SÂLĠM B. ZEKVÂN ÖRNEĞĠ * Harun YILDIZ - e

advertisement
e-makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2 (Güz 2009), ss. 7-40.
HÂRĠCÎLER’ĠN ERKEN DÖNEM TARĠH ALGISI:
SÂLĠM B. ZEKVÂN ÖRNEĞĠ *
Harun YILDIZ **
Özet
Hâricîler, bilindiği gibi, erken dönem
İslam tarihinde ortaya çıkan ve
Müslüman
toplumun
ana
bünyesinden ayrılan ilk farklılaşma
hareketidir. İslam düşünce tarihinde
geniş yankılar uyandırmış olan
Hâricîler‟in etkileri, hem siyasal hem
de toplumsal düzeyde uzun süre
devam
etmiştir.
Hâricîler,
Hz.
Osman ve arkasından Hz. Ali
dönemlerinde yaşanan olay ve
ortaya çıkan gelişmelere kendilerine
özgü bir bakış tarzıyla yaklaşıp buna
göre tavır ve tutum geliştirmişlerdir.
İşte bu bakış tarzının öncülerinden
biri de, Sâlim b. Zekvân‟dır. Sâlim b.
Zekvân‟ın es-Sîre adlı eseri, erken
dönem İslam ve Mezhepler Tarihi ile
ilgili önemli ve otantik bir kaynaktır.
Sâlim b. Zekvân‟ın hayat hikayesi ve
kimliği ile ilgili yeterince bilgi sahibi
olmamakla birlikte, eserin bilim
çevrelerinde ortaya çıkışı, daha yeni
sayılabilecek bir döneme denk
düşer. Sîre‟nin bilim çevrelerinde
keşfedilip ortaya çıkışıyla birlikte,
özellikle Mezhepler Tarihi ile ilgili
*
Abstract
The Khâridjites’ Perception of
Early History: The Example of
Sâlim b. Dhakwân
As known, Khâridjites is of political
importance within the early Islamic
history. Moreover, it draws attention
due to its separating itself from the
general body of Muslim society. The
Influences of Khâridjites have lasted
for a long time in both political and
social
level.
Khâridjites
have
evaluated the political events and
developments during the period of
the Caliph Uthman and then Caliph
Ali with their original viewpoint.
Here, one of the vanguards of this
viewpoint is Sâlim b. Dhakwân. The
Epistle (Sirah) of Sâlim b. Dhakwân
is an important work in the early
Islamic history and Islamic sects.
The work has been come into being
recently in scientific environments,
although
we
haven‟t
enough
knowledge about lifestory and personel identity of Sâlim b. Dhakwân.
Some opinions and approachs particularly about the history of sects
Bu makale, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, TC. Diyanet İşleri
Başkanlığı ve Samed Dede Külliyesi Yaptırma Yaşatma ve Cem Evleri
Derneği işbirliği ile 18-20 Aralık 2009 tarihleri arasında İzmir‟de
düzenlenmiş olan Uluslararası Hz. Ali Sempozyumu‟nda yazar tarafından
sunulan “Sâlim b. Zekvân‟ın Sîre Adlı Eserinde Hz. Ali ve Dönemine Bakış”
isimli bildiri esas alınarak yeniden düzenlenmiş ve geliştirilmiştir.
** Doç. Dr. OMÜ. İlahiyat Fakültesi, İslam Mezhepleri Tarihi Anabilim Dalı
([email protected]).
8
Harun YILDIZ
yerleşik bazı kanaat ve bakış
tarzlarının doğruluğu tartışılır hale
gelmiş ve bunların bir kısmı,
değişmek zorunda kalmıştır. Sîre,
Hâricîlik‟le
ilgili
bilgi
veren
elimizdeki ilk kaynak eser olma
özelliğine de sahiptir. Eserin asıl
kaleme alınış gayesi, Hâricîler
tarafından Mürcie‟nin fikirlerinin
yanlış olduğunu göstererek, bunları
çürütmektir. Ayrıca eser, erken
dönem İslam Tarihi‟nde ortaya çıkan
olay ve gelişmeleri farklı bir bakış
açısı ile ele alıp yorumlamaktadır.
Bu makalede biz, eserin Hz. Osman
ve Hz. Ali dönemleri ile ilgili kısmını
esas alarak, Hâricîler‟in sözünü
ettiğimiz bu dönemlerde ortaya
çıkan siyasal olay ve gelişmelere
nasıl yaklaştıklarını ve bunları nasıl
yorumladıklarını ortaya koymaya
çalışacağız.
Anahtar Kelimeler: Hâricîler, Sâlim
b. Zekvân, Sîre, Hz. Ali, Tarih Algısı
has been changed with coming into
being of the Epistle in scientific environments. The Epistle is also first
source in our hands that informed
about Khâridjites. The essential aim
of Epistle is to refute the opinions of
Murji‟a by Khâridjites. Moreover, the
epistle have analyze and interpret
the events and developments in the
early Islamic history with a different
point of view.
In this paper, we try to present the
Khâridjites perspective on the political events and developments during
the period of the Caliph Uthman and
Caliph Ali focusing the part related
to them.
Key Words: Khâridjites, Sâlim b.
Dhakwân,
Sirah,
Caliph
Ali,
Historical Perception.
Giriş
Hâricîler, bilindiği gibi, erken dönem İslam tarihinde ortaya
çıkan ve Müslüman toplumun ana bünyesinden ayrılan ilk
farklılaşma hareketidir. İslam düşünce tarihinde geniş yankılar
uyandırmış olan Hâricîler‟in etkileri, hem siyasal hem de
toplumsal düzeyde uzun süre devam etmiştir. Bu yüzden aradan
yüzyıllar geçmesine rağmen hem zihniyet yapıları, hem de pratik
uygulamalarıyla Müslüman toplumları ciddi anlamda etki altına
aldıkları gözlenmiştir.
Hz. Peygamber‟in vefatından sonra ortaya çıkan mezheplerden
biri olan Hâricîler, erken dönem İslam tarihinde siyasal olay ve
gelişmeleri yönlendirmek suretiyle önemli rol oynamışlardır.
Araştırmacılar tarafından Hâricîlerin doğuşu, genel anlamda
Sıffîn Savaşı esnasında ortaya çıkan Hakem Olayı ile başlatılsa
e- makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2 (Güz 2009)
9
da1, aslında bu mezhebin köklerini Hz. Osman dönemine kadar
götürmemiz mümkündür. Zira Hz. Osman‟ın öldürülmesi olayına
karışanlar içerisinde, sonradan Hâricî olarak adlandırılan ve bu
hareketin içinde aktif olarak rol oynayan bazı isimlerin
bulunduğu bilinmektedir. Bu yüzden Hâricîler, Hz. Osman ve
arkasından Hz. Ali dönemlerinde yaşanan olay ve ortaya çıkan
gelişmelere kendilerine özgü bir bakış açısıyla yaklaşıp buna göre
tavır ve tutum geliştirmişlerdir.
İşte bu bakış tarzının öncülerinden biri de, Sâlim b.
Zekvân‟dır. Hicrî I/Miladî VII. yüzyılda yaşadığı ve bu yüzyılın
sonlarında öldüğü tahmin edilen Sâlim b. Zekvân‟ın elimizde Sîre
isimli çok önemli bir eseri bulunmaktadır. Sâlim b. Zekvân‟ın
Sîre‟si erken dönem İslam ve Mezhepler Tarihi ile ilgili önemli ve
otantik bir eserdir. Eserin bilim çevrelerinde keşfedilip ortaya
çıkışı, daha yeni sayılabilecek bir döneme denk düşer. Sîre‟nin
ortaya çıkışıyla birlikte, özellikle Mezhepler Tarihi ile ilgili yerleşik
bazı kanaat ve bakış tarzlarının doğruluğu tartışılır hale gelmiş ve
bunların bir kısmı değişmek zorunda kalmıştır. Örnek olarak
bilim çevrelerinde, daha önce İslam düşüncesinin önemli
ögelerinden biri olan İrcâ fikri hakkında bilgi veren ilk kaynak
olarak, Hasan b. Muhammed b. el-Hanefiyye (101/719)‟nin
Kitâbu‟l-İrcâ‟sı kabul edilmekte ve Mürcie‟nin doğuşu bu eserin
yazılış tarihi olan hicrî 75 yılından sonraya bırakılmaktaydı.2
1
E. Ruhi Fığlalı, “Hâricîler”, DİA., XVI, İst., 1997, s. 169; Selîm Nu‟aymî,
“Zuhûru‟l-Havâric”, Mecelletu‟l-Mecma‟i‟l-Ilmiyyi‟l-Irâkî, XV, Bağdat, 1967,
s. 10; Laura V. Vaglieri, “Ali-Muâviye Mücadelesi ve Hâricî
Ayrılmasının İbâdî Kaynakların Işığında İncelenmesi”, (Çev. E. Ruhi
Fığlalı), AÜİFD., XIX, Ank., 1973, s. 149.
2
Bkz., Huseyin Atvân, el-Mürcie ve‟l-Cehmiyye bi-Hurâsân fî‟l-Asri‟l-Ümevî,
Beyrut, 1993, s. 11-21; Albert Nasrî Nâder, Ehemmu‟l-Fırakı‟lİslâmiyyeti‟s-Siyâsiyye ve‟l-Kelâmiyye, Beyrut, 1958, s. 32-36; A. S.
Tritton, Muslim Theology, London, 1964, s. 87-89; İsa Doğan, Mürcie ve
Ebu Hanife, Kardeş Matbaası, Samsun, 1992, s. 23-36: W. Montgomery
Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, (Çev. E. Ruhi Fığlalı), Birleşik
Yay., İst., 1998, s. 151-157; Sefer b. Abdurrahman el-Havâlî, Zâhiratu‟l-
10
Harun YILDIZ
Sîre‟nin bilim çevrelerince keşfedilip incelenmesi ile birlikte,
Mürcie‟nin teşekkülü ile ilgili bu fikir değişmiştir. Bu çerçevede
Sîre‟nin hicrî 70‟li yılların başında yazıldığı düşünüldüğünde,
Mürcie‟nin bu tarihten önce ortaya çıkmış olması gerektiği fikri
kabul görmeye başlamıştır.3
Sîre‟nin bir diğer önemi, Hâricîler ile ilgili bize bilgi veren erken
döneme ait ilk kaynak eser oluşudur. Aslında eserin asıl kaleme
alınış gayesi, Hâricîler tarafından Mürcie‟nin fikirlerinin yanlış
olduğunu göstererek, bunları çürütmektir. Böylece Sîre, Hasan b.
