına dayanan kardeşlik bağlarından başka hiçbir bağ kalpleri birleştiremez. Hutbemi bir hadis mealiyle bitirmek istiyorum. “Birbirinize buğz etmeyiniz, hasetleşmeyiniz, birbirinize yüz çevirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz.(5) Efrail GÜLSÜN İmam-Hatip/ BAYBURT Kaynaklar: 1-Hucurat 49/10. 2-Haşır59/9 3-Enfal 8/72 Buhari Nikah 7. Savum 51 4-Hucurat 12 5-Buhari Edep İLİ AY-YIL TARİH : BAYBURT : KASIM 2012 : 16.11.2012 (3. HAFTA) EŞ, EVLAT VE ANNE OLARAK KADIN Değerli Müminler! Yüce Allah evrendeki her şeyi çift yaratmıştır. Kur'anı Kerim'de, "Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık."[1] ayetiyle bu gerçek dile getirilmektedir. Allah katında saygın bir yere sahip olan insan da kadın ve erkek olarak yaratılmıştır. Her varlığın yaratılışında olduğu gibi erkek ve kadının yaratılışında da sayısız hikmetler mevcuttur. Kadınların geçmişte ve günümüzde gerek ailede gerekse toplumsal yapıda her zaman hak ettikleri saygı ve değeri gördükleri söylenemez. Öyle ki insanlık tarihinde kadının insan olup olmadığı tartışılacak kadar insaftan uzaklaşılmış hatta o, namusa leke süren bir varlık olarak düşünülmüş ve hayat hakkı hiçe sayılarak kumlara gömülecek derecede vahşi muamelelere maruz kalmıştır. Üzülerek belirtelim ki, günümüzde de boyut ve biçimi farklı olsa da benzeri uygulamalara şahit olmaktayız. Bu muamelelere maruz kalan kadın, Allah'ın bize bir emaneti olan eşimiz, Rabbimizin bize göz aydınlığı olarak verdiği kızımız, yaratılışımızda hatta hayatımız boyunca ilk sığınağımız, anamızdır. Değerli Müminler! Kadın, anamızdır. Analarımız bizlerin dünyaya gelmesine vesile olan fedakârlık sembolü kimselerdir. Çekirdeğin toprağın yüreğinde hayat buluşu gibi, çocuk da anada hayat bulur. Analar, çocuklarını hamilelik dönemlerinde büyük zorluklarla taşımakta, çeşitli eziyet ve sıkıntılarla dünyaya getirmektedir. Doğum sonrasında ise, uykularını bölerek çocuklarını merhamet ve şefkat yüklü kucaklarında emzirmekte, onları en güzel ninnilerle uyutup, sevgiyle büyütmektedir. Yaşımız her ne olursa olsun hepimiz annelerimizin sevgi, şefkat ve merhametine muhtaç oluşumuzu derinden hissederiz. aranızda sevgi ve rahmet var etmesi, Allah'ın (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için dersler vardır."[2] ayeti, duygu ve sözlerimize ne güzel de tercüman oluyor. Eşlerimizle bizler arasında var olan sevgi ve rahmet ilahi kökenlidir. Unutmayalım ki, onlar bize, biz de onlara Allah'ın birer emanetiyiz. Kur'an-ı Kerim'de, mümin erkek ve kadınların birbirlerinin dostu oldukları ve birbirlerine iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırdıkları [3] bildirilmiştir. Acısıyla, tatlısıyla bir ömür boyu beraber hayat sürecek eşlerin dostluğa, karşılıklı sevgi ve saygıya herkesten daha çok ihtiyaçları olduğu açıktır. Kur'an-ı Kerim'de "...Eşlerinizle, iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah'ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz."[4] buyrulmaktadır. Aziz Müslümanlar! Kadın, canımız kadar hatta ondan daha çok sevdiğimiz kızımızdır, evladımızdır. Üzülerek belirtelim ki, kız evladını ikinci plana iten bazı yanlış tutum ve anlayışlar varlığını hala sürdürmektedir. Unutmayalım ki, kız olsun erkek olsun, onlar bize Yüce Mevlamızın sevinç ve mutluluk kaynağı kıldığı, huzur kaynağı yaptığı nimetlerdir. Çocuklarımıza karşı davranış biçimimizi, onlara göstereceğimiz şefkat ve merhametin ölçüsünü cinsiyetleri belirlememelidir. Onların birinin hakkı diğerinden daha az değerli ve kutsal değildir. Kız çocuklarının mirastan, eğitim ve öğretim imkânından mahrum edilmeleri dinimizin esasları ile bağdaşmaz. Hutbemi her konuda bizlere örnek olan Rahmet Peygamberinin şu sözleriyle bitirmek istiyorum: "Her kim kız çocukları yüzünden bir sıkıntıya uğrar da onlara iyi bak arsa, bu ç ocuklar on u c ehennem ateşinden koruyan bir siper olurlar. "[5] "Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü o kimseyle ben yan yana bulunacağız"[6] buyurdu. Dr. Yaşar YİĞİT Din Hizmetleri Genel Müdürü MÜFTÜLÜK HUTBE KOMİSYONU Muhterem Müminler! Bir eş olarak kadın, hayat arkadaşımızdır. Hayatın zorluklarını, üzüntü ve kederlerimizi onunla paylaşarak hafifletiriz. O, bizim sadık bir dert ortağımızdır. Huzur ve mutluluğumuzu onunla paylaştıkça hayatımız daha bir anlam kazanır. Zaten aile yuvasının kuruluşunun temel esprisi de bu değil midir? "İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, KAYNAKLAR: [1]Zariyat, 51/49. [2]Rûm, 30/21 . [3]Tevbe 9/71 [4]Nisâ, 4/19. [5]Buhârî, Zekât 10, Edeb 18; Müslim, Birr 147. İLİ AY-YIL TARİH : BAYBURT : EYLÜL 2012 : 14.09.2012 (2. HAFTA) GAZİLİK َ َﻻﱠ ﻳَ ْﺴﺘ َ ِﻮﻱ ْﺍﻟﻘَﺎ ِﻋﺪ ُﻭﻥَ ِﻣﻦَ ْﺍﻟ ُﻤﺆْ ِﻣﻨِﻴﻦ ﻏﻴ ُْﺮ ﺃ ُ ْﻭ ِﻟﻲ ﺍﻟﻀ َﱠﺮ ِﺭ ّ ﺳ ِﺒﻴ ِﻞ ّ ﻀ َﻞ �ِ ﺑِﺄ َ ْﻣ َﻮﺍ ِﻟ ِﻬ ْﻢ َﻭﺃَﻧﻔُ ِﺴ ِﻬ ْﻢ َﻓ ﱠ ُ� َ َﻭ ْﺍﻟ ُﻤ َﺠﺎ ِﻫﺪُﻭﻥَ ﻓِﻲ ًﻋﻠَﻰ ْﺍﻟﻘَﺎ ِﻋﺪِﻳﻦَ ﺩَ َﺭ َﺟﺔ َ ْﺍﻟ ُﻤ َﺠﺎ ِﻫﺪِﻳﻦَ ِﺑﺄ َ ْﻣ َﻮﺍ ِﻟ ِﻬ ْﻢ َﻭﺃَﻧﻔُ ِﺴ ِﻬ ْﻢ ﻋﻠَﻰ ّ ﻀ َﻞ ّ َﻋﺪ �ُ ْﺍﻟ ُﺤ ْﺴﻨَﻰ َﻭﻓَ ﱠ َ َ�ُ ْﺍﻟ ُﻤ َﺠﺎ ِﻫﺪِﻳﻦ َ َﻭ ُﻛـﻼ� َﻭ ً ﻋ ِﻈﻴﻤﺎ َ ً ْﺍﻟﻘَﺎ ِﻋﺪِﻳﻦَ ﺃ َ ْﺟﺮﺍ Aziz ve Değerli Kardeşlerim! İnsan, çalışarak pek çok rütbe ve unvanlar elde eder Bu rütbelerin zirvesinde hiç şüphe yok ki şehitlik ve gazilik bulunur Çünkü bu rütbeler hayat karşılığında elde edilmekte ve inanç sayesinde kazanılmaktadır Gazi, savaşa katılıp sağ veya yaralı olarak geri dönen kimse demektir İslam, barış dinidir Barışın temini için insanların ve milletlerin askeri yönden güçlü bulunmaları şarttır Barış ve güvenlik isteyenler de daima savaşa hazır olmalıdırlar Gazilik, şehitlikten sonra gelen en anlamlı unvanlardandır. Savaşta ölenlere “şehit”, savaşa katılarak büyük yararlılık gösterenlere, yaralananlara ise “Gazi” denir Gazilerimiz, şehitlerimizle birlikte bu vatanı yurt edinmemizde, vatanın korunmasında her türlü güçlüğe göğüs germişlerdir Gerektiğinde gözlerini bile kırpmadan canlarını verme azmini göstermişlerdir Vatan sevgisinin önemini, Peygamberimizden öğrenen kahraman ecdadımız doğan çocuğunun adını ‘Gazi’ koymuştur Analarımız, askere göndereceği çocuğunu uğurlarken; “Haydi oğul, haydi git; Ya gazi ol Ya şehit” diyerek uğurlamıştır Bu sebeple ecdadımız da, iki güzelden birisi için, yani “ölürsem şehit, kalırsam gazi” düşüncesiyle hareket etmiş ve bu düşünceyi bir miras olarak bizlere bırakmıştır Kıymetli Müminler! Gazilerimiz, kutlu bir mücadelenin gayretli yolcusu olmuş, vatan için ve dahası bizler için canlarıyla, kanlarıyla mücadele etmişlerdir Bizler yataklarımızda rahat uyurken onlar yeri gelmiş nice geceler uykusuz, nice günler aç ve susuz kalmışlardır Canlarını ortaya koyarak sayısız yararlılıklar gösteren gazilerimizin amelleri ve kahramanlıkları da Allah katında karşılıksız kalmayacaktır Bu büyük fedakârlıkların karşılığı kendilerine eksiksiz verilecektir Onların bizim vereceğimiz geçici payelere ihtiyacı yoktur Çünkü Allah kendi katında onlara en büyük mertebeyi vermiştir “Allah yo lunda öldürülenlere öl üler d emeyiniz Hayır, onlar diridirler Ancak siz bunu bilemezsiniz (1) Peygamber Efendimiz (s a s )’ de şöyle buyurmaktadır; ”Allah yol unda yar alanan kimse, kıyamet gününde yara aldığı günkü haliyle ge lir Rengi ka n r engidir Kokusu i se misk kokusudur ”(2) Kıymetli Müminler! İşte bunun için İslam gazayı ve cihadı farz kılmış, dini, vatanı ve namusu uğruna savaşmayı bu uğurda şahadeti ve gaziliği Peygamberlikten sonraki en büyük manevi rütbeler olarak görmüştür Nitekim Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Mü'minlerden özür sahibi olmaksızın (cihattan geri kalıp) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler eşit olamazlar. A llah, mallarıyla, canlarıyla cihad edenleri, derece i tibariyle, cihattan ge ri kalanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah (mü'minlerin) hepsine de en güzel olanı (cenneti) vadetmiştir. Ama mücahitleri büyük bir mükâfat ile kendi katından dereceler, bağışlanma ve rahmet i le ci hattan g eri kalanlara üstün kılmıştır. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. ”(3) Başta Çanakkale savaşı olmak üzere, Sakarya’da, Dumlupınar’da yaşanan destanları ve ardındaki ruhu iyi anlamalı, aziz vatanımızın kıymetini bilmeliyiz Çünkü milletimizin ve vatanımızın bekası, şehitlik ve gazilik bilincinin diri tutulmasıyla mümkündür Aziz Müminler! Bize küçük bir iyilik yapana teşekkür eder, saygı duyarız Dünya çapında büyük işler başaran, tarih boyunca milletimize hizmet eden, bize zengin bir kültür ve üzerinde yaşadığımız mübarek vatan topraklarını emanet eden büyüklerimizi ve kahramanlarımızı unutmayalım Şehitlerimizin arkadaşı gazilerimize hak ettikleri değeri verelim Onları her zaman ve her yerde onurlandıracak davranışlarda bulunalım Hutbe Komisyonu KAYNAKALR 1-Bakara suresi, 154 2-Buhari, “Cihad”, 7 ; Müslim, “İmare”, 103-107 3) Nisa suresi, 95-96 İLİ: BAYBURT AY-YIL: HAZİRAN-2012 TARİH: 08.06.2012, 2. HAFTA ﺕ َﻭﻧَ ْﺒﻠُﻮ ُﻛﻢ ﺑِﺎﻟ ﱠ ﺸ ِ ّﺮ َﻭ ْﺍﻟ َﺨﻴ ِْﺮ ِ ُﻛ ﱡﻞ ﻧَ ْﻔ ٍﺲ ﺫَﺍﺋِﻘَﺔُ ْﺍﻟ َﻤ ْﻮ َﻓِﺘْﻨَﺔً َﻭ ِﺇﻟَ ْﻴﻨَﺎ ﺗ ُ ْﺮ َﺟﻌُﻮﻥ HZ. MUHAMMET (S.A.V)’İN VEFATI Muhterem Müslümanlar! Yüce Allah, yaratmış olduğu varlıklar arasında, en üstün olarak insanı yaratmıştır. Hiç şüphesiz insanların en üstünü de peygamberlerdir. Peygamberlerin en sonuncusu ve kâinatın efendisi de Hz. Muhammet’tir. Ayette “Her can ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak size iyilik ve kötülük veririz. Sonunda Bize dönersiniz.”(1) buyruluyor. Bu hitaptan Peygamberler de istisna edilmemiştir. Muhterem Müminler! Yüce Allah’ın bütün insanlara son Peygamberi olan Hz. Muhammet (sav) Efendimiz, miladi 571 yılında mekke’de dünyaya gelmiştir. Yetim olarak doğmuştur birçok sıkıntılar çekmiştir. 40 yaşında Peygamberlikle şereflenmiştir. Butün hayatını islam dinini tebliğ etmek bu dini bütün dünyaya duyurmak için uğraşmıştır. Özellikle mekke müşrikleriyle büyük mücadeleler vermiş, ashabıyla beraber büyük sıkıntılar cekmişlerdir. Sonunda bu sıkıntılara dayanamayarak, doğup büyüdüğü çok sevdiği vatanı Mekke’yi terk ederek Medine’ye hicret etmek zorunda kalmıştır. Peygamberliğinin ve hayatının son on yılını Medine’de tamamlamıştır. Ölümün her insanın kapısını çaldığı gibi onunda kapısını çalma zamanı yaklaşmıştı. Aziz müminler! Peygamber efendimiz, Veda haccından sonra ahiret hazırlıklarına başlamıştı. Hicretin on birinci yılı sefer ayının son günlerinde şiddetli bir baş ağrısı ile ateşli bir hastalığa tutuldu. Hastalığı ağırdı; buna rağmen Mescidi Saadete çıkıp bir hutbe okudu. Ashabı kirama çok yüksek bir ifade ile hitab etti. Onlara yüksek bir adalet ve fazilet ve bir hakseverlik dersi vermek için şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Her kimin arkasına vurmuşsam, işte arkam! Kalksın bana vursun. Her kimin bende alacağı varsa, işte malım! Gelsin alsın.”(2) Kendisinden sonra arab yarımadasından müşriklerin cıkarılmasını emretti. Çevreden gelecek elçilere ikramda bulunulmasını öğütledi. Sonra ahiret âlemine göçeceğini işaret eden şu konuşmayı yaptı. “Yüce Allah, kulunu, dünya ile kendisine kavuşma arasında serbest bıraktı. O kul da, O’na kavuşmayı seçti.”(3) Buyurdu Peygamber efendimizin hastalığı ağırlaşınca, Ensar “acaba halimiz ne olacak?” diye endişelenmişlerdi. Bunu duyan Peygamber efendimiz, Hazreti Ali ile, amcası Hazreti Abbas’ın oğlu Fadl’ın kollarına dayanarak tekrar Mescidi Şerife çıktı. Etkili bir hutbe okudu. Şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Benim vefat edeceğimi düşünerek telaşlanıyorsunuz. Hiçbir peygamber ümmeti arasında ebedi kalmadı ki, ben de sizin aranızda ebedi kalayım. Ey Ensar! Size öğüdüm şudur: İlk muhacirlere hürmet ediniz ve onları gözetiniz. Ey Muhacirler! Size de öğüdüm şudur: Ensara güzel muamele yapınız. Ey insanlar! Günah, nimetin kaybolmasına sebep olun. Eğer insanlar Allah’ın emirlerine boyun eğerlerse, onların amirleri de öyle olur. İnsanlar asi olursa, onların amirleri de öyle olur.(4) Değerli Müminler! Peygamber efendimiz hasta olduğu halde, her ezan okundukça Mescidi Şerife çıkıyor, ashab’ı kirama namaz kıldırıyordu. Fakat göçmelerine üç gün kala hastalığı arttı. Artık Mescide çıkmaz oldu. Ebu Bekir’e söyleyiniz, imamet etsin,” diye buyurdu. Rebiülevvel ayının on ikinci pazartesi günü, Hz. Ebu Bekir hazretleri ashab-ı kirama namaz kıldırıyordu. Hz Peygamber kendisinde bir kuvvet buldu, mescide çıktı ashabın saf olup ibadet ettiklerini görünce, çok sevindi ve Ebu Bekir’e uyup namaz kıldı. Daha sonra odasına cekildi. Öğleye doğru tekrar ateşi yükseldi. Ateşini düşürmek için yanında bulunan kaptaki suya ellerini daldırıyor yüzünü, boynunu ıslatıyordu. Bir taraftan da şöy diyordu. “La ilahe illallah.. ölümün de şiddetlisi var. Allah’ım! Günahlarımı bağışla, bana merhamet et, beni yüce dosta kavuştur!” Peygamberimizin dilinden La ilahe ilallah cümlesi düşmeyerek 13Rebiülevvel (8 Haziran 632) pazertesi günü 63 yaşında vefat etti. Ölümünden önce son sözü “En yüce Dosta…!” kelimeleri oldu . Allah şefaatlerine bizleri nail eylesin.. Mehmet ATALAY İmam Hatip/Aydıntepe ----------------------------------------1-Enbiya süresi ayer : 35 2-Büyük islam ilmihali (ö.N.B) S.417 3-Büyük İslam ilmihali (ö.N.B.) S. 418 4-Büyük İslam ilmihali (Ö.N.B.) S418 İLİ: BAYBURT AY-YIL: HAZİRAN 2012 TARİH: 27.07.2012, 4. HAFTA ﺎﺱ ﺍ ْﻋﺒُﺪُﻭﺍْ َﺭﺑﱠ ُﻜ ُﻢ ﺍﻟﱠﺬِﻱ َﺧﻠَﻘَ ُﻜ ْﻢ ُ ﻳَﺎ ﺃَﻳﱡ َﻬﺎ ﺍﻟﻨﱠ ََﻭﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ِﻣﻦ ﻗَ ْﺒ ِﻠ ُﻜ ْﻢ ﻟَﻌَﻠﱠ ُﻜ ْﻢ ﺗَﺘﱠﻘُﻮﻥ İBADETLERİN KAZANDIRDIKLARI Aziz Müminler! İnsanı yoktan var eden ve varlığından haberdar eden Allah (c.c.) yarattığı insanın kendisini tanımasını ve ona ibadet etmesini emrediyor. Ancak bu sayede kötülüklerden ve Allah’ın azabından korunabileceği bildiriliyor. Kur’an-ı Kerim’de “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz ki, O'na karşı gelmekten korunmuş olabilesiniz.”