Öğrenme Teorileri-Davranışcılık Yaklaşımı File

advertisement
ÖĞRENME TEORİLERİ-DAVRANIŞCI YAKLAŞIM
İlk kuruculuğu ve savunuculuğu J. B. Watson
tarafından yapılan davranışçı yaklaşımın felsefi
alt yapısını John Locke, fizyolojik alt yapısını İvan
Petroviç Pavlov ve psikolojik alt yapısını ise E. L.
Thorndike, B.F. Skinner, Hull ve L.L. Bernard
oluşturmuştur.
John B. Watson psikoloji tarihinin renkli
kişiliklerden biridir.
Pavlov ya da diğerleriyle kıyaslandığında
Watson, Psikologları beyni biraz daha iyi
tanıdığımız
zaman
davranışların
gerçek
açıklamalarının
sinir
sistemi
içinde
bulunabileceğine ikna eden kişi olmuştur.
Davranışçılara göre psikolojinin konusu
sadece objektif yöntemlerle ölçülebilen ve
değerlendirilebilen davranışlardır.Bu yaklaşım
"objektif olmayan, kanıtlanamayan, somut
olarak ölçülüp değerlendirilemeyen hiçbir
yaklaşımın değeri yoktur.”ilkesi üzerine
temellenmiştir.
Davranışçılar (Uyaran-tepki psikologları),
içsel yaşantıları reddederler.
Bu görüş temelde, çevrenin davranışı şekillendirmede ne
derece önemli olduğunu vurgular. Bilimsel metotlar ışığında
davranışçılık "İnsan davranış bilimi" olarak tanımlanabilir.
Başta Skinner olmak üzere ilk kuramcıların davranış
üzerine çalışmaları 1950'den bu yana eğitim ve psikoloji
alanında oldukça yol kat etmiştir. Davranışçılığın hedef
alanı davranıştır ve hisler ve diğer bilişsel süreçler gibi
kavramlara değişen derecelerde kuşkuyla yaklaşırlar.
Davranışçı sadece gözlemlenebilen ve kanıtlanabilen
kuramları ele alır ve bilişsel temelli araştırmalardan uzak
durur.
Davranışcılara göre, insan, uyaranlara belli biçimde
tepki veren bir varlık, biyolojik bir makine, davranışlar da
mekanik birer süreçtir. Davranış kuramcıları “öğrenmeyi
yeni bir davranışın ediniminden başka bir şey değildir”. diye
tanımlarlar. Davranışçılar, bu makinenin neye yaradığını ve
nasıl işlediğini bilmek arzusuyla yaptıkları çalışmalar
sonunda davranışların, klasik koşullama, edimsel koşullama
ve gözlem yoluyla olmak üzere üç temel öğrenme süreciyle
kazanıldığı sonucuna varmışlardır.
Bu sonuca dayalı olarak davranışçılar, davranış
bozukluklarını yanlış öğrenmelere bağlayarak yeniden
öğrenmeyle düzeltilebileceğini ileri sürmüşlerdir.
Klasik Koşullama
Klasik şartlandırma, ilk kez 1800'lü yılların sonu ve
1900'lü yılların başlarında Pavlov tarafından yapılan
deneysel öğrenme çalışmalarıyla gündeme gelmiştir.
Pavlov, yiyeceğin sindirilmesinde fizyolojik salgıların rolünü
belirlemek amacıyla hayvanların sindirim sistemi üzerinde
araştırmalar yaparken; denek olarak kullandığı hayvanın
(köpek) yiyeceği ağzına almadan, hatta giderek yiyecek
getiren kimseyi gördüğünde ağzından salya aktığının
farkına varır.Bir düzenek içinde kontrollü bir deney ortamı
oluşturan Pavlov, köpeğe zil sesini yarım saniye aralıkla
izleyen besin verir. Önce zil sesi sonra besin (et) olarak
verilen uyarımlar belli aralıklarla tekrarlanıyor.