Muhammed‟in Kitâbu‟l-İrcâ‟sından daha önce kaleme alındığı
için, Mürcie hakkında bilgi veren eserler arasında da bilinen ilk
eser haline gelmiştir. Ne var ki Kitâbu‟l-İrcâ, bizzat Mürcie
mensubu olan Hasan b. Muhammed tarafından, Hz. Ebû Bekir ile
Osman aleyhtarı olan Sebeiyye‟nin fikirlerini çürütmek için
kaleme alınırken; Sîre ise, bir Hâricî tarafından Mürcie‟nin
fikirlerini çürütmek amacıyla kaleme alınmıştır. Bu yönüyle Sîre,
İslam Mezhepler Tarihi‟nde ilk ortaya çıkan Hâricîlik ve Mürcie
gibi mezhepler arasındaki anlaşmazlıkları bize kadar ulaştıran ilk
metindir.4 Ayrıca İslam Mezhepleri Tarihi literatüründe Sebeiyye,
eserdeki ifadeyle Sebbâbe hakkında da bize bilgi veren ilk kaynak
durumundadır. Eserde Sebeiyye‟nin Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer
hakkındaki görüşleri ele alınıp değerlendirilmektedir.5 Dolayısıyla
eser, hem Hâricîler hem de Mürcie gibi iki önemli İslam mezhebi
İrcâ fî‟l-Fikri‟l-İslâmî, Kahire, 1417/1997, I, 239-316; Morris S. Seale,
Muslim Theology, London, 1964, s. 87-89.
3
Sönmez Kutlu, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, Türkiye
Diyanet Vakfı Yay., Ank., 2000, s. 58-69; ayrıca bkz., Kutlu, “Salim b.
Zekvan‟ın Sîre Adlı Eserindeki Mürcie İle İlgili Kısmın Tercümesi”, AÜİFD.,
XXXV, Ank. 1996, s. 468-469.
4
Sâlim b. Zekvân, es-Sîre, (Thk. ve İngilizce‟ye Çev. Patricia Crone-Fritz
Zimmermann), Oxford University Press, New York, 2001, s. 114-126; ayrıca
bkz., Kutlu, a.g.m., s. 469.
5
İbn Zekvân, 118-120; ayrıca bkz., Sıddık Korkmaz, Tarihin Tahrifi İbn Sebe
Meselesi, Araştırma Yay., Ank., 2005, s. 15-16, 87-88.
e- makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2 (Güz 2009)
11
ile ilgili bize bilgi veren ilk kaynak eserlerden biridir. Bunların
yanında eser, erken dönem İslam Tarihi‟nde ortaya çıkan olay ve
gelişmeleri farklı bir bakış açısı ile ele alıp yorumlamaktadır.
Eseri ilk ortaya çıkarıp bilim dünyasına kazandıran kişi,
Libya‟lı İbâdî araştırmacı Amr Halîfe en-Nâmî‟dir. en-Nâmî, eseri
Umân‟da bir el yazması halinde bulmuş ve yapmış olduğu
doktora çalışmasında ondan kapsamlı bir şekilde alıntı
yapmıştır.6 Sîre‟nin ilk olarak bilimsel kritiğini yapıp yayınlamaya
teşebbüs eden kişi ise, araştırmacı Martin Hinds‟dir. Hinds, eserin
ilgili kısımlarının yayını ve çevirisi ile ilgilenmiş, fakat 1988
yılında ölümüyle birlikte bu çalışma, yarım kalmıştır.7 Bu
çerçevede yine Michael Cook, Early Muslim Dogma isimli
çalışmasında eserin özellikle Mürcie ile ilgili olan bölümlerini
İngilizce‟ye çevirmiş ve bilimsel kritiğini yaparak yayınlamıştır.
Ayrıca eserinde Sîre‟nin yazıldığı tarih dahil pek çok şeyi ele
almıştır.8 Cook, Sîre‟nin aslında 52 sayfalık bir el yazması
olduğunu söylemektedir. Ona göre bu el yazması nüsha,
araştırmacı
Martin
Hinds‟e
ait
bir
mikrofilm
içinde
bulunmaktadır. Bu mikrofilm, 393 sayfalık bir malzemeyi
içermekte olup her sayfasında 19 satır vardır. Cook, bu
mikrofilmin içinde Hâricî/İbâdîler‟e ait olan başka pek çok el
yazması eser bulunduğunu ifade ederek, Sîre‟nin mikrofilmin
154-194. sayfaları arasında olduğunu söylemektedir.9
6
Amr Khalîfa en-Nâmî, Studies in Ibadism, Cambridge University Press,
Cambridge, 1971, s. 50-69.
7
İbn Zekvân, vii.
8
Michael Cook, Early Muslım Dogma: A Source-Critical Study, Cambridge
University Press, London, 1981, s. 23-47, 89, 103.
9
Cook, 4, 23-26, 160-163.
12
Harun YILDIZ
Michael Cook‟tan sonra Wilfred Madelung, Norman Calder ve
Josef Van Ess, eser üzerinde çalışmalar yapmışlar10 ve bunların
içinde Van Ess, eserin Mürcie dışındaki bölümlerini Almanca‟ya
çevirmiştir.11 Ülkemizde de Sönmez Kutlu, eserin Mürcie ile ilgili
kısmını tercüme edip üzerinde değerlendirmeler yapmıştır.12
Sîre‟nin ciddi olarak bilimsel anlamda edisyon kritiğinin yapılarak
yayınlanması ise, Patricia Crone ile Fritz Zimmermann tarafından
gerçekleştirilmiştir. Crone ve Zimmermann, eseri bilimsel bir
yöntemle hem orijinal dili olan Arapça, hem de İngilizce çevirisi ile
birlikte sayfa sayfa yayınlayıp üzerinde güzel değerlendirmeler
yapmışlardır. Araştırmamızda bizim de başvurduğumuz nüsha,
budur.13
Sîre‟nin içeriğine gelince, eserin ilk bölümünde Kur‟an‟ın
indiriliş sebebi ve özellikleri, tevhid mesajının içeriği, takva ve
cihadın önemi gibi konulara değinilmektedir.14 İkinci bölümde
peygamberler, peygamberlerin görevleri, bu bağlamda Hz.
Muhammed‟in konumu ve görevi ile Hz. Muhammed yaşarken
Arap yarımadasında var olan Ehl-i Kitap, Mecusiler ve müşrikler
vb. dinî topluluklar gibi konular ele alınmakta15, arkasından
sırayla dört halifeye değinilmektedir.16 Daha sonra Sâlim b.
Zekvân, Ezârika ve Necedât gibi Hâricî fırkalarını ele almaktadır.17
10
Wilfred Madelung, “The Early Murji‟a in Khurâsân and Transoxania and
the Spread of Hanafism”, Der Islam, LIX, Berlin, 1982, s. 32-39; Norman
Calder, “Review of Cook”, Journal of Semitic Studies, XXVII, (1983), s. 183.
11
Josef Van Ess, Theologie und Gesellschaft im 2. und 3. Jahrhundert
Hidschra, Berlin, 1991.
12
Kutlu, “Salim b. Zekvan‟ın Sîre Adlı Eserindeki Mürcie İle İlgili Kısmın
Tercümesi”, AÜİFD., XXXV, Ank. 1996, (ss. 467-475).
13
Sâlim b. Zekvân, es-Sîre, (Thk. ve İngilizce‟ye Çev. Patricia Crone-Fritz
Zimmermann), Oxford University Press, New York, 2001.
14
İbn Zekvân, 38-56.
15
İbn Zekvân, 56-74.
16
İbn Zekvân, 74-98.
17
İbn Zekvân, 100-114.
e- makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2 (Güz 2009)
13
Böylece eser, ilk Hâricî fırkalarıyla ilgili bilgileri, Hâricîler‟e ait
otantik bir kaynaktan öğrenme imkanını bize sunmaktadır.
Arkasından müellif, Mürcie‟ye yönelttiği eleştirilere geçmekte, bu
çerçevede Sebbâbe dediği Sebeiyye‟den söz etmekte ve eserin
sonunda kendileri dışında olan diğer dinî ve siyasî gruplar
tarafından kabul edilmesi istenilen görüşlere yer vermektedir.
Bu makalemizde biz, eserin Hz. Osman ve Hz. Ali dönemleri ile
ilgili kısmını esas alarak, Sâlim b. Zekvân örneğinde Hâricîler‟in
sözünü ettiğimiz bu dönemlerde ortaya çıkan siyasal olay ve
gelişmelere nasıl yaklaştıklarını ve bunları nasıl yorumladıklarını
ortaya koymaya çalışacağız. Bu amaçla önce, eserin müellifi olan
Sâlim b. Zekvân‟ın hayat hikayesi ve kimliği ile ilgili bilgi verelim.
A) Sâlim b. Zekvân’ın Hayat Hikayesi ve Kimliği
Öncelikle Sâlim b. Zekvân‟ın hayat hikayesi ile ilgili elimizde
yeterli bilgi ve belge bulunmadığını ifade etmemiz gerekmektedir.
Bu yüzden Sâlim‟in ne zaman ve nerede doğduğu ve yine ne
zaman öldüğü konusunda kesin bir bilgiye sahip değiliz. Yalnız
bu noktada bazı tarih kaynakları, bize kimi ipuçları vermektedir.
Örnek olarak, Sistânî‟nin Târîh-i Sistân‟ında Araplar tarafından
30/650 tarihinde ele geçirilen Bust şehrinde Sâlim isminde bir
gencin bulunduğu ve daha sonra onlar arasında şöhretinin arttığı
ifade edilmektedir.18 Sîre‟yi yayınlayan Patricia Crone ile Fritz
Zimmermann, “Eğer bizim Sâlimimiz, Sistan‟da ele geçirildiyse o,
bir Basralının mülkiyetine geçmiş ve muhtemelen Basra‟nın etki
alanında olan (Horasan, Sistan, Kirman, Fars ve Umân gibi) bir
yerde yaşamını sürdürmüştür. Onun Câbir b. Zeyd (93/712) ile
mektuplaşmış olması, Basra dışında yaşadığını akla getirir, fakat
onun nerelerde ve tam olarak hangi dönemde yaşamış olduğu belli
18
İbn Zekvân, 11.
14
Harun YILDIZ
değildir” demektedirler.19 Yine İbâdî müelliflerden Şemmâhî
(928/1522), onun İbâdîlik‟te çok önemli bir yeri olan Câbir b.
Zeyd20 ile mektuplaştığından ve ayrıca yine önde gelen
İbâdîler‟den biri olan Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî Kerîme (150/767)
ile de aynı dönemde yaşadığından söz etmektedir.21 Ne var ki,
Sâlim b. Zekvân‟ın hem Câbir b. Zeyd ile mektuplaşmış olması,
hem de Câbir‟den en az elli yıl sonra ölmüş bulunan Ebû
Ubeyd‟in çağdaşı olması pek mümkün görünmemektedir.
Dolayısıyla Şemmâhî‟nin vermiş olduğu bu bilgilerden sadece biri
doğru olarak görünmektedir. Bu bağlamda, Sîre‟nin Mürcie ile
ilgili kısmı üzerinde çalışan Sönmez Kutlu, Şemmâhî‟nin verdiği
bilgileri çelişkili bularak, „onun Câbir b. Zeyd ile mektuplaştığı
bilgisinin daha doğru olabileceğini‟ ifade etmektedir.22
İbâdî bir araştırmacı olan Amr Halîfe en-Nâmî de, Kuzey
Afrika‟da bulunan bilinmeyen bazı İbâdî el yazmalarıyla ilgili
olarak kaleme aldığı bir makalesinde, benzer bir görüş ileri
sürmüş ve buna gerekçe olarak Câbir b. Zeyd‟e ait olan risaleler
koleksiyonu içerisinde, onun Sâlim b. Zekvân‟a yazmış olduğu bir
risale‟sinin bulunmasını göstermiştir.23 Ayrıca konuyla doğrudan
ilgilenen batılı bazı araştırmacıların kanaati de, onun Câbir b.