(1)buyuruluyor. İbadet; gönülden ve isteyerek Allah’a yönelmek ve emirlerine itaat etmektir. İbadet; Mükellef olan her insanın yaratanına karşı gösterebileceği tazim ve saygının en yükseğidir. İbadet; Allah (c.c) nun kulları üzerinde ki bir hakkıdır. İbadet; Bizleri yoktan var eden, akıl, fikir, göz, kulak, el, ayak ihsan eden Hak Tela hazretlerine şükretmektir. Aziz Müminler! İbadetler sırf Allah’ın rızası gözetilerek yapılmalıdır. Çünkü Allah’ın emri olan İbadetler, ancak samimiyetle ve ihlâsla yapıldığında makbul olur ve sahibini kötülüklerden uzaklaştırır. İnsan yaşayabilmek için, Allah’ın ihsan ettiği sayısız nimetlerden faydalanmaktadır. Allah’ın nimetlerinden faydalanmadan hayatını sürdüren hiçbir canlı yoktur. Bu nimetlere şükretmek gerekir. Allah’ın vermiş olduğu nimetlerin en büyük şükrü de ibadetlerimizdir. Değerli Müminler! İbadetlerin sahası çok geniştir. Allah rızası gözetilerek yapılan her iş ibadettir. Riya ve gösterişten uzak topluma ve insanlığa faydalı her iş ibadettir. Hz. Peygamber (s.a.v.) “İbadet yetmiş çeşittir, en faziletlisi helal kazanmaktır”(2) buyuruyor. Helal kazanç temin etmek ibadettir, hasta bir insanı ziyaret etmek ibadet, susuz bir hayvanı sulamak ibadet, yetimin başını okşamak ibadet, yetimin karnını doyurmak ve sırtına bir elbise giydirmek ibadet, insanlara Emri bil Marufu ve nehyi Anil Münker-i anlatmak ibadettir. Komşulara iyilik etmek ibadet, Ana ve Babaya itaat etmek ibadettir ve buları daha da çoğaltabiliriz. Elbette bu saydıklarımızın yanında namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, Hacca gitmek gibi İslam’ın şartları ibadetlerin vaaz geçilmezleridir. Bunların insanı iyiye, doğruya, hakka, güzele götüren birçok hikmeti olduğunu görürüz. Günde beş vakit namaz kılmak suretiyle Allah’ın huzuruna çıkan bir insan, Rabbine bağlılığını, onu unutmadığını göstermiş olur. Malının bir kısmını fakire zekât olarak veren insanda fakirin ihtiyacını giderecek onu gözetmiş, sosyal bir dayanışmayı sağlamış olur. Oruç tutanda, Allah için aç susuz duran nefsini ıslah etmiş olur, yoksulların durumundan haberdar olmuş olur. Aziz Müminler! İbadet insana Dünya ve Ahiret saadetini temin eder, İbadet ona en samimi duygularla yalvarıp yakarmanın fiili bir ifadesidir. Müminlerin Ahiret hayatı için inanç ve gönül birliğiyle oluşturdukları bir manevi hazinedir. Ne mutlu ibadetlerini yerinde ve zamanında İhlâsla yapanlara Adem KELLECİ İmam-Hatip/BAYBURT Kaynaklar: 1) Bakara:21 2) Keşful Hafa C.2 İLİ: BAYBURT AY-YIL: KASIM 2012 TARİH: 23.11.2012 (4. HAFTA ) ﺷ ِﻬﺪَ ﱠ �ُ ﺃَﻧﱠﻪُ َﻻ ِﺇﻟَﻪَ ِﺇ ﱠﻻ ُﻫ َﻮ َﻭ ْﺍﻟ َﻤ َﻼ ِﺋ َﻜﺔُ َﻭﺃُﻭﻟُﻮ ْﺍﻟ ِﻌ ْﻠ ِﻢ َ ُ ْﻂ َﻻ ِﺇﻟَﻪَ ِﺇ ﱠﻻ ُﻫ َﻮ ْﺍﻟﻌَ ِﺰ ﻳﺰ ْﺍﻟ َﺤ ِﻜﻴﻢ ِ ﻗَﺎﺋِ ًﻤﺎ ﺑِ ْﺎﻟ ِﻘﺴ İLİM ADAMLARININ ÖNEMİ Aziz Müslümanlar! Yüce Rabbimiz insana en büyük değeri vererek, Onu varlıkların en üstünü, en şereflisi ve eğitilmeye en müsaidi olarak yaratmıştır. Yüce Allah (c.c) İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem’e : “Bütün varlıkların isimlerini öğretti.”(1) “O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.” (2) Sevgili Peygamberimiz (sav) de, “Ben öğretmen olarak gönderildim.”(3) buyurarak, öğretmenlik mesleğinin önem ve kutsiyetine işaret etmişlerdir. Değerli Müminler! 24 Kasım, kendilerine çok şey borçlu olduğumuz, “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” özdeyişiyle mana ve önemi saklı bulunan sevgili öğretmenlerimize tahsis edilmiş bir gündür. Üstün bir varlık olan insana hizmeti gaye ve meslek edinen, onu eğitip terbiye eden, bilgi sahibi kılan öğretmenlerimize, Yüce Dinimiz büyük değer vermiştir. Bütün insanları eşit olarak kabul ettiği halde, ilim sahibi olanları diğerlerinden üstün tutarak: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”(4) buyurarak hem, bilgili olmayı dinî bir görev haline getirmiş, hem de âlimi övmüştür. İlim, âlim, öğrenme, öğretmen, öğrenci, Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde yüceltilmiştir. Al-i İmran Suresinin 18. ayetinde Allah ve meleklerden sora üçüncü sırada âlimler zikredilerek şöyle buyrulmuştur: “Allah, melekler ve ilim sahipleri, ondan başka ilah olmadığına adaletle şâhitlik ettiler.” (5) Değerli Müminler! Öğretmenliği yalnızca okullarda öğrencilere okuma-yazma ve belli bazı bilgiler öğretme görevini üstlenmiş bir meslek, öğretmeni de bu görevi ifa eden kişi olarak görmemiz yanlış olur. Aksine öğretmenlik, alabildiğine geniş hizmet sahası olan, belki de dünyada en büyük sorumluluklar yüklenmiş bulunan meslek olarak düşünülmelidir. Yüce Dinimiz İslam; bilgi edinmede, edinilen bilgiyi öğretmede hiçbir sınır tanımamıştır. Hz. Peygamber Efendimiz (SAV) bilgiye ve âlime derin bir saygı duymuş; Müslümanların bilgili ve şuurlu olması için büyük bir gayret göstermiştir. Hatta Mescid-i Nebevinin “SUFFE” denen bölümünü, yatılı eğitim kurumu olarak tahsis etmiş, hayatı boyunca yüzlerce insanı fikren aydınlatmış, ruhen yüceltmiştir. Değerli Müslümanlar! Bebeklikten itibaren insana ilk bilgileri öğreten anne babalar ile cemaate vaaz, hutbe ve yaz kurslarında dinî bilgiler veren hocalar da, bir nevi öğretmendirler. Eğitim konusunda öğretmen, ebeveyn ve cami görevlileri birbiriyle irtibatlı olmalıdırlar. Zaten halkımız öğretmenleri ve din adamlarını, “Hoca” ismi altında birleştirmişlerdir. Bu birlikteliği sürdürmek büyük önem taşımaktadır. Elbirliği yaparak çocuklarımızı bilgili, kültürlü, inançlı, ruhen ve bedenen sağlıklı ve yere sağlam basan, geleceğe de güvenle bakan gençler olarak yetiştirmeliyiz. Kıymetli Müminler! Bize okumayı, yazmayı öğreten, çok kıymetli bilgiler kazandıran değerli hocalarımızdan vefat edenleri rahmet ve minnetle anıyoruz. Hayatta olan ve görevi başında bulunan bütün öğretmenlerimize başarılar diliyor, hayır dualarımızla eğitim camiasının öğretmenler gününü kutluyoruz. BAYBURT İL MÜFTÜLÜĞÜ --------------------------------1- Bakara, 2/31 2- Alak, 96/4,5 3- Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 328. 4- Zümer, 39/9 5- Al-i İmran, 3/18 İLİ AY-YIL TARİH : BAYBURT : EYLÜL 2012 : 28.09.2012 (4. HAFTA) İMAN VE SALİH AMEL ً ﺻﺎ ِﻟﺤﺎ ً ِ ّﻣﻦ ﺫَ َﻛ ٍﺮ ﺃ َ ْﻭ ﺃُﻧﺜَﻰ َﻭ ُﻫ َﻮ ُﻣﺆْ ِﻣ ٌﻦ ﻓَﻠَﻨُﺤْ ﻴِ َﻴﻨﱠﻪُ َﺣ َﻴﺎﺓ َ َﻣ ْﻦ َ ﻋ ِﻤ َﻞ َ َﺴ ِﻦ َﻣﺎ َﻛﺎﻧُﻮﺍْ َﻳ ْﻌ َﻤﻠُﻮﻥ َ ْﻁ ِﻴّ َﺒﺔً َﻭﻟَ ﻨَﺠْ ِﺰ َﻳﻨﱠ ُﻬ ْﻢ ﺃَﺟْ َﺮ ُﻫﻢ ِﺑﺄَﺣ MUHTEREM MÜMİNLER! Amel, imanın aslı için şart değilse de kemali için bir şart olarak görülmüş, amelsiz imanın, zayıflayacağı belki de yok olabileceği ifade edilmiş ve imanın salih amellerle beslenmesinin gereği vurgulanmıştır. Salih amel; niyete ve iradeye bağlı olarak yapılan bilinçli fiil ve hayırlı iş demektir. Kuran'a baktığımızda, Allah rızasına uygun olan her türlü söz, fiil, ibadet ve iyiliklerin "Salih amel" olduğunu görmekteyiz. Namaz, oruç, zekât ve hac gibi temel ibadetlerin yapılması "salih amel" olduğu gibi, iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak, sosyal yardımlaşma ve benzeri Kur'an'a uygun olan her türlü iş ve davranış Salih ameldir. DEĞERLİ MÜ’MİNLER! İman, kalbin amelidir. Çünkü imanın yeri kalptir. Kuran’ı Kerim’de imanın kalbe ait bir salih amel olduğu bildirilmiştir. Nitekim Kur’anı Kerimde; “Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhine olur. Yararlı iş işleyen kimseler, kendileri (1) için rahat bir yer hazırlamış olurlar.” Ayrıca Kehf suresinin 110. ayetinde Allah’a şirk koşmadan iman etmek, salih bir amel olarak ifade edilmektedir. Kur’an’da iman ile salih ameller arasında o kadar kuvvetli bir bağ kurulmuştur ki, imanın zikredildiği yerde peşinden hemen salih amel gelmektedir. Gölgenin simayı takip ettiği gibi salih amel de Kur’an‘da imanı takip etmiş, adeta salih amel kalpteki imanın dışa yansıması olmuştur. DEĞERLİ KARDEŞLERİM! Yüce Allah insanı boş yere yaratmadığı gibi başıboş da bırakmamıştır. Onu bir takım ibadetlerle yükümlü kılmıştır. Hayatı ve ölümü bir sınav olarak yaratmıştır. İnsanın bu sınavda başarılı olabilmesi, iman ile birlikte salih ameller işlemesine bağlıdır. İmanın korunması ve kalpte kökleşmesi için amel gereklidir. Çünkü düşünce alanından eylem ve hareket alanına çıkamamış olan iman, meyvesiz bir ağaca benzer. Kalpte mevcut olan iman ışığının hiç sönmeden parlaması, giderek gücünü artırması salih amellerle mümkün olur. DEĞERLİ KARDEŞLERİM! Salih ameller, imanımızın güçlenmesini ve ahlâken olgunlaşmamızı sağlar. İbadetler ile beslenen iman ağacının meyvesi güzel ahlâktır. İbadete devam eden kimsenin kalbinde iman nuru parlar, Allah korkusu ve sorumluluk duygusu gelişir. İbadetlerin hakikî yararı, var olan imanı koruması ve geliştirmesidir. Bir takım kimselerin, önemli olan kalp temizliğidir, ibadetler önemli değildir. Demesi İslâmî bir yaklaşım değildir. Mü’min böyle bir düşünceye sahip olamaz. Allah'a gönülden iman eden ve O'nu seven her mü’min, O'nun tüm emirlerini zevkle ve kayıtsız şartsız yerine getirir. Salih amelleri işlemek, kişinin kalbindeki Allah sevgisinin büyüklüğüne bağlıdır. Çünkü bir insan Allah'ı ne kadar severse o kadar O’nun rızasını gözetir ve Allah’ın sevgisini kaybetmekten korkar. Salih amellerin yararını insanların kendileri görür. Dolayısıyla, bir insan Salih amel işlemekle, gerçekte ancak kendisine yarar sağlamış, dünya ve âhiretini kazanmış olur. Nahl suresinin 97. Ayetinde Allah (c.c.) mealen şöyle buyuruyor. “Kadın, erkek, inanmış olarak kim iyi iş işlerse, ona hoş bir hayat yaşatacağız. Ecirlerini yaptıklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz.” Murat BİROL Din Hiz. ve Eğt. şefi KAYNAKLAR 1- Rum suresi, 44 2- Nahl suresi, 97 İLİ : BAYBURT AY-YIL : ARALIK - 2012 TARİH : 21.12.2012 (3.HAFTA) �ِ َﻭﻻَ ﺗ ُ ْﻠﻘُﻮﺍْ ﺑِﺄ َ ْﻳﺪِﻳ ُﻜ ْﻢ ﺇِﻟَﻰ ﺍﻟﺘ ﱠ ْﻬﻠُ َﻜ ِﺔ ّ ﺳﺒِﻴ ِﻞ َ ﻭﺃَﻧ ِﻔﻘُﻮﺍْ ﻓِﻲ َ�َ ﻳ ُِﺤﺐﱡ ْﺍﻟ ُﻤ ْﺤ ِﺴﻨِﻴﻦ ّ َﻭﺃَ ْﺣ ِﺴﻨُ َﻮﺍْ ِﺇ ﱠﻥ İNTİHAR GÜNAHTIR MUHTEREM MÜSLÜMANLAR! Allah’u Teâlâ insanı, en mükemmel meleke ve yeteneklerle donatarak yaratmıştır. Ayrıca insanı başıboş bırakmayarak onu, bir takım emir ve yasaklarla mükellef tutmuştur. Bu emir ve yasaklar çerçevesinde yüce dinimiz İslam, cana kıymayı da büyük günahlardan saymış ve insanı dolaylı olarak intihara götüren içki ve uyuşturucu gibi her türlü zararlı maddeleri kesin olarak yasaklamıştır. Allah’u Teâlâ, en değerli varlık olarak yarattığı insanı, emir ve yasaklarıyla muhatap tutarak, yeryüzünün imarı hususunda halife kılmıştır. Ayrıca yüce dinimiz, İslam, “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüş gibidir”(1) ayeti kerimesi gereği, haksız yere bir kimseyi öldürmeyi, bütün insanları öldürmekle eşit tutarken, bir can kurtarmayı da bütün insanlığı kurtarmakla bir saymıştır. Sevgili peygamberimiz (sav) de “insanların can, mal ve ırzlarının dokunulmaz olduğunu bildirmiş ve onlara karşı her türlü haddi aşmanın yasaklandığını bütün insanlığa ilan etmiştir.”(2) AZİZ CEMAAT! İslam dini, başkalarının canına kıymayı yasakladığı gibi kişinin kendi canına kıymasını da yasaklamış ve onu büyük günahlardan saymıştır. Zira can, kişiye Allahın bir emanetidir; bu itibarla insanoğlu, canının bir emanet olduğunu bilmeli ve asla emanete ihanet etmemelidir. Katlanması çok zor ve ağır sıkıntılara maruz kalsa bile, yine de intihara teşebbüs etmemelidir. Çünkü dinimiz İslam, çeşitli sıkıntılar karşısında sabredenleri cennetle müjdelemiştir. Peygamberimiz (sav) de intihar eden kimsenin kıyamet gününde intihar ettiği hal üzere diriltileceğini bildiren bir hadisi şerifinde, "Kim kendisini dağdan atarak intihar ederse o cehennemlik olur. Orada sürekli olarak kendini dağdan atar. Kim zehir içerek intihar ederse, cehennem ateşinin içinde elinde zehir olduğu halde sürekli olarak ondan içer. Kim de kendisine demir saplayarak intihar ederse, cehennemde sürekli olarak o demiri karnına saplar”(2) buyurarak, bu eylemin vahametine dikkat çekmiştir. DEĞERLİ MÜ’MİNLER! Günümüzde ahlaki buhran öyle bir hale gelmiş ki; her gün değişik yöntemlerle canına kıyanlar veya canına kıymaya teşebbüs edenler çoğalmaktadır. Nitekim Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre hastalık, aile geçimsizliği, geçim zorluğu, ticari başarısızlık ve diğer nedenlerle sadece 2008 yılında 2816 kişi intihar etmiştir.(3) Oysa dinimiz; insanın sıkıntılı durumlarında hemen intihar etme yolunu değil, sabretme yolunu tercih etmesini ve sabrın sonunda hem dünyevi hem de uhrevi kazanç olduğunu bildirmektedir. Evet, keder ve mutluluk, üzüntü ve sevinç insan hayatında hep vardır ve böyle devam edip gidecektir. Öyleyse ruh bedende kaldıkça, Allah’tan ümit kesilmemeli ve her gecenin bir sabahı olduğu gibi her zorluğun da bir kolaylığı olacağının farkında olunmalıdır. Hutbemi, konuyla ilgili okuduğum ayeti kerimenin mealiyle bitirmek istiyorum. “(Mallarınızı) Allah yolunda infak edin. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın ve iyilik yapın. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever.“(4) MÜFTÜLÜK HUTBE KOMİSYONU KAYNAKLAR : 1. Maide, 32 2. Müslim, İman, 47 3. Türkiye İstatistik Kurumu 2008 raporu (tui.gov.tr) 4. Bakara, 195 İLİ AY-YIL TARİH :BAYBURT :MAYIS 2012 :25.05.2012, 4. HAFTA ْﻋﻮﺍ ّ َْﻭﺃ َ ِﻁﻴﻌُﻮﺍ ُ َﺳﻮﻟَﻪُ َﻭﻻَ ﺗَﻨَﺎﺯ ُ �َ َﻭ َﺭ ﺻﺒِ ُﺮﻭﺍْ ِﺇ ﱠﻥ َ ﻓَﺘ َ ْﻔ ْ َﺐ ِﺭﻳ ُﺤ ُﻜ ْﻢ َﻭﺍ َ ﺸﻠُﻮﺍْ َﻭﺗ َ ْﺬﻫ َﺼﺎﺑِ ِﺮﻳﻦ ّ �َ َﻣ َﻊ ﺍﻟ ﱠ İSLÂM KARDEŞLİĞİ Muhterem Müslümanlar: Yüce Dinimiz, Cenab-ı Allah’a iman eden, Hz. Peygamberin, Allah’tan getirdiği bütün ilâhî hükümleri kalp ile tasdik, dil ile ikrar eden her insanı, mü’min olarak kabul etmiş ve mü’minleri de din kardeşi olarak ilan etmiştir. Bu konuda Yüce Allah, (c.c) Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurmuştur; “Mü’minler ancak kardeştirler, o halde iki müminin arasını bulup barıştırın.”(1) Toplumun, birbirine kenetlenmesini sağlamak, Mü’mine, dünya ve ahiret saadetini kazandırmak için, İslam’ın, üzerinde önemle durduğu konuların başında din kardeşliği gelmektedir. İslâm kardeşliğinde; -Müslüman; zaman, mekân ve mesafe mefhumlarını dikkate almaksızın, birbirinin sevinç ve üzüntüsünü paylaşan, onların huzur ve saadetini, kendi huzur ve saadetine tercih etme duygusuna hâkimdir. -İnsanlara faydalı olma, yaptığı güzel hizmetler karşılığında, maddi menfaat beklemeyen, Mü’minlerin bir birine olan bağlılık ve fedakârlığın unvanıdır. -İslam kardeşliğinde, sevgi saygı, şefkat, merhamet ve adalet vardır. Kendisi için istediğini Mü’min kardeşi içinde isteme vardır. -Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur;” Gerçek Mü’min kendisi için arzu ettiklerini, mü’min kardeşi içinde arzu edendir.”(2) Kur’an-ı Kerim’ de ise, Yüce Allah; “ Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile, onlar Mü’min kardeşlerini kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdendir.”(3) Aziz Müminler: O halde, aynı imanı taşıyan, aynı dine inanan, aynı Kur’an-ı okuyan, aynı Allah’a ibadet eden ve aynı Peygambere ümmet olan bizler, bizi birbirimize düşman yapan bütün görüşleri ve fikirleri bir tarafa atıp, dinimizin “Kardeşlik” sancağı altında bütünleşmek, şaşmaz hedefimiz olmalıdır. Sevgili Müminler: Ateşin vasfı yakmak, suyun vasfı söndürmek, küfrün vasfı da yıkmaktır. Kim ki Müslümanları birbirine düşürüyor, senden, benden diyerek düşman hale getiriyorsa o kimse gerçek Müslüman olmaz. Yine, o Yüce Peygamber (sav) bir hadisi şeriflerinde “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki iman etmedikçe Cennete giremezsiniz, birbirinizi sevip saymadıkça gerçek iman etmiş olmazsınız. Birbirinize haset etmeyiniz, alışverişte bir birinizi aldatmayınız. Birbirinize buğz etmeyiniz, birbirinize sırt çevirmeyiniz. Bir birinizin pazarlığı bitmiş alışverişini bozmayınız. Ey! Allah’ın Kulları kardeş olunuz. Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz. Bir kimseye şer olarak Müslüman kardeşine hor bakması yeter. Müslüman’ın Müslüman’a kanı, malı ve ırzı haramdır.”(4) buyurmuşlardır. Değerli Müminler: Sonuç olarak şunu belirtmek gerekir ki, bugün, Mü’minler arasındaki sıkıntı ve ızdıraptan kurtulmanın tek yolu; İslam Kardeşliği etrafında birleşmektir. Yüce Allah birliğimizi ve bütünlüğümüzü bozmak isteyenlere fırsat vermesin. Efrail GÜLSÜN Veysel Efendi Cami Görevlisi KAYNAKLAR: 1-Hucurat 10 2-Buhari İman 13 S.74 3-Haşır 9 4-Müslim İman, 93-94,Tirmizi Et’ıme 45 İLİ AY-YIL TARİH : BAYBURT : NİSAN 2012 : 27.04.2012 4. HAFTA ّ َﻭﺍ ْﻋﻠَ ُﻤﻮﺍْ ﺃَﻧﱠ َﻤﺎ ﺃ َ ْﻣ َﻮﺍﻟُ ُﻜ ْﻢ َﻭﺃ َ ْﻭﻻَﺩُ ُﻛ ْﻢ ِﻓﺘْﻨَﺔٌ َﻭﺃ َ ﱠﻥ َ� ِﻋﻨﺪَﻩُ ﺃ َ ْﺟ ٌﺮ َﻋ ِﻈﻴ ٌﻢ İSLAM’DA ÇOCUK EĞİTİMİ VE SEVGİSİ Muhterem Müslümanlar! “Göklerin ve yerin nuru olan yüce Rabbimiz”1 İnsanlara sayısız nimetler ihsan etmiştir. Bu nimetlerden biride çocuktur. Çocuk dünya hayatının süsü, aile ocağının meyvesi, Milletin en büyük ümit ve istikbal kaynağıdır. Şerefli kitabımız, Kur’an-ı Kerim’de yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır; “ Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah katındadır.(2) Ayette görülüyor ki, mallarımız gibi çocuklarımızda bizim için bir imtihan vesilesidir. Bu bakımdan, cemiyetin kalbi, ailenin süsü, evin neşesi ve yarınların temel taşı olan, çocuklarımızı güzel eğitmek, onları madde ve manada geliştirmemiz gerekmektedir. Aziz Müminler! Her hususta örnek aldığımız Allah Rasulü (s.a.v.) bu hususta da bizleri aydınlatmış, izlenmesi gereken yolu açıklamıştır. O yüce Peygamberimiz bir babayı uyarırken “Çocuğun senin üzerende hakkı var” buyurduğunda, acaba karnını doyurup sırtını giydirmeyi kast etmiş olabilir mi? Doğduğu andan itibaren hayatta kalabilmesi için maddi ihtiyaç olabilir mi? Yoksa anne- baba olmak demek, hayata yeni katılmış bu küçük emanetin bedeninde olduğu kadar ruhuna da itina göstermek, aklını donatıp gönlünü beslemek, kısacası onun manevi gelişimini de üstlenmek demek değil midir? Rasulü Ekrem (s.a.v); “Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.(4) örnek alma fırsatı tanımıştır. Öperek, kucaklayarak, koklayarak, okşayarak, dua ederek çocuklara daima, sevgi sunumunda (5) bulunmuştur. Allah Resulü, Dini öğretmek ve ibadet etmek gibi ciddi işlerde meşgulken, çocukların bu ciddiyetini bozma endişesini taşımamıştır. Hataları sebebiyle onları ibadet edilen mekânın dışına çıkarmamıştır. Bir defasında hutbe okurken Hz. Hasan ve Hüseyin’in üzerlerinde kırmızı bir gömlekle düşe kalka Mescide geldiklerini görünce dayanamamış, minberden inip onları kucağına aldıktan sonra tekrar minbere çıkmış ve çocukları öne oturtarak şöyle buyurmuştur. Allah; “ Mallarınız ve çocuklarınız sizin için imtihan vesilesidir” derken ne kadar doğru söylemiş! Şu iki yavrunun düşe kalka yürüyüşünü görünce dayanamadım da sözümü keserek onları kucağıma aldım.” (6) Peygamber efendimizin bu tavrı, onun çocukları ile kurduğu sevgi ve merhamet dolu ilişkiyi, maneviyat eğitiminde de sürdürdüğünü göstermektedir. Değerli Müminler! Bir çocuk anne ve babası için mutluluk ve bereket kaynağı olduğu kadar imtihan vesilesidir. Çocuk her ne kadar bu gün yaşıyorsa da aslında yüzü geleceğe dönük bir emanettir. Onu şekillendiren ebeveyn, bir bakıma toplumu şekillendiriyor, yarını çiziyor demektir. Allah Rasulü; “ Her doğan çocuk İslam fıtratı üzere doğar sonra anne babası onu Yahudi, Hırıstiyan yada Mecusi yapar.” Buyururken, işte bu gerçeği işaret etmektedir. Elbette küçük insanı, Rabbe kul olmak gibi büyük bir sorumluluğa hazırlamak kolay değildir. Ne mutlu Allaha karşı iyi bir kul, Rasulüne karşı iyi bir ümmet, milletine ve vatanına karşı iyi bir vatandaş, bütün Müslümanlara karşı ahlaklı ve dualı bir mümin, bütün insanlığa ve çevremize karşı bir evlat yetiştiren anne babalara! Efrail GÜLSÜN İmam-Hatip/BAYBURT Kıymetli Müminler! Kulluk eğitimini hayata yayan, Peygamberimiz (s.a.v), çocukların da bu eğitimden pay alabilmeleri için öncelikleri onları yakın çevresinden ayırmamış, hatta tabiri caizse onlar için bir cazibe merkezi olmuştur. Meclisinde ve Mescidinde bulunmalarına izin vererek çocuklara kendisini dinleme, gözlemleme ve 123456- Nur S. 35 Enfal S. 28 Müslimin, Siyam 193 Tirmizi 33 Buharı 49 Müslimin 80, Tirmizi 30 İLİ : BAYBURT AY-YIL : ARALIK 2012 TARİH : 07.12.2012 (1. HAFTA) ﺻ ِﻠ ُﺤﻮﺍ ﺑَﻴْﻦَ ﺃَﺧ ََﻮ ْﻳ ُﻜ ْﻢ َﻭﺍﺗﱠﻘُﻮﺍ ﱠ ْ َ ﺇِﻧﱠ َﻤﺎ ْﺍﻟ ُﻤﺆْ ِﻣﻨُﻮﻥَ ﺇِ ْﺧ َﻮﺓ ٌ ﻓَﺄ َ� َﻟَﻌَﻠﱠ ُﻜ ْﻢ ﺗ ُ ْﺮ َﺣ ُﻤﻮﻥ İSLAM’DA İNSAN SEVGİSİ MUHTEREM MÜSLÜMANLAR! Sevgi; hayatın temel unsuru, insanlığın bütün zamanlardaki özlemi ve ortak temennisidir. Toplumsal hayatın gelişip güçlenmesinin vazgeçilmez şartıdır. Bu bakımdan gerek K. Kerim’de ve gerekse Hadis-i Şeriflerde Müslümanların kardeş olduğuna vurgu yapılmış, insanlar arasında sevgi ağı oluşturulması öngörülmüştür. Yüce Allah K.Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltiniz. Allah’a karşı gelmekten sakının ki, size merhamet edilsin.”(1) AZİZ MÜSLÜMANLAR! Sevginin mana ve önemini, yaşantısıyla bizlere ideal bir hayat sunan, sevginin en seçkin örneklerini sergileyen Hz. Muhammed (sas)‘in yaşantısında ve mesajlarında görüyoruz. O, “Birbirinizi s evmedikçe hak iki m ü’min olamazsınız..”(2)“Birbirinizle münasebeti kesmeyin, birbirinize arka çevirmeyin, dargın durmayın, birbirinizi kıskanmayın kardeş olun. Ey Allah’ın kulları birbirinizi sevin.”(3) buyurarak kötü duygulardan uzaklaşmamızı ve birbirimizi sevmenin gerekliliğini hatırlatmış; mümin olmanın en önemli adımının sevgi olduğuna dikkat çekmiştir. İnsanları Allah için sevmek, İslam dininin ve onun yüce Peygamberinin bize öğrettiği ahlaki değerlerdir. Allah Resulü bencillik yerine başkalarını düşünmeyi, israf ve cimrilik yerine infak ve tasadduku, düşmanlık yerine İslam kardeşliğini ve dayanışmasını benimseyen bir toplum aşılamaya son derece önem vermiştir. İnsan sevgisi açısından bakıldığı zaman, Kur’an-ı Kerimde ve Hz. Peygamberin sünnetinde insana ve insani değerlere zarar verebilecek hususların yasaklandığı görülür. Yüreği sevgi ile dolan Allah Resulü bir Hadis-i Şeriflerinde : “Müslüman, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimselerdir.”(4) buyurmuş; bir başka hadisinde ise : “Küçüklerine merhamet v e s evgi, büyüklerine saygı göstermeyen bizden değildir.”(5) buyurarak, insanlar arasındaki ilişkilerin temelini sevgi ve saygı üzerine kurmuştur. AZİZ MÜ’MİNLER! İnsanları sevmek, onlara yardımcı olmak; dini, milleti, örfü, makamı, mevkii ne olursa olsun; her insana Allah’ın kulu olduğu için saygı duymak, bize insan olduğumuzu hatırlatan güzel duygulardır. Toplumların millet olması, bu güzelliklerle yaşamasıyla mümkündür. Bir toplumda insanlar birbirinin derdine koşmuyor, birbirinin derdinden, ızdırabından sıkıntı duymuyorsa, o toplum vefa ve kardeşlik duygularını, toplum olma özelliğini yitirmiş demektir. MUHTEREM MÜ’MİNLER! İnsanlığın mutluluğunu, barışını ve güvenini sağlayacak en büyük gücün sevgide saklı olduğunu unutmayalım. İnsanlık barış, huzur ve mutluluk istiyorsa; insanların gönüllerine sevgi tohumları ekilmelidir. Unutulmamalıdır ki, insanlar arasında olması gereken dostlukların azalması, ona bağlı olarak kin, öfke, şiddet ve düşmanlıkların artması çoğu kez sevgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Oysa sevgi olsa, öfkeler diner, düşmanlık duyguları biter. Toplumsal huzur ve barış için, hayatı sevgi ve hoşgörü ile dolu, gönülden gönül’e yol bulan Hacı Bektaşi Veli’lerin yolundan gidelim. İnsana sırf insan olduğu için değer veren ve farklılıkları zenginlik kaynağı ve iyilikte yarışma sebebi gören Yunus Emre'lerin yolunu takip edelim. Sözlerimi gönül sarayını sevgi ile ören Hz. Mevlana’nın şu sözü ile bitiriyorum: “ Sevgi; acıyı tatlıya, toprağı altına, hastalığı şifaya, zindanı saraya, belayı nimete, kahrı rahmete dönüştürür.” MÜFTÜLÜK HUTBE KOMİSYONU KAYNAKLAR : 1) Hucurat,10,D.İ.B.KK. Meali,Ank.2005 (2) Riyazü’s salihin, c.2,s.228,hn:851 (3) Riyazü’s Salihin,c.3, s.154,hn:1601 (4) Buhari,iman,5,Müslim,iman,64 (5) Tirmizi,el-Birr ve’s sıla,15 İLİ: AY-YIL TARİH : BAYBURT : EYLÜL 2012 : 12.10.2012 َ ًﺽ َﺣﻼَﻻ َﻁ ِﻴّﺒﺎ ً َﻭﻻ ِ ﺎﺱ ُﻛﻠُﻮﺍْ ِﻣ ﱠﻤﺎ ِﻓﻲ ﺍﻷ َ ْﺭ ُ َﻳﺎ ﺃَﻳﱡ َﻬﺎ ﺍﻟﻨﱠ ُ ﺗَﺘﱠ ِﺒﻌُﻮﺍْ ُﺧ َ ﺸ ْﻴ ﺕ ﺍﻟ ﱠ ٌ ﻋﺪ ﱞُﻭ ﱡﻣ ِﺒ ﻴﻦ ِ ﻄ َﻮﺍ َ ﺎﻥ ِﺇﻧﱠﻪُ ﻟَ ُﻜ ْﻢ ِ ﻄ İSLAMDA HELAL BESLENMENİN ÖNEMİ Muhterem Müslümanlar! Yüce Allah (cc), Kur’an-ı Kerimde Müslümanlara ve bütün insanlara helal olan şeyleri yemelerini emrediyor. Bu mesajı bildiren pek çok ayetin arasında yer alan bir ayeti kerimede Allah (cc) şöyle buyuruyor.“Ey İnsanlar! Yeryüzündeki temiz ve helal şeylerden yiyin, şeytana ayak uydurmayın, zira o sizin için apaçık bir düşmandır.” (1) Aziz Müminler! Helal yoldan kazanmak bir yönüyle ibadet olduğu gibi, ibadetlerin kabulü içinde helal ve temiz gıdalar ile beslenmiş olmak çok önemlidir. Temiz gıdalar ile beslenen bedenin ve ruhun temiz olması tabiidir. Temiz olmayan gıdalarla beslenen, bedenin ve ruhun temiz olmaması kaçınılmaz olacaktır. Gıdaların haramlığı iki şekilde olur. Biri, haram ve yasak yollardan kazanılması, malda kul hakkı veya Allah (cc) hakkı olması, diğeri de aslen helal olduğu halde sonradan üzerinde yapılan işlem ve muamelelerle haram hale getirilmiş olmasıdır. Yüce Allah Şöyle buyuruyor “Ey İnananlar! Sizi rızıklandırdığımızın temizlerinden yiyin; yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız, O'na şükredin.”(2) buyuruyor. Aziz Müminler! Hayatımızın helal üzerine kurulabilmesi için, Kur’an ve sünnetin bizlere çizdiği sınırları aşmamak gerekir Peygamber efendimiz (sav) ‘in ifadesi ile “Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir ”(3) Buyuruyor. Bu sınırlar içinde kalmak müslümanca bir hayatın temel ilkesidir. Bu nedenle evimizde, işyerimizde, çarşı pazarda, aile ve akraba münasebetlerimizde, insanlarla ilişkilerimizde, kısaca hayatımızın tüm alanlarında İslami ilkelere göstereceğimiz hassasiyetle Müslümanca yaşamayı sağlamış olacağız Böylece biz Müslümanlar, “helal” kelimesi-nin gıdalarımızın üzerinde bir etiket olmaktan ziyade, bütün hayatı ibadet haline getiren bir hayat tarzını ifade ettiğini daha derinden idrak etmiş ve Kur’an-ı Kerim’de geçen şu ifadeleri daha iyi anlamış olacağız: De ki: "Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, alemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun hiçbir ortağı yoktur; böyle emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim."(4) Muhterem Müslümanlar! Ayetin ifade ettiği gibi, eğer bir Müslüman’ın hayatı alemlerin Rabbi olan Allah (cc) için ise, o zaman, o Allah’ın razı olacağı şekilde bir hayat sürecektir elbette. Kimsenin hakkına tecavüz etmemek, adaletli davranmak, yoksulu, yetimi, kimsesizi korumak, evlatlarımızı İslam ahlakı ile yetiştirmek, onları İslamî bir hayata hazırlamak, vurgulamaya çalıştığımız helal hayatın temel taşlarındandır. Verdiğimiz sözü yerine getirmek, bize emanet edilene gereği gibi sahip çıkmak, insanlara hakaret etmemek, insanların zararına olacak olan bir şeyi yapmamak, insanların zarara girmesini gönülden dahi geçirmemek, gibi temel davranış ve ahlak biçimleri helal hayatımızın ilkeleri olmak durumundadır. Hutbemi rabbimizin şu uyarılarıyla bitirmek istiyorum “Ey İnananlar! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez.”(5) Mehmet ATALAY İmam-Hatip/AYDINTEPE Kaynaklar: 1-Bakara 168 2-Bakara 172 3-Buharî, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsakat 107, (1599); 4-En’am süresi 162-163 5-Maide süresi -87 İLİ :BAYBURT AY-YIL :MAYIS 2012 TARİH :11.05.2012, 2. HAFTA ﺳ َﻌﻰ َ ﺎﻥ ِﺇ ﱠﻻ َﻣﺎ َ ﻺﻧ َ َﻭﺃَﻥ ﻟﱠﻴ ِ ْ ْﺲ ِﻟ ِ ﺴ İŞÇİ VE HAKLARI Muhterem Müslümanlar Toplum halinde yaşayan insanların, saygı göstermesi gereken en önemli sorumluluklardan birisi de, işçi ve işveren arasındaki haklardır. Dinimiz bu haklar üzerinde hassasiyetle durmuş ve herkesi sorumlu davranmaya davet etmiştir. Çalışma hayatı, müstakil bir değer olarak kabul edilmiş, hem maddî, hem de manevî karşılığının olduğu, Kur’an-ı Kerim’in farklı ayetlerinde ifade buyrulmuştur. Nitekim; “İnsan için ancak çalıştığı vardır.”(1) “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onu görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onu görecektir.”(2) “Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır.”(3) ayetlerinde, hiçbir emek ve çalışmanın gerek dünyada, gerekse ahirette karşılıksız bırakılmayacağı açıkça beyan edilmiştir. Muhterem Kardeşlerim, İş hayatında, bir çalışan, bir de çalışma şartlarını hazırlayan işveren vardır. Her ikisinin de korunması gereken hakları vardır. Sorumluluğunun bilincinde olan bir işveren; çalıştırdığı kişilerin emeğinin karşılığını tam ve zamanında ödemelidir. Sevgili Peygamberimiz (sav); “Çalışanın ücretini alın teri kurumadan veriniz.”(4) buyurarak, bu konuda işverenleri duyarlı olmaya davet etmiştir. Diğer taraftan, çalışana güç ve kabiliyetinin üstünde iş ve sorumluluk yüklenmemelidir. Aziz kardeşlerim! Çalışan insanlar ise, almış oldukları ücretin helal olması için, kendilerinden istenen işleri belirtilen zamanda ve istenilen ölçülerde yapmaya gayret etmelidirler. Sevgili Peygamberimiz (sav): “Allah Teâlâ sizden biriniz bir iş yaptığı zaman, onu sağlam ve güzel yapmasını sever.”(5) buyurmuş ve çalışan insanları, iyi ve kaliteli iş yapmaya teşvik etmiştir. Bunun yanı sıra çalışan insanlar; gerek iş yerlerinde, gerekse ellerinde bulunan alet ve edevatın korunup gözetilmesinden sorumlu olduklarını unutmamalıdırlar. Nitekim Sevgili Peygamberimiz şu mübarek sözleriyle bunu bize hatırlatmaktadır: “Çalışan kişi de işverenin malının koruyucusudur.”(6) "Kıyamet gününde haklar, mutlaka sahiplerine ödenecektir; öyle ki boynuzsuz koyun için dahi boynuzlu koyundan kısas alınacaktır"(7) Hz Peygamber (sav) de bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Birbirinize hasetlik etmeyin! Müşteri kızıştırmayın! Birbirinize buğz etmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin! Biriniz diğerinin pazarlığı üzerine satış yapmasın! Kardeş olun ey Allah`ın kulları! Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez; onu yardımsız bırakmaz; onu küçümseyip hakir görmez. (Üç defa kalbine işaret ederek) Takva şuradadır. Kişiye kötülük olarak Müslüman kardeşini hakir görmesi yeter. Müslümanın her şeyi, kanı, malı ve ırzı diğer Müslümana haramdır"(8) “Şüphesiz ki, bu Kur’an, en doğru yola iletir, iyi davranışlarda bulunan mü’minlere, kendileri için büyük mükâfat olduğunu müjdeler”(9) Ahmet DÖLEK Müezzin-Kayyım/ARPALI KAYNAKLAR : 1-Necm , 39 2-Zilzal , 7-8 3-Bakara 286 4-İbni mace Ruhun 4 5-Beyhaki 334/335 6-Buhari İstikras 20 7-Müslim Birr 60 8-Müslüm Birr 32 9-İsra ,9 İLİ AY-YIL TARİH :BAYBURT :AĞUSTOS 2012 :10.08.2012 2. HAFTA KADİR GECESİ َ َِﺇﻧﱠﺎ ﺃ …. ﻧﺰ ْﻟﻨَﺎﻩُ ِﻓﻲ َﻟ ْﻴﻠَ ِﺔ ﺍ ْﻟﻘَﺪ ِْﺭ ً َﻣ ْﻦ ﻗَﺎ َﻡ ﻟَ ْﻴﻠَ َﺔ ﺍ ْﻟﻘَﺪ ِْﺭ ﺇﻳ َﻤﺎﻧﺎ: ِﺳﻮ ُﻝ ﷲ ُ َﻭ ﻗَﺎ َﻝ َﺭ ُ ً ﺴﺎﺑﺎ -[2]ﻏ ِﻔ َﺮ ﻟَﻪُ َﻣﺎ ﺗَﻘَ ﱠﺪ َﻡ ِﻣ ْﻦ ﺫَ ْﻧ ِﺒ ِﻪ َ َﻭﺍﺣْ ِﺘ Muhterem Müslümanlar! Allah’û Tealâ, Kur’an’da zikrederek şeref verdiği bir gece olan ve bu gecenin adını taşıyan Kadir suresinde; biz Müslümanlara şöyle seslenmiştir: “Doğrusu biz Kur’an’ı, Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. O gece de melekler ve ruh (Cebrail), Rablerinin izniyle her türlü iş için iner dururlar. O gece tan yeri ağarıncaya kadar bir esenliktir. [3] Kıymetli Mü’minler! Bu geceyi, diğer gecelerden ayıran, bir çok özellik vardır. En önemlisi; insanlık tarihinin ufkunu açan Kur’an-ı Kerim’in, Kadir gecesinde indirilmeye başlanmasıdır. Bu sebeple; Kadir gecesinde yapılan ibadetler, içinde Kadir gecesi bulunmayan, bin aylık ibadetten daha hayırlıdır. Kadir gecesinde; insanların gelecekleri, kaza ve kader hakkındaki hükümleri, karşılaşacakları her bir iş, milletler ve ülkeler hakkında ki önemli bilgiler, meleklere bildirilir. O gecede, yeryüzüne sayısız ve sınırsız melek iner. Melekler, karşılaştıkları her Müslüman’a, Allah’ın selâmını verir ve esenlik dilerler. Kadir gecesi; her tür tabii afet ve musibetlerden arındırılmış, güvenli ve huzurlu bir gecedir. Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur: “Kim Kadir gecesinin faziletine inanarak ve alacağı sevabı Allah’tan bekleyerek ibadet ve itaatle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır.”[4] Kıymetli cemaat! Daha sayamayacağımız bir çok özellikleriyle Kadir gecesi, Allah’û Tealâ tarafından bize bahşedilmiş bir hediyedir. Bu hediyeyi, güzel bir kabul ile ihya eden bir insan, bu gecenin feyiz ve bereketine ulaşacak, binlerce gecede kazanamayacağı sevabı, bir tek gecede kazanacak ve sabahında, Allah’ın rızasına günahsız bir şekilde ulaşacaktır. Rivayetlere göre; Peygamberimiz (s.a.v.) bir gün ashabına, İsrail oğullarından bir erin, bin sene kılıç kuşanarak cihad ettiğini ve yine İsrail oğullarından dört kişinin, seksen sene boyunca hiç günah işlemeden, sürekli ibadet ettiklerini anlatıyordu. Sahabe, bu duruma gıpta ile bakarak hayret etmişlerdi. Bunun üzerine; Cebrail (a.s.) Kadir suresini indirmiş ve : “Ya Muhammed! ümmetin o bir kaç kişinin seksen sene ibadetinden hayrete düştüler. Allah Tealâ sana ondan daha hayırlısını indirmiştir. İşte bu (sure) senin ve ümmetinin hayran kalışından daha hayırlıdır.” buyurarak, Peygamberimize ve bize büyük bir müjde vermiştir. [5] Yani, bu geceyi ibadet ve dualarla geçiren bir kişi; bin sene Allah yolunda kılıç sallayan ve seksen sene sürekli ibadet eden kimselerden daha çok sevap kazanıyor. Biz de Allah’ın bu denli merhametine hayretle bakıyor, Onun büyüklüğünü bir kere daha, iyi anlıyoruz. Kıymetli cemaat! Kadir gecesinin feyzi ve bereketi, bu gecenin kadir ve kıymetini bilenlerindir. Müslümanlara özel; bir kurtuluş, şeref ve derece kazanma gecesidir. Değerli kardeşlerim! Bir kulun, Allah’a itaatle geçirdiği bir tek saniyesi bile, Allah’tan gafil bir şekilde yaşayacağı, binlerce seneden daha hayırlıdır. Genelde Kadir gecesi, senede bir gece olsa bile, özelde; Allah’ın rızasını aradığımız her günümüz ve gecemiz Kadir gecesi sayılır. Öyle ki; O sevgili bize yakın ise ve biz de O’na yakın isek, O bizden razı ve biz de O’ndan razı isek, her gecemiz Kadir, her günümüz kıymetlidir. Aziz cemaat! Kadir gecesini ihya etmek için; kaza ve nafile namazları kılmak, Kur’an okumak, tesbih, dua ve istiğfarda bulunmak, bol bol tövbe etmek, Allah’ı, zikir ve şükürlerle anmak, insanlara güzel sözler söyleyip gönüllerini almak, ihtiyaç sahibi olanlara, maddi ve manevi iyiliklerde bulunmak gerekmektedir. Peygamberimiz (s.a.v)’in, Hz. Aişe anamıza öğrettiği, geceye özel bu duayı dilimizden düşürmeyelim: ﺍﻟﻠﻬﻢ ﺍﻧﻚ ﻋﻔﻮ ﺗﺤﺐ ﺍﻟﻌﻔﻮ ﻓﺎﻋﻒ ﻋﻨﻲ (Allah’ım sen affedicisin, affı seversin, beni de affet.) [6] Son olarak, Yüce Mevlâ’mızdan, tüm dünya Müslümanlarına birlik-beraberlik, sevgi ve kardeşlik duyguları vermesini diliyor, her günümüzün ve her gecemizin, Kadirli ve kıymetli geçmesini niyaz ediyorum. Abdullah KAVALCIOĞLU İmam-Hatip/AYDINTEPE Kaynakalr [1] Kadir Suresi: 1-5 [2] Sahih-i Buhari Muhtasarı. 6/313 [3] Kadir suresi: 1-5 [4] Sahih-i Buhari Muhtasarı. 6/313 [5] Hak dini Kur’an dili tefs. C.9 [6] S.Buhari Tecrid-i Sarih terc. 6/314 İLİ: BAYBURT AY-YIL: KASIM 2012 TARİH: 09.11.2012 (2. HAFTA ) KAMİL İMAN ﺍﺏ َ ََﺭ ﱠﺑ َﻨﺎ ﺁَ ِﺗ َﻨﺎ ِﻓﻲ ﺍﻟ ﱡﺪ ْﻧ َﻴﺎ َﺣ َﺴ َﻨ ﺔً َﻭ ِﻓﻲ ْﺍﻵَ ِﺧ َﺮ ِﺓ َﺣ َﺴ َﻨ ﺔً َﻭ ِﻗ َﻨﺎ َﻋﺬ ﺍﻟ ﱠﻨ ِﺎﺭ Aziz Cemeat! İman, lügatta, emniyette olmak, güvenmek bir şey’e tereddütsüz inanmak ve kesin olarak, içten ve yürekten tastik etmek demektir Terim oarak ise, Allah’ın varlığına, birliğine, tereddütsüz inanmak ve Hz Muhammed'in (a.s.) peygamber olduğunu ve bize bildirdiği şeylerin hepsinin hak ve doğru bulunduğunu, hiçbir şüphe duymadan kabûl ve tasdik etmektir. Değerli Kardeşlerim! Allah dünyayı insanlar için, geçici bir yurt olarak yaratmıştır Kamil imana sahip bir müminin dünyaya bakış açısı, Kuran'da " İnsanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım " (1) ayetiyle haber verilen önemli bir gerçek üzerine kuruludur bu sebeple, Kamil bir mümin dünyada bulunma amacının her şeyden önce "Allah'a kulluk etmek" olduğunu bilir Allah'a kulluk etmek, yalnızca namaz kılmak, oruç tutmak gibi ibadetleri yerine getirmek değildir Bununla beraber, kulluk. bir insanın tüm hayatını kapsayan bir fiildir Kamil imana sahip bir mümin, bu tanıma uyan, yani tüm yaşamını Allah'a kulluk etmekle geçiren insandır Yalnızca Allah için yaşar, Allah için çalışır, kendisine verilen tüm imkanları yine sadece Allah için kullanır Allah, dünya hayatının bir denenme yeri olduğunu bildirdiği gibi, bu hayatın aldatıcılığına da özellikle dikkat çekmiş ve insanları bu konuda açıkça uyarmıştır: Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, kendi aranızda bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir (Nihayet hepsi yok olur gider.) Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki; onun bitirdiği ekin çiftçilerin hoşuna gider. sonra kurumaya yüz tutar, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir Ahirette ise çer-çöp oluvermiştir şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir (2) Kuran'ın bu örneğinde dikkat çekildiği gibi, yeryüzü üzerinde hiçbir şey zamana karşı koyamaz; ne güzel evler, arabalar, mekanlar, manzaralar ne de genç, güzel ve makam sahibi insanlar Yeni olan her şey kısa sürede eskir, genç olan herkes yaşlanır, güzel olan yıpranır ve hatta zamanla tanınmaz hale gelir Mala, güzelliğe, güce sahip olduklarını sanan kimseler ise, aslında sadece kendilerini aldatırlar. Çünkü sahip olduklarını sandıkları şeylerin hiçbiri ebedi değildir. Bu nedenle eseri dış hayatta görülmeyen bir iman, meyve vermeyen bir ağaç gibidir. Dinin de, imanın da bir hedefi ve bir gayesi vardır. Bu hedef, güzel ahlâk, insanlara faydalı olmak ve Allah'ın rızasını kazanmaktır. Allah Teâlâ'nın rızası ise, yalnız -bir kalp ve vicdan işi olan- iman ile değil; o imanın meyvesi olan ibadetler, salih ameller ve güzel ahlâk sahibi olmakla kazanılır. Kıymetli Müminler! O halde, kalpte bulunan iman nurunu parlatmak ve kuvvetlendirerek onu kemale erdirmek için Allah'ın emirlerine sarılmak, yasaklarından kaçınmak; yani salih amel gereklidir. İşte ancak bu gibiler, Allah'ın rızasına ve sonsuz saadete ererler. Bunun içindir ki; amel imanın hakikatine dahil değil ise de; kemâlinden olduğunda şüphe yoktur. Hutbemi okuduğum Ayeti Celilenin mealiyle bitirmek istiyorum. "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru"(3) Bayburt İl Müftülüğü Kaynaklar: 1- Zariyat Suresi, 56 2- Hadid Suresi, 20 3- Bakara Suresi, 201 İLİ : BAYBURT AY-YIL : 25 Ekim 2012 TARİH : BAYRAM HUTBESİ KURBAN BAYRAMI ُ� ﻟُ ُﺣﻭ ُﻣ َﻬﺎ َﻭ َﻻ ِﺩ َﻣﺎ ُﺅﻫَﺎ َﻭﻟَ ِﻛﻥ ﻳَﻧَﺎﻟُﻪ َ ﻟَﻥ ﻳَﻧَﺎ َﻝ ﱠ ﺍﻟﺗ ﱠ ْﻘ َﻭﻯ ِﻣﻧ ُﻛ ْﻡ MUHTEREM MÜSLÜMANLAR! Çehreleri İslam’ın nuruyla aydınlanmış güzel insanlar! Allah’ın evine hoş geldiniz. Her yıl Müslümanlık bilincimizi yenileyen, millet olma irademizi diri tutan; birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularımızı pekiştiren, rahmet ve bereket dolu bugünlere bizleri kavuşturan Yüce Rabbimize sonsuz hamt ve şükürler olsun. Rabbimizin dost edindiği İbrahim aleyhisselâma, Allah için kurban olmaya razı olan İsmail aleyhisselâma ve her iki peygamberin sadakat ve teslimiyetini evrensel bir bayrama dönüştüren Muhammed aleyhisselâma sonsuz salât ve selâm olsun. verdik O Halde, Rabbin için namaz kıl, Kurban kes. Doğrusu sana buğzeden, soyu kesik