1.Uyarıcı
İşlem sayısı
(1. uyarcıdan 1/2 saniye
2. Uyarıcı
Tepki
sonra verilir)
1
zil (nötr)
yok
2
zil (nötr)
et (şartsız)
salya (şartsız tepki)
3
zil (nötr)
et (şartsız)
salya (şartsız tepki)
4
zil (nötr)
et (şartsız)
salya (şartsız tepki)
n
zil (şartlı)
salya (şartlı tepki)
n
zil (şartlı)
salya (şartlı tepki)
Koşullama Programı
Önceleri zil sesi (nötr uyarıcı) karşısında salya
çıkarma gibi bir tepki göstermeyen köpek, bu
sistem içinde uyarım verme işleminin birkaç
tekrarından sonra zil sesini duyar duymaz salya
çıkarmaya başlıyor. Et verilmese de zil sesine
salya çıkararak tepki vermeye devam ediyor. Aç
kalmış bir köpeğin doğal bir uyarıcı (şartsız
uyarıcı) olan ete karşı salya çıkarması doğal bir
tepki (şartsız tepki) olarak nitelendirilmektedir.
Böylece etin habercisi durumuna geçen zil sesi
nötr uyarıcı olmaktan çıkıyor ve şartlı uyarıcı
konumuna geliyor.
Başlangıçta zil sesine karşı salya tepkisi
yokken yapılan çalışmaların sonunda köpek zil
sesi ile eti birleştirdiği için zil şartlı uyarıcı, salya
ise şartlı tepki konumuna gelmiş ve böylelikle,
şartsız uyarıcı-tepki bağı, şartlı uyarıcı-tepki
bağına dönüşmüştür. Başlangıçta nötr olan bir
uyaranın, geçirilen yaşantılar sonucu şartlı
uyarım haline gelmesine klasik anlamda
koşullama yoluyla öğrenme denmektedir.
Klasik koşullama doğuştan getirilen tepkileri
biçimlendirmeye yatkın bir öğrenme yöntemidir.
Herhangi bir şartlı uyarana karşı kazandırılan şartlı tepki
organizmaya yerleştikten sonra aynı sistem içinde
yürütülen çalışmalarla başka bir şartlı uyarıcıya karşı da
kazandırılabilir. Birinci derecede et-zil arasında kurulan
tepki bağı, aynı işlemler sonunda ışık (2. şartlı uyarıcı)
uyarıcısına da geliştirilebilir. 1.derecedeki şartlandırmaya
benzer çalışmanın sonunda zile gösterilen tepkinin ışığa
da gösterilmesine dereceli şartlandırma ya da üst düzey
şartlandırma adı verilmektedir. Burada zil etin, ışık ise zilin
yerine geçmektedir. Böylece et ile zil sesi arasında kurulan
bağ zil sesi ile ışık arasında kurulmaktadır
Öğrenmeyi, uyaran-tepki bağının kurulması
olarak da tanımlanabilir. Kurulan bağ, koşullama
işlemi belli sayı ve yoğunlukta tekrarlanarak
pekiştirilmektedir
Pekiştirme, öğrenilen tepkinin organizmaya
yerleşmesi ve aynı şekilde devam etmesi için
yapılan işlemlerdir. Bazı durum ve varlıklara karşı
olan korku, kaygı, sevgi ve nefretlerimizin
temellerine inildiğinde koşullamaların olduğu açıkça
görülebilir.
Doğuştan getirdiğimiz ve adına doğal
tepkilerimiz dediğimiz birçok refleksimizi,
bazı durum ve varlıklara karşı olan
duygularımızın altında bulabiliriz. Yiyeceğe
karşı ağzın, sulanması doğal bir refleks ise
limon sözcüğünü işittiğimizde ağzımızın
sulanması şartlı tepkidir.
Genelleme, aynı türden olan ya da birbirine
benzer uyarıcıya karşı daha önce kazanılan
tepkinin verilmesi, duyarlılık gösterilmesidir.
Genellemede sadece fiziksel benzerlikler
değil, anlamsal benzerliklerin de temel
alınması söz konusudur.