Zeyd‟in çağdaşı olduğu şeklindedir.24 Yine Sönmez Kutlu‟nun
ifade ettiği gibi, Sâlim b. Zekvân‟ın eserinde Hâricîlik ile ilgili
olarak 70/689 yılından sonraki olaylara yer verilmemesi ve
19
İbn Zekvân, 12.
20
Câbir b. Zeyd için bkz., Fığlalı, İbâdiye‟nin Doğuşu ve Görüşleri, AÜİF.
Yay., Ank., 1983, s. 83-88; İ. Lütfi Çakan, “Câbir b. Zeyd”, DİA, VI, İst.,
1992, s. 537-538; Roberto Rubinacci, “Djâbir b. Zayd”, EI, II, Leiden,
1954, s. 359-360.
21
Şemmâhî, Kitâbu‟s-Siyer, (Thk. Ahmed b. Suûd es-Siyâbî), Umân,
1407/1987, I, 109.
22
Kutlu, a.g.m., s. 467.
23
Amr Khalîfa en-Nâmî, “A Description of New Ibadi Manuscripts from North
Africa”, Journal of Semitic Studies, XV, (1970), s. 65.
24
Örnek olarak bkz., Cook, 3.
e- makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2 (Güz 2009)
15
bununla birlikte Mürcie ile ilgili olarak mezhebin ilk teşekkülü
konusundaki bilgilerin yer alması, hem Sâlim b. Zekvân‟ın, Câbir
b. Zeyd ile aynı dönemde yaşadığını, hem de eserin 70/689‟lu
yılların başında yazıldığını göstermektedir.25 Böylece Cumeyyil b.
Hamîs ve Samâilî gibi gibi geç dönem İbâdî yazarlarının onu IV/X
ve V/XI. yüzyıllarda yaşamış olan alimlere oldukça yakın bir
dönemde göstermelerinin yanlışlığı da ortaya çıkmaktadır.26
Sâlim b. Zekvân‟ın nereli oluşuna gelince, her ne kadar Cook27
ve Van Ess28 onu Kûfe‟li olarak göstermek istiyorlarsa da,
Kutlu‟nun ifade ettiği gibi, eserinde o sıralarda Kûfe‟de teşekkül
etmeye başlayan Sebeiyye veya Şia‟ya özel bir bölüm ayırmamış
olması ve Mürcie‟den söz ederken Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer‟den
teberrî eden Sebeiyye (Sebbâbe)29 ile ilgili oldukça kısa bilgi
vermesi, onun Kûfe‟li olma ihtimalini ortadan kaldırmaktadır.
Çünkü Sâlim, yaşadığı dönemde Müslümanların tüm gruplarına
ayrı ayrı yer vermiştir.30 Yine Van Ess‟in belirttiği gibi, Câbir b.
Zeyd ile mektuplaştığına göre, buradan Basra‟lı olamayacağı
düşüncesine varılabilir.31 Bu noktada, artık onun Mekke ya da
Medine‟li olma ihtimali ortaya çıkmaktadır.32
Burada Câbir b. Zeyd‟in mektubunun çok önemli bir işlev
görmesine rağmen aslında erken dönem İbâdî kaynaklarda bu
mektuptan söz edilmemesi, ilginç bir durumla bizi karşı karşıya
bırakmaktadır. Buna Sîre‟yi yayınlayan Crone ile Zimmermann da
25
Bkz., Kutlu, a.g.m., s. 467.
26
Bkz., İbn Zekvân, 11-12.
27
Cook, 91.
28
Van Ess, Theologie und Gesellschaft, II, 172.
29
Eserde Sebeiyye, Sebbâbe şeklinde geçmektedir. Bkz., İbn Zekvân, 118,
120, 142.
30
Kutlu, Mürcie ve Tesirleri, s. 65.
31
Van Ess, Theologie und Gesellschaft, II, 172.
32
Kutlu, Mürcie ve Tesirleri, s. 65.
16
Harun YILDIZ
temas etmekte ve bunu garip karşılamaktadırlar. Zira erken
dönem İbâdî kaynaklar, sık sık Sâlim b. Zekvân‟a temas eder ve
daima onunla özdeşleşen görüşleri desteklerler.33
Sâlim b. Zekvân‟ın eserini dikkatli bir şekilde incelediğimizde,
kendisinin yaşadığı dönemin önde gelen Hâricî/İbâdîler‟inden biri
olduğu anlaşılmaktadır. Eser boyunca İbn Zekvân, bu bakış
tarzını ortaya koymuş ve sık sık başvurduğu Kur‟an ayetlerini de
bu çerçevede ele alıp yorumlamıştır.
B) Sâlim b. Zekvân’ın Hz. Osman ve Hz. Ali Dönemleri ile
ilgili Düşünceleri
Erken dönem İslam tarihinde Hz. Osman dönemi, daha önce
görülmeyen farklı siyasal ve toplumsal gelişmelerin ortaya çıktığı
yeni bir dönemin başlangıcıdır. Sâlim b. Zekvân‟a göre de bu
dönem aynı özelliğe sahip olup Hz. Osman, hilâfetinin ilk altı
yılında Allah‟ın kitabı ve Rasulün sünneti ile hareket etmişti,
bundan dolayı Müslümanlar, onu kucaklayıp sahip çıkmışlardı.
Yine bu yüzden, dünya müslümanların önüne serilmiş, yine
yeryüzünün hazineleri onların önlerine açılmıştı. Ancak ne var ki
Hz. Osman, daha sonraki uygulamalarıyla bu çizginin dışına
çıkarak dünyaya ve dünyevî değerlere aşırı bir şekilde
meyletmişti. Bu yüzden yeni bid‟atlar ortaya çıkarmış,
akrabalarını da aşırı biçimde kayırmıştı.34 Bu noktada Sâlim b.
Zekvân, bize dönemin Kûfe valisi olan Velîd b. Ukbe‟nin, içki içtiği
halde, Hz. Osman‟ın sırf ona olan yakınlığından dolayı
cezalandırılmasına itiraz etmesini ve yine Velîd‟in Kûfelilerden
sevilen birini öldürünce Osman‟ın, buna karşılık onun
33
İbn Zekvân, 13.
34
İbn Zekvân, 79-80.
e- makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2 (Güz 2009)
17
öldürülmesine karşı çıkmasını örnek olarak verir.35 Benzer
şekilde yine Hz. Osman, Hz. Peygamber‟in arkadaşlarından olan
bilgili kişileri valilikten azletmiş, yerlerine kendi akraba
çevresinden sefih kişileri getirmişti ki, onlar da Sâlim b. Zekvân‟ın
ifadesiyle, doğruyu bilmeyen cahiller ve Hz. Peygamber‟in
sünnetinden habersiz kişilerdi. İşlerinin çoğunda, sayılamayacak
derecede kötülük içinde olan insanlardı.36 Ayrıca bedevîlerin
savaşa çıkmasını, sırf ganimete ortak olacakları endişesi ile
engellemişti. Sâlim b. Zekvân, burada Hz. Osman‟ı eleştirerek
onun Peygamber‟in çizgisine ters düştüğünü, zira Hz. Peygamber
ile Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer‟in bedevîleri savaşa çağırdığını,
onların da buna yardımcı olduğunu ve sonuçta ganimetten pay
aldıklarını, dolayısıyla bu konuda Hz. Peygamber‟in sünnetinin
terk edildiğini ve doğru olmayan bir yola sapıldığını
belirtmektedir.37
Yine Ammar b. Yâsir‟i bağırsakları çıkıncaya kadar ve Abdullah
b. Mes‟ûd‟u benzer biçimde dövdürmüştü.38 Tüm bunlar olurken
bu arada casuslarını da insanların içine göndererek toplumun
kendisi ile ilgili kanaatlerini öğrenmekteydi. Bu yüzden halifenin
aleyhinde konuşanlar, ganimetteki haklarından mahrum
kalıyorlardı. Bazıları, sahip oldukları servete el konularak,
bazıları kırbaçlanarak, bazıları da tazir ile cezalandırılıyordu.39
Tüm bunlardan dolayı Sâlim b. Zekvân‟a göre halife, Allah‟ın
hükmünü terk edip cezaları uygulamamış, mü‟minlerin
ganimetteki haklarını vermemiş ve sadakaları Allah‟ın belirlediği
35
İbn Zekvân, 80; aynı olaylar, diğer başka tarih kaynaklarında da
anlatılmaktadır. Bkz., Belâzurî, Ensâbu‟l-Eşrâf, (Ed. S. D. F. Goitein),
Jarusalem, 1936, V, 33-34; Şemmâhî, I, 33.
36
İbn Zekvân, 82.
37
İbn Zekvân, 82; ayrıca bkz., Kalhâtî, el-Keşf ve‟l-Beyân, (Thk., Seyyide
İsmail Kâşif), Umân, 1400/1980, II, 207.
38
İbn Zekvân, 84; Kalhâtî, II, 208.
39
İbn Zekvân, 84-86.
18
Harun YILDIZ
yerlerin dışında kullanarak kendi keyfine uymuş ve Allah
Rasulü‟nün yolundan ayrılmıştı.40
İşte bu gelişmelerin sonucu olarak Kûfe, Basra ve Mısır‟da
yaşayan bazı insanlar, siyasi iktidarın kötülüklerini engellemek
amacıyla bir araya gelmişlerdi.41 Ardından hep birlikte halifenin
yanına gidip ona Allah‟ı, Allah‟ın ayetlerini hatırlatmışlar ve
kötülük olarak yapmış olduğu işleri tek tek ona söylemişlerdi.
Bunun üzerine Hz. Osman, onların söylediklerini bildiğini, Allah‟a
tevbe ettiğini, bu yüzden daha önce yapılan haksızlıkları terk
edeceğini söyleyerek, tüm yanlışları düzelteceğine dair söz verdi.
Medine‟ye gelenler de, onun özrünü ve tevbesini kabul ederek
şehirlerine dönmüşlerdi.42 Bu süreçte halife, herhangi bir
haksızlık yapmadığı gibi, Kûfe valisi Velîd b. Ukbe‟yi içki içtiği için
kamçılatarak cezalandırmıştı.43 Fakat bununla birlikte Muaviye‟ye
bir mektup yazarak ona “Şamlıları bana yardıma yolla; zira
Medineliler, küfre girdiler ve itaatlerini bozdular” demişti.44
Görünen o ki Hz. Osman, herhalukârda isyancıların
cezalandırılmasını istiyordu.
Bu olay, artık bardağı taşıran son damla oldu ve arkasından
gelişen olayların sonucunda Hz. Osman öldürüldü. Sâlim b.
Zekvân, halifenin yapmış olduğu yanlışlıklar ve hatasından
dönmeyişinden dolayı öldürüldüğünü, halife ile birlikte
öldürülenler hakkında Rasulullah‟ın hükmünün verildiğini, zira
Rasulullah‟ın ehl-i kıble‟den öldürülmesi gerekenlere bu cezayı
vermekle birlikte, çocuklarını esir etmeyip, mallarının beşte birini
almadığını ve onları mirastan mahrum bırakmadığını, ayrıca
iddetleri bitinceye kadar da kadınlarını evlendirmediğini
40
İbn Zekvân, 82; Kalhâtî, II, 207.
41
İbn Zekvân, 86.
