Islam Kadm ve Toplum (Kadm Pane/leri) Yayın No: 397 Sempozyurnlar ve Paneller Serisi: 42 ©Bütün Hakları Türkiye Diyanet Vakfı'na aittir ı. Baskı, Mart 2008, Ankara, 1.000 adet ISBN 978-975-389-531-6 08.06.Y.0005.378 Redaksiyon : Dr. Mehmet BULUT Kapak ve Iç Tasarım: Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Mat. ve Tic. işi. Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Kurulu'nun 12.09.2006/35-6 sayılı kararıyla uygun görülmüş ve Mütevelli Heyeti'nin 02.05.2007/1237-21/a sayılı kararıyla basılmıştır. Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık ve Ticaret Işletmesi'nin dizgi, fotomekanik, ofset ve cilt tesislerinde hazırlanıp basılmıştır. TÜRKIYE DIYANET VAKFI Yayın Matbaacılık ve Ticaret Işletmesi OSTIM Örnek Sanayi Sitesi ı. Cadde 358. Sokak No: ll 06370 Yenimahalle 1 Ankara Tel: 0312. 354 91 31 (pbx) Faks: 354 91 32 e-posta: [email protected] Sosyal Kültürel Hayat ve Hz. Peygamber Prof.Dr. Beylü DİKEÇLİGiL* .----- - -.......~~~~~ D bahar günü var. Uzun süren eğerli insana sevinç ve ümit veren pırıl pınl bir kışın ardından hasretle beklediğimiz bu güzel günlerden birinde hepimizi buraya toplayan ·nedir? Neden balıann kabma sığmayan sesine kulak vermeyip de burada bir araya geldik? Çünkü güzel insan örneği olan Sevgili Peygamberimiz hakkında bir şeyler duymak, paylaşmak istiyoruz. Bildiklerimiz tekrarlansa da önemi yok. Gönüllerimiz onun adını anmaktan usanmıyor! Hayatın görünen karmaşasının ardındaki olağanüstü dinamik ahengi bizlere gösteren ve bu alıengin nasıl yaşanabileceğini, sadece sözleri ile değil davranışları ile de anlatan en güzel insanı anmak için bir araya geldik. Konu, sosyo-kültürel hayat ve Sevgili Peygamberimiz olunca, konunun ucu bucağı silinip gidiveriyor. Bu kısa konuşma süresinde konuyu sınırlandı­ rabilmek için "hayat nedir" sorusu ile başlayalım. Bu soruya çeşitli cevaplar verilebilir; ama sosyolog gözüyle sosyo-kültürel hayat en basit ifade ile; bir etkileşimdir, etki-tepkidir, bir iletişimdir, bir alış-veriştir ve insanın bu ilişki­ lere verdiği anlamlardır. Ne ile, kimler ile ve nasıl bir etkileşim? Sosyokültürel hayat, insanın önce kendi kendisi ile, sonra canlı-cansız bütün çevresiyle yaptığı etkileşimler ve bu etkileşimiere yüklediği anlanılardır. ·İnsan sosyal varlıktır;,yani hiçbir zaman tek başına yaşayamaz. İnsan, insan olma potansiyelini ancak toplum içinde, diğer insanlarla birlikte yaşaya­ rak, onlarla etkileşirnde bulunarak gerçekleştirebilir. İnsanı diğer canlı var. lıklardan farklı kılan, onun anlam atfeden ve anlam vermediği, veremediği şeyler ile ilişki kuramayan, etkileşime geçemeyen bir varlık olmasıdır. Bu konuklar; dışarıda *Hacettepe Üniv. Edebiyat Fak. Öğretim Üyesi Islam Kadın ve Toplum 1 13 yüzden "doğru-yanlış", "iyi-kötü", "güzel-çirkin", "faydalı-faydasız" vb: anlamlar, bir başka ifade ile değerler olmaksızın insan hem bireysel hem de sosyal dünyasını kuramaz. İnsan sadece insanlarla ilgili özellikleri, davranışları, nesneleri değer­ lendirmekle kalmaz; evrendeki her varlığa ve oluşa anlam yükler. Asianı ormanlar kralı yapan, tilkiyi kumazlığın, kartalı özgürlüğün simgesi yapan insandır; yoksa aslanın kendini kral saydığı, tilkinin "benden kumazı yok!" dediği yoktur. Karanlık, ışığın bulunmadığı bir doğa halidir; karanlığa kötülük anlamı veren, aynı şekilde aydınlığa olumlu anlam yükleyen insandır. Anlamlandırmalar; yani değerlendirmeler olmaksızın kendimizle ve dış dünya ile ilişki kurabilmemiz mümkün değildir. İnsanlık tarihi boyunca din, felsefe, efsane ve mitoloji, sanat, ideoloji ve bilim gibi çeşitli bilgi türlerinin birey ve