Untitled

advertisement
Türklerde Yahudilik ve Doğu Avrups
Yahudilerinin Menşei Meselesi
Hazar ve Karay Türkleri/Yrd. Doç. Dr. Şaban Kuzgun
Se-da Y a y ı n l a r ı : 6
İlmî Seri
: 3
Birinci Baskı
; 1985
Dizgi - Baskı - Tertip
ÜÇBİLEK MATBAASİ T e l : 41 48 74
Atasanayi 6. ncı Sokak No. 24 — ANKARA
i ÇİN
DERİLER
Sayfa
XI
XIII
1
KISALTMALAR
ÖNSÖZ
GİRİŞ
B İ R İ N C İ
B Ö L Ü M
H A Z A R L A R
A. HAZARLARIN SİYASÎ DURUMU
1 — Hazar Adı ve Hazarların Menşei
a) Hazar Adı
b) Hazarların Menşei
14
14
17
2 — Hazar Devletinin Kuruluşu
23
3 — Hazarların Gelişme ve Yükselme
nemi
Dö­
30
4 — Hazarların Duraklama ve Zayıflama Dö­
nemi
33
5 — Çöküş Dönemi ve Çöküş Sebebleri
a) Çöküş, Dönemi
bj Çöküş Sebebleri
36
36
42
6 — Hazar Hakanlığı İçinde Yer Alan Mil­
letler ve Kabileler
47
7 — Hazarların Komşuları ile Olan Münase­
betleri
49
a) Hazar - Pers Münasebetleri
b) Hazar - Bizans Münasebetleri
• V.
50
51
c)
d)
e)
f)
g)
h)
Hazar - Arap Münasebetleri
Hazar - Rus Münasebetleri
Hazar - Oğuz Münasebetleri
Hazar - Bulgar Münasebetleri
Hazar - Macar Münasebetleri
Hazarların Diğer Komşuları ile Mü­
nasebetleri
53
56
57
60
60
61
B. HAZARLARDA KÜLTÜR VE MEDENİYET
1 — Hazarların Dili
62
2 — Hazar Kültürü
65
3 — Hazar Devlet Teşkilatı ve Hazar Hakan­
ları
76
C. HAZARLARDA DİN VE YAHUDİLİĞİ BENİM­
SEME HADİSESİ
1 — Hazarlarda Eskî Türk Dini İnancı
84
2 — Hazarlarda Hristiyanlık
90
3 — Hazarlarda İslâmiyet
93
4 — Hazarlarda Yahudilik ve Yahudiliği Be­
nimseme Hadisesi
96
a) Hazarlarda Yahudiliğin Kabul Ediliş
Tarihi ve Şekli
Ö8
b) Hazarların Yahudiliği Kabul Ediş Se­
bebi
104
c) Hazarların Ne Kadarı Yahudiliği Ka­
bul Etmiştir?
d) Hazarlar Karaîliği m i , Yoksa Rabbanîliği mi Kabul Etmişlerdi?
— Vt —
109
112
Sayfa
e) Göçler
f) Doğu Avrupa Yahudilerinin Menşei
İ K İ N C İ
131
141
B Ö L Ü M
KARAÎ İNANCİ VE KARAY TÜRKLERİ
A. YAHUDİLİK VE YAHUDİ MEZHEBLERİ
1 — Yahudilik
147
a) Yahudiliğin İnanç Esasları
b) Yahudiliğin Kutsal Kitapları
2 — Yahudiler Arasında İlk İhtilaflar ve Ya­
hudi Mezbehleri
148
148
150
B. KARAİM MEZHEBİ VE KARAÎLİK
1 — Karaim Mezhebinin Doğuşu
154
a) İsim ve Anlamı
154
b) Karaî İnancının Doğuşu
156
2 — Karaîliğin Yayılışı
166
a) Kudüs ve Filistin Karaîleri
163
b) Mısır ve Suriye Karaîleri
169
c) Kuzey Afrika ve İspanya Karaîleri
169
d) Bizans Karaîleri
170
e) İran ve Ermenistan Karaîleri
176
f) Kırım ve Güney Rusya Karaîleri
177
3 — Karaîliğin Zayıflaması
179
4 — Dünyada Halen Karaîlerin Yaşadığı Ül­
keler
184
— Vli~
Sayfa
a)
b)
c)
d)
e)
İstanbul Karaîleri
Mısır Karaîleri
İsrail ve Kudüs Karaîleri
A.B.D. Karaîleri
İsviçre, Fransa, İngiltere ve Belçika
Karaîleri
f) Kırım ve Polonya Karaîleri
185
186
188
189
190
190
C. KARAÎÜĞİN ESASLARI
1—
İnanç Esasları
194
2 — İbadet Esasları
199
a)
b)
c)
d)
Günlük İbadet (Namaz)
Oruç
Zekat
Hac
3 — Diğer Esaslar
a) Evlilik Hukuku
b) Yeme ve îçme ile ilgili hükümler
c) Temizlik Hükümleri
d) Bayramlar, Yılbaşı ve Yeni A y m
Tesbiti
e) Sünnet
f) Tedavi
g) Karaîlikte Diğer Bazı Hususlar
199
201
201
201
202
202
203
204
205
206
207
207
4 — Karaîliğin Rabbanî Yahudiliğinden
Farklı Olduğu Noktalar
207
5 — Karaîliğin Diğer Mezheb ve Dinlerle
İlişkisi
209
— VIII —
Sayfa
D. KARAY TÜRKLERİ
1 — Karay Türklerinin Dünkü ve Bugünkü
Durumu
216
2 — Karay Türklerinin Dili
221
3 — Karay Türklerinin Kültürü
4 — Karay Türklerinde İnanç ve İbadet Esas­
ları
228
236
E. KARAÎ BİLGİNLERİ
1 — İlk Dönem Bilginleri
2 — XIII. — XVII. Yüz Yıl Bilginleri
3 — X V I I . — XX. Yüz Yıl Bilginleri
245
247
249
SONUÇ
251
BİBLİYOGRAFYA
254
İNDEX
264
-
IX
K I S A L T M A L A R
a.g.e.
A.Ü.
B.
böl.
C.
c.c.
Çev.
Ed.
E.R.E.
H.
Hz.
İst. Ü.
J.E.
J.O.R.
Küt.
M.
Mec.
M.Ö.
M.s:
N.S.
O.S.
P.
S.
S.A.V.
Ter.
T.K.A.E
T.T.K.
U.J.E.
V.
v.b.
Adı geçen eser
Ankara Üniversitesi
Band
Bölüm
Cilt
Celle Ceialühü
Çeviren
Edited
Eneyclopedia of Religion and Ethics
Hicrî
Hazreti
İstanbul Üniversitesi
The Jevvish Eneyclopedia
Jewish Ouarterly Revievv
Kütüphane
Miladî
Mecmua
Milattan önce
Milattan sonra
New series
Old series
Page
Sahife
Sallallahu aleyhi ve sellem
Tercüme
Türk Kültürü Araştırmaları Enstitüsü
Türk Tarih Kurumu
Univerşal Jevvish Eneyclopedia
Volume
Ve benzeri
XI
Ö N S Ö Z
İslâm öncesi dönemlerde Türklerde mevcut olan din­
ler, özellikle bazı Türklerin Yahudiliği kabul etmesi olayı,
pek çok kimsenin dikkatini çekmektedir: Bugün tamamen
millî bir hüviyete sahip görünen Yahudiliğin, o dörieinlerde
Türkler tarafından nasıl
benimsendiği gerçekten araştır­
maya değer bir konudur. Başta Hazarlar olmak üzere, Kıp­
çaklar, Kal izler. Kabarlar vb. bazı Türk kabileleri kısmen
Yahudiliği benimsemişler ve bu kabilelerle çağdaş
olan
kaynak eserler, bu olaydan bahsetmişlerdir. Kaynaklarda
mevcut olan bilgileri değerlendiren ilim dünyası, bu konu
ile ilgilenmiş, bilhassa Hazarlar'ın Yahudiliği kabul etmesi
üzerinde durarak, bu mevzuda araştırmalar yapmıştır. Bu
çalışmalar sonunda bazı tarihçiler. Hazarların Yahudiliği
kabulü olayı ile. Doğu Avrupa Yahudiliği arasında bir iliş­
ki kurarak, Doğu Avrupa Yahudilerinin, Hazarların devamı
ve onların torunları olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Ancak Türkiyede bu konu ile geniş şekilde ilgilenen
çıkmamış, hatta genel olarak Hazar Tarihi yeterince araş­
tırılmamıştır. Türkiyede Hazarları ansiklopedik ölçüler için­
de sadece Zeki Velidî Togan incelemiştir. Bu vesile ile
O'nu saygı ve rahmetle anıyoruz.
Şimdiye kadar Türkiye'de bu konuda; ciddi bir çalışmanın
yapılmamış olması, bizi bu konuda araştırma yapmaya sevketmiştir. Ancak, özellikle Hazarlarda Yahudilik olayını
araştırırken, Türkiyede genel olarak Hazar tarihinin de tam
olarak incelenmediğini t e s b i t ettik. Bu yüzden çalışmamı— Xtll —
21 ister istemez biraz geniş tutup, genel Hazar tarihini bir
bütün olarak ele almak zorunda kaldık.
Bugün Dünyada sayıları çok az olmasına rağmen, Tevrata inanan, ama Türkçe konuşan Karay Türkleri vardır. Bu
topluluk son zamanlara kadar Hazar kültür muhitinde yaşı­
yorlardı. Araştırmamızda Karayları da ele alıp, onların men­
şeini ve şimdiki durumlarını araştıriarak,0'nların nasıl bir
Yahudi inanca sahip olduklarını ve İsrail ırkmdan olan Ya­
hudilerle aralarındaki farkı ortaya koymaya
çalışacağız.
Bilhassa Bugünkü Karaylarla Hazarlar arasında bir irtibatın
mevcut olup olmadığını ortaya koyup, Karaî İnancını geniş
bir şekilde inceliyeceğiz.
Araştırmamızda, geçmişte hangi Türk kavimlerinin
ne tür bir Yahudiliği benimsediğini, bugün, ne kadar Tür­
kün ne çeşit bir Yahudi İnanca sahip olduğunu ortaya koy­
maya çalışacağız.
İki bölüm halinde takdim edeceğimiz çalışmamızın bi­
rinci bölümünde Hazarların siyasî ve kültür tarihlerini in­
celedikten sonra, O'nların dinî tarihini, bilhassa Yahudiliği
kabul etme hadisesini araştıracağız. Daha sonra bu olay­
la, Doğu Avrupa Yahudilerinin mi yoksa Karay Türklerinin
mi ilişkisi olduğunu ortaya koymaya çalışacağız. İkinci bö­
lümde Karaî inancını ve Karay Türklerini ele alarak, inanç,
d i l , ve diğer kültürleri bakımından O'nların. Hazarlarla ve
Yahudiliği kabul etmeleri ile ilişkisini tesbit etmeye çalışa­
cağız.
Konunun seçimi ve araştırılması esnasında kıymetli
fikirlerinden faydalandığım değerli hocam Prof. Dr. Hikmet
Tanyu b e y e , konunun genel tarih yönünün değerlendirilme­
sinde fikirlerinden istifade ettiğim Prof. Dr. Bahattin Ögel
bey'e. Araştırmalarım esnasında her türlü yardımlarını esirgemiyen Prof. Dr. Hüseyin G. Yurdaydm beye bu vesile ile
teşekkürlerimi arzederim.
— XIV —
Karaî İnancı ve Karay Türklerini araştırırken yardımla­
rını esirgemeyen Polonyalı Karay Türkü, müteveffa Prof.
Dr. W. Zajaczkovvski'yi bu vesile ile saygıyla anıyorum.
Ayrıca Karaî inancının araştırılması hususunda ellerinden
gelen her türlü yardımı esirgemiyen İstanbul Hasköy Karaî
cemaati mensuplarına şükranlarımı arzediyorum.
Sabân KUZGUN
G İ R İ Ş
Hazarların siyasî ve dinî tarihleri hakkında, özellikle
O'nların Yahudiliği benimsemesi hakkında ilim dünyasmda
bugüne kadar pek çok şey söylenmiş ve yazılmıştır, Türk
olduğu bilinen Hazar kavminin bir kısmının bile, Yahudili­
ği kabul etmiş olması, pek çok kimsenin hayret ve merakı­
nı celbetmektedir. Yüzyıllardan beri başka ırklardan olan­
ları kendi dinine almayı (proselytism) reddeden Yahudili­
ğin, İsrail ırkından olmayan bir kavmi nasıl kendi inancına
kabul ettiği hususu araştırmaya değer bir konudur.
Halen Dünyada «Hazar» adı ile anılan bir kavim ve
topluluk mevcut değildir. M.S. VI. - XII. yüzyıllarda yaşadık­
ları ve imparatorluk kurdukları kesinlikle bilinen Hazarlar m , hiçbir bakiye bırakmadan tarih sahnesinden silinmele­
ri mantığa uygun gelmemektedir. Bu bakımdan Hazarlarm
bakiyesi sayılacak bir topluluğun bugün Dünyada mevcut
olması tabiidir. Bu,bakiyeyi, Hazar imparatorluğu sınırları
içinde aramak gerekir. Yapılan araştırmalar sonunda Hazar
imparatorluğu sınırları içinde Hazarların bakiyesi sayılabi­
lecek bir topluluk, tesbit edilmiştir ki, bu topluluk, «Karaylar» veya «Karaim Türkleri»dir. Karaylar, (son zaman­
lara kadar) çoğunlukla Kırım ve Kalkasyada yaşayan, Türk­
çe konuşan fakat, Hz. Musa'ya ve Tevrata inanan bir top­
luluktur. Karayların dilleri Türkçe, dinleri ise musevîliktir.
Kısmen Yahudiliği benimsemiş olan Hazarlar ile, O'nların
imparatorluk sınırlan içinde yaşayan, kültürlerini taşıyan
ve Tevrata inanan Karay Türkleri arasında bir ilişkinin mev­
cut olması tabiidir. Konuyu çeşitli yönleri ile ele alıp in1
celemek, bu iki kavmin siyasî ve dinî tariiılerini araştıra­
rak Iconuya açıklık getirmek yerinde olacaktır.
Araştırmamızın başmda, önce araştırmamızla ilgili olan ve faydalanmış olduğumuz kaynak ve araştırmaları kı­
saca tanıtacağız. Ayrıca asıl konuya girmeden önce, Ya­
hudilikte «pmselytîsm» meselesini, yani başka ırktan olan­
ların Yahudiliğe girip giremiyecekleri hususunu inceliyeceğiz.
1 — Kaynaklar: VI. Yüzyıldan XI. yüzyıla kadar Dev­
let olarak varlıklarını sürdüren Hazarlar hakkında, o dö­
nemlerde yazılmış eserlerde açık bilgilere rastlamak güç­
tür. Bu eserler konuyu kısa ve kapalı bir biçimde vermek­
tedirler. Mâlesef Hazarlardan kalma, Hazarca yazılmış bir
eser yoktur. Sadece Hazar Hakanı Yusuf'un, (JosephJ En­
dülüslü
Hasdai Ibni Şarpt'a Ibranice olarak yazdığı bir
mektup ile meçhul bir Hazar Yahudisinin Ibranice yazdığı
bir mektup vardır. Yusuf'un, mektubu M,S, 950 — 960 yıl­
ları arasında yazılmıştır. İspanyada kurulmuş olan Endü­
lüs Emevi devletinin halifesi III, Abdurrahman, başlangıç­
ta sarayında hekim olarak görevlendirdiği Hasdai İbni Şarput isimli Yahudiyi zamanla kendine vezir ve hatta sadra­
zam tayin eder.
Bu Yahudi sadrazam Hasdai, halifenin
sarayına gelen dış ülkelerin heyetlerinden, ülkelerindeki
Yahudiler hakkında bilgi toplar. İrandan gelen bir ticaret
heyeti Hasdai'ye Karadenizin kuzeyinde bir Yahudî krallı­
ğının varlığını haber vermiş fakat Hasdai buna inanmak
istememiştir. Bizanstan gelen heyetlerden bu konuyu iyi­
ce soruşturan Hasdai, böyle bir krallığın varlığına inandık­
tan sonra o günün Hazar hakanı Yusuf'a bir mektup yaz­
mıştır. Bu mektupta ona oniki Yahudi kabilesinden hangi­
sine mensup olduğunu, devleti nasıl yönettiğini, orduları­
nın durumunu ve benzeri hususları sormuştur. Hazar im­
paratorluğunun son hakanı olan Yusuf da, Hasdai'ye İbra2
ni dili ve harfleriyle cevabî bir mektup yazmış ve sordu­
ğu sorulara cevap vermeye çalışmıştır. (1] Yusuf'un gön­
derdiği mektup Hasdai tarafından muhafaza edilmiştir. Bu
mektup gerek Hasdai'ye ve gerekse diğer yahudilere mo­
ral yönünden fevkalade tesir etmiştir. Mektuptaki bilgile­
rin sonucu, yüzyıllar sonra bir Yahudî devletinin kuruldu­
ğunu öğrenmeleri, İspanyol Yahudilerini çok sevindirmiştir.
Bu yüzden Yusuf'un mektubu İspanyol Yahudileri tarafın­
dan korunmuş, hatta yazılan eserlerde bu mektuptan bah­
sedilmiştir. Jehudah ben Barzellai isimli bir İspanyol yahudîsi XMI. yüzyılın başlarında yazdığı Sefer ha-İttim isimli
eserinde bu mektuptan ilk defa bahsetmiştir. (2} Mektup,
ilk defa İstanbulda 1577 yılında İsaac Abraham Akrish ta­
rafından Kol Mebasser isimli bir broşürde İbranice olarak
basılmıştır. (3) Bu mektup daha sonrada çeşitli yerlerde
basılmıştır. Mektubun basılan metinlerine uyan bir e l yaz­
ması Oxforddaki «Christ» kilisesinde bulunmaktadır. (4)
İstanbUldaki basılan metin olsun, Oxforddaki metin olsun,
her ikisi de tarihçiler tarafından kısa mektup diye isimlendirilmektedir.
Arkeolog Abraham Firkovvich'in kolleksiyonunda bulunan ve diğer metinlerden çok daha farklı
olan bir mektup daha vardırki, tarihçiler buna Uzun mek­
tup demektedirler.
Bu mektup halen Leningrad halk ki­
taplığında bulunmaktadır. Rus tarihçisi Ribakov, kısa mek­
tupların bu uzun mektuptan
kopya edilmiş olabileceğini
söyler. Abraham Harkavy, bu mektubun sahte olmadığına
inanır. (5) Ancak Yahudî tarihçisi Poliak,
bu mektubun
sahte olduğunu, 1070- 1080 yılları arasmda İspanyada Ha( 1) Arthur Koestler,
p.
The Thirtefinth
65-67
( 2) A, Koestler. a.g.e, s. 215
( 3) A. Koestler, a.g.e„ s. 215
( 4) A . Koestler, a.gse. s. 219
( 5) A. Koestler,
a.g.e., s. 220
Trıbe,
Newyork, 197e,
zar krallığı hakkında Yahudilerin rağbet ettikleri bilgilerin
propaganda
amacı ile mektuplaşma havasına sokularak
uydurulduğunu söyler. Çünkü ona göre mektubun coğrafî
kısımları IX. yüzyıldan önceki tarihlerin materyallerini ih­
tiva etmektedir ve bu bilgiler, Güney Kırım ve Kuzey Kafkasyadan Volga'ya doğru giden bir seyyahtan alınmış ol­
malıdır. (6)
Bazı tarihçiler bu mektup hakkında Poliak'ın fikrine
katılırken, Poliak ve onun gibi düşünenleri
şaşırtan bir
durum ortaya çıkar. İbni Havkal, X. yüzyılın ikinci yarısın­
da yazdığı Suretu'I-Arz
isimli eserinin 113. sayfasındaki
haritanın sağ üst köşesine şöyle bir not yazmıştır. «Bu dağ
uzundur.
Hasday b, İshak bu dağın Ermeniye dağlarına
ulaştığını, Rum ülkesini keserek oradan Hazaran'a ve Er­
meniye dağlarına ulaştığını söyler. Bu bölgeleri haber ver­
diğine göre o, buralara gitmiş ve buraların melikleri ile
ve ileri gelenlerle görüşmüştür.» (7).İbni Havkal'ın bu ese­
ri halen Topkapı Sarayı kütüphanesinde mevcuttur.
Bu
nota göre Hasdai'nin bu bölgelere gittiği anlaşılıyor. Hasdai'nin buralara gidip gitmediği hakkında kesin bir şey söyliyemesek de, bu nottan kesin şekilde O'nun Hazarlarla
ilgilendiğini ve dolayısıyla mektuplaşmanın sahte olmadı­
ğını anlıyoruz. Daha önce bahsettiğimiz meçhul bir Ha­
zar Yahudisi tarafından yazılan ikinci mektubun parçaları,
Mısırda Fustat Kenîsatü ş-Şamîde bulunmuştur. Mektupta
Hazar hakanı Harun ile oğlu Yusuf'un RUslara karşı mu­
vaffakiyetle direndikleri anlatılmaktadır. Halen Cambridge
Üniversitesi
kitaplığında oluşundan
dolayı bu mektup
( 6) A . N . Poliak, The J6wish-Kha2ar Kîndgom in the Medieval,
Science, Collection des Travaux de TAkademie înternationale d'Historie des Sciences, No: 8, Paris, 1950 p. 488-493
C 7) Ebu'l-Kasım İ!bn Havkal en-Nasibî,
Suretu'I-A^rz, Topkapı
Sarayı Küt. A, 3346 Numarada kayıtlı El Yazması, s. 113
«Cambridge belgesi» diye isimlendirilmiştir.
(8) Bu iki
belge Ermeni, Rum, Rus, Arap ve benzeri kaynaklara göre
Hazarlarm yahudileşmesi
meselesine daha fazla açıklık
getirmektedir. Bu iki mektubun dışında. Hazarlardan kal­
ma ne bir kitap, nede başka bir belge elde mevcut değil­
dir. Hazar devletinin kurulduğu topraklarda, bilhassa İtil
nehrinin yataklarında yapılacak iyi bir araştırma ile yeni
belgelerin bulunması ve Hazar tarihi hakkındaki karanlık
noktaların aydınlatılması mühıkündür. Nehir yataklarında
yapılan Hakan mezarlarından hiç birisi henüz bulunabilmiş
değildir. Bu mezarlar çok sağlam yapıldıklarından bu gü­
ne kadar kalmaları mümkündür. Şayet bu tür mezarlardan
biri bulunabilirse araştırmamızın konusu olan Hazarların
yahudileşmesi ve onların hangi yahudî mezhebini kabul et­
miş oldukları hususu ortaya çıkar. Çünkü bu mezarlarda
kitabeler olacaktır, mezarların dışında Hakan saraylarının
kalıntılarında çeşitli yazılar olacaktır. Bütün bunlar, konu­
yu rahatça vuzuha kavuşturacaktır. Ne varkî bunların bu­
lunabileceği yerler bu gün Ruslar tarafından baraj gölü
haline getirilmiştir. Bizim bu gün düşündüklerimizi Karaî
Türklerinden Abraham Firkovvich, XIX. yüzyılda düşünmüş,
Kırım ve Kafkasya bölgelerini gezerek mezar kitabeleri,
el yazması eserleri ve başka birçok materyalleri toplamış
ve bir kolleksiyon meydana getirmiştir.
Bu kolleksiyon,
1872 yılında Awne Zikkarosı (Taşların Dilleri) ismi altın­
da Vilno şerhinde İbranice olarak bastırılmıştır. Bu kollek-.
siyondan mektupaşma ile ilgili olan kısımlar, Paul Kokotzow tarafından «Onuncu Yikysida 8branî-Haxar IVÎektupJaşmasî» ismi altında Rusçaya çevrilerek 1932 yılında Lenin­
grad'da basılmıştır. Toplamış olduğu kolleksiyonu ile Türk
tarihine büyük hizmetler yapan f-irkovvich'in kıymeti biii( 8) Zeki Velidi Togan. Hazarlar, îslâm Ansiklopedisi,
1964, Cilt V, S. 400; A. Koestler, a.g,e. s. 77
İstanbul,
nememrştır. Firkovvich'in koileksiyonunu çözebilecek İbra­
nice bilen bir tarihçimiz bugün mevcut değildir. Bizler bu
kof/eksiyonu malesef başkalarmm yapmış olduğu tercüme­
lerden öğrenebiliyoruz. Firkovvich'in kolleksiyonu karşısın­
da şaşkmiiğa düşen bazı Yahudî bilginleri, başka çareleri
kalmaymca onu, el yazmalarını tahrif etmekle ve sahte­
karlıkla suçlamışlardır. Son yapılan ilmî araştırmalar bu
suçlamaların tamamen mesnetsiz olduğunu ortaya koymuş­
tur. (9)
Yusuf'un mektubunun da içinde bulunduğu Firkovvich'­
in Kolleksiyonu, Hazar tarihi bakımından önemli bir kay­
naktır. Hakan Yusuf'un mektubunu ve Firkovvich'in bütün
koileksiyonunu İbranî kaynaklar olarak kabul edebiliriz. Har
zarlar devrinde yazılan ve Hazarlardan bahseden Rumca,
Ermenice, Arapça ve başka dillerde yazılmış pek çok eser
vardır. X. yüzyılın birinci yarısında yaşayan Bizans İmpa­
ratoru Costantine Porphyrogenitus ( M . 904-959)
Administrando İmperio isimli eserde Hazarlar hakkında bilgi
verdiği gibi, Ermenî Tarihçileri IVloses Chorene ( M . 450)
ve Kalonkatacı ( M . VII. asır) bizlere Hazarlar hakkında bil­
gi vermektedirler (10). Hazarlardan bahseden kaynak eser­
lerden biri de Rusların meşhur Nestor tarihidir.
Povetz
Vremennikh Let (Geçmiş Yılların Hikayesi) ismi verilen
bu eser, M. 1112 yılında sona ermektedir, (11) Biz bu araş­
tırmamızda İbranî, Rum, Rus ve Ermenî kaynakların başka
dillere yapılmış olan tercümelerinden ve iktibaslardan fay­
dalandık. Araştırmamızda direkt olarak
faydalandığımız
kaynaklar Arap kaynaklarıdır. Bu konuda birinci el Arap
( 9) Simaka
Şişman,
A, Firkowiclı'in
Yazmalar Kolleksiyonu,
(10)
VIII. Türk Tarih Kongresi bildiri özetleri, Ankara, 1976, s. 44
Heı-man Rosentbal,
Chazars, J- E. Newyork A n d London,
1903, V. IV, p. 1
(11)
A. Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 219-220
kaynakları; Belazûrî'nin (H. 273, M. 886) Fütûhu'l-Buldan,
İbnu'l-Fakih'in (H. 279, M. 892 Kjtabu'l-Buldan, İbn RustelVin (H. 2 9 0 - M . 902) el-AğSaku'ıvNefîse, İbn Misi<avayh'ın
(H. 292,
M. 904)
Tecarübu'l-Umejn,
İbn Hurdadbih'in
(H. 300, M. 912) e!"MemaJik ve'l-IVlesaltk, Taberî'nin (H. 310,
M. 922) TarîhuVRusül ve'l-Mü!ûk, Kûfi'nin (H. 314, M. 926)
FutûU, Mes'udînin (46, M. 957) ft/lusrûcu-z-Zeheb ve et-îenbîh ve'l-İşraf, İbn Havkal'ın (H. 367, M. 977) Sureîu'l-Arz,
el-Bekr'nin (H. 487, M. 997) eMVÎesalik ve'l-Memalîk, İbn
Fadlan'ın (H. 309, M. 921) Rihla isimli eserleridir. Bu ta­
rihçiler, Hazarlarla çağdaş olmaları bakımından eserlerin­
de Hazar ülkesinde cereyan hadiselerden doğrudan doğ­
ruya bahsederler. Yahudiliği kabul etme olayı da dahil ol­
mak üzere bir çok konuda direkt bilgiler verirler, fakat
verdikleri bilgiler kısadır, tafsilata girmemişlerdir. Hazar­
lardan bahseden ikinci el Arap kaynikları ise; Yakut elHamevî'nin (H. 626, M. 1227) İVİu'camu'I-Buîcîan, İbnu'l-Esir'in (H. 630, M. 1232) el-Kamâlu fı'i-Tarih, Kazvînî'nin (H. 682,
M. 1282) A s a m İ - B ü a d , Dimeşkî'nin
H. 724, M. 1328)
Nuhbetu'd-dehr, İbn-Haldun'un (H. 808, M. 1405) Klîabu'lİber isimli eserleri ve benzeri eserlerdir. Bu kaynaklar da­
ha ziyade yukarda saydığımız birinci el kaynaklardan bil­
gi aktarmaktadırlar.
Araştırmamızın ikinci bölümünde ele aldığımız Karay­
lar ve Karaîlik konusunda faydalandığımız kaynaklar şun­
l a r d ı r : Anan ben David'in ( M . 765) Sefer hai M i ş v o t ve
Fezleke, Benjamin en-Nihavendî'nin (İVİ. 830) Sefef ha Dinim
ve Sefer ha Mişvot, Daniel e!-Kumisi'nin ( M . 855) Sefer
ha Mîşvot, Yakup el-Kırkisani'nin ( M . 965) Kitabıs'î Envar
ve'l-Met-akib isimli eserleri. Kırkisani'nin eseri Arapça
oduğundan,
bu eserden doğrudan doğruya faydalandık.
Diğer eserler İbranice olduklarından bu eserlerden direkt
faydalanamadık. Ancak Leon Nemoy, bu eserlerin büyük
bir kısmını Karaite Antology adı ile İngilizceye tercüme
etmiştir. Biz bu tercümeden faydalandık. Karaîlik hakkın­
da ayrıca İbnu'n-Nedim'in ( M . 987)
el-Fîhrist, Birunî'nin
( M . 1043) el-Asaru'l-Bakiye ve Şehristanî'nin ( M . 1153) elM i l e l ve'n-Nihal isimli eserlerinden
direkt olarak fayda­
landık.
2 — Araştırmalar:
Kaynak eserlerde kendilerinden
kısa ve kapalı bir şekilde bahsedilen Hazarlar ve Karaylar
hakkında Türkiye dışında birçok araştırma yapılmış, kay­
nak eserlerdeki ifadelerin mukayeseleri yapılarak, kapalı
kalan hususların açıklanmasına çalışılmıştir. Herman Rosenthal The Jevvîsh Encyclopediada,
Philip L. Gell ve
Charles N. Eliot The Encyclopedia Britanicada
yazdıkla­
rı Hazarlar maddelerinde, Kutschera Die Chasaren,- Dunlop The Hîstory of the Jevvish Khazars, A. Koestler The
Thirteenth Tribe, Z. Ankori Karaîms in Poland isimli eser­
lerinde, Poliak The Üevvish-Khazar Kingdom isimli maka­
lesinde ve diğer araştırmalarda meselelere tek yönlü ola­
rak bakmışlar, kendileri Rabbani yahudîsi olan bu kişiler,
İbnu'l-Fakîh'in verdiği bilgiyi muteber addederek Hazarla­
rın tamamının Yahudiliği kabul ettiğini. Hazarlarla bugünkü
Karaîlerin bir ilgilerinin bulunmadığını iddia ederek bu­
günkü Doğu Avrupa Yahudilerinin menşeinin Hazarlar ol­
duğunu savunmuşlardır. L. Rasony Türk Devletinin Batıda­
ki Varisleıî Hazarlar, M. Grignaschi Sabirler, Göktürkler,
bSazârlar, M. Kmosko Araplar ve Hazarlar isimli araştırma­
larında konuya değişik açılardan bakarak değişik sonuçla­
ra varmışlardır. Barthold Orta Asya Tarihî Hakkında Ders­
ler, Artamanov The Ksstory of the Chazars isimli eserle­
rinde ve Minorsky Hududu-'lA'lam'm tercüme ve tahlilin­
de konuyu ele almışlar, ancak Rus olmanın verdiği tesirle
olacak ki kendi milli menfaatlerine uygun bir sonuca git­
mek için zorlamışlardır. Karaî Türklerinden S. Şapşaloğlu
Kırım Karaî Türkleri, S. Şişman İstanbul Karayları, A. Zajaczkovvski Karaims in Poland'lsimli araştırmalarında bu­
günkü Karay kültürü ile Hazar kültürünün mukayesesini
yaparak, Karayları, Hazarların torunları ve varisleri olarak
göstermişlerdir. R. İVlurat Telfîku'I-Ahbar R.S. Karaşemsi
Hazar Türkleri, Z.V. Togan islam Ansiklopedisindeki Ha­
zarlar, A.N. Kurat Türk Dünyası el Kitabındaki Hazar Ka­
ğanlığı H.N. Orkun Türk Tarihi, İ. Kafesoğlu Türk M i l l i Kül­
türünde
«Hazar Kağanlığı»
B. Ögel tslamîyetten Önce
Türk Kültür Tarihî
isimli eserlerinde kısa olarak konuya
temas etmişlerdir.
Karay Türkleri ve Karaîlik konusunda yukarda bahset­
tiğimiz alimlerden bazıları bilgi verdiği gibi, bilhassa Leon
Nemoy muhtelif ansiklopedilere yazıdığı «Karaim» mad­
delerinde ve Karaîte Antology isimli eserinde, Karaîliğin
esaslarını ortaya koymaktadır. Polonyalı Türkolog T. Kovvalski, Karaîmische Texte îm Dîalekt von Troki
isimli
araştırmasında Karay Türkleri hakkında bilgi vermektedir.
A. Harkavvy, J. Mann, N. VVieder ve K. Kohler gibi araştır­
macılar da muhtelif dergi ve ansiklopedilerde konu hakkın­
da araştırmalar yapmışlardır. Türkiye'de ilk defa Y. Kutluay İslâm ve Yahudî Mezheblen
isimli eseri ile Yahudi
mezhebleri ve dolayısı ile Karaîlikle ilgilenmiştir.
Karaî
inancı konusunu Hikmet Tanyu, Türklerin Dinî Tarihçesi
isimli eseri ile ilk defa Türk kamu oyuna duyurmuştur.
Kendisi bir Karaî Türkü olan Ç.B. İbrahimoğlu, İstanbul Ka­
rayları ile ilgili olarak çeşitli dergi ve mecmualarda ma­
kaleler yazmıştır.
3 — Yahudîlikte Proselytism Meselesi :
Proselytism, başka ırktan ve dinden olanların bir dine
kabul edilmesi, non proselytism ise, başka ırktan ve din­
den olanların bir dine kabul edilmemesi (Mühtedî kabul
etmeme) demektir.
Hazarların Yahudiliği kabul etmeleri
meselesi incelenirken, Yahudiliğin başka ırktan olanları
kendi bünyesine kabul edip etmediği konusunu gözönünde
bulundurmak gerekir. Ya'kub'un oniki oğlundan türeyen
insanlara Benî İsraîl (İsrail Oğuları) denmiştir. Hz. Musa'­
nın getirmiş olduğu ilâhi dine de, Ya'kub'un oniki oğ­
lundan en büyüğünün adı olan «Yehûdâ» kelimesi «Yahudî'>ye çevrilerek isim olarak verilmiştir. Bu haliyle İsrail
kelimesi bir ırkı, bir milleti temsil eder, Yahudî kelimesi
ise, ilahî bir dini temsil eder. (12) Yahudî kelimesinin bir
ırk ve millet manasına gelip gelmediği konusu münakaşa
edilegelmektedir. Bazılarına göre Yahudî kelimesi, bir di­
nin adıdır. Tanrı Tevrat'da «Ben sizin rabbmızım. Sizi mil­
letlerden seçtim. Benim olmanız için» (13) buyurmaktadır.
Bu ifadeye dayanarak Yahudîler, İsrail Oğullarının, Tanrı­
nın seçtiği bir millet, Yahudiliğin de, bu milletin millî d i n ;
olduğunu ileri sürmektedirler. Bazı binginler Yahudîlerin
bu iddialarına bakarak başlangıçta Yahudîliğin milli bir din
karakterinde oduğunu, daha sonraları ise evrenselteştiğin
ifade etmektedirler (14). Yukarda zikretmiş olduğumuz
Tevrat'daki ifadeyi ve bugünkü Yahudîlerin iddialarını da
yanak yaparak böyle bir sonuca gitmek hatalı olur. Bilhas
sa günümüzde millî bir din hüviyetinde görünen Yahudîli
ğin, çok eski devirlerde, İslâmiyetin zuhurundan önce ev
rensel bir niteliğinin olduğu ortaya çıkmaktadır. Kur'anKerim'de bahsedilen Uhdûd vak'ası bunun en canlı delili
dir. (15) Bu vak'a M.S.VI. yüzyılda cereyan etmiş olup, II
Himyerlilerin son hükümdarı olan Zû-Nüvas, kendisi Israi
(12)
Hikmet Tanyu, Taıilı Boyunca Türkler ve Yahudîler, İstan­
bul, IGVe, C. I. s. 28
(13)
K i t a b ı Mukaddes, LeviUler, XX, 2 4 - 2 6
(14)
Mehmet Taplamacıoğlu,
1968, s. 93
(15)
Kur'an-1 Kerîm, Sûre: 85, Ayet 4 - 8
10
Din
Sosyolojisine Giriş, Ankara,
ırkından olmadığı halde Yahudiliği kabul ettiği gibi, Necran'da bulunan Hristiyanları da zorla Yahudî yapmaya ça­
lışmıştır. Yahudiliği kabul etmeyenler için çukurlar kazdır­
mış bu çukurların içini ateşle doldurduktan sonra Yahudîliği kabul etmeyenleri bu çukurlara doldurarak yakmıştır.
«Uhdûd»
adı verilen bu çukurlardan ve olan vak'adan
Kur'anı-ı Kerim'de bahsedildiğine göre, İslâm'ın zuhurun­
dan takrîben bir asır önce Yahudîlik evrensel bir yapıya
sahipti k i , İsrail asıllı olmayan Zû-Nüvâs, kendisi yahudîliği kabul ettiği gibi, başkalarını da onu kabule zorlamıştır.
(16) Zû-Nüvas'ın bu hadisede öldürmüş olduğu Necranlı
araplarm listesini veren Süryanice vesîkalar vardır. Bu ve­
sikalar günümüzde Arapça'ya tercüme edilerek yayınlan­
mıştır. (17) Ondördüncü yüzyıl İslam tarihçilerinden Ebu'lFida, Yahudî kelimesinin İsrail kelimesinden daha şümullü
olduğunu, İsrail oğullarından olmayanların da Yahudî dininde
bulunduklarını ifade etmektedir. (18) Bir dinin Millî olma­
sının manası, o dinin sadece bir millete ait olması, başka
milletlerden insanların o dine girememeleri demektir. Ya­
ni Millî bir din, başka milletlerin insanlarına karşı kendine
«Girme Yasağı» uygular. Proselytism, mühtedî kabul etme
prensibi demektir. Kur'an-ı Kerim'deki «Uhdûd» vak'ası ile
İbni Hişam ve Ebu'l-Fida'nın verdiği bilgiler, başka millet­
lerin Yahudiliği kabul ettiklerini isbat ettiğine göre, İslâm
öncesi devirlerde Yahudîlik Proselytist (Mühtedî Kabul
Eden) bir din idi ve evrensel bir yapıya sahipti. Ancak da­
ha sonraları Yahudîlik bu Özelliğini kaybetmiş ve başka
milletlerden olan insanlara karşı «Girme Yasağı» uygula(16) Ebu Muhammed Abdulmelik b. Hişâm, Siretu'n-Nebî, Kahire,
1937, C. I, s. 35
(17)
Yakub es-Salis, eş-ŞüIıedau'1-Himyeriyyune'l-Arab
saiki's-Süryaniyye, Dımeşk, 1966
(18)
ismail Ebu'l-Fida,
H. 1280, C. I s. 91
el-Muhtasar fi Alıvali'l-Beşer,
fi'l-Veİstanbul,
11
maya başlamıştır. Her ne kadar bazı Yahudîler, son asır
içinde Yahudî inancını benimseyen bazı Hıristiyanların
mevcut olduğunu iddia ediyorlarsa da, yine aynı kişiler bu
günkü modern Yahudilikte Misyoner faaliyetinin olmadığı­
nı itiraf etmektedirler. (19)
«Hazarlarm Yahudileşmesi» olayına bu açıdan da bak­
mak gerekir. Eğer Hazarlar devrinde Yahudiler başka mil­
letlere karşı, kendi dinlerine Girme Yasağı uyguluyorsa bu
olay nasıl cereyan edebilmiştir. Prosefytüsm'in bir dinde
bulunması, o dinde dini yayma ve misyonerlik faaliyetlerini
meydana getirir. Yahudilerde misyonerlik faaliyeti ve teş­
kilatları Hazarlar devrinde ne durumdaydı? O devirde mev­
cut olan Yahudî mezhepleri arasında hangileri, inançlarını
yaymak için faaliyet göstermiştir? Bu sorulara cevap bu­
labilmek biraz güçtür.
Ancak V I I ! - X . yüzyıllar arasında
özellikle Yahudiliğin Karaî mezhebi, misyonerlik faaliyeti
göstermiş ve Anadolu, Bizans, Ermenistan, Iran ve Kınm
da hatta Ural bölgesinde kendi inançlarına yeni mensuplar
kaz-andırmışdır. (19) Yukarda belirttiğimiz yüzyıllar arasın­
da Karaîliğin dışında diğer Yahudî mezheplerinin, özellikle
Rabbanî mezhebinin misyonerlik faaliyeti yaptığına
dair
mevcut belge yoktur. Hazar bölgesinde faaliyet gösteren
Yahudilerin kimler olduğu hakkında da bir açıklık yoktur.
Ancak X I I . yüzyıl kaynaklarından bu bölgede faaliyet gös­
terenlerin Karaîler olabileceği akla uygun gelmektedir.
(19)
12
Leo Rosten, A, Guide to the Religions of America, Newyork,
1955, p. 68
Bu eserin W h a t is a Jew bölümünü hazırlayan Haham Mor­
ris N. Kertzcr, bugünkü' modern Yahudiliğin, misyonerlik
faliyeti gcistermediğiui, Ycihudilei'in, bankalarım kendi din­
lerine çekmeye çalışmadıklarım, ancak kendiliğinden Yahu­
diliği kabul eden olursa bunu hoş gördüklerini, bizzat ken­
disinin, Yahudi inancına dönen bir grup Katolik ve Protetan'a yardım ettiğini ileri sürmektedir.
Diğer Yahudi mezheplerinin kendi inançlarma bu gün
mühtedî kabul etmedikleri gibi, bundan önceki birkaç yüz­
yılda da mühtedî kabul etmediklerini biliyoruz. Ancak bu
yasağın Hazar devrini içine alıp almadığı kesin olarak bi­
linememektedir. Karaîler ise, bu gün mühtedî kabul etme
yasağı uyguladıkları halde, bundan takrîben 60 yıl önce
böyle bir yasak uygulamıyorlardı ve XX. yüzyılın başların­
da Rusya'da, Kuban bölgesinde bazı Rus ve Kazak köylü­
lerini kendi inançlarına çevirmişlerdi. (20)
. Bu gün halen yaşamakta olan Karaîler arasında ana di­
li İbranice olmayan pek çok kimse vardır, hatta Karaîlerin
tamamına yakını bu gün Türkçe konuşmaktadır. Diğer Ya­
hudi mezhebi Rabbanîliğe mensup olan Yahudiler, ya İbra­
nice konuşmakta veya bU dile yakın bir dil olan Yidişce
konuşmaktadırlar. Başka bir dil kullanan kimselere arala­
rında rastlamak mümkün olmadığı gibi, İbranice, Almanca,
Slavca karışımı olan Yidişce'de Türkçe ve Hazarca kelime­
ler yok denecek kadar azdır.
Karaîliğin ve Rabbanîliğin bugünkü bu şekli, daha ön­
ceki mühtedî kabul edip etmeme konusunda bize ışık tut­
maktadır. Bugün Doğu Avrupa Yahudiliğinin menşeinin
Hazarara bağlanmak istenmesi karşısında bu noktayı has­
sasiyetle gözönünde bulundurmak gerekir. Hazarların Ya­
hudiliği benimsemesi olayına bakarken de aynı hususa dik­
kat etmek lazımdır.
Hazarların Yahudiliği benimsemesi olayını tam olarak
aydınlatabilmek için bu noktadan hareket ederek önce Ha­
zarların menşeini, dilini, kültürünü ve benzeri hususları
incelemek ve elde edilen bilgilerin ışığı altında «Yahudi­
liği benimseme olayı»nı tahlil etmek gerekir.
(19)
(20)
A . Zajaczkowski, Karaims în Pi^land, Warsaw, 1901, p. 30
Süreyya Şapşaloğlu, Kırun Karaîleri, Türk Yılı
İstanbul,
1928, C. I 5 . 595
13
B İ R İ N C İ
H A Z A R
B Ö L Ü M
L A R
A — HAZARLARIN SİYASİ DURUMU
1 — Hazar Adı ve Hazarların Mensel :
a — Hazar Adı : Bu isim Arapça'da el'-Hazar; İbrani­
ce de Hazar. Kozar; Latince'de Chazari, Gazari; Grekçe'de
Khazaroi; Rusça'da, Kozar; Gürcüce'de, Hazari şekillerin­
de (1); Çince'de, Ko-sa ve Ka-sat şeklinde kullanılır.
Hazar kelimesinin anlamı konusunda belli başlı iki gö­
rüş vardır.
1) Kelime, «Gez» anlamına gelen «Kaz» kökünden t ü ­
remiştir. Kaz-ar, gezer anlamına gelmekte olup, Anadolu
Türkçesi'nde serbest dolaşan, bir yere bağlı olmayan de­
mektir. (3) Bu anlamıyla Hazar (Kazar, Gazar, Gezer) keli­
mesi, göçebe ve göçer manasını ifade eder. Ayrıca Rusça
da «Kazak» ve Macarca'da «Huszar» kelimelerinin atlı ma­
nasına gelişi ve bu kelimelerin Hazar kelimesine benzeyiş­
leri yeni bir takım düşüncelere yol açar. (4)
2) Kelime küçük ve çekik gözlü manasına gelir. İslâm
orduları VII. yüzyılda Ermenistan'a girince küçük ve çekik
( 1) ibrahim Kafesoğlu, Hazar Kağanlığı, Türk Dili Kültürü, A n ­
kara, 1977, s. 146
( 2) Z. V . Togan, Hazarlar, İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1970
C.V. S. 397
( 3) LaszLo Rasony, Türle Devletinin Batıdaki Varisleri Hazarlar,
Tarihte Türklük, Ankara, 1971, s. 114; Hüseyin Namık Or­
kun, Türk Tarihi, C. II, s. 143, Ankara. 1946
( 4) A. Koestler, a.g.e. s. 21
14
gözlü, çok cengaver bir milletle karşılaşıyorlar, Sahih ha­
dis kitaplarında bulunmayan ve Ebu Hüreyre'nin Hz. Ömer'­
den rivayet ettiği bir Hadis-i Şerifte Hz, Muhammed (S.A.V.j
Hz. Ömer'in sorusuna cevaben, «Küçük gözlü bir kavim
eğer acemlerin şeddini geçerse Allah (C.C.) onlara hida­
yet verecek» duyurmuştur. (5) Suyûtî'nin İbni Asakir Rem­
zi ile Camiu'l-Kebir isimli eserinde zikrettiği bir Hadis-i Şe­
rifte Hz. Muhammed (S.A.V.), «Kırmızı yüzlü, küçük ve çe­
kik gözlü olan acemlerden Huza ve Kirmanlarla savaşmadıkça kıyamet kopmaz» buyurmuşlardır, (6) Remzi Murat
Telfiku'l-Ahbar isimli eserinde, hadisin aslında, «Acemler­
den» kelimesinin bulunmadığını, fakat Araplar henüz o za­
manlarda Huza ve Kirman diye kavim isimleri bilmedikle­
rinden, bu iki kavmi acemlerden zannettiklerinden dolayı
hadisi şerife «Acemlerden» kelimesini eklemiş olduklarını
söylüyor ve Hz. Muhammed'in (S.A.V.) Huza kelimesi ile
Hazarları, Kirman kelimesi ile de Kumanları kasdettiğini
ifade ediyor. (7) Bu ifadelerden anlaşıldığına göre, Hazar
kelimesi, küçük v e ' ç e k i k gözlü anlamına gelmektedir.
Hazar adının göçebe ve serbest dolaşan manasına gel­
mesi, küçük ve çekik gözlü manasına gelmesinden daha
uygundur. Çünkü Hazar kelimesi, İslâm orduları Ermenis­
tan'a gitmeden önce batılılar tarafından kullanılıyor ve bi­
liniyordu, Arapların Hazarları tanıması da V I I . yüzyıldan
çok daha önceleri, tâ Hîreliler ve Nabatlılar zamanmda
meydana gelmiştir. (8)
( 5) M . Murat Remzi, Telfiku'l-Ahbar ve Telkîhu'l-Asar Fî Vekâyiı Kazan ve Bulgar ve Mulûki't-Tatar, Orenburg 1908,
C. I ş. 172.
C 6) Celaleddin Abdurralıman b. Ebi Bekr b. Muhammed es-Suyûtî Camiu'l-Kebir,
Süleymaniye Kütüphanesi Yusuf A ğ a
bölümü 95 - 100 Numarada kayıtk El yazması C. III, s. 188
( 7) M . Murat Remzi, a.g.e., C. I s. 173
( 8) M . Murat Remzi, a.g.e., C, I s. 174
15
Aynca çekik ve küçük gözlü olma, sadece Hazarlara
ait değil, daha başka pekçok Türk boyunun özelliğidir. Aynı
özelliği taşıyan boylar arasında sadece bir tanesine, bu
manada bir ismin verilmesi akla uygun gelmez.
Hazar isminin bu anlamların dışında bir şahıs ismi ola­
bileceği, bilahare bu şahıs isminin, bir kabileye ad ola­
rak verilmiş olabileceği şeklinde bir görüşü ortaya atmak
mümkündür. Çünkü insanlığın türeyişini anlatan kaynak
eserler, Nuh (A.S.) un oğlu Yafes'e ait bilgiler verirken,
bazıları Yafes'in Hazar isimli bir oğlunun olduğunu, (9) di
ğer bazıları ise Yafes'in oğlu Tiriş'in, Hazar isimli bir ç o
cuğu olduğunu söylüyorlar. (10) Herodot tarihinde, Dari
us'a vergi veren eyaletler sayılırken onbirinci eyalet o l a
rak Akatzirler zikrediliyor. (11) Pekçok tarihçi ilerde açıklıyacağımız gibi, Akatzirlerle Hazarlar arasında bir ilişki
kurmaktadır. Çağımızın pekçok tarihçisi, özellikle Arap
kaynakların soy kütükleri ile ilgili bu beyanlarına güvenme­
mektedirler. Fakat yine aynı tarihçiler Hazar Hakanı Yu­
suf'un, Endülüs veziri Hasdai'ye yazdığı mektupdaki soy
kayıtlarına nedense değer vermektedirler.
Hazar isminin batıda tanınması VI..yüzyıla rastlar, (12)
Arapların Hazarları iyice tanıması VII. yüzyılda olmuştur.
Hazarlara en yakın olan ve onlarla devamlı ilişkileri olan
İranlıların ünlü tarihçisi İbni Miskaveyh, yazdığı eserinde
Hazar kelimesini bölge adı olarak kullanıyor ve Hazar Ha( 9) Ebu Ca'i'er Muhammed b. Cerir
et-Taberî, Tarîhu'r-Rusül
ve'I-Mülûk, C. 1 Mısır, 1960 -1968 s. 205; Ebu'l-Gazî Bahadır
Han, Şecere-î Terakime, (Türklerin Soy Kütüğü Tercüman
1001 Temel Eser Yayınları No: 33, İstanbul, s. 22
(10)
İbnü'l-Esîr İzzuddin Gezeri eş-Seybani, el-Kâmilü Fi't-Tarih,
Beyrut, 1965-1967, C. I, s. 80
(11)
Heradotos, Herodot
tanbul, 1973, s. 148
Tarihi,
(12) I. Kafesoğlu; a.g.e., s. 147
16
Ter. Perihan
Kuturman İs­
kanı'ndan bahsediyor. Hazarlarla Sasanîlerin savaşlarını an­
latıyor. (13) Bir bölgeye bir milletin adinin verilebilmesi
için, O milletin orada, çok uzun bir süre öncesinden gelip
y e r l e ş m i ş olması gerekir.
b — Hazarların Menşei : Hazarların Menşe'leri hak­
kındaki görüşleri incelediğimiz zaman, bu görüşlerin iki
noktada toplanmış olduğunu görürüz.
1) Hazarların Türk olduğunu kabul eden görüşler : Ba­
zı cılız itirazlara rağmen, tarihçilerin büyük çoğunluğu, Ha­
zarlarm bir Türk boyu olduğunu kabul etmektedirler. İbni
Miskavayh (14), Taberi (15), Mesudî (16), İbni Haldun (17),
Karamam (18), Kazvînî (19) v.b. pekçok Arap tarihçisi. Ha­
zarları Türk'lerden bir kabile olarak zikretmektedirler. H.
Rosenthal (20), H.H. Miliman (21) Dunlop (22), A . Koestler
(13)
İbni Miskavayh, Tecarubu'I-Umem ve Avakibu'l-Himem, Sü­
leymaniye küt. Ayasofya böl, 3120 numarada kayıtlı el yaz­
ması, C: I, s. 96 -101
(14) İbni Miskavayh, a.g.e. C. I,~ S. 96-101
(15) Taberi, her nekadar Hazarlar Türkdür demiyorsa da, ese­
rinin pekçok yerinde diğer tarihçilerin Arap-Hazar savaşı
olarak bildirdikleri hadiseleri Arap-Türk savaşı olarak ver­
mektedir.
(16) Ebu'l-Hasan b. el-Mes'udî, et-Tenbih^ ve'l-İşraf,
Bağdat,
1938, s. 140
(17)
İbni Haldun Abdurrahman el-Mağribi Kitabü-I-İber ve Divanu'l-Muptedei ve'l-Haber, Beyrut, 1966, C. II, s. 18
(18) Ebu'l-Abbas Ahmed b. Yusuf Sinan b. A h m e d el-Iîaramanî,
Ahbaru'd-Dııvel v« Asaru'l-Uvel, Topkapı Sarayı Küt. 886
numarada kayıtlı el yazması, Varak 48
(19) Zekeriya b. Muhammed b. Mahmud el-Kazvinî, Asaı-u'l-Bilad ve Ahbaru'l-İbad, Beyrut, 1969, s. 584- 585
(20) H. Rosenthal, Chazars, E. J. V. IV, P. l
(21)
Henry Hart MiUman, The History of the Jews,
1863 V. III, P. 1İ28-129
London,
(22) D. M . Dunlop, The History of tlıe Jewish Khazars, Princeton, 1954, P. 1 - 1 0
17
(23), gibi Yahudi tarihçiler eserlerinde Hazarları Türk ola­
rak kabul etmektedirler. Karamzin, (24) Barthold (25) ve
Minorsky (26) gibi Rus tarihçileri ile, Philip L. Gell (27),
Kutschera (28), M . Grignaschi (29) gibi diğer tarihçiler de
Hazarların Türklüğünü kabul etmektedirler. Gerek Türk soy
kütükleri ve gerekse diğer tarih kitaplarında Hazarların
Türk olduğu belirtilmektedir.
Türk tarihçileri Hazarların Türklüğü konusunda ittifak
halinde olmalarına rağmen, hangi Türk boyuna mensup o l ­
duğu konusunda ihtilafa düşüyor ve ayrı ayrı görüşler or­
taya koyuyorlar Z.V. Togan, Hazarların Hakan sülalesini
Göktürk'lere bağlarken (30), A f e t İnan da aynı görüşe ka­
tılmaktadır (31). H.N. Orkun, İ. Kafesoğlu, H. Koşay gibi
tarihçiler başka bir görüş ortaya koymaktadırlar. Bunlar,
Mesudî'nin, Hazarlara Farsça Hazaran, Türkçe Sabar denil­
diğini ifade etmesine (32) dayanarak, Hazarları Göktürk
Hakanlığının Batı kolunu teşkil eden Sabirlerin halefleri
(23) A. Koestler, The thirteenth Tribe. P. 21
(24) M. Remzi, Telfiku'l-Ahbar, C. I s. 168
(25)
Barülold, O r t * A s y a Tarihi Hakkında Dersler,
1975 s. 26
Ankara,
(26) V. Minorsky, Hududu'1-Alam, Tronslated From Russian E.
J.W. Gibb, London, 1637, P. 451
(27) Philip L. Gell-Charles N.E .Eliot, Khazars, The Encyclopedia
Britanica, London, ISll, V. V. P, 774
(28) Hugo Friehem
P. 1 - 1 0
Von Kutschera, Die Chasaren, Wien, 1910,
(29) Mario Grignaschi, Sabirler, Hazarlar, Göktürkler. VII. Türk
Tarih Kongresi, Ankara 1972, C. I s. 246
(30) Z. V. Togan, Hazarlar, İslam Ansiklopedisi,, C. V , a. 397
(31) Afet İnan, Orta Kurun Tarihine Umumî Bir Bakış, I. Türk
Tarih Kongresi, İstanbul, 1932, s. 140
(32) Mesûdi, et-Tenbih ve'l-İşraf, s. 140
18
olarak görüyorlar. (33) A . N . Kurat ise, Hazarların halis bir
Türk kavmi olduğunu belirttikten sonra, onların önceleri
Hun Hakanlığına tabi olduklarını ve Suvarlara çok yakın bir
zümre olduklarını belirtiyor. (34) Necip Asım ve M . A r i f
de Hazarları eski Türk soy kütüklerinde isimleri geçen
Ağaçeriler olarak kabul ediyorlar. (35) Ayrıca M . Grignasc­
hi ve Philip L. Gell, Hazarları, Heredot'un eserinde bahset­
tiği Akatzirler olarak kabul ediyorlar. (36) Bu iki tarihçi
Akatzirler! de bir Türk boyu sayıyorlar. Ana hatlarıyla Ha­
zarların Türk olduklarını belirten görüşleri kısaca naklet­
miş olduk.
2) Hazarların Türk olmadığını iddia eden görüşler :
Çok olmamakla beraber bazı tarihçiler Hazarların Türk ol­
madığını iddia etmektedirler.
Bu görüşe sahip olanların
dayandıkları en önemli kaynaklardan biri Ibnu'l-Esir'dir.
Ibnu'l-Esir şöyle söylüyor. «H. 514 yılında Gürcüler İslâm
ülkelerine saldırdı ki onlar Hazarlardır.» (37) Bu ifadeye
dayanılarak, Hazarlar Türk menşe'li sayılmamak isteniyor.
İfadeye dikkat edilirse müellifin
«Hazarlar Gürcülerdir.»
demeyip «Gürcüler Hazarlardır.» dediği görülür. İbnu'l-Esîr,
eserinin çeşitli yerlerinde Hazarlardan bahsederken hiçbir
şekilde Hazarlardan Gürcüler diye sözetmez. Sadece bir
yerde «Gürcüler Hazarlardır» ifadesinin kullanılması, kita­
bın esas nüshasından diğer nüshalar yazılırken bir yazma
(33)
H. N. Orkun. ag.e., s. 145; İ. Kafeoğlu, a.g.e,, s, 146; Hamit
Koşay, idil Ural Bölgesindeki Türklerin Menşei,
V . Türk
Tarih Kongresi, Ankara, 1960, s. 238 - 239
(34)
Akdes Nimet Kurat, Hazar Kağanlığı, Türk Dünyası El Ki­
tabı, Ankara 1976 s. 743
Necip Asun, Mehmet Arif, Osmanlı Tarihi, İstanbul, H, 1335,
C. I s. 40
(35)
(36) M . Grignaschi,
15, s. 77
(37)
a.g.e„ C. I s. 246, Philip L. Gell a.g.e., V .
lbn'1-Esir, a.g.e., C. X, s. 567
19
hatası olabileceğini akla getiriyor.
Nitekim 1967 Beyrut
basımı eserin X. cildinin 567. sayfasının dipnotunda, «Gür­
cüler Hazarlardır» cümlesindeki Hazarlar sözü diğer bir
nüshada «Gürzler» olarak yer alıyor denilmektedir k i , bu
da ifadenin tamamıyla yazı hatası olabileceğini gösteriyor.
Yazmada bir hata olmadığını kabul etmek bile, Hazar dev­
leti yıkıldıktan sonra, onun yerine aynı bölgede kurulan
devletlere bölgenin adına izafeten Hazarlar denmiş olabi­
lir. Nitekim el-lsfehanî'nin «Zebdetü'n-Nusra» adlı eseri­
nin bir nüshasında Hazarlar denmiş, fakat diğer bazı nüs­
halarda Hazarlar yerine «Abhazlar» kelimesi kullanılmıştır.
(38) Bu da bize Ibnu'l-Esir'in sözünün do bu kabilden olabi­
leceğini gösteriyor.
Yine bir Arap tarihçisi olan ed-Dımeşkî, Hazarlar hak­
kında şunu söylüyor «Hazarlar denince onların mekanı Ha­
zar denizi kıyılarıdır. İbnu'l-Esîr onları Gürcü olarak zik­
rediyor, bu söz yanlıştır, onlar Gürcü değildir, Ermenldir
ve Hristiyandırlar.» (39) Dımeşk?'nin neye dayanarak böy­
le bir hükme vardığını kestirmek cidden zordur. Çünkü O,
bir yanlışı düzeltirken delilsiz bir hüküm vererek ikinci bir
yanlış yapmıştır. Bu hükmü verirken hiç bir kaynağa ve
delile dayanmamaktadır. Belki de kendinden önceki tarih­
çilerin Ermenistanı dört bölgeye ayırıp, Hazar ülkesini dör­
düncü bölge saymış olmalarına (40) bakarak böyle bir ya­
nılgıya düşmüş olabilir. Ancak pekçok Ermeni kaynağı Ha­
zarlardan vahşiler ve düşmanlar olarak bahsettiklerine gö­
re, bunun yanlışlığı açıktır.
M. Khorene, Miçeforos, Anastasyos ve Teophanes gi­
bi tarihçiler, Hazarların Asya Sarmatyasından çıktıklarını
(38)
Şemsüddin Ebu AbdiUah Muhammed b. Ebî Talib el-Ensari ed-Dımeşkî,
Nuhbotü'd-Dehr Fî Acaibi'l-Berri ve'l-Bahr
Petersburg, 1865. s. 263
(40) Taberî, a.g.e., C. II. s. 99
20
ve Barsilien ve Barila ismi taşıdıklarını (41) rivayet ediyor­
lar. Ermeni tarihçisi Marquart ise İSarsilaları, aslında TîJrk
olmayıp, Hunlar zamanında sonradan Türkleşmiş bir millet
olarak zirkediyor. (42) Türk Ansiklopedisi ise Barsilalan,
bir Bulgar boyu olarak kabul ediyor. (43) Hazarların Erme­
nistanı istila ederken Barsilalarla beraber olmalarından.
Ermeni kaynaklar bu sonuca varmış olabilirler,
V.F. Miller ve M . Artamanov, Hazarları Alan ve Aslara
bağlamak isterler. Artamanov îsîort Hszas-s isimli eserinin
sonundaki İngilizce özette Bulgar vs Hazarlarm Orta Kafkasya'daki Alanların çocukları olduğunu söylüyor. (44)
Artamanov'a en uygun cevabı Bahattin Ögel şu sözlerle
vermektedir. «Artamanov'un Güney Rusya tarihini iyi bil­
mediği veya doğru söylemenin işine gelmediği görülmek­
tedir. Çünkü ona göre, bu bölgeleri tamamen İranlı ve Kafkaslı kavimler kaplamaktaydı. Hazar devletim temsil ve
teşkil eden halkları İranlı veya Oset saymak gerekmekte
idi, aslında bu nazariye kendisinin değil, V.F, Miller'indir.»
(45)
Görüldüğü gibi Hazarlarm Türk olmadığını iddia eden
görüşler birbirini nakzeder durumdadır, dağınıktır ve bir
noktada toplanamamıştır, en önemlisi bu iddiaları ileri sü­
renlerin açık delilleri yoktur. Biz bu beyanlardan sonra el­
deki delilleri değerlendirerek kendi hükmümüzü vereceğiz.
(41)
(42)
(43)
(44)
(45)
Cami, Osmanlı Ülkesinde Krıstiyajı Türkler, s. 41 - 42, İs­
tanbul, 1032, s. 41 - 42
Türk AnsikIop«disi. Hazarlar, C. V. S. 291, Ankara, 1952, C.
V. s. 291, Ankara, 1952, C, V. s. 291
Tiü-k Ansiklopedisi, Hazarlar, C.V., s. 291
M. Artamanov, The History of The Chazars (îstori Hazari)
Leningrad, 1982, P. 521
Bahattin Ögel, İslamiyelten önce Türk Kültüır Tar:lhi, An­
kara, 19Ö2, s. 228
21
Bize göre Hazarlar, İmparatorluğun tamamı olarak de­
ğil de. Devletin kurucusu ve nüvesi olarak özbeöz Türkdürler. Hazarlar konusunda batılıların da kabul edip itibar et­
tiği en sağlam delil, Hazar Hakanı Yusuf'un mektubudur.
Hasdai'nin sorularını cevaplandıran Yusuf, bu mektupda
kendi soy kütüğünü şu şekilde anlatır. «Atalardan kalma
soy kütüğümüze göre Togarma'nın on oğlu vardı. Bunların
soylarından Uygur, Dursu, Avar, Hun, Basili, Tarniak, Ha­
zar, Zagora, Bulgar ve Sabirler gelmektedir. Biz yedinci
oğul Hazar'ın soyundan geliyoruz.» (46) Bahsedilen Togarma Yafes'in oğlu olup Türklerin babasıdır. Bu ifade yetkili
ve bilgili bir ağızdan çıktığına göre emin bir kaynak olarak
değerlendirilebilir.
Hazar bölgesinde yapılan kazılar sonunda elde edilen
materyaller arasında Orta Asya menşe'li kılıçlar, baltalar
vesair kültür materyalleri bulunmuştur. Bu durum. Hazarla­
rın o bölgeye Orta Asya'dan geldiklerini ve Türk menşe'li
olduklarını açıkça gösterir. (47)
Hazarların sosyal hayatı tamamiyle Türk tarzına göre
düzenlenmiştir. Devlet sistemleri, ve bilinen dil bakiyeleri
tamamen Türk özelliği göstermektedir. Hazar Hakanlarının
İbranice isimlerinden ayrı olarak öz Türkçe isimleri vardır.
Bu hususlar da onların Türklüğünü tescil eder.
Hazarlardan
bahseden
Çin kaynakları
onlardan
«T'u-kue K'o-sa» Türk-Hazar şeklinde
bahsetmektedirler.
(48) Belki Çinliler onları daha batıya gitmeden, Orta Asya
da iken tanıyorlardı. Onlara Türk-Hazar denmesi, Türklük­
lerini, şüpheye yer bırakmıyacak şekilde pekiştirir.
Hazarları Türk kabul eden görüşler, kabul etmeyen­
lerden kat kat fazladır. Hazarları Türk kabul edenler, Ha(46)
H. Rosenthal, a.g.e. V. X V . s. 1
(47)
Bahattin Ögel, a.g.e., s. 229
(48)
t. Kafesoğlu, a.g.o., s, 147;
22
zarların ya çağdaşıdırlar veya onlara çok yakın çağda ya­
şamışlardır. Aksi görüş sahiplerinin bir kısmı, Hazarlarla
çağdaş olmadığı gibi aralarında uzun bir zaman aralığı var­
dır. Bu bakımlardan yanılmaları mümkündür.
Hazarları Türk kabul ettikten sonra, onların hangi Türk
boyuna bağlı olduğunu tesbit etmek biraz zordur. Sabirlere, Göktürklere ve Suvarlara bağlanmak istenmelerine rağ­
men, yukardaki beyanlardan onların, çok eski zamanlardan
beri var olduğunu kabul edebiliriz. Ancak önceki dönem­
lerde etkili olamadıkları için hakim zümreler arasında kal­
mış ve hakim zümrelerin adıyla uzun zaman anılmış olma­
lıdırlar. Güçlenerek siyasi bir varlık haline gelince, isimle­
rini duyurarak tarih sahnesine çıkmışlardır.
2 — Hazar Devletinin Kuruluşu : (558 - 630)
Hazarların Orta Asya'dan çıkarak Hazar denizi ile Ka­
radeniz arasına gelerek yerleşmiş olduklarını kabul edebi­
liriz. Ancak bu göçün ne zaman olduğunu tesbit etmek çok
güçtür. Milad öncesi yüzyıllardan başlayarak M.S. VI. Yüz­
yıla kadar Hazarlara ait bilgi veren Ermeni ve Gürcü kay­
naklardaki bilgiler, çok karışık ve kapalı olduğundan, bazı
çağdaş tarihçiler bu dönemi surarak geçiyorlar. Biz bu dö­
nemle ilgili bilgileri ihtiyatla karşılamakla beraber, yine de
kronolojik sıra içinde belirteceğiz.
Gürcü kaynaklara göre Hazarlar, Hazar bölgesine Mi­
lad öncesi devirlerde gelmişlerdir. Gürcü Hükümdarı Mirvan, (M.Ö. 167 — 123) Hazarlara karşı savaşmış, onlardan
ülkesini korumak için Daryal geçitinde istihkamlar inşa
etmiştir. (49) Hazarların tarih sahnesine daha net olarak
çıkmaları M.S. ikinci yüzyılın sonlarında olmuştur. M.S.
198 yılında Hazarlar, Barsilialarla birlikte Ermenistana sal(49) Cami, a.g.e., s.
42
23
dırmışlardır. (50) M.S. üçüncü yüzyıldan itibaren, dördün­
cü yüzyılın ortalarına kadar Ermenistan bölgesindeki Ro­
ma - Pers İmparatorlukları arasındaki savaşlarda Hazarlar,
daima Perslilerin yanında yer almışlar ve Roma İmpara­
torluğuna karşı savaşmışlardır. (51) Perslilerin Ermenistanı,
İmparatorluk topraklarına ilhak etmeleri ve komşularına
karşı istilacı bir siyaset izlemeye başlamaları üzerine dör
düncü yüzyılın ikinci yarısından itibaren Bizansla anlaşarak
Perslilerle savaşa başladılar. M.S. 363 yıllarında Bizans
İmparatoru Julian'ın, Ermenistanda Perslilerle yaptığı sa­
vaşta Hazarlar, Bizansa yardım ettiler. (52) Bu sırada Persliler de, Kaîkasyada bulunan kabilelerle anlaşarak onların
Hazarlara saldırmasını sağladılar. Kuzeylerinde yükselen
güçlü Hun İmparatorluğu ile, güneylerinde bulunan Pers
İmparatorluğu sırasında kalan Hazarlar çok sıkıştılar. M.S.
434 yıllarında Atilla'nın, Hun İmparatoru olmasıyla durum
daha da kötüleşti ve Hazarlar Atilla'ya tabi oldular. (53)
M.S. 448 yıllarında Bizans İmparatoru II. Theodoius,
Hazarları kendi safına çekerek onları Hunlara karşı ayak­
landırmak ve böylece kendi ülkesini Hunlardan korumak
için Hazar beylerine rüşvet olarak hediyeler gönderdi. Bir
rivayete göre, Hazar beyleri arasında bulunan Atilla'nın aja­
nı, bu durumu Atilla'ya bildirdi. (54) Diğer bir rivayete gö­
re, beyler arasındaki en yaşlı bey «Kuridah,» (Karidak, Kurudağ) hediyelerin dağıtılışı esnasında umduğu hediyenin
kendisine verilmemesi üzerine kızarak durumu
Atilla'ya
bildirdi. (55) Durumu öğrenen A t i l l a , Hazarlar üzerine yü­
rüyerek Bizansla anlaşmak isteyenleri imha etti. Bazı araş(50)
(51)
(52)
(53)
(54)
(55)
Philip L. Gell, a.g.e. s. 775
Philip L. Gell, a.g.e., s. 775
H. RosenÜıal, a.g.e., s. l
Phiiip L. Gell, a.g.e. s. 775
Philip L. Gell, a.g.e. s. 775
Camia a.g.e., s. 48; A. Koestler, a.g.e., s. 22
ırmacılara göre A t i l l a , Hazarların başına bundan sonra ken­
di taraftarı Kuridah'ı geçirdi. (56] Diğer bazı araştırmacı­
lar ise, Atilla'nın Hazar ülkesinin tamamını Hun İmparator­
luğuna ilhak ettiğini onları yönetmeye en büyük oğlu A l lak'ı memur ettiğini, Allak'ın yönetimi altında Hazarların,
Atilla'nın yaptığı pekçok savaşa katıldıklarını bildirmekte­
dir. (573Atilla'nın ölümü üzerine Hun İmparatorluğu dağıl­
mış, Hazarlar tekrar güçlenerek Pers topraklarına saldır­
maya başlamışlardır. M.S. 457 yılında Kafkasyadaki Pers
savunmasını kırarak Kur ve Aras ülkesini ele geçirdikten
sonra Hazarlar, Iberya, Gürcistan ve Ermenistanm içlerine
doğru yürüdüler, Çaresiz kalan Pers İmparatoru, Hazarlara
karşı Bizanstan yardım istemek zorunda kaldı. (58)
Bundan sonraki yıllarda Perslilerle yapılan savaş de­
vam etmiş, Pers Kralı Kubad, (M.S. 488 — 531] Hazarla­
ra ve diğer Türk boylarına karşı Derbent ve Kafkasyadaki
geçitlerde bir dizi kaleler yaptırmıştır. (59] V. yüzyılın son­
larına doğru ortaya çıkan Avarlar, bir süre Hazarları ege­
menlikleri altına almışlardır.
(60) Pers Kralı Anuşirvan
(M.S. 531 — 579) Hazarlarla savaşmış ve Hazarlara karşı
«e(-Bab ve'l-Ebvab»ı yaptırmıştır. (61) Bu sıralarda Hazar­
lar iyice güçlendiklerinden Anuşirvan onları savaş yoluy­
la yenemeyeceğini anlayınca, hile yoluyla onları durdurma­
ya çalışmıştır. O'nlarla dost olarak, gelecek tehlikeyi en­
gellemek istemiş, hatta Hazar hakanına kızım diyerek ca­
riyesini vermiştir. Bu konuda geniş bilgi veren Belazûrî,
Hazar akınlarının Dinever'e kadar uzandığını, Curzan ve Er(56)
A. KoesÜer, a.g.e., s. 22
(57) Cami, a.g.e., s, 48
(58) Philip L. Gell, a.g.e.,, s. 775
(59) H. Bosenthal, a.g.e.,. s. 1
(60) Cami, a.g.e., s. 59
(61) Ebu'l-Kasım Ubeydullah b. Abdullah b. Hurdadbih, el-Mesalik ve'1-MemaIik, Leiden, 1889, s. 259-261
25
ranın bu dönemde Hazarlarm elinde olduğunu beyan edi­
yor. (62) V I . yüzyılın başlarında Orta Asyadan gelen yeni
Türk boylan, Avarları sıkıştırmaya başlamış! bunun sonucu
olarak Avarlarm bir kısmı batıya doğru göç etmeye başla­
dığı (63) gibi, bu olaydan Hazarlar da etkilenmişlerdir. Yüz
yıllık kısa bir ömrü olan Göktürk (Tutkut) İmparatorluğunun
egemenliği altına giren Hazarlar, Sabir ve Sarogur kütleleri­
ni de içine alarak bu imparatorluğun batı kolu şeklinde, 558
yılında Hazar Devletini kurdular. Bu zamana kadar teşkilat
I) bir Devlet görünümü arzetmeyen ve sadece akıncı bir
hüviyette gözüken Hazarlar, bundan sonra belli bir Devlet
teşkilatına ve devlet sistemine kavuşmuşlardır. (64)
M.S. 558 yılı, Hazarlarm, ilk defa Göktürklerin Açina
soyundan gelen bir Hakan'ın yönetimi altında Devlet kur­
dukları bir tarihtir. V I . yüzyılın ikinci yarısında Hazarlar,
Kuzey Kafkasya kabileleri üzerinde hakimiyet sağlamaya
başlıyorlar ve Sabir, Sarogur, Semender ve Belencer gibi
kabileleri kendi bünyelerinde eritiyorlar. (65)
Bir kabileler federasyonu şeklinde Göktürk İmpara­
torluğuna bağlı oldukları halde, V I I . yüzyılın başlarında
Bizans ile anlaşarak Perslilerle savaşa başlıyorlar. Bizans
İmparatoru Heraclius, 627 yıllarında Perslilerle yapmış ol­
duğu savaşta Hazarlardan yardım almak için, Hazar Ha­
kan'ı Ziebel'e (Zebu, Yabgu) kızını vermeyi va'd etmiş ve
böylece Hazarlardan yardım sağlamaya çalışmış,
Hakan
da bu va'd üzerine ona yardım etmiştir. (66) Bu devirde
(62)
Etau'l-Hasen. Ahmed b, Y a h y a b. Cafer el-Belazurî, Futuhu'lBuldan Mısır, 1932, s. 197-199
(63)
(64)
(65)
R, Murat, Telfiku'l-Ahbar, C. I, s. 170
Z. V. Togan, Hazarlar, İslam Ansiklopedisi, C
A. Koestler, Tlıe Thirteenth Tribe, p. 23
(66)
Bar Hebraus Greorgy, (Ebu'l-Ferec).
Ebu'l-Ferec Tarihî,
Ter. ö . Rıza Doğrul, Ankara, 1945, C. I, s. 171
26
V . s. 398
Hazarlar iki defa Bizansa yardım etmişlerdir. Tarihçi Rem­
zi Murat, Kur'an-ı Kerimdeki
«Rumlar galip gelecektir!»
(67) mealindeki ayetle bahsedilen savaşın bu savaş oldu­
ğunu ve bu savaşta Hazarların da bulunduğunu söylüyor.
(68) Rum tarihçi Toephanes, Bizans İmparatoruna yardım
eden bu Ziebel'in, hem Hazar Hakanı olduğunu, hem de
Hazar Devletinin
ikinci rütbede bir yöneticisi olduğunu
ifade ediyor. (69) Ermeni tarihçi Sebeos'a göre, hem bu
Ziebel (Zebu, hem de bundan sonraki Hakan, Göktürklerin
Açina sülalesindendir. (70)
627 Bizans — Hazar ortak saldırısından sonra Pers
Devleti yıkıldığı gibi, Göktürk İmparatorluğu da dağılmış­
tır. (71)
Bazı tarihçiler, 558 yılından 620 yılma kadar olan dö­
nemi Hazar Devletinin kuruluş devri olarak kabul ediyor.
(72) Hazarların Göktürk egemenliğinden çıkıp t a m bağım­
sız bir Devlet haline gelmeleri 620 yılından, hatta 627 yı­
lından sonra olmuştur. Çünkü Teophanes'in, 627'de Bi­
zansa yardım eden Ziebel'in hem Hakan, hem de ülkenin
ikinci rütbede yetkilisi olduğunu ifade etmesi, bu Haka­
nın o tarihte Göktürklere bağlı olduğunu gösterir. (73) Ha­
zarların t a m bağımsız bir Devlet haline gelmesi 630 y ı ­
lında Doğu Göktürk İmparatorluğunun dağılmasından son­
ra olmuştur. (74) A . N. Kurat, Hazarların siyasî bir varlık
(67) Kur'an-ı Kei'im, Sûre 30, Ayet 1 - 5
(6S) M . Remzi a.g.e, C. I, s. 170
(60) M . Gngnasclıi, a.g.e. C. I, s. 233
(70)
Z. V. Togan, Umumi Türlı Taı-ilıine Giriş, İstanbul, 1970,
C. I s. 57
(71) A . Koestler, a.g.e. s. 26
(72) Hikmet Tanyu, Türklerin Dini Tarihçesi, îstanbul, 1978, s. 39
(73) M . Gngnaschi, a.g,e., C. I, s. 233
(74) I. Kafesoğlu, a.g.e., s. 148
27
olarak ortaya çıkışının, Sabir Türklerinin yıkılışından son­
ra olduğunu belirtiyor. (75) H. N. Orkun ise Hazarların
Göktürklere bağlılığının VIII. yüzyıla kadar sürdüğünü ile­
ri sürüyor. (76)
Hazarlar tam bağımsızlığına kavuştuktan sonra Bul­
gar ve Slavlarla savaşlar yapıyor. M.S. 641 yıllarında Bul­
garlara saldırarak onları Tuna'ya doğru göç etmeye zor­
luyor, Dinyeper ve Oka çevresindeki Slavları vergiye bağ­
lıyor ve onları kuzeye doğru göç etmeye zorluyor. (77)
VII. yüzyılın ortaları İslâmiyetin hızla yayıldığı bir za­
man olduğundan Hazarlar, bu sıralarda İslâm orduları ile
de karşılaşmaya başlamışlardır.
H. 22 ( M . 642) yılında
Halife Hz. Ömer'in ordusu, bir Hazar şehri olan El-Bab
ve'l-Ebvab'a sefer yapmış ve bu şehri fethetmiştir. (78)
Taberî'nin bize vermiş olduğu bu haberi Michael Kmosko
kabul etmemekte, diğer hiçbir tarihçinin bu haberi zikret­
mediğini ve aslında böyle b i r savaşın da olmadığını ileri
sürmektedir. (79) M. 650 yılında Hazarların müttefiki du­
rumunda olan Oğuz Türkleri Batı Karadeniz kıyılarına doğ­
ru göç ediyor ve Hristiyanlığı kabul ediyorlar. R. S. Kara­
şemsi bu Oğuzlara Gagavuz (Gökoğuz) dendiğini söylü­
yor. (80) H. 31 ( M , 652) yılında Halife Hz. Osman zamanın­
da Selman b. Rebia komutasındaki İslâm ordusu, Hazar
topraklarına girdi ve Belencer'e kadar ilerledi. (81) Bu
sıralarda Hazar askerleri müslüman askerlerinin öldürüle(75)
(76)
(77)
(78)
(79)
A. N. Kurat, Hazar Kağanlığı, s. 742
A. N. Orkun, Türk Tarihi, c. II, s. 144
H. Resenthal, Chazars, J. E. V. IV, p, 1
Taberî, Tarihu'rRusûl ve'1-MüIûk, C. IV; s. 155
Michael Kmosko, Araplfir ve Hazarlar, Ter. A. Cemal Köp­
rülü, Türkiyat Mec. îstanbul, 1935, C. III, s. 13S
(00) R. S. Karaşemsi, Hazar Tüı-klori, îstanbul, 1934, s. 15
(81) İbnu'l-Esîr, el-KamiI,u fi't-Tarîh, C. III, s. 131;
28
miyeceğine inanıyorlardı, ancak bir Hazar askeri bir Müslijman askerine pusu kurarak onu öldürmeye muvaffak
olunca bütün Hazar askerleri cesaretlendiler, diğer Türk
boylarınm da yardımı ile İslâm ordusunu yendiler ve Sel­
man b. Rebia'yı şehid ettiler. (82) Taberî'nin bildirdiği H.
22 yılı olayını kabul etmezsek, ilk Arap - Hazar savaşını,
Selman'ın şehid edildiği' bu savaş olarak kabul etmemiz
gerekir. M . 669 yılında Sabirler ve Urgianlar, Obrianların
yönetiminden çıkarak Don nehri ile Kafkaslar arasına yer­
leşiyorlar ve Hazarların egemenliği altına giriyorlar. (83)
Hazarlar, M . 679 yılında Bulgarları egemenlikleri altına
alarak Don ve Dinyeper arasmda batıya doğru yayıldılar.
(84) M . 683 yılında Hazarlar, Iberya, Albaniya ve Ermenis­
tan'a saldırarak oraları alt üst ettiler ve büyük ganimet­
lerle geri döndüler. (85) M . 685 yılında Ermenî prensi
Aşot, ülkesini İstila eden Hazarları geri püskürttü. (86)
VII. yüzyıl sona ermeden önce Hazarlar, Kırım'ı da ele
geçirip Azak Denizi üzerinde tam bir hakimiyet sağladılar
ve böylece Hazar Denizinden, Dinyester nehrine, Kafkas
dağlarının güney eteklerinden, Oka'ya kadar olan bölge­
lerle Kırım'ı ele geçirmiş oldular. (87)
Daha önce bahsetmiş olduğumuz ve Z. V. Togan'ın
tesbit ettiği M . 558 tarihini Hazar Devletinin kuruluş tari­
hi olarak kabul ediyoruz. M . 630 tarihini ise bağımsızlı­
ğın kazanıldığı tarih olarak kabul ediyoruz. 630 tarihinden
itibaren VII. yüzyılın sonuna kadar olan dönemi imparator­
luk öncesi dönem olarak değerlendiriyoruz. V l l l . yüzyılın
(82) İbn-Haldun, Kitabu'l-İber, C. II,, s. 2024;
(83) Philip L. Gell, Khazars, E. B., V . X V , p. 775
(84) H. Rosenthal, Chazars, J. E., V. IV, p. 1
(85) H . N . Orkun, Türk Tarihi, C. II, s. 144
(86) H. N. Orkun, a.g.e. s. 144
(87)
A. N. Kurat, Hazar Kağanhğı, s. 743
29
başından itibaren yükselme ve İmparatorluk devrinin baş­
ladığını kabul ediyoruz.
