Adolf Hitler`i Seçimle İktidara Taşıyan Sürecin 10 Kritik Adımı

advertisement
Adolf Hitler’i Seçimle İktidara Taşıyan Sürecin 10 Kritik Adımı
Çoğunuz zaten biliyorsunuz ancak biz yine de söyleyelim Naziler Almanya’da iş başına
seçimle geldi. Her ne kadar böyle diktatör bir rejimin seçimle iş başına gelmesi biraz garip
görünse de o zaman için çok da şaşırtıcı değildi. Adolf Hitler kendisinin ne olduğunu asla
gizlemedi kendisi katıksız bir faşist ve antisemitik biriydi, yine de Almanlar kendisine oy
vermekten çekinmedi.
Bugünden bakarak Almanların bu seçimini kıyasıya eleştirebilirsiniz, “o zamanlar öyleydi
ama” deyip geçmek de işin kolayı. Olaylar bundan biraz farklı aslında, o zaman Hitler’e oy
veren Almanlar en iyi seçimi yaptıklarını düşünüyorlardı kuşkusuz ki. İşte Almanların Hitler’i
seçmesinin altında yatan 10 temel sebep.
10. Versay Antlaşması “Savaş Suçları Bendi”.
Birinci Dünya Savaşının bitmesinin hemen ardından aslında İkinci Dünya Savaşının fitilini
ateşleyecek bir antlaşma imzalandı. Birinci Dünya Savaşı’nın muzaffer devletleri mağlup
ülkelere çok ağır şartlar dayattı. Bu antlaşmalarla zengin bölgeler mağlup devletlerin elinden
alındı ve onları ağır tazminatlar ödetmek zorunda bıraktı.
Şüphesiz ki Versay Antlaşması’nın Almanlar açısından en küçük düşürücü ve yıpratıcı
bölümü “Savaş Suçluları Bendi” kısmıydı. 231. Madde olarak bilinen bu bent ile Almanya
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasının tüm mesuliyetini üzerine almak zorunda bırakılıyordu.
Böylece ortaya çıkmış olan tüm maddi zararlardan da Almanya sorumlu tutulmuştu.
Özellikle Fransa başbakanı Georges Clemenceau, Almanya’nın çok yüksek miktarda savaş
tazminatı ödemesinde ısrarcı olmuştu.
Clemencau’nun bu kadar yüksek savaş tazminatında ısrar etmesinin sebebi Almanların hızlı
bir şekilde kendine gelip tekrar Fransa’ya saldırmasının önüne geçmekti. Bu nedenle Fransa,
Almanya’nın ekonomik üstünlüğünü geri kazanmasının ve yeniden silahlanma çabalarının
önüne geçmek için böylesine yüksek tazminatlar konusunda bir hayli bastırdı.
Antlaşmayla birlikte Alman ordusu sıkı kontrol altına alındı ve 100 bin kişiyi geçmeyecek
şekilde sınırlandırıldı ve hava kuvvetleri kurmasına izin verilmedi. Dünyanın büyük bir kısmı
bu antlaşma ile birlikte yeni bir barış çağına girildiğini düşünse de Almanlar bu kısıtlamaların
son derece haksız olduğu görüşündeydi.
Daha en başından, Naziler gibi bir takım aşırı sağ gruplar Versay Antlaşması’nı reddetti. Bu
antlaşmayı bir ulusu komple baskı altına alan dayatılmış bir barış olarak gördüler. Başlarda
çoğu Alman savaşmaktan yorulduğu için yeni bir savaş fikrine çok uzaktı, ancak zaman
içerisinde bu fikirleri değişecekti.
9. Fransızların Ruhr işgali.
Alman hükümeti Versay Antlaşması ile ödemeyi vadettiği tazminatları haliyle yapamadı.
1923 yılından itibaren ödemeleri düzenli olarak aksatmaya başladılar, üzerlerindeki bu
yükün kaldırabileceklerinden fazla olduğunu ısrarla vurguladılar. Ancak Fransızlar,
Almanların kendilerini provoke etmek için bunu kasıtlı olarak yaptığını düşünüyorlardı.