42
Kalhâtî, II, 215.
43
İbn Zekvân, 86.
44
İbn Zekvân, 86-88.
e- makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2 (Güz 2009)
19
söylemektedir.45 Sâlim‟in eserinde dikkat çeken bir şey de,
halifenin icraatlarının ayetlerle sık sık eleştirilmesidir.46
Yine Sâlim b. Zekvân‟ın da içinde bulunduğu Hâricî anlayışa
göre bu olay, icraatları neticesinde meşruiyetini kaybetmiş, artık
azledilmeyi hak etmiş bir devlet başkanının iktidardan
indirilmesinden ibaretti ve bu eylem, müslümanların meşru bir
hakkıydı. Bu yüzden Hâricîlere göre Medineliler, telkin edildiği
gibi, halifenin ölümüne karşı değillerdi. Hem eğer onun ölümüne
karşı duruyorlardıysa, neden onu korumamışlardı? Kaldı ki
halife, onların arasındaydı ve üstelik gizlice de öldürülmedi”.47
Diğer Hâricî kaynaklara bakıldığında Hâricîler‟in, ayrı bir
siyasal grup ve bağımsız bir fırka olarak faaliyete giriştikten sonra
da halifenin öldürülmesinin meşruluğunu hep savundukları ve
bu olaya daha sonraları “Osman‟ı hepimiz öldürdük” diyerek sahip
çıktıkları görülür.48 Hâricîler‟in taraf oldukları ilk eylem, Hz.
Osman‟ın öldürülmesidir.49 Zira bu süreçte olaylara karışanlar
arasında, Zeyd b. Husayn et-Tâî, Şureyh b. Evfâ el-Absî, Abdullah
b. el-Kevvâ‟ el-Yeşkurî, Hurkûs b. Züheyr es-Sa‟dî ve Yezîd b.
45
İbn Zekvân, 90.
46
Bkz., İbn Zekvân, 78-88.
47
Kalhâtî, II, 227.
48
İbn Sellâm el-İbâdî, Kitâbun fîhi Bed‟u‟l-İslâm ve Şerâiu‟d-Dîn, (Thk.,
Werner Schwartz, Sâlim b. Ya‟kûb), Beyrut, 1406/1986, s. 106-107; Ebû
Ammâr, el-Mûcez (Thk. Ammâr Tâlibî), Cezayir, 1398/1978, II, 241; Fığlalı,
“Hariciliğin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler”, AÜİFD., XX, Ank., 1975,
s. 234.
49
Hâricîlerin bağımsız bir fırka olarak ortaya çıkışları, Sıffîn Savaşı‟nda
meydana gelmiştir. Bkz., Fığlalı, İbâdiye‟nin Doğuşu, s. 53-82; Adnan
Demircan, Hâricilik Mezhebinin Doğuşu Bağlamında Din-Siyaset İlişkisi,
Beyan Yayınları, İst., 2000, s. 44-45.
20
Harun YILDIZ
Kays el-Erhâbî gibi Hâricîlerin ilk ve en önemli liderleri de
bulunmaktadır.50
Hz. Osman‟ın öldürülmesinden sonra Müslüman toplum,
büyük bir siyasi krizle karşılaşmıştı. Bu şartlarda Medine‟deki
gergin havanın diğer bölgelere sıçramasından kaygı duyan bazı
çevreler, Hz. Ali‟ye devlet başkanlığı teklif ettiler. Arkasından
Mescid-i Nebevî‟de Hz. Ali‟ye devlet başkanı olarak biat edildi.
Biat edilmeden önce Hz. Ali‟den Allah‟ın kitabına, Hz.
Peygamber‟in sünnetine ve daha sonra gelen iki halifenin yolunu
takip edip haktan sapmış olan azgın gruplarla savaşacağına dair
söz alındı.51 Öyle ki Sâlim b. Zekvân‟ın ifadesiyle, “o gün
insanlardan hiçbir kimse, onun hakkında „O, bir hükümde adil
davranmadı, haddi uygulamadı ve yaptığı taksimatta adil olmadı‟
demeye güç yetiremedi”. 52
Böylece Hz. Ali, Hz. Osman‟ın on iki yıllık devlet başkanlığı
döneminin sona ermesinden sonraki kaos ve kargaşa ortamında
devlet başkanı seçildi. Öyle ki Hz. Ali, Hz. Osman‟ın
öldürülmesini meşru kabul eden isyancılarla Medine‟de
oturanların büyük bir kısmının desteğini alarak devlet başkanı
seçilmiş oldu. O şartlarda halifenin haksız bir biçimde
öldürüldüğünü savunanlar ise, ona biat etmemişlerdi. Bu olayın
arkasından Talha b. Ubeydullah ile Zübeyr b. Avvâm, Hz. Ali
kendilerine karşı hatalı bir uygulamada bulununca kendilerini
Hz. Osman‟ın velisi konumunda görerek onun kanını talep
etmeye başladılar. Oysa Sâlim b. Zekvân‟a göre insanlar arasında
Hz. Osman‟a ölünceye kadar en sert muhalefeti yapan ve ona
karşı en keskin tavır içinde olanlar, Talha ile Zübeyr‟di. Bununla
50
Taberî, Târîhu‟l-Ümem ve‟l-Mülûk, Beyrut, Trz., V, 85, 99, 180; Belâzurî, V,
40-41, 45-46; Ammâr Tâlibî, Ârâu‟l-Havârici‟l-Kelâmiyye, Cezayir,
1398/1978, I, 43-44; Nu‟aymî, 18.
51
İbn Zekvân, 90; ayrıca bkz., Kalhâtî, II, 225-226.
52
İbn Zekvân, 90-92.
e- makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2 (Güz 2009)
21
birlikte yanlarına Hz. Âişe‟yi de alarak Basra‟ya gitmişler ve orada
Basralıları Osman‟ı dost edinmeye, kanını talep etmeye ve Hz.
Ali‟nin taraftarlarıyla savaşmaya çağırmışlardı. Basra‟da ilk iş
olarak Hz. Ali taraftarı olan ve içlerinde Hakîm b. Cebele elAbdî‟nin de bulunduğu bir grubu öldürdüler. Ayrıca Basra valisi
Osman b. Huneyf‟i de tartaklayarak sakalını yoldular ve
görevinden uzaklaştırdılar. Beytu‟l-mâl‟i de talan ettiler. Bu
şekilde Basra‟yı zorla ele geçirerek orada tutunmayı başardılar.53
Gelişen bu olaylar üzerine Hz. Ali, artık Medine‟de kalmasının
stratejik anlamda doğru olmayacağını düşündüğünden Kûfe‟ye
geçmeye karar verdi. Kalabalık bir ordu ile yola çıkıp Kûfe‟ye
gelen Hz. Ali, kendisini orada konumlandırdı. Sâlim b. Zekvân‟a
göre bu olayda Talha, Zübeyr ve taraftarları, meşru olan siyasal
otoriteye karşı isyancı bir grup (el-Fîetu‟l-Bâğıye) konumundaydı.
Bu yüzden Hz. Ali‟nin onlara karşı savaş kararı alması, doğru ve
yerinde bir karardı. Talha ve Zübeyr‟in savaş çağrılarına karşılık o
da, Kûfelileri Talha ve Zübeyr ile taraftarlarından ayrılıp
uzaklaşmaya ve onlarla savaşmaya çağırdı.54 Hz. Ali taraftarları,
Cemel gününde Talha ve Zübeyr ile konuşarak önce onlara barış
yapmayı teklif ettiler, bu çerçevede onlara Allah‟ı ve İslam‟ı
hatırlatarak, eğer taşkınlık yapar ve kendilerine karşı koyarlarsa
onlarla
savaşacaklarını
bildirdiler.
Fakat
bütün
barış
teşebbüslerine rağmen çatışmalar başlayıp her iki taraf, birbirine
saldırdı ve korkunç bir mücadele gerçekleşti. Sonuçta Hz. Ali
taraftarları, savaşı kazandılar. Karşı taraf ise ağır bir hezimete
uğradı ve Talha ile Zübeyr başta olmak üzere sahabenin ileri
gelenlerinden pek çoğu savaş meydanında öldüler (36/656).55
Artık Basralılar, bu savaştan sonra Hz. Osman, Talha ve
Zübeyr‟in velâyetini gündeme getirmekten vazgeçtiler. Hz. Âişe de
53
İbn Zekvân, 114; ayrıca bkz., İbn Sellâm, 106.
54
İbn Zekvân, 114; Kalhâtî, II, 229-230.
55
İbn Zekvân, 92.
22
Harun YILDIZ
tüm yaptıklarından pişman olduğunu ve bir daha siyasete ve
siyasi işlere bulaşmayacağını ifade etti. Bunun üzerine Hz. Ali,
onun pişmanlığını kabul ederek kardeşi Muhammed b. Ebî
Bekr‟in gözetiminde Medine‟ye dönmesini sağladı. Sâlim b.
Zekvân, burada daha önce tıpkı Hz. Osman‟la ilgili söylediği gibi,
Hz. Ali‟nin onlarla ilgili olarak Hz. Peygamber‟in ehl-i kıble‟den
olan kişilere verdiği hükmü verdiğini söylemektedir. Bu hüküm,
eski halife ile ilgili verilen hükmün hemen hemen aynısı idi. Bu
durum da Hz. Âişe‟nin mallarına dokunulmadığı gibi,
ordusundan sağ kalanları ile çocukları da esir olarak
alınmadılar.56
Cemel olayından sonra Hz. Ali, kendisini devlet başkanı olarak
tanımayan Muaviye ve Şam ehlinin üzerine yürüdü ve
Muaviye‟nin ordusu ile Sıffîn‟de karşı karşıya geldiler. Sâlim b.
Zekvân‟a göre, Muaviye ile Amr‟ın taraftarları, yüce Allah‟ın
buyruklarını kabul edinceye kadar kendileriyle savaşılması
gereken isyancı bir gruptu. Bu yüzden Hz. Ali‟nin Muaviye‟ye
karşı savaş kararı alması, daha önce Cemel‟de olduğu gibi, doğru
ve yerinde bir karardı. Hz. Ali, taraftarlarına onlar savaşı
başlatmadıkça kendilerinin başlatmamalarını söylemişti. Bu
yüzden Ali tarafı, Cemel savaşı öncesinde yaptıkları gibi, onları
önce Hakk‟a çağırarak onlara Allah‟ı ve İslam‟ı hatırlattı, onları
Ali‟ye itaate çağırdı. Eğer taşkınlık yaparlar ve karşı koyarlarsa
kendileriyle savaşacaklarını söylediler. Muaviye tarafı, buna karşı
çıkınca anlaşma teşebbüsleri bir sonuç vermedi ve Sıffîn‟de artık
savaş, kaçınılmaz bir hal aldı. Savaş esnasında önce nehir yolunu
elinde tutan Şam askerleri, geri püskürtüldü ve uzun müddet
devam
eden
savaşta
günler
geçtikçe
çarpışmalar
da
şiddetlenmeye başladı. İki ordunun şiddetli bir şekilde
çarpışmasıyla Sıffîn‟de amansız bir savaş yaşanmış oldu.