olanın ta kendisidir”. (2) Peygamber efendimiz de bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuştur. “Âdemoğlu kurban bayramı günün de Allah için kurban kesmekten daha sevimli bir iş yapmış olamaz.” MUHTEREM MÜSLÜMANLAR! Bayramlar birlik ve beraberliğin pekiştiği, kardeşliğin zirve yaptığı, muhabbet ve sevgilerin gönünler de taştığı çok özel günlerdir. Bayramlarda özellikle yardıma muhtaç olan, borçlu olan, yaşlı ve kimsesiz olan insanları görüp ihtiyaçlarını giderip gönüllerini de hoşnut etmeliyiz. Kurban kesimini sünnete uygun olarak yapmaya özen gösterelim. Kurban kesmeyen kardeşlerimizi de unutmayalım. Kestiğimiz kurbandan haklarını vererek bayramı en güzel bir şekilde geçirmelerini sağlayalım. Bu duygu ve temennilerle kurban bayramınızı gönülden tebrik ediyor hayırlar ve huzurlar getirmesini yüce Allah’tan diliyorum. MUHTEREM MÜSLÜMANLAR! İbadetler, yalnız Allah (cc) için yapılır. İhlasla ve tam bir teslimiyet duygusuyla yapılan ibadetler, kabul olunan ibadetler sınıfına girer. Yüce Allah’a (cc) yakınlık duygusuyla ve ibadet maksadıyla yapılan kurban ibadeti, en önemli kulluk görevlerimizden birisidir. Kurban kesme işlemi başlı başına bir İbadet olarak yerine getirilmelidir. Allah (cc) Kur’an-ı Kerimde şöyle buyuruyor: “Allah’a kurbanlarınızın ne etleri ulaşır, ne de kanları. Ona ulaşan takvanızdır...” (1) MUHTEREM MÜSLÜMANLAR! Kurban ibadeti yüce yaratıcımıza tam bir teslimiyetle ve her türlü şirkten uzak olarak yapılan kulluk bilincinin göstergesidir. Kurban kesmek mali bir ibadet olup dini hüküm olarak da vaciptir. Yüce Allah’ın bizlere vermiş olduğu sonsuz nimetlere karşı bir şükran ifadesidir. Konuyla ilgili olarak Kevser suresinde şöyle buyrulmaktadır. “Şüphesiz biz sana Kevseri Hutbe Komisyonu İl Müftülüğünün 06.11.2011 tarihli Hutbesidir KAYNAKLAR 1- Hac Suresi, ayet 37 2- Kevser Suresi, ayet 1,2,3 3- Tirmizi, 1 İLİ AY-YIL TARİH { 2} : BAYBURT : EYLÜL 2012 : 19.10.2012 (3. HAFTA) َ ِﺇﻧﱠﺎ ﺃ َ ْﻋ ﺼ ِّﻞ ِﻟ َﺮ ِﺑّ َﻚ َﻭﺍ ْﻧ َﺤ ْﺮ َ ﻄ ْﻴﻨ َ { َﻓ1} َﺎﻙ ْﺍﻟ َﻜ ْﻮﺛ َ َﺮ {3} ﺮ ُ َ ِﺇ ﱠﻥ ﺷَﺎﻧِﺌَ َﻚ ُﻫ َﻮ ْﺍﻷ َ ْﺑﺘ KURBAN İBADETİ VE KAZANDIRDIKLARI Muhterem Müslümanlar! Kurban Bayramı gelince Yüce Allah’ın büyük bir emrine muhatap oluruz, o da; “Rabbin için kurban kes ve namaz kıl” (1) hitabıdır. Kurban, bütün peygamberlerin insanlık âlemine tebliğ ettiği, Hak dinlerin prensipleri arasında var olan bir ibadettir. Kuran-ı Kerimde, “Her ümmet için, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilahınız bir tek ilahtır. Şu halde yalnız ona teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele!”(2) buyurulmaktadır. Muhterem Müslümanlar! Kurban ibadeti, Müslümanlar arasında kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma bilincini canlı tutar, sevgi ve dostluğu pekiştirir, cimrilik ve bencillik hastalığını giderir, kişiye sahip olduğu nimetleri Müslüman kardeşleriyle paylaşmayı öğretir, çok kazanarak, Allah (c.c) katındaki manevi derecesinin artmasını sağlar. Kurban ibadeti, yerine getirilirken tam bir teslimiyet ve Hak rızası gözetilmelidir. Cenabı hak, bu teslimiyetin mükâfatını da çok yönlü olarak verir. Malımıza, mülkümüze bereket ihsan eder. Fakirlerin makbul duasını kazanmış, onların kin ve nefret dolu bakışlarından kurtulmuş oluruz. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), “Âdemoğlu kurban günlerinde, Allah (cc) için Kurban kesmekten daha sevimli bir iş yapmış olamaz.(3) buyurmaktadır Aziz Müslümanlar! Rabbimiz, Hac suresi 37. Ayette; “Onların etleri ve kanları asla Allah'a ulaşmaz. Fakat ona sizin takvanız (Allah'a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır.”(4) buyurarak, bu ibadette samimiyet ve Allah’ ın rızasını gözetmenin önemine dikkatlerimizi çekmektedir. Dinimizin bir gereği olan Kurban ibadeti, dinin gerektirdiği gibi yapılmalı ve ayrım gözetmeksizin, kesilen kurban etleri fakirlere dağıtılmalıdır. Rabbim ibadetlerimizi kabul etsin. Kurban bayramınız mübarek olsun. Allah’ın rahmeti bereketi rahmeti üzerinize olsun. Ömer LÜLECİ İmam-Hatip/AYDINTEPE Kaynaklar: 1234- Kevser Suresi, 1,2,3 Hac Suresi 34 Tirmizi, Edahi Hac Suresi: 37 İLİ AY-YIL TARİH : BAYBURT : NİSAN 2012 : 20.04.2012 4. HAFTA ََﺎﻙ ِﺇ ﱠﻻ َﺭ ْﺣ َﻤﺔً ِﻟّ ْﻠ َﻌﺎﻟَ ِﻤﻴﻦ َ ﺳ ْﻠﻨ َ َﻭ َﻣﺎ ﺃ َ ْﺭ KUTLU DOĞUM Muhterem Müslümanlar! “(Ey Muhammed!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik”(1), “Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik…”(2) ayetlerinde açıkça belirtildiği gibi, rahmet peygamberini, bütün dünya beklemekteydi. Hz. Musa (a.s.)’a gönderilen Tevrat’ta “müjdeci, uyarıcı, kaba ve katı yürekli olmayan, sokaklarda bağırıp çağırmayan, kendisine yapılan kötülükleri iyilikle karşılayan, affeden (3) özellikleriyle anlatılan, Peygamber Efendimizin gelişini, herkes hasretle bekliyordu. Kur’ân’ın ifadesiyle Hz. İsa onun gelişini şöyle müjdeliyordu: “Hatırla ki, Meryem oğlu İsa: Ey İsrail oğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmet adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim,”(4) Aziz Kardeşlerim! Peygamber Efendimiz daha dünyaya teşrif etmeden ve Peygamberlikle görevlendirilmeden, ona inananlar olmuştu. Şairimiz Arif Nihat Asya bu gerçeği şöyle dile getirir: “Günler, ne günlerdi ya Muhammed; Çağlar ne çağlardı: Daha dünyaya gelmeden Mü’minlerin vardı”…(5) Milli Şairimiz Mehmet Akif de, Peygamber Efendimizin gelişini, bütün insanlığın beklediğini şu mısraları ile anlatır: “On dört asır evvel, yine bir böyle geceydi, Kumdan, ayın on dördü, bir Öksüz çıkıverdi! Lâkin o ne hüsrandı ki hissetmedi gözler; Kaç bin senedir, hâlbuki bekleşmedelerdi!”(6) Değerli Kardeşlerim! Allah Teâlâ, bütün peygamberlerden ümmetleri adına, onun peygamberliğini tasdik edeceklerine ve ona yardımcı olacaklarına dair söz almıştır. Nitekim bu husus Kur’ân’da şöyle anlatılır: “Hani, Allah, Peygamberlerden: “Andolsun, size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra, elinizdekini doğrulayan bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz” diye söz almış ve “Bunu kabul ettiniz mi; verdiğim bu ağır görevi üstlendiniz mi?” demişti. Onlar, “Kabul ettik” demişlerdi. Allah da, “Öyleyse şahid olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım” demişti”.(7) Kur’ân-ı Kerim’den önce gelen bütün kutsal kitaplarda, Peygamber Efendimizin geleceğinden ve özelliklerinden söz edilmiştir. Değerli Mü’minler! Allah Teâlâ’nın, insanlığa gönderdiği en son rahmet elçisi ve hidayet öncüsü Hz. Muhammed (s.a.v)’in Allah katından getirdiği ilahî davetini ve onun örnek ahlâkını anlamak, anlatmak, ona duyulan engin sevgiyi gönüllere yerleştirmek, topluma aktarmak maksadıyla, yıllardır Müslümanlar, onun dünyaya teşriflerini Mevlit kandili olarak kutlamaktadır. Hutbemi bir hadisle bitirmek istiyorum. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Ben Muhammedim, ben Ahmet’im, ben Rahmet peygamberiyim” (8) BAYBURT MÜFTÜLÜĞÜ HUTBE KOMİSYONU KAYNAKLAR : [1] Enbiyâ, 107. [2] Sebe’, 28. [3] Muvatta, “Mukaddime”, 2. [4] Saf, /6. [5] Arif Nihat Asya, Dualar Ve Âminler, İstanbul, 976, s. 64. [6] Mehmet Akif Ersoy, Safahat, İstanbul, 1977, s. 499. [7] Âl-i İmrân, 81. [8] Müslim, “Kitâbu’l-Fedâil”, 126; Tirmizî, “Daavât”, 118. İLİ: BAYBURT AY-YIL: HAZİRAN 2012 TARİH: 15.06.2012, 3. HAFTA ﺳ ْﺒ َﺤﺎﻥَ ﺍﻟﱠﺬِﻱ ﺃَﺳ َْﺮﻯ ِﺑ َﻌ ْﺒ ِﺪ ِﻩ ﻟَ ْﻴﻼً ِ ّﻣﻦَ ْﺍﻟ َﻤﺴ ِْﺠ ِﺪ ُ ﺎﺭ ْﻛﻨَﺎ َ َﺼﻰ ﺍﻟﱠﺬِﻱ ﺑ َ ْﺍﻟ َﺤ َﺮ ِﺍﻡ ﺇِﻟَﻰ ْﺍﻟ َﻤﺴ ِْﺠ ِﺪ ﺍﻷ َ ْﻗ ﻴﺮ َﺣ ْﻮﻟَﻪُ ِﻟﻨُ ِﺮ َﻳﻪُ ِﻣ ْﻦ ﺁ َﻳﺎﺗِﻨَﺎ ِﺇﻧﱠﻪُ ُﻫ َﻮ ﺍﻟ ﱠ ُ ﺼ ِ ﺴ ِﻤﻴ ُﻊ ﺍﻟ َﺒ MİRAÇ Muhterem Müslümanlar! İsrâ sözlükte geceleyin yürümek, gitmek anlamlarına gelir. Istılahı manası ise Peygamber (s.a.v) in hicretten bir bucuk sene önce gecenin bir anında Mekke’deki Mescidi Haram ‘dan Küdüs’ deki Mescid-i Aksa’ ya, oradan da göklere seyahat ettirildiği mübarek gecenin adıdır.(1) Nitekim Cenab-ı Hak Kur’an’ı Kerim’de: “Kulu Muhammed’i bir gece Mescid-i Haram’dan kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Doğrusu o işitir ve görür.” (2) buyurmuştur. Peygamber (s.a.v) in hayatı içinde önemli bir yeri olan Miraç, Allah’ın sevgili Rasül’ün den başka hiç kimseye sunmadığı ilahi bir ihsandır. Bu görüşmeyle Muhammed (s.a.v) bünyesinde biz ümmeti Muhammed’e şu müjdeler ve hediyeler gönderilmiştir: -Günlük elli vakit namaza eşdeğer Beş vakit namaz, -Allah’a şirk koşmayanların Cennete gireceği, -Amener Rasülü diye bildiğimiz Bakara suresinin son iki ayeti, -Peygamberlerden hiçbiri Peygamberimiz (s.a.v) den önce, Ümmetlerden hiçbiri de, Ümmeti Muhammed’den önce Cennete girmeyecektir.(3) Kymetli Müslümanlar! Miraç, bizim için, yer ve gök ayetleri bizim için, bu müjde ve ayetler bizim içindir. Yer ve gök sevinsin, şahit olsun ki, bizler bu hediyeleri kabul ediyor ve Miracın Peygamberine, ümmet olduğumuzu ilan ediyoruz. İşte Miraç, zaman ve mekân sınırlarının aşıldığı mukaddes bir yolculuk. Ogün bu yolculuğa inanmak istemeyenler vardı. Ebu Bekrî imana sahip olanlar, Peygamberimiz (s.a.v)’i tasdik edip sıddıkiyet kazanıyor, imanı zayıf olanlar ise dinden çıkıyor, İnkârcılar da, inkarlarına inkar katıyorlardı. Muhterem Müminler! Miraç gecesi, ulvî bir gecedir. O halde bu mübarek geceyi gaflet içerisinde geçirmemeli, ibadetle, Allah’a şükran borçlarımızı ödemeliyiz; namaz kılmalı, Kur’an okumalı, Allah’tan af ve bağış dilemeliyiz. Çoluk çocuğumuza bu gecenin anlam ve önemini öğretmeliyiz. Çevremizdeki yoksullara ve kimsesiz çocuklara yardım ellerimizi uzatmalıyız. Annemizi, babamızı ve büyüklerimizi ziyaret edip ellerini öpmeli ve dualarını almalıyız. Ebediyete intikal etmiş olanlarımızı rahmetle anarak ruhlarını şad etmeliyiz. Dostlarımızla tebrikleşmeli, sevgi ve saygı duygularımızı perçinlemeliyiz. Aziz Müminler! Kandilleri birer fırsat bilmeli, bu müstesna zaman dilimlerinde Allah’ a daha da yakın olmaya çalışmalıyız. Bilelim ki Allah’a yakınlık onun emirlerini yerine getirmek, yasak ettiği şeylerden kaçınmakla mümkündür. Gönül aydınlığı olan Miraç kandiliniz mübarek olsun. Abdullah KAVALCIOĞLU İmam-Hatip/AYDINTEPE KAYNAKLAR: 1-Dini Kavramlar Sözlüğü 2-İsrâ S. 1 3-Hak Dini Kur’an Dili 7/295 İLİ: BAYBURT AY-YIL: HAZİRAN 2012 TARİH: 22.06.2012, 4. HAFTA ﻮﺭ ُﻛ ْﻢ َﻳ ْﻮ َﻡ ِ ُﻛ ﱡﻞ َﻧ ْﻔ ٍﺲ ﺫَﺁﺋِﻘَﺔُ ْﺍﻟ َﻤ ْﻮ َ ﺕ َﻭﺇِﻧﱠ َﻤﺎ ﺗ ُ َﻮﻓﱠ ْﻮﻥَ ﺃ ُ ُﺟ َﺎﺭ َﻭﺃُﺩ ِْﺧ َﻞ ْﺍﻟ َﺠﻨﱠﺔَ ﻓَﻘَ ْﺪ ﻓَﺎﺯ َ ْﺍﻟ ِﻘﻴَﺎ َﻣ ِﺔ ﻓَ َﻤﻦ ُﺯ ْﺣ ِﺰ َﺡ ِ ﻋ ِﻦ ﺍﻟﻨﱠ ﻭﺭ ِ َﻭﻣﺎ ْﺍﻟ َﺤﻴَﺎﺓ ُ ﺍﻟﺪﱡ ْﻧﻴَﺎ ﺇِﻻﱠ َﻣﺘَﺎﻉُ ْﺍﻟﻐُ ُﺮ ÖLÜM GERÇEĞİ VE ÖLÜME HAZIRLIK Muhterem Müslümanlar! Allah C.C. yarattığı bütün varlıklar için bir kural koymuş, yaratılan bütün canlılar da, yaşam buldukları hayata bir gün mutlaka veda edeceklerdir. Her şeyin bir sonu olduğu gibi, insan ömrünün de bir sonu vardır. Doğmak yaşamak ve ölmektir. Her canlının ölümü de yaşaması da Cenab-ı Allah’ın takdiri ve yaratması iledir. Hiçbir canlı Allahın kendisi için takdir ettiği ömrü, eceli ne ileri alabilir nede tehir edebilir. Çünkü o güce sahip olan yalnız Allah’tır. İnsan yalnız kendisi için takdir edilen rolü oynar. Yani, takdir edildiği şekilde doğar, yaşar ve ölür Aziz Cemaat! Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Her canlı ölümü tadacaktır. Şüphesiz kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metaından başka bir şey değildir”(1) Bu ayette, Allah, ölümün kaçınılmaz ve dünya hayatının da aldatıcı bir metadan başka bir şey olmadığına işaret etmektedir. Bir başka ayeti kerimede ise Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes yarın için ne hazırladığına baksın. Allah’a gerektiği gibi saygı duyun; Çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”(2) Biz Müslümanlar olarak; ahiret için, ölüm sonrası için, gerekli hazırlığı yapıp yapmadığımızı gözden geçirmemiz gerekmektedir. Bir başka ayette: ”Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin gerçekten huzurumuza getirilmeyeceğinizi mi sandınız.?” (3) Evet, biz insanlar, başıboş yaratılmamışız. Her an yaptıklarımız Allah tarafından bilinip ve gözetlenmektedir. Peygamberlerin ve Nebilerin dahi, o günün dehşetinden ve Allah’a nasıl hesap verebileceğim korkusunu ve endişesini taşıyarak, Allah’a sığınarak duada ve niyazda bulunmuşlardır. Bu Peygamberlerden biri olan, Hz. İbrahim (a.s.) şöyle dua etmiştir: “Rabbim! İnsanların dirilecekleri ve huzuruna gelip hesap verecekleri gün, beni utandırma.” (4) Allah’tan en çok korkan ve Allah’ın Dostum, Halilim dediği, bir peygamberin bu endişeyi taşıması gerçekten manidardır. Neden bizlerde onların duyduğu o endişeyi duyarak o büyük gün için yani herkesin yaptığının karşılığının verildiği, ahiretin tarlası olan şu dünya hayatında güzel ameller işleyip, güzel tohumlar ekip de ahiret de biçmeyelim, bizleri manevi yönden zirveye taşıyacak, güzel ibadetlerle meşgul olmayalım. Allah’ın kul olarak bizlere emrettiği amelleri eksiksiz bir şekilde yaparak, bizleri nehyettiği kötülüklerden de sakınarak kendimizi uzaklaştırmayalım ve bunların sayesinde Allah’ın sevdiği ve rızasını kazanmış bir kul olmayalım? Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisi şeriflerinde “Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekiniz”(5) buyurmaktadır. Neden kendimizi hesaba çekerek manevi durumumuzu gözden geçirmeyelim? Aziz Müslümanlar! Ahiretin tarlası durumunda olan dünyada, yapılan işlerin boş olmayacağını bilen mü’min, Allah’a imanın gereği, itaatı, asli vazifesi kabul eden, bize çok yakın olan ölüme, ahiret hayatına ve büyük hesap gününe hazırlıklı olan İnsandır. İnsan, bu dünyada mü’min olarak yaşayıp mü’min olarak ölmek için gayret etmelidir. Yaşadığımız sürece ölümü ve ahireti unutmamalıyız. Peygamberimizin tavsiyeleri doğrultusunda yaşayarak, ahiret hayatına hazırlanmalıyız. Nefis muhasebesi yaparak kendimizi kontrol etmeliyiz. İnsan kâmil bir imanla bu dünyadan ayrılmayı kendine gaye etmelidir. Hutbemi bir hadisi şerif’in meali ile bitirmek istiyorum; “Akıllı insan; Kendini hesaba çeken ve öldükten sonraki hayat için hazırlık yapan kimsedir.”(6) COŞKUN ÇAKIR İmam-Hatip-AYDINTEPE KAYNAKLAR 1 Al-i İmran S. 185 2 Haşr S, 18 3 Müminun S,115 4 Şuara S,89 5 Tirmizi Kıyamet, 25 6 Tirmizi 2461 İLİ: BAYBURT AY-YIL: HAZİRAN 2012 TARİH: 20.07.2012, 3. HAFTA ُ ﻧﺰ َﻝ ﻓِﻴ ِﻪ ْﺍﻟﻘُ ْﺮ ﺁﻥ َ َ ﺷ ْﻬ ُﺮ َﺭ َﻣ ِ ُ ِﻱ ﺃ َ ﻀﺎﻥَ ﺍﻟﱠﺬ ٍ ﺎﺱ َﻭ َﺑ ِﻴّ َﺎﻨ ﺎﻥ ِ ُﻫﺪًﻯ ِﻟّﻠﻨﱠ ِ َﺕ ِ ّﻣﻦَ ْﺍﻟ ُﻬﺪَﻯ َﻭ ْﺍﻟﻔُ ْﺮﻗ ﺷ ِﻬﺪَ ِﻣﻨ ُﻜ ُﻢ ﺍﻟ ﱠ ُﺼ ْﻤﻪ َ ﻓَ َﻤﻦ ُ ﺸ ْﻬ َﺮ ﻓَ ْﻠ َﻴ RAMAZAN AYI VE ORUÇ Muhterem Müslümanlar! Allah’ın biz kullarına lütuflarından birisi de bütün güzellikleriyle, maddî ve manevî bereketleriyle , Mübarek Ramazan ayıdır. Ramazan ayı; ibadet, rahmet ve mağfiret ayıdır. Bereketi bol, hayrı çok olan bir aydır. Bu ay, yardım, bağış ve ihsan ayıdır. İnsanî duyguların coştuğu, kusur, hata ve günahlarımızdan tövbe edip, hakka yönelme niyetimizin, irademizin geliştiği, maddî ve manevi bir terbiye ayıdır. Bizlere rehber olan ve bizi ahlâka yönelten, Kur’ân-ı Kerîm, bu ayda Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’e indirilmeye başlamıştır. Bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi de bu aydadır. Bu ayın faziletini Yüce Allah, şöyle özetler: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak kendisinde Kur’ân’ın indirildiği aydır. Sizden her kim bu ayda bulunursa oruç tutsun.”(1) Bir Ramazan öncesinde, bu ayın fazileti hakkında, Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir hutbesinde şöyle buyurmuşlardır: “Ey insanlar! Büyük ve mübarek bir ayın gölgesi üzerinize düşmüş bulunmaktadır. Bu ay içerisinde, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır. Bu ayda Allah, gündüzleri oruç tutmanızı farz kıldı, ben de bu ayın gecelerinde teravih namazını size sünnet kıldım. Bu ayda gönüllü olarak bir iyilik yapan, başka zamanlarda bir farzı yerine getirmiş gibi sevap kazanır. Bu ayda bir farzı yerine getiren kimse de, başka aylarda yetmiş farzı yerine getirmiş gibi (mükâfât almış) olur. Ramazan sabır ayıdır, sabrın ve yardımlaşmanın mükâfatı ise cennettir. Ramazan bereket ayıdır, müminin rızkının çoğaldığı bir aydır. Kim bu ayda bir oruçluyu iftar ettirirse, onun bu davranışı günahlarının bağışlanmasına, cehennemden kurtuluşuna ve iftar ettirdiği kimsenin tuttuğu orucun sevabından pay almasına vesile olur. Oruç tutan kimsenin sevabından da bir şey eksilmez.”(2) Bir başka hadisi şerifte, Allah Resulü (sav); “Kim inanarak ve mükafatını Allah’tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır”(3) buyurarak, İslam’ın beş şartından biri olan ramazan ayında oruç tutmanın ve ramazan ayını oruçlu geçirmenin, insanı nasılda günahların dan temizleyip, ter temiz bir hale getirdiğini bildirmektedir. Aziz Cemaat! Orucun bizlere, sayamayacağımız kadar faydaları vardır. Oruç, ahlakımızı güzelleştirir. Oruç, kötülüklere karşı bizleri korur. Oruç, insanın merhamet duygularını geliştirir. Oruç, sağlığımızı korur. Oruç, nimetlerin kadrini, kıymetini öğretir. Oruç, insana sabırlı olmayı öğretir. Ve orucun sayamadığımız daha birçok faydaları vardır. Daha önemlisi, kul oruç sayesinde, Rabbinin Rızasını kazanır. Lütfu ve ihsanı bol olan, Allah (c.c) kulların ibadetlerini, yaptıkları iyilikleri, bire ondan; yedi yüz katına kadar mükâfatlandıracağını bildirdiği gibi, bir kutsi hadisi şerifte de Allah (c.c); “Oruç benim içindir onun mükâfatını ben veririm”(4) buyurmaktadır. Oruç tutmak, büyük sabır ve fedakârlık sonucu yerine getirilmesi gereken bir ibadet olduğu için karşılığının da, kat kat fazlasıyla verileceği ifade edilmekte, hatta; oruç tutanlar için özel olarak, Cennetin Reyyan kapısından girecekleri , peygamberimiz tarafından bildirilmiştir. Nihayet Ramazan ayı Allah’ın rahmetinin sonsuz bir şekilde tecelli ettiği, Kur’an’ın indirildiği, Efendimizin cömertliğinin zirve yaptığı, bir aydır. Biz Müslümanlar olarak, bu mübarek ayda, İslâm’ın beş şartından birisi olan, oruç ibadetini tam olarak yerine getirmek için, maddî ve manevî olarak güzelce hazırlanarak, huzurlu, mutlu ve sevgi dolu bir şekilde bu mübarek aydan en güzel şekilde istifade etmeye gayret etmeliyiz. Rabbim bizleri istifade eden kullarından eylesin! Amin. Coşkun ÇAKIR İmam-Hatip/ AYDINTEPE Kaynaklar: 1) Bakara, 2/185. 2) Mişkâtü’l-Mesâbih, Hadis no: 1965. 3) Buhârî, Sahîh, “Savm”, 7 4) Buhari Savm 9. BAYBURT 19 Ağustos 2012 Bayram Hutbesi Değerli Müminler! RAMAZAN BAYRAMI ﺼﻠﱠﻰ َ َﻗَ ْﺪ ﺃ َ ْﻓﻠَ َﺢ َﻣﻦ ﺗ َﺰَ ﱠﻛﻰ َﻭﺫَ َﻛ َﺮ ﺍ ْﺳ َﻢ َﺭ ِﺑّ ِﻪ ﻓ Aziz Müminler! Bizi, Ramazan ayının manevî ikliminden geçirip, bu bayram sabahına ulaştıran, Yüce Rabbimize sonsuz şükürler olsun. Muhterem Müslümanlar! Çok önemli bir ayı, ramazan ayını geride bıraktık. Ruhların ibadetle beslendiği, sofraların nimetlerle donatıldığı, kalbin günahlardan uzak durduğu, bereketli bir zaman dilimini hep beraber idrak ettik. Yüce Allah’ın “Arınan ve Rabbinin adını anıp namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer”(1) emrini yerine getirmenin sevinci içerisindeyiz. Ne mutlu Kur’an ayı olan bu şerefli ve hürmetli ayın kadrini bilenlere, ne mutlu Bayramı bayram olarak idrak edenlere ! Kıymetli Müminler! Bayramlar; sevinç ve mutluluğun yaşandığı, Müminler arasında, sevgiyle kaynaşmanın, kucaklaşmanın ve kardeşlik duygularının artmasına, dost ve akrabalarımızla bağımızın kuvvetlenmesine vesile olan günlerdir. Bu özel günlerde dinimiz, zaruretler dışında çalışmayı ve hatta oruç tutmayı bile uygun görmemiştir. Bayramlar, dostlukların pekiştiği, dargınlıkların giderildiği, dinimizin emrettiği şekilde toplum hayatını bir kez daha yapılandırma, eksikler varsa onları izale edip, Allah’ın yeryüzünde görmek istediği İslâm kardeşliği profilini yeniden oluşturma zamanıdır. Madem ki bayramlar, güzelliklerin yaşandığı özel günlerdir, o halde, bizlerin üzerinde hakkı bulunan anne-babamızı, akrabamızı, komşularımızı ziyaret edelim. Dargın olduklarımızla barışalım, bizi incitenleri affedelim ve Allah için sevelim. Dinimizin, Müslüman kardeşimizle üç günden fazla küs durmayı yasakladığını hepimiz çok iyi biliyoruz,(2) o halde, bu özel günleri, sıradan günlerden ayıralım. Karşılaştığımız herkesi sevgi ile karşılayalım. Allah Resulünün şu hadisini unutmayalım. “İman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de gerçek manada iman etmiş olamazsınız.(3) Aziz Kardeşlerim! Böyle anlamlı ve müstesna günlerde yaşlı, hasta ve kimsesizleri mutlaka ziyaret edelim. Bilelim ki, onlara en güzel bayram hediyesi; mübarek ellerinin öpülmesi, hal ve hatırlarının sorulması olacaktır. Çocukları sevgi ve şefkatle öperek bayram heyecanını onlara da yaşatalım. Ailemiz Milletimiz ve bütün İslâm âlemi için dua edelim. Bu duygu ve düşüncelerle Ramazan Bayramı’nın tüm İslâm âlemi için hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, bayramınızı tebrik ediyorum. Allah (c.c), yar ve yardımcımız olsun, Bayramımız Mübarek olsun! Efrail GÜLSÜM İmam-Hatip/BAYBURT KAYNAKLAR: 1-Ala Suresi 14-15 2-Buhari Edep 62 3-Tirmizi 16 İLİ :BAYBURT AY-YIL :AĞUSTOS 2012 TARİH :31.08.2012, 5. HAFTA SAĞLIK VE ÖNEMİ َﻭﻻَ ﺗ ُ ْﻠﻘُﻮﺍْ ِﺑﺄ َ ْﻳﺪِﻳ ُﻜ ْﻢ ِﺇﻟَﻰ ﺍﻟﺘ ﱠ ْﻬﻠُ َﻜ ِﺔ Muhterem Müslümanlar! İslâm; insanın, dünya ve ahiret mutluluğunu hedef alan , huzur ve refahını artırmak için de kurallar koyan bir dindir Bu kurallardan biride sağlığı korumaktır. Sevgili Peygamberimiz; "Hastalık gelmeden sağlığın kıymetini biliniz."[1] hadis-i şerifleri ile sağlığın korunmasını istemiş ve dinen insan sağlığına zararlı olan şeyler, haram, ya da mekruh sayılmıştır. Bu sebeple; Alkol. sıgara, uyuşturucu gibi sağlığı bozan zararlı maddeler de yasak kılınmıştır.. Aziz Mü'minler! Sağlığın korunması İslamiyetin muhafazasını istediği beş temel esasten biridir. Hastalıklardan korunmak sağlıklı yaşamaya gayret etmek dini bir görevdir. Çünkü her şey sağlık üzerine kuruludur. Bir çok ibadet de ancak sağlıkla eda edilir. Zira Yüce Allah(c.c) Kuran’ı Kerim’de “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız.!” (2) Ayet-i Celilesi bizleri hayatı tehdit eden şeylerden uzak tutmayı istediği gibi, Sevgili Peygamberimiz de; "Cenab-ı Hak, şifasını yaratmadığı hiçbir hastalık indirmemiştir. Ey Allah'ın kulları dertlerinize deva arayınız"[3] Hadisi şerifleriyle sağlığa önem vermiştir İmam Gazalî “Vucudun rahatı az yemek, ruhun rahatı az günahtır.” derken, Lokman Hekim’de; “ Dört zamanda dört şeyi korumak gerekir: namazda gönlü,halk arasında dili, yiyip içmede boğazı,bir kimsenin evine girincede gözü korumaktır” der. Osmanlı padişahlarından Kanunî Sultan Süleyman’da sağlığa verdiği önemi belirtmek için, şu veciz beyti söylemiştir: “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” Aziz Cemaat! Günümüzde hastalıkların bir kısmı, genellikle strese bağlıdır. Günümüz insanı her ne kadar da maddî imkanlara sahip olsa da manevî yönü ihmal edildiğinden, ruhsal sıkıntılardan kurtaramıyor, her şeyi tamam olmasına rağmen huzur bulamıyor ve bu hali bir takım psikolojik hastalıklara davetiye çıkartıyor. ”Bunun yanında bazı hastalıkların kaynağıda mikroplar ve kimyasal atıklardır. Oysa Dinimiz İslam, temizliğe büyük önem vermiş, başta beden temizliği olmak üzere, üst baş ve ev, çevre temizliğine dikkat edilmesini öğütlemiştir. Tıp İlmini geliştirmeyi, hastahaneler açmayı, hastalıklara karşı önleyici tedbirler almayı bir vazife olarak bizlerden istemiştir. Bu nedenle, geçmişte İslâm Coğrafyasında tıp alanında önemli Müslüman âlimler yetişmiştir. İbni Sina, Farabî bunların başlıcalarıdır. İmam Şafii Hazretleri der ki: "Helal ve haramı bildiren ilimden sonra tıp ilminden daha faydalısını bilmiyorum." Kıymetli Mü'minler! Sağlık Allah'ın kullarına verdiği büyük bir nimettir. Onun değerini bilelim. Sağlığımızı tehtit eden ve dinen yasaklalan alkol, sigara ve uyuşturucu gibi zararlı maddelerden uzak duralım. Kendi sağlığımız için yiyip içtiğimiz şeylere dikkat edelim. Günümüzde birçok hastalığın yeme ve içme deki israftan kaynaklandığını unutmayalım. Bu hususta da Sevgili peygamberimizi ö rn ek alalım. O, gü n d e iki öğünden fezla yemediği gibi “ Ademoğluna, kendisine yeterli güç sağlayacak birkaç lokma yeter. İlle de yiyecekse, midesinin üçte birini, yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefes almağa ayırsın.” (4) hadisini ilke edinelim, temizliğin imandan olduğu bilinciyle hijyene önem verelim. Hutbemi bir hadis maliyle bitirmek istiyorum: "İki nimet vardır ki insanlardan çoğu bunlar hakkında aldanmışlardır. O nimetler sağlık ve boş vakittir."[5] Hutbe Komisyonu [1]Fethu'lKebir 1/203 [2]BakaraS.195.Ayet [3] Tirmizi 4/383 No:2038 [4]Ttirmizi-Müsned [5] Fethu'l Kebir 3/264 İLİ : BAYBURT AY-YIL : NİSAN 2012 TARİH : 13.04.2012 2.HAFTA َ ﻳَﺎ ﺃَﻳﱡ َﻬﺎ ﺍﻟﱠﺬ ﺕ َﻣﺎ ِ ِﻳﻦ ﺁ َﻣﻨُﻮﺍ ُﻛﻠُﻮﺍ ِﻣ ْﻦ َﻁ ِﻴّﺒَﺎ َ ﺷﻜ ُُﺮﻭﺍ ِ ﱠ�ِ ِﺇ ْﻥ ُﻛ ْﻨﺘ ُ ْﻢ ِﺇﻳﱠﺎ ُﻩ ﺗَ ْﻌﺒُﺪ ْ َﺭ َﺯ ْﻗﻨَﺎ ُﻛ ْﻢ َﻭﺍ ُﻭﻥ SAĞLIK Muhterem Müslümanlar! Yüce dinimizin bize bahşettiği en büyük nimet iman nimetidir. Hiç kuşkusuz iman nimetinden sonra, insana verilen, en büyük nimet sağlıktır. Gerçekten sağlığın kıymeti takdir edilemeyecek kadar büyüktür. Sağlığın ne kadar büyük nimet olduğu ancak sağlık kaybedildiği zaman anlaşılıyor. Değerli Müminler! Dinimiz sağlığın korunmasına büyük önem verir. Hatta dinimizin korunmasını istediği beş gayeden biri de sağlıktır. Bundan dolayıdır ki Hz peygamber ; “Hastalık gelmeden, sağlığın kıymetini biliniz.”(1) buyuruyor. Bu hadisi şerifte peygamberimiz bizlere önemli uyarıda bulunmaktadır. Sağlığımızı kaybetmeden sağlığımızı korumak için her türlü tedbiri almak zorundayız. Asıl olan, hasta olmamaktır. Yani, sağlığımızı tehdit eden ne kadar unsur varsa bunlardan uzak durmamız gerekmektedir. Kısaca, yukarıda okuduğum hadisi şerifte, Hz. Peygamber özetle bizlere koruyucu hekimliği öğretmektedir. Aziz Müminler! Fert ve toplum olarak, beden sağlığımızı olumsuz etkileyen faktörlerden uzak durmalıyız. Hz Muhammed (s.a.v.)’ de “Sizlerden her kim vücutça sağlıklı, nefsinden, malından korkusuz ve huzurlu, günlük yiyeceği de yanında olarak sabahlarsa, sanki dünyanın bütün nimetleri kendisinde toplanmış gibi olur.”(2) buyurarak, Sağlığın ne büyük bir nimet olduğunu belirtmiştir. Ayrıca peygamberimiz, Müslümanın bedenen ve ruhen sağlıklı bulunmasına işaret ederek; “Sağlıklı mü’min zayıf mü’minden hayırlıdır.”(3) buyuruyor. içtiklerimize dikkat etmeliyiz. Özellikle sigaradan, içkiden, sağlıklı olmayan besinlerden uzak durmalıyız, aşırı yiyerek bedenlerimizi yormamalıyız. Hz Peygamber (s.a.v.) “Âdemoğlu mideden daha şerli bir kap doldurmaz. Âdemoğluna belini doğrultacak birkaç lokmacık yeterlidir. Ancak nefsinin galebesiyle illa da mideyi doldurma işini yapacaksa bari onu üçe ayırsın: Üçte birini yemeğe üçte birini suya üçte birini de nefsine tahsis etsin üçte birden fazlasına yemek koymasın.”