Çocuğun başka kadınları da başlangıçta
anne olarak nitelendirmesi gibi. Zamanla
çocuk annesini diğer kadınlardan ayırt ederek
onların annesi olmadığını öğrenir.
Ayırt etme, birbiriyle yakınlıkları olsa bile
uyarımlar arasındaki farkı anlayabilmedir.
Genelleme benzerliklere, ayırt etme ise,
farklılıklara yönelik tepki örüntüleridir. Bir başka
örnekle ayırt etmeyi anlatacak olursak; farklı
frekanslarda verilen iki ses tonundan birincisini
bir elektrik şoku, ikincisini güzel bir müzik
izlesin.
Bu iki uyaran gerçekte nötr
nitelikte olmasına karşı, belli
sayıda tekrarlanarak deneklerde
koşullama
yoluyla
öğrenme
sağlanırsa, deneklerin tepkileri
farklılaşacak, birinci sese karşı
kaçınma, ikinci sese karşı ise
rahatlama
davranışları
ve
mutluluk tepkileri geliştirilecektir
Gündelik hayatımızda öğrenilmiş ayırt etmeler pek çoktur.
Bebek, parmağı ile emziği birbirinden ayırt etmeyi, çocuklar köpeği
tavşandan, elmayı armuttan ayırt etmeyi öğrenir. Eğitimin büyük bir
bölümü de kelimeler ya da kavramlar arasında bir takım ayırt
etmelerin öğrenilmesidir. Bu çeşitliliğe karşın, bütün ayırt etmelerde
yaptığımız şey, farklı uyarıcılara farklı davranımlar bağlamaktan
ibarettir.
Şartlandırılmış tepki, zaman zamanda olsa şartsız uyarım
verilmediğinde, şartlı tepkinin ortadan kalktığı görülür. Şartlı tepkinin
kaybolmasına, sönme denmektedir. Organizmanın belli bir davranış
örüntüsünü kazanması, tekrar ve pekiştirme olgusuyla doğru
orantılıdır. Pekiştirme işleminden ya da şartsız uyarıcıdan yoksun
bırakılan davranışlar kendiliğinden kaybolacaktır. Sirklerde
gösterimlerde bulunan hayvanlara daha önce kullandıkları şartsız
uyarıcıların ara sıra verilmesinin sebebi, gösterimde sergilenen şartlı
tepkinin sönmemesi içindir.
Olumlu duygular genellenebileceği gibi
olumsuz
duygular
da
genellenebilir.
Genellemeler yoluyla kazanılmış olan
istenmeyen ön yargı, tutum ve davranışların
söndürülmesi tersine bir şartlanmayla
olabileceği gibi ayırt etmeyi öğrenmekle
mümkündür.
Sağlıklı bir ayırt etme, sorgulamayı akılcı
bir şekilde yapabilme olarak nitelendirilen
analitik ve eleştirel düşünme becerilerinin
kazanılmasına bağlıdır.
Uyarımlar organizmanın beklenti ve
gereksinimlerine ne kadar uygun olursa
uyaran-tepki bağı da o kadar kolay
kurulabileceği gibi aynı zamanda bağın
kalıcılık süresi de artar.
Öğrenilenin kalıcılığı ve öğrenilme
düzeyi, öğrenme ortamının özellikleriyle
yakından ilgilidir.
Şartlı tepkinin sönmesi demek davranışın
o organizmanın belleğinden tamamen
silinmesi demek değildir. Sönen şartlı
tepkiler zamanla şartsız uyarıcı ya da onu
çağrıştıran bir uyarıcı verildiğinde şartlı
tepkinin yeniden ortaya çıktığı görülmektedir.
Sönen şartlı tepkinin yeniden ortaya
çıkmasına kendiliğinden geri gelme denir.
Etki Yasası
Thorndike, çalışmalarının çoğunda davranışların
birçoğunun
çevredeki
uyarıcılardan
dolayı
meydana geldiğini söylemiştir.Thorndike, Pavlov'un
gittiği yoldan giderek bir uyarıcı karşısında oluşan
davranışın gelecekteki davranışları etkilediğini
söylemiştir,kedi ve köpeklerin mekanik olarak
problem çözme yetenekleri üzerine bir objektif
deneysel yöntem geliştirmeye çalışmıştır.
