aliya 20. yüzyılın siyasi ve entelektüel dehası

advertisement
RİBAT EĞİTİM VAKFI ADAPAZARI ŞUBESİ
YIL: 13 SAYI: 49 Nisan - Mayıs - Haziran 2016 ISSN 1305 - 5356
ALİYA
20. YÜZYILIN SİYASİ VE
ENTELEKTÜEL DEHASI
Yusuf YAVUZYILMAZ
KARDEŞLİĞİMİZ VE
TOPLUMSAL BARIŞ
BURKİNA FASO’DAN
İZLENİMLER
Abdullah BÜYÜK
Hatice YENİPAZAR
Editörden
Yusuf Gökhan ERKAN
Ücretsiz
Keşif
Şimdi
Uzman
İ
Uygulama
Yenilik
Zamanı
Mimari
Tasarım
üstelik taksitle
Müşteri
Memnuniyeti
Kısa sürede evinizi yenileyelim
Siz de keyfini yaşayın.
Modec Home Design bir Albayraklar Grup Markasıdır
ALBAYRAKLAR YAPI MARKET SAN. TiC. LTD. ŞTi.
Başpınar Mh. 110. Sk. No.4/A Hendek / SAKARYA
Tel: 0264 614 13 50 - 51 Fax: 614 92 57 www.albayraklaryapimarket.com.tr
MODEC HOME DESİGN
Arabacı Alanı Mh. Çark Cd. No.170/A Serdivan / SAKARYA
Tel: 0264 281 55 21 Fax: 0264 281 55 22 www.modec.com
nsanoğlu kardeşliğin tarifini,
aynı anne babadan dünyaya
gelmiş birbirine kan bağı ile bağlı
olan insanlar diye tarif eder. Elbette ki bu biyolojik olarak böyledir. Bir de kardeşliğin tarifini
1400 yıl önce yapmış olan biricik
Önderimizden dinleyelim.
Hayata dair en derin mesajları
anlamak için, kâinatın Efendisine kulak verelim... 1400 sene öncesinden gelen sestir bu, kardeşlik üzerine söylenmiş, kardeşlik
üzerine kurulmuş bir inşadır bu,
Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre bir gün;
Allah’ın Rasulü;
‘’-Kardeşlerimi ne zaman göreceğim diye içini çekti, çevresindekiler;’’
‘’-Ey Allah’ın Rasulü!.. Senin kardeşlerin biz değil miyiz?’’
O ise,
‘’-Sizler benim ashabımsınız!..
Kardeşlerim ise sonra gelecekler!.. Bana, görmeden iman edecekler!..’’ buyurdu.
Evet, Allah Rasulüne kardeş olabilmek. Ne büyük bir şeref, ne büyük bir izzet.
Peki, Allah Rasulüne kardeş olabildik mi?
Şimdi düşünelim Allah Rasulünün kardeşim dediği müslüman-
Kardeşlerimi
ne zaman göreceğim?
lar olarak, kardeşlik müessesesini gerçekten anlayabildik mi?
Allah Rasulünün kardeşleri, yane
bugünün Müslümanları, yani bizler, Rasulullah’ın içini çekerek özlediği kardeşleri, ashabının dediği
gibi anam babam sana feda olsun
ya Rasulullah diyebilir miyiz?
Bu sorunun cevabını Rasulullahın kardeşlik üzerine bina ettiği
başka bir olayla sorgulayalım!
Bir tarafta Allah rızası için her şeyini geride bırakıp Medine’ye hicret etmiş muhacir müslümanlar,
diğer tarafta muhabbet ve samimiyetle onlara kucaklarını açmış
Medine’li ensar müslümanlar.
Medine’ye hicretin beşinci ayı
Rasulullah, ensar ve muhaciri
bir araya toplar, kırkbeşi muhacirden, kırkbeşi ensardan doksan
kişi toplanır. Allah Rasulü her
bir ensarı bir muhacirle kardeş
ilan eder. Kurulan bu kardeşlik
müessesesi kan bağına dayanmayan, maddi esasları gözetmeyen,
birbirlerine kördüğüm bağlanan
ve insanlık alemine örnek teşkil eden bir uygulamadır. Kendi
nefsini kardeşininkine tercih
edebilmenin bir göstergesidir. Bu
sade bir söz değil, imkanlarını ve
varlıklarını paylaşma, fedakar
olabilme sınavını verebilme durumudur.
Yukarıda bir soru sormuştuk.
Evet, Allah Rasulüne kardeş olabildik mi? diye. Allah Rasulüne
kardeş olabilmek, bugünün ensarı veya bugünün muhaciri olmaktan geçiyor. Bugün Onu görmeden Ona iman etmek demek
bu kardeşlik müessesini kurmak
demek. İsmi, rengi, ülkesi ne olursa olsun muhacir olan kardeşlerimizi sımsıkı kucaklamak demek.
Kardeş olmak aynı zamanda yakınlığın, aynı zaman da paylaşmanın, aynı zamanda kendi nefsini ona tercih etmenin ismiydi.
Kardeş olabilmek, ağızdan çıkan
basit ve zahmetsiz bir kelime değil, birbirini bağladığı insanları,
kimsenin koparamayacağı bir
bağ ile bağlamak demekti.
Şimdi ne yapmalı diye nefsimize
sorup, bugün yanı başımızda bir
hanenin içinde dertlerini üzerlerine örtmüş kardeşimizi kendimize kardeş ilan edip, Allah
Rasulüne kardeş olma zamanı.
Dilerseniz vakfımız aracılığıyla
yardım severlerin katkılarıyla
hizmette bulunmuş olduğumuz
muhacir kardeşlerimize, dilerseniz kendinizin tespit edip bulabileceği bir aileyi kendinize kardeş
aile ilan edip bu kervana katılma
zamanı. Allah Rasulüne kardeş
olma zamanı. Vesselam…
3
iÇiNDEKiLER
iÇiNDEKiLER
6
8
KARDEŞLİĞİMİZ VE
TOPLUMSAL BARIŞ
Mine İZGİ
Abdullah BÜYÜK
UMUMU BELVÂ
DEĞİŞİR FETVA
DEĞİŞTİRİR
Hamza TEKİN
14
26
Sevgİ
Toplumundan
Nefret Toplumuna
Nasıl Dönüştük?
10
ALİYA
20. YÜZYILIN
SİYASİ VE
ENTELEKTÜEL
DEHASI
Yusuf YAVUZYILMAZ
29
30
24
FAALİYETLERİMİZ
BURKİNA FASO’DAN
İZLENİMLER
Hatice YENİPAZAR
4
RİBAT EĞİTİM VAKFI
ADAPAZARI ŞUBESİ
YIL: 13 SAYI: 49
Nisan - Mayıs - Haziran / 2016
SINIRLAR OLMADAN
Yasin MÜSLİM
KUNUT DUALARI - 2
Sahir AKÇA
RİBAT EĞİTİM VAKFI
Adapazarı Şûbesi Adına
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü:
Gökhan ERKAN
Yayın Kurulu:
Sâhir AKÇA
Yusuf Ertuğrul ERDEM
Gökhan ERKAN
Yasin MÜSLİM
Mithat AYKAÇ
Fatih ÇALTIKOĞLU
H.Bilal ÜVEZ
Raif ŞENSOY
Genel Yayın Yönetmeni:
Yusuf E. ERDEM
32
13. HADİS
34
YEMEK İKRAMI
VE SARP YOKUŞ
36
GIDA VE SAĞLIK İSRAFI
Mehmet KUZU
16
ÇOCUK İÇİN
KUTSAL DEĞERLER
YARIŞI SEVER MİSİNİZ?
Halil ATALAY
Ömer Faruk AKPINAR
Yaşar KAÇANLAR
Reklâm Sorumlusu:
Atilla YAKAR
Tel: 0532 708 95 24
İrtibat Adresi:
Cumhuriyet Mh. Hatip Sk. No.6
(İlim Yayma Kız Yurdu yanı) ADAPAZARI
[email protected]
www.adabulteni.com
Telefax: 0264 277 19 46
Tasarım ve Baskı:
BURAK OFSET 0264 274 69 24
Sorumluluk:
Yayınlanan yazıların fikri sorumluluğu
yazarlara aittir.
Gönderilen yazılar iade edilmez.
İsim zikredilerek iktibas yapılabilir.
BASIM TARİHİ: ARALIK 2016
ISSN 1305 - 5356
5
Abdullah BÜYÜK
KARDEŞLİĞİMİZ VE
TOPLUMSAL BARIŞ
İnsan dünya meydanında basit ganimetler uğruna çok büyük
değerlerini kaybediyor. Ama maalesef kaybettiği değerlerinin farkına
varamıyor. Çünkü hiç yüreğinin Uhud’una sığınıp meydana bakmıyor.
Buna o kadar çok ihtiyacımız var ki bugünlerde.
Y
eryüzü, tüm imkân ve nimetleriyle inanan insanlara teslim
edilmiştir. Bu gerçekten hareket
etmeyen devletler ve toplumlar, yeryüzünü sahiplenmek için her şeyi
yapmışlardır. Savaş, işgal, terör, zulüm ne varsa devreye koymuşlardır.
Müslümanlar ise bunun tam aksine
yeryüzünü sahiplenmek değil, onu
emanet olarak teslim almak istemişlerdir. Böylece, yeryüzünü emanet
görenlerle, onu sahiplenmek isteyenler arasında sürekli mücadele başlamış ve bu mücadele kıyamete kadar
da devam edecektir.
Bu mücadele ve savaşta, iktidarını
ilim ve bilimle gerçekleştiren müslümlanlar yeryüzünü imar etmiş,
medeniyetler kurmuş ve tüm insanlığı Allah’ın iyali ve tüm imkân ve
nimetleri de tüm insanlığın önüne
konulan hak sofrası olarak hazırlamışlardır. İktidarını fesat çıkarmak
ve kan dökmekle elde edenler ise,
yakmışlar, yıkmışlar ve yeryüzünün
huzurunu ve toplumsal barışını tar u
mar etmişlerdir.
Üzerinde yaşadığımız ülkemize gelince, 1912 yılından günümüze kadar geçen zamanda politik güç, dinin
önüne geçirilmiş, hayat, politik güç
tarafından dizayn edilmiştir. Müslüman ümmete ait olan dil medeni-
6
yetimizle, “eline, diline, beline sahip
çık prensibi” dili, dini, rengi farklı
olan milyonlarca insanın, kavgasız,
savaşsız bir hayat yaşamasına vesile
olmuştur.
Osmanlı, devletin temelini üç sacayağı üzerine bina etmiştir. Bunlardan biri “kışla”, ikincisi “medrese”
ve sonuncusu ise “tekke” olmuştur.
Toplumu, kışla ile şuurlandırmış,
fiziki gücünü temin etmiş, medrese
ile ilim ihtiyacını karşılamış, tekke
ile toplumun manevi ihtiyacını karşılamıştır.
Birinci dünya savaşında 10 milyon
insan can verirken, 40 milyon insan
ise kaybolmuştur. İkinci dünya savaşında 36 milyon insan ölmüş ve 1948
demecinden sonra blokların savaşı
başlatılmıştır. O da, ferdi günahtan,
kolektif günaha, mevzii saldırıdan,
toplu saldırıya geçilmiştir.
“İnkârcılar-Kâfirler, birbirleriyle yardımlaşırken; “Ey iman edenler, sizler
de birbirlerinizle yardım etmezseniz,
yeryüzünde büyük bir fesat, karışıklık ve fitne çıkar” (Enfal, 8/73) ayeti,
söylenecek her şeyi ortaya koymaktadır.
Rabbimizin gönderdiği ilahi buyrukları hayatın dışına kaydırmak isteyen zihniyet, haksızlıklarla barışı
sağlamaya çalışmış, karıyı kocaya,
babayı evlada, komşuyu komşuya
düşman etmiştir.
“Kim Allah’a ve Resul’e itaat ederse,
işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu, Peygamberler,
Sıddıklar, Şehitler ve Salih kişilerle
beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nisa, 4/69) ayeti rehber alınmayınca, otomatikman ortak değerlerimizle irtibatımız teoride kalmış
ve müşahhas, somut bir şey ortaya
konulamamıştır. Dört güzel arkadaşın varisleri olan, günümüzdeki
âlimlerimizle, doğru dürüst hayatı
olanlarımızla, şehit ve örnek insanlarla gönül bağımız kurulamamış,
yanlış ve batıl adreslerde arkadaşlar
edinilmiştir.
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir şekilde önle. O
zaman seninle arasında düşmanlık
bulunan kimse, sanki candan dost
olur.” (Fussilet, 41/34) ayeti kardeşliğin, barışın, dostluğun can damarını ortaya korken, nefisle, heva, kin,
nefretle çözüm sağlanacağını zannedenler kaybetmiş ve bunun neticesi
ise bir avuç mutlu azınlığın elinde
oyuncak haline getirilmişiz.
“Onlardan (kâfirlerden, müşriklerden) güzel ayrıl” (Müzzemmil,
73/10) ayeti, toplumsal barışımızın
rotasını çizmiştir. Peygamberimize
hakaret edenler, onu alaya alanlar,
ağır hakaretlerde bulunanlar ile irtibatın kesilmemesini rabbimiz beyan
ediyor. Günümüz müslümanı, nefsine ağır gelen en küçük bir söze karşı,
din kardeşiyle irtibatı bir kesiyor ve
bir daha yüzüne dönüp bakmıyor
bile. Bunun ahiret sorgulanma neticesini hiç düşünüyor muyuz?
Tüm okurlarımıza ve bu mesajım
kimin eline geçerse o kardeşlerime
Allah rızası için aşağıdaki özel mesajımızı okumalarını, gerekiyorsa,
fotokopi yaparak arkadaş, komşu,
akraba kim olursa olsun onlara vermelerini, e-mail ile paylaşmalarını
istirham ediyor ve cümlenizi Allah’a
emanet ediyorum:
“Herhangi bir konuyu, hadiseyi dile
getirmek istediğimizde, onunla alakalı ayetlere ve hadislere müracaat
etmeyi ihmal etmemeye çalışmışızdır. Açıklamalarımız, Kur’an-ı
Kerim’in anlattıkları değil, bizim,
Kuran’dan anladıklarımızdır.”
Salih kullardan Malik bin Dinar
şöyle der: “Hatibin hutbesi, ameli
ile karşılaştırılır. Şayet uygun geliyor ve söylediğini yapıyorsa tasdik
edilir. Hutbesi, ameline uymuyorsa
dudakları makaslarla kesilir ve her
kesildikçe yeniden biter ve tekrar
kesilir.” Bu konu hutbe olmaz da
makale olur, vaaz olur, konferans
olur ne fark eder. İşte bu acı gerçekler
ışığında insanları veya olayları tahlil
etmede, bana göre, sana göre değil,
Kitap ve Sünnete göre konuşur, yazar, çizersek ve dediklerimizin hem
arkasında olur ve bizlerden istenileni yaparsak, birçok salih amele imza
atmış oluruz.
Peygamberimizin seçkin sahabelerinden olan Hatıp bin Ebi Belta,
Mekke’nin fetih planını gizli olarak
bir kadınla göndermişti. Cebrail’in
haber vermesi ile iki sahabe gittiler ve kadını yakalayarak sakladığı
mektubu alıp Peygamberimize ver-
diler. Orada bulunan Hz. Ömer(r.a):
İzin ver bana, şu adamın boynunu
vurayım. Bu adam Allah’a ve Resulüne hıyanet etmiştir, dediğinde,
Peygamberimiz: “O Bedir savaşında
bulunmuştur” diyerek affetmiştir.
Kur’an-ı Kerimde Saffat Suresinin
143. ayetinde Hz. Yunus Peygamber, kavmini terk ettiğinden dolayı,
denize atılmış ve balığın karnına
girmişti. Rabbimiz: “Eğer Allah’ı tesbih edenlerden olmasaydı, kıyamet
gününe kadar balığın karnında kalırdı” (Saffat, 37/143) buyurarak, bir
peygamberde olan güzelliğe işaret
etmiştir.
Zina ettiğinden dolayı cezası verilmiş ve tabutu musallaya konulmuş
bir kadının cenaze namazını kıldırmak için tekbir alacağı anda, Hz.
Ömer: Ey Allah’ın Resulü… O kadın
zina etti, deyince, Efendimiz: “Evet
zina etti. Ancak tövbe etti. Yaptığı
tövbeyi, bir vadi dolusu günahkâra
taksim edilseydi, hepsinin bağışlanmasına vesile olurdu” buyurmuştu…
İçki içtiğinden dolayı Medine’nin bir
meydanında cezası verilen sahabeye, sahabelerden biri hakaret edince,
Efendimiz: “Ona öyle hakaret etmeyin. Çünkü o, Allah’ı ve Peygamberi
çok sever,” buyurmuştu.
Hz. İsa, havarileriyle birlikte şehrin
dışında çöplüğe atılmış bir köpek
leşine rastladılar. Havariler, burunlarını tutup, yüzlerini öbür tarafa
çevirdiklerinde, Hz. İsa elindeki çubuğu köpeğin dudaklarına uzatarak:
“Bakınız, köpeğin inci gibi parlayan
ne güzel bir dişi var” demişti.
Tüm bu örnekleri niçin takdim ettim, biliyorsunuz. Yeryüzünde dört
farklı inançta insan vardır: Müminler, kâfirler, münafıklar ve müşrikler.
Rabbimiz mümin kullarının, diğer
insanlarla nasıl bir tavır ve iletişim
içinde olacağını açık net olarak bildirmiştir. Bir de müminlerin, diğer
günahkâr, suçlu, hatalı olan mümin
kardeşlerine nasıl bir tavır alacağını
da açıklamıştır. Allah’a inanan in-
Ahiret yokmuş gibi yaşayan
bir insan, Allah’a karşı
hesap verme duygusunu
yitirdiği için kendisini
durdurabilecek bütün
sınırları tanımaz hale gelir.
Onun için kendisini hazza
ulaştıracak bütün yollar
mübahtır.
sanlar, elbette Allah’ın çizdiği yolda
yürürler. O yola aykırı hareket edenler için, uyarı vardır, nasihat vardır,
ceza vardır, hatta boynunu vurmak
ta vardır. Ancak hakaret yoktur. Dillerini kirletmek yoktur. Duygusallığa
yer yoktur.
Hatırlarsak, rahmetli Necip Fazıl
Kısakürek, akıncı gençlikle, ülkücü
gençliği birleştirmek istemişti. Buna
karşı tavrımız ne oldu? Rahmetliye
kızdık, bağırdık, hakaret ettik, hızımızı alamadık, eserlerini sobaya atarak yaktık. Müslümanlık bu muydu
yani? İmtihan halindeyiz. Her hadise ve her insanla imtihan halindeyiz.
Kendimize hâkimlik ve savcılık, karşımızdakilere ise avukatlık tavrı yakışır. Elbette eden, karşılığını bulur.
