Türklerde Yahudilik ve Doğu Avrups Yahudilerinin Menşei Meselesi Hazar ve Karay Türkleri/Yrd. Doç. Dr. Şaban Kuzgun Se-da Y a y ı n l a r ı : 6 İlmî Seri : 3 Birinci Baskı ; 1985 Dizgi - Baskı - Tertip ÜÇBİLEK MATBAASİ T e l : 41 48 74 Atasanayi 6. ncı Sokak No. 24 — ANKARA i ÇİN DERİLER Sayfa XI XIII 1 KISALTMALAR ÖNSÖZ GİRİŞ B İ R İ N C İ B Ö L Ü M H A Z A R L A R A. HAZARLARIN SİYASÎ DURUMU 1 — Hazar Adı ve Hazarların Menşei a) Hazar Adı b) Hazarların Menşei 14 14 17 2 — Hazar Devletinin Kuruluşu 23 3 — Hazarların Gelişme ve Yükselme nemi Dö­ 30 4 — Hazarların Duraklama ve Zayıflama Dö­ nemi 33 5 — Çöküş Dönemi ve Çöküş Sebebleri a) Çöküş, Dönemi bj Çöküş Sebebleri 36 36 42 6 — Hazar Hakanlığı İçinde Yer Alan Mil­ letler ve Kabileler 47 7 — Hazarların Komşuları ile Olan Münase­ betleri 49 a) Hazar - Pers Münasebetleri b) Hazar - Bizans Münasebetleri • V. 50 51 c) d) e) f) g) h) Hazar - Arap Münasebetleri Hazar - Rus Münasebetleri Hazar - Oğuz Münasebetleri Hazar - Bulgar Münasebetleri Hazar - Macar Münasebetleri Hazarların Diğer Komşuları ile Mü­ nasebetleri 53 56 57 60 60 61 B. HAZARLARDA KÜLTÜR VE MEDENİYET 1 — Hazarların Dili 62 2 — Hazar Kültürü 65 3 — Hazar Devlet Teşkilatı ve Hazar Hakan­ ları 76 C. HAZARLARDA DİN VE YAHUDİLİĞİ BENİM­ SEME HADİSESİ 1 — Hazarlarda Eskî Türk Dini İnancı 84 2 — Hazarlarda Hristiyanlık 90 3 — Hazarlarda İslâmiyet 93 4 — Hazarlarda Yahudilik ve Yahudiliği Be­ nimseme Hadisesi 96 a) Hazarlarda Yahudiliğin Kabul Ediliş Tarihi ve Şekli Ö8 b) Hazarların Yahudiliği Kabul Ediş Se­ bebi 104 c) Hazarların Ne Kadarı Yahudiliği Ka­ bul Etmiştir? d) Hazarlar Karaîliği m i , Yoksa Rabbanîliği mi Kabul Etmişlerdi? — Vt — 109 112 Sayfa e) Göçler f) Doğu Avrupa Yahudilerinin Menşei İ K İ N C İ 131 141 B Ö L Ü M KARAÎ İNANCİ VE KARAY TÜRKLERİ A. YAHUDİLİK VE YAHUDİ MEZHEBLERİ 1 — Yahudilik 147 a) Yahudiliğin İnanç Esasları b) Yahudiliğin Kutsal Kitapları 2 — Yahudiler Arasında İlk İhtilaflar ve Ya­ hudi Mezbehleri 148 148 150 B. KARAİM MEZHEBİ VE KARAÎLİK 1 — Karaim Mezhebinin Doğuşu 154 a) İsim ve Anlamı 154 b) Karaî İnancının Doğuşu 156 2 — Karaîliğin Yayılışı 166 a) Kudüs ve Filistin Karaîleri 163 b) Mısır ve Suriye Karaîleri 169 c) Kuzey Afrika ve İspanya Karaîleri 169 d) Bizans Karaîleri 170 e) İran ve Ermenistan Karaîleri 176 f) Kırım ve Güney Rusya Karaîleri 177 3 — Karaîliğin Zayıflaması 179 4 — Dünyada Halen Karaîlerin Yaşadığı Ül­ keler 184 — Vli~ Sayfa a) b) c) d) e) İstanbul Karaîleri Mısır Karaîleri İsrail ve Kudüs Karaîleri A.B.D. Karaîleri İsviçre, Fransa, İngiltere ve Belçika Karaîleri f) Kırım ve Polonya Karaîleri 185 186 188 189 190 190 C. KARAÎÜĞİN ESASLARI 1— İnanç Esasları 194 2 — İbadet Esasları 199 a) b) c) d) Günlük İbadet (Namaz) Oruç Zekat Hac 3 — Diğer Esaslar a) Evlilik Hukuku b) Yeme ve îçme ile ilgili hükümler c) Temizlik Hükümleri d) Bayramlar, Yılbaşı ve Yeni A y m Tesbiti e) Sünnet f) Tedavi g) Karaîlikte Diğer Bazı Hususlar 199 201 201 201 202 202 203 204 205 206 207 207 4 — Karaîliğin Rabbanî Yahudiliğinden Farklı Olduğu Noktalar 207 5 — Karaîliğin Diğer Mezheb ve Dinlerle İlişkisi 209 — VIII — Sayfa D. KARAY TÜRKLERİ 1 — Karay Türklerinin Dünkü ve Bugünkü Durumu 216 2 — Karay Türklerinin Dili 221 3 — Karay Türklerinin Kültürü 4 — Karay Türklerinde İnanç ve İbadet Esas­ ları 228 236 E. KARAÎ BİLGİNLERİ 1 — İlk Dönem Bilginleri 2 — XIII. — XVII. Yüz Yıl Bilginleri 3 — X V I I . — XX. Yüz Yıl Bilginleri 245 247 249 SONUÇ 251 BİBLİYOGRAFYA 254 İNDEX 264 - IX K I S A L T M A L A R a.g.e. A.Ü. B. böl. C. c.c. Çev. Ed. E.R.E. H. Hz. İst. Ü. J.E. J.O.R. Küt. M. Mec. M.Ö. M.s: N.S. O.S. P. S. S.A.V. Ter. T.K.A.E T.T.K. U.J.E. V. v.b. Adı geçen eser Ankara Üniversitesi Band Bölüm Cilt Celle Ceialühü Çeviren Edited Eneyclopedia of Religion and Ethics Hicrî Hazreti İstanbul Üniversitesi The Jevvish Eneyclopedia Jewish Ouarterly Revievv Kütüphane Miladî Mecmua Milattan önce Milattan sonra New series Old series Page Sahife Sallallahu aleyhi ve sellem Tercüme Türk Kültürü Araştırmaları Enstitüsü Türk Tarih Kurumu Univerşal Jevvish Eneyclopedia Volume Ve benzeri XI Ö N S Ö Z İslâm öncesi dönemlerde Türklerde mevcut olan din­ ler, özellikle bazı Türklerin Yahudiliği kabul etmesi olayı, pek çok kimsenin dikkatini çekmektedir: Bugün tamamen millî bir hüviyete sahip görünen Yahudiliğin, o dörieinlerde Türkler tarafından nasıl benimsendiği gerçekten araştır­ maya değer bir konudur. Başta Hazarlar olmak üzere, Kıp­ çaklar, Kal izler. Kabarlar vb. bazı Türk kabileleri kısmen Yahudiliği benimsemişler ve bu kabilelerle çağdaş olan kaynak eserler, bu olaydan bahsetmişlerdir. Kaynaklarda mevcut olan bilgileri değerlendiren ilim dünyası, bu konu ile ilgilenmiş, bilhassa Hazarlar'ın Yahudiliği kabul etmesi üzerinde durarak, bu mevzuda araştırmalar yapmıştır. Bu çalışmalar sonunda bazı tarihçiler. Hazarların Yahudiliği kabulü olayı ile. Doğu Avrupa Yahudiliği arasında bir iliş­ ki kurarak, Doğu Avrupa Yahudilerinin, Hazarların devamı ve onların torunları olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak Türkiyede bu konu ile geniş şekilde ilgilenen çıkmamış, hatta genel olarak Hazar Tarihi yeterince araş­ tırılmamıştır. Türkiyede Hazarları ansiklopedik ölçüler için­ de sadece Zeki Velidî Togan incelemiştir. Bu vesile ile O'nu saygı ve rahmetle anıyoruz. Şimdiye kadar Türkiye'de bu konuda; ciddi bir çalışmanın yapılmamış olması, bizi bu konuda araştırma yapmaya sevketmiştir. Ancak, özellikle Hazarlarda Yahudilik olayını araştırırken, Türkiyede genel olarak Hazar tarihinin de tam olarak incelenmediğini t e s b i t ettik. Bu yüzden çalışmamı— Xtll — 21 ister istemez biraz geniş tutup, genel Hazar tarihini bir bütün olarak ele almak zorunda kaldık. Bugün Dünyada sayıları çok az olmasına rağmen, Tevrata inanan, ama Türkçe konuşan Karay Türkleri vardır. Bu topluluk son zamanlara kadar Hazar kültür muhitinde yaşı­ yorlardı. Araştırmamızda Karayları da ele alıp, onların men­ şeini ve şimdiki durumlarını araştıriarak,0'nların nasıl bir Yahudi inanca sahip olduklarını ve İsrail ırkmdan olan Ya­ hudilerle aralarındaki farkı ortaya koymaya çalışacağız. Bilhassa Bugünkü Karaylarla Hazarlar arasında bir irtibatın mevcut olup olmadığını ortaya koyup, Karaî İnancını geniş bir şekilde inceliyeceğiz. Araştırmamızda, geçmişte hangi Türk kavimlerinin ne tür bir Yahudiliği benimsediğini, bugün, ne kadar Tür­ kün ne çeşit bir Yahudi İnanca sahip olduğunu ortaya koy­ maya çalışacağız. İki bölüm halinde takdim edeceğimiz çalışmamızın bi­ rinci bölümünde Hazarların siyasî ve kültür tarihlerini in­ celedikten sonra, O'nların dinî tarihini, bilhassa Yahudiliği kabul etme hadisesini araştıracağız. Daha sonra bu olay­ la, Doğu Avrupa Yahudilerinin mi yoksa Karay Türklerinin mi ilişkisi olduğunu ortaya koymaya çalışacağız. İkinci bö­ lümde Karaî inancını ve Karay Türklerini ele alarak, inanç, d i l , ve diğer kültürleri bakımından O'nların. Hazarlarla ve Yahudiliği kabul etmeleri ile ilişkisini tesbit etmeye çalışa­ cağız. Konunun seçimi ve araştırılması esnasında kıymetli fikirlerinden faydalandığım değerli hocam Prof. Dr. Hikmet Tanyu b e y e , konunun genel tarih yönünün değerlendirilme­ sinde fikirlerinden istifade ettiğim Prof. Dr. Bahattin Ögel bey'e. Araştırmalarım esnasında her türlü yardımlarını esirgemiyen Prof. Dr. Hüseyin G. Yurdaydm beye bu vesile ile teşekkürlerimi arzederim. — XIV — Karaî İnancı ve Karay Türklerini araştırırken yardımla­ rını esirgemeyen Polonyalı Karay Türkü, müteveffa Prof. Dr. W. Zajaczkovvski'yi bu vesile ile saygıyla anıyorum. Ayrıca Karaî inancının araştırılması hususunda ellerinden gelen her türlü yardımı esirgemiyen İstanbul Hasköy Karaî cemaati mensuplarına şükranlarımı arzediyorum. Sabân KUZGUN G İ R İ Ş Hazarların siyasî ve dinî tarihleri hakkında, özellikle O'nların Yahudiliği benimsemesi hakkında ilim dünyasmda bugüne kadar pek çok şey söylenmiş ve yazılmıştır, Türk olduğu bilinen Hazar kavminin bir kısmının bile, Yahudili­ ği kabul etmiş olması, pek çok kimsenin hayret ve merakı­ nı celbetmektedir. Yüzyıllardan beri başka ırklardan olan­ ları kendi dinine almayı (proselytism) reddeden Yahudili­ ğin, İsrail ırkından olmayan bir kavmi nasıl kendi inancına kabul ettiği hususu araştırmaya değer bir konudur. Halen Dünyada «Hazar» adı ile anılan bir kavim ve topluluk mevcut değildir. M.S. VI. - XII. yüzyıllarda yaşadık­ ları ve imparatorluk kurdukları kesinlikle bilinen Hazarlar m , hiçbir bakiye bırakmadan tarih sahnesinden silinmele­ ri mantığa uygun gelmemektedir. Bu bakımdan Hazarlarm bakiyesi sayılacak bir topluluğun bugün Dünyada mevcut olması tabiidir. Bu,bakiyeyi, Hazar imparatorluğu sınırları içinde aramak gerekir. Yapılan araştırmalar sonunda Hazar imparatorluğu sınırları içinde Hazarların bakiyesi sayılabi­ lecek bir topluluk, tesbit edilmiştir ki, bu topluluk, «Karaylar» veya «Karaim Türkleri»dir. Karaylar, (son zaman­ lara kadar) çoğunlukla Kırım ve Kalkasyada yaşayan, Türk­ çe konuşan fakat, Hz. Musa'ya ve Tevrata inanan bir top­ luluktur. Karayların dilleri Türkçe, dinleri ise musevîliktir. Kısmen Yahudiliği benimsemiş olan Hazarlar ile, O'nların imparatorluk sınırlan içinde yaşayan, kültürlerini taşıyan ve Tevrata inanan Karay Türkleri arasında bir ilişkinin mev­ cut olması tabiidir. Konuyu çeşitli yönleri ile ele alıp in1 celemek, bu iki kavmin siyasî ve dinî tariiılerini araştıra­ rak Iconuya açıklık getirmek yerinde olacaktır. Araştırmamızın başmda, önce araştırmamızla ilgili olan ve faydalanmış olduğumuz kaynak ve araştırmaları kı­ saca tanıtacağız. Ayrıca asıl konuya girmeden önce, Ya­ hudilikte «pmselytîsm» meselesini, yani başka ırktan olan­ ların Yahudiliğe girip giremiyecekleri hususunu inceliyeceğiz. 1 — Kaynaklar: VI. Yüzyıldan XI. yüzyıla kadar Dev­ let olarak varlıklarını sürdüren Hazarlar hakkında, o dö­ nemlerde yazılmış eserlerde açık bilgilere rastlamak güç­ tür. Bu eserler konuyu kısa ve kapalı bir biçimde vermek­ tedirler. Mâlesef Hazarlardan kalma, Hazarca yazılmış bir eser yoktur. Sadece Hazar Hakanı Yusuf'un, (JosephJ En­ dülüslü Hasdai Ibni Şarpt'a Ibranice olarak yazdığı bir mektup ile meçhul bir Hazar Yahudisinin Ibranice yazdığı bir mektup vardır. Yusuf'un, mektubu M,S, 950 — 960 yıl­ ları arasında yazılmıştır. İspanyada kurulmuş olan Endü­ lüs Emevi devletinin halifesi III, Abdurrahman, başlangıç­ ta sarayında hekim olarak görevlendirdiği Hasdai İbni Şarput isimli Yahudiyi zamanla kendine vezir ve hatta sadra­ zam tayin eder. Bu Yahudi sadrazam Hasdai, halifenin sarayına gelen dış ülkelerin heyetlerinden, ülkelerindeki Yahudiler hakkında bilgi toplar. İrandan gelen bir ticaret heyeti Hasdai'ye Karadenizin kuzeyinde bir Yahudî krallı­ ğının varlığını haber vermiş fakat Hasdai buna inanmak istememiştir. Bizanstan gelen heyetlerden bu konuyu iyi­ ce soruşturan Hasdai, böyle bir krallığın varlığına inandık­ tan sonra o günün Hazar hakanı Yusuf'a bir mektup yaz­ mıştır. Bu mektupta ona oniki Yahudi kabilesinden hangi­ sine mensup olduğunu, devleti nasıl yönettiğini, orduları­ nın durumunu ve benzeri hususları sormuştur. Hazar im­ paratorluğunun son hakanı olan Yusuf da, Hasdai'ye İbra2 ni dili ve harfleriyle cevabî bir mektup yazmış ve sordu­ ğu sorulara cevap vermeye çalışmıştır. (1] Yusuf'un gön­ derdiği mektup Hasdai tarafından muhafaza edilmiştir. Bu mektup gerek Hasdai'ye ve gerekse diğer yahudilere mo­ ral yönünden fevkalade tesir etmiştir. Mektuptaki bilgile­ rin sonucu, yüzyıllar sonra bir Yahudî devletinin kuruldu­ ğunu öğrenmeleri, İspanyol Yahudilerini çok sevindirmiştir. Bu yüzden Yusuf'un mektubu İspanyol Yahudileri tarafın­ dan korunmuş, hatta yazılan eserlerde bu mektuptan bah­ sedilmiştir. Jehudah ben Barzellai isimli bir İspanyol yahudîsi XMI. yüzyılın başlarında yazdığı Sefer ha-İttim isimli eserinde bu mektuptan ilk defa bahsetmiştir. (2} Mektup, ilk defa İstanbulda 1577 yılında İsaac Abraham Akrish ta­ rafından Kol Mebasser isimli bir broşürde İbranice olarak basılmıştır. (3) Bu mektup daha sonrada çeşitli yerlerde basılmıştır. Mektubun basılan metinlerine uyan bir e l yaz­ ması Oxforddaki «Christ» kilisesinde bulunmaktadır. (4) İstanbUldaki basılan metin olsun, Oxforddaki metin olsun, her ikisi de tarihçiler tarafından kısa mektup diye isimlendirilmektedir. Arkeolog Abraham Firkovvich'in kolleksiyonunda bulunan ve diğer metinlerden çok daha farklı olan bir mektup daha vardırki, tarihçiler buna Uzun mek­ tup demektedirler. Bu mektup halen Leningrad halk ki­ taplığında bulunmaktadır. Rus tarihçisi Ribakov, kısa mek­ tupların bu uzun mektuptan kopya edilmiş olabileceğini söyler. Abraham Harkavy, bu mektubun sahte olmadığına inanır. (5) Ancak Yahudî tarihçisi Poliak, bu mektubun sahte olduğunu, 1070- 1080 yılları arasmda İspanyada Ha( 1) Arthur Koestler, p. The Thirtefinth 65-67 ( 2) A, Koestler. a.g.e, s. 215 ( 3) A. Koestler, a.g.e„ s. 215 ( 4) A . Koestler, a.gse. s. 219 ( 5) A. Koestler, a.g.e., s. 220 Trıbe, Newyork, 197e, zar krallığı hakkında Yahudilerin rağbet ettikleri bilgilerin propaganda amacı ile mektuplaşma havasına sokularak uydurulduğunu söyler. Çünkü ona göre mektubun coğrafî kısımları IX. yüzyıldan önceki tarihlerin materyallerini ih­ tiva etmektedir ve bu bilgiler, Güney Kırım ve Kuzey Kafkasyadan Volga'ya doğru giden bir seyyahtan alınmış ol­ malıdır. (6) Bazı tarihçiler bu mektup hakkında Poliak'ın fikrine katılırken, Poliak ve onun gibi düşünenleri şaşırtan bir durum ortaya çıkar. İbni Havkal, X. yüzyılın ikinci yarısın­ da yazdığı Suretu'I-Arz isimli eserinin 113. sayfasındaki haritanın sağ üst köşesine şöyle bir not yazmıştır. «Bu dağ uzundur. Hasday b, İshak bu dağın Ermeniye dağlarına ulaştığını, Rum ülkesini keserek oradan Hazaran'a ve Er­ meniye dağlarına ulaştığını söyler. Bu bölgeleri haber ver­ diğine göre o, buralara gitmiş ve buraların melikleri ile ve ileri gelenlerle görüşmüştür.» (7).İbni Havkal'ın bu ese­ ri halen Topkapı Sarayı kütüphanesinde mevcuttur. Bu nota göre Hasdai'nin bu bölgelere gittiği anlaşılıyor. Hasdai'nin buralara gidip gitmediği hakkında kesin bir şey söyliyemesek de, bu nottan kesin şekilde O'nun Hazarlarla ilgilendiğini ve dolayısıyla mektuplaşmanın sahte olmadı­ ğını anlıyoruz. Daha önce bahsettiğimiz meçhul bir Ha­ zar Yahudisi tarafından yazılan ikinci mektubun parçaları, Mısırda Fustat Kenîsatü ş-Şamîde bulunmuştur. Mektupta Hazar hakanı Harun ile oğlu Yusuf'un RUslara karşı mu­ vaffakiyetle direndikleri anlatılmaktadır. Halen Cambridge Üniversitesi kitaplığında oluşundan dolayı bu mektup ( 6) A . N . Poliak, The J6wish-Kha2ar Kîndgom in the Medieval, Science, Collection des Travaux de TAkademie înternationale d'Historie des Sciences, No: 8, Paris, 1950 p. 488-493 C 7) Ebu'l-Kasım İ!bn Havkal en-Nasibî, Suretu'I-A^rz, Topkapı Sarayı Küt. A, 3346 Numarada kayıtlı El Yazması, s. 113 «Cambridge belgesi» diye isimlendirilmiştir. (8) Bu iki belge Ermeni, Rum, Rus, Arap ve benzeri kaynaklara göre Hazarlarm yahudileşmesi meselesine daha fazla açıklık getirmektedir. Bu iki mektubun dışında. Hazarlardan kal­ ma ne bir kitap, nede başka bir belge elde mevcut değil­ dir. Hazar devletinin kurulduğu topraklarda, bilhassa İtil nehrinin yataklarında yapılacak iyi bir araştırma ile yeni belgelerin bulunması ve Hazar tarihi hakkındaki karanlık noktaların aydınlatılması mühıkündür. Nehir yataklarında yapılan Hakan mezarlarından hiç birisi henüz bulunabilmiş değildir. Bu mezarlar çok sağlam yapıldıklarından bu gü­ ne kadar kalmaları mümkündür. Şayet bu tür mezarlardan biri bulunabilirse araştırmamızın konusu olan Hazarların yahudileşmesi ve onların hangi yahudî mezhebini kabul et­ miş oldukları hususu ortaya çıkar. Çünkü bu mezarlarda kitabeler olacaktır, mezarların dışında Hakan saraylarının kalıntılarında çeşitli yazılar olacaktır. Bütün bunlar, konu­ yu rahatça vuzuha kavuşturacaktır. Ne varkî bunların bu­ lunabileceği yerler bu gün Ruslar tarafından baraj gölü haline getirilmiştir. Bizim bu gün düşündüklerimizi Karaî Türklerinden Abraham Firkovvich, XIX. yüzyılda düşünmüş, Kırım ve Kafkasya bölgelerini gezerek mezar kitabeleri, el yazması eserleri ve başka birçok materyalleri toplamış ve bir kolleksiyon meydana getirmiştir. Bu kolleksiyon, 1872 yılında Awne Zikkarosı (Taşların Dilleri) ismi altın­ da Vilno şerhinde İbranice olarak bastırılmıştır. Bu kollek-. siyondan mektupaşma ile ilgili olan kısımlar, Paul Kokotzow tarafından «Onuncu Yikysida 8branî-Haxar IVÎektupJaşmasî» ismi altında Rusçaya çevrilerek 1932 yılında Lenin­ grad'da basılmıştır. Toplamış olduğu kolleksiyonu ile Türk tarihine büyük hizmetler yapan f-irkovvich'in kıymeti biii( 8) Zeki Velidi Togan. Hazarlar, îslâm Ansiklopedisi, 1964, Cilt V, S. 400; A. Koestler, a.g,e. s. 77 İstanbul, nememrştır. Firkovvich'in koileksiyonunu çözebilecek İbra­ nice bilen bir tarihçimiz bugün mevcut değildir. Bizler bu kof/eksiyonu malesef başkalarmm yapmış olduğu tercüme­ lerden öğrenebiliyoruz. Firkovvich'in kolleksiyonu karşısın­ da şaşkmiiğa düşen bazı Yahudî bilginleri, başka çareleri kalmaymca onu, el yazmalarını tahrif etmekle ve sahte­ karlıkla suçlamışlardır. Son yapılan ilmî araştırmalar bu suçlamaların tamamen mesnetsiz olduğunu ortaya koymuş­ tur. (9) Yusuf'un mektubunun da içinde bulunduğu Firkovvich'­ in Kolleksiyonu, Hazar tarihi bakımından önemli bir kay­ naktır. Hakan Yusuf'un mektubunu ve Firkovvich'in bütün koileksiyonunu İbranî kaynaklar olarak kabul edebiliriz. Har zarlar devrinde yazılan ve Hazarlardan bahseden Rumca, Ermenice, Arapça ve başka dillerde yazılmış pek çok eser vardır. X. yüzyılın birinci yarısında yaşayan Bizans İmpa­ ratoru Costantine Porphyrogenitus ( M . 904-959) Administrando İmperio isimli eserde Hazarlar hakkında bilgi verdiği gibi, Ermenî Tarihçileri IVloses Chorene ( M . 450) ve Kalonkatacı ( M . VII. asır) bizlere Hazarlar hakkında bil­ gi vermektedirler (10). Hazarlardan bahseden kaynak eser­ lerden biri de Rusların meşhur Nestor tarihidir. Povetz Vremennikh Let (Geçmiş Yılların Hikayesi) ismi verilen bu eser, M. 1112 yılında sona ermektedir, (11) Biz bu araş­ tırmamızda İbranî, Rum, Rus ve Ermenî kaynakların başka dillere yapılmış olan tercümelerinden ve iktibaslardan fay­ dalandık. Araştırmamızda direkt olarak faydalandığımız kaynaklar Arap kaynaklarıdır. Bu konuda birinci el Arap ( 9) Simaka Şişman, A, Firkowiclı'in Yazmalar Kolleksiyonu, (10) VIII. Türk Tarih Kongresi bildiri özetleri, Ankara, 1976, s. 44 Heı-man Rosentbal, Chazars, J- E. Newyork A n d London, 1903, V. IV, p. 1 (11) A. Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 219-220 kaynakları; Belazûrî'nin (H. 273, M. 886) Fütûhu'l-Buldan, İbnu'l-Fakih'in (H. 279, M. 892 Kjtabu'l-Buldan, İbn RustelVin (H. 2 9 0 - M . 902) el-AğSaku'ıvNefîse, İbn Misi<avayh'ın (H. 292, M. 904) Tecarübu'l-Umejn, İbn Hurdadbih'in (H. 300, M. 912) e!"MemaJik ve'l-IVlesaltk, Taberî'nin (H. 310, M. 922) TarîhuVRusül ve'l-Mü!ûk, Kûfi'nin (H. 314, M. 926) FutûU, Mes'udînin (46, M. 957) ft/lusrûcu-z-Zeheb ve et-îenbîh ve'l-İşraf, İbn Havkal'ın (H. 367, M. 977) Sureîu'l-Arz, el-Bekr'nin (H. 487, M. 997) eMVÎesalik ve'l-Memalîk, İbn Fadlan'ın (H. 309, M. 921) Rihla isimli eserleridir. Bu ta­ rihçiler, Hazarlarla çağdaş olmaları bakımından eserlerin­ de Hazar ülkesinde cereyan hadiselerden doğrudan doğ­ ruya bahsederler. Yahudiliği kabul etme olayı da dahil ol­ mak üzere bir çok konuda direkt bilgiler verirler, fakat verdikleri bilgiler kısadır, tafsilata girmemişlerdir. Hazar­ lardan bahseden ikinci el Arap kaynikları ise; Yakut elHamevî'nin (H. 626, M. 1227) İVİu'camu'I-Buîcîan, İbnu'l-Esir'in (H. 630, M. 1232) el-Kamâlu fı'i-Tarih, Kazvînî'nin (H. 682, M. 1282) A s a m İ - B ü a d , Dimeşkî'nin H. 724, M. 1328) Nuhbetu'd-dehr, İbn-Haldun'un (H. 808, M. 1405) Klîabu'lİber isimli eserleri ve benzeri eserlerdir. Bu kaynaklar da­ ha ziyade yukarda saydığımız birinci el kaynaklardan bil­ gi aktarmaktadırlar. Araştırmamızın ikinci bölümünde ele aldığımız Karay­ lar ve Karaîlik konusunda faydalandığımız kaynaklar şun­ l a r d ı r : Anan ben David'in ( M . 765) Sefer hai M i ş v o t ve Fezleke, Benjamin en-Nihavendî'nin (İVİ. 830) Sefef ha Dinim ve Sefer ha Mişvot, Daniel e!-Kumisi'nin ( M . 855) Sefer ha Mîşvot, Yakup el-Kırkisani'nin ( M . 965) Kitabıs'î Envar ve'l-Met-akib isimli eserleri. Kırkisani'nin eseri Arapça oduğundan, bu eserden doğrudan doğruya faydalandık. Diğer eserler İbranice olduklarından bu eserlerden direkt faydalanamadık. Ancak Leon Nemoy, bu eserlerin büyük bir kısmını Karaite Antology adı ile İngilizceye tercüme etmiştir. Biz bu tercümeden faydalandık. Karaîlik hakkın­ da ayrıca İbnu'n-Nedim'in ( M . 987) el-Fîhrist, Birunî'nin ( M . 1043) el-Asaru'l-Bakiye ve Şehristanî'nin ( M . 1153) elM i l e l ve'n-Nihal isimli eserlerinden direkt olarak fayda­ landık. 2 — Araştırmalar: Kaynak eserlerde kendilerinden kısa ve kapalı bir şekilde bahsedilen Hazarlar ve Karaylar hakkında Türkiye dışında birçok araştırma yapılmış, kay­ nak eserlerdeki ifadelerin mukayeseleri yapılarak, kapalı kalan hususların açıklanmasına çalışılmıştir. Herman Rosenthal The Jevvîsh Encyclopediada, Philip L. Gell ve Charles N. Eliot The Encyclopedia Britanicada yazdıkla­ rı Hazarlar maddelerinde, Kutschera Die Chasaren,- Dunlop The Hîstory of the Jevvish Khazars, A. Koestler The Thirteenth Tribe, Z. Ankori Karaîms in Poland isimli eser­ lerinde, Poliak The Üevvish-Khazar Kingdom isimli maka­ lesinde ve diğer araştırmalarda meselelere tek yönlü ola­ rak bakmışlar, kendileri Rabbani yahudîsi olan bu kişiler, İbnu'l-Fakîh'in verdiği bilgiyi muteber addederek Hazarla­ rın tamamının Yahudiliği kabul ettiğini. Hazarlarla bugünkü Karaîlerin bir ilgilerinin bulunmadığını iddia ederek bu­ günkü Doğu Avrupa Yahudilerinin menşeinin Hazarlar ol­ duğunu savunmuşlardır. L. Rasony Türk Devletinin Batıda­ ki Varisleıî Hazarlar, M. Grignaschi Sabirler, Göktürkler, bSazârlar, M. Kmosko Araplar ve Hazarlar isimli araştırma­ larında konuya değişik açılardan bakarak değişik sonuçla­ ra varmışlardır. Barthold Orta Asya Tarihî Hakkında Ders­ ler, Artamanov The Ksstory of the Chazars isimli eserle­ rinde ve Minorsky Hududu-'lA'lam'm tercüme ve tahlilin­ de konuyu ele almışlar, ancak Rus olmanın verdiği tesirle olacak ki kendi milli menfaatlerine uygun bir sonuca git­ mek için zorlamışlardır. Karaî Türklerinden S. Şapşaloğlu Kırım Karaî Türkleri, S. Şişman İstanbul Karayları, A. Zajaczkovvski Karaims in Poland'lsimli araştırmalarında bu­ günkü Karay kültürü ile Hazar kültürünün mukayesesini yaparak, Karayları, Hazarların torunları ve varisleri olarak göstermişlerdir. R. İVlurat Telfîku'I-Ahbar R.S. Karaşemsi Hazar Türkleri, Z.V. Togan islam Ansiklopedisindeki Ha­ zarlar, A.N. Kurat Türk Dünyası el Kitabındaki Hazar Ka­ ğanlığı H.N. Orkun Türk Tarihi, İ. Kafesoğlu Türk M i l l i Kül­ türünde «Hazar Kağanlığı» B. Ögel tslamîyetten Önce Türk Kültür Tarihî isimli eserlerinde kısa olarak konuya temas etmişlerdir. Karay Türkleri ve Karaîlik konusunda yukarda bahset­ tiğimiz alimlerden bazıları bilgi verdiği gibi, bilhassa Leon Nemoy muhtelif ansiklopedilere yazıdığı «Karaim» mad­ delerinde ve Karaîte Antology isimli eserinde, Karaîliğin esaslarını ortaya koymaktadır. Polonyalı Türkolog T. Kovvalski, Karaîmische Texte îm Dîalekt von Troki isimli araştırmasında Karay Türkleri hakkında bilgi vermektedir. A. Harkavvy, J. Mann, N. VVieder ve K. Kohler gibi araştır­ macılar da muhtelif dergi ve ansiklopedilerde konu hakkın­ da araştırmalar yapmışlardır. Türkiye'de ilk defa Y. Kutluay İslâm ve Yahudî Mezheblen isimli eseri ile Yahudi mezhebleri ve dolayısı ile Karaîlikle ilgilenmiştir. Karaî inancı konusunu Hikmet Tanyu, Türklerin Dinî Tarihçesi isimli eseri ile ilk defa Türk kamu oyuna duyurmuştur. Kendisi bir Karaî Türkü olan Ç.B. İbrahimoğlu, İstanbul Ka­ rayları ile ilgili olarak çeşitli dergi ve mecmualarda ma­ kaleler yazmıştır. 3 — Yahudîlikte Proselytism Meselesi : Proselytism, başka ırktan ve dinden olanların bir dine kabul edilmesi, non proselytism ise, başka ırktan ve din­ den olanların bir dine kabul edilmemesi (Mühtedî kabul etmeme) demektir. Hazarların Yahudiliği kabul etmeleri meselesi incelenirken, Yahudiliğin başka ırktan olanları kendi bünyesine kabul edip etmediği konusunu gözönünde bulundurmak gerekir. Ya'kub'un oniki oğlundan türeyen insanlara Benî İsraîl (İsrail Oğuları) denmiştir. Hz. Musa'­ nın getirmiş olduğu ilâhi dine de, Ya'kub'un oniki oğ­ lundan en büyüğünün adı olan «Yehûdâ» kelimesi «Yahudî'>ye çevrilerek isim olarak verilmiştir. Bu haliyle İsrail kelimesi bir ırkı, bir milleti temsil eder, Yahudî kelimesi ise, ilahî bir dini temsil eder. (12) Yahudî kelimesinin bir ırk ve millet manasına gelip gelmediği konusu münakaşa edilegelmektedir. Bazılarına göre Yahudî kelimesi, bir di­ nin adıdır. Tanrı Tevrat'da «Ben sizin rabbmızım. Sizi mil­ letlerden seçtim. Benim olmanız için» (13) buyurmaktadır. Bu ifadeye dayanarak Yahudîler, İsrail Oğullarının, Tanrı­ nın seçtiği bir millet, Yahudiliğin de, bu milletin millî d i n ; olduğunu ileri sürmektedirler. Bazı binginler Yahudîlerin bu iddialarına bakarak başlangıçta Yahudîliğin milli bir din karakterinde oduğunu, daha sonraları ise evrenselteştiğin ifade etmektedirler (14). Yukarda zikretmiş olduğumuz Tevrat'daki ifadeyi ve bugünkü Yahudîlerin iddialarını da yanak yaparak böyle bir sonuca gitmek hatalı olur. Bilhas sa günümüzde millî bir din hüviyetinde görünen Yahudîli ğin, çok eski devirlerde, İslâmiyetin zuhurundan önce ev rensel bir niteliğinin olduğu ortaya çıkmaktadır. Kur'anKerim'de bahsedilen Uhdûd vak'ası bunun en canlı delili dir. (15) Bu vak'a M.S.VI. yüzyılda cereyan etmiş olup, II Himyerlilerin son hükümdarı olan Zû-Nüvas, kendisi Israi (12) Hikmet Tanyu, Taıilı Boyunca Türkler ve Yahudîler, İstan­ bul, IGVe, C. I. s. 28 (13) K i t a b ı Mukaddes, LeviUler, XX, 2 4 - 2 6 (14) Mehmet Taplamacıoğlu, 1968, s. 93 (15) Kur'an-1 Kerîm, Sûre: 85, Ayet 4 - 8 10 Din Sosyolojisine Giriş, Ankara, ırkından olmadığı halde Yahudiliği kabul ettiği gibi, Necran'da bulunan Hristiyanları da zorla Yahudî yapmaya ça­ lışmıştır. Yahudiliği kabul etmeyenler için çukurlar kazdır­ mış bu çukurların içini ateşle doldurduktan sonra Yahudîliği kabul etmeyenleri bu çukurlara doldurarak yakmıştır. «Uhdûd» adı verilen bu çukurlardan ve olan vak'adan Kur'anı-ı Kerim'de bahsedildiğine göre, İslâm'ın zuhurun­ dan takrîben bir asır önce Yahudîlik evrensel bir yapıya sahipti k i , İsrail asıllı olmayan Zû-Nüvâs, kendisi yahudîliği kabul ettiği gibi, başkalarını da onu kabule zorlamıştır. (16) Zû-Nüvas'ın bu hadisede öldürmüş olduğu Necranlı araplarm listesini veren Süryanice vesîkalar vardır. Bu ve­ sikalar günümüzde Arapça'ya tercüme edilerek yayınlan­ mıştır. (17) Ondördüncü yüzyıl İslam tarihçilerinden Ebu'lFida, Yahudî kelimesinin İsrail kelimesinden daha şümullü olduğunu, İsrail oğullarından olmayanların da Yahudî dininde bulunduklarını ifade etmektedir. (18) Bir dinin Millî olma­ sının manası, o dinin sadece bir millete ait olması, başka milletlerden insanların o dine girememeleri demektir. Ya­ ni Millî bir din, başka milletlerin insanlarına karşı kendine «Girme Yasağı» uygular. Proselytism, mühtedî kabul etme prensibi demektir. Kur'an-ı Kerim'deki «Uhdûd» vak'ası ile İbni Hişam ve Ebu'l-Fida'nın verdiği bilgiler, başka millet­ lerin Yahudiliği kabul ettiklerini isbat ettiğine göre, İslâm öncesi devirlerde Yahudîlik Proselytist (Mühtedî Kabul Eden) bir din idi ve evrensel bir yapıya sahipti. Ancak da­ ha sonraları Yahudîlik bu Özelliğini kaybetmiş ve başka milletlerden olan insanlara karşı «Girme Yasağı» uygula(16) Ebu Muhammed Abdulmelik b. Hişâm, Siretu'n-Nebî, Kahire, 1937, C. I, s. 35 (17) Yakub es-Salis, eş-ŞüIıedau'1-Himyeriyyune'l-Arab saiki's-Süryaniyye, Dımeşk, 1966 (18) ismail Ebu'l-Fida, H. 1280, C. I s. 91 el-Muhtasar fi Alıvali'l-Beşer, fi'l-Veİstanbul, 11 maya başlamıştır. Her ne kadar bazı Yahudîler, son asır içinde Yahudî inancını benimseyen bazı Hıristiyanların mevcut olduğunu iddia ediyorlarsa da, yine aynı kişiler bu günkü modern Yahudilikte Misyoner faaliyetinin olmadığı­ nı itiraf etmektedirler. (19) «Hazarlarm Yahudileşmesi» olayına bu açıdan da bak­ mak gerekir. Eğer Hazarlar devrinde Yahudiler başka mil­ letlere karşı, kendi dinlerine Girme Yasağı uyguluyorsa bu olay nasıl cereyan edebilmiştir. Prosefytüsm'in bir dinde bulunması, o dinde dini yayma ve misyonerlik faaliyetlerini meydana getirir. Yahudilerde misyonerlik faaliyeti ve teş­ kilatları Hazarlar devrinde ne durumdaydı? O devirde mev­ cut olan Yahudî mezhepleri arasında hangileri, inançlarını yaymak için faaliyet göstermiştir? Bu sorulara cevap bu­ labilmek biraz güçtür. Ancak V I I ! - X . yüzyıllar arasında özellikle Yahudiliğin Karaî mezhebi, misyonerlik faaliyeti göstermiş ve Anadolu, Bizans, Ermenistan, Iran ve Kınm da hatta Ural bölgesinde kendi inançlarına yeni mensuplar kaz-andırmışdır. (19) Yukarda belirttiğimiz yüzyıllar arasın­ da Karaîliğin dışında diğer Yahudî mezheplerinin, özellikle Rabbanî mezhebinin misyonerlik faaliyeti yaptığına dair mevcut belge yoktur. Hazar bölgesinde faaliyet gösteren Yahudilerin kimler olduğu hakkında da bir açıklık yoktur. Ancak X I I . yüzyıl kaynaklarından bu bölgede faaliyet gös­ terenlerin Karaîler olabileceği akla uygun gelmektedir. (19) 12 Leo Rosten, A, Guide to the Religions of America, Newyork, 1955, p. 68 Bu eserin W h a t is a Jew bölümünü hazırlayan Haham Mor­ ris N. Kertzcr, bugünkü' modern Yahudiliğin, misyonerlik faliyeti gcistermediğiui, Ycihudilei'in, bankalarım kendi din­ lerine çekmeye çalışmadıklarım, ancak kendiliğinden Yahu­ diliği kabul eden olursa bunu hoş gördüklerini, bizzat ken­ disinin, Yahudi inancına dönen bir grup Katolik ve Protetan'a yardım ettiğini ileri sürmektedir. Diğer Yahudi mezheplerinin kendi inançlarma bu gün mühtedî kabul etmedikleri gibi, bundan önceki birkaç yüz­ yılda da mühtedî kabul etmediklerini biliyoruz. Ancak bu yasağın Hazar devrini içine alıp almadığı kesin olarak bi­ linememektedir. Karaîler ise, bu gün mühtedî kabul etme yasağı uyguladıkları halde, bundan takrîben 60 yıl önce böyle bir yasak uygulamıyorlardı ve XX. yüzyılın başların­ da Rusya'da, Kuban bölgesinde bazı Rus ve Kazak köylü­ lerini kendi inançlarına çevirmişlerdi. (20) . Bu gün halen yaşamakta olan Karaîler arasında ana di­ li İbranice olmayan pek çok kimse vardır, hatta Karaîlerin tamamına yakını bu gün Türkçe konuşmaktadır. Diğer Ya­ hudi mezhebi Rabbanîliğe mensup olan Yahudiler, ya İbra­ nice konuşmakta veya bU dile yakın bir dil olan Yidişce konuşmaktadırlar. Başka bir dil kullanan kimselere arala­ rında rastlamak mümkün olmadığı gibi, İbranice, Almanca, Slavca karışımı olan Yidişce'de Türkçe ve Hazarca kelime­ ler yok denecek kadar azdır. Karaîliğin ve Rabbanîliğin bugünkü bu şekli, daha ön­ ceki mühtedî kabul edip etmeme konusunda bize ışık tut­ maktadır. Bugün Doğu Avrupa Yahudiliğinin menşeinin Hazarara bağlanmak istenmesi karşısında bu noktayı has­ sasiyetle gözönünde bulundurmak gerekir. Hazarların Ya­ hudiliği benimsemesi olayına bakarken de aynı hususa dik­ kat etmek lazımdır. Hazarların Yahudiliği benimsemesi olayını tam olarak aydınlatabilmek için bu noktadan hareket ederek önce Ha­ zarların menşeini, dilini, kültürünü ve benzeri hususları incelemek ve elde edilen bilgilerin ışığı altında «Yahudi­ liği benimseme olayı»nı tahlil etmek gerekir. (19) (20) A . Zajaczkowski, Karaims în Pi^land, Warsaw, 1901, p. 30 Süreyya Şapşaloğlu, Kırun Karaîleri, Türk Yılı İstanbul, 1928, C. I 5 . 595 13 B İ R İ N C İ H A Z A R B Ö L Ü M L A R A — HAZARLARIN SİYASİ DURUMU 1 — Hazar Adı ve Hazarların Mensel : a — Hazar Adı : Bu isim Arapça'da el'-Hazar; İbrani­ ce de Hazar. Kozar; Latince'de Chazari, Gazari; Grekçe'de Khazaroi; Rusça'da, Kozar; Gürcüce'de, Hazari şekillerin­ de (1); Çince'de, Ko-sa ve Ka-sat şeklinde kullanılır. Hazar kelimesinin anlamı konusunda belli başlı iki gö­ rüş vardır. 1) Kelime, «Gez» anlamına gelen «Kaz» kökünden t ü ­ remiştir. Kaz-ar, gezer anlamına gelmekte olup, Anadolu Türkçesi'nde serbest dolaşan, bir yere bağlı olmayan de­ mektir. (3) Bu anlamıyla Hazar (Kazar, Gazar, Gezer) keli­ mesi, göçebe ve göçer manasını ifade eder. Ayrıca Rusça da «Kazak» ve Macarca'da «Huszar» kelimelerinin atlı ma­ nasına gelişi ve bu kelimelerin Hazar kelimesine benzeyiş­ leri yeni bir takım düşüncelere yol açar. (4) 2) Kelime küçük ve çekik gözlü manasına gelir. İslâm orduları VII. yüzyılda Ermenistan'a girince küçük ve çekik ( 1) ibrahim Kafesoğlu, Hazar Kağanlığı, Türk Dili Kültürü, A n ­ kara, 1977, s. 146 ( 2) Z. V . Togan, Hazarlar, İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1970 C.V. S. 397 ( 3) LaszLo Rasony, Türle Devletinin Batıdaki Varisleri Hazarlar, Tarihte Türklük, Ankara, 1971, s. 114; Hüseyin Namık Or­ kun, Türk Tarihi, C. II, s. 143, Ankara. 1946 ( 4) A. Koestler, a.g.e. s. 21 14 gözlü, çok cengaver bir milletle karşılaşıyorlar, Sahih ha­ dis kitaplarında bulunmayan ve Ebu Hüreyre'nin Hz. Ömer'­ den rivayet ettiği bir Hadis-i Şerifte Hz, Muhammed (S.A.V.j Hz. Ömer'in sorusuna cevaben, «Küçük gözlü bir kavim eğer acemlerin şeddini geçerse Allah (C.C.) onlara hida­ yet verecek» duyurmuştur. (5) Suyûtî'nin İbni Asakir Rem­ zi ile Camiu'l-Kebir isimli eserinde zikrettiği bir Hadis-i Şe­ rifte Hz. Muhammed (S.A.V.), «Kırmızı yüzlü, küçük ve çe­ kik gözlü olan acemlerden Huza ve Kirmanlarla savaşmadıkça kıyamet kopmaz» buyurmuşlardır, (6) Remzi Murat Telfiku'l-Ahbar isimli eserinde, hadisin aslında, «Acemler­ den» kelimesinin bulunmadığını, fakat Araplar henüz o za­ manlarda Huza ve Kirman diye kavim isimleri bilmedikle­ rinden, bu iki kavmi acemlerden zannettiklerinden dolayı hadisi şerife «Acemlerden» kelimesini eklemiş olduklarını söylüyor ve Hz. Muhammed'in (S.A.V.) Huza kelimesi ile Hazarları, Kirman kelimesi ile de Kumanları kasdettiğini ifade ediyor. (7) Bu ifadelerden anlaşıldığına göre, Hazar kelimesi, küçük v e ' ç e k i k gözlü anlamına gelmektedir. Hazar adının göçebe ve serbest dolaşan manasına gel­ mesi, küçük ve çekik gözlü manasına gelmesinden daha uygundur. Çünkü Hazar kelimesi, İslâm orduları Ermenis­ tan'a gitmeden önce batılılar tarafından kullanılıyor ve bi­ liniyordu, Arapların Hazarları tanıması da V I I . yüzyıldan çok daha önceleri, tâ Hîreliler ve Nabatlılar zamanmda meydana gelmiştir. (8) ( 5) M . Murat Remzi, Telfiku'l-Ahbar ve Telkîhu'l-Asar Fî Vekâyiı Kazan ve Bulgar ve Mulûki't-Tatar, Orenburg 1908, C. I ş. 172. C 6) Celaleddin Abdurralıman b. Ebi Bekr b. Muhammed es-Suyûtî Camiu'l-Kebir, Süleymaniye Kütüphanesi Yusuf A ğ a bölümü 95 - 100 Numarada kayıtk El yazması C. III, s. 188 ( 7) M . Murat Remzi, a.g.e., C. I s. 173 ( 8) M . Murat Remzi, a.g.e., C, I s. 174 15 Aynca çekik ve küçük gözlü olma, sadece Hazarlara ait değil, daha başka pekçok Türk boyunun özelliğidir. Aynı özelliği taşıyan boylar arasında sadece bir tanesine, bu manada bir ismin verilmesi akla uygun gelmez. Hazar isminin bu anlamların dışında bir şahıs ismi ola­ bileceği, bilahare bu şahıs isminin, bir kabileye ad ola­ rak verilmiş olabileceği şeklinde bir görüşü ortaya atmak mümkündür. Çünkü insanlığın türeyişini anlatan kaynak eserler, Nuh (A.S.) un oğlu Yafes'e ait bilgiler verirken, bazıları Yafes'in Hazar isimli bir oğlunun olduğunu, (9) di ğer bazıları ise Yafes'in oğlu Tiriş'in, Hazar isimli bir ç o cuğu olduğunu söylüyorlar. (10) Herodot tarihinde, Dari us'a vergi veren eyaletler sayılırken onbirinci eyalet o l a rak Akatzirler zikrediliyor. (11) Pekçok tarihçi ilerde açıklıyacağımız gibi, Akatzirlerle Hazarlar arasında bir ilişki kurmaktadır. Çağımızın pekçok tarihçisi, özellikle Arap kaynakların soy kütükleri ile ilgili bu beyanlarına güvenme­ mektedirler. Fakat yine aynı tarihçiler Hazar Hakanı Yu­ suf'un, Endülüs veziri Hasdai'ye yazdığı mektupdaki soy kayıtlarına nedense değer vermektedirler. Hazar isminin batıda tanınması VI..yüzyıla rastlar, (12) Arapların Hazarları iyice tanıması VII. yüzyılda olmuştur. Hazarlara en yakın olan ve onlarla devamlı ilişkileri olan İranlıların ünlü tarihçisi İbni Miskaveyh, yazdığı eserinde Hazar kelimesini bölge adı olarak kullanıyor ve Hazar Ha( 9) Ebu Ca'i'er Muhammed b. Cerir et-Taberî, Tarîhu'r-Rusül ve'I-Mülûk, C. 1 Mısır, 1960 -1968 s. 205; Ebu'l-Gazî Bahadır Han, Şecere-î Terakime, (Türklerin Soy Kütüğü Tercüman 1001 Temel Eser Yayınları No: 33, İstanbul, s. 22 (10) İbnü'l-Esîr İzzuddin Gezeri eş-Seybani, el-Kâmilü Fi't-Tarih, Beyrut, 1965-1967, C. I, s. 80 (11) Heradotos, Herodot tanbul, 1973, s. 148 Tarihi, (12) I. Kafesoğlu; a.g.e., s. 147 16 Ter. Perihan Kuturman İs­ kanı'ndan bahsediyor. Hazarlarla Sasanîlerin savaşlarını an­ latıyor. (13) Bir bölgeye bir milletin adinin verilebilmesi için, O milletin orada, çok uzun bir süre öncesinden gelip y e r l e ş m i ş olması gerekir. b — Hazarların Menşei : Hazarların Menşe'leri hak­ kındaki görüşleri incelediğimiz zaman, bu görüşlerin iki noktada toplanmış olduğunu görürüz. 1) Hazarların Türk olduğunu kabul eden görüşler : Ba­ zı cılız itirazlara rağmen, tarihçilerin büyük çoğunluğu, Ha­ zarlarm bir Türk boyu olduğunu kabul etmektedirler. İbni Miskavayh (14), Taberi (15), Mesudî (16), İbni Haldun (17), Karamam (18), Kazvînî (19) v.b. pekçok Arap tarihçisi. Ha­ zarları Türk'lerden bir kabile olarak zikretmektedirler. H. Rosenthal (20), H.H. Miliman (21) Dunlop (22), A . Koestler (13) İbni Miskavayh, Tecarubu'I-Umem ve Avakibu'l-Himem, Sü­ leymaniye küt. Ayasofya böl, 3120 numarada kayıtlı el yaz­ ması, C: I, s. 96 -101 (14) İbni Miskavayh, a.g.e. C. I,~ S. 96-101 (15) Taberi, her nekadar Hazarlar Türkdür demiyorsa da, ese­ rinin pekçok yerinde diğer tarihçilerin Arap-Hazar savaşı olarak bildirdikleri hadiseleri Arap-Türk savaşı olarak ver­ mektedir. (16) Ebu'l-Hasan b. el-Mes'udî, et-Tenbih^ ve'l-İşraf, Bağdat, 1938, s. 140 (17) İbni Haldun Abdurrahman el-Mağribi Kitabü-I-İber ve Divanu'l-Muptedei ve'l-Haber, Beyrut, 1966, C. II, s. 18 (18) Ebu'l-Abbas Ahmed b. Yusuf Sinan b. A h m e d el-Iîaramanî, Ahbaru'd-Dııvel v« Asaru'l-Uvel, Topkapı Sarayı Küt. 886 numarada kayıtlı el yazması, Varak 48 (19) Zekeriya b. Muhammed b. Mahmud el-Kazvinî, Asaı-u'l-Bilad ve Ahbaru'l-İbad, Beyrut, 1969, s. 584- 585 (20) H. Rosenthal, Chazars, E. J. V. IV, P. l (21) Henry Hart MiUman, The History of the Jews, 1863 V. III, P. 1İ28-129 London, (22) D. M . Dunlop, The History of tlıe Jewish Khazars, Princeton, 1954, P. 1 - 1 0 17 (23), gibi Yahudi tarihçiler eserlerinde Hazarları Türk ola­ rak kabul etmektedirler. Karamzin, (24) Barthold (25) ve Minorsky (26) gibi Rus tarihçileri ile, Philip L. Gell (27), Kutschera (28), M . Grignaschi (29) gibi diğer tarihçiler de Hazarların Türklüğünü kabul etmektedirler. Gerek Türk soy kütükleri ve gerekse diğer tarih kitaplarında Hazarların Türk olduğu belirtilmektedir. Türk tarihçileri Hazarların Türklüğü konusunda ittifak halinde olmalarına rağmen, hangi Türk boyuna mensup o l ­ duğu konusunda ihtilafa düşüyor ve ayrı ayrı görüşler or­ taya koyuyorlar Z.V. Togan, Hazarların Hakan sülalesini Göktürk'lere bağlarken (30), A f e t İnan da aynı görüşe ka­ tılmaktadır (31). H.N. Orkun, İ. Kafesoğlu, H. Koşay gibi tarihçiler başka bir görüş ortaya koymaktadırlar. Bunlar, Mesudî'nin, Hazarlara Farsça Hazaran, Türkçe Sabar denil­ diğini ifade etmesine (32) dayanarak, Hazarları Göktürk Hakanlığının Batı kolunu teşkil eden Sabirlerin halefleri (23) A. Koestler, The thirteenth Tribe. P. 21 (24) M. Remzi, Telfiku'l-Ahbar, C. I s. 168 (25) Barülold, O r t * A s y a Tarihi Hakkında Dersler, 1975 s. 26 Ankara, (26) V. Minorsky, Hududu'1-Alam, Tronslated From Russian E. J.W. Gibb, London, 1637, P. 451 (27) Philip L. Gell-Charles N.E .Eliot, Khazars, The Encyclopedia Britanica, London, ISll, V. V. P, 774 (28) Hugo Friehem P. 1 - 1 0 Von Kutschera, Die Chasaren, Wien, 1910, (29) Mario Grignaschi, Sabirler, Hazarlar, Göktürkler. VII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1972, C. I s. 246 (30) Z. V. Togan, Hazarlar, İslam Ansiklopedisi,, C. V , a. 397 (31) Afet İnan, Orta Kurun Tarihine Umumî Bir Bakış, I. Türk Tarih Kongresi, İstanbul, 1932, s. 140 (32) Mesûdi, et-Tenbih ve'l-İşraf, s. 140 18 olarak görüyorlar. (33) A . N . Kurat ise, Hazarların halis bir Türk kavmi olduğunu belirttikten sonra, onların önceleri Hun Hakanlığına tabi olduklarını ve Suvarlara çok yakın bir zümre olduklarını belirtiyor. (34) Necip Asım ve M . A r i f de Hazarları eski Türk soy kütüklerinde isimleri geçen Ağaçeriler olarak kabul ediyorlar. (35) Ayrıca M . Grignasc­ hi ve Philip L. Gell, Hazarları, Heredot'un eserinde bahset­ tiği Akatzirler olarak kabul ediyorlar. (36) Bu iki tarihçi Akatzirler! de bir Türk boyu sayıyorlar. Ana hatlarıyla Ha­ zarların Türk olduklarını belirten görüşleri kısaca naklet­ miş olduk. 2) Hazarların Türk olmadığını iddia eden görüşler : Çok olmamakla beraber bazı tarihçiler Hazarların Türk ol­ madığını iddia etmektedirler. Bu görüşe sahip olanların dayandıkları en önemli kaynaklardan biri Ibnu'l-Esir'dir. Ibnu'l-Esir şöyle söylüyor. «H. 514 yılında Gürcüler İslâm ülkelerine saldırdı ki onlar Hazarlardır.» (37) Bu ifadeye dayanılarak, Hazarlar Türk menşe'li sayılmamak isteniyor. İfadeye dikkat edilirse müellifin «Hazarlar Gürcülerdir.» demeyip «Gürcüler Hazarlardır.» dediği görülür. İbnu'l-Esîr, eserinin çeşitli yerlerinde Hazarlardan bahsederken hiçbir şekilde Hazarlardan Gürcüler diye sözetmez. Sadece bir yerde «Gürcüler Hazarlardır» ifadesinin kullanılması, kita­ bın esas nüshasından diğer nüshalar yazılırken bir yazma (33) H. N. Orkun. ag.e., s. 145; İ. Kafeoğlu, a.g.e,, s, 146; Hamit Koşay, idil Ural Bölgesindeki Türklerin Menşei, V . Türk Tarih Kongresi, Ankara, 1960, s. 238 - 239 (34) Akdes Nimet Kurat, Hazar Kağanlığı, Türk Dünyası El Ki­ tabı, Ankara 1976 s. 743 Necip Asun, Mehmet Arif, Osmanlı Tarihi, İstanbul, H, 1335, C. I s. 40 (35) (36) M . Grignaschi, 15, s. 77 (37) a.g.e„ C. I s. 246, Philip L. Gell a.g.e., V . lbn'1-Esir, a.g.e., C. X, s. 567 19 hatası olabileceğini akla getiriyor. Nitekim 1967 Beyrut basımı eserin X. cildinin 567. sayfasının dipnotunda, «Gür­ cüler Hazarlardır» cümlesindeki Hazarlar sözü diğer bir nüshada «Gürzler» olarak yer alıyor denilmektedir k i , bu da ifadenin tamamıyla yazı hatası olabileceğini gösteriyor. Yazmada bir hata olmadığını kabul etmek bile, Hazar dev­ leti yıkıldıktan sonra, onun yerine aynı bölgede kurulan devletlere bölgenin adına izafeten Hazarlar denmiş olabi­ lir. Nitekim el-lsfehanî'nin «Zebdetü'n-Nusra» adlı eseri­ nin bir nüshasında Hazarlar denmiş, fakat diğer bazı nüs­ halarda Hazarlar yerine «Abhazlar» kelimesi kullanılmıştır. (38) Bu da bize Ibnu'l-Esir'in sözünün do bu kabilden olabi­ leceğini gösteriyor. Yine bir Arap tarihçisi olan ed-Dımeşkî, Hazarlar hak­ kında şunu söylüyor «Hazarlar denince onların mekanı Ha­ zar denizi kıyılarıdır. İbnu'l-Esîr onları Gürcü olarak zik­ rediyor, bu söz yanlıştır, onlar Gürcü değildir, Ermenldir ve Hristiyandırlar.» (39) Dımeşk?'nin neye dayanarak böy­ le bir hükme vardığını kestirmek cidden zordur. Çünkü O, bir yanlışı düzeltirken delilsiz bir hüküm vererek ikinci bir yanlış yapmıştır. Bu hükmü verirken hiç bir kaynağa ve delile dayanmamaktadır. Belki de kendinden önceki tarih­ çilerin Ermenistanı dört bölgeye ayırıp, Hazar ülkesini dör­ düncü bölge saymış olmalarına (40) bakarak böyle bir ya­ nılgıya düşmüş olabilir. Ancak pekçok Ermeni kaynağı Ha­ zarlardan vahşiler ve düşmanlar olarak bahsettiklerine gö­ re, bunun yanlışlığı açıktır. M. Khorene, Miçeforos, Anastasyos ve Teophanes gi­ bi tarihçiler, Hazarların Asya Sarmatyasından çıktıklarını (38) Şemsüddin Ebu AbdiUah Muhammed b. Ebî Talib el-Ensari ed-Dımeşkî, Nuhbotü'd-Dehr Fî Acaibi'l-Berri ve'l-Bahr Petersburg, 1865. s. 263 (40) Taberî, a.g.e., C. II. s. 99 20 ve Barsilien ve Barila ismi taşıdıklarını (41) rivayet ediyor­ lar. Ermeni tarihçisi Marquart ise İSarsilaları, aslında TîJrk olmayıp, Hunlar zamanında sonradan Türkleşmiş bir millet olarak zirkediyor. (42) Türk Ansiklopedisi ise Barsilalan, bir Bulgar boyu olarak kabul ediyor. (43) Hazarların Erme­ nistanı istila ederken Barsilalarla beraber olmalarından. Ermeni kaynaklar bu sonuca varmış olabilirler, V.F. Miller ve M . Artamanov, Hazarları Alan ve Aslara bağlamak isterler. Artamanov îsîort Hszas-s isimli eserinin sonundaki İngilizce özette Bulgar vs Hazarlarm Orta Kafkasya'daki Alanların çocukları olduğunu söylüyor. (44) Artamanov'a en uygun cevabı Bahattin Ögel şu sözlerle vermektedir. «Artamanov'un Güney Rusya tarihini iyi bil­ mediği veya doğru söylemenin işine gelmediği görülmek­ tedir. Çünkü ona göre, bu bölgeleri tamamen İranlı ve Kafkaslı kavimler kaplamaktaydı. Hazar devletim temsil ve teşkil eden halkları İranlı veya Oset saymak gerekmekte idi, aslında bu nazariye kendisinin değil, V.F, Miller'indir.» (45) Görüldüğü gibi Hazarlarm Türk olmadığını iddia eden görüşler birbirini nakzeder durumdadır, dağınıktır ve bir noktada toplanamamıştır, en önemlisi bu iddiaları ileri sü­ renlerin açık delilleri yoktur. Biz bu beyanlardan sonra el­ deki delilleri değerlendirerek kendi hükmümüzü vereceğiz. (41) (42) (43) (44) (45) Cami, Osmanlı Ülkesinde Krıstiyajı Türkler, s. 41 - 42, İs­ tanbul, 1032, s. 41 - 42 Türk AnsikIop«disi. Hazarlar, C. V. S. 291, Ankara, 1952, C. V. s. 291, Ankara, 1952, C, V. s. 291 Tiü-k Ansiklopedisi, Hazarlar, C.V., s. 291 M. Artamanov, The History of The Chazars (îstori Hazari) Leningrad, 1982, P. 521 Bahattin Ögel, İslamiyelten önce Türk Kültüır Tar:lhi, An­ kara, 19Ö2, s. 228 21 Bize göre Hazarlar, İmparatorluğun tamamı olarak de­ ğil de. Devletin kurucusu ve nüvesi olarak özbeöz Türkdürler. Hazarlar konusunda batılıların da kabul edip itibar et­ tiği en sağlam delil, Hazar Hakanı Yusuf'un mektubudur. Hasdai'nin sorularını cevaplandıran Yusuf, bu mektupda kendi soy kütüğünü şu şekilde anlatır. «Atalardan kalma soy kütüğümüze göre Togarma'nın on oğlu vardı. Bunların soylarından Uygur, Dursu, Avar, Hun, Basili, Tarniak, Ha­ zar, Zagora, Bulgar ve Sabirler gelmektedir. Biz yedinci oğul Hazar'ın soyundan geliyoruz.» (46) Bahsedilen Togarma Yafes'in oğlu olup Türklerin babasıdır. Bu ifade yetkili ve bilgili bir ağızdan çıktığına göre emin bir kaynak olarak değerlendirilebilir. Hazar bölgesinde yapılan kazılar sonunda elde edilen materyaller arasında Orta Asya menşe'li kılıçlar, baltalar vesair kültür materyalleri bulunmuştur. Bu durum. Hazarla­ rın o bölgeye Orta Asya'dan geldiklerini ve Türk menşe'li olduklarını açıkça gösterir. (47) Hazarların sosyal hayatı tamamiyle Türk tarzına göre düzenlenmiştir. Devlet sistemleri, ve bilinen dil bakiyeleri tamamen Türk özelliği göstermektedir. Hazar Hakanlarının İbranice isimlerinden ayrı olarak öz Türkçe isimleri vardır. Bu hususlar da onların Türklüğünü tescil eder. Hazarlardan bahseden Çin kaynakları onlardan «T'u-kue K'o-sa» Türk-Hazar şeklinde bahsetmektedirler. (48) Belki Çinliler onları daha batıya gitmeden, Orta Asya da iken tanıyorlardı. Onlara Türk-Hazar denmesi, Türklük­ lerini, şüpheye yer bırakmıyacak şekilde pekiştirir. Hazarları Türk kabul eden görüşler, kabul etmeyen­ lerden kat kat fazladır. Hazarları Türk kabul edenler, Ha(46) H. Rosenthal, a.g.e. V. X V . s. 1 (47) Bahattin Ögel, a.g.e., s. 229 (48) t. Kafesoğlu, a.g.o., s, 147; 22 zarların ya çağdaşıdırlar veya onlara çok yakın çağda ya­ şamışlardır. Aksi görüş sahiplerinin bir kısmı, Hazarlarla çağdaş olmadığı gibi aralarında uzun bir zaman aralığı var­ dır. Bu bakımlardan yanılmaları mümkündür. Hazarları Türk kabul ettikten sonra, onların hangi Türk boyuna bağlı olduğunu tesbit etmek biraz zordur. Sabirlere, Göktürklere ve Suvarlara bağlanmak istenmelerine rağ­ men, yukardaki beyanlardan onların, çok eski zamanlardan beri var olduğunu kabul edebiliriz. Ancak önceki dönem­ lerde etkili olamadıkları için hakim zümreler arasında kal­ mış ve hakim zümrelerin adıyla uzun zaman anılmış olma­ lıdırlar. Güçlenerek siyasi bir varlık haline gelince, isimle­ rini duyurarak tarih sahnesine çıkmışlardır. 2 — Hazar Devletinin Kuruluşu : (558 - 630) Hazarların Orta Asya'dan çıkarak Hazar denizi ile Ka­ radeniz arasına gelerek yerleşmiş olduklarını kabul edebi­ liriz. Ancak bu göçün ne zaman olduğunu tesbit etmek çok güçtür. Milad öncesi yüzyıllardan başlayarak M.S. VI. Yüz­ yıla kadar Hazarlara ait bilgi veren Ermeni ve Gürcü kay­ naklardaki bilgiler, çok karışık ve kapalı olduğundan, bazı çağdaş tarihçiler bu dönemi surarak geçiyorlar. Biz bu dö­ nemle ilgili bilgileri ihtiyatla karşılamakla beraber, yine de kronolojik sıra içinde belirteceğiz. Gürcü kaynaklara göre Hazarlar, Hazar bölgesine Mi­ lad öncesi devirlerde gelmişlerdir. Gürcü Hükümdarı Mirvan, (M.Ö. 167 — 123) Hazarlara karşı savaşmış, onlardan ülkesini korumak için Daryal geçitinde istihkamlar inşa etmiştir. (49) Hazarların tarih sahnesine daha net olarak çıkmaları M.S. ikinci yüzyılın sonlarında olmuştur. M.S. 198 yılında Hazarlar, Barsilialarla birlikte Ermenistana sal(49) Cami, a.g.e., s. 42 23 dırmışlardır. (50) M.S. üçüncü yüzyıldan itibaren, dördün­ cü yüzyılın ortalarına kadar Ermenistan bölgesindeki Ro­ ma - Pers İmparatorlukları arasındaki savaşlarda Hazarlar, daima Perslilerin yanında yer almışlar ve Roma İmpara­ torluğuna karşı savaşmışlardır. (51) Perslilerin Ermenistanı, İmparatorluk topraklarına ilhak etmeleri ve komşularına karşı istilacı bir siyaset izlemeye başlamaları üzerine dör düncü yüzyılın ikinci yarısından itibaren Bizansla anlaşarak Perslilerle savaşa başladılar. M.S. 363 yıllarında Bizans İmparatoru Julian'ın, Ermenistanda Perslilerle yaptığı sa­ vaşta Hazarlar, Bizansa yardım ettiler. (52) Bu sırada Persliler de, Kaîkasyada bulunan kabilelerle anlaşarak onların Hazarlara saldırmasını sağladılar. Kuzeylerinde yükselen güçlü Hun İmparatorluğu ile, güneylerinde bulunan Pers İmparatorluğu sırasında kalan Hazarlar çok sıkıştılar. M.S. 434 yıllarında Atilla'nın, Hun İmparatoru olmasıyla durum daha da kötüleşti ve Hazarlar Atilla'ya tabi oldular. (53) M.S. 448 yıllarında Bizans İmparatoru II. Theodoius, Hazarları kendi safına çekerek onları Hunlara karşı ayak­ landırmak ve böylece kendi ülkesini Hunlardan korumak için Hazar beylerine rüşvet olarak hediyeler gönderdi. Bir rivayete göre, Hazar beyleri arasında bulunan Atilla'nın aja­ nı, bu durumu Atilla'ya bildirdi. (54) Diğer bir rivayete gö­ re, beyler arasındaki en yaşlı bey «Kuridah,» (Karidak, Kurudağ) hediyelerin dağıtılışı esnasında umduğu hediyenin kendisine verilmemesi üzerine kızarak durumu Atilla'ya bildirdi. (55) Durumu öğrenen A t i l l a , Hazarlar üzerine yü­ rüyerek Bizansla anlaşmak isteyenleri imha etti. Bazı araş(50) (51) (52) (53) (54) (55) Philip L. Gell, a.g.e. s. 775 Philip L. Gell, a.g.e., s. 775 H. RosenÜıal, a.g.e., s. l Phiiip L. Gell, a.g.e. s. 775 Philip L. Gell, a.g.e. s. 775 Camia a.g.e., s. 48; A. Koestler, a.g.e., s. 22 ırmacılara göre A t i l l a , Hazarların başına bundan sonra ken­ di taraftarı Kuridah'ı geçirdi. (56] Diğer bazı araştırmacı­ lar ise, Atilla'nın Hazar ülkesinin tamamını Hun İmparator­ luğuna ilhak ettiğini onları yönetmeye en büyük oğlu A l lak'ı memur ettiğini, Allak'ın yönetimi altında Hazarların, Atilla'nın yaptığı pekçok savaşa katıldıklarını bildirmekte­ dir. (573Atilla'nın ölümü üzerine Hun İmparatorluğu dağıl­ mış, Hazarlar tekrar güçlenerek Pers topraklarına saldır­ maya başlamışlardır. M.S. 457 yılında Kafkasyadaki Pers savunmasını kırarak Kur ve Aras ülkesini ele geçirdikten sonra Hazarlar, Iberya, Gürcistan ve Ermenistanm içlerine doğru yürüdüler, Çaresiz kalan Pers İmparatoru, Hazarlara karşı Bizanstan yardım istemek zorunda kaldı. (58) Bundan sonraki yıllarda Perslilerle yapılan savaş de­ vam etmiş, Pers Kralı Kubad, (M.S. 488 — 531] Hazarla­ ra ve diğer Türk boylarına karşı Derbent ve Kafkasyadaki geçitlerde bir dizi kaleler yaptırmıştır. (59] V. yüzyılın son­ larına doğru ortaya çıkan Avarlar, bir süre Hazarları ege­ menlikleri altına almışlardır. (60) Pers Kralı Anuşirvan (M.S. 531 — 579) Hazarlarla savaşmış ve Hazarlara karşı «e(-Bab ve'l-Ebvab»ı yaptırmıştır. (61) Bu sıralarda Hazar­ lar iyice güçlendiklerinden Anuşirvan onları savaş yoluy­ la yenemeyeceğini anlayınca, hile yoluyla onları durdurma­ ya çalışmıştır. O'nlarla dost olarak, gelecek tehlikeyi en­ gellemek istemiş, hatta Hazar hakanına kızım diyerek ca­ riyesini vermiştir. Bu konuda geniş bilgi veren Belazûrî, Hazar akınlarının Dinever'e kadar uzandığını, Curzan ve Er(56) A. KoesÜer, a.g.e., s. 22 (57) Cami, a.g.e., s, 48 (58) Philip L. Gell, a.g.e.,, s. 775 (59) H. Bosenthal, a.g.e.,. s. 1 (60) Cami, a.g.e., s. 59 (61) Ebu'l-Kasım Ubeydullah b. Abdullah b. Hurdadbih, el-Mesalik ve'1-MemaIik, Leiden, 1889, s. 259-261 25 ranın bu dönemde Hazarlarm elinde olduğunu beyan edi­ yor. (62) V I . yüzyılın başlarında Orta Asyadan gelen yeni Türk boylan, Avarları sıkıştırmaya başlamış! bunun sonucu olarak Avarlarm bir kısmı batıya doğru göç etmeye başla­ dığı (63) gibi, bu olaydan Hazarlar da etkilenmişlerdir. Yüz yıllık kısa bir ömrü olan Göktürk (Tutkut) İmparatorluğunun egemenliği altına giren Hazarlar, Sabir ve Sarogur kütleleri­ ni de içine alarak bu imparatorluğun batı kolu şeklinde, 558 yılında Hazar Devletini kurdular. Bu zamana kadar teşkilat I) bir Devlet görünümü arzetmeyen ve sadece akıncı bir hüviyette gözüken Hazarlar, bundan sonra belli bir Devlet teşkilatına ve devlet sistemine kavuşmuşlardır. (64) M.S. 558 yılı, Hazarlarm, ilk defa Göktürklerin Açina soyundan gelen bir Hakan'ın yönetimi altında Devlet kur­ dukları bir tarihtir. V I . yüzyılın ikinci yarısında Hazarlar, Kuzey Kafkasya kabileleri üzerinde hakimiyet sağlamaya başlıyorlar ve Sabir, Sarogur, Semender ve Belencer gibi kabileleri kendi bünyelerinde eritiyorlar. (65) Bir kabileler federasyonu şeklinde Göktürk İmpara­ torluğuna bağlı oldukları halde, V I I . yüzyılın başlarında Bizans ile anlaşarak Perslilerle savaşa başlıyorlar. Bizans İmparatoru Heraclius, 627 yıllarında Perslilerle yapmış ol­ duğu savaşta Hazarlardan yardım almak için, Hazar Ha­ kan'ı Ziebel'e (Zebu, Yabgu) kızını vermeyi va'd etmiş ve böylece Hazarlardan yardım sağlamaya çalışmış, Hakan da bu va'd üzerine ona yardım etmiştir. (66) Bu devirde (62) Etau'l-Hasen. Ahmed b, Y a h y a b. Cafer el-Belazurî, Futuhu'lBuldan Mısır, 1932, s. 197-199 (63) (64) (65) R, Murat, Telfiku'l-Ahbar, C. I, s. 170 Z. V. Togan, Hazarlar, İslam Ansiklopedisi, C A. Koestler, Tlıe Thirteenth Tribe, p. 23 (66) Bar Hebraus Greorgy, (Ebu'l-Ferec). Ebu'l-Ferec Tarihî, Ter. ö . Rıza Doğrul, Ankara, 1945, C. I, s. 171 26 V . s. 398 Hazarlar iki defa Bizansa yardım etmişlerdir. Tarihçi Rem­ zi Murat, Kur'an-ı Kerimdeki «Rumlar galip gelecektir!» (67) mealindeki ayetle bahsedilen savaşın bu savaş oldu­ ğunu ve bu savaşta Hazarların da bulunduğunu söylüyor. (68) Rum tarihçi Toephanes, Bizans İmparatoruna yardım eden bu Ziebel'in, hem Hazar Hakanı olduğunu, hem de Hazar Devletinin ikinci rütbede bir yöneticisi olduğunu ifade ediyor. (69) Ermeni tarihçi Sebeos'a göre, hem bu Ziebel (Zebu, hem de bundan sonraki Hakan, Göktürklerin Açina sülalesindendir. (70) 627 Bizans — Hazar ortak saldırısından sonra Pers Devleti yıkıldığı gibi, Göktürk İmparatorluğu da dağılmış­ tır. (71) Bazı tarihçiler, 558 yılından 620 yılma kadar olan dö­ nemi Hazar Devletinin kuruluş devri olarak kabul ediyor. (72) Hazarların Göktürk egemenliğinden çıkıp t a m bağım­ sız bir Devlet haline gelmeleri 620 yılından, hatta 627 yı­ lından sonra olmuştur. Çünkü Teophanes'in, 627'de Bi­ zansa yardım eden Ziebel'in hem Hakan, hem de ülkenin ikinci rütbede yetkilisi olduğunu ifade etmesi, bu Haka­ nın o tarihte Göktürklere bağlı olduğunu gösterir. (73) Ha­ zarların t a m bağımsız bir Devlet haline gelmesi 630 y ı ­ lında Doğu Göktürk İmparatorluğunun dağılmasından son­ ra olmuştur. (74) A . N. Kurat, Hazarların siyasî bir varlık (67) Kur'an-ı Kei'im, Sûre 30, Ayet 1 - 5 (6S) M . Remzi a.g.e, C. I, s. 170 (60) M . Gngnasclıi, a.g.e. C. I, s. 233 (70) Z. V. Togan, Umumi Türlı Taı-ilıine Giriş, İstanbul, 1970, C. I s. 57 (71) A . Koestler, a.g.e. s. 26 (72) Hikmet Tanyu, Türklerin Dini Tarihçesi, îstanbul, 1978, s. 39 (73) M . Gngnaschi, a.g,e., C. I, s. 233 (74) I. Kafesoğlu, a.g.e., s. 148 27 olarak ortaya çıkışının, Sabir Türklerinin yıkılışından son­ ra olduğunu belirtiyor. (75) H. N. Orkun ise Hazarların Göktürklere bağlılığının VIII. yüzyıla kadar sürdüğünü ile­ ri sürüyor. (76) Hazarlar tam bağımsızlığına kavuştuktan sonra Bul­ gar ve Slavlarla savaşlar yapıyor. M.S. 641 yıllarında Bul­ garlara saldırarak onları Tuna'ya doğru göç etmeye zor­ luyor, Dinyeper ve Oka çevresindeki Slavları vergiye bağ­ lıyor ve onları kuzeye doğru göç etmeye zorluyor. (77) VII. yüzyılın ortaları İslâmiyetin hızla yayıldığı bir za­ man olduğundan Hazarlar, bu sıralarda İslâm orduları ile de karşılaşmaya başlamışlardır. H. 22 ( M . 642) yılında Halife Hz. Ömer'in ordusu, bir Hazar şehri olan El-Bab ve'l-Ebvab'a sefer yapmış ve bu şehri fethetmiştir. (78) Taberî'nin bize vermiş olduğu bu haberi Michael Kmosko kabul etmemekte, diğer hiçbir tarihçinin bu haberi zikret­ mediğini ve aslında böyle b i r savaşın da olmadığını ileri sürmektedir. (79) M. 650 yılında Hazarların müttefiki du­ rumunda olan Oğuz Türkleri Batı Karadeniz kıyılarına doğ­ ru göç ediyor ve Hristiyanlığı kabul ediyorlar. R. S. Kara­ şemsi bu Oğuzlara Gagavuz (Gökoğuz) dendiğini söylü­ yor. (80) H. 31 ( M , 652) yılında Halife Hz. Osman zamanın­ da Selman b. Rebia komutasındaki İslâm ordusu, Hazar topraklarına girdi ve Belencer'e kadar ilerledi. (81) Bu sıralarda Hazar askerleri müslüman askerlerinin öldürüle(75) (76) (77) (78) (79) A. N. Kurat, Hazar Kağanlığı, s. 742 A. N. Orkun, Türk Tarihi, c. II, s. 144 H. Resenthal, Chazars, J. E. V. IV, p, 1 Taberî, Tarihu'rRusûl ve'1-MüIûk, C. IV; s. 155 Michael Kmosko, Araplfir ve Hazarlar, Ter. A. Cemal Köp­ rülü, Türkiyat Mec. îstanbul, 1935, C. III, s. 13S (00) R. S. Karaşemsi, Hazar Tüı-klori, îstanbul, 1934, s. 15 (81) İbnu'l-Esîr, el-KamiI,u fi't-Tarîh, C. III, s. 131; 28 miyeceğine inanıyorlardı, ancak bir Hazar askeri bir Müslijman askerine pusu kurarak onu öldürmeye muvaffak olunca bütün Hazar askerleri cesaretlendiler, diğer Türk boylarınm da yardımı ile İslâm ordusunu yendiler ve Sel­ man b. Rebia'yı şehid ettiler. (82) Taberî'nin bildirdiği H. 22 yılı olayını kabul etmezsek, ilk Arap - Hazar savaşını, Selman'ın şehid edildiği' bu savaş olarak kabul etmemiz gerekir. M . 669 yılında Sabirler ve Urgianlar, Obrianların yönetiminden çıkarak Don nehri ile Kafkaslar arasına yer­ leşiyorlar ve Hazarların egemenliği altına giriyorlar. (83) Hazarlar, M . 679 yılında Bulgarları egemenlikleri altına alarak Don ve Dinyeper arasmda batıya doğru yayıldılar. (84) M . 683 yılında Hazarlar, Iberya, Albaniya ve Ermenis­ tan'a saldırarak oraları alt üst ettiler ve büyük ganimet­ lerle geri döndüler. (85) M . 685 yılında Ermenî prensi Aşot, ülkesini İstila eden Hazarları geri püskürttü. (86) VII. yüzyıl sona ermeden önce Hazarlar, Kırım'ı da ele geçirip Azak Denizi üzerinde tam bir hakimiyet sağladılar ve böylece Hazar Denizinden, Dinyester nehrine, Kafkas dağlarının güney eteklerinden, Oka'ya kadar olan bölge­ lerle Kırım'ı ele geçirmiş oldular. (87) Daha önce bahsetmiş olduğumuz ve Z. V. Togan'ın tesbit ettiği M . 558 tarihini Hazar Devletinin kuruluş tari­ hi olarak kabul ediyoruz. M . 630 tarihini ise bağımsızlı­ ğın kazanıldığı tarih olarak kabul ediyoruz. 