Fransız ve Belçika birlikleri Almanya’nın üzerine yürüdü ve ülkenin Ruhr olarak adlandırılan
bölgesini işgal etti. Bu bölge Almanya’nın kömür, demir ve çelik üretim merkezini
oluşturuyordu. Bu bölgenin ellerinden çıkması demek Alman ekonomisinin komple çökmesi
anlamına geliyordu.
Ruhr bölgesinde yaşayan Almanlar pasif direniş ile işgale karşı koymaya çalıştı. Greve
gittiler, Fransız işgalciler için çalışmayı reddettiler, çünkü ellerinden gelen tek şey buydu.
Fransızlar göstericileri tutukladı ve onların yerine madenlerde çalıştırmak için kendi işçilerini
getirdiler. Almanlar barışçıl gösterilerin ve pasif direnişin bir işe yaramayacağını gördüler.
Almanlar 1925 yılında tazminatları tekrar ödemeye başlayınca Fransızlar Ruhr’dan çekildi.
Ancak o günden sonra Almanlar, Fransızların istedikleri zaman Alman topraklarını işgal
edeb,leceklerinin farkına vardılar. Yavaş yavaş Almanların kafasında Versay Antlaşmasını
yırtıp atmak gerektiği fikri yeşermeye başladı.
8. Hiperenflasyon.
Ruhr’un işgal edilmesinin ardından Almanya’da enflasyon kontrolden çıktı. Alman Markı
inanılmaz bir değer kaybına uğradı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar 160 milyar
marklık askeri harcama yapmıştı. Gelinen zamanda Almanların 156 milyar mark borçları ve
132 milyar mark savaş tazminatı ödemeleri vardı. Bunun üzerine bir de ekonominin can
damarı Ruhr’un kaybedilmesi Alman ekonomisini yerle bir etti.
Enflasyon inanılmaz rakamlara ulaştı. 1914 yılında, savaşın başlamasından önce 1 ABD doları
4.2 Alman markı ederken, 1923’te 1 ABD doları 4.2 trilyon mark ediyordu.
Ülke genelinde ciddi bir kıtlık ve açlık vardı. Para artık değersiz bir kağır parçasıydı,
Almanların bir peni dahi tasarruf edecek halleri yoktu. İnsanlar takas ekonomisine geçti,
çünkü değerli olan tek şey gıdaydı.
1923 yılında Almanya’da göç üçe katlandı, insanlar yaşadıkları yerleri terk etmeye başladı.
İntihar oranları roket hızıyla yükseldi ve Almanların bu kapkaranlık günlerinde Adolf Hitler
isminde bir genç hızla yükselmeye başladı.
7. Alman Komünizmi yükselmeye başlıyor.
Bu zor günlerde yükselen sadece Naziler değildi, komünizmin ayak sesleri de ciddi şekilde
duyulmaya başlamıştı. Rusya dışındaki en güçlü Komünist Parti Almanya’daydı.
Alman komünist partisi, 1918 yılında, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte
kurulmuştu. Rus Devrimi’nin ardından Alman Komünistleri de değişim geçirdi, SSCB’nin tüm
desteklerini arkalarına alarak Almanya için bir Bolşevik Devrimi arzulamaya başladılar.
Almanlar içerisinde %10-15’lik bir kesim komünistlere oy verme fikrine sıcak bakıyordu.
Ülkenin geri kalanı komünizmin yükselmesini Almanya için çok daha kötü ve karanlık
günlerin bir habercisi olarak görüyordu.
Naziler bu korku üzerine oynamada başarılı oldular. Bolşevizmin tehlikelerini ve Almanya’da
gerçekleşecek bir Kızıl devrimin yol açacağı tehditleri anlatan hikayeler dolaşmaya başladı.
Komünizmin yükselmesine bir tepki olarak ülkenin geri kalanı aşırı sağda birleşmeye başladı.