Ortaya çıkışlarından VII. yüzyılın sonlarına kadar Ha­
zarlar, cenkçi ve savaşçı bir hüviyette görünüyorlar. Gö­
çebe geleneğine bağlı olarak daima savaşa hazır durum­
da lolan Hazarlar, jeopolitik bakımdan çok önemli olan İtil,
Yayık, Kuban ve Don gibi dört büyük nehrin,arasında;^Çin
- Türkistan - Karadeniz - Bizans, Anadolu - İran - Harzem Su­
riye - Mezopotamya T Kafkasya - Doğu Avrupa, Hazar ülke­
si - İskandinavya yollarının birleştiği yeri ellerinde bulun­
durduklarından, savaşın yanısıra ticaretle de ilgilenmeye
başlamışlardır. (88) Bu sırada özellikle ticaret yollarının
güvenliğini sağlayarak, bunun karşılığı olarak vergi alma­
ya başladılar. Zaman geçtikçe savaşçılık ikinci plana, t i ­
caret ve vergi işi ise birinci plana geçti. İmparatorluk dö­
neminde bunu bütün açıklığı ile görebiliriz.
3 — Hazar Devletinin Gelişme ve Yükselme Dönemi
(İmparatorluk Dönemi) (700-850)
Hazar Devletinin bağımsızlığını kazanarak gelişmeye
başladığı dönem, İslâmiyetin de gelişme ve yayılma, dev­
rine rastladığından, V I I . yüzyılın ortalarından itibaren Ha­
zarlarla Araplar karşı karşıya gelmeye başlamışlar. Hazar­
ların yükselme devrinde devamlı olarak birbirleri ile sa­
vaşmışlardır. H. 22 ve 31 yıllarındaki karşılaşmalarından
sonra H. 89 ( M . 709) yılında Mesleme b. Abdulmelik
komutasındaki İslâm orduları Azerbeycan
bölgesinden
geçerek el-Bab ve'l-Ebvab'a saldırdı ve Hazarlarla savaşa
tutuştu (89) H. 91 ( M . 711) yılında Mesleme tekrar Hazar­
lara saldırdı. H. 101 ( M . 721) yılında ise Hazarlar Alanlara
saldırdılar. (90) H. 101-103 ( M . 721 -723) yılları arasında
(88)
A. N. Kurat, a.g.e. s, 743
(89) Taberî, Tarihu'r-Rusül ve'l-Mülûk, C. VI, S. 441-445
30
islam orduları Dağıstan'a girerek Başkent Belencer'i ele
geçirdiler. H. 107 ( M . 726) yılında Mesleme b. Abdülmerik
tekrar Hazar ülkesine saldırdı ve bazı kaleleri ele geçir­
di. H. 108 ( M . 727) yılında Hazar Hakan'ının oğlunun ko­
mutasındaki bir Hazar ordusu, Ermenistan'a saldırdı, pek
çok Ermeni şehrini muhasara etti ise de sonunda başarılı
olamıyarak geri dönmek zorunda kaldı ve mağlup oldu.
H. 109 ( M . 728) yılmda Mesleme, yeniden Hazar toprak­
larına saldırdı ve pekçok esir ve ganimetle geri döndü.
(91) H. 111 ( M . 730) yılında Cerrah b. Abdullah el-Hakemî,
Hazarlara
saldırdı
ve Beydâ şehrini aldı; H. 112
( M . 731) yılmda Hazarlar, büyük bir güç toplıyarak karşı
saldırıya geçtiler, Arapları feci şekilde yendiler ve Cerrah'ı şehit ettiler. Hazar ordusu bu savaşta Musul önle­
rine kadar geldi. Sonra, Said el-Hareşî komutasında top­
lanan Araplar, Hazarları geri püskürttüler. (92) H. 113 ( M .
732) yılında Mesleme bir defa daha Hazarlara saldırdı,
Belencer dağını geçti ve Hakanın oğlunu öldürdü. Hazar­
lar karşı saldırıya geçince, Mesleme el-Bab'a sığınmak
zorunda kaldı. (93) H. 114 ( M . 733) yılında Mervan b. M u ­
hammed b. Mervan, Ermeniye Valisi oldu ve Hazarlara
saldırarak el-Bab şehrine geldi. Bazı Hazar şehirlerini zabtederek Cerrah'ın intikamını aldı.
Dağıstanlıları cizreye
bağladı. Fakat Hazarlara fazla bir şey yapamadı. H. 119
( M . 738) yılında Mervan Ermeniyeden Vernis'in ülkesine
saldırdı. Vernis Hazarlara sığındı, Mervan da onu takip
ederek sığındığı Hazar kalesine saldırdı, Vernis'i yakalaC90) H. N. Orkun, Türk Tarihi, C. II, s. 147
(91) Taberi, Tarihu'r-Rüsul, C. VII, s. 14;
(92)
îbni Asam el-Kûfî, el-Fütûh, C. I, s. 179 - 189, Topkapı Sa­
rayı Kütüphanesi, Ahmet III bölümü, 2956 Numarada ka­
yıtlı El yazması
(93) el-Kûfî, a.g.e., C. I, s. 101 -192
(94) tbni Haldim, Kitabu'l-îber, C. III, s. 196
31
yıp öldürdü. Oradan Semender ve Belencere saldırdı ve
Beydâ şehrine kadar ilerledi. Hazar Hakanı oradan kaçtı.
(95) Mervan bu savaştan sonra Hazar hakanını İslâmiyete
davet etmiş, Hakan da, bulunduğu sıkışık durumdan kur­
tulmak için Islâmiyeti kabul etmiş fakat daha sonra tek­
rar İslamiyetten ayrılarak eski dinine dönmüştür, (96) H.
145 ( M . 763) yılında Hazarlar, el-Bab'dan çıkarak Azerbeycana ve İslâm ülkesine saldırdılar, pekçok inşan öldürdü­
ler. (97) H. 157 ( M . 775) yılında Hazar Astarhanı. Türkler­
den büyük bir cemaatla Ermenistana saldırdı, Tiflise ka­
dar ilerliyerek pekçok müslümanı öldürdü. Miladi 780 yı­
lında Kırımdaki Gotlar, Hazarlara karşı ayaklandılar, Ha­
zarlar bu ayaklanmayı bastırdılar. (99) V l l l . yüzyıl boyunc, bir yandan Araplarla savaşırken, öbür yandan Rus Step­
leri üzerinde, Hazarlar hakimiyetlerini devamlı olarak ge­
nişlettiler. (100) Bu yüzyıl boyunca Doğudan gelen kavim­
lerin tazyiki sonunda Hazarlar batıya doğru kaymaya de­
vam ettiler. H. 182 ( M . 799) yılında Fadıl b. Yahya el-Bermekî, Hazar Hakanının kızı Sitit ile evlendi. Sitit hamile
iken Barda'ada öldü. O'nun yanındaki askerler ülkelerine
dönerek Hakana, kızının hamile iken kasten öldürüldü­
ğünü söylediler, Hakan da buna çok kızarak İslam toprak­
larına saldırdı, yüzbine yakın müslümanı esir aldı. Bunun
üzerine Harunu'r-Reşid, bir ordu hazıHatarak Hazarların
üzerine gönderdi ve onları Ermeniyeden çıkardı. (101) V l l l .
yüzyılda Başkentleri İtili kurmuş olan Hazarlar, 833 yılın(95)
(06)
(97)
(98)
(99)
(100)
(101)
32
İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, C. V, s. 198-215
i, Kafesoğlu, Hazar Kağanlığı, s. 148
İbnü'l-Esîr, El-Kârail, C. V, s. 571
M . Remzi, Telfiku'l-Ahbar, C. I, S. 175
Artamanov, The History of the Chazars, P. 519
İbnu'L-Esir, El-Kamil, C. V I . s. 160-164
lbnu'1-İmad Ebu'l-Fellah Abdulhayy el-Hanbelî,
Şezeratu'z-Zeheb fi Ahbari Men Zeheb, Beyrut, Bila Tarih, C. I,
s. 303
da bu şehri bırakarak Don nehri üzerindeki Sarkel şehrini
başkent yaptılar. (102)
IX. yüzyılın ilk yarısında
Hazar hakimiyeti gittikçe
genişlemiş ve Hazarlar Doğu Avrupanın en büyük Devleti
durumuna gelmişlerdir. I X . yüzyılın başlarında Kama-ltil
boyundaki çeşitli Fin kavimleri, Bulgarlar, Jtil-Orta Don
boyundaki Burtaslar, Oka-Desna ve Orta Dinyeper boyun­
daki çeşitli
Fin ve Slav kavimleri. Kuzey Kafkasya'nın
muhtelif dağlı kabileleri, Kuban-Don boyundaki Macarlar
Hazar Hakanlığı'na tabi idiler (103.
630 Yıllarında bağımsız bir Devlet haline gelen Ha­
zarların VIII. yüzyılın başlarında İmparatorluk haline gel­
diğini görüyoruz. Hazarlar'ın gerek Araplar'la savaşları, ge­
rekse göçebe kavimler ve çevrelerindeki irili Ufaklı kabi­
lelerle savaşları, onları egemenlikleri altına alışları. Ha­
zarları Avrupanın en güçlü ve en geniş devleti haline ge­
t i r m i ş ve onlara bir doyum sağlamıştır. Jeopolitik bakım­
dan işgal ettikleri toprakların da avantajını iyi kullanarak,
savaş yapmak ve savaş ganimeti ile geçinmek yerine t i ­
caretle geçinme, yahut tüccarlara yol emniyetini sağlayıp
onlardan alman vergilerle zengin
olma yolunu tuttular.
Ancak bu dönem fazla sürmedi. Askeri durgunluk kısa bir
zaman sonra çeşitli yerlerden ülkeye saldırıları celbetti.
Askerliğin ihmal edilmiş olması ve diğer bazı faktörler,
Hazarların gelişmesinin durmasına sebeb oldu. Kesin ra­
kamla belirtilememekle beraber I X . yüzyılın ortalarında
Hazar gelişmesinin durduğunu ifade edebiliriz.
4 —• Hazar Devletinin Duraklama ve Zayıflama Dö­
nemi : (850 - 950)
I X . yüzyılın ortalarına kadar gelişmesini sürdüren Ha­
zar İmparatorluğu, geniş bir araziye sahib olarak çeşitli
(102)
(103)
A, N. Kurat, Hazar Kağanlığı, s, 742
A. N. Kurat, a.g.e, s. 743
33
milletleri hakimiyeti altma almıştı. Ticarî hayata önem ve­
rip askeri disiplinden uzaklaşan Hazarlar, önce doğudan
gelen Türk kabilelerinin saldırılarına maruz kalmaya baş­
ladılar, sonra, egemenlikleri altına aldıkları kabileler isyan
etmeye başladılar, daha sonra da komşu ülkeler, önceki
iyi ilişkileri kesip Hazarlara saldırdılar. Bu üç yönlü saldı­
rı sonunda Hazarların yükselme devri bitmiş ve durakla­
ma devri başlamış oldu.
IX. Asrın ortalarına
doğru
doğudan gelen Kıpçak
Türkleri, Uzlarla birleşerek Hazarlara saldırdılar.
Hazar­
lar, onları durdurabildilerse de tamamen yok edemediler.
Ancak onlardan kurtulmak için onları batıya sevk ettiler.
(104) 854 yılında Kabarlar, daha sonra Macarlar, Kalizler
ve Bulgar İşkilleri, Hazar ülkesinden ayrılmışlardır. (105)
864 yıllarında Vareglerin Rorik hanedanı, Hazarlara sal­
dırdı ve Ruslar Kievv şehrini Hazarlar'ın elinden aldı. (106)
875 yılında Peçenekler, Hazar ülkesine saldırdılar. (107)
884 yılında Ruslar diğer Slav kabilelerini de kendi hakimi­
yetleri altına alarak Hazarlar') iyice zayıflatıyordu, bu tarih­
te Rus Prensi Svyatoslavv,
Sarkel şehrini Hazarlar'dan
aldı. (10ü) 892 yılında Ruslar, beşyüz gemi ile Hazar De­
nizine geldiler, Ciyl ve Deylem sahillerine, Abisken ve
Taberistan ülkesine asker çıkardılar, çevreyi yakıp yıktı­
lar, pekçok insan öldürerek topladıkları ganimetlerle geri
dönmeye başladılar. Elde ettikleri ganimetlerin bir kısmı­
nı Hazar Hakanına vergi olarak verdiler. Ancak Ruslar'ın
yaptıklarını haber alan Hazar Hakam'nm müslüman asker­
leri, Hakan'dan izin isteyerek Ruslar'a saldırmak istediler.
(104)
Cami, Osmanlı Ülkesinde
(105)
(106)
i. Kafesoğlu, Hazar
Cami, a.g.e., s. 66
(107)
(108)
Süleymajı Hüsnü, Tarih-i Âlem, İstanbul, H. 1327, s. 485
Cami, a.g.o„ s. 66
34
Hnstiyan
Kağanlığı
Türkler,
s. 65
s. 158
Hakan'ın izniyle bu müslüman askerler, Rusları tamamen
kılıçtan geçirdiler ve dindaşlarının intikamını aldılar. (109)
IX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ruslar, Hazar ülke­
sinde bilhassa ticari alanda son derece etkili olmaya baş­
ladılar. Ruslar'ın Hazar topraklarındaki bu rahatlıkları, on­
lara kendi devletlerini kurma imkânını ve kurdukları dev­
letin bağımsızlığını ilan etme zeminini hazırlamıştır. (110)
Yine IX. yüzyılın ikinci yarısında başlayan Peçenek sal­
dırılarına karşı Hazar Hakanı, Macarlar'ın desteğini sağla­
mak için onlara bir devlet kurdurmuştu. IX. yüzyılın son­
larına doğru Bulgarlar ve Peçenekler, Macarlar'a saldırın­
ca, Hazarlar'ın himayesindeki bu devlet yıkıldı ve Macar­
lar bugünkü Macaristan topraklarına göçtüler. (111)
900 yıllarında Hazar Hakanı
Derbendi aşarak İslâm
topraklarına girmek istedi, fakat başarılı olamadı. (112)
X. yüzyılın başlarında Peçenekler, yeniden Hazarlar'a sal­
dırdılar.
Fakat Oğuzlar Hazarlar'a yardım ederek onları
Peçenekler'den kurtardı. (113) X. yüzyılın birinci yarısın­
da İmparator Lecapenus zamanında, Bizans'tan Hazar ül­
kesine sığman Yahudi'ler yüzünden Bizans imparatorluğu
ile, Hazar imparatorluğu'nun arası açıldı. Bundan sonra
Bizans, Hazarlar'a karşı Rusları tutan bir siyaset izleme­
ye başladı. (114) Daha sonra da Bizans-Hazar ilişkileri
gitgide bozuldu ve Bizans; Guz, Peçenek, A s ve Alan ka­
bileleri ile anlaşarak onları Hazarlar'a saldırttı ise de. Ha­
zarlar bu saldırıları başarı ile geri püskürttüler. (115) Bu
(109)
(110)
(111)
(112)
(113)
(114)
Ebu'l-Hasen Ali b. Hüseyin b. Ali el-Mes'ûdi, MurucÜ'z-Zeheb ve Meadinü'l^evlıer, Beyrut, 1965, G. I, s. 205-207
M . Artamanov, The History of The Chazars, P. 519
M . Artamanov, a.g.e. s. 519
el-Kufî, Fütuh, C. VI, s. 441 -454
N. Asım, M . Arif, a.s.e. C. I, s. 74
Z.V. Togan, Hazarlar, îslâm Ansiklopedisi, C . V , s. 400
(115)
M . Artamanov, The History of The Chazars., P. 520
35
saldırılarda gene Oğuzlar Hazarlar'ın yanında yer aldılar.
(116j 913 yıllarında Rus Varegler, Hazar sahillerini yağnnalamışlar,
fakat Hazarlar Ruslar'a engel olamamışlar­
dır. (117) Daha önceleri Hazarlar'a bağlı 1ken 855 yılında
bağımsızlığına kavuşan Ruslar, (118) X, yüzyılın başların­
dan itibaren sık sık Hazar ülkesinde yağma ve çapulcu­
luk hareketlerine girişmişlerdir. (119)
Bizans'ın tavrı, Ruslar'ın ve komşu Türk kabilelerinin
saldırıları ve iç ayaklanmalar sonunda, X. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren Hazar Devleti iyice zayıflayarak çök­
meye başladı.
5 — Çöküş Dönemi ve Çöküşün Sebebleri : (950 1030)
a — Çöküş Dönemi ; X. Yüzyılın İkinci yarısının ba­
şından itibaren çok şiddetlenen komşuların saldırıları, İm­
paratorluğu yıktığı gibi Hazar Devleti'ni de çökertmeye
başlamıştır.
M.S. 965 yılında Ruslar Hazarlar'a saldırmış, Svyatos
law, Bulgarlar'ın başkenti ile Hazarlar'ın İtil şehrini zabt
etmiştir. Bu savaşta Harizmli müslüman askerler, Hazar
lar'a yardım ederek onları yok olmaktan
kurtarmıştır
(120) Bu saldırı sonunda Hazar İmparatorluğu yıkılmıştır
Bazı tarihçiler imparatorlukla birlikte devletin de yıkıldığı
nı söylerken, (121) tarihçilerin büyük bir çoğunluğu, bu
olaydan sonra sadece İmparatorluğun dağıldığını, Hazar
(116)
(117)
(118)
(119)
C120)
N. Asım, M . Arif, Osmanlı Tarihi, C. I, s. 75
M . Art^amanov, a.g.e. s. 520
H. Rosenthal, Chazars J. E. V. IV, P. 1
î. Kafesoğlu, Hazar Kağanhğı, S. 157
İbni Havkal, Suretü'l-Arz, S. 211
(121)
Yılmaz Öztuna. Türkiye Tarihi, İstanbul, 1963, C. I, s. 262
36
Devleti'nin İse, ikiyüz yıl kadar daha varlığını sordurdu­
ğunu İfade ediyorlar. (122) Yine pekçok tarihçi, bu savaş­
ta Ruslar'ın İtil'i ele geçirdiğini belirttiği halde, A . N . Ku­
rat, Svytoslaw'ın Tamatarhanı zaptettiğini; bu savaşta Bul­
gar başkenti i l e itil'i zabdettiğine dair öne sürülen iddia­
ların asılsız olduğunu söylüyor. (123) Bu konuda Z.V. To­
gan ise A . N . Kurat'ın fikrine katılmamakta, Ruslar'ın Itil'in yanısıra, Dağıstan'daki Hazar şehirlerini, Sarkil'i yakıp
yıktığını, bu olaydan sonra Hazarlar'ın Azak v e Kırım ta­
raflarında küçük bir devlet olarak ikamete devam ettikleri­
ni belirtiyor. (124) Bu olaydan sonra Hazarlar'ın iyice za­
yıflamalarından faydalanmak isteyen komşu Türk kabile­
leri, tekrar Hazarlar'a saldırdılar. Sıkışık durumda kalan
Hazarlar, Harizmli askerlerden yardım istediler. Harizmliler müslümanlığı kabul ettikleri takdirde Hazarlar'a yar­
dım edebileceklerini söyleyince, Hakan'ın dışındal<i pek­
çok ileri gelen zevat, müslüman olmuşlar ve Harizmlilerin yardımıyla yok olmaktan kurtulmuşlardır. (125)
Hazarların çöküşüne birinci derecede tesir edenler,
Ruslar'dır. Ruslar'dan sonra Hazarlar'a en büyük darbeyi
Peçenekler vurmuştur. Peçenekler, daha IX. yüzyılın orta­
larında itil - Harzem ticaret yolunu işgal
ettikleri
gibi,
Don'dan
Dinyester'e kadar olan Kara Deniz bozkırlarını
onlardan almışlardır. (126) Gerek Peçenek, Guz ve ben­
zeri kabilelerin saldırıları, gerekse 965 Rus saldırısı sı­
rasında,
IVİüslüman Harizmliler'in yardımıyla ayakta dur­
maya çalışan Hazarlar'a felaketler ard arda gelmiş, devlet
(122) Solomon
(123)
(124)
(325)
(126)
Grayzel, A . History
o£ tho Jowa,
1952, p.402
A . N . Kurat, Rusya Tajrihî, s.25
Z . V . Tegan, Hazarlar, tslâm Ansiklopedisi,
İbnul-Esîr, el-KâmiI, C. VIII, s. 565
A . N . Kurat, Hazar Ka&anhğı, s. 744-745
Philedelplıia.
C.V, s.401-402
37
bir daha yeniden canlanamamıştır (127). 970 yıhndan son­
ra kopmalar başlamış, kargaşalığın önü bir türlü alınama­
mış, bir yandan iç isyanlar, öbür yandan dış saldırılar Ha­
zarlar') tamamen güçsüz hale getirmiştir. (128)
965 savaşından sonra Hazar Devleti'nin durumu hak­
kında tarihçiler iki türlü haber vermektedirler. 1) Bazı ta­
rihçiler, bu savaştan sonra Hazarlar'ın Kırım'a çekildiğini
ve varlığını bir müddet daha burada devam ettirdiğini ifa­
de ediyorlar. (129) 2) Diğer bazı tarihçiler ise, bu savaş­
tan sonra Hazarlar'ın Hazar Denizi ile Kafkaslar arasında­
ki bölgeye çekilmiş olduklarını ve devletin bir müddet da­
ha burada yaşadığını söylüyorlar. (130) Kırım civarında­
ki devletin varlığını haber veren bazı tarihçiler, Hazar De­
nizi kıyısındaki devletin varlığından bilgi vermemektedir­
ler. Hazar Denizi kıyısındaki devletin varlığını haber ve­
renler de, Kırım'dakinden bahsetmemektedirler. Bu konu­
da kesin bir sonuca varmak güç olmakla birlikte bizim ka­
naatimiz şudur : 965 savaşından sonra Hazarlar Kırım'da
Batı'nın yakinen tanıdığı devleti kurup bir müddet devam
ettirdikleri gibi, Hazar sahillerinde kalan topraklarda da
devlet olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Ancak Kırım ile
Kafkaslar arasındaki bölgelerin muhtelif Türk kabilelerince işgal edilmiş olması, iki tarafm birbiriyle irtibatını kes­
miş olmalıdır.
Kırım'daki Hazarlar'a,
1016 - 1019 yılları
arasında Ruslar ve Bizans, müşteteken saldırmışlar ve Ha­
zarlar'ın Tamatarhan şehrini Ruslar ele geçirmişlerdir (131).
(127)
V, V . Barthold, Orta Asya Tarihi Hakkında Dersler, s, 90
(128)
(129)
A. Koestler, The Tliirthoenth Tribe, p. 112
Z. V. Togan Hazarlar,
İelâm Ansiklopedisi.
C. V, s. 402;
L. Ravoni,
Türk Devletinin Batıdaki Varisleri Hazarlar,
s. 117
N. Asım, M. Arif,
Osmanlı Tarihi, C. I, s. 75; M. Remzi,
Telfiku'l-Ahbar, C. I, s. 192
V. Z. Togan, Hazarlar, İslam Ansiklopedisi. C. V., s. 402
(130)
(131)
Î3
Ruslar saldırıya geçmeden önce Rus saldırısını sezen Ha­
zar Hakanı, Bizans'tan yardım almak gayesiyle Hrıstiyanlığı dahi kabul etmiş, ancak Bizans İmparatoru Bazil, Ha­
kan'a yardım etmediği gibi, Vladimlr'in oğlu M y t i s l a v ' ı ,
Hazarlar'a karşı kışkırtmış ve yardım için O'na bir donan­
ma göndermiştir. (132) Bir müddet bu bölgeye yerleşen
Ruslar da bu bölgede tutumanamışlar,
Doğu'dan gelen
Türk kabileleri Hazarlar'ın yerini almışlardır. (133]
1019 savaşında Kırım'daki son Hakan esir olmuş ve
buradaki devlet son bulmuştur. (134) Belki de devlet bu
Hakan'ın ölümünden sonra doğuya taşınmış olabilir. IVIiladi 1031 yıhnda Fadlun el-Kürdî komutasındaki
Kürtlerle,
Hazarlar'ın savaş yaptığı teşhis edilebiliyor. (135) Daha
önceleri Hazar yönetimi altında olan Ruslar,
Hazarların
zayıflamasından faydalanarak onların bu bölgedeki ticari
imtiyazlarinı ele geçirmek ve ticaret yollarını kendi kont­
rolleri altma almak istiyorlardı. (136) Bu emellerine ulaş­
mak için Ruslar, Türk kabilelerini kışkırtmışlar bu arada
Bizans da Ruslar'a yardım etmiştir. Bu üçlü ittifak sonun­
da Hazarlar ortadan kalkmış, ancak Ruslar umduklarına
kavuşamamışlardır. Hazar topraklarına Kıpçak, Oğuz ve Peçenekler yerleşmişlerdir.
Bilhassa Rusların, «Ovada otuianlar» anlamına «Polovtsi», Macarların ve Bizanslıların,
«Kuman», Türkler'inde, «Kıfçak» dedikleri Kıpçak Türkle­
ri, bu bölgeyi ikiyüz yıl egemenlikleri altında tutmuşlar­
dır. (137) Hazarlar'ın ekserisi işte bu Kıpçaklar'a karış(132)
M. Arif,
N. Asım, Osmanlı Tarihi
C. 1., s. 75
(133)
The, Hon. S. Runciman. Orta Çağla.rın Başjnda Avrupada Türkler, Belleten Ankara, 1943, C. III., Sayi: 25, s. 54
(134) N. Asım, M . Arif, a.g.e., C. I, s. 75
(1.35) Îbnul-Esîr, el-Kâm.il, C. V „ s. 409
(136) Artamanov, Tho History of Üıe Chazars, p. 521
(137) M . D'ohsson. Moğol Tarihi, Ter. Mustafa Rahmi, İstanbul,
1940, 3. 15'5
39
mışlardır. Fakat bölgedeki Hazarlar'ın b i r kısmı da Rus­
lar'a karışmış olmalıdır ki bir Rus tarihi, 1106 tarihinde
Kıpçaklar, Kievv'in batısına saldırdıkları zaman, Kıpçaklarla savaşmaya giden Rus ordusunda İvan isminde
Hazar
asıllı bir komutanın bulunduğunu haber veriyor (138).
Pekçok kaynak Selçuklu Sultanı
Alparslan'ın Hazarlar'la savaştığını kaydetmektedir. (139) Yine 1071 yılın­
daki Alparslan'ın
Haçlılar'la yaptığı savaşta Haçlı Ordusu'nda Hazar Askerleri'nin bulunduğunu görüyoruz. (140)
1083 yılında Hazarlar'ın hâlâ görüldüklerini
bildiren ha­
berlere rastlıyoruz. (141) XII. yüzyılın ikinci yarısında ya­
şayan iki İranlı şair, o tarihlerde Şirvan kentinin Rus - Ha­
zar orduları tarafından işgal edildiğini ifade ediyorlar. (142)
Rus tarihçisi Karamzin'e göre 1185 yılında Polovtsilerle
karışan Hazarlar, Grodiska yakınındaki Donietzka şehrini
hâlâ ellerinde bulundurmakta olup, Rus Prensi Igor'u
(Uğur) esir edebilecek kadar güçlü idiler. (143) 1221 yı­
lında Anadolu Selçuklu Emiri Hüsameddin Emir Çoban,
Kırım'a sefer yapmış ve Hazar Devleti'nin bir istihalesi
sayılabilecek olan Saksın ile savaşmıştır. (144) Kıpçaklar
bu bölgeye hakim olunca Hazarlar hemen onların arasın­
da erimemişler, bölgede ikinci derecede hakim unsur ola­
rak varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Emir Çoban'ın Kırım'a
yaptığı seferdeki savaştan canı yanan Kıpçaklar şöyle söy­
lerler. "Bize Soğdak ve Hazar halkının işlediği suçların
(138) A . Koestler, The Thirteenth Tribe. p. 13J -130
(130) ReşidüdcIin
FazluUah,
Camiu't-Tevarih,
Ankara, 1960,
C. II., s. 31
(140) Kemaleddin Ebu'I-Kasım Ami" tbnu'l Edim, Buğyatu't-Taleb Fî Tarihi Halep, Ankai-a. 1976, s. 322
(141)
(142)
(143)
(144)
40
L,
A.
R.
2.
Rasonyi, Tüi'klerin Batıdaki Varisleri Hazarlar, s. 117
Koestler, a.g.e.,, p. 131
S. Karaşemsi, Hazar Türkleri, s. 37
V. Togan, Hazarlar, İslam Ansiklopedisi, C. V., s. 402
tazmin ve telafisi İçin ayaklanmak gerekti. A m a mademki
İş bu safhaya düştü, akılsızlıkla başımızı rüzgara vermek
doğru değildir» (145]. Demek ki hâlâ bu bölgede Hazarlar
vardır, güçleri yerindedir ve Selçuklulara karşı bir şeyler
yapmışlardır.
Hazarlar'dan sonra iki asır Kıpçaklar'ın elinde kalan
Hazar ülkesi, 1229 yılında Sübidey idaresindeki bir Moğol
Ordusu tarafından istila edilmiştir (146). 1237 yılında Batu Han bu bölgeye gelerek Saray şehrini inşa etmiş, A l tmordu Devleti'ni kurduktan sonra da bölgenin yönetimini
tamamen eline geçirmiştir. Burada Moğol hakimiyeti XV.
asrın sonuna kadar sürmüştür. (147) Moğollar bölgeye
geldikten sonra da Selçukluların Kırım'la teması kesilmemiştir. Clhan-Numada Berke Han'ın, İzzettin Keykavus'la
İlişkileri anlatılır. (148) 1245 yılında Papanın elçisi olarak
Batu Han'a giden Papaz Caprini
«Historia Mongolorum»
isimli eseninde Kuzey Kafkasya'da yaşayan milletleri sa­
yarken Yahudi dininde olan Hazarları da zikreder. (149) Bu
tarihten sonra da topluluk ismi olarak Hazar adı tarihten
hemen silinmiyor. Nizameddin Şamî'nin Zafername'sinde
Timur Leng'in emir Hüseyin'le Hazar Bölgesi'nde yaptığı
savaş anlatılıyor ve şöyle söyleniyor.
«Emir Timur, yüz
kişi ile gece yürüyerek Hazar'a geldi. Keş ve Hazar asker(145)
el-Hüseyin b. Mııiıammod b. Ali el-Caferi er-Rııgadi îbai
Bibi
el-Avamiru'1-Alaiyye fi'MJmuri'l-Alaiyye,
Ankara,
1956, C. I-, s. 314-318
(146) Z. V . Togan, a.g.e., C. V., s. 402
1147) Ahmed ta. Yalıya b, Fadlullah Şihabuddin el-Ömeri, Mesaliku'l-Ebsaf fi Memaliki'l-Emsar, Süleymaniye Küt. Ayasofya böl. 3416 nıunarada kayıtlı el yazması, C. III. Va­
rak 57
(148)
(149)
Mehmet Neşri, Cihan Numa (Neşri Tarihi) Ankara, 1949,
C. I., s. 40
A. Koestler, The Tliirteenth Tribe, p. 132
41
lerini topladı.» (150) Bu ifadede, Hazar kelimesinin bir böl­
ge ismi olmaktan çok, hâlâ bir halkın ismi olarak kulla­
nıldığı açıkça göıiUmektedir. Timur, XIV. yüzyılın sonlarıyla, XV. yüzyılın birinci yarısında bu bölgelerde dolaştığına
göre, enaz XV. yüzyılın başlarında Hazar adı ile anılan bir
topluluk vardı. XVI. yüzyılda bile İtalyan dokümanlarında
Kırım'ın adt »Gazarya» olarak geçmektedir. (151) Her ne
olursa olsun Hazar Devleti'nin yıkılmasında büyük tesiri
olan Ruslar, Hazarlar'ın yerine geçememiş,, bölgeye on­
lardan sonra Kıpçaklar, daha sonra da Moğollar hakim ol­
muşlardır.
b — Çöküşün sebebleri : Hazar Devleti'nin çöküş sebeblerini araştırdığımız zaman bu çöküşün çeşitli sebeblere dayandığını görürüz. Önceleri çok güçlü iken daha
sonra bütün komşularının saldırı hedefi haline gelen Ha­
zarlar'ın çöküş sebeblerini iki ana noktada toplamak müm­
kündür.
1) Dış Sebebler : Hazarlar coğrafi bakımdan son de­
rece önemli bir bölgeyi ellerinden tutuyorlardı. Doğudan
batıya, kuzeyden güneye giden Dünya'nın önemli ticaret
yollarını ellerinde tutmaları ve bu yollardan büyük ver­
giler alarak zenginleşmeleri,
pekçok milletin gözlerinin
Hazar topraklarına dikilmesine ve Hazarlar aleyhinde faa­
liyet göstermelerine sebeb olmuştur. Hazarlar, egemen­
likleri altında tuttukları milletler içinde en büyük imtiyaz­
ları Ruslar'a vermiş ve onlara son derece iyi davranmış­
lardır. (152) Buna karşılık Ruslar, Hazar ülkesinde kur­
dukları ticaret kolonileri vasıtasıyla iyice
güçlendikten
sonra bağımsız devletlerini kurmuşlar ve Hazarlar'ın el(150)
Nizameddin Şamî, Zafernaıne, Ter. Necati Lugal, Ankara,
194G, s. 30
(151)
(152)
A. Koestler, a.g.e.. s. 132
M. Remzi, Telfiku'l-Alıbair,
42
C. I., s. 101
lerinde bulunan toprakları ve ticaret yollarını ele geçir­
mek için çeşitli entrikalar çevirmeye başlamışlardır. (153)
Güçlü Hazar Devleti'ni kendi başlarına yıkamıyacaklarını
anlayan Ruslar, Komşu Türk kabilelerini Hazarlar'a karşı
kışkırttılar, Oğuzlar, Peçenekler, Bulgarlar ve benzeri ka­
bileleri Hazarlar'a karşı ayaklandırdılar. (154) Koloniterdeki tüccar kisvesine soktukları casusları vasıtasıyla Ha­
zar ülkesinin çeşitli yerlerinde
iç isyanlar tertip ettiler.
Türk kabilelerinin dışardan saldırması, Rus casuslarının
içerden çıkardığı isyanlar sonucu Hazarlar, iyice zayıfla­
dıktan sonra, Bizans'ın da yardımıyla Ruslar,
Hazarlar'a
saldırma cesaretini gösterebildiler. Zaten tarih boyunca
Ruslar, Türk kabileleri arasına daima fitne sokmuş, on­
ları birbiriyle savaştırmış, savaşlar sonunda zayıflayan ta­
rafa kendileri yüklenerek onları yok etmişlerdir.
Ruslar
Hazarlar'a da aynı oyunu oynamışlardır, (155)
Daha önceleri Hazarlar'la çok iyi ilişkiler kurup, onlar­
dan devamh yardım alan Bizans, Hazarlar zayıflamaya baş­
layınca birden tavrını değiştirdi. Bizans'tan kaçan Yahudi­
leri
ülkelerine
almalarını
bahane ederek
Hazarlar'a
sırt çevirip Ruslar ve diğer komşularıyla ittifaklar yaptı.
Bizansm bu tutumu da Hazarlar'ın çökmesine sebeb ol­
muştur.
Doğudan gelen Türk boyları da yerleşmek için Hazar­
lar'a devamlı saldırdılar. Bir yandan Ruslar, diğer yandan
Bizans ve nihayet komşu Türk kabileleriyle Doğudan ge­
len Türk kabilelerinin devamlı saldırıları karşısmda Hazar­
lar tutunamadılar. Bu saldırılar ve komşuların düşmanca
tavırları Hazar Devleti'nin çöküşünü hazırlayan dış sebeblerdir. (156)
(153)
(154)
(155)
(1'56)
M. Artamanov, The History of the Chazars., p. 521
R. S. Karaşemsi, Hazaı* Türkleri, s. 42
R. S. Karaşemsi, Hazar Türkleri, s. 42
Türk Ansiklopedisi, Hazarlar, C. XIX, s. 135
43
2) iç Sebebler : Hazarlar'ın çöküşünü hazırlayan, iç
sebebleri incelediğimizde, çöküşe şu hususların sebeb ol­
duğunu görürüz.
a) Ülkede Din, D i l , Kültür, Kader ve Menfaat birli­
ğinin yok olması : Hazarlar bilhassa İmparatorluk döne­
minde çok geniş topraklara yayılınca Din, Dil Ve Kültür
birliğini kaybettiler, geniş topraklar üzerinde Müslüman,
Hnstiyan, Yahudi ve eski Türk dininde oian insanlar ya­
şıyordu. Saray ileri gelenleri ile Hakan'ın Yahudi olması
ve son zamanlarda ordunun büyük bir çoğunluğunun Müs­
lüman olması, ordu İle sarayı İDazı hususlarda karşı karşı­
ya getirmiş, ordu ve halkın Yahudi yönetime isyan etme­
lerine sebeb olmuştur. Her dinin mensubu,
başlangıçta
ülkede mevcut olan dini müsamahayı terk ederek ülkeye
kendi dininin mensuplarını hakim kılmaya çalışmış, bu da
iç çatışmalara ve devletin çökmesine neden olmuştur.
Hazarlar'ın çeşitli kavimleri egemenlikleri altına al­
maları ve son zamanlarda ticarî kazancın fazla olması yü­
zünden dünyanın çeşitli yerlerinden ticaret yapmak için
insanların Hazar şehirlerine gelip yerleşmeleri, ülkede çe­
şitli dillerin konuşulmasına vesile olmuştur. Devlet ida­
recileri ülkenin insanlarının tek bir dil konuşmasını sağ­
lamamıştır. Bunun sonusu olarak ayrı diller konuşanlar
arasında gruplanmalar meydana gelmiştir.
Bu
gruplar,
kendi menfaatlerini ülke menfaatlerinin üstünde tutunca
devletin çöküşü meydana gelmiş oldu.
Ayrı dindeki insanların ayrı diller konuşması ülkede
ortak bir kültürün vücuda gelmesine engel olmuştur. Her
din grubu, kendine has bir kültüre sahip olduğu gibi, her
dil grubunun da kendine mahsus bir kültürü meydana gel­
miştir. Dinleri, Dilleri, Kültürleri farklı olan insanlar, Ha­
zar şehirlerinde sonsuz hürriyetten de faydalanarak çok
44
rahat bir hayat yaşarken; Dini, Dili, Kültürü farklı olan bu
insanlar,
Hazar Devleti'ne karşı fazla bir minnet hissi
duymuyor v e devlete karşı dürüst davranmıyorlardı. Yani
ülkede yaşayan azınlıklar, devletin menfaatlerini çiğniyor­
lardı.
Dini, Dili, Kültürü farklı olduğu için ülke insanları
arasında bir kader ve menfaat birliği sağlanamıyordu. Za­
manla devlete karşı olan görevler ihmal edilmiş, vergiler
verilmemiş, şuistimaller artmış, hatta dışardan gelip ül­
keye yerleşenlerin çoğu başka devletler adına casusluk
etmişler, ortaya casus-tüccarlar çıkmış, bütün bunlar dev­
letin çökmesine sebeb olmuştur.
b) Ülkede Zevk ve Sefahatin Artması : Önceleri pren­
siplerine çok sıkı bir şekilde bağlı olan Hazarlar, ülkele­
rini genişletip zengin olduktan sonra, bağlı oldukları pren­
sipleri ve ahlâk kaidelerini çiğnemeye başlamışlardı. Baş­
ta Hakan ve çevresi olmak üzere halkın çoğunluğu, özel­
likle Bizans'tan öğrendikleri zevk ve eğlenceye daldılar.
Bizans'tan öğrendikleri gayri ahlâkî sefahat hayatı onları
çok kısa zamanda mahvetmiştir. C157) içki, kumar ve ben­
zeri, o zamana kadar Türk kabilelerine yabancı olan un­
surlar, Hazar Devleti'ni İçten kemirmiş, devlet adamla*-!
da bunlara mübtela olunca, 500 yıllık devlet çabucak yı­
kılmıştır.
c) Askeri Sistemin Bozulması : Başlangıçta çok sağ­
lam bir askeri sisteme sahip olan Hazarlar, zamanla asker-millet olma özelliğini yitirmiş, savaşarak ganimet el­
de etmek yerine, ticaretle zengin olma yolunu tercih et­
mişlerdir. Bunun sonucu olarak askerî kabiliyetler ordu­
dan ayrılmış, onların yeri ise ücretli askerlerle doldurul(157)
N. A«]m, M . Arif, Osmanlı Tarihi, C. I., s. 75
45
muştLir. (158) Çoğunluğu Harizmli askerlerden n^üteşekkil
olan bu ücretli askerler, zaman zaman savaşmayı redde­
diyor ve savaşlara katılmıyorlardı. Meselâ Hakan'ın Müs­
lümanlara açtığı savaşlara ücretli Müslüman askerler ka­
tılmıyorlardı. (159) Ordunun ve askerî sistemin bu şekil­
de bozulması devletin savaş gücünün
zayıflamasına ve
düşmanlara mağlup olmasına yol açtı. Ordunun bu şekil­
de bozulması çöküşü hazırlayan sebeblerden biri oldu.
d) Hakanlık Müessesesinin Bozulması : Hazarlar'da
önceleri Hakan tam ve geniş yetkiye sahipken,, sonraları
bu yetki gitgide azalmış, nüfuzu gittikçe azalan Hakan,
sonunda Harem'in esiri olmuştur. Bir çeşit Nayordomluk
(Saray kahyalığından ortaya
çıkan Hükümdar vekilliği)
meydana gelmiş, bunun sonucu olarak gerçek iktidar Ha­
kan'ın elinden alınmış ve ordunun Başbuğu olan İsa'nın
eline geçmiştir. (160) Bunun gerçekleşmesinde sarayda
bulunan Yahudi bilginlerinin büyük tesiri olmuştur. Çün­
kü Yahudilik kabul edildikten sonra sarayda, Yahudi te­
siri gittikçe artmış, Hakan'ın çevresini Museviler doldur­
muştur. Zamanla Hakan da Yahudiliği kabul ettiği halde,
Türk soyundan gelen ve eski Türk dininin etkisi altında
kalması muhtemel olan bu Hakan'a, Yahudi bilginler güvenememişler (161) ve Hakan'ın bütün yetkilerini isa'ya
vererek Hakan'ı bir sembol haline getirmişlerdir. Kaynak
eserlerde bir açıkhk olmamakla beraber Hakan'ın yetkile­
rini alan İşa, Türk asıllı değildi. Çünkü O'da Türk olsaydı,
Yahudi bilginler Hakan için duydukları endişeyi onun için
de duyarlardı.
(150)
L. Rasoniy,
Türk Devletinin Batıdaki Varisleri Hazarlar,
s. 118
(159) Mes'udî, Murucü'z-Zeheb,, C, I, s. 205-207
(160)
I,. Rasony,
s. 116
Tüa'k Devletinin
(.161) A. Koestler, The Thirteenth
46
Batıdalci Varisleri Hazai'lar,
Tribe, p. 5 5 - 6 0
işte Bizans ve Rusların entrikaları, komşu Türk ka­
vimlerinin onlara alet olmaları. Doğudan gelen Türklerin
tazyiki gibi dış sebebler, Din, D i l , Kültür, Kader ve men­
faat birliğinin olmaması, ahlakî çöküntü, zevk ve sefahata
dalma,
askeri sistemin bozulması gibi iç sebebler bir
araya gelince Hazar Devleti çökmüş oldu.
Q — Hazar Hakanlığı
Kabileler :
İçinde Yer Alan IVîilletler ve
Hazar Devleti'ni
kuran
ve Hakanlığın
nüvesini
teşkil eden esas unsurun Orta Asya'dan gelen bir Türk
boyu olduğunu daha önce belirtmeye çalışmıştık. Hazar
Devleti içinde sadece Hazar boyu değil, onların yanısıra
daha pekçok Türk boyu da bu devletin içinde yer almış­
tır. (162) İmparatorluk döneminde Hakan'a bağlı pekçok
krallık İmparatorluğun İçinde bulunuyordu,
bunların bir
kısmı Türk menşe'li olmakla beraber, bazıları da başka
milletlerden İ d i .
Hazarlar Orta Asya'dan çıkıp Hazar Denizi sahilleri­
ne geldikleri zaman, buralara daha önce gelip yerleşmiş
olan Hun, Avar, Sabir, Kuturgur, Onogur, Bulgar v.b, pek­
çok Türk boyuna rastlamışlardır. (163) Hazar Devleti ku­
rulduktan sonra bunlardan bir kısmı Hazarlar'ın bünyesin­
de erimiş ve isimleri tarih sahnesinden silinmiştir. Ha­
zarlar döneminde yazılan kaynak eserlerde ismi geçen
fakat daha sonra ismine hiçbir yerde tesadüf edilemiyen
bazı Türk boyları vardır. Meselâ Semender ve Belencer
(164) ile Burdaslar, (165) Hazarlar'a tabi olup, zamanla
(162)
(163)
(164)
(165)
Şerif. Baştav, Se.bir Türkleri, Belleten, 1941, C. V., Say:.- 20
s. 73
Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, 1963. C. I., s. 264
îbni Havkal, Suretü'l-Arz, s. 212
Şerefe'z-Zaman. Merve?;!, Tabaia'l-Hayavan, London, 1942,
s. 21
47
Hazar Hakanlığı'na bağlı olan boylar ve milletler hu
susunda bize en geniş bilgiyi yine Hakan Yusuf'un mek
tubu vermektedir. Hakan Yusuf mektubunda, Hakanlığın.
bağI; olan 28 krallığın olduğunu söylemekte ve hakim un
sur olarak şu Türk boylarının isimlerini vermektedir. Uyu:
(Uygur), Taurus (Türk), Kazar, Savir, Bizal (Bazit), Avar
Uğuz, Tarna, Yanur ve Bulgar. Ayrıca mektupta Burdaa
Vnndır, Bezne (Peçne-Peçenek), Suvar, Çeremiş İsimler
geçmektedir. (166) Hakanlığa bağlı olarak zikredilen boy
ların bir kısmı. Hazarlardan zamanla ayrılmışlardır. Oğuz
Bulgar, Peçenek gibi Türk boyları, Hazarlar'dan ayrılmak
la kalmamış, onlarla devamlı savaşlar yaparak Hazar Dev­
leti'nin çökmesine sebeb olmuşlardır. Hazar Hakanlığı
bünyesinde bulunan akraba milletlerden biri de Macarlardır, Macarlar uzun süre Hakanlık bünyesinde kalmışlar­
dır. (167) Kabarlar uzun süre Hazarlar'a bağlı kaldıktan
sonra bir kısmı Macarlarla beraber Macaristan'a göç et­
mişlerdir. (168) Kaliz Türkleri de uzun zaman Hazar Ha­
kanlığı'na bağlı kalmışlardır (169). Han-Name yazarı İmamî,
.efsanevî şekilde Hazar-Özbek mücadelelerinden bahsetmek­
tedir. (170) Ayrıca Aslar, Alanlar v.b. pekçok Kafkas ka­
bilesi Hazarlar'a tabi olmuşlardır. İmparatorluk dönemin­
de Polyan, Radimiç, Severyan, Vyatiç gibi Slav boyları da
Hazarlar'a tabi olup, onlara vergi vermişlerdir. İskandi­
navyalı
Norman (Vareg-Ruslar) lar da Hazarlar'a
bağlı
o^up onlara vergi veriyorlardı. (171) Kırım'daki Got'lar da
(166) Z. V. Togan, Hazarlar, tslam Ansiklopedisi. C. V., s' 406
(167) F. Eclchart, Macaristan Tarihi, Ter. î. Kafeso^lu, Ankara,
1049 s, 5
(J68) î. Kafesoğlu, Hazar Kağanhğı, s. 157
(18&) î. Kafesoğlu, a,g.e,, s. 157
(170)
(171)
48
Bahatün ögel, Türk Mitolojisi, Ankara, 1971, C. I., s. 390
A . N. Kurat Rusya Taii-lhi, s. 5
bir mücidel' Hazarlar'a tabi bir krallık olarak yaşamış, fa­
kat sonunda isyan ettikleri İçin krallıkları ; lağvedilerek
doğrudan doğruya Hazar ülkesine katılmıştır. (172)
7 — Hazarlar'ın Komşularıyla Münasebetleri :
Hazarlar'ın teşkilatı,
bağımsız bir devlet kurmadan
önce, ta M.Ö. !1.. yüzyıllarda Gürcüler'le savaştıklarını ve
Gürcü Kralı Mirvan'ın Daryal geçidindeki istihkamları Ha­
zarlar'dan korunmak için yaptırdığını daha önce belirtmiş­
tik. Bu bir kaç yüzyıllık dönem, içinde Hazarlar, Gürcüler'­
le savaştıktan kadar, Ermeniler'le de savaşmışlardır. De­
vamlı akınlar yaparak Ermeni ve Gürcüleri rahatsız eden
Hazarlar'ın, bu iki kavimle ilişkilerinin dostane olmadığını
görüyoruz.
M.S. IV. yüzyıla kadar Perslilerle iyi ilişkiler
kurmuş olan Hazarlar, Roma-Pers savaşlarında bu zaman
zarfında daima Perslilere yardım etmişlerdir. Ancak Persliler müstemlekeci bir siyaset izleyip Hazartar'ı rahatsız
etmeye başlayınca,
Hazarlar'ın Perslilere karşı tavırları
değişmiş ve Roma'ya yardım etmeye başlamışlardır. (173)
Hazarlar önce Hunların, daha sonra
Göktürk'lerin
egemenliği altında yaşadıklarından, Hun-Hazar v e Göktürk-Hazar münasebetleri, egemen devlet ve tabi devlet
ilişkileri çerçevesinde cereyan etmiştir, ancak
bilhassa
A t i l l a zamanında Hunlar Hazarları çeşitli sebeblerle ce­
zalandırmışlardır. Göktürkler ise Hunlar'a nisbetle Hazar­
lar'a çok daha iyi davranmış ve onları teşkilatlandırıp bir
devlet haline getirmişlerdir.
Göktürk devleti yıkıldıktan
(172)
(173)
M . Artamanov, Tlıe History of the Chazars, p. 52i
Ebü'l-Kasmı Ubeydullah h. Abdullah îbnî Hurdadbih, elMemalDc ve'1-McsaIIIo Leiden, 18Û9, s. 259-261; Şihabüd'Din Ahmed b. Abdulvehhab en-Nuveyrî,
Nihayetü'l-Ereb
Fî Fununi'I-Edeb Kahire, 1654, C. I, s. 379i
49
sonra da Hazarlar, bağımsız hale gelmişlerdir. Göktürk'­
lerin yardımıyla Hazar Devleti kurulduktan sonra Hazar­
lar'ın komşuları Pers, Bizans ve Araplar'la olan münase­
betleri çok önemlidir. Başlangıçta Hazarlar'ın egemenliği
altında olduğu halde sonradan baş kaldırıp Hazar hakimi­
yetinden kurtulan, daha sonra da\ Hazarlar'a
saldırarak
devletin yıkılmasına sebeb olan Rus, Peçenek, Oğuz, Bul­
gar ve Alan gibi kavimlerle Hazarlar'ın münasebetleri de
önemlidir..
a — Hazar-Pers Münasebetleri : Başlangıçta iyi olan
Hazar-Pres münasebetleri
IV. yüzyıldan itibaren Pers'lile-
rin tutumu yüzünden bozulmuş ve Hazarlar Roma'ya yar­
dıma başlamışlardır. Pers Imparatorluğu'nun yıkılmasında
Bizans'tan çok, Hazarlar'ın tesiri
torluğu,
Hazarlar'ın ağır
olmuştur. Pers İmpara­
darbeleri
sonunda
yıkılmıştır.
Başta Kubad ve Anuşirvan olmak üzere, Pers
ları, Hazarlar'a karşı iki yüzlü bir siyaset
Hazar akınlarından kendilerini korumak
van,
Hazar
Hakanı'nın
kızı
İmparator­
izlemişlerdir,
isteyen
Anuşir­
ile evlenmiştir. Hakan'ın kı­
zından Hürmüz adında bir çocuğu dünyaya gelmiştir (174)
Pers Imparatorları'nın saraylarında
müsafir
İmparatorlar
için üç tane altın taht bulunurmuş. Birincisi Bizans İm­
paratoru, ikincisi Çin İmparatoru, üçüncüsü ise Hazar Ha­
kanı için imiş. Fakat bu tahtlar daima boş kalırmış, f i 7 5 )
Persliler Hazarlar'dan
korunmak
için kâh diğer Türk ka­
bilelerini kışkırtmış, bu yolla Hazarlar'dan kurtulmaya ça­
lışmış, kâh askerî istihkamlar yaparak Hazarlar'a karşı sa­
vunmasını
(174)
(175)
50
kuvvetlendirmeye
çalışmıştır. Ancak
Ibnu'l-Esir, el-Kamil, C I, s. 80
A . Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 25
Hazarla-
rın şiddetli saldırıları
karşısında dayanamamış ve Pers
İmparatorluğu yıkılmıştır. (176)
b — Hazar-Bizans Münasebetleri : Başlangıçta Roma'lılara düşman olan Hazarlar, sonradan Pers tehlikesi­
ne karşı Roma İmparatorluğu ve onun istihalesi olan Bi­
zans İmparatorluğu ile ittifak antlaşmaları
yapmışlardır.
İki İmparatorluk sarayı arasında kız alıp verme yoluyla
akrabalıklar kurulmuştur.
627 yılında Pers'lilere saldır­
mak isteyen Bizans İmparatoru Heraclius,
Hazarlar'dan
yardım sağlamak İçin Hazar Hakanı Ziebel'e (Zebu, Yabgu) kızı Eudocia'yı vermeyi vâdeder. Savaş sırasında Ziebel, Heraclius'u karşılarken yerlere eğilip onun etekle­
rini öper, Heraclius da O'nu kucaklayıp selamlar. O'na
«oğlum» diye hitabeder ve cebinden kızı Eudocia'nın resmi­
ni çıkarıp göstererek kızını kendisine eş olarak vereceğim
söyler. Eudocia'nın gelin alayı
Hazar ülkesine gelirken
Ziebel'in Ölüm haberi geldiğinden bu evlilik gerçekleşe­
mez. (177) Bu hadiseden itibaren Hazar-Bizans münase­
betleri daima olumlu olarak gelişmiş ve bu gelişme Ha­
zarlar'ın zayıflama dönemine kadar sürmüştür. 704 yılın­
da Justinianos Bizans Imparatorluğu'ndan azledilerek sür­
güne gönderilince, sürüldüğü yerden kaçarak Hazar ülke­
sine sığındı. Hazar Hakanı O'nu himayesine alarak koru­
du ve kızı Teodora'yı ona eş olarak verdi. Justinianos'un
bu kadından Tiberius isimli bir oğlu oldu. Daha sonra tek­
rar Bizans İmparatoru olan Justinianos, karısı ve oğlunu
Bizans'a getirmek için büyük bir orduyu yola çıkardı. A n ­
cak denizde fırtınaya yakalanan ordunun büyük bir çoğun­
luğu boğularak öldü.
Hadiseyi öğrenen
Hazar Hakanı,
Justinianos'a «Karınızı ve çocuğunuzu sizden esirgiyeceğimi mi zannettiniz? Bu kadar askeri yola çıkarmaya ne
(17B)
(177)
Belazurî, Fütuhu'l-BüJdan, s. 197-199
A . Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 2 5 - 2 6
51
luzüm vardı, birkaç asker gönderseniz yeterdi, düşündü­
ğünüz şey çok yanlış.» dedi ve kadın ve çocuğu Bizans'a
gönderdi. (178) Ancak bu olay bazı eserlerde başka tür­
lü naklediliyor. Justinianos, Hakan'ın kızı i l e değil de kız
kardeşi ilo evlenmiş ve zamanın Bizans İmparatoru Tiber
Aspimar, Hazar Hakanı ile Justinianos'u öldürmek için an­
laşmış, vaziyeti sezen Justinianos da durumu karısına an­
latıp birlikte Hakan'ı öldürmüşler ve Bulgar'lardan
yar­
dım alarak tekrar Bizans tahtına çıkmış (179).
Vlll. ve IX. yüzyıllar, Hazar-Bizans dostluğunun en ile­
ri olduğu bir dönemdir. 731 yılında Bizans İmparatoru Leon,
Hazar Hakan'ın kızı Çiçek'i kendi
oğlu Constantin'e eş
olarak aldı. Çiçek Bizans'a gelince vaftiz oldu ve İren adı­
nı aldı, Leon, tahtı oğlu Costantin'e bıraktı, Costantin'in
İren'den Leon adında bir oğlu oldu. Bu Leon da 755 yılın­
da Bizans tahtına çıktı ve Hazar-Leon adıyla anıldı (180).
Kurulan akrabalık bağıyla beraber iki ülke arasında
ticarî münasebetler de gelişti, iki ülke arasında ticaret
kervanları gidip gelmeye başladı.
Daha önceleri Hazar­
lar'dan askerî yardım alan Bizans, bu defa doğrudan doğ­
ruya Hazar askerlerini Bizans'a getirmeye başladı. Moravcsık X. yüzyılda Bizans İmparatoru'nun saray muhafız­
ları arasında Hazar askerlerinin bulunduğunu söyler. (181)
825 yıllarında Hazar Hakanı düşman saldırılarından korun­
mak için Sarkel kalesini yaptırmak isteyince, Bizans İm­
paratoru Teofîl, Petron isimli bir mimarı Hazar ülkesine
(178)
(179)
(180)
(181)
"^2
Bar Hebraıas-Greorgy
(Ebu'l-Ferec),
Ebu'l-Ferec
Ter. Ö. Rr^a Doğrul, C. I, s. 190
Süleyman Hüsnü Tarih-i Alem, s. 481
Tarilıi
Bar Hebraus, Ebu'l-Ferec Tai-ihi, C. I, s. 196-197
Gy. Moravcsık, Türklüğün Tetkiki Bakımından Bizantolojinin ehemmiyeti, II. Türk Tarih Kongresi, İstanbul, 1937,
s. 486
göndererek bu kaleyi inşa ettirmiştir. (182) Güçlü olduk­
ları dönemde Hazar Hakanlan'nın,
Bizans İmparatorları
nezdinde öyle büyük itibarları vardır k i , İmparator Costantin Hazar Hakanı'na üç mühürlü mektup göndermekte
idi. (183)
Hazar-Bizans münasebetleri
başlangıç
döneminden
zayıflama dönemine kadar çok iyi iken, zayıflama ile bir­
l i k t e iyi ilişkiler kesiliyor, çöküş döneminde ise ilişkiler
bozularak bir düşmanlık meydana geliyor. Hazarlar güçlü
iken onların gücünden faydalanan Bizans, Hazarlar güçle­
rini kaybedince faydalanacak hiçbir şey kalmadığı için
hemen dostluğu kesiyor, Ruslar'la ve diğer Türk kabilele­
riyle anlaşarak o zamana kadar kendilerine daima iyilik
yapan, hiçbir kötülük yapmayan, fedakar Hazar dostlarını
arkadan vurarak Hazar Devleti'nin yıkılmasına sebeb olu­
yor. (184) Öyle k i , Kırım'da sıkışıp kalan son Hazar Ha­
kanı, Bizans'tan yardıriı alabilme ümidiyle Hrıstiyanlığı b i ­
le kabul ettiği halde Bizans, t a m aksine Ruslar'a yardım
için donanma gönderiyor. (185) Hazarlar'ın çöküşünü on­
lara ahlaksızlık, oyun, eğlence ve sefahat gibi şeyleri öğ­
reterek hızlandıran Bizans, Hazarlar aleyhinde çeşitli ent­
rikalar çevirmek suretiyle onların yıkılmasına da sebeb
olmuştur.
c — Hazar-Arap Münasebetleri : I. Hakkı İzmirli,
Araplar'la Hazarlar arasındaki
münasebetler konusunda
ontrasan bir iddiada bulunmakta ve Mekke şehrinde bu­
lunan Evs v e Hazreç kabilelerinin daha önce Sümer yur­
dunda bulunduklarını, oradan Yemen'e,
Yemen'den de
(182) Süleyman Hüsnü, Tarih-i Alem, s. 484
(183) A . Koestler, The Thirteenth Tribe, p . 24
(184) The Hon. S. Runciman, Orta Çağların Başında Avrupada
Türkler, s. 54
(1B5)
N. Asım, M . Arif, Osmanlı Tai-ihi, C. I, s. 75
53
Mekke'ye gelmiş olduklarını söylüyor
ve
kendilerinde
Türk Kültürü izleri görüldüğünden
Türk olabileceklerini,
Evs'in Uz'dan, Hazreç'in Hazar'dan Arapçalaşmış olabile­
ceğini ifade ediyor. (186) Bu konuda baktığımız kaynak
eserlerde başka bir bilgiye tesadüf edemedik. Eğer bu
iddiayı doğru kabul edersek Hazar-Arap münasebetlerinin
VII. yüzyıldan çok önce başladığını söyleyebiliriz.
Kaynaklara göre Araplar Hazarları V I I . yüzyılda tanı­
mışlardır. İslâm'ın ilk devirlerinde Araplar fetihler yap­
mak üzere Iran ve Ermenistan'a gelince orada hiç umma­
dıkları çetin bir cevizle karşılaştılar, Müslüman Araplar,
diğer milletleri kolayca yenebildikleri halde Hazarlar kar­
şısında çok zorlanmışlardır. Bazı savaşlarda Araplar, ba­
zılarında da Hazarlar galip gelmişler, fakat iki taraf bir­
birlerine karşı kesin bir üstünlük sağlayamamışlardır, is­
lâm orduları ilk defa el-Bab ve'l-Ebvab'ı geçip Hazar ül­
kesine saldırmak isteyince el-Bab şehrinin Müslüman Ha­
k i m i , İslâm orduları komutanına, «Bize saldırmadıkları ve
bizi vatanımızda rahat bıraktıkları için biz Hazarlar'dan
razıyız, sizin de Hazarlar'la savaşmanızı istemiyoruz.» (187)
dediği halde, ordu komutanı Hazarlar'a saldırmış, ancak
umduğu sonucu 'alamamıştır.
Hazarlar Avrupa ve Bizans yolunda Araplar için bü­
yük bir engel teşkil etmiştir. Araplar eğer bu Hazar en­
gelini sşabilselerdi, Bizans'ı fethetmeleri kolaylıkla müm­
kün olabileceği gibi bu günkü Hnstiyan Avrupa'nın duru­
mu da çok daha değişik olurdu. Hazarlar'ın İslâm ordu­
larının karşısına çıkması
İslâm Fütuhatı için büyük bir
şanssızlık olmuştur. Avrupalılar, Hazarlar sayesinde İslâm
C186) i. Hakkı İzmirli, Şark Kaynaklarına Göre Müslümanlıktan
Evvöl Türk Kültürünün Arap Yarımadasındaki İzleri, II.
Türk Tarilı Kongresi, İstanbul, 1937, s. 281
C187) M. Remzi, TeJfikuT, Ahbar, C, I, s. 171
54
ordularının İstilasından korunmuşlardır. (188) Eğer Arap
komutanları daha önce belirttiğimiz, «kırmızı yüzlü ve kü­
çük gözlü Huza ve Kirmanlarla
savaşmadıkça
kıyamet
kopmaz» Hadis-i Ş e r i f i y l e ,
«Türkler Size dokunmadıkça
siz de onlara dokunmayın» (189) Hadis-i Ş e r i f i n i gözönünde bulundursalardı ve el-Bab hakiminin sözünü dinleselerdi, Hazarlar'la savaşmak yerine, onlara nasihat yo­
luyla İslâmiyet! öğretselerdi,
durum çok daha değişik
olurdu. Uzun savaşlardan sonra, nihayet 764 yılında hali­
fe el-Mahsur Ermeniye Valisi Yezid b. Useyd'e, bir Hazar
Prensesi i(e evlenerek onlarla iyi ilişkiler kurmasını em­
retmiş, Useyd de bunun üzerine bir Hazar prensesiyle ev­
lenmiştir. Ancak prenses doğum esnasında çocuğu ile
birlikte ölünce, prensese refakat eden Hazar askerleri Ha­
zar Hakanı'na prensesin kasten öldürüldüğünü söylemiş­
ler, bunun üzerine Hakan, Araplar'ın üzerine büyük bir or­
duyla saldırıp onbinlerce insan öldürmüştür. (190) Yine
benzeri bir evlenme 798 yılında Harûnu'r-Reşid devrinde
olmuştur. Harûnu'r-Reşld'in, veziri Yahya el-Bermekî, Ha­
zar prensesi Sitit ile evlenmiş, Sitit hamile iken Bardaa'da ölünce, bunun suikast olduğuna inanan Hazar Hakanı
Araplar'a saldırmıştır. (191) VIII. yüzyılın sonlarında Ha­
zar-Arap savaşları eski hızını kaybetmiş ve Araplar, Kaf'
kasya'da müdafaa siyasetine dönmüşlerdi. Uzun zaman­
dan beri yaptıkları savaşlardan
bıkmışlar ve onlarla iyi
münasebet kurmak istiyorlardı, bu arada Mervan b. M u hammed'in teklifi üzerine Hakan da bir ara Müslüman ol­
muştu (192). Makdisî, Hazarlar'ın Halife Me'mun devrin(188)
M , Kmosko, Araplar ve Hazarlar, Ter. A. Cemal Köprülü.
Türkiyat Mecmuası, C. III, s. 135
(189) M . Remzi, a.g.e., C. I, s. 171
(190) Belazurî, Futuhu'l-Buldan, s. 211
d ö l ) tbnul-Esîr, el-Kamil, C V I , s. 161-163
(192) Belazurî, a.g,e., s.' 211
55
de İslâmiyele davet edildiğini söyler. [193) Barthold ise
bu daveti yapanın Halife Me'mun değil de, Gürgenç Ha­
kimi Me'mun b. Muhammed olması gerektiğini ileri sürü­
yor. (194)
Gerek Hakan'ın bir aralık İslâmiyeti kabul edişi, ge­
rekse Hazar ordusundaki askerlerin
çoğunun
Harizmli
müslümanlardan meydana gelmesi ve Arapların eski ta­
vırlarını bırakması,
Hazar-Arap ilişkilerini düzeltmiş ve
Hazar Devleti yıkılıncaya kadar bir daha savaşmamışlardır. Daha önce Avrupa'ya geçmek isteyen
müslüman
Arapların önüne engel olarak çıkan Hazarlar, ilerde gö­
receğimiz gibi, Ruslar güçlü b i r devlet haline geldikten
sonra Güneye inmek istedikçe, karşılarında Hazarları bul­
muş, bir zaman İslâm ordularının Avrupa'ya geçişine en­
gel olan. Hazarlar, daha sonra Ruslar'm İslâm topraklarına
.saldırmalarına ve istîla etmelerine engel olmuşlardır.
d — Hazar-Rus Münasebetleri : Rus tarihi
Nestor,
Ruslar'm önceleri Hazarlar'a tabi
olduklarını ve onlara
vergi verdiklerini, her Rus evinin Hazarlar'a bir kılıç ve
bir kokarcayı yıllık vergi olarak verdiğini, buna mukabil
Hazarlar'ın Ruslar'a çok iyi muamele yaptığını haber ve­
riyor. (195) Hazarların Ruslar'a verdiği imtiyazın derece­
sini Ruslar'm, Hazar ülkesinden geçerek Deylem, Abiskon ve Taberistan'a yaptıkları seferde görmek mümkün­
dür. Mes'udî'nin verdiği habere göre Ruslar, Hazar Haka­
nı'na belli bir miktar ganimet payı vermek suretiyle ade­
ta bu bölgede korsanlık yapıyorlardı. Mesudî'nin ifadele­
rinden, Hakan'ın iki taraflı bir siyaset izlediği de anlaşı­
lıyor. (196)
(103)
Makdisî.
el-Beşşarî,
Alısenu'l-Teltasim,
Leiden,
1906,
360 - 361
(194) V. V. Barthold, Orta Asya Tarihi Hakkında Dersler,
(195) M . Remzi, Telfiku'l-Ahtaar. C. I, s. 191
(196) Mes'udî, Murucu'z-Zeheb, C. 1, s. 205-207
56
s.
85
Hazarlar, Ruslar'a verdikleri askerî ve ticarî imtiyaz­
ların cezasını çok acı şekilde çekmişlerdir. Ruslar, Hazar
ülkesinde ticaret kolonileri kurmuşlar ve bu kolonilerde
hızlı bir casusluk faaliyetine girmişlerdi. Hemen hemen
her Rus tüccarı. Hazarlar aleyhine faaliyet gösteren bir
casus durumundaydı. Bu casuslar vasıtasıyla iç isyanlar
çıkarmışlar, diğer Türk boylarını Hazarlar'a saldırtmışlar,
kendileri de Bizans'tan yardım alarak son darbeyi vurmuş­
lardır. (197) Önceleri Hazar himayesinde olan Ruslar, Ha­
zarlar zayıfladıktan sonra devlet kurmuşlar,
Hazar top­
raklarını ele geçirerek Güney Kafkasya'ya ve oradan da
İslâm topraklarına girmek istemişler, fakat Hazarlar, Rus­
lara bu fırsatı tanımamış ve onlara engel olmuşlardır. Bu
konuda Hakan Yusuf şunları söyler.: «Tanrının yardımı ile
Volga nehrinin ağzını Ruslar'a karşı savunuyorum, Rus­
lar'm gemileriyle oradan geçip Arap topraklarını işgal et­
melerine mani oluyorum, Ruslar'la çok sert savaşlar ya­
pıyorum, eğer engel olmasam, Ruslar İsmael topraklarını
Bağdat'a kadar yakıp yıkarlar.» (198) Rusların esas he­
defi Hazarlar'ın elindeki ticaret yollarının kontrolünü ele
geçirmekti. (199) Bunun için diğer kabilelerle anlaşarak
Hazarları ortadan kaldırmışlardır. Fakat Ruslara, uzun za­
man Hazarların mirasına konma fırsatı düşmedi. Çünkü
önce Kıpçaklar, sonra Moğollar bu bölgeye hakim olmuş­
lardır. Bu günkü Rus devletinin temelinde Hazar izleri
vardır. Ruslar'm devlet olmasında Hazarlar'ın büyük kat­
kısı olmuştur.
Askerî ve idarî teşkilatı, hatta ekonomiyi
Ruslar, Hazarlar'dan öğrenmişlerdir.
e — Hazar-Oğuz Münasebetleri : Güçlü devirlerinde
diğer pekçok Türk boyu gibi Oğuzlar da Hazarlar'ın ege(197)
(198)
(199)
Türk Ansiklopedisi, Hazarlar, C. XIX, s. 135; R. S, Kai'aşemsi Hazai- Türlderi, s. 42
A. Koestler, The Thürteenth Tribe, s. 76
M . Artamanov, The Histoi"7 ol' tlıe Chazars, p. 521
37
menliği altmdaydılar, ancak Oğuzlar,
diğer kabilelerden
farklı olarak Hazar Devleti'nin son zamanlarına kadar, on­
ların yanında yer almışlardır. Son zamanlarda Ruslar'm
ve Bizans'ın tahrikleri sonucu Oğuzlar'ın bir kısmı Ha­
zarlar'a saldırmışlardır. Selçuklu Devletini kuranların da
içinde bulunduğu bir kısım diğer Oğuzlar ise, devlet da­
ğılıncaya kadar Hazarlarla beraber olmuşlardır. X. yüzyıl­
da Hazar-Oğuz münasebetleri kısmen bozulmuş. Oğuzlar'dan bir kısmı, Hazarlar'a karşı akınlar yapmaya başlamış­
lardır. (200)
Tarihte ilk Türk Devleti kurulduğu zamandan itibaren
bir Türk Devleti yıkılınca yerine hemen bir yenisi kurul­
maktadır. Yıkılmakta olan devlet, yıkılırken, yeni devletin
zeminini hazırlamakta, adeta yıkılan devlet, yeni kurulacak
devlete analık yapmaktadır. Hunlar, Göktürkler, Hazarlar,
Selçuklular, Osmanlılar ve Türkiye sırasıyla biri yıkılınca
arkasından hemen ikincisi kurulmuş, yıkılan devlet kuru­
lan devletin hazırlığını yapmıştır. Hazar devleti de yıkı­
lırken, Selçuklu Devleti'nin kuruluşuna zemin hazırlamış­
tır. Türklerin Oğuz boyuna mensup olan Selçukluların ata­
sı Dekak (Yakak, Tukak) X I . asrın birinci yarısında kabi­
lesiyle beraber Hazar Hakanı'nın maiyetinde olup, onun
en güvendiği kimse i d i , İbni Tiktaka «Demir yay» mana­
sına gelen bu Dekak'ın Hazar Hakanı'na bağlı olmasına
bakarak Selçukluları Hazar Türkleri'aden kabul ederse de
(201) bu doğru değildir. Hazar Hakanı bir ara İslâm ül­
kelerine sefer yapmak istemiş, Dekak ise, savaşa gidil­
memesini isteyince, aralarında münakaşa çıkmış,
hatta
Dekak, Hakanı tokatlamıştır. Hakan da buna mukabil O'nu
(200)
(201)
58
Faruk Sümer, Og:uzlar, Ankara, 1972, s, 5 4 - 5 5
Muhammed b. Ali b. Tebateba Ibni Tiktaka. Kitahu'l-Falırl Fi Adabi's-sultaniye ve'd-DüvcU'l-lslamiyye,
Mısır H .
1317, S. 2 6 1 .
hapsettirmek istemiş,
fakat O'na çok ihtiyacı olduğun­
dan bu fikrinden vazgeçerek onunla
tekrar barışmıştır.
(202) Dekak'ın ölümünden sonra O'nun oğlu ve Selçuklu
devletinin kurucusu olan Selçuk, Hakan tarafından saraya
alınıp yetiştirilmiştir. Hüseyni'nin, Dekak'la Hakan arasın­
da olduğunu zikrettiği olayı İbni Hassul, Hakan'la Selçuk
arasında olmuş gösteriyor. İbni Hassul, Selçük'un Hakan'­
la kavga ettiğini, kılıcıyla Hakan'a vurarak, O'nun atını ye­
re yuvarladığını ifade ediyor. (203) Makrizî ise, Dekak v e
Selçuk'un bağlı bulunduğu Hakan'ı Türk Yabgu'su olarak
zikrediyor ve Selçuk'un Yabgu'nun maiyetinden
ayrılarak
Buhara taraflarına gittiğini ve Müslümanlığı orada kabul
ettiğini söylüyor (204). Olayda baba ile oğul karıştırılmış
olabileceği gibi, her ikisinin de Hakan'la aralarında öyle
bir olay geçmiş olabilir. Selçuk'u sarayında yetiştiren Ha­
kan, büyüyünce, O'na şubaşılık görevi verdi. Fakat Hakan'­
ın karısı, Selçuk'u kocasına rakip olarak görmeye başla­
dığından, O'nu ortadan kaldırması için kocasına baskı yap­
mıştır. Durumu haber alan Selçuk ise, kabilesiyle beraber
oradan ayrılıp, İran taraflarına gitmiş v e Selçuklu devleti­
ni kurmuştur (205).
Osman
Turan'a göre Selçuklular,
(Oğuzlar) o tarihlerde zayıf feodal bağlarla Hazarlar'a ta­
bi idiler (206).
Selçuklular, askerî, idarî, iktisadî alanlardaki bütün,
müesseseleri, Hazarlar'dan almışlardır.
(202)
Sadru'd-Din
Ebu'l-Hasan Ali b. Nasır b. Ali el-Hııseynî,
Ahbaru'd-Devleta'a-Selçukiye, Ter. Necati Luıgal, 1943. s. 1
(203)
Ebu'1-Âla îbni Hassul, Tafdilü'l-Etrak alâ,
Sairi'l-Ecnad,
Belleten, 1940, C. IV, S a y ı ; 14-15, s, 49
(204) Takıyyu'd-din Ahmed b, Ali Makrizî, Es.-Sülük Fî Düveli'lMülûk, Süleymaniye Kütüp. Fatih böl. 4376'da kayıtlı, C. I,Varak 9
(205) Bar Hebraus, Ebu'l-Ferec Tarihi, C. L s. 292 - 293
(206) Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeni­
yeti, Ankara, 1966, s. 32
59
f — Hazar-Bulgar Münasebetleri : Bulgarlar uzun sü­
re Hazarlar'a tabi olarak yaşamışlar, ancak Hazarlar'ın son
zomanlarmcla bağımsızlıklarını kazanmışlardır.
Bulgarlar
her ev başına Hazar Hakanı'na yıllık vergi olarak
birer
Samur Kürkü verirlerdi. Ayrıca Hazar ülkesinden Bulgar ül­
kesine giden bütün mallardan Hazar Hakanı onda bir nisbetinde gümrük vergisi alırdı [207). Hazarlar Bulgarlar'a,
diğer kabilelere nisbetle çok daha sert davranmışlar ve
onların bir kısmını ülkelerinden kovarak Tuna taraflarına
göçmelerine sebeb olmuşlardır. İbni Fadlan'ın verdiği ha­
bere göre, o devirde Bulgar Hükümdarı'nın oğlu, Hazar sa­
rayında, rehin olarak bulunduğu gibi, Bulgar Hükümdarı
Müslüman,
Hazar Hakanı ise Yahudi olmasına rağmen,
Hakan, Bulgar Hükümdarı'nın kızını zorla almış, bu kız bir
müddet sonra ölünce, Bulgar Hükümdan'nın ikinci kızını
i-stemiş, Bulgar Hükümdarı da kızını hemen İşkil Beyine
vererek bu güç durumdan kurtulmuştur (208). Dilleri ve
kültürleri Bulgarlar'a çok benzemesine rağmen. Hazarlar
Bulgarlar'la geçinemez ve onlara zulmederierdi. Bu yüz­
den Bulgar Hükümdarı İslâm Halifesi'ne mektup yazarak
Hazarlar'a karşı kendisine Halife'nin yardım etmesini is­
temiş ve bir kalenin inşasına başlamıştır (209).
g — Hazar-Macar Münasebetleri : Uzun süre ege­
menlikleri altında tuttukları Macarlar'a iyi davranan Hazar­
lar, onlara çeşitli imtiyazlar vermişlerdir. Hazarlar, Macar'arı düşmanlarına karşı müttefik
olarak
kullanıyorlardı.
Hatta bir ara Macarlara bir devlet kurdurmuş ve Macariar'ın başına kral olarak tayin edilen Lebedias'a, Hakan kı­
zını vererek akrabalık bağları kurmuştur (210). Bu günkü
f207) Ahmed b. Fadlan, b. el-Abbas b. Reşid b. Hammad, Rihlelu İbni, Fadlan Leipzig, 1939, s. 209
(20B) İbni Fadlan. Rıhle, s. 209
(209)
(210)
60
İbni Fadlan, a.g.e., s. 209
Bahattin ögel, Türk Mitolojisi, C. I, e. 593
Macaristan'da kurulan ilk Macar Devleti'nin kurulup teşkilatlanmasmda Hazarlar'ın büyük katkıları olmuştur.
h — Hazarların Diğer Komşuları ile Münasebetleri :
Hazarlar'la devamlı mücadele eden kavimlerden biri de
Peçenek'lerdir. IX. yüzyıldan itibaren Peçenekler, Hazar­
lar'a devamlı olarak saldırmışlardır. İbni Rusteh, Hazar­
lar'ın her sene Peçenekler'le savaştığını kaydeder (211).
Hazarlar ayrıca As'lar ve Alan'larla da savaşlar yapmış­
tır. Göstantine Porprogenitus, De Administrando İmpeno
isimli eserinde Hazarlar'la ancak Oğuzlar'ın ve Alan'ların
savaşabildiklerini kaydeder (212).
Hazarlar kendi devirlerinde yaşayan milletlere nisbet­
le, daha yüksek bir Kültür ve medeniyete sahip oldukları
gibi, engin bir dinî müsamahaya da malik idiler. Son dev­
releri hariç,
Hazarlar bunların tesiriyle komşularına iyi
davranmışlar, verdikleri sözlerde durmuşlar, yaptıkları bü­
tün ittifak ve antlaşmalara sadık kalmışlardır. Karşıların­
daki diğer milletlerin çoğu ise, onlara ihanet etmişler ve
Hazarlar'ı arkadan hançerlemişlerdir.
(211)
(212)
Ebu Ali A h m e d b. Ömer îbni Rusteh, el-Ağlaku'n-Nefîse,
Leiden, 1891, s. 139
A. Koestler,' Tlıe Thirtheentlı Tribe, p. 77
61
B. HAZARLAR'DA KÜLTÜR VE MEDENİYET
1. Hazarların Dili :
Hazarlar'ın konuştuğu dil hakkında ne günümüzün ta­
rihçileri ve ne de daha önceki tarihçiler kesiri bir sonuca
ulaşamamışlardır. Bunun başlıca sebebi, Hazar dili ile
yazılmış b i r eserin zamanımıza kadar gelmemiş olmasıdır.
Elde mevcut olan iki Hazar belgesinin İbranice yazıldığı­
nı daha önce belirtmiştik. Bu iki belgedeki geçen Hakan
ve kabile isimlerinin Türkçe oluşundan bir sonuca ulaşma
imkânı yine de mevcuttur. Çağdaşlarına nisbetle çok yük­
sek bir kültür ve medeniyet seviyesine sahip olan Hazar­
lar'ın kullandıkları alfabe İbrani alfabesi idi (1). Hazarlar'la
ilgili materyaller tamamen yok olamıyacağına göre, yapı­
lacak olan i ş , İbrani harflerini ve dilini iyice öğrenip Hazar­
lar'la ilgili materyaller aramaktır. Vahudî asıllılardan bunu
beklememiz mümkün değildir. Çünkü kendi millî menfaatle­
rine ters düşen belgeleri yok etmeleri mümkündür. Ruslar
ise, bu konuda araştırma yapılmasından
hiç hoşlanma­
maktadırlar. Ruslar, Hazarlar'la ilgili belgelerin en iyi bu­
lunabileceği yerleri, eski Hazar şehir ve kasabalarını su­
lara gömmüşler, oralara barajlar yaparak Hazar izlerini
tamamen yok etmeye çalışmışlardır (2]. Bu konuda iş ge­
ne Türk bilginlerine düşmektedir. Karaî Türk|eri'nden Abraham Firkovvich bu konuda çalışmalar yapmış ve mater­
yaller toplamıştır. Ancak gerçeği hazmedeniıiyen Talmu-
( 1) Muhammed b. îshak b. Ebi Yakub İbnu'n-Nedim.
rist, Leipzig 1871, s, 20
( 2) Z. V. Togan Hazarlar, İslam Ansiklopedisi,
62
el-Fih-
C. V, s. 405
dist Yahudi bilginler, FIrkovvich'e İnsafsızca
ve onu sahtekârlıkla itham etmişlerdir.
saldırmışlar
Yakut el-Hamevî, Hazarların dilinin Türkler'in ve Farisilerin diline benzemediğini söylüyor (3). İstahrî ise, Ha­
zarlar'ın dilinin Türkler'in, Farisiler'in, Ruslar'm ve diğer
milletlerin diline benzemediğini, fakat Bulgarlar'ın diline
benzediğini söyler (5). Bu v e benzeri kaynaklardaki «Türk­
lerin diline benzemez.»
ifadesinden
dolayı Hazarca'nın,
Türkçe olmadığını iddia edenler çıkmışsa da «Bulgarca'ya
benzer» sözünün kaynaklarda bulunuşu, Bulgarca'nın bir
Türk lehçesi olduğunun Filologlarca ispat edilişi sonunda,
Hazarca'nın bir Türk lehçesi olduğu ortaya çıkmıştır. Rus
bilginlerinden Barthold ve Minorsky Hazar dilinin Volga
Bulgarlar'ının dMine benzediğini, bu gün diğer Türkler ta­
rafından anlaşılamayan Çuvaşça'nın, Bulgarca ve Hazarca'ya benzediğini ve sonuç olarak Hazarca'nın Türk dilleri­
nin ayrı bir branşı olan Çuvaşça ile aynı olduğunu ifade
ediyorlar (6). Hazarlar'ın dilinin Türkçe'ye benzemediğini
söyleyenlere, M . Remzi şöyle cevap vermektedir. «Hazar­
lar'ın dilinin Türkçe'ye benzemediğini iddia edenler, Türk
dillerinin çeşitlerini bilmediklerinden dolayı söylemişler­
dir. Bu günkü Osmanhca ile Kırgız, Kazak ve Çağatayca'nın
farklı olması yüzünden bu dillere ne kadar Türkçe değildir
demek yanhşsa, Hazarlar'ın dillerine de Türkçe değildir
demek o kadar yanlıştır» (7).