630 tarihinden itibaren VII. yüzyılın sonuna kadar olan dönemi imparator­ luk öncesi dönem olarak değerlendiriyoruz. V l l l . yüzyılın (82) İbn-Haldun, Kitabu'l-İber, C. II,, s. 2024; (83) Philip L. Gell, Khazars, E. B., V . X V , p. 775 (84) H. Rosenthal, Chazars, J. E., V. IV, p. 1 (85) H . N . Orkun, Türk Tarihi, C. II, s. 144 (86) H. N. Orkun, a.g.e. s. 144 (87) A. N. Kurat, Hazar Kağanhğı, s. 743 29 başından itibaren yükselme ve İmparatorluk devrinin baş­ ladığını kabul ediyoruz. Ortaya çıkışlarından VII. yüzyılın sonlarına kadar Ha­ zarlar, cenkçi ve savaşçı bir hüviyette görünüyorlar. Gö­ çebe geleneğine bağlı olarak daima savaşa hazır durum­ da lolan Hazarlar, jeopolitik bakımdan çok önemli olan İtil, Yayık, Kuban ve Don gibi dört büyük nehrin,arasında;^Çin - Türkistan - Karadeniz - Bizans, Anadolu - İran - Harzem Su­ riye - Mezopotamya T Kafkasya - Doğu Avrupa, Hazar ülke­ si - İskandinavya yollarının birleştiği yeri ellerinde bulun­ durduklarından, savaşın yanısıra ticaretle de ilgilenmeye başlamışlardır. (88) Bu sırada özellikle ticaret yollarının güvenliğini sağlayarak, bunun karşılığı olarak vergi alma­ ya başladılar. Zaman geçtikçe savaşçılık ikinci plana, t i ­ caret ve vergi işi ise birinci plana geçti. İmparatorluk dö­ neminde bunu bütün açıklığı ile görebiliriz. 3 — Hazar Devletinin Gelişme ve Yükselme Dönemi (İmparatorluk Dönemi) (700-850) Hazar Devletinin bağımsızlığını kazanarak gelişmeye başladığı dönem, İslâmiyetin de gelişme ve yayılma, dev­ rine rastladığından, V I I . yüzyılın ortalarından itibaren Ha­ zarlarla Araplar karşı karşıya gelmeye başlamışlar. Hazar­ ların yükselme devrinde devamlı olarak birbirleri ile sa­ vaşmışlardır. H. 22 ve 31 yıllarındaki karşılaşmalarından sonra H. 89 ( M . 709) yılında Mesleme b. Abdulmelik komutasındaki İslâm orduları Azerbeycan bölgesinden geçerek el-Bab ve'l-Ebvab'a saldırdı ve Hazarlarla savaşa tutuştu (89) H. 91 ( M . 711) yılında Mesleme tekrar Hazar­ lara saldırdı. H. 101 ( M . 721) yılında ise Hazarlar Alanlara saldırdılar. (90) H. 101-103 ( M . 721 -723) yılları arasında (88) A. N. Kurat, a.g.e. s, 743 (89) Taberî, Tarihu'r-Rusül ve'l-Mülûk, C. VI, S. 441-445 30 islam orduları Dağıstan'a girerek Başkent Belencer'i ele geçirdiler. H. 107 ( M . 726) yılında Mesleme b. Abdülmerik tekrar Hazar ülkesine saldırdı ve bazı kaleleri ele geçir­ di. H. 108 ( M . 727) yılında Hazar Hakan'ının oğlunun ko­ mutasındaki bir Hazar ordusu, Ermenistan'a saldırdı, pek çok Ermeni şehrini muhasara etti ise de sonunda başarılı olamıyarak geri dönmek zorunda kaldı ve mağlup oldu. H. 109 ( M . 728) yılmda Mesleme, yeniden Hazar toprak­ larına saldırdı ve pekçok esir ve ganimetle geri döndü. (91) H. 111 ( M . 730) yılında Cerrah b. Abdullah el-Hakemî, Hazarlara saldırdı ve Beydâ şehrini aldı; H. 112 ( M . 731) yılmda Hazarlar, büyük bir güç toplıyarak karşı saldırıya geçtiler, Arapları feci şekilde yendiler ve Cerrah'ı şehit ettiler. Hazar ordusu bu savaşta Musul önle­ rine kadar geldi. Sonra, Said el-Hareşî komutasında top­ lanan Araplar, Hazarları geri püskürttüler. (92) H. 113 ( M . 732) yılında Mesleme bir defa daha Hazarlara saldırdı, Belencer dağını geçti ve Hakanın oğlunu öldürdü. Hazar­ lar karşı saldırıya geçince, Mesleme el-Bab'a sığınmak zorunda kaldı. (93) H. 114 ( M . 733) yılında Mervan b. M u ­ hammed b. Mervan, Ermeniye Valisi oldu ve Hazarlara saldırarak el-Bab şehrine geldi. Bazı Hazar şehirlerini zabtederek Cerrah'ın intikamını aldı. Dağıstanlıları cizreye bağladı. Fakat Hazarlara fazla bir şey yapamadı. H. 119 ( M . 738) yılında Mervan Ermeniyeden Vernis'in ülkesine saldırdı. Vernis Hazarlara sığındı, Mervan da onu takip ederek sığındığı Hazar kalesine saldırdı, Vernis'i yakalaC90) H. N. Orkun, Türk Tarihi, C. II, s. 147 (91) Taberi, Tarihu'r-Rüsul, C. VII, s. 14; (92) îbni Asam el-Kûfî, el-Fütûh, C. I, s. 179 - 189, Topkapı Sa­ rayı Kütüphanesi, Ahmet III bölümü, 2956 Numarada ka­ yıtlı El yazması (93) el-Kûfî, a.g.e., C. I, s. 101 -192 (94) tbni Haldim, Kitabu'l-îber, C. III, s. 196 31 yıp öldürdü. Oradan Semender ve Belencere saldırdı ve Beydâ şehrine kadar ilerledi. Hazar Hakanı oradan kaçtı. (95) Mervan bu savaştan sonra Hazar hakanını İslâmiyete davet etmiş, Hakan da, bulunduğu sıkışık durumdan kur­ tulmak için Islâmiyeti kabul etmiş fakat daha sonra tek­ rar İslamiyetten ayrılarak eski dinine dönmüştür, (96) H. 145 ( M . 763) yılında Hazarlar, el-Bab'dan çıkarak Azerbeycana ve İslâm ülkesine saldırdılar, pekçok inşan öldürdü­ ler. (97) H. 157 ( M . 775) yılında Hazar Astarhanı. Türkler­ den büyük bir cemaatla Ermenistana saldırdı, Tiflise ka­ dar ilerliyerek pekçok müslümanı öldürdü. Miladi 780 yı­ lında Kırımdaki Gotlar, Hazarlara karşı ayaklandılar, Ha­ zarlar bu ayaklanmayı bastırdılar. (99) V l l l . yüzyıl boyunc, bir yandan Araplarla savaşırken, öbür yandan Rus Step­ leri üzerinde, Hazarlar hakimiyetlerini devamlı olarak ge­ nişlettiler. (100) Bu yüzyıl boyunca Doğudan gelen kavim­ lerin tazyiki sonunda Hazarlar batıya doğru kaymaya de­ vam ettiler. H. 182 ( M . 799) yılında Fadıl b. Yahya el-Bermekî, Hazar Hakanının kızı Sitit ile evlendi. Sitit hamile iken Barda'ada öldü. O'nun yanındaki askerler ülkelerine dönerek Hakana, kızının hamile iken kasten öldürüldü­ ğünü söylediler, Hakan da buna çok kızarak İslam toprak­ larına saldırdı, yüzbine yakın müslümanı esir aldı. Bunun üzerine Harunu'r-Reşid, bir ordu hazıHatarak Hazarların üzerine gönderdi ve onları Ermeniyeden çıkardı. (101) V l l l . yüzyılda Başkentleri İtili kurmuş olan Hazarlar, 833 yılın(95) (06) (97) (98) (99) (100) (101) 32 İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, C. V, s. 198-215 i, Kafesoğlu, Hazar Kağanlığı, s. 148 İbnü'l-Esîr, El-Kârail, C. V, s. 571 M . Remzi, Telfiku'l-Ahbar, C. I, S. 175 Artamanov, The History of the Chazars, P. 519 İbnu'L-Esir, El-Kamil, C. V I . s. 160-164 lbnu'1-İmad Ebu'l-Fellah Abdulhayy el-Hanbelî, Şezeratu'z-Zeheb fi Ahbari Men Zeheb, Beyrut, Bila Tarih, C. I, s. 303 da bu şehri bırakarak Don nehri üzerindeki Sarkel şehrini başkent yaptılar. (102) IX. yüzyılın ilk yarısında Hazar hakimiyeti gittikçe genişlemiş ve Hazarlar Doğu Avrupanın en büyük Devleti durumuna gelmişlerdir. I X . yüzyılın başlarında Kama-ltil boyundaki çeşitli Fin kavimleri, Bulgarlar, Jtil-Orta Don boyundaki Burtaslar, Oka-Desna ve Orta Dinyeper boyun­ daki çeşitli Fin ve Slav kavimleri. Kuzey Kafkasya'nın muhtelif dağlı kabileleri, Kuban-Don boyundaki Macarlar Hazar Hakanlığı'na tabi idiler (103. 630 Yıllarında bağımsız bir Devlet haline gelen Ha­ zarların VIII. yüzyılın başlarında İmparatorluk haline gel­ diğini görüyoruz. Hazarlar'ın gerek Araplar'la savaşları, ge­ rekse göçebe kavimler ve çevrelerindeki irili Ufaklı kabi­ lelerle savaşları, onları egemenlikleri altına alışları. Ha­ zarları Avrupanın en güçlü ve en geniş devleti haline ge­ t i r m i ş ve onlara bir doyum sağlamıştır. Jeopolitik bakım­ dan işgal ettikleri toprakların da avantajını iyi kullanarak, savaş yapmak ve savaş ganimeti ile geçinmek yerine t i ­ caretle geçinme, yahut tüccarlara yol emniyetini sağlayıp onlardan alman vergilerle zengin olma yolunu tuttular. Ancak bu dönem fazla sürmedi. Askeri durgunluk kısa bir zaman sonra çeşitli yerlerden ülkeye saldırıları celbetti. Askerliğin ihmal edilmiş olması ve diğer bazı faktörler, Hazarların gelişmesinin durmasına sebeb oldu. Kesin ra­ kamla belirtilememekle beraber I X . yüzyılın ortalarında Hazar gelişmesinin durduğunu ifade edebiliriz. 4 —• Hazar Devletinin Duraklama ve Zayıflama Dö­ nemi : (850 - 950) I X . yüzyılın ortalarına kadar gelişmesini sürdüren Ha­ zar İmparatorluğu, geniş bir araziye sahib olarak çeşitli (102) (103) A, N. Kurat, Hazar Kağanlığı, s, 742 A. N. Kurat, a.g.e, s. 743 33 milletleri hakimiyeti altma almıştı. Ticarî hayata önem ve­ rip askeri disiplinden uzaklaşan Hazarlar, önce doğudan gelen Türk kabilelerinin saldırılarına maruz kalmaya baş­ ladılar, sonra, egemenlikleri altına aldıkları kabileler isyan etmeye başladılar, daha sonra da komşu ülkeler, önceki iyi ilişkileri kesip Hazarlara saldırdılar. Bu üç yönlü saldı­ rı sonunda Hazarların yükselme devri bitmiş ve durakla­ ma devri başlamış oldu. IX. Asrın ortalarına doğru doğudan gelen Kıpçak Türkleri, Uzlarla birleşerek Hazarlara saldırdılar. Hazar­ lar, onları durdurabildilerse de tamamen yok edemediler. Ancak onlardan kurtulmak için onları batıya sevk ettiler. (104) 854 yılında Kabarlar, daha sonra Macarlar, Kalizler ve Bulgar İşkilleri, Hazar ülkesinden ayrılmışlardır. (105) 864 yıllarında Vareglerin Rorik hanedanı, Hazarlara sal­ dırdı ve Ruslar Kievv şehrini Hazarlar'ın elinden aldı. (106) 875 yılında Peçenekler, Hazar ülkesine saldırdılar. (107) 884 yılında Ruslar diğer Slav kabilelerini de kendi hakimi­ yetleri altına alarak Hazarlar') iyice zayıflatıyordu, bu tarih­ te Rus Prensi Svyatoslavv, Sarkel şehrini Hazarlar'dan aldı. (10ü) 892 yılında Ruslar, beşyüz gemi ile Hazar De­ nizine geldiler, Ciyl ve Deylem sahillerine, Abisken ve Taberistan ülkesine asker çıkardılar, çevreyi yakıp yıktı­ lar, pekçok insan öldürerek topladıkları ganimetlerle geri dönmeye başladılar. Elde ettikleri ganimetlerin bir kısmı­ nı Hazar Hakanına vergi olarak verdiler. Ancak Ruslar'ın yaptıklarını haber alan Hazar Hakam'nm müslüman asker­ leri, Hakan'dan izin isteyerek Ruslar'a saldırmak istediler. (104) Cami, Osmanlı Ülkesinde (105) (106) i. Kafesoğlu, Hazar Cami, a.g.e., s. 66 (107) (108) Süleymajı Hüsnü, Tarih-i Âlem, İstanbul, H. 1327, s. 485 Cami, a.g.o„ s. 66 34 Hnstiyan Kağanlığı Türkler, s. 65 s. 158 Hakan'ın izniyle bu müslüman askerler, Rusları tamamen kılıçtan geçirdiler ve dindaşlarının intikamını aldılar. (109) IX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ruslar, Hazar ülke­ sinde bilhassa ticari alanda son derece etkili olmaya baş­ ladılar. Ruslar'ın Hazar topraklarındaki bu rahatlıkları, on­ lara kendi devletlerini kurma imkânını ve kurdukları dev­ letin bağımsızlığını ilan etme zeminini hazırlamıştır. (110) Yine IX. yüzyılın ikinci yarısında başlayan Peçenek sal­ dırılarına karşı Hazar Hakanı, Macarlar'ın desteğini sağla­ mak için onlara bir devlet kurdurmuştu. IX. yüzyılın son­ larına doğru Bulgarlar ve Peçenekler, Macarlar'a saldırın­ ca, Hazarlar'ın himayesindeki bu devlet yıkıldı ve Macar­ lar bugünkü Macaristan topraklarına göçtüler. (111) 900 yıllarında Hazar Hakanı Derbendi aşarak İslâm topraklarına girmek istedi, fakat başarılı olamadı. (112) X. yüzyılın başlarında Peçenekler, yeniden Hazarlar'a sal­ dırdılar. Fakat Oğuzlar Hazarlar'a yardım ederek onları Peçenekler'den kurtardı. (113) X. yüzyılın birinci yarısın­ da İmparator Lecapenus zamanında, Bizans'tan Hazar ül­ kesine sığman Yahudi'ler yüzünden Bizans imparatorluğu ile, Hazar imparatorluğu'nun arası açıldı. Bundan sonra Bizans, Hazarlar'a karşı Rusları tutan bir siyaset izleme­ ye başladı. (114) Daha sonra da Bizans-Hazar ilişkileri gitgide bozuldu ve Bizans; Guz, Peçenek, A s ve Alan ka­ bileleri ile anlaşarak onları Hazarlar'a saldırttı ise de. Ha­ zarlar bu saldırıları başarı ile geri püskürttüler. (115) Bu (109) (110) (111) (112) (113) (114) Ebu'l-Hasen Ali b. Hüseyin b. Ali el-Mes'ûdi, MurucÜ'z-Zeheb ve Meadinü'l^evlıer, Beyrut, 1965, G. I, s. 205-207 M . Artamanov, The History of The Chazars, P. 519 M . Artamanov, a.g.e. s. 519 el-Kufî, Fütuh, C. VI, s. 441 -454 N. Asım, M . Arif, a.s.e. C. I, s. 74 Z.V. Togan, Hazarlar, îslâm Ansiklopedisi, C . V , s. 400 (115) M . Artamanov, The History of The Chazars., P. 520 35 saldırılarda gene Oğuzlar Hazarlar'ın yanında yer aldılar. (116j 913 yıllarında Rus Varegler, Hazar sahillerini yağnnalamışlar, fakat Hazarlar Ruslar'a engel olamamışlar­ dır. (117) Daha önceleri Hazarlar'a bağlı 1ken 855 yılında bağımsızlığına kavuşan Ruslar, (118) X, yüzyılın başların­ dan itibaren sık sık Hazar ülkesinde yağma ve çapulcu­ luk hareketlerine girişmişlerdir. (119) Bizans'ın tavrı, Ruslar'ın ve komşu Türk kabilelerinin saldırıları ve iç ayaklanmalar sonunda, X. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Hazar Devleti iyice zayıflayarak çök­ meye başladı. 5 — Çöküş Dönemi ve Çöküşün Sebebleri : (950 1030) a — Çöküş Dönemi ; X. Yüzyılın İkinci yarısının ba­ şından itibaren çok şiddetlenen komşuların saldırıları, İm­ paratorluğu yıktığı gibi Hazar Devleti'ni de çökertmeye başlamıştır. M.S. 965 yılında Ruslar Hazarlar'a saldırmış, Svyatos law, Bulgarlar'ın başkenti ile Hazarlar'ın İtil şehrini zabt etmiştir. Bu savaşta Harizmli müslüman askerler, Hazar lar'a yardım ederek onları yok olmaktan kurtarmıştır (120) Bu saldırı sonunda Hazar İmparatorluğu yıkılmıştır Bazı tarihçiler imparatorlukla birlikte devletin de yıkıldığı nı söylerken, (121) tarihçilerin büyük bir çoğunluğu, bu olaydan sonra sadece İmparatorluğun dağıldığını, Hazar (116) (117) (118) (119) C120) N. Asım, M . Arif, Osmanlı Tarihi, C. I, s. 75 M . Art^amanov, a.g.e. s. 520 H. Rosenthal, Chazars J. E. V. IV, P. 1 î. Kafesoğlu, Hazar Kağanhğı, S. 157 İbni Havkal, Suretü'l-Arz, S. 211 (121) Yılmaz Öztuna. Türkiye Tarihi, İstanbul, 1963, C. I, s. 262 36 Devleti'nin İse, ikiyüz yıl kadar daha varlığını sordurdu­ ğunu İfade ediyorlar. (122) Yine pekçok tarihçi, bu savaş­ ta Ruslar'ın İtil'i ele geçirdiğini belirttiği halde, A . N . Ku­ rat, Svytoslaw'ın Tamatarhanı zaptettiğini; bu savaşta Bul­ gar başkenti i l e itil'i zabdettiğine dair öne sürülen iddia­ ların asılsız olduğunu söylüyor. (123) Bu konuda Z.V. To­ gan ise A . N . Kurat'ın fikrine katılmamakta, Ruslar'ın Itil'in yanısıra, Dağıstan'daki Hazar şehirlerini, Sarkil'i yakıp yıktığını, bu olaydan sonra Hazarlar'ın Azak v e Kırım ta­ raflarında küçük bir devlet olarak ikamete devam ettikleri­ ni belirtiyor. (124) Bu olaydan sonra Hazarlar'ın iyice za­ yıflamalarından faydalanmak isteyen komşu Türk kabile­ leri, tekrar Hazarlar'a saldırdılar. Sıkışık durumda kalan Hazarlar, Harizmli askerlerden yardım istediler. Harizmliler müslümanlığı kabul ettikleri takdirde Hazarlar'a yar­ dım edebileceklerini söyleyince, Hakan'ın dışındal<i pek­ çok ileri gelen zevat, müslüman olmuşlar ve Harizmlilerin yardımıyla yok olmaktan kurtulmuşlardır. (125) Hazarların çöküşüne birinci derecede tesir edenler, Ruslar'dır. Ruslar'dan sonra Hazarlar'a en büyük darbeyi Peçenekler vurmuştur. Peçenekler, daha IX. yüzyılın orta­ larında itil - Harzem ticaret yolunu işgal ettikleri gibi, Don'dan Dinyester'e kadar olan Kara Deniz bozkırlarını onlardan almışlardır. (126) Gerek Peçenek, Guz ve ben­ zeri kabilelerin saldırıları, gerekse 965 Rus saldırısı sı­ rasında, IVİüslüman Harizmliler'in yardımıyla ayakta dur­ maya çalışan Hazarlar'a felaketler ard arda gelmiş, devlet (122) Solomon (123) (124) (325) (126) Grayzel, A . History o£ tho Jowa, 1952, p.402 A . N . Kurat, Rusya Tajrihî, s.25 Z . V . Tegan, Hazarlar, tslâm Ansiklopedisi, İbnul-Esîr, el-KâmiI, C. VIII, s. 565 A . N . Kurat, Hazar Ka&anhğı, s. 744-745 Philedelplıia. C.V, s.401-402 37 bir daha yeniden canlanamamıştır (127). 970 yıhndan son­ ra kopmalar başlamış, kargaşalığın önü bir türlü alınama­ mış, bir yandan iç isyanlar, öbür yandan dış saldırılar Ha­ zarlar') tamamen güçsüz hale getirmiştir. (128) 965 savaşından sonra Hazar Devleti'nin durumu hak­ kında tarihçiler iki türlü haber vermektedirler. 1) Bazı ta­ rihçiler, bu savaştan sonra Hazarlar'ın Kırım'a çekildiğini ve varlığını bir müddet daha burada devam ettirdiğini ifa­ de ediyorlar. (129) 2) Diğer bazı tarihçiler ise, bu savaş­ tan sonra Hazarlar'ın Hazar Denizi ile Kafkaslar arasında­ ki bölgeye çekilmiş olduklarını ve devletin bir müddet da­ ha burada yaşadığını söylüyorlar. (130) Kırım civarında­ ki devletin varlığını haber veren bazı tarihçiler, Hazar De­ nizi kıyısındaki devletin varlığından bilgi vermemektedir­ ler. Hazar Denizi kıyısındaki devletin varlığını haber ve­ renler de, Kırım'dakinden bahsetmemektedirler. Bu konu­ da kesin bir sonuca varmak güç olmakla birlikte bizim ka­ naatimiz şudur : 965 savaşından sonra Hazarlar Kırım'da Batı'nın yakinen tanıdığı devleti kurup bir müddet devam ettirdikleri gibi, Hazar sahillerinde kalan topraklarda da devlet olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Ancak Kırım ile Kafkaslar arasındaki bölgelerin muhtelif Türk kabilelerince işgal edilmiş olması, iki tarafm birbiriyle irtibatını kes­ miş olmalıdır. Kırım'daki Hazarlar'a, 1016 - 1019 yılları arasında Ruslar ve Bizans, müşteteken saldırmışlar ve Ha­ zarlar'ın Tamatarhan şehrini Ruslar ele geçirmişlerdir (131). (127) V, V . Barthold, Orta Asya Tarihi Hakkında Dersler, s, 90 (128) (129) A. Koestler, The Tliirthoenth Tribe, p. 112 Z. V. Togan Hazarlar, İelâm Ansiklopedisi. C. V, s. 402; L. Ravoni, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri Hazarlar, s. 117 N. Asım, M. Arif, Osmanlı Tarihi, C. I, s. 75; M. Remzi, Telfiku'l-Ahbar, C. I, s. 192 V. Z. Togan, Hazarlar, İslam Ansiklopedisi. C. V., s. 402 (130) (131) Î3 Ruslar saldırıya geçmeden önce Rus saldırısını sezen Ha­ zar Hakanı, Bizans'tan yardım almak gayesiyle Hrıstiyanlığı dahi kabul etmiş, ancak Bizans İmparatoru Bazil, Ha­ kan'a yardım etmediği gibi, Vladimlr'in oğlu M y t i s l a v ' ı , Hazarlar'a karşı kışkırtmış ve yardım için O'na bir donan­ ma göndermiştir. (132) Bir müddet bu bölgeye yerleşen Ruslar da bu bölgede tutumanamışlar, Doğu'dan gelen Türk kabileleri Hazarlar'ın yerini almışlardır. (133] 1019 savaşında Kırım'daki son Hakan esir olmuş ve buradaki devlet son bulmuştur. (134) Belki de devlet bu Hakan'ın ölümünden sonra doğuya taşınmış olabilir. IVIiladi 1031 yıhnda Fadlun el-Kürdî komutasındaki Kürtlerle, Hazarlar'ın savaş yaptığı teşhis edilebiliyor. (135) Daha önceleri Hazar yönetimi altında olan Ruslar, Hazarların zayıflamasından faydalanarak onların bu bölgedeki ticari imtiyazlarinı ele geçirmek ve ticaret yollarını kendi kont­ rolleri altma almak istiyorlardı. (136) Bu emellerine ulaş­ mak için Ruslar, Türk kabilelerini kışkırtmışlar bu arada Bizans da Ruslar'a yardım etmiştir. Bu üçlü ittifak sonun­ da Hazarlar ortadan kalkmış, ancak Ruslar umduklarına kavuşamamışlardır. Hazar topraklarına Kıpçak, Oğuz ve Peçenekler yerleşmişlerdir. Bilhassa Rusların, «Ovada otuianlar» anlamına «Polovtsi», Macarların ve Bizanslıların, «Kuman», Türkler'inde, «Kıfçak» dedikleri Kıpçak Türkle­ ri, bu bölgeyi ikiyüz yıl egemenlikleri altında tutmuşlar­ dır. (137) Hazarlar'ın ekserisi işte bu Kıpçaklar'a karış(132) M. Arif, N. Asım, Osmanlı Tarihi C. 1., s. 75 (133) The, Hon. S. Runciman. Orta Çağla.rın Başjnda Avrupada Türkler, Belleten Ankara, 1943, C. III., Sayi: 25, s. 54 (134) N. Asım, M . Arif, a.g.e., C. I, s. 75 (1.35) Îbnul-Esîr, el-Kâm.il, C. V „ s. 409 (136) Artamanov, Tho History of Üıe Chazars, p. 521 (137) M . D'ohsson. Moğol Tarihi, Ter. Mustafa Rahmi, İstanbul, 1940, 3. 15'5 39 mışlardır. Fakat bölgedeki Hazarlar'ın b i r kısmı da Rus­ lar'a karışmış olmalıdır ki bir Rus tarihi, 1106 tarihinde Kıpçaklar, Kievv'in batısına saldırdıkları zaman, Kıpçaklarla savaşmaya giden Rus ordusunda İvan isminde Hazar asıllı bir komutanın bulunduğunu haber veriyor (138). Pekçok kaynak Selçuklu Sultanı Alparslan'ın Hazarlar'la savaştığını kaydetmektedir. (139) Yine 1071 yılın­ daki Alparslan'ın Haçlılar'la yaptığı savaşta Haçlı Ordusu'nda Hazar Askerleri'nin bulunduğunu görüyoruz. (140) 1083 yılında Hazarlar'ın hâlâ görüldüklerini bildiren ha­ berlere rastlıyoruz. (141) XII. yüzyılın ikinci yarısında ya­ şayan iki İranlı şair, o tarihlerde Şirvan kentinin Rus - Ha­ zar orduları tarafından işgal edildiğini ifade ediyorlar. (142) Rus tarihçisi Karamzin'e göre 1185 yılında Polovtsilerle karışan Hazarlar, Grodiska yakınındaki Donietzka şehrini hâlâ ellerinde bulundurmakta olup, Rus Prensi Igor'u (Uğur) esir edebilecek kadar güçlü idiler. (143) 1221 yı­ lında Anadolu Selçuklu Emiri Hüsameddin Emir Çoban, Kırım'a sefer yapmış ve Hazar Devleti'nin bir istihalesi sayılabilecek olan Saksın ile savaşmıştır. (144) Kıpçaklar bu bölgeye hakim olunca Hazarlar hemen onların arasın­ da erimemişler, bölgede ikinci derecede hakim unsur ola­ rak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Emir Çoban'ın Kırım'a yaptığı seferdeki savaştan canı yanan Kıpçaklar şöyle söy­ lerler. "Bize Soğdak ve Hazar halkının işlediği suçların (138) A . Koestler, The Thirteenth Tribe. p. 13J -130 (130) ReşidüdcIin FazluUah, Camiu't-Tevarih, Ankara, 1960, C. II., s. 31 (140) Kemaleddin Ebu'I-Kasım Ami" tbnu'l Edim, Buğyatu't-Taleb Fî Tarihi Halep, Ankai-a. 1976, s. 322 (141) (142) (143) (144) 40 L, A. R. 2. Rasonyi, Tüi'klerin Batıdaki Varisleri Hazarlar, s. 117 Koestler, a.g.e.,, p. 131 S. Karaşemsi, Hazar Türkleri, s. 37 V. Togan, Hazarlar, İslam Ansiklopedisi, C. V., s. 402 tazmin ve telafisi İçin ayaklanmak gerekti. A m a mademki İş bu safhaya düştü, akılsızlıkla başımızı rüzgara vermek doğru değildir» (145]. Demek ki hâlâ bu bölgede Hazarlar vardır, güçleri yerindedir ve Selçuklulara karşı bir şeyler yapmışlardır. Hazarlar'dan sonra iki asır Kıpçaklar'ın elinde kalan Hazar ülkesi, 1229 yılında Sübidey idaresindeki bir Moğol Ordusu tarafından istila edilmiştir (146). 1237 yılında Batu Han bu bölgeye gelerek Saray şehrini inşa etmiş, A l tmordu Devleti'ni kurduktan sonra da bölgenin yönetimini tamamen eline geçirmiştir. Burada Moğol hakimiyeti XV. asrın sonuna kadar sürmüştür. (147) Moğollar bölgeye geldikten sonra da Selçukluların Kırım'la teması kesilmemiştir. Clhan-Numada Berke Han'ın, İzzettin Keykavus'la İlişkileri anlatılır. (148) 1245 yılında Papanın elçisi olarak Batu Han'a giden Papaz Caprini «Historia Mongolorum» isimli eseninde Kuzey Kafkasya'da yaşayan milletleri sa­ yarken Yahudi dininde olan Hazarları da zikreder. (149) Bu tarihten sonra da topluluk ismi olarak Hazar adı tarihten hemen silinmiyor. Nizameddin Şamî'nin Zafername'sinde Timur Leng'in emir Hüseyin'le Hazar Bölgesi'nde yaptığı savaş anlatılıyor ve şöyle söyleniyor. «Emir Timur, yüz kişi ile gece yürüyerek Hazar'a geldi. Keş ve Hazar asker(145) el-Hüseyin b. Mııiıammod b. Ali el-Caferi er-Rııgadi îbai Bibi el-Avamiru'1-Alaiyye fi'MJmuri'l-Alaiyye, Ankara, 1956, C. I-, s. 314-318 (146) Z. V . Togan, a.g.e., C. V., s. 402 1147) Ahmed ta. Yalıya b, Fadlullah Şihabuddin el-Ömeri, Mesaliku'l-Ebsaf fi Memaliki'l-Emsar, Süleymaniye Küt. Ayasofya böl. 3416 nıunarada kayıtlı el yazması, C. III. Va­ rak 57 (148) (149) Mehmet Neşri, Cihan Numa (Neşri Tarihi) Ankara, 1949, C. I., s. 40 A. Koestler, The Tliirteenth Tribe, p. 132 41 lerini topladı.» (150) Bu ifadede, Hazar kelimesinin bir böl­ ge ismi olmaktan çok, hâlâ bir halkın ismi olarak kulla­ nıldığı açıkça göıiUmektedir. Timur, XIV. yüzyılın sonlarıyla, XV. yüzyılın birinci yarısında bu bölgelerde dolaştığına göre, enaz XV. yüzyılın başlarında Hazar adı ile anılan bir topluluk vardı. XVI. yüzyılda bile İtalyan dokümanlarında Kırım'ın adt »Gazarya» olarak geçmektedir. (151) Her ne olursa olsun Hazar Devleti'nin yıkılmasında büyük tesiri olan Ruslar, Hazarlar'ın yerine geçememiş,, bölgeye on­ lardan sonra Kıpçaklar, daha sonra da Moğollar hakim ol­ muşlardır. b — Çöküşün sebebleri : Hazar Devleti'nin çöküş sebeblerini araştırdığımız zaman bu çöküşün çeşitli sebeblere dayandığını görürüz. Önceleri çok güçlü iken daha sonra bütün komşularının saldırı hedefi haline gelen Ha­ zarlar'ın çöküş sebeblerini iki ana noktada toplamak müm­ kündür. 1) Dış Sebebler : Hazarlar coğrafi bakımdan son de­ rece önemli bir bölgeyi ellerinden tutuyorlardı. Doğudan batıya, kuzeyden güneye giden Dünya'nın önemli ticaret yollarını ellerinde tutmaları ve bu yollardan büyük ver­ giler alarak zenginleşmeleri, pekçok milletin gözlerinin Hazar topraklarına dikilmesine ve Hazarlar aleyhinde faa­ liyet göstermelerine sebeb olmuştur. Hazarlar, egemen­ likleri altında tuttukları milletler içinde en büyük imtiyaz­ ları Ruslar'a vermiş ve onlara son derece iyi davranmış­ lardır. (152) Buna karşılık Ruslar, Hazar ülkesinde kur­ dukları ticaret kolonileri vasıtasıyla iyice güçlendikten sonra bağımsız devletlerini kurmuşlar ve Hazarlar'ın el(150) Nizameddin Şamî, Zafernaıne, Ter. Necati Lugal, Ankara, 194G, s. 30 (151) (152) A. Koestler, a.g.e.. s. 132 M. Remzi, Telfiku'l-Alıbair, 42 C. I., s. 101 lerinde bulunan toprakları ve ticaret yollarını ele geçir­ mek için çeşitli entrikalar çevirmeye başlamışlardır. (153) Güçlü Hazar Devleti'ni kendi başlarına yıkamıyacaklarını anlayan Ruslar, Komşu Türk kabilelerini Hazarlar'a karşı kışkırttılar, Oğuzlar, Peçenekler, Bulgarlar ve benzeri ka­ bileleri Hazarlar'a karşı ayaklandırdılar. (154) Koloniterdeki tüccar kisvesine soktukları casusları vasıtasıyla Ha­ zar ülkesinin çeşitli yerlerinde iç isyanlar tertip ettiler. Türk kabilelerinin dışardan saldırması, Rus casuslarının içerden çıkardığı isyanlar sonucu Hazarlar, iyice zayıfla­ dıktan sonra, Bizans'ın da yardımıyla Ruslar, Hazarlar'a saldırma cesaretini gösterebildiler. Zaten tarih boyunca Ruslar, Türk kabileleri arasına daima fitne sokmuş, on­ ları birbiriyle savaştırmış, savaşlar sonunda zayıflayan ta­ rafa kendileri yüklenerek onları yok etmişlerdir. Ruslar Hazarlar'a da aynı oyunu oynamışlardır, (155) Daha önceleri Hazarlar'la çok iyi ilişkiler kurup, onlar­ dan devamh yardım alan Bizans, Hazarlar zayıflamaya baş­ layınca birden tavrını değiştirdi. Bizans'tan kaçan Yahudi­ leri ülkelerine almalarını bahane ederek Hazarlar'a sırt çevirip Ruslar ve diğer komşularıyla ittifaklar yaptı. Bizansm bu tutumu da Hazarlar'ın çökmesine sebeb ol­ muştur. Doğudan gelen Türk boyları da yerleşmek için Hazar­ lar'a devamlı saldırdılar. Bir yandan Ruslar, diğer yandan Bizans ve nihayet komşu Türk kabileleriyle Doğudan ge­ len Türk kabilelerinin devamlı saldırıları karşısmda Hazar­ lar tutunamadılar. Bu saldırılar ve komşuların düşmanca tavırları Hazar Devleti'nin çöküşünü hazırlayan dış sebeblerdir. (156) (153) (154) (155) (1'56) M. Artamanov, The History of the Chazars., p. 521 R. S. Karaşemsi, Hazaı* Türkleri, s. 42 R. S. Karaşemsi, Hazar Türkleri, s. 42 Türk Ansiklopedisi, Hazarlar, C. XIX, s. 135 43 2) iç Sebebler : Hazarlar'ın çöküşünü hazırlayan, iç sebebleri incelediğimizde, çöküşe şu hususların sebeb ol­ duğunu görürüz. a) Ülkede Din, D i l , Kültür, Kader ve Menfaat birli­ ğinin yok olması : Hazarlar bilhassa İmparatorluk döne­ minde çok geniş topraklara yayılınca Din, Dil Ve Kültür birliğini kaybettiler, geniş topraklar üzerinde Müslüman, Hnstiyan, Yahudi ve eski Türk dininde oian insanlar ya­ şıyordu. Saray ileri gelenleri ile Hakan'ın Yahudi olması ve son zamanlarda ordunun büyük bir çoğunluğunun Müs­ lüman olması, ordu İle sarayı İDazı hususlarda karşı karşı­ ya getirmiş, ordu ve halkın Yahudi yönetime isyan etme­ lerine sebeb olmuştur. Her dinin mensubu, başlangıçta ülkede mevcut olan dini müsamahayı terk ederek ülkeye kendi dininin mensuplarını hakim kılmaya çalışmış, bu da iç çatışmalara ve devletin çökmesine neden olmuştur. Hazarlar'ın çeşitli kavimleri egemenlikleri altına al­ maları ve son zamanlarda ticarî kazancın fazla olması yü­ zünden dünyanın çeşitli yerlerinden ticaret yapmak için insanların Hazar şehirlerine gelip yerleşmeleri, ülkede çe­ şitli dillerin konuşulmasına vesile olmuştur. Devlet ida­ recileri ülkenin insanlarının tek bir dil konuşmasını sağ­ lamamıştır. Bunun sonusu olarak ayrı diller konuşanlar arasında gruplanmalar meydana gelmiştir. Bu gruplar, kendi menfaatlerini ülke menfaatlerinin üstünde tutunca devletin çöküşü meydana gelmiş oldu. Ayrı dindeki insanların ayrı diller konuşması ülkede ortak bir kültürün vücuda gelmesine engel olmuştur. Her din grubu, kendine has bir kültüre sahip olduğu gibi, her dil grubunun da kendine mahsus bir kültürü meydana gel­ miştir. Dinleri, Dilleri, Kültürleri farklı olan insanlar, Ha­ zar şehirlerinde sonsuz hürriyetten de faydalanarak çok 44 rahat bir hayat yaşarken; Dini, Dili, Kültürü farklı olan bu insanlar, Hazar Devleti'ne karşı fazla bir minnet hissi duymuyor v e devlete karşı dürüst davranmıyorlardı. Yani ülkede yaşayan azınlıklar, devletin menfaatlerini çiğniyor­ lardı. Dini, Dili, Kültürü farklı olduğu için ülke insanları arasında bir kader ve menfaat birliği sağlanamıyordu. Za­ manla devlete karşı olan görevler ihmal edilmiş, vergiler verilmemiş, şuistimaller artmış, hatta dışardan gelip ül­ keye yerleşenlerin çoğu başka devletler adına casusluk etmişler, ortaya casus-tüccarlar çıkmış, bütün bunlar dev­ letin çökmesine sebeb olmuştur. b) Ülkede Zevk ve Sefahatin Artması : Önceleri pren­ siplerine çok sıkı bir şekilde bağlı olan Hazarlar, ülkele­ rini genişletip zengin olduktan sonra, bağlı oldukları pren­ sipleri ve ahlâk kaidelerini çiğnemeye başlamışlardı. Baş­ ta Hakan ve çevresi olmak üzere halkın çoğunluğu, özel­ likle Bizans'tan öğrendikleri zevk ve eğlenceye daldılar. Bizans'tan öğrendikleri gayri ahlâkî sefahat hayatı onları çok kısa zamanda mahvetmiştir. C157) içki, kumar ve ben­ zeri, o zamana kadar Türk kabilelerine yabancı olan un­ surlar, Hazar Devleti'ni İçten kemirmiş, devlet adamla*-! da bunlara mübtela olunca, 500 yıllık devlet çabucak yı­ kılmıştır. c) Askeri Sistemin Bozulması : Başlangıçta çok sağ­ lam bir askeri sisteme sahip olan Hazarlar, zamanla asker-millet olma özelliğini yitirmiş, savaşarak ganimet el­ de etmek yerine, ticaretle zengin olma yolunu tercih et­ mişlerdir. Bunun sonucu olarak askerî kabiliyetler ordu­ dan ayrılmış, onların yeri ise ücretli askerlerle doldurul(157) N. A«]m, M . Arif, Osmanlı Tarihi, C. I., s. 75 45 muştLir. (158) Çoğunluğu Harizmli askerlerden n^üteşekkil olan bu ücretli askerler, zaman zaman savaşmayı redde­ diyor ve savaşlara katılmıyorlardı. Meselâ Hakan'ın Müs­ lümanlara açtığı savaşlara ücretli Müslüman askerler ka­ tılmıyorlardı. (159) Ordunun ve askerî sistemin bu şekil­ de bozulması devletin savaş gücünün zayıflamasına ve düşmanlara mağlup olmasına yol açtı. Ordunun bu şekil­ de bozulması çöküşü hazırlayan sebeblerden biri oldu. d) Hakanlık Müessesesinin Bozulması : Hazarlar'da önceleri Hakan tam ve geniş yetkiye sahipken,, sonraları bu yetki gitgide azalmış, nüfuzu gittikçe azalan Hakan, sonunda Harem'in esiri olmuştur. Bir çeşit Nayordomluk (Saray kahyalığından ortaya çıkan Hükümdar vekilliği) meydana gelmiş, bunun sonucu olarak gerçek iktidar Ha­ kan'ın elinden alınmış ve ordunun Başbuğu olan İsa'nın eline geçmiştir. (160) Bunun gerçekleşmesinde sarayda bulunan Yahudi bilginlerinin büyük tesiri olmuştur. Çün­ kü Yahudilik kabul edildikten sonra sarayda, Yahudi te­ siri gittikçe artmış, Hakan'ın çevresini Museviler doldur­ muştur. Zamanla Hakan da Yahudiliği kabul ettiği halde, Türk soyundan gelen ve eski Türk dininin etkisi altında kalması muhtemel olan bu Hakan'a, Yahudi bilginler güvenememişler (161) ve Hakan'ın bütün yetkilerini isa'ya vererek Hakan'ı bir sembol haline getirmişlerdir. Kaynak eserlerde bir açıkhk olmamakla beraber Hakan'ın yetkile­ rini alan İşa, Türk asıllı değildi. Çünkü O'da Türk olsaydı, Yahudi bilginler Hakan için duydukları endişeyi onun için de duyarlardı. (150) L. Rasoniy, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri Hazarlar, s. 118 (159) Mes'udî, Murucü'z-Zeheb,, C, I, s. 205-207 (160) I,. Rasony, s. 116 Tüa'k Devletinin (.161) A. Koestler, The Thirteenth 46 Batıdalci Varisleri Hazai'lar, Tribe, p. 5 5 - 6 0 işte Bizans ve Rusların entrikaları, komşu Türk ka­ vimlerinin onlara alet olmaları. Doğudan gelen Türklerin tazyiki gibi dış sebebler, Din, D i l , Kültür, Kader ve men­ faat birliğinin olmaması, ahlakî çöküntü, zevk ve sefahata dalma, askeri sistemin bozulması gibi iç sebebler bir araya gelince Hazar Devleti çökmüş oldu. Q — Hazar Hakanlığı Kabileler : İçinde Yer Alan IVîilletler ve Hazar Devleti'ni kuran ve Hakanlığın nüvesini teşkil eden esas unsurun Orta Asya'dan gelen bir Türk boyu olduğunu daha önce belirtmeye çalışmıştık. Hazar Devleti içinde sadece Hazar boyu değil, onların yanısıra daha pekçok Türk boyu da bu devletin içinde yer almış­ tır. (162) İmparatorluk döneminde Hakan'a bağlı pekçok krallık İmparatorluğun İçinde bulunuyordu, bunların bir kısmı Türk menşe'li olmakla beraber, bazıları da başka milletlerden İ d i . Hazarlar Orta Asya'dan çıkıp Hazar Denizi sahilleri­ ne geldikleri zaman, buralara daha önce gelip yerleşmiş olan Hun, Avar, Sabir, Kuturgur, Onogur, Bulgar v.b, pek­ çok Türk boyuna rastlamışlardır. (163) Hazar Devleti ku­ rulduktan sonra bunlardan bir kısmı Hazarlar'ın bünyesin­ de erimiş ve isimleri tarih sahnesinden silinmiştir. Ha­ zarlar döneminde yazılan kaynak eserlerde ismi geçen fakat daha sonra ismine hiçbir yerde tesadüf edilemiyen bazı Türk boyları vardır. Meselâ Semender ve Belencer (164) ile Burdaslar, (165) Hazarlar'a tabi olup, zamanla (162) (163) (164) (165) Şerif. Baştav, Se.bir Türkleri, Belleten, 1941, C. V., Say:.- 20 s. 73 Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, 1963. C. I., s. 264 îbni Havkal, Suretü'l-Arz, s. 212 Şerefe'z-Zaman. Merve?;!, Tabaia'l-Hayavan, London, 1942, s. 21 47 Hazar Hakanlığı'na bağlı olan boylar ve milletler hu susunda bize en geniş bilgiyi yine Hakan Yusuf'un mek tubu vermektedir. Hakan Yusuf mektubunda, Hakanlığın. bağI; olan 28 krallığın olduğunu söylemekte ve hakim un sur olarak şu Türk boylarının isimlerini vermektedir. Uyu: (Uygur), Taurus (Türk), Kazar, Savir, Bizal (Bazit), Avar Uğuz, Tarna, Yanur ve Bulgar. Ayrıca mektupta Burdaa Vnndır, Bezne (Peçne-Peçenek), Suvar, Çeremiş İsimler geçmektedir. (166) Hakanlığa bağlı olarak zikredilen boy ların bir kısmı. Hazarlardan zamanla ayrılmışlardır. Oğuz Bulgar, Peçenek gibi Türk boyları, Hazarlar'dan ayrılmak la kalmamış, onlarla devamlı savaşlar yaparak Hazar Dev­ leti'nin çökmesine sebeb olmuşlardır. Hazar Hakanlığı bünyesinde bulunan akraba milletlerden biri de Macarlardır, Macarlar uzun süre Hakanlık bünyesinde kalmışlar­ dır. (167) Kabarlar uzun süre Hazarlar'a bağlı kaldıktan sonra bir kısmı Macarlarla beraber Macaristan'a göç et­ mişlerdir. (168) Kaliz Türkleri de uzun zaman Hazar Ha­ kanlığı'na bağlı kalmışlardır (169). Han-Name yazarı İmamî, .efsanevî şekilde Hazar-Özbek mücadelelerinden bahsetmek­ tedir. (170) Ayrıca Aslar, Alanlar v.b. pekçok Kafkas ka­ bilesi Hazarlar'a tabi olmuşlardır. İmparatorluk dönemin­ de Polyan, Radimiç, Severyan, Vyatiç gibi Slav boyları da Hazarlar'a tabi olup, onlara vergi vermişlerdir. İskandi­ navyalı Norman (Vareg-Ruslar) lar da Hazarlar'a bağlı o^up onlara vergi veriyorlardı. (171) Kırım'daki Got'lar da (166) Z. V. Togan, Hazarlar, tslam Ansiklopedisi. C. V., s' 406 (167) F. Eclchart, Macaristan Tarihi, Ter. î. Kafeso^lu, Ankara, 1049 s, 5 (J68) î. Kafesoğlu, Hazar Kağanhğı, s. 157 (18&) î. Kafesoğlu, a,g.e,, s. 157 (170) (171) 48 Bahatün ögel, Türk Mitolojisi, Ankara, 1971, C. I., s. 390 A . N. Kurat Rusya Taii-lhi, s. 5 bir mücidel' Hazarlar'a tabi bir krallık olarak yaşamış, fa­ kat sonunda isyan ettikleri İçin krallıkları ; lağvedilerek doğrudan doğruya Hazar ülkesine katılmıştır. (172) 7 — Hazarlar'ın Komşularıyla Münasebetleri : Hazarlar'ın teşkilatı, bağımsız bir devlet kurmadan önce, ta M.Ö. !1.. yüzyıllarda Gürcüler'le savaştıklarını ve Gürcü Kralı Mirvan'ın Daryal geçidindeki istihkamları Ha­ zarlar'dan korunmak için yaptırdığını daha önce belirtmiş­ tik. Bu bir kaç yüzyıllık dönem, içinde Hazarlar, Gürcüler'­ le savaştıktan kadar, Ermeniler'le de savaşmışlardır. De­ vamlı akınlar yaparak Ermeni ve Gürcüleri rahatsız eden Hazarlar'ın, bu iki kavimle ilişkilerinin dostane olmadığını görüyoruz. M.S. IV. yüzyıla kadar Perslilerle iyi ilişkiler kurmuş olan Hazarlar, Roma-Pers savaşlarında bu zaman zarfında daima Perslilere yardım etmişlerdir. Ancak Persliler müstemlekeci bir siyaset izleyip Hazartar'ı rahatsız etmeye başlayınca, Hazarlar'ın Perslilere karşı tavırları değişmiş ve Roma'ya yardım etmeye başlamışlardır. (173) Hazarlar önce Hunların, daha sonra Göktürk'lerin egemenliği altında yaşadıklarından, Hun-Hazar v e Göktürk-Hazar münasebetleri, egemen devlet ve tabi devlet ilişkileri çerçevesinde cereyan etmiştir, ancak bilhassa A t i l l a zamanında Hunlar Hazarları çeşitli sebeblerle ce­ zalandırmışlardır. Göktürkler ise Hunlar'a nisbetle Hazar­ lar'a çok daha iyi davranmış ve onları teşkilatlandırıp bir devlet haline getirmişlerdir. Göktürk devleti yıkıldıktan (172) (173) M . Artamanov, Tlıe History of the Chazars, p. 52i Ebü'l-Kasmı Ubeydullah h. Abdullah îbnî Hurdadbih, elMemalDc ve'1-McsaIIIo Leiden, 18Û9, s. 259-261; Şihabüd'Din Ahmed b. Abdulvehhab en-Nuveyrî, Nihayetü'l-Ereb Fî Fununi'I-Edeb Kahire, 1654, C. I, s. 379i 49 sonra da Hazarlar, bağımsız hale gelmişlerdir. Göktürk'­ lerin yardımıyla Hazar Devleti kurulduktan sonra Hazar­ lar'ın komşuları Pers, Bizans ve Araplar'la olan münase­ betleri çok önemlidir. Başlangıçta Hazarlar'ın egemenliği altında olduğu halde sonradan baş kaldırıp Hazar hakimi­ yetinden kurtulan, daha sonra da\ Hazarlar'a saldırarak devletin yıkılmasına sebeb olan Rus, Peçenek, Oğuz, Bul­ gar ve Alan gibi kavimlerle Hazarlar'ın münasebetleri de önemlidir.. a — Hazar-Pers Münasebetleri : Başlangıçta iyi olan Hazar-Pres münasebetleri IV. yüzyıldan itibaren Pers'lile- rin tutumu yüzünden bozulmuş ve Hazarlar Roma'ya yar­ dıma başlamışlardır. Pers Imparatorluğu'nun yıkılmasında Bizans'tan çok, Hazarlar'ın tesiri torluğu, Hazarlar'ın ağır olmuştur. Pers İmpara­ darbeleri sonunda yıkılmıştır. Başta Kubad ve Anuşirvan olmak üzere, Pers ları, Hazarlar'a karşı iki yüzlü bir siyaset Hazar akınlarından kendilerini korumak van, Hazar Hakanı'nın kızı İmparator­ izlemişlerdir, isteyen Anuşir­ ile evlenmiştir. Hakan'ın kı­ zından Hürmüz adında bir çocuğu dünyaya gelmiştir (174) Pers Imparatorları'nın saraylarında müsafir İmparatorlar için üç tane altın taht bulunurmuş. Birincisi Bizans İm­ paratoru, ikincisi Çin İmparatoru, üçüncüsü ise Hazar Ha­ kanı için imiş. Fakat bu tahtlar daima boş kalırmış, f i 7 5 ) Persliler Hazarlar'dan korunmak için kâh diğer Türk ka­ bilelerini kışkırtmış, bu yolla Hazarlar'dan kurtulmaya ça­ lışmış, kâh askerî istihkamlar yaparak Hazarlar'a karşı sa­ vunmasını (174) (175) 50 kuvvetlendirmeye çalışmıştır. Ancak Ibnu'l-Esir, el-Kamil, C I, s. 80 A . Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 25 Hazarla- rın şiddetli saldırıları karşısında dayanamamış ve Pers İmparatorluğu yıkılmıştır. (176) b — Hazar-Bizans Münasebetleri : Başlangıçta Roma'lılara düşman olan Hazarlar, sonradan Pers tehlikesi­ ne karşı Roma İmparatorluğu ve onun istihalesi olan Bi­ zans İmparatorluğu ile ittifak antlaşmaları yapmışlardır. İki İmparatorluk sarayı arasında kız alıp verme yoluyla akrabalıklar kurulmuştur. 627 yılında Pers'lilere saldır­ mak isteyen Bizans İmparatoru Heraclius, Hazarlar'dan yardım sağlamak İçin Hazar Hakanı Ziebel'e (Zebu, Yabgu) kızı Eudocia'yı vermeyi vâdeder. Savaş sırasında Ziebel, Heraclius'u karşılarken yerlere eğilip onun etekle­ rini öper, Heraclius da O'nu kucaklayıp selamlar. O'na «oğlum» diye hitabeder ve cebinden kızı Eudocia'nın resmi­ ni çıkarıp göstererek kızını kendisine eş olarak vereceğim söyler. Eudocia'nın gelin alayı Hazar ülkesine gelirken Ziebel'in Ölüm haberi geldiğinden bu evlilik gerçekleşe­ mez. (177) Bu hadiseden itibaren Hazar-Bizans münase­ betleri daima olumlu olarak gelişmiş ve bu gelişme Ha­ zarlar'ın zayıflama dönemine kadar sürmüştür. 704 yılın­ da Justinianos Bizans Imparatorluğu'ndan azledilerek sür­ güne gönderilince, sürüldüğü yerden kaçarak Hazar ülke­ sine sığındı. Hazar Hakanı O'nu himayesine alarak koru­ du ve kızı Teodora'yı ona eş olarak verdi. Justinianos'un bu kadından Tiberius isimli bir oğlu oldu. Daha sonra tek­ rar Bizans İmparatoru olan Justinianos, karısı ve oğlunu Bizans'a getirmek için büyük bir orduyu yola çıkardı. A n ­ cak denizde fırtınaya yakalanan ordunun büyük bir çoğun­ luğu boğularak öldü. Hadiseyi öğrenen Hazar Hakanı, Justinianos'a «Karınızı ve çocuğunuzu sizden esirgiyeceğimi mi zannettiniz? Bu kadar askeri yola çıkarmaya ne (17B) (177) Belazurî, Fütuhu'l-BüJdan, s. 197-199 A . Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 2 5 - 2 6 51 luzüm vardı, birkaç asker gönderseniz yeterdi, düşündü­ ğünüz şey çok yanlış.» dedi ve kadın ve çocuğu Bizans'a gönderdi. (178) Ancak bu olay bazı eserlerde başka tür­ lü naklediliyor. Justinianos, Hakan'ın kızı i l e değil de kız kardeşi ilo evlenmiş ve zamanın Bizans İmparatoru Tiber Aspimar, Hazar Hakanı ile Justinianos'u öldürmek için an­ laşmış, vaziyeti sezen Justinianos da durumu karısına an­ latıp birlikte Hakan'ı öldürmüşler ve Bulgar'lardan yar­ dım alarak tekrar Bizans tahtına çıkmış (179). Vlll. ve IX. yüzyıllar, Hazar-Bizans dostluğunun en ile­ ri olduğu bir dönemdir. 731 yılında Bizans İmparatoru Leon, Hazar Hakan'ın kızı Çiçek'i kendi oğlu Constantin'e eş olarak aldı. Çiçek Bizans'a gelince vaftiz oldu ve İren adı­ nı aldı, Leon, tahtı oğlu Costantin'e bıraktı, Costantin'in İren'den Leon adında bir oğlu oldu. Bu Leon da 755 yılın­ da Bizans tahtına çıktı ve Hazar-Leon adıyla anıldı (180). Kurulan akrabalık bağıyla beraber iki ülke arasında ticarî münasebetler de gelişti, iki ülke arasında ticaret kervanları gidip gelmeye başladı. Daha önceleri Hazar­ lar'dan askerî yardım alan Bizans, bu defa doğrudan doğ­ ruya Hazar askerlerini Bizans'a getirmeye başladı. Moravcsık X. yüzyılda Bizans İmparatoru'nun saray muhafız­ ları arasında Hazar askerlerinin bulunduğunu söyler. (181) 825 yıllarında Hazar Hakanı düşman saldırılarından korun­ mak için Sarkel kalesini yaptırmak isteyince, Bizans İm­ paratoru Teofîl, Petron isimli bir mimarı Hazar ülkesine (178) (179) (180) (181) "^2 Bar Hebraıas-Greorgy (Ebu'l-Ferec), Ebu'l-Ferec Ter. Ö. Rr^a Doğrul, C. I, s. 190 Süleyman Hüsnü Tarih-i Alem, s. 481 Tarilıi Bar Hebraus, Ebu'l-Ferec Tai-ihi, C. I, s. 196-197 Gy. Moravcsık, Türklüğün Tetkiki Bakımından Bizantolojinin ehemmiyeti, II. Türk Tarih Kongresi, İstanbul, 1937, s. 486 göndererek bu kaleyi inşa ettirmiştir. (182) Güçlü olduk­ ları dönemde Hazar Hakanlan'nın, Bizans İmparatorları nezdinde öyle büyük itibarları vardır k i , İmparator Costantin Hazar Hakanı'na üç mühürlü mektup göndermekte idi. (183) Hazar-Bizans münasebetleri başlangıç döneminden zayıflama dönemine kadar çok iyi iken, zayıflama ile bir­ l i k t e iyi ilişkiler kesiliyor, çöküş döneminde ise ilişkiler bozularak bir düşmanlık meydana geliyor. Hazarlar güçlü iken onların gücünden faydalanan Bizans, Hazarlar güçle­ rini kaybedince faydalanacak hiçbir şey kalmadığı için hemen dostluğu kesiyor, Ruslar'la ve diğer Türk kabilele­ riyle anlaşarak o zamana kadar kendilerine daima iyilik yapan, hiçbir kötülük yapmayan, fedakar Hazar dostlarını arkadan vurarak Hazar Devleti'nin yıkılmasına sebeb olu­ yor. (184) Öyle k i , Kırım'da sıkışıp kalan son Hazar Ha­ kanı, Bizans'tan yardıriı alabilme ümidiyle Hrıstiyanlığı b i ­ le kabul ettiği halde Bizans, t a m aksine Ruslar'a yardım için donanma gönderiyor. (185) Hazarlar'ın çöküşünü on­ lara ahlaksızlık, oyun, eğlence ve sefahat gibi şeyleri öğ­ reterek hızlandıran Bizans, Hazarlar aleyhinde çeşitli ent­ rikalar çevirmek suretiyle onların yıkılmasına da sebeb olmuştur. c — Hazar-Arap Münasebetleri : I. Hakkı İzmirli, Araplar'la Hazarlar arasındaki münasebetler konusunda ontrasan bir iddiada bulunmakta ve Mekke şehrinde bu­ lunan Evs v e Hazreç kabilelerinin daha önce Sümer yur­ dunda bulunduklarını, oradan Yemen'e, Yemen'den de (182) Süleyman Hüsnü, Tarih-i Alem, s. 484 (183) A . Koestler, The Thirteenth Tribe, p . 24 (184) The Hon. S. Runciman, Orta Çağların Başında Avrupada Türkler, s. 54 (1B5) N. Asım, M . Arif, Osmanlı Tai-ihi, C. I, s. 75 53 Mekke'ye gelmiş olduklarını söylüyor ve kendilerinde Türk Kültürü izleri görüldüğünden Türk olabileceklerini, Evs'in Uz'dan, Hazreç'in Hazar'dan Arapçalaşmış olabile­ ceğini ifade ediyor. (186) Bu konuda baktığımız kaynak eserlerde başka bir bilgiye tesadüf edemedik. Eğer bu iddiayı doğru kabul edersek Hazar-Arap münasebetlerinin VII. yüzyıldan çok önce başladığını söyleyebiliriz. Kaynaklara göre Araplar Hazarları V I I . yüzyılda tanı­ mışlardır. İslâm'ın ilk devirlerinde Araplar fetihler yap­ mak üzere Iran ve Ermenistan'a gelince orada hiç umma­ dıkları çetin bir cevizle karşılaştılar, Müslüman Araplar, diğer milletleri kolayca yenebildikleri halde Hazarlar kar­ şısında çok zorlanmışlardır. Bazı savaşlarda Araplar, ba­ zılarında da Hazarlar galip gelmişler, fakat iki taraf bir­ birlerine karşı kesin bir üstünlük sağlayamamışlardır, is­ lâm orduları ilk defa el-Bab ve'l-Ebvab'ı geçip Hazar ül­ kesine saldırmak isteyince el-Bab şehrinin Müslüman Ha­ k i m i , İslâm orduları komutanına, «Bize saldırmadıkları ve bizi vatanımızda rahat bıraktıkları için biz Hazarlar'dan razıyız, sizin de Hazarlar'la savaşmanızı istemiyoruz.» (187) dediği halde, ordu komutanı Hazarlar'a saldırmış, ancak umduğu sonucu 'alamamıştır. Hazarlar Avrupa ve Bizans yolunda Araplar için bü­ yük bir engel teşkil etmiştir. Araplar eğer bu Hazar en­ gelini sşabilselerdi, Bizans'ı fethetmeleri kolaylıkla müm­ kün olabileceği gibi bu günkü Hnstiyan Avrupa'nın duru­ mu da çok daha değişik olurdu. Hazarlar'ın İslâm ordu­ larının karşısına çıkması İslâm Fütuhatı için büyük bir şanssızlık olmuştur. Avrupalılar, Hazarlar sayesinde İslâm C186) i. Hakkı İzmirli, Şark Kaynaklarına Göre Müslümanlıktan Evvöl Türk Kültürünün Arap Yarımadasındaki İzleri, II. Türk Tarilı Kongresi, İstanbul, 1937, s. 281 C187) M. Remzi, TeJfikuT, Ahbar, C, I, s. 171 54 ordularının İstilasından korunmuşlardır. (188) Eğer Arap komutanları daha önce belirttiğimiz, «kırmızı yüzlü ve kü­ çük gözlü Huza ve Kirmanlarla savaşmadıkça kıyamet kopmaz» Hadis-i Ş e r i f i y l e , «Türkler Size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayın» (189) Hadis-i Ş e r i f i n i gözönünde bulundursalardı ve el-Bab hakiminin sözünü dinleselerdi, Hazarlar'la savaşmak yerine, onlara nasihat yo­ luyla İslâmiyet! öğretselerdi, durum çok daha değişik olurdu. Uzun savaşlardan sonra, nihayet 764 yılında hali­ fe el-Mahsur Ermeniye Valisi Yezid b. Useyd'e, bir Hazar Prensesi i(e evlenerek onlarla iyi ilişkiler kurmasını em­ retmiş, Useyd de bunun üzerine bir Hazar prensesiyle ev­ lenmiştir. Ancak prenses doğum esnasında çocuğu ile birlikte ölünce, prensese refakat eden Hazar askerleri Ha­ zar Hakanı'na prensesin kasten öldürüldüğünü söylemiş­ ler, bunun üzerine Hakan, Araplar'ın üzerine büyük bir or­ duyla saldırıp onbinlerce insan öldürmüştür. (190) Yine benzeri bir evlenme 798 yılında Harûnu'r-Reşid devrinde olmuştur. Harûnu'r-Reşld'in, veziri Yahya el-Bermekî, Ha­ zar prensesi Sitit ile evlenmiş, Sitit hamile iken Bardaa'da ölünce, bunun suikast olduğuna inanan Hazar Hakanı Araplar'a saldırmıştır. (191) VIII. yüzyılın sonlarında Ha­ zar-Arap savaşları eski hızını kaybetmiş ve Araplar, Kaf' kasya'da müdafaa siyasetine dönmüşlerdi. Uzun zaman­ dan beri yaptıkları savaşlardan bıkmışlar ve onlarla iyi münasebet kurmak istiyorlardı, bu arada Mervan b. M u hammed'in teklifi üzerine Hakan da bir ara Müslüman ol­ muştu (192). Makdisî, Hazarlar'ın Halife Me'mun devrin(188) M , Kmosko, Araplar ve Hazarlar, Ter. A. Cemal Köprülü. Türkiyat Mecmuası, C. III, s. 135 (189) M . Remzi, a.g.e., C. I, s. 171 (190) Belazurî, Futuhu'l-Buldan, s. 211 d ö l ) tbnul-Esîr, el-Kamil, C V I , s. 161-163 (192) Belazurî, a.g,e., s.' 211 55 de İslâmiyele davet edildiğini söyler. [193) Barthold ise bu daveti yapanın Halife Me'mun değil de, Gürgenç Ha­ kimi Me'mun b. Muhammed olması gerektiğini ileri sürü­ yor. (194) Gerek Hakan'ın bir aralık İslâmiyeti kabul edişi, ge­ rekse Hazar ordusundaki askerlerin çoğunun Harizmli müslümanlardan meydana gelmesi ve Arapların eski ta­ vırlarını bırakması, Hazar-Arap ilişkilerini düzeltmiş ve Hazar Devleti yıkılıncaya kadar bir daha savaşmamışlardır. Daha önce Avrupa'ya geçmek isteyen müslüman Arapların önüne engel olarak çıkan Hazarlar, ilerde gö­ receğimiz gibi, Ruslar güçlü b i r devlet haline geldikten sonra Güneye inmek istedikçe, karşılarında Hazarları bul­ muş, bir zaman İslâm ordularının Avrupa'ya geçişine en­ gel olan. Hazarlar, daha sonra Ruslar'm İslâm topraklarına .saldırmalarına ve istîla etmelerine engel olmuşlardır. d — Hazar-Rus Münasebetleri : Rus tarihi Nestor, Ruslar'm önceleri Hazarlar'a tabi olduklarını ve onlara vergi verdiklerini, her Rus evinin Hazarlar'a bir kılıç ve bir kokarcayı yıllık vergi olarak verdiğini, buna mukabil Hazarlar'ın Ruslar'a çok iyi muamele yaptığını haber ve­ riyor. (195) Hazarların Ruslar'a verdiği imtiyazın derece­ sini Ruslar'm, Hazar ülkesinden geçerek Deylem, Abiskon ve Taberistan'a yaptıkları seferde görmek mümkün­ dür. Mes'udî'nin verdiği habere göre Ruslar, Hazar Haka­ nı'na belli bir miktar ganimet payı vermek suretiyle ade­ ta bu bölgede korsanlık yapıyorlardı. Mesudî'nin ifadele­ rinden, Hakan'ın iki taraflı bir siyaset izlediği de anlaşı­ lıyor. (196) (103) Makdisî. el-Beşşarî, Alısenu'l-Teltasim, Leiden, 1906, 360 - 361 (194) V. V. Barthold, Orta Asya Tarihi Hakkında Dersler, (195) M . Remzi, Telfiku'l-Ahtaar. C. I, s. 191 (196) Mes'udî, Murucu'z-Zeheb, C. 1, s. 205-207 56 s. 85 Hazarlar, Ruslar'a verdikleri askerî ve ticarî imtiyaz­ ların cezasını çok acı şekilde çekmişlerdir. Ruslar, Hazar ülkesinde ticaret kolonileri kurmuşlar ve bu kolonilerde hızlı bir casusluk faaliyetine girmişlerdi. Hemen hemen her Rus tüccarı. Hazarlar aleyhine faaliyet gösteren bir casus durumundaydı. Bu casuslar vasıtasıyla iç isyanlar çıkarmışlar, diğer Türk boylarını Hazarlar'a saldırtmışlar, kendileri de Bizans'tan yardım alarak son darbeyi vurmuş­ lardır. (197) Önceleri Hazar himayesinde olan Ruslar, Ha­ zarlar zayıfladıktan sonra devlet kurmuşlar, Hazar top­ raklarını ele geçirerek Güney Kafkasya'ya ve oradan da İslâm topraklarına girmek istemişler, fakat Hazarlar, Rus­ lara bu fırsatı tanımamış ve onlara engel olmuşlardır. Bu konuda Hakan Yusuf şunları söyler.: «Tanrının yardımı ile Volga nehrinin ağzını Ruslar'a karşı savunuyorum, Rus­ lar'm gemileriyle oradan geçip Arap topraklarını işgal et­ melerine mani oluyorum, Ruslar'la çok sert savaşlar ya­ pıyorum, eğer engel olmasam, Ruslar İsmael topraklarını Bağdat'a kadar yakıp yıkarlar.» (198) Rusların esas he­ defi Hazarlar'ın elindeki ticaret yollarının kontrolünü ele geçirmekti. (199) Bunun için diğer kabilelerle anlaşarak Hazarları ortadan kaldırmışlardır. Fakat Ruslara, uzun za­ man Hazarların mirasına konma fırsatı düşmedi. Çünkü önce Kıpçaklar, sonra Moğollar bu bölgeye hakim olmuş­ lardır. Bu günkü Rus devletinin temelinde Hazar izleri vardır. Ruslar'm devlet olmasında Hazarlar'ın büyük kat­ kısı olmuştur. Askerî ve idarî teşkilatı, hatta ekonomiyi Ruslar, Hazarlar'dan öğrenmişlerdir. e — Hazar-Oğuz Münasebetleri : Güçlü devirlerinde diğer pekçok Türk boyu gibi Oğuzlar da Hazarlar'ın ege(197) (198) (199) Türk Ansiklopedisi, Hazarlar, C. XIX, s. 135; R. S, Kai'aşemsi Hazai- Türlderi, s. 42 A. Koestler, The Thürteenth Tribe, s. 76 M . Artamanov, The Histoi"7 ol' tlıe Chazars, p. 521 37 menliği altmdaydılar, ancak Oğuzlar, diğer kabilelerden farklı olarak Hazar Devleti'nin son zamanlarına kadar, on­ ların yanında yer almışlardır. Son zamanlarda Ruslar'm ve Bizans'ın tahrikleri sonucu Oğuzlar'ın bir kısmı Ha­ zarlar'a saldırmışlardır. Selçuklu Devletini kuranların da içinde bulunduğu bir kısım diğer Oğuzlar ise, devlet da­ ğılıncaya kadar Hazarlarla beraber olmuşlardır. X. yüzyıl­ da Hazar-Oğuz münasebetleri kısmen bozulmuş. Oğuzlar'dan bir kısmı, Hazarlar'a karşı akınlar yapmaya başlamış­ lardır. (200) Tarihte ilk Türk Devleti kurulduğu zamandan itibaren bir Türk Devleti yıkılınca yerine hemen bir yenisi kurul­ maktadır. Yıkılmakta olan devlet, yıkılırken, yeni devletin zeminini hazırlamakta, adeta yıkılan devlet, yeni kurulacak devlete analık yapmaktadır. Hunlar, Göktürkler, Hazarlar, Selçuklular, Osmanlılar ve Türkiye sırasıyla biri yıkılınca arkasından hemen ikincisi kurulmuş, yıkılan devlet kuru­ lan devletin hazırlığını yapmıştır. Hazar devleti de yıkı­ lırken, Selçuklu Devleti'nin kuruluşuna zemin hazırlamış­ tır. Türklerin Oğuz boyuna mensup olan Selçukluların ata­ sı Dekak (Yakak, Tukak) X I . asrın birinci yarısında kabi­ lesiyle beraber Hazar Hakanı'nın maiyetinde olup, onun en güvendiği kimse i d i , İbni Tiktaka «Demir yay» mana­ sına gelen bu Dekak'ın Hazar Hakanı'na bağlı olmasına bakarak Selçukluları Hazar Türkleri'aden kabul ederse de (201) bu doğru değildir. Hazar Hakanı bir ara İslâm ül­ kelerine sefer yapmak istemiş, Dekak ise, savaşa gidil­ memesini isteyince, aralarında münakaşa çıkmış, hatta Dekak, Hakanı tokatlamıştır. Hakan da buna mukabil O'nu (200) (201) 58 Faruk Sümer, Og:uzlar, Ankara, 1972, s, 5 4 - 5 5 Muhammed b. Ali b. Tebateba Ibni Tiktaka. Kitahu'l-Falırl Fi Adabi's-sultaniye ve'd-DüvcU'l-lslamiyye, Mısır H . 1317, S. 2 6 1 . hapsettirmek istemiş, fakat O'na çok ihtiyacı olduğun­ dan bu fikrinden vazgeçerek onunla tekrar barışmıştır. (202) Dekak'ın ölümünden sonra O'nun oğlu ve Selçuklu devletinin kurucusu olan Selçuk, Hakan tarafından saraya alınıp yetiştirilmiştir. Hüseyni'nin, Dekak'la Hakan arasın­ da olduğunu zikrettiği olayı İbni Hassul, Hakan'la Selçuk arasında olmuş gösteriyor. İbni Hassul, Selçük'un Hakan'­ la kavga ettiğini, kılıcıyla Hakan'a vurarak, O'nun atını ye­ re yuvarladığını ifade ediyor. (203) Makrizî ise, Dekak v e Selçuk'un bağlı bulunduğu Hakan'ı Türk Yabgu'su olarak zikrediyor ve Selçuk'un Yabgu'nun maiyetinden ayrılarak Buhara taraflarına gittiğini ve Müslümanlığı orada kabul ettiğini söylüyor (204). Olayda baba ile oğul karıştırılmış olabileceği gibi, her ikisinin de Hakan'la aralarında öyle bir olay geçmiş olabilir. Selçuk'u sarayında yetiştiren Ha­ kan, büyüyünce, O'na şubaşılık görevi verdi. Fakat Hakan'­ ın karısı, Selçuk'u kocasına rakip olarak görmeye başla­ dığından, O'nu ortadan kaldırması için kocasına baskı yap­ mıştır. Durumu haber alan Selçuk ise, kabilesiyle beraber oradan ayrılıp, İran taraflarına gitmiş v e Selçuklu devleti­ ni kurmuştur (205). Osman Turan'a göre Selçuklular, (Oğuzlar) o tarihlerde zayıf feodal bağlarla Hazarlar'a ta­ bi idiler (206). Selçuklular, askerî, idarî, iktisadî alanlardaki bütün, müesseseleri, Hazarlar'dan almışlardır. (202) Sadru'd-Din Ebu'l-Hasan Ali b. Nasır b. Ali el-Hııseynî, Ahbaru'd-Devleta'a-Selçukiye, Ter. Necati Luıgal, 1943. s. 1 (203) Ebu'1-Âla îbni Hassul, Tafdilü'l-Etrak alâ, Sairi'l-Ecnad, Belleten, 1940, C. IV, S a y ı ; 14-15, s, 49 (204) Takıyyu'd-din Ahmed b, Ali Makrizî, Es.-Sülük Fî Düveli'lMülûk, Süleymaniye Kütüp. Fatih böl. 4376'da kayıtlı, C. I,Varak 9 (205) Bar Hebraus, Ebu'l-Ferec Tarihi, C. L s. 292 - 293 (206) Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeni­ yeti, Ankara, 1966, s. 32 59 f — Hazar-Bulgar Münasebetleri : Bulgarlar uzun sü­ re Hazarlar'a tabi olarak yaşamışlar, ancak Hazarlar'ın son zomanlarmcla bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Bulgarlar her ev başına Hazar Hakanı'na yıllık vergi olarak birer Samur Kürkü verirlerdi. Ayrıca Hazar ülkesinden Bulgar ül­ kesine giden bütün mallardan Hazar Hakanı onda bir nisbetinde gümrük vergisi alırdı [207). Hazarlar Bulgarlar'a, diğer kabilelere nisbetle çok daha sert davranmışlar ve onların bir kısmını ülkelerinden kovarak Tuna taraflarına göçmelerine sebeb olmuşlardır. İbni Fadlan'ın verdiği ha­ bere göre, o devirde Bulgar Hükümdarı'nın oğlu, Hazar sa­ rayında, rehin olarak bulunduğu gibi, Bulgar Hükümdarı Müslüman, Hazar Hakanı ise Yahudi olmasına rağmen, Hakan, Bulgar Hükümdarı'nın kızını zorla almış, bu kız bir müddet sonra ölünce, Bulgar Hükümdan'nın ikinci kızını i-stemiş, Bulgar Hükümdarı da kızını hemen İşkil Beyine vererek bu güç durumdan kurtulmuştur (208). Dilleri ve kültürleri Bulgarlar'a çok benzemesine rağmen. Hazarlar Bulgarlar'la geçinemez ve onlara zulmederierdi. Bu yüz­ den Bulgar Hükümdarı İslâm Halifesi'ne mektup yazarak Hazarlar'a karşı kendisine Halife'nin yardım etmesini is­ temiş ve bir kalenin inşasına başlamıştır (209). g — Hazar-Macar Münasebetleri : Uzun süre ege­ menlikleri altında tuttukları Macarlar'a iyi davranan Hazar­ lar, onlara çeşitli imtiyazlar vermişlerdir. Hazarlar, Macar'arı düşmanlarına karşı müttefik olarak kullanıyorlardı. Hatta bir ara Macarlara bir devlet kurdurmuş ve Macariar'ın başına kral olarak tayin edilen Lebedias'a, Hakan kı­ zını vererek akrabalık bağları kurmuştur (210). Bu günkü f207) Ahmed b. Fadlan, b. el-Abbas b. Reşid b. Hammad, Rihlelu İbni, Fadlan Leipzig, 1939, s. 209 (20B) İbni Fadlan. Rıhle, s. 209 (209) (210) 60 İbni Fadlan, a.g.e., s. 209 Bahattin ögel, Türk Mitolojisi, C. I, e. 593 Macaristan'da kurulan ilk Macar Devleti'nin kurulup teşkilatlanmasmda Hazarlar'ın büyük katkıları olmuştur. h — Hazarların Diğer Komşuları ile Münasebetleri : Hazarlar'la devamlı mücadele eden kavimlerden biri de Peçenek'lerdir. IX. yüzyıldan itibaren Peçenekler, Hazar­ lar'a devamlı olarak saldırmışlardır. İbni Rusteh, Hazar­ lar'ın her sene Peçenekler'le savaştığını kaydeder (211). Hazarlar ayrıca As'lar ve Alan'larla da savaşlar yapmış­ tır. Göstantine Porprogenitus, De Administrando İmpeno isimli eserinde Hazarlar'la ancak Oğuzlar'ın ve Alan'ların savaşabildiklerini kaydeder (212). Hazarlar kendi devirlerinde yaşayan milletlere nisbet­ le, daha yüksek bir Kültür ve medeniyete sahip oldukları gibi, engin bir dinî müsamahaya da malik idiler. Son dev­ releri hariç, Hazarlar bunların tesiriyle komşularına iyi davranmışlar, verdikleri sözlerde durmuşlar, yaptıkları bü­ tün ittifak ve antlaşmalara sadık kalmışlardır. Karşıların­ daki diğer milletlerin çoğu ise, onlara ihanet etmişler ve Hazarlar'ı arkadan hançerlemişlerdir. (211) (212) Ebu Ali A h m e d b. Ömer îbni Rusteh, el-Ağlaku'n-Nefîse, Leiden, 1891, s. 139 A. Koestler,' Tlıe Thirtheentlı Tribe, p. 77 61 B. HAZARLAR'DA KÜLTÜR VE MEDENİYET 1. Hazarların Dili : Hazarlar'ın konuştuğu dil hakkında ne günümüzün ta­ rihçileri ve ne de daha önceki tarihçiler kesiri bir sonuca ulaşamamışlardır. Bunun başlıca sebebi, Hazar dili ile yazılmış b i r eserin zamanımıza kadar gelmemiş olmasıdır. Elde mevcut olan iki Hazar belgesinin İbranice yazıldığı­ nı daha önce belirtmiştik. Bu iki belgedeki geçen Hakan ve kabile isimlerinin Türkçe oluşundan bir sonuca ulaşma imkânı yine de mevcuttur. Çağdaşlarına nisbetle çok yük­ sek bir kültür ve medeniyet seviyesine sahip olan Hazar­ lar'ın kullandıkları alfabe İbrani alfabesi idi (1). Hazarlar'la ilgili materyaller tamamen yok olamıyacağına göre, yapı­ lacak olan i ş , İbrani harflerini ve dilini iyice öğrenip Hazar­ lar'la ilgili materyaller aramaktır. Vahudî asıllılardan bunu beklememiz mümkün değildir. Çünkü kendi millî menfaatle­ rine ters düşen belgeleri yok etmeleri mümkündür. Ruslar ise, bu konuda araştırma yapılmasından hiç hoşlanma­ maktadırlar. Ruslar, Hazarlar'la ilgili belgelerin en iyi bu­ lunabileceği yerleri, eski Hazar şehir ve kasabalarını su­ lara gömmüşler, oralara barajlar yaparak Hazar izlerini tamamen yok etmeye çalışmışlardır (2]. Bu konuda iş ge­ ne Türk bilginlerine düşmektedir. Karaî Türk|eri'nden Abraham Firkovvich bu konuda çalışmalar yapmış ve mater­ yaller toplamıştır. Ancak gerçeği hazmedeniıiyen Talmu- ( 1) Muhammed b. îshak b. Ebi Yakub İbnu'n-Nedim. rist, Leipzig 1871, s, 20 ( 2) Z. V. Togan Hazarlar, İslam Ansiklopedisi, 62 el-Fih- C. V, s. 405 dist Yahudi bilginler, FIrkovvich'e İnsafsızca ve onu sahtekârlıkla itham etmişlerdir. saldırmışlar Yakut el-Hamevî, Hazarların dilinin Türkler'in ve Farisilerin diline benzemediğini söylüyor (3). İstahrî ise, Ha­ zarlar'ın dilinin Türkler'in, Farisiler'in, Ruslar'm ve diğer milletlerin diline benzemediğini, fakat Bulgarlar'ın diline benzediğini söyler (5). Bu v e benzeri kaynaklardaki «Türk­ lerin diline benzemez.» ifadesinden dolayı Hazarca'nın, Türkçe olmadığını iddia edenler çıkmışsa da «Bulgarca'ya benzer» sözünün kaynaklarda bulunuşu, Bulgarca'nın bir Türk lehçesi olduğunun Filologlarca ispat edilişi sonunda, Hazarca'nın bir Türk lehçesi olduğu ortaya çıkmıştır. Rus bilginlerinden Barthold ve Minorsky Hazar dilinin Volga Bulgarlar'ının dMine benzediğini, bu gün diğer Türkler ta­ rafından anlaşılamayan Çuvaşça'nın, Bulgarca ve Hazarca'ya benzediğini ve sonuç olarak Hazarca'nın Türk dilleri­ nin ayrı bir branşı olan Çuvaşça ile aynı olduğunu ifade ediyorlar (6). Hazarlar'ın dilinin Türkçe'ye benzemediğini söyleyenlere, M . Remzi şöyle cevap vermektedir. «Hazar­ lar'ın dilinin Türkçe'ye benzemediğini iddia edenler, Türk dillerinin çeşitlerini bilmediklerinden dolayı söylemişler­ dir. Bu günkü Osmanhca ile Kırgız, Kazak ve Çağatayca'nın farklı olması yüzünden bu dillere ne kadar Türkçe değildir demek yanhşsa, Hazarlar'ın dillerine de Türkçe değildir demek o kadar yanlıştır» (7). ( 3) Şihadu'd-Din Ebi AbdiUah Yakut b. Abdillah er-Rumi elHamevî, Mu'cemu'l-Buldan, Beyrut, 1968. C II, s. 368 { 5) Ebu îshak İbrahim b. Muhammed el-Farisi tstahri, Kitabu'l-Mesalik ve'l-Memalik, Süleymaniye Kütüphanesi, A y a sofya Bölümü 2613 numarada kayıtlı el yazması, s. 109-110 ( 6) V . Minorsky Hududu'l-A'lam, London, 1937, s. 45; V . V . Bart­ hold Orta A s y a Taıihi Hakkmda Persler, s. 35 - 36 ( 7) M . Remzi, Telfilıu'l-Ahbar, C. I, s. 183 63 Hazar dilinin bu gün halen Rusya'nın bir bölgesinde konuşulan Çuvaşça'ya benzeyişine, Hazarlar'ın Volga neh­ rine İtil ismini vermeleri delil olarak gösterilmektedir. İtil kelimesi ise Çuvaşça'da nehir anlamına gelmektedir (83. Dil bakiyelerine bakıldığında Hazar Hakanhğı'nda muhte­ lif Türk lehçelerinin konuşulduğu görülmektedir. Nemet'in beyanına göre Hazar ülkesinde başlıca şu diller konuşulu­ yordu : 1) (R) Türkçesi, Bulgarca. 