Sonunda çok sayıda yaralı ve ölü ortada kaldı. Sâlim b. Zekvân,
56
İbn Zekvân, 92; ayrıca bkz., Kalhâtî, II, 231.
e- makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2 (Güz 2009)
23
burada kendisinden sonraki müelliflerin yaptığı gibi, ölü ve yaralı
sayısı konusunda ayrıntıya girmeyip belli bir rakam
vermemektedir.57
Tam bu esnada Muaviye tarafının „Allah‟ın kitabı, aramızda
hakem olsun‟ teklifini Hz. Ali, olayların akışı içinde daha sonra
kendilerine Hâricîler denilecek grubun değil de, kendi
ordusundaki diğer bazı güçlerin ısrarı üzerine kabul etmek
zorunda kaldı. Bu şekilde Hz. Ali, Hâricî bakış açısına göre,
Allah‟ın hüküm verdiği bir işte başkalarının hakemlik yapmasına
izin verdiği için müslümanların yolundan ayrılmış oldu. Sâlim b.
Zekvân‟a göre bu durumu Ammâr b. Yâsir duyunca arkadaşlarına
“Ali‟ye gidin ve onu azarlayın” demişti. Onlar da Ali‟ye giderek onu
azarladılar. Ali ise bunun üzerine “Bunu terk ediyoruz” dedi ama
daha sonra yine hakemleri kabul etti.58 Sâlim b. Zekvân, bu
noktada “Allah, hak ile hükmeder. Ondan başka yalvardıkları
(tanrılar) ise hiçbir hüküm veremezler. Çünkü, işiten ve gören
yalnız Allah‟tır”59, “Allah, hüküm verenlerin en iyisi değil
midir?”60, “Yoksa cahiliye hükmünü mü arıyorlar? İyi bilen bir
toplum için Allah‟tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?” 61
gibi ayetleri dile getirerek şu yorumu yapar:
“Allah‟ın müslümanların düşmanları ile ilgili hükmü,
onlarla Allah‟ın emrine dönünceye kadar savaşılması,
hiçbir fitnenin kalmaması ve dinin sadece Allah için
57
İbn Zekvân, 92.
58
İbn Zekvân, 92; Kalhâtî, II, 233; burada ayrıca ifade etmemiz gerekir ki,
Ammâr b. Yâsir‟le ilgili bu tür rivayetlerin tarihsel anlamda tutarsızlığı
ortadadır, çünkü İslam tarihi kaynaklarının çoğu, Ammâr b. Yâsir‟in
leyletu‟l-harîr‟den dolayısıyla tahkîm‟den önce öldüğünü söylemektedirler.
Hem İbn Zekvân, hem de Kalhâtî, bu rivayetle bunun tersini
söylemektedir. Bkz., Fığlalı, İbâdiye‟nin Doğuşu, s. 45.
59
Kur‟an, Mü‟min, 40/20.
60
Kur‟an, Tîn, 95/8.
61
Kur‟an, Mâide, 5/50.
24
Harun YILDIZ
olmasıdır. Onlar (Ali taraftarları), böylece Allah‟ın
hükmünü
geçersiz
kılarak
ondan
yüz
çevirdiler,
Allah‟ın sözünün yerini değiştirerek tahrif ettiler.
Kur‟an‟ı, Allah‟ın indirmiş olduğu bağlamın dışına
çıkarak yorumladılar”.62
Hâricîler‟in bakış açısına göre, Allah‟ın hükmüne rağmen Hz.
Ali, Allah‟tan başkasını hakem yapmış ve Allah‟ın dininde adil
olmayan insanlar (ehl-i cevr)ın hakemliğine razı olmuştu.63 Yine
Sâlim b. Zekvân, burada şunları söylemektedir:
“Müslümanlar64,
Ali‟nin
hükmündeki
basiretsizliği
görüp Allah‟ın hidayeti üzere olanların yolundan yüz
çevirerek Allah‟ın dini konusunda Allah‟tan başkasının
hakemliğine razı olduğuna şahit olduklarında ve
(dolayısıyla)
düşmanlarına
onun
Allah‟ın
karşı
ve
son
kendilerinin
nefeslerine
kadar
savaşmaktan vazgeçtiğini gördüklerinde, onu (Ali‟yi)
devre
dışı
bırakarak
Kur‟an‟ın
hakemliğine
başvurdular. Allah‟ın hakemliğine razı oldular ki o
Allah,
Allah‟ın
hakimlerin
hükmünü
en
terk
hayırlısıdır.
ettiği
kanıtlanmış olan bir kişinin
65
ve
Müslümanlar,
kafir
olduğu
hükmünü onayladığı
için Ali ile yollarını ayırdılar. Dünya şehvetini ve
lezzetini terk ettiler, Allah rızasına ulaşmak amacıyla
canlarını feda ettiler”.66
62
İbn Zekvân, 92-94.
63
İbn Zekvân, 94.
64
Sâlim b. Zekvân, eserinde müslümanlar sözüyle Hâricîler‟i kastetmektedir.
65
Sâlim b. Zekvân‟ın burada kastettiği kişi, Hakem Olayı‟nda Muaviye‟nin
hakemi olan Amr b. el-Âs‟tır.
66
İbn Zekvân, 94-96.
e- makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2 (Güz 2009)
25
Böylece Hâricî bakış açısına göre Hz. Ali‟nin hakeme razı
olması, Muaviye‟nin haklı olabileceğini zımnen de olsa kabul
etmesi anlamına geliyordu. Bu şekilde Ali, hayatının en büyük
hatasını hakeme razı olmakla işlemiş oldu.67 Zira bu durumda
Muaviye, siyasal platformda isyancı bir vali olmaktan çıkıp Hz.
Ali‟ye denk bir siyasal güç haline geliyordu.
Görüldüğü gibi Hâricîler‟in kendi kaynaklarında tahkîm olayı
net bir dille reddedilmekte ve bu düşüncenin yanlış olduğu açık
bir şekilde ifade edilmektedir. Zira işin başından beri tahkîme
karşı olduklarını açıklayan Hâricîler‟e göre tahkîmi kabul etmek,
Allah‟ın hüküm vermesi gereken bir konuda insanları işe
karıştırmaktı. Bu şekilde Ali, daha önce takip ettiği
Müslümanların yolundan ayrılmış olmaktaydı. Zira Allah‟ın
hüküm verdiği bir konuda, Allah‟ın dışında başkasını hakem
yapmıştı. Şöyle ki Hâricîler‟e göre meşru bir siyasal otoritenin
düşmanları ile ilgili olarak Allah‟ın hükmü, Müslümanların
onlarla Allah‟ın emrine dönünceye kadar savaşmaları, hiçbir
fitnenin ortada kalmaması ve dinin sadece Allah için olmasıdır.
Böylece Ali ile taraftarları, bu hükme uymayarak Allah‟ın
hükmünü geçersiz hale getirmiş ve ondan yüzçevirmiş oldular,
Allah‟ın sözünü, yerini değiştirerek tahrif ettiler. Kur‟an‟ı Allah‟ın
indirmiş olduğu bağlamın dışına çıkarak tevil/yorum yaptılar.68
Oysa yaygın rivayetlere göre Hâricîler, işin başında Hz. Ali‟yi
tahkîmi kabule zorlamışlar, hatta bu hususta onu ölümle tehdit
etmişlerdır. Dolayısıyla tahkîm‟in kabul edilmesinde başrolü
oynayan kimseler, onlardır. Söz konusu rivayetlere göre içlerinde
Mis‟ar b. Fedekî et-Temîmî ile Zeyd b. Husayn et-Tâî‟nin
bulunduğu bir grup, Hz. Ali‟ye gelerek savaşın durdurulması ve
barış yapılması için onu zorlamışlardır. Bu durum karşısında Hz.
67
Ahmet Akbulut, “Hariciliğin Siyasi Görüşlerinin İtikadileşmesi”, AÜİFD.,
XXXI, Ankara, 1989, s. 336.
68
İbn Zekvân, 92-94.
26
Harun YILDIZ
Ali, zorunlu olarak hakemi kabule razı olmuş, bir bakıma buna
mecbur kalmıştır. Daha sonra bu defa tam aksi yönde Hz. Ali‟ye
tahkîmin küfür olduğunu, bundan dolayı kendilerinin tevbe
ettiğini, Ali‟nin de tevbe ederek savaşı yeniden başlatması
gerektiğini, aksi takdirde ondan ayrılacaklarını söylemişlerdir. Hz.
Ali‟nin ise, kendi tekliflerini reddederek verdiği ahdi yerine
getireceğini ve bunu bozmasının mümkün olmadığını ifade etmesi
üzerine, ondan ayrılmışlardır. Buna göre Hâricîler, karşımıza
önce savaşı durdurup Ali‟ye tahkîmi kabul etmesi için baskı
yapan kişiler olarak çıkmakta, fakat aradan fazla bir zaman
geçmeden hızlı bir şekilde dönüş yaparak önceki davranışın küfür
olduğunu söyleyen ve Ali‟yi tevbe etmeye davet eden bir rol
üstlenmektedirler. Dolayısıyla klasik kaynaklarda onlar, söz ve
davranışları birbiriyle çelişkili ve tutarsız kişiler olarak
tanıtılmaktadır.69
Klasik Sünnî İslam ve Mezhepler tarihi kaynaklarındaki
tanımlama
böyle
olmakla
birlikte,
günümüzün
bazı
araştırmacılarının konuya yaklaşımı daha farklı olup olayla ilgili
değişik
yönleri
farklı
boyutları
ile
göz
önünde
bulundurmaktadırlar.
Bu
çerçevede
Adnan
Demircan‟ın
değerlendirmesi, dikkat çekici bir örnektir:
“Hâricîler‟in görüşleri ve tavırları açısından tutarlı bir
yaklaşıma
sahip
oldukları
söylenebilir.
Onlardan
bazıları, ayrı bir hareket olarak ortaya çıkmadan önce,
Hz.
Osman‟ın
öldürülmesiyle
sonuçlanan
ayaklanmaya katılarak onun katlini, “zalim olan,
dolayısıyla icraatlarından dolayı dinden çıkan bir
yöneticinin öldürülmesi” şeklinde değerlendirmişlerdi.
69
Bkz., Taberî, VI, 36-47; İbn Sa‟d, et-Tabakâtu‟l-Kübrâ, (Thk., İhsan Abbas),
Beyrut, 1968, IV, 255-345; Mes‟ûdî, Mürûcu‟z-Zeheb ve Meâdinu‟l-Cevher,
(Thk. M. Muhyiddîn Abdülhamîd), Kahire, 1384/1964, II, 405-416; İbnu‟lEsîr, el-Kâmil fî‟t-Târîh, Beyrut, 1965-1966, III, 316-330.
e- makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2 (Güz 2009)
27
Bu sırada büyük günahla ilgili görüşleri bir ölçüde
şekillenmiştir. Hz. Osmanın öldürülmesinden sonra
Hz. Ali‟nin yanında yer alan bu insanlar, Cemel
savaşına onun tarafında katıldılar. Zira Cemel‟de Ali‟ye
karşı savaşanlar, meşru halifeye isyan ettiklerinden,
onları kılıçla yola getirmek gerekirdi. Aynı durum,
Sıffîn savaşında Muaviye ve askerleri için de söz
konusuydu. Çünkü önerilen itaati kabul etmedikleri
için
kendileriyle
savaşılmayı
hak
etmişlerdi.