toplumların değerlerini, anlam dünyalarını etkilemiş olduğunu görüyoruz. Aralarında sıkı bir etkileşim olan bu bilgi türleri içinde din, her zaman anlam dünyasını besleyen en derin kaynak olmuştur. İnsanın doğası gereği bu böyle sürüp gidecektir. Dini olsun olmasın her değerler kümesi, bu son derece karmaşık görünen, birbiri içinde yuvalanmış çok boyutlu hayatı 'düzene' koymaya taliptir; insanın hayat ile ilgili ne, niçin, nasıl gibi temel soruları ile bağlantılı olarak iyi-kötü, doğru­ yanlış, güzel-çirkin vb. değerlerine cevap vermeye çalışır. Her insan sahip olduğu değerleri ve anlam dünyasını, doğal olarak diğerlerinden üstün görür. Birbiri ile çelişmeyen, birbirini bütünleyen ve olağanüstü bir dinamik ahengi sergileyen değerler sisteminin temsilcisi Sevgili Peygamberimiz sözler ve davranışların bütünleştiği bir örnek olmuştur. Öyle ki onun hayatını sadece bir hikaye, olaylar zinciri olarak görmeyip, söz ve davranışlarının özüne bakarak olayları anlamaya çalıştığımızda, evren haritasındaki yerimizi, varlığımızın anlamını bulmakla kalmıyor, bu hayat karmaşasında çağın gereklerine uygun ve değerlerimiz ile çelişmeyen çözüm yollarını da bulabiliyoruz. Hayat gerçekten bir karmaşa mıdır? Yoksa karşıtlıklardan oluşmuş bu karmaşanın, bu çelişkiler yumağının sakladığı bir başka yüzü mü vardır? Biliyoruz ki, evrende her şey zıddı ile kaimdir. Madde dünyasında da bu böyledir; değerler ya da anlamlar dünyasında da. Gözle görebildiğimiz ve elle tutabildiğimiz, sayılarla ifade edebildiğimiz maddi dünyaya bir bakalım. Aydınlık-karanlık, gece-gündüz, uzun-kısa, büyük-küçük, ağır-hafif gibi karşıtlıklar ile bu dünyayı algılayabiliyor ve anlayabiliyoruz. 14 1 Kadın Gözüyle Hz. Peygamber-I Aynı şekilde anlamlar dünyamız söz konusu olduğunda iyi-kötü, doğru­ yanlış, güzel-çirkin, keder-sevinç, hayır-şer, faydalı-faydasız, önemli-önemsiz, gerekli-gereksiz gibi karşıtlıklar sayesinde kavrayışmuz derinleşebili­ yor. İnsan karşılaştırma yolu ile bilgisini üretirken mukayeseye elveren bu karşıtlıklardan yararlanıyor. Bu nedenle karşıtlıklar biri olmadan diğeri anlam kazanamıyor. Ancak burada bir tehlike saklı duruyor: Her ne kadar hayatın her anında karşıtlıklar karşımıza çıkıyor ise de, deneyimlerimiz arttıkça hayatı kabaca iki parçaya ayıramayacağımızı da görüyoruz. Hayatı bu karşıtlıkların zıtlaşması veya bir toplanu gibi düşünmek, kısa­ cası hayatı birbirine karşıt parçalara ayırmak, hayat denen görünürde karmaşık oluşumun hakikatini keşfetmenin yolunu kapatıyor. İnsanın hayata ilişkin deneyimleri arttıkça, kavrayışı derinleştikçe, kısacası işler iyice inceldikçe, bazen neyin iyi neyin kötü, neyin doğru neyin yanlış, neyin gerekli neyin gereksiz vb. olduğu birbirine karışabiliyor. İşte tam da bu noktada, hayat dediğimiz işleyişin, bu karşıtlıklarına bölebildiğimiz bir toplam değil; aksine ayrıştırılamaz, içJ içe geçmiş karşıtlıkların oluşturduğu dinamik bir bütün, hem de olağanüstü ahenkli bir bütün olduğu idrak edildiğinde karmaşa sona eriyor. Bu tekliği oluşturan parçaların, görünümlerin her biri ister karşıtlıklar ister benzerlikler halinde olsun, birbirinin içine yuvalannuş bir halde saklı dururlar. Varlığın doğası böyledir. birbiri içinde saklıdır: Bu yüzden karşıtlıkları birbirinHer bir sevincin içinde, derinlerde bir yerde bir parça üzüntü saklıdır; bir keder bazen binlerce sevince yol açabilir. Bu yüzden bizim hayır sandığımız şer, şer sandığınuz hayır olabilir. Bu yüzden toplumsal hayatta haklar ve görevler gibi ödüller ve cezalar da birbirinin içinde saklı­ dır. Aynı mantığı bütün karşıtlıklar için yürütebiliriz: Güçlü-zayıf, güzelçirkin, iyi-kötü, doğru-yanlış, toplumun belirleyiciliği-bireyin özgürlüğü vb. Her bir den karşıtlık ayıramayız. olarak düşünenler hayatın bu karşıtlıkların bir madalyonun iki yüzü gibi birbirini tamamladığını görenler hayatın özünü yakaladığını söyler Mevlana: "Herkes hayır ve şerri birbirinden kolaylıkla ayırt eder. Ancak Allah, hayır ve şerri birbirinin içinde gizlemiştir. Bunu işin dış yüzünde kalanlarla, işin iç yüzünü görenleri, Allah ışığı ile bakanları ayırt etmek için yapmıştır." Hayatta bütün karşıtlıkları uzlaşmaz zıtlıklar kabuğunda kalırken, Hayır-şer örneğinde olduğu kaynaktan üzere hayattaki bütün karşıtlıkların aynı görünümler olduğunu bilen ve görebilen kişilerin toplumda sağlıklı ilişkiler kurulabilecektir. Zira bu idraki ya- yansıyan farklı sayısı arttıkça islam Kadın ve Toplum şayan 1 15 insanlar, işin dış yüzünde kalanların aksine hayatı siyah-beyaz olarak görmezler; bütün renkleri ile yaşarlar. Karşıtlık mantığı ile hareket edenler "haklar bana, görevler sana", "sorumluluklar senin; yetkiler, imtiyazlar benim" derken, onlar her insanın hakları ve görevleri olduğunu ve bireyler arasında bu dengenin kurulması gerektiğini bilirler. Başkalarının haklarına saygı gösterirler; ama kendi haklarını da, hak ve hukuk gözeterek korurlar. Hak talep etmezden önce görevlerini, sorumluluklarını tamamlamaya çalışır­ lar. Mustafa Kemal Atatürk'ün "görev karşılığında olmayan bir hak, mevcut değildir" sözü bu tür davranışlarda anlamını bulur. Sosyolojik anlamda da haklar ve yetkiler, kişiye bulunduğu sosyal konumların (eş, anne, baba, kardeş, evlat, komşu, meslek sahibi, dernek üyesi, vatandaş, yönetici vb.) görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirebilmesi için verilmiştir. Egosunu şi­ şirmesi, diğerlerini ezmesi, daha fazla hak ve yetki elde etmesi için değil. Bir toplumda sadece bireyler değil, gruplar ve kurumlar arasında haklargörevler, yetkiler-sorumluluklar dengesi kurulabildiği oranda sağlıklı bir sosyal yapıdan söz edebiliriz. Zira aileden topluma kadar her düzeyde bu dengenin varlığı, "adalet"in tesis edilmiş olması demektir. Biliyoruz ki adalet, toplumda sadece yazılı kurallar, yani hukuk vasıtasıyla temin edilmez. Aile içi ilişkilerden başlayarak her türlü etkileşirnde haklar-görevler, yetkilersorumluluklar dengesini karşılıklı olarak gözeten bireyler ve toplumsal vicdan yok ise, hukuk yazılı kurallar olarak kağıt üzerinde kalır. Bu nedenle sağlıklı bir etkileşirnde hak ve adalet duygusu ile vicdan ve şefkatin birbirini tamamlaması beklenir. Bu değerlerin iç içeliğini kavrandıkça, bütün karmaşasına rağmen hayatın özündeki ahengi yakalayabilmek mümkün olabilecektir. Peki, bireysel veya kurumsal düzlemde etkileşirnde bulunanlar arasında haklar ve görevler dengesi nasıl kurulabilir? Bir formüle sığ ar mı? "Ben bu görevimi bu kadar yaptım, sen şu kadar yaptın" gibi çetele tutulabilir mi? Şüphesiz dengeyi bu şekilde kurmak mümkün değildir. Zaten böylesine hassas bir denge, sık sık bozulabilecektir. Hakkın zayi olmayacağına, emeğin mutlaka değerini bulacağına inanan ve bu oluşumu sonsuzluk kadar genişle­ ten insanlar için "Hakk' a hizmet halka hizmettir" anlayışı, bozulan dengeleri onaran sevgi ve anlayışın kaynağıdır. Onlar, işin dış yüzünde kalanların saflık, aptallık saydıklan kabulleurnelerin veya vazgeçmelerin örtüsü altında saklanmış maddi ve manevi ödülleri yaşayabilenlerdir. Hakikati sözleri ile anlatan ve davranışlanyla yaşatan Hz. Muhammed'in ahlakı örnek olarak alındıkça hayat, sadece bireyler için değil insanlık için de daha güzel Vtl daha umut verici olacaktır.