2) (Y) Türkçesi, Türk ve Sabirce. 3} Diğer hiçbir dile benzemeyen Macarca. 4) Ba­ zı bölgelerde diğer diller konuşuluyordu (9). Runciman Ha­ zarlar'ın Hun ve Bulgarlar'dan daha sonra Doğudan Batı­ ya göçmüş olmalarının muhtemel olduğunu söylüyor (10). Bu görüşe göre Hazarca'nın direkt olarak Bulgarca'ya bağ­ lanması doğru görülmüyor. Pekçok kaynak, Hazarları Türk olarak naklederken, şayet onlar da açık b i r , d i l farklılığı bulunsa i d i , bunu da göz önünde bulundururlardı. Öyle ise Hazarca'nın Bulgarca'ya benzetilmesi ülkenin belli bölge­ lerinde Bulgarca'nın konuşulmuş olmasından ileri gelmiş olabilir. Z.V. Togan, muhtelif kaynak eserlerden Hazarca şu kelimeleri toplamıştır. Barsbek, Baştuva, Kundaçık, Ha­ kan, Hatun, Tarha, Bek, Şad, Tudun, İlteber. (İletver), Bolişçi. Tanrı, Han, A k , Sarı (sarig), Belencer, (Baranger) Se­ mender, Sığındı, Kayakent, (Gayakent), Çiçek, (Tzitzekion) İlbars (Gilebaros), Buseri, (Busiras) Bun, Bal, Azak, Tuzdı, Yalınık, Bordacı, Tudaracı ve Uğradacı (11). Yine Türk A n siplopedisi'nde çeşitli kaynaklardan toplanan Hazarca şu kelimeler yer almaktadır. Hazar, Kara Hazar, A l p , ilut'uver, A l p İlteber, A l p Tarhan, Jlik, İrtgin, İltiğin, Ertiğin, CeC 8) L. Rasony, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri Hazarlar, s. 1X4 ( 9) L. Rasony, Tüa*k Devletinin Batıdaki Varisleri Hazarlar, s. İ14 (10) The. Hon S. Runciman, Orta Çağm barlonnda Avrupada Türkler Belleten, C. III, Sayi: 25, s. 52 (11) 6't 2 , V. Togan, İslam Ansiklopedisi, Hazarlar, C. V, s. 408 bu, Cibgu, Cibga, Cabgu, (Yabgu), C u l , Cur, Hagan, Katun, Batırilteber, Kadirilteber, İşa, İşa Tarl<an, Tarhan, Avcı Tarhan, Balgitzis, Bol-s-ts-i, Bulan, Parsbit, Tarmaç, Gorpan (12). Gerek Z.V, Togan'm ve gerekse Türk Ansiklopedisi'nin tesbit ettiği kelimeler Hazarlar'ın açık bir şekilde Türk olduklarını gösterir. Bu kelimelerden şunu anlayabi­ liriz ki Hazarca, muhtemelen Orta Asya'dan beri konuşulan saf Türkçe bir lisandır. Ancak, Hakanlık geliştikçe diğer Türk lehçeleriyle karışmış ve en büyük etkiyi Bulgarca'dan görmüştür. Bulgarca kelimeler Hazarca'ya girdiğinden, Ha­ zar dili Bulgarca'ya benzetilmiştir. Tarihte bazı milletlerin hangi dili konuştuklarını tesbit etmek için onların dilleri­ ne ait, bulunabilen birkaç kelimeye bakılarak hüküm ve­ rilmiştir. Z.V. Togan'ın t e s b i t ettiği ve Türk Ansiklopedisi'nde tesbit edilen yukardaki kelimeler, Hazarca'nın Türk­ çe dışında bir dil olmadığını bize açıkça göstermektedir. 2. Hazar Kültürü : Hazar kültürünü incelediğimiz zaman bu kültü­ rün komşu millet ve devletlerin kültürüne nisbetle çok daha yüksek bir seviyede olduğunu görürüz. A n ­ cak Hazarlar, bu kültürü t e k başlarına meydana getir­ memişlerdir. Onogur-Bulgar, Eski Hun Kültürü, Sasanî kül­ türü, İslâm-Arap kültürü. Hatta İskandinav kültürü az veya çok Hazar kültürüne tesir etmiştir. Bu kültürlerin meczedilmesihden meydana gelen Hazar kültürüne en büyük te­ siri, Orta Asyalı atlı kavimlerin kültürleri yapmıştır. Za­ ten Hazar Devleti'ni kuranlar da atlı bir kavim idiler (13). Yahudi tarihçisi Poliak, Hazarlar hakkında şunları söy­ lüyor. «Hazar krallığı Yahudi dinini, Çin adab-ı muaşereti­ ni, islâm para sistemini ve Bizans imar sistemini birleş:(İ2) Türk Ansiklopedisi, Hazar Türkçesi, Ankara, 1971, C. XIX., s. 133 (13) Bahattin ö g e l , İslam Öncesi Türk Kültür Tarjjhi^ s. 229 65 tirmlştir» (14). Gerçekten Hazarlar, dinî durumları bakı­ mından Yahudi kültürünün etkisi altında kalmışlardır. Me­ selâ Hazarar, İbranî alfabesi kullanıyorlardı. Filistin'de kul­ lanılan bu alfabenin Kuzey Kafkasya'ya kadar g i t m e s i , di­ nin tesirinden başka birşeyle izah edilemez. Uzun yıllar sürmüş olan iyi münasebetleri dolayısı î l e Hazarlar, Bi­ zans kültürünün de tesiri altında kalmışlardır. Başlangıçta atlı bir göçebe kavim olan Hazarlar'da at çok önemli bir yer tutardı. Hazar bölgesinde yapılan kazılarda atlara ait mezarlar, bu mezarların içinde a t iske-. letlerinin yanında özengiler, at koşumlarına ait halka to­ kalar ve plakalar bulunmuştur (15). Ayrıca insan mezarla­ rında da at ile ilgili eşyalara tesadüf edilmiştir. 1911 yı­ lında Rus arkeologu W.A. Babenko'nun kazdığı bir kurgan­ da, kını gümüşlerle süslenmiş kılıçlar ve demir miğferler bulunmuştur. Muhtelif Hazar yer|eşme yerlerinde ok uç­ ları, harp baltaları, yaylar ve benzeri Orta Asya menşe'li harp aletleri bulunmuştur. Bazı mezarlarda birden fazla ölü iskeleti bulunduğu gibi bazılarında erkek, kadın ve ço­ cuk iskeletleri birlikte bulunmuştur (16). Bilhassa en eski eğri Türk kılıçlarının bu Hazar mezarlarında bulunması, Hazarlar'ın menşe'lerinin aydınlatılmasına yardım etmiş­ tir (17). Hazarlar, süse çok meraklı olup pek çok ayna kul­ landıkları gibi, kokulara da rağbet ederlerdi. Harkof mü­ zesinde Hazarlar'dan kalma, üzerinde Musevi'lik işareti olan altı (6) noktalı yıldız resimleriyle süslü aynalar, ça­ naklar ve çömlekler mevcuttur (18). Bitkilerin üsluplandı(14) A. N. Poliak, The Jewish-Khazar Kindgom, p. 488 (15) Bahattin Ögel, İslamiyetten Önce Türk Kültüı- Tarilıi, s. 233 (IG) Bahattin Ögel, a.g.e., s: 233 (17) Bahattin Ögel, Türk KüUüı-ünün gelişme Çağlan, İstanbul, 1971 C. L, s. 75 (18) R. S. Karaşemsi, Hazar Türkleri, s. 66 3G-38 rılması ile meydana gelen süslemelerin menşeînin Ha­ zarlar'a dayanması muhtemeldir (19). Kilden yapılmış va­ zolar, madenî süsler, kemik ve taşlardan yapılmış eşyala­ rın yanısıra IVlayatsko'da taşlar üzerine yapılmış olan in­ san ve süvari resimleri. A t , eşek gibi hayvan resimleri bulunmuştur. Ayrıca Hazarlar'a ait pek çok damgaya da rast gelinmiştir. (20). Hazarlar'ın ticarette İran ve j s l â m âlemi ile devamlı temaslarının sonucu olarak, kazılarda İran ve Arap sikke ve dirhemleri bulunmuştur (21). Hazar mezarları, taş levhalar, tahtalar ve kerpişlerle yapılmıştır (22). Hazarlar, yapı tekniğini İran ve Bizans'­ tan öğrenmişlerdir (23). Dahai önceleri göçebe hayatı ya­ şayan Hazarlar, yerleşik hayata geçerken eski, yün ve ke­ çeden ma'mul çadırlarının yerine evvela çadıra benzer daire biçiminde yapılar yapmışlardır. Sonraları yapılar, dört­ gen biçimine dönmüştür. Başlangıçta kullandıkları yapı mal­ zemelerine bakarak onların kerpiç, tahta ve toprak kullan­ dıklarını, Hakan'ın sarayından başka hiçbir yerde tuğlanın kullanılmadığını p e k çok kaynak haber vermektedir (24). Ancak zamanla kesme taşlarla kalelerin ve Askerî garni­ zonların inşa edildiğini, dehlizlerle ahırlara bağlanan evle­ rin ve sütunlu yapıların yapıldığını görüyoruz (25). Hazar­ lar el sanatlarını ileri derecede g e l i ş t i r m i ş , başta tarım­ da kullanılan öküz sabanları olmak özere, pekçok aletler (19) (20) (21) (22) (2.3) (24) (25) Biahattin ögeü, İslamiyetten Önce Türk KüItül- Tarihi, s. 226, 227, 237 Bahattin Ögel, İslamiyetten Önce Türk Kültüirü Tarihi, s; 227, 237 B, Ögel, a.g.e./ s. 232 B. Ögel, a.g,e., s., 231 B. Ögel, a.g.e., s. 227 İbni Havkal, Suretü'l-Arz, g. 209; Yakut el-Hamevî, Mu'cemü'I-Buldan C. II, s. 368; Makdisi, Ahscnü't-Tekasim, s. 361 A . Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 18 67 yapmışlardır (26). Yukarda Hazar kültür eserlerinin bulun­ duğu bazı mezarların kazıldığından bahsettik, ancak şim­ diye kadar hiçbir Hakan'ın mezarı kazılamamıştır. Pekçok, seyyah, tarih ve coğrafyacı Hazar Hakanları­ nın mezarlarından ve saraylarından uzun uzadıya bahsetmiş­ lerdir. el-Hamevî bu konuda şunları söylüyor, «Hakan ölünce yirmi odalı büyük bir saray yapılır, her odaya bir mezar kazılır, Hakan bu mezarlardan birine gömülür, taşlar kırı­ larak toz haline getirildikten sonra, mezarın üzerine döşenir. Bunun üzerine de kireç atılır. Sarayın altından akan bir nehir vardır, nehir kabrin üzerinden geçecek şekilde düzenlenir. (Gömme işinden sonra su kabrin üzerinden ge­ çirilir.) Böylece Şeytan, İnsan, Kurt ve haşerat ona dokun­ masın derler. Hakan'ın gömülmesinden sonra hangi oda­ da olduğu bilinmesin diye Hakan'ı gömen insanları da öl­ dürürler» (27), Z . V . Togan, Hazarlar'ın önceleri suya gömme adeti­ ne sahipken, sonraları cesetleri yakmaya başladıklarını ifade ediyor (28). Hazarlar'da cesetler nehirlere gömü­ lerek, gömenler de öldürüldüğü gibi, A t i l l a ve Vizigot kra­ lı Alarik'in mezarı da nehre yapılmış ve gömücüler öldü­ rülmüştür (29). el-Gırnatî, Danyal (A.S.) ın cesedinin de nehir içine gömülüp üzerinden su geçirildiğini söylüyor (30). Bulgar Bilgini Geza Feher, Türkler'in ölülerini, ruh­ ları geri gelmesin diye nehir yataklarına ve pınarlara göm(26) A . Koestler, a.g.c./ s. 18 (27) Yakut el-Hamevî, Mu'cemû'l-Buldan, C . I I , s.268 (28) Z . V . Togan, Hazarlar, İslâm Ansüilopediai, C . V , 8,405 (20) Ramazan Şsşen, îbni Fadlan Şeyaliatnamesi Tercümesi, İs­ tanbul, 1075. s. 77 (30) Ebu Abdillah Muhammed b. Abdurrahim el-Gımatî, Tuhfetü'I-Elbab ve Nuhbetü'l-Aceb, Süleymaniye Küt. Ayasofya Böl. 3127 numarada kayıtlı ol yazması, s. 120 - 1 2 1 68 düklerini ifade ediyor [31). Cesetleri nehre gömmenin Türkler'in eski dinlerinden mi geldiği, yoksa bir ilâhî din­ den mi geldiği, veya sadece cesedi korumaya matuf bir hareket mi olduğunu tesbit etmek zordur. Hazarlar'ın giyim ve kuşamları, süsleme sanatları fev­ kalade ileri olup, Bizans'a gelin giden Çiçek'in çeyiz ola­ rak götürdüğü elbiseler, Bizans'ta kısa zamanda moda ol­ muştu. Çiçek'in en beğenilen elbisesi, «Çiçekyon» (Tsitsakion) İsmi ile fevkalade hayranlık uyandırmış y e bu el­ bise kadınların yanısıra bazı törenlerde erkekler tarafın­ dan dahi giyilmiştir (32) Ermenistan'ın Müslüman Valisiy­ le evlenmeye giden Hazar Prensesi Sitit, beraberinde te­ kerlekler üzerine kurulmuş on çadır götürüyordu, bu ça­ dırların tabanları samur kürklerle döşeli olup, kapıları al­ tın ve gümüş İpliklerle dokunmuştu, ayrıca beraberinde yirmi çadır dolusu kaplar, altın ve gümüş kupalar ve d i ­ ğer eşyalar vardı. Hakan sefere çıkınca bundan daha bü­ yük bir çadırla yola çıkar ve çadırın tepesine altın bir nar takılırdı (33). Sarkel kalesindeki dehlizlerde Hazar yapımı mücev­ herlerin, süslü tabakların ve benzeri süs eşyasının bulun­ muş olması, Hazarlar'da altın ve gümüş işletmeciliğinin çok ileri olduğunu gösterdiği gibi, X. yüzyılda Macaris­ tan'da çalışan altın ve gümüş işliyen sanatçıların Hazar asıllı oldukları. Arkeologlar tarafından belirtilmektedir (34). (313 Geza Feher, Türko-Bulgar, Macar ve Bunlara Akraba Olan Milletlerin Kültürü, II. Tüı-k TarUı Kongresi, tstanbul, 1037, s. 290-300 (32) The Hon. Runciman, Orta Çağların Başlannda Türkler, Belleten, C. VIIı Sayı 25, s. 54 Avrupa'da (33) el-Kûfî, Fütüh, C.II, s. 241; (34) A. Koestler, a.g.e., s. 49 69 Ermeni tariliçisi Möses Kalonl<ataçı, Hazar erkel<lerinin tıpkı kadınlar gibi saç uzattıklarını nakleder (35). F. Eckhart başbuğların kalkan üzerinde kaldırılmasının bir Hazar adeti olduğunu, Macarlar'ın, Almos'un oğlu Arpad'ı da böyle kalkan üzerinde kaldırarak başlarına başbuğ ola­ rak seçtiklerini söylüyor (36), Hazarlar'ın ordu ile ilgili başka bazı adetleri daha vardı. Meselâ ordu bir sefere çıkınca her asker yanında ılgın ağacından ikişer arşın bo­ yunca birer kazık bulundurur, bir yerde konaklayınca herbiri kazıkları kendi hizalarındaki yere çakar, sonra kalkan­ ları bu kazıklara dayarlardı. Böylece, bir saatten daha kı­ sa bir zamanda karargah'm etrafı bir sur gibi çevrilmiş olur ve kimse onlara baskın yapamazdı (37). Hakanlar'ın mezarlarına rast gelen herkes atından iner, mezara secde eder ve mezar görünmez oluncaya kadar ata binmez, ya­ ya yürürdü. Mezar gözden kaybolunca ata binebilirdi (38). Hazarlar ölü Hakan'larına bu kadar saygı gösterdikleri gi­ bi, yaşayan ve kendilerini yöneten Hakan'larına da saygı­ lı davranır ve bütün emir ve yasaklarına itaat ederlerdi Öyle k i , herhangi bir kimsenin öldürülmesi gerekince Ha­ kan ona gelir ve kendisini öldürmesini söyler, o kişi de Hakan'ın emrine uyarak kendi canına kıyardı (39). Hazarlar'ın örf ve adetleri, sanatları, giyim ve kuşam­ ları daha açık bir deyimle Hazar kültürü çok geniş bir sa­ hayı kaplamıştır. Kuzey Kafkasya'dan Orta Rusya'ya ka­ dar tek bir kavmin elinden çıkmış ve her bakımdan Hazar özelliği gösteren muhteşem bir kültürün yaşadığı açıkça görüldüğü gibi (40), Hazar Devleti'nin yıkılmasından son(35) Ahmet Caferoğlu, Çin Kaynaklarmm Saç Ören Tüi'kleri, VI. Türk Tarih Kongresi, Ankara, 1967, s. 93 (36) F. Eckhart, Macaristan Tarihi, Ter. İ, Kafesoğlu, s.7 - 8 (.37) Mervezî, Tabaia'l-Hayavan, s. 21 (38) İbni Havkal, Suretü'l-Arz, s. 212 (39) İbni Havkal, a.g.e., s. 212 (40) 70 B. Ögel, Türk Kultürü'nün Gelişme Çağlan, C. I, s. 76 ra da bu kültür pekçok milletin kültürüne tesir etmiş ve onların gelişmesine yardım etmiştir. Rus bilginleri. Hazar kültür çevresinin devamını Karaçaylâr, Balkarlar, Tatlar, Kafkas Dağlıları arasında ve özellikle Karailer arasında aramışlardır (41). Hazar kültürü bu kavimlerin kültürüne tesir ettiği gibi Rus,.Macar ve diğer milletlerin kültürle­ rine de tesir etmiştir. Novgorod Rus Prensi'nin, kendisi­ ne Kağan unvanını vermesi Hazar kültürünün tesiriyle o l ­ muştur. Bu konuda Poliak şunları Söylemektedir. «Hazar Krallığı Türk hukuk sisteminin, Slav p o l i t i k organizasyonu­ nun ve Norman askerî teşkilatının gelişmesine yardım et­ miştir.» (42). Macarlar'la beraber bu günkü Macaristan'a gelen Kabarlar, Macarlar'a Hazar dilini öğretmişler, Ma­ car Devleti'nin kuruluşunu organize ederek O'nlara, Ha­ zar Devlet teşkilatına benzer bir teşkilat kurmuşlardır. Macarca'deki «Kende» kelimesinin Hazarca'dakî «Künküh» kelimesiyle yakın alakası açıkça görülmektedir (43). Ayrı­ ca Balkan ve Slav medeniyetleri, folklorları, köy mimari­ leri, oyunları, nakışlan, halı dokumaları, kısmen yaşayış, düşünüş ve ananeleri, Bizans tesirinden ziyade KarpatîHazar Türkleri'nin tesiri altında doğmuştur. Bütün Avru­ pa'nın medeniyyet hocası, münhasıran denilebilecek dere­ cede Türkler'dir (44). Prenses Çiçek ile başlayan Çiçekyon modasının ya­ nında, Rum Kayserleri bazı bayramlarda Hazar kıyafetler? giyerlerdi (45). Bizans kültürü, Hazar kültürüne tesir et­ tiği gibi; Hazar kültürü de Bizans kültürüne ileri derecede tesir etmiştir. Bu gün Polonya'da yaşamakla olan Karaîlerin kültürlerini inceleyen A . Zajaczkovvski, Karayların Gün f4.t) A. Zajackolviski, Karainıs in Poland, p. 19. (42) A . N. Poliak, Tlıe Jewish-Khazar Kindgom, p. 483 (43) F. Eckhart. Macaıistan Tarihi, Ter. î. Kafesoğlu, s. 7 (44) R. S. Karaşemsi, Haza,r Türkleri s-ll (45) M . Remzi, Telfiku'l-Alıbar, C.1, s. 170 71 ve ay isimlerinde ve dalıa pekçok isimlerinde eski Türk di­ ni, Hristiyanlık, Müslümanlık ve Yahudiliğin izlerinin bu­ lunduğunu, uzun zamandan beri Polonya'da yaşayan Karaîler'de bu izlerin bulunuşunun, onların, daha önceleri bütün bu dinlerin bir arada bulunduğu bir ülkeden, yani Hazar ülkesinden geldiklerini gösterdiğini söylüyor ve Ha­ zar kültürünün Karaîler arasında devam ettiğini, Karaîler'in Hazarlar'ın varisleri ve torunları olduklarını ifade ediyor (463. Hazarlar devlet haline gelmeden önce esas işleri sa­ vaş ve yağmacılıktı. Devamlı olarak komşularına akınlar yaparlar ve büyük ganimetlerle gerî dönerlerdi (473. Bu dönemlerde Hazarlar göçebe bir ulus hüviyetindeydiler ve çadırlarda yaşıyorlardı. Devletlerini kurup yerleşik hayata geçtikten sonra binalar yapmışlar ve kentler kurmaya baş­ lamışlardır. Rus Arkeologları'nm yaptıkları kazılarda bulu­ nan bina temelleri, çadır hayatından yerleşik hayata geçiş dönemini ç o k iyi şekilde anlatmaktadır. Bulunan bina te­ melleri daire ve dörtgen şeklindedir. Daire şeklindeki te­ meller, dörtgen şeklindekilerden daha eskidir. Bu daire te­ meller çadır hayatından yerleşik düzene geçişin işaretidir (483. Hazarlar, devlet haline gelerek şehirler kurduktan sonra da tam yerleşik hayata bir türlü alışamamış ve yer­ leşik hayatla göçebeliği bir arada yürütmüşlerdir. Pekçok tarihçinin yarı göçebe veya modern göçebe dediği bir ha­ yat tarzı yaşamışlardır. Bu hususu Yusuf'un mektubunda ve bir çok Arap tarihçisinin eserlerinde açıkça tesbit et­ mek mümkündür. Yusuf «Kış boyunca kentte yaşarız, ama Nisan ayı gelince yola çıkarız, her kabilenin kendi atasın­ dan kalma toprakları vardır. Sevinç içinde oraya gideriz. (46) A. Zaiaczkowski, Kavaims in Poland, p. 23 (47) M . Artamanov, The History of the Chazars, p. 520 (48) A. Koestler, Tlıe Thirteenth Tribe, p. 18 12 herkes tarlasında ve bahçesinde çalışmaya başlar.» (49) diyerek yazm bozkırlara gittiklerini, kışın da şehirlerde oturduklarını anlatıyor. İbni Havkal, İbni Rusteh v e Mer­ vezî gibi bilginler, Hazarlar'ın kışın Sarigsin ve Hanbalıh şehirlerinde oturduklarını, yazın mezralara gittiklerini, mahsûlleri ekip biçtikten sonra sonbaharda tekrar şehre geri döndüklerini ifade ederler (50). İbni Havkal, Semen­ der şehrinde kırk bin bostan bulunduğunu, H. 358 yılında Ruslar'm buranın altını üstüne getirerek mahvettikleri hal­ de, arazinin verimli oluşu ve halkın İyi çalışması sayesin­ de üç sene içinde bahçelerin eski haline geldiğini nakle­ der (51). Yerleşik hayata geçmeden önce Hazarlar'ın en önem­ li meşgaleleri hayvancılık ve avcılıktı, bilhassa İtil neh­ rinden v e diğer nehirlerden balık avlıyorlardı (52). Yerle­ şik hayatla birlikte ticaret yapmaya başlayan Hazarlar, t i ­ caretin yanısıra avcılığı ve hayvancılığı devam ettirmiş, ayrıca ziraat yapmaya da başlamışlardı. Bölge, yazın ya­ ğışsız olmasına rağmen, akar suları çok bol olduğu için kuraklık çekilmiyor, çeşitli sebze ve meyveler yetiştirili­ yordu. Nehirlerindeki balıklar dünyanın en nefis balıklan olduğu gibi, ayrıca çok ucuzdu. Kazvinî bu balıkları şöyle tarif eder «Hazar ülkesinde Dicle'den büyük bir nehir var­ dır, bu nehirde bulunan balık çeşitleri başka hiçbir yerde bulunmaz, nehrin balıklan bol ve güzeldir. Eti tavuk etin­ den daha tatlı olup kılçıksızdır. Bir balığın karnından bir sarac'a bir ay yetecek kadar yağ çıkar, bir balıktan yarım men tutkal çıkar, bu balığın kurutması v e tuzlaması çok güzel olur (53) (49) (501 A . Koestler, The Thirteenth Trihe, p. 75 İbni Rusteh, el-Ağlaku'n-Netise, s. 139; İbni Havkal, Sıu-etü'l-Arz, s. 211; Mervezî, Tabaia'l-Hayavan, s. 21 (51) ibni Havkal, a.g.e,, s. 211 (52) B. Ögel, İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, s. 226 (53) Kazvinî, Asaru'l-Bilad, s. 599 73 Hazarlar kendi devletlerini kurduktan sonra bilhassa ticarete önem vermişlerdir. Bir yandan askerlik işi sıkı tutulurken, diğer yandan ticaret yolları devlet tarafından kontrol altına alınıp vergiler alınmaya başlanıış ve şehir­ lerde ticaret pazarları kurulmuştur, askerî alanda olduğu kadar ticarî alanda da başarılı olan Hazarlar daha önce Bizans'ın elinde bulunan pazarları ele geçirmişlerdir. Avrupalı'lar, o zamana kadar mallarını Bizans'tan alırken, karşılarına dürüst, hile bilmez ve hakkına razı Hazarlar çı­ kınca, Bizans'ı terkedip onlarla alış veriş yapmaya baş­ lamışlar ve Kırım sahillerine gelerek ticaret kolonileri te­ sis etmişlerdir. Doğu ile Batı arasındaki ticaret yollarını Hazarlar çizmişlerdir Doğunun hayvan derilerini, Asya s i ­ lahlarını, Hind ve Buhara kumaşlarını, ipeklerini, sırmala­ rını, yağlarını pirinçlerini, çeliklerini, altın, gümüş, bakır ve mücevherlerini Kara Deniz'in balıklarını, Steplerin buğ­ daylarını, arpalarını, etlerim önceleri Avrupa'ya Bizans ge­ tirirken, sorıralan bu mallan Hazarlar getirmeye başladı (54). Bizans'ın dostluğu bozmasının esas sebebi belki de bu ticarî durumdu. Hazar ülkesinde ticarette «Rısas» ismi verilen bir para kullanıldığı gibi (55), para yerine Sincap derisi de' kullanıl­ mıştır (56). Duraklama devrine kadar Hazarlar, askerliği daima birinci planda tutmuşlardı. Bundan sonra ise kendi ordularında savaştıklan gibi, başka milletlerin ordularında da askerlik yaptıkları görülmektedir. Başka başka ordular­ da askerlik yapan ücretli Hazar askerlerinin. Iran ordusun­ da ateşperest, Bizans ordusunda Hristiyan, Arap ordusun­ da ise Müslüman oldukları görülür (57). Hazarlar taşıma­ cılığın kolay olması bakımından' şehirlerini umumiyetle (54) (.•55) (50) (57) 74 R. S. KarEişsmsi, Hazar Türkleri, s. 4 1 - 4 2 Kazvinî. a.g.e., s. 599 Ramazan Şeşen, İbni Fadlan Seyahatnamesi, Y ü m a z Öztuna, Tüi'kiye Tarihi, C . I , s. 267 s. 63 nehirler üzerinde kurmuşlardır. Başkent olarak uzun za­ man kalan İtil şehrinin yanısıra Makdisî, Bayda, Belencer, Hamlıh, Kışevi, Bağandı, Suvar, Semender v e Bulgar diye bu ülkedeki şehir isimlerini zikretmektedir (58). Pekçok tarihçi İtil şehrinden bahsetmekte ve şehri anlatmaktadır. Başlangıçta sadece kışlık başkent olarak kullanılan İtil şehri, daha sonra daim] başkent haline gelmiştir. Şehir İtil nehrinin kolları tarafından üç kısma ayrılmakta olup Hakan ve maiyeti batı kısmında oturmakta i d i . Hakan'ın sarayı buradaydı. Hazar ileri gelenleri Sarıkşar denilen ikinci kısımda otururlardı. Dışardan gelen tüccarların otur­ duğu, pazar ve çarşının bulunduğu Hamlık kısmı ise, şeh­ rin doğu tarafında idi (59). Şehirde ve bütün ülkede tam anlamıyla insan haklarına saygı gösterilmekte olup, çeşit­ li inançtaki insanların bulunduğu ülkede herkes, kendi inancındaki hakim tarafından yargılanırdı. Ticarî hayatta Hazarlar daha çok başkalarının ürettiği malı alır ve satarlardı. IJIkede ihraç edilebilen belli başlı mal, balık tutkalı idi (60). Her çeşit mal son derece ucuz ve bol olduğundan (61) zamanla dışardan göçler gelmeye başlamıştır. Bazı kaynaklar Putperest Hazarlar'ın çocukla­ rını esir olarak sattıklarını hatta bazılarının diğer bazıları­ nı esir ettiğini naklederler (62), Hazar ülkesine Hristiyan­ lık, Yahudilik ve Müslümanlık gelinceye kadar Hazarlar arasında tek evlilik vardı (63). Ancak bu dinlerin gelme­ siyle birlikte çok evlilik ortaya çıkmıştır. Hakan'ın sara­ yında, çoğu komşu krallardan zorla alınmış yirmi beş ta(58) Makdisî, Alısenü't-Tekasim. s. 355 C59) Tlıe. Hon. Runciman, Orta Çağlarm Başmda Avrupa'da Türkler Belleten, C.VII, s. 52 Cao) Y a k u t . el-Hamevî, Mu'cemü'l-Buidau, C.II, s. 368 (61) Z . V . Togan, Hazarlar, İslâm Ansiklopedisi, C . V , s. 104 (621 Yakut el-Hamevî, Mu'cemu'l-Buldan, C. II, s. 368 (631 R. S. Karaşemsi, Hazar Türkleri s. 38 75 ne karısı bulunurdu. Ayrıca altmış tane de cariyesi bulu­ nurdu (64). Hazarlar'ın ticarî prensipleri, hukuk mLiesseselerl, hat­ ta dinî nnüsahamaları önce Selçuklular'a, sonra Osmanlılar'a olduğu gibi geçmiştir. Fatih İstanbul'u fethettiği za­ man oradaki Hristiyan ve Yahudi cemaatlere verdiği İmti­ yazlar, İslâm dininin tesiriyle olduğu kadar, Hazarlar'dan gelme müsamaha v e hoş görünün de tesiriyle olmuştur. Bizans'ta Hnstiyan olmayanlara çeşitli işkenceler yapılır­ ken, komşuları Doğu Avrupalı'lar vahşi bir durumda iken, Hazar ülkesinde çeşitli dinlerden insanların kavga etme­ den, baskı altında tutulmadan bir arada yaşamaları, insan düşüncesine, fikrine, hürriyetine bu ülkede ne kadar say­ gı duyulduğunu göstermesi bakımından ibrete şayandır ve sadece bu olay bile onların kültür seviyelerini gösterme­ ye yeter3 — Hazar Devlet Teşkilatı ve Hazar Hakanları : Hazarlar'da devletin idare şekli krallık olup, devlet başkanına Hakan denilirdi. Başlangıçta sadece bir Hakan'ın yönetiminde olan devlet, sonraları iki Hakan tarafından yönetilmeye başlanmış ve çift yönetim sistemi getiril iniştir. Kuruluşundan itibaren uzun süre, Hakan tam yetki ile devleti yönetirken, sonraları bu yetkilerin bir kısmı yavaş yavaş elinden alınmış v e saray kahyalığından orta­ ya çıkan bir hükümdar vekilliği meydana gelmiştir. Sonun­ da iktidar tamamen Hakan'ın elinden alınarak ordunun ko­ mutanı İsa'ya verilmiştir (65). Tek krallık sisteminden çift yönetime geçiş Yusuf'un mektubuna göre Hakan Obedya zamanında 760-770 yılları arasında olmuştur. Obedya, yap­ mış olduğu dini devrimle Yahudiliği resmi din olarak ilân (64] D. M . Dunlop, The History ol" the Jewish Kliazars, p. 228 (ü5) L. Rasony, Türk Devletinin Batındaki Varisleri Hazai'lar, s. 116 76 etmiş, birinci Hakan'ı ilâhî, ikinci Hakanı'da dünyevî yet­ kilere sahip kılarak ikili sisteme geçmiştir. Artamanov bu durumu, putperest sülaleden gelen Hakan'a Musa'nın ka­ nunlarını tatbik etmede Yahudî bilginlerin, güvenmemele­ ri yüzünden yapılmış olarak görüyor (66). Gerek birinci Hakan'ın ve gerekse ikinci Hakan'ın isimleri ve yetkileri konusunda çeşitli kaynaklar farklı bil-/ giler vermektedir. V. Minosky bu konuda şöyle bir tablo vermektedir ; Kaynaklar : 1. Hakan II. Hakan Göstantine Porphyr. İbni Rusteh Mesudî İstahrî İbni Havkal Hakan Hazar Hakan Hakan Melik Hazar Hakan Hazar Gardîzî Hazar Kağan Beg İşa Melik Hakan Hazar Melik Hazar veya Beg Abşad Minorsky Hududu'l-Ala'm'da ise tek kralın isminin geçtiğini ve buna Tarhan Hakan dendiğini belirtiyor (67]. İbni Fadlan, birinciye Hakan, İkinciye Beh ismini veriyor (68). Kazvinî, Hazarlar'ın kendi dillerinde Yelîk dedikleri büyük bir meliklerinin olduğunu ifade etmektedir (69). Hamevî i s e birinciye Hakan, ikinciye Hakan beh dendiği­ ni, Hakan beh'in Kündür Hakan, Kündür Hakan'ın da Cavşigir denen vekillerinin olduğunu söyler (70). Yakubî, bi­ rinciye Hakan, ikinciye Yezid Balaş ismini vermektedir (71). (66) A . Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 57 (67) (68) (69) (70) (71) V.Minosky, Hududu'l-A'lam, p. 4Ei İbni Fadlan, Rıhle, s. 212 Kazvinî, Asaru'l-Bilad, s. 584-585 Hamevî, Mu'cemu'l-Buldan, C. IJ, ş. 367 -368 Aiımet b. Ebi Yakup b. Cafer b. Vehb b. Vadıh, Tarih, Lieden, 1883 C . I , s.203 77 Hazarlar'ın çift yönetim sisteminin eski Yunanlılar'ın çift yönetim sistemine ve bazı Türk kabilelerinde var ol­ duğu iddia edilen çift yönetim sistemlerine benzemediği­ ni ileri süren H. Rosenthal ve A . Koestler, bu sistemin Or­ ta Çağlar da başlayıp 1867 yılına kadar devam etmiş olan Japonya'daki ç i f t yönetim sistemine benzediğini, Japonlarda da Hazarlar'daki gibi, IVlikado'nun ilahî sembol olarak, Şogun'un ise dünyevî güçleri elinde toplamış olarak gö-, rev yaptıklarını söylüyorlar [72]. Cassel'e göre, Hazarlar'­ daki çift yönetim sistemi ile Satranç oyunu arasında bü­ yük benzerlik vardır. Satranç oyununda Şah ve Vezir var­ dır. Şah tek başına durup etrafındaki hizmetkarları tara­ fından korunur, gücü azdır, ancak adım adım ilerleyebilir, vezir ise tahta üzerinde en güçlü olanıdır. Bütün tahtaya o hakimdir. Fakat vezir yenildiğinde oyun bitmediği hal­ de şah mat edilince oyun biter. Hakan Satranç tahtasındaki Şah'a, Beg ise vezir'e benzer, bütün yetkiler Beg'in olduğu halde, Devleti Hakan temsil eder (73). Z.V. Togan'a göre geniş yetkilere sahip olan bu Beg'i, yetkileri çok az olan Hakan değiştirebilmekte ve hatta idam dahi edebilmektedir (74). Mes'udî Hakan'ın yetkilerinin Melik'­ in elinde olduğunu, Hakan'ın köşkünde oturduğunu, ata bin­ mediğini, kimse ile görüşmediğini, emretme ve yasakla­ ma yetkisinin olmadığını, ülkenin hiçbir işine karışmadı­ ğını, haremiyle sarayında oturduğunu ifade ediyor. Ülke­ ye kuraklık ve savaş gibi bir bela gelince halkın Melik'e giderek başlarına gelen belanın, Hakan'ın yüzünden geldi­ ğini, O'nu ya Melik'in öldürmesini veya kendilerine ver­ mesini söylediklerini, bazan Melik'in Hakan'ı öldürdüğünü, bazan da halka teslim ettiğini ve Hakan'ı halkın öldürdü(72) (73) H. RosenÜıal, Chazars, J.E.. V. IV, p. 2; A. Koestler, Thb-teenth Tribe, p. 54 A . Koestler a.g.e., p. 55 ;(74) Z, V. Togan, Hazarlar. İslâm 78 Ansiklopedisi, C. I, s. 409 The günü, bazan da Melik'in Hakan'a acıyarak O'nu bağışlayıp koruduğunu ifade eden Mes'udî, bu durumun ne zaman­ dan beri böyle olduğunu bilmediğini söylüyor (75]. Hamevî'ye göre, Hakan dört ayda bir saraydan dışarı çıkmak­ tadır, Hakan Beg hergün mütevazı, sakin, mahcup ve ya­ lın ayak bir şekilde, elinde bir sopa olduğu halde Hakan'ın huzuruna çıkar, içeri girip selâm vererek elindeki sopayı yaktıktan sonra Hakan'ın sağ tarafına oturur. Hakan atıy­ la bir yere giderken askerlerle aralarında bir millik bir mesafe bulunur. Hakan'ı gören herkes Hakan'a secde eder, Hakan geçip gidinceye kadar başlarını secdeden kaldır­ mazlar. Hakan'ın hükümdarlık müddeti kırk yıldır. Bu müddeti bir gün dahi geçerse, Hakan bunadı diyerek halk onu öldürür. Hakan bir yere savaş açınca askerler savaş­ tan kaçmazlar, savaştan mağlup dönen bütün askerler öl­ dürülür. Beg ve diğer komutanlar da savaştan mağlup dö­ nerlerse, Hakan, Beg ve diğer komutanların kadınlarını, çocuklarını ve mallarını onların gözü önünde başkalarına hibe ederek Beg ve komutanların vücutlarını ikiye böler. Çarmıha gerer veya astırır, nadiren de onları af eder ve can.larmı bağışlar (76). İbni Havkal'a göre Melik ölünce Hakan, melik olacak kimseyi çağırıp, melikliğln hukukun­ dan v e ağırlığından bahseder, görevi layıkıyla yapmazsa başına gelecekleri söyler. Çoğu zaman bunları duyan kim­ se, meliklikten vazgeçer, eğer biri melik olmak isterse Hakan, O'na. kaç yıl melik olmak istediğini sorar, melik olduktan sonra verdiği rakamdan fazla yaşarsa müddetin bitiminden sonra bu melik öldürülür. Hakan sadece belli bir sülaleden seçilir ve Yahudî dininden olması şarttır. Sırası gelenin İsteğine bakılmaksızın görevi verilir. Sokak(75) Mes'udî, Murucu'z-Zeheb. C.I, s.202 (76) Hamevî. Mu'cemu'l-Buldan, C.II, s.368 - 369 79 lai'da ekmek satan Hakan sülalesinden bir gence Hakanlık sırası geldiği halde Müslüman olduğu için Hakanlık veril­ memişti (77). Mervezî'nin nakline göre Hakan yola çıkın­ ca on bin kişilik bir ordu ile yola gider (78). Birbiriyle çelişir gibi görünen nakilleri çift yönetim sisteminin başlangıç dönemiyle dafıa sonraki dönemlerin değişiklikleri ile açıklamak mümkündür. Başlangıç dönem­ lerinde büyük Hakan'ın yetkileri tam olarak alınmamış olabilir. Sonraki dönemlerde Beg, Hakan'a t a m hakim o l ­ muş olabilir. Veya tam tersi başlangıçta bütün yetkiler alınmışken sonraları yavaş yavaş yetkileri geri almış ola­ bilir. Ne türlü olursa olsun çift yönetimin başlaması Ha­ zar Devleti'nin zayıflamasına ve yıkılmasına sebeb ol­ muştur. Hakan Yusuf'un mektubundan Hazar Hakanlan'nın ba­ zılarının isimlerini öğrenebiliyoruz. Yusuf, sırasıyla Hakan ismi olarak şunları sayıyor : f ) Bulan (620), 2) Ubaca (Obedya, 760-770), 3) Hezkiya, 4) I. Menaşe, 5) Hanuka, 6) İshak, 7) Sabulon, 8) II. Menaşe. 9) Nisi, 10) İ. Harun, 11) Menahem, 12) Benyamin, 13) II. Harun ( ? 931), 14) Yusuf. (79). Hazar Devlet teşkilatı Macar Krallık Teşkilatı'nın ku­ rutmasına, Rus Devleti'nin teşekkülüne derinden tesir et­ t i ğ i gibi, Araplar ve Bizans dahi Hazarlar'ın savaş ve is­ tihkam bilgilerinden faydalanmışlardır (80). Hazar Devleti'nde ma'nevî sembol Hakan ve maddi güç kendisinde bulunan Beg'in yanısıra, Beg'in yardımcı­ ları vardı. Ordunun başında savaşa giden Beg veya İşa, (77) îbni Havkal), Suretü'l-Arz, s. 212 (78) Mervezi, Tabaia'l-Hayavan, s. 21 (79) H. RosenÜıal, Chazajrs, J.E., V . IV, p. 2; Z.V. Togan Hazar­ lar, İslâm Ansiklopodisi, C . V , s.405 (80) A. Alföldi, Türklerde Çift Krallık, II. Türk Taılh si, İstanbul, 1937, s. 507 - 508 BO Kongre­ ibni Rusteh'in ifadesine göre savaş ganin^etlerinden istedil<lerini alır, geri kalanları askerler taksim ederdi (81). Devlette hukukî işleri yürüten yedi kadı bulunmakta olup, Müslüman, Hnstiyan ve Yahudilere ikişer kadı, es­ ki Türk dininde olanlara ise (Mes'udî'ye göre putperest­ ler) bir kadı tahsis edilmişti (82). Müslümanlar'ın, başın­ da görevlendirilen bir «Hazz» bulunmakta olup, Hazar ülr kesinde oturan veya ' t i c a r e t için buraya gelip giden bü­ tün Müslümanlar'ın her türlü- işi bu «Hazz»a havale edi­ lirdi. Ondan başka kimse bu işlere karışamazdı (83). Ha­ zar Hakanları hukukun t a m olarak uygulanması için büyük bir titizlik gösterirlerdi. Hakan'ın adaletine dair pekçok hi­ kaye nakledilmiştir (84). Başlangıçta kuvvetli bir askerî teşkilata Hazarlar, zamanla ekonomik sahip olan açıdan da teşkilatlanmışlar ve bu günkü modern vergi sistemine benzeyen bir vergi düzeni kurmuşlardır (85), B u . günkü batı pitalist b i r manzara arzeden. tipi t i p i k ka­ devlet işletmeciliği yerine ferdi İşletmeciliği koruyan ve geliştiren Hazar devlet ida­ resi, bu ferdî işletmecilerden bol bol vergi alarak devle­ ti bu yolla daha da zenginleştirmiştir. R. S. Karaşemsi'ye göre Yahudiler, Hazar ülkesine gelmeden önce ticarî alan­ da fazla kabiliyetli değildiler, ticarî hüneri Hazarlardan öğ­ renen Yahudiler, bu hüneri zamanla bütün dünyaya göster­ mişlerdir (86). Aksine bir görüş, Hazarlann ticari özellik­ leri Yahudiler'den almış olması da mümkündür. (81) (82) (83) (84) (85) (86) ibni Rusteh, «l-Ağlaku'n-Nefise, s. 139 Mes'udî, Murucu'z-Zeheb, C I, s. 200 - 202 İbni Rusteh, a.g.e., s. 369 Z. V. Togan^ Hazarlar, İslam Ansiklopedisi, C. V , s. 406 M . Artamanov, The History of the Chazars, p. 520 R. S. ICaraşemsi, Hazar Türkleri,, s. 39 - 44 81 Hazar Devleti'nde ekilen topraklar, kabilelere tahsis edilmiş olup aslında hükümetin mülkü idi (87), Hazar Devlet Teşkilatı, yeni kurulan pekçok devlet ta­ rafından örnek alınmış olup, muasırı olduğu diğer ülke­ lerin devlet teşkilatlarından daha sağlam ve dahe üstün­ dür. (87) 82 M . Artamanov, The History of the Chazars, p. 520 C. HAZARLAR'PA HADİSESİ DİN VE YAHUDİLİĞİ BENİMSEME Hazarlar'ın kuruluşundan yıkılışına kadar siyasi duru­ munu ve kültürlerini inceledikten sonra şimdi de onların dinî durumlarını incelemeye çalışacağız. Hazarlar'ın dinî durumunu incelediğimjz zaman onla­ rın tek bir dine mensup olmadıklarını, Hazar ülkesinde muhtelif dinlerin bir arada yaşadığını görürüz. Hazar ülke­ sinde bulunan sonsuz din hürriyetinin bir sonucu olarak, çeşitli dinler bu ülkede misyonerlik faaliyetlerine giriş­ mişler ve taraftar toplamışlardır (1î. Hazarlar'dan asırlar­ ca sonra bile Avrupa'da ayrı dinlerde olan insanların bir arada yaşaması şöyle dursun, âynı.dinin değişik mezheblerine mensup olan insanlar dahi bir arada yaşayamamış ve birbirlerini boğazlamıştır. Avrupa'nın bu durumuna rağ­ men Hazarlar'da geniş dinî bir müsamahanın bulunması ve çeşitli dinlerin ülkede birlikte yaşaması, onların ne kadar medenî bir toplum olduklarını göstermeye yeter. Bu gün. ard niyetli bazı kişilerin Hümanizm maskesi altında dinleri birleştirme teşebbüsleri, bundan on asır önce Hazarlar'da da görülmüştür. Bir Hazar Prensi hem Hrıstiyanhği, hem Yahudiliği ve hem de Müslümanlığı kabul etmiş; Cuma gününde Islamiyetin, Cumartesi gü­ nünde Yahudiliğin, Pazar gününde de Hrıstiyanlığın icapla­ rını yerine getirmişti (2). Ancak bu günkü dinleri birleş­ tirme teşebbüsü ile bu prensin hareketi birbirinden farklı­ dır Çünkü Hazar Prensi her üç dine göre de ibadetini ih­ mal etmiyordu. Bu günkü dinleri birleştirme teşebbüsünde ise, bunun t a m aksine, ibadetleri kolaylaştırma ve azalt- C 1) A . Zajac:zkowski, Karaims in Poland, p. 18 ( 2) A. Zajacskovvski, a.g.e., s. 18 83 ma gibi fikirler vardır (3). Hazarlar'ın dinî durumunu in­ celediğimizde, araştırmamızın konularından birini teşkil eden Yahudiliğin yanında, Hazar ülkesinde Hrıstiyanlığın, Iv/lüslümanlığın ve eski Türk dini (Gök Tanrı İnancı) nin de mevcut olduğunu görürüz. Bu dinlerin en eskisi, eski Türk dini inancı olup, daha sonra gelen Yahudilik, Hristi­ yanlık ve Müslümanlığa bu dinden bazı adetlerin girdiğini görürüz (4). Biz Hazarlar'ın Yahudiliği benimsemeleri ola­ yına girmeden önce Hazarlar'daki eski Türk dini, Hristi­ yanlık ve İslâmiyeti teker teker ele alıp inceledikten son­ ra, Yahudiliği benimseme olayı ve Hazarlar'daki Yahudili­ ği ele alıp inceleyeceğiz. Daha sonra da bu gün bazı bil­ ginler tarafından iddia edilen Doğu Avrupa Yahudiliğl'nin rnenşeinin Hazar Yahudileri olup olmadığı konusunu açık­ lamaya çalışacağız. 1. Hazarlar'da Eski Türk Din! İnancı : Hazarlar Hristiyanlık, Yahudilik v e İslâmiyeti kabul etmeden önce yine t e k Tanrıya inanıyor ve ona ibadet ediyorlardı. Yukarda belirttiğimiz dinler, Hazar ülkesine geldikten sonra dahi bu eski inançlarını kaybetmeyen Ha­ zarlar'ın mevcut olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz. Bu dinler gelmeden önceki Hazarların eski dini hakkında son yıllara kadar hep yanlış şeyler söylenmiştir. Pekçok araş­ tırmacı Hazarlar'ın eski dininin Şamanizm olduğunu söyler- ( 3) Bu günkü dinleri birleştirme teşebbüsü de, Hazar prensinin yaptığı şey de gerçekleşmesi mümkün olmayan şeylerdir. Çünkü dinlerin hepsinin doğru olması mümkün olmadığı gi­ bi, hepsinin yanlış olması da mümkün değildir. Bu, doğruy­ la yanlışı bir araya getirmek olur. Ayrıca bir sistem, bir bütün olarak ole almırsa faydalı olur. Y a n m yarım ele alı­ nınca faydadan ziyade zarar doğurur. ( 4) îbni Havkal, Suretü'l-Arz, s. 212 84 ken (5), bazıları da onların putperest olduğunu ifade et­ mişlerdir (6). Müneccim başı Hazarlar'ın Yahudi olmadan bnce, diğer Türkler gibi hiçbir dine mensup olmadıklarını söylüyor (7). Hazarlar hakkında ileri sürülen bu iddialar, diğer Türk kavimleri hakkında da söylenmiştir. Fakat son araştırmalar bu isnatların tamamen yanlış olduğunu, Ha­ zarlar'ın ve diğer Türkler'in büyük bir çoğunluğunun Şa­ manizm'le bir ilgilerinin bulunmadığını ortaya koymuştuı;. Hikmet Tanyu bu hususu tesbit ederek şunları söylüyor. «Bizde çoğu zaman Altay v e Yakut manevî İnancının, (bir takım eserlere göre Samanlığın) bütün olarak eski Türk d i ­ ni şeklinde Mitoloji v e halk inançları ile karıştırarak be­ nimsemek yanlıştır. Eski Türk dinjni Samanlık şeklinde görmeye katılmak da mümkün değildir... Biz eski Türk­ ler'in dinine Samanlık denîlemiyeceğini, ona Totemizm adı­ nın takılamıyacağınr, ona sadece Tek Tanrı dini denilebile­ ceğini, bir bakıma «Hanifler» gibi b i r inanç içinde bulun­ duklarım... ortaya koymaktayız... Gök kelimesinin bir sı­ fat olarak Yüce, Ulu anlamlarında kullanıldığını arzediyoruz... ve dini böylece tanıtmak gerekirse, bunu yüce Tan­ rı, Ulu Tanrı dini olarak anlamamız gerektiğine işaret et­ mek isteriz.» (8). Hikmet Tanyu bu ifadeleriyle Altay ve Yakut manevî inancının bütün Türkler'e teşmil edilemiyeceğini ve Gök Tanrı inancının Ulu Tanrı İnancı olduğunu ve Hz. İbrahim'den gelen Haniflik inancına benzediğini be(5) L. Rasoni, Türk, devletinin batıdaki varisleri, Hazarlar s. H5; A . Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 59; A. N. Poliak Tlıe Jowİsh-Khazaır Kindgom, p. 489; Y . Öztuna, Türkiye Tarihi, C. I, s. 252 ( 6J H. Rosenthal, Chazars, J. E. V . IV, p. 2; M . Remzi Telfiku'lAhbar C. I, Si 192 ( 7) Derviş A h m e d Müneccimbaşı. Sahaifûl'-Ahbar İstanbul H. 1285 C. I, s. 398 ( 8) Hikmet Tanyu, Türklerin Dini Tarihçesi İstanbul, 1978, s. 9 - 1 2 85 lirttikten sonra, Altaylar'da ve Yakutlar'da görülen mane­ vî inanca da kesinlikle Samanlık denîlemiyeceğini açık­ lıyor. «Türklerde Şamanhk diye bir ad ve din yoktur... Keza Kamlık diye de bir din yoktur. Ne Kamlık, Ne Saman­ lık, asla bir dinin adı olmamıştır.» (9). Türkiye'de Samanlık meselesini ortaya atan Abdülkadir İnan'dır. Türklerde Samanlık diye bir dinin bulunduğu­ nu eserlerinde işleyen A. İnan, son zamanlarda görüşünü değiştirmeye başlamıştı (10). Çin kaynaklarına ve eski Türk yazıtlarına vakıf olan ve İslâm, öncesi Türk tarihi ko­ nusunda uzman olan Sahattin Ögel bu konuda şunları söy­ lüyor. «Eski Türk Devletleri'nin Şamanist oldukları hak­ kındaki iddialar yanlıştır. Türklerde tek bir Tanrı, Tek bir Güneş ve yerde de tek bir Hakan otoritesi olmalı idi» (11). Bahattin Ögel Kam ve Şaman kelimeleri hakkında da şun­ ları söylüyor. «Kam sözü Türkler'de Ozan veya Şaman de­ mektir. Aslında Türkler'de Şamanlar, halkın büyü, tedavi gi­ bi işlerini gören cahil kişilerdi» (12). Türkler'de Samanlık diye bir din olmadığına ve Samanlık da bir d i n olmadığına göre Hazarlar'da Samanlığın bulunması tamamen yanlıştır. Bazı kaynaklarda geçen Putperestlik inancı da Ha­ zarlar'da yaygın değildi. Aslında Hazarlar değil de, onların egemenliği altında bulunan Slav kabileleri Putperest ola­ bilirler. Bu Slav kabilelerinden bazı Putperestlik adetleri Hazarlar'a geçmiş olabilir. Bu adetleri gören tarihçiler, bundan dolayı Hazarlar'a Putperest demiş olabilirler. Çün­ kü İstahrî, Hamevî gibi kaynaklar. Hazarlar Putperest'tir ( 9) Hikmet Tanyu, a.g.e., s. 21 (10) Abdutkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara, 1054, S. 1 - 9 (11) Baliattin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağlan, Ankara, 1979 II. Baskı, s. 19 (12) Bahattin Ögel, a.g.e,, s. 52 86 demiyor. Fakat bnlarıri ahlâklacınıri Putperest ahlâkı ol duğunu söylüyor (13). Hazarların Putperestler'den aldığı adetlere bakarak onlara Putperest demek doğru olmasa gerektir. Nitekinn Mes'udî de Hazar ülkesindeki cahilî ve Putperestleri, Ruslar ve Sakalibe olarak açıklıyor, Rusların ve Sakalibe'nin dışında kalanları, «Vesaire Putperestler» diyerek bir açıklama yapmadan geçiyor. Şayet Hazarların içinde bir topluluk Putperest olsaydı mutlaka Ruslar ve Sakalibe'nin yanında Hazarları da zikrederdi (14). Bu ifa­ deler, Mes'udî'nin çağında Yahudî, Hnstiyan ve Müslü­ manlar'ın dışındakilerin çoğunluğu Putperest olduğundan ve eski Türk inancında kalan Hazarlar da az olduğundan, eski Türk dini inancmdakilerin, Putperestler'den ayrılma­ dan ve tasrih edilmeden geçildiğini gösterir. Müneccimbaşı, «Hazarlar da diğer Türkler gibi hiçbir dine mensup değillerdi.» derken herhalde bilinen ilâhî din­ leri kasdetmiştir. Çünkü Türkler'de ve Hazarlar'da dinsiz­ liğin olduğuna dair hiçbir delil yoktur. Aksine Ibnİ Rusteh bu konuda bize çok entrasan bilgiler veriyor. «Hazarlar'ın en büyük reisleri Yahudi'dir. İşa, ordu komutanı ve ileri gelenler de Yahudi'dir. Geri kalanlar ise Türkler'in dinine benzer bir din üzerinedirler.» (15). Demek ki o çağda İb­ ni Rusteh, eski Türkler'in dinini tanıyor, kendinden önce­ ki ve sonraki pekçok tarihçinin düştüğü hataya düşerek Hazarlar'ın eski dinine Putperestlik demiyor. Bu din, Putpe­ restlikten farklı olduğu için ve bü farkı da gördüğü için Putperest kelimesini kullanmıyor. Fakat bu dinin ismini de bilemediği için, eski Türk dini diyerek geçiyor. Hikmet Tanyu'nun geniş olarak ele aldığı konuyu, 1960'lardan sonra bazı bilginler de görmüşler ve konuya (13) îstahrî, Kitabü'l-Mosalik. s. 108 Halnevî, Mu'cem, C s. 368 (141 Mes'udî, Murucu'z-Zeheb, C I, s. 201-202 (15) îbni Rusteh, el-Ağlalcu'n-Nefise, s. 130 II. 87 ktS'! olarak değinmişlerdir. Zajaczkovvski, Artamanov ve Kafesoğlu gibi bilginler Hazarlar'm eskiden beri t e k Tan­ rı'ya inandıklarını, eski Türk Tanrısı «Tengri Han» (Gök Tanrı, Ulu Tanrı) a taptıklarını belirtiyorlar (16). Hazar­ lar'ın eski dininin tek Tanrılı bir din olduğunda şüphe yokturtur. İslâm öncesindeki Türk Dininin Putperestlik olma­ dığı, Şamanizm'le de hiçbir alakasının olmadığı H. Tanyu ve B. Ögel tarafından açıklanmıştı. Öyleyse bu dinin men­ şei ve mahiyeti nedir? Tek tanrı inancına sahip olduğuna göre bu dinin ilâhî olması mümkünmüdür? Sorularına H. Tanyu «eski Türk dini, Haniflik dinine benzer bir din idi.» demek suretiyle, bu dinin ilâhî olabileceğine işaret etmiş­ tir. Biz bu konuda daha da ileri giderek eski Türk dininin ve dolayısıyla eski Hazar dininin ilâhî bir din olduğunu id­ dia ediyoruz. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen Zü'lKarneyn'in (17) Türkler'e uğradığı ve onlara yardım etti­ ği pekçok müfessir tarafından ifade edilmektedir. Bazı müfessirler Türk düşmanlığı yaparak, Türkler'e Ye'cüc ve Me'cüG isnadını yaparken, bu isnadı yapan bazı müfessir­ ler dahi, Zü'l-Karneyn'in yardım ettiği kavmin, Türkler'in dışında bir kavim olduğunu söylemiyorlar. İbni Kesîr, Zü'l-Karneyn'in İbrahim (A.S.) zamanında yaşadığını, O'na inandığını, Kabe'nin yapımında O'na yardım ettiğini belirt­ tikten sonra, Zü'l-Karneyn'in, aslen Himyer'li bir melik ol­ duğunu söylüyor (18). Kur'an-ı Kerim'de Zü'l-Karneyn'in adil bir kimse olup, Allah'a inandığı ifade ediliyor, hatta Vanî Mehmet Efendi Araisu'l-Kur'an isimli eserinde Zü'l- (16) A. Zajaczlcowski, Karaims in Poland. p. 18; î, Kafesoğlu, Tüı-k Milli Kültürü, Ankara, 1977, s. 2 4 8 - 2 6 3 (17) Kur'an-ı Kerim, Sure 18, A y e t : 8 3 - 1 0 0 (18) 88 İmadüddin Ebu'l-Fida İsmail b, Ömer b. Kesir ad-Dımegkî, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 1966 Beyrut. C. II, s. 102 Kameyn'in Oğuz Han, olduğunu ifade etmektedir (19). Zü'lKarneyn'i Oğuz Han saymak için kuvvetli bir delilimiz yok. A m a O'nu Himyer'li Melik olarak kabul etsek bile bu durum, eski TîJrk dininin ilâhiliğini teyit eder. Bozul­ mamış ilâhi dinlerdeki Tek Allah inancına sahip olan Zü'lKarneyn, Türkler'le temas etmiş ve onlara Hak dini öğret­ miştir. Eğer O'nu. İbrahim (A. S.) ın yardımcısı kabul eder­ sek, O'nun İbrahim (A. S.) ın «Haniflik» dinini Türkler'e öğ­ rettiğini ve böylece eski Türk dininin llahîliğini kabul et­ miş oluruz (20). Hazar Türkleri'nin eski dininin Haniflik olduğunun en kuvvetli delili, İbni Saad'in şu rivayetidir, «ibrahim (A. S.) m onüç oğlu vardı. Bunlardan İsmail'i, Hi­ caza, İshak'ı Filistin'e göndermiş, geri kalan onbir oğlu­ nu da batıya ve vahşilere göndermişti. Onbir çocuk, ey babamız, İsmail ile İshak'ı yanında bırakıp bizleri yanındanmı kovuyorsun (veya uzaklaştırıyorsun) diye sormuş­ lar. O da onlara, size dediğim yerlere gitmenizi emrediyo­ rum demiş ve onlara Allah'ın isimlerinden bir isim pğretm i ş t i . Bu çocuklardan bazıları Horasan taraflarına ve do­ ğuya gidip oraya yerleşmişlerdir. Yerleştikleri yerin ahali­ sine babalarından öğrendikleri Allah'ın adını öğretmişler, Hatta, Hazarlar'ın meliki de onlara (İbrahim'in soyundan gelenler) gelmiş ve onlar da babalarından öğrendikleri Allah'ın adını melike öğretmişler ve bu melike «Hakan» adını vermişlerdir (21). İbni Sa'd'ın bu İfadesi bize açıkça göstermektedir k,i İbrahim (A.S.) ın oğulları Türkler'le te­ mas etmişler ve HanifPk dinini onlara öğretmişlerdir. Bü(1S3 Vam Melımed Efendi (Muhammed b. Bastâm el-Hoşabî), Aıaisu'l-Kur'an vo Nefaisu'l-Furkan, Beyazıt Devlet Küt. f>7 nımıarada kayıtlı el yazması, C. II s. 250 (20) Şaban Kuzgun, Kur'an-ı Kerimde Zü'L-Kameyn meselesi, Erciye.<3 Dergisi Kayseri, 1982, s: 48 (21) Ebu Abdillah Muhammed b.. Saad. Beyrut, 1960. C. I, s. 4 7 - 4 8 et-Tabakatü'WCübra, 89 tün bunlardan anladığuTiıza göre Haniflik inancı, Türkler'e ve Hazarlara, Zü'l-Karneyn kanalı ile gelmiş olabileceği gi­ bi, bizzat Hz. İbrahim'in çocukları ve onların soyu vasıta­ sı ile de gelmiş olabilir. Oğuz Han'ın hak dinde oluşu, Allah'a inanmayanlarla savaşması demekki bir efsane değildir. Demek ki Hz. M u hammed'den önce de Türkler'de Tek Allah inancı vardı. Eski Türk inancında Allah «Tengri teg Tengri»dir. Yani Tanrıya benzer tanrı, kendine benzer Tanrıdır; Kendinden başka hiçbir şey O'na benzemez [22). İslâmiyetteki Allah'­ ın kendi zatıyla kaim oluşu, hiçbir şeyin O'na benzemeyişi, Allah'ın «Vacibu'-Vücud» oluşu eskiden T ü r k l e r d e biliniyordu. Öyleyse İslâm öncesi Türkler'in inançlarını tamamiyle reddetmek mümkün değildir. Ancak Türklerde var olan bu inanç zamanla bozulmuş ve tek Tanrı inancın­ dan sapmalar olmuş olabilir. Hazarlar Yahudilik, Hristiyan­ lık ve'Müslümanlıktan önce bu tek T a n r ı i r e s k i Türk dinin­ de iken. Batı ile temaslarının sonucu Hrıstiyanlıkla ilgilen­ mişler, bir kısım Hazarlar, Hrıstiyanlığı kabul etmeye baş­ lamışlar, diğer bir kısmı d a . Müslümanlığa ve Yahudiliğs geçmişlerdir. Bu üç dinin yanında Putperestlikten ayrı ola­ rak Hazar ülkesinde, eski Türk dininin uzun süre varlığını koruduğunu az da olsa küçük cemaatler tarafından bu inan­ cın sürdürüldüğünü ifade edebiliriz. 2, Hazarlar'da Hristiyanlık : Eski Türk Dinine inanan Hazarlar; Hnstiyan, Müslü­ man ve Yahudî kitlelerle temas ettikçe bu kitlelerin din­ lerine ilgi duymaya başlamışlardır. Bu ilginin sonucu ola­ rak da kitleler halinde islâmiyet, Hristiyanlık ve Yahudi­ liği benimsemeye başlamışlardır. Kaynaklarda hangi dinin C22) B. ögel, Tüxk Kültürünün Gelişme Çağlan, s. 313 90 daha önce benimsendiği hususunda bîr açıklık yoktun Ha­ kan Yusuf'un mektubunda, VII. yüzyılın başlarında Yahu­ diliği kabul ettiklerini ifade etmesine rağmen, her halde Hristiyanlık Hazar ülkesine Yahudİlik'den önce girmiştir. Hazar ülkesine Hristiyanlık, Arranlılar vasıtasıyla sokul­ maya çalışılmış, Arran Metropoliti İsrail, (677-703) Hazar ülkesindeki Hrıstiyanlığı yayma faaliyetinde hayli başarılı görünmüştür (23). Muhtemelen Hnstiyan, Yahudi ve Müs­ lüman misyonerleri aynı yüzyıl içinde Hazar ülkesinde faa­ liyete geçmişlerdir. Hristiyanlık Hazar sarayına devletin son zamanlarına kadar girememiştir. Ancak halktan bir kısım insanlar çok önceleri Hrıstiyanlığı kabul etmişlerdi. İstahrî, Hazarlar'ın ekserisinin Müslüman ve Hnstiyan olduğunu, çok az b i r kısmının ise Yahudî olduğunu ifade ediyor (24). Dımeşkî ise Hazarlar'ı Ermenî ırkından ve Hnstiyan bir kavim ola­ rak bize haber veriyor (25). Hazarlar'ın Ermenî ırkından olması iddiası ne kadar yanlış ise, onların hepsinin Hns­ tiyan olması iddiası da o derece yanlıştır. Çünkü Hazar­ lar'ın çağdaşı olan bütün kaynaklar, bunun t a m aksini söylehıektedirler. Hazarlar arasında Hrıstiyanlığın yayılmasına tesir eden faktörlerin başında onların, Bizans ile münasebetle­ ri gelmektedir. Bizans sarayına gelin giden Hazar Prense­ si Çiçek, Hrıstiyanlığı kabul ederek vaftiz olmuş, bu ha­ dise Hazar ülkesinde bazı Hazarlar tarafından Hrı,stiyanlığa ilgi duyulmasına vesile olmuştur. Heraclius zamanında başlayan i k i ; taraf arasındaki heyetlerin gidiş gelişi, Hnstiyanlığa Hazar ülkesinde bir (23) M, Remzi, Telfiku'l-Ahbar; C. I, s. 192; Z. V. Togan, Hazar­ lar, İslâm Ansiklopedisi, C, V, s. 400 (24) İstahrîN Kitabu'l-Mesalik, s. 108 (25) Dımeşkî, Nuhbetu'd-Dehr, s. 263 91: zemin hazırlamış, b i r defasında Bizans heyetinden St. Costantin, Hazar sarayına gelmiş, Hakan O'na verdiği ziyafet­ te kadeh kaldırarak «Tek Tanrı adına, her şeyi yaratan adına içelim» diye teklifte bulunmuş, elçi Costantin de «Ben Tek Tanrı adına, O'nun kelimesi ve ruhu adına içe­ rim» diye cevap vermiş, Hakan da bu söze karşılık olarak «Biz bir noktada mutabıkız, bir noktada ise ayrılıyoruz, siz kutsal üç'e tapıyorsunuz, biz ise tek Allah'a inanıyo­ ruz» (26) demiştir. Hazarlar'da Hrıstiyanlığın yaygınlaşması 860 yıllarına rastlar. Hazar Hakanı'nın isteği üzerine meşhur Slav Aposiiol'u C y r i l l , (Kiril) Başkent Itil'e 860 yılında ^gelmiş ve Hakan'ın sarayında çok iyi bir kabul görmüştür. Fakat Ha­ kan'ın huzurunda Musevî Hahamları ile yaptığı münakaşa­ da pek tesirli olamamıştır. Kiril bu seyahat için özel ola­ rak İbranice'yi öğrendiği halde Hakanı iknaya muvaffak olamamıştır. Ancak çok daha önceleri Bizans kanalıyla gelen Hristiyanlık, Kiril'in bu seyahatından sonra, Hazar ülkesinde geniş bir taraftar bulmuş v e yayılmıştır (27). Son Hazar Hakanı, Kırım'da Bizans'ın yardımını sağ­ lamak için Hrıstiyanlığı resmi din olarak kabul etmiştir. Ancak Bizans'tan beklediği yardımı alamamıştır (28). Ar­ tamanov, Yahudi Hazarlar'ın, Yahudiliğin resmi din olarak kabul edilmesini müteakip, ülkedeki Hrıstiyanlara, Kırım çevresindeki Hnstiyan Gotlara baskı yaptıklannı ifade edi­ yor (29). Hazarlar'da küçümsenmeyecek sayıda bir toplu­ luk, Hrıstiyanlığı kabul etmiştir. Fakat bu Hnstiyan Hazar topluluğu devlet yıkıldıktan sonra, Hnstiyan Rus camiası (26) A. Zajaczkowski, Ka.raims in Poland, p. 18 (27) Runciman. Orta Çağların Başında Avrupada Türkler, Bel­ leten, C. VII. s. 54; (28) N. Asun, M . Arif, Osmanlı TariJû,.C. İ, s. 75 (29) M. Artamanov, The History of the Hazars, p. 519 92 içinde eriyerek kaybolmuşlardır. Devlet yıkıldıktan bir müddet sonra başlayan Moğol akınları, Ruslarla beraber oturan Hazarlar'ın müşterek müdafaa gayretiyle Hrıstiyanlaşmasına ve Ruslar'la kaynaşarak Ruslaşmasına se­ beb olmuştur. 1249 yılında Volga ile Don arasında seya­ hat eden Plano Caprini, bu bölgelerde Hnstiyan Hazar ce­ maatlerine rast geldiğini söyler. Bu Ruslaşan Hristiyan Hazarlar. Ruslar'm Boyar (Bayar) asilzade sınıfını meyda­ na getirmişlerdir (30). Hrıstiyanlaşan l-jazar unsurlarımn Ruslaşmasının yanı­ sıra, Yahudi Hazarlar'ın bir kısmı da Ruslann zoruyla Hrıs­ tiyanlığı kabul ederek Ruslaşmıştır (31). Hazarlar arasın­ da Hrıstiyanlıkla birlikte Müslümanlık yayılmaya başlamış ve İslâm mücahitleri Ermenistan, Güney Kafkasya ve Ha­ zar ülkesinde faaliyet göstererek İslâmiyeti yaymışlardır. 3, Hazarlar'da İslâmiyet ; Hazar ülkesinde İslâmiyet, Araplar ile temaslann baş­ lamasıyla birlikte görülmeye başlamıştır. Daha önce de be­ lirttiğimiz gibi, islâm ordülan bir yandan Ermenistan v e Kafkasya bölgelerinde fetihler yaparken, öbür yandan bu fethedilen topraklarda İslâmiyeti yayma çalışmaları sürdü­ rülmüştür. Müslüman Araplar, Hazarlar'a İslâmiyeti nasi­ hat yolu ile kabul ettirme yerine zorla, savaş yoluyla ka­ bul ettirme yolunu seçmişlerdir. Bu yüzden Islamiyetin Hazarlar arasına girmesi hayli geç olmuştur. Eğer savaş yerine bilginler gönderilerek onlara İslâmiyet anlatılmış olsaydı, Hazar ülkesinde mevcut olan dinî müsamaha yü­ zünden bu yol daha başarılı olurdu. Nitekim bütün zorla­ malara rağmen pebir yoluyla Hazarlar, İslâmiyeti kabule yanaşmamışlardır. İslâmiyet, Hazar ülkesine banş yoluyla, C30) R. s. (31) Karaşemsi, Hazar Türkleri, s. 44 Solonon Grayzel, A . History of the Jews, p. 281 d3 Müslüman Arap tüccarlarm Hazarlar'la teması sonunda girmiştir. Müslüman tüccarların gayretleri sonucu Hazar­ lar yavaş yavaş Müslümanlığı benimseye başlamışlardır(32). Bütün zorlamalara rağmen, Müslümanlığı kabul et­ meyen Hazarlar,'737 yılında Mervan b. Muhammed'in Baş­ kent itil'i zaptetmesi üzerine, İslâmiyeti kabule mecbur ol­ muşlar, Hazar Hakanı İslâm Devleti'nin yüksek hakimiye­ tini tanımak zorunda kalmış ve bu sayede tahtını koruya­ bilmiştir. Bu tarihlerde iki İslâm bilgini, İslâmiyeti öğret­ mek üzere Hazar ülkesine gitmiştir. Ancak Mervan'ın ölü­ mü üzerine Hazar Hakanı İslâmiyeti terk etmiş, eski di­ nine dönerek bu dini kabulünün siyasî bir manevra oldu­ ğunu ortaya koymuştur (33). Hazarlar'a İslâmiyeti, Müslüman tüccarların yanısıra, Müslüman Harizm'li askerler de öğretmişlerdir. 965'den sonra komşu Türk kavimlerinin saldırısı üzerine Hazarlar, Müslüman Harizm'İllerden yardım istemişlerdir. Ancak Harizmli askerler Hazarlar'a İslâmiyeti kabul etmeleri şar­ tıyla yardım edebileceklerini söylemişlerdir. Bunun üzeri­ ne Hazarlar'ın büyük bir çoğunluğu Müslümanlığı kabul et­ mişlerdir (34). Bu savaşta Müslümanlığı kabul etmiyen Hazar Hakanı yine -aynı tarihlerde Ruslar'm saldırılarını arttırmaları üzerine Harizm'liierden yardım sağlamak için islâmiyeti kabul etmiştir (35). Mes'udî Hazar ülkesinde ye­ di hakimin bulunduğunu, bunlardan ikisinin Müslümanların davalarına baktığını belirterek şunları söylüyor. «Amil (İtil) ahalisinin çoğunluğu Müslüman'dır. Bu Müslümanlar, Me­ lik'in askerleri olup, Harizm'den gelmişlerdir. Ülkelerinde (32) Hakkı Dursun Yıldız, Müslümanlığın Hazarlar Arasında Yayılması, VIII. Türk Tarih. Kongresi, Ankara, 1976, s. 58 (33) Hakkı Dursun Yüdız, a..g.e„ s. 58 (34) Müneccimbaşı, Sahaîfü'lAhbar, C. I, s. 396 (35) İbni Havkal, Suretü'l-Aı-z, s. 211 94 baş gösteren kuraklık ve veba yüzünden Hazar ülkesine gelmişlerdir. Onlar çok güçlü olup, savaşlarda Hazar Ha­ kanı onlara çok güvenir. Oniar Hazar İVlelik'i ile şu husus­ larda anlaşmışlardır. 1) Kendilerine ait bir mescidlerl ola­ cak, bu mescidde Ezan okunacak ve îislâm dinini açıkla­ mak serbest olacak, 2) Hazar Meliki'nin veziri onlardan olacak, bu gün, Melik'in veziri Harizm'li askerlerden olan Ahmed b. Kûye'dir. 3) Hazar Meliki Müslüman bir ülke ile harp ettiği zaman l^arizmli müslüman askerler savaşmıyacaklar Hakan'ın ülkesinde Larisî ismi verilen bu askerlerin dışında tüccar ve sanatkarlardan oluşan bir müs­ lüman topluluk daha vardır k i , onlar adalet ve emniyeti dolayısıyla Hazar ülkesine gelmişlerdir. Bu Müslüman top­ luluğun camisindeki Minarenin ışıkları Hakan'ın sarayını aydınlatır, ayrıca daha başka mescitler de vardır. Orada çocuklara Kur'an okutmak için mektepler vardır.» (36]. Mes'udî'nin beyanından anlaşıldığına göre asker, tüccar ve sanatkarlardan oluşan büyük bir müslüman topluluk, o çağda Itil'de yaşamaktadır ve bu topluluk şehir nüfusunun, çoğunluğunu teşkil etmektedir. Nitekim başka pekçok kaynak da Hazar ülkesinde nüfusun en büyük kısmını Müs­ lümanların, en az kısmını ise Yahudilerin teşkil ettiğini haber veriyorlar (37). Makdisî, Hazarlar'ın Halife Me'mun devrinde müslüman olduğunu (38) söylerken, Barthold ise Gürgenç emiri Me'mun b. Muhammed devrinde Hazarlar'ın Müslüman olduğunu söylüyor (39). Yılmaz Öztuna 732 - 800 yılları arasında Hazar Imparatoruğu'nun resmi dininin İslâmiyet olduğunu ve tarihte ilk Müslüman Türk Devleti'nin Hazar Devleti olduğunu iddia (36] Mes'udî, Murucu'z-Zeheb, C. I, s. 2 0 1 - 2 0 2 (37) îstahrî, Kitabül-Mesalik ve'l Memalik, s. 108 (38) Makdîsî. Ahsenü't-Tekasim, s. 360 - 361 (39) V , V: Barthold, Orta Asya Tarihi Hakkmda Dersler, s. 8? 95 ediyor (40). Ancak bu konuda kaynaklar bize bir l\/lüsl'üman Hazar Devleti'nden bahsetmediği gibi, 737 yılında Müslüman olan Hakan'ın bir müddet sonra Müslümanlık­ tan ayrılarak eski dinine döndüğünü bildiriyorlar. Hazar­ lar'da İslâmiyet, Arap - Hazar savaşlarının hızı kesildikten sonra sür'atte yayılmaya başlamış ve devlet nüfusunun ço­ ğunluğunu Müslümanlar teşkil etmiştir. Devletin yıkılma döneminde Yahudilik sadece saray ve çevresinde kalmış, geri kalan nüfusun büyük çoğunluğunu Müslümanlar oluş­ turmuştur. Devlet yıkıldıktan sonra bu büyük çoğunluk Kumanlara, Peçeneklere ve diğer Türk kabilelerine karışa­ rak erimişlerdir (41), Devletin son zamanlarında en büyük çoğunluğun Müslüman, ikinci büyük çoğunluğun Hns­ tiyan, en azının da Yahudi oluşu son derece Önemlidir. Hazarlar'ın Yahudiliği benimsemeleri ve Doğu Avrupa Ya­ hudiliğinin rnenşeinin Hazarlar olup olmadığı konusuna bu husus göz önünde bulundurularak bakılmalıdır. 