Kısa sürede Naziler komünistlerle çatışmak için “Sturmabteilung” adı verilen bir grup
oluşturdu ve sokaklara saldı, bu onların ününe ün kattı. Almanlar asıl tehlikenin Bolşevizm
olduğu konusunda birleşti. Bununla baş edebilecek yegane güç olarak Adolf Hitler ismi
parlamaya başladı.
6. Barmat Skandalı.
1924 yılında Alman hükümetinde rüşvet skandalı patlak verdi. O zamanlar iktidarda olan
Şansölye Gustav Bauer liderliğindeki Sosyal Demokrat Partinin, Danimarkalı yatırımcı
Barmat Kardeşlere döviz spekülasyonu sırasında kendilerine bir servet kazandırmaları için
milyar dolarlar verdikleri ortaya çıktı.
Barmat Kardeşler tabii ki başarılı olamadı. Yatırım şirketleri battı, Alman Hükümetinin milyar
dolarları buhar oldu. İnsanlar, Almanların parasıyla neden böyle bir kumar oynandığı
konusunda sorular sormaya başladı. Şansölye Bauer’in Barmat kardeşlerden yıllarca rüşvet
aldığı ortaya çıktı.
Şansölye Bauer derhal kovuldu, ancak Naziler bunu propaganda malzemesi yapma fırsatını
kaçırmadı. Barmat kardeşler Yahudiydi, Nazi yayın organlarında Yahudi iş adamlarının
yozlaşmış, ahlaksız insanlar olduğunu gösteren karikatürler yayınlanmaya başladı. Nazilere
göre Barmat skandalı hükümetin, aynı zamanda Yahudilerin çürümüş olduğunun kanıtıydı.
1930’ların sonuna gelindiğinde, Naziler hala Barmat skandalını ısrarla gündemde tutuyordu.
Nazilere göre Sosyal Demokratlar “Yahudi ve Yahudi uşaklarıydı”, onlara oy vermek Barmat
bloğunun adaylarına oy vermek demekti.
5. Gittikçe büyüyen Yahudi nefreti.
Almanya’da Yahudi karşıtlığı Nazilerin yükselişe geçmesiyle ortaya çıkan bir olgu değil,
öncesinde de bu nefret zaten var. 1900’lerin başında Almanya’daki partiler Yahudi karşıtı
platformlar oluşturmaya başlamışlardı. Rus devrimi, hiperenflasyon ve Barmat skandalının
ardından Almanya’da Yahudi olmak çok daha zor bir hale gelmişti.
Almanların pek çoğu iflas edip batarken Yahudiler ayrıcalıklı, zengin ve yozlaşmış kimseler
olarak görülüyordu. Almanya’da Yahudilerin nüfusa oranı sadece %1 iken, tüm avukatların
%16’sı, doktorların %10’u ve editör & yazarların %5’i Yahudiydi. Genel konuşursak, Almanlar
açlık ve yoksullukla mücadele ederken Yahudilerin zengin bir yaşam sürüyor olmaları tüm
nefretleri üzerlerine çekmelerine sebep oluyordu.
Aynı zamanda, Rusya’da yaşanan Bolşevik devriminin arkasında da Yahudilerin olduğu
düşünülüyordu. Almanlar Komünizmin büyümesinden sorumlu tuttukları Yahudilerin
kendileri için de bir tehdit olduğunu düşünüyordu.
Bütün bunlar alt alta eklenince Yahudi karşıtlığının Almanya’da hızla yayılması hiç de şaşırtıcı
değildi. Üstelik bu Yahudi düşmanlığı sadece Nazilerin tekelinde de değil, Almanya’daki
hemen hemen tüm partiler kampanyalarında Anti Semitizm propogandası yapmakta bir
sakınca görmüyorlardı. Oteller Yahudilere hizmet vermeyi reddediyor, rahipler vaazlarında
Yahudilik karşıtı söylemlerde bulunuyordu.