(4) buyurarak, çağımızın hastalığı olan ve birçok hastalığın kaynağı olan obeziteye dikkatimizi çekmiştir. Yüce Allah’da Kur’an-ı Kerimde : “Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin! Eğer sadece Allah’a ibadet ediyorsanız, ona şükredin.”(5) Buyurarak biz insanlara temiz gıdalar yememizi emrediyor. Ayette ayrıca, bizden şükretmemiz istenerek bu yönüyle de ruh sağlığımızın korunması ön plana çıkarılmıştır. Yiyip içtikten sonra bu nimetleri bize veren yaratıcıyı şükretmemek, o insanın, ruh sağlığının bozulmasının kaçınılmaz olduğuna, ayette dikkat çekilmiştir. Aldığımız bütün önlemlere rağmen yinede hasta olursak mutlaka tedavisine başvurmalıyız. Nitekim Hz. Peygamber “Cenab-ı Hak şifasını vermediği hiçbir hastalık indirmemiştir. Ey Allahın kulları dertlerinize deva arayınız.”(6) buyurmaktadır. Muhterem Müslümanlar! Bireyler olarak bilinçli yaşamaya, ömrümüzü akıllıca kullanmaya, tükenme noktasına gelen sağlıklı besin kaynaklarını korumaya, kendimize ve başkalarına zarar vermemeye dikkat etmeliyiz. İnsan sağlığına yapılan hizmetin, bir canı kurtarmanın, bir kötü alışkanlığı ortadan kaldırmanın, önemli bir insanlık görevi olduğunu unutmamalıyız. Hutbemi bir hadisi şerif mealiyle bitirmek istiyorum. “İki nimet vardır ki, insanların çoğu, bu nimetlerde aldanmıştır: Bunlar sıhhat ve boş vakittir.”(7) Mehmet ATALAY İmam Hatib/Aydıntepe Kaynak Muhterem Müminler! Yüce Allah’ın huzurunda hesap vereceğimiz nimetlerden biri de, sağlıktır. Eksiksiz olarak bizlere emanet verilen şu güzel bedenlerimizi korumak zorundayız ve ona zarar veren şeylerden uzak durmalıyız.Yani sağlığımızı korumak dinimizin bize emrettiği bir görevdir. Onun için yediklerimize 1-Fethu-l Kebir: 1/203 2-Tirmizi Züht : H. No 2346 3-Müslim Ter. Şerhi A. Davutoğlu 4-Tirmizi Züht : 47,(2381) 5-Bakara : 172 6-Tirmizi : 4/383 NO: 2038 7-Buhari Rikak,1 (7,170) İLİ :BAYBURT AY-YIL :AĞUSTOS 2012 TARİH :03.08.2012, 1. HAFTA SELAM ﺴﻦَ ِﻣ ْﻨ َﻬﺎ ﺃ َ ْﻭ ُﺭﺩﱡﻭﻫَﺎ َ َﻭ ِﺇﺫَﺍ ُﺣ ِﻴّ ْﻴﺘُﻢ ِﺑﺘ َ ِﺤﻴﱠ ٍﺔ ﻓَ َﺤﻴﱡﻮﺍْ ِﺑﺄ َ ْﺣ 1ً َﻲءٍ َﺣﺴِﻴﺒﺎ ّ ﺇِ ﱠﻥ ْ �َ َﻛﺎﻥَ َﻋﻠَﻰ ُﻛ ِّﻞ ﺷ Bir sahabe, Hz. Peygamber (s.a.v)'e: "İslamın hangi işi daha hayırlıdır" diye sorduğunda, Rasûlüllah şöyle buyurmuştur: "Yemek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına selam vermendir"2 halkına selâm vermeden içeri girmeyin. Bu sizin için daha iyidir. Her halde bunu düşünüp anlarsınız. Orada kimse bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin.6 Ayette geçen istînas öksürerek, tesbih ve tekbir ile ya da bugün zili çalarak ev halkını haberdar etmek, destûr ve izin istemektir. Toplum Hayatında Selâmlaşmanın Anlamları Şu şekilde kendini gösterir: a- Selâm; ‘Benden sana zarar gelmez’ anlamında barış ifadesidir. Selâm verene; İslam toplumuna dâhil bulunduğunu selâm ile ifade edene can güvenliği vermek gerekir b- Selâm; dünyada mü’minlere duâ, âhirette dâru’s-selâma çağrıdır. Size başkasından zarar gelmesin, cennet yurdu ve kurtuluş yolu sizin olsun demektir. İslam, selam kökünden; gönül ve dünya huzuru ile barışa ermek anlamınadır. Kur’an ve sünnette öncelikle Allah’tan kullarına ve diğer varlıklara, ardından meleklerin, peygamberlerin ve insanların birbirlerine ve bütün kâinata selam vermesini öngören hükümler bulunmaktadır. c- Selâm; hayatı paylaşmaktır. Selâm ile insan hemcinslerinin farkına vararak hayatın zorluk ve kolaylığını, sevinç ve üzüntüsünü fiilî ve kalbî olarak paylaşmış olur. Bera b. Âzib diyor ki: Rasûlullah şu yedi şeyi emrederdi: ‘Hasta ziyareti, cenaze teşyîi, aksırana hayır dilemek, zayıfa yardım, mazlûma destek, selâmı yaymak, yeminine uymak.’(Buhârî, Mezâlim 5) Barış, rahatlık, esenlik anlamlarına gelen; selam, biz Müslümanların birbirimizle karşılaştığımız zaman birbirimize duamızdır. Yani birimizin diğerine "Selâmün aleyküm" (Selâm sizin üzerinize olsun, Allah her türlü kazâdan ve beladan korusun!) demesi; diğerinin ise: "Ve aleykümü's-selâm ve rahmetullahi ve berekatüh" (Allah'ın selâmı, rahmet ve bereketi sizin de Üzerinize olsun!) şeklinde cevap vermesi anlamında karşılıklı duada bulunmamızdır Selam.. d- Selâm; sevgiye, sevgi de cennete götürür. Cennete girmenin şartı iman, imanın şartı mü’minlerin karşılıklı olarak birbirlerini sevmesidir. Sevgiyi artıran en güzel vesile onları arayıp sormak sûretiyle fiilî ve kalbî selâmdır. Nitekim Allah Rasûlü buyurur: ‘İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. İşlediğiniz taktirde birbirinizi sevmeye vesile olacak bir amel göstereyim mi? Aranızda selâmı yayınız.’(Müslim, Îman 93)7 Peygamberimizin (s.a.v.) selâm ile ilgili talimatı şöyledir: “Küçükler büyüklere, binekli atlı veya arabalı olanlar yayalara, yürüyenler, oturanlara; arkadan gelenler yetişince öndekilere; iki grup karşılaştığı zaman, az olanlar çok olanlara önce selam verirler"3 Selâm, yalnızca dışarıda, sokakta, iş yerlerinde verilip-alınmaz; evde de selâm verilip-alınmalıdır. Peygamber Efendimiz bu konuda da, yanında büyüttüğü Enes (r.a)'e şöyle buyurmuştur: "Oğlum! Ailenin yanına girdiğinde selâm ver ki, sana ve ev halkına bereket olsun" (Tirmizî, İstizân, 20). O halde, kendi evimize geldiğimizde, kendimize ve evdekilere selâm vermemiz gerekiyor (en-Nûr, 24/61). Akşam yatıp, sabahleyin kalkıldığında da, evde bulunan herkese karşılıklı selâm veripalmak gerekmektedir. Böyle davranmakla, karşılıklı olarak müslümanların birbirlerine sağlık, huzur, barış ve esenlik dilemesi gerçekleşmiş olur. Bir aile ve toplum fertlerinin, birbirlerine bundan daha iyi dilekte bulunmaları düşünülemez.8 İslâmî âdâba göre; bir gruptan ayrılırken ayrılan kişi tarafından da selâm verilmesi gerekmektedir.4 Selâm verirken veya alırken, eğilmek doğru değildir. Selâm verildiği takdirde alamayacak durumda olanlara ise, selam vermek doğru değildir. Meselâ, namaz kılanlara, Kur'an-ı Kerîm okuyanlara, hutbe dinleyenlere, ilimle meşgul olanlara, selam verilmez. Dolayısıyla bu durumda iken verilen selâmı almamanın bir sorumluluğu da yoktur.5 Allah’ın selamı ,rahmeti ,bereketi hepimizin üzerine olsun. Hayırlı Cumalar. Selâm’ı hayatın bir parçası gören dinimiz selâm’ın yaşaması için selâma mukabeleyi ondan daha önemli bir manevî sorumluluk olarak görmektedir: Nitekim Nisa suresi 86. ayette: Bir selâm ile selâmlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile mukabele edin veya verilen selâm’ı aynen iade edin, buyrulmuştur. Rukiye NARMAN Bayburt İl Vaizi Başkasının evine, iş yerine ziyaret fiilî bir selâm olmakla birlikte bunun kavlî lâfızlarla da teyid edilmesi, ziyâretin selâm ve izinle gerçekleşmesi şu ayetle emredilmektedir: ‘Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere geldiğinizde fark ettirip ev 1 Nisa,4/86 Buhari, İman, 6-20 3 Buhârî, İsti'zân, 4-7 4 Ebu Dâvud, Edeb, 139 5 İkra İslam Ansiklopedisi,Selam Maddesi 2 6 en-Nûr, 24/27-28. YILMAZ,H.Kamil,Diyanet D.,Mart 2011 8 İkra İslam Ansiklopedisi,Selam Maddesi 7 İLİ AY-YIL TARİH : BAYBURT : EYLÜL 2012 : 07.09.2012 (1. HAFTA) SOSYAL GÜVENLİK MUHTEREM MÜMİNLER! Hayatın inişli çıkışlı yollarında ilerleyen insan; yaşlılık, ihtiyarlık, hastalık, felaketler ve kazalar karşında çoğu zaman kendisini zayıf ve güçsüz hisseder. Hz. Âdem (a.s)’ dan günümüze kadar insanlar her zaman açlıktan ve korkudan emin olmak için çaba sarf etmişlerdir. Bu gibi durumlarda sosyal güvenlik bir sığınak olarak görülmüştür. Bu kurumlar da, çeşitli tehlike ve sıkıntılardan insanları en az zararla kurtarmayı hedefler. Sosyal güvenlik; Herhangi bir sebep yüzünden geliri veya kazancı azalmış kişilerin, başkalarının yardımına gerek kalmaksızın, yaşama ve geçinme ihtiyaçlarını karşılayan bir sistemdir. DEĞERLİ MÜ’MİNLER! İnsanın yaradılış itibari ile medeni olması, sosyal güvenlik arayışını daima beraberinde getirmiştir. Çünkü insan zamanın sorunlarını, geleceğin endişelerini, geçmişin üzüntülerini, taşıyan bir varlık olarak güvenli bir yaşamın yollarını bulmak için çaba harcamıştır. İlahi dinlerin de önem verdiği bir konu olarak sosyal güvenliği oluşturmak ve geliştirmek için tarihte çok çeşitli uygulamalar yapılmıştır. Dinimizin beş esasından olan zekât ibadetinin sosyal güvenliğe ve toplumsal dayanışmaya yaptığı katkı son derece önemlidir. Ancak zekât yolu ile de ihtiyaçları karşılanmayan zayıf ve kimsesizlerin sosyal güvenliği devlete aittir. Hz. Peygamber (s.a.v) zayıfların hakkını korumanın toplumsal bir sorumluluk olduğunu bildirmiş bir Hadis’i Şerif’te “Zayıf, kimsesiz ve fakirleriniz arasında beni arayın; beni ancak onların yanında bulursunuz. Çünkü sizler, o fakir ve zayıf insanlar vesilesi ile rızıklanıyor ve Allah tarafından yardım görüyorsunuz.”(1) buyurarak zayıfları, fakirleri korumanın ve onlara destek vermenin manevi ve uhrevi boyutunu ifade etmiştir. DEĞERLİ KARDEŞLERİM! Sosyal güvenliğin amacı; insan onuruna yakışır bir hayat modeli sunmaktır. Ülkemizde, sağlık hizmetleri, iş kazası, hastalık, sakatlık, yaşlılık gibi durumlarda kişinin kendisine; ölüm halinde ise bakmakla yükümlü olduğu fertlere aylık bağlanması gibi imkânları toplum yararına sunan, hayati bir uygulamadır. Ancak ne yazık ki ülkemiz de çalışan kişilerin yaklaşık % 40’ı sigortasız olarak çalışmakta, bu kişilerin kendileri ve aile bireyleri sosyal güvenlik sistemince sağlanan hizmetlerden yararlanamamakta ve hastalık, sakatlık, ölüm, işsizlik veya yaşlılık gibi çeşitli durumlar karşısında güvencesiz kalmaktadır. Kişinin sigortasız olarak çalışması sadece kendini etkilememekte, geçimlerini sağlamakla mükellef olduğu kişilerin haklarının gasp edilmesine de sebep olmaktadır. MUHTEREM CEMAAT! İslâmiyet'te işçinin de, işverenin de yükümlülükleri vardır. İşveren, kendi kâr ve çıkarından önce çalıştırdıkları işçinin haklarını düşünmek zorundadır. İşveren işçisinin ücretini alnının teri dahi kurumadan zamanında ödemelidir. Peygamberimiz (s.a.v) “Yanınızda çalıştırdığınız işçinin teri kurumadan ücretini ödeyiniz”(2) buyurmaktadır. Bu Hadis’i Şerif Mealinden de anlaşılacağı üzere, işverenler çalıştırdıkları işçilerin ücretlerini ve primlerini zamanında ödemesi gerekmektedir. Ancak bazı işverenler bu konuda yeterince hassas değillerdir. İşveren çalıştırdığı işçisinin sigortasını yapmıyorsa onun hakkını gasp etmiş olur. Böyle yaparak karlı çıktıklarını zannedenler ise dinimizce gerçek müflis kabul edilmektedirler. Bu şekilde hareket eden işverenler, çalıştırdığı işçilerin primlerini düzenli ve zamanında yatıran işverenlere karşı da haksız kazanç elde etmiş olurlar. İnsanların bu zaman dilimi içinde çalışırken sigortalı olmaları, kişinin kendisi ve ailesi için yapacağı en karlı yatırımdır. Hayatta başına gelebilecek her türlü beklenmeyen sorunlar karşısında iyi günlerde alınabilecek en iyi tedbirlerden birisidir. Bu çerçevede sigortalı çalışmak dinimizin “tasarruf” ve “tevekkül” anlayışı ile paralellik göstermektedir. HAZIRLAYAN : Hutbe Komisyonu KAYNAKLAR 1. Tirmizi, Cihad,24 2. 250 hadis S.54 : İLİ AY-YIL TARİH : BAYBURT : EYLÜL – 2012 (3.HAFTA) : 21/09/2012 َ ﺴ َﺒ ﱠﻦ ﺍﻟﱠﺬ ِ� َ ِﻳﻦ ﻗُ ِﺘﻠُﻮﺍ ِﻓﻰ َ َﻭﻻَ ﺗ َ ْﺤ ﺳ ِﺒﻴ ِﻞ ﱣ ﺍ َ ْﻣ َﻮﺍﺗًﺎ َ ُﺑَ ْﻞ ﺍَ ْﺣﻴَﺎ ٌء ِﻋ ْﻨ َﺪ َﺭ ِﺑّ ِﻬ ْﻢ ﻳُ ْﺮ َﺯﻗ ﻮﻥ ŞEHİTLİK MUHTEREM MÜSLÜMANLAR! İnsanoğlu, çalışarak kendi emeğiyle, kendi gayretiyle pek çok unvan ve rütbe elde eder. Hiç şüphesiz bu rütbelerin en kıymetli ve şereflisi şehitlik rütbesidir. Şehitlik makamıyla ilgili kur’ân’da Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır. “Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.”. (1) buyurarak, Allah yolunda dini için, vatanı için, namusu için, ezanı ve bayrağı için canını seve seve feda eden kimseler, o büyük makama ve rütbeye ulaşmaktadırlar. Çünkü şehitler, nefsini Allah’a satarak, yani dünyasını ahiretine karşılık vererek, Allah yolunda seve seve canlarını veren, o mesut ve bahtiyar insanlardır, Şehitler! DEGERLİ MÜMİNLER Biz Müslümanları, düşmanlarına karşı üstün kılan en önemli şey, şehit olma anlayışıdır. Ölürsem şehit olurum, kalırsam gazi olurum diyerek, savaşmak ve düşmana karşı mücadele etmektir. Ve iki güzel neticesi vardır, ya sonuna kadar mücadele edip kazanmak, ya da şehit olmaktır. Halit bin Velid’in İran komutanına söylediği şu sözler, şehitlik kavramının Müslümanlara neler kattığını anlatmaktadır.”Sizin hayatı ve şarabı sevdiğiniz kadar ölümü seven bir orduyla geldim karşınıza” diyerek, mukaddesatımızın canımızdan aziz olduğunu göstermiştir. AZİZ MÜMİNLER Bu duygu ve düşüncelerle ecdadımız tarafından bizlere emanet edilen ve şehit kanlarıyla sulanmış bu aziz vatanımızı bölüp parçalamak isteyen düşmanlara karşı mücadele etmiş ve bu vatan için canlarını seve seve vermiş, bütün şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Allah (c.c.) mekânlarını cennet eylesin. AZİZ MÜMİNLER Şehitlik, İslam’ın en büyük mertebesidir. Şehitlerin Allah (c.c.) katında kıymeti ve itibarı pek fazladır. Ahirette peygamberlikten sonra en yüksek makam, şehitlik makamı olduğu belirtilmiştir. Bunu içindir ki Allah (c.c.), kendisi için canını feda etmiş, bu bahtiyar insanların günahlarını bağışlayıp affetmekte ve Kendilerine bol ikramda bulunmaktadır. Bu bol ikramda bulunmadan olsa gerek ki, Peyganberimiz (s.a.v.) bu konuyla ilgili şöyle buyurmaktadır; “Hiç kimse cennete girdikten sonra, bütün dünyaya sahip olsa bile, tekrar dünyaya dönmeyi arzu etmez. Yalnız şehitler, gördükleri hürmetten ve ikramdan dolayı dünya ya dönüp, on defa şehit olmayı arzu ederler.”