4. Hazarlar'da Yahudilik ve Yahudiliği benimseme me­ selesi : Hazarlar'ın Tevrat'ı benimsemesi ve Musevî oluşu dünyayı şaşırtan ve çok dikkat çeken bir olaydır. Eski kay­ naklarda bulunan yuvarlak ifadelerden herkes başka baş­ ka ma'nalar çıkararak değişik görüşler ortaya koymuşlar­ dır. Konuya eğilmek isteyenler çoğunlukla mes'eleye sa­ dece tek bir yönden bakmışlar ve bunun sonucu olarak yanlış ve eksik görüşler ortaya koymuşlardır. Kutschera gibi bazı bilginler Hazar ülkesinde Yahudiliğin çok yaygın olduğu ve Hazarlar'ın hepsinin Yahudiliği kabul ettiği nok­ tasından hareket ederek, bu günkü Doğu Avrupa Yahudi(40) (41) 96 Y. öztuna, Türkiye Tarihi, C. I, s. 262 R. S. Karaşemsi. Hazar Türkleri, s. 44 liginin tamamının Hazar menşe'li olduğunu (42) iddia et­ mişlerdir. Poliak ve Koestler gibi araştırmacıliar, Avru­ pa Yahudiliğinin tamamının değil de, büyük bir çoğunlu­ ğunun Hazar menşe'li olduğunu (43) söylemişlerdir. Solomon Grayzel gibi bazı bilginler de Doğu Avrupa Yahudile­ rinin Hazar ülkesinden gelenler ve Avrupa ülkelerinden gelenlerin karışımı olduğunu (44) ifade etmektedirler. Bü­ tün bu görüşler, Hazarlar'dan Yahudiliği kabul edenlerin sayısının çok olması nazariyesine dayanmaktadır. Hazarlar'da Yahudiliğin ne miktarda yaygın olduğu münakaşa konusu olduğu gibi, Hazarlar'ın kabul etmiş o l ­ duğu Yahudî mezhebinin de, hangi mezheb Olduğu müna­ kaşa edilmektedir. Rabbani Yahudiler, Hazarlar'ın Talmud'u benimsediklerini ve Rabbanî mezhebine girdiklerini iddia ederlerken, Karaim Yahudileri, Hazarlar'ın sadece Tevrat'ı kabul ettiklerini, onların Talmudist olmadığını ve Karaî mezhebinde olduklarını söylemektedirler. Bu .değişik gö­ rüşler karşısında bir sonuca varmak için değişik görüşle­ re sahip olanların delillerini görmek ve bu delilleri karşı­ laştırmak gerekir. Bilhassa Doğu Avrupa Yahudilerinin Ha­ zar menşe'li olup olmadıkları hususunu tesbit edebilmek için Dünya'daki Yahudî göçlerini takip etmek, Yahudilerin Hazar ülkesine ve çevresine ne zaman geldiklerini tesbit etmek, aynı zamanda Yahudilerin Orta Avrupa'ya, Alman­ ya'ya ve Polonya'ya ne zaman geldiklerini ortaya koymak gerekir. En önemli husus, Hazarlar'ın ne kadarının Yahudili­ ği kabul ettiği hususudur. Biz bu konuya girerken, önce Ha­ zarlar'ın ne zaman ve nasıl Yahudiliği kabul etmiş oldukla­ rını ve ne t ü r bir Yahudiliği benimsediklerini, yani hangi Yahudi mezhebine girdiklerini ortaya koyacak, daha son(42) Kutschera, Die Chasaren,, p, 209 (43) A . Koestler, Tlıe Thirteenth Tribe, p. 16 - 1 7 (44) Soloman Grayzel, A . History of the Jews, p. 445 , 97 ra Hazar ülkesine gelen Yahudi göçmenleri ve Hazar Dev­ leti yıkıldıktan sonra Hazarlar'ın, özellikle Yahudi Hazar­ lar'ın, nerelere göç etmiş olduklarını tesbit ettikten son­ ra, Doğu Avrupa Yahudiliği ile Hazarlar'ın, Karaylarla Ha­ zarlar'ın ilişkisini açıklayacağız. a. Hazarlar'da Yahudiliğin Kabul Ediliş Tarihî ve Ş e k l i : Hazar ülkesine Yahudiliğin ne zaman gelmiş olduğu hakkında değişik görüşler vardır. A . Harkavy, Hakan Yu­ suf'un mektubuna dayanarak Yahudiliğin Hazar ülkesine 620 yıllarında, yani Hazar Devleti'nin bağımsızlığını kazan­ mak üzere olduğu zamanlarda geldiğini ifade etmektedir (45). R.S. Karaşemsi, Hazar Hakanı'na, 670 yıllarında Sa­ karya'dan Hazar ülkesine gelen İshak Sangarî'nin Yahudili­ ği benimsettiğini (46) söylüyor. M. Artamanov, Hazarların Yahudiliği 730 yıllarında kabul ettiklerini (47) söylerken, bazı Yahudi kaynaklar, bu tarihin 740 yılı olduğunu (48) ileri sürüyorlar. İslâm kaynakları ise Hazarlar'ın Halife Harunu'r-Reşid devrinde, yani 785 yıllan civarında Yahudili­ ği kabul ettiklerini (49) belirtiyorlar. Hazar Hakanı'nın Ya­ hudiliği kabul etmesinden daha önceki bir zamanda Yahu­ diliğin, Hazar ülkesine gelmiş olması mümkündür. M.Ö. VI. yüzyılda Yahudi mabedinin ilk defa yıkılması sonunda Filistin'den sürgüne gönderilen Yahudiler, Iran ve Irak'a gelmişler, daha sonra bir kısmı sürgünden Filistin'e geri döndüğü halde, diğer bir kısmı oldukları yerde kalmış ve Filistin'e dönmemişlerdir (50). Bu asırdan itibaren İran'a, f45) H. Rosenthal, Chazars, J. E. V. IV, p. 2 (46) R. S, Karaşemsi, Hazar Tilrkleri, s. 18 (47) M . Artamanov, The History of Üıe Chazars, p. 519 (48) H. H. Milman, The History of the Jews, V, III, p. 129 (49) Mes'udî, Murucu'z-Zeheb, C. I. s. 200-201 (50) Yaşar Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhepleri, Ankara 1065, S. 183 98 Ermenistan'a Kafl<asya'ya aralıklarla Yahudiler gelip yer­ leşmişlerdir. Nitekim bazı Yahudi kaynaklar, 1. yüzyıldan itibaren Karadeniz ve Hazar Denizi sahillerinde Yahudile­ rin bulunduğunu, hatta Ural Bölgesinde dahi bu çağlarda Yahudiler'in mevcut olduğunu ileri sürmektedirler (51). Verilen muhtelif rakamlardan, Hazar ülkesine Yahudiliğin ne zaman geldiğini ve Hazar Hakanı ile çevresinin hangi tarihte Yahudiliği kabul ettiklerini tesbit etmek güçtür. 620 yılı, pekçok Yahudi tarihçi tarafmdan dahi kabul edil­ mediğine göre bu tarihi geçebiliriz. 670 yılını da ihtiyatla karşılamak zorundayız. Daha önce gelen Yahudi, göçmen­ lerin dışında Hazarlar'ın Yahudiliği kabul edişi 730 yılı ile 790 yılı arasında meydana gelmiş olabilir. Muhtemelen 730 yıllarında Yahudi bilginler, Hazar ülkesinde faaliyet göstermeye ve Hakan'ın sarayında taraftar toplamaya baş­ lamışlardır. Bu taraftar toplama çalışmasını Hakan'ın sa­ rayına teksif etmeleri, Bizans'tan ve diğer yerlerden gelen Yahudi göçmenlere sempati toplama amacına yönelik ol­ malıdır. Yapılan işkenceler yüzünden Bizans'tan kaçan din kardeşlerini Hazar topraklarında barındırmak için her şey­ den önce Hakan'ın müsaadesine ve hiyamesine ihtiyaçla­ rı vardı. Bu yüzden daha çok Hakan'a ve çevresindeki ile­ ri gelen devlet adamlarına Yahudiliği benimsetmek için gayret göstermişlerdir. Bu gayretin sonucu olarak 780 Yıl­ larından önce Hakan ve çevresi Yahudiliği benimsemişler­ dir. Ancak bu olay, o günün şartları içinde çevre ülkeler­ de ve İslâm âleminde hemen duyulmamıştır. 780-790 yıl­ ları arasında bu olay İslâm âleminde duyulmuş olabilir. Bu yüzden de İslâm tarihçileri, Halife Harunu'r-Reşid dev­ rinde Hazarlar'ın Yahudiliği kabul ettiğini yazmışlardır. S. Tolstov, Yusuf'un mektubunda ikinci Hakan olarak zikret­ t i ğ i Obedya'nın 760-770 yıllarında Hakanlık yaptığını be- (51) H. Rosenthal, Chazara, J; E . V. IV, p, l 99 yan ettiğine (52) göre, birinci Hakan Bıılan'ın 620 yılların­ da değil 740-750 yıllarında yaşamış olması ye Yahudiliği de bu tarihlere yakın bir zamanda kabul etmiş olması akla uygun gelmektedir. Yusuf'un mektubunda Obedya'nın devrim yaptığı, dinde bazı düzeltmelere gittiği belirtiliyor (53). Artamanov, Obedya'nın bu harekelini sadece dinî de­ ğil, aynı zamanda siyasî bir devrim kabul edip, bu dev­ rimden sonra Obedya'nın Hnstiyan ve Müslüman kitlelere baskı yaptığını ve Ortodoks Got kilisesini kaldırdığını (54) beyan ediyor. Bu görüşe göre 770 y ı l l a n , Yahudiliğin Ha­ zar Devlet siyasetine egemen olduğu yıllardır. Yıllardır ezilen, sürgünlere gönderilen Yahudiler, bir devletten mah­ rum olarak ya.şarlarken, Hazar Devleti'nin ileri gelenleri­ nin Yahudiliği kabul etmesi ve devletin resmi dininin Ya­ hudilik olma-oı karşısında bu durumu dünyaya duyurma ih­ tiyacını hissetmişlerdir. Hazarlar'da eskiden beri bulunan dini müsamahaya rağmen, böyle bir fırsatı ele geçiren Yahudiler, Devletin siyasetine egemen olmaya başlamış ve Hnstiyan ve Müslümanlara baskı uygulayarak yüzyıllardan beri çektiklerinin acısını çıkarmak istemiştir. Artamanov, bu baskının kısa bir süre sonra yerini tekrar engin bir mü•samahaya terk ettiğini ifade ediyor. Hakan ve çevresi İs­ lâm tarihçilerinin belirttiği tarihlerden biraz önce Yahudi­ liği kabul etmiş olabilirler. Ancak devletin dininin Yahudi­ lik olduğunun resmen ilânı v e Yahudi nüfuzunun devlet s i ­ yasetine egemen olması JsIâm tarihçilerinin bildirdiği ta­ rihlerde olmuştur. Hakan Yusuf'un mektubunda, Hakan Bulan'ın Yahudi­ liği kabul ediş şekli şöyle anlatılmaktadır. «Birkaç asır ön­ ce Hazarlar üzerinde Hakan Bulan hüküm sürüyordu. Bir (52) Z. V . Togan, İDİam Ansiklopedisi, C. V , s. 406 (53) A . Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 73 (54) M . Artamanov; The History of the Chazars, p. 519 100 gece. Tanrısı O'na rüyasında göründü ve O'na kuvvet kud­ ret ve şöhret vaad e t t i . Bu rüya ile cesaretlenen B u b n , Daryal yolu ile Erdebil ülkesine gitti ve orada (Araplara karşı] büyük zaferler kazandı. Bizans İmparatoru v e İsmailîlerin halifesi ona elçilerle beraber hediyeler yolladılar ve O'nu kendi dinlerine çevirmeye çalıştılar. Bulan, bilgili İsrail din adamlarmı da davet etti ve onların hepsini (din­ lerini) açıklamaya çağırdr.. Bulsn, kendi dinlerinin en iyisi olduğuna inanan ve bunu savunan her kişiye, kendi din­ leri dışında ikinci derecede hangi dinin daha doğru oldu­ ğunu sordu. Müslüman din adamı da, Hnstiyan din ada­ mı da, kendi dinlerinden sonra Yahudiliğin ikinci derece­ de i y i v e doğru olduğunu söylediler. Hakan Bulan, aldığa cevaplar üzerine (bu üç dinin içinde} Yahudiliğin en iyi ve en doğru din olduğuna kanaat getirdi ve bu yüzden Ya­ hudiliği kabul etti» (55). Hakan Yusuf'un ifadesinden anla­ şıldığına göre sarayda üç dinin mensupları arasında bir münazara tertipleniyor, Bulan münazaraya katılan din adamlarının her birine ayrı ayrı sorular soruyor Ve. sonun­ da bir kanaate vararak Yahudiliği seçiyor. Marguart, Dun­ lop v e Koestler gibi araştırmacılar, İslâm tarihçisi el-Bekrî'nin bu münazaraya İslâm bilgininin katılmadığını sövlediğinl belirtiyorlar (56). Bu üç araştırmacı eserlerinde elBekrî'nin bu hadiseyi şu şekilde naklettiğini ileri sürüyor­ lar. «Hazar Kralı daha önce Hrıstiyanlığı kabul etmiş o l ­ duğu halde, sonradan bu dinin yanlışlığını görerek canı sıkılmış ve durumu yanında bulunan yüksek rütbeli adam­ lardan birine anlatmış, O yüksek rütbeli adamı da, ona kiitsaryazıların üç ayrı toplumun elinde olduğunu, gerçeği (55) H. Rosenlhal, Chazar.=ı, J. E. V. IV, p, 2 (56) J. Marqu£irt, Osteiu-opaİGChe und Ostaiatische Streifzüge, Leipzig, 1S03. p. 7 - 8 ; Dunlop, Tlıe .I-îistaıy c f the Jcnnsh Khazsırs, p.; 90; Koestler The TÎ-ıirtecnÜi Tribe p. 6 3 - 6 5 101 öğrenmek için bu üç toplumdan birer kişiyi ülkesine davet edip onlara kendi inançlarmı anlattırmasını, onları dinle­ dikten sonra kendisinin bir karara varmasını söylemiş. Bunun üzerine Hakan Hrıstiyanlara haber göndererek on­ lardan bir din adamı istemiş, o sırada Hakan'ın yanında münakaşa kabiliyeti çok yüksek olan bir Yahudi din ada­ mı da varmış, (Yahudî din adamı karşısında) Hnstiyan din adamı sözlerini delillendiremeyince davayı kaybetmiş. Bu sırada Hakan, sarayına Müslüman bir din adamı da davet etmiş, Müslümanlar, Hakan'ın sarayına münakaşa kabiliye­ ti yüksek bir din adamı göndermişler, fakat Hakan'ın sa­ rayında bulunan Yahudî din adamı, birine para vererek yolda Müslüman din adamını zehirletmiş. Müslüman din adamı Hakan'ın sarayına gelmeyince de Yahudi din adamı. Ha­ kan'ı ikna ederek ona Yahudiliği kabul ettirmeyi başarmış. el-Bekrî'nin el-Mesalik ve'l-Memalik isimli eserinin İstan­ bul nüshalarında böyle bir ifadeye rastlamak mümkün ol­ madı. Brockelmann, aynı eserin İspanya Escurial Kütüp­ hanesinde ve Cezayir'de de nüshalarının bulunduğunu be­ lirtiyor (57). Belki bu ifadeler bu nüshalarda mevcut olabi­ lir (58), El-Bekrî'nin eserinin İstanbul nüshalarında olay şöy(57) (58) 102 Cari Brockelmann, Geschichte Der Arabischen Lltteratur Supplementband, I, Leiden, 1937, p. 875 - 876 el-Bekrî'nin naklettiği iddia edilen zehirleme hadisesine ilk defa Koestler'in eserinde tesadüf ettim. Olayı ana kaynak­ tan tetkik etmek için İstanbul kütüphanelerine giderek elBekri'nin zikredilen eserini baştan başa bir kaç kere gözden geçirdim, falcat böyle bir zehirleme olayma rast gelmedim. Bunun üzerine Koestler'in dipnotuna bakarak hangi kay­ naktan faydalandığını • öğrenmek istedim, Koestler'in dip­ notuna baktığımda, onun esas kaynak yerine Dunlop'un eserinden faydalandığını gördüm. Dunlop'un dipnotuna bak­ tığım zaman, onun da ana k a y r a k yerine Marguart'ın ese­ rinden faydalandığını tesbit ettim. Marquart'ın eserine ba­ kınca onun da Kunik ve Rosen'in 1878 yılında Petersburg'- le nakledilmektedir. «Hazarlar'ın dini Yahudiliktir. Hazar meliki. Harunu'-Reşid zamanında Yahudi olmuştur... Hazar melikinin Yahudiliği kabul ediş sebebi ş u d u r : Rum meliki ülkesinde bulunan Yahudileri zorla Hnstiyan yapmaya çalış­ mış, bunun üzerine bir kısım Yahudiler, Hazar ülkesine kaçmış, bu sebepten dolayı Hazarlar Yahudî olmuşlardır» (59). Görülüyorki el-Bekrî, Müslüman din adamının zehir­ lenmesi olayından bahsetmemektedir (60). Eğer el-Bekri gerçekten böyle bir zehirleme olayından bahsetmiş i s e , yani el-Bekrînin eserinin diğer nüshalarında bu olay var İse, Hazar Hakanı'nın Yahudiliği kabul etmeden önce Hns­ tiyan olduğunu ve dolayısı ile Hazar ülkesine Hnstiyanlığın Yahudilikten önce girdiğini kabul etmemiz gerekiyor. Hazarlar'ın Yahudiliği kabul etmesi esnasında üç di­ nin mensupları arasında bir münazara tertip edilmiş o l ­ makla beraber, bu münazaradan önce Hakan'ın sarayında, Yahudi bilginlerin nüfuzunun iyice arttığı, hatta münaza­ radan önce Hakan'ın Yahudiliği diği söylenebilir. Çünkü Hakan, benimsemeye karar ver­ bilginlere sormaktadır k i , onun sorduğu sorulardan, öyle sorular Yahudi bilgini haklı çıkarma arzusunu sezmek güç değildir. İslâm hali­ fesi ile Bizans İmparatoru'nun, Hakan'ı kendi dinlerine da yayınladıklan «îzvcstia el-Bekrt» isimli bir yaymdan faylandtğmı mü.şahede ottim. Kunik ve Rosen'in yaymmı elde etme imkânmı bulamadım. Ayrıca el-Bekri'nin eserinin İs­ tanbul nüshalarının dışındaki nüshalarını da elde etme im­ kânım bulamadım. Bahsedilen zehirleme olayı diğer nüsha­ larda yoksa uyduııümuş oluyor. (59) Ebu'Ubeyd Abdullah, b. Muhammed b. Eyyub el-Bekrî el-İnebi, el-Mesalik ve'l-Memalik, sj 46 (60) A. Koestler, The Tliirteenth Tribe. p. 65 - 68 103 çekmek istemeleri karşısmda böyle bir mizansen hazır­ layarak, onları gücendirmeden işin içinden sıyrılmak iste­ diği söylenebilir. Hakan Yusuf'un mektubundan başka, olayı tafsilatlı bir şekilde anlatan kaynak mevcut değildir. el-Bekrl'nin eserinin İstanbul nüshalarından, Hazarlar'ın Yahudiliği ka­ bul etmelerine Bizans'dan gelen Yahudi göçmenlerin kat­ kısı olduğunu anlıyoruz. Ancak Bizans'ın dışında Iran ve Ermenistan'dan da Yahudî göçmenler Hazar ülkesine' gel­ mişler ve dolayısı ile onların da bu hadiseye katkıları ol­ muştur. b. Hazarların Yahudiliği kabul ediş sebebi : Hazar Hakan'ı ve çevresinin Yahudiliği kabul ediş se­ bebleri hakkında değişik görüşler mevcuttur. Yahudî kay­ naklar, Yahudiliğin diğer dinlerden üstün olması, yapılan münazaranın Yahudi bilgin tarafından kazanılması yüzünden, Hakan'ın Yahudiliği kabul ettiğini söylerler. I\/leşhur is­ panyol Yahudi şairi Yehuda Halevî, Hakan'ın huzurunda yapılan münakaşadan Yahudi bilginin galip çıkmasından ilham alarak Kitabu'l-Hazari isimli bir kitap yazmıştır. Bu kitapta Halevî, Hazarlar'ı sadece bir fon olarak kullanmış olup, eserinde Yahudiliğin, Hnstiyanlığa ve Müslümanlığa karşı daha üstün olduğunu felsefî bir tarzda işlemiştir (61). Ancak Halevî, Hazarlar'ı yakından tanımamaktadır, onlar hakkında sadece Hasdai'ye gelen mektuplardan bilgi sahi­ bi olmuştur (62). A. Zajaczkovvski, Hazarların daha önce tek tanrıya inanmış olmalarının Yahudiliği kabul etmelerine tesir et(61) A. Koestler, The Thirteenth Tı-ibe, p. 76 (62) A . Koestler, a.g.e., p. 78 104 tiğini ifade ederek bu konuda şunları söylüyor. «Proto Türkler'de devam eden «Tengl Han» inancı, bir t e k Allah'a ibadet etme, Hazarlar'da devamı etmiştir. Bu yüzden tek Tanrı'ya inanan Hazarlar'ın Moniteist bir din olan Yahu­ diliği benimsemeleri kolay olmuştur»» (63). Hazarlar'ın Yahudiliği benimsediği sıralarda gerek İs­ lâm mücahidleri ve.gerekse Hristiyan misyonerleri' bu böl­ gede kesif bir faaliyet halinde idiler (54), Halktan bir kıs­ mı, müslümanlığı seçtiği, djğer bir kısmı da Hrıstiyanlığı seçtiği halde Hakan ve çevresinin Yahudiliği, seçmesi in­ sanı, bu konuda başka sebepler aramağa zorlamaktadır. R.S. Karaşemsi, bu konuda şunları söylemektedir. «Hazar Türkleri'nin yüksek sınıfları musevîliği kabul ettikleri sı­ rada, Hristiyanlık şarkta henüz yeni intişar etmiş ve bir­ çok meslekler doğmuştu. Ekseriyetle (Hristiyanlık) ya zor­ la ve yahut aşağı tabaka tarafından kabul edilmiş bir din^ di, (Nietzsche) nin dediği gibi mahkumlar dini, avam dini olan Hrıstiyanlığı, Türkler pek güç kabul ederlerdi. İslâm­ lık ise, pek yabancı bir kavmin kendi lisanı ile yaymaya çalıştığı bir dindi. Musevîlik, o zamana göre e n eski, en asil bir dindi. Bu itibarla Hakim ve asil unsur olarak Ha­ zarlar'ın en işine geleni o oldu» (65). Karaşemsi'nin gö­ zünden kaçan bir husus var ki, Hazar Hakanları sıkıştık­ ça kâh Müslümanlığı, kâh Hrıstiyanlığı kabul etmek sure­ tiyle, bu dini asalet saiki ile kabul etmediklerini mişlerdir. O sıralarda Hrıstiyanlığın göster­ avam dini ve mah­ kumlar dini olduğu doğrudur. Ancak İslâm dinini, yabancı (03) A. ZajaczkoTvslci, Karaims in Poland, p. 18 (64) The. Hon. Runciman. Orta Çağlarm Başlai'mda Türkler, Belleten, C. VII, s. 5 3 - 5 4 (65) Avrupada R. S. Karaşemsi, Hazar Türlderi, s. 19 105 bir kavmin, (Araplar) kendi lisanı ile yaymaya çalışması, bı.1 dinin kabul edilmemesine ve Yahudiliğin tercih edilme­ sine sebep teşkil etmemiştir. Çünkü Yahudilik de yaban­ cı bir kavmin (İsrail oğullarının) kendi lisanı ile (İbranice) yaymaya çalıştıkları bir dindi. Aynı zamanda O dönemde sarayın dışında halkın bir. kısmı Müslümanlığı kabul etme­ ye başladığı gibi, diğer Türk kabileleri de süratle İslâm­ laşmaya başlamışlardı. Hazarlar'ın İslâmiyete karşı Yahudiliği tercih edişle­ rinde ana sebeplerden biri şüphesiz o tarihlerde Müslü­ man Araplar'ın yanlış davranışları olmuştur. Hz. Muham­ med'in «Türkler size ilişmedikçe siz de onlara ilişmeyin» Hadis-i Şerifi ile, el-Bab şehrinin Müslüman hakiminin, «Biz Hazarlar'dan razıyız onlar bize dokunmuyor siz de on­ larla savaşmayın» sözünü dikkate alarak, savaş yapmadan önce, onlara din adamları gönderilerek güzellikle İslama da­ vet edilse idiler, Hakan ve çevresi belki de İslâmiyeti ter­ cih edebilirlerdi. Fakat İslâm ordularının komutanları bu ikazlara kulak asmayıp doğrudan doğruya savaşa başladı­ lar ( 6 6 ) . Bunun sonucu olarak tam bir başarı kazanama­ dıkları gibi, Hazarlar'ın İslâmiyet'ten soğumalarına da se­ bep oldular. Yahudiliğin diğer dinlerden üstün oluşu, yapılan mü­ nazaraların Yahudi bilgini tarafından kazanılması gerçekte Hazarlar'ın Yahudiliği kabul edişinin Hazarlar'ın daha önce «Tengri Han» sebepleri değildir. inancında olmaları belki Hnstiyanlığa karşı Yahudiliğin tercih edilmesine se­ bep olmuş olabilir, ancak bu durum, İslâmiyete karşı Ya­ hudiliğin tercih edilmesine sebep olamaz. Çünkü İslâmi' f6G) M. Remzi, Telfiku'l-Ahbar. C. 1, s. 71 106 yet de Yahudilik gibi Moniteist bir dindir. Bilhassa batılı kaynakların bir kısmının üzerinde ısrarla durdukları bir husus vardır k i , o da Hazar Hakanı ve çevresinin Yahudi­ liği siyasî nedenlerle kabul etmîş olduklarıdır. Kendi eski dinlerini artık yeterli bulmayan Hakan, şayet Müslümanlı­ ğı kabul ederlerse, kendilerinden daha önce Müslüman olan ve Islamiyetin temsilcisi durumunda olan Araplar'ın bir nevi vesayetleri altına girecekdir. İslâmiyet yerine Hnstiyanlığa girerse bu defa Hnstiyan Bizans'ın vesayeti altına girecekdir. Her iki durumda da zamanla bu devlet­ lere bağımlı hale gelmelerinin kaçınılmaz olduğunu sezen Hakon ve çevresi, yeni bir din. aramağa başladılar. Aradık­ ları din öyle bir din olmalı idi ki, hem îlâhilikte İslâmiyet ve Hnstiyanlığa denk olsun, hem Kur'an ve İncil gibi bir kitabı olsun ve hemde bu dine girdikleri zaman her han­ gi bir devlete bağımlı hale gelmesinler. İslâmiyet ve Hrıs­ tiyanlığın karşısında Yahudilik, tam aradıkları gibi bir din olduğundan bu dini tercih etmişlerdir (67). Yoksa Hakan ve çevresi sadece Yahudi din adamlarının telkini sayesin­ de ve Yahudilik daha üstün bir din olduğundan değil, s i ­ yasî durumlarına en uygun geldiğinden bu dini seçmişler­ dir. Birinci planda siyasî sebepler yüzünden., ikinci planda da Arap ordu komutanlarının hatalı tutumları yüzünden Ya­ hudiliği benimseyen Hakan ve çevresi, bu benimseyişte de pek samimi deği[lerdi^ Çünkü başlan sıkıştıkça din değiş­ tirmişler; Hakan, kâh mağlup çıktığı bir savaştan sonra İslâmiyeti kabul etmiş, kâh yardım alma umudu ile HrıstiyanlığR dönmüştür. Hadiseye bu cepheden bakılınca ger­ çekler daha net görülmekte ve Doğu Avrupa Yahudilerinin (67) The. Hon. Runciman, Orta Çağların Başlarında Avrupada Türlder, Belleten, C. VII, s. 53-54; A. 2ajaczkowslti, Kara­ ims in Poland p. 19; A . Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 59 107 menşe'inin Hazarlar olup olmadığı konusu daha iyi aydın­ lanmaktadır. Hakan ve çevresinin Yahudiliği kabul edişi­ nin gerçekten inanarak değil de, siyasî nedenlerle, göster­ melik inanış olduğunun en açık delili sarayda gitgide nü­ fuzlarını arttıran Yahudi bilginlerinin tutumudur. Zaman­ la Yahudi bilginlerin nüfuzu iyice artınca, eski inançları­ nın tesirinden tam sıyrılamıyan Hakan'a, Tevrat'ın hüküm­ lerini uygulamakta tam olarak güvenemediklerinden, Ha­ kan'ın yetkilerini elinden alarak ikinci bir hakanlık ihdas etmişler ve Türk sülaleden gelen birinci Hakan'ı yetkisiz bırakmışlardır f68). Yahudî kaynakların iddia ettikleri gibi, Yahudiler inançlarının üstünlüğü ve din adamlarının ikna kabiliyeti sayesinde Hazarlara dinlerini benimsetebilmiş olsalardı, aynı başarıyı Rus prensine karşı da gösterebilmeleri ge­ rekirdi. Rus tarihi, Vladimir'i kendi dinlerine çevirebilmek için üç din heyetinin kendisini ziyaret ettiğini, Vladimir'in bunları ayrı ayrı dinlediğini, üçüncü heyet olan Hazar Yahudilerinin heyetine, «Kudüs'ü neden siz yönetmiyorsu­ nuz» diye sorunca, heyettekilerin «Tanrı atalarımıza kız­ mıştı. Günahlarımıza karşılık bizi Hristiyanların arasına serpiştirdi» diye cevap verdiklerini, bunun üzerine Vladimir'in onlara, »Siz kendiniz Tann'nın eliyle dağıtılmışken, nasıl oluyor da başkalarına inancınızı benimsetmeyi uma­ biliyorsunuz» dediğini naki eder (69). Her halde Hakan 3ulan, Vladimir kadar zeki idi ve onun sorduğu soruları .sorabilecek durumda i d i . Hakan ve çevresi siyasî sebeb­ lerle Yahudiliği kabul ettikleri halde, başlangıçta İslâm ordularının karşısına dikilmek suretiyle Hristiyanlık dünyasına büyük hizmet yapmışlardır. Bizans'tan gelen ve Kırım ile Kiev çevresinde oturan Yahudilerin himaye (68) M. Artamanov, The History of the Chazars, p. 519 (69) A. Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 121 108 edilmesinin dışında Yahudîlik âlemine fazla bir katkısı ol­ mayan Hazarlar, Arapların Kafkasları aşmasına engel ol­ muş, bir nevi batıyı savunmuşlardır. Daha sonraki zaman­ larda ordunun büyük bir kısmı ile halkın çoğunluğu Müslü­ man olduktan sonra, Rusların Kafkasları aşarak İslâm ale­ mine saldırmasına engel olmuşlardır (70). c. Hazarlardan ne kadarı Yahudiliği kabul etmişîsr? : Hazarların Yahudiliği kabul edişini fevkalade mübala­ ğalı olarak büyütmek suretiyle Doğu Avrupa Yahudilerin! Hazarlara bağlamak isteyenlerin yanıldıkları en büyük nok­ talardan biri. Hazarların çok az bir kısmının Yahudiliği ka­ bul etmiş olmasıdır. Siyasî sebeblerle Yahudiliğin kabul edilmiş olması bir yana, Yahudiliği kabul edenlerin sayısı fevkalade azdır. Yahudiliğin, Hazarların hepsi tarafından kabul edildiğini söyleyerek Doğu Avrupa Yahudilerini Ha­ zarlara bağlamak isteyenlerin dayandıkları, iki kaynak var­ dır. Birinci kaynak İbnü'l-Fakıh'ın Kitabu'l-Buidan isimli eseridir. IX, yüzyılın ikinci yarısında eserini yazmış olan Ibnu'l-Fakih, Hazarların. Yahudiliği konusunda şunları söy­ lemektedir. «Hazarların hepsi Yahudidir. Ancak onlar ya­ kın zamanda Yahudiliği kabul etmişlerdir (71) Bu ifadeye dayanarak Kutschera, Koestler ve benzeri araştırmacılar Doğu Avrupa Yahudiliğini Hazarlara bağlıyorlar. İbnu'l-Fakıh, olay hakkında fazla bilgi vermemektedir. Bu iddiayı ileri sürenler İkinci kaynak olarak Hakan Yusuf'un mektu­ bunu gözönünde bulundurmaktadırlar. Hakan Yusuf, Ha­ zarların tamamının değil, büyük b i r çoğunluğunun Yahudi­ liği kabul ettiğini söyler (72). X. yüzyılın ikinci yarısının başlarında yazılan bu mektup, bir Hazar Hakanı tarafından (70) Mes'udî, Murucu'z-Zeheb, C I, s. 205-207 (71) Ebu Bekir A h m e d b. Muhammed İbrm'l-Faldh • el-Hemedani, Kitabu'l-Büldan, Leiden, 1885, s. 298 (72) H. Rosenthal, Chazars J. E. V , . İV,' p.. 2 . 109 yazıldığına göre, şayet Hazarların hepsi Yahudiliği kabul etmiş olsalardı, dindaşı Hasdâî'ye bunu gururlanarak ya­ zardı. Birinci kaynak, ikinci kaynaktan daha eski olup. Ha­ zarlar hakkındaki bilgiler hususunda ikinci kaynak kadar emin değildir. Bunun dışında Doğu Avrupa Yahudilerini Hazarlara bağlamak isteyenlerin dayanakları yoktur. An­ cak bu iki kaynağın dışındaki kaynaklar, hadiseyi daha baş­ ka türlü anlatmakta ve Hazarların tamamının veya büyük bir çoğunluğunun Yahudiliği kabul etmediğini, aksine çok az bir kısmının Yahudiliği kabul ettiğini ifade etmektedir­ ler. Bunlardan İbni Rusteh, Hakan, İşa, Ordu Komutanı ve Hakan'ın yakın çevresinin Yahudî olduğunu kaydediyor (73). İstahri ise olayı çok açık ve net bir şekilde şöyle açık­ lıyor; «Hazarların nüfusunun en büyük çoğunluğunu Müs­ lümanlar ve Hristiyanlar, en küçük azınlığını ise Yahudi­ ler teşkil ediyor» (74). Mes'udî ise, Hazar ülkesinde yaşa­ yanların ne nisbette, hangi dinde bulunduklarını açıklamı­ yor, ancak ülkede yedi tane Kadı'nın bulunduğunu, bun­ lardan ikisinin Müslümanların, ikisinin Hristiyanların, İki­ sinin Yahudilerin ve birinin de diğer geri kalanların dava­ larına baktığını ifade ediyor (75) Mes'udinin ifadesine gö­ re Kadı durumu gözönüne alınırsa, ülkedeki insanların hangi miktarda ve hangi dinde olduklarını yaklaşık olarak hesaplamak mümkün olur. Şayet ülke insanlarının büyük çoğunluğu Yahudî olsaydı azınlık durumunda kalan Müslü­ manlara ve Hristiyanlara, her halde ikişer kadı yerine, Put­ perest ve eski Türl<">dininde olanlara tahsis edildiği gibi hiç değilse birer Kadı tahsi edilirdi. Demekki ülke nüfu­ sunun büyük bir kısmı Müslüman ve Hnstiyan k i , onlara (73) İbni Rusteh. el-Ağlaku'n-Neflse, s. 139 (74) İstahrî, Kitabu'l-Mesalik ve'l-Memalilt,, s. 108 (75) Mes'udî, Murucu'z-Zeheb. C. I, s. 2 p l - 2 0 2 110 ikişer kadı tahsis edilme lüzumu hissedilmiştir. Hakan Yusuf'un mektubuyla bu kaynakları mukayese ettiğimiz zaman, bu kaynaklardaki bilgilerin daha sıhhatli olduğu ak­ la uygun geliyor. Çünkü Hakan kendisi bir Yahudî olup, bir dindaşına mektup yazmakta ve kendi ülkesindeki du­ rumu ona anlatmaktadır. Bu anlatış esnasında karşısında­ kine kendilerini çok göstermek istemiş olması normaldir. Mes'udî'nin beyanına göre Hazar ülkesindeki Yahudilerin, bütün nüfusun •% 30'undan daha az olması gerekir. Ancak devletin başı durumunda olan Hakan, Yahudî olduğundan, Yahudilere imtiyazlı muamele yapıp iki kadı tahsis etmiş olabilir. Yani genel nüfus içindeki Yahudî sayısı, % 30'un değil, belkide % 20'nin de aşağısında olabilir. Lebdeki ve aleyhdeki kaynakları değerlendirdikten sonra Hazarların Yahudiliği benimsemesi olayını, «Hazar Hakanı ve yakın çevresinin Yahudiliği benimsemesi» şek­ linde değiştirmek daha uygundur. Çünkü Hazar ülkesinde­ ki halkın ekserisinin Yahudi olmadığı açıkça görülmekte­ dir. Sayıları milyonlara varan Doğu Avrupa Yahudilerinin sadece Hakan ve çevresinde bulunan küçük bir toplulu­ ğa bağlanmaları mantıken mümkün olmaz. Kaldı ki o kü­ çük topluluk, Yahudiliği kabul etme hususunda samimi, de­ ğildir. Eğer Hazar devletinin yakınlarında güçlü bir Yahu­ dî devleti olsaydı, her halde Hakan ve çevresi bu devle­ tin nüfuzu altında kalmamak için Yahudiliği de kabul et­ mezlerdi. Ancak burada bir noktayı teslim etmek gerekir, o da, her ne kadar başlangıçta Hakan samimi değil idi ise de sonra gelen Hakanların bir kısmı, samimi olarak Yahudili­ ği benimsemiş olmalıdır. Çünkü Artamonov'un Hristiyan ve Müslümanlara yapıldığını belirttiği baskının yapılabil­ mesi için, Obedya'nın samimi bir Yahudî olması gerekir. Hazarların hepsinin Yahudî olduğunu iddia eden İbnu'I-Faklh'm tarn aksini söyleyen Dımeşkî, Hazarların hepsinin 111 Mrisliyan olduğunu söylemektedir. Ne Dımeşkî'nin ve ne de İbnu'l-Fakıh'ın verdiği habere itibar etmemek gerekir. d. Hazarlar Karaîliği m i , yoksa Rabbanîliği mî kabul etmişlerdi? : Hazarlarm Yahudileşmesi olayına başka bir yön­ den daha bakmak gerekir. Çünkü Hazarlarm ne çeşit bir Yahudiliği kabul ettikleri hususu tam olarak açığa çık­ mamıştır. «Hazarların Yahudileşmesi» sözü söylendiği za­ man bu gün akla gelen, Hazarların bu günkü bildiğimiz Tal­ mudist Yahudî inancını benimsedikleri hususudur. Halbu­ ki Hakan ve çevresinin bu günkü Talmudist Yahudilikten farklı olarak sadece Tevrat'ı benimsediği ve Yahudiliğin Karaî mezhebine girdiği iddia edilmektedir. Bu gün Doğu Avrupada yaşayan Yahudiler, Talmudist Yahudilerdir. Eğer HazaHar Karaî mezhebine girmişlerse, Talmudist Doğu Avrupa Yahudilerinin Karaî Hazarlardan türemeleri nasıl mümkün olur? Biz, Hazarların Yahudiliğinin hangi türden olduğunu, Talmudist ve Karaî bilginlerin, delillerini inceliyerek ortaya koymaya çalışacağız. Hazar Hakanı ve çevresinin Yahudiliği kabul ettiği kesindir. Eski kaynaklar, Hazarlann sadece Yahudiliği ka­ bul ettiklerini söylemekle yetinmişler, hangi Yahudî mez­ hebine girdikleri konusuna değinmemişlerdir. Bazı Rabba­ nî kaynaklar, bu durumu Hazarların Karaî olmadığı şeklin­ de yorumlamaya çalışmaktadırlar. Onlara göre Yahudiliği benimseme sözü, Talmud'u kabul etme manasına gelmek­ tedir. Onlar, eski kaynakların «Yahudiliği benimseme» ifa­ desinden Karaîliği benimseme manasının çıkmayacağını, aksine Rabbanîliği benimseme manasının çıkacağını ileri sürmektedirler. Bunları biraz sonra, teker teker göreceğiz. A n c a k b u r a d a bîr soru hatıra gelmektedir, o da Karaîler 112 Yahudî saydır mı? yoksa Karaîlik, Yahudihkten ayrı bir din midir? Kısaca ifade etmek gerekirse Karaîler de Musa'ya ve Tevrat'a inanmaktadırlar. Bu nokta­ dan baktığımız zaman Karaîler. Yahudidir v e Karaîlik bir Yahudî mezhebidir. Böyle olunca eski İslâm, Bizans, Sür­ yanî ve benzeri kaynaklarda Hazarların hangi Yahudî mez­ hebini kabul etmiş olduklarına dair bir açıklığın bulunma­ ması yüzünden. Hazarların Karaî olmadıkları, aksine Rab­ banî oldukları ma'nası çıkarılamaz. Nitekim Kovvalski bu noktaya parmak basarak şunu söylemektedir. «Eskî bel­ gelerde (kaynaklarda) Karaîler, Talmudist Yahudilerden ayrı müteala edilmemiştir, bu yüzden onların başlangıç döneminin incelenmesi hayli zor olmaktadır» (76). Kowalski'nin ifadesine göre eski kaynaklardaki «Hazarların Yahu­ diliği benimsemesi» ifadesinden. Hazarların Karaî olmadı­ ğı manası çıkarılamaz. Bu ifade, Hazarların Karaîliğini tas­ rih etmediği gibi, onların Talmudist olduklarını da tasrih etmemektedir. Hazarlar Yahudiliği ilk kabul ettikleri sıralarda Karaî mezhebi henüz Karaî ismiyle mevcut değildi. Karaîlik inançları etrafında birleşenlere o sıralarda «Ananiyyun» (Ananiler) ismi veriliyordu. Ananiyyun ismiyle bilinen bu mezhep saliklerine ancak IX. yüzyılda «Karaî» ismi veril­ miştir. Vlll. yüzyılda meydana gelmiş bir olayda, IX. yüz­ yılda ortaya çıkan bir ismi aramak doğru olmasa gerek­ tir. V l l l . yüzyılda ortaya çıkıp hızla yayılan ve Karaîliğin İlk merhalesi sayılan Ananîlik de isim olarak Hazarların Yahudiliği kabul ettiği sırada fazlaca bilinmemekteydi. A. Harkawy Hazarlarm ilk defa 620 yılındıa Yahudî olduklarını ve henüz o sıralarda Karaîliğin mevcut olmadığını söyler. Bu iddiayı kabul etsek bile şu noktayı gözönünde bulun­ durmak zorundayız k i , Karaî inançları Ananiyyun mezhe(76) Tadeusz Kowalski, Karaimischc Texte im Dialekt Von Troki Krakowie, 1928, p. XVIII 113 binin ortaya çıkmasından önce de vardı. Talmud'a muha­ lefet Talmud ortaya çıkarken başlamıştır. Bu Talmud'a muhalifler, Yahudiliği daha saf şekliyle korumaya çalış­ tıklarını iddia etmekteydiler. Talmudcu Yahudiler, Yahudi­ liği, İsrail Oğullarının millî dini haline sokup başka mil­ letleri Yahudi yapmaya çalışmazken, Talmud'a muhalif Yahudiler misyoner faaliyetlerine devam etmişlerdir. Bun­ lar, Hrıstiyanlığın ilk ortaya çıktığı zamanlarda Hz. İsa ile beraber olmuşlar, ancak Hrıstiyanlaşmayıp Yahudî kalmış­ lardır (77). Aynı Talmud'a muhalif Yahudiler, İslâmiyetin hızla yayıldığı zamanlarda (VII. X. Yüzyıl) İslâmiyetin bu faaliyetinden ilham alarak yeniden organize olmuşlar ve misyoner faaliyetlerine başlayıp dünyanın çeşitli yerlerine dağılmışlar ve kendi inançlarına göre Yahudiliği yaymaya çalışmışlardır (78). XII. yüzyıla kadarki kaynakların incelenmesinden Ha­ zarların hangi Yahudî mezhebini kabul etmiş olduklarını anlamak mümkün olmamakla beraber 1175 yılında Fİegensburg'lu Rabbanî seyyah Haham Petahyah'ın Sibub ha Olam ismi İle yazmış olduğu eserde Hazar ülkesi hakkın­ da söylediklerinden bir sonuç çıkarmak mümkündür. Petahyah Kedar ülkesini (Hazar Ülkesi), Kırım'ı gezerken karşılaştığı Yahudileri «Muhalifler» olarak isimlendiriyor vo şunları söylüyor. «Haham onlara sordu : Neden bilgele­ rin sözlerine inanmıyorsunuz? Onlar da : «Çünkü babala­ rımız o sözleri bize öğretmedi» diye cevap verdiler. Haf­ ta tatilinden önceki gece, ertesi günkü yiyecekleri, bütün ekmeği kesip hazırlıyorlar, tatil günü bunu karanlıkta yiyorlar ve bütün gün aynı noktada oturup duruyorlar. Dua(77) Sureyyk Şapşaloğlu, K ı n m Karayları, Türk yılı, 1928, C. I, 5. 570 (78) 114 Leon Nemoy, Early Karaism, JewJ.sh' Quavterly Revievv (New Series) 1950, V . XL, p. 307 - 315 lan yalnız Mezmurlardan (Zebur) meydana geliyor» (79). Petahyah'ın verdiği bilgiler, O'nun orada karşılaştığı o Ya­ hudilerin, Karaî mezhebinde olduklarını açıkça göstermek­ tedir. Petahyah sadece Kırım'ı değil bütün Hazar ülkesini gezmiş ve orada Karaîleri görmüştür. Başta Dunlop olmak üzere pek çok bilgin, Hazarların önce Karaîliği kabul ettiği­ ni, ancak daha sonra Hakan Obedya devrinde Talmudistliğe döndüklerini ifade etmektedirler (80). Ancak Petahyah'ın verdiği bilgiler Dunlop'u ve onun gibi düşünenleri yalanla­ maktadır. Dunlop'a göre Hazarlar, 740 - 800 yılları arası Ka­ raî iken, 800 yıllarından sonra Talmudist olmuşlardır. Hal­ buki Petahyah, 1175.yıllarında orada Talmudist gördüğünü söylemiyor, ancak Karaîlerden öfkeli bir şekilde' bahsedi­ yor. Eğer onlar Talmudistliğe dönmüş olsalardı, her halde Petahyah onlari görürdü. Yahudî müellifi Zvi Ankori, Petahyah'ın karşılaştığı insanların Yahudiliği kabul eden Hazarlar olmayıp, İslâm ülkelerinden ve Bîzanstan gelen mutaassıp Karaîlerin ço­ cukları olduğunu îleri sürüyor (81). Yani demek istiyorki Petahyah'ın karşılaştığı bu insanların Hazarlarla alakası yoktur, bunlara bakarak Hazar Yahudileri hakkında hüküm vermek doğru olmaz. Başlangıçta Hazarların, Kâraîliğe benzer bir çöl Yahu­ diliğini kabul ettiklerini ve Obedya devrinde Talmudistliğe döndüklerini ifade eden Koestler ise, Petahyah'ın daha sonra Hazar ülkesinin t a m ortasından geçtiğini, yolculu­ ğunun sekiz gün sürdüğünü, buralarda gördüklerine olduk­ ça öfkelendiği için yolculuğu esnasında sadece kadın ağ­ laması ve köpek havlaması duyduğunu, yazdığını (82) ifa­ de ediyor. Bu ifadeye göre Petahyah, Hazar ülkesini bir (79) Zvi Anltori, Karaitles m lîizonüum, Newyork, 1959, p. 6 1 - 6 2 (80) D. M : Dunlop, The History of the Jewish Khazars, p. 9 1 - 9 4 ; (81) Zvi Ankori, a.g.e.y s. 6 2 - 6 3 (82) A . Koestler The Thirteenth Tribe, p. 7 9 11S boydan bîr boya geçtiği halde, burada Talmudist Yahudi­ lere rastlamadığı gibi, bunun tersine, Karaîlere rastlamış, onların durumlarından öfkelendiği için de, buralarda sade­ ce kadın ağlaması ve köpek havlaması duyduğunu yazmış­ tır. Zvi Ankori'nin iddiasının aksine, Hazar ülkesini baştan başa gezdiğine göre, Petahyah Hazar Yahudilerini görme­ miş olamaz. Gördüğü Hazar Yahudileri eğer Talmudist ol­ saydılar, her halde eserinde Hazar kardeşlerinden övgüy­ le bahsetmeden geçmezdi. Koestler'in görüşü de mesnet­ ten mahrumdur. Kendi ifadesi ile, mademki Petahyah 1175 yılında Hazar ülkesinin t a m ortasından geçmiş ve hiç bir Talmudist cemaata rast gelmemiştir, öyleyse nasıl oluyorda 740 yılında Karaîliği kabul edip, 800 yıllarında hepsi Talmudistleşen Hazar Yahudileri, 1175 yılında yeniden Ka­ raî oluyorlar. 800 yîlı ile 1175 yılı arasında Hazarlar, yok­ sa tekrar Kâraîliğe mi döndüler? Doğu Avrupa Yahudilerinin tamamının Hazar Menşe'li olduğunu iddia eden Kutschera da, Petahyah'ın karşılaştı­ ğı Kırım Karaylarının, Bizanstan gelen göçmenlerin çocuk­ ları olduğunu iddia ediyor. Ancak Petahyah'ın sadece Kı­ rım'ı değil, bütün Hazar ülkesini gezdiği halde orada sade­ ce Karaîleri gördüğünden bahsetmesi dikkatini çekmiş ola­ cak k i , kendi tezini sağlamlaştırmak için çok acaip bir te'vile giderek Hazarların, önce Talmudist Yahudiliği ka­ bul ettikleri halde, Hazar devleti yıkıldıktan sonra Karaî bilginlerin tesirinde kalarak bazı Hazar Yahudilerinin Karaîleşmîş olabileceklerini (83) söylüyor k i , bu iddiasını destekliyen bir delile sahip değildir. Hakanın ne türlü bir Yahudi mezhebini kabul ettiği meselesini konu dışında tutmak şartıyla şunu söyliyebiliriz ki Dünyanın her yerinde Karaîler ve Talmudistler yan yana yaşamışlardır. İkisi de Yahudi mezhebi olduğuna gö(83) Kutschera, Die Clıasaren, p. 229 116 re Yahudî kelimesinin söz konusu edildiği her yerde bu» iki mezhebi de aramak gerekir. Bu gün bile Csayıları çok az olmasına rağmen) Karaîler, Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa, İsviçre, İtalya, Mısır, Türkiye v.b. yerlerde Rab­ banî cemaatlerin yanında varlıklarını sürdürmektedirler. Münih'li seyyah Johann Schildperger XV. yüzyılda Roma'lı, Yunanlı, Suriye'li, Ermenistan'lı Yahudilerin Karaî ve Talmudist olmak üzere İki tipte görüldüklerini (84) söylü­ yor. Hazar ülkesinde de sadece Karaî veya Rabbanî Yahu­ diliğin, bulunduğunu iddia etmek doğru olmasa gerektir. Bir mezhebin gittiği yere öbürünün d e gitmesi tabii oldu­ ğuna göre Hazar ülkesinde hem Talmudist, hem Karaî ce­ maatlerin var olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu iki ce­ maatten hangisinin çoğunlukta olduğunu tesbit etmek ge­ rekir. Petahyah'ın naklettiğine göre Karaîlerin çoğunlukta oldukları anlaşılmaktadır. Bu iki mezhebin az veya çok Hazar ülkesinde var olduğunu yine Petahyah'dan öğreni­ yoruz. Şöyleki; Petahyah Bağdat'a gittiğinde Hazar Hakan'­ ının görevlendirdiği bir elçi ile karşılaştığını ve bu elçinin çocuklara Tevrat ve Talmud'u öğretecek Yahudî bilginleri ülkesine götürmek için topladığını belirtiyor (85). Yusuf da mektubunda, Hakan Obedya'nın Tevrat ve Talmud'un öğ­ retilmesi için gayret gösterdiğinden ve okullar açtığından bahsetmektedir (86). Bu iki kaynak Hazar ülkesinde iki mezhebin az çok varlığını isbat etmektedir. Ancak çoğun­ luk, Petahyah'ın daha önceki verdiği bilgilere göre, Karaîler dedir. Hazar ülkesine Yahudiliğin gelişinde ve Hakan'ın bu dini kabul edişinde Apadolu'lu Karaî bilgini İshak Sanga­ rî'nin büyük gayretinin olduğu ileri sürülmektedir. KovvalsC84) Kutschera, a.g.e., s. 220 (85) A . Koestler, The Tbirteenth Trihe, p. 70 (86) H. Rosenthal, Chazars, J. E. V. IV, p. 2 117 ki «IVIysI Karaimska»da yayınlanan bir makalesinde îshak Sangari'nin Kocaeli-Sakarya bölgesinden, Hazar ülkesine giderek Hazar Hakan'ı Bulan'a Karaî inancını kabul ettir­ diğini, Hakanı takiben halktan bazılarının da Karaîliği ka­ bul ettiklerini söylüyor (87). Hakan'a Yahudiliği kabul et­ tiren bilginin İshak Sangarî oluşu hususu Rabbanî çevre­ lerde de kabul görmektedir. H. Rosenthal bu yüzden Costantine'deki ayinlerde Sangarî'nin isminin zikredildiğini bildirmektedir (88). S. Şapşaloğlu Karaîlerin Anadolu'ya V l l l . yüzyılın sonlarına doğru göç e t t i k l e r i n i , bu Karaîler­ den bir kısmının Nicomedia (Kocaeli)ya yerleştiklerini, Ishâk'ın Sakarya'lı olduğunu v e Sangarî lakabını aldığınrsöylüyor ve o sıralarda Karaîler Kocaeli bölgesinde bulunduğu­ na göre Ishak'm da Karaî olması gerektiğini, dolayısı ile Hazar Hakan'ına da Karaîliği benimsetmiş olacağını öne sürüyor (89). XIX. yüzyılın ikinci yarısında Kırım'daki Çiftkale'de «Yusafat» diğer adıyla «Baltatiymez» ovasında or­ taya çıkarılan, Hazarlara ait mezarlıkta bulunan Sangarî ve hanımının mezarları ve bu mezarlardaki kitabeler, gerek Sangarî'nin ve gerekse Hazarların Karaîliği kabul ettikle­ rini ortaya koymaktadır (90), Sayı olarak Dünya Yahudiliği­ nin çok az bir kısmını teşkil eden Karaîlere karşı, Talmudist Yahudiler seslerini daima yüksek tutmuşlar, onlara haksız hücumlarda bulunmuşlardır, Saadia Gaon, Anan b. David'e saldırmış ve O'nu çeşitli şekilde suçla­ mıştır, Baltatiymez ovasındaki Hazar mezarlığını ve San­ garî'nin mezarını bulan Abraham Firkowich'e de, Talmu­ dist Abraham Harkavy, saldırmış ve Hazarların Karaîliğini (87]Simon Şişman, İstanbul Karayları, İstanbul Enstitüsü Dergi­ si İstanbul, 1957, C, III, s. 9 9 - 1 0 2 (88) H . Rosenthal, a.g.e., V . ItV. s. 2 (89) S. Şapşaloğlu, K ı n m Kai'ayları, Türk yılı, C. I, s, 588 (90) S, Şapşaloğlu, K ı n m Karayları, Türk yılı, C, I, s, 580 118 isbatlayan bu belgeler karşısında diyecek bir şey bulama­ yınca, Firkovvich'i sahtekarlıkla suçlamıştır. Mükemmel bir arkeolog ve kollekşiyoncu olan Firkowich'i, bir yan­ dan sahtekarlıkla suçlarken, öbür yandan O'nun kolleksiyonunda bulunan Hakan Yusuf'un mektubunun sahte ol­ madığını, bu konuda O'na güvendiğini söylemek suretiyle, O'nun belgelerinden işine gelenleri kabul etmiş, işine gel­ meyenleri de sahte olmakla suçlamıştır. Bu konuda Har­ kavy bir suçlamadan öteye gidememekte, bu belgelerin sahte olduğuna dair hiç bir delil gösterememektedir. Bu gün Firkovvich'in çok kıymetli kolleksiyonları Ruslann elin­ de bulunmaktadır. Belgelerin sahte olup olmadığmı iyice araştıran Rus bilginleri, bu belgelerin hakikiliğine inanarak 1957 yılında ikinci baskısı yayınlanan büyük Sovyet An­ siklopedisi Bolshays Sovyeîskaya Ansiklopedya'nın Ha­ zarlar ve Hazar Kağanlığı maddesinde, V l l l . yüz yılın son­ larına doğru Hazarların hakim tabakasının Karaîliği kabul ettiğini (91) yazmışlardır. Bizanstan gelen v e Kırım'a yerleşen Karaîler, Sulkat'da a y n bir cemaat olarak yaşarlarken, orada bulunan Türk Karaylarına bir Tevrat Hediye ederler, b u Tevrat'ın son sayfasında, «Bu kitab Hazar kardeşlerimize hedive edil­ miştir» diye bir yazı yazılmıştır. Bu kitab halen Petrograd'da bulunmaktadır. Kırım Karay Türkleri de göçmen Karaî­ lere, buna mukabil bir kazan hediye ederler. Bu hediye edi­ len kitap ve kitapdaki «Hazar kardeşlerimiz» ifadesi, bugün­ kü K ı n m Karaylannm Hazar menşe'li oldununu, d o l a v ı ^ ' " la Hazarlann büyük b i r kısmının Karaî mezhebinde old-vıklannı isbatlamaktadır (92). Bazı Talmudist yazarlar, Hazarların Karaî olmadşğını isbatlamak için Karaî müelliflerinin eserlerinde Hazarla(91) A . Zajaczkowiski, Karaims in Poland, p. 19 (92) S. Şapşaloğlu, K ı n m Karayları, Türk yılı,, C I s. 590 - 591 119 n n Karaîliği kabul ettiklerine dair beyanlarda bulunmadık­ larını, bazı Karaî bilginlerin Hazarlardan «Piçler» olarak bahsettiklerini söylerler. iVlesela A . Koestler; Yefeth b. Ali'nin «Mamzer» (Piç) sözünü açıklarken Piçlere misal olarak Hazarları gösterdiğini, onların İsrail Oğullarından olmadıkları halde Yahudi dinini benimsedikleri için onlara «Piç» sözünü atfettiğini söyler (93). Zvi A n k o r i ise, Karaî bilgini Yakub el-Kırkisanî'yi ele alarak O'nun Tevrat'daki «Yafes» kelimesini tefsir ediş biçiminden bir sonuca varma­ ya çalışıyor. Kırkısanî, Yafes kelimesi hakkında şunları söylemiş. «IVlüfessirlerin çoğu bu kelimeyi (Yafes) sevim­ lilik ve güzellik manasına tefsir etmiş, bu ayetin manası­ nı «Tanrı Yafes'i güzelleştirecek (sevimlileştirecek) ve O'­ nun torunları Yahudî inancına girecek» manasında anla­ mışlardır... Şimdi diğer bazı müelliflere göre bu ifade. Hazarların Yahudiliği kabul edeceklerini ima etmiştir.» Zvi Ankori Kırkisanî'nin bu sözlerini eserinde olduğu gibi nak­ lettikten sonra, onun neden «Hazarların Karaîliği kabul etmelerini ima vardır» demeyip «Yahudiliği kabul etmele­ rine ima vardır» sözünü kullandığını soruyor. «Eğer o za­ manlar Hazarlar Karaî olsa idi Kırkisanî bunu mutlaka ifa­ de ederdi. Bunu belirtmediğine göre Hazarlar, Karaî değil; Rabbanî olmuşlardır» (94) diyor. Ancak Ankori'nin unuttu­ ğu bir gerçek varki, o sıralarda ve ondan çok sonraki za­ manlarda Karaîler Yahudî ismini benimsiyor, hatta irken İsrail Oğullarından omayanlar bile, kendilerine İsrailî di­ yorlardı (95). Kırkisanî, Karaî ifadesini kullanmıyor, fakat o sıralarda söylenmekte olan Rabbani veya Talmudist sö­ zünü de kullanmıyor. Binaen aleyh, Kırkisanî'nin ifadelerinin lehte ve aleyhte kullanılması mümkün değildir. Kaldı ki (9.3) A. Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 79 (94) Z. Ankori, (95) S. Şap.şaloğIu, Kırım Karayları, Türk yılı, C. I, s. 576 120 Karaities in Byzantium, p. 6 6 - 6 8 o günkü ulaşım zorlukları, haberleşme güçlükleri göz önü­ ne alınırsa Kırkisanî'nin Hazarlar hakkında geniş bilgi alma­ mış olması tabiidir. O'nun, İslâm müelliferinin verdiği ha­ berlere dayanarak yukardaki ifadeleri yazdığı düşünülebi­ lir. Yine Zvi Ankori, VII. yüz yılda yaşamış olan Bizans'lı Karaî müellif Jakob ben Reuben'ın, Sefer ha Osher isim­ li eserinde Hazarlardan bahsederken onlar hakkında, «Mamzer» (Piçler) ifadesini kullandığını, halbuki Rabbanî, eserlerde Hazarlar'dan Piçler olarak değil de, yabancılar olarak bahsedildiğini ileri sürdükten sonra i ş i , yine Fir­ kovvich'in sahtekarlığı meselesine g e t i r e r e k şunları söy­ lüyor. «Jakob ben Reuben'in A. Harkavy tarafından bukınan bu eserinin yazma nüshasında Hazarlardan Piçl^er di­ ye bahsedildiği halde, Firkovvich bu eseri Gpzleve'de b a s - ' tırırken , kitabdan piçler ifadesini çıkarmıştır» ( 9 6 ) Harkavy'nin ithamına bakarak Firkovvich'i suçlamak mümkün değildir. Söz konusu sahtekarlık karşılıklı olarak varid ola­ bilir. Belki esas nüshada böyle b i r ifade yoktur. Harkavy'nin elindeki nüsha yazılırken bu ifade yazılmış olabilir. İla­ ve veya eksiltmenin kimin tarafından yapıldığını anlamak oldukça güçtür. Burada biz ^ u hususu belirtmeliyiz k i , ge­ rek Yefeth. b. A l i ve gerekse Jakob b. Reuben, Hazar asıl­ lı olmadıklarından ve muhtemelen Filistin'li veya Filistin göçmeni ailelerin çocukları olduklarından, bunların kendi ırklarından olmayan bir milletin, kendi dinlerine girmesini, esas ırktan olmayan manasına «Piç» diye isimlendirmele­ rini yadırgamamak gerekir. Talmudist kaynaklar iyice tet­ kik edildiğinde benzeri ifadelere rast gelinmiyeceğini kim­ se iddia edemez. Zvi Ankori eserinde büyük bir hataya düşerek A . Zajaczkovvski'nin, Karayları Hazarların torunları değil, ancak (963 Z. Ankori, a.g.e., s. 66-69 121 Hazar kültürünün varisleri olarak gördüğünü, böyle olun­ ca da Zajaczkowski'nin ifadesinden Hazarların Karaîliği kabul ettikleri ve Karayların Hazarlann Torunları olduklan sonucunun çıkanlamıyacağını ifade ediyor (97). Ancak A. Zajaczkovvski, Hazarların Karaî inancını kabul etmiş o l ­ duklarını o kadar kesin bir şekilde ifade ediyor ki «Hazar­ lann Yahudiliği benimsemesi ifadesini dahi kabul etmiyor ve bu ifadenin, «Hazarların Tevrat'ı, Karaî inancı şeklinde kabul etmeleri» şeklinde düzeltilmesinin gerektiğini (98) öne sürüyor. Ankori'nin Hazarlann Talmudist olduklannı isbatla­ mak için zikrettiği kaynaklardan biri de, Yahuda Halevî'nin Kitabu'i-Hazarî isimli eseridir. Ankori, hiç bir Karaî bilgini Hazarlar devrinde onların Yahudiliği benimsemesinden ge­ niş olarak bahsetmezken. Endülüs'lü Y. Halevî'nin bu ko­ nuda bir kitab yazarak onların Yahudiliği nasıl kabul et­ tiklerini anlatması, Hazarların Karaî olmadıklarını gösterir (99) diyor. A. Koestler, Endülüs'lü Yahudî şair Halevî'nin, Hazarları bu eserinde bir fon olarak kullandığını, esas oarak Yahudiliğin kabul ediliş fikrini işlediğini (100) söylü­ yor. Hasdâî'ye gelen Hakan Yusuf'un mektubundan ilham alınarak felsefi tarzda yazılan bu kitab, Hazarların Yahu­ diliği nasıl kabul ettiklerini detaylı olarak anlatmayıp Yu­ suf'un mektubunda belirttiği üç din temsilcisinin Hakan Bulan'ın huzurunda yaptıkları münakaşayı, Yahudiliği üs­ tün gösterecek şekilde felsefî b i r tarzda işlemektedir. Hazarların Talmudist olmadıklarını, onların Karaîliği kabul etmiş olduklarını ve bu günkü Doğu Avrupa Karaîlerinin Hazarların torunları olduklarını ileri süren A. Za(97) Z, Ankori, Karaities in Byzantium, p. 65 (98) A. Zaiaczkowski. Karaims in Poland, p. 23 (9G) Z. Ankori, Karaities in Byzaiitium, p. 70 (100) Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 78 122 jaczkovvski, meseleyi çeşitli yönleriyle ele alarak inandı­ rıcı bir sonuca ulaşıyor. Önce İtalyan bilgini Gini ve Prof. M. Reicher'in, Avrupa Karaîleri üzerinde yapmış oldukları kan grupları tahlillerini ele alıyor. Bu tahlillerde Karaîlerde en çok (B) grubu kana rast gelindiğini, (A) grubunun Avrupa'lılarda, (B) grubunun da Asyalılarda daha yüksek oranda görüldüğünü, ancak CB) grubu kanın Hindlilerde % 28 civarında iken, Karaîlerde bunun % 22 civarında tes­ bit edildiğini, yine (AVgrubu kanın Hindlilerde % 15 civa­ rında görülmesine rağmen, Karaylarda % 11'den daha aşa­ ğı nisbette olduğunu belirtiyor. (O) grubu kanın İngiliz ve Fransızlarda '^»66,5 nisbetine varacak bir yükseklikte ol­ masına karşılık, aynı milletlerde (B) grubu kanın çok dü­ şük nisbette görüldüğünü, Karaylarda ise (O) grubu kanın da (B) Grubu kanın da yüksek bir yüzdede görüldüğünü söylüyor. (B) Grubu kanın, (A) Grubu kana nümerik ola­ rak üstünlüğünün bu gün Çuvaşlarda görüldüğünü belirte­ rek, Çuvaşların, Hazarlara bazı özellikleri bakımından ben­ zediklerini ve Hazarlarm diline benzer bir dil konuştukla­ rını, binaen aleyh (B) Grubu kanın, (A) Grubu kana nüme­ rik üstünlüğünün Karaylara Hazarlardan geçtiğini ileri sü­ rüyor (101). Zajaczkovvski kan Grupları tahlillerinden sonra konu­ yu kafatası ölçüleri bakımından ele alıyor ve Prof. S. Czortkover'in araştırmalarına göre, bu günkü yaşayan Ka­ rayların kafatası ölçülerinin Hazarların kafatası ölçüle­ rine uyduğunu ifade ediyor (102). Dikkat edilecek olursa Zajaczkovvski'nin verdiği rakamlar ve ölçüler, kendi tesbit ettiği rakam ve ölçüler olmayıp Hazar-Yahudî-Karaî mese­ lesinde taraf olmayan bilginlerin verdiği rakam ve ölçü­ lerdir. Kan Grubu ve kafatası ölçüleri bakımından ç o k kü(101) A. Zajaczkowski, Karaims in Poland, p. 4 9 - 5 0 (102) A. Zajaczkovvski, a.g.e., s. 50 123 çük bir topluluk olan Karay Türklerinin Hazarlara ve Çuvaşlara benzerlik göstermesi çok önemlidir. Doğu Avrupa Yahudilerinde böyle bir benzerlik tesbit etmek mümkün­ müdür? Eğer böyle bir benzerlik bulunabilseydi her halde Kutschera, Poliak ve Koestler gibi bilginlerin gözünden bu husus kaçmazdı. Zajaczkovvski konuyu üçüncü olarak kültür açısından ele alıyor. Ve Karay kültürünün, eski Türk Hnstiyan-Müslüman-IVlusevî izleri bir bütün olarak taşıdığını söylüyor ve Karay dilinde Pazar ve Pazartesi günlerine Yeh-Kün, Yeh-Başkün denildiğini, kutsal gün ve kutsal gün ertesi manasına gelen bu kelimelerin saf eski Türkçe kelimeler olduğunu, Hrı,stiyan misyonerlerin Kumanları Hrıstiyanlaştırdıkları zaman eski Türkçede kullanılan bu iki ismi de­ ğiştirmediklerini, Karayların da bu iki gün ismini o zaman­ dan beri aynen kullandıkarını söylüyor (1,03). Zajaczkovvs­ ki'ye göre Karaylar, Cumartesi gününe Şabat-Kün derler. Kumuk, Karaçay, Balkar ve Çuvaşlar'da bu isim Şemat, Şumat şeklinde kullanılmakta olup, bu kelime aslen İbranicedir ve Tevrat'tan alınmadır. Yani Karayca'da Musevî­ liğin izini göstermektedir. Yine Karaycada Kıble, D i n , İna­ yet, Ümmet, Cemaat, Kenesa, Kurban ve benzeri pek çok İslamî kelime mevcuttur. Karaylarda bu değişik dört ayrı kültürün izlerinin görülmesi, onların, dört kültürün bir ara­ da yaşadığı bir bölgeden Batı'ya gelmiş olduklarını göste­ rir. Eski çağlarda bu dört kültür sadece Hazar ülkesinde bir arada yaşamıştır. Buna göre Doğu Avrupa'daki Karay Türklerinin bu dört kültürün bir arada engin bir müsama­ ha içinde yaşadıkları Hazar ülkesinden gelmiş olmaları ge­ rekir. Bu da Karayların, Hazarların devamı olduğunu (103) A. Zajac?,kows]ti, K a r a i m s 124 in Poland. p . 50 ve Hazarların, zamanında Karaîliği kabul etmiş olduklarını gösterir (104) Zajaczkovvski konuyu dördüncü olarak ibadet dili ba­ kımından ele alıyor. Karayların, ibadetlerinin büyük bir kısmını Türkçe yaptıklarını, Karaî bilgini ^Kırkisanî'nin, mil­ li ibadet dili prensibi ile hareket ettiğini. Aziz Contantinos'un eserinde Hazarların da ibadetlerini kendi dilleriy­ le yaptıklarını haber verdiğini belirtiyor (105). Yahudi di­ nine girip Hazarlardan başka geçmişte kendi dili ile iba­ det yapan başka bir millet olmadığı gibi, Karaîlerden baş­ ka, bu fikri benimseyen bir Yahudî mezhebi de yoktur. Bu noktadan bakılınca Karaylarla Hazarların ilişkileri daha net olarak görülür. Ayrıca Karayların halk edebiyatlarında da Hazar izle­ ri vardır. Bir Karay türküsünde şöyle söylenir. Lapa lapa kar yavar Erabbi baba koy suya Boylarımız t o y çala Hazar oğlu at çapa Diğer bir Karay türküsünde de şöyle söylenmektedir. A t a mindim sağdağım var Sağdağımda üç okum var Üçü bilan üç yat ursam Hazar bekinden tarttığım var (106). Kırım'ı gezen bir Fransız seyyahı, Kırım Karaylannm, Kırım îlan'ının sarayına gelince attan indiklerini, yere sec­ de ettiklerini ve saray gözden kayboluncaya kadar ata bin­ meden yaya yürüdüklerini görünce bu hadiseyi Kırım.da Karaylann ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördükleri şek(104.) A . Zajaczkowski; a.g.e., s. 50 (105) A . Zajaczkovvski, a.g.e., s. 19-20; 5 0 - 5 1 (106) S.üreyy a,. Şapşaloğlu, K ı n m Karay lan, Türk Yılı, G. I, s. 608 125 ü n d e yorumlamıştır (107). Halbuki bu adet aynen Hazar-. larda da mevcut olup, muhtemelen Kırım Karaylarına Ha­ zarlardan kalmış olmalıdır. Bu hiçbir zaman Karayların Kı­ rım'da ikinci sınıf vatandaş olduklarını göstermez, aksine onların Hazarlarla ilişkisini ortaya koyar. Karaîlik konusunda uzman olan Leon Nemoy'un ifade­ sine göre. Hazarların Yahudileşmeleri sırasında Iran, Er­ menistan, Türkistan, Anadolu ve Kafkasyadaki Yahudiler daha çok Talmud'a muhalif olan Yahudilerdir. Bunlar, Irak'­ taki (Babilonya) Talmudcu Akademi yönetiminin baskısı yüzünden oralara gitmişlerdir. Karaizm'in ilk belirtileri ilk önce bu bölgelerde görülmüştür (108). Bu çevre ülkelerde­ ki Talmud'a muhalif Yahudilerin, zamanla Hazar ülkesine ulaşmaları ve Hazar ülkesine yerleşmeleri, Talmudcu Ya­ hudilerin bu ülkeye yerleşmesinden daha kolaydır. Özel­ likle Iran bölgesindeki Talmud'a muhalefet hareketinin et­ kisi altında kalarak Hazarların, Karaî Yahudiliğini kabul et­ miş olmaları mantığa uygun gelmektedir. Her ne kadar Ha­ kan Bulan'a Yahudiliği kabul ettiren bilginin Bizans'tan geldiği ifade ediliyorsa da, o bilgine, Hazar ülkesine daha önce gelen bu Yahudilerin zemin hazırlamış olması büyük bir ihtimal dahilindedir. Yani Hazarlar Yahudiliği kabul et­ tikleri sırada çevrelerindeki bulunan Yahudi topluluklar daha çok Karaî inancında idiler. Bu da onların Karaîliği kabul etmiş olabileceklerini gösterir. Karay Türkleri'nin Hazarların torunları oldukları tezi­ ni kabul etmiyenler arasında Rus bilgini Barthold ile, Türk tarihçisi Z. V. Togan da vardır. Barthold Hazarların Karaî mezhebini kabul ettiklerine dair tarihî kaynaklarda bilgi olmadığını ve dolayısıyla bu meselenin kapalı olduğunu (107) S. Şapgalo&lu, a.g.e., C. I, s. 607 (108) Leon Nemoy, Early Kaft-aism, J. Q. R.. V. XL, p. 507 - 315 126 söylerken (109), Z . V . Togan meseleyi dil bakımından ele alıyor ve bu günkü Karay Türklerinin Kuman-Kıpçak Lehçe­ si konuştuklarını, Hazarların ise bu günkü Çuvaşların ko­ nuştuğu dile benzer bir Lehçe (Lir Lehçesi) konuştukları­ nı ve bundan dolayı Karay Türklerinin Hazarların torunları olamıyacağmı (110) söylüyor. Tarih kaynaklarında Hazar­ ların Karaîliği kabul ettiklerine dair bilginin olmaması hu­ susunu Kovvalski, o sıralarda Karaîlerin Yahudilerden ayrı mütalaa edilmemesi yüzünden olduğunu söylüyor ( 1 1 1 ) . Z. V. Togan, ilk bakışta dil konusunda haklı .gibi görünüyor. Kuman-Kıpçak Lehçesiyle, Lir Lehçesi bir birinden farklı­ dır. Eğer Hazarlar Karaîliği kabul etmişseler ve Karaylar Hazarların torunları ise, O'nların Lir lehçesi konuşmaları gerekir. Bu ilk bakışta doğru bir mantık gibi gözükür. A n ­ cak Z. V, Togan'ın gözünden kaçan bir husus vardır k i , o da Hazar devleti yıkıldıktan sonra Hazar ülkesine KumanKıpçakların hakim olarak, bu bölgeye iki yüz yıl kadar ege­ men oldukları hususudur. Bu iki yüz yıl gibi bir zaman zar­ fında, aynı d i l i n iki ayrı lehçesinin birbirine karışması v e hakim topluluğun lehçesi olan Kuman-Kıpçak lehçesinin Hazar topluluğu tarafından benimsenmesi pek ala müm­ kündür. Doğu Avrupa Yahudilerinin Menşeinin Hazarlar ol­ duğunu iddia edenler, Yahudi Hazarların kendi dillerini unutarak Slavca konuşmaya başladıklarını, bu günkü Doğu Avrupa Yahudilerinin dili olan «Yidişce»deki Slavca keli­ melerin, Hazar Yahudilerinden gelmiş olduğunu iddia et­ mektedirler (112). Her halde bir toplumun kendi dilini ta­ mamen unutup başka bir dil konuşmasından kendi diline (100) (110) Barthold, Orta Asya Tarihi Hakkında Dersler, fl, 8ö Z . V . TogEuı, Hazarlar, İslam Ansildopedisi, C V . a. 402 (111) T. Kowaİ3ki, Karaimische Tesjte im Dialekt Von Troki. p. XVIII (112) Kutschera, Die Chasaren, p. 246-48; A . Koestler, The Thir­ teenth Tribe. p. 149, 179 127 yakın, aynı dilin başka bir lehçesini konuşması akla da­ ha uygundur. Bu bakımdan iki yüz yıl kadar Kıpçakların egemenlikleri altında kalan Hazarlar, Lir lehçesini terkederek Kıpçak lehçesini konuşmaya başlamış olmalıdırlar. Kaldı ki IVlüslüman Hazarlar, diğer [\/lüslüman grupların, Hnstiyan Hazarlar da diğer Hnstiyan grupların içinde eri­ yip dillerini, isimlerini ve milliyetlerini kaybederken, Ka­ raîliği benimsemiş olan Hazarlar, Kıpçaklarla karışarak uzun bir süre isimlerini ve kültürlerini korumuşlardır. Z. V. Togan'ın temas ettiği dil konusunda Zajacz­ kovvski meseleyi açıklığa kavuşturarak şunlan söylüyor. «XI. asrın birinci yarısında Hazarlar güçlerini kaybettikden sonra Dinyeper üzerindeki Güney Steplerine yeni bir Türk halkı geldi. Bunlar Kumanlardır, muhtemelen bu Kumanlar, Hazar halkının bakiyelerini Absorbe etmiş olmalı­ dırlar» [113). İşte bu Kuman toplumu arasında eriyen Ka­ raî Hazarlar, daha önce çok az da olsa Kumanlar arasında yayılan Karaîliğin de tesiriyle. Kuman Karaîleriyle kaynaş­ mışlardır. Kuman ve Hazar Karaîlerinin meydana getirdiği bu yeni toplulukta büyük çoğunluğu Hazarlar teşkil etmiş­ tir. Bu topluluk gün geçtikçe daha da bütünleşmiş ve Ku­ man, Hazar isimlerini bırakarak yeni bir isim, (kendi dil­ leri ile söyledikleri gibi) «Karay» ismini almışlardır. Dik­ kat edilecek olursa, bu günkü Karayların diğer Kuman Kıpçak gruplarından az farklı bir şive konuşmakta olduk­ ları görülür (114). Şüphesiz bu farklılık Kuman-Kıpçakçaya Hazarcanın karışmış olmasından ileri gelmiş olmalıdır. Hazar ve Kuman Karalîerinin kaynaşmasından meyda­ na gelen Karay topluluğunun Polonya'ya göçenlerinde, d i l , din ve kültür bakımından bir erime söz konusu olmama(113) (114) 128 A. Zajaczkovv.ski, Karaims in Poland, p. 16 Reşit RatımetL Arat-Alımet Demir, Türk Şivelerinin Tasnifi, TiU'k Dünyası El Kitabı,, Ankara, 1976, s. 313-315 sına rağrnen, Kırım'da kalarak. Müslüman Tatarlarla birlik­ te yaşayan Karaylarda, aynı erimemeyi görmek mümkün değildir (115). Bunun sebebi, Polonya'da gerek ırk bakı­ mından ve gerekse inanç bakımından kendilerine yakın bir topluluk olmadığından başkalarıyla kaynaşmamış ye benliklerini korumuşlardır, Kırım'da ise dil ve ırk bakımın­ dan kendilerine yakın olan Tatarlarla kısmen kaynaşmış­ lar ve onların kültürlerinin tesiri altında kalmışlardır. Gö­ rülüyor ki bu günkü Karayların Kuman-Kıpçak lehçesi ko­ nuşmaları, onların Hazarların torunları olmalarına engel teşkil etmez. Biraz önce de değindiğimiz Doğu Avrupa Ya­ hudilerinin «Yidişce» adı verijen dillerinde Lir lehçesinin hiç bir izini görmek mümkün değildir. İbranice, Almanca ve Slavca'dan meydana gelen bu dile, (madem ki Doğu Avrupa Yahudilerinin çoğunluğu Hazar menşe'lidir) neden Lir lehçesinden kelimeler girmemiştir? Şayet Yidişce'de Türkçe kelimeler belli bir nisbette mevcut olsa i d i , her halde bu husus Koestler'in gözünden kaçmazdı. Karaîler Yahudiliğin ilk şeklini ve Tevrat'ı kısmen mu­ hafaza etmişler ve Yahudiliğin evrenselliğini korumuşlar­ dır. Rabbanîler, Yahudiliği. İsrail kavminin milli dini hali­ ne sokmaya çalışırken, Karaîler İslâmiyetin hızla yayılma­ sından ilham alarak misyoner faaliyetlerine girişmişler ve kendi inançlarını başka milletlere yaymaya çalışmışlardır. Eski kaynakların «Hazarların Yahudileşmesi» diye verdiği olay, Karaîlerin t a m Dünyaya yayılıp misyoner faaliyetleri­ ni hızlandırdığı bir döneme rastlamaktadır (116). Bu dö­ nemde Talmudist Yahudilerin bu tür bir misyoner faaliye­ tine girdiğine dair tarih kaynaklarında bir kaydın bulunma­ ması, Hazarların, Yahudiliğin Karaî mezhebini kabul etmiş (115)Ahmed Seyyid Cafer, K ı n m Türkleri, 1928 C. I, ş. 555 (116) A . Zaiaczkowski, Türk yılı, İstanbul, Karaims in Poland, p. 36 129 olmalarını mümkün kılar. H, Rosenthal, 723 yılında Hazar ülkesine Bizans Yahudileri göç etmeden önce, tâ İsa'nın doğum yıllarında Güney Rusya steplerine bazı Yahudile­ rin gelip yerleşmiş olduklarını ve buralarda ticaret yaptık­ larını (117) söylediğine göre, A . Firkovvich'in de söylediği gibi daha Talmud oluşturulmadan ve Haham literatürü or­ taya çıkmadan önce (118), A . Koestler'in çöl Yahudiliği dediği türden, Talmudculuktan uzak olan Yahudilik çok önceleri Hazar ülkesine gelmiştir. Ulaşım imkanlarının ve yol emniyetinin çok kısıtlı olduğu o zamanlarda Tajmud'dan habersiz bu insanlara Talmud'u benimsetecek imkan­ ların ulaşması ve onlara Talmud'u benimsetmesi oldukça zordur. Çok önceleri gelerek bu bölgelere yerleşen Yahu­ dilerin, Hazarların yahudileşmesinde her halde tesirleri olmuştur. Öyle ise onların da gayretiyle Hazarlara benim­ setilen Yahudilik, onların inancına yakın olan Karaîlik ol­ malıdır. Petahyah'ın Hazar ülkesine yaptığı sayahatta gördük­ leri, en azından Hazar ülkesindeki Yahudi topluluğun bü­ yük çoğunluğunun Karaî olduğunu ortaya koyduğu gibi, Sangarî'nin mezar kitabesi, Bizanstan Kırım'a göç eden Karaîlerin, Kırım Karaylarına hediye ettikleri Tevrat'taki ifadeler, Karay şarkı ve türkülerindeki Hazar motifleri, Zajaczkovvski'nin değindiği, kan grupları ve kafatası ölçüleri, Karay kültürünün Hazar kültürüne benzeyişi, bazı Karay adetlerinin, eski kaynaklarda Hazar adeti olarak geçişi ve Doğu Avrupalı Talmudist Yahudilerle Hazarlar arasında yu­ karda saydığımız hususlar gibi hiçbir ilişkinin bulunmayışı, Hazarlarm, Yahudiliğin Karaî mezhebini kabul etmiş olma­ ları tezini fevkalade kuvvetlendirir. Bence bu tezin kesinlik (117) H. Rosenthal, Chazars, J. E. V. IV, p. 3 (118) Abraham Harkavy, Karaites and Karaizm, p. 438-446 130 J. E. V . VII, kazanmasını engelleyen İki nokta vardır. 