Alman toplumundaki bu Yahudi düşmanlığını değerlendirmek isteyen Naziler dümene
geçmeye karar verdi. Yahudi iş yerlerini kontrol altına alacaklarını ve yoksullar için daha
düşük maliyetli ürünlerin temininde kullanacaklarını vadediyorlardı. Naziler ayrıca
Yahudilerin bu alandaki üstünlüklerine son vermek için Alman doktorlara destek programı
da başlattılar. Yahudilerin yerine Almanlara iş verecekleri sözünü veriyorlardı.
4. 1929 Büyük Buhran.
29 Ekim 1929’da ABD borsası çöktü. Bu, Büyük Buhran’ın başlangıcıydı ve bu buhranın en
çok vurduğu yerlerin başında Almanya geliyordu.
Alman ekonomisinden geriye kalan şeyler yabancı para üzerine inşa edilmişti. Almanlar
sahip oldukları her şeyi yabancılarla ticaretten karşılıyor ve 1924’ten bu yana giderlerini
Amerikan kredisiyle kapatıyorlardı. Büyük Buhran geldiğinde bu krediler kurudu ve üstüne
ABD verdiği dış borçları geri istemeye başladı.
Almanya felç oldu. Endüstriyel üretim %58 düştü. İşsizlik alıp başını gitti. 1929’un sonuna
gelindiğinde 1.5 milyon Alman işsizdi. 1933’te ise bu rakam 6 milyona çıkacaktı.
Hitler heyecanlıydı. Ekonominin çökmesiyle birlikte Almanlar Demokratik hükümetin bu
sorunun altından kalkabileceği konusunda büyük bir şüpheye kapılmıştı. Hitler o günlerde
şunu söyledi: “Hayatımın hiçbir döneminde, bugün olduğu kadar görevi almak için heyecanlı
ve istekli olmadım. Yaşadığımız bu acı gerçekler milyonlarca Almanın gözlerini açtı.”
3. Sosyal Demokratlar demokrasinin etrafından dolanıyor.
Büyük Buhran’ın başlamasından kısa bir süre sonra sosyal Demokrat Parti daha agresif bir
tutum sergilemeye başladı. Bir azınlık hükümeti oldukları için diğer partilerin desteğini
almadan herhangi bir karar alamıyorlardı. Bu nedenle, etrafından dolanma politikası
gütmeye başladılar.
Alman Anayasası’nın 48. maddesi, şansölyeye acil durumlarda demokratik prosedürleri
takip etmeden kararlar alma yetkisi veriyordu. Sosyal Demokratlar bunu olabilecek en ağır
şekilde kullanmaya başladı, ilk olarak parlamentodan onay almadan bütçeyi yürürlüğe
soktular. Bu insanları çılgına çevirdi. Sosyalist lider Dr. Rudolf Breitschield Sosyal Demokrat
Partiyi “örtülü diktatörlük” olarak adlandırdı.
Sosyal Demokratlar 1930’da yeni bir seçim yapılması çağrısında bulundular. Bu seçimde
çoğunluğu sağlayacaklarını ve artık 48. maddeyi kullanmak zorunda kalmayacaklarını
umuyorlardı. Ancak işler hiç de onların düşündüğü gibi gitmedi, Nazilerin seçim kampanyası
daha önce hiç görülmemiş bir kampanyaydı ve popülariteleri önlenemez şekilde
yükseliyordu.
1928 seçimlerinde parlamentodaki 491 sandalyenin sadece 12’sini kazanan Naziler,
1930’daki yeniden seçimde 107 sandalye kazanmışlardı. Sadece iki yıl içerisinde hükümetin
alternatifi noktasına gelmişlerdi.
İki yıl sonra başka bir seçim daha yapılacaktı. Almanlar yoksulluktan ve yozlaşmadan
yorulmuştu. Nazilere oy verdiler. Bir zamanlar radikal aşırı uç olarak görülen grup artık
Almanya’yı yönetecekti.
2. Reichstag Yangını.
Naziler gücü ele geçirmişti, ancak çoğunluğu elde edememişlerdi. Oyların sadece %37.3’ünü
alan Naziler, tıpkı Sosyal Demokrat Parti gibi azınlık hükümeti olmanın getirdiği sıkıntılarla
uğraşacaklarını düşünüyorlardı… Ta ki Reichstag yangınına kadar.