Peygamberimiz, savaşta bile “öldürürken güzel öldürmeyi” tembihlemiştir. Kuduz bir köpeğe işkence yaparak öldürmeyi fıkhımız
yasaklamıştır. Söğüt kasabasından,
25 milyon kilometrekare alana adaleti ve medeniyeti götürdüysek, ölçülerimizi Allah ve Peygamberden aldığımızdan dolayıdır. Unutmayalım.
Son ümmet vasat ümmettir. Ölçülü
hareket eden ümmettir. Tüm insanlığa örnek olan ümmettir.
“Rabbimiz. Bizi ve bizden önce gelip
geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere
karşı hiçbir kin bırakma. Rabbimiz,
şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin.” (Haşr,59/ 10)
7
Hamza TEKİN
UMUMU BELVÂ DEĞİŞİR
FETVA DEĞİŞTİRİR
Fıkıhçılar “umumu belvâ”yı hükmü hafifleştirme sebebi olarak kabul
etmişlerdir. Bir şeyin alışkanlık haline gelmesi, herkes tarafından
yapılması insanların ona ihtiyaç duymalarının delilidir. Şeriat
insanların ihtiyacını göz önünde bulundurur ve takdir eder. Fıkıhçılar
derler ki ihtiyaç zaruret gibi kabul edilir ve o değerdedir.
A
ncak umumu belvâ haramlığı
kesin olmayan şeylerde hafifletme ve kolaylaştırma gerektirir. Ama
kesin haram olan şeylerde -özellikle
büyük günah ve çirkin işler içine giren şeylerde- asla gevşeklik olamaz.
Orada fetvanın değişmesi söz konusu değildir. Eğer buraya müdahale
edilirse haramı ortadan kaldırmak
münkerâta cevaz vermek olur; bu
ise kabul edilemez. Burada insanları helal ve tayyip olana sıkı bir şekilde yönlendirmek, çirkin olanları
reddetmek gerekir. Tüm insanlar
bunu yapsa bile buna kesinlikle cevaz verilemez.
Umumu belvâ ile ihtilaflı meselelerde amel edilir. Mesela müzik ve şarkı, satranç oyunu, kibir maksadıyla
olmama şartıyla elbiseyi uzatmak
ve sakal tıraşı olmak gibi mezhepler arasında derin ihtilaflar olan
meseleler bu alana girer. Bu gibi
meselelerde âlimlerin görüşleri son
derece çeşitli ve ihtilaflı olmuş kimi
yasak derken kimi caiz görmüştür.
Çünkü hükme dayanak yaptıkları
hadislerde ve hadislerin sübutunda ihtilaf etmişler, kimi o hadisleri
kabul ederken bazıları reddetmişlerdir. Hakkında nas varit olmayan,
kıyasa, istihsana, istislaha, hükümde örfe, sahabe sözüne dayanarak
verilen hükümlerde ayrı ayrı görüş
üzere olmuşlardır. Tüm bu alanlar
tartışma alanı olup kabul ve reddetme kabul eden şeylerdir. Buna birkaç örnek verelim:
Başı açmak, yolda ve yürürken
bir şey yemek: Fıkıhçılar alışkanlıkların yaygın hale gelmesinde,
ihtiyaç duyularak herkes tarafından yapılır olması halinde kolaylaştırma ve hafifleştirme taraftarı
olmuşlardır. Mesela bazı fıkıhçılar
başı açık gezenin şahitliğini kabul
etmezlerdi. Ama Endülüs’te başı
açık insanların şahitliği kabul
edilmiştir. Çünkü orada insanların
çoğunluğu başı açık geziyorlardı. O
vakit İspanyollarla birlikte yaşamaları belki bu âdetin onlar tarafından
yaşanmasına sebeb olmuştur. Bu
davranış orada şahidin adaletini,
güvenilirliğini engelleyen bir problem olarak kabul edilmemiştir.
Eski ile yeniçağ arasında sakal
“Umumu belvâ”; bir şeyin bilgi ve amel olarak yaygın hale gelmesi ve insanların
ona mecbur kalmaları ve ihtiyaç duymalarıdır. Onun için Hanefiler umumu belvânın
bulunduğunda ahad hadislerle amel edilmez demişlerdir. Ve ayrıca umumu belvâ
ruhsat gerekçesidir hükmünü vermişlerdir. (Mucemülugatülfukaha, sh. 71.)
1
8
tıraşı: Sakal meselesi başka bir
örnek. Bazı âlimler bu meselede
son derece katı davranıp bağnazca
hareket etmişler, hatta bazıları “sakal bırakmak vaciptir, tıraş etmek
haramdır” hükmünü verecek kadar ileri gitmişlerdir. Bazı bilginler
ise sakalın sünnet olduğunu, tıraş
etmenin ise mekruh olduğunu söylemişlerdir. İçinde yaşadığımız bu
çağda bu hüküm kesinlikle geçerli
olmamalıdır ve olamaz da. Mutlaka
daha hoşgörülü, hafifleştirici ve kolaylaştırıcı bir görüş ve içtihada gerek vardır. Bazı İslam memleketleri
var ki orada tüm insanları sakalsız
ve sakal tıraşlı görüyoruz. Peki,
bunlara karşı bugün ne diyeceğiz?
Bunlar sakalsızdır asla şahitlikleri
kabul edilmez mi diyeceğiz. Tüm
sakal tıraş edenlerin şahitliğini reddedersek mahkemelerde şahitlik
yapacak kimi bulcağız? Bu hususta
kesinlikle daha hoşgörülü ve daha
hafifleştirici bakış, görüş ve içtihat
gereklidir.
Televizyonun
yaygınlaşması:
Yine yaşadığımız çağda görüyoruz
ki televizyon tüm evlerde ve başka
Özellikle kadının daha güzel
yapacağı çeşitli işlerde,
onun yaratılış ve naturasına
uygun olan şeylerde geniş
davranılması ve kolaylaştırıcı
olunması gerekiyor. Böylece
hemcinsleri olan kadınlara
hizmet etme imkânı
bulacaklardır.
yerlerde yaygın hale gelmiş, televizyon girmeyen hiçbir hane ve hiçbir
yer -neredeyse- kalmamıştır. Bazı
insanlar televizyon seyreden insanları ayıplıyorlar. Hatta televizyon
seyretmenin haram olduğunu söylüyorlar. “Televizyon suret ve resim
üzerine kaim bir alet; resim ise haramdır” diyorlar. Şimdi bu kafaları
taşlamış, beyinleri geçmiş asır ve
zamanlarda kalmış, böyle düşünen
insanlara soralım? Bugün televizyon seyretmeyen bir kişi bulabilir
misiniz? Dünyada meydana gelen
haberleri ve Müslümanlarla ilgili
haberleri televizyondan takip etmeyen bir fert bulabilir misiniz? Ancak
televizyonda uygun olmayan bir
takım şarkıların okunması ve bulunması doğru, helal olmayan bazı
resimlerin ve başka hoş olmayan
şeylerin bulunması da doğru; ancak
artık bu alet yaygınlaşmış, umumu
belvâ haline gelmiş, sanki zaruri bir
ihtiyaç mesabesine inmiştir. Dikkatli bir Müslüman, hayırlı olanını
almak, şerli olan şeylerinden ve
programlarından sakınmak gücüne
sahiptir. Artık bunu kaldıramazsınız, onun için buna sahip olup kendi inanç ve ahlâkınızı yaymak için
kullanmak zorundasınız. Bir şeyh
tanırım tüm müritlerine her sohbetinde televizyonun haram olduğundan bahsederdi. Ama bir hayli
müridine televizyonu olup olmadı2
Kardavi, “el-Helal velharam”, sh. 85.
3
Feteva Muasıra, C: 3, sh. 694-997.
ğını sorduğumda hepsi evinde televizyon bulunduğunu söylemiştir.
Kendine özel bir oda tahsis ederek
herkes görmesin diye dip odalarda
televizyon seyrettikleri görülmüştür. İşte umumu belvâ budur.
Çeşitli alanlarda kadının çalışması: Yaşadığımız çağda umumu
belvâdan biri de hayat alanlarının
çoğunda kadının çalışır hale gelmesidir. Özellikle erkekler öğretim
alanının hepsine girme imkânı
elde ettiği bu zamanda kadınlar
da bu alanlara girmeye başlamış,
girmek zorunda kalmış ve girmesi
gerekli hale gelmiştir. Üniversite
ve yüksek öğretimde değişmeler
meydana gelmiştir. Artık kadınlar
da doktor, mühendis, muhasebeci,
idareci, ekonomist ve öğretmen olmaya başlamışlardır. Tüm bunlar
çeşitli fakülte ve ilim mezunu ve
matematik bölümü mezunu olmaya başlamışlardır. Tüm özel bölümlerde hoca olma hakkına sahip
olmuşlardır. Birçok kadın çeşitli
alanda yüksek seviyelere ulaşmış
hatta bazıları o alanlarda erkekleri
geçmişlerdir. İşte bu hal fetva ehlinden, özellikle kadına karşı katı
davrananlardan bu katılıktan ve
darlıktan, daraltmaktan, tavizsizlikten vazgeçmelerini istemektedir.
Şartlarına uygun halde kadının çalışmasına hoşgörü ile bakmalarını
gerektirmektedir. Özellikle kadının
daha güzel yapacağı çeşitli işlerde,
onun yaratılış ve naturasına uygun
olan şeylerde geniş davranılması ve
kolaylaştırıcı olunması gerekiyor.
Böylece hemcinsleri olan kadınlara
hizmet etme imkânı bulacaklardır.
Fitne korkusunu öne çıkararak katılık caiz değildir. Kadın öğretmen
olmaya, doktor olmaya, hasta bakıcı olmaya kadir ve istidatlı olduğu
halde onu evinin duvarları arasına
hapsetmek asla caiz değildir. O da
yaşamın bir tarafından meydana
gelen boşlukları en güzel şekilde
doldurur hatta bazı yönlerden erkeklerden daha üstün ve güzel görev yapabilir. Çok zaman kadın eğer
ailesi ve yaşayacak bir geliri yoksa
kendi ihtiyacını temin için çalışır.
Bazense ailesine işlerinde yardımcı
olmak için çalışır. Kur’ân bize bunu
Musa (a.s)’nın davarlarını suladığı
iki genç kızdan bahsederek anlatıyor: “Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan
birçok insan buldu. Onlarin gerisinde de, (hayvanlarını) engelleyen
iki kadın gördü. Onlara: Derdiniz
nedir? dedi. Şöyle cevap verdiler:
Çobanlar sulayıp çekilmeden biz
(onların içine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da çok
yaşlıdır.” (Kasas 23)
Birçok zamanda toplum kadının
çalışmasına ihtiyaç duyar. Kadının
çalışması ve kadınlar tarafından
yapılması gereken işler olur. Orada
erkek bir şey yapamaz. Mesela kızlara hocalık yapmak, kadın doktoru
olmak, hemşire ve hasta bakıcı olmak kadınların daha iyi yapacağı
işlerdir. Bunları erkekler yapsa da
kadınlar kadar güzel ve verimli olamazlar.
Bazı bölgelerde yaşam şartları ve
geçim darlığı kadın erkek, karı-koca
birlikte çalışmalarını gerektirir. Yaşadıkları çağın ihtiyacı olan geçim
standartlarını elde edebilmeleri
için, aç kalmamaları ve sıkıntıya
düşmemeleri için buna gerek vardır
ve mecburdurlar.
Artık eskiden beri ezberlenen, dillere pelesenk edilen; “kadın ev için
yaratılmıştır”, “kadının yeri evidir”
gibi sözlerde ısrar etmekten vazgeçilmelidir. Yaşamın zaruretleri,
gereksinimleri artık kadını evinden çıkıp ailesi için yorulmasını ve
terlemesini, çalışıp geçime katkıda
bulunmasını farz kılmıştır. Bu bir
umumu belvâdır.
9
Yusuf YAVUZYILMAZ
ALİYA
20. YÜZYILIN SİYASİ VE
ENTELEKTÜEL DEHASI
Aliya İzzetbegoviç, hem zihinsel donanımı, hem entelektüel duruşu,
hem de siyasi önderliği ile hiç kuşkusuz yirminci yüzyılın en önemli
düşünce ve eylem adamlarından biridir. Bir taraftan din ve siyaset alanında önemli bir entelektüel birikime sahip olmak, diğer yandan bu birikimi pratik siyaset alanına dökmek gibi bir yapıya sahip olmak çok az
entelektüele nasip olmuştur. O, siyasal alanda Bosna’yı hem savaştan
çıkararak uluslar arası alanda tanınan bir devlet haline getirecek, hem
de “Doğu ve Batı Arasında İslam” gibi devasa bir eseri yazacak kadar
birikim sahibiydi.
E
ntelektüel birikimi olanların
pratik sahada görev yapmaları hiç kuşkusuz düşüncelerini
olgunlaştıran çok önemli bir faktördür. Öte yandan bu durum, entelektüeli ütopik ve gerçeklerden
kopuk uygulanamaz fikirler üretmesine sebep olur. Bu anlamda o,
düşünür-siyasetçi tipine örnektir
ve tarihte örneği çok görülmeyen
bürokrat-entelektüel
geleneğin
temsilcilerinden biridir. Aliya bu
yönüyle Selçuklu veziri Nizam’ül
Mülk, Osmanlının çöküş dönemi
sadrazamı Said Halim Paşa ve
İran Devriminin efsane lideri Humeyni geleneğine aitti.
Ömrü Bosna’nın kurtuluş mücadelesi içinde geçen Aliya “Hayat kısa
değil, ben onu uzun buluyorum”
der. Elbette bu hayatı nasıl değerlendirdiğine bağlı olarak ortaya
çıkan bir sonuçtur.
10
Babasının ilk evliliğinden iki
kardeşi daha olan Aliya, üçü kız
iki erkek beş çocuklu bir ailenin
üyesi olarak yaşamını sürdürdü.
Annesi dindar bir Müslüman olan
Aliya, İslam düşünce mirasının
temeli olan dindarlığını ona borçluydu. 15 yaşından itibaren dönemin Yugoslavya’sında okuduğu
için komünist ve ateist külliyatla
tanıştı. O dönemlerde Yugoslavya
efsanevi lideri Tito önderliğinde
Sovyetler Birliğinde ayrı, Üçüncü Dünyacı bir sol anlayışı temsil
ediyordu. Aliya okul hayatını değerlendirirken “Okulda çok iyi ve
çok kötü öğrenci olmak arasında
salındığını” belirtir.
Entelektüel hayata erken yaşlarda
adım atan Aliya 18-19’lu yaşlarda
felsefe metinleri okuyup değerlendirmeye başlar. Gençliği Hırvat
Milliyetçileri olan “Ustaşalar” ve
Sırp milliyetçileri olan “Çetnikler”
arasında mücadele ile geçti. Bilindiği gibi Çetnikler Bosna savaşı
sırasında tarihin en büyük soykırımı ve katliamını işleyenlerdir.
Politik faaliyet sürdürdüğü zamanlarda Çetnikler tarafından
yakalanan Aliya, Çetniklerin komutanı olan Keseroviç tarafından
öldürülmesi engellenmişti. Bunun
nedeni dedesi Aziziye Valisi iken
çok sayıda Sırpın suçsuz yere tutuklanmasını önlemek olmuştur.
1945 yılında Tito’nun lideri olduğu
Partizanlar grubu Yugoslavya’da
iktidarı ele geçirdi.
Aliya 1940’lı yıllarda “Genç Müslümanlar Teşkilatı” adlı örgüte üye
oldu. Yasadışı bir örgüt olan Genç
Müslümanlar Teşkilatı içinde yürüttüğü faaliyetlerle üye sayısını
hızla artırdı. Bu yıllardan itibaren
Tito’yu eleştirmek ve onun teşkilatı olan Partizanlara muhalif olmak
eyleminden defalarca tutuklandı.
Daha sonraki yıllarda Genç Müslüman Teşkilatını yeniden örgütlemek ve etkin hale getirmek, savaş
nedeniyle yardıma muhtaç olanlara yardım etmek gibi amaçlarla
“Merhamet” adlı örgüte üye olur.
Hayatını ömrünü geçireceği Halida Hanım ile birleştiren Aliya’nı
bu evlilikten Leyla ve Sabina adlı
iki çocuğu oldu. Yaptığı siyasi çalışmalarından dolayı 1983 yılında
14 yıla mahkûm oldu. Aliya, Yugoslavya rejiminin 1987 yılında af
dilemesi karşılığında affedilmesi
teklifini reddetti. 1990 yılında
remen kurulan Demokratik Eylem Partisinin (SDA) kuruluş fikri
1989 yılında cezaevinde bulunduğu yıllarda oluştu.
Aliya entelektüel birikimini oluştururken Batı düşüncesinin yanında Mevdudi, Seyyid Kutub,
Hasan el Benna ve Fazlurrahman
gibi İslam entelektüellerinden de
haberdardı. İlk girdiği seçimlerde
130 milletvekili olan parlamentoda 42 milletvekilliği kazandı.
1990’lı yıllarda Yugoslavya’da
çıkan iç savaşı yönetti. Bosna’nın
uluslararası bir devlet olarak meşruiyetini sağlayan “Dayton Antlaşması” sonrasında girdiği seçimi
kazanarak Bosna için mücadeleye
devam etti.
Aliya, halkına şöyle öğüt veriyordu: “Selam sana ey halkım!
İmanınıza, bayrağınıza ve devletinize sahip çıkın”
Aliya’nın temel düşüncelerini en
iyi anlatan eser “Doğu ve Batı Arasında İslam” adlı eserdir. “Cemalettin Afgani, Muhammed İkbal,
Seyyid Kutub, Ali Şeriati, Roger
Garaudy bunu söylediler. Bir İstisna var: Aliya İzzetbegoviç. Onun
‘Doğu ve Batı Arasında İslam’ kitabı defalarca okunması gereken bir
kitap. Bu kitaptaki analizler, anla-
şılmayı bekleyen, yeni bir başlangıç ihtiyacını kavramış olan erken
sözler. İslam ne doğu(lu) ne Batı(lı)
dır; ikisinin arasındadır ve dolayısıyla her ikisini de hem ihata eden
hem de aşan bir topoloji (Sosyolojik mekan/ cemaat/ümmet) inşa
edilmelidir.” (Yüzyıl ve Gelecek/
Ümit Aktaş/ Okur kitaplığı)
Aliya temel eseri olan “Doğu ve
Batı Arasında İslam”da izini sürdüğü arayış, İslamı bugünkü neslin anlayacağı bir dile tercüme
etme endişesidir. Bu arayış hiç
kuşkusuz Mehmet Akif’in çağın idrakine İslam’ı söyletmek amacıyla
örtüşmektedir. Modern dünyada
İslam’ın yeri nedir ve ne olmalıdır soruları Aliya İzzetbegoviç’ın
izini sürdüğü sorulardır. Modern
dönemde insanlığın içine düştüğü ahlaksızlık ve cinayetler içinde
uygarlık ve tekniğin konforu bir
yanılgıdır.