1) Eski Tarih kay­ naklarında «Karaî oldular» ii-adesinin bulunmayışı ve bazı Karaî eserlerde «Mamzer» (Piç) sözünün, «Hazarlar» şeklin­ de tefsir edilmesi k i , bunların sebeblerini daha önce açıkla­ maya çalıştık. 2) Hakan Yusuf'un mektubunda, Obedya'nın Tevrat ve Talmud öğretmek için okullar açtığının belirtil­ mesi ve Petahyah'ın Bağdat'da gördüğü Hazar Hakan'ının elçisinin. Tevrat ve Talmud'u öğretecek bilginleri Hazar ülkesine götürmek için orada bulunduğunu eserinde kay­ detmesi. Bu iki husus. Hazarların kesinlikle Karaî mezhe­ bini kabul etmiş oldukları şeklinde kati hüküm vermemizi engeller. Ancak Hazarların Karaîliği kabul etmiş oldukları şeklindeki tez. ikinci tezden çok daha kuvvetlidir, Talmu­ dist bilginlerin delilleri bu konuda yetersiz kalmaktadır. Dunlop ve Koestler gibi bilginler dahi Hazarların önce Ka­ raîliği kabul ettiğini, ancak sonraları Talmudculuğa dön­ düklerini söylemekte, Kutschera da Karaîliğin Hazar dev­ leti yıkıldıktan sonra, Hazar ülkesine girmiş olabileceğini ifade etmektedir. Yani Talmudist bilginlerin çoğu birbirle­ riyle tenakuza düşmekte ve farkında olmadan Karaî ger­ çeğini kabul etmektedirler. Hazarların Yahudiliği benimsemesi ile alakalı göste­ rilmek istenen Doğu Avrupa'lı Talmudist Yahudilerin, Ha­ zarlarla ne derecede ilişkilerinin olduğu hususu. Hazarla­ rın Karaî mezhebine girmiş olmaları halinde kendiliğinden açıklığa kavuşmaktadır. Çünkü Talmudist inançta bir top­ lumun, Karaî inancına sahip Hazarlardan türemesi müm­ kün olmaz. e. Göçler : Hazarların Yahudiliği kabul etmesi ile ala­ kalı gösterilmek istenen Doğu Avrupa Yahudilerinin men­ şe'lerinin. Hazarlar olup olmadığı hususunu daha iyi şe­ kilde açıklayabilmek için ilk Yahudi göçmenlerin Hazar ülkesine ne zaman geldiklerini, Hazar devleti yıkıldıktan 131 sonra Hazarların nerelere göç ettiklerini araştırmak, A l ­ manya, Orta Avrupa ve Balkanlardan Doğu Avrupa'ya ya­ pılmış olan Yahudî göçlerini incelemek gerekir. Ancak bundan sonra daha sağlıklı bir sonuca varılabilir. Yahudi kaynakların beyanlarına göre, Karadeniz ve Ha­ zar Denizi sahillerine ilk Yahudi göçleri, Miladî I. yüz yıl­ da yapılmıştır (119). Bu konuda A . Firkovvich, daha da ile­ ri giderek kendi atalarının Kırım bölgesine M . Ö. V I I . yüz yıllarda gelmiş olduklarını ifade ediyor (120). Bu bölgeye yapılan ilk Yahudi göçü hakkında Max L. Margolis şunla­ rı söylüyor. «Miladî birinci yüz yıllarda Karadeniz ve Azak Denizinin birleştiği Kerç bölgesinde, Taman yarımadasının Doğu yakasındaki Anapa'da, Kuzeyde, Dinyeper dağında­ ki Olbia'da Yahudi cemaatleri kurultnu.ştu, bunlar Yunan­ ca konuşuyorlardı, ki bunların buralara daha önceki dö­ nemlerde Anadolu'dan g e l m i ş olmaları gerekir, bunlara daha ilk dönemlerden itibaren Putperestlerden katılmalar olmuş ve cemaatler büyümüştür» (121). Demekki Yahudi­ ler sadece Kırım'a değil, daha geniş bir alana yayılmışlar ve bu geniş alanlardaki Yahudi cemaatlerine yerli Putpe­ restlerden- katılmalar olmuştur. Bu Putperestleri sadece Hazarlar olarak almak, son derece hatalı olur, o bölgeler­ de bulunan Slav ve Got kabilelerinden de Yahudî cemaat­ lere iltihaklar olmuş olmalıdır. Bilhassa Kievv bölgesinde­ ki Yahudi cemaatlere Slavlardan büyük oranda katıl­ maların olduğunu, bu bölgedeki Yahudilerin, önceleri Slav­ ca konuşmalarından anlıyoruz. Birinci yüz yıldan itibaren' Hazar bölgesine, bilhassa ticarî amaçlarla İran, Ermenis- (119) H. Rosenthal, Chazars. J. E. V. IV, p. 1 (120) Abraham Harkawy, Kai^aitcs and Karaism, J. S.; V . VII. p. 4 3 3 - 4 4 0 (121) 132 M a x L. Margolis-Alcxaııder Marx, A . History of the Jewish Pcdple, Philedelphia, 1962, p. 525 tan, Anadolu ve Arap ülkelerinden yoğun olmayan göçler şüphesiz olmuştur. Bu göçlerin sayısınr v e tarihini t e s b i t etmek, V l l l . yüz yıla kadar zordur. Miladî birinci yüz yıl­ dan sonraki ilk toplu büyük göç, M . S. V l l l . yüz yılın birincî yarısında meydana gelmiştir. Bu tarihte Bizans'tan bü­ yük b i r Yahudi topluluğu Hazar ülkesine göç e t m i ş t i r (122). Pek çok kaynak bu gelenlerin Yahudî dinîni kabul etmede Hazarlara büyük tesirlerin olduğunu ifade ediyorlar. Hazar ülkesine ikinci büyük Yahudi göçü X. yüz yıl­ da meydana gelmiş, Babilonya (Irak)dan dağılan Yahudi­ ler, Ermenistan, Kafkasya yolu ile Hazar ülkesine gelmiş­ lerdir (123). Bu tarihlerin dışında da toplu olmayan bazı göçler olmuştur. Hazar devletindeki Yahudilerin sayısını dikkate alarak bu sayı içinde Hazar asıllı olmayan bu göç­ menlerin nisbetini gözönünde bulundurmak gerekir. Hazar devleti yıkılınca Hazarların hepsi birden bire yok Olmadılar, devlet yikıldıktan sonra Hazarlar'm tama­ mı Doğu Avrupa'ya gelerek bu günkü Doğu Avrupa Yahu­ di cemaatını da oluşturmadılar, durumun böyle olduğunu iddia eden Kutschera, Poliak ve Koestler gibi Yahudi araş­ tırmacılara yine Yahudi bilginler vasıtasıyla cevap vere­ lim. S. Grayzel bu konuda şunları söylüyor. «Hazar devle­ tini yıkılmasından sonra, Hazar Yahudilerinin bir kısmı, Bizans Yahudilerine katıldılar. Bir kısmı i s e Moskova Prens­ liği içinde Yahudi olarak kaldılar. Fakat bazı Yahudiler pek çok Yahudi adetlerini korudukları halde Hrıstiyanlığı ka­ bul ettiler. Düşünmeyi gerektiren entrasan bir durum var­ dır k i , o da Ukranya'da bulunan muayyen Kazak .kabileleri, bu gün Hnstiyan oldukları halde, hâlâ Yahudilerin Şabat (122,) Henry Hart Milman, The History of the Jews, London, 1063, V. III, p. 129 (123) Solomon Grayzel, A. History of the Jews, p. 284 133 gününü kutlamaktadırlar. Rus Kilisesi bu adeti ortadan kaldırmak için çok uğraşmış, fakat başarılı olamamıştır. Bu durum, eski Hazar tesirini aksettirmektedir. Ukranya'daki bu Kazak kabileleri Hazar ülkesinden gelmiş olup Ha­ zar asıllıdırlar» (124). Solomon Grayzel'e göre, Yahudi Ha­ zar toplumunun bir kısmı Bizans'a gitmiş, Kievv'de kalan bir kısım Yahudî Hazar da, Hrıstiyanlığı kabul etmişlerdir. M. Remzi, Hazar deveti yıkıldıktan sonra, Hazarların bir kısmının Hacı Tarhan bölgesinde kaldığını, bu günkü Ha­ cı Tarhan ahalisinin Hazarların bakiyesi sayılabileceğini (125) ifade ediyor. Hazar devleti yıkıldıktan'sonra bölgeye hakim olan Kumanların, Hazarların bir kısmını kendi bün­ yesinde erittiğini (126) Zajaczkowski açıklamıştı. Yani, Hazarlar'ın bir kısmı Kumanlara karışarak onların arasında erimişlerdir. Z. V. Togan, Hazar devletî yıkıldıktan sonra Saksın'da iki asra yakın, bir devletin varlığını sürdürdüğü­ nü ve aşağı Saksın'ın, Hazar Devleti'nin bir istihalesi ol­ duğunu söylüyor (127). Hazar devleti yıkıldıktan sonra Ha­ zarların bir kısmının Kırım'a, diğer bir kısmının ise Litvanya'ya gittikleri, Rusyada kurulan devlete Hazarların kültür aşısı yaptıkları (128), bazı kaynaklarda geçerken, A. Koest­ ler Hazarlarm devlet yıkıldıktan sonra Kırım, Rusya ve Litvanya'nın dışında Macaristan ve Polonya'ya da göç ettik­ lerini, yeni çağın başlamasından önce buralarda Hazar topluluklarının oluştuğunu ileri sürerek, bunların daha son­ ra Doğu Avrupa'da toplanarak büyük bir kalabalık meyda­ na getirdiklerini ve Doğu Avrupa Yahudiliğinin esasını teş- (124) s . Grayzel, a.g.e., s. 281 (125) M . Remzi, TPİfiku'I-Alıbar, C. I. s. 195 (126) R. Zaiaczkowski. Karaims in Poland, p. 16 (127) Z. V; Togan, Hazarlar, İslâm Ansiklopedisi, C. s. 401 - 402 (128) J. Brutzkus, Eski Kiew'in Türk-Hazar Menşei, A . Ü. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Dergisi. Ank. 1946, C. İV, s. 356 134 kil ettiklerini (129) iddia ediyor. Bazı eserler, Hazar devle­ ti yıkıldıktan sonra Peçeneklerin bu bölgeye gelerek Ha­ zarların Batı topraklarını işgal ettiklerini ve bir kısım Ha­ zar'ın bu Peçeneklere katıldığını, Hazar dilinin Peçenekçe ile karışarak Batıdaki HazaHarın bir kısmının Peçenekler arasında eridiğini (130) ifade etmektedir. Yine bazı eser­ ler, devlet yıkıldıktan sonra bazı Hazarların Kafkasya'da kalarak oradaki diğer kavimlerin arasında eridiğini, bu gün Kafkasya'da yaşayan Karaçayların Hazarlarla akraba olduğunu (131) ileri sürmektedir. Vambery, Karabarda'da oturan Karabardalıların Hazarların torunları olduklarını id­ dia ediyor (132). Sadece Doğu Avrupa Yahudilerine değil, diğer Yahudilere de büyük bir nisbette Türklerin karıştığı­ nı iddia eden R. S. Karaşemsi, XIII. yüzyıldan sonra Müslü­ man Hazarların, diğer Müslüman Türk kavimlerine karıştık­ larını (133) ifade ediyor ki, X. yüz yılda sadece İtil'de on binden fazla Müslümânın mevcut olduğunu ve bunların şehrin ekseriyetini oluşturduğunu öğreniyoruz (134) Yine Karaşemsi Hazar devleti yıkıldıktan bir müddet sonra böl­ geyi i s t i l a eden Moğol ordularına karşı müşterek müda­ faa mecburiyeti yüzünden bir kısım Hazar halkının, Ru.slara iyice yaklaşarak, onlarla kaynaştığını ve Hristiyanlığı kabul ederek Ruslaştığıru, bu Hrıstiyanlaşan Hazarların (129) A . Koestler, The Tliirteenth Tribe, p. 1 5 - 1 6 (130) Süleyman Hüsnü, Tarih-i Alem., s. 485 (131) M . Şemsettin, Mufassal Türk Tarihi, İstanbul, H. 1338, C. I, s. 12; i. Kafesoğlu, Hazar Kağanhğı, Türk Milh Kültürü, s, 158 (132) M . Şemsettm, a.g.e., C. I, s. 12 (133) R. S. Karaşemsi, Hazar Türİdeiü, s. 44 (134) Hakkı Dursun Yıldız, Müslümanlığın Hazarlar Aras-nda Yayılması. VIII. Türk Tarih Kongresi, Bildiri Özetleri, Ank. İÖ76, s. 58 135 Ruslann Boyar (Bayar) denilen asilzade sınıfjnı teşkil et­ tiğini ifade ediyor (135). 1249 yılında Volga ile Don nehir­ leri arasında seyahat eden Plano Caprini, bu bölgede Hns­ tiyan Hazar cemaatlerine rast geldiğini (136) haber ver­ mektedir. Karaşemsi, Hazarların bir kısmının Anadolu'ya gelmiş olduklarını da belirterek bu konuda şöyle söylüyor. «Anadolu'da Hnstiyanlıklanna rağmen asırlarca Türk kalan esasen Hazaristanlı Kayseri'liler, Osmanlı istilasından sonra Fener'den gönderilen Rum papazların Rumca okut­ malarını müteakip, Rumluğa temayül etmişler ve son is­ tiklal harbi neticesinde malesef yeni ve yabancı kültürle­ ri itibarı ile aramızdan gitmek mecburiyetinde kalmışlar-dır» (137). Hnstiyan Hazarlann Anadoluya gelip yerleşme­ leri mantıken mümkündür. Alparslan'a karşı savaşan Haç­ lı ordusu içinde Hnstiyan Hazar askerlerinin varlığını ba­ zı kaynaklardan öğreniyoruz (138). A y n c a Anadolunun ba­ zı yerlerinde Hazar isimlerine de rastlıyoruz. Mesela Kayseri'nin Bünyan kazasının, Hazarşah isminde bir köyü var­ dır. Yine Elazığ'da Hazar gölü vardır. Karaşemsi'nin bazı noktalarda ifrata vardığını söyleyebilsekte, dediklerinin gerçekle alâkası vardır. Türk düşmanı bazı kaynakların iddia ettiği gibi, Anadolu'daki Rum ve Ermenî unsurlar Türkleşınemiş, aksine Anadolu'da ve Dünyanın birçok ye­ rinde, dinleri dolayısı ile Rumlaşan, Ermenileşen ve hat­ ta Ruslaşan Türkler vardır. Doğu Avrupa Yahudiliğinin Hazar menşe'li olup olma­ dığı sorusuna cevap vermeden önce, göçler konusunda tesbit ettiğimiz şu hususları özetlemekte fayda vardır. (135) R. S. Karaşemsi, a.g.e., s. 4 4 - 4 5 (13(3) R. S. Karaşemsi, a.g.e... s. 44 - 45 (137) R. S. Karaşemsi, Hazar Türkleri,, s. 4S (138) Kemaleddin Eb'u'l-Kasım A m r lbnu'1-Edim, fi Tarihi Halep, Ankara. 1676, s. 322 136 Buğyetu't-Talep 1) Hazar devleti yıkılmadan önce, Hazar ülkesine (Karaî veya Rabbanî] üç büyük Yahudî göçü gelmiştir. Fazla büyük olmayan Hazar Yahudî toplumu içinde eriyen bu göçmenler Hazar asıllı değildir. 2) Hazar devleti yıkıldıktan sonra Hazar Yahudilerin­ den bir kısmı Bizans'a giderek, oradaki Yahudilere katıl­ mışlar, diğer bir kısmı ise, Kiew taraflarına hicret etmiş­ lerdir. Bu Kiew'e gelenlerin bir kısmı, Rusların baskısı ile Hrıstiyanlaşmıştır. 3] Onuncu yüzyılda sadece İtil şehrinde on bin müs­ lüman mevcud olup. Hazarların büyük bir çoğunluğunu müslümanlar teşkil etmekte idi. Müslüman olmayan Ha­ zarların bir kısmı Müslüman Hazarlar'la birlikte, diğer Müs­ lüman kavimlerin içinde erimiş olmalıdır. 4] Hazar ülkesinde Müslümanlardan sonra en büyük çoğunluğu Hristiyanlar oluşturmaktadır. Devlet yıkıldık­ tan sonra bu Hristiyan Hazarlar Ruslaştığı gibi, başlangıç­ ta Hristiyan olmayan bazı Hazarlar da Moğol istîlası sıra­ sında müşterek müdafa gayreti ile Hristiyanlığı kabul et­ miş ve Ruslaşmışlardır. 5] Hazar devleti yıkıldıktan sonra Yahudî Hazarlardan ayrı olarak, bazı Hristiyan Hazarlar da Anadoluya gelmiş­ lerdir. 6] En mühimmi, Bizansın tahriki ile Rusların ve bazı Türk kabilelerinin Hazarlara saldırısından sonra, Hazar ül­ kesine Kuman-Kıpçaklar gelerek yerleşmişler ve Hazarla­ rın büyük bir kısmını kendi içlerinde eritmişlerdir. Doğu den önce, Avrupaya saplamak Avrupa Yahudilerini Hazar menşe'li kabul etme­ bu altı hususu göz önünde bulundurarak, doğu gelmiş olan Hazar Yahudilerinin miktarını he­ gerekir. 137 Ayrıca Doğu Avrupa'ya Hazar ülkesinin dışından ne kadar Yalıudinin ne zamanlarda gelmiş olduğunu ve bun­ ların Hazar ülkesinden gelenlere karşı oranının ne oldu­ ğunu ortaya koymak lazımdır. Yahudiler, esas vatanları olan Filistinden M . Ö. VII. yüzyıldan itibaren n^uhtelif aralıklarla sürgün edilmişler ve Dünyanın muhtelif ülkelerine dağılmışlardır (139). Sür­ günlerin yanı sıra, ticarî amaçla da ülkelerini terk ederek başka ülkelere göç edenler olmuştur. Yahudî göçlerinin bir kısmı, önce Akdeniz kıyılarına, oradan da Avrupa içle­ rine olmuştur. Mısır, Kuzey Afrika sahilleri, Anadolu sahil­ leri, Ege adaları Yunanistan, Adriyatik kıyıları, İtalya ve İspanya'ya yerleşen Yahudilerden bir kısmı daha sonra bu bölgelerden Fransa, Portekiz, Orta Avrupa ülkeleri ve A l ­ manya'ya gelmişler, bu ülkelerden de Rusyanın batı kıs­ mına ve Polonya'ya, yani Doğu Avrupa'ya gelmişlerdir (140). Fransa ve Almanya'da Yahudî yerleşme merkezlerinin M. S. 321 yıllarında kurulduğunu bazı eserlerde görmek­ teyiz (141). Romalıların elinde bulunan Gaul eyaleti Germanik kabilelerin eline geçmeden önce. Roma İmparator­ luk orduları Ren nehri boyunca devan^lı hareket halinde olup, bu nehir üzerinde hakimiyet tesis etmişlerdi. Ren nehri boyunca ilerleyen Roma ordusunun peşinden bir kı­ sım tüccarlar da o bölgelere gitmişlerdir. Bu tüccarların büyük bir kısmını Yahudiler teşkil etmekte olup, bunlar buralara ilk Yahudî yerleşme yerlerini kurmuşlardır (142). Bazı eserlerde Roma ordularının, İtalyada kurulan Yahudî (139) (140) Yaşar Kutluay, İslâm ve Yahudi Mezhebleri, s. 147 -152 H. H. Milman., A . History of the Jews, V . II, p. 448-450; (141) (142) Max L. Margolis, A . History of the Jewish Poople, p. 348 Max L. Margolis, a.g.e., s. 346 138 kamplarını Fransa ve Almanya çevresine zorla dağıttığını ifade etmektedirler (143). M. S. IV. yüzyıldan itibaren Avrupanın iç kısımlarına doğru göç etmeye başlayan Yahudilerin, bMfîassa Alman­ ya ve Fransa'da gitgide nüfus ve nüfuzları artmaya başla­ mış, bazı Yahudiler kendilerini imparatorluk saraylarında göstermeye başlamışlardır. Vlll. ve daha sonraki yüzyıl­ larda Fransız ve Alman saraylarından, başka ülkelerin sa­ raylarına Yahudî elçiler gönderilmiştir. Ünlü Şariman, Harunu'r-Reşid'e gönderdiği elçilik heyetinde «Isaac- isimli bir Yahudiyi de görevlendirmişdi (144). X. yüzyılda Babilonya (!rak)dan dağılan Yahudilerin bir kısmı Hindistan, Çin v e Hazar ülkesine giderken, bir kısmı İtalya, İspanya ve Portekiz'e göçmüşler, diğer bir kısmı ise önce Bizansa, daha sonra Bizans'dan, a) Balkan­ lar yolu ile Doğu Avrupa'ya, b) Adriyatik kıyıları yolu ile Orta Avrupa'ya, c) Ege kıyılarından Yunanistan'a hicret etmişlerdir. Ayrıca, İtalya'ya gelenler oradan Fransa'ya ve Orta Avrupa'ya göç etmişlerdir (145). Xr. yüzyıldan itibaren haçh seferlerinin başlaması i l e , Orta Avrupa ve Almanyadaki Yahudilerin durumu gitgide bozulmaya başlamış ve Yahudiler Polonya'ya göçetmeğe başlamışlardır. Haçlı seferlerinin başlamasına kadar Av­ rupada dağınık olarak yaşayan Yahudiler, bundan sonra Polonyada toplanmaya mecbur olmuşlardır. XIV. yüzyılın sonlarına doğru Polonya'ya üç koldan Yahudi göçrnenler gelmişlerdir. 1) Kırımdan, 2) Fransa, İtalya ve Almanya'­ dan, 3) Balkanlardan (146). Ayrıca Hazar devletinin yıkıl- (143) (144) Solomon Grayzel, The History of the Jews, p. 295 Max L. Margolis, a.g.e., s. 348 (145) (146) S. Grayzel, A . History of the Jews, p, 284 S. Grayzel, a.g,e, s. 446 139 masından sonra Kiew bölgesine gelen Hazar Yahudileri ile, yine bu bölgede daha önce gelip yerleşmiş olan Ha­ zarların dışmdaki Yahudiler, Moğol istilasından sonra Po­ lonya taraflarına göç etmişlerdir (147), Balkanlardan, Orta Avrupa'dan, Fransa ve Almanya'­ dan gelenlerin, Hazar asıllı olamıyacakları açıktır. Kırım ve Kafkasya bölgesinden gelenler (şayet onlar Karaî de­ ğil idi iseler) Hazar asıllı sayılabilirler. Ancak gerek Kı­ rım, gerekse Hazar ülkesindeki Yahudi toplumlarının çe­ kirdeğini Hazar asıllı omayan göçmenler oluşturmaktadır ve bu toplumlar içinde Hazar olmayan unsurlar vardır. Kievv bölgesindeki Yahudî toplumun tamamı Hazar asıllı sayılamıyacağı gibi, çoğunluğu da Hazar asıllı sayılamaz. Çünkü Hazarlar ve diğer Türkler bu bölgelere gelmeden çok önce bu bölgelere Yahudî göçmenler gelmiş, ve gelen göçmenlere yerli halktan katılmalar olmuştur (148). Bu belgeye gelen Yahudiler, kendilerine katılan ve çoğunluğu Slav olan kabilelerle kaynaşmışlar ve onların dili olan Slavcayı konuşmaya başamışlardır. Bu topluluk, daha Ha­ zar devleti yıkılmadan önce Slavca bir Tevrat'a sahipti (149). Bu ğöçmen-Slav karışımı kabilelere, bir miktar Ha­ zar karışmış olabilir, ancak Kievv prensliğindeki Yahudi toplumun çoğunluğunun Hazar asıllı olması mümkün de­ ğildir. Bu toplumun içinde Hazar kanı kadar Rus kanı, göç­ men Yahudilerin kanı ve diğer yerli kabilelerin kanı var­ dır. Daha sonraki yüzyıllarda Hazar asıllı olmayan pek çok Yahudî önce Orta Avrupa'ya ve oradan Doğu Avrupa'­ ya göç etmişlerdir. (147) s. Grayzel, a.g.e., s, 445 (148) (149) Max L. Margolis, Tlıe History of the Jewish Peoııle, p. 525 S. Grayzel, A . History of the Jews, p. 445 140 ktıtscherçi, Poliak ve Koestler gibi bilginler Avrupa'­ nın muhtelif ülkelerinden Doğu Avrupa'ya gelen Yahudî göçmenlerin sayısını çok az, Hazar ülkesinden gelenlerin sayısını, çok fazla göstermek istemelerine rağmen, görül­ düğü gibi gerçek hiç de öyle değildir. Bütün bu hususları inceledikten sonra «Hazarlarm Yahudiliği benimsemesi» konusu ile ilişkili gösterilmek istenen Doğu Avrupa Yahudilerinin gerçek menşe'lerini tes­ bit etmek ve A. Koestler'in bahsettiği Onüçüncü Kabile'nin, Hazarlar olup olmadığını ortaya koymak mümkündür. f. Doğu Avrupa Yahudilerinin Menşei : Doğu Avrupa Yahudilerinin rnenşeinin Hazarlar olamı­ yacağmı, şimdiye kadar tesbit ettiğimiz şu hususlardan dolayı ifade edebiliriz. 1) Doğu Avrupa Yahudilerinin menşe'lerinin Hazarlar olması; Hazarların çok az bir kısmının Yahudiliği kabul et­ miş olması bakımından mümkün değildir. Çünkü Hazar ülkesinde Hakan ve çevresinden oluşan küçük bir toplu­ luk Yahudiliği kabul etmişti, bunlar başlangıçta Yahudili­ ği kabul hususunda samimi değillerdi, böyle küçük bir toplumdan.; sayıları milyonlara varan Doğu Avrupa Yahu­ diliğinin türemiş o l m a s r İmkânsızdır. 2] Hakan ve çevresinden oluşan ve Hazar toplumu­ nun küçük bir cüzünü teşkil eden Hazar Yahudileri, Hazar devleti yıkıldıktan sonra hepsi Doğu Avrupa'ya gitmemiş­ tir. Bir kısmı Bizans Yahudilerine katılmış, bir kısmı bu­ lundukları yerlerde kalmış, gerî kalan kısmı ise Doğu Av­ rupa'ya gitmiştir. Yani küçük Yahudi Hazar toplumu, dev­ let yıkıldıktan" sonra üç parçaya ayrılmış, bunlardan sade­ ce bir parçası önce Kievv bölgesine gelmiştir. Kievv'e ge­ len bu topluluğun bir kısmı da Rusların zoruyla Hrıstiyan141 laşmıştır. Küçük Hazar Yahudi toplumuna göre daha da küçülen bu gruptan, Doğu Avrupa Yahudiliğinin türemesi akim alacağı iş değildir. 3) Rabbanî ve Karaî eserleri tetkik ettiğimizde Ha­ zarların Talmudist Yahudilikten ziyade Karaî Yahudiliğini kabul etmiş olduklarını görüyoruz. Karaî Yahudisi olan Ha­ zar toplumundan, Talmudist inançta olan Doğu Avrupa Yahudilerinin meydana gelmesi mümkün değildir. 4) Bütün bu hususları bir tarafa atsak bile, Hazar Ülkesine ve Kırım'a Hazar asıllı olmayan göçmenler gel­ mişlerdir. Hazar Yahudi toplumu içinde bunların belli bir payı vardır. Kırım ve Hazar ülkesinden toplu olarak bir göç tesbit edilebildiği halde. Balkanlardan, Orta Avrupa'­ dan ve Almanyadan, daha fazla sayıda Doğu Avrupa'ya Yahudi göçü olmuştur. Yani bu günkü Doğu Avrupa Ya­ hudiliğinin içinde Avrupalı göçmen sayısı [Hazar ülke­ sinden gelenlerin sayısı, ne kadar abartılırsa abartılsın) topluluk içinde çok daha fazladır. Ve Doğu Avrupa Yahu­ diliğinin çoğunluğunu bu Avrupa'lı göçmenler oluştur­ maktadır. Hazarların Karaî Yahudiliğini kabul etmiş olması ve bu kabul edenlerin de Hakan ve çevresindeki, sayıları çok az bir topluluk olması, bunların, devlet yıkıldıktan sonra çok az bir kısmının Doğu Avrupa'ya gitmiş olması, buna kar­ şılık Avrupa ülkelerinde çok sayıda Yahudi göçmenin Do­ ğu Avrupa'ya gelmiş olması. Doğu Avrupa Yahudilerinin menşeinin Hazarlar olamıyacağmı kesinlikle ortaya koyar. Zamanında dört Milyona varan nüfuslarıyla Roma İmparatorluğundaki Yahudi kütleler (150), Doğu Avrupa'ya gitmemişlerse nereye gitmişlerdir? Diyelim ki bir kısmı işken(1'50) S. Grayzel, A. History of the Jews, p, 140 142 celei-le yok edildi, bir kısmı da Arap topraklarına sığındı, geri kalanlar ne oldu? İspanyol, İtalyan, Portekiz, Fransız, Alman ve Balkan Yahudileri nereye gittiler? Hazar ülkesin­ den gelenlerin sayısını süratle Milyonlara çıkartırken, Av­ rupa'daki Yahudilerin sayısını azaltmak ve yok olduklarını iddia etmek, peşin hüküm ve zorlamadan başka bir şey de­ ğildir. Kutschera ve Koestler'in İddialarının aksine, bilhas­ sa Almanya'da her yönüyle gelişmiş Yahudi toplumları var­ dı. Bunların okullar açarak kültürlerini geliştirebilecek ka­ dar sayıları çoktu, ticaret ve seyahat gibi her türlü hakka sahip idiler. Ve bu Alman Yahudi toplumu Kievv cemaatının varlığını tesbit e t m i ş t i . Kievv cemaatinin varlığını XII. yüz­ yılda Alman hahamları keşfetmişlerdir (151). Doğu Avrupa Yahudiliğinin menşei Hazarlar değildir. Doğu Avrupa Yahudiliği içinde bir miktar Hazar kanı olabi­ lir. Kievv bölgesindeki ilk Yahudi topluluğa Slav kabilelerin­ den iltihaklar olduğu için, bu topluluğun içine Rus kanı gir­ miştir. Çeşitli zamanlarda Almanya'da, Fransa'da ve diğer Avrupa ülkelerinde ırza geçme veya evlenmeler yoluyla bu Yahudi topluma çeşitli milletlerin kanları sızmıştır. Ancak esas unsur şüphesiz İsrail Oğullarıdır. Doğu Avrupa Yahu­ dileri içinde Türk-Hazar kanı yok denecek kadar az oldu­ ğuna göre, Koestler'in ortaya attığı «On üçüncü Kabile» yokmudur?. İsrail menşe'lilerin dışında diğer milletlerden Yahudi dininde olan yokmudur? Doğu Avrupa Yahudilerinde çoğunluk Beni İsrail Kanı mı taşımaktadır? Şayet Doğu Av­ rupa Yahudilerinin genetiğinde Beni İsrail unsurlar fazla ise bunlar neden Sepharad Yahudilerinden t i p olarak fark­ lıdırlar? Doğu Avrupa Yahudiliğinin genetiğinde İtalyan. İs­ panyol, Fransız, A l m a n . Macar, Rus, Leh, Türk ye benzeri unsurlar, bir miktar vardır. Doğu Avrupa Yahudiliğinin ge­ netiğinde bu ayrı ayrı unsurların toplamı «Beni İsrail» unC151) S. Grayzel a.g.e., s. 445 1.4.3 surların toplamından fazladır. «On üçüncü Kabile»,mesele­ sine bu noktadan bakıldığında, On üçüncü Kabilenin var ol­ duğunu görürüz. Ama bu «On üçüncü Kabile» tek başına Hazar, Alman, veya Rus değildir. Bu kabile çok melez, muh­ telif milletlerin karışmalarından meydana gelen bir top­ luluktur. Ancak bu meseleye diğer bir noktadan daha bak­ mak gerekir k i . Doğu Avrupa Yahudiliğinde «Beni İsrail» unsurlar, diğer unsurlarla tek tek karşılaştırılacak olursa, ayrı ayrı olmak şartıyla her birinden kat kat daha fazladır. Mesela, diğer unsurlar bu toplumun genetiğinde ayrı ay­ rı % 2, % 3, % 4 gibi bir nisbete sahipken, «Beni İsrail» un­ surlar, bu toplumun genetiğinde % 35 veya ^ 40 gibi bir nisbete sahiptir. Bu rakamlar hakiki rakamlar değil, daha aşağı veya daha yukarı olabilir, yaklaşık rakamlardır.. Hadi­ seyi bu noktadan ele alıp baktığımızda «On üçüncü Kabi­ le» yoktur. On iki Kabileden teşekkül eden İsrail oğulları vardır. Doğu Avrupa Yahudiliğinin mayasında İsrail Oğulları hakimdir. Doğu Avrupa Yahudiliği, karakter olarak tamamen İsrailî karakterdedir. Yahudiler hangi ülkede olurlarsa ol­ sunlar İbranice'yi unutmamışlar, yaşadıkları ülkenin dilini konuşmak zorunda kaldıkları zaman bile, ona bir İbrani ka­ rakter vererek konuşmuşlardır. Bunlar, tarihlerine sıkı sir kıya bağlıdırlar, Yahudilikte tarihi öğrenmek dini bir farz gibi kabul edilir, Yahudilerin bu konuda gevşek olduklarını iddia etmek yanlıştır. Doğu Avrupa Yahudilerinin konuştu­ ğu Yidişce'de İbranî karakter hakimdir. Yabancı unsurlar, gerek Doğu Avrupa Yahudilerine ve gerekse diğer Yahudilere az çok tesir etmiş, fakat onlara Yahudiliklerini asla unütturamamîşdır. Yabancı unsurların Yahudiliğe girişi, eski dönemlerde yabancıların Yahudî di­ nini benimsemesi şeklinde olduğu gibi, tarihin her döne­ minde evlenme veya ırza geçme yollarıyla da olmuştur, inanç, kültür ve karakter bakımından yüzde .yüz Beni İsrail, J:44 hüviyetinde olan Doğu Avrupa Yahudiliğinin genetiğinde tek basma bir yabancı unsur hakim olsa i d i , yukarda saydı­ ğımız özellikerini koruyamaz ve tarihten silinirlerdi. Asırlar sonra yeniden devlet kuran, atalarının konuş­ tuğu İbranî dilini en saf şekliyle canlandıran bu insanların, renklerinin değişmesini, yalnızca kanlarına yabancı unsur­ ların girmesi ile izah etmek doğru olmaz. Doğu Avrupa Yahudilerinin genetiği tek başına hiç bir millete benzemezken, yine Doğu Avrupa'da bulunan Ka­ rayların genetiği Türk hüviyeti göstermektedir. Karaylar, dil, kültür, karakter ve t i p olarak tamamen Türklere benze­ mektedirler. J. Rosenthal bu gün İsrail'de yaşayan İsrail­ lilerin üç ayrı tipte olduklarını ve Yahudilerin 1) Sefarad, 2) Aşkenaz, 3] Karaim diyerek üç kısma ayrıldıklarını söy­ lüyor (152). Doğu Avrupa Yahudilerinin Hazarların Yahudileşmesi^ ile ilişkisi bir faraziyeden öteye gitmemektedir. Aslında Hazarların Yahudileşmesi ile Doğu Avrupa Yahudiliği ara­ sında bir ilişki kurabilmek hemen hemen imkânsız iken. Hazarların Yahudileşmesi ile Karay Türkleri arasında ilişki kurmak mümkündür. Bu konuyu ele alan A . Zajaczkovvski «Hazarların Yahudileşmesi» sözünü «Hazarların Tevrat'ı, Karaî inancı şeklinde kabul etmesi» biçiminde değiştirmek gerektiğini söylüyor ve bu gün yaşayan Karay Türklerinin Hazarların varisleri ve torunları olduklarını ifade ediyor. Bu gün Dünyada yaşayan Karay Türklerinin sayısı fev­ kalade azdır. Hazarların çok az bir kısmının Yahudiliği ka­ bul ettiğini bildiğimize göre, halen Dünyada yaşayan ve ır(152) E. î. J. Rosenthal, Religion in the Middle East, General Edi­ tör A. J. Arberry-, London, 1976, V. 11, p. 423 145 ken Türk oldukları halde, inanç bakımından sadece Tevrat'ı benimseyen Karayların, bu az sayıdaki Yahudi Hazarların devamı olması mantığa daha uygun gelmektedir. Tezimi­ zin ikinci bölümünde Yahudiliği ve Yahudi mezheblerini kısaca açıkladıktan sonra, Karaî mezhebini ve Karay Türkleri'ni geniş bir şekilde ele alıp inceleyeceğiz. 146 İ K İ N C İ B Ö L Ü M KARAÎ İNANCI VE KARAY TÜRKLERİ A/YAHUDİLİK VE YAHUDİ MEZHEBLERİ 1 — Yahudilik : Kelime, Hz. Yakub'un (İsrail) oğlu Yehuda'dan gelmek­ tedir. Hz. Yakub'un oniki oğlundan oniki kabile türemiş, bu kabileler bir yandan «İsrail Oğulları» diye anılırken, öbür yandan oniki oğuldan en büyüğü «Yehuda»nın ismi­ ne izafeten «Yahudi» diye de isimlendirilmişlerdir (1). Dinî anlamda Yahudilik, Allah (C.C.) tarafından Hz. Musa vasıtasıyla insanlara gönderilen ve tevhid inancına sahip olan dinin adıdır. Yahudiler, tarihlerini Hz. İbrahim ile başlatmalarına rağmen, Hz. Musa'yı en büyük peygam­ ber ve Tevrat'ı da en büyük kitap olarak kabul ederler. Bugünkü anlamda Yahudilik, İsrail oğullarının dinînin adı­ dır. Başlangıçta Yahudîlik, beynelmilel bir dîn idi ve bir ırka ait değildi. Her milletten f e r t l e r bu dine girebili­ yordu. Ancak, daha sonraları Yahudiler bu dini, sadece İsrail oğullarına ait niiHî bir din haline getirdiler. İslâmî inanca göre, İslâmiyet ve Hnstiyanlıktan önce hak bir din olarak gönderilen bu d i n , bir takım tahrifat yüzünden hak vasfını kaybetmiştir. Çünkü bu dinin inanç ve diğer ve esaslannda bîr takım değişiklikler meydana gelmiştir. ( D Hikmet Tanyu, Tai'îh Boyunca Yahudiler ve Türkler, C. I, s, 2 8 - 2 9 147 a. Yahudilikte İnanç Esasları : Tevrat ve diğer Yahu­ di "(itaplarında bu dinin inanç esasları açık bir şekilde bil­ dirilmemiş, bu yüzden Yahudiler uzun süre sadece Tev­ rat'ta zikredilen «On Emir» (Evamir-i Aşere) i gerçek iman prensipleri olarak kabul etmişlerdir (2). Daha sonraki dönemlerde Yahudi alimleri, bir takım iman prensipleri tesbit etmeye çalışmışlar ve şu husus­ ları iman esasları olarak ortaya koymuşlardır. 1 — Her şeyi yaratan Allah, her şeye hakim ve kadirdir. 2 — A l ­ lah birdir, O'ndan başka Tanrı yoktur. 3 — Allah cisim değildir, hiçbir şey O'na benzemez. 4 —• A l l a h , ilk ve son­ dur. 5 — Allah'tan başka ibadet edilecek ve ibadete la­ yık hiçbir şey yoktur. 6 — Peygamberlerin bütün sözleri hâkdır. 7 — iVlusa'nm nebîliği hak olup O, önce ve son­ ra gelen bütün peygamberlerin başıdır. 8 — Elde mevcut olan Tevrat (Tora] ile, Musa'ya vahyedilen Tevrat, tama­ men birbirinin aynıdır. 9 — Tevrat değiştirilmeyecek ve Tevrat'tan sonra. Tanrı başka bir kitap göndermiyecektir. 10 — Allah, İnsanın bütün hareketlerini ve düşündüklerini bilir. 11 — Allah Emirlerine uyanları mükafatlandıracak, uymayanları ise cezalandıracaktır. 12 — Er veya geç Me­ sih gelecektir. 13 — Allah'ın iradesi ile ölümden sonra kıyamet gelecektir (3). Yahudiliğin temel esaslarından biri, şeriatın t e k oldu­ ğu, Musa. ile başlayıp O'nunla bittiği inancıdır. O'nlar M u ­ sa'dan sonra yeni bir şeriatın geleceğine inanmazlar (4). b. Yahudiliğin Kutsal Kitapları : Yahudilerin temel ki­ tapları Tevrat'dır (Tora]. Ancak Yahudiler Tevrat'ı İslâmî ma'nada Musa'ya gönderilen Tevrat ma'nasmda değil de. ( 2) Yaşar Kutluay, İslâm ve Yalıudi Mezhehleri, s. 128-130 C 3) Y . Kutluay, a.g.e., s. 128-130 C 4) Ebu'l-Feth Muhammed Abdülkerim b. Ebi Bekr Alımed eşŞehristanî, el-Milel vo'n-Nihal. C. 11, Kahire, 1968. s. -16 148 daha geniş olarak kabul ederler. O'nlar, Musa'ya gönderi­ len Tevrat'la beraber, Musa'nın öğretilerine de Tevrat der­ ler. Tevrat, yazılı ve sözlü (şifahî) olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Yazılı Tevrat, Tur-ı Sina dağında Allah'ın Musa'ya vahyettiği kitaptır ve beş bölümden meydana gelmektedir. Sözlü Tevrat ise, Musa'ya atfedilen ve O'ndan intikal ettiği kabul edilen sözleri v e Tevrat üzerindeki açıklamaları îçine alır. Sözlü Tevrat, Yazılı Tevrat'ın ta­ mamlayıcısı durumunda olup, o olmadan yazılı Tevrat'ın anlaşılması mümkün olmaz (5). Bu yazılı Tevrat'a sonra­ ları, Musa'dan sonra gelen peygamberlerin sözleri ilave edilmiş ve Ahd-i Atik denilen Yahudilerin mukaddes k i ­ tapları meydana gelmiştir (6). Bir yandan Yahudilerin Tanah adını verdiği Ahd-i A t i k meydana gelirken, öbür yandan bu kitabın ihtiva ettiği hü­ kümler üzerinde çalışma ve tartışmalar da yapılıyordu, Tevrat'ın tefsiri nriahiyetinde olan ve tartışılan hususlar, yazılmamakla beraber, sözlü olarak nesilden nesile inti­ kal ediyordu, M.S, II, yüzyılda Yehuda ha Nasî isimli bir haham, tartışılan ve nesilden nesile intikal ettirilen bu sözlü rivayetleri Mişna adı altında bir kitap haline getir­ di. Ancak Yehuda ha Nasi bütün sözlü rivayetleri t a m ola­ rak toplayamamıştı. Daha sonraları bir yandan sözlü Tev­ rat'ın toplanması devam etmiş, öbür yandan Mişnaya tef­ sirler yazılmış ve Talmud meydana gelmiştir. Sözlü Tevrat'ın toplanması esnasında Yahudi cemaati arasında çeşitli ihtilaflar zuhur etmeye başlamış, bazı Ya­ hudiler sadece yazılı Tevrat'ı kabul edip sözlü Tevrat'ı ( 5 ) Y . Kutluay, a.g.e., s. 114-116 ( 6) Annamarie Schimrtıel, Dinler Tarihine Giriş, Ankara, 1955, s. 102 149 reddetmeye başlamış ve böylece mezhebier ortaya çık­ mıştır. Tezimizin bu bölümünde incelediğimiz Karaî mez­ hebi, sadece yazılı Tevrat'ı kabul edip, sözlü Tevrat'ı red­ detmesi ile ortaya çıkmış b i r harekettir. Karaî mezhebi sadece kutsal kitaplar hususunda değil, ibadet şekillerin­ de ve bayramlarında da öbür Yahudilere muhalefet etmek­ tedir (7). İnanç esaslarının t e s b i t i , Mişna ve Talmud'un oluştu­ rulması ve diğer konular hususunda Yahudiler arasında bir takım ihtilaflar ile beraber, mezheblerin ortaya çıktı­ ğını görüyoruz. 2 — Yahudiler Arasında İlk İhtilaflar ve Yahudi Mez­ hehleri : Yahudiler arasında tesbit edilebilen ilk ihtilaf, M.Ö. IV. yüzyılda ortaya çıkmış olan Şomronîm hareketidir. Asür imparatoru Sargon tarafından Filistin'den sürgün edilen Yahudilerin yerine getirilen insanların inancı i l e , Yahudiliğin karışması sonucu y a n Yahudi, y a n putperest bir mezheb ortaya çıkmıştır k i , bu mezheb Şomronîm mez­ hebidir. Şomronîler ise, kendilerinin Davud'a katılmayıp doğru yolda kalan, gerçek inananlar olduklarını söylerler (8). Yahudiler arasında ortaya çıkan ikinci İhtilaf, M.Ö. I I . yüzyılda, Makabiler devrinde gerçekleşmiş, bu ihtilaftan üç Yahudi mezhebi ortaya çıkmıştır. a. Peruşîm : İbranice P-R-Ş kökünden gelen bu keli­ menin ma'nası ayrılanlar veya tefsir edenler demektir. Bu mezheb, yazılı Tevrat'ın yanısıra sözlü Tevrat'ı da kabul ediyordu. Zaten Mişna ve Talmudu bu mezhebin salikleri hazırlamışlardı. Bunlar kendilerine, Allah yolunun kardeş­ leri ve Rabanîler ismini veriyorlardı. Bu mezheb; ahiret, ( 7) Y . Kutluay, a.g.e., s. 1 B) Y . Kutluay, a.g.e., s. 156-158 150 152-153 cennet, cehennem ve meleklerin varlığına inanıyordu, O'n­ lar, İsrail oğullarının diğer insanlara karşı üstün olduğuna, hahamların hata etmeyeceğine, hahamlara karşı gelmenin, Tanrı'ya karşı gelmek olduğuna, içtihadın caiz olduğuna, fiillerin kaza ve kadere tesirinin mümkün olduğuna inanı­ yorlardı [9). Araştırma konumuz olan Karaî inancına mu­ halefetin temelleri bu mezhebe dayanmaktadır, b. Sadukîm : Kelime anlamı üzerinde ihtilaf olan bu mezhebin en büyük özelliği, ahiret, cennet v e cehennem gibi şeyleri inkâr etmesidir. Sadukiler, her şeyin dünya­ da başlayıp. Dünyada biteceğine inanıyorlardı. Dünyada lüks ve ihtişam İçinde yaşamak gerektiğine inanan bu mezheb, sözlü rivayetleri, Mişna v e Talmudu kabul etme­ mekte i d i . Bunlarda Mesih inancı yoktu, cin ve meleklere inanmazlardı. Ayrıca ibadette ifrata gitmeye karşı idiler (10). c. İsiyim : Kelime, dindar, mütevazı, sessiz ve sır t u ­ tan kişi ma'nasına gelmektedir. Bu mezhep, Peruşîm mez­ hebinden ayrılarak ortaya çıkmıştır. Bu mezhebin mensup­ larına evlenmek yasaktı* ayakkabı v e elbiseleri giyilemiyecek kadar eskimeden çıkarıp atamazlardı. Mezheb üye­ leri kazandıkları şeyleri kendi aralarında pay ederlerdi. Alış veriş yasağına sahlb olan bu mezhebe göre, herkes kazandığını ortaya koyar, ihtiyaç sahipleri, ihtiyaçları nisbetinde ortadaki bu mallardan istifade ederlerdi (11). Makabiler döneminde ortaya çıkan bu üç mezhebden Peruşîlik, M.S. I. yüzyılda Yahudiliğin yönetimine tama­ men hakim olmuş ve Sadukilerin tesiri yok olmuştur. Bu Peruşî hakimiyeti M.S. V l l l . yüzyıla kadar devam etmiş, İs­ lâmiyetin zuhuru ile Yahudiler arasında bir kıpırdanma ve ( 9) Ahmet Şelebi, Mukaranetü'l-Edyan, C. I (10) Ahmet Şelebi, a.g.e., s. 205-206 (11) Y . Kutluay, a.g.e., s. 172-177 s. 203-204 151 Kudüsü yeniden kurtarma fikri canlanmaya başlamıştır. Bu fikir istikametinde yeni bir takım mezheblerin ortaya çıktığı görülmektedir. Bu mezheblere orta çağ mezhebleri de demek mümkündür. Bunları kısaca şu şekilde açıklaya­ biliriz. 1] İseviye : Halife Mansur zamanında Ebu İsa İshak b. Yakub el-isfehanî tarafından kurulan bu mezhebin ama­ cı, Yahudileri esaretten kurtarıp Kudüs'ü ele geçirmekti. Ebu İsa, kendisinin Mesih ve nebî olduğuna inanıyordu. Bir ordu toplayıp, Kudüs'e doğru sefere çıktığı sırada halife Mansur tarafından ordusu ile birlikte imha edildi (12). 2) Yudganiye : İseviye mezhebinin devamı mahiyetin­ de olan bu mezheb, Hemedanlı Yudgan tarafından, K u ' düs'ü kurtarmak amacı ile kurulmuştur. Yudgan Ebu İsa'­ dan farklı olarak Yahudilikte bir takım reformlara g i r i ş t i , Tevrat'ı allegorik şekilde tefsir ederek, dinî kaide ve bay­ ramların sadece Filistin'de ve Kudüs'te geçerli olduğunu savundu. Bütün dinî inançları tevil ettikten sonra, kaza ve kader konusunda insanın tamamen hür olduğunu" ileri sürdü (13). 3) Muşkanîye : Yudgan'dan sonra Hemedan'da orta­ ya çıkan Muskan, Yudgan'ın fikirlerinin gerekirse zor kul­ lanmak suretiyle bütün Yahudilere benimsetilmesini iste­ miş, O da bir ordu ile Kudüs'ü kurtarmak üzere yola çık­ tığı sırada Kum şehrinde ordusu ile birlikte İmha edilmiş­ tir (14). 4) Ananiye : (Karaim) V l l l . yüzyılda yukarda saydığı­ mız bu üç mezhebden daha köklü fikirlere sahip olan b i r mezheb daha ortaya çıkmıştır ki bu mezheb. Anan ben (12) Şehristanî, cl-Müel ve'n-Nihal, C. II, s. 20-21 (la) Y. Kutluay, a.g.c., s. 106-187 (14) Y. Kutluay, a.g.e., s. 187 David tarafından kurulan Ananiye nnezhebidir. Başlangıçta kurucusunun adına izafeten Ananiye İsmini alan bu mez­ heb, kısa bir süre sonra Karaim ismini almıştır, Aslında Karaim mezhebini Ananiye mezhebinin deva­ mı saymak yerine, o devirde Ananiye tarafından temsil edilen Anti-Talmudist bütün düşünce ve akımların bir ara­ ya gelmesinden meydana gelmiş saymak daha doğru olur. Orta çağ mezhebi olarak belirttiğimiz bu mezheblerin ortak bir yanı vardır. Bunlar Talmudcu Akademi yönetimi­ ne muhalif idiler. Bunlar, o sırada Irak'ta bulunan, muhtar Yahudi cemaati başkanlığına karşı tavır takınmışlardı (15). Karaîlik hareketi ortaya çıkıp gelişmeye başlayınca, Peru­ şî fikirlere sahip olanlar bu bu defa Rabbanî ismi ile tek­ rar organize olmuş ve Karaîlerle mücadeleye başlamışlar­ dır. Başlangıçta Karaîler, süratle gelişip büyük başarılar elde etmişlerken, sonraları Rabbanîler Karaîlere üstünlük sağlamıştır. Bu Karaî-Rabbanî mücadelesi günümüze ka­ dar devam etmiştir. Hazarlar'ın Yahudiliği kabul ettiği sı­ ralarda Karaîler Dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış ve başka milletlerden insanları Yahudi yapmaya çalışıyorlar­ dı. Rabbnîler ise İsrail oğullarının üstün ırk ve Yahudili­ ğin üstün din olduğu fikrine sahip olduklarından, başkala­ rını Yahudi yapmaya çalışmışlardır. (15) Leon Nemoy, Early Karaism, J. Q: R., (N.S.) V. X V , p. 307 -315 153 B. KARAİM MEZHEBİ VE KARAÎLİK : 1. Karaim Mezhebinin Doğuşu : a. İsim ve Anlamı : Karaim kelimesi, tekil ve çoğul şekliyle muhtelif dillerde değişik şekillerde söylenmekte­ dir. Ibranîcede, «Karaî, Karaim», Arapça'da, «Karraî, Karraûn», Kuman-Kıpçak Türkçesi'nde, «Karay, Karaylar» şek­ linde söylenen kelime, Rusça ve Lehçede, «Karaim», Fran­ sızca da, «Caraime» (1) şekillerinde ifade edilir. Ayrıca pek çok Ansiklopedi ve ilmî eserde bu isim, «Karaite» şeklinde yazılmaktadır [2). Kelimenin aslının hangi dilden alındığı tartışma konusudur. Bazılarına göre bu kelime, okumak ma'nasına gelen İbranice «Kara'» kökünden gel­ mektedir (3). Bazılarına göre ise kelime K-R-A kökünden gelmekte olup Arapça'daki «Kıraat» kelimesi ile aynı an­ lama gelmektedir (4). Kelimenin, Arapça ve Ibranice'de müşterek olarak okumak ve çağırmak ma'nalarına kullanı­ lan, «Kara'-dan türediğini kabul edebiliriz (5). Ancak Ka­ raî mezhebi, bir Yahudi mezhebi olduğuna göre, bu keli­ menin Ibranice'den alınmış olması akla daha uygun ge­ lir. ( 1) A. Zajaczkovvski, Karaims in Poland, p. 11; Samuel Poznanslii. Kai-aites, Eneyclopedia of Religion and Ethics, Newyork, 1&51, V. VII., p. 682 f 2) Leon Nemoy Karaites, The Univerşal Jewish Eneyclope­ dia. Newyork. 1943, V. VI., p. 314; S. Poznanski a.g.e. V. VII, p. 662 ( 3) A, Zajackovvski, a.g.e., p. 11 ( 4) Yaşar Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhebleri, s. 189 ( 5) Bemard Levvis, A . Karaite Itinenary, Vakıflar Dergisi, Sa­ yı 3, Ankara, 1956, s. 315 154 3u gün bu mezhebe mensup insanlarm büyük çoğun­ luğu Türk asıllı olup bu insanlar kelimeyi «Karay, Kşraylar» şeklinde telaffuz etmekte «Karaî» kelimesinin sonun­ daki «i» harfini kendi dillerine uygun olarak «y» harfine çevirmektedirler. Karaim kelimesindeki «im» eki İbranice de; çoğul edatı olduğu halde, bazı İngilizce eserlerde «Ka­ raims» şeklinde kullanılarak bir İbranice çoğul «im», bir de İngilizce çoğul «s» edatı bir arada aynı kelimede kul­ lanılmaktadır. Yine bazı Türkçe eserlerde «Karaimler» sö­ zü kullanılarak İbranice çoğul eki «im» ile, Türkçe çoğul eki «ler» aynı kelimede yan yana getirilmektedir. Biz özel­ likle Karaî mezhebindeki Türkler'deh bahsederken «Karay, Karaylar» kelimelerini kullanacağız. Genel olarak Karaîler'den bahsederken de «Karaî, Karaim ve Karaîler» keli­ melerini kullanacağız. İslâmiyetin kutsal kitabı Kur'an-ı Kerim ile benzer bir ma'naya geldiğine işaret edilmekle beraber (6), okumak ve çağırmak ma'nasına gelen «Karaî» kelimesi, Tevrat'ı okuyanlar, Tevrat'a davet edenler anlamına kullanılmakta, «Misyoner» kelimesiyle, Arapça «Dâî» kelimelerinin kar­ şılığı olarak kabul edilmektedir (7). Karaî kelimesi, ilk de­ fa Benjamin en-Nihavendî tarafından 830 yıllarında «Bene Mikra», «Ba'ale Mikra» şeklinde «Kitab-ı Mukaddes çoçocukları» ma'nasmda kullanılmıştır (8). Hangi noktadan bakılırsa bakılsın Karaî kelimesi, Mişna, Gemara ve daha sonra gelen Yahudi literatüründeki ananeyi yani sözlü ge­ leneği kabul etmiyen, sadece Tevrat'ı kabul eden ve bu( 6) A. Zajaczkowski, Karaims in Poland, p. 1 1 - 1 2 ( 7) Bernard Lewis, A. Karaite Itinenary, Vakıflar Dergisi, Sa­ yı, 3. s. 315 C 8) L. Nemoy, Karaites U. J. E. V . VI, p. 3M; Max L. Margolis-Alexander Max, A . History of tlıe Jewislı People, p. 259-263; s. Poznanski, Karaites E. R. E. V. VII, p. 662 155, nun üzerinde kendi otoritesini te'sis eden Yafıudi meztıeİ3i mensuplarına verilen bir isimdir ( 9 ) . Bu açıklamalardan sonra Karaîliğin, Tevratî bir inanç sistemi olduğunu, Talmud'a ve haham literatürüne karşı olduğunu görüyoruz. b. Karaî İnancmm Doğuşu : Hazarlar'ın Yahudiliği ka­ bul edişinin, Tevratî inancı benimseme şeklinde olmuş olnrıası daha kuvvetli bir ihtimal olduğuna göre, Karaî mez­ hebi de Tevratî bir inanç sistemine sahip olduğuna göre Karaîliği incelemenin Hazarlar'ın Yahudileşmesi olayının aydınlanmasına katkısı vardır. Karaî mezhebi hareketi Ha­ zarlar'ın Yahudileşmesi ile aynı zamanlara rastlamakta olup, Karaî mezhebinin, doğuşu esnasındaki yayıldığı sa­ halar Hazarlar'a çok yakın sahalardır. Karaî inancı (Talmud'u tanımama, sadece Tevrat'ı be­ nimseme) bir mezheb hareketi olarak ortaya çok önceleri bir inanç olarak vardı. vasfı, Talmud'u tanımama prensibi, çıkmadan Mezhebin mümeyyiz Talmud'un meydana getirildiği sıralarda ortaya çıktığına göre (10) Karaîliğin menşeini Talmud'un ortaya çıktığı dönemlerde aramak ge­ rekir. Ancak XII. yüzyıldan itibaren yazılan Rabbanî eser­ ler, Karaizm'in başlangıcını Anan ben David'e ta ve mezhebin kurucusu olarak O'nu bağlamak­ göstermektedirler (11). Anan, Karaizm'in gerçekten kurucusu mudur, yoksa ondan önce bu mezheb varrnıydı veya ondan sonra mı ku­ ruldu? Bu husus tam açıklığa kavuşmuş değildir. Şehristanî, Birunî ve benzeri İslâm müellifleri, Anan'ın kurduğu ( 9) L. Nemoy, Karaites U. J. E. V. VI. p_3.14 (1.0) L. Nemoy, Early Karaism, J. Q, R, V. XL, p. 307 ^308 (11) L. Npmoy, a.g.e., V. XL p. 308- 309 156 mezhebin isminin «Ananiyyun» dirler [12). o l d u ğ u n u i f a d e etmekte­ Rabbanî kaynakların çoğu, Anan'ın kurduğu mezhebin kuruluşunu bir rekabete, iç çekişmelere bağlamakta ve Anan'ın bu mezhebi hissi sebeblerle kurmuş olduğunu id­ dia etmektedirler. Onlara göre V l l l . yüzyılın ikinci yarısın­ da İrak'ta bulunan muhtar Yahudî cemaatının reisi [Arap­ ça, Re'sü Calut, İbranice, Reş Galut) Isaac Iskavi (İshak Harkavy) ölünce, cemaat başkanlığı için Anan ben David ile kardeşi Hananiah (Hassan) seçime girdiler, seçimi ya­ pan «Geonim» (Irak Yahudi Akademisinin ileri gelenleri) daha büyük ve daha bilgili olmasına rağmen Anan'ı baş­ kanlığa seçmedi, O'nun yerine küçük kardeşi Hananiah'ı seçti. Geonim bu kararı alırken Hananiah'ın mütevazi kişi­ liğini, buna karşılık Anan'ın kanunlara riayet etmeyip lakayd kalışını gözönünde bulundurdu. Bunun üzerine Anan seçimi tanımadığını, kendisinin başkan olmasının gerekti­ ğini ilân etti ve başkan olduğunu iddia etti. Durum resmi makamlara intikal edince, zamanın Abbasî Halifesi Hana­ niah'ın başkanlığını tasdik etti. Anan'ın hareketini de bir isyan sayarak O'nu idama mahkum e t t i . İdam edilmek üze­ re hapse konan Anan, o sırada hapishanede bulunan Ha­ nefî mezhebinin kurucusu Ebu Hanife ile tanıştı. Anan, Hapishane arkadaşı Ebu Hanife'ye başından geçenleri an­ latınca, Ebu Hanife O'na yol göstererek, Tevrat'ın bütün muğlak ve karışık hükümlerini Rabbanîler'den farklı bir . tarzda ele alıp açıklamaya çahşmasını ve bu prensibi ye­ ni bir mezhebin temeli yapmasını söyledi. Bunu hazırladık­ tan sonra da, kendi taraftarlarını Halifenin sarayına gön- (12) Ebu'r-Reyhan Muhammed b. Alımed el-Birunî el-Harezmi, el-Asaru'l-Bakiye Ani*l-Km-uni'l-Haliye, Leipzig, 1923 ,s. .58-59i Şelıristanî, el-MiIel ve'n-NihaL C II s. 20; Ebu'l-Fi­ da, Tarihu Ebi'l-Fida, C. I, s. 9 2 - 9 3 157 dermesini, yüksek mevkilerdeki kişilere hediyeler verdire­ rek Halife'nin huzuruna çıkmalarmı ve Halife'den Anan'm davasında bulunmasını sağlamalarını ve Halife mahkeme­ ye gelince, Anan'ın kendisini Halife'nin ayaklarına atarak O'na, «Ey İVlü'minlerin emiri sen kardeşimi bir dinin m i , yoksa iki dinin mi başkanı olduğunu tasdik ettin?» deme­ sini, Halife'nin de O'na, «Kardeşini elbette bir dinin baş­ kanı olarak tasdik ettim» diyeceğini. Halife öyle söyleyin­ ce Anan'ın «Benim d i n i m Kardeşimin ve Rabbanî Yahudi­ lerin dininden tamamen farklıdır. Taraftarlarım da bu hu­ susta benimle beraberdir ve aynı fikirdedirler.» demesini söyledi. Bu öğütü alan Anan, Ebu Hanife'nin dediklerini aynen yapar, netice umduğu gibi cereyan eder, Halife O'nu affederek hapisden çıkartır. Hapisten çıkan Anan, çoğu Talmud'a muhalif olan taraftarlarını toplar ve onlara «Dün gece rüyamda peygamber Eiiyahu'yu gördüm, bana Tanah'ın emirlerine geri dönmemi emretti» diyerek tasarla­ dığı yeni dinin esaslarını tesbit etmeye başladı (13). Talmudist kaynaklarının bu acaip iddiasına göre Anan, mezhebini tamamen şahsi ihtirasları sebebiyle kur­ muş ve Karaîlik Anan'la birlikte başlamış olmaktadır. Kaufman Kohler bu konuda şunları söylüyor «Karaîliğin sa­ dece şahsî ihtiraslar sonucu ortaya çıkmış bir muhalefet hareketi gibi görülmesi doğru değildir. Karaîlik Talmudculuğa karşı meydana gelen tabii bîr reaksiyon ve muhale­ fet hareketi olup, başlangıcı eski Akedemi (Geonim) dö­ nemi ve Saborean dönemine kadar geri gitmektedir» ( U ) . (13) Leon Nemoy, Karaite Antology New Haven 1952 p. 3 - 1 0 ; Jakob R. Marcus, The Jews in the Mediaıvel Word, Philedelphia 1961, p. 234; Abraham Harkavy. Anan Ben. David, The Jewsih Encyclopedia, V. I, p. 553-554; L. Nemoy, Anan ben David, U. J. E. Newyork 1948 V . I, p. 293 (14) Kaufman Kohler, Kataites and Karaism, J. E. Newyork 1904, V. VII; p. 44 1^8 Rabbanî kaynakların iddialarının aksine Karaî kaynak­ lar, bu mezhebin başlangıcını çok öncelere, ta Sadukilere kadar götürmekte, Anan ben David'in. ashnda Saduki inan­ cında salih bir kimse olduğunu zikretmektedirler (15). Ka­ raî kaynaklara göre başlangıcı Sadukîm'e kadar ulaşan Karaîlik hareketi, Hz. İsa'nın yanında yer almıştır (16). Kırkisanî'ye göre başlangıçta S.adukîler de, Hz. İsa'nın ya­ nında yer almışlardır. Ancak Sadukîler, daha sonra ahireti inkar etmeye başlayarak Hz. İsa'dan ayrılmışlardır (17). Karaî kaynaklara göre Hz. İsa'nın ortaya koyduğu esaslar, Tevrat'a zıt olmadığı gibi, aksine Tevrat'ı destekler mahi­ yettedir. İncil Tanrı'nın ayetleri olmayıp havariler tarafın­ dan söylenmiş sözlerdir. Asla Tevrat'ı nesh edemez. Ge­ rek Hz. İsa ve gerekse Havariler, Talmudcu Peruşilere kar­ şı mücadele eden salih kimselerdir. Karaîler de onlarla beraber Peruşilerle mücadele etmişlerdir. Karaîliğin esas­ larını Hz. İsa tesbit etmiştir. M.S. V I . yüzyıla kadar Karaî­ likle Hrıstiyanlık aynı İdi. Fakat Hrıstiyanların, İsa'nın yo­ lundan ayrılmaları, sünneti terk etmeye haşlamaları, res­ m e tapmaları ve dinde daha başka pek çok tahrifat yap­ maları yüzünden, önceleri aynı olan Hrıstiyanlık ve Karaî­ lik, V I . yüzyıldan itibaren biri birinden ayrılmışlardır (18). Karaî kaynaklara göre, Anan'ın daha önce var olan Karaî­ liğin esaslarını toplamak üzere ilk faliyete geçtiği sıralar­ da Talmudcu Yahudiler kendisini takip etmiş, Hz. İsa'ya yaptıkları gibi O'na da zulmetmişlerdir. Öyle ki Bağdat'ı terk edip Halife el-Mansur'un izni ile Kudüs'e giden Anan, orada da işkenceye maruz kalmış ve Talmudcular tarafın­ dan takip edilmiştir. Bu yüzden orada yapmış olduğu ma(15) Kırkisanî, Kitabu'l-Envar, C. I, s. 11 (16) S. Şapşaloğlu, Karay Türkleri, Türk Yıh, C. I, s. 579 (17) Kırkisanî, a.g.e., C. I, s. 47 (18) S. Şapşaloğlu, Kırım Karay Türkleri, Türk Yılı, C. I, s. 579 159 bed'i yer altına inşa etmek zorunda kalmıştır. Dışı kalın duvarlarla çevrili olan bu mabedin bir avlusu vardı, avlu­ dan sonra taş merdivenlerle aşağıya inilerek mabede giri­ lirdi. Anan mabedini düşmanlardan korunmak için böyle yapmıştı (19). Aynı düşmandan korunma motifi Hnstiyanlıkta görüldüğü gibi, değişik bir biçimde Islâmiyette de vardır (20). Yine Karaî müelliflere göre Anan, Akademi başkanlığı mücadelesi sonucu seçimi kaybetmiş ve hapse girmiş değildir. Eliyahu ben Abraham isimli Bizans Karaîlerinden bir müellif, Hiluk ha-Karaim ve ha Rabbanim isimli eserinde Anan ben David'in Bağdat'ta Peruşilerin de dahil bulunduğu bütün Yahudiler tarafından başkan seçil­ diğini söylemekte, başkan seçildikten sonra şifahi Tora (Talmud) aleyhine halka vaazlar vererek Tevrat'ı eski mev­ kiine eriştirmeye çalıştığını, Peruşilerin bu durum karşısmda O'nu öldürmeye teşebbüs ettiklerini, ancak Halife'­ den korkarak bundan vazgeçtiklerini söylüyor. Kanunlara karşı geliyor bahanesiyle Peruşilerin Anan'ı, Halife'ye şi­ kayet ettiklerini, ancak Halife'nin Anan'a bir şey yapma­ dığını belirtiyor. Bu müellife göre Anan, bu şikayet olaymdan sonra Akademi başkanlığından ayrılmış ve Halife'den izin alarak Kudüs'e gitmiştir. Fakat Peruşilerin giderek (1.9) A. Zaiaczkowski, Karaims in Poland, p. 32; S. a.g.e., s. 580 Şapşaloğlu, (20) Islâmm ilk dönemlerinde de müşriklerden korunmak için gündüz namazlarmda ayetler sessiz okunıtr, gece düşman Icorkusu azaldığı için sesli okunurdu. Daiıa sonra. İslâmi­ yet kuvvetlenip düşman korkusu ortadan kalktığı halde. Ayetler ve dualar, gündüz namazlarında sessiz, gece na­ mazlarında ise sesli okunmaya devam edilmiştir. Düşman­ ların baslüları bir hatıra olarak devam ettirilmiştir. Karaî­ ler de Anan'ın yaptığı mabedin hatırasını devam ettirerek, daha sonra yaptırdıkları mabedlerini yer altına inşa et­ mişlerdir. 160 çoğalması karşısında gerçek müttekilerin onlara karışıp kaybolmasından ve esas Tevrat'ın yok olmasından endişe ettiği için, kendi taraftarlarına Peruşilerden tamamıyla ay­ rılmalarını, onların yiyeceklerin yememelerini ve onlarla evlenmemelerini emretmiştir (21). Görülüyor ki*iki tarafın iddiaları bir birini yalanlar du­ rumdadır, Karaî kaynaklara göre Anan, mezhebin kurucu­ su olmaktan ziyade, toplayıcısı ve koruyucusu durumun­ dadır. Karaîlik konusunda uzman olan L. Nemoy, çeşitİi yönleriyle konuyu araştırmış ve daha değişik bir görüş ortaya koymuştur, O'na göre Karaîlik Anan ile başlama­ mıştır. Karaîliğin esas karakteri olan Talmud'a muhalefet ve ananeye karşı ilk baş kaldırmalar VII. yüzyılın ortala­ rında billurlaşıp ortaya çıkmaya başlamış ve başlayan bu yeni hareket, Irak'taki şehirli Yahudilerin bir hareketi ol­ mayıp, aksine Hilafet topraklarının hudud eyaletlerine yer­ leşen Yahudilerin hareketidir. Bu hareketi başlatanlar Irak'taki muhtar Yahudi cemaatı başkanlığından ayrılarak Horasan, Ermenistan, Iran ve Kafkasya gibi yerlere yerleş­ mişlerdir. Talmud'a muhalefet hareketinin ve Karaî inan­ cının başlatıcısı olan bu göçmenler buralara kendi arzula­ rıyla değil, aksine Akademi başkanlığının çeşitli baskıları sonucu gelmişlerdir. Akademi başkanlığı onlara bu baskı­ ları, Talmud'a muhalefetlerinden dolayı yapmıştır. Göç olayından sonra, Talmud'a muhalefet ve ananeden sapma gibi inançlarını ve kendilerine yapılan sosyo - ekonomik baskının hatırasını göç ettikleri yerlerde korumuşlardır. Iran topraklarında bulunan Talmud'a muhalif bu Yahudi göçmenler, İranlılarla aynı duyguları paylaşmışlardır. Çün­ kü o sıralarda İran, İslâm orduları tarafından fethedilmiş ve İranlılar Şii'lik meselesi dolayısıyla Araplara karşı sev- (21) Yaşar Kutluay, tslam ve Yahudi Mezhebleri, a, 192 -.193 1.61, gi beslemiyorlardı, İranlıların Araplara duyduğu nefrete benzer bir hissi de İran'daki göçmen Yahudiler, Irak'daki Akademi başkanlığına karşı duyuyorlardı. Irak Akademi başkanlığının daha önce kendilerine yaptığı baskılar ve İsrail'i kurtarma konusunda lakayd kalışı, İran'daki göç­ men Yahudilerin onlara nefret duymalarına sebeb oluyor­ du. İranlıların Hilafet meselesinden hareket ederek esa­ sında diınî ve politik bağımsızlıklarını kazanmaya çalıştık­ ları gibi, göçmen Yahudiler de Irak'taki Akademi başkanlı­ ğından ayrılarak onların lakayd tutumuna karşı, kendileri­ nin Kudüs'ü kurtarmaya teşebbüs ettikleri görülmüştür. Akademiye karşı ayaklanma sayılabilecek olan bu teşeb­ büslerden en büyüğü, Ebu İsa el-İsfehanî'nin Kudüs'ü kur­ tarmak üzere ordu toplayarak yola çıkmasıdır. Ondan son­ ra da benzeri bazı olaylar cereyan etmiştir. Bütün bu hadi­ seler, Anan'dan çok önce meydana gelmiştir. Bu muhale­ f e t hareketi, Karaizm'in ilk tohumlarını atmış ve bu ağacı büyütmüştür. Anan, kesin olarak Karaî mezhebinin ku­ rucusu değildir. Sadece tohumlan atılan ve büyütülen bu fidanın koruyucusu ve parlatıcısı durumundadır (22]. Leon Nemoy'un bir çok kısmı çok mantıklı görünen bu açıkla­ masına göre Anan, hakikaten bu mezhebin kurucusu değil toplayıcısı durumundadır. Bazı yazarlar, Karaîliğin başlangıcı hususunda daha öncelere giderek Karaîlikle Oumran mezhebleri arasında İrtibat kurmaktadırlar. N. VVieder, Lut Gölü mezhebleri ile Karaîlik arasında Oumran'da bulunan yazıtlardaki bazı hu­ susların Karaî eserlerde aynen geçmesinden ilham alarak, bir irtibat kurmaktadır. Öyle ki Oumran yazıtlarında fakir-r lik, Yakub'un bakiyeleri, günahdan yüz çeviren kimseler ve yolun mükemmelliği gibi hususlar geçmekte, aynı hu(22) 162 L. Nemoy, Early Karaism, J. Q . R.,. V . XL, p; 307-311 suslara muhtelif Karaî eserlerde de tesadüf olunmakta­ dır (23). Kahire Genizah dokümanları arasmda bulunan ve is­ mi niechul bir Rabbanî Yahudîsi'nin Karaîlere karşı yaz­ dığı eserde bu müellif Karaîlerin, Şabat gününde ışık yak­ mamaları yüzünden Samirilerle alakalarının olduğunu söy­ lüyor, hatta daha ileri giderek Karaîlerin Brahmanların ve Ismailiye mezhebinin etkisi altında olduğunu ileri sürü­ yor (24). Karaîliğin başlangıcının tam olarak tesbit edilememe­ sinin sebebi, ilk Karaî eserlerinin kaybolması ve elde bu­ lunmaması yüzündendir. Rabbanî kaynaklar da onlara üvey evlat muamelesi yapmış ve bu hususu ihmal etmişlerdir (25). Karaîlerin başlangıcının Iseviye ve daha sonra orta­ ya çıkan V I I . yüzyıl mezhebleri ile, hatta daha önceki Sadukî ve Essenî mezhebleri ile ilgili olduğunu A . Harkawy kabul etmektedir (26). 1975 yılında İngilizce yayınlanan İslâm Ansiklopedisinin Karaîler maddesini yazmış olan L. Nemoy, son olarak şunları söylemektedir. «Karaizm'in da­ ha önceki Yahudi mezhebleri ile, özellikle Sadukiler ve Lût Gölü toplumu ile ilgisi bir taraftan, Isiâm iîe, bilhassa Şiilik ile ilgisi, öbür taraftan, anlaşılması hayli güç bir durumdur. Benzeyen ve benzerheyen yönleri iki yönden de kolayhkla delil olarak kullanılabilir. Bilgimize nazaran İslâm muhitinde türemiş olan Karaizm, bazı noktalarda İslâmiyete yüksek derecede benzerken, eski Yahudi mu­ halefetine bağlılığı da ayrı İalr çizgi göstermektedir» (27). { 2 3 ) . N . Wied6r,' Tlıe Quınraıı Sectaries and the Kaj-aites, J. . Q. B. London 1956. V ; XLVI - XLVII, p. :97 -113, 269 - 292 (24) Ja,kQb Mann, A Polemical W o r k Againşt Karaite and Other Sectaries, J. Q. R London .1921-1922 Y . XH, p. 134-194 (25) L. Nemoy, Early Karaism, J. Q; R. V . ' X L , p. 307 (26) Abralıam Harkavy, Anan ben David, J. E. V . I, p. 553 (27) Leon Nemoy, Karaites, Ensyclopfedia of İslâm, 1975 V . IV, p. 607 163 Pek çok Talmudist kaynak, Karaizm'in başlangıcmı Anan'a bağlarken, bu mezhebin zayıflamasını Saadia Gaon'a bağ­ lamaktadır, Leon Nemoy ise, Karaizm'in başlangıcının Anan'la olmadığı gibi zayıflamasının da Saadia Gaon'la olmadığını ifade ederek Talmudcuların görüşlerinin yanlış olduğunu belirtmektedir (28). Özet olarak söylemek gerekirse kökü Milattan önceki çağlara uzanan Sadukî, Essenî, Samirî gibi çok eski mezheblerin, İseviye, Yudganiye ve Şudganiye gibi M i l a t son­ rası mezheblerin devam ettirdiği Talmud'a muhalefet ve sadece Tevrat'ı kabul etme hareketi, VII. yüzyılda İslâm'ın muhteşem gelişmesinden ilham alarak, bu yüzyılın ikinci yansında Anan ben David vasıtasıyla Ananiyyun mezhebi etrafında yeniden toparlanmıştır. Ancak bu mezheb, Anan'­ dan sonra daha da gelişmiş ve 830 yıllarında Karaim mez­ hebi ismini almıştır. Anan ben David'in Ananiyyun mez­ hebi, t a m olarak Karaî mezhebi sayılamaz. Ananiyyun mez­ hebinin bir takım aşırılıkları vardır. Daha sonraki dönem­ lerde bu aşınlıklar yumuşatılmış ve keskin hükümler de­ ğiştirilmiştir. Daha açık bir ifadeyle söyliyecek olursak, Karaim mezhebi Ananiyyun mezhebinden daha gelişmiştir. Karaim mezhebi, inanç esaslarını tabii olarak Tevrat'tan almıştır. O yüzden bazı bilginler, «Karaîler şu hususu şu mezhebden, bu hususu bu mezhebden almıştır.» gibi söz­ ler söylemektedirler. Ancak bu kişilerin gözünden kaçan bir husus vardır. O mezhebler de Tevrat'a dayanmakta ve Tevrat'tan hüküm çıkarmaktadırlar. Karaîler de Tevrat'a dayanmaktadırlar. Hatta Karaizm'in t a m muhalifi sayılan Rabbanî mezhebi bile pek çok esası Tevrat'tan almakta­ dır-. Bu yüzden Karaîlerle Rabbaniler arasında bir ayniyet kurulamıyacağı gibi, Karaîlerle diğer mezhebler arasında da bir ayniyet kurmak doğru olmaz. (28) 164 L. Nomoy, Early Karaism, J. Q, R, V . XL, p. 314-315 Daha önce dağınık olarak mevcut olan Rabbanî İnanç­ lara muhalif fikirler, ilk defa Anan tarafından toplan­ mış ve bir düzene sokulmuştur. Anan «Sefer ha-Mîşvot» [Farzlar kitabı) isimli bir kitap yazarak Rabbanîliğe muha­ lif olan esasları bir araya getirmiştir (29). Anan'ın t e s b i t ettiği esaslar Karaîliğin tamamını meydana getirmemiştir. Daha sonra ortaya çıkan bazı bilginler, yeni b i r t a k ı m esas­ lar tesbit ettikleri gibi. Anan'ın tesbit ettiklerinden b i r kıs­ mını da ta'dil etmişler ve değiştirmişlerdir. Bu değişikli­ ğe Anan'ın tesbit ettiği esasların bir kısmının tatbikinin son derece zor olması sebeb olmuştur. Anan'dan sonra Karaîliğe şekil veren en önemli bilgin Benjamin en-Nihavendî'dir. Nihavendi, Anan'ın tahammül edilemeyecek ka­ dar ağlr olan birçok esaslarını hafifletmiş ve mezhebe ye­ ni bir şekil vermiştir. Karaîlik üzerinde Nihavendî'nin o kadar büyük tesiri vardır k i , Araplar Karaîlere, «Ashabu Anan ve Benyamin» derlerdi (30). Bir Arap yazarînm Nihavendî'yi ayrı bir mezhebin sahibi olarak gösterdiğini ve mezhebinin adının «Benyaminiyya» olduğunu söylediğini Poznanski haber vermektedir (31). Nihavendî'den sonra da bir takım bilginler gelmiş, Karaîlik esaslarında çeşitli dü­ zeltmeler ve ilaveler yapmışlardır. Hatta daha sonraki yıl­ larda Karaîliğin içinde de bir takım gruplar oluşmuş ve mezhebin içinde yeni mezhebler meydana gelmiştir. Ramliye, Tiflisiye, Ukbariye ve Kumisiye bunların başlıcalarıdır. 