( 3) Şihadu'd-Din Ebi AbdiUah Yakut b. Abdillah er-Rumi elHamevî, Mu'cemu'l-Buldan, Beyrut, 1968. C II, s. 368
{ 5) Ebu îshak İbrahim b. Muhammed el-Farisi tstahri,
Kitabu'l-Mesalik ve'l-Memalik, Süleymaniye Kütüphanesi, A y a sofya Bölümü 2613 numarada kayıtlı el yazması, s. 109-110
( 6) V . Minorsky Hududu'l-A'lam, London, 1937, s. 45; V . V . Bart­
hold Orta A s y a Taıihi Hakkmda Persler, s. 35 - 36
( 7) M . Remzi,
Telfilıu'l-Ahbar,
C. I, s.
183
63
Hazar dilinin bu gün halen Rusya'nın bir bölgesinde
konuşulan Çuvaşça'ya benzeyişine, Hazarlar'ın Volga neh­
rine İtil ismini vermeleri delil olarak gösterilmektedir. İtil
kelimesi ise Çuvaşça'da nehir anlamına gelmektedir (83.
Dil bakiyelerine bakıldığında Hazar Hakanhğı'nda muhte­
lif Türk lehçelerinin konuşulduğu görülmektedir. Nemet'in
beyanına göre Hazar ülkesinde başlıca şu diller konuşulu­
yordu : 1) (R) Türkçesi, Bulgarca. 2) (Y) Türkçesi, Türk ve
Sabirce. 3} Diğer hiçbir dile benzemeyen Macarca. 4) Ba­
zı bölgelerde diğer diller konuşuluyordu (9). Runciman Ha­
zarlar'ın Hun ve Bulgarlar'dan daha sonra Doğudan Batı­
ya göçmüş olmalarının muhtemel olduğunu söylüyor (10).
Bu görüşe göre Hazarca'nın direkt olarak Bulgarca'ya bağ­
lanması doğru görülmüyor. Pekçok kaynak, Hazarları Türk
olarak naklederken, şayet onlar da açık b i r , d i l farklılığı
bulunsa i d i , bunu da göz önünde bulundururlardı. Öyle ise
Hazarca'nın Bulgarca'ya benzetilmesi ülkenin belli bölge­
lerinde Bulgarca'nın konuşulmuş olmasından ileri gelmiş
olabilir.
Z.V. Togan, muhtelif kaynak eserlerden Hazarca şu
kelimeleri toplamıştır. Barsbek, Baştuva, Kundaçık, Ha­
kan, Hatun, Tarha, Bek, Şad, Tudun, İlteber. (İletver), Bolişçi. Tanrı, Han, A k , Sarı (sarig), Belencer, (Baranger) Se­
mender, Sığındı, Kayakent, (Gayakent), Çiçek, (Tzitzekion)
İlbars (Gilebaros), Buseri, (Busiras) Bun, Bal, Azak, Tuzdı,
Yalınık, Bordacı, Tudaracı ve Uğradacı (11). Yine Türk A n siplopedisi'nde çeşitli kaynaklardan toplanan Hazarca şu
kelimeler yer almaktadır. Hazar, Kara Hazar, A l p , ilut'uver, A l p İlteber, A l p Tarhan, Jlik, İrtgin, İltiğin, Ertiğin, CeC 8) L. Rasony, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri Hazarlar, s. 1X4
( 9) L. Rasony, Tüa*k Devletinin Batıdaki Varisleri Hazarlar, s. İ14
(10)
The. Hon S. Runciman, Orta Çağm barlonnda Avrupada
Türkler Belleten, C. III, Sayi: 25, s. 52
(11)
6't
2 , V. Togan, İslam Ansiklopedisi, Hazarlar, C. V, s. 408
bu, Cibgu, Cibga, Cabgu, (Yabgu), C u l , Cur, Hagan, Katun, Batırilteber, Kadirilteber, İşa, İşa Tarl<an, Tarhan, Avcı
Tarhan, Balgitzis, Bol-s-ts-i, Bulan, Parsbit, Tarmaç, Gorpan (12). Gerek Z.V, Togan'm ve gerekse Türk Ansiklopedisi'nin tesbit ettiği kelimeler Hazarlar'ın açık bir şekilde
Türk olduklarını gösterir. Bu kelimelerden şunu anlayabi­
liriz ki Hazarca, muhtemelen Orta Asya'dan beri konuşulan
saf Türkçe bir lisandır. Ancak, Hakanlık geliştikçe diğer
Türk lehçeleriyle karışmış ve en büyük etkiyi Bulgarca'dan
görmüştür. Bulgarca kelimeler Hazarca'ya girdiğinden, Ha­
zar dili Bulgarca'ya benzetilmiştir. Tarihte bazı milletlerin
hangi dili konuştuklarını tesbit etmek için onların dilleri­
ne ait, bulunabilen birkaç kelimeye bakılarak hüküm ve­
rilmiştir. Z.V. Togan'ın t e s b i t ettiği ve Türk Ansiklopedisi'nde tesbit edilen yukardaki kelimeler, Hazarca'nın Türk­
çe dışında bir dil olmadığını bize açıkça göstermektedir.
2. Hazar Kültürü :
Hazar
kültürünü
incelediğimiz zaman
bu kültü­
rün komşu millet ve devletlerin kültürüne nisbetle
çok daha yüksek bir seviyede olduğunu görürüz. A n ­
cak Hazarlar, bu kültürü t e k başlarına meydana getir­
memişlerdir. Onogur-Bulgar, Eski Hun Kültürü, Sasanî kül­
türü, İslâm-Arap kültürü. Hatta İskandinav kültürü az veya
çok Hazar kültürüne tesir etmiştir. Bu kültürlerin meczedilmesihden meydana gelen Hazar kültürüne en büyük te­
siri, Orta Asyalı atlı kavimlerin kültürleri yapmıştır. Za­
ten Hazar Devleti'ni kuranlar da atlı bir kavim idiler (13).
Yahudi tarihçisi Poliak, Hazarlar hakkında şunları söy­
lüyor. «Hazar krallığı Yahudi dinini, Çin adab-ı muaşereti­
ni, islâm para sistemini ve Bizans imar sistemini birleş:(İ2)
Türk Ansiklopedisi, Hazar Türkçesi, Ankara, 1971, C. XIX.,
s. 133
(13) Bahattin ö g e l ,
İslam Öncesi Türk Kültür Tarjjhi^ s. 229
65
tirmlştir» (14). Gerçekten Hazarlar, dinî durumları bakı­
mından Yahudi kültürünün etkisi altında kalmışlardır. Me­
selâ Hazarar, İbranî alfabesi kullanıyorlardı. Filistin'de kul­
lanılan bu alfabenin Kuzey Kafkasya'ya kadar g i t m e s i , di­
nin tesirinden başka birşeyle izah edilemez. Uzun yıllar
sürmüş olan iyi münasebetleri dolayısı î l e Hazarlar, Bi­
zans kültürünün de tesiri altında kalmışlardır.
Başlangıçta atlı bir göçebe kavim olan Hazarlar'da
at çok önemli bir yer tutardı. Hazar bölgesinde yapılan
kazılarda atlara ait mezarlar, bu mezarların içinde a t iske-.
letlerinin yanında özengiler, at koşumlarına ait halka to­
kalar ve plakalar bulunmuştur (15). Ayrıca insan mezarla­
rında da at ile ilgili eşyalara tesadüf edilmiştir. 1911 yı­
lında Rus arkeologu W.A. Babenko'nun kazdığı bir kurgan­
da, kını gümüşlerle süslenmiş kılıçlar ve demir miğferler
bulunmuştur. Muhtelif Hazar yer|eşme yerlerinde ok uç­
ları, harp baltaları, yaylar ve benzeri Orta Asya menşe'li
harp aletleri bulunmuştur. Bazı mezarlarda birden fazla
ölü iskeleti bulunduğu gibi bazılarında erkek, kadın ve ço­
cuk iskeletleri birlikte bulunmuştur (16). Bilhassa en eski
eğri Türk kılıçlarının bu Hazar mezarlarında bulunması,
Hazarlar'ın menşe'lerinin aydınlatılmasına
yardım etmiş­
tir (17).
Hazarlar, süse çok meraklı olup pek çok ayna kul­
landıkları gibi, kokulara da rağbet ederlerdi. Harkof mü­
zesinde Hazarlar'dan kalma, üzerinde Musevi'lik işareti
olan altı (6) noktalı yıldız resimleriyle süslü aynalar, ça­
naklar ve çömlekler mevcuttur (18). Bitkilerin üsluplandı(14) A. N. Poliak, The Jewish-Khazar Kindgom, p. 488
(15) Bahattin Ögel, İslamiyetten Önce Türk Kültüı- Tarilıi, s. 233
(IG) Bahattin Ögel, a.g.e., s: 233
(17) Bahattin Ögel, Türk KüUüı-ünün gelişme Çağlan, İstanbul,
1971 C. L, s. 75
(18) R. S. Karaşemsi, Hazar Türkleri, s.
66
3G-38
rılması ile meydana gelen süslemelerin menşeînin Ha­
zarlar'a dayanması muhtemeldir (19). Kilden yapılmış va­
zolar, madenî süsler, kemik ve taşlardan yapılmış eşyala­
rın yanısıra IVlayatsko'da taşlar üzerine yapılmış olan in­
san ve süvari resimleri. A t , eşek gibi hayvan resimleri
bulunmuştur. Ayrıca Hazarlar'a ait pek çok damgaya da
rast gelinmiştir. (20). Hazarlar'ın ticarette İran ve j s l â m
âlemi ile devamlı temaslarının sonucu olarak, kazılarda
İran ve Arap sikke ve dirhemleri bulunmuştur (21).
Hazar mezarları, taş levhalar, tahtalar ve kerpişlerle
yapılmıştır (22). Hazarlar, yapı tekniğini İran ve Bizans'­
tan öğrenmişlerdir (23). Dahai önceleri göçebe hayatı ya­
şayan Hazarlar, yerleşik hayata geçerken eski, yün ve ke­
çeden ma'mul çadırlarının yerine evvela çadıra benzer
daire biçiminde yapılar yapmışlardır. Sonraları yapılar, dört­
gen biçimine dönmüştür. Başlangıçta kullandıkları yapı mal­
zemelerine bakarak onların kerpiç, tahta ve toprak kullan­
dıklarını, Hakan'ın sarayından başka hiçbir yerde tuğlanın
kullanılmadığını p e k çok kaynak haber vermektedir (24).
Ancak zamanla kesme taşlarla kalelerin ve Askerî garni­
zonların inşa edildiğini, dehlizlerle ahırlara bağlanan evle­
rin ve sütunlu yapıların yapıldığını görüyoruz (25). Hazar­
lar el sanatlarını ileri derecede g e l i ş t i r m i ş , başta tarım­
da kullanılan öküz sabanları olmak özere, pekçok aletler
(19)
(20)
(21)
(22)
(2.3)
(24)
(25)
Biahattin ögeü, İslamiyetten Önce Türk KüItül- Tarihi, s.
226, 227, 237
Bahattin Ögel, İslamiyetten Önce Türk Kültüirü Tarihi, s;
227, 237
B, Ögel, a.g.e./ s. 232
B. Ögel, a.g,e., s., 231
B. Ögel, a.g.e., s. 227
İbni Havkal, Suretü'l-Arz, g. 209; Yakut el-Hamevî, Mu'cemü'I-Buldan C. II, s. 368; Makdisi, Ahscnü't-Tekasim, s. 361
A . Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 18
67
yapmışlardır (26). Yukarda Hazar kültür eserlerinin bulun­
duğu bazı mezarların kazıldığından bahsettik, ancak şim­
diye kadar hiçbir Hakan'ın mezarı kazılamamıştır.
Pekçok, seyyah, tarih ve coğrafyacı Hazar Hakanları­
nın mezarlarından ve saraylarından uzun uzadıya bahsetmiş­
lerdir. el-Hamevî bu konuda şunları söylüyor, «Hakan ölünce
yirmi odalı büyük bir saray yapılır, her odaya bir mezar
kazılır, Hakan bu mezarlardan birine gömülür, taşlar kırı­
larak toz haline getirildikten sonra, mezarın üzerine döşenir. Bunun üzerine de kireç atılır. Sarayın altından akan
bir nehir vardır, nehir kabrin üzerinden geçecek şekilde
düzenlenir. (Gömme işinden sonra su kabrin üzerinden ge­
çirilir.) Böylece Şeytan, İnsan, Kurt ve haşerat ona dokun­
masın derler. Hakan'ın gömülmesinden sonra hangi oda­
da olduğu bilinmesin diye Hakan'ı gömen insanları da öl­
dürürler» (27),
Z . V . Togan, Hazarlar'ın önceleri suya gömme adeti­
ne sahipken, sonraları cesetleri yakmaya başladıklarını
ifade ediyor (28). Hazarlar'da cesetler nehirlere gömü­
lerek, gömenler de öldürüldüğü gibi, A t i l l a ve Vizigot kra­
lı Alarik'in mezarı da nehre yapılmış ve gömücüler öldü­
rülmüştür (29). el-Gırnatî, Danyal (A.S.) ın cesedinin de
nehir içine gömülüp üzerinden su geçirildiğini
söylüyor
(30). Bulgar Bilgini Geza Feher, Türkler'in ölülerini, ruh­
ları geri gelmesin diye nehir yataklarına ve pınarlara göm(26) A . Koestler, a.g.c./ s. 18
(27) Yakut el-Hamevî, Mu'cemû'l-Buldan, C . I I , s.268
(28) Z . V . Togan, Hazarlar, İslâm Ansüilopediai, C . V , 8,405
(20) Ramazan Şsşen, îbni Fadlan Şeyaliatnamesi Tercümesi, İs­
tanbul, 1075. s. 77
(30) Ebu Abdillah Muhammed b. Abdurrahim el-Gımatî, Tuhfetü'I-Elbab ve Nuhbetü'l-Aceb,
Süleymaniye Küt. Ayasofya Böl. 3127 numarada kayıtlı ol yazması, s. 120 - 1 2 1
68
düklerini ifade ediyor [31). Cesetleri nehre gömmenin
Türkler'in eski dinlerinden mi geldiği, yoksa bir ilâhî din­
den mi geldiği, veya sadece cesedi korumaya matuf bir
hareket mi olduğunu tesbit etmek zordur.
Hazarlar'ın giyim ve kuşamları, süsleme sanatları fev­
kalade ileri olup, Bizans'a gelin giden Çiçek'in çeyiz ola­
rak götürdüğü elbiseler, Bizans'ta kısa zamanda moda ol­
muştu. Çiçek'in en beğenilen elbisesi, «Çiçekyon» (Tsitsakion) İsmi ile fevkalade hayranlık uyandırmış y e bu el­
bise kadınların yanısıra bazı törenlerde erkekler tarafın­
dan dahi giyilmiştir (32) Ermenistan'ın Müslüman Valisiy­
le evlenmeye giden Hazar Prensesi Sitit, beraberinde te­
kerlekler üzerine kurulmuş on çadır götürüyordu, bu ça­
dırların tabanları samur kürklerle döşeli olup, kapıları al­
tın ve gümüş İpliklerle dokunmuştu, ayrıca beraberinde
yirmi çadır dolusu kaplar, altın ve gümüş kupalar ve d i ­
ğer eşyalar vardı. Hakan sefere çıkınca bundan daha bü­
yük bir çadırla yola çıkar ve çadırın tepesine altın bir
nar takılırdı (33).
Sarkel kalesindeki dehlizlerde
Hazar yapımı mücev­
herlerin, süslü tabakların ve benzeri süs eşyasının bulun­
muş olması, Hazarlar'da altın ve gümüş
işletmeciliğinin
çok ileri olduğunu gösterdiği gibi, X. yüzyılda Macaris­
tan'da çalışan altın ve gümüş işliyen sanatçıların Hazar
asıllı oldukları. Arkeologlar tarafından belirtilmektedir
(34).
(313 Geza Feher, Türko-Bulgar, Macar ve Bunlara Akraba Olan
Milletlerin Kültürü, II. Tüı-k TarUı Kongresi, tstanbul, 1037,
s. 290-300
(32)
The Hon. Runciman, Orta Çağların Başlannda
Türkler, Belleten, C. VIIı Sayı 25, s. 54
Avrupa'da
(33) el-Kûfî, Fütüh, C.II, s. 241;
(34) A. Koestler, a.g.e., s. 49
69
Ermeni tariliçisi Möses Kalonl<ataçı, Hazar erkel<lerinin tıpkı kadınlar gibi saç uzattıklarını nakleder (35). F.
Eckhart başbuğların kalkan üzerinde kaldırılmasının bir
Hazar adeti olduğunu, Macarlar'ın, Almos'un oğlu Arpad'ı
da böyle kalkan üzerinde kaldırarak başlarına başbuğ ola­
rak seçtiklerini söylüyor (36), Hazarlar'ın ordu ile ilgili
başka bazı adetleri daha vardı. Meselâ ordu bir sefere
çıkınca her asker yanında ılgın ağacından ikişer arşın bo­
yunca birer kazık bulundurur, bir yerde konaklayınca herbiri kazıkları kendi hizalarındaki yere çakar, sonra kalkan­
ları bu kazıklara dayarlardı. Böylece, bir saatten daha kı­
sa bir zamanda karargah'm etrafı bir sur gibi çevrilmiş
olur ve kimse onlara baskın yapamazdı (37). Hakanlar'ın
mezarlarına rast gelen herkes atından iner, mezara secde
eder ve mezar görünmez oluncaya kadar ata binmez, ya­
ya yürürdü. Mezar gözden kaybolunca ata binebilirdi (38).
Hazarlar ölü Hakan'larına bu kadar saygı gösterdikleri gi­
bi, yaşayan ve kendilerini yöneten Hakan'larına da saygı­
lı davranır ve bütün emir ve yasaklarına itaat ederlerdi
Öyle k i , herhangi bir kimsenin öldürülmesi gerekince Ha­
kan ona gelir ve kendisini öldürmesini söyler, o kişi de
Hakan'ın emrine uyarak kendi canına kıyardı (39).
Hazarlar'ın örf ve adetleri, sanatları, giyim ve kuşam­
ları daha açık bir deyimle Hazar kültürü çok geniş bir sa­
hayı kaplamıştır.
Kuzey Kafkasya'dan Orta Rusya'ya ka­
dar tek bir kavmin elinden çıkmış ve her bakımdan Hazar
özelliği gösteren muhteşem bir kültürün yaşadığı açıkça
görüldüğü gibi (40), Hazar Devleti'nin yıkılmasından son(35) Ahmet Caferoğlu,
Çin Kaynaklarmm Saç Ören Tüi'kleri,
VI. Türk Tarih Kongresi, Ankara, 1967, s. 93
(36) F. Eckhart, Macaristan Tarihi, Ter. İ, Kafesoğlu, s.7 - 8
(.37) Mervezî, Tabaia'l-Hayavan, s. 21
(38) İbni Havkal, Suretü'l-Arz, s. 212
(39) İbni Havkal, a.g.e., s. 212
(40)
70
B. Ögel, Türk Kultürü'nün
Gelişme Çağlan, C. I, s. 76
ra da bu kültür pekçok milletin kültürüne tesir etmiş ve
onların gelişmesine yardım etmiştir. Rus bilginleri. Hazar
kültür çevresinin devamını Karaçaylâr, Balkarlar, Tatlar,
Kafkas Dağlıları arasında ve özellikle Karailer
arasında
aramışlardır (41). Hazar kültürü bu kavimlerin kültürüne
tesir ettiği gibi Rus,.Macar ve diğer milletlerin kültürle­
rine de tesir etmiştir. Novgorod Rus Prensi'nin, kendisi­
ne Kağan unvanını vermesi Hazar kültürünün tesiriyle o l ­
muştur. Bu konuda Poliak şunları Söylemektedir. «Hazar
Krallığı Türk hukuk sisteminin, Slav p o l i t i k organizasyonu­
nun ve Norman askerî teşkilatının gelişmesine yardım et­
miştir.» (42). Macarlar'la beraber bu günkü Macaristan'a
gelen Kabarlar, Macarlar'a Hazar dilini öğretmişler, Ma­
car Devleti'nin kuruluşunu organize ederek O'nlara, Ha­
zar Devlet teşkilatına benzer bir teşkilat
kurmuşlardır.
Macarca'deki «Kende» kelimesinin Hazarca'dakî «Künküh»
kelimesiyle yakın alakası açıkça görülmektedir (43). Ayrı­
ca Balkan ve Slav medeniyetleri, folklorları, köy mimari­
leri, oyunları, nakışlan, halı dokumaları, kısmen yaşayış,
düşünüş ve ananeleri, Bizans tesirinden ziyade KarpatîHazar Türkleri'nin tesiri altında doğmuştur. Bütün Avru­
pa'nın medeniyyet hocası, münhasıran denilebilecek dere­
cede Türkler'dir (44).
Prenses Çiçek ile başlayan Çiçekyon modasının ya­
nında, Rum Kayserleri bazı bayramlarda Hazar kıyafetler?
giyerlerdi (45). Bizans kültürü, Hazar kültürüne tesir et­
tiği gibi; Hazar kültürü de Bizans kültürüne ileri derecede
tesir etmiştir. Bu gün Polonya'da yaşamakla olan Karaîlerin kültürlerini inceleyen A . Zajaczkovvski, Karayların Gün
f4.t)
A. Zajackolviski, Karainıs in Poland, p. 19.
(42) A . N. Poliak, Tlıe Jewish-Khazar Kindgom, p. 483
(43) F. Eckhart. Macaıistan Tarihi, Ter. î. Kafesoğlu, s. 7
(44) R. S. Karaşemsi, Haza,r Türkleri s-ll
(45) M . Remzi, Telfiku'l-Alıbar, C.1, s. 170
71
ve ay isimlerinde ve dalıa pekçok isimlerinde eski Türk di­
ni, Hristiyanlık, Müslümanlık ve Yahudiliğin izlerinin bu­
lunduğunu, uzun zamandan beri Polonya'da yaşayan Karaîler'de bu izlerin bulunuşunun, onların, daha önceleri
bütün bu dinlerin bir arada bulunduğu bir ülkeden, yani
Hazar ülkesinden geldiklerini gösterdiğini söylüyor ve Ha­
zar kültürünün Karaîler arasında devam ettiğini, Karaîler'in
Hazarlar'ın varisleri ve torunları olduklarını ifade ediyor
(463.
Hazarlar devlet haline gelmeden önce esas işleri sa­
vaş ve yağmacılıktı. Devamlı olarak komşularına akınlar
yaparlar ve büyük ganimetlerle gerî dönerlerdi (473. Bu
dönemlerde Hazarlar göçebe bir ulus hüviyetindeydiler ve
çadırlarda yaşıyorlardı. Devletlerini kurup yerleşik hayata
geçtikten sonra binalar yapmışlar ve kentler kurmaya baş­
lamışlardır. Rus Arkeologları'nm yaptıkları kazılarda bulu­
nan bina temelleri, çadır hayatından yerleşik hayata geçiş
dönemini ç o k iyi şekilde anlatmaktadır. Bulunan bina te­
melleri daire ve dörtgen şeklindedir. Daire şeklindeki te­
meller, dörtgen şeklindekilerden daha eskidir. Bu daire te­
meller çadır hayatından yerleşik düzene geçişin işaretidir
(483.
Hazarlar, devlet haline gelerek
şehirler
kurduktan
sonra da tam yerleşik hayata bir türlü alışamamış ve yer­
leşik hayatla göçebeliği bir arada yürütmüşlerdir. Pekçok
tarihçinin yarı göçebe veya modern göçebe dediği bir ha­
yat tarzı yaşamışlardır. Bu hususu Yusuf'un mektubunda
ve bir çok Arap tarihçisinin eserlerinde açıkça tesbit et­
mek mümkündür. Yusuf «Kış boyunca kentte yaşarız, ama
Nisan ayı gelince yola çıkarız, her kabilenin kendi atasın­
dan kalma toprakları vardır. Sevinç içinde oraya gideriz.
(46) A. Zaiaczkowski, Kavaims in Poland, p. 23
(47) M . Artamanov, The History of the Chazars, p. 520
(48) A. Koestler, Tlıe Thirteenth Tribe, p. 18
12
herkes tarlasında ve bahçesinde çalışmaya başlar.» (49)
diyerek yazm bozkırlara gittiklerini, kışın da şehirlerde
oturduklarını anlatıyor. İbni Havkal, İbni Rusteh v e Mer­
vezî gibi bilginler, Hazarlar'ın kışın Sarigsin ve Hanbalıh
şehirlerinde oturduklarını, yazın mezralara
gittiklerini,
mahsûlleri ekip biçtikten sonra sonbaharda tekrar şehre
geri döndüklerini ifade ederler (50). İbni Havkal, Semen­
der şehrinde kırk bin bostan bulunduğunu, H. 358 yılında
Ruslar'm buranın altını üstüne getirerek mahvettikleri hal­
de, arazinin verimli oluşu ve halkın İyi çalışması sayesin­
de üç sene içinde bahçelerin eski haline geldiğini nakle­
der (51).
Yerleşik hayata geçmeden önce Hazarlar'ın en önem­
li meşgaleleri hayvancılık ve avcılıktı, bilhassa İtil neh­
rinden v e diğer nehirlerden balık avlıyorlardı (52). Yerle­
şik hayatla birlikte ticaret yapmaya başlayan Hazarlar, t i ­
caretin yanısıra avcılığı ve hayvancılığı devam ettirmiş,
ayrıca ziraat yapmaya da başlamışlardı. Bölge, yazın ya­
ğışsız olmasına rağmen, akar suları çok bol olduğu için
kuraklık çekilmiyor, çeşitli sebze ve meyveler yetiştirili­
yordu. Nehirlerindeki balıklar dünyanın en nefis balıklan
olduğu gibi, ayrıca çok ucuzdu. Kazvinî bu balıkları şöyle
tarif eder «Hazar ülkesinde Dicle'den büyük bir nehir var­
dır, bu nehirde bulunan balık çeşitleri başka hiçbir yerde
bulunmaz, nehrin balıklan bol ve güzeldir. Eti tavuk etin­
den daha tatlı olup kılçıksızdır. Bir balığın karnından bir
sarac'a bir ay yetecek kadar yağ çıkar, bir balıktan yarım
men tutkal çıkar, bu balığın kurutması v e tuzlaması çok
güzel olur (53)
(49)
(501
A . Koestler, The Thirteenth Trihe, p. 75
İbni Rusteh, el-Ağlaku'n-Netise, s. 139; İbni Havkal, Sıu-etü'l-Arz, s. 211; Mervezî, Tabaia'l-Hayavan, s. 21
(51) ibni Havkal, a.g.e,, s. 211
(52) B. Ögel, İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, s. 226
(53) Kazvinî,
Asaru'l-Bilad, s. 599
73
Hazarlar kendi devletlerini kurduktan sonra bilhassa
ticarete önem vermişlerdir. Bir yandan askerlik işi sıkı
tutulurken, diğer yandan ticaret yolları devlet tarafından
kontrol altına alınıp vergiler alınmaya başlanıış ve şehir­
lerde ticaret pazarları kurulmuştur, askerî alanda olduğu
kadar ticarî alanda da başarılı olan Hazarlar daha önce
Bizans'ın elinde bulunan pazarları ele geçirmişlerdir. Avrupalı'lar,
o zamana kadar mallarını Bizans'tan alırken,
karşılarına dürüst, hile bilmez ve hakkına razı Hazarlar çı­
kınca, Bizans'ı terkedip onlarla alış veriş yapmaya baş­
lamışlar ve Kırım sahillerine gelerek ticaret kolonileri te­
sis etmişlerdir. Doğu ile Batı arasındaki ticaret yollarını
Hazarlar çizmişlerdir Doğunun hayvan derilerini, Asya s i ­
lahlarını, Hind ve Buhara kumaşlarını, ipeklerini, sırmala­
rını, yağlarını pirinçlerini, çeliklerini, altın, gümüş, bakır
ve mücevherlerini Kara Deniz'in balıklarını, Steplerin buğ­
daylarını, arpalarını, etlerim önceleri Avrupa'ya Bizans ge­
tirirken, sorıralan bu mallan Hazarlar getirmeye başladı
(54). Bizans'ın dostluğu bozmasının esas sebebi belki de
bu ticarî durumdu.
Hazar ülkesinde ticarette «Rısas» ismi verilen bir para
kullanıldığı gibi (55), para yerine Sincap derisi de' kullanıl­
mıştır (56). Duraklama devrine kadar Hazarlar, askerliği
daima birinci planda tutmuşlardı. Bundan sonra ise kendi
ordularında savaştıklan gibi, başka milletlerin ordularında
da askerlik yaptıkları görülmektedir. Başka başka ordular­
da askerlik yapan ücretli Hazar askerlerinin. Iran ordusun­
da ateşperest, Bizans ordusunda Hristiyan, Arap ordusun­
da ise Müslüman oldukları görülür (57). Hazarlar taşıma­
cılığın kolay olması bakımından' şehirlerini
umumiyetle
(54)
(.•55)
(50)
(57)
74
R. S. KarEişsmsi, Hazar Türkleri, s. 4 1 - 4 2
Kazvinî. a.g.e., s. 599
Ramazan Şeşen, İbni Fadlan Seyahatnamesi,
Y ü m a z Öztuna, Tüi'kiye Tarihi, C . I , s. 267
s. 63
nehirler üzerinde kurmuşlardır. Başkent olarak uzun za­
man kalan İtil şehrinin yanısıra Makdisî, Bayda, Belencer,
Hamlıh, Kışevi, Bağandı, Suvar, Semender v e Bulgar diye
bu ülkedeki şehir isimlerini zikretmektedir (58). Pekçok
tarihçi İtil şehrinden bahsetmekte ve şehri anlatmaktadır.
Başlangıçta sadece kışlık başkent olarak kullanılan İtil
şehri, daha sonra daim] başkent haline gelmiştir. Şehir
İtil nehrinin kolları tarafından üç kısma ayrılmakta olup
Hakan ve maiyeti batı kısmında oturmakta i d i . Hakan'ın
sarayı buradaydı.
Hazar ileri gelenleri Sarıkşar denilen
ikinci kısımda otururlardı. Dışardan gelen tüccarların otur­
duğu, pazar ve çarşının bulunduğu Hamlık kısmı ise, şeh­
rin doğu tarafında idi (59). Şehirde ve bütün ülkede tam
anlamıyla insan haklarına saygı gösterilmekte olup, çeşit­
li inançtaki insanların bulunduğu ülkede herkes,
kendi
inancındaki hakim tarafından yargılanırdı.
Ticarî hayatta Hazarlar daha çok başkalarının ürettiği
malı alır ve satarlardı. IJIkede ihraç edilebilen belli başlı
mal, balık tutkalı idi (60). Her çeşit mal son derece ucuz
ve bol olduğundan (61) zamanla dışardan göçler gelmeye
başlamıştır. Bazı kaynaklar Putperest Hazarlar'ın çocukla­
rını esir olarak sattıklarını hatta bazılarının diğer bazıları­
nı esir ettiğini naklederler (62), Hazar ülkesine Hristiyan­
lık, Yahudilik ve Müslümanlık
gelinceye kadar Hazarlar
arasında tek evlilik vardı (63). Ancak bu dinlerin gelme­
siyle birlikte çok evlilik ortaya çıkmıştır. Hakan'ın sara­
yında, çoğu komşu krallardan zorla alınmış yirmi beş ta(58) Makdisî, Alısenü't-Tekasim. s. 355
C59) Tlıe. Hon. Runciman,
Orta Çağlarm Başmda Avrupa'da
Türkler Belleten, C.VII, s. 52
Cao) Y a k u t . el-Hamevî, Mu'cemü'l-Buidau, C.II, s. 368
(61) Z . V . Togan, Hazarlar, İslâm Ansiklopedisi, C . V , s. 104
(621 Yakut el-Hamevî, Mu'cemu'l-Buldan, C. II, s. 368
(631 R. S. Karaşemsi, Hazar Türkleri s. 38
75
ne karısı bulunurdu. Ayrıca altmış tane de cariyesi bulu­
nurdu (64).
Hazarlar'ın ticarî prensipleri, hukuk mLiesseselerl, hat­
ta dinî nnüsahamaları önce Selçuklular'a, sonra Osmanlılar'a olduğu gibi geçmiştir. Fatih İstanbul'u fethettiği za­
man oradaki Hristiyan ve Yahudi cemaatlere verdiği İmti­
yazlar, İslâm dininin tesiriyle olduğu kadar, Hazarlar'dan
gelme müsamaha v e hoş görünün de tesiriyle olmuştur.
Bizans'ta Hnstiyan olmayanlara çeşitli işkenceler yapılır­
ken, komşuları Doğu Avrupalı'lar vahşi bir durumda iken,
Hazar ülkesinde çeşitli dinlerden insanların kavga etme­
den, baskı altında tutulmadan bir arada yaşamaları, insan
düşüncesine, fikrine, hürriyetine bu ülkede ne kadar say­
gı duyulduğunu göstermesi bakımından ibrete şayandır ve
sadece bu olay bile onların kültür seviyelerini gösterme­
ye yeter3 — Hazar Devlet Teşkilatı ve Hazar Hakanları :
Hazarlar'da devletin idare şekli krallık olup, devlet
başkanına Hakan denilirdi. Başlangıçta sadece bir Hakan'ın
yönetiminde olan devlet, sonraları
iki Hakan tarafından
yönetilmeye başlanmış ve çift yönetim sistemi
getiril
iniştir. Kuruluşundan itibaren uzun süre, Hakan tam yetki
ile devleti yönetirken, sonraları bu yetkilerin bir kısmı
yavaş yavaş elinden alınmış v e saray kahyalığından orta­
ya çıkan bir hükümdar vekilliği meydana gelmiştir. Sonun­
da iktidar tamamen Hakan'ın elinden alınarak ordunun ko­
mutanı İsa'ya verilmiştir (65). Tek krallık sisteminden çift
yönetime geçiş Yusuf'un mektubuna göre Hakan Obedya
zamanında 760-770 yılları arasında olmuştur. Obedya, yap­
mış olduğu dini devrimle Yahudiliği resmi din olarak ilân
(64] D. M . Dunlop, The History ol" the Jewish Kliazars, p. 228
(ü5) L. Rasony,
Türk Devletinin Batındaki Varisleri Hazai'lar,
s. 116
76
etmiş, birinci Hakan'ı ilâhî, ikinci Hakanı'da dünyevî yet­
kilere sahip kılarak ikili sisteme geçmiştir. Artamanov bu
durumu, putperest sülaleden gelen Hakan'a Musa'nın ka­
nunlarını tatbik etmede Yahudî bilginlerin, güvenmemele­
ri yüzünden yapılmış olarak görüyor (66).
Gerek birinci Hakan'ın ve gerekse ikinci
Hakan'ın
isimleri ve yetkileri konusunda çeşitli kaynaklar farklı bil-/
giler vermektedir. V. Minosky bu konuda şöyle bir tablo
vermektedir ;
Kaynaklar :
1. Hakan
II. Hakan
Göstantine Porphyr.
İbni Rusteh
Mesudî
İstahrî
İbni Havkal
Hakan
Hazar Hakan
Hakan
Melik Hazar
Hakan Hazar
Gardîzî
Hazar Kağan
Beg
İşa
Melik
Hakan Hazar
Melik Hazar
veya Beg
Abşad
Minorsky Hududu'l-Ala'm'da
ise tek kralın isminin
geçtiğini ve buna Tarhan Hakan dendiğini belirtiyor (67].
İbni Fadlan, birinciye Hakan, İkinciye Beh ismini veriyor
(68). Kazvinî, Hazarlar'ın kendi dillerinde Yelîk dedikleri
büyük bir meliklerinin olduğunu
ifade etmektedir (69).
Hamevî i s e birinciye Hakan, ikinciye Hakan beh dendiği­
ni, Hakan beh'in Kündür Hakan, Kündür Hakan'ın da Cavşigir denen vekillerinin olduğunu söyler (70). Yakubî, bi­
rinciye Hakan, ikinciye Yezid Balaş ismini
vermektedir
(71).
(66) A . Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 57
(67)
(68)
(69)
(70)
(71)
V.Minosky, Hududu'l-A'lam, p. 4Ei
İbni Fadlan, Rıhle, s. 212
Kazvinî, Asaru'l-Bilad, s. 584-585
Hamevî, Mu'cemu'l-Buldan, C. IJ, ş. 367 -368
Aiımet b. Ebi Yakup b. Cafer b. Vehb b. Vadıh, Tarih,
Lieden, 1883 C . I , s.203
77
Hazarlar'ın çift yönetim sisteminin eski Yunanlılar'ın
çift yönetim sistemine ve bazı Türk kabilelerinde var ol­
duğu iddia edilen çift yönetim sistemlerine benzemediği­
ni ileri süren H. Rosenthal ve A . Koestler, bu sistemin Or­
ta Çağlar da başlayıp 1867 yılına kadar devam etmiş olan
Japonya'daki ç i f t yönetim sistemine benzediğini, Japonlarda da Hazarlar'daki gibi, IVlikado'nun ilahî sembol olarak,
Şogun'un ise dünyevî güçleri elinde toplamış olarak gö-,
rev yaptıklarını söylüyorlar [72]. Cassel'e göre, Hazarlar'­
daki çift yönetim sistemi ile Satranç oyunu arasında bü­
yük benzerlik vardır. Satranç oyununda Şah ve Vezir var­
dır. Şah tek başına durup etrafındaki hizmetkarları tara­
fından korunur, gücü azdır, ancak adım adım ilerleyebilir,
vezir ise tahta üzerinde en güçlü olanıdır. Bütün tahtaya
o hakimdir. Fakat vezir yenildiğinde oyun bitmediği hal­
de şah mat edilince oyun biter. Hakan Satranç tahtasındaki Şah'a, Beg ise vezir'e benzer, bütün yetkiler Beg'in
olduğu halde, Devleti Hakan temsil eder (73). Z.V. Togan'a göre geniş yetkilere sahip olan bu Beg'i, yetkileri
çok az olan Hakan değiştirebilmekte ve hatta idam dahi
edebilmektedir (74). Mes'udî Hakan'ın yetkilerinin Melik'­
in elinde olduğunu, Hakan'ın köşkünde oturduğunu, ata bin­
mediğini, kimse ile görüşmediğini, emretme ve yasakla­
ma yetkisinin olmadığını, ülkenin hiçbir işine karışmadı­
ğını, haremiyle sarayında oturduğunu ifade ediyor. Ülke­
ye kuraklık ve savaş gibi bir bela gelince halkın Melik'e
giderek başlarına gelen belanın, Hakan'ın yüzünden geldi­
ğini, O'nu ya Melik'in öldürmesini veya kendilerine ver­
mesini söylediklerini, bazan Melik'in Hakan'ı öldürdüğünü,
bazan da halka teslim ettiğini ve Hakan'ı halkın öldürdü(72)
(73)
H. RosenÜıal, Chazars, J.E.. V. IV, p. 2; A. Koestler,
Thb-teenth Tribe, p. 54
A . Koestler a.g.e., p. 55
;(74)
Z, V. Togan, Hazarlar. İslâm
78
Ansiklopedisi,
C. I, s. 409
The
günü, bazan da Melik'in Hakan'a acıyarak O'nu bağışlayıp
koruduğunu ifade eden Mes'udî, bu durumun ne zaman­
dan beri böyle olduğunu bilmediğini söylüyor (75]. Hamevî'ye göre, Hakan dört ayda bir saraydan dışarı çıkmak­
tadır, Hakan Beg hergün mütevazı, sakin, mahcup ve ya­
lın ayak bir şekilde, elinde bir sopa olduğu halde Hakan'ın
huzuruna çıkar, içeri girip selâm vererek elindeki sopayı
yaktıktan sonra Hakan'ın sağ tarafına oturur. Hakan atıy­
la bir yere giderken askerlerle aralarında bir millik bir
mesafe bulunur. Hakan'ı gören herkes Hakan'a secde eder,
Hakan geçip gidinceye kadar başlarını
secdeden kaldır­
mazlar.
Hakan'ın hükümdarlık müddeti kırk yıldır.
Bu
müddeti bir gün dahi geçerse, Hakan bunadı diyerek halk
onu öldürür. Hakan bir yere savaş açınca askerler savaş­
tan kaçmazlar, savaştan mağlup dönen bütün askerler öl­
dürülür. Beg ve diğer komutanlar da savaştan mağlup dö­
nerlerse, Hakan, Beg ve diğer komutanların kadınlarını,
çocuklarını ve mallarını onların gözü önünde başkalarına
hibe ederek Beg ve komutanların vücutlarını ikiye böler.
Çarmıha gerer veya astırır, nadiren de onları af eder ve
can.larmı bağışlar (76). İbni Havkal'a göre Melik ölünce
Hakan, melik olacak kimseyi çağırıp, melikliğln hukukun­
dan v e ağırlığından bahseder, görevi layıkıyla yapmazsa
başına gelecekleri söyler. Çoğu zaman bunları duyan kim­
se, meliklikten vazgeçer, eğer biri melik olmak isterse
Hakan, O'na. kaç yıl melik olmak istediğini sorar, melik
olduktan sonra verdiği rakamdan fazla yaşarsa müddetin
bitiminden sonra bu melik öldürülür. Hakan sadece belli
bir sülaleden seçilir ve Yahudî dininden olması şarttır.
Sırası gelenin İsteğine bakılmaksızın görevi verilir. Sokak(75) Mes'udî, Murucu'z-Zeheb. C.I, s.202
(76) Hamevî. Mu'cemu'l-Buldan, C.II, s.368 - 369
79
lai'da ekmek satan Hakan sülalesinden bir gence Hakanlık
sırası geldiği halde Müslüman olduğu için Hakanlık veril­
memişti (77). Mervezî'nin nakline göre Hakan yola çıkın­
ca on bin kişilik bir ordu ile yola gider (78).
Birbiriyle çelişir gibi görünen nakilleri çift yönetim
sisteminin başlangıç dönemiyle dafıa sonraki dönemlerin
değişiklikleri ile açıklamak mümkündür. Başlangıç dönem­
lerinde büyük Hakan'ın yetkileri
tam olarak alınmamış
olabilir. Sonraki dönemlerde Beg, Hakan'a t a m hakim o l ­
muş olabilir. Veya tam tersi başlangıçta bütün yetkiler
alınmışken sonraları yavaş yavaş yetkileri geri almış ola­
bilir. Ne türlü olursa olsun çift yönetimin başlaması Ha­
zar Devleti'nin zayıflamasına ve yıkılmasına
sebeb ol­
muştur.
Hakan Yusuf'un mektubundan Hazar Hakanlan'nın ba­
zılarının isimlerini öğrenebiliyoruz. Yusuf, sırasıyla Hakan
ismi olarak şunları sayıyor : f ) Bulan (620), 2) Ubaca
(Obedya, 760-770), 3) Hezkiya, 4) I. Menaşe, 5) Hanuka, 6) İshak, 7) Sabulon, 8) II. Menaşe. 9) Nisi, 10) İ.
Harun, 11) Menahem, 12) Benyamin, 13) II. Harun ( ? 931), 14) Yusuf. (79).
Hazar Devlet teşkilatı Macar Krallık Teşkilatı'nın ku­
rutmasına, Rus Devleti'nin teşekkülüne derinden tesir et­
t i ğ i gibi, Araplar ve Bizans dahi Hazarlar'ın savaş ve is­
tihkam bilgilerinden faydalanmışlardır (80).
Hazar Devleti'nde ma'nevî sembol Hakan ve maddi
güç kendisinde bulunan Beg'in yanısıra, Beg'in yardımcı­
ları vardı. Ordunun başında savaşa giden Beg veya İşa,
(77) îbni Havkal), Suretü'l-Arz, s. 212
(78) Mervezi, Tabaia'l-Hayavan, s. 21
(79) H. RosenÜıal, Chazajrs, J.E., V . IV, p. 2; Z.V. Togan Hazar­
lar, İslâm Ansiklopodisi, C . V , s.405
(80) A. Alföldi, Türklerde Çift Krallık, II. Türk Taılh
si, İstanbul, 1937, s. 507 - 508
BO
Kongre­
ibni Rusteh'in ifadesine göre savaş ganin^etlerinden istedil<lerini alır, geri kalanları askerler taksim ederdi (81).
Devlette hukukî işleri yürüten yedi kadı bulunmakta
olup, Müslüman, Hnstiyan ve Yahudilere ikişer kadı, es­
ki Türk dininde olanlara ise (Mes'udî'ye göre putperest­
ler) bir kadı tahsis edilmişti (82). Müslümanlar'ın, başın­
da görevlendirilen bir «Hazz» bulunmakta olup, Hazar ülr
kesinde oturan veya ' t i c a r e t için buraya gelip giden bü­
tün Müslümanlar'ın her türlü- işi bu «Hazz»a havale edi­
lirdi. Ondan başka kimse bu işlere karışamazdı (83). Ha­
zar Hakanları hukukun t a m olarak uygulanması için büyük
bir titizlik gösterirlerdi. Hakan'ın adaletine dair pekçok hi­
kaye nakledilmiştir (84).
Başlangıçta kuvvetli bir askerî teşkilata
Hazarlar, zamanla ekonomik
sahip olan
açıdan da teşkilatlanmışlar
ve bu günkü modern vergi sistemine benzeyen bir vergi
düzeni
kurmuşlardır
(85), B u . günkü batı
pitalist b i r manzara arzeden.
tipi
t i p i k ka­
devlet işletmeciliği yerine
ferdi İşletmeciliği koruyan ve geliştiren Hazar devlet ida­
resi, bu ferdî işletmecilerden bol bol vergi alarak devle­
ti bu yolla daha da zenginleştirmiştir. R. S. Karaşemsi'ye
göre Yahudiler, Hazar ülkesine gelmeden önce ticarî alan­
da fazla kabiliyetli değildiler, ticarî hüneri Hazarlardan öğ­
renen Yahudiler, bu hüneri zamanla bütün dünyaya göster­
mişlerdir (86). Aksine bir görüş, Hazarlann ticari özellik­
leri Yahudiler'den almış olması da mümkündür.
(81)
(82)
(83)
(84)
(85)
(86)
ibni Rusteh, «l-Ağlaku'n-Nefise, s. 139
Mes'udî, Murucu'z-Zeheb, C I, s. 200 - 202
İbni Rusteh, a.g.e., s. 369
Z. V. Togan^ Hazarlar, İslam Ansiklopedisi, C. V , s. 406
M . Artamanov, The History of the Chazars, p. 520
R. S. ICaraşemsi, Hazar Türkleri,, s. 39 - 44
81
Hazar Devleti'nde ekilen topraklar, kabilelere tahsis
edilmiş olup aslında hükümetin mülkü idi (87),
Hazar Devlet Teşkilatı, yeni kurulan pekçok devlet ta­
rafından örnek alınmış olup, muasırı olduğu diğer ülke­
lerin devlet teşkilatlarından daha sağlam ve dahe üstün­
dür.
(87)
82
M . Artamanov, The History
of the Chazars, p. 520
C. HAZARLAR'PA
HADİSESİ
DİN VE YAHUDİLİĞİ BENİMSEME
Hazarlar'ın kuruluşundan yıkılışına kadar siyasi duru­
munu ve kültürlerini inceledikten sonra şimdi de onların
dinî durumlarını incelemeye çalışacağız.
Hazarlar'ın dinî durumunu incelediğimjz zaman onla­
rın tek bir dine mensup olmadıklarını, Hazar ülkesinde
muhtelif dinlerin bir arada yaşadığını görürüz. Hazar ülke­
sinde bulunan sonsuz din hürriyetinin bir sonucu olarak,
çeşitli dinler bu ülkede misyonerlik
faaliyetlerine giriş­
mişler ve taraftar toplamışlardır (1î. Hazarlar'dan asırlar­
ca sonra bile Avrupa'da ayrı dinlerde olan insanların bir
arada yaşaması şöyle dursun, âynı.dinin değişik mezheblerine mensup olan insanlar dahi bir arada yaşayamamış
ve birbirlerini boğazlamıştır. Avrupa'nın bu durumuna rağ­
men Hazarlar'da geniş dinî bir müsamahanın
bulunması
ve çeşitli dinlerin ülkede birlikte
yaşaması, onların ne
kadar medenî bir toplum olduklarını göstermeye yeter.
Bu gün. ard niyetli bazı kişilerin Hümanizm maskesi
altında dinleri birleştirme teşebbüsleri, bundan on asır
önce Hazarlar'da da görülmüştür. Bir Hazar Prensi hem
Hrıstiyanhği, hem Yahudiliği ve hem de Müslümanlığı
kabul etmiş; Cuma gününde Islamiyetin, Cumartesi gü­
nünde Yahudiliğin, Pazar gününde de Hrıstiyanlığın icapla­
rını yerine getirmişti (2). Ancak bu günkü dinleri birleş­
tirme teşebbüsü ile bu prensin hareketi birbirinden farklı­
dır Çünkü Hazar Prensi her üç dine göre de ibadetini ih­
mal etmiyordu. Bu günkü dinleri birleştirme teşebbüsünde
ise, bunun t a m aksine, ibadetleri kolaylaştırma ve azalt-
C 1) A . Zajac:zkowski, Karaims in Poland, p. 18
( 2) A. Zajacskovvski, a.g.e., s. 18
83
ma gibi fikirler vardır (3). Hazarlar'ın dinî durumunu in­
celediğimizde, araştırmamızın konularından birini
teşkil
eden Yahudiliğin yanında, Hazar ülkesinde Hrıstiyanlığın,
Iv/lüslümanlığın ve eski Türk dini (Gök Tanrı İnancı) nin
de mevcut olduğunu görürüz. Bu dinlerin en eskisi, eski
Türk dini inancı olup, daha sonra gelen Yahudilik, Hristi­
yanlık ve Müslümanlığa bu dinden bazı adetlerin girdiğini
görürüz (4). Biz Hazarlar'ın Yahudiliği benimsemeleri ola­
yına girmeden önce Hazarlar'daki eski Türk dini, Hristi­
yanlık ve İslâmiyeti teker teker ele alıp inceledikten son­
ra, Yahudiliği benimseme olayı ve Hazarlar'daki Yahudili­
ği ele alıp inceleyeceğiz. Daha sonra da bu gün bazı bil­
ginler tarafından iddia edilen Doğu Avrupa Yahudiliğl'nin
rnenşeinin Hazar Yahudileri olup olmadığı konusunu açık­
lamaya çalışacağız.
1. Hazarlar'da Eski Türk Din! İnancı :
Hazarlar Hristiyanlık, Yahudilik v e İslâmiyeti
kabul
etmeden önce yine t e k Tanrıya inanıyor ve ona ibadet
ediyorlardı. Yukarda belirttiğimiz dinler,
Hazar ülkesine
geldikten sonra dahi bu eski inançlarını kaybetmeyen Ha­
zarlar'ın mevcut olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz. Bu
dinler gelmeden önceki Hazarların eski dini hakkında son
yıllara kadar hep yanlış şeyler söylenmiştir. Pekçok araş­
tırmacı Hazarlar'ın eski dininin Şamanizm olduğunu söyler-
( 3) Bu günkü dinleri birleştirme teşebbüsü de, Hazar prensinin
yaptığı şey de gerçekleşmesi mümkün olmayan şeylerdir.
Çünkü dinlerin hepsinin doğru olması mümkün olmadığı gi­
bi, hepsinin yanlış olması da mümkün değildir. Bu, doğruy­
la yanlışı bir araya getirmek olur. Ayrıca bir sistem, bir
bütün olarak ole almırsa faydalı olur. Y a n m yarım ele alı­
nınca faydadan ziyade zarar doğurur.
( 4) îbni Havkal, Suretü'l-Arz, s. 212
84
ken (5), bazıları da onların putperest olduğunu ifade et­
mişlerdir (6). Müneccim başı Hazarlar'ın Yahudi olmadan
bnce, diğer Türkler gibi hiçbir dine mensup olmadıklarını
söylüyor (7). Hazarlar hakkında ileri sürülen bu iddialar,
diğer Türk kavimleri hakkında da söylenmiştir. Fakat son
araştırmalar bu isnatların tamamen yanlış olduğunu, Ha­
zarlar'ın ve diğer Türkler'in büyük bir çoğunluğunun Şa­
manizm'le bir ilgilerinin bulunmadığını ortaya koymuştuı;.
Hikmet Tanyu bu hususu tesbit ederek şunları söylüyor.
«Bizde çoğu zaman Altay v e Yakut manevî İnancının, (bir
takım eserlere göre Samanlığın) bütün olarak eski Türk d i ­
ni şeklinde Mitoloji v e halk inançları ile karıştırarak be­
nimsemek yanlıştır.
Eski Türk dinjni Samanlık şeklinde
görmeye katılmak da mümkün değildir...
Biz eski Türk­
ler'in dinine Samanlık denîlemiyeceğini, ona Totemizm adı­
nın takılamıyacağınr, ona sadece Tek Tanrı dini denilebile­
ceğini, bir bakıma «Hanifler» gibi b i r inanç içinde bulun­
duklarım... ortaya koymaktayız... Gök kelimesinin bir sı­
fat olarak Yüce, Ulu anlamlarında kullanıldığını arzediyoruz... ve dini böylece tanıtmak gerekirse, bunu yüce Tan­
rı, Ulu Tanrı dini olarak anlamamız gerektiğine işaret et­
mek isteriz.» (8). Hikmet Tanyu bu ifadeleriyle Altay ve
Yakut manevî inancının bütün Türkler'e teşmil edilemiyeceğini ve Gök Tanrı inancının Ulu Tanrı İnancı olduğunu
ve Hz. İbrahim'den gelen Haniflik inancına benzediğini be(5)
L. Rasoni, Türk, devletinin batıdaki varisleri, Hazarlar s.
H5; A . Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 59; A. N. Poliak
Tlıe Jowİsh-Khazaır Kindgom, p. 489; Y . Öztuna, Türkiye
Tarihi, C. I, s. 252
( 6J H. Rosenthal, Chazars, J. E. V . IV, p. 2; M . Remzi Telfiku'lAhbar C. I, Si 192
( 7) Derviş A h m e d Müneccimbaşı.
Sahaifûl'-Ahbar
İstanbul
H. 1285 C. I, s. 398
( 8) Hikmet Tanyu,
Türklerin Dini Tarihçesi
İstanbul, 1978,
s. 9 - 1 2
85
lirttikten sonra, Altaylar'da ve Yakutlar'da görülen mane­
vî inanca da kesinlikle Samanlık denîlemiyeceğini
açık­
lıyor. «Türklerde Şamanhk diye bir ad ve din yoktur...
Keza Kamlık diye de bir din yoktur. Ne Kamlık, Ne Saman­
lık, asla bir dinin adı olmamıştır.» (9).
Türkiye'de Samanlık meselesini ortaya atan Abdülkadir İnan'dır. Türklerde Samanlık diye bir dinin bulunduğu­
nu eserlerinde işleyen A. İnan, son zamanlarda görüşünü
değiştirmeye başlamıştı (10). Çin kaynaklarına ve eski
Türk yazıtlarına vakıf olan ve İslâm, öncesi Türk tarihi ko­
nusunda uzman olan Sahattin Ögel bu konuda şunları söy­
lüyor. «Eski Türk Devletleri'nin Şamanist
oldukları hak­
kındaki iddialar yanlıştır. Türklerde tek bir Tanrı, Tek bir
Güneş ve yerde de tek bir Hakan otoritesi olmalı idi» (11).
Bahattin Ögel Kam ve Şaman kelimeleri hakkında da şun­
ları söylüyor. «Kam sözü Türkler'de Ozan veya Şaman de­
mektir. Aslında Türkler'de Şamanlar, halkın büyü, tedavi gi­
bi işlerini gören cahil kişilerdi» (12). Türkler'de Samanlık
diye bir din olmadığına ve Samanlık da bir d i n olmadığına
göre Hazarlar'da Samanlığın bulunması tamamen yanlıştır.
Bazı kaynaklarda
geçen Putperestlik inancı da Ha­
zarlar'da yaygın değildi. Aslında Hazarlar değil de, onların
egemenliği altında bulunan Slav kabileleri Putperest ola­
bilirler. Bu Slav kabilelerinden bazı Putperestlik adetleri
Hazarlar'a geçmiş olabilir.
Bu adetleri gören tarihçiler,
bundan dolayı Hazarlar'a Putperest demiş olabilirler. Çün­
kü İstahrî, Hamevî gibi kaynaklar. Hazarlar Putperest'tir
( 9) Hikmet Tanyu, a.g.e., s. 21
(10)
Abdutkadir İnan,
Tarihte ve Bugün Şamanizm,
Ankara,
1054, S. 1 - 9
(11) Baliattin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağlan, Ankara,
1979 II. Baskı, s. 19
(12) Bahattin Ögel, a.g.e,, s. 52
86
demiyor.
Fakat bnlarıri ahlâklacınıri Putperest ahlâkı ol
duğunu söylüyor (13). Hazarların Putperestler'den aldığı
adetlere bakarak onlara Putperest demek doğru olmasa
gerektir. Nitekinn Mes'udî de Hazar ülkesindeki cahilî ve
Putperestleri, Ruslar ve Sakalibe olarak açıklıyor, Rusların
ve Sakalibe'nin dışında kalanları, «Vesaire Putperestler»
diyerek bir açıklama yapmadan geçiyor. Şayet Hazarların
içinde bir topluluk Putperest olsaydı mutlaka Ruslar ve
Sakalibe'nin yanında Hazarları da zikrederdi (14). Bu ifa­
deler, Mes'udî'nin çağında Yahudî,
Hnstiyan ve Müslü­
manlar'ın dışındakilerin çoğunluğu Putperest olduğundan
ve eski Türk inancında kalan Hazarlar da az olduğundan,
eski Türk dini inancmdakilerin, Putperestler'den ayrılma­
dan ve tasrih edilmeden geçildiğini gösterir.
Müneccimbaşı, «Hazarlar da diğer Türkler gibi hiçbir
dine mensup değillerdi.» derken herhalde bilinen ilâhî din­
leri kasdetmiştir. Çünkü Türkler'de ve Hazarlar'da dinsiz­
liğin olduğuna dair hiçbir delil yoktur. Aksine Ibnİ Rusteh
bu konuda bize çok entrasan bilgiler veriyor. «Hazarlar'ın
en büyük reisleri Yahudi'dir. İşa, ordu komutanı ve ileri
gelenler de Yahudi'dir. Geri kalanlar ise Türkler'in dinine
benzer bir din üzerinedirler.» (15). Demek ki o çağda İb­
ni Rusteh, eski Türkler'in dinini tanıyor, kendinden önce­
ki ve sonraki pekçok tarihçinin düştüğü
hataya düşerek
Hazarlar'ın eski dinine Putperestlik demiyor. Bu din, Putpe­
restlikten farklı olduğu için ve bü farkı da gördüğü için
Putperest kelimesini kullanmıyor. Fakat bu dinin ismini
de bilemediği için, eski Türk dini diyerek geçiyor.
Hikmet Tanyu'nun geniş olarak ele aldığı
konuyu,
1960'lardan sonra bazı bilginler de görmüşler ve konuya
(13) îstahrî,
Kitabü'l-Mosalik. s. 108 Halnevî, Mu'cem, C
s. 368
(141 Mes'udî, Murucu'z-Zeheb, C I, s. 201-202
(15) îbni Rusteh, el-Ağlalcu'n-Nefise, s. 130
II.
87
ktS'! olarak değinmişlerdir.
Zajaczkovvski, Artamanov ve
Kafesoğlu gibi bilginler Hazarlar'm eskiden beri t e k Tan­
rı'ya inandıklarını, eski Türk Tanrısı «Tengri Han» (Gök
Tanrı, Ulu Tanrı) a taptıklarını
belirtiyorlar (16). Hazar­
lar'ın eski dininin tek Tanrılı bir din olduğunda şüphe yokturtur. İslâm öncesindeki Türk Dininin Putperestlik olma­
dığı, Şamanizm'le de hiçbir alakasının olmadığı H. Tanyu
ve B. Ögel tarafından açıklanmıştı. Öyleyse bu dinin men­
şei ve mahiyeti nedir? Tek tanrı inancına sahip olduğuna
göre bu dinin ilâhî olması mümkünmüdür? Sorularına H.
Tanyu «eski Türk dini, Haniflik dinine benzer bir din idi.»
demek suretiyle, bu dinin ilâhî olabileceğine işaret etmiş­
tir. Biz bu konuda daha da ileri giderek eski Türk dininin
ve dolayısıyla eski Hazar dininin ilâhî bir din olduğunu id­
dia ediyoruz.
Çünkü Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen Zü'lKarneyn'in (17) Türkler'e uğradığı ve onlara yardım etti­
ği pekçok müfessir tarafından ifade edilmektedir.
Bazı
müfessirler Türk düşmanlığı yaparak, Türkler'e Ye'cüc ve
Me'cüG isnadını yaparken, bu isnadı yapan bazı müfessir­
ler dahi, Zü'l-Karneyn'in yardım ettiği kavmin, Türkler'in
dışında bir kavim olduğunu
söylemiyorlar. İbni
Kesîr,
Zü'l-Karneyn'in İbrahim (A.S.) zamanında yaşadığını, O'na
inandığını, Kabe'nin yapımında O'na yardım ettiğini belirt­
tikten sonra, Zü'l-Karneyn'in, aslen Himyer'li bir melik ol­
duğunu söylüyor (18). Kur'an-ı Kerim'de Zü'l-Karneyn'in
adil bir kimse olup, Allah'a inandığı ifade ediliyor, hatta
Vanî Mehmet Efendi Araisu'l-Kur'an isimli eserinde Zü'l-
(16)
A. Zajaczlcowski, Karaims in Poland. p. 18; î, Kafesoğlu,
Tüı-k Milli Kültürü, Ankara, 1977, s. 2 4 8 - 2 6 3
(17) Kur'an-ı Kerim, Sure 18, A y e t : 8 3 - 1 0 0
(18)
88
İmadüddin Ebu'l-Fida İsmail b, Ömer b. Kesir ad-Dımegkî,
el-Bidaye ve'n-Nihaye, 1966 Beyrut. C. II, s. 102
Kameyn'in Oğuz Han, olduğunu ifade etmektedir (19). Zü'lKarneyn'i Oğuz Han saymak için kuvvetli bir delilimiz
yok. A m a O'nu Himyer'li Melik olarak kabul etsek bile
bu durum, eski TîJrk dininin ilâhiliğini teyit eder. Bozul­
mamış ilâhi dinlerdeki Tek Allah inancına sahip olan Zü'lKarneyn, Türkler'le temas etmiş ve onlara Hak dini öğret­
miştir. Eğer O'nu. İbrahim (A. S.) ın yardımcısı kabul eder­
sek, O'nun İbrahim (A. S.) ın «Haniflik» dinini Türkler'e öğ­
rettiğini ve böylece eski Türk dininin llahîliğini kabul et­
miş oluruz (20). Hazar Türkleri'nin eski
dininin Haniflik
olduğunun en kuvvetli delili, İbni Saad'in şu rivayetidir,
«ibrahim (A. S.) m onüç oğlu vardı. Bunlardan İsmail'i, Hi­
caza, İshak'ı Filistin'e göndermiş, geri kalan onbir oğlu­
nu da batıya ve vahşilere göndermişti. Onbir çocuk, ey
babamız, İsmail ile İshak'ı yanında bırakıp bizleri yanındanmı kovuyorsun (veya uzaklaştırıyorsun) diye sormuş­
lar. O da onlara, size dediğim yerlere gitmenizi emrediyo­
rum demiş ve onlara Allah'ın isimlerinden bir isim pğretm i ş t i . Bu çocuklardan bazıları Horasan taraflarına ve do­
ğuya gidip oraya yerleşmişlerdir. Yerleştikleri yerin ahali­
sine babalarından öğrendikleri Allah'ın adını öğretmişler,
Hatta, Hazarlar'ın meliki de onlara (İbrahim'in soyundan
gelenler)
gelmiş ve onlar da babalarından
öğrendikleri
Allah'ın adını melike öğretmişler ve bu melike «Hakan»
adını vermişlerdir (21). İbni Sa'd'ın bu İfadesi bize açıkça
göstermektedir k,i İbrahim (A.S.) ın oğulları Türkler'le te­
mas etmişler ve HanifPk dinini onlara öğretmişlerdir. Bü(1S3 Vam Melımed Efendi
(Muhammed b. Bastâm el-Hoşabî),
Aıaisu'l-Kur'an vo Nefaisu'l-Furkan,
Beyazıt Devlet Küt.
f>7 nımıarada kayıtlı el yazması, C. II s. 250
(20) Şaban Kuzgun,
Kur'an-ı Kerimde Zü'L-Kameyn meselesi,
Erciye.<3 Dergisi Kayseri, 1982, s: 48
(21)
Ebu Abdillah Muhammed b.. Saad.
Beyrut, 1960. C. I, s. 4 7 - 4 8
et-Tabakatü'WCübra,
89
tün bunlardan anladığuTiıza göre Haniflik inancı, Türkler'e
ve Hazarlara, Zü'l-Karneyn kanalı ile gelmiş olabileceği gi­
bi, bizzat Hz. İbrahim'in çocukları ve onların soyu vasıta­
sı ile de gelmiş olabilir.
Oğuz Han'ın hak dinde oluşu, Allah'a inanmayanlarla
savaşması demekki bir efsane değildir. Demek ki Hz. M u hammed'den önce de Türkler'de
Tek Allah inancı vardı.
Eski Türk inancında Allah «Tengri teg Tengri»dir.
Yani
Tanrıya benzer tanrı, kendine benzer Tanrıdır; Kendinden
başka hiçbir şey O'na benzemez [22). İslâmiyetteki Allah'­
ın kendi zatıyla kaim oluşu, hiçbir şeyin O'na benzemeyişi, Allah'ın «Vacibu'-Vücud»
oluşu eskiden T ü r k l e r d e
biliniyordu.
Öyleyse İslâm öncesi Türkler'in inançlarını
tamamiyle reddetmek mümkün değildir. Ancak Türklerde
var olan bu inanç zamanla bozulmuş ve tek Tanrı inancın­
dan sapmalar olmuş olabilir. Hazarlar Yahudilik, Hristiyan­
lık ve'Müslümanlıktan önce bu tek T a n r ı i r e s k i Türk dinin­
de iken. Batı ile temaslarının sonucu Hrıstiyanlıkla ilgilen­
mişler, bir kısım Hazarlar, Hrıstiyanlığı kabul etmeye baş­
lamışlar, diğer bir kısmı d a . Müslümanlığa ve Yahudiliğs
geçmişlerdir. Bu üç dinin yanında Putperestlikten ayrı ola­
rak Hazar ülkesinde, eski Türk dininin uzun süre varlığını
koruduğunu az da olsa küçük cemaatler tarafından bu inan­
cın sürdürüldüğünü ifade edebiliriz.
2, Hazarlar'da Hristiyanlık :
Eski Türk
Dinine inanan Hazarlar; Hnstiyan, Müslü­
man ve Yahudî kitlelerle temas ettikçe bu kitlelerin din­
lerine ilgi duymaya başlamışlardır. Bu ilginin sonucu ola­
rak da kitleler halinde islâmiyet,
Hristiyanlık ve Yahudi­
liği benimsemeye başlamışlardır. Kaynaklarda hangi dinin
C22) B. ögel, Tüxk Kültürünün Gelişme Çağlan, s. 313
90
daha önce benimsendiği hususunda bîr açıklık yoktun Ha­
kan Yusuf'un mektubunda, VII. yüzyılın başlarında Yahu­
diliği kabul ettiklerini ifade etmesine rağmen, her halde
Hristiyanlık Hazar ülkesine Yahudİlik'den önce girmiştir.
Hazar ülkesine Hristiyanlık, Arranlılar vasıtasıyla sokul­
maya çalışılmış, Arran Metropoliti İsrail, (677-703) Hazar
ülkesindeki Hrıstiyanlığı yayma faaliyetinde hayli başarılı
görünmüştür (23). Muhtemelen Hnstiyan, Yahudi ve Müs­
lüman misyonerleri aynı yüzyıl içinde Hazar ülkesinde faa­
liyete geçmişlerdir.
Hristiyanlık Hazar sarayına devletin son zamanlarına
kadar girememiştir. Ancak halktan bir kısım insanlar çok
önceleri Hrıstiyanlığı kabul etmişlerdi. İstahrî, Hazarlar'ın
ekserisinin Müslüman ve Hnstiyan olduğunu, çok az b i r
kısmının ise Yahudî olduğunu ifade ediyor (24). Dımeşkî
ise Hazarlar'ı Ermenî ırkından ve Hnstiyan bir kavim ola­
rak bize haber veriyor (25). Hazarlar'ın Ermenî ırkından
olması iddiası ne kadar yanlış ise, onların hepsinin Hns­
tiyan olması iddiası da o derece yanlıştır. Çünkü Hazar­
lar'ın çağdaşı olan bütün kaynaklar, bunun t a m aksini söylehıektedirler.
Hazarlar arasında Hrıstiyanlığın yayılmasına tesir
eden faktörlerin başında onların, Bizans ile münasebetle­
ri gelmektedir. Bizans sarayına gelin giden Hazar Prense­
si Çiçek, Hrıstiyanlığı kabul ederek vaftiz olmuş, bu ha­
dise Hazar ülkesinde bazı Hazarlar tarafından Hrı,stiyanlığa ilgi duyulmasına vesile olmuştur.
Heraclius zamanında başlayan i k i ; taraf
arasındaki
heyetlerin gidiş gelişi, Hnstiyanlığa Hazar ülkesinde bir
(23) M, Remzi, Telfiku'l-Ahbar; C. I, s. 192; Z. V. Togan, Hazar­
lar, İslâm Ansiklopedisi, C, V, s. 400
(24) İstahrîN Kitabu'l-Mesalik, s. 108
(25) Dımeşkî, Nuhbetu'd-Dehr, s. 263
91:
zemin hazırlamış, b i r defasında Bizans heyetinden St. Costantin, Hazar sarayına gelmiş, Hakan O'na verdiği ziyafet­
te kadeh kaldırarak «Tek Tanrı adına, her şeyi yaratan
adına içelim» diye teklifte bulunmuş, elçi Costantin de
«Ben Tek Tanrı adına, O'nun kelimesi ve ruhu adına içe­
rim» diye cevap vermiş, Hakan da bu söze karşılık olarak
«Biz bir noktada mutabıkız,
bir noktada ise ayrılıyoruz,
siz kutsal üç'e tapıyorsunuz, biz ise tek Allah'a inanıyo­
ruz» (26) demiştir.
Hazarlar'da Hrıstiyanlığın yaygınlaşması 860 yıllarına
rastlar. Hazar Hakanı'nın isteği üzerine meşhur Slav Aposiiol'u C y r i l l , (Kiril) Başkent Itil'e 860 yılında ^gelmiş ve
Hakan'ın sarayında çok iyi bir kabul görmüştür. Fakat Ha­
kan'ın huzurunda Musevî Hahamları ile yaptığı münakaşa­
da pek tesirli olamamıştır. Kiril bu seyahat için özel ola­
rak İbranice'yi öğrendiği
halde Hakanı iknaya muvaffak
olamamıştır.
Ancak çok daha önceleri Bizans kanalıyla
gelen Hristiyanlık, Kiril'in bu seyahatından sonra, Hazar
ülkesinde geniş bir taraftar bulmuş v e yayılmıştır (27).
Son Hazar Hakanı, Kırım'da Bizans'ın yardımını sağ­
lamak için Hrıstiyanlığı resmi din olarak kabul
etmiştir.
Ancak Bizans'tan beklediği yardımı alamamıştır (28). Ar­
tamanov, Yahudi Hazarlar'ın, Yahudiliğin resmi din olarak
kabul edilmesini müteakip, ülkedeki Hrıstiyanlara, Kırım
çevresindeki Hnstiyan Gotlara baskı yaptıklannı ifade edi­
yor (29). Hazarlar'da küçümsenmeyecek sayıda bir toplu­
luk, Hrıstiyanlığı kabul etmiştir. Fakat bu Hnstiyan Hazar
topluluğu devlet yıkıldıktan sonra, Hnstiyan Rus camiası
(26) A. Zajaczkowski, Ka.raims in Poland, p. 18
(27)
Runciman. Orta Çağların Başında Avrupada Türkler, Bel­
leten, C. VII. s. 54;
(28) N. Asun, M . Arif, Osmanlı TariJû,.C. İ, s. 75
(29) M. Artamanov, The History of the Hazars, p. 519
92
içinde eriyerek kaybolmuşlardır.
Devlet yıkıldıktan
bir
müddet sonra başlayan Moğol akınları, Ruslarla beraber
oturan Hazarlar'ın müşterek müdafaa gayretiyle
Hrıstiyanlaşmasına ve Ruslar'la kaynaşarak Ruslaşmasına se­
beb olmuştur. 1249 yılında Volga ile Don arasında seya­
hat eden Plano Caprini, bu bölgelerde Hnstiyan Hazar ce­
maatlerine rast geldiğini söyler.
Bu Ruslaşan Hristiyan
Hazarlar. Ruslar'm Boyar (Bayar) asilzade sınıfını meyda­
na getirmişlerdir (30).
Hrıstiyanlaşan l-jazar unsurlarımn Ruslaşmasının yanı­
sıra, Yahudi Hazarlar'ın bir kısmı da Ruslann zoruyla Hrıs­
tiyanlığı kabul ederek Ruslaşmıştır (31). Hazarlar arasın­
da Hrıstiyanlıkla birlikte Müslümanlık yayılmaya başlamış
ve İslâm mücahitleri Ermenistan, Güney Kafkasya ve Ha­
zar ülkesinde faaliyet göstererek İslâmiyeti yaymışlardır.
3, Hazarlar'da İslâmiyet ;
Hazar ülkesinde İslâmiyet, Araplar ile temaslann baş­
lamasıyla birlikte görülmeye başlamıştır. Daha önce de be­
lirttiğimiz gibi, islâm ordülan bir yandan Ermenistan v e
Kafkasya bölgelerinde fetihler yaparken, öbür yandan bu
fethedilen topraklarda İslâmiyeti yayma çalışmaları sürdü­
rülmüştür. Müslüman Araplar, Hazarlar'a İslâmiyeti nasi­
hat yolu ile kabul ettirme yerine zorla, savaş yoluyla ka­
bul ettirme yolunu seçmişlerdir.
Bu yüzden Islamiyetin
Hazarlar arasına girmesi hayli geç olmuştur. Eğer savaş
yerine bilginler gönderilerek onlara
İslâmiyet anlatılmış
olsaydı, Hazar ülkesinde mevcut olan dinî müsamaha yü­
zünden bu yol daha başarılı olurdu. Nitekim bütün zorla­
malara rağmen pebir yoluyla Hazarlar, İslâmiyeti kabule
yanaşmamışlardır. İslâmiyet, Hazar ülkesine banş yoluyla,
C30) R. s.
(31)
Karaşemsi, Hazar Türkleri, s. 44
Solonon
Grayzel, A . History
of the Jews, p. 281
d3
Müslüman Arap tüccarlarm
Hazarlar'la teması sonunda
girmiştir. Müslüman tüccarların gayretleri sonucu Hazar­
lar yavaş yavaş Müslümanlığı benimseye
başlamışlardır(32). Bütün zorlamalara rağmen, Müslümanlığı kabul et­
meyen Hazarlar,'737 yılında Mervan b. Muhammed'in Baş­
kent itil'i zaptetmesi üzerine, İslâmiyeti kabule mecbur ol­
muşlar, Hazar Hakanı İslâm Devleti'nin yüksek hakimiye­
tini tanımak zorunda kalmış ve bu sayede tahtını koruya­
bilmiştir. Bu tarihlerde iki İslâm bilgini, İslâmiyeti öğret­
mek üzere Hazar ülkesine gitmiştir. Ancak Mervan'ın ölü­
mü üzerine Hazar Hakanı İslâmiyeti terk etmiş, eski di­
nine dönerek bu dini kabulünün siyasî bir manevra oldu­
ğunu ortaya koymuştur (33).
Hazarlar'a İslâmiyeti, Müslüman tüccarların yanısıra,
Müslüman Harizm'li askerler de öğretmişlerdir.
965'den
sonra komşu Türk kavimlerinin saldırısı üzerine Hazarlar,
Müslüman Harizm'İllerden yardım
istemişlerdir.
Ancak
Harizmli askerler Hazarlar'a İslâmiyeti kabul etmeleri şar­
tıyla yardım edebileceklerini söylemişlerdir. Bunun üzeri­
ne Hazarlar'ın büyük bir çoğunluğu Müslümanlığı kabul et­
mişlerdir (34). Bu savaşta Müslümanlığı kabul etmiyen
Hazar Hakanı yine -aynı tarihlerde
Ruslar'm saldırılarını
arttırmaları üzerine Harizm'liierden yardım sağlamak için
islâmiyeti kabul etmiştir (35). Mes'udî Hazar ülkesinde ye­
di hakimin bulunduğunu, bunlardan ikisinin Müslümanların
davalarına baktığını belirterek şunları söylüyor. «Amil (İtil)
ahalisinin çoğunluğu Müslüman'dır. Bu Müslümanlar, Me­
lik'in askerleri olup, Harizm'den gelmişlerdir. Ülkelerinde
(32)
Hakkı Dursun
Yıldız,
Müslümanlığın
Hazarlar
Arasında
Yayılması, VIII. Türk Tarih. Kongresi, Ankara, 1976, s. 58
(33)
Hakkı Dursun Yüdız, a..g.e„ s. 58
(34) Müneccimbaşı, Sahaîfü'lAhbar, C. I, s. 396
(35) İbni Havkal, Suretü'l-Aı-z, s. 211
94
baş gösteren kuraklık ve veba yüzünden Hazar ülkesine
gelmişlerdir. Onlar çok güçlü olup, savaşlarda Hazar Ha­
kanı onlara çok güvenir. Oniar Hazar İVlelik'i ile şu husus­
larda anlaşmışlardır. 1) Kendilerine ait bir mescidlerl ola­
cak, bu mescidde Ezan okunacak ve îislâm dinini açıkla­
mak serbest olacak, 2) Hazar Meliki'nin veziri onlardan
olacak, bu gün, Melik'in veziri Harizm'li askerlerden olan
Ahmed b. Kûye'dir. 3) Hazar Meliki Müslüman bir ülke
ile harp ettiği zaman l^arizmli müslüman askerler savaşmıyacaklar
Hakan'ın ülkesinde Larisî ismi verilen bu
askerlerin dışında tüccar ve sanatkarlardan oluşan bir müs­
lüman topluluk daha vardır k i , onlar adalet ve emniyeti
dolayısıyla Hazar ülkesine gelmişlerdir. Bu Müslüman top­
luluğun camisindeki
Minarenin ışıkları Hakan'ın sarayını
aydınlatır, ayrıca daha başka mescitler de vardır. Orada
çocuklara
Kur'an okutmak için mektepler vardır.» (36].
Mes'udî'nin beyanından anlaşıldığına göre asker,
tüccar
ve sanatkarlardan oluşan büyük bir müslüman topluluk, o
çağda Itil'de yaşamaktadır ve bu topluluk şehir nüfusunun,
çoğunluğunu teşkil etmektedir. Nitekim
başka pekçok
kaynak da Hazar ülkesinde nüfusun en büyük kısmını Müs­
lümanların, en az kısmını ise Yahudilerin teşkil
ettiğini
haber veriyorlar (37). Makdisî, Hazarlar'ın Halife Me'mun
devrinde müslüman olduğunu (38) söylerken, Barthold ise
Gürgenç emiri Me'mun b. Muhammed devrinde Hazarlar'ın
Müslüman olduğunu söylüyor (39).
Yılmaz Öztuna 732 - 800 yılları arasında Hazar Imparatoruğu'nun resmi dininin İslâmiyet olduğunu ve tarihte ilk
Müslüman Türk Devleti'nin Hazar Devleti olduğunu iddia
(36] Mes'udî, Murucu'z-Zeheb, C. I, s. 2 0 1 - 2 0 2
(37) îstahrî, Kitabül-Mesalik ve'l Memalik, s. 108
(38) Makdîsî. Ahsenü't-Tekasim, s. 360 - 361
(39) V , V: Barthold, Orta Asya Tarihi Hakkmda Dersler, s. 8?
95
ediyor (40). Ancak bu konuda kaynaklar bize bir l\/lüsl'üman Hazar Devleti'nden bahsetmediği gibi,
737 yılında
Müslüman olan Hakan'ın bir müddet sonra Müslümanlık­
tan ayrılarak eski dinine döndüğünü bildiriyorlar. Hazar­
lar'da İslâmiyet, Arap - Hazar savaşlarının hızı kesildikten
sonra sür'atte yayılmaya başlamış ve devlet nüfusunun ço­
ğunluğunu Müslümanlar teşkil etmiştir. Devletin yıkılma
döneminde Yahudilik sadece saray ve çevresinde kalmış,
geri kalan nüfusun büyük çoğunluğunu Müslümanlar oluş­
turmuştur.
Devlet yıkıldıktan sonra bu büyük çoğunluk
Kumanlara, Peçeneklere ve diğer Türk kabilelerine karışa­
rak erimişlerdir (41), Devletin son zamanlarında en büyük
çoğunluğun
Müslüman, ikinci büyük
çoğunluğun
Hns­
tiyan, en azının da Yahudi oluşu son derece Önemlidir.
Hazarlar'ın Yahudiliği benimsemeleri ve Doğu Avrupa Ya­
hudiliğinin rnenşeinin Hazarlar olup olmadığı konusuna bu
husus göz önünde bulundurularak bakılmalıdır.
4. Hazarlar'da Yahudilik ve Yahudiliği benimseme me­
selesi :
Hazarlar'ın Tevrat'ı benimsemesi ve Musevî oluşu
dünyayı şaşırtan ve çok dikkat çeken bir olaydır. Eski kay­
naklarda bulunan yuvarlak ifadelerden herkes başka baş­
ka ma'nalar çıkararak değişik görüşler ortaya koymuşlar­
dır. Konuya eğilmek isteyenler çoğunlukla mes'eleye sa­
dece tek bir yönden bakmışlar ve bunun sonucu olarak
yanlış ve eksik görüşler ortaya koymuşlardır.
Kutschera
gibi bazı bilginler Hazar ülkesinde Yahudiliğin çok yaygın
olduğu ve Hazarlar'ın hepsinin Yahudiliği kabul ettiği nok­
tasından hareket ederek, bu günkü Doğu Avrupa Yahudi(40)
(41)
96
Y. öztuna, Türkiye Tarihi, C. I, s. 262
R. S. Karaşemsi. Hazar Türkleri, s. 44
liginin tamamının Hazar menşe'li olduğunu (42) iddia et­
mişlerdir.
Poliak ve Koestler gibi araştırmacıliar, Avru­
pa Yahudiliğinin tamamının değil de, büyük bir çoğunlu­
ğunun Hazar menşe'li olduğunu (43) söylemişlerdir. Solomon Grayzel gibi bazı bilginler de Doğu Avrupa Yahudile­
rinin Hazar ülkesinden gelenler ve Avrupa ülkelerinden
gelenlerin karışımı olduğunu (44) ifade etmektedirler. Bü­
tün bu görüşler, Hazarlar'dan Yahudiliği kabul edenlerin
sayısının çok olması nazariyesine dayanmaktadır.
