Cihad ve Tekfir’e Dair Soru ve Cevaplar (1) Ebu Hamza el-Afgani tıkla ”De ki: Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine iletti. O, Allah'a ortak koşanlardan değildi.” (En'am suresi 161) Soru1: Bazı insanlar sizin Cihad’ı kötülediğinizi söylüyorlar. Bununla ilgili ne söylemek istersiniz? Cevap: Şu bilinmelidir ki; Cihad Allah’ın bir hükmüdür ve onu kötüleyen müslüman değildir. Benim hakkımda böyle birşeyi söylediğimi iddia eden kimse yalancıdır. Allah’ın bir hükmü olmaktan ziyade Cihad bir yönüyle ibadetlerin en faziletlisidir. Bunun sebebi de açıktır, zira bir mücahid en değerli şeyi olan canını Allah yolunda vermeye hazırdır. Alimlerin açıkladığı üzere Cihad’ın mertebesi yüksektir, ancak diğer açılardan ondan daha faziletli ibadetler vardır, örneğin Namaz gibi. Namaz, zamanla sınırlı olmaksızın her mükellefin üzerine farzdır. Ayrıca iki görüşün doğru olanına ve üstelik Selef’ten nakledilen görüşe göre terki küfürdür. Cihad’ın önemine gelince, bununla ilgili başlı başına bir dersim bulunmaktadır ve isteyen ona başvurabilir. Ancak insanlara tavsiyem şudur ki, yalan söylemesinler ve kulaktan dolma lafları taşımasınlar. 1 2 Bu soru-cevap faslının tamamı 2010 senesinde ilk baskısı yapılan “Savaşan gruplara öğüt“ adlı kitabın en son baskısında, 2014 senesinde yayınlanmıştır. Savaşan grupların durumunun son yıllarda hızlıca değişmiş olmasından dolayı kitabın ikinci baskısına gerek duyulmuştur. Ardından Irak ve Şam’da yaşanan ve muvahhidleri yakinen ilgilendiren bazı olaylardan sonra bu kitaba 2016 yılında ekstra bir açıklama getirilmiştir. Okuyucu buradaki açıklamaların 2014 senesine ait olduğunu gözönünde tutmalıdır. (mütercim) Kitapla ilgili bana yöneltilen soruların birçoğu gerçekleri yansıtmadığından dolayı, bühtan / iftira konusu ile ilgili mühim bir hususa işaret etmek istiyorum. Bu hususla ilgili bana isnat edilen sözlerin birçoğunun gerçek dışı olmasından dolayı, bunları yayan insanlar yalancı konumdadırlar ve bununla fasık olurlar. Bu yalanları sadece başkalarına taşımakla yetinen kimseler de bu vebalin ortağı olmuş olurlar. Muslim’de Ebu Hureyre (radiyAllahu anh)‘dan rivayet edilen hadise göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle söylemiştir: َ َك َف ﺑِﺎ ْل َم ْرء َكذﺑًﺎ َأ ْن ُي َح ِّد َث ب ُك ِّل سم َع ﺎ م ِ ِ ِ ِ Ömer ibnu’l-Hattab (radiyAllahu anh) benzer bir hadisi şu şekilde rivayet etmiştir: َ ب َح ْسب ْال َم ْرء م َن ْال َكذب َأ ْن ُي َح ِّد َث ب ُك ِّل سم َع ﺎ م ِ ِ ِ ِ ِ ِ ِ ِ “Duyduğu herşeyi anlatması, kişiye yalan olarak yeter.“ Yalnızca duyduğu şeyi anlatmakla yetinen bir kimse hakkında bu şekilde bir ifade geliyorsa, ki anlattıklarının bir kısmı doğru dahi olabilir, o halde düpedüz yalan yayan insanların durumu ne olur? Böyle kimseler içki içmiş ve hırsızlık yapmış insanların fasık olduğu gibi fasıktırlar. Allah-u Teala şöyle buyurur: َ ُْ َ َ َ ُ َ ُ ََ َ ُ َ َ َّ َ ُّ َ َ َُ َ ﺎسق ِﺑن َبأ فت َب َّينوا أن ت ِص ُيبوا ق ْو ًمﺎ ِب َج َهﺎلة فت ْص ِب ُحوا َعل َمﺎ ِ يﺎ أيهﺎ ال ِذين آمنوا ِإن جﺎءكم ف َ َف َع ْل ُت ْم َنﺎدم ي ِِ 3 “Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.