Bu
durumda onlarla Müslümanlar arasındaki hükmü
Allah verecekti. Ya itaat edecekler, ya da hüküm
savaşın sonucuna göre belli olacaktı”.70
Ayrıca Demircan, Sünnî ve Şiî kaynaklardaki rivayetlerle ilgili
olarak şöyle demektedir:
“Bizce bu rivayetler, Irak‟ın ehl-i beyt taraftarı ravileri
arasında ortaya çıkıp yayılmış taraflı anlatımlardır. Bir
kere
rivayetlerde
Ali‟nin
haklılığı
vurgulanmak
istenirken, aynı zamanda Hâricîler tutarsız insanlar
olarak
gösterilmektedir.
Doğrusunu
söylemek
gerekirse, Hâricîlerin başından itibaren savundukları
görüşlerde bir tutarlılık mevcuttur. Bundan sonraki
tavırları da böyledir.71
Benzer şekilde Mahmûd İsmail Abdurrâzık da, tahkîme
çağrının Ali‟nin ordusundaki askerlerin çoğunluğunun isteklerine
uygun düştüğünü, ancak azınlık bir grubun tahkîmi kökünden
reddettiğini belirtmektedir. Bu tahkîmi kökünden reddeden
70
Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, Beyan Yay., İst., 2002, s. 161-162
71
Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 163; ayrıca bkz., Demircan, “Ali b. Ebî
Tâlib‟i, Tahkimi Kabule Zorlayanlar Üzerine”, İstem, VI, Konya, 2005, s.
51-58.
28
Harun YILDIZ
azınlık ise, zafer elde edinceye ya da ölünceye kadar savaşa
devam edilmesinde ısrar eden kurrâ‟dan meydana geliyordu. Bu
kurrâ, Ali‟nin çoğunluğun görüşüne uyarak tahkîmi kabulünden
sonra Hâricî olanlardır.72 Ayrıca Abdurrâzık, elimizde Hâricîler‟in
Ali‟yi tahkîmi kabule zorladıklarına ilişkin şüpheleri giderecek ve
tahkîmi başından itibaren kökten reddettikleri için ona karşı
huruc
ettiklerini
destekleyecek
metinlerin
bulunduğunu
söyleyerek Hâricîler‟in kendi kaynaklarını kastetmektedir.73
Böylece tahkimnâme hazırlandığı aşamada Ali‟nin ordusunda
kendilerine daha sonra Hâricîler denecek olan grup, buna karşı
çıkarak düşüncelerini, “Lâ Hukme illa Lillah / Hüküm, ancak
Allah‟ındır” sloganıyla ifade ettiler.74 Zira onlara göre Hz. Ali,
müslümanların yolundan ayrılmıştı. Bu şekilde her iki tarafın
hakemleri ilan edildikten sonra taraflar, onar kişilik heyetler
halinde tahkim anlaşmasını imzalarlar (13 Safer 37/31 Temmuz
657).75 Bunun üzerine İslam tarihinde kendilerine Hâricîler
denilen siyasal grup, ayrı bir fırka olarak ortaya çıkmış ve
Müslüman toplumun ana bünyesinden ayrılan ilk kopma, ilk
siyasal parçalanma hareketi gerçekleşmiş oldu.
Tahkîm görüşmesinin sonuçsuz kalması üzerine Hz. Ali,
Kûfe‟de bir konuşma yaparak hakemlerin keyiflerine uyup
72
Mahmûd İsmail Abdurrâzık, “Cedel Havle‟l-Havâric ve Kadıyyeti‟t-Tahkîm”,
el-Mecelletu‟t-Târîhiyye el-Mısriyye, XX, Kahire, 1973, s. 61.
73
Abdurrâzık, 62.
74
Nasr b. Müzâhim el-Minkârî, Vak‟atu Sıffîn, (Thk. Abdüsselam M.Harun),
Kahire, 1382/1962, 512-513; ayrıca İslam tarihinin erken dönem
kaynaklarından biri olan İbn Sa‟d‟a göre ilk dönemlerde “La Hakeme
İllallah (Allah‟tan başka hakem yoktur)” şeklinde bir slogan da kullanılmış
olmalıdır. Bkz., İbn Sa‟d, III, 32.
75
Nasr b. Müzâhim, 511; Fığlalı, İbâdiye‟nin Doğuşu, s. 48; ayrıca anlaşma
metni için bkz., Nasr b. Müzâhim, 504-511; Belâzurî, III, 108-111;
Muhammed Hamîdullah, Mecmûatu‟l-Vesâiki‟s-Siyâsiyye li‟l-Ahdi‟n-Nebevî
ve‟l-Hılâfeti‟r-Râşide, Beyrut, 1987, s. 538-544; Ahmet Önkal, “Tahkim
Olayı Üzerine Bir Değerlendirme”, İstem, I/2, Konya, 2003, s. 43-45.
e- makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2 (Güz 2009)
29
Allah‟ın kitabına aykırı karar verdiklerini söylemiş, onların
kararlarını tanımadığını açıklamış ve Muaviye ile de yeniden
savaşma kararı almıştı. Bunun neticesi olarak Hâriciler‟e bir
mektup yazarak kendisine katılmalarını, hakemlerin Allah‟ın
kitabına muhalefet edip kendi keyiflerine uyduklarını ve Kur‟an‟ın
hükmünü yerine getirmediklerini, bu yüzden Allah, Rasulü ve
salih mü‟minlerin bu iki şahsın suçundan uzak olduklarını
bildirdi. Hz. Ali, mektubunda ayrıca tahkîm öncesi duruma
yeniden döndüklerini ifade ederek hem kendisinin hem de onların
düşmanı olan Muaviye‟ye karşı harekete geçeceklerini belirtiyor
ve buluşma yeri olarak onlara Nehrevân‟ı öneriyordu.76 Hâricîler,
tahkîmi kabul etmekle kendisini azletmiş olarak gördükleri Ali‟nin
bu çağrısına “Müslümanların imamı Abdullah b. Vehb er-Râsıbî,
Zeyd b. Husayn ve yanlarındaki müslümanlardan kendi kendini
azleden Ali b. Ebî Tâlib‟e” diyerek başladıkları mektuplarında
şöyle cevap verdiler: “Sen Rabbinin rızası için değil, kendin için
kızıyorsun! Eğer kafir olduğunu kabul eder; sonra da tevbe
edersen, seninle aramızdaki duruma bakarız, aksi halde senden
ayrılmış bulunuyoruz”. Zira onlara göre Ali‟nin suçu ve günahı,
tahkîmin yapılmasını kabul ettiği için hakemlerin günahından
daha büyüktü. Neticede Hâricîler‟in vermiş olduğu bu cevap, Hz.
Ali‟nin beklediği bir cevap değildi. Sâlim b. Zekvân, Ali‟yi
Nehrevan ehli ile mücadelesinde haklı görmeyip, bu tavrının
dünyevi arzular üzerine temellendiğini, daha çok buna
dayandığını ve bunun da dinî bir temeli olmadığını söyler.77
Bunun üzerine Hâricîler‟le savaş, artık kaçınılmaz bir duruma
gelmiş ve iki taraf korkunç bir şekilde birbirine saldırmıştı. Savaş
meydanındaki mücadele, çok şiddetli bir şekilde geçti ve sonuçta
76
Taberî, V, 690-691; Kalhâtî, II, 240; Muhammad Kafafi, “The Rise of
Khârijism According to Abû Saîd Muhammad b. Saîd al-Azdî Al-Qalhâtî”,
Mecelletu‟l-Külliyâti‟l-Âdâb, Bulletin of the Faculty of Arts, XIV/1, Kahire,
1952, s. 39.
77
İbn Zekvân, 94-96.
30
Harun YILDIZ
Ali, savaşı üstün bir şekilde tamamladı. Başka bir Hâricî müellif
olan Kalhâtî, o gün Hz. Peygamber‟in en güzide ve seçkin
ashabından dört bin kişinin öldüğünü belirtir. Kalhatî‟ye göre
ölenler, insanların seçkinleri ve fakihleri olup din ve ictihad
konularında en iyileri idiler. Zira onların arasında Bedir ehlinden
yetmiş kişi vardı; ayrıca dört yüz kişi de es-Savârî denilen ve
Rasulullah‟ın maiyetinden hiç ayrılmamış kişilerdi. İçlerinde
muhacir ve ensardan olanlar olduğu gibi, onlara ihsanla tabi
olanlar da vardı.78 Savaşta Hâricîler‟in liderleri olan Abdullah b.
Vehb başta olmak üzere, Şureyh b. Evfâ ve yine onlara göre
cennetle müjdelenenlerden biri olan Hurkûs b. Züheyr79 gibi önde
gelen isimler de ölmüştü.
Sonuçta Hz. Ali‟nin Hâricîler‟e karşı yürüttüğü mücadele,
Hâricîler‟in kendisini öldürülmesi gereken bir düşman olarak
görmelerine neden olmuştu. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak Hz.
Ali, Nehrevân‟da öldürülen kardeşlerinin intikamını almak
amacıyla hareket eden Abdurrahman b. Mülcem el-Murâdî adlı
bir Hâricî tarafından hançerlenerek yaralanmış ve bu yaranın
etkisiyle vefat etmiştir (Ramazan 40/Ocak 661).80
Hz. Ali‟nin öldürülmesi, her şeyden önce Ali ile Muaviye
arasındaki mücadeleyi sona erdirmiş oldu. Nehrevân Savaşı,
ayrıca Hâricîler açısından da önemli sonuçlar doğurmuştu. Bu
hadisenin en önemli sonucu, Hâricîler‟in Hz. Ali ile ve ondan
sonra iktidara gelen güçlerle uzlaşmaları ihtimalini ortadan
kaldırmış olmasıdır. Yine bu olay, Hâricîler için yeni bir dönemin
başlamasına da yol açmış oldu. Bu yeni dönemde Hâricîler, bir
78
Kalhâtî, II, 251-252.
79
Kalhâtî, burada Hz. Peygamber‟in bir toplantı esnasında “Bu kapıdan içeri
giren ilk kişi, cennet ehlindendir” dediğini, buradan ilk geçenin de Hurkûs
b. Züheyr olduğunu belirtmektedir. Bkz., Kalhâtî, II, 251; ayrıca bkz.,
Şemmâhî, I, 48.
80
Kalhâtî, II, 253; Şemmâhî, I, 54; Isfahânî, Mekâtilü‟t-Tâlibiyyîn, (Thk., esSeyyid Ahmed Sakar), Beyrut, Trz., s. 37-38.
e- makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2 (Güz 2009)
31
taraftan onları Hz. Ali‟nin katilleri ve aynı zamanda iktidarı
Emevîler‟e kaptırmalarının sorumlusu, hatta suçlusu olarak
gören Kûfeliler‟le, diğer taraftan kendilerini yok etmeye çalışan
Emevîler ile mücadele etmek durumunda kalmışlardı. Bunun
sonucu olarak Kûfe şehri, Hâricîliğin merkezi olma özelliğini,
Basra‟ya devretmiş oldu.