Sanat ve dram insanlığın içindeki
bir yolculuktur ve kaynağı dindir. İzzetbegoviç, “Doğu ve Batı
Arasında İslam”da izini sürdüğü
anlayışlı şöyle temellendirir: “Yahudilik dünyaya, Hıristiyanlık
öte dünyaya aittir. Bundan dolayı
doğu ruh, batı madde eğiliminde
olmuştur. İslam bu uygarlık anlayışlarının tam ortasında durmaktadır. İslam Doğu ve Batı, Ruh ve
Madde arasında bir denge dinidir.
Bu anlamıyla hem batıyı hem de
Doğuyu kapsamaktadır. Bir anlamıyla Hz.Musa bir uçta Hz.İsa öteki uçta Hz. Muhammed ise ortada
durmaktadır.”
Aliya İzzetbegoviç’e göre kültür semadaki “Ben sizin rabbiniz değil
miyim?” prologu ile başlamıştır.
Bundan dolayı hiçbir kültür tamamen dinin dışında olamaz. Uygarlık insan-madde-tabiat üçgeninde
oluşan serüvenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Kültür ken11
dini yönetmek, uygarlık dünyayı
değiştirmektir. Sanatın kült üretme ile bilimin alet üretme fonksiyonları İslam’da el ele vererek yeni
bir sentezin kapısını aralar.
Din ve ahlak kopmaz bir bağlantı içindedir. Din “Nasıl inanmalıyım” sorusuna, ahlak ise
“Nasıl yaşamalıyım “ sorusuna
cevap verir. Bu iki alanın sentezi “İnanın ve iyi amellerde bulunun” anlayışıdır ki, dinin istediği de budur.
İzzetbegoviç’e göre hiçbir şey öncülsüz başlamayacağı gibi, insanlık tarihi de sıfırdan başlamamıştır. İnsanlık tarihi “Ben sizin
Rabbiniz değil miyim?” prologu ile
başlamıştır.
Begoviç’de göre Hz. Peygamber
Mağaradan Mekke’ye dönmeye
mahkûmdu. Bu dönüş olmamış
olsaydı hiç kuşkusuz Hz. Muhammed olarak değil hanif olarak
kalırdı. Tarih ona göre ikiye ayrılmalıdır: Hz. Muhammed öncesi ve
Hz. Muhammed sonrası. Hz. İsa
Hıristiyanlıktan ayrı olarak incelenmelidir. Nietzsche’nin dediği
gibi “Son Hıristiyan çarmıhta ölmüştü”
Aliya gençliğinden beri okuduğu
Marks ve Marksizm için şu sonuca
ulaşmıştı: “Teoride tutarlı, pratikte zorunlu olarak tutarsızdır.”
Aliya’ya göre milli olan ve milliyetçilik birbirinden ayrı kavramlardır. Ona göre milli olan
ile milliyetçilik arasındaki fark
tıpkı sevgi ve nefret kadardır.
Milli olan halkını sever, onun
için çalışır, başkalarına düşmanlık etmez. Milliyetçi ise
başkalarından nefret eder, hoşgörüsüzdür, farklılıkları boğar
ve fiziksel baskı uygular. Aşırı
milliyetçiliğin özünde Tanrı’ya
inanç yoktur. Din ise sana ya-
12
pılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma der. Gerçek inanç
milliyetçilikte değil, kırık hoparlörde sesini yükselten müezzinlerin sesinde aranmalıdır.
Aliya İzzetbegoviç’e göre ahlak çıkarlarımıza göre değil, görevlerimiz gereği eylemde bulunmaktır.
Tanrı yoksa ahlakın hiçbir anlamı
yoktur. Ahlakı Tanrıya refere ederek egoist, anarşist, pragmatist ve
hedonist ahlak anlayışlarından
ayrılır.
Aliya Bosna Savaşının olanca
dehşetiyle sürdüğü yağmurlu bir
günde, çamur içinde Bosna’lı bir
savaşçıyla yan yana kalır. “Başkanım barış gelince hiç adaletsizlik
olacak mı?” diye soran askere şu
karşılığı verir: “Evet maalesef olacak düşmana karşı savaştığımız
gibi onunla da savaşmamız gerekecek”
“Din de devrim de acılar ve ıstıraplar içinde doğar. İkisi de konfor
içinde yok olup gider. Gerçekten
devam eden sırf onların gerçekleşme çabasıdır. Onların gerçekleşmesi ise, aynı zamanda ölümleri demektir. Din de devrim de
gerçekleşirken, kendini boğacak
kurumların statükolarını doğururlar. Devrim yalan söylemeye ve
kendi kendine ihanet etmeye başladıktan sonra statükolaşmış sahte dinle ortak bir dik kullanmaya
başlar.”
Aliya kişisel olarak kendisini sıradan bir insandan farklı görmeyen bir zihin yapısına sahipti.
“Savaşın devam ettiği yıllarda
havanın sisli olduğu bir kış günü
cuma namazını kılmak için Gazi
Hüsrev Bey camiine gider. Bombardımana rağmen cami tıklım
tıklım doludur. Aliya görününce
İmam hutbeyi durdurur, ön saflardan ayağa kalkanlar kendi-
sine yer vermek isterler. Ancak
Aliya kişiliği yansıtan şu sözleri
söyler: “Burası Allah’ın evidir.
Burada farklılık olmaz. Allah
katında en üstün olan, takva
sahibi olandır. Camide herkes
bulduğu yere oturur. Ben burada oturacağım. Bilmiyoruz, belki hepimiz çiğnenecek, öleceğiz;
ama İslam’ı inşallah çiğnetmeyeceğiz. Hocam lütfen hutbeyi
tamamlayın!”
Aliya İzzetbegoviç’in zihin dünyası hakkında bilgi verecek olan
sözleri, düşünce dünyasını daha
iyi değerlendirmeye yardımcı olacaktır.
“Milli duyguları olan bir insan,
kendi halkını sever, onların kusurlarını da erdemlerini de kendi
üstünde taşır, o halka aittir. Bir
milliyetçi ise kendi halkını sevmekten çok başkalarından nefret
eder, daha da önemlisi, uygulamada, başkalarının mülkü olan şeyi
ister. Başkalarına ait farklılıkları
boğar, hoşgörüsüzdür, fiziksel
baskı uygular. Kendisine ait olanı
savunmaz, olmayanı da ister. Aşırı milliyetçiliğin özünde Tanrı’ya
inanç yoktur. Dünyanın bütün
büyük dinleri şu basit hakikati
öğretmeye çalışır (ve bütün hakikatler basittir): Sana yapılmasını
istemediğin şeyi sen de başkasına
yapma. Ya da öyle hareket et ki,
davranışların herkes için geçerli
olsun; ne sana göre değişsin ne de
başkalarına göre…”(Aliya Izzetbegovic (Dnevni Avaz, 8 Nisan 1999)
“Bu günleri gösteren yüce Allah’a
hamd ediyorum. Tarihimizi kanımızla yazdık. Evlerimiz yakılıp yıkıldı. Düşmanlarımız mert
değildi, alçakça katliamlar yaptılar. Yapılan katliamları dünya
şimdilerde ortaya çıkartılan toplu
mezarlardan anlamaktadır. Bu
gerçekleri haykırmıştık, duyan
olmamıştı. Tüm acılara rağmen
çok şükür ayaktayız. Yıkılan ev
ve camilerimizi yeniden inşa ettik. Şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Onlarla inşallah Cennet’te
buluşacağız, onları Allah’ın ve
meleklerinin huzurunda şanlı direnişlerinden dolayı kutlayacağız.
Gelinen noktada her şey bitmiş değil, yeni başlıyoruz. Başlattığımız
mücadelede eksiklikler olmasına
rağmen bir yerlere geldik. Bundan
sonra görev sizlerindir. İlerleyen
yaşım ve sıhhatim nedeniyle aktif
siyaseti bırakıyor, bir nefer olarak
ömrümü halkıma hizmet etmek
isteyen siyasilere destekle yaşayacağım. Allah’a hamd ediyorum
ki bugün elimdeki dalgalanan
bayrağı teslim edeceğim inanmış
yüz binler var. Artık Bosna Hersek
hür ve bayrağımız kendi topraklarımızda dalgalanıyor. Selam sana
ey halkım. İmanınıza, bayrağınıza ve devletinize sımsıkı sarılın.”
(Aliya’nın SDA’nın Genel Kurulu’ndaki veda konuşmasından)
“Bize yapılan soykırımı unutursak
bunu bir daha yaşamaya mecburuz, size asla intikam peşinden koşun demiyorum ama yapılanları
da asla unutmayın!”
“Ben bir Müslümanım ve öyle
kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi
olarak telakki ediyorum ve son
günüme kadar da böyle hissedeceğim. Çünkü İslam benim için
güzel ve asil olan her şeyin diğer
adı; dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ya da umudunun, onlar
için onurlu ve özgür bir hayatın,
kısacası benim inancıma göre
uğrunda yaşamaya değer olan
her şeyin adıdır.”
“Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk.
Ancak bunu onlardan (Sırplardan) dolayı yapmadığımızın altını
çizmeliyim. Kendimizden dolayı
insan kalmaya çalıştık, onlardan
dolayı değil. Onlara hiçbir şey
borçlu değiliz. İnsan olmak ve insan kalmak, Allah’a ve kendimize
karşı sorumluluğumuzdur. Onlara
karşı değil.”
“Kabile ve ulusun dar sınırlarından kurtulmak için kendinizi
Müslüman olarak düşünmeye başlayın.”
“Hukuk benim için sadece meslek
değil inancım, yaşam tercihim ve
hayat felsefem.”
“Din hurafeleri yok etmezse, hurafeler dini yok eder.”
“Kur’an edebiyat değil, hayattır;
dolayısıyla O’na bir düşünce tarzı değil, bir yaşama tarzı olarak
bakılmalıdır.”
“Geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız.”
“Ey teslimiyet, senin adın
İslam’dır!”
“Her şeye kadir olan Allah’a andolsun ki köle olmayacağız.”
“Savaşta büyük zulme uğradınız.
Zalimleri affedip affetmemekte
serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın,
ama soykırımı unutmayın. Çünkü
unutulan soykırım tekrarlanır.”
“Bir kelimeyi hiç aklınızdan çıkarmayın: Devlet. Devletin ne
kadar önemli olduğunu hepimiz
idrak etmeliyiz. Devletsiz bir
millet boşluğa düşer, rüzgârda
savrulup gider.”
“Nefrete nefretle cevap vermeyin.
Bosna için nefret çıkmaz sokaktır.
Nefret sadece bizim ruhlarımızı
zedelemiyor, Bosna’nın özünü de
zedeliyor.”
“Hayat kısa sözüne hiç itibar et-
Referanslar:
1- Doğu ve Batı Arasında İslam/Aliya İzzetbegoviç/Yarın yayınları.
2- Tarihe Tanıklığım/Aliya İzzetbegoviç/ Klasik yayınları.
3- Aliya İzzetbegoviç/ R.İhsan Eliaçık/İlke yayınları.
4- TİMETÜRK/ Aliya İzzetbegoviç’in tarihe geçen sözleri.
5- Kaynak: http://www.sozler.net/aliya-izzetbegovic sozleri.html#ixzz3GoY253L0
medim. Çünkü yeterince uzun yaşadığımı düşünüyorum.”
“Ben Avrupa’ya giderken kafam
önümde eğik gitmiyorum. Çünkü
çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın
gözü önünde; Batı medeniyeti adına.”
“Müslümanların hızla artan büyük nüfusuyla övünmemiz, bana
şişmanlığıyla övünen ve aldığı
yeni kilolardan haz duyan bir
adamı hatırlatıyor. Ruhumuza,
akılımıza ve başarılarımıza vurgu
yapmaya ne zaman başlayacağız?
Küçük ve kırılgan bir insanda bile
insanlığa katkıda bulunabilecek
büyük bir ruh bulunabilir. Gücümüz, bilimimiz, edebiyatımız nerede? Nerede buluşlarımız, küllî
iyiliğe katkılarımız?”
“İnsan şahsiyetini alçaltan, onu
eşyayla bir tutan her şey gayri insanidir.”
“Bir gün askerlerden biri gelip
kendisine ‘onlar bizim kadınlarımıza tecavüz ediyorlar, onlar
bizim kadınlarımızı, yaşlılarımızı ve çocuklarımızı öldürüyorlar. Buna bigâne kalmamalıyız’ dediğinde, Aliya çok veciz
bir şey söylüyor ‘Sırplar bizim
öğretmenimiz değiller.’”
“Balığın suda yaşaması gibi dünyanın içinde yaşadığı çevre Kur’an
ve İslâm’dır.”
“Mehdi bizim tembelliğimizin adıdır”
“Biz de zalimlerden olursak, zulme karşı savaşmamızın bir anlamı
kalmaz. Kitab’a uyacağız.”
13
Mehmet KUZU
Sevgİ Toplumundan
Nefret Toplumuna
Nasıl Dönüştük?
Vahyin inşa ettiği insanlar, efendimizin rehberliğinde sevgi
toplumunu oluşturdular. Bugün bu topluluğa Asrı Saadet ismini
veriyoruz. Her kültürel seviyeden, değişik ırklardan, gelenek ve
göreneklerin kölesi haline gelmiş insanlardan yepyeni bir toplum
vahyin peygambere öğrettiği tebliğ metoduyla gerçekleşti. 23 yıl gibi
kısa bir dönemdeki değişim akla durgunluk verecek bir değişimdir.
P
eygamberler insanların yeniden ruhi dirilişlerini sağlamada rehberdirler. Peygamberler tarihi iyice incelenirse, onların sevgi
toplumunu inşa için gayret sarf
ettikleri görülür. “Sevgi” Allah’ın
insanlara lütfettiği en önemli
duygudur. Neslin devamında,
ebeveynlerin gönlüne nakşedilen
şefkatle çilelere göğüs geren bu
kavram, esas itibariyle yuvanın da
temel dinamiğidir. Asıl görevi ise
tebliğ ile alakalıdır.
Tebliğ, Allah (cc)’ın emirlerinin
insanlara ulaştırılmasıdır. Yani
insanın imanla buluşturulmasıdır. İnsanın aklına hitap ederek
gönlüne girmekte sevginin güçlü
etkisi içine saklanmıştır. Tebliğ o
sebeple peygamberlerin sıfatlarındandır. Günümüzde tebliğ, peygambere ait bir vazifenin kıyamete
kadar gelecek insanlar tarafından
omuzlanması demektir. Tebliğ
adına yapılan her eylem, bir
ucuyla peygamber aleyhissalâtu
vesselâm’a ulaşır. Bir ucuyla da,
vahyin kaynağıyla ilişkiye girer.
14
Zira tebliğ vahiy kaynaklıdır.
Vahiy ise peygamberlere bu ağır
görevi yerine getirirken, Nemrut
gibi zalimlere dahi yumuşaklıkla yaklaşmalarını emrediyor,
sözlerinin etkisini sevgiyle tesirli hale getiriyordu.
Sevginin içindeki, diğerkâmlık,
yumuşak huylu, güler yüzlü ve
hoşgörülü olma gibi erdemler vahiy kaynaklıdır. Tevhid mücadelesinin başladığı ilk günlerdeki
müşriklere yaklaşım ancak sevgi
sayesinde oldu. Efendimiz (s.a.v)
ve Hz. Ebu Bekir’in (r.a) toplumdaki saygınlığı ve sevgisi davetin
mihengini oluşturdu. Bu sayede
putperest insanların şirkten kurtuluşundaki ilk hareket sevgi kaynaklıydı. Sevgi kalpteki şirk kirinin izlerini kaldırıcı özellikteydi.
Sevgi sayesinde kulluk denilen
Allah’ın emirlerine gönül rızasıyla
baş eğiş, gerçekleşebildi.
Sevgi kavramı İslam’ın varlığı için
o kadar önemli ki Esma-ül Hüsna
içinde Allah Celle Celalühü’nün
isimlerinden biri de el-Vedüd`dür.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve
sellem), Mekke aristokrasisinin taassubu ve katılığı karşısında, sevgi
tonlu tebliğ metodunu, Allah Celle
Celalühü’nün emirleri doğrultusunda, harfiyen uyguladı. Seçtiği
davetçilerinin hepsinin ortak özelliği, temiz ahlaklı olma, hoşgörü,
tebessüm, sabır, öfkelenmemek
gibi vahyi değerlerdi. Bunların dilinde davete ait esaslar insanların
gönüllülerine rahatlıkla giriyordu.
İlk zamanlar tepki gösterenler bile
bu sevgi yansımaları karşısında
zaman içinde değişiyorlardı.
Vahyin inşa ettiği insanlar, efendimizin rehberliğinde sevgi toplumunu oluşturdular. Bugün bu
topluluğa Asrı Saadet ismini veriyoruz. Her kültürel seviyeden,
değişik ırklardan, gelenek ve göreneklerin kölesi haline gelmiş insanlardan yepyeni bir toplum vahyin peygambere öğrettiği tebliğ
metoduyla gerçekleşti. 23 yıl gibi
kısa bir dönemdeki değişim akla
durgunluk verecek bir değişimdir.
Sosyal toplumun oluşumundaki
temel dinamikler vahiyle, değişik
sureler içinde, farklı nüzul sebebiyle inzal oluyordu.
İslam toplumunun olmazsa olmaz
esaslarından iman kardeşliğinin
anlatıldığı Hucurat Suresinde
kullanılan üslup hep sevginin
korunmasıyla alakalıydı. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin
Müslim’in rivayetinde şöhret bulmuş hadisindeki “İman etmedikçe
cennete giremezsiniz. Birbirinizi
sevmedikçe de iman etmiş sayılamazsınız” uyarısı, imanın özündeki sevgiye dikkat çekmektedir.
Kötülüğe iyilikle mukabele etmek,
öfkelendiğinde öfkesini yutmak;
gıybetten, tecessüsten sakınmak;
cimrilikten, hasetten uzak durmak gibi Kurani esaslar da hep bu
kardeşliği korumaya yöneliktir.
Toplumsal bütünlük bunlara bağlı… İslam toplumunun iç dinamikleri bunlar.
Peygamberin içlerinde olduğu
günler sahabelerin en mutlu günleriydi. Toplumun değişik imtihanlardan geçtiği anlarda bile
onlar, kasırgalar önünde beşeri
özellikleri ile dalgalansalar bile
savrulmadılar. İslam toplumu
Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye
ve Hayber gibi badirelerden bu
sevginin oluşturduğu kardeşlik
bağıyla geçti. Hudeybiye’de en zor
şartlar altında müzakereler devam
ederken bile sevgi en güzel dirilişi
ile gönüllerin fethini muştuladı.