3u mezhebler arasında bazı teferruat farklılıkları dı­ şında önemli bir fark mevcut değildir (32). Karaîliğin temel fikirleri Anan'dan çok önce ortaya çıktığı gibi, Karaî ismi de Anan'dan sonra ortaya çıkmışC29) (30) (31) (32) S. Poznanski, Karaites, E. R. E. V. VII, p. 664 S. Poznanski, a.g.e., V. VII,, p. 664 .Samuel Poznanski, Karaites, E. R. E. V . VII, p. 664 Yaşar. Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhebleri, s. 200 165 tır. Nihavendi, mezheb salil<lerine ilk olarak «Bene Mikra, Ba'ale Mikra» (33) isimlerini vermiş olmakla beraber, Ni­ havendi devrinde dahi Karaî isminin yaygın olmadığı açık­ tır. Çünkü o dönemde mezheb taraftarlarına «Benyaminiyyun» denilmektedir. Gerek temel esasları bakımından ve gerekse ismin ortaya çıkışı bakımından Anan ben David, Karaîliğin kurucusu değildir. Temel esaslar ondan önce or­ taya çıkmış, isim ise Nihavendi tarafından ortaya çıkarıl­ mıştır. Anan için Karaîliğin kurucusu yerine, Karaîliğin en büyük bilgini denebilir. Karaî inançlarını savunan Anan'­ dan önce isim yapmış bir bilgin ortaya çıkmadığı için. Anan bazı bilginler tarafından bu mezhebin kurucusu sa­ yılmıştır. 2. Karaîliğin Yayılışı : Karaîliğin temelini oluşturan fikirler, Anan'dan önce mevcut olmakla beraber dağınık bir halde idi. Bu dağınık f i k i r l e r i , 760-770 yıllan arasında Anan bir araya toplıya­ rak, önceden var olan bu esaslara bir çeki düzen vermiş ve mezhebin esaslarını tesbit ettiği «Sefer ha-Mişvot» (Farzlar kitabı) u yazmıştır (34). Anan'ın ilk faaliyeti Babilonya (Bağdat) da olmuş, ancak daha sonra Halife Mansur'dan izin alarak Kudüs'e göç etmiştir. Poznanski ise, Anan'ın Kudüs'e göçmüş olduğu şeklindeki haberleri şüp- (33) (34) 166 Bazı İDilgiler alnf.ak üzere İstanbul Karaî cemaatini Hasköydeki Kenesa'da ziyaret ettiğimde, yaşlı bir Karaî Be­ ne Mikra'nın manasını şöyle açıkladı. «Bene» o çocuklar ki «Miltra» Tevrat'ı okuyorlar. Yani Tevrat okuyan çocuklar manasma geldiğini ifade etti. Aynı zat Kenesa'ya ziyare­ te gelen bir turistin kendilerine «Karaite» demesi üzerine, bu söze şiddetle itiraz etmiş, hiç bir yerde kendi eserle­ rinde kendilerine Karaite denmediğini söylemişti. L. Nemoy, Anan ben David, U, J, E. V. 1, p. 293 heli bulmakta, O'nun prens unvanı ile anılan torunları­ nın Kudüs'te değil, Mısır'da görüldüklerini ileri sürmekte (35) ve O'nun Kudüs yerine Mısır'a gitmiş olacağını imâ etmektedir. Anan'ın Kudüs'e gidişi esnasında İslâmiyet en muhteşem devrini yaşamakta olup Anan bu durumdan son derece etkilenmiştir. Kısa zamanda İslâmiyetin elde ettiği bu başarılar, Anan'ı önce Kudüs'ü kurtarma fikrine itmiş­ tir. İlk Karaîlerde Siyon ve Siyonizm fikri o kadar kuvr vetlidîr k i , onlar kendilerine «Siyon'un Yaslıları, Siyon için yas tutanlar» demektedirler. İsrail milliyetçiliği onlarda Rabbanilerden daha kuvvetlidir (36). Anan, bazı taraftarları ile Kudüs'e giderken, aynı za­ manlarda taraftarlarının bir kısmı da Mısır, Suriye, Ana­ dolu, Iran, Ermenistan, Bizans, Kafkasya v e benzeri yerle­ re dağılmışlar ve kesif bir propaganda faaliyetine giriş­ mişlerdir (37). L. Nemoy'un dediği gibi bu dağılmaya Anan'dan önceki devrelerde yapılan baskıların benzerleri-, nin, onlara yapılmış olması sebeb olabilir. Hatta bu baskı daha önceki baskılardan daha ağır olmalıdır k i . Anan Ku­ düs'te inşa etmiş olduğu Kenasa'yı yer altına inşa etme mecburiyetinde kalmıştır. Karaîlerin Dünyaya dağılışının sadece propaganda amacıyla olmadığı, dinî, siyasî ve eko­ nomik bir takım baskıların onları göçe zorladığı açıktır. L. Nemoy'un beyanına göre, Anan'dan önceki dönemlerde Ermenistan ve Kafkasya gibi yerlerde bulunan Yahudiler, Babilonya'daki Akademiye bağlı olmadıkları gibi, Talmud'a da muhalif idiler (38). Anan'la birlikte Babîlonya'dan dağı­ lan Karaî'ler, her halde kendileri gibi Talmud'a muhalif olan ve Akademiye bağlı olmayan bu muhaliflerin yanları(35) S. Poznanski, a.g.e., s. 663 (36) L. Nemoy, Early Karaism, J. Q. R., V . X, p. 307 - 315; A . Har­ kavy, Karaites and Kaaraism,, J. E. V. VII, p. 436 (37) A A . ZajaczkoMTski, Karaims in Poland, p. 36 (38) Leon Nemoy, Early Karaism, V . XL, p. 3 0 8 - 3 1 0 167 na gitmişler ve bu bölgelerde, Anan'ın tesbit etmiş oldu­ ğu esasları onlara öğretmişlerdir. M.S. 770-800 yılları ara­ sında meydana gelen bu göçler, t a m Hazarlar'ın Yahudili­ ği kabul ettikleri döneme rastlamaktadır. Yahudi tarihin­ de dini yayma amacıyla girişilen kesif misyoner faaliyeti­ ne bir defa rastlanmaktadır. Bu faaliyet Karaîler'in bahset­ tiğimiz propaganda faaliyetidir. Hazarlar'ın Yahudiliği kabul edişiyle Karaîlerin bu propaganda faaliyeti'nin paralelliği ve bu faaliyetten önce Ermenistan, Iran ve Kafkasya böl­ gesinde Talmud'a muhalif Yahudilerin bulunması, Hazar ülkesinin, bu bahsettiğimiz ülkelere çok yakın oluşu. Ha­ zarların Yahudiliği kabul ederken, Yahudiliğin Karaî mez­ hebini kabul ettikleri fikrini fevkalade kuvvetlendirir. Ka­ raîler ilk olarak Filistin, Suriye, Mısır, Anadolu, İran, Kaf­ kasya ve Bizans'a dağılmışlardır. Daha sonra Kuzey A f r i ­ ka, İspanya, Türkistan, Çin, Hindistan, Kırım ve Baikanlar'a dağılmışlardır (39). Biz Babilonya'dan sonra Karaîlerin dağılmış oldukları bölgelerin önemli olanlarını kısa olarak inceliyeceğiz. a. Kudüs ve Filistin Karaîleri : 770 yıllarında Anan ile birlikte bazı Karaîler Kudüs'e gelmişler ve burada bir cemaat oluşturmuşlardı. Bu yıllardan itibaren uzun müd­ det Kudüs, Karaî bilim merkezi olmuş ve pek çok bilgin burada yetişmiştir. Burada yetişen bilginler arasında Yefeth b. A l i gibi bilginler vardır. Kudüs ve Filistin bölgesin­ de X I . yüzyılın sonlarına kadar Karaî yayılması devam et­ miştir. X I . yüzyılın sonlarında bu bölgede Karaîlik zayıfla­ maya başlamıştır (40). 1071 yılında Selçuklular'ın Kudüs'ü işgal etmelerini müteakip 1099 yılında Haçlı orduları Ku­ düs'e saldırdılar. Kudüs'ü ele geçiren Haçlılar, Rabbanî Yahudilerine yaptıklarının aynısını Karaîlere de yaptılar. (39) A . Zaiaczkowski, Karaims in Poland, p. 36 (40) S. Poznanski, Karaites, E . R . E. V. VII, p. 667 168 Ve Karaîlerin tamamını veya büyük b i r çoğunluğunu Kenasa'ya doldurup yaktılar. Haçlı mezaliminden kurtulmak isteyen Karaîler, bu sıralarda komşu topraklara hicret et­ tiler. Haçlı sandırılarından sonra Kudüs'te Karaîlerin sayı­ sı yok denecek kadar azaldı, 1642 yılında Kudüs'ü ziyaret eden Karaî seyyahı Samuel ben David, orada sadece 27 Karaî bulabildi. Yine 1912 yıllarında Kudüs'te sadece 18 Karaî'nin var olduğu tesbit edilmiştir (41). b. Mısır v e Suriye Karaîleri : Kudüs'ün haçlı saldırı­ larına maruz kalması üzerine canlarım kurtarmak isteyen bir kısım Karaî, Mısır'a kaçmışlar, özellikle Kahire'de top­ lanarak burada büyük bir Karaî cemaatı meydana getir­ mişlerdir. X I I . yüzyıldan itibaren kalabalıklaşan Mısır Ka­ raîleri arasında pek çok bilgin yetişmiştir (42). Anan'la birlikte Babilonya'dan dağılan Karaî'leriri bir kısmı Suriye'ye yerleşmişler ve burada uzun bir müd­ det cemaat halinde yaşamışlardır. Suriye Karaî!eri'nden bir kısmı, X. yüzyılda Bizans'a göç etmelerine "rağmen, XIV. yüzyılda Şam v e Halep civarında Karaî cemaatlerinin varlığına tesadüf edilmektedir (43). c. Kuzey Afrika ve İspanya Karaîleri : Karaîlik sade­ ce Filistin, Suriye ve Mısır'da değil, aynı zamanda Kuzey Afrika ülkelerinde de yayılmıştır. X. yüzyılın ikinci yan­ sında David ben Abraham el-Fasî isimli bir Karaî bilgini, Moraco'da İbranice bir sözlük yazmıştır (44). Filistin'den kaçarak Mısır'a gelen Karaîlerin bir kısmı daha sonralan üç bin kişilik bir cemaat halinde Fas'a göç ederek buraya yerleşmişlerdir (45). Karaîlik Fas'dan sonra İspanya'ya da C41) S. Posnanski, a.g.e., V . VII. p. 667 (42] L. Nemoy, Kai'aites, U. J. E„ V. VI, p. 316 (43) Zvi Ankori, Kai-aites in Bizantium., p. 84 - 85 (44) L. Nemoy. Karaites, U. J. E. V . VI,. p. 316 (45) Hikmet Tanyu, Türklerin Diıü Tarihçesi, 341 s. 76 169 yayılmıştır. XIII. yüzyılda «et-Taras» isimli bir Yahudi Kastilya'dan Kudüs'e gider ve orada Joshua ben Yudah isim­ li bir Karaî bilginin tesiriyle Karaîliği benimser. Kudüs'te Karaîliği bu bilginden öğrenen et-Taras, daha sonra İs­ panya'ya döner ve İspanya'da Karaîliği yaymaya çalışır. O'nun başlattığı bu hareketi, ölümünden sonra karısı de­ vam ettirir. «Muallima» unvanıyla anılan bu kadının faali­ yetleri sonucu İspanya'da Karaîlerin sayısı hayli artar (46). XII. yüzyılın sonlarında İspanyollar'm zulmünü müteakip, Karaîler'in sayıları gittikçe azalmıştır. XIII. yüzyılda Kastilya'da Karaîler'in varlığını gösteren deliller olmakla bieraber, daha sonraki zamanlarda İspanya'da Karaîler'in varlı­ ğına tesadüf olunamamıştır (47). d. Bizans Karaîleri -. Bizans'a ilk olarak Karaîler VIII. yüzyılın sonlarında gelmişlerdir (48). Z. Ankori'ye göre Ka­ raîler Bizans'a IX. ve X. yüzyıllarda gelmişlerdir (49). Da­ ha önce bazı ferdi göçlerin dışında Bizans'a toplu bir Ka­ raî göçüne X. yüzyıldan önce rast gelinmediğini Z. Ankori ifade ediyor (50). Önceleri İstanbul'da Rabbanîlere göre daha kalabalık olarak bulunan Karaîler, İstanbul'un Türkler tarafından fethedilmesinden sonra, İspanya'dan kovulan çok sayıda Rabbanî Yahudisinin İstanbul'a gelerek yerleş­ mesi üzerine, çoğunluğu O'nlara kaptırmışlardır (51). Genizah dokümanları arasında bulunan Costantinople'li Tobies ben Moses'in mektubundan, 1048 yılından önce Bizans topraklarında Antalya, Kıbrıs, İstanbul, Kocaeli (NicomaTİio). Amasya, Edirne, Selanik, Trabzon, Gangra (Kara Deni­ zin kıyısında Gürcistan'da bir şehir) ve Odesa'da Karaî ce(46) (47) (48) (49) (50) (51) 170 S. Poznanski. Karaites, E. R. E. V , VII, p. 660 S. Poznanski, a.g.e., s. 668 A. Zaiaczkow6ki, Karaims in Poland, p. 36 Zvi Ankori, a.g,e., s. 152 Zvi Ankon, Karaites in Bizantimn, p. 8 4 - 8 5 L. Nempy, Karaites U. J. E. V. VI, p. 317 Saatlerinin varlığını anlıyoruz (52). Amasya'da XVI. yüzyıla kadar bir Karaî cemaatinin var olduğunu gösteren izler var­ dır (53). Kutschera Talmudcu Yahudiliğin Filistin, Suriye, Mısır, Irak ve Doğu Roma İmparatorluğu topraklarında ge­ liştiğini, Karaîliğin ise önce Bizans'ta, sonra Kırım'da ge­ liştiğini ileri sürüyor (54). Hazarlar'ın Karaîliği kabul et­ mesine sebeb olan İshak Sangarî, Sakarya'lı olup Bizans Karaîleri'ndendir (55). Başlangıçta Bizans'ta, özellikle İstanbul'da Karaîler, Rabbanîler'den daha fazla iken, Avrupa'dan gelen Yahudi göçü yüzünden Rabbanilerin sayısı Karaîler'inkinden daha fazlalaşmıştır (56). Bizans topraklarındaki Karaî ,cemaatlerinin sayısı 80 kadar olup, 30 cemaat Trakya'da, 50 cema­ at ise Anadolu'da yaşıyordu. Trakya Karaî cemaatleri özel­ likle Tuna nehri kıyılarına serpiştirilmiş halde bulunuyor­ du. Belgrad, Selanik, Edirne önemli Karaî merkezleri i d i . I. Murat tarafından 1361 yılında Edirne feth edildikten son­ ra bu şehir, Balkan Karaîliğinin merkezi haline geldi. Kaleb Afendopulo ve Başiacı gibi bilginler, Edirne'de yetişmişler­ dir (57). İstanbul'un fethinden sonra bu şehre Korfu, Parga, Selanik, Kocaeli, Kırım, Kefe, Edirne ve diğer Bizans topraklarından büyük bîr Karaî göçü başlamıştır (58). Y i ­ ne bundan sonra muhtelif zamanlarda Kırım Karayları İs­ tanbul'a göçetmişler ve şimdiki Hasköy çevresine yerleş- (52) Zvi Ankori, a.g.e., s. 152 (53) Zvl Ankori, a.g.o., s. 153 (54) Kutsclıera, Die Chasaren, p. 229 (55) (56) Simon Şişman, tstanbul Karayları, İst. Enstitüsü Dergi. C. II, s. 9 7 - 9 9 L. Nemoy, a.g.e., s. 317 (57) Simon Şişman, İstanbul Karayları, İst-Enstitüsü Der. C. III, s. 99 (58) Simon Şişman, a.g.e,, s. 99 171 mislerdir [59). Bizans döneminde İstanbul'da, şimdiki yeni Cami ve Mısır Çarşısı tarafında oturan bir Karaî cemaatı vardı (60). X(l, asır seyyahlarından Tudelli Benjamin, Galata'mn şimdiki Karaköy semtinde beş yüz Karaî'nin yaşa­ dığını nakletmektedir k i , O'na göre Karaköy ismi, Karaî köy isminden gelmektedir (61). Bizans Karaîliğinin temeîini İrak, Filistin ve Suriye'­ den gelenler atmıştır. Yerli Rum unsurlar bu göçmenlere iltihak etmiş olabilir (2). Ancak bu gün sayıları 150'ye ka­ dar inen İstanbul Karaîler'inin XV ve XVI. yüzyıllarda sayı­ larının hayli fazla olduğu bilinen bir gerçektir. Gerek eski ve gerekse bu günkü İstanbul Karaîler'inin çoğunluğunu hangi milletin oluşturduğu konusu münakaşa edilmektedir. Zvi Ankori bu konuda yazdığı eserinde Bi­ zans Karaîler'inin temelini Yahudi göçmenlerin oluşturdu­ ğunu, bu göçmen topluluğa bir miktar yerli Rum unsuru­ nun karıştığını ileri sürüyor ve bu toplumda Türk unsuru­ nun varlığını kabul etmiyor (63). A . Neubauer Aus der Pedersburger Bibliotek (Leibzig 1866) isimli eserinde, Bizans Karaîlerinin Kırım menşe'li olduklarını, çünkü Bizans'taki Karaî bilginlerin bir kısmının Beghi (Bek) Peki, (Çelebi) Tchelebi gibi soyadları taşıdıklarını ifade ediyor (64). A . Firkovvich ise Hazar Devleti yıkıldıktan sonra Hazar Karaî­ lerinin bir kısmının Bizans'a göçtüğünü ve Bizans Karaî ce(59) Çağatay Bedii Avııunağlu. İstanbul Karaî Türklerinde Ni­ şan ve I>üğün adetleri, Türk Yurdu, Ankara 1961, C. II sa­ yı 12, s. 3 3 - 3 4 (60) R. S. Karaşemsi, Hazai' Türkleri, s. 28 (61) S. Şişman, a.g.e.. s. 99 (62) S, Şişman a.g.e., s, 98 (63) Zvi Ankori. Karaites in Bizantium, (64) Z, Ankori, a.g.e., s. 59 172 p. 8 4 - 8 5 rnaatinin çoğunluğunu bu Hazar unsurların teşkil ettiğini ileri sürüyor (65). Bu görüşleri açıkladıktan sonra gerek Bizans döneniindeki ve gerekse daha sonraki dönemlerdeki Karaîlerin Menşe'lerini tesbit etmiye çalışalım. Yahudi göçmenlerin ve yerli unsurların, cemaatin yapışında var olduğunu inkâr etmek mümkün değildir. Edirne ve diğer Balkan şehirlerin­ den Karaîler'in İstanbul'a gelmiş olduklarını Z. Ankori de kabul ettiğine göre (66), bu Balkan şehirlerinden gelenle­ rin milliyetini tesbit etmek ve diğer yerlerden gelenlerin milliyetini tesbit etmek gerekir. Ankori'ye göre gerek Edir­ ne Cemaatı ve gerekse Kırım Cemaatı, İstanbul Cemaatı­ nın uzantısıdır. Ona göre, Kırım cemaatının büyüyüp geliş­ mesine İstanbul-Kırım ilişkileri sebeb olmuştur. Yani Kırım Karaylan'na İstanbul Karaîleri karışmışlardır (67). Ankori'­ ye göre, İstanbul Karaîleri Türk Menşe'li değildir, Edirne ve Kırım Karaylarının içinde de Türk olmayan İstanbul Ka­ raî unsurlar vardır, Ankori göçlerin sadece İstanbul'dan Kı­ rım'a olan cihetini göz önünde bulundurup, Kırım'dan İs­ tanbul'a olan cihetini görmezlikten gelmektedir. Yine An­ kori, Orta Avrupa'ya gelen Kumanlar arasında Karaîliğin yaygın olduğunu ve Tuna boyunca yerleşmiş bulunan Ka­ raîlerin Edirne'ye ve diğer Balkan şehirlerine gelmiş olma­ sını hiç göz önünde bulundurmuyor. Balkan Karaîliği, İs­ tanbul'dan takviye edildiğinden fazla Kırım'dan takviye edilmiştir. Çünkü Kırım'daki Karayların sayıları İstanbul'dakilerden daha fazla olup, Karaîlik Kırım'da İstanbul'dan daha fazla gelişmiştir (68), Öyle ki son asırlarda Kırım Karayları İstanbul Karaîlerini gerek din adamı bakımın(65) Z. Ankori, a.g.e., s. 04 (66) Z . Ankori, a.g.e., 5. 152 (67) Z . Ankori, a.g.e., s. 152 (68) Simon Şişman, İstanbul Karay Türlderi, İst, Ens. Der. C. III, s. 100. 17.3 dan ve gerekse maddi bakımdan devamlı dir (69). desteklemişler­ Kumanların ve Kırımlıların yanısıra, Macaristan'a Ma­ carlarla birlikte gelen Kabarlarm da Trakya Karaîlerine il­ tihak ettiklerini düşünebiliriz. Hazarlar'ın Kabar Kolunun ileri gelenleri. Hazarlar Yahudiliği kabul ederken, onlarla birlikte Yahudiliği benimsemiş ve Karaî mezhebine girmiş­ lerdi. Ankori ve diğer pek çok Talmudist bilginin iddiala­ rının aksine Hazarlar'ın Yahudiliğin Karaî mezhebini kabul etmeleri hemen hemen kesin gibidir. Böyle olunca İstan­ bul Karaî cemaatına Firkovvich'in dediği gibi Hazar Karaîlerinden katılmalar olmuştur. Kırım Karaylarından bilhassa XV. yüzyılın ikinci yarısında ve daha sonraki muhtelif za­ manlarda İstanbul cemaatine katılmalar olmuştur (70). Trakya Karaîliği içinde Kuman ve Kabar Karaî unsurların ağırlıkta olması normal olup, Trakya Karaîliği İstanbul ce­ maatine katılınca bu cemaat içindeki Kuman ve Kabar un­ surlar da İstanbul cemaatine girmiş oldu. I İstanbul'daki ilk Karaî cemaati arasında Rum unsur­ lar bulunduğundan ve cemaat Rumca konuşulan bir muhit­ te yaşadığından, bu Karaî cemaati Rumca konuşmakta i d i . Daha sonraki gelenler de bu Rumca konuşan cemaatle ka­ rıştığından Rumca konuşmuşlardır. Ancak İstanbul Karaî­ lerinin kültürü ve folkloru araştırıldığı zaman bunların Rum kültür v e folklorundan ziyade Türk kültürüne ve folkrolüne benzediği görülür. Düğün adetleri tamamı ile Türk adetlerine, bilhassa Kırım Türkleri'nin adetlerine benzer (71). Şimdi bu eski adetlerinin çoğunu kaybetmiş olan İs- (69) Simon Şişman, a . g . c , s. 101 - 1 0 2 (70) Ç. B. Avramoğlu, istanbul Karay Türklerinde Düğün v e Nişan adetleri, Türk Yurdu, C . I I , Sayı 12, s. 3 3 - 3 4 (71) Ç. B. Avramoğlu, a.g.e., s. 34 174 tanbul Karaîleri, eskiden adetlerine daha sıkr şekilde bağlı idiler. İstanbul Karaîlerinin yemek isimlerinin çoğu Kırım ve Hazar menşe'lidir (72). XIII. ve XIV. yüzyıllarda Edir­ ne'deki aile lakapları (Kurt. Başiacı) nın bir çoğu saf Türk­ çe kelimelerdir (73). X I I . yüzyılda mevcut olan Galata Ka­ raîlerinin bulunduğu yere. Karaî kelimesi Türkçeleştirilerek «Kara» haline getirilmek suretiyle. «Karaköy» isminin verilmesi, o sıralarda onların Türk dili ile münasebetini or­ taya koyar. Bu gün İstanbul'un muhtelif yerlerine dağılmış olarak yaşayan Karaîler'in dış görünüşleri ne Yahudiye ve ne de Rum'a asla benzemez. Hele karekterleri Yahudilerden ve Rumlar'dan çok farklıdır (74). Hangi yönüyle bakılırsa bakılsın istanbul Karaîleri Ya­ hudi ve Rumlardan çok, Türklere benzemektedirler. İstan­ bul'da daha önce Yeni Cami çevresinde bulunan Karaîlerin arsalarına Yeni Cami'yi yaptırmak isteyen Sultan III. Mehmed'in annesi Safiye Sultan, arsaların sahiplerine kira be- (72) Ç. B. Avramoğlu, a.g.e,, s. 3 3 - 3 4 (73) S. Şişman, İstanbul Karay Tüı-kleri, İst. Enst. Der. C. III, s. 99 (74) Hasköy'de bulunan Karai Kenesa'sınm çevi-esinde yaptığun araştuına sonunda, bu Kenesa'mn yakımnda bir Rab­ bani Sinagog'ımun ve Rabbanî cemaatinin var olduğunu tesbit ettim. Bir birine yakm olan bu iki mabed'in çevresin­ deki Müslüman vatandaşlardan yaptığım soruşturmada halkm bunlardeın Karailere «Kara Yalıudi» Rabbani'lere ise «Beyaz Yahudi» dediklerini öğrendim. Şüphesiz bu ifade yanlıştır. Ancak çevrelerindeki halk «Kara* diye isimlen­ dirdikleri Karaîlerin, Rabbanî'lerden daha dürüst ve daha merhametli olduklarmı, bayramlarında çevre halka. İkram­ larda bulvmduklarmı söylediler. Çevredeki insanlann onlar­ dan,çok memnun olduklannı tesbit ettim. 175 deli olarak her yıl için 2260 Akçe vermiştir (75). Bu gün oldukça küçülmüş olan İstanbul Karaî cemaati, daha ön­ celeri Hasköy'de toplu olarak bulunurken, 1918 Hasköy yangmmdan sonra şehrin muhtelif yerlerine dağılmışlar­ dır. Bu dağılma onların ananelerini kaybetmelerine de se­ beb olmuştur (76). İstanbul'da daha önceleri Eminönü, Karaköy ve Hasköy'ün dışmda Balat, Fener v e Üsküdar'da da Karaîler oturmakta i d i . Karaîlerin IJsküdar'da, Edirnekapı'da, Eğrikapı'da ve Hasköy'de mezarlıkları vardır (77). Bizans döneminde Karaîler arasmda ünlü bilim adam­ ları yetişmiştir. Pek çok Bizanslı Karaî genç, Kudüs'e gi­ derek orada ibranice'yi iyice Öğrendikten sonra Arapça yazılan Karaî eserleri İbranice'ye tercüme etmişlerdir (78). Bizans Karaîleri arasında Judah ben Elijah Hadasi, Aaron ben Joseph, Aaron ben Elijah, Elijah ben Moses Başiacı gibi bilginler yetişmiştir (79). XV. ve XVI. yüzyıllarda Bi­ zans'ta Karaîlerle Rabbanîler arasında dostça ilişkiler ol­ muş, bu sıralarda Karaî çocukları Cumartesi günleri Rab­ banî ayinlerinde Rabbaniler tarafından sünnet dahi edil­ mişlerdir (80). e. İran, Ermenistan v e Kafkasya Karaîleri : Kırkisanî ve Leon Nemoy'a göre, Karaîliğin ilk filizlendiği y e r İran, Ermenistan ve Kafkasya bölgesidir. Irak Akademisinin bas­ kısı ile buralara göç eden Talmud'a muhalif Yahudiler, Anan'ın mezhebi organize etmesinden sonra bu bölgelerC75) s. Şişman, İstanbul Karay Türkleri, İst. Enst, Der. C. III, s. 99 t76) Ç, B. Avramoğlu İst. Karai Türklerinde Düğün ve Nişan Adetleri, Türk Yurdu, C, 11, Sayı 12, s. 3 3 - 3 4 (77) S. Şişman, a.g.e,,, C. III, s. 99 - 1 0 0 (78) L. Nemoy, Kaı-aites, U. J. E., V . V I p. 317 (79) L, Nemoy, a.g.e, V. VI, p. 317 (80) 176 A . Harkavy, Kftraites, J. E, V . VII, p. 443 varlıklarını d a h a sağlam b i r şekilde sürdürmüş ve İrak'tan gelen göçmenlerden bunlara katılmalar olmuştur. Kırkisanf Kitabu'l-Envar isimli eserinde Horasan Karaîlerinden bahsetmektedir (81). Karaî ismini ilk d e f a kullanan Benjamin en-Nihavendî ile ünlü Karaî bilgini Daniel Kumîsî de İranh birer Karaî bilginidirler (82). Ermenistan ve iran bölgesinden bir çok Karaî bilgini yetişdiği gibi, y i n e bu bölgede bazı Karaî mezhebleri ortaya çıkmıştır (83). Karaîler, İran Yolu ile t a Çin'e ve Mançurya'ya kadar git­ mişlerdir XX. yüzyıla kadar varlığını sürdüren Mançurya Karaîleri, son zamanlarda Avrupa ve Amerika'ya hicriBt etmiye başlamışlardır (84). İran Karaîierinden bir kısmı, da­ ha sonraları Kırım Karaîlerine İltihak etmişlerdir (85). de f. Kırım ve Güney Rusya Karaîleri : Karaîliğin Kırım'a ne zaman geldiği kesin olarak bilinememekle beraber, İran, Ermenistan ve Kafkasya bölgesinde V l l l . yüzyıldan önce Talmud'a muhalif Yahudilerin varlığını bildiğimize göre, bu muhaliflerin bir kısmının Hazar ülkesine v e Kırım'a daha o sıralarda gelmiş olduklarını kabul edebiliriz. Tobias ben Moses'in mektubundan bu bölgede X I . yüzyilda Karaîlerin var olduğunu kesinlikle anllyorsak da bu bölgede bu yüz­ yıldan daha önce Karaîlerin bulunduğu muhakkaktır (86). Hazarların Yahudiliğin Karaî mezhebini kabul etmesini V l l l . yüzyılın ortalarında Bizans'tan sürülen göçmenlerin sağladığı bilindiğine (87), yine X. yüzyılda Bizans'tan ko­ vulan Yahudi göçmenler Hazar ülkesine sığındığına g ö r e . (81) (82) (83) (84) (85) (86) (87) Kırkisanî, Kitabu'l-Envar, C. I. s. 13 A . ZajaczkovtfSki, Karaims in Poland, p. 76 Yaşar Kutluay, îslam ve Yahudi Mezhebleri, s. 200 Leon Nemoy, Karaites U. J. E., V. VI, p. 319 Hikmet Tanyu^ Türldertn Dini Tetrilıçesi, s. 76 Zvi Ankori, Karaites in Bizantium, p, 152 El-Bekrî, el-Mesalik ve'1-MemaIik, .s. 46 .177 Güney Rusya Steplerine ve Kırım'a Karaîlik V l l l - X . yüz­ yıllar arasında yayılmış olmalıdır. Ankori'ye göre XIII. yüz­ yılda Bizans'tan kovulan Karaîlerin bir kısmı Kırım'a göç etmişlerdir (88). Karaîliğin önce Hazar ülkesinde m i , yoksa Kırım'da mı ortaya çıktığı tam olarak bilinememektedir. A . Firko­ vvich'in ifadesine göre Hazar Hakanı Bulan'a Karaîliği ka­ bul ettiren İshak Sangarî, bilahare Kırım'a geçmiş ve bu­ rada ölmüştür (89). Karaîlik Kırım'da Hazar ülkesi ile ay­ nı dönemde yayılmış olsa bile Hazar Devleti yıkıldıktan sonra Hazar Karay Yahudileri, Kırım'a göç etmişlerdir (90). Karaîlik Hazar ülkesinde ve Kırım'da yayılırken Gü­ ney Rusya'nın daha yukarılarına Kuzey'e doğru giderek ya­ yılmış ve Kuman-Kıpçaklann bir kısmı Karaîliği kabul et­ mişlerdir (91). Kaynak eserlerde, gerek Kırım ve gerekse Hazar ülkesindeki Yahudi Karaîlerden, X I . yüzyıla kadar Karaî ismi ile bahsedilmemekle beraber, bu yüzyılda sey­ yah Petahyah'ın ifadelerinden bu bölgelerin Yahudilerinin tamamına yakınının Karaî olduğunu kesin şekilde anlıyo­ ruz. Kırım'da yayılan Karaîlik, XİV. yüzyılda Litvanya ve Polonya'ya kadar yayılmıştır. XIV. yüzyılda Kırım Karaylarından bir kısmı Litvanya ve Polonya'ya göç etmiş ve bu günkü Doğu Avrupa Karay cemaatini oluşturmuştur (92). İlk tohumları daha önceki yüzyıllarda atılan, ancak VII. yüzyılda filizlenen ve V l l l . yüzyılın ikinci yarısında Anan ben David tarafından toparlanan Karaîlik, daha son­ raki yüzyıllarda git gide kuvvetenmiş, X. yüzyıldan itiba­ ren altın çağını yaşamıştır. Karaîliğin bu gelişmesi Haçlı (88) (89) (90) (91) Zvi Ankori, a.g.e,, s. 59 S. Şapşaloğlu, Karay Türkleri, Türk yUı> C. I, s. 5767-582 A . Zajaczkowski, Karaims in Poland, p. 16, 30 A. Zaiaczkowski, a.g.e., s. 36 (92) A . Za)aczkowski, Karaims in Poland, p. 36 178 seferleri ile birlikte yavaşlamış ve mezheb git gide küçül­ müştür. Bu küçülmenin' sonunda Filistin, Irak, Iran, Suriye ve ispanya cemaatleri ortadan kalkmış, Bizans ve Kahire cemaatleri yok olmamakla beraber fevkalade küçülmüştür. Sayılarmı ve varlığını koruyabilen, inançlarını devam etti­ rebilen sadece Kırım ve Doğu Avrupa Karayları olmuştur. Bu gün, zamanında Irak, İran, Suriye, İspanya ve Filistin'de yaşamış ve soyca İsrailli olan Karaîler, tamamen ortadan kalkmış, varlığı çok zayıf olarak devam eden, çoğunluğu İs­ rail menşe'li. Kahire Karaîleri, kısman yarlığını sürdürebil­ miştir. İçinde Rum ve İsrail unsurlar olmakla beraber büyük bir çoğunluğunun Türk olduğunu kabul edebileceğimiz İs­ tanbul cemaatinin varlığı ise 150 kadardır. Kırım ve Doğu Avrupa Karayları, Türk menşe'li olup Kahire ve istanbul Cemaatine nisbetle sayıları çok daha fazladır, Bu gün yer yüzünde yaşayan Karaîleri tetkik ettiğimiz zaman, bu toplumun, en az yüzde doksanının Türk menşe'li olduğunu görürüz. Biz, bu gün halen Dünyada yaşayan Ka­ raîleri gözden geçirdikten sonra yüzde doksanının Türk olduğunu ifade ettiğimiz bu Karaîlerin kültürlerini, gelenek ve göreneklerini, dillerini ve inançlarını tetkik edeceğiz. 3. Karaîliğin Zayıflaması : X . - X l l . yüzyıllar arasında altın çağını yaşayan Karaî­ lik, haçlı seferlerinden sonra yavaş yavaş zayıflamaya baş­ lamış, çeşitli teşebbüslere rağmen bu zayıflamanın önü­ ne geçilememiş ve Türk muhitinin dışında yok olmaya baş­ lamıştır. Biraz önce ifade ettiğimiz gibi Kırım ve Doğu Avrupa'nın dışında sadece İstanbul'da ve Kahire'de çok küçük birer Karaî cemaatı kalmıştır. Ermenistan, İran, Irak, Suriye, İspanya, Kuzey Afrika, Çin ve Balkanlarda Karaîlik yok olmuştur. Bu bölgelerdeki Karaîler gittikçe azalmaya başlayınca geriye kalan Karaîlerin pek çoğu da o bölgeler179 den Kırım'a göçmüşlerdir. Ancak bunların sayıları fazla de­ ğildir (93). Ortaya çıkışından İtibaren Rabbanî Yahudilikle büyük bir mücadeleye giren Karaîlik, Rabbanî Yahudilerini kendi inancına çevirmeye çalışmıştır. Ancak gelişme çağlarında onların sayılarının artmasına Rabbanî Yahudilerin Karaîli­ ğe dönmeleri sebeb olmamıştır (94). Karaîlerin sayılarının artmasına sebeb olan esas faktör yukarda saydığımız ül­ kelerde Karaîlikten önce Talmudculuğa muhalif olan, kü­ çümsenmeyecek miktarda Yahudî toplulukların olmasıdır (95). Karaîlik ortaya çıkınca eskiden beri Talmud'a muha­ lif olan bu unsurlar Karaîliğe katılmış olmalıdırlar. Büyük miktarda Rabbanî Yahudilerinin Karaîliğe geçtiklerini gös­ teren her hangi bir işaret yoktur (96). Ayrıca irken İsrail­ li olmayan unsurlar, özellikle Türkler'den bir kısım kabile­ ler, Karaîliği benimsemişlerdir. Hazarlar'ın yanısıra Hazar Devleti içinde temessül eden Kalizler de Karaîliği benim­ semişler (97), bunların yanında Kumanların bir kısmı da Karaîliği benimsiyerek bu mezhebe girmişlerdir (98). Bi­ zans Karaîleri arasında Rum unsurların varlığını bildiğimiz gibi (99), Ruslardan da bazılarının Karaîliği kabul ettiğini tesbit ediyoruz (100). Karaîliğe irken İsrailli olmıyan un­ surların da katılmasıyla X - X i l . yüzyıllar arasında bu mez­ heb altın devrini yaşadıktan sonra çökmeye başlamıştır. Mezhebin çöküşüne tesir eden en büyük faktör olarak ba- (93) Hikmet Tanyu. Türklerin Dini tarihçesi, s. 7G (94) L. Nemoy, Early Ka.raisın, J. Q. R. V . XL, p. 311 (95) L. Nemoy, a.g.e., V . XL. p. 3 0 7 - 3 1 0 (96) L. Nemoy, a.g.e., V . XL.. p. 311 - 314 (97) L. Rasony, TCrk Devletinin Batıdaki Tarihte Türklük, s. 116 (98) (99) (100) 180 Varisleri A. Zajâczlcowski, Karaims in Poland, p. 36 A. Ankori. a.g.e., s, 8 5 - 8 6 S, Şapşaloğlu, Ku*ım Karay Türkleri, s. 610 Hazarlar, zı bilginler, Mısirir Talmudist bilgin Saadia Gaon'un Karaî­ liğe karşı saldırıya geçmesini göstermektedirler. Bu bil­ ginlere göre, Karaîliğin ortaya çıktığı dönemlerde Talmu­ dist Akademi başkanlığı bu mezhebe karşı kendi inançla­ rını gerektiği gibi savunmamış ve onlarla mücadele etme­ miştir. Ancak X. yüzyılda ortaya çıkan Saadia Gaon, Ka­ raîliğin Talmudcu Yahudiliğe karşı büyük bir tehlike teş­ kil ettiğini görmüş ve Karaîlikle mücadeleye başlamıştır (101). İlk defa Anan'a karşı reddiye mahiyetinde KitabuVRedd alâ Anan isimli bir eser yazan Saadia, bu esterin dışında t a m dokuz eserinde Karaîliğe karşı y^azılar yaz­ mıştır (102). Karaîlik ile Rabbanîlik arasında şiddetli müca­ deleler olmuştur. Saadia'dan önce Karaîlikle mücadele eden ilk Gaon olarak Hai ben David. gösterilmektedir (103. Pek çok Talmudcu bilgin Karaîliğin başlangıcını Anan'a bağlarken bu mezhebin zayıflamasını da Saadia.'ya bağlamaktadn-lar. Ancak L. Nemoy Karaîliğin başlangıcınmın Anan olmadığı gibi zayıflama v e çökme sebebinin de ,Saadia Gaon'un faaliyetleri olmadığını söylüyor. Karaîliğin ortaya çıkışını sosyo - ekonomik ve politik bir takım sebeblere bağlıyan Nemoy, bu mezhebin zayıflamasının se­ bebini şöyle açıklıyor. «Karai propagandasının başarısızlı­ ğının asıl sebebleri şunlardır. 1) Karaî propagandası Ya­ hudi toplumunu b i r bütün olarak ihata edecek v e çekecek bir programa sahip değildi. 2) Karaîliğin ayrılık prensip­ leri realist değildi» (104). Nemoy'a göre çöküşün sebebi daha köklü ve mezhebin kendi bünyesinden gelmektedir. (101) A . Hai-kavy, Karaites J. E. V , VII, p. 440;" S. Poznanski, Karaites E. R. E. V. VII, p. 668 (102) s . Poznanski. Tlıe Anti Karaite Writing of Saadia Gaon, J. Q. R, Old SeriöS, 1897-1890, V . X p. 2 3 8 - 2 7 6 C103) S. Poznanski, TIıo Anti-Karaite, Writing, V. X, p. 239 C104) Nemoy, Early Karaism, J. Q. R. V. XL, p. 311 181 Anan tarafmdan ortaya atılan ve tahammül edilemiyecek kadar ağır olan esaslar, mezhebin çöküşüne tesir eden faktörlerden biridir. Anan'dan sonra gelenler, bu ağır hü­ kümleri yumuşatmaya çalışmışlarsa da, bu yumuşamış hali ile bile Karaizm, Rabbanizmden daha sıkıdır. Anan'dan son­ ra gelenlerin giriştikleri reformlara da mutassıp Karaîler, şiddetle karşı çıkmışlardır. Bu reformlar, ancak hayat şart­ larının zorlaması sonucu bazı yerlerde kabul edilmiştir. Anan'ın tesbit ettiği Şabat günü ateş yakmama, evleri ısıt­ mama, yemekleri soğuk olarak yeme gibi esaslarla, Yıl başı ile Ay başlarının, ayın gözetlisnmesi suretiyle tesbiti gibi hususlar Polonya, Rusya ve diğer Kuzey iklimlerinde havanın çok soğuk olması ve gökyüzünün devamlı bulutlu olması yüzünden reforma tabi tutulmuş, Şabat günü ateş yakma yasağı biraz gevşetilmiş, evlerin ısıtılmasına, ye­ meklerin sıcak yenmesine müsaade edilmiş, ay başlarını ve yıl başını hava açıkken ayı gözleme usulü ile, hava bu­ lutlu iken ise hesapla tesbit edilmesi kabul edilmiştir (105). Buna rağmen Karaîlik Rabbanîlikten daha sıkı olma­ ya devam etmiştir. Karaîlikteki Siyon için yas tutma ve Kudüs'ü kurtar­ ma ideali İslâm ülkelerinin tepkilerine sebeb olmuş (106) bu yüzden Karaîler propagandalarını sürdürememişlerdir. Anan'ın, Ebu Hanife ile yakın ilişkisi yüzünden Karaî­ lerin İslâm alemine yakınlıkları ve pek çok hükümlerini İslâmdan almış olmaları, İslâm ülkelerindeki pek çok, Karaînin Islâmiyeti benimsemesine ve Müslüman olmasına sebeb olmuştur (107). Ayrıca Rabbanî-Karaî mücadelesi ilk zamanlardaki hızı ile devam etmemiş, zamanla iki mezheQ05)L. Nörnoy, Kai-aites, Encyclopedia of İslam, V . IV, p. 607 (106) L. Nemoy, Early Karaism, J. Q. R. V. XL, p. 3ai (107) 182 Y . Kutluay, İslam ve Yalıudi Mezhebleri, s. 199 bin birleştirilmesi çalışmaları yapılmıştır (108). İşte bü çalışmalar da her halde Karaîler aleyhine gelişmiş olma­ lıdır. Rabbanîlere karşı azınlık durumunda olan Karaîler, onlarla dost olmuş ve çocuklarını Rabbanî sinagoglarında onlara sünnet ettirmişlerdir (109). XV, yüzyılda meşhur Rabbanî bilgin Elijah İVlizrahî'nin sözlü ananeler hakkında­ ki derslerine, Karaî öğrenciler de devam etmişlerdir. Bu arada pek çok Karaî çocuğu diğer Rabbanî hahamların eği­ timinden geçmiştir (110). Bu yakınlık ve Talmud eğitimi pek çok Karaî'nin Rabbanîliğe geçmelerine sebeb olmuş­ tur .(111). Karaîlikte evlilik hukukunun çok sınırlı oluşu, Karaî gençlerinin evlenmelerini güçleştirmiş, bu yüzden Karaî­ ler arasında kendiliğinden bir nüfus planlaması meydana gelmiş ve nüfusları fazla artmamıştır (112). İslâm ülkelerinde pek çok Karaî Islâmiyeti kabul et­ tiği gibi, Hnstiyan ülkelerdeki Karaîlerin bir kısmı da. Hris­ tiyanlığı kabul etmiş olnrıalıdırlar. Solomon Grayzel'in Rusya'da Hnstiyan olduğu halde Şabat adetlerini XVIII. yüzyıla kadar terketmediklerini söylediği Kazak Kabilele­ ri arasında daha önceleri Karaîliğin mevcut olduğunu söy­ leyebiliriz (113). Yahudi tarihçiler İspanya'da, İtalya'da ve diğer bazı ülkelerde Hrıstiyanların Yahudilere yaptığı bas­ kı yüzünden bazı Yahudilerin Hnstiyanlaştığını, Hristiyan­ lığı kabul etmlyenlerin de toptan imha edildiğini belirtmek­ tedirler (114). Şüphesiz bu Yahudiler arasında Karaîler de (108) L. Nemoy, Karaites U. .7. E. V. VI, p. 318 (109) (110) S. Poznanski, Kaa-aites E. R. E. V. VII, p. 667 S. Poznanski. a.g-.e., s. 667 t l l l ) L. Nemoy, Early Kaj'aism, p. 311 (112) L. Nemoy, Karaites, U. J. E., p. 315 (113) Solomon Grayzel, A , History of üıe Jews, p. 281 (114) Kutschera, Die Chasaren, p. 107. 215 .1,83 vardı. Karaîler haçlı seferlerinde Kudüs'te, diğer Yahudi­ lerle aynı muameleyi görüp toptan yakıldıkları gibi, bu ülkelerde de diğer Yahudilerden a y n mütelaa edilmeyip baskıya tabii tutulmuş olmalıdırlar. Nitekim Rusya'da, Ka­ raîleri bu dayanılmaz baskılardan kurtarmak isteyen A. Firkov\/ich, Karaî atalarının Rus topraklarına M i l a t öncesi yüzyıllarda geldiklerini ispatlamaya çalışarak İsa'yı çarmı­ ha geren Yahudilerle kendilerinin bir alâkalarının olmadı­ ğını söylemiş (115), Bu şekilde Rus hükümetinin baskıla­ rından Karaîleri kurtarmaya çalışmıştır. Bir kısmının İslâmiyete ve Hnstiyanlığa geçmesi, di­ ğer bir kısmının Rabbanîliğe dönmesinin yanısıra evlen­ me güçlükleri yüzünden sayılarının fazla artmaması. Dün­ yada Karaîlerin nüfusunu fevkalade azaltmış ve onları Dünyanın en küçük dini toplumlarından biri haline getir­ miştir. Yüzyıllardan beri Non ,Proselytism prensibini uygu­ layan ve başka dinlerden kimseleri Yahudiliğe kabul etme­ yen Rabbanîlerin yanısıra Karaîler de, aynı prensibi XX. yüzyıldan itibaren uygulamış ve Karaî anne ve babadan doğmayanları Kâraîliğe kabul etmemeye başlamışlardır (116). Öyle ki bu günkü Karaîlerde diğer Yahudilerle ev­ lenmeye şiddetle karşı çıkılmakla beraber, yine de bu t ü r bir evlenme vaki olunca doğan çocuk, babaya göre değer­ lendirilmekte, eğer baba Karaî ise çocuk Karaî sayılmak­ ta, baba Karaî değilse çocuğa Karaî muamelesi yapılma­ maktadır. Bu son faktör de Karaîliğin zayıflamasına tesir etmiş olmalıdır. 4 Dünyada Kalen Karaîlerin Yaşadığı Ülkeler : Bu gün Kuzey Afrika, İspanya, Portekiz, Iran, Erme­ nistan, Hindistan, Irak ve Suriye'de Karaî cemaatleri kal(115) A. Haricavy, Karaites and Karaism, J. E., V, VII, p. 445-446 (116) A . Zajaczko\vski, Karaims in Poland, p. 36 184 mamıştır. İstanbul dışında Trakya ve Anadolu'da da Karaî yoktur. Halen Karaîlerin buyijk çoğunluğu Rusya ve Polon­ ya'da yaşamaktadırlar. İstanbul ve Kahire'de küçük birer Karaî-cemaatî vardır. İsrail'de de Karaîlerin var olduğunu bi­ liyoruz. Rusya'da Komünizm ihtilalini müteakip pek çok Karaî, Avrupa'ya ve Amerika'ya göç ettikleri gibi, 1948 sa­ vaşını müteakip Mısır Karaîlerinin büyük bir kısmı Avru­ pa'ya ve Kudüs'e göç etmişlerdir. Mançurya, İran ve ben­ zeri ülkelerde kalan tek tük Karaî de yine, ya Amerika'ya, veya Avrupa ülkelerine göç etmişlerdir. Biz bu gün halen Dünyanın belli başlı yerlerinde yaşamakta olan Karaî ce­ maatlerini gözden geçireceğiz. a. İstanbul Karaîleri : Cemaat başkanlarının ifadesine göre bu gün İstanbul Karaî cemaatinin üye sayısı 150 ka­ dardır. 1918 Hasköy yangınından sonra Hasköy'den İstan­ bul'un muhtelif semtlerine dağılan Karaîlerin kendilerine ait ayrı bir mahalleleri olmamasına rağmen Hasköy'de bir KenasaJarı ve Ok meydanında bir mezarhkları vardır. Bu gün İstanbul Karaîleri arasında Kırım'dan göç edenler ol­ duğu gibi, annesi Kırım'dan İstanbul'a gölin gelenler de vardır. Önceleri İstanbul'un pek çok semtinde ayrı cemaat­ ler halinde bulunan Karaîler git gide azalmışlar ve yok ol­ muşlardır. Sadece çoğunluğunu Edirne'den gelen göçmen­ lerin oluşturduğu Hasköy cemaati bu güne kadar ayak­ ta kalabilmiştir. Bu Edirne göçmenleri, büyük bir ihtimalle Orta Avrupa'ya gelen Kuman-Kıpçak Karayları ile Macaris­ tan'a gelen Kabar Karaylarmın çocuklarıdır. Daha önce de belirttiğimiz gibi İslâm öncesi dönemlerde İstanbul'dan Kı­ rım'a göç edenler olduğu gibi İstanbul'un fethinden sonra Kırım'dan İstanbul'a da zaman zaman göç edenler olmuş­ tur. Ancak İstanbul cemaatini, XIX. yüzyıldan itibaren Kırîm cemaatinin ayakta tuttuğu, devamlı olarak maddi ve 185 manevi yardımlarda bulunduğu müşahede edilmektedir. İs­ tanbul'a Karaî çocuklarının dini eğitimi için Kırım'dan öğ­ retmenler getirilmiştir (117). Halen yaşamakta olan İstan­ bul Karaîierinden bazıları dini eğitimlerini Kırım'da yap­ mışlardır. Evlenme yasakları yüzünden İstanbul ile Kırım arasmda kız alıp vermeler çok sık meydana gelmiştir. Bü­ tün bu hususlar göz önünde bulundurulursa İstanbul Ka­ raîlerine Türk'tür demek gerekir. Başlangıçta bunun şuu­ ru içinde olmıyan İstanbul Karaîleri, son zamanlarda bu­ nun farkına varmışlar ve kendilerini diğer Yahudilerden vo Rumlar'dan ayrı tutmak i istemişlerdir (118). Bu gün Rumca bilmekte olan İstanbul Karaîlerinin konuşmakta o l ­ dukları Rumca diğer Rumlar'm • konuştukları Rumca'dan farklıdır. Rumca bilmelerinin dışında kültürleri, yaşayışla­ rı, hatta görünüşleriyle bize benzeyen îstanbul Karaîlerin] Türk kabul etmek gerekir. b. Mıssr Karaîleri : Orta Çağlardan beri Mısır'da ce­ maat halinde yaşayan Karaîler, halen Kahire'de küçük bir (H7) Simon Şişman, İstanljul Karay Türjderi, ist. Enst. Der: C, III, s. 102 (i:i8) İsttuibul Karaîierinden Çağatay Bedii İbrahimoğlu (AvrajTioğlu) (1932 - 1966) Bu konuda kıymetli araştu-malar yapmaya başlamış ve devam etmekte olduğu İst. Üniver.sitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünden mezuniyet te­ zi olarak «Hazar Tai-ihi Kronolojisi» konusunu almıştı. Genç yaşta Fakülteyi bitiremeden ölen İbrahimoğlunun, bu konuda ciddi çalışmaları vardı. Türk Yurdu Mecmuaismda !İst. Karaî Tiirklcrhıde Nişan ve Düğün adetleri» • adlı bir makalesi, İ. (j, Edebiyat Fakültesi dergisinde Zajaci'.kowski'nin «Karaims in Poland» isimli eserini tanıtan bir makalesi ve Türk Kültürü Araştırmaları Enstitüsü der­ gisinde «Karaî Türkleri haklcmda bir Bibliyoğrîîfya dene­ mesi» adlı makaleleri yayınlanmıştır. 186 cemaat olarak varlıklarmı sürdürmektedirler (119). 1956 Süveyş kanalı savaşından sonra Mısır Hükümeti diğer Ya­ hudilerle birlikte Karaîlerin büyük bir kısmını sürgün et­ miş, bu sürgünlerin bir kısmı Avrupa'ya giderken, diğer bir kısmı İsrail'e göç etmişlerdir (120). Kovvalski 1928'de yazdığı bir eserde Mısır Karaîierinden bahsetmekte, onla­ rın 1924 yılında el-Jttihad isimli b i r dergi çıkardıklarından söz etmektedir (121). Mısır Karaîlerinin büyük bir çoğunluğu Arap-Israil sa­ vaşlarından sonra başka ülkelere göç etmiş olmakla be­ raber yine de Kahire'de halen küçük bir Karaî cemaati var­ dır. Bu cemaat. Kahire ile Abbasiye arasında Haranfeş de­ nilen yerde oturmakta olup burada bir Kenasaları vardır. Arap-İsrail savaşlarına kadar Mjsır, Karaîlerin en rahat ya­ şadıkları yerlerden biridir. Rusya'daki Komünist ihtilalin­ den sonra pek çok Karay, Sibirya'ya sürülmekten kurtul­ mak için ülkeden kaçmış ve bunlardan bir kısmı Mısır'a gelmiştir! Mısır Karaîleri aslında Irak ve Filistin'den ge­ len göçmenlerin çocukları olmakla beraber Kırım'dan ge­ len Türk unsurlar ve çok az da olsa yerli Arap unsurlar, bu topluluğun kanına karışmış olabilir. Kahire Karaîlerinin sayılarının ne kadar olduğunu bilemiyoruz, ancak İstanbul Karaî cemaatinin ileri gelenleri. Kahire cemaatinin sayısı­ nın fevkalade azaldığını ifade ettiler. (119) Halen İsviçre'nin Lozan şehrinde yaşamakta olan aslen R,us Kazaklarmdajı David Licha isimli bir Karai, Lozan'a yerleşmeden önce uzun süre Mısır'da yaşamıştır. Bu şah­ sın beyamna göre' 1948'den önce Mısır'da on bin Karaî ya­ şamıştır. Ancali bu rakam çok Mübalağalı görünmelttedir. (120) E. 1. J. Rosenthal, Religion in the Middle East, V . I, p. 71 - 72 T, Kowalski, Kaı-aimische Texte im Dialekt von Troki, (121) p. L x x v n ı 187 c. İsrail ve Kudüs Karaîleri : Ondokuzuncu yüzyılda çok küçük bir Karaî cemaati Kudüs'te yşıyordu. 1956 ArapIsrail savaşından sonra IVlısır'dan ayrılan Karaîler'in bü­ yük bir kısmı İsrail'e yerleşmişlerdir. İsrail'deki Karaîler daha ziyade tarımla uğraşmakta olup, Ramla-Lydda böl­ gesinde oturmaktadırlar. İsrail hükümeti onlara müsama­ halı davranmakta ve onların Rabbanî Yahudilerle evlenme­ lerine müsade etmektedir (122). Bugün İsrail'de yaşayan Karaîlerin nüfusu 10.000 kadar olup dokuz Kenesaları mev­ cuttur (123). E. Rosenthal bu gün İsrail'de üç t i p Yahudinin yaşa­ dığını, bunların Seferad, Aşken az ve Karaim tipleri oldu­ ğunu, Sefarad ve Aşkenazların, Karaîleri muhalifler olarak gördüklerini ifade ediyor (124). XIX. yüzyıldan kalan çok (1223 E. J. Rosenthal, Religion in the Middle East, V. I, p. 72 (123) Hikmet Tanyu, Tarih Boyunca Türkler ve Yahudîler, 2. Basla, C. II, s. 1158; Hasköy'deki Karaî kenesasmda iba­ dete gelen Karaîlerle yaptığım konu.şma esnasında cema­ atten bili, İsrailde 20.000 Karai kardeşlerinin yaşadığmı gururlanarak ifade etti. 1978 yılında Ürdün'e yaptığım bir seyahat esnasında Şeria bölgesini gezerken, Ürdün - is­ rail hududundaki bir köyde bizi gören küçük çocuklar «Isr'ailî İsraill» diyerek kaçıştılar. DaJıa sonra bizim İsra­ illi olmadığımızı anlayan çocuklar yanımıza yaklaşarak .^rpça bize Karaî olup olmadığımızı sordtılar. Bu sorunun manasını bir türlü çözemedim. Yine bu seyahat esnasın­ da Kudüs'e devamlı gidip gelen bir Şoförle Amman'da tanıştım. Bu şoför bana «Kudüs'de sîzijı gibi Türkçe ko­ nuşan Yalıudiler var» dedi. Ben bunların Türkiye'den göç eden Yahudîler olabileceğini söyledim. Ancak bu şoför onların diğer Yahudilerden çok farkh olduklarını, diğor Yahudilere hiç benzemediklerini söyledi. Şoför'ün bahset­ tiği bu Yahudilerin Türkçe konuşmaları ve onların diğer Yahudilerden çok farklı oluşlan, bende onların Kturaî ola­ bileceği intibaını uyandırdı. (124) E. i. J. Rosentlıal, Religion m the Middle East, V. 11, p. 423 188 az sayıdaki israil Karaîlerine 1956'dan sonra Mısır Cema­ atinden katılmalar olmuştur. Bu husus kesindir. Ancak Rusya, Polonya, İstanbul ve diğer bölgelerdeki cemaatler­ den İsrail Karaîlerine katılmalarm olup olmadığı hakkmda bilgimiz yoktur. Mısır'dan gelenler arasında daha önce Kı­ rım'dan Mısır'a gelenler bulunabilir. Rusya'dan İsrail'e göç eden diğer Yahudilerin yanısıra Karaylar da göç etmiş ola­ bilir. Ancak bu konuda fazla bilgimiz yoktur. d. A.B.D. Karaîleri : Bu gün Amerika'da Nevvyork, Şikago ve Kaliforniya'da Karaîler bulunmaktadır. İlk defa Karaîler, Birinci Dünya Savaşı'ndan önce Litvanya'dan Amerika'ya göç etmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı'ndan ve Rus Komünist ihtilalinden sonra çok sayıda Kırımlı Karay, Amerika'ya" kaçmışlardır. Daha sonraki zamanlarda da Rusyai. Mançurya ve benzeri yerlerden Amerika'ya Karaî­ ler göç etmişlerdir. 1942 yılında yapılan sayımda Ameri­ ka'da 100 Karay ailesi vardı. Komünistlere karşı Denikin ve VVrangel gibi Karay subayları, çarlık ordusunda savaş­ tıklarından, ihtilal sonrası Komünist idare, Rusya'daki Ka­ rayları Sibirya'ya sürmüş, bunlardan sürgünden kurtulabi­ lenler Amerika'ya ve Avrupa'ya göç etmişlerdir (125). Amerika'daki Karaîlerin büyük bir çoğunluğu son de­ rece müreffeh bir hayat yaşamakta olup, bir kısmı ima­ latçı. Doktor, Ressam, Tüccar, Mühendis, Avukat v e ben­ zeri mesleklere sahiptirler. Kırım'dan gelenlerin bir kısmı ile Mançurya'dan gelenlerin büyük bir kısmı sıkıntı içinde yaşamaktadırlar. Zengin Karaylar, fakir Karaîleri korumak için hayır cemiyeti kurmuşlardır (126). Amerika Karaîleri'nin ayinlerini yönetecek bir haham­ ları, rahipleri, vaizleri olmadığı gibi, ibadet edecek Kenetl25) L. Nemoy, Karaites, U. J, E. V . VI, p, 319 (126) L.- Nemoy, Karaites, a.g.e., s. 319 .189 salan da yoktur, İbadet İçin evlerde toplanırlar (127). Newyork'ta önceleri ölülerini Rabbanî Yahudilerinin mezarlık­ larına gömerlerken daha sonralan kendilerine a i t bir me­ zarlık satın aldılar (128). Amerika Karaî cemaatinin temelini Litvanya'dan ve Kırım'dan gelen Türk unsurlar oluşturmaktadır. Bunların yanısıra İVlançurya gibi ülkelerden de göçmenler, bu top­ luluğa katılmKştır. Amerika Karaî cemaatinin büyük çoğun­ luğu Türk'tür. e. İsviçre, Fransa, İngiltere ve Belçika Karaîleri : XIII. yüzyıldan itibaren İspanya'da varlığı görülemeyen Ka­ raîler, XIV. ve XV. yüzyıllardan sonra Balkanlar'da da yok oluyorlar. Bu tarihten sonra XX. yüzyıla kadar Orta ve Batı Avrupa'da Karaîler görülmüyorlar. XX. yüzyılın başın­ dan itibaren özellikle Rus Komünist ihtilalinden sonra, Kı­ rım'dan ve Rusya'nın diğer bölgelerinden Karaylar, Avru­ pa ülkelerine dağılmaya başlamışlardır. 1956 Arap-İsrail savaşından sonra Mısır'dan da Avrupa'ya Karaî göçü ol­ muştur. İstanbul cemaatinden bir kısmı da Avrupa'nın muhtelif ülkelerine göç etmişlerdir. Avrupa'daki Karaîler, daha çok Fransa'da Paris'e yerleştiler. Bu gün İsviçre'de Karaîlerin toplam sayısı 60 kadardır. İtalya, Belçika ve İn­ giltere'ye yerleşen bazı Karaî aileleri de mevcuttur. Orta ve Batı Avrupa'daki Karaîlerin sayıları çok az olup, bunla­ rın içinde en büyük topluluğu Kırım'dan göç edenler oluş­ turmaktadır (129). Yani Orta ve Batı Avrupa Karaîlerinin büyük bir çoğunluğu Türk menşe'lidir. f. Kırım ve Polonya Karayları : Rusya'da Karaylar sa­ dece Kırım'da değil Litvanya, Kuban, Astarhan ve hatta (127) L. N e m o y , a.g.e., s. 319 (128) L. Nemoy, a.g.e., s. 319 (129) W . Zajaczlcowski Karaites Encyclopedia IV, p . 608-609 190 of İslâm, 1975 V . Kafkas Dağları'nın eteklerinde de mevcuttur. Fakat asıl merkez şüphesiz Kırım'dır. XIII. yüzyıldan itibaren Dünya­ nın diğer yerlerindeki Karaî cemaatleri süratle yok olur­ ken, Kırım'daki cemaat varlığını korumuş ve Dünya Karaîliğinin merkezi haline gelmiştir. Kırım Karayları, bir yandan Kuman-Kıpçak Karaylarmın, öbür yandan Hazar Karaylarmın iltihakıyla çoğaldılar. Bir yandan Hazar Karayiarının, diğer yandan Kuman-Kıpçak Karaylarmın Kırım'­ da kaynaşması ile Hazar-Kuman Karay topluluğu meyda­ na geldi. Bu topluluk XV. yüzyıldan sonra Hazar ve Kuman isimlerini terkederek inançlarının ismini kavim ismi ola­ rak aldılar, [130) ve Karay Türkleri olarak tanınmaya baş­ ladılar. Karay Türkleri denen bu topluluktan bir kısmı XIV. XV. yüzyıllarda Litvanya ve Polonya'ya göç ederek oralara yerleştiler (131). Kırım'dakiler bu güne kadar varlıklarını sürdürdükleri gibi Polonya'dakiler de varlıklarını halen sür­ dürmektedirler. Bu iki topluluk, ilk inanç aşılıyanları İsrail­ li oldukları halde, kendileri Türk'türler. Ancak bu toplu­ luğun içine az sayıda Slav unsurlar girmiştir. 1905'ten son­ raki yıllarda Kuban vilayetinin Mihailovskya-îstayesta kö­ yünde bazı Kazaklar, Karaîliği kabul etmişlerdir. Yine As­ tarhan'da Çarof civarında bazı Rus aileler, Karaîliği kabul etmişlerdir (132). Bunlar irken Türk olmamakla beraber sayıları çok azdır. Z. Ankori, Hazar-Kuman- karışmasından meydana ge­ len Kırım-Karay toplumunu Bizans Karaîlerinin uzantısı gi­ bi göstermeye çalışmakta, onların Türk menşe'li oldukları­ nı kabul etmemekte ve Hazarların devamı olarak görmek istememektedir. Ona göre Kırım Karayları eskiden Rumca C130) S. Şapşaloğlu, Kırun Karay Türkleri, Tüıic Yılı, 608 - 610 (131) A . Zajaczkovvski, Karaîms in Poland, p. 36 (132)3. Şapşaloğlu, a.g.e., s. 595 C. I, s. 191 konuşuyorlarmış ama. sonraları Tatarlar'dan Türkçe'yi öğ­ renmişler (133). Ankori'ye sormak gerekir, Kırım Karayları acaba hangi yüzyılda Türkçe'yi öğrenmişler? Bir topluluk bir dili ilk öğrendiği zamanlarda mı daha saf ve mükem­ mel konuşur, yoksa daha sonraki zamanlarda mı konuşur? Şüphesiz daha sonraki zamanlarda daha düzgün konuşur. Fakat Kırım Karaylarında durum t a m tersine ol­ muştur. XIII. yüzyılda Karaylar tarafından yazılan Türkçe Tevrat, Türkçe'nin en saf ve katıksız örneği iken, Yani Ka­ raylar, XIII. yüzyılda Türkçe'yi daha saf haliyle ve daha düzgün konuşurlarken, sonraları bu özelliklerini kaybet­ mişler ve Tatarlar'ın tesiriyle eski saf Türkçe'den uzak­ laşmışlardır. Daha sonraki yüzyıllarda yapılan Türkçe Tev­ rat tercümelerinde yabancı kelimeler çoğalmış ve d i l . es­ ki saflığını kaybetmiştir. Bu durumda göstermektedir k i , Kırım Karaylarının Ana dili hiç bir zaman Rumca olmamış­ tır. Kırım Karayları, Osmanlı-Rus savaşlarında, Birinci Dünya savaşında zayiat vermiş, hele Rus ihtilalinde çok büyük bir darbe yemiştir. 1944 yılında Stalin, Dtuz bin Karay Türkünü Sibirya'ya sürmüştür (134). Her şeye rağ­ men savaş, sürgün ve esaret, Kırım Karaylarını yok ede­ memiştir. Kırım'dan önce Litvanya'ya. sonra Polonya'ya gelen bir kısım Karay Türkü, Kırım'da kalanlardan biraz daha şanslı çıkmışlar, onlar kadar sıkıntı çekmemişlerdir. Bu gün Polonya Karaylarının sayıları aşağı yukarı bili­ nebilmektedir. Ancak Rus topraklarındaki Karayların kesin sayısını öğrenmek mümkün olmamaktadır. S. Poznanski, 1397 yılında Rusya'da 12894 Karay'ın ve diğer ülkelerde de 2000 Karay'ın yaşamakta olduğunu söylüyor k i , toplam (133) (134) 192 Z. Ankori, Karaites in Byzantium,, p. 5 8 - 6 3 Alımed Caferoğlu, Sovyet Rusya İdaresindeki Esir Millet­ ler Türk Kültürü Dergisi. Ankara, Temmuz 1964, Sayı 21, s. 32 Karayların sayısı 14.894 ediyor (135), L. Nemoy ise 1932 yılında bütün dünyada toplam olarak 12.000 Karaî'nin ya­ şadığını, bunlardan 10.000'nin, Rusya'daki Karaylar oldu­ ğunu ileri sürüyor (136). İki beyanı karşılaştırdığımız za­ man ilk sayımdan sonra otuz beş yıllık bir zaman geçti­ ği halde, Karayların nüfusu artmıyor, aksine üç bine yakın azalıyor. Halbuki A. Caferoğlu, sadece Kırım'dan Sibirya'­ ya sürülen, Karayların sayısının 30.000 olduğunu söylemek­ tedir (137). Gerek Poznanski'nin ve gerekse Nemoy'un be­ yanları, Rusya'daki nüfus sayımlarına dayanmaktadır. An­ cak Rusların, Karaylara hasmane tuttumları bilindiğine gö­ re, onların verdiği rakamlara güvenmemek gerekir. Avrupa, Amerika, IVIısır, Türkiye ve Polonya'daki Ka­ raîlerin sayılarını t a m olarak tesbit etmek mümkün olabi­ lir. Rusya'dakilerin ve İsrail'dekilerin gerçek sayılarını tes­ bit etmek zordur. Bu bakımdan Dünya'daki Karaîlerin ve bilhassa Karay Türkleri'nin sayısı hakkında söylenenleri mutlaka ihtiyatla karşılamak gerekir. Şapşaloğlu'nun söy­ lediği Rus ve Kazaklar'dan dönme Karaîler halen varmıdırtar tesbit edemiyoruz. Ayrıca Kafkas dağlarının eteklerin­ de Müslüman halkın çıfıt dediği köylü, dağlı Karay Yahu­ dileri vardır. Bunlar Türkçe konuşmaktadırlar (138). Her halde bunlar Hazar Karaylarından kalma olup, Kırım'a göç etmeyip kendi yerlerinde kalanlar olmalıdır. Bu gün Dün­ ya Karaîliğinin sayısında bunlar hiç hesaba katılmamak­ tadır. Biz Karaîlerin inanç ve ibadet esaslarım açıkladık­ tan sonra bu konuya tekrar dönüp Karay Türkleri'ni tekrar inceliyeceğiz(135) S. Poznanski, Karaites E. R. E. V . VII. p. 672 fl36) L. Nemoy, Karaites, U. J. E. V. VI, ,p. 317 (137) (138) A . C:aferoğlu, Sovyet Rusya İdaresinde Esir Milletler, Tüı-k Kültürü Dergisi, Sayı, 12. s, 32 Fahrettin Kırzioğlu, Ahıskah . 14 Halk Şairimizden ' Birer Parça, Türk Kültürü Dergisi Ankara, 1966,, Sayı.. 47. s. 1026 193 C. KARAÎLİĞİN ESASLARI 1. İnanç Esasları : Karaîlik temel esaslarda diğer Yahudi mezheblerine benzer. Karaîliğin inançlarının temelini Alah'a ve Musa'ya inanmak oluşturmaktadır. Anan ben David, bütün Karaî inançlarını İlmü't-Tevhid ve İ l m u ' l - A d I ' (Allah'ın Birliği ve Allah'ın Adaleti) esaslarına dayandırmaktadır (1). Karaî inancında her şeyi yaratan Yüce Allah birdir, O'nun bir­ liği gibi hiç bir birlik yoktur, Allah her şeye kadirdir, hiç bir şey O'na benzemez, O bir cisim değildir, O'nun maddi bir karakteri yoktur. Ezeli ve ebedidir, önceden var i d i , şimdi vardır, bundan sonra da var olmaya devam edecek­ t i r (2). O, Ölümden münezzehtir. Yüce Allah, Musa (A.S.) yı peygamber olarak göndermiş olup, Musa bütün peygam­ berlerin başıdır. Ancak A l l a h , Musa'dan başka bir takım peygamberleri de göndermiştir. Bu peygamberler kendi kavimlerini doğru yola davet etmek için görevlendirilmiş­ lerdir. Bu peygamberlerin isimleri Tanah'ta geçmektedir (3). Karaîlikte Hz. İsa ve Hz. Muhammed'e inanılır. Fakat bu iki peygamberin, Musa'nın şeriatına tabi oldukları, esas şeriat kitabının Tevrat olduğu ve Kur'an ile İncil'in Tev­ rat'ın hükmünü kaldırmadığına inanılır. A . Harkavy, Karaî­ likte bu inancın gerçek olmadığını, sadece Müslüman ve Hristiyanların sempatisini toplamak için ortaya atıldığını iddia etmektedir (4). ( D A . Zaiac2kowski, Kaj-aims in Poland, p. 2 7 - 2 8 ( 2 ) S. Poznanski, Karaites E. R. E. V. VII p. 668 C 3 ) Z . Zajaczwski, a.g.e., 2 7 - 2 8 ( 4 ) A . Harkavy, Anan ben David, J. E. V. I, p. 5 5 4 194 Allah, kendi kutsal kitabı Tevrat'ı Musa'ya gönder­ miştir. Tevrat ilk ve son Şeriat kitabıdır. O'nun yerine ge­ çecek hiç bir kitab Allah tarafından gönderilmemiştir [ 5 ] . I<araîler sadece Tevrat'a değil bütün Tanah'a inanırlar. On­ lar bilhassa Davud (A.S.) a gönderilen Zebur'a önem ve­ rirler ve günlük ibadetlerinde Zebur'dan dualar okurlar (6). Diğer Yahudilerin kutsal saydığı Tefillin kitabını kutsal saymazlar O'nu sadece sembolik olarak alırlar (7). Karaî mezhebinin Rabbanî Yahudilerinden ayrıldığı esas nokta kitab meselesidir. Karaîler, sadece yazılı Tora'yı kabul ederler. Yani Allah'ın Musa'ya vahyettiği Tev­ rat'ı benimserler. Ondan sonra gelen peygamberlerin söz­ lerini de kabul ederler. Ancak onlar sözlü Tora'yı kabul etmezler. Rabbanî Yahudiler yazılı Tora'nın yanısıra, yazdmamış ama, Hahamlar vasıtasıyla muhafaza edilmiş ve nesilden nesile aktarılmış sözlü bir Tora'nın varlığını id­ dia ederler. Onlara göre bu sözlü Tora, aynı zamanda ya­ zılı Tora'nın açıklaması mahiyetindedir. Bu sözlü Tora, çok sonraları yazılmış ve bundan Mişna, Gemara ve Talmud meydana gelmiştir. İşte Karaîler sözlü Tora denilen bu Haham literatürünü, Mişna, Gemara ve Talmud'u tanımaz­ lar. Onlar sadece, Tanah'ı kabul ederler. Yani Musa'ya gelen Tevrat ile beraber Nevîm ve Ketubîm'i tasdik eder­ ler (8). Karaîlere ayrı bir mezheb olma karakterini, bu Ha­ ham literatürüne muhalefet vermektedir. Karaîler, Haham literatürünü kabul etmedikleri gibi, Tevrat'a son derece önem verirler. O'nu kendi öz dili olan İbranice ile oku­ mak ve anlamak gerektiğine inanırlar. Her Karaî M ü ' m i n i , ( 5) S. Poznanski, a.g.e., s. 668 ( 6) S. Poznanski, Karaites, E. R. E. V. VII, p. 662 { 7) Kaufman Kohler, Karaites and Karaism, J. E. V. VII. p. 446 ( e) S. Poznanski, a.g.e., s. 662 195 bilgilerini, dır (9). Tevrat ve O'nun saf tercümelerinden almalı­ Karaîler Ahiret gününe, ölümden sonra dirilmeye, hesab vermeye, hesaptan sonra mükafat ve ceza görmenin hak olduğuna ve bunların Tann'nın arzusu olduğuna inanır-lar (10). Bu husus çok önemlidir. Çünkü Karaîler, Haham literatürünü tanımadıklarından ve aynı Haham literatürünü tanımama prensibi, Sadukilerde de bulunduğundan, pek çok bilgin Karaîleri Sadukilerin devamı gibi görmek iste­ mektedir. Ancak Karaîler, Ahirete, cennete, cehenneme, hesaba İnanırlarken, Sadukiler ne ahiret). ne cenneti ,cehennemi ve ne de hesab ve, kitabı tanımazlar, Karaîleri Sa­ dukilerin devamı gibi göstermek isteyenler bu noktaya dikkat etmek zorundadırlar. Karaîlerin Sadukitere benze­ diği nokta, onlarla ters düştüğü noktadan daha önemli de­ ğildir. Talmud konusunda Rabbanilerle ters düşen Karaîler, Ahiret, hesap, cennet ve cehenneme inanma gibi husus­ larda onlarla mutabıktırlar. Yani Karaîlerin her İki mez­ hebe de benzeyen ve benzemeyen yanlan vardır. A h i r e t inancına bağlı olarak Karaîlikte Ruhun ölümsüzlüğü v e te­ nasüh inancı da vardır. Ölen birinin ruhunun yeni doğan diğer birine geçebileceğine inanırlar (11). Karaîler meleklere inanırlar, Allah'ın emir ve yasak­ larını melekleri vasıtasıyla peygamberlerine ulaştırdığını kabul ederler (12). Ancak meleklere inanma bazı Karaî bilginlerinde biraz değişiktir. Ünlü Karaî bilgini Daniel elKumisî meleklerin sadece tabiat kuvvetleri olduğuna ina­ nır (13). ( 9) (10) (11) (12) (13) 196 H. A. L. A. A. I.[art Miliman, The History of the Jews, p, 127 Zajackowski, Karaims in Poland, p. 2 7 - 2 8 z Nemoy, Anan ben David, U. J. V . I, p. 293 Harkavy, Karaites and Karaism, J. E. V . VII, p. 440 - 442 Harkavy, a.g.e., s. 441-442 . Karaîler, diğer pek çok Yahudi mezhebinin benimse­ diği;, Mesih'in gelmesinin hak olduğuna înanîrlar (14). On­ lara göre Mesfih Davud'un soyundan olup, Davud'un evine gelecektir. Kudüs'teki kutsal mabedi yenileyecek olan Mesih, Karaîlere göre bütün İsraillileri kurtaracaktır (15). Karaîler. Kudüs'teki mabedin. Dünya idarecisinin makamı olduğuna inanırlar (16). Bilhassa İsrail'in kurtarılması fik­ r i , ilk Karaîlerde diğer Yahudilerden daha kuvvetli olup, onlar kendilerine Siyonun yasSılan derierdi (17). İlk Karaî­ lere göre, İsrail ırkı, Tann'nın öz ırkıdır. Tann'nın onlan Dünyanın muhtelif yerlerine dağıtması, onları sıkıntılarla günahlardan temizlemek içindir (18). Görülüyor ki Karaîler 1) Allah'a, 2) Peygamberlere, 3) Kitaba, (Tanah'a), 4) Meleklere, 5) A h i r e t Gününe v e Hesaba, 6) İsrail ırkını kurtaracak bir Mesih'i beklemenin hak olduğuna inanmaktadırlar. Ancak Onlar, en büyük pey­ gamberin Musa (A.S.) ve t e k Şeriat Kitabının Tevrat o l ­ duğuna inanmaktadıriar. Karaîlerin İnanç esaslarını muhte­ lif zamanlarda çeşitli bilginler ufak tefek farklarla tesbit etmişlerdir. Biz .konuya onların bakış açısı yerine daha değişik bir yönden girmiş bulunuyoruz. Karaîler, saydığı­ mız bu esaslardan başka Evamir-î Aşere (On Kutsal Emir) yi de kabul etmektedirler (10). Karaîliğin toplayıcısı ve derieyicisi kabul ettiğimiz Anan ben David'in, mezhebin pek çok esasını tesbit et(14) Karaîliğin Mesih'in geleceğine inanması da çok önemlidir. Çünltü Karaîliğin ba.":,langıcı sayılmak istenen Sadukîm mezhebinde Mesilı'o inanılmaz ve Mesih'in geleceğine inti­ zar edilmez. (15) H. H, Mihnan, The History of the Jews, V . III, p. 127 (36) Yaşar Kutluay, İslam ve Yalıudi Mezhebleri, s. 198 -190 (17) K. Kohler, Karaites and Karaism, J. E. V . VII, p. 446 (18) H. H . Milman a.g.e„ s. 127 (19) A . Zajackovvski, Karaüns in Poland, p. 28 197 tiği Sefer ha Mîşvot (Farzlar kitabı] i s i m l r kitabı, bu gün elde mevcut değildir. Ancak bazı kısımları bazı eserlerde nakledilmiştir. Bu eseri Aramice yazan Anan, ayrıca Fezleke isimli bir de Arapça eser yazmıştır (20). Anan bu eserle­ rinde pek çok ibadet ve hukuk esaslarını tesbit e t m i ş t i , an­ cak bu esasların uygulanması büyük bir külfeti gerektire­ cek şekilde sert ve zor i d i , Bu bakımdan kendisinden son­ ra gelen bazı Karaî bilginleri, O'nu tenkit etmişler ve O'nun tesbit ettiği esaslardan bir kısmını değiştirmişler­ dir. Pek çok Talmudist bilginin iddiasının aksine Karaîler, Anan'a fazla değer vermemekte, gerektiğinde O'nu tenkit edebilmektedirler. Anan'ın bizzat kendisi Karaîlere, «Tev­ rat'ı yorulmaksızın araştırın ve benim fikirlerime güven­ meyin» (21) demektedir. Bu noktadan hareket eden bazı Karaî bilginleri, yeni yeni esaslar tesbit etmişler ve mez­ hebi ilk sıkılığından kurtarmaya çalışmışlardır. Anan, mezhebin esaslarını tesbit ederken bazı hu­ suslarda Ebu Hanife'nin Fıkıh'taki metodundan faydalan­ mıştır (22). Anan ve Karaîler, Tevrat'a herhangi bir ilave­ nin yapılmasına ve tefsirine müsaade etmezler. Çünkü Tevrat'ın dili açıktır, her emir kendi içinde açıklanmıştır. Ayrıca bir açıklamaya ihtiyacı yoktur. Tervat'a her hangi bir ilave ve tefsir ihtiyacı demek, Tevrat'ın yeteri kadar açık olmadığı ve tam olmadığı ma'nasına gelecektir. An­ cak Tevrat, hiç bir sınırlamaya tabii tutulmaksızın tama­ men serbest bir şekilde tercüme edilebilir, bu tercüme selahiyetli bir tefsir değildir (23). Bu hususta Karaîler, Tev­ rat'tan delil getirmektedirler. «Siz benim sîze emrettiğim kelimeye ne bir ilave yapmayacaksınız, ne de siz ondan (20) S. Poznanski, Karaites, E. R. E. V. VII, p. 863 (21) L. Nemoy, Karaites. U.J.E., V . V I , p, 315 (22) A. Harkavy, Anan ben David, J.E., V. I, p. 5S5 (23) A. Zajaczkowlci, Karaims in Poland, p. 25 198 bir eksiltmö yapmayacaksınız, siz belki size emrettiğim Yehova'nın emirlerini korursunuz» (241. Karaîlere göre bu emir, Tevrat'a her hangi bir ilave yapılmasına v e O'nun tef­ sirine müsaade etmemektedir. Tevrat'ın tercümesinde ke­ limelerin hatta harflerin manasından hüküm çıkarmak ge­ rekir. Anan, Tevrat'tan hüküm çıkarırken 1) Tevrat'ın metin­ lerinin harfi harfine ma'nasına riayet eder, 2] Tevrat'tan kıyas metodu ile hüküm çıkarır (Hekes), 3] Tevrat'ın me­ tinlerinin harfi harfine ma'nası yoluyla ve kıyas yoluyla çözülemeyen hususlarda Karaî toplumunun icma'ı i l e , ya­ ni bir konu üzerinde Karaî toplumunun ittifakı ile hüküm çıkarırdı. (Rey) (25) Gerek Kıyas ve gerekse îcma' me­ todu, Islâmiyette de mevcuttur. Başta A. Harkavy olmak üzere pek çok Talmudist bil­ gin, Anan'MI Talmud'a muhalif olmasına rağmen, O'nun Rabbanî şeriatten pek çok şeyler alıp onları Talmud'un metodları ile açıkladığını ve bu yolla yeni kanunlar yapa­ rak onları kendisine mal ettiğini, aldığı şeylerden bir kıs­ mını değiştirerek aldığını söylemekte ve Anan'ın esas pren­ sibi. Ananeden Tevrat'a dönmek olmasına rağmen, kendi­ ne ait bir Anane geliştirdiğini ileri sürmektedirler (26). 