Hazarlar'da Yahudiliğin ne miktarda yaygın olduğu
münakaşa konusu olduğu gibi, Hazarlar'ın kabul etmiş o l ­
duğu Yahudî mezhebinin de, hangi mezheb Olduğu müna­
kaşa edilmektedir. Rabbani Yahudiler, Hazarlar'ın Talmud'u
benimsediklerini ve Rabbanî mezhebine girdiklerini iddia
ederlerken, Karaim Yahudileri, Hazarlar'ın sadece Tevrat'ı
kabul ettiklerini, onların Talmudist olmadığını ve Karaî
mezhebinde olduklarını söylemektedirler. Bu .değişik gö­
rüşler karşısında bir sonuca varmak için değişik görüşle­
re sahip olanların delillerini görmek ve bu delilleri karşı­
laştırmak gerekir. Bilhassa Doğu Avrupa Yahudilerinin Ha­
zar menşe'li olup olmadıkları hususunu tesbit edebilmek
için Dünya'daki Yahudî göçlerini takip etmek, Yahudilerin
Hazar ülkesine ve çevresine ne zaman geldiklerini tesbit
etmek, aynı zamanda Yahudilerin Orta Avrupa'ya, Alman­
ya'ya ve Polonya'ya ne zaman geldiklerini ortaya koymak
gerekir. En önemli husus, Hazarlar'ın ne kadarının Yahudili­
ği kabul ettiği hususudur. Biz bu konuya girerken, önce Ha­
zarlar'ın ne zaman ve nasıl Yahudiliği kabul etmiş oldukla­
rını ve ne t ü r bir Yahudiliği benimsediklerini, yani hangi
Yahudi mezhebine girdiklerini ortaya koyacak, daha son(42) Kutschera, Die Chasaren,, p, 209
(43) A . Koestler, Tlıe Thirteenth Tribe, p. 16 - 1 7
(44) Soloman Grayzel, A . History of the Jews, p. 445 ,
97
ra Hazar ülkesine gelen Yahudi göçmenleri ve Hazar Dev­
leti yıkıldıktan sonra Hazarlar'ın, özellikle Yahudi Hazar­
lar'ın, nerelere göç etmiş olduklarını tesbit ettikten son­
ra, Doğu Avrupa Yahudiliği ile Hazarlar'ın, Karaylarla Ha­
zarlar'ın ilişkisini açıklayacağız.
a. Hazarlar'da Yahudiliğin Kabul Ediliş Tarihî ve Ş e k l i :
Hazar ülkesine Yahudiliğin ne zaman gelmiş olduğu
hakkında değişik görüşler vardır. A . Harkavy, Hakan Yu­
suf'un mektubuna dayanarak Yahudiliğin Hazar ülkesine
620 yıllarında, yani Hazar Devleti'nin bağımsızlığını kazan­
mak üzere olduğu zamanlarda geldiğini ifade
etmektedir
(45). R.S. Karaşemsi, Hazar Hakanı'na, 670 yıllarında Sa­
karya'dan Hazar ülkesine gelen İshak Sangarî'nin Yahudili­
ği benimsettiğini (46) söylüyor. M. Artamanov, Hazarların
Yahudiliği 730 yıllarında kabul ettiklerini (47) söylerken,
bazı Yahudi kaynaklar, bu tarihin 740 yılı olduğunu (48)
ileri sürüyorlar. İslâm kaynakları ise Hazarlar'ın Halife Harunu'r-Reşid devrinde, yani 785 yıllan civarında Yahudili­
ği kabul ettiklerini (49) belirtiyorlar. Hazar Hakanı'nın Ya­
hudiliği kabul etmesinden daha önceki bir zamanda Yahu­
diliğin, Hazar ülkesine gelmiş olması mümkündür. M.Ö.
VI. yüzyılda Yahudi mabedinin ilk defa yıkılması sonunda
Filistin'den sürgüne gönderilen Yahudiler, Iran ve Irak'a
gelmişler, daha sonra bir kısmı sürgünden Filistin'e geri
döndüğü halde, diğer bir kısmı oldukları yerde kalmış ve
Filistin'e dönmemişlerdir (50). Bu asırdan itibaren İran'a,
f45) H. Rosenthal, Chazars, J. E. V. IV, p. 2
(46) R. S, Karaşemsi, Hazar Tilrkleri, s. 18
(47) M . Artamanov, The History of Üıe Chazars, p. 519
(48) H. H. Milman, The History of the Jews, V, III, p. 129
(49) Mes'udî, Murucu'z-Zeheb, C. I. s. 200-201
(50)
Yaşar Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhepleri, Ankara 1065,
S. 183
98
Ermenistan'a Kafl<asya'ya aralıklarla Yahudiler gelip
yer­
leşmişlerdir. Nitekim bazı Yahudi kaynaklar, 1. yüzyıldan
itibaren Karadeniz ve Hazar Denizi sahillerinde Yahudile­
rin bulunduğunu, hatta Ural Bölgesinde dahi bu çağlarda
Yahudiler'in mevcut olduğunu ileri sürmektedirler (51).
Verilen muhtelif rakamlardan, Hazar ülkesine Yahudiliğin
ne zaman geldiğini ve Hazar Hakanı ile çevresinin hangi
tarihte Yahudiliği kabul ettiklerini
tesbit etmek güçtür.
620 yılı, pekçok Yahudi tarihçi tarafmdan dahi kabul edil­
mediğine göre bu tarihi geçebiliriz. 670 yılını da ihtiyatla
karşılamak zorundayız. Daha önce gelen Yahudi, göçmen­
lerin dışında Hazarlar'ın Yahudiliği kabul edişi 730 yılı ile
790 yılı arasında meydana gelmiş olabilir.
Muhtemelen
730 yıllarında Yahudi bilginler, Hazar ülkesinde faaliyet
göstermeye ve Hakan'ın sarayında taraftar toplamaya baş­
lamışlardır. Bu taraftar toplama çalışmasını Hakan'ın sa­
rayına teksif etmeleri, Bizans'tan ve diğer yerlerden gelen
Yahudi göçmenlere sempati toplama amacına yönelik ol­
malıdır. Yapılan işkenceler yüzünden Bizans'tan kaçan din
kardeşlerini Hazar topraklarında barındırmak için her şey­
den önce Hakan'ın müsaadesine ve hiyamesine ihtiyaçla­
rı vardı. Bu yüzden daha çok Hakan'a ve çevresindeki ile­
ri gelen devlet adamlarına Yahudiliği benimsetmek için
gayret göstermişlerdir. Bu gayretin sonucu olarak 780 Yıl­
larından önce Hakan ve çevresi Yahudiliği benimsemişler­
dir. Ancak bu olay, o günün şartları içinde çevre ülkeler­
de ve İslâm âleminde hemen duyulmamıştır. 780-790 yıl­
ları arasında bu olay İslâm âleminde duyulmuş
olabilir.
Bu yüzden de İslâm tarihçileri, Halife Harunu'r-Reşid dev­
rinde Hazarlar'ın Yahudiliği kabul ettiğini yazmışlardır. S.
Tolstov, Yusuf'un mektubunda ikinci Hakan olarak zikret­
t i ğ i Obedya'nın 760-770 yıllarında Hakanlık yaptığını be-
(51)
H. Rosenthal, Chazara, J; E . V. IV, p, l
99
yan ettiğine (52) göre, birinci Hakan Bıılan'ın 620 yılların­
da değil 740-750 yıllarında yaşamış olması ye Yahudiliği
de bu tarihlere yakın
bir zamanda kabul etmiş olması
akla uygun gelmektedir. Yusuf'un mektubunda Obedya'nın
devrim yaptığı, dinde bazı düzeltmelere gittiği belirtiliyor
(53). Artamanov, Obedya'nın bu harekelini sadece dinî de­
ğil, aynı zamanda siyasî bir devrim kabul edip, bu dev­
rimden sonra Obedya'nın Hnstiyan ve Müslüman kitlelere
baskı yaptığını ve Ortodoks Got kilisesini kaldırdığını (54)
beyan ediyor. Bu görüşe göre 770 y ı l l a n , Yahudiliğin Ha­
zar Devlet siyasetine egemen olduğu yıllardır.
Yıllardır
ezilen, sürgünlere gönderilen Yahudiler, bir devletten mah­
rum olarak ya.şarlarken, Hazar Devleti'nin ileri gelenleri­
nin Yahudiliği kabul etmesi ve devletin resmi dininin Ya­
hudilik olma-oı karşısında bu durumu dünyaya duyurma ih­
tiyacını hissetmişlerdir. Hazarlar'da eskiden beri bulunan
dini müsamahaya rağmen,
böyle bir fırsatı ele geçiren
Yahudiler, Devletin siyasetine egemen olmaya başlamış ve
Hnstiyan ve Müslümanlara baskı uygulayarak yüzyıllardan
beri çektiklerinin acısını çıkarmak istemiştir. Artamanov,
bu baskının kısa bir süre sonra yerini tekrar engin bir mü•samahaya terk ettiğini ifade ediyor. Hakan ve çevresi İs­
lâm tarihçilerinin belirttiği tarihlerden biraz önce Yahudi­
liği kabul etmiş olabilirler. Ancak devletin dininin Yahudi­
lik olduğunun resmen ilânı v e Yahudi nüfuzunun devlet s i ­
yasetine egemen olması JsIâm tarihçilerinin bildirdiği ta­
rihlerde olmuştur.
Hakan Yusuf'un mektubunda, Hakan Bulan'ın Yahudi­
liği kabul ediş şekli şöyle anlatılmaktadır. «Birkaç asır ön­
ce Hazarlar üzerinde Hakan Bulan hüküm sürüyordu. Bir
(52) Z. V . Togan, İDİam Ansiklopedisi, C. V , s. 406
(53) A . Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 73
(54) M . Artamanov; The History of the Chazars, p. 519
100
gece. Tanrısı O'na rüyasında göründü ve O'na kuvvet kud­
ret ve şöhret vaad e t t i . Bu rüya ile cesaretlenen B u b n ,
Daryal yolu ile Erdebil ülkesine gitti ve orada (Araplara
karşı] büyük zaferler kazandı. Bizans İmparatoru v e İsmailîlerin halifesi ona elçilerle beraber hediyeler yolladılar
ve O'nu kendi dinlerine çevirmeye çalıştılar. Bulan, bilgili
İsrail din adamlarmı da davet etti ve onların hepsini (din­
lerini) açıklamaya çağırdr.. Bulsn, kendi dinlerinin en iyisi
olduğuna inanan ve bunu savunan her kişiye, kendi din­
leri dışında ikinci derecede hangi dinin daha doğru oldu­
ğunu sordu. Müslüman din adamı da, Hnstiyan din ada­
mı da, kendi dinlerinden sonra Yahudiliğin ikinci derece­
de i y i v e doğru olduğunu söylediler. Hakan Bulan, aldığa
cevaplar üzerine (bu üç dinin içinde} Yahudiliğin en iyi
ve en doğru din olduğuna kanaat getirdi ve bu yüzden Ya­
hudiliği kabul etti» (55). Hakan Yusuf'un ifadesinden anla­
şıldığına göre sarayda üç dinin mensupları arasında bir
münazara tertipleniyor, Bulan münazaraya katılan din
adamlarının her birine ayrı ayrı sorular soruyor Ve. sonun­
da bir kanaate vararak Yahudiliği seçiyor. Marguart, Dun­
lop v e Koestler gibi araştırmacılar, İslâm tarihçisi el-Bekrî'nin bu münazaraya İslâm bilgininin katılmadığını sövlediğinl belirtiyorlar (56). Bu üç araştırmacı eserlerinde elBekrî'nin bu hadiseyi şu şekilde naklettiğini ileri sürüyor­
lar. «Hazar Kralı daha önce Hrıstiyanlığı kabul etmiş o l ­
duğu halde, sonradan bu dinin yanlışlığını görerek canı
sıkılmış ve durumu yanında bulunan yüksek rütbeli adam­
lardan birine anlatmış, O yüksek rütbeli adamı da, ona
kiitsaryazıların üç ayrı toplumun elinde olduğunu, gerçeği
(55) H. Rosenlhal, Chazar.=ı, J. E. V. IV, p, 2
(56) J. Marqu£irt, Osteiu-opaİGChe und Ostaiatische Streifzüge,
Leipzig, 1S03. p. 7 - 8 ; Dunlop, Tlıe .I-îistaıy c f the Jcnnsh Khazsırs, p.; 90; Koestler The TÎ-ıirtecnÜi Tribe p. 6 3 - 6 5
101
öğrenmek için bu üç toplumdan birer kişiyi ülkesine davet
edip onlara kendi inançlarmı anlattırmasını, onları dinle­
dikten sonra kendisinin bir karara varmasını
söylemiş.
Bunun üzerine Hakan Hrıstiyanlara haber göndererek on­
lardan bir din adamı istemiş, o sırada Hakan'ın yanında
münakaşa kabiliyeti çok yüksek olan bir Yahudi din ada­
mı da varmış, (Yahudî din adamı karşısında) Hnstiyan din
adamı sözlerini delillendiremeyince davayı kaybetmiş. Bu
sırada Hakan, sarayına Müslüman bir din adamı da davet
etmiş, Müslümanlar, Hakan'ın sarayına münakaşa kabiliye­
ti yüksek bir din adamı göndermişler, fakat Hakan'ın sa­
rayında bulunan Yahudî din adamı, birine para vererek yolda
Müslüman din adamını zehirletmiş. Müslüman din adamı
Hakan'ın sarayına gelmeyince de Yahudi din adamı. Ha­
kan'ı ikna ederek ona Yahudiliği kabul ettirmeyi başarmış.
el-Bekrî'nin el-Mesalik ve'l-Memalik isimli eserinin İstan­
bul nüshalarında böyle bir ifadeye rastlamak mümkün ol­
madı. Brockelmann, aynı eserin İspanya Escurial Kütüp­
hanesinde ve Cezayir'de de nüshalarının bulunduğunu be­
lirtiyor (57). Belki bu ifadeler bu nüshalarda mevcut olabi­
lir (58), El-Bekrî'nin eserinin İstanbul nüshalarında olay şöy(57)
(58)
102
Cari Brockelmann,
Geschichte Der Arabischen Lltteratur
Supplementband, I, Leiden, 1937, p. 875 - 876
el-Bekrî'nin naklettiği iddia edilen zehirleme hadisesine ilk
defa Koestler'in eserinde tesadüf ettim. Olayı ana kaynak­
tan tetkik etmek için İstanbul kütüphanelerine giderek elBekri'nin zikredilen eserini baştan başa bir kaç kere gözden
geçirdim, falcat böyle bir zehirleme olayma rast gelmedim.
Bunun üzerine Koestler'in dipnotuna bakarak hangi kay­
naktan faydalandığını • öğrenmek istedim, Koestler'in
dip­
notuna baktığımda, onun esas kaynak yerine Dunlop'un eserinden faydalandığını gördüm. Dunlop'un dipnotuna bak­
tığım zaman, onun da ana k a y r a k yerine Marguart'ın ese­
rinden faydalandığını tesbit ettim. Marquart'ın eserine ba­
kınca onun da Kunik ve Rosen'in 1878 yılında Petersburg'-
le nakledilmektedir. «Hazarlar'ın dini Yahudiliktir.
Hazar
meliki. Harunu'-Reşid zamanında Yahudi olmuştur... Hazar
melikinin Yahudiliği kabul ediş sebebi ş u d u r : Rum meliki
ülkesinde bulunan Yahudileri zorla Hnstiyan yapmaya çalış­
mış, bunun üzerine bir kısım Yahudiler,
Hazar ülkesine
kaçmış, bu sebepten dolayı Hazarlar Yahudî olmuşlardır»
(59). Görülüyorki el-Bekrî, Müslüman din adamının zehir­
lenmesi olayından bahsetmemektedir (60). Eğer el-Bekri gerçekten böyle bir zehirleme olayından bahsetmiş i s e ,
yani el-Bekrînin eserinin diğer nüshalarında bu olay var
İse, Hazar Hakanı'nın Yahudiliği kabul etmeden önce Hns­
tiyan olduğunu ve dolayısı ile Hazar ülkesine Hnstiyanlığın Yahudilikten önce girdiğini kabul etmemiz gerekiyor.
Hazarlar'ın Yahudiliği kabul etmesi esnasında üç di­
nin mensupları arasında bir münazara tertip edilmiş o l ­
makla beraber, bu münazaradan önce Hakan'ın sarayında,
Yahudi bilginlerin
nüfuzunun iyice arttığı, hatta münaza­
radan önce Hakan'ın Yahudiliği
diği söylenebilir. Çünkü Hakan,
benimsemeye karar ver­
bilginlere
sormaktadır k i , onun sorduğu sorulardan,
öyle
sorular
Yahudi bilgini
haklı çıkarma arzusunu sezmek güç değildir. İslâm hali­
fesi ile Bizans
İmparatoru'nun,
Hakan'ı kendi
dinlerine
da yayınladıklan «îzvcstia el-Bekrt» isimli bir yaymdan faylandtğmı mü.şahede ottim. Kunik ve Rosen'in yaymmı elde
etme imkânmı bulamadım. Ayrıca el-Bekri'nin eserinin İs­
tanbul nüshalarının dışındaki nüshalarını da elde etme im­
kânım bulamadım. Bahsedilen zehirleme olayı diğer nüsha­
larda yoksa uyduııümuş oluyor.
(59) Ebu'Ubeyd Abdullah, b. Muhammed b. Eyyub el-Bekrî el-İnebi, el-Mesalik ve'l-Memalik, sj 46
(60)
A. Koestler, The Tliirteenth Tribe. p. 65 - 68
103
çekmek istemeleri karşısmda böyle bir mizansen hazır­
layarak, onları gücendirmeden işin içinden sıyrılmak iste­
diği söylenebilir.
Hakan Yusuf'un mektubundan başka, olayı tafsilatlı
bir şekilde anlatan kaynak mevcut değildir.
el-Bekrl'nin
eserinin İstanbul nüshalarından, Hazarlar'ın Yahudiliği ka­
bul etmelerine Bizans'dan gelen Yahudi göçmenlerin kat­
kısı olduğunu anlıyoruz. Ancak Bizans'ın dışında Iran ve
Ermenistan'dan da Yahudî göçmenler Hazar ülkesine' gel­
mişler ve dolayısı ile onların da bu hadiseye katkıları ol­
muştur.
b. Hazarların Yahudiliği kabul ediş sebebi :
Hazar Hakan'ı ve çevresinin Yahudiliği kabul ediş se­
bebleri hakkında değişik görüşler mevcuttur. Yahudî kay­
naklar, Yahudiliğin diğer dinlerden üstün olması, yapılan
münazaranın Yahudi bilgin tarafından kazanılması yüzünden,
Hakan'ın Yahudiliği kabul ettiğini söylerler. I\/leşhur is­
panyol Yahudi şairi Yehuda Halevî,
Hakan'ın huzurunda
yapılan münakaşadan Yahudi bilginin
galip çıkmasından
ilham alarak Kitabu'l-Hazari isimli bir kitap yazmıştır. Bu
kitapta Halevî, Hazarlar'ı sadece bir fon olarak kullanmış
olup, eserinde Yahudiliğin, Hnstiyanlığa ve Müslümanlığa
karşı daha üstün olduğunu felsefî bir tarzda işlemiştir (61).
Ancak Halevî, Hazarlar'ı yakından tanımamaktadır,
onlar
hakkında sadece Hasdai'ye gelen mektuplardan bilgi sahi­
bi olmuştur (62).
A. Zajaczkovvski,
Hazarların daha önce tek tanrıya
inanmış olmalarının Yahudiliği kabul etmelerine tesir et(61) A. Koestler, The Thirteenth Tı-ibe, p. 76
(62) A . Koestler, a.g.e., p. 78
104
tiğini ifade ederek bu konuda şunları söylüyor. «Proto
Türkler'de devam eden «Tengl Han» inancı, bir t e k Allah'a
ibadet etme, Hazarlar'da devamı etmiştir. Bu yüzden tek
Tanrı'ya inanan Hazarlar'ın Moniteist bir din olan Yahu­
diliği benimsemeleri kolay olmuştur»» (63).
Hazarlar'ın Yahudiliği benimsediği sıralarda gerek İs­
lâm mücahidleri ve.gerekse Hristiyan misyonerleri' bu böl­
gede kesif bir faaliyet halinde idiler (54), Halktan bir kıs­
mı, müslümanlığı seçtiği, djğer bir kısmı da Hrıstiyanlığı
seçtiği halde Hakan ve çevresinin Yahudiliği, seçmesi in­
sanı,
bu konuda başka sebepler aramağa zorlamaktadır.
R.S. Karaşemsi, bu konuda şunları söylemektedir. «Hazar
Türkleri'nin yüksek sınıfları musevîliği kabul ettikleri sı­
rada, Hristiyanlık şarkta henüz yeni intişar etmiş ve bir­
çok meslekler doğmuştu. Ekseriyetle (Hristiyanlık) ya zor­
la ve yahut aşağı tabaka tarafından kabul edilmiş bir din^
di, (Nietzsche) nin dediği gibi mahkumlar dini, avam dini
olan Hrıstiyanlığı, Türkler pek güç kabul ederlerdi. İslâm­
lık ise, pek yabancı bir kavmin kendi lisanı ile yaymaya
çalıştığı bir dindi. Musevîlik, o zamana göre e n eski,
en
asil bir dindi. Bu itibarla Hakim ve asil unsur olarak Ha­
zarlar'ın en işine geleni o oldu» (65). Karaşemsi'nin gö­
zünden kaçan bir husus var ki, Hazar Hakanları sıkıştık­
ça kâh Müslümanlığı, kâh Hrıstiyanlığı kabul etmek sure­
tiyle, bu dini asalet saiki ile kabul etmediklerini
mişlerdir. O sıralarda Hrıstiyanlığın
göster­
avam dini ve mah­
kumlar dini olduğu doğrudur. Ancak İslâm dinini, yabancı
(03) A. ZajaczkoTvslci, Karaims in Poland, p. 18
(64) The. Hon. Runciman.
Orta Çağlarm Başlai'mda
Türkler, Belleten, C. VII, s. 5 3 - 5 4
(65)
Avrupada
R. S. Karaşemsi, Hazar Türlderi, s. 19
105
bir kavmin, (Araplar) kendi lisanı ile yaymaya çalışması,
bı.1 dinin kabul edilmemesine ve Yahudiliğin tercih edilme­
sine sebep teşkil etmemiştir. Çünkü Yahudilik de yaban­
cı bir kavmin (İsrail oğullarının) kendi lisanı ile (İbranice)
yaymaya çalıştıkları bir dindi. Aynı zamanda O dönemde
sarayın dışında halkın bir. kısmı Müslümanlığı kabul etme­
ye başladığı gibi, diğer Türk kabileleri de süratle İslâm­
laşmaya başlamışlardı.
Hazarlar'ın İslâmiyete karşı Yahudiliği tercih edişle­
rinde ana sebeplerden biri şüphesiz o tarihlerde
Müslü­
man Araplar'ın yanlış davranışları olmuştur. Hz. Muham­
med'in «Türkler size ilişmedikçe siz de onlara ilişmeyin»
Hadis-i Şerifi ile, el-Bab şehrinin Müslüman hakiminin,
«Biz Hazarlar'dan razıyız onlar bize dokunmuyor siz de on­
larla savaşmayın» sözünü dikkate alarak, savaş yapmadan
önce, onlara din adamları gönderilerek güzellikle İslama da­
vet edilse idiler, Hakan ve çevresi belki de İslâmiyeti ter­
cih edebilirlerdi. Fakat İslâm ordularının komutanları bu
ikazlara kulak asmayıp doğrudan doğruya savaşa başladı­
lar ( 6 6 ) . Bunun sonucu olarak tam bir başarı kazanama­
dıkları gibi, Hazarlar'ın İslâmiyet'ten soğumalarına da se­
bep oldular.
Yahudiliğin diğer dinlerden üstün oluşu, yapılan mü­
nazaraların Yahudi bilgini tarafından kazanılması gerçekte
Hazarlar'ın
Yahudiliği kabul edişinin
Hazarlar'ın daha önce
«Tengri Han»
sebepleri değildir.
inancında olmaları
belki Hnstiyanlığa karşı Yahudiliğin tercih edilmesine se­
bep olmuş olabilir, ancak bu durum, İslâmiyete karşı Ya­
hudiliğin tercih edilmesine sebep olamaz. Çünkü İslâmi'
f6G) M. Remzi, Telfiku'l-Ahbar. C. 1, s. 71
106
yet de Yahudilik gibi Moniteist bir dindir. Bilhassa batılı
kaynakların bir kısmının üzerinde ısrarla durdukları bir
husus vardır k i , o da Hazar Hakanı ve çevresinin Yahudi­
liği siyasî nedenlerle kabul etmîş olduklarıdır. Kendi eski
dinlerini artık yeterli bulmayan Hakan, şayet Müslümanlı­
ğı kabul ederlerse,
kendilerinden daha önce Müslüman
olan ve Islamiyetin temsilcisi durumunda olan Araplar'ın
bir nevi vesayetleri altına girecekdir.
İslâmiyet yerine
Hnstiyanlığa girerse bu defa Hnstiyan Bizans'ın vesayeti
altına girecekdir. Her iki durumda da zamanla bu devlet­
lere bağımlı hale gelmelerinin kaçınılmaz olduğunu sezen
Hakon ve çevresi, yeni bir din. aramağa başladılar. Aradık­
ları din öyle bir din olmalı idi ki, hem îlâhilikte İslâmiyet
ve Hnstiyanlığa denk olsun, hem Kur'an ve İncil gibi bir
kitabı olsun ve hemde bu dine girdikleri zaman her han­
gi bir devlete bağımlı hale gelmesinler. İslâmiyet ve Hrıs­
tiyanlığın karşısında Yahudilik, tam aradıkları gibi bir din
olduğundan bu dini tercih etmişlerdir (67). Yoksa Hakan
ve çevresi sadece Yahudi din adamlarının telkini sayesin­
de ve Yahudilik daha üstün bir din olduğundan değil, s i ­
yasî durumlarına en uygun geldiğinden bu dini seçmişler­
dir.
Birinci planda siyasî sebepler yüzünden., ikinci planda
da Arap ordu komutanlarının hatalı tutumları yüzünden Ya­
hudiliği benimseyen Hakan ve çevresi, bu benimseyişte de
pek samimi deği[lerdi^ Çünkü başlan sıkıştıkça din değiş­
tirmişler; Hakan, kâh mağlup çıktığı bir savaştan sonra
İslâmiyeti kabul etmiş, kâh yardım alma umudu ile HrıstiyanlığR dönmüştür. Hadiseye bu cepheden bakılınca ger­
çekler daha net görülmekte ve Doğu Avrupa Yahudilerinin
(67)
The. Hon. Runciman, Orta Çağların Başlarında Avrupada
Türlder, Belleten, C. VII, s. 53-54; A. 2ajaczkowslti, Kara­
ims in Poland p. 19; A . Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 59
107
menşe'inin Hazarlar olup olmadığı konusu daha iyi aydın­
lanmaktadır. Hakan ve çevresinin Yahudiliği kabul edişi­
nin gerçekten inanarak değil de, siyasî nedenlerle, göster­
melik inanış olduğunun en açık delili sarayda gitgide nü­
fuzlarını arttıran Yahudi bilginlerinin tutumudur.
Zaman­
la Yahudi bilginlerin nüfuzu iyice artınca, eski inançları­
nın tesirinden tam sıyrılamıyan Hakan'a, Tevrat'ın hüküm­
lerini uygulamakta tam olarak güvenemediklerinden, Ha­
kan'ın yetkilerini elinden alarak ikinci bir hakanlık ihdas
etmişler ve Türk sülaleden gelen birinci Hakan'ı yetkisiz
bırakmışlardır f68).
Yahudî kaynakların
iddia ettikleri gibi,
Yahudiler
inançlarının üstünlüğü ve din adamlarının ikna kabiliyeti
sayesinde Hazarlara dinlerini benimsetebilmiş olsalardı,
aynı başarıyı Rus prensine karşı da gösterebilmeleri ge­
rekirdi. Rus tarihi, Vladimir'i kendi dinlerine çevirebilmek
için üç din heyetinin kendisini ziyaret ettiğini, Vladimir'in bunları ayrı ayrı dinlediğini, üçüncü heyet olan Hazar
Yahudilerinin heyetine, «Kudüs'ü neden siz yönetmiyorsu­
nuz» diye sorunca, heyettekilerin «Tanrı atalarımıza kız­
mıştı. Günahlarımıza karşılık bizi Hristiyanların
arasına
serpiştirdi» diye cevap verdiklerini, bunun üzerine Vladimir'in onlara, »Siz kendiniz Tann'nın eliyle dağıtılmışken,
nasıl oluyor da başkalarına inancınızı benimsetmeyi uma­
biliyorsunuz» dediğini naki eder (69). Her halde Hakan
3ulan, Vladimir kadar zeki idi ve onun sorduğu soruları
.sorabilecek durumda i d i . Hakan ve çevresi siyasî sebeb­
lerle Yahudiliği kabul ettikleri halde,
başlangıçta İslâm
ordularının
karşısına
dikilmek
suretiyle
Hristiyanlık
dünyasına büyük hizmet yapmışlardır.
Bizans'tan gelen
ve Kırım ile Kiev çevresinde oturan Yahudilerin himaye
(68) M. Artamanov, The History of the Chazars, p. 519
(69) A. Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 121
108
edilmesinin dışında Yahudîlik âlemine fazla bir katkısı ol­
mayan Hazarlar, Arapların Kafkasları aşmasına engel ol­
muş, bir nevi batıyı savunmuşlardır. Daha sonraki zaman­
larda ordunun büyük bir kısmı ile halkın çoğunluğu Müslü­
man olduktan sonra, Rusların Kafkasları aşarak İslâm ale­
mine saldırmasına engel olmuşlardır (70).
c. Hazarlardan ne kadarı Yahudiliği kabul etmişîsr? :
Hazarların Yahudiliği kabul edişini fevkalade mübala­
ğalı olarak büyütmek suretiyle Doğu Avrupa Yahudilerin!
Hazarlara bağlamak isteyenlerin yanıldıkları en büyük nok­
talardan biri. Hazarların çok az bir kısmının Yahudiliği ka­
bul etmiş olmasıdır. Siyasî sebeblerle Yahudiliğin kabul
edilmiş olması bir yana, Yahudiliği kabul edenlerin sayısı
fevkalade azdır. Yahudiliğin, Hazarların hepsi tarafından
kabul edildiğini söyleyerek Doğu Avrupa Yahudilerini Ha­
zarlara bağlamak isteyenlerin dayandıkları, iki kaynak var­
dır. Birinci kaynak İbnü'l-Fakıh'ın
Kitabu'l-Buidan
isimli
eseridir. IX, yüzyılın ikinci yarısında eserini yazmış olan
Ibnu'l-Fakih, Hazarların. Yahudiliği konusunda şunları söy­
lemektedir. «Hazarların hepsi Yahudidir. Ancak onlar ya­
kın zamanda Yahudiliği kabul etmişlerdir (71) Bu ifadeye
dayanarak Kutschera, Koestler ve benzeri araştırmacılar
Doğu Avrupa Yahudiliğini Hazarlara bağlıyorlar. İbnu'l-Fakıh, olay hakkında fazla bilgi vermemektedir. Bu iddiayı
ileri sürenler İkinci kaynak olarak Hakan Yusuf'un mektu­
bunu gözönünde bulundurmaktadırlar. Hakan Yusuf, Ha­
zarların tamamının değil, büyük b i r çoğunluğunun Yahudi­
liği kabul ettiğini söyler (72). X. yüzyılın ikinci yarısının
başlarında yazılan bu mektup, bir Hazar Hakanı tarafından
(70) Mes'udî, Murucu'z-Zeheb, C I, s. 205-207
(71) Ebu Bekir A h m e d b. Muhammed İbrm'l-Faldh • el-Hemedani,
Kitabu'l-Büldan, Leiden, 1885, s. 298
(72) H. Rosenthal, Chazars J. E. V , . İV,' p.. 2 .
109
yazıldığına göre, şayet Hazarların hepsi Yahudiliği kabul
etmiş olsalardı, dindaşı Hasdâî'ye bunu gururlanarak ya­
zardı. Birinci kaynak, ikinci kaynaktan daha eski olup. Ha­
zarlar hakkındaki bilgiler hususunda ikinci kaynak kadar
emin değildir.
Bunun dışında Doğu Avrupa Yahudilerini
Hazarlara bağlamak isteyenlerin dayanakları yoktur. An­
cak bu iki kaynağın dışındaki kaynaklar, hadiseyi daha baş­
ka türlü anlatmakta ve Hazarların tamamının veya büyük
bir çoğunluğunun Yahudiliği kabul etmediğini, aksine çok
az bir kısmının Yahudiliği kabul ettiğini ifade etmektedir­
ler. Bunlardan İbni Rusteh, Hakan, İşa, Ordu Komutanı ve
Hakan'ın yakın çevresinin Yahudî olduğunu
kaydediyor
(73). İstahri ise olayı çok açık ve net bir şekilde şöyle açık­
lıyor; «Hazarların nüfusunun en büyük çoğunluğunu Müs­
lümanlar ve Hristiyanlar, en küçük azınlığını ise Yahudi­
ler teşkil ediyor» (74). Mes'udî ise, Hazar ülkesinde yaşa­
yanların ne nisbette, hangi dinde bulunduklarını açıklamı­
yor, ancak ülkede yedi tane Kadı'nın bulunduğunu, bun­
lardan ikisinin Müslümanların, ikisinin Hristiyanların, İki­
sinin Yahudilerin ve birinin de diğer geri kalanların dava­
larına baktığını ifade ediyor (75) Mes'udinin ifadesine gö­
re Kadı durumu gözönüne alınırsa,
ülkedeki insanların
hangi miktarda ve hangi dinde olduklarını yaklaşık olarak
hesaplamak mümkün olur. Şayet ülke insanlarının büyük
çoğunluğu Yahudî olsaydı azınlık durumunda kalan Müslü­
manlara ve Hristiyanlara, her halde ikişer kadı yerine, Put­
perest ve eski Türl<">dininde olanlara tahsis edildiği gibi
hiç değilse birer Kadı tahsi edilirdi. Demekki ülke nüfu­
sunun büyük bir kısmı Müslüman ve Hnstiyan k i , onlara
(73) İbni Rusteh. el-Ağlaku'n-Neflse, s. 139
(74) İstahrî, Kitabu'l-Mesalik ve'l-Memalilt,, s. 108
(75) Mes'udî, Murucu'z-Zeheb. C. I, s. 2 p l - 2 0 2
110
ikişer kadı tahsis edilme lüzumu hissedilmiştir.
Hakan
Yusuf'un
mektubuyla bu kaynakları mukayese ettiğimiz
zaman, bu kaynaklardaki bilgilerin daha sıhhatli olduğu ak­
la uygun geliyor. Çünkü Hakan kendisi bir Yahudî olup,
bir dindaşına mektup yazmakta ve kendi ülkesindeki du­
rumu ona anlatmaktadır. Bu anlatış esnasında karşısında­
kine kendilerini çok göstermek istemiş olması normaldir.
Mes'udî'nin beyanına göre Hazar ülkesindeki Yahudilerin,
bütün nüfusun •% 30'undan daha az olması gerekir. Ancak
devletin başı durumunda olan Hakan, Yahudî olduğundan,
Yahudilere imtiyazlı muamele yapıp iki kadı tahsis etmiş
olabilir. Yani genel nüfus içindeki Yahudî sayısı, % 30'un
değil, belkide % 20'nin de aşağısında olabilir.
Lebdeki ve
aleyhdeki kaynakları
değerlendirdikten
sonra Hazarların Yahudiliği benimsemesi olayını, «Hazar
Hakanı ve yakın çevresinin Yahudiliği benimsemesi» şek­
linde değiştirmek daha uygundur. Çünkü Hazar ülkesinde­
ki halkın ekserisinin Yahudi olmadığı açıkça görülmekte­
dir. Sayıları milyonlara varan Doğu Avrupa Yahudilerinin
sadece Hakan ve çevresinde bulunan küçük bir toplulu­
ğa bağlanmaları mantıken mümkün olmaz. Kaldı ki o kü­
çük topluluk, Yahudiliği kabul etme hususunda samimi, de­
ğildir. Eğer Hazar devletinin yakınlarında güçlü bir Yahu­
dî devleti olsaydı, her halde Hakan ve çevresi bu devle­
tin nüfuzu altında kalmamak için Yahudiliği de kabul et­
mezlerdi. Ancak burada bir noktayı teslim etmek gerekir,
o da, her ne kadar başlangıçta Hakan samimi değil idi ise de
sonra gelen Hakanların bir kısmı, samimi olarak Yahudili­
ği benimsemiş olmalıdır. Çünkü Artamonov'un Hristiyan
ve Müslümanlara yapıldığını belirttiği baskının yapılabil­
mesi için, Obedya'nın samimi bir Yahudî olması gerekir.
Hazarların hepsinin Yahudî olduğunu iddia eden İbnu'I-Faklh'm tarn aksini söyleyen Dımeşkî, Hazarların hepsinin
111
Mrisliyan olduğunu söylemektedir. Ne Dımeşkî'nin ve ne
de İbnu'l-Fakıh'ın verdiği habere itibar etmemek gerekir.
d. Hazarlar Karaîliği m i , yoksa Rabbanîliği mî kabul
etmişlerdi? :
Hazarlarm Yahudileşmesi olayına başka bir yön­
den daha bakmak gerekir.
Çünkü Hazarlarm ne çeşit
bir Yahudiliği kabul ettikleri hususu tam olarak açığa çık­
mamıştır. «Hazarların Yahudileşmesi» sözü söylendiği za­
man bu gün akla gelen, Hazarların bu günkü bildiğimiz Tal­
mudist Yahudî inancını benimsedikleri hususudur. Halbu­
ki Hakan ve çevresinin bu günkü Talmudist Yahudilikten
farklı olarak sadece Tevrat'ı benimsediği ve Yahudiliğin
Karaî mezhebine girdiği iddia edilmektedir. Bu gün Doğu
Avrupada yaşayan Yahudiler, Talmudist Yahudilerdir. Eğer
HazaHar Karaî mezhebine girmişlerse,
Talmudist Doğu
Avrupa Yahudilerinin
Karaî Hazarlardan türemeleri nasıl
mümkün olur?
Biz, Hazarların Yahudiliğinin hangi türden olduğunu,
Talmudist ve Karaî bilginlerin, delillerini inceliyerek ortaya
koymaya çalışacağız.
Hazar Hakanı ve çevresinin
Yahudiliği kabul ettiği
kesindir. Eski kaynaklar, Hazarlann sadece Yahudiliği ka­
bul ettiklerini söylemekle yetinmişler, hangi Yahudî mez­
hebine girdikleri konusuna değinmemişlerdir. Bazı Rabba­
nî kaynaklar, bu durumu Hazarların Karaî olmadığı şeklin­
de yorumlamaya çalışmaktadırlar. Onlara göre Yahudiliği
benimseme sözü, Talmud'u kabul etme manasına gelmek­
tedir. Onlar, eski kaynakların «Yahudiliği benimseme» ifa­
desinden Karaîliği benimseme manasının çıkmayacağını,
aksine Rabbanîliği benimseme manasının çıkacağını ileri
sürmektedirler. Bunları biraz sonra, teker teker göreceğiz.
A n c a k b u r a d a bîr soru hatıra gelmektedir, o da Karaîler
112
Yahudî saydır mı? yoksa Karaîlik, Yahudihkten ayrı bir
din midir?
Kısaca
ifade etmek
gerekirse
Karaîler
de Musa'ya ve Tevrat'a inanmaktadırlar. Bu nokta­
dan baktığımız zaman Karaîler. Yahudidir v e Karaîlik bir
Yahudî mezhebidir. Böyle olunca eski İslâm, Bizans, Sür­
yanî ve benzeri kaynaklarda Hazarların hangi Yahudî mez­
hebini kabul etmiş olduklarına dair bir açıklığın bulunma­
ması yüzünden. Hazarların Karaî olmadıkları, aksine Rab­
banî oldukları ma'nası çıkarılamaz. Nitekim Kovvalski bu
noktaya parmak basarak şunu söylemektedir. «Eskî bel­
gelerde (kaynaklarda) Karaîler,
Talmudist Yahudilerden
ayrı müteala edilmemiştir,
bu yüzden onların başlangıç
döneminin incelenmesi hayli zor olmaktadır» (76). Kowalski'nin ifadesine göre eski kaynaklardaki «Hazarların Yahu­
diliği benimsemesi» ifadesinden. Hazarların Karaî olmadı­
ğı manası çıkarılamaz. Bu ifade, Hazarların Karaîliğini tas­
rih etmediği gibi, onların Talmudist olduklarını da tasrih
etmemektedir.
Hazarlar Yahudiliği ilk kabul ettikleri sıralarda Karaî
mezhebi henüz Karaî
ismiyle mevcut değildi.
Karaîlik
inançları etrafında birleşenlere o sıralarda «Ananiyyun»
(Ananiler) ismi veriliyordu. Ananiyyun ismiyle bilinen bu
mezhep saliklerine ancak IX. yüzyılda «Karaî» ismi veril­
miştir. Vlll. yüzyılda meydana gelmiş bir olayda, IX. yüz­
yılda ortaya çıkan bir ismi aramak doğru olmasa gerek­
tir. V l l l . yüzyılda ortaya çıkıp hızla yayılan ve Karaîliğin
İlk merhalesi sayılan Ananîlik de isim olarak Hazarların
Yahudiliği kabul ettiği sırada fazlaca bilinmemekteydi. A.
Harkawy Hazarlarm ilk defa 620 yılındıa Yahudî olduklarını
ve henüz o sıralarda Karaîliğin mevcut olmadığını söyler.
Bu iddiayı kabul etsek bile şu noktayı gözönünde bulun­
durmak zorundayız k i , Karaî inançları Ananiyyun mezhe(76) Tadeusz Kowalski, Karaimischc Texte im Dialekt Von Troki
Krakowie, 1928, p. XVIII
113
binin ortaya çıkmasından önce de vardı. Talmud'a muha­
lefet Talmud ortaya çıkarken başlamıştır.
Bu Talmud'a
muhalifler, Yahudiliği daha saf şekliyle korumaya çalış­
tıklarını iddia etmekteydiler. Talmudcu Yahudiler, Yahudi­
liği, İsrail Oğullarının millî dini haline sokup başka mil­
letleri Yahudi yapmaya çalışmazken,
Talmud'a muhalif
Yahudiler misyoner faaliyetlerine devam etmişlerdir. Bun­
lar, Hrıstiyanlığın ilk ortaya çıktığı zamanlarda Hz. İsa ile
beraber olmuşlar, ancak Hrıstiyanlaşmayıp Yahudî kalmış­
lardır (77). Aynı Talmud'a muhalif Yahudiler, İslâmiyetin
hızla yayıldığı zamanlarda (VII. X. Yüzyıl) İslâmiyetin bu
faaliyetinden ilham alarak yeniden organize olmuşlar ve
misyoner faaliyetlerine başlayıp dünyanın çeşitli yerlerine
dağılmışlar ve kendi inançlarına göre Yahudiliği yaymaya
çalışmışlardır (78).
XII. yüzyıla kadarki kaynakların incelenmesinden Ha­
zarların hangi Yahudî mezhebini kabul etmiş olduklarını
anlamak mümkün olmamakla beraber 1175 yılında Fİegensburg'lu Rabbanî seyyah Haham
Petahyah'ın
Sibub ha
Olam ismi İle yazmış olduğu eserde Hazar ülkesi hakkın­
da söylediklerinden bir sonuç çıkarmak mümkündür. Petahyah Kedar ülkesini (Hazar Ülkesi),
Kırım'ı gezerken
karşılaştığı Yahudileri «Muhalifler» olarak isimlendiriyor
vo şunları söylüyor. «Haham onlara sordu : Neden bilgele­
rin sözlerine inanmıyorsunuz? Onlar da : «Çünkü babala­
rımız o sözleri bize öğretmedi» diye cevap verdiler. Haf­
ta tatilinden önceki gece, ertesi günkü yiyecekleri, bütün
ekmeği kesip hazırlıyorlar,
tatil günü
bunu karanlıkta
yiyorlar ve bütün gün aynı noktada oturup duruyorlar. Dua(77) Sureyyk Şapşaloğlu, K ı n m Karayları, Türk yılı, 1928, C. I,
5. 570
(78)
114
Leon Nemoy,
Early Karaism,
JewJ.sh' Quavterly Revievv
(New Series) 1950, V . XL, p. 307 - 315
lan yalnız Mezmurlardan (Zebur) meydana geliyor» (79).
Petahyah'ın verdiği bilgiler, O'nun orada karşılaştığı o Ya­
hudilerin, Karaî mezhebinde olduklarını açıkça göstermek­
tedir. Petahyah sadece Kırım'ı değil bütün Hazar ülkesini
gezmiş ve orada Karaîleri görmüştür. Başta Dunlop olmak
üzere pek çok bilgin, Hazarların önce Karaîliği kabul ettiği­
ni, ancak daha sonra Hakan Obedya devrinde Talmudistliğe
döndüklerini ifade etmektedirler (80). Ancak Petahyah'ın
verdiği bilgiler Dunlop'u ve onun gibi düşünenleri yalanla­
maktadır. Dunlop'a göre Hazarlar, 740 - 800 yılları arası Ka­
raî iken, 800 yıllarından sonra Talmudist olmuşlardır. Hal­
buki Petahyah, 1175.yıllarında orada Talmudist gördüğünü
söylemiyor, ancak Karaîlerden öfkeli bir şekilde' bahsedi­
yor. Eğer onlar Talmudistliğe dönmüş olsalardı, her halde
Petahyah onlari görürdü.
Yahudî müellifi Zvi Ankori, Petahyah'ın karşılaştığı
insanların Yahudiliği kabul eden Hazarlar olmayıp, İslâm
ülkelerinden ve Bîzanstan gelen mutaassıp Karaîlerin ço­
cukları olduğunu îleri sürüyor (81). Yani demek istiyorki
Petahyah'ın karşılaştığı bu insanların
Hazarlarla alakası
yoktur, bunlara bakarak Hazar Yahudileri hakkında hüküm
vermek doğru olmaz.
Başlangıçta Hazarların, Kâraîliğe benzer bir çöl Yahu­
diliğini kabul ettiklerini ve Obedya devrinde Talmudistliğe
döndüklerini
ifade eden Koestler ise, Petahyah'ın daha
sonra Hazar ülkesinin t a m ortasından geçtiğini, yolculu­
ğunun sekiz gün sürdüğünü, buralarda gördüklerine olduk­
ça öfkelendiği için yolculuğu esnasında sadece kadın ağ­
laması ve köpek havlaması duyduğunu, yazdığını (82) ifa­
de ediyor. Bu ifadeye göre Petahyah, Hazar ülkesini bir
(79) Zvi Anltori, Karaitles m lîizonüum, Newyork, 1959, p. 6 1 - 6 2
(80) D. M : Dunlop, The History of the Jewish Khazars, p. 9 1 - 9 4 ;
(81) Zvi Ankori, a.g.e.y s. 6 2 - 6 3
(82) A . Koestler
The Thirteenth Tribe, p. 7 9
11S
boydan bîr boya geçtiği halde, burada Talmudist Yahudi­
lere rastlamadığı gibi, bunun tersine, Karaîlere rastlamış,
onların durumlarından öfkelendiği için de, buralarda sade­
ce kadın ağlaması ve köpek havlaması duyduğunu yazmış­
tır. Zvi Ankori'nin iddiasının aksine, Hazar ülkesini baştan
başa gezdiğine göre, Petahyah Hazar Yahudilerini görme­
miş olamaz. Gördüğü Hazar Yahudileri eğer Talmudist ol­
saydılar, her halde eserinde Hazar kardeşlerinden övgüy­
le bahsetmeden geçmezdi. Koestler'in görüşü de mesnet­
ten mahrumdur. Kendi ifadesi ile, mademki Petahyah 1175
yılında Hazar ülkesinin t a m ortasından geçmiş ve hiç bir
Talmudist cemaata rast gelmemiştir, öyleyse nasıl oluyorda 740 yılında Karaîliği kabul edip, 800 yıllarında hepsi
Talmudistleşen Hazar Yahudileri, 1175 yılında yeniden Ka­
raî oluyorlar. 800 yîlı ile 1175 yılı arasında Hazarlar, yok­
sa tekrar Kâraîliğe mi döndüler?
Doğu Avrupa Yahudilerinin tamamının Hazar Menşe'li
olduğunu iddia eden Kutschera da, Petahyah'ın karşılaştı­
ğı Kırım Karaylarının, Bizanstan gelen göçmenlerin çocuk­
ları olduğunu iddia ediyor. Ancak Petahyah'ın sadece Kı­
rım'ı değil, bütün Hazar ülkesini gezdiği halde orada sade­
ce Karaîleri gördüğünden bahsetmesi dikkatini çekmiş ola­
cak k i , kendi tezini sağlamlaştırmak
için çok acaip bir
te'vile giderek Hazarların, önce Talmudist Yahudiliği ka­
bul ettikleri halde, Hazar devleti yıkıldıktan sonra Karaî
bilginlerin tesirinde kalarak bazı Hazar Yahudilerinin Karaîleşmîş olabileceklerini (83) söylüyor k i , bu iddiasını destekliyen bir delile sahip değildir.
Hakanın ne türlü bir Yahudi mezhebini kabul ettiği
meselesini konu dışında tutmak şartıyla şunu söyliyebiliriz ki Dünyanın her yerinde Karaîler ve Talmudistler yan
yana yaşamışlardır. İkisi de Yahudi mezhebi olduğuna gö(83) Kutschera, Die Clıasaren, p. 229
116
re Yahudî kelimesinin söz konusu edildiği her yerde bu»
iki mezhebi de aramak gerekir. Bu gün bile Csayıları çok
az olmasına rağmen) Karaîler, Amerika, Rusya, İngiltere,
Fransa, İsviçre, İtalya, Mısır, Türkiye v.b. yerlerde Rab­
banî cemaatlerin
yanında varlıklarını sürdürmektedirler.
Münih'li seyyah Johann Schildperger XV. yüzyılda Roma'lı, Yunanlı, Suriye'li, Ermenistan'lı Yahudilerin Karaî ve
Talmudist olmak üzere İki tipte görüldüklerini (84) söylü­
yor. Hazar ülkesinde de sadece Karaî veya Rabbanî Yahu­
diliğin, bulunduğunu iddia etmek doğru olmasa gerektir.
Bir mezhebin gittiği yere öbürünün d e gitmesi tabii oldu­
ğuna göre Hazar ülkesinde hem Talmudist, hem Karaî ce­
maatlerin var olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu iki ce­
maatten hangisinin çoğunlukta olduğunu tesbit etmek ge­
rekir. Petahyah'ın naklettiğine göre Karaîlerin çoğunlukta
oldukları anlaşılmaktadır.
Bu iki mezhebin az veya çok
Hazar ülkesinde var olduğunu yine Petahyah'dan öğreni­
yoruz. Şöyleki; Petahyah Bağdat'a gittiğinde Hazar Hakan'­
ının görevlendirdiği bir elçi ile karşılaştığını ve bu elçinin
çocuklara Tevrat ve Talmud'u öğretecek Yahudî bilginleri
ülkesine götürmek için topladığını belirtiyor (85). Yusuf
da mektubunda, Hakan Obedya'nın Tevrat ve Talmud'un öğ­
retilmesi için gayret gösterdiğinden ve okullar açtığından
bahsetmektedir (86). Bu iki kaynak Hazar ülkesinde iki
mezhebin az çok varlığını isbat etmektedir. Ancak çoğun­
luk, Petahyah'ın daha önceki verdiği bilgilere göre, Karaîler
dedir.
Hazar ülkesine Yahudiliğin gelişinde ve Hakan'ın bu
dini kabul edişinde Apadolu'lu Karaî bilgini İshak Sanga­
rî'nin büyük gayretinin olduğu ileri sürülmektedir. KovvalsC84) Kutschera, a.g.e., s. 220
(85) A . Koestler, The Tbirteenth Trihe, p. 70
(86) H. Rosenthal, Chazars, J. E. V. IV, p. 2
117
ki «IVIysI Karaimska»da yayınlanan bir makalesinde îshak
Sangari'nin Kocaeli-Sakarya bölgesinden, Hazar ülkesine
giderek Hazar Hakan'ı Bulan'a Karaî inancını kabul ettir­
diğini, Hakanı takiben halktan bazılarının da Karaîliği ka­
bul ettiklerini söylüyor (87). Hakan'a Yahudiliği kabul et­
tiren bilginin İshak Sangarî oluşu hususu Rabbanî çevre­
lerde de kabul görmektedir. H. Rosenthal bu yüzden Costantine'deki ayinlerde
Sangarî'nin isminin zikredildiğini
bildirmektedir (88). S. Şapşaloğlu Karaîlerin Anadolu'ya
V l l l . yüzyılın sonlarına doğru göç e t t i k l e r i n i , bu Karaîler­
den bir kısmının Nicomedia
(Kocaeli)ya yerleştiklerini,
Ishâk'ın Sakarya'lı olduğunu v e Sangarî lakabını aldığınrsöylüyor ve o sıralarda Karaîler Kocaeli bölgesinde bulunduğu­
na göre Ishak'm da Karaî olması gerektiğini, dolayısı ile
Hazar Hakan'ına da Karaîliği benimsetmiş olacağını öne
sürüyor (89). XIX. yüzyılın ikinci yarısında Kırım'daki Çiftkale'de «Yusafat» diğer adıyla «Baltatiymez» ovasında or­
taya çıkarılan, Hazarlara ait mezarlıkta bulunan Sangarî
ve hanımının mezarları ve bu mezarlardaki kitabeler, gerek
Sangarî'nin ve gerekse Hazarların Karaîliği kabul ettikle­
rini ortaya koymaktadır (90), Sayı olarak Dünya Yahudiliği­
nin çok az bir kısmını teşkil eden
Karaîlere karşı,
Talmudist
Yahudiler seslerini daima yüksek tutmuşlar,
onlara haksız hücumlarda bulunmuşlardır,
Saadia Gaon,
Anan b. David'e saldırmış ve O'nu çeşitli şekilde suçla­
mıştır, Baltatiymez ovasındaki Hazar mezarlığını ve San­
garî'nin mezarını bulan Abraham Firkowich'e de, Talmu­
dist Abraham Harkavy, saldırmış ve Hazarların Karaîliğini
(87]Simon Şişman, İstanbul Karayları, İstanbul Enstitüsü Dergi­
si İstanbul, 1957, C, III, s. 9 9 - 1 0 2
(88) H . Rosenthal, a.g.e., V . ItV. s. 2
(89) S. Şapşaloğlu, K ı n m Kai'ayları, Türk yılı, C. I, s, 588
(90) S, Şapşaloğlu, K ı n m Karayları, Türk yılı, C, I, s, 580
118
isbatlayan bu belgeler karşısında diyecek bir şey bulama­
yınca, Firkovvich'i sahtekarlıkla suçlamıştır.
Mükemmel
bir arkeolog ve kollekşiyoncu olan
Firkowich'i, bir yan­
dan sahtekarlıkla suçlarken, öbür yandan O'nun kolleksiyonunda bulunan Hakan Yusuf'un mektubunun sahte ol­
madığını, bu konuda O'na güvendiğini söylemek suretiyle,
O'nun belgelerinden işine gelenleri kabul etmiş, işine gel­
meyenleri de sahte olmakla suçlamıştır. Bu konuda Har­
kavy bir suçlamadan öteye gidememekte, bu belgelerin
sahte olduğuna dair hiç bir delil gösterememektedir. Bu
gün Firkovvich'in çok kıymetli kolleksiyonları Ruslann elin­
de bulunmaktadır. Belgelerin sahte olup olmadığmı iyice
araştıran Rus bilginleri, bu belgelerin hakikiliğine inanarak
1957 yılında ikinci baskısı yayınlanan büyük Sovyet An­
siklopedisi
Bolshays Sovyeîskaya Ansiklopedya'nın Ha­
zarlar ve Hazar Kağanlığı maddesinde, V l l l . yüz yılın son­
larına doğru Hazarların hakim tabakasının Karaîliği kabul
ettiğini (91) yazmışlardır.
Bizanstan gelen v e Kırım'a yerleşen Karaîler, Sulkat'da a y n bir cemaat olarak yaşarlarken, orada bulunan Türk
Karaylarına bir Tevrat Hediye ederler, b u Tevrat'ın son
sayfasında, «Bu kitab Hazar kardeşlerimize hedive edil­
miştir» diye bir yazı yazılmıştır. Bu kitab halen Petrograd'da bulunmaktadır. Kırım Karay Türkleri de göçmen Karaî­
lere, buna mukabil bir kazan hediye ederler. Bu hediye edi­
len kitap ve kitapdaki «Hazar kardeşlerimiz» ifadesi, bugün­
kü K ı n m Karaylannm Hazar menşe'li oldununu, d o l a v ı ^ ' " la Hazarlann büyük b i r kısmının Karaî mezhebinde old-vıklannı isbatlamaktadır (92).
Bazı Talmudist yazarlar, Hazarların Karaî olmadşğını
isbatlamak için Karaî müelliflerinin eserlerinde Hazarla(91) A . Zajaczkowiski, Karaims in Poland, p. 19
(92) S. Şapşaloğlu, K ı n m Karayları, Türk yılı,, C I s. 590 - 591
119
n n Karaîliği kabul ettiklerine dair beyanlarda bulunmadık­
larını, bazı Karaî bilginlerin Hazarlardan «Piçler» olarak
bahsettiklerini söylerler. iVlesela A . Koestler; Yefeth b.
Ali'nin «Mamzer»
(Piç) sözünü açıklarken Piçlere misal
olarak Hazarları gösterdiğini, onların İsrail Oğullarından
olmadıkları halde Yahudi dinini benimsedikleri için onlara
«Piç» sözünü atfettiğini söyler (93). Zvi A n k o r i ise, Karaî
bilgini
Yakub el-Kırkisanî'yi ele alarak O'nun Tevrat'daki
«Yafes» kelimesini tefsir ediş biçiminden bir sonuca varma­
ya çalışıyor. Kırkısanî, Yafes kelimesi hakkında şunları
söylemiş. «IVlüfessirlerin çoğu bu kelimeyi (Yafes) sevim­
lilik ve güzellik manasına tefsir etmiş, bu ayetin manası­
nı «Tanrı Yafes'i güzelleştirecek (sevimlileştirecek) ve O'­
nun torunları Yahudî inancına girecek» manasında anla­
mışlardır...
Şimdi diğer bazı müelliflere göre bu ifade.
Hazarların Yahudiliği kabul edeceklerini ima etmiştir.» Zvi
Ankori Kırkisanî'nin bu sözlerini eserinde olduğu gibi nak­
lettikten sonra, onun neden
«Hazarların Karaîliği kabul
etmelerini ima vardır» demeyip «Yahudiliği kabul etmele­
rine ima vardır» sözünü kullandığını soruyor. «Eğer o za­
manlar Hazarlar Karaî olsa idi Kırkisanî bunu mutlaka ifa­
de ederdi. Bunu belirtmediğine göre Hazarlar, Karaî değil;
Rabbanî olmuşlardır» (94) diyor. Ancak Ankori'nin unuttu­
ğu bir gerçek varki, o sıralarda ve ondan çok sonraki za­
manlarda Karaîler Yahudî ismini benimsiyor, hatta irken
İsrail Oğullarından omayanlar bile, kendilerine İsrailî di­
yorlardı (95). Kırkisanî, Karaî ifadesini kullanmıyor, fakat
o sıralarda söylenmekte olan Rabbani veya Talmudist sö­
zünü de kullanmıyor. Binaen aleyh, Kırkisanî'nin ifadelerinin
lehte ve aleyhte kullanılması mümkün değildir. Kaldı ki
(9.3) A. Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 79
(94)
Z. Ankori,
(95)
S. Şap.şaloğIu, Kırım Karayları, Türk yılı, C. I, s. 576
120
Karaities in Byzantium, p. 6 6 - 6 8
o günkü ulaşım zorlukları, haberleşme güçlükleri göz önü­
ne alınırsa Kırkisanî'nin Hazarlar hakkında geniş bilgi alma­
mış olması tabiidir. O'nun, İslâm müelliferinin verdiği ha­
berlere dayanarak yukardaki ifadeleri yazdığı düşünülebi­
lir.
Yine Zvi Ankori, VII. yüz yılda yaşamış olan Bizans'lı
Karaî müellif Jakob ben Reuben'ın, Sefer ha Osher isim­
li eserinde
Hazarlardan bahsederken
onlar
hakkında,
«Mamzer» (Piçler) ifadesini kullandığını, halbuki Rabbanî,
eserlerde Hazarlar'dan Piçler olarak değil de, yabancılar
olarak bahsedildiğini ileri sürdükten sonra i ş i , yine Fir­
kovvich'in sahtekarlığı meselesine g e t i r e r e k şunları söy­
lüyor. «Jakob ben Reuben'in A. Harkavy tarafından bukınan bu eserinin yazma nüshasında Hazarlardan Piçl^er di­
ye bahsedildiği halde, Firkovvich bu eseri Gpzleve'de b a s - '
tırırken , kitabdan piçler ifadesini çıkarmıştır» ( 9 6 ) Harkavy'nin ithamına bakarak Firkovvich'i suçlamak mümkün
değildir. Söz konusu sahtekarlık karşılıklı olarak varid ola­
bilir. Belki esas nüshada böyle b i r ifade yoktur. Harkavy'nin elindeki nüsha yazılırken bu ifade yazılmış olabilir. İla­
ve veya eksiltmenin kimin tarafından yapıldığını anlamak
oldukça güçtür. Burada biz ^ u hususu belirtmeliyiz k i , ge­
rek Yefeth. b. A l i ve gerekse Jakob b. Reuben, Hazar asıl­
lı olmadıklarından ve muhtemelen Filistin'li veya Filistin
göçmeni ailelerin çocukları olduklarından, bunların kendi
ırklarından olmayan bir milletin, kendi dinlerine girmesini,
esas ırktan olmayan manasına «Piç» diye isimlendirmele­
rini yadırgamamak gerekir. Talmudist kaynaklar iyice tet­
kik edildiğinde benzeri ifadelere rast gelinmiyeceğini kim­
se iddia edemez.
Zvi Ankori eserinde büyük bir hataya düşerek A . Zajaczkovvski'nin, Karayları Hazarların torunları değil, ancak
(963 Z. Ankori,
a.g.e., s.
66-69
121
Hazar kültürünün varisleri olarak gördüğünü, böyle olun­
ca da Zajaczkowski'nin ifadesinden Hazarların Karaîliği
kabul ettikleri ve Karayların Hazarlann Torunları olduklan sonucunun çıkanlamıyacağını ifade ediyor (97). Ancak
A. Zajaczkovvski, Hazarların Karaî inancını kabul etmiş o l ­
duklarını o kadar kesin bir şekilde ifade ediyor ki «Hazar­
lann Yahudiliği benimsemesi ifadesini dahi kabul etmiyor
ve bu ifadenin, «Hazarların Tevrat'ı, Karaî inancı şeklinde
kabul etmeleri» şeklinde düzeltilmesinin gerektiğini (98)
öne sürüyor.
Ankori'nin Hazarlann
Talmudist olduklannı isbatla­
mak için zikrettiği kaynaklardan biri de, Yahuda Halevî'nin
Kitabu'i-Hazarî isimli eseridir. Ankori, hiç bir Karaî bilgini
Hazarlar devrinde onların Yahudiliği benimsemesinden ge­
niş olarak bahsetmezken. Endülüs'lü Y. Halevî'nin bu ko­
nuda bir kitab yazarak onların Yahudiliği nasıl kabul et­
tiklerini anlatması, Hazarların Karaî olmadıklarını gösterir
(99) diyor. A. Koestler, Endülüs'lü Yahudî şair Halevî'nin,
Hazarları bu eserinde bir fon olarak kullandığını, esas oarak Yahudiliğin kabul ediliş fikrini işlediğini (100) söylü­
yor. Hasdâî'ye gelen Hakan Yusuf'un mektubundan ilham
alınarak felsefi tarzda yazılan bu kitab, Hazarların Yahu­
diliği nasıl kabul ettiklerini detaylı olarak anlatmayıp Yu­
suf'un mektubunda belirttiği
üç din temsilcisinin Hakan
Bulan'ın huzurunda yaptıkları münakaşayı, Yahudiliği üs­
tün gösterecek şekilde felsefî b i r tarzda işlemektedir.
Hazarların Talmudist olmadıklarını, onların Karaîliği
kabul etmiş olduklarını ve bu günkü Doğu Avrupa Karaîlerinin Hazarların torunları olduklarını ileri süren A. Za(97) Z, Ankori, Karaities in Byzantium, p. 65
(98) A. Zaiaczkowski. Karaims in Poland, p. 23
(9G) Z. Ankori, Karaities in Byzaiitium, p. 70
(100) Koestler, The Thirteenth Tribe, p. 78
122
jaczkovvski, meseleyi çeşitli yönleriyle ele alarak inandı­
rıcı bir sonuca ulaşıyor. Önce İtalyan bilgini Gini ve Prof.
M. Reicher'in, Avrupa Karaîleri üzerinde yapmış oldukları
kan grupları tahlillerini ele alıyor. Bu tahlillerde Karaîlerde en çok (B) grubu kana rast gelindiğini, (A) grubunun
Avrupa'lılarda, (B) grubunun da Asyalılarda daha yüksek
oranda görüldüğünü,
ancak CB) grubu kanın Hindlilerde
% 28 civarında iken, Karaîlerde bunun % 22 civarında tes­
bit edildiğini, yine (AVgrubu kanın Hindlilerde % 15 civa­
rında görülmesine rağmen, Karaylarda % 11'den daha aşa­
ğı nisbette olduğunu belirtiyor. (O) grubu kanın İngiliz ve
Fransızlarda '^»66,5 nisbetine varacak bir yükseklikte ol­
masına karşılık, aynı milletlerde (B) grubu kanın çok dü­
şük nisbette görüldüğünü, Karaylarda ise (O) grubu kanın
da (B) Grubu kanın da yüksek bir yüzdede görüldüğünü
söylüyor. (B) Grubu kanın, (A) Grubu kana nümerik ola­
rak üstünlüğünün bu gün Çuvaşlarda görüldüğünü belirte­
rek, Çuvaşların, Hazarlara bazı özellikleri bakımından ben­
zediklerini ve Hazarlarm diline benzer bir dil konuştukla­
rını, binaen aleyh (B) Grubu kanın, (A) Grubu kana nüme­
rik üstünlüğünün Karaylara Hazarlardan geçtiğini ileri sü­
rüyor (101).
Zajaczkovvski kan Grupları tahlillerinden sonra konu­
yu kafatası ölçüleri bakımından ele alıyor ve Prof. S.
Czortkover'in araştırmalarına göre, bu günkü yaşayan Ka­
rayların kafatası ölçülerinin Hazarların kafatası ölçüle­
rine uyduğunu ifade ediyor (102). Dikkat edilecek olursa
Zajaczkovvski'nin verdiği rakamlar ve ölçüler, kendi tesbit
ettiği rakam ve ölçüler olmayıp Hazar-Yahudî-Karaî mese­
lesinde taraf olmayan bilginlerin verdiği rakam ve ölçü­
lerdir. Kan Grubu ve kafatası ölçüleri bakımından ç o k kü(101)
A. Zajaczkowski, Karaims in Poland, p. 4 9 - 5 0
(102)
A. Zajaczkovvski, a.g.e., s. 50
123
çük bir topluluk olan Karay Türklerinin Hazarlara ve Çuvaşlara benzerlik göstermesi çok önemlidir. Doğu Avrupa
Yahudilerinde böyle bir benzerlik tesbit etmek mümkün­
müdür? Eğer böyle bir benzerlik bulunabilseydi her halde
Kutschera, Poliak ve Koestler gibi bilginlerin gözünden bu
husus kaçmazdı.
Zajaczkovvski konuyu üçüncü olarak kültür
açısından
ele alıyor. Ve Karay kültürünün, eski Türk Hnstiyan-Müslüman-IVlusevî
izleri bir bütün olarak taşıdığını
söylüyor
ve Karay dilinde Pazar ve Pazartesi günlerine Yeh-Kün,
Yeh-Başkün denildiğini, kutsal gün ve kutsal gün ertesi
manasına gelen bu kelimelerin saf eski Türkçe kelimeler
olduğunu, Hrı,stiyan misyonerlerin Kumanları Hrıstiyanlaştırdıkları zaman eski Türkçede kullanılan bu iki ismi de­
ğiştirmediklerini, Karayların da bu iki gün ismini o zaman­
dan beri aynen kullandıkarını söylüyor (1,03). Zajaczkovvs­
ki'ye göre Karaylar, Cumartesi gününe Şabat-Kün derler.
Kumuk, Karaçay, Balkar ve Çuvaşlar'da bu
isim Şemat,
Şumat şeklinde kullanılmakta olup, bu kelime aslen İbranicedir ve Tevrat'tan alınmadır. Yani Karayca'da
Musevî­
liğin izini göstermektedir. Yine Karaycada Kıble, D i n , İna­
yet, Ümmet, Cemaat, Kenesa, Kurban ve benzeri pek çok
İslamî kelime mevcuttur. Karaylarda bu değişik dört ayrı
kültürün izlerinin görülmesi, onların, dört kültürün bir ara­
da yaşadığı bir bölgeden Batı'ya gelmiş olduklarını göste­
rir. Eski çağlarda bu dört kültür sadece Hazar ülkesinde
bir arada yaşamıştır. Buna göre Doğu Avrupa'daki Karay
Türklerinin bu dört kültürün bir arada engin bir müsama­
ha içinde yaşadıkları Hazar ülkesinden gelmiş olmaları ge­
rekir. Bu da Karayların, Hazarların devamı olduğunu
(103) A. Zajac?,kows]ti, K a r a i m s
124
in Poland. p . 50
ve
Hazarların, zamanında
Karaîliği kabul etmiş olduklarını
gösterir (104)
Zajaczkovvski konuyu dördüncü olarak ibadet dili ba­
kımından ele alıyor. Karayların,
ibadetlerinin büyük bir
kısmını Türkçe yaptıklarını, Karaî bilgini ^Kırkisanî'nin, mil­
li ibadet dili prensibi ile hareket ettiğini. Aziz Contantinos'un eserinde Hazarların da ibadetlerini kendi dilleriy­
le yaptıklarını haber verdiğini belirtiyor (105). Yahudi di­
nine girip Hazarlardan başka geçmişte kendi dili ile iba­
det yapan başka bir millet olmadığı gibi, Karaîlerden baş­
ka, bu fikri benimseyen bir Yahudî mezhebi de yoktur. Bu
noktadan bakılınca Karaylarla Hazarların ilişkileri daha net
olarak görülür.
Ayrıca Karayların halk edebiyatlarında da Hazar izle­
ri vardır. Bir Karay türküsünde şöyle söylenir.
Lapa lapa kar yavar
Erabbi baba koy suya
Boylarımız t o y çala
Hazar oğlu at çapa
Diğer bir Karay türküsünde de şöyle söylenmektedir.
A t a mindim sağdağım var
Sağdağımda üç okum var
Üçü bilan üç yat ursam
Hazar bekinden tarttığım var (106).
Kırım'ı gezen bir Fransız seyyahı, Kırım Karaylannm,
Kırım îlan'ının sarayına gelince attan indiklerini, yere sec­
de ettiklerini ve saray gözden kayboluncaya kadar ata bin­
meden yaya yürüdüklerini görünce bu hadiseyi Kırım.da
Karaylann ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördükleri şek(104.) A . Zajaczkowski; a.g.e., s. 50
(105) A . Zajaczkovvski, a.g.e., s. 19-20; 5 0 - 5 1
(106) S.üreyy a,. Şapşaloğlu, K ı n m Karay lan, Türk Yılı, G. I, s. 608
125
ü n d e yorumlamıştır (107). Halbuki bu adet aynen Hazar-.
larda da mevcut olup, muhtemelen Kırım Karaylarına Ha­
zarlardan kalmış olmalıdır. Bu hiçbir zaman Karayların Kı­
rım'da ikinci sınıf vatandaş olduklarını göstermez, aksine
onların Hazarlarla ilişkisini ortaya koyar.
Karaîlik konusunda uzman olan Leon Nemoy'un ifade­
sine göre. Hazarların Yahudileşmeleri sırasında Iran, Er­
menistan, Türkistan, Anadolu ve Kafkasyadaki Yahudiler
daha çok Talmud'a muhalif olan Yahudilerdir. Bunlar, Irak'­
taki (Babilonya) Talmudcu Akademi yönetiminin
baskısı
yüzünden oralara gitmişlerdir. Karaizm'in ilk belirtileri ilk
önce bu bölgelerde görülmüştür (108). Bu çevre ülkelerde­
ki Talmud'a muhalif Yahudilerin, zamanla Hazar ülkesine
ulaşmaları ve Hazar ülkesine yerleşmeleri, Talmudcu Ya­
hudilerin bu ülkeye yerleşmesinden daha kolaydır. Özel­
likle Iran bölgesindeki Talmud'a muhalefet hareketinin et­
kisi altında kalarak Hazarların, Karaî Yahudiliğini kabul et­
miş olmaları mantığa uygun gelmektedir. Her ne kadar Ha­
kan Bulan'a
Yahudiliği kabul ettiren bilginin Bizans'tan
geldiği ifade ediliyorsa da, o bilgine, Hazar ülkesine daha
önce gelen bu Yahudilerin zemin hazırlamış olması büyük
bir ihtimal dahilindedir. Yani Hazarlar Yahudiliği kabul et­
tikleri sırada çevrelerindeki bulunan
Yahudi topluluklar
daha çok Karaî inancında idiler. Bu da onların Karaîliği
kabul etmiş olabileceklerini gösterir.
Karay Türkleri'nin Hazarların torunları oldukları tezi­
ni kabul etmiyenler arasında Rus bilgini Barthold ile, Türk
tarihçisi Z. V. Togan da vardır. Barthold Hazarların Karaî
mezhebini kabul ettiklerine dair tarihî kaynaklarda bilgi
olmadığını ve dolayısıyla bu meselenin kapalı olduğunu
(107)
S. Şapgalo&lu, a.g.e., C. I, s. 607
(108)
Leon Nemoy, Early Kaft-aism, J. Q. R.. V. XL, p. 507 - 315
126
söylerken (109), Z . V . Togan meseleyi dil bakımından ele
alıyor ve bu günkü Karay Türklerinin Kuman-Kıpçak Lehçe­
si konuştuklarını, Hazarların ise bu günkü Çuvaşların ko­
nuştuğu dile benzer bir Lehçe (Lir Lehçesi) konuştukları­
nı ve bundan dolayı Karay Türklerinin Hazarların torunları
olamıyacağmı (110) söylüyor. Tarih kaynaklarında Hazar­
ların Karaîliği kabul ettiklerine dair bilginin olmaması hu­
susunu Kovvalski, o sıralarda Karaîlerin Yahudilerden ayrı
mütalaa edilmemesi
yüzünden olduğunu söylüyor ( 1 1 1 ) .
Z. V. Togan, ilk bakışta dil konusunda haklı .gibi görünüyor.
Kuman-Kıpçak Lehçesiyle, Lir Lehçesi bir birinden farklı­
dır. Eğer Hazarlar Karaîliği kabul etmişseler ve Karaylar
Hazarların torunları ise, O'nların Lir lehçesi konuşmaları
gerekir. Bu ilk bakışta doğru bir mantık gibi gözükür. A n ­
cak Z. V, Togan'ın gözünden kaçan bir husus vardır k i , o
da Hazar devleti yıkıldıktan sonra Hazar ülkesine KumanKıpçakların hakim olarak, bu bölgeye iki yüz yıl kadar ege­
men oldukları hususudur. Bu iki yüz yıl gibi bir zaman zar­
fında, aynı d i l i n iki ayrı lehçesinin birbirine karışması v e
hakim topluluğun lehçesi olan Kuman-Kıpçak
lehçesinin
Hazar topluluğu tarafından benimsenmesi pek ala müm­
kündür. Doğu Avrupa Yahudilerinin Menşeinin Hazarlar ol­
duğunu iddia edenler,
Yahudi Hazarların kendi dillerini
unutarak Slavca konuşmaya başladıklarını, bu günkü Doğu
Avrupa Yahudilerinin dili olan «Yidişce»deki Slavca keli­
melerin, Hazar Yahudilerinden gelmiş olduğunu iddia et­
mektedirler (112). Her halde bir toplumun kendi dilini ta­
mamen unutup başka bir dil konuşmasından kendi diline
(100)
(110)
Barthold, Orta Asya Tarihi Hakkında Dersler, fl, 8ö
Z . V . TogEuı, Hazarlar, İslam Ansildopedisi, C V . a. 402
(111)
T. Kowaİ3ki, Karaimische Tesjte im Dialekt Von Troki. p.
XVIII
(112)
Kutschera, Die Chasaren, p. 246-48; A . Koestler, The Thir­
teenth Tribe. p. 149, 179
127
yakın, aynı dilin başka bir lehçesini konuşması akla da­
ha uygundur. Bu bakımdan iki yüz yıl kadar Kıpçakların
egemenlikleri altında kalan Hazarlar, Lir lehçesini terkederek Kıpçak lehçesini konuşmaya başlamış olmalıdırlar.
Kaldı ki IVlüslüman Hazarlar, diğer [\/lüslüman grupların,
Hnstiyan Hazarlar da diğer Hnstiyan grupların içinde eri­
yip dillerini, isimlerini ve milliyetlerini kaybederken, Ka­
raîliği benimsemiş
olan Hazarlar, Kıpçaklarla karışarak
uzun bir süre isimlerini ve kültürlerini korumuşlardır.
Z. V. Togan'ın temas ettiği dil konusunda Zajacz­
kovvski meseleyi açıklığa kavuşturarak şunlan söylüyor.
«XI. asrın birinci yarısında Hazarlar güçlerini kaybettikden sonra Dinyeper üzerindeki Güney Steplerine yeni bir
Türk halkı geldi. Bunlar Kumanlardır, muhtemelen bu Kumanlar, Hazar halkının bakiyelerini Absorbe etmiş olmalı­
dırlar» [113). İşte bu Kuman toplumu arasında eriyen Ka­
raî Hazarlar, daha önce çok az da olsa Kumanlar arasında
yayılan Karaîliğin de tesiriyle. Kuman Karaîleriyle kaynaş­
mışlardır. Kuman ve Hazar Karaîlerinin meydana getirdiği
bu yeni toplulukta büyük çoğunluğu Hazarlar teşkil etmiş­
tir. Bu topluluk gün geçtikçe daha da bütünleşmiş ve Ku­
man, Hazar isimlerini bırakarak yeni bir isim, (kendi dil­
leri ile söyledikleri gibi) «Karay» ismini almışlardır. Dik­
kat edilecek olursa, bu günkü Karayların diğer Kuman
Kıpçak gruplarından az farklı bir şive konuşmakta olduk­
ları görülür (114). Şüphesiz bu farklılık Kuman-Kıpçakçaya
Hazarcanın karışmış olmasından ileri gelmiş olmalıdır.
Hazar ve Kuman Karalîerinin kaynaşmasından meyda­
na gelen Karay topluluğunun Polonya'ya göçenlerinde, d i l ,
din ve kültür bakımından bir erime söz konusu olmama(113)
(114)
128
A. Zajaczkovv.ski, Karaims in Poland, p. 16
Reşit RatımetL Arat-Alımet Demir, Türk Şivelerinin Tasnifi,
TiU'k Dünyası El Kitabı,, Ankara, 1976, s. 313-315
sına rağrnen, Kırım'da kalarak. Müslüman Tatarlarla birlik­
te yaşayan Karaylarda, aynı erimemeyi görmek mümkün
değildir (115). Bunun sebebi, Polonya'da gerek ırk bakı­
mından ve gerekse inanç
bakımından kendilerine yakın
bir topluluk olmadığından başkalarıyla kaynaşmamış ye
benliklerini korumuşlardır, Kırım'da ise dil ve ırk bakımın­
dan kendilerine yakın olan Tatarlarla kısmen kaynaşmış­
lar ve onların kültürlerinin tesiri altında kalmışlardır. Gö­
rülüyor ki bu günkü Karayların Kuman-Kıpçak lehçesi ko­
nuşmaları, onların
Hazarların torunları olmalarına engel
teşkil etmez. Biraz önce de değindiğimiz Doğu Avrupa Ya­
hudilerinin «Yidişce» adı verijen dillerinde Lir lehçesinin
hiç bir izini görmek mümkün değildir. İbranice, Almanca
ve Slavca'dan meydana gelen bu dile, (madem ki Doğu
Avrupa Yahudilerinin çoğunluğu Hazar menşe'lidir) neden
Lir lehçesinden kelimeler girmemiştir? Şayet Yidişce'de
Türkçe kelimeler belli bir nisbette mevcut olsa i d i , her
halde bu husus Koestler'in gözünden kaçmazdı.
Karaîler Yahudiliğin ilk şeklini ve Tevrat'ı kısmen mu­
hafaza etmişler ve Yahudiliğin evrenselliğini korumuşlar­
dır. Rabbanîler, Yahudiliği. İsrail kavminin milli dini hali­
ne sokmaya çalışırken, Karaîler İslâmiyetin hızla yayılma­
sından ilham alarak misyoner faaliyetlerine girişmişler ve
kendi inançlarını başka milletlere yaymaya çalışmışlardır.
Eski kaynakların «Hazarların Yahudileşmesi» diye verdiği
olay, Karaîlerin t a m Dünyaya yayılıp misyoner faaliyetleri­
ni hızlandırdığı bir döneme rastlamaktadır (116). Bu dö­
nemde Talmudist Yahudilerin bu tür bir misyoner faaliye­
tine girdiğine dair tarih kaynaklarında bir kaydın bulunma­
ması, Hazarların, Yahudiliğin Karaî mezhebini kabul etmiş
(115)Ahmed Seyyid Cafer, K ı n m Türkleri,
1928 C. I, ş. 555
(116)
A . Zaiaczkowski,
Türk yılı,
İstanbul,
Karaims in Poland, p. 36
129
olmalarını mümkün kılar. H, Rosenthal, 723 yılında Hazar
ülkesine Bizans Yahudileri göç etmeden önce, tâ İsa'nın
doğum yıllarında Güney Rusya steplerine bazı Yahudile­
rin gelip yerleşmiş olduklarını ve buralarda ticaret yaptık­
larını (117) söylediğine göre, A . Firkovvich'in de söylediği
gibi daha Talmud oluşturulmadan ve Haham literatürü or­
taya çıkmadan önce (118), A . Koestler'in çöl Yahudiliği
dediği türden, Talmudculuktan uzak olan Yahudilik çok
önceleri Hazar ülkesine gelmiştir. Ulaşım imkanlarının ve
yol emniyetinin çok kısıtlı olduğu o zamanlarda Tajmud'dan habersiz bu insanlara Talmud'u benimsetecek imkan­
ların ulaşması ve onlara Talmud'u benimsetmesi oldukça
zordur. Çok önceleri gelerek bu bölgelere yerleşen Yahu­
dilerin, Hazarların yahudileşmesinde
her halde tesirleri
olmuştur. Öyle ise onların da gayretiyle Hazarlara benim­
setilen Yahudilik, onların inancına yakın olan Karaîlik ol­
malıdır.
Petahyah'ın Hazar ülkesine yaptığı sayahatta gördük­
leri, en azından Hazar ülkesindeki Yahudi topluluğun bü­
yük çoğunluğunun
Karaî olduğunu ortaya koyduğu gibi,
Sangarî'nin mezar kitabesi, Bizanstan Kırım'a göç eden
Karaîlerin, Kırım Karaylarına hediye ettikleri Tevrat'taki
ifadeler, Karay şarkı ve türkülerindeki Hazar motifleri, Zajaczkovvski'nin değindiği, kan grupları ve kafatası ölçüleri,
Karay kültürünün Hazar kültürüne benzeyişi,
bazı Karay
adetlerinin, eski kaynaklarda Hazar adeti olarak geçişi ve
Doğu Avrupalı Talmudist Yahudilerle Hazarlar arasında yu­
karda saydığımız hususlar gibi hiçbir ilişkinin bulunmayışı,
Hazarlarm, Yahudiliğin Karaî mezhebini kabul etmiş olma­
ları tezini fevkalade kuvvetlendirir. Bence bu tezin kesinlik
(117)
H. Rosenthal, Chazars, J. E. V. IV, p. 3
(118)
Abraham Harkavy, Karaites and Karaizm,
p. 438-446
130
J. E. V . VII,
kazanmasını engelleyen İki nokta vardır. 1) Eski Tarih kay­
naklarında «Karaî oldular» ii-adesinin bulunmayışı ve bazı
Karaî eserlerde «Mamzer» (Piç) sözünün, «Hazarlar» şeklin­
de tefsir edilmesi k i , bunların sebeblerini daha önce açıkla­
maya çalıştık. 2) Hakan Yusuf'un mektubunda, Obedya'nın
Tevrat ve Talmud öğretmek için okullar açtığının belirtil­
mesi ve Petahyah'ın Bağdat'da gördüğü Hazar Hakan'ının
elçisinin. Tevrat ve Talmud'u öğretecek bilginleri Hazar
ülkesine götürmek için orada bulunduğunu eserinde kay­
detmesi. Bu iki husus. Hazarların kesinlikle Karaî mezhe­
bini kabul etmiş oldukları şeklinde kati hüküm vermemizi
engeller. Ancak Hazarların Karaîliği kabul etmiş oldukları
şeklindeki tez. ikinci tezden çok daha kuvvetlidir, Talmu­
dist bilginlerin delilleri bu konuda yetersiz kalmaktadır.