Mekke’nin fethi işte bu gönüllerin
fethiydi. Af ve bağışlama yeni kardeşliklerin oluşmasını sağladı. Bu
kardeşliği bozacak, nefreti besleyecek, savaşa, hakarete, kınamaya asla müsaade edilmedi. Allah
resûlünün, İkrime’nin hanımının
emanı ile getirildiğini gördüğünde söylediği şu söz ne manidardır:
“Onun babasına hakaret etmeyin!
Ölülere bu sözünüz etki etmez.
Yaşayanı üzersiniz!”. Görüldüğü
gibi sevgi toplumudur İslam toplumu. Sevgiye ait değerleri korumak
imani bir gerekliliktir, hassasiyet
ister.
Efendimiz sallallahu
aleyhi ve sellemin
Müslim’in rivayetinde
şöhret bulmuş hadisindeki
“İman etmedikçe cennete
giremezsiniz. Birbirinizi
sevmedikçe de iman etmiş
sayılamazsınız” uyarısı,
imanın özündeki sevgiye
dikkat çekmektedir.
Kötülüğe iyilikle mukabele
etmek, öfkelendiğinde
öfkesini yutmak; gıybetten,
tecessüsten sakınmak;
cimrilikten, hasetten
uzak durmak gibi Kurani
esaslar da hep bu kardeşliği
korumaya yöneliktir.
Hz. Peygamberin vefatından
sonra, hilafet merkezli siyasal
tartışmalar sahabenin yeni bir
imtihanıydı. Siyasetin cazibesi,
güce sahip olma arzusu toplumsal çatlamanın temel etkeni oldu.
Peygambersiz toplumsal hayatın
ilk imtihanı, İslam kardeşliğini
sarsacak tartışmalara zemin hazırladı. Ayrışmalar zaman içeresinde İslam kardeşliğini yaraladı.
Müminin mümine olan sevgisini
örseledi. Fitne denilen bu durum,
esasen güzide insanların bile çeşitli mülahazalarla sarsılabileceklerini gösteriyordu. Bu çözülmede
doğrudan taraf olanlar müsebbib
görülüyorsa da, asıl tehlike taraftarlardan geldi. Hz. Ali radıyallahu anh hayatı boyunca, dinde çözülme kabul edilen bu olaylarda,
sonradan taraftarı olanların söy-
ledikleri gibi bir tutum içinde olmadı. Kendisinden önce seçilmiş
halifelerin yardımcısı ve destekçisi oldu. Sahabe nesli olaylardaki
tavırlarıyla bir imtihandan geçti.
Ancak görüyoruz ki onlarda fitnenin sevgiyi öldürülmesine müsaade etmediler. İrtidat olaylarında
Hazreti Ebu Bekir’in ordusunda
mücadele ettiler.
Sevgiyi öldüren ayrılıklar, Emevi
ve Abbasi dönemlerinde ehlibeyte
yapılan zulümlerle birlikte doğdu. Zulüm sevgiyi öldürür. Zulüm
eden galip gibi görülse de, uzun
dönemde milletlerin hiziplere ayrılmasına sebebiyet verir. Sonraki
dönemlerde İslam kardeşliğini
tehdit eden önemli faktörlerden
biri de, ilim ehlinin söylemlerinde
görülmektedir. Tarafgirlikle söyledikleri sözlere, yazılarına yükledikleri sertlik zamanla müminin mümine karşı olan sevgisini
öldürdü. Cehaletin ve hurafelerin
gücünü de hatırlatmak gerekir.
Sevgi temel esas! Vahyin insanın
gönlünde yerleşmesi, iman toplumunun oluşması için olmazsa
olmazı. Ümmet bilincinin ta kendisi… Bu kadar önemli bir değer
günümüzde bizim elimizde ne
hale geldi. Şimdi muhasebe zamanı… Sözleri sağa sola çekme, onlara ayrıştırıcı anlamlar yükleme
zamanı değil. İman kardeşliğine
canlı tutma cihadı farz bizlere.
Sevgiyi öldüren taassuptan, tarafgirlikten, cehaletten, nefis-perestlikten, gıybetten, tecessüsten,
öfkeden, kinden ve çıkar ilişkisinden Allah’a sığınma zamanı. Bu
değerlerin hayata aktarılması adına aktif olma zamanı. Birbirimize
verdiğimiz selama sahip çıkma,
vahye sahip çıkma zamanı. Neden
İslam toplumu paramparça? Neden sevgi dininden gözyaşı seylabı
çıkıyor? Bunu düşünüp ve çözüm
arama zamanı.
15
Faaliyetlerimiz
BURKİNA FASO
ALMANYA - FRANSA ZİYARETLERİ
MEDİNA DERNEĞİ
Ribat Eğitim Vakfı olarak 1 - 10 Şubat 2016 tarihleri arasında Medina Derneği’ni ve gönüllülerini
daha yakından tanımak ve istişarelerde bulunmak üzere Nürnberg’e ziyaret yapıldı. Bu vesileyle Nürnberg Başkonsolosluğu ziyaret edildi.
Frankfurd’da .............
Ayrıca Fransa Strasburg Colmar’da Musab Seyithan ve Osman Bey ile de görüşme imkanı bulundu.
Soldan sağa: Yaşar Gül, Max İshak Al-Amin Wittmann, Y.E.
Erdem, Cemalettin Özdemir, G. Üvez, Michel Nuri Talib
Schnabel, Musab Maximilian Büchner,
“Sakarya Aile Derneği
Selam Kütüphanesi” açıldı!
Soldan sağa: Kemalettin Özdemir, Yavuz Kül (Başkonsolos),
Y.E. Erdem, G. Üvez, Ali Nihat Koç
Soldan sağa: G. Üvez, İsa Dikmen, Muhsin Kıdık, Y.E. Erdem
Medina Derneği Türk Müzesi’nin Mescidinde Alman gençlerine islamla ilgili bilgiler uygulamalı olarak aktarılmaktadır.
“Elçisinin rüyasını doğru çıkaran Allah bizim
küçük rüyamızı da gerçekleştirdi” ve hayalini
kurduğumuz Burkina Faso’da Müslümanların ilk
kütüphanesi “Sakarya Aile Derneği SELAM KÜTÜPHANESİ” 24 Ocak 2016 Pazar günü Türk
hayırseverlerin destekleri ve Burkina Faso’lu
Müslümanların dualarıyla açıldı!
Bölgede eğitim alan Müslüman çocukların istifade edebilecekleri kitapları ve Kuran-ı Kerimleri
bulabilmeleri çok zor. Birçok mescitte çocuklar
tahta levhalar üzerine yazılan ayetlerle Kur’an
eğitimi alabiliyorlar. Bölgenin çoğu yerinde evler
tek odadan oluşmakta ve elektrik bulunmamakta. Bu proje sayesinde çocukların derslerini çalışabilecekleri ortamları olacak ve kütüphaneye
bağışlanan kitap ve Kuran-ı Kerimler sayesinde
eğitimleri takviye edilmiş olacak.
Projenin beklenen faydalarından en önemlisi,
Burkina Faso’nun Müslüman nüfusu arasında
okur-yazar oranının artması, kitaba ulaşabilme
ihtiyacının karşılanması ve geleceğin eğitimli
nesillerinin yetişmesine katkıda bulunmasıdır.
Aynı zamanda kütüphane ortamında düzenlenecek haftalık sohbetlerle hanımlarda eğitim
kapsamına dâhil edilecekler. Ayrıca bölgenin ilk
kütüphanesi olması hasebiyle Müslümanlar için
iftihar vesilesi olacaktır.
10.000$ maliyetli Selam Kütüphanesi; okul,
mescit, yemekhane ve oyun bahçesinin bulunduğu 1349 m2 alan içerisinde 80 m2 olarak tek
katlı inşa edildi. Dünya İslam Kadın Birliği Burkina Faso Cemiyeti’ne teslim edildi.
Soldan sağa: G. Üvez, Osman ........, Musab Seyithan, Y.E. Erdem
16
17
OCAK AYI CUMA KONFERANSI
ŞUBAT AYI CUMA KONFERANSI
“İSLAM COĞRAFYASININ SORUNLARI VE
MÜSLÜMANLARIN ÇÖZÜM KABİLİYETİ”
Ribat Eğitim Vakfı 2016 yılı ilk Cuma konferansının konuğu Yalova Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Fethi GÜNGÖR’dü.
Güngör, “İslam Coğrafyasının Sorunları ve Müslümanların Çözüm Kabiliyetleri” konulu konferansta
dünyanın ve İslam âleminin genel durumunu tahlil
ederek Müslümanların sorunlarına çözüm geliştirebilme kabiliyetleri konusundaki fikirlerini katılımcılarla paylaştı.
İslam coğrafyası tanımı üzerinde durduktan sonra, yeryüzünde Müslümanların yaşadığı 70’e yakın
ülkelerin tamamının aslında dünyanın kalbi konumunda büyük yeraltı ve yerüstü kaynaklara sahip
olduğunu belirten Güngör; ayrıca bunun yanında
insan kaynağı ve en önemlisi de Müslümanların
vahiy kaynağı ile birlikte örnek alınması gereken
bir peygamberin hayatı olduğunu belirtti.
“Eğer insanlığın sıkıntılarının zirve yaptığı günümüzde vahiy doğru anlaşılır, peygamber efendimiz Hz.Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
hayatı, mücadelesi kavranıp ferden ferda tüm
Müslümanlar bu doğru yolda çalışırlar ise adalet
yeryüzünde hâkim olacaktır. İnsanlığın aradığı huzuru, barışı ve mutluluğu Rabbimizin (c.c) “insanlık
için yeryüzünde hayırlı ümmetsiniz” sözünün muhatabı olan biz Müslümanların gayreti ile mümkün
olacaktır” dedi.
Program sonunda Ribat Eğitim Vakfı Adapazarı Şubesi Başkanı Gazanfer Üvez, Doç.Dr.Fethi
Güngör’e günün anısına bir plaket takdiminde bulundu. Gazanfer Üvez; yılın ilk gününde yoğun kar
yağışına rağmen programa iştirak eden tüm Sakaryalılara iştiraklerinden ötürü teşekkür etti.
18
“ÇAĞIN HASTALIKLARI:
Adem-i İman, Adem-i Marifet, Adem-i Muhabbet”
Ribat Eğitim Vakfı Konferanslarının Şubat ayı konuğu Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü’nden Öğr.Gör.Dr.
Vehbi Karakaş. “Çağın Hastalıkları: Âdem-i İman,
Âdem-i Marifet, Âdem-i Muhabbet” konulu konferansta;
1- Ye’sin içimizde dirilmesi,
2- Sıdkın sosyal hayatta ölmesi,
3- Adavete muhabbet,
4- Müminleri birbirine bağlayan bağları bilmemek,
5- Çeşit çeşit hastalıklar gibi yayılan istibdat,
6- Her şeyi şahsi menfaatine feda etmek ve bunların hepsinin anası olan en büyük hastalık:
7- Za’f-ı iman ve za’f-ı diyanet -yani Allah’ın istediği
imanın ve dindarlığın zayıflaması veya yok olmasıkonularındaki fikirlerini katılımcılarla paylaştı.
19
MART AYI PANELİ
GENÇ GÖMLEK
KONFERANSLARI
“Peygamber, Sünnet ve Hadis
Kavramlarının Hayatımızdaki Yeri”
DAVETÇİ OKULU
Genç Gömlek İslami Gençlik Platformu ve Sakarya Gençlik Derneği’nin ortaklaşa düzenlediği dönüştürücü, değiştirici va ıslah edici
olmak adına gerçekleştirdikleri Ocak ve Şubat ayı konferansları Ofis Sanat Merkezi’nde
katılımcılara sunuldu.
4 Mart Cuma günü Sakarya Vali Mustafa Büyük
Kız Anadolu Imam Hatip Lisesinde Gazeteci Yazar Mine Izgi ile Gençlik Üzerine söyleşi gerçekleştirildi.
Ribat Eğitim Vakfı Adapazarı Şubesi Mart ayı ilk cuma konferansını panel olarak 04 Mart 2016
Cuma günü AKM salonunda yoğun bir katılımla gerçekleştirdi.
Sakarya İlahiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi Ömer Faruk
AKPINAR’ın
moderatörlüğünde
yine Sakarya İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Öğretim
Üyeleri Doç.Dr. Hayati YILMAZ
ve Doç.Dr. Erdinç AHATLI’nın
katılımı ile “Peygamber, Sünnet
ve Hadis Kavramlarının Hayatımızdaki Yeri” konulu panelinde
Hz.Peygamber’in hayatımızdaki
yeri, sünnet ve hadislerin önemi
anlatıldı.
Hadisler konusunda eleştiri yapanların Asrı Saadetten sonra Sahabe efendilerimizin, tabiinin ve
daha sonra gelen hadis âlimlerinin
bu konuda ne kadar titiz ve hassas olduklarını öncelikle eleştiride
20
bulunmadan önce bilmeleri gerektiği belirtildi. Hadis ravilerinin
hayatlarının da okunması gerektiğine vurgu yapıldıktan sonra; hadis üzerinde oluşturulmak istenen
şüphelerle asıl yapılmak istenenin
Müslümanların sünnetle ilişkisini,
bağını koparmak olduğu; Peygambersiz bir İslam anlayışını –farklı
zamanlarda farklı İslam ülkelerinde denendiği gibi- yaygınlaştırarak çok tehlikeli bir adım atılmak
istendiği dile getirildi. Sahih hadis
kaynakları zikredildikten sonra, bu
kaynakların mutlaka şerhleriyle
birlikte okunmasının faydalı olacağı örneklerle izah edildi.
Yoğun katılımın yaşandığı ve iki
saati aşan programın sonunda
katılımcılar tarafından yöneltilen
yazılı soruları cevaplandıran panelistlere Ribat Eğitim Vakfı Adapazarı Şube Başkanı Sn. Gazanfer ÜVEZ tarafından birer teşekkür
plaketi takdim edildi.
21 Şubat 2016 “Davet ve Tecrübe”
Mustafa Aydın
5 Mart Cumartesi günü Genç Gömlek Cumartesi
derslerinde gazeteci yazar Mine İzgi Hoca Hanım
ağırlandı.
17 Ocak 2016 “Davet ve Toplum”
Öğretim Gör. Aydın Aktay
“7 Ay 7 Salih Amel Projesi”nin Mart ayı etkinliği
kapsamında Hendek Melek Nişancı Huzurevi ziyareti gerçekleştirildi.
21
RÖPORTAJ
Betül Canlı ile Burkina Faso'da açılan Sakarya
Aile Derneği Selam Kütüphanesi üzerine röportaj
Ocak ayında Sakarya Aile Derneği Selam Kütüphanesi açılışı için vakfımız gönüllülerinden Ahmet Yenipazar, Hatice Yenipazar ve Betül Canlı’yı
Afrika’da bulunan Burkina Faso’ya tüm sevgilerimiz
ve dualarımızla gönderdik. Geldiklerinde de Genç
Gömlek olarak röportaj yapmasak olmazdı. Giden
gönüllülerin sözcüsü olarak Betül Canlı ile yapılan
bu röportajı şimdi sizlerle paylaşıyoruz:
Kütüphane Projesi nasıl başladı?
2014 Mayıs ayının sonuna doğru Ribat Eğitim
Vakfı’nı, bir Afrika ülkesi olan Burkina Faso’dan
Türkiye’de eğitim almak amaçlı bulunan, yirmiye yakın genç arkadaşımız ziyaret etti. Konuşma sırasında Afrikalı kardeşlerimizden biri, oradaki yaşam ve
eğitim koşullarını, aynı sedirde yatıp, aynı sedirde
ders yaptıklarını anlatırken gözyaşlarını tutamadı.
Yapmak istedikleri çok şey vardı ancak imkân
dâhilinde olanları yapabiliyorlardı. Bizler ise bunca
imkân içinde daha fazla neler yapabiliriz ve onlara ne şekilde yardım edebiliriz düşüncesiyle yola
çıktık. Arkadaşlarımızla ayrıldıktan kısa süre sonra
tekrar iletişime geçerek onların ihtiyaçları ve bizim
yapabileceklerimiz hususunda ciddi görüşmeler
yaptık. Bu görüşmeler sonucunda Burkina Faso’daki yetkili kardeşimiz bize şu durumdan bahsetti:
Oradaki misyonerlerin, çocukların ilgilerini çekecek
aktivitelerde bulunduklarını ve onları dini açıdan etkileri altına aldıklarını belirtti. Buna karşılık çocukları coşkuyla buluşturmak ve İslami eğitim vermek
için kreş açma çalışmaları içinde olduklarını söyledi. Biz de bu çalışmaya katkıda bulunmak amacıyla
kreşi destekleyen aynı zamanda çocukların ilgisini
çekecek bir park projesine adım attık.
Park projesi nasıl kütüphane projesine dönüştü?
Bize ulaşan bilgi ve fotoğraflar neticesinde bölgede eğitim alan Müslüman çocukların istifade edecekleri kitapları ve en önemlisi Kuran-ı Kerim’leri
bulabilmelerinin çok zor olduğunu farkına vardık.
Öğrenciler eğitimlerini kısıtlı imkânlar dâhilinde alabiliyorlardı. Kuran-ı Kerim ezberlerini ise tahta levhalar üzerine ayetleri yazıp okuyorlardı. Orada evler tek odadan oluşmakta elektrik ise bazı evlerde
bulunmakta olduğundan eğitim ve öğretim daha da
zorlaşmakta. Bu şahitliğin ardından Rabbimiz kütüphane projesini aklımıza ilham etti. Elhamdülillah.
Bismillah dedik ve yola koyulduk.
Bu projenin finansını nasıl karşıladınız?
Başlangıçta genç kızlar olarak keçeden çeşitli süs
eşyaları yapıp satarak yola koyulduk. Haftasonu
22
gerçekleştirilen Genç Gömlek lise kampına gelen
kardeşlerimiz bize ayraç yaparak katkıda bulundular. Bununla birlikte Sakarya Aile Derneği ile beraber kahvaltı ve kermes programları düzenledik.
Bu kermeslere maddi manevi yardımlarını esirgemeyen Sakarya halkı ve farklı kuruluşlara teşekkür
ederiz.
Afrika ile iletişimimizi sağlayan İzmit tefsir grubu gönüllülerine de desteklerinden dolayı şükranlarımızı
sunarız. Ve en önemlisi küçük adımlarla başladığımız bu projeyi bereketiyle kuşatan ve sonuçlandıran Allah’a hamd olsun.
Bu proje ile birlikte Afrika’ya taşıdığınız farklı
projeleriniz var mıydı?