Hitler’in şansölye olmasından günler sonra, Marinus van der Lubbe isimli bir Komünist,
Alman Parlamento binası Reichstag’ı yaktı. Bu işi tek başına gerçekleştirdiği neredeyse kesin
olsa da Naziler bu fırsatı kaçırmadı. Onlara göre bu olay Komünistlerin ülkeyi şiddet yoluyla
ele geçirmeye çalışacağının bir kanıtıydı.
Reichstag yangınını gerekçe gösteren Naziler 48. Maddeyi devreye soktu. İfade özgürlüğü,
basın özgürlüğü, gösteri ve yürüyüş hakları askıya alındı bunun yanı sıra polis
kovuşturmalarındaki tüm kısıtlamalar kaldırıldı ta ki komünistler tamamen kontrol altına
alınana kadar.
Naziler bu tutumlarına örnek olarak Sosyal Demokrat Partinin üç yıl boyunca 48. maddeyi
kullanmasını gösterdiler. İnsanlar Nazilerin, Komünist Parti bürolarını açık açık basmasını ve
tüm yayınlarına el koymasını hak ihlali olarak görmedi. Bütün bu olayları “nihayet güçlü bir
yönetim ortaya çıktı, Almanya’yı daha yaşanabilir bir ülke yapmak için çalışıyor” şeklinde
yorumladılar.
5 Mart 1933’te Almanlar bir kere daha seçime gitti. Komünist Parti’nin bu seçimlere
katılmasına izin verilmedi. Muhalif partilerden birinin yollarından çekilmesiyle Naziler
nihayet istedikleri çoğunluğu aldılar.
Not: Reichstag Yangını hakkında her şeyi buradan okuyabilirsiniz.
1. Hukuka aykırılığı ortadan kaldıran durum yasası.
Naziler iktidara geldiğinde Almanya hala demokrasiyle yönetilen bir ülkeydi ta ki meclisten
“Hukuka aykırılığı ortadan kaldıran durum” (Enabling Act) yasası geçene kadar. Bu yasayla
birlikte Naziler istedikleri her kanunu parlamentodan geçirmeden yürürlüğe sokabiliyordu.
Ancak bu yasanın geçmesi için sadece Nazilerin oyu yeterli değildi parlamentonun 3’te
ikisinin desteğine ihtiyaçları vardı. Reichstag yangınını hatırlatarak diğer partiler üzerinde bir
baskı oluşturdular. Bir Nazi gazetesinde “Ya tam güç ya…! Ya bu yasa ya da yangın ve
cinayet!” manşeti atıldı.
Hitler bu yetkileri son derece dikkatli şekilde kullanacağının sözünü verdi. “Hükümet bu
yetkileri sadece son derece önemli tedbirler alınması gerektiğinde kullanacaktır” dedi.
Partilerin Hitler’in söylediklerine inanması neticesinde yasa neredeyse herkesin desteğiyle
parlamentodan geçti. Sadece sosyal Demokratlar aksi yönde oy kullanmıştı. Hitler yasanın
geçmesinin ardından Sosyal Demokratlara dönerek “Artık size ihtiyacımız yok! Almanya’nın
yıldızı yükselecek ve sizlerinki batacak! Sizin ölüm ilanınız okunuyor!” diye bağırdı.
Hitler artık hep arzu ettiği mutlak gücün sahibiydi. Diğer siyasi partiler birer birer dağıldı ve
kısa bir süre sonra da ülkedeki tüm seçimler durduruldu. Alman demokrasisi göz açıp
kapayıncaya kadar yok olmuştu. Faşizm ülkenin kontrolünü tartışmasız bir şekilde ele
geçirdi… Ve bu bizzat Almanların seçmiş olduğu bir faşizmdi.
[status draft]
[nogallery]
[geotag on]
[publicize off|twitter|facebook]
[category araştırma]
[tags TARİH, Adolf Hitler, Seçim, İktidar]
Download