Nehrevân
savaşında
hezimete
uğramaları,
Hâricîler‟in
ruhlarında silinmesi imkansız derin izler bırakmıştır. Şiîler için
Kerbelâ‟nın anlamı ne ise, Hâricîler için de Nehrevân aynı anlamı
ifade etmektedir.81 Bu savaşın elem ve acısını içlerinde duyan
Hâricî şairleri, yazdıkları şiirlerle halkı, sürekli kıyam etmeye
çağırmış, öldürülen Hâricîlerin intikamı için devrimci bir
mücadeleye davet etmişlerdir.82 Bu yüzden Hâricîler‟in faaliyetleri,
Nehrevân savaşıyla bastırılmış olmamış, tam tersine Hz. Ali‟nin
hilâfeti boyunca (656-661), sonrasında Emevîler döneminde (661750) ve hatta Abbasîler döneminde de (750-1258) devam etmiştir.
İlk Hâricîler, Hâricî düşünür ve müellifler açısından da çok
önemli olup onlar için adeta orijinal bir prototip ve güzel bir
örnektirler. Bu yüzden İbn Zekvân, kendilerine Muhakkime-i Ûlâ
denilen ilk Hâricîler‟e dinde istikamet sahibi olan ve doğru yolu
benimseyen insanlar anlamında Ehlu‟l-İstikâme demektedir.83
İlk Hâriciler, devlete karşı eylemlerinde “Lâ hukme illâ Lillah /
Hüküm, yalnız Allah‟ındır” ifadesini slogan olarak kullanırken;
kişilere karşı eylemlerinde “el-emru bi‟l-ma‟rûf ve‟n-nehyu ani‟lmünker” prensibine dayanıyorlardı.84 Kaynaklarda Muhakkime-i
81
İrfan Abdülhamid, İslâm‟da İtikâdî Mezhepler ve Akâid Esasları, (Çev. M.
Saim Yeprem), Marifet Yay., İst., 1994, s. 85.
82
Abdurrezzâk Huseyn, Şi‟ru‟l-Havâric, Umân, 1987, s. 105.
83
İbn Zekvân, 96-98; ayrıca bkz., Kalhâtî, II, 421-422.
84
Sayın Dalkıran, “Hâricîlerin „el-Emru Bi‟l-Ma‟rûf ve‟n-Nehyu Ani‟l-Münker‟
Anlayışı”, Atatürk Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü Der., III/1, Erzurum,
2004, s. 208.
32
Harun YILDIZ
Ûlâ‟ya nisbet edilen en önemli görüşlerden biri imâmet (devlet
başkanlığı), diğeri tahkîm konusundaki düşünceleridir. Buna
göre ilk Hâricîler, ilk Müslümanların kabul ettiği gibi, imameti
sadece Kureyş kabilesine ait bir hak olarak kabul
etmemektedirler. Onlara göre Kureyş dışından herhangi biri de,
hür, adil, ehliyetli ve müttaki bir mü‟min olduğu, bunun için
gerekli şartları taşıdığı sürece imam/devlet başkanı olabilirdi.
Dolayısıyla ilk Hâricîler, imam olmak için soyun fazla bir değeri
olmadığını, şartlarını taşıdığı sürece her sınıf insandan halife
olabileceğini düşünüyorlardı. Ayrıca böyle bir imama isyan
edenlerle savaşmak gerektiğini de söylüyorlardı. Ancak imam
tayin edilen kişi, haktan ayrılır ve insanlara zulmetmeye başlarsa,
onu seçen topluluk tarafından azledilmesi ya da öldürülmesi
gerektiğini düşünüyorlardı. Burada Hâricîler‟in zalim imama
karşı isyan prensibi ortaya çıkmaktadır.85
İmametle ilgili olarak yine İlk Hâricîler, Hz. Ebû Bekir ve Hz.
Ömer‟in hilafetlerini tamamen; Hz. Osman‟ın hilâfetinin ilk altı
yılını; Hz. Ali‟nin hilâfetinin ise, tahkîme kadar olan kısmını adil
ve meşru saymaktadırlar.86 Tahkîm konusunda ise ilk Hâricîler,
Hz. Ali‟nin hatalı hareket ettiğini düşünüyorlardı. Zira insanlar
arasında ortaya çıkan ihtilaflarda Kur‟an‟ın hakem olması
gerekirken, Ali kişilerin hakem olarak hükmetmesini ve onların
verdiği hükme uymayı kabul etmiştir.87 Ayrıca Muhakkime-i Ûlâ,
Hz. Osman‟ı, Cemel Olayına katılanları, Muaviye ve taraftarlarını,
hakemleri ve tahkîme razı olanları tekfir etme taraftarıdır. Yine
onlar, aynı şeyi büyük günah işleyenlere de uygun görüp dinin
emirlerini yerine getirmeyip yasaklarından kaçınmayan kişinin
85
İbn Zekvân, 126-128; Nâşiu‟l-Ekber, Mesâilu‟l-İmâme, (Thk. Josef Van
Ess), Beyrut, 1971, s. 68-69; İbn Sellâm, 98-99; Tâlibî, I, 115-119.
86
İbn Sellâm, 70-73; 105-106; Fığlalı, İbâdiye‟nin Doğuşu, s. 109.
87
İbn Zekvân, 94-96; ayrıca bkz., Mustafa Öz, “Muhakkime-i Ûlâ”, DİA,
XXX, İst., 2005, s. 398-399.
e- makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2 (Güz 2009)
33
müslüman olma vasfını kaybederek temelli cehennemde kalacağı
görüşünde idiler.88
Muhakkime-i Ûlâ denilen ilk Hâricîler‟in bazı özelliklerini bize
Sâlim b. Zekvân, çarpıcı bir dille şöyle anlatmaktadır:
“Onlar, yalnızca Allah‟ı hakem olarak kabul edip
kendilerinden
önceki
müslümanların
yolunu
benimsediler. Onlar, kendi çocuklarını öldürmediler;
kadınlarının namusunu helal saymadılar; kendilerine
muhalif olan kişileri,
öldürmediler ;
paylaşmadılar;
bırakmadılar
kim olduğuna bakmaksızın
mallarını
89
beşte
mirastan
ve
bir
kimseyi
müslümanlar
ile
bölerek
mahrum
diğer
din
mensuplarının emanetini yerine getirdiler. Mü‟minlere
ve kafirlere verdikleri sözü, ayrım yapmadan yerine
getirdiler. Milletlerinden herkes, emniyet ve güven
içinde
oldu.
Onlar
arasında
hak-batıl
ayrımına
gitmediler. Zira haktan sonra olsa olsa sapıklık olur.
Sıla-i rahme dikkat ettiler; komşu, arkadaş, yetim,
yolcu ve köle hakkını korudular. Onların savaşanları,
kaade (oturanlar) yi sevip onlarla dost oldular. Kaade
88
Geniş bilgi için bkz., Eş‟arî, Makâlâtu‟l-İslâmiyyîn ve İhtilâfu‟l-Musallîn,
(Thk. Muhammed M. Abdülhamîd), Beyrut, 1416/1995, I, 168-169;
Şehristânî, el-Milel ve‟n-Nihal, (Thk. M. Seyyid Kîlânî), Beyrut, 1975, I,
115-118; Bağdâdî, el-Fark beyne‟l-Fırak, (Thk. İbrahim Ramazân), Beyrut,
1417/1997, s. 79-86; Isferâyînî, et-Tabsîr fî‟d-Dîn ve Temyîzi‟l-Fırkatı‟nNâciye ani‟l-Fırakı‟l-Hâlikîn, (Thk. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut,
1403/1983, s. 45-49; Tâlibî, I, 129-136; Nâsır b. Abdülkerîm el-Akl, elHavâric Evvelu‟l-Fırak fî Târîhi‟l-İslâm, Riyâd, 1416/1996, s. 37-39;
Muhammed Ammâra, “el-Havâric”, Mevsûatu‟l-Hadârati‟l-Arabiyyeti‟lİslâmiyye, II, Beyrut, 1986, s. 383-384; Öz, XXX, 399.
89
Sâlim b. Zekvân, burada Ezârika‟ya ait bir kavram olan “isti‟râz”
kavramını kullanmaktadır ki bu kavram, Ezârika‟yı ifade eden ve onları
diğer Hâricî gruplardan ayıran çok önemli bir kavramdır.
34
Harun YILDIZ
de, savaşanlar hakkında Allah‟ın bahşettiği faziletin
bilincinde
oldular.
severlerdi.
Allah
Birbirlerini
rızası
için
Allah
sevgisi
birbirlerinin
ile
dostları
oldular. Zenginleri de, sadece Allah rızası ve ahireti
kazanmak amacıyla fakirlerin elinden tutardı, onlara
yardımda bulunurdu. Onlardan bir grup öldüğü
zaman, arkadakilere yani dostlarına öyle bir miras
bırakırlardı ki, o bıraktıkları miras, akıllı ve ilim sahibi
düşmanlarına bile değişmez bir hüccet olurdu.90
… Bugün yapacağımız şudur; Osman‟ın öldürüldüğü,
Cemel savaşının yapıldığı ve dinleriyle ilgili işlerde
insanların hakem tayin edildiği fitne günleri öncesinde
yaşayan Müslümanların işlerine uymaktır. Bugün
bizim
düşüncemiz,
onların
o
günkü
görüşlerine
bağlıdır. Yine bizim Kur‟an yorumumuz, onların o
günkü yorumuna bağlıdır. Bizler, Kur‟an ve sünnet
konusunda onlardan daha güçlü olduğunu iddia
edenlerden değiliz.91
… Hâricîler‟den Allah‟tan korkmalarını, dinlerinde
haksızlık etmemelerini, kendilerinden önce Allah‟ın
doğru
yola
ulaştırdığı
kişilerin
yolundan
ayrılmamalarını, amellerine muhalif olan topluluğu
dost edinmemelerini ve dost edindikleri topluluk ile
yollarını ayırmamalarını bekleriz.92
… İşte insanları çağırdığımız durum budur. İnşallah
bizler de, bu durum üzereyizdir. Her türlü güç ve
90
İbn Zekvân, 96-98.
91
İbn Zekvân, 130-132.
92
İbn Zekvân, 142.
e- makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2 (Güz 2009)
35
kuvvet, Allah‟tandır. Biz Müslümanlar olarak Allah‟a
çağırıyoruz. Allah‟a itaat edilsin istiyoruz. Onun helal
saydığını helal, haram dediğini haram sayıyor, Allah‟ın
kitabında indirdiği ile hüküm veriyoruz. Nebisinin ve
Salih
kullarının
sünnetine
uyuyoruz.
Allah‟a
hamdolsun ki görüşlerimiz içinde ne dinimizle ilgili
aşırılık, ne işlerimizde haksızlık ve ne de bizden
ayrılanlara karşı düşmanlık vardır. Bizim yöneldiğimiz
yeri terk edip başkasına yönelenlere yönelik olarak
bugünkü görüşümüz, peygamberimizin kendi yöneldiği
yeri terk edenlere yönelik vermiş olduğu hükümdür,
ondan sonra gelen Müslümanların vermiş oldukları
hükümdür”.93
Görüldüğü gibi Sâlim b. Zekvân, yaşadığı dönemde
Muhakkime-i Ûlâ denilen ilk Hâricîlerin genel özellikleri ile bu
grubun İslam‟ın temel inanç esaslarına yaklaşımını böyle
özetliyordu. Burada özellikle dikkatimizi çeken bir şey, Sâlim b.