Thorndike, kedileri kutuların içerisine koyarak
onların
kutu
içerisinde
bulunan
yiyeceğe
ulaşmalarını gözlemlemiştir. Kedilerin belli bir süre
sonra aynı davranışları tekrar ederek sonunda
deneme yanılma yapmadan tek yolla yiyeceğe
ulaştıklarını gözlemiştir. Bu araştırmalarının
sonucunda Thorndike kendisine ait olan Etki
yasasını geliştirmiştir.
Thomdike'ın etki yasasına göre; eğer bir
davranış o çevrede bir doyuma ulaşıyorsa
aynı ortamda o davranışın oluşma olasılığı
artmaktadır.
Bunun tersi oluyorsa yani o davranış doyum
getirmeyen bir değişikliğe ulaşıyorsa o
davranışın
oluşma
sıklığı
giderek
düşmektedir.
Gelecekte bir davranışın olup olmamasının
şimdiki zamandaki davranışlara bağlı olduğu
söylenebilir.
Davranışçı yaklaşım insan davranışını tamamen
refleksler, uyarıcı-tepki ilişkisi ve pekiştiricinin etkisi ile
açıklamaya çalışmıştır. Fakat cinsel dürtüler, amaçlar ve
hedefler gibi bazı bilişsel ve duyuşsal terimler ihmal
edilmiştir.Watson, farelere küçük bir oyun kutusunu bir
yiyecek ödülüyle açmayı öğretebileceğini gördü. Basit bir
labirent yapıp koridorun sonuna bir yiyecek koydu ve
labirentte koşmayı bir kez öğrenen farenin diğer seferleri
otomatik olarak yaptığını fark etti. İlk defada bir uyarıcıyla
başlayan öğrenme daha sonra uyarıcısız da gerçekleşti ve
davranış bir alışkanlık halini aldı.
Watson'un kuramı Thorndike'ın etki yasasından
farklıdır. Çünkü onun çalışmasında memnuniyet ve
hoşnutsuzluk gibi psikolojik kavramlara yer yoktu.
Watson için en önemli şey, uyarıcı-tepki ikileminin
tekrarlanma sıklığıdır. Her ne kadar pekiştiriciler bir
uyarıcı sayesinde belli bir hareketin tekrarlama
olasılığını arttırsa da; doğrudan öğrenmeye sebep
olmaz.
Bu sebeple Watson, bazı uyarıcıların ve tepkilerin
hayvanlarda o hareket oluşuncaya kadar tekrar
edilmesi gerektiği kuramını reddeder.
Watson, öğrenmeyi davranış gelişiminin temel
süreci olarak kabul etmiş ve "bir insan ne öğrenmişse
odur" anlayışını getirmiştir. Bu fikri ile eğitimde fırsat
eşitsizliğinin önemini kafalara yerleştirmiştir.
Sistematik bir öğrenme teorisi geliştirmeyen, ancak
Pavlov'un şartlı refleks kavramını kendi görüşlerine
çok uygun bir model olarak kabul eden ve bu ilkelerin
daha karmaşık davranışların öğrenilmesinde de
kullanılabileceğini savunan Watson davranışın
kalıtımsal olmayıp insanın çocukluğundan beri
çevresindeki belli uyarıcılarla belli tepkilerin birleşmesi
sonucu U-T bağlarının birbiri üzerine şartlanma
yoluyla inşa edilmesi sonucunda geliştiği görüşünü
savunur.