Dunlop ve Koestler gibi bilginler dahi Hazarların önce Ka­
raîliği kabul ettiğini, ancak sonraları Talmudculuğa dön­
düklerini söylemekte, Kutschera da Karaîliğin Hazar dev­
leti yıkıldıktan sonra, Hazar ülkesine girmiş olabileceğini
ifade etmektedir. Yani Talmudist bilginlerin çoğu birbirle­
riyle tenakuza düşmekte ve farkında olmadan Karaî ger­
çeğini kabul etmektedirler.
Hazarların Yahudiliği benimsemesi ile alakalı göste­
rilmek istenen Doğu Avrupa'lı Talmudist Yahudilerin, Ha­
zarlarla ne derecede ilişkilerinin olduğu hususu. Hazarla­
rın Karaî mezhebine girmiş olmaları halinde kendiliğinden
açıklığa kavuşmaktadır. Çünkü Talmudist inançta bir top­
lumun, Karaî inancına sahip Hazarlardan türemesi müm­
kün olmaz.
e. Göçler :
Hazarların
Yahudiliği kabul
etmesi ile ala­
kalı gösterilmek istenen Doğu Avrupa Yahudilerinin men­
şe'lerinin. Hazarlar olup olmadığı hususunu daha iyi şe­
kilde açıklayabilmek için ilk Yahudi göçmenlerin Hazar
ülkesine ne zaman geldiklerini, Hazar devleti yıkıldıktan
131
sonra Hazarların nerelere göç ettiklerini araştırmak, A l ­
manya, Orta Avrupa ve Balkanlardan Doğu Avrupa'ya ya­
pılmış olan Yahudî göçlerini incelemek gerekir.
Ancak
bundan sonra daha sağlıklı bir sonuca varılabilir.
Yahudi kaynakların beyanlarına göre, Karadeniz ve Ha­
zar Denizi sahillerine ilk Yahudi göçleri, Miladî I. yüz yıl­
da yapılmıştır (119). Bu konuda A . Firkovvich, daha da ile­
ri giderek kendi atalarının Kırım bölgesine M . Ö. V I I . yüz
yıllarda gelmiş olduklarını ifade ediyor (120). Bu bölgeye
yapılan ilk Yahudi göçü hakkında Max L. Margolis şunla­
rı söylüyor. «Miladî birinci yüz yıllarda Karadeniz ve Azak
Denizinin birleştiği Kerç bölgesinde, Taman yarımadasının
Doğu yakasındaki Anapa'da, Kuzeyde, Dinyeper dağında­
ki Olbia'da Yahudi cemaatleri kurultnu.ştu, bunlar Yunan­
ca konuşuyorlardı, ki bunların buralara daha önceki dö­
nemlerde Anadolu'dan g e l m i ş olmaları gerekir,
bunlara
daha ilk dönemlerden itibaren Putperestlerden katılmalar
olmuş ve cemaatler büyümüştür» (121). Demekki Yahudi­
ler sadece Kırım'a değil, daha geniş bir alana yayılmışlar
ve bu geniş alanlardaki Yahudi cemaatlerine yerli Putpe­
restlerden- katılmalar olmuştur.
Bu Putperestleri sadece
Hazarlar olarak almak, son derece hatalı olur, o bölgeler­
de bulunan Slav ve Got kabilelerinden de Yahudî cemaat­
lere iltihaklar olmuş olmalıdır. Bilhassa Kievv bölgesinde­
ki Yahudi cemaatlere Slavlardan büyük oranda katıl­
maların olduğunu, bu bölgedeki Yahudilerin, önceleri Slav­
ca konuşmalarından anlıyoruz. Birinci yüz yıldan itibaren'
Hazar bölgesine, bilhassa ticarî amaçlarla İran, Ermenis-
(119)
H. Rosenthal, Chazars. J. E. V. IV, p. 1
(120) Abraham Harkawy, Kai^aitcs and Karaism, J. S.; V . VII.
p. 4 3 3 - 4 4 0
(121)
132
M a x L. Margolis-Alcxaııder Marx, A . History of the Jewish
Pcdple, Philedelphia, 1962, p. 525
tan, Anadolu ve Arap ülkelerinden yoğun olmayan göçler
şüphesiz olmuştur. Bu göçlerin sayısınr v e tarihini t e s b i t
etmek, V l l l . yüz yıla kadar zordur. Miladî birinci yüz yıl­
dan sonraki ilk toplu büyük göç, M . S. V l l l . yüz yılın birincî yarısında meydana gelmiştir. Bu tarihte Bizans'tan bü­
yük b i r Yahudi topluluğu Hazar ülkesine göç e t m i ş t i r (122).
Pek çok kaynak bu gelenlerin Yahudî dinîni kabul etmede
Hazarlara büyük tesirlerin olduğunu ifade ediyorlar.
Hazar ülkesine ikinci büyük Yahudi göçü X. yüz yıl­
da meydana gelmiş, Babilonya (Irak)dan dağılan Yahudi­
ler, Ermenistan, Kafkasya yolu ile Hazar ülkesine gelmiş­
lerdir (123). Bu tarihlerin dışında da toplu olmayan bazı
göçler olmuştur. Hazar devletindeki Yahudilerin sayısını
dikkate alarak bu sayı içinde Hazar asıllı olmayan bu göç­
menlerin nisbetini gözönünde bulundurmak gerekir.
Hazar devleti yıkılınca Hazarların hepsi birden
bire
yok Olmadılar, devlet yikıldıktan sonra Hazarlar'm tama­
mı Doğu Avrupa'ya gelerek bu günkü Doğu Avrupa Yahu­
di cemaatını da oluşturmadılar, durumun böyle olduğunu
iddia eden Kutschera, Poliak ve Koestler gibi Yahudi araş­
tırmacılara yine Yahudi bilginler vasıtasıyla cevap vere­
lim. S. Grayzel bu konuda şunları söylüyor. «Hazar devle­
tini yıkılmasından sonra, Hazar Yahudilerinin bir kısmı,
Bizans Yahudilerine katıldılar. Bir kısmı i s e Moskova Prens­
liği içinde Yahudi olarak kaldılar. Fakat bazı Yahudiler pek
çok Yahudi adetlerini korudukları halde Hrıstiyanlığı ka­
bul ettiler. Düşünmeyi gerektiren entrasan bir durum var­
dır k i , o da Ukranya'da bulunan muayyen Kazak .kabileleri,
bu gün Hnstiyan oldukları halde, hâlâ Yahudilerin Şabat
(122,) Henry Hart Milman, The History of the Jews, London, 1063,
V. III, p. 129
(123)
Solomon Grayzel, A. History of the Jews, p. 284
133
gününü kutlamaktadırlar.
Rus Kilisesi bu adeti ortadan
kaldırmak için çok uğraşmış, fakat başarılı olamamıştır.
Bu durum, eski Hazar tesirini aksettirmektedir. Ukranya'daki bu Kazak kabileleri Hazar ülkesinden gelmiş olup Ha­
zar asıllıdırlar» (124). Solomon Grayzel'e göre, Yahudi Ha­
zar toplumunun bir kısmı Bizans'a gitmiş, Kievv'de kalan
bir kısım Yahudî Hazar da, Hrıstiyanlığı kabul etmişlerdir.
M. Remzi, Hazar deveti yıkıldıktan sonra, Hazarların bir
kısmının Hacı Tarhan bölgesinde kaldığını, bu günkü Ha­
cı Tarhan ahalisinin
Hazarların bakiyesi sayılabileceğini
(125) ifade ediyor. Hazar devleti yıkıldıktan'sonra bölgeye
hakim olan Kumanların, Hazarların bir kısmını kendi bün­
yesinde erittiğini (126) Zajaczkowski açıklamıştı. Yani,
Hazarlar'ın bir kısmı Kumanlara karışarak onların arasında
erimişlerdir. Z. V. Togan, Hazar devletî yıkıldıktan sonra
Saksın'da iki asra yakın, bir devletin varlığını sürdürdüğü­
nü ve aşağı Saksın'ın, Hazar Devleti'nin bir istihalesi ol­
duğunu söylüyor (127). Hazar devleti yıkıldıktan sonra Ha­
zarların bir kısmının Kırım'a, diğer bir kısmının ise Litvanya'ya gittikleri, Rusyada kurulan devlete Hazarların kültür
aşısı yaptıkları (128), bazı kaynaklarda geçerken, A. Koest­
ler Hazarlarm devlet yıkıldıktan sonra Kırım, Rusya ve Litvanya'nın dışında Macaristan ve Polonya'ya da göç ettik­
lerini,
yeni çağın başlamasından önce buralarda Hazar
topluluklarının oluştuğunu ileri sürerek, bunların daha son­
ra Doğu Avrupa'da toplanarak büyük bir kalabalık meyda­
na getirdiklerini ve Doğu Avrupa Yahudiliğinin esasını teş-
(124) s . Grayzel, a.g.e., s. 281
(125) M . Remzi, TPİfiku'I-Alıbar, C. I. s. 195
(126) R. Zaiaczkowski. Karaims in Poland, p. 16
(127) Z. V; Togan, Hazarlar, İslâm Ansiklopedisi, C.
s. 401 - 402
(128) J. Brutzkus, Eski Kiew'in Türk-Hazar Menşei,
A . Ü. Dil
Tarih ve Coğrafya Fakültesi Dergisi. Ank. 1946, C. İV, s. 356
134
kil ettiklerini (129) iddia ediyor. Bazı eserler, Hazar devle­
ti yıkıldıktan sonra Peçeneklerin bu bölgeye gelerek Ha­
zarların Batı topraklarını işgal ettiklerini ve bir kısım Ha­
zar'ın bu Peçeneklere katıldığını, Hazar dilinin Peçenekçe
ile karışarak Batıdaki HazaHarın bir kısmının Peçenekler
arasında eridiğini (130) ifade etmektedir. Yine bazı eser­
ler, devlet yıkıldıktan sonra bazı Hazarların Kafkasya'da
kalarak oradaki diğer kavimlerin arasında eridiğini, bu
gün Kafkasya'da yaşayan Karaçayların Hazarlarla
akraba
olduğunu (131) ileri sürmektedir. Vambery, Karabarda'da
oturan Karabardalıların Hazarların torunları olduklarını id­
dia ediyor (132). Sadece Doğu Avrupa Yahudilerine değil,
diğer Yahudilere de büyük bir nisbette Türklerin karıştığı­
nı iddia eden R. S. Karaşemsi, XIII. yüzyıldan sonra Müslü­
man Hazarların, diğer Müslüman Türk kavimlerine karıştık­
larını (133) ifade ediyor ki, X. yüz yılda sadece İtil'de on
binden fazla
Müslümânın mevcut olduğunu ve bunların
şehrin ekseriyetini oluşturduğunu öğreniyoruz (134) Yine
Karaşemsi Hazar devleti yıkıldıktan bir müddet sonra böl­
geyi i s t i l a eden Moğol ordularına karşı müşterek müda­
faa mecburiyeti yüzünden bir kısım Hazar halkının, Ru.slara iyice yaklaşarak, onlarla kaynaştığını ve Hristiyanlığı
kabul ederek Ruslaştığıru,
bu Hrıstiyanlaşan Hazarların
(129) A . Koestler, The Tliirteenth Tribe, p. 1 5 - 1 6
(130) Süleyman Hüsnü, Tarih-i Alem., s. 485
(131) M . Şemsettin, Mufassal Türk Tarihi, İstanbul, H. 1338, C.
I, s. 12; i. Kafesoğlu, Hazar Kağanhğı, Türk Milh Kültürü,
s, 158
(132) M . Şemsettm, a.g.e., C. I, s. 12
(133) R. S. Karaşemsi, Hazar Türİdeiü, s. 44
(134) Hakkı Dursun Yıldız,
Müslümanlığın Hazarlar Aras-nda
Yayılması. VIII. Türk Tarih Kongresi, Bildiri Özetleri, Ank.
İÖ76, s. 58
135
Ruslann Boyar (Bayar) denilen asilzade sınıfjnı teşkil et­
tiğini ifade ediyor (135). 1249 yılında Volga ile Don nehir­
leri arasında seyahat eden Plano Caprini, bu bölgede Hns­
tiyan Hazar cemaatlerine rast geldiğini (136) haber ver­
mektedir. Karaşemsi, Hazarların bir kısmının Anadolu'ya
gelmiş olduklarını da belirterek bu konuda şöyle söylüyor.
«Anadolu'da Hnstiyanlıklanna rağmen asırlarca Türk kalan
esasen Hazaristanlı Kayseri'liler, Osmanlı
istilasından
sonra Fener'den gönderilen Rum papazların Rumca okut­
malarını müteakip, Rumluğa temayül etmişler ve son is­
tiklal harbi neticesinde malesef yeni ve yabancı kültürle­
ri itibarı ile aramızdan gitmek mecburiyetinde kalmışlar-dır» (137). Hnstiyan Hazarlann Anadoluya gelip yerleşme­
leri mantıken mümkündür. Alparslan'a karşı savaşan Haç­
lı ordusu içinde Hnstiyan Hazar askerlerinin varlığını ba­
zı kaynaklardan öğreniyoruz (138). A y n c a Anadolunun ba­
zı yerlerinde Hazar isimlerine de rastlıyoruz. Mesela Kayseri'nin Bünyan kazasının, Hazarşah isminde bir köyü var­
dır. Yine Elazığ'da Hazar gölü vardır. Karaşemsi'nin bazı
noktalarda ifrata vardığını söyleyebilsekte,
dediklerinin
gerçekle alâkası vardır.
Türk düşmanı bazı kaynakların
iddia ettiği gibi, Anadolu'daki Rum ve Ermenî unsurlar
Türkleşınemiş, aksine Anadolu'da ve Dünyanın birçok ye­
rinde, dinleri dolayısı ile Rumlaşan, Ermenileşen ve hat­
ta Ruslaşan Türkler vardır.
Doğu Avrupa Yahudiliğinin Hazar menşe'li olup olma­
dığı sorusuna cevap vermeden önce, göçler konusunda
tesbit ettiğimiz şu hususları özetlemekte fayda vardır.
(135)
R. S. Karaşemsi, a.g.e., s. 4 4 - 4 5
(13(3) R. S. Karaşemsi, a.g.e... s. 44 - 45
(137) R. S. Karaşemsi, Hazar Türkleri,, s. 4S
(138)
Kemaleddin Eb'u'l-Kasım A m r lbnu'1-Edim,
fi Tarihi Halep, Ankara. 1676, s. 322
136
Buğyetu't-Talep
1) Hazar devleti
yıkılmadan önce,
Hazar ülkesine
(Karaî veya Rabbanî]
üç büyük Yahudî göçü gelmiştir.
Fazla büyük olmayan Hazar Yahudî toplumu içinde eriyen
bu göçmenler Hazar asıllı değildir.
2) Hazar devleti yıkıldıktan sonra Hazar Yahudilerin­
den bir kısmı Bizans'a giderek, oradaki Yahudilere katıl­
mışlar, diğer bir kısmı ise, Kiew taraflarına hicret etmiş­
lerdir. Bu Kiew'e gelenlerin bir kısmı, Rusların baskısı ile
Hrıstiyanlaşmıştır.
3] Onuncu yüzyılda sadece İtil şehrinde on bin müs­
lüman mevcud olup.
Hazarların büyük bir çoğunluğunu
müslümanlar teşkil etmekte idi. Müslüman olmayan Ha­
zarların bir kısmı Müslüman Hazarlar'la birlikte, diğer Müs­
lüman kavimlerin içinde erimiş olmalıdır.
4] Hazar ülkesinde Müslümanlardan sonra en büyük
çoğunluğu Hristiyanlar oluşturmaktadır.
Devlet yıkıldık­
tan sonra bu Hristiyan Hazarlar Ruslaştığı gibi, başlangıç­
ta Hristiyan olmayan bazı Hazarlar da Moğol istîlası sıra­
sında müşterek müdafa gayreti ile Hristiyanlığı kabul et­
miş ve Ruslaşmışlardır.
5] Hazar devleti yıkıldıktan sonra Yahudî Hazarlardan
ayrı olarak, bazı Hristiyan Hazarlar da Anadoluya gelmiş­
lerdir.
6] En mühimmi, Bizansın tahriki ile Rusların ve bazı
Türk kabilelerinin Hazarlara saldırısından sonra, Hazar ül­
kesine Kuman-Kıpçaklar gelerek yerleşmişler ve Hazarla­
rın büyük bir kısmını kendi içlerinde eritmişlerdir.
Doğu
den önce,
Avrupaya
saplamak
Avrupa Yahudilerini Hazar menşe'li kabul etme­
bu altı hususu göz önünde bulundurarak, doğu
gelmiş olan Hazar Yahudilerinin miktarını
he­
gerekir.
137
Ayrıca Doğu Avrupa'ya Hazar ülkesinin dışından ne
kadar Yalıudinin ne zamanlarda gelmiş olduğunu ve bun­
ların Hazar ülkesinden gelenlere karşı oranının ne oldu­
ğunu ortaya koymak lazımdır.
Yahudiler, esas vatanları olan Filistinden M . Ö. VII.
yüzyıldan itibaren n^uhtelif aralıklarla sürgün edilmişler
ve Dünyanın muhtelif ülkelerine dağılmışlardır (139). Sür­
günlerin yanı sıra, ticarî amaçla da ülkelerini terk ederek
başka ülkelere göç edenler olmuştur. Yahudî göçlerinin
bir kısmı, önce Akdeniz kıyılarına, oradan da Avrupa içle­
rine olmuştur. Mısır, Kuzey Afrika sahilleri, Anadolu sahil­
leri, Ege adaları Yunanistan, Adriyatik kıyıları, İtalya ve
İspanya'ya yerleşen Yahudilerden bir kısmı daha sonra bu
bölgelerden Fransa, Portekiz, Orta Avrupa ülkeleri ve A l ­
manya'ya gelmişler, bu ülkelerden de Rusyanın batı kıs­
mına ve Polonya'ya, yani Doğu Avrupa'ya gelmişlerdir (140).
Fransa
ve Almanya'da Yahudî yerleşme merkezlerinin
M. S. 321 yıllarında kurulduğunu bazı eserlerde görmek­
teyiz (141). Romalıların elinde bulunan Gaul eyaleti Germanik kabilelerin eline geçmeden önce. Roma İmparator­
luk orduları Ren nehri boyunca devan^lı hareket halinde
olup, bu nehir üzerinde hakimiyet tesis etmişlerdi. Ren
nehri boyunca ilerleyen Roma ordusunun peşinden bir kı­
sım tüccarlar da o bölgelere gitmişlerdir. Bu tüccarların
büyük bir kısmını Yahudiler teşkil etmekte olup, bunlar
buralara ilk Yahudî yerleşme yerlerini kurmuşlardır (142).
Bazı eserlerde Roma ordularının, İtalyada kurulan Yahudî
(139)
(140)
Yaşar Kutluay, İslâm ve Yahudi Mezhebleri, s. 147 -152
H. H. Milman., A . History of the Jews, V . II, p. 448-450;
(141)
(142)
Max L. Margolis, A . History of the Jewish Poople, p. 348
Max L. Margolis, a.g.e., s. 346
138
kamplarını Fransa ve Almanya çevresine zorla dağıttığını
ifade etmektedirler (143).
M. S. IV. yüzyıldan itibaren Avrupanın iç kısımlarına
doğru göç etmeye başlayan Yahudilerin, bMfîassa Alman­
ya ve Fransa'da gitgide nüfus ve nüfuzları artmaya başla­
mış, bazı Yahudiler kendilerini imparatorluk saraylarında
göstermeye başlamışlardır. Vlll. ve daha sonraki yüzyıl­
larda Fransız ve Alman saraylarından, başka ülkelerin sa­
raylarına Yahudî elçiler gönderilmiştir. Ünlü Şariman, Harunu'r-Reşid'e gönderdiği elçilik heyetinde «Isaac- isimli
bir Yahudiyi de görevlendirmişdi (144).
X. yüzyılda Babilonya (!rak)dan
dağılan Yahudilerin
bir kısmı Hindistan, Çin v e Hazar ülkesine giderken, bir
kısmı İtalya, İspanya ve Portekiz'e göçmüşler, diğer bir
kısmı ise önce Bizansa, daha sonra Bizans'dan, a) Balkan­
lar yolu ile Doğu Avrupa'ya, b) Adriyatik kıyıları yolu ile
Orta Avrupa'ya, c) Ege kıyılarından Yunanistan'a hicret
etmişlerdir. Ayrıca, İtalya'ya gelenler oradan Fransa'ya ve
Orta Avrupa'ya göç etmişlerdir (145).
Xr. yüzyıldan itibaren haçh seferlerinin başlaması i l e ,
Orta Avrupa ve Almanyadaki Yahudilerin durumu gitgide
bozulmaya başlamış ve Yahudiler Polonya'ya göçetmeğe
başlamışlardır. Haçlı seferlerinin başlamasına kadar Av­
rupada dağınık olarak yaşayan Yahudiler, bundan
sonra
Polonyada toplanmaya mecbur olmuşlardır. XIV. yüzyılın
sonlarına doğru Polonya'ya üç koldan Yahudi göçrnenler
gelmişlerdir. 1) Kırımdan, 2) Fransa, İtalya ve Almanya'­
dan, 3) Balkanlardan (146). Ayrıca Hazar devletinin yıkıl-
(143)
(144)
Solomon Grayzel, The History of the Jews, p. 295
Max L. Margolis, a.g.e., s. 348
(145)
(146)
S. Grayzel, A . History of the Jews, p, 284
S. Grayzel, a.g,e, s. 446
139
masından sonra Kiew bölgesine gelen Hazar Yahudileri
ile, yine bu bölgede daha önce gelip yerleşmiş olan Ha­
zarların dışmdaki Yahudiler, Moğol istilasından sonra Po­
lonya taraflarına göç etmişlerdir (147),
Balkanlardan, Orta Avrupa'dan, Fransa ve Almanya'­
dan gelenlerin, Hazar asıllı olamıyacakları açıktır.
Kırım
ve Kafkasya bölgesinden gelenler (şayet onlar Karaî de­
ğil idi iseler) Hazar asıllı sayılabilirler. Ancak gerek Kı­
rım, gerekse Hazar ülkesindeki Yahudi toplumlarının çe­
kirdeğini Hazar asıllı omayan göçmenler oluşturmaktadır
ve bu toplumlar içinde Hazar olmayan unsurlar
vardır.
Kievv bölgesindeki Yahudî toplumun tamamı Hazar asıllı
sayılamıyacağı gibi, çoğunluğu da Hazar asıllı sayılamaz.
Çünkü Hazarlar ve diğer Türkler bu bölgelere gelmeden
çok önce bu bölgelere Yahudî göçmenler gelmiş, ve gelen
göçmenlere yerli halktan katılmalar olmuştur (148). Bu
belgeye gelen Yahudiler, kendilerine katılan ve çoğunluğu
Slav olan kabilelerle
kaynaşmışlar ve onların dili olan
Slavcayı konuşmaya başamışlardır. Bu topluluk, daha Ha­
zar devleti yıkılmadan önce
Slavca bir Tevrat'a sahipti
(149). Bu ğöçmen-Slav karışımı kabilelere, bir miktar Ha­
zar karışmış olabilir, ancak Kievv prensliğindeki Yahudi
toplumun çoğunluğunun Hazar asıllı olması mümkün de­
ğildir. Bu toplumun içinde Hazar kanı kadar Rus kanı, göç­
men Yahudilerin kanı ve diğer yerli kabilelerin kanı var­
dır.
Daha sonraki yüzyıllarda
Hazar asıllı olmayan pek
çok Yahudî önce Orta Avrupa'ya ve oradan Doğu Avrupa'­
ya göç etmişlerdir.
(147)
s. Grayzel, a.g.e., s, 445
(148)
(149)
Max L. Margolis, Tlıe History of the Jewish Peoııle, p. 525
S. Grayzel, A . History of the Jews, p. 445
140
ktıtscherçi, Poliak ve Koestler gibi bilginler Avrupa'­
nın muhtelif ülkelerinden
Doğu Avrupa'ya gelen Yahudî
göçmenlerin sayısını çok az, Hazar ülkesinden gelenlerin
sayısını, çok fazla göstermek istemelerine rağmen, görül­
düğü gibi gerçek hiç de öyle değildir.
Bütün bu hususları
inceledikten sonra
«Hazarlarm
Yahudiliği benimsemesi» konusu
ile ilişkili gösterilmek
istenen Doğu Avrupa Yahudilerinin gerçek menşe'lerini tes­
bit etmek ve A. Koestler'in bahsettiği Onüçüncü Kabile'nin, Hazarlar olup olmadığını ortaya koymak mümkündür.
f. Doğu Avrupa Yahudilerinin Menşei :
Doğu Avrupa Yahudilerinin rnenşeinin Hazarlar olamı­
yacağmı,
şimdiye kadar tesbit ettiğimiz şu hususlardan
dolayı ifade edebiliriz.
1) Doğu Avrupa Yahudilerinin menşe'lerinin Hazarlar
olması; Hazarların çok az bir kısmının Yahudiliği kabul et­
miş olması bakımından mümkün değildir.
Çünkü Hazar
ülkesinde Hakan ve çevresinden oluşan küçük bir toplu­
luk Yahudiliği kabul etmişti, bunlar başlangıçta Yahudili­
ği kabul hususunda samimi değillerdi,
böyle küçük bir
toplumdan.; sayıları milyonlara varan Doğu Avrupa Yahu­
diliğinin türemiş o l m a s r İmkânsızdır.
2] Hakan ve çevresinden oluşan ve Hazar toplumu­
nun küçük bir cüzünü teşkil eden Hazar Yahudileri, Hazar
devleti yıkıldıktan sonra hepsi Doğu Avrupa'ya gitmemiş­
tir. Bir kısmı Bizans Yahudilerine katılmış, bir kısmı bu­
lundukları yerlerde kalmış, gerî kalan kısmı ise Doğu Av­
rupa'ya gitmiştir. Yani küçük Yahudi Hazar toplumu, dev­
let yıkıldıktan" sonra üç parçaya ayrılmış, bunlardan sade­
ce bir parçası önce Kievv bölgesine gelmiştir. Kievv'e ge­
len bu topluluğun bir kısmı da Rusların zoruyla Hrıstiyan141
laşmıştır. Küçük Hazar Yahudi toplumuna göre daha da
küçülen bu gruptan, Doğu Avrupa Yahudiliğinin türemesi
akim alacağı iş değildir.
3) Rabbanî ve Karaî eserleri tetkik ettiğimizde Ha­
zarların Talmudist Yahudilikten ziyade Karaî Yahudiliğini
kabul etmiş olduklarını görüyoruz. Karaî Yahudisi olan Ha­
zar toplumundan,
Talmudist inançta olan Doğu Avrupa
Yahudilerinin meydana gelmesi mümkün değildir.
4) Bütün bu hususları bir tarafa atsak bile,
Hazar
Ülkesine ve Kırım'a Hazar asıllı olmayan göçmenler gel­
mişlerdir. Hazar Yahudi toplumu içinde bunların belli bir
payı vardır. Kırım ve Hazar ülkesinden toplu olarak bir
göç tesbit edilebildiği halde. Balkanlardan, Orta Avrupa'­
dan ve Almanyadan, daha fazla sayıda Doğu
Avrupa'ya
Yahudi göçü olmuştur. Yani bu günkü Doğu Avrupa Ya­
hudiliğinin içinde Avrupalı göçmen sayısı
[Hazar ülke­
sinden gelenlerin sayısı, ne kadar abartılırsa abartılsın)
topluluk içinde çok daha fazladır. Ve Doğu Avrupa Yahu­
diliğinin çoğunluğunu bu Avrupa'lı
göçmenler oluştur­
maktadır.
Hazarların Karaî Yahudiliğini
kabul etmiş olması ve
bu kabul edenlerin de Hakan ve çevresindeki, sayıları çok
az bir topluluk olması, bunların, devlet yıkıldıktan sonra çok
az bir kısmının Doğu Avrupa'ya gitmiş olması, buna kar­
şılık Avrupa ülkelerinde çok sayıda Yahudi göçmenin Do­
ğu Avrupa'ya gelmiş olması. Doğu Avrupa Yahudilerinin
menşeinin Hazarlar olamıyacağmı kesinlikle ortaya koyar.
Zamanında dört Milyona varan nüfuslarıyla Roma İmparatorluğundaki Yahudi kütleler (150), Doğu Avrupa'ya gitmemişlerse nereye gitmişlerdir? Diyelim ki bir kısmı işken(1'50) S. Grayzel, A. History of the Jews, p, 140
142
celei-le yok edildi, bir kısmı da Arap topraklarına sığındı,
geri kalanlar ne oldu? İspanyol, İtalyan, Portekiz, Fransız,
Alman ve Balkan Yahudileri nereye gittiler? Hazar ülkesin­
den gelenlerin sayısını süratle Milyonlara çıkartırken, Av­
rupa'daki Yahudilerin sayısını azaltmak ve yok olduklarını
iddia etmek, peşin hüküm ve zorlamadan başka bir şey de­
ğildir. Kutschera ve Koestler'in İddialarının aksine, bilhas­
sa Almanya'da her yönüyle gelişmiş Yahudi toplumları var­
dı. Bunların okullar açarak kültürlerini geliştirebilecek ka­
dar sayıları çoktu, ticaret ve seyahat gibi her türlü hakka
sahip idiler. Ve bu Alman Yahudi toplumu Kievv cemaatının
varlığını tesbit e t m i ş t i . Kievv cemaatinin varlığını XII. yüz­
yılda Alman hahamları keşfetmişlerdir (151).
Doğu Avrupa Yahudiliğinin menşei Hazarlar değildir.
Doğu Avrupa Yahudiliği içinde bir miktar Hazar kanı olabi­
lir. Kievv bölgesindeki ilk Yahudi topluluğa Slav kabilelerin­
den iltihaklar olduğu için, bu topluluğun içine Rus kanı gir­
miştir. Çeşitli zamanlarda Almanya'da, Fransa'da ve diğer
Avrupa ülkelerinde ırza geçme veya evlenmeler yoluyla bu
Yahudi topluma çeşitli milletlerin kanları sızmıştır. Ancak
esas unsur şüphesiz İsrail Oğullarıdır. Doğu Avrupa Yahu­
dileri içinde Türk-Hazar kanı yok denecek kadar az oldu­
ğuna göre, Koestler'in ortaya attığı «On üçüncü Kabile»
yokmudur?. İsrail menşe'lilerin dışında diğer milletlerden
Yahudi dininde olan yokmudur? Doğu Avrupa Yahudilerinde
çoğunluk Beni İsrail Kanı mı taşımaktadır? Şayet Doğu Av­
rupa Yahudilerinin genetiğinde Beni İsrail unsurlar fazla
ise bunlar neden Sepharad Yahudilerinden t i p olarak fark­
lıdırlar? Doğu Avrupa Yahudiliğinin genetiğinde İtalyan. İs­
panyol, Fransız, A l m a n . Macar, Rus, Leh, Türk ye benzeri
unsurlar, bir miktar vardır. Doğu Avrupa Yahudiliğinin ge­
netiğinde bu ayrı ayrı unsurların toplamı «Beni İsrail» unC151) S. Grayzel a.g.e., s.
445
1.4.3
surların toplamından fazladır. «On üçüncü Kabile»,mesele­
sine bu noktadan bakıldığında, On üçüncü Kabilenin var ol­
duğunu görürüz. Ama bu «On üçüncü Kabile» tek başına
Hazar, Alman, veya Rus değildir. Bu kabile çok melez, muh­
telif milletlerin karışmalarından meydana gelen bir top­
luluktur. Ancak bu meseleye diğer bir noktadan daha bak­
mak gerekir k i . Doğu Avrupa Yahudiliğinde «Beni İsrail»
unsurlar, diğer unsurlarla tek tek karşılaştırılacak olursa,
ayrı ayrı olmak şartıyla her birinden kat kat daha fazladır.
Mesela, diğer unsurlar bu toplumun genetiğinde ayrı ay­
rı % 2, % 3, % 4 gibi bir nisbete sahipken, «Beni İsrail» un­
surlar, bu toplumun genetiğinde % 35 veya ^ 40 gibi bir
nisbete sahiptir. Bu rakamlar hakiki rakamlar değil, daha
aşağı veya daha yukarı olabilir, yaklaşık rakamlardır.. Hadi­
seyi bu noktadan ele alıp baktığımızda «On üçüncü Kabi­
le» yoktur. On iki Kabileden teşekkül eden İsrail oğulları
vardır. Doğu Avrupa Yahudiliğinin mayasında İsrail Oğulları
hakimdir. Doğu Avrupa Yahudiliği, karakter olarak tamamen
İsrailî karakterdedir. Yahudiler hangi ülkede olurlarsa ol­
sunlar İbranice'yi unutmamışlar, yaşadıkları ülkenin dilini
konuşmak zorunda kaldıkları zaman bile, ona bir İbrani ka­
rakter vererek konuşmuşlardır. Bunlar, tarihlerine sıkı sir
kıya bağlıdırlar, Yahudilikte tarihi öğrenmek dini bir farz
gibi kabul edilir, Yahudilerin bu konuda gevşek olduklarını
iddia etmek yanlıştır. Doğu Avrupa Yahudilerinin konuştu­
ğu Yidişce'de İbranî karakter hakimdir.
Yabancı unsurlar, gerek Doğu Avrupa Yahudilerine ve
gerekse diğer Yahudilere az çok tesir etmiş, fakat onlara
Yahudiliklerini asla unütturamamîşdır. Yabancı unsurların
Yahudiliğe girişi, eski dönemlerde yabancıların Yahudî di­
nini benimsemesi şeklinde olduğu gibi, tarihin her döne­
minde evlenme veya ırza geçme yollarıyla da olmuştur,
inanç, kültür ve karakter bakımından yüzde .yüz Beni İsrail,
J:44
hüviyetinde olan Doğu Avrupa Yahudiliğinin genetiğinde
tek basma bir yabancı unsur hakim olsa i d i , yukarda saydı­
ğımız özellikerini koruyamaz ve tarihten silinirlerdi.
Asırlar sonra yeniden devlet kuran, atalarının konuş­
tuğu İbranî dilini en saf şekliyle canlandıran bu insanların,
renklerinin değişmesini, yalnızca kanlarına yabancı unsur­
ların girmesi ile izah etmek doğru olmaz.
Doğu Avrupa Yahudilerinin genetiği tek başına hiç bir
millete benzemezken, yine Doğu Avrupa'da bulunan Ka­
rayların genetiği Türk hüviyeti göstermektedir.
Karaylar,
dil, kültür, karakter ve t i p olarak tamamen Türklere benze­
mektedirler. J. Rosenthal bu gün İsrail'de yaşayan İsrail­
lilerin üç ayrı tipte olduklarını ve Yahudilerin 1) Sefarad,
2) Aşkenaz, 3] Karaim diyerek üç kısma ayrıldıklarını söy­
lüyor (152).
Doğu Avrupa Yahudilerinin Hazarların Yahudileşmesi^
ile ilişkisi bir faraziyeden öteye gitmemektedir.
Aslında
Hazarların Yahudileşmesi ile Doğu Avrupa Yahudiliği ara­
sında bir ilişki kurabilmek hemen hemen imkânsız
iken.
Hazarların Yahudileşmesi ile Karay Türkleri arasında ilişki
kurmak mümkündür. Bu konuyu ele alan A . Zajaczkovvski
«Hazarların Yahudileşmesi» sözünü
«Hazarların Tevrat'ı,
Karaî inancı şeklinde kabul etmesi» biçiminde değiştirmek
gerektiğini söylüyor ve bu gün yaşayan Karay Türklerinin
Hazarların varisleri ve torunları olduklarını ifade ediyor.
Bu gün Dünyada yaşayan Karay Türklerinin sayısı fev­
kalade azdır. Hazarların çok az bir kısmının Yahudiliği ka­
bul ettiğini bildiğimize göre, halen Dünyada yaşayan ve ır(152)
E. î. J. Rosenthal, Religion in the Middle East, General Edi­
tör A. J. Arberry-, London, 1976, V. 11, p. 423
145
ken Türk oldukları halde, inanç bakımından sadece Tevrat'ı
benimseyen Karayların, bu az sayıdaki Yahudi Hazarların
devamı olması mantığa daha uygun gelmektedir. Tezimi­
zin ikinci bölümünde Yahudiliği ve Yahudi mezheblerini
kısaca açıkladıktan sonra, Karaî mezhebini ve Karay Türkleri'ni geniş bir şekilde ele alıp inceleyeceğiz.
146
İ
K
İ
N
C
İ
B Ö L Ü M
KARAÎ İNANCI VE KARAY TÜRKLERİ
A/YAHUDİLİK VE YAHUDİ MEZHEBLERİ
1 — Yahudilik :
Kelime, Hz. Yakub'un (İsrail) oğlu Yehuda'dan gelmek­
tedir. Hz. Yakub'un oniki oğlundan oniki kabile türemiş,
bu kabileler bir yandan «İsrail Oğulları»
diye anılırken,
öbür yandan oniki oğuldan en büyüğü «Yehuda»nın ismi­
ne izafeten «Yahudi» diye de isimlendirilmişlerdir (1).
Dinî anlamda Yahudilik, Allah (C.C.) tarafından Hz.
Musa vasıtasıyla insanlara gönderilen ve tevhid inancına
sahip olan dinin adıdır. Yahudiler, tarihlerini Hz. İbrahim
ile başlatmalarına rağmen, Hz. Musa'yı en büyük peygam­
ber ve Tevrat'ı da en büyük kitap olarak kabul ederler.
Bugünkü anlamda Yahudilik, İsrail oğullarının dinînin adı­
dır.
Başlangıçta Yahudîlik, beynelmilel bir dîn idi ve
bir ırka ait değildi. Her milletten f e r t l e r bu dine girebili­
yordu. Ancak, daha sonraları Yahudiler bu dini, sadece
İsrail oğullarına ait niiHî bir din haline getirdiler. İslâmî
inanca göre, İslâmiyet ve Hnstiyanlıktan önce hak bir din
olarak gönderilen bu d i n , bir takım tahrifat yüzünden hak
vasfını kaybetmiştir. Çünkü bu dinin inanç ve diğer ve
esaslannda bîr takım değişiklikler meydana gelmiştir.
( D Hikmet Tanyu, Tai'îh Boyunca Yahudiler ve Türkler, C. I,
s, 2 8 - 2 9
147
a. Yahudilikte İnanç Esasları : Tevrat ve diğer Yahu­
di "(itaplarında bu dinin inanç esasları açık bir şekilde bil­
dirilmemiş, bu yüzden Yahudiler uzun süre sadece Tev­
rat'ta zikredilen «On Emir» (Evamir-i Aşere) i gerçek iman
prensipleri olarak kabul etmişlerdir (2).
Daha sonraki dönemlerde Yahudi alimleri, bir takım
iman prensipleri tesbit etmeye çalışmışlar ve şu husus­
ları iman esasları olarak ortaya koymuşlardır. 1 — Her
şeyi yaratan Allah, her şeye hakim ve kadirdir. 2 — A l ­
lah birdir, O'ndan başka Tanrı yoktur. 3 — Allah cisim
değildir, hiçbir şey O'na benzemez. 4 —• A l l a h , ilk ve son­
dur. 5 — Allah'tan başka ibadet edilecek ve ibadete la­
yık hiçbir şey yoktur. 6 — Peygamberlerin bütün sözleri
hâkdır. 7 — iVlusa'nm nebîliği hak olup O, önce ve son­
ra gelen bütün peygamberlerin başıdır. 8 — Elde mevcut
olan Tevrat (Tora] ile, Musa'ya vahyedilen Tevrat, tama­
men birbirinin aynıdır. 9 — Tevrat değiştirilmeyecek ve
Tevrat'tan sonra. Tanrı başka bir kitap göndermiyecektir.
10 — Allah, İnsanın bütün hareketlerini ve düşündüklerini
bilir. 11 — Allah Emirlerine uyanları mükafatlandıracak,
uymayanları ise cezalandıracaktır. 12 — Er veya geç Me­
sih gelecektir. 13 — Allah'ın iradesi ile ölümden sonra
kıyamet gelecektir (3).
Yahudiliğin temel esaslarından biri, şeriatın t e k oldu­
ğu, Musa. ile başlayıp O'nunla bittiği inancıdır. O'nlar M u ­
sa'dan sonra yeni bir şeriatın geleceğine inanmazlar (4).
b. Yahudiliğin Kutsal Kitapları : Yahudilerin temel ki­
tapları Tevrat'dır (Tora]. Ancak Yahudiler Tevrat'ı İslâmî
ma'nada Musa'ya gönderilen Tevrat ma'nasmda değil de.
( 2) Yaşar Kutluay, İslâm ve Yalıudi Mezhehleri, s. 128-130
C 3) Y . Kutluay, a.g.e., s. 128-130
C 4) Ebu'l-Feth Muhammed Abdülkerim b. Ebi Bekr Alımed eşŞehristanî, el-Milel vo'n-Nihal. C. 11, Kahire, 1968. s. -16
148
daha geniş olarak kabul ederler. O'nlar, Musa'ya gönderi­
len Tevrat'la beraber, Musa'nın öğretilerine de Tevrat der­
ler.
Tevrat, yazılı ve sözlü (şifahî) olmak üzere iki kısma
ayrılmaktadır. Yazılı Tevrat, Tur-ı Sina dağında Allah'ın
Musa'ya
vahyettiği kitaptır ve beş bölümden
meydana
gelmektedir. Sözlü Tevrat ise, Musa'ya atfedilen ve O'ndan intikal ettiği kabul edilen sözleri v e Tevrat üzerindeki
açıklamaları îçine alır. Sözlü Tevrat, Yazılı Tevrat'ın ta­
mamlayıcısı durumunda olup, o olmadan yazılı Tevrat'ın
anlaşılması mümkün olmaz (5). Bu yazılı Tevrat'a sonra­
ları, Musa'dan sonra gelen peygamberlerin sözleri ilave
edilmiş ve Ahd-i Atik denilen Yahudilerin mukaddes k i ­
tapları meydana gelmiştir (6).
Bir yandan Yahudilerin Tanah adını verdiği Ahd-i A t i k
meydana gelirken, öbür yandan bu kitabın ihtiva ettiği hü­
kümler
üzerinde çalışma ve tartışmalar da yapılıyordu,
Tevrat'ın tefsiri nriahiyetinde olan ve tartışılan
hususlar,
yazılmamakla beraber, sözlü olarak nesilden nesile inti­
kal ediyordu, M.S, II, yüzyılda Yehuda ha Nasî isimli bir
haham,
tartışılan ve nesilden nesile intikal ettirilen bu
sözlü rivayetleri Mişna adı altında bir kitap haline getir­
di. Ancak Yehuda ha Nasi bütün sözlü rivayetleri t a m ola­
rak toplayamamıştı. Daha sonraları bir yandan sözlü Tev­
rat'ın toplanması devam etmiş, öbür yandan Mişnaya tef­
sirler yazılmış ve Talmud meydana gelmiştir.
Sözlü Tevrat'ın toplanması esnasında Yahudi cemaati
arasında çeşitli ihtilaflar zuhur etmeye başlamış, bazı Ya­
hudiler sadece yazılı Tevrat'ı
kabul edip sözlü Tevrat'ı
( 5 ) Y . Kutluay, a.g.e., s. 114-116
( 6) Annamarie Schimrtıel, Dinler Tarihine Giriş, Ankara, 1955,
s. 102
149
reddetmeye başlamış
ve böylece mezhebier ortaya çık­
mıştır. Tezimizin bu bölümünde incelediğimiz Karaî mez­
hebi, sadece yazılı Tevrat'ı kabul edip, sözlü Tevrat'ı red­
detmesi ile ortaya çıkmış b i r harekettir. Karaî mezhebi
sadece kutsal kitaplar hususunda değil, ibadet şekillerin­
de ve bayramlarında da öbür Yahudilere muhalefet etmek­
tedir (7).
İnanç esaslarının t e s b i t i , Mişna ve Talmud'un oluştu­
rulması ve diğer konular hususunda Yahudiler arasında
bir takım ihtilaflar ile beraber, mezheblerin ortaya çıktı­
ğını görüyoruz.
2 — Yahudiler Arasında İlk İhtilaflar ve Yahudi Mez­
hehleri :
Yahudiler arasında tesbit edilebilen ilk ihtilaf, M.Ö.
IV. yüzyılda ortaya çıkmış olan Şomronîm
hareketidir.
Asür imparatoru Sargon tarafından Filistin'den
sürgün
edilen Yahudilerin yerine getirilen
insanların inancı i l e ,
Yahudiliğin karışması sonucu y a n Yahudi, y a n putperest
bir mezheb ortaya çıkmıştır k i , bu mezheb Şomronîm mez­
hebidir. Şomronîler ise, kendilerinin Davud'a katılmayıp
doğru yolda kalan, gerçek inananlar olduklarını söylerler
(8).
Yahudiler arasında ortaya çıkan ikinci İhtilaf, M.Ö. I I .
yüzyılda, Makabiler devrinde gerçekleşmiş, bu ihtilaftan
üç Yahudi mezhebi ortaya çıkmıştır.
a. Peruşîm : İbranice P-R-Ş kökünden gelen bu keli­
menin ma'nası ayrılanlar veya tefsir edenler demektir. Bu
mezheb, yazılı Tevrat'ın yanısıra sözlü Tevrat'ı da kabul
ediyordu. Zaten Mişna ve Talmudu bu mezhebin salikleri
hazırlamışlardı. Bunlar kendilerine, Allah yolunun kardeş­
leri ve Rabanîler ismini veriyorlardı. Bu mezheb; ahiret,
( 7) Y . Kutluay,
a.g.e., s.
1 B) Y . Kutluay,
a.g.e., s. 156-158
150
152-153
cennet, cehennem ve meleklerin varlığına inanıyordu, O'n­
lar, İsrail oğullarının diğer insanlara karşı üstün olduğuna,
hahamların hata etmeyeceğine, hahamlara karşı gelmenin,
Tanrı'ya karşı gelmek olduğuna, içtihadın caiz olduğuna,
fiillerin kaza ve kadere tesirinin mümkün olduğuna inanı­
yorlardı [9). Araştırma konumuz olan Karaî inancına mu­
halefetin temelleri bu mezhebe dayanmaktadır,
b. Sadukîm : Kelime anlamı üzerinde ihtilaf olan bu
mezhebin en büyük özelliği, ahiret, cennet v e cehennem
gibi şeyleri inkâr etmesidir. Sadukiler, her şeyin dünya­
da başlayıp. Dünyada biteceğine inanıyorlardı. Dünyada
lüks ve ihtişam İçinde yaşamak gerektiğine inanan bu
mezheb, sözlü rivayetleri, Mişna v e Talmudu kabul etme­
mekte i d i . Bunlarda Mesih inancı yoktu, cin ve meleklere
inanmazlardı. Ayrıca ibadette ifrata gitmeye karşı idiler
(10).
c. İsiyim : Kelime, dindar, mütevazı, sessiz ve sır t u ­
tan kişi ma'nasına gelmektedir. Bu mezhep, Peruşîm mez­
hebinden ayrılarak ortaya çıkmıştır. Bu mezhebin mensup­
larına evlenmek yasaktı* ayakkabı v e elbiseleri giyilemiyecek kadar eskimeden çıkarıp atamazlardı. Mezheb üye­
leri kazandıkları şeyleri kendi aralarında
pay ederlerdi.
Alış veriş yasağına sahlb olan bu mezhebe göre, herkes
kazandığını ortaya koyar, ihtiyaç sahipleri, ihtiyaçları nisbetinde ortadaki bu mallardan istifade ederlerdi (11).
Makabiler döneminde ortaya çıkan bu üç mezhebden
Peruşîlik, M.S. I. yüzyılda Yahudiliğin yönetimine tama­
men hakim olmuş ve Sadukilerin tesiri yok olmuştur. Bu
Peruşî hakimiyeti M.S. V l l l . yüzyıla kadar devam etmiş, İs­
lâmiyetin zuhuru ile Yahudiler arasında bir kıpırdanma ve
( 9) Ahmet Şelebi, Mukaranetü'l-Edyan, C. I
(10) Ahmet Şelebi, a.g.e., s. 205-206
(11) Y . Kutluay, a.g.e., s. 172-177
s. 203-204
151
Kudüsü yeniden kurtarma fikri canlanmaya
başlamıştır.
Bu fikir istikametinde yeni bir takım mezheblerin ortaya
çıktığı görülmektedir. Bu mezheblere orta çağ mezhebleri
de demek mümkündür. Bunları kısaca şu şekilde açıklaya­
biliriz.
1] İseviye : Halife Mansur zamanında Ebu İsa İshak
b. Yakub el-isfehanî tarafından kurulan bu mezhebin ama­
cı, Yahudileri esaretten kurtarıp Kudüs'ü ele geçirmekti.
Ebu İsa, kendisinin Mesih ve nebî olduğuna inanıyordu.
Bir ordu toplayıp, Kudüs'e doğru sefere çıktığı
sırada
halife Mansur tarafından ordusu ile birlikte imha edildi
(12).
2) Yudganiye : İseviye mezhebinin devamı mahiyetin­
de olan bu mezheb, Hemedanlı Yudgan tarafından, K u '
düs'ü kurtarmak amacı ile kurulmuştur. Yudgan Ebu İsa'­
dan farklı olarak Yahudilikte bir takım reformlara g i r i ş t i ,
Tevrat'ı allegorik şekilde tefsir ederek, dinî kaide ve bay­
ramların sadece Filistin'de ve Kudüs'te geçerli olduğunu
savundu. Bütün dinî inançları tevil ettikten sonra, kaza
ve kader konusunda insanın tamamen hür olduğunu" ileri
sürdü (13).
3) Muşkanîye : Yudgan'dan sonra Hemedan'da orta­
ya çıkan Muskan, Yudgan'ın fikirlerinin gerekirse zor kul­
lanmak suretiyle bütün Yahudilere benimsetilmesini iste­
miş, O da bir ordu ile Kudüs'ü kurtarmak üzere yola çık­
tığı sırada Kum şehrinde ordusu ile birlikte İmha edilmiş­
tir (14).
4) Ananiye : (Karaim) V l l l . yüzyılda yukarda saydığı­
mız bu üç mezhebden daha köklü fikirlere sahip olan b i r
mezheb daha ortaya çıkmıştır ki bu mezheb. Anan ben
(12) Şehristanî,
cl-Müel ve'n-Nihal, C. II, s. 20-21
(la) Y. Kutluay, a.g.c., s. 106-187
(14) Y. Kutluay, a.g.e., s. 187
David tarafından kurulan Ananiye nnezhebidir. Başlangıçta
kurucusunun adına izafeten Ananiye İsmini alan bu mez­
heb, kısa bir süre sonra Karaim ismini almıştır,
Aslında Karaim mezhebini Ananiye mezhebinin deva­
mı saymak yerine, o devirde Ananiye tarafından temsil
edilen Anti-Talmudist bütün düşünce ve akımların bir ara­
ya gelmesinden meydana gelmiş saymak daha doğru olur.
Orta çağ mezhebi olarak belirttiğimiz bu mezheblerin
ortak bir yanı vardır. Bunlar Talmudcu Akademi yönetimi­
ne muhalif idiler. Bunlar, o sırada Irak'ta bulunan, muhtar
Yahudi cemaati başkanlığına karşı tavır takınmışlardı (15).
Karaîlik hareketi ortaya çıkıp gelişmeye başlayınca, Peru­
şî fikirlere sahip olanlar bu bu defa Rabbanî ismi ile tek­
rar organize olmuş ve Karaîlerle mücadeleye başlamışlar­
dır. Başlangıçta Karaîler, süratle gelişip büyük başarılar
elde etmişlerken, sonraları Rabbanîler Karaîlere üstünlük
sağlamıştır.
Bu Karaî-Rabbanî mücadelesi günümüze ka­
dar devam etmiştir. Hazarlar'ın Yahudiliği kabul ettiği sı­
ralarda Karaîler Dünyanın
çeşitli yerlerine dağılmış ve
başka milletlerden insanları Yahudi yapmaya çalışıyorlar­
dı. Rabbnîler ise İsrail oğullarının üstün ırk ve Yahudili­
ğin üstün din olduğu fikrine sahip olduklarından, başkala­
rını Yahudi yapmaya çalışmışlardır.
(15) Leon Nemoy, Early Karaism, J. Q: R., (N.S.) V. X V , p. 307
-315
153
B. KARAİM MEZHEBİ VE KARAÎLİK :
1. Karaim Mezhebinin Doğuşu :
a. İsim ve Anlamı : Karaim kelimesi, tekil ve çoğul
şekliyle muhtelif dillerde değişik şekillerde söylenmekte­
dir. Ibranîcede, «Karaî, Karaim», Arapça'da, «Karraî, Karraûn», Kuman-Kıpçak Türkçesi'nde, «Karay, Karaylar» şek­
linde söylenen kelime, Rusça ve Lehçede, «Karaim», Fran­
sızca da, «Caraime» (1) şekillerinde ifade edilir. Ayrıca
pek çok Ansiklopedi ve ilmî eserde bu isim, «Karaite»
şeklinde yazılmaktadır [2). Kelimenin aslının hangi dilden
alındığı tartışma konusudur. Bazılarına göre bu kelime,
okumak ma'nasına gelen İbranice «Kara'» kökünden gel­
mektedir (3). Bazılarına göre ise kelime K-R-A kökünden
gelmekte olup Arapça'daki «Kıraat» kelimesi ile aynı an­
lama gelmektedir (4). Kelimenin, Arapça ve Ibranice'de
müşterek olarak okumak ve çağırmak ma'nalarına kullanı­
lan, «Kara'-dan türediğini kabul edebiliriz (5). Ancak Ka­
raî mezhebi, bir Yahudi mezhebi olduğuna göre, bu keli­
menin Ibranice'den alınmış olması akla daha uygun ge­
lir.
( 1) A. Zajaczkovvski, Karaims in Poland, p. 11; Samuel Poznanslii.
Kai-aites,
Eneyclopedia of Religion and Ethics,
Newyork, 1&51, V. VII., p. 682
f 2)
Leon Nemoy
Karaites, The Univerşal Jewish Eneyclope­
dia. Newyork. 1943, V. VI., p. 314; S. Poznanski a.g.e. V.
VII, p. 662
( 3) A, Zajackovvski, a.g.e., p. 11
( 4) Yaşar Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhebleri, s. 189
( 5) Bemard Levvis, A . Karaite Itinenary, Vakıflar Dergisi, Sa­
yı 3, Ankara, 1956, s. 315
154
3u gün bu mezhebe mensup insanlarm büyük çoğun­
luğu Türk asıllı olup bu insanlar kelimeyi «Karay, Kşraylar» şeklinde telaffuz etmekte «Karaî» kelimesinin sonun­
daki «i» harfini kendi dillerine uygun olarak «y» harfine
çevirmektedirler. Karaim kelimesindeki «im» eki İbranice
de; çoğul edatı olduğu halde, bazı İngilizce eserlerde «Ka­
raims» şeklinde kullanılarak bir İbranice çoğul «im», bir
de İngilizce çoğul «s» edatı bir arada aynı kelimede kul­
lanılmaktadır. Yine bazı Türkçe eserlerde «Karaimler» sö­
zü kullanılarak İbranice çoğul eki «im» ile, Türkçe çoğul
eki «ler» aynı kelimede yan yana getirilmektedir. Biz özel­
likle Karaî mezhebindeki Türkler'deh bahsederken «Karay,
Karaylar» kelimelerini kullanacağız.
Genel olarak Karaîler'den bahsederken de «Karaî, Karaim ve Karaîler» keli­
melerini kullanacağız.
İslâmiyetin kutsal kitabı Kur'an-ı Kerim ile benzer bir
ma'naya geldiğine işaret edilmekle beraber (6), okumak
ve çağırmak ma'nasına gelen «Karaî» kelimesi, Tevrat'ı
okuyanlar, Tevrat'a davet edenler anlamına kullanılmakta,
«Misyoner» kelimesiyle, Arapça «Dâî» kelimelerinin kar­
şılığı olarak kabul edilmektedir (7). Karaî kelimesi, ilk de­
fa Benjamin en-Nihavendî tarafından 830 yıllarında «Bene
Mikra», «Ba'ale Mikra» şeklinde
«Kitab-ı Mukaddes çoçocukları» ma'nasmda kullanılmıştır (8). Hangi noktadan
bakılırsa bakılsın Karaî kelimesi, Mişna, Gemara ve daha
sonra gelen Yahudi literatüründeki ananeyi yani sözlü ge­
leneği kabul etmiyen, sadece Tevrat'ı kabul eden ve bu( 6) A. Zajaczkowski, Karaims in Poland, p. 1 1 - 1 2
( 7) Bernard Lewis, A. Karaite Itinenary, Vakıflar Dergisi, Sa­
yı, 3. s. 315
C 8) L. Nemoy, Karaites U. J. E. V . VI, p. 3M; Max L. Margolis-Alexander Max,
A . History of tlıe Jewislı People,
p.
259-263; s. Poznanski, Karaites E. R. E. V. VII, p. 662
155,
nun üzerinde kendi otoritesini te'sis eden Yafıudi meztıeİ3i mensuplarına verilen bir isimdir ( 9 ) . Bu açıklamalardan
sonra Karaîliğin, Tevratî bir inanç sistemi olduğunu, Talmud'a ve haham literatürüne karşı olduğunu görüyoruz.
b. Karaî İnancmm Doğuşu : Hazarlar'ın Yahudiliği ka­
bul edişinin, Tevratî inancı benimseme şeklinde olmuş olnrıası daha kuvvetli bir ihtimal olduğuna göre, Karaî mez­
hebi de Tevratî bir inanç sistemine sahip olduğuna göre
Karaîliği incelemenin Hazarlar'ın
Yahudileşmesi olayının
aydınlanmasına katkısı vardır. Karaî mezhebi hareketi Ha­
zarlar'ın Yahudileşmesi
ile aynı zamanlara
rastlamakta
olup, Karaî mezhebinin, doğuşu esnasındaki yayıldığı sa­
halar Hazarlar'a çok yakın sahalardır.
Karaî inancı (Talmud'u tanımama, sadece Tevrat'ı be­
nimseme)
bir mezheb hareketi olarak ortaya
çok önceleri bir inanç olarak vardı.
vasfı, Talmud'u tanımama prensibi,
çıkmadan
Mezhebin mümeyyiz
Talmud'un
meydana
getirildiği sıralarda ortaya çıktığına göre (10)
Karaîliğin
menşeini Talmud'un ortaya çıktığı dönemlerde aramak ge­
rekir. Ancak XII. yüzyıldan itibaren yazılan Rabbanî eser­
ler, Karaizm'in başlangıcını Anan ben David'e
ta ve mezhebin kurucusu olarak
O'nu
bağlamak­
göstermektedirler
(11). Anan, Karaizm'in gerçekten kurucusu mudur, yoksa
ondan önce bu mezheb varrnıydı veya ondan sonra mı ku­
ruldu? Bu husus tam açıklığa kavuşmuş değildir. Şehristanî, Birunî ve benzeri İslâm müellifleri, Anan'ın kurduğu
( 9) L. Nemoy, Karaites U. J. E. V. VI. p_3.14
(1.0) L. Nemoy, Early Karaism, J. Q, R, V. XL, p. 307 ^308
(11) L. Npmoy, a.g.e., V. XL p. 308- 309
156
mezhebin isminin «Ananiyyun»
dirler [12).
o l d u ğ u n u i f a d e etmekte­
Rabbanî kaynakların çoğu, Anan'ın kurduğu mezhebin
kuruluşunu bir rekabete, iç çekişmelere bağlamakta ve
Anan'ın bu mezhebi hissi sebeblerle kurmuş olduğunu id­
dia etmektedirler. Onlara göre V l l l . yüzyılın ikinci yarısın­
da İrak'ta bulunan muhtar Yahudî cemaatının reisi [Arap­
ça, Re'sü Calut, İbranice, Reş Galut) Isaac Iskavi (İshak
Harkavy) ölünce, cemaat başkanlığı için Anan ben David
ile kardeşi Hananiah (Hassan) seçime girdiler, seçimi ya­
pan «Geonim» (Irak Yahudi Akademisinin ileri gelenleri)
daha büyük ve daha bilgili olmasına rağmen Anan'ı baş­
kanlığa seçmedi, O'nun yerine küçük kardeşi Hananiah'ı
seçti. Geonim bu kararı alırken Hananiah'ın mütevazi kişi­
liğini, buna karşılık Anan'ın kanunlara riayet etmeyip lakayd kalışını gözönünde bulundurdu. Bunun üzerine Anan
seçimi tanımadığını, kendisinin başkan olmasının gerekti­
ğini ilân etti ve başkan olduğunu iddia etti. Durum resmi
makamlara intikal edince, zamanın Abbasî Halifesi Hana­
niah'ın başkanlığını tasdik etti. Anan'ın hareketini de bir
isyan sayarak O'nu idama mahkum e t t i . İdam edilmek üze­
re hapse konan Anan, o sırada hapishanede bulunan Ha­
nefî mezhebinin kurucusu Ebu Hanife ile tanıştı. Anan,
Hapishane arkadaşı Ebu Hanife'ye başından geçenleri an­
latınca, Ebu Hanife O'na yol göstererek, Tevrat'ın bütün
muğlak ve karışık hükümlerini
Rabbanîler'den farklı bir
. tarzda ele alıp açıklamaya çahşmasını ve bu prensibi ye­
ni bir mezhebin temeli yapmasını söyledi. Bunu hazırladık­
tan sonra da, kendi taraftarlarını Halifenin sarayına gön-
(12) Ebu'r-Reyhan Muhammed b. Alımed el-Birunî el-Harezmi,
el-Asaru'l-Bakiye Ani*l-Km-uni'l-Haliye,
Leipzig, 1923 ,s.
.58-59i Şelıristanî, el-MiIel ve'n-NihaL C II s. 20; Ebu'l-Fi­
da, Tarihu Ebi'l-Fida, C. I, s. 9 2 - 9 3
157
dermesini, yüksek mevkilerdeki kişilere hediyeler verdire­
rek Halife'nin huzuruna çıkmalarmı ve Halife'den Anan'm
davasında bulunmasını sağlamalarını ve Halife mahkeme­
ye gelince, Anan'ın kendisini Halife'nin ayaklarına atarak
O'na, «Ey İVlü'minlerin emiri sen kardeşimi bir dinin m i ,
yoksa iki dinin mi başkanı olduğunu tasdik ettin?» deme­
sini, Halife'nin de O'na, «Kardeşini elbette bir dinin baş­
kanı olarak tasdik ettim» diyeceğini. Halife öyle söyleyin­
ce Anan'ın «Benim d i n i m Kardeşimin ve Rabbanî Yahudi­
lerin dininden tamamen farklıdır. Taraftarlarım da bu hu­
susta benimle beraberdir ve aynı fikirdedirler.» demesini
söyledi. Bu öğütü alan Anan, Ebu Hanife'nin dediklerini
aynen yapar, netice umduğu gibi cereyan eder, Halife O'nu
affederek hapisden çıkartır. Hapisten çıkan Anan,
çoğu
Talmud'a muhalif olan taraftarlarını toplar ve onlara «Dün
gece rüyamda peygamber Eiiyahu'yu gördüm, bana Tanah'ın emirlerine geri dönmemi emretti» diyerek tasarla­
dığı yeni dinin esaslarını tesbit etmeye başladı (13).
Talmudist kaynaklarının bu acaip iddiasına göre
Anan, mezhebini tamamen şahsi ihtirasları sebebiyle kur­
muş ve Karaîlik Anan'la birlikte başlamış olmaktadır. Kaufman Kohler bu konuda şunları söylüyor «Karaîliğin sa­
dece şahsî ihtiraslar sonucu ortaya çıkmış bir muhalefet
hareketi gibi görülmesi doğru değildir. Karaîlik Talmudculuğa karşı meydana gelen tabii bîr reaksiyon ve muhale­
fet hareketi olup, başlangıcı eski Akedemi (Geonim) dö­
nemi ve Saborean dönemine kadar geri gitmektedir» ( U ) .
(13) Leon Nemoy, Karaite Antology New Haven 1952 p. 3 - 1 0 ;
Jakob R. Marcus, The Jews in the Mediaıvel Word, Philedelphia 1961, p. 234; Abraham Harkavy. Anan Ben. David,
The Jewsih Encyclopedia, V. I, p. 553-554; L. Nemoy, Anan
ben David, U. J. E. Newyork 1948 V . I, p. 293
(14) Kaufman Kohler, Kataites and Karaism,
J. E. Newyork
1904, V. VII; p. 44
1^8
Rabbanî kaynakların iddialarının aksine Karaî kaynak­
lar, bu mezhebin başlangıcını çok öncelere, ta Sadukilere
kadar götürmekte, Anan ben David'in. ashnda Saduki inan­
cında salih bir kimse olduğunu zikretmektedirler (15). Ka­
raî kaynaklara göre başlangıcı Sadukîm'e kadar
ulaşan
Karaîlik hareketi, Hz. İsa'nın yanında yer almıştır (16).
Kırkisanî'ye göre başlangıçta S.adukîler de, Hz. İsa'nın ya­
nında yer almışlardır. Ancak Sadukîler, daha sonra ahireti
inkar etmeye başlayarak
Hz. İsa'dan ayrılmışlardır (17).
Karaî kaynaklara göre Hz. İsa'nın ortaya koyduğu esaslar,
Tevrat'a zıt olmadığı gibi, aksine Tevrat'ı destekler mahi­
yettedir. İncil Tanrı'nın ayetleri olmayıp havariler tarafın­
dan söylenmiş sözlerdir. Asla Tevrat'ı nesh edemez. Ge­
rek Hz. İsa ve gerekse Havariler, Talmudcu Peruşilere kar­
şı mücadele eden salih kimselerdir. Karaîler de onlarla
beraber Peruşilerle mücadele etmişlerdir. Karaîliğin esas­
larını Hz. İsa tesbit etmiştir. M.S. V I . yüzyıla kadar Karaî­
likle Hrıstiyanlık aynı İdi. Fakat Hrıstiyanların, İsa'nın yo­
lundan ayrılmaları, sünneti terk etmeye haşlamaları, res­
m e tapmaları ve dinde daha başka pek çok tahrifat yap­
maları yüzünden, önceleri aynı olan Hrıstiyanlık ve Karaî­
lik, V I . yüzyıldan itibaren biri birinden ayrılmışlardır (18).
Karaî kaynaklara göre, Anan'ın daha önce var olan Karaî­
liğin esaslarını toplamak üzere ilk faliyete geçtiği sıralar­
da Talmudcu Yahudiler kendisini takip etmiş, Hz. İsa'ya
yaptıkları gibi O'na da zulmetmişlerdir.
Öyle ki Bağdat'ı
terk edip Halife el-Mansur'un izni ile Kudüs'e giden Anan,
orada da işkenceye maruz kalmış ve Talmudcular tarafın­
dan takip edilmiştir. Bu yüzden orada yapmış olduğu ma(15) Kırkisanî, Kitabu'l-Envar, C. I, s. 11
(16) S. Şapşaloğlu, Karay Türkleri, Türk Yıh, C. I, s. 579
(17) Kırkisanî, a.g.e., C. I, s. 47
(18) S. Şapşaloğlu, Kırım Karay Türkleri, Türk Yılı, C. I, s. 579
159
bed'i yer altına inşa etmek zorunda kalmıştır. Dışı kalın
duvarlarla çevrili olan bu mabedin bir avlusu vardı, avlu­
dan sonra taş merdivenlerle aşağıya inilerek mabede giri­
lirdi. Anan mabedini düşmanlardan korunmak için böyle
yapmıştı (19). Aynı düşmandan korunma motifi Hnstiyanlıkta görüldüğü gibi, değişik bir biçimde Islâmiyette de
vardır (20). Yine Karaî müelliflere göre Anan, Akademi
başkanlığı mücadelesi sonucu seçimi kaybetmiş ve hapse
girmiş değildir. Eliyahu ben Abraham isimli Bizans Karaîlerinden bir müellif,
Hiluk ha-Karaim ve ha Rabbanim
isimli eserinde Anan ben David'in Bağdat'ta Peruşilerin de
dahil bulunduğu bütün Yahudiler tarafından başkan seçil­
diğini söylemekte, başkan
seçildikten sonra şifahi Tora
(Talmud) aleyhine halka vaazlar vererek Tevrat'ı eski mev­
kiine eriştirmeye çalıştığını, Peruşilerin bu durum karşısmda O'nu öldürmeye teşebbüs ettiklerini, ancak Halife'­
den korkarak bundan vazgeçtiklerini söylüyor. Kanunlara
karşı geliyor bahanesiyle Peruşilerin Anan'ı, Halife'ye şi­
kayet ettiklerini, ancak Halife'nin Anan'a bir şey yapma­
dığını belirtiyor. Bu müellife göre Anan, bu şikayet olaymdan sonra Akademi başkanlığından ayrılmış ve Halife'den
izin alarak Kudüs'e gitmiştir.
Fakat Peruşilerin giderek
(1.9) A. Zaiaczkowski, Karaims in Poland, p. 32; S.
a.g.e., s. 580
Şapşaloğlu,
(20) Islâmm ilk dönemlerinde de müşriklerden korunmak için
gündüz namazlarmda ayetler sessiz okunıtr, gece düşman
Icorkusu azaldığı için sesli okunurdu. Daiıa sonra. İslâmi­
yet kuvvetlenip düşman korkusu ortadan kalktığı halde.
Ayetler ve dualar, gündüz namazlarında sessiz, gece na­
mazlarında ise sesli okunmaya devam edilmiştir. Düşman­
ların baslüları bir hatıra olarak devam ettirilmiştir. Karaî­
ler de Anan'ın yaptığı mabedin hatırasını devam ettirerek,
daha sonra yaptırdıkları
mabedlerini yer altına inşa et­
mişlerdir.
160
çoğalması karşısında gerçek müttekilerin
onlara karışıp
kaybolmasından ve esas Tevrat'ın yok olmasından endişe
ettiği için, kendi taraftarlarına Peruşilerden tamamıyla ay­
rılmalarını, onların yiyeceklerin yememelerini
ve onlarla
evlenmemelerini emretmiştir (21).
Görülüyor ki*iki tarafın iddiaları bir birini yalanlar du­
rumdadır, Karaî kaynaklara göre Anan, mezhebin kurucu­
su olmaktan ziyade, toplayıcısı ve koruyucusu durumun­
dadır. Karaîlik konusunda uzman olan L. Nemoy,
çeşitİi
yönleriyle konuyu araştırmış ve daha değişik bir görüş
ortaya koymuştur, O'na göre Karaîlik Anan ile başlama­
mıştır. Karaîliğin esas karakteri olan Talmud'a muhalefet
ve ananeye karşı ilk baş kaldırmalar VII. yüzyılın ortala­
rında billurlaşıp ortaya çıkmaya başlamış ve başlayan bu
yeni hareket, Irak'taki şehirli Yahudilerin bir hareketi ol­
mayıp, aksine Hilafet topraklarının hudud eyaletlerine yer­
leşen Yahudilerin hareketidir. Bu hareketi
başlatanlar
Irak'taki muhtar Yahudi cemaatı başkanlığından ayrılarak
Horasan, Ermenistan, Iran ve Kafkasya gibi yerlere yerleş­
mişlerdir. Talmud'a muhalefet hareketinin ve Karaî inan­
cının başlatıcısı olan bu göçmenler buralara kendi arzula­
rıyla değil, aksine Akademi başkanlığının çeşitli baskıları
sonucu gelmişlerdir. Akademi başkanlığı onlara bu baskı­
ları, Talmud'a muhalefetlerinden
dolayı yapmıştır. Göç
olayından sonra, Talmud'a muhalefet ve ananeden sapma
gibi inançlarını ve kendilerine yapılan
sosyo - ekonomik
baskının hatırasını göç ettikleri yerlerde korumuşlardır.
Iran topraklarında bulunan Talmud'a
muhalif bu Yahudi
göçmenler, İranlılarla aynı duyguları paylaşmışlardır. Çün­
kü o sıralarda İran, İslâm orduları tarafından fethedilmiş
ve İranlılar Şii'lik meselesi dolayısıyla Araplara karşı sev-
(21)
Yaşar Kutluay, tslam ve Yahudi Mezhebleri, a, 192 -.193
1.61,
gi beslemiyorlardı,
İranlıların Araplara duyduğu nefrete
benzer bir hissi de İran'daki göçmen Yahudiler, Irak'daki
Akademi başkanlığına karşı duyuyorlardı.
Irak Akademi
başkanlığının daha önce kendilerine
yaptığı baskılar ve
İsrail'i kurtarma konusunda lakayd kalışı,
İran'daki göç­
men Yahudilerin onlara nefret duymalarına sebeb oluyor­
du. İranlıların Hilafet meselesinden hareket ederek esa­
sında diınî ve politik bağımsızlıklarını kazanmaya çalıştık­
ları gibi, göçmen Yahudiler de Irak'taki Akademi başkanlı­
ğından ayrılarak onların lakayd tutumuna karşı, kendileri­
nin Kudüs'ü kurtarmaya teşebbüs ettikleri
görülmüştür.
Akademiye karşı ayaklanma sayılabilecek olan bu teşeb­
büslerden en büyüğü, Ebu İsa el-İsfehanî'nin Kudüs'ü kur­
tarmak üzere ordu toplayarak yola çıkmasıdır. Ondan son­
ra da benzeri bazı olaylar cereyan etmiştir. Bütün bu hadi­
seler, Anan'dan çok önce meydana gelmiştir. Bu muhale­
f e t hareketi, Karaizm'in ilk tohumlarını atmış ve bu ağacı
büyütmüştür. Anan, kesin olarak Karaî mezhebinin ku­
rucusu değildir. Sadece tohumlan atılan ve büyütülen bu
fidanın koruyucusu ve parlatıcısı durumundadır (22]. Leon
Nemoy'un bir çok kısmı çok mantıklı görünen bu açıkla­
masına göre Anan, hakikaten bu mezhebin kurucusu değil
toplayıcısı durumundadır.
Bazı yazarlar, Karaîliğin başlangıcı
hususunda daha
öncelere giderek Karaîlikle Oumran mezhebleri
arasında
İrtibat kurmaktadırlar. N. VVieder, Lut Gölü mezhebleri ile
Karaîlik arasında Oumran'da bulunan yazıtlardaki bazı hu­
susların Karaî eserlerde aynen geçmesinden ilham alarak,
bir irtibat kurmaktadır. Öyle ki Oumran yazıtlarında fakir-r
lik, Yakub'un bakiyeleri,
günahdan yüz çeviren kimseler
ve yolun mükemmelliği gibi hususlar geçmekte, aynı hu(22)
162
L. Nemoy, Early Karaism, J. Q . R.,. V . XL, p; 307-311
suslara muhtelif Karaî eserlerde de tesadüf olunmakta­
dır (23).
Kahire Genizah dokümanları arasmda bulunan ve is­
mi niechul bir Rabbanî Yahudîsi'nin Karaîlere karşı yaz­
dığı eserde bu müellif Karaîlerin, Şabat gününde ışık yak­
mamaları yüzünden Samirilerle alakalarının olduğunu söy­
lüyor, hatta daha ileri giderek Karaîlerin Brahmanların ve
Ismailiye mezhebinin etkisi altında olduğunu ileri sürü­
yor (24).
Karaîliğin başlangıcının tam olarak tesbit edilememe­
sinin sebebi, ilk Karaî eserlerinin kaybolması ve elde bu­
lunmaması yüzündendir. Rabbanî kaynaklar da onlara üvey
evlat muamelesi yapmış ve bu hususu ihmal etmişlerdir
(25). Karaîlerin başlangıcının Iseviye ve daha sonra orta­
ya çıkan V I I . yüzyıl mezhebleri ile, hatta daha önceki Sadukî ve Essenî mezhebleri ile ilgili olduğunu A . Harkawy
kabul etmektedir (26). 1975 yılında İngilizce yayınlanan
İslâm Ansiklopedisinin Karaîler maddesini yazmış olan L.
Nemoy, son olarak şunları söylemektedir. «Karaizm'in da­
ha önceki Yahudi mezhebleri ile, özellikle Sadukiler ve
Lût Gölü toplumu ile ilgisi bir taraftan, Isiâm iîe, bilhassa
Şiilik ile ilgisi, öbür taraftan, anlaşılması hayli güç bir
durumdur. Benzeyen ve benzerheyen yönleri iki yönden
de kolayhkla delil olarak kullanılabilir. Bilgimize nazaran
İslâm muhitinde türemiş olan Karaizm,
bazı noktalarda
İslâmiyete yüksek derecede benzerken, eski Yahudi mu­
halefetine bağlılığı da ayrı İalr çizgi göstermektedir» (27).
{ 2 3 ) . N . Wied6r,' Tlıe Quınraıı Sectaries and the Kaj-aites,
J.
. Q. B. London 1956. V ; XLVI - XLVII, p. :97 -113, 269 - 292
(24) Ja,kQb Mann, A Polemical W o r k Againşt Karaite and Other Sectaries, J. Q. R London .1921-1922 Y . XH, p. 134-194
(25) L. Nemoy, Early Karaism, J. Q; R. V . ' X L , p. 307
(26) Abralıam Harkavy, Anan ben David, J. E. V . I, p. 553
(27) Leon Nemoy, Karaites, Ensyclopfedia of İslâm, 1975 V . IV,
p. 607
163
Pek çok Talmudist kaynak, Karaizm'in başlangıcmı Anan'a
bağlarken, bu mezhebin zayıflamasını Saadia Gaon'a bağ­
lamaktadır,
Leon Nemoy ise, Karaizm'in başlangıcının
Anan'la olmadığı gibi zayıflamasının da Saadia
Gaon'la
olmadığını ifade ederek Talmudcuların görüşlerinin yanlış
olduğunu belirtmektedir (28).
Özet olarak söylemek gerekirse kökü Milattan önceki
çağlara uzanan Sadukî, Essenî, Samirî gibi çok eski mezheblerin, İseviye, Yudganiye ve Şudganiye gibi M i l a t son­
rası mezheblerin devam ettirdiği Talmud'a muhalefet ve
sadece Tevrat'ı kabul etme hareketi, VII. yüzyılda İslâm'ın
muhteşem gelişmesinden ilham alarak, bu yüzyılın ikinci
yansında Anan ben David vasıtasıyla Ananiyyun mezhebi
etrafında yeniden toparlanmıştır. Ancak bu mezheb, Anan'­
dan sonra daha da gelişmiş ve 830 yıllarında Karaim mez­
hebi ismini almıştır. Anan ben David'in Ananiyyun mez­
hebi, t a m olarak Karaî mezhebi sayılamaz. Ananiyyun mez­
hebinin bir takım aşırılıkları vardır. Daha sonraki dönem­
lerde bu aşınlıklar yumuşatılmış ve keskin hükümler de­
ğiştirilmiştir. Daha açık bir ifadeyle söyliyecek olursak,
Karaim mezhebi Ananiyyun mezhebinden daha gelişmiştir.
Karaim mezhebi, inanç esaslarını tabii olarak Tevrat'tan
almıştır. O yüzden bazı bilginler, «Karaîler şu hususu şu
mezhebden, bu hususu bu mezhebden almıştır.» gibi söz­
ler söylemektedirler. Ancak bu kişilerin gözünden kaçan
bir husus vardır. O mezhebler de Tevrat'a dayanmakta ve
Tevrat'tan hüküm çıkarmaktadırlar.
Karaîler de Tevrat'a
dayanmaktadırlar. Hatta Karaizm'in t a m muhalifi
sayılan
Rabbanî mezhebi bile pek çok esası Tevrat'tan almakta­
dır-. Bu yüzden Karaîlerle Rabbaniler arasında bir ayniyet
kurulamıyacağı gibi, Karaîlerle diğer mezhebler arasında
da bir ayniyet kurmak doğru olmaz.
(28)
164
L. Nomoy, Early Karaism, J. Q, R, V . XL, p. 314-315
Daha önce dağınık olarak mevcut olan Rabbanî İnanç­
lara muhalif fikirler, ilk defa Anan tarafından toplan­
mış ve bir düzene sokulmuştur. Anan «Sefer ha-Mîşvot»
[Farzlar kitabı) isimli bir kitap yazarak Rabbanîliğe muha­
lif olan esasları bir araya getirmiştir (29). Anan'ın t e s b i t
ettiği esaslar Karaîliğin tamamını meydana getirmemiştir.
Daha sonra ortaya çıkan bazı bilginler, yeni b i r t a k ı m esas­
lar tesbit ettikleri gibi. Anan'ın tesbit ettiklerinden b i r kıs­
mını da ta'dil etmişler ve değiştirmişlerdir. Bu değişikli­
ğe Anan'ın tesbit ettiği esasların bir kısmının tatbikinin
son derece zor olması sebeb olmuştur. Anan'dan sonra
Karaîliğe şekil veren en önemli bilgin Benjamin en-Nihavendî'dir. Nihavendi, Anan'ın tahammül edilemeyecek ka­
dar ağlr olan birçok esaslarını hafifletmiş ve mezhebe ye­
ni bir şekil vermiştir. Karaîlik üzerinde
Nihavendî'nin o
kadar büyük tesiri vardır k i , Araplar Karaîlere, «Ashabu
Anan ve Benyamin» derlerdi (30). Bir Arap yazarînm Nihavendî'yi ayrı bir mezhebin sahibi olarak gösterdiğini ve
mezhebinin adının «Benyaminiyya»
olduğunu söylediğini
Poznanski haber vermektedir (31). Nihavendî'den sonra da
bir takım bilginler gelmiş, Karaîlik esaslarında çeşitli dü­
zeltmeler ve ilaveler yapmışlardır. Hatta daha sonraki yıl­
larda Karaîliğin içinde de bir takım gruplar oluşmuş ve
mezhebin içinde yeni mezhebler meydana gelmiştir. Ramliye, Tiflisiye, Ukbariye ve Kumisiye bunların başlıcalarıdır. 3u mezhebler arasında bazı teferruat farklılıkları dı­
şında önemli bir fark mevcut değildir (32).
Karaîliğin temel fikirleri
Anan'dan çok önce ortaya
çıktığı gibi, Karaî ismi de Anan'dan sonra ortaya çıkmışC29)
(30)
(31)
(32)
S. Poznanski, Karaites, E. R. E. V. VII, p. 664
S. Poznanski, a.g.e., V. VII,, p. 664
.Samuel Poznanski, Karaites, E. R. E. V . VII, p. 664
Yaşar. Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhebleri, s. 200
165
tır. Nihavendi, mezheb salil<lerine ilk olarak «Bene Mikra,
Ba'ale Mikra» (33) isimlerini vermiş olmakla beraber, Ni­
havendi devrinde dahi Karaî isminin yaygın olmadığı açık­
tır. Çünkü o dönemde mezheb taraftarlarına «Benyaminiyyun» denilmektedir. Gerek temel esasları bakımından ve
gerekse ismin ortaya çıkışı bakımından Anan ben David,
Karaîliğin kurucusu değildir. Temel esaslar ondan önce or­
taya çıkmış, isim ise Nihavendi tarafından ortaya çıkarıl­
mıştır. Anan için Karaîliğin kurucusu yerine, Karaîliğin en
büyük bilgini denebilir. Karaî inançlarını savunan Anan'­
dan önce isim yapmış bir bilgin ortaya çıkmadığı için.
Anan bazı bilginler tarafından bu mezhebin kurucusu sa­
yılmıştır.
2. Karaîliğin Yayılışı :
Karaîliğin temelini oluşturan fikirler, Anan'dan önce
mevcut olmakla beraber dağınık bir halde idi. Bu dağınık
f i k i r l e r i , 760-770 yıllan arasında Anan bir araya toplıya­
rak, önceden var olan bu esaslara bir çeki düzen vermiş
ve mezhebin esaslarını tesbit ettiği
«Sefer ha-Mişvot»
(Farzlar kitabı) u yazmıştır (34). Anan'ın ilk faaliyeti Babilonya (Bağdat) da olmuş, ancak daha sonra Halife Mansur'dan izin alarak Kudüs'e göç etmiştir. Poznanski ise,
Anan'ın Kudüs'e göçmüş olduğu şeklindeki haberleri şüp-
(33)
(34)
166
Bazı İDilgiler alnf.ak üzere İstanbul Karaî cemaatini
Hasköydeki Kenesa'da ziyaret ettiğimde, yaşlı bir Karaî Be­
ne Mikra'nın manasını şöyle açıkladı. «Bene» o çocuklar ki
«Miltra» Tevrat'ı okuyorlar. Yani Tevrat okuyan çocuklar
manasma geldiğini ifade etti. Aynı zat Kenesa'ya ziyare­
te gelen bir turistin kendilerine «Karaite» demesi üzerine,
bu söze şiddetle itiraz etmiş, hiç bir yerde kendi eserle­
rinde kendilerine Karaite denmediğini söylemişti.