Tabi. Kütüphane projesine destek olarak Türkiye’de
basımı gerçekleştirilen Fransızca mealli Kuran-ı Kerim ve Fransızca İlmihal kitapları Burkina Faso’ya
götürülüp dağıtımı sağlandı. Beş su kuyusu açıldı. 200 yüz aileye bir dişi bir erkekten oluşan keçi
dağıtımı gerçekleştirildi. Buradaki amaç; üç sene
boyunca keçiyi yetiştirip sütünden faydalanacak,
çoğalan sürüsünden ise ihtiyacı olan başka bir aileye bir çift hibe edecek. Teslim edilen keçiler üç yıl
boyunca gözetim altında tutulacaktır.
Maşallah bereketli bir gidiş olmuş. Peki, bu
projeleri gerçekleştirdiğiniz Burkina Faso ülkesi hakkında bilgi veriniz?
Burkina Faso Afrika kıtasında batı bölümünde yer
alan 20 milyona yakın nüfusa sahip denize kıyısı olmayan bir ülkedir. Nüfusun %60’ı Müslümanlardan
oluşuyor. Fransızca ve Arapça yaygın konuşulan
dillerdir. Mali, Nijer, Togo, Gana, Fildişi Sahilleri gibi
ülkeler sınır komşularıdır. Fransız sömürgesine uğramış bir ülkedir. Başkenti Ouagadougou’dur. Yerel
dili Morece’dir. Burkina Faso “onurlu insanların ülkesi” anlamına gelmektedir.
Nüfusun neredeyse yarısı çocukardan oluşmaktadır. En az 60-65 yaş üzeri olan kesimdir. Günümüzde ülkede hâkim olan din İslamiyet olup nüfusun
%60’ı bu inanca göre yaşamını sürdürmektedir.
Hristiyan dinine inananların oranı %23 düzeyindedir. Yerel din ise %15’dir. Fransızca ve Arapça yaygın konuşulan dillerdir.
Burkina’da eğitim durumu farklıdır. İlkokul 6 yıl sürmektedir. Okullarda kullanılan dil Fransızca’dır. Bu
durum ise kendi kabilelerinde sadece yerel dil öğrenen çocukları okuldan uzak tutmaktadır. Ülkenin
genelinde devlet okulu yanı sıra özel okullar ile Katolik Kilisesi’nin yönetiminde olup, bu okullar genel
olarak ücretsiz eğitim vermektedir. Oradaki sorumlu bayan tarafından yönetilen Müslümanlara ait özel
iki büyük okul bulunmaktadır. Burada Kur’an, din ve
diğer ders düzenli bir şekilde görülmektedir.
Burkina’da bildiğimizin dışında bir eğitim metodu
daha var. Şöyle ki; yetim ya da durumu olmayan
aile çocuğunu küçük bir hücreden oluşan medreseye yollar. Çocuk hatim yapıncaya kadar hocasıyla
kalır. Öğleye kadar dersini verir. Elinde bir kutuyla
sokağa çıkar dilenir. Yiyecek toplar, akşama medreseye döner, yemeğini ortaya koyar ve hep birlikte
yerler. 3-4 sene eğitim tamamlana kadar bu şekilde
devam eder. Hava şartlarından ve imkânlardan dolayı çoğu okuldaki eğitim yarım gündür.
Burkina’daki ağaçların gövdeleri kalın ve geniştir.
Afrika’da bir ağaç var ki hiçbir zaman ölmez; bir tarafı kuru ise diğer tarafı yapraklıdır. Afrika gibi bir
kıtada öyle bir nimet ki insanlara umut simgeliyor.
“Her zaman her yerde umut vardır. Sen yeter ki
inancını kaybetme” mesajını vermektedir.
Güzel bilgiler verdiniz; sizce orada insanların
neye ihtiyacı var?
Her şeyden önce gerçek bir İslam algısıyla tanışmaya ihtiyacı olan bir ülke. %70’i Müslüman olarak
gözükse de İslam Medeniyeti’nden uzak bir yaşam
sürülüyor. Görülen o ki Fransa bu toplumu yalnızca
maddi olarak sömürmemiş. Umudumuz bu anlamda maddi yapılan çalışmaların manevi bağ kurabilmesidir. Maddi olarak su kuyularına ciddi anlamda
ihtiyaç var. Hamd olsun kütüphane eğitim konusunda çocuk ve öğrencilerin büyük bir açığını kapattı.
Bunu Afrika’ya gidince daha çok farkına vardım. Bizim küçük gördüğümüz şeyleri onlar temiz ve geniş
yürekleriyle bize kocaman sunabilir. Hepsiyle birlikte bizim sevgi ve güvenimize ihtiyaç hissetmektedirler.
Sevgi ve Güven... Afrika’da, Burkina Faso’da
sizi en çok etkileyen neydi?
Etkilendiğimiz birçok şey var fakat birkaç şeyin etkisinden çıkamadım. İlk olarak yaptığımız köy ziyaretlerinde çocukların beyaz gördüklerindeki şaşkın
bakışları vardı. Kimisi dokunarak kaçarken kimisinin sizin güven ve dokunuşunuza ne kadar ihtiyacı
olduğunu gözlerinden okuyabiliyorsunuz. Ama bir
Müslüman olarak en çok beni ürküten şey o masum
çocukların endişeli bakışlarla size “nassari” (Hıristiyan) olarak seslenmeleri oldu. Ne kadar az kendimizi Müslüman kardeşimize tanıtmışız ki bizim
onun yanında olmak isteğimize inanmakta güçlük
çekiyor!
İkinci olarak; son gün gittiğimiz su kuyusu açılışında oradaki kadınlar tiyatro hazırlamışlar. Anlatmak
istedikleri olay su kuyusu başında geçen kavgalar. Vermek istedikteri mesaj ise; biz bir olup kavga etmez ve şükredersek Allah bize daha fazla su
kuyusu nasip eder. Zorluk çekmeyiz. Gördük ki
yaşamlarındaki zorluklara rağmen hayatla barışık
kalabilmeyi ve mutlu olmayı seçmişler. Ve bir su kuyusu açılışında bu yürekli insanların kuvvetli inançlarına şahit olduk. Birkaç Müslümanın oluşturdukları küçük bir derneğe verdikleri isim bizi kendisine
hayran bıraktı. “Allah için sürpriz yoktur” Allah her
şeyi bilir ve görür. En güzel teslimiyet…
Son olarak Rabbime şükürler olsun orada ailesi
Hristiyan olan bir kızın, iki yaşlı teyzenin ve kadın ve
erkeklerden oluşan bir kabilenin Müslüman olmasına şahit olduk. Kelime-i şehadetin hayatımdaki
önemini ilk defa orada bu kadar çok hissettim. Sözcüklerin tarif edemediği bir duygu bu şahitlik... Çünkü neden şehadet getirdiğini bilen bir Müslüman’la
karşı karşıkarşıyasın. Hamdolsun.
Subhanallah! Birçok kardeşimizin Müslüman oluşuna şahit olmuşsunuz, sizce onların
İslam’a girmesinde en etkili sebep neydi?
70 yaşındaki iki teyzemizin bu konudaki cevabı bizi
etkilemişti; “cennete girmek için Müslüman olmak
istiyoruz” dediler. Müslümanlıktan bahsetmişken
oradaki Müslümanların en güzel hasleti namaz konusunda tembel olmamaları ve ezan okunur okunmaz küçük-büyük- yaşlı hepsinin oldukları yerde
cemaatle namaza durmasıydı.
Onların farklı diller konuştuğundan az önce de
bahsetmiştiniz, farklı kıtalarda yaşadığımız Afrikalı kardeşlerimizle iletişiminiz nasıl gerçekleşti?
Farklı kıtaları, renkleri, dilleri olan insanları birleştiren kelam “selam” oldu. Kim olursa olsun selam
verdiğmizde karşılığını alabiliyor ve verebiliyorduk. Bizi Türkiye’den Afrika’ya götüren tek şey
“ESSELAMU ALEYKUM VE RAHMETULLAHİ VE
BERAKATUHU”dur. Selamla başlayan birliktelik
sevgiyle bütünleşti. Gözlerin gözlerle mühürlenmesi, ruhların ruhlarla konuşması Allah’ın bizlere tattırdığı en büyük nimetlerden bir tanesiydi diyebilirim.
Allah razı olsun. Ne güzel cümleler duyduk sizden.
Son olarak ilave etmek istediğiniz bir şey var mı?
Öncelikle Rabbime ne kadar teşekkür etsem azdır.
Şükürler olsun ki Rabbim Afrika’ya gidebilmeyi nasip etti. Hayatıma büyük bir tecrübe ve şükür kattı.
Afrika bana Peygamber Efendimiz’in dönemini hissettirdi. Her şeyden yoksun bir toplumun var oluş
çabalarını az da olsa hissedebiliyorsun. Varlık ve
yokluk kavramlarının tam yerini buluyor. İmkânı
olan her insanın bir Afrika ziyareti yapması gerektiğini düşünüyorum. Karşıdan resim karesine bakmak ile resim karesinin içinde olmak çok farklı bir
duygu. Fıtratları tertemiz olan çocukların algılarının
ve ruh dünyalarının Hristiyan zihniyetiyle büyümesi
bizi korkutmalı, ürkütmeli!
23
BURKİNA FASO’DAN
İZLENİMLER
22 Ocak 2016 Cuma günü saat 05:00’da yolculuğumuz
başladı. “Bismillah” diyerek çıktık yola; her işin başında
dediğimiz gibi. Allahım! Senin adınla, Senin rızanla çıkılan bu yolu (rıhlemizi) hakkımızda hayırlı eyle! Hayırlı
eyle ki, bu yüklendiğimiz vazifemizi hakkıyla yerine getirebilelim, hem şahit olacağımız hem de şahit kılacağımız arkadaşlarımız için.
6 saat 15 dakikalık bir yolculuktan sonra, hava karlı ve
soğuk olarak bindiğimiz uçaktan, sıcak ülkeye inişle
ayrılıyoruz. Havaalanında problem yaşıyoruz, dil problemi çıkıyor karşımıza. Bir zaman aradan sonra bizi
karşılayacak hocamız bir arkadaşımızı gönderiyor ve
işlemler gerçekleşince çıkabiliyoruz havaalanından. O
kapıdan çıkışımızla her şeyiyle farklı bir ülkeye adım
atmış olduk.
Arabaya binip kalacağımız yere hareket ettiğimizde,
meraklı gözlerle dışarıyı gözlemliyoruz. Vakit akşamüstü… Mesai bitmiş herkes evine dönüyor. Arabalara ayrılan yol gibi, bisiklet ve motora ayrılmış yol var.
Birden yoğun bir trafik yaşıyoruz. Araba trafiğinin yanı
sıra bisiklet ve motor trafiğine de şahit oluyoruz.
Uçağımızın kar sebebiyle rötarlı gitmesinden dolayı
bir haftalık programımız beş güne sıkıştırılmış olarak
karşımıza çıkıyor. Programı hazırlayan hocamız bize
yapacaklarımızı sırayla anlatıyor.
Bütün yorgunluğa rağmen heyecanlı uyur-uyanık bir
vakit geçiriyoruz. İlk ezan sesiyle kalkıyoruz saat dörtte. Aradan yarım saat geçiyor tekrar ezan okunuyor.
Hoparlörden ezan sesini duyuyoruz. Saat beş gibi okunan ezan bizi şaşırtıyor. Belli aralıklarla üç kez okunmuştu ezan. Bunun sebebini sorduğumda, burada
her mezhebin ezan sesinin farklı olduğunu öğrendim.
Onun için her biri farklı vakitte ezan okuyup, namaz
kılıyormuş.
İlk gün… Fasopa denilen yerde kermesteyiz. Burası
Esat Coşan Hocanın Türkiye uzantılı bir derneği. Buraya hizmet için gelinmiş yerel derneklerle çalışmalar
da yapıyor. Esma Akbay’ın meslek edindirme projesi
için gittiği Burkino Faso’da ortaklaşa çalıştığı yerel derneklerden biriyle kermesi vardı. Burkinalı hanımların
örgülerinin, diktiği ürünlerin hem sunulduğu hem de
satıldığı kermes. Ürünleri inceliyoruz, hepsi samimi
bir şekilde karşılıyor bizi masasında. Ortaya çıkarmış
olduğu ürünün verdiği hazla. Çünkü sömürülmüş bir
devlet. Bir şey öğrenilme fırsatı tanınmamış onlara,
hep alınmış veren olmamış. Götürülen hizmetler onları
mutlu ediyor. Bu maddi olarak değil, önemsendikleri,
değer verildiklerini hissettiriyor onlara.
Fildişi’nden misafirler geliyor, bizlere 5 günlük prog-
24
Hatice YENİPAZAR
ramda eşlik edecek. Hocamızın Fildişi’ne gittiğinde
ortaklaşa çalıştığı dernek görevlisi ve elemanlardan 6
kişi. Kermes devam ederken biz ayrılıyoruz oradan, su
kuyusu açılışı için gideceğimiz köye.
Asfalttan toprak yola giriyoruz. Yol toprak etrafta ağaçlar var. Ağaçların şekli bizi hayrete düşürüyor. Ağaç
kurumuş ama küçük bir tarafından yaprak vererek yeşillenmiş. Bu manzaraya şahit oluyoruz yol boyunca.
Rabbimin rahmeti ve büyüklüğü karşısında ümidin her
zaman olacağını anlıyoruz. İlk gittiğimiz köyde köylüler
tarafından karşılanıyoruz. Kendi dilleri ile söyledikleri
karşılama nağmeleriyle karşılıyorlar bizleri. Kimisinin yüzünde tebessüm, kimisinde şaşkınlık görüyoruz. Ama hepsinin gözlerinin içi gülüyor. Gidiyoruz su
kuyusunun başına. Açılışı yapılmadan önce dualar
okunuyor. Sohbet veriliyor gelen hocalar tarafından.
Amaç orada sadece su ihtiyacını karşılamak değil,
vücudun susuzluğunu giderirken gönlün su ihtiyacını
karşılamak. Fildişi’nden gelen hoca muhtar anlatıyor
onlara: “Kardeşlerimiz binlerce kilometre uzaklıktan
Türkiye’den geldi. Birçok gönüllü insan karşılık beklemeden sadece Allah rızası için açtırdı bu kuyuları.
Sizler bunu emanet bilerek kullanın. Güzel kulanın ki
kuyunun ömrü artsın ve birçok kişi faydalanabilsin.” Bu
sözleri söylerken yardım karşısındaki hassasiyetlerini
de öğreniyoruz. Oradan ayrılmadan 70 yaşlarında iki
teyzenin müslüman olmak istediklerini öğreniyoruz.
Köylerde Müslümanlarla Hıristiyanlar birlikte yaşıyor.
Bir aileden Müslüman olanı da var Hıristiyan olanı da.
Su kuyusu yanında yapılmış mesaide giriyoruz. Şehadet getiriliyor o iki teyze tekrar ediyor. Rabbim bize bu
şahadeti şahit kılıyor. Onlara neden müslüman olmak
istedikleri sorulduğunda “cenneti kazanmanın en kolay
yolu” diye cevap alıyoruz. Çünkü burası yokluk ülkesi,
imkânları ellerinden alınmışlığın ülkesi. Biz bunu gidip
gördüğümüzde anlıyoruz, hissedebiliyoruz. Televizyon
ekranlarından görünse de bizzat görmek daha etkili
oluyor bizim için. Rabbim gidenlerin sayısını arttırsın
daha çok kişi şahit olsun. “Bir bahçenin tüm meyveleri
toplanmaz ama topladığımız kadarı bize yeter” sözünde olduğu gibi gücümüz ne kadarını yapmaya yeterse
o kadarından sorumluyuz. Rabbim sonuca bakmaz,
sürece bakar sözü gayemiz olsun.
Oradan ikinci kuyu açılışına gitmek üzere ayrıldık.
Gittiğimizde bizi bekliyorlardı. O köy bir kabileye ait.
Önce yaşlı eski kabile reisi konuştu. Sözlerinin sonunda dökülen şu cümleler bizi etkiledi: “Allah’ı kimse
şaşırtamaz, Allah için sürpriz yoktur. Çünkü Allah her
şeyi bilir” sözü Afrika insanından bizim öğreneceğimiz
şeylerin olduğunu gösteriyor. Evet, açılan su kuyuları
bu insanları şaşırtsa da Allah (cc) bundan haberdar.
Bizleri vesile kıldı. Yeni kabile reisinin takkesindeki haçından Hıristiyan olduğunu anlıyoruz. Konuşmasında
söylediği gibi bu su kuyularından sadece müslümanlar yararlanmıyor. Kuyu etrafında hangi inançtan insan
varsa kullanıyor suyu. Rabbimin rahman isminin tecellisiyle müslüman olsun, olmasın bütün kullarına rahmet
etmesi gibi.
Bir günü arkada bırakıyoruz. Ertesi gün kütüphane açılışı ve yapacağımız ziyaretlerin heyecanıyla dönüyoruz
eve.
Ertesi gün bir saatlik olan mesafede olan kütüphanenin açılacağı Vahigoya şehrine gidiyoruz. Açılmasına vesile olduğumuz “Selam Kütüphanesi” büyük bir
alanın içinde yer alıyor. Bir kompleks gibi. İçinde okul,
mescid, sağlık ocağı ve bir de su kuyusu olan etrafı
çevrili bir alan.
O gün Pazar; çocuklar okul kıyafetleriyle hazırlanıp
gelmiş bizi karşılamak üzere. Alanın kapısından girdiğimizde büyük bir coşkuyla ilahiler söylemeye başlıyor
çocuklar bizi karşılarken. Törenin başlama saatini beklerken alanı geziyoruz. Yetkililerin ve köy halkının gelmesiyle açılış başlıyor. Yapımına vesile olduğumuz Selam Kütüphanesi tam karşımızda. Bulunduğu bölgede
ilk kütüphane... Buradan sadece okul yararlanmayacak, şehir halkı ve dışarıdan gelecek olanlarda yararlanabilecek. Bizlerin duası Selam Kütüphanesi’nin Afrika
kıtasında insanlığa ışık kaynağı olması oldu. Rabbi Selam Kütüphanesi’nden yararlanacak olanların sayısını
arttırsın, ilim yuvası kılsın. İlim tahsil edenlerin sayısı
arttıkça Afrika’nın ayağa kalkması çabuklaşır ve kolaylaşır inşallah.
Okul aile birliği başkanı kütüphanenin örümcek bağlamaması için yaptığı konuşmada emanete sahip çıkacaklarına dair söz aldı toplanan insanlardan. Dualarla
kesilen kurdeleyle açıldı kütüphane kapısı. Büyük bir
heyecanla oldu kütüphaneye girişimiz, attığımız her
adımda Rabbimize şükrettik. Kitapları inceliyoruz.
İslami bilgileri içeren hem Arapça hem de Fransızca
kitaplar mevcut kütüphanede. Fransızca mealli Kur’an
projesiyle bastırılan Kuranlar da yerini alacak raflarda.
