Medine Vesikasının Özgürlük ve Çoğulculuk Açısından Tahlili

advertisement
Medine Vesikasının Özgürlük ve
Çoğulculuk Açısından Tahlili
Bilal Sambur
Prof. Dr. | Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
liberal düşünce Yıl 19, Sayı 76, Güz 2014, s. 179-186
Modern toplumlarda ortaya çıkan bir arada yaşama sorunu, tarihte yaşanan
başarılı birarada yaşama uygulamalarını gündeme taşımıştır. Modern ulusdevletin otoriter vasfı, öteki olarak tanımlanan toplum kesimlerinin bir arada
nasıl yaşayacağı sorununun ortaya çıkmasında en önemli faktördür. Modern
ulus devlet, yapısı gereği çoğulculuğa kapalı bir siyasal arka plana sahiptir.
Bunun nedeni ulus devletin, ulus bilincine dayalı, tekçi, bölgesel ve dayatmacı nitelikte bir yapıya sahip olmasıdır. Farklı olana karşı asimilasyon, etnik
temizlik veya barış içinde birarada yaşama temelinde yaklaşımlarda bulunulabilir. Asimilasyon, ulus devletin temel yaklaşımıdr. Ötekinden nefret duymak ve ona düşmanlık yapmak, onun yok edilmesi sonucunu doğurmaktadır.
Barış içinde birarada yaşama seçeneği en insanî olandır. Bir arada yaşama
pratikleri konusunda doğudan, batıdan, kuzeyden, güneyden, kısacası bütün
insanlığın tecrübesinden yararlanmalıyız. Tek model yeterli değildir, modellere ihtiyaç vardır.
Çoğulculuk ve iletişim, insan hayatının temel gerçeğidir. Allah, insanlığı
çoğulculuk içinde yaratmıştır. Çoğulculuk içinde yaratmasının nedeni,
insanların bilişmesi, tanışması ve iletişim kurması içindir. Başka bir ifade
ile insanlar çatışmak için değil tanışmak için yaratılmışlardır (Hucurat Suresi, 13). İnsanlar, tek tipleştirilmeye zorlanamaz. İnsanları homojenleştirmeye
çalışmak, Allah’a ve insana karşı isyan ve azgınlık anlamına gelmektedir.
Kur’an, homojenleştirilmeyi reddetmekte ve çoğulculuğu doğal insanî durum kabul etmektedir: “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi iman
179
180 | Bilal Sambur
etmiş olurdu. Böyle iken hepsi Mümin olsun diye sen insanları zorlayıp duracak mısın?” (Yunus Suresi, 99). “Eğer Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet
kılardı; ancak bu, verdikleriyle sizi denemek içindir” (Maide Suresi, 48). Bu
ayetten açıkça anlaşıldığı gibi, Kur’an, hayatın çoğulculuğunu temel gerçeklik kabul etmektedir. İletişim ve çoğulculuğu ortadan kadırmaya teşebbüs
etmek, insan hayatının inkâr edilmesi demektir. İnsan hayatını toplumsal açıdan homojenleştirmek en tehlikeli girişimdir.
İnsanlık medeniyeti, varlığını insanî çoğulculuğa ve iletişime borçludur.
Düşünceyi ve gelişimi mümkün ve dinamik kılan çoğulculuktur. Mezopotamya olmasaydı Yunan düşüncesi, Yunan düşüncesi olmasaydı İslam düşüncesi,
İslam düşüncesi olmasaydı modern Batı düşüncesi olmazdı. İnsanlık düşüncesi, insanî çoğulculuğun bir ürünüdür. İnsanlık medeniyeti, bir mühendislik
konusu değildir. İnsanlık medeniyetinin doğal değerleri olan özgürlük, barış
ve hukuku bir mühendislik projesiyle gerçekleştirmek mümkün değildir.