L. Nemoy, Anan ben David, U, J, E. V. 1, p. 293
heli bulmakta, O'nun prens unvanı ile anılan torunları­
nın Kudüs'te değil, Mısır'da görüldüklerini ileri sürmekte
(35) ve O'nun Kudüs yerine Mısır'a gitmiş olacağını imâ
etmektedir. Anan'ın Kudüs'e gidişi esnasında İslâmiyet en
muhteşem devrini yaşamakta olup Anan bu durumdan son
derece etkilenmiştir. Kısa zamanda İslâmiyetin elde ettiği
bu başarılar, Anan'ı önce Kudüs'ü kurtarma fikrine itmiş­
tir. İlk Karaîlerde Siyon ve Siyonizm fikri o kadar kuvr
vetlidîr k i , onlar kendilerine «Siyon'un Yaslıları, Siyon için
yas tutanlar» demektedirler. İsrail milliyetçiliği onlarda
Rabbanilerden daha kuvvetlidir (36).
Anan, bazı taraftarları ile Kudüs'e giderken, aynı za­
manlarda taraftarlarının bir kısmı da Mısır, Suriye, Ana­
dolu, Iran, Ermenistan, Bizans, Kafkasya v e benzeri yerle­
re dağılmışlar ve kesif bir propaganda faaliyetine giriş­
mişlerdir (37). L. Nemoy'un dediği gibi bu dağılmaya
Anan'dan önceki devrelerde yapılan baskıların benzerleri-,
nin, onlara yapılmış olması sebeb olabilir. Hatta bu baskı
daha önceki baskılardan daha ağır olmalıdır k i . Anan Ku­
düs'te inşa etmiş olduğu Kenasa'yı yer altına inşa etme
mecburiyetinde kalmıştır. Karaîlerin
Dünyaya dağılışının
sadece propaganda amacıyla olmadığı, dinî, siyasî ve eko­
nomik bir takım baskıların onları göçe zorladığı açıktır.
L. Nemoy'un beyanına göre, Anan'dan önceki dönemlerde
Ermenistan ve Kafkasya gibi yerlerde bulunan Yahudiler,
Babilonya'daki Akademiye bağlı olmadıkları gibi, Talmud'a
da muhalif idiler (38). Anan'la birlikte Babîlonya'dan dağı­
lan Karaî'ler,
her halde kendileri gibi Talmud'a muhalif
olan ve Akademiye bağlı olmayan bu muhaliflerin yanları(35) S. Poznanski,
a.g.e., s. 663
(36) L. Nemoy, Early Karaism, J. Q. R., V . X, p. 307 - 315; A . Har­
kavy, Karaites and Kaaraism,, J. E. V. VII, p. 436
(37) A A . ZajaczkoMTski, Karaims in Poland, p. 36
(38) Leon Nemoy, Early Karaism, V . XL, p. 3 0 8 - 3 1 0
167
na gitmişler ve bu bölgelerde, Anan'ın tesbit etmiş oldu­
ğu esasları onlara öğretmişlerdir. M.S. 770-800 yılları ara­
sında meydana gelen bu göçler, t a m Hazarlar'ın Yahudili­
ği kabul ettikleri döneme rastlamaktadır. Yahudi tarihin­
de dini yayma amacıyla girişilen kesif misyoner faaliyeti­
ne bir defa rastlanmaktadır. Bu faaliyet Karaîler'in bahset­
tiğimiz propaganda faaliyetidir. Hazarlar'ın Yahudiliği kabul
edişiyle Karaîlerin bu propaganda faaliyeti'nin
paralelliği
ve bu faaliyetten önce Ermenistan, Iran ve Kafkasya böl­
gesinde Talmud'a muhalif Yahudilerin bulunması,
Hazar
ülkesinin, bu bahsettiğimiz ülkelere çok yakın oluşu. Ha­
zarların Yahudiliği kabul ederken, Yahudiliğin Karaî mez­
hebini kabul ettikleri fikrini fevkalade kuvvetlendirir. Ka­
raîler ilk olarak Filistin, Suriye, Mısır, Anadolu, İran, Kaf­
kasya ve Bizans'a dağılmışlardır. Daha sonra Kuzey A f r i ­
ka, İspanya, Türkistan, Çin, Hindistan, Kırım ve Baikanlar'a
dağılmışlardır (39).
Biz Babilonya'dan sonra Karaîlerin dağılmış oldukları
bölgelerin önemli olanlarını kısa olarak inceliyeceğiz.
a. Kudüs ve Filistin Karaîleri : 770 yıllarında Anan
ile birlikte bazı Karaîler Kudüs'e gelmişler ve burada bir
cemaat oluşturmuşlardı. Bu yıllardan itibaren uzun müd­
det Kudüs, Karaî bilim merkezi olmuş ve pek çok bilgin
burada yetişmiştir. Burada yetişen bilginler arasında Yefeth b. A l i gibi bilginler vardır. Kudüs ve Filistin bölgesin­
de X I . yüzyılın sonlarına kadar Karaî yayılması devam et­
miştir. X I . yüzyılın sonlarında bu bölgede Karaîlik zayıfla­
maya başlamıştır (40). 1071 yılında Selçuklular'ın Kudüs'ü
işgal etmelerini müteakip 1099 yılında Haçlı orduları Ku­
düs'e saldırdılar.
Kudüs'ü ele geçiren Haçlılar, Rabbanî
Yahudilerine yaptıklarının
aynısını Karaîlere de yaptılar.
(39) A . Zaiaczkowski, Karaims in Poland, p. 36
(40) S. Poznanski, Karaites, E . R . E. V. VII, p. 667
168
Ve Karaîlerin tamamını veya büyük b i r çoğunluğunu Kenasa'ya doldurup yaktılar. Haçlı mezaliminden kurtulmak
isteyen Karaîler, bu sıralarda komşu topraklara hicret et­
tiler. Haçlı sandırılarından sonra Kudüs'te Karaîlerin sayı­
sı yok denecek kadar azaldı, 1642 yılında Kudüs'ü ziyaret
eden Karaî seyyahı Samuel ben David, orada sadece 27
Karaî bulabildi. Yine 1912 yıllarında Kudüs'te sadece 18
Karaî'nin var olduğu tesbit edilmiştir (41).
b. Mısır v e Suriye Karaîleri : Kudüs'ün haçlı saldırı­
larına maruz kalması üzerine canlarım kurtarmak isteyen
bir kısım Karaî, Mısır'a kaçmışlar, özellikle Kahire'de top­
lanarak burada büyük bir Karaî cemaatı meydana getir­
mişlerdir. X I I . yüzyıldan itibaren kalabalıklaşan Mısır Ka­
raîleri arasında pek çok bilgin yetişmiştir (42).
Anan'la birlikte Babilonya'dan dağılan Karaî'leriri bir
kısmı Suriye'ye yerleşmişler ve burada uzun bir müd­
det cemaat halinde yaşamışlardır.
Suriye Karaî!eri'nden
bir kısmı, X. yüzyılda Bizans'a göç etmelerine "rağmen,
XIV. yüzyılda Şam v e Halep civarında Karaî cemaatlerinin
varlığına tesadüf edilmektedir (43).
c. Kuzey Afrika ve İspanya Karaîleri : Karaîlik sade­
ce Filistin, Suriye ve Mısır'da değil, aynı zamanda Kuzey
Afrika ülkelerinde de yayılmıştır. X. yüzyılın ikinci yan­
sında David ben Abraham el-Fasî isimli bir Karaî bilgini,
Moraco'da İbranice bir sözlük yazmıştır (44). Filistin'den
kaçarak Mısır'a gelen Karaîlerin bir kısmı daha sonralan
üç bin kişilik bir cemaat halinde Fas'a göç ederek buraya
yerleşmişlerdir (45). Karaîlik Fas'dan sonra İspanya'ya da
C41) S. Posnanski,
a.g.e., V . VII. p. 667
(42] L. Nemoy, Kai'aites, U. J. E„ V. VI, p. 316
(43) Zvi Ankori, Kai-aites in Bizantium., p. 84 - 85
(44) L. Nemoy. Karaites, U. J. E. V . VI,. p. 316
(45)
Hikmet Tanyu, Türklerin Diıü Tarihçesi,
341
s. 76
169
yayılmıştır. XIII. yüzyılda «et-Taras» isimli bir Yahudi Kastilya'dan Kudüs'e gider ve orada Joshua ben Yudah isim­
li bir Karaî bilginin tesiriyle Karaîliği benimser. Kudüs'te
Karaîliği bu bilginden öğrenen et-Taras,
daha sonra İs­
panya'ya döner ve İspanya'da Karaîliği yaymaya
çalışır.
O'nun başlattığı bu hareketi, ölümünden sonra karısı de­
vam ettirir. «Muallima» unvanıyla anılan bu kadının faali­
yetleri sonucu İspanya'da Karaîlerin sayısı hayli artar (46).
XII. yüzyılın sonlarında İspanyollar'm zulmünü müteakip,
Karaîler'in sayıları gittikçe azalmıştır. XIII. yüzyılda Kastilya'da Karaîler'in varlığını gösteren deliller olmakla bieraber, daha sonraki zamanlarda İspanya'da Karaîler'in varlı­
ğına tesadüf olunamamıştır (47).
d. Bizans Karaîleri -. Bizans'a ilk olarak Karaîler VIII.
yüzyılın sonlarında gelmişlerdir (48). Z. Ankori'ye göre Ka­
raîler Bizans'a IX. ve X. yüzyıllarda gelmişlerdir (49). Da­
ha önce bazı ferdi göçlerin dışında Bizans'a toplu bir Ka­
raî göçüne X. yüzyıldan önce rast gelinmediğini Z. Ankori
ifade ediyor (50). Önceleri İstanbul'da Rabbanîlere göre
daha kalabalık olarak bulunan Karaîler, İstanbul'un Türkler
tarafından fethedilmesinden sonra, İspanya'dan
kovulan
çok sayıda Rabbanî Yahudisinin İstanbul'a gelerek yerleş­
mesi üzerine, çoğunluğu O'nlara kaptırmışlardır (51). Genizah dokümanları arasında bulunan Costantinople'li Tobies ben Moses'in mektubundan, 1048 yılından önce Bizans
topraklarında Antalya, Kıbrıs, İstanbul, Kocaeli (NicomaTİio). Amasya, Edirne, Selanik, Trabzon, Gangra (Kara Deni­
zin kıyısında Gürcistan'da bir şehir) ve Odesa'da Karaî ce(46)
(47)
(48)
(49)
(50)
(51)
170
S. Poznanski. Karaites, E. R. E. V , VII, p. 660
S. Poznanski, a.g.e., s. 668
A. Zaiaczkow6ki, Karaims in Poland, p. 36
Zvi Ankori, a.g,e., s. 152
Zvi Ankon, Karaites in Bizantimn, p. 8 4 - 8 5
L. Nempy, Karaites U. J. E. V. VI, p. 317
Saatlerinin varlığını anlıyoruz (52). Amasya'da XVI. yüzyıla
kadar bir Karaî cemaatinin var olduğunu gösteren izler var­
dır (53). Kutschera Talmudcu Yahudiliğin Filistin, Suriye,
Mısır, Irak ve Doğu Roma İmparatorluğu topraklarında ge­
liştiğini, Karaîliğin ise önce Bizans'ta, sonra Kırım'da ge­
liştiğini ileri sürüyor (54). Hazarlar'ın Karaîliği kabul et­
mesine sebeb olan İshak Sangarî, Sakarya'lı olup Bizans
Karaîleri'ndendir (55).
Başlangıçta Bizans'ta, özellikle İstanbul'da Karaîler,
Rabbanîler'den daha fazla iken, Avrupa'dan gelen Yahudi
göçü yüzünden Rabbanilerin sayısı Karaîler'inkinden daha
fazlalaşmıştır (56). Bizans topraklarındaki Karaî ,cemaatlerinin sayısı 80 kadar olup, 30 cemaat Trakya'da, 50 cema­
at ise Anadolu'da yaşıyordu. Trakya Karaî cemaatleri özel­
likle Tuna nehri kıyılarına serpiştirilmiş halde bulunuyor­
du. Belgrad, Selanik, Edirne önemli Karaî merkezleri i d i .
I. Murat tarafından 1361 yılında Edirne feth edildikten son­
ra bu şehir, Balkan Karaîliğinin merkezi haline geldi. Kaleb
Afendopulo ve Başiacı gibi bilginler, Edirne'de yetişmişler­
dir (57). İstanbul'un fethinden sonra bu şehre Korfu, Parga, Selanik, Kocaeli, Kırım, Kefe, Edirne ve diğer Bizans
topraklarından büyük bîr Karaî göçü başlamıştır (58). Y i ­
ne bundan sonra muhtelif zamanlarda Kırım Karayları İs­
tanbul'a göçetmişler ve şimdiki Hasköy çevresine yerleş-
(52) Zvi Ankori, a.g.e., s. 152
(53) Zvl Ankori, a.g.o., s. 153
(54) Kutsclıera, Die Chasaren, p. 229
(55)
(56)
Simon Şişman, tstanbul Karayları, İst. Enstitüsü Dergi. C.
II, s. 9 7 - 9 9
L. Nemoy, a.g.e., s. 317
(57)
Simon Şişman, İstanbul Karayları, İst-Enstitüsü Der. C. III,
s. 99
(58)
Simon Şişman, a.g.e,, s. 99
171
mislerdir [59). Bizans döneminde İstanbul'da, şimdiki yeni
Cami ve Mısır Çarşısı tarafında oturan bir Karaî cemaatı
vardı (60). X(l, asır seyyahlarından Tudelli Benjamin, Galata'mn şimdiki Karaköy semtinde beş yüz Karaî'nin yaşa­
dığını nakletmektedir k i , O'na göre Karaköy ismi, Karaî
köy isminden gelmektedir (61).
Bizans Karaîliğinin temeîini İrak, Filistin ve Suriye'­
den gelenler atmıştır. Yerli Rum unsurlar bu göçmenlere
iltihak etmiş olabilir (2). Ancak bu gün sayıları 150'ye ka­
dar inen İstanbul Karaîler'inin XV ve XVI. yüzyıllarda sayı­
larının hayli fazla olduğu bilinen bir gerçektir.
Gerek eski ve gerekse bu günkü İstanbul Karaîler'inin
çoğunluğunu hangi milletin oluşturduğu konusu münakaşa
edilmektedir. Zvi Ankori bu konuda yazdığı eserinde Bi­
zans Karaîler'inin temelini Yahudi göçmenlerin oluşturdu­
ğunu, bu göçmen topluluğa bir miktar yerli Rum unsuru­
nun karıştığını ileri sürüyor ve bu toplumda Türk unsuru­
nun varlığını kabul etmiyor (63). A . Neubauer Aus der Pedersburger Bibliotek (Leibzig 1866) isimli eserinde, Bizans
Karaîlerinin Kırım menşe'li olduklarını,
çünkü Bizans'taki
Karaî bilginlerin bir kısmının Beghi (Bek) Peki,
(Çelebi)
Tchelebi
gibi soyadları taşıdıklarını ifade ediyor (64). A .
Firkovvich ise Hazar Devleti yıkıldıktan sonra Hazar Karaî­
lerinin bir kısmının Bizans'a göçtüğünü ve Bizans Karaî ce(59) Çağatay Bedii Avııunağlu. İstanbul Karaî Türklerinde Ni­
şan ve I>üğün adetleri, Türk Yurdu, Ankara 1961, C. II sa­
yı 12, s. 3 3 - 3 4
(60)
R. S. Karaşemsi, Hazai' Türkleri, s. 28
(61) S. Şişman, a.g.e.. s. 99
(62) S, Şişman a.g.e., s, 98
(63) Zvi Ankori. Karaites in Bizantium,
(64) Z, Ankori, a.g.e., s. 59
172
p. 8 4 - 8 5
rnaatinin çoğunluğunu bu Hazar unsurların teşkil ettiğini
ileri sürüyor (65).
Bu görüşleri açıkladıktan sonra gerek Bizans
döneniindeki ve gerekse daha sonraki dönemlerdeki Karaîlerin
Menşe'lerini tesbit etmiye çalışalım. Yahudi göçmenlerin
ve yerli unsurların, cemaatin yapışında var olduğunu inkâr
etmek mümkün değildir. Edirne ve diğer Balkan şehirlerin­
den Karaîler'in İstanbul'a gelmiş olduklarını Z. Ankori de
kabul ettiğine göre (66), bu Balkan şehirlerinden gelenle­
rin milliyetini tesbit etmek ve diğer yerlerden gelenlerin
milliyetini tesbit etmek gerekir. Ankori'ye göre gerek Edir­
ne Cemaatı ve gerekse Kırım Cemaatı, İstanbul Cemaatı­
nın uzantısıdır. Ona göre, Kırım cemaatının büyüyüp geliş­
mesine İstanbul-Kırım ilişkileri sebeb olmuştur. Yani Kırım
Karaylan'na İstanbul Karaîleri karışmışlardır (67). Ankori'­
ye göre, İstanbul Karaîleri Türk Menşe'li değildir, Edirne
ve Kırım Karaylarının içinde de Türk olmayan İstanbul Ka­
raî unsurlar vardır, Ankori göçlerin sadece İstanbul'dan Kı­
rım'a olan cihetini göz önünde bulundurup, Kırım'dan İs­
tanbul'a olan cihetini görmezlikten gelmektedir. Yine An­
kori, Orta Avrupa'ya gelen Kumanlar arasında Karaîliğin
yaygın olduğunu ve Tuna boyunca yerleşmiş bulunan Ka­
raîlerin Edirne'ye ve diğer Balkan şehirlerine gelmiş olma­
sını hiç göz önünde bulundurmuyor. Balkan Karaîliği, İs­
tanbul'dan takviye edildiğinden fazla
Kırım'dan takviye
edilmiştir. Çünkü Kırım'daki Karayların sayıları İstanbul'dakilerden daha fazla olup, Karaîlik Kırım'da İstanbul'dan
daha fazla gelişmiştir (68), Öyle ki son asırlarda Kırım
Karayları İstanbul Karaîlerini
gerek din adamı bakımın(65) Z. Ankori, a.g.e., s. 04
(66) Z . Ankori, a.g.e., 5. 152
(67) Z . Ankori, a.g.e., s. 152
(68) Simon Şişman, İstanbul Karay Türlderi, İst, Ens. Der. C.
III, s. 100.
17.3
dan ve gerekse maddi bakımdan devamlı
dir (69).
desteklemişler­
Kumanların ve Kırımlıların yanısıra, Macaristan'a Ma­
carlarla birlikte gelen Kabarlarm da Trakya Karaîlerine il­
tihak ettiklerini düşünebiliriz. Hazarlar'ın Kabar Kolunun
ileri gelenleri. Hazarlar Yahudiliği kabul ederken, onlarla
birlikte Yahudiliği benimsemiş ve Karaî mezhebine girmiş­
lerdi. Ankori ve diğer pek çok Talmudist bilginin iddiala­
rının aksine Hazarlar'ın Yahudiliğin Karaî mezhebini kabul
etmeleri hemen hemen kesin gibidir. Böyle olunca İstan­
bul Karaî cemaatına Firkovvich'in dediği gibi Hazar Karaîlerinden katılmalar olmuştur. Kırım Karaylarından bilhassa
XV. yüzyılın ikinci yarısında ve daha sonraki muhtelif za­
manlarda İstanbul cemaatine
katılmalar
olmuştur (70).
Trakya Karaîliği içinde Kuman ve Kabar Karaî unsurların
ağırlıkta olması normal olup, Trakya Karaîliği İstanbul ce­
maatine katılınca bu cemaat içindeki Kuman ve Kabar un­
surlar da İstanbul cemaatine girmiş oldu.
I
İstanbul'daki ilk Karaî cemaati arasında Rum unsur­
lar bulunduğundan ve cemaat Rumca konuşulan bir muhit­
te yaşadığından, bu Karaî cemaati Rumca konuşmakta i d i .
Daha sonraki gelenler de bu Rumca konuşan cemaatle ka­
rıştığından Rumca konuşmuşlardır. Ancak İstanbul Karaî­
lerinin kültürü ve folkloru araştırıldığı zaman
bunların
Rum kültür v e folklorundan ziyade Türk kültürüne ve folkrolüne benzediği görülür. Düğün adetleri tamamı ile Türk
adetlerine, bilhassa Kırım Türkleri'nin adetlerine benzer
(71). Şimdi bu eski adetlerinin çoğunu kaybetmiş olan İs-
(69) Simon Şişman, a . g . c , s. 101 - 1 0 2
(70) Ç. B. Avramoğlu,
istanbul Karay Türklerinde Düğün v e
Nişan adetleri, Türk Yurdu, C . I I , Sayı 12, s. 3 3 - 3 4
(71) Ç. B. Avramoğlu, a.g.e., s. 34
174
tanbul Karaîleri, eskiden adetlerine daha sıkr şekilde bağlı
idiler. İstanbul Karaîlerinin yemek isimlerinin çoğu Kırım
ve Hazar menşe'lidir (72). XIII. ve XIV. yüzyıllarda Edir­
ne'deki aile lakapları (Kurt. Başiacı) nın bir çoğu saf Türk­
çe kelimelerdir (73). X I I . yüzyılda mevcut olan Galata Ka­
raîlerinin bulunduğu yere. Karaî kelimesi Türkçeleştirilerek «Kara» haline getirilmek suretiyle. «Karaköy» isminin
verilmesi, o sıralarda onların Türk dili ile münasebetini or­
taya koyar.
Bu gün İstanbul'un muhtelif yerlerine dağılmış olarak
yaşayan Karaîler'in dış görünüşleri ne Yahudiye ve ne de
Rum'a asla benzemez. Hele karekterleri Yahudilerden ve
Rumlar'dan çok farklıdır (74).
Hangi yönüyle bakılırsa bakılsın istanbul Karaîleri Ya­
hudi ve Rumlardan çok, Türklere benzemektedirler. İstan­
bul'da daha önce Yeni Cami çevresinde bulunan Karaîlerin
arsalarına Yeni Cami'yi yaptırmak isteyen Sultan III. Mehmed'in annesi Safiye Sultan, arsaların sahiplerine kira be-
(72) Ç. B. Avramoğlu, a.g.e,, s. 3 3 - 3 4
(73)
S. Şişman, İstanbul Karay Tüı-kleri, İst. Enst. Der. C. III,
s. 99
(74) Hasköy'de bulunan Karai Kenesa'sınm çevi-esinde yaptığun araştuına sonunda, bu Kenesa'mn yakımnda bir Rab­
bani Sinagog'ımun ve
Rabbanî cemaatinin var olduğunu
tesbit ettim. Bir birine yakm olan bu iki mabed'in çevresin­
deki Müslüman
vatandaşlardan yaptığım
soruşturmada
halkm bunlardeın Karailere «Kara Yalıudi» Rabbani'lere ise
«Beyaz Yahudi»
dediklerini öğrendim. Şüphesiz bu ifade
yanlıştır. Ancak çevrelerindeki halk «Kara* diye isimlen­
dirdikleri Karaîlerin, Rabbanî'lerden daha dürüst ve daha
merhametli olduklarmı, bayramlarında çevre halka. İkram­
larda bulvmduklarmı söylediler. Çevredeki insanlann onlar­
dan,çok memnun olduklannı tesbit ettim.
175
deli olarak her yıl için 2260 Akçe vermiştir (75). Bu gün
oldukça küçülmüş olan İstanbul Karaî cemaati, daha ön­
celeri Hasköy'de toplu olarak bulunurken, 1918 Hasköy
yangmmdan sonra şehrin muhtelif yerlerine
dağılmışlar­
dır. Bu dağılma onların ananelerini kaybetmelerine de se­
beb olmuştur (76). İstanbul'da daha önceleri Eminönü, Karaköy ve Hasköy'ün dışmda Balat, Fener v e Üsküdar'da da
Karaîler oturmakta i d i . Karaîlerin IJsküdar'da, Edirnekapı'da, Eğrikapı'da ve Hasköy'de mezarlıkları vardır (77).
Bizans döneminde Karaîler arasmda ünlü bilim adam­
ları yetişmiştir. Pek çok Bizanslı Karaî genç, Kudüs'e gi­
derek orada ibranice'yi iyice
Öğrendikten sonra Arapça
yazılan Karaî eserleri İbranice'ye tercüme etmişlerdir (78).
Bizans Karaîleri arasında Judah ben Elijah Hadasi, Aaron
ben Joseph, Aaron ben Elijah, Elijah ben Moses Başiacı
gibi bilginler yetişmiştir (79). XV. ve XVI. yüzyıllarda Bi­
zans'ta Karaîlerle Rabbanîler arasında dostça ilişkiler ol­
muş, bu sıralarda Karaî çocukları Cumartesi günleri Rab­
banî ayinlerinde Rabbaniler tarafından sünnet dahi edil­
mişlerdir (80).
e. İran, Ermenistan v e Kafkasya Karaîleri : Kırkisanî
ve Leon Nemoy'a göre, Karaîliğin ilk filizlendiği y e r İran,
Ermenistan ve Kafkasya bölgesidir. Irak Akademisinin bas­
kısı ile buralara göç eden Talmud'a muhalif
Yahudiler,
Anan'ın mezhebi organize etmesinden sonra bu bölgelerC75) s. Şişman, İstanbul Karay Türkleri, İst. Enst, Der. C. III,
s. 99
t76) Ç, B. Avramoğlu İst. Karai Türklerinde Düğün ve Nişan
Adetleri, Türk Yurdu, C, 11, Sayı 12, s. 3 3 - 3 4
(77) S. Şişman, a.g.e,,, C. III, s. 99 - 1 0 0
(78) L. Nemoy, Kaı-aites, U. J. E., V . V I p. 317
(79) L, Nemoy, a.g.e, V. VI, p. 317
(80)
176
A . Harkavy, Kftraites, J. E, V . VII, p. 443
varlıklarını
d a h a sağlam b i r şekilde
sürdürmüş ve
İrak'tan gelen göçmenlerden bunlara katılmalar olmuştur.
Kırkisanf Kitabu'l-Envar isimli eserinde Horasan Karaîlerinden bahsetmektedir (81). Karaî ismini ilk d e f a kullanan
Benjamin en-Nihavendî ile ünlü Karaî bilgini Daniel Kumîsî de İranh birer Karaî bilginidirler (82). Ermenistan ve
iran bölgesinden bir çok Karaî bilgini yetişdiği gibi, y i n e
bu bölgede bazı Karaî mezhebleri
ortaya çıkmıştır (83).
Karaîler, İran Yolu ile t a Çin'e ve Mançurya'ya kadar git­
mişlerdir XX. yüzyıla kadar varlığını sürdüren Mançurya
Karaîleri, son zamanlarda Avrupa ve Amerika'ya hicriBt etmiye başlamışlardır (84). İran Karaîierinden bir kısmı, da­
ha sonraları Kırım Karaîlerine İltihak etmişlerdir (85).
de
f. Kırım ve Güney Rusya Karaîleri : Karaîliğin Kırım'a
ne zaman geldiği kesin olarak bilinememekle beraber, İran,
Ermenistan ve Kafkasya bölgesinde
V l l l . yüzyıldan önce
Talmud'a muhalif Yahudilerin varlığını bildiğimize göre, bu
muhaliflerin bir kısmının Hazar ülkesine v e Kırım'a daha
o sıralarda gelmiş olduklarını kabul edebiliriz. Tobias ben
Moses'in mektubundan bu bölgede X I . yüzyilda Karaîlerin
var olduğunu kesinlikle anllyorsak da bu bölgede bu yüz­
yıldan daha önce Karaîlerin bulunduğu muhakkaktır (86).
Hazarların Yahudiliğin Karaî mezhebini kabul
etmesini
V l l l . yüzyılın ortalarında Bizans'tan sürülen göçmenlerin
sağladığı bilindiğine (87), yine X. yüzyılda Bizans'tan ko­
vulan Yahudi göçmenler Hazar ülkesine sığındığına g ö r e .
(81)
(82)
(83)
(84)
(85)
(86)
(87)
Kırkisanî, Kitabu'l-Envar, C. I. s. 13
A . ZajaczkovtfSki, Karaims in Poland, p. 76
Yaşar Kutluay, îslam ve Yahudi Mezhebleri, s. 200
Leon Nemoy, Karaites U. J. E., V. VI, p. 319
Hikmet Tanyu^ Türldertn Dini Tetrilıçesi, s. 76
Zvi Ankori, Karaites in Bizantium, p, 152
El-Bekrî, el-Mesalik ve'1-MemaIik, .s. 46
.177
Güney Rusya Steplerine ve Kırım'a Karaîlik V l l l - X . yüz­
yıllar arasında yayılmış olmalıdır. Ankori'ye göre XIII. yüz­
yılda Bizans'tan kovulan Karaîlerin bir kısmı Kırım'a göç
etmişlerdir (88).
Karaîliğin önce Hazar ülkesinde m i , yoksa Kırım'da
mı ortaya çıktığı tam olarak bilinememektedir. A . Firko­
vvich'in ifadesine göre Hazar Hakanı Bulan'a Karaîliği ka­
bul ettiren İshak Sangarî, bilahare Kırım'a geçmiş ve bu­
rada ölmüştür (89). Karaîlik Kırım'da Hazar ülkesi ile ay­
nı dönemde yayılmış olsa bile Hazar Devleti yıkıldıktan
sonra Hazar Karay Yahudileri, Kırım'a göç etmişlerdir (90).
Karaîlik Hazar ülkesinde ve Kırım'da yayılırken Gü­
ney Rusya'nın daha yukarılarına Kuzey'e doğru giderek ya­
yılmış ve Kuman-Kıpçaklann bir kısmı Karaîliği kabul et­
mişlerdir (91). Kaynak eserlerde, gerek Kırım ve gerekse
Hazar ülkesindeki Yahudi Karaîlerden, X I . yüzyıla kadar
Karaî ismi ile bahsedilmemekle beraber, bu yüzyılda sey­
yah Petahyah'ın ifadelerinden bu bölgelerin Yahudilerinin
tamamına yakınının Karaî olduğunu kesin şekilde anlıyo­
ruz. Kırım'da yayılan Karaîlik, XİV. yüzyılda Litvanya ve
Polonya'ya kadar yayılmıştır. XIV. yüzyılda Kırım Karaylarından bir kısmı Litvanya ve Polonya'ya göç etmiş ve bu
günkü Doğu Avrupa Karay cemaatini oluşturmuştur (92).
İlk tohumları daha önceki yüzyıllarda atılan, ancak
VII. yüzyılda filizlenen ve V l l l . yüzyılın ikinci yarısında
Anan ben David tarafından toparlanan Karaîlik, daha son­
raki yüzyıllarda git gide kuvvetenmiş, X. yüzyıldan itiba­
ren altın çağını yaşamıştır. Karaîliğin bu gelişmesi Haçlı
(88)
(89)
(90)
(91)
Zvi Ankori, a.g.e,, s. 59
S. Şapşaloğlu, Karay Türkleri, Türk yUı> C. I, s. 5767-582
A . Zajaczkowski, Karaims in Poland, p. 16, 30
A. Zaiaczkowski, a.g.e., s. 36
(92) A . Za)aczkowski, Karaims in Poland, p. 36
178
seferleri ile birlikte yavaşlamış ve mezheb git gide küçül­
müştür. Bu küçülmenin' sonunda Filistin, Irak, Iran, Suriye
ve ispanya cemaatleri ortadan kalkmış, Bizans ve Kahire
cemaatleri yok olmamakla beraber fevkalade küçülmüştür.
Sayılarmı ve varlığını koruyabilen, inançlarını devam etti­
rebilen sadece Kırım ve Doğu Avrupa Karayları olmuştur.
Bu gün, zamanında Irak, İran, Suriye, İspanya ve Filistin'de
yaşamış ve soyca İsrailli olan Karaîler, tamamen ortadan
kalkmış, varlığı çok zayıf olarak devam eden, çoğunluğu İs­
rail menşe'li. Kahire Karaîleri, kısman yarlığını sürdürebil­
miştir. İçinde Rum ve İsrail unsurlar olmakla beraber büyük
bir çoğunluğunun Türk olduğunu kabul edebileceğimiz İs­
tanbul cemaatinin varlığı ise 150 kadardır. Kırım ve Doğu
Avrupa Karayları, Türk menşe'li olup Kahire ve istanbul
Cemaatine nisbetle sayıları çok daha fazladır,
Bu gün yer yüzünde yaşayan Karaîleri tetkik ettiğimiz
zaman, bu toplumun, en az yüzde doksanının Türk menşe'li
olduğunu görürüz. Biz, bu gün halen Dünyada yaşayan Ka­
raîleri gözden geçirdikten sonra yüzde doksanının
Türk
olduğunu ifade ettiğimiz bu Karaîlerin kültürlerini, gelenek
ve göreneklerini, dillerini ve inançlarını tetkik edeceğiz.
3. Karaîliğin Zayıflaması :
X . - X l l . yüzyıllar arasında altın çağını yaşayan Karaî­
lik, haçlı seferlerinden sonra yavaş yavaş zayıflamaya baş­
lamış, çeşitli teşebbüslere rağmen bu zayıflamanın önü­
ne geçilememiş ve Türk muhitinin dışında yok olmaya baş­
lamıştır. Biraz önce ifade ettiğimiz gibi Kırım ve Doğu
Avrupa'nın dışında sadece İstanbul'da ve Kahire'de çok
küçük birer Karaî cemaatı kalmıştır. Ermenistan, İran, Irak,
Suriye, İspanya, Kuzey Afrika, Çin ve Balkanlarda Karaîlik
yok olmuştur. Bu bölgelerdeki Karaîler gittikçe azalmaya
başlayınca geriye kalan Karaîlerin pek çoğu da o bölgeler179
den Kırım'a göçmüşlerdir. Ancak bunların sayıları fazla de­
ğildir (93).
Ortaya çıkışından İtibaren Rabbanî Yahudilikle büyük
bir mücadeleye giren Karaîlik, Rabbanî Yahudilerini kendi
inancına çevirmeye çalışmıştır. Ancak gelişme çağlarında
onların sayılarının artmasına Rabbanî Yahudilerin Karaîli­
ğe dönmeleri sebeb olmamıştır (94). Karaîlerin sayılarının
artmasına sebeb olan esas faktör yukarda saydığımız ül­
kelerde Karaîlikten önce Talmudculuğa muhalif olan, kü­
çümsenmeyecek miktarda Yahudî toplulukların
olmasıdır
(95). Karaîlik ortaya çıkınca eskiden beri Talmud'a muha­
lif olan bu unsurlar Karaîliğe katılmış olmalıdırlar. Büyük
miktarda Rabbanî Yahudilerinin Karaîliğe geçtiklerini gös­
teren her hangi bir işaret yoktur (96). Ayrıca irken İsrail­
li olmayan unsurlar, özellikle Türkler'den bir kısım kabile­
ler, Karaîliği benimsemişlerdir. Hazarlar'ın yanısıra Hazar
Devleti içinde temessül eden Kalizler de Karaîliği benim­
semişler (97), bunların yanında Kumanların bir kısmı da
Karaîliği benimsiyerek bu mezhebe girmişlerdir (98). Bi­
zans Karaîleri arasında Rum unsurların varlığını bildiğimiz
gibi (99), Ruslardan da bazılarının Karaîliği kabul ettiğini
tesbit ediyoruz (100). Karaîliğe irken İsrailli olmıyan un­
surların da katılmasıyla X - X i l . yüzyıllar arasında bu mez­
heb altın devrini yaşadıktan sonra çökmeye
başlamıştır.
Mezhebin çöküşüne tesir eden en büyük faktör olarak ba-
(93) Hikmet Tanyu. Türklerin Dini tarihçesi, s. 7G
(94) L. Nemoy, Early Ka.raisın, J. Q. R. V . XL, p. 311
(95) L. Nemoy, a.g.e., V . XL. p. 3 0 7 - 3 1 0
(96) L. Nemoy, a.g.e., V . XL.. p. 311 - 314
(97) L. Rasony, TCrk Devletinin Batıdaki
Tarihte Türklük, s. 116
(98)
(99)
(100)
180
Varisleri
A. Zajâczlcowski, Karaims in Poland, p. 36
A. Ankori. a.g.e., s, 8 5 - 8 6
S, Şapşaloğlu, Ku*ım Karay Türkleri, s. 610
Hazarlar,
zı bilginler, Mısirir Talmudist bilgin Saadia Gaon'un Karaî­
liğe karşı saldırıya geçmesini göstermektedirler. Bu bil­
ginlere göre, Karaîliğin ortaya çıktığı dönemlerde Talmu­
dist Akademi başkanlığı bu mezhebe karşı kendi inançla­
rını gerektiği gibi savunmamış ve onlarla mücadele etme­
miştir. Ancak X. yüzyılda ortaya çıkan Saadia Gaon, Ka­
raîliğin Talmudcu Yahudiliğe karşı büyük bir tehlike teş­
kil ettiğini görmüş ve Karaîlikle mücadeleye başlamıştır
(101). İlk defa Anan'a karşı reddiye mahiyetinde KitabuVRedd alâ Anan isimli bir eser yazan Saadia, bu esterin
dışında t a m dokuz eserinde Karaîliğe karşı y^azılar yaz­
mıştır (102). Karaîlik ile Rabbanîlik arasında şiddetli müca­
deleler olmuştur.
Saadia'dan önce Karaîlikle
mücadele
eden ilk Gaon olarak Hai ben David. gösterilmektedir (103.
Pek çok Talmudcu bilgin Karaîliğin başlangıcını Anan'a
bağlarken bu mezhebin zayıflamasını da Saadia.'ya bağlamaktadn-lar.
Ancak L. Nemoy Karaîliğin başlangıcınmın
Anan olmadığı gibi zayıflama v e çökme sebebinin de ,Saadia Gaon'un faaliyetleri olmadığını söylüyor. Karaîliğin
ortaya çıkışını sosyo - ekonomik ve politik bir takım sebeblere bağlıyan Nemoy, bu mezhebin zayıflamasının se­
bebini şöyle açıklıyor. «Karai propagandasının başarısızlı­
ğının asıl sebebleri şunlardır. 1) Karaî propagandası Ya­
hudi toplumunu b i r bütün olarak ihata edecek v e çekecek
bir programa sahip değildi. 2) Karaîliğin ayrılık prensip­
leri realist değildi» (104). Nemoy'a göre çöküşün sebebi
daha köklü ve mezhebin kendi bünyesinden gelmektedir.
(101)
A . Hai-kavy, Karaites
J. E. V , VII, p. 440;" S. Poznanski,
Karaites E. R. E. V. VII, p. 668
(102) s . Poznanski. Tlıe Anti Karaite Writing of Saadia Gaon,
J. Q. R, Old SeriöS, 1897-1890, V . X p. 2 3 8 - 2 7 6
C103) S. Poznanski, TIıo Anti-Karaite, Writing, V. X, p. 239
C104)
Nemoy, Early Karaism, J. Q. R. V. XL, p. 311
181
Anan tarafmdan ortaya atılan ve tahammül edilemiyecek
kadar ağır olan esaslar, mezhebin çöküşüne tesir eden
faktörlerden biridir. Anan'dan sonra gelenler, bu ağır hü­
kümleri yumuşatmaya çalışmışlarsa da, bu yumuşamış hali
ile bile Karaizm, Rabbanizmden daha sıkıdır. Anan'dan son­
ra gelenlerin giriştikleri reformlara da mutassıp Karaîler,
şiddetle karşı çıkmışlardır. Bu reformlar, ancak hayat şart­
larının zorlaması sonucu
bazı yerlerde kabul edilmiştir.
Anan'ın tesbit ettiği Şabat günü ateş yakmama, evleri ısıt­
mama, yemekleri soğuk olarak yeme gibi esaslarla, Yıl
başı ile Ay başlarının, ayın gözetlisnmesi suretiyle tesbiti
gibi hususlar Polonya, Rusya ve diğer Kuzey iklimlerinde
havanın çok soğuk olması ve gökyüzünün devamlı bulutlu
olması yüzünden reforma tabi tutulmuş, Şabat günü ateş
yakma yasağı biraz gevşetilmiş, evlerin ısıtılmasına, ye­
meklerin sıcak yenmesine müsaade edilmiş, ay başlarını
ve yıl başını hava açıkken ayı gözleme usulü ile, hava bu­
lutlu iken ise hesapla tesbit edilmesi
kabul
edilmiştir
(105). Buna rağmen Karaîlik Rabbanîlikten daha sıkı olma­
ya devam etmiştir.
Karaîlikteki Siyon için yas tutma ve Kudüs'ü kurtar­
ma ideali İslâm ülkelerinin tepkilerine sebeb olmuş (106)
bu yüzden Karaîler propagandalarını sürdürememişlerdir.
Anan'ın, Ebu Hanife ile yakın ilişkisi yüzünden Karaî­
lerin İslâm alemine yakınlıkları ve pek çok hükümlerini
İslâmdan almış olmaları, İslâm ülkelerindeki pek çok, Karaînin Islâmiyeti benimsemesine ve Müslüman olmasına
sebeb olmuştur (107). Ayrıca Rabbanî-Karaî mücadelesi ilk
zamanlardaki hızı ile devam etmemiş, zamanla iki mezheQ05)L. Nörnoy, Kai-aites, Encyclopedia of İslam, V . IV, p. 607
(106) L. Nemoy, Early Karaism, J. Q. R. V. XL, p. 3ai
(107)
182
Y . Kutluay, İslam ve Yalıudi Mezhebleri, s. 199
bin birleştirilmesi çalışmaları yapılmıştır (108). İşte bü
çalışmalar da her halde Karaîler aleyhine gelişmiş olma­
lıdır. Rabbanîlere karşı azınlık durumunda olan Karaîler,
onlarla dost olmuş ve çocuklarını Rabbanî sinagoglarında
onlara sünnet ettirmişlerdir (109). XV, yüzyılda meşhur
Rabbanî bilgin Elijah İVlizrahî'nin sözlü ananeler hakkında­
ki derslerine, Karaî öğrenciler de devam etmişlerdir. Bu
arada pek çok Karaî çocuğu diğer Rabbanî hahamların eği­
timinden geçmiştir (110). Bu yakınlık ve Talmud eğitimi
pek çok Karaî'nin Rabbanîliğe geçmelerine sebeb olmuş­
tur .(111).
Karaîlikte evlilik hukukunun çok sınırlı oluşu,
Karaî
gençlerinin evlenmelerini güçleştirmiş, bu yüzden Karaî­
ler arasında kendiliğinden bir nüfus planlaması meydana
gelmiş ve nüfusları fazla artmamıştır (112).
İslâm ülkelerinde pek çok Karaî Islâmiyeti kabul et­
tiği gibi, Hnstiyan ülkelerdeki Karaîlerin bir kısmı da. Hris­
tiyanlığı kabul etmiş olnrıalıdırlar. Solomon Grayzel'in
Rusya'da Hnstiyan olduğu halde
Şabat adetlerini XVIII.
yüzyıla kadar terketmediklerini söylediği Kazak Kabilele­
ri arasında daha önceleri Karaîliğin mevcut olduğunu söy­
leyebiliriz (113). Yahudi tarihçiler İspanya'da, İtalya'da ve
diğer bazı ülkelerde Hrıstiyanların Yahudilere yaptığı bas­
kı yüzünden bazı Yahudilerin Hnstiyanlaştığını, Hristiyan­
lığı kabul etmlyenlerin de toptan imha edildiğini belirtmek­
tedirler (114). Şüphesiz bu Yahudiler arasında Karaîler de
(108)
L. Nemoy, Karaites U. .7. E. V. VI, p. 318
(109)
(110)
S. Poznanski, Kaa-aites E. R. E. V. VII, p. 667
S. Poznanski. a.g-.e., s. 667
t l l l ) L. Nemoy, Early Kaj'aism, p. 311
(112) L. Nemoy, Karaites, U. J. E., p. 315
(113) Solomon Grayzel, A , History of üıe Jews, p. 281
(114) Kutschera, Die Chasaren, p. 107. 215
.1,83
vardı. Karaîler haçlı seferlerinde Kudüs'te, diğer Yahudi­
lerle aynı muameleyi görüp toptan yakıldıkları gibi, bu
ülkelerde de diğer Yahudilerden a y n mütelaa edilmeyip
baskıya tabii tutulmuş olmalıdırlar. Nitekim Rusya'da, Ka­
raîleri bu dayanılmaz baskılardan
kurtarmak isteyen A.
Firkov\/ich, Karaî atalarının Rus topraklarına M i l a t öncesi
yüzyıllarda geldiklerini ispatlamaya çalışarak İsa'yı çarmı­
ha geren Yahudilerle kendilerinin bir alâkalarının olmadı­
ğını söylemiş (115), Bu şekilde Rus hükümetinin baskıla­
rından Karaîleri kurtarmaya çalışmıştır.
Bir kısmının İslâmiyete ve Hnstiyanlığa geçmesi, di­
ğer bir kısmının Rabbanîliğe dönmesinin yanısıra evlen­
me güçlükleri yüzünden sayılarının fazla artmaması. Dün­
yada Karaîlerin nüfusunu fevkalade
azaltmış ve onları
Dünyanın en küçük dini toplumlarından biri haline getir­
miştir. Yüzyıllardan beri Non ,Proselytism prensibini uygu­
layan ve başka dinlerden kimseleri Yahudiliğe kabul etme­
yen Rabbanîlerin yanısıra Karaîler de, aynı prensibi XX.
yüzyıldan itibaren uygulamış ve Karaî anne ve babadan
doğmayanları Kâraîliğe kabul etmemeye
başlamışlardır
(116). Öyle ki bu günkü Karaîlerde diğer Yahudilerle ev­
lenmeye şiddetle karşı çıkılmakla beraber, yine de bu t ü r
bir evlenme vaki olunca doğan çocuk, babaya göre değer­
lendirilmekte, eğer baba Karaî ise çocuk Karaî sayılmak­
ta, baba Karaî değilse çocuğa Karaî muamelesi yapılma­
maktadır. Bu son faktör de Karaîliğin zayıflamasına tesir
etmiş olmalıdır.
4 Dünyada Kalen Karaîlerin Yaşadığı Ülkeler :
Bu gün Kuzey Afrika, İspanya, Portekiz, Iran, Erme­
nistan, Hindistan, Irak ve Suriye'de Karaî cemaatleri kal(115)
A. Haricavy, Karaites and Karaism, J. E., V, VII, p. 445-446
(116)
A . Zajaczko\vski, Karaims in Poland, p. 36
184
mamıştır. İstanbul dışında Trakya ve Anadolu'da da Karaî
yoktur. Halen Karaîlerin buyijk çoğunluğu Rusya ve Polon­
ya'da yaşamaktadırlar. İstanbul ve Kahire'de küçük birer
Karaî-cemaatî vardır. İsrail'de de Karaîlerin var olduğunu bi­
liyoruz. Rusya'da Komünizm ihtilalini müteakip pek çok
Karaî, Avrupa'ya ve Amerika'ya göç ettikleri gibi, 1948 sa­
vaşını müteakip Mısır Karaîlerinin büyük bir kısmı Avru­
pa'ya ve Kudüs'e göç etmişlerdir. Mançurya, İran ve ben­
zeri ülkelerde kalan tek tük Karaî de yine, ya Amerika'ya,
veya Avrupa ülkelerine göç etmişlerdir. Biz bu gün halen
Dünyanın belli başlı yerlerinde yaşamakta olan Karaî ce­
maatlerini gözden geçireceğiz.
a. İstanbul Karaîleri : Cemaat başkanlarının ifadesine
göre bu gün İstanbul Karaî cemaatinin üye sayısı 150 ka­
dardır. 1918 Hasköy yangınından sonra Hasköy'den İstan­
bul'un muhtelif semtlerine dağılan Karaîlerin kendilerine
ait ayrı bir mahalleleri olmamasına rağmen Hasköy'de bir
KenasaJarı ve Ok meydanında bir mezarhkları vardır. Bu
gün İstanbul Karaîleri arasında Kırım'dan göç edenler ol­
duğu gibi, annesi Kırım'dan İstanbul'a gölin gelenler de
vardır.
Önceleri İstanbul'un pek çok semtinde ayrı cemaat­
ler halinde bulunan Karaîler git gide azalmışlar ve yok ol­
muşlardır. Sadece çoğunluğunu Edirne'den gelen göçmen­
lerin oluşturduğu
Hasköy cemaati bu güne kadar ayak­
ta kalabilmiştir. Bu Edirne göçmenleri, büyük bir ihtimalle
Orta Avrupa'ya gelen Kuman-Kıpçak Karayları ile Macaris­
tan'a gelen Kabar Karaylarmın çocuklarıdır. Daha önce de
belirttiğimiz gibi İslâm öncesi dönemlerde İstanbul'dan Kı­
rım'a göç edenler olduğu gibi İstanbul'un fethinden sonra
Kırım'dan İstanbul'a da zaman zaman göç edenler olmuş­
tur. Ancak İstanbul cemaatini, XIX. yüzyıldan itibaren Kırîm cemaatinin ayakta tuttuğu, devamlı olarak maddi ve
185
manevi yardımlarda bulunduğu müşahede edilmektedir. İs­
tanbul'a Karaî çocuklarının dini eğitimi için Kırım'dan öğ­
retmenler getirilmiştir (117). Halen yaşamakta olan İstan­
bul Karaîierinden
bazıları dini eğitimlerini Kırım'da yap­
mışlardır. Evlenme yasakları yüzünden İstanbul ile Kırım
arasmda kız alıp vermeler çok sık meydana gelmiştir. Bü­
tün bu hususlar göz önünde bulundurulursa İstanbul
Ka­
raîlerine Türk'tür demek gerekir. Başlangıçta bunun şuu­
ru içinde olmıyan İstanbul Karaîleri, son zamanlarda bu­
nun farkına varmışlar ve kendilerini diğer
Yahudilerden
vo Rumlar'dan ayrı tutmak i istemişlerdir (118).
Bu gün
Rumca bilmekte olan İstanbul Karaîlerinin konuşmakta o l ­
dukları Rumca diğer Rumlar'm • konuştukları
Rumca'dan
farklıdır. Rumca bilmelerinin dışında kültürleri, yaşayışla­
rı, hatta görünüşleriyle bize benzeyen îstanbul Karaîlerin]
Türk kabul etmek gerekir.
b. Mıssr Karaîleri : Orta Çağlardan beri Mısır'da ce­
maat halinde yaşayan Karaîler, halen Kahire'de küçük bir
(H7) Simon Şişman, İstanljul Karay Türjderi, ist. Enst. Der: C,
III, s. 102
(i:i8) İsttuibul Karaîierinden Çağatay Bedii İbrahimoğlu
(AvrajTioğlu) (1932 - 1966) Bu konuda kıymetli araştu-malar
yapmaya başlamış ve devam etmekte olduğu İst. Üniver.sitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünden mezuniyet te­
zi olarak «Hazar Tai-ihi Kronolojisi»
konusunu almıştı.
Genç yaşta Fakülteyi bitiremeden ölen
İbrahimoğlunun,
bu konuda ciddi çalışmaları vardı. Türk Yurdu Mecmuaismda
!İst. Karaî Tiirklcrhıde Nişan ve Düğün adetleri»
• adlı bir makalesi, İ. (j, Edebiyat Fakültesi dergisinde Zajaci'.kowski'nin «Karaims in Poland» isimli eserini tanıtan
bir makalesi ve Türk Kültürü Araştırmaları Enstitüsü der­
gisinde «Karaî Türkleri haklcmda bir Bibliyoğrîîfya dene­
mesi» adlı makaleleri yayınlanmıştır.
186
cemaat olarak varlıklarmı sürdürmektedirler (119). 1956
Süveyş kanalı savaşından sonra Mısır Hükümeti diğer Ya­
hudilerle birlikte Karaîlerin büyük bir kısmını sürgün et­
miş, bu sürgünlerin bir kısmı Avrupa'ya giderken,
diğer
bir kısmı İsrail'e göç etmişlerdir (120). Kovvalski 1928'de
yazdığı bir eserde Mısır Karaîierinden bahsetmekte, onla­
rın 1924 yılında el-Jttihad isimli b i r dergi çıkardıklarından
söz etmektedir (121).
Mısır Karaîlerinin büyük bir çoğunluğu Arap-Israil sa­
vaşlarından sonra başka ülkelere göç etmiş olmakla be­
raber yine de Kahire'de halen küçük bir Karaî cemaati var­
dır. Bu cemaat. Kahire ile Abbasiye arasında Haranfeş de­
nilen yerde oturmakta olup burada bir Kenasaları vardır.
Arap-İsrail savaşlarına kadar Mjsır, Karaîlerin en rahat ya­
şadıkları yerlerden biridir. Rusya'daki Komünist ihtilalin­
den sonra pek çok Karay, Sibirya'ya sürülmekten kurtul­
mak için ülkeden kaçmış ve bunlardan bir kısmı Mısır'a
gelmiştir! Mısır Karaîleri aslında Irak ve Filistin'den ge­
len göçmenlerin çocukları olmakla beraber Kırım'dan ge­
len Türk unsurlar ve çok az da olsa yerli Arap unsurlar,
bu topluluğun kanına karışmış olabilir. Kahire Karaîlerinin
sayılarının ne kadar olduğunu bilemiyoruz, ancak İstanbul
Karaî cemaatinin ileri gelenleri. Kahire cemaatinin sayısı­
nın fevkalade azaldığını ifade ettiler.
(119)
Halen İsviçre'nin
Lozan şehrinde yaşamakta olan aslen
R,us Kazaklarmdajı David Licha isimli bir Karai, Lozan'a
yerleşmeden önce uzun süre Mısır'da yaşamıştır. Bu şah­
sın beyamna göre' 1948'den önce Mısır'da on bin Karaî ya­
şamıştır. Ancali bu rakam çok Mübalağalı görünmelttedir.
(120)
E. 1. J. Rosenthal, Religion in the Middle East,
V . I, p.
71 - 72
T, Kowalski,
Kaı-aimische Texte im Dialekt von Troki,
(121)
p. L x x v n ı
187
c. İsrail ve Kudüs Karaîleri : Ondokuzuncu yüzyılda
çok küçük bir Karaî cemaati Kudüs'te yşıyordu. 1956 ArapIsrail savaşından sonra IVlısır'dan ayrılan Karaîler'in bü­
yük bir kısmı İsrail'e yerleşmişlerdir. İsrail'deki Karaîler
daha ziyade tarımla uğraşmakta olup, Ramla-Lydda böl­
gesinde oturmaktadırlar. İsrail hükümeti onlara müsama­
halı davranmakta ve onların Rabbanî Yahudilerle evlenme­
lerine müsade etmektedir (122). Bugün İsrail'de yaşayan
Karaîlerin nüfusu 10.000 kadar olup dokuz Kenesaları mev­
cuttur (123).
E. Rosenthal bu gün İsrail'de üç t i p Yahudinin yaşa­
dığını, bunların Seferad, Aşken az ve Karaim tipleri oldu­
ğunu, Sefarad ve Aşkenazların, Karaîleri muhalifler olarak
gördüklerini ifade ediyor (124). XIX. yüzyıldan kalan çok
(1223
E. J. Rosenthal, Religion in the Middle East, V. I, p. 72
(123)
Hikmet Tanyu,
Tarih Boyunca Türkler ve Yahudîler, 2.
Basla, C. II, s. 1158; Hasköy'deki Karaî kenesasmda iba­
dete gelen Karaîlerle yaptığım konu.şma esnasında cema­
atten bili, İsrailde 20.000 Karai kardeşlerinin yaşadığmı
gururlanarak ifade etti. 1978 yılında Ürdün'e yaptığım bir
seyahat esnasında Şeria bölgesini gezerken, Ürdün - is­
rail hududundaki bir köyde bizi gören küçük çocuklar
«Isr'ailî İsraill» diyerek kaçıştılar. DaJıa sonra bizim İsra­
illi olmadığımızı anlayan çocuklar
yanımıza yaklaşarak
.^rpça bize Karaî olup olmadığımızı sordtılar. Bu sorunun
manasını bir türlü çözemedim. Yine bu seyahat esnasın­
da Kudüs'e devamlı gidip gelen
bir Şoförle Amman'da
tanıştım. Bu şoför bana «Kudüs'de sîzijı gibi Türkçe ko­
nuşan Yalıudiler var» dedi. Ben bunların Türkiye'den göç
eden Yahudîler olabileceğini söyledim. Ancak bu şoför
onların diğer
Yahudilerden çok farkh olduklarını, diğor
Yahudilere hiç benzemediklerini söyledi. Şoför'ün bahset­
tiği bu Yahudilerin Türkçe konuşmaları ve onların diğer
Yahudilerden çok farklı oluşlan, bende onların Kturaî ola­
bileceği intibaını uyandırdı.
(124)
E. i. J. Rosentlıal, Religion m the Middle East, V. 11, p. 423
188
az sayıdaki israil Karaîlerine 1956'dan sonra Mısır Cema­
atinden katılmalar olmuştur.
Bu husus kesindir. Ancak
Rusya, Polonya, İstanbul ve diğer bölgelerdeki cemaatler­
den İsrail Karaîlerine katılmalarm olup olmadığı hakkmda
bilgimiz yoktur. Mısır'dan gelenler arasında daha önce Kı­
rım'dan Mısır'a gelenler bulunabilir. Rusya'dan İsrail'e göç
eden diğer Yahudilerin yanısıra Karaylar da göç etmiş ola­
bilir. Ancak bu konuda fazla bilgimiz yoktur.
d. A.B.D. Karaîleri : Bu gün Amerika'da Nevvyork, Şikago ve Kaliforniya'da Karaîler bulunmaktadır.
İlk defa
Karaîler,
Birinci Dünya Savaşı'ndan önce
Litvanya'dan
Amerika'ya göç etmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı'ndan ve
Rus Komünist ihtilalinden sonra çok sayıda Kırımlı Karay,
Amerika'ya" kaçmışlardır.
Daha sonraki
zamanlarda da
Rusyai. Mançurya ve benzeri yerlerden Amerika'ya Karaî­
ler göç etmişlerdir. 1942 yılında yapılan sayımda Ameri­
ka'da 100 Karay ailesi vardı. Komünistlere karşı Denikin
ve VVrangel gibi Karay subayları, çarlık ordusunda savaş­
tıklarından, ihtilal sonrası Komünist idare, Rusya'daki Ka­
rayları Sibirya'ya sürmüş, bunlardan sürgünden kurtulabi­
lenler Amerika'ya ve Avrupa'ya göç etmişlerdir (125).
Amerika'daki Karaîlerin büyük bir çoğunluğu son de­
rece müreffeh bir hayat yaşamakta olup, bir kısmı ima­
latçı. Doktor, Ressam, Tüccar, Mühendis, Avukat v e ben­
zeri mesleklere sahiptirler. Kırım'dan gelenlerin bir kısmı
ile Mançurya'dan gelenlerin büyük bir kısmı sıkıntı içinde
yaşamaktadırlar. Zengin Karaylar, fakir Karaîleri korumak
için hayır cemiyeti kurmuşlardır (126).
Amerika Karaîleri'nin ayinlerini yönetecek bir haham­
ları, rahipleri, vaizleri olmadığı gibi, ibadet edecek Kenetl25) L. Nemoy, Karaites, U. J, E. V . VI, p, 319
(126)
L.- Nemoy, Karaites,
a.g.e., s. 319
.189
salan da yoktur, İbadet İçin evlerde toplanırlar (127). Newyork'ta önceleri ölülerini Rabbanî Yahudilerinin mezarlık­
larına gömerlerken daha sonralan kendilerine a i t bir me­
zarlık satın aldılar (128).
Amerika Karaî cemaatinin
temelini Litvanya'dan ve
Kırım'dan gelen Türk unsurlar oluşturmaktadır.
Bunların
yanısıra İVlançurya gibi ülkelerden de göçmenler, bu top­
luluğa katılmKştır. Amerika Karaî cemaatinin büyük çoğun­
luğu Türk'tür.
e. İsviçre,
Fransa, İngiltere ve Belçika Karaîleri :
XIII. yüzyıldan itibaren İspanya'da varlığı görülemeyen Ka­
raîler, XIV. ve XV. yüzyıllardan sonra Balkanlar'da da yok
oluyorlar.
Bu tarihten sonra XX. yüzyıla kadar Orta ve
Batı Avrupa'da Karaîler görülmüyorlar. XX. yüzyılın başın­
dan itibaren özellikle Rus Komünist ihtilalinden sonra, Kı­
rım'dan ve Rusya'nın diğer bölgelerinden Karaylar, Avru­
pa ülkelerine dağılmaya başlamışlardır.
1956 Arap-İsrail
savaşından sonra Mısır'dan da Avrupa'ya Karaî göçü ol­
muştur. İstanbul cemaatinden
bir kısmı da Avrupa'nın
muhtelif ülkelerine göç etmişlerdir. Avrupa'daki Karaîler,
daha çok Fransa'da Paris'e yerleştiler. Bu gün İsviçre'de
Karaîlerin toplam sayısı 60 kadardır. İtalya, Belçika ve İn­
giltere'ye yerleşen bazı Karaî aileleri de mevcuttur. Orta
ve Batı Avrupa'daki Karaîlerin sayıları çok az olup, bunla­
rın içinde en büyük topluluğu Kırım'dan göç edenler oluş­
turmaktadır (129). Yani Orta ve Batı Avrupa Karaîlerinin
büyük bir çoğunluğu Türk menşe'lidir.
f. Kırım ve Polonya Karayları : Rusya'da Karaylar sa­
dece Kırım'da değil Litvanya, Kuban, Astarhan ve hatta
(127) L. N e m o y , a.g.e., s. 319
(128) L. Nemoy, a.g.e., s. 319
(129) W . Zajaczlcowski Karaites Encyclopedia
IV, p . 608-609
190
of İslâm, 1975 V .
Kafkas Dağları'nın eteklerinde de mevcuttur.
Fakat asıl
merkez şüphesiz Kırım'dır. XIII. yüzyıldan itibaren Dünya­
nın diğer yerlerindeki Karaî cemaatleri süratle yok olur­
ken, Kırım'daki cemaat varlığını korumuş ve Dünya Karaîliğinin merkezi haline gelmiştir.
Kırım Karayları, bir
yandan Kuman-Kıpçak Karaylarmın,
öbür yandan Hazar
Karaylarmın iltihakıyla çoğaldılar.
Bir yandan Hazar Karayiarının, diğer yandan Kuman-Kıpçak Karaylarmın Kırım'­
da kaynaşması ile Hazar-Kuman Karay topluluğu meyda­
na geldi. Bu topluluk XV. yüzyıldan sonra Hazar ve Kuman
isimlerini terkederek inançlarının ismini kavim ismi ola­
rak aldılar, [130) ve Karay Türkleri olarak tanınmaya baş­
ladılar. Karay Türkleri denen bu topluluktan bir kısmı XIV.
XV. yüzyıllarda Litvanya ve Polonya'ya göç ederek oralara
yerleştiler (131). Kırım'dakiler bu güne kadar varlıklarını
sürdürdükleri gibi Polonya'dakiler de varlıklarını halen sür­
dürmektedirler. Bu iki topluluk, ilk inanç aşılıyanları İsrail­
li oldukları halde, kendileri Türk'türler. Ancak bu toplu­
luğun içine az sayıda Slav unsurlar girmiştir. 1905'ten son­
raki yıllarda Kuban vilayetinin Mihailovskya-îstayesta kö­
yünde bazı Kazaklar, Karaîliği kabul etmişlerdir. Yine As­
tarhan'da Çarof civarında bazı Rus aileler, Karaîliği kabul
etmişlerdir (132).
Bunlar irken Türk olmamakla beraber
sayıları çok azdır.
Z. Ankori, Hazar-Kuman- karışmasından meydana ge­
len Kırım-Karay toplumunu Bizans Karaîlerinin uzantısı gi­
bi göstermeye çalışmakta, onların Türk menşe'li oldukları­
nı kabul etmemekte ve Hazarların devamı olarak görmek
istememektedir. Ona göre Kırım Karayları eskiden Rumca
C130) S. Şapşaloğlu, Kırun Karay Türkleri,
Tüıic Yılı,
608 - 610
(131) A . Zajaczkovvski, Karaîms in Poland, p. 36
(132)3. Şapşaloğlu, a.g.e., s. 595
C. I, s.
191
konuşuyorlarmış ama. sonraları Tatarlar'dan Türkçe'yi öğ­
renmişler (133). Ankori'ye sormak gerekir, Kırım Karayları
acaba hangi yüzyılda Türkçe'yi öğrenmişler? Bir topluluk
bir dili ilk öğrendiği zamanlarda mı daha saf ve mükem­
mel konuşur, yoksa daha sonraki zamanlarda mı konuşur?
Şüphesiz
daha
sonraki
zamanlarda
daha
düzgün
konuşur. Fakat Kırım Karaylarında durum t a m tersine ol­
muştur. XIII. yüzyılda Karaylar tarafından yazılan Türkçe
Tevrat, Türkçe'nin en saf ve katıksız örneği iken, Yani Ka­
raylar, XIII. yüzyılda Türkçe'yi daha saf haliyle ve daha
düzgün konuşurlarken,
sonraları bu özelliklerini kaybet­
mişler ve Tatarlar'ın tesiriyle eski saf Türkçe'den uzak­
laşmışlardır. Daha sonraki yüzyıllarda yapılan Türkçe Tev­
rat tercümelerinde yabancı kelimeler çoğalmış ve d i l . es­
ki saflığını kaybetmiştir. Bu durumda göstermektedir k i ,
Kırım Karaylarının Ana dili hiç bir zaman Rumca olmamış­
tır.
Kırım Karayları, Osmanlı-Rus savaşlarında, Birinci
Dünya savaşında zayiat vermiş, hele Rus ihtilalinde çok
büyük bir darbe yemiştir.
1944 yılında Stalin, Dtuz bin
Karay Türkünü Sibirya'ya sürmüştür (134). Her şeye rağ­
men savaş, sürgün ve esaret, Kırım Karaylarını yok ede­
memiştir.
Kırım'dan önce Litvanya'ya. sonra Polonya'ya
gelen bir kısım Karay Türkü, Kırım'da kalanlardan biraz
daha şanslı çıkmışlar, onlar kadar sıkıntı çekmemişlerdir.
Bu gün Polonya Karaylarının sayıları aşağı yukarı bili­
nebilmektedir. Ancak Rus topraklarındaki Karayların kesin
sayısını öğrenmek mümkün olmamaktadır. S. Poznanski,
1397 yılında Rusya'da 12894 Karay'ın ve diğer ülkelerde
de 2000 Karay'ın yaşamakta olduğunu söylüyor k i , toplam
(133)
(134)
192
Z. Ankori, Karaites in Byzantium,, p. 5 8 - 6 3
Alımed Caferoğlu, Sovyet Rusya İdaresindeki Esir Millet­
ler Türk Kültürü Dergisi. Ankara, Temmuz 1964, Sayı 21,
s. 32
Karayların sayısı 14.894 ediyor (135), L. Nemoy ise 1932
yılında bütün dünyada toplam olarak 12.000 Karaî'nin ya­
şadığını, bunlardan 10.000'nin, Rusya'daki Karaylar oldu­
ğunu ileri sürüyor (136). İki beyanı karşılaştırdığımız za­
man ilk sayımdan sonra otuz beş yıllık bir zaman geçti­
ği halde, Karayların nüfusu artmıyor, aksine üç bine yakın
azalıyor. Halbuki A. Caferoğlu, sadece Kırım'dan Sibirya'­
ya sürülen, Karayların sayısının 30.000 olduğunu söylemek­
tedir (137). Gerek Poznanski'nin ve gerekse Nemoy'un be­
yanları, Rusya'daki nüfus sayımlarına dayanmaktadır. An­
cak Rusların, Karaylara hasmane tuttumları bilindiğine gö­
re, onların verdiği rakamlara güvenmemek gerekir.
Avrupa, Amerika, IVIısır, Türkiye ve Polonya'daki Ka­
raîlerin sayılarını t a m olarak tesbit etmek mümkün olabi­
lir. Rusya'dakilerin ve İsrail'dekilerin gerçek sayılarını tes­
bit etmek zordur. Bu bakımdan Dünya'daki Karaîlerin ve
bilhassa Karay Türkleri'nin sayısı
hakkında söylenenleri
mutlaka ihtiyatla karşılamak gerekir. Şapşaloğlu'nun söy­
lediği Rus ve Kazaklar'dan dönme Karaîler halen varmıdırtar tesbit edemiyoruz. Ayrıca Kafkas dağlarının eteklerin­
de Müslüman halkın çıfıt dediği köylü, dağlı Karay Yahu­
dileri vardır. Bunlar Türkçe konuşmaktadırlar (138). Her
halde bunlar Hazar Karaylarından kalma olup, Kırım'a göç
etmeyip kendi yerlerinde kalanlar olmalıdır. Bu gün Dün­
ya Karaîliğinin sayısında bunlar hiç hesaba katılmamak­
tadır. Biz Karaîlerin inanç ve ibadet esaslarım açıkladık­
tan sonra bu konuya tekrar dönüp Karay Türkleri'ni tekrar
inceliyeceğiz(135) S. Poznanski, Karaites E. R. E. V . VII. p. 672
fl36) L. Nemoy, Karaites, U. J. E. V. VI, ,p. 317
(137)
(138)
A . C:aferoğlu, Sovyet Rusya İdaresinde Esir Milletler, Tüı-k
Kültürü Dergisi, Sayı, 12. s, 32
Fahrettin Kırzioğlu,
Ahıskah . 14 Halk Şairimizden ' Birer
Parça, Türk Kültürü Dergisi Ankara, 1966,, Sayı.. 47. s. 1026
193
C. KARAÎLİĞİN
ESASLARI
1. İnanç Esasları :
Karaîlik temel esaslarda diğer Yahudi mezheblerine
benzer. Karaîliğin inançlarının temelini Alah'a ve Musa'ya
inanmak oluşturmaktadır. Anan ben David,
bütün Karaî
inançlarını İlmü't-Tevhid ve İ l m u ' l - A d I ' (Allah'ın Birliği ve
Allah'ın Adaleti) esaslarına dayandırmaktadır (1). Karaî
inancında her şeyi yaratan Yüce Allah birdir, O'nun bir­
liği gibi hiç bir birlik yoktur, Allah her şeye kadirdir, hiç
bir şey O'na benzemez, O bir cisim değildir, O'nun maddi
bir karakteri yoktur. Ezeli ve ebedidir, önceden var i d i ,
şimdi vardır, bundan sonra da var olmaya devam edecek­
t i r (2). O, Ölümden münezzehtir. Yüce Allah, Musa (A.S.) yı
peygamber olarak göndermiş olup, Musa bütün peygam­
berlerin başıdır. Ancak A l l a h , Musa'dan başka bir takım
peygamberleri de göndermiştir.
Bu peygamberler kendi
kavimlerini doğru yola davet etmek için görevlendirilmiş­
lerdir. Bu peygamberlerin isimleri Tanah'ta geçmektedir (3).
Karaîlikte Hz. İsa ve Hz. Muhammed'e inanılır. Fakat bu
iki peygamberin, Musa'nın şeriatına tabi oldukları, esas
şeriat kitabının Tevrat olduğu ve Kur'an ile İncil'in Tev­
rat'ın hükmünü kaldırmadığına inanılır. A . Harkavy, Karaî­
likte bu inancın gerçek olmadığını, sadece Müslüman ve
Hristiyanların sempatisini toplamak için ortaya atıldığını
iddia etmektedir (4).
( D A . Zaiac2kowski, Kaj-aims in Poland, p. 2 7 - 2 8
( 2 ) S. Poznanski,
Karaites E. R. E. V. VII p. 668
C 3 ) Z . Zajaczwski, a.g.e., 2 7 - 2 8
( 4 ) A . Harkavy, Anan ben David, J. E. V. I, p. 5 5 4
194
Allah, kendi kutsal kitabı Tevrat'ı
Musa'ya gönder­
miştir. Tevrat ilk ve son Şeriat kitabıdır. O'nun yerine ge­
çecek hiç bir kitab Allah tarafından gönderilmemiştir [ 5 ] .
I<araîler sadece Tevrat'a değil bütün Tanah'a inanırlar. On­
lar bilhassa Davud (A.S.) a gönderilen Zebur'a önem ve­
rirler ve günlük ibadetlerinde Zebur'dan dualar okurlar (6).
Diğer Yahudilerin kutsal saydığı Tefillin kitabını
kutsal
saymazlar O'nu sadece sembolik olarak alırlar (7).
Karaî mezhebinin Rabbanî Yahudilerinden ayrıldığı
esas nokta kitab meselesidir. Karaîler, sadece yazılı Tora'yı kabul ederler. Yani Allah'ın Musa'ya vahyettiği Tev­
rat'ı benimserler. Ondan sonra gelen peygamberlerin söz­
lerini de kabul ederler. Ancak onlar sözlü Tora'yı kabul
etmezler. Rabbanî Yahudiler yazılı Tora'nın yanısıra, yazdmamış ama, Hahamlar vasıtasıyla muhafaza edilmiş ve
nesilden nesile aktarılmış sözlü bir Tora'nın varlığını id­
dia ederler. Onlara göre bu sözlü Tora, aynı zamanda ya­
zılı Tora'nın açıklaması mahiyetindedir. Bu sözlü Tora, çok
sonraları yazılmış ve bundan Mişna, Gemara ve Talmud
meydana gelmiştir. İşte Karaîler sözlü Tora denilen bu
Haham literatürünü, Mişna, Gemara ve Talmud'u tanımaz­
lar. Onlar sadece, Tanah'ı kabul ederler.
Yani Musa'ya
gelen Tevrat ile beraber Nevîm ve Ketubîm'i tasdik eder­
ler (8). Karaîlere ayrı bir mezheb olma karakterini, bu Ha­
ham literatürüne muhalefet vermektedir. Karaîler, Haham
literatürünü kabul etmedikleri gibi,
Tevrat'a son derece
önem verirler. O'nu kendi öz dili olan İbranice ile oku­
mak ve anlamak gerektiğine inanırlar. Her Karaî M ü ' m i n i ,
( 5) S. Poznanski, a.g.e., s. 668
( 6) S. Poznanski, Karaites, E. R. E. V. VII, p. 662
{ 7) Kaufman Kohler, Karaites and Karaism, J. E. V. VII. p. 446
( e) S. Poznanski, a.g.e., s. 662
195
bilgilerini,
dır (9).
Tevrat ve O'nun saf tercümelerinden almalı­
Karaîler Ahiret gününe, ölümden sonra dirilmeye, hesab vermeye, hesaptan sonra mükafat ve ceza görmenin
hak olduğuna ve bunların Tann'nın arzusu olduğuna inanır-lar (10). Bu husus çok önemlidir. Çünkü Karaîler, Haham
literatürünü tanımadıklarından ve aynı Haham literatürünü
tanımama prensibi, Sadukilerde de bulunduğundan, pek
çok bilgin Karaîleri Sadukilerin devamı gibi görmek iste­
mektedir. Ancak Karaîler, Ahirete, cennete, cehenneme,
hesaba İnanırlarken, Sadukiler ne ahiret). ne cenneti ,cehennemi ve ne de hesab ve, kitabı tanımazlar, Karaîleri Sa­
dukilerin devamı gibi göstermek isteyenler bu noktaya
dikkat etmek zorundadırlar. Karaîlerin Sadukitere benze­
diği nokta, onlarla ters düştüğü noktadan daha önemli de­
ğildir. Talmud konusunda Rabbanilerle ters düşen Karaîler,
Ahiret, hesap, cennet ve cehenneme inanma gibi husus­
larda onlarla mutabıktırlar. Yani Karaîlerin her İki mez­
hebe de benzeyen ve benzemeyen yanlan vardır. A h i r e t
inancına bağlı olarak Karaîlikte Ruhun ölümsüzlüğü v e te­
nasüh inancı da vardır. Ölen birinin ruhunun yeni doğan
diğer birine geçebileceğine inanırlar (11).
Karaîler meleklere inanırlar, Allah'ın emir ve yasak­
larını melekleri vasıtasıyla peygamberlerine ulaştırdığını
kabul ederler (12). Ancak meleklere inanma bazı Karaî
bilginlerinde biraz değişiktir. Ünlü Karaî bilgini Daniel elKumisî meleklerin sadece tabiat kuvvetleri olduğuna ina­
nır (13).
( 9)
(10)
(11)
(12)
(13)
196
H.
A.
L.
A.
A.
I.[art Miliman, The History of the Jews, p, 127
Zajackowski, Karaims in Poland, p. 2 7 - 2 8 z
Nemoy, Anan ben David, U. J. V . I, p. 293
Harkavy, Karaites and Karaism, J. E. V . VII, p. 440 - 442
Harkavy, a.g.e., s. 441-442 .
Karaîler, diğer pek çok Yahudi mezhebinin benimse­
diği;, Mesih'in gelmesinin hak olduğuna înanîrlar (14). On­
lara göre Mesfih Davud'un soyundan olup, Davud'un evine
gelecektir.
Kudüs'teki kutsal mabedi yenileyecek
olan
Mesih, Karaîlere göre bütün İsraillileri kurtaracaktır (15).
Karaîler. Kudüs'teki mabedin. Dünya idarecisinin makamı
olduğuna inanırlar (16). Bilhassa İsrail'in kurtarılması fik­
r i , ilk Karaîlerde diğer Yahudilerden daha kuvvetli olup,
onlar kendilerine Siyonun yasSılan derierdi (17). İlk Karaî­
lere göre, İsrail ırkı, Tann'nın öz ırkıdır. Tann'nın onlan
Dünyanın muhtelif yerlerine dağıtması, onları sıkıntılarla
günahlardan temizlemek içindir (18).
Görülüyor ki Karaîler 1) Allah'a, 2) Peygamberlere,
3) Kitaba, (Tanah'a), 4) Meleklere, 5) A h i r e t Gününe v e
Hesaba, 6) İsrail ırkını kurtaracak bir Mesih'i beklemenin
hak olduğuna inanmaktadırlar. Ancak Onlar, en büyük pey­
gamberin Musa (A.S.) ve t e k Şeriat Kitabının Tevrat o l ­
duğuna inanmaktadıriar. Karaîlerin İnanç esaslarını muhte­
lif zamanlarda çeşitli bilginler ufak tefek farklarla tesbit
etmişlerdir. Biz .konuya onların bakış açısı yerine daha
değişik bir yönden girmiş bulunuyoruz. Karaîler, saydığı­
mız bu esaslardan başka Evamir-î Aşere (On Kutsal Emir)
yi de kabul etmektedirler (10).
Karaîliğin toplayıcısı ve derieyicisi kabul
ettiğimiz
Anan ben David'in, mezhebin pek çok esasını tesbit et(14) Karaîliğin Mesih'in geleceğine inanması da çok önemlidir.
Çünltü Karaîliğin
ba.":,langıcı sayılmak istenen
Sadukîm
mezhebinde Mesilı'o inanılmaz ve Mesih'in geleceğine inti­
zar edilmez.
(15) H. H, Mihnan, The History of the Jews, V . III, p. 127
(36) Yaşar Kutluay, İslam ve Yalıudi Mezhebleri, s. 198 -190
(17) K. Kohler, Karaites and Karaism, J. E. V . VII, p. 446
(18) H. H . Milman a.g.e„ s. 127
(19) A . Zajackovvski, Karaüns in Poland, p. 28
197
tiği Sefer ha Mîşvot (Farzlar kitabı] i s i m l r kitabı, bu gün
elde mevcut değildir. Ancak bazı kısımları bazı eserlerde
nakledilmiştir. Bu eseri Aramice yazan Anan, ayrıca Fezleke
isimli bir de Arapça eser yazmıştır (20). Anan bu eserle­
rinde pek çok ibadet ve hukuk esaslarını tesbit e t m i ş t i , an­
cak bu esasların uygulanması büyük bir külfeti gerektire­
cek şekilde sert ve zor i d i , Bu bakımdan kendisinden son­
ra gelen bazı Karaî bilginleri, O'nu tenkit etmişler ve
O'nun tesbit ettiği esaslardan bir kısmını değiştirmişler­
dir. Pek çok Talmudist bilginin iddiasının aksine Karaîler,
Anan'a fazla değer vermemekte, gerektiğinde O'nu tenkit
edebilmektedirler. Anan'ın bizzat kendisi Karaîlere, «Tev­
rat'ı yorulmaksızın araştırın ve benim fikirlerime güven­
meyin» (21) demektedir. Bu noktadan hareket eden bazı
Karaî bilginleri, yeni yeni esaslar tesbit etmişler ve mez­
hebi ilk sıkılığından kurtarmaya çalışmışlardır.
Anan,
mezhebin esaslarını tesbit ederken bazı hu­
suslarda Ebu Hanife'nin Fıkıh'taki metodundan faydalan­
mıştır (22). Anan ve Karaîler, Tevrat'a herhangi bir ilave­
nin yapılmasına ve tefsirine müsaade etmezler.
Çünkü
Tevrat'ın dili açıktır, her emir kendi içinde açıklanmıştır.
Ayrıca bir açıklamaya ihtiyacı yoktur. Tervat'a her hangi
bir ilave ve tefsir ihtiyacı demek, Tevrat'ın yeteri kadar
açık olmadığı ve tam olmadığı ma'nasına gelecektir. An­
cak Tevrat, hiç bir sınırlamaya tabii tutulmaksızın tama­
men serbest bir şekilde tercüme edilebilir, bu tercüme selahiyetli bir tefsir değildir (23). Bu hususta Karaîler, Tev­
rat'tan delil getirmektedirler. «Siz benim sîze emrettiğim
kelimeye ne bir ilave yapmayacaksınız, ne de siz ondan
(20) S. Poznanski, Karaites, E. R. E. V. VII, p. 863
(21) L. Nemoy, Karaites. U.J.E., V . V I , p, 315
(22) A. Harkavy, Anan ben David, J.E., V. I, p. 5S5
(23) A. Zajaczkowlci, Karaims in Poland, p. 25
198
bir eksiltmö yapmayacaksınız, siz belki size emrettiğim
Yehova'nın emirlerini korursunuz» (241. Karaîlere göre bu
emir, Tevrat'a her hangi bir ilave yapılmasına v e O'nun tef­
sirine müsaade etmemektedir. Tevrat'ın tercümesinde ke­
limelerin hatta harflerin manasından hüküm çıkarmak ge­
rekir.
Anan, Tevrat'tan hüküm çıkarırken 1) Tevrat'ın metin­
lerinin harfi harfine ma'nasına riayet eder, 2] Tevrat'tan
kıyas metodu ile hüküm çıkarır (Hekes), 3] Tevrat'ın me­
tinlerinin harfi harfine ma'nası yoluyla ve kıyas yoluyla
çözülemeyen hususlarda Karaî toplumunun icma'ı i l e , ya­
ni bir konu üzerinde Karaî toplumunun ittifakı ile hüküm
çıkarırdı. (Rey) (25) Gerek Kıyas ve gerekse îcma' me­
todu, Islâmiyette de mevcuttur.
Başta A. Harkavy olmak üzere pek çok Talmudist bil­
gin, Anan'MI Talmud'a muhalif olmasına rağmen,
O'nun
Rabbanî şeriatten pek çok şeyler alıp onları Talmud'un
metodları ile açıkladığını ve bu yolla yeni kanunlar yapa­
rak onları kendisine mal ettiğini, aldığı şeylerden bir kıs­
mını değiştirerek aldığını söylemekte ve Anan'ın esas pren­
sibi. Ananeden Tevrat'a dönmek olmasına rağmen, kendi­
ne ait bir Anane geliştirdiğini ileri sürmektedirler (26).
2. İbadet Esasları :
a. Günlük İbadet (Namaz) : Karaîlikte günde iki de­
fa ibadet farzdır. Sabah ve akşam yapılan bu ibadetlerde
Zebur'dan dualar okunur. Ayrıca Şabat günü ve diğer bay­
ram günlerinde bu sabah ve akşam ibadetinden ayrı olarak
ibadetler yapılır v e dualar okunur. Bu duaların yanında
C24) Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, IV, 2,
(25) 1 . Nemoy, Karaites, U.J.E.. V . V I , p.3l7 - 318
(26) A . Harkavy, Anan ban David, J.E., V, I, p. 554-555
199
iman tazeleme ilâhîleri ve âyin ilâhîleri okunur. Başlangıç­
ta bütün duaların Zebur'dan olmasında ısrar eden Karaî­
ler, Rabbanîlerin dualarının zenginliğinin tesiri altında ka­
larak, Zebur dışından duaları, günlük ibadetlerde v e bayram
ibadetlerinde okumaya başlamışlardı (27). Başlangıçta sa­
dece Anan ben David'in yazmış olduğu bir Takdis duasın­
dan başka kimseye ait bir ilâhî veya dua yokken, (28) da­
ha sonra bir takım ilâhîler ve dualar ilave edilmeye baş­
lanmıştır. Karaîlikte ilk defa ibadet ve dua esaslarını,
XII!. yüzyılda Aaron ben Joseph (Yaşlı Aaron) düzenlemiş­
tir. Daha sonra, Aaron'un dualarına şiir ve nesir olarak
bazı ilaveler yapılmış ve böylece bir ayîn külliyatı mey­
dana getirilmiştir (29).