Edimsel Koşullama
Bazı öğrenilmiş davranışların klasik koşullama yoluyla
kazanıldığı kabul edilirse de bütün öğrenilmiş davranışları bu
öğrenme yöntemi içinde açıklamak mümkün değildir. Ancak
öğrenilmiş davranışa temel olan doğal uyarıcı bulunabiliyorsa;
o zaman davranışın klasik koşullama yöntemiyle öğrenildiği
söylenebilir. Böyle bir davranış, o organizmanın biyolojik
donanımından gelen doğal bir davranıştır. Temel olan
uyarıcıyı her zaman tahmin etmek mümkün değildir. Bu
nedenle klasik koşullama yoluyla öğrenme, insan
davranışlarının pek çoğunu açıklamada sınırlı kalmıştır.
Çünkü, klasik koşullama, bir tepkisel şartlandırmadır.
Tepkisel şartlandırma yeni bir uyarıcının tepki oluşturma
gücünü kazanmasıdır. Bilindiği gibi ağza alınan bir yiyecek
tükürük salgısını uyandırır. Bu uyarı, organizmanın kalıtsal
yapısındandır. Giderek yiyeceğin kokusu ve görünümü de
tükürük salgısını uyandırır hale gelir. Çünkü, yiyeceğin
görünümü ve kokusu devamlı olarak ilk uyandırıcı ile yani
ağızdaki yiyecekle birlikte bulunmuş, ya da ondan hemen
önce gelmiştir.Tepkiyi uyandıran uyarıcının(yiyecek) yeni bir
uyarıcıyla (yiyeceğin koku ve görünümü) tekrar ve birlikte
sunulmasıyla yeni uyarıcı tepki uyandırma gücü
kazanmıştır.(Klasik koşullama) Skinner, bu tür tepkilerin pek
çok davranışı açıklamada yetersiz kaldığını ileri sürerek,
insan davranışlarını edimsel koşullama kavramıyla
açıklamaya çalışmıştır.
Thomdike gibi Skinner de davranış-sonuç ilişkisi
üzerinde durmuştur.Örneğin bireyin davranışı hoş bir şeyle
sonuçlanırsa o davranışı birey, tekrar yapmaya yönelir. Hoş
veya hoş olmayan sonuçların bireylerin davranışlarında
yarattığı değişikliklere edimsel koşullama denir.Skinner
kendisinin geliştirmiş olduğu "Skinner kutusu”(bilimsel
çalışmalar sırasında çevreyi kontrol altına alabilme özelliği
olan" daha çok fareler ve güvercinler için kullanılan basit
özellikleri olan. farelerin her basışında yiyecek ve başka bir
düğmeyle su alabildiği bir düzenekten oluşan bir kutu ile
deneylerini yapmıştır.Bütün uyarıcılar kontrol altına
alınmıştır. Tesadüfi olarak farenin düğmeye birkaç kez
basmasından sonra fare yiyecek alabilmek için sıklıkla
düğmeye basmaya başlamıştır.
Operant öğrenmede önemli olan davranışın
sonucu ve doğurduğu etkidir. Davranışın,
organizmanın belli bir gereksinimini gidermesi
önemlidir. Operant öğrenmede.organizmayı belli
bir tepkiyi yapmaya iten bir kuvvet yoktur,
sadece eyleme iten güdü vardır. Organizmayı
ödüle götüren veya cezadan kurtulmasını
sağlayan
davranış,çevresel
uyaranlardan
bağımsız olarak kendiliğinden gelişmektedir.
Davranışçıların önemli ilkelerinden biri, az tercih
edilen bir davranışı veya etkinliği çok arzulanan
veya istenen bir davranışla eşleştirerek yapılmasını
sağlamaktır. Örneğin; öğretmenin öğrencilerine
ödevini en hızlı bitirenlerin dışarı çıkabileceğini
söylemesi gibi.
Öğretmenler bu ilkeyi, az ilgi gören bir davranışı
çok istenen bir davranışı pekiştireç olarak
kullanarak okul yaşantısında sıklıkla uygularlar.
Davranışçı yaklaşım, öğrenenin öğrenme sürecine aktif
olarak katılmasına dayanan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımda
güdülenme çok önemlidir. Ancak güdülenmenin genelde
dışsal amaçlara yönelik olduğu bunun da davranışın
sürekliliği açısından yetersiz olduğu gerçeği unutulmamalıdır.
Download