(2) Coşkun ÇAKIR İmam-Hatip/AYDINTEPE Kaynakalr: 1-Bakara 154 2-Buhari cihat 6 3-Buharı cihat 25 İLİ AY-YIL TARİH :BAYBURT :MAYIS 2012 :18.05.2012, 3. HAFTA ﻋﻮ ِﻧﻲ ﺃَ ْﺳﺘَ ِﺠﺐْ ﻟَ ُﻜ ْﻢ ُ َﻭﻗَﺎ َﻝ َﺭﺑﱡ ُﻜ ُﻢ ﺍ ْﺩ ﻋ ْﻦ ِﻋﺒَﺎﺩَﺗِﻲ َ َِﺇ ﱠﻥ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻳَ ْﺴﺘ َ ْﻜ ِﺒ ُﺮﻭﻥ َﺍﺧ ِﺮﻳﻦ ِ َﺳﻴَ ْﺪ ُﺧﻠُﻮﻥَ َﺟ َﻬﻨﱠ َﻢ ﺩ َ ÜÇ AYLAR VE REGÂİB Muhterem Müslümanlar! Üç aylar diye bilinen Recep, Şaban, Ramazan aylarının gölgesi üzerimize düşmüş bulunmaktadır. Bu kutsal zaman dilimine, 22 Mayıs Salı günü inşallah erişmiş olacağız. Recep ayının ilk Cuma akşamı olan 24 Mayıs Perşembe akşamı Regâip kandilini ihya emiş olacağız. Regâib; kelime olarak herhangi bir şeyi istemek, arzulamak, ona karşı meyil etmek onu elde etmek için çaba sarf etmek demektir. Değerli Müminler! Allah’a şükürler olsun ki, İslâm Dinine gönülden bağlı Milletimiz “Üç Aylar “ diyerek özel bir önem verdiği bu aylar, Müslümanlar için manevi hasat zamanıdır. Özellikle bu aylarda yapılan samimi dualar ve ibadetler Yüce Allah tarafından kabul edilir. Zira Yüce Allah(c.c): “Rabbiniz: Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim. Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir" buyurmuştur.”(1) Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Beş gece vardır ki onlarda yapılan ibadetler geri çevrilmez (kabul edilir). Recep ayının ilk Cuma gecesi (Regâip Kandili) Şaban ayının on beşinci gecesi (Berat Kandili) Cuma geceleri, Ramazan ve Kurban Bayramı geceleri,(2) Bu ve benzeri geceleri barındıran üç ayların manevi değerini bilmek, tövbenin ve duanın kabul olunacağı bu kutsal zamanlardan yararlanmak, kurtuluşa ermeyi uman her Müslüman’ın tutkusu haline gelmelidir. Bunun için Yüce Allah (c.c.) “Ey iman edenler! Hepiniz Allah’a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz buyurmuştur.(3) Muhterem Müslümanlar! Bu aylar ve içerisinde bulunan mübarek geceler, affedilmemizi ve ıslah olmamamız için Yüce Rabbimiz’ den bizlere lütfedilen büyük fırsatlardır. Üç Ayların kadrini kıymetini bilerek Recep ve Şaban aylarını değerlendirip, Ramazan ayına hazır olmaya çalışmalıyız. Bu mübarek günler ve geceler vesilesiyle; Vatanımıza, ailemize, çocuklarımıza, milletimize ve tüm insanlığa karşı görev ve sorumluluklarımızı bir kez daha hatırlayalım. Yanlış ve kusurlarımızdan bir an önce dönelim. Elimizi ve gönlümüzü uzanabileceğimiz herkese açalım. Yüce Dinimizin bizden istediği kardeşlik ve beraberliğimizin güçlenmesine, insanî ve ahlakî meziyetlerimizin yaygınlaşmasına gayret gösterelim. Bu duygu ve düşüncelerle mübarek Üç Aylar ve Regâip kandilinizi tebrik eder, bu ayların ve gecelerin Milletimizin ve tüm İslâm Âleminin birlik ve dirliğine, insanların hidayet, barış ve huzuruna vesile olmasını Yüce Allah’ tan niyaz ederim. Efrâil GÜLSÜN Veysel Efendi Camii Görevlisi KAYNAKALR: 1-Mümin suresi, Ayet 60 2-Suyuti Fethul Kebir 11-92 3 Nur suresi. 31 Ayet İLİ :BAYBURT AY-YIL :MAYIS 2012 TARİH :04.05.2012, 1. HAFTA َ ﻟَﻥ ﺗَﻧَﺎﻟُﻭﺍْ ﺍ ْﻟ ِﺑ ﱠﺭ َﺣﺗﱠﻰ ﺗُﻧ ِﻔﻘُﻭﺍْ ِﻣ ﱠﻣﺎ ﺗ ُ ِﺣﺑﱡ ﻭﻥ ﻋ ِﻠﻳ ٌﻡ َ � ِﺑ ِﻪ َ َﻭ َﻣﺎ ﺗُﻧ ِﻔﻘُﻭﺍْ ِﻣﻥ َ ّ ﺷ ْﻲ ٍء ﻓَ ِﺈ ﱠﻥ VAKIF VE VAKFİYELERİMİZ Muhterem Müslümanlar! Dinimizin, biz müslümanlara kurmayı teşvik ettiği önemli müesseselerden biri de vakıflardır. Vakıfların, kuruluşu çok eski tarihlere kadar uzanarak, islam öncesi toplumlarda da görülmüştür. İslamla birlikte vakıflar teşvik edilmiş ve başta; Hz Peygamber olmak üzere sahabiler kendilerine ait olan taşınır ve taşınmaz mallarını Allah (cc) yolunda vakfetmişlerdir. Aziz Müminler! Yüce Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla ve O’nun kullarının herhangi bir ihtiyacını gidermek üzere, taşınır veya taşınmaz mallarından bir kısmını ebedî olarak ayırıp, bunu bir hukuki işlem haline getirmeye, vakıf denmektedir. Müslüman milletlerin, hepsi vakıf kurma yolunda büyük çaba harcamışlardır. Bu kapsamda, Müslüman ecdadımız büyük vakıflar kurarak kurdukları vakıfları günümüze kadar ulaştırmışlardır. Hatta namaz kıldığımız camiler, köprüler, ceşmeler, medreseler, kütüphaneler, tamamına yakını ecdadımızın vakfettiği eserlerdir. Al-i İmran Suresi 92. Ayetinde; “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça asla iyiliğe erişemeyeçeksiniz. Her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.”(1) Başka bir ayette; “Herkesin yöneldiği bir yönü (tutumu) vardır. O halde ey mü’minler siz de hayır işlerine koşun”(2) Hz Peygamber’in de bu minvalde çok bilinen bir hadisi, bu konuya ışık tutmaktadır. “Üç kişi müstesna ölenin amel defteri kapanır. Bunlar; sadaka-i cariye (devam eden bir hayır), kendisinden faydalanılan bir ilim ve kendisine dua eden hayırlı bir evlat(3) bunlardandır. Yukarıda okuduğum ayetler, hadisler ve diğer başka ayetler ve hadisler müslümanları vakıf kurmaya yöneltmiş, ayetlerde ve hadislerde teşvik edilenleri adeta canlı hale getirmişlerdir. Aziz Müminler! Burada vakfiyeler üzerinde de durmak gerekir. Vakfiye vakfedilen şeyin vasıfları ve vakfedilme şartlarını ihtiva eden ve kadı tarafından tasdik edilen bir belgedir. Vakfiyeler bazı esasları ihtiva ederler, bunlardan en önemlisi; dünya durdukça durması ve vakıf tarafından belirlenen hizmetlerin değiştirilmeden devam etmesi amacıyla kurulmuş olan müessesenin çalışma düzenini değiştireçek, bozacak veya tamamen ortadan kaldırmak isteyeceklere karşı lanet cümleleri ile, vakfiyenin düzenlenme tarihi ve şahitlerinin isimleri yer alır. Bu itibarla, vakfiyelerde belirtilen esaslara uyarak vakıflarımızı korumak, onları yıkmamak, amaçları dışında kullanmamak zorundayız aksi takdirde, vakfiyelerde belirtilen lanetlerle, karşı karşıya kalacağımızı unutmamamız lazımdır. Aziz Müminler! Ecdadımız, aşağı-yukarı, toplumun her alanıyla ilgili vakıflar kurmuşlardır; öyle ki, bir çocuk vakıf bir yerde doğar, vakıf bir yerde büyür, vakıf bir yerde eğitimini tamamlar, vakıf bir yerde ölür ve vakıf bir yerde mezara gömülür. Bu da, bizlere, ecdadımızın vakıflara ne kadar büyük değer verdiğini gösteriyor. Hatta hayvanları bile korumak için, vakıflar kurmuşlardır. Bizlerde onların torunları olarak vakıflarımızı korumak ve gelişen şartlar müvacehesinde yenilerini yapmak zorundayız. Aslında her gün yeni kurulan insani yardım vakıfları bizlerin bu konuda çok da duyarsız olmadığımızı göstermesi bakımından yeterlidir. Ama hiçbir zaman bunları yeterli görmememiz lazımdır. Şartlar değiştikçe yeni vakıflara duyulan ihtiyaçlarda artmaktadır. Bütün bunlardan sonra değerli müminler, hutbemizi şü cümlelerle bağlayabiliriz. Atalarımız, yapmaları gerekeni yapmışlardır. Bizlere düşen, geçmişin bu güzel örneklerini korumak, sonra, bu örnekleri zaman ve mekânın gereklerine uygun olarak geliştirmek, yenilerini kurmaktır. En azından vakıf kuramıyorsak da, kurulmuş olan vakıflara yardım ederek vakıfların ayakta kalmasına yardımcı olmalıyız. Hutbemi bir ayet mealiyle bitirmek istiyorum, “ İyilik ve (Allahın yasaklarından ) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın”(4) Mehmet ATALAY İmam-Hatip/Aydıntepe KAYNAKALR : 1-Ali İmran, 92 2-Bakara, 148 3-Müslim, Vasiyet 14 4-Maide, 2 İLİ : BAYBURT AY-YIL : ARALIK 2012 TARİH : 28.12.2012, 4. HAFTA edebileceği mübarek gün ve geceler bellidir. Miladi yılbaşı kutlamalarıyla, meşru daire dışındaki eğlencelerle, İslam dışı toplumlara benzemekten sakınmalıyız. Zira Resulullah, (sav) “Kim (düşüncede, yaşayışta, giyinişte) bir kavme benzemeye çalışırsa O, onlardan olur.”(3) Buyurmaktadır. YILBAŞI Muhterem Müslümanlar! Maddi ve manevi kazanç ya da kayıplarla dolu uzun bir sene daha ömür takvimimizden kopmak üzere, ömrümüzden kopup giden bir yılın muhasebesini iyi yapmak zorundayız. İnsan öncelikle bir Müslüman olarak geride bıraktığı bir senenin değil her günün hesabını yapmalıdır. Değerli Cemaat! Kutsal kitabımızın deyimiyle “İnsanlık için seçilmiş bir ümmet” in (1) fertleri olarak, İslam dininden başka hiçbir dinin gelenek ve göreneklerine heves etmeyelim. Kendi öz manevi değerlerimize sahip çıkalım. Geleceğimiz olan çocuklarımıza ve gençlerimize bunu anlatalım. Çünkü Müslümanın her şeyi İslam’a göre İslamî olmalıdır. Değerli Müminler! Büyük mutasavvıf şibli hazretleri Bağdat halkına yaptığı her konuşmasına şu sözlerle başlarmış; “Ömürlerinde b ir s eneyi d aha tüketerek varacakları sona biraz daha yaklaşan ahiret yolcuları; yaklaştığınız yerde hesaba çekilmeden ön ce bur ada kendinizi hesaba çekin.” (2) Yeni yıla girerken geçmişin hesabı yapılmalı yanlış hareket ve davranışlardan dönülmeli, hata ve günahlardan dolayı tevbe ve istiğfar edilmeli yeni yıla iyi duygularla girilmelidir. Değerli Kardeşlerim! Hutbemi Al-i İmran suresi 110. Ayetinin mealiyle bitirmek istiyorum. “Siz, insanlar iç in çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten m en e der ve A llah’a iman e dersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri iç in hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir.”(4) Muhterem Müminler! Bizim bayram ve kandil gecelerimiz de ibadet vardır, taat vardır, hayır ve hasenat vardır, kimsesizleri görüp gözetmek vardır, ihtiyaç sahiplerini görüp gözetmek, ihtiyaç sahiplerine yardım etmek vardır, tek kelime ile Allah’a kulluk vardır. İşte insanların zevk ve eğlenceye düştüğü bir gecede bir Müslüman dinine yakışır bir tarzda davranmalıdır. Bir Müslümanın bu gecede Allah’ı (cc) razı edecek ibadetlerde bulunması elbette güzel olur. Yılbaşı geceleri, noel kutlamaları ile ilgili hazırlanan TV. Programlarının veya toplumumuzda bu gece içim özellikle tertip edilen misafirliklerin, ziyafetlerin dini ve manevi kültürümüzde yeri yoktur. İslam âleminin idrak ve ihya Yeni yılın bütün insanlık için barış ve esenlik getirmesini diliyorum. İbrahim GÜR Suludere Köyü Camii İmam-Hatibi AYDINTEPE/BAYBURT KAYNAKLAR : 1- Ali İmran 110 2- Ahmet Şahin Yazısından 3- Teberani Keşful Hafa c.2 s.240 no:2436 4-Al-i İmran Suresi, 110 İLİ AY-YIL TARİH :BAYBURT :AĞUSTOS 2012 :24.08.2012 4. HAFTA �ِ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻳُﻘَﺎﺗِﻠُﻮﻧَ ُﻜ ْﻢ ّ ﺳﺒِﻴ ِﻞ َ َﻭ َﻗﺎﺗِﻠُﻮﺍْ ﻓِﻲ َﺐ ْﺍﻟ ُﻤ ْﻌﺘَﺪِﻳﻦ ّ َﻭﻻَ ﺗ َ ْﻌﺘَﺪُﻭﺍْ ِﺇ ﱠﻥ ِ ّ �َ ﻻَ ﻳُ ِﺤ 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI Muhterem Müslümanlar! Ağustos ayı, şanlı tarihimize zaferler ayı olarak geçmiştir. Bu zaferlerin en önemlilerinden biri de 26-30 Ağustos Başkumandanlık meydan muharebesidir. Türk Milleti 26 Ağustos 1071 Malazgirt Muharebesiyle, Anadolu’ nun kapılarını açmış, her karış toprağını kan ile sulayarak, kendisine vatan yapmıştır. Kanlarıyla kahramanlık destanı yazan ecdadımızın bu durumunu, Şair şöyle dile getirmiştir; “Bayrakları Bayrak Yapan, üstündeki kandır. Toprak uğrunda ölen varsa, vatandır.” Aziz Müslümanlar! Hürriyet, ancak savaş meydanlarında kazanılan zaferlerle elde edilebilir. Yüce Allah, Vatan ve hürriyet yolunda mücadele ederken, izlenmesi gerekenleri şu şekilde bildirmektedir; “Sizinle savaşanlara karşı sizde Allah Yolunda savaşın. Ancak aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez”(2) “Gevşemeyin, hüzünlenmeyin Eğer gerçekten iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz”(3) Yokluklar içinde, en zor şartlarda, üzerine saldıran yedi düvele karşı, tarih de benzeri görülmemiş bir destan yazan, Müslüman Türk Milleti’ nin savaş meydanındaki kahramanlığı şöyle anlatılır; “Karşılıklı siperler arasında mesafemiz sekiz metre idi, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiç biri kurtulmadan kâmilen şehit düşüyor, ikinciler onların yerine geçiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir itidal ve tevekkülle, biliyor musunuz? Şehit olanı görüyor, üç dakikaya kadar kendisinin de Şehit olacağını biliyor, en ufak bir tereddüt bile getirmiyor, sarsılmak yok. Okuma bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim Cennete gitmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şahadet getirerek yürüyorlar. Bu Türk askerinde ki iman ve ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve şayan-ı tebrik bir misaldır.” Muhterem Müslümanlar! 30 Ağustos Zaferi, Türk topraklarının işgal, Türk Milleti’nin de esir edilemeyeceğini, Türk Bayrağı’ nın gönderden indirilemeyeceğini ve Ezan-ı Muhammediye’nin de gök kubbemizden dindirilemeyeceğini, bütün Dünya’ya ilan eden, kutsal bir zaferdir. Bu zafer, namusumuzu ve mukaddes değerlerimizi düşman tasallutundan kurtarmakla kalmamış, esaret altında bulunan diğer Müslüman Milletlere de, ilham kaynağı olmuştur. Bizi hür yaşatan, sayısız nimetleri yanında, canımızdan aziz bildiğimiz güzel Vatanımızı bize bahşeden Yüce Rabbimize sayısız hamd-ü senalar olsun. Bu vesileyle, canlarını feda ederek Milletimize bu vatanı emanet eden, Aziz Şehitlerimizi rahmetle, Gazilerimizi de saygıyla anıyoruz. Ahmet OĞUL İmam-Hatip/AYDINTEPE Kaynaklar: 1-Mehmet Akif Ersoy 2-Bakara, 190 3-Âl-i İmran,139