Medine Vesikası, adalet, barış ve hukuk değerlerini insanî gerçeklikler
içinde uygulamaya çalışmış bir projedir. Medine Vesikası, bir toplumsal mühendislik projesi değil, insanî ve sosyal bir projedir. Bir model olarak Medine
Vesikasından bugün için ilham alabiliriz. Kırk yedi maddeden oluşan Medine
Vesikasına bir anayasa olarak bakmak sağlıklı değildir. Medine Vesikası, bir
anayasa olmaktan ziyade, birarada yaşamanın çerçevesini belirleyen modus
vivendi niteliğinde bir dokümandır.
Mekke döneminde İslam Peygamberi, sürekli olarak özgürlük ve insan
haklarınınn güvende olduğu barışçıl bir yer bulma arayışındaydı. Habeşistan
ve Medine hicretleri, barış içinde var olma ihtiyacının ve arayışının sonucu
olarak gerçekleşmiştir.
Hicret gerçekleştiği sırada Medine’de Arap kabileleri ve Yahudi cemaatleri
vardı. Medine’de toplumsal barış yoktu. Evs ve Hazreç kabileleri, yüz yirmi
yıl süren Buas Savaşlarıyla birbirleriyle çatışma halindeydiler. İki kabile arasındaki savaşlar, bütün Medine ve çevresini tam bir kaosun içine düşürmüş,
özgürlük ve güvenliği ortadan kaldırmış, herkeste genel bir bıkkınlık ve tükenmişlik duygusu uyandırmıştı. Araplar ve Yahudiler, sürekli olarak birbiriyle çatışıyorlardı. Hicret öncesi Medine’de herkes herkesin düşmanı olarak
konumlanmıştı. Medine barışa, özgürlüğe ve adalete muhtaçtı. Kabilecilik
taassubu, barış içinde birarada yaşama imkânını ortadan kaldırmıştı. Hicret sonrası karşılaşılan en önemli sorun, çatışmalara son verilmesi, taraflar
arasında adalet ve hakkaniyet esaslarına uygun bir arada yaşama politikasının oluşturulması ve uygulanmasıydı. Hicretten sonra İslam Peygamberinin
önünde büyük bir meydan okuma vardı: Medine’de normalleşmeyi ve barış
Medine Vesikasının Özgürlük ve Çoğulculuk Açısından Tahlili | 181
içinde birarada yaşamayı sağlamak. Bunun için İslam Peygamberi, herkese
açık cami, pazar ve insanlar arası kardeşleştirme uygulamalarını gerçekleştirdi. Dini, sosyal ve ekonomik hayatın normalleştirilmesi için bu kurumların
oluşturulması gerekliydi. Medine, herkes için emin bir belde yani herkesin
barış içinde yaşadığı bir ev olmalıydı. Modern Ortadoğu günümüzün Yesrib’idir. Her türlü şiddet, barbarlık, çatışma dünün Yesrib’inde olduğu gibi,
bugünün Ortadoğu’sunda da vardır. Medine’de asıl gerçekleştirilmek istenen
şey, Müslümanların mutlak egemenlik kurması değil, herkesin güven içinde
yaşadığı bir sosyal ortam oluşturmaktı. Medine Vesikası, Medine’yi bütün insanlar için sınırları belli güvenilir bir yaşam alanı yapmıştır. Ancak bugün Ortadoğu hiçkimse için güvenilir sınırlara sahip değildir. Huntington, İslam’ın
kanlı sınırlarından bahsetmektedir. Kanlı sınırlardan kurtularak coğrfyamızı
güvenilir kılmak, bütün Ortadoğu halklarının aslî sorumluluğudur.
Medine Vesikası, birarada yaşama projesi olarak çok kapsayıcıdır. Müslümanlar, Yahudiler ve pagan Araplar toplumsal çoğulculuğun unsurlarıydı.
Yapılan nüfus sayımı sonucu Medine’de 1500 Müslüman, 4000 Yahudi ve
4500 müşrik Arap olmak üzere 10 bin kişinin yaşadığı tespit edilmiştir. Nüfusun çoğulculuğunu ortaya çıkarmak için nüfus sayımı yapılmıştır. Nüfus
sayımı kullanılarak farklılıklar inkâr edilmemiştir. Medine Vesikasında, Müslüman ve Yahudilerin mensup oldukları kabilelerin adları tek tek yazılmış,
müşriklere de ayrı bir madde de değinilmiştir. Kabilelerin ismen zikredilmesi, o gün varolan toplulukların kimliklerini tanımak ve belgelemek içindir.
Medine Vesikası, herkesi olduğu gibi kabul etmekte, hiç kimseye tek kimlik
ve tek inancı dayatmamaktadır. Medine Vesikası, tek dinli, tek ırklı ve tek dilli
bir toplum projesi değildir. Dışlayıcılık, birarada yaşamanın ruhuna aykırıdır. Hiç kimsenin birbirine güvenmediği ve herkesin birbirine ihanet ettiği
yerde çatışma kaçınılmazdır. Medine Vesikası, insanlararası güveni yeniden
inşa etmeye ve ihaneti ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Medine Vesikasının
en önemli özelliği “hâkimiyet” değil bir “katılım” projesi olmasıdır. Otoriteryanizm değil, demokrasi Medine Vesikasının niteliğidir. Medine Vesikasını,
demokratik tecrübenin kurucu bir dokümanı olarak nitelemek mümkündür.
İslam Peygamberi, Medine’de herkesin kendisi olduğu bereketli ve verimli
bir insanlık bahçesi oluşturmak istemiştir.
Despotizm ve istibdat, özgürlüğü, insan haklarını ve birarada barış içinde yaşamayı ortadan kaldırmaktadır. Din, istibdat ve despotizmi meşrulaştıran bir araç olarak insanlığa karşı kullanılamaz. Dinin, iktidar ve sömürü
aracına dönüştürülmesi barışı ortadan kaldırıp şiddeti doğurmaktadır. Dinin
araçsallaştırılması, ayetlerin kılıçlara yazılması ve Kur’an’ın mızraklara takılması, dini sonu gelmeyen iktidar çatışmalarının aracı haline getirmektedir.
182 | Bilal Sambur
Dini araçsallaştırmamak için İslam’ın içselleştirilmesi, Kur’an’ın mızrakların
ucunda değil zihinlerde anlaşılması ve ayetlerin kılıçlara değil kalplere yazılması gerekmektedir. Medine sözleşmesinde din, iktidar için araçsallaştırılmamıştır. İnsanları birarada baskı ve zor kullanarak tutmak mümkün değildir.
Hak ve özgürlüklerini güvence altına alarak insanları, gönüllülük temelinde
birarada tutmak mümkün olabilir. Medine Vesikası dinsel, etnik, dilsel ve
kültürel grupların farklılığını tanıma, onların temel hak ve özgürlüklerini
hukukun teminatı altına alma esasına dayanmış, böylelikle çok sayıda din,
mezhep, kavim ve kültür bir arada yaşama imkânı bulmuştur. Medine Vesikası sayesinde, Medineliler bir birlik oluştumuş ve birbirlerini daha iyi tanıma fırsatına kavuşmuştur. Peygamber, bir kral veya politikacı olarak değil,
sokaktaki bir insan olarak, bu sözleşmenin öncülüğünü yapmıştır. Medine
Vesikası, sahici bir sosyal ve siyasî kurucu metindir. Tek kişinin veya grubun
diktatörlüğüne dayalı bir yönetim, barışı sağlayamayacağı için Medine’de bir
diktatörlük değil, sivil, açık ve katılımcı bir demokratik yönetim oluşturulmuştur. Medine’de otoriter ve totaliter bir din devleti değil, hukuku esas alan
idarî ve sosyal bir yapı inşa edilmiştir. Otoriteryanizm ve totaliteryanizm,
İslam ve insanla bağdaşmamaktadır.
İslam, sadece insanı esas almıştır. Kabile, sınıf, ırk, din, dil, renk ve cinsiyet
gibi farklılıkların istismar edilmesi kadar, kibir, gurur, hırs, kıskançlık ve
dedikodu gibi insanî ilişkileri dejenere eden kişilik yozlaşmaları da birarada yaşamayı yok eden durumlardır. Birarada yaşamayı sağlayan adalettir ve
insan haklarıdır. İslam, insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduğunu, Arabın Arab olmayana, beyazın siyaha, erkeğin kadına üstün olmadığını, bütün
insanların insan olmak açısından eşit, onur ve özgür olduğu düşüncesini getirmiştir. Fıtrata uygun olan eşitliktir. Kadın-erkek eşitsizliği fıtrata aykırıdır.
Şovenizm, ırkçılık ve milliyetçilik, İslam’a ve insanlığa karşı olan barbarlık
durumlarını temsil etmektedir. Irkçı ve nasyonalist olmak, insanlıktan ve
İslam’dan çıkmak demektir. Peygamberimiz, “Kavmiyet güden, bizden değildir” sözüyle ırkçılığın İslam’dan ve insanlıktan istifa etmek olduğunu ifade
etmektedir. İnkâr, ayırımcılık ve asimilasyon politikalarının insanî maliyeti
çok yüksektir. Ortadoğu’da iktidar ve egemenliği ellerinde tutanlar, diğerleriyle eşit olmayı kabul etmemektedirler. Ortadoğu’da kendisini hep reis konumunda gören egemen diktatörler, bu coğrafyanın diğer unsurlarıyla kendilerini eşit kabul etmiyor, ötekini eşit olarak tanımıyor ve saygı duymuyorlar.
Peygamberimiz her bir Mekkeliyi bir Medineliyle kardeş yapmıştır. İnsanlık tarihinde olağan üstü bir uygulama olarak kardeşliğin tesis edilmesi,
büyük bir değişimin gerçekleştirilmesi anlamına gelmektedir. Ortadoğu’da
yeni bir kardeşliğe ihtiyaç vardır. Günümüzde ihtiyaç duyulan kardeşlik, ege-
Medine Vesikasının Özgürlük ve Çoğulculuk Açısından Tahlili | 183
menlik ve iktidarı meşrulaştıran bir araç olmamalıdır. Medine sözleşmesine
1400 yıl önce ihtiyaç duyulduğu gibi, bugün de yeni bir Ortadoğu sözleşmesine ihtiyaç vardır. Medine sözleşmesi, kanın döküldüğü ve şiddetin olduğu bir beldeye barış, hukuk ve özgürlüğün gelmesi için yapılmıştır. Medine Sözleşmesi, sosyal hayatta insanlar arası ilişkileri kemiren hastalıkları da
ortadan kaldırmak istemiştir. Ekonomik hayat üzerindeki tekeli kaldırmak,
kölelikle mücadele etmek, kadının statüsünü yükseltmek, insanı biyolojik ve
psikolojik olarak mahveden alışkanlıkları ortadan kaldırmak, Medine Vesikasının en önemli hedefleridir.
Birarada yaşama üstünlük temelinde kurulamaz. Bütün insanî farklılıklar,
insanî ümmeti oluşturan unsurlar olarak kabul edilmektedir. İnsanların
inanç, kültür, ekonomi ve kimlik alanları onlara özgüdür. İnsana ait bu alanlara müdahale edilemez. Cinsiyet ayırımcılığı, kabile üstünlüğü ve ırkçılık,
bütün inananların bir ümmet olduğu anlayışıyla yok edilmiştir. Ümmet, bütün insanlıktır. Ümmet bütün toplumdur. Medine Vesikasında dışlayıcı değil,
kapsayıcı bir tanım yapılmaktadır. Toplum, cinsiyet, kan ve akrabalık bağlarına göre oluşturulamaz. İnsan olan herkese toplumda yer vardır. Bütün
farklılıklar toplumda yer almalıdır. Medine’nin medenî toplumunda Romalı
Süheyl’e, İranlı Selman’a, Kürt Caban’a ve Habeş’li Bilal’e yer vardı. Medine
pratiği, çoğulcu özgürlükçü ve hukukî bir modelin mümkün olduğunu
göstermektedir. Toplumsal çoğulculuk sınırlı değildir. O, sürekli gelişmeye
ve çeşitlenmeye açıktır. Çoğulculuğun sınırı yoktur.
Merkezî bir yönetimle insanlara tek tipçilik dayatılmamıştır. İnsanlık, sadece bir dinin mensuplarından, etnik gruptan veya cinsiyetten oluşmamaktadır. İnsanlık, bir bütün olarak ümmettir. Kabile, ırk, cinsiyet ve sınıf taassubunu yıkmak için İslam, insanlık temelinde kardeşliğin en sağlam ve kalıcı
biçimde gerçekleştirilmesini gerekli görmektedir. İslam, insanlığa, kardeşliği, hakkı, barışı ve sabrı tavsiye etmeye davet etmektedir.
İnsanların ve grupların, talan, yağma, öldürme ve cezalandırma gibi bir
imtiyazları yoktur. Herkes hukuk içinde davranma durumundadır. Ortadoğu’da
bazı gruplar ve egemenler, katliam ve soykırım başta olmak üzere insana
karşı suç işlemeyi kendi hak ve imtiyazı olarak görmektedirler. Hiç kimsenin
cinayet, katliam ve soykırım yapma şeklinde bir imtiyazı yoktur. Medine Vesikası, şiddeti bir imtiyaz olmaktan çıkarmış, bireyin şiddet yapma keyfiliğini
yasaklamıştır. Hiçbir şekilde bireyin veya toplumsal bir grubun şiddet yapma
girişimi meşru değildir. Medine Vesikası, herkesin din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına almıştır. Din alanında baskı ve zorlamanın olması, kesinlikle yasaklanmıştır. Bütün inançlara eşit özgürlük, saygı ve hukuk yaklaşımı
184 | Bilal Sambur
esas alınmıştır. Devlet, dine müdahale etmemelidir. Din, devlete müdahale
etmemelidir. Din ve devlet kesin olarak ayrılmalıdır. Medine Vesikası, din ve
devleti birbirinden ayıran, devleti hukukla sınırlayan bir anlayıştır. Medine
Vesikası, tarafsız devlet ve hukuk devleti ilkelerine dayanmaktadır.
Medine’de Yahudi kabileleri, ekonomik açıdan ayrıcalıklı bir konumdaydılar. Diğer toplumsal kesimler, ekonomik açıdan Yahudilere bağımlıydı. Başka
bir ifadeyle ekonomik hayatı kontrol eden Yahudiler, siyasî ve sosyal hayatı
da kontrol ediyorlardı. İslam Peygamberi, ekonomik hayata, pazara ve piyasaya bütün insanların özgürce ve hukuk dâhilinde girip çıkmasının imkânlarını
oluşturmuştur. Ekonomik katılım ve özgürlük olmadan birarada yaşamak
mümkün değildir. Ekonomik özgürlük, barış içinde yaşamanın olmazsa olmazıdır. Medine Vesikası, ekonomik özgürlüğü ve piyasayı esas alan, bireysel
girişimciliği ve katılımcılığı teşvik eden, ekonomik hayatın ahlâk ve hukuka
dayanmasını öngören bir model sunmaktadır.
Farklı inanç, kültür ve kimlik gruplarıyla katılımcılık temelinde bir araya
gelinmesi ve birarada yaşama sözleşmesinin yapılması, birisinin kimliğinden
ödün vermesi veya vazgeçmesi anlamına gelmemektedir. Barış, bir tarafın
ötekine kendisini dayatması değildir. Barış, herkesin ötekine kendisini dayatma durumundan vazgeçmesidir. Barış, sadece şiddet halinin yokluğu olarak değil, aynı zamanda, bir tarafın kendisini ötekine dayatma durumundan
vazgeçmesi anlamına gelmektedir. Barış, kimin efendi olacağına dair değil,
hukukun nasıl korunacağıyla ilgilidir. Medine Vesikası, herkese sınırlarını
göstermektedir. Diktatörlük ve otoriteryanizm, tek bir grubun veya kişinin
herkese kendisini dayatmasını içermektedir. İktidarın hukukla sınırlandığı
devlet, çok önemlidir. Hukuk, toplumdaki bütün kişilerin ve unsurların hak
ve özgürlüklerini güvence altına almaktadır. Hiç kimsenin özgürlüğü, bir diğerinden daha değerli değildir.
Medine Vesikasında, herkes kendisini toplumsal çoğulculuğun bir tarafı olarak kabul etmektedir. Hiç kimse tek değil, çokluğun arasında herhangi biridir. Hiç kimsenin kimliği, kültürü, dini, ideolojisi veya çıkarları üst hukuk referansı olamaz. Herkes sadece bir taraftır. Medine Vesikası,
hâkimiyeti değil, özgürlüğü ve katılımı esas almaktadır. İnsanların barış ve
çoğulculuk içinde yaşaması için kimsenin bir diğeri üzerinde baskı kurmaya
kalkışmaması, toplumsal grupların farklı kimlik, inanç, kültür ve dilleri
realite olarak kabul etmesi, başkalarının farklı yaşama, inanç ve düşünme
tarzının güvence altına alınması için gerekli hukukî düzenin oluşturulması
gerekmektedir. Özgürlük ve barış içinde yaşamak, sadece Müslümanların
değil, herkesin hakkıdır. Bireysel ve toplumsal hayata dair kültür, kimlik, din,
Medine Vesikasının Özgürlük ve Çoğulculuk Açısından Tahlili | 185
ticaret ve sanat alanlarında birey ve toplum olduğu gibi kalacak, hiçkimse
bu alanlara müdahale etmeyecektir. Herkes dilini, kimliğini, kültürünü ve
inançlarını dilediği şekilde yaşamalıdır.
İnsan haklarının korunması, en önemli insanî sorumluluktur. İslam Peygamberi, peygamberlikten önce Cahiliye dönemindeki insan hakları ihlallerine karşı kurulan Hilf’ul Fudul hareketine katılmıştır. Hilf’ul Fudul hareketi, insan haklarını koruma temelinde şu ahit etrafında oluşmuştur: “Allah’a
yemin ederiz ki, zulme uğrayanın yanında ve zalim ona kesbettiği hakkını
iade edene kadar hepimiz tek el olacağız; bu birlik denizin bir yün parçasını
öğütüp yok edebileceği zamana kadar ve Hira ve Sebir dağları yeryüzünde
dikili olduğu müddetçe ve zulme uğrayanın tam bir eşitliği ile birlikte devam
edip gidecektir.” Hilf’ul Fudul oluşumu, tarihsel bir oluşum olmaktan ziyade,
kişilerin insan haklarını koruma temelinde biraraya gelmesi ve ittifak oluşturması gerektiğini ortaya koyan önemli bir deneyimdir. İnsan haklarının her
gün ihlal edildiği Ortadoğu’da yeni bir Erdemliler Sözleşmesine ihtiyaç vardır. İnsan haklarını korumayı amaçlayan yeni bir Erdemliler Sözleşmesinin
yapılması, modern bir Yesrib olan Ortadoğu’nun Medine’ye evrilmesi için
temel bir zorunluluktur.
Devletin görevi, etnik, dinsel veya kültürel birlik kurmak değildir. Devlet,
topluma müdahale etmemeli, toplumu çoğulcu yapısıyla yalnız bırakmalıdır.
Önemli olan devletin hukuka dayanmasıdır. Medine Vesikası, özgürlükçü ve
çoğulcu bir geleneği esas almaktadır. Emevi halifesi Muaviye’nin ve oğlu
Yezit’in oluşturduğu gelenek, katılımcı siyaseti değil sindirmeyi ve silah zoruyla hâkimiyet kurmayı ilke edinmiştir. Muaviye’nin ve Yezit’in ötekisi Hz.
Ali ve Hz. Hüseyin idi. Bu erdemli insanlarla bile müzakere etmeyen zalimlerin, Medine Vesikası gibi özgürlükçü bir belgeyi takip etmeleri beklenemezdi. Ortadoğu’daki despot idareci geleneği terkedilmelidir. Devlet ve iktidar
kutsal değildir. Devlet, insandan ve toplumdan ayrı, üstün ve kutsal olamaz.
Özgürlük, hukuk ve barışa dayalı bir arada yaşama sözleşmesinin ortaya
çıkması için herkesin kendi farklılığıyla bütün aşamalarda varolması
lazımdır. Sözleşme hazırlanma sürecinde sosyal gruplar ve temsilciler
bütün aşamalara katılmalı, derinlikli ve nitelikli müzakerelerle bu sözleşme
hazırlanmalıdır. Bir tarafın avantajlı ve üstün olduğu yapay bir süreçle
birarada yaşama sözleşmesi yapılamaz. Taraflar, hukuk üzerinde ittifak
ederken farklılıklarını koruma konusunda ise özgür olmalıdırlar. Totaliter
ve tekçi bir siyasal ve sosyal yapıda farklılıklar kabul edilmemektedir.
Medine Vesikası, Müslümanları, Yahudileri ve müşrikleri kabile kabile
zikretmektedir. Herkes aktif taraf olarak yer almakta, hak ve sorumlulukları
186 | Bilal Sambur
net olarak tanımlanmakta ve tanınmaktadır. Birlik içinde farklılık, gerçek
çoğulculuktur. Farklılıkları tek bir form içinde eritmeye kalkışmak, insanı ve
hayatı inkâr etmek demektir.
Müslümanların, Yahudilerin ve müşriklerin içinde yeraldığı ümmet siyasî
ve sosyal birliği içinde dinî, kültürel ve hukukî özerklik temelinde ırk, dil,
din, mezhep ve etnik köken farkı gözetilmemektedir. Herkesi bağlayan tek
ilke hukukun üstünlüğüdür. Savaş, bir tek bireyin ve grubun karar vereceği
bir durum değildir. Savaş ilanı yapmaya sadece devlet yetkilidir. Kolektif suç
ve ceza olmaz. Herkes yaptığı suçun sonucuna bireysel olarak katlanacaktır.
Yargı, savunma ve savaş, yönetime ait iken, kültür, sanat, bilim, ticaret ve eğitim topluma bırakılmaktadır. Devletin alanı küçük, toplumunki ise geniştir.
Hiçbir grup bir diğerinin aleyhine olacak şekilde başkalarıyla ittifaklar kuramayacaktır. Özgürlük ve güvenlik dengesi, Medine Vesikasında ölçülü bir
şekilde korunmuştur. Adalet, barış, güvenlik ve özgürlüğün bölünemeyeceği,
Medine Vesikasının insanlığa öğrettiği önemli bir derstir.
Sonuç olarak Medine Vesikası, farklı dini, etnik, ahlaki, felsefî ve kültürel
inanca sahip kişi ve grupların, hukuk ve çoğulculuk temelinde biraraya gelip yeni bir sosyal yapı oluşturabileceğini gösteren önemli bir deneyimdir.
Sosyal ve siyasal yapının kapsayıcı ve çoğulcı olması, hukuk ve özgürlük
temelinde herkesin katılımını ve müzakeresini ihtiyaç haline getirmektedir. Herkesin hak ve özgürlüklerinin hukukî korumaya alınması ve insanların farklılıklarına saygı gösterilmesi gerekmektedir. Bir tarafın egemenliğini
bütün topluma dayatarak herkesi homojenleştirmeyi amaçlayan, farklılıkları
inkâr eden bir anlayış, barış yerine sadece şiddet ve çatışma üretir. Toplumda
hiçkimse, bir diğerinin ötekisi değildir. İnsanın ötekisi şeytandır ve zalimlerdir. Medine Vesikasıyla insanların barış içinde nasıl yaşayacağını gösteren
İslam Peygamberi, aynı zamanda insanlar arasındaki ilişkilerde sağlıklı ve
barışçıl davranmanın ilkelerini de insanlığa şu şekilde öğretmektedir: “Birbirinizle ilişkiyi kesmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin! Birbirinize kin gütmeyin! Birbirinize haset edip, kıskanmayın! Ey Allah’ın kulları kardeş olun!” Bir
arada yaşama sadece yazılı kanunlarla olmaz. Sahici barış, kalbin kanunlarına
dayanmalıdır. İnsanların birbirlerini eşit manevî kardeşler olarak görmeleri,
birbirbirleriyle işbirliği, yardımlaşma ve iletişim içinde ilgili ve ilişkili olmaları lazımdır.
Download