Karaîlikte Ruhban sınıfı yoktur. Cemaat başkanının, dı­
şında âyinleri yönetmekle görevli bir din adamı yoktur
(.30). Bu husus, bazı bilginler tarafından Karaîliğin çökme­
sine sebeb olarak gösterilmektedir (31). İbadet esnasında
Zebur'dan ve diğer yerlerden okunan duaların
ezbere
okunması esastır (32). Gerek Kenasaya girerken ve gerek­
se Tanah okurken ayakkabılar mutlaka çıkarılır, dua man­
tosu ve dua takkesi giyilir (33). İbadet esnasında Kudüs'e,
Siyon'a doğru dönülür, bütün ibadethanelerin mihrabı Ku­
düs'teki Süleyman mabedine (Beyt ha-Mikdaş) doğru çev­
rilmiştir (34). Genellikle Karaî mabetlerinin etrafı taş du­
varlarla çevrilidir. Kenasa ismi verilen mabed'e girmek
için önce bir avluya girmek gerekir, avludaki
mabedin
(27)
(28)
(29)
(30)
(31)
(32)
(33)
(34)
200
L.
A.
L.
A.
L.
S.
S.
S.
Nemoy, Karaites, Encpclopodia of İslam, V . IV p. 607
Haritavy, Karaites aıid Karaism, J.E., V . V I , p. 440
Nomoy. Karaites, Eneyclopedia of İslâm, V. IV, p. 607
Zajaczkowski. Karaims in Poland, p. 71
Nemoy, Eai'ly Karaism, J.O.R., V. XL, p,311 - 315
Şapşaloğlu, Kırım Karay Türkleri, Türk Yılı, C.I, s. 580
Şapşaloğlu, a.g.e., s,580
Şapşaloğlu, a.g.e., s. 580
mihrabı dış duvara gömülüdür. Avludan mabede girmek
için merdivenlerle aşağıya doğru inmek gerekir. Yani av­
ludaki mabed seviye olarak avludan daha aşağıda olup kıs­
men toprağa gömülüdür. Mabedler, bu haliyle onların iba­
detlerinin, ilk devirlerde, Hrıstiyanlığın ilk dönemlerinde
olduğu gibi gizli yapıldığına işaret etmektedir. Anan ben
David, Kudüs'teki ilk mabedi, tıpkı bir mağara gibi inşa
etmiştir, çünkü o sıralarda diğer Yahudiler, O'nu devamlı
takip ediyor ve onun faaliyetine engel olmaya
çalışıyor­
lardı (35).
b. Oruç : Karaîlikte Nisan ayının 13'ünde başlayıp Şivan ayının 23'üne kadar süren 70 günlük bir oruç vardır.
Bu oruç, farz olan oruçtur. Ve Haman'ın zulmünün hatı­
rası olarak tutulur (36). Ayrıca her ayın 7. gününde oruç
tutulur. Purim'de iki gün oruç tutulur. Adar ayının 14. ve
15. günlerinde Ester orucu vardır (37).
c. Zekat : Karaîlikte Madenler hariç, her çeşit mal­
dan ve hayvanlardan onda b i r nisbetinde (Öşür) Zekat alı­
nır. Diğer Yahudilerde sadece ekin ve hayvanlardan Ze­
kat alınır (38).
d. Hac : Karaîlikte Siyon'un önemi büyük olup, asıl
gaye İsraH'in kurtarılması, mabed'in yeniden inşa edile­
rek tekrar İsrail devletinin kurulmasıdır. Bu amaçla Karaî­
ler, Kudüs'e ve Süleyman Mabedine gitmek, orayı ziyaret
etmek isterler. Anan'ın Kudüs'e yerleşmesi, her Karaîye
hedef olarak Kudüs'ü göstermiştir. Tamamen Kudüs'e yer­
leşmek mümkün değilse bile, orayı ziyaret etmek her Ka­
raî mü'minînin yegane arzusudur. Bu münasebetle Avrü(35)
(36)
' (37)
(38)
A. Zajaczkowski.
Kaufman Kohler,
L. Nemoy, Anan
K. Kohler a.g.e.,
Kaıraîms in Poland, p. 32
Karaites and Karaism, J.E., V . V I I I , p. 447
ben David, U.J., V . I, p, 293
s. 447
201
pa'dan, Bizans'tan, Kınn-ı'dan v e diğer yerlerden pek çok
Karaî zaman zaman Kudüs'ü ziyaret etmekte ve orada iba­
det etmektedir (39).
3. Diğer Esaslar :
a. Evlilik Hukuku : Karaîlikte Tevrat'ta listesi verilen
akrabalarla evlenmek yasaktır . Ayrıca Rikkub denilen zin­
cirleme kıyas metodu ile bu yasaklar (|aha da genişletil­
miştir. Öyle ki bu yüzden pek çok Karaî'nin evlenmesi güçleşmiş ve bir kısım Karaîler diğer Yahudilerle evlenmek
zorunda kalmışlardır (40). X. ve X I . yüzyılarda Mısır ve
Suriye'de Karaîlerle Rabbanîler arasında sık sık evlenme­
lere rastlanırdı. Bu tür evliliklerde nikah esnasında
iki
taraf biri birlerinin adçt ve inançlarına saygı gösterecek­
lerine söz verirlerdi. Sonraları bu t ü r evlilikler g i t gide
azalmıştır (41). Başlangıçta Anan tarafından Rabbanîlerle
evlenme yasaklanmışken, sonraları gevşeyen bu yasak iki
mezheb arasında mücadele sertleştikçe
yeniden ortaya
çıkmış, mücadele durunca evlenmeler yine görülmeye baş­
lanmıştır. Bu gün İstanbul'da yaşayan Karaîlerden, Rabbanî'lerle evlenmeler arasıra görülmekte, doğan çocuk, baba­
ya göre değerlendirilmektedir. Baba Karaî ise çocuk Ka­
raî, Baba Karaî değilse çocuk da Karaî sayılmamaktadır.
Karaîlikte evlenme esnasında, nikahta kadın ve erkek,
her iki tarafın da evliliğe razı olması v e evet demesi şart­
tır (42). Karaîlikte kıyas metodu ile, amca i l e yeğenlerin
^evlenmesi yasaklandığı gibi,
süt kardeşlerin evlenmesi
de yasaklanmıştır (43). Karaîlikte ölen bir kimsenin karı(39) Zvi Anlfori, Karaites in Byzaaitium, p. 80,277
(40) L. Nemoy, Karaites, Eneyclopedia of İslâm, V. IV, p. 607
(•11) L. Nemoy. a.g.e., s. G07
(42) Kaufman Koliler, Karaites and Kaı-aiaaı, J.E., V. Vll, p. 662
(43) A. Zajaczkovvski, Karaims in Poland, p. 26
202
sı ile kardeşi evlenemez, bu yasak nişanlılığa dahi teşmil
edilmiştir. Yani bir kimse bir kadınla nişanlı iken ölse,
kendi kardeşi o nişanlısı ile evlenemez (44), Yine Karaî­
likte ölen bir kadının malından kocası miras alamaz (45).
Karaîlikte evlenme boşanma merasimleri için basit bir ta­
kım İbranice duaların okunması emredilmiştir (46). Bu
mezhebte akrabalık baba tarafından, kan akrabalığı olarak,
yukarıya ve aşağıya eşit olarak genişletilmiştir (47). Ev­
lilikte kadın ile erkek aym ve tek beden sayıldığından, ka­
dının kardeşi ile kocası, enişte-kayın birader gibi değil,
öz kardeş sayılırlar (48). A y m ' d e r e c e d e olan, aşağı ve yu­
karı bütün akrabaların, evlenmeleri yasaklanmıştır (49).
Karaî Hukukunda çok evlilik yasaklanmamıştır. A n ­
cak İslâm ülkelerindekî Karaîler arasında çok evlilik, çok
az görülüyordu. Bu gün Batıdaki Karaîler arasında çok ev­
lilik, bulundukları ülkelerin hukukunun çok evliliği yasak­
laması yüzünden hemen hemen hiç görülmemektedir (50).
b. Yeme ve İçme île İlgili Hükümler : Karaîler, ken­
dilerinden olmıyan b i r kimsenin hazırladığı şeyleri yeme­
dikleri gibi, kendilerinden olmıyanlardan ayrı durmak is­
terler (51). Karaîlikte güvercin ve geyik etiyle beraber bü­
tün kuşların etlerinin, balık etinin, çegirgenin yenmesi ya­
saktır. Diğer yenilebilecek hayvanların kafalarının kesil­
mesi esastır (52). Anan ben David, etli yemeklerin yenf44)
(45)
(46)
(47)
(48)
(49)
(50)
(51)
(52)
L. Nemoy, Karaites, Eneyclopedia of İslajn, V. IV, P. 607
L. Nemoy, Karaites, Eneyclopedia of İslâm, V. IV, p. 607
K. Kohler, Karaites and Karaism, J.E., V. VII p. 447
K. Kohler, a.g.e., s. 447
S. Poznanski, Karaites, E.R:E., V. VII. p. 662
S. Poznanski, a.g.e., s. 662
L. Nemoy, a.g.e., s. 607
K. Kohler. a.g.e., p. 446
Şehristanî, el-Milel ve'n-Nihal, C. II, s. 20
203
meşini kutsal ayinlere v e kutsal yerlere bağladı (53). Hay­
vanların kesimini rastgele herkes yapamaz, kesimi, kesme
usulünü bilen ehil kişiler yapabilirler. Ayrıca
kesilecek
hayvanm sıhhatli olması gerekir (54). Kuşlar arasında gü­
vercin ve üveyik kurban olarak kesilebilir. Ancak bu kuş­
ların dişileri kurban olur. Erkeklerinin kesilmesi caiz de­
ğildir. Kalça kemiğinin bir kısmmın etini yemek de yasak­
tır (55). Karaim mezhebi, esas olarak,et ile sütün bir ara­
da yenmesini kabul etmez (56). Ancak bu gün pek çok
yerde Karaîler, etli ve sütlü yemekleri bir arada yemek­
tedirler (57).
Keder ekmeği olarak
hazırlanan
mayasız
ekmek
«Mazzah», özellikle arpa unundan yapılmalıdır. Şayet biri
onu buğday unundan yapar ve yerse mayalı ekmek yemiş
gibi cezaya müstehak olur. Bu mayasız ekmeğin fırında
pişirilmesi yasaktır. Bu ekmek fırında değil, dışarda kö­
mür üzerinde pişirilmelidir (58). Karaîlikte şarap içen bir
insanın Kenasa'ya girmesi yasaktır (59). Yemeklerden ön­
ce ve sonra, su içmeden önce ve içtikten sonra, Zebur'­
dan ve Tevrat'ın diğer kısımlarından bazı dualar ezbere
okunmalıdır.
Ve bu duaları okurken Siyon Dağı yönüne
dönmek gerekir (60).
c. Temizlik Hükümleri : Karaîlerde temizlik hükümle­
ri diğer Yahudilerden daha sıkıdır. Büyük ve küçük abdestlerden sonra, Kenasa'ya girmek veya Tanah'ı okumak için
(53)
(54)
(55)
(56)
(57)
(57)
(57)
(59)
(60)
204
S.
K.
K.
K.
K.
K.
A,
Y.
K.
Poznanski, a.g.e./ s, 663
Koliler. Karaites and Karaism, J.E. V : V I I , p. 446
Kohler, a.g.e., s. 446
Kohler, a.g.e., s. 446
Kohler, a.g.e., s. 446
Kohler, a.g.e., s. 446
Hakavy, Anan ben David, J.E., V. I, p. 555
Kutluay, İslâm ve Yalıudi Mezhebleri, s. 195
Kohler, a.g.e., s. 446
islâmiyetteki apdeste benzer şekilde, ayaklarr ve elleri yı­
kamak mecburidir. Bu el ve ayaklarm yıkandığı su ve le­
ğen kutsaldır (61]. Kenasa'ya şarap içtikten sonra girilemediği gibi ayakkabı ile de girilemez. Ayrıca ayakkabılı
olarak Tevrat okunamaz. Bu konuda Kur'an-ı Kerim'deki
«Şüphesiz ben senin rabbınım, ayakkabılarını çıkart!» aye­
tine (62] benzer bir ayet de Tevrat'ta geçmektedir. Bu
ayette Tanrı iVlusa (A.S.) ya «Ayakkabıların!' çıkar, zira
durduğun yer mukaddestir.» (63) diye emretmektedir, Kaaîler bu ayetten, Kenasa'ya girerken ayakkabıların
çıka­
rılması hükmünü çıkartmaktadırlar. Bu ayakkabı çıkartma
hükmüne bağlı olarak Kenasalar, Halı, Kilim ve Hasır gibi
şeylerle döşelidir (64). Karaî mezhebinde kan, insan pisli­
ği, kadınların ay başı kanı ve temiz olmıyan bütün cerahatlar mutlaka toprakla örtülmelidir. Yine bu mezhebe gö­
re helaların, evlerin içine yapılması caiz değildir. Helalar
mutlaka meskenlerin dışında olmalıdır (65).
d. Bayramlar, Yılbaşı ve Yeni Ayın Tesbiti : Anan, Ya­
hudi takvimini değiştirerek bazı yeni esaslar getirmiştir.
Yeni yılın başlangıcı bir Nisan'dır. Yeni ay, hesapla değil,
gözlenerek tesbit edilir. Seneye ilave edilen Sebat Şeni
(ikinci Şabat] ayı, ekinlerin hasat vaktine göre ayarlanır
(66). Karaîler Hanukah bayramını kutlamazlar. Purim'i sa­
dece oruç günü olarak değerlendirirler. Tişri ayının birin­
ci günü tevbe günüdür. «Sukkah» (Çardaklar) bayramında
yapılmakta olan çardaklar, Tanah'da belirtilen bitkilerden
yapılmalıdır. Şavvot bayramı mutlaka Şabat'tan
sonraki
günde, yani Pazar günü kutlanmalıdır (67). Bu bayramın
(61)
(62)
(63)
(05)
(66)
(67)
S. Şapşaloğlu, K ı n m Karay Türkleri, Türk Yüı, C.I, s. 580
Kur'an-ı Kerim, Sure 20, Ayet 12
Kitab-ı Mukadde-s, Levililer, III, 5
K, Kohler, Karaites and Karaism, J.E,, V . V I I , p.446
S. Poznanski, Kaı-aites, E.R.E., V . VII. p. 662
K. Kohler, a.g.e., s. 447
205
böyle kutlanmasına bakarak bazıları Karaîlerin bu hususu
Sadukilerden aldıklarını (68), bazıları da Hrıstiyanlardan
aldıklarını (69) ileri sürüyorlar.
Karaîlikte Şabat adetleri çok sıkıdır. Şabat gününde
uyulması gereken pek çok yasak vardır. Su yasaklar. Cu­
ma gününden başlayıp, Şabat'ın ertesi gününe kadar de­
vam eder. Cuma gününden itibaren kandil yakmak yasak­
tır. Cuma günü akşamı karanlıkta oturulur, yerinden kı­
pırdanmaz. Şabat günü ibadet maksadı dışında evden çı­
kılmaz, ateş yakılmaz, yemekler cuma gününden pişirilir
ve soğuk yenilir. Cuma günü yakılan ateşler, akşam vakti
söndürülmelidir.
Şabat günü gömlek hariç, palto, ceket,
ayakkabı, kemer ve benzeri şeyler giyilmez, yüz yıkanmaz.
Tevrat'ta geçen Şabat günü ekim yapma yasağından, cin­
si münasebetin yasak olması manası çıkarılmış ve Şabat
gününde cinsi münasebet yasaklanmıştır. Ayrıca evin için­
de büyük veya küçük herhangi bir şeyi omuzlarda taşımak
yasaktır (70). Ancak Şabat ve diğer bayram günleri İsrail
devletinin varlığının yedigarı olduğu için
sürgündekiler
için bu yasaklar söz konusu değildir. Bunların ancak birer
hatıra değeri vardır (71).
e. Sünnet : Yahudilikteki sünnet adeti Karaîlikte da­
ha sıkı bir şekilde vardır. Çocuğun sünneti doğduktan son­
ra sekiz gün içinde yapılmalıdır. Sünnet bir Musevî mü'min
tarafından yapılmalıdır. Çocuk Şabat elbisesi içinde sün­
ece) K, Kohler, a.g.e., s. 446
(ö9) Jakob Mann, A Polemical W o r k Against Karaite, J,Q.R,,
V,X1I. p.134
(70) A. Harkavy,
Karaites and Karaism, .J.E., V . V I I , p. 478;
S, Poznanski, Karaites, E.R.E,, 'V. VII, p. 6G2; K. Kohler, Ka­
raites, J.E., V . V I I p.447
(71) Jakob Mann, a.g.e., s. 134
ao.6
net edilmelidir. Sünneti yapan şahıs ve sünnet aleti tak­
dis edilmelidir (72).
f. Tedavi : Tanah'da «Ben Tanrı senin doktorunum»
(73) buyurulduğu için, Karaîlikte insan eliyle tedavi yasak
olup, şifa sadece Tann'dan beklenmelidir. Şifa bulmak için
ilaç kullanmak ve doktora gitmek katiyetle yasaktır (74).
g. Karaîlikte Diğer Bazı l-lususlar : Karaîlikte, İslâmiyette olduğu gibi kısas vardır. İnsanın işlediği suçun ce­
zasını aynen çekmesini isterler (75). Yine Karaîlikte, ço­
ğu yasak olan şeylerin azı da yasaktır (76). Karaîler, ölü­
lerini defnederken onların yüzlerini Kudüs'e doğru çevirtrler.
4. Karaîliğin Rabbanî
Noktalar :
Yahudiliğinden Farklı Olduğu
Esas İtibariyle Karaîlik, Rabbanî Yahudiliğe, sözlü an­
neler konusunda muhalif olduğu gibi diğer başka pek çok
hususta da ondan farklıdır. Biz kısaca bu farklı noktaları
tesbit etmiye çalışalım. 1) Rabbanî Yahudiler, Yahudi hu­
kukunun esas kaynağının sözlü Tora olduğunu kabul eder,
kıyas ve icma' gibi prensipleri kabul etmezler. Karaîler ise
yazılı Tora'yı Musevî hukukun kaynağı olarak kabul eder­
ler. Yazılı Tora'nın serbestçe tercüme edilmesini, her tür­
lü hukukî delillerin yazılı Tora'dan bu yolla çıkarılmasını,
kıyas ve icma' yoluyla prensiplerin Ortaya konulmasını ka­
bul ederler. 2) Rabbanî Yahudiler, Hz. İsa ve Hz. Muham(72)
(73)
(74)
(75)
(76)
K. Kohler, a.g.e., s. 446; Y . Kutluay, İslâm ve Yahudi Mez­
hebleri, s. 195
Kitab-ı Mukaddes, Çıkış, X V , 25
L. Nemoy, Karaite Antology, p. 1 6 - 1 7
K. Kohler, Karaites and Karaism,
J.E., V , VII, p.447; L.
Nemoy, a.g.e., s. 13
K. Kohler, a.g.e., s, 447
207
med'i asla tanımazlarken, Karaîler bu iki peygamberi ta­
nırlar, ancak onları, şeriat sahibi olarak değil de, salih bi­
rer nebi olarak tanırlar. 3) Rabbanî Yahudiler yılbaşını, ay­
ları ve bayram günlerinin tesbitini hesap yoluyla
yapıp
Sebat Şeni ayını iklim şartlarına bağlamadan ayarlarlar.
Halbuki Karaîler, hava açık olduğu zaman bunların tesbi­
tini gözliyerek, hava kapalı olunca da hesaba göre ayar­
larlar. Şabat Şeni ayını da haşatın uygunluğuna göre se­
neye ilave ederler. 4) Rabbanî Yahudilerde Şabat yasakla­
rı hafiftir. Karaîlerde bu yasaklar çok sıkıdır. 5) Rabbanî
Yahudilerde Şavvot bayramı her zaman Pazar gününe denk
gelmez. Rabbanîler Hanukah ve Purim bayramlarını kut­
larlar. Karaîler ise Şavvot bayramını mutlaka Pazar günü­
ne denk getirirler. Hanukah bayramım kutlamazlar, Purim'­
de sadece oruç tutarlar. 6) Rabbanî Yahudiler ilaçla tedaviyi
kabul ederler, Karaîler ise bunu kabul etmezler. 7) Rabbanî
Yahudilerde oruç günleri Karaîlere göre daha azdır. Ka­
raîler 70 günlük
orucun yanısıra her ayın yedisinde ve
Purim gününde oruç tutarlar. 8) Rabbanilerde
evlenme,
Karaîler kadar sınırlandırılmış değildir. Karaîler Tevrat'ta­
ki yasakları, Rikkub denilen genişletme metodu ile daha
da yaygmlaştırmışlardır. Karaîlerde evlenilmesi yasak olan
akraba daha fazladır. 9) Rabbanî Yahudilerde temizlik Ka­
raîler kadar sıkı değildir. Büyük ve küçük defi hacetlerden
sonra, Tora okumak için, Kenasa'ya girmek için, yemek
yemek için, ellerin ve ayakların yıkanması Karaîlerde za­
ruridir. Kan, insan pisliği ve diğer pisliklerin Karaîlerde
toprakla örtülmesi gerekir.
Karaîlerde helalar mutlaka
meskenlerin dışında olmalıdır.
Rabbanî yahudilerde bu
türlü mecburiyetler yoktur. 10) Rabbanî Yahudilerin ço­
cukları sünnet ettirmek için yaptıkları ayinlerden, Karaîle­
rin sünnet ayinleri daha sıkıdır. Çocuğun sünneti Karaîler­
de Şabat elbisesi içinde ve sekizinci günde yapılmalıdır.
Sünnet aleti ve sünneti yapan şahıs,
Karaîlerde takdis
^08
edilmelidir, 11) Rabbanî Yahudilerde zekat sadece toprak­
tan kaldırılan mahsulden ve kayvanlardan alınırken, Ka­
raîlerde madenler hariç, her çeşit malın zekatınr vermek
gerekir. 12) Rabbanî Yahudilerde yemek yasakları fazla de­
ğildir. Karaîlerde bu yasaklar daha fazladır. 13) Rabbanî
Yahudiler, gerek günlük ibadetlerde ve gerekse bayram
günlerinin ibadetlerinde çeşitli kitablardan dualar okuya­
bilirler. Karaîler ise, sadece
Zebur'dan dualar okurlar.
Rabbanilerde duanın illa ezbere o k u n m a s ı . şart değildir.
Karaîlerde duanın ezbere okunması şarttır. 14) Rabbani­
lerde ibadet mutlaka İbranice olmalıdır. Karaîlerde ise iba­
detlerin bir kısmı milli dil ile olmalı ve her millet kendi
dili ile ibadet etmelidir. 15) Rabbanilerde Ruhban sınıfı
vardır. f<arailerde ise yoktur.
5. Karaîliğin Diğer Mezheb ve Dinlerle İlişkisi :
Karaîlik, inanç esasları bakımından tamamiyle Tevratî
bir Yahudi mezhebidir. Mezhebin kuruluşu ve kurucusu
konusundaki ihtilafların yanısıra, kendisine ayrı bir mez­
heb olma vasfını veren bir takım esaslarını, bu mezhebin
nerelerden aldığı konusu da münakaşa edilmektedir. Bazı
bilginler, bazı prensipleri bakımından
Karaîliği, Sadukî
mezhebine bağlarken,
diğer bazıları onları Essenilere,
Samirilere, İsiyîm'e, İseviye, Yudganiye ve Şudganiye
mezheblerine bağlamaktadırlar. Yine bir kısım bilginler,
Karaîliği. en amansız muhalifleri olan Rabbanîlikle dahi
.alâkalı göstermektedirler. Karaîliği. Brahmanlıkta alakalı
gösterenler olduğu gibi, Hristiyanlık ve Protestanlıkla Ka­
raîlik arasında bir benzerlik kurmaya çalışanlar da vardır.
Bazı esaslarını İslamiyetten almış olması bakımından Ka­
raîliği, Sünnî İslâmlığa benzetenler olduğu gibi, Şii ve Mutezilî İslâmlığa, hatta İsmaîlîlîğe dahi benzetenler vardır.
Kırkisanî'ye göre Karaî inancına sahip ilk mezheb, Jeroboan ülkesinde Samiriler tarafından kurulmuştur. Sözlü
209
anane taraftarlarının yanlış işlerine devam etmeleri yü­
zünden Sadukiler, sözlü ananeye muhalif olarak ortaya çık­
mışlardır. Aynı muhalefet hareketi, milattan sonraki yüz­
yıllarda bilhassa Iran ve Ermenistan topraklarında İseviye,
Yudganiye ve Şudganiye mezhebleri ile devam etmiştir.
Daha sonra sözlü ananeye muhalefet hareketi, Anan ve
Ananiye ile tekrar ortaya çıkmıştır (77]. S. Poznanski ya­
zılı Tevrat'a bağlılık, sözlü ananeyi reddetme, kısası uy­
gulama gibi hususlarda Karaîliği Sadukiliğe bağlamakta­
dır (78). H.H. Milman ise Karaîliğin, Sadukilerin sevilmiyen bir takım doktrinlerini benimsediğini, bu yüzden de
zarara uğradığını söylüyor (79). Kohler, Karaîliğin sönmüş
olan Sadukî ve Esseni doktrinlerinin artıklarından ortaya
çıktığını söylerken (80) Harkavy, Karaî mezhebinin Sadukiliğin yanı sıra İsiyim mezhebinden de çok şeyler aldığı­
nı ifade ediyor (81). Şavvot bayramının devamlı Pazara
rast gelmesi,
Şabat günü ateş yakma yasağı ve evden
çıkma yasağını Sadukîm ve İsiyîm'den alınmış olduğu id­
diasının yanısıra, Hz. isa ve Hz. Muhammed (S.A.V.) i tas­
dik etme esaslarını da İseviye ve Yudganiye mezheblerinden aldığını ileri sürüyor (82).
Bazı Yahudi bilginler, fakirlik, günahdan yüz çevirme,
İsrail'in (Yakub'un) bakiyyelerî gibi inanışlara sahip olma­
ları yüzünden Karaîleri, Oumran mezheblerine bağlamak­
tadırlar (83). Bazı bilginler ise, Karaîlerin sıkı riyazat pren(V7Î Kırkisanî, Kitabu'l-Envar, C. I., s. 5 - 15; L. Nemoy, Early
Karaism, J. Q. R., V. XL, p. 310; S. Poznanski, Karaites E, R.
E. V . V l l . p. 6C2
(76) S. Poznanski, Karaites, E. R . E . , V. VII p, 662
(79) H. H. Milman, Tlıe History of the Jews, V . III, p. 125-126
(80) H. Kohler, Karaites and Karaism, J. E. V . VII, p. 447
(81) A. Harkavy, Anan ben David, J. E., V. I, p. 554 - 555
(82)
A . Harkavy, a.g.c., s. 555
(83)
N. Wieder The Quınran Soctaries, J. Q. R., V . XLXI, XLXII.
210
siplerini Yudganiye mezliebinden
aidığını ifade ediyorlar
(84).
Atlama yılında Sebat Şeni (ikinci Sebat) ayının, 13. ay
olarak seneye ilave edilmesi ve Ester orucunun benimmesi gibi hususların da Rabbanî mezhebinden
Kâraîliğe
geçtiği ileri sürülmektedir (85) .A. Harkavy Karaîliğin Rab­
banî şeriatten bir çok kaideler aldığını ve onları Talmud'un
metodları ile açıklayıp yeni kanunlar yaptığını, bilhassa
Anan'ın bu işi yaparken, bunları doğrudan doğruya Tevrat'­
tan çıkarıyormuş gibi yaptığını ve kendine mal ettiğini ile­
ri sürüyor (86). Poznanski ise, Karaîlerin sözlü ananeyi
reddederken, kendilerine ait yeni bir anane geliştirdikleri­
ni, hatta Talmud'da bulunan ve Halakha denilen kuralları
Talınud'dan almaktan dahi çekinmediklerini ileri sürerek,
Karaîlikle Rabbanîlik arasında ilişki kurmaya çalışıyor (87).
Bu belirttiğimiz hususlar, Karaîliğin diğer Yahudi mezheb­
leri ile ilişkilerinin olduğu ileri sürülen hususlardır. Ayrı­
ca Karaîliği Yahudiliğin dışında diğer din ve mezheblerle
ilgiliymiş gibi göstermek isteyenler de vardır. Kahire Genizah dokümanları arasında bulunan ve yazarı bilinmeyen
bir eserde, Karaîlerin, kanunları uygulamak için almaktan
ziyade, daha çok manevi olarak aldıkları, bu yönüyle Ka­
raîliğin Brahmanlığa benzediği ileri sürülüyor (88). Yine
aynı eserde Şavvot Bayramı'nın Karaîlikte devamlı olarak
Pazar gününe denk gelmesi, bu mezhebin Hrıstiyanlıkla
olan ilişkisi olarak açıklanıyor (89). Karaîleri, sözlü anap. 93-113, 269-292
L, Nemoy, Anan ben David, U. J. E,, V . 1, p. 293
L. Nemoy, a.g.e,, s. 293
A. Harkavy, Karaites and Karaism, J. E., V , VII, p. 438
S. Poznanski, Kaa-aites, E, R. E., V . V l l , p. 662
_
Jakob Mann, A. Polemical Work Aganist Karaite, V . XII,
p. 135
(89) Jakob Mann. a,g.e., s. 135
(84)
(85)
(86)
(87)
(88)
211
neye muhalefet etme ve serbest araştırmaya müsaade et­
mede Hrıstiyanitğm Protestan mezhebine bçhzetenler de
vardır (90). Bazı bilginler, Anan'ın Judaeo-Alexandnan (Yahudi-Yunan) okulunun Batınî tefsir metodunu aldığını, mez­
hebe Karaî ismini veren Nihavendî'nin de, İskenderiye'n
Philo'nun Logos doktrinini benimsediğini
ileri sürmekte­
dirler (91).
Karaî bilginlerde, Karaîlikle Hristiyanlık arasında İliş­
ki kurmak müşterek bir kanaat gibidir. Bu bilginlere göre,
önceleri Hz. İsa, Karaîlerle birlikte i d i . Isa, aslında Tevrat'ı
te'yid için gelmişti ve V l . yüzyıla kadar Karaîlik Hrıstiyan­
lıkla aynı i d i . Hristiyanların resme tapmaya başlaması,
sünneti terk etmesi ve İsa'nın yolundan ayrılması yüzün­
den, Karaîlerle Hristiyanlar bir birlerinden ayrılmışlardır.
Karaîler Hz. İsa'ya «Sadık Isa» demektedirler (92).
Yahudi ırkından olduğu halde Hrıstiyanlığı kabul e d e n ,
Yahudi Hristiyanlar, Yani «Ebionitler» Hz. Isa zamanında
İsa'ya, tabi olduklarına ve Karaî bilginler de o yüzyıllar­
da kendi inançlarında olanların Isa ile birlikte olduklarını
ifade ettiklerine göre,
Karaîlerle Ebionitler arasında bir
benzerlik ve ilişki hatıra gelebilir (93).
Karaîliği islâmiyet ile alakalı görenler, çeşitli esasla­
rı bakımından Karaîliği, başka başka İslâm mezheblerine
benzetmektedirler. Kur'an-ı Kerim'de geçen «Allah'ın el­
leri, ayakları» gibi ifadelerin IVlutezile tarafından te'vil edii(90)
H. K. Milman, The History of tlıe Jews, V . III, p. 125; A, Za­
jaczkovvski, Karaims in Poîiuıd, p, 25
(91) A . Harkavy, a.g.e., .s. 438
(92) S. Şapşaloğlu. Kırım Kai-ay Türkleri. Türk Yıh, C. I, s. 579
(93) Bu konuda daha fazla bilgi için bak. Ekrem Kaydu (Sarıkçıoğlu) Yahudi Hristiyanların (Ebionitlerin) Tarih ve teolo­
jileri A . Ü. İlahiyat Fakültesi Doçentlik deneme dersi Not­
lan, 1977
212
meden, lügat anlamı ile olduğu gibi kabul edilmesine ben­
zer şekilde, Karaîler de Tevrat'ta geçen aynı ifadeleri lü­
gat ma'naları ile olduğu gibi almışlar ve .te'villerine m ü ­
saade etrnemişlerdir (94). Yine Karaî bilginlerinden Kırki­
sanî, tıpkı Mutezile gibi aklın, otoritesini savunmuş
ve
Kitabu'l-Envar isimli eserinde Mutezile ve Mütekellimîn'in
görüşlerini değiştirmeden olduğu gibi almıştır (95). Bu
noktalardan Karaîliği tetkik edenler, onu mutezile mezhe­
bine benzetmektedirler.
Bazı
şarkiyatçılar da Karaîleri,
sözlü ananeyi reddetmeleri dolayısıyla İslâmiyetin Şİİ mez­
hebine benzetmektedirler (96). Tarihçi Ebu'l-Fida bu konu­
da şunları söylemektedir. «Yahudiler bir ç o k fırkalara ay­
rılmışlardır. Bunlardan Rabbaniyyun mezhebi, bizdeki M u ­
tezile mezhebine benzer. Karraun mezhebi ise , bizdeki
Cebriye ve Müsebbibe mezheblerine benzer» (97) Ebu'lFida'nın bu görüşüne göre ise Karaîler, Cebriye ve Müseb­
bibe mezhebine benzemektedirler. Biraz önce bahsettiği­
miz Genizah dökümanlarındaki bulunan
yazarı
meçhul
eserde, Karaîlerin Ismailiye mezhebine benzediği ileri sü­
rülmektedir (98). Analogy, (Arapça Kıyas, İbranice Hekes)
metodunu Karaîler, İslamiyetten aldıkları gibi, İcma' (Ka­
raî toplumunun bir konuda ittifak etmesi) metodunu da
İslamiyetten almıştır (99). Ayın gözetlenerek t e s b i t edil­
mesi esasını da İslamiyetten alan Karaîlik, bildiğimiz gibi
Hz. Muhammed (S.A.V.) e de inanmaktadır (1(D0). Anan,
Ebu Hanife ile dost olması bakımından O'nun çok tesiri
C94)
(95)
(96)
(97)
(88)
A . Zaiaczkowsld, Karaims in Poland, p. 28
Yaşar Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhebleri, s. 198
A. Za]ac2kQWski, Karaims in Poland, p. 26
Ebu'l-Fida. Tarihu Ebi'I-Fida, C I, s. 92
Jakob Mann, A . Polamical W o r k Against Karaite, V . XII,
p. 136
(99) A . Harkavy, Karaites, J. E. V . VII. p. 440
(100) Jakob Mann, a.g.e,, s. 134
213
altında kalmış, pek çok ayin esaslarını Hanefi mezhebin­
den almıştır (101). Bu bakınndan haklı olarak pek çok kim­
se Karaîliği, Hanefi mezhebine benzetmektedir.
Yukardaki beyanlara bakılacak olursa, Karaîliğin ben­
zemediği din ve mezheb yok gibidir. Biz, bütün bu görüş­
leri, bir gerçeği ortaya çıkarmak için buraya almış bulu­
nuyoruz k i ; O da Karaîliği bir diğer mezheb veya dine ben­
zetirken veya onlarla Karaîlik arasında ilişki kurarken bu
işi yapanlar, sadece benzeyen bir yönü alıp hüküm ver­
mektedirler. O bir yön, iki tarafta da müşterek olarak var
diye Karaîliği, o mezheblerin devamı veya o dinlerle iliş­
kili görmek çok hatalıdır. Karaîliğin gerçekten bir dine ve­
ya mezhebe benzeyip benzemediğinin tesbit edilebilmesi
için, o din veya mezheb ile müşterek
olan esaslarıyla,
farklı olan esaslarını ortaya koymak gerekir. Meselâ Ka­
raîler Hz. Muhammed (S.A.V.) e inanırlar. Ancak bu inanç,
Müslümanların inancı gibi değildir. İslâmiyete göre en bü­
yük peygamber Hz. Muhammed (S.A.V.) ve en büyük k i ­
tab. Kur an-ı Kerim'dir. Halbukî Karaîlere göre en büyük
peygamber Musa (A.S.) ve tek şeriat kitabı Tevrat'tır. Hz.
İsa konusu da aynen böyledir.
Bir taraftan Anan'ın, Ebu Hanife ile yakın ilişki için­
de olup, O'nun kıyas ve İcma' gibi prensiplerini alması ve
Fıkıh'daki metodunu benimsemesi,
öbür taraftan da bu
mezhebin Mutezileye benzetilişi hep çelişen ifadelerdir.
Benzeyen yanlarından çok benzemeyen yanlarını almazsak
Karaîlik, her dine ve her mezhebe benzer. Bırakın Karaîli­
ği, Rabbanî mezhebini de aynı usulle ele alırsak, onun hak­
kında da aynı sonuca ulaşırız. Bir dini, bir mezhebi bütün
prensipleri ile birlikte bir bütün olarak ele alıp tahlil et­
tiğimiz takdirde sıhhatli bir sonuca varabiliriz.
(101)
2H
A . Zaiac2kowski. a.g.e., s. 26
Biz bütün Karaî prensiplerini bir bütün olarak değer­
lendirip, Kâraîliğe baktığımızda, onun t a m olarak sadece
kenidine benzediğini, yukarda saydığımız mezheb ve din­
lerden çok çok farklı olduğunu görürüz. Sözlü ananeye
muhalefette Rabbanîliğe, Ahiret, hesaba inanmada Saduki­
liğe ve diğer bazı mezheblere kökten muhalif olan Karaîlik,
Tevrat'ı, Musa'ya geldiği şekilde muhafaza ettiğine ve
gerçek Museviliğin Karaîlik olduğuna kanidir (102). Ancak
şu hususu tesbit etmekte de fayda vardır kî, L. Nemoy'un
ifade ettiği gibi Karaîlik, İseviye, Yudganiye ve Şudganiye
mezhebleri ile pek çok noktalarda uyuşmaktadır. Yine Ka­
raîlik İslâm muhitinde intişar etmesi yüzünden Hanefilik­
le gözle görülür derecede bir paralelliğe sahiptir. İnanç
ve ibadet esaslarına göz altığımızda bu husus çok açık
olarak görülmektedir.
(102)
S. Şapşaloğlu, K ı n m Karay Türkleri, Türk Yıh, C. I., s. 503.
215
D. KARAY TÜRKLERİ
1. Karay Türkleri'nin Bugünkü Durumu :
Hazarlar'ın, Yahudiliğin hangi mezhebini kabul ettik­
leri hususunu tesbit ettikten sonra, Karaî inancının esas­
larını ve halen Dünya'da yaşayan Karaîlerin durumların»
ortaya koymaya çalışmış ve daha önceki asırlarda Karaîle­
rin, çeşitli milletlerden cemaatler oluşturduğunu görmüş­
tük. XV. yüzyıldan itibaren Türk Karayları'nın dışındaki ce­
maatler g i t gide küçülmüş. Kahire ve İstanbul'daki küçük
birer cemaat hariç, hepsi ortadan kalkmıştı.
XX. yüzyıla girildiğinde Karaî ismi, bir Yahudi mezhe­
bini hatırlatmaktan çok bir boyu, bir dili, bir milli cemaa­
ti hatırlatır olmuştur. Karaîm denince bu gün, bir Türk bo­
yu ve Türk dilinin bir şivesi akla gelmektedir. Halen Rus­
ya ve Polonya'da yaşayan ve Kuman-Hazar toplumlarının
bakiyyeleri olan bu Türk Karaîlerine biz, onların kendi ifa­
deleri ile Karay Türkleri diyoruz. Daha önce Kuman-Hazar
menşe'li olduklarını açıkladığımız bu topluluğun «Karay»
ismini aldığı tarihlerden itibaren Kırım v e Polonya'daki
hayatlarını, inançlarını ve kültürlerini inceliyerek
onların
gerçekten Kuman-Hazar toplumunun torunları olduklarını
bir kere daha ortaya koymaya çalışacağız.
Yahudi bilginler, Karaîlerin ilk olarak'Kırım'a X I I - X I I I .
yüzyıllarda geldiklerini ifade ediyorlar (1). Regensburg'lu
Rabbani seyyah Petahyah, XII, yüzyılın i k i n c i yarısında Kı­
rım, Kara Deniz ve Hazar Denizi arasında yaptığı seyahat(1) L. Nemoy, Karaites, U. J. E., V. VI, p. 317
215
te Karaîleri gördüğünü söylediği için, Yahudi bilginler böy­
le bir kanaate sahip olmuşlardır. Ancak bu tarihlerden da­
ha önce Karayların bu bölgede bulunmuş olmaları gere­
kir. Hazar-Kırım bölgesindeki Yahudilerin Talmud'a muha­
lif olduklarını biliyoruz. Petahyah'ın keşfettiği asrı, Karaî­
lerin o bölgeye geldiği tarih olarak görmek yanlıştır. Pe­
tahyah onları görmeden önce onlar, uzun süre orada yaşa­
mış olmalılar ki onlardan göçmen olarak bahsetmiyor. Ba­
zı Yahudi yazarların iddialarının aksine Karaîlik Kırım'a sa­
dece Bizans'tan gelmiş değil, Bizans'ın yanısıra İran'dan
ve Hazar ülkesinden de gelmiştir. Hazar Devleti'nin yıkıl­
masıyla o bölgeye gelen Kuman-Kıpçaklar, Hazar unsurla­
rı absorbe etmişlerdir. Çok önceleri Ural bölgesine ulaşan
bazı Karaî misyonerleri, Kumanların bir kısmına Karaîliği
kabul ettirmeye muvaffak olmuşlardı (2). Bu Kuman Ka­
raîleri ile Hazar Karaîleri inanç bakımından yakınlıkları yü­
zünden hemen kaynaşmışlardır. Bu şekilde meydana gelen
yeni toplumun içinde önceleri iki ayrı Türk şivesi (Kıpçak­
ça ve Hazarca) konuşulmaktaydı. O sıralarda çeşitli dille­
rin e t k i s i altında olan Hazarca'ya nisbetle Kıpçakça daha
saf v e daha sağlam olduğundan ve Kumanlar bölgeye ha­
kim unsur olduklarından, Kuman-Hazar Karaîlerinin dilleri­
ne Kıpçakça hakim olmuştur. Ancak buna rağmen bu top­
lumda Hazar unsurlar. Kuman unsurlara göre daha fazla­
dır. '
XII. yüzyılda Kırım'da teşhis edilebilen bu Karayların
ellerinde XIII. yüzyıldan kalma Karay Türkçe'sjyle yazılmış
Tevrat vardır, bu Tevrat'ta Rumca kelimeler hemen hemen
yoktur. İbranice kelimeler de çok azdır. Eğer bu cemaat,
XII. yüzyılda Bizans'tan gelen cemaat olsaydı. İstanbul Ka­
raîleri gibi Rumca bilirlerdi
ve Tevratlan Türkçe değil,
Rumca olurdu. Yine bunlar Xlî. yüzyıl göçmeni olsaydılar.
( 2) N. Zajaczkovvski. Karaims in Poland, p. 36
217
ibrani dilinin daha çok tesiri altında kalırlardı. Böyle bir
durum olmadığına göre onların Kırım bölgesinde en az iki
veya üç asır önce gelmiş olmaları ve bu topluluğun bü­
yük çoğunluğunun Türk unsur olması gerekir. Kumanca ile
Hazarca'nm karışmasından meydana gelen bir dilî konu­
şan Karaî inancındaki bu topluluk, zamanla öyle bütünleşti ki Kuman ve Hazar isimlerini tamamiyle terk ederek,
içinde bulunduğu mezhebin adını kendisine
isim olarak
seçti ve Karay Türkleri ismini aldı. Hazar devletinin yıkıl­
masıyla meydana gelen bu yeni topluluğa o bölgede yaşa­
yan diğer milletlerden ufak tefek bazı katılmalar olmuşsa
bile bu durum, topluluğun karakterini
değiştirmemiştir,
XVİ. yüzyılın başmda İran ve Ermenistan Karaîleri bu top­
luluğa katılmış (3), XX. yüzyılda da bazı Rus ve Kazak
köylüleri Karaîliği kabul etmiştir (43. Ancak bu katılanla­
rın sayısı toplumun Türk karakterini değiştirmeye yetme­
miş ve katılanların çoğu Türk'leşmiştir.
Güney Rusya Steplerinde
(Petahyah'ın Kedar ülkesi
dediği bölge) bulunan ve dağınık halde yaşayan
Karay
Türkleri, X I I . ve XIII. yüzyıllardan itibaren Kırım çevresin­
de toplanmaya başlamışlardır. Moğol istilası ve Altınordu.
Devleti'nin kurulmasıyla daha çok Kırım'a doğru çekilen
bu topluluktan bir kısmı, XIV. yüzyılda Vitold tarafından
Litvanya'ya götürülmüşlerdir. Bu Litvanya'ya götürülme, ba­
zılarına göre zorla olmuştur ve Karaylar o bölgeye esir
olarak gitmişlerdir (5). Bazılarına göre ise Karaylar Lit­
vanya ve Polonya'ya zorla değil, kendi istekleriyle gitmiş­
lerdir ve orada, Vitold'a ülke savunmasında yardım etmiş­
lerdir (ç). 1441 yılında Casimir Jagellonîd zamanında i l k
C 3) Hikmet Tanyu. Türlderin Dini Tarilıçesi, s. 76 •
( 4) S. Şapşaloğlu, Kırım Karay Türkleri, Türk Yûv, C. C , s. 595
{ 5) A. Koestler, The Thirteontlı Tribe, p. 148-149
( 6) A. Zaiaczkowski_ Karaims în Poland, p. 64
218
imtiyazları alan bu topluluk, önce Troki ve çevresine yerJeşmiş, zamanla hudud boyundaki Salaty, Birze, Karaimszki, PowsoI, Pompiany, Upita ve Kronie gibi yerlere dağıl­
mışlardır (7). Daha sonraları ise Luck, Lvov ve Halicz gi­
bi yerlere yerleşmişlerdir. XVII. yüzyılın sonlarına doğru
Litvanya ve Polonya'da 32 Karay cemaati vardı. Bu gün
Luck, Halicz, Panevezy, Troki ve Vilno da halen Karay ce­
maatleri vardır (8).
Kırım'da kalan Karaylar, 1420 yılında Algiray haneda­
nının iş başına gelmesinden sonra, Menkub, Çiftkale, CÇufutkale) ve Solkat kalelerine çekildiler. 3u şıralarda Ka­
ray ileri gelenlerine Tahranlık payesi verilmiştir. Gözleve
de kendilerine ait bir mahkemeleri de bulunan Karayları
(9), XVII. yüzyılda gören Evliye Çelebi, onların hayatını
şöyle anlatıyor. «Menkub kalesinin bütün Yahudileri Karaî
mezhebindedirler. Diğer Yahudiler, bu mezhebin Yahudile­
rini sevmezler, bunlar Yahudilerin kızılbaşlarıdır.
Ancak
bunlar Musevîdirler. Tevrat ve Zebur okurlar, fakat Çufut
lisanı (İbranice) bilmezler, hepsi Tatarca konuşurlar, şap­
ka giymezler, Tatar kalpağı giyerler. Çufutkale ve Men­
kub Yahudileri buralarda oturur, Bahçesaray'daki dükkan­
larına sabah gider, akşam geri dönerler» (10). Evliya Çe­
lebi biraz abartmalı şekilde onlar hakkında biraz daha bil­
gi vermektedir.
1772 Rus istilasına kadar çok rahat bir hayat süren
Kırım Karayları, Rusların gelmesiyle rahatlarını kaybetti­
ler, işte bu tarihten itibaren pek çok Kırımh Karay, İstan( 7) A . Zajaczkovvski. Karaims in. Poland, p. 64
( 8)
W . Zajaczkovvski. Karaites, Eneyclopedia of İslâm, V. IV,
p. 608.
f &) R. S. Karaşemsi, Hazar Türkleri, s. 45
(10) Evliya Çelebi, Mehmed Zilli İbni Derviş, Evliya Çelebi Se­
yahatnamesi, İstanbul 1928, C. VII, s. 583 - 589
219
b u l a kaçmıştır (11). Rusların Kırım'ı ele geçirmeleri ile
Hrıstiyanlığın katı taassubu, hem Müslümanların, hem de
Yahudilerin üzerine bir Kâbus gibi çöktü. Kırım Karayları,
kendilerini bu baskıdan kurtarmak için, atalarının Kırım'a
İsa'nın doğumundan önce geldiklerini, İsa'yı Çarmıha ge­
ren Yahudilerle kendilerinin hiç bir ilişkilerinin olmadığını
söyliyerek sıyrılmak istediler (12). Fakat bir türlü aradık­
ları huzuru bulamadılar. Birinci Cihan Savaşı'ndan
sonra
Kırım Karaylarından bir kısmı Avrupa ülkelerine, özellik­
le Paris'e göç ettiler (13). Rusya'daki Komünist idare Müs­
lüman Türklere uyguladığı her türlü zulmü Karay Türkleri­
ne de uyguladı. 1944 yılında 30 bin kadarını
Sibirya'ya
sürdü (14). Sürgünden kurtulabilenler Avrupa Ülkelerine
ve Amerika'ya kaçtılar. Bu gün Rusya'daki Karay Türkleri­
nin kesin sayılarını bilemiyoruz (15). Polonya'dakilerinin
sayılarının bin'den fazla olduğunu biliyoruz.
Bu gün Dünyada yaşayan Karayların diğer
Yahudiler
gibi büyük imkânları yoktur, teşkilatları yoktur, mezhebin
ilk dönemlerinde kendilerine «Siyon için yas tutanlar» de­
melerine rağmen, bu günkü Karay Türkleri'nin Siyonizm
gibi bir emelleri de yoktur, Bu bakımdan cemaat olarak
varlıklarını güçlükle devam ettirebilmektedirler. Türk mu­
di)
Simon Şişman, istanbul Kaı-aylan, İstanbul Enstitü.sü Der­
gisi, C, II, s.' lO'l -102
(12) A, Harkavy, Karaites aırd Karaism, J. E., V . VII, p. 445
(1.3) W . Zajaczkovvski, Karaites, Eı^cyclopedia of İslâm, V. IV,
p. Ö09
(14) A, Caferoğlu, Sovyet Rusya İdaresindeki Esir Milletler, Türk
Kültürü Dergisi, Sayı 21, s. .32
(15) Kırım'da eğitimini yapmış yaşli bir İstanbul Karayınm ifa­
desine göre Kırım'da Karaylar Komünist ihtilalinde büyük
baskılara maruz kalmışlardır. Ancak Polonya'daki Karay­
lar ba baskılardan nisbeten korunabilmişler, hatta Hitler Po­
lonya'yı işgal edince, diğer Yahudilere yaptığı muameleyi
onlara yapn,amış ve onlara ilişmemiştir.
220
bitini, terkedenler, bilhassa Amerika'ya gidenler Rabbanî
topluluklar içinde, onlara benzemeye, onlarla kaynaşmaya
başlamışlardır. L. Nemoy'un beyanına göre bu gün Ame­
rika'deki Karaylar arasında Rabbanîlerle evlenme nisbeti
yo 20 nisbetine ulaşmıştır (16). İstanbul'daki kimsesiz ba­
zı yaşlı Karaylar Talmudistlerin düşkünler evinde kalmak­
tadırlar. Talmudist Yahudiler, Karayları hiç sevmedikleri
halde onları kendi aralarında eritebilmek için bu yola baş
vuruyorlar. Polonya Karayları, diğer cemaatlere göre bir­
liklerini, (milli duygularını koruyabilmiş olmaları yüzün­
den), daha iyi muhafaza etmektedirler.
2. Karay Türklerinin Dili :
Bu gün Karay Türkleri'nin dili denilince akla ilk olarak
Polonya Karaylarının dili gelmektedir.
Çünkü Kırım'daki
Karay Türkleri zamanla kendi şivelerini terkederek Tatar­
ca'ya yakın bir şive kullanmaya başlamışlardır (17). Lit­
vanya ve Polonya'ya göç edenler ise, dillerini onlardan
daha iyi korumuşlardır. Kıpçakça ile Hazarca'nın karışma­
sından meydana gelen, ancak Kıpçakça'nın hakim olduğu
Karay Türkleri'nin dilini, dil tasnifçileri Kıpçakca'nm bir
şivesi olarak tarif etmektedirler.
A. Samayloviç Türk şivelerini üç ana gruba ayırıyor.
1) R - G r u b u (Bulgarca), 2) D - G r u b u (Uygurca), 3) T a v Grubu (Kıpçakça) Kıpçakça'yı da iki gruba ayırarak; 1) Es­
ki Kıpçakça,
2) Şimdiki Kıpçakça olarak tasnif
ediyor.
Şimdiki Kıpçakça'yı da 16 gruba ayıran Samayloviç, 14.
grubun Karayca olduğunu (Karaimce) belirtiyor (18). Türk
(W L. Nemoy, Karaites, U. J. E., V . VI, p. 319
(17) T. Kowalski, Lehistan'da Türkler, UUıs dazetesi, 6.6.1935.
No: 4977
(18) R. RalıiT.eti Arat-Ahmed Demir,
Türk Şivelerinin Tasnifi,
Türk Dünyası El Kitabı, Ankara 1976, s. 3 1 3 - 3 1 5
221
şivelerinin 6 gruba ayıran L. Ligetîi, ikinci grup olarak al­
dığı Kıpçakça'yı kendi arasında
tekrar sınıflandırıyor ye
Karayca'yı, bu Kıpçakça'nın dördüncü grubu olarak zikre­
diyor (19). A . N. Basbakov, lürk şivelerini 1) Batı Hun Da­
lı, 2) Doğu Hun dalı olarak iki ana gruba ayırıyor. Batı Hun
dalını dört gruba ayırıp, üçüncü grub olarak Kıpçakça'yı
zikrediyor. Kıpçakça'yı da tekrar; Kıpçak Bulgar ve Kıpçak
Oğuz olarak sınıflandırıyor. Kıpçak Oğuz grubunu da. Es­
ki ve şimdiki dil olmak üzere iki kısma ayırdıktan sonra,
şimdiki konuşulan Kıpçak Oğuz dilinin ikinci dalını Karay­
ca olarak ifade ediyor (20). Daha pek çok bilginin yaptığı
tasniflere göre Karayca, Kıpçakça'nın sadece bir dalıdır
ve diğer dallarından biraz farklıdır. Bu konuda Kovvalski
şunları söylüyor. «Ufak gruplar halinde Lehistan'da yer­
leştirilen ve her taraftan Slav halkı ile çevrili bulunan Po­
lonya Karayları, bu güne kadar eski şekil lisanlarını koru­
yabilmişlerdir. Bu lisan, evvelce Güney Rusya bozkırların­
da, sonra da IVlacarîstan'da yaşayan eski Kumanların dili­
ne çok yakındır. Ve onunla birlikte Türk lisanlarının Kıpçak
kısmından sayılır. Bu gün ise Kafkasya'da yaşayan Balkar
ve Karaçayların lisanı ona en çok benzemektedir. Fakat
bu gün hiç değişmemiş eski lisanı ancak Polonya ve Lit­
vanya'dakiler koruyabilmişlerdir.
Polonya Karaylarının
dili. Kuzey ve Güney olmak üzere iki kısma ayrılıyor
Polonya Karaylarının dillerinde yabancı kelimeler
oldukça
azdır» (21). Kovvalski, Polonya'daki Karayların iki farkh di­
yalekt kullandıklarını belirttikten sonra bu dilin, bazı özel-
(19) R. Ralıraeti Arat-A. Demir, a.g.e^ s. 313-315
(20) R. Ralımeti Arat-A. Demir, Türlı Şivelerinin Tasnifi, s. 313315
(21) T. KoTAralski, Lehistan'da Türkler, Ulus Gazetesi,
6.6.1935,
No: 4977
222
ilkleri bakımından Trabzon ve Rize çevresinde konuşulan
dile benzediğini de belirtiyor (22).
Karay dilinde kelimeler iki gramatik gruba ayrılırlar;
isim, f i i l . Gerek isimlerin ve gerekse fiillerin sadece bi­
rer çekimi vardır. Kelime kökleri ya, et, ot, at gibi tek
hecelidir veya, sessiz -t- sesli + sessiz tiptedir; baş, beş,
boş gibi. Kelime yapma formülü de ; R -t- S + S + S -i- S +
...... Sn olarak kabul edilebilir. «R» harfi esas yapı ala­
meti, «S» ise müteselsil olarak gelen takıların alametidir.
Çok heceli kelimeler tek heceli kelimelerden yapılır. Me­
selâ; sağlık ve sağlamhk ma'nasına gelen «Sav» kelime­
sinden «Sav-Uh-tur-uv-cu» kelimesi yapılır. Bu kelime. Dok­
tor ve Hekim anlamına gelir. Karayca'da tek heceli keli­
melerin yanında altı veya daha fazla heceli kelimeler de
vardır (23). Yine Karayca'da, diğer Türk şivelerinden farklı
olarak müenneslik alameti mevcuttur. Meselâ; bey anlamı­
na gelen «Bî» kelimesi, kadın için kullanılacağı zaman so­
nuna müenneslik İşareti olarak «ke» ekini alır ve «Bike»
olur. Aynı kural Han, Kul, Kurd kelimeleri için de geçerli­
dir. Bu kelimeler dişi için kullanıldıkları zaman sonlarına
«ke» edatı alarak «Hanke, Kulka, Kurdka» şekillerine dö­
ner (24).
Polonya, Karaylarının dilleri üzerinde Balkar, Karaçay,
hatta Ermenice'nin tesiri olduğunu ifade eden Kovvalski,
bu durumun, onların Polonya'ya nereden gelmiş oldukları­
mı öğrenmemize yardım ettiğini söylüyor (25). Gerçekten
Karayca'da Karaçay-Balkar diyalektlerinin dışında hiç b i r
dilde rastlanmıyan bazı kelimeler vardır. Meselâ; «Bazlik»
(Huzur), «Berne» (Hediye», «Borla» (Üzüm), «Boşatmak»
(22) T.
p.
(23) A .
(24) S.
(2;5) T.
Kovvalski,
Karairaische Texte im Dialekt Von Troki,
XLV1II
Zajaczkovvski, Karaims in Poland, p. 41
Şapşaloğlu, Kunm Karay Türkleri. Türk Yılı, C. I, s. 600
Kovvalski, Karaimischc Texte p. XVIII
223
(Bağışlamak), «Yüzak» ( K i l i t ] , «Kertme» (Armut), ve «Or­
taç» (Ada) gibi kelimeler, Karaçay-Balkar ve Karayca'nın
dışında diğer dillerde bulunmamaktadır (26).
Tevratî olan Karaylar, Tevrat eğitimine çok önem ver­
diklerinden Karayca'ya bazı İbranice
kelimeler girmiştir.
Bu dilde İbranice «Gehinom», «Şabat Kün» gibi kelimele­
rin yanısıra, «Seher, Avaz, Firyat, Pirlik, Hasta, Vakt, Ze­
val, Kuvvet, A k ı l , Sır, D i n , Umma, inayet, Kenesa, Kur­
ban» gibi Arap-Fars menşe'li kelimelerle, özellikle
Hns­
tiyan Kumanların kullandıkları «Yeh-kün, Yeh-Başkün» gibi
kelimeler de vardır (27). Bu hususları tesbit eden Zajacz­
kovvski, konuyu daha ileri götürerek Karayların, Polonya'­
ya Yahudi, İslâm, Hnstiyan ve eski Türk dini kültürlerinin
bir arada yaşadığı bir ülkeden gelmiş olduklarını söylü­
yor. Orta çağlarda bu dört kültürün bir arada yaşayabildi­
ği tek ülke Hazar ülkesi olduğundan, Karayları, Hazar ül­
kesinden Polonya'ya gelmiş olarak kabul ediyor (28). Kim­
senin itiraz edemiyeceği kadar açık ve seçik olan bu özel­
liklerin sonucu olarak Karay Türkleri'ni Hazar ülkesinden
gelmiş ve Hazarlar'ın torunları olarak kabul etmemiz ge­
rekir.
Halen Tevrat'a sıkı sıkıya bağlı olan Karaylarda, şahıs
isimlerine bakılacak olursa, onların Türk menşe'li olduk­
ları açıkça görülür. Karaylarda bazı şahıs isimleri şöyle­
dir : Tomalay, Akbike, A y t u l u , Mamok, Beylik, Hanke, A l lunkız, Severgelin, Bîana, Tombul, Yalpacık, Sağdakcı, Ça­
pak. Bu isimler, Karaylann İslâm öncesi eski Türk kültü­
rüne sahip olduklarını da göstermektedir. Yine bu dönem
kültürünün izlerini gün ve ay isimlerinde görmek müm­
kündür. Gün isimleri : Şabat-Kün (Cumartesi), Yeh-Kün
(26) A. Zajaczkowski, a.g.e., s. 39
(27) A. Zajaczkovvski, K.araims in Poland, p. 19
(28) A. Zajaczkovvski, a.g.e,, s. 19
224
(Pazar), Yeh-Başkün (Pazartesi), Orta-Kün (Salı), Kan-Kün
(Çarşamba), Kiçieyne-Kün (Perşembe), Eyne-Kün (Cuma)
(29). Ayların isimleri :
I - Artanhay
2 - K u r a l ay
3 - Başkuskanay
4-Yazay
5 - Ulahay
6-Çirikay
7 - Ayrı kay
Ö- Kûzay
9 - Sohumay
10 - Kişay
I I - Karakişay
12 -Süvünçay
13-Ârtıhay
M a r t - Nisan
Nisan - Mayıs
Mayıs - Haziran
Temmuz - Haziran
Temmuz - Ağustos
Ağustos - Eylül
Eylül - Ekim
Ekim - Kasım
Kasım - Aralık
Aralık-Ocak
Ocak - Şubat
Şubat - Mart
A t l a m a yılında
ikinci Şubat
Mahsülsüz ay
Dişi karaca ayı
Olgunlaşma ayı
Yaz ayı
Kuzu ayı
Çürük ay
Kutsal ay
Güz ayı
Yiyecek hazırl. ayı
Kış ayı
Kara kış ayı
Keyif ayı
Fazla ay
Karay Türkleri'nde ayların ve yılbaşının tesbiti genel Karaî
prensipleri içinde yapılmakla beraber, Anan'ın tesbit et­
miş olduğu mutlak gözleme prensibinden, hava kapalı ol­
duğu zaman hesaplama yoluna dönülmüştür (30).
Kırım'daki Karayların diline Tatarca ve Çağatayca ke­
limeler girerken, Polonya'daki Karayların dillerine çok az
da olsa Lehçe, Slavca, Ukranca ve Yidişce kelimeler gir­
miştir (31). XIV. yüzyılda
Lehistan'a göç eden Karayları,
Avrupalılar bir kaç asır teşhis
edememişlerdir. : Ancak
XVII. asrın başlarında Alman müsteşriki Protestan Papaz
Buxtrof, konu ile ilgilenmiş ve Kırım Karaylarının Türkçe
(29) R. S. Karaşemsi. Hazar Türkleri, s. 52
(30) L. Nerr..oy_ Karaites, Encycioijedia öf İslâm, V. IV, p. 607
(31) T. Kowalski. Karaimischc Texte... p. X L - X L V
-225
Tevratî arından bahsetmiştir. 1690 yılında Uppsala Üniver­
sitesi Profesörlerinden müsteşrik Gustav Lillienblad Peringer, İsveç Kralı X I I . Charles'in emri ile Karayları ziya­
ret etti. Peringer bir mektubunda Karayların dilinin Tatar­
ca, veya daha çok Türk-Kıpçakca bir dil olduğunu, Kenasa
ve okullarında bu dilin kullanıldığını ve Tevrat'ın bu dile
tercüme edildiğini belirtmiştir (32). 1880 yıllarında ünlü
Rus Akademisyeni ve Rusya'daki
Türkolojinin kurucusu
W. Radloff, Polonya'daki Karay bölgesini gezerek notlar
toplamış ve bunları Türk Diyalektleri isimli eserinde yaz­
mıştır (33). XIX. yüzyılın sonlarında ve X X . yüzyılın baş­
larında Alman Türkoloğu F. Koy ve Macar bilgini B. Munkosci, Karay dilini araştırmışlardır. Ancak Karaylar hak­
kında en büyük araştırmaları, Jon Grzegorzewski ile Tade­
usz Kovvalski yapmışlardır. 1927 yılında Hollanda'da yapı­
lan müsteşrikler konferansında Kovvalski, Karaylar hakkın­
da bir tebliğ okumuştur (34). Sovyetler Birliği Bilimler
Akademisi Üyesi V. Gordlevsky. Akademi mecmuasında
Karayların Türkçe Tevratma sözlük hazırlama konusunda
entrasan bir makale yayınlamıştır (35).
Son zamanlarda Omeljan Pritsak Philologiae Turcicae
Fundamenta içinde Karay dili hakkında Ansiklopedik bir
çalışma yapmış ve Karay yerleşme yerlerini gösteren bir
haritayı Fundamenta'nm sonuna ilave etmşitir. Bu harita­
da Türkçe konuşulan yerler de gösterilmektedir (36). Yi­
ne Sovyetler Birliği ve Polonya Bilimler Akademileri müş­
terek olarak, Karayca-Rusca-Polonyaca bir sözlük hazırla­
mak üzere N . A . Basbakov, A . Zajaczkovvski ve S. M. Sap­
ışa)
(33)
(34)
(35)
(36)
2,Ü6
A. Zaiaczkowski, Karaims in Poland, p. 4 3 - 4 4
A . Zajaczkowski, a.g.o,, s. 4 3 - 4 4
A . Zajaczkowski, a.g.e., s. 4 3 - 4 4
A. Zajaczko-wski, a.g.e., s. 40 - 47
Omeljan Pritsak. Philologiae Turcicae, Fundamenla,
baden 1959, Band I. p. 319-340
Wies-
şala'yı görevlendirdiler. 17400 kelimeden oluşan Karaimsko-Rus-Polsky Slovar isimli sözlük .1974 yılmdâ Mosko­
va'da yayınlandı. Sözlüğün 1 4 - 2 9 . sahifeleri arasında Ka­
ray Türkleri'nin dil ve edebiyatları hakkında zengin bir bib­
liyografya da mevcuttur (37). Ayrıca A . Zajaczkovvski 1962
yılında yayınlamış olduğu Karaims in Poland isimli eserin­
de Karayları çok geniş olarak incelemiştir. Yine 1928 yılın­
da S. Şapşaloğlu
Karayların edebiyatı, kültürü ve tarihi
hakkında Karay Türkleri adlı bir makale yazmıştır (38).
X!V. yüzyıl Arap dilcilerinden Ebu'l-Hayyan, Kitabu'I-İdrak
It Üsani'l-Etrak isimli Arapça-Türkçe sözlükte yer yer Ka­
rayca kelimelere yer vermiştir (39).
Karay kültürünü geliştirmek üzere Karay Türkleri,
1913-1914 yıllarında Vîlno'da içinde Karayca şiirler bulu­
nan aylık bir dergi çıkardılarsa da bu, ancak sekiz sayı de­
vam edebildi. Yine 1914 yılında Luck'da Rusça bîr dergi çı­
karmaya başladılar. 1924 yılında Vilno'da Polonyaca Myşl
Karaimska isimli Karay kültürü ile ilgili bir dergi çıkarttı­
lar. 1927 yılında Vilno'da Karacya-Rusca Şahsımız isimli
bir dergi çıkarıldı. 1911-1912 yıllarında Moskova'da Ka­
raylar tarafından Rusça bir aylık dergi yayınlandı. 19171918-1919 yıllarında Rusça iki ayn aylık dergi yayınlan­
dı (40).
Yukardan beri saydığımız bütün bu yayınlar Karay di­
lini ve edebiyatını geliştirmeye matuf olan teşebbüslerdir.
Özellikle XIII. yüzyılda yazılmış olan Karayca Tevrat ter­
es?)
(38)
ilhan Çeneli. Türk Lehçe ve Şiveleri Sözlükleri, Türk Kül­
türü Dergisi, Ankara 1 9 7 5 , Sayı 1 5 6 , s. 3 6 8 - 3 7 1
S. Şapşaloğlu, K ı n m Karay Türkleri, Türk Yılı, C. I, s. 5 7 6 •
6 1 5
(39)
Esiru'd-Din Ebi Hayyan el-Endulûsî, Kitabu'l-İdrak li Lisani'l-Etrak, A. Caferoğlu neşri, İstanbul 1 9 3 1 ,
(40) T. Kowalski, Karaimische Texte... p. LXXVII
227
cümesi Türk dili ve kültürü bakımından büyük bir ehemmi­
yet taşımaktadır. Hnstiyan misyonerlerin, Hrıstiyanlığı ka­
bul eden Kumanlara yazmış oldukları Codex Cumanîcus
Türk dilcileri için ne kadar büyük bir önem taşıyorsa, Ka­
ray Türkleri'nin Karayca yazmış oldukları Tevrat da o nis­
bette önem taşımaktadır. A m a ne yazıkki bazı ferdî ça­
lışmalar dışında eski Türkçe'nin en saf örneklerinden biri
olan bu eserle kimse ilgilenmemektedir. Bu Tevrat tercü­
mesi, Codex Cumanicus'un yazıldığı dönemlerde,
hatta
biraz daha önce yazılmış olabilir, dili de ona çok benze­
mektedir C41].
3. Karay Türkleri'nin Kültürü :
Karay Türkleri'nin kültürünü İncelediğimiz zaman bu
kültürün Türk kültürü ile aynı olduğunu gördüğümüz gibi,
bilhassa bu kültürde Hazar izlerine tesadüf ederiz. Şarkı,
türkü, şiir, atasözü, masal, bilmece, hikaye, gelenek ve
görenek gibi bütün hususlar tetkik edildiğinde Karayların
kültürünün diğer Türk kabilelerinin kültüründen farklı ol­
madığını görürüz. Daha önce tezimizin birinci bölümünde
zikrettiğimiz iki Karay türküsünde C42) A t . Ok, Sağdak,
Toy çalmak gibi Türk motiflerinin yanısıra Hazar oğliu ve
Hazar Beyi gibi ifadelere rastlanmaktadır. Bu ifadeler on­
ların HazarlaHa irtibatını ortaya koyar.
Karay Türküleri gibi şarkıları da Türk motifleri taşır.
Türk folkloruna a i t olan v e Ninni diye İsimlendirilen Ka­
rayların şöyle bir şarkıları vardır.
«Butukhamor hayvanı
buz üzerinde duruyordu, buz kırıldı. Çünkü güneş, buzdan
daha güçlüdür. Güneşi örten bulut, Güneşten daha güçlü­
dür. Buluttan düşen yağmur, buluttan daha güçlüdür. Yağ­
murdan sonra büyüyen yaşot, yağmurdan daha güçlüdür.
(41) Ş. Şapşaloğkı, a.g.e., s. 603
(42) Bu ikt türkü İçin 125. sayfaya bak.
2.28
Yaşotu yiyen koç, yaşottan daha güçlüdür.
Koçu kesen
Hazzan, koçtan daha güçlüdür. Küçük Fare de Hazzan'dan
daha güçlüdür.» Çeşitli Türk kabileleri arasında buz, Gü­
neş, yağmur, dağ ve benzeri motifler işlenen, bu şarkıya
benzer pek çok derleme vardır. Bu benzerlik Karay şarkı­
larının menşe'ini tayin etmektedir (43). XX. yüzyılda Gözleve'de Daru'l-Muallimin Müdürlüğü yapan İlyas Bey Kazaz'ın Taligsız (Talihsiz) adlı entrasan bir şiiri vardır :
Beni ok nişanı eyledi felek
Darb-ı şedidleri sırtımdan gitmez.
01 zalimin kastı etmektir helek
Rica, niyaz, feryad hiç fayda etmez.
Kurulmuş yay ile düşer peşime
Gizli tuzak kurur yol izime
Beddualar okur herbir işime
Laneti bir gün yakamı koyvermez.
Olursam sabancı,
Maklaydan (Alın)
Tarlaya saçarsam
Saçtığım urluktan
işlersem
sel gibi
yüz bin
(Tohum)
yeri
dökersem teri
histeri (üç kantar)
bir zerre bitmez.
Yo/far batıf olur olursam hancı
Göller kurur olursam ben değirmenci
Gece güne döner olsam ben mumcu
Güneş gökte durur batıya inmez ( 4 4 ) .
Böylece devam edip giden şiirdeki bazı. kelimelerin
kullanılış şekli, Karaylann kültürleri hakkında bize bir f i ­
kir vermektedir.
Kırım Karaylannm söyledikleri söyle bir manileri var­
dır.
(43) A . Zajaczkovvski, Karaims in Poland, p. 60
(44) S. Şapşaloğlu, K m m Karay Türkleri, Türk Yılı, C. I, s. 605
229
Altın tabak üstünde fincanımsın sen benim
Bütün Kınm içinde bir canımsm sen benim (45].
Kırım Karaylarının sevda ve hasret üzerine yaktıkları
şöyle bir türküleri daha vardır.
Men kamemi yağladım ucuna kara bağladım
Men yarimden ayrıldım üç ay on gün ağladım (46).
Karaylarda, diğer Türk Kabilelerinde sık sık rastladığı­
mız pek çok atasözü ve bilmece vardır. Bunlardan bir ka­
çını naklediyoruz.
«Adamaktan mal tügenmez, Tanrı saklasın vermek­
ten» (47], «Aynlgannı Ayuv (Ayı] aşar, Bölüngenni börü
(Kurt]» (48], (Alma dereğinden (ağacından] uzakka çüşmez (düşmez]» (49], «Kaşık ilen aş bergen, sapı ile köz
çıkarır.» (50], «Kimi su tapmay içmeye, kimi köpür tapmay geçmeye.» (51], «Kızın komşu evinde yatmasın, oğlun
bazar aşı tatmasın.» (52), «Ac canlı köp aşeyt, acı canlı
köp sözlyt.» (53). Bu son ata sözü Anadolu'da «Acıkan ne
bulsa yer, acıyan ne olsa söyler.» şeklinde söylenmekte­
dir. «İt itka, i t itnin kuyruhuna» (54). Bu atasözü de Ana­
dolu'da «İt ite, it itin kuyruğuna» şeklinde söylenmektedir.
(45) S. Şapşaloğlu, Kırun Kaıay Türkleri. Türk Yılı, C. I, s, (ili
(46) S. Şapşaloğlu, a.g.e., s. 611
(47) İlhan Çeneli, Türk Lehçe ve Şiveleri Sözlüklert Türk Kül­
türü Dergisi, Sayı 158, s. 368-371
(48) İlhan Çeneli. a.g.e., s, 368 - 371
(49) İlhan Çeneli. a.g.e., s. 368-371
(50) ilhan Çeneh, a.g.e., s. 368-371
(51) S. Şapşaloğlu, Kırım Karay Türkleri. Türk Yıh, C. I, s. 611
(52)
(53)
(54)
23ü
S, Şapşaloğlu, a.g.e., s. 611
A. Zajaczkovvski. Kaı-aims in Poland. p. 60
A, Zajaczkowski, a.g.e., s, 60
«Bize Kelgan, bizga uşugan» (55). Bu atasözü de Anadolu'­
da «Bize gelen bize benzer.» şeklinde söylenmektedir.
Karaylar, bu gün Anadolu'da var olduğu şekliyle bazı
bilmecelere sahiptirler.
Meselâ : «Ay biz idik biz idik,
otuz iki kız idik, iki tahtaya düzüldük, birer birer üzüldük,
(diş) (56). «Bir alçacık oturgan, bütün evini doldurgan
(mum). (57), «Karanlık evinden gelin gele, beş kulga kar­
şı gele, aldım ele vurdum yere, Allah belasını vere (sü­
mük) (58).
Karay masallarında, hikayelerinde,
şarkı ve türküle­
rinde çoğu kez yiğit ve gürbüz pehlivanlar öğülür, Türük
adlı, yedi başlı Ejderhaya karşı onların savaşları anlatılır.
Karay masallarında kahraman, daima ayın 14'üne benze­
tilir. Bu kahraman, ya çok güzel bir kızı arayan bir şehza­
dedir, veya sultanı arayan cesur ve fakir bir köylü delikanlısıdır. Masal Kahramanları daima cesur olup,
etrafa
ateş saçan yedi başlı Ejderha ile savaşırlar. Ejderhayı mağlub ettikten sonra onun altı başını keserler. Ejderha 7.
başının da k e s i l m e s i / i ç i n yalvardığı halde masal kahrama­
nı yedinci başı kesmez (59).
Karay masallarının başında bulunan ve Karayca «Yu­
mak başı» denilen şöyle bir tekerleme vardır. «Zaman za­
man ekeçde. Pire berber ekeçde, deve de lelek ekeçde,
susgarı natır ikende, men on yaşında ikende, babam beşikde bâlâ ikende, men babamın beşiğini tıngır mıngır tepretkemde, kaplu kuplu bakalar kanatlandı uçmağa, denizge bir ot tuşti, balıkların sırtı p i ş t i , korkudan araba tuttu­
lar, balıkla vağa kaçmağa, ak mescidin minaresi eğildi
(55) A . Zaiaczkow,ski, a.g.e., s. 60
(56) S. Şapşaloğlu, a.g.e., s. 610
(57) S. Şapşaloğlu, a.g.e., s. 610
(58) S. Şapşaloğlu, a.g.e., s. 610
(59) S. Şapşaloğlu, Kırun Karay Türkleri. Türk Yılı, C. I, s. 606
231
salgırdan su içmeğe, eski Kınmga kimi yanaştı karşı karşıga İstanbul'a göçmeğe, o yalan bu yalan f i l n i yuttu bir
yılan, hinci bulasın minci bulasın eğer bu yumağı tmlamazsan hamam tokmağı kadar çıban çıkarasın. Yumakdır
bunun adı, tınlamak bilan gelir tadı. Az mı gider uz mu gi­
der altı ay bahar, yaz ber güz mü gider
ilah (60).
Karay esfanelerinde «Uluğ Ata» (Büyük baba) ve «Kar­
ga Uluğ Ata» (Lanet han baba) gibi iki kelimeye rast ge­
linmektedir. Uluğ A t a , iyilik ilâhıdır. Karga Uluğ A t a kö­
tülük ilâhıdır. Halen Tevrat'ı benimsemiş olan ve asırlar­
dan beri bu inançlarını sürdüren Karay Türkleri'nde iyilik
ve kötülük ilâhlarının bulunması çok dikkat çekicidir. Bu
inançların Karaylarda bulunması O'nların Hazarlarla irtiba­
tına delalet eder. Çünkü bu iki inanç Türkler'de İslâm ön­
cesi dönemlerde mevcut olup, Karaylara Hazarlar'ın eski
dininden geçmiştir.
Karaylar Türk-İslâm halkının devam ettirdiği ve çiftçi
toplumların kültürlerinden gelme bir takım kehanetlere sa­
hiptirler. Vücudun bazı uzuvlarının titremesinden gelecek­
le ilgili haberler çıkaran ve Sekirme Yoraları isimli keha­
net kitabları vardır. Bu kehanet kitablarında bir insanın sol
ayağının budu titrerse, o insanın iyi bir yolculuk yapacağı,
şayet sağ ayağın budu titrerse o insanın sevindirici bir
şeyle karşılacağı yazılıdır (61).
Karaylarda rüya tabirleri yapan ve Tüs Yoraları deni­
len bir takım kitaplar vardır. Bu kitaplarda, bir insanın ge­
ce rüyasında kuzu veya teke görmesinin o insanın talihi­
nin iyi olacağı şeklinde ifade edildiği belirtilmektedir (62).
Karaylar yıldızlara bakarak gelecekten haber verirler. Gök
çjürlemesinden ma'na çıkarırlar. Karaylarda otlardan ilaç
(00) s. Şapşaloğlu, a.g.c, Ü. eOG
(61) A. Zajaczkovvski, Karaims in Polaaıd, p. 62
(62) A, Zajaczkovvski, a.g.c. p. 62
232
yapma ve hayvan büyüleri yaygmdır. Göz hastalıklarma
karşı taze bir tavuğun ödü konyak v e bal ile karıştırıldık­
tan sonra gece göze sürülünce hastalığa iyi geleceğine
inanılır. Karaylar sinir hastalıklarına karşı Karaim Kökü is­
mi de verilen Ucur Köreni isimli bir ilaç kullanırlar ki bu
ilaç «Lapati» adh bir bitkinin kökünün suyudur (63].
Karaylarda Ruhla temas kurulabileceğine ve normal
halde elde edilemiyen bazı şeylerin büyü yolu ile elde edi­
lebileceğine inanılır. Gerek ruh çağırma v e gerekse bü­
yü için Karayların pek çok sihir formülleri vardır (64].
Karaylar sevinç ve matem günlerinde halka helva yedirirler. Cenaze defnedilip geri dönülünce siyah
renkte
«Udur» (Matem) helvası verilir. Ölünün kırkıncı gününde
kahve renkli Hazar Helvası v e senesinde Ak Helva veri­
lir. Bu adetler de Karaylara Hazarlardan miras kalmış ol­
malıdır (65). Cenazede olduğu gibi düğünlerde de Karay­
lar müsafirlerine helva ve benzeri yemekler
yedirirfer.
Karaylar düğünlerinde milli çalgılarını çalarlar. Kırım'daki
düğünler gehellilke kale yolunda yapılırdı. Bu yol gece
meşalelerle aydınlatılıp burada at yarışları yapılırdı. Ay­
rıca kaçmaya çalışan güveyi'yi yakalamak için yollar ka­
patılırdı. Düğünlerde davulun yanısıra zurna v e dümbelek
de bulunur ve düğünde silah atılırdı. Güvey hamamda çal­
gıların refakatında yıkanır ve traş edilirdi. Gelinin el ve
ayaklarına kına yakılır v e başına t e l duvak asılırdı. Gelin
alma merasimi esnasında Al gelin ve Ağlama gelin tür­
küleri söylenir. Ayrıca mani tarzında ç e n g i l e r d e okunur­
du (66).
(63)
A . 2:ajaczkowski, a.g.e., p. 63
(64)
A. Zajaczkovvski, Karaims in Poland, p. 63
(65) S. Şapşaloğlu, K ı n m Karay Türkleri, Türk Yılı, C. I, s. 608
(66) S. Şapşaloğlu, a.g.e., s. 607
233
Karay yemekleri tamamıyla Türk menşei'lidir. Bu ye­
mekler tarz olarak da, isim olarak da Türk Karakteri gös­
terirler. IVIeselâ; Katlama (Peynir çöreği), yayma (Normal
çörek), kıyma (ince kıyılan et), yaymaç (pasta), Umaç (un
çorbası). Tutmaç (Makarna), kibin (içine çiğ e t konup üs­
tü yağlandıktan sonra ateşte pişirilen
yuvarlak
çörek),
kanmağ (helva) gibi bütün Karay yemeklerinin yapılış tarz­
ları da, isimleri' de tamamen Türk karakterlidir (67).
Karay kültür materyallerinin en önemlilerinden
biri
«Talki» denilen bir alettir. Bu alet Karaylarda hamur yo­
ğurmak için kullanılır. Sivri uçlu uzun bir tahta, sofanın
bir tarafına bağlanır, bir taraftan diğer tarafa doğru aşağı
ve yukarı olmak üzere hamur yoğurulur. Bu alet halen Ka­
raçaylâr tarafından da kullanılmakta olup zamanında. Ha­
zarlar tarafından da kullanılıyordu (68); Bu Talki için Ka­
raylar da bir atasözü vardır. «Bol haz Talki, bir f o r aşa
bütün yıl sinirt.» anlamı; Talki gibi o l b i r kere kes ve bü­
tün yıl boyunca sindir, demektir. Yinö Karaylar da son ba­
harda kuru et hazırlanır. Koyun eti ince dilimler halinde
kesilir ve sıcak fırında kurutulur. Bu kuru et hazırlanrıa
işi dahi, Karaylar'ın Kuman ve Hazar menşe'lerini açıkça
ortaya koyar. Çünkü yazın bozkırlara giden Hazarlar ora­
da pek çok kış yiyeceği ve özellikle kuru eti hazırlar
ve kışın geri dönerek hazırlanan bu kuru e t i ve diğer y i ­
yecekleri şehirlerde yerlerdi (69).
Talki aleti, helvalar, kuru. et hazırlama ve diğer yiye­
cekler. Hazarlarla Karayların ilişkisini açıkça ortaya koy­
maktadır.
(67) A. Zajaczkowsld., a.g.e., s. 5 6 - 5 6
(68) A. Zajaczkowski. Karaims in Poland, p. 53
(69) İbni Rusteh,
el-Ağlaku'n-Nefise,
s. 139'; A. Zajaczkowski,
a.g.e., s. 61
234-
Karayların Kırım'da iki Uruğları (Sülaleleri) vardı. Bu
iki sülalenin kendilerine ait «Y« v e «O» şeklinde damga­
lan vardı. Bu damgalarla hayvanlarını damgalarlardı (70).