2. İbadet Esasları : a. Günlük İbadet (Namaz) : Karaîlikte günde iki de­ fa ibadet farzdır. Sabah ve akşam yapılan bu ibadetlerde Zebur'dan dualar okunur. Ayrıca Şabat günü ve diğer bay­ ram günlerinde bu sabah ve akşam ibadetinden ayrı olarak ibadetler yapılır v e dualar okunur. Bu duaların yanında C24) Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, IV, 2, (25) 1 . Nemoy, Karaites, U.J.E.. V . V I , p.3l7 - 318 (26) A . Harkavy, Anan ban David, J.E., V, I, p. 554-555 199 iman tazeleme ilâhîleri ve âyin ilâhîleri okunur. Başlangıç­ ta bütün duaların Zebur'dan olmasında ısrar eden Karaî­ ler, Rabbanîlerin dualarının zenginliğinin tesiri altında ka­ larak, Zebur dışından duaları, günlük ibadetlerde v e bayram ibadetlerinde okumaya başlamışlardı (27). Başlangıçta sa­ dece Anan ben David'in yazmış olduğu bir Takdis duasın­ dan başka kimseye ait bir ilâhî veya dua yokken, (28) da­ ha sonra bir takım ilâhîler ve dualar ilave edilmeye baş­ lanmıştır. Karaîlikte ilk defa ibadet ve dua esaslarını, XII!. yüzyılda Aaron ben Joseph (Yaşlı Aaron) düzenlemiş­ tir. Daha sonra, Aaron'un dualarına şiir ve nesir olarak bazı ilaveler yapılmış ve böylece bir ayîn külliyatı mey­ dana getirilmiştir (29). Karaîlikte Ruhban sınıfı yoktur. Cemaat başkanının, dı­ şında âyinleri yönetmekle görevli bir din adamı yoktur (.30). Bu husus, bazı bilginler tarafından Karaîliğin çökme­ sine sebeb olarak gösterilmektedir (31). İbadet esnasında Zebur'dan ve diğer yerlerden okunan duaların ezbere okunması esastır (32). Gerek Kenasaya girerken ve gerek­ se Tanah okurken ayakkabılar mutlaka çıkarılır, dua man­ tosu ve dua takkesi giyilir (33). İbadet esnasında Kudüs'e, Siyon'a doğru dönülür, bütün ibadethanelerin mihrabı Ku­ düs'teki Süleyman mabedine (Beyt ha-Mikdaş) doğru çev­ rilmiştir (34). Genellikle Karaî mabetlerinin etrafı taş du­ varlarla çevrilidir. Kenasa ismi verilen mabed'e girmek için önce bir avluya girmek gerekir, avludaki mabedin (27) (28) (29) (30) (31) (32) (33) (34) 200 L. A. L. A. L. S. S. S. Nemoy, Karaites, Encpclopodia of İslam, V . IV p. 607 Haritavy, Karaites aıid Karaism, J.E., V . V I , p. 440 Nomoy. Karaites, Eneyclopedia of İslâm, V. IV, p. 607 Zajaczkowski. Karaims in Poland, p. 71 Nemoy, Eai'ly Karaism, J.O.R., V. XL, p,311 - 315 Şapşaloğlu, Kırım Karay Türkleri, Türk Yılı, C.I, s. 580 Şapşaloğlu, a.g.e., s,580 Şapşaloğlu, a.g.e., s. 580 mihrabı dış duvara gömülüdür. Avludan mabede girmek için merdivenlerle aşağıya doğru inmek gerekir. Yani av­ ludaki mabed seviye olarak avludan daha aşağıda olup kıs­ men toprağa gömülüdür. Mabedler, bu haliyle onların iba­ detlerinin, ilk devirlerde, Hrıstiyanlığın ilk dönemlerinde olduğu gibi gizli yapıldığına işaret etmektedir. Anan ben David, Kudüs'teki ilk mabedi, tıpkı bir mağara gibi inşa etmiştir, çünkü o sıralarda diğer Yahudiler, O'nu devamlı takip ediyor ve onun faaliyetine engel olmaya çalışıyor­ lardı (35). b. Oruç : Karaîlikte Nisan ayının 13'ünde başlayıp Şivan ayının 23'üne kadar süren 70 günlük bir oruç vardır. Bu oruç, farz olan oruçtur. Ve Haman'ın zulmünün hatı­ rası olarak tutulur (36). Ayrıca her ayın 7. gününde oruç tutulur. Purim'de iki gün oruç tutulur. Adar ayının 14. ve 15. günlerinde Ester orucu vardır (37). c. Zekat : Karaîlikte Madenler hariç, her çeşit mal­ dan ve hayvanlardan onda b i r nisbetinde (Öşür) Zekat alı­ nır. Diğer Yahudilerde sadece ekin ve hayvanlardan Ze­ kat alınır (38). d. Hac : Karaîlikte Siyon'un önemi büyük olup, asıl gaye İsraH'in kurtarılması, mabed'in yeniden inşa edile­ rek tekrar İsrail devletinin kurulmasıdır. Bu amaçla Karaî­ ler, Kudüs'e ve Süleyman Mabedine gitmek, orayı ziyaret etmek isterler. Anan'ın Kudüs'e yerleşmesi, her Karaîye hedef olarak Kudüs'ü göstermiştir. Tamamen Kudüs'e yer­ leşmek mümkün değilse bile, orayı ziyaret etmek her Ka­ raî mü'minînin yegane arzusudur. Bu münasebetle Avrü(35) (36) ' (37) (38) A. Zajaczkowski. Kaufman Kohler, L. Nemoy, Anan K. Kohler a.g.e., Kaıraîms in Poland, p. 32 Karaites and Karaism, J.E., V . V I I I , p. 447 ben David, U.J., V . I, p, 293 s. 447 201 pa'dan, Bizans'tan, Kınn-ı'dan v e diğer yerlerden pek çok Karaî zaman zaman Kudüs'ü ziyaret etmekte ve orada iba­ det etmektedir (39). 3. Diğer Esaslar : a. Evlilik Hukuku : Karaîlikte Tevrat'ta listesi verilen akrabalarla evlenmek yasaktır . Ayrıca Rikkub denilen zin­ cirleme kıyas metodu ile bu yasaklar (|aha da genişletil­ miştir. Öyle ki bu yüzden pek çok Karaî'nin evlenmesi güçleşmiş ve bir kısım Karaîler diğer Yahudilerle evlenmek zorunda kalmışlardır (40). X. ve X I . yüzyılarda Mısır ve Suriye'de Karaîlerle Rabbanîler arasında sık sık evlenme­ lere rastlanırdı. Bu tür evliliklerde nikah esnasında iki taraf biri birlerinin adçt ve inançlarına saygı gösterecek­ lerine söz verirlerdi. Sonraları bu t ü r evlilikler g i t gide azalmıştır (41). Başlangıçta Anan tarafından Rabbanîlerle evlenme yasaklanmışken, sonraları gevşeyen bu yasak iki mezheb arasında mücadele sertleştikçe yeniden ortaya çıkmış, mücadele durunca evlenmeler yine görülmeye baş­ lanmıştır. Bu gün İstanbul'da yaşayan Karaîlerden, Rabbanî'lerle evlenmeler arasıra görülmekte, doğan çocuk, baba­ ya göre değerlendirilmektedir. Baba Karaî ise çocuk Ka­ raî, Baba Karaî değilse çocuk da Karaî sayılmamaktadır. Karaîlikte evlenme esnasında, nikahta kadın ve erkek, her iki tarafın da evliliğe razı olması v e evet demesi şart­ tır (42). Karaîlikte kıyas metodu ile, amca i l e yeğenlerin ^evlenmesi yasaklandığı gibi, süt kardeşlerin evlenmesi de yasaklanmıştır (43). Karaîlikte ölen bir kimsenin karı(39) Zvi Anlfori, Karaites in Byzaaitium, p. 80,277 (40) L. Nemoy, Karaites, Eneyclopedia of İslâm, V. IV, p. 607 (•11) L. Nemoy. a.g.e., s. G07 (42) Kaufman Koliler, Karaites and Kaı-aiaaı, J.E., V. Vll, p. 662 (43) A. Zajaczkovvski, Karaims in Poland, p. 26 202 sı ile kardeşi evlenemez, bu yasak nişanlılığa dahi teşmil edilmiştir. Yani bir kimse bir kadınla nişanlı iken ölse, kendi kardeşi o nişanlısı ile evlenemez (44), Yine Karaî­ likte ölen bir kadının malından kocası miras alamaz (45). Karaîlikte evlenme boşanma merasimleri için basit bir ta­ kım İbranice duaların okunması emredilmiştir (46). Bu mezhebte akrabalık baba tarafından, kan akrabalığı olarak, yukarıya ve aşağıya eşit olarak genişletilmiştir (47). Ev­ lilikte kadın ile erkek aym ve tek beden sayıldığından, ka­ dının kardeşi ile kocası, enişte-kayın birader gibi değil, öz kardeş sayılırlar (48). A y m ' d e r e c e d e olan, aşağı ve yu­ karı bütün akrabaların, evlenmeleri yasaklanmıştır (49). Karaî Hukukunda çok evlilik yasaklanmamıştır. A n ­ cak İslâm ülkelerindekî Karaîler arasında çok evlilik, çok az görülüyordu. Bu gün Batıdaki Karaîler arasında çok ev­ lilik, bulundukları ülkelerin hukukunun çok evliliği yasak­ laması yüzünden hemen hemen hiç görülmemektedir (50). b. Yeme ve İçme île İlgili Hükümler : Karaîler, ken­ dilerinden olmıyan b i r kimsenin hazırladığı şeyleri yeme­ dikleri gibi, kendilerinden olmıyanlardan ayrı durmak is­ terler (51). Karaîlikte güvercin ve geyik etiyle beraber bü­ tün kuşların etlerinin, balık etinin, çegirgenin yenmesi ya­ saktır. Diğer yenilebilecek hayvanların kafalarının kesil­ mesi esastır (52). Anan ben David, etli yemeklerin yenf44) (45) (46) (47) (48) (49) (50) (51) (52) L. Nemoy, Karaites, Eneyclopedia of İslajn, V. IV, P. 607 L. Nemoy, Karaites, Eneyclopedia of İslâm, V. IV, p. 607 K. Kohler, Karaites and Karaism, J.E., V. VII p. 447 K. Kohler, a.g.e., s. 447 S. Poznanski, Karaites, E.R:E., V. VII. p. 662 S. Poznanski, a.g.e., s. 662 L. Nemoy, a.g.e., s. 607 K. Kohler. a.g.e., p. 446 Şehristanî, el-Milel ve'n-Nihal, C. II, s. 20 203 meşini kutsal ayinlere v e kutsal yerlere bağladı (53). Hay­ vanların kesimini rastgele herkes yapamaz, kesimi, kesme usulünü bilen ehil kişiler yapabilirler. Ayrıca kesilecek hayvanm sıhhatli olması gerekir (54). Kuşlar arasında gü­ vercin ve üveyik kurban olarak kesilebilir. Ancak bu kuş­ ların dişileri kurban olur. Erkeklerinin kesilmesi caiz de­ ğildir. Kalça kemiğinin bir kısmmın etini yemek de yasak­ tır (55). Karaim mezhebi, esas olarak,et ile sütün bir ara­ da yenmesini kabul etmez (56). Ancak bu gün pek çok yerde Karaîler, etli ve sütlü yemekleri bir arada yemek­ tedirler (57). Keder ekmeği olarak hazırlanan mayasız ekmek «Mazzah», özellikle arpa unundan yapılmalıdır. Şayet biri onu buğday unundan yapar ve yerse mayalı ekmek yemiş gibi cezaya müstehak olur. Bu mayasız ekmeğin fırında pişirilmesi yasaktır. Bu ekmek fırında değil, dışarda kö­ mür üzerinde pişirilmelidir (58). Karaîlikte şarap içen bir insanın Kenasa'ya girmesi yasaktır (59). Yemeklerden ön­ ce ve sonra, su içmeden önce ve içtikten sonra, Zebur'­ dan ve Tevrat'ın diğer kısımlarından bazı dualar ezbere okunmalıdır. Ve bu duaları okurken Siyon Dağı yönüne dönmek gerekir (60). c. Temizlik Hükümleri : Karaîlerde temizlik hükümle­ ri diğer Yahudilerden daha sıkıdır. Büyük ve küçük abdestlerden sonra, Kenasa'ya girmek veya Tanah'ı okumak için (53) (54) (55) (56) (57) (57) (57) (59) (60) 204 S. K. K. K. K. K. A, Y. K. Poznanski, a.g.e./ s, 663 Koliler. Karaites and Karaism, J.E. V : V I I , p. 446 Kohler, a.g.e., s. 446 Kohler, a.g.e., s. 446 Kohler, a.g.e., s. 446 Kohler, a.g.e., s. 446 Hakavy, Anan ben David, J.E., V. I, p. 555 Kutluay, İslâm ve Yalıudi Mezhebleri, s. 195 Kohler, a.g.e., s. 446 islâmiyetteki apdeste benzer şekilde, ayaklarr ve elleri yı­ kamak mecburidir. Bu el ve ayaklarm yıkandığı su ve le­ ğen kutsaldır (61]. Kenasa'ya şarap içtikten sonra girilemediği gibi ayakkabı ile de girilemez. Ayrıca ayakkabılı olarak Tevrat okunamaz. Bu konuda Kur'an-ı Kerim'deki «Şüphesiz ben senin rabbınım, ayakkabılarını çıkart!» aye­ tine (62] benzer bir ayet de Tevrat'ta geçmektedir. Bu ayette Tanrı iVlusa (A.S.) ya «Ayakkabıların!' çıkar, zira durduğun yer mukaddestir.» (63) diye emretmektedir, Kaaîler bu ayetten, Kenasa'ya girerken ayakkabıların çıka­ rılması hükmünü çıkartmaktadırlar. Bu ayakkabı çıkartma hükmüne bağlı olarak Kenasalar, Halı, Kilim ve Hasır gibi şeylerle döşelidir (64). Karaî mezhebinde kan, insan pisli­ ği, kadınların ay başı kanı ve temiz olmıyan bütün cerahatlar mutlaka toprakla örtülmelidir. Yine bu mezhebe gö­ re helaların, evlerin içine yapılması caiz değildir. Helalar mutlaka meskenlerin dışında olmalıdır (65). d. Bayramlar, Yılbaşı ve Yeni Ayın Tesbiti : Anan, Ya­ hudi takvimini değiştirerek bazı yeni esaslar getirmiştir. Yeni yılın başlangıcı bir Nisan'dır. Yeni ay, hesapla değil, gözlenerek tesbit edilir. Seneye ilave edilen Sebat Şeni (ikinci Şabat] ayı, ekinlerin hasat vaktine göre ayarlanır (66). Karaîler Hanukah bayramını kutlamazlar. Purim'i sa­ dece oruç günü olarak değerlendirirler. Tişri ayının birin­ ci günü tevbe günüdür. «Sukkah» (Çardaklar) bayramında yapılmakta olan çardaklar, Tanah'da belirtilen bitkilerden yapılmalıdır. Şavvot bayramı mutlaka Şabat'tan sonraki günde, yani Pazar günü kutlanmalıdır (67). Bu bayramın (61) (62) (63) (05) (66) (67) S. Şapşaloğlu, K ı n m Karay Türkleri, Türk Yüı, C.I, s. 580 Kur'an-ı Kerim, Sure 20, Ayet 12 Kitab-ı Mukadde-s, Levililer, III, 5 K, Kohler, Karaites and Karaism, J.E,, V . V I I , p.446 S. Poznanski, Kaı-aites, E.R.E., V . VII. p. 662 K. Kohler, a.g.e., s. 447 205 böyle kutlanmasına bakarak bazıları Karaîlerin bu hususu Sadukilerden aldıklarını (68), bazıları da Hrıstiyanlardan aldıklarını (69) ileri sürüyorlar. Karaîlikte Şabat adetleri çok sıkıdır. Şabat gününde uyulması gereken pek çok yasak vardır. Su yasaklar. Cu­ ma gününden başlayıp, Şabat'ın ertesi gününe kadar de­ vam eder. Cuma gününden itibaren kandil yakmak yasak­ tır. Cuma günü akşamı karanlıkta oturulur, yerinden kı­ pırdanmaz. Şabat günü ibadet maksadı dışında evden çı­ kılmaz, ateş yakılmaz, yemekler cuma gününden pişirilir ve soğuk yenilir. Cuma günü yakılan ateşler, akşam vakti söndürülmelidir. Şabat günü gömlek hariç, palto, ceket, ayakkabı, kemer ve benzeri şeyler giyilmez, yüz yıkanmaz. Tevrat'ta geçen Şabat günü ekim yapma yasağından, cin­ si münasebetin yasak olması manası çıkarılmış ve Şabat gününde cinsi münasebet yasaklanmıştır. Ayrıca evin için­ de büyük veya küçük herhangi bir şeyi omuzlarda taşımak yasaktır (70). Ancak Şabat ve diğer bayram günleri İsrail devletinin varlığının yedigarı olduğu için sürgündekiler için bu yasaklar söz konusu değildir. Bunların ancak birer hatıra değeri vardır (71). e. Sünnet : Yahudilikteki sünnet adeti Karaîlikte da­ ha sıkı bir şekilde vardır. Çocuğun sünneti doğduktan son­ ra sekiz gün içinde yapılmalıdır. Sünnet bir Musevî mü'min tarafından yapılmalıdır. Çocuk Şabat elbisesi içinde sün­ ece) K, Kohler, a.g.e., s. 446 (ö9) Jakob Mann, A Polemical W o r k Against Karaite, J,Q.R,, V,X1I. p.134 (70) A. Harkavy, Karaites and Karaism, .J.E., V . V I I , p. 478; S, Poznanski, Karaites, E.R.E,, 'V. VII, p. 6G2; K. Kohler, Ka­ raites, J.E., V . V I I p.447 (71) Jakob Mann, a.g.e., s. 134 ao.6 net edilmelidir. Sünneti yapan şahıs ve sünnet aleti tak­ dis edilmelidir (72). f. Tedavi : Tanah'da «Ben Tanrı senin doktorunum» (73) buyurulduğu için, Karaîlikte insan eliyle tedavi yasak olup, şifa sadece Tann'dan beklenmelidir. Şifa bulmak için ilaç kullanmak ve doktora gitmek katiyetle yasaktır (74). g. Karaîlikte Diğer Bazı l-lususlar : Karaîlikte, İslâmiyette olduğu gibi kısas vardır. İnsanın işlediği suçun ce­ zasını aynen çekmesini isterler (75). Yine Karaîlikte, ço­ ğu yasak olan şeylerin azı da yasaktır (76). Karaîler, ölü­ lerini defnederken onların yüzlerini Kudüs'e doğru çevirtrler. 4. Karaîliğin Rabbanî Noktalar : Yahudiliğinden Farklı Olduğu Esas İtibariyle Karaîlik, Rabbanî Yahudiliğe, sözlü an­ neler konusunda muhalif olduğu gibi diğer başka pek çok hususta da ondan farklıdır. Biz kısaca bu farklı noktaları tesbit etmiye çalışalım. 1) Rabbanî Yahudiler, Yahudi hu­ kukunun esas kaynağının sözlü Tora olduğunu kabul eder, kıyas ve icma' gibi prensipleri kabul etmezler. Karaîler ise yazılı Tora'yı Musevî hukukun kaynağı olarak kabul eder­ ler. Yazılı Tora'nın serbestçe tercüme edilmesini, her tür­ lü hukukî delillerin yazılı Tora'dan bu yolla çıkarılmasını, kıyas ve icma' yoluyla prensiplerin Ortaya konulmasını ka­ bul ederler. 2) Rabbanî Yahudiler, Hz. İsa ve Hz. Muham(72) (73) (74) (75) (76) K. Kohler, a.g.e., s. 446; Y . Kutluay, İslâm ve Yahudi Mez­ hebleri, s. 195 Kitab-ı Mukaddes, Çıkış, X V , 25 L. Nemoy, Karaite Antology, p. 1 6 - 1 7 K. Kohler, Karaites and Karaism, J.E., V , VII, p.447; L. Nemoy, a.g.e., s. 13 K. Kohler, a.g.e., s, 447 207 med'i asla tanımazlarken, Karaîler bu iki peygamberi ta­ nırlar, ancak onları, şeriat sahibi olarak değil de, salih bi­ rer nebi olarak tanırlar. 3) Rabbanî Yahudiler yılbaşını, ay­ ları ve bayram günlerinin tesbitini hesap yoluyla yapıp Sebat Şeni ayını iklim şartlarına bağlamadan ayarlarlar. Halbuki Karaîler, hava açık olduğu zaman bunların tesbi­ tini gözliyerek, hava kapalı olunca da hesaba göre ayar­ larlar. Şabat Şeni ayını da haşatın uygunluğuna göre se­ neye ilave ederler. 4) Rabbanî Yahudilerde Şabat yasakla­ rı hafiftir. Karaîlerde bu yasaklar çok sıkıdır. 5) Rabbanî Yahudilerde Şavvot bayramı her zaman Pazar gününe denk gelmez. Rabbanîler Hanukah ve Purim bayramlarını kut­ larlar. Karaîler ise Şavvot bayramını mutlaka Pazar günü­ ne denk getirirler. Hanukah bayramım kutlamazlar, Purim'­ de sadece oruç tutarlar. 6) Rabbanî Yahudiler ilaçla tedaviyi kabul ederler, Karaîler ise bunu kabul etmezler. 7) Rabbanî Yahudilerde oruç günleri Karaîlere göre daha azdır. Ka­ raîler 70 günlük orucun yanısıra her ayın yedisinde ve Purim gününde oruç tutarlar. 8) Rabbanilerde evlenme, Karaîler kadar sınırlandırılmış değildir. Karaîler Tevrat'ta­ ki yasakları, Rikkub denilen genişletme metodu ile daha da yaygmlaştırmışlardır. Karaîlerde evlenilmesi yasak olan akraba daha fazladır. 9) Rabbanî Yahudilerde temizlik Ka­ raîler kadar sıkı değildir. Büyük ve küçük defi hacetlerden sonra, Tora okumak için, Kenasa'ya girmek için, yemek yemek için, ellerin ve ayakların yıkanması Karaîlerde za­ ruridir. Kan, insan pisliği ve diğer pisliklerin Karaîlerde toprakla örtülmesi gerekir. Karaîlerde helalar mutlaka meskenlerin dışında olmalıdır. Rabbanî yahudilerde bu türlü mecburiyetler yoktur. 10) Rabbanî Yahudilerin ço­ cukları sünnet ettirmek için yaptıkları ayinlerden, Karaîle­ rin sünnet ayinleri daha sıkıdır. Çocuğun sünneti Karaîler­ de Şabat elbisesi içinde ve sekizinci günde yapılmalıdır. Sünnet aleti ve sünneti yapan şahıs, Karaîlerde takdis ^08 edilmelidir, 11) Rabbanî Yahudilerde zekat sadece toprak­ tan kaldırılan mahsulden ve kayvanlardan alınırken, Ka­ raîlerde madenler hariç, her çeşit malın zekatınr vermek gerekir. 12) Rabbanî Yahudilerde yemek yasakları fazla de­ ğildir. Karaîlerde bu yasaklar daha fazladır. 13) Rabbanî Yahudiler, gerek günlük ibadetlerde ve gerekse bayram günlerinin ibadetlerinde çeşitli kitablardan dualar okuya­ bilirler. Karaîler ise, sadece Zebur'dan dualar okurlar. Rabbanilerde duanın illa ezbere o k u n m a s ı . şart değildir. Karaîlerde duanın ezbere okunması şarttır. 14) Rabbani­ lerde ibadet mutlaka İbranice olmalıdır. Karaîlerde ise iba­ detlerin bir kısmı milli dil ile olmalı ve her millet kendi dili ile ibadet etmelidir. 15) Rabbanilerde Ruhban sınıfı vardır. f<arailerde ise yoktur. 5. Karaîliğin Diğer Mezheb ve Dinlerle İlişkisi : Karaîlik, inanç esasları bakımından tamamiyle Tevratî bir Yahudi mezhebidir. Mezhebin kuruluşu ve kurucusu konusundaki ihtilafların yanısıra, kendisine ayrı bir mez­ heb olma vasfını veren bir takım esaslarını, bu mezhebin nerelerden aldığı konusu da münakaşa edilmektedir. Bazı bilginler, bazı prensipleri bakımından Karaîliği, Sadukî mezhebine bağlarken, diğer bazıları onları Essenilere, Samirilere, İsiyîm'e, İseviye, Yudganiye ve Şudganiye mezheblerine bağlamaktadırlar. Yine bir kısım bilginler, Karaîliği. en amansız muhalifleri olan Rabbanîlikle dahi .alâkalı göstermektedirler. Karaîliği. Brahmanlıkta alakalı gösterenler olduğu gibi, Hristiyanlık ve Protestanlıkla Ka­ raîlik arasında bir benzerlik kurmaya çalışanlar da vardır. Bazı esaslarını İslamiyetten almış olması bakımından Ka­ raîliği, Sünnî İslâmlığa benzetenler olduğu gibi, Şii ve Mutezilî İslâmlığa, hatta İsmaîlîlîğe dahi benzetenler vardır. Kırkisanî'ye göre Karaî inancına sahip ilk mezheb, Jeroboan ülkesinde Samiriler tarafından kurulmuştur. Sözlü 209 anane taraftarlarının yanlış işlerine devam etmeleri yü­ zünden Sadukiler, sözlü ananeye muhalif olarak ortaya çık­ mışlardır. Aynı muhalefet hareketi, milattan sonraki yüz­ yıllarda bilhassa Iran ve Ermenistan topraklarında İseviye, Yudganiye ve Şudganiye mezhebleri ile devam etmiştir. Daha sonra sözlü ananeye muhalefet hareketi, Anan ve Ananiye ile tekrar ortaya çıkmıştır (77]. S. Poznanski ya­ zılı Tevrat'a bağlılık, sözlü ananeyi reddetme, kısası uy­ gulama gibi hususlarda Karaîliği Sadukiliğe bağlamakta­ dır (78). H.H. Milman ise Karaîliğin, Sadukilerin sevilmiyen bir takım doktrinlerini benimsediğini, bu yüzden de zarara uğradığını söylüyor (79). Kohler, Karaîliğin sönmüş olan Sadukî ve Esseni doktrinlerinin artıklarından ortaya çıktığını söylerken (80) Harkavy, Karaî mezhebinin Sadukiliğin yanı sıra İsiyim mezhebinden de çok şeyler aldığı­ nı ifade ediyor (81). Şavvot bayramının devamlı Pazara rast gelmesi, Şabat günü ateş yakma yasağı ve evden çıkma yasağını Sadukîm ve İsiyîm'den alınmış olduğu id­ diasının yanısıra, Hz. isa ve Hz. Muhammed (S.A.V.) i tas­ dik etme esaslarını da İseviye ve Yudganiye mezheblerinden aldığını ileri sürüyor (82). Bazı Yahudi bilginler, fakirlik, günahdan yüz çevirme, İsrail'in (Yakub'un) bakiyyelerî gibi inanışlara sahip olma­ ları yüzünden Karaîleri, Oumran mezheblerine bağlamak­ tadırlar (83). Bazı bilginler ise, Karaîlerin sıkı riyazat pren(V7Î Kırkisanî, Kitabu'l-Envar, C. I., s. 5 - 15; L. Nemoy, Early Karaism, J. Q. R., V. XL, p. 310; S. Poznanski, Karaites E, R. E. V . V l l . p. 6C2 (76) S. Poznanski, Karaites, E. R . E . , V. VII p, 662 (79) H. H. Milman, Tlıe History of the Jews, V . III, p. 125-126 (80) H. Kohler, Karaites and Karaism, J. E. V . VII, p. 447 (81) A. Harkavy, Anan ben David, J. E., V. I, p. 554 - 555 (82) A . Harkavy, a.g.c., s. 555 (83) N. Wieder The Quınran Soctaries, J. Q. R., V . XLXI, XLXII. 210 siplerini Yudganiye mezliebinden aidığını ifade ediyorlar (84). Atlama yılında Sebat Şeni (ikinci Sebat) ayının, 13. ay olarak seneye ilave edilmesi ve Ester orucunun benimmesi gibi hususların da Rabbanî mezhebinden Kâraîliğe geçtiği ileri sürülmektedir (85) .A. Harkavy Karaîliğin Rab­ banî şeriatten bir çok kaideler aldığını ve onları Talmud'un metodları ile açıklayıp yeni kanunlar yaptığını, bilhassa Anan'ın bu işi yaparken, bunları doğrudan doğruya Tevrat'­ tan çıkarıyormuş gibi yaptığını ve kendine mal ettiğini ile­ ri sürüyor (86). Poznanski ise, Karaîlerin sözlü ananeyi reddederken, kendilerine ait yeni bir anane geliştirdikleri­ ni, hatta Talmud'da bulunan ve Halakha denilen kuralları Talınud'dan almaktan dahi çekinmediklerini ileri sürerek, Karaîlikle Rabbanîlik arasında ilişki kurmaya çalışıyor (87). Bu belirttiğimiz hususlar, Karaîliğin diğer Yahudi mezheb­ leri ile ilişkilerinin olduğu ileri sürülen hususlardır. Ayrı­ ca Karaîliği Yahudiliğin dışında diğer din ve mezheblerle ilgiliymiş gibi göstermek isteyenler de vardır. Kahire Genizah dokümanları arasında bulunan ve yazarı bilinmeyen bir eserde, Karaîlerin, kanunları uygulamak için almaktan ziyade, daha çok manevi olarak aldıkları, bu yönüyle Ka­ raîliğin Brahmanlığa benzediği ileri sürülüyor (88). Yine aynı eserde Şavvot Bayramı'nın Karaîlikte devamlı olarak Pazar gününe denk gelmesi, bu mezhebin Hrıstiyanlıkla olan ilişkisi olarak açıklanıyor (89). Karaîleri, sözlü anap. 93-113, 269-292 L, Nemoy, Anan ben David, U. J. E,, V . 1, p. 293 L. Nemoy, a.g.e,, s. 293 A. Harkavy, Karaites and Karaism, J. E., V , VII, p. 438 S. Poznanski, Kaa-aites, E, R. E., V . V l l , p. 662 _ Jakob Mann, A. Polemical Work Aganist Karaite, V . XII, p. 135 (89) Jakob Mann. a,g.e., s. 135 (84) (85) (86) (87) (88) 211 neye muhalefet etme ve serbest araştırmaya müsaade et­ mede Hrıstiyanitğm Protestan mezhebine bçhzetenler de vardır (90). Bazı bilginler, Anan'ın Judaeo-Alexandnan (Yahudi-Yunan) okulunun Batınî tefsir metodunu aldığını, mez­ hebe Karaî ismini veren Nihavendî'nin de, İskenderiye'n Philo'nun Logos doktrinini benimsediğini ileri sürmekte­ dirler (91). Karaî bilginlerde, Karaîlikle Hristiyanlık arasında İliş­ ki kurmak müşterek bir kanaat gibidir. Bu bilginlere göre, önceleri Hz. İsa, Karaîlerle birlikte i d i . Isa, aslında Tevrat'ı te'yid için gelmişti ve V l . yüzyıla kadar Karaîlik Hrıstiyan­ lıkla aynı i d i . Hristiyanların resme tapmaya başlaması, sünneti terk etmesi ve İsa'nın yolundan ayrılması yüzün­ den, Karaîlerle Hristiyanlar bir birlerinden ayrılmışlardır. Karaîler Hz. İsa'ya «Sadık Isa» demektedirler (92). Yahudi ırkından olduğu halde Hrıstiyanlığı kabul e d e n , Yahudi Hristiyanlar, Yani «Ebionitler» Hz. Isa zamanında İsa'ya, tabi olduklarına ve Karaî bilginler de o yüzyıllar­ da kendi inançlarında olanların Isa ile birlikte olduklarını ifade ettiklerine göre, Karaîlerle Ebionitler arasında bir benzerlik ve ilişki hatıra gelebilir (93). Karaîliği islâmiyet ile alakalı görenler, çeşitli esasla­ rı bakımından Karaîliği, başka başka İslâm mezheblerine benzetmektedirler. Kur'an-ı Kerim'de geçen «Allah'ın el­ leri, ayakları» gibi ifadelerin IVlutezile tarafından te'vil edii(90) H. K. Milman, The History of tlıe Jews, V . III, p. 125; A, Za­ jaczkovvski, Karaims in Poîiuıd, p, 25 (91) A . Harkavy, a.g.e., .s. 438 (92) S. Şapşaloğlu. Kırım Kai-ay Türkleri. Türk Yıh, C. I, s. 579 (93) Bu konuda daha fazla bilgi için bak. Ekrem Kaydu (Sarıkçıoğlu) Yahudi Hristiyanların (Ebionitlerin) Tarih ve teolo­ jileri A . Ü. İlahiyat Fakültesi Doçentlik deneme dersi Not­ lan, 1977 212 meden, lügat anlamı ile olduğu gibi kabul edilmesine ben­ zer şekilde, Karaîler de Tevrat'ta geçen aynı ifadeleri lü­ gat ma'naları ile olduğu gibi almışlar ve .te'villerine m ü ­ saade etrnemişlerdir (94). Yine Karaî bilginlerinden Kırki­ sanî, tıpkı Mutezile gibi aklın, otoritesini savunmuş ve Kitabu'l-Envar isimli eserinde Mutezile ve Mütekellimîn'in görüşlerini değiştirmeden olduğu gibi almıştır (95). Bu noktalardan Karaîliği tetkik edenler, onu mutezile mezhe­ bine benzetmektedirler. Bazı şarkiyatçılar da Karaîleri, sözlü ananeyi reddetmeleri dolayısıyla İslâmiyetin Şİİ mez­ hebine benzetmektedirler (96). Tarihçi Ebu'l-Fida bu konu­ da şunları söylemektedir. «Yahudiler bir ç o k fırkalara ay­ rılmışlardır. Bunlardan Rabbaniyyun mezhebi, bizdeki M u ­ tezile mezhebine benzer. Karraun mezhebi ise , bizdeki Cebriye ve Müsebbibe mezheblerine benzer» (97) Ebu'lFida'nın bu görüşüne göre ise Karaîler, Cebriye ve Müseb­ bibe mezhebine benzemektedirler. Biraz önce bahsettiği­ miz Genizah dökümanlarındaki bulunan yazarı meçhul eserde, Karaîlerin Ismailiye mezhebine benzediği ileri sü­ rülmektedir (98). Analogy, (Arapça Kıyas, İbranice Hekes) metodunu Karaîler, İslamiyetten aldıkları gibi, İcma' (Ka­ raî toplumunun bir konuda ittifak etmesi) metodunu da İslamiyetten almıştır (99). Ayın gözetlenerek t e s b i t edil­ mesi esasını da İslamiyetten alan Karaîlik, bildiğimiz gibi Hz. Muhammed (S.A.V.) e de inanmaktadır (1(D0). Anan, Ebu Hanife ile dost olması bakımından O'nun çok tesiri C94) (95) (96) (97) (88) A . Zaiaczkowsld, Karaims in Poland, p. 28 Yaşar Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhebleri, s. 198 A. Za]ac2kQWski, Karaims in Poland, p. 26 Ebu'l-Fida. Tarihu Ebi'I-Fida, C I, s. 92 Jakob Mann, A . Polamical W o r k Against Karaite, V . XII, p. 136 (99) A . Harkavy, Karaites, J. E. V . VII. p. 440 (100) Jakob Mann, a.g.e,, s. 134 213 altında kalmış, pek çok ayin esaslarını Hanefi mezhebin­ den almıştır (101). Bu bakınndan haklı olarak pek çok kim­ se Karaîliği, Hanefi mezhebine benzetmektedir. Yukardaki beyanlara bakılacak olursa, Karaîliğin ben­ zemediği din ve mezheb yok gibidir. Biz, bütün bu görüş­ leri, bir gerçeği ortaya çıkarmak için buraya almış bulu­ nuyoruz k i ; O da Karaîliği bir diğer mezheb veya dine ben­ zetirken veya onlarla Karaîlik arasında ilişki kurarken bu işi yapanlar, sadece benzeyen bir yönü alıp hüküm ver­ mektedirler. O bir yön, iki tarafta da müşterek olarak var diye Karaîliği, o mezheblerin devamı veya o dinlerle iliş­ kili görmek çok hatalıdır. Karaîliğin gerçekten bir dine ve­ ya mezhebe benzeyip benzemediğinin tesbit edilebilmesi için, o din veya mezheb ile müşterek olan esaslarıyla, farklı olan esaslarını ortaya koymak gerekir. Meselâ Ka­ raîler Hz. Muhammed (S.A.V.) e inanırlar. Ancak bu inanç, Müslümanların inancı gibi değildir. İslâmiyete göre en bü­ yük peygamber Hz. Muhammed (S.A.V.) ve en büyük k i ­ tab. Kur an-ı Kerim'dir. Halbukî Karaîlere göre en büyük peygamber Musa (A.S.) ve tek şeriat kitabı Tevrat'tır. Hz. İsa konusu da aynen böyledir. Bir taraftan Anan'ın, Ebu Hanife ile yakın ilişki için­ de olup, O'nun kıyas ve İcma' gibi prensiplerini alması ve Fıkıh'daki metodunu benimsemesi, öbür taraftan da bu mezhebin Mutezileye benzetilişi hep çelişen ifadelerdir. Benzeyen yanlarından çok benzemeyen yanlarını almazsak Karaîlik, her dine ve her mezhebe benzer. Bırakın Karaîli­ ği, Rabbanî mezhebini de aynı usulle ele alırsak, onun hak­ kında da aynı sonuca ulaşırız. Bir dini, bir mezhebi bütün prensipleri ile birlikte bir bütün olarak ele alıp tahlil et­ tiğimiz takdirde sıhhatli bir sonuca varabiliriz. (101) 2H A . Zaiac2kowski. a.g.e., s. 26 Biz bütün Karaî prensiplerini bir bütün olarak değer­ lendirip, Kâraîliğe baktığımızda, onun t a m olarak sadece kenidine benzediğini, yukarda saydığımız mezheb ve din­ lerden çok çok farklı olduğunu görürüz. Sözlü ananeye muhalefette Rabbanîliğe, Ahiret, hesaba inanmada Saduki­ liğe ve diğer bazı mezheblere kökten muhalif olan Karaîlik, Tevrat'ı, Musa'ya geldiği şekilde muhafaza ettiğine ve gerçek Museviliğin Karaîlik olduğuna kanidir (102). Ancak şu hususu tesbit etmekte de fayda vardır kî, L. Nemoy'un ifade ettiği gibi Karaîlik, İseviye, Yudganiye ve Şudganiye mezhebleri ile pek çok noktalarda uyuşmaktadır. Yine Ka­ raîlik İslâm muhitinde intişar etmesi yüzünden Hanefilik­ le gözle görülür derecede bir paralelliğe sahiptir. İnanç ve ibadet esaslarına göz altığımızda bu husus çok açık olarak görülmektedir. (102) S. Şapşaloğlu, K ı n m Karay Türkleri, Türk Yıh, C. I., s. 503. 215 D. KARAY TÜRKLERİ 1. Karay Türkleri'nin Bugünkü Durumu : Hazarlar'ın, Yahudiliğin hangi mezhebini kabul ettik­ leri hususunu tesbit ettikten sonra, Karaî inancının esas­ larını ve halen Dünya'da yaşayan Karaîlerin durumların» ortaya koymaya çalışmış ve daha önceki asırlarda Karaîle­ rin, çeşitli milletlerden cemaatler oluşturduğunu görmüş­ tük. XV. yüzyıldan itibaren Türk Karayları'nın dışındaki ce­ maatler g i t gide küçülmüş. Kahire ve İstanbul'daki küçük birer cemaat hariç, hepsi ortadan kalkmıştı. XX. yüzyıla girildiğinde Karaî ismi, bir Yahudi mezhe­ bini hatırlatmaktan çok bir boyu, bir dili, bir milli cemaa­ ti hatırlatır olmuştur. Karaîm denince bu gün, bir Türk bo­ yu ve Türk dilinin bir şivesi akla gelmektedir. Halen Rus­ ya ve Polonya'da yaşayan ve Kuman-Hazar toplumlarının bakiyyeleri olan bu Türk Karaîlerine biz, onların kendi ifa­ deleri ile Karay Türkleri diyoruz. Daha önce Kuman-Hazar menşe'li olduklarını açıkladığımız bu topluluğun «Karay» ismini aldığı tarihlerden itibaren Kırım v e Polonya'daki hayatlarını, inançlarını ve kültürlerini inceliyerek onların gerçekten Kuman-Hazar toplumunun torunları olduklarını bir kere daha ortaya koymaya çalışacağız. Yahudi bilginler, Karaîlerin ilk olarak'Kırım'a X I I - X I I I . yüzyıllarda geldiklerini ifade ediyorlar (1). Regensburg'lu Rabbani seyyah Petahyah, XII, yüzyılın i k i n c i yarısında Kı­ rım, Kara Deniz ve Hazar Denizi arasında yaptığı seyahat(1) L. Nemoy, Karaites, U. J. E., V. VI, p. 317 215 te Karaîleri gördüğünü söylediği için, Yahudi bilginler böy­ le bir kanaate sahip olmuşlardır. Ancak bu tarihlerden da­ ha önce Karayların bu bölgede bulunmuş olmaları gere­ kir. Hazar-Kırım bölgesindeki Yahudilerin Talmud'a muha­ lif olduklarını biliyoruz. Petahyah'ın keşfettiği asrı, Karaî­ lerin o bölgeye geldiği tarih olarak görmek yanlıştır. Pe­ tahyah onları görmeden önce onlar, uzun süre orada yaşa­ mış olmalılar ki onlardan göçmen olarak bahsetmiyor. Ba­ zı Yahudi yazarların iddialarının aksine Karaîlik Kırım'a sa­ dece Bizans'tan gelmiş değil, Bizans'ın yanısıra İran'dan ve Hazar ülkesinden de gelmiştir. Hazar Devleti'nin yıkıl­ masıyla o bölgeye gelen Kuman-Kıpçaklar, Hazar unsurla­ rı absorbe etmişlerdir. Çok önceleri Ural bölgesine ulaşan bazı Karaî misyonerleri, Kumanların bir kısmına Karaîliği kabul ettirmeye muvaffak olmuşlardı (2). Bu Kuman Ka­ raîleri ile Hazar Karaîleri inanç bakımından yakınlıkları yü­ zünden hemen kaynaşmışlardır. Bu şekilde meydana gelen yeni toplumun içinde önceleri iki ayrı Türk şivesi (Kıpçak­ ça ve Hazarca) konuşulmaktaydı. O sıralarda çeşitli dille­ rin e t k i s i altında olan Hazarca'ya nisbetle Kıpçakça daha saf v e daha sağlam olduğundan ve Kumanlar bölgeye ha­ kim unsur olduklarından, Kuman-Hazar Karaîlerinin dilleri­ ne Kıpçakça hakim olmuştur. Ancak buna rağmen bu top­ lumda Hazar unsurlar. Kuman unsurlara göre daha fazla­ dır. ' XII. yüzyılda Kırım'da teşhis edilebilen bu Karayların ellerinde XIII. yüzyıldan kalma Karay Türkçe'sjyle yazılmış Tevrat vardır, bu Tevrat'ta Rumca kelimeler hemen hemen yoktur. İbranice kelimeler de çok azdır. Eğer bu cemaat, XII. yüzyılda Bizans'tan gelen cemaat olsaydı. İstanbul Ka­ raîleri gibi Rumca bilirlerdi ve Tevratlan Türkçe değil, Rumca olurdu. Yine bunlar Xlî. yüzyıl göçmeni olsaydılar. ( 2) N. Zajaczkovvski. Karaims in Poland, p. 36 217 ibrani dilinin daha çok tesiri altında kalırlardı. Böyle bir durum olmadığına göre onların Kırım bölgesinde en az iki veya üç asır önce gelmiş olmaları ve bu topluluğun bü­ yük çoğunluğunun Türk unsur olması gerekir. Kumanca ile Hazarca'nm karışmasından meydana gelen bir dilî konu­ şan Karaî inancındaki bu topluluk, zamanla öyle bütünleşti ki Kuman ve Hazar isimlerini tamamiyle terk ederek, içinde bulunduğu mezhebin adını kendisine isim olarak seçti ve Karay Türkleri ismini aldı. Hazar devletinin yıkıl­ masıyla meydana gelen bu yeni topluluğa o bölgede yaşa­ yan diğer milletlerden ufak tefek bazı katılmalar olmuşsa bile bu durum, topluluğun karakterini değiştirmemiştir, XVİ. yüzyılın başmda İran ve Ermenistan Karaîleri bu top­ luluğa katılmış (3), XX. yüzyılda da bazı Rus ve Kazak köylüleri Karaîliği kabul etmiştir (43. Ancak bu katılanla­ rın sayısı toplumun Türk karakterini değiştirmeye yetme­ miş ve katılanların çoğu Türk'leşmiştir. Güney Rusya Steplerinde (Petahyah'ın Kedar ülkesi dediği bölge) bulunan ve dağınık halde yaşayan Karay Türkleri, X I I . ve XIII. yüzyıllardan itibaren Kırım çevresin­ de toplanmaya başlamışlardır. Moğol istilası ve Altınordu. Devleti'nin kurulmasıyla daha çok Kırım'a doğru çekilen bu topluluktan bir kısmı, XIV. yüzyılda Vitold tarafından Litvanya'ya götürülmüşlerdir. Bu Litvanya'ya götürülme, ba­ zılarına göre zorla olmuştur ve Karaylar o bölgeye esir olarak gitmişlerdir (5). Bazılarına göre ise Karaylar Lit­ vanya ve Polonya'ya zorla değil, kendi istekleriyle gitmiş­ lerdir ve orada, Vitold'a ülke savunmasında yardım etmiş­ lerdir (ç). 1441 yılında Casimir Jagellonîd zamanında i l k C 3) Hikmet Tanyu. Türlderin Dini Tarilıçesi, s. 76 • ( 4) S. Şapşaloğlu, Kırım Karay Türkleri, Türk Yûv, C. C , s. 595 { 5) A. Koestler, The Thirteontlı Tribe, p. 148-149 ( 6) A. Zaiaczkowski_ Karaims în Poland, p. 64 218 imtiyazları alan bu topluluk, önce Troki ve çevresine yerJeşmiş, zamanla hudud boyundaki Salaty, Birze, Karaimszki, PowsoI, Pompiany, Upita ve Kronie gibi yerlere dağıl­ mışlardır (7). Daha sonraları ise Luck, Lvov ve Halicz gi­ bi yerlere yerleşmişlerdir. XVII. yüzyılın sonlarına doğru Litvanya ve Polonya'da 32 Karay cemaati vardı. Bu gün Luck, Halicz, Panevezy, Troki ve Vilno da halen Karay ce­ maatleri vardır (8). Kırım'da kalan Karaylar, 1420 yılında Algiray haneda­ nının iş başına gelmesinden sonra, Menkub, Çiftkale, CÇufutkale) ve Solkat kalelerine çekildiler. 3u şıralarda Ka­ ray ileri gelenlerine Tahranlık payesi verilmiştir. Gözleve de kendilerine ait bir mahkemeleri de bulunan Karayları (9), XVII. yüzyılda gören Evliye Çelebi, onların hayatını şöyle anlatıyor. «Menkub kalesinin bütün Yahudileri Karaî mezhebindedirler. Diğer Yahudiler, bu mezhebin Yahudile­ rini sevmezler, bunlar Yahudilerin kızılbaşlarıdır. Ancak bunlar Musevîdirler. Tevrat ve Zebur okurlar, fakat Çufut lisanı (İbranice) bilmezler, hepsi Tatarca konuşurlar, şap­ ka giymezler, Tatar kalpağı giyerler. Çufutkale ve Men­ kub Yahudileri buralarda oturur, Bahçesaray'daki dükkan­ larına sabah gider, akşam geri dönerler» (10). Evliya Çe­ lebi biraz abartmalı şekilde onlar hakkında biraz daha bil­ gi vermektedir. 1772 Rus istilasına kadar çok rahat bir hayat süren Kırım Karayları, Rusların gelmesiyle rahatlarını kaybetti­ ler, işte bu tarihten itibaren pek çok Kırımh Karay, İstan( 7) A . Zajaczkovvski. Karaims in. Poland, p. 64 ( 8) W . Zajaczkovvski. Karaites, Eneyclopedia of İslâm, V. IV, p. 608. f &) R. S. Karaşemsi, Hazar Türkleri, s. 45 (10) Evliya Çelebi, Mehmed Zilli İbni Derviş, Evliya Çelebi Se­ yahatnamesi, İstanbul 1928, C. VII, s. 583 - 589 219 b u l a kaçmıştır (11). Rusların Kırım'ı ele geçirmeleri ile Hrıstiyanlığın katı taassubu, hem Müslümanların, hem de Yahudilerin üzerine bir Kâbus gibi çöktü. Kırım Karayları, kendilerini bu baskıdan kurtarmak için, atalarının Kırım'a İsa'nın doğumundan önce geldiklerini, İsa'yı Çarmıha ge­ ren Yahudilerle kendilerinin hiç bir ilişkilerinin olmadığını söyliyerek sıyrılmak istediler (12). Fakat bir türlü aradık­ ları huzuru bulamadılar. Birinci Cihan Savaşı'ndan sonra Kırım Karaylarından bir kısmı Avrupa ülkelerine, özellik­ le Paris'e göç ettiler (13). Rusya'daki Komünist idare Müs­ lüman Türklere uyguladığı her türlü zulmü Karay Türkleri­ ne de uyguladı. 1944 yılında 30 bin kadarını Sibirya'ya sürdü (14). Sürgünden kurtulabilenler Avrupa Ülkelerine ve Amerika'ya kaçtılar. Bu gün Rusya'daki Karay Türkleri­ nin kesin sayılarını bilemiyoruz (15). Polonya'dakilerinin sayılarının bin'den fazla olduğunu biliyoruz. Bu gün Dünyada yaşayan Karayların diğer Yahudiler gibi büyük imkânları yoktur, teşkilatları yoktur, mezhebin ilk dönemlerinde kendilerine «Siyon için yas tutanlar» de­ melerine rağmen, bu günkü Karay Türkleri'nin Siyonizm gibi bir emelleri de yoktur, Bu bakımdan cemaat olarak varlıklarını güçlükle devam ettirebilmektedirler. Türk mu­ di) Simon Şişman, istanbul Kaı-aylan, İstanbul Enstitü.sü Der­ gisi, C, II, s.' lO'l -102 (12) A, Harkavy, Karaites aırd Karaism, J. E., V . VII, p. 445 (1.3) W . Zajaczkovvski, Karaites, Eı^cyclopedia of İslâm, V. IV, p. Ö09 (14) A, Caferoğlu, Sovyet Rusya İdaresindeki Esir Milletler, Türk Kültürü Dergisi, Sayı 21, s. .32 (15) Kırım'da eğitimini yapmış yaşli bir İstanbul Karayınm ifa­ desine göre Kırım'da Karaylar Komünist ihtilalinde büyük baskılara maruz kalmışlardır. Ancak Polonya'daki Karay­ lar ba baskılardan nisbeten korunabilmişler, hatta Hitler Po­ lonya'yı işgal edince, diğer Yahudilere yaptığı muameleyi onlara yapn,amış ve onlara ilişmemiştir. 220 bitini, terkedenler, bilhassa Amerika'ya gidenler Rabbanî topluluklar içinde, onlara benzemeye, onlarla kaynaşmaya başlamışlardır. L. Nemoy'un beyanına göre bu gün Ame­ rika'deki Karaylar arasında Rabbanîlerle evlenme nisbeti yo 20 nisbetine ulaşmıştır (16). İstanbul'daki kimsesiz ba­ zı yaşlı Karaylar Talmudistlerin düşkünler evinde kalmak­ tadırlar. Talmudist Yahudiler, Karayları hiç sevmedikleri halde onları kendi aralarında eritebilmek için bu yola baş vuruyorlar. Polonya Karayları, diğer cemaatlere göre bir­ liklerini, (milli duygularını koruyabilmiş olmaları yüzün­ den), daha iyi muhafaza etmektedirler. 2. Karay Türklerinin Dili : Bu gün Karay Türkleri'nin dili denilince akla ilk olarak Polonya Karaylarının dili gelmektedir. Çünkü Kırım'daki Karay Türkleri zamanla kendi şivelerini terkederek Tatar­ ca'ya yakın bir şive kullanmaya başlamışlardır (17). Lit­ vanya ve Polonya'ya göç edenler ise, dillerini onlardan daha iyi korumuşlardır. Kıpçakça ile Hazarca'nın karışma­ sından meydana gelen, ancak Kıpçakça'nın hakim olduğu Karay Türkleri'nin dilini, dil tasnifçileri Kıpçakca'nm bir şivesi olarak tarif etmektedirler. A. Samayloviç Türk şivelerini üç ana gruba ayırıyor. 1) R - G r u b u (Bulgarca), 2) D - G r u b u (Uygurca), 3) T a v Grubu (Kıpçakça) Kıpçakça'yı da iki gruba ayırarak; 1) Es­ ki Kıpçakça, 2) Şimdiki Kıpçakça olarak tasnif ediyor. Şimdiki Kıpçakça'yı da 16 gruba ayıran Samayloviç, 14. grubun Karayca olduğunu (Karaimce) belirtiyor (18). Türk (W L. Nemoy, Karaites, U. J. E., V . VI, p. 319 (17) T. Kowalski, Lehistan'da Türkler, UUıs dazetesi, 6.6.1935. No: 4977 (18) R. RalıiT.eti Arat-Ahmed Demir, Türk Şivelerinin Tasnifi, Türk Dünyası El Kitabı, Ankara 1976, s. 3 1 3 - 3 1 5 221 şivelerinin 6 gruba ayıran L. Ligetîi, ikinci grup olarak al­ dığı Kıpçakça'yı kendi arasında tekrar sınıflandırıyor ye Karayca'yı, bu Kıpçakça'nın dördüncü grubu olarak zikre­ diyor (19). A . N. Basbakov, lürk şivelerini 1) Batı Hun Da­ lı, 2) Doğu Hun dalı olarak iki ana gruba ayırıyor. Batı Hun dalını dört gruba ayırıp, üçüncü grub olarak Kıpçakça'yı zikrediyor. Kıpçakça'yı da tekrar; Kıpçak Bulgar ve Kıpçak Oğuz olarak sınıflandırıyor. Kıpçak Oğuz grubunu da. Es­ ki ve şimdiki dil olmak üzere iki kısma ayırdıktan sonra, şimdiki konuşulan Kıpçak Oğuz dilinin ikinci dalını Karay­ ca olarak ifade ediyor (20). Daha pek çok bilginin yaptığı tasniflere göre Karayca, Kıpçakça'nın sadece bir dalıdır ve diğer dallarından biraz farklıdır. Bu konuda Kovvalski şunları söylüyor. «Ufak gruplar halinde Lehistan'da yer­ leştirilen ve her taraftan Slav halkı ile çevrili bulunan Po­ lonya Karayları, bu güne kadar eski şekil lisanlarını koru­ yabilmişlerdir. Bu lisan, evvelce Güney Rusya bozkırların­ da, sonra da IVlacarîstan'da yaşayan eski Kumanların dili­ ne çok yakındır. Ve onunla birlikte Türk lisanlarının Kıpçak kısmından sayılır. Bu gün ise Kafkasya'da yaşayan Balkar ve Karaçayların lisanı ona en çok benzemektedir. Fakat bu gün hiç değişmemiş eski lisanı ancak Polonya ve Lit­ vanya'dakiler koruyabilmişlerdir. Polonya Karaylarının dili. Kuzey ve Güney olmak üzere iki kısma ayrılıyor Polonya Karaylarının dillerinde yabancı kelimeler oldukça azdır» (21). Kovvalski, Polonya'daki Karayların iki farkh di­ yalekt kullandıklarını belirttikten sonra bu dilin, bazı özel- (19) R. Ralıraeti Arat-A. Demir, a.g.e^ s. 313-315 (20) R. Ralımeti Arat-A. Demir, Türlı Şivelerinin Tasnifi, s. 313315 (21) T. KoTAralski, Lehistan'da Türkler, Ulus Gazetesi, 6.6.1935, No: 4977 222 ilkleri bakımından Trabzon ve Rize çevresinde konuşulan dile benzediğini de belirtiyor (22). Karay dilinde kelimeler iki gramatik gruba ayrılırlar; isim, f i i l . Gerek isimlerin ve gerekse fiillerin sadece bi­ rer çekimi vardır. Kelime kökleri ya, et, ot, at gibi tek hecelidir veya, sessiz -t- sesli + sessiz tiptedir; baş, beş, boş gibi. Kelime yapma formülü de ; R -t- S + S + S -i- S + ...... Sn olarak kabul edilebilir. «R» harfi esas yapı ala­ meti, «S» ise müteselsil olarak gelen takıların alametidir. Çok heceli kelimeler tek heceli kelimelerden yapılır. Me­ selâ; sağlık ve sağlamhk ma'nasına gelen «Sav» kelime­ sinden «Sav-Uh-tur-uv-cu» kelimesi yapılır. Bu kelime. Dok­ tor ve Hekim anlamına gelir. Karayca'da tek heceli keli­ melerin yanında altı veya daha fazla heceli kelimeler de vardır (23). Yine Karayca'da, diğer Türk şivelerinden farklı olarak müenneslik alameti mevcuttur. Meselâ; bey anlamı­ na gelen «Bî» kelimesi, kadın için kullanılacağı zaman so­ nuna müenneslik İşareti olarak «ke» ekini alır ve «Bike» olur. Aynı kural Han, Kul, Kurd kelimeleri için de geçerli­ dir. Bu kelimeler dişi için kullanıldıkları zaman sonlarına «ke» edatı alarak «Hanke, Kulka, Kurdka» şekillerine dö­ ner (24). Polonya, Karaylarının dilleri üzerinde Balkar, Karaçay, hatta Ermenice'nin tesiri olduğunu ifade eden Kovvalski, bu durumun, onların Polonya'ya nereden gelmiş oldukları­ mı öğrenmemize yardım ettiğini söylüyor (25). Gerçekten Karayca'da Karaçay-Balkar diyalektlerinin dışında hiç b i r dilde rastlanmıyan bazı kelimeler vardır. Meselâ; «Bazlik» (Huzur), «Berne» (Hediye», «Borla» (Üzüm), «Boşatmak» (22) T. p. (23) A . (24) S. (2;5) T. Kovvalski, Karairaische Texte im Dialekt Von Troki, XLV1II Zajaczkovvski, Karaims in Poland, p. 41 Şapşaloğlu, Kunm Karay Türkleri. Türk Yılı, C. I, s. 600 Kovvalski, Karaimischc Texte p. XVIII 223 (Bağışlamak), «Yüzak» ( K i l i t ] , «Kertme» (Armut), ve «Or­ taç» (Ada) gibi kelimeler, Karaçay-Balkar ve Karayca'nın dışında diğer dillerde bulunmamaktadır (26). Tevratî olan Karaylar, Tevrat eğitimine çok önem ver­ diklerinden Karayca'ya bazı İbranice kelimeler girmiştir. Bu dilde İbranice «Gehinom», «Şabat Kün» gibi kelimele­ rin yanısıra, «Seher, Avaz, Firyat, Pirlik, Hasta, Vakt, Ze­ val, Kuvvet, A k ı l , Sır, D i n , Umma, inayet, Kenesa, Kur­ ban» gibi Arap-Fars menşe'li kelimelerle, özellikle Hns­ tiyan Kumanların kullandıkları «Yeh-kün, Yeh-Başkün» gibi kelimeler de vardır (27). Bu hususları tesbit eden Zajacz­ kovvski, konuyu daha ileri götürerek Karayların, Polonya'­ ya Yahudi, İslâm, Hnstiyan ve eski Türk dini kültürlerinin bir arada yaşadığı bir ülkeden gelmiş olduklarını söylü­ yor. Orta çağlarda bu dört kültürün bir arada yaşayabildi­ ği tek ülke Hazar ülkesi olduğundan, Karayları, Hazar ül­ kesinden Polonya'ya gelmiş olarak kabul ediyor (28). Kim­ senin itiraz edemiyeceği kadar açık ve seçik olan bu özel­ liklerin sonucu olarak Karay Türkleri'ni Hazar ülkesinden gelmiş ve Hazarlar'ın torunları olarak kabul etmemiz ge­ rekir. Halen Tevrat'a sıkı sıkıya bağlı olan Karaylarda, şahıs isimlerine bakılacak olursa, onların Türk menşe'li olduk­ ları açıkça görülür. Karaylarda bazı şahıs isimleri şöyle­ dir : Tomalay, Akbike, A y t u l u , Mamok, Beylik, Hanke, A l lunkız, Severgelin, Bîana, Tombul, Yalpacık, Sağdakcı, Ça­ pak. Bu isimler, Karaylann İslâm öncesi eski Türk kültü­ rüne sahip olduklarını da göstermektedir. Yine bu dönem kültürünün izlerini gün ve ay isimlerinde görmek müm­ kündür. Gün isimleri : Şabat-Kün (Cumartesi), Yeh-Kün (26) A. Zajaczkowski, a.g.e., s. 39 (27) A. Zajaczkovvski, K.araims in Poland, p. 19 (28) A. Zajaczkovvski, a.g.e,, s. 19 224 (Pazar), Yeh-Başkün (Pazartesi), Orta-Kün (Salı), Kan-Kün (Çarşamba), Kiçieyne-Kün (Perşembe), Eyne-Kün (Cuma) (29). Ayların isimleri : I - Artanhay 2 - K u r a l ay 3 - Başkuskanay 4-Yazay 5 - Ulahay 6-Çirikay 7 - Ayrı kay Ö- Kûzay 9 - Sohumay 10 - Kişay I I - Karakişay 12 -Süvünçay 13-Ârtıhay M a r t - Nisan Nisan - Mayıs Mayıs - Haziran Temmuz - Haziran Temmuz - Ağustos Ağustos - Eylül Eylül - Ekim Ekim - Kasım Kasım - Aralık Aralık-Ocak Ocak - Şubat Şubat - Mart A t l a m a yılında ikinci Şubat Mahsülsüz ay Dişi karaca ayı Olgunlaşma ayı Yaz ayı Kuzu ayı Çürük ay Kutsal ay Güz ayı Yiyecek hazırl. ayı Kış ayı Kara kış ayı Keyif ayı Fazla ay Karay Türkleri'nde ayların ve yılbaşının tesbiti genel Karaî prensipleri içinde yapılmakla beraber, Anan'ın tesbit et­ miş olduğu mutlak gözleme prensibinden, hava kapalı ol­ duğu zaman hesaplama yoluna dönülmüştür (30). Kırım'daki Karayların diline Tatarca ve Çağatayca ke­ limeler girerken, Polonya'daki Karayların dillerine çok az da olsa Lehçe, Slavca, Ukranca ve Yidişce kelimeler gir­ miştir (31). XIV. yüzyılda Lehistan'a göç eden Karayları, Avrupalılar bir kaç asır teşhis edememişlerdir. : Ancak XVII. asrın başlarında Alman müsteşriki Protestan Papaz Buxtrof, konu ile ilgilenmiş ve Kırım Karaylarının Türkçe (29) R. S. Karaşemsi. Hazar Türkleri, s. 52 (30) L. Nerr..oy_ Karaites, Encycioijedia öf İslâm, V. IV, p. 607 (31) T. Kowalski. Karaimischc Texte... p. X L - X L V -225 Tevratî arından bahsetmiştir. 1690 yılında Uppsala Üniver­ sitesi Profesörlerinden müsteşrik Gustav Lillienblad Peringer, İsveç Kralı X I I . Charles'in emri ile Karayları ziya­ ret etti. Peringer bir mektubunda Karayların dilinin Tatar­ ca, veya daha çok Türk-Kıpçakca bir dil olduğunu, Kenasa ve okullarında bu dilin kullanıldığını ve Tevrat'ın bu dile tercüme edildiğini belirtmiştir (32). 1880 yıllarında ünlü Rus Akademisyeni ve Rusya'daki Türkolojinin kurucusu W. Radloff, Polonya'daki Karay bölgesini gezerek notlar toplamış ve bunları Türk Diyalektleri isimli eserinde yaz­ mıştır (33). XIX. yüzyılın sonlarında ve X X . yüzyılın baş­ larında Alman Türkoloğu F. Koy ve Macar bilgini B. Munkosci, Karay dilini araştırmışlardır. Ancak Karaylar hak­ kında en büyük araştırmaları, Jon Grzegorzewski ile Tade­ usz Kovvalski yapmışlardır. 1927 yılında Hollanda'da yapı­ lan müsteşrikler konferansında Kovvalski, Karaylar hakkın­ da bir tebliğ okumuştur (34). Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi Üyesi V. Gordlevsky. Akademi mecmuasında Karayların Türkçe Tevratma sözlük hazırlama konusunda entrasan bir makale yayınlamıştır (35). Son zamanlarda Omeljan Pritsak Philologiae Turcicae Fundamenta içinde Karay dili hakkında Ansiklopedik bir çalışma yapmış ve Karay yerleşme yerlerini gösteren bir haritayı Fundamenta'nm sonuna ilave etmşitir. Bu harita­ da Türkçe konuşulan yerler de gösterilmektedir (36). Yi­ ne Sovyetler Birliği ve Polonya Bilimler Akademileri müş­ terek olarak, Karayca-Rusca-Polonyaca bir sözlük hazırla­ mak üzere N . A . Basbakov, A . Zajaczkovvski ve S. M. Sap­ ışa) (33) (34) (35) (36) 2,Ü6 A. Zaiaczkowski, Karaims in Poland, p. 4 3 - 4 4 A . Zajaczkowski, a.g.o,, s. 4 3 - 4 4 A . Zajaczkowski, a.g.e., s. 4 3 - 4 4 A. Zajaczko-wski, a.g.e., s. 40 - 47 Omeljan Pritsak. Philologiae Turcicae, Fundamenla, baden 1959, Band I. p. 319-340 Wies- şala'yı görevlendirdiler. 17400 kelimeden oluşan Karaimsko-Rus-Polsky Slovar isimli sözlük .1974 yılmdâ Mosko­ va'da yayınlandı. Sözlüğün 1 4 - 2 9 . sahifeleri arasında Ka­ ray Türkleri'nin dil ve edebiyatları hakkında zengin bir bib­ liyografya da mevcuttur (37). Ayrıca A . Zajaczkovvski 1962 yılında yayınlamış olduğu Karaims in Poland isimli eserin­ de Karayları çok geniş olarak incelemiştir. Yine 1928 yılın­ da S. Şapşaloğlu Karayların edebiyatı, kültürü ve tarihi hakkında Karay Türkleri adlı bir makale yazmıştır (38). X!V. yüzyıl Arap dilcilerinden Ebu'l-Hayyan, Kitabu'I-İdrak It Üsani'l-Etrak isimli Arapça-Türkçe sözlükte yer yer Ka­ rayca kelimelere yer vermiştir (39). Karay kültürünü geliştirmek üzere Karay Türkleri, 1913-1914 yıllarında Vîlno'da içinde Karayca şiirler bulu­ nan aylık bir dergi çıkardılarsa da bu, ancak sekiz sayı de­ vam edebildi. Yine 1914 yılında Luck'da Rusça bîr dergi çı­ karmaya başladılar. 1924 yılında Vilno'da Polonyaca Myşl Karaimska isimli Karay kültürü ile ilgili bir dergi çıkarttı­ lar. 1927 yılında Vilno'da Karacya-Rusca Şahsımız isimli bir dergi çıkarıldı. 1911-1912 yıllarında Moskova'da Ka­ raylar tarafından Rusça bir aylık dergi yayınlandı. 19171918-1919 yıllarında Rusça iki ayn aylık dergi yayınlan­ dı (40). Yukardan beri saydığımız bütün bu yayınlar Karay di­ lini ve edebiyatını geliştirmeye matuf olan teşebbüslerdir. Özellikle XIII. yüzyılda yazılmış olan Karayca Tevrat ter­ es?) (38) ilhan Çeneli. Türk Lehçe ve Şiveleri Sözlükleri, Türk Kül­ türü Dergisi, Ankara 1 9 7 5 , Sayı 1 5 6 , s. 3 6 8 - 3 7 1 S. Şapşaloğlu, K ı n m Karay Türkleri, Türk Yılı, C. I, s. 5 7 6 • 6 1 5 (39) Esiru'd-Din Ebi Hayyan el-Endulûsî, Kitabu'l-İdrak li Lisani'l-Etrak, A. Caferoğlu neşri, İstanbul 1 9 3 1 , (40) T. Kowalski, Karaimische Texte... p. LXXVII 227 cümesi Türk dili ve kültürü bakımından büyük bir ehemmi­ yet taşımaktadır. Hnstiyan misyonerlerin, Hrıstiyanlığı ka­ bul eden Kumanlara yazmış oldukları Codex Cumanîcus Türk dilcileri için ne kadar büyük bir önem taşıyorsa, Ka­ ray Türkleri'nin Karayca yazmış oldukları Tevrat da o nis­ bette önem taşımaktadır. A m a ne yazıkki bazı ferdî ça­ lışmalar dışında eski Türkçe'nin en saf örneklerinden biri olan bu eserle kimse ilgilenmemektedir. Bu Tevrat tercü­ mesi, Codex Cumanicus'un yazıldığı dönemlerde, hatta biraz daha önce yazılmış olabilir, dili de ona çok benze­ mektedir C41]. 3. Karay Türkleri'nin Kültürü : Karay Türkleri'nin kültürünü İncelediğimiz zaman bu kültürün Türk kültürü ile aynı olduğunu gördüğümüz gibi, bilhassa bu kültürde Hazar izlerine tesadüf ederiz. Şarkı, türkü, şiir, atasözü, masal, bilmece, hikaye, gelenek ve görenek gibi bütün hususlar tetkik edildiğinde Karayların kültürünün diğer Türk kabilelerinin kültüründen farklı ol­ madığını görürüz. Daha önce tezimizin birinci bölümünde zikrettiğimiz iki Karay türküsünde C42) A t . Ok, Sağdak, Toy çalmak gibi Türk motiflerinin yanısıra Hazar oğliu ve Hazar Beyi gibi ifadelere rastlanmaktadır. Bu ifadeler on­ ların HazarlaHa irtibatını ortaya koyar. Karay Türküleri gibi şarkıları da Türk motifleri taşır. Türk folkloruna a i t olan v e Ninni diye İsimlendirilen Ka­ rayların şöyle bir şarkıları vardır. «Butukhamor hayvanı buz üzerinde duruyordu, buz kırıldı. Çünkü güneş, buzdan daha güçlüdür. Güneşi örten bulut, Güneşten daha güçlü­ dür. Buluttan düşen yağmur, buluttan daha güçlüdür. Yağ­ murdan sonra büyüyen yaşot, yağmurdan daha güçlüdür. (41) Ş. Şapşaloğkı, a.g.e., s. 603 (42) Bu ikt türkü İçin 125. sayfaya bak. 2.28 Yaşotu yiyen koç, yaşottan daha güçlüdür. Koçu kesen Hazzan, koçtan daha güçlüdür. Küçük Fare de Hazzan'dan daha güçlüdür.» Çeşitli Türk kabileleri arasında buz, Gü­ neş, yağmur, dağ ve benzeri motifler işlenen, bu şarkıya benzer pek çok derleme vardır. Bu benzerlik Karay şarkı­ larının menşe'ini tayin etmektedir (43). XX. yüzyılda Gözleve'de Daru'l-Muallimin Müdürlüğü yapan İlyas Bey Kazaz'ın Taligsız (Talihsiz) adlı entrasan bir şiiri vardır : Beni ok nişanı eyledi felek Darb-ı şedidleri sırtımdan gitmez. 01 zalimin kastı etmektir helek Rica, niyaz, feryad hiç fayda etmez. Kurulmuş yay ile düşer peşime Gizli tuzak kurur yol izime Beddualar okur herbir işime Laneti bir gün yakamı koyvermez. Olursam sabancı, Maklaydan (Alın) Tarlaya saçarsam Saçtığım urluktan işlersem sel gibi yüz bin (Tohum) yeri dökersem teri histeri (üç kantar) bir zerre bitmez. Yo/far batıf olur olursam hancı Göller kurur olursam ben değirmenci Gece güne döner olsam ben mumcu Güneş gökte durur batıya inmez ( 4 4 ) . Böylece devam edip giden şiirdeki bazı. kelimelerin kullanılış şekli, Karaylann kültürleri hakkında bize bir f i ­ kir vermektedir. Kırım Karaylannm söyledikleri söyle bir manileri var­ dır. (43) A . Zajaczkovvski, Karaims in Poland, p. 60 (44) S. Şapşaloğlu, K m m Karay Türkleri, Türk Yılı, C. I, s. 605 229 Altın tabak üstünde fincanımsın sen benim Bütün Kınm içinde bir canımsm sen benim (45]. Kırım Karaylarının sevda ve hasret üzerine yaktıkları şöyle bir türküleri daha vardır. Men kamemi yağladım ucuna kara bağladım Men yarimden ayrıldım üç ay on gün ağladım (46). Karaylarda, diğer Türk Kabilelerinde sık sık rastladığı­ mız pek çok atasözü ve bilmece vardır. Bunlardan bir ka­ çını naklediyoruz. «Adamaktan mal tügenmez, Tanrı saklasın vermek­ ten» (47], «Aynlgannı Ayuv (Ayı] aşar, Bölüngenni börü (Kurt]» (48], (Alma dereğinden (ağacından] uzakka çüşmez (düşmez]» (49], «Kaşık ilen aş bergen, sapı ile köz çıkarır.» (50], «Kimi su tapmay içmeye, kimi köpür tapmay geçmeye.» (51], «Kızın komşu evinde yatmasın, oğlun bazar aşı tatmasın.» (52), «Ac canlı köp aşeyt, acı canlı köp sözlyt.» (53). Bu son ata sözü Anadolu'da «Acıkan ne bulsa yer, acıyan ne olsa söyler.» şeklinde söylenmekte­ dir. «İt itka, i t itnin kuyruhuna» (54). Bu atasözü de Ana­ dolu'da «İt ite, it itin kuyruğuna» şeklinde söylenmektedir. (45) S. Şapşaloğlu, Kırun Kaıay Türkleri. Türk Yılı, C. I, s, (ili (46) S. Şapşaloğlu, a.g.e., s. 611 (47) İlhan Çeneli, Türk Lehçe ve Şiveleri Sözlüklert Türk Kül­ türü Dergisi, Sayı 158, s. 368-371 (48) İlhan Çeneli. a.g.e., s, 368 - 371 (49) İlhan Çeneli. a.g.e., s. 368-371 (50) ilhan Çeneh, a.g.e., s. 368-371 (51) S. Şapşaloğlu, Kırım Karay Türkleri. Türk Yıh, C. I, s. 611 (52) (53) (54) 23ü S, Şapşaloğlu, a.g.e., s. 611 A. Zajaczkovvski. Kaı-aims in Poland. p. 60 A, Zajaczkowski, a.g.e., s, 60 «Bize Kelgan, bizga uşugan» (55). Bu atasözü de Anadolu'­ da «Bize gelen bize benzer.» şeklinde söylenmektedir. Karaylar, bu gün Anadolu'da var olduğu şekliyle bazı bilmecelere sahiptirler. Meselâ : «Ay biz idik biz idik, otuz iki kız idik, iki tahtaya düzüldük, birer birer üzüldük, (diş) (56). «Bir alçacık oturgan, bütün evini doldurgan (mum). (57), «Karanlık evinden gelin gele, beş kulga kar­ şı gele, aldım ele vurdum yere, Allah belasını vere (sü­ mük) (58). Karay masallarında, hikayelerinde, şarkı ve türküle­ rinde çoğu kez yiğit ve gürbüz pehlivanlar öğülür, Türük adlı, yedi başlı Ejderhaya karşı onların savaşları anlatılır. Karay masallarında kahraman, daima ayın 14'üne benze­ tilir. Bu kahraman, ya çok güzel bir kızı arayan bir şehza­ dedir, veya sultanı arayan cesur ve fakir bir köylü delikanlısıdır. Masal Kahramanları daima cesur olup, etrafa ateş saçan yedi başlı Ejderha ile savaşırlar. Ejderhayı mağlub ettikten sonra onun altı başını keserler. Ejderha 7. başının da k e s i l m e s i / i ç i n yalvardığı halde masal kahrama­ nı yedinci başı kesmez (59). Karay masallarının başında bulunan ve Karayca «Yu­ mak başı» denilen şöyle bir tekerleme vardır. «Zaman za­ man ekeçde. Pire berber ekeçde, deve de lelek ekeçde, susgarı natır ikende, men on yaşında ikende, babam beşikde bâlâ ikende, men babamın beşiğini tıngır mıngır tepretkemde, kaplu kuplu bakalar kanatlandı uçmağa, denizge bir ot tuşti, balıkların sırtı p i ş t i , korkudan araba tuttu­ lar, balıkla vağa kaçmağa, ak mescidin minaresi eğildi (55) A . Zaiaczkow,ski, a.g.e., s. 60 (56) S. Şapşaloğlu, a.g.e., s. 610 (57) S. Şapşaloğlu, a.g.e., s. 610 (58) S. Şapşaloğlu, a.g.e., s. 610 (59) S. Şapşaloğlu, Kırun Karay Türkleri. Türk Yılı, C. I, s. 606 231 salgırdan su içmeğe, eski Kınmga kimi yanaştı karşı karşıga İstanbul'a göçmeğe, o yalan bu yalan f i l n i yuttu bir yılan, hinci bulasın minci bulasın eğer bu yumağı tmlamazsan hamam tokmağı kadar çıban çıkarasın. Yumakdır bunun adı, tınlamak bilan gelir tadı. Az mı gider uz mu gi­ der altı ay bahar, yaz ber güz mü gider ilah (60). Karay esfanelerinde «Uluğ Ata» (Büyük baba) ve «Kar­ ga Uluğ Ata» (Lanet han baba) gibi iki kelimeye rast ge­ linmektedir. Uluğ A t a , iyilik ilâhıdır. Karga Uluğ A t a kö­ tülük ilâhıdır. Halen Tevrat'ı benimsemiş olan ve asırlar­ dan beri bu inançlarını sürdüren Karay Türkleri'nde iyilik ve kötülük ilâhlarının bulunması çok dikkat çekicidir. Bu inançların Karaylarda bulunması O'nların Hazarlarla irtiba­ tına delalet eder. Çünkü bu iki inanç Türkler'de İslâm ön­ cesi dönemlerde mevcut olup, Karaylara Hazarlar'ın eski dininden geçmiştir. Karaylar Türk-İslâm halkının devam ettirdiği ve çiftçi toplumların kültürlerinden gelme bir takım kehanetlere sa­ hiptirler. Vücudun bazı uzuvlarının titremesinden gelecek­ le ilgili haberler çıkaran ve Sekirme Yoraları isimli keha­ net kitabları vardır. Bu kehanet kitablarında bir insanın sol ayağının budu titrerse, o insanın iyi bir yolculuk yapacağı, şayet sağ ayağın budu titrerse o insanın sevindirici bir şeyle karşılacağı yazılıdır (61). Karaylarda rüya tabirleri yapan ve Tüs Yoraları deni­ len bir takım kitaplar vardır. Bu kitaplarda, bir insanın ge­ ce rüyasında kuzu veya teke görmesinin o insanın talihi­ nin iyi olacağı şeklinde ifade edildiği belirtilmektedir (62). Karaylar yıldızlara bakarak gelecekten haber verirler. Gök çjürlemesinden ma'na çıkarırlar. Karaylarda otlardan ilaç (00) s. Şapşaloğlu, a.g.c, Ü. eOG (61) A. Zajaczkovvski, Karaims in Polaaıd, p. 62 (62) A, Zajaczkovvski, a.g.c. p. 62 232 yapma ve hayvan büyüleri yaygmdır. Göz hastalıklarma karşı taze bir tavuğun ödü konyak v e bal ile karıştırıldık­ tan sonra gece göze sürülünce hastalığa iyi geleceğine inanılır. Karaylar sinir hastalıklarına karşı Karaim Kökü is­ mi de verilen Ucur Köreni isimli bir ilaç kullanırlar ki bu ilaç «Lapati» adh bir bitkinin kökünün suyudur (63]. Karaylarda Ruhla temas kurulabileceğine ve normal halde elde edilemiyen bazı şeylerin büyü yolu ile elde edi­ lebileceğine inanılır. Gerek ruh çağırma v e gerekse bü­ yü için Karayların pek çok sihir formülleri vardır (64]. Karaylar sevinç ve matem günlerinde halka helva yedirirler. Cenaze defnedilip geri dönülünce siyah renkte «Udur» (Matem) helvası verilir. Ölünün kırkıncı gününde kahve renkli Hazar Helvası v e senesinde Ak Helva veri­ lir. Bu adetler de Karaylara Hazarlardan miras kalmış ol­ malıdır (65). Cenazede olduğu gibi düğünlerde de Karay­ lar müsafirlerine helva ve benzeri yemekler yedirirfer. Karaylar düğünlerinde milli çalgılarını çalarlar. Kırım'daki düğünler gehellilke kale yolunda yapılırdı. Bu yol gece meşalelerle aydınlatılıp burada at yarışları yapılırdı. Ay­ rıca kaçmaya çalışan güveyi'yi yakalamak için yollar ka­ patılırdı. Düğünlerde davulun yanısıra zurna v e dümbelek de bulunur ve düğünde silah atılırdı. Güvey hamamda çal­ gıların refakatında yıkanır ve traş edilirdi. Gelinin el ve ayaklarına kına yakılır v e başına t e l duvak asılırdı. Gelin alma merasimi esnasında Al gelin ve Ağlama gelin tür­ küleri söylenir. Ayrıca mani tarzında ç e n g i l e r d e okunur­ du (66). (63) A . 