Türkiye ile Burkina Faso arasında gönül köprüsü kurmasına vesile olan Selam Kütüphanesi’yle vedalaşıyoruz, bir daha gelmek temennisiyle…
Ziyaretlerimize İHH’nın yaptırdığı yetimhaneyle devam
ediyoruz. Bu yetimhane imam-hatip (fıkıh, siyer, akaid
dersleri) orta öğretim lise eğitimi veren 70 kız barındıran
bir yer. Mescitte buluşuyoruz yavrularımızla. Gözlerinde masumiyet görüyoruz. Çekimser davranıyorlar, ilk
gördüklerinde bizi. Ne zaman ki aralarına girdik, aradaki görünmez duvarı kaldırdılar. Teni beyaz olan birisine
dokunmak isteğiyle dokundular bize. Dilimiz farklı olsa
da gönül köprüleri kurmaya çalıştık onlarla. Elleriyle
kalp
işareti
yapmayı
öğrettiğimizde her biri yapmaya çalıştı bizlere göstermek için.
Her biri yetim ve öksüz olsa da, onlar gibi
olan Resullullah’ın hayatını öğreniyorlardı burada. Yetim ve öksüz olan Peygamber
Efendimizi insanlara kurtarıcı olarak gönderdi. Allah bu kızlarımızı da Afrika için kurtarıcı
olarak görevlendirecek inşallah. Her biri Hz.
Hatice, Hz. Aişe, Hz. Fatma gibi Müslümanlara
aydınlık olacak inşallah.
Yetimhaneyi gezerken bizleri üzen manzarayla
karşılaştık. Yatakhanelerinde yırtılmış, eski ve
ince süngerleri olan küçük ranzalar vardı. Süngerler araba koltuğuna benzer derilerle kaplanmış. Kimisinin derileri yırtılmış haldeydi. Bu manzarayı görünce, bizlerin bir çözüm yoluna gitmemiz
gerektiğini konuştuk. Bizler nasıl rahat yatabilecektik
rahat yataklarımızda. Rabbim yolumuzu açsın ve bizlere imkân versin, bizler de bu sıkıntıları gidermeye
çalışalım.
Bizleri bırakmak istemeseler de, onlarla vedalaşarak
ayrıldık hastane ziyaretini gerçekleştirmek için. Hastane bizim sağlık ocağı gibi ama içi donanımlı değil.
Malzeme yok denecek kadar az. O şartlarda muayene ediliyor ya da ameliyat oluyorlar. Ulaştırılmak için
verilen yardım paralarını dağıtıyoruz hastalara ve ayrılıyoruz. Ev ziyaretlerinde gördüğümüz manzaralara
şahit oluyoruz. Ev dediğimiz toprak tuğlalarla yapılmış
tek bölmeden oluşan küçük bir oda. Orada oturuyorlar,
yatıyorlar ve yemek yiyorlar. Gittiğimiz ev ziyaretlerinin
sadece birinde akşam yemeğinin piştiğini gördük. Dışarı ateş yakılmış üstünde bir tencere pişen yemek,
diğer evlerde yemek alametine dair hiçbir şey yoktu.
Bazı köylerde elektrik dahi yoktu. Yapılan para yardımlarına mahcubiyetle el uzatıyorlar, gönülleri tok kardeşlerimiz yaşanan açlığa rağmen. Onlar olmadığı için
hesaba çekilmezken, bizler varlığın ve verememenin
karşısında hesaba çekileceğiz. Kimin hesabı büyük bu
durumda…
Zaman su gibi akıp geçti ömrümüz gibi. Son nefese
kadar yazılan “Hayat kitabımıza” yeni sayfalar ekledik
hesaba çekileceğimiz. Rabbim hesabını verebilecek
hayat yaşamayı nasip etsin. Şahit olduklarımız karşısında hissemize düşeni yapmayı nasip etsin bizlere.
Selam ve Dua ile...
25
Mine İZGİ
ÇOCUK İÇİN
KUTSAL DEĞERLER
Kutsal değerler, dini kültürün ayrılmaz bir parçası ve tamamlayıcısıdır.
Kutsal değerlere saygı duyulan bir ortamda çocuk, biçimsel olarak din eğitimi görmemiş olsa da, geleceği için temiz bir bilinçle yetişmiş olacaktır.
M
esela, dini merasimler, kutlamalar, çocukların da iştiraki
sağlanarak onların dini hayata hazırlanmaları kolaylaştırılmış olur.
Bu dönemin sonunda da sistemli
örgün eğitime geçiş sağlandığında
duyduklarını ve gördüklerini pekiştirmesi çok daha kolaydır. Dini
eğitimin amacı devamlı vurguladığımız üzere, hayırlı bir nesil inşa
etmektir. Bunun ilk şartı da tabiî ki
insanın kendini tanımasıdır. Yunus Emre’nin dizelere döktüğü gibi:
İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen, Bu
nice okumaktır. Kişinin kendini bilmesi de çevresindeki olayları doğru
algılamasıyla oluşur ve şekillenir.
Şimdi çevrenizde kutsal değerlere
saygı duyulmuyorsa, sizin saygın
bir din anlayışına sahip olmanız,
taklidi olacak ve içi boş olacaktır.
Bunun için kutsal değerlerin bilinmesi ve öğretilmesi önemlidir. Yani
dini eğitim için ön bir basamaktır.
Çünkü kutsal değerlerin bilinmesi
imanı güçlendirecek ve anlamlandıracaktır. Mehmet Akif’in istiklal
marşımızda dediği gibi:
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim iman dolu göğsüm
gibi serhaddim var.
Halk arasında meşhur bir söz vardır, hepimizin bildiği ve zaman za-
26
man da kullandığı, “Allah’tan korkmayandan korkacaksın” şeklinde.
Allah’tan korkmak, korku merkezli
değil sevgi merkezlidir; sevgiyi
pekiştiren de saygıdır. İşte kutsal
değerlere saygı da burada başlar
ve insan huzuru ve mutluluğudur.
Böyle ortamlarda huzur hâkimdir,
vatan ve millet kurtuluşa ermenin
ve hürriyete kavuşmanın mutluluğunu daha kolay anlar.
Kutsalların etrafında kenetlenen
bir ailede yetişen çocuk, dini değerlerini çok daha kolay içselleştirir
ve idrak eder. Onun için aile olarak
neyi kutsal saydığımız önemlidir.
Vatan, bayrak bilinciyle yetişen
erkek çocuk, asker olmayı ibadet,
şehid olmayı şeref sayar. Örtüsünü
bayrak gibi kutsal gören kız, örtüsünü neden başında taşıdığını anlar ve bunun kadına nasıl bir onur
yüklediğini fark eder.
Çocuklarımıza fiziksel yönlerini kuvvetlendirmeyi öğrettiğimiz
gibi, manevi yönlerini de kuvvetlendirmeleri gerektiğini öğretmeliyiz. Fiziksel olarak insan vücudu %
65 oksijen, %18 karbon, % 10 hidrojen, % 3 azot, % 1,5 kalsiyum, % 1
fosfordan oluşur ve çok düşük oranlarda başka elementlerin varlığı da
söz konusudur; potasyum, sülfür,
sodyum, klor, magnezyum, demir,
iyot… Maddi fiziksel bedenimizin
ihtiyaçları bunlar. Toprak kökenli
insan, toprak kökenli bu maddelere
maddi olarak ihtiyaç duyar ve bizler de bunları karşılamak için her
türlü çabayı harcarız. Aman çocuğumuz şunu yesin, şu maddesi eksik kalmasın, aman bunu yesin, şu
madde eksikliğinden şöyle olur gibi
kaygılarla maddi ihtiyaçlarımızın
giderilmesi için olmadık zorlukların üstesinden geliriz. Bu maddi
yapıya ihtiyaç duyan toprak kökenli insanın, insan olması için ruhunun da doyurulması, ihtiyaçlarının
giderilmesi gerekir. İşte onun için
kutsal değerleri olmalı, inanma
ihtiyacı tatmin edilmeli, manası
kavratılmalıdır. Hz. Musa, doğup
büyüdüğü Medyen’den Mısır’a yolculuğu sırasında, bir kış gecesi yolunu kaybettiğinde uzakta bir ateş
gördü. Kendilerine yol gösterecek
birilerini bulmak, ateşten faydalanmak için almak üzere, ateşin
yanına vardığında şöyle seslendi:
“Ey Musa, şüphe yok ki, Ben senin
Rabbinim, hemen ayakkabılarını
çıkar, çünkü sen mukaddes vadi
Tuva’dasın.” (Ta-ha Suresi, 9-12
ayetler). Bu ayetlerden de anlıyoruz ki, Rabbimiz, insanın, kutsal
karşısında özel bir tavır takınması
gerektiğini bildiriyor.
Kutsal kavramı, değer kavramını
da beraberinde getirmektedir. Kutsalın özünde var olan değer kavramı bunu zorunlu kılmaktadır. Aynı
zamanda insanın kutsala yönelişi,
kutsal arayışı da fıtratının gereğidir. Kutsal, kaynağını inançtan ve
imandan almaktadır. Temeli iman
olan kutsalda, en kutsal varlık ise
Allah’tır. Esma’ül Hüsna’da var olan
el- Kuddüs ifadesi, tüm varlıkların
kutsallığı, Allah kutsalının yansımasıdır. Dinin kutsallığı da Allah’ı
temsil etmesindendir. Dinde var
olan melekler, kitaplar, peygamberler, ibadetler, Kâbe, tüm kutsallığını
Allah ile olan bağdan almaktadır.
İnsan da Rabbiyle arasındaki bağı
kuvvetlendirmek, hayvanî olmaktan çıkmak için kutsal değerlerine
sahip çıkmalıdır, zaten bu sahiplilik, insanı hayvandan ayıran temel
bir özelliktir diyebiliriz. Kutsala
yabancılaşmak, kendine yabancılaşmaktır. Çocuklarımızı da bu
birleştirici ve dönüştürücü etkiye
sahip kutsal değerler etrafında yetiştirmeliyiz. Kutsalın sağladığı birleştirici ve dönüştürücü yönünü en
çok Ramazan ayında görmekteyiz.
Oruç tutan ya da tutmayanda bir
dönüşüm ve bir birliktelik vardır.
Ramazandaki manevi atmosfer,
inanan ve inanmayan herkesi kuşatmaktadır. Tabi herkes nasibine
göre hisse almaktadır. Uhud savaşında yaşanan bir sahne, kutsalın
dönüştürme gücünü göstermesi
bakımından dikkat çekici olduğu
için nakletmek istiyorum. “Bir kişi
Uhud savaşı günü Resülullah’a
(sav); Ya Resülullah! Eğer ölürsem
nereye gideceğimi bana söyler misin? deyince. Hz. Peygamber (sav);
Cennet’e, buyurmuştur. Bunun üzerine o kişi elindeki yemekte olduğu
hurmaları hemen atarak savaşa
girmiş ve şehid oluncaya kadar çarpışmıştır.” (Müslim)
Bu olayda da görüldüğü gibi ölmek kutsallaşınca, hayata bakış
da anında değişmektedir. Kutsalın
bütünleştirici gücü milletimizin
verdiği bekâ mücadeleleriyle kendini gösterirken, birleştirici gücü
de zengin fakir, işçi patron, memur amir, bir safta birleştirerek
gündelik işlerden arınıp aynı safta
toplayan namazla nasıl yekvücut
olduğumuzun kanıtıdır. Bunlar,
kutsala verilen değerler etrafında
kenetlenmenin insanı insan yaptığının, taze ve diri tuttuğunun delilidir. Mesela, kızımıza, annelik kutsallığını anlatıp, geleceğin annesi
olarak yetiştirmeliyiz. Fatih olmak
önemli bir şeydir, ama Fatih yetiştiren anne olmak daha önemlidir.
Oğlunuzu Fatih yürekli yetiştirdiniz, kızınızı da Fatih yürekli evlatlar yetiştiren anne olma şuuruyla
yetiştirmelisiniz. İşte o zaman ayağının altında Cennetle gezen biri
olacaktır.
Beşiği sallanan, dünyayı salladı…
Takvimler 1432’yi gösteriyordu.
Edirne Sarayı’nda doğan şehzadenin beşiğinin başında baba II. Murad Han, manevi izini sürdüğü Hacı
Bayram-ı Veli’den fetih için dua istiyordu. Veli; “Sultanım, İstanbul’un
fethini siz de ben göremeyeceğiz
ama bu beşikteki şehzade ve bir
de bizim Köse, görecek” diyordu.
“Bizim Köse” dediği, İstanbul’un
manevi fatihi Akşemseddin hazretleriydi. Bu müjdeyi alan Hüma
Hatun, vereceği eğitimin evladının
ilerideki adımlarını şekillendireceğinin farkındaydı. Fatih Sultan’ı
emzirmeye başlarken Yâsin Suresini okur, beşiğini tekbir ve kelime-i
tevhid ile sallar, “ben senin beşiğini kelime-i tevhidle sallıyorum,
sen de Bizans’ı sallayasın” diyerek,
bebeğine dualar ederdi.
Kutsal kabul edilen inanç ve değerlere saygı, toplumsal hayatın
huzur ve bütünlüğü açısından çok
önemlidir. İnsanı insan yapan
boyu posu, endamı kilosu değil,
fıtratıyla kendisine hediye edilmiş değerlerini koruması ve onla-
ra sahip çıkmasıdır. Zaten maddi
yapısının asıl yaradılış amacı da
fıtratındaki cevherleri ortaya çıkarmasıdır. Bu işin ilk ustalarıysa
elbette anne babalardır. Çocuklarının fıtratını okuyan ve emanete
sahip çıkan ebeveynler, insanlık
makamını korumuş olmakla beraber, sorumluluğunu da yerine
getirmiş demektir. Görevini kötüye
kullanmayanların mükâfatı elbette
büyüktür. Gerçek âlemde kendisinden şikâyet eden değil, şefaatçi
olan evlatlar, yüzünü güldürecek,
ebedi hayatını kurtarma vesilesi
olacaktır. Dinimizce kutsal sayılan
mekânların da bilinmesi önemlidir. Mesela Kâbe gibi... Kâbe kadar
kutsal olmasa da dinimizde değerli
olan camilerimiz gibi. Oğlumuza bu
mekânların önemi ve değeri anlatılmalı, imkân dâhilinde ziyaretler
yapılmalıdır. Bu, çocuğun dünyasında dine karşı saygı ve yücelik
duygusunu geliştirecektir. Aynı
şekilde günler içinde Cuma gününün, bayram ve arafe günlerinin
de değeri üzerinde durulmalıdır.
Özellikle bayramın, insana kazandırdığı çok şey vardır. Ramazan ayı
tutulan oruçlardan sonra kutlanan
bayramın, yaptığın işin karşılığını
en güzel şekilde aldığını anlatması
bakımından, çocuk için büyük bir
eğitimdir. “Oruç tuttum ve hemen
mükâfat olarak bayram yapıyorum”
yani Allah için yaptığın her güzel
eylemin sonunda böylesi güzel
mükâfatlar kazanacağı bilgisinin
ete kemiğe bürünmüş halidir. Bu
bilgiyi öğrenen çocuk, her yaptığı
güzel için güzel mükâfatla karşılık
bulacağını bilmekle, Cennet’in yaradılış sebebini de çok iyi anlamış
olacaktır. Yine bayramda küslerin
barışması, büyüklerin ziyaret edilmesi, sılayı rahim yapılması, çocuğa öğretilmesi gerekenlerin birebir
yaşantıyla görsel anlatımıdır. Sözle
söylediklerinizin eylemle karşılık
bulmasıdır.
27
Yasin MÜSLİM
SINIRLAR OLMADAN
Kitaplarımız cahil zorbaların ateşleri altında tarumar olmadan, elden
ele huzur kaynağının dağılmasına vesile olacaktır. Evrensel kardeşlik,
sınırlar olmaksızın birliktelik, küstahlık taşımayan özgür irade
mahcubiyetlerin sona ermesindeki en büyük etkendir.
İ
nsan kendini hangi boyuta kadar indirgeyebilir? Belirsiz bir
hesap yaparken basit sıradanlığın görünmezlik değerini nasıl es
geçebilir? Bir süre sonra tuttuğu
yolu savunmak zorunda kalarak
yaşamak hazin sona yaklaşmak
gibidir. Sebepsiz ezberlerin verdiği temelsiz bıkkınlık, eriyip
giden hünerlere dur diyemez. Öngörüsü ile bir nesle nefes verecek
olacak bireyler hayatın değişmez
vasfını, kitaplara tercih edenlere
sunamayacaklar. Görkem ya da
şatafat arayışı umudun kör edici
anahtarları olacaksa, o arzulanan
kapılar asla açılmayacaktır.
Koskoca yeryüzünde oradan oraya savrulmuş bir mültecinin ikramının tadına varan var mıdır?
Acaba bu keşfedilesi bir durum
mudur? En tatlı konukseverliği hiçbir zaman kapanmayacak
yaralı bir gönüle sunarken, o yaralı kalpten daha büyük ve daha
ezici bir yankı almak… Edinilen
birikimler kök salıp tembelleşmek içinse bambaşka bir ziyanın
hikâyesi başlar.
Tarifsiz bunalımların tüm coğrafyalara bırakmış olduğu acı bütün
temsilleri üzerinde taşımakta.
Kırılası bir buz kütlesinin üzerine
düşmek ama bunu umursamamak çok kişinin sergileyeceği tutum değildir. Bizlere ulaşan bilgileri hakkaniyetle terazide tutmak
ve fiili sebepleri peşi sıra tanımlamak bizlere düşen bir görevdir.
Adalet ve özgürlük değerleri tertemiz gönüllerin yegâne hedefidir.
Toplumun iç ahengini haber vermek için yüksek teknolojili ekipmanlara ihtiyaç duyulmaz. Yerinden asla oynamayan bir kaya
gibi bize cesaret verecek tanımlamalar hep orda durur. Cümlenin
başlangıcı kalpte olunca ulaştığı
nokta muhatabın kabul ediş sahnesini gözlemlemek kaçınılmaz
olur. Dün ve bugün; terennüm
edilen tüm kaygılar neye işaretse,
tahlil edilen her dert benzer nişaneler ile dolup taşar. Yeni arayışların ciddi anlamda sorun oluşturduğu modern hayat, kimleri ne
kadar ‘Hesap Günü’ne hazırlayıcı
bir emelle tasdikler; meçhul olarak durmakta.
Çözünürlüğü düşük hayat akislerinin gizli sarmalı ebedi kavramlara karşı mağlup olacaktır.
Hissiyat devrimsel bir özdeyişle
hayatta yerini alacaktır. Benimsenen tevazu benliği pürüzsüz bir
dizaynın nihai temsilcisi olacaktır. Elbette yanlış kaygılar, sebepsiz dışa vurumlar söz konusu olsa
da başarmak inanç sahiplerinin
değişmez sahnesinde boy gösterecektir.