Karay Türkleri'nin dokuma ve süs sanatları Turan sa­
natının karakteristik özelliği olan geometrik süsleme, na­
kış işleme ve kumaş dokumalarından ibaret i d i . Ancak bu
kültürlerini koruyamadıkları gibi eski milli kıyafetlerini de
bu gün kaybetmişlerdir (71).
Bu gün Üniversite Profesöründen gündelik ameleye
kadar her meslekten insanın bulunduğu Karay Türk toplu­
mu, önceleri bilhassa çiftçilik ve bahçecilikle meşgul olur­
lar. Doğuda yetişen bitkileri yetiştirirler ve at ticareti ya­
parlardı (72). Karay Türkleri, deri işleme hususunda da
maharetli olup, muhtemelen bunu Kırgızlardan öğrenmiş­
lerdi (73).
Karaylarda adabı muaşeret, büyüklere saygı ve küçük­
lere sevgi gibi ahlâkî prensipler son derece kuvvetlidir.
Müsafire saygı en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Karaşemsi,
1930 yılında Vilno'ya yaptığı seyahatte oradaki Karayların
kendisine nasıl hürmet ve ikram ettiklerini ve Onlardaki
millî duygulann ne kadar sağlam
olduğunu geniş olarak
anlatmaktadır (74). Tarihçi R. Murat, Kınm Karayları hak­
kında onların, Musevilerin en iyi ahlâklıları
olduklarını
ve diğer Yahudilere asla benzemediklerini
ifade ediyor
(75).
Karaylarda eski Türk dininden kalma bazı alışkanlık­
lar son zamanlara'kadar devam etmiştir. Hazarların hakan(70)
(71)
(72)
(73)
(74)
(75)
S. Şapşaloğlu, Kırım Kara;y Türkleri, Türk Yıh, C. I, s, 608
A . Zajaczkowski. a.g.c., s. 58
A. Za)aczkowski, Karaims în Poland, p. 70
T. Kovvalski, Karaimische Texte... p. X n
R. S. Karaşemsi, Hazar Türkleri, s. 51
M . Remzi. TemkuT-Ahbar. C. I, s. 170
235
larına ve Hakan saraylarına ve mezarlarına
gösterdikleri
saygının aynısını son zamanlara kadar Karaylar da gös­
termekte idiler. Pek çok tarihçinin belirttiği gibi Hazarlar,
hakanlarının saraylarının yakınına varınca atlarından iner­
ler, yere kapanır, secde eder ve Saray gözden kaybolun­
caya kadar yaya yürürlerdi. XIX. yüzyılın ortalarında Kı­
rım'a gelen «Homer Dehel» isimli bir Fransız seyyah, Ka­
rayların Kırım Hanı'nın sarayına yaklaşınca atlarından inip
secde yaptıklarını ve saray gözden kayboluncaya kadar tıp­
kı Hazarlar gibi yaya yürüdüklerini görünce, Kırım'da Ka­
rayları ikinci sınıf vatandaş zannetmiş v e seyahatnamesi­
ne böyle yazmıştır (76). Bu adet, onların Hazarlarla irtiba­
tını yine gözler önüne serer.
Bu günkü yaşayan Karay Türkleri'nin kültürü ile eski
kaynaklardan tesbit edilebilen Hazar Türkleri'nin kültürü­
nü karşılaştırdığımız zaman Karay kültürünün, Hazar kül­
türünün devamı olduğunu açıkça görmemiz
mümkündür.
Tarihi delilleri bir yana bıraksak bile, iki toplum arasında­
ki bu kültür paralelliği ve benzeyişi dahî Karay Türkleri'­
nin Hazarlar'ın devamı ve onların torunları olduğunu isbat­
lamaktadır.
4. Karay Türkleri'nde İnanç ve İbadet Esasları :
Karay Türkleri gerek inanç ve gerekse ibadet bakı­
mından esas prensiplerde diğer Karaîlere benzerler. An­
cak onlardan farklı oldukları bazı noktalar da vardır. İnanç
yönünden Talmud'a muhaliftirler. Tevrat'ı şeriatın yegane
kaynağı kabul ederler ve Musa'yı şeriat sahibi en büyük
peygamber olarak tanırlar, Hz. İsa v e Hz. Muhammed
(S.A.V.) hakkındaki görüşleri diğer Karaîlerin görüşlerinin
aynıdır. İbadetlerini sabah ve akşam olmak üzere diğer
(76)
236
Hamevî. Mu'cemu'l-Buldan, C. 11, s. 363-369; S.
Kırım Karay Türkleri, Türk Yılı, C. I, s. 607
Şapşaloğlu,
Karaîler gibi günde iki defa yaparlar. Ancak ibadetlerin yapıltş şekli ve dualar, diğer Karaîlerden biraz farklıdır. Çün­
kü Karay Türkleri ibadetlerinin büyük bir kısmını Türkçe
olarak yaparlar. Kırkisanî, «Milli ibadet dili» üzerinde ıs­
rarla durduğundan Karay Türkleri ondan ilham alarak iba­
detlerinin bir kısmında ve âyinlerinde Tevrat ve Zebur'u
Türkçe okurlar. Karaylarda ibadet dilinin Türkçe oluşu da
onlara Hazarlar'dan miras kalmış olmalıdır. Çünkü
Aziz
Costantinos'un hayatını anlatan kitapta, Hazarlarm ibadet­
lerini kendi dilleri ile yaptıkları ifade edilmektedir (77).
Karay Türkleri'nin dinî eserleri umumiyetle
ibranice
yazılmış olmasına rağmen, yine de bu eserlerin
Türkçe
tercümeleri yapılmıştır ve bu tercümeler ibadet ve âyin­
lerde okunur (78).
Diğer Karaîler gibi Karay Türkleri de İbranice'yi kutsal
dil sayarlar ve Tevrat öğrenimine büyük önem verirler.
Onlara göre Tevrat öğrenmek, ilimlerin en yükseğidir. Ka­
raylar da Tevrat'ın değerini belirten şöyle bir şarkı da var­
dır. «Tatlıdır Tora, Mandan da baldan da» Man, Karaylar'ın
Gök Ekmeği gibi kutsal saydıkları bir ekmektir. Bu bakım­
dan Karay Türkleri çocuklarının Tevrat eğitimine çok önem
verirler. Onlara göre Tevrat eğitiminin çocuklara tesiri, de­
ri işlemeciliğinde kırbacın tesiri gibidir. Eskiden çocukla­
ra Tevrat öğretmek için falaka dahi kullanılırdı. Bu sıra­
larda falaka terkedilmiştir. Karay çocuklarının dini eğitim­
leri bu gün tamamen Türkçe yapılmakta olup, İbranice Tev­
rat eğitimi tamamen terkedilmiştir (79).
Karaylar gerek günlük ibadetlerinde,
gerek
Şabat
gününde ve gerekse diğer bayram günlerinde Tevrat'ın
(77) A. Zakaczkowski, Karaims in Poland, p. 19
(78) T. Ko-walski,
Karaimische Texte im Dialekt Von Troki,
p. x ı n
(79) T. Kowalski, a.g:.e., s. X I V
237
belli yerlerini okumak için, Tevrat'm İbranice'sini ellerine
alırlar. Ancak İbranice metni okumazlar, bu metne baka­
rak Türkçesini okurlar. Ancak ellerinde Türkçe metin bu­
lunmaz. İbadet esnasında İbranice metinlerden dilediği gi­
bi tercüme yapma serbestliği vardır. Ancak bu seviyeye
gelmek için çok sıkı bir Tevrat eğitiminden geçmek şart­
tır (80). İbadethanelerde bulunan kitaplar İbranice olduğu
halde, Karay Türkçesi'yle yapılan dualar daha çok ezber­
de tutulur. İbranice metinlerin çoğu basılıdır. .Karayca dua­
lar ise el yazması şeklinde bulunur. İlâhî ve şarkıların' ek­
serisinin aslı İbranice'dir. Ve İbranice'den Türkçe'ye ter­
cüme edilmiştir (81).
Diğer Karaîler de olduğu gibi Karay Türkleri de ferdî
ve toplu olarak dua ederler. Toplu ibadet ve dua Kenasa'da
yapılır. Karay Türkleri'ne göre en kutsal Kenasa Anan ben
David'in Kudüs'te inşa etmiş olduğu Kenasa'dır. İkinci de­
recedeki kutsal Kenasa ise, Çiftkale'deki Kenasa'dır (82).
Bu gün Kırım ve Polonya'da pek çok Karay Kenasası var­
dır. Polonya'deki Kenasalar, Kırım'dakilere göre biraz da­
ha fazla özelliklere sahiptirler. Bu Kenasaların kendilerine
has bir yapı tarzları vardır. Ve tahtadan inşa edilmişler­
dir. Kenasaların iç düzeni Sinagoglara benzer. Ancak İs­
lâm mabedleri gibi halı, kilim ye benzeri şeylerle döşen­
mişlerdir (83). İbadet için mabede gelen her Karay, dua
mantosunu ve takkesini giyer. Kenasa'daki ibadet kıyafet­
leri önceleri değişik iken, sonraları bu konuda bir birlik
sağlanmaya çalışılmıştır. Karaîlikte bir ruhban sınıfı olma(80) T. Kovvalski, a.g.e., s. XIII
(81) T. Kovvalski,
P. X I I - X I I I
Karaimisclıe, Texte im
(82) S. Şapşaloğlu, Ku-ım Karay Türkleri;
576 - 580
Dialekt V o n Troki,
Türk Yılı,
C. I, s.
(83) T. Kovvalski, a.g.e., p. X I I - X I I I ; S. Şapşaloğlu, a.g.e., s. 576
-580
238
makla beraber, Karaylar da âyinleri yöneten bilgili kişiler
ve din bilginleri vardır. Bunlara «Hazzan» ismi verilir. Hazzanların sakallı olma mecburiyeti vardır. İbadetler mutla­
ka ayakkabısız yapılır (84).
Karaylar, ibadetlerini niyet ederek ve acele etmeden
yaparlar. Dualarinı kendileri için, hatta bütün insanlık için
yaparlar. Duayı, peygamber Samuel'in annesinin yaptığı şe­
kilde yaparlar. Yani kalb duası yaparlar. Sanıuel'in annesi
«Hannah» hakkında, Tevrat'ta şöyle söylenmektedir. «Şim­
di Hannah kalpten konuştu, sadece dudakları kıpırdadı, fa­
kat O'nun sesi işitilmedi» (85). Bu ifadeye dayanarak Ka­
ray Türkleri, her âyinin sonunda kalp duası yaparlar, du­
daklarını kıpırdatırlar fakat ses çıkarmadan fısıldayarak
«Hannah»ın duası gibi dua ederler (86).
Sayıları çok azalan Karay Türkleri, dinlerine son de­
rece bağlıdırlar. Doğum, ölüm, evlenme, nişan, sünnet
merasimleri ile yeni yapılan evlerin kutlanması gibi özel­
liklerini olduğu gibi muhafaza etmişlerdir. Bu gibi mera­
simlerde yarı dinî, yarı dünyevî çeşitli ilâhî ve şarkılar
okurlar. Meselâ yemek zamanlarında okunan ve İbranicesi
Yain Hatov ki Yîtadan şeklinde olan Karayca şöyle bir dua
vardır :
Yahşi v i n a ki kızarsa
Tursun kovuşta kan kibik bersa
IJragin ol adamnın biyandırsa
Yüzlarni yahşîrah zeytundan
Kuvanıyız suvarlarda biyandirîyiz ürakni
İçiyiz kovuş vina ketaruvcu kistunmahnı
Koturuyuz avaz da ulgayta kıçhırmahnı
Zemer ohuyuz kanyan Tenriga
(84) T. KoTvalski, a.g.e., s. X I I - X I I I
(85)
Kitab-ı Mukaddes, Saır^uel, I, 1 0 - 1 3
(86)
A. Zajaczkovvski, Karaims in Poland, p. 31
239
Kiplamyız suvarlar içma vina
Ki vina yanh etaclir kozlarni
Bar kiyinni çovurur yoh. omuna
Kayn komuladir toprah içina
Alıyız koluyuzga lolu kovuşnu
Kaytarıylz anı askarıda boşnu
01 biyîkka koturur yarlı ulusnu
Kaytarır gem arıhnı da semizga
Hanlaş aytır men bagatır
Kart zindan yuvnu unutur
Yuvuz kişi tavi kibik hermonnun kuçayir
Ol koturur miskinni sipliktan
Kuçlu Tenri suvda yesisina
Yetkirgey algış anın keragina
Kiplik bergey ulusumuzga
Bolgey Dünyaga deyin yuvumuz kanyam
Çayırbentlar şerbet agızdırırlar
Sagınır Tenri ulusun galutta da izlar
Bar halknın başın yançma teyzlar
Dünyaga deyin kerti da kanyam
Bu ilahinin orjinali Simon Şişman'ın İbranice yazdığı
dua kitabında mevcuttur (87"j,
Karaylar «Yom Kipur» gününün akşamında İbranice orjinalinden tercüme ederek şöyle bjr dua okurlar :
«Nindi akıl bila koturayik baş alnında kuçlu Tenrinin,
da necik yatmayık uyat bila, da kaplanmayıh imançi bila
yüzlarnin, kaçan bar tuşlu günahnl da irancilikni da bar
(87)
240
w , Zaiaczkowski,
Ural-Altaische Jahrbücher Fordsetzung
der «Ungarischen Jalırbücher»
«Herausgegeben von Gyula
Decsy, VViesbaden,; 1976, Band 48, p. 256
horlugun yazıhlı işlarnin kop forlar, sansız arttırdıh kılma
biz.
Sinay tavda bulay ayttı başlığın on sozlamin : IVlenmin adonay Tenriy senin, da karüv berdik anar : e adonay
yohtur kensiligi kibik birligiynin, Ancah kırh kunga deyin
tuşkunça IVloşe tavdan, tursununa altın buzovnun
siyli
Tenrimizni alıştırdıh biz.
Unlu Tenri biyik koklarindan eşittirdi bizga
aytadogoç : bolmasın saya özga Tenrilar, men indalamin ehye da
bilmagin özgasin, men burungu da men sondragı, men öltursam da tirgizir min aruv işlar yeslsin; da alnında kanyamlıgının özga Tenrilarga kunluh e t t i k biz.
Sert kesti bir gamizga da sözladi : Kılmağın özüya
yonma abah, da geç tursun ta bulmasınlar koyulganlar çegiya, da eger kanyam etsay bu sözumnu, men bolurmın
işanç saya; da tuşlu ursun da ukşaş kıldıh
özümüzga
biz
» Aynı minval üzerine devam eden bu dua­
nın tamamı Kovvalski'nin eserinde mevcuttur (88).
Zebur'un bir bölümünden Karayca'ya çevrilen bir dini
şarkı, Karay aileleri tarafından sevilerek okunur. Bu şarkı
şöyle başlar :
Kim sımarlansa siyinçinda bolma
Yogargı biyrtin yarlıgaşın korma.
Aytsın Tenriga : Sen menim umsunçum.
Sen bek Kermanim, tarlıhtan yuluvçum
01 gar bir tugal adamga beradir
Yahşi onarmah, tuzahtan sakleydır
Korhuvlarında korhunçlu ölatnin
Kavşarlıgmdan yaman raşa einin
Gaşgahasıba andini kalkanlar
Kanatlarıba siyinç anar koyar
Kalkan kibiktir boluşlugu anın,
Kim sımarlasa erkina öz zanın.
(08) T. Kowalski. Karaimische Texte... p. 5 1 - 5 2
241
Bu şarkının da tamamı KowaIski'nin eserinde mevcut­
tur (8ü). Ayrıca Karaylar, tanınmış kişilerin ölümü üzerine,
ölen kişinin ölüm tarihini de ihtiva eden şarkılar söyler­
ler (9Ü).,
Karay Türkleri'nde ilk Tevrat tercümelerinin ta X I . yüz­
yılda yapıldığı ileri sürülmektedir. Ancak halen el yazma­
sı şeklinde elde bulunan en eski Tevrat tercümesi XIII.
yüzyıla aittir. Dili Codex Cumanicus'un diline
fevkalade
benziyen bu tercümenin bir bölümünü, Türk dili bakımın­
dan özelliğine binaen tezimize alıyoruz.
«1) Başlığında yaratılmahnm yarattı Tenri ol koklarni
da o! yerni. 2) Da ol yer edi geç da boş da karangılıh yüzlari üstuna teran suvnun, da yeri Tenrinin
tobaranir-Eri
yuzları üstuna ol suvlarnm. 3) Da ayttı Tenri : Bolsun ya­
n h , da boldu yanh. 4) Da kordu Tenri ol yarıhnı ki yahşi,
da ayırdı Tenri arasına ol yarıhnın da arasına ol karangının. 5) Da atadı Tenri yarıhka kun da karangiga atadı keca, da boldu ingir da boldu t a n , burungu kün. 6) Da ayttı
Tenri : Bolsun aviahlıh ortasında ol suvlarnm da bolsun
ayırıçlîh arasına suvîarnın suvlar bila. 7) Da yarattı Tenri
ol avlahlıhm da ayırdı arasına ol suvlarnm ki aşagartın avavlahlıhka da arasına ol suvlarmm ki yogartın avlahlıhka;
Da boldu aley. 8) Da atadı Tenri avlah orunga koklar da bol­
du ingir da boldu t a n , ekinci kun. 9) Da ayıttı Tenri iştırılsınlar ol suvlar tubundan ol koklarnin bir orunga da ko­
şun ol kuru; Da boldu aley. 10) Da atadı Tenri kuru orun­
ga yer da iştinlınagma ol suvîarnın atadı tengizler, da kor­
du Tenri ki yahşi» (91).
Tevrat'ın, Tekvin bahsinin birinci bölümünde olan bu
yazdığımız kısımların, dördüncü bölüme kadar devamı, Ko­
vvalski'nin eserinde mevcuttur.
189) T. Kowaîslci, a.g.e., p. 53
(90) T. Kovvalski, a.g.c., p. X X I
(91) Kovvalski, a.g.e,, s. 46.
242
Yine Karayca Kitab-ı IVlukaddes örnekleri olmak ijzere
iki kısmı daha kısa kısa eserimize aktarıyoruz.
Nebîm kitabından Eş'ıya kısmının birinci babının 1 - 4 .
ayetleri : «İşitiğiz köklerde kulak tutgın yer kim Tenrimiz
sözladi oğlanlar- ulu ğayetdemde üsterdemde alar tahdılar megar; Bildi öküz sakın alyucısın da eşek etliğinin
eyesini İsrail bilmedi ulusun anlamadı; Hay yazıklı buiucı
ulus. Ağır yazıklı ulus, urluh k i m anlar yaman itUcılar oğ­
lanlar çaypavcılar Tengrinin kemiştiler İsrailnin ayruğı say­
madılar da kayrıldılar artkari» (92).
Zebur kitabının birinci mezmuru : «San ol keşike kim
yurumdu yamanlarının kengaşı bilende yazıhlılarmın yolun­
da turmadı ancak keylaki buyuruğunda Tenrinin da tanıklık
bitiğin okur kun da keca. Urnatlığa ağaç köyük bulur. Çır­
nıkları yanına sularnı kim yemişin bir yer çağında da yap­
rağı upralmastır da barca kıyluvı onarır. Alay döküldür ol
yamanlar; ancak pulvu köpük toz direr anı y e l ; Anın. uçun
toralmasdır yamanlar tantu savruğunda da yazıhlılar cilintisinde toğrılarnın bilir Tenri yolın toğrilarnın da yoh ya­
manlarının yok bulur.» (93).
X I . yüzyıldan itibaren defalarca
Karayca'ya tercüme
edilen Tevrat'ın en eski tercümesi, en saf Türkçe olanıdır.
Önceleri saf Türkçe olan bu tercümelere gün geçtikçe ya­
bancı kelimeler girmiş ve eski saflığını kaybetmiştir. Ka­
rayca Tevrat tercümesi ilk defa 1835 yılında İstanbul'da
basılmıştır. 1848 yılında Gözleve'de ikinci defa bası lmı.ştır.
Üçüncü olarak yalnız Tekvin kısmı 1889 yılında Vilno'da
basılmıştır (94). Karay Kenasalarında, İbranice metinlerin
(921 S. Şapşaloğlu, K ı n m Karay Türkleri, Türk Yılı, C. I, s. öOl
(93) S. Şapşaloğlu a.g.e., s. 602
(94) Ç. B: Ibrahimoğlu, Karay TüJ-kleri Kalckmda bir Bibliyoği'jafya Denemesi, Ankara 1964, s. 170-179
243.
ezbere olarak Karayca'ya tercüme edilebilmesi
mümkün
olmadığı zamanlarda bu metinlerin Karayca tercümeleri ay­
rı kağıtlar üzerine yazılmıştır. Ve bu şekilde çok çeşitli
tercümeler ortaya çıkmıştır. Ancak bunlar ayrı ayrı say­
falar halinde bulunduğundan çoğu kaybolmuştur. Tevrat'ın
İbranicesi kutsal kabul edildiğinden çok iyi muhafaza edil­
miştir. Hatta bu Tevratlar parşömen kağıtlara sarılı olarak
sekiz köşeli ve üstünde gümüş taç bulunan tahtadan ya­
pılmış kutular içinde korunmuştur. Bu kutular altın işleme­
li ipek perdelerin arkasında bulunan masaların üzerine ko­
nulmuştur (95).
Karay Türkleri bazı hususlarda diğer Karaîlere naza­
ran daha müsamahakardırlar. Diğer Karaîler etli ve sütlü
yemekleri bir arada yemedikleri halde, Karay Türkleri etli
ve sütlü yemekleri bir arada yerler (96). Daha önce belirt­
tiğimiz gibi iklimin şiddetli oluşu yüzünden Şabat yasak­
larını hafifletmişlerdir. Bu güne kadar bir takım istihale­
lerden geçmiş olan Karaîlik. halen yine istihale geçirme­
ye devam etmektedir. Başlangıcı itibariyle tam bir Yahudi
mezhebi olan Karaîlik, mezhebin çoğunluğunu Türkler teş­
kil etmeye başlayınca şekil değiştirmeye başlamış ve za­
manla kendisini diğer Yahudilerden ve Yahudilikten ayır­
maya çalışmıştır. A. Karkavy bu konuda acı acı dert yanıp,
Rusya'daki Karayların. kendilerine Yahudi denilmesini is­
temediklerini ifade ediyor (97). Talmudistlerin Karaylara
karşı aşırı şekilde hücum etmelerinin de bü işte herhalde
payı olmak gerekir. Çağdaş Karay yazarları Karaîliği, bu
günkü Yahudiliğin bir mezhebi olmaktan ziyade ayrı bir
din şeklinde takdim etmektedirler.
195) T. Kowalski, Karaimische Texte... p. XV
(90) Ç. B. îbrahimoğiu, İst. Karayiarmda Nişan... s. 33-34
(97) A. Harkavy, Karaites and Karaism, İ, E., V, VII. p. 448
244
E. KARAÎ BİLGİNLERİ
1. İlk Dönem Bilginleri :
Karaî mezhebinin derleyicisi olan Anan ben David'i
Karaî bilginlerinin ilki kabul edebiliriz. Mezhebin
esas
prensiplerini toplamış olduğu Sefer ha Mişvot isimli ese­
r i , bu gün halen elde mevcut değildir. Sadece küçük bir
kısım elde mevcut olup 1928 yılında bu kısım, M . N . Solokov tarafından basılmıştır (1). Bu eserden başka Arap­
ça olarak yazılı olan Fezleke isimli bir eseri daha vardır
(2). Leon Nemoy Anan'ın birinci eserinden bazı kısımları
Karaite Antology isimli eserinde İngilizce'ye tercüme ede­
rek yayınlamıştır (3). Anan Vlll. yüzyılın ikinci yarısında
yaşamış olup ölümünden sonra yerine oğlu Saul geçmiş­
tir. Saul'dan sonra torunu Josiah O'nun yerini almışsa da
gerek Saul ve gerekse Josiah'ın mezheb içinde Anan ka­
dar büyük bir yeri olmamıştır (4),
IX. yüzyılda İsmail Ukbarî, Musa eş-Zafaranî {Ebu İm­
ren et-Tiflisî), Mishavayh el-Ukbarî,
Malik er-Ramlî gibi
Karaî
bilginleri ortaya çıkmışsa da (5) jbu yüzyılın en
önemli Karaî bilgini, Benjamin en-Nihavendî'dir. Nihaven­
dî'nin, Anan'ın torunu Josiah'ın öğrencisi olduğu söylenir
(6). Mezheb mensuplarına «Bene Mikra, Ba'ale Mikra» şek( 1) A . Zajaczkovvski. Karaims in Poland, p. 74
( 2 ) S. Poznanski, Karaites E. R. E., V. VII, p. 663- 664
( 3) L. Nemoy. Karaite Antology, p. 1 1 - 2 0
( 4) A . Harkavy, Karaites and Karaism, J. E., V . VII, p. 438
( 5) L. Nemoy, a.g.e., s. 52 - 53
{ 6) S. Poznanski, a.g.e., s. 664
245
linde ilk olarak Karaî ismini Nihavendî vermiştir. Sefer Dî­
nim ve Sefer ha IViişvot isimli eserleri olan Nihavendî'nin
bu eserlerinden bir kısmmı, L. Nemoy Karaite Antology
isimli eserinde İngilizce'ye tercüme ederek
yaymlamıştır (7).
IX. yüzyılm sonlarmda Nihavendî'nin öğrencisi Daniel
el-Kumisî önemli bir şahsiyet olarak ortaya çıkmıştır. Kumisî'nin bir takım tercümeleri ve Sefer ha Mişvot isimli
bir eseri vardır. L. Nemoy, Kumisî'nin eserlerinden de bir
kısmını İngilizce'ye tercüme ederek yayınlamıştır (8).
X. yüzyılın ilk yarısında yetişen
Karaî bilginlerinin
en önemlisi Yakub el-Kırkisanî'dir. Kırkisanî mutezilenin
kuvvetle tesiri altında kalmıştır. Kitabu'l-Envar ve'l-Merâkıb, Kitabu'r-Riyad ve'l-Hadaik, Kîtabu't-Tevhîd, Kitab fî İf­
sadı Nübüvveti Muhammed isimli eserleri ile bir çok tef­
sirleri vardır (9). Eserlerini Arapça yazan Kırkisanî'nin ye­
di ciltlik eseri Kitabu'l-Envar L. Nemoy tarafından Ameri­
ka'da yayınlanmıştır. Kırkisanî'nin Kîtabu'UEnvar'ınm birin­
ci cildinde Yahudi mezhebleri ile ilgili olarak çok kıymetli
bilgiler vardır. Kırkisanî'den sonra Anan'ın beşinci göbek­
ten torunu David ben Boaz, ortaya çıkmıştır (10). X. yüz­
yılın ikinci yarısında yetişen bilginler arasında Davdi ben
Abraham el-Fasî, Yafeth ben A l i , Solomon ben Jeruham,
Sahi ben Mazliah ve Joseph ben Noah gibi bilginler var­
dır. Bunlardan el-Fasî, Fas'da İbranice bir sözlük yazmış­
tır (11). Basralı Yefeth b. A l i , Zebur'un Arapça tercümesi­
ni yapmıştır. Fransız müsteşriki Barges bu eseri Arapça
( 7) L, Nemoy. a.g.e., s. 2 3 - 3 1
( 8)
C 8)
flO)
(11)
246
L.
L.
S.
L.
Neır:oy, Karaite Antology, p. 3 1 - 4 0
Nemoy, a.g.e., s. 3 1 - 4 0
Poznanski, Karaites, E. R. E., V. VII, p. 665
Nemoy, Karaites, U. J. E., V. VI, p. ,316
8İSİI İle yayınlamıştır (12), Solomon ben Jeruham, bu yüz­
yılda Talmudist bilgin Saadia Gaon ile çok şiddetli müca­
deleler yapmıştır (13). Bu yüzyıldan itibaren Bizans'tan Ku­
düs'e gidip orada İbranice öğrendikten sonra Arapça ya­
zılan Karaî eserlerini İbranice'ye tercüme eden pek çok
bilgin yetişmiştir. Bunlar arasmda, Oşar ^3ehnfıad adlı b i r
eser yazan Tobias ben Moses gibi ünlü bilginler vardır.
Jakob ben Simeon, Aaron ben Judah Kusdimi, Jakob ben
Reuben bu bilginler arasındadır. Jakob ben Reuben'in Se­
fer ha Osher isimli bir eseri vardır (14). Yine bu sıralar­
da İspanya'dan Kudüs'e geldiği sırada Joshua ben Judah'tan Karaîliği öğrenen et-Taras isimli bir İspanyol bilgin İs­
panya'ya dönerek Karaîliği o bölgede yaymıştır. O'nun ölü­
münden sonra «Muallima» unvanlı karısı bu bölgede Karaî­
liği yaymaya devam etmiştir (15). Bu devrin önemli isim­
leri arasmda Ebu'l-Ferec Harun ben e!-!-erec ile, Yusuf ben
el-Beşir isimli bilginler vardır. el-Beşir'în Ha Roe isimli bir
felsefî eseri vardır (16). Yine bu devirde Ebu'l-Ferec Furkan ben el-Esed (Joshua ben Judah) yetişmiştir. Bundan
sonra Karaizmin altın çağı kapanmıştır (17).
2. XJII.-XV1I. Yüzyıl Bilginleri :
Karaizmin altın çağı kapandıktan sonra yine bir çok
Karaî bilgin yetişmiştir. XIII. yüzyılda İspanyol bir ailenin
çocuğu olan şair Moses ben Abraham Darî yetişmiştir. M ı ­
sır'da Ebu'l-Bayyan el-Mudavvar,
Sadid ed-Din Ebu'l-Fad|
Davud ben Sulaiman ve Solomon ben David'den
sonra
Cl2)
A. Zajaczkowski, Karaims in Poland, p. 74
(13) L. Nemoy. Karaites, U. J. E., V. VI, p. 316
(14) S. Poznanski, Karaites, E. R, E. V. VIÎ, p. 667 - 668
(15) S. Poznanski, a.g.e., s. 667^668
(16) L. Nemoy, a.g.e., s. 310
(17) A Za.jaczkowski, Karaims in Poland, p. 7 4 - 7 5
247
XIII. yüzyılda Japheth el-Barkamanî, XIV. yüzyılda lsrae| ha
Maarabî .Japheth ben Sağir, Samuel ben Moses el-Mağrlbî
gibi bilginler yetişmiştir. XV. yüzyılda Mısır'da Tarihçi (bn
el-Hitî gibi bilginler yetişmiştir. el-Mağribî'nin
Kttabu'lMürşîd isimli bir eseri vardır (18). XII. yüzyılda Eshkol ha
Kofer isimli eseri yazan Judah ben Elijah Hadasî'den son­
ra Bizans'ta XÎ{1. yüzyılda Aaron ben Joseph, X!V. yüzyıl­
da Aaron ben Elijah, XV. yüzyılda Elijah ben Moseis Başiacı
yetişmiştir. Bu son bilgin Addereth Eliyahu isimli bir eser
yazmıştır. O'nun tamamlıyamadığı bu eseri, Kaleb Afendopolo tamamlamıştır. Ondan sonra da Moses ben Elijah
yetişmiştir (19).
XVI. yüzyılda Polonya'da İsaac ben Abraham Troki ye­
tişmiş ve Hrıstiyanlığa karşı Hizzuk Emuna adlı bir eser
yazmıştır, O'nun eserini öğrencisi
Joseph ben Moses
Mordecai Malinovvski tamamlamıştır. Yine bu yüzyılda
Malinovvski'nin kardeşi Zephaniah yetişmiştir. XVII. yüz­
yılda Kırım'da Elijah ben Baruch Yaruşalmt yetişmiştir (20).
Yine bu yüzyılda Kırımlı üç Karaî ayrı ayrı tarihlerde Ku­
düs'e gitmişlerdir.
Bunlardan Yemşel'in İbranice yazdığı
seyahatnameyi, Bernard Levis, İngilizce'ye çevirmiş ve bu
çeviri Türkiye'de yayınlanmıştır (21). Yine bu yüzyıllda
Polonya'da Solomon ben Aaron Troki, Karaîlik hakkında
Apiryon isimli bir tez yazmıştır. Bundan başka Abraham
ben Joshiyahu, Zarakh ivlatanovicz ve Erza Nisanovicz ye­
tişmiştir (22).
Cial S. Poznanski. a.g.e., s. 668
im
L. Nemoy, Karaites, U. J. E., V . Vî, p. 317
(20) S. Poznanslti, Karaites, E. R. E., V VII, p. 670
(21)
Bernard Levis. A. Kai-aite İtinarari, Vakıflar Dergisi,
3, s. 315 ve devamı
(22) L. Nemoy, a.g.e., s. 317
248
Sayı
3. XVIH.-XX. Yüzyıl Bilglnlaı-l :
XVIII. yüzyılda Polonya'da Abraham Moskîevicz, Mor­
decai ben Nisan Kukizov yetişmiştir. Kukizov'un Lebush
Malchuth isimli b i r eseri vardır. Ayrıca bu yüzyılda Simhah İsaac Lupzki Nar Tzaddikim isimli bir eser yazmıştır
(23). Yine bu yüzyılda Abraham ben Josiah.
Yaruşalmî,
Joseph ben Samuel yetişmiştir (24).
XIX. yüzyılda İsaac ben Solomon, Benjamin A ğ a , Jo­
seph Solomon Lutzki, David Kukizov, Mordecai Sultanski,
Solomon ben Abraham Beim, İsaac Sinanî, Simhah Bobovvich ve Abraham Firkovvich gibi bilginler yetişmiştir (25).
Şüphesiz bunların içinde en önemlisi Abraham Firkovvich'dir. 1785 yılında doğan Firkov\/ich, Simhah Boboviçh'in gö­
revlendirmesi ile Kırım, Kafkasya, Mısır, Türkiye ve Ku­
düs gibi yerleri dolaşarak İbranî yazmaları topladı. Odesa'da kurulan «Antik Çağlar ve Tarih Cemiyeti» adına Mankub ve Çiftkale'deki Karaî mezarlıklarında Arkeolojik araş­
tırmalar yapmış. Doğu tarihi hakkında, Karaizmin başlan­
gıcı, Yarı göçebe Türkler arasında, Museviliğin yayılışı gi­
bi konularda bilgiler toplamış ve Karaylar'ın
olaylarının
tam oluş tarihini vermiştir.
1872 yılında Awn8 Zîkkaron
(Taşların Dilleri) ismiyle onun kolleksiyonları Vilno'da ba­
sılmıştır. Ölümünden iki yıl sonra Abraham Harkavy, Firkovvich'i sahtekarlıkla suçlamaya, Karayları,
Yahudilere
konulan vergilerden kurtarmak ve askerlik görevinden mu­
af tutmak için Yahudilerden ayrı göstermeye
çalıştığını,
bunun için de mezar kitabelerindekl ve yazmalardaki tarihîer ve isimler üzerinde tahrifat yaptığını iddia
etmeye
başladı. Harkavy'nin bu çıkışı üzerine pek çok bilgin Har(23) L. Nemoy, a.g.e., s. 317
(24) S. Poznanski, a.g.e., s. 670-671
(25) L. Nemoy, Karaites, U. J. E., V. VI, p. 317
249
kavy'yi dayanarak yaparak Firkovvich'e güvenmemeye baş­
ladılar, ancak inceden inceye tetkik edilen materyallerde
her hangi bir sahtekarlığm olmadığı v e Firkovvich kolleksiyonunun güvenilir olduğu anlaşıldı. Zaten O'nun kolleksiyonundaki materyallerin bir kısmı XV. asırdaki Troki Ka­
raî cemiyetinin arşivleridir. Firkovvich, iyi bir kolleksiyoncu, iyi bir İbranî yazmaları mütehassısı ve çok iyi bir Ar­
keolog olarak Türk tarihi için büyük bir öneme haizdir (26).
A. Firkovvich'in yanında yetişen manevi evladı Gabriel
Firkovvich, A . Firkovvich'in bütün çalışmalarında
yanında
bulunmuş ve O'na yardım etmiştir. XIX. yüzyılın ünlü bil­
ginlerinden biri de Abraham Aben Yashar'dır (27).
XX. yüzyılda Samuel Pigit, Elijah Kazaz, Judah Kukizov, Samuel Pompula, F. Malecki, Simon Kobecki, Abra­
ham Novvicki, Zachariah Abrahamovicz, Serguis Rud-.
kovvski, Ovadius PÜecki, Joseph Lobanus, Simon
Firko­
vvich ve Jakob Maleki gibi bilginlerin yanısıra (28), özel­
likle Türkoloji ve Hazarlar'ın menşe'leri konusunda kıymet­
li araştırmalar yapan Süreyya Şapşaloğlu, Simon Şişman,
Ananiasz Zajaczkovvski ve VVlodzimierz Zajaczkovvski gibi
bilginler yetişmiştir.
(26) A. Zajaczkovvski, Karaüns
Karaiias and Kai-aism, J.
(27) A . Zajaczkovvski, Karaims
C28) A . Zajaczkov/ski, a.g.e., s.
250
in Poland, p. 84-86; A. Harkavy,
E., V. VII, p. 444-446
in Poland, p. 37
92
S O N U Ç
Siyasî ve l<ültür tarihilerini incelemiş olduğumuz Ha­
zarların, dilleri ile, örf ve adetleri ile tamamen Türk ol­
duklarını, Orta Asya'dan çıkarak Karadeniz ile Hazar Deni­
zi arasındaki bölgeye, gelip yerleştiklerini ve bu bölgede
büyük bir İmparatorluk kurarak, uzun süre varlıklarını de­
vam ettirdiklerini gördük. Bu büyük imparatorluğun yüksek
bir kültüre ve uygarlığa sahip olduğunu, Hazar ülkesinde
dört çeşit dinin (Yahudilik, Hrıstiyanlık, İslamiyet ve Eski
Türk Dini) bir arada geniş ve engin bir müsamaha içinde
beraber yaşadıklarını t e s b i t ettik.
Hazarlar'ın eski dinlerinden
ayrıldıktan sonra tama­
men Yahudi olmadıklarını, bir kısmının Hrıstiyanlık ve Is­
lâmiyeti seçerken, diğer bir kısmının da eski dinlerinde
kaldıklarını, Yahudiliği ise sadece Hakan ve çevresinin ka­
bul ettiğini, Hakan ve çevresinin bilhassa ilk zamanlarda
Yahudiliği kabul hususunda samimi olmadıklarını ve bu di­
ni, siyasî amaçlar nedeni ile kabul ettiklerini ortaya koy­
duk. Sadece Hakan ve çevresi tarafından siyasî nedenler­
le kabul edilen Yahudiliğin de bu günkü bildiğimiz Talmu­
dist Yahudilikten farkh olduğunu, büyük bir ihtimalle Ha­
zarların,
Yahudiliğin Karaî mezhebine girdiklerini tesbit
ettik.
Kutschera, Pohakl' ve Koestler gibi bilginlerin iddia­
larının aksine, Doğu Avrupa'nın bu gün sayılan milyonla­
ra ulaşan Talmudist Yahudileri ile Hazarlar arasında gerek
dil ve gerekse gelenek ve görenek bakımından hiçbir ya­
kınlık söz konusu değilken, bu gün Dünyada sayıları çok
251
az olan Karay Türkleri ile Hazarlar arasında kültür bakı­
mından, kan grupları ve kafatası ölçüleri bakımından bü­
yük bir benzerliğin ve ilişkisinin mevcut olduğunu gördük.
Petahyah gibi Talmudist bir seyyahın ifadeleri ve Firko­
vvich'in kolleksiyonunda bulunan materyaller,
Hazarlar'ın
Yahudiliğin Karaî mezhebini kabul ettiklerini ortaya koydu­
ğundan; A. Koestler'in ortaya attığı «Onüçüncü Kabile»nln
sadece bir hayal mahsûlü olduğu ortaya çıkmaktadır. Çün­
kü, sayıları çok az olan, aynı zamanda Karaî mezhebine
giren Hazar Yahudilerinden, bugün sayıları milyonlarla ifa­
de edilen Doğu Avrupa Yahudilerinin çıkması mümkün de­
ğildir. Doğu Avrupa Yahudilerine bir miktar Hazar kanı
karışmış olduğunu kabul etsek bile; Balkanlardan, Orta ve
Batı Avrupa'dan gelen Yahudi göçmenlerine nisbetle, O'n­
ların sayılarının çok az olduğunu ve Doğu Avrupa Yahudi­
lerinin çoğunluğunu Hazarlar'ın oluşturmadığını tesbit et­
miş bulunuyoruz.
Biz, bu araştırmamızda Hazarlar'ın devamını. Doğu Av­
rupa Yahudileri yerine, Balkarlarda, Karaçaylarda ve özel­
likle Karay Türkleri'nde aramak gerektiği sonucuna ulaştık.
Araştırmamızın ikinci bölümünde,
Karaî mezhebinin
esaslarını inceliyerek, Karaîliğin, bir çok noktada Rabbanî
Yahudiliğinden farklı olduğunu, bu mezhebin; İslâm dini
ve özellikle Hanefî mezhebinin büyük çapta tesiri altında
kaldığını ortaya koyduk.
Karaîliğin, bugün bir mezheb olmaktan ziyade Türkçe
konu.şan millî bir topluluğu .hatırlatır olduğunu belirttikten
sonra, Hazarlar'ın torunları olarak kabul ettiğimiz bugün­
kü Karay Türkleri'nin, İnanç, kültür, karakter ve tip bakı­
mından Talmudist Rabbanî Yahudilerden farklı bir yapıya
sahip olduklarını ve onlara benzemediklerini tesbit ettik.
Asırlardan beri Tevrata inanmalarına rağmen, milliyetleri­
ni ve dillerini unutmayan bu insanların, ellerinde bulunan
252
XIII. yüzyıldan kalma Tevrat tercümelerinin incelenmesinin
Türk kültürüne hizmet açısından faydalı olacağına inanı­
yoruz.
Bü araştırmamızda tarihî bir olayı Dinler Tarihi açı­
sından ele alarak inceledik. Vardığımız sonuç, Hazarlar'ın
Yahudiliği kabul etmesi olayı ile Doğu Avrupa Yahudileri
arasında bir ilişkinin olmadığı,
aksine bu olayla Karay
Türkleri arasında bir irtibatın mevcut olduğu hususudur.
Bizim inancımıza göre, Karay Türkleri, Yahudiliği benimse­
yen Hazarlar'ın varisleri ve torunlarıdırlar ve Doğu Avru­
pa Yahudileri İle Hazarlar arasında gözle görülebilecek bir
alaka mevcut değildir.
253
B İ B L İ Y O G R A F Y A
Ahmed Seyyid Cafer, Kırım Türkleri, Türk Yıh, C. I, s. 553
557, İstanbul, 1928
A l f ö l d i , A., Türkler'de Çifte Krallık, II. Türk Tarih Kongresi,
s. 507-519, İstanbul, 1937
Ankori, Zvi, Karaites în Byzantîum,
1959
Nevvyork-Jarusaİem,
Arat, Reşit Rahmetî-Ahmet Demir, Türk Şivelerinin Tasni­
f i , Türk Dünyası El Kitabı, s. 3 0 5 - 3 2 7 , T.K.A.E ya­
yınları. Seri : 1 Sayı : 45, Ankara, 1976
Artamanov, M., The History of the Chazars,
1962
Leningrad,
Avramoğlu, Çağatay Bediî, İstanbul Karaî Türkleri'nde Ni­
şan,ve Düğün Adetleri, Türk Yurdu, C. II, Sayı :
12, s. .33-34, Ankara, 1961
Bar Hebraus-Gregory, Ebu'l-Ferec Tarihî, Çev. Ö, Rıza Doğ­
rul, Ankara, 1954
Barthold, W., Orta Asya Tarihî Hakkında Dersler, Y. Kopr a m a n - l . Aka Neşri, Ankara, 1975
Baştav, Şerif, Sabir Türkleri, Belleten, C. V. Sayı : 20, s.
5 3 - 9 9 , Ankara, 1941
e!-Bekrî, Ebu Ubeydullah b. Muhammed b. Eyyub el-Kurtubî, el-Mesalik ve'l-Memalik, Süleymaniye Küt. Lâ­
leli böl. 2144 noda kayıtlı El Yazması
el-Belazurî, Ebu'l-Hasen Ahmed b. Yahya b. Cafer, Fütûhu'lBuldan, Mısır, 1932
254
el-Birunî,
Ebu'r-Reyhan Muhammed b. Ahmed el-harezmî,
eî-Asaru'I-Bakîye
ani'I-Kuruni'J-HalJye,
Leipzig,
1923
şl-Bondarî, Imsduddin el-katib el-İsfehanî, 2übdetü'n-Nusra
ve Nuhbetü'l-UsE-a, Çev. Kıvemeddin Burslan, İs­
tanbul, 1943
Brockelmann, Cari, Geschichte Der Arabischen ü t t e r a t u r ,
Supplementband, I, Leiden, 1937
Brutzküs, J., Eski Kievvin Türk-Hazar Menşei, A . Ü . Dîl ve
Tarih-Coğrafya Fak. Dergîsa, C. IV, s. 3 4 3 - 3 5 8 ,
Ankara, 1946
Caferoğlu, Ahmed, Çin Kaynaklarmın Saç Ören Türkleri,
V i . Türk Tarih Kongresi, s. 8 9 - 9 5 , Ankara, 1967
Cami, Osmanh Ülkesinde Hnstiyan Türkler, İstanbul, 1932
Çeneli, İlhan, Türk Lehçe ve Şiveleri Sözlükleri, Türk Kül­
türü, Sayı -. 156. s. 3 6 8 - 3 7 1 , Ankara, 1975
ed-Dimeşkî, Şemsüddin Ebu Abdillah Muhammed b. Ebi
Talib el-Endülûsî, Nuhbetü'd-Dehr fî Acaîbi'I-Berri
ve'l-Bahr, Petersburg, 1940
ed-Dineverî, Ebu Hanife Ahmed,
1960
Ahbaru't-Tıval,
Kahire,
D'hsson, Moraja, Moğol Tarihi, Çev. Mustafa Rahmi, İs­
tanbul, 1940
Dunlop, D.M., The History of the Jevvish Khazars, Princeton. 1954
Ebu'I-Fida, İsmail, el-Muhtasar fî Ahvai'l-Beşer, C, I, İstan­
bul, (H.) 1280
Ebu'l-Gazi Bahadır Han, Şecerei Terakime (Türklerin Soy
Kütüğü) Tercüman 1001 Temel Eser
Yayınları,
No : 33 İstanbul
Ebu Hayyan, Esiruddin el-Endülûsî, Kitabu'l-İdrak II Lisani'IEtrak, A. Caferoğlu, Neşri. İstanbul, 1931
255
Eckhart, F., Macaristan Tarihi, Çev. İ. Kafesoğlu, Ankara,
1949
Evliya Çelebi, Mehmed Zıllî b. Derviş, Evliya Çelebi Seya­
hatnamesi, C. V l l . İstanbul, 1928
Fayda, Mustafa,
İslâmiyetin Güney Arabistan'a Yayılışı,
(Doktora Tezi) A . Ü . İlahiyat
Fak. Kütüphanesi
16734 no.da kayıtlı Daktilo yazması
Feher, Geza, Türko-Bulgar, Macar ve Bunlara Akraba Olan
Milletlerin Kültürü, II. Türk Tarihi Kongresi, s.
2 9 0 - 3 2 0 , İstanbul, 1937
G G I I , Philip - C. Norton E. Eliot, Khazars, The Eneyclopedia
Britanica, V. XV, p. 774-776, London, 1911
el-Gırnatî, Ebu Abdillah Muhammed b. Abdurrahim, Tuhfetü'i-Elbab ve Nuhbetü'l-Aceb, Süleymaniye Küt.
Ayasofya Bölg. 3127 No da kayıtlı E! Yazması
Grayzel, Solomon,
1952
A History of the Jews,
Philedelphia,
Grignaschi, Mario, Sabirler, Hazarlar Göktürkler, Vll. Türk
Tarih Kongresi, C. I, s. 2 3 0 - 2 5 0 , Ankara, 1972
el-Hanbelî, İbnu'l-îmad Ebu'l-Felah Abdülhayy, Şezeratü'zZeheb fi Ahbari Men Zeheb, C. I, Beyrut, Tarihsiz
Harkavy, Abraham, Karaites and Karaism, J.E., V, V l l , p.
4 3 8 - 4 4 6 , Newyork, London, 1904
Anan ben David, J.E., V. I, p. 553 - 556, NevvyorkLondon. 1904
Hazarlar, Türk Ansiklopedisi, C. XIX. s. 134- 136 Ankara,
1975
Hazar Türkçesi. Türk Ansiklopedisi. C. XIX, s. 133-134.
Ankara. 1975
Herodotos, Herodot Tarihi, Çev. Perihan Kuturman, İstan­
bul, 1973.
Hold, P.M. -K.S. Lampton - Bernard Levvis. The Cambridgs
History of İslâm, C. I - II, London - Nevvyork, 1970
256
el-Hüseynî, Sadruddin Ebu'l-Hasan AÜ b. Nasır b. Alj,. Ahbaru'd-DevIeti's-Selçukiyye, Çev. Necati Lugal,
Ankara, 1943
İbni Bîbî, el-Huseyn b. Muhammed b. Ali el-Caferî er-Rugadî, el-Avamiru'[-Alaiye, {i'l-Umûri'l-Alaiye, An­
kara, 1956
İbni Fadlan, Ahmed b. el-Abbas b. Reşid b. Hammad, Rihletu İbni Fadlan, Z.V. Togan Neşri, Leipzig, 1939
İbni Haldun, Abdurrahman el-Mağribî, Kitabu'l-İber ve Divanu'l-Muptedeî ve'l-Haber, C. II, Beyrut, 1967
İbni Hassul, Ebu'I-A'la, Tafdîlu'l-Etrak alâ Sairi'/-Ecnad, Ş.
Yaltkaya Neşri, Belleten, C. IV, Sayı : 1 4 - 1 5 ,
Ankara, 1940
İbni Havkal, Ebu'l-Kasım en-Nasibî, Sûretü'l-Arz, Topkapı
Sarayı Küt. A, 3346 No da Kayıtlı El Yazması
İbni Hişam, Ebu Muhammed Abdülmelik,
beviyye, C. I, Kahire, 1937
es-Sîretu'n-Ne-
İbni Hurdadbih, Ebu'l-Kasım Ubeydullah b. Abdullah,
Memalik ve'I-iVlesalik, Leiden, 1889
el-
jbni Kesir, İmadüddin Ebi'l-Fida İsmail b. Ömer, el-Bıdaye
ve'n-Nihaye, C. II, Beyrut, 1966
İbni Miskavayh, Ebu A l i Ahmed b. Muhammed, Tecarubu'lUmam ve Avakîbu'l-Himem, C. I, Süleymaniye
Küt. Ayasofya Böl. O. 3116 No da Kayıtlı El Yaz­
ması
İbni Rusteh, Ebu A l i Ahmed b. Ömer,
Leiden, 1891
el-Ağlaku'n-Nefise,
İbni Tiktaka, Muhammed b. Ali b. Tebateba, Kitabu'I-Fahrî
fî Adabi's-Sultaniye ve'd-Duvelî'Mslâmiye,
Mısır,
H. 1317
Ibnu'l-Edîm Kemalüddin Ebu'l-Kasım Amr, Buğyatu't-Taleb
f i Tarihî Haleb, Ankara, 1976
257
İbnu'l-Esir, Izzüddin el-Cezerî Eş-Şeybanî,
el-KamiJu fi'tTarih, C. I, IV, Beyrut, 1965. 1967
İbnu'l-Fakih, Ebu Bekr Ahmed b. Muhammed el-Hemedanî,
Kitabu'l-Buldan, Leiden, 1885
İbnu'n-Nedim, Muhammed b. İshak b. Ebi Yakub, el-Fîlırist,
Leipzig, 1871
İbrahimoğiu (Avramoğlu) Çağatay Bediî,
Karay Türkleri •
Hakkmda bir Bibliyografya Denemesi, Türk Kültü­
rü Araştırmaları, — 1 — s. 170- 179, Ankara 1964
İnan, Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şananizm, Ankara. 1954
İnan, Afet, Orta Kurun Tarihine Umumî Bir Bakış, J. Türk
Tarih Kongresi, s. 4 0 5 - 4 4 4 , İstanbul. 1932
İstahrî. Ebu İshak İbrahim b. Muhammed, Kitabu'l-Mesalik
ve'l-Memalik. Süleymaniye Küt. Ayasofya Böl. K.
2613 No da Kayıtlı El Yazması
İzmirli, İsmail Hakkı, Şark Kaynaklarına Göre Müslüman­
lıktan Evvel Türk Kültürünün Arap Yarımadasında­
ki İzleri, n. Türk Tarih Kongresi, s. 2 8 0 - 2 8 9 , İs­
tanbul, 1937
Kafesoğlu, İbrahim. Hazar Kağanlığı,
s. 146-159, Ankara, 1977
Türk Millî Kültürü,
el-Karamanî Ebu'l-Abbas Ahmed b. Yusuf Sinan b. Ah­
med,
Ahbaru'd-Duvel
ve
Asaru'l-Uvel, Top­
kapı Sarayı Küt. K. 886 No da Kayıtlı El Yazması
Karaşemsi, Reşit Saffet, Hazar Türkleri, İstanbul, 1934
el-Kazvinî, Zekeriya b. Muhammed b. Mahmud, Asaru'l-Bi­
lad ve Ahbaru'l-İbad, Beyrut, 1969
Kaydu, (Sarıkçıoğlu) Ekrem, Yahudi Hristiyanların (Ebionit­
lerin) Tarihi ve Teolojileri, A . Ü . İlahiyat Fakülte­
sinde 1977 Yılında Verilmiş Doçentlik
Deneme
Dersi Notları, (Daktilo Yazması)
258
el-Kırkisanî, Ebu Yusuf Yakub b. İshak, Kitabu'l-Envar ve'lMerakib, C.I, Nevvyork, 1939
Kırzıoğlu, Fahrettin, Ahıskalı Dört Halk ,|^airimizden Birer
Parça, Türk Kültürü, Sayı : 47, s. 8 4 - 9 8 , A n k a r a
1966
Kitab-ı Mukaddes
Kmosko, Michael, Araplar ve Hazarlar, Çev. A. Cemal Köp­
rülü, Türkiyat Mecmuası, C. III, s. 133- 155, İstan­
bul, 1935
Koestler, Arthur The Thirteenth Tribe, Nevvyork, 1976
Kohler, Kaufman, Karaites and Karaism, J.E., V. VII, p. 446448, London -Nevvyork, 1904
Koşay, Hamit, İdil-Ural Bölgesindeki Türklerin
Menşei.
V. Türk Tarih Kongresi, s. 232 - 243,-Ankara, 1960
Kovvaski. Tadeusz, Karaimsche Texte im Dialekt von Troki,
Krakovvie, 1928
Lehistan'da Türkler, Ulus Gazetesi, 6.6.1935, No :
4977
el-Kufî, İbni A ' s a m , Fütûh, C. I, II, Topkapı Sarayı Küt. Ah­
med III. Böl. 2956 No da Kayıtlı El Yazması
Kur'an-ı Kerim
Kurat, Akdes Nimet, Hazar Kağanlığı, Türk Dünyası El Ki­
tabı, s. 743-745, Ankara, 1976
Kutluay, Yaşar, İslâm ve Yahudi Mezhebleri, Ankara, 1967
Kutschera, Hugo Freihern von, Die Chasaren, Wien, 1910
Kuzgun, Şaban, Zü'l-Karneyn Meselesi,
Ercîyes Dergisi,
Sayı : 48, s. 19 - 2 1 , Kayseri, 1982
Levvis,
Bernard, A Karaite Itinenary through Turkey in
1641 - 2 , Vakıflar Dergisi, Sayı : 3, s. 315-325,
Ankara, 1956,
el-Makdisî, el-Beşşarî, Ahsenu't-Tekasim, Leiden, 1906
259
el-Mal<rİHÎ. Takiyyuddin Ahmed b. A l i , es-Sülûk fi Düvelt'lMüSûk, C. I, Sijleymaniye Küt. Fatih Böl. 4376 No
da Kayıtlı El Yazması
Mann, Jakob, A Polemical Wark Against Karaite and Other
Sectaries. J.O.R., (N.S.) V. XII, p. 134-194, Lon­
don, 1921
Mai-cus-Jakob, The Jews în the Medieval VVorld, Philedelp­
hia, 1961
Margolis, Max L.-AIexander Marx, A History of the Je­
vvish People, Philedelphia, 1962
Marguart, J., Osteuropaische und Ostaiatische Streifzüge,
Leipzig, 1903
Mehmet Neşrî, Cîhan-Nûma, (Neşrî Tarihi)
1949
C. l, Ankara,
Mervezî, Şerefe'z-Zaman, Tabaia'l-Hayavan, London, 1942
el-Mes'udî, Ebu'l-Hasen b. el-Huseyn, Murûcu'z-Zeheb ve
Meadinu'l-Cevher, C. I, Beyrut, 1965
et-Tenbih ve'l-İşraf, Bağdat. 1938
Miliman, Henry, H., The History of the Jews, V. III, Lon­
don, 1863
Minorsky, V., HudûduM-A'lam, Translated f r o m Russian by
E.J.W. Gibb, London, 1937
Moravcsık, Gy., Türklüğün Tetkiki Bakımından. Bizantolojinin Ehemmiyeti, II. Turk Tarih Kongresi, s. 483 497, İstanbul, 1937
Müneccimbaşı, Derviş A h m e d , Sahaifu'l-Ahbar, Çev. Şair
Nedim Başkanlığında Bir Komisyon, C. I, İstan­
bul. H. 1285
M. Şemseddin, Mufassal Türk Tarihî, C. I, İstanbul, H, 1338
Necib Asım-Mehmet Arif, Osmanh Tarihi, C. I, İstanbul,
H. 1335
260
Nemoy, Leon, Anan ben DavSd, U.J.E., V. î. p. 293, Newyork. 1948
Early Karaism, J.O.R., V. XV, p. 307-315, Nevv­
york, 1950
Kraîtes, U.J.E., V. VI, p. 3 1 4 - 3 1 9 , Nevvyork, 1948
Karaites, Eneyclopedia of İslâm, V. IV, p. 600607, 1975
Karaite Antology, New Haven, 1952
Nizameddin Şamî, Zafername, Çev. Necati Lügal, Ankara,
1949
en-Nuveyrî, Şihabuddin Ahmed b. Abdülvahhab, Nihayetu'N
Erefo f i Funûni'5-Edeb, C. I, Kahire, 1954
Orkun, Hüseyin Namık, Türk Tarihi, C. II, Ankara, 1946
Ögel, Bahattin, i s l a m i y e t t e n Önce Türk Kültür Tarihi, An­
kara, 1952
Türk M i t o l o j i s i , Ankara, 1971
Türk Kültürünün Gelişme Çağları, I. Baskı, İstan­
bul, 1971, 11. Baskı, Ankara, 1979
el-Ömerî,
Ahmed b. Yahya b. Fadlullah Şihabuddin, ,Me
saliku'l-Ebsar fî Memaliki'l-Emsar, C. III, Süley­
maniye Küt. Ayasofya Böl. 3416 No da Kayıtlı El
Yazması
Öztuna, Yılmaz, Türkiye J a r i h i , C. I, İstanbul, 1963
Poliak, A.N., The Jevvish Khazar Kingdom in the Medieval
Science, CollectJon des Travai!x de TAkademie
Internationale d'Historse des Sciences, No : 8,
p. 4 8 8 - 4 9 3 , Paris, 1959
Poznanski, Samuel, Karaites, E.R.E., V, VII, p, 662- 672,
Nevvyork, 1951
The A n t i Karaite VVriîtîngs of Saadiah Gaon, J.O.R.,
(O.S.) V. X, p. 238-276, 1898
2B1.
Pritsak, Omeljan, Philologiae Turcicae Fundamenta, Band :
I, p. 319-340 VViesbaden, 1959
Rasony, Laszlo, Türk Devletinin Batıdaki Varisleri Hazarlar,
Tarihte Türklük, Ankara, 1971
Remzi, M. Murat, Telfiku'l-Ahbar ve Telkihu'l-Asar, C. I,
Orenburg, 1908
Reşidüddin Fazlullah, Camiu't-Tevarih, C. i l , Ankara, 1960
Rosanthal. E.İ.J., Religion in the Middle East, V. I, II, Lon­
don, 1976
Roseni:hal, Herman, Chazars, J.E., V. IV, p. 1.-7, Nevvyork,
1903
Rosten, Leo, A Guide to the Religron of America, Nevvyork,
1955
Runciman, The. Hon. S., Orta Çağların Başında Avrupa'da
Türkler, Belleten, C. IH, s. 4 6 - 5 7 , Ankara, 1943
Schimmel, Annamarie, Dinler Tarihine Giriş, Ankara, 1955
Suyûti, Celalüddin
Abdurrahman b. Ebi Bekr b. Muham
med, el-Camiu'l-Kebir,
C. III, Süleymaniye Küt.
Yusuf Ağa Böl. 97 No da Kayıtlı El Yazması
Süleyman Hüsnü, Tarih-i Âlem, İstanbul, H. 1327
Sümer, Faruk, Oğuzlar, Ankara, 1972
Şapşaloğlu, Süreyya, Kırım Karaî Türkleri, Türk Yılı, C. l,
s. 576-615, Ankara, 1928
Şehristanî, Ebu'l-Feth Muhammed Abdülkerim b. Ebi Bekr
Ahmed, el-Milel ve'n-Nihal, C. 1, Kahire, 1968
Şelebi, Ahmed, Mukarenetü'l-Edyan, C. I, Kahire, 1966
Şeşen, Ramazan, İbni Fadlan Seyahatnamesi
İstanbul, 1975
Tercümesi,
Şişman, Simaka, Abraham Firkovvich'in Yazmalar Kolleksiyonu, Vlll. Türk Tarih Kongresi Bildiri Özetleri s,
44, Ankara, 1976
Şişman, Simon. İstanbul Karayları, İstanbul Enstitüsü Der­
gisi, C. III. s. 9 7 - 1 0 2 , İstanbul, 1957
262.
Taberî, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Tarihu'r-Rusül ve'IMülûk, C. 1, II, Mısır, 1960
Tanyu, Hikmet, Tarih Boyunca Türkler ve Yahudiler, C. I,
İstanbul, 1976
Türklerin Dinî Tarihçesi, İstanbul, 1978
Taplamacıoğlu, Mehmet, Dîn Sosyolojisine Giriş, Ankara,
1968
Togan, Zeki Velidî, Hazarlar, İslâm Ansiklopedisi, C. V, s.
3 9 7 - 4 0 8 . İstanbul, 1964
Umumî Türk Tarihine Giriş. İstanbul 1970
Turan, Osman, Selçuklular Tarihî ve Türk İslâm Medeniye­
t i , Ankara, 1965
Vanî Mehmet Efendi, (Muhammed b. Bestam el-Hoşabî],
Araisu'l-Kur'an ve Nefaisu'l-Furkan, C. İ l , Beyazıt
Devlet Kütüphanesi 67 No da Kayıtlı El Yazması
VVieder, N., The Oumran Sectaries and Karaites,, J.O.R.,
V. XLVI-XLV1I, p. 9 7 - 1 1 3 , 269-292, London, 1956
Yakub es-Salis, eş-Şühedau'l-Hîmyeriyyune'l-Arab
saiki's-Süryanîyye, Dimeşk, 1966
fi'I-Ve-
Yakubî, Ahmed b. Cafer b. Vehb b. Vadıh, Tarîhu Yakubî,
Leiden, 1883
Yakut el-Hamevî, Şihabuddin Ebi Abdillah, Mu'cemu'l-Bul­
dan, C. II, Beyrut, 1956
Yıldız, Dursun Hakkı,
Müslümanlığın Hazarlar Arasında
Yayılması, V l ! l . Türk Tarih Kongresi Bildiri Özet­
leri, s. 58, Ankara, 1976
Zajaczkovvski, Ananiasz, Karaims Ih Poland, VVarşzavı/, 1961
Zajaczkovvsi, VVlodzimierz, Karaites, Eneyclopedia of İs­
lâm, V. IV, p. 608-609, 1975
Üran-Altaische Jahrbucher Pordselzung der «Un­
garischen Jahrbucher» Herausgegebegen
von
Gyula Descy, B. 48, p. 250 - 257 VViesbaden, 1976
263
I N D EX
— A —
n
Altmordu, 41, 218
Amasya,
Aaron
ben
Joseph,
17ö, 200,
248
fA.B.D,),
177, 185,
189, 193, 221
Aaron ben
Adülkadir
Judalı, 247
İnan,
Abdurrahman
Anadolu,
86 -
12, 14, 30, 118, 126,
133. 136,. 137 167, 168. 185
III, 2
Anan ben David,
Abhazlar, 20
Abisken,
170, 171
Amerika
7, 118, 152,
168, 178, 182, 197-203. 210-
56
215, 225, 238
Abraham
Aben
Yashar,
250
Abraham
Firkowich, 3, 5, 6,
118, 119, 130, 132, 172, 184,
249, 250
Ananias
88,
ZaJ£U3zkowski,
104, 121-124,
9; 71,
128, 135,
145, 250
Anastasyos, 20
Abraham Harkawy.
3
9, 98,
Antalya, 170
118, 119, 163, 194, 199, 210,
Anuşirvan. 25, 50
244
Arap (-lar), 5, 6, 8, 16, 20. 29.
Abraham el-Fasî, 246
Abraham
Nowicki,
250
31. 33, 50, 54. 55 65, 67, 74,
96
Arpad, 70
Açina, 26
Ağaçeriler,
Arran,
19
91
Alımed b. Kûye, 95
Artamanov, 8, 21, 77 88, 111
Ahmet Caferoğlu,
Artlıur Koestler,
193
122, 129, 133
Akatzirler, 16
17, 115, 120,
143
Akdes N. Kurat, 9, 18, 27, 37
Aslar, 21, 35, 48, 61
Alanlar 21, 30 35. 48, 50, 61
Astarhan,
Alarik, 68
Asya Sarmatyası,
Albania, 29
Aşot. 29
Algiray, 219
Atilla, 24. 25, 49
Avar
• Allak, 25
Ahnanya.
97, 132, 143
Altaylar,
(-lar), 22, 47
—
40, 136
86
(") Bu indexte,
20
Azak, 29, 37
Almos, 70
Alparslan,
190
Babenko,
B —
66
sadece, eserde geçen yer, şahıs, ülke/topluluk
v.b. isimler yer almaktadır. Muhtevamn fazla kabarması
deni ile genel index yapılmamıştır.
264
ne­
Bulgar (-lar), 22, 28, 29, 33, 35,
Babilonya. 133, 169
Bağandi, 75
Bağdat, 117, 131, 159, 166
Bahattin ö g e l . 9, 21, B6
Balıçesaray, 219
Balat, 176
Balkar, 124
Balkanlar, 132, 139, 179
Baltatiymez, 118
Bardaa, 5 5
Barila, 21
Barsilalor, 23
Barsilien, 21
Barthold, 8, 18, 126
Basbakov, 222
Basili, 22
Batu Han, 41
el-Belazurî. 7
36, 43, 47-50, 60, 63, 65, 75
Burtaslar. 33, 47
Buxtrof, 225
Bünyan, 136
— C —
Cambridge 4, 5
Casimir Jagellonid, 218
Cassel, 78
Cerrah, b. Abdullah el-Hakemî, 31
Cezair, 102'
Charles N. Eliot, 8, 226
Ciyl, 34
Belencer; 26, 28, 31, 32, 47, 75
el-Bekri, 7, 101-103
Belçika, 190
Benjamin en-Nihavendî, 7, 155
166 212, 245
Benyamin, 80
Berke Han, 41
Beyda, 31, 32, 75
Beyrut, 20
Bezne. 48
el-Birunî, 8, 156
Birze, 219
Bizal (Bazil), 48
Bizans, 2. 6. 12, 24-27, 30. 35-39,
43-46, 50-53, 57, 65, 74, 76,
91, 104, 108. 115, 130, 133,
137, 160',.. 167-169, 176-179,
202, 217
Brockelmann, 102
Buhara, 59, 75
Bulan, 65, 101, 108, 118, 122,
126. 178
|
Costantin. 52, 92
Costantine
Porphyrogenitus,
6, 61 77
Ctostantinos, 124, 237
Cürzan, 25
Gürzler, 20
Czortkover, 123
— Ç
-
Çağatay B. İbrahimoğiu.
186
8,
Çağataylar, 63
Çeremiş, 48
Çiçek, 52. 68, 71, 91
Çiftkale, 118, 219, 238, 249
Çin, 22, 30, 50, 65, 139, 177
Çuvaşlar, 63, 123, 124, 127
— D —
Dağıstan, 31, 37
Daniel el-Kumisî, 7, 196, 246
Danyal, 68
Darius, 16
Daryal, 23, 49, 101
265-
David ben Abraham
169
el-Fasi,
David ben Boaz, 246
David Kuliizov, 249
David Licha, 187
Hz. Davud, 195, 197
DavTid ben Sulaiman, 247
Dekalf, 58
Denikin, 189
Derbent, 25, 35
Desna, 33
Deylem, 34, 56
Dımeşkî, 7, 20, 111
Dicle. 73 ,
Dinever, 25
Dinyeper, 28, 29, 33, 128, 132
Dinyester, 29, 37
Don, 29, .32, 37, 136
Donietzka, 40
Dunlop, 8, 17, 115
Dursu, 22
-
E
-
Elizalı Mizrahi, 183
Eliyahu. 158
Eliyahu ben Abraham, 160
Eminönü, 176
Emir Hüseyin, 41
Endülüs, 2, 16
Ermem (stan), 4, 6, 12. 14, 15,
20-23, 27-32, 69. 93. 104, 126,
133, 161, 167-169. 177, 179,
184, 185, 210, 218
Erran, 25
Essenîler, 63, 209, 210
Eudocia. 51
Evs, 53
_
F
Fadlun el-Kürdî, 39
Fadıl b. Y a h y a el-Bermeki, 32,
55
Fas, 169
Fatih, 76
Filistin 66, 98, 121, 150,
168,
171-173, 185
Ebionitler, 212
Ebu Hanife 157, 158, 182, 198,
Fin, 33
213, 214
Ebu Hüreyre, 15
Ebu İsa, 152, 162
Ebu'l-Bayyan, 247
Ebu'l-Ferec Furkan, 247
Ebu'l-Ferec Harun, 247
Ebu'l-Fida, 11, 213
Eckhart. 70
Edirne, 170-173
Elazığ, 136
Fustat, 4
El-Bab ve'l-Ebvab, 25, 28, 32,
54
Eliiah ben Moses Başiacı, 176,
248
Elijalı
266
Kazaz, 250
Fransa,
117, 138, 139, 190
— G —
Gabriel Firkowich. 250
Gagavuz, 28
Gangra, 170
Geza Feher, 68
Gımatî, 68
Gini, 123
Gotlar, 32, 92, 100, 132
Göktürkler, 8. 18, 23, 26. 27,
28, 49, 50
Gözleve, 219, 228, 243
Grodiska, 40
Guz, 35, 37
•Gürcü (4er), -İstan), 19, 23, 25,
49, 170
— H —
Hacı Tartian, 134
Halep,, 169
Halicz, 219
Hananiah, 157
Hanbahh, 73, 75
Hannah, 239
Hanukah, 80
Harizm,, 26, 37, 46, 94
Harun, 80
Harunu'r-Reşid, 32, 55, 99, 103
Harzem, 30
Hasköy, 171, 185
Hasdai ibni Şarput,
2-4, 16,
104, 122 •••
Hazarşah, 136
Hazreç, 53
Hemedan, 152
Henry H. Millman, 17
Heraclius, 26, 51
Herman Rosenthal, 8, 17,. 78,
118, 130
Herodot, 16, 19
Hezkiya, 80
Himyerliler, 10
Hikmet Tanyu, 9, 85, 87
Hind (-İstan), 74, 184
Hireliler, 15
Horasan. 89
Hun
(-lar), 19-25, 47, 49, 65
Hürmüz, 50
• Hüsamettin Emir Çoban, 40
Hüseyin N . Orkun, O, 18, 28
-
I-İ —
Irak, 98, 157, 161 162, 176, 179.
184, 187
İberya, 25'
İbni Asakir, 15
İbni Fadlan, 7, 77
İbni Haldun, 7, 17
İbni Hassul, 59
İbni Havkal 4, 7, 8, 73, 77, 7ü
İbni Hişam, 11
İbni Hurdadbih, 77, 79
İbni Kesir, 88
îbni Miskavayh, 7, 16, 17
îbni Rusteh, 7, 61, 73, 77 87.
110
îbni Sa'd, 89
İbni Tiktaka, 58
İbnu'l-Esir, 7, 19
İbnu'l-Fakih, 7, 109, 112
İbnu'n-Nedim, 8
Hz. İbrahim, 85, 88-90, 147
İbrahün Kafesoğlu, 9, 18,
İgor, 40
İlyas Bey Kazaz, 229
İmamî, 48
İngiltere, 117, 190
İran, 12, 16, 67, 98, 104, 126,
132, 161-163, 167. 168, 177,
179, 184, 210, 217. 218
Hz. İsa, 130, 159. 194, 207, 210,
214. 220, 236
Isaac Abraham Akrish, 3
Isaac ben Abraham Troki, 248
ls.aac Iskavi, 157
îsaac Sinanî, 240
İseviye, 162, 164, 209, 2İ0
îsfehani, 20
Hz. İshak, 80, 98
İshak Sangarî, 98, 118, 171, 178
İskandinavya, 30. 65
İşkiller, 34
Hz. İsmail, 89
İsmail Ukbari, 245
267
İspanya, 2, 3, 102, 138, 139, 169,
170, 179 183, 184
İsrail C-ogulları, Benî
İsrail),
10, 91, 114, 120,
143-145,
147, 167, 179, 180, 185, 187,
193, 197
İstahrî, 77, 91
İstanbul, 3, 9, 76, 102. 170, 176,
179, 185-191, 217, 221, 243
isviçre, 117, 187, 190
İtalya, 42, 139, 183
İsmail H . İzmirli, 33
İtil, 5, 33, ,36, 37, 73, 85
îvan, 40
İzzettin Keykavus, 41
— J —
Kaı~adeniz, 2, 23, 28, 30. 216,
217
Karaçay (-lar), 124, 135, 222
Karaimszki. 219
Karaköy, 172
el-Karamanî, 17
Karamzin. 18, 40, 126
Kaufman Kohler, 9-, 158
Kayseri, 136
Kazak (-lar), 13, 63, 133. 182,
103, 218
el-Kazvinî, 7, 17, 73, 77
Keş, 41
KLbns, 170
Kıpçak (-lar),
39-41, 57, 127129, 137, 154, 178, 218, 217
lürgız, 63
Jakob ben Reuben, 121, 247
Jakob ben Simeon, 247
Jakob Maleki, 250
Jakob Maım, 9
Japonlar, 78
Kırım, l, 4, 5 9, 29. 32, 37, 39,
48, 53, 108, 115-119, 125,
128-134. 139, 142, 168, 171175, 178, 179, 186-193, 202,
216-221, 225, 233, 238
Jehudah ben Barzellai, 3
Johann Schildperger, 117
Joseph ben Moses, 246
Judah Elijah Hadast, 176
Jullian, 24
Justinianos, 51, 52
Kışevi, 75
Kiew, 108, 134, 140, 143
Kiril, 92
Kocaeli, 118
— K —
Kabarlar, 34
Kabe, 88
48
Kafkas (-lar, -ya), 1, 4, 5, 21,
24, 25, 29, 33, 38, 48, 55,
98, 109, 126j 133, 135, 161,
167, 168, 176, 191
Kahire, 162. 169, 185, 187, 211
Kalizler, 34, 48, 180
Kama, 33
Karabarda. 135
268
Kovvalski, 9, 113, 117, 222 223
Kronie, 219
Kubad, 25, 50
Kuban, 13, 30, 33, 191
Kudüs, 152, 160. 162, 166-169,
176, 182, 185, 188, 197, 200,
201, 238
Kum, 152 ,
Kuman (-lar), 15, 90, 124, 127,
134 137, 157, 178, 180, 191,
216, 217,. 223
Kumisiye, 165
Kumuk, 124
Kuridah, 24, 25
Kutschera, 8, 18 07, 109, 115,
116, 131. 133, 171
Kuturgur, 47
Larisi, 95
Lazsio; Rasony, 8.
Lebedlas, 60.
Lecapenus, 35
Leningrad, 3
Leon, 52
Leon Nemoy, 7, 9, 161-164, 167,
176, 181, 192, 193 215, 345,
246
Ijgetti, 222
Litvanya, 178, 191, 218, 219
Luck, 219, 227
Lût Gölü, 162, 163
Lvov, 219
— M —
Macar (-İstan, -lar), 33-35, 48,
60, 69, 70, 134. 222
Makabiler, 151
Makdisî, 55, 95
Makrizî, 59
Malik er-Ramll, 245
Mançtuya, 177, 185, 189
el-Mansur, 152, 159
' Mario Grignaschi, 8, 18, 19
Marquart, 21
Mayatskö, 67
Mekke, 54
Memun; 55, 56, 95
M e m u n b. Mııhammed, 95
Menahem, 80
Menaşe. 80
Menkub, 219
Mervan. 31. 55, 94
Mervezî, 73 BO
Mesleme .1?. Abdülmelik. 30, ,aı
Mes'udî, 7, 17, 18, 56. 79i' 81,
87, 95, 110
Mezopotamya, 3Ö
Mısır, 4, 138, 167-181, 185, 187,
190-193
Michael Kmosko, 8, 28
Miçeforos, 20
Minorsky, 8, 18, 63
Mirvan, 49
Moğol (-lar), 41, 57, 135, 137,
140 219
Moraco, 169
Moses ben Abraham Darî, 247
Moses Chorene, 6, 20
Moses Kalonkatacı, 70
Moses Mordecai, 248
Moskova, 133
Hz. Muhammed.: 15, 90, ,94,
106, 194, 207, 210, 214, 236
M z , Musa, 1, 77 113, 147, 148,
149, 194-197, 2.14, 215, 236
Musa ez-Zaferanî, 245
Musul, 31
Muskan, 152
Müneccimbaşı, 85, 87
Mytislav, 39
,N —
Nabatlılar, 15
Necran, 11
Nemeth,. 64
Nisan Kukizov, 249
Nisi, 80
Nizamettin Şamî, 41
Npnnanlar, 48
Nuh, 16
269
^
o
~
Obedya,
7b. 80, 99, lOO 111,
115, 117, 131
Obrianlar, 29
Odesa, 170
O ğ u z Han, 89
Oğuzlar, 28, 35, 30, 3Ö, 43, 57-61
Oka, 28
Olbja, 132
Onogur, 47, 65
Hz. Osman. 28
Osmanlılar, 58, 76
Osman Turan, 59
Ovadius Pllecki, 250
Oxford, 3
Hz. Ömer, 15 28
— P —
Pavenezy, 219
Peçenek (-ler), 34-43, -18, 50,
61, 96, 135
Peringer, 226
Pers (-liler), 24-26, 49-51
PeruşLler. 150, 159-161
Petahyah, 114-117 131, 216-218
Petron, 52
Phihp L. Gell, 8, 8, 19
Philo, 212
Plano Caprini, 41 93, 136
Poliak, 3, 4, 8, 65, 133
Polonya, 9 71, 72. 97, 129, 134,
138, 139, 178, 182, 18&-1&3.
216, 218, 220-228
Polovtsi, 39
Polyan, 48
Pompiany, 219
Portekiz, 184
Povjsol, 219
270
~
R
~
Radimiç, 48
Radloff, 226
Reicher, 123
Remzi Murat, 9, 15. 27, 63, 235
Ren Nehri, 138
Reşit S. Karaşemsi, . 9, 2ö, öl.
135, 138, 235
Ribakov, 3
Roma, 49-51, 138, 142
Rum .(-lar)
4-6, 27, 179. 181,
186
Rus (lar -ya), 4-8, 13, 34-43.
47, 50, 53, 56, 57, 62, 87. 92,
94, 136, 137, 181, 102, 193,
218, 221, 222, 244
— S —
Saadia Gaon, 118, 184, 181. 247
Sabar, 18
Sabir(-ler), 8,
28, 29, 47
Saborean, 158
Sabulon, 80
18, 22, 23, 26,
Sadukiler, 151, 159, 163, 194,
206, 209, 210
Sahi ben Mazliah, 246
Said el-Hareşî, 31
Sakalibe, 87
Sakarya, 118
Saksın, 40, 134, 135
Salaty, 213
Samayloviç, 221
Samiriler, 163, 164. 209
Samuel, 239
Samuel Pigit, 250
Samuel Pampula, 25
Samuel Poznanski, 192, 210
Saray, 41
Sargon, 150
Sarigsin, 73
Sarıkşar, 75
Sarkel, 33-37. 52. 69
Sarogur, 26
Sasanİ (-ler), 17, 65
Saul, 245
Savir, 48
Sebeos, 27
Selanik, 170, 171
Selçuk (-lular), 40i 41, 58, 59, 76
168
Selman b. Rebia, 28, 29
Semender, 26, 32, 47. 73, 75
Severyan, 48
Sibirya, 187, 189, 192, 193, 220
Simhah Bobowıch, 250
Simon Firkovich, 250
Simon Şişman, 9, 240. 250
Siüt, 32. 55, 69
Slav (-lar), 28, 33, 34, 71, 86,
_
T
—
Taberî, 7, 17, 28, 23
Taberistan, 34, 56
Taman, 132
Tamatarhan, 37, 38
et-Taras, 170, 247
Tarna, 48
Tamiak, 22
Tatarlar, 128, 192
Tatlar, 71
Taurus, 48
Teodora, 51
Teofil, 52
Teophanes, 20, 27
Tiber Aspimar, 52
Tiberius. 51
Tiflis, 32
TtfUsiye, 165
Timur Leng, 41
Tiriş, 16
Togarma, 22
132. 191
Solomon ben Jeruham, 246
Solomon Grayzel, 97, 133, 134,
Tobias ben Moses,
247
183
Sulkat, 119
Suriye, 30, 167-171, 179, 184,
Süreyya Şapşaloğlu, 192, 227,
250
Tolstov, 99
Topkapı Sarayı, 4, 5
Trabzon, 170, 223
Trakya. 171, 185
Troki, 219
Suvar (-lar), 19, 23, 75
Suyutî. 15
Sübidey, 41
Hz. Süleyman, 200
Sümer, 53
Tudelli Benjamin, 172
Tuna, 28
Tur-ı Sina, 149
Türkistan. 30, 126
Türkiye, 8 117, 193
Svyatoslay, 8, 34, 37
-
Ş
_
Şam, 169
Şudgan, 164
Şudganiye, 164, 200, 210
170, 177,
- U - Ü Ubaça. 80
UhduH, 10, 11
Ukbariye, 165
U k r ^ y a , 133, 134
271
Yakut el-Hamevî, 7, 63
Upita, 21Ö
Ural, 12, 95), 217
Ugrianlar, 29
Uygur, 20
Uyur, 48
Uzlar, 34
Ürdün, 188
Üsküdar, 176
_
v
.
w
Yaltutlar,
Yanur, 48
Yayık, 30 •
Yefeth b, Ali, 120, 246
Yehuda, 10, 147
Yehuda Halevî, 104, 122
Yehuda ha Nasi, 149
Yemen, 53
Yezid b. Useyd, 55
—
Vambery, 135
Vanî Mehmet Efendi, 88
Varegler, 34-36, 48
Vernis, 31
Vilno, 219, 227, 235, 243
Vitold, 218
Vladimir. 39, 108
Vnndu-, 48
Volga, '4-7, 63, 136
Vyatic, 48
VVlodzimierz
Yudgan, 125
Yudgajıiye, 164, 209. 210
Yunan (-lüaı-), 78, 138, 139
Yusafat,
76, 98, 100, 117, 119, 122,
131
Yusuf ben el-Beşir, 247
ZajaczkowBki,
— Z —
Zagora, 22
Zekî V , Togan, 9, 18, 64, 63,
ıVVrangel, 189
68, 78, 126rl28, 134
— Y
Yafes, 16, 22, 121
Yakub, 10. 147, 162
Yakub
el-KırkisaJiî,
118
Yusuf, 2, 4, 16, 22, 48, 57, 72,
250
7,
121, 125, 213, 237, 246
272
86
120,
Ziebel, 26, 27, 51
Zû Nuvas. 10, 11
Zü'l-Karneyn, 88, 90
2vi Ankori,
8, 115, 116, I20-
122, 170-73, 178, 191-193
Download