2:ajaczkowski, a.g.e., p. 63 (64) A. Zajaczkovvski, Karaims in Poland, p. 63 (65) S. Şapşaloğlu, K ı n m Karay Türkleri, Türk Yılı, C. I, s. 608 (66) S. Şapşaloğlu, a.g.e., s. 607 233 Karay yemekleri tamamıyla Türk menşei'lidir. Bu ye­ mekler tarz olarak da, isim olarak da Türk Karakteri gös­ terirler. IVIeselâ; Katlama (Peynir çöreği), yayma (Normal çörek), kıyma (ince kıyılan et), yaymaç (pasta), Umaç (un çorbası). Tutmaç (Makarna), kibin (içine çiğ e t konup üs­ tü yağlandıktan sonra ateşte pişirilen yuvarlak çörek), kanmağ (helva) gibi bütün Karay yemeklerinin yapılış tarz­ ları da, isimleri' de tamamen Türk karakterlidir (67). Karay kültür materyallerinin en önemlilerinden biri «Talki» denilen bir alettir. Bu alet Karaylarda hamur yo­ ğurmak için kullanılır. Sivri uçlu uzun bir tahta, sofanın bir tarafına bağlanır, bir taraftan diğer tarafa doğru aşağı ve yukarı olmak üzere hamur yoğurulur. Bu alet halen Ka­ raçaylâr tarafından da kullanılmakta olup zamanında. Ha­ zarlar tarafından da kullanılıyordu (68); Bu Talki için Ka­ raylar da bir atasözü vardır. «Bol haz Talki, bir f o r aşa bütün yıl sinirt.» anlamı; Talki gibi o l b i r kere kes ve bü­ tün yıl boyunca sindir, demektir. Yinö Karaylar da son ba­ harda kuru et hazırlanır. Koyun eti ince dilimler halinde kesilir ve sıcak fırında kurutulur. Bu kuru et hazırlanrıa işi dahi, Karaylar'ın Kuman ve Hazar menşe'lerini açıkça ortaya koyar. Çünkü yazın bozkırlara giden Hazarlar ora­ da pek çok kış yiyeceği ve özellikle kuru eti hazırlar ve kışın geri dönerek hazırlanan bu kuru e t i ve diğer y i ­ yecekleri şehirlerde yerlerdi (69). Talki aleti, helvalar, kuru. et hazırlama ve diğer yiye­ cekler. Hazarlarla Karayların ilişkisini açıkça ortaya koy­ maktadır. (67) A. Zajaczkowsld., a.g.e., s. 5 6 - 5 6 (68) A. Zajaczkowski. Karaims in Poland, p. 53 (69) İbni Rusteh, el-Ağlaku'n-Nefise, s. 139'; A. Zajaczkowski, a.g.e., s. 61 234- Karayların Kırım'da iki Uruğları (Sülaleleri) vardı. Bu iki sülalenin kendilerine ait «Y« v e «O» şeklinde damga­ lan vardı. Bu damgalarla hayvanlarını damgalarlardı (70). Karay Türkleri'nin dokuma ve süs sanatları Turan sa­ natının karakteristik özelliği olan geometrik süsleme, na­ kış işleme ve kumaş dokumalarından ibaret i d i . Ancak bu kültürlerini koruyamadıkları gibi eski milli kıyafetlerini de bu gün kaybetmişlerdir (71). Bu gün Üniversite Profesöründen gündelik ameleye kadar her meslekten insanın bulunduğu Karay Türk toplu­ mu, önceleri bilhassa çiftçilik ve bahçecilikle meşgul olur­ lar. Doğuda yetişen bitkileri yetiştirirler ve at ticareti ya­ parlardı (72). Karay Türkleri, deri işleme hususunda da maharetli olup, muhtemelen bunu Kırgızlardan öğrenmiş­ lerdi (73). Karaylarda adabı muaşeret, büyüklere saygı ve küçük­ lere sevgi gibi ahlâkî prensipler son derece kuvvetlidir. Müsafire saygı en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Karaşemsi, 1930 yılında Vilno'ya yaptığı seyahatte oradaki Karayların kendisine nasıl hürmet ve ikram ettiklerini ve Onlardaki millî duygulann ne kadar sağlam olduğunu geniş olarak anlatmaktadır (74). Tarihçi R. Murat, Kınm Karayları hak­ kında onların, Musevilerin en iyi ahlâklıları olduklarını ve diğer Yahudilere asla benzemediklerini ifade ediyor (75). Karaylarda eski Türk dininden kalma bazı alışkanlık­ lar son zamanlara'kadar devam etmiştir. Hazarların hakan(70) (71) (72) (73) (74) (75) S. Şapşaloğlu, Kırım Kara;y Türkleri, Türk Yıh, C. I, s, 608 A . Zajaczkowski. a.g.c., s. 58 A. Za)aczkowski, Karaims în Poland, p. 70 T. Kovvalski, Karaimische Texte... p. X n R. S. Karaşemsi, Hazar Türkleri, s. 51 M . Remzi. TemkuT-Ahbar. C. I, s. 170 235 larına ve Hakan saraylarına ve mezarlarına gösterdikleri saygının aynısını son zamanlara kadar Karaylar da gös­ termekte idiler. Pek çok tarihçinin belirttiği gibi Hazarlar, hakanlarının saraylarının yakınına varınca atlarından iner­ ler, yere kapanır, secde eder ve Saray gözden kaybolun­ caya kadar yaya yürürlerdi. XIX. yüzyılın ortalarında Kı­ rım'a gelen «Homer Dehel» isimli bir Fransız seyyah, Ka­ rayların Kırım Hanı'nın sarayına yaklaşınca atlarından inip secde yaptıklarını ve saray gözden kayboluncaya kadar tıp­ kı Hazarlar gibi yaya yürüdüklerini görünce, Kırım'da Ka­ rayları ikinci sınıf vatandaş zannetmiş v e seyahatnamesi­ ne böyle yazmıştır (76). Bu adet, onların Hazarlarla irtiba­ tını yine gözler önüne serer. Bu günkü yaşayan Karay Türkleri'nin kültürü ile eski kaynaklardan tesbit edilebilen Hazar Türkleri'nin kültürü­ nü karşılaştırdığımız zaman Karay kültürünün, Hazar kül­ türünün devamı olduğunu açıkça görmemiz mümkündür. Tarihi delilleri bir yana bıraksak bile, iki toplum arasında­ ki bu kültür paralelliği ve benzeyişi dahî Karay Türkleri'­ nin Hazarlar'ın devamı ve onların torunları olduğunu isbat­ lamaktadır. 4. Karay Türkleri'nde İnanç ve İbadet Esasları : Karay Türkleri gerek inanç ve gerekse ibadet bakı­ mından esas prensiplerde diğer Karaîlere benzerler. An­ cak onlardan farklı oldukları bazı noktalar da vardır. İnanç yönünden Talmud'a muhaliftirler. Tevrat'ı şeriatın yegane kaynağı kabul ederler ve Musa'yı şeriat sahibi en büyük peygamber olarak tanırlar, Hz. İsa v e Hz. Muhammed (S.A.V.) hakkındaki görüşleri diğer Karaîlerin görüşlerinin aynıdır. İbadetlerini sabah ve akşam olmak üzere diğer (76) 236 Hamevî. Mu'cemu'l-Buldan, C. 11, s. 363-369; S. Kırım Karay Türkleri, Türk Yılı, C. I, s. 607 Şapşaloğlu, Karaîler gibi günde iki defa yaparlar. Ancak ibadetlerin yapıltş şekli ve dualar, diğer Karaîlerden biraz farklıdır. Çün­ kü Karay Türkleri ibadetlerinin büyük bir kısmını Türkçe olarak yaparlar. Kırkisanî, «Milli ibadet dili» üzerinde ıs­ rarla durduğundan Karay Türkleri ondan ilham alarak iba­ detlerinin bir kısmında ve âyinlerinde Tevrat ve Zebur'u Türkçe okurlar. Karaylarda ibadet dilinin Türkçe oluşu da onlara Hazarlar'dan miras kalmış olmalıdır. Çünkü Aziz Costantinos'un hayatını anlatan kitapta, Hazarlarm ibadet­ lerini kendi dilleri ile yaptıkları ifade edilmektedir (77). Karay Türkleri'nin dinî eserleri umumiyetle ibranice yazılmış olmasına rağmen, yine de bu eserlerin Türkçe tercümeleri yapılmıştır ve bu tercümeler ibadet ve âyin­ lerde okunur (78). Diğer Karaîler gibi Karay Türkleri de İbranice'yi kutsal dil sayarlar ve Tevrat öğrenimine büyük önem verirler. Onlara göre Tevrat öğrenmek, ilimlerin en yükseğidir. Ka­ raylar da Tevrat'ın değerini belirten şöyle bir şarkı da var­ dır. «Tatlıdır Tora, Mandan da baldan da» Man, Karaylar'ın Gök Ekmeği gibi kutsal saydıkları bir ekmektir. Bu bakım­ dan Karay Türkleri çocuklarının Tevrat eğitimine çok önem verirler. Onlara göre Tevrat eğitiminin çocuklara tesiri, de­ ri işlemeciliğinde kırbacın tesiri gibidir. Eskiden çocukla­ ra Tevrat öğretmek için falaka dahi kullanılırdı. Bu sıra­ larda falaka terkedilmiştir. Karay çocuklarının dini eğitim­ leri bu gün tamamen Türkçe yapılmakta olup, İbranice Tev­ rat eğitimi tamamen terkedilmiştir (79). Karaylar gerek günlük ibadetlerinde, gerek Şabat gününde ve gerekse diğer bayram günlerinde Tevrat'ın (77) A. Zakaczkowski, Karaims in Poland, p. 19 (78) T. Ko-walski, Karaimische Texte im Dialekt Von Troki, p. x ı n (79) T. Kowalski, a.g:.e., s. X I V 237 belli yerlerini okumak için, Tevrat'm İbranice'sini ellerine alırlar. Ancak İbranice metni okumazlar, bu metne baka­ rak Türkçesini okurlar. Ancak ellerinde Türkçe metin bu­ lunmaz. İbadet esnasında İbranice metinlerden dilediği gi­ bi tercüme yapma serbestliği vardır. Ancak bu seviyeye gelmek için çok sıkı bir Tevrat eğitiminden geçmek şart­ tır (80). İbadethanelerde bulunan kitaplar İbranice olduğu halde, Karay Türkçesi'yle yapılan dualar daha çok ezber­ de tutulur. İbranice metinlerin çoğu basılıdır. .Karayca dua­ lar ise el yazması şeklinde bulunur. İlâhî ve şarkıların' ek­ serisinin aslı İbranice'dir. Ve İbranice'den Türkçe'ye ter­ cüme edilmiştir (81). Diğer Karaîler de olduğu gibi Karay Türkleri de ferdî ve toplu olarak dua ederler. Toplu ibadet ve dua Kenasa'da yapılır. Karay Türkleri'ne göre en kutsal Kenasa Anan ben David'in Kudüs'te inşa etmiş olduğu Kenasa'dır. İkinci de­ recedeki kutsal Kenasa ise, Çiftkale'deki Kenasa'dır (82). Bu gün Kırım ve Polonya'da pek çok Karay Kenasası var­ dır. Polonya'deki Kenasalar, Kırım'dakilere göre biraz da­ ha fazla özelliklere sahiptirler. Bu Kenasaların kendilerine has bir yapı tarzları vardır. Ve tahtadan inşa edilmişler­ dir. Kenasaların iç düzeni Sinagoglara benzer. Ancak İs­ lâm mabedleri gibi halı, kilim ye benzeri şeylerle döşen­ mişlerdir (83). İbadet için mabede gelen her Karay, dua mantosunu ve takkesini giyer. Kenasa'daki ibadet kıyafet­ leri önceleri değişik iken, sonraları bu konuda bir birlik sağlanmaya çalışılmıştır. Karaîlikte bir ruhban sınıfı olma(80) T. Kovvalski, a.g.e., s. XIII (81) T. Kovvalski, P. X I I - X I I I Karaimisclıe, Texte im (82) S. Şapşaloğlu, Ku-ım Karay Türkleri; 576 - 580 Dialekt V o n Troki, Türk Yılı, C. I, s. (83) T. Kovvalski, a.g.e., p. X I I - X I I I ; S. Şapşaloğlu, a.g.e., s. 576 -580 238 makla beraber, Karaylar da âyinleri yöneten bilgili kişiler ve din bilginleri vardır. Bunlara «Hazzan» ismi verilir. Hazzanların sakallı olma mecburiyeti vardır. İbadetler mutla­ ka ayakkabısız yapılır (84). Karaylar, ibadetlerini niyet ederek ve acele etmeden yaparlar. Dualarinı kendileri için, hatta bütün insanlık için yaparlar. Duayı, peygamber Samuel'in annesinin yaptığı şe­ kilde yaparlar. Yani kalb duası yaparlar. Sanıuel'in annesi «Hannah» hakkında, Tevrat'ta şöyle söylenmektedir. «Şim­ di Hannah kalpten konuştu, sadece dudakları kıpırdadı, fa­ kat O'nun sesi işitilmedi» (85). Bu ifadeye dayanarak Ka­ ray Türkleri, her âyinin sonunda kalp duası yaparlar, du­ daklarını kıpırdatırlar fakat ses çıkarmadan fısıldayarak «Hannah»ın duası gibi dua ederler (86). Sayıları çok azalan Karay Türkleri, dinlerine son de­ rece bağlıdırlar. Doğum, ölüm, evlenme, nişan, sünnet merasimleri ile yeni yapılan evlerin kutlanması gibi özel­ liklerini olduğu gibi muhafaza etmişlerdir. Bu gibi mera­ simlerde yarı dinî, yarı dünyevî çeşitli ilâhî ve şarkılar okurlar. Meselâ yemek zamanlarında okunan ve İbranicesi Yain Hatov ki Yîtadan şeklinde olan Karayca şöyle bir dua vardır : Yahşi v i n a ki kızarsa Tursun kovuşta kan kibik bersa IJragin ol adamnın biyandırsa Yüzlarni yahşîrah zeytundan Kuvanıyız suvarlarda biyandirîyiz ürakni İçiyiz kovuş vina ketaruvcu kistunmahnı Koturuyuz avaz da ulgayta kıçhırmahnı Zemer ohuyuz kanyan Tenriga (84) T. KoTvalski, a.g.e., s. X I I - X I I I (85) Kitab-ı Mukaddes, Saır^uel, I, 1 0 - 1 3 (86) A. Zajaczkovvski, Karaims in Poland, p. 31 239 Kiplamyız suvarlar içma vina Ki vina yanh etaclir kozlarni Bar kiyinni çovurur yoh. omuna Kayn komuladir toprah içina Alıyız koluyuzga lolu kovuşnu Kaytarıylz anı askarıda boşnu 01 biyîkka koturur yarlı ulusnu Kaytarır gem arıhnı da semizga Hanlaş aytır men bagatır Kart zindan yuvnu unutur Yuvuz kişi tavi kibik hermonnun kuçayir Ol koturur miskinni sipliktan Kuçlu Tenri suvda yesisina Yetkirgey algış anın keragina Kiplik bergey ulusumuzga Bolgey Dünyaga deyin yuvumuz kanyam Çayırbentlar şerbet agızdırırlar Sagınır Tenri ulusun galutta da izlar Bar halknın başın yançma teyzlar Dünyaga deyin kerti da kanyam Bu ilahinin orjinali Simon Şişman'ın İbranice yazdığı dua kitabında mevcuttur (87"j, Karaylar «Yom Kipur» gününün akşamında İbranice orjinalinden tercüme ederek şöyle bjr dua okurlar : «Nindi akıl bila koturayik baş alnında kuçlu Tenrinin, da necik yatmayık uyat bila, da kaplanmayıh imançi bila yüzlarnin, kaçan bar tuşlu günahnl da irancilikni da bar (87) 240 w , Zaiaczkowski, Ural-Altaische Jahrbücher Fordsetzung der «Ungarischen Jalırbücher» «Herausgegeben von Gyula Decsy, VViesbaden,; 1976, Band 48, p. 256 horlugun yazıhlı işlarnin kop forlar, sansız arttırdıh kılma biz. Sinay tavda bulay ayttı başlığın on sozlamin : IVlenmin adonay Tenriy senin, da karüv berdik anar : e adonay yohtur kensiligi kibik birligiynin, Ancah kırh kunga deyin tuşkunça IVloşe tavdan, tursununa altın buzovnun siyli Tenrimizni alıştırdıh biz. Unlu Tenri biyik koklarindan eşittirdi bizga aytadogoç : bolmasın saya özga Tenrilar, men indalamin ehye da bilmagin özgasin, men burungu da men sondragı, men öltursam da tirgizir min aruv işlar yeslsin; da alnında kanyamlıgının özga Tenrilarga kunluh e t t i k biz. Sert kesti bir gamizga da sözladi : Kılmağın özüya yonma abah, da geç tursun ta bulmasınlar koyulganlar çegiya, da eger kanyam etsay bu sözumnu, men bolurmın işanç saya; da tuşlu ursun da ukşaş kıldıh özümüzga biz » Aynı minval üzerine devam eden bu dua­ nın tamamı Kovvalski'nin eserinde mevcuttur (88). Zebur'un bir bölümünden Karayca'ya çevrilen bir dini şarkı, Karay aileleri tarafından sevilerek okunur. Bu şarkı şöyle başlar : Kim sımarlansa siyinçinda bolma Yogargı biyrtin yarlıgaşın korma. Aytsın Tenriga : Sen menim umsunçum. Sen bek Kermanim, tarlıhtan yuluvçum 01 gar bir tugal adamga beradir Yahşi onarmah, tuzahtan sakleydır Korhuvlarında korhunçlu ölatnin Kavşarlıgmdan yaman raşa einin Gaşgahasıba andini kalkanlar Kanatlarıba siyinç anar koyar Kalkan kibiktir boluşlugu anın, Kim sımarlasa erkina öz zanın. (08) T. Kowalski. Karaimische Texte... p. 5 1 - 5 2 241 Bu şarkının da tamamı KowaIski'nin eserinde mevcut­ tur (8ü). Ayrıca Karaylar, tanınmış kişilerin ölümü üzerine, ölen kişinin ölüm tarihini de ihtiva eden şarkılar söyler­ ler (9Ü)., Karay Türkleri'nde ilk Tevrat tercümelerinin ta X I . yüz­ yılda yapıldığı ileri sürülmektedir. Ancak halen el yazma­ sı şeklinde elde bulunan en eski Tevrat tercümesi XIII. yüzyıla aittir. Dili Codex Cumanicus'un diline fevkalade benziyen bu tercümenin bir bölümünü, Türk dili bakımın­ dan özelliğine binaen tezimize alıyoruz. «1) Başlığında yaratılmahnm yarattı Tenri ol koklarni da o! yerni. 2) Da ol yer edi geç da boş da karangılıh yüzlari üstuna teran suvnun, da yeri Tenrinin tobaranir-Eri yuzları üstuna ol suvlarnm. 3) Da ayttı Tenri : Bolsun ya­ n h , da boldu yanh. 4) Da kordu Tenri ol yarıhnı ki yahşi, da ayırdı Tenri arasına ol yarıhnın da arasına ol karangının. 5) Da atadı Tenri yarıhka kun da karangiga atadı keca, da boldu ingir da boldu t a n , burungu kün. 6) Da ayttı Tenri : Bolsun aviahlıh ortasında ol suvlarnm da bolsun ayırıçlîh arasına suvîarnın suvlar bila. 7) Da yarattı Tenri ol avlahlıhm da ayırdı arasına ol suvlarnm ki aşagartın avavlahlıhka da arasına ol suvlarmm ki yogartın avlahlıhka; Da boldu aley. 8) Da atadı Tenri avlah orunga koklar da bol­ du ingir da boldu t a n , ekinci kun. 9) Da ayıttı Tenri iştırılsınlar ol suvlar tubundan ol koklarnin bir orunga da ko­ şun ol kuru; Da boldu aley. 10) Da atadı Tenri kuru orun­ ga yer da iştinlınagma ol suvîarnın atadı tengizler, da kor­ du Tenri ki yahşi» (91). Tevrat'ın, Tekvin bahsinin birinci bölümünde olan bu yazdığımız kısımların, dördüncü bölüme kadar devamı, Ko­ vvalski'nin eserinde mevcuttur. 189) T. Kowaîslci, a.g.e., p. 53 (90) T. Kovvalski, a.g.c., p. X X I (91) Kovvalski, a.g.e,, s. 46. 242 Yine Karayca Kitab-ı IVlukaddes örnekleri olmak ijzere iki kısmı daha kısa kısa eserimize aktarıyoruz. Nebîm kitabından Eş'ıya kısmının birinci babının 1 - 4 . ayetleri : «İşitiğiz köklerde kulak tutgın yer kim Tenrimiz sözladi oğlanlar- ulu ğayetdemde üsterdemde alar tahdılar megar; Bildi öküz sakın alyucısın da eşek etliğinin eyesini İsrail bilmedi ulusun anlamadı; Hay yazıklı buiucı ulus. Ağır yazıklı ulus, urluh k i m anlar yaman itUcılar oğ­ lanlar çaypavcılar Tengrinin kemiştiler İsrailnin ayruğı say­ madılar da kayrıldılar artkari» (92). Zebur kitabının birinci mezmuru : «San ol keşike kim yurumdu yamanlarının kengaşı bilende yazıhlılarmın yolun­ da turmadı ancak keylaki buyuruğunda Tenrinin da tanıklık bitiğin okur kun da keca. Urnatlığa ağaç köyük bulur. Çır­ nıkları yanına sularnı kim yemişin bir yer çağında da yap­ rağı upralmastır da barca kıyluvı onarır. Alay döküldür ol yamanlar; ancak pulvu köpük toz direr anı y e l ; Anın. uçun toralmasdır yamanlar tantu savruğunda da yazıhlılar cilintisinde toğrılarnın bilir Tenri yolın toğrilarnın da yoh ya­ manlarının yok bulur.» (93). X I . yüzyıldan itibaren defalarca Karayca'ya tercüme edilen Tevrat'ın en eski tercümesi, en saf Türkçe olanıdır. Önceleri saf Türkçe olan bu tercümelere gün geçtikçe ya­ bancı kelimeler girmiş ve eski saflığını kaybetmiştir. Ka­ rayca Tevrat tercümesi ilk defa 1835 yılında İstanbul'da basılmıştır. 1848 yılında Gözleve'de ikinci defa bası lmı.ştır. Üçüncü olarak yalnız Tekvin kısmı 1889 yılında Vilno'da basılmıştır (94). Karay Kenasalarında, İbranice metinlerin (921 S. Şapşaloğlu, K ı n m Karay Türkleri, Türk Yılı, C. I, s. öOl (93) S. Şapşaloğlu a.g.e., s. 602 (94) Ç. B: Ibrahimoğlu, Karay TüJ-kleri Kalckmda bir Bibliyoği'jafya Denemesi, Ankara 1964, s. 170-179 243. ezbere olarak Karayca'ya tercüme edilebilmesi mümkün olmadığı zamanlarda bu metinlerin Karayca tercümeleri ay­ rı kağıtlar üzerine yazılmıştır. Ve bu şekilde çok çeşitli tercümeler ortaya çıkmıştır. Ancak bunlar ayrı ayrı say­ falar halinde bulunduğundan çoğu kaybolmuştur. Tevrat'ın İbranicesi kutsal kabul edildiğinden çok iyi muhafaza edil­ miştir. Hatta bu Tevratlar parşömen kağıtlara sarılı olarak sekiz köşeli ve üstünde gümüş taç bulunan tahtadan ya­ pılmış kutular içinde korunmuştur. Bu kutular altın işleme­ li ipek perdelerin arkasında bulunan masaların üzerine ko­ nulmuştur (95). Karay Türkleri bazı hususlarda diğer Karaîlere naza­ ran daha müsamahakardırlar. Diğer Karaîler etli ve sütlü yemekleri bir arada yemedikleri halde, Karay Türkleri etli ve sütlü yemekleri bir arada yerler (96). Daha önce belirt­ tiğimiz gibi iklimin şiddetli oluşu yüzünden Şabat yasak­ larını hafifletmişlerdir. Bu güne kadar bir takım istihale­ lerden geçmiş olan Karaîlik. halen yine istihale geçirme­ ye devam etmektedir. Başlangıcı itibariyle tam bir Yahudi mezhebi olan Karaîlik, mezhebin çoğunluğunu Türkler teş­ kil etmeye başlayınca şekil değiştirmeye başlamış ve za­ manla kendisini diğer Yahudilerden ve Yahudilikten ayır­ maya çalışmıştır. A. Karkavy bu konuda acı acı dert yanıp, Rusya'daki Karayların. kendilerine Yahudi denilmesini is­ temediklerini ifade ediyor (97). Talmudistlerin Karaylara karşı aşırı şekilde hücum etmelerinin de bü işte herhalde payı olmak gerekir. Çağdaş Karay yazarları Karaîliği, bu günkü Yahudiliğin bir mezhebi olmaktan ziyade ayrı bir din şeklinde takdim etmektedirler. 195) T. Kowalski, Karaimische Texte... p. XV (90) Ç. B. îbrahimoğiu, İst. Karayiarmda Nişan... s. 33-34 (97) A. Harkavy, Karaites and Karaism, İ, E., V, VII. p. 448 244 E. KARAÎ BİLGİNLERİ 1. İlk Dönem Bilginleri : Karaî mezhebinin derleyicisi olan Anan ben David'i Karaî bilginlerinin ilki kabul edebiliriz. Mezhebin esas prensiplerini toplamış olduğu Sefer ha Mişvot isimli ese­ r i , bu gün halen elde mevcut değildir. Sadece küçük bir kısım elde mevcut olup 1928 yılında bu kısım, M . N . Solokov tarafından basılmıştır (1). Bu eserden başka Arap­ ça olarak yazılı olan Fezleke isimli bir eseri daha vardır (2). Leon Nemoy Anan'ın birinci eserinden bazı kısımları Karaite Antology isimli eserinde İngilizce'ye tercüme ede­ rek yayınlamıştır (3). Anan Vlll. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olup ölümünden sonra yerine oğlu Saul geçmiş­ tir. Saul'dan sonra torunu Josiah O'nun yerini almışsa da gerek Saul ve gerekse Josiah'ın mezheb içinde Anan ka­ dar büyük bir yeri olmamıştır (4), IX. yüzyılda İsmail Ukbarî, Musa eş-Zafaranî {Ebu İm­ ren et-Tiflisî), Mishavayh el-Ukbarî, Malik er-Ramlî gibi Karaî bilginleri ortaya çıkmışsa da (5) jbu yüzyılın en önemli Karaî bilgini, Benjamin en-Nihavendî'dir. Nihaven­ dî'nin, Anan'ın torunu Josiah'ın öğrencisi olduğu söylenir (6). Mezheb mensuplarına «Bene Mikra, Ba'ale Mikra» şek( 1) A . Zajaczkovvski. Karaims in Poland, p. 74 ( 2 ) S. Poznanski, Karaites E. R. E., V. VII, p. 663- 664 ( 3) L. Nemoy. Karaite Antology, p. 1 1 - 2 0 ( 4) A . Harkavy, Karaites and Karaism, J. E., V . VII, p. 438 ( 5) L. Nemoy, a.g.e., s. 52 - 53 { 6) S. Poznanski, a.g.e., s. 664 245 linde ilk olarak Karaî ismini Nihavendî vermiştir. Sefer Dî­ nim ve Sefer ha IViişvot isimli eserleri olan Nihavendî'nin bu eserlerinden bir kısmmı, L. Nemoy Karaite Antology isimli eserinde İngilizce'ye tercüme ederek yaymlamıştır (7). IX. yüzyılm sonlarmda Nihavendî'nin öğrencisi Daniel el-Kumisî önemli bir şahsiyet olarak ortaya çıkmıştır. Kumisî'nin bir takım tercümeleri ve Sefer ha Mişvot isimli bir eseri vardır. L. Nemoy, Kumisî'nin eserlerinden de bir kısmını İngilizce'ye tercüme ederek yayınlamıştır (8). X. yüzyılın ilk yarısında yetişen Karaî bilginlerinin en önemlisi Yakub el-Kırkisanî'dir. Kırkisanî mutezilenin kuvvetle tesiri altında kalmıştır. Kitabu'l-Envar ve'l-Merâkıb, Kitabu'r-Riyad ve'l-Hadaik, Kîtabu't-Tevhîd, Kitab fî İf­ sadı Nübüvveti Muhammed isimli eserleri ile bir çok tef­ sirleri vardır (9). Eserlerini Arapça yazan Kırkisanî'nin ye­ di ciltlik eseri Kitabu'l-Envar L. Nemoy tarafından Ameri­ ka'da yayınlanmıştır. Kırkisanî'nin Kîtabu'UEnvar'ınm birin­ ci cildinde Yahudi mezhebleri ile ilgili olarak çok kıymetli bilgiler vardır. Kırkisanî'den sonra Anan'ın beşinci göbek­ ten torunu David ben Boaz, ortaya çıkmıştır (10). X. yüz­ yılın ikinci yarısında yetişen bilginler arasında Davdi ben Abraham el-Fasî, Yafeth ben A l i , Solomon ben Jeruham, Sahi ben Mazliah ve Joseph ben Noah gibi bilginler var­ dır. Bunlardan el-Fasî, Fas'da İbranice bir sözlük yazmış­ tır (11). Basralı Yefeth b. A l i , Zebur'un Arapça tercümesi­ ni yapmıştır. Fransız müsteşriki Barges bu eseri Arapça ( 7) L, Nemoy. a.g.e., s. 2 3 - 3 1 ( 8) C 8) flO) (11) 246 L. L. S. L. Neır:oy, Karaite Antology, p. 3 1 - 4 0 Nemoy, a.g.e., s. 3 1 - 4 0 Poznanski, Karaites, E. R. E., V. VII, p. 665 Nemoy, Karaites, U. J. E., V. VI, p. ,316 8İSİI İle yayınlamıştır (12), Solomon ben Jeruham, bu yüz­ yılda Talmudist bilgin Saadia Gaon ile çok şiddetli müca­ deleler yapmıştır (13). Bu yüzyıldan itibaren Bizans'tan Ku­ düs'e gidip orada İbranice öğrendikten sonra Arapça ya­ zılan Karaî eserlerini İbranice'ye tercüme eden pek çok bilgin yetişmiştir. Bunlar arasmda, Oşar ^3ehnfıad adlı b i r eser yazan Tobias ben Moses gibi ünlü bilginler vardır. Jakob ben Simeon, Aaron ben Judah Kusdimi, Jakob ben Reuben bu bilginler arasındadır. Jakob ben Reuben'in Se­ fer ha Osher isimli bir eseri vardır (14). Yine bu sıralar­ da İspanya'dan Kudüs'e geldiği sırada Joshua ben Judah'tan Karaîliği öğrenen et-Taras isimli bir İspanyol bilgin İs­ panya'ya dönerek Karaîliği o bölgede yaymıştır. O'nun ölü­ münden sonra «Muallima» unvanlı karısı bu bölgede Karaî­ liği yaymaya devam etmiştir (15). Bu devrin önemli isim­ leri arasmda Ebu'l-Ferec Harun ben e!-!-erec ile, Yusuf ben el-Beşir isimli bilginler vardır. el-Beşir'în Ha Roe isimli bir felsefî eseri vardır (16). Yine bu devirde Ebu'l-Ferec Furkan ben el-Esed (Joshua ben Judah) yetişmiştir. Bundan sonra Karaizmin altın çağı kapanmıştır (17). 2. XJII.-XV1I. Yüzyıl Bilginleri : Karaizmin altın çağı kapandıktan sonra yine bir çok Karaî bilgin yetişmiştir. XIII. yüzyılda İspanyol bir ailenin çocuğu olan şair Moses ben Abraham Darî yetişmiştir. M ı ­ sır'da Ebu'l-Bayyan el-Mudavvar, Sadid ed-Din Ebu'l-Fad| Davud ben Sulaiman ve Solomon ben David'den sonra Cl2) A. Zajaczkowski, Karaims in Poland, p. 74 (13) L. Nemoy. Karaites, U. J. E., V. VI, p. 316 (14) S. Poznanski, Karaites, E. R, E. V. VIÎ, p. 667 - 668 (15) S. Poznanski, a.g.e., s. 667^668 (16) L. Nemoy, a.g.e., s. 310 (17) A Za.jaczkowski, Karaims in Poland, p. 7 4 - 7 5 247 XIII. yüzyılda Japheth el-Barkamanî, XIV. yüzyılda lsrae| ha Maarabî .Japheth ben Sağir, Samuel ben Moses el-Mağrlbî gibi bilginler yetişmiştir. XV. yüzyılda Mısır'da Tarihçi (bn el-Hitî gibi bilginler yetişmiştir. el-Mağribî'nin Kttabu'lMürşîd isimli bir eseri vardır (18). XII. yüzyılda Eshkol ha Kofer isimli eseri yazan Judah ben Elijah Hadasî'den son­ ra Bizans'ta XÎ{1. yüzyılda Aaron ben Joseph, X!V. yüzyıl­ da Aaron ben Elijah, XV. yüzyılda Elijah ben Moseis Başiacı yetişmiştir. Bu son bilgin Addereth Eliyahu isimli bir eser yazmıştır. O'nun tamamlıyamadığı bu eseri, Kaleb Afendopolo tamamlamıştır. Ondan sonra da Moses ben Elijah yetişmiştir (19). XVI. yüzyılda Polonya'da İsaac ben Abraham Troki ye­ tişmiş ve Hrıstiyanlığa karşı Hizzuk Emuna adlı bir eser yazmıştır, O'nun eserini öğrencisi Joseph ben Moses Mordecai Malinovvski tamamlamıştır. Yine bu yüzyılda Malinovvski'nin kardeşi Zephaniah yetişmiştir. XVII. yüz­ yılda Kırım'da Elijah ben Baruch Yaruşalmt yetişmiştir (20). Yine bu yüzyılda Kırımlı üç Karaî ayrı ayrı tarihlerde Ku­ düs'e gitmişlerdir. Bunlardan Yemşel'in İbranice yazdığı seyahatnameyi, Bernard Levis, İngilizce'ye çevirmiş ve bu çeviri Türkiye'de yayınlanmıştır (21). Yine bu yüzyıllda Polonya'da Solomon ben Aaron Troki, Karaîlik hakkında Apiryon isimli bir tez yazmıştır. Bundan başka Abraham ben Joshiyahu, Zarakh ivlatanovicz ve Erza Nisanovicz ye­ tişmiştir (22). Cial S. Poznanski. a.g.e., s. 668 im L. Nemoy, Karaites, U. J. E., V . Vî, p. 317 (20) S. Poznanslti, Karaites, E. R. E., V VII, p. 670 (21) Bernard Levis. A. Kai-aite İtinarari, Vakıflar Dergisi, 3, s. 315 ve devamı (22) L. Nemoy, a.g.e., s. 317 248 Sayı 3. XVIH.-XX. Yüzyıl Bilglnlaı-l : XVIII. yüzyılda Polonya'da Abraham Moskîevicz, Mor­ decai ben Nisan Kukizov yetişmiştir. Kukizov'un Lebush Malchuth isimli b i r eseri vardır. Ayrıca bu yüzyılda Simhah İsaac Lupzki Nar Tzaddikim isimli bir eser yazmıştır (23). Yine bu yüzyılda Abraham ben Josiah. Yaruşalmî, Joseph ben Samuel yetişmiştir (24). XIX. yüzyılda İsaac ben Solomon, Benjamin A ğ a , Jo­ seph Solomon Lutzki, David Kukizov, Mordecai Sultanski, Solomon ben Abraham Beim, İsaac Sinanî, Simhah Bobovvich ve Abraham Firkovvich gibi bilginler yetişmiştir (25). Şüphesiz bunların içinde en önemlisi Abraham Firkovvich'dir. 1785 yılında doğan Firkov\/ich, Simhah Boboviçh'in gö­ revlendirmesi ile Kırım, Kafkasya, Mısır, Türkiye ve Ku­ düs gibi yerleri dolaşarak İbranî yazmaları topladı. Odesa'da kurulan «Antik Çağlar ve Tarih Cemiyeti» adına Mankub ve Çiftkale'deki Karaî mezarlıklarında Arkeolojik araş­ tırmalar yapmış. Doğu tarihi hakkında, Karaizmin başlan­ gıcı, Yarı göçebe Türkler arasında, Museviliğin yayılışı gi­ bi konularda bilgiler toplamış ve Karaylar'ın olaylarının tam oluş tarihini vermiştir. 1872 yılında Awn8 Zîkkaron (Taşların Dilleri) ismiyle onun kolleksiyonları Vilno'da ba­ sılmıştır. Ölümünden iki yıl sonra Abraham Harkavy, Firkovvich'i sahtekarlıkla suçlamaya, Karayları, Yahudilere konulan vergilerden kurtarmak ve askerlik görevinden mu­ af tutmak için Yahudilerden ayrı göstermeye çalıştığını, bunun için de mezar kitabelerindekl ve yazmalardaki tarihîer ve isimler üzerinde tahrifat yaptığını iddia etmeye başladı. Harkavy'nin bu çıkışı üzerine pek çok bilgin Har(23) L. Nemoy, a.g.e., s. 317 (24) S. Poznanski, a.g.e., s. 670-671 (25) L. Nemoy, Karaites, U. J. E., V. VI, p. 317 249 kavy'yi dayanarak yaparak Firkovvich'e güvenmemeye baş­ ladılar, ancak inceden inceye tetkik edilen materyallerde her hangi bir sahtekarlığm olmadığı v e Firkovvich kolleksiyonunun güvenilir olduğu anlaşıldı. Zaten O'nun kolleksiyonundaki materyallerin bir kısmı XV. asırdaki Troki Ka­ raî cemiyetinin arşivleridir. Firkovvich, iyi bir kolleksiyoncu, iyi bir İbranî yazmaları mütehassısı ve çok iyi bir Ar­ keolog olarak Türk tarihi için büyük bir öneme haizdir (26). A. Firkovvich'in yanında yetişen manevi evladı Gabriel Firkovvich, A . Firkovvich'in bütün çalışmalarında yanında bulunmuş ve O'na yardım etmiştir. XIX. yüzyılın ünlü bil­ ginlerinden biri de Abraham Aben Yashar'dır (27). XX. yüzyılda Samuel Pigit, Elijah Kazaz, Judah Kukizov, Samuel Pompula, F. Malecki, Simon Kobecki, Abra­ ham Novvicki, Zachariah Abrahamovicz, Serguis Rud-. kovvski, Ovadius PÜecki, Joseph Lobanus, Simon Firko­ vvich ve Jakob Maleki gibi bilginlerin yanısıra (28), özel­ likle Türkoloji ve Hazarlar'ın menşe'leri konusunda kıymet­ li araştırmalar yapan Süreyya Şapşaloğlu, Simon Şişman, Ananiasz Zajaczkovvski ve VVlodzimierz Zajaczkovvski gibi bilginler yetişmiştir. (26) A. Zajaczkovvski, Karaüns Karaiias and Kai-aism, J. (27) A . Zajaczkovvski, Karaims C28) A . Zajaczkov/ski, a.g.e., s. 250 in Poland, p. 84-86; A. Harkavy, E., V. VII, p. 444-446 in Poland, p. 37 92 S O N U Ç Siyasî ve l<ültür tarihilerini incelemiş olduğumuz Ha­ zarların, dilleri ile, örf ve adetleri ile tamamen Türk ol­ duklarını, Orta Asya'dan çıkarak Karadeniz ile Hazar Deni­ zi arasındaki bölgeye, gelip yerleştiklerini ve bu bölgede büyük bir İmparatorluk kurarak, uzun süre varlıklarını de­ vam ettirdiklerini gördük. Bu büyük imparatorluğun yüksek bir kültüre ve uygarlığa sahip olduğunu, Hazar ülkesinde dört çeşit dinin (Yahudilik, Hrıstiyanlık, İslamiyet ve Eski Türk Dini) bir arada geniş ve engin bir müsamaha içinde beraber yaşadıklarını t e s b i t ettik. Hazarlar'ın eski dinlerinden ayrıldıktan sonra tama­ men Yahudi olmadıklarını, bir kısmının Hrıstiyanlık ve Is­ lâmiyeti seçerken, diğer bir kısmının da eski dinlerinde kaldıklarını, Yahudiliği ise sadece Hakan ve çevresinin ka­ bul ettiğini, Hakan ve çevresinin bilhassa ilk zamanlarda Yahudiliği kabul hususunda samimi olmadıklarını ve bu di­ ni, siyasî amaçlar nedeni ile kabul ettiklerini ortaya koy­ duk. Sadece Hakan ve çevresi tarafından siyasî nedenler­ le kabul edilen Yahudiliğin de bu günkü bildiğimiz Talmu­ dist Yahudilikten farkh olduğunu, büyük bir ihtimalle Ha­ zarların, Yahudiliğin Karaî mezhebine girdiklerini tesbit ettik. Kutschera, Pohakl' ve Koestler gibi bilginlerin iddia­ larının aksine, Doğu Avrupa'nın bu gün sayılan milyonla­ ra ulaşan Talmudist Yahudileri ile Hazarlar arasında gerek dil ve gerekse gelenek ve görenek bakımından hiçbir ya­ kınlık söz konusu değilken, bu gün Dünyada sayıları çok 251 az olan Karay Türkleri ile Hazarlar arasında kültür bakı­ mından, kan grupları ve kafatası ölçüleri bakımından bü­ yük bir benzerliğin ve ilişkisinin mevcut olduğunu gördük. Petahyah gibi Talmudist bir seyyahın ifadeleri ve Firko­ vvich'in kolleksiyonunda bulunan materyaller, Hazarlar'ın Yahudiliğin Karaî mezhebini kabul ettiklerini ortaya koydu­ ğundan; A. Koestler'in ortaya attığı «Onüçüncü Kabile»nln sadece bir hayal mahsûlü olduğu ortaya çıkmaktadır. Çün­ kü, sayıları çok az olan, aynı zamanda Karaî mezhebine giren Hazar Yahudilerinden, bugün sayıları milyonlarla ifa­ de edilen Doğu Avrupa Yahudilerinin çıkması mümkün de­ ğildir. Doğu Avrupa Yahudilerine bir miktar Hazar kanı karışmış olduğunu kabul etsek bile; Balkanlardan, Orta ve Batı Avrupa'dan gelen Yahudi göçmenlerine nisbetle, O'n­ ların sayılarının çok az olduğunu ve Doğu Avrupa Yahudi­ lerinin çoğunluğunu Hazarlar'ın oluşturmadığını tesbit et­ miş bulunuyoruz. Biz, bu araştırmamızda Hazarlar'ın devamını. Doğu Av­ rupa Yahudileri yerine, Balkarlarda, Karaçaylarda ve özel­ likle Karay Türkleri'nde aramak gerektiği sonucuna ulaştık. Araştırmamızın ikinci bölümünde, Karaî mezhebinin esaslarını inceliyerek, Karaîliğin, bir çok noktada Rabbanî Yahudiliğinden farklı olduğunu, bu mezhebin; İslâm dini ve özellikle Hanefî mezhebinin büyük çapta tesiri altında kaldığını ortaya koyduk. Karaîliğin, bugün bir mezheb olmaktan ziyade Türkçe konu.şan millî bir topluluğu .hatırlatır olduğunu belirttikten sonra, Hazarlar'ın torunları olarak kabul ettiğimiz bugün­ kü Karay Türkleri'nin, İnanç, kültür, karakter ve tip bakı­ mından Talmudist Rabbanî Yahudilerden farklı bir yapıya sahip olduklarını ve onlara benzemediklerini tesbit ettik. Asırlardan beri Tevrata inanmalarına rağmen, milliyetleri­ ni ve dillerini unutmayan bu insanların, ellerinde bulunan 252 XIII. yüzyıldan kalma Tevrat tercümelerinin incelenmesinin Türk kültürüne hizmet açısından faydalı olacağına inanı­ yoruz. Bü araştırmamızda tarihî bir olayı Dinler Tarihi açı­ sından ele alarak inceledik. Vardığımız sonuç, Hazarlar'ın Yahudiliği kabul etmesi olayı ile Doğu Avrupa Yahudileri arasında bir ilişkinin olmadığı, aksine bu olayla Karay Türkleri arasında bir irtibatın mevcut olduğu hususudur. Bizim inancımıza göre, Karay Türkleri, Yahudiliği benimse­ yen Hazarlar'ın varisleri ve torunlarıdırlar ve Doğu Avru­ pa Yahudileri İle Hazarlar arasında gözle görülebilecek bir alaka mevcut değildir. 253 B İ B L İ Y O G R A F Y A Ahmed Seyyid Cafer, Kırım Türkleri, Türk Yıh, C. I, s. 553 557, İstanbul, 1928 A l f ö l d i , A., Türkler'de Çifte Krallık, II. Türk Tarih Kongresi, s. 507-519, İstanbul, 1937 Ankori, Zvi, Karaites în Byzantîum, 1959 Nevvyork-Jarusaİem, Arat, Reşit Rahmetî-Ahmet Demir, Türk Şivelerinin Tasni­ f i , Türk Dünyası El Kitabı, s. 3 0 5 - 3 2 7 , T.K.A.E ya­ yınları. Seri : 1 Sayı : 45, Ankara, 1976 Artamanov, M., The History of the Chazars, 1962 Leningrad, Avramoğlu, Çağatay Bediî, İstanbul Karaî Türkleri'nde Ni­ şan,ve Düğün Adetleri, Türk Yurdu, C. II, Sayı : 12, s. .33-34, Ankara, 1961 Bar Hebraus-Gregory, Ebu'l-Ferec Tarihî, Çev. Ö, Rıza Doğ­ rul, Ankara, 1954 Barthold, W., Orta Asya Tarihî Hakkında Dersler, Y. Kopr a m a n - l . Aka Neşri, Ankara, 1975 Baştav, Şerif, Sabir Türkleri, Belleten, C. V. Sayı : 20, s. 5 3 - 9 9 , Ankara, 1941 e!-Bekrî, Ebu Ubeydullah b. Muhammed b. Eyyub el-Kurtubî, el-Mesalik ve'l-Memalik, Süleymaniye Küt. Lâ­ leli böl. 2144 noda kayıtlı El Yazması el-Belazurî, Ebu'l-Hasen Ahmed b. Yahya b. Cafer, Fütûhu'lBuldan, Mısır, 1932 254 el-Birunî, Ebu'r-Reyhan Muhammed b. Ahmed el-harezmî, eî-Asaru'I-Bakîye ani'I-Kuruni'J-HalJye, Leipzig, 1923 şl-Bondarî, Imsduddin el-katib el-İsfehanî, 2übdetü'n-Nusra ve Nuhbetü'l-UsE-a, Çev. Kıvemeddin Burslan, İs­ tanbul, 1943 Brockelmann, Cari, Geschichte Der Arabischen ü t t e r a t u r , Supplementband, I, Leiden, 1937 Brutzküs, J., Eski Kievvin Türk-Hazar Menşei, A . Ü . Dîl ve Tarih-Coğrafya Fak. Dergîsa, C. IV, s. 3 4 3 - 3 5 8 , Ankara, 1946 Caferoğlu, Ahmed, Çin Kaynaklarmın Saç Ören Türkleri, V i . Türk Tarih Kongresi, s. 8 9 - 9 5 , Ankara, 1967 Cami, Osmanh Ülkesinde Hnstiyan Türkler, İstanbul, 1932 Çeneli, İlhan, Türk Lehçe ve Şiveleri Sözlükleri, Türk Kül­ türü, Sayı -. 156. s. 3 6 8 - 3 7 1 , Ankara, 1975 ed-Dimeşkî, Şemsüddin Ebu Abdillah Muhammed b. Ebi Talib el-Endülûsî, Nuhbetü'd-Dehr fî Acaîbi'I-Berri ve'l-Bahr, Petersburg, 1940 ed-Dineverî, Ebu Hanife Ahmed, 1960 Ahbaru't-Tıval, Kahire, D'hsson, Moraja, Moğol Tarihi, Çev. Mustafa Rahmi, İs­ tanbul, 1940 Dunlop, D.M., The History of the Jevvish Khazars, Princeton. 1954 Ebu'I-Fida, İsmail, el-Muhtasar fî Ahvai'l-Beşer, C, I, İstan­ bul, (H.) 1280 Ebu'l-Gazi Bahadır Han, Şecerei Terakime (Türklerin Soy Kütüğü) Tercüman 1001 Temel Eser Yayınları, No : 33 İstanbul Ebu Hayyan, Esiruddin el-Endülûsî, Kitabu'l-İdrak II Lisani'IEtrak, A. Caferoğlu, Neşri. İstanbul, 1931 255 Eckhart, F., Macaristan Tarihi, Çev. İ. Kafesoğlu, Ankara, 1949 Evliya Çelebi, Mehmed Zıllî b. Derviş, Evliya Çelebi Seya­ hatnamesi, C. V l l . İstanbul, 1928 Fayda, Mustafa, İslâmiyetin Güney Arabistan'a Yayılışı, (Doktora Tezi) A . Ü . İlahiyat Fak. Kütüphanesi 16734 no.da kayıtlı Daktilo yazması Feher, Geza, Türko-Bulgar, Macar ve Bunlara Akraba Olan Milletlerin Kültürü, II. Türk Tarihi Kongresi, s. 2 9 0 - 3 2 0 , İstanbul, 1937 G G I I , Philip - C. Norton E. Eliot, Khazars, The Eneyclopedia Britanica, V. XV, p. 774-776, London, 1911 el-Gırnatî, Ebu Abdillah Muhammed b. Abdurrahim, Tuhfetü'i-Elbab ve Nuhbetü'l-Aceb, Süleymaniye Küt. Ayasofya Bölg. 3127 No da kayıtlı E! Yazması Grayzel, Solomon, 1952 A History of the Jews, Philedelphia, Grignaschi, Mario, Sabirler, Hazarlar Göktürkler, Vll. Türk Tarih Kongresi, C. I, s. 2 3 0 - 2 5 0 , Ankara, 1972 el-Hanbelî, İbnu'l-îmad Ebu'l-Felah Abdülhayy, Şezeratü'zZeheb fi Ahbari Men Zeheb, C. I, Beyrut, Tarihsiz Harkavy, Abraham, Karaites and Karaism, J.E., V, V l l , p. 4 3 8 - 4 4 6 , Newyork, London, 1904 Anan ben David, J.E., V. I, p. 553 - 556, NevvyorkLondon. 1904 Hazarlar, Türk Ansiklopedisi, C. XIX. s. 134- 136 Ankara, 1975 Hazar Türkçesi. Türk Ansiklopedisi. C. XIX, s. 133-134. Ankara. 1975 Herodotos, Herodot Tarihi, Çev. Perihan Kuturman, İstan­ bul, 1973. Hold, P.M. -K.S. Lampton - Bernard Levvis. The Cambridgs History of İslâm, C. I - II, London - Nevvyork, 1970 256 el-Hüseynî, Sadruddin Ebu'l-Hasan AÜ b. Nasır b. Alj,. Ahbaru'd-DevIeti's-Selçukiyye, Çev. Necati Lugal, Ankara, 1943 İbni Bîbî, el-Huseyn b. Muhammed b. Ali el-Caferî er-Rugadî, el-Avamiru'[-Alaiye, {i'l-Umûri'l-Alaiye, An­ kara, 1956 İbni Fadlan, Ahmed b. el-Abbas b. Reşid b. Hammad, Rihletu İbni Fadlan, Z.V. Togan Neşri, Leipzig, 1939 İbni Haldun, Abdurrahman el-Mağribî, Kitabu'l-İber ve Divanu'l-Muptedeî ve'l-Haber, C. II, Beyrut, 1967 İbni Hassul, Ebu'I-A'la, Tafdîlu'l-Etrak alâ Sairi'/-Ecnad, Ş. Yaltkaya Neşri, Belleten, C. IV, Sayı : 1 4 - 1 5 , Ankara, 1940 İbni Havkal, Ebu'l-Kasım en-Nasibî, Sûretü'l-Arz, Topkapı Sarayı Küt. A, 3346 No da Kayıtlı El Yazması İbni Hişam, Ebu Muhammed Abdülmelik, beviyye, C. I, Kahire, 1937 es-Sîretu'n-Ne- İbni Hurdadbih, Ebu'l-Kasım Ubeydullah b. Abdullah, Memalik ve'I-iVlesalik, Leiden, 1889 el- jbni Kesir, İmadüddin Ebi'l-Fida İsmail b. Ömer, el-Bıdaye ve'n-Nihaye, C. II, Beyrut, 1966 İbni Miskavayh, Ebu A l i Ahmed b. Muhammed, Tecarubu'lUmam ve Avakîbu'l-Himem, C. I, Süleymaniye Küt. Ayasofya Böl. O. 3116 No da Kayıtlı El Yaz­ ması İbni Rusteh, Ebu A l i Ahmed b. Ömer, Leiden, 1891 el-Ağlaku'n-Nefise, İbni Tiktaka, Muhammed b. Ali b. Tebateba, Kitabu'I-Fahrî fî Adabi's-Sultaniye ve'd-Duvelî'Mslâmiye, Mısır, H. 1317 Ibnu'l-Edîm Kemalüddin Ebu'l-Kasım Amr, Buğyatu't-Taleb f i Tarihî Haleb, Ankara, 1976 257 İbnu'l-Esir, Izzüddin el-Cezerî Eş-Şeybanî, el-KamiJu fi'tTarih, C. I, IV, Beyrut, 1965. 1967 İbnu'l-Fakih, Ebu Bekr Ahmed b. Muhammed el-Hemedanî, Kitabu'l-Buldan, Leiden, 1885 İbnu'n-Nedim, Muhammed b. İshak b. Ebi Yakub, el-Fîlırist, Leipzig, 1871 İbrahimoğiu (Avramoğlu) Çağatay Bediî, Karay Türkleri • Hakkmda bir Bibliyografya Denemesi, Türk Kültü­ rü Araştırmaları, — 1 — s. 170- 179, Ankara 1964 İnan, Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şananizm, Ankara. 1954 İnan, Afet, Orta Kurun Tarihine Umumî Bir Bakış, J. Türk Tarih Kongresi, s. 4 0 5 - 4 4 4 , İstanbul. 1932 İstahrî. Ebu İshak İbrahim b. Muhammed, Kitabu'l-Mesalik ve'l-Memalik. Süleymaniye Küt. Ayasofya Böl. K. 2613 No da Kayıtlı El Yazması İzmirli, İsmail Hakkı, Şark Kaynaklarına Göre Müslüman­ lıktan Evvel Türk Kültürünün Arap Yarımadasında­ ki İzleri, n. Türk Tarih Kongresi, s. 2 8 0 - 2 8 9 , İs­ tanbul, 1937 Kafesoğlu, İbrahim. Hazar Kağanlığı, s. 146-159, Ankara, 1977 Türk Millî Kültürü, el-Karamanî Ebu'l-Abbas Ahmed b. Yusuf Sinan b. Ah­ med, Ahbaru'd-Duvel ve Asaru'l-Uvel, Top­ kapı Sarayı Küt. K. 886 No da Kayıtlı El Yazması Karaşemsi, Reşit Saffet, Hazar Türkleri, İstanbul, 1934 el-Kazvinî, Zekeriya b. Muhammed b. Mahmud, Asaru'l-Bi­ lad ve Ahbaru'l-İbad, Beyrut, 1969 Kaydu, (Sarıkçıoğlu) Ekrem, Yahudi Hristiyanların (Ebionit­ lerin) Tarihi ve Teolojileri, A . Ü . İlahiyat Fakülte­ sinde 1977 Yılında Verilmiş Doçentlik Deneme Dersi Notları, (Daktilo Yazması) 258 el-Kırkisanî, Ebu Yusuf Yakub b. İshak, Kitabu'l-Envar ve'lMerakib, C.I, Nevvyork, 1939 Kırzıoğlu, Fahrettin, Ahıskalı Dört Halk ,|^airimizden Birer Parça, Türk Kültürü, Sayı : 47, s. 8 4 - 9 8 , A n k a r a 1966 Kitab-ı Mukaddes Kmosko, Michael, Araplar ve Hazarlar, Çev. A. Cemal Köp­ rülü, Türkiyat Mecmuası, C. III, s. 133- 155, İstan­ bul, 1935 Koestler, Arthur The Thirteenth Tribe, Nevvyork, 1976 Kohler, Kaufman, Karaites and Karaism, J.E., V. VII, p. 446448, London -Nevvyork, 1904 Koşay, Hamit, İdil-Ural Bölgesindeki Türklerin Menşei. V. Türk Tarih Kongresi, s. 232 - 243,-Ankara, 1960 Kovvaski. Tadeusz, Karaimsche Texte im Dialekt von Troki, Krakovvie, 1928 Lehistan'da Türkler, Ulus Gazetesi, 6.6.1935, No : 4977 el-Kufî, İbni A ' s a m , Fütûh, C. I, II, Topkapı Sarayı Küt. Ah­ med III. Böl. 2956 No da Kayıtlı El Yazması Kur'an-ı Kerim Kurat, Akdes Nimet, Hazar Kağanlığı, Türk Dünyası El Ki­ tabı, s. 743-745, Ankara, 1976 Kutluay, Yaşar, İslâm ve Yahudi Mezhebleri, Ankara, 1967 Kutschera, Hugo Freihern von, Die Chasaren, Wien, 1910 Kuzgun, Şaban, Zü'l-Karneyn Meselesi, Ercîyes Dergisi, Sayı : 48, s. 19 - 2 1 , Kayseri, 1982 Levvis, Bernard, A Karaite Itinenary through Turkey in 1641 - 2 , Vakıflar Dergisi, Sayı : 3, s. 315-325, Ankara, 1956, el-Makdisî, el-Beşşarî, Ahsenu't-Tekasim, Leiden, 1906 259 el-Mal<rİHÎ. Takiyyuddin Ahmed b. A l i , es-Sülûk fi Düvelt'lMüSûk, C. I, Sijleymaniye Küt. Fatih Böl. 4376 No da Kayıtlı El Yazması Mann, Jakob, A Polemical Wark Against Karaite and Other Sectaries. J.O.R., (N.S.) V. XII, p. 134-194, Lon­ don, 1921 Mai-cus-Jakob, The Jews în the Medieval VVorld, Philedelp­ hia, 1961 Margolis, Max L.-AIexander Marx, A History of the Je­ vvish People, Philedelphia, 1962 Marguart, J., Osteuropaische und Ostaiatische Streifzüge, Leipzig, 1903 Mehmet Neşrî, Cîhan-Nûma, (Neşrî Tarihi) 1949 C. l, Ankara, Mervezî, Şerefe'z-Zaman, Tabaia'l-Hayavan, London, 1942 el-Mes'udî, Ebu'l-Hasen b. el-Huseyn, Murûcu'z-Zeheb ve Meadinu'l-Cevher, C. I, Beyrut, 1965 et-Tenbih ve'l-İşraf, Bağdat. 1938 Miliman, Henry, H., The History of the Jews, V. III, Lon­ don, 1863 Minorsky, V., HudûduM-A'lam, Translated f r o m Russian by E.J.W. Gibb, London, 1937 Moravcsık, Gy., Türklüğün Tetkiki Bakımından. Bizantolojinin Ehemmiyeti, II. Turk Tarih Kongresi, s. 483 497, İstanbul, 1937 Müneccimbaşı, Derviş A h m e d , Sahaifu'l-Ahbar, Çev. Şair Nedim Başkanlığında Bir Komisyon, C. I, İstan­ bul. H. 1285 M. Şemseddin, Mufassal Türk Tarihî, C. I, İstanbul, H, 1338 Necib Asım-Mehmet Arif, Osmanh Tarihi, C. I, İstanbul, H. 1335 260 Nemoy, Leon, Anan ben DavSd, U.J.E., V. î. p. 293, Newyork. 1948 Early Karaism, J.O.R., V. XV, p. 307-315, Nevv­ york, 1950 Kraîtes, U.J.E., V. VI, p. 3 1 4 - 3 1 9 , Nevvyork, 1948 Karaites, Eneyclopedia of İslâm, V. IV, p. 600607, 1975 Karaite Antology, New Haven, 1952 Nizameddin Şamî, Zafername, Çev. Necati Lügal, Ankara, 1949 en-Nuveyrî, Şihabuddin Ahmed b. Abdülvahhab, Nihayetu'N Erefo f i Funûni'5-Edeb, C. I, Kahire, 1954 Orkun, Hüseyin Namık, Türk Tarihi, C. II, Ankara, 1946 Ögel, Bahattin, i s l a m i y e t t e n Önce Türk Kültür Tarihi, An­ kara, 1952 Türk M i t o l o j i s i , Ankara, 1971 Türk Kültürünün Gelişme Çağları, I. Baskı, İstan­ bul, 1971, 11. Baskı, Ankara, 1979 el-Ömerî, Ahmed b. Yahya b. Fadlullah Şihabuddin, ,Me saliku'l-Ebsar fî Memaliki'l-Emsar, C. III, Süley­ maniye Küt. Ayasofya Böl. 3416 No da Kayıtlı El Yazması Öztuna, Yılmaz, Türkiye J a r i h i , C. I, İstanbul, 1963 Poliak, A.N., The Jevvish Khazar Kingdom in the Medieval Science, CollectJon des Travai!x de TAkademie Internationale d'Historse des Sciences, No : 8, p. 4 8 8 - 4 9 3 , Paris, 1959 Poznanski, Samuel, Karaites, E.R.E., V, VII, p, 662- 672, Nevvyork, 1951 The A n t i Karaite VVriîtîngs of Saadiah Gaon, J.O.R., (O.S.) V. X, p. 238-276, 1898 2B1. Pritsak, Omeljan, Philologiae Turcicae Fundamenta, Band : I, p. 319-340 VViesbaden, 1959 Rasony, Laszlo, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri Hazarlar, Tarihte Türklük, Ankara, 1971 Remzi, M. Murat, Telfiku'l-Ahbar ve Telkihu'l-Asar, C. I, Orenburg, 1908 Reşidüddin Fazlullah, Camiu't-Tevarih, C. i l , Ankara, 1960 Rosanthal. E.İ.J., Religion in the Middle East, V. I, II, Lon­ don, 1976 Roseni:hal, Herman, Chazars, J.E., V. IV, p. 1.-7, Nevvyork, 1903 Rosten, Leo, A Guide to the Religron of America, Nevvyork, 1955 Runciman, The. Hon. S., Orta Çağların Başında Avrupa'da Türkler, Belleten, C. IH, s. 4 6 - 5 7 , Ankara, 1943 Schimmel, Annamarie, Dinler Tarihine Giriş, Ankara, 1955 Suyûti, Celalüddin Abdurrahman b. Ebi Bekr b. Muham med, el-Camiu'l-Kebir, C. III, Süleymaniye Küt. Yusuf Ağa Böl. 97 No da Kayıtlı El Yazması Süleyman Hüsnü, Tarih-i Âlem, İstanbul, H. 1327 Sümer, Faruk, Oğuzlar, Ankara, 1972 Şapşaloğlu, Süreyya, Kırım Karaî Türkleri, Türk Yılı, C. l, s. 576-615, Ankara, 1928 Şehristanî, Ebu'l-Feth Muhammed Abdülkerim b. Ebi Bekr Ahmed, el-Milel ve'n-Nihal, C. 1, Kahire, 1968 Şelebi, Ahmed, Mukarenetü'l-Edyan, C. I, Kahire, 1966 Şeşen, Ramazan, İbni Fadlan Seyahatnamesi İstanbul, 1975 Tercümesi, Şişman, Simaka, Abraham Firkovvich'in Yazmalar Kolleksiyonu, Vlll. Türk Tarih Kongresi Bildiri Özetleri s, 44, Ankara, 1976 Şişman, Simon. İstanbul Karayları, İstanbul Enstitüsü Der­ gisi, C. III. s. 9 7 - 1 0 2 , İstanbul, 1957 262. Taberî, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Tarihu'r-Rusül ve'IMülûk, C. 1, II, Mısır, 1960 Tanyu, Hikmet, Tarih Boyunca Türkler ve Yahudiler, C. I, İstanbul, 1976 Türklerin Dinî Tarihçesi, İstanbul, 1978 Taplamacıoğlu, Mehmet, Dîn Sosyolojisine Giriş, Ankara, 1968 Togan, Zeki Velidî, Hazarlar, İslâm Ansiklopedisi, C. V, s. 3 9 7 - 4 0 8 . İstanbul, 1964 Umumî Türk Tarihine Giriş. İstanbul 1970 Turan, Osman, Selçuklular Tarihî ve Türk İslâm Medeniye­ t i , Ankara, 1965 Vanî Mehmet Efendi, (Muhammed b. Bestam el-Hoşabî], Araisu'l-Kur'an ve Nefaisu'l-Furkan, C. İ l , Beyazıt Devlet Kütüphanesi 67 No da Kayıtlı El Yazması VVieder, N., The Oumran Sectaries and Karaites,, J.O.R., V. XLVI-XLV1I, p. 9 7 - 1 1 3 , 269-292, London, 1956 Yakub es-Salis, eş-Şühedau'l-Hîmyeriyyune'l-Arab saiki's-Süryanîyye, Dimeşk, 1966 fi'I-Ve- Yakubî, Ahmed b. Cafer b. Vehb b. Vadıh, Tarîhu Yakubî, Leiden, 1883 Yakut el-Hamevî, Şihabuddin Ebi Abdillah, Mu'cemu'l-Bul­ dan, C. II, Beyrut, 1956 Yıldız, Dursun Hakkı, Müslümanlığın Hazarlar Arasında Yayılması, V l ! l . Türk Tarih Kongresi Bildiri Özet­ leri, s. 58, Ankara, 1976 Zajaczkovvski, Ananiasz, Karaims Ih Poland, VVarşzavı/, 1961 Zajaczkovvsi, VVlodzimierz, Karaites, Eneyclopedia of İs­ lâm, V. IV, p. 608-609, 1975 Üran-Altaische Jahrbucher Pordselzung der «Un­ garischen Jahrbucher» Herausgegebegen von Gyula Descy, B. 48, p. 250 - 257 VViesbaden, 1976 263 I N D EX — A — n Altmordu, 41, 218 Amasya, Aaron ben Joseph, 17ö, 200, 248 fA.B.D,), 177, 185, 189, 193, 221 Aaron ben Adülkadir Judalı, 247 İnan, Abdurrahman Anadolu, 86 - 12, 14, 30, 118, 126, 133. 136,. 137 167, 168. 185 III, 2 Anan ben David, Abhazlar, 20 Abisken, 170, 171 Amerika 7, 118, 152, 168, 178, 182, 197-203. 210- 56 215, 225, 238 Abraham Aben Yashar, 250 Abraham Firkowich, 3, 5, 6, 118, 119, 130, 132, 172, 184, 249, 250 Ananias 88, ZaJ£U3zkowski, 104, 121-124, 9; 71, 128, 135, 145, 250 Anastasyos, 20 Abraham Harkawy. 3 9, 98, Antalya, 170 118, 119, 163, 194, 199, 210, Anuşirvan. 25, 50 244 Arap (-lar), 5, 6, 8, 16, 20. 29. Abraham el-Fasî, 246 Abraham Nowicki, 250 31. 33, 50, 54. 55 65, 67, 74, 96 Arpad, 70 Açina, 26 Ağaçeriler, Arran, 19 91 Alımed b. Kûye, 95 Artamanov, 8, 21, 77 88, 111 Ahmet Caferoğlu, Artlıur Koestler, 193 122, 129, 133 Akatzirler, 16 17, 115, 120, 143 Akdes N. Kurat, 9, 18, 27, 37 Aslar, 21, 35, 48, 61 Alanlar 21, 30 35. 48, 50, 61 Astarhan, Alarik, 68 Asya Sarmatyası, Albania, 29 Aşot. 29 Algiray, 219 Atilla, 24. 25, 49 Avar • Allak, 25 Ahnanya. 97, 132, 143 Altaylar, (-lar), 22, 47 — 40, 136 86 (") Bu indexte, 20 Azak, 29, 37 Almos, 70 Alparslan, 190 Babenko, B — 66 sadece, eserde geçen yer, şahıs, ülke/topluluk v.b. isimler yer almaktadır. Muhtevamn fazla kabarması deni ile genel index yapılmamıştır. 264 ne­ Bulgar (-lar), 22, 28, 29, 33, 35, Babilonya. 133, 169 Bağandi, 75 Bağdat, 117, 131, 159, 166 Bahattin ö g e l . 9, 21, B6 Balıçesaray, 219 Balat, 176 Balkar, 124 Balkanlar, 132, 139, 179 Baltatiymez, 118 Bardaa, 5 5 Barila, 21 Barsilalor, 23 Barsilien, 21 Barthold, 8, 18, 126 Basbakov, 222 Basili, 22 Batu Han, 41 el-Belazurî. 7 36, 43, 47-50, 60, 63, 65, 75 Burtaslar. 33, 47 Buxtrof, 225 Bünyan, 136 — C — Cambridge 4, 5 Casimir Jagellonid, 218 Cassel, 78 Cerrah, b. Abdullah el-Hakemî, 31 Cezair, 102' Charles N. Eliot, 8, 226 Ciyl, 34 Belencer; 26, 28, 31, 32, 47, 75 el-Bekri, 7, 101-103 Belçika, 190 Benjamin en-Nihavendî, 7, 155 166 212, 245 Benyamin, 80 Berke Han, 41 Beyda, 31, 32, 75 Beyrut, 20 Bezne. 48 el-Birunî, 8, 156 Birze, 219 Bizal (Bazil), 48 Bizans, 2. 6. 12, 24-27, 30. 35-39, 43-46, 50-53, 57, 65, 74, 76, 91, 104, 108. 115, 130, 133, 137, 160',.. 167-169, 176-179, 202, 217 Brockelmann, 102 Buhara, 59, 75 Bulan, 65, 101, 108, 118, 122, 126. 178 | Costantin. 52, 92 Costantine Porphyrogenitus, 6, 61 77 Ctostantinos, 124, 237 Cürzan, 25 Gürzler, 20 Czortkover, 123 — Ç - Çağatay B. İbrahimoğiu. 186 8, Çağataylar, 63 Çeremiş, 48 Çiçek, 52. 68, 71, 91 Çiftkale, 118, 219, 238, 249 Çin, 22, 30, 50, 65, 139, 177 Çuvaşlar, 63, 123, 124, 127 — D — Dağıstan, 31, 37 Daniel el-Kumisî, 7, 196, 246 Danyal, 68 Darius, 16 Daryal, 23, 49, 101 265- David ben Abraham 169 el-Fasi, David ben Boaz, 246 David Kuliizov, 249 David Licha, 187 Hz. Davud, 195, 197 DavTid ben Sulaiman, 247 Dekalf, 58 Denikin, 189 Derbent, 25, 35 Desna, 33 Deylem, 34, 56 Dımeşkî, 7, 20, 111 Dicle. 73 , Dinever, 25 Dinyeper, 28, 29, 33, 128, 132 Dinyester, 29, 37 Don, 29, .32, 37, 136 Donietzka, 40 Dunlop, 8, 17, 115 Dursu, 22 - E - Elizalı Mizrahi, 183 Eliyahu. 158 Eliyahu ben Abraham, 160 Eminönü, 176 Emir Hüseyin, 41 Endülüs, 2, 16 Ermem (stan), 4, 6, 12. 14, 15, 20-23, 27-32, 69. 93. 104, 126, 133, 161, 167-169. 177, 179, 184, 185, 210, 218 Erran, 25 Essenîler, 63, 209, 210 Eudocia. 51 Evs, 53 _ F Fadlun el-Kürdî, 39 Fadıl b. Y a h y a el-Bermeki, 32, 55 Fas, 169 Fatih, 76 Filistin 66, 98, 121, 150, 168, 171-173, 185 Ebionitler, 212 Ebu Hanife 157, 158, 182, 198, Fin, 33 213, 214 Ebu Hüreyre, 15 Ebu İsa, 152, 162 Ebu'l-Bayyan, 247 Ebu'l-Ferec Furkan, 247 Ebu'l-Ferec Harun, 247 Ebu'l-Fida, 11, 213 Eckhart. 70 Edirne, 170-173 Elazığ, 136 Fustat, 4 El-Bab ve'l-Ebvab, 25, 28, 32, 54 Eliiah ben Moses Başiacı, 176, 248 Elijalı 266 Kazaz, 250 Fransa, 117, 138, 139, 190 — G — Gabriel Firkowich. 250 Gagavuz, 28 Gangra, 170 Geza Feher, 68 Gımatî, 68 Gini, 123 Gotlar, 32, 92, 100, 132 Göktürkler, 8. 18, 23, 26. 27, 28, 49, 50 Gözleve, 219, 228, 243 Grodiska, 40 Guz, 35, 37 •Gürcü (4er), -İstan), 19, 23, 25, 49, 170 — H — Hacı Tartian, 134 Halep,, 169 Halicz, 219 Hananiah, 157 Hanbahh, 73, 75 Hannah, 239 Hanukah, 80 Harizm,, 26, 37, 46, 94 Harun, 80 Harunu'r-Reşid, 32, 55, 99, 103 Harzem, 30 Hasköy, 171, 185 Hasdai ibni Şarput, 2-4, 16, 104, 122 ••• Hazarşah, 136 Hazreç, 53 Hemedan, 152 Henry H. Millman, 17 Heraclius, 26, 51 Herman Rosenthal, 8, 17,. 78, 118, 130 Herodot, 16, 19 Hezkiya, 80 Himyerliler, 10 Hikmet Tanyu, 9, 85, 87 Hind (-İstan), 74, 184 Hireliler, 15 Horasan. 89 Hun (-lar), 19-25, 47, 49, 65 Hürmüz, 50 • Hüsamettin Emir Çoban, 40 Hüseyin N . Orkun, O, 18, 28 - I-İ — Irak, 98, 157, 161 162, 176, 179. 184, 187 İberya, 25' İbni Asakir, 15 İbni Fadlan, 7, 77 İbni Haldun, 7, 17 İbni Hassul, 59 İbni Havkal 4, 7, 8, 73, 77, 7ü İbni Hişam, 11 İbni Hurdadbih, 77, 79 İbni Kesir, 88 îbni Miskavayh, 7, 16, 17 îbni Rusteh, 7, 61, 73, 77 87. 110 îbni Sa'd, 89 İbni Tiktaka, 58 İbnu'l-Esir, 7, 19 İbnu'l-Fakih, 7, 109, 112 İbnu'n-Nedim, 8 Hz. İbrahim, 85, 88-90, 147 İbrahün Kafesoğlu, 9, 18, İgor, 40 İlyas Bey Kazaz, 229 İmamî, 48 İngiltere, 117, 190 İran, 12, 16, 67, 98, 104, 126, 132, 161-163, 167. 168, 177, 179, 184, 210, 217. 218 Hz. İsa, 130, 159. 194, 207, 210, 214. 220, 236 Isaac Abraham Akrish, 3 Isaac ben Abraham Troki, 248 ls.aac Iskavi, 157 îsaac Sinanî, 240 İseviye, 162, 164, 209, 2İ0 îsfehani, 20 Hz. İshak, 80, 98 İshak Sangarî, 98, 118, 171, 178 İskandinavya, 30. 65 İşkiller, 34 Hz. İsmail, 89 İsmail Ukbari, 245 267 İspanya, 2, 3, 102, 138, 139, 169, 170, 179 183, 184 İsrail C-ogulları, Benî İsrail), 10, 91, 114, 120, 143-145, 147, 167, 179, 180, 185, 187, 193, 197 İstahrî, 77, 91 İstanbul, 3, 9, 76, 102. 170, 176, 179, 185-191, 217, 221, 243 isviçre, 117, 187, 190 İtalya, 42, 139, 183 İsmail H . İzmirli, 33 İtil, 5, 33, ,36, 37, 73, 85 îvan, 40 İzzettin Keykavus, 41 — J — Kaı~adeniz, 2, 23, 28, 30. 216, 217 Karaçay (-lar), 124, 135, 222 Karaimszki. 219 Karaköy, 172 el-Karamanî, 17 Karamzin. 18, 40, 126 Kaufman Kohler, 9-, 158 Kayseri, 136 Kazak (-lar), 13, 63, 133. 182, 103, 218 el-Kazvinî, 7, 17, 73, 77 Keş, 41 KLbns, 170 Kıpçak (-lar), 39-41, 57, 127129, 137, 154, 178, 218, 217 lürgız, 63 Jakob ben Reuben, 121, 247 Jakob ben Simeon, 247 Jakob Maleki, 250 Jakob Maım, 9 Japonlar, 78 Kırım, l, 4, 5 9, 29. 32, 37, 39, 48, 53, 108, 115-119, 125, 128-134. 139, 142, 168, 171175, 178, 179, 186-193, 202, 216-221, 225, 233, 238 Jehudah ben Barzellai, 3 Johann Schildperger, 117 Joseph ben Moses, 246 Judah Elijah Hadast, 176 Jullian, 24 Justinianos, 51, 52 Kışevi, 75 Kiew, 108, 134, 140, 143 Kiril, 92 Kocaeli, 118 — K — Kabarlar, 34 Kabe, 88 48 Kafkas (-lar, -ya), 1, 4, 5, 21, 24, 25, 29, 33, 38, 48, 55, 98, 109, 126j 133, 135, 161, 167, 168, 176, 191 Kahire, 162. 169, 185, 187, 211 Kalizler, 34, 48, 180 Kama, 33 Karabarda. 135 268 Kovvalski, 9, 113, 117, 222 223 Kronie, 219 Kubad, 25, 50 Kuban, 13, 30, 33, 191 Kudüs, 152, 160. 162, 166-169, 176, 182, 185, 188, 197, 200, 201, 238 Kum, 152 , Kuman (-lar), 15, 90, 124, 127, 134 137, 157, 178, 180, 191, 216, 217,. 223 Kumisiye, 165 Kumuk, 124 Kuridah, 24, 25 Kutschera, 8, 18 07, 109, 115, 116, 131. 133, 171 Kuturgur, 47 Larisi, 95 Lazsio; Rasony, 8. Lebedlas, 60. Lecapenus, 35 Leningrad, 3 Leon, 52 Leon Nemoy, 7, 9, 161-164, 167, 176, 181, 192, 193 215, 345, 246 Ijgetti, 222 Litvanya, 178, 191, 218, 219 Luck, 219, 227 Lût Gölü, 162, 163 Lvov, 219 — M — Macar (-İstan, -lar), 33-35, 48, 60, 69, 70, 134. 222 Makabiler, 151 Makdisî, 55, 95 Makrizî, 59 Malik er-Ramll, 245 Mançtuya, 177, 185, 189 el-Mansur, 152, 159 ' Mario Grignaschi, 8, 18, 19 Marquart, 21 Mayatskö, 67 Mekke, 54 Memun; 55, 56, 95 M e m u n b. Mııhammed, 95 Menahem, 80 Menaşe. 80 Menkub, 219 Mervan. 31. 55, 94 Mervezî, 73 BO Mesleme .1?. Abdülmelik. 30, ,aı Mes'udî, 7, 17, 18, 56. 79i' 81, 87, 95, 110 Mezopotamya, 3Ö Mısır, 4, 138, 167-181, 185, 187, 190-193 Michael Kmosko, 8, 28 Miçeforos, 20 Minorsky, 8, 18, 63 Mirvan, 49 Moğol (-lar), 41, 57, 135, 137, 140 219 Moraco, 169 Moses ben Abraham Darî, 247 Moses Chorene, 6, 20 Moses Kalonkatacı, 70 Moses Mordecai, 248 Moskova, 133 Hz. Muhammed.: 15, 90, ,94, 106, 194, 207, 210, 214, 236 M z , Musa, 1, 77 113, 147, 148, 149, 194-197, 2.14, 215, 236 Musa ez-Zaferanî, 245 Musul, 31 Muskan, 152 Müneccimbaşı, 85, 87 Mytislav, 39 ,N — Nabatlılar, 15 Necran, 11 Nemeth,. 64 Nisan Kukizov, 249 Nisi, 80 Nizamettin Şamî, 41 Npnnanlar, 48 Nuh, 16 269 ^ o ~ Obedya, 7b. 80, 99, lOO 111, 115, 117, 131 Obrianlar, 29 Odesa, 170 O ğ u z Han, 89 Oğuzlar, 28, 35, 30, 3Ö, 43, 57-61 Oka, 28 Olbja, 132 Onogur, 47, 65 Hz. Osman. 28 Osmanlılar, 58, 76 Osman Turan, 59 Ovadius Pllecki, 250 Oxford, 3 Hz. Ömer, 15 28 — P — Pavenezy, 219 Peçenek (-ler), 34-43, -18, 50, 61, 96, 135 Peringer, 226 Pers (-liler), 24-26, 49-51 PeruşLler. 150, 159-161 Petahyah, 114-117 131, 216-218 Petron, 52 Phihp L. Gell, 8, 8, 19 Philo, 212 Plano Caprini, 41 93, 136 Poliak, 3, 4, 8, 65, 133 Polonya, 9 71, 72. 97, 129, 134, 138, 139, 178, 182, 18&-1&3. 216, 218, 220-228 Polovtsi, 39 Polyan, 48 Pompiany, 219 Portekiz, 184 Povjsol, 219 270 ~ R ~ Radimiç, 48 Radloff, 226 Reicher, 123 Remzi Murat, 9, 15. 27, 63, 235 Ren Nehri, 138 Reşit S. Karaşemsi, . 9, 2ö, öl. 135, 138, 235 Ribakov, 3 Roma, 49-51, 138, 142 Rum .(-lar) 4-6, 27, 179. 181, 186 Rus (lar -ya), 4-8, 13, 34-43. 47, 50, 53, 56, 57, 62, 87. 92, 94, 136, 137, 181, 102, 193, 218, 221, 222, 244 — S — Saadia Gaon, 118, 184, 181. 247 Sabar, 18 Sabir(-ler), 8, 28, 29, 47 Saborean, 158 Sabulon, 80 18, 22, 23, 26, Sadukiler, 151, 159, 163, 194, 206, 209, 210 Sahi ben Mazliah, 246 Said el-Hareşî, 31 Sakalibe, 87 Sakarya, 118 Saksın, 40, 134, 135 Salaty, 213 Samayloviç, 221 Samiriler, 163, 164. 209 Samuel, 239 Samuel Pigit, 250 Samuel Pampula, 25 Samuel Poznanski, 192, 210 Saray, 41 Sargon, 150 Sarigsin, 73 Sarıkşar, 75 Sarkel, 33-37. 52. 69 Sarogur, 26 Sasanİ (-ler), 17, 65 Saul, 245 Savir, 48 Sebeos, 27 Selanik, 170, 171 Selçuk (-lular), 40i 41, 58, 59, 76 168 Selman b. Rebia, 28, 29 Semender, 26, 32, 47. 73, 75 Severyan, 48 Sibirya, 187, 189, 192, 193, 220 Simhah Bobowıch, 250 Simon Firkovich, 250 Simon Şişman, 9, 240. 250 Siüt, 32. 55, 69 Slav (-lar), 28, 33, 34, 71, 86, _ T — Taberî, 7, 17, 28, 23 Taberistan, 34, 56 Taman, 132 Tamatarhan, 37, 38 et-Taras, 170, 247 Tarna, 48 Tamiak, 22 Tatarlar, 128, 192 Tatlar, 71 Taurus, 48 Teodora, 51 Teofil, 52 Teophanes, 20, 27 Tiber Aspimar, 52 Tiberius. 51 Tiflis, 32 TtfUsiye, 165 Timur Leng, 41 Tiriş, 16 Togarma, 22 132. 191 Solomon ben Jeruham, 246 Solomon Grayzel, 97, 133, 134, Tobias ben Moses, 247 183 Sulkat, 119 Suriye, 30, 167-171, 179, 184, Süreyya Şapşaloğlu, 192, 227, 250 Tolstov, 99 Topkapı Sarayı, 4, 5 Trabzon, 170, 223 Trakya. 171, 185 Troki, 219 Suvar (-lar), 19, 23, 75 Suyutî. 15 Sübidey, 41 Hz. Süleyman, 200 Sümer, 53 Tudelli Benjamin, 172 Tuna, 28 Tur-ı Sina, 149 Türkistan. 30, 126 Türkiye, 8 117, 193 Svyatoslay, 8, 34, 37 - Ş _ Şam, 169 Şudgan, 164 Şudganiye, 164, 200, 210 170, 177, - U - Ü Ubaça. 80 UhduH, 10, 11 Ukbariye, 165 U k r ^ y a , 133, 134 271 Yakut el-Hamevî, 7, 63 Upita, 21Ö Ural, 12, 95), 217 Ugrianlar, 29 Uygur, 20 Uyur, 48 Uzlar, 34 Ürdün, 188 Üsküdar, 176 _ v . w Yaltutlar, Yanur, 48 Yayık, 30 • Yefeth b, Ali, 120, 246 Yehuda, 10, 147 Yehuda Halevî, 104, 122 Yehuda ha Nasi, 149 Yemen, 53 Yezid b. Useyd, 55 — Vambery, 135 Vanî Mehmet Efendi, 88 Varegler, 34-36, 48 Vernis, 31 Vilno, 219, 227, 235, 243 Vitold, 218 Vladimir. 39, 108 Vnndu-, 48 Volga, '4-7, 63, 136 Vyatic, 48 VVlodzimierz Yudgan, 125 Yudgajıiye, 164, 209. 210 Yunan (-lüaı-), 78, 138, 139 Yusafat, 76, 98, 100, 117, 119, 122, 131 Yusuf ben el-Beşir, 247 ZajaczkowBki, — Z — Zagora, 22 Zekî V , Togan, 9, 18, 64, 63, ıVVrangel, 189 68, 78, 126rl28, 134 — Y Yafes, 16, 22, 121 Yakub, 10. 147, 162 Yakub el-KırkisaJiî, 118 Yusuf, 2, 4, 16, 22, 48, 57, 72, 250 7, 121, 125, 213, 237, 246 272 86 120, Ziebel, 26, 27, 51 Zû Nuvas. 10, 11 Zü'l-Karneyn, 88, 90 2vi Ankori, 8, 115, 116, I20- 122, 170-73, 178, 191-193