Bir mülteci, bir hicret ehli ile baş
başa verebilmek, onunla yıkılması zor bir dünya inşa girişiminde
gözle görülür sınırları kaldırmak
ne büyük bir onur. Anlaşılır ortak
dilin sermayesi katıksız gücü yeryüzü ile buluşturarak yepyeni bir
neslin emaresi konumunda olacaktır. Bedenlerin renkleri sadece
ufak nüshalar olarak kalacak, vücut bulacak vahdet ise ulaşacağı
eksenlerde tarifsiz saadet sunacaktır.
Kitaplarımız cahil zorbaların
ateşleri altında tarumar olmadan,
elden ele huzur kaynağının dağılmasına vesile olacaktır. Evrensel
kardeşlik, sınırlar olmaksızın
birliktelik, küstahlık taşımayan
özgür irade mahcubiyetlerin sona
ermesindeki en büyük etkendir.
29
Sahir AKÇA
KUNUT DUALARI-2
Meali: “Allah’ım! Biz ancak Sana ibâdet eder, Senin için namaz kılar ve
yalnızca Sana secde ederiz. Ancak Sana yönelir ve Sana koşarız (süratlice,
hızlıca, çarçabuk). Senin rahmetini umar, azâbından da korkarız. Şüphesiz
ki Senin azâbına kâfirler lâyıktır –Senin azâbın kâfirleri kuşatır –içine alır.”
TEFSİRİ: Allâhümme iyyâke
na’büdü: Allah’ım! Yalnızca Sana
ibâdet eder, kulluğumuzu sâdece
Sana has kılarız, Senden başkalarına değil. Senden başkasına ne boyun eğer ne de kullukta bulunuruz.
Rütbelerin en şereflisi olan kulluk
rütbesi ile huzurunda olmaktan zevk
duyarız. Hz. Mevlânâ’nın dediği gibi;
“İlâhî! Tüm köleler azad olunca sevinir, biz ise Sana kul olmakla sevinir,
ancak ol zaman huzur buluruz.” Zîrâ,
biz biliyoruz ki, Sana kul olmayanlar mutlaka başka şeylerin; nefisin,
paranın, kadının, Tâğut’un, makam
ve mevkîlerin kul ve kölesi olurlar.
Allah’a kul olmayanları başkaları kul
ve köleliğe beklemektedir. Biz ise Sana
kulluğu başkalarına köleliğe tercih
ederek, bütün bağlardan sıyrılarak
her şeyimizle Sana teslim olarak gerçek hürriyetin tadını almak istiyoruz.
Hz. Ali (kv)’nin buyurduğu gibi;
Allah’a şükretmek için kullukta bulunulmalıdır. Bu gerçek hürlerin işidir.
Çünkü gerçek hürriyet gerçek kulluktadır.”
Bu ifâde ile; Allah’tan korkarcasına
insanlardan ve onların kulu düzenlerine kölelik yapanlardan olmayacağımıza da söz vermekteyiz.
Ve leke nüsallî ve nescüd: Senin
30
için, Sen emrettiğin için, yalnızca
Sana karşı namaz kılar ve Senin huzurunda secdelere kapanırız. En değerli
olan başımızı Senin huzurunda yerlere koyarız, Senin büyüklüğün karşısında bir hiç olduğumuzu belirtmek
için küçülür, küçülebildiğimiz en küçük hâli alır ve huzurunda kapanırız
yerlere, Seni büyükleyerek ve Seni yücelterek. Ama bütün bunları yalnızca
Senin için yaparız. Yoksa, görsünler,
övsünler, beğensinler diye, yahut spor
olsun diye değil.
Şu dünyanın çirkefliğinden kurtulabilmek için, Sana yakınlığımızı artırabilmek için, kuluna en yakın olduğun an
olan secdelere varıyoruz tekrar, tekrar. Senin yüceliğin karşısında küçülüyor, Senin rahmet kapını “Sübhâne
Rabbiyel E’lâ” –“Senin şânın en yücedir Rabbim” diyerek çalıyoruz. Buyur
kulum diyerek huzuruna, kulluğuna
kulunu kabul etmek ise ancak Sana,
Senin merhametine yaraşır.
Ve ileyke nes’a ve nahvid: Ve her
şeyimizden sıyrılarak, başka kapılarda aradığını bulamayan bir kul
edâsı ile yine Sana yöneliyor, rızanı
kazanabilmek için koşa, koşa süratle tüm gayretimizi seferber ederek
Sana geliyoruz. Ve bundan sonra da
sâdece Sana geleceğimizi de, Senin
kopmaz ipin olan (Urvet-ül Vüskâ)
Kur’ân nizâmına sarılacağımıza söz
veriyoruz.
“Allah’ın zikrine koşunuz”, “Hepiniz
Allah’a kaçınız” emirlerine uyarak, bir
Kudsî Hadis de buyurduğun “Kulum
Bana bir karış yaklaşırsa, Ben ona
bir Zira –bir kulaç yaklaşırım.” sözüne
güvenerek; Ya bir de kulun Sana koşa
koşa gelirse yâ Rabbi!
“Benim huzuruma –ancak Bana hiçbir şeyi şirk koşmadan –yeryüzü dolusu hata ile geleni –Ben bir o kadar
mağfiretle, afv ile karşılarım.” Müjdene hepimizi dâhil eyle yâ Rabbi!
Ve şimdi bu sözlerimizden sonra bir
düşünelim; Namazda okuduğumuz
Kunût Duâsında, bütün her şeyimizle
Allah’a, O’nun nizâmına koşacağımıza ve yalnız O’na kulluk edeceğimize
söz verdiğimiz hâlde, nasıl olur da
namazın bitiminde mâsivâya, Tâğuta
koşabilir, Şeytana kaçabiliriz? Onlara
koştuğumuz ve kaçtığımız takdirde,
bu sözlerimizi nereye koyacağız? Ve
bizim durumumuz ne olacak?
Nercû Rahmetek: Senin huzuruna
gelecek, Senden isteyecek yüzümüzün olmadığını biliyoruz. Ama bildiğimiz bir şey daha var; o da Senin
rahmetin, gazabını geçmiş bulunan
rahmetin. İşte ona güvenerek Sana
geldik ve Senden istiyoruz.
Biliyoruz ki, büyük pâdişahların kapısına eli boş gidilmez. Ama hediye
olarak da pâdişahın yanında bulunan şeylerde götürülmez. Önemli olan
onun katında hiç bulunmayan veya
ender bulunan şeylerle gitmektir. İşte
biz de, Senin katında hiç bulunmayan
bir yığın günahımızla, isyanımızla,
dininden verdiğimiz tavizlerimizle
geldik. Ama ümitle geldik. Kerîm olan
Rabbimize güvenerek geldik. Ne olur
ümitlerimizi boşa çıkarma yâ Rabbî!
Kullarından İbrâhim Ethem (rha)’in
sözü ile seslenmek tek çâremiz: “İlâhî!
İsyankâr kulun kapına geldi, günahlarının itirafı içerisinde yakararak
geldi. Bunca günahına rağmen şayet
lütfunla günahlarımı bağışlayarak
kulluğuna beni kabul edersen, Sana
zaten bu yakışır, yok günahlarımın
çokluğuna bakarak beni tardedecek,
kovacak olursan, Senden başka kim
bana merhamet eder Allah’ım!”
Ve nahşâ azâbek: Engin rahmetini
umarız, lâkin rahmetine güvenerek
gevşeklik gösterivermeyiz. Senin
azâbından da korkarız. Korku ve ümit
arasında bulunuruz. Ne rahmetine
güvenerek tamamen ameli terk eder,
ne de günahlarımızın çokluğuna bakarak ye’se düşerek ümidi keseriz.
Çünkü mü’minin bu konudaki tavrını Önderimiz (sav) şöyle açıklamış:
“Mü’minin korkusu ile ümidi bir terazide tartılacak olsa, ikisi birbirine
eşit olur.” Rabbimiz olan Allah da
şöyle buyurmaktadır: “De ki: Allah’ın
rahmetinden sapıklardan başka kim
ümidini keser.” (Hicr, 56)
İnne azâbeke bil küffârı mulhık:
Şüphesiz Senin azâbına kâfirler müstahak, onlar lâyıktır. Hak olduğu ortada iken Senin yegâne nizâmını örtbas
eden, görmemezlikten gelen ve Seni
tanımayan kâfirleri kuşatıcıdır, ilhak
edicidir, içine alıcıdır azâbın, Cehennemin. Çünkü Cennet kolay değil, Cehennem ise boşuna değil.
İşte, bütün bunlar Kunût Duâ-
larındaki sonsuz mânâlardan anlayabildiklerimizden bazıları. Ve
günün kapanışında, Rabbimizin
huzurunda durmanın son anında, günün son namazı Vitrin son
rekâtında bütün bunları söyledik,
bunları haykırdık. Kimimiz bilinçli,
kimimiz ise ne dediğini bilmez bir
hâlde. Ama ne olursa olsun bütün
bu okuduklarımızla yaptıklarımızı,
hayatımızı bir mukayese etmek borcunda olduğumuz şüphe götürmez
bir gerçek.
Hergün, gün boyunca söz veriyoruz
Rabbimize mü’minler adına. Bütün
bunları yapacağımıza dair and içiyoruz. Ve bütün bunların yanında
bunca günah ve hatalara dalıyor,
Şeytana ve nefse uyuyor, Tâğutlara
adamlık yapıyoruz. Olmaz böyle
şey! Özümüzü sözlerimize uydurmadığımız müddetçe kendimizden
başka hiç kimseyi kandıramayız.
Hatta kendimizi bile. Ancak onu
oyalamış ve avutmuş oluruz.
Öyleyse bütün bu verdiğimiz, hem
de Allah’a verdiğimiz sözlerden
sonra, onların ışığında tüm hayatımızı bir gözden geçirmeli, özümüzü
sözümüze uydurmaya gayret etmeliyiz. Aksi takdirde kendi nefsimize
bile söz geçiremeyen bu sözler anlamsız ve hatta boşuna olmaya devam edecektir.
Tıpkı bir âlimimizin dediği gibi;
O günümüz Müslümanlarının,
hem de namaz kılan ve namazlarında Kunût Duâlarını okuyan
Müslümanların
yaşayışlarına,
sözleriyle bir uygunluk göstermeyen özlerine bakarak! Şöyle haykırıyor: “Ey Müslümanlar! Ya şu
hayatınızı düzeltin, ya da okumayın şu Kunûtu, okumayın namazlarınızda! Çünkü Kunût okumak
namazın vâciblerindendir. Onu
okumazsanız sehiv secdesi ile namaz tamamlanır. Lâkin, Kunût’u
okuduğunuz hâlde, Kunût’a ters
bir hayatı yaşamaya devam etmeniz sizi yalancı, sahtekâr, dönek
durumuna düşürmekte. Namazı
sehiv secdesi ile kılmak, sahtekâr
olmaktan yeğdir.”
Bu âlimimiz, bizden Kunût’u terk etmemizi istemiyor, fakat hayatımızı
Kunût’ta verdiğimiz sözlere uygun
hâle getirmeye teşvik etmek için
böyle diyor. Yoksa, Kur’ân’dan bir
sûre olduğu bile iddia edilen bu kutlu Duâdan bizleri uzaklaştırmak,
mahrum etmek değildir onun dileği. Belki de, Kunût’la tenâkuz teşkil
eden ve çatışan, Müslümanların şu
içler acısı hayatları onu böyle feryat
ettiriyor.
Kunût Duâlarında yer alan cümleler son derece önemlidir. Her cümlede bir ümit ve söz veriş vardır.
Allah’tan istenebilecek şeyler sıralanırken, bazı güzel davranışlar konusunda da O’na söz verilmektedir.
Mü’min, yalnızca Allah’a ibâdet
edeceğine, yardımı yalnızca O’ndan
isteyeceğine, secdeyi yalnız O’nun
huzurunda O’nun için yapacağına,
nimetlerine nankörlük etmeyeceğine söz vermektedir. Birinci duânın
sonundaki cümleler daha ilginçtir. Mü’mim her Kunût Duâsında;
Allah’a karşı gelen, O’nun emirleri
karşısında duyarsız kalan, Allah’ın
dinine savaş açan, günahları açıktan çekinmeden yapan, insanlar
arasında günahların yayılmasına
çalışan bütün kişi, kuruluş ve otoritelere itaat etmeyeceğine, onlardan yüz çevireceğine, onları “Hâl”
etmek için, onlara engel olmak için
çalışacağına, onların fesatlarına devam etmeleri için fırsat vermeyeceğine söz vermektedir.
Bu duâlar, hem bir yakarış, hem
bir ümit, hem Allah’ın dini için
çalışmaya bir söz veriştir, hem azgınlardan yüz çevirme niyeti, hem
de Allah’ın huzurunda bir teslimiyettir.
Sen ne dersin bu duruma; Ey zamanın emânetini yüklenmiş olan Müslüman!
31
Çocuklara Öykülerle
40 HADiS
Halil ATALAY
13.HADiS
YARIŞI SEVER MİSİNİZ?
İnşaat • PVC ve Alüminyum Doğrama
• Çitf Cam • Çelik Kapı • Garaj Kapısı
"İyilik yapmak ancak dinine bağlı, asaletli ve ağırbaşlı kimselere yakışır.
P
eygamberimizin bu tarifinden anlıyoruz ki, iyilik, iyilik
yapmak herkese nasip olmuyor.
Herkes iyilik yapamıyor. “Hayırlı işlerde cevvaliyet, ümmetimin
seçkinlerinde bulunan bir özelliktir”(2) buyuran Sevgili Peygamberimiz işte bunu ifade ediyor.
Yüce Rabbimiz: “İyi işlerde birbirinizle yarışın.”(3) emrini veriyor
ve hayır yarışında bulunanları
şöyle tanıtıyor: “Rablerine olan
saygıdan dolayı titreyenler,
Rablerinin âyetlerine inananlar,
Rablerine ortak tanımayanlar,
Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri
titreyerek yapanlar; işte onlar,
iyiliklere kavuşurlar ve iyilik için
yarışırlar.” (23 Mü’minun, 57-61)
Ömrünü İslamî atmosferde geçirmeyi gaye edinen insanların
tek düşüncesi vardır. O da iyilik
yapmaktır. Onlar iyiliğin anahtarıdırlar.
“İnsanlardan öyleleri vardır ki,
hayrın/iyiliğin anahtarı, şerrin/
kötülüğün kilitleridir. Öyleleri de
vardır ki, şerrin anahtarı, hayrın
kilitleridir. Allah (c.c.)’ın ellerine
32
hayrın anahtarını verdiği kimselere müjdeler olsun. Ellerine şerrin anahtarlarını verdiği kimselere de yazıklar olsun.”(4) Şeyh Sadî
de şöyle seslenir:
“Evladım! İhsan et! (iyilik yap)
Zira vahşi hayvanlar tuzak ile avlanır. İnsanoğlunun gönlü ise ihsan/iyilik ile kazanılır.”
Sevgili Peygamberimiz şöyle uyarır:
“Köleleri para verip satın alarak
hürriyetine kavuşturduğu halde, hür olan insanları iyiliklerle
kazanmayan insanların haline
şaşarım. Halbuki bu daha sevaplıdır.”(5)
Sevgili çocuklar, şu hikâyeyi dikkatle okuyalım:
Bir genç, bir kuzunun boynuna
ip bağlamış, ipin ucu da elinde
yolda gidiyordu. Kuzu, sürekli
genci takip ediyordu. Biri, gence
dedi ki: “O kuzu elindeki ipten
dolayı senin peşinde dolaşıyor.
İpini bırakırsan senin arkandan
gelmez.”Genç elindeki ipi bıraktı. Kuzu yine gencin arkasından
gitmeye devam etti. Genç koşma-
ya başladı, kuzu da arkasından
koşmaya başladı. Durunca o da
duruyordu. Genç, adama dönerek:
“O kuzunun benim arkamdan gelmesi, boynundaki ipten dolayı değil, benim yaptığım iyiliktendir.
Ben onu yedirip içirdiğim, bakıp
beslediğim için benim ardımda
geziyor.”
İşte iyilik böyledir. Bir kuzu bile
kendisine iyilik yapanın peşinden gider. Öyleyse herkes iyilik
yapmalı, iyilik yapmayı sevmeli,
iyilik yapmada yarışmalıdır. Yaptığı iyilikleri başa kalkmamalıdır.
İyilik yaparak insanları sevindirmeli, gönüllerini kazanmalıdır.
Hz. Ali (r.a.)’yi bir gün ağlarken
görenler, niçin ağladığını sormuşlar. Şu cevabı vermiş: “Yedi
gündür soframdan bir Müslümana tek lokma ikram etmek
nasip olmadı. Sadece kendini
düşünen, nefisperest bir Müslüman oldum gibi geliyor bana;
işte bunun için ağlıyorum.”
Evet, haydin yarışa...
“İyilik yapmak ancak dinine bağlı, asaletli, ağırbaşlı kimselere
yakışır.”
Kaynaklar:
1. Münavî, Feyzul-Kadir 2 / 390 (2119); Taberani, Mucemul- Kebir 8/ 175. Heysemi, Mecmauz-Zevaid 8/183.
2. Münavi, age. 3/250(3312). Yararlanılan Kaynaklar:
Faruk
Beşer, 21.
Nureddin Yıldız, Mustafa İslamoğlu,
3. 2 Bakara, 148; 5 Maide, 48;Ali35Akpınar,
Fâtır, 32;
57 Hadid,
Sifil, Riyazü’s-Salihin.
4. İbni Mace, Mukaddime 19. Ebubekir
Münavi, age.
2/528.
5. Münavi, age. 4/306.
NECİP TOK
Ali Dilmen Mh. Sakarbaba Cd. No: 73/75 Erenler / SAKARYA
Tel-Faks: 0264 241 70 39 Gsm: 0532 482 52 06
Sait Usta
Çiğ Köfte
Ali Adak
Ev ve
iş yerlerine
servis
Bekirpaşa
İster kilo ile
isterseniz
dürüm olarak
PİDE & LAHMACUN & KEBAP
yapılır
Özel
Günlerinizde
Toplu Sipariş
Alınır.
0264 353 56 53
0535 711 83 24
Bekirpaşa Mh. Eski Belediye Binası Yanı
Erenler / SAKARYA
Ö.Faruk AKPINAR
YEMEK İKRAMI
VE SARP YOKUŞ
“Ey İnsanlar! Selamı yayınız; yemek yediriniz; sıla-ı rahmi gözetiniz;
insanlar uykudayken gece namaz kılınız; bunları yaptığınız takdirde
selametle cennete girersiniz.”
Y
üce Rabbimiz, Beled sûresinde
verdiği nimetlerin bazısını
saydıktan sonra sitemkârâne bir
üslupla insanoğlunun sarp yokuşu göğüsleyemediğini söyler ve
sarp yokuşu açıklar: “Sarp yokuş
nedir, bilir misin? Köle azat etmektir, yahut açlığın kol
gezdiği bir günde
yakınlığı olan
bir yetimi veya
yerde sürünen
34
bir yoksulu doyurmaktır. Sonra,
iman edip, birbirlerine sabrı ve
merhameti tavsiye edenlerden olmaktır.” Aslında bir meydan okumadır bu ayetler, “Yığınla servet
harcadım (İslâm’a karşı).” diyen
zâlime; ve öğüttür, defterlerini
sağ taraflarından almak isteyen
inananlara.
Zâlimler, kendince karşı koymaya, cevap yetiştirmeye çalışacaktır buna: “Allah’ın dilediği takdirde rızıklandıracağı kimseleri biz
mi doyuracağız? Siz iyiden
şaşırmış/sapıtmışsınız!”
diyecekler. Azabı gördüklerinde “Sizleri
ateşe attıran nedir?”
diye sorulunca “Biz
yoksulu
doyurmazdık!” diyerek hatalarını
fark ettiklerinde ise pişmanlıkları onlara fayda vermeyecektir.
Allah’ın
itaatkâr
kulları
ise “Yoksulu, yetimi ve
esiri, sevdikleri yiyeceklerden doyururlar. Üstelik o kimselere ‘Sizi
ancak Allah için doyuruyoruz;
sizden ne bir karşılık bekliyoruz,
ne de bir teşekkür’ derler.” Bu ihsanları ile nice sarp geçitleri aşıp
cennetlerde kadehler içinde kâfur
karışımlı içeceklerden kana kana
içecekleri dereceleri elde ederler.
İnsanoğlunun imtihanlarından
birisi olan bir yoksulun karnını
doyurma, (muht)aç birine yemek
yedirme Efendimiz’in (s.a.) üzerinde durduğu hususlardan birisidir. “İnsanların en cömerdi”
unvanını kazanacak derecede ikram ve keremi bol bir önder olan
Nebi (a.s.), zengin fakir ayrımı gözetmeksizin, ashabına ikram ehli
olmayı tavsiye etmiştir. Suheyb-i
Rûmî’den rivayet edildiğine göre
O (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Sizin
en hayırlınız yemek yedireniniz
ve verilen selamı alanınızdır.”
Abdullah b. Selâm’dan nakledildiğine göre Efendimiz’in (s.a.),
Medine’ye hicret ettiğinde ilk söylediği sözlerden birisi şu olmuştur: “Ey İnsanlar! Selamı yayınız;
yemek yediriniz; sıla-ı rahmi
gözetiniz; insanlar uykudayken
gece namaz kılınız; bunları yaptığınız takdirde selametle cennete
girersiniz.”
Bir başka hadiste Abdullah b.
Amr’ın naklettiğine göre bir adamın, kendisine “Hangi İslam
daha hayırlıdır?” şeklindeki sorusuna Efendimiz (s.a.): “Yemek
yedirirsin ve tanıdığın tanımadığın herkese selam verirsin!” diye
karşılık vermişti. Selam verme ve
almayı bir başka yazıya bırakarak
bu yazıda hadisin ilk kısmı olan
yemek yedirme üzerinde duralım.
Allah Rasûlü’nün farklı zamanlarda ashabına yemek yedirme
konusunda çeşitli telkinlerde
bulunması önemli bir husustur. Mekke’de onca eziyet, zulüm
ve tecrit karşısında sabreden,
sonra malını mülkünü bırakıp
Medine’ye hicret eden ashabının
ahvali ve muhacir kardeşlerine
bağırlarını açan Ensar’ın durumunun da çok iyi olmaması, Hz.
Peygamber’i, imkânı olanları,
ihsan ve infakta bulunmaya, açların karnını doyurmaya teşvike
sevk etmiştir. Bu sayede açların
karnı doymuş; (gönlü) zenginler,
paylaşım ve ikramları ile nice
ecirler, müjdeler, manevi hazlar
kazanmış; inananlar arasındaki
kardeşlik bağları güçlenmiştir.
Onlar insanı hayırlı kılan amelleri yapa yapa ümmetin en hayırlıları olmuşlardır.
Bir kuru ekmek veya bir tas çorba ile de olsa muhtaç yahut aç bir
kimsenin karnını doyurmak; yetime, öksüze, esire, fakire, yolcuya, misafire, komşuya, arkadaşa
ikramda bulunmak, hatta kişinin
kendi ailesi için yaptığı harcamalar, karşılığı yalnızca Allah’tan
beklenerek yapıldığında kişiyi
hayırlı kılar. Gösteriş için veya bir
menfaat karşılığı yapılan ikram,
Allah rızası gözetilerek
yapılan ikramın, cinsi,
miktarı, boyutu önemli
değildir. Önemli olan
ikramın hâlisâne yapılıyor
olmasıdır
boyutu ne olursa olsun, kişiyi en
hayırlı yapmaz, o yapılanın hayrı
bereketi de olmaz.
Allah rızası gözetilerek yapılan
ikramın, cinsi, miktarı, boyutu
önemli değildir. Önemli olan ikramın hâlisâne yapılıyor olmasıdır. Rasûl-i Ekrem Efendimiz
(s.a.) “Ey müslüman kadınlar,
bir koyun paçası bile olsa, komşu komşusundan gelen hediyeyi
küçümsemesin” buyurmuştur.
Günümüzde hanımların misafir
ağırlama veya komşuya ikramda
bulunma konusundaki durumları düşünüldüğünde, aslında bu
hadisten almamız gereken çok
yönlü dersler olduğu anlaşılır.
Efendimizin bu sözünden şunları
öğrenebiliriz:
1. Komşu, komşusunun getirdiği
ikramı küçümsememeli.
2. Komşu, ‘Bu da getirilir mi?’
diyerek komşusunu küçümsememeli.
3. Komşu, komşusuna sunacağı
ikramı küçük görüp kendisini,
aile bütçesini zora sokmamalı.
4. Komşu, ‘Onlara ancak bu yaraşır, bize geldiklerinde çok basit
bir şey getirdiler!’ diyerek ikramı
götüreceği komşusunu küçümsememeli.
5. Komşu, ‘Komşuma bu basit
ikram yaraşmaz, yazık bana!’ diyerek kendisini küçümsememeli,
samimi olmalı, içinden geldiği
gibi hareket etmelidir.
Hz. Peygamber’in, zahidâne yaşantısı ile maruf olan dostu Ebû
Zer’e tavsiyesi de bu meyanda hatırlanabilir: “Ey Ebu Zer! Bir çorba
pişirince suyunu çok yap da komşularına da ikram et.”
İkramda bulunup karın doyurmak üstün bir amel olsa da başkasını yemek yedirmeye zorlamak
veya yemek vaktini denk getirerek ziyarete gitmek, o arkadaşın
bundan gerçekten memnun olacağı durumlar dışında, uygun bir
davranış değildir. Kerhen yapılan
ikramın sevabı da ona göre olacaktır. Muhtaç kimselere eziyet
verilerek, başa kakılarak yapılacak ikramlar da aynıdır. Rabbimiz güzel bir sözün bile böylesi
samimiyetsiz yardımlardan daha
hayırlı olduğunu söyler bizlere.
Aslında yemek yedirme tavsiyesindeki esas amaç Müslümanlar
arası ilişkileri sağlam tutmak
olmalıdır. Yapılan, yapılacak
olan ikramlar, ‘Gönül muhabbet
ister, kahve bahane!’ fehvasınca,
inanan kardeşler arasındaki muhabbeti artıran bahaneler olarak
düşünülmelidir. Muhabbeti artırabilmesi için, yedirilen yemeğin,
güleryüz ve uygun bir üslupla sunulması önem arz eder. Güleryüz
ve tatlı dille ikram edilen basit bir
yiyeceğin, gönül alma dost kazanma konusunda asık, somurtkan
bir çehre ile yapılan şatafatlı yemek davetinden daha etkili olacağı açıktır. Çünkü güleryüzün
kendisi de bir sadakadır.
İkramda bulunurken aşırıya gitmemek ve cimri davranmamak
da önemli iki ilkedir. Nitekim
Rabbimiz, mü’min kullarının
özelliklerinden
bahsederken
“Onlar, infak ettiklerinde ne israf
ederler, ne de kısarlar” buyurur.
Hayırlılardan olmayı murad eden
herkes, ikramını kendi kesesi35
ne ve imkânlarına göre yapmalı,
aşırıya gidip kendisini ve başkalarını zor durumda bırakmamalıdır. Mükellef yemek yedireceğim
diye ödenemeyecek borcun altına
girmek, çocuk çocuğun rızkından
kesmek doğru olmaz.
Buna karşılık yemek ikram edilen kimsenin de tokgözlü olması,
yeme konusunda aşırıya gitmemesi, ayrıntılara takılmaması, ikram sahibinin durumunu düşünmesi, yani halden anlaması ve
aynı şekilde güler yüzlü, tatlı dili
bırakmaması gerekir. “Sirke ne
güzel katıktır!” diyen Efendimiz,
bu konuda da en güzel örnekliği
sunmuştur.
Misafir kadar ev sahibinin de
kanaatkâr olması, şartları zorlamaması ve telaş yapmaması
gerekir. Cömertliği ve ihsanı ile
tanınan Ebû Talha (r.a.), bir gün
Allah Rasûlünü yemeğe davet
etmesi için Enes’i mescide gönderir. Ebû Talha’nın davetini
alan Efendimiz, mescitte o anda
hazır bulunan 70 kişi ile birlikte
Ebû Talha’nın evine gelir. Kalabalığı gören Ebû Talha’yı, hanımı Ümmü Süleym, Resûlullah
varken telâşlanmanın yersiz olduğunu söyleyerek onu teskin
etmişti. Allah Rasûlü bereket duası edip sahâbîleri onar onar sofraya oturtmuş, hepsi de karnını
doyurmuştu. Ümmü Süleym’in
Allah Rasûlü’ne güvenmesi ve
telaş yapmadan misafire ikramda
bulunması örnek alınması gereken bir tutumdur. Müslüman da
Allah’a güvenmeli, O’nun rızası
doğrultusunda yapılacak işlerin
bereketleneceğini unutmamalıdır.
İkramda bulunmaya, yakın ve
(muht)açlardan başlamak gerekir. Akrabalar, komşular, fakirler,
oruçlular, misafirler, diğer dostlar… Sadece zenginlerin, saygın
kimselerin çağrıldığı yemek davetlerini Efendimiz (s.a.) “yemeklerin en kötüsü, en bereketsizi”
olarak nitelemiştir.
Gönülden isteyerek yemek yedirmek, küçük de olsa bir ikramda
bulunmak, “Yarım hurma ile
bile olsa kendinizi cehennemden
koruyun!”
nebevî buyruğuna
uygun hareket etmek olacaktır.
Yemek yedirmenin veya bir muhtacın karnını doyurmanın fazilet
ve öneminden olsa gerek Rabbimiz, keffâretlerin içine yemek
yedirmeyi de dâhil etmiştir. Oruç
tutmayan kişinin, bir kişinin sabah akşam karnını doyuracak
kadar fitre vermesi; oruç bozanın
altmış, yemin bozanın on fakir
doyurmasının hikmetlerinden
biri bu olmalıdır.
Müslüman coğrafyaların nice
sıkıntılı günler geçirdiği günümüzde, Efendimizin ahir zaman
kardeşleri olarak, onun “yemek
yedirme” tavsiyesine daha çok
uyulması gerektiği ortadadır. Gerek ülkemizde misafir olan muhtaç mülteci kardeşlerimize, gerekse ülke sınırları dışındaki nice
mazlumlara güvenilir kanallarla
gücümüz nispetinde yardımlarda
bulunmamız elzemdir. Bizzat soframızda ağırlayamamış olsak da
göndereceğimiz gıda veya nakdi
yardımlarla, tam da açlığın kol
gezdiği bir zamanda, karınlarını
doyuracağımız her muhtaç, sarp
yokuşu aşmayı bizlere kolaylaştıracak, hayırlı ümmetin hayırlıları
arasına girmemizi sağlayacak,
bundan da önemlisi rıza-ı İlâhîye
ulaşmayı kolaylaştıracaktır.
Beled, 90/12-17.
Yasin, 36/47.
Müddessir, 74/42.
Müddessir, 74/44.
İnsan, 76/8-9.
İbnEbîŞeybe, Müsned, 1/497; Ahmed b. Hanbel,
Müsned, 39/348; Hâkim, Müstedrek, 4/278.
Tirmizî, Kıyâme, 42; İbn Mâce, İkâme, 174; Et’ıme,
1; Dârimî, Salât, 156.
Buhârî, İmân, 6; Müslim, İmân, 63.
Buhârî, Hibe, 1; Edeb, 30; Müslim, Zekât, 90;
Tirmizî, Velâ, 6.
Müslim, Birr ve Sıla, 142.
Bakara, 2/263.
Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 227; İbnHıbbân, esSahîh, 2/221, 286.
Furkân, 25/67. Ayrıca bkz. İsra, 17/29.
Tirmizî, Et’ıme, 35; EbûDâvud, Et’ıme, 39; Nesâî,
Eymân, 21; İbnMâce, Et’ıme, 33.
Buhârî, Menâkıb, 25.
Buhârî, Nikâh, 72; Müslim, Nikâh, 108-110.
Buhârî, Zekât, 8, 9; Müslim, Zekât, 66, 68.
Aslında yemek yedirme
tavsiyesindeki esas amaç
Müslümanlar arası ilişkileri
sağlam tutmak olmalıdır.
36
AKMER
MERMER
Tel: 0264 274 60 75 Gsm: 0532 483 18 95
Karasu Cd. Tekeler Mh. / ADAPAZARI
www.osmanogullarialuminyum.com
www.osalcambalkon.com
Yaşar KAÇANLAR
GIDA VE
SAĞLIK İSRAFI
Kadim beslenme şeklimizin mutasyona uğraması insan ve İslam
fıtratına uymayan bir beslenme türü olan endüstriyel gıdaların
hayatımıza girmesi, bilinçli ve bilinçsiz bir şekilde incelenmesi gıda
ve sağlık israfı kaçınılmaz olmuştur.
A
llah-u Teâlâ (c.c): ‘’Helal ve temiz şeylerden yiyin için, israf
etmeyin. Ben israf eden müsrifleri sevmem’’ diye buyuruyor. İnsanların israfa düştüklerini, kıymetini bilmediklerini bize haber
vermektedir. Şimdi israfın genel
tarifini yaparak yazımıza devam
edelim.
“İsraf”; saçıp savurmak, boş yere
harcamak, kıymetli olanı kıymetsiz yerde harcamak, haddi aşmak
demektir. Bu yüzden müsrif (israf eden) hem kendine hem de
başkasına zarar verebilir. Hem
akılsız hem de ahlaksız olabilir.
Kötü örnek olur, zayıf karakterli
ve bilinçsiz insanları da etkiler.
Savurganlığı nispetinde insanın
kızgınlığını, kırgınlığını ve nefretini kazanır.
Kadim beslenme şeklimizin mutasyona uğraması insan ve İslam
fıtratına uymayan bir beslenme
türü olan endüstriyel gıdaların
hayatımıza girmesi, bilinçli ve
bilinçsiz bir şekilde incelenmesi
gıda ve sağlık israfı kaçınılmaz
olmuştur.
38
“Tükettiğin kadar insansın!” veya
“insanlığın kadar tüketirsin!”
söylemi görsel ve yazılı medyanın yanlı haberleri ve süslü püslü
reklamları sayesinde algı yönetimi ile insanların bilinçleri etkilenmektedir. Bu algı yönetimini
yapanlar, sağlıksızı sağlıklı, zararlıyı faydalı, gereksizi de gerekli gösterme konusunda çok mahir
olmakta, maalesef çoğu zaman da
insanlar neyi neden tükettiklerinin farkına bile varamamaktadırlar.
İnsanların çoğaltma tutkusu
hem kendi hem de diğer canlı
türlerinin fesadını körüklemiş,
genleriyle oynayan gıdaların helalliği tartışılsa bile, tayyipliğini
ortadan kaldırmıştı. Bu da sağlığımızda israfa neden olmuştur.
Dünyada görülen 14 milyon kanser vakasının yaklaşık 4 milyonu sindirim sistemi kanseridir.
Kalın bağırsak, mide, yemek borusu ve pankreas kanserleridir.
Türkiye’de görülen yıllık 175 bin
kanser vakasının %20’si sindirim
sistemi kanseridir.
ABD’de üretilen gıdaların %40’ı
hiç yenmiyor. Avrupa’da her yıl
100 milyon ton yemek çöpe atılıyorken 842 milyon insan ise
yetersiz besleniyor. Her gün 5
yaşın altında 20 bin çocuk açlık
ya da yetersiz beslenme sonucu
hayatını kaybediyor. Oysa verilere göre tüm insanlığa yetecek
kadar gıda kaynağına sahibiz.
Öte yandan dünyada 1.4 milyar
insan aşırı kilo problemiyle karşı
karşıya. Rapora göre bu insanların üçte biri obez, kroner kalp
rahatsızlığı ve şeker hastalığı
(diyabet) riski taşıyor. Bu bilinç
meselesi… Sorun sadece gıda kaynağının tüketimi değil. İnsanoğlunun yaşam tarzını ve alışkanlıklarını sorgulaması gerekiyor.
Aslında tüketim, ihtiyaçtan çok
israfta artıyor. Belki de sorunun
çözümü daha fazla üretmekten
ziyade bilinçli tüketimin peşine
düşmektir.
Yedikleriniz ilaçlarınız, ilaçlarınız yedikleriniz olsun sağlıcakla…
“Kim iyi bir çığır açarsa, bununla amel edenlerin
ecri kadar ecri, bu çığırı açan alır.”
(Müslim, İbn-i Mâce.)
KUR’AN KURSU
VE HİZMET BİNASI
YARDIMLARINIZ İÇİN
KUVEYT TÜRK KATILIM BANKASI A.Ş.
Adapazarı Şubesi (79) TL Iban TR73 0020 5000 0910 0142 5000 01
Adapazarı Şubesi (79) USD Iban TR89 0020 5000 0910 0142 5001 01
Adapazarı Şubesi (79) EUR Iban TR62 0020 5000 0910 0142 5001 02
TÜRKİYE HALK BANKASI A.Ş.
Bosna Cad. Şubesi (1532) TL Iban TR68 0001 2001 5320 0016 1000 05
Bosna Cad. Şubesi (1532) USD Iban TR05 0001 2001 5320 0058 1000 05
Bosna Cad. Şubasi (1532) EUR Iban TR32 0001 2001 5320 0058 1000 04
İRTİBAT: 0264 277 19 46 - 0533 244 95 43 - 0542 402 88 88 17 Ağustos Şehitliği yanı Serdivan / SAKARYA
Download