Zekvân‟ın kendisi gibi düşünenleri, bazı paragraflarda görüleceği
gibi, Hâricî olarak nitelemeyip, tam tersine metinden anlaşıldığı
kadarıyla Ezârika‟yı bu şekilde değerlendirmesidir.
Sonuç olarak Sâlim b. Zekvân, erken dönem İslam tarihi
içinde, özellikle Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinde gelişen
toplumsal ve siyasal olaylarla ilgili olarak, kendine özgü bir bakış
tarzı ortaya koymuş, ortaya koyduğu bu bakış tarzı ile ilk ortaya
çıkan mezheplerden biri olan Hâricîlerin tarihe yaklaşımlarına da
öncülük etmiştir. Bu çizgisiyle kendisinden sonra gelen İbn
Sellâm el-İbâdî (273/886), Ebû Zekeriyyâ Vercelânî (471/1078),
Ebû Ammâr (570/1174), Dercînî (670/1271), Şemmâhî
(928/1522) ve Kalhâtî (XI/XVII. yüzyıl) gibi Hâricî düşünür ve
müellifler üzerinde etkili olarak Hâricîlik merkezli bir tarih anlayış
93
İbn Zekvân, 144.
36
Harun YILDIZ
ve algısının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Böylece Sâlim b.
Zekvân, ortaya koyduğu bu bakış tarzı ile İslam ve Mezhepler
tarihinin artık klasik hale gelmiş olan Sünnî ve Şîî
paradigmalarının dışında, farklı bir paradigma ve farklı bir din
söyleminin oluşmasının öncüsü ve temsilcisi olmuştur.
KAYNAKLAR
Abdurrâzık,
Mahmûd
İsmail,
“Cedel
Havle‟l-Havâric
ve
Kadıyyeti‟t-Tahkîm”, el-Mecelletu‟t-Târîhiyye el-Mısriyye, XX,
Kahire, 1973, (ss. 47-69).
Abdurrezzâk Huseyn, Şi‟ru‟l-Havâric, Umân, 1987.
Akbulut, Ahmet, “Hariciliğin Siyasi Görüşlerinin İtikadileşmesi”,
AÜİFD., XXXI, Ank., 1989, (ss. 331-348).
Ammâra,
Muhammed,
“el-Havâric”,
Mevsûatu‟l-Hadârati‟l-
Arabiyyeti‟l-İslâmiyye, II, Beyrut, 1986, (ss. 373-397).
Atvân, Huseyin, el-Mürcie ve‟l-Cehmiyye bi-Hurâsân fî‟l-Asri‟lÜmevî, Beyrut, 1993.
Bağdâdî, Ebû Mansûr, el-Fark beyne‟l-Fırak, (Thk. İbrahim
Ramazân), Beyrut, 1417/1997.
Belâzurî, Ebû‟l-Hasan, Ensâbu‟l-Eşrâf, (Ed. S. D. F. Goitein),
Jarusalem, 1936.
Calder, Norman, “Review of Cook”, Journal of Semitic Studies,
XXVII, (1983).
Cook, Michael, Early Muslım Dogma: A Source-Critical Study,
Cambridge University Press, London, 1981.
Çakan, İ. Lütfi, “Câbir b. Zeyd”, DİA, VI, İstanbul, 1992, (ss. 537538).
e- makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2 (Güz 2009)
37
Dalkıran, Sayın, “Hâricîlerin „el-Emru Bi‟l-Ma‟rûf ve‟n-Nehyu
Ani‟l-Münker‟
Anlayışı”,
Atatürk
Üniv.
Sosyal
Bilimler
Enstitüsü Dergisi, III/1, Erzurum, 2004, (ss. 199-223).
Demircan, Adnan, Hâricilik Mezhebinin Doğuşu Bağlamında DinSiyaset İlişkisi, Beyan Yayınları, İstanbul, 2000.
Ali-Muaviye Kavgası, Beyan Yayınları, İstanbul, 2002.
“Ali b. Ebî Tâlib‟i, Tahkimi Kabule Zorlayanlar Üzerine”,
İstem, VI, Konya, 2005, (ss. 51-58).
Doğan, İsa, Mürcie ve Ebu Hanife, Kardeş Matbaası, Samsun,
1992.
Ebû Ammâr, Abdu‟l-Kâfî, el-Mûcez (Thk. Ammâr Tâlibî), Cezayir,
1398/1978.
Eş‟arî, Ebû‟l-Hasan, Makâlâtu‟l-İslâmiyyîn ve İhtilâfu‟l-Musallîn,
(Thk. Muhammed M. Abdülhamîd), Beyrut, 1416/1995.
Fığlalı, E. Ruhi, İbâdiye‟nin Doğuşu ve Görüşleri, AÜİF. Yayınları,
Ankara, 1983.
“Hariciliğin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler”, AÜİFD.,
XX, Ank., 1975, (ss. 219- 247).
“Hâricîler”, DİA., XVI, İstanbul, 1997, (ss. 169-175).
Hamîdullah,
Muhammed,
Mecmûatu‟l-Vesâiki‟s-Siyâsiyye
li‟l-
Ahdi‟n-Nebevî ve‟l-Hılâfeti‟r-Râşide, Beyrut, 1987.
el-Havâlî, Sefer b. Abdurrahman, Zâhiratu‟l-İrcâ fî‟l-Fikri‟l-İslâmî,
I-II, Kahire, 1417/1997.
Isfahânî,
Ebû‟l-Ferac,
Mekâtilü‟t-Tâlibiyyîn,
Ahmed Sakar), Beyrut, Trz.
(Thk.,
es-Seyyid
38
Harun YILDIZ
Isferâyînî, Ebû‟l-Muzaffer, et-Tabsîr fî‟d-Dîn ve Temyîzi‟l-Fırkatı‟nNâciye ani‟l-Fırakı‟l-Hâlikîn, (Thk. Kemâl Yûsuf el-Hût),
Beyrut, 1403/1983.
İbn Sa‟d, Ebû Abdillah, et-Tabakâtu‟l-Kübrâ, (Thk., İhsan Abbas),
Beyrut, 1968.
İbn Sellâm el-İbâdî, Kitâbun fîhi Bed‟u‟l-İslâm ve Şerâiu‟d-Dîn,
(Thk.,
Werner
Schwartz,
Sâlim
b.
Ya‟kûb),
Beyrut,
1406/1986.
İbn Zekvân, Sâlim, es-Sîre, (Thk. ve İngilizce‟ye Çev. Patricia
Crone-Fritz Zimmermann), Oxford University Press, New
York, 2001.
İbnu‟l-Esîr, Ebû‟l-Hasan, el-Kâmil fî‟t-Târîh, Beyrut, 1965-1966.
İrfan Abdülhamid, İslâm‟da İtikâdî Mezhepler ve Akâid Esasları,
(Çev. M. Saim Yeprem), Marifet Yay., İst., 1994.
Kafafi, Muhammad, “The Rise of Khârijism According to Abû Saîd
Muhammad
b.
Saîd
al-Azdî
Al-Qalhâtî”,
Mecelletu‟l-
Külliyâti‟l-Âdâb, Bulletin of the Faculty of Arts,
XIV/1,
Kahire, 1952, (ss. 29-48), (Türkçe Çev. E. Ruhi Fığlalı, “Abû
Saîd Muhammad b. Saîd Al-Kalhâtî‟ye Göre Hâriciliğin
Doğuşu”, AÜİFD. XVIII, Ankara 1970, (ss. 177-191).
Kalhâtî, Ebû Saîd, el-Keşf ve‟l-Beyân, (Thk., Seyyide İsmail Kâşif),
Umân, 1400/1980.
Korkmaz, Sıddık, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, Araştırma
Yay., Ank., 2005.
Kutlu,
Sönmez,
Türklerin
İslamlaşma
Sürecinde
Mürcie
Tesirleri, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2000.
ve
e- makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2 (Güz 2009)
39
“Salim b. Zekvan‟ın Sîre Adlı Eserindeki Mürcie İle İlgili
Kısmın Tercümesi”, AÜİFD., XXXV, Ankara 1996, (ss. 467475).
Madelung,
Wilfred,
“The
Early
Murji‟a
in
Khurâsân
and
Transoxania and the Spread of Hanafism”, Der Islam, LIX,
Berlin, 1982, (ss. 32-39).
Mes‟ûdî, Ebû‟l-Hasan, Mürûcu‟z-Zeheb ve Meâdinu‟l-Cevher, (Thk.
M. Muhyiddîn Abdülhamîd), Kahire, 1384/1964.
Nâder, Albert Nasrî, Ehemmu‟l-Fırakı‟l-İslâmiyyeti‟s-Siyâsiyye ve‟lKelâmiyye, Beyrut, 1958.
en-Nâmî, Amr Khalîfa, Studies in Ibadism, Cambridge University
Press, Cambridge, 1971.
“A Description of New Ibadi Manuscripts from North
Africa”, Journal of Semitic Studies, XV, (1970), (ss. 63-87).
Nâsır b. Abdülkerîm el-Akl, el-Havâric Evvelu‟l-Fırak fî Târîhi‟lİslâm, Riyâd, 1416/1996.
Nasr b. Müzâhim el-Minkârî, Vak‟atu Sıffîn, (Thk. Abdüsselam
M.Harun), Kahire, 1382/1962.
Nâşiu‟l-Ekber, Mesâilu‟l-İmâme, (Thk. Josef Van Ess), Beyrut,
1971.
Nu‟aymî, Selîm, “Zuhûru‟l-Havâric”, Mecelletu‟l-Mecma‟i‟l-Ilmiyyi‟lIrâkî, XV, Bağdat, 1967, (ss. 10-38).
Önkal, Ahmet, “Tahkim Olayı Üzerine Bir Değerlendirme”, İstem,
I/2, Konya, 2003, (ss. 33-68).
Öz, Mustafa, “Muhakkime-i Ûlâ”, DİA, XXX, İstanbul, 2005, (ss.
398-399).
40
Harun YILDIZ
Rubinacci, Roberto, “Djâbir b. Zayd”, EI, II, Leiden, 1954, (ss.
359-360).
Seale, Morris S., Muslim Theology, London, 1964.
Şehristânî, Ebû‟l-Feth, el-Milel ve‟n-Nihal, (Thk. M. Seyyid Kîlânî),
Beyrut, 1975.
Şemmâhî, Ebû‟l-Abbas, Kitâbu‟s-Siyer, (Thk. Ahmed b. Suûd esSiyâbî), Umân, 1407/1987.
Taberî, Ebû Ca‟fer, Târîhu‟l-Ümem ve‟l-Mülûk, Beyrut, Trz.
Tâlibî, Ammâr, Ârâu‟l-Havârici‟l-Kelâmiyye, Cezayir, 1398/1978.
Tritton, A. S., Muslim Theology, London, 1964.
Vaglieri,
Laura
V.,
“Ali-Muâviye
Mücadelesi
ve
Hâricî
Ayrılmasının İbâdî Kaynakların Işığında İncelenmesi”,
(Çev. E. Ruhi Fığlalı), AÜİFD., XIX, Ank., 1973, (ss. 147150).
Van Ess, Josef , Theologie und Gesellschaft im 2. und 3.
Jahrhundert Hidschra, Berlin, 1991.
Watt, W. Montgomery, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, (Çev.
E. Ruhi Fığlalı), Birleşik Yayınları, İstanbul, 1998.
Download