“ ( Hucurat suresi 6) O halde durumu böyle olan kimselerin sözüne apaçık bir kanıt bulunmadığı sürece kesinlikle itibar edilmemelidir. Onların sözlerinin hiçbir kıymeti yoktur. Soru: Kitabınızda bütün mücahidleri tekfir ettiğiniz söyleniyor. Bu doğru mudur? Benim böyle bir demecimin olduğunu ileri sürenler aynı şekilde yalancıdırlar. Kaldı ki “mücahidlerin hepsi kafirdir“ sözü ahmakça bir sözdür. Biri çıkıp “müslümanların hepsi kafirdir“ dese bu söz Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)‘i ve Selef’i de içine alır ve dolayısıyla en büyük küfür olmuş olur. Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab (rahimehullah) kendisinin bütün müslümanları tekfir ettiği iddiasına aynen bu şekilde cevap vermiştir ve mücahidler hususunda da aynısı söylenebilir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mücahidlerin önderidir. Bu sözü söyleyenler elbette günümüzün mücahidlerini kastediyorlar. Fakat Muhammed bin Abdilvehhab (rahimehullah) böyle cevap vererek bu tür insanların ne kadar tutarsız ve bozuk ifadeler kullandıklarını göstermek istemiştir. Bu denli tutarsız bir ifadeye de ancak bu şekilde cevap verilir. 4 Eğer bizim zamanımızdan, yani günümüzde Cihad eden kimselerden bahsediyorsak, bilinsin ki ben bu hususta böyle bir ifadeyi kullanmış değilim. Günümüzde Tevhid’i anlamış olup savaşan insanların varolduğunu biliyorum. Kaldı ki bir grup insanın her bireyinin kesin olarak kafir olduğunu söylemek o kadar kolay değildir. Gruplarla veya toplumlarla ilgili şöyle bir bakış açısı mümkündür: Bir alim bir toplumun veya grubun durumuna bakıp onların genelinin müslüman olmadığı kanaatine varabilir ve benim görüşüme göre bu geçerli bir görüştür. Bir toplumda küfür ve şirk yaygınlaştığında, kendilerini müslümanlığa atfetseler dahi bu kimselere işin başında genel olarak İslam hükmü verilmeyebilir. Elbette ki Allah’ın dinini kabullenme iradesi gösteren bir kimseye baştan müslüman muamelesi yapılmalıdır. Fakat bu noktada şöyle bir soru ortaya çıkıyor: Bu kimse kabul etmek istediği Allah’ın dininin ne olduğunu bildi mi, yoksa İslam adı altında ona tamamen ters olan farklı bir dinden mi bahsediyor? Bir toplumda hakim olan İslam anlayışı büyük ölçüde bozulmuşsa, o zaman bu sorduğumuz soru haklı bir sorudur. Bilinmelidir ki böyle bir görüşe sahip olan bir alim bununla o toplumun her bireyinin kesin olarak kafir olduğunu ifade etmiş değildir. Mesele tamamen insanlara uygulanan pratik muamele ile ilgilidir. Yani böyle bir görüşe sahip olunduğu zaman bunun anlamı, o toplumla savaşılması gerektiği değildir. Bazıları bu çıkarımı işitmek isteyebilir ancak ben bunun bukadar basit olmadığına çokça işaret etmişimdir. Bir alim bir topluma küfür hükmü verse dahi onların arasında Allah’ın kendilerini bildiği müslümanların olduğunu da pekihala bilir. Bu husus diyarların hükmü ile ilgilidir ve “Tekfirde Aşırıcılığa Dair Örnekler“ adlı kitabımda bundan bahsettim. Ancak şunun altını çizmek isterim ki, bugün savaşan herkesin kafir olduğu sözü bana ait değildir. Böyle bir sözü duyunca sanırsın ki günümüzde savaşmak bizatihi küfürdür ve imanı bozan unsurlardandır. Sanki bu, 5 kişinin onu işlediğinde dinden çıkacağı bir küfür amelidir. Bu denli saçma bir sözden Allah’a sığınırız. Günümüzde savaşmayı bu ve buna benzer şekilde göstermeye çalışan sözde alimler de elbette vardır. Benim görüşüme gelince, ben hiçbir zaman bunu böyle göstermedim ve böyle birşeyden Allah’a sığınırım. Aksine her kim Tevhid’in temellerini anlamış, uygulamış ve böylece savaşıyorsa, o kimse indimizde müslümandır. Ona bizim dostluğumuz vardır, Allah için onu severiz ve katiyen hakkında kötü birşey konuşmayız. Sahip olduğu akide ile islami açıdan meşru olan bir Cihad’da öldürülürse şehiddir. Cereyan eden savaşın her açıdan islama uygun olmadığını varsayarsak da, bu kimse ihlaslı şekilde gerçeği arayıp doğru davranmaya çalıştığı bir halde öldürülürse yine şehiddir. Zira kendi anlayışına göre doğru şekilde hareket etmiştir. Allah-u Teala, durumu böyle olanlara yardım etsin ve onların Tevhid’e dair ilimlerini artırsın. Onları bulundukları bölgelerde Tevhid ilminin yayılmasında katkı sağlamada muktedir kilsin. Allah onların mücadelesini kabul edip onlara şehadeti versin. Amin. Bu noktada şöyle bir meseleyi de açığa çıkartmamız gerekmektedir: Eğer sorulan sorulardaki içerik gerçeği yansıtmıyorsa, bunların yalan olduğunu direkt ifade etmek gerekir. Yine de ben nefsimi müdafaa etme adına bunu yapmıyorum, çünkü bu yalan iddialar ilk etapta insanları hakikatten ve büyük öneme sahip olan İslami konulardan alıkoymak için yayılmaktadır. Bir müslümanın yalan iddialara karşı kendisini savunmasında, örneğin Yusuf suresinde Yusuf (as)‘ ın kendisini savunduğunu gösteren ayetlere binaen bir beis yoktur. 6 Buna rağmen ben yıllarca bu suçlamalara karşı susmayı tercih ettim, ancak burada mesele din olduğundan dolayı bunları açığa çıkartma gerekliliği hasıl oldu. Soru: Bir kimse hutbesinde, insanların oturup Tevhid’i öğrenmeyi bırakmaları ve Cihad’a gitmeleri gerektiğini söyledi ve şu sözleri sarfetti: “Söyleyin bana! İslam, oturup Tevhid’e dair bir kitap okumak ve sürekli Tevhid hakkında konuşmak mıdır? İslam bu mudur!? Vallahi! Ömer bin Hattab (radiyAllahu anh) bunu görmüş olsaydı boyunlarımızı vururdu! Vallahi! Böyle bir kimse Sahabe zamanında bir münafık olarak görülürdü! Subhanallah! Bir defasında üç tane sahabi mazeretsiz şekilde bir savaştan geri durmuştu. <<Savaştan geri kalan üç kişi..>> (Tevbe suresi 118) Bundan dolayı Medine’nin tamamı onlardan yüz çevirdi. İşte bundan dolayı Tevhid, kitap okumak değildir ve hiçbir zaman öyle olmamıştır. Tevhid, Allah’a teslim olup emirlerine itaat etmendir. Tevhid, hiçbir tağuttan korkmamaktır! Allah buyurur: <<Yoksa onlardan korkuyor musunuz?>> (Tevbe suresi 13) <<Oysa Allah, -eğer siz gerçek mu’minler iseniz- kendisinden korkmanıza daha lâyıktır.>> (Tevbe 13) Vallahi! İşte bu sebeple ya ayaklanıp hakikati duyurur ve ilan ederiz, ya da Allah azze ve celle bizi başka bir kavimle değiştirir!“ -Nakil burada son buluyorBu sözlerle ilgili ne söylemek istersiniz? 7 Kısaca ifade etmek gerekirse bu sözlerin şiddetli bir telbis (hile, çarpıtma) içerdiğini söyleyebiliriz. Çünkü mesele şu şekilde lanse ediliyor: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ordusuyla beraber İslam‘ın bekası anlamına gelen ve her bir adama ihtiyaç duyulan bir gazveye (Tebuk) çıkıyor. Sonra sanki biri çıkıp şöyle diyor: “Ya Rasulallah! Benim evde oturup Tevhid hakkında bir kitap okumam lazım, maalesef gelemeyeceğim!“ Konuşmacı bu şekilde konuşup konuyu çarpıtarak günümüzün vakasını tamamen yanlış lanse etmiştir. O dönemde biri böyle birşeyi söylemiş olsaydı, kitap okumam lazım deyip böyle bir savaştan geri dursaydı, sadece en büyük münafık olarak değil aynı zamanda en ahmak münafık olarak görülürdü. Çünkü münafıklar o gazveye katılmamak için birçok ahmakça mazereti ileri sürmüş olmakla birlikte, onların ahmaklığı dahi “kitap okumam lazım“ deyip bunu mazeret olarak gösterecek kadar ileri boyutta değildi. Bunun sebepleri de açıktır: Birincisi: İnsanlar o zamanda Tevhid’i biliyorlardı. Tevhid‘i direkt Peygamberden öğreniyor ve günbegün hayata uyguluyorlardı. İkincisi: Peygamber bizzat sana: “Şunu yap! Savaşa katıl!“ şeklinde emir vermişse bunu sorgulamadan yerine getirmelisin. Emir gelmişse, mesele kapanmıştır ve bunu sorgulamak dahi imanın zayıflığını, hatta kişinin münafıklığını gösterir. Üçüncüsü: Bir kimse çıkıp Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)‘e böyle birşeyi söylemiş olsaydı, bununla -kaçınılmaz surette- Allah’ın kendisinden ne istediğini Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)‘den daha iyi bildiğini iddia etmiş olurdu. Bu da bir felakettir. 8 Ancak günümüz vakasına bir bakalim. Günümüzde ortalıkta dolaşan insanlar, büyük şirk işleyen bir insanın buna rağmen müslüman olabileceğini anlatıyorlar ve diyorlar ki: İslam’a bağlı olduğunu söylüyor ve aynı zamanda İslam‘ın ne olduğunu bilmiyorsa, kişi müslümandır. Bu saçma bir sözdür. Ancak anlaşılan o ki bu insanlara göre İslam’ı bilmiyor olmak müslüman sayılabilmek için iyi bir sebep. Buna söylenecek söz yoktur. Çok tuhaf.. Bundan daha da tuhaf olanı, bu kitabımızda birçok örneğini verdiğimiz üzere günümüzde savaşan birçok insanın ve hatta onların şeyhleri ve liderlerinin aynen bu görüşte olmalarıdır2. Şunu bilmelisin ki, günümüzün cahiliyesinde biri çıkıp sana daha Tevhid’i tam öğrenememişken savaşmaya çıkman gerektiğini söylerse, o kimsede mutlaka bir sorun vardır. Üstelik bu kimse hile ve aldatmaca yapıp, bununla insanlara münafıklık yaftası vuruyorsa, o zaman bu kimse acınacak bir hale düşmüştür. Bizim şu an içinde bulunduğumuz zamanda yapılacak en önemli şey, Tevhid’i doğru anlamak ve insanlara anlatmaktır. İbn Teymiyye (rahimehullah) gibi İslam’ın büyük imamlarının sözlerini daha önce anlattığımız üzere: Tevhid’i duyurmak cihadın en faziletlisi ve en büyüğüdür. Peygamberlerin (as) cihadı budur. Bizim zamanımızda, (kendilerini müslümanlığa atfeden) insanların çoğunluğunun kabirlere ibadet edenlerin müslüman sayılabileceği görüşü üzere olduğu (önceki) alimlere söylenilmiş olsaydı, acaba ne derlerdi.. Öyleyse mesele açıktır. Bir kimseye cihada gitmesi gerektiğini söylemeden önce, bu kimsenin öncelikle ne için savaştığını iyice anlamış olması gerekmektedir. İbn Batta (rahimehullah) el-İbanetu’l-Kubra’da Huzeyfe (radiyAllahu anh)‘in şu sözünü rivayet eder: 9 2 Kitapta el-Kaide lideri Eymen ez-Zevahiri ve sahadaki diğer grupların fikir adamlarının -Dr. Fadl (Abdulkadir bin Abdilaziz) gibi- bu husustaki görüşlerine yer verilmiştir. (mütercim) يأت عل النﺎس زمﺎن لو رميت بسهم يوم الجمعة لم يصب إال كﺎفرا أو: عن حذيفة قﺎل منﺎفقﺎ “İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o vakit Cuma günü bir ok atılsa bir kafir veyahut bir münafıktan başkasına isabet etmez.“ “Cuma günü“ yani Cuma namazı kastedilmiştir ve bunu başka bir anlama yormak mümkün değildir. Bu söz doğrudan Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)‘den rivayet edilmiş olmasa da hiçbir sahabi böyle birşeyi kendi görüşüne göre söyleyemez. Bu sözün rivayet zinciri (senedi) çok güçlü olmayabilir, ancak İbn Batta (rahimehullah) Sünnet’in en önemli alimlerinden biridir ve bu kitabını İbn Teymiyye (rahimehullah) gibi alimler öve öve bitirememişlerdir. İbn Batta bu sözü rivayet ettiğine göre, böyle bir zamanın gelmeyeceği görüşünde değildi. Peki kişi böyle bir zamanda doğup büyümüş ve hep başkalarının söylediklerini tekrar edip durmuşsa; bu durumda nasıl hareket edilmelidir? İnsanları öncelikle neye davet etmek gerekir? Tek kelimeyle Cihad’a mı? Bu birileri için bukadar basit. Kime karşı savaşacaksın? Cuma namazına gidenlere karşı mı? O yüzden, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)‘in dönemi ile yapılan bu hileli kıyasa cevap olarak şöyle sorulur: O dönemde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir kimseyi Tevhid’i duyurması için bir yere gönderince, bu da münafıklık mı oluyordu? Muaz bin Cebel (radiyAllahu anh) insanlara Tevhid’i öğretmek için Yemen’e gönderildiğinde, Ömer (radiyAllahu anh) onun da boynunu vurur muydu? Elbette ki söz konusu dahi olamaz, çünkü Sahabe (radiyAllahu anh) Muaz’ın bu amelinin ne kadar faziletli olduğunu, onun görevinin alimlerin büyük Cihad‘ı olduğunu gayet iyi biliyorlardı. 10 Bunu örnek vererek şu hususu ortaya koymaya çalıştım: En faziletli amel (Tevhid ilmini edinmek) dahi bazen bağlamından kopartılıp çarpık şekilde gösterilebiliyor. Bu tür bir çarpıtmanın ne kadar hileli olduğunu böylece anlıyoruz. Konuşmacının sözlerinin metni önümde duruyor. Okuyup biraz daha yorumlamak istiyorum: “İslam, oturup Tevhid’e dair bir kitap okumak ve sürekli Tevhid hakkında konuşmak mıdır? İslam bu mudur?“ Cevabımız: Evet, İslam tam da budur ve hatta bütün Peygamberlerin (as) ortak Cihad’ı budur. Ancak bu sözdeki çarpıtmaya tekrar işaret ediyoruz. Zira Tevhid’e davetin ana hedefi kitap okumak veya Tevhid hakkında sadece konuşmak değildir. Asıl mesele, bütün hayatını bu yola adamandır ve müşrikler hakkında: ‘Müslümanlık iddiası taşıyıp İslam’ı bilmedikleri zaman onlara müslüman hükmü verilir‘ fikrini yayan sapıklara karşı her alanda mücadele etmendir! Mesele, tağutları din kardeşi kabul edip desteklemek gerektiğini savunan fikirlere karşı koymandır. Sonra bundan dolayı bazı akılsız ve inatçı kimselerin saldırılarına uğradığın zaman, sabır ve sebat gösterip yoluna devam etmendir. Yani mesele sadece konuşmak değil, Tevhid’i yaşamak ve tağuta pratik olarak küfretmektir. Devamında diyor ki: “Tevhid kitap okumak değildir ve hiçbir zaman öyle olmamıştır.“ El-Cevap: Tevhid kitap okumaktır ve bundan önce de öyleydi. Tevhid, onu en detaylı şekilde anlatan yegane kitabı, baştan sona doğrudan veya dolaylı olarak hep Tevhid’den bahseden kitabı okumaktır. O kitap Kur’an’dır. Onun temel mesajını anlamadığın sürece de kesinlikle Cennet’e giremezsin. Bir müşriğin senin dininde olup olmadığını bilmiyorsan Cennet’e nasıl girmeyi düşündüğünü bize bir izah et.. 11 Diyor ki: “Tevhid, Allah’a teslim olup emirlerine itaat etmendir.“ Bunun üzerine biz soruyoruz: Müşriği müslüman olarak görerek Allah-u Teala’nın en büyük emirlerinden birine, şirk-i ekber işleyenleri İslam’ın dışında görme emrine muhalefet eden biri, O’na teslim olup itaat etmiş sayılabilir mi? Devamında diyor ki: “Tevhid, hiçbir tağuttan korkmamaktır. Allah buyurur: <<Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Oysa Allah, -eğer siz gerçek mu’minler iseniz- kendisinden korkmanıza daha lâyıktır.>> (Tevbe 13)“ Deriz ki; birçok insanın kendisine ibadet ettiği tağutların en şerlilerinden biri ve hatta en şerlisi, diğer insanların kişinin kendisi hakkındaki görüşleridir. Konuşmacı hatalı birşeyi kastetmekle birlikte doğru bir tespitte bulunuyor. Evet! Tevhid, bu tağutların hiçbirinden korkmamaktır. Öyleyse hakikati duyurmaktan geri durma, velev insanların hepsi sana bu yüzden sövseler de.. Sen ancak bu şekilde Cennet’e girebilirsin. Bu bana geçenlerde bir kardeşin Minber’de okuduğu İbnu’l-Kayyim’in sözünü hatırlatıyor. Ravdatu’l-Muhibbin’de (1/481) şöyle diyor: األربعون أن التوحيد واتبﺎع الهوى متضﺎدان فإن الهوى صنم ولكل عبد صنم ف قلبه بحسب هواه وإنمﺎ بعث هلل رسله بكرس األصنﺎم وعبﺎدته وحده ال رشيك له وليس مراد هلل سبحﺎنه كرس األصنﺎم المجسدة وترك األصنﺎم الت ف القلب بل المراد كرسهﺎ من القلب أوال 12 “Tevhid ve kişinin hevasına uyması, birbirine zıt olan iki unsurdur. Çünkü heva bir puttur ve her kulun kalbinde hevasına göre bir putu vardır. Allah’ın rasullerini gönderme sebebi de, putları parçalamak ve birtek olarak O’na ibadet etmekten başka birşey değildir. Ancak Allah (subhanehu)’nun isteği, cisimleştirilmiş putların parçalanıp kalpteki putların olduğu gibi bırakılması değildir. Asıl istenilen, ilk önce kalplerdeki putları parçalamaktır.“ İbnu’l-Kayyim böyle söylemektedir.. Bulundukları durumdan kurtulmak için insanların (ilk etapta) yerine getirmeleri gereken Cihad işte budur. Putların hepsini paramparça etmeliler. “İnsanlar ne der… hakkımda ne düşünürler..“ “Beni düşman edinirler…“ “Bunlar doğruysa, ailemin ve akrabalarımın durumu n’olcak..“ “Yerlere göklere sığdıramadığım hocamın durumu n‘olcak..“ “Kabul ederler mi, etmezler mi..“ Sorular bunlardır ve buradaki asıl mesele insanların taziminin ve dünyevi kaygıların hakikate tercih edilmesidir. Onlara tavsiyemiz; süslü konuşmaları bırakıp İbnu’l-Kayyim’in nasihatine kulak versinler. Bu Cihad’ı yerine getirsinler ve bu putları kırsınlar, yalnızca Allah’tan korksunlar. Onun da dediği gibi: Vallahi! Ya hakikati dile getirir ve ayağa kalkıp onu duyururuz, ya da Allah azze ve cell bizim yerimize başka bir kavmı getirir! O halde ayağa kalksın ve insanlara hakikati duyursun. Büyük şirki işleyen birinin asla, yüz bin sene geçse de (buna rağmen) müslüman olamayacağını duyursun. Aksi halde, vallahi eğer bunu yerine getirmezsek, Allah bizi başka bir toplulukla değiştirecektir. Böyle bir söyleme vereceğim cevap